Professional Documents
Culture Documents
YA DA DAĞLARCA’YI ANMAK
Mustafa Durak
1.
“Tadını çıkardım bu dünyanın hoşluklarının
Nasıl da akıp gitti bütün bir gençlik
Uzakta şimdi Nisan, Mayıs ve Haziran
Hoşlanmıyorum yaşamaktan, yokum artık”
F. Hölderlin (1)
ÖN AĞARI
“Ön ağarı”
Başlığa baktığımızda alışılmamış bir deyişle karşılaşıyoruz. “ön ağarı”. “Ağarı”
birimiyle “ağarmak” fiili arasında bir ilişki hemen kurulur. Ve bu sözcüğün, –ı
ekiyle yapılmış bir ad olduğu, ağarma, ağarış seçeneği olduğu söylenebilir.
“Ön” sözcüğünü de “ilk” ile eşleyebiliyoruz. Böylece dönüştürerek söylersek
ilk ağarma, ilk ağarış, ilk aydınlanma, ilk parlaklık vb seçenekler sıralanabilir.
Bu farklı deyişin ardında türkçeye önem veren, türkçeye özen gösteren bir şairi
bulduğumuzu belirtmeliyiz ilk elden.
‘Yok bulunan’ın neliği belirsizdir ama ayni zamanda ‘tanıdık’ bir şey olduğu
da duyurulmuştur. Nerden tanıdığımız konusunda verilen yaşanmışlıklar
arasında bizi hemen anlamlandırmaya götürecek bir bütünü oluşturmamız da
kolay görünmüyor. Bu durumda bir bilememe durumu işlediğine göre anlatının
bilmeceye dönüştüğü söylenebilir. İkinci öbeğin başında “Yok olan yazıdır”
dizesini görünce “yok olan” ile “yok bulunan” arasında bir zıtlığın işletilip
işletilmediğini merak ediyorum. Dağlarca ‘yok bulunan’ ile ‘yok olan’
arasında varlıksal bir ayrım yapmış mıdır gerçekten? Eğer bir ayrım
yapılacaksa ‘yok bulunan’, daha önce var olanın eksikliğidir, ‘yok olan’ da
varlık olarak tümden gözümüzün önünde değişip yok olup gidendir,
diyebilirim.
!Yok bulunan # yok olan.
‘Olan’ ve ‘bulunan’ arasındaki farkın varlık felsefesiyle bağı olabilir mi? ‘Olan
şey’ ile ‘olmakta olan şey’ arasında dinamik ile adinamik arasındaki farklılık ya
da öge ile süreç arasındaki farklılık. Ol- ve bul- arasında ise özne sayısı
bakımından bir farklılık var. ‘Olan’ tek özneli iken ‘bulunmak’ en az iki özneli.
Ancak, ‘yok olan’; yazı olduğuna, ve yazı kendiliğinden yok olamayacağına
göre bir kaydırma ile ‘yok edilen’dir, diye okunabilir belki.
? Yok olan = yok edilen.
Şu an kimi varsayımları yoklayıp sıçrayarak ilerliyorum ve son dizeye
ulaşıyorum. “Yok bulunanı evinde ölü buldular” dizesinde “yok bulunan” ölü
bulunduğuna göre, canlıydı diye düşünüyoruz. Ve burada FHD zihinseline
girmeyi deniyorum. ‘Evinde ölü bulundu ya da evinde ölü buldular’ deyişinden
‘ölü bulunan//yok bulunan’ koşutluğunu kuruyor, üstelik bu iki ifadeyi ayni
ifadede kullanıyor. Ve ‘yok bulunan’ canlılaştırılıyor ya da değerlileştiriliyor.
Eğer ‘yok olan’ için ‘yok edilen’ anlamıyla ilerlersem ‘yok bulunan’ı ‘yok
ediliş’in farkına varmayış, bilinçsizlik diye anlamlandırabilirim. Yani bilinç
yitimi. Kendi evinde, yurdunda, insan varlığında ölü bulunuyor: insan
bilinçsizleşiyor.
? Yok bulunan = yok ediliş bilinçsizlik.
Bu açıklama başlıkla çelişiyor mu? “ön ağarı” ifadesi, aydınlığın ilk belirtisiydi
ya. Oysa ‘son ağarı’ anlatılmış. Dağlarca’nın aydınlanmacı bir şair olduğu
dikkate alınırsa başlık bir umuda açılış, canlılık, yaşam. Bu ikisini ya uygunsuz
bulacağız ya da uzlaştıracağız. Belki ‘yok olan’ ile ‘yok bulunan’ arasında bir
ayrım yoktur.
?Yok olan # yok bulunan.
Bir bakalım: Yeniden ikinci öbeğin başına dönüyorum “Yok olan yazıdır”.
Yani ‘yok olan’, kültürdür. Aydınlanmadır.
Yok olan: yazı kültür aydınlanmadır.
Evet, şimdi başlıkla uyumlu bir anlama ulaştım. Dördüncü öbeğin ilk dizesine
sıçradığımda, “Yok olan eski ağaçların görüntüsüdür”. Bu durumda ‘yok
olan’ yaşlılıktır, diyebiliriz. “Yeni ağaçlara uzak”, burada yeni ağaçların
gençler olduğunu söylemek bile fazla. “Siz” ise şair ve şair gibi diğer eski
ağaçlar, eski tüfeklerdir. Yaşlılık, hatta yaşlı görüntünün barındırdığı
ölümdür, yok oluştur, yok olmakta oluştur, “yok olan”.
Yok olan: eski ağaçların görüntüsü ? yaşlı olan ?yok olmakta oluş.
‘Yok olan’ise artık var olmayandır: “Yok olan bir yazıdır /Okuya okuya
yitirdiğimiz” . Bu ifade ikili okumaya açık gibi. Yazı okuyarak bitirilebilir,
sonlandırılabilir geçici de olsa. Ama bu anlamlandırma yapay kalır.
Dağlarca burada bir alay ile eleştiri okunu topluma yöneltir: okumaya
okumaya ve/ya okumayı değersizleştirerek yazıyı, kültürü, şiiri yok ettik.
Dolayısıyla bunlar yok edilenlerdir ki şair; toplumu, içrek olarak aydınları
suçluyor, denebilir. Güneş batınca karşımıza ‘yok olan’ çıkar aslında ‘yok
bulunan’. Yani güneşin eksikliği, bulunmayışı. Gün boyu yağmur yağarken
pek çok şeyi sular alıp götürür. İnsanları çoğu şeyden mahrum bırakır.
Sonuçta kimi, neyi bulamıyorsak onun eksikliğini, yokluğunu duyarız.
Yani bulunmayanı kendi varlığında yok sayarız. Öldüğünü düşünürüz.
2.
BOYLARIMIZ
Sokağa çıkınca
Evdeki yok oluyordu
Bambaşka biri
Kimin yanından geçse
Ondan daha küçüktü o
Şaşardınız bu değişen boya
Nasıl kısalaştığına
Nasıl uzun oluverdiğine
İlle de küçüldüğüne
Bu gizi çözememiştim
Bütün arkadaşlarıma sordum bir bir
Doyurucu bir yanıt alamadım ki
Gittim kentin bilginine
Olayı anlattım sordum
Güldü bana
Gerçek insan odur dedi
Evde başkadır insan
Sokakta başkadır
Sokakta ekmek parası kazanırken küçülür
Evde acısını alır bu küçülmenin
Fazıl Hüsnü Dağlarca
3.
YALNIZLIKLAR
İlki ev yalnızlığıdır
Babası onu anlamaz
Annesi onu anlamaz
Büyük kardeşi onu anlamaz
Küçük kardeşler onu anlamaz
Koltuklar masa onu anlamaz
Kocaman pencereler bile onu anlamaz
Gelen konuklar onu anlamaz
İkincisi iş yalnızlığı
O nice okullara gitmiştir
Nice okulları yarıda bırakmış
Nice okulları bitirmiştir
Yurdun bütün bölgelerinde görev almış
Sayısız arkadaş kazanmıştır
Sanki iş bin adam
İşin sayıları başka başka
Onun sayıları başka başka
İş kimi gün beş boğucu parmak
Kimi gün açık gökyüzü
Kimi gün hortlak
Gözleri korkunç mu korkunç
Sendin
Fazıl Hüsnü Dağlarca
4.
DOLU İLE BOŞ
Dolu ile boş yarışıyorlardı
Çevrelerinde uçsuz bucaksız kalabalık
Kim öne geçerse kocaman alkışlar
Yaşa yaşa sesleri
Kim geride kalırsa ona alkışlar
Haydi davran haydi davran sesleri
Öne geçmek ekmek gibidir
Su gibidir
Şeftali gibidir
Armut gibidir
Serinletir kişiyi
Öne geçmek genç olmak gibidir
Korkusuz eder kişiyi
Dağlarca, “Dolu ile Boş” şiirinde başka bir karşıtlığa geçer. Burada bir şey,
yinelemeyle iyice belirginleşti. Dağlarca, karşıtlıklara durgun uçlar olarak
bakmıyor, dinamik karşıt ögeler olarak algılıyor ve sunuyor. Karşıt uçlar bir
yarış içinde. Ve bu şiirde “dolu” ile “boş” kişileştirilmiş. Yani bildik soyut
gönderilenli kavramlar birbirleri ile yarışta. Ama birbirlerine göre üstünlüğü
olan oyuncular değil. Bu iki şekilde yorumlanabilir. Genelleştirerek söylersek
zıtlıklar dönüşlüdür. Zıtların birliği. Dolu olan boşalmaya yargılıdır, boş olan
da dolmaya. Karşıt konuma geçmek onların yazgısıdır. “Dolu” ile “boş”;
insanın önyargılı olduğunun, aç gözlü olduğunun gösterilebilmesi için hem
eşitlenmiş hem de anlık sonuç için farklılaştırılmıştır. Burada her yarışın belirli
bir zaman dilimine sıkıştı(rıldı)ğı için durumsal, gelip geçici bir görünüş
olduğunun altı çizilmiştir. Her yarışsal olan, anlıktır, saymacadır. Her yarış bir
oyundur. Bu oyunda öne geçme hırsı, kendiliğinden değil, güç isteyenlerce,
güçten yana olanlarca desteklenmektedir. Ve “Öne geçmek ekmek gibidir /Su
gibidir/Şeftali gibidir/Armut gibidir/Serinletir kişiyi /Öne geçmek genç
olmak gibidir/Korkusuz eder kişiyi/” . Bu sıralamada ögeler: ekmek/su;
şeftali /armut; genç olmak. İki ulamda beliriyor: serinletici/korkusuz edici.
Aslında serinletici ulamındaki ögeler yarışçıyı besleyen, dinçleştiren
ögelerdir. Yaşam veren ögelerdir. Yani yaşamın ta kendisidir. Yani genç
olmaktır. Bu anlamda her öge birbirinin eş anlamlısı değil ama eş temsilcisi
olur. Şiir yine bir insanlık sorunsalıyla, nesnellikten, gerçeği görmekten
uzak oluşuyla sonlanır. “ Boş kazanmıştı yarışı/Doluyu alkışladırlar” . Bu
açmazlı insanlık durumu, aslında kendini yıkan, felakete sürükleyen
Ödipus’un yazgısından, başkaca trajiğinden farksızdır. İnsanın aç
gözlülüğünü, yanlılığını, kullanılabilirliğini işaret etmektedir.
5.
GİYİNİLMEK
Bayram
Biz ne giyersek giyelim
Çırılçıplak gelir
Giyinir bizi
Fazıl Hüsnü Dağlarca
6.
Y ALNIZ KADIN
Sonuç gibi:
Son örnekte takınaklı bir tutum sergilese de ele aldığım şiirlerinde Dağlarca’nın
genel olarak karşıtlıkların uzlaşımsız uçlarını işaret ettiği görülür. Dağlarca şiiri
insancı, akılcı, aydınlanmacı, yurtçu, ulusçu ve bu kavramlar çerçevesinde
sömürüye karşı, devrimci ve sivil bir şiirdir.
Not:
(1) F. Hölderlin; “Deliliğin Arifesinde”; çeviri: Ahmet Cemal