Professional Documents
Culture Documents
ve
TÜKÇE ÇEVİRİLERİ
Mustafa Durak
JACQUES PREVERT'İN “SABAH KAHVALTISI” ŞİİRİ
ve TÜKÇE ÇEVİRİLERİ
I- GİRİŞ:
Karşı dergisinin 25. sayısında "Şiir çevirmek" adlı yazımda, Jacques Prévert'in
Sabah Kahvaltısı adlı şiiri ile Hilmi yavuz, Tahsin Saraç ve Yakup Şahan'ın
çevirilerini ele almış ve genel olarak şiir çevirisi konusunda bazı görüşlerime yer
vermiştim. Gelin görün ki Yakup Şahan, bu yazıda söylenmiş olanların tümünü
üzerine alarak saldırıya geçmişti, bir ilke olarak, söylediklerimin anlaşılmadığını
gördüğüm eleştirilere yanıt vermediğim için, Yakup Şahan'ın yazımda taş üstüne
taş bırakmadığı, tüm bilgisizliğimi haykırdığı, kişiliğime saldırdığı yazısını da
yanıtsız bırakmıştım. Bu arada Abdullah Rıza Ergüven, kendi çevirisini
görmediğimi belirten serzenişini aktarmıştı, ama salt bunun için yeni bir yazıya
koşulamazdım. Ancak Littera dergisinin son sayısında Kemal özmen, hem bir
çeviri daha sunuyor, hem de söz konusu tartışmadan habersiz şiirin
çözümlemesini sunuyordu. Üstelik bir başka çeviri de Doğan Aksan'dan
okumuştum. Artık eski yazıyı yeniden toparlamanın zamanı gelmişti. Yani
okuyacağınız bu yazı hem bir yineleme, hem de yeniden gözden geçirme, bir
toplu sunma olacaktır.
Şiirin çevrilemezliği:
Bir şiirin, bir dilden ikinci bir dile çevrilmesi, onun ses-birim, sözlük-birim, söz-
dizim ve anlam olarak varlığının aynen verilmesidir diye bir belirlemeyle ortaya
çıkmak, şiire ilk yazıldığı biçiminden başka bir biçim tanımamak demektir.
Başka bir varlığa dönüştürülmesini mutlak olumsuzlamaktır. Bir yazınsal bütünü
ülküleştirmek, tanrısallaştırmaktır. Bu, bizi kolayca insanlık tarihindeki kutsal
kitapların çevrilmesinden yana, ya da karşı oluş çatışmalarına götürür. Bu
çatışmaların bir kanadında onu dokunulmaz kılmak isteyenler, değişik amaçlarla
üstüne titizlenenler, kutsayanlar vardır, öbür kanadında da onun anlaşılmasını,
daha çok okuyucuya anlam olarak ulaşmasını isteyenler vardır. Başkaca
gizlemeye çalışanlarla açıklamaya çalışanlar. Bu durum, insana karşı oluş
(melekleşme çabası) ile insandan yana oluşu da sergiler. Bu açıdan tüm çeviri
eylemleri insana yönelik bir çabadır.
***
1.
Çevrilemez ama çevrilsin ile çevrilebilir ama her şiir-birimin kendine özgü
sorunları ve zorlukları vardır demek arasında dağlar vardır. İlkinde yenilgiyi,
başarısızlığı baştan kesinlemek, hem dile hem de insana güvensizliği imlemek
söz konusudur. Çevrilemez savının arkasından yapılan çevirilerin katkılarından
söz ederseniz bu bir ikilemdir, kavram kargaşasıdır. Yapılan çevirilerin
eksiksizliği, yetkinliği söz konusu ise çeviride eş-değerlik sağlanmış demektir.
Eş-değerlik kavramı içersinde çoğullanma vardır. Bir şey, birden çok birim ve
ya da bütünlükle eş-değerli olabilir. Eş-değerlilik göreli ve saymaca bir
kavramdır. Zaten bu yüzdendir ki bir kaynak-metnin, erek-dilde birden çok
kabul-edilebilir (bu terimi dilbilimsel anlamda kullanıyorum) metin olasıdır.
Çeviri eleştirisinde sorun, kabul-edilebilirliğin sınırı ve ölçütüdür. Ve bu sorun
bir yanlış-çözümlemenin, yanlış-bulgulamanın ötesinde bir anlamlandırma ve
yorumlama dağılımının sınırlarının belirlenmesiyle ortaya konabilir. Yok, eğer
erek-metnin, çevirilmişin (traductum) eksikliğini kesinliyorsanız, bu durumda
eksikliklerin neler olduğunu ve neye göre olduğunu belirlemeniz gerekir. Böyle
bir noktaya gelindiğinde eş-değerli sayılabilecek olası erek-metinlere yolu açmış
olacaksınız.
2.
Gerçekten de çevirinin karşısındaki en temel sorunlardan biri gönderme
(référence) sorunudur. Gönderme anlamlandırmanın temel ögesidir.
Gönderileni algılamak, alıcının algı gücü yanısıra bil(g)iseldir. Eğer alıcının
gönderen üzerine dil-dışı bilgisi yeterli değilse gönderileni algılaması,
dolayısıyla ifadeyi, bu ifadeyi kuranın amaçladığı biçime ya da en azından
farkında olmasa bile kendi bilgisel deposunun arka planındaki gönderilenlere
denk olarak kendi zihninde çevirmesi olanaksızlaşır. Burada ister istemez
ifadeyi kuran ile ifadeyi alan arasındaki dilsel ve bilgisellerin, yaratma değilse
bile kurma ve bulgulama gücünün birbirine yakın olması gerekir ülküsel bir
anlama, anlamlandırmanın olabilmesi için. Bu ayrıntılar anlaşmanın
olanaksızlığını değil, özgülleşmiş, özgünleşmiş bireylerin anlaşılmalarının
güçlüğünü, kolay olmayacağını gösterir. Zaten bu nedenledir ki, zaman zaman
bir metnin ana-dilindeki uzmanlarca bile farklı yorumlandığına, ya da bir metin
için okuma kılavuzları yayınlandığına tanık oluyoruz. Sorunumuz çeviri
olduğuna göre çoğul göndermeli bir ifadenin çeviride alıcı kitle göz önünde
bulundurularak, bazı gönderilenler öne çıkarılarak, bazıları görmezden
gelinebilir. Böyle bir tutum çevrilmişi eş-değersiz kılmaz, olsa olsa eş-
benzemez kılar. Burada unutulmaması gereken, metnin kullanımsal değeridir.
Metni kullanımsal değeri dışında ele aldığımızda onu yüceltmiş, kutsamış
oluruz. Bu noktada şunu hatırlatmak isterim iki dilli bir yazar, bir dilde ürettiğini
ikinci dilde de üretmeye kalktığında asla birinciye tıpa tıp bağlı kalmaz,
kalamaz. Bu tür çeviriler böyle gerçekleşmiştir. Böyle gerçekleşmek zorundadır.
Zira her dildeki sözcüklerin bağlanımları, çağrışım alanları farklı açılımlara
zorlar o dili kullananı. Bu dilsel bir gerçekliktir.
3.
Roman Jakobson'un "şiir, tanımı gereği, çevrilemez" ifadesine gelince, Roman
Jakobson elbette dil ve şiir üzerine yetkin önemli bir ad, ama o, her şey, son
varış noktası değildir. O, her sorunun mutlak çözüm kaynağı değildir. Şiir
ulamını genel olarak çevrilemez diye nitelerken kafasında yer almış bazı şiir
örneklerinden yola çıkarak bir genellemeye gitmiş olabilir. Oysa, olsa olsa her
şiir-birimin kendine özgü çevirilme sorunlarından söz açılması daha doğru olur.
Üstelik Roman Jakobson bu ifadenin hemen önünde "Söz oyunları ya da daha
bilimsel ve belki daha kesin terimiyle ses-benzeşimi şiirde egemendir"(4)
diyerek şiiri ses-benzeşimi (paronomase) olarak tanımlamış olmaktadır. Oysa
şiirin gelişimi dikkatle incelendiğinde ses-benzeşimsel (paronomastique)
olmayan şiirlerle de karşılaşmaktayız. Özellikle somut şiir buna örnek
gösterilebilir (5). Kaldı ki şiirin tanımı bugüne değin yapıldığı gibi ne ses
benzeşimleriyle, ne de sapma kuramı ve kavramlarıyla kurulabilir. Şiirin tanımı,
ögeler arası düzgüleme biçimlerinin farklılığında ve/ya yine bunlara bağlı şairin
edimlerindeki farklılıklarda aranmalıdır.
Şiirin Biricikliği
Yakup Şahan, şiirin, giderek yapıtın biricik olduğunu ve bu biricikliği yüzünden
çevrilemez olduğunu ifade ediyor:
Yapıtın Dokunulurluğu:
Bir yazınsal ürünün çevrilebilirliğinden yana olanlar da olmayanlar da
kendilerince kanıtlar, örnekler ileri sürmektedirler. Örneğin Yakup Şahan,
Picasso'dan örnekler vererek yapıtın dokunulmazlığını savunmakta ve "yapıt bir
kez ortaya çıktıktan sonra, sanatçının kendisi bile bir daha ona el uzatamaz"(10)
"her yapıtın daha önce belirttiğim gibi, diyalektik bir biçim/içerik bütünlüğü
vardır, bu dokunulmaz dır; çünkü o, bir kişinin mührünü taşır; sosyal, tarihsel,
kültürel vb. bir özgünlüğü vardır, bir yapıta el sürdüğünüz zaman, işte bunlar
dağılır; bu yüzden de o dokunulmazdır" (11), diyerek kesinlemektedir. Oysa
yazın tarihi, yazınsal denebilecek ürünlerin sürekli bir işlemden, bir değişimden
geçtiğini, yazarın bu ürüne yeniden, yeniden döndüğünü belgelemektedir.
Örnekse, "Deniz mezarlığı" şiirinin, Paul Valery'nin -sürekli üzerinde
çalıştığından, değişiklikler yaptığından- elinden alınarak basıldığını biliyoruz.
Yazınsal ürün, kurşun dökme gibi birden, anlık içe doğuşun dilsel, anında
yansıması değildir. Yakup Şahan, özdeşlik konusuna takılıyor ve şunları
söylüyor: "Bir yapıtın çok başarılı bir kopyası, bir yorumu yapılabilir: eğer bu
yapıt şiirse, çok başarılı bir çevirisi olabilir; ama kendisi bir daha yaratılamaz.
Yaratıcısı tarafından bile"(12). Özdeşlik açısından doğru bir saptama. Ancak
herhangi bir nesneden binlerce üretildiğinde ve tıpatıp aynısı olduğunda da
özdeşlik sorunu vardır düşünsel olarak. Çeviri olgusunun mutlak özdeşlik savı
olamaz zaten. Kaldı ki çevirisi yapılan bir yapıt, kendi dilinde varlığını
sürdürdüğünden bozulması da görelidir. O kendi ortamında varlığını zaten
sürdürmektedir. Çevirmen, onu başka uzamlara ileten bir yansıtıcıdır. Bu
yansıtma, çeviri işlemine bağlı kalır. İyi ya da kötü olabilir. Eğer kötüyse, kabul-
edilemez ise yapılacak iş çeviri işlemini iyileştirmektir.
Çevirmen, yazar ile erek-kaynak metin arakesitinde bir yarışa
girmemelidir:
Bir de katlanamadığım başka bir konu, çevirinin asıl yapıttan üstünlüğü sorunu.
hiç bir zaman kopya aslını aşamaz, sanat söz konusu olduğunda. Evet çevirmen
de yaratıcı olabilir ama o, bu yaratıcılığını kendisi için değil de kaynak yapıt için
kullanmayı seçerek kendini ikincil kılmıştır. Artık onun üstünlüğü, aynı yazara
yönelecek başka çevirmenlere oranla söz konusu edilebilir. Yoksa çeviren ve
çevrilen bir yarış içinde olamaz. Çevirmenin ustalığı, yaratıcılığı ilk yapıtı kendi
dilinde en iyi biçimde temsil edecek bir örnek sunmadadır. Kendi metnini
kaynak-metnin önüne geçirmekte değil. Eğer çevirisi yapılan kişi ile çeviri
yapan arasında gerçekten çeviri alanında belirgin bir uçurum varsa, çevirilmiş
metin (traductum), kaynak metinden daha bağdaşık, daha uygun görünse bile bu
onu kaynak metin yerine geçirmez, ikincillikten kurtarmaz. Çevirmen moral
olarak, bazan maddi olarak da olabilir, yazarın adına çalışan uzman bir işçidir.
Şunu da belirtmeliyim eğer çevirmen kaynak metindekinden çok farklı yaratıcı
edimleri gerçekleştirdiğini, kaynak metinden uzaklaştığını, başkalaştığını
düşünüyorsa o zaman kaynak metnin yazarıyla yarışmaya kalkışmadan dilerse
bu başkalığa dayanarak kendi imzasını kullanabilir. Burada karmaşık olgular söz
konusudur. Bu konu hedef sapması olarak da düşünülebilir. Yani kendiliğinden
bir başkalaşma. Elbette bir çevirmen bir metni çevirirken ondan yararlanarak,
kendine maletme niyetindeyse ve yazar olarak kendi imzasını atmışsa bu tümden
etik bir sorundur.
Il a mis le café
Dans la tasse
Il a mis le lait
Dans la tasse de café
Il a mis le sucre
Dans le café au lait
Avec la petite cuiller
Il a tourné
Il a bu le café au lait
Et il a reposé la tasse
Sans me parler
Il a allumé
Une cigarette
Il a fait des ronds
Avec la fumée
Il a mis les cendres
Dans le cendrier
Sans me parler
Sans me regarder
Il s'est levé
Il a mis
Son chapeau sur sa tête
Il a mis
Son manteau de pluie
Parce qu'il pleuvait
Et il est parti
Sous la pluie
Sans une parole
Sans me regarder
Et moi j'ai pris
Ma tête dans ma main
Et j'ai pleuré.
Jacques PREVERT
Bir de şiirdeki "ve" bağlacının üzerinde durmak, titizlenmek gerekir. Zira şiirde
belirli bir işlevi var. Bu bağlacın yer aldığı dizeleri alt alta aldığımızda,
Ve bıraktı fincanı
Ve gitti
---------------------------------------
Ve ben aldım
Başımı elime
Ve ağladım
yapısal bir dengelemeyle karşı karşıya olduğumuzu görürüz. İlk ikisi erkeğe,
öbür ikisi kadına aittir. Ve bunu ben şöyle yorumluyorum: böylesi doğal
(gerçeklik durumu) ve yapay (şiirin biçimindeki) dengeye karşın "ve" bağlacı
çağın mekanikliğini, engelleyici mekanikliğini aktarıyor ve öznelerin
eylemlerini soyutluyor, öbeklendiriyor. "Ve" bağlacı sınır çizgisi, sınır taşı işlevi
görüyor ayni zamanda. Bu sınırlama içerisinde kişileri ‘yalnız’, ‘iletişimsiz’
bırakıyor. Ayırıyor onları. Yani bu bağlaç hem erkek/kadın'ı ayırıyor, hem de
her birinin eylemlerini ayırıyor. Eylemler tek yanlı, bakışımsız kalıyor.
Anlamsal olarak bir sürekliliği aktaran bu bağlaç, biçim-bilimsel olarak
söylemsel akışı engelleyici özelliğiyle çıkıyor karşımıza. Anlatımı
mekanikleştiriyor.
Şiirde bir anlatan, bir de anlatılan vardır. Anlatan, anlatılanın kendisine karşı
tutumundan yakınmaktadır ama aralarındaki ilişkinin türü hakkında bir bilgi
yok. Hatta anlatanın erkek mi kadın mı olduğunu gösteren hiç bir biçim birim
yok. Kalan-giden ilişkisinden hareketle, bir ders kitabı için çizilmiş bir desende
şiirdeki anlatan kadındır. Aksini belirten bir durum da olmadığına göre bu doğru
bulunabilir. Peki bu kadın ile erkek evli midir yoksa iki sevgili mi? O da
belirsiz. Acaba bir anlaşmazlık sonrası birbirleriyle yeniden iletişime girmeleri
beklenirken, her iki bireyin de sözel ya da davranışsal bir edimle bir bağ
kurmada gösterdikleri beceriksizlik mi anlatılmak istenen? Yoksa şiirin anlamı,
koşulların robotlaştırdığı, yaşam koşullarının bunalıma düşürdüğü, sevecenliği
söküp aldığı, yabancılaştırdığı bir bireyin mekanikliği ile kadınsı duyarlığın hâlâ
soluk alıp verdiği anlatıcıyla çelişkilendirilmesinde, toplumdaki sevgisizliği
eleştirmesinde mi?
………………..
Yakup Şahan'ın itirazları:
* "Şiirin biçimini ille de bir şeye benzetmek gerekecekse, bu olsa olsa bir yanı
düz, öbür yanı kertikli, "kale" marka bir anahtar, ya da ağzı körletilmiş bir
bıçaktır. (..) bu biçim benzetmeleri şiirin anlamını etkiler mi?"(14)
* "yalnızlık biçimle ilgili olmalı ama, biçimin yalnızlığı ne demek?
* "yalnızlıktan çok, birlikteliğin dramı yaşanıyor.
* "dikey bir doğru parçasının yalnızlığı olmasın?"
* "birlik (vahdet), bütünlük duygularını uyandırmakta; tanrıyı, evreni, tüm
varlığı "BİR" olarak gören antik filozofları ve kimi mutasavvıfları
çağrıştırmakta. Kısacası, "Bir"in esinlediği varsayılan o yalnızlık duygusunu
algılayamıyorsunuz bir türlü. Belki de öyle bir şey yok, kimbilir!”
* "şiirin içeriği bir birlikteliği, ama, elbet, çelişkili bir birlikteliği anlatıyor"
* "istence bağlı, birbirinden ayrımlaşmış bir dizi insan edimiyle karşı karşıyayız.
"Koydu kahveyi, süt koydu, şeker kattı.." eylemleri hep bilinçli, bağımsız,
istence bağlı edimler, jestler. Üstelik, karşımızda bir de domuzuna bilinçli, hatta
art niyetli bir eyleyen, bir insan var. (..) bu yüzden gerilimli dramatik bir durum
tablosu yaratan jestler ve onların oluşturduğu bir biraradalık var"(15).
* "şiir hiç de öyle kapalı bir şiir değil, J. Prévert'in bütün şiirleri gibi, herkesçe
anlaşılmak isteyen, toplumcu gerçekçi bir şiir".
* "Bir ev mutfağında olduğumuzu imleyen şu sözcükler: "fincan, kahve, süt,
şeker, kaşık, fincanı yerine koymak" birer biçim birim değil de ne?
Her şeyden önce elbette şiiri mutlaka bir şeye benzeteceğiz diye bir zorlama
yok. Ancak şiirde iki kişi anlatılıyorsa ve anlatılan kişiler iletişimsizse,
birbirleriyle uyumlu değillerse yalnızlık devrededir, birlikteliklerinde bile.
Anlatılan konu iletişimsizliği ve yalnızlığı işliyorsa ve üstüne üstlük şiirin
biçimi de zorlama da olsa böyle bir çağrışımla buluşmaya uygunsa, biçim,
anlatımı güçlendiren başka bir işaret eden olarak ele alınabilir. Zaten genel
olarak şiirin oluşmasında bu tür düzgülemelerin önemi büyüktür.
Yakup Şahan, uzamı mutfak olarak kesinliyor (hoş bunu bie söyleyebilmek
zordur, zira insan başka uzamlarda da kahve ve sigara içebilir, kahvaltı edebilir.)
Ve mutfağı çağrıştıran nesnelerle de mutfakta hizmet gören bir kadını
düşünüyor. Ancak bu bir olasılık. Bizi bu olasılıktan kurtaracak bir biçim birim
yok. Oysa erkeği gösteren bir biçim birim var: “il” (fransızcada üçüncü tekil ve
eril adıl). Erkek tüm davranışlarıyla, yinelenen biçim birimiyle öne çıkarılmış.
Ama o da adıyla, tüm varlığıyla değil de bir adılla. Yani belirli bir kimliğiyle
çıkmıyor karşımıza. Bir belirsilik, bir genelleme ile getiriliyor önümüze. İşte
kadının eylemini hem kendi, hem de erkeğin kimliğini arama yolunda
çaresiz bir edim olarak da görebiliriz.
Ve Yakup Şahan mührünü basıveriyor: toplumcu gerçekçi şiir (?). Böyle bir
ifadenin şiiri çözümlemede ve anlamada hiç bir işlevi olamaz.
/Ve bıraktı fincanı/ diye çevirmekle kaçırdığım şeyi anlamak zor. Yakup Şahan
fransızcadaki reposer fiilini her ögesiyle çeviriyor. Oysa “re-“ öneki bir
"yerine koymayı" değil, eylemin yinelenmesini ya da bir önceki eylemle
bağlantı kurmak için kullanılır. Yerine ile ilintili değildir. Metinde aktarılan
fincanın her zamanki alışılmış yeri değil, fincanın belliliğidir. O da zaten
türkçedeki -ı ekiyle verilmiştir.
"Sonra mutfakta olduğumuz da kesin; mutfak ise, evli bir kadının yarı ömrünü
geçirdiği, eşine ve evine en çok hizmet ettiği bir yer. Olayın başka bir yerde
değil de, mutfakta geçmesi anlamlı: Evli ya da bir erkekle birlikte yaşayan
(cohabitant) bir kadının görevlerine gönderme yapıyor, karşımızdakinin bir
kadın olduğunu anıştırıyor. Olup biteni gördükten sonra, bir önceki günün
akşamında ya da gecesinde aralarında bir şeyler geçmiş olduğunu anlıyoruz;
kırılmışlar, darılmışlar, diyoruz; ama, kadın, o her günkü işini yine yerine
getirmek istemektedir; bir alışkanlık, bir içgüdü ya da hoşgörülü bir anlayışla:
Kocasının ya da eşinin kahvaltısını hazırlamak üzere, her zamanki gibi yine
mutfağa inmiştir; birlikte yaşamlarının sürüp gitmesini istediğini ve olan biteni
unuttuğunu anlatmaya çalışmaktadır. İşe giderken eşine bir güç vermeyi
düşünmüştür. Ama nafile! Eşini yumuşatamamıştır, avutamamıştır!
Barışamamıştır! Kadın ağlamaklıdır, kadınca, soyluca; ama, gene üzülür,
kaygılanır eşi adına: "Gitti gider/Yağmur altında şimdi". kadın bu değil mi:
Sevgi, şefkat ve özveri"(16).
* "20.dize ile 26. dize arasında, ilk 17 dizede olduğu gibi yine gündelik olan
anlatılmaktadır. Mekanik jestlerle erkek, (sevgili, dost, arkadaş, koca) dış uzama
taşınmaktadır. 27 ve 28. dizeler ("Bir şey demeden","Bakmadan bana")
gerilimi, yeniden ve artarak vurgulayan dizelerdir; yani, "ben önemli
olmalıydım"ın yoğunluğu, acı, çaresizlik ve buruk bir yalnızlık duygusuyla iyice
pekişmektedir. İlk 28 dizede, erkeğin mekanik tepkiselliğini gözlemleyip
betimleyen anlatıcı, son üç dizede, içine düştüğü boşlukta çaresizliğini pasif bir
tepkiyle içe kapanarak dışa vurmaktadır. İlk 28 dizede, dışa dönük gözlemci
bakış, bu son üç dizede kendi içini gözlemekte, kendi içine ayna tutmaktadır. Bu
acılı ve hüzünlü boyuneğme, kendi gerçeğini bulgulayan kadını bir türlü
kurulamayan iletişimin yol açtığı yalnızlığın dört duvarında dramatik bir içe
kapanmaya itmektedir (18).
* "Şiir, önemsiz olan, yani gündelik olanla, önemli olan, yani olması gereken
içiçeliği ve karşıtlığı ekseni üzerinde, zaman olarak yakın geçmiş, uzam olarak,
iç uzam ve ve dış uzam ve kişi olarak da bir çift üzerine kurulmuştur. Şiirde ne
iç uzam, ne de dış uzam ile ilgili herhangi bir fiziksel betimleme yoktur. İç
uzam, bir ev içinin, bir kahvenin, kapalı, loş, hüzünlü, donuk, tatsız, iç karartıcı,
tek düze atmosferini çağrıştırmaktadır. Bu atmosferin doğurduğu duygular ise
sıkıntı, yalnızlık, gerilim ve şiirde stratejik bir önemi olan ağlama, yani
gözyaşıdır. Dış uzam ise, kapalı, yağmurlu bir havanın içerebileceği şeyleri akla
getirmekte; loşluk, ıslaklık, serinlik, üşüme, tenhalık ve yalnızlık. Dikkat
edilirse, her iki uzam da, içe kapanmayı hazırlamaktadır ve kişilerin
ruhsallıklarıyla uyumludur. Bu nedenle, bir uzamdan ötekine geçiş kolaydır.
Başka bir deyişle her iki uzam aynı sürecin farklı yüzleridir" (19).
* "Bakış, bir bakıma anlatıcı ile özdeşleşmiştir. Bir kamera gibi ağır ağır bir
süreci izlemektedir. Bakış sadece erkek üzerinde yoğunlaşmıştır. Onun yaptığı
mekanik hareketler üzerinde odaklaşmıştır" (23).
* "Şiir içinde gözlem bir süreci, yani belirli bir sürekliliği yani süren, uzayan bir
şeyi anlatmaktadır. Gerçekten de şiirde hep uzayan, giderek dolan ve sonunda
taşan bir şey var" (24).
-"İlk 28 dizede, dışa dönük gözlemci bakış, bu son üç dizede kendi içini
gözlemekte, kendi içine ayna tutmaktadır" diyor. Burada herşeyden önce
Jacques Prévert, anlatıcı ben ve anlatılan (il = O) ayrımının altını çizmekte
yarar var. Şair, bir başkasının gözünden eylemlerin mekanikliğini aktarırken
şiirdeki anlatıcı ben tepkisini kendi ağzından da vermiş olsa onu da kameranın
çekimine alarak dışsallaştırıyor. Onu da konu-nesneleştiriyor. Yoksa şiirdeki
anlatıcı ben, Kemal Özmen'in söylediği gibi kendi içine ayna tutmuyor. Eğer ille
bir ayna tutmaktan söz edilecekse, bu yalnızca şiirin son üç dizesinden değil
şiirin bütününden yayılan izleyici-okur'un edindiği bir izlenimdir. Ve bu
izlenime şiirdeki anlatıcı ben’in şikayeti yüklenmiştir. Burada duygusal bir
etkiden söz edilebilir:
"Kloepfer, yineleme konusuna değinirken "eğer bir kimse beş kez aynı şeyi
söylerse altıncısında yeni bir şey söylediğinde şaşırılır" dedikten sonra bir çocuk
şiirinin (tekerlemelerin olsa gerek) bu basit temele dayandığını belirtir.
Kloepfer, Fransız şairi Prévertin "Sabah Kahvaltısı" adlı şiirini buna örnek
göstermektedir. Çok yalın ve yinelemelerle dolu, tek düze bir anlatımı olan bu
ilginç şiirde arka arkaya somut devinimlerden söz ederken en sonunda
birdenbire duygulanmaya yol açan bir önerme yer almakta, beklenmedik bir
duygusal etki yaratılmaktadır" (29).
- İç ve dış uzamı birbirinden ayırarak "her iki uzam da, içe kapanmayı
hazırlamaktadır ve kişilerin ruhsallıklarıyla uyumludur. Bu nedenle, bir
uzamdan ötekine geçiş kolaydır. Başka bir deyişle her iki uzam aynı sürecin
farklı yüzleridir." diyor. Elbette uzamsal benzerlik ve ayrım göstergebilimin
önemli ayırıcı kavşaklarından biridir. Ama bir metnin çözümlemesinde işlev
dikkate alınmalıdır. Burada iç/dış ayrımı bana bir fantezi gibi görünüyor.
Anlamlandırmaya doğrudan bir katkısı yok. Hele hele içe kapanmayı hiç
hazırlamıyor.
-"yağmur ve göz yaşı şiirde yaşanan acılı sürecin sonuçları olarak özel bir önem
kazanmaktadır". İlle de iki sıvı arasında bir ilişki kurmalı mıyız. Yağmur bu şiir
için dekaoratif, ama belki Jacques Prévert'in kendi ruhsal dünyası için bir ip ucu
olamaz mı? Öyledir demiyorum, ancak Jacques Prévert'i unutarak şiiri
çözümleyemeyiz.
**
SüTLü KAHVE
İzlendiği gibi iki şiir arasında biçim ve içerik açısından ayrılıklar çok derindir.
Tümden iki ayrı konu, iki ayrı biçim söz konusudur. Çeviri şiirin ilk ürünü
temsil edebilme niteliği yoktur. İlk ürün yalnızca çıkış için bir kaynak gibi
kullanılmıştır. İlkindeki belirsizliklere ve biçimsel içkinliklere karşın,
çevirisinde belirlilik, açıklık sergilenmiştir.
Fincana
Kahveyi koydu
Kahveye
Sütü koydu
Sütlü kahveye
Şekeri koydu
Kaşıkla
Karıştırdı
Sütlü kahveyi içti
Fincanı yerine koydu
Benimle konuşmadan
Bir sigara
Yaktı
Dumanlarıyla
Halkalar yaptı
Külleri
Kül tablasına döktü
Benimle konuşmadan
Yüzüme bakmadan
Yerinden kalktı
Şapkasını
Başına koydu
Yağmurluğunu
Sırtına geçirdi
Yüzüme bakmadan
Hiç konuşmadan
Yağmur yağıyordu
O yağmurda
çekip gitti
Ben de
Kapatıp avuçlarımı yüzüme
Ağladım ağladım.
çeviri: Tahsin SARAÇ
Sabah Kahvaltısı
Koydu
Kahveyi fincana
Süt koydu
Kahve fincanına
Şeker attı
Sütlü kahveye
Küçük bir kaşıkla
Karıştırdı
Ve içti sütlü kahveyi
Yerine koydu fincanı
Yine konuşmadı benimle
Yaktı
Bir cigara
Oynadı
Dumanlarıyla
Silkti küllerini
Küllüğe
Konuşmadı benimle
Bakmadı yüzüme
Kalktı ayağa
Taktı
Başına şapkasını
Giyindi
Yağmurluğunu
Yağmur yağıyordu
Gitti gider
Yağmur altında şimdi
Demeden bir şey
Bakmadan yüzüme
Ve aldım başımı
Avuçlarımın içine
Ağladım ben de
Yakup ŞAHAN
Yakup Şahan'ın çevirisinde "ve" bağlacı ikiye indirilmiş, üstelik bunlardan biri
şairin kullanmadığı bir yerde karşımıza çıkarılmış.
Burada şunun altı çizilmeli, herhangi bir yazarın genel tutum ve davranışına
bakarak, biçemini kuramazsınız. Metne dönersek, sigara demek ile cigara demek
neyi değiştirir? Metnin rengini, dokusunu. Zira "cigara" sözcüğü standart dilden
sapan bir sözcüktür. Oysa Jacques Prévert bu metninde çok yalındır ve hiç bir
sözcüksel ve dilsel (yazı dilinden konuşma diline) sapmaya yer vermemiştir.
Ama Yakup Şahan ile aramızda çok önemli bir yorum farklılığı var, ona göre
erkeğin sigarayla halkalar yapması "kadınla alay etmek, kadına karşı
biganeliğini dışa vurmak ve belki de kadını korkutmak, meydan okumak"(36),
içindir. Ne denebilir ki?
"Kalktı" yerine "kalktı ayağa" demeye gerek var mı? Demişim. O, "biri soyut,
genel bir eylemi gösteriyor, öteki ise, bu eylemin özel bir halini, daha doğrusu
belli bir jesti gösteriyor. (..) Fransızcadaki "se lever" eylemi de, her şeyden önce
"ayağa kalkmak" demektir" (38), demiş. Bu noktada da böyle durumlarda
çevirmen elbette yerine göre farklı yönelişleri benimseyebilir. Ancak burada, iki
şeyi dikkate almak gerek: Jacques Prévert yalın bir şiirin ardındadır bir. Şiir,
doğası gereği fazlalıkları sevmez iki.
"Giyindi" çeviri biçiminde de (-in-) eki fazladan bir kullanım. Oysa yalnızca
/Giydi/ ile ve de yalnızca /Gitti/ ile dizeler oluşturulsaydı, sesel ve biçimsel bir
bakışım da kurulacaktı. Kaldı ki /Gitti gider/ biçimi, bir terketmeyi, terkedilmeyi
anlatır. Oysa, erkeğin terketmesi bence kesinlikle söz konusu değil. Zira
yinelemelerle, sıradan, yalın sözcüklerin kullanımıyla, mekanik izlenimi
uyandıran bir akıcılıkla sürüp giden, gidecek bir ilişkidir söz konusu olan. Ama
elbette Yakup Şahan bu yoruma katılmadığı için böyle çeviriyor: "ben hüzünle
"Gitti gider" diyorum, bir yazıklanmayı duyurmaya çalışıyorum" diye açıklıyor
(39).
Yakup Şahan'ın çevirisinde kadın başını avuçlarının içine alıyor. Oysa kaynak
metinde "elimin içine" diyor. Ben yukarıda da belirttiğim gibi elini yanağına
götürerek, düşünmek ediminin göstergesi olarak bir görünüm sunduğunu
düşünüyorum. "Ve" bağlacını da orada çok işlevsel buluyorum. Bir de Yakup
Şahan'ı dinleyelim: "Bir kez kadının eli başını kavrayacak kadar büyük, bu
olacak iş değil, ikinci olarak "başını ele almak" diye bir deyim yok Türkçede;
ayrıca bu, bir güzel deyiş de değil; bozuk bir anlatım; üçüncü olarak, özgün
metinde "dans la main" der, yani elin içinden, avuçtan söz ediliyor; nitekim,
bizler, "avuç" sözcüğünü kullanmışız, hem de bir avuçla insanın başını
tutamıyacağını düşünerek, sözcüğü bir de çoğul yapmışız; doğrusu da bu değil
mi? Dördüncü olarak, M. Durak'ın çevirisindeki (ve) bağlacı çok 'fazladan';
tümce, (ve) ile başlıyor, (ve) ile bitiyor!" (40)
Yakup Şahan'ın son dizesi, "Ağladım ben de", o çekti gitti ben de buna karşılık
ağladım'ı çağrıştırıyor. Oysa son bölümde anlatılan bu ağlama, bir sürecin
(düşünme ve eylem) son kertesidir: bir durum değerlendirmesi yaptıktan sonra,
hem çaresizliğini, yalnızlığını hem de o an için elinden gelen karşı koyma
tavrını, başkaldırısını, ayni eylem içerisinde gerçekleştirmedir.
Ben, yaptığım çeviride genel olarak şiirdeki sözdizime bağlı kalarak eylemleri
inceledim. Tahsin Saraç'ın çevirisi yine bir düzen içinde türkçedeki normal
sözdizim dikkate alınarak yapılmış. Bunun, dillerin yapısından kaynaklanan bir
durum olduğu ya da şiirin filmselliği ileri sürülerek karşı çıkılabilir ve
tartışılabilir. Yakup Şahan ise girişte devrik sözdizimiyle başlayıp sonradan
normal biçime dönmüş. Bu değerlendirmeye, şöyle yanıt verilmiş, devrik tümce
kullanımı şöyle açıklanmış: "Birinci etkiyi güçlendirmek istemem; ikincisi
J.Prévert'in ayni zamanda bir sinema sanatçısı olduğunu ve bu sanatın da eylemi
ve jesti her şeyin üstünde tuttuğunu düşünerek, eylemleri dizelerin başına
getirmek istemem üçüncüsü de, böyle bir sözdiziminin şiirsel söyleme daha
yatkın olduğunu taşımam" (41).
SONUÇ GİBİ
Bu yazının temel savı şiirin çevrilebilirliği idi. Sözü uzattığımı, belki yine de
bazı noktaları aydınlatamadığımı düşünüp hani şiir çevrilebiliyordu
diyebilirsiniz. Ama, bu yazıda vurgulamak istediğim, çevirilecek metin yazınsal
bir metin, özellikle de şiirsel bir metin ise onun şiirsel değerlerini tümüyle (ya da
tümüne yakın) çözümlemeden yapılacak çevirilerin bazı noktaları karanlıkta
bıraktığı, bırakacağıdır.
Sonuç olarak size şiiri anlamlandırma konusunda iki ayrı yorum sundum, ve
konu edindiğim çevirilmişler yanı sıra aşağıda başka değişkeler de sunuyorum.
Bu yorum ve çevirilerden birini kendinizce "kabul edilebilir" bulacaksınız en
azından. Beğenmediğiniz yanları varsa yeniden elden geçireceksiniz, şiirle bire
bir buluşmak için. Eğer değişkelerden birini beğendiyseniz şiir çevrilmiş
demektir. Yok siz de çevirmeye kalkışıyorsanız, yine "şiir çevrilebilir" savına
destek veriyorsunuz demektir.
SABAH KAHVALTISI
Koydu kahveyi
Fincana
Sütü de koydu
Kahve fincanına
Attı şekeri
Sütlü kahveye
Durdu pişirmeye
Sonra dönüp
İçti sütlü kahveyi
Ve koydu yeniden fincanı
Usulca
Yaktı
Bir sigara
Dumanları
Halka halka
Sonra serpti külünü sigaranın
Kül tabağına
Yavaşça
Bakmadan
Kalkıverdi
Geçirdi
Şapkasını başına
Giydi
Yağmurluğunu
Yağmura karşı
Sonra çekip gitti
Yağan yağmurda
Bir şey demeden
Bakmadan bana
Ve ben
Başım ellerim arasında
Ağladım ağladım
Abdullah Rıza ERGüVEN (42)
SABAH KAHVALTISI
Koydu kahveyi
Fincana
Koydu sütü
Kahvenin içine
Koydu şekeri
Sütlü kahveye
Küçük kaşıkla
Karıştırdı
İçti sütlü kahveyi
Ve bıraktı fincanı
Konuşmadan benimle
Yaktı
Bir sigara
Halkalar yaptı
Dumanıyla
Döktü külleri
Kül tablasına
Konuşmadan benimle
Bakmadan bana
Kalktı
Geçirdi
Şapkasını başına
Giydi
Yağmurluğunu
Yağmur yağıyordu çünkü
Ve gitti
Yağmurda
Tek söz etmeden
Bakmadan bana
Ve ben aldım
Başımı elime
Ve ağladım.
SABAH KAHVALTISI
Koydu kahveyi
Fincan
sütü de koydu
Kahve fincanına
Attı şekeri
Sütlü kahveye
Karıştırdı
İçti sütlü kahveyi
Sonra koydu fincanı masaya
Hiç konuşmadan
Yaktı
Bir sigara
Halkalar yaptı
Dumanıyla
Sonra külünü serpti
Kül tablasına
Hiç konuşmadan
Bakmadan
Kalkıverdi yerinden
Geçirdi
Şapkasını başına
Giydi yağmurluğunu
Yağmur yağıyordu dışarda
Sonra çekip gitti
Yağan yağmurda
Bir şey demeden
Bakmadan bana
Ve ben
Başım ellerimin arasında
Ağladım ağladım.
Kemal ÖZMEN (44)
Sabah Kahvaltısı
Kahveyi
Fincana koydu
Sütü koydu
Kahve fincanına
Şekeri koydu
Sütlü kahveye
Küçük kaşıkla
Karıştırdı
Sütlü kahveyi içti
Fincanı bıraktı
Bana bir şey demeden
Yaktı
Bir sigara
Halkalar yaptı
Dumanla
Külleri koydu
Tablaya
bana bir şey demeden
Bana bakmadan
kalktı
Geçirdi
Şapkasını başına
Giydi
yağmurluğunu
Yağmu yağıyordu çünkü
çıktı
Yağmu altına
Bir şey söylemeden
Bana bakmadan
Ve ben aldım
Başımı ellerimin arasına
Ağladım
Doğan Aksan (45)
Kaynaklar, notlar:
1) Yakup Şahan; Kalemini Dinlendirmek; Karşı dergisi; sayı: 30; (s: 16)
2) Ayni yazar ayni yazı ayni sayfa
3) Roman Jakobson; Essais de Linguistique générale; s: 86 (anan Yakup Şahan
ayni yazı)
4) Roman Jakobson; Dilbilim Açısından çeviri; türkçesi: Emel Sözer; Yazko
Çeviri, sayı:1; 1981 içinde sayfa 144 ve Roman Jakobson; Essais de
Linguistique Générale; traduit par: Nicolas Ruwet; Les Editions de Minuit;
Paris; 1981
5) Yüksel Baypınar; Tuhaf Bir Şiir Anlayışı: Somut Şiir!; Gündoğan Edebiyat;
sayı: 5 1993 içinde (sayfa: 65-76)
6) Y. Şahan; ay. (s: 17)
7) Ay ay. (s: 19)
8) Ay ay ayni sayfa
9) Ay ay as.
10) Yakup Şahan; Sanat Yapıtının Dokunulmazlığı; Varlık, sayı: 966, s:12.
11) Ay ay. (s: 18)
12) Ay ay as.
13) Jacques Prevert; Paroles; Paris; Livre de poche libr. Gallimard; 1949
14) Yakup Şahan; Anlam ve Etki Bakımından: "Sabah Kahvaltısı"; Karşı dergisi
sayı: 31 içinde (s: 11)
15) Ay ay. (s: 12)
16) Ayay. (s: 12-13)
17) Kemal özmen; İki Şiir/İki Yorum ya da Ayağı Takılanlar; Littera cilt 4;
1993 içinde (sayfa: 188)
18) Ay ay as.
19) Ay ay as.
20) Ay ay as.
21) Ay ay. s: 189
22) Ay ay as.
23) Ay ay as.
24) Ay ay. (s: 190)
25) Ay ay as.
26) Ay ay as.
27) Ay ay. (s: 191)
28) Ay ay as.
29) Prof Dr Doğan Aksan; Şiir Dili ve Türk Şiir Dili; 1993, (s: 218-9)
30) Hilmi Yavuz; Çeviri Şiirleri; İst. Cem Yay. 1987.
31) Tahsin araç; Günümüz Fransız Şiiri; Ankara; Dernek yay. 1963.
32) Yakup Şahan; ayni yazı; (s: 13-14)
33) Ay ay. (s: 15)
34) Ay ay. (s: 14-15)
35) Ay ay. (s: 14)
36) Ay ay. (s: 15)
37) Ay ay. (s:14)
38) Ay ay. (s: 15)
39) Ay ay. (s: 16)
40) Ay ay. (s:15)
41) Ay ay. (s: 16)
42) Abdullah Rıza Ergüven; Fransız Şiiri; Yaba Yayınları; Ankara; 1985
43) Mustafa Durak; Şiir çevirmek; Karşı Dergisi; sayı: 25; 1989
44) Kemal Özmen; İki Şiir/İki Yorum ya da Ayağı Dağa Takılanlar; Littera; cilt
4 içinde (s: 186-197)
45) Prof Dr Doğan Aksan; Şiir Dili ve Türk Şiir Dili; 1993