You are on page 1of 35

GENEL GREV

GENEL DİRENİŞ

Emeğin Kurtuluşu Kurultayı

Broşür Dizisi

Şubat Yayıncılık/ www.alinteri.org

1
İÇİNDEKİLER

GENEL GREV, GENEL DİRENİŞ


SINIF HAREKETİNE ÖNCÜ MÜDAHALE
GENEL GREV, GENEL DİRENİŞİ NASIL ÖRGÜTLEYECEĞİZ?
Nasıl örgütleyeceğiz?
GENEL GREV GENEL DİRENİŞ ÜZERİNE
Neden 1 Mayıs sonrası beklendi?
1 Mayıs neyin dönüm noktasıdır
Öncü taktik-kuyrukçu taktik farkının kendini sık sık göstereceği bir döneme girdik
1 Mayıs pratiğinden kendi adımıza hangi dersi çıkarmalıyız?
GGGD salt bir propaganda sloganı değildir
Bugünün farkı
Özel hedefimiz: Sınıf içindeki çalışmamızı yoğunlaştırmak
GGGD taktiği, bütün güderimizi bağlayan bir taktiktir
Başarabiliriz
Nasıl Örgütleyeceğiz?
Örgütlenme bilimleri ne olabilir?
GGGD'in talepleri ne olmalı?
Sosyalizmin Propagandasına Özel Bir Önem Ve Ağırlık Vermeliyiz
Ağları Geniş Atmak
Sonuç Ne Olabilir

2
"Genel Grev, Genel Direniş" taktiği, üzerinde yükseldiği
nesnel zemin, oturacağı eksen, taktiğin unsurları, başarıya götürmek
için kullanılması gereken araçlar, örgütlenmesi, vb. üzerine ilk yazılar
Alınteri ve Emekçinin Alınteri'nin 1 Mayıs sonrası sayılarında yer
aldı, işçi ve emekçilerin gündemine girdi. Mayıs ayı içinde gazetemiz,
komünist ve devrimci öncü işçilerden oluşan bir platformda konuyu
tartışmaya açtı. Tartışmaları, sınıf hareketi açısından yol gösterici
olacağı düşüncesiyle sürdüreceğiz. Bunlardan ilkini kısaltarak
yayınlıyoruz.

Temmuz 1996

3
GENEL GREV, GENEL DİRENİŞ
Sermaye güçleri, ardı arkası kesilmeyen ekonomik ve siyasi saldırılarının kapsam ve şiddetini
alabildiğine artırıyor. Yeni paketler dizisi, ağır vergi ve zam bombardımanıyla açılıyor. İşçi ve şimdi de
emekçi memur kıyımları, taşeronlaştırma, özelleştirme doludizgin. Asgari ücretin sıfırlanması, sosyal
güvenlik haklarının tümden tasfiyesi, mezarda emeklilik, kırda ve kentte küçük mülk sahiplerinin
vahşice mülksüzleştirilmesi sermaye kudurganlığının bazı diğer çizgileri.
Meclise sunulan il özel idare yasası ile Kürdistan'da süren OHAL uygulaması tüm Türkiye'ye
yayılacak. Bütün işçi ve emekçileri, emekçi halk kesimlerinin her birini aynı amansızlıkta ezen bu
çapta bir saldırının karşılığında artık dağınık, birbirinden kopuk, mevzi direnişlerle yetinilemez.
Kendilerine yönelik saldırılara karşı aynı tarihsel kesitte harekete geçen işçi sınıfı, emekçi memur,
semt halkı, küçük üretici, öğrenci, vd. güçlerin ayrı kanallardan akması sınıf ve kitle hareketinin en
büyük zaaflarından biridir. Pervasızlaşan saldırıların daha da bileyeceği tepki birikimi temelinde işçi
sınıfı ve emekçi kitlelerin birleşik mücadelesinin örgütlenmesi, sınıf ve kitle hareketine devrimci bir
sıçrama yaptırmanın olmazsa olmaz koşulu haline gelmiştir. Günümüzde bunun en uygun biçimi
Genel Grev Genel Direniş'tir.
Genel Grev Genel Direniş'i müzmin bir ajitasyon-propaganda sloganı olarak değil, sınıf ve
kitle hareketinin dönemsel öncü politikası ve hedefi olarak kavrıyoruz.
Hemen "koşulları yok, başarılamaz" diyenler çokça çıkacaktır. Sınıf mücadelesinde etki gücünü
kafa sayısından ibaret gören, öncülükten "bir uyarına gelirse"yi anlayan "başaramayız"cıların müzmin
muhalefet psikolojisi ve iddiasızlığı, devrimci proletaryadan uzak olsun!
İşçi sınıfı devrimcilerinin Genel Grev Genel Direniş perspektifi, dönemin sıçrama
olanaklarıyla yüklü gelişme özelliklerine dayanmaktadır. Sınıf mücadelesine öncü müdahale için, her
şeyden önce süreçteki değişim ve gelişmenin yönü iyi kavranmalıdır.
Birincisi, kitle hareketinin durmadan yeni alanlara açılmasıdır. Öğrenci ve köylü
hareketlerindeki gelişmeler, küçük esnafların dahi yer yer hareketlenmeye başlaması bunun çarpıcı
göstergeleridir.
İkincisi, kitle hareketi sınıf ve ezilenlerin dar öncü kesimlerinden daha geri ve geniş
kesimlerine yayılmaktadır. Taşeron işçilerin de sıklaşan direnişleri, Aydın'dan Devrek'e, Eskişehir'den
Antep'e ve Erzincan'a; yer yer fabrika işgallerine, binlerce kişilik yürüyüşlere varan işçi eylemleri,
emekçi memurların 800 bin kişilik Nisan gösterileri yeterli fikri vermelidir.
Üçüncüsü, sınıf ve kitle hareketinin öncü kesimlerindeki militanlaşma ve devrimci
filizlenmedir. Gazi'nin yıldönümünde, 1 Mayıs'ta onbinlerin komünist ve devrimcilerin pankartları
altında yürümesi, kayıp eylemlerine genişleyen katılım, Ambar işçilerinin sendikaları tarafından bile
zor zaptedilen militanlığı bazı örneklerdir.
Genel Grev, geçmişte öncü kesimlerin dilinde bile daha çok bir dileğin ifadesiyken, bugün
yaygın ve güçlenen bir eylem arzusunun ifadesi haline gelmiştir. Genel Direniş'in bugün işçi-memur
birlikteliğinin ötesinde çok daha geniş bir toplumsal tabana oturma olanağı vardır. Sınıf ve kitle
hareketi, 12 Eylül kopukluğundan sonra, tekrar küçümsenmeyecek bir mücadele deneyimi
kazanmıştır. Yeni bir öncü işçi ve emekçiler kuşağı kavga içerisinde serpilip gelişmektedir. Komünist
ve devrimci güçlerin kitle hareketi içindeki politik ve örgütsel etkileri gözle görülür biçimde
artmaktadır.
Kuşkusuz tüm bunlar Genel Grev Genel Direniş'in bir çırpıda kotarılacak bir şey olduğu
anlamına gelmez. Sınıf ve kitle hareketini gemleyen ciddi ve kronik zaafları gözardı etmiyoruz.
Henüz yeterince güçlü bir devrimci bilinç ve örgütlülükten yoksun oluşu başta gelmektedir.
İşçiler arasında iç rekabetten kaynaklanan kendine ve birbirine, sınıfının gücüne ve eylemine duyulan
kuşku ve güvensizlik aşılmış değildir. En militan işçi direnişlerinin bile, üretimi durduramama ve
dayanışma yoksunluğu nedeniyle başarısızlığı bu güvensizlik eğilimini beslemektedir.
İşçi, emekçi memur, küçük üretici, öğrenci vd. emek güçlerinin birbirinden kopukluğu her birini
kendi içinde zayıflatmakta, menzilini kısaltmaktadır.
Ama tüm bu zaaflar Genel Grev Genel Direniş politikasının "imkansızlığını" değil, Genel
Grev Genel Direniş yöneliminin bu zaafları da giderebilecek biricik açılım olduğunu gösterir.
Genel Grev Genel Direniş'in örgütlenmesi, bugünkü koşullarda öncü çıkışların birbirine
eklemlenmesini, her direnişin çevresinde eylemli destek halkalarının örülmesini, emek güçlerinin
birleşik mücadelesi açısından bölgesel ve sektörel komiteleşme ve eylemlerin yaratılmasını ve

4
yaygınlaştırılmasını kapsayacaktır. Ama bu, düz evrimci bir yaklaşımla, "önce şu, sonra bu, sonra da
şu" biçiminde Genel Grev Genel Direniş'in örgütlenebileceği anlamına gelmez. Sıçrama olanağı
taşıyan her noktaya asılacağız ve asıl olarak Gazi'leri, 1 Mayıs'ları yaygınlaştırarak bu yönelimi
derinleştireceğiz.
Bir yerde bir özelleştirme girişimi, başka bir yerde taşerona ve grev kırıcılığa karşı mücadele,
ekmek kuyrukları ya da mezarda emeklilik, sivil faşist saldırıların yanıtlanması... İşçi eksenli yerel
halk eylemlerinin örgütlenmesinin zemini olacaktır. Önemli olan genel veya yerel her sorunu, her
duyarlık noktasını, her kıpırdanmayı, daha geniş kitleleri hareketlendirerek, birleşik ve militan
mücadelenin bir çıkış noktası haline getirmek, her eylemden kalıcı örgütlülükler çıkarmak ve Genel
Grev Genel Direniş hedefine kilitlemektir.
Süren grev ve direnişler arasında hiç olmazsa asgari bir koordinasyon sağlamak, belli bir
bölgedeki öncü işçilerle halkın diğer kesimlerinin öncülerinin biraraya getirildiği esnek örgütlülükler
oluşturmak, sektörel ve bölgesel öncü işçi ve emekçilerle toplantılar düzenlemek, kullanılabilecek
yöntemlerden bir kaçıdır.
Sınıfın ve kitlelerin bu kesitte özel bir duyarlık içinde bulundukları siyasal özgürlük
yoksunluğu, zamlar, mezarda emeklilik, özelleştirme, taşeronlaştırma, işsizlik, asgari ücret, TİS'lere
ilişkin sloganlar öne çıkartılmalı, ama devrim ve sosyalizm propagandasına özel bir ağırlık
verilmelidir.
Kuşkusuz Genel Grev Genel Direniş, bütün sorunların bir kılıç darbesiyle çözülüvermesi
anlamına gelmeyecektir. Ama bu doğrultuda atılacak her ciddi adım sektörel ve bölgesel düzeyde dahi
ileri örneklerin yaratılması, güvensiz, tutuk işçi ve emekçi kesimlerinin de mücadele azmini artıracak,
sürecin devrimci filizlenmesini derinleştirecektir.

Yaşasın İşçi Sınıfı Ve Emekçilerin Birleşik Mücadelesi!


Sokağa, Eyleme, Genel Grev Genel Direnişe!

5
SINIF HAREKETİNE ÖNCÜ MÜDAHALE
İşçi sınıfı hareketine devrimci bir öncülük ve önderlik yapmaya çalışmak, işçi sınıfı
devrimcilerinin faaliyetlerinde her zaman temel bir önem ve öncelik taşır. Konuya verilen bu önemin
kendisi bile, proletarya devrimciliğini herhangi bir devrimcilikten ayırt etmemizi sağlayan temel
göstergelerden biridir.
Fakat tek başına bu yönelim, bir örgütün, belirli bir politika veya taktiğin ya da sınıfın herhangi
bir eylemine yapılan her somut müdahalenin proleter devrimci bir karakter taşıdığının kanıtı
sayılamaz. Asıl belirleyici olan, bu müdahalenin içeriğidir. Onun, işçi sınıfının sadece bugünkü
çıkarlarının eksiksiz ve kararlı bir savunusunu içermekle kalmayıp gelecekteki çıkarlarını da gözeten
bir bakış açısıyla yapılıp yapılmadığıdır.
İşçi sınıfına yol gösterme iddiasıyla yürütülen faaliyet, içerik açısından, isterse en eksiksiz
haliyle olsun, sınıfın sadece güncel talep ve çıkarlarının savunulması ile sınırlı kalıyorsa eğer, bunun
adı sendikalizmdir. Buna karşılık, sınıfın gelecekteki çıkarlarını savunma adına sadece genel bir
devrim ve sosyalizm propagandası yapmakla yetinen bir faaliyet de devrimci öncü tutum ve müdahale
olarak görülemez. En tutarlı haliyle bile bu da sınıfın geniş yığınları üzerinde fazla etkisi olmayan
aydınca bir propaganda çalışması olmaktan öteye geçemez. Halbuki etkili bir öncü müdahaleden
söz edebilmek için, bunun hareketi devrim ve sosyalizm yolunda ilerletebilme yeteneğine de
sahip olması gerekir. Bu da ancak, işçi sınıfı hareketinin her somut tarihsel evrede karşı karşıya
bulunduğu sorunlara amaca en uygun somut devrimci çözüm yolları, araç ve biçimler bulmakla
mümkündür. Bu andan itibaren taktiğin alanına gireriz. Çünkü somut bir döneme veya tekil bir duruma
ilişkin olarak amaca en uygun somut çözüm yolu, araç ve biçimlerinin neler olduğu sorusunun yanıtını
oluşturan bütün unsurlar –mücadele ve örgütlenme biçimleri, ileri sürülmesi gereken sloganlar,
güçlerin hesaplanması, temponun ayarlanması, vb.– taktiğin konusunu oluştururlar. Dolayısıyla, sınıf
hareketine devrimci öncü müdahale, taktik önderlikte somutlanır. Devrimci öncü taktiklere
sahip olunduğu ölçüde ve ancak bu temelde yapılabilinir. Devrimci öncü taktiklere sahip
olmayanlar, iddiaları ne olursa olsun, kendilerine hangi etiketi yapıştırırlarsa yapıştırsınlar,
kendiliğinden gelişmenin ya da onun bunun kuyruğunda sürüklenmekten kurtulamazlar. Proletaryanın
devrimci öncüleri, işçi sınıfı ve emekçi kitle hareketinin önüne bugün GENEL GREV-GENEL
DİRENİŞ taktiğini koyuyorlar. Bu taktiğin hangi gelişmelere ve dinamiklere dayandığı, hangi
ihtiyaçların ürünü olduğu, neyi hedeflediği önceki yazıda ortaya konuldu. Ancak açık olan bir gerçek
var: Emek güçlerinin militan ve birleşik eyleminin örgütlenmesi, günümüz koşullarında bir
zorunluluktur. İşçi sınıfı ve emekçilerin çıkarlarının savunulup en masum ve temel hak taleplerinin
elde edilebilmesinin yolu, ülke çapında olduğu kadar sektörel ve bölgesel düzeylerde de olabildiğince
kitlesel ve militan eylemlerin örgütlenmesinden geçiyor. Bunun günümüzdeki en ileri ve devrimci
biçimi GENEL GREV-GENEL DİRENİŞ'tir. Sınıf ve kitle hareketi, bu hedefe yöneltildiği ve
bunu gerçekleştirebildiği ölçüde devrimci bir sıçrama yapabilecektir.
GENEL GREV-GENEL DİRENİŞ'in omurgasını işçi sınıfı hareketi oluşturmalıdır. Etkili bir
Genel Grev-Genel Direniş, işçi sınıfının devrimci çizgisi ekseninde geliştiği ve başını işçi sınıfı
çektiği ölçüde mümkündür. Mızrağın sivri ucunu oluşturması gereken işçi sınıfı hareketinin içinde
bulunduğu duruma baktığımızda, ortak hedef ve talepler temelinde birleşik eylemlerin
örgütlenmesi, özel olarak işçi sınıfı hareketinin devrimci gelişimi açısından da bugün bir
zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.
İşçi sınıfı hareketi uzunca bir süredir kitlesel ve militan bir patlama yapamamanın sıkıntı ve
sancılarını yaşıyor. Krizin ağırlığına, burjuvazinin saldırılarının şiddetine, geniş işçi yığınları
arasındaki hoşnutsuzluk ve tepki birikiminin yaygınlığına rağmen, bunun eyleme dönüşmesinde bir
zayıflık var. Bu durum, öncü unsurları bile etkisi altına alabilen bir bezginlik ve karamsarlık yaratıyor.
Sınıfın kendi gücüne ve yapabileceklerine duyduğu güvensizliği derinleştirici bir rol oynuyor. Bunun,
nesnel koşulların elverişliliğine karşın hareketteki tutukluk ve durgunluğun sürmesinde önemli bir
payı var. Sınıf içindeki çalışmada karşımıza çok sık çıkan bir görüntüyü şöyle özetleyebiliriz:
Neredeyse hemen herkes harekete geçmekten, radikal eylemler yapılmasından yana. Ama iş pratiğe
gelince, kimse harekete geçmeye yanaşmıyor. İleri sürülen gerekçe ise hep aynı: Kime güveneceksin?
İşçiler kimi zaman yanıbaşındaki tezgâh arkadaşına dahi güvenemeyebilmektedirler. Bu güvensizlik
eşiğinin aşılması sağlanamadığı takdirde, işçi hareketinin patlama yapmasını, yaygın, militan ve
kitlesel bir karakter kazanmasını beklemek hayal olur.

6
Sınıf hareketinde yaşanan tutukluğun kırılabilmesi için, harekete geçmekte tereddütlü davranan
kesimleri de yüreklendirecek, onlar için somut bir esin kaynağı ve ateşleyici işlevini görecek militan
öncü çıkışların önemine işaret ettik bugüne dek. Çoğu kendiliğinden gelişmenin ürünü olarak bunun
örnekleri de çıktı ortaya. Ama bir-ikisinde elde edilen sınırlı bazı kazanımlar dışında en kararlı ve
militan olanları bile yenilgiye uğramaktan kurtulamadı. Her biri için bunun birçok nedeni var
kuşkusuz. Ancak bu nedenler içinde özellikle iki tanesi sonuç üzerinde belirleyici olmuştur. Bunlardan
birincisi, en militan çıkışların bile üretimi tümüyle durdurmayı başaramayışları, diğeri ise,
eylemli destek ve dayanışmanın yetersizliği nedeniyle en inatçı grev ve direnişlerin bile yerel ve
yalnız kalmaktan kurtulamayışlarıdır. Bu ikisi, direnişlerin başka iç zaaflarıyla da birleşerek
yenilgiye zemin hazırlamışlardır.
Ataklığı, militanlığı, kitleselliği ve inatçılığıyla dikkatleri üzerine çeken direnişlerin bile sonuçta
yenilmekten kurtulamayışlarının en olumsuz sonuçlarından biri de, zaten zayıf olan harekete geçme
isteğini biraz daha törpülemesidir. Kendine ve sınıf kardeşlerine güvensizlik, ileri atılma ve mücadele
etmenin de bir işe yaramadığı şeklindeki kaderci ve teslimiyetçi ruh hali bu örneklerin de arkasına
saklanarak daha fazla taraftar bulabilmektedir. Bu durumda, sınıfı harekete geçirebilmek için sadece
genel bir devrimci propaganda ve ajitasyonla yetinilemez. Bu anlamda, somut öncü örnekler
yaratmanın önemi ortadan kalkmamıştır. Fakat artık sadece, militan ve kararlı ama tekil kalmaktan
kurtulamayan öncü çıkışlar örgütleme çabalarıyla da yetinilemez. Bugün artık hedefimiz, belirli bir
bölge, işkolu ve ülke çapında birleşik eylemler örgütlemek olmalıdır.
GENEL GREV-GENEL DİRENİŞ bundan ötürü, işçi hareketine devrimci öncü müdahalenin
getirdiği bir yükümlülük olarak da çıkmaktadır bugün karşımıza.

7
GENEL GREV, GENEL DİRENİŞİ NASIL ÖRGÜTLEYECEĞİZ?
Genel Grev Genel Direniş'in örgütlenmesi, basit bir sorun değildir. Bu öncü devrimci taktiğin
uygulanmasına dört elle sarılırken, işçi sınıfı devrimcilerinin ve öncü işçilerin gerek nesnel ve öznel
zayıflıkların, gerekse de avantajların bilincinde olarak hareket etmesi zorunludur.
Nedir bu nesnel zayıflıklar? Bunların başında işçi hareketinin mevcut örgütlülük zayıflığı ve
eylem düzeyindeki gerilik geliyor. İşçi hareketi, '91'lerden beri kendisine sınıfsal, siyasal, örgütsel ve
moral kazanımlar sağlayacak güçlü bir çıkış yapamadı. Sınıfın geniş kesimlerini eylemin içine çeken
kesitler –20 Temmuz eylemi ve 350 bin kişilik kamu grevi dışında– yaşanmadı. Kaldı ki, 20 Temmuz
işçi sınıfının katılımı yönünden zayıf kaldığı gibi, kamu grevi de yine hain sendika ağalığı barikatının
aşılamaması nedeniyle satışla noktalandı. Öte yandan bu süreçte yapılan işyeri direnişlerinin büyük
bölümü kısa sürede başarısızlıkla sonuçlandı. İşçi sınıfının Kağıthane, Tuzla, Polisan, Ambarlar gibi
kimi bölükleri nispeten daha uzun soluklu ve inatçı bir direniş sergilediler. Ancak bunlar da, kimi
siyasal çıkış ve radikal biçimleri de içermesine rağmen, halâ diri olanları da dahil, mevzi kalmanın
ötesine geçemediler.
Öte yandan, burjuvazinin sendikaların altını boşaltma süreci, sendika ağalarının ihanetinin de
kolaylaştırmasıyla epeyce yol almıştır. Bugün işçi sınıfının devrimci siyasal örgütlerle bağlarının
oldukça zayıf, olanların da oldukça geri düzeyde olduğu açıktır. Bu düşünüldüğünde, Türkiye'de
"örgütlenme" dendiğinde "sendika"dan başka bir kurumu henüz tanımayan, devrimci örgütlerle
arasındaki mesafeyi kendi cephesinden hala koruyan öncü unsurları da dahil olmak üzere işçi sınıfının
sendikasızlaştırılmasının nasıl vahim bir örgütsüzleştirme anlamına geldiği, ne kadar dağıtıcı olduğu
kendiliğinden anlaşılır. Bir genel grev sürecinin örülmesinde, örgütsüz bir kitleye yönelmiş güçler
açısından, bu da bir dezavantaj olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yine öncünün işçi sınıfı bağlarının zayıflığı, sendika ve çeşitli türden kitle örgütlerinde mevzi
kazanmamış oluşu da gözardı edilemeyecek bir dezavantajdır. Sınıf içinde sağlam basamaklara
basarak hareket etmekle bunun arasında elbette ki bir fark vardır ve bunların varlığının önemi bu
süreçte daha da yakıcı bir tarzda görülecektir.
Bütün bunlardan başka, 5 Nisan'dan beri akan süreç içinde, özellikle son 8-10 aydır yoğunlaşan,
burjuvazinin kendi içindeki çelişkilerle daha da derinleşen siyasal krize rağmen, işbirlikçi tekelci
burjuvazinin kriz politikalarını yaşama geçirmede genel olarak ileriye doğru adım attığı görülmelidir.
TÜSİAD'cılar, "Ankara'da olup bitenler bizi ilgilendirmiyor artık. Ekonomimiz dinamizm ve krize
bağışıklık kazandı" derken bunu ifade etmektedirler. Bu pervasızlık, sınıflar mücadelesinin boşluk
tanımadığını göstermektedir. İşbirlikçi tekelci burjuvazi yol alırken, işçi sınıfı ise iç rekabet ve
dağılmanın sonuçlarını yaşamaktadır. Bu, sınıf güçlerinin kısa vadede toparlanıp eylem düzeni
almasını frenleyici önemli bir etkendir.
Bir Genel Grev Genel Direniş'in yaşama geçirilmesinden sözediyorsak, bütün bunların
bilincinde olmalıyız. Olmalıyız ki, bu durumda daha güçlü, daha soluklu bir yüklenmenin gerekliliğini
kavrayabilelim! Yalnız arkamızdan değil, karşımızdan da esen bir rüzgarın olduğunu bilerek hareket
edelim. Elbette ki tek koşulla olmalıdır bu: O gerici rüzgarı işçi sınıfı eyleminin devrimci rüzgarı ile
altetme bilinci ve hiç de daha az önemli olmayan inancıyla!
Kaldı ki, çok güçlü devrimci durumların dışında, bir genel grev, öncünün sınıfla bağlarının
güçlü ve onun üzerinde belli bir hegemonyaya sahip olduğu koşullarda dahi onun "düğmeye
basmasıyla" gerçekleşebilecek bir eylem biçimi değildir. Genel direnişle güçlendirilmiş genel grev
gibi bir eylemin tek bir hamlede, "durduk yerde" gerçekleşebileceğini düşünmek, sınıf mücadelesinin
yasalarını ve iç gelişimini kavramaktan aciz anarkosendikalist bir yaklaşımın ifadesidir. İşçi sınıfının
bugünkü güç ve potansiyelleri kadar, onun zayıflıkları hakkında da hiçbir şey bilmemek demektir.
Genel Grev Genel Direniş gibi bir eylem, bugünkü koşullarda sınıfın ona doğru eylemli bir hazırlık
ve bir "ısındırma" sürecinden geçmesiyle, ardarda yükselen eylem dalgalarının, güçlü bölgesel
eylemlerin üzerinde yükselecektir. Bu bakımdan, Genel Grev Genel Direniş'in örgütlenmesi, taktiğin
uygulanması, bir süreç işi olarak baştan öngörülmektedir.
Koşulların gelişip olgunlaşmasını beklemeksizin, gelişme yönünü de gözönünde tutarak
belirlenmiş olan Genel Grev Genel Direniş taktiği, işçi emekçi hareketini öngörülen ileri biçim
altında birleştirip ilerletmeyi hedefletmektedir. Bizi oportünizmin "süreç-taktik" anlayışından da bu
ayırmaktadır. Ancak, bu fark, pratik olarak kendisini ortaya koymalı, hareketin nesnel yönü doğru
çözümlenip kavranılarak Genel Grev Genel Direniş'in yaşama geçirilmesi, güçlerimizin "dışında,

8
uzağında" ve dolayısıyla "ertelenebilir", "herhangi bir görev" olarak algılanmamalıdır. Bu süreçte
bütün görevler, onunla ilişkisi mutlaka kurulup ona bağlanarak yerine getirilmeli, bu siyasal
perspektif, bilincimizin, günlük çalışmamızın içine taşınmalıdır. Dezavantajlardan sözettiysek, bu
onların üzerine çıkılması ve onları aşıp geçmenin biricik yolunun, her şeyiyle sınıfa dönük etkin bir
faaliyet olduğunun bize ışık tutması içindir!

Nasıl örgütleyeceğiz?
Bu sorunun birincil ve ilk elden verilmesi gereken yanıtı yukardadır: Sınıf içinde etkin bir
faaliyet. Bu temel halkanın kalıcı ve derinlikli olarak yerli yerine oturması zorunludur. Sınıf
hareketinin temel sorunlarının, bunların bulunduğumuz alandaki görüngülerinin ve onların sınıf
cephesinden hangi perspektif, mücadele ve örgüt biçimleri ile aşılacağının bilinciyle hareket
edilmelidir. Keza, sınıf hareketinin nabız atışları, mevcut akış ve gelişim seyri konusunda gelecek
süreçleri öngörecek tarzda özel bir hakimiyet gerekmektedir. Genel ve "kulaktan dolma" bir donanım
kesinkes yetersiz olacaktır. Öte yandan, çeşitli alanlarda patlak veren direnişler, kuşkusuz önemine de
bağlı olarak ama mutlaka Genel Grev Genel Direniş perspektifiyle ele alınmalı ve önderlik
götürülmelidir. İşçi sınıfı devrimcilerinin hiçbir mücadele alanı, hiçbir unsuru, semt, memur, gençlik,
bu söylenenlerden bağımsız değildir.
Zincirin pekçok halkası vardır ve bunların hiçbiri "yabancımız" değildir, olmamalıdır. Önemli
olan, bunları birbirini güçlendirecek tarzda tutabilmek, ürün toplamak, bu ürünler temelinde çalışmayı
yeniden yeniden örgütleyip motive etmektir.
İşçi sınıfını dağıtıp örgütsüzleştirmede, işçi kıyımını sistemleştirmede hayli yol alan, öte yandan
tüm emekçi sınıfların boyunlarına ağır bir halka olarak asılan özelleştirme süreci, bu halkalardan
birincisidir, işçi sınıfının sendikal bazda da olsa daha örgütlü kesimini oluşturan, kamu işyerlerindeki
işçilerle bağlarımızı güçlendirecek, özelleştirme karşıtı politikalarımızı onlara götürmenin binbir
yolunu bulacağız. Şimdiye dek nispi bir iş güvencesine sahip olan kamu işyeri işçilerindeki
huzursuzluğu, sendika ağalarına güvensizliği, devrimci bir tarzda değerlendireceğiz. "Nasıl olsa
özelleştiremezler" kayıtsızlığı içindeki ve boş umut halinden umarsızlığa doğru dönen bu kesimi, tam
da arayış ve mücadeleye daha etkin yöneliş sürecinden yakalayacağız. Daha yakın ve etkin
propaganda-ajitasyon yöntemleriyle aradaki mesafeyi kapatmaya çalışarak, bunu işçi toplantıları,
işyeri ve mümkün olduğunca sektörel toplantılarla birleştireceğiz. Özelleştirme sürecindeki kimi
işyerlerinde ortaya çıkan eyleme dönük koordinasyon amaçlı örgüt biçimlerinin içinde oralarda
yarattığımız, değerlendirdiğimiz işçi bağlarımızla varolmanın yollarını bulacağız. Tüm gerilik ve
zayıflıklarına rağmen, taşradaki kimi kamu işyerlerinde dahi özelleştirmeye karşı zayıf da olsa fabrika
işgallerinin artık akla gelen ve uygulanan biçimler olduğunun bilinciyle, işçilerin radikal ve sonuç alıcı
eylem arayışlarının örgütleyicisi ve hızlandırıcısı olacağız.
Sendikasız-sigortasız çalışmaya mahkum edilmiş, bırakalım geleceği bugün için dahi yaşam ve
çalışma güvencesinin her türünden yoksun milyonlarca işçinin, nispeten bu güvenceye sahip
kesimlerle buluşma noktalarından biri, mezarda emeklilik de dahil olmak üzere sosyal sigorta
sisteminin özelleştirilmesidir. EP, İstanbul Sendika Şubeleri Platformu (İSŞP) gibi ufkumuzu bu
sorunla sınırlamamak koşuluyla, bu halkaya sıkıca sarılacağız, işçi sınıfının bugün en duyarlı
noktalarından biri olan mezarda emeklilik ve sosyal sigortanın özelleştirilmesi konusunda eyleme
dönük toplantılar örgütlemeye çalışmanın yanı sıra, bu konuda yapılan bütün etkinliklerin işçi
güçlerimizle içinde olmayı ve alanı dönüştürmeyi hedefleyeceğiz. Bugün İSŞP'nin bu konuda zayıf
bir hareketlilik içinde olduğu, üzerindeki taban baskısıyla ama onu en küçültülmüş haliyle ortaya
koyan eylemler düzenlediği görülmektedir. Kullanılan biçim ise, alabildiğine dar güçlerle yapılan
barışçıl gösterilerdir. Öte yandan bu konuda toplantılar sürdürülmektedir. Bu biçimlerin içine sıkışıp
kalmadan, içine girdiğimizde işçi güçlerimizle varolarak ve misyonumuzu sadece oportünist işçi
siyaseti ile çatışmakla sınırlamaksızın bu alanları da değerlendireceğiz. Ancak, asıl olarak kendi
ulaşabileceğimiz, yaratabileceğimiz güç ve olanakları başa koyacağız.
Taşeronlaştırmaya karşı mücadele ve örgütlenme perspektiflerimizi pratiğe geçireceğiz! Bu
alandaki mücadelede işçi sınıfının kimi bölüklerinde belki başarıya ulaşamamış ama derinleşmeye
başlayan bir birikim sözkonusudur ve bu salt öncü kesimlerle de sınırlı değildir. Özellikle Gebze gibi
kimi bölgelerde, taşeronluk sistemi, işçi sınıfını iç rekabetle birbirine düşüren, örgütlenme ve eylem
gücünü kıran bir rol oynamanın yanı sıra, yalnızca işçilerin değil çoğu onların ailesi ve çevresi
konumundaki tüm emekçi kesimlerin kanını emen bir vampir, bir ağ halini almıştır. Bu tür bölgeler,

9
adı konmamış "serbest bölgeler"e dönüştürülmekte, Petrol-İş gibi sendikalar dahi buraları
"taşeronlaştırmaya karşı mücadelede pilot bölge" olarak ilan etmek zorunda kalmaktadır, işçilerin
radikal bir örgütlenme ve eylem çizgisine yakın durmaya başladıkları bu bölgelerde, taşeronlaştırmaya
karşı sistemli, hedefli bir mücadelenin yürütülmesi, savunma komiteleri perspektifimizin eylemli bir
tarzda yaşama geçirilmesi, taşeron işçiler sınıfın saflarına kazanılıp burjuvazinin politikası boşa
çıkarılırken, başı çeken sınıf düşmanlarının cezalandırılması... bütün bunların işçilerin öz eylemleriyle
gerçekleşmesinin sağlanması; bölge emekçilerinde taşeronluğa karşı eylemlerin meşruluğunun yanı
sıra, bu mücadeleye omuz verecek örgütlülük ve eylemlilik sürecinin yaratılması: Genel Grev Genel
Direniş'e giden yolda gerek bölgesel çapta gerekse de sınıfın bütününde yönelinmesi gereken
halkalardan biri de bu olacaktır.
Önümüzde sıcak bir yazın uzanması, işçi hareketi açısından olasıdır. 250 bin işçi TİS sürecine
girdi ve önlerine uzatılan patron önerisi, "sıfır sözleşme"den dahi daha düşüktür. TİS süreci, bu
kapsamdaki işçilerin eylem ve örgütlenme arayışında, duyarlığında bir artışa yol açacak ve büyük
olasılıkla bir dizi oyalamadan sonra çıkmaza girebilecektir. İşte bu süreç, Genel Grev Genel Direniş
ihtiyacının sınıfın geniş kesimleri açısından daha yakıcı tarzda duyulacağı ve bu yöndeki önerilerin
sendikalar üzerinde de devrimci bir sınıf baskısı oluşturacağı bir süreç olacaktır. Şimdiden bu sürece
yönelmeli, alternatif TİS taslağımızı oluşturmalı ve işçilerle bunun üzerinden ilişki kurmalı, toplantı ve
eylemler örgütlemeye çalışmalıyız. TİS süreci, yerel direniş ve eylemlerden farklı olarak sınıfın geniş
kitlelerini aileleri ile birlikte alanlara dökme ve tüm işçi sınıfı ve emekçi kamuoyunu etkileme şansına
sahip olduğu içindir ki, üzerinden atlanamayacak bir süreçtir ve asıl olarak da burjuvazinin
ödünsüz tavırlarıyla daha da çetin bir kavga halini alma potansiyeli taşımaktadır.
Keza, bugün sefalet ücretinden açlık ücretine düşürülmüş bulunan asgari ücret sorunu ile ilgili
özel bir hareketlilik içinde bulunmalıyız. İşbirlikçi tekelci burjuvazi, asgari ücretin 16 olan yaş sınırını
25'e yükselterek, ücreti yasal olarak yarıya düşürme peşindedir. İşçi sınıfının ortalama ücreti asgari
ücret haline getirilmiştir. Milyonlarca işçiyi ilgilendiren bu sorunda sendikalar yine bir punduna
getirerek hain bir satışa imza atacaklardır. Sınıfın eyleme geçirilmesinde, böylesine yaşamlarını
ilgilendiren bir sorundan yola çıkma gereği açıktır. Özellikle asgari ücretin bile doğru dürüst uy-
gulanmadığı küçük ve orta işletmelerde bu sorun daha da yakıcıdır. Önüne bu soruna ilişkin eylemi
örgütlemeyi koymuş, halkaları ve iç örgütlülüğünü genişleten, sağlamlaştıran işçi toplantıları ile
buralardaki öncü birikimi toplamak, sınıfın tepkisini hem üretimi durdurarak hem de sokak gösterileri
ile ortaya koymak, Genel Grev Genel Direniş'in örülmesi ile yakından ilintili ve onu tutuşturacak
dinamiklerden biri olarak değerlendirilecektir.
Genel Grev Genel Direniş dendiğinde, işçi sınıfının eyleminin örgütlenmesinin yanında temel
dayanaklardan biri, genellikle ilk akla geldiği üzere semtlerdeki kitlenin dar bir alanda
hareketlendirilmesi değil, doğrudan emekçi sınıfların eylemine dayanmanın bir biçimi olan işçi-
emekçi memur hareketliliğinin birleştirilmesidir. Emekçi memur hareketinde yer alan işçi sınıfı
devrimcileri, özellikle daha güçlü olunan alanlarda bu konuda özel bir çalışma yürütmelidirler. Emekçi
memur hareketi, ekonomik-siyasal terörün yoğunlaşması nedeniyle içten içe kaynamakta, ama KESK
ağalarının bürokrasisine karşı örgütlü bir muhalefet, devrimci bir alternatif geliştirilemediği için de
duraksama yaşamaktadır. Gerek bu tıkanıklığın aşılmasında, gerekse de Genel Grev Genel Direniş'e
giden yolun döşenmesinde işçi-emekçi memur birlikteliğinde öncü pilot örneklerin yaratılmasına özel
bir rol düşmektedir. Sağlık, haberleşme, enerji gibi işkolları bu açıdan daha elverişli, toplumsal
yaşam ve ekonomideki rolü yönünden de daha etkili bir konumdadırlar. Keza, emekçi memur
hareketinin yalnızca daha diri olmakla kalmayıp aynı zamanda işçi sınıfı ile içice bir kesimini
oluşturmaktadırlar. Genel Grev Genel Direniş'in başarısı açısından bu içiçelik ve birlikteliğin hedefli,
sistemli bir çalışma, isabetli politika ve taktikler, en önemlisi ısrarlı bir yönelimle kalıcı ve eyleme
dönük örgütlülükler haline getirilmesi ve her düzeyde yeniden üretilmesi zorunludur. Bu, emekçi
memur hareketindeki işçi sınıfı devrimcilerinin çalışmalarının canlandırılmasını bir önkoşul olarak
koymaktadır. Keza buralarda sahip olunan sendikal mevziler, işçi sendikaları üzerinde de devrimci bir
baskı oluşturma perspektifi ile mutlaka değerlendirilmelidir.
Bir başka temel yönelimimiz, işçi sınıfının Tuzla gibi öncü birikiminin toplanma
noktalarında sistemli bir çalışmanın yürütülerek buralarda oluşmuş, devrimcileşmeye açık sendikal
bilinci ileriye sıçratmak ve buralar üzerinden hareket etmek olacaktır. Yalnız ekonomik değil siyasal
terörün çeşitli biçimlerine de tepki verme refleksi kazanmaya başlamış olan bu işçi bölükleri üzerinde
proleter devrimci bir etki yaratmak zorunludur. Bu bölükler, Genel Grev Genel Direniş perspektifinin

10
de ilk alıcı ve sahiplenicileri olacak, onun doğru bir politika ve taktik olduğunu kendi deneyimleri ile
daha kolay bilince çıkartacaklardır.
Yine işçi bölgeleri ile içice geçmiş, işçi sınıfı devrimcileri olarak çalışmalarımızın bulunduğu
emekçi semtlerinde bölgesel olarak eylemlerin örgütlenmesi, buralardaki kitlenin belirli bir.eylem
dinamizmi kazandırılarak daha merkezi alanlarda eyleme yöneltilmesi, zam vb.'nin yanı sıra siyasal
özgürlük hedefli çağrı ve sloganları içeren eylemlere de katılması yönünde geniş ve derinlikli bir ön
hazırlığın gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Örneğin vergilerin ağırlaştığı, zamların bombardıman
edildiği bir süreçte, tam da bu sorunlar temelinde işçi ağırlıklı, esnaf, emekçi kadın gibi kesimleri de
kapsayan eylemleri örgütlemeyi ve bunu tekil eylemler olarak değil, Genel Grev Genel Direniş
örgüsü içinde ele almayı önümüze koymalı, kitleye de bu perspektifle götürmeliyiz.
Genel Grev Genel Direniş'i örgütleme sürecinde asılacağımız temel halkalardan biri, grev ve
direnişlere bundan önceki dönemlere göre artık daha farklı tarzda müdahale etmek olacaktır. Bunu
yalnızca patlak veren direnişler yönüyle algılamamalıyız. Bu işin bir boyutudur; öte yandan ise grev
ve direnişlerin kelimenin olumlu anlamıyla "kışkırtıcısı" olmak zorunludur. Özellikle küçük ve
orta büyüklükteki işletmelerde sigorta, sendika gibi yasal hakların yokluğunun da etkisiyle bunlar,
yasadışı eylemler olarak gerçekleşebilir; işçileri yalnız patronlara karşı değil, devlet güçleri ve grev
kırıcı olarak müdahale eden sivil faşist unsurlara karşı da cepheden bir duruş içine sokacaktır. Do-
layısıyla işçilerin siyasal eğitimi yönüyle olsun, bir direnişin her yönüyle örgütlenmesi açısından da
bizim eğitimimiz yönünden olsun, azımsanmayacak kazanımlar sağlayacaktır. Bunu sadece işyeri
çapında değil, bölgesel örgütlenme perspektif ve araçlarına sahip olduğumuz konfeksiyon gibi
alanlarda bölgesel çapta da düşünmeli ve örgütlemeye girişmeliyiz.
Patlak veren grev ve direnişlere müdahalemiz ise "destekçi"likten, "ziyaretçi" olmaktan
kesinkes çıkmalıdır. Devrimci bir müdahale olmadığı, eylemin ön hazırlık süreçlerine girilmediği
takdirde işçi direnişlerinin ülkemizde günler, en fazla birkaç hafta sürdüğü bilinmektedir. Buna
rağmen, direnişin başlamasından günler sonra gidilmesi, en fazla devrimci ajitasyon ve EKK
propagandası ile sınırlı kalınması, direnişin içinde bulunma ve eylemi oradan yükseltmeye çalışma
şeklinde bir emek verilmemesi yaygın tarzdır. Çevremizi toplayıp müzik grubu götürüp ikinci bir
"ziyaret" örgütlemeye kalmadan, kimi direnişler bitebilmektedir. Bu kadar sığ bir müdahale ile
direnişçi işçilerin eyleme dönük önerilerimizi uygulamasını beklemek, dahası direnişin iç süreçlerini
bilmeksizin, işçilerin nabzını sürekli tutup yönlendirmeksizin genel olanın ötesinde doğru taktikler
önermek nasıl mümkün olacaktır? Gösterdiğimiz en ufak bir gevşeklik, bizden sonra da boy gösterse
işçiler üzerinde daha kolay otorite kurabilen sendika ağalarının, çeşitli eğilimlerden oportünist sendika
yöneticilerinin hanesine yazılmakta, onları eylemi geriye çeken "öncüler" konumuna çıkartabilmekte-
dir.
İşte bundan sonraki süreçte patlak veren grev ve direnişlere, özellikle büyük işyerleri ise ve
bölgesel etki gücü fazlaysa, mutlaka bölgesel ya da bölge içi sektörel bir Genel Grev Genel Direniş'i
örgütleme kafasıyla yöneleceğiz. Bugün sınıf içindeki ilişkilerimiz artmıştır. Bunlar sayesinde
duyargalarımız daha çok direniş sinyali aldığı gibi, yukarda resmedilen kısır ve etkisiz pratiği aşıp
yerine direnişlere gerçek bir öncü kafası ile yaklaşmak, günün görevi olacaktır.

***
Özgül talepler ileri sürülürken herbir alanın temel talebi ile ilişkilendirilerek konulmalı,
ekonomik terörü yoğunlaştırmak için artırılan siyasal teröre karşı "Emekçilere Özgürlük!" talebi
yükseltilerek mücadele edilmelidir.
Taktiğin açılımı ve derinleştirilmesi aynı zamanda pratiğin geliştirilmesinin bir sorunudur.
Burada birinci noktanın sınıfa dönük etkin bir çalışmanın gerçekleştirilmesi olması gerektiği
görülmelidir. Onun gerilik ve zayıflıklarına teslim olmadan; nesnel sürecin yalnız aleyhimizde değil
asıl olarak lehimizdeki akış yönünü görerek; hedeflere yüklenmekten asla vazgeçmeksizin, yüzgeri
etmeksizin ve taktiği salt propaganda-ajitasyonla sınırlamaksızın gerçekten kazanma bilinciyle
yürütülen bir faaliyetin sorumluluğu, işçi sınıfı devrimcileri olarak önümüzde durmaktadır. Devrimci
bir fırsatlar döneminden geçiyoruz ve atılan en küçük taş bile derhal olmasa dahi yakın bir süreçte
yerini bulacaktır. Bunun bilinci ve inancı, umudu ile hareket edilmelidir.

11
GENEL GREV GENEL DİRENİŞ ÜZERİNE
(Bir seminer konuşması)

(...)
Önce bir noktayı açıklığa kavuşturmak gerekiyor; 1 Mayıs sonrası süreçte örgütsel faaliyetin
bütün güçleriyle yükleneceğimiz odağı haline getirme kararı aldığımız Genel Grev Genel Direniş
(GGGD) taktiği, 1 Mayıs üzerine alınan bir karar değil. Daha öncesinden alınan, 1 Mayıs
hazırlıklarının da bir yönüyle 1 Mayıs'ın ertesinde başlatılacak bu kampanyanın ön hazırlık süreci
olarak değerlendirilmesi perspektifiyle yürütüldüğü bir karardır. Elbette 1 Mayıs'ın ertesinde GGGD
ajitasyonununu yükselterek örgütsel güçleri bu hedefe kilitleme kararı alınırken, onun değişik yönlerde
propagandası, içeriklendirilmesi ve geçerliliğinin dışımızdaki güçlere ama ondan da önce kendi kadro
ve taraftarlarımıza kavratılabilmesi açısından 1 Mayıs'ın ortaya koyacağı somut göstergeler önemliydi
bizler için. 1 Mayıs'ın en azından son yıllarda gerçekleşen kitle eylemlerinden daha farklı bir
kitlesellikte geçeceği beklentisi/tahmini güçlüydü. Devrimci güçlerin 1 Mayıs içerisinde eyleme
damgalarını vurma şanslarının yüksek olduğu öngörüsü güçlüydü. 1996 1 Mayısı'nın kitlesellikle
birlikte ileri bir militanlık örneğinin yaratılabileceği bir gün olarak geçmesinin mümkün olabileceği
tahmini ve beklentisi güçlüydü. Zaten 1 Mayıs taktiğimiz de bir bütün olarak bu öngörüler ve bunların
gerçekleşmesine dönük bir konumlanış perspektifiyle oluşturuldu. Hazırlık çalışmaları da bu pers-
pektif ışığında yürütüldü. GGGD taktiği ve onun nasıl örgütlenebileceği, "bu süreçte hangi hedefleri
gütmemiz gerekir" sorununu her ne kadar bugün tartışıyorsak da, kimse 1 Mayıs'ın bize gösterdikleri
üzerine alelacele alınmış bir kararı tartıştığımız şeklinde bir izlenime kapılmamalı. Önü arkası
düşünülmeden ortaya atılan bir politikayı tartışıyormuşuz duygusuyla hareket etmemeli. Bu bizi
GGGD taktiğinden kuşku duymaya, pratikte tutuk davranmaya yol açacak bir güvensizliğe sürükler.
Önümüzdeki sürecin bir GGGD doğrultusunda zorlanmasını, örgütsel faaliyetin bunun
örgütlenmesi üzerine odaklanması gerekliliğini bize duyuran etkenler nelerdir? Nereden çıktı böyle bir
taktik? Neden daha önce veya daha sonra değil de şu son sürece dönük olarak böyle bir belirlemeye
gidildi? Esas sorun öncelikle bunun kavranması. Taktiğin yaşam bulup bulmayacağını tartışmadan
önce, daha doğrusu bunun nasıl yaşama geçirileceğinin irdelenmesine girmeden önce kafamız bu
konuda net olmalı. Bu netlik olduğu ölçüde onu daha başarılı bir biçimde yaşama geçirebiliriz.
1 Mayıs hazırlıkları da içinde olmak üzere sınıf ve kitle hareketinin önüne artık bir GGGD
hedefinin konulmasının zamanının geldiği, bunun doğru devrimci taktik olacağını belirlerken esas
dayandığımız nokta şudur: Türkiye'de son aylardaki gelişmelere çeşitli cephelerden dikkatli bir gözle
bakacak olursak, sınıfsal dengelerin emek güçleri tarafından daha ileri bir noktadan zorlanışına tanık
oluruz. Bir başka ifadeyle Türkiye'nin son 4-5 aylık sürecinde yaşanan toplumsal, sosyal olayları
şöyle bir gözümüzün önüne getirdiğimiz zaman dipten gelen yeni bir devrimci dalganın kabarışı
kendisini değişik cephelerde değişik görüntüler altında hissettiriyor. Devrimci kamuoyu açısından da
en çarpıcı belirtilerden biri, herhalde öğrenci hareketinde kimsenin bu ölçüde olabileceğini
beklemediği militan patlamaydı. Onun çapında, onun boyutlarında olmamakla beraber –hatta bu
yüzden gözlerden kaçabilir ama kaçırılmaması gerekir– harekete geçen bir başka dinamik daha vardır:
Küçük üretici köylülük. Köylülük gibi harekete geçmesi zor, harekete geçmesi geç ve güç olan bir
toplumsal kesim bile hareketleniyor. Büyük tekellerin sömürüsüne, tarımı yıkıma sürükleyen devlet
politikalarına karşı tepkiler artık yavaş yavaş eyleme dönüşüyor. Henüz yetersiz ve cılız da olsa bunun
belirtilerinin kendini göstermeye başlaması önemlidir. Özellikle Karacabey'de en son gerçekleştirilen
küçük üreticilerin protesto eylemi, ondan önce çeşitli yörelerde gerçekleştirilen, örneğin Manyas'ta süt
üreticilerinin sütleri sokağa dökme eylemi, Malatya tütün üreticilerinin kotalara karşı geliştirdikleri
birtakım eylemlilikler gibi daha küçük, kendi içinde irili ufaklı sinyaller vardı. Köylü hareketindeki bu
kıpırdanma belirtileri, köylülük gibi ağırkanlı bir toplumsal kesimin dahi hareketlenmeye açık hale
geldiğinin, onun içerisindeki patlayıcı madde birikiminin de artık tutuşturulabilecek kıvama doğru
evrildiğinin göstergesi olması açısından önemliydi.
Şimdi bu iki dinamiğin harekete geçişi, yani öğrenci gençlik hareketindeki patlama ile köylü
hareketindeki henüz cılız olan kıpırdanma belirtileri, aslında şundan 6 ay öncesi itibariyle
düşündüğümüz zaman henüz gündemde olmayan, sadece teorik bir varsayım ve beklenti durumunda
olan yeni toplumsal muhalefet güçlerinin harekete geçtiğinin göstergeleri olması yönüyle anlamlıdır.
Bir başka ifadeyle bunlar, toplumsal muhalefet cephesinin zemininin genişlemesinin, yeni güçlerin

12
hareket geçişinin, bunların harekete geçişi ölçüsünde de sermaye ve onun iktidarına karşı emekçi
hareketinin yeni alanlara doğru yayılmaya yüz tuttuğunun ve yaygınlaştırılabileceğinin, devrimci
öncünün müdahalesiyle daha hızlı bir biçimde yaygınlaştırılabileceğinin göstergeleri olması yönüyle
anlamlıdır. Ama biz GGGD taktiğinin zamanının geldiği tespitinde bulunurken, sadece bu yeni
güçlerin harekete geçişine dayalı düşünmedik.
Öte yandan, zaten daha önceden de hareketlenmiş olan toplumsal muhalefet dinamiklerinin her
birinin kendi iç süreçlerinde daha militan, daha kitlesel patlamalara doğru bir iç evrimin yaşandığının
göstergeleri de son dönemlerde giderek fazlalaşmaya başlamıştı. Bunların en anlamlılarından birisi,
Gazi Direnişi'nin yıldönümünde yapılan gösterilerdir. O gösterilerin anlamı şuradadır: Uzun
zamandan beri ilk kez onbinlerce insan, üstelik bir çalışma gününe denk geldiği halde, doğrudan
doğruya komünist ve devrimci örgütlerin eylem çağrısı üzerine, onların yasadışı pankart ve sloganları
altında toplanarak gösteri yapmışlardır. Bu yanıyla semtlerde zaten yine Gazi Direnişi'nin açığa
çıkardığı ve ivmelendirdiği antifaşist dinamiğin, kendi iç gelişim süreci içerisinde giderek yeni
kesimlere doğru yayıldığının, daha kitleselleştiğinin; ama daha da önemlisi daha devrimcileşen ve
militanlaşan bir gelişme gösterdiğinin belirtisiydi Gazi yıldönümü. Bu arada, çeşitli emekçi
semtlerinde, İstanbul'unda, İzmir'inde hatta Ankara'sında gecekondu yıkımları sırasında çeşitli
protesto eylemleri biçiminde, ailesel diyebileceğimiz tarzda ya da semt ölçeğinde gerçekleşen irili
ufaklı birtakım protesto eylemleri vardı. Sel baskınından sonra İzmir Yamanlar'da gelişen ve giderek
örgütlü bir karakter kazanan bir halk hareketi boy gösterdi. Yine İzmir'in bir başka semtinde
gecekondusu yıkılmak istenen bir ailenin geliştirdiği bir protesto gösterisi aslında kitlelerdeki
umutsuzluğun ve tepki halininin göstergesi olarak anlamlıydı. Buna benzer irili-ufaklı sayısız örnek
sayılabilir. Yine devrimci güçlerin çeşitli vesilelerle semtlerde gerçekleştirdiği, katılanların sayısının
artık yüzlerden binlere doğru evrilmeye başladığı irili-ufaklı gösteriler vardı. Yine burada hareketin
kendi iç evriminde devrimci militanlaşma yönündeki gelişiminin bir göstergesi olarak devrimci
örgütlerin aslında henüz taraftar düzeyindeki güçleriyle yürüttüğü afişleme-yazılama gibi eylemlerde
silahın kullanımının belirgin bir biçimde kendini hissettirmeye başlaması vardı. Sonuç olarak, bunların
toplamı, antifaşist dinamiğin, daha önceden harekete geçtiğini bildiğimiz, yaşadığımız antifaşist
dinamiğin kendi içinde kitleselleşme ve militanlaşma yönünde bir evrim gösterdiğinin işaretleriydi.
Kamu emekçileri cephesine gelince, KESK ağaları tarafından uzun süredir durgunlaştırılmış,
bir çözülme sürecine doğru sürüklenmiş olan emekçi memur hareketinde 18 Nisan eylemleriyle yeni
bir çıkış kendini gösterdi. Memur hareketinin doğuşundan bu yana geçen süreci gözönüne getirecek
olursak, bu hareketin şöyle bir özelliği vardır: Genellikle maaş zamlarının belirlendiği Ocak ve
Temmuz ayları emekçi memur hareketinde bir-iki ay öncesinden başlayan ve bir-iki ay sonrasına kadar
sarkan bir hareketlenme dönemidir. Kitlesel hareketlenme dönemleridir. Bu yönüyle, uzun süredir
tutukluğa ve durgunluğa itilmiş olan emekçi memur hareketinde çeşitli yayın organlarında verilen
rakamlara bakılırsa Türkiye'nin değişik yörelerinden 800 bin memurun katıldığı Nisan eylemleri
güçlü bir "sezon açılışı"dır. Bizzat başbakanın açık tehdidine, baskı ve terör estireceğine dair tehdidine
rağmen, Adana'da olduğu gibi, Ankara'da öğretmenlerin coplanmasında olduğu gibi terörü de fiilen
uygulamasına rağmen hareketin böyle bir çıkış göstermesi önemlidir. Memur hareketindeki
hareketlenmenin yoğunlaşacağı bir dönemin başlangıcında böyle kitlesel bir çıkış, önümüzdeki aylar
için umut vericidir.
Şimdi asıl önemli olan Genel Grev-Genel Direniş'in eksenini oluşturacak, oluşturması gereken
sınıf hareketi açısından duruma baktığımız zaman da son aylarda karşımıza şöyle bir tablo çıkar:
Hareketin genelindeki tutukluk, ağır gelişme 1 Mayıs'a gelene kadar olan süreç itibariyle hâlâ
sürmektedir. Çelişkilerin keskinliğine, sınıfın kitlesi içinde düzene ve sermayeye karşı olan tepkilerin
yoğunluğuna rağmen işçi hareketi uzunca bir süredir militan, kitlesel bir patlama yapamamanın sıkıntı
ve sancılarını yaşamaktadır. Bu hepimizin gördüğü bir gerçektir. Ancak o genel tutukluk hali, 1 Mayıs
öncesi süreçte de görünürde kendisini sürdürmekle birlikte, onun içerisinde belki bazılarımızın bile
dikkatlerinden kaçan ama kaçırılmaması gereken gelişmeler vardı. Bunlardan bir tanesi, öncü çıkış
niteliğindeki grev ve direnişlerin gerek militanlık, gerek inatçılık, gerekse yerel düzeylerle de sınırlı
kalsa peşinden sürükleyebildiği güçler itibariyle bir gelişme yaşamasıydı. Bunun en çarpıcı
örneklerinden birini İzmir Ambar işçilerinin taşeron örgütlenmesine karşı geliştirdikleri Nak Kargo
direnişi bize gösterdi. Yalnız burada şu an son ayların örnekleri itibariyle konuşuyorum. Daha önce bir
Polisan vardı yine böyle çarpıcı bir örnek olması itibariyle. Hâlâ sürmekte olan bir Aras Karo direnişi
vardır, inatçılığıyla öne çıkan. Yine bir Tuzla Deri işçilerinin ekonomik taleplerle siyasal taleplerin

13
içice geçtiği direnişleri, siyasal talepler temelinde protesto düzeyinde sık sık eylemler ortaya koyması
vardır. Ama İzmir Ambar işçilerinin direnişi, STFA'daki taşeron işçilerinin direnişi, şu özelliklerin de
sınıf hareketinde edinilmeye başlandığının göstergeleri olarak anlamlıdır: Artık işçiler sadece
patronlarla değil, grev kırıcılarla değil, polisle de taşlı sopalı çatışmaya girmekten çekinmiyorlar. Hatta
bu çatışmalara ailelerini de katıyorlar. Kolay kolay pabuç bırakmayan, pes etmeyen bir militanlık
düzeyine doğru evriliyorlar. Aynı şey İstanbul Ambarlar'a da sıçradı ve ambar işçilerinin direnişinin
şahsında şu gerçek kendini gösterdi: Sınıfın öncü çıkış yapan kesimleri artık devletle açık çatışmayı
göze alıyor ve bu noktada da başındaki sendikalar tarafından, sendikacılar tarafından bile zor
zaptediliyor. Hatırlarsanız İstanbul ve İzmir Ambar işçileri, TÜMTİS'in yöneticilerini, "Artık sadece
protestoyla yetinemeyiz, Ambarlar çapında iş bırakmalıyız ve bu faşistlerin ayağını kırmalıyız, yani
militan bir eylemlilik geliştirmeliyiz" diye sıkıştırmaya başladılar. TÜMTİS yöneticileri ise, "Onun da
zamanı gelecek" şeklinde bir oyalama taktiğiyle onları frenleme çabasına giriyorlar ama bunda da
zorlanıyorlardı. Öbür yandan bir STFA işçilerinin, daha geriden gelmekle birlikte, çarpıcı eylemlere
dönüşmemiş olmakla birlikte bir Petkim'de taşeron işçilerinin sendikal örgütlenme çabaları vardır. TİS
haklarından yararlanma talepleri, yani özü itibarıyla taşeron örgütlenmesini işlevsizleştirme yolunda
geliştirdikleri eylemlilikler vardır. Özellikle STFA işçileri, binin üzerinde bir sayıyla direndikleri
halde, yanıbaşlarındaki sınıf kardeşleri tarafından, yani HAVAŞ işçileri tarafından da, genel işçi
hareketi ve devrimci muhalefet tarafından da çok güçlü bir destekle karşılaşmadıkları halde inatçı ve
kararlı bir direniş sürdürüyorlar. Yine işçi hareketinin mayalanmasında hareketin beklenmedik
yerlerden, beklenmedik alanlardan, kendisinden hiç beklenmedik çıkışlar yapabileceğine dair anlamlı
örnekler ortaya çıktı. Bunlar içinde örneğin Devrek'te ORÜS (Orman Ürünleri Sanayi) işçileri,
özelleştirilmek istenen fabrikalarının özelleştirilmesine karşı bir fabrika işgali denemesinde
bulundular. Bu tabii bizim anladığımız anlamda militan bir fabrika işgali değildi; cılızdı, iç zayıflıkları
vardı, nitekim çok dayanıklı olmadı. Ama belli kazanımlar elde ederek sonuçlandı. Burada asıl anlamlı
olan bir şey vardı: Devrek gibi işçi hareketinin, bırakalım işçi hareketini, işçi nüfusunun bile çok
güçlü olmadığı, gelişkin bir örgütlenme ve mücadele deneyimine sahip olmadığı bir alanda, henüz tam
işçileşmemiş, köylülükten bile tam kopamamış yani sınıfın en geri bir müfrezesi bile, nesnel olarak en
geri konumdaki bir müfrezesi bile fabrika işgal etmeyi düşünebilir bir noktaya gelmiştir. Devrek
örneği bu yönüyle önemlidir. Bu tür örnekler çoğaltılabilir.
Şimdi burada toplam bir sonuç olarak baktığımızda bizim GGGD taktiğimizin üzeninde
oturduğu temel dinamik budur. Gelişme budur. Toplumsal muhalefet dalgasında, emek güçlerinin
hareketlenmesinde, özellikle işçilerin ve diğer emekçi kesimlerin hareketlenmesinde daha önceki
dönemlerden farklı olarak yeni güçlerin mücadeleye katıldığı, yeni katılanlarla birlikte eskiden beri
hareketlenmiş olanların daha ileri eylem biçimlerini uygulamaya açık ve hazır hale geldikleri, belirli
bir militanlaşma eğiliminin kendini çok kuvvetli olmasa da hissettirmeye başladığı bir süreç
yaşanıyordu. Biz GGGD taktiğini birinci olarak bunun üzerine kurduk.
Ama ikinci bir boyutu daha var, bunun tamamlayıcı bir parçası, aynı zamanda bunun
unsurlarından biri: Bütün bu toplumsal muhalefet dinamikleri, hareketin bilinç ve örgütlülük yönünden
zayıflığı başta olmak üzere taşıdığı iç zaaflarından ötürü ayrı ayrı kanallardan akmaya devam
ediyordu. Aynı tarihsel kesitte, çoğu aynı hedef ve talepler doğrultusunda harekete geçtikleri halde,
bırakalım diğerlerini, işçi sınıfıyla emekçi memur hareketi arasında bile bir eylem birliği
sağlanamıyordu. Tabii, bunun bir dizi nedeni var: İşçi sendikalarında sendika ağalarının hakimiyeti,
memur sendikalarında yasalcı, uzlaşmacı, teslimiyetçi çizgilerin hakimiyeti, kitlelerin gerçekleşmesini
istedikleri birtakım yönelimleri henüz kararlılıkla uygulamaya hazır olmayışları gibi bir dizi etken
sayılabilir. Ama bir sonuç çıkıyor ortaya: Bu toplumsal muhalefet dinamiklerinin ayrı ayrı kanallardan
akışına son vermek gerekiyor. İşte GGGD, bunları birleşik bir mücadele haline getirebilmek, tek bir
odak üzerinde toplayabilmek, oraya doğru yöneltebilmek için ileri sürülmesi gereken, bugünkü
koşullarda olanaklı ve en devrimci tek biçimdir. Yerel ölçekle veya tek bir eylemle sınırlı eylem
birlikleri, artık şu olgunlaşmanın ihtiyaçlarına ve onun daha kalıcı sonuçlar elde etmesine elvermezdi.
Bir eylemle sınırlı, belli bir alanla sınırlı eylem birliklerinin ötesinde bir biçim getirmek gerekiyordu.
İşte o birleşik mücadelenin, günümüzdeki olanaklı ve en devrimci, en ileri biçimi, hepsini kapsayıcı
biçimi olarak biz GGGD taktiğinin koşullarının olgunlaştığını düşündük ve karar bunun üzerine
oturdu.

14
Neden 1 Mayıs sonrası beklendi?
Bu karar 1 Mayıs öncesinde alındı. 1 Mayıs hazırlıkları örgütümüz tarafından bu perspektif
üzerine oturtuldu, buna göre yürütüldü. Ama GGGD ajitasyonunu başlatmak için 1 Mayıs'ı bekledik.
Neden bekledik? İki nedenle bekledik. Birincisi şu: 1 Mayıs'ın bütün bu sözünü ettiğimiz zaafların
aşılacağı, emek güçlerini Genel Grev Genel Direniş yönünde siyasal ve moral bakımdan motive
edecek, kendilerine güvenlerini artıracak militan bir mücadele günü olarak geçeceğini tahmin
ediyorduk, öngörüyorduk ama bunun hangi düzeyde, hangi ölçüde, hangi yoğunlukta gerçekleşeceğini
somut olarak görmek gerekiyordu. 1 Mayıs'ın beklenmesinin birinci nedeni buydu. Ama daha önemli
ve belirleyici olan bir neden daha vardı. 1 Mayıs çok farklı biçimlerde de geçebilirdi. Örneğin barışçıl
bir tarzda da geçebilirdi. Ama biz GGGD taktiğinden vazgeçmeyecektik. Sadece onun
içeriklendirilmesi, onun vurgusu, onun örülüşünde izlenmesi gereken somut güncel politika ve
taktikler, propaganda ve ajitasyonda öne çıkarılması gereken noktaların neler olduğuna dair kısmi rota
düzeltmeleri gerekebilirdi. Küçük rötuşlar gerekebilirdi. Yoksa biz 1 Mayıs'ın farklı bir biçimde, daha
geri bir düzeyde geçmesi koşullarında bile bu taktikten vazgeçmeyecektik. Çünkü, bu taktiği doğuran
nedenler, 1 Mayıs'tan bağımsız olarak, 1 Mayıs'a giden süreçte zaten belirli bir olgunluk düzeyine
gelmiş olan nedenlerdir. Ama 1 Mayıs bize şu imkanı verdi: Görkemli kitleselliği, sermayenin liberal
uşaklarının bile dudaklarını uçuklatan militanlığı, –İstanbul çok öne çıktı belki ama gözden
kaçırmamamız gereken bir yanı daha var– Türkiye çapında kutlanışındaki yaygınlığı, İstanbul
ölçeğinde olmasa bile bir İzmir, bir Mersin, hatta bir Adana'da 1 Mayıs'ta kendi çapında sergilenen
militan tutumlar itibariyle baktığımızda bu 1 Mayıs, bu taktiğin isabetliliğini, bunun bir parçası olarak
1 Mayıs'a ilişkin öngörülerin isabetliliğini gösterdi; bu tahlil ve öngörülerin test edilmesi ve kanıtı
oldu. Hem de onun önümüzdeki süreçte kitlelere taşınması açısından bize çok güçlü bir dayanak
noktası, çok güçlü bir sıçrama noktası sundu. O anlamda, bu 1 Mayıs bir dönüm noktasıdır. Bu
kafamızda çok net olmalı.

1 Mayıs neyin dönüm noktasıdır


1 Mayıs neyin dönüm noktasıdır? İşçi hareketinin, ama sadece işçi hareketinin de değil, işçi
sınıfı ve emekçi kitle hareketinin gelişimi, seyri açısından bir dönüm noktasıdır. Şimdi çok sık bir
biçimde 1 Mayıs ile Gazi karşılaştırmalarına, bu ikisinin birbirleriyle kıyaslanmasına tanık oluyoruz.
Bir kere baştan söyleyelim, bu tür karşılaştırmalar yanlıştır. Hangisi daha iyiydi, hangisi daha
devrimciydi, hangisi daha dönüm noktası özelliğine sahipti gibi "ya biri ya öteki" mantığıyla yürütülen
karşılaştırmalar yanlıştır. Herbirinin özelliği, koşulları, öne çıkan yönleri farklıdır. Ama sonuçta ikisi
de birer dönüm noktası özelliğine sahiptir. Gazi Direnişi, antifaşist halk hareketinin, militan kitle
mücadelesinin gelişimi açısından bu yönüyle öne çıkan bir dönüm noktasıdır. Özellikle yoksul
gecekondu semtlerinde birikmiş, daha fazla yoğunlaşmış olan antifaşist dinamiği açığa çıkarmış,
ivmelendirmiş, ona bir hız kazandırmıştır. Bu bakımdan o halk hareketi açısından bir dönüm
noktasıdır.
1 Mayıs '96 ise, kitleseli iği ve militanlığı ile sınıf ve emekçi kitle hareketi açısından bir
sıçrama noktası, onun militanlaşması ve daha ileri noktalara gitmesi açısından bir dönüm noktası
özelliğine sahiptir. Bunlar bir zincirin halkalarıdır. Bundan sonraki süreçte de bunlara bu tür irili ufaklı
dönüm noktaları eklenecektir. Bunlar bir bütün olarak Türkiye'de devrimle karşıdevrim arasındaki
dengelerin kuruluşunda devrim lehine daha ileri sıçramaların gerçekleştirildiği bir dönüm noktaları
silsilesini oluşturmaktadır. O yüzden bunları karşı karşıya koyarak tokuşturmak çok yanlış bir
yaklaşım olur.
1 Mayıs'ın özgün, dönüm noktası olması itibariyle de özgün noktası şudur: İşçi ve emekçi kitle
muhalefetinin birleşik eyleminin gerçekleşmesi, o zorunluluğun kavranışının ötesinde pratik olarak da
hayata geçmesinin mümkün olacağı fikrinin, yani GGGD fikrinin daha derinlemesine kavranışı için
bize çok güçlü bir dayanak noktası sunmuştur. Bundan dolayı bir dönüm noktasıdır. Bu yönü öne
çıkan bir dönüm noktasıdır. O zaman 1 Mayıs'tan proleter devrimci bir perspektifle çıkaracağımız
ders, 1 Mayıs akşamından itibaren bizim dikkatlerimizin toplanması, yoğunlaşması gereken yerin
fabrikalar ve sanayi bölgeleri olması gerektiğidir; semtler ve diğer alanlar değil! Zaten GGGD
taktiğinin örgütümüzün süreç içindeki konumlanışı açısından bir hedefi vardır: Örgütün yönünün,
dikkatinin ve enerjisinin güçlü bir biçimde yeniden sınıf hareketinde ve emekçi kitle hareketinin
üzerinde toplanmasını sağlamak.

15
Bu konuyu kapatmadan önce bir noktayı biraz daha açalım ve netleştirelim. "1 Mayıs bir
dönüm noktasıdır" diyoruz. Sadece emek cephesi açısından değil, emek cephesinin karşıdevrim
cephesiyle, sermaye cephesiyle ilişkileri açısından da bir dönüm noktasıdır. 1 Mayıs'ın arkasından
gelişen tartışmaları, karşılıklı tehditleri, şantajları, ona pabuç bırakanlar ile bırakmayanları
değerlendirirken şunu, derinlerde yatan şunu görmeliyiz: Bundan sonra herkes politikasını ve taktiğini
belirlerken, özellikle önümüzdeki yakın dönemde, 1 Mayıs'ı mutlaka hesaba katmak zorundadır. Bir
başka ifadeyle, çıkış noktası olarak 1 Mayıs'ın gösterdiklerini ve onun derslerini almayan, onu
içermeyen, hesaba katmayan ne devrimci bir taktik olabilir, ne de karşıdevrim böyle bir taktik
izleyecektir. Sermaye cephesi, 1 Mayıs'ın anlamını, kendi açısından onun derinliklerinde yatan
tehlikeleri –şu ana kadarki görüntü itibariyle– devrimci cephedeki güçlerden daha derinlemesine
kavramış görünüyor. Korkuları da bundandır zaten.
"Bundan sonraki taktiklerini ve politikalarını 1 Mayıs'ın üzerine kurmayan, tamamen onun
üzerine değil, onun gösterdikleri, onda biriken, onda kesişen, onda açığa çıkan ama öncesinden
başlayarak olgunlaşan dinamikler ve potansiyeller üzerine kurmayan bir devrimci taktik olmaz" dedik.
"Karşıdevrim de adımlarını buna göre atacaktır" dedik. Dolayısıyla 1 Mayıs'ın derslerini devrim
cephesinden olduğu kadar karşıdevrimin atacağı adımlar yönüyle de değerlendirmeliyiz. Onun gerek
terörü yoğunlaştırma, gerekse sınıf ve kitlelerle bizim bağlarımızı kesme açısından geliştirebileceği
"reformcu" diyebileceğimiz taktiklere, demagojilere karşı da uyanık olmalıyız.
Gerek 1 Mayıs'a hazırlık taktiğinde, gerek 1 Mayıs günü eylem alanında konumlanmış ve orada
oynanan rol ve misyon itibarıyla, gerekse de 1 Mayıs'ın arkasından onun değerlendirilmesi sırasında
devrim cephesi açısından devrimci öncü taktik tutumla kuyrukçu reformist taktik tutum arasındaki
farkların bir kez daha netleştiği bir dönüm noktası olma özelliğine de sahiptir 1 Mayıs. Şimdi küçük
burjuva devrimci örgütlerin cereyana göğüs geremeyerek nasıl yalpaladıklarını görüyoruz. 1 Mayıs ve
sonrasında asıl şapa oturanlar liberal oportünistler oldular. "Sosyalist", "devrimci" karakterini
yitirmemiş pozları takınmaya çalışan liberal oportünizm, turnusol kâğıdındaki iyodun açığa çıkışı gibi
rengini ele verdi. Doğu Perinçek ile, İstanbul valisiyle, sendika ağalarıyla tak diye birleştiler.

Öncü taktik-kuyrukçu taktik farkının kendini sık sık göstereceği bir döneme
girdik
Bu yönüyle öyle bir sürece girdik ki, devrimci öncü taktikle reformist kuyrukçu taktik ayrışması
bu süreçte bir kez daha netleşecektir. Ve burada şunu söyleyebiliriz: Biz, 1 Mayıs öncesinde alınan bir
kararla, 1 Mayıs'ın hemen ertesinde GGGD taktiğini gündeme getirmekle bugün Türkiye devrimci
hareketi içerisinde bir kez daha öncü bir konuma çıkıyoruz. Şu ana kadar çıkan bütün yayınlara
bakıyorsun, böylesi bir yönelimin izi bile yok. Yine öncü bir rol oynuyoruz. Ama o öncü rolün hakkını
pratikte vermek gerekiyor, yani onun yüklediği sorumluluk artıyor; bunu da görelim. Atılım'ın son
sayısında 1 Mayıs sonrası taktik adına söylediği şeyler, "Semtlerde gözaltıları protesto toplantıları
yapalım, gözaltına alınanları sahiplenelim, şehitlerin şehit düştüğü yere gidip çiçek bırakalım,
fabrikaları gezelim, grevleri ziyaret edelim". Hayırsever cemiyetlerin Kurban veya Ramazan
bayramlarındaki faaliyet programı gibi bir programla çıkıyorlar. DHKP-C'ye bakıyorsun yok herhangi
bir yönelim. 1 Mayıs'ta yaya kalmış olmanın sıkıntısını çekiyor ve hâlâ bunu kendi tabanına dahi nasıl
izah edebileceğinin arayışı içerisinde. Liberal cepheden zaten böylesi bir beklenti içerisinde değildik.
Şimdi bu ayrışma, sadece 1 Mayıs'ın değerlendirilmesinde ortaya çıkmış, bununla sınırlı bir ayrışma
değil yoldaşlar.
Tekrar geriye doğru bakalım; 1 Mayıs'ın hazırlık sürecinde de kendini ortaya koyan, 1 Mayıs
alanındaki pratik tutumlar ve oynanan rolle de somut olarak açığa çıkan bir ayrışmadır. Öncü taktik
tutumla kuyrukçu taktik tutum, kendini rüzgarın akışına bırakmış taktik tutum. Biz, 1 Mayıs hazırlığı
sırasında bile bu yönelimimizin bir ifadesi, dönem tahlilimizin bir ifadesi olarak taktiğimizi şunun
üzerine kurduk: Kitlelerin olduğu yerde olmalıyız; dar grup eylemleri tarzını bir kenara bırakıp geniş
kitlenin, sınıfın ve emekçilerin toplanacağı yerde olmalıyız. Olmalıyız, çünkü bu içinde
bulunduğumuz süreçte o kitle hareketinin içinde güçlü bir biçimde konumlanabilirsek, o eylemin
bütününe devrimci bir damga vurmak, sloganlarıyla, militanlığıyla, kitlenin önüne koyacağı
hedeflerle, gelişmelere bağlı olarak eyleme kazandıracağı yön itibariyle sendika ağalarının ya da
liberal oportünistlerin bütün gövde gösterisi planlarını altüst edebiliriz. Devrimci inisiyatifin eyleme
damgasını vurduğu bir 1 Mayıs olacaktır bu 1 Mayıs. Bu 1 Mayıs'ı mümkün olduğu kadar işçi-emekçi
bileşimi yüksek bir 1 Mayıs haline getirmeliyiz. 1 Mayıs'a hazırlık sürecimizin üç ana ekseni, demin

16
sözünü ettiğim dönem tahlilinin üzerine oturmuş olarak buydu. Hedefi ise şuydu: Hareketi, yani 1
Mayıs gösterilerini bayram veya karnaval havasından çıkarmak. Özellikle bir gövde gösterisine
hazırlanan liberal oportünistlerin, ÖDP ve EP'nin Ankara'da yapmayı başardıkları tarzda bir gövde
gösterisi zemini olmaktan çıkarıp kitle militanlığının konuşturulduğu ve sermayenin savaş hükümetine
de, "Üstümüze gelirsen, karşında bak neleri bulacaksın" mesajının verildiği bir 1 Mayıs'a çevirmek
hedefiyle yöneldik.
Bundan dolayı mesela biz, 1 Mayıs'a hazırlık sürecinde, aynı zamanda GGGD taktiğinin
uygulanması sırasında daha da yetkinleştirme ve kurumsallaştırma hedefini güttüğümüz, sınıfa ve
sanayi bölgelerine yönelik "Gezici Ajitasyon ve Propaganda Grupları" uygulamasını gündeme
getirdik. Gelen ilk bilgiler ışığında baktığımızda, bunların tam da beklendiği gibi hepsi çalışmamış;
bazıları hiç çalışmamış. Geleneksel Türk tarzıyla bazıları ilk günlerin hızıyla şöyle bir dalmış, esmiş,
ama bir süre sonra istediğimiz temponun altına düşmüş. Ama içlerinden bazıları tam da istenen
tempoyu, düzeyi, yönelimi hayata geçirme yönünde ileri adımlar atmış. Bu olacaktı zaten. Nedir bu
"Gezici Ajitasyon ve Propaganda Grupları"? Bunun altında yatan düşünce şudur: 1 Mayıs
hazırlığında biz sadece nicel kalabalık yığmayı esas almadık. Nicelik de bizim için önemliydi ama
aynı zamanda onun işçi-emekçi karakterli bir bileşimde olması hedefini güdüyorduk. Bundan dolayı
da özellikle gençlik ve kendi alanlarını ihmal etmemek koşuluyla semtlerden artırabileceğimiz
güçlerden özel olarak kurulmuş birimlerdir bunlar. Konulan hedefler de şunlardı: Örgütün fabrika ve
sınıf çalışmasının pek olmadığı, bugüne kadar henüz bir giriş yapamadığımız ama büyük işçi ve
emekçi potansiyeli taşıyan sanayi bölgelerinde sürekli ve sistemli bir biçimde bir 1 Mayıs hazırlık
faaliyetinin örgütlenmesi ve yürütülmesi. Aynı zamanda bu daha sonra gündeme gelecek olan
GGGD'nin örgütlenmesinde de en büyük handikabımızı oluşturan sınıfla doğrudan bağlarımızın
yetersizliğini dıştan sistemli bir müdahaleyle aşmanın yöntemlerinden biri olarak düşünülen bir şeydir
ve onun pratiği yaratılmaya çalışıldı.
Şimdi önümüzdeki süreçte GGGD örgütlenmeye çalışılırken, bu 1 Mayıs'a dönük olarak
kurulan "Gezici Propaganda ve Ajitasyon Grupları"nın faaliyetlerinin sonuçlarından çıkardığımız
derslerle daha yeni şeyler getireceğiz. 1 Mayıs'ta niceliği değil, nicelikle beraber niteliği de gözeten,
işçi-emekçi karekterli bir niteliği gözeten tavrımızdan dolayı, demin yoldaşlar bilgileri verirken
söylediler. Örneğin .... bölgesinde sadece arabaları doldurmayı hedeflemedik. Öyle olsaydı belki daha
fazla sayıda insan getirebilirdik. Sonuçta 250 kişi getirebildik. Oradaki güçlerimizi semtin kolayca
sonuca gidilebilecek alanlarına değil, sınıfa yönelttik. Böylelikle 1 Mayıs hazırlıklarını o semtteki
güçlerimizin dikkatlerini sınıfa yöneltmek konusunda bir iç eğitim, pratik yoluyla kendi güçlerimizin
ve taraftarlarımızın eğitim aracı haline getirdik. Onları o bölgenin çevresinde bulunan sanayi
bölgelerine yönlendirdik. Oradan sonuç çıkarmaya çalıştık. Öyle tahmin ediyorum ki, o 250 kişinin
içinde o yeni yöneldikleri yerlerden yine de öyle çok fazla insan yoktu. Ama onların içinde 50 tane
bile varsa, bu büyük bir başarı sayılmalıdır. Çünkü önemli olan yönelimin kendisidir. Onun şimdiden
oralara bıraktığı yumurtalardır. İşte GGGD taktiğini hayata geçirilmesi ve örgütlenmesi sırasında biz o
altyapılara dayanarak daha ileri adımlar atmaya yöneleceğiz.
1 Mayıs'taki alan taktiğini de bu eksenin tamamlayıcı bir parçası olarak eylemi militanlaştırma
üzerine kurduk. Burada vermek istediğimiz mesaj ikiliydi: Sermayenin hükümetine karşı, "Üstümüze
gelirsen göreceğin var" mesajı vardı. Ama asıl işçi ve emekçi sınıf güçlerine şu mesaj vermek istedik:
"Biz kitle militanlığını kuşandığımız takdirde, devletin otoritesini de, şuyunu da buyunu da işlemez
hale getirebiliriz. Yeter ki biz proletaryanın diliyle konuşmayı bilelim"; onu da gerçekleştirdik.
İşte diğer devrimci grupların yaya kalışı, bizim orada öne fırlayışımızın tesadüf olmayışı
bundandır. Başlangıç aşamasından bitişine kadar 1 Mayıs'a özel rengini veren gelişmeleri şöyle bir
gözümüzün önüne getirelim: Nizam-ı Alem Ocakları'nın ve MHP'nin dağıtılması, polisin silahının
alınarak gereken dersin verilmesi, kürsünün işgal edilmesi, dağılma sırasında yaşanan çatışmalar. Eğer
bizim örgüt güçlerimiz 1 Mayıs '96'ya rengini veren bütün bu kritik ve özel noktaların hepsinde en ileri
düzeyde konumlanmışlarsa, yani birinde olup birinde olmamak değil, hepsinde birden olmuş,
bazılarını tek başına gerçekleştirmişlerse, bu sonuç işte bu yönelimin ifadesidir.

1 Mayıs pratiğinden kendi adımıza hangi dersi çıkarmalıyız?


GGGD taktiğini sınıf ve kitle hareketinde dipten bir dalganın geldiği temel tespiti üzerine
kurduk. 1 Mayıs'ı bu yönde bir sıçramanın basamağı haline getirmeyi hedefledik, bunu başardık.
Şimdi, şunu gözardı etmemeliyiz: GGGD'in örgütlenmesinde, onun omurgasını sınıf hareketi

17
oluşturacaktır; sınıf oluşturmak zorundadır. GGGD'in sınıf karakterinin, emekçi karakterinin net
olabilmesi için öncelikle işçi sınıfının kendi güçlerinin birliğinin sağlanması hedeflenmelidir. Yanı
sıra, işçilerle emekçi memurların birliğinin sağlanması özel bir hedef olarak güdülmelidir. İşçi, memur
ve diğer emekçi sınıf ve tabakaların birliği yine bunların tamamlayıcı bir parçası olarak
düşünülmelidir.
GGGD taktiğini uygularken, "gerçekçilik" adına sınıf içerisindeki güçlerimizin yetersizliği ön
plana çıkarılarak, "Biz bunu başaramayız" duygusuyla ya da "Gideceğimiz yerler sınırlıdır"
duygusuyla hareket eden bir yaklaşım, esasında bir bütün olarak bu sürecin anlamını, özel olarak da
GGGD taktiğinin amacını ve ruhunu henüz tam olarak kavrayamamış demektir. Böyle düşünenler
zaten daha en başta taktik sorununda öncü tutumla, kuyrukçu tutum arasındaki özsel farkı
kavrayamamış demektir. İkinci olarak bu dönemin özelliklerini kavrayamamış demektir. Taktik
belirlerken ya da belirlenen bir taktiğin uygulanması sırasında nesnel koşullardaki olgunlaşmayı
bir kenara bırakarak, sürecin emrettiği birleşik mücadelenin örgütlenmesi hedefini bir kenara
bırakarak kendi durumunu ve güçlerini çıkış noktası haline getiren, kendi güçlerinden hareketle
taktik oluşturmaya kalkan her tutum ve yaklaşım, öncü değil kuyrukçu bir tutum ve yaklaşım
olur. Bu pratik de bizi sınırlar, darlaştırır. Bundan uzak durmalıyız. Her zaman gerçekçi olmalıyız ama
oportünist gerçekçilikle de hareket etmemeliyiz.
Aslında 1 Mayıs'ın bu konuda da bize verdiği bir ders var: İçinde bulunduğumuz nesnel
koşullarda sınırlı örgüt güçleriyle bile nasıl geniş güçlere kumanda edilebileceğinin somut bir örneğini
yaşadık. Eğer biz 1 Mayıs'tan kendimize dönük bir ders çıkaracaksak, ki çıkarmalıyız, en temel ders
bu olmalı. İşte taş çatlasa 3 bin kişisin. Ama 100 bin kişilik bir mitinge damganı vuruyorsun ve herkes
sonuç olarak seni tartışıyor, senin uygulamalarını tartışıyor. Burada sadece gururlanmakla, sadece
övünmekle yetinemeyiz. Onun bir de mantıki dersini özümlemeliyiz. Bu tam da öteden beri sözünü
ettiğimiz dar örgüt tarzından geniş kitlelere kumanda edebilen örgüt tarzına sıçrama
perspektifinin somut bir uygulanışıdır. Bu örnekten çıkarılması gereken ders, bu nesnel koşullarda,
"Ben neyi ne kadar yapabilirim" şeklinde baştan titrek, baştan mütereddit, iddiası daha baştan büyük
ölçüde sakatlanmış adımlarla yetinilemeyeceğidir. Büyük iddialarla ortaya çıkmaktan korkmamalıyız.
Bizim öncü bilincine, iktidar bilincine sahip olarak hareket etme dediğimiz yönelimin nasıl
gerçekleşebileceğinin göstergesi olarak değerlendirilmelidir 1 Mayıs. Burada Lenin'in şu sözü
kulaklara küpe edilmelidir. "Sol Komünizm"de Lenin, Batı Avrupa'nın sosyalist ve komünist güçleri
için der ki:

"Bunlar Rus Bolşevikleri'nin başarısını överler. Rusya'da proleter devrimin göz


kamaştırıcılığı üzerine büyük övgüler düzerler ama bizim onlara bir tavsiyemiz var. Bu tür
böbürlenmeleri, bu tür övgüleri bir tarafa bırakıp Bolşevik Devrimi'nin hangi dersleri içerdiğini
daha derinlemesine kavramaya yönelirlerse, Ekim Devrimi'ni esas o zaman yüceltmiş olurlar".

Şimdi bu sözü biz kendi 1 Mayıs pratiğimize uygulamalıyız. 1 Mayıs'ta oynadığımız devrimci
öncü rolden gurur duymalıyız; onunla övünmeliyiz. Ama sırf bununla kalmayıp, o bize hangi dersi
çıkarmamızı emrediyor, onu da derinlemesine kavramalıyız. O da şudur: Bugün artık bu örgüt, sınırlı
güçlerle bile, geniş kitlelere militan bir eylemlilik düzeyinde kumanda edebilir, yönetebilir, ön açıcı bir
rol oynayabilir. Bu anlamda 1 Mayıs sonrası süreç, düşünce tarzımız açısından da, kendimizi
konumlandırış tarzımız açısından da bir dönüm noktası olmak zorundadır. Büyük düşünme, iddialı
hedefler koyma, ama sadece bununla kalmayarak pratikte de bunların hakkını verme, gereğini yerine
getirme anlayışını ve alışkanlığını edinmeliyiz.

GGGD salt bir propaganda sloganı değildir


Şimdi biz Genel Grev Genel Direniş taktiğiyle her şeyden önce sınıf ve kitle hareketinin önüne
politik bir hedef koyuyoruz. Bugüne kadarki gelişme süreci içerisinde aynı tarihsel kesitte harekete
geçtikleri halde birbirinden kopuk olarak ayrı ayrı kanallardan akmaya devam eden tüm toplumsal
dinamikleri, emek cephesinin güçlerini tek bir hedef etrafında, tek bir odak üzerinde toplamayı
amaçlayan bir biçimi, bir politik perspektifi getiriyoruz. Ancak GGGD sloganını hareketin önüne
sadece politik bir perspektif koymaktan ibaret bir adım olarak görecek olursak, bu bizi çalışmaları
yürütüşümüz sırasında darlaşmaya ve amaçtan uzaklaşmaya götürür. Evet öncelikle bir hedef
koyuyoruz ama bu, soyut, belirsiz bir geleceğe ait, daha çok olması gerekene işaret etme anlamında bir

18
hedef koyma değildir. Başka bir ifadeyle salt propagandif bir hedef koymuyoruz. Bu taktiğin
doğumuna neden olan nesnel dinamiklerin tahlilinden çıkarak, bugünkü koşullarda pratik olarak da
gerçekleşmesi mümkün bir hedef koyuyoruz. Bu elbetteki hemen bugünden yarına gerçekleşebilir bir
hedef anlamına gelmiyor. Böyle bir algılayış ve yaklaşım bu kez, işçi sınıfı hareketinin yanısıra diğer
toplumsal muhalefet dinamiklerinin eylemindeki zaaf ve zayıflıkları gözden kaçıran aşırı bir "devrimci
iyimserlik" olur. Bu anlamda GGGD sloganı, bugün halen asıl olarak bir ajitasyon sloganıdır. Fakat bu
öyle bir ajitasyon sloganıdır ki, hemen hatta belki çok kısa bir süre içinde olmasa bile eyleme dönüşme
şansı yüksek, bu yönde zorlanması gereken bir ajitasyon sloganı durumundadır. Başka bir anlatımla
nesnel koşulları henüz tam anlamıyla olgunlaşmış, bir eylem sloganı haline gelmiş olmamakla birlikte
buna daha yakın, bunun unsurlarını ve potansiyellerini görece bağrında daha fazla taşıyan bir ajitasyon
sloganı durumundadır. Onun bu özgünlüğünü kavramadığımız sürece biz bugün bu taktiğin hakkını
tam olarak veremeyiz. Yani GGGD taktiğini, gerek sınıf içindeki güçlerimizin zayıflığına gerekse
sınıf ve emekçi kitle hareketinin zaaflarına bakarak bugün için sadece bir dilek, bir temenni olması,
gerekli olana işaret eden bir politik propaganda sloganı olarak görmeye başladığımız andan itibaren
biz bu çalışmayı kaçınılmaz bir biçimde sadece bir propaganda-ajitasyon çalışması olarak yürütme
darlığına düşeriz. Onu birazdan değineceğimiz biçimlerde adım adım örgütleme iddiası ve
perspektifinden uzaklaşırız.
Mevcut güçlerimizle bunu ne kadar başarıp başaramayacağımızın tartışması taktiğin
belirlenmesi sırasında elbetteki gözardı edilmemesi gereken bir noktadır. Ama hepimizin bildiği gibi,
öncü taktik anlayışıyla kendiliğinden gelişmenin kuyruğuna takılan taktik anlayışı arasındaki özsel bir
fark vardır. O da şudur: Öncü yaklaşım, taktiği belirlerken, kendi güçlerinin durumunu esas
almaz. Çıkış noktası olarak bunu almaz. Kendi güçlerinin durumunu hesaba katar; ama onun
asıl çıkış noktası belirli bir tarihsel evrenin somut koşullarından hareketle sınıf hareketini,
emekçi kitle hareketini devrim yolunda mümkün olan en hızlı, en kestirme yoldan, en ileri
hedeflere doğru yöneltmek için ne yapılması gerektiğinin tespitidir. Kendi güçlerini bunu hangi
ölçüde, nasıl ve ne şekilde uygulayabileceğinin belirlenmesi sırasında bundan sonra hesaba
katmaya başlar. O yüzden GGGD taktiği ve sloganı sadece bir politik perspektif sunma, uzak bir
hedefin ya da bir özlemin dile getirilişi olarak değil, aynı zamanda bugün pratik olarak gerçekleşmesi
mümkün bir ajitasyon sloganı olarak düşünmek, ele almak ve çalışmalarımızı da buna göre yürütmek
zorundayız.

Bugünün farkı
Şimdi bununla bağlantılı bir başka sorun var yoldaşlar. Hatırlayacaksınız, GGGD sloganı,
örgütümüz tarafından da 12 Eylül sonrası süreçte propaganda sloganı olarak çok kullanıldı. Aynı
zamanda bir ajitasyon sloganı olarak kullanıldığı dönemler de oldu. '90-'91 dönemi bu dönemlerden
biriydi. Yine emekçi memur hareketindeki 20 Aralık'ı izleyen süreçte, o dönem işçi hareketindeki
gelişmeleri de hesaba katarak, '95'in ilk yarısında da biz bir GGGD ajitasyonu yürüttük. Bu yanıyla
baktığımızda bugün GGGD taktiği ve ajitasyonunu bu öncekilerle aynılaştırmak, onlarla paralellik
kurarak düşünmek bizi sürecin gerisinde kalmaya götürür. Süreçteki farklılaşmayı derinlemesine
kavramak zorundayız. Nedir bu farklılaşma?
O zamanki GGGD ajitasyonundan farklı olarak bugün iki asli farktan sözedebiliriz. Bunlardan
birisi şudur: Bu taktiğin sınıf ve emekçi kesimler tarafından benimsenmesindeki derinleşme ve
kitlesellik; ikincisi ise, bu taktiği, bu eylem biçimini, bu hedefi ortaya attığımız bugünkü tarihsel
koşullarda harekete geçen, bu hedef üzerinde birleştirilebilecek toplumsal dinamiklerin zenginliği,
çeşitliliği.
'90-'91 döneminden ya da '95 yılının ilk yarısından farklı olarak GGGD taktiği ve sloganının
kitleler tarafından benimsenmesinde bir derinleşmeden söz ediyoruz. Aynı zamanda bir
yaygınlaşmadan da söz ediyoruz. Yalnız bunlar göreli bir derinleşme ve yaygınlaşmadır. Ve şu anlama
geliyor: "GGGD", "İşçiler Elete Genel Greve!", "İşçi-Memur Elele Genel Greve!" sloganı, aslında
'89 Bahar Atılımı'ndan bu yana kitleler tarafından da grevlerde, direnişlerde, gösterilerde, mitinglerde
kullanılagelen bir slogan olmuştur. Zaten kitlelerin bağrında bu yönde bir eğilimin, isteğin, yönelimin
ipuçları, nüveleri kendini ortaya koyduğu andan itibaren de devrimci güçler tarafından, o sözünü
ettiğimiz dönemlerin diğer özellikleriyle birlikte bu bir taktik slogan düzeyine yükseltilmiştir. Ancak o
günden bugüne kadar geçen süreçte şu vardır: Bu slogan, artık kitlelerin göreli olarak daha geniş
kesimleri tarafından da sahiplenilmektedir. O zamanlar kitlelerin daha çok öncü kesimleri tarafından

19
daha çok bir arzunun ifadesi olarak atılan bu slogan bugün ortalama kesimler tarafından da paylaşılan
bir arzunun ifadesi haline gelmiştir. Ancak bu, henüz bu arzunun çok geniş, yığınsal bir karakter
kazandığı anlamına gelmediği gibi, öncüler içinde bile içgüdüsel bilince dayalı olacak. Yani içgüdüsel
bir tepki ve bilince dayalı bir istek olmaktan çıkıp tutkulu bir benimseme, kararlı bir sahiplenme halini
almış değildir. Zaten bugün yürütülecek güçlü bir GGGD ajitasyonu bu bilinci geliştirme,
derinleştirme ve yaygınlaştırmayı hedeflemektedir. Fakat GGGD isteğinin geçmiş yıllara kıyasla
bugün göreli olarak daha yaygın ve daha güçlü bir istek haline geldiği de bir olgudur. Göreli olarak bu
daha ileri bir benimsemeyi doğuran bir dizi etken sözkonusudur. Bunlardan bir tanesi ve en önemlisi
şu: Nesnel koşullardaki olgunlaşma, krizin derinleşmesi, toplumsal çelişkilerin '90-'91 hatta '95
yılından bile daha ileri düzeyde keskinleşmiş ve derinleşmiş olması, bunun işçi ve emekçi kitlelerde
yarattığı tepki birikiminin yoğunluğundaki farklılık. Ayrıca önümüzdeki süreç itibariyle yine bir nesnel
faktör, bu yöndeki farklılığı derinleştirecek bir nesnel faktör daha vardır. O da, yeni kurulan ve
sermayenin "savaş hükümeti" olarak adlandırdığımız ANAYOL koalisyonunun, tekelci burjuvazinin
istekleri ve yakınlaşmış ihtiyaçları doğrultusunda peşpeşe uygulamaya sokacağı ekonomik ve siyasi
saldırı ve terör önlemlerinin, zaten bu birikmiş ve artmış olan toplumsal muhalefet eğilimlerini
körükleyici, tepkileri kamçılayıcı rolü olacağıdır. Bu yönüyle GGGD sloganı, daha öncekilerden farklı
olarak güncel durumda, kitleler içinde artık sadece onların öncüleriyle de sınırlı kalmayan, giderek
ortalama hatta geri kesimlere doğru yayılan bir isteğin ifadesi halini almıştır. Böylece GGGD'in bir
eylem sloganı olarak benimsenme olasılığı biraz daha kuvvetlenmiştir.
Burada sorunun teorik temelleri açısından kavrayışımızı derinleştirmek istiyorsak, Leninist
taktik anlayışında propaganda sloganı, ajitasyon sloganı, eylem sloganı, direktif arasındaki ilişkiler
konusunu incelemeliyiz. Bir sloganın hangi etkenlere bağlı olarak propaganda sloganı olduğu, hangi
etkenler devreye girdiğinde onun artık ajitasyon sloganı haline geleceği, daha sonra eylem sloganı ve
direktife dönüşebileceği konusunda özellikle Stalin'in "Strateji ve Taktik" kitabındaki yaklaşımları
incelersek, bu konudaki kavrayışımızda belli bir derinleşme sağlarız. Özü şudur: Belirli bir slogan,
uzun bir tarihsel süreç boyunca devrimci hareket tarafından kullanılır. Konuyu yaymamak için
örneğini konumuzdan vereceğiz. GGGD sloganı başlangıçta kitle hareketine bir yön gösterme,
gerçekleştirilmesi gereken bir hedefe işaret etme anlamında bir propaganda sloganıdır. O aşamada o
henüz, sınıfın ve kitlelerin az sayıdaki öncüleri tarafından az çok benimsenebilir bir kıvamdadır. Bir
slogan sınıfın ve kitlelerin henüz sınırlı sayıdaki öncüleri tarafından benimseniyorsa eğer, o slogan bir
propaganda sloganıdır. Eğer o hedef, o slogan, sınıfın öncülerinden başlayarak ortalama kesimlerine
doğru yayılmaya başladıysa, onlar tarafından da sahipleniliyorsa, daha önceki dönemde partinin ve
partinin etrafında mevzilenmiş olan dar bir öncü kesimin dışına taşıp kitlelere doğru yayılmaya
başlamışsa, o noktadan itibaren o slogan propaganda sloganı olmaktan çıkıp ajitasyon sloganı halini
alır. O, sınıfın ve emekçi kitlelerin en geri kesimlerine dahi yayılmış, artık onlar tarafından da
benimsenir olmuş, güçlü bir benimseme içinde olmasalar bile açık bir karşıtlık içinde olmayacakları,
grev kırıcı bir rol oynamayacakları, hatta o dalga kabaracak olursa iyi kötü arkasına takılıp kendi
tarzlarında peşinden sürüklenebilecekleri bir olgunluk düzeyine gelmişse, o koşullarda o sloganı artık
eylem sloganı olarak kullanmanın imkanları doğmuştur. Bunun koşulları olgunlaşmış demektir. Sınıfın
ve kitlelerin öncüleri tarafından olmazsa olmaz olarak görülen, mutlaka yapılması gereken tutkulu bir
istek halini almıştır. Ortalama kesimler aynı yönde güçlü bir istek duyuyorlar ve öncüyü izlemeye
hazırlardır. En geri kesimler bile, "Olursa iyi olur" diye düşünmeye başlamışlardır ve ona katılmaya
hazırlardır. İşte parti, o olgunluk koşullarında o sloganı artık bir direktif haline getirebilir. Sözünü
ettiğim kaynakta Stalin bunu, "Bütün İktidar Sovyetlere" sloganının Rus Devrimi'nin gelişme tarihi
boyunca kullanımı üzerinden açıklar. "Bütün İktidar Sovyetlere" sloganı, uzun yıllar kullanılmıştır.
İlk başlarda öncülere hitap eden bir slogandır. Ondan sonra giderek kitlelere yayılmıştır ve artık
devrimin arifesinde; ayaklanma kararının alındığı noktada direktif halini almıştır.
Şimdi GGGD sloganının '89 sonrası süreçteki evrimi açısından baktığımızda, başlangıçta daha
çok kitlelerin öncülerinin gözünde bile bir dilek ve temenninin ifadesidir. Derin bir özlemin ifadesi
olmanın ötesine geçen güçlü ve kararlı bir sahiplenme yoktur. Bu anlamda bir propaganda sloganıdır.
Bugün artık bir perspektif sunmanın ötesinde kitlelerin daha geniş kesimleri tarafından da
benimsenebilir bir olgunluk düzeyine ulaşılmıştır. Bu noktada onu güçlü bir ajitasyon sloganı,
onunla birleşik bir tarzda aynı zamanda gerçekleşebilir bir eylem sloganı olarak
kullanabileceğimiz bir noktadayız. Demin bu taktiğin dayanaklarını, onun neyin üzerine, hangi
dinamiklerin ve gelişmelerin üzerine kurulduğunu özetlemeye çalıştığım tabloyu bir kez daha

20
gözünüzün önüne getirecek olursanız; biz diyoruz ki; "Bu slogan önümüzdeki süreçte artık sınıfın ve
emekçi kitlelerin geniş kesimleri tarafından da bir eylem sloganı olarak benimsenebilir ve hayata
geçirilebilir." Dolayısıyla örgüt, bunun gerçekleşebilmesi için bütün güçlerini cepheye sürmelidir. Bu
hedefe doğru yöneltmelidir. Bu anlamda biz taktiğimizi, GGGD ajitasyonunun yükseltilmesi ve
örgütün bütün güçlerinin bu hedefe yönlendirildiği bir örgütleme faaliyeti olarak formüle ediyoruz.
Biz eğer bunun bugünkü koşullarda gerçekleşebilir olacağını göremezsek, başta sözünü ettiğim
tehlikeye düşeriz. Eylemden koparılmış bir tarzda GGGD'in sadece sözünü eden, bu konuda en fazla
özel olarak bildiriler çıkaran, afişler çıkaran, yazılama yapan, yazılı ve sözlü propaganda ve
ajitasyonun değişik biçim ve araçlarını kullanan ama ondan öteye geçmede özel ve sistemli bir
yönelim içine girmeyen bir darlığın içine gireriz. Bu aslında mevcut taktiği, bugünkü nesnel
koşullarda uygulanabilir olan bir taktiği geri bir noktadan kavrayıştır; onu darlaştırmak anlamına gelir.
Bundan uzak durmalıyız. Dolayısıyla önümüzdeki süreçte GGGD yönündeki faaliyetlerimizin sadece
bir propaganda ve ajitasyon faaliyetiyle sınırlı kalmaması için elimizden geleni yapacağız.

Özel hedefimiz: Sınıf içindeki çalışmamızı yoğunlaştırmak


Ama bizim yönelimimiz bu olur, örgütün politikası bu olur, ısrarı bu yönde olur ve elimizden
gelen her şey yapılır da bizi aşan etkenler nedeniyle, en başta da sınıf ve kitle bağlarımızın yetersizliği
ve cılızlığı nedeniyle, bu arada önümüzdeki günlerde yaşanacak bizim irademizin dışındaki birtakım
gelişmeler nedeniyle bu taktik istediğimiz düzeyde hayata geçmeyebilir. Bu ayrı bir konudur. Yani
GGGD'nin pratik olarak hangi yoldan, nasıl bir sürecin sonucunda, ne kadar yaşama geçeceği, hatta
geçip geçemeyeceği konusunda hiç kimse bugünden kehanette bulunamaz. Ama bizim yapmamız
gereken şudur: Biz bunu bir propaganda-ajitasyon faaliyetinin ötesine taşırarak, taşıyarak somut olarak
GGGD'nin örgütlenmesine girişen, bu yönde eylemlilikler geliştirmeye çalışan bir mantıkla bu taktiği
ele alıp uygulamak zorundayız. Bu aynı zamanda bizi, bu taktiği ortaya atarken iç cephemiz açısından,
örgüt güçlerimiz açısından güttüğümüz özel bir hedefe götürecektir. Bu özel hedef, yüzümüzü daha
güçlü bir biçimde ve daha ısrarlı bir biçimde sınıfa çevirme hedefidir yoldaşlar.
Hepimizin bildiği gibi, biz proleter devrimci bir hareketiz. Herhangi bir devrimciliği değil,
proletarya devrimciliğini esas alan bir hareketiz. İşçi sınıfının öncü müfrezesi olma iddiası ve
misyonuyla ortaya çıkmış bir hareketiz. Bize komünist karakterini veren budur. Kaynağını buradan
alan bir çizgiye, programa, taktiklere ve politikalara sahip olmaktır. Ancak açık olan bir gerçek var.
Biz proletaryanın devrimci öncüsü olma iddiası ve misyonuna sahibiz, ama ne acı ki proletaryayla
bağlarımız çok cılız ve zayıf. Burada bizim iddiamız ve misyonumuzla çelişen bir gerçeklik
sözkonusu. Proletarya devrimciliği, işçi sınıfı içinde çalışmanın esas alınması bu örgütün kuruluşu,
kuruluşundan da önceki önceli itibariyle yani '69-'70'lerden beri ayırdedeci, karakteristik bir çizgisi ve
yönelimi olmuştur. Bunca zamana rağmen bu zayıflık, kuşkusuz çok ciddi bir sorundur bizim
açımızdan. Şapkayı önümüze her seferinde koyup düşünmemiz gereken, bizim hesabımıza sonuç
olarak kötü bir durumdur. Bu zayıflığın tabii bizim istek ve irademizin dışında nesnel nedenleri vardır.
Bunların incelenmesi ayrı bir tartışma konusu. Ancak biz bugünkü gerçekliğimiz açısından bakalım.
Bu politikanın, bu taktiğin özel bir hedefi vardır. Hareketinin güçlerinin, kadro ve taraftarlarının
yüzünü daha güçlü bir biçimde sınıfa çevirmek, orada bir sıçrama yaratmak.
Hepimizin bildiği gibi son dönemde biz, kadrolarımızın önemli bir kısmını antifaşist
mücadeledeki militan politika ve tavırlarımıza dayalı olarak semtlerden derliyoruz. Bütünüyle olmasa
bile ağırlıklı olarak "semt devrimciliği" temelinde gelişen bir kadrosal yapımız ve şekillenmemiz var.
Onlara örgütün çizgisinin kavratılması konusunda atılan adımlar var. Ancak bu yönde ne kadar çaba ve
faaliyet içerisinde olunursa olunsun, sınıf kökeni, yetiştiği ortam, semt devrimciliği temelinde
şekillenen devrimcileşme sürecinin özelliklerinden henüz bütünüyle arınmadan söz edemeyiz. Bunun
bir de Türkiye'nin nesnel sürecinde semtlerdeki antifaşist mücadele dinamiğinin kabarışıyla örtüştüğü
bir tarihsel kesitte, bu daha yavaş ve çetrefilli bir süreç halini almaktadır. Gazi Direnişi sonrası, biz
devrimci bir tutumla –yanlışlık yoktur orada– semtlerdeki antifaşist dinamiğin örgütlenmesine dönük
özel bir yönelim içine girdik. Ama her doğru yönelim, her devrimci yönelimde olduğu gibi bu,
olumlulukların yanı sıra bazı olumsuzlukları ve tehlikeleri de beraberinde getirdi. Atılması zorunlu
olan bu devrimci adım, bizim bazı öznel zayıflıklarımızla, yani kadrolarımızın şekillenişindeki,
düşünce tarzlarındaki, sınıfa yönetimlerindeki zayıflıklarla da birleşince, Gazi Direnişi'nden sonraki
süreçte, sınıf içerisindeki çalışmalarımızda olabilecek olandan biraz daha fazla zayıflamaya yol açtı.
Türkiye'de bir işçi ve emekçi kitle hareketi dalgasının gelişine, üretim alanlarından bir dalganın

21
gelişine tanıklık ediyor, bunu hissediyorsak, şimdi bu nesnel dinamiğin, bu dalganın da üzerine
binerek onu kadro ve taraftarlarımız için de sınıfa yönelim zayıflığını gidermenin, bizim için stratejik
ve temel nitelikte olan bu yönelimi güçlendirmenin de bir fırsatı haline getirmeliyiz. Bu, bu taktiğin
özel bir hedefidir. Örgüt güçlerimizin dikkatlerini, enerjisini, kadrolarımızın ve taraftarlarımızın
günlük pratik faaliyet içerisindeki ölçülerinden düşünce tarzlarına, hedeflerinden reflekslerine kadar
sınıfa dönük düşünce, davranış ve reflekslerin geliştirilmesi için bu süreci yeni bir sıçrama momenti
haline getirmeyi hedefliyoruz.
İşin başından itibaren bu kavrayışla hareket etmeliyiz. GGGD taktiğini nasıl uygulayacağımızı
daha tartışmaya başlarken bile bazılarımızın ilk telaffuz ettiği alan "semtler" oluyorsa, ciddi bir sorun
var demektir orada. Önce semtlerde ne yapabileceğimizi düşünerek fabrikalara doğru gidiyorsak orada
ciddi bir sorun var demektir. Bu pratik bir göstergedir. Bu örgütün bütün kadro ve taraftarları bu
süreçte öyle bir şekillenme içerisine girmeli, öyle bir düşünce alışkanlığı ve pratik deneyim kazanmalı,
orada öyle bir ısrar olmalı ki, herhangi bir gelişme olduğu zaman, ilk telaffuz edilen yer, fabrikalar ve
sanayi bölgeleri olmalı. Bu pratik bir göstergedir ama, anlamlı bir göstergedir. Belki sizlerin de
dikkatinizi çekmiştir. Yayınlarımızda bile son zamanlarda buna aykırı yaklaşım ve ruh halinin
yansımaları var. Sınıfa dönük birtakım taleplerle ilgili izlenmesi gereken politika ve taktiklerin
ifadelendirilmesi sırasında bile ilk sırada sayılan alanlar ve güçler, semtler ve semt halkı oluyor. İşte
bunu gidermeliyiz. Bu küçük ama, eğer biz onu bir an evvel ortadan kaldırmazsak, ileride büyük
tehlikelere yataklık edebilecek bu düşünce kaymalarını kolay kolay düzeltemeyiz. Öncelikle
yoğunlaşmış bir sınıf çalışması olarak ele alıp yürütmemiz gereken GGGD taktiğinin yaşama
geçirilmesi sırasında iç cephemiz açısından koyduğumuz hedef budur.
Bu hedef şurada somutlaşıyor: "Kurultay" faaliyetinin güçlü bir atılım yapması. Biliyorsunuz,
örgütün sınıf hareketiyle birleşmesinin ve kaynaşmasının içinde bulunduğumuz dönemde somut
stratejik ifadesi olarak, kapsamlı bir dönemsel ifadesi olarak, daha doğru bir ifadeyle stratejik
yönelimimizin dönemsel bir ifadesi olarak bir "kurultay" politikası ve taktiği ortaya koyduk. Hayat
onun ne kadar doğru ve isabetli bir yönelim olduğunu gösterdi. Ama pratiğe baktığımız zaman o
faaliyetle istediğimiz gelişmenin sağlanması şöyle dursun, tıkanma hatta yer yer gerilemeler söz
konusu. Uzunca bir süreden beri bunun acılarını da çekiyoruz. Şimdi işte GGGD'in örgütlenme süreci,
örgütün bütününde "Kurultay" faaliyetinde cisimleşen, somutlaşan sınıf yöneliminin güçlü bir sıçrama
yapmasının basamağı haline getirilmelidir, getirilecektir. Bu taktiğin iç cephedeki özel amaç ve
hedefinin somut ifadesi budur.
EKK 1 Mayıs'ta kürsü işgaliyle, 2 yıllık toplam faaliyetinin çok daha üstünde bir biçimde kendi
propagandasını yapmıştır. Kendini yüzbinlerin önünde ifade etmiş, ama o yüzbinlerin de üzerinde,
Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerinin önünde EKK diye bir faaliyetin ve politikanın olduğunu ortaya
koymuştur. 1 Mayıs'ın böyle de bir kazanımı vardır. EKK'yı bugüne kadar duymamış kulaklara
duyurmuş, gözlerdeki bir pası silmiştir. Burada bir sorumluluk çıkıyor şimdi karşımıza: 1 Mayıs'ın
arkasından gelen bu süreçte, "Nedir bu EKK?" sorusunun yanıtını biz sınıfa ve kitlelere
taşıyabildiğimiz ölçüde, EKK komitelerinin sayısını artırmanın, onların pratik eylem düzeyini
yükseltmenin, EKK politikalarını tam da istediğimiz tarzda hayata geçirebilmenin fırsatlarını
yakalayacağız. Dolayısıyla GGGD taktiği, aynı zamanda örgütün sınıfa yöneliminin, onun somut
dönemsel ifadesi olan EKK çalışmalarında bir sıçramanın basamağı olarak yürütülmesi gereken bir
faaliyettir. Şimdi sabahki konuşmalar sırasında, "Bu süreçte EKK'nın taktiği ne olacak" şeklinde bir
değinme oldu. Yanlış anlamalara meydan verilmemesi için bunun üzerinde durmak gerekiyor.

GGGD taktiği, bütün güderimizi bağlayan bir taktiktir


Genel Grev taktiğinin dışında özel bir EKK taktiği bu koşullarda gerekmiyor. GGGD taktiğinin
kendisi dönemsel bir politika ve taktikler demeti olan EKK'nın şu kesitteki somutlanmış özel bir
taktiği olarak algılanmalıdır. Ama şu bağlantı unutulmaksızın: EKK, bizim sınıfa yönelimimizin
dönemsel koşullardaki ifadesi olan somut bir örgüt politikasıdır. Onun özünde, sosyalist hareketle yani
komünist öncüyle sınıf hareketinin kaynaşmasını sağlamak, örgütümüzün sınıf içerisindeki gücünü ve
etkinliğini artırmak, bunu kalıcı örgütlü bağlar haline getirmek hedefi vardır. Bu stratejik hedefe
yönelik olarak dönemin koşullarını, sınıf hareketinin düzeyini, sınıfın ruh halini, bilinç düzeyini,
devrimci örgütlenmeye yakınlık uzaklık derecesini vb. hesaba katarak oluşturulmuş dönemsel, geniş
kapsamlı bir taktiktir. Bugün ileri sürdüğümüz GGGD taktiği, o dönemsel politikanın şu yaşadığımız
kesitte özelleştirilmiş bir ifadesi olarak görülmelidir. Dolayısıyla iki taktik yoktur. GGGD taktiğini

22
ileri sürdüğümüz zaman, örgütümüzün sınıf çalışmasında iki taktik olmayacaktır. Yani bir tarafta bir
GGGD taktiği, öbür tarafta ayrıca bir EKK taktiği olmayacaktır.
GGGD taktiği, EKK'nın şu kesitteki taktiği olacaktır. Ama bunu şöyle anlıyorsak, o ayrı tabii
ki: "Bu taktiğin uygulama planları ne olacaktır? Yani GGGD'in örgütlenmesinde örgütün uygulama
planı, hem genel ve merkezi, hem de tek tek bölgelere ve alanlara indirgenmiş somut taktikler
anlamında uygulama planları ne olmalıdır?" diyorsak o zaman ayrı. O zaten ayrı bir taktik değil,
taktiğin uygulama planıdır. Böyle bir planlama zaten her taktik için gereklidir. Örneğin örgütün
bütünsel ve tek bir 1 Mayıs taktiği vardır, ama bir de o taktiğin nasıl gerçekleşeceğine dair alanlara ve
bölgelere dönük somut uygulama planları yapılır. Hatta o planlar İstanbul için ayrıdır, Adana için
ayrıdır, İzmir için ayrıdır. İstanbul'un kendi içinde İkitelli için ayrıdır, Gebze bölgesi için ayrıdır,
başka bölgeler için ayrıdır. Nerden doğar bu ayrılıklar? Politika ve taktiğin yönelimi, hedefleri, amacı
ortaktır, merkezidir. Ancak oralardaki örgüt güçlerinin gelişme düzeyindeki farklılık, oralarda örgütün
kitle bağlarındaki güçlü ve zayıf yanlar, oralarda örgütün karşıdevrim cephesiyle ilişkisindeki dengeler
ve buna benzer etkenlere bağlı olarak örgüt güçlerinin bulunduğu farklı alanlarda ve farklı kesimler
içerisindeki uygulanış tarzı, uygulamasına dönük planlar kuşkusuz farklı olacaktır. Şimdi GGGD
taktiğinin uygulanması açısından da aynı şey geçerlidir. Ben konuşmamın sonuna doğru, yani bir-iki
başlık sonra buna daha somut olarak değineceğim. "Biz bunu nasıl örgütleyeceğiz?", "Örgütleyebilir
miyiz?"den sonra asıl sorunu oluşturan noktaya, yani "Nasıl örgütleyeceğiz?" sorununa, "Bu taktiğin
uygulanışı nasıl olacaktır?", "Neleri çıkış noktaları olarak alacağız?", "Nasıl bir yönelimle ele
alacağız?", "Hangi biçimler altında örgütleyeceğiz?" sorununa daha geniş olarak değinmek istiyorum.
Ama sen bu konuyla ilgili bir şey söyleyeceğim demiştin.
– GGGD sloganını sadece bir propaganda-ajitasyon sloganı olarak atmıyoruz. Şu konuşmalarda
zaten öyle çıkıyor. Eyleme daha yakın bir slogan olarak, onu örgütleme anlamında atıyorsak, GGGD
sadece işçi sınıfını kapsayan bir şey değil. Genel direniş anlamında, buna katılacak diğer sınıf ve
tabakaları ona katma gibi bir şey var. Ama bunun içerisinde işçi sınıfının özel bir yeri var. Bizim
açımızdan da, yani şu ana kadar konuşulanları tekrar etmemek için söylüyorum, işçi sınıfına özel bir
yönelim, bu yönelimin başında da EKK var. Şimdi EKK'nın taktiği derken, şimdi belki deminki
arkadaş uygulama planları olarak açıkladı, EKK bir süreç. Yani stratejik bir yönelim oluyorsa onun
kendi içinde özellikle şöyle bir önemi vardı, yani ben "taktik" diyorum, GGGD içinde ve onun
süresiyle ilgili, "Şu kadar sürer, bu kadar sürer" diye bir şey de söyleyemem, yani şimdi sürekli bir
GGGD taktiği olacak değil tabii. Ama onun içine yayılmış bir EKK planları olarak söylendi. Taktik
özel bir yönelim olarak.ve altı çizilerek konulmalı. Yani bu şuna dönüşebilir hatta bunu da söyledim
orada, daha önceki GGGD'ler gibi olmamalı, biz birkaç ay sonra şöyle bir genel değerlendirme
yaptığımızda şu kadar bildiri dağıttık, bu kadar yazılama yaptık, şu kadar afiş astık, işte kadrolarımız
şu kadar yöneldiler tarzında değil. Sınıf içerisinde mevzilerimizle, eylemlerimizle kendini gösteren bir
şey olmalı ve bunun taktikleri olmalı. Yani küçük küçük taktikleri onun içinde olmalı. O anlamda da
gerek küçük toplantılar, gerek il bazında toplantılar, gerek belli ... etrafında, Türkiye çapında da
olabilir, toplantılar örgütleyip ses getirecek eylemliliklerle birleştirilen bir taktikler ağı yani onunla
ilgili düşünebilir. Bir kampanya nasıl örgütlenmeli, GGGD kampanyası nasıl örgütlenmeli, o anlamda,
nasıl ele almalıyız? Genel olarak bugüne kadarki bütün süreçlerde bizim örgütümüzde taktiğin
kavranışında çok sık karşılaştığımız bir durumu çağrıştırdığı için bu nokta üzerinde özel bir biçimde
durdum.
– Sorun şu arkadaşlar: Öncü taktikten sözettiğimiz her durum ve koşulda, o taktik bizim o
kesitte mevcut güçlerimizi ve olanaklarımızı bazen çok aşan birtakım hedefleri içeren bir taktik
demektir. Zaten öncü olma karakteri de buradan kaynaklanır. Kendi durumunu esas alan, kendi
durumuna göre bir taktik değil, belirli bir tarihsel süreçte sınıl hareketinin, kitle hareketinin, komünist
hareketin ne yapması gerektiğinin nesnel değerlendirmesinden çıkışını alan bir taktik, bizim
güçlerimizi ve olanaklarımızı aşan hedefleri içerir. Şimdi bizde geleneksel bir düşünce tarzı vardır.
Güçlerimizi aşan bir hedefler demeti sözkonusu olduğu zaman, herkesin kafasında genellikle
kendiliğinden şöyle bir kompartman oluşur: "Bu yapılması gereken iyi bir şeydir, bunun için
uğraşmalıyız da, ama biz bunu başaramayız". Yani o gerekliliği kabul etmekle birlikte kendi
konumlanışımızı baştan darlaştıran, kendi rolümüzü baştan sınırlayan bir algılayış söz konusu olur.
Burada, açık, teorize edilmiş biçimlere bürünmemiş olsa bile, özünde şu vardır: Taktiğin, marksist
olmayan bir tarzda parçalanması vardır. Yani iki taktik, şu anlamda iki taktik, belirli bir kesitte somut
bir konuya ilişkin olarak iki taktik. Lenin'in, "Demokratik Devrimde İki Taktik"i gibi değil. Örneğin

23
bir örgütün iki tane 1 Mayıs taktiği olamaz. Bir örgütün bir tane 1 Mayıs taktiği olur ama, bir örgütün
sınıf içindeki güçlerinin, emekçi memur hareketi içindeki güçlerinin, gençlik içindeki güçlerinin,
semtlerdeki güçlerinin, başka alanlardaki güçlerinin o taktiği uygulamasında ağırlık noktaları, onların
konumlandırılışı –tabii bunlar aslında hep taktiğin içindedir– güçlerin mevzilendirilmesi farklılıklar
gösterir. Bu ikisi farklı şeylerdir. Bu geleneksel düşünce tarzına baştan düşülmemesi için bu konunun
üzerinde özellikle durdum.
Bir de zaten şu çok açık, onunla bağlantısı olduğu için vurgu yapmak gerekiyor. GGGD taktiği,
sınıf ve kitle hareketinin mevcut tarihsel süreçteki gelişme düzeyi ve dinamiğinin zorlanması gereken
yönünü göstermesi anlamında bir zorunluluktur. Böyle bir genel hedefi ve gerekliliği vardır. Ama bir
de bizim kendi örgüt güçlerimiz açısından özel bir hedefi vardır. Bu her zaman, her taktik durumda
olmaz. Zaten, normal koşullarda bir örgütün taktiği, aynı zamanda kendisi için de özel birtakım
hedefler içerir. Ama biz bunu şimdi özel olarak vurguluyoruz. Diyoruz ki, bu GGGD taktiğini hayata
geçirirken özel bir hedef güdeceğiz. Bu da örgütün bütününde kafa yapısı, düşünce tarzı, olaylar ve
süreçlere tepkime biçiminde yüzünü sınıfa dönük bir tarzda düşünme ve tepki gösterme alışkanlığının
köklenmesi ve derinleştirilmesidir. Bakın bu, EKK faaliyetinin içinde yer alan, sınıfa dönük çalışmada
görevlendirilmiş güçlerimizin zaten sürekli ve asli görevidir. Ama onun dışında semt örneğini verdim.
Yani semtlerdeki taraftarlarımız bile bu süreçten sınıf kültürünü, sınıfa yönelik düşünme alışkanlığını,
belirli bir olaya veya olguya tepki verirken soruna önce sınıf ekseninden bakma alışkanlığını az veya
çok edinmiş olarak çıkmalıdır. Bu, üzerinde özel olarak duracağımız bir hedeftir.
Bunun, "Biz bu taktiği nasıl yaşama geçirebiliriz?" konusuyla da bağlantılı bir yönü daha var.
Biz bu süreçte örgüt güçlerini öyle bir mevzilendireceğiz ki, sınıf çalışmasına doğrudan seferber
ettiğimiz güçleri hem nicelik olarak artıracağız, hem nitelik olarak güçlendireceğiz. Yani bu konuda
bugüne kadarki pratiğimizden daha farklı bir pratiğe yöneleceğiz. Bu süreci daha farklı, sınıf
çalışmasında daha nitelikli kadroların istihdam edildiği, örgütün sınıf çalışmasına önderliğinin ve
müdahale biçimleri ve araçlarının zenginleştirildiği bir süreç olarak yaşayacağız. Somut örneklerini de
önümüzdeki süreçte göreceğiz. Hani Gazi sonrası süreçte gerek nesnel koşulların gerekse kadro
biçimlenmemizin özelliklerine de atıfta bulunarak, –ki tek neden bunlar değil elbette, o yönüyle
tartışmaya girersek daha birçok neden sayabiliriz– sonuç olarak karşımıza çıkan bir gerçekten söz
ettim. Sınıfa yönelik çalışmalarımızda ve onun somut ifadesi olarak EKK politikasının yaşama
geçirilmesi noktasında bir zayıflama giderek bir tıkanma yaşandığımızı söyledim. Biz diyoruz ki,
şimdi bu taktik evrede özel olarak bunu tersine çevirmeliyiz. Şimdiki süreç bunu emrediyor. Örgütün
niteliğinin gerçeği olarak da, yani proletaryanın öncüsü olma iddiası ve misyonuna uygun olarak da
bunun üzerinde özel olarak duracağız. Bu anlamda GGGD taktiği, örgütün bütününü bağlayan,
ekseninde sınıf çalışması olan bir taktiktir. Memur da bu kafayla düşünecek, öğrenci de bu kafayla
düşünecek, semtteki de bu kafayla düşünecek. Eğer biz bu kavrayışı baştan yerleştiremezsek, bu
taktiğin, bu yönelimin böyle algılanışını sağlayamazsak, bunu EKK'nın dışında veya sadece EKK'nın
işi gibi görürsek ya da herhangi bir kampanya gibi algılarsak, bu taktiğin özünü, amacını, iç cephemiz
açısından hedefini kavramamışız demektir. Bu anlamda iki taktik, ikili veya üçlü bir taktik olarak
düşünmemek gerekiyor. Bu örgütün bütün güçlerinin, legal veya yasadışı olanının, asli çalışma alanı
zaten sınıf, fabrikalar ve sendikalar olanla buna en uzak noktada konumlanmış olanın, öğrenci ve
semtteki de dahil hepsinin yöneleceği ortak bir hedef, bu dönemdeki örgütsel faaliyetin temel ekseni
olarak görmemiz gerekiyor. Asıl can alıcı noktayı oluşturan GGGD'in örgütlenmesi için neler
yapabileceğimiz konusuna geçmeden önce kökünü baştan kurutmamız gereken bir nokta daha var:
"Başarabilir miyiz" sorusu.

Başarabiliriz
Bu örgütün saflarında herkes, GGGD'in bir zorunluluk olduğunu kabul edecektir. Sınıf
çalışmamızda bir zayıflamanın olduğunu, onun giderilmesi gerektiğini kabul edecektir. Bu taktiğin, bu
zayıflığı gidermek için iyi bir manivela, iyi bir sıçrama tahtası olabileceğini kabul edecektir. Ama
diyecektir ki, "Başarabilir miyiz?" Bu, bir yanıyla yerinde bir soru tabii. Çünkü sınıf içindeki
güçlerimizin düzeyini, halini hepimiz biliyoruz. İşte bundan kaynaklanan bir başarabilir miyiz sorusu
yaşanacaktır. Ama bu, uygulanması zor bir işe kalkıştığımız, güzel, devrimci, olması gerekeni ifade
eden, ama sonuçta bizden oldukça uzak bir hedef ortaya koyduğumuz şeklinde düşünmeye
dönüşmemelidir. Bu ve buna benzer her türlü düşünceyi baştan bir kenara bırakmalıyız. Bunlarla
savaşmalıyız. Böyle bir tereddüt, böylesine bir güvensizlikle yola çıkarsak işte biz o zaman

24
başaramayız. Biz bunu başarabiliriz ve başarma iddiasıyla yola koyulmalıyız.
Burada şu da yok, evet biz kendimiz için de bir anlamda dönemsel bir ütopyayı
gerçekleştirmeye soyunuyoruz. Bizim için çok büyük ve iddialı bir hedef ortaya koyuyoruz. Ancak öte
yandan ayaklarımız toprağa basmak zorunda. Yani gerçekçilik duygusundan yoksun olarak hareket
edemeyiz. Tamam ama bu gerçekçilik, "Bizim gücümüz ne, etimiz ne, budumuz ne; GGGD'i
örgütlemek kim, biz kim?" şeklinde bir gerçekçilik halini aldığı anda oportünist bir gerçekçiliktir ve
böyle bir oportünist gerçekçilik, 1 Mayıs'ta bu örgütün neyi başardığını henüz tam olarak anlayamamış
ve sindirememiş demektir. 1 Mayıs'ın bir dersi vardır. 1 Mayıs'ta bu örgütün 3 bin kişiyle eylemde
oynadığı bir rol vardır. Dar örgüt güçleriyle geniş kitlelere kumanda edebilen bir örgüt konumuna
sıçramayı başarmıştır bu örgüt. "Büyük düşünmek", "iktidar bilincine sahip olmak", "devrimin öncüsü
olma misyonuyla hareket etmek" üzerine çok şey yazdık çizdik bugüne kadar. Bunun irili ufaklı birçok
pratik örneğini de sergiledik. Ama şu son dönemde dikkatinizi çekerim ki iki hareket vardır. Gazi'yi
saymıyorum. Gazi bir kere bunun en somut, en çarpıcı, hepimizi çok gururlandıran ilk büyük örneği
oldu. Sınırlı güçlerle büyük bir kitle hareketine nasıl kumanda edilebileceğimizi bize gösterdi. O
iktidar bilinci dediğimiz perspektifin, kendiliğinden gelişen ama düşünsel olarak bir ölçüde hazır
olmamızdan ileri gelen bir örneği oldu. Son dönemde de iki büyük örnek var. Biri öğrenci gençlik
hareketinde oynamaya başladığımız rol, ikincisi 1 Mayıs. 1 Mayıs tabii ki daha görkemli ve daha ileri.
Bizim en zayıf olduğumuz bir alanda, başarıp başaramayacağımızdan en fazla kuşku ve tereddüt
duymamız gereken bir sınıf ve kitle hareketinde bizden sayıca kat kat fazla güçlerin hepsinin üzerine
çıkan bir devrimci önderlik sergileyebildik. Demek ki, biz başarabiliriz ve başarabiliyoruz. 1 Mayıs'tan
kendi adımıza çıkaracağımız temel bir derstir. O dersin özünde şu vardır: "Devrimci öncü örgüt, her
zaman için sınıfın en sınırlı güçlerini bağrında toplayabilir ama çeşitli araç ve yöntemlerle,
doğru politikalarla, onun gereklerini yerine getirebildiği ölçüde de milyonlara kumanda
edebilir". Biz EKK çalışmasında, EKK'nın özel olarak propagandasında, dikkatleri ona çekmede iki
yıldır yapabildiklerimizin toplamından daha fazla iş başardık şu 1 Mayıs'ta. AFMK için de öyle. O
zaman biz işte GGGD sürecine de "Başarabiliriz" diye girmeliyiz. Hiçbir tereddüt yaşamamalıyız.
Çünkü biz 1 Mayıs'ın dersi ve coşkusuyla giriyoruz. Peki nasıl örgütleyeceğiz? Öbür yanda da böyle
bir gerçeklik var. Asıl canalıcı sorun da bu.

Nasıl Örgütleyeceğiz?
Bu konuda da sorunun kavranışı açısından bir nokta kafamızda baştan açık olmalı. GGGD, tek
bir adımda, tek bir hamlede hemen gerçekleşebilecek bir hedef gibi düşünülmemeli. Yani biz bugün
GGGD kararını aldık, diyelim ki sınıf içerisindeki güçlerimiz de oldukça fazla, elimizde birtakım
sendikalar, fabrikalar, dayanabileceğimiz bir takım mevziler de var. Bu koşullarda dahi düğmeye basar
basmaz gerçekleşen ani bir hareket gibi düşünmemek gerekir militan bir genel grevi.
Öncünün bizim bugünkü durumumuzdan sonuç olarak kat kat ileride bir güce ve konuma sahip
olduğu durumlarda bile bir genel grev, komünist partinin düğmeye bastığı anda hemen gerçekleşen bir
eylem değildir. Onun nispeten kısa bir süre içinde veya biraz daha geniş bir zaman dilimi içerisinde
gerçekleşip gerçekleşmemesi tek başına komünistlerin politika ve taktiklerine, sınıf ve emekçi kitleler
içerisindeki örgütlü bağlarının düzeyine, onların istek ve iradelerine, çabalarındaki yoğunluğa vb.
bağlı değildir. Komünistlerin yapabilecekleri her şeyi yaptıkları koşullarda dahi, başka birtakım
etkenlere bağlıdır. Bu etkenlerin başında sınıf ve kitlelerin mevcut kesitteki ruh hali, neye ne kadar
hazır oldukları gelir. Bir genel grev genel direniş fikrine sıcak bakmakla, onu benimsemeye açık
olmakla birlikte onu eyleme dökmede ne kadar kararlı olduklarına, harekete geçtikleri halde onu
sonuca götürmede ne kadar kararlı olduklarına, karşıdevrimin taktiklerine vs. gibi, bir dönemin genel
atmosferini, siyasal iklimini belirleyen etkenlere bağlıdır. Komünist öncünün politikası, taktiği,
çabaları, iradi müdahalesi kuşkusuz bu etkenler içerisinde çok önemlidir, belirleyici bir role sahiptir.
Ama, nesnel koşullar yeteri kadar olgunlaşmamışsa, ne kadar güçlü ve örgütlü olursa olsun parti
düğmeye basınca 3 gün sonra genel grev olmaz. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir genel grev
gerçekleşmemiştir. Ekonomik talepli genel grevler bile böyle gerçekleşmemiştir.
Bu düşünce, genel grevi tek kılıç darbesiyle bütün taleplerin elde edilebileceği bir eylem biçimi
olarak gören anarko-sendikalist düşüncenin bir başka tezahürüdür. Anarko-sendikalistler, genel grevi,
işçi sınıfının en ileri eylem biçimi, burjuvazinin iktidarını yıkabileceği en devrimci biçim olarak kabul
ederler ve onlar bu işin bir hamlede halledilebileceğini düşünürler ama onun dışında da hiçbir şey
yapmazlar. Öyle bir genel grevi tarih ne yazmıştır, ne de yazabilir. Şimdi bu düşüncenin bir yansıması

25
olarak genel grevin gerçekleşmesini de, nesnel koşullardaki belirli bir olgunlaşmaya rağmen o
olgunlaşmanın eksiklerini, hareketin zaaflarını gözden kaçıran, geriye çekici faktörleri hesaba
katmayan bir yaklaşımla tek bir adımla, tek bir hamleyle gerçekleşecek bir hedef gibi algılamamalıyız.
Hele bugünkü koşullarda böyle bir algılama hayalcilik olur. O zaman genel grev genel direnişin
örgütlenmesi, az veya çok uzun bir süreç işi olacaktır. Bir zaman alacaktır.
Yarından itibaren bütün toplarımızı bu hedefe doğru ateşlesek bile genel grev-genel direniş nasıl
bir seyir izler, ne zaman gerçekleşir, hatta gerçekleşir mi gerçekleşmez mi; bu, önümüzdeki sürecin
göstereceği bir şey. Şimdi biz burada nasıl örgütleyebiliriz sorusu açısından şunu bilmeliyiz: Mevcut
güçlerimizi, avantajlar kadar dezavantajlarımızı vb. hesaba kattığımızda bu iş bir zaman alacak. Ama
üç ay, ama beş ay, ama altı ay... onu biraz önümüzdeki süreç gösterecek, bugünden kestirmek mümkün
değil. Yalnız menşeviklerin anladığı anlamda "süreç olarak taktik" olarak da yorumlanmamalı bu.
Onlar taktiğin kendisinin şekillenmesini, hedeflerin şekillenmesini, sürecin gelişimine bağlı olarak ele
alırlar. Biz ise taktiği baştan koyuyoruz, hedefini belirtiyoruz ama hareketin zaaflarını, geriye çekici
etkenleri, vb. hesaba katarak onun hayata geçmesinin, ete kemiğe bürünmesinin bir zaman ala-
bileceğini söylüyoruz. Bu ikisi farklı şeylerdir. Sözünü ettiğimiz ekonomist menşevik anlayıştan bu
yönüyle özde ayrılıyoruz.
GGGD taktiğini yaşama geçirmeye çalışırken, sınıf çalışmasından en uzak alanlardaki, örneğin
semtlerdeki güçlerimizin rolünü bile "destekçilikle" sınırlı bir rol olarak görme hatasına düşmemeliyiz.
Bu olmamalıdır. Semtlerin önüne koyacağımız ilk ve temel hedeflerden biri şu: Semtlerin içinde ve
çeperinde yer alan fabrikalara yoğunlaşmak. Kahveleri, evleri ihmal etmemek, ama onları biraz daha
talileştirerek her fırsatta bütün güçleri buralara göndermek. Bunun için Genel Grev-Genel Direniş
taktiğinin yazılı propaganda ve ajitasyon materyallerinin dağıtılması, afişlemesi, yazılaması,
pullaması, servis konuşması, fabrika önü gösterisi, vb. gibi bütün biçimlerinin kullanılması sırasında
semt veya gençlik içindeki güçlerimizi bile buralara yönlendirmek.
Bir diğer yaklaşım, mevcut grev ve direnişlere farklı tarzda müdahale etmek olmalıdır. Bu zaten
sadece bugünün sorunu değil. Biz grev ve direnişlere önceden de farklı bir biçimde müdahale
etmeliydik. Yani kendimizi sadece destekçilikle sınırlayan bir müdahale kafasından çok önceden
kurtulmalıydık. Ama hâlâ kurtulamadık. Fakat bundan sonraki süreçte bizim artık sınıfın dışarıdan
kuşatılması için seferber ettiğimiz bütün güçlerimizin ve örgüt birimlerimizin önüne koyduğumuz
hedef şudur: Grev ve direnişlere müdahalede geç kalmak artık kabul edilemez. Nerede bir grev ve
direniş varsa, güçlerimiz, özel olarak EKK'nın güçleri orada bitecektir. Hangi grevin, hangi direnişin
gelişimi içerisinde kamuoyunun gündemine girip, sınıfın ve diğer emekçi güçlerin dikkati üzerine
çeken, Polisan'da, Havaş'ta, Eminönü ve Şişli belediye grevlerinde olduğu gibi veya Ambarlar'da
olduğu gibi öncü bir grev özelliğini kazanacağını şu dönemde kimse önceden kestiremez. Ama bu
dönemde her grev, potansiyel olarak bu konuma sıçramaya adaydır. Dolayısıyla bizim örgüt
güçlerimiz, en küçük, önemsiz ve sıradan gibi görünen, kendisine uzak bir yerdeki bir greve bile,
uzanabileceği her yerdeki grev ve direnişlere anında müdahale etmelidir. Bu müdahale, gidip boy
gösterme, bir hafta sonra semtteki insanları toplayıp gidip bir daha ziyarette bulunma, bu arada müzik
grubunu götürüp bir konser düzenlemekle vb. sınırlı kalan, bunu aşmayan bir destekçiliğin ötesine
geçmelidir. Israrlı olunacak bir nokta budur. Çünkü mevcut grev ve direnişler, önümüzdeki süreçte
bizim irademiz dışında zaten kendiliğinden patlayacak olan grev ve direnişler, GGGD'in
örgütlenmesinde birer çıkış noktası, güçlü birer çıkış noktası olabilir. Onlara artık yönetme ve
yönlendirme kafasıyla müdahale etmeliyiz. Bunun dışında, herbirinin doğuşuna yol açan nedenler,
güttüğü talepler, hedefler itibarıyla başka fabrikalar ve işyerleri tarafından da paylaşılabilecek
noktaları içeriyorlarsa, bunları eylemli destek biçiminde örmeliyiz. Fabrika veya işyerlerine doğru
yaymaya çalışmalıyız. Yani bir fabrika veya işyeri ölçeğinde başlamış olan bir grev veya direnişi, yerel
ve sektörel ölçekte eylemli destek örgütlenmesi yoluyla kendi çeperinde genişletmeye çalışmak
anlayışıyla müdahale edeceğiz. Bunu mekanik bir tarzda algılanmaması koşuluyla GGGD'in
örgütlenmesinde sınıf içindeki güçlerimizin zayıflığının doğuracağı handikapları kapatabileceğimiz,
dıştan müdahale eden bir güç olarak taşıdığımız dezavantajları kapatacağımız elverişli sıçrama
fırsatlarından biri olarak görmeli, grev ve direnişlere bu tarzda müdahale etmeliyiz.
Bunun dışında, kimi fırsatlar ve olanaklar vardır ve önümüzdeki süreçte; böyle başka fırsatlar
çıkacaktır. Bunlara müdahale tarzımız farklı olacak, daha zenginleşmiş olacaktır. Nedir bunlar?
Örneğin taşeronlaşmaya karşı mücadelenin zaten somut bir mücadele halini aldığı sektör veya
bölgelerde, bu mücadeleyi bir üst düzeye sıçratma yönünde devrimci bir müdahalede bulunma.

26
Örneğin Ambarlar'da, sektör düzeyinde yaşanan taşeronlaştırma ve grev kırıcılığına karşı verilen
mücadeleye, örgütün diğer alanlardaki güçlerini, yani AFMK'ları ve diğer semt güçlerini de seferber
ederek bir üst düzeyde müdahale etmek. Yani işçilerin ellerinden geleni yaptıkları halde direnişin gelip
tıkandığı noktada devrimci şiddeti devreye sokmak. Ya da Polisan'da olduğu gibi zaten bölgedeki
diğer fabrikalarda da yaşanan bu sorunu Polisan'ın hareketlendiği, Retrans'ın, Asmaş'ın
hareketlendiği bir dönemde diğer çevre fabrikaları da hareketlendirmek; kadın ve semt çalışması
aracılığıyla işçilerin ailelerini de hareketlendirmek; işçilerin oturduğu semtleri hareketlendirmek
şeklinde birbirini tamamlayan halkalar biçimde örüp genelleştirmek. Örneğin Ambarlar'da olduğu
gibi sektör bazında ya da verdiğimiz biçimiyle Polisan örneğinde olduğu gibi, belli bir bölge bazında
–burada Gebze-Dilovası bölgesinde– o bölgenin veya o sektörün o kesitte öne çıkan talebi
doğrultusunda birbirini tamamlayan birleşik eylemlilikler örmek biçiminde örgütlemek.
Bunları, yerel ve tekil grev ve direnişleri kendi içlerinde güçlendirmenin dışında, aynı zamanda,
ülke çapında gerçekleşmesini hedeflediğimiz genel grev-genel direnişin minyatür örneklerini yaratmak
olarak düşünmeliyiz ve bu tür örnekleri çoğaltmayı hedeflemeliyiz. Bunları değişik alanlarda ve
sektörlerde ne kadar yaygınlaştırırsak, tabii aritmetik bir toplam olarak değil, ama bunların
ivmelendirilmesiyle ülke çapında genel grev genel direnişe doğru giden süreci hızlandırmış oluruz. İşe
Türkiye'yi bir anda ayağa kaldırmak gibi bir iddiayla başladığımız zaman, mevcut güçlerimizle bunu
gerçekleştirmek ham bir hayal olur, ayakları havada bir uçuş olur. Ama işte bunu yapabiliriz. Demek
ki biz burada güçlerimizi hesaba katıp, taktiğin uygulama planında bir farklılaşma yaratıyoruz. Bizim
bugün elimizde sendikalar olsaydı, işçi sendikalarımız, memur sendikalarımız, diğer meslek
odalarımız, mahalli dernekler, Pir Sultan dernekleri, vb. gibi çeşitli kitle örgütleri ağına sahip olmuş
olsaydık, işimiz daha kolay, gidişimiz belki daha kestirme olurdu. Buradaki parti güçlerimiz
aracılığıyla bu örgütlerde GGGD yönünde kararlar aldırırdık ve hızlı bir biçimde herbiri kendi
tabanında bunu örgütlerdi. Sonuca çok çabuk gidebilirdik. Ama madem bu mevziler, bu güçler yok
elimizde, o zaman, önümüzü aça aça ilerleyeceğiz. Yerel veya sektörel bazda minyatür örnekler
yaratmak, onları çoğaltmak, bunların somut esinlendirici etkisini henüz harekete geçmeyen alanlara
taşıyarak bu tür kaynama noktalarını çoğaltmak, birbirinin üstüne binen, birbirini tamamlayan,
birbirine eklemlenen bir yaygınlığa doğru sürüklemek. İşte biz GGGD'i örgütleyebiliriz ve
örgütlemeye soyunuyoruz derken, dayanacağımız dinamiklerden birisi de bu olacaktır.
Değerlendirebileceğimiz üçüncü bir dinamik TİS süreçleridir. Yine bir arkadaş işaret etti,
Türkiye'de şu an yaklaşık 250 bin işçi TİS sürecinde ve bunlar büyük olasılıkla uyuşmazlıkla
sonuçlanacak. Temmuz-Ağustos ayları buralarda da dananın kuyruğunun kopacağı aylar. Her türlü
yasal prosedür tamamlandıktan sonra, bu işkollarında ya teslim olunacak, ya greve gitmek zorunda
kalınacak. Sermayenin bugünkü saldın sürecinde sendika ağaları istemeseler de, engellemeye de
çalışsalar, geçen yıl tekstilde olduğu gibi, ya da 350 bin kamu işçisinin greve çıkışında olduğu gibi
buralarda da sürecin şu veya bu ölçüde greve doğru evrileceği hemen hemen kesin. En azından
belediyelerde bu yaşanacak. Bugün TİS sürecindeki sektörlerden biri de belediyeler. TİS süreçleri,
onun dışında tekil işyerleri bazında sendikalaşma mücadelesi ya da toplusözleşmenin
uygulanmamasından kaynaklanan uyuşmazlıkların yarattığı gerilimlerin yaşandığı her fabrika, her
sanayi bölgesi, her işkolu bizim için sınıfın ortak ve birleşik eyleminin yaratılması için asılacağımız ve
değerlendireceğimiz nesnel bir fırsat sunacaktır. Bunların üzerine gideceğiz. Bunlara müdahalemiz,
eskiden olduğu gibi uzaktan gözucuyla izlemek biçiminde olmamalı. Buralara aktif, dönüştürücü bir
perspektifle müdahale etmeliyiz.
GGGD'i hangi dinamiklere dayanarak örgütleyebiliriz, örebiliriz? Bu yönde kullanabileceğimiz
fırsat ve olanaklara işaret anlamında bir diğer dinamik, Türkiye'nin asgari ücreti tespit sürecine girmiş
olmasıdır. Asgari ücret bugün milyonlarca işçinin aldığı ücrettir. Özellikle sendikasız işçilerin hepsini
ilgilendiriyor. Ayrıca toplusözleşme yapma şansına sahip sendikalı işçilerin ücret zamlarının
belirlenmesinde olsun, öbür yandan emekçi memurların maaş artışlarının belirlenmesinde olsun baz
alındığı için, sonuç olarak asgari ücret ve onun belirlenmesi, bir bütün olarak sınıfı ve diğer çalışanları
yakından ilgilendiren bir sorun durumundadır. Öte yandan burjuvazi, diğer sosyal hakları ortadan
kaldırma saldırısında olduğu gibi, asgari ücretin tespitinde zaten komik ve yetersiz olan uygulamaları
dahi geriye götürmek eğilimindedir. Bu bir çatışma konusu olacaktır. Bunu belki sendikalar çatışma
konusu haline getirmeyecektir. Ama işte biz çatışma konusu haline getireceğiz. Asgari ücretin
belirlenmesi sırasında sermayenin daha şimdiden çevirmeye çalıştığı numaraların teşhiri temelinde
asgari ücret konusunu biz sadece işçilerin değil, emekçi memurun ve bunların hepsinin ailelerinin de,

27
sadece sendikasız işçilerin değil sendikalı işçilerin de, yani geniş bir kesimin birlikte
hareketlendirilmesinin basamağı haline getirebileceğimiz fırsatlardan, konulardan biri olarak
görmeliyiz.
İşçi-memur birlikteliği, bugün belki merkezi düzeyde, konfederasyonlar düzeyinde
sağlanamıyor. Bizim de bunu. sağlama gücümüz yok. Ama biz bunu bir enerji işkolunda, bir
haberleşme işkolunda veya bir sağlık işkolunda, yani nerede gücümüz varsa o sektörde sağlayabiliriz.
Belki hemen ülke çapında değil de örneğin, İstanbul'un Kartal'ında, İzmit'in Gebze'sinde ya da
İzmir'in Bornova'sında; yani daha dar bir bölgede, daha lokal olarak sağlayabiliriz. İşçi-memur
birlikteliğinin hem bölge ve sektör düzeyinde, hatta bazen tek bir işyeri düzeyinde, eylemli, militan
örneklerini yaratmayı zorlayacağız. Bu somut örnekleri kendimize dayanak haline getirerek, dönüp
işçi ve memur kitlelerine diyeceğiz ki, işte işçi-memur birlikteliği böyle sağlanır. Onun içeriği böyle
olmalı, hedefleri bu olmalı diyebileceğimiz örnekler yaratacağız. Burada karşımıza sadece sınıf
içerisindeki güçlerimizin değil, emekçi memur hareketindeki güçlerimizin de önündeki temel
görevlerden biri çıkacak; örgütün genelinde bir hedef çıkacak. Buna yöneleceğiz.
Buna benzer birleşik mücadele örneklerini yerel sorunlar temelinde daha geniş kesimler
arasında da yaratmaya çalışacağız. Kitlelerin sadece işçi ve memur olanlarını değil, esnafıyla,
emeklisiyle, kadınıyla, genciyle her kesimini ilgilendiren irili ufaklı bir dizi sorun var. Nedir bunlar?
Sağlıkta özelleştirme, eğitimde özelleştirme, ya da yerel birtakım sorunlar, belediye hizmetlerine kadar
inen sorunlar. Bunların keskinleştiği yerlerde veya bizim bu kesimler içerisinde az çok örgütlü bir etki
yaratabileceğimiz alanlarda bu tür farklı kesimlerin üzerinde birleşeceği ve kendi cephelerinden belirli
eylemleri gerçekleştirebileceği kampanyalar, kampanya içinde kampanyalar veya eylemlilikler
örgütleyeceğiz. Örneğin şöyle bir şeye yöneleceğiz: Diyelim ki, .... semtinde oturan bütün işçileri,
esnafı, memuru, kadınları, gençleri, Türkiye'nin gündemindeki genel bir sorun ya da semtin
gündemindeki yerel bir sorun temelinde belirlenen bir gün veya saatte işçilerin işe gitmemesi,
bölgedeki atölyelerin çalışmaması, esnafın kepenk kapatması, gerçi okullar tatil oluyor ama
öğrencilerin okula gitmemesi, kadınların ve çocukların sokağa çıkıp çeşitli tipte gösteriler yapması
gibi eyleme çağıracağız. Yani değişik toplumsal kesimleri tek bir hedef etrafında birleştiren, kiminde 1
saatlik iş bırakma veya boykot, kiminde bir miting vb. gibi değişik biçimlere bürünen eylemlilikler
örgütleyeceğiz. Bunlarla amacımız şu olacak: Hem bu değişik toplumsal kesimlerin iç örgütlülüğünü
geliştireceğiz, hem bu çalışmaları örgütün onlar üzerindeki etkisini, onların kitlesi üzerindeki etkisini
derinleştirmenin bir vesilesi haline getireceğiz, hem de bunlar yoluyla topluma bir mesaj vereceğiz.
Birleşik eylem ve mücadelenin gücü ve onun gerçekleştirilmesinin somut örnekleri olarak, bunlar
aracılığıyla somut bir mücadele çağrısı yapmış olacağız. Zaten GGGD'in temel esprisi de birleşik
eylemi örgütlemek değil mi? İşte bunu bu alanlarda da böyle yaratacağız. Bunu zorlayacağız.
Sermayenin savaş hükümeti, önümüzdeki dönemde, sadece işçilerin değil, memurun, esnafın,
köylünün, bütün çalışanların canını yakacak olan bir dizi saldırı paketi açacak. Birini açtı bile. Vergi
soygununu katmerlendiren bir tanesini açtı. Vergi sorunu o andan itibaren bizim güçlerimizin
bulunduğu yerlerde işçileri grev ve direnişe veya hiç olmazsa bir yemek boykotuna, diğerlerini kendi
cephelerinden kendi tarzlarında birtakım eylemliliklere sürüklemenin bir aracı haline getirilirken, aynı
zamanda yerel veya sektörel bazda daha birleşik ve daha ileri biçimlerin uygulanabileceği eylemlerin
çıkış noktası haline getirilmelidir. Mesela, esnafa demeliyiz ki, gel dükkanının anahtarlarını devletin o
bölgedeki temsilcisi bir kurumun örneğin kaymakamlığın önüne bırakma eylemi düzenleyelim. Ondan
sonra sokaklara dalalım, kadınlara diyelim ki, esnaf yürüyor haydi biz de yürüyelim. Çocukları
katacaksın, emeklisini katacaksın, oradaki katabileceğin herkesi katacaksın. Esnaf çıkışlı bir eylem
olarak başlattığın hareketi halka halka genişleteceksin. Esnafın talebinin dile getirildiği ama diğer
toplumsal güçlerin de ona eylemli bir tarzda destek verdiği bir örnek yaratabileceğiz. Burada önemli
olan hükümetin atacağı adımlara karşı tepkileri örgütlemek. Bu aynı zamanda bize şunu da getirecek,
GGGD'in örgütlenmesinin nesnel koşullarını olgunlaştıracaktır. Yani hükümetin attığı her saldırı
adımı, bu yöndeki tepkiyi örgütleyebildiğimiz ölçüde bize hizmet edecektir. Bir mezarda emeklilik
sorunu, SSK sorunu, ekmek isyanları vb. artık bir hedef, bir ütopya, lafı edilen bir şey olmaktan
çıkarılmalıdır. Bunlar artık somut, pratik birer eylem konusu haline getirilmelidir.
Değişik toplumsal güçlerin ortak bir hedef üzerinde birleştirilerek harekete geçirilmesi, bunların
örgütlenmesi sırasında örgütün bu farklı toplumsal güçlere ve tabakalara örgütlü nüfuzunun
derinleştirilmesinin de basamakları haline getirilmelidir. Biz bunları yapabildiğimiz ölçüde GGGD'i
kendi cephemizden örgütlemiş oluruz. Burada en büyük dayanaklarımızdan biri, hep söylediğimiz

28
nesnel koşulların bizim bu yönelimimizi güçlendirecek yönde işlemesidir. Bu örnekler yayıldıkça,
bizim dışımızdaki etkenlerin de devreye girmesiyle, kitleler içinde yaşanacak huzursuzluklar,
patlamalar, onların sendikalara ve sendika ağalarına yapacağı baskılar, bütün bunların üstüste binmesi,
bizi Türkiye'de gerçekleşebilecek bir GGGD'in baştan öngörüsünde bulunan ve bütün güçleriyle buna
soyunan öncü bir konuma yükseltecektir. Şu ana kadar saydıklarım, önümüzdeki süreçte bizim
handikaplarımızı, dezavantajlarımızı kapatmakta kullanabileceğimiz ve kullanmamız gereken akla ilk
anda gelen bazı dinamikler ve etkenlerdir. Bu sürece müdahalede önemli olan şudur: Nerede hangi
fırsat çıkarsa, onu bu hedef doğrultusunda değerlendirme refleksine sahip olmak. Bunların
hepsini biz bugünden göremeyiz, tek tek sayamayız. İşte dün olmuş ...de kamyon gelmiş bir çocuğa
çarpmış. Basit bir trafik kazası olayı tırmanmış, 2500 kişinin katıldığı bir gösteri halini almış. Böyle
olaylar da dahil olmak üzere bizim bugünden öngöremeyeceğimiz fırsatlar çıkacaktır karşımıza
önümüzdeki süreçte. Nerede, nasıl bir fırsat çıkarsa, biz bunu emek güçlerinin birleşik
mücadelesi için bir sıçrama noktası haline getirme düşüncesi ve refleksiyle hareket edeceğiz.
Ama bu hiçbir zaman rastgele, hedefsiz hareket etmeye dönüşmemeli, eksen kaymasına yol açmamalı.
Tekrar söylüyorum, esas ağırlık sınıf. Dikkatimiz asıl ona, sınıf hareketindeki gelişmelere verilmeli.
Sınıf içindeki çalışmalarımız farklılaşmalı. Örneğin konfeksiyon işçileri örgütlenmemiz artık farklı bir
performans sergilemeli. Oradaki varlığını iyice hissettirmeli, bir çekim merkezi haline gelmeli,
bölgede otorite kurmalı. Kadın çalışanlara cinsel tacizi alışkanlık haline getirmiş adamların
dövülmesinden tutalım da fazla mesaileri ödemeyen patronlara karşı eylemler örgütlenmesine,
sendikal örgütlenmeyi derinleştirmekten, yeni işyerleri ile ilişki kurmaktan tutalım da bölgedeki
işçilerin siyasi eğitimi konusunda ilgi çekici paneller, seminerler, tartışma toplantıları düzenlemeye
kadar çok yönlü bir etkinlik sergilemeli. Sürekli bir hareket içinde olmalı. Gündemdeki sorunlara
ilişkin olarak değişik biçimlerde, sık sık irili ufaklı eylemler düzenlemeli. Bu bazen toplu bir afişleme
veya gazete satışı olur, bazen bir öğle paydosunda bölgenin merkezi bir noktasına 30-40 kişiyi yığıp
işyerlerinden çıkmakta olan kitleyi onların aracılığıyla alevlendirdiğin bir gösteriyi düzenlemek
biçiminde olur, vb. vb.

Örgütlenme bilimleri ne olabilir?


GGGD'i örgütlemeye çalışırken değerlendireceğimiz dinamikler sorununa belli ölçülerde
değindik. Bu süreçte kullanabileceğimiz örgütlenme biçimleri ne olabilir? Biraz da bunun üzerinde
durmamız gerekiyor. Ondan sonra bütün bu faaliyetin programı, talepleri ve hedefleri ne olmalıdır
sorunu üzerinde duracağım. Sonuç ne olabilir? Biz elimizden gelen her şeyi yaptık ama bu genel grev-
genel direniş gerçekleşebilirmi? Nasıl gerçekleşir? Biraz da bunu tartışmak gerekiyor.
Tabandan gelen bir dalganın, nesnel dinamiklerin üzerine oturan bir GGGD'i örgütlemeyi
önümüze taktik bir hedef olarak koymuşsak, bunun eksiksiz bir taktik olabilmesi için, o zaman cevap
vermemiz gereken bir diğer temel sorun şudur: Bunu örgütleme biçimi ne olacaktır, biçimleri neler
olabilir? Örgütlenme biçimleri sorununda biz şöyle bir şansa sahibiz: Örgüt olarak zaten örgütü
çevreleyen örgütler ağı içerisinde yer verdiğimiz, özel olarak değişik toplumsal güçleri ve dinamikleri
bağrında toplamayı hedefleyen kendimize özgü biçimlere sahibiz. Sınıf hareketinde Kurultay, –ki bu
emekçi memur hareketini de kapsıyor–, antifaşist dinamiğin örgütlenmesinde AFMK'lar, gazete satış
grupları, öğrenci hareketinde ve genel olarak gençlik hareketinde önerdiğimiz Platform ve öğrenci
birlikleri vb. gibi biçimler bunlar. Biz bütün bu süreç boyunca sahip olduğumuz bu kitle
örgütlenmesinin, örgütün denetim ve yönlendirmesi altındaki kitle örgütlenmesinin bize özgü
biçimlerini uygulamada yeni bir sıçrama, yeni bir yetkinleşme sağlamalıyız. Kullanacağımız
biçimlerin başında, bugüne kadar kullanageldiğimiz bu biçimler gelmelidir.
Bunun dışında bize ait olmayan, ama bizim de içinde mutlaka yer almamız gereken ve oralarda
çalışmayı fazlaca ihmal ettiğimiz açık olan sendikalar, işçi ve memur sendikaları, bunların kendi
aralarında oluşturdukları yerel işçi platformu, şubeler platformu vb. örgütlenmeler gelir. Pir Sultan
Derneği ve benzeri türden alevi dinamiğini örgütleyen dernekler, köy ve mahalle dernekleri biçiminde
değişik toplumsal kesimleri örgütleyen demek tipi örgütlenmeler, meslek odaları, vb. gibi kitle
örgütlenmesinin mevcut her biçimi bu hedef doğrultusunda kullanacağımız, kullanmamız gereken
ikinci biçimi oluşturuyor. Buralarda sahip olduğumuz güçlerle, içten güçlere sahip olmasak bile dıştan
etki yoluyla, sistemli ve sürekli bir biçimde buralara gidip gelerek yaratacağımız etki yoluyla,
herbirine özgü taktikler geliştirerek buraları GGGD'i örgütlemenin araçları haline getirmeye
çalışmalıyız. Ülke çapında ve merkezi düzeyde olmasa bile yerel ve sektörel ölçekte, ona doğru

29
evrilmeyi hızlandıracak eylem kararlarının alınması yönünde zorlayıcı olmalıyız. Olmak zorundayız.
Yani bu platformları zorlamalıyız, örneğin İstanbul Sendikalar Şubeler Platformunu başkaları
çalıştırmasa bile, özellikle bu süreçte çalıştırma yönünde biz özel bir yönelime girmeliyiz. GGGD'nin
nasıl örgütlenebileceği konusunda demin sözünü ettiğimiz doğrultuda en azından İstanbul ölçeğinde
attırabileceğimiz her adımı attırma, aldırabileceğimiz her kararın alınabilmesi için orayı bir çalışma
alanı olarak kullanmalıyız. Memur sendikalarındaki zayıflamaya, oralardaki çalışmanın ihmaline son
verip buralara da bu perspektifle yüklenmeliyiz. Oralarda da bu kararları çıkarmaya çalışmalıyız. İşçi
ve memur sendikaları arasında bölgesel ölçekte koordinasyon biçimlerinin bir takım örnekleri,
özellikle Adana ve İstanbul'da bizim girişimimizle yaratılmıştı. Onlar sönümlendiler. Onların yeniden
canlandırılması için çabalarımızı yoğunlaştırmalıyız. İşçi-memur birlikteliğinin örgütsel düzlemde,
sendikal örgütlülükler düzleminde ifadesi olabilecek örgütlülükler yaratma, mevcut olanları çalıştırma,
canlandırılabilecek olanları tekrar canlandırma yönünde bir yönelim içinde olmalıyız.
Kısa bir toparlama yapacak olursak, bir; kitle örgütlenmesinin bize ait biçimlerini kullanacağız.
İki, sınıf ve kitle örgütlenmesinin bizim dışımızdaki bütün zeminlerini zorlayacak ve kullanacağız. Üç,
örgütlenme biçimi olarak geçici birtakım örgütlülükler yaratacağız. Bu döneme özgü özel
örgütlülükler yaratmayı hedefleyeceğiz. Sürecin gelişimine göre, hayata geçirebildiğimiz ölçüde
bunlardan bazıları belki kalıcılık gösterecek, hergün her an için hayatiyetini sürdüren bir kalıcılık
gösterirken, bazıları belirli anlarda canlanan, ondan sonra sönümlenen, belirt bir hareketlenme
başladığı zaman tekrar canlanan inişli çıkışlı bir süreklilik, kesikli bir kalıcılık kazanacak. Bazılarını
ise bir sefer kullanabileceğiz ama daha sonra yaşatamayacağız, sönüp gidecekler.
Bu üçüncü tip biçimler neler olabilir? Bunlardan bir tanesi, "Birleşik Direniş Komiteleri"
olabilir. Bölgesel düzeyde, yerel ölçekte farklı sınıf güçlerinin birleştirildiği, onların öncü unsurlarının
yer almasını sağlayabileceğimiz komiteler olur bunlar. Bu örneğin işçi-memur birlikteliğini sağlamayı
hedeflediğimiz bir işyeri, bir işkolu ya da bir il, ilçe bazında işçi ve memur hareketinin öncü
unsurlarını biraraya getirdiğimiz nispeten dar bir bileşime sahip organlar olabilir. Sadece işçilerin ve
memurların temsilcilerinden oluşur. Bunlar arasında koordinasyon ve eylem birliğini sağlamakla
kendini yükümlü görür. Bu amaçla geniş kitlelere de belirli eylem çağrıları yapan organlar olarak
çalışırlar. "Birleşik Direniş Komitesi", bu durumda, işçi-memur hareketinin birliğini sağlamayı
hedefleyen bir biçim olarak şekillenmiş demektir. Ama bir başka yerde daha geniş bir sosyal bileşime
sahip olarak şekillenir. Yani A ve B bölgesinde, daha çok semtlerde, daha heterojen güçlerin
bulunduğu yerlerde işçisinin, memurunun, kadınların, esnafın, gençlerin, örgütleyebiliyorsak
yaşlıların, Kürdün, Türkün, Alevinin, vb. öncü unsurları ve temsilcilerini biraraya getirdiğimiz, yani
belirli bir alandaki toplumsal güçlerin öncü unsurlarını ve temsilcilerini biraraya getirdiğimiz meclis
türü platformlar olabilir.
Bunlarla neyi amaçlayacağız? Şunu amaçlayacağız: Belirli bir bölgedeki bütün bu güçlerin
üzerinde birleştiği, hepsi için belki farklı, belki değişik ölçülerde de olsa yakıcılık taşıyan demin
dediğim türden ortak sorun ve talepleri alacak gündemine. Örneğin diyecek ki, biz Dilovası bölge
halkı olarak, bölgemizdeki taşeronlaşma belasına karşı, eşlerimizin işini, aşını, ekmeğini tehdit eden
taşeronlaştırmaya ve grev kırıcılığına karşı şunları şunları yapma kararı aldık. Sonra bu işin
örgütlenmesine girişecek elbirliğiyle. Bir konu üzerinde birleştirilebilecek bütün güçlerin birleşik ey-
lemini yaratacak eylem kararlarının çıkarılmasını hedeflediğiniz platformlar olacak yani bunlar. Ve biz
bu platformları süreklileştirebildiğimiz ölçüde, onları Birleşik Direniş Komiteleri şeklinde, bu güçler
arasında kalıcı koordinasyonu, ortak ve örgütlü hareket etmeyi sağlayan, bölge halkı üzerinde otorite
sahibi örgütlülüklere doğru evriltmeye çalışacağız. Bunlardan bazılarını belki bir sefer
çalıştırabileceğiz, sonra bir başka konu veya gelişme karşısında bir benzerini örgütlemek için tekrar
çalışmamız gerekecektir. Bazıları ise konusuna, alanına, bizim oradaki kitleler üzerindeki etkimize,
değişik kesimlerin öncülerini işin içine çekmede göstereceğimiz başarılara bağlı olarak kalıcılık
sağlayabilecektir.
Kullanabileceğimiz biçimlerden diğer bir tanesi de, yani bize ait biçimlerin özgün kullanımı
açısından şudur: Önümüzdeki süreçte sektör veya bölge bazında çok sık EKK toplantıları
duyacaksınız. EKK'nın 1 Mayıs toplantısı gibi. Bu bir başlangıçtı. Bir yönelimin ilk uygulamasıydı.
Örneğin, bugün TİS süreçlerine girilecek, önümüzdeki süreçte bizim değerlendirebileceğimiz nesnel
bir dinamik olarak bundan söz etmiştik. TİS sürecine giren ve büyük bir ihtimalle de greve çıkmak
zorunda kalacak olan sektörlerde bazen belli bir il çapında, bazılarında da Türkiye çapında o
sektörden toplayabileceğimiz, biraraya getirebileceğimiz, bize yakınlık dereceleri, farklılıklar da

30
gösterse öncü unsurlarla sektörel EKK toplantıları düzenleyeceğiz. Temmuz-Ağustos aylarında greve
çıkılması kaçınılmaz hale gelecek TİS sürecinde hangi ortak politika ve taktikler izlenebilir? Sendika
ağalarının çevireceği dolaplar neler olabilir, buna karşı şimdiden hangi önlemler alabiliriz? Koordineli
eylemleri nasıl örgütleyebiliriz, vb. gibi soruların yanıtlarının aranacağı, ortak kararların alınacağı
toplantılar olacak bu toplantılar. Belirli bir sektörün sorunlarının dışında ortak ve genel bir talebin, bir
hedefin gerçekleşmesi, o konuda özel bir politika ve taktik belirlenmesi, somut eylem kararlarının
alınması için sınıfın değişik kesimleri ile diğer toplumsal kesimlerin temsilcilerinin toplandığı değişik
EKK toplantıları yapabiliriz. Örneğin mezarda emeklilik konusunda EKK'nın politikası, taktiği ve
eylem kararları ne olacaktır diye mezarda emeklilik sorununa dönük olarak bölgesel ve ülke çapında
EKK Temsilciler Kurulu toplantıları yapabiliriz. Birinciden farklı olarak bunlar daha geniş bir
bileşimle bir konuyu ele alarak çözümlemek ve eylem kararları almak, özelleştirilmiş bir taktik
çıkarmak için yapılacak toplantılardır.
Bütün bu örgütsel biçimlerin yani geçici veya kalıcı, bize ait veya bizim dışımızdaki
platformların hepsinin değerlendirilmesinde gözardı etmememiz gereken temel bir yönelim olacaktır.
Bütün bu zeminlerden uygulanabilir nitelikte zengin eylem kararları çıkarmayı hedefleyeceğiz.
Yani buraları iç boşaltma, ağlama, "Hakikaten böyle bir sorun var, bunu da çözmek lazım" şeklinde
yakınmaların olduğu toplantılar olmaktan çıkarıp, bölge veya sektördeki tüm güçlerimizin hayata
geçirmek için kilitlenecekleri eylem kararları alacağımız, aldırmaya çalışacağımız zeminler olarak
değerlendirmeliyiz. Örneğin, ... işkolunda yapılacak bir EKK sektör toplantısı diyelim ki şöyle bir
karar alacak: "TİS'teki taleplerimizin kabul edilmesi ve greve hazır olduğumuzu göstermek için, bunu
gerçekleştirebileceğimiz işyerlerinde şu tarihte 1 saatlik uyarı grevi yapacağız." EKK temsilciler
kurulundan böyle bir karar çıktıktan sonra bizim o işkolunda çalışan tüm güçlerimiz artı onlara bu
konuda katkıda bulunabilecek olan diğer örgüt güçlerimiz her yerde o süre içinde o bir saatlik iş
bırakmanın gerçekleşmesi için yoğunlaştırılmış bir faaliyet yürütecekler. O karar, ne yapıp edip hayata
geçecek. Tekrar ediyorum, bu zeminleri biz, eylem kararlarını almak, aldırmak, alınan eylem
kararlarını da o alanın güçlerine uygulatmak amacıyla kullanacağımız zeminler olarak
değerlendireceğiz.
Bu sürecin örgütlenme biçimleri ne olacaktır sorusunun çok genel hatlarıyla yanıtı bunlardır.
Toparlamak gerekirse eğer, üç ana doğrultu vardır: Bize ait biçimlerin kullanımında yetkinlik ve
onların birbirini güçlendirecek tarzda kullanılması. Bizim dışımızdaki zemin ve platformların,
örgütlenme biçimlerinin GGGD taktiği doğrultusunda özel politika ve kararlar alma yönünde
kullanılması. Üç, yine aynı hedef doğrultusunda, değişik düzeylerde, yerel veya sektörel, kimi süreç
içinde kalıcılaştırabileceğimiz, kimi belirli taleplerle sınırlı kalmak üzere geçici özellikler taşıyan, bir
seferlik özellikler taşıyan ama biçim olarak bu sefer başka bir konuda uygulanacak olan döneme özgü
biçimlenmeler uygulayacağız.
Bütün bu örgütlenme biçimlerinin kullanılışında iki temel ilkeyi hiçbir zaman gözardı
etmeyeceğiz. 1- Bunları eylemli bir sürecin örgütleyici merkezleri olarak kullanmak, yani laf yapılan
yerler olmaktan çıkarıp, eylem kararlarının alındığı merkezler olarak kullanmak, 2- Örgütlenme
biçimleri konusunda tutucu davranmamak. Dinamik ve yaratıcı olmak. Yalnız bu yaratıcılık, her talep
için bir komite kurmak biçiminde olmamalıdır. Bir talep atılıyor, ardından haydi bunun için bilmem ne
komitesi kuralım deniyor. Bu olmaz. Bunun adı yaratıcılık değil, dinamik bir örgüt biçimini, kitle
inisiyatifini örgütleme biçimini ayağa düşürmek olur. Ortada bir biçim vardır esasında. Talepler
değişebilir ama değişen taleplere hızla uyum sağlayabilecek hareketli örgütler olmalıdır bu taban
inisiyatifi örgütleri. Ama, "Ekmek zammına hayır komiteleri", "Asgari ücreti belirleme komiteleri", "1
Mayıs'a devlet saldırısını protesto komiteleri", vb. gibi her talebe bir komite yaratılamaz. Bir süre
sonra örgütün literatüründe 100 tane komite olur, hangisi nerede başlıyor, hangisi nerede bitiyor,
belirsiz bir karmaşa doğar. Yani örgüt biçimlerinde yaratıcılık ve dinamik olmayı böyle bir karmaşa
yaratma tarzı olarak yorumlayıp uygulamamalıyız.

GGGD'in talepleri ne olmalı?


Gelelim işin program ve talepler boyutuna: GGGD çalışmasını özelleştirilmiş, yoğunlaştırılmış
bir kampanya, örgüt güçlerinin her cepheden ona doğru yöneltildiği çok yönlü bir faaliyet olarak
yürüteceğiz. Peki bunun programı daha doğrusu talepleri ne olacak sorusu sorulacaktır. Çünkü bir
kampanya dediğin zaman, dar anlamda bir kampanya dediğin zaman, işin tekniği açısından onun
hedefini, amaçlarını, nerede başlayıp nerede biteceğini belirlemen lazım. Gerçi bunu

31
mutlaklaştırmamak gerekir. Donmuş mekanik bir yaklaşımla ele alırsan, D. Perinçek'in "meşru
eylem" anlayışına, "sınırları belirli eylem" anlayışına doğru sürükler adamı. Süreç dinamik bir biçimde
akar, başlangıçta sen, "bu kesitte örneğin bir günlük genel grevi gerçekleştirmek bile büyük başarıdır"
diye bakarsın. Ama. süreç öyle bir gelişme gösterir, öyle hızlı patlamalar ve sıçramalar yaşarsın ki,
eğer gelişmenin diyalektiğine inanıyorsan şu kriz dönemlerinde değil bir gün, belki üç gün, beş gün
süren bilmem neler örgütleyebilirsin. Ya da sen, daha çok bir gün iş bırakma, hatta işe gitmeme
biçiminde gerçekleşecek olan geniş katılımlı bir genel direnişin bile bir sıçrama olacağını düşünürsün.
Ama süreç öyle bir akar ki, senin daha , çok öncü çıkışlar olarak hedeflediğin aynı zamanda sokak
gösterilerine dönüşen uygulama yaygınlık ve genişlik kazanabilir. Yine 1 Mayıs'ı bir düşünün, 1
Mayıs'ta en fazla ne olabilir diye tahmin edilebilirdi, neler oldu. Bu yüzden hedefler ve sınırlar belli
olmalı derken, bunu baştan mutlak bir biçimde bizi bağlayan zincirler halinde de yorumlamamak
gerekir.
Bu süreçte gerçekleştirilecek bir GGGD'in programı, talepleri bizim için açıktır. Şu dönemde
işçi ve emekçi kitle hareketinin bütün kesimlerinin ortak ve yakıcı talep ve sorunlarının kesişme
noktalarını hesaba katarak oluşturulmuş olan EKK programıdır. Onun programatik bütünlük taşıyan
görüşleri, talepleri ve sloganlarıdır. Ancak şimdi biz genel bir dönem içinde özel bir evrenin taktiğini
tartışıyorsak, bugüne kadar bu kurultay çalışmalarında çok sık düştüğümüz bir yanlışı burada bir kez
daha yinelememeliyiz. Ağzımızı her açtığımızda papağan gibi EKK'nın birinci talebinden başlayıp
sekizinci talebine kadar sayarak, dönüp dönüp bunları tekrarlayarak gidemeyiz. Şu kesitte çalışmanın
özelleştirilmiş talepleri olacaktır. Nedir bunlar? Yine o programın içinde var. O bütünlüklü program
içerisinde, şu kesitte güncel propaganda ve ajitasyonda vurgu anlamında biraz daha öne çıkaracağımız
talepler olacaktır. Bunlar, işçi sınıfı başta olmak üzere emekçi kitlelerin şu kesitte en duyarlı oldukları,
en çabuk tepki verebilecekleri konularla ilgili talep ve sloganlardır. Özelleştirmedir, mezarda
emekliliktir, işsizliktir, zamlardır, siyasi özgürlük yoksunluğudur. Bunların bir de biliyorsunuz
altbaşlıkları var. Bu temel sloganların değişik kesimlerin ya da genel olarak emek güçlerinin ortak
özlemlerini ifade eden daha somut alt sloganları var. Örneğin, ''Emekçilere Özgürlük!" temel talebini,
diyelim ki memur hareketinde grevli-TİS'li sendika hakkı başta olmak üzere daha özel hedefleri
içerecek tarzda kullanırız. Diğer taraftan, grev hakkının, sendikal örgütlenme hakkının önündeki
sınırlamaların kaldırılması yönünde kullanırız veya güncel bir gelişme olarak cezaevlerindeki katliam
politikalarına karşı talepler, tepkiler olarak ayrıntılandırabiliriz.
Şimdi bu özelleştirme, mezarda emeklilik, işsizlik ve zamlar, dikkat edersiniz son kesitte
sermayenin uygulayacağı saldırının gündeme gelmesiyle birlikte sınıf içinde zaten şimdiden elle
tutulur hoşnutsuzluk ve tepki birikimi yaratmıştır. Oralarda bir patlama yaratmaya çalışacağız biz.
Fakat şu kesitte kitlelerin geniş yığınlarının özel olarak duyarlılık gösterdiği bu konuları öne
çıkarırken, bu tutum bu kez EKK'nın diğer talep ve sloganlarının ihmaline, kullanılmamasına yol
açmamalı. Bugüne kadar birinciden başlayıp sekizinciden çıkma şeklindeki ayrımsız düz mekanik
mantık, bu sefer bizi, şu kesitte yakıcı taleplerin daha özel olarak öne çıkarılması gerekliliğini aynı
mekaniklikle diğerlerinin bir kenara bırakılması biçiminde yorumlamaya götürmemeli. Örneğin bugün
bir kirli savaşı, onunla ilgili talep ve sloganları hem genelde, hele de Kürt işçi ve emekçilerinin yoğun
olduğu sanayi bölgeleri, fabrikalar ve yerleşim birimlerinde, öbür yandan sınıfın öncüleşen, güçlü bir
siyasallaşma eğilimi taşıyan Tuzla ve Ambarlar gibi yerlerde kullanmamazlık edebilir miyiz? Aynı
şekilde, "Kahrolsun Emperyalizm!" sloganını şu dönemde ihmal edebilir miyiz? Bu anlamda, öne
çıkardığımız, vurgunun biraz daha fazla yapılması gereken güncel talep ve sloganlar, bizim için çıkış
noktası olma özelliği taşımalı ama programın bütünlüğünü unutturmamalıdır. Daha da önemlisi şu, çok
sık düşülen bir başka yanlış: Bugün bu taleplerin öne çıkışından da hareketle bunları, mesela bir
özelleştirme olayını, bir zamlar meselesini kitlelerin ele alışı, algılayışı tarzında ele almamalıyız. Yani
bu bizi sendikalist bir yoruma götürmemeli.
EKK programının ve taleplerinin bugüne kadarki genel algılanışı ve kullanılışında, bu dar
sendikalist yaklaşım değişik bölge ve alanlardaki çalışmalarımızda, değişik zamanlarda, değişik
biçimlerde kendini gösterdi. Bugün özelleştirmeye karşı tavır vardır, özelleştirmeye karşı tavır vardır.
"Özelleştirmeye Hayır!"la sınırlı bir tavır, liberal oportünistlerin de artık kabul ettiği gibi sendikalist
bir yaklaşımın ifadesidir. Ama "Özelleştirmeye Hayır!" derken, bunu aynı zamanda özel mülkiyet
düzenine karşı ister kamu mülkiyeti biçiminde olsun ister şahıs mülkiyeti biçiminde olsun, özel
mülkiyet düzeninin kendisine karşı bir biçimlendirmeyle kullanırsan, düzenin ve sistemin
sorgulanmasına doğru genişleyen bir içerikle kullanırsan işte o zaman bu proleter devrimci tarzda bir

32
kullanım olur. Bu ikisi birbirinden farklıdır. Bu anlamda Kurultay politikalarımızın temelinde yatan,
onun, o dönemsel politikanın temelinde yatan mücadele anlayışı ve tarzını hayata geçirme temel
yükümlülüğünü unutmadan güncel talep ve sloganları öne çıkarmalıyız. Nedir o mücadele anlayışının
temeli, özü, ruhu? Sınıfın ve emekçi kitlelerin hareketini, öncü unsurlarından başlayarak
devrimci sosyalist bir bilinç temelinde siyasallaştırma ve militanlaştırma hedefi. Yani Kurultay
politikası, militan bir sendikacılık hareketi geliştirmek değildir, devrimci bir sendikal hareket değildir.
Onu da içeren ama ondan daha ötesini içeren bir yönelimdir. Kurultay politikasının, stratejisinin
temelinde yatan öz budur. Hareketi devrimci sosyalist bir bilinç temelinde siyasallaştırarak
militanlaştırmaktır. Dikkat edin bu herhangi bir siyasallaştırma da değildir. Bizi liberal kuyrukçuluktan
ya da halkçılardan ayıran yan budur. Ekonomik talepleri genel siyasal taleplerle pasif bir biçimde
birleştirme, ikincileri yama gibi birincilere ekleme yoluyla hareketi siyasallaştırmak değildir. İçinde
bulunduğumuz tarihsel kesitte bunun bile önemi ve değerini inkar etmiyoruz. Ama biz esas olarak
hareketi sosyalist bir siyasallaşmaya doğru götürmeyi hedefliyoruz. Militanlaşmanın içeriği de
bununla dolduğu ölçüde, bunun gereklerini yerine getirdiği ölçüde, pratikte bu bilinçle veya bunun
embriyon halindeki ilk şekillenişi ile hareket ettiği, kaynağını bundan alan eylemler
gerçekleştirebildiğimiz ölçüde biz kendi tarzımızı konuşturmuş oluruz.
Yalnız bu kesitte kirli savaşa karşı çıkma temelinde tek bir fabrikada bile 1 saatlik bir iş
bırakmayı örgütleyebilelim, bu bir yerde mezarda emekliliğe veya özelleştirmeye karşı bir bölge
çapında veya sektör çapında gerçekleştireceğimiz bir eylem kadar değerlidir. Bunları kıyaslamak, karşı
karşıya getirmek yanlıştır ama konunun işçi hareketini siyasallaştırma, onu ileriye doğru taşımanın
kavranışı açısından önemini anlatıyoruz. "Kahrolsun Emperyalizm" temelinde gerçekleşecek bir
yemek boykotu, antifaşist bir eksende yükselecek olan bir kitle gösterisi kadar, bazı durumlarda ondan
daha değerlidir. Onun için şu kesitte geniş yığınların daha duyarlı olduğu mezarda emeklilik,
özelleştirme, işsizlik, zamlar ve siyasal özgürlük yoksunluğunu öne çıkaran, vurguyu bunlara yapan
bir yaklaşım sergilerken, bu hiçbir zaman programatik dönemsel taleplerin budanmasına,
kullanılanların da kendi içinde dar sendikalist bir yorumla ele alınmasına yol açmamalıdır.

Sosyalizmin Propagandasına Özel Bir Önem Ve Ağırlık Vermeliyiz


İşte o dar sendikalizmden kopuşun çok temel, çok özsel bir noktası daha var. GGGD'in
propagandası sırasında, ajitasyonu ve eylemlerinde, sosyalizmin propagandası çok net bir biçimde
yapılmalı bu süreçte. Bu sadece bizim komünist karakterimizin, ideolojimizin gereği değildir. Bu
sadece bizim döneme müdahalemizdeki farklılığın getirdiği bir zorunluluk değildir. Sosyalizmin
propagandasını daha yüksek sesle, daha vurgulu, daha canlı yapmak bugün artık güncel pratik bir
zorunluluk halini almıştır. Hepimizin izlediği gibi toplumun, özellikle emekçi sınıfların geniş bir
kesiminde, sadece sömürünün ağırlaşmasına, faşist baskının koyulaşmasına duyulan bir tepki değil;
bununla birlikte, düzenin yolsuzluklarına, rüşvete, vurgunculuğa, işte Çiller'in fırıldaklarıyla,
Edesleriyle, Civanlarıyla, parlamentosunun ve hükümetinin haliyle; yani siyasal, ekonomik ve sosyal
alanlarda iyice dışa vurmuş olan çürümesine duyulan bir tiksinti aynı zamanda. Kapitalizmin bir
geleceğinin olmadığı, kapitalist sistemin ebedi bir düzen olamayacağı fikri artık emekçilerin saflarında
bile giderek yayılıyor ve insanlar yerine bir alternatif arıyor. İşte bu alternatifin, kapitalizmin tek ve
gerçek alternatifinin özellikle ezilenler açısından sosyalizm olduğunu şu kesitte biz net bir biçimde
vermek zorundayız. Aksi taktirde bu tepki, bu çürüme ve kokuşmaya duyulan tepki dinci gericiliğin
kanallarına akıyor, MHP'nin kanallarına akıyor. Bunun önünü kesmek açısından da biz bugün
sosyalist propagandayı yoğunlaştırmalıyız. Sosyalizmin propagandasını öyle yazılarımızı bitirirken,
konuşmalarımızı bitirirken, bitiş cümlesi veya paragrafına sıkıştırılmış iki üç kelime olmaktan
çıkarmak gerekiyor.
Sosyalizmin propagandasını güçlendirmeyi, kitle hareketinin gelişimi de zorunlu kılıyor. Bu
gelişme aynı zamanda kitlelerin sosyalizmi yeniden benimsemelerine de elverişli bir zemin yaratıyor.
Kitle hareketi devrimcileştikçe ve militanlaştıkça, biz de çıtayı her yönde daha yukarı çekmeliyiz. Dün
yani Gazi'den önce, yani 1 Mayıs'tan önce, öğrenci hareketinden önce biz o kesimlere ne yaptırmaya
çalışıyorduk? "Biraz siyasal bir tavır alın, biraz ileriye doğru bir adım atın" diyorduk. O kesitte
hareketin düzeyinin geriliği yüzünden atılması gereken ilk adımı bununla sınırlıyorduk. Ama şimdi
artık kitle hareketi kabarıyor, yükseliyor. O zaman biz artık sadece "Harekete geçin" çağrısı yapmakla
yetinemeyiz, yetinmemeliyiz. Çünkü zaten harekete geçiyor ve atılan her adım diğerleri için harekete
geçin çağrısı oluyor. O zaman biz, komünist karakterimizi, halkçılıktan ve diğer devrimci demokratik

33
güçlerden farkımızı daha belirgin bir biçimde gösterebiliriz ve göstermeliyiz. Hareketteki bu
gelişmeyi, siyasallaşmaya açıklık yönüyle olgunlaşmayı da dikkate alarak, sosyalizm propagandasını
daha güçlü ve daha vurgulu yaparak koyabiliriz bu farkı öncelikle.
Ama bu tabii EKİM'vari bir sosyalizmcilik olmayacaktır. Çünkü, bunun başarılı olabilmesi için
önce hareketin içinde ve önünde yer almak gerekir. Hareketin içinde ve önünde yer alarak, onu bizzat
örgütlemeye çalışarak siyasallaştırmaya, devrimcileştirmeye, militanlaştırmaya çalışmaksızın harekete
sosyalist bir karakter kazandırabilmek mümkün değildir. EKİM'in yaptığı, daha doğrusu yaptığını
zannettiği gibi, hareketin kenarında kıyısında dolaşarak dışardan, "Yaşasın Sosyalizm", "Sermayenin
faşist diktatörlüğünü yıkmak gerekir" vb. sloganlarını atmakla yetinen bir sosyalizm propagandası
olmayacaktır tabii ki bizim yapacağımız.

Ağları Geniş Atmak


GGGD'in örgütlenmesi taktiği sadece bir EKK çalışması değildir ve böyle anlaşılmamalıdır.
Bütün örgüt güçlerimizin yoğunlaşacağı, kilitleneceği bir hedef olarak gündemimize giriyor. O
yüzden, mesela buradaki konuşmalarda da dikkatimi çekti, işçiler diyoruz, semtler diyoruz, ama
emekçi memurları hiç anmıyoruz. GGGD, sınıfsal ekseni itibariyle işçi hareketine dayanacaktır. Onun
omurgasını işçi sınıfı oluşturacaktır. Ama hemen ona bitişik bir tarzda ve onunla ilk birleşikliği
sağlayacak toplumsal güç emekçi memur hareketidir. Genel greve genel direniş karakterini
kazandıracak olan öncelikle bu birliktir. Zaten işçi hareketi ile emekçi memur hareketi ve antifaşist
dinamiğin bileşkesini yakaladığın yerde, Türkiye'de genel direnişi örgütlersin sen. Dolayısıyla sınıf
artı semtlerle sınırlı bir yaklaşımı bırakmalıyız. Özellikle memur hareketi içerisinde çalışan
güçlerimiz, kendi alanlarında özel bir yönelime, ısrarlı ve yoğunlaştırılmış bir çalışma içine
girmelidirler bu süreçte. Çünkü, oralarda oldukça zayıfladık. Zayıfladığımız için zaten bizim bile
dilimizden çıktı, anmaz olduk. Görüş alanımızın dışına doğru kaymaya başladı emekçi memur hareketi
gibi bir dinamik.
Emekçi memur hareketindeki konumlanışımızı ve faaliyetlerimizi yeniden gözden geçirmeliyiz.
Ne kadar gücümüz varsa yeniden hareketlendirmeliyiz. Bu alandaki güçlerimize ileriye doğru
olabildiğince büyük adımlar attırmayı özel bir hedef olarak önümüze koymalıyız. Bu aynı zamanda
şudur yoldaşlar; demin GGGD taktiğinin uygulanması sırasında, güçlerin bu taktiğe göre değişik
alanlar ve kesimler içerisinde konumlanışı ve konumlandırılışının, mevzilendirilişinin, çalışmanın
vurgu noktalarının farklılıklar göstereceğini söylemiştim. İşte o farklılık örneğin emekçi memur
hareketinde diğer alanlardan bu yönüyle bir farklılık olacaktır. Onlara soracağız; yoldaşlar orada
mısınız? Kapıyı tıklatıp sesleneceğiz; oradaysanız, varlığınızı eylemlerinizle eskisi gibi hissettirin
bize.
Burada, bir bütün olarak örgütün güçlerinin kilitleneceği bir hedef dedik. Şu perspektifle hareket
etmeliyiz; sadece GGGD taktiğinin bu kesitteki gereği olarak değil, dönemin genel özelliğinin bir
gereği olarak sınıfın ve emekçi kitlelerinin en geniş kesimlerine ulaşmayı, yeni güçleri kucaklamayı,
yeni alanlara açılmayı hedeflemeliyiz. Bu gereklilik Gazi'den önce ortaya çıkmış, Gazi bunu bize
somut olarak bir kez daha hatırlatmış, ama bugüne dek yeteri kadar kullanamamışız. Şimdi 1 Mayıs
bir kez daha hatırlatmalı bunu bize. Bu evrede örgüt olarak ağlarımızı özellikle sanayi bölgelerinde
atabileceğimiz en geniş alanlara doğru atacağız. Tıpkı gırgırla, trolle balık avlayan balıkçılar gibi.
Ağımızın yettiği en geniş alanı çevireceğiz, ondan sonra o ağı çekeceğiz, onun içinde işe yaramayan,
bizim bünyemize uygun olmayan taşı molozu ayıklayacağız. Yararlanabileceğimiz güçleri ise
etrafımızda derece derece mevzilendireceğiz. Örgütün omurgasına doğru çekebileceğimiz güçleri
oradan alacağız. Onun için hiçbir zaman şöyle düşünmemeliyiz: Bizim bugün sonuca gitme
ihtimalimizin yüksek olduğu alan konfeksiyondur veya nesnel olarak görece ileri bir kaynamayı
yaşadığı için Ambarlar'dır, nakliyat işkoludur. Veya işte hem sınıf içerisindeki güçlerimizin hem semt
güçlerimizin birbirini bütünleme şansının daha fazla olduğu A semti, B semti, C bölgesidir. Bizi baştan
darlaştırabilecek yaklaşımlardan uzak durmalıyız. Adı üzerinde, biz bir GGGD örgütlemeye
kalkıyoruz. O zaman onun çalışması da sosyal güçler itibariyle de, yani değişik emekçi sınıf ve
tabakalara dönük olması yönüyle de, alanlar itibariyle de olabildiğince geniş ve kapsayıcı olmak
zorundadır. Bu süreç bunların birbirini tamamladığı, ivmelendirdiği, bütünlediği bir süreç olarak
örgütlenmek zorundadır. Anlayış olarak bu geniş açıyla yaklaşmak zorundayız. Ama tabii ki, hem
anlayış hem pratik uygulama itibariyle, en başta taktiğin özünü oluşturan sınıf eksenli, sınıf vurgulu
bir çalışma olacağı için işte orada bir yoğunlaşma olacaktır. İkinci olarak, güçlerimizin, taktiğin daha

34
yetkin örneklerini yaratma şansına daha fazla sahip olduğu, daha örgütlü olduğumuz alanlarda daha
ileri biçimler ve uygulamalar yaratmayı hedefleyeceğiz. Bunlar, taktiğin uygulanması sırasında özel
yoğunlaşma noktaları olacaktır. Başka alanlar için de emsal oluşturacak ileri örnekler yaratmak veya
pilot uygulamalar için buralara yüklenmek ayrıdır. Ama baştan anlayış olarak kendimizi belli alanlarla
veya belli kesimlerle sınırlamak ayrıdır. Birincisi zaten pratiğin getireceği bir sonuç olarak da
karşımıza çıkacak. Bilinçli bir taktik uygulamanın gereği olarak da çıkacak. Güçleri mümkün olduğu
kadar sonuç alıcı yerlerde, sonuç alıcı noktalarda toplamak, bir başka ifadeyle dinamik bir önderlik
sergileyerek fırsatların doğduğu her yerde olmak. Örneğin, başlayan bütün grev ve direnişlere
müdahale zorunluluğunda olduğu gibi, olunması gereken yerde, olunması gereken zamanda olmak.
Yaklaşımımız bu olmalı.

Sonuç Ne Olabilir
Bütün bunların sonunda sonuç ne olabilir? Biz GGGD'i örgütleyebilir miyiz? Şu kadar
konuşmadan sonra, bununla neyi kastettiğimiz herhalde belli bir açıklığa kavuşmuştur. Ötesi pratiğe
kalmıştır. Bir noktayı baştan çok iyi kavramalıyız; biz bir öncü taktik uygulamaya yöneliyoruz. Buna
adapte olma ve pratiğe geçirmede, güçlerimizin bunu özümsemesi, kavraması ve istenen düzeyde
hayata geçirmesinde belli sorunlar ve sıkıntılar da yaşayacağız. Kaçırdığımız fırsatlar da olacak, kaş
yapayım derken göz çıkardığımız durumlar da olacak, bu arada darbeler de yiyeceğiz. Hepsi olacak.
Ama zaten bir örgütün ileriye doğru yürümesi, süreç içerisindeki konumlanışının sıçratılması bütün
bunları göze alarak adım atma cesaretine sahip olduğu zaman gerçekleşir. Şimdi biz böyle bir sürece
giriyoruz. Biz elimizden geleni yaparız ama daha önce de söylediğim gibi, bizim irademizin ve
gücümüzün dışındaki gelişmeler, değişmeler sonucu süreç farklı bir seyir izler. Belki bu taktiği
umduğumuzdan hızlı bir şekilde sonuca götürebiliriz, yani bir kartopunun çığa dönüşmesi gibi bir
pratik seyirle de karşılaşabiliriz. Ama süreç belki de sancılı, yani üç ayı, beş ayı geçen sancılı ve ağır
bir seyir izler. 1 Mayıs öncesinden biraz daha farklı ama çok da hızlı gitmeyen bir süreç olarak yine
GGGD'e doğru bir evrim izleyebilir veya '91'de olduğu gibi bugünden hiç kestiremeyeceğimiz bir
gelişme olur. O dönemde biliyorsunuz 15 gün sonra Körfez Savaşı çıktı. Yarın senin iraden ve
kontrolünün dışında öyle bir etken devreye girer ki, Türkiye'nin siyasi iklimi değişir. Kitlelerin ruh
hali geriye gidebilir. Ya da geriye gidiş farklılaşma gösterir. Devrimci militan eyleme açık bugünkü
tepkili ruh halinin yerini, en azından, "Dur bakalım ne olacak" şeklinde bir bekleme psikolojisi
alabilir. Hiç kimse bunları önceden kesin olarak bilemez. Ama bildiğimiz bir şey var; bizim mevcut
durum, muhtemel gelişme seyri ve o gelişmenin olması gereken, yöneltilmesi ve yönlendirilmesi
gereken yönü konusunda kafamız açık. Bundan dolayı diyoruz ki, bu dönemin öncü taktiği budur. Ve
biz bu taktiği uygulamaya giriyoruz. Uygulayabiliriz, başarabiliriz diyoruz. Gerisi ne olur, nasıl bir yol
izlenir, sonuçları ne olur. Bunları süreç gösterecektir. Burada Napolyon'un ünlü bir sözünü hatırlamak
lazım. Napolyon'a generalleri sorarlar; "Savaşın sonu nasıl belli olur, nasıl tayin edilir" diye.
Napolyon der ki; "Önce savaşa girersin, sonra... sonucu orada görürsün". Biz de şimdi savaşa
giriyoruz. Sonucu pratiğin içinde göreceğiz. Bütün mesele o pratiğe girerken ne yapmak istediğimizi,
bu süreçte neleri hedeflememiz gerektiğini, sınıf ve kitle hareketinin devrim ve sosyalizm yolunda
ilerletilmesinin bugün neyi gerektirdiğini, özel olarak örgütümüzün bu süreçte neyi başarmaya
çalıştığını kafamızda netleştirmek. Bütün mesele o. Bunu başardığımız ölçüde gerisi gelir.
11 Mayıs 1996

35

You might also like