You are on page 1of 21

Uluslararası Hukuk ve Politika

Cilt 5, No: 17 ss.1-21, 2009©

Self-Determinasyon Hakkı ve Kosova


Füsun ARSAVA∗

Özet
Self-determinasyon hakkı diğer bir tabirle kendi mukadderatını tayin hakkı (SDR)
uluslararası hukukta dinamitlerle yüklü bir kavram olarak nitelendirilmektedir. SDR
Birinci Dünya Savaşı’nın nedenini oluşturduğu gibi, günümüzde de bağımsızlık
hareketlerinin, diğer taraftan da mevcut devletlerdeki farklı etnik grupların
taleplerinin dayanağını oluşturmaktadır. Makalede ağırlıklı olarak uluslararası
hukukun temel ilkesi olan “devletlerin toprak bütünlüğü” ilkesi ile SDR’nin ne
şekilde bağdaştırıldığı Kosova örneğinde ele alınarak değerlendirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Self Determinasyon Hakkı, SDR, iç ve dış SDR, Güvenlik
Konseyi Kararlarının Bağlayıcılığı, Devletlerin Toprak Bütünlüğü İlkesi

GİRİŞ
Halkların SDR’si Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren dünyanın siyasi coğrafyasını
büyük ölçüde değiştirmiştir. İkinci Dünya Savaşı ertesinde dekolonizasyon
sürecinin tamamlanması ile işlevini tamamladığı düşünülen SDR’nin, 20. yüzyılın
sonlarında Orta ve Doğu Avrupa’daki gelişmelerin ortaya koyduğu gibi önemini
kaybetmediği görülmektedir. SDR’ye istinat edilen en yeni gelişmeyi Kosova
örneği vermektedir. Bu uyuşmazlığın tarafı olan Kosova’nın Arnavut halkı
halkların SDR’ye istinaden Kosova’nın Sırbistan’dan ayrılarak ayrı, bağımsız bir
devlet olmasını istemiştir.
Daha 1991’de gerçekleştirilen bir gayri resmi, halkın % 87’sinin katıldığı (oy
hakkına sahip) referandumda, % 99.87 oranında Kosova’nın bağımsız bir devlet
olması iradesi ortaya çıkmıştır.1
Kosova’daki status quo’nun dayanağı olan Güvenlik Konseyi’nin 10.06.1999
tarihli 1244 sayılı karar Kosova sorununun çözümlenmesi gerektiğine işaret etse
de Sırbistan’ın muhtariyetten fazla, bağımsızlıktan az; Kosovalıların bağımsızlık


Prof. Dr., Atılım Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi
1
Hanspeter, Neuhold ve Bruno Simma, Neues europäisches Völkerrecht nach dem Ende des Ost-West-
Konflikts?, (Nomos: Baden-Baden, 1996), s. 16

1
F. Arsava

şeklinde ortaya attıkları pozisyonları, uluslararası camiada yer alan diğer


devletlerin Kosova sorunu çerçevesinde dile getirdikleri görüşler, sorunu içinden
çıkılmaz bir noktaya getirmiştir. Çok sayıda devlet Kosova’nın kendi devletini
kurmasını desteklerken2 diğerleri örneğin Rusya, Kosova’nın diğer benzerlerine
örnek olabileceği uyarısı yapmıştır. Albert Bleckmann’ın isabetli bir şekilde tespit
ettiği üzere, Rusya tarafından temsil edilen bu görüşün arkasında SDR’nin hukuki
karakterinin ve SDR’nin bir sonucu olarak ayrılma hakkının reddi düşüncesi
yatmaktadır. SDR anayasa hukuku muvacehesinde ayrılma yasağına ve DH’da
yer alan egemenlik prensibine ters düşmektedir.3 Ayrılma hakkı özellikle
ülkesinde azınlık problemi olan devletler bakımından önemli bir sorun teşkil
etmektedir. Bu açıklamalar ışığında Kosovalıların DH’ye göre kendi devletlerini
kurma hakkının olup olmadığı, Kosova’nın Sırbistan’a aidiyetinin DH bakımından
ne anlam taşıdığının tartışılması gerekmektedir. Kosovalıların halkların SDR’ye
münhasıran ayrılma hakkı anlamında istinat etmesi çok etnikli bir devlet olan
Sırbistan’ın Kosova, daha önce Karadağ gibi mikro devletlere bölünmesine yol
açmaktadır. Bu uzlaşmaz milliyetçiliğin Avrupa’daki barış düzeni için bir tehlike
olduğu aşikârdır. Bu gelişmelerle bağlantılı olarak, SDR’ye kimlerin istinat
edebileceği, içeriği, kapsamı, sınırları; SDR ve ülkesel bütünlük prensibi
arasındaki gerilimin ne şekilde çözülebileceği sorunlarının açıklığa kavuşturulma-
sı gerekmektedir.
Filistin’de olduğu gibi Kosova’da da farklı iki dinin, kültürün ve dilin
mensupları arasında aynı toprak parçası için uyuşmazlık yaşanmıştır.
Kosova’daki nüfusun % 90’ını oluşturan Arnavutlar çoğunluğu itibariyle
müslümandır ve Arnavutça konuşmaktadır.4 Kosova’daki Slav kökenli Sırplar ise
nüfusun % 10’unu oluşturmaktadır ve dilleri Sırpçadır; Ortodoks hristiyandır.
14.yüzyılda Sırp egemenlik alanının merkezini oluşturan Kosova’yı Sırbistan
1389’da Türklerin kazandığı zaferle kaybetmiş olsa da, Kosova Ortaçağ’dan kalan
manastırlarıyla Sırplar için kutsal bir toprak oluşturmakta, Sırp milliyetçiliğinin
simgesi olarak kabul edilmektedir.
500 yıl kadar Kosova’yı yöneten Osmanlı İmparatorluğu, Balkan savaşlarında
Kosova’yı kaybetmiştir. Arnavutluk bağımsız bir devlet olmuştur. Kosova
çoğunluğu Arnavut olan nüfusuyla Rusya’nın baskısıyla Arnavutluk’a değil,
1913’de Sırbistan’a katılmıştır; Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra da yeni kurulan
Yugoslavya Krallığı’nın bir parçası olmuştur. Bu durum 1/3 etnik Arnavut’un
Arnavutluk Cumhuriyeti dışında kalmasına yol açmıştır. Sırbistan’ın yeniden
kazanılan toprakta derhal başladığı etnik temizlik hareketi sonucu 15.000 sivil
Kosovalı hayatını kaybetmiştir. 1941’de Kosova, İtalya ile şahsi birlik içinde olan
büyük Arnavutluk’un bir parçası olmuştur. İkinci Dünya Savaşı ertesi Kosova,
halkın çoğunluğunun karşı iradesine rağmen tekrar Sırbistan’a bağlanmıştır. Tito
Yugoslavya’sında Kosova’ya 1974 tarihli anayasa ile çok uluslu federal devlette
otonom bir statü tanınmıştır. Bu şekilde Kosova, diğer bir otonom provinz

2
FAZ vom 14.11.2005, Nr.265, s.8
3
Albert Bleckman, Völkerrecht, (Nomos: Baden-Baden, 2001), Rn.1149.
4
Sebastian Weber, ‘Das Sezessionsrecht der Kosovo-Albaner und seine Durchsetzsbarkeit’, in AVR
43(2005) 4, s. 498.

2
Self-Determinasyon Hakkı ve Kosova

Vojvodina gibi, o zamanki 6 cumhuriyete büyük ölçüde ayrılma hakkı olmaksızın


eşit kılınmıştır. Bu şekilde Kosova anayasa, yasama ve bütçe konusunda
egemenlik yetkisi elde etmiş ve yasama, yürütme ve yargının kurumsal yapısı 6
cumhuriyetteki kurumsal yapıya uygun olarak şekillendirilmiştir. Pristina’da
üniversite ve yüksek okullar açılmış, resmi dil olarak da Arnavutça kabul
edilmiştir.
Silahlı çatışmalara kadar varan gerilim Tito zamanında verilen otonominin
1989’da Sırp Hükümeti tarafından geri alınmasıyla ortaya çıkmıştır. Kosova
1989’dan itibaren doğrudan Sırbistan tarafından yönetilmiştir. Sırpça resmi dil ve
eğitim dili olmuştur. 1990 Temmuz’da Kosova Parlamentosu ve hükümeti
dağıtılmıştır. Arnavut medyası yasaklanmıştır. Arnavut öğretmen ve profesörler
işten atılmıştır. Arnavutların protestoları asker ve polis güçlerince bastırılmıştır.
Kosova Kurtuluş Ordusu’nun, (UÇK)5 eylemlerine karşı Sırp polis ve ordusu sivil
halka şiddet uygulamıştır. Arnavutların oturduğu yerler bombalanarak yerle bir
edilmiş, Kosovalılar yurtlarını terk etmeye zorlanmıştır.6 Uluslararası camia
Bosna-Hersek’te Serebnica’da (1995) soykırım gerçekleştikten ve 300.000
Kosovalının geleneksel yerleşim alanlarını terk etmek zorunda kalmasından
sonra dikkâtini bu insanlık dramını önlemek için Kosova üzerinde toplamaya
başlamıştır.7 Paris yakınlarında 1999 Şubat ve Mart’ta Rambouillet’de yapılan
Kosova toplantısında yaşanan başarısızlık ertesi NATO, 24 Mart 1999’da
Yugoslavya’da hava operasyonlarına başlamıştır. Bu müdahale Kosovalıların
topraklarından kaçışlarını daha da arttırmıştır. Haziran 1999’da savaş sona
ermiştir. Sırbistan askerlerini Kosova’dan geri çekmiştir. 1244 sayılı, 10 Haziran
1999 tarihli Güvenlik Konseyi Kararı ile Kosova de facto Federal Yugoslavya
Cumhuriyeti’nden ayrılmış ve BM’nin yönetimi altına konulmuştur.8 Kosovalıların
SDR’ye istinat ettirdikleri kendi devletlerini kurma iddiasının devletlerin
(Sırbistan da) toprak bütünlüğü prensibi ile ilişkisi tartışması aşağıda yapılacaktır.

DEVLETLER HUKUKU NORMU OLARAK SDR


SDR ile ortaya çıkan tüm sorunların bu çerçevede ele alınması bu makale
kapsamında mümkün bulunmamaktadır. Burada sadece temel bazı hususlara
dikkat çekilmesi sözkonusu olabilecektir.
Halkların SDR’yi BM Şartı’nda 1. Madde 2. Fıkrasında amaçlar arasında ve 55.
Madde’de zikredilmektedir. SDR özellikle BM Genel Kurulu’nun 1514 sayılı kararı
ile dekolonizasyon prosedüründe sömürge topraklarına ve halklarına bağımsızlık
verilmesinde dayanak oluşturmuştur. SDR 1966 tarihli Medeni ve Siyasi Haklar
Sözleşmesi’nin ve Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin aynı lâfza

5
Ushtria Çlirimtare e Kosoves
6
Hans-Joachim Heintze, ‘Ethnische Säuberung unter dem Aspekt der Gebietsbezogenheit des
Selbstbestimmungsrechts‘, bknz.: Ipsen, Völkerrecht, Munih, Beck, 5th ed., 2004, §27, Rn.13 vd. s.
389-442
7
Georg Nolte, ‘Kosovo und Konstitutionalisierung: zur humanitären Intervention der Nato-
Staaten‘, ZaöRV 59(1999), s. 941 vd.
8
Volker Epping, ‘BM Protektorat’ Ipsen (Hrsg), Völkerrecht, 5th ed. 2004, §5, Rn.31 vd.

3
F. Arsava

sahip 1. maddelerinde DH seviyesinde temin edilmesiyle evrensel bir anlam


kazanmıştır.
BM’nin 25. yılını kutlaması vesilesiyle 1970 yılında BM Genel Kurulu
tarafından kabul edilen DH’nin temel prensiplerini saptayan “Friendly-Relations-
Declaration” yedi prensipten biri olarak SDR’yi ilan etmiştir.
Uluslararası Adalet Divanı 1971’de verdiği Namibia’ya ve 1975’te verdiği Batı
Sahra’ya ilişkin görüşlerinden9 itibaren SDR’yi içtihatlarında bugünkü DH
düzeninin ayrılmaz bir parçası olarak mütalâa etmektedir10. Bunun ötesinde SDR
sayısız AGİK/AGİT dokümanlarında11 uluslararası ilişkileri yönlendiren prensipler
arasında sayılmıştır12.
Almanya’nın yeniden birleşmesiyle ilgili 2+4 anlaşmasının dibacesinde de,
Almanya’nın halkların SDR’nin esas alınarak birleşmesinin sağlandığına işaret
edilmiştir13.

KOSOVALILARIN SDR KULLANABİLME HAKKI


Yukarıda yapılan açıklamalar, SDR’nin pozitif DH düzeninin bir parçası olduğunu
ortaya koymaktadır. Bugün hâlâ geçmişte olduğu gibi tartışmalı olan konu
SDR’nin içerik ve kapsamıdır. Bu karmaşık konuya dalmadan Kosova
uyuşmazlığıyla bağlantılı olarak önce Kosovalıların SDR kullanma hakkına sahip
olup olmadıklarının ortaya çıkarılması gerekmektedir.
BM İnsan Hakları Sözleşmesinin 1. Maddesi’ne göre bütün halklar SDR’ye
sahiptir. 1. madde lâfzından SDR’nin muayyen halklarla (sömürge yönetiminde
bulunan) sınırlanabileceğine ilişkin bir ipucu çıkarılmasa da, halk kavramının
DH’de bağlayıcı bir tanımı bulunmamaktadır. Bu nedenle de “halk” kavramı
muayyen olmayan belirlenmemiş bir hukuki kavram olarak görülmektedir. Halk
kavramını kenara bırakırsak, potansiyel olarak sömürgeciliğin tasfiyesi
çerçevesinde koloni toplumlarının ve yaşadığı ülkede kendini farklı hisseden
etnik grupların da SDR kullanma iddiasıyla ortaya çıktığı görülmektedir. Sürekli
Adalet Divanının 1930’da etnik gruplarla ilgili olarak yaptığı geleneksel tanımda
yer alan objektif ve subjektif unsurların SDR iddiaları çerçevesinde yeniden
kullanılması mümkündür14. Bu tanıma göre etnik gruptan kastedilen muayyen,
sınırlanabilen bir toprakta yaşayan, kendi ırk, din, dil veya kültürel özellikleri olan
ve bu kendine ait özellikleri koruma iradesinde olan bir grup insandır.15 Diğer bir
ifade ile bir halktan ancak ayrı bir toprakta yerleşik, etnik ve kültürel özelliğiyle

9
ICJ, Legal Consequences for Status of the continued presence of South Africa in Namibia (South-
West Africa. Notwithstanding security council resolution 276 (1970) Advisory Opinion, ICJ
Rep.1971, s.31; ICJ, Western Sahara, Advisory Opinion, ICJ Rep, 1975, s.71 vd.
10
ICJ, Military Activities in and against Nicaragua (Nicaragua vs. USA), Judgement ICJ Rep. 1986, s.14
vd
11
01.08.1975 tarihli Helsinki Nihai Senedi’nin 1.sepet VIII. ilkesi
12
Bknz: Bulletin des Presse- und Informationsamtes der Bundesregierung 1975, s.968
13
12.9.1990 tarihli 2+4 anlaşma (Birleşme anlaşması) için bknz.: RGBl. II, s.1318 vd
14
PCIJ, Greco-Bulgarien Communities, Advisory Opinion, PCIJ Ser.B, No.17, s.21
15
Karl Doehring, ‘Self-Determination’, in Bruno Simma (ed.), The Charter of the United Nations, 2 nd ed.
(Oxford: Oxford University Press, 2002), Annex Art.1, Rn.29

4
Self-Determinasyon Hakkı ve Kosova

ayırt edilebilen bir grup insan bakımından söz edilebilir. Azınlıkların himayesi
statüsünden istifade eden ulusal azınlıklardan farklı olarak, bir etnik grubun
SDR’ye istinat edebilmesi için yerleşik olduğu sınırlanabilen toprakta çoğunluğu
teşkil etmesi gerekmektedir. Bu kriterlerin Kosovalılar bakımından uygulanması
durumunda, SDR’yi kullanma hakkına sahip bir halk ile karşı karşıya olduğumuz
ortaya çıkmaktadır:
- Sınırlanabilir bir alan olarak Kosova’da yaşayan insanların % 90’ı
Arnavuttur.
- Kosovalı Arnavutlar çoğunluk itibariyle müslümandır. Dini bakımdan bir
homojenlik söz konusudur. Aynı durum dil bakımından da geçerlidir. Resmi dil
Sırpça olmasına karşılık Kosovalılar Arnavutça ve Sırp Hırvatçası konuşmaktadır.
- 20. yüzyıla kadar Osmanlı egemenliğinde yaşayan Kosovalıların ortak
tarihi bir mirası bulunmaktadır.
- Kosovalıların kendi kültür ve özelliklerini koruma iradesi 1991’de
bağımsızlık için gerçekleştirdikleri referandumda da somutlaşmıştır.
- Kosovalı Arnavutlar Sırbistan’daki ikinci büyük etnik grup olarak
Kosova’daki 1.6 milyon nüfusları ile Sırbistan’ın tüm nüfusunun % 17’sini
oluşturmuştur.
Yukarıda ortaya konulan tablo halk kavramı ile ilgili tereddütler bulunmasına
karşılık, Kosovalıların SDR’yi kullanma hakkına sahip olduğunu göstermektedir.16
Bununla beraber 1244 sayılı BM kararında temkinli bir şekilde SDR’ye atıfta
bulunulmaktan kaçınılmıştır. Bu formülasyona Kosova halkının, prensip olarak
SDR iddia edemeyen azınlık olarak nitelendirilmek istenmesi iradesi yol
açmıştır.17 Kosovalılar doğal olarak Sırp ulusal grubuna nazaran azınlıkta
bulunmaktadır. Sırbistan, Avrupa’da Rusya’dan sonra en çok etnik çeşitliliğe
sahip olan ülkedir. Yalnız Vojvodina’da büyük, küçük 26 farklı etnik grup
bulunmaktadır.
Devleti yöneten iki büyük ulusal grup nüfusun sadece % 67’sini
oluşturmuştur (nüfusun % 62,6’sını Sırplar, % 5’ini Karadağlılar oluşturmuştur).
Karadağlılar Arnavutlardan az olmakla beraber devleti yöneten ulusal grup içinde
yer almıştır. Karadağ bağımsız devlet olduktan sonra Sırbistan nüfusunun %
17’sini oluşturan Arnavutlar en büyük azınlık grubunu teşkil etmiştir. Diğer
azınlıklar arasında Macarlar, Bosnalılar, Romanlar, Hırvatlar, Slovaklar,
Romanyalılar, Bulgarlar, Ruthen, Valach, Türkler, Almanlar, Çekler vs karşımıza
çıkmaktadır. Kosovalılara nazaran açık olarak daha küçük bir grup teşkil eden
Karadağlılara (Karadağ eyaletinin 615.000 olan nüfusunun sadece 280.000
Karadağlıydı) Sırbistan’dan ayrılmadan önce tartışmasız olarak halk niteliği
tanınmasına karşılık, onlardan daha büyük bir grup oluşturan Kosovalılara halk
niteliğinin tanınmamasının açıklaması bulunmamaktadır. Aynı durum ayrılma

16
Philipp A. Zygojannis, Die Staatengemeinschaft und das Kosovo, Humanitäre Intervention und internationale
Übergangsverwaltung unter Berücksichtigung einer Verpflichtung des Intervenierten zur Nachsorge, (Duncker &
Humblot, 2003 ), s.253.
17
Christian Tomuschat, ‘General Conclusions’, bknz.: ders., 2002, s.335.

5
F. Arsava

esnasında Yugoslavya’nın tüm nüfusunun % 7,8’ini oluşturan ve toplam 1,8


milyon nüfusa sahip Slovenya bakımından da söz konusudur. Bu durum halk ve
azınlık kavramlarının yorumu bakımından yaşanan zorluk kadar, keyfiliği de
ortaya koymaktadır.
Ulusal yahut etnik bir gruba halk niteliği verilmesi ve bu şekilde SDR istinat
edebilmesi için ulusal anayasanın bu gruba özel bir statü vermesi gerekliliği
eleştiri konusu olmaktadır. Bir ulusal grubun DH muvacehesinde halk veya
azınlık olarak tanınmasının bu grup lehine anayasa tarafından özel bir statünün
verilmesi koşuluna bağlanması, devleti yöneten ulusal yahut etnik çoğunluğun
eline önemli bir güç verme riski taşımaktadır.18
Federal Almanya eski Cumhurbaşkanı Roman Herzog’un 28.01.1995’te dünya
ekonomi forumunda, eski Yugoslavya’nın parçalanması ve halkların SDR
bağlamında Kosovolıların çok uluslu Yugoslavya’da diğer ulusal gruplara nazaran
“importance components of the state…. in fact” ve 1974 anayasası ile özel bir statü
verildiğinin tartışma konusu olmadığının altını çizerek dünyadaki ortalama 3500
halkın kendi devletini kurmaya kalkması durumunda dünyanın halinin ne
olacağını sorması uluslararası camiaya konunun ne denli kritik olduğunu bir kez
daha hatırlama olanağı vermiştir.19
Kosovalılar bakımından Sırplarla bir karşılaştırma yapıldığında bir azınlığın
mevcudiyetinden hareket edilse de, bu azınlığın istisnai olarak nihai çare olarak
ağır hukuk ihlâllerinden kendilerini korumak için SDR’ye istinat etmesi doğaldır.20
Sırpların Kosovalılara 90’lı yıllarda uyguladıkları etnik temizlik operasyonları
Kosovalıların SDR iddialarına dayanak oluşturmuştur.
Ulusal gruplar uygulamada etnik yapı dikkate alınmadan yahut alınma olanağı
bulunmaması nedeniyle savaş ertesi çizilen sınırlar sonucu oluşan azınlıklar
olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun en çarpıcı örneklerini birinci dünya savaşı
ertesi yapılan Paris anlaşmaları vermektedir.21 Birinci dünya savaşı ertesinde
büyük bir Arnavutluğun yaratılması savaş galipleri tarafından uygun bulunmamış,
Arnavutlar birçok devlete dağıtılmıştır. Yeni yaratılan “artık Arnavutluk”, Arnavut
halkının en fazla yarısını içine almıştır, diğer yarısı Karadağ’a, Mekodanya’ya ve
Sırbistan’a (Kosova) dağıtılmıştır. Bir ulusal grubun SDR’ye istinat edebilmesi için
gerekli olan etnik farklılık (dil, din, ırk, kültür) ve ayrı bir yerleşim alanında
yaşama gibi unsurlar Kosovalılar için mevcuttur.22

18
Johannes Niewerth, Der kollektive und der positive Schutz von Minderheiten und ihre Durchsetzung im
Völkerrecht, Berlin, 1996, s. 82
19
B.G. Ramcharan, ‘Individual, Collective And Group Rights: History, Theory, Practice and
Contemporary Evolution’, Indian Journal of International Law 33 (1993), s. 37.
20
Christian, Tomuschat, ‘Protection of Minorities under Article 27 of the International Covenant on
Civil and Political Rights.’ in: Völkerrecht als Rechtsordnung. Internationale Gerichtsbarkeit. Menschenrechte,
Festschrift für Hermann Mosler. Rudolf Bernhardt, Wilhelm Karl Geck, Günther Jaenicke and Helmut
Steinberger (eds.). (Berlin, Heidelberg, New York: Springer, 1983), s. 949-975.
21
Stefan Verosta, ‘Peace Treaties after World War I’, EPIL III, 1997, s. 946 vd.
22
krşt.: Karl, Doehring, Völkerrecht, 2nd ed. 2004.

6
Self-Determinasyon Hakkı ve Kosova

SDR’NİN İÇERİĞİ
SDR’ye istinat edebilecek grubun belirlenmesi sorunu yanı sıra SDR’nin
içeriğinin, maddi hukuk anlamında kapsamının belirlenmesi, özellikle ayrılma
hakkı önemli bir tartışma konusu oluşturmaktadır. SDR’nin maddi hukuk
içeriğinin saptanmasında 16.10.1966 tarihli İnsan Hakları Sözleşmeleri’nin resmi
tanım olarak kabul edilen aynı içerikteki 1. maddeleri hareket noktası
oluşturmaktadır. Bu maddeye göre: “Bütün halklar SDR’ye sahiptir. Bu hakka
istinaden siyasi statülerini serbestçe karara bağlayabilirler; ekonomik, sosyal ve
kültürel gelişmelerini özgürce şekillendirebilirler. Anlaşma tarafı devletler
SDR’nin gerçekleşmesini destekleyecek ve bu hakka saygı gösterecektir”. DH, bir
halkın SDR’yi hangi yolla icra edeceği hususunu açık bırakmıştır. DH sadece
irade teşkilinin dış etkilerden uzak olmasını istemektedir.

Dış SDR
BM anlaşmalarının 1. maddesinde yeralan resmi tanım halkların SDR’ye ‘ipso
facto’ sahip olduğundan hareket etmektedir. Bu hakkın kullanılabilmesi için
önkoşulların yerine getirilmesine gerek bulunmamaktadır. Toprakların statüsü-
nün değişikliğine matuf dış SDR bu tartışmalarda halkların genelde SDR’yi yeni
bir devlet kurarak icra etme yolunu tercih etmeleri nedeniyle merkezi bir noktada
bulunmaktadır.23
Her halkın eşit hakka sahip olması (Halkların hak eşitliği prensibi) ve aynı
şekilde SDR sahip olması, hiçbir halkın “egemen devlet” oluşturma hakkından
başka bir çözüme yanaşmamasına neden olmaktadır. Halklara kendi devletini
oluşturma hakkı tanıyan dış SDR, devletlerin sınırlarına saygı gösterilmesi
prensibi ile bu sınırlar keyfi olarak çizilmiş olsa dahi açık bir tenakuz
oluşturmaktadır.
Dış SDR mevcut devletlerin toprak bütünlüğünün ve iç işleri alanının
korunmasına matuf DH’nun temel prensibi olan devletlerin egemen eşitliği
prensibi ile gerilim ilişkisi içindedir. DH’nun halkların haklarının değil de,
devletlerin haklarının temini konusunda yoğunlaşması nedeniyle SDR’yi
şekillendiren dokümanların egemenliği koruma amacına ağırlık verdiği
görülmektedir.24 Bu durum SDR belirlenmesinde merkezi bir rol oynanan
devletler camiasının uluslararası ilişkilere ilişkin temel kurallar konusundaki ortak
görüşlerini ve BM organlarının uygulamalarını yansıtan ‘Friendly-Relations
Declaration’ için de geçerlidir.25 SDR’ye ilişkin bölümün sonunda deklarasyon
önceki paragraflarda yeralan düzenlemelerin egemen ve bağımsız devletlerin
kısmen veya tamamen toprak bütünlüğünü veya siyasi bağımsızlığını bozan veya
zarara uğratan önlemlerin alınmasına izin verdiği veya cesaretlendirdiği şeklinde
anlaşılmaması gerektiği; ancak ayrılma yasağı getiren, SDR’nin kullanılmasına
ilişkin bu sınırlamanın halkların hak eşitliği ve SDR prensiplerine saygı gösteren

23
Dietrich Murswiek, ‘Die Problematik eines Rechts auf Sezessions-neu betrachtet’, AVR 32(1994),
s. 358
24
Felix Ermacora, Die Selbstbestimmungsidee, 1974, s.21.
25
Epping Volker, bknz.: Ipsen, Völkerrecht, 5th ed. 2004, §4 Rn.31vd.

7
F. Arsava

ve bunun sonucu olarak da ülkedeki tüm insanların ırk, inanç, renk farkı
yapılmaksızın temsil edildiği bir hükümete sahip devletler bakımından toprak
bütünlüğünü temin ettiğinin altı çizilmiştir. DH literatüründe “e contrario”
yorumla bu düzenlemeden yoğun bir ayrımcılık durumunda ayrılma hakkının
kullanılabileceği sonucu çıkarılmaktadır.26 Bu koşullar, Kosovalıların ayrılma
hakkının bulunduğunu teyit etmektedir.
Deklarasyonda “e contrario” yorumla çıkarılan sonucun doğru olup olmadığı
tartışmalıdır. Deklarasyonun sözkonusu hükümlerinden bir ayrılma hakkının
istihraç edilip edilemeyeceği açık değildir. Deklarasyonun söz konusu
hükümlerinde, egemen bir devletin toprak bütünlüğüne veya siyasi
bağımsızlığına müdahaleyi meşru kılan bir yoruma dayanak olacak ipucu
bulunmamaktadır.27 Dietrich Murswiek’in işaret ettiği gibi SDR ve egemenlik
ilişkisi deklarasyonda bir kısır döngü içinde cevaplandırılmıştır. Sorun cevapsız
kalmıştır. Bunun ötesinde deklarasyonda olası tüm ayrımcılık boyutları dile
getirilmemiştir. Bir hükümetin tüm halka her konuda eşit muamele etmesi söz
konusu olabilir. Ancak bu eşit muamele azınlığın mağdur olmasına yol açabilir.
Sırbistan’da ve aynı şekilde Kosova’da çoğunluğun dili resmi dil ve okullarda
eğitim dili olarak kabul edilmiştir. Kosovalılar için bu durum ağır bir mağduriyet
olarak mütalâa edilmiştir.

İç SDR
Dış SDR’nin ayrımcılığa istinat eden bu boyutu yanı sıra ‘Friendly-Relation
Declaration’da’ iç SDR çerçevesinde SDR’nin “temsil” boyutu karşımıza
çıkmaktadır. Bu insan hakları sözleşmelerinin 1.maddesinin orijinal anlayışı
muvacehesinde SDR bir halkın kendi seçtiği devlet modeli içinde var olmasını ve
teşkilatlanmasını engelleyen dış güçlere yönelik olarak kullanılması düşünülmüş-
tür.
İç SDR’nin açıklanmasında ortaya konulan bu yaklaşımın güncelleştirilmesi
genel iradeye katılımda temsil konusunu gündeme getirmektedir. Egemenlik
halkın onayıyla meşruiyet kazanır. Bu nedenle SDR devletin meşruiyeti ile
doğrudan ilgilidir. Kullanılan devlet yetkisinde halkın sadece bir kısmının değil,
tümünün temsil edilmesi gerekmektedir. Diğer bir değişle kimi münferit ulusal
grupların diğer etnik grupların genel iradeye katılmasını engellememesi
gerekmektedir. Aksi halde hukuken ayrımcılığa uğrayan gruplar nedeniyle
kullanılan devlet yetkisi meşruiyet zafiyeti gösterir. Böyle bir yapıda kullanılan
devlet yetkisi ayrımcılığa uğrayan gruplar bakımından Kosova örneğinde olduğu
gibi baskı aracı karakteri kazanır.
Egemenlik yetkisinin kullanılmasında elementer olarak uzlaşı gerekliliği vardır.
Fiziki güç dağılan Doğu Avrupa ülkelerinin gösterdiği gibi sadece görünüşte bir
istikrar sağlar, ama hiçbir zaman kullanılan yetkinin meşruiyetini saptayan
uzlaşıyı ikâme edemez ve bu nedenle de uluslararası düzen için sağlam bir

26
Doehring, ‘Self-Determination’, Annex Art. 1 Rn.29; Kay, Hailbronner, bknz.: Graf Vitzhum,
Völkerrecht, 3rd ed. 2004, 3.Abschnitt, Rn.117.
27
Murwiek, Die Problematik eines Rechts auf Sezession – neu betrachtet, s.310

8
Self-Determinasyon Hakkı ve Kosova

dayanak oluşturamaz. Uluslararası camianın bu çerçevede önemli bir yanlış


içinde olduğu görülmektedir. Ayrılma hareketlerinin her ne şekilde olursa olsun
önlenmesi gerektiğine ilişkin düşünce bu nedenle mutlak olarak doğru
görülmemektedir. Ayrılma uluslararası düzenin istikrarı için tek başına ana
tehlike değildir.
Status-quo’nun korunması görünüşte istikrarı sağlamaktadır.28 Batı demok-
rasileri tarafından insan haklarının korunmasına ilişkin zorlamalarla mevcut
devletin her ne pahasına olursa olsun toprak bütünlüğünün devamının
sağlanması uluslararası düzenin istikrarsızlığına yol açabilmektedir. Etnik-kültürel
farklılıkların devlet yapılanmasında temsili olarak yansıması gerekmektedir.
İç SDR pür azınlık himayesinin ötesine giderek, kendileri bakımından önemli
addettikleri konular bakımından devlet yetkileriyle donatılan ulusal grubun siyasi
olarak teşkilatlanmasını beraberinde getirir. Genel iradeye katılımın (temsilin) ne
şekilde olacağı kurala bağlanmış değildir. Spesifik duruma bağlı olarak ulusal
grubun kendi devlet düzenini örneğin bir federal yapıda gerçekleştirmesi
düşünülebilir. Bu istikamette Kosova için de otonom bir statünün verilmesi
görüşü ileri sürülmüştür. Uyuşmazlığın süresi, yoğunluğu ve tarihi geçmişi buna
izin vermediği gibi, “point of no return”e eriştikten sonra bu tür çözümler fayda
vermemektedir. AB üyesi devletler başlangıçtaki çekimser davranışlarından ve
Yugoslav Cumhuriyeti’nin devamı konusundaki statu-quo ısrarından vazgeçip,
bağımsızlık isteyen ayrılmaya matuf taleplere benzer örneklerde geçmişte destek
vermiştir. İç SDR benzer örneklerde dış SDR’ye dönüşmüştür. SDR bu örneklerde
ülkesel bütünlük prensibini ihlâl etmekle beraber kabul görmüştür. Kosova
halkının SDR’na benzer örneklerde olduğu gibi AB ülkelerinin başlangıçta destek
vermemesini, AT’nin özellikle 16 Aralık 1991 tarihli Yugoslav Cumhuriyetleri’nin
tanınmasına ilişkin kararı ışığında anlaşılmasının mümkün olmadığı
görülmektedir. Bu kararda AT ve üye devletler, bağımsız devlet olarak tanınmak
isteyen ve belli koşulları, özellikle azınlık haklarını garanti eden ve sınırların
dokunulmazlığına saygı göstermeyi taahhüt eden Yugoslav Cumhuriyetleri’nin
bağımsızlıklarını tanımayı kabul etmiştir29.
Bu çerçevede ortaya çıkan bir başka soru da, kendi devletini oluşturmak
isteyen halkın, eski Yugoslavya Cumhuriyetlerinde olduğu gibi kendi iç kurumsal
yapısını tamamlamak zorunda olup olmadığıdır. Anayasa hukuku muvacehesinde
muayyen bir toprakta kendi kurumsal yapısına sahip olan bir halk SDR kullanma
bakımından avantajlı konumdadır. Bu şekilde SDR’nin sujesi (hakkı kullanacak
halk) ve hakkın kullanılacağı toprak parçası belirlenebilmekte, nasıl ve kim
tarafından halkın belirleneceği sorusuna ilişkin zorluk ortadan kalkmaktadır.
Ancak, SDR’in devletin halka bu hakkı verip vermemesinden bağımsız olarak
SDR’in kullanılabileceğinin de unutulmaması gerekmektedir. Bu durum söz

28
Stefan, Oeter, ‘Das Selbstbestimmungsrecht im Wandel. Überlegungen zur Debatte um
Selbstbestimmung und ‘vorzeitige Anerkennung‘‘, ZaöRV, 52 (1992), s.761.
29
Bulletin des Presse- und Informationsamtes der Bundesrepublik Nr.144, 19.12.1991

9
F. Arsava

konusu olsa idi, birçok devlet olası ayrılma tehlikesini muhtariyet vermeyerek
ortadan kaldırabilirdi.30
İç SDR Doğu-Batı çatışmasının ortadan kalkmasından sonra da uluslararası
camianın çoğunluğu tarafından halâ reddedilmektedir. Demokratik yapıya sahip
devletler de bu yaklaşımı benimsemek istememektedir. İster istemez egemenlik
paylaşımını beraberinde getiren ulusal grup sorunlarını egemenliğin dezentralize
edilmesi yoluyla çözümüne yönelik iç SDR BM’ye üye devletlerin çoğu tarafından
reddedilmektedir.

HALKLARIN SDR’SİNİN PROGRAM HÜKÜM KARAKTERİ


İç SDR prensibine bir hukuki norm karakterinden çok amaçlara ilişkin program
norm karakteri tanınması, bu anlayışın dış SDR için de söz konusu olup olmadığı
tartışmasını açmaktadır SDR bir hukuki müessese olarak anlaşıldığı nispette,
ayrımcılığa uğrayan halka ayrılma hakkının tanınması gündeme gelmektedir. Aksi
takdirde SDR’nin fonksiyonu kalmamaktadır. SDR bir halkın varlığının garantisi
olmaktadır. DH tarafından garanti edilen, siyasi statüyü belirleme veya doğal
kaynaklarını kullanma hakkının, bir halk yok edilebilecekse hiçbir anlam
taşımayacağı açıktır. Bir halkın varlığının korunması hiçbir şekilde bu halka ait
bireylerin fiziki varlığının korunması ile sınırlı değildir. Halk, SDR’nin sujesi olan
grup olarak, çoğunluğunu oluşturduğu muayyen bir toprak üzerinde kendi dilini
kullanabildiği, kendi kültürünü geliştirebildiği nispette yaşayabilmektedir. Bir
devletin SDR’ye saygı mükellefiyetini yerine getirmediği nispette, ülkesel
bütünlük veya egemenlik prensibine istinat etmesi zora girmektedir. Halkların
SDR’sini bugün uluslararası teamül hukukunun bir parçası olarak kabul eden31
hatta SDR’yi DH’nin emredici normları arasında mütalâa edenler
bulunmaktadır.32 Ancak bu saptamanın açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
DH’de tamamlanmış olarak kabul edilen dekolonizasyon süreci dışında halkların
SDR’yi ne teamül hukuku, ne de emredici norm olarak kanıtlanmış değildir. DH
halkların değil, ağırlıklı olarak devletlerin hukukunun düzenleyen bir disiplindir.33
Demokratik devletlerin dahi SDR’nin icrası konusunda yöntem geliştirmediği,
devletlerin henüz bu konuda hazır olmadığı görülmektedir. Kosova Sorunu’nu,
Rusya ve Sırbistan uyuşmazlığı bir iç işleri sorunu olarak görmüş ve uyuşmazlığın
Sırbistan tarafından çözülmesi gerektiği üzerinde durmuştur. Devletlerin
uygulamasında egemenlik prensibi hiyerarşik olarak önceliğe sahip temel DH
prensibi olarak kabul edilmiştir. Daniel Thürer’in işaret ettiği gibi, egemen
devletler topluğu olarak uluslararası camia bir intihar topluluğu
oluşturmamaktadır. SDR’ye tam bir geçerlilik sağlanması durumunda, bunun
hemen bütün devletlerin kültürel, dini ve etnik azınlıkları olması nedeniyle toprak
bütünlüğünü ve ulusal sınırlarını koruması zor olacaktır. SDR’nin toprak

30
Murswiek, Die Problematik eines Rechts auf Sezession – neu betrachtet, s.501.
31
ICJ, ‘Western Sahara’, Advisory Opinion, ICJ Rep.1975, s.31vd
32
H. Gros, Espiell, Der Begriff des Selbstbestimmungsrechts der Völker aus heutiger Sicht, VN 30 (1982),
52vd.; Stefan, Kadelbach, ‘Zwingendes Völkerrecht’, in: Schriften zum Völkerrecht Band 101 (Berlin:
Duncker & Humblot, 1992), s.264 vd.
33
Ipsen, Völkerrecht, 5th ed. 2004, §1 Rn.5.

10
Self-Determinasyon Hakkı ve Kosova

bütünlüğü prensibi ile çatışması SDR’nin DH teamül normu olarak geçerli


olabilmesini engellemiştir. SDR genel olarak tanınan bir hak olarak
uygulanmamaktadır. Uluslararası camiada istikrarlı, homojen, sürekli bir SDR
uygulanmasının olmaması nedeniyle teamül hukukunun oluşmasında gerekli
objektif unsurun söz konusu olmadığı açıktır. Bunun ötesinde bu çerçevede
subjektif unsur olarak “opinio iuris”in de bulunmadığı görülmektedir. Uluslararası
camiada henüz SDR bakımından tam bir hukuki kanaat oluşmamıştır.34
Devletlerin uygulamasındaki tenakuzların sonucu olarak, dekolonizasyon
süreci dışında SDR içerik ve hukuki sonuçları bakımından somut bir çerçeveye
oturtulamamıştır. Orta ve Doğu Avrupa devletlerindeki uygulamalar ışığında
SDR’yi Avrupa bakımından yeniden tanımlama girişimleri erken olarak
nitelendirilmektedir. Avrupa’nın bugün ortaya koyduğu yaklaşıma göre barışçıl
müzâkerelerle uzlaşmaya dayanan bir ayrılma girişiminin askeri güç kullanılarak
akamete uğratılması uluslararası barışı tehlikeye sokan SDR ihlâlidir.
Çekoslovakya’nın dağılması ve Almanya’nın birleşmesi, taraf devletlerin
mutabakatı ile ayrılma yahut diğer bir devletle birleşme şeklinde kullanılan SDR
olarak kabul edilmektedir. Bunun sonucu olarak Çekoslovakya’nın “dismembratio”
uygulamasından uluslararası camia sadece bilgilendirilmiş; iki Almanya’nın
birleşmesinde ise 4 müttefik ve AB üyesi devletler Doğu Almanya’nın SDR’ye
istinat eden kararını tanımıştır.35
Koşulların mevcudiyeti halinde uluslararası camia tarafından SDR’nin
tanınması bu çerçevede sadece beyanî nitelikte olmadığı gibi, zorunlu da
değildir. SDR iddiası yapıldığı durumlarda, uluslararası camia kendi çıkarlarının
da etkilenmesi nedeniyle, konuya müdahil olma hakkını mahfuz tutmaktadır.
SDR iddialarında tanınmaya ağırlıklı ve inşai bir anlam yüklenmektedir.
Uluslararası camia, Kosova uyuşmazlığının teyit ettiği gibi, silahlı çatışmaların
eşlik ettiği SDR’ye dayanan ayrılma girişimlerini hukuki değerlendirme yapmadan
tanımamaktadır. Ayrılma hakkının tanınmasıyla birlikte uyuşmazlığın diğer tarafı
toprak bütünlüğünü iddia edememektedir. SDR’nin tanınması devlet olarak
tanınma ile eşit tutulamaz. Devlet olmak ve DH sujesi olarak tanınmak ile SDR’ye
dayanan ayrılma hakkının tanınması birbirinden ayrı olgulardır. SDR’ye dayanan
ayrılma hakkının tanınması uno acto her zaman bir devlet olmakla
sonlanmamaktadır. Bir DH sujesinin mevcudiyetinin kabul için devleti oluşturan
unsurların, insan, ülke ve egemenlik unsurlarının olması gerekmektedir Devlet
olarak tanınma sadece saptayıcı bir niteliğe sahip36 iken, SDR’ye dayanan
ayrılma hakkının tanınması inşai niteliktedir. İki tanımanın “uno acto”
gerçekleşmesi gerekli bulunmamaktadır. Halkların SDR’si Uluslararası hukuk
düzeninin program hükmü olarak uluslararası camianın tutum ve desteğine bağlı
olarak sonuç doğurabilmektedir.
Kosova Savaşı’nın başladığı 1999’da Kosova’nın Sırbistan’ın toprak
bütünlüğü içinde kalması gerektiğine ilişkin uluslararası camiaya hâkim olan

34
Heintze, Selbstbestimmungsrecht der Völker – Herausforderung der Staatenwelt, 1997, s. 120
35
Bleckmann, Völkerrecht, Rn.132.
36
Christian Hillgruber, Die Aufnahme neuer Staaten in die Völkergemeinschaft, Plang, 1998, s.743 vd.

11
F. Arsava

yaklaşımın, Kosova’nın geleceğiyle ilgili görüşmelerin başladığı 7 yıl sonra


tamamen değiştiği görülmüştür. Bu yaklaşım değişimi BM uluslararası camianın
doğrudan Kosova’nın bağımsızlığını tanımasına yol açmamıştır. Kosovalıların
SDR’nin tanınması, onların bağımsızlıklarını ilan etmelerinin, diğer bir ifade ile
Sırbistan’dan ayrılmalarının, ayrılma hakkını kullanmalarının hukuki dayanağını
oluşturmuştur.
DH ayrılmayı prensip olarak fiili bir olgu olarak değerlendirir. Ayrılmadan
sonra bir devletin varlığı için gereken koşulların mevcut olup olmadığı
konusunun, hangi koşullar altında ayrılma hakkının kabul edilebileceği
konusundan ayırt edilmesi gerekmektedir. Yeni bir devletin oluşumunda, bu
gelişmenin hukuka uygun olup olmadığı değil, bunun etkin olarak cereyan edip
etmediği önemlidir. Georg Jellinek’ten itibaren bir devletin mevcudiyeti için üç
unsurun gerekliliği kabul edilmektedir. Bu doktrinin devletlerin hak ve
yükümlülüğüyle ilgili 1933 tarihli Montevideo Konvansiyonu’nun 1. maddesi’nde
de yer aldığı görülmektedir. Bu doktrin 1991’de Avrupa Toplulukları tarafından
Robert Badinter başkanlığında sosyalist federal Yugoslav Cumhuriyeti’nin
dağılmasıyla doğan DH sorunları konusunda oluşturulan hakemlik komisyonu
çalışmalarında da esas alınmıştır.
Ayrılma durumunda ayrılan entitenin devlet olarak nitelendirilebilmesi için
kendi toprağında etkin olarak egemenlik yetkisi kullanması gerekmektedir.
Etkinlik kriteri uluslararası düzenin istikrarı bakımından çok önemlidir. Etkin
devlet yetkisi kullanılması iç egemenlik anlamında toprağında düzen kurma ve
bunu devam ettirme ehliyetinin ifadesidir. Bu birliğin ayrıca gerçekten bağımsız
olması istenmektedir (birçok eski sömürge gerçekten etkin yetki kullanma
durumu olmaksızın uluslararası camiaya katılmıştır).
Kosova’nın ayrılması ise oldukça farklı siyasi koşullar altında söz konusu
olmuştur. Yeni devlet, anavatan tarafından bağımsız kılındığı takdirde etkinlik
kriteri önemli değildir. Mevcut devletin iradesine ters şekilde bağımsızlık
durumunda ise etkinlik kriteri öne çıkmaktadır. Kosova’nın bağımsızlık ilânından
sonra etkin ve bağımsız devlet yetkisi kullanma kriterinin gerçekleşmediği iddiası
gündeme gelmiştir. Kosova’nın bağımsızlığı öncesinde de Kosova’da Sırbistan’ın
egemenlik yetkisi önemli ölçüde sınırlandırılmıştı. Sırbistan ancak Sırpların yoğun
yaşadığı Kuzey Kosova’da paralel yapılanma gerçekleştirime olanağı bulmuştur
UNMIK’in etkin yönetiminde Kosova bağımsızlık ilanı anında gerçekten etkin
ve bağımsız devlet yetkisi kullanma durumunda mıydı? Özel temsilcinin yasama,
yürütme, yönetimde yetki ve gücünün kapsamı Kosova’nın kendi egemenlik
yetkisini kullanabileceği hiçbir alan bırakmamıştı. 1244 sayılı kararda hernekadar
tedricen yerel yönetime yetkinin devredilmesi öngörülse de, son sözü söyleme,
karar yetkisi özel temsilciye saklı tutulmuştu. 1244 sayılı karar geçici yönetim
çerçevesinde yerel yönetimin teşvik edilmesinde dayanak olabilecek, ancak bir
devlet oluşturulmasına dayanak olabilecek içeriğe sahip değildir.
Ahtisaari Planı uluslararası bir sivil temsilciye (international civilian
representative), BM Genel Sekreteri’nin özel temsilcisi gibi olmasa da, tüm ulusal
otoritelerin tasarruflarını denetleme, kanunları iptal etme, atama ve işten

12
Self-Determinasyon Hakkı ve Kosova

çıkarma dahil olmak üzere tüm egemenlik tasarruflarını yapma yetkisi


vermektedir. Şubat 2008’de AB tarafından hukuk devleti misyonu ile kurulan
EULEX37 de suçluların takibi, kamu düzeni ve güvenliği için icrai yetkilerle
donatılmıştır. Bunun ötesinde NATO yönetiminde uluslararası güç dışardan
gelen tehditlere karşı Kosovayı koruyacaktır ve içerde güvenliği koruyacaktır.
Kosova bağımsızlık deklarasyonunda Ahtisaari planını ve Kosova UNMIK geçici
yönetimine tâbi olmayı kabul etmiştir. Bu şekilde bir devlet egemenliğinin iki
boyutunun da Kosova’da olmadığı ortadadır. İç egemenlik ve devlet iradesinin
diğer devletlerden bağımsız bir şekilde şekillenmesi (dış egemenlik) Kosova için
mevcut değildir. Kosova’nın gelecekte etkin bir egemenlik yetkisi ve gerçek bir
bağımsızlık elde etmesi çok önemlidir. Kosova bu koşulları özellikle ABD’nin
desteği için kabul etmek zorundaydı. Kosova’ya tanınması ve desteklenmesi için
devleti oluşturan unsurları daha sonra tamamlama olanağı tanınmıştır.
Bir devletin fiili olarak ayrılma ile ortaya çıkması, ayrılma hakkının
mevcudiyeti koşullarına bağlı değildir. DH uzun süre ayrılmanın hukuka
uygunluğu konusuyla iştigal etmemiştir. SDR’den ayrılma hakkının, dış SDR
anlamında istihraç edilip edilemeyeceği konusunda 1970 tarihli devletlerarasında
dostça ilişkiler ve işbirliği deklarasyonu bir dönemeç oluşturmaktadır. Bu
deklarasyon SDR’nin gerçekleşebileceği farklı olanakları zikrederken, bağımsız ve
egemen devletlerin toprak bütünlüğünü vurgulamıştır. Devletler uygulamada
dekolonizasyon süreci dışında dış SDR’nin icrasının uluslararası düzenin istikrarı
ve barış için tehlikeli olacağı düşüncesiyle ayrılmayı ağırlıklı olarak
reddetmektedir. Bu nedenle DH’de hakim olan görüşe göre genel bir ayrılma
hakkı reddedilmektedir. Bunun yegane istisnası olarak literatürde mevcut devlet
yapısı içinde ağır ayrımcılığın veya diğer insan hakları ihlâllerinin veya halkın
varlığını tehdit eden durumların varlığı kabul edilmektedir. Bu istisnai koşullarda
SDR kendi devletini kurmaya dayanak olarak kullanılabilmektedir. Diğer
durumlarda SDR ilgili devletin toprak bütünlüğüyle uyumlu hale getirilmek
durumundadır. Bu şekilde iç SDR ile ilgili devletin toprak bütünlüğü
korunabilmektedir. 1999 NATO müdahalesi öncesi Kosova’daki ağır insan hakları
ihlâlleri ayrılmaya dayanak olabilirdi. 2008 Şubat’ındaki bağımsızlığa artık bunun
dayanak olması mümkün değildi. Kosova aşağı yukarı 9.5 yıldır uluslararası
camianın himayesinde ve 1244 sayılı Güvenlik Konseyi Kararı’na göre yerel
muhtariyetten istifade etmekteydi. Bu muhtariyet statüsü ve Kosova’nın buna
bağlı hakları Sırp anayasasında tescil edilmiştir. Bunun dışında Rusya ve
Sırbistan ayrılmayı 1244 sayılı kararın ihlâli olarak nitelendirmiştir.

KOSOVA’NIN TANINMASI DEVLET NİTELİĞİ ÜZERİNDE ETKİ YAPABİLİR


Mİ?
Tanıma tek taraflı bir tasarruf olarak bir olayın veya muayyen bir hukuki durumun
kesin olarak mevcudiyetinden hareket etmektedir. Devletleri tanımanın hukuki
sonuçları DH’da çok tartışılmıştır. Tanımaya inşai nitelik tanıyanlar, tanıma ile
devlet niteliğinin ve sujeliğinin kazanılacağını ileri sürmektedir (literatürde

37
European Union Rule of Law Mission in Kosovo

13
F. Arsava

oldukça azınlıkta olan bir görüş olarak). Buna göre Kosova tanıma ile devlet
olmuştur. Tanınmamış bir devlet bu görüşe göre devlet olmanın koşullarını
yerine getirse bile DH’ye tâbi olmak durumunda değildir. Bir devletin kimi
devletler tarafından tanınması, kimileri tarafından tanınmaması uluslararası
düzende istikrara zarar verir ve devletlerarası ilişkilerde hukuka olan güveni
sarsar. Bu nedenlerle tanımaya inşai sonuç tanıyan görüş DH’de ağırlıklı olarak
reddedilmektedir. Buna karşılık tanımaya saptayıcı nitelik tanıyan görüş, bir
devletin ortaya çıkışının etkinlik prensibine göre değerlendirilmesini öngörür.
Tanıma sadece gerçek durumun şeklen tespitidir, teyididir. Bu görüşü 1991’de
oluşturulan Badinter Komisyonu da Yugoslavya’ya ilişkin mütalâasında kabul
etmiştir. Tanıma ile bir yapının gerçekten bir devletin özelliklerine sahip olduğu
saptanmaktadır. Bu tespit aynı zamanda tanıyan devlete tanınan devleti DH
kurallarına göre devlet olarak muamele etme yükümlülüğü getirmektedir. Bu
saptama yeni devletle somut ilişkiler kurmaya matuftur. Bu bakış açısıyla
tanımanın inşai bir etki göstermesi mümkündür. Tanıma için bir DH mükellefiyeti
olmadığı gibi, tanıma halinde ilgili devletle otomatik olarak diplomatik ilişki
kurma mükellefiyeti de yoktur. Bu tür bir tanıma ile devlet karakteri
kazanılmamaktadır. Bu nedenle DH muvacehesinde ilgili birimin gerçekten devlet
olma koşullarını yerine getirmesi halinde tanınması DH’ye uygundur. Bu
özellikleri olmayan bir yapının tanınması DH’de hiçbir etkiye sahip değildir.
Ancak her zaman kriterlerin mevcut olup olmadığı belli olmayabilir. Bunun
sonucu olarak da hukuka uygun bir tanıma ile iç işlerine karışma gibi sorun
yaratan bir durumla karşılaşmak mümkündür. Ancak her devlet kendi takdir ve
sorumluluğu ile bu adımı atar. Böyle bir takdir marjı, her türlü kriterin yerine
getirilmesine rağmen siyasi nedenlerle tanımadan kaçınmaya da yol
açabilmektedir; aynı şekilde kriterleri yerine getirmeyen bir oluşumun da devlet
olarak tanınma ile fiilen uluslararası camiaya entegre edilmesi mümkündür. Bu
durum özellikle hızlı şekilde BM üye yapılma durumunda ortaya çıkmaktadır.
Devlet niteliği bulunmadığına ilişkin itirazın böyle bir durumda artık BM
anlaşmasının 4. maddesinin BM üyelerinin devlet olmasından hareket etmesi
nedeniyle BM üyeliğine karşı oy kullananlar tarafından yapılması mümkün
değildir. BM üyeliği Güvenlik Konseyi tavsiyesi ile Genel Kurul tarafından karara
bağlanır38. Tanımanın bir DH enstrümanı olarak nasıl bir siyasi enstrüman işlevi
gördüğü Yugoslavya’nın parçalanması ertesinde yeni devletlerin AB üyeleri
tarafından tanınması çerçevesinde ortaya çıkmıştır. 16 Aralık 1991’de AB
Dışişleri Bakanları Doğu Avrupa ve eski SSCB’deki yeni devletlerin tanınması
esaslarını kararlaştırmışlardır. Yeni devletlerin tanınmak için buna göre muayyen
koşulları yerine getirmesi gerekmektedir. Bunun dışında her bir Yugoslav
Cumhuriyeti’nin tanınmak için bir prosedüre başvurusu öngörülmüştür. Bu
prosedür çerçevesinde Badinter Komisyonu tarafından adayın belirlenen
kriterleri yerine getirip getirmediği denetlenmiştir. DH’da geleneksel olarak
devlet niteliğinin tespitinde kabul edilen kriterlerin Hırvatistan’ın, Bosna-
Hersek’in AB ve üyeleri tarafından tanınmasında kesin ölçü alındığı görülmüştür.
Bu örneklerde etkin bir devlet gücünün oluşup oluşmadığına bakılmıştır.
Arkasından Slovenya dâhil bu devletler BM’e üye olarak alınmıştır. Buna karşılık

38
BM antl., 4.md

14
Self-Determinasyon Hakkı ve Kosova

Makedonya AB’deki uzlaşmazlık nedeniyle devlet olma kriterlerini en az diğerleri


kadar yerine getirdiği halde 1993’e kadar tanınmamıştır. Tanınma çerçevesindeki
uygulamalar görüldüğü gibi belli dış koşullara bağlı olarak geleneksel DH
kriterleri ile ölçülmemektedir. Kosova’nın tanınması konusunda AB’de ortak çizgi
oluşturulamamış, tanıma her devletin kendi ulusal uygulama ve DH’na göre
takdirine bırakılmıştır. Kosova’nın bağımsızlığını destekleyen devletler bu özel
durumda DH’nun geleneksel devlet ve tanınma kriterlerinin standartlarını siyasi
nedenlerle düşürmeyi kabul etmiştir. Ahtisaari Planı da Kosova için belli
koşullara bağlı olarak bağımsızlığı öngörmüştür. Bağımsızlık deklarasyonunda
Kosova açıkça bu planı uygulamayı kabul etmiştir. Bu adım atılmadan kimi
devletlerin Kosova’yı tanıması söz konusu olamazdı. Kosova hernekadar büyük
devletlerce desteklense de BM üyelik için yakın vadede çok ümitli olamaz (Rusya
vetosu)

GÜVENLİK KONSEYİ ÖNCEKİ UYGULAMALARINDA AYRILMA


KONUSUNDA ALINAN TUTUM

Güvenlik kurulu şimdiye dek ayrılma tasarruflarına hukuka aykırı ilân edip
(uluslararası hukuka), bu entitelerin tanınmaması çağrısı yapmıştır39. Söz konusu
resolusyonların BM Anlaşması’nın VII. Bölümü muvacehesinde alınıp
alınmadığının tam açık olmaması nedeniyle bu kararların bağlayıcı yükümlülükler
getirip getirmediği de belli değildir40. Güvenlik konseyi’nin hangi koşullar altında
bm anlaşması’nın vıı. Bölümü’ne göre bir bağımsızlık ilanını bağlayıcı bir etki ile
genel olarak geçersiz ilân edilebileceği hususunun bu çerçevede tartışılması
mümkün değildir. Devlet olma kriterlerini yerine getirmeyen bir entitenin
bağımsızlık ilânı, uluslararası barışı tehdit etse dahi, güvenlik konseyi’nin
bağımsızlık ilânının geçersizliğini tespit edememesi; yine güvenlik konseyi’nin bir
devletin kuruluşunu hükümsüz ilân edememesi tartışılması gereken önemli
konulardır. Güvenlik konseyi’nin yargı yetkisi kullanır gibi bir tutum alması
eleştirilmektedir. Güvenlik konseyi’nin bu tür yaklaşımı devletlerin oluşumu
siyasi ve sosyolojik bir olgu olarak kabul edildiği nispette ve devletlerin
kuruluşunda hukuka uygunluğun ve meşruiyetin prensip olarak rol oynamaması
nedeniyle eleştirilmektedir. Güvenlik konseyi kararları bm anlaşması’nın 25. ve
48. maddelerine göre bağlayıcıdır. Bunun sonucu olarak ayrılan bir entitenin
bağımsız bir devlet olarak etkin olma şansı bulunmamaktadır. Bu durumun aynı
şekilde uluslararası barış ve güvenliğin korunması için VII. Bölüm muvacehesinde
önleyici olarak güvenlik konseyi’nin ayrılmayı yasaklaması durumu için de geçerli
olması gerekir. Ancak böyle bir durum devletlerin DH’ye göre tanıma
çerçevesinde sahip oldukları takdir hakkını ortadan kaldırır.
1244 sayılı resolusyon bu anlamda Kosova’nın Sırbistan’dan ayrılmasını
yasaklamakta mıdır? Bunun yorum yoluyla açıklanması gerekmektedir. Güvenlik
Konseyi Kararları’nın yorumu için kesin kurallar bulunmamaktadır. Resolusyon ve

39
Katanga, Güney Rodezya, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
40
Bunun tek istisnası G.Rodezya’ya ilişkin 217 (1965) sayılı karardır. Bu kararda durumun devamının
uluslararası barış ve güvenlik bakımından tehdit oluşturduğu saptanmıştır.

15
F. Arsava

DH anlaşmaları arasında temel farklar olmakla beraber, Viyana Anlaşmalar


Hukuku Sözleşmesi’nin madde 31-33 yorum konusunda muayyen ipuçları
vermektedir. Güvenlik Konseyi Kararları’nın da iyi niyet, kararın diğer
hükümleriyle bağlantılı olarak, hedef ve amaçlar ve kavramlara olağan anlam
verilerek yorumlanması gerekmektedir.
1244 sayılı resolusyon Kosova’nın nihai statüsünü belirlememektedir.
1999’da bu konuda sürekli üyeler arasında bir mutabakat olmadığı için Güvenlik
Konseyi siyasi bir süreci harekete geçirmiş ve süreç içinde siyasi bir çözüm
bulunmasını öngörmüştür. Resolusyon Kosova’nın nihai statüsü için kesin bir
düzenleme beklemekle beraber, bu düzenlemenin içeriği konusunda bir şey
söylememiştir. Bu sürecin ne kadar olacağı da yine resolusyonda belirtilmemiştir.
Resolusyonun §1 sadece siyasi çözümün bazı kurallara göre olacağını
öngörmüştür. Bu kurallar resolusyonun 1 ve 2 nolu eklerinde belirtilmiştir. Bu
siyasi süreçte Kosova’nın özlü bir özerk yönetimi için Rambouillet anlaşması ve
Yugoslavya Cumhuriyeti’nin ve bölgedeki diğer ülkelerin egemenlik ve ülkesel
bütünlüğüne saygı temelinde siyasi bir geçici çerçeve anlaşması yapılacaktır.
Güvenlik Konseyi, uluslararası sivil otoritenin kesin çözüme kadar Kosova’nın
muhtariyet ve kendi kendini yönetmesi konusunda destek olmasını
öngörmüştür. Resolusyon ışığında siyasi bir çözüm bulunamamıştır. Kosova
Troika’sının (AB, ABD ve Rusya’dan oluşan) “Kosova Kontakt Grup”
çerçevesindeki girişimi sonuç vermemiştir. Özel temsilci Ahtisaari raporunda
müzakere potansiyelinin kalmadığına ve statü sorunu konusunda acil bir çözüm
gerekliliğine işaret etmiştir. Bağımsızlık ilanından sonra da Güvenlik Konseyi
birçok kez toplanmış, ancak herhangi bir resolusyon çıkmamıştır. Kosova’nın
ayrılmasına ilişkin 1244 sayılı kararda açıkça bir yasak bulunmamaktadır. 1244
sayılı karar sadece siyasi çözümün belli esaslara göre bulunacağını
öngörmektedir.
1244 sayılı resolusyonun en önemli hedefi Kosova’da etkin bir geçici yönetim
oluşturmaktı. Ayrılmadan sonra bu hedefin takibi sınırlı olarak mümkündür. 1244
sayılı resolusyon muvacehesinde oluşturulan geçici yönetim sadece Kosova için
değil, Sırbistan için de bir yönetim olarak öngörülmüştür. Resolusyon, geçici
yönetim döneminde ayrılmayı yasaklama hedefi mi gütmüştür? Geçici yönetim
kesin düzenlemeye kadar bir köprüleme işlevine sahip olarak düşünülmüştür.
Ayrılma yasağı belki sadece kararın dibacesinde ve 1 ve 2 nolu eklerde yeralan
müzakere prensiplerinde, Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’nin (Sırbistan)
egemenlik ve toprak bütünlüğünü vurgulayan şartlarında yer almaktadır. Ancak
bu görüşe karşı 1 ve 2 nolu eklerde yer alan prensiplerin münhasıran geçici
çerçeve anlaşmasının geçerli olduğu siyasi süreçte geçerli olduğu, bu
sınırlamaların statü sorununa ilişkin nihai düzenleme bakımından geçerli olduğu
hususunda müzakere prensiplerinin lâfzından bir ipucu istihraç edilemeyeceği
ifade edilmiştir. Genel Kurul41, 1999 tarihli Güvenlik Konseyi’nin 1244 sayılı
kararına atıf yaptığı bir resolusyonunda Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’nin
toprak bütünlüğünün ve egemenliğinin multi-etnik bir yapının oluşumunda kesin
düzenleme yapılıncaya kadar dikkate alınması gerektiğine vurgu yapmıştır.

41
Res.54/183, 17.12.1999

16
Self-Determinasyon Hakkı ve Kosova

1244 sayılı resolusyonun Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’nin egemenlik ve


toprak bütünlüğüne saygıya ilişkin pasajları Güvenlik Konseyi’nin genel
uygulamasının bir ifadesidir. Güvenlik Konseyi bu tür formülasyonları kural olarak
BM Anlaşması’nın VII. Bölümü muvacehesinde bir devlete karşı emredici
önlemler karara bağlanırken kullanmaktadır [Irak’a karşı alınan “Oil- for-Food-
Programme”42. Güvenlik Konseyi 1271 sayılı (1999) Doğu Timor’da geçici bir
yönetim oluşturduğu kararında daha sonraki bir tarihte Doğu Timor’un
bağımsızlığını aynı resolusyonda açık bir şekilde desteklediği halde Endonezya
lehine bu tür bir pasaj öngörmemiştir43. Bütün bu örneklerde egemenlik ve
toprak bütünlüğünün vurgulanması kararlaştırılan önlemlerin uygulanması
çerçevesinde münhasıran bu prensiplere riayetin hatırlatılmasına matuftur.
1244 sayılı resolusyonda ne açıkça, ne de zımnen Kosova’nın nihai statüsüne
ilişkin bir düzenleme bulunmaktadır. Karar bu nedenle Kosova’nın ayrılmasını
yasaklar şekilde yorumlanmamaktadır. Kosova’nın tanınması da bu nedenle
1244 sayılı resolusyonun ihlâli anlamını taşımamaktadır. Güvenlik Konseyi’nin bir
devletin egemenliğini özünde ilgilendiren konularda karar alması hukuka olan
güven prensibi ışığında önemli tereddütler yaratabilir. Bu durum Güvenlik
Konseyi Kararları’nın tek taraflı ve kötü amaçlı yorumlanmasına yol açabilir.
Böyle bir gelişmenin ne tür tehlikelere yol açabileceğini ABD’nin Irak’a askeri
müdahalesi göstermiştir. ABD geçmişteki resolusyonlarda müdahale için zımni
bir yetki dayanağı bulmaya çalışmıştır. Kosova örneğinde 1244 sayılı kararın
gelişmeler dikkate alınmaksızın yorumu, Kosova’nın statüsünün belirsizlik içinde
kalmasına yol açabilirdi. Aktüel gelişmelerin, resolusyonun devamı ve hukuki
etkileri üzerinde etkiye sahip olması, Kosova’daki uluslararası sivil ve askeri
yönetimin üzerinde de önemli sonuçlar doğurmuştur.
1999 tarihli 1244 sayılı karar Kosova’da uluslararası sivil ve askeri otorite için
bağımsızlığa kadar öncelikli hukuki dayanak oluşturmuştur. Bağımsızlık ilânından
sonra da BM Genel Sekreteri, UNMIK’in başındaki özel görevli, Güvenlik Konseyi
üyeleri ve Kosova, Sırbistan’da 1244 sayılı kararın geçerliliğinden hareket
emektedir. Açık olmayan sadece Ahtisaari Plânı’nın UNMIK ve EULEX ile ne
şekilde uyumlaştırılacağı hususudur.
1244 sayılı Güvenlik Konseyi Kararı ile uluslararası barışı temin ve Kosova
krizinde siyasi bir çözüm hazırlamak için uluslararası camiaya bir olanak
sağlanmıştır. 1244 sayılı resolusyona esas olan koşullar değişmiştir. Koşulların
değişmesi kararın kendiliğinden (aynı anlaşmalar için olduğu gibi) geçersiz
olmasına yol açmamaktadır. Ancak çok sıkı koşullarla böyle bir iddia
yapılabilmektedir. 1244 sayılı karar geçici yönetime Kosova’nın egemen ve
bağımsız bir devlet olarak oluşturulması misyonunu vermemiştir.
UNMIK, Güvenlik Konseyi’nin yan organı olarak BM Şartı 29. madde
muvacehesinde bağımsızlıktan sonra da bölgedeki barış ve güvenliğin
korunmasından sorumludur. UNMIK kendisine verilen görevi değişen koşullar
altında da Güvenlik Konseyi başka bir karar alıncaya kadar devam edecektir.

42
SR-Res. 1242 (1999), 21.5.1999
43
SR-Res. 1272 (1999), 25.10.1999, Absätze 3 v3 12 der Präambel

17
F. Arsava

1244 sayılı kararın dinamik yorumu kimi hükümlerin uygulama dışı kalmasına yol
açmıştır.
Kosova bağımsızlık deklarasyonunda bir taraftan Ahtisari planı ışığında
mükellefiyetlerini, diğer taraftan da 1244 sayılı karar ışığında mükellefiyetlerini
kabul etmiştir. Her iki enstrüman farklı koşullardan hareket etmekte ve farklı
amaçlar gütmektedir. Bu nedenle Ahtisari plânı büyük ölçüde 1244 sayılı
resolusyona atıf yapmamaktadır. 120 günlük geçiş döneminde UNMIK’in ve
KFOR’un44 1244 sayılı karara istinaden görevlerine devam etmesi kabul
edilmiştir. UNMIK’in görevi bu süre sonunda sona erecektir ve görevler Kosova
hükümetine devir olacaktır. Bu tarihten sonra uluslararası sivil görevli denetimi
üstlenecektir. Bu iş için 28 Şubat 2008’de Hollandalı diplomat Pieter Feith tayin
edilmiştir. Pieter Feith aynı zamanda AB’nin Kosova için özel görevlisidir.
Atamalar Viyana’da yeni şekillendirilen uluslararası Kosova yönlendirme grubu
tarafından yapılmaktadır. Bu yönlendirme grubu (Ahtisari Plânı’na göre tesis
edilen) sivil görevliyi istişare edecektir, görevlerini denetleyecektir ve Kosova’nın
Ahtisari Plânı’ndan doğan mükellefiyetlerini tam olarak ne zaman yerine
getirdiğine karar verecektir. Bu grup Kosova’yı tanıyan 15 devlet temsilcilerinden
oluşmaktadır (daha önce “Kosova Kontakt grubu”nda temsil edilen). Rusya bu
yeni yönlendirme grubunda yer almayı reddetmiştir.
Özel temsilci Ahtisari, AB Konseyi’ne özellikle Kosova’nın bağımsızlığını
destekleyen devletler Kosova’nın durumunun emsal olmayacağını, bunun
Kosova’ya özgü olduğunu vurgulamıştır. Bu vurgunun bağımsızlık ilânının
dibacesinde de yer aldığı görülmektedir. Buna uygun olarak Kosova DH
muvacehesinde ayrılma hakkına istinat etmemiştir. Sırbistan ve Rusya ise
Kosova’nın emsal teşkil edeceğine dikkat çekmiştir. Dünyanın birçok yerindeki
ayrılıkçı hareketlere Kosova’nın tek taraflı bağımsızlık ilânının örnek olacağını,
bunun ise ilgili bölgelerde istikrar ve güvenliği tehdit edeceğini ifade etmişlerdir.
Bu endişe diğer taraftan potansiyel olarak tehdit altında olan devletlerin
separatist eylemleri önlemek için daha sert önlemler almasına yol açabilecektir.
DH prensiplerinin ihlâl edilmesi hiçbir zaman otomatik olarak bu prensiplerin
normatif bağlayıcılık etkisini kaybetmesi sonucunu doğurmamaktadır. DH teamül
kuralları hernekadar devletlerin uygulanmasından etkileniyor ise de, bir teamül
kuralının oluşması veya değişmesi o kadar hızlı cereyan etmemektedir.
Devletlerin uygulaması ve kanaatleri SDR’nin artan önemine rağmen ayrılma
hakkının prensip olarak reddedildiğini ortaya koymaktadır.
Askeri alanda da NATO yönetimindeki uluslararası güç Kosova’nın iç ve dış
güvenliğini korumaya devam edecektir. Bu uluslararası güç Kosova’nın ulusal
güvenlik güçlerinin tesis ve eğitiminde görev alacaktır. Ahtisari Plânı’na göre
Avrupa Güvenlik ve Dış Politikası çatısı altında bir de hukuk devleti misyonu tesis
edilmesi kabul edilmiştir. Bu misyon 4 Şubat 2008’de EULEX-Kosova olarak AB
Konseyi tarafından ortak tasarrufla karara bağlanmıştır. Bu karar (EULEX-
misyonunun gönderilmesine ilişkin) beklenilen bağımsızlık kararından önce

44
Kosovo Force

18
Self-Determinasyon Hakkı ve Kosova

alınmıştır. Hukuk devletine ilişkin her türlü tasarruf EULEX misyonunun


denetimine, yönlendirme ve görüşüne tâbi olacaktır.

SONUÇ
Kosova’da geçici yönetim BM Anlaşması’nın 41. Maddesi’ne istinaden alınan
1244 sayılı resolusyonla kurulmuştur. Bu kararın icra yetkisini Güvenlik Konseyi
BM Genel Sekreteri’ne vermiştir. Genel Sekreter UNMIK’i kurmuş ve misyonun
yönetiminin özel bir temsilci üzerinden üstlenmiştir. UNMIK kurumsal hukuk
bakımından Güvenlik Konseyinin bir yan organıdır (BM anl. md.29). BM Genel
Sekreteri Güvenlik Konseyi tarafından kendisine verilen görevleri yerine
getirmekle mükelleftir. UNMIK misyonunun ana sorumluluğunu Güvenlik Konseyi
taşımaktadır. UNMIK’in kendini feshetme yetkisi yoktur. Genel Sekreter’in de
Güvenlik Konseyi’nin bir yan organını feshetme yetkisi yoktur; aksi halde BM
Anlaşması’nın 12. maddesi muvacehesinde Güvenlik Konseyi’ne saklı tutulan
yetkilere müdahale söz konusu olur. UNMIK feshedilmesi Güvenlik Konseyi’nin
Kararı’na bağlıdır. Güvenlik Konseyi şimdiye dek yaptırımların ortadan
kaldırılması çerçevesinde yaptırım komitelerinin ortadan kaldırılmasını karara
bağlamıştır45. BM tarafından yürütülen barış misyonları kural olarak muayyen bir
zaman dilimi için öngörülmektedir. Bu misyonun uzatılması veya başka bir
komisyona devri BM Güvenlik Konseyi’nin açık bir kararı ile gerçekleşebilir.
Misyonun otomatik olarak sona erdiği durumlarda da Güvenlik Konseyi
geleneksel olarak bir resolusyonunda bu duruma değinmektedir. UNMIK’in feshi
için alınacak karar BM Anlaşması’nın 27. Maddesi’ne göre sürekli üyelerin her biri
tarafından bloke edilebilir. Fesih için “actus contrarius” gereklidir. Misyonun
fonksiyon ehliyetinin korunması için yapısı.yıllar içinde sürekli değiştirilmiştir
(Güvenlik Konseyi’nde oylama yapılmadan). Bu anlayıştan hareketle UNMIK’in
fonksiyonunun minimuma indirilmesi mümkündür.
AB çerçevesinde olası bir statü düzenlemesi için 2005’ten itibaren polis ve
hukuk devletinin teşviki alanlarında görüşler oluşturulmuştur. AB Konseyi
10.4.2006’da hukuk devleti alanında AB’ne UNMIK’den olası görev
aktarılmasında krizlerin sorunsuz atlatılmasını yönlendirecek EUPT46
oluşturmuştur. EUPT, EULEX misyonu için merkezi plânlama ve hazırlık birimi
olarak çalışmaktadır. EULEX misyonunun 1244 sayılı resolusyona uygunluğu
oldukça tartışmalıdır. Sırbistan ve Rusya EULEX misyonu için Güvenlik
Konseyinin yeni bir kararına ihtiyaç olduğunu ileri sürmektedir. EULEX
uluslararası sivil otoritenin (1244 sayılı karara göre) bir parçası olarak
görülmemektedir. UNMIK’in, 1244 sayılı kararda öngörülen misyonunun EULEX’e
devri sözkonusu değildir. Güvenlik Konseyi Kosova’da uluslararası sivil otoriteye
misyon verme yetkisine sahip yegane organdır. EULEX, 1244 sayılı kararın
çerçevesi dışında BM Şartı ve Helsinki Nihai Senedi dışında çalışmaktadır. Ancak
resolusyon uluslararası bir sivil otoriteden söz ettiği nispette bu sivil otoritenin
mutlaka BM misyonu olmasına gerek bulunmamaktadır. Bu sorumluluğun başka
bir organizasyon tarafından da üstlenilmesi mümkündür. AB Konseyi EULEX

45
BM anl. VII. Bölüm muvacehesinde
46
European Union Planning Team for Kosovo

19
F. Arsava

misyonunun oluşturulmasında BM Genel Sekreteri’nin 03.01.2008 tarihli


beyanatını esas almıştır. Genel Sekreter periyodik olarak hazırladığı UNMIK
raporunda AB’nin Kosova’da önemli rol oynamaya hazır olduğuna ilişkin bir
vurgu yapmıştır. Daha sonraki bir raporunda Genel Sekreter AB’nin 1244 sayılı
karar ışığında hukuk devleti misyonu gönderme kararına açıkça gönderme
yapmıştır. 1244 sayılı karar muvacehesinde faaliyette bulunacak sivil otoritenin
BM tarafından yürütülmesi gerekliliği tartışmalıdır. 1244 sayılı kararın §10’u
Genel Sekreteri geçici bir yönetim oluşturmakla yükümlü kılmıştır. §10 Genel
Sekreter’in uluslararası organizasyonlar tarafından desteklenmesinden hareket
etmiştir. Kosova’nın iktisaden ve sosyal olarak yeniden inşasında katkı yapacak
organizasyon sadece genel olarak öngörülmüştür. AB baştan itibaren uluslararası
sivil otoritenin Kosova’da parçası olmuştur. BM’nin sorumluluk alanları olan
polis ve yargıda bundan böyle EULEX yetki kullanacaktır. EULEX misyonunun
kapsamı ve karmaşık karakteri, şimdiye dek AB’nin geçici yönetimdeki rolünün
ötesindedir. EULEX’in Kosova’da görevlerini yerine getirebilmesi için 1900 polis,
yargıç, savcı ve gümrük memurları üzerinde yetkisi olacaktır. Uluslararası sivil
görevli ve uluslararası askeri otorite yanı sıra EULEX Kosova’nın devlet olarak
inşasında bağımsız bir rol üstlenmektedir. Bu misyonun 1244 sayılı karar
muvacehesinde AB’nin yaptığı katkıyı aştığı açıktır. 17 Şubat 2008 tarihli
bağımsızlık ilanında Kosova sadece Ahtisari Planı’ndan doğan yükümlülükleri
tüm kapsamı ile kabul etmemiştir. Bunun dışında Kosova bağımsızlık ilanında
Ahtisari Planı’nın uygulanmasını denetleyecek uluslararası sivil otoritenin davet
edilmesini ve AB tarafından yürütülen hukuk devleti komisyonunun davet
edilmesini kabul etmiştir. Kosova aynı şekilde 1244 sayılı resolusyonda ve
Ahtisari planında öngörülen görevler için NATO’yu da davet etmiştir. DH
bakımından bu davetin etkinliği Kosova’nın gerçekten bir devlet olmasına ve
egemenlik tasarrufları yapabilmesine bağlıdır. NATO yönetiminde askeri
otoritenin DH bakımından Kosova tarafından etkin bir davetini
gerektirmemektedir. Zira bu davetin hukuki dayanağı eskiden olduğu gibi 1244
sayılı karardır. Aynı durum UNMIK misyonu ile Kosova’da bulunan aktörler için
geçerlidir. Buna karşılık EULEX misyonu bakımından Kosova’nın daveti
önemlidir. Ancak Kosova hükümetinin daveti bir Güvenlik Konseyi kararını hiçbir
şekilde tam olarak ikâme edemez. Böyle bir davet için feshi-ihbar hakkı
içermeyen bu DH anlaşmasının yapılması formülü ortaya atılmıştır. Ahtisari plânı
uluslararası Topluluğun denetim fonksiyonunun öngörülen önlemlerin yerine
getirilmesi ile sona ereceğini öngörmüştür. Bu yetki uluslararası yönlendirme
grubuna aittir. Aynı durum NATO için de söz konusudur. NATO, Kosova
kurumlarının sorumluluğu üstlenecek duruma gelmesine kadar Kosova’da
kalacaktır. Bu çerçevedeki karar yetkisi de NATO’da bulunmaktadır. EULEX
misyonu da Ahtisari plânının icrası tam olarak gerçekleşene kadar Kosova’da
kalacaktır.

KAYNAKÇA
Bleckmann, Albert, Völkerrecht, (Nomos: Baden Baden 2001)
Doehring, Karl, ‘Self determination’, Bruno Simma (Hrsg), The Charter of the United Nations,
2.Auflage (Oxford: Oxford University Press, 2002)

20
Self-Determinasyon Hakkı ve Kosova

Doehring, Karl, Völkerrecht, 2. Auflage 2004


Epping, Volker, ‘BM Protektorat’ Ipsen (Hrsg), Völkerrecht, 5.Auflage 2004
Espiell, H.Gros, ‘Der Begriff des Selbstbestimmungsrechts der Völker in heutiger Sicht‘,
VN 30 (1982)
Ermacora, Felix, Die Selbstbestimmungsidee, 1974
Hillgruber, Christian, Die Aufnahme neuer Staaten in die Völkergemeinschaft, 1998
Hailbronner, Kay - Vitzhum, Graf, Völkerrecht, 3.Auflage 2004, 3.Abschnitt
Hans-Joachim Heintze, Selbstbestimmungsrecht der Völker – Herausforderung der
Staatenwelt, 1997.
Ipsen, Knut, Völkerrecht, 5.Auflage 2004
Joachim, Heintze, ‘Ethnische Säuberung unter dem Aspekt der Gebietsbezogen-heitdes
Selbstbestimmungsrechts‘, Ipsen (Hrsg.), Völkerrecht, 5.Auflage, 2004
Kadelbach, Stefan ‘Zwingendes Völkerrecht’, in: Schriften zum Völkerrecht Band 101 (Berlin:
Duncker & Humblot, 1992)
Murwiek, Dietrich‚ Die Problematik eines Rechts auf Sezession – neu betrachtet‘, AVR, 32
(1994)
Neuhold Hanspeter / Simma, Bruno, Neues europäisches Völkerrecht?, Neues europäisches
Völkerrecht nach dem Ende des Ost-West Konflikts?, 1996
Niewerth, Johannes, Der kollektive und der positive Schutz von Minderheiten und ihre Durchsetzung
im Völkerrecht, 1966
Nolte, Georg ‘Kosovo und Konstitutionalisierung: zur humanitären Intervention der Nato-
Staaten‘, ZaöRV 59(1999)
Oeter, Stefan, ‘Das Selbstbestimmungsrecht im Wandel. Überlegungen zur Debatte um
Selbstbestimmung und “vorzeitige Anerkennung“‘, ZaöRV 52 -1992
Ramcharan, Bertrand.G. , ‘Individual, Collective And Group Rights: History, Theory,
Practice and Contemporary Evolution’, Indian Journal of International Law, 33 (1993).
Tomuschat, Christian,General Conclusions, 2002
Tomuschat, Christian Protection of Minorities under Art.27 of the CCPR, Festscrift H.Mosler,
1983, 949,975.
Verosta, Stefan, ‘Peace Treaties after World War I’, EPIL III, 1997
Weber, Sebastian, ‘Das Sezessionsrecht der Kosova-Albaner und seine Durchsetzbarkeit‘,
AVR 43(2005)
Zygojannis, Philipp A, Die Staatengemeinschaft und das Kosovo, Humanitäre Intervention und
internationale Übergangsverwaltung unter Berücksichtigung einer Verpflichtung des Intervenierten
zur Nachsorge, (Duncker & Humblot, 2003 )

21

You might also like