You are on page 1of 41

Zanshin'i incelemek ve onu batı terbiye sistemleri ile yetiştirilmiş kimselere anlatabilmek amacıyla ve esas

olarak da bir savaş sanatı veya bir sporla ilgili değil de tamamiyle ruhsal gelişmelerle ilgili olarak
hazırlanan bu yazı ve araştırma Iaido esasları çerçevesindedir.

Aşağıdaki anlatılar Iaido öğretmek amacıyla yapmayıp, ruhsal gelişmeleri hedef aldığı için okuyacak olan
kimselerin de herhangi bir Uzak doğu savaş sanatı öğrencisi ya da bir Iaido öğrencisi olması gerekli
değildir. Hatta asıl hitap edilmek istenen kimseler Iaido öğrencileri değil, Savaş sanatlarıyla ilgisiz
kimselerdir. Buyüzden de kendimi, yazının başına Iaido hakkında bazı şeyler yazmak zorunda
hissediyorum çünkü konunun Savaş sanatları ile ilgili olmayan kimseler tarafından anlaşılabilmesi için bu
kişilerin Iaido'un ne olduğunun birazcık da olsa bilmeleri gerekiyor.

Iaido nedir?

Iaido, Japonya'nın geleneksel kılıç kullanma sanatıdır. Iaido isminin anlamında kılıcı çağırıştıran bir söz
yoktur.

"İ" kanjisi (japon harfi) "Durum" ya da "Varlık" anlamlarına gelir. "Ai" Uyum, "Do" ise Yol anlamındadır.

Tarihsel dönemlerde Iaido'ya, Iaijutsu denilirdi. Günümüzde yerine göre iki ismin de kullanıldığı
görülmekle beraber yaygın isin Iaido'dur. "Jutsu" Sanat, beceri anlamında bir kelimedir. Daha ziyade
teknik ve fiziksel uygulama ve becerileri ifade eder. "Do" ise en kaba çeviri ile "Yol" anlamına gelir. Tabii
bu düpedüz, üzerinde yürünen yolu anlatmaz. Do terbiye sistemini, felsefi ve mistik yaklaşımları, ruhsal
gelişmeyi ve bunların yanısıra bir çok farklı fakat benzer kavramı ifade eden bir kelimedir. Türkçe'de tam
olarak bilinip, anlaşılabilen bir kavram aranırsa Do kelimesini "Tarikat" ile eşanlamlı görebiliriz. "Tarik"
kelimesi de de tıpkı Do gibi, yol anlamına gelen bir kelimedir. Tarikat, Yollar anlamına gelir. Mistik ve
felsefi anlamlar ve uygulamalarla birleştirilip kaynaştırılan bütün Japon "Do" sanatlarının terbiye sistemi
ve kendi konularına yaklaşımları, eğitimleri be hatta çeşitli Ryu (Ekol)'ları olması tamamen, yurdumuzdaki
bildiğimiz dinsel tarikatlarla aynıdır. Şu fark vardır İslam tarikatları dinsel esaslıdır. Do sanatları ise Savaş
sanatları esaslı olmakla beraber Budist felsefe ve ruhsal gelişme ile yakın ilişkilidir. Şayet ruhsal gelişme,
konsantre ve benzeri açılardan ele alırsak Iaido öğrencilerinin kılıç savurması ile Mevlevi dervişlerinin fır
fır dönmeleri arasında şekilsel olarak görünür farklılıktan başka hiç bir fark yoktur.

Savaş sanatları genel olarak isimlerinden ve daha doğrusu isimlerinin, batı dillerine çevrilişlerindeki
gelişi güzellikten dolayı yanlış anlaşılan ve arkalarındaki derin anlamları gözden kaçırılan şeylerdir.
Mesela Bir Kyu do için Okçuluk dersek bilinen okçuluğun Japon kıyafet ve Yaylarıyla yapılan şeklinden
başka şey düşünülemez. Ne çare ki, bu isimleri başka şekilde çevirebilmek de pek mümkün değildir. Bu
duruma bir örnek de çok bilinen "Karate" dir. "Kara" Boş, "Te" el anlamındadır. Karate "Boş el" olarak
çevrilir ve basit şekilde silahsız, boş elle döğüş sanatı olarak anlaşılır ve anlatılır. Halbuki buradaki
"Kara" içinde hiç birşey olmayan boş bir eli veya kabı ifade etmez. Buradaki boşluk, Zen'deki zihinsel
boşluktur. Bir ruhsal ve zihinsel durumu ifade eder. Zen ve söz konusu boşluk durumundan aşağıda geniş
şekilde bahsedilecektir. Bu açıdan bakarsak Karate isminin Boş el şeklinde değil de "Boşluğun eli" ya da
"Boşluğun elleri" şeklinde çevirmek çok daha uygun olur
.

Aynı şey Iaido ismi için geçerli değildir çünkü şükürler olsun ki, Iaido isminin saçma sapan şekillerde
çevrilmesi pek mümkün değildir. Bu ismi Türkçe'de anlamı olan bir şekle çevirmemiz gerekirse, Iaido:
"Varoluşla uyum, bir oluş yolu" veya "Evrensel enerji ile birlik yolu" şeklinde çevrilebilir. Iaijutsu ise
tabii aynı şekilde "Varoluşla ya da Evrenin varlığı ile bir oluş veya uyumlu oluş sanatı" şeklinde
çevrilir. Derin felsefi anlamları olan çevirme gayretlerimizi bir yana bırakır da avam arasındaki anlayış ve
çeviriye göre bakarsak, bazı kimseler Iaido'yu "Kılıç çekme sanatı" ya da aslında pek doğru sayılmasa
da "Hızlı kılıç çekme sanatı" şeklinde de tarif ederlerse de Iaido kılıcı çekmekten başka bilinen bütün
kesiş ve savunma tekniklerini, vücut ve ayak haraketlerini ihtiva eder ve bunların hepsi de kılıcı çekmek
kadar önemlidir.

Iaido çalışmlarının büyük bir kısmı bir eşle değil de, tek başına yapılır. Birbirlerine kombine edilmiş değişik
çekiş, kesiş, oturuş ve doğruluş, kalkış, ilerleme ya da savuşturma tekniklerinden oluşan bir çok haraket
serisi Iaido'nun esasıdır. Hayali bir rakiple karşılaşma olan bu serilere "Kata" veya "Waza" ismi verilir.
Öğrenci bu Kata'ları devamlı olarak tekrarlar. Teknikleri giderek daha mükemmelleştirmeye çalışır. İlk
başlarda tam fakat şekilsel olarak öğrenilen Katalar giderek daha derinlik kazanırlar. Bir Iaido öğrencisinin
aynı Kata'yı yıllarca talim etmesi ve devamlı olarak daha da derinlik kazanması mümkündür. Kata
çalışması yapan yetişkin bir Iaido öğrencisinin yaptığı haraketleri gerçekten yaşaması, konsantresini
daima koruması, bir savaşı yaşaması ve ruhsal enerjisini açığa çıkartması gerekir. Haraketlerin büyük bir
kesinlikle ve düzgün şekilde yapması şarttır. Her Iaido ekolünde on veya oniki katadan oluşan eşli
çalışma yani iki kişinin karşılıklı olarak yaptığı kata serileri de vardır.

Iaido'da da diğer bir çok Japon kökenli savaş sanatı gibi değişik Ryu'lar yani değişik ekoller vardır. Her
ekolün ya da Ryu'nun kendi anlayışına göre bir çok ufaklı büyüklü teknik farklılığı olabilir. Kataları
oluşturan haraketlerin sıralaması faklı olabilir fakat temel haraketler pek fazla değişik değildir. Başka bir
ifade ile teknik hep aynıdır fakat yorumlama farklıdır. Burada örnek olarak dünya dinlerini kulanabiliriz.
Mesela, Iaido'yu bir din olarak kabul edersek, Ryu'ları o dinin değişik mezhepleri, Ryu'ların kendi içindeki
ustaların, kendi aralarındaki yorum farklılıklarını da aynı mezhebin tarikatları olarak kabul edilebilir.

Iaido için bir savaş sanatı ya da bir spor demek pek kolay birşey değildir. Iaido eski günlerde bir savaş
sanatıydı fakat günümüzde savaş sanatı olarak fazla bir değeri olmayabilir. Iaido günümüzde bir savaş
sanatı olarak ancak bir şekilde faydalı olabilir ki, o da askeri okullarda ya da Polis okullarında resmi bir
uygulama olarak kabul edilirse ve tabii hakkı tam olarak verilerek talim edilirse, kişinin öz disiplin
kazanmasına, daha sakin bir ruhsal yapı elde etmesine, beklenmedik durumlarda çabuk ve doğru tepki
göstermesine, sezgilerinin gelişmesinde ve benzeri şeylerde faydalı olabilir.

Iaido'yu bir spor olarak görmeye çalışırsak, bu sefer de onun tam bir spor olmadığını farkedebiliriz. Tabii
ki, bedensel aktivite ile uygulanan herşey bir spor olabilir ve Iaido da diğer sporlar gibi kendi adele
gurubunu geliştirir, insanı terletir fakat bu genel yapının haricinde düşünsel yapısı ve fiziksel gelişme
kadar ruhsal enerjiye de gerek duyması onu alışılmış spor anlayışının dışına çıkartır.
Iaido'yu, son elli yıl içinde diğer savaş sanatlarının yozlaşmış yani batılılaşmış hali ile, bir döğüş sanatı
olarak görebilmek de pek mümkün değildir çünkü aklıbaşında hiç kimse "Belki birisi ile kavga ederim"
düşüncesi ile sırtına bir metreden uzun bir kılıç alıp sokağa çıkmaz. Ayrıca Iaido'yu bir döğüş sanatı
olarak görmek isteyen kimselere söylenecek bir tek şey vardır. Kılıç tehlikeli ve kesici, öldürücü bir araçtır.
Şayet birisini kesmek için kılıç kullanmayı düşünen birisi varsa o kimsenin gidip bir tabanca alması hem
daha ucuz, hem daha kolaydır. Ayrıca yıllar süren talimlere ve bazıları da ağrılı sızılı yorgunluklara sebep
olan çalışmalara da gerek kalmaz. Aslında bu nasihat Karate, Tae kwon do, Kung fu, Judo ve akla gelen
her savaş sanatını bir döğüş aracı olarak gören herkese söylenebilir.

Burada güzel bir deyişten alıntı yapmam gerekmektedir. Modern Judo'nun kurucusu olan Üstat Jigaro
Kano demiştir ki, "İnsanın başka bir insanı yenmesi onun kendi gücünü gösterir. İnsnın kendisini yenmesi
Judo'nun gücünü gösterir". Bu sözü Iaido'ya uyarlayarak değiştirmemin Jigaro Kano'ya karşı saygısızlık
sayılmamasını umarak şöyle söyleyebilirim. "İnsanın başka bir insanı kesmesi onun kendi gücünü
gösterir fakat insanın kendi ruhunu kesebilmesi Iaido'nun gücünü gösterir". Dikkat edilire görülür ki,
burada insanın kendisini yenmesinden veya kesmesinden değil, kendi ruhunu kesebilmesinden söz
ediliyor. Bunu açıklaması aşağıdaki "Niçin Iaido çalışırız" başlıklı bölümde görülecektir.

Niçin Iaido çalışırız?

Iaido hakkında kitap ya da makaleler yazan her Iaido ustasının sonunda bir gün mutlaka birşeyler yazdığı
bir noktaya geldik. Bu neredeyse gelenekselleşmiş duruma uymaktan kaçmanın yolu yok. Herne kadar
kendimi bir Iaido ustası hatta yetişmiş bir Iaido öğrencisi olarak ve hatta Iaido'yu anlamış birisi olarak dahi
görmesem bile ben de, madem yukardaki kadarını yazdım o zaman, ustaların kaçamadıkları konu
hakkında birşeyler anlatmak zorundayım.

Yukarda Iaido'nun bir savaş sanatı yani bir askeri uygulama olarak günümüzde fazla bir değer
taşımadığından bahsettik. Ayrıca onun spor olarak (En azından bütünüyle spor olarak) kabul edilmesinin
zor olduğu ve döğüş yöntemi olarak düşünülemeyeceğini söyledik. O zaman Iaido çalışılmasının sebebi
nedir ve nasıl bir pratik faydası vardır? Iaido geleneksel Japon Savaş sanatıdır. Japon geleneği ise onu
yaşatmak ve öğrenmek Japonların işi. Bizler ya da dünyanın heryerinde Iaido çalışan kimseler Japon
geleneklerinin yaşatılmasna çok mu meraklıyız? Kaldı ki biz, kendi geleneklerini bile unutmaya meyilli bir
milletiz. Yoksa küçük çocukların sokak aralarında kovboyculuk yeya korsancılık oynamaları gibi, Iaido
öğrencileri de Samuraicilik mi oynuyorlar?

Tabii ki, Iaido çalışmak için çok akılcı nedenler vardır. Bu nedenleri en belirsizlerinden başlayıp gittikçe
daha ciddiye inerek aşağıdaki gibi sıralayabiliriz.

Iaido çalışmaları değişik ve karizmatik birşeyler yapmak isteyen ve Savaş sanatlarından olmasa bile Uzak
doğu kültüründen hoşlanan kimselere cazip gelebilir. Bu gibi kimseler hem hoşlandıkları ambians içinde
yaşayabilirler hem de mesela Karate veya Judo gibi sanatlarda olduğu gibi hiç kimse ile döğüşmek ya da
boğuşmak, eklemlerini acıtmak veya kemiklerini zedelemek zorunda kalmazlar. Özet olarak Iaido Savaş
sanatlarına meraklı olmayan hatta bu gibi şeylerden özellikle hoşlanmayan kimselerin de ilgisini çekebilir.

Bazı kimseler de Bıçak ve Kılıç gibi kesici ve delici aletlerden hoşlanırlar. İçinde kriminal bir yapı olmadan
ya da başka bir ifade ile insan kesmeye, kan dökmeye meraklı bir psikopat olmadan da Kılıç ve benzeri
şeylerden hoşlanan, bu gibi şeyleri toplayan, duvarına asan bir sürü insan vardır. Bu gibi kimselere Kendo
ya da Batı Eskirim'i yapıp, birileri ile kılıç döğüşü yapmak çekici gelmeyebilir fakat Iaido hem böyle değildir
hem de dışardan bakınca son derece asil bir görünüm sergiler.

Eskiden herhangi bir Uzak doğu savaş sanatı ile ilgilenmiş ya da hala ilgilenmekte olan kimseler de
Iaido'yu çekici bulabilirler. Kendo yapan hemen hemen herkes de az ya da çok Iaido öğrenir. Şunu
söylemek mümkündür ki, "Her Iaido öğrencisi Kendo çalışmaz fakat her Kendo öğrencisi Iaido çalışır".
Kendo özellikle batıya yayıldıktan sonra kılıç döğüşü olma niteliğini kaybedip, eskirim benzeri bir spor
halini almıştır. Bambu kılıçlar kullanan Kendocular kafa, el, önkol ve göğüs koruyucuları kuşanmış olarak
birbirlerinin ellerine, bileklerine, vücutlarına ve kafalarına dokunarak puan alıp, maç kazanmaya çalışırlar.
Amaç maç kazanmak ve puan almak olunca da kılıç teknikleri git gide kısırlaşır ve hedefler de sınırlanır.
Hiç Iaido çalışmamış olan bir Kendocu ne derece yüksek dereceli olursa olsun kılıç tekniğine yabancı
birisidir. Buyüzden Japon Kendo Federasyonu bir seri Iaido katası (Z.N.K.R. Zen Nippon Kendo Renmei
Iaido Kata ya da Seitei kata) hazırlayarak Kendocuların, tekniği yaşatabilmeleri için, bunların bilinmesini
şart koşmuştur.

Buraya kadar ne tür kimselerin Iaido'yu çekici bulduklarını ya da ne gibi sebeplerle Iaido çalışıldığını
kısmen gördük. Fakat Iaido çalışılmasının gerçek gerekliliği ve öğrencilerine gerçek kazandırdıkları bunlar
değildir. Iaido ile gerçekten ilgilenilmesinin iki ana sebebi vardır. Aslında bunların ikisi de aynı noktada
buluşurlar fakat daha iyi anlayabilmek için iki ayrı nedenmiş gibi inceliyoruz.

Iaido bir Savaş sanatı, bir döğüş yöntemi, bir spordan fazla olarak bir yaşam tarzıdır. Yukarda sayılan
nedenlerin hangisi için olursa olsun, Iaido yapmaya başlayan ve bir süre devam eden, benimseyen her
kimse zamanla bu noktaya gelir. Bu noktaya gelip, Iaido'yu anlayamazsa zaten o kimse ya devam etmez
ya da sanki tenis veya binicilik klübüne gider gibi arada bir uğrar ki, bunun da hiç bir sakıncası yoktur.
Isteyen bu şekilde de devam edebilir. Belli bir noktayı aşıp, Iaido ile bütünleşebilen ya da içine giren
kimseler ise hayatlarını Iaido ve Iaido prensipleri ile sürdürmeye başlayabilirler. Iaido ile birlikte yaşamak
içinse, elde kılıç olması gerekli değildir. Gereken felsefeyi edinen ve ruhsl enerjilerini geliştiren bir kimse
bunu hayatın her açısında olumlu bir ruhsal durum ve enerji olarak kullanabilirler. Iaido fiziksel disiplin
sağlar. Bir çok tiyato oyuncusu sadece normal yürüyüşlerini daha zarif, daha kıvrak hale getirmek için
Eskirim çalışırlar. Iaido da bunun gibi zarif bir beden ifadesi, omurgaya dik bir duruş, fiziksel disiplin,
oturup kalkma zerafeti kazandırır. Kişi bunu bir defa elde edince hayat boyu yanında taşır. Bunun dışında
nefes kontrolü, adele esnekliği gibi şeyleri de sağlar. Burada yazılanlar Iaido'nun reklamı değil onun
neden yapılmak istenmesi gerektiğinin cevabıdır.

Bunlardan sonra da asıl Iaido'nun altında yatan güç gelir. Bu da onun felsefi yanı, Evrensel enerji ile
bütünleşmesi ve bütünleştirmesidir. Hakkıyla talim edilirse Iaido, Aktif bir Yoga'dır (Yoga, hangi.ekol
olursa olsun pasif bir uygulamadır. Bu ifade sadece fiziksel esneklik ve haraketlere dayanan Hatha Yoga
için de geçerlidir. Ayrıca burada fiziksel aktiviteden değil, zihinsel bir durumdan bahsetmekteyiz. Aktif
Yoga tarifi, Iaido'nun hiç bir Yoga ekolünün olmadığı bir durumda olduğunu ifade etmek için kullanılmıştır.
Bu konu aşağıdaki sayfalardaki "Zihnin Etkin ve edilgen durumları" ara başlıklı kısımda ele alınacaktır)
Zen meditasyon'u ve Zihinsel gücü içinde taşır ki, bu yazının asıl bütünü olan aşağıdaki kısımların amacı
da Iaido'nun sadece bu yanını incelemektir. Iaido çalışan kimse başka kimseleri değil aslında kendi
ruhunu keserek, bir terzinin kumaşı biçmesi gibi biçip şekillendirir. Zamanla kendi ruhu da elindeki çelik
(Ya da herhangi bir metal) kılıcı gibi olur. Ruh ve kılıç bütünleşmesi aşağıda görülecek olan "Neden kılıç
samuri'nin ruhudur" başlıklı bölümde detaylı olarak incelenecektir. Ruhsal güçleri uyanır. Hem Yoga ya
da Budizm ekolleri gibi ruhsal dinginliğe ulaşır, hem de bu tür çalışmalarda olmayan bir sonuca ulaşarak
enerjisini etkin, aktif bir biçimde kullanmayı öğrenir. Hem bedensel, Hem zihinsel hem de spiritüel
terbiyeye ulaşır. Kişi kendi ruhunu keserek şekillendirirken komplekslerinden arınabilir, hayata daha
iyimser ve cesur bakar, daha olumlu bir kişilik halini alır fakat paradokslarla dolu olan Iaido'nun başka bir
paradoksu da buradadır ki, kişi isterse daha saldırgan ve savaşçı da olabilir.

ZANSHIN

Iaido ve benzeri bir çok Uzak Doğu ve daha doğru bir ifade ile Japon kaynaklı savaş sanatı ile ilgilenen bir
kimse, ilgisi ister pratik olarak o sanatı talim etme seviyesinde olsun isterse sadece entellektüel bir
inceleme içinde olsun bir noktada mutlaka kendisine son derece esrarengiz görünen bir isimle karşılaşır.
"Zanshin". Aslında batılılar bunun fazla üzerinde durmazlar. Hatta bir çok kişi Zanshin kavramını şöyle
böyle anlar ve gerisine aldırmaz. Batılıların bir çoğu söz konusu Savaş sanatlarını bir döğüş yöntemi veya
marjinal bir spor olark kabul ederler ve işin ruhsal yanıyla da pek ilgilenmezler. Bir kısım batı insanıysa Bu
sanatları ruhsal bir gelişim yolu olarak kabul eder ve bu açıdan talim ederler. Buna en iyi örnek Tai Chi'dir
(Bununla beraber aşağıda daha detaylı olarak inceleyeceğimiz gibi, Tai Chi'de Zanshin yoktur). Iaido,
Kendo, Karate, Kyudo ve Zanshin'le direk ilgili diğer savaş sanatlarını talim edenlerin bir çoğu ise
Zanshin'i pek anlamazlar fakat anladıklarını zannederler. Aslında belki de bu insanların bir çoğu Zanshin'i
tam olarak anlatabilecek gibi bir bütün olarak anlayıp, anlatamazlar fakat içsel olarak gerçekten anlayıp,
algılayıp, uyguluyor olabilirler. Burada konumuz batılıların Zanshini nasıl ve ne kadar anladıkları değil,
Zanshin'in ne olduğu ve daha çok da neden alaşılamadığı ya da kelimelere dökerek anlatılacak şekilde
anlaşılamadığıdır.

Ana konumuz, hedefimiz ve amacımız Iaido olduğu için diğer savaş sanatlrına pek fazla eğilmeden
Zanshin konusunu ilk anda Iaido üzerinden ele alıyoruz. Doğulu ya da batılı değişik ustalar zaman zaman
Zanshin hakkında birşeyler yazmışlar ve onu açıklamaya çalışmışlardır. Bu yazılanların ya da genele
anlatılanların hemen hemen hepsinin yetersiz kaldığını ya da Batı'ya, dolayısıyla da batı dünyasından
bize yetersiz yansıdığını görüyoruz. Bazı Iaido ustalarının kitaplarında ve değişik dergilerde ya da
Internette yayınlanan yazılarında Zanshin'den hiç bahsedilmediğini, Iaido'nun sadece şekilsel olarak ele
alındığını görüyoruz. Aslında dünyada Iaido hakkında batı dillerinde yayınlanmış fazla sayıda kitap da
yok. Web sayfalarında da konunun felsefi yanlarına eğilmek yerine daha ziyade bir, iki Waza'nın
resimlendiğini ve tekniklerin fiziksel yanlarının incelendiğini görüyoruz. Mesela Iaido hakkında hazırlanmış
olan en detaylı kitaplardan biri, Nicklaus Suino tarafından yazılan "The Art of Japanese
Swordmanship" isimli kitaptır. Eishin Ryu ekolünün el kitabı gibi olan bu kitap mevcut bütün Waza ya
da Kata'ları (Tabii sadece Eishin Ryu'daki kataları) bir bir vermekte, her haraketi şematik olarak
anlatmaktadır. Eishin Ryu sistemini pratik olarak bir dojo'da çalışmış, öğrenmiş olan bir kimse için
mükemmel bir el kitabı ya da hatırlama kitabıdır fakat içinde Iaido'nun ruhsal yanlarını anlatan pek birşey
bulunmaz.

Bazı Ustalar da belki de Iaido'nun olan bir şeyini unutmuş olmamak için Zanshin'den bahsetmek gereğini
duyarlar. Zanshin konusunu anlatıp, izah etmeye çalışan ustaların yazı ve anlatıları ana anlatı ve fikir
olarak hemen hemen daima birbirinin aynıdır. Konuyu daha fazla derinleştirmeden önce, bunlara bir örnek
olarak Masayaki Shimabukuro'nun anlatımını özet olarak görmemizde fayda vardır.

-Savaşçı Ruhu -
Zanshin kelimesi birebir tercüme edilirse "Kalan ruh" veya "Artakalan ruh"
şeklinde çevrilebilir denilmektedir. Fakat genellikle şu şekilde açıklanmaktadır
"Ruhunu rakibinin üzerinde yoğunlaşmış olarak bırakmak". Bu ifadelerin
hiçbirisi Zanshin'i tam olarak açıklayamaz fakat onu açıklayabilmenin kolay bir yolu
da yoktur. Basit bir anlatımla Zanshin, zihinsel bir durumdur. Sadece deneylerle
anlaşılabilir ve bir defa anlaşılınca doğru izahla açıklanabilir.

Bir batılıya Zanshin kavramını anlatabilmek için "Savaşçı ruhu" ifadesi kolay bir
anlatım olabilir. Zanshin, Savaş ruhu'nun dışarıya projekte edilişidir. Rakibin
hücumuna cevap vermek ve hemen ardından korku ve endişenin olmadığı sakin
bir duruma girmek mental ve fiziksel hızlılık gerektirir. Zanshin mümkün olan bütün
kavgacılık ruhu ile sakin zihin durumunun kombinesi olan ve kendi kendisiyle
çelişkili olan bir durumdur.

Iaijutsu tekniklerinin talim edilişi sırasında, Kokyu temizleyici nefesleri yapılmaya


başlarken Zanshin uyanır. Bu an, gerçek hayattaki bir tehdit altında kalındığı anla
uyumludur. Zihnin bu derin durumu Çekiş ve yatay kesiş, Aşağıya kesiş, Kılıçtan
kan silkelemek ve hatta kılıcı kına koymak ( Nukitsuki, Kirioroshi, Chiburi ve
hatta Noto) sırasında sürdürülecektir.

Noto (Kılıcı kına koymak), Zanshin'in bırakılması için çok kritik bir andır. Hemen
hemen herkes için, kılıcı çekerken, bir vuruşu veya kesişi bloke ederken kavga
ruhunu devam ettirmek çok tabii bir durumdur. Fakat bir savaşçı için en
yaralanılabilir anlardan birisi de savaşın bittiği ve kılıcın kına koyulduğu andır. Bu
an, yaralı bir rakibin, Noto'nun orta noktasında, tam Kılıcın ucu (Kissaki) kına
girince, son bir gayretle saldırması için en uygun andır. Tam bu noktada iken
kuvvetli ve etkili bir çekiş yapılamaz. Noto'yu tamamlamaya ve yeniden çekiş
yapabilmeye zaman yoktur. Buyüzden Kan silkeleme (Chuburi) ve kılıcın kına geri
koyuluşu (Noto) anları, Zanshin'in en güçlü olması gereken anlardır.

Noto yapılırken, Kabza bariyerinin (Tsuba) sol ele temas ettiği anda Zanshin
duygusu çok güçlü olmalıdır çünkü kılıç hala tam olarak Kında (Saya) değildir.
Tsuba, Saya'ya tam olarak intibak edip,Habaki, Kouguchi'ye sıkısıkıya oturmadan
Kılıç kına girmiş sayılamaz. Sonuç olarak, sağ el Kabza dibine (Tsukagashira)
kaydırılana kadar (Sağ elin, kılıç kına tamamen yerleştirildikten sonra kabzayı
bırakıp, kabza dibine kaydırılması Eishin Ryu ekolüne has sembolik bir el jestidir)
Zanshin devam ettirilmelidir.

Rakip safdışı bırakıldıktan sonra Zanshin'e çok fazla dikkat ayrılır. Bundan dolayı
da pekçok kişi Zanshin hakkında yanlış fikir edinir. "Kalan ruh" çevirisi ile
Zanshin'in sadece kavgadan sonra kalan savaş ruhunu gösterdiği zannedilir.
Zanshin Kan silkeleme sırasında (Chiburi) ve kılıcın kına sokulmasında (Noto) çok
dikkate değerdir ki, bunlar da aslında savaş sonrasıdır, halbuki Zanshin tekniğin
başladığı anda var olmalıdır.

Söz konusu zihinsel durumu tarif için basit bir yol yoktur ve o ancak devamlı
çalışılarak var edilir. Eski Samuri'ler için Zanshin'i talim etmek kolaydı çünkü
onların çalışmalarında çok gerçekçi olan imkanlar vardı. Modern Samuri'ler için ise,
Zanshin'i geliştirebilmek için önce biraz imajinasyon geliştirmek gerekir.
Visualizasyon bir çok kişinin Savaşçı ruhunu talim edebilmesine ve
geliştirebilmesine yardımcı olabilir. Iaijutsu teknikleri çalışılırken bir rakiple yüzyüze
olunduğunu imajine etmekle gereken mental duruma daha rahat girilir.

Zanshin hakkındaki son şey de şudur. O, Iaijutsu'num her açısının altında yatar.
Bütün fiziksel tekniklerin arkasındaki itici güçtür.
Yukardaki anlatım dikkatle gözden geçirildiği takdirde fark edilir ki, Zanshin sadece dış açıdan anlatılmış
ve sadece, "Zanshin diye bir şey vardır" denilmiştir. Bunun dışında Zanshin gerçekten nedir, Nasıl
kullanılır, Ne şekilde geliştirilir? gibi sorulara hiç dokunulmamıştır. Shimabukuro'nun yukardaki
açıklamasına benzer açıklamalardan dolayı da, Iaido ile ilgisi olan ya da olmayan kimselerin kafasında,
aşağıdaki yanlış düşünceler uyanır.

"Zanshin insanın bir tür bir ruhsal durumudur. Öyle bir şeydir ki, kişi kendi bilinci,
isteği ve konsantresi ile kendisini o duruma sokar. Bir tür rol oynar ve kendi
kendisini de oynadığı role inandırır. Kişi konsantre olur, bütün dikkatini rakibinin
üzerinde yoğunlaştırır, rakibinden başka herşeyle zihinsel ve hatta görsel ilgisini
keser. Kendisini, rakibini keseceğine inandırır. Bir dreceye kadar ilkel ve yırtıcı
güdülerini uyandırır. Bu konsantre durumunu da gerçek bir rakiple çarpışma ya da
tek başına yapılan Kata bitene kadar muhafaza eder. Bu arada yüzünü de ezip,
büzerek kararlı ve korkunç bir döğüşçü yüz görünümü takınır. Başka bir ifade ile
savaş içindeki bir savaşçının yüz ifadesinin taklidini yapar ama yaparken kendisini
de yaptığı taklide inandırır. Tabii bu durumda onun kararlı ve sert yüz ifadesi
rakibinin motivasyonunu bozarak onu sindirir. Ayrıca rakibin hücum ve karşı
hücumları dikkat altında tutulur."
Yukardaki ifade aslıda tamamiyle yanlıştır. Çünkü Zanshin, oynan bir rol, kendi kendini birşeye
inandırmak, sadece dikkatini rakibin üzerine toplamak ve yüzünü buruşturmak değildir. O, neredeyse
maddesel olan bir gerçektir. En doğru ifade ile Zanshin'in tarfifi aşağıdaki gibidir.

"Zanshin, savaşçı ruhu (Haleti ruhiyesi) veya Savaş ruhu değildir. Zanshin
psikolojik değil ruhsaldır. Zanshin tam olarak kişinin ruhsal enerjisinin rakibi
bir zarf gibi kapladığı, içine aldığı, bir durum, bir ruhsal enerjinin kullanım
şeklidir. İki savaşçı karşılaşınca önce onların Zanshin'leri kapışır ve birisi
bastırılınca enerji alanı rakibin zihinsel aktivitesini dumura uğratır, onu bir
miktar fiziksel uyuşukluğa ya da şaşkın veya sarsak fiziksel duruma sokar.
Zanshin rakibin, fiziksel bedeni gibi ruhsal enerjisini de aynı zarfın içine
alarak bastırmak, kısıtlamak, haraket edemez hale getirmektir."
Pekiyi bu ruhsal enerji sözü ile ne kastetmekteyiz? Bu enerji Sadece Iaido'ya has bir şeymidir? Nasıl
uyandırılır ve nasıl geliştirilir? Sadece Japonya'ya has bir ruhsal yapımıdır. Batı dünyası ve Orta dünya
yani bizim ülkemizin de içinde olduğu Orta doğu, bu enerjiden haberdarmıdır? Bütün bu sorulara cevap
verebilmek için konuyu Iaido'dan biraz uzaklaştırarak ilk bakışta Iaido'ya ve Zanshin kavramına yabancı
zannedilecek bazı şeyleri incelememiz gerekmektedir.

Aşağıdaki konular hem ilgisiz, hem gereksiz ve hem de çok uzun görülebilir fakat Chi, Ki, Tai Chi, Zen
Budizim ve benzeri bir çok şey iyice anlaşılmadan zihnin edilgen hali tam olarak anlaşılamaz. Zihnin
edilgen hali hakkında tam bir fikir sahibi olunmadan, Zihnin etkin hali bilinemez. Zihnin etkin hali
bilinmeden de Zanshin anlaşılamaz. Ayrıca Iaido'nun, Zihnin etkin ve edilgen durumlarını nasıl kullandığı
anlatılamaz.

Aşağıdaki bölümlere geçmeden önce söylenmesi gereken son şey de şudur: Yukarda görülen, Üstad
Shimabukuro'nun Zanshin tarifi eleştirmek için ele alınmadı. Usta'nın yanlış fikirler verdiği ya da konuya
tam olarak hakim olmadağı da vurgulanmak istenmedi. Burada anlatılmak istenen şey sadece, zannımıza
göre, batı dillerine Zanshi'i anlaşılır şekilde çevirmenin zorluğu ve daha da önemlisi konunun karmaşıklığı,
uzunluğu, anlayabilmek için daha pek çok şeyin bilinmesinin gerekmesi gibi şeylerden dolayı Zanshin
hakkında bazı şeyler söylemeye çalışan ustaların fazla derine inmeye gerek görmedikleridir.

KI VEYA CHI

Hem Zanshin'i tam olarak anlamak, hem de en azından neyin içinde olup, ne olmadığını anlayabilmek için
Chi veya Ki sözünün ifade ettiği kavramı anlayabilmemiz gerekir. Chi ve Ki kelimeleri aslında aynı şeyi
anlatırlar. Chi eski Çince, Ki Japonca'dır. Burada ikisinin birden kullanılmasının sebebi her iki kelimenin
de dünyada çok yaygın olmasıdır. Türkiye'de bile Chi'yi bilip, Ki'yi hiç duymamış, Ki'yi bilip, Chi'yi hiç
duymamış insanlar vardır. Kelimenin ya da daha doğru bir ifade ile ismin özgün şekli Çince Chi'dir. Zen
Budizm, Kung Fu ekolleri, spiritüel felsefeler Çin'den, Japonya'ya geçtikten sonra zamanla Japon'ların
telaffuzlarına uyarak Chi sözü değişti. Bu durum tıpkı Farsça "Merdübaan" kelimesinin, Türkçe'ye
geçtikten sonra "Merdiven" şeklini alması gibi bir durumdur.

Chi, Evren'in her yanını dolduran enerjidir. Herşeyle diğer herşey arasında Chi vardır. Uzay boşluğu da
boşluk değildir. Aslında Chi ile doludur. Yıldızlar ve galaksiler arasında da Chi vardır. Elimizin parmakları
arasında, çevremizde hatta ciğerlerimizde Chi vardır. Chi evrensel enerjidir, aynı zamanda evrenin
kendisidir. Burada "Evren" derken sadece bildiğimiz evreni de kastetmiyoruz. Var olduğu iddia edilen
değişik boyutlarıyla bütün alemleri kastediyoruz. Chi hayattır ve hayatı sürdüren enerjidir. Onun kendisine
has bir zeka ve bilinci de vardır fakat bu zeka ve bilinç bizim algılama sınırlarımızın ötesindedir. Kendisine
has bir durumdur. Hayatımızı sürdürürken evrensel uyuma ters düşmemek, daha gelişmiş bir varlık
olabilmek ve üstün bilince ulaşabilmek için Chi ile ve onun devamlı olarak devinen akımlarıyla uyum
içinde yaşamalıyız. Taoist felsefe ve yaşam biçiminin özü tamamen Chi ve yukarda bahsedildiği gibi
Chi ile uyumlu olmak üzerine kuruludur. Taoist felsefenin tam olarak ele alınması, anlatılması buradaki
konumuzun dışındadır ve zaten bu çok uzun bir konudur fakat konumuzun gereği kadarını da, yarım
yamalak bile olsa, ele almak da gereklidir.

Taoizm çok çok eski bir felsefedir. Burada felsefe sözü tabii ki, hafif kalmaktadır. Taoizm hayatın
tamamına etki yapan bir yaşam biçimidir fakat burada anlatım kolaylığı için felsefe deyip geçmeyi daha
uygun buluyoruz. Taoizmin ilk ortaya çıkış şekli bir sürü efsaneye konu olmuştur dolayısıyla onun gerçek
kökeni ve geçirdiği aşamalar hakkında gerçeğe yakın birşeyler söylememiz mümkün değil. Bilinen en
kesin şeyler, onun çok çok eski olduğu, Konfiçyüs'ün de Taoizmin bazı açıları ile ilgilendiğidir. Hatta
Konfiçyüs, Taoist felsefenin bir ürünü olan ya da Taoizm ile kaynaşıp, onun bir parçası gibi görünen Yi
King (Ya da I Ching) için de bir seri yorum yazmıştır. Daha sonraki dönemlerde bir imparator Taoizmi ve
kendisinden önceki bütün felsefi ekolleri yasakladı ve Taoist rahipler sıkı takibat altında tutuldular. Ele
geçirilebilen bütün Taoist tekstler imha edildiler ve Yi King sadece Konfiçyüs'e duyulan saygı yüzünden
bu katliamdan kurtuldu.
Tekrar Chi kavramına dönersek, Chi, Taoizmin bir ürünü değildir. Tersine Taoizm Chi ile uyumlu olmak
adına kurulu bir felsefe, din, mezhep, tarikat ve/veya yaşam biçimidir. Chi'yi duyabilmek, onun içinde
onunla uyumlu olabilmek için tasarlanmış ve zamanla gittikçe gelişmiş bir çok pratik etme yöntemi de
vardır. Aslında hemen hemen herşey Chi ile bütünleşmek amacıyla kullanılabilir. Seks, yemek yemek,
yürümek hemen herşey zihinsel boşluk sağlamak ve Chi'yi önce idrak edebilmek, sonra onu istek
doğrultusunda kullanabilmek fakat aynı zamanda ve aslında onun istek ve doğrultusunda yaşamak için
kullanılabilir. Mesela chi ile bütünleşmek için bir tür meditasyon yaptığımızı düşünelim. Zihinsel boşluğu
sağlamaya çalışarak bir masaya oturuyoruz. Önümüze bir tabaka beyaz kağıt koyup, elimize de bir kalem
alıyoruz. Düz beyaz kağıdın üzerine boydan boya birbirine paralel çizgiler çizmeye başlıyoruz. Kesin ve
düşünmeden yapılan haraketlerle çizilen çizgilerin tam olarak, sanki bir cetvelle çizilmiş gibi düz olmaları
istenmektedir. Zihin gerçekten boşalınca ve yapılan iş düşünülmeden yapılmaya başlayınca istenilen
düzlükte çizgiler ortaya çıkmaya başlar. İşte bu durumda Chi akımlarıyla uyumlu davranılmaya
başlanılmış demektir. Çizgiyi çizen ve tabii kolumuzu kağıt üzerinde haraket ettiren şey bizim bilinç ve
komutlarımız değil, Chi akımıdır.

Burada hemen belirtmek gerekir ki, yukarda anlatılan çizgi çizme yöntemi bilinen bir çalışma tarifi, tavsiye
ettiğimiz bir yöntem değildir. Bu sadece konuya örnek verebilmek için hemen uydurulmuş bir anlatımdır.
Fakat gene de belirtmek gerekir ki, bir fırçanın yaptığı şekil, bir kalemin çizdiği düz çizgiler, bir vazoya
düşünmeden, konsantre halinde yerleştirilerek artistik bir tasarım oluşturan çiçekler, bir müzik aleti ile,
herhangi bir notaya bağlı olmadan irticali olarak yapılan empravizasyon ya da bizdeki ismiyle taksim, ve
bir kılıcın rakibi kesmesi aynı şeydir. Şekilsel olarak arada büyük farklılıklar olabilir fakat öz aynıdır. Başka
bir anlatımla, Shaolin rahiplerinin bakır bir gonga yıllarca tek bir teknik kullanarak yumruk atmaları, ya da
Kung Fu yapmaları ile bizdeki Mevlevi dervişlerinin Sema ayinlerinde fırfır dönmeleri ya da Tibet
rahiplerinin dua değirmelerini döndürerek mantra söylemeleri aynı amaca hizmet eden, aynı çalışmadır.
Hiç bir farklılık yoktur.

Tai Chi

Tai Chi son yıllarda batıda da oldukça yaygınlaşmış bir Chi ile uyumlu olma sanatıdır. Şekilsel olarak bir
döğüş tekniğine benzer. Aslında bir döğüş tekniği denilemez. Bir Savaş sanatı hiç değildir. Fakat
haraketler tekmeler, yumruklar, savuşturmalar, ve benzeri faktörler döğüş teknikleridir. Hemen belirtmek
gerekir ki, bir Tai Chi öğrencisi istediği takdirde tabii ki, Tai Chi'yi bir döğüş yöntemi olarak mükemmelen
kullanabilir fakat burada amacımız Tai Chi'nin döğüş sanatı olup, olmadığı ve ne derece kullanılışlı olduğu
değil, onun gerçek uygulanma amacıdır. Tai Chi tek başına ya da gurup halinde çalışılabilir. Ama kişisel
fikrime göre Tıpkı Müslümanlıkta kılınan namazların camiide ve gurup halinde kılınmasının daha makbul
olması gibi Tai Chi'nin de gurup halinde yapılmasının ayrı bir lezzeti vardır. Haraketlerin uygulanma
amacı Chi ile bütünleşmektir. Zihin boşaltılır, Haraketler akıcı bir şekilde, kesintisiz olarak ve yavaş yavaş,
kendini sıkmadan veya adeleler zorlanmadan yapılır.

Tai Chi haraketlerinin birleşmesinden uzunca bir Kata oluşur. Tabii burada Kata sözü, yukarda, Iaido
konusunun gözden geçirilişi sırasında kullanıldığı ve ne olduğu kısmen açıklandığı için kullanıldı. Kata
Japonca bir kelimedir ve Tai Chi kalıbının ismi değildir. Tai Chi'de yapılan kalıbın en iyi ismi de zaten
"Kalıp"tır. Batı dillerindeki Tai Chi dökümanlarının hemen hemen hepsinde isim ingilizce "Form: Şekil,
Kalıp" şeklindedir. Tai Chi katası yapılırken Chi ile bütünleşilir. Chi'nin akımları, dalgalanmaları ve
dostluğu hissedilir. Kişi iyi şekilde konsantre olup, bu akımları gerçekten hissederek yaşamaya başlayınca
artık haraketleri yapan o değildir. Onu haraket ettiren Chi'nin gücüdür. Yumruk atarken eli iten, vücudu
döndüren, zıplatan, yer değiştiren Chi'dir.

Yukarda da belirtildiği gibi Tai Chi çalışması tek olarak yapılabilir fakat onun gurup halinde yapılması ve
Chi'nin gurupça hissedilmesi muhteşem bir duygudur. İnsan bunun içinde bir süre yaşadıktan sonra
hissedilen titreşimlerin ve duyguların tiryakisi olabilir. Burada psikolojik bir sanrı söz konusu değildir.
Anlatılan durum zihnin bir canlandırısı ya da hayali değildir. Chi fiziksel bir gerçektir ve duyulan, onun
fiziksel varlığıdır. Alışmış bir insan için çalışmalardan çok uzun bir süre uzak kalabilmek zor olabilir çünkü
vücut alıştığı titreşimi arar.
Tekrar çalışmalalara dönersek. Tai Chi çalışmasını seyretmek denizdeki ya da büyükçe bir akvaryumdaki
balıkların yüzmesini seyretmeye benzer. Haraketler tıpkı balıkların kuyruklarını ahenkli bir şekilde
dalgalandırarak yüzmeleri gibidir. Aslında bu balık örneği Chi akımları ve onun yönetimi için çok güzel bir
örnek olabilir.

Bir Şnorkel ve maske ile yüzüp ya da fazla derin olmayan ve berrak bir yerde durup dışardan, yüzlerce,
binlerce minik balıktan oluşan sürüyü seyeden herkes mutlaka görmüştür, ahenkli bir şekilde aynı yönde,
aynı şekilde yüzen balıkların bir anda hemen hepsi aynı yöne dönerler ve yeni yönde ilerlemeye başlarlar.
Şayet aynı sürü bir şekilde ürkütülürse bu sapmayı çok hızlı şekilde yaparlar ve sürüden sadece bir, iki
balık değişik yönlere sapar. Diğerleri kütle halinde aynı yönde kaçarlar. Şimdi şöyle düşünelim. Söz
konusu olan bir, birbuçuk santim boyundaki balıklardan birisi yöneticidir. Balıkların zihin ve akılları çok
gelişmiştir ve yönetici balık yüzgecine sıkıştrdığı megafonla bağırmaktadır "Dikkat arkadaşlar. Üç salise
sonra herkes birden doksan derece sağa sapacak". Böylebir durum olamayacağına göre bütün balıkları
hatta ağaçlar arasındaki birbirini görmeyen kuşları ya da sürü halinde uçan kuşları aynı anda haraket
ettiren nedir. Burada bir iddiada bulunmuyoruz. Sadece soruyoruz.

Tabii Tai Chi çalışmasının balık haraketlerine benzetilmesi yapılan haraketin ahangi ile ilgilidir fakat
herkes gerekli konsantre ve duyarlılığı sağlayabilirse herşey, hiç düşünmeden tıpkı yukarda anlatılan balık
sürüsü haraketi gibi de olabilir.

Tai Chi haraketlerinden aşağıdaki "Zihnin etkin ve edilgen durumları" bölümünde tekrar
bahsedilecektir. Burada Tai Chi'den bu kadar bahsetmek yeterlidir.

Tekrar Chi'ye dönersek, ister Tai Chi, ister başka bir yöntem kullanarak, insan Chi ile iletişim halinde
olmayı ve ona teslim olarak yaşamayı öğrenince hayatında bir çok şey değişmeye başlar. Bir Chi ustası
istediği zaman bedenini hafifletebilir. Islak bir kumsalda yürüyüp, kumların üzerinde hiç ayak izi
bırakmayan kimselerden bahsedilir. Ayrıca uzak doğu savaş sanatları çalışmalarında, karşılıklı döğüş
çalışmasında, zeminin bir kenarını kaplayan keskin kiremit ve cam parçalarının üzerine farkında olmadan
çıkan, dört beş adım atan ve ayaklarında kesilme, kanama olmayan kimseler görülmüştür. Zihinsel
dinginliğini sürdürebilen kimseler vahşi hayvanlardan zarar görmeyebilirler. Mesela şunu bir örnek olarak
söyleyebiliriz ki, henüz yavrularının gözü açılmamış durumda olan bir dişi sokak kedisinin yavrularını
ellerini uaztıp alırlar ve tırmalanmazlar. Bir yılanı elleri ile tutup onun sakin durumda kalmasını da
sağlayabilirler. Hayvanlarla yapılabilen çok kolay bir deneme de güvercinler arasında yürümektir.
Güvercinlerle dolu bir meydanda ya da parkta normal yürüyüş hızıyla yürünür. Bu yapılırken zihinsel
sakinlik durumuna geçilir ve sanki bir Tai Chi çalışması yapılıyormuş gibi Chi ile senkronize olunur. Zihin
durdurulur ve kişi kendisini Chi'nin yönetimie açar. Bu başarılırsa güvercinler kişinin ayağına bir santim
mesafede bile olsalar, ayak onlara çarpmadıkça havalanmazlar.

Bu gibi şeylerin dışında mesela kişi geleceği bilebilir. Burada söz konusu olan geleceği bilmek, günler ya
da saatler sonrası olacak bir olayı bazı detaylarıyla bilmek demek değildir. Bir, üç veya en fazla beş
saniye sonra olabilecek bir şeyi sezmektir. Kısaca söylemek gerekirse insan bir virajdan çıkarken
karşılaşabileceği durumu ya da sırtından bir darbe alacağını veya boynuna ya da yan bölgesine doğru bir
kılıcın geldiğini görmeden ve olaydan bir saniye önce hissedebilir.

Bunlar günlük hayat içinde sıksık yaşanabilen şeylerdir. Asla bir keramet niteliğinde değildirler ve isteyen
herkes bunları yapabilir. Ayrıca bu gibi şeyler mutlaka Chi ile uyumlu hale gelinmiş demek de değildir.
Bunlar, bu tür çalışmalar olmadan da yapılabilir durumlardır. Yukardaki örnekler Chi ile ilgili tezahürler
olmayabilirler. Bunlar örnek olarak yazıldılar. Yani Chi akımlarıyla ilgili bir durum da olsa böyle olurdu
demek istiyorum.

Tabii geleceği bilmek konusunda gelişmiş bir sistem de vardır. O da yukardaki satırlardan birinde adı
geçen Yi King ya da I Ching'dir.
Yi King Ya da I Ching

Yi King bazı kaynakların iddiasına göre dörtbin, bazı kaynakların iddiasına göre beşbin yıllık ve bazı
kaynaklara göre de çok daha eski olan eski Çin kehanet sanatıdır. Burada da hemen "Kehanet" sözüne
açıklık getirmek gerekmektedir. Kehanet geleceği söylemek kavramını çağırıştıran bir kelimedir. Kısaca
Falcılık ve faldan bir farkı pek yoktur. Nedense Yi King için batı dillerinde hep kehanet denilir fakat
gerçekte Yi King'in geleceği söylemekle pek ilgisi yoktur ve asla bir falcılık yöntemi değildir. Yi King
insanın kendisinden daha gelişmiş bir zeka ile kontak kurarak geleceğe yönelik tavsiyeler alma sanatıdır.
Gelecekte ne olacağını söylenmez sadece yapılması düşünülen bir şey için uygun zamanda olunup,
olunmadığı söylenir. "Bu iş şu şekilde yapılırsa daha iyi sonuç alınır, bu şekilde yapılırsa tepki görür"
tarzında nasihat verir. Yi King'in tavsiyeine uymak veya uymamak kişiye kalmıştır.

Yi King'in tavsiyesine baş vurmak için havaya atılan üç tane madeni para ya da altı tane tahta parçası
veya elle karıştırılıp, bölünen elli tane çubuk kullanılır. Yi King'in pratikteki kullanımına en iyi örnek ise II.
Dünya savaşında, Japonlar'ın Pearl Harbor baskınının zamanlaması için Yi King'e baş vurmalarıdır.

Yi King'i kullanabilmek için de yukardaki Tai Chi bahsindeki gibi tam bir konsantre ve evrensel enerji ile
kontak kurmak gereklidir. Modern psikiyatrinin babalarından birisi olan Carl Gustav Jung, Yi King'i, kendi
geliştirdiği senkronizasyon teorisi çerçevesi içinde incelemiş ve elde edilen sonuçların son derece mantıklı
olduğu sonucuna varmıştır.

Yi King sadece evrensel enerjinin tezahürlerine bir örnektir. Zanshin ve Iaido ile "Zihnin edilgen hali"
içinde olmaya örnek olmasından başka ilgisi olmadığı için burada ondan daha fazla bahsetmemize de
gerek yoktur.

ZEN BUDİZM

Yukarda Chi ve Tai Chi konularından oldukça uzun bahsettik. Halbuki Chi ve/veya Tai Chi Japon savaş
sanatlarını ve Samuri'nin kendisine has felsefesini ve tabii dolayısıyla da Iaido'yu çok fazla etkilemiş
değildir. Japon savaş sanatlarını en fazla etkileyen ruhsal gelişme yöntemi aslında Zen Budizm'dir.

Zen Budizm, Çin kökenli bir Budizm ekolüdür fakat Çin'e Hindistan'dan gelmiştir. Daha doğrusu Çin'e,
Çinlilere Budizm öğretmek için gelen bir Hintli Budist rahip tarafından, Çin'de geliştirilmiştir. Zen Budizm'in
ve Kung Fu'nun doğuşu ile ilgili efsanelerin bir çoğu aşağıdaki özetin akışındadır.

Çok çok uzun zaman önce Hindistan'da, Savaş sanatlarına çok meraklı bir Mihrace yaşarmış. O zamanın
bilinen bütün döğüş sistemlerini ve araçlarını toplamış fakat elindeki veriler ona yetersiz görünmüş.
Mihrace konuyla ilgili araştırmalarını derinleştirerek vahşi hayvanların kavga tekniklerini incelemiş ve
bunlardan aldığı ilhamla daha güçlü döğüş teknikleri ve kendisine göre bir sistem geliştirmiş. Aynı
mihracenin esir ve kölelerin vücutlarına iğneler batırarak vurulacak sinir merkezleri üzerinde de çalıştığı
söylenir.

Aynı dönemlerde Budizm de oldukça yaygındı ve değişik yerlerde bir çok Budist manastırı vardı. Bir
rivayete göre bazı mihraceler saraylarını, hazinelerini saklamak için pek güvenli görmezler ve Budistlerin
manastırlarına emanet ederler. Zamanla Budist rahiplerin ellerinde çok büyük bir servet birikir ve sonunda
bir gün, rivayete inanılırsa, rahipler hazineleri, sahiplerine vermeyi redderler. Uzun ve kanlı savaşlar çıkar
ve sonunda rahipler yenilirler. Bu olaydan sonra rahiplerin silah kullanmaları, taşımaları, bulundurmaları
yasaklanır. Budizmi yaymak için ülkede dolaşan Budist rahipler kısa zamanda, çok fazla sayıda olan
soyguncuların kurbanı olmaya başlarlar ve sonunda silahsız kavga yöntemlerini öğrenip, geliştirmek
zorunda kalırlar.

Günlerden bir gün Bodhidharma adındaki bir rahip, Budizm öğretmek üzere Çin'e gidip, Honan
eyaletindeki Shaolin'e yerleşip, bir manastır kurar. Bir süre sonra Bodhidharma Çinlilerin zihinsel olarak
fazlasıyla uyuşuk olduğuna ve Budizmi tam olarak anlayıp uygulayamayacaklarına karar verir ve
Budizm'de bazı tadilatlar yaparak yeni bir sistem geliştirir. Bu yeni Budizm tarzına Zen Budizim ismi
verilir.

Tabii rivayetlerden, daha mantıklı düşünmeye geçersek, Zen Budizm'in geliştirilme sebebi olarak
Bodhidharma'nın kendi tecrübe, sezgi ve bilgileri doğrultusunda çok daha işlek bir sistem geliştirmek
istemiş olması daha akla yakındır. Budizm öğrenemeyecek kadar miskin Çin halkı ve onlara hitap
edebilecek uydurma bir Budizim fikri pek akla yakın gelmiyor. Fakat gene de konuyu aynı doğrultuda
izlememizde bir zarar yoktur.

Bodhidharma geliştirdiği sistemin de Çinlilere ağır geldiğini, onların fiziksel ve zihinsel disiplinden uzak
olduğunu düşünür ve Çinlileri daha sağlıklı bir yapıya ulaştırmak için döğüş sanatlarını talim ettirmeye
başlar ve kısa zamanda döğüş sanatları Zen Budizm'in ya da Shaolin tapınağının resmi uygulaması halini
alır.

Shaolin Kung Fu ekolü aşağıda görülecektir. Burada Bodhidharma konusuna son noktayı koyabiliriz.

Zen Budizm uygulamaları

Zen Budizm, uygulama tarzı olarak klasik Budizm, Tibet Budizm'i ve benzer ekollerden çok farklıdır. Başta
Shaolin Kung Fu olmak üzere bir çok döğüş ve savaş sanatının tercih ettiği zihinsel disiplin olmasının ana
nedeni de onun uygulama farklılığıdır.

Zen Budizm'de de diğer Budizm ve Yoga ekolleri gibi yapılan meditasyon vardır fakat Zen meditasyon
Diğer Budizm ekolleri gibi ve mesela Tantrik Yoga ve diğer Yoga ekolleri gibi mandala'lara, mantralara,
Buda heykellerine ve daha bir sürü şekilsel duruma gerek görmez. Dua, mantra zikir, gibi şeyler tamamen
gereksizdir. İlahlara veya ruhlara tapınmak yoktur. Bir tapınağa da ihtiyacı yoktur. İnsan bir duvarın önüne
oturup meditasyon yapabilir. Meditasyon için Lotüs oturuşu veya bildiğimiz bağdaş kurarak oturma tavsiye
edilirse de insan bir sandalyede de oturarak ve hatta uyuyakalma riski yoksa yatağına uzanarak da Zen
meditasyon yapabilir. Meditasyonun esası da üç, beş satırla anlatılabilir. Çok kaba olarak özetlememiz
gerekirse, Zihin boşaltılır (Bu zihin boşaltma ve zihin durdurma, hiç birşey düşünmemek konuları bütün
dünyadaki kitaplarda daima yanlış anlatılmıştır. Özellikle de yurdumuzda basılan kitaplarda ya çeviri
yetersizliği, ya çeviriyi yapanın Budizm'i bilmemesi, ya da özgün kitabın da eksik ve yanlış olmasından
dolayı "Zihin durdurması" saçma sapan izahlardan ibarettir. Bunları sadece okuyan değil, yazan da
anlamaz. Şimdilik, insan ya da hayvan, bir zihnin tamamen durdurulmasının ya da boşaltılmasının ölüm
haricinde imkansız olduğunu belirtmemiz yeterli olur). Bu durumda iken bir süre sonra ani patlamalar
halinde ya da yavaş yavaş, gözün önündn bazı imajlar geçmeye başlar. Bunlar bir şarkının görüntü klibine
benzer şeyler olabilirler, ani patlamalarla (Flaş patlaması gibi) gelip geçen resimler olabilirler, bazı olaylar
da olabilirler, renk tayfları olabilirler kısaca herşey olabilirler. Burada önemli olan söz konusu görüntülere
müdahele etmemek, hayallere dalmamak sadece tarafsız olarak bakmak ve görüntünün değişmesini
beklemektir. Bu şekilde zamanla insan kendi bilinçilatını tamamen boşaltıp ona hakim bile olabilir.

Bir ikinci Zen uygulamasıysa "Koan" ismi verilen anlamsız sorulardır mesela Guru, öğrencisine saçma
sapan bir soru sorar "Sen yolda gidiyorsan yol nereye gider" gibi (Bu soru örnek olsun diye şu anda, bu
satırlar yazılırken uyduruldu. Gerçek Koan'lar bundan daha anlamsızdır). Öğrenci sorunun üzerinde
günlerce düşünür, konsantre olur. Zihnini buna o derece takar ki sonunda Hintçe Nirvana, Japonca Satori
denilen durumu yaşar.

Bunlar, herne kadar diğer ekollere göre farklı şeylerse de asıl farklılık yapılan her işin ve her eylemin bir
Zen meditasyon haline getirilebilmesidir. Mesela tarla çapalamak. Devamlı olarak aynı rutin haraketi
yapmak, Bu yapılırken zihni boşaltmak ve haraketlerin bir noktada otomatizmaya bağlanması ve evrensel
enerji ile bütünleşmek, Satori yaşamak. Aynı durum yürüyüşle, eline fırçayı alıp, konsantre olup, bir anda
hiç düşünmeden bir desen çizmekle de yapılabilir. İşte Zen Budizm'in Savaş sanatları uygulayıcıları
tarafından büyük kabul görmesi onun bu uygulama tarzıdır. Tabii bu tarz uygulamalarda, meditasyon
konusunda bahsedilen haraketsizlik ve/veya bazı vizyonların seyredilmesi gibi bir durum yok. Burada
farklı bir zihinsel boşluk gerekir ki, o da kaba tarifi ile zihnin, sadece yapılan eylemle fakat düşünmeden
işgal edilmesidir. Burada, ilk sayfalardaki Karate isminin açıklanışının hatırlanması yerinde olur.

Shaolin Kung Fu

Uzak Doğu döğüş sanatlarıyla ilgilenen herkes ve ek olarak bu gibi şeylerle ilgilenmeyip, sadece bazı
filmleri ve Tw dizilerini izleyen herkes Saholin Kung Fu ekolünü duymuştur. Türkiye'deki siyah beyaz
televizyon döneminde (Yaklaşık olarak 1978 - 1979), TRT1'de siyah beyaz olarak ve daha sonra da bazı
özel televizyonlarda renkli olarak gösterilen Kung Fu dizisini çoğu kimse hatırlayabilir. Dizinin bazı
bölümlerinde vurgulanmışsa da bir çok kimse, dizideki manastırın Zen Budizm ve Saholin Kung Fu'nun
doğum yeri olan, Bodhidharma'nın kurduğu Saholin manastırı olduğunu pek bilmez. 2003 yılında da
National Geographic televizyonu Sholin Kung Fu ile ilgili uzun bir program yaptı. Sholin manastırı Kung
Fu yüzünden oldukça meşhur olmuş olmakla beraber onun asıl önemi Zen Budizm'den gelir. Kung Fu bir
uygulama ve yan üründür.

Saholin Kung Fu öğrencilerine göre, Kung Fu Saholin kaynaklıdır ve bütün Çin'e oradan yayılmıştır.
Çin'deki döğüş sanatlarının atasıdır. Fakat bu iddia çok gerçekçi görünmemektedir. Çin'de o dönemlerde
de değişik döğüş yöntemleri vardı. Gene de konumuz Kung Fu ekollerinin gerçek kaynağını aramak
olmadığı için bunu, olaya karizmatik bir yan kazandırdığından dolayı kabul edebiliriz.

Kung Fu, Sholin manastırının vazgeçilmez eğitim sistemlerinden birisiydi fakat gerçekte manastır bir
döğüş okulu değildi. Kung Fu manastırın terbiye sistemlerinden birisiydi ve dinsel eğitimimden başka,
döğüş sanatlarını isteyen gençleri de tapınağa çekiyordu.

Gençleri çekiyordu dedik ama Tapınağın tercihi çocuk yaşta müridler kazanmaktı. Çok küçük yaşta alınan
çocuklar özenle yetiştiriliyorlardı. Tapınak öyle her isteyenin hemen kabul edildiği bir okul da değildi.
Adaylar uzun ve bıktırıcı sınavlardan geçiriliyor ve ancak hem fiziksel olarak hem de zeka açısından güçlü
olanlar kabul ediliyorlardı.

Sholin tapınağının aday kabulü, eğitim aşamaları ve felsefesi burada ele alınamayacak kadar geniştir.
Aslında bunları tek bir ciltte toplayan bir kitap yazmak da mümkün değildir.

Rahip adayları sabır ve fiziksel direnç gerektiren ve geliştiren eğitim seviye ve şekillerinden geçiyorlardı.
Bunlardan özel çalışma sayılabilecek bir tanesini örnek vermemiz gerekirse: Bu çalışmayı yapacak olan
rahip ya da rahip adayı bakırdan yapılmış büyük ve ağır bir gongun karşısında, Karate'de Kiba Dachi ismi
verilen duruşun daha geniş ve alçak olan bir şekline geçer. Bu duruşu bozmadan her gün saatlerce gonga
yumruğun önü ile vuruş yapar. Bu durum aylarca ve hatta yıllarca sürer. Bu süre zarfında başka hiç bir
duruş ve teknik yapılmaz. Rahip yumruk attıkça gongun sesi ile senkronize olur. Zihnini boşaltır ve
evrensel enerji ile bir olur. Sonunda evrensel bilince ulaşır.

Burada çok basit ve kaba şekilde anlatmamıza rağmen uygulama çok daha zor, acı verici, bıktırıcı ve
anlamlıdır. Bu gong çalışması aşağıdaki bölümde tekrar hatırlatılacaktır.

Eğitimlerini tamamlayan rahip adayları en sonunda bir bitirme sınavına girerlerdi. Bu sınav uzun bir
koridordan geçmekti. Koridorda aniden saldıran tahta heykeller ve çeşitli bubi tuzakları vardı. Bazı
kaynaklara göre bunların sayısı 108'dir (108 Tibet budizmindeki tanrı isimleri ve tespihlerindeki tane
sayısıdır. Sayı bununla ilgili olabilir). Koridorun sonundaki çıkış kapısının önünde alev alev yanan bir soba
ve üzerinde kaynayan büyük bir çaydanlık bulunurdu. Rahip adayı bu çaydanlığı iki bileğinin içi yani
damarlı kısmı ile kıstırarak tutup, yandaki başka bir yere bırakırdı. Tabii bu yapılırken bileklerin iç tarafları
kötü şekilde yanardı. Bazı film ve animasyon törenlerde bu olay büyük bir kazanla yapılırmış gibi
canlandırılsa da özgün olarak bir çaydanlık kullanılırdı. Kollardaki yanıklar iyileşince bu yanık yerlerin
üzerine, bir kola kaplan, diğerine ejderha dövmesi yapılırdı. Bu dövmeler de rahibin diplomasıydı.

Bu zamana kadar manastırı terketmesine izin verilmeyen rahip bundan sonra istediği takdirde ülkede
dolaşırdı. Herhangi bir yerde soyguncularla veya herhangi bir tür zorbalıkla karşılaşırlarsa sadece kollarını
kaldırarak geniş yenlerinin aşağıya sarkıp, dövmeleri göstermesine izin verirlerdi. Bunu gören rakipleri de
çoğunlukla onlara bulaşmaktan vazgeçerlerdi.

Şimdi Zen Budizm ve Chi konularını, döğüş sanatlarının ve felsefelerin Japonya'ya geçmesiyle ilgili
bölüme kadar bir yana bırakarak insan bedenindeki ruhsal enerjiyi incelememizin ve böylece de Zanshin
konusuna biraz daha yaklaşmamızın zamanı geldi fakat bunu yapmadan önce Sholin uygulamalarıyla
İslami Tasavuf arasındaki benzerliklere de kısaca temas etmemiz gerekiyor.

Tasavvuf ve ruhsal enerji

Bu bölümün başlığı Tasavvuf ve ruhsal enerji olmakla beraber aslında sadece İslam tasavvufunu
kastetmiyoruz. Burada söz konusu olan şeyler, İslami Tasavvuf, Yahudi Kabala'sı (Bugün hemen hemen
sadece Israil'de uygulanan ve klasik Kabalada denilen tasavvufi ve majikal ekol. Avrupa ve Amerika'da
uygulanan ve modern Kabala da denilen uygulamalara pek ilgisi yoktur), Eski Avrupa'daki bazı Pagan
dinlerin ritüelleri, Kızılderili dinsel ve majikal uygulamaları, Avustralya'nın Aborgin'lerinin ritüelleri , çok
şaşırtıcı olarak Orta Amerika'nın Vudu ayinleri ve akla gelen her benzer uygulamadır. İslami tasavvufun
ana örnek olarak ele alınmasının nedeni

Yaşadığımız ülkede yaygın olması ve hemen herkesin az çok bir fikir sahibi olmasıdır. Bütün bu
uygulamalar şekilsel olarak da, edilen dualarla da, yapılan zikirlerle de birbirinden inanılmaz derecede
farklı olabilirler fakat özde, yapılan ve amaçlanan şey hep aynıdır.

İslam geleneğinde değişik mezheplerin değişik tarikatları vardır. Bunların ana yapılarını, birbirlerinden
ayrılıklarını, kullandıkları zikirleri ve zikir tarzlarını tek tek saymamız.? Evet mümkündür fakat o zaman bir
tasavvuf ansiklopedisi yazmış oluruz. En iyisi burada sadece Zikir yapılmasını ve ne gibi bir anlam ve
amaç taşıdığını görmeye çalışmaktır.

Derviş kendi ait olduğu tarikatın gereken şeylerini yerine getirdikten sonra (Bunlar tabii ki, abdest almak,
namaz kılmak, tövbe istiğfar gibi şeyler ve rutin dualardır.) oturup zikir yapmaya başlar ya da başlarlar.
Zikir kişinin evinde yapılıyorsa yani yapan tek başınaysa bir tespihle sayarak zikri belli adette yapar. Yeri
gelmişken açıklamak gerekir ki, "Zikir", Anmak, adını anmak, söylemek anlamına gelen bir kelimedir ve
tasavvuf ve Havas terminolojisinde Tanrı'nın isimlerini söylemek anlamındadır. Belli bir tanrı ismi seçilir.
Bu isim müride şeyh tarafından, onunla vibrasyonel olarak uyumlu kabul edilerek tavsiye edilmiş bir isim
olabilir. Her zikrin bir adedi vardır. Mesela Allah isminin değeri 66, Kahhar isminin değeri 306'dır. Bu
isimler kendi değerleri kadar değil tabii daha da fazlasıyla zikredilirler. 1000 defa 10 000 defa ya da
sayısız olarak. Gurup halinde yapılan zikirlerde genellikle tekke'nin devamlı yaptığı zikirler yapılır.

Şekil olarak ne olduğu anlaşıldıktan sonra zikrin iç anlamını anlamaya çalışabiliriz. Kişi mesela Rahman
isminin zikrini yapıyorsa gereken şartlar diğer isimlerin zikrinde olduğu gibi, zihni dünyasal şeylerden
arındırmak, ismi sadece kelime olarak söyleyip, teleaffuz etmemek, onunla bütünleşmeye çalışmak gibi
şeylerdir. Kişi sadece Tanrı'yı ve onun, zikrini yaptığı isminin taşıdığı enerji ve anlama konsantre
olmalıdır. Günlük olaylar düşünülerek, dağınık bir zihinle yapılan zikir geçersizdir.

Zamanla kişi aynı kelimeyi tekrarlaya tekrarlaya ne söylediğini farketmez hale gelir. Kendi sesi kendi
kulağına sanki bir sürü kişi tarafından koro halinde söyleniyormuş gibi duyulmaya başlar. Zihin uyuşur,
değişik vınlamalar ve çeşitli sesler duyulur. Hatta bulunulan odada fiziksel tezahürler, çatırtılar, cisimlerin
kımıldaması gibi şeyler de olabilir. Bunlar sadece aşağıda göreceğimiz bedensel enerjinin genleşmesidir
ve öyle cinlerle, perilerle, meleklerle filan ilgili değildir. Zikir yapmakla asıl amaçlanan şey bir süre sonra
gerçekleşir ve kişi söylediği isimden başka birşeyi ne düşünür ve ne de zihninde birşey vardır. İşte bu
durumda Chi uygulamalarının veya Sholin rahibinin bir gonga yumruk atarak ulaştığı duruma girilmiş
olunur. Tabii bunun devamı da vardır. Bundan sonraki aşama zikrin de durdurulmasıdır. Kişi ismi sadece
zihnen tekrarlar ve sonunda o da durur ve kişi kendisini bilmeden bir enerji akımının içinde kalır. Bu enerji
akımı zikir yaparken kullandığı ismin temsil ettiği bilgilendirici, koruyucu, kahredici vs, türden olabilir. O
anda kişi çeşitli hayaller görmeye de başlayabilir. Mesela melekler gibi, şeytanlar gibi. Ama bunlar bilincin
bastırılmasından dolayı, bilinçaltından uyanıp, yüzeye çıkan şeylerdir (Çoğunlukla). Bu durumun en pratik
faydası kişinin evrensel enerjiye bir olma halini, Hintçe Nirvana, Japonca Satori yaşaması, blinçaltındaki
pislikleri ve düğümleri temizlemesi ve zamanla da insanüstü sayılan bazı vasıflar kazanmasıdır.
Bunlardan yukardaki, Chi hakkındaki bölümde bahsettik. Genellikle tekkelerde yapılan toplu zikirlerde bu
duruma giren bazı kişiler çırpınıp epilepsi nöbeti geçirirmiş gibi kendilerini sağa sola atmaya başlarlar.
Ağızları köpürür, tuhaf sesler çıkartırlar. Bu duruma Cezbe ismi verilir (Günümüzde genellikle rol yapılır.
Amaç tekkeye müşteri, pardon mürid çekmektir). Tuhaftır ki bu durumda sağa sola fırlayıp, yerlerde
yuvarlanan, sağa sola sert şekilde çarpan kimseler hemen hemen hiç fiziksel hasar görmezler. Bu
durumda iken şeyhin yaptığı manyetik etki (Manyetik etkiler ve manyatizasyon çalışmalrı aşağıda ele
alınacaktır) yardımcı olabilir.

Burada anlatılan durum, içinde yaşanılan zihinsel yapı ve kişisel tecrübe yukardaki sayfalarda anlatılan
durumlardan hiç farklı değildir. Bundan çıkan sonuç şudur: "Enerji tektir. Her din, felsefe ve kültür ona
kendi elbisesini giydirir".

Bu konudaki son söz olarak şunu belirtmekte fayda vardır: Bu bölümü okuyup, bu tür şeyler
deneyimlemek isteyen kimseler hiç heveslenmemelidirler. Günümüzde artık keramet sahibi gerçek bir
şeyh kalmamıştır ve mevcut olanlar, kendileri ne iddia ederlerse etsinler, şayet müridlerinin sırtından
geçinen dolandırıcılar değilseler, İslam folklöründen başka birşey de değildirler.

KİŞİSEL ENERJİ

Konumuzun bu noktasında Evrensel enerjiden, Kişisel enerjiye geçerek Zanshin kavramına biraz daha
yaklaşmış oluyoruz. Hemen hemen bütün Okült ve mistik ekoller, insanın görülüp, bilinen bedeninden
daha başka bedenlere de sahip olduğundan bahsederler. Okült ve mistik konuların yabancısı olan ve bu
gibi şeyleri sadece sinemada görüp bilen kimseler bu bedenleri doğa üstü şeyler ve fiziksel yaradılışın
dışında zannederler buna karşılık Okült ve mistik yolların öğrencileri söz konusu olan bu bedenler hiçbir
zaman fizik planın ötesinde ya da doğaüstü şeyler olarak düşünmezler. Bu iddialar içinde bilimin kabul
ettiği sadece insan Aura'sıdır. Tabii bilim Aura'yı da tam olarak kabul etmez sadece bu konuda suskun
kalmayı tercih eder. Burada söz konusu olacak olan diğer şeyler ise bilimsel düşüncenin dışında kalır.

Neden, "Zanshin'i batılılara anlatmak zordur" denir?

Burda hemen her türlü gizemli konuyla ilgilenen ve bu konularda birşeyler yazmaya çalışan kimselerin
düştükleri bir hataya ve içinde bulundukları aşağılık kompleksine temas etmemiz lazımdır. Bu duruma
eğilmemizin nedeni ise Japon Iaido ustalarının batılılara Zanshin kavramını açıklamayı çok zor
bulmalarıyla ilgili bir durum olmasıdır. Iaido ustalarının içinde oldukları psikolojik durumu biraz daha
sonra ele almaya bırakarak önce genel yapıyı görelim.

- Materyalist akımlar -

1940'lı yıllardan sonra dünyada tuhaf bir materyalist akım başladı. Bu akım 1950'lerin sonlarına hatta
60'ların ortalarına kadar insanlara hakim oldu. Söz konusu dönemlerin sinema filmlerini veya macera
romanlarını inceleyen bir kimse de bunu açıkça görebilir. Bu dönemlerde Bilim kurgu türünde yapılan bir,
iki tane çok zayıf film vardır. Bunlar da Bazı kötü uzaylıların dünyaya gelip, dünyayı ele geçirmek için
savaşmalarıyla sınırlı şeylerdir. Özet olarak o filmlerde ne bilim vardı ne de Kurgu. Gerçi aynı dönemlerde
Amerika'da, Sovyetler birliğinde ve bazı Avrupa ülkelerinde hatırı sayılır bir Bilim kurgu okuyucusu vardı
fakat nedense bunlar hiç dikkate alınmazlardı. Aynı şekilde sinemada görülen o dönemin siyah beyaz
korku filmlerinde de söz konusu canavar, vampir, kurt adam çoğu zaman filmin sonunda mutlaka bir
yalan, uydurma, bir katilin kurbanını korkutmak için oynadığı bir rol olarak ortaya çıkardı. En azından
bizim ülkemize gelebilen roman ve filmler bu çerçeve içindeydi. 1960'lı yıllarda ilk defa "Hayat mecmuası"
yayınlarından çıkan "Dokuz düğümlü ip" isimli romanın sonunda olaylar bir düzmeceye değil de gerçek
büyücülere bağlanıyordu. O dönemin okuyucuları romanın konusundan çok sonunda bazı şeylerin gerçek
olarak gösterilmesine hayret etmişlerdi.

Tabii burada, yukarda söz edilen Uzaylılar, vampirler, kurt adamlar gibi şeylerin gerçek olduğunu
söylemiyoruz. Sadece o dönemi yaşamamış olan ve yaşayıp da bu konulara dikkat etmemiş olan
kimselerin asla bilemeyecekleri o yasaklayıcı zihniyeti anlatmaya çalışıyoruz. Uzun sözün kısası,
kendisinin medyum olduğunu iddia eden, fiziksel planın ötesindeki şeylerden, kabul ederek bahseden
herkes derhal aptal, cahil, hurafeprest olarak kabul ediliyordu. Dolayısıyla evinde oturup, en aptalca
şekilde ruh çağıran ve buna inanan insanlar basın karşısında veya toplum içinde kendilerini bu gibi şeyleri
inkar etmek ve hatta alay etmek zorunda hissediyorlardı "Ya bana aptal ve cahil derlerse" korkusu.
Türk ceza kanununa bakmak bile bu durumu görmek için yeterlidir. Türk kanunlarına göre, herkesin
zannettiğinin aksine falcılık ve benzeri şeylerin cezası yoktur. Kanun bu gibi şeyleri yok sayar ve bunları
para karşılığında yapanları dolandırıcılık suçundan cezalandırır. Özellikle bizim gibi geri kalmış ya da
bırakılmış ülkelerde bu durum çok katı olarak görülür. bunların üzerinde fazla durmamız gerekli değildir.
Sonuç olarak Türkiye'de Okült ve mistik konuları ciddi bir şekilde araştırmaya çalışmak mümkün değildi.
Dünyanın diğer ülkelerindeyse bizdeki gibi zihinsel ve kağıt üzerinde yazılı olmayan sınırlamalar çok katı
olmamakla beraber vardı.

Okült ve Mistik konularla ilgilenen hemen hemen herkes şayet kendisini adam yerine koydurmak istiyorsa
olaya bilimsel bir çerçeve vermek zorundaydı. Toplum tarafından çok aşağılandıkları için zamanla bu
aşağılık kompleksi kemikleşmiş bir durum halini aldı. Günümüzde de bu vardır. Örnek olarak Astroloji'yi
ele alalım.

Günümüzde kendisini Astrolog sayan herkes bir, bilimsel olabilmek kompleksi içindedir. Hele de kişi bir
kitap yazmak niyetindeyse mutlaka kitabın bir yerinde Astroloji'nin bilimsel temele dayandığından, bir
istatistik bilimi olduğundan, Yıllarca araştırıldığından bahsetmek zorundadır. Ancak bu şekilde kendisine
toplum içinde bir yer sağlayacağına ve ciddiye alınacağına inanır. Halbuki iddia ettikleri bilimselliğin
hepsi de kocaman bir yalandır. Şimdi şöyle düşünelim. Astroloji, Sümerler zamanından beri mevcuttur.
Daha doğrusu elimizdeki tarihsel veriler Sümerlere kadar dayanır. Bu arada Güney Amerika'da Aztek'ler,
Maya'lar tarafından yapılan Astoloji'yi hiç söz konusu etmediğimiz gibi binlerce yıldan beri Çin'de, Tibet'te
ve diğer Asya ülkelerinde olan uygulamalardan da bahsetmiyoruz bile. Sümerlerden sonra, İkici dünya
savaşına kadar geçen zamanda olan genel bilimsel gelişmeleri biliyoruz. İkinci dünya savaşı sırasındaki
dünyanın genel durumu ortada. Savaş sonrası olan bilimsel yapı belli. Kim, hangi dönemde, hangi
araçları kullanarak bu istatistikleri yapmış. Son on yıla kadar elimizde küreselleşmiş bilgi ağı olan internet
bile yoktu. En meşhur, en bilimsel kabul edilen, diğer Astrologlar tarafından geniş ölçüde kabul gören
Astrologların bile ancak bir iki tanesi istatistik araştırma yapabilmiş ve bunların deneklerinin sayısı da asla
elli kişiyi geçmemiştir. Üstelik bu istatistikler de Astrologların iddia ettikleri ve çoğu zaman da tutarlı olan
yorumlara uymaz. Buna dayanarak Astrolojinin, nasıl bir bilimsellik olduğu palavrasını atarlar. Hatta
yurdumuzdakilerin çoğu buna yani Astrolojinin bilimsel bir yanı olduğuna inanır da. Hiç kimse ortaya çıkıp,
"Bu bilgiler tarihten gelir, büyük ölçüde sezgisel şeylerdir. Kardeşim bu budur. İnanan gelsin,
inanmayan canı ne isterse yapsın" demek cesareteni gösteremez.

İşte Astrologların bu durumu tipik bir toplumsal baskı ve zihinsel kısıtlamadan gelen aşağılık kompleksine
en iyi örnektir.

Bu gibi durumların sonucu olarak büyücü kendisine Okült araştırmacı dedi, Parapsikolog dedi ve aklınca
saygınlık kazandı. Buna rağmen söz konusu konular kendini ciddi ve aklıbaşında saydırmak isteyen
otorite makamları tarafından, geniş ölçüde reddedilmekle birlikte kapalı kapılar ardında araştırılıyorlardı
da mesela 1970'li yıllarda Sovyetler birliğinde Parapsikolojik araştırmalara, medyumlara ve Astrologlara
tahsis edilen para onyedi milyon ruble idi.

Batılılara Zanshin'i anlatmanın en zor tarafı buydu. Şimdi bu nokta çok önemlidir: Zanshin hakkındaki
tezimiz doğrudur veya yanlıştır. Bir Iaido ustası ya da başka bir Savaş sanatının ustası veya bunların
hepsi birden ortaya çıkıp bu tez yanlıştır diyebilirler. Fakat bunu söyleyenlerin getireceği açıklama tarzı ne
olursa olsun, Batılılara açıklamakta zorluk çekmelerinin nedeni sadece burada anlatıldığı gibidir.

Japonlar savaştan yenik çıktılar ve uzun zaman Amerikalıların aşağılamalarına katlandılar. Diğer Asya
ülkeleri için de durum farklı değildir. Hindistan'ın batı kompleksi kadar diğerleri de ezilmişlerdi. Dolayısıyla
Batılılara mistik bir şey izah ederken olayı, batılılara göre bilimsel tabana oturtarak kendilerini adam yerine
saydırtma politikası içindeydiler.

Bir Iaido ustası ilk önce bunu kırmak zorundaydı. Hala da öyledirler. Bazı felsefi ve inanca dayalı kabul
edilen şeyler asla açıkça anlatılmaz. Uzun zaman sonra bunları anlayabileceğine inanılan ve yetenekli
öğrencilere, dil sorunuyla da uğraşarak kıt kanaat anlatmaya çalışıyorlar. Günümüzde yazılan Iaido
kitaplarında ya da yazılarındaki nefes konusuna bakalım.

- Kokyu nefesi -

Nefes burundan derin fakat zorlayıcı olmadan, tabii şekilde çekilir. Havanın burun deliklerinden yukarıya
doğru çıktığı, kafatasının tepesine ulaştığı hisedilir. Hava buradan kafa tasının arkasından, bel kemiği
üzerinden aşağıya iner kasıklardan yukarıya dönerek solar plexüs hizasında durur, bundan sonra tabii
şekilde burundan verilir.

Kabaca anlattığımız kadarıyla bu şekilde, nefes tarif edilir ve sonunda telaşla eklenir:

Tabii, biz havanın bu yollardan geçmediğini, direk aşağıya, ciğerlere indiğini biliyoruz. Fakat bunu
bu şekilde düşünerek yapınca ciğerlere daha fazla hava ve oksijn istiflenip, daha motive edici
olur.

Adamların bir tek, "Bu babalarımızın inandığı hurafe. Aman kusura bakmayın. Zaten biz asla
inanmıyoruz. Hata edip burada bahsettik. N'olur bunu unutun" demedikleri kalıyor. Bir çocuk bile
Modern Japonya'dan gelen ya da Japonya'daki yetişkin bir insanın, havanın nefes alırken kafadan,
belkemiğinden ve kasıklardan geçeceğine ciddi olarak inanmadığını bilir. O zaman Iaido ustalarının
değişik konularda "Aman biz aslında bunun böyle olmadığını biliyoruz." şeklindeki hatırlatmaları
neden? Bunun cevabı da en kestirmeden batıya duyulan aşağılık kompleksi, müşteri kaçırmama telaşı,
"Aman bize cahil demesinler" korkusudur. Ya da daha gerçekçi olarak savaş sonrası, babalarının
duyduğu eziklik ve korkunun, kendisini batıya karşı bilgili ve batılı gibi düşünür göstermek isteğinin
bilinçaltına kadar inmiş olan genetik şartlanmasıdır çünkü günümüz Japonya'sındaki, bir yerlere gelmiş bir
kimsenin bilinçli olarak böyle bir duygu taşıması ve farkında olarak böyle davranması da saçma bir
düşüncedir.

Halbuki konunun aslında Yoga ile ilgilenenlerin açıkça bildiği, başka bir bedeni, Yoga'da seyyal beden
ismi verilen bir Astral bedeni (Astral beden aşağıda incelenecektir) beslediği bir gerçektir. Evet. Kim ne
derse desin bunlar hurafe veya doğaüstü değil, gerçektir.

Şimdi. Zanshin'i anlatmak için bütün yukarıdaki sayfalarda bahsedilen konuların az veya çok bilinmesi,
Chi veya Ki hakkında fikir sahibi olunması bunların dışında da, aşağıda inceleyecek olduğumuz enerji
bedenleri anlatmak gerekiyor. Hangi Japon usta Amerika'ya gelip, tam maddesel magandalar olarak
gördüğü, "Bize kesip biçmeyi, adam dövmeyi öğret" diyen bir topluluğa bunları anlatabilir. Haydi herşeyi
göze alıp anlatsın kim anlar. Tabii her yüz kişiden beşi bunları bilebilir ve anlayabilir ama hangi usta
sadece bunları vermek için saatler harcayabilir. Hatta yazı ve kitaplarında değil, Iaido derslerinde bu
konulardan ne derece bahsedilebilir. Bunların anlatılması için saatler hatta günler geçer. Üstelik her yeni
başlayan öğrenci gurubuna baştan anlatmak gerekir. Teknik ya da daha doğrusu tekniğin dış
görünümünü öğrenmeyi bekleyen, bir sürü öğrenci dersin kesilip, saatlerce konuşulmasını, dilden gelen
zorluklarla bir sürü yanlış anlamadan sonra bunların öğretilmesini beklermi? Tabii ki, hayır. Kısa zamanda
o dojo iflas eder. Kirasını ödeyemez hale gelir. Dolayısıyla bu gibi şeyler ancak ilerlemiş olan, özel sayılan
öğrencilere ki, o da kendi merak, kabiliyet ve bilgisi olursa aktarılabilir.

Avrupa ve Amerika'da durum bu iken, Japonya'da çok mu farklıdır? Hayır. Durum orada da öyledir.
Sadece olmayan tek zorluk dil zorluğudur. Orada da büyük kitle de bu konuları az bilir, az merak eder ve
az değer verir. sadece ileri seviyedeki elit bir kesim bilgi ve felsefenin derini ile uğraşır.

İşte bütün bunlardan dolayı da "Batılılara Zanshin'i anlatmak zordur" derler ki, bu sözün doğrusunun
"İnsanlara Zanshin'i anlatmak zordur" şeklinde olması gerekir.

Aura

Gene bölüm başlığımızdaki, insanın kişisel enerjisi bahsine dönersek, insanın gözle görünmeyen farklı
bedenleri olduğunu yukarda söylemiştik. Aslında bunların tamamına beden adı vermek de hatadır fakat
burada anlatım kolaylığı için beden deyip geçiyoruz. Aura insan, hayvan veya bitkilerin bedenini saran bir
zarftır. Tam olarak tarif etmek gerekirse yumurta şeklinde bir zarftır. Denilene göre bu yumurta şeklinin
erkeklerde omuz kısmı, kadınlarda kalça kısmı daha genişmiş. Aura'yı görmek mümkündür. Aura kişinin
fiziksel ve ruhsal durumlarına göre değişik renklerde olur. Her renk özel bir durumu anlatır. Mesela
karaciğeri rahatsız olan birisinin Aura'sının, karaciğer üzerindeki kısmının kirli sarı renkte olduğu ve
hastalığın ağırlığına göre renkteki kirliliğin arttığı söylenir. İnsanın yorgunluk, hastalık veya dinleniklik,
enerjik durumuna göre Aura'nın kalınlaşıp, inceldiği de söylenir. En yoğun ve kalın durum kişinin ruhsal ve
fiziksel olarak en formda olduğu durumdur. Tibet Lamaları Aura ile çok ilgilenip, bu konuda çok şey
söylemişlerdir. Özellikle ölüm ve reenkarnasyon konusu ile ilgilendikleri için görücü medyum Lamaların bir
çok gözlem yaptıklarını ve buna dayanarak da insan ölünce aura'sının da söndüğünü söylerler.

Tabii, Aura konusundaki araştırmalar Tibet Lamalarıyla sınırlı değil. Batıda da bir çok görücü medyum
Aura'dan bahseder. Bu konuda bilimsel araştırmalar da yapılıp, bazı ispatlar getirilmiştir. Krilan cihazı
denilen bir tür fotograf makinası yapıldı. Bu alet esas olarak üç yüzlü ve siyah bir piramittir. Yan yüzlerden
birinin ortasında bir delik vardır. Herhangi bir cisim piramitin merkezine yükseltilerek, delik hizasına
yerleştirilir ve resmi çekilir. Resmi çekilen cismim yani canlı bir bitkinin, bir insan elinin ya da bütün
bedeninin çevresindeki Aura ve aşağıda "Enerji beden" ismiyle inceleyeceğimiz enerji resimlerde açıkça
görülür. Ortasından kesilmiş bir yaprak bu şekilde resimlendiği zaman çok ilginç bir şekilde bütün olarak
görülmektedir. Yaprağın kesilip atılmış kısmı daha saydam olarak görülmekle birlikte eski hali açıkça belli
olmaktadır. Daha ileriye giderek, eli veya kolu olmayan bir insanın resmi çekildiği zaman da o kimsenin
eksik organı saydam bir hayalet gibi resimlere yansımaktadır. Bu aletten bir tane yurdumuzda da vardır.
1976 yılında Cerrahpaşa tıp fakültesi labaratuarında böyle bir alet gördük. Kullanılmıyordu ve bir köşeye
atılıp, çürümeye terkedilmişti. Büyük bir ihtimalle yurt dışından araç gereç ısmarlayan bir ahmak,
katalogda "Parapsikoloji" başlığını görünce onu Psikoloji ile ilgili birşey zannederek ısmarlamıştır.

Uzun sözün kısası bilimsel olarak en azından, burada bahsettiğimiz Aura ve Enerji beden konuları kısmen
kabul edilmiş şeylerdir. Tam bir gizem olansa, beden tarifine gerçekten uyan tek şey, Astral bedendir.

Astral Beden ve Astral alem

Bu yazıdaki her konunun içinde Zanshin kavramı ile en ilgisiz şey Astral bedendir. Burada da sadece, adı
geçtiği için kısaca bahsedilecektir. Fakat gene de söylememiz gerekir ki, Astral alem en azından zihnin
edilgen durumuyla ilgilidir. Astral alem içinde yaşadığımız fiziksel planın bir basamak daha ötesinde olan
ve tabir caizse ince olan bir boyuttur. Aslında Astral alem başka bir boyut olduğu için onunla aynı anda,
aynı zaman ve makan içinde bulunuruz. Astral alemi ve Astral maddeyi yukarda söz edilen Chi ile
karıştırmamak gerekir. Astral alemde çok değişik seviyeler ve varlıklar olmakla berber yaşadığımız fizik
planın bir kopyası da vardır. Astral alemi oluşturan Astral madde o derece hafif ve seyyal bir yapıdadır ki
düşünce ile şekillendirilebilir. Örnek olarak şunu söylememiz mümkündür. Eski Yunan Mitolojisinden bir
tanrı formunu ele alalım. Mesela Zeus'u düşünelim. İnsan çok çok uzun yıllar Zeus'a tapmışlar, onun için
kurbanlar kesip, ayinler düzenleyip, sunaklar ve tapınaklar inşaa etmişlerdir. Bunları da ona gerçekten
inanarak yapmışlardır. Dolayısıyla insanların düşünce formları Astral aleme yansıya yansıya orada bir
Zeus formu oluşturmuştur. Bu form aynı zamanda insanların Zeus'tan beklediği gibi fonksiyon gösterir ve
tepki verir olmuştur. Öyle ki, zamanının medyumları onunla irtibat kurup, bekledikleri emirleri de alabilirdi.
Görüldüğü gibi burada bir tanrı yaratmaktan bahsediyoruz. İnsanların kendi ümit, inanç, düşünce ve
korkularıyla yoğurarak yarattıkları bir tanrı.

Tabii anlaşılacağı gibi insanların düşünce formları Astral aleme yansıyarak orada bir şeyler
şekillendirmektedir. Daha sonra da oradan madde alemine yansıyarak burada birşeyleri
gerçekleştirmektedir. Aslında bu anlattığımız şey Maji'nin esasıdır. Bir besteci partisyonunu yazmadan
önce daha önce hiç çalınmamış bir parçayı zihinsel olarak duyar. Başka bir ifade ile Astral alemde
gerçekleştirebilecek kadar üzerine konsantre olur o müzik parçası Ya da bir mimarın yapmayı tasarladığı
inşaat veya bir ressamın yapacağı resim ve benzeri şeyler önce orada gerçekleşir sonra madde alemine
yansır. Tabii ki, Astral alemde en korkunç kabuslarımız da vardır. Mesela komik bir örnek olsun diye
yazıyorum dizi film haline gelen Freddy Krueger bile artık Astral alemin bir yerlerinde şekillenmiştir. Astral
aleme değişik bir isim olarak "Tanrı'nın bilinçaltı" denilmesi de pek yanlış olmaz. Tabii artık anlaşılmış
olacağı gibi Astral beden de, Astral alemdeki bedenimizdir. Bazı çalışmalarla insan kendi bilincini Astral
bedenine geçirebilir ve Astral alemde tıpkı fizik dünymızdaki gibi gezip, oradan bilgi alabilir. Bu beden
Astral maddeden yapılmıştır. Her insanın bir Astral bedeni vardır ve Astral beden fizik bedene göbekten
çıkan gümüş renkli bir koronla bağlıdır. İnsan ölünce bu kordon da kopar.

Enerji beden

Enerji beden ismini verdiğimiz güce gelince. Bu enerji, konumuzun şahdamarıdır. Aslında buna enerji
beden demek doğru değildir. Söz konusu şey kişinin çevresinde, onu aynen yukarda söz edilen Aura gibi
kaplayan bir enerji tabakasıdır. Burada söz konusu olan enerji Aura kadar geniş değildir. Normal şartlar
altında Aura on, yirmi santimden bir, bir buçuk metreye kadar kalınlaşabilirken enerji beden gene normal
şartlar altıda bir buçuk, iki santim kadar fizik bendenden açılabilir. Aura bazı medyumlar tarafında
görülebilir veya görüldüğü iddia edilir. Enerji beden ise bir çok kimse ve özellikle de çocuklar tarafından
görülebilir. Ayrıca enerji beden renksizdir.

Güneşli havalarda ya da ışığın iyi fotograf çekmeye uygun olduğu durumlarda (Yapay ışıkta değil. Sadece
Güneş ışığında) bazı kimseler, canlılara baktıkları zaman onların siluetlerinin kenarında görülmeyen bir
kaynaşma, renksiz, ısı dalgası gibi birşeyler görebilirler ve çoğu kimse bunu kendi göz yanılgısı veya
bozukluğu zannedip dikkate almaz. Enerji beden işte budur. Enerji beden gerçekte beden şeklinde
değildir. Aslında şekilsiz ve bu yüzden de şayet bir canlıdan ayrı olarak görülmesi mümkün olsa küre
şeklinde görülecek olan ve renksiz bir enerjidir. Tabii küre şeklinde olması onun kendi şekli
olmamasından dolayı yapılan bir tahmindir. Boşluktaki şeyler mesela uzaydaki bir su kütlesi küre şeklini
alır. Kendi manyetik enerjisi olan şeyler tıpkı yer çekimi gibi kendi kendisini toplar ve küre biçimi alır.
Manyetik enerjisi az olan şeyler ve mesela bir duman tabakası dağılıp bulut gibi görünür. Bu yüzden zaten
başlı başına bir manyetik enerji olan enerji beden de bağımsız olarak mevcut olsaydı herhalde küre
şeklinde olurdu diye fikir yürütüyoruz. Bu şekilsiz enerji insanın çevresindeyken onun her yanını kapladığı
için beden şeklini alır.

Enerji bedenin, tarifini yaptığımız bu şekli de aslında onun kendisi değildir. Burada tarif edilen onun sebep
olduğu bir enerji yoğunlaşmasıdır. Enerji beden dediğimiz şeyin aslı insanın ruhsal enerjisi, psikokinetik
gücüdür.
Söz konusu bu psikokinetik enerji bütün doğaüstü kabul edilen olaylarda kullanılan, işi yapan, etkin
güçtür. Telapati, psikokinezi, durugörü, psikometri, levitasyon ve akla gelen her tür parapsikolojik tezahür
bu psikokinetik güç sayesinde gerçekleştirilir. Bir noktada Maji'nin etkin gücü de budur. İnsan bilerek veya
bilmeyerek kendi enerjisinden bir miktarını uzatabilir ya da uzağa gönderebilir veya birisinin üzerinde
yoğunlaştırabilir ve hatta kalıcı olarak onun üzerinde bırakabilir. Yukardaki Psikokinezi ve benzeri
deyimlere bir açıklık getirmek gerekirse bazı kendiliğinden oluşan olaylarda veya bilinçli denemelerde
cisimleri uzaktan oynatan, havalandıran, kişinin kendisinin havalanmasına sebep olan, düşünce nakli
yapan, insanları etki altına alıp bir fikri empoze eden ve ona bazı şeyleri yaptırtan etkin güç enerji beden
dediğimiz psikokinetik enerjidir. Daha doğrusu insanın bu gibi şeyler yapabilmek için bilinçli veya bilinçsiz
olarak kullandığı araç enerji bedendir.

Enerji beden herkeste vardır fakat tabii bazı kişilerde çok daha güçlüdür. Doğuştan gelen bu yetenek tıpkı
bazı kimselerin adele yapılarında daha çok lif sayısı ile doğmaları gbidir fakat tıpkı fiziksel adele yapısının
ağırlık çalışmaları ve değişik sporlarla güçlendirilmesi gibi enerji bedeni güçlendirip, etkinleştirecek
çalışmalar da vardır. Bu çalışmalardan aşağıda geniş şekilde bahsedilecektir.

Sonunda gene Zanshin

Şimdi buraya kadar toparladığımız bilgilerin ışığında, yukardaki ilk sayfalarda yaptığımız Zanshin tarifini
bir defa daha tekrarlayalım.

"Zanshin, savaşçı ruhu (Haleti ruhiyesi) veya Savaş ruhu değildir. Zanshin
psikolojik değil ruhsaldır. Zanshin tam olarak kişinin ruhsal enerjisinin rakibi bir zarf
gibi kapladığı, içine aldığı, bir durum, bir ruhsal enerjinin kullanım şeklidir. İki
savaşçı karşılaşınca önce onların Zanshin'leri kapışır ve birisi bastırılınca enerji
alanı rakibin zihinsel aktivitesini dumura uğratır, onu bir miktar fiziksel uyuşukluğa
ya da şaşkın veya sarsak fiziksel duruma sokar. Zanshin rakibin, fiziksel bedeni
gibi ruhsal enerjisini de aynı zarfın içine alarak bastırmak, kısıtlamak, haraket
edemez hale getirmektir."
Yukardaki enerji beden açıklamalarından sonra bu tarif daha anlaşılır hale gelmiştir. "Zanshin kişinin
kendi psikokinetik enerjisini rakibinin üzerine yoğunlaştırarak onu kısıtlayıp, sınırlamasıdır". Bunu
yapabilmek için de öyle uzun konsantrelere, zihinsel yoğunlaşmalara gerek yoktur. Mesela bir samurai
kılıcını çekerken, kendisi farkında bile olmadan Zanshin'i uyanır yani bir anda yoğunlaşıp, genişler ve
gereken konumu alır. Çünkü talimli bir Samuri'nin Ruhsal enerjisi, fiziksel disiplini buna şartlanmıştır ve
meselenin yaşamak ve ölmek olması da onu motive eder. Tabii bunun için hem ruhsal açıdan hem fiziksel
açıdan önceden yapımış olan ve kişiyi bu duruma sokabilen uzun, ağır ve belki de acı ve usanç verici
çalışmaların gerektiği unutulmamalıdır. Gerçek bir savaşçının sadece dış görünümü ve fiziksel haraketleri
değil ruhu ve ruhsal haraketleri de savaşçıdır.

Zanshin konusuna gene zaman zaman temas etmek üzere ara veriyoruz. Bunu diyoruz fakat aslında işin
gerçeği aranırsa yazımızın başından beri Zanshin konusundan bir milim bile ayrılmadık. Sedece konuyu
tam olarak bilmeyen kimselere göre değişik şeylerden bahsettik sayılır fakat buraya kadar yazılanların
hepsi de Zanshin ile ilgiliydi.

Nihayet yazımızın başından beri atıfta bulunduğumuz "Zihnin etkin ve edilgen durumları" konusuna
bakmaya sıra geldi. Buraya kadar olan bölümlerde, konuların yabancısı olan kimselere, zihnin bu ikiz
durumu ve onların Uzak doğu savaş sanatlarındaki kullanımları hakkında birşeyler anlatabilmek için yeteri
kadar bilgi aktardık.

ZİHNİN ETKİN VE EDİLGEN DURUMLARI

Burada "Etkin ve Edilgen" sözleri ile "Aktif ve Pasif" durumları anlatmaya çalıştığımız
zannedilmemelidir. Gerçi anlatmak istediğimiz durumlar için altif ve pasif deyimlerinin kullanılması da
olasıdır fakta aşağıda da anlaşılacağı gibi aktif ve pasif sözleri söz konusu durumları tam olarak
anlatamazlar.

Edilgen durum

Edilgen durumdan kastımız tabii zihinsel sakinlik ve pasifliktir fakat pasif sözünde tam olarak çekimser
kalmak gibi bir hava var halbuki burada edilgen sözü ile çok daha başka şeyler kastetmekteyiz. Edilgen
durumu önce ana konumuz olan döğüş sanatları açısından ele almamız gerekmektedir. Chi konusundan
bahsederken Tai Chi çalışmasını kısmen anlatmıştık. Tai Chi aslında pasif bir durum değildir. Tai Chi
yapmak kendini evrensel enerji akılmlarına bırakmak, başka bir ifade ile kendi zihinsel zorlamalarını bir
yana bırakıp zihni ve ruhu çok çok daha büyük bir gücün yönetimine bırakmaktır. Biran için ülkemizde
denizlerimiz uygun olmadığı için bilinmeyenn fakat hemen herkesin film ve resimlerde gördüğü kadarıyla
bir fikre sahip olduğu Sörf'ü düşünelim. Sörfçü denize açılır ve uygun bir yerde sörf tahtasının üzerine
çıkarak, büyük bir dalgaya binip, sahile doğru süzülmeye başlar. Gerekirse bir dalgadan diğerine geçmek
için kendi istek ve ustalığını kullanır. Zarif ve akıma uygun beden haraketleri ile dengesini sağlar çünkü
akım zaman zaman onun dengesine ters de olabilir. Burada tabii akıntı yerine akım sözünün kullanılması
rasgele değildir. Durumu Chi akımları ile uyumlu davranan Tai Chi uygulayıcısı ile mukayese ettiğimiz için
akım denildi. Tabii aynı örnek bir yelkenli için de verilebilir. Sörfçü veya yelkenli akımlarla uyumlu gitmek
zorundadırlar. Başka bir anlatımla, edilgen haldedirler. Ama dikkatle düşünülürlerse onlar asla pasif
değildirler. Yelkenli rüzgara bağlıdır, rüzgara ters yönde de gider fakat bunun için de rüzgarın akımını
kullanır. Yelkenlerini ona göre ayarlar ve yandan rüzgar aldığı halde dümdüz gider. Akımları anlamak ve
onlarla uyumlu davranarak kendi istediğini yapmak için gayret ve aktivite içindedir. Bu durum pasif
olmadan edilgen olmayı çok güzel anlatır. Denizde dalgalar ve rüzgarla sürüklenen bir kütük pasif
durumdadır fakat süzülüp giden bir yelkenli edilgen durumdadır.

Tai chi ve benzeri şeylerde "Edilgen durum" kendini sakin ve Chi'ye teslim olmuş olarak bırakmak
fakat ondan aldığı öngörü ile akımla uygun olarak bir darbeyi savuşturmak, karşı hücum yapabilmektir.
Bütün davranış kalıbına rakibin, Chi akımında oluşturduğu dalgalanmaya cevap vermek durumu hakimdir.
Kişi asla saldırgan değildir. Öyle ki, mesela döğüştüğü kimsenin kötü şekilde incinmesine bile sebep olsa
bunu kendi saldırganlık duygularıyla yapmamıştır. Rakibinden çok Chi'ye konsantredir ve saldırma
haraketi aslında saldırma haraketi değildir. Fakat kendisini bir manken gibi pasif olarak da bırakmamıştır.

Edilgenlik hali budur. Karşıdan gelen itilimlere cevap verebilmek, sezgi ve düşünmeden yapılan
davranışlara kendini açmak. İşte bu yüzden de yukarıdaki tariflerde Tai Chi için döğüş sanatı demek de
pek doğru değildir demiştik. Tai Chi bir felsefenin ve inancın uygulamasıdır.

- Aikido -

Bu noktada da henüz Japon sistemlerinden bahsetmeye başlamış olmamakla beraber Aikido'dan


bahsetmemiz gerekiyor çünkü Aikido, Tai Chi'ye benzer bir düşünce yapısına sahiptir ve Gerçek Aikido
da aslında bir döğüş sanatı değil bir felsefe ve inancın uygulanışıdır. Tabii Aikido'dan bahsederken artık
"Chi" değil "Ki" sözünü kullanmamız gerekmektedir.

Aikido Japon döğüş sanatları içinde edilgen durumda uygulanan bildiğimiz tek uygulama. Tabii ki bizim
bilgi sahibi olmadığımız başka uygulamalar da olabilir. Özet olarak Aikido rakibin uzattığı veya saldırdığı
elini, kolunu, bileğini yakalayarak kıvırıp, bükerek onu düşürmek ve etkisiz hale getirmek sanatıdır
diyebiliriz. Tabii ki, Aikido öğrencileri bu kaba anlatına bir çok farklı açılar katabilirler. Burada sadece hiç
bilmeyen birisinin dışardan bakınca edineceği kanaati anlatıyoruz.

Son yıllarda Aikido bazı değişikliklere uğratıldı. Felsefi bir uygulamadan çok bir döğüş sanatına
döndürüldü ya da bu gayret içine girildi fakat özgün hali anlattığımız gibi ruhsal ve evrensel enerjiye bağlı
bir şeydir.

Aikido öğrencisi da kendisini evrensel enerji akımına bağlar ya da bırakır. Bu konumda olmayı günlük
hayatın bir parçası haline getirmeye çalışır. Kendisine arkadan yapılan bir saldırıyı da, bir köşeyi döndüğü
zaman ani bir saldırı ile karşılaşacağını da Ki akımlarındaki dalgalanmalardan anlar, bilir. Rakibinin elini
kolunu yakaladığı zaman aslında ona, o eli yakalattıran Ki'dir. Rakibini düşürürken onu kaba kuvvet
kullanmadan savurur. Aslında rakibi savuran Ki'dir. Aikido'cu sadece Ki akımını ve rakibinin çevresindeki
Ki'yi yönlendirmektedir. Yani en azından teorik olarak bu böyledir. Bu başarılırsa Aikido çalışmaları da
dünyanın en lezzetli (Güzel veya zevkli demiyoruz. Burada en iyi tarif edebilecek kelime Lezzet'tir)
şeylerinden biridir.

Fakat bilinmelidir ki Aikido da tıpkı Tai Chi gibi bir edilgen durumdur. Aikido'da aşağıda söz edeceğimiz
Etkin durum yoktur. Aikido ustaları ne derler bilemeyiz ama ne derlerse desinler, Aikido'da Zanshin
kavramına fazla yer yoktur. Uzun zaman Aikido yapan ve zihnin edilgen durumuna şartlanan, ustalaşan
ve sonradan Iaido yapmak isteyen Aikido öğrencileri Zanshin'i yani etkin durumu anlamak ve
uygulamakta zorluk çekebilirler.

Etkin durum

Etkin duruma gelince. Etkin durum da Aktif durum değildir. Etkin durum, Edilgen durumun içinde olur ve
bu yüzden zaten bütün olarak aktif bir durum olmaktan çıkar. Aslında, zihnin ya da ruhsal enerjinin etkin
durumu, zihnin veya ruhsal enerjinin saldırgan durumudur. Tabii burada kastedilen saldırganlık körce
saldırmak, imha etme arzuları içinde olmak değildir. Zihinsel sakinlik ve Ki akımlarıyla sörf yaparken
ruhsal enerjinin saldırgan halidir. Saldırgan ruhsal enerji durumu tabii ki, burada ele aldığımız Uzak doğu
savaş ve döğüş sanatlarıyla sınırlı bir olgu değildir. Zaten öyle olsaydı bu kadar şeyi yazmamıza da gerek
kalmadan konuyu çok daha kestirmeden anlatabilirdik. Saldırgan ruhsal enerji çok uzun zamandan beri
batıda da biliniyordu. Tabii şimdiye kadar hiç kimse çıkıp da buna saldırgan ruhsal enerji demedi. Aslında
buna özel bir isim takan ve başlıbaşına savaş durumuna uyarlayan Japonlardır. Bu yüzden dünyanın
diğer yerlerindeki ve hayatın diğer alanlarında saldırgan ruhsal enerjinin nasıl kullanıldığını ve nelere
yaradığını görmeden önce Japonya'daki ve savaş sanatlarındaki kullanımı görmemiz yerinde olur.

Zen Budizm Japonya'ya geçtikten sonra hayret verici bir durum oluştu. Bu tuhaf gelen durum Samurai
anlayışına ve Zen Budizm'e uzaktan bakan, yüzeysel bir kültürle inceleyen batılı kimseler için tuhaf
olan bir durumdur. İnsan ilk bakışta sakinlik, dinginlik, barış ve uyum halinde olmayı gerektiren daha
doğrusu sağlamaya çalışan bir uygulamanın, bize ufak görünen her hatada Harakiri (Seppuku) yapan,
Ölüm ve öldürmeyi hayatın bir parçası ve en doğal durumu olarak kabul eden (Uzaktan bakan kişinin
görüş açısına göre bu böyledir) Samurai terbiye sistemi ile son derece ters olacağını düşünür. Halbuki
Zen Budizm Samuri kültürü tarafından çok büyük bir kabul gördü. Bugün de Zen Budizm'in kalesi
Japonya'dır dersek çok doğru bir şey söylemiş oluruz. Samurai'lerin Zen Budizmi benimsemiş olmaları
şüphesiz ki onun zaten savaş sanatları ile olan ilgi ve iletişiminden dolayıdır (Shaolin Kung Fu). Ama tabii
ki, ana neden bu değil, Zen Budizm'in, Samurai terbiye sistemine uygun olmasıdır. Kısa zamanda Zen
Budizm uygulamaları Budo sanatları ile birleştirildi. Çin'de, başta Shaolin Kung Fu olarak bazı Kung Fu
ekolleri varken Japonya'da bütün savaş sanatları Zen Budizm'le bütünleşti. Herşeye rağmen Japonlar ve
daha doğrusu Budo dallarının ustaları Zen Budizm'e bazı şeyler eklediler. Zen'in Kung Fu'daki edilgen
durumunu tam olarak benimsemediler. Edilgen durum tabii ki, reddilmedi hatta herşeyin tabanı, iskeleti
edilgen durumdur fakat bunu içine savaş zamanında devreye giren bir etkin durum kattılar. Belki de Budo
sanatlarının kendi ana yapısı veya daha şiirsel bir ifade ile kendi ruhu bunu gerektiriyordu. Sırası
gelmişken, Savaş sanatlarıyla ilgili olmayan kimseler için Burada Budo sözünü biraz açalım (Bu yazıda
dip not ve eklemeler kullanılmadığı için).

Budo: Savaş sanatları anlamına gelir. Askeri sanatlar. Judo, Okçuluk, Kılıç sanatları gibi askeri sanatlar.
Daha iyi bir fikir verebilmek için yazıyoruz ki, mesela Karate bir Budo sanatı değildir. Halbuki Karate ve
özellikle bazı Ryu'lar (Mesela Uechi Ryu) Zen'i çok ön planda tutarlar.
Japonya'da ön plana alınan, söz konusu saldırgan ruhsal enerji veya zihnin ya da ruhsal enerjinin etkin
durumu ise bu yazının ana konusu olan Zanshin ismini almaktadır. Bu durumun savaş sanatlarında
kullanılması ise yukarda bahsedilen enerji beden ya da daha bilimsel olsun diye insanın psikokinetik
enerjisinin aktive edilişidir.

Tekrar Zanshin

Ruhsal enerjinin saldırgan hali belki Samurailer, belki rahipler, belki de bir iki Budo ustası tarafından
keşfedildi ya da ayrı bir bütün olarak toparlandı ve bir yere oturtuldu.

Bu durum nasıl olmaktadır? Yani tabir caizse, dış görünüm olarak neler oluşmaktadır? Savaşçı rakibi ile
karşılaşır. Ya da normal, günlük hayatta iken aniden hücuma uğrar. Veya daha olası olarak, günlük
hayatın herhangi bir safhasında aniden hücuma uğrayacağını ya da negatif etkiler altında olduğunu yani,
kötü niyetli kimselerin etki veya görüş alanı içinde olduğunu hisseder.

Bu önsezi duygusu bir abartı değildir. Yani savaşçının, siste yol alan bir uçak veya geminin radarının
olması gibi bir ruhsal radarın oluşması ve daima çalışır durumda olması hatta savaşçı uykudayken bile
çalışması bir efsane ya da romantik bir abartı değildir. İnsan kendisine uzaktan, arkadan ya da gizlice
bakıldığını, ya da ilerdeki köşenin ardında kötü niyetli bir ya da birkaç kişinin olduğunu hissedebilir. Pusu
kurulan bir bölgede bulunulduğunu aniden düşünebilir. Bu duygu kişiden kişiye değişen bir fiziksel tepkiye
yol açar. Bazı kimselerde sanki kafa derisinin her milimetre karesi hafifçe yukarıya çekilirmiş gibi olur.
Bazı kimselerin kulaklarında hafif bir uğultu ya da çınlama olur, el veya yüzde ürpertiler oluşabilir ve en
yaygın olarak da kişinin karın bölgesinde, göbek etrafında kasılma, ürperti ya da hafif bulantı olabilir. Veya
hiç bir fiziksel uyarı olmaz da sadece his olarak kişi durumu anlar.

Bu duygunun oluşabilmesi için bazı şartlar gereklidir. Herşeyden önce savaşçının "Ruhsal enerjinin
edilgen hali" olarak tarif ettiğimiz evrensel enerji akımları ile uyum içinde olması, Zen'i ve Zen'in
boşluğunu günlük hayatına yansıtabilmiş olması, her zaman zihinsel dinginlik içinde olması dolayısıyla
zihnini edilgen durumda tutarak dıştan gelenleri algılayabilir olması gereklidir. Bunu sağlayabilmek bir Zen
öğrencisi için zor olmayabilir fakat "Tehlikenin öngörüsü" diyebileceğimiz bu tetiktelik ve tabii, gayret
sarfetmeden, konsantre olmadan hatta farkında olunmadan daima içinde yaşanılan bu tetiktelik durumu
ve sezgi ile algının kombine olarak çalışması ve gelişmesi için bazı şartlar gerekir. Sadece Zen, sadece
zihinsel dinginlik buna yetmeyebilir. Bunu sağlayacak olan özel çalışmalar vardır. Mesela bunlara bir
örnek de aşağıda göreceğimiz "Kuji In" tekniklerindeki "Kai" isimli El kesmesi ya da el jesti ve onun
mantrası ile yapılan çalışmalardır.

Zihnin ve ruhsal enerjinin edilgen ve barışçı halinde olan Savaşçı gerekli uyarıyı aldığı anda ya da rakibi
ile karşılaşmak için kılıcını çekip, onunla yüzyüze geldiği anda onda faklı birşeyler uyanır. Yukarda söz
ettiğimiz ve enerji beden ismi verilen kendi öz ruhsal enerjisi uyanır. Bu uyanış sözü de fazla abartılı
olabilir çünkü bu enerji her zaman mevcuttur. Burada sadece genişlemiş bir anda açılıp yayılmış ve tabir
caizse bir patlama yapmıştır.

Uyanan enerji direk olarak rakibe yönelir ve onu bir zarf gibi sarmalamaya çalışır. Çalışır diyoruz çünkü
aynı anda rakibin enerjisi de aynı şeyi yapmaya çalışmaktadır. Dolayısıyla iki enerji birbirlerini keserler.
Bunlardan birisi daha güçlüyse ya da birisi zafiyet gösterip zayıflarsa diğeri aniden onu kaplar.

Şimdi şu çok bellidir ki, kişiye savaşı kazandıran sadece burada anlatılan ruhsal enerji değildir ve savaşı
kazanmak için fiziksel yetenek, iyi bir silah, o silahı kullanma tecrübe ve bilgisi ve zeka da gereklidir.
Ruhsal enerji biraz arka planda kalabilir bile. Ancak kazanma yolunda Ruhsal enerji de önemli bir etkendir
ve iki rakipten birisi bunu biliyor ve kullanabiliyorsa, diğeri ise kullanamıyorsa veya böyle birşeyden haberi
bile yoksa, diğer bütün şartların eşit olması durumunda enerjiyi kullanabilen kazanır.

Herne kadar Zanshin'in hayatın diğer alanlarında ve dünyanın diğer bölgelerindeki kullanımları aşağıda
incelenecek bir konuysa da burada hemen bir örnek vermemiz yerinde olur. Bir Futbol maçında, penaltı
çekilirken Kaleci ve penaltıcı arasında bir Zanshin ilişkisi vardır. İnsanı iyi kaleci veya iyi penaltıcı yapan
budur. Aynı zamanda penaltı vuruşu yapılmadan önce bazı kalecilerin tam topun geleceği noktaya
sıçramaları bazılarının ters yönlere atlamaları veya şaşkın şaşkın duralamalarının, bazı penaltıcıların,
kalecinin atlayacakları yönü önceden anlayıp, ters yöne vurmalarının nedeni de Zihnin edilgen hali içinde
olarak elde ettikleri algıdır.

Tekrar yukarda bahsettiğimiz savaşçımıza dönelim. Rakipler karşılaşmış ve ruhsal enerjileri yayılmıştır.
Burada anlatılanlar da belki yarım saniye içind olup bitmiştir, düello yarım saniyede de bitmiş olabilir. Ama
anlatılan şeylerin gerçekleşmiş olması için süre önemli değildir. Zanshin'leri uyanmış durumdaki
savaşçılar aynı zamanda da ruhsal enerjinin edilgen hali içinde bulunmak zorundadırlar. Çünkü bu şekilde
yaparak rakibin bir salise sonra yapacağı hücumun yönünü ve gücünü, onun ilerleyip, gerileyeceğini
sezmek zorundadırlar.

Burada Iaido öğrencisi olan okuyucular için bir örnek vermek mümkündür. Bazı Kata'lar birden fazla
rakibe karşı savaş şeklinde tasarlanmışlardır. Mesela Sanpo giri veya Shiho giri yapılırken çevrede
bulunan birden fazla rakip düşünülür. Gerek modern dünyanın Iaido öğrencisi, Kata içinde ve gerekse
eski günlerdeki gerçek bir savaştaki benzeri durumlar içindeyken savaşçının zihinsel durumu hem
edilgen, hem etkin şekildedir.

Edilgen şekildedir çünkü kendisi bir rakiple ilgilenirken diğerlerinin haraket ve niyetlerini, onlara bakmak
için gözlerini kullanacak zaman bulamasa bile bilmelidir. Aynı zamanda ilgilendiği rakibin de yapacağı
şeyleri bir salise önce sezmek durumundadır.

Etkin durumda olmalıdır çünkü ruhsal enerjisi ya da kinetik enerjisi ile ilgilendiği rakibini bastırmak,
şaşkınlığa düşürmek, hatta hipnotik bir hale getirmek ve bir an önce onu kesmek zorundadır. Aynı
zamanda arkasında veya yanlarında olan rakiplerin yaklaştığını sezerse onları yavaşlatabilmek (Ne kadar
yavaşlatabilmek? Çeyrek salise bir hayat kurtaır veya öldürür!) için gene Zanshin'i yani etkin hali, yani
ruhsal enerjinin saldırgan halini kullanmak zorundadır.

Bu anlatılanlar belki saçma ve akla sığmaz görünebilir. Fakat bir savaşçının üç veya dört kişi ile
karşılaşarak sağ çıkmasının başka nasıl bir yolu olabilir. Böyle bir durum olamaz. Sadece filmerde olabilir
mi diyorlar. Pekiyi. Tarihte Miyamoto Musashi'nin bu gibi düellolar yapıp kazandığı, Musashi'nin 1612
yılında karşılaşıp, sadece bir tahta kılıçla öldürdüğü, gene ünlü bir savaşçı ve silahşör olan Sasaki
Kojiro'nun benzeri, çoklu düellolar yapıp kazandığı kayıtlara geçmiş bir şeydir. Yazımızın bir çok yerinde
söz konusu ruhsal enerjilerin sadece Japonlara has bir yetenek olmadığını fakat onların bunu sistematize
edip, talimi yapılabilir hale getirdiklerini ve isimlendirdiklerini belirttik. Şimdi de buna bir örnek olarak
"Cezayirli Hasan Paşa" hakkında birşeyler yazabiliriz.

Cezayirli Hasan paşa Türk donanma okulunu ilk kuran kimsedir. Hasan paşa
gençliğinde donanmaya Levent yani deniz piyadesi olarak katılır. Girdiği gemi ile
Cezayir'e gönderilir. Cezayir yakınlarında bir korsan gemisi ile karşılaşırlar. Hasan
paşa'nın gemisi, korsan gemisine rampa eder ve tabii o zamanlar paşa değil de basit
bir er olan Hasan yalın kılıç korsan gemisine atlar. Tam o sırada sert ve ters bir rüzgar
nedeni ile iki gemi birbirinden ayrılır, Levent Hasan düşman gemisinde tek başına
kalır. Geminin açılıp, yeniden korsan gemisine yanaşması ise bir saate yakın bir
zaman alır. Herkes Levent Hasan ölmüştür diye düşünürken gemiye girince, Levent
Hasan'ın korsanların yirmi kadarını kestiğini ve kalanları da teslim aldığını görürler.
Bunun üzerine ona rütbeler verilir, sonunda Cezayir'e vali olur ve en sonunda da
İstanbul'a dönüp o zamana kadar usta çırak ilişkisi şeklinde giden denizcilik için bir
Donanma okulu kurar.
Yukardaki örneklerde görülen savaşçıların, bahsedilen şeyleri güçlü bir Zanshin ve gelişmiş bir edilgen
ruh olmadan yapabilmeleri ne derece mümkün olabilir.

İşte anlatılması zor olan, Dojo çalışmalrı içinde zaten anlatılmasına zaman da olmayan Zanshin budur.
Şimdi bir şeyi daha sormanın ve cevaplamanın zamanıdır. Ruhsal enerjinin etkin veya saldırgan haline bir
isim takılmıştır "Zanshin". Pekiyi neden ruhsal enerjinin edilgen haline özel bir isim verilmemiştir? Bunun
cevabı çok kolay olmakla beraber ilk bakışta akla gelmeyebilir.

Bir Zen rahibi hatta öğrencisi, bütün budist okulların izleyicileri ve tabii ki, Samurai'ler normal hayatları
içinde her zaman zihnin ve ruhun edilgen durumunda olmalıydılar. Bütün Budizm ve Yoga ekollerinin ana
amacı zaten insanı böyle bir dinginlik durumuna getirmektir. Anlaşılacağı gibi Edilgen durum isim
verilmesine gerek olmayan normal durumdur. Sıradışı olan ve ancak birisini etki altına almak istenince
uyanan ve sonra bırakılıp, normale dönülen durum Zanshin durumudur.

Zanshin'i savaş durumu içinde uyarmak için ne gerekir?

Yukardaki sorunun cevabı çok basittir. "Hiçbir şey". Aşağıda Zanshin durumunun güçlenmesi, ruhsal
enerjinin gelişmesi, evrensel enerjiden daha fazla enerji çekilebilmesi için yapılması gereken hem Uzak
doğuda hem de Batıda yapılan bazı uygulama ve meditasyonlardan bahsedilecektir. Fakat bunlar özel
çalışma durumlarıdır ve herkes yapmak istemeyebilir. Yukarda verilen Penaltıcı ve kaleci örneği
düşünülürse, Futbol takımlarının, bu çalışmaları yapmaları bir yana dünyada hatta evrende böyle şeylerin
mevcut olduğunu bilmeleri bile akla yakın değildir. Yani Zanshin herkeste vardır ve kişi bunu farkında
olmadan, kendi yaptığı şeye önem verdiği ve konsantre olduğu şekilde kullanır. Ama üzerinde çalışıp alt
yapıyı hazırlarsa çok daha güçlü kullanır. İnsanlar bunu doğuştan sahip oldukları kadar kullanırlar. Herkes
şarkı söyleyemez. Bazı insanlar doğuştan kabiliyetlidirler ve şarkı söylerler fakat dilsiz olmayan herkes
konservatuvar eğitimi ile, doğuştan sesi olan kimselerden çok daha iyi şarkı söyleyebilir.

Zanshin alt yapı olarak hazırlanan ve uyandıktan sonra bilinçli olarak tutulan bir durumdur fakat onun
uyandırılması bilinçli olarak bir pedala basılıp, bir mekanizmayı harakete geçirir gibi değil, otomatik olarak,
gerektiği anda kendiliğinden olmalı ve bu, bu şekilde olana kadar yapılan çalışmalarla alt yapı
hazırlanmalıdır.

Bir savaşçı veya Kılıç öğrencisini ele alırsak. Özellikle yaşamak ve ölmek arasında kalmak gibi güçlü bir
motivasyona sahip olan bir savaşçı oturup çok uzun ruhsal hazırlık çalışmaları yapmasa, ne olduğunu
bilmese ve yarım yamalak bir fikre sahip olsa bile zamanla ruhsal enerjinin etkin ve edilgen halleri onda
gelişir. Hatta Zanshin denilince son derece yanlış izahlar yapsa bile farketmez. İnsanın kendi üst benliği
bu enerjinin ne olduğunu ve nasıl uyarılacağını bilir. Tabii ki, savaşçı ruhsal çalışmalar yaparsa ve
duruma bilerek konsantre olursa daha iyi olur.

Bir karşılaşma anında savaşçının Zanshin'i düşünmesine uyarmaya çalışmasına özel bir konsantreye
zaman ve imkan yoktur. Tıpkı sıcak bir çaydanlığa elimizi dokundurduğumuz zaman hiç düşünmeden
anında şimşek gibi geriye çekmemiz gibi ilk uyarıları alınca Zanshin uyanır. İşlevini yerine getirir. Ancak
bunun Kılıç sanatlarına yeni başlayan yani bir, iki yıllık, modern zamanların kılıç öğrencileri için mümkün
olması da beklenemez. Modern Kılıç öğrencisi bunu düşünmek, Zanshin'in ne olduğunu bilmeseler bile
dikkat ve konsantre geliştirmeye çalışmak zorundadırlar.

Japonya ve Japonya'nın eski savaşçılarına gelince. Bu durum onların zaten günlük hayatlarıydı. Ve
unutulmasın ki, gereken bütün meditasyon çalışmaları, onların günlük ibadetleri idi. Ayrıca bir zaman
ayırmalarına, bilgi edinmelerine gerek yoktu. Mesela bir Kılıç öğrencisi ibadeti ile Kılıç sanatını birleştirmiş
durumdaydı. Tabii ki, o zamanlarda bazı şeyler daha kolaydı. Günümüzde ise hem biraz bilmek hem de
zaman ayırıp, biraz gayret göstermek gerekiyor. Ayrıca günümüzde genellikle hayali rakiplere karşı
Zanshin geliştirmek gerekiyor ki, bu da zorlaştırıcı bir faktördür.

Zanshin neden savaş sonrasında sürdürülür?


İki savaşçı karşılaşır. Birisi yığılıp kalır. O an için savaş dışı kaldığı kesin olmakla beraber ölüp ölmediği
belli değildir. Kazanan savaşçı Zanshin'i devam ettirir. Ruhsal enerjisi hala rakibini sarmalamış şekildedir.
Bunu kılıcını kınına koyup, iyice geriye çekilene kadar ya da bir şekilde rakibin gerçekten öldüğünü
anlayana kadar sürdürür. Iaido Kata veya Waza'larında da, hangi Ryu olursa olsun bu durum vardır. Son
teknik yapılır, hayali rakip yere serilir ve kılıç kına koyulur. Geriye çekilinir. Bu durumda da iyice geriye
çekilip, iki el kılıcı ve kını bırakıp, yanlara sarkana kadar Zanshin sürdürülür.

Bu durumun hep yapılan bir açıklaması vardır. Aslında çok haklı ve gerçekçi olan bu açıklamaya göre
rakip yaşıyor olabilir ve ölüm anında bile son bir hamle yaparak kılıcıyla ya da kılıcını da düşürmüşse kısa
kılıcını çekerek veya bir bıçakla saldırabilir, savaçının aşil kirişini kesebilir veya öldürücü bir vuruş
yapabilir. Bunu engellemek için dikkat rakibin bedeninde tutulur. Ancak iyice uzaklaştıktan sonra Zanshin
bırakılır.

Aslında bu ifade son derece haklı ve doğrudur fakat bunun yüzünden de bir çok kişi de Zanshin'in sadece
rakip yere serildikten sonra üzerine yoğunlaştırılan dikkat olduğunu zannetmesine sebep olur. İkinci
olarak bu durumun yani Zanshin'in savaş sonrasında, rakibin bedeninden iyice uzaklaşana kadar veya
onun ölümünün kesin olarak anlaşılmasında bir süre sonrasına kadar sürdürülmeinin bir de ezoterik
sebebi vardır.

- Ölüm den sonra alınan intikam -

Yukarda anlatıldığı gibi iki savaşçı karşılaşınca hatta bunlardan birisi savaşçı olmasa da, ya eğitimle ya
doğuştan Zanshini güçlü olan, hatta silahsız bir kişi bile olsa iki kişinin Zanshin'i karşılaşır. Biri yığılıp kalır.
Belki o anda ölmüştür bile. Fakat ruhsal enerjisi kısa bir süre için hala sürecektir ve önceki savaş veya
katliam durumundan dolayı ölen kişinin enerjisi zaten kendisini öldürene odaklanmıştır. Ona
yönlendirilmiştir. Zaten amacı onu boğmak, kısıtlamak, ruhsal enerjilerini sarıp sarmalayıp, işlemez hale
getirmektir. İşte bu ölüm anında kazanan savaşçı kendi Zanshin'ini bırakıp da "Laylaylom" gibi bir zihinsel
duruma girerse bir anda öldürdüğü kişinin ruhsal enerjisi ile kaplanır çünkü bunu önleyen zaten onun
kendi Zanshin durumudur. İşte bu durum da bir tür lanetlenmek gibidir.

Bundan sonra söz konusu enerji kazanan savaşçıya bulaşıcı bir hastalık gibi yapışıp, bulaşır ve uzun bir
süre de kalıcı olur. Bu arada savaşçının, kendi zanshin'ini de kullanamaz, uyaramaz ya da yayıp
genişletemez durumda olmasından dolayı muhtemelen başka bir savaşçı onu öldürür. Ya da en azında
kişi sebebi meçhul, depresif durumlara girer. Eski günlerde bu durum ölenin laneti, intikamı gibi
düşünülebilirdi. Bu durumlardan doğan bir çok eski hikaye vardır. Hatta söz konusu durum bizde de bilinir.
Halk arasında "Kan tutması" denilen bir durum vardır. İnsan öldüren bazı kişiler, haklı veya haksız
olmaları farketmeksizin tuhaf durumlara girerler, Kımıldayamazlar, aptallaşırlar, oldukları yerde
kalakalırlar. Anadolu'da bazı bölgelerde ve özellikle Karadeniz çevresinde garip bir inanç da vardır. Bu
durumda kalan ya da böyle bir durumda kalmasa bile birisini öldüren (Tabii ki, bıçak gibi bir yakın mesafe
silahıyla. Tabanca, tüfek gibi uzaktan öldüren bir araçla değil) kimsenin kurtulabilmesi için hemen
parmağını ölen kimsenin kanına batırıp, ya da kanlı bıçaklarını yalamaları gerektiğine inanılır. Kan tutması
durumu bazı kimselerde bir iki saat bazılarındaysa günlerce sürebilir. Sonunda kişi ağır bir depresyonla
karşılaşabilir, ölürdüğü kişinin hayalini görebilir, hatta çıldırabilir. Katilin kurbanını görmesi ve aklının
devamlı ona takılıp kalmasının nedeni de söz konusu kinetik enerjinin, onun bilinçaltına kadar işlemesidir.
Tabii hemen söyleyelim ki, Kinetik enerji ya da enerji beden bunu bir zeka ve bilinçle yapar demek
istemiyoruz. Sadece belli bir kişiye ait olduğu için o kişinin enerjik yapısı, enerji bedeni, kişinin bilinçaltına
enerjinin sahibi olan kimseyle ilgili rahatsızlıklar uyanmasına sebep olur.

İşte Samuri ya da Ninja'nın öldürme işleminden sonra da Zanshin'i sürdürmelerinin nedeni özet olarak,
Ölen kimsenin ruhsal ya da kinetik enerjisini veya Zanshin'ini, kendilerinden uzak tutmak için, itici güç
olarak kullanmalarıdır. Bu durum gerileyip zaten eriyip yok olmakta olan enerjinin menzil alanından çıkana
veya enerji tamamen dağılıp, yok olana kadar sürdürülür. Ninja kültüründe bu tür şeyler ruhsal yani ölen
kimsenin bilinçli ruhu tarafından yapılan lanetlenme durumları olarak hurafe seviyesinde büyütülmüştür.
Bazı Ninja'la yüzlerini bile, kurbanların ruhlarının ölümden sonra kendilerini arayıp bulamaması için,
öldürdükleri kimselere göstermek istemezlerdi.

Bu olguyu işleyen fakat herşeyin çok fazla sinamatize edildiği, Chritopher Lambert, John Lone ve joan
Vhen'in oynadığı ve yurdumuzda da gösterilen "The Hunted" isimli bir film de yapılmıştır. Yazık ki, filmde
yeterli açıklama yapılamadığı için durum, yani Ninja'nın lanetlenmesi seyirciler tarfından tam olarak
anlaşılamamış, film basit bir vur, kır, kes seviyesindeki macera filmi olarak kalmıştır. Tabii bu film zaten
burada anlatıldığı şekilde ruhsal enerjiler hakkında birşeyler anlatmak, mesaj vermek için yapılmayıp,
sadece hurafe olarak görülen bir olgudan, heyecanlı bir aksiyon filmi yapmak için çekilmiştir.

Kılıç neden Samurai'nin ruhudur?

Japon kültürü ile şöyle böyle ilgilenen bir kimse, kendisi, Iaido ve benzeri savaş sanatları ile hiç ilgili
olmasa bile bir yerde, bir şekilde mutlaka, Kılıcın Samurai'nin ruhu olduğunu, Samurailerin buna inanıp,
kılıcı ruhları olarak gördüklerini duymuştur.

Bu olgu böyle alınır ve olduğu gibi bırakılıp geçilir. Sadece Samurai düşüncesinin bir ürünü, samurainin
kılıcına saygısının belirtisi olarak görülür. Halbuki dış görünümün ardında çok daha derin anlamlar vardır.
İnsanların çoğunda belli tarihlerden önce yaşamış olan insanları aptal ve son derece cahil, ilkel
hurafeprest olarak görmek eğilimi vardır. Hele batılılar, II. Dünya savaşından sonra Japonya'yı yarım
yamalak tanımaya başladılar. Ama kafalarının içinde onları genel olarak aşağılıyorlardı. Savaşı kendileri
kazanmışlardı. Demek ki efendi onlardı ve savaşı kaybeden Japonların da bir çok şeyi ilkel ve cahilce
olabilirdi. O zaman yerleşen anlayışlar daha sonra bu bakış açısı değişse de, yüzeyselliklerini korudular.
Kılıç konusunda da kılıcın Samurainin ruhu olarak kabul edilmesini olduğu gibi alıp, duygusal ve romantik
bir yaklaşım olarak gördüler. Tabii doğu ile ilgili bilgi ve yaklaşımlar bize de batının süzgecinden geçerek
geldiği için bizde de aynı yüzeysel anlayışla ele alınmışlardır.

Yukarıdaki bölümlerin birinde de söylendiği gibi eskinin insanları bizden sadece teknolojik olarak
geriydiler. Otomobil ve televizyon yapamıyorlardı. Hatta Ozon tabakasını yırtmaya bile muvaffak
olamamışlardı fakat bu kimseler cahil değildiler. Hele aptal hiç değildiler. Aynı dönem içindeki
Avrupalıların ve Amerikalıların rüyalarında bile göremeyecekleri kadar uygardılar.

Şimdi şöyle mi düşünmek gerekir? Samurai'ler ve hatta bütün Japonlar o kadar aptaldılar ki, doğdukları
zaman ruhlarının olmadığına inanıyorlardı. Büyüyüp Samurai olunca da "Eh bu güne kadar ruhum yoktu.
Bari kendime bir ruh satın alayım" deyip, gidip bir kılıç alıyorlardı. Bir kılıç savaş veya eğitim sırasında
kaçınılmaz şekilde bir gün kırılabilir. Böyle bir şey olduğu zaman Samurai "Aman ruhum kırıldı, gidip
başka bir ruh alayım bari" şeklinde mi düşünüyordu?

Hiç kimse bu açıdan düşünmeye bile gerek görmedi ve fikir genel tarafından olduğu gibi alıp, otantik ve
romantik bir inanç, bir hurafe olarak kabul edildi. Halbuki benzeri herşeyde olduğu gibi bu inancın da
arkasında bazı derin şeyler vardır.

Şimdi Japon kılıç geleneğini bir yana bırakarak Orta çağ Avrupa'sına bir bakalım. Yurdumuzda sinemaya
gitme imkanı bulan hemen herkes "Yüzüklerin efendisi" isimli filmi gördü. Sinemaya gitme imkanı
olmayanlar ya da fantastik filmlerden hoşlanmayanlar da çeşitli Tw programlarında filmle ilgili bir sürü şey
gördüler. Söz konusu filmdeki büyücüler ve onların kendi aralarındaki savaşlar bir çok kişinin ilgisini çekti.
Herkes bu büyücülerin koca koca asalar taşıdıklarını ve bu asaları değişik şekillerde enerji yönlendirmek
için kullandıklarını gördü. Tabii ki, filmin herşeyi fantastik bir hikayeden kaynaklanıyordu fakat bir çok şey
gibi büyücülerin davranış tarzları ve enstrumanları da tarihten alınmış ve sinematize edilerek abartılmış
şeylerdi.

Gerçekten de Ortaçağ Grimoire'larını yani büyücülerin kendi tecrübe ve uygulamalarını yazdıkları çalışma
notları kitaplarını incelediğimiz zaman Asa'ya büyük önem verildiğini görürüz. Bu insanlar kendi inançları
doğrultusunda mesela bir cismi manyetize ederken, kutsar veya lanetlerken hep asalarını bir namlu ya da
bir yönlendirici olarak kullanıyorlar. Kendilerini kötü etkilerden korumak için zemine bir daire çizerken
bunu asalarıyla yapıyorlar. Günlük hayatlarında asalarını yanlarında taşıyorlar ve kendilerinden başka
kimsenin dokunmasına izin vermiyorlar. Gerçi yaptıkları şeyler filmlerdeki gibi muhteşem görselliğe sahip
değil. Asalarıyla işaret ettikleri cisimler öyle hemen havalanıp uçmuyorlar. Hatta çoğu zaman gözle
görülür bir tezahür de olmuyor fakat gene de bu kimseler yaptıkları şeyleri bir şekilde ruhsal enerji
yönlendirmesi olarak yapıyorlardı. Bu işte kullanılan araç da "Asa"larıydı.

Majikal asaların yapımı için değişik ağaçlar tercih edilirdi. Bu durum ekole göre değişirdi. Mesela Drüidler
için kutsal ağaç Meşeydi. Bazı yerlerde Ardıç bazı bölgelerde de Dişbudak ağacı tercih edileblirdi. Daha
köksüz tam Ortaçağ döneminin ortalarının Avrupa majisyenleri fındık ağacını tercih ederlerdi. Bu asa
geleneği kutsal kitaplara kadar girmiştir. Mesela Musa'nın asası ve benzeri şeyler Tevrat, Incil ve Kur-
an'da söz konusu edilirler.

Tabii gerek tarihi büyüsel belgelerde, gerekse masallarda bol bol, sihirli kılıçlardan da bahsedilir. sonuç
olarak hepsi aynı kapıya çıkmaktadır. Gene Islami tarikatlara ve İslami Havas'a dönersek (Havas: İslami
büyücülük geleneği. Yahudi Kabalası ve Islami tasavvuf karışımı birşeydir. Kabala'dan çok etkilenmiştir.
Büyücülük denilince akla gelen şarlatanlıklardan çok daha derin anlamları olan yarı tasavvuf yarı büyü
karışımıdır).

Bilindiği gibi bu sistemlerde tespih kullanılır. Tespih, yapılan zikirlerde sayısal bütünlüğü sağlamak için
kullanılan bir sayma aracıdır. Devamlı zikir ve majikal uygulama yapan kimselerin uzun zaman
kullandıkları tespihlerde belli bir manyetik akım biriktiği bilinir. Hatta ruhsal enerjisi güçlü birisinin uzun
zaman kullandığı bir tespih küçük bir çocuğun ya da zayıf birisinin boynuna gerdanlık gibi takıldığı zaman
kişinin ya da çocuğun bunaldığı, uykusunun geldiği ya da aptallaştığı gözlemlenmiştir. Tabi böyle bir
manyetik birikimin olabilmesi için kullanılan enstrumanın yani Asa veya tespihin organik bir cisim olması
gerekmektedir. Yani Tahta veya kehribar veya zeytin ya da hurma çakirdeği tespihler, tahta asalar. Plastik
malzeme manyetik etki taşımaz. Buna karşılık demir ve çelik zaten doğal olarak mıknatıs etkisine sahip
olan şeylerdir ve burada söz konusu olan ruhsal enerjiyi de mükemmelen özümseyebilirler.

Şimdi kullanılan bu gibi enstrumanları bir yana bırakarak enstrumansız yapılan bir iki uygulamaya
bakalım. Şifacı medyumlar hasta kısmın ya da bütün bedenin üzerinden, bir, iki santimlik mesafeden
ellerini geçirerek şifa verirler. Enerjinin ellerden, hastaya aktığına inanılır. Konuyu bilmeyen ya da
inanmayanlara şaşırtıcı gelecek bir şey de şudur: Bu şekilde tedavi edilen hastaların çoğu, gözleri kapalı
olsa da, hiç bir medyumsal yanları olmasa da, vücutlarında duydukları basınç veya ürperti ya da ısınma
ile şifacının ellerinin vücutlarının hangi bölgesi üzerinde olduğunu anlarlar.

Değişik batılı ve doğulu araştırmacı ve deneyci yazarların ruhsal enerjinin deşarj edilişi yani etkin
kullanımı hakkında yazdıkları makele ve kitaplar ile görücü medyum olan ya da en azından öyle olduğunu
iddia eden kimselerin anlattıklarına göre, yukarda enerji beden dediğimiz ruhsal enerjinin ya da Kinetik
enerjinin insan bedeninden bir hedefe doğru uzaması, bedenin çıkıntılı yerlerinden daha yoğun şekilde
olmaktadır. Önce eller, sonra gözler ve bundan sonra da omuz başları, dizler, ayak uçları gibi vücut
çıkıntıları enerjiyi yönlendirmektedir. Bu gibi bir aktivite içinde bulunurken elde tutulan bir cisim, bir sopa,
bir bıçak veya kılıç, hatta bir kalem enerjiyi daha güçlü yoğunlaştırmaya ve bir namlu gibi daha iyi
yönlendirmeye yaramaktadır. Bu durumda Ortaçağ majisyeninin elindeki asanın da bir yönlendirici olduğu
anlaşılmaktadır. Büyücü, kendisi ne zannederse zannetsin elindeki asa sihirli bir güce sahip değildir. Onu
manyetize eden şey herhangi bir tanrının ya da demonun kutsayıp güç vermesi değil, bizzat kendisinin
asayı imal edişi sırasında ve kutsama törenleri ile verdiği, daha doğrusu üzerine yüklediği kendi kinetik
enerjisidir.

Bu şekilde, cisimlere enerji yüklenmesine dair en iyi örnek de batı terminolojisinde Amulet ismi verilen
büyü objeleridir. Amulet uğur getiren ve koruyan bir majikal objedir. Bizdeki benzer karşılığı mesela nazar
boncuğu olabilir. Amulet ismi verilen şey herhangi birşey olabilir. Bir boncuk, anahtarlık, kalem ve akla
gelen herşey. Onu hazırlayan kişi bir süre elinde tutar ve üzerine yoğunlaşıp, enerji yüklediğini düşünür ve
yükler de. Tabii burada kişi derken Ortaçağ büyücüsünü kastediyoruz.

Gene Samurai ve Kılıca dönersek. Zanshin konusunun anlatılışı sırasında savaşçının kendi ruhsal
enerjisini yoğunlaştırıp, rakibinin üzerine gönderdiğini söylemiştik. Tabii ki, bu işlemdeki en önemli
yönlendirici savaşçının gözleri ve arkasında durup gard aldığı kılıcıdır. Kılıç bazı istisnai durumlar
haricinde daima rakibe doğrudur Savaşçı farkında olsa da olmasa da enerji, kılıcı namlu olarak
kullanmaktadır. Ya da en yoğun şekilde kılıç üzerinden akmaktadır. Bu durumda zamanla kılıç, sahibinin
enerjisi ile dolmaktadır. Bu kişisel enerji ile manyetize ediş, sahibi kılıcı kullanmaya devam ettiği sürece
yıllarca artar. Bu durumdaki bir kılıç kısa bir zamandan beri kullanılıyor olsa da bir kılıç olduğu kadar bir
majikal enstruman ve sahibinin ruhsal enerjisinin bir parçası olur.

Bu durumdaki bir objeye ki, bu kılıç değilde yukarda anlatıldığı gibi bir asa da olabilir, savaşçı veya
büyücü farketmeksizin bu durumdaki bir objeye sahibinden başkası dokunmamalıdır. Yabancı dokunuşlar
hem kılıç veya asanın üzerindeki enerjiyi dalgalandırır ve kullanılırlığını bozar hem de dokunan kimsenin
kendi dengesini bozabilir. Söz konusu obje bir Samurainin kılıcı ise, Samurai kılıcını yanından asla
ayırmak istemez. Çünkü ondan uzak olduğu zaman kılıcın enerjisinin azaldığını hisseder.

Son olarak şunu söylemeliyiz ki, bir cismin mesela bir kılıcın savaşçı tarafından manyetize edilmesi,
yukarda bahsettiğimiz Ortaçağ Avrupa'sı büyücüsünün asasının manyetize edilişinden çok daha kolaydır.
Çünkü Samurai enerji deşarjını yani Zanshin uygulamasını hiç bir büyücünün sahip olamayacağı kadar
motive edici bir ortamda yapmaktadır. Kendisinin veya rakibinin ölmesinin söz konusu olduğu bir ortam.
Yaşamak ve ölmek arasındaki sınır.

Şimdi artık, Zanshin ve spiritüel güçleri geliştirmek için kullanılan bazı çalışmaları görebiliriz. Samuri'lerin
ve Ninja'ların uyguladıkları bir konsantre ve çalışma yöntemi vardır. Bu yönteme yanlış olarak "Kuji Kiri"
ismi verilir. Aşağıda da göreceğimiz gibi Kuji kiri farklı bir şeyi anlatır.

Ninja büyüsü - Kuji No In ve Kuji kiri

Eski Japonya'daki mistik uygulamalar ve ruhsal enerjinin etkin kullanım yöntemleri batı dünyasında hem
çok fazla bilinir hem de çok az. Bu büyüsel uygulamalardan en fazla bilinenleden birisi de Kuji In ya da
Kuji No In ve Kuji Kiri'dir. Burada evrensel ve kişisel enerjilerin bütünleşip, etkin kullanılmalarına en iyi
örnek Kuji In'dir. Batı dillerine "Dokuz el kesmesi" gibi acayip bir isimle çevrilmiştir. Tabii bu isim Kuji
Kiri açısından bakarsak haklı sayılabilir. Aşağıda çok kısa olarak göreceğimiz Kuji Kiri, sağ elin iki
parmağının, bıçak gibi kullanılması ile de yapılan bir uygulamadır. El kesmesi tabiri buradan çıkartılmış
olabilir. Buna karşılık asıl ilgi alanımız olan Kuji In'deki el jestleri diyebileceğimiz, iki elin kombine olarak
yaptıkları mistik haraketler ve kenetlenmeler kesişe benzemezler. Kuji Kiri ve Kuji In genellikle batılılar
tarafından birbirine karıştırılırlar. Hatta Ninja'lar hakkında yazılan bazı yalan yanlış makalelerde veya
kitaplarda da Kuji In'den bahsedilirken ve Kuji Kiri'den hiç söz edilmezken genel başlık olarak "Kuji
Kiri" isminin kullanıldığı olmuştur.

Kuji In batıda hem çok bilinir hem az. Bir çok filmde bu el hareketlerinin yapıldığı, sesli olarak mantralar
telaffuz edildiği görülür. Filmler, çizgi filmler romanlar ve daha bir çok şey Kuji In'i bir aksesuar olarak
kullanırlar fakat onun hakkında tamamlayıcı açıklama çok azdır. Kuji In ve Kuji Kiri hakkında yazılan
bazı kitaplar da vardır fakat bunlarda da, ya bazı safsata sayılabilecek bilgiler ya da Budist uygulamalar
vardır. Dişe dokunur bilgi taşıyan kitap sayısı oldukça azdır. Bu kitaplar da genellikle batılılar tarafından
yazılmış şeylerdir. İşin en zor tarafı, söz konusu kitapları yazan kimseler de Kuji In ya da Kuji Kiri ile ya
budizm açısından ilgilenen ya da Savaş sanatları açısından bakanlardır. Yazarlar arasında Okült açıdan
bakan veya ruhsal enerjinin etkin kullanımının uyandırılması açısından düşünen azdır.

Kuji In yukarıdaki başlıkta Ninja büyüsü olarak belirtildi fakat bu, genelin onu günümüzde böyle
tanımasından dolayıdır. Bu da bir yanlış bir fikirdir. Kuji In feodal dönemlerde Samurailer tarafından da
geniş ölçüde kullanılmıştır. Mesela Yagy Shinkage Ryu ve Tenshin Shoden Katori Shinto Ryu'nun
Kuji Kiri ve Kuji In talim ettiklerine dair kayıtlar vardır.

Kuji In ve Kuji Kiri Ninja ve Samurai'nin mistik güçlerini başka bir ifade ile ruhsal enerjisini uyandıran ve
güçlendiren el jestleridir. Bu el jestleri esas olarak Seksenbir tane olmakla berber en fazla bilineni ve
önemlileri Dokuz tanedir. Bu haraketlerin kaynağı tam olarak bilinmemektedir fakat bazı kaynaklar
onların, Japonya'ya ilk defa, Tantrik Budizm ekolleri olan Shingon ve Tendai Mikkyo'nun girişleri ile
geldiklerini söylerler.

Budizm'in bir çok şeklinde Mudra ismi verilen el jestleri meditasyon sırasında kullanılır. Hemen hemen
bütün Budha heykel ve tasvirlerinde de Budha değişik el jestleri ile gösterilir. Bu haraketlerin hepsinin
birer anlam ve özel güçleri vardır. Tantrik Yoga ve Tantrik Budizm'de ise Mudralar da, meditasyon ya
da fiziksel uygulamalar gibi ayrı bir tapım şeklidirler. Budizm'in herhangi bir şeklinin Japonya'ya girişinden
sonra Mudra'ların da girmesi zaten kaçınılmaz bir şeydi.

Gene de şunu belirtmekte fayda vardır. Burada söz konusu olan dokuz el jesti yani Kuji In, anlam olarak
benzerlikler taşısalar da Budist ekollerin uygulama sebeplerinden oldukça farklı amaçlar taşırlar. Bazı el
jetslerinin de özgün budist uygulamaların tersi olduğu görülebilir. Japonlar ve daha doğrusu Ninja ve
Samurai'ler esas olarak ruhsal enerjinin edilgen kullanım şekli olan Budist uygulamaları kendi temayül ve
anlayışlarına göre zihnin ya da ruhsal enerjinin etkin kullanım haline çevirmişler ve zihinsel dinginlik kadar
saldırgan bir yapı da kazandırmışlardır.

Kuji In ve Kuji kiri arasındaki farklılığa gelince. Kuji In ve Kuji Kiri aslında çok yakın ilişkilidirler. Kuji In,
evrensel enerjinin dokuz seviyesini davet etmeye hizmet eder. Zihni bu güçlere odaklar ve kişisel enerjiyi
bu güçlerle birleştirerek aktive eder. Kuji Kiri ise Türkçe'ye kabaca Muska, Vefk, Tılsım (En uygunu
Tılsım'dır) şeklinde çevirebileceğimiz pratik büyücülük şekline benzer bir uygulamadır.

Kuji In uygulandığı zaman yapılan şeyin dış görünümü, iç anlayışa göre daha az önemlidir. Dokuz el
haraketinin herbirinin kendisine has bir ismi, majikal anlamı, mantrası ve tarifi varır. Bunlar aşağıda
görülmektedir. Kuji In ile çağırılan ya da daha doğru bir ifade ile uyandırılan güçlerin gelişmesi ve gerektiği
anda uyandırılması için sadece bu el haraketlerinin yapılmasının yeterli olacağını ya da bir savaş
sırasında Samurai veya Ninja'nın silahını bırakıp bu el haraketlerini yapıp konsantre olacağını düşünmek
safdillik olur. O zamanın insanları teknolojik olarak bizden ilkeldiler bunu kabul edebiliriz fakat bizden aptal
değillerdi. Üstelik ölüm ve hayat arasındaki ince sınırda duran bu kimselerin döğüş sırasında bu gibi
şeyler yapacağını akla getirmek bile zordur. Kuji In normal meditasyon halinde ellere gerekli pozu
aldırarak ve mantrası tekrlanarak çalışılır ya da söz konusu enerji ile senkronize olunur. Tabii savaş
öncesi kısa bir zaman ayırıp birer defa yapılmaları ve bu şekilde bazı zihinsel kilitlerin açılması da
olasıdır. Hatta bu minik ayin ya da tören savaş hazırlıkları tamamlanıp, evden çıkmadan hemen önce de
yapılabilir. Batı dünyasında bu durum Majikal Kişilik veya Majikal Persona olarak bilinir.

Majikal Persona

Majikal Persona Batılı okültistler ve hatta Psikologlar tarafından bilinen bir durumdur. Majikal sanatlarla ile
ilgilenen birisi belli bir çalışma yapmak isterse önceden bazı uygulamalar yapar. Mesela Müslümansa
abdest alır. Önceden bir kaç rekat namaz kılar, bohurlar yakar, Batılı bir majisyense cüppeler giyer, özel
yapılmış asalarla yere daireler ya da majikal işaretler çizer ve benzeri aktivitelerde bulunur. Aslında pratik
açıdan bakılırsa yapılan bu uygulamaların hiç bir etkisi yoktur. Önemli olan kişinin oturup zihinsel
konsantreyi sağlaması ve ne yapacaksa yapmasıdır fakat kişi yaptığı işi bu şekilde öğrenmiştir ve yaptığı
ön hazırlıkları yaparken bilinçaltında bunları yaparak kendisini hazırladığına ve istediği enerjiyi
çağırabileceğine inanır. "Bunları yaptım, öyleyse istenilen şeyi başaracağım" inancı.

Yapılan ön çalışmalar sadece motive edici şeylerdir fakat kişi bunu bilmeyebilir. Aynı şeyi mesela bir Iaido
öğrencisi için de söylemek olasıdır. Hakama giymek, kılıcı törensel bir şekilde kuşanmak, hazırlık
konsantresi ve nefesler de majikal ya da bu duruma daha uygun olması için enerji zihni kişiliğine girişi
sağlar.

Gene Dokuz el haraketi ya da Dokuz el kesmesi ile ilgili çalışmalardan bahsedersek. Bunlar savaş öncesi
ayaküstü belki uygulanabilir fakat! Bu gibi şeylerin uygulama açısından bir tapınakta tütsü dumanları
içinde yapılması ile , bir belediye otobüsünde giderken yapılması arasında teoride hiç bir faklılık
olmamasına rağmen insan, kendi insan psikolojisinin yapısından dolayı herhangi bir yerde konsantre olup
patır kütür yapılabilen bu tür çalışmalardan büyük bir fayda göremez. Fayda görmesi için önce kendisini
yaptığı işin tam olduğuna ve ciddi davrandığına inandırmalıdır. Yani bir Samurai veya Ninja, bu töreni,
dojosunda ya da evinde ya da bir tapınakta bu gibi işler için hazırlanmış bir altarın karşısında yani
Japonya karşılığı olarak bir Kamiza'nın karşısında, son derece ciddi, terbiyeli, usulune uygun olarak
oturup, bazı tütsüler yakıp, büyük bir inanç ve ciddiyetle yapmalıdır. Ancak bunları sağlayınca majikal
kişilik dediğimiz durum bilinçaltını kaplar ve istediği enerjileri daha törene başlarken bile çekmiş olur.
Bunlara benzer örnekleri çok sayıda sıralamamız mümkündür fakat buna gerek yoktur. Burada ne
denmek istendiği bu kadarla da anlaşılır.

İşte bir Ninja veya bir Samurai'nin savaş öncesi kısa bir zaman mesela otuz saniye içinde el haraketlerini
yapıp matraları söylemesi de onu ruhsal enerjileri uyandırabilir hale sokabilir. Fakat yukarda belirtildiği gibi
unutulmamalıdır ki, buun olabilmesi için önceden yapılan ve uzun yıllar sürebilen eğitim ve çalışmalarla
sağlanan alt yapı gereklidir.

(Aşağıda görülen Kuji In el kombineleri, resimler ve Kuji Kiri hakkındaki, "Kuji


Kiri'nin ortaya çıkışı ile ilgili varsayımımız" başlıklı bölüme kadar olan bilgiler
bana ait şeyler olmayıp, tamamen internet'ten alınan bilgi ve resimlerdir)

Kuji In haraketlerinin Güçleri, mantraları ve tarifleri

RIN - Zihnin ve bedenin Kuvveti

Mantra: On bai Shira man to ya so wa ka

Bu haraket sadece fiziksel güç ve zeka ile ilgili değildir. Ayrıca fiziksel olarak iyi görünüm ve davranış da
kazandırır. Orta parmaklar uzatılır. Diğerleri kenetlenerek içe kıvrılırlar.

KYO (PYO) - Enerjinin yönü

Mantra: On i sha na ya in ta ra ya so wa ka

Enerjiyi direk olarak aksiyonn içine gönderir ve ayrıca kişinin iç enerjisini arttırır.
İşaret parmakları ve baş parmaklar uzatılmıştır. orta parmaklar, işaret parmaklarının üzerine
kıvrılmışlardır. Diğerleri içe doğru kenetlenmişlerdir.

TOH - Evrenle uyum

Mantra: On ji re ta ra shi i ta ra ji ba ra ta no - o so wa ka

Enerjini bilgeliğini paylaşmak. Kombine, gurup zekasına ait olmak. Küçük parmaklar ve yüzük parmakları
(V) şeklinde uzatılır ve uçları birbirlerine dokunur. Diğer parmaklar içe doğru kenetlenmişlerdir.

SHA - Kendine ve başkalarına şifa vermek

Mantra: On ha ya bai shira ma ta ya so wa kaon no-o ma ku san man da

İç gücün gelişmesi ile kendine veya başkalarına şifa vermek. Bulaşıcı hastalıklara karşı koruma ve
hastalıklara daha fazla direnç. İşaret parmakları uzatılmış, diğerleri içe kıvrılmıştır.

KAI - Tehlikenin önsezisi

Mantra: Ba sa ra dan kanon a ga na ya in ma ya so wa ka

Bu haraket ve mantranın üzerinde tasarruf kazanılarak, diğer kimselerin niyetlerini keşfetmek, olası
tepkilerini bilmek öğrenilir. Bütün parmakalar kenetlidir.

JIN - Diğerlerinin düşüncelerini bilmek


Mantra: On hi ro ta ki sha no ga ji ba ta i so wa kaon chi ri chi i ba ro

Bu haraket ve temsil ettiği enerji ile bütünleşmek düşünceleri hissetmek kabiliyeti verir. Ayrıca kişi kendi
düşüncelerini de diğerlerinden saklayabilir. Bütün parmaklar içe kenetlidir.

RETSU - Uzay ve zamanda usta olmak

Mantra: Ta ya so wa ka

Bu bir çok seviyenin algılanışıdır. Algıdaki izafiyeti kavrayabilmek, algının sınırlarını aşmaktır. Bu
enerjinin, uzay ve zaman içindeki anlamı sırdır. Sol elin işaret parmağı yukarıyı gösterir sağ elin
parmakları, sol elin işaret parmağını sarmalar. Sağ elin baş parmağı, sol el işaret parmağının tırnağının
dış yanına basınç yapar.

ZAI - Doğanın elementleri üzerinde kontrol

Mantra: On chi ri chi i ba ro ta ya so wa ka

Bu sadece doğal elementler üzerindeki kontrol değil fakat doğanın elementlerini anlamayı da gösterir.
Parmaklar dışa gerilimlidir. Avuç içleri dışa bakar. İşaret ve baş parmaklar birbirine dokunur.

ZEN - Aydınlanmak

Mantra: On a ra ba sha no-o so wa ka


Kendini bilmek. Rahiplerin söyledikleri gibi. "Şayet on dakika reaksionsuz durumda kalabilirsen
aydınlanırsın"

Sağel, sol eli kaplar. Başparmak uçları birbirlerine temas ederler.

Kuji-Kiri (Dokuz kesiş veya Dokuz söz)

Kuji Kiri, ana konumuzla hiç ilgili olmalakla beraber, Kuji In'in daha hurafeprest bir şekilde uygulanışı
olduğu için kısaca da olsa temas etmeden geçmemiz doğru olmayabilir. Kuji Kiri Japonya'daki farklı
geleneleklerde kullanılan çok genel bir uygulamadır (Bunu bizdeki "Kurşun dökme" geleneği gibi
görmemiz de mümkündür). Dokuz kesiş bir enerji ızgarası yaratır ve bu enerji ızgarası hemen hemen her
amaca uyarlanır.

Aşağıya kesiş iyiyi kötüden ayırır. Ve bu uygulama ayrıca saflaştırnada, arındırmada. takdis töreni benzeri
şeylerde de kullanılır (Batıdaki Golden Dawn örgütünün (Order) Pentagram ritüeline benzer bir
uygulama). Sağ elinin işaret ve orta parmakları bir bıçak olarak imajine edilir. Enerjiyi korumak için,
kullanılana kadar, sağ elin bu iki parmağı, sol elinin içinde tutulur. Sonra aşağıya kesme haraketi yapılır
Yukardaki ızgarada görüldüğü gibi dört defa aşağıya, beş defa yana kesilir.

Dokuz söz: Rin, Pyo, Toh, Sha, Kai, Jin, Retsu, Zai, Zen. Bu sözler yukarda anlatılan el haraketlerinin
isimleridir ve ayrıca değişik tanrılarla birleşirler. Tılsımlar gerekirse muska gibi, bir parça kağıt üzerine
çizilebilir veya sol avuç içine imajinatif olarak yapılır.

Görüldüğü gibi Kuji kiri bir uygulama büyücülük yöntemidir. Onun nasıl ortaya çıktığına dair olan
varsayımımızdan önce iki örnek görmemiz faydalı olabilir.

Mesela: Bir denizci, bir parça kağıda suyun Kanji'sini çizer. sonra bunun üzerinden dokuz çizgiyle geçer.
Bu işlemin onun gemisini batmaktan ve kendisini de boğulmaktan koruduğuna inanılır. Aşağıda çizimin
nasıl olduğu sırası ile görülmektedir.
Tılsımın çalışması için doğru tanzim edilmesi şarttır. Aşağıdaki resim her çizginin ismini gösterme
amacıyla hazırlanmıştır. Gerçek uyguşamada tabii ki, isimler yazılmazlar.

Bu cins bir tılsımı uyandırmak, çağırmak için bir başka yol da kanji ve ızgaranın sol el avuç içine, sağ elin
işaret parmağı kullanılarak çizilmesidir.

Japonya'da hala kullanıldığı görülen şekilde, hastalık iyileştirmek için kullanıldığında bir parça kağıda
vücudun dış hatları çizilir. vücut kısmını ifade eden kanji uygun yere çizilir.

Sonra tılsım hastanın, hastalıklı bölgesi üzerine sıvazlanır ve tılsım hastaya verilir. Hasta da tılsımı bir
nehir kıyısına bırakıp, arkasına bakmadan uzaklaşır.

Kuji Kiri'nin ortaya çıkışı ile ilgili varsayımımız.

Dünyadaki ve yurdumuzdaki tarihsel, benzeri durumların incelenmesinden çıkarttığımız varsayıma göre,


Kuji Kiri Özgün bir Budist öğretisi değildir. Kuji Kiri Budizm uygulamaları ve Kuji In gibi Japonya'ya Çin'den
de gelmiş olabilir, Japonya'da da üretilmiş olabilir. Bu, sonucu değiştirmez fakat Kuji Kiri'nin Budizmle
birlikte gelmeyip, Japonya'da üretilmiş olması çok daha akla yakındır. Dünyadaki bütün benzeri talismanik
hale gelmiş olan uygulamalar konuyu tam olarak bilmeyen cahil kimseler trafından türetilmiş şeylerdir.
Hindistan ve Çin'de budist tapınaklarında Mudralar uygulanmaktadır. Rahipler bu konuya büyük bir
kutsiyet içinde yaklaşmaktadırlar. Mudra'lar Japonya'ya geçip, Japonlaşınca Ninjalar ve Samuriler Kuji In
çalışmlarına başlarlar.

Tabii ki, bu konuların, o zamanlarda her önüne gelene anlatılmayacağı, sır olarak tutulacağı çok belli
birşeydir. Bu durumu uzaktan seyreden, tam olarak aklı ermeyen ve belki de okuma yazması bile
olmayan köy rahip, şifacı veya büyücüleri haraketlerde ve sözlerde büyük büyüsel güçler olduğuna
inanırlar. Hatta isimleri de Tanrı isimleri zannedebilirler. Kendilerine bir paye vermek için ya da gerçekten
yapabileceklerine inanarak Kuji In haraketlerini biliçsizce taklit etmeye ve tılsımlaştırmaya başlamış
olabilirler. Mesela gerçekten ilkel bir kabile bulsak da o kabile ile bir arada bir süre yaşasak. Bu arada
mesela uydu bağlantılı dizüstü bilgisayarlar kullansak, Televizyonlardan haberleri izlesek, biz oradan
ayrıldıktan sonra kabile büyücüsü arkada bıraktığımız mesela pet şişelere su doldurup, ona bakarak
çevresindekilere gaipten haberler vermeye başlar. Çünkü ona göre yaptığımız şey sihirdir. Kendisinin
yapabileceğine inanmasa bile çevreye karşı güç sağlamak için yaparmış gibi davranır ve iki nesil sonra
hatta daha da kısa bir zamanda yeni bir büyü ekolü doğar.

Gene dünyada ve yurdumuzda ve günümüzde olan, duruma en iyi örnek Astroloji'dir. Ciddi anlamda
yazılmış (Astroloji'ye inanıp, inanmamak önemli değil) bazı şeyleri inceleyen, Astronomik haraketlerden
bahseden fakat! geleceğe yönelik kehanetler taşımayan, bilimsel sayılabilecek Astroloji kitaplarının
yüzüne bile bakılmaz fakat gazatelerdeki, sayfa sekreterleri tarafından uydurulan "Sen Koç burcusun,
Venüs'ün de İkizler'de, buyüzden sana koç gibi çifter çifter kısmet var" diyen yazılar hem büyük ilgi görür,
hem de bunlara ciddi olarak inanılır (İnanılarak, inanılmaz bir durum gerçekleştirilir). Özet olarak dünyanın
her yerinde avam kesimi, büyük halk kitleleri hurafeye, ciddi şeylerden fazla inanır ve geniş ölçüde
uygularlar.

Sonuçta, bize (Kişisel kanaatime göre) göre, Kuji In ve onun uygulanışı ile yapılan çalışmalar, psikokinetik
enerjinin yoğunlaştırılması ve evrensel enerjiden enerji çekilebilmesi gibi şeyler gerçek uygulamalardır
fakat Kuji Kiri türetilmiş bir hurafedir.

Savaş Sanatları dışında Zanshin

Buraya kadar olan bölümlerde ele aldığımız kadarıyla, Ruhsal enerjinin etkin kullanım şekline ya da
saldırgan kullanımına savaş sanatları terminolojisinde Zanshin isminin verildiğini anladık. Bundan sonraki
konularda artık Ruhsal enerji, Kinetik enerji, Etkin kullanım, Zihnin etkin durumu gibi uzun tariflerin hepsini
birden kullanmaya gerek görmeden sadece Zanshin kelimesi ile bu enerjinin batıda ve doğudaki bütün
kullanım alanlarındaki durumunu anlatacağız. Burada okuyucunun unutmaması gereken şey Batıdaki
ugulamalardan bahsederken Zanshin dediğimiz zaman, Batılı bir okültistin de aynı enerjik duruma
Zanshin demediği hatta bu ismi hiç bilmediğidir. Biz, Zanshin sözü ile ne anlatıldığını bildiğimiz için yazım
kolaylığı açısından kullanıyoruz.

Avrupa'da Zanshin'in tarih boyunca kullanım şekillerini görmeden önce Zanshin'in ne olup, nasıl kullanılıp,
nasıl geliştirildiği bilinmese bile değişik derecelerde de olsa bütün insanlarda mevcut olduğunu bir daha
vurgulamalıyız. Dolayısıyla ne olduğunu bilmeseler de bir çok insan onu kullanıyordu.

Manyetizma ve Hipnotizma

Ortaçağın sonlarından itibaren Avrupa'da Manyetizma ve insan manyetizması gibi şeylerden


bahsedilmeye başlanmıştı. Şüphesiz ki, manyetizma denilen şey Hindistan'da ve Orta Doğu'da çok daha
eski dönemlerden beri bilinen birşeydi ve uygarlığın her şekli gibi Manyetizma bilgi ve uyguylamaları da
Avrupa'ya doğudan gelmişti. Bu aslında doğru birşeydir fakat manyetizma kullanılışı ve deneme yanılma
yoluyla edinilen bazı bilgiler Avrupa'da da eski çok eski dönemlerden beri bilinirdi. Mesela Hıristiyanlık
öncesi Ingiltere'de Pagan dinlerin rahip ve rahibeleri bu enerjik durumun farkındaydılar. Druidler konuya
hakimdiler fakat Hıristiyan kilisesi Avrupa'ya hakim olup eski dinlerin izleyicilerini şeytana tapma bahanesi
ile yakıp, bütün bilgileri yok ettikten sonra elde pek birşey kalmadı ki, yazılı belge zaten ya yoktu ya da
yok denecek kadar azdı. Çok daha sonra aynı bilgiler doğudan bir daha geldiler. (İnsanlık olarak en büyük
şansımız, Hırıstiyanlık ve Müslümanlığın Japonya, Çin, Tibet ve Hindistan gibi ülkelere, Avrupa ve Orta
Doğudaki kadar hızlı ve yaygın şekilde girmemesidir. Öyle olsaydı Hıristiyanlar bütün Rahip ve bilim
adamlarını Şeytan'a tapıyor diye yakıp, Eski tanrıları demon ilan edip, eski tapınakları yıkarken,
Müslümanlar da bulabildikleri bütün belgeleri "İçindekiler Kur-an'da varsa gereksizdir, yoksa hepsi
batıldır" diye imha edip insanları kılıç zoruyla Müslüman yaparlardı ve kabul etmeyenleri de günümüzdeki
gibi öldürürlerdi ve sonuç olarak, elimizde bugün bulunan hiç bir bilgi ve belge kalmazdı). Bizim buradaki
ele alış amacımıza göre bu gibi şeyleri kim ne zaman yapmış, nasıl öğrenmiş konunun tarihçesi nedir gibi
şeyler önem taşımamaktadır ve konuları daha derin ve özgün şekilde öğrenmek isteyen herkes bir sürü
kaynak bulabilir. Bize göre önemli olan Zanshin'in nasıl ve ne amaçlarla kullanıldığıdır.

Manyetizma, ilk önceleri Büyücülerin insanları etki altına almak, manyetik uyku durumuna sokmak ya da
uyku durumuna sokmadan da, kendi isteklerini kabul ettirmek için kullandıkları bir şeydi. Daha sonraları
insan manyetizması ismiyle incelenmeye başlandı. Tedavi amacıyla kullanıldı. Mesela olayın ilk ciddi
araştırmacılarından birisi (1800'lerde) bir fıçıya su doldurup, suyun içine de bir çok demir çubuk koyup,
suyu manyetize ediyordu. Yani ellerini suya sokarak ya da üzerinde tutarak konsantre olup suya enerji
veriyordu. Sonra bu fıçıdan uzatılan bazı bakır çubuklar çevresine toplanan hastalara tuturuluyordu. Bu
tedaviyi izleyen hastaların sağlıklarına kavuşma yüzdesi de oldukça yüksekti. Tabii bu deneyi yapan
doktor daha önceleri hastaları tek tek manyetize ederek şifa verme deneyleri yapmış, sonunda bir klinik
açmış ve kalabalığa aynı anda manyetik etki verebilmek amacıyla su ve demir çubukları manyetize etme
yöntemini geliştirmişti.

Burada anlatılan, su ve içindeki demir çubukların manyetize edilip, manyetik enerjiyi tutabilmeleri
deyim yerindeyse bir tür psikokinetik akü haline gelmesini yukarda bahsedilen, Samuri'nin kılıcını
kendi ruhsal enerjisi ile doldurması durumuyla karşılaştırırsak arada fazla bir fark olmadığını
görürüz.

Hemen hemen aynı dönemlere manyetizma ile isanların uyku durumuna ve telkine açık hale sokuldukları
bilimsel çevreler tarafından kabul edilip, incelenmeye başlandı (Bak: "Tatbikat ve Nazariyatı ile
Hipnotizma" Nöro Psikiyatr Dr. Recep Doksat. Kader basımevi İsatnbul 19662. "İpnotizma ve
Telkin" Ergün Arıkdal. Ruh ve Madde yayınları İstanbul 1963). Bu işlem şu şekilde uygulanıyordu:
Denek bir koltuğa rahat bir şekilde oturtuluyor, manyetizör karşısında duruyordu. Manyetizör önce ellerini
açıp deneğin başının üzerinde tutuyor, sonra "Pas" (Geçiş, anlamında. Fransızca'dan alınmış bir terim)
yapmak olarak tabir edilen şekilde ellerini deneğin göğsünün üzerinden geçirip, dizlerine kadar
indiriyordu. Tabii eller hastaya temas etmiyordu. Söz konusu pas yapmanın çeşitli teknikleri vardı.
Gerekirse deneğin elleri de tutulabiliyordu. Sonuçta bir süre sonra denek, manyetik uykuya girip telkinlere
açık hale geliyordu.

Daha sonraları uyutma işlemi sırasında, pas yaparken aynı zamanda sesli telkinler de verilerek
denenmeye başlandı ve bu da başarılı oldu. Zamanla bazı manyatizörler sahneye çıkıp, gösteri sanatçısı
olarak çalıştılar, gösteriler yapmaya, seyircilerin arasından seçtikleri gönüllüleri uyutmaya başladılar. Aynı
zamanlarda da doktorlar manyetizmayı daha ciddi olarak ele aldılar ve hastaların, ellerle pas yapılmadan
da uyutulabildiğini farkettiler. Hastanın karşısında oturuluyor ve sadece konuşarak telkin verip,
uyutuluyordu. Bundan da modern Hipnotizma yöntemleri doğdu.

Psikiytri Hipnoz olgusuna değişik izahlar getirdi. İddiaya göre Hipnotizör sadece konuşup yol gösteriyor ve
hasta da telkin altında kalıp, psikolojik olarak uyuyor yani bir noktada Hipnozu kendi kendine yapıyordu.
Durum sadece psikolojik bir olguydu. Tabii ki, bu izahlar bilim adamlarının bilimsel yobazlıkları ile,
bilmedikleri birşeyler olduğunu kabul etmeme kompleksindendi. Kabul ederlerse maddenin dışında ruhsal
şeylerin olduklarnı da kabul edecekler ve sonuçta olay mistisizme kayacaktı.

Aslında manyetizma sırasında ellerle pas yapılması ya da kişinin yanına oturup kişiye sözlü telkin
yapılması önemli değildi çünkü olayı gerçekleştirmekte en büyük rolü oynayan şey, hastayı ele geçirip,
sarmalayan ve uyuşturup, Hipnoza sokan, Hipnotizörün Zanshin'i idi. Bazı kimseler çeşitli amaçlarla
Hipnoz olmayı kendileri isterler. Bazı kişiler aptalca bir meydan okuma içine girip, Hipnoz olmayacaklarını
ileriye sürerler ve uyumama gayreti içinde olurlar. Bazı kimseler de uyumak isterler fakat korkudan bir
türlü uyuyamazlar. Bu durumlarda meydan okuyanın Zanshin'i uyanıp, Hipnotizörün Zanshin'ini
durdurmaya çalışıyordu. Korkan kişi de kendi korkusundan motive olarak aynı şeyi yapmış oluyordu ya da
oluyor. Sonuçta bu gibi kimselerin bazıları zayıf bir Zanshin sahibi oldukları için uyuyorlar, bazılarıysa
direnebiliyorlar. Ancak kesin birşey var ki o da Hipnotik durumu sağlayan şey, Hipnotizörün
Zanshin'idir.

Bu noktada, Yukardaki sayfalarda neden Zanshin için "Saldırgan ruhsal enerji" dediğimizi
açıklayabiliriz. Zanshin durumunun saldırganlığının sadece savaşla durumuyla ilgili olmadığını
söylemiştik. Burada görüldüğü gibi Hipnoz yapılması da, başka bir insanın zihnine ve ruhsal enerjisine
dışarıdan yapılan bir etkidir. Hipnoza giren kişi bu işi kendisi gönüllü olarak istemiş ve kendini buna açmış
bile olsa dıştan gelen her durum ister şifa niyeti ile ister başka bir niyetle olsun hiç farketmeksizin
saldırgan bir durumdur. Çünkü birisi pasif kalırken birisi ne ne niyetle olursa olsun ona baskı yapmakta ve
hakim olmaktadır. Anlaşılacağı gibi saldırgan durum savaş durumlarını anlatan bir deyim değildir.

Manyetizasyonun pratik kullanımları

Manyetik etkilerin kullanımları tabii ki, Hipnozla sınırlı değildi. Bazı kimseler ve özellikle bazı Okültistler
manyetik enerji dedikleri durumu çok öncelerden beri biliyorlar ve kandi dünyasal amaçları doğrultusunda
kullanıyorlardı. Bu işlemler de aşağıda anlatılacağı gibi yapılıyordu ve hala da çok geniş ölçüde
yapılmaktadır.

Manyetik etkileri ya da bizim anlayacağımız şekilde, Zanshin'i kullanarak birilerini etkileme yöntemleri
kişiden kişiye değişebilir fakat en genel yöntem aşağıdadır.

Bir insan etkilenmek istenildiği zaman, etkilenecek olan kimse hafifçe sağa alınır yani
uygulayıcı yirmi, otuz derece kadar, belli etmeden sola dönerek kurbanını sağ yanına
alır. Konuşurken söylemek istediklerini tane tane söylerken gözler hiç kırpılmadan
kurbanın iki kaşı arasına odaklanır. Bu sırada gözler iri iri garip şekilde açılmamalı
normal tutulmalıdır. Konuşurken bir yandan da istenilen fikirlerin kurbana itildiği
imajine edilir. Onun bunları kabul ettiği, kabul etmekten mutlu olduğu gibi şeyler hayal
edilir. Şayet bakışların direk olarak iki kaş arasına odaklanmasının yakışık almayacağı
bir durum varsa karşıdaki kimsenin solar pleksüsüne ve hatta dizlerine bakmak da
yeterli olabilir.
Konuşurken söz karşı tarafa geçtiği zamanlarda, onu dinlerken asla manyetik noktalara bakmamak
lazımdır. Manyetik noktalar yerine mesela onun bir kaşına veya yüzündeki herhangi bir noktaya bakmak
mümkündür.

Bu konuda ciltler dolusu yazı yazmanın mümkün olmasına rağmen manyetik enerjinin kullanılması burada
ve geliştirilmesi de aşağıdaki bölümlerde yazılanlardan ibarettir. Bundan sonrası sadece bu konuda kitap
yazıp para kazanmak isteyenlerin cilt doldurmak için yazacakları gereksiz detaydır.

Tabii ki, burada sadece bir fikri empoze etmek olarak anlattığımız işlem karşı tarafta, şaşkınlık,
aptallaşma, beğeni, korku, saygı, sırları açıklamak isteği gibi akla gelen değişik duyguları uyandırmak için
de kullanılır.

Dikkatli bir okuyucu bu noktada, yukarda anlatılan insanı etkilemek yöntemi ve yapılan şeyin amacı ile bir
Kılıç öğrencisinin Zanshin'i kullanması arasında şekilsel olarak görünür farklılıktan başka hiç bir fark
olmadığını anlayacaktır.

Zanshin hayat içinde insanları bilinçli etkilemek amacının dışında da fakat tabii gene etkileme şeklinde
kullanılabilir. Bazı kimseler kendi fikirlerini yukarda anlatılan yöntemleri hiç bilmeden de hemen hemen
herkese çok rahat empoze edebilirler. Bir işçi veya satıcı ile fiyat konusunda çok daha başarılı pazarlık
yapabilirler. İnsanların dostluk ve beğenilerini elde edebilirler. Hatta karşı cins üzerinde çok başarılı
olduğu kabul edilen insanlar da farkında olmadan aynı gücü kullanırlar. Zaman zaman gözümüze oldukça
çirkin görünen ya da çekici bir yanı olmayan bazı kimselerin karşı cinsten son derece çekici olan
kimseleri elde ettiklerini, istedikleri kimseyi baştan çıkartabildiklerini görürüz. Bu da Zanshin'in bilinçsiz bir
kullanımıdır.

ZANSHİN'İ GELİŞTİRİCİ ÇALIŞMALAR

Buraya kadar incelenen konularla Zanshin'i anlayabilmek ve kullanmakla ilgili gereken hemen hemen her
şeye değinmiş olduk. Bir bakış açısında göre Zanshin yazısının burada bitmesi yerinde olur. Netice itibarı
ile burada bazı kimselere mistik sistemler, Okült çalışmalar ya da herhangi bir savaş sanatı öğretmeye
çalışmıyoruz. Amaç Zanshin'in değişik bir görünümünü ortaya sermekse bundan sonrasına devam etmek
yersiz olur. Bununla beraber, konuşulan, Uzak doğu savaş sanatlarıyla ilgisiz fakat mistik sistemlere ilgi
duyan ya da ilk defa benzeri konularla tanışıp da merak eden kimseler, söz konusu enerjilerin nasıl
hissedilip, tanınıp, geliştirilebileceği hakkında da sorular sordukları için aşağıdaki bölümleri ekleme gereği
duydum. Uzun sözün kısası burada aşağısı sadece konuyu ilginç bulup, merak edenler içindir.

Basit çalışma

Zanshin'in güçlenmesi ve geliştirilebilmesi için yapılabilecek en basit çalışma, Japonya'da ve/veya


Samurai'ler döneminde uygulanırmıydı, uygulanmazmıydı bir fikrimiz yok fakat Uzak Doğu'nun bir çok
bölgesinde hatta Batı'da da uygulanan basit bir çalışmadır.

Rahat ve sessiz bir ortamda zemine yayılan bir örtü, kilim, battaniye, halı, minder gibi bir şeyin üzerine
bağdaş kurarak oturulur. Oturma şekli için genel olarak çevredeki herhangi bir eşyadan yani koltuk, masa
sandalye gibi şeylerden en az bir metre uzak olunması gerektiği söylenir fakat aslında rahat bir koltuk
üzerinde arkaya yaslanarak da uygulamak mümkündür. Işıklar söndürülür. Çalışmayı yapan kimse önüne
yanan bir mum koyar. Mumun bir sehpa üzerinde ve göz veya en az solar pleksüs yüksekliğinde olması
daha iyi sonuç verebilir. Mumun gözden uzaklığı yarım metre civarında olabilir. Eller dizlerin üzerindedir.
Adeleler gevşetilir fakat bel kemiği dik durumdadır. Omuzlar kısılmamış ve alçak, kafa öne eğilmemiş
fakat arkaya da yatmamıştır. kafanın arkası bel kemiğinin uzantısı gibidir. Bakışlar mumun alevine
odaklanır ve gözler kırpılmadan bakılır. Aleve konsantre olurken bütün, günlük düşünceler zihinden
uzaklaştırılır ya da bunu yapabilmeye çalışılır. Şayet gözlerde yanma veya sulanma durumları başlar gibi
olursa buna izin vermeyip, fazla zorlamadan gözler kırpılır ve tekrar olabildiği kadar göz kırpmadan
bakmaya devam edilir. Bu durumda, Yoga vs gibi sistemlerdeki, bilinen herhangi bir nefes tekniğinin
yapılması da uygundur fakat en uygun olan iki nefes tekniği vardır.

1 - Burundan, normal hızda fakat bütün ciğeri dolduracak kadar derin bir nefes alınır. Ciğerler tamamen
dolunca nefes ağızdan ve yavaş yavaş verilir. Nefesin tamamen verilmesi sürdürülebildiği kadar uzun
sürdürülür. Ciğerler boşalınca alt karın kasları sıkıştırılıp, içe çekilerek diyaframın akciğerleri sıkıştırması
ve içerdeki havanın tamamen boşalması sağlanır. Nefes bitince kısa bir süre nefes tutulur ve sonra tekrar
yukarda anlatıldığı şekilde alınır.

Bu nefeste dikkat edilecek şey, nefesi alırken de verirken de asla zorlama olmaması, tabii bir şekilde
alınıp verilmesidir. Yorucu bir nefes tekniğidir ve en fazla onbeş veya yirmi defa tekrarlandıktan sonra. bir
süre normal nefes alıp verme durumuna girip dinlenmek daha iyi olur.

2 - Aynı şekilde oturulur. Bu nefes fiziksel bir aktivite gerektirmez. Sadece zihinsel bir uygulamadır.
Yukarda "Kokyu" nefesinden bahsedildiği gibi nefes tabii bir şekilde burundan alınır. Havanın, kafanın ön
tarafından yukarıya çıktığı imajine edilir. Bunun aynı zamanda hissedilmesi de gerekir. Hava kafatasının
tepe noktasındaki eklem yerine kadar (Korteks) yükselir ve oradan kafatasının arkasına doğru gidip,
ense ve belkemiği üzerinden aşağıya iner. Kuyruk sokumuna ulaşınca öne kıvrılır, cinsel organlardan
geçer ve miğdede topanır. Özet olarak dairesel bir yol izler. Nefes alındıktan sonra herhangi bir özel işlem
yapılmadan veya özel bir imajinasyona baş vurmadan burundan tabii bir şekilde verilir. Bu nefeste
ciğerleri ve adeleleri zorlayıcı birşey yoktur ve istenirse günlük hayatta da devamlı olarak kullanılabilir.

Her ne kadar başta iki tip nefesten bahsettiysek de bir üçüncü şeklin daha eklenmesi mümkündür. Bu da
yukardaki iki nefes şeklinin birbirine kombine edilmesidir. Nefes alınırken ikinci şekildeki gibi alınır ve
verilirken birinci şekilde anlatıldığı gibi diyaframı kasarak dışa atılır. Nefes veriş gene zorlayıcı olacağı için
dinlenme döneminde sadece ikinci tip nefesin sürdürülmesi olasıdır.

Bir süre bu durumda nefes alış verişi yapılıp, aleve konsantre olduktan sonra nefes çalışması bırakılır ve
mümkün olduğu kadar az nefes almaya geçilir. Nefes burundan yavaş yavaş ve az az alınıp verilir. Önce
derin bir nefes çekilir sonra dayanılabildiği kadar az az alınıp verilir ve arada bir nefes boşaltılıp, yeniden
alınarak tazelenir.

Zamanla konsatre artıp, düşünceler iyice uyuşunca ve kişi Hipnotik durumlara benzer bir duruma girince
sadece alevin haraketleri düşünülerek, yukarda enerji beden ismiyle bahsettiğimiz kinetik enerjinin
genişleyip, yayıldığı hissedilmeye başlanır. Bunun için, düşünülür veya imajine edilir kelimelerinin
kullanılmadığına ayrıca dikkat edilmelidir. Kişi bu durumu gerçekten hissetmelidir. İlk başlarda sadece
imajinatif olan bu duygu zamanla tam bir gerçeklik kazanır ve insan, enerjinin yayıldığını gerçekten
duymaya başlayabilir. Çalışmalara olan alışkanlık arttıkça kişi bir tür zihinsel ustalık kazanır. Vücudundan
hafif bir elektirik akımı geçermiş gibi hisler duyar. Çeverde bazı çatırtı, çıtırtılar oluşabilir. Çalışma süresi
isteğe göre yirmi dakikadan, bir saate kadar uzayabilir.

Burada anlatılan yöntem konunun yabancısı olan kimseler tarafından meditasyon zannedilebilir halbuki,
bu çok benzemekle birlikte bir meditasyondan ziyade bir çalışmadır.

İkinci çalışma şekli

Bu yöntemin tarifi çok daha kısadır. Bu çalışma şekli yukardaki basit şeklin gelişmiş veya daha güçlü,
daha ileri seviyede olan bir hali değildir. İki yöntem de eşit derecede tarcih edilebilir. Önemli olan yapacak
kişiye hangisinin daha sempatik geldiğidir.

Bu çalışma basit olarak yukarda anlatılan Kuji In haraketlerinin ve mantralarının uygulanışıdır. Yukarda
anlatıldığı şekilde oturulur. El kombinasyonları sırayla, isimleri bir kere telaffuz edilerek yapılır. Yukarda
anlatrılan nefes teknikleri ile konsantre olunur ve aynı şekilde, yapılan el kombinesinin amacına göre
gereken enerjisel genleşme sağlanır. Aynı anda normal veya alçak sesle el haraketinin mantrası devamlı
olarak söylenir. Mantraların söylenişlerinin kendilerine has birer tınıları, terennüm ediliş şekilleri vardır
fakat bunları tam olarak bilmediğimiz gibi yazılı olarak verilmeleri de imkansız gibidir. Bu yüzden
mantraların düz bir şekilde okunmaları caizdir. El kombineleri isteğe göre, sırayla hepsi birden, her biri
beşer, onar dakika sürdürülerek bir tek çalışmada ya da her çalışmada bir teki ele alınarak yapılabilirler.

Bu çalışmanın yukarıdaki Basit çalışmada anlatıldığı şekilde bir mumla yapılması yani iki çalışmanın
birbirine kombine edilmesi de mümkündür.

Iaido öğrencileri için bir hatırlatma

Herne kadar anlatılan yöntemler genel uygulamalar olsalar da burada Iaido öğrencileri için bazı
hatırlatmalar yapılabilir. Iaido öğrencisi olan bir kimse bu gibi çalışmalar yapmak isterse, Hakama'sını
giyerek tıpkı Seiza'da başlayan (İki diz üzerine oturarak) bir kata'nın başındaki gibi oturması, kılıcını
kuşanmış veya Boken'ini uygun şekilde yani kata başındaki gibi eline veya yanına almış olması ya da
Torei'deki (Torei: Iaido çalışmalarının başında ve sonunda yapılan kılıca selam töreni. İki diz üzerine
oturulur. Kılıç zemine, yaklaşık olarak kırk santim kadar ileriye, omuzlara paralel olarak bırakılır ve
törensel bir şekilde selamlanır) gibi önüne koynuş olması ve çalışmaları bu şekilde sürdürmesi hem daha
motive edici olabilir hem de Iaido çalışmalarıyla elde etmiş olduğu zihinsel ciddiyeti ve dispilinini
uyandırabilir ve bu yüzden de yaptığı zihinsel çalışmadan daha çok randıman alabilir. Ayrıca yukada
bahsedildiği gibi çalıştığı enstrumanı da bilerek veya farkında olmadan manyetize edebilir.

Üçüncü Çalışma şekli

Bu son çalışma sistemimiz yukardaki "Manyetizasyonun pratik kullanımları" isimli bölümde anlatılan
uygulamalarla daha yakın ilişkilidir fakat döğüş sanatları için de uygulanabilir. Esas olarak Batı
ülkelerindeki okültistlerce uygulanmış ve uygulanan bir sistemdir.

Manyetik enerji bedenin her noktasından deşarj olabilir fakat en güçlü fışkırdığı yer gözlerdir. Daha
doğrusu manyetik enerjinin fışkırdığı nokta iki kaşın arasındaki şakradır fakat bu enerji bakışlarla
yönlendirilir. Bakış ve etkili gözler manyetik enerjinin kullanılması için en verimli araçlardır. Buyüzden de
manyetik enerjinin güçlenmesi gözlerin etkili bir bakışa sahip olması ile mümkün olabilir.

Manyetik enerjinin kullanılabilir olması için gereken fiziksel idmanladan daha önemli olan şey kişinin buna
inanması, başaracağından şüphe duymaması ve çalışmalarından hiç kimseye bahsetmemesidir. Bir
kimse böyle bir enerji sağlamak için çalışmalar yaptığını anlattığı zaman çevresinden gelen inanmazlık ve
istemezlik dalgaları onun manyatizmasını bozar ve başarıya ulaşmasını engeller. İnsan esas olarak
kıskanç bir varlık olduğu için kişinin en yakınları bile onun böyle bir güce sahip olmasından hoşlanmazlar.
Bu da kişinin çevresinde ağır bir negatif manyetik alan yaratır. Ayrıca bir kimsenin bu gibi çalışmalar
yaptığı bilindiği takdirde çevresindeki insanlar, böyle şeylere inanmasalar bile bilinçaltı olarak, ona karşı
bir kalkan açacaklardır. Dolayısı ile manyetik enerjiyi geliştirmenin ilk şartı kesin bir gizlilik, ikinci şartı ise,
er veya geç başarılı olunacağına kesin bir inançtır.

Gözlerden fışkıran manyetik enerjinin kesintiye uğramadan hedefine gitmesi ve onu adeta bir laser ışını
gibi kesmesi, delmesi gerekir. Bunu sağlamanın en emin yolu ise, gözlerin mümkün olduğu kadar az
kırpılmasıdır. Her göz kırpışı manyetik akımı bölen bir gecikmedir. Gözleri uzun zaman kırpmadan
tutmaya ve etkili bakışlara sahip olmaya yarayan en önemli idman sabit bir noktaya bakmaktır.

Rahat bir şekilde oturulur. Karşıda bir duvar olması ve duvarda da dikkat çekecek bir şeyin bulunmaması
tercih edilir. Bir kibrit çöpü baş ve işaret parmakları arasına, yanıcı ucu yukarda olacak şekilde, dibinden
tutulur. Kol uzanabildiği kadar ileriye uzatılır. Kibrit çöpü zemine doksan derece dik ve gözlerden çok az
daha yüksekte bir durumdadır. Bu durumda bütün dikkat kibrit çöpünün ucuna toplanır ve gözler
kırpılmadan bakılabildiği kadar bakılır. Bir süre sonra gözler sulanır, dayanamaz ve kırpılır. Bu olunca
gözler bir iki kırpılarak dinlendirilir ve tekrar başlanır. Uzun çalışmalardan sonra gözler yanmaya başlarsa
soğuk suyla yıkanırlar ve ister çalışmaya devam edilir, ister bırakılır. Zamanla gözlerin açık tutulabilme
süresi uzar. Bu süre on, onbeş dakikaya kadar çıkartıldığı zaman manyetik enerji kullanılabilir hale gelmiş
demektir. Tabii ki, bu açıklık süresi, hiç bir gayret sarfetmeden ve zorlamadan, zihin ona takılmadan, tabii
olarak tutulabilme süresi olmalıdır. Bu çalışmalarda kibrit çöpü yerine duvardaki bir desene bakmak da
mümkündür.

Manyetik enerjiyi güçlendiren ve zayıflatan yiyeceklerde vardır. Her tür konserve gıda, kuru bakliyat,
sucuk, pastırma, alkollü içkiler ve özellikle de mayalı içkiler, pasta ve çukulata, işkembe çorbası ve sair
sakatat, sığır eti manyetik enerjinin süratle deşarj olarak zayıflamasına sebep olurlar.

Buna karşılık beyaz etler, tavuk, balık, taze sebzeler, kuruyemiş türü şeyler av etleri manyetik enerjiyi
güçlendirir. İçki konusunda bazı istisnalar vardır. Normal bir içki içme alışkanlığının manyetik enerjiyi
ziyan etmesine karşılık bir uygulama ya da yukarda anlatılan türde hazırlık idmanı yapmadan önce az
miktarda içki almak manyetik enerjinin deşarjına sebep olması açısından iyi olabilir çünkü o zamanlar
enerjinin zaten deşarj olması istenilen zamanlardır.

Tabii yukardaki içki bahsi, manyetik enerjiyi günlük hayatında kullanmak isteyen kimseler içindir.

Meditasyon

Son olarak da bir, iki satırla meditasyondan bahsetmemiz gerekir. İlk sayfalarda, Meditasyon'un ve zihni
durdurmak denilen olgunun kitaplarda tam olarak tarif edilmediğinden ve bilinmediğinden bahsetmiştik.
Burası, meditasyonun doğru şeklini tarif etme yeri olmadığı için bu konuya girmiyoruz. Ayrıca zaten
değişik meditasyon şekilleri vardır ve meditasyon yapmak isteyen birisi düzgün bir yöntemi bulabilir.
Meditasyon konusunda söylenebilecek şey, Zanshin için bilinen ya da bilindiği zannedilen herhangi bir tür
meditasyonun çok iyi sonuç vereceği ve yukarda anlatılan çalışmaların en önemli tamamlayıcısı
olduğudur.

Copyright © M. Bülent Kısa - 7/12/2003

You might also like