Professional Documents
Culture Documents
Oktay ERGEN*
Osmanlı toplumundan Cumhuriyet öncesi döneme kadar tarımsal anlamda geriye kalanlar; üretimi
sınırlandırıl mış, işgal altındaki topraklar, kapitalist vatansız tüccar ve tefeciler, derebeylik rejiminin
temsilcileri köy ağaları ile tarihte hep boyunduruk altına kalmış ve maalesef kalmaya devam eden, adına
kararlar alına gelen ama hiçbir zaman fikri sorulmayan çoğu topraksız, gerçek emekçiler, fakir köylülerdi.
CUMHURİYET DÖNEMİ TARIM POLİTİKALARI
Cumhuriyet'in ilanı ile birçok alanda yapılamaya başlanacak olan değişimler; toplumun temel kesimi olan
çiftçinin de yaşa mında büyük değişimler getirdi. Ancak bu değişim uzun bir sürece değil, sadece belirli
dönemlerde belirli uygulamalar olarak çiftçinin yaşa mına nüfuz etti. Yine de Cumhuriyet'in ilanı ile beraber
yüzyıllardır süregelen kul statüsünden vatandaş statüsüne köylü için geçiş başladı.
1923–1929 DÖNEMİ ;
1924'te kabul denilen Köy kanunu'na göre muhtar, hem seçimle gelen demokratik bir köy temsilcisi, hem de
devlet memuru sayıldı. Bu yasa ile köyün en fazla nüfuslu ailesi; aynı zamanda devletin temsilcisi oluyordu.
Asayişin kimlerce sağlanacağı da belirlendi; Köy Kanunu ile ağa-jandarma ittifakı resmileşm iş oldu.
Gelinen süreçte her ne kadar Cumhuriyet'in köylüye yaklaşımı ‘Köylü Milletin Efendisidir' olsa da, köylü
yönetim kademelerinde yer alamamış(büyük toprak ağaları hariç) köylülük için alınan kararlarda varlığının
gösterememiş, görüşleri karar haline getirilebilecek bir bütün olmak yerine; adına kararlar alınan bir yapının
önemsenmeyen parçası olmuştur. Burada dönemin koşullarını da göz önüne almak gerekmektedir.
Eleştirel yaklaşsak ta Cumhuriyet'in yenilikçi yaptırımları küçümsenmeyecek derecede büyüktür.
Toprak Mülkiyeti'nin Dağılımı
Osmanlı'dan alınan mirasla gelinen sürece bakıldığında; toprak mülkiyetindeki adaletsiz dağılımdan ötürü,
toprak reformunun gerçekleşmesi gerekmekteydi. Ancak toprak ağalarının
Ülke yönetimindeki etkinliği bir reform paketinin gündeme alınmasını engelliyordu. Döneme büyük toprak
sahipleri açısından bakıldığına, bu kişilerinin İzmir İktisat Kongresindeki en büyük taleplerinin ‘asayiş'
konusunda olduğu görülmektedir. Boyundurukları altındaki köylü kimi zaman isyana teşvik etmekte bu da
ağalar nezdinde endişeye neden olmaktaydı.
1929–1945 Dönemi Tarım Politikaları:
Özel girişimin öncülünde kalkınmanın olmayacağına inanan ilk isim olan Ekonomi Bakanı Celal Bayar ‘ en
az 200 senen beklemeye niyetimiz yok. 13 ' diyerek devletin ekonomide bir an önce var olması gerektiğini
savunmuştur. Aynı isim Atatürk'ün ölümünden sonraki süreçte ekonomide Devletçilik karşıtı duruşuyla yer
almıştır.
1936 senesine gelindiğinde ise sanayi alanındaki gelişme ve gelir artımı olduğu halde, zirai gelişim düşük
kalmıştır. Ürün fiyatlarının yükselmesinden kaynaklanan bir gelir artımı vardı, fakat devlet yönetimi de
sanayici de kalkınmanın yolunun, sanayiye hammadde sağlayacak en başlıca şartın iç kaynakların artımına
bağlı olduğunu bilmekteydi. 1930 sonrasında kalkınma için hazırlanan projelerde 3 alan üzerinde
durulmuştu; sanayinin gelişmesi için sanayileşme; sanayiye hammadde sevkıyatını s ağlayacak olan
demiryolu ve hammadde oranındaki artışı doğrudan sağlayacak zirai gelişme. Tarımda gelişme ve zirai
kalkınmanın gerçekleşmesi için arayı ş yolları başlatıl mıştı. Bunlardan bazıları sadece Türk toplumunda
değil; dünya toplumunda da dikkat çekecek devrimlerdi.
1937 yılında ise; tarımsal kalkınmada devlet desteğini artırma konusu gündeme gelmiş, ilk etapta bir kısım
toprak ağaları tasfiye edilmiş, dağınık köyler birleştirilmiş, zirai kombinalar(sulama birlikleri ve kooperatifler)
açıl mış Anadolu coğrafyası 12 su bölgesine ayrılarak Devlet Su İşlerinin temeli atıl mış ve en önemlisi Türk
Eğitim Tarihini de ilgilendiren bir devrim yapılarak Köy Enstitüleri açıl mıştır.
1930'lu senelerin sonunda ise devletin ekonomiye müdahale alanı daha da genişledi ve müdahalelerin özel
sektöre zarar vermeyecek şekilde yapılmasına dikkat edilmiştir. 1940'ta milli müdafaaya katkı amaçlı olarak
çıkartılan Milli Kalkınma Yasası ile gerektiğinde zorunlu ücretle çalışma getirilirken, ekilen her arazi için,
devlete bir çift öküzün verilmesi öngörülmüştür.
Savaş yıllarına geldiğimizde ise uygulanan ekonomik politikalar sonucu, tarımdan kaynaklanan sermaye
birikiminin artığı görülmektedir. Tarımsal ürünler, özellikle buğday da büyük bir enflasyon kaynaklı artış
gözlenmektedir. Bu dönemde piyasaya büyük ölçekte buğday sağlayabilenler büyük sermaye kazancı elde
etmişlerdir.
Savaş başında serbest bırakılan tahıl fiyatları sonucu, fiyatların hızlı artı ş ı nedeniyle Toprak Mahsulleri
Vergisi konulmuş, tahılda üretimin belirli bir bölümü düşük fiyatla zorla satın alın mıştır.
Köy Enstitüleri, Köy Birlikleri, zirai kombinalar, kooperatifler ve toprak reformu bütünselliği i l e
düşünüldüğünde, engellenmek yerine eğer uygulama ortamı s ağlansaydı, Türk köylüsünün kurtuluşu
gerçekleşebilirdi. KE'nin eğitim hamleleriyle devrimci köy liderleri yetiştirilecek, köylü kendi sorununu kendi
çözebilecekti. Böylece Türkiye'nin sancısının çektiği birçok sorun en temelden, en sağlam yolla çözülecekti
ama gerici kesimin baskıları, sırf kendi çıkarlarını bozacak devinimlerin önünde durması ve toplumculuk
bilinciyle harekete geçen her mekanizmayı kötüleme, sindirme galip gelmiş ve Enstitüler Türk Tarihinde
kanayan bir yara olarak varlığını hep sürdürmüştür.
1946–1960 Dönemi:
Dönemi özetlersek;
• Çiftçiyi topraklandırma Kanunu sözde Gerçekleştirilmiş gerçek amacından çarpıtıl mıştır.
1961–1984 dönemi:
Gerçekleşen askeri darbe ve neticesinde yönetime el koyan askeri kanat, ihtilal bildirgesinde ‘NATO'ya
CENTO' ya bağlı olduklarını bildirmişlerdir. 1950 de Marshall yardımı ile başlayan dış baskılar ile yönetim
devam etmiş, önceki dönemlerde izlenen tarımsal ve ekonomik politikalarda belirli yıllar haricinde bir
değişim gözlenememiştir.Tarımsal anlamda bir yenilik getirebilecek tek şey ise GAP olarak adlandırılan ve
amacı hem kapsadığı ve Dicle ile Fırat nehirleri arasında kalan ve Mezopotamya olarak da adlandırılan
bölgede tarımsal gelişmeyi sağlayıp verim elde etmek dolayısıyla susuzluktan işlenemez toprağa s u
g ö t ü r ü p ü r ü n e l d e e t m e k h e m d e b u r a d a i n s a n l a r a i s t i h d a m s ağlamaktı. Günümüzde de hala
tamamlanamayan ve temel amacından saptırılarak enerji üretim merkezine dönüştürülen bu alan devlete
yaklaşık 35 milyar dolara mal olmuştur. Kurulan barajlardan elbette ki enerji elde edilmesinden doğal bir
şey olamaz ama bir kalkınma projesi olan ve devlete çok ciddi rakamlara mal olan bu yapılar birçok
gelişmede kullanılmalıdır.
Dönemi genel olarak değerlendirecek olursak;
• Küçük üreticilik bu süreçte de varlığının korumuştur.
• Pazar için üretim esas alın mıştır.
1980 ve Sonrası:
Bu dönemde Türk ekonomi ve siyasi literatürüne yeni bir kavram monte edildi: ÖZELLEŞTİRME . Buna göre;
tarımsal KİT'ler, KİK'ler, TSKB'ler zamanla özerkleştirilip çiftçi yönetimine terk edilmek yerine, özelleştirme
kapsamına sokulmuş, yönetimi parayı verene teslim edilmiştir. Çiftçi yabancı ve yerli tekellerin isteğine göre
üretim yapma pozisyonuna sokulmuş, devlet çiftçinin üretimine kota getirmiştir. Gene bu dönemde yabancı
burjuvazinin Türk direktörü Turgut ÖZAL sayesinde Tarım v e K ö y işleri Bakanlı ğ ı i ç i b oş bir yapıya
dönüştürülmüş, süregelen hizmetlerinden alıkonulmuştur. Örneğin toprak, su, zirai mücadele, karantina,
veteriner işleri, zirai hizmetler gibi konularda devlet kendini pasifize etmiş, sadece lüzum gördüğünde
nasihat veren çok zor durumda kalmadıkça müdahale etmeyen bir yapıya bürünmüştür.
Tarımsal anlamda çiftçiyi ilgilendiren bir diğer durumda devlet kontrolünde ürün için belirlenen fiyatlardı.
Ürün için belirlenen fiyatlar, üretim girdilerinin ve tüketim mallarının k a rşısında güç yitirmiş, yüksek
enflasyona karşı ürün bedellerinin de zamanında ödenmemesi sonucu çiftçiler iyice yoksullaşmışlardır.
Bunun sonucunda üretimde yeterli gelişme önlenmiş, üretim artışı dönem boyunca nüfus artışının gerisinde
kalmış, seçim yılları haricinde ürün fiyatları sürekli TEFE'nin gerisinde kalmış, kişi başına besin maddeleri
üretimi düşm üştür. Tarımsal nüfus erimeye başlamış, devletin GSMH'ı içindeki tarımsal oran azalmıştır.
Desteklemeler sektörün gelişmesini sağlayacağ ı yerde siyasal amaçlı kullanıl mış, bölgeye özgü olan
kaliteli ürünü destekleyeceğine belli başlı ürünlerde verilmiş, ithal ürünler olan gübre, ilaç gibi maddelere
verilen destekler, tohuma, sulamaya verilen destekten büyük olmuştur.
1994 yılındaki gümrük birliği anlaşmalarıyla Türk Tarımı yeterli gelişimi gösteremediğinden, dolayısıyla
kaliteli talep gören ürünü pazara sunamadığından, pazarda yer edinememiş, dolayısıyla dış ticaret açığının
artmasına katkıda bulunmuştur. Örneğin; ülkemizde sadece iç Anadolu bölgesinde Konya ve Polatlı'da
üretilen buğday iç talebi karşılayıp hatta ihracat bile yapabilecekken ülkemizin her bölgesinde buğday
ekilmesine karşı gene de buğday ithal ediyoruz. Bu sadece buğdayla sınırlı değil, birçok tarım ürünün için
geçerlidir.
AB macerasının artması ile beraber ikil anlaşmalar gereği tarım önemli bir kıs mı oluşturmaktaydı. ‘ 2007
yılının mart ayında AB tarafından hazırlana Türkiye ilerleme raporunda en önemli kısmı 83000 sayfanın
46000 sayfasını oluşturan en önemli konu hatta AB'ye giriş için öngörülen en büyük engel olan Tarımsal
konulardı. AB dolayısıyla WHO denilen dünya tarım örgütü Türkiye'den tarımsal nüfusunu % 34 den % 8 e
düşürmesini şart koşmaktadır . 23 ' Türkiye gibi resmi rakamlara göre 7 milyon olan işsiz sayısına bu oranın
eklenmesi ile beraber 13 milyon işsize ulaşması kaçınılmazdır.
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ:
- Öncelikli olarak konuya ilişkin erkler mekanizması olan devletin, Tarımsal bir sorunun varlığını kabul
etmesi gerekmektedir. Bu bağlamda sorunun bir an önce çözüme kavuşturulması için gerekli, uzman
kişiler, varsa tarımsal sendikalar ve ziraat odalarının görüşleri önem arz etmelidir. Şunu da göz ardı
etmemek gerekir; tarımsal problemler yüzeysel kalmamalı; AB ile ilişkilerden iç Pazar ile ilişkilere, hatta
ürünün pazara sunumunda aracı olan mekanizmalara, diğer yan sektörlere, sanayi ile olan ilişkilere kadar
daha sayılabilecek birçok konuyu kapsayan açılımlar ve reformlar yapılmalıdır. Tarım konusu geniş
perspektifte ele alınmalı gerektiği takdirde devrimsel değişimler kendini göstermelidir. Unutulmamalıdır ki;
kalkınmadan sosyal yaşama kadar, yaşamda pay edinmiş birçok olgunun en temelini kırsal yaşam yapısı
oluşturmaktadır.
- Bir diğer tarımsal sıkıntı konusu ise; her ne kadar toplumumuzun tarımsal gelişimi 80 yılı aşkın bir süredir
devam ettiği d üşünülse de, bunun sadece tarımda makineleşm e i l e sınırlı kalmasıdır. Oysaki tarımsal
modernize sadece makineleşm e i l e sınırlı değildir. Batı devletlerinin örneğin Avrupa'nın t a rım devi
Hollanda'nın günümüzde tarımsal anlamda kullandığı birçok teknik, maalesef ülkemizde çok az sınırlı
alanlarda( devlet üretme çiftlikleri ve bazı özel sektör çiftlikleri) kullanılmaktadır. Bu durumdan çiftçiyi sorumlu
tutmak elbette yanlıştır. Sonuçta sosyal devletin görevlerinden olan bilgiyi yurttaşın kullanabilmesi için ona
götürecek mekanizmaların devlet eliyle oluşturması gerekmektedir. 1929–1945 arası bu mekanizmaların
kurumlu için çabalar gösterilmişti. Bu bağlamda devlet, üretimin her aşamasında çiftçiye örnek teşkil
edecek istasyonlar ve çiftlikler kurmuş, ilk hedefte çiftçiyi bilinçlendirmeye yönelik kooperatifçilik anlayışının
yaygınlaşması için uğraş vermişti. Hatta sonraki süreçte köy enstitülerinin de temel mantığını oluşturan
tarımsal uzmanlar yetiştirmek için okullar açmıştı. Fakat bu devinimlerin varlığını uzun zaman dilimine
yayamaması dolayısıyla tarımda gelişme sekteye uğramıştı. Bugün ülkemizdeki devlet üniversitelerinin
yaklaşık yarısından fazlasında Ziraat fakülteleri ve her yıl binlerce ziraat mühendisi mezun olmasına rağmen,
devletin bu işinde uzman vatandaşl a r a iş imkânı yaratmaması neticesinde birçoğu farklı alanlara
yönelmektedir. Aynı durum tarımın bir yan kolu olan hayvancılık ve hayvan uzmanı olan Veteriner hekimler
için de söz konusudur. Oysaki devlet açtığı tarım çiftliklerinde, tohumluk satmak, kendi ihtiyacına yönelik ürün
yetiştirmek, yetiştirdiği hayvanları ve onun ürünlerini satma anlayışı yerine, bu çiftliklerle ve yetiştirdiği
ziraatçılarla çiftçiye üretimden, sulamaya, ilaçlamaya, gübrelemeye, nadas tekniklerine, ekim ve biçim
tekniklerine ayrıca hayvancılık konusunda ülkemize ve yaşadığımız bölgelerin doğal ortamlarına özgü ırklar
yetiştirip bunları köylerde çiftçilere anlatıp yetiştirmelerine yardımcı olsa, bugün büyük sorunlara neden olan
su sorunu, ekolojik bozukluklar, nesillerin yok olması kuş gribi gibi hayvansal hastalıklar, organik
beslenememe, tarımda verimsizlik, bilinçsiz doğaya zarar, süne ile mücadele edememe ve daha
sayılabilecek hem sosyal hem ekonomik birçok problem ortadan kalkacaktır. Gerek çiftçiye gerekse devlete
ekonomik anlamda çok küçük bir matrah oluşturacak bu yapılar özellikle uzmanla hareket etme, geri
dönüşte maliyetini karşılayacak hatta üretimde elde edilen verimle hem devlete hem de şahıslara büyük
karlar elde ettirecektir. Uygulanması takdirinde üretimde kaliten, sağlık, doğal kaynaklara fayda, pazarda
talep artışı, istihdam gibi daha sayılabilecek ekonomik birçok konuda fayda getirecektir.
- Önemli konulardan biriside hiç şüphesiz siyasi seçimler zamanı gündeme gelen bazı stratejik ürünlerin
durumudur. Özellikle fındık, çay, pamuk, turunçgiller gibi ülkemizde yetişen birçok ürünün devlet tarafından
açıklanan fiyatları ve ülkemizde tarım sorunlarını tartışacak gerek akademik gerekse sivil toplum örgütleri ve
aydınların yeterince olmaması dolayısıy l a , b u k o n u d a k i t a r tışmalar sadece fiyat eksenli olarak
sürdürülmektedir. Halkımız, açıklanan 5 liralık fındık fiyatının ya da 20 kuruşluk turunçgiller ile 35 kuruşluk
buğday fiyatının niye bu düzeyde olduğunu tartışmaktadır. Oysaki burada fındığın fiyatının 3 ytl olması ya da
10 ytl olması esas önem arz eden konu değildir. Eğer siz modern tarım ülkelerinde olan üretime yönelik
politikaların temelindeki girdi fiyatları olan mazot, gübre, ilaç gibi konularda özel koşullar uygulamazsanız
sonuçta elde edilen fiyata yüksek bir matrah da verseniz çiftçiyi memnun edemezsiniz. Sürekli söylenen her
ürün ülkemizde yetişir, kendimize yeteriz ithale ne gerek var gibi sözlere verilecek yanıtlar da bu nokta
kesişmektedir. Örneğin dünyanın en kaliteli buğdayı olan ve Konya ovasında yetişen kırmızı buğday olayında
en verimli araziden bile tohumluk, ilaç, gübre, mazot gibi temel girdi fiyatlarının aşırı yüksek olması verimin
yüksek olduğu koşullarda bile çiftçiye maksimum %105 olarak geri dönmektedir. Bu demektir ki 4 kişilik bir
ailenin devlet tarafından açıklanan açlık sınırının üstünde yaşayabilmesi için minimum 195 dekarlık araziye
ihtiyacı vardır. Ülkemiz için buğday ülkesi deniliyor fakat Ukrayna'dan sırf bizim ülkemizdeki buğdaydan daha
ucuz ve devletçe mücadele edilen sünne oranının daha düşük olması nedeniyle buğday ihraç ediyoruz.
Dünya fındık üretiminin % 77 sine sahip ve fiyat konusunda tekel olmamıza rağmen açıklanan fiyatlar
sonucunda İspanya'daki fındık üreticileri bizi uluslar arası mahkemelerde dava ediyorlar. Aynı sorunlar
pamuk için de geçerli. Ülkemizdeki girdi fiyatlarının yüksek olması nedeniyle Çukurova da yetişebilmesine
rağmen, daha ucuz olduğu gerekçesiyle Yunanistan'dan pamuk ithal ediyoruz. Çözüm girdi fiyatlarının
düşürülmesi için kamu destekli projelerin ortaya sunulmasıdır. Bunlar öncelikle girdi gereksinimlerini kamu
iktisadi teşebbüslerinde üretmek örneği gibi birçok alanda kendini göstermelidir.
- Bir diğer konu ise Avrupa Birliğinin de üzerinde önemle durduğu ekolojik tarım olgusudur. Peki, ekolojik
tarım nedir? Ekoloji teriminden anlaşıldığı gibi doğal, organik çevreyle barışık tarımdan bahsedilmektedir.
Ekolojik tarım konusunda ise birçok uzmanın ülke için görü ise hayli umutsuz. AB uzmanı Cengiz Aktar ise
aslında durumun söylendiği kadar kötü olmadığı görüşünde. “ Çünkü Türkiye'de kayda değer bir ekolojik
tarım potansiyeli var. İşsizlik ve göç kâbusuna karşılık ekolojik tarım ve kırsal kalkınma Türkiye'nin tek çıkış
yolu . 24 ” Aktar , emek yoğun bir tarım biçimi olan ekolojik tarımın artı değerinin diğer tüm tarım biçimleriyle
kıyaslanmayacak denli yüksek olduğuna değiniyor ve bu beslenme biçimine AB ülkelerinden gelen yoğun
talebe dikkat çekiyor ve “ Varlık lı AB yurttaşı herkesin ürettiği sarı domatesi yemek, kokmayan çiçekleri
vazosuna koymak istemiyor. Ekolojik tarım yaygınlaştıkça, çı ğ gibi büyüyen çevre sorunlarına da çare
oluşturacak, yerli tüketicinin de vasıflı ürün tüketmesini sağlayacak 24 ” diyor. Bu nedenle Aktar 'a göre
öncelikle ekolojik tarımın altyapısının oluşturulması ve müzakerelerde Türkiye'nin tarım stratejisini ekolojik
tarım üzerine kurmasının gerektiğini söylüyor. Ekolojik tarım Türkiye tarımı için önemli bir avantaj olarak
görülüyor. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Uygun Aksoy , biyolojik çeşitlilik, gıda
güvenliği ve üreticinin izlenebilirliği gibi konularda önemli avantajlar sağladığını belirtiyor. Ancak Aksoy , AB
üyesi ülkelerin ekolojik ürün pazarını bölüştüklerini hatırlatarak pamuk ve kuru ve kurutulmuş meyveler
dışında rekabetin yüksek olduğunun unutulmaması gerektiğine dikkat çekiyor: “ Bu yüzden ekolojik
ürünlerin işlenerek gerek iç gerekse dış pazarda sunulması yaratılan katma değerin ülke içinde kalmasını
sağlıyor ve istihdam olanağı yaratıyor. Örneğin, Türkiye ekolojik pamuk üretiminde dünya lideri konumunda
ama yarısına yakın kısmı işlenmeden satıldığı için yurt dışından ekolojik iplik satın alıyor. Oysa ekolojik
pamuk, ev tekstili ve iç giyim olarak işlenip pazara sunulursa sağlanan katma değer daha yüksek ve
sürdürülebilir olacaktır. 25 ” Aksoy 'a göre, ekolojik tarım, tarımda en az sorun yaratacak alan, ancak tek
başına sorunların çözümü gibi görülmemeli. “ Öncelikle üretim ve pazar bilgisine dayalı uygun tür ve
çeşitlerin seçilerek çok yıllı ekim nöbetlerinin uygulanması, üreticilerin ekolojik tarımı geliştirecek şekilde
desteklenmesi ve ürün işleme teknolojilerinin üretime paralel bir şekilde geliştirilmesi durumunda ekolojik
tarım, tarımdaki darboğazları aşacak bir fırsat olabilir. 25 ”
- Tarımsal anlamda en önemli konulardan birisi de Avrupa Birliği ile olan müzakereler çerçevesinde ortada
olan sorunlar ve bu sorunlara dönük planlar. Bu konuda Çiftçi Sendikaları sözcüsü Abdullah Aysu da benzer
bir soruna dikkat çekiyor: “ AB, uyum programında Türkiye'nin tarımla uğraşan nüfusunu çok görüyor ve
kırsalda yaşayan yüzde 34'lük bir nüfusun yüzde 8'e çekilmesini istiyor. Bunun anlamı yüzde 27'leri bulan
bir nüfusun yaşayamayacağı politikalar uygulanmasının istenmesidir. Amaç küçük çiftçilerin tutunamaması,
yerlerinin büyük tarım şirketlerine terk edilmesinin sağlanmasıdır. ” görüşünü savunuyor. Ayrıca, Türkiye
tarımının, uluslararası finans kuruluşlarının, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ), IMF ve Dünya Bankası ile OTP'nin
etkisi altında olduğunu belirten Aysu , OTP politikalarıyla birlikte, ürüne destekten üreticiye desteğe geçişin
küçük üreticiyi topraktan kopararak yoğun göçe neden olacağını, milyonlarca küçük ve ortak ölçekli çiftçinin
ortadan kalkacağını, gıda sektörünün büyük gıda ve tarım şirketleri tarafından kontrol edileceğini ve
tohumlarda GDO ürünleri üreten şirketlerin söz sahibi olacağı gibi tehlikelerle karşı karşıya olduğumuzu
belirtiyor. AB'ye giriş sürecinde Türkiye açısından olumlu sonuçlar verecek tarım politikalarının geliştirilmesi
yönünde, uzmanlar öncelikle AB'den bağım sız politikalar izlenmesi, kendi değerlerimizin farkına vararak
kooperatifleşme, ekolojik tarım, ürün çeşitliliğinin sağlanması ve eğitim sisteminin yeni stratejilere göre
yeniden yapılanması gibi adımlar üzerinde duruyorlar. Çiftçi Sendikaları Sözcüsü Abdullah Aysu , Türkiye'nin
AB'yi gözlemlemeyi ıskalamadan bağım sız politikalar geliştirmesinin gerekliliğini vurguluyor. Aysu , AB
ülkelerinde tarımın şirketleşmesine karşın ortaya çıkan işsizlik sorununa dikkat çekiyor ve “ Çözüm, yeterli
gıda maddelerini sağlamak için yerli insan, yerel halklar, kadınlar ve tüketiciler için en uygun yaklaşım
örgütlü -üretimden pazarlamaya- aile işletmeciliğidir ” diyor. Aysu ayrıca yeterli beslenmede çeşitliliğin
önemine dikkat çekerek gıdada çeşitliliği ancak yerli çiftçi, yerel tarım ve aile çiftçiliğinin sağlayabileceğini
savunuyor. Dünya Bankası danışmanı Ataman Aksoy , bir anlaşma olduğunda, AB'nin birçok ürüne koyduğu
yüksek gümrükler yüzünden Türkiye'nin ürünlerini daha pahalıya satabileceğini söylüyor. Yeni gıda
standartlarının eski tür bol kimyasal maddeli üretimi önemli ölçüde ortadan kaldıracağını belirten Aksoy ,
kooperatifleşme ve büyük ticaret gruplarının küçük üreticilerden ürün satın almasının tarım kesiminin
büyümesine ciddi katkı yapabileceğine işaret ediyor ve “ Burada önemli olan küçük üretici ile pazar arasında
etken bir ilişkinin bulunmasıdır ” diyor. AB'ye giriş sürecinin Türkiye tarımını olumlu etkilemesi için neler
yapılabileceği konusunda ise Aksoy'un önerileri daha çok ürün bazında analizler yapılıp, rekabet edebilecek
ürünler belirlenmesi yönünde: “Bu tip analizleri aynı zamanda kırsal kesimde yaşayan ve yoksul kesime
alternatif destek sistemlerini düşünmek lazım. Müzakereler sonunda biz ne kadar çok ürünle AB pazarına
girebilir, onlara kendi piyasamızı ne kadar az açarsak o kadar kazançlı oluruz. Bu süreç sonunda bizim
tarımsal üretim yapımız değişecek ve daha fazla ithalat/ihracat yapacağız.
- Çözüme yönelik bir diğer yaptırım ise, 1930' lardaki uygulanmak istenen politikaya paralel olmalıdır. Yani
devletin kalkınmaya yönelik olarak kurduğu ve zamanla özerkleşerek çiftçinin kontrolüne geçecek olan,
çiftçiyi sosyo-ekonomik alanda ilerletecek Kamu İktisadi Teşebbüsleri ve Kuruluşlarının özelleştirilmeyip,
sayısının artırılmasıdır. Eğer bu yapı ortaya konulursa;
3- Topraklarının tümünün analizini yaparak, meteorolojik sonuçları değerlendirerek, dünya piyasalarını günü
gününe izleyerek, tarımsal planlamayı yapar, üreticinin topraktan en yüksek ve sağlıklı ürünün doğayı
koruyarak elde eder.
— Tarımda kamusal anlamda yeniden örgütlenme işlevi gerçekleştirilmelidir.
1- tarım ve Köy işleri Bakanlığı elemanlarını köylü ile buluşturmaya öncelik vermeli, Hayvancılığı geliştirme,
Veteriner İşleri, Su ürünleri, Gıda ve Zirai Mücadele Genel Müdürlükleri kurulmalıdır.
DİPNOTLAR
*Jeodezi ve Fotogrametri Mühendsiliği Lisans Öğrencisi
KAYNAKÇA
8 Boratov korkut, Türkiyede devletçilik, savaş yayınları sf.71
18 Eyüboğlu sabahattin, köy enstitüleri üzerine, cumhuriyet kitapları, sf,24
19 Eyüboğlu sabahattin, köy enstitüleri üzerine, cumhuriyet kitapları, sf,24
© Sercan ANGI