Professional Documents
Culture Documents
Nereden Nereye?
Şiddet, Terör,
Katliam, İnsancıllık
ve Dersim
Açılımın Açılımı:
ABD’nin Irak’tan Geri Çekilişi
ve Askeri Üsler
Küçük-Burjuvaların Perspektifsizliği
Obama’nın Halleri
Dünyanın En Etkili
500 “Müslüman”ı
Yasadışı Demokrasi:
Genelkurmay’ın “Andıcı” ve
TİB’in Sakıncalı Siteleri
YASADIŞI DEMOKRASİ:
GENELKURMAY’IN “ANDICI”
28
“Meçhul Asker”in 3. ihbar mektubuna
eklenen İnternet Andıcı üzerine. VE TİB’İN SAKINCALI SİTELERİ
Nereden Nereye?
Şimdi, bir an için, ünlü Alman materya- kün “sosyal-emperyalist” olduğuna iman et-
listi Feuerbach gibi kendinizi “inzivaya” çe- miş, bu imanını her türlü sınıfsal ve bilim-
kip, “dış dünyayı” seyre dalın! sel gerçeklerin önüne koymuş ve tüm za-
... manını bunu kanıtlamak için harcayanların,
Seyre devam edin... aynı olaylar ve gelişmeler karşısında nasıl
Devam edin... sevinç içinde kendi imanlarının doğrulandı-
... ğını konuştuklarını kafanızda tasarlayın!
Evet, şimdi “seyre dalmış” materyalist Gün, o gündür! “Sosyal-emperyalizm”
Feuerbach “gibi” sayabilirsiniz kendinizi. inancına sahip olanlar da dahil hemen her-
Şimdi de, aynı “inziva”dan şöyle bir geç- kesin yepyeni ve capcanlı umutlara kapıl-
mişi anımsamaya çalışın! dıkları günlerdir. Sovyetler Birliği “Stalin-
Hayır, öyle çok uzak geçmişi değil, yakın izm”den kurtulmak üzeredir ve “sosyalist
geçmişi, örneğin yirmi yıl kadar önceki geç- demokrasi”, Beethoven’in 5. Senfoni’sinin
mişi anımsamaya çalışın. “kaderi” gibi kapıyı çalmaktadır! “Sosyal-
Anımsamanızın başlangıç yılı, örneğin emperyalizm” inancına sahip olanlar için
1989 olsun. ise, hem kendi inançları kanıtlanmış olacak,
Sovyetler Birliği henüz ortadan kaybol- hem de yirmi yıldır dünya çapında “birinci
mamışken (dağıtılmamışken), Gorbaçov düşman” olarak çarpıştıkları Sovyet çizgisin-
rüzgarları “Gorby”leşerek yaygınlaşırken, sol deki resmi-ortodoks komünist partilerinin
örgütlerden solcuya, Sovyetler Birliği’nin defterini dürmüş olacaklardır!
“sosyal-emperyalist” olduğunu söyleyenler Anımsıyorsunuzdur: Yıl 1990’a döndü-
dahil, resmi-ortodoks “komünist partiler”den ğünde, “kapitalizmden öğrenen” Sovyet yö-
silahlı mücadeleyi savunduğunu söyleyen netimi ve Sovyetler Birliği Komünist Partisi
örgütlere kadar herkes bu gelişmelerden bir (SBKP), “Stalinist” proletarya diktatörlüğü-
“keramet” beklerken “dış dünya”nın, yani nün devleti aşırı merkezileştirdiğine, bu
“mevcut durum”un nasıl olduğunu anımsa- merkezileştirmenin “çoğulculuğu” ve “de-
yıp, seyre dalın! mokratikleşme”yi önlediğine ilişkin “tezler”i-
Gorbaçov’un “glastnost” (“açıklık”) ve ni uygulamaya sokmuş, merkezileşmeye
“perestroyka”sından (“yeniden yapılanma”) karşı “desentralizasyon”a yönelmişti. Litvan-
“Stalinizm”den kurtarılmış “sosyalizmin” na- ya, Estonya, Letonya “bağımsızlık” ilan eder-
sıl “demokratik sosyalizm”e dönüşeceğini ken, “Varşova Paktı” feshedildi. Romanya
tartışan, bunun “ne kadar gerekli” olduğu- devlet başkanı Nikolay Çavuşesku 24 Aralık
nu söyleyen ve bu gelişme sayesinde dün- 1989’da CIA-KGB ortak “darbe”si sonucu
ya çapında sosyalizme duyulan sempatinin idam edildi.
artacağını iddia eden solcuları, sol örgütle- Gorbaçov “perestroyka”sı böylesine par-
ri gözünüzde canlandırın! çalanmaya yönelirken, “glastnost”, “milita-
Öte yandan Sovyetler Birliği’nin topye- rizmsiz kapitalizm” uğruna Amerikan em-
KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2009
16-17 Ocak 1991 gece yarısı Amerikan ha düne kadar, “ne güzel, birbirlerini yiyor-
uçaklarının Irak’ı bombalamaya başlama- lar” diye olayları zevkle izleyen, “ne Ameri-
sıyla “I. Körfez Savaşı” resmen başladı. ka, ne Rusya” diyerek ortalıkta salınanlar,
Savaş 3 Mart 1991’de sona erdi. Turgut şimdi kişisel bozgunlarını da yaşamaya baş-
Özal’ın tüm çabasına rağmen “kemalist or- lamışlardı.
du” Irak işgaline katılmaya karşı “direnmiş- Anımsadınız mı?*
ti” ve Türkiye “bir koyup, üç alamadı”. Bu “anımsama”da, sözünü ettiğimiz ve
“I. Körfez Savaşı”na kadar “dünya ba- sözü edilen, kendilerini şöyle ya da böyle
rışı”ndan, “barış çağı”ndan, “militarizmsiz “marksist”, “marksist-leninist” olarak tanım-
emperyalizm”den söz eden, Gorbaçov’la layan sol ve solculardır. Nasıl olup da, mark-
yepyeni umutlara kapılan sol, solcu, CNN’in sist olmanın temel koşullarından birisinin
“naklen savaş yayını”nı izleyerek geçirdik- “proletarya diktatörlüğü” olduğunu unutup,
leri bir buçuk ayın sonunda ilk “şok”unu ya- “proletarya diktatörlüğü”nün “eski toplu-
şadı. mun güçlerine ve geleneklerine karşı sert
Sovyetler Birliği’nin “proletarya diktatör- bir savaşım, kanlı ve kansız, zoraki ve barış-
lüğü”nden kurtularak “demokratik sosyaliz- çı, askeri ve ekonomik, eğitsel ve yönetsel
me” dönüşeceği beklentisi içinde olan sol, bir savaşım” olduğunu unutup, proleter dev-
solcu, bu sayede Amerikan emperyalizmi- riminin, gerçek kitlesel bir devrimin, ezen-
nin başka ülkeleri işgal etmek ve askeri dar- ler ve sömürenler üzerindeki baskısını “zor-
beler yapmak için gerekçe bulamayacağı- ba”, “anti-hümanist” olarak algılamaya baş-
na inanmışken “I. Körfez Savaşı”, dünyanın lamışlardır? Nasıl olup da, tüm bu sistema-
gerçekleriyle yüz yüze gelmelerini sağladı. tik kampanyaya kapılıp, “her türlü şiddete
“I. Körfez Savaşı”yla birlikte Sovyetler karşıyız” noktasına gelebilmişlerdir?
Birliği’nin fiilen “süper güç” olmadığı görül- “Bu baylar hiç bir devrim görmüş-
dü ve Sovyetler Birliği’nin dağılma ve dağı- ler midir? Devrim, elbette ki, en oto-
tılma süreci hızla gelişmeye başladı. riter olan şeydir; bu, nüfusun bir bö-
O güne kadar, yepyeni bir Sovyetler lümünün kendi iradesini, nüfusun
Birliği’nin doğacağına inananlar, inançlarını öteki bölümüne tüfeklerle, süngüler-
hızla yitirirken, Sovyetler Birliği’nde 19 Ağus- le ve toplarla –akla gelebilecek bü-
tos 1991 darbesi gerçekleştirildi, Gorbaçov tün otoriter araçlarla– dayattığı bir ey-
gözaltına alındı. Ama tüm ömrü üç gün sür- lemdir; ve eğer muzaffer olan taraf
dü. Gorbaçov, iktidarsız, güçsüz, zavallı bir yok yere yenik düşmek istemiyorsa,
insan olarak darbecilerin elinden “kurtarıl- bu egemenliğini, silahlarının gericiler
dığında”, artık Sovyetler Birliği’nin sonuna üzerinde yarattığı terör ile sürdürme-
gelinmişti. lidir. Paris Komünü, silahlı halkın oto-
Tarihler 25 Aralık 1991’i gösterdiğinde ritesini burjuvaziye karşı kullanma-
resmen Sovyetler Birliği ortadan kalktı, par- mış olsaydı, bir gün olsun dayanabi-
çalanma süreci tamamlandı. lir miydi? Tersine, Paris Komününü
“Militarizmsiz kapitalizm”in Irak işgaliyle bundan yeterince serbest bir biçim-
ilk “şok”unu yaşayan sol ve solcu, Sovyetler de yararlanmamış olmakla suçlama-
Birliği’nin dağıtılmışlığını hiç farketmemiş, mız gerekmiyor mu?”**
hatta bu dağıtılmada kimi zaman etkin bir Gerçek böyleyken, yine de “her türlü şid-
rol oynadığını bile anlamamışsa da, “büyük dete karşıyız” noktasına kadar gelmiş bir sol
şok” içine girdi. “Kişisel bozgun” havası, ve solculuk ülkemizin (ve şüphesiz dünya-
“kütlesel bozgun havası”na ve giderek de nın) bir “realitesi” haline getirilmiştir.
“örgütsel bozgun” havasına dönüştü. Bu “realite”, kısa sürede sonuçlarını ver-
Bunlar, çokluk Gorbaçov’dan “umut”lan-
mış sol ve solcularken, Sovyetler Birliği’ni * “Ama ben o sırada doğmamıştım, nasıl anımsa-
“sosyal-emperyalist” kabul edenler de aynı yabilirim ki” mi diyorsunuz? O zaman, “anımsamak”
kaderi paylaştılar. Daha düne kadar, tüm ge- yerine tarihe bakmalısınız, tarihi, yakın tarihi öğren-
lişmeleri büyük bir sevinçle, kendi tezleri- melisiniz. Öğrendiğinizde, bütün bu olayların nereden
başlayıp, hangi umutlarla sürüp, nasıl sonuçlandığını
nin onaylanması olarak izleyen “sosyal-em-
siz de anlamış olacaksınızdır.
peryalizm” teorisini savunanlar, şimdi “boz- ** Engels, Otorite Üzerine, Marks-Engels, Seçme
gun havası”nın bir parçası olmuşlardı. Da- Yapıtlar, Cilt II, s. 451-452.)
KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2009
di. Bu sol ve solcular, hızla legalize oldular adımlar atılmıştır), “hali” de onları fazlaca
ve legalizmi kutsadılar. Devletin, yani o ün- ilgilendirmemektedir. Ne denli söz etmiyor
lü “egemen sınıfların baskı aygıtı”nın “yasa- olsalar da, tüm inançları “yaratıcı kaos”a da-
dışı” örgütlere ve faaliyetlere karşı imha yanmaktadır. “Memleket”te ne kadar “ka-
operasyonlarıyla desteklenen bu legalizas- os” olursa, oradan “yaratıcı” bir varlığın
yon, 2000’li yıllara gelindiğinde neredeyse (kendileri!) çıkacağını ummaya çalışmakta-
tüm solu içine aldı. Sözde “illegal” örgütlen- dırlar.
mesi olduğu iddiasında da bulunan bir-iki Oysa, Feuerbach gibi ya da başka türlü
“utangaç legalist” de, “akademi” vs. derken, “dış dünya seyre dalındığı” zaman bile, “ka-
legalize olmak için fırsat kollamaya başladı- os” denilen ortamın, kimi zaman “kemalist-
lar.* ler” olarak tanımlanan, kimi zaman “eski
Her şey unutuldu. Varolan tek şey, “var- elitler” denilen, bir başka zaman “statüko-
mış gibi” davranmaktan ibaret hale geldi. cular” olarak adlandırılan, “hülasa” TSK’yla
AKP’nin “açık ara”, “ezici çoğunlukla” ikti- simgelenen “ulusalcılar” ile “ılımlı islamcı-
dara geldiğinden bugüne kadar gelişen si- lar” arasında bir iktidar/güç mücadelesine
yasal olaylar, özellikle son dönemde “Erge- sahne olduğudur. Bu güç mücadelesinde,
nekon çetesi” operasyonları ve ardından her sömürücü sınıfın ve kesimin mücadele-
TSK içindeki “darbeciler”e yönelik operas- sinde olduğu gibi, hak-hukuk, kural, ilke
yonlar ve “belgelemeler” ortamında bu le- yoktur. Çünkü politikada, her şeyi belirleyen
galize sol, sanki düzenin maddi bir alterna- güçtür. Gücü olmayanların, güçlüymüş gibi
tifiymişcesine, “devlet içi” çatışmaları “iti ite davranmaları onları hiç bir zaman güç yap-
kırdırtma” mantığı içinde yönetirmişcesine mayacağı gibi, güçle yürütülen politikada,
hareket etmeye başlamıştır. Her iddianın üs- onları kendisinin basit aletleri haline dönüş-
tüne atlamakta, her “belge” üzerine “dev- türür.
rim” yorumları yapmakta, her iki “it”in bir- Bilinmelidir ki, tarih, sınıf mücadeleleri-
birleriyle dalaşması sonucu “yorgun ve yıp- nin tarihidir. Ve dünyanın tüm pisliklerini,
ranmış” olarak çıkacakları beklentisi yarat- haksızlıklarını, insanlık dışı tarihini ortadan
makta ve sonuçta “itler” yıpranmış, yorul- kaldırabilecek tek sınıf, proletaryadır. Prole-
muş, güçsüzleşmişken birden bire “iktidar”ın taryanın devrimci niteliği, basit bir seçme-
kucaklarına düşeceğini beklermiş gibiler. cilik ya da “öznel tercih” değildir; onun ger-
Bu “bekleyiş” içinde de, kendilerini ka- çekliği maddi varlık koşullarındadır. Ama
dın hareketi, çevreciler, işsizler, toplumsal “ne yazık ki”, hiç kimse, hiç bir biçimde ve
hareket sendikacılığı vs. türünden “sınıflar hiç bir yerde bu sözü edilen “proletaryayı”
üstü kitle hareketleri”yle oyalamaya çalış- göremediği için, kendilerine (kadın hareke-
maktadırlar. ti, işsiz hareketi, öğrenci sendikası, öğrenci
Şüphesiz “ne olacak bu memleketin ha- inisiyatifi, toplumsal hareket sendikacılığı vs.
li?” sorusu, her zamanki gibi önemini ve vs. biçiminde) “misyon” yüklemektedirler.
güncelliğini korumaktadır. Ama “memleket” Bu “misyon”un devrimden anladığı da, ol-
denilen şey, zaten “kahrolsun”laştırıldığın- sa olsa ESP’nin “kuruluş deklarasyonu”nda
dan (ki “illegal” örgütlerin adından “Türki- Marks’a söylettiği gibi bir şey olacaktır.
ye” sözcüğü çıkartılarak bu konuda “ileri”
Şiddet, Terör,
Katliam, İnsancıllık
ve Dersim
Onur Öymen’in 10 Kasım günü TBMM’de na bakılmaksızın önsel olarak kabul gör-
yapılan “açılım” görüşmelerinde söylediği dü.
bu sözler üzerine ortalık karıştı, hassas, duy- Bu önsel kabulün en vurucu ifadesi ise,
gusal ve en zorlu konulardan birisi, “Dersim Seyit Rıza’nın idam edilmeden önce söyle-
dosyası” yeniden açıldı. Yazılı ve görüntülü diği sözlerdi: “Evladı Kerbelayık, bihatayık,
“medya”, günlerce Dersim isyanını konuş- ayıptır, zulümdür, günahtır!”
tu, tartıştı. AKP’nin “yandaş medyası”, Bu “insancıl”, duygusal sözler üzerinden
CHP’yi yıpratmak ve alevilerle olan gelenek- yürütülen “Dersim savaşı”, bir kez daha “la-
sel ittifakını bozmak için bu fırsatı kaçırma- ik-kemalist cumhuriyet” ile “şeriatçılar”ın
dı, tüm olanaklarını seferber etti. Hemen hesaplaşmasına sahne olurken, Dersim is-
her saat, bir “Dersim uzmanı” “medya”nın yanının insanları, basit bir “duygusal piyon”-
karşısına geçip, 1937-1938 Dersim isyanın- muşcasına bu hesaplaşmada kullanılmaya
da yapılan katliamları, katliamların yapılış çalışıldı. Böylece Dersim isyanının oluşumu,
tarzını ve ölenlerin (50 bin ile 100 bin ara- gelişimi ve sonuçları, özellikle de tüm ten-
sında değişen) sayısını vererek, “kemalist kil ve zorunlu iskan politikalarına rağmen
cumhuriyet”in Dersimlileri ve alevileri nasıl Dersimlilerin “T.C.” ve “kemalizm”le olan
katlettiğini anlattı. Ortaya çıkan sonuç ise, altmış yıllık ittifakı hiç araştırılmadan, sor-
Dersim isyanının diğer Kürt isyanlarından gulanmadan, tahlil edilmeden bu hesaplaş-
farklı olduğundan başka bir şey olmadı. manın tozu dumanı arasında bir yana bıra-
Oysa Onur Öymen’in konuşmasıyla baş- kıldı.
layan Dersim “isyanı”, “1935 Tunceli yasa- Dersim isyanı ve bastırılması, 1919-1922
sı”ndan 1938 “zorunlu iskan yasası”na, ze- ulusal kurtuluş savaşı sonrasında kurulan
hirli gaz kullanımına kadar uzanan geniş bir Türkiye Cumhuriyeti’nin, sözcüğün tam an-
“olgular” dizisini gözler önüne serdi. Tarih, lamıyla dönüşümünün kesinleştiği, Stalin’in
artık tarihçilere bırakılamayacak kadar “po- sözleriyle, “burjuva demokratik devrimin bi-
püler bir iş” haline geldiği için, sözü edilen rinci aşamasına çakılıp kaldığı” bir dönemin
“olgular” da, tarihsel olgular olup olmadığı- doruk noktasıydı. Küçük-burjuva devrimci-
KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2009
sömürenlerin zorunu, cebrini, tenkilini orta- ması gereğini kabul ederiz. Her sa-
dan kaldıracak tek tarihsel-insani eylem ol- vaşta kaçınılmaz bir biçimde olage-
duğunu da bilirler. len dehşete, zulme, sefalete ve işken-
Marksist-leninistlerin savaş karşısındaki ceye karşın, tarihte ilerici nitelikte
tutumu, her savaşın mutlak olarak kötü ve pek çok savaş vardır; bu savaşlar (ör-
yanlış olduğundan yola çıkmaz. Haklı ve neğin mutlakıyet ya da kölelik gibi)
haksız savaşları birbirinden ayırmak gerek- çok kötü ve gerici kurumların yıkıl-
tiğini söylerler ve bu ayrımı yaparlar. masına ya da (Türkiye ve Rusya’da
Bu bakış açısından Dersim isyanı ele olduğu gibi) Avrupa’da en barbar
alındığında, “mazlum tarafın”, yerel-feodal despotlukların ortadan kalkmasına
ayrıcalıklarını ortadan kaldırmak isteyen kü- yardım ederek, insanlığın gelişmesi-
çük-burjuva diktatörlüğe karşı direnişi ola- ne hizmet etmişlerdir. Bunun için,
rak tanımlamak olanaklıdır. Ama bu, yerel- bugünkü savaşın da tek başına tarih-
feodal ayrıcalıkların tarihsel olarak haklı ve sel özelliklerini incelemek zorunlulu-
“meşru” olduğu anlamına hiç gelmez. İster ğu vardır.” (Lenin, Sosyalizm ve Sa-
yerel, ister merkezi olsun, her türlü feodal vaş.)
ayrıcalık, tarihin aşılmış ve geçilmiş çağları- Diğer bir ifadeyle, “savaşın, düşüncenizi
na aittir. Bunları, bu ayrıcalıkları savunmak, baskı altına almasına izin vermek, onun ya-
devrimcilerin işi değildir. Böylesi “duygusal” rattığı korkunç izlenimlerin ve azap verici
bir ortamda ve duyguların düşünceyi baskı ağırlığın altında düşünmekten ve tahlil et-
altına aldığı bir zamanda söylenmesi çok mekten vazgeçmek başka bir şeydir.” (Le-
kolay olmasa da, söylemek zorundayız ki, nin)
böyle bir tutum, 1789 Fransız Devrimi’nde, Sorunu, duygusal düzeyde ele almak is-
özellikle 1792-93 “terör dönemi”nde Jako- teyenler, bu duygusal düzeyden yararlana-
benler tarafından giyotine gönderilen aris- rak insanların içgüdüsel tepkilerinden yarar-
tokratların arkasından ağlamaya benzer. lanmak isteyenler, elbette, bu sözlerden
Evet, Seyit Rıza’nın son sözleri bizi duy- hoşnut olmayacaklardır. Böyleleri, yalın ve
gulandırabilir, etkileyebilir. Ama tarihsel ger- sıradan bir “hümanizm” bağlamında, her
çekler sadece duygusal nedenlerle bir kez türlü şiddete karşı olduklarını en yüksek
bir yana bırakıldı mıydı, artık insanlık tari- sesle ilan etmeyi sürdüreceklerdir. Hatta,
hinden, insanlık tarihinin geleceğinden söz “sicil amiri” edasıyla marksist-leninistlerin
etmek çok zor olacaktır. “sicili”nin pek parlak olmadığını söyleyerek,
“Sosyalistler, halklar arasındaki bizlerin bu konuda söz söylemeye hakkımı-
savaşları daima barbarca ve canavar- zın olmadığını bile ulu orta söyleyebilecek-
ca bulmuşlar ve kötülemişlerdir. Bi- lerdir.
zim savaşa karşı tutumumuz gene de Biz, hiç kimseyi aldatmak, kandırmak
aslında burjuva pasifistleri ile anar- durumunda değiliz. İnsanları hoşnut etmek
şistlerden farklıdır. Her şeyden önce, için tarihsel gerçekleri çarpıtmak ya da gör-
biz, bir yanda savaşlar ile öte yanda mezlikten gelmek durumunda değiliz.
bir ülke içindeki sınıf savaşımları ara- Biz diyoruz ki, insanlık tarihi, bugüne ka-
sındaki ayrılmaz bağlılığı; sınıflar or- dar insanın insanlıktan çıkışının, barbarlığın
tadan kaldırılmadan ve sosyalizm ku- da tarihidir. Ve bu tarihin sonu, ancak insan-
rulmadan savaşların ortadan kaldırıl- lığın gerçek ve kalıcı kurtuluşu için proletar-
masının olanaksızlığını ve iç savaşla- ya devrimiyle olanaklıdır. Bu devrim, her
rın, örneğin, ezilen sınıfın ezene, kö- devrim gibi, zor eylemidir, ama çoğunluğun,
lenin köle sahiplerine, serflerin top- sömürülenlerin, ezilenlerin, azınlık üzerin-
rak beylerine, ücretli işçilerin burju- de egemenliğini sağlayan zor eylemidir. Her
vaziye karşı verdikleri savaşların hak- zor eylemi gibi, proletaryanın zoru da kan
lılığını, ilerici niteliğini ve gerekliliğini dökücüdür. “Kansız” devrimden söz ederek
tamamen kabul ederiz. Biz marksist- insanları aldatmak, onlara “güleryüzlü sos-
ler, hem pasifistlerden, hem anarşist- yalizm”den söz ederek kandırmak devrim-
lerden, her savaşın ayrı ayrı, Marx’ın cilerin işi değildir.
diyalektik materyalizmi görüş açısın- Her devrim, güçlü ve birleşik karşı-dev-
dan, tarihsel bir incelenmesi yapıl- rim yaratarak ilerler. Güçlü ve birleşik kar- 11
KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2009
Açılımın Açılımı:
ABD’nin Irak’tan Geri Çekilişi
ve Askeri Üsler
“ABD ‘planı’ olarak ‘Kürt açılımı’ndan en büyük çıkarı olan kesim, asıl ola-
rak ABD ve kısmen de Barzani-Talabani kesimidir. Bu nedenle, ‘plan’ın tam
olarak uygulanabilmesi için, gönülsüzleri birliğe zorlayabilmek için, ‘kamuoyu’nun
desteği kaçınılmaz hale gelmiştir. Ve ABD, ne denli yıpranmış olursa olsun,
Hasan Cemal ve Cengiz Çandar gibi ‘eski’ adamlarını yeniden devreye sok-
mak zorunda kalmıştır. Bahçeli’nin sözüyle, ‘on iki kötü adam’, tüm yıpranmış-
lıkları ve güvenilmezlikleriyle ABD’nin ‘Kürt açılımı planı’ için kamuoyu oluştur-
mak amacıyla harekete geçmişlerdir.
Kamuoyu oluşturmadaki tema ise, ‘akan kanın durması’, ‘analar ağlama-
sın’ vb. demagojik-hümanist sloganlardır. “On iki kötü adam”ın yetersizliği açık 13
KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2009
Bir zamanlar solda, devrimci soldan başına bir “manipülasyon” ve “toplum mü-
oportünistlere, “Sovyet sosyal emperyaliz- hendisliği”ne dönüştürülmesiyle birlikte de,
mi” teoricilerinden revizyonistlere kadar “olguculuk”, günlük olarak gelişen olaylar
hemen herkes “durum tahlili” yapardı. Du- üzerinden, ister “politik kulis” dedikodula-
rum tahliliyle yetinilmez, buna bağlı olarak rıyla, ister spekülatif yorumlarla “kehanet-
ya da buna dayandırılarak “taktikler” ilan lerde bulunma”yla özdeşleşerek genel ve
edilirdi. Her ne kadar bu “taktikler”, hemen egemen bir anlayış haline geldi.
her durumda kağıt üzerinde kalmış, “durum Bu egemen anlayış, giderek tüm küçük-
tahlilleri” hemen her zaman geleceğe iliş- burjuva önyargılara seslenen, bu önyargıla-
kin “kehanet tahminleri”ne dönüşmüşse de, rı esas alan, bu önyargıları harekete geçiren
sözde de olsa böyle bir şeyin “yapılması ge- “güdüleme” (manipülasyon) ve “yönlendir-
rektiği” genel olarak kabul edilirdi. me” “mühendisliğine” dönüştürüldü. Artık
1980 sonrasında örgütlülüğünü yitiren her gün, televizyonlarda ve gazetelerde ne-
sol, legalize olan sol, giderek bu türden yin ne olduğunu değil, neyin ne olacağını
“kehanet”lerde bulunmaktan uzaklaştı, “tak- büyük bir merakla izleyen ve sadece gele-
tik” denilen şeyi tümüyle unuttu. Bu arada ceğe yönelik “kahinlik”lere kulak veren bir
“durum tahlili”nin öztürkçeleştirilmiş hali “cemaat” ortaya çıktı.
olan “çözümleme yapmak”, PKK’lilerin di- Bu öylesine yaygınlaştı ki, artık uzun bir
linde “dur biraz düşünelim”in karşılığı ola- tarihsel süreçte çok ağır bedellerle öğrenil-
rak kullanılmaya başlanılmasıyla da, “taktik miş tarihsel-kitlesel dersler ve bunların so-
hevalım”a indirgendi. nuçları, kavramların içerikleri boşaltılarak
Solda, somut durumların somut tahlilini işlevsiz ve işe yaramaz hale getirildi.
yapmak, ülkenin ve emperyalist sistemin İşte “bu hava içinde”, legal sol ilişkiler
durumunu tahlil etmek bir yana bırakılırken, içinde “solcu”laşmış sol unsurlar, dedikodu,
küçük-burjuva “solcu enteller”in “olguculu- spekülasyon ve manipülasyon üçgeni için-
ğu”nu durum tahlillerinin yerine ikame et- de, “taktik hevalım” makyavelizmi ile “ba-
tiler. na göre”li geleceğin “kehaneti”nin arasına
Böylece, somut gelişmelerin ortaya koy- sıkıştı. Hemen her yazı, makale, köşe yazı-
duğu gerçeklerin ve olguların tahlili yerine, sı vs. sadece olgulardan söz eden ve bu ol-
ortaya çıkan olguların ve görüngülerin, iste- guları kendine göre (“kendi görüşüne göre”
yenin istediği gibi kurgulayabildiği, istediği ya da “niyetine göre”) kurgulayan, sıralayan
biçimde sıralayabildiği ve istediği biçimde ve “mantıksal çıkarsamalar” görünümü al-
bağlantılandırabildiği bir anlayış egemen ol- tında “kahenette” bulunan yazılı saçmalık-
14 muştur. “Medya”da köşe yazarlığının başlı lara dönüştü.
Kasım-Aralık 2009 KURTULUŞ CEPHESİ
ci önkoşulu, bölgede TSK’nın, isterse “terö- özel bir yere sahip değildir. Burada PKK’nin
riste karşı” olsun, hiç bir askeri harekatta “T. C.” ile yapacağı “mutabakat”tan daha
bulunmaması, bulunmaya gereksinim duy- çok Amerikan emperyalizmiyle varacağı
maması, daha tamcası, bulunamamasıdır. “mutabakat” önemlidir. Çünkü PKK saldırı-
Bölgede PKK ile TSK arasında süregidecek larından ilk planda etkilenecek olan bölge-
olan çatışmalar, açıktır ki bu bölgeye konuş- ye konuşlandırılacak Amerikan askerleri
landırılacak Amerikan askerleri ve üsleri için olacaktır.
önemli bir risk oluşturacaktır. PKK-ABD arasındaki “mutabakat” da,
Bu riskin yanında, Diyarbakır-Mardin-Şır- fazlaca zorlukla karşılaşmadan oluşturula-
nak bölgesindeki ABD üslerinin varlığı, bu bilir niteliktedir. “Tarihlerinde ilk kez bir dev-
bölge üzerindeki tüm hava sahasının ABD let kurma şansı yakalamış Kürtler”le başla-
denetimine geçmesi demektir. Bu durum- yan ve bu “şans”ı sağlayanın ABD olduğu-
da, (daha önce ABD’nin “Çekiç Güç”le Ku- na inanan, dolayısıyla Amerikan emperya-
zey Irak hava sahasında sağladığı mutlak lizminin himayesinde bir “Kürdistan” kuru-
denetim koşullarındaki gibi), hangi gerek- labileceğini kabul eden ve bundan hiç bir
çeyle olursa olsun TSK’ya bağlı “hava un- rahatsızlık duymayan bir toplumsal ortam-
surları”nın bölgede hareket ve harekât ola- da, açıktır ki, bu “mutabakat” zaten fiilen
nağı da tümüyle ortadan kalkacaktır. Açık- vardır.
tır ki, “hava destek unsurları”na sahip olma- Tüm bu önkoşullar, “gizli görüşmeler”
yan TSK’nın, bölgede askeri denetimi sür- yoluyla gerçekleştirilir gerçekleştirilmez (ki
dürebilmesi neredeyse olanaksızdır. Tayyip Erdoğan’ın 7 Aralıktaki Obama gö-
1 Mart 2003 tezkeresi günlerinde sıkça rüşmesiyle kesinleşeceği söylenebilir), so-
tartışıldığı gibi, böylesi bir durum, açıktır ki, runun asıl unsuru, yani Türkiye halkına böy-
“ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün” le bir durum ve askeri üslerin nasıl kabul et-
olan “egemen ulus”un, kendi devlet sınırla- tirileceği sorunu gündeme gelecektir.
rı içindeki belli bir toprak üzerindeki ege- Gerek 1 Mart tezkeresinin, gerek Ameri-
menliğini yitirmesi demektir. kan emperyalizminin Irak’taki açık yenilgi-
İkinci önkoşul, Kuzey Irak’taki “Kürdis- sinin yarattığı “moral üstünlük” karşısında
tan Özerk Yönetimi”nin “Arap saldırganlığı- böyle bir “tezkere”nin meclisten geçirilme-
na karşı” korunmasıdır. Kendi ülkesindeki si kolay olsa bile, halka kabul ettirilmesi o
Kürtlerle “savaş halinde” olan ve bu savaş kadar kolay değildir. Üstelik, bugün “Kürt
sürecinde Kuzey Irak yönetimini sürekli ola- açılımı” çerçevesinde sürdürülen yoğun
rak “tehdit eden” bir ülkenin, Türkiye’nin, propaganda ve manipülasyonlara rağmen,
böyle bir saldırganlığa karşı Kuzey Irak yö- bu konu, yani ABD’ye kara kuvvetleri üsleri
netimini korumasını beklemek, kediye ci- verilmesi konusu kamuoyundan tümüyle
ğer emanet etmeye benzer. Dolayısıyla, böy- gizlenmektedir. Yani bu konuda kamuoyu-
le bir “emanet” hiç bir biçimde Barzani ve nu koşullandırma ve güdülemeye yönelik
Talabani tarafından kabul edilmeyecektir. ciddiye alınabilecek herhangi bir hazırlık
Bu nedenle de, Kuzey Irak yönetiminin söz konusu değildir.
uzun dönemli “savunması” doğrudan Ame- Bugün için, kamuoyunun böylesi bir du-
rikan emperyalizmi tarafından üslenilmek ruma “alıştırılması” ve “kabul eder” hale ge-
zorundadır. tirilmesi çok kolay görünmemektedir. Üste-
Üçüncü önkoşul, böyle bir savunma, lik böyle bir girişimde bulunacak AKP hü-
dağlık ve engebeli bir yapıya sahip olan Ku- kümeti, yapılacak genel seçimlerde çok bü-
zey Irak topraklarında konuşlandırılmış as- yük oy kaybedebilecektir. Bu açıdan, Tayyip
keri birliklerle gerçekleştirilemez. Böyle bir Erdoğan ve mehteran takımının, böyle üs-
şey, her durumda bu askeri birliklerin saldı- ler oluşturulmasına ilişkin bir “tezkere”yi
rılara doğrudan muhatap olması anlamına meclisteki sayısal gücüyle geçirebilse de,
gelir. Bu nedenle de, “koruyucu güç”, her “kamuoyu” açısından büyük güç kaybede-
durumda Türkiye-Irak dağlık ve engebeli sı- ceğini söylemek de “kahinlik” sayılamaz.
nırlarının ötesinde, Türkiye topraklarında İşte önümüzdeki kısa vade içinde geli-
konuşlanmak zorundadır. şecek siyasal olaylar, ağırlıklı olarak böylesi
Bu önkoşulların yanında, PKK’nin “silah bir “sorunun” çözümlenmesiyle biçimlene-
bırakması” ya da “barış” ilan etmesi çok cektir. 17
KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2009
18
Kasım-Aralık 2009 KURTULUŞ CEPHESİ
Küçük-Burjuvaların Perspektifsizliği
Obama’nın Halleri
“Ve bugün bizi izleyen diğer halklara ve devletlere gelince, en büyük başkent-
lerden babamın doğduğu küçük köye kadar: Bilin ki Amerika, barışçıl ve onurlu bir
gelecek arayan her milletin, her erkeğin, kadının ve çocuğun dostudur. Ve biz bir
kez daha önderlik etmeye hazırız!” (Obama’nın yemin törenindeki konuşması, 20
Ocak 2009)
“Ne olursa olsun. İster Amerika’nın kendini dünyaya yeniden pazarlama taktiği
olsun, ister yeterince siyah olmasın. Ağladın mı ağlamadın mı arkadaş! Filinta gibi
siyah derili kardeşimiz kalbimizin tellerini tirim tirim titretmedi mi!
Bir an için ‘Ulan?! Yoksa?!’ diye şöyle en şokellasından bir umut gelip geçme-
di mi içinden! Ben buna bakarım. Zira Obama, sadece Obama değildir!
Obama, kendisinin de mükemmelen ifade ettiği üzere, ‘Evet, yapabiliriz!’ duy-
gusudur. Ve sırf bu yüzden Amerikan hegemonyasına karşı yazmadığını bırakma-
yan, ABD dış politikasına karşı eylemler örgütleyen bir kardeşiniz olarak diyorum
ki Obama, Obama’dan fazlasıdır!
O, Kuntakinte’nin zaferidir. O Kenya-spor’un dünyaya gol atmasıdır. Azgelişmiş
ülkelerin içli çocukları olarak tuttuğumuz zayıf takımların galip gelmesidir. Kapıcı
çocuklarının üniversiteyi bitirip doktor olmasıdır. Obama, zengin kızın fakir oğlanı
sevmesidir. Söyleyeceğiniz o çok önemli laf boğazınıza tıkanıp gırtlağınızı acıttığın-
da halden anlayan birinin çıkıp size yardım etmesidir.
Bu siyah kardeşimiz öyle ya da böyle dünyanın vicdanını gıdıklamıştır. Dünya-
nın bu tarafından ‘Thanks man!’ diyoruz kendisine. Sağ olasın Obama!”
(Ece Temelkuran, “Obama sadece Obama değildir!”, Milliyet, 7 Kasım 2008)
“George W. Bush, dünyadaki büyük değişime, dönüşüme ters bir siyasetin tem-
silcisiydi. O başka ülkeleri işgal ederek, yalan söyleyerek, yoksul ulusları ezerek
dünyaya hükmedebileceğini sanıyordu. Irak’ı işgal etti. İşgal yoluyla başka bir ülke-
ye ‘demokrasi’ getirilebileceği iddiasındaydı. Dünyaya acı çektirdi, kendi ülkesine
acı çektirdi. Çağın gelişmesine karşı durabileceğini sanıyordu.
Barack Obama, ABD’nin yeniden dünyayla uyumlu hale gelmesinin, kendi ül-
kesinin gerçekliğiyle yüzleşmesinin temsilcisiydi. ABD halkı, Barack Obama’yı se-
çerek tarihsel bir yanlışı düzeltiyor, dünyayla barışmanın mesajını veriyordu.
Obama seçimi kazanarak, yüz yıllara dayalı ırkçılığı yenmekle kalmıyor, dün-
yanın yoksullarının, altta kalanlarının da yeni umutlar içinde olması için bir ışık ya-
kıyordu. Olur mu olmaz mı, onu kimse iddia edemez, ama şurası bir gerçek ki, dün-
ya değişiyor. Dünya ortak bir köye dönüşüyor ve dünyada ortak değerler eskisin-
den daha güçlü bir şekilde kendisini hissettiriyor.” (Oral Çalışlar, Radikal, 7 Kasım
2008)
19
KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2009
18 Ekim 2009
ABD Kara Mayınlarını Yasaklama Kampanyası (USCBL) ve destekçi kuruluşu
Handicap International, yeni Nobel Barış Ödülü sahibi Barack Obama’ya Amerika
Birleşik Devletleri’ni kara mayınlarını ve misket bombalarını veya bombaları çoktan
yasaklamış olan ve çoğunluk haline gelen dünya uluslarından biri haline getirmesi
yönünde çağrıda bulundu.
Handicap International’ın eş kurucusu ve yöneticisi Jean-Baptiste Richardier ise
bugün konuyla ilgili şu açıklamada bulundu: “Obama tarafından başlatılan yeni Ame-
rikan diplomasisinin bu şekilde tanınması, savaş zamanlarında bile her şeye izin
verilmediği bir dünya görüşünü temsil ediyor. Nobel Komitesi, silahsızlanma mese-
lesini uluslararası gündemin merkezine taşıyarak, tüm hükümetleri ataletten kurtul-
maya, engelleri aşmaya ve silahsızlanma ve silah denetimi ile ilgili müzakereleri
güçlendirmeye davet ediyor.”
25 Kasım 2009
Barack Obama başkanlığındaki Amerikan yönetimi, kara mayınlarının yasaklan-
masını öngören uluslararası antlaşmayı imzalamama kararı aldı.
Mayınların üretimine, kullanımına, stoklanmasına ve ticaretine son verilmesini
öngören Kara Mayınlarının Yasaklanması Antlaşması, şimdiye dek 150’den fazla
ülke tarafından imzalandı. Anlaşmaya imza koymayan ülkeler arasında ABD’nin ya-
nı sıra Çin, Hindistan, Pakistan, Myanmar ve Rusya bulunuyor.
Konuya ilişkin açıklamada bulunan İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün silahlarla
ilgili bölümünün direktörü Stephen Goose, ABD yönetimin yaptığı açıklamanın ken-
disini şaşırttığını belirterek, ABD yönetiminin tutumunu ‘düş kırıklığı yaratan bir ka-
rar’ olarak niteledi. Direktörü bulunduğu bölümün ABD yönetimini, mayınlar konu-
sunda politikasını gözden geçirmesi için sıkıştırdığını belirten Goose, ancak Oba-
ma yönetiminin mayın politikasının gözden geçirildiğine ilişkin bir işaret vermediği-
ne dikkati çekti. Goose, ‘’Eğer bir gözden geçirme yapılmışsa bu, kapsamlı bir göz-
den geçirme olmamıştır’’ dedi.
2 Aralık 2009
Obama, yeni Afganistan stratejisine dair New York West Point Askeri
Akademisi’nde yaptığı konuşmada, “Başkomutan olarak, Afganistan’a 30 bin takvi-
ye Amerikan askerinin gönderilmesinin hayati ulusal çıkarımıza olduğuna karar ver-
dim” dedi.
Barack Obama, “Afganistan’da bir kez daha kanserin yayılmasını önlemek için
bulunuyoruz. Aynı kanser, Pakistan’ın sınır bölgesinde de kök saldı. Bu nedenle,
sınırın her iki tarafından işleyen bir stratejiye ihtiyacımız var” ifadesini kullandı.
Obama, yeni stratejisinin üç ana hedefinin bulunduğunu ifade ederek, bunları
El Kaide’nin güvenli barınak imkanına erişmesinin engellenmesi, Taliban’ın sağla-
dığı ivmenin tersine çevrilmesi ile Afgan hükümetini devirebilme kapasitesine ula-
şabilmelerinin önlenmesi ve Afgan güvenlik güçleriyle hükümetinin güçlendirilmesi
olarak sıraladı.
Obama, Afganistan savaşını Vietnam savaşına benzeten yorumları reddederek,
ikisine dair karşılaştırmanın “tarihin yanlış okunmasının bir sonucu” olduğunu be-
lirtti. Obama, ülkesinin Afganistan’daki varlığının Vietnam’a dönmeyeceğinin sözü-
nü verdi.
Vietnam’ın tersine, ABD’ye Afganistan’da, 43 ülkenin içinde yer aldığı bir koa-
lisyonun da katıldığına ve geniş kapsamlı, yaygın bir direnişle karşılaşılmadığına
dikkati çeken Obama, Vietnam ile Afganistan arasındaki en büyük farkın, “Ameri-
kan halkının Afganistan’dan zalimce saldırıya uğraması ve El Kaide tarafından bir
hedef olarak görülmesi” olduğunu söyledi.
Öte yandan ABD’nin Afganistan’daki güçlerinin komutanı General Staney Mc-
Chrystal, yaptığı açıklamada, takviye güçlerinin nihayetinde Afgan güvenlik güçle-
rinin eğitimini hızlandıracağını, şehir ve kasabaları koruyacağını söyledi. Ana ça-
balarının Afgan askerlerinin eğitilmesi olduğunu bildiren McChrystal, Afgan ordu-
sundaki asker sayısının mevcut sayının iki katından fazlası olan 400 bin rakamına
ulaşması için 4 seneye ihtiyaç olduğunu söyledi.
20 Afganistan’daki operasyonlarının başarısının Afgan halkının kafasında şekille-
Kasım-Aralık 2009 KURTULUŞ CEPHESİ
Küçük-burjuvazi “ilginç” bir sınıftır. Bü- lamayla ilgili bildiği iki şey de, ya siyasal ik-
yük burjuva olmayı özler, ama yaşam onu tidar aracılığıyla ya da eğitim görmüş aile
sürekli daha “aşağıya”, işçi sınıfının yanına bireyleri aracılığıyla devlet bürokrasisi için-
gönderir. Sahip olduğu küçük mülkiyetiyle, de bir “ele” sahip olmaktır. Bu iki şeyin bi-
savunucusu olduğu “mülkiyet düzeni” tara- rincisi, onu iktidar sahiplerine yakın durma-
fından mülksüzleştirilince sosyalist, sosya- ya itelerken, ikincisi onları “aydınlanma”
lizm tarafından mülkiyeti kolektif mülkiyet yandaşı haline getirir. İktidar sahiplerinin ik-
haline getirilince hümanist olur. tidarı kaybedeceklerini gördüklerinde “ge-
Onun soy ağacı küçük toprak mülkiye- mi”yi ilk onlar terk ederler.
tiyle başlar. Bu nedenle, küçük-burjuvazi Küçük-burjuvazinin eğitim görmüş, “mü-
“köy” kökenlidir. Ticarette adı “esnaf ” olur- rekkep yalamış münevverleri”ne de “aydın”
ken, sanayideki adı “KOBİ” olur ve şimdiler- adı verilir. Yazında “küçük-burjuva aydınla-
de “organize sanayi bölgeleri”nde toplaş- rı” olarak ifade edilen bu “münevverler”, la-
mıştır. Turgut Özal’ın dilinde onlar “orta tin dillerinde “entelektüeller”dir. Eğitim gör-
direk”tir, “liberal-sol” için “orta sınıf”tır. “Or- müşlüklerini büyük burjuvaziye ücretle ki-
ta-direk” sıfatı, mevcut düzenin belkemiği- ralarlar, onlar adına ve onlar için “düşünce
ni oluşturdukları için onlara bahşedilmiştir; üretirler”. Her ne kadar büyük burjuvazinin
işçi ile kapitalist arasında, proletarya ile ka- (kapitalistlerin) çıkarlarını “düşünsel” alan-
pitalist-burjuvazi arasında yer aldıkları için da savunucusu ve meşrulaştırıcısı, yani ide-
de “orta sınıf ” oluverirler. olojik üreticisi olsalar da, kendi özlerinden
Kimileri için, dünya tarihi kadar eskidir- de vazgeçemezler. bu yüzden, her ideolojik
ler; her dönemde, her toplumsal düzende çıkarsamasının içinde kendi özsel özlemle-
vardırlar, var olmuşlardır. Feodalizmde dinin ri az ya da çok yer alır.
baş koruyucusu ve savunucusuyken, feodal Çok “okumuş” olduğundan çok bilmiş-
beylerin “zanaatkarı” olarak yaşayıp, feoda- tir. Kapitalistlerin ücretli “düşünürleri” ola-
lizme ve efendiler değiştiğinde de kapitaliz- rak burjuva ideolojisini kendilerinin yarattı-
me eklemlenirler. ğına inanır. Maksim Gorki’nin deyişiyle, “her
Konformisttirler, her döneme, her çağa, düğünde gelin, her cenazede ölü” olmayı
her ortama ve her efendiye kolayca uyum ister. Hep önde olmalıdır, hep gözler onda
sağlarlar. Böyle oldukları için de, fırsatçıdır- olmalıdır, hep el üstünde tutulmalıdır. Sıra-
lar (oportünist). Kapitalizm koşullarında, ön- danlaşmış alaturka şarkıcılar gibi “alkışlar”la
ce sanayici kapitalistler tarafından, ardından yaşar, alkışlarla gömülmek ister.
büyük tüccarlar tarafından ve en sonu ma- Ama “ilkel ve sonal” amaçları hep bü-
li sermaye tarafından iliklerine kadar sömü- yük burjuva olmak olduğundan, bu amaç
rülürler ve sömürülecek halleri kalmadığın- için yapamayacakları yoktur. Siyaset deni-
da da “sıkılmış limon” gibi mülksüzleştirile- len şey, bu “ilkel ve sonal” amaca ulaşma-
rek bir çöplüğe atılırlar. Bu yüzden de, her nın aracıdır. Bu amaca ulaşma umudunu
şeyde marjinaldirler. varettiği sürece, siyasal düzenin demokrasi
Büyük burjuva, kapitalist ve hatta tekel ya da faşizm olmasının hiç önemi yoktur.
olmak ister. Bunun özlemiyle yanıp tutuşur. Umutlarını yitirdiklerinde ise, hızla sola sav-
Bu yüzden “romantik-hayalci”dir, “ihtiras” rulurlar ve hızlı solcu olurlar.
sahibidir, gözü yükseklerdedir. Sınıf atlamak Solculukları her ne kadar saman alevi gi-
onlara özgüdür, büyük burjuva olmaya doğ- bi birden yanıp sönse de, solcu sıfatlarını
ru atılmış her adım onlar için “sınıf atlama”- her zaman yanlarında taşırlar. Solculukları-
dır. nı egemen sınıfa karşı bir “tehdit aracı” ola-
Bildiği tek şey sınıf atlamaktır ve sınıf at- rak kullanırlar. Eğer hasbel kader bir sol ör- 21
KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2009
gütlenme içinde yer almışlarsa, “tehdit ara- (üstelik “kanaat önderleri” gibi şatafatlı sı-
cı” başlı başına bir “güç aracı”na dönüştü- fatlara da sahiptirler), olmasını istedikleri ile
rülmeye çalışılır. olanlar arasındaki ilişkiyi sürekli karıştıran
Burjuva ideolojisinin sürdürücüsü olduk- küçük-burjuva “aydın” tipleridir.
ları için, kendilerinden daha “aşağıdakiler”i Kimi zaman bu “aydın” tipler, “tabuları
nasıl aldatabileceklerini, kandırabilecekleri- yıkmak” sloganıyla ortalığı birbirine katarlar.
ni iyi bilirler. Yüzyıllar boyu büyük burjuva Servetin yeniden dağıtımının yapıldığı bir
olma hayalleri ve umutlarıyla kandırıldıkla- dönemde (AKP’nin yedi yıldır yaptığı gibi),
rı için de, bunun pratik yollarını iyi öğren- eski “statüko”ya saldırmakta hiç tereddüt
mişlerdir. etmezler. Saldırdıkları eski “statüko”, kendi-
Bu sınıfın aydınları, sınıfın kendisi gibi lerinin küçük-burjuva olarak kalışlarından
“orta yolcu”dur, gözü yukarda, ayağı çukur- başka bir şeyi temsil etmediği için, saldırıyı
da yaşarlar. Bu nedenle de, sürekli ve tutar- çoktan hak etmiş olarak görünür. Eski
lı ilişkiler kurmakta zorlanırlar, ilkesizdirler. “statüko”yu ne kadar yerden yere çalarlar-
Büyük burjuva olma umutları arttığında, sa, onunla aralarındaki köprüleri ne kadar
düzenin yılmaz savunucuları olurlar, şöval- yıkarlarsa, o kadar eski konumlarına, yani
ye zırhlarına bürünüp düzen karşıtlarına kar- küçük-burjuva konumuna geri dönmeye-
şı savaşa girerler. Umutları azaldığında ise, ceklerine inanırlar. Bu nedenle de, “eski”yi,
savruldukları solda yine aynı şövalye zırhla- yani tarihi çarpıtmaktan geri durmazlar. Hat-
rıyla (ama tenekeden yapılmış) “ezilenlerin, ta ilk başta tarihi, “eskiyi” çarpıtarak işe baş-
yoksulların sözcüsü ve yılmaz savaşçısı” ola- larlar.* Bu konuda ülkemiz oldukça bere-
rak en ön safta yer alırlar. ketli ve verimli bir toprağa sahiptir.
Öylesine akışkan, öylesine değişken, öy- Obama olayında olduğu gibi, Ergene-
lesine belirsiz bir kapitalist düzende, onla- kon’dan “kemalizm”e, faşizmden sosyaliz-
rın istikrarsızlığı, tutarsızlığı kendilerine “tu- me, “Kürt açılımı”ndan Dersim’e kadar her
tarlılık” olarak görünür. Dün, dündür, bugün konuda kalem oynatırlar, kılıç sallarlar, kal-
bugündür. Her değişen duruma uyum sağ- kan olurlar. Bunu yaparken, “yeni-osmanlı”-
lama yetenekleri yüksektir ve her uyum sağ- nın kılıç-kalkan ekibi olmaktan hiç imtina
layışlarında bir önceki konumlarından hızla etmezler.
uzaklaşırlar. Dün “beyaz” dediklerine, bu- Ve yine Obama olayında olduğu gibi, kü-
gün “siyah”, yarın “gri” demekte tereddüt çük-burjuva aydınlarının “perspektifsizliği”,
etmezler. Kapitalizmin sürekli belirsizliği
içinde sürekli “fikir” değiştirirler, “eski” fikir-
lerinden hızla dönerler, ama “dönek” denil- * Son Dersim “tartışmaları” sırasında bu kılıç-kal-
kan ekibinin en popüler üyelerinden birisi olan Bas-
mesinden hiç hoşlanmazlar. Tıpkı küçük- kın Oran’ın şunları yazarken hiç bir “akademik” ya da
burjuva oldukları halde küçük-burjuva de- bilimsel kaygı duymadığı da açıktır: “Zehirli gazın sa-
nilmesinden hoşlanmadıkları gibi. Bu yüz- vaşlarda kullanımı 1889 Lahey Sözleşmesi’nden beri
den en sevdikleri tekerleme, “dünyada de- yasak ama, devletin kendi vatandaşına kullanmasına
bir yasak yok.” Baskın Oran bu sözlerini İhsan Sabri
ğişmeyen tek şey değişimdir” tümcesidir.
Çağlayangil’e ait olduğu iddia edilen bir “ses kaydı”n-
İşte bu küçük-burjuva sınıf ve onun ay- daki sözlere dayanarak söyler. Baskın Oran’ın 1889
dını, bu ilkesiz, tutarsız, kararsız, değişken, Lahey Sözleşmesi’yle “zehirli gazların savaşta kullanı-
bencil halleriyle sürekli bir dünya görüşüne mı”nın yasaklandığına ilişkin söyledikleri doğrudur,
sahip olamazlar. Sınıfsal konumları sürekli ancak aynı Lahey Sözleşmesi’ni imzalayan ülkelerin
yirmi beş yıl sonra, I. Dünya Savaşı’nda tarihin gördü-
“kaygan” bir zemin oluşturduğu için de, top- ğü en büyük “zehirli gaz” savaşını yürüttüklerinden
lumsal düzenin evrim ve devrimine öncü- hiç söz etmez. Baskın Oran’a inananlar, sanacaklar-
lük de yapamazlar. Sözcüğün tam anlamıy- dır ki, 1889’dan sonra “zehirli gaz” (kimyasal silah)
la “perspektifsiz”dirler; diğer bir ifadeyle, hiç kullanılmamış ve sözleşmeye rağmen “T.C.” Der-
sim’de bunu kullanmıştır. Tıpkı Saddam Hüseyin’in
bakış açıları ya hiç yoktur ya da istikrarsız-
Halepçe’de kullandığı gibi.
dır. Diğer yandan, her türlü telefon kayıtlarının, özel
Yazımızın başında yer alan Obama’ya görüşmelerin ses kayıtlarının ortalıkta dolaştığı bir dö-
ilişkin “değerlendirmeler” ve gerçekler, bu nemde “araştırmacı” Ayşe Hür’ün İhsan Sabri Çağla-
perspektifsizliğin, tutarsızlığın, ilkesizliğin bir yangil’e ait olduğunu “ilan” ettiği ses kaydının da kay-
nağı (ne yazık!) belirsizdir. Ama kaynağı belirsiz ve
kaç somut örneğidir. gerçekliği “teyit edilmemiş” bir ses kaydının “belge”
22 Daha dün Obama’ya övgüler düzenler olarak sunulması da, bir başka “tarihçilik” örneğidir.
Kasım-Aralık 2009 KURTULUŞ CEPHESİ
aynı zamanda kendilerinin ait olduğu sını- larının da, tutarlı olmak ve gerçek dünyayı
fın kaypaklığının ve tutarsızlığının bir yansı- kendi nesnel gerçekliğiyle kavrayabilmek
sıdır. için, proletaryanın dünya görüşünden (pers-
Tarih açıktır, kapitalizmin gelişim süreci pektif) başka seçenekleri de yoktur. Bir gün
nettir. Küçük mülkiyet, ne denli kendisini bu gerçeği anlayabilirlerse, işte o zaman ta-
egemen üretim ilişkilerine şöyle ya da böy- rihlerinde ve yaşamlarında ilk kez (ve belki
le eklemleme yetisi gösterse de, büyük ço- son kez), tutarlı olmayı becerebilecekler,
ğunlukla umduklarının tersine, işçileşmek, toplumun “sözcüsü” olmaktan toplumun
proleterleşmek zorundadırlar. Onların aydın- parçası olmaya geçiş yapabileceklerdir.
23
KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2009
yapma “hakkı”nı kendisinde gören, “huku- ka planında, Deniz Feneri olayıyla Alman-
kun üstünlüğü”nü kendi üstünlüğü olarak ya’da “milli görüş”ün köşeye sıkışması bu-
algılayan, “anayasayı bir kez çiğnemekle bir lunmaktadır.
şey olmaz” diyen Turgut Özal’ın veliahtı Tay- İsviçre yurttaşları kendi demokrasilerinin
yip Erdoğan, İsviçre demokrasisinin, o ünlü demokratik bir hakkını kullanarak “minare
doğrudan demokrasinin ülkesinin yurttaşla- inşaatının yasaklanması” için referanduma
rının kendi anayasal haklarını kullanarak gitmiş ve “yasakçılar” “açık ara” referandu-
gerçekleştirdiği referandumun yok sayılma- mu kazanmışlardır. Hiç kimse referandu-
sını istedi. mun sonucuna bakarak, bir ülke yurttaşla-
Elbette Tayyip Erdoğan ve mehteran ta- rını demokratik haklarını kullandığı için ırk-
kımı için demokrasi bir “amaç” değil “araç”- çılıkla, milliyetçilikle vs. suçlayamaz. İslam-
tır. Araç olabildiği sürece vardır, olmadığı cının “ılımlı”sının da, “radikal”inin de önce-
yerde ya da oldurulamadığı yerde olmasa likle içlerine sindirmeleri gereken budur.
da olur. Böyle bir demokrasi anlayışına sa- Bu içe sindirildikten sonra, Avrupa’da
hip olanların, “özgürlüklerin rahatça yaşa- neler olduğuna, yabancı düşmanlığının na-
nabildiği” İsviçre’de, yurttaşların referandum sıl geliştiğine ve yaygınlaştığına bakılabilir
hakkını kullanmalarını “insanlık suçu” işle- ve bunun karşısında neler yapılması gerek-
mekle itham etmesi de olağan sayılır. tiği üzerine konuşulabilir.
Şüphesiz birilerinin çıkıp, Tayyip Erdo- Bunun yerine, dün Danıştay ve Anayasa
ğan’a İsviçre’nin değil Yunanistan’ın “de- Mahkemesi kararlarına karşı “ulemaya so-
mokrasinin beşiği” olduğunu öğretmesi, bir run” diyen Tayyip Erdoğan, şimdi İsviçre
başkasının Egemen Bağış’ın açgözlülüğünü yurttaşlarına demokrasi dersi vermeye kalk-
ve fırsatçılığını dizginlemesi beklenemez. maktadır.
Söylenecek tek söz de, yine Tayyip Erdo- Bugün Avrupa’da, çoğunluk olarak Al-
ğan’ın incilerindendir: manya’da yaşayan Türkiyeli insanlar, her
Minareler süngü, kubbeler miğfer türlü ayrımcılığın, yabancı düşmanlığının,
Camiler kışlamız, mü’minler asker dışlanmışlığın içinde yaşamaktadırlar. Baş-
Bu ilahi ordu dinimi bekler kalarına demokrasi dersi vermeye kalkan-
Allahu Ekber, Allahu Ekber. lar, öncelikle bu Türkiyeli insanları “bağış”lar
Bu sözlere “iman” etmiş şeriatçıların ve için “sağmal inek” olarak görmekten uzak-
şeriat özlemcilerinin İsviçre’deki yabancı laşmalıdırlar. Ama bu yeterli değildir. Avru-
düşmanlığının dışa vurumu olan referandu- pa’nın ortasında, hıristiyanlıkla aşık atmaya
ma ilişkin tek söz söylemeye hakları yok- kalkışan ve AKP iktidarıyla gittikçe pervasız-
tur. laşan, ama yıllarca Avrupa ülkeleriyle sıkı iş-
Evet, Avrupa’da yabancı düşmanlığı gi- birliği içinde faaliyet gösteren “milli görüş”-
derek artmakta ve yayılmaktadır. Kimi ülke- lerinin arkasındaki devlet desteğini çekme-
lerde açık ırkçılığa dönüşen, kimi ülkelerde leri gerekir. Ve bilmeli ve öğrenmelidirler ki,
şovenistleşen yabancı düşmanlığının hedef din özgürlüğünün gerçek ve tek güvencesi
kitlesi de Türkiyeli insanlardır. Bu, açık bir laikliktir.
gerçektir. Ama bir başka açık gerçek de, Konu laikliğe geldiğinde Almanya’nın
“milli görüş” adı altında şeriatçıların Avrupa “tarafsızlık ilkesi”ni gerçek din özgürlüğü-
ülkelerinde güç kazandıkları, milyarlarca nün örneği olarak sunanların, işlerine gel-
dolar para topladıkları ve bu faaliyetlerinde meyince “İlkel, çağdışı ve batılı bir anlayış”-
Avrupa devletleri tarafından kollandıklarıdır. tan söz etmeye hiç hakları ve hukukları yok-
Daha düne kadar Almanya’da “entegras- tur.
yon” karşılığında (bunu Türkiyelilerin “uslu” İsviçre’deki referandum, bir yanıyla is-
insanlar olarak kaderlerine boyun eğdiril- lamcıların ikiyüzlülüğünü (“takiyye”), bir ya-
mesi olarak okuyun) Türkiyeli çocuklara nıyla da Avrupa’da gelişen ve yayılan yaban-
okullarda verilecek din derslerine talip olan cı düşmanlığını gözler önüne serdiği için
“milli görüş”, şimdi, Deniz Feneri olayından “hayırlara vesile” olmuştur. Şimdi artık so-
sonra süngüleri düşmüş, yıllardır istedikleri run, bu iki varlığın varlıklarına karşı müca-
gibi at koşturdukları Avrupa’da köşeye sıkış- dele etme sorunudur. Birinden kurtulunma-
mışlardır. Tayyip Erdoğan’ın hezeyanının ar- dan ötekinden kurtulunamayacaktır.
25
KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2009
Dünyanın En Etkili
500 “Müslüman”ı
Kendilerini “tanrının askerleri” olarak ka- sahip oldukları iyi eğitimli genç üyeleri sa-
bul eden cizvitler, tarih boyunca katolik mis- yesinde karşıt oldukları kurum ya da toplu-
yonerleri olarak faaliyet yürütmüşlerdir. Fa- luğun içine sızarak kendi ilke ve fikirlerini
aliyetlerini doğrudan “yoksulların” arasında içerden aşılarlardı. Bu şekilde içerden yapı-
yürüten cizvit papazlarının “kadro” kaynağı lan baskı ile o kurum kısa sürede içerden
her zaman bu yoksulların çocukları olmuş- yıpratılır ve tamamen yozlaştırılırdı”.
tur. Kendi papazlarının yönetiminde oluştur- Eğer bu cizvit çalışma tarzı fazla “yaban-
dukları özel okullarda yoksul çocuklarını di- cı” gelmiyorsa, “katolik ve cizvit kimlik”li bir
ni eğitimden geçiren cizvitler, bunları, mis- üniversitenin desteklediği bir araştırmada
yoner olarak katolik inancının yaygınlaştırıl- Fettullah Gülen’in “en etkili müslüman” ara-
masında kullanmışlardır. Özellikle Latin- sında özel bir yere sahip olması çok doğal
Amerika’da cizvit papazları, Latin-Amerika’- görülmelidir.
nın İspanyollar tarafından sömürgeleştiril- Halk deyişiyle, “şıracının tanığı bozacı”
mesinde “sivil güç” olarak etkin rol oyna- olduktan sonra, Hayrünnisa Gül gibi, Emine
mışlardır. Bir kaynağa göre, cizvitlerin çalış- Erdoğan’ın ifadesiyle, “bizim moda manke-
ma tarzı şöyle anlatılır: “Cizvitler, fikirlerine nimiz”in “en etkili müslümanlar” arasında
karşı çıktıkları bir kurum ya da topluluk ile yer bulması da, ABD’de “muhkim” Fettullah
karşılaştıklarında asla açıkça kavgaya gir- Gülen ile cizvit papazlarının “enternasyo-
mezler, sinsi ve gizlice her türlü etkinlikte nalizmi”nin de yol bulması sürecektir.
bulunarak o kuruluşu yıpratırlardı. Özellikle
27
KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2009
Yasadışı Demokrasi:
Genelkurmay’ın “Andıcı” ve
TİB’in Sakıncalı Siteleri
29
KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2009
“Türkiye siyaset sahnesine yeni bir parti çıkıyor. Yıllardır devrim ve sosyalizm
mücadelesinin ön saflarında yer alan bizler, Ezilenlerin Sosyalist Partisi’ni kuruyoruz.
Emperyalist küresel krizin yerküreyi sardığı, dünyanın pek çok ülkesinde savaş ve
işgallerin hüküm sürdüğü; Kürt ulusal direnişinin bölgesel çapta sömürgeci cepheyi
bunalttığı; kırdan kente göçün artarak emekçi semtleri birer üretim ve yerleşim hav-
zasına dönüştürdüğü; fabrikaların işçi hapishanelerine ve işçi sınıfının üretim tutsak-
larına dönüştürüldüğü; Türk egemen sınıflarının ‘Kürt sorunu’ ve ‘Ermeni sorunu’ üze-
rinden tarihsel gerçekleriyle yüzleşmek zorunda kalarak iç ve dış politikalarını yeni-
den yapılandırmaya giriştiği; evrensel ölçekte Marksizmin saygınlığını yükselttiği ko-
şullarda kurulan Ezilenlerin Sosyalist Partisi, dünya halklarını Türkiye’deki evrensel
mevzisi olarak, işçi sınıfı ve ezilenlerin bağrında devrim umudunu büyütecek, sosya-
lizmi seçenekleştirecektir.” (ESP Kuruluş Deklarasyonu.)
7 Kasım 2009 günü Taksim Hill Otel’de azından “bir seçimlik” birliğini sağlamaktır.
düzenlenen “basın toplantısı”yla yeni bir Kendi dışındakileri “tekkecilik”le, “hizipçi-
partinin, ESP’nin kurulduğu ilan edildi. Böy- lik”le, “küçük olsun, benim olsun” mantı-
lece legalist “sol” partilerin sayısı onu geç- ğıyla parti kurmakla “eleştiren” (daha doğ-
ti. Ancak bu “yeni” legalist parti, her zaman rusu suçlayan) bu legalist partilere bir yeni-
olduğu gibi “diğerlerinden farklı”dır, çünkü sinin eklenmiş olması pek de şaşırtıcı olma-
bu “yeni” partinin sıfatları arasında “mark- maktadır.
sist leninist komünist” sözcükleri yer alır. Elbette “demokratik” bir ülkede, “de-
Her ne kadar “Ezilenlerin Sosyalist Partisi” mokratik” anayasal güvence altında “kanun
adını taşıyorlarsa da, şüphesiz “teorik” bir dahilinde” herkesin örgütlenme hakkı var-
tartışmada kendilerinin “yasal formda” “iş- dır. “Demokrasi”nin kuralı gereği, “kanunda
çi sınıfının partisi” olduklarını da söyleye- belirtilen durumlar dışında” hiç kimse, hiç
ceklerdir. Kendi “deklarasyon”larına göre, kimseyi bu haktan mahrum edemez.
“devrimci mücadelenin yasal formda en üst İşte “marksist leninist komünist”ler de
örgütsel biçimi” olarak ESP, her ne kadar bu haklarını kullanarak ESP adıyla “yasal
“devrimci mücadele” açısından tartışılabilir form” tutmuşlardır.
bir konumdaysa da, “plat-form”dan “yasal “Eskiden” Türkiye’de “faşist diktatörlük”-
form”a dönüştüğü açıktır. ün var olduğuna inanılırdı. Buna inanıldığı
Bilindiği gibi, her seçim öncesinde lega- için de, hemen her yeni sol örgüt “yasadı-
list “sol” ya da “sosyalist” partiler bir araya şı” olarak kurulur, yasadışı olarak faaliyet
gelerek “çatı partisi” ya da “ittifak” kurma yürütür ve nihayetinde çokluk ve çoğunluk
çalışmaları yürütürler. Bu çalışmaların ge- olarak yasadışı olarak varlıkları sona ererdi.
30 rekçesi ise, “bölünmüş sosyalist sol”un, en Ancak her “yasadışı” örgüt, kendisinin “dev-
Kasım-Aralık 2009 KURTULUŞ CEPHESİ
gün ve Taraf gazetesine Ergenekon karşıtı biçimde de olsa kullananlar için durum çok
“ilan” vermenin başka bir açıklaması yok- farklıdır. SİP-TKP’sinin, “bir yerlerle” anlaşa-
tur. Biraz daha çaba gösterirlerse, “form”un rak, “icazetle” SİP’ten TKP’ye dönüşmesi
“ileri gelenleri”nden bazılarının Taraf gaze- her ne kadar “Ankara kulisi” rivayetleriyse
tesinde “köşe” yazarlığına terfi ettiğini gör- de, Taraf üzerinden bir yerlere taraf olduk-
mek ve belki AKP’nin “inayeti” ve yargıya larının “mesaj”ını göndermek rivayet ötesi-
“müdahelesi”yle “içerdekiler”in dışarı çıkar- dir.
tılacağı “umutlarını büyütmeleri” fazla şaşır- Kimsenin sözlerimizin içeriğinden ve
tıcı olmayacaktır. sözcüklerin imasından bir “anlam” çıkarma-
Hayır! Böylesine “tuhaf”lıklar Latin-Ame- ya çalışmasına gerek yoktur. Biz, sadece
rika devrim tarihinde sıkça yaşanmışsa da, olanları söylüyoruz. ESP’nin “doğal mütte-
Türkiye’de ilk kez olmaktadır. Polis operas- fik” kabul ettiği DTP bile, böylesine açık bi-
yonlarına maruz kalmak, bunun sonucu ola- çimde Taraf’ın “liberalleri” üzerinden siya-
rak yönetici kadrolarının tutuklanması elbet- set yapmaya kalkışmamıştır. ESP ise, açık
te “mücadele”nin bir parçasıdır. Ama Taraf ve yalın biçimde Taraf üzerinden siyaset
gazetesi üzerinden bir yerlerle “uzlaşmaya” yapmaya soyunmuştur.
çalışmak ve onların “inayetiyle” bir şeyler- Bu, ESP’nin “yasal form”unun en tipik
den kurtulabilmeyi hesaplamak, belki prag- ve en ayırıcı özelliğidir.
matist küçük-burjuva için “akıllıca” olabilir, Umarız, bunun kendilerince bir “izahı”
ama devrim sözcüğünü şöyle ya da böyle vardır!
32
Kasım-Aralık 2009 KURTULUŞ CEPHESİ
“Haber”, “sanat çevreleri”ne “bomba gi- zeteciler”in, böylesine yüksek fiyatla “Türk
bi” düştü. “Türk çağdaş resmi”nin “yaşa- modern çağdaş resmi”ni kimin satın aldığı-
yan” ressamı Burhan Doğançay’ın “Mavi nı öğrenmek için koşuşturmaya başlamala-
Senfoni” adını verdiği “tablo”su, 2,2 milyon rı doğal olacaktı. Ancak tablonun kimin ta-
TL’ye satıldı. rafından satın alındığına ilişkin ilk gerçek ve
Satışı duyuran bir gazete, “Türk sanatı “teyit edilmiş” haber, Hürriyet’te ekonomi
rüştünü ispatladı” manşetini atarken, bir yazıları yazan Vahap Munyar’dan geldi. Eko-
başkası bu satışın “Türk modern çağdaş res- nomi yazarına göre, tabloyu, Ülker “group”un
minin ciddi bir şekilde yükselişte olduğunun en büyük “holding”i olan Yıldız Holding adı-
göstergesidir” diye duyuruyordu. na Murat Ülker satın almıştı. Ve böylece, “is-
Her ne denilirse denilsin, “Mavi Senfo- lami sermaye”nin en eski ve en etkili “gro-
ni”nin 2,2 milyon TL’ye satılması, Doğan- up”u Ülker, Godiva’dan sonra ikinci “mo-
çay’ın “eseri”nin “yüksek fiyatla alıcı bulma- dern çağdaş” atılımını yapmış, “gerici” ol-
sı”, kendisini “yaşayan en pahalı sanatçı” madığını dosta-düşmana göstermişti.
yapması pek çok kişinin ellerini ovuşturma- Her ne kadar “Taraf ”ın “liberaller”i, “ye-
sına “vesile” olurken, aynı zamanda tablo- ni yetme, özentili, görgüsüz Adanalı pamuk
yu kimin aldığı da “büyük merak” konusu ağası”nın davranışına benzeyen bu “satın
oldu. alma”yla fazlaca ilgilenmedilerse de, Murat
İlk bakışta “kazanan” Doğançay görün- Ülker gibi “islami sermaye”nin simgesi olan
mekle birlikte, haberlerin devamında, tab- birisinin satın alması “haber değeri” taşıyor-
lonun 1990 yılında 50 bin dolara (75 bin TL.) du.
satıldığı, dolayısıyla “mülkiyet”inin Doğan- Ve satışın ertesi günü “satın alan”a iliş-
çay’a değil, satın alan “sanatsever”e ait ol- kin bilgiler “medya”da yer almaya başladı.
duğu ve onun kazandığı açıktı. İlk bilgi Doğançay’ın “Mavi Senfoni” tab-
Ama “kim?” satın almıştı? losunu 1990 yılında satın alan kişiye aitti. Bu
Müzayedeye kadar Doğançay tablolarıy- kişinin, Duran Doğan Basım ve Ambalaj Sa-
la değişik sergiler düzenlemiş olan Eczacı- nayi A.Ş’nin eski sahibi ve yeni küçük orta-
başı grubu “alıcı” olarak “kulisler”de söy- ğı Oktay Duran olduğu açıklandı.
lenmişse de, Eczacıbaşı’ndan yapılan açık- Oktay Duran, şirketini Ülker “group”un
lamayla bu spekülasyonlar sona erdi. Bir Yıldız Holding’ine satmıştı. İMKB verilerine
başka “sanatsever” almıştı! göre, Duran Doğan ambalaj şirketinin hisse-
Böyle bir durumda tüm “araştırmacı ga- lerinin %23,68’i Farmanak ambalaj şirketine 33
KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2009
aitti ve şirket yine Ülker’lere ait Yıldız Hol- lam ülkeleri pazarı”na giren Ülker, İngilte-
ding’in yavru şirketlerinden birisiydi. Şirke- re’nin eski ambalaj makineleriyle giderek
tin küçük ortaklarından Oktay Duran’ın pa- “tekel” olmuştur. Bugün ambalaj sektörü-
yı %8,3, Acemyan’ların (Dikran Mihran, Fo- nün en büyüğü Yıldız Holding, yani Ülker-
tini, Dikran, Alexandre Acemyan’lar) payı ise lerdir.
%18 olarak görünüyordu. Öte yandan Burhan Doğançay’ın tablo-
Bir köşe yazarının sözüyle “satanla alan ları izlendiğinde, bunların büyük ölçüde
ortak çıktı”! “duvar kağıdı” ya da “ambalaj kağıdı” ola-
Açık anlatımıyla, Doğançay’ın “Mavi Sen- rak kullanılabilir nitelikte olduğu hemen gö-
foni” tablosu, “iki ortak” arasında “al gülüm- rülecektir.
ver gülüm” ilişkisiyle spekülasyona konu Son olarak, bu türden “müzayedeler”,
edilmiştir. hemen her durumda, vergi kaçırmanın ve
Zamanının çoğunu Amerika’da geçiren “taraflar” arasındaki “haram para ilişkile-
Murat Ülker’in (dolayısıyla Ülkerlerin) böy- ri”nin örtüsü olmuştur.
lesine “Türk modern çağdaş resme” göster- Sonuçta B. Doğançay “yaşayan en paha-
dikleri “ilgi”, ilk bakışta “lahmacunla viski lı sanatçı” unvanını alırken, kendisine bu
içen” eski tip Adanalı pamuk tüccarlarını unvanı bahşedenlerin “islami sermaye” ve
çağrıştırmaktadır. Ancak müzayede sonra- onun ambalaj kesimi olduğunun da farkın-
sında yürütülen “PİAR” çalışmaları, bunun dadır. Bu farkındalıkla, son dönemde “isla-
basit bir “sonradan görmüşlük” olmadığını, mi” motiflere uygun ambalaj kağıtları “tab-
arka planında “farklı” ilişkilerin ve çıkarla- losu” üretmeye başlamıştır.
rın yattığını göstermektedir. Şüphesiz, “islami sermaye”nin Godiva’yla
Bu farklı ilişki ve çıkarların bir bölümü- başlayan “dışa” ve “seküler” açılımı ne öl-
nü ressam Burhan Doğançay, “Mavi Senfo- çüde özü yansıtmıyorsa da, o ölçüde “para-
ni”ye ilişkin bilgi verirken açıklar: nın dini ve imanı olmadığı” gerçeğini de dı-
“Bu tarihi bir resim. 1987 tarihli şa vurur.
bir eser. O yıl Türkiye’de bienaller Bu müzayedeye ilişkin söylenebilecek
başlamıştı. İlk İstanbul bienalinde yer son sözü, “eski klasik Türk ressamları” ser-
aldı bu resim. En büyük ebattaki tu- gileriyle ünlü ve Murat Aksoy’un “dostu” Ga-
valim ‘Mavi Senfoni’ aslında Sulta- leri Nev’in sahibi söylemiştir:
nahmet Camii’nin içini gösteriyor. “Bugünlerde özellikle spekülatör-
Sultanahmet’i nasıl yaparım diye yıl- lerin üzerinde oynadığı isimlerin hiç-
larca düşündüm ve aklıma içindeki biri 10 yıl sonra olmayacak. Mesela
mavi İznik çinileri geldi. Bunları tuva- Burhan Doğançay. Ama yanılıyor da
le yansıttım. Osmanlı dönemini yan- olabilirim. Bu müzayedelerin çok ba-
sıtan en önemli eserim bu eser üze- şarılı geçmeyeceğini düşünüyordum,
rinde iki-üç yıl düşündüm, iki-üç ay- yanıldım. Bir moda var. Varlıklı ke-
da bitirdim. Bu resmi 1987’de bir ko- sim, parasını nereye harcayacağını
leksiyonere sattım.” bilmiyor, her sene değiştiriyor, bu yıl
Böylece “işin içinde”, sadece “sanatse- resme yatırım yapıyorlar. Ama neyi,
verlik” olmadığı, “islami sermaye”nin en niçin aldığını bilmeden. Bilinçli ko-
gözde ismi ve AKP’nin baş finansatörü Ül- leksiyonerler azaldı. Borsa gibi oynu-
kerlerin “manevi değerlere” verdikleri yorlar. Sanat dediğimiz şey borsa de-
“önem” görünür olmaktadır. Ancak böylesi ğil ki! Sanatçı bir eserini niçin yaptı-
“manevi değerler”, hiç de tefeci-tüccar ser- ğını unutur, para için yaparsa iş şira-
mayesinin yükselişine uymamaktadır. Para- zesinden çıkar.”
nın “dini, imanı olmaz” diyen, paranın “di- Dünün tekelleşememiş burjuvazinin ön-
ni”nden söz edenleri “ırkçılık” yapmakla de gelenleri, bugün, AKP iktidarıyla birlikte
suçlayan Tayyip Erdoğan’ın, açıktır ki, Ülker- hızlı bir tekelleşmeye yöneldikleri bir ortam-
lerin “ambalaj sanayi”ndeki tekelleşmeleri da, bu türden spekülasyonlar ve “olaylar”
içinde Acemyanlarla kurulmuş olan “para” sıkça yaşanacaktır. Tıpkı bir aralar “Adanalı
ilişkisinden haberi vardır. Sakıp Ağa”nın tablo koleksiyonculuğuna
Diğer yandan, bisküvi ile işe başlayan, başlaması gibi!
34 “domuz yağı içermeyen” bisküvileriyle “is-
ERİŞ YAYINLARI
İnternet Adresi:
www.kurtuluscephesi.com
www.kurtuluscephesi.org
www.kurtuluscephesi.net
E-Posta Adresi:
kurcephe@kurtuluscephesi.org
erisyayinlari@kurtuluscephesi.org