You are on page 1of 223

GİRİŞ

1. Kaynaklar ve Araştırmalar

a) Kaynaklar
İlk devir İslâm tarihi çalışmalarında, bu devir ile ilgili çağdaş kaynakların zamanımıza
ulaşamamış olması, eksikliği her zaman hissedilen bir husustur. VIII. asırdan itibaren, gerek
şifâhî gelenek ile olsun ve gerekse daha önce yazılıp da zamanımıza ulaşamayan eserlerden
yapılan alıntılar şeklinde olsun, ciddî çalışmalar yapılmıştır. Ancak bu eserler sayesinde, ilk
devir İslâm tarihinin muhtelif konularını incelemek mümkün olabilmektedir.
Çalışma konumuz olan "Mısır ve Kuzey Afrika’nın Müslümanlar Tarafından Fethi"
ile ilgili olarak olaylara muasır bir kaynak elimizde bulunmamaktadır. Mısır tarihi ile ilgili
olarak müslümanların Mısır'ı fethi sırasında Nikiou başpapazı olan Jean'ın yazmış olduğu
Chronique bunun tek istisnasıdır 1 . M. 694 yılında hayatta olduğu bilinen Jean'ın bu eseri,
Mısır'ın müslümanlar tarafından fethini müşahedeye dayalı olarak anlatmaktadır. Jean bu
kroniğinde, Mısır'ın İslâm öncesi tarihini ziraî, idarî, dinî siyasî ve imar durumunu, Mısır'ın
Nûbelilerle ilişkilerini, Amr b. el-Âs'ın gerçekleştirdiği fetihleri; İfrikıyye valisi Gregorios'un
Bizans'a karşı isyanını, bazen doğrudan, bazen de dolaylı olarak, kısa, açık ve özlü ifadelerle
anlatmaktadır. Ancak bir hususu hemen belirtmek gerekir ki, bir başpapaz olan Jean'ın,
müslümanlarla Rumlar arasında yapılan savaşları ve müslümanların Mısır'ı fethini, tam bir
hıristiyan gözüyle değerlendirdiğidir. Meselâ o, hıristiyanlar için "Tanrı'nın mü'min kulları..."
derken, müslümanlar için "...barbar, cani..." gibi sıfatlar kullanmaktadır.
Zamanımıza ulaşan en eski İslam tarihi kaynağı, İbn Abdilhakem'in (v. 870) Fütûhu
Mısr ve Ahbâruhâ 2 isimli eseridir. İbn Abdilhakem'in bu eseri, çalışmamızın her safhasında
başvurduğumuz en önemli kitap olmuştur. Mısır'ın İslâm öncesi tarihi, müslümanlar
tarafından fethi, Fustat ve Cîze şehirlerinin kuruluşu, idarî yapı, gayr-i müslimlerden alınan
vergiler, İfrikıyye, Mağrib ve Endülüs'ün fethi, fethinden 860 yılına kadar Mısır kadıları,

1
Jean, Chronique, (Derleyen Yaussouf Kamal, Monumenta Cartographica Africae et Aegyptı, Ed. Fuat Sezgin,
Frankfurt 1987, M, 21-27'den), (terc. Veysel Uysal, İstanbul 1990, basılmamış tercüme). Bu eser Yunanca olarak
yazılmıştır. Ancak, bugün bize ulaşan metin 1602'de Habeşce'ye yapılan tercümedir. H. Zotenberg, bu Habeşçe
nüshayı Fransızca'ya çevirmiş; eser 1883'de Paris'te basılmıştır. bkz. Mustafa Fayda, Hz.Ömer Zamanında
Gayr-i Müslimler, İstanbul 1989, l. C'hronique'i neşreden H. Zotenberg Nikiou’lu Jean'ın isminin 686 tarihli bir
el yazmasında zikredildiğini bildirmektedir. Bkz. Youssouf Kamal, Monumenta Cartographica Africae of
Aegyptı, Jean, Eveque de Nikiou, 27. Biz Jean'ın bu eserine Fuat Sezgin'in editörlüğünde, Youssouf Kamal'ın
derlediği adı geçen kitabın içinde yer alması dolayısıyla ulaştık. Bu kitapta yer alan Fransızca metnin tercümesi
M.Ü. İlâhiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Veysel Uysal tarafından yapılmıştır. Bu vesile ile kendisine
teşekkürlerimi sunarım. Biz Jean'ın Chronique'ine atıf yaparken bu tercümeyi işaret ettik.
2
İbn Abdilhakem. Fütûhu Mısr ve Ahbârûhâ (nşr. Charles C.Torrey), Leiden 1922.

1
Mısır'a gelmiş olan sahabîler ve bu sahabîler yoluyla burada yayılan hadisler kitapta ele alınan
konulardır 3 . Ancak hemen belirtmek gerekir ki, kitapta Mısır'ın fethi tafsilatlı olarak yer
alırken, İfrikıyye, Mağrib ve Endülüs'ün fethi ile ilgili bilgiler hem daha az ve hem de tahkîke
muhtaçtır. Bu bölümlerle ilgili bilgileri kullanırken, dâima İbnü'l-Izârî'nin Muğrib’iyle
karşılaştırmak yoluna gidilmiştir.
Belâzurî'nin ( v. 892) Fütûhu'l-Büldân 4 isimli kitabından da İbn Abdilhekem'in eseri
kadar olmasa bile, bilhassa Mısır'ın fethi konusunda oldukça istifade edilmiştir. Ancak onda
da İfrikıyye'nin fethi ile ilgili bilgiler çok kısadır ve Mısır konusundaki malûmat ile mukâyese
edildiğinde, ancak dörtte bir oranında kalmaktadır.
Taberî'nin (v. 922) Tarih’i 5 de çalışmamızda istifade ettiğimiz kaynaklar arasında yer
almıştır. Taberî, Mısır'ın fethi ile ilgili bazı bilgiler naklederken, İfrikıyye konusunda çok az
ve birer cümlelik, kısa nakiller yapmaktadır.
Kindî'nin (v. 961) Kitâbu'l-Vulât ve Kitâbu'l-Kudât 6 isimli kitabı ise bilhassa Mısır'ın
idarî yapısını kaleme alırken bize tatmin edici bilgiler vermiştir.
Sa'id b. Patrik'in (v. 939-940) Kitâbu't-Tarih’i 7 ise, bir gayr-i müslimin kaleme aldığı
eser olup, diğer İslâm tarihçilerinin Mısır'ın fethine dâir naklettikleri bilgileri teyid eden
rivâyetleri ihtivâ etmektedir.
İbnü'l-Izârî'nin (v. 1295) Kitâbu'l-Beyâni'l-Muğrib fî Ahbâri Endelüs ve'l-Mağrib 8
isimli eseri İfrikıyye ve Mağrib'in fethi konusunda temel aldığımız bir kitap olmuştur. İbnü'l-
Izârî bu eserinde, bölgelerin fethi hakkında bize en teferruatlı ve en doğru bilgileri
nakletmektedir. O, İfrikıyye ve Mağrib'in fethi konusunda bize ulaşan ilk eser olan Mâlikî'nin
Rıyâdu'n-Nüfûs 9 isimli kitabına göre daha doğru bilgiler nakletmektedir.
Nüveyrî (v. 1333) ,Nihâyetü'-Ereb 10 , Makrizî (v. 1442) Hıtat 11 , İbn Tağriberdî (v.
1469) Nücûm 12 ve Suyutî (v. 1505) Husnü'l-Muhâdara 13 isimli eserlerinde umumiyetle İbn

3
Müellif ve eseri hakkında bilgi için bkz. Nadir Özkuyumcu, "İbn Abdilhakem". İ.A. (TDV). İst. 1999, XIX,
278-279.
4
Belâzurî. Ahmed b. Yahyâ; Fütûhu'1-Büldân (thk: Muhammed Rıdvân), Mısır 1350/1932. (Selahaddin el-
Müneccid neşrinden türkçeye çeviren: Mustafa Fayda, Fütûhu’l-Büldân, Ankara 1987.).
5
Taberî, Muhammed b. Cerîr; Tarihu’l-Ümem ve’l-Mülûk (thk. Muhammed Ebu'l-Fadl İbrahim), I-XI, Beyrut
1387/1967; Ayrıca ed. M. de Goeje, cilt I-III, Leiden 1879-1881.
6
Kindî, Kitâbu’l-Vulât ve Kitâbu’l-Kudât (thk: Rhuvon Guest), Beyrut 1908.
7
Sa'id b. Patrik, Kitâbu't-Tarih, Beyrut 1909.
8
İbnü'1-Izârî, Muhammed; Kitâbu’l-Beyani'1-Muğrib fi Ahbâri Endelüs ve’l-Mağrib, (thk. G.S.Colin-I.
Lewi Provençal), I-II, Leiden 1948.
9
Mâlikî, Ebû Abdillah Muhammed; Rîyâdu'n-Nüfüs fi Tâbakâti Ulemâi’l-Kayrevân ve İfrikıyye ve Zühhâdihim
ve Nüssâkihim ve Seyru min Ahbârihim ve Fedâilihim ve Evsâfihim (thk: Beşîr el-Bekkûş), I-III, Beyrut
1403/1983.
10
Nüveyrî, Şihâbuddin Ahmed b. Abdîlvehhâb; Nihâyetü’l-Ereb fi Fünûni'1-Edeb (thk: Muhammed Ebu'1-Fadl
İbrahim), I-XXIX, Kahire 1395/1975.
11
Makrizî, Takıyüddin Ahmed, el-Mevâiz ve’lİtibâr .fî Zikri’l-Hıtati ve’l-Âsâr, I-II, Bulak 1270.

2
Abdilhakem'in Fütûhu Mısr ve Ahbâruhâ adlı kitabını kaynak olarak kullanmışlar ve bu kitabı
adeta satır satır iktibas etmişlerdir. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, bu eserler arasında
Makrizî'nin Hıtat’ı ile Suyutî'nin Husnü'l-Muhâdara’sı çalışmamız açısından bazı özellikler
arzetmektedir. Makrizî, Mısır'ın fethi yanında, buradan alınan cizye ve harac vergileri ile
harac'ın tesbitinde esas alınan hususlara ve Mısır topraklarının mesahasına dair önemli bilgiler
vermektedir. Suyutî ise Mısır'ın fethini, ağırlıklı olarak İbn Abdilhakem'den naklettiği
rivayetler ile anlattıktan sonra, ayrı bir konu başlığı ile Kuzâ'î'nin bize ulaşmayan Hıtat isimli
eserinden Mısır'ın Fethi konusunu aynen aktarmaktadır (c. I, 127–130).
Yakut el-Hamevî'nin (v. 1229) Mu'cemu'l-Büldân 14 isimli eseri de, diğer coğrafya
kitapları 15 arasında en fazla istifade ettiğimiz bir kaynak olmuştur.
Ebû Ubeyd el-Kâsım b. Sellâm'ın (v. 839) Kitâbu'l-Emvâl’i 16 de cizye ve harac
konuları ile Mısır'daki ehl-i zimmenin, özellikle Ömer b. Abidlaziz'in halifeliği zamanındaki
durumu hakkında doyurucu bilgiler vermektedir. Bu arada, malî konularda kaleme alınmış
diğer bazı kitaplar dan da istifade ettiğimizi burada belirtmeliyiz 17 . Yine Kurre b. Şerîk el-
Absî'nin valiliği dönemine ait (708–714) olan papiruslardan 18 , Mısır'da cizye ve haracın tesbit
ve tahsilinde nasıl bir uygulama yapıldığı hususunda önemli bilgiler bulduğumuzu da burada
zikretmeden geçmeyelim.

12
İbn Tagriberdî, Ebu'1-Mehâsin Cemalüddin Yusuf; en-Nücûmu'z-Zâhire fi Mülûki Mısr ve’l-Kâhire, I-XII,
Kahire 1383/1963.
13
Suyutî, Celâlüddin Abdurrahman b. Ebî Bekr, Husnü’l-Nluhâdara, fi Tarihi Mısır ve'1-Kâhira, I-II, Mısır
1967.
14
Yakut el-Hamevî, Şihâbuddin Ebû Abdillah; Mu'cemu’l-Büldân (thk: Ferdinand Wüstenfeld), I-VI, Leibzig
1866.
15
Çalışmamız esnasında istifade ettiğimiz diğer bazı coğrafi eserler şunlardır: İbn Hurdazbih, Ebu'1-Kâsım
Ubeydullah b. Abdillah, Kitâbu’l-Mesâlik ve’l-Memâlik (Ed. M.J.de Goeje), Leiden 1967; Yakubî, Ahmed b. Ebî
Ya'kub; Kitâbi’l-Büldân (Ed. M.J.de Goeje), Leiden 1967; İbn Fakîh el-Hemezânî, Ebû Bekr Ahmed b.
Muhammed; Muhtasaru Kitâbi'1-Büldân (Ed. M.J.de Goeje), Leiden 1967; Istahrî, Ebû İshâk İbrahim b.
Muhammed; Kitâbu’l-Mesâlik ve’l-Memâlik (Ed. M. J. de Goeje), Leiden 1967; Makdisî, Şemsüddin Ebu
Abdillah Muhammed b. Ahmed Ebî Bekr; Kitâbu Ahseni’t-Tekâsim fi Ma’rifeti’l-Ekâlim (Ed. M. J. de Goeje),
Leiden 1967 (II. Baskı); İbn Havkal, Ebu'I-Kâsım; Kitâbu Sûreti’l-Arz (nşr. H. Kramers), I-II, Leiden 1938 (II.
Baskı); Bekrî, Abdullah b. Abdilaziz; Mu'cemu Me-Ista’cem (thk. Mustafa es-Sakkâ), I-IV, Beyrut 1983 (M.
Baskı); İdrisî, Sıfatu’l Mağrib ve Ardu's-Sudân ve Mısır ve’l-Endelüs, Leiden 1968.
16
Ebû Ubeyd, el-Kâsım b. Sellâm, Kitâbu’l-Emvâl (thk. Muhammed Halil Herrâs), Kahire 1401/1981 (M.
Baskı), (terc. Cemâleddin Saylık, İstanbu1 1981).
17
İstifâde ettiğimiz diğer bazı mâlî kaynakları da şu şekilde sıralayabiliriz. Ebû Yusuf, Yakub b. İbrahim,
Kitâbu’l-Harac, Kahire 1397 (VI. Baskı), (çev. Ali Özek, İstanbul 1973); Yahyâ b. Adem el-Kureşî, Kitâbu’l-
Harac (thk. Ahmed Muhammed Şâkir) Bsm.Yeri Yok 1384 (II. Baskı); Kudâme b. Ca'fer, Ebu'l-Ferec; Kitâbu'1-
Harac ve Sınâ'atü’l-Kitâbe (thk. Muhammed Hüseyin ez-Zebîdî), Bağdad 1981; Ebu'1-Ferec, Abdurrahman b.
Ahmed b. Receb el-Hanbelî, el-İstihrâc li-Ahkâmi’l-Harac. Beyrut 1405/1985.
18
Grekçe ve Arapça olarak yazılmış olan ve Arapça'da "Evrâku'1-Berdî" ismiyle anılan bu papiruslar, H.C.
Becker, H.J.Bell ve Nabia Abbott tarafından yayınlanmıştır. Bell, yayınladığı papirusları "Der Islam"
dergilerinin muhtelif sayılarında, İngilizce tercümeleriyle birlikte yayınlamıştır. H.C. Becker ise, gerek Yunanca
ve gerekse Arapça nüshalardan bazılarını iki makale halinde "Der Islâm" dergisinde yayınlamıştır. Nabia Abbott
ise "Chicago Oriental Institute" de bulunan Arapça papirusları İngilizce tercümeleriyle birlikte yayınlamıştır. Biz
bu papiruslara çalışmamızın ilgili yerlerinde işaret ettik. Bu konuda ayrıca bkz. Nadir Özkuyumcu, "Kurre b.
Şerîk", İA. (T.D.V. ) Basılmamış madde.

3
b) Araştırmalar
Mısır ve İfrikıyye'nin müslümanlar tarafından fethi ile ilgili pek çok kitap kaleme
alınmıştır. Bunların en önemlilerinden biri olan Alfred C.Butler'in Fethu'l-Arab li-Mısır 19
isimi ile Arapça’ya çevrilen The Arab Conquest of Egypt adlı eseri, çakışmamızın birinci
bölümünü yazarken en çok istifade ettiğimiz bir araştırma olmuştur. Kitaptan Arapçası ve
İngilizcesi kontrol edilerek faydalanılmıştır. Butler, bu eserini yazarken İslâm tarihi
kaynakları yanında bazı hıristiyan kaynaklar ve batılı araştırıcıların kitaplarından da istifade
etmiştir. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, o, Mısır'ın müslümanlar tarafından fethi
konusunda hıristiyan kaynakları ve bilhassa Nikiou başpapazı Jean'ın kroniğini esas almakta
ve bu kaynakları İslâm kaynaklarına göre daha güvenilir bulmakta, bunlara göre yorumlar
getirmekte ve bazı sonuçlara varmaktadır.
İfrikıyye ve Mağrib'in fethi konusunda ise, Sa'd Zağlûl Abdülhamid'in Tarihu'l-
Mağribi'l-Arabî 20 , Abdülaziz Salim'in el-Mağribu'l-Kebîr 21 , ve Hüseyin Mu'nis'in Fethu'l-
Arab li'l-Mağrib 22 isimli kitapları en çok istifade ettiğimiz araştırma eserler olmuştur. Bu
müellifler İfrikıyye ve Mağrib'in müslümanlar tarafından fethini oldukça teferruatlı olarak ele
almakta ve konuları işlerken önce konu ile ilgili İslâm tarihi kaynaklarında bulunan rivayetleri
arka arkaya sıralamakta, daha sonra bu rivayetlere yorumlar getirmektedirler. Hüseyin
Mu'nis'in kitabında dikkati çeken en önemli husus, bu müellif'in İfrikıyye ve Mağrib
fetihlerini Hassân b. en-Nu'mân el-Gassânî'nin valiliği dönemiyle (688–705) bitirmesidir.
Halbuki onun zamanında İfrikıyye fetihleri tamamlanmış, ancak Mağrib henüz İslâm
hakimiyetine alınmamıştır. Mağrib'in İslâm hâkimiyetine girmesi Musâ b. Nusayr zamanında
(705–715) olmuştur.
Mısır'ın fethinden sonra, burada yaşayan ehl-i zimme’ye konulan cizye ve harac
vergileriyle, bu vergilerin tesbit ve tahsili konularında en çok istifade ettiğimiz eserler,
Reyyis'in el-Harâc ve'n-Nüzumu'l-Mâliyye li'd-Devleti'l-İslâmiyye 23 ve Mehmet Erkal'in
İslâm Vergi Hukuku, Hulefâ-i Râşidîn ve Emeviler Devri 24 isimli çalışmaları olmuştur. Her iki
müellif de Mısır'da uygulanan İslâm malî politikası hakkında çok kıymetli bilgiler

19
Alfred C. Butler, Fethu’l-Arab li-Mısır (ta'rib. Muhammed Ferid Ebu'1-Hadîd), Kahire 1351/1933.
20
Sa'd Zağ1ul Abdülhamîd, Tarihu’l Mağribi’l Arabî mine'1-Feth ilâ Bidâyeti Usûri'1-Vustâ (Libya, Tunus,
Cezayir, Mağrıb), I-II, İskendediyye 1979.
21
Abdülaziz Salim, Mağribu’l-Kebir, I-IV, Beyrut 1981.
22
Hüseyin Mu'nis, Fethu’l-Arab li’l-Mağrib, (Kahire 1366/1947).
23
Muhammed Ziyauddin er-Reyyis, el-Harâc ve’n-Nüzumu’l-Mâliyye li'd-Devleti’l-İslâmiyye, Kahire 1977.
24
Mehmet Erkal, İslâm Vergi Hukuku, Hulefâ-i Râşidîn ve Emevîler Devri, Erzurum 1981 (Basılmamış
Dokora Tezi).

4
vermektedirler. Özellikle Reyyis'in kitabı, o devirde Mısır'da kullanılan ölçeklerin bugünkü
karşılıklarını vermesi yönüyle ayrı bir önemi hâizdir.

2. Mısır Ve Kuzey Afrika'nın Coğrafî Durumu Ve İslâm Fethinden Önceki


Siyasî, Dinî, Malî ve İktisadî Durum

a) Mısır
İslam coğrafyacıları Mısır'ın sınırları konusunda ittifak halindedirler. Buna göre;
"Mısır'ın Tûlü(=boylamı); Refâh ile Arîş arasındaki iki ağaçlık bölgeden Üsvân'a kadardır.
Arz'ı(=enlemi) da; Berka ile Eyle arasıdır. Hem tûlü, hem de arzının mesafesi yaya olarak 40
günlüktür" 25 Istahrî, bu umumi bilgileri, daha da mufassal olarak şu şekilde vermektedir:
"Mısır, Akdeniz tarafında, İskenderiyye'den Berkâ'ya kadar uzanır. Buradan vahaların
arkasından Nûbe'ye gelir. Buradan da Üsvân sınırına ve Üsvân'ın arkasından olmak üzere
Bücce topraklarının sınırından Bahru'l-Kulzûm'a gelinir. Sonra Tûr-i Sînâ'ya, buradan Tîye-i
Benî İsrâil'e, buradan da Cifâr bölgesine ve Refâh ile Arîş arasından Akdeniz'e,
İskenderiyye'ye geçilir." 26
Makdisî ise Mısır'ı önce yedi bölgeye ayırmakta, daha sonra da her bölgede bulunan
şehir ve köyleri isim isim vermektedir. O, altısının mamûr, birinin çöl olduğunu bildirdiği
yedi bölgenin isimlerini şöyle sıralamaktadır: "Cifâr, Havf, Rîf, İskenderiyye, Mekadûniyye,
Sa'îd ve Vahât (çöller)" 27 .
Ayrıca o, bu yedi bölgeye bağlı şehirleri şu şekilde vermektedir 28 :
Cifar: Merkezi; Ferma'dır. Bağlı beldeler; 1.Bekkâre 2.Verrâde 3.Arîş;
Havf: Merkezi; Bülbeys'tir. Bağlı beldeler; 1.Meştûl 2.Curcîr 3.Fâkus 4.Gayfâ
5.Debkû 6.Tûne 7.Berrîm 8.Kulzûm. Ayrıca; 9.Tinnîs ve 10.Dimyât adaları;
Rîf: Merkezi; Abbâsiye’dir. Bağlı beldeler; 1.Şübrû 2.Demenhûr 3.Benhâ 4.Şatnûf
5.Melîh 6.Mahalletü Sidr 7.Mahalletü’l-Kermeyn 8.Mahalletü’l-Kebîre 9.Sendefâ 10.Demîre
11.Bûre 12.Dekahle 13.Mahalletü Zeyd 14.Mahalletü Hafs 15.Mahalletü Ziyâd 16.Senhûru’s-
Suğrâ 17.Bürüs;

25
İbn Hurdazbih, Mesâlik, 83; İbn Fakîh el-Hemezânî, Muhtasaru Kitâbi'I-Büldân, 58,59; Istahrî, Mesâlik,
48; İbn Havkal, Sûretü’l Arz, I, 132; Yakut el-Hamevî, Mu'cem, IV, 546; Kazvînî, Zekeriyyâ b. Muhammed b.
Mahmud; Âsâru'1-Bilâd ve Ahbâru'1-İbâd, Beyrut Trz. 263. Ayrıca bkz. İbn Abdilhakem, Fütûh, 9;
Kalkaşandî, Ebu'1-Abbas Ahmed; Subhu’l-A’şâ fi Sanâati’l-İnşâ, Kahire 1357/1937, M, 3I0-312; Makrizî,
Hıtat, I, 15; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 36-37.
26
Istahrî, Mesâlik, 48.
27
Makdisî, Ahsenü't-Tekâsim, 193-195.
28
Makdisî, Ahsenü't-Tekâsim, 193-195.

5
İskenderiye: Merkezi; İskenderiyye’dir. Bağlı beldeler; 1.Reşîd 2.Meryût 3.Zâtü’l-
Hummâm 4.Bürüllüs;
Mekadûniyye: Merkezi; Fustat’tır, yani Mısır. Bağlı beldeler; 1.Azîziye 2.Cîze
3.Aynu Şems;
Sa’îd: Merkezi; Üsvân'dır. Bağlı beldeler; 1.Hulvân 2.Kûs 3.İhmîm 4.Bülyenâ
5.Allâkî 6.Ecma 7.Bûsîr 8.Feyyûm 9.Üşmûnîn 10.Sümüstâ 11.Tende 12.Tahâ 13.Behnese
14.Kays;
Vâhât (Çöller).
Yakut el-Hamevî ise; Mısır'ı Aşağı Mısır (Esfelü'l-Arz) ve Yukarı Mısır (Sa'îd-i
Mısır) 29 diye ikiye ayırmaktadır. Bu iki bölgede toplam 2395 yerleşim alanı bulunduğunu
ifade eden Yakut el-Hamevî, bunların 1439'unun Aşağı Mısır'da, 957'sinin de Yukarı Mısır'da
olduğunu bildirmektedir 30 .

***

Mısır, Hz.Peygamber'in Mekke'den Medine'ye hicretinden yaklaşık üç yıl önce, 619


yılında Bizanslılar'dan Sâsânîler'in eline geçmiştir 31 . Sâsânî hakimiyetinde 10 yıl kadar kalan
Mısır, Bizans imparatoru Herakleios'un 627-628'de Ninova'da Sâsânî Kisrâ'sı Hüsrev'i
yenmesinden 32 sonra yeniden Bizans hakimiyeti altına girmiştir. Herakleios, Ninova'da
yendiği Hüsrev'in bir iç isyan sırasında öldürülmesinden sonra, Kisrâ olarak Sâsânîler'in
başına geçen, Hüsrev'in oğlu Şirûye ile, daha önce Bizans toprağı iken Sâsânîler'ın eline
geçen bütün toprakları, bu arada Mısır'ı da Bizans'a devreden bir anlaşma yapmıştır. Bundan
sonra Mısır, müslümanların fethine kadar Bizans hâkimiyetinde kalmıştır 33 .
İmparator Herakleios Sâsânîler'e karşı kazandığı bu büyük başarıdan sonra, tekrar
hakimiyeti altına aldığı topraklarda bu defa dinî proplemlerle karşı karşıya gelmiştir. O, teslis
inancına sahip olan Ortodokslar ile, Tek tanrı inancına sahip olan Monafizitler, ki Mısır'da
bunlara Yakûbî hıristiyanlar da denilmekteydi, arasındaki mücadelede bir nevi arabuluculuk
yapmak ve idaresi altında yaşayan bütün hıristiyanları tek bir mezhepte bir araya getirmek

29
Hıtat müellifi Makrizî, Yukarı Mısır'a, yani Sa'îd-i Mısır'a el-Ardu'1-Kıblî ve el-'Alâ'1-Arz denildiğini de
ifade etmektedir. Bkz. Makrizî, Hıtat, I, 189. Kalkaşandi de bu konuda şöyle demektedir: "Mısırlılar kuzeye,
yani Esfelü'1-Arz'a el-Bahriyye de derler, çünkü o tarafta Rum Denizi (Akdeniz) vardır. Güneye, yani Sa'id-i
Mısır'a el-Kıbliyye de derler, çünkü o tarafta Kıble vardır." Bkz. Kalkaşandî, Subh, III, 224.
30
Yakut el-Hamevî, Mu'cem, IV, 549
31
Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, (çev. Fikret Işıltan), Ankara 1986, 88-89; Butler, Mısır, 62-82.
32
Bu savaş Kur'ân'da vukûundan önce haber verilmiştir. Bkz. Rum Suresi (30): 2-5.
33
Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, 93-99; Butler, Mısır, 104-116; İbrahim Ahmed el-Adevi, Devletü’l-
İslâmiyye ve İmparatoriyyetü'r-Rûm, Kahire 1958 (II.Bsk.). 35.

6
istemiştir. İmparatorun emri ile, bu amaç çerçevesinde toplanan Kadıköy Konsili Monofizitlik
ile Ortodoksluk arasında bir nevi orta yol kabul edilen Monotheletlik (Arapça’da:
Melkânîlik=yani kral dini) anlayışının bütün hıristiyanlara benimsetilmesi kararını almıştır.
Böylece Kadıköy konsülü, bu yeni resmî din ve mezhep anlayışının merkezi durumuna
getirilmiştir. Patrik Sergios da iki tabiatlı ve yalnız bir etkinlik sahibi tanrının varlığı
görüşüyle, bu yeni resmî hırıstiyanlığın inanç esaslarını ortaya koymuştur. İmparatorluğun bu
yeni resmî din ve mezhep anlayışının bütün hırıstiyanlar arasında yayılmasını sağlamak için,
muhtelif bölgelere patrikler yollanmış, bu arada Mısır'a da Kyrus (=Mukavkıs) gönderilmiştir.
Ancak bu yeni anlayış, gerek Mısır'daki Monofizitler ve gerekse Kudüs'teki Ortodokslar
tarafından şiddetli bir muhalefet ile karşılanmış ve Kudüs ortodoksları tarafından
Monofizitliğin gerilemiş, Ortodoksluğun da tahrif edilmiş bir şekli olarak yorumlanmıştır. Bu
arada 631’de Mısır'a gönderilen Kyrus, bilhassa Monofizit olan Kıbtîleri, bu yeni anlayışa
sevkedebilmek için baskı ve zulüm politikası uygulamıştır. Kyrus, Kıbtî kilisesi mensuplarını,
müslümanların 641'de Mısır'ı fethine kadar, gerek dinî inançlar yönüyle ve gerekse bölgenin
malî işlerinden sorumlu bir kişi olarak, vergiler yönüyle baskı altında tutmuştur. Onun dinî
baskılarından kurtulmak isteyen Monofizit Kıbtîler, ya Mısır'dan kaçma yoluna gitmişler, ya
da istemeyerek de olsa yeni dinî anlayışı kabul etmişler veya kabul eder görünmüşlerdir 34 .
İslâm fetihleri sırasında, Mısır'da Monothelet (=Melkânî) kilisesinin başında Kyrus
(=Mukavkıs) bulunurken, Kıbtî kilisesinin (=Monofizit kilisesinin) başında da yeni anlayışı
reddettiğinden dolayı sürgün edilen I. Benjamin vardı 35 .
Vergiler yönüyle ise; Kyrus, Bizans vergi tesbit ve tahsil usüllerini hiçbir zaman
uygulamamış ve Kıbtîlere güçlerinin üzerinde vergiler yüklemiştir 36 . İslâm tarihçilerinin âdil
olarak tavsif ettikleri bu usülde, toprak vergisi, Nil nehrinin su seviyesi ve Mısır'ın imar
durumu dikkate alınarak tahsil edilmekteydi. Bizans döneminde hiçbir zaman tam olarak
uygulanmayan bu usul özetle şöyledir:

34
Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, 55, 101-103; Butler, Mısır, 162-170, 249; Archibald Lewis, e/-
Kaviyyetü'1-Bahriyye vet-Ticâriyye fi Havdi'1-Bahri’l-Mutavassıt (500-1100 m.) (çev. Ahmed Muhemmed
İsa), Kahire 1960, 87-88; Becker, "Mısır", İ.A. (MEB), VIII, 219; Norman H. Baynes, İmparatoriyyetü’l-
Bizantıyye (ta'rib. Hüseyin Mu'nis-Muhammed Yusuf Zâyed), Kahire 1957, 55-56; Makrizî, Hıtat, I, 264-269.
Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi (terc. Salih Tuğ), İstanbul 1980/1400 (IV. Baskı), I, 340; T. W.
Arnold, İntişâr-ı İslâm Tarihi (türk. Hasan Gündüzler), Ankara 1982 (II. Baskı), 113.
35
Murad Kâmil, Min Dikletyanus ila Duhûli'1-Arab (Tarihu’l-Hadârati'1-Mısriyye), Bsm.Yer ve Yılı Yok, II,
320; Jean, C'hronique, 3.
36
Murad Kâmil, Min Dikletyanus ilâ Duhûli'1-Arab (Tarihu’l-Hadârati'1-Mısriyye), II, 205. En eski devirlerden
beri vergi tahsilinde Mısırlılar'a zulüm yapıldığına dair bkz. Arif Müfit Mansel, Ege ve Yunan Târihi, Ankara
1971 (III. Bsk.), 495-496; Oktay Akşit, Roma İmparatorluk Tarihi II.Kitap (M.Ö.27-M.S.395), İstanbul 1985,
571; Nezahat Baydur, Imparator Iulliyanus, İstanbul 1982, 73; Baynes, İmparatoriyyetü'1-Bizantıyye, 130-140.

7
1. Toprak vergisi olan harac, mahsulün tarlalardan kaldırılmasından sonra ve belli bir
zamanda, yani Kıbtîlerin kullandıkları şemsî seneye göre Tût (=Eylül) ayında alınırdı,
2. Üzüm haracı, sıkımdan sonra, yani şıra veya şarap yapıldaktan sonra alınırdı,
3. Bu vergilerin tahsilinde kuraklık ve sel felaketleri de dikkate alınır ve böyle
durumlarda harac vergisi ürüne göre belirlenirdi.
Bu hususlar dikkate alınarak tahsil edilen vergiler, önce Mısır'ın ihtiyacı için harcanır,
su kanalları temizlenir, kanal ağızlarında su tutmak için bentler yapılır veya mevcut olup da
bozulanlar varsa tamir ettirilir, ayrıca halkın ihtiyacı olan köprülerin yapımı ve kiliselerin
onarımı için gerekli harcamalar da bu vergilerden karşılanırdı 37 . Ancak, yukarıda da
belirttiğimiz gibi, bu esaslar Kyrus tarafından hiçbir zaman dikkate alınmamıştır. İmar
gerektiren yerler imar edilmemiş, hatta kuraklık ve sel felaketleri dikkate alınmamak
suretiyle, zulümle yüksek oranlarda harac vergisi tahsil edilmiştir.
Makrizî bu cümleden olarak, Mukavkıs'ın Mısır'dan yıllık 20 milyon dinar vergi
aldığını nakletmektedir 38 . O ayrıca, İskenderiyye civarındaki üzüm bahçelerinin haracını
Kyrus’un (=Mukavkıs) hanımının aldığını, onun, üzümlerin sıkımından sonra, vergilerin şarap
olarak verilmesinden memnun olmadığını ve şarap yerine para verilmesini istediğini,
çiftçilerin ise bunu kabul etmediklerini, bunun üzerine üzüm bağlarını sulayan kanalları tahrib
ettirdiğini de bildirmektedir. 39
Mısır'da arazî ölçüsü olarak feddân, ki bir feddân 4200.83m2'ye, hacim ölçüsü olarak
artabe (=irdebb), ki 198 litreye, ağırlık ölçüsü olarak da kıntar, ki bir kıntar 44.9 kgr.'a tekabül
etmekteydi, kullanılmaktaydı 40 .
Baş vergisi olarak tahsil edilen cizye ise, herkesten alınmaktaydı. Ancak nüfuz sahibi
kişilerden cizye alınmamakta, onların cizyeleri de diğer mükelleflerden tahsil edilmekteydi 41 .
Görüldüğü gibi; Kyrus idaresindeki Mısır'da malî yönden de Kıbtîlere karşı zalimane ve
sömürgeci bir politika takip edilmiştir.

***

37
İbn Abdilhakem, Fütûh, 32-33; 161; Nüveyrî, Nihâye, 324; Makrizî, Hıtat, I, 74.75, 270-273; İbn İyâs,
Muhammed b. Ahmed el-Hanefi, Bedâiu'z-Zuhûr fi Vekâi'i'd-Duhûr, Kahire 1402/1982 (II. Bsk.), I, 108; Becker,
"Mısır", İ.A. (MEB), VIII, 234; Erkal, İslâm Vergi Hukuku, 292. Ayrıca bkz. İrfan Mahmud Rânâ, Hz. Ömer
Döneminde Ekonomik Yapı (türk. Ahmet Kot), İstanbul 1985, 94.
38
Makrizî, Hıtat, I, 100.
39
Makrizî, Hıtat, I, 169.
40
Becker, "Mısır", İ.A. (MEB), VIII, 234.
41
Murad Kâmil, Min Dikletyanus ilâ Duhûli'1-Arab, (Tarihu'1-Hadârati’l-Mısriyye), II, 208. Bizanslılar
zamanında Mısır'dan alınan vergiler için ayrıca bkz. Salih Tuğ, İslâm Vergi Hukukunun Ortaya Çıkışı,
İstanbul 1984, 5-7.

8
Mısır'ın iktisadi hayatı, Nil nehrine bağlı olarak, daha çok tarıma dayalı idi. Buğday,
arpa ve benzeri tahıllar ve pamuk başta olmak üzere zeytin de yetiştirilmekteydi. Buna bağlı
olarak dokumacılık ve zeytinyağı ile pamukyağı üretimi için işletmeler bulunmaktaydı.
Ayrıca, kağıt üretimi ve mermercilik de yapılmaktaydı. Doğu-batı deniz ticaret yolu üzerinde
olması da, Mısır'a iktisadi yönden ayrı bir önem kazandırmaktaydı. Çin ve Hindistan'dan
gemilerle batıya taşınan mallar, Dimyat ve İskenderiyye limanları vasıtasıyle Akdeniz'e
açılmaktaydı 42 . Ticaret gemileri, Mısırlılar'a alış veriş imkânı sağlamakta ve buna bağlı olarak
Mısır'ın muhtelif bölgelerinde haftalık pazarlar ve senelik panayırlar kurulmaktaydı 43 . Nil
nehri de tahıl ve mal taşımacılığında Mısırlılar'a büyük kolaylıklar sağlamaktaydı 44 .

b) Kuzey Afrika
İslâm tarihçileri ve coğrafyacıları İfrikıyye ve Mağrib'in coğrafyası hakkında bir görüş
birliği içinde değillerdir. İlk müverrih ve coğrafyacılardan itibaren İfrikıyye ve Mağrib
coğrafyası hakkında muhtelif rivayetler nakledilmiştir. Biz önce İfrikıyye'den başlayarak
bölgenin sınırları hakkında nakledilen rivayetlere kısaca temas etmek istiyoruz. İfrikıyye
coğrafyası ile ilgili olan rivayetleri üç grupta mütâlea etmek mümkündür. Birinci grup
rivayetlerde İfrikıyye'nin Mağrib'de bir şehir olduğu ve İslam fetihlerinden sonra, bu şehrin
kalıntıları üzerine Ukbe b. Nafi el-Fihrî tarafından 670 yılında Kayrevân şehrinin kurulduğu
nakledilmektedir 45 . İkinci grup rivayetlerde de, "İfrikıyye" kelimesi "Mağrib" kelimesi ile eş
anlamlı olarak yer almaktadır 46 . Üçüncü grup rivayetlerde ise İfrikıyye'nin sınırları,
Bizanslılar devrinde kullanılan şekle yakın bir durumda ifadesini bulmuş ve Berka ile Tanca
arasında kalan yerler anlamında kullanılmıştır. Bu konuda Yakut el-Hamevî, İfrikıyye'nin
sınırlarının, doğuda Berka'dan başlayıp batıda Tanca'da son bulduğunu ve iki şehir arasının
42
Murad Kâmil, Min Dikletyanus ilâ Duhûli'1-Arab, (Tarihu’l-Hadârati’l-Mısriyye), II, 206; Maurice
Lombard, İlk Zafer Yıllarında İslâm (türk. Nezih Uzel), İstanbul 1983, 28-32, 140-143, 152-157; Becker,
"Mısır", İ.A.(MEB), VIII, 233; Cevad Ali, el-Mufassal fi Tarihi’l-Arab Kable’l-İslâm, Beyrut 1971, VII,
261-284; Neşet Çağatay, İslam Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı Ankara 1982 (IV.Baskı), 31-33,
152.
43
Murad Kâmil, Min Dikletyanus ila Duhûli'1-Arab (Tarihu’l-Hadârati’l-Mısri .yye), II, 206.
44
Murad Kâmil, Min Dikletyanus ilâ Duhûli'1-Arab (Tarihu’l-Hadârati’l-Mısriyye), II, 207; Becker,
"Mısır", İ.A, VIII, 233. Ayrıca bkz. Neşet Çağatay, İslamiyetin Yayılışı Sırasında Arabistana Komşu
Memleketlerin Durumu, A.Ü.İ.F.Dergisi-1962, Ankara 1963, 33-39; Firavunlar döneminde Mısır'ın
ekonomik, ziraî ve sosyal hayatı hakkında bkz. Ali Sayı, Firavun, Hâmân ve Kârun Kanşısında Hz.Musa.
İstanbul 1992, 16-24.
45
İbn Hurdazbih, Mesâlik, 87; Yakubî, Büldân, 357; İbn Fakîh el-Hemezânî, Muhtasaru Kitâbi’l-Büldân,
78-79; Bekrî, Mu'cem, I, 176; Yakut el-Hamevî, Mu'cem I, 324.
46
Istahrî, Mesâlik, 36-37; Istahrî İfrıkıyye'nin sınırlarını verirken, doğuda, Mısır'ın batısandan başladığını,
batıda Atlas Okyanusu'nda bittiğini, kuzeyde Mısır denizinden Atlas Okyanusu'na uzundığını, güneyde ise
Zevîle'den başlayıp yine Atlas Okyanusu'nda son bulduğunu nakletmektedir. Ayrıca bkz. Hüseyin Mu'nis,
Mağrib, 2; Musa Lakbal, Mağribu’l-İslâmî, Cezayir 1981 (II. Baskı), 14.

9
ikibuçuk aylık bir mesafe olduğunu, kuzeyde Akdeniz sahillerinden başlayıp güneyde
Sûdan'ın üst taraflarında bulunan ve doğudan batıya doğru kesintisiz bir şekilde uzunan
Sahrâ'ya (çöllere) kadar olduğunu rivayet etmektedir 47 . Bu arada hemen belirtmek gerekir ki,
İfrikıyye'nin müslümanlar tarafından fethini anlatan İslâm tarihçileri de, burada bağımsızlığını
ilan eden Gregorios'un Trablusgarb'tan Tanca'ya kadar olan bölgeye hâkim olduğunu
bildirmektedirler 48 , ki bu bilgiler de Yakut el-Hamevî'nin rivayetini desteklemektedir. Aynı
zamanda Gregorios'un hâkimiyeti altındaki bölgenin, İslâm tarihçileri tarafından İfrikıyye
olarak kabul edildiğini de göstermektedir. İfrikıyye'nin sınırları konusunda, İslâm
coğrafyacılarından İbn Hurdazbih ile Istahrî'nin naklettikleri rivayet ise dikkat çekici bir
mahiyet arzetmektedir. Onların naklettiklerine göre, İfrikıyye, Ağlebîler'in (800–909)
hakimiyet alanlarına giren bölge olup, "Mağribu'l-Evsat=Orta Mağrib" diye de
isimlendirilmektedir 49 .
Mağrib'e gelince, İslâm coğrafyacıları, Mağrib'in sınırları hakkında da, İfrikıyye'de
olduğu gibi, bir görüş birliği içinde değillerdir. İslâm coğrafyacılarının, bu konuda
naklettikleri rivayetleri de üç grup halinde değerlendirmek mümkündür. Birinci grup
rivayetlerde; Mağrib'in Tanca'dan başlayıp Atlas Okyanusu sahilini takiple güneydeki Sûdan
çöllerine kadar olan bölge kastedilmektedir50 . İkinci grup rivayetlerde Mağrib; Mısır'ın
batısındaki Berka'dan başlayıp Atlas Okyanusu'nda sona ermektedir 51 . Üçüncü grup
rivayetlerde ise, Mağrib yine Mısır'ın batısındaki Berka'dan başlamakta ve Endülüs'ü de içine
almaktadır. Bu grup rivayetlerde dikkatimizi çeken husus, Mağrib'in doğu ve batı olarak ikiye
ayrıldığı ve doğu Mağrib'in Atlas Okyanusuna kadar İfrikıyye'nin de dahil olduğu bölge, batı
Mağrib'in ise Endülüs olduğudur 52 . Endülüs'ün Mağrib'e dahil edilmesi de kanaatimizce
coğrafî olarak Hicaz Yarımadası ve Mısır'ın batısında kalması, siyasî ve idarî yönden de
Kayrevân'dan idare edilmiş olmasındandır.

47
Yakut el-Hamevî, Mu'cem, I, 325. Ayrıca bkz. İbn Fakîh el-Hemezânî, Mesâlik, 78-79 -, Makdisî,
Ahsenü't-Tekâsim, 216-218; Abdülalîm Abdurrahman Hıdır, el-İslâm ve'1-Müslimun fi İfrikıyyeti'ş-
Şimâliyve, Cidde 1406/1986, 40, 45 vdm.
48
İbn Abdilhakem, Fütûh, 183; Belâzurî, Fütûh, 227-228 (T.324-325); İbnü'I-Izârî, Muğrib. I. 9-10;
Endelüsî, Muhammed b. Muhammed (Veziru's-Serrac), el-Hulelü's-Sündüsiyye,fi Ahbâri't-Tunusiyye (thk.
Muhammed el-Habib el-Hîle), Beyrut 1984, I, 274-275; M.Talbi, "İfrıkıyâ", EI2, Leiden 1979, M, 1049.
49
İbn Hurdazbih, Mesâlik, 87; Istahri, Mesâlik, 45; Talbi, "İfrıkıyâ", EI2, III, 1049.
50
Yakut el-Hamevî, Mu'cem, IV, 583.
51
İbn Hurdazbih, Mesâlik, 85-90; Yakubî, Büldân, 342 vdm; İbn Fakîh el-Hemezânî, Muhtasaru Kitâbi’l-
Büldân, 78 vdm. Bu müellifler, Mısır'ın batısındaki Berka'dan Atlas Okyanusuna kadar olan bölgeyi Mağrib
coğrafyası içinde ele almaktadırlar.
52
Istahrî, Mesâlik, 36 vdm.; Makdisî, Ahsenü't-Tekâsim. 216; İbn Havkal, Sûretü’l-Arz, I. 60-62. Bu
müelliflerden Istahrî, Mağrib'i, Berka, İfrikıyye, Tâhert, Sicilmâse, Sûsu'1-Aksâ, Sicilya Adası ve Endülüs diye
yedi bölgeye ayırmaktadır. İfrikıyye ve Mağrib coğrafyası hakkında geniş bilgi için bkz. Abdülaziz Salim.
Mağribu'1-Kebir, II, 125-140.

10
Bu rivayetlerden de anlaşılacağı üzere, İslâm coğrafyacıları, İslâm'ın erken
devirlerinde fethedilen Mısır'ın 53 batısında kalan bölgelere Mağrib ismini vermişlerdir. Bizim
kanaatimizce, bu taksimat, ilk devirlerde, Hicâz Yarımadası ve Mısır esas alınarak, güneşin
doğuş ve batışına göre yapılmıştır. Ancak, İfrikıyye coğrafyasının tesbitinde ise, siyasî
coğrafyanın dikkkate alındığı kanaatindeyiz, ki bu da İslâm fetihleri sırasında Berka ile Tanca
arasındaki bölgenin, Bizanslılar'ın Afrika eyaleti olmasından kaynaklanmaktadır.
İslâm fetihleri sırasında, coğrafî olarak Mağrib, siyasî olarak da İfrikıyye ismi verilen
bu bölge, zamanla tamamen coğrafî bir özellik kazanmış ve kıtanın tamamına "Afrika"
denilmiştir. Kıtanın kuzey bölgesi için ise, bugün Mısır ve Mağrib de dahil olmak üzere,
"Şimâlî İfrikıyye" yani "Kuzey Afrika" terimi kullanılmaktadır.

***

İfrikıyye ve Mağrib'de putperestlik ve hıristiyanlık yaygın dinlerdi. Bölge halkının


çoğunluğunu oluşturan Berberîler, pek azı müstesna, putperest idiler. Nitekim, Abdullah b.
Sa'd b. Ebî Serh'in 648'deki ilk seferinden sonra, burada yaşayan Berberîlerden, putperest
olmalarına rağmen cizye alınması konusunda anlaşma yapılması bunu göstermektedir 54 .
Hıristiyanlık ise, bölgeyi hâkimiyetleri altında tutan Bizansılar'ın ve İspanya Gotları'nın dini
idi. Ancak, İfrikıyye bölgesindeki Bizanslılar ortodoks 55 , Septe ve civarına hâkim olan Gotlar
ise katolik mezhebine 56 mensuptular. Bölgede bulunan az sayıdaki Efârika da hiristiyan idi 57 .
Mağrib'de çok az sayıda da olsa Yahudiler de mevcuttu. Ancak onların buraya ne zaman
geldikleri tam olarak bilinmemektedir. Mağrib tarihi araştırıcılarından Sa'd Zağlûl, bu
Yahudilerin Mağrib'e, Romalılar zamanında ticaret için doğu ile batı arasında seyahat eden
Fenikeliler'in gemileriyle gelmiş olabileceği ihtimali üzerinde durmaktadır 58 .
Ortodoks hıristiyan olan İfrikıyye'deki Bizanslılar, imparator Herakleios'un emriyle,
Kadıköy konsülünce ortaya atılan ve imparatorluk dahilinde yaşayan bütün hırıstiyanları ortak

53
Mısır, Berka ve Trablusgarb daha Ömer b. el-Hattâb'ın halifeliği zamanında fethedilmiştir. Bu şehirlerden en
son fethedilen Trablusgarb'ın fethi 643'tür. Bkz Birinci Bölüm, "Trablusgarb ve Civârının Fethi" konusu. Bu
sebeble olsa gerek İslâm coğrafyacıları Mağrib'i, sadece Hicaz Yarımadasına göre değil, Mısır'ı da dikkate alarak
coğrafî yönden sınırlandırmış olmalıdırlar.
54
Esasen İslâm'da putperestlerden cizye alınmamaktadır. Ancak Hz.Ömer zamanında böyle bir uygulama
başlatılmıştır.Bkz. Ebû Ubeyd, Emvâl, 35(T.53); Belâzurî, Fütûh, 92 (T.116); Sulî, Edebu’l-Küttâb, 215;
Erkal, İslâm vergi Hukuku, 318. Berberilerin bir kısmının hıristiyanlığı kabul ettiklerine dair bkz. Tahir Ahmed
ez-Zâvî, Tarihu’l-Fethi’l-Arabî fi Libya. Libya Trz, (III. bsk), 24; Sa'd Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 113.
55
Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, 110.
56
Sa'd Zağlûl, Tarihu'1-Mağrib, I, 119-123, İbrahim Harekât, Mağrib Abre't-Tarih. Daru'1-Beydâ 1984 (II.
Bsk.), I, 70; Zavî, Libya, 26.
57
Sa'd Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 106.
58
Sa'd Zağlûl, Tarihu'1-Mağrib, I, 106-107; Hıdır, İfrikıyye, 49-65.

11
bir kilise etrafında toplamayı amaçlayan monothelizm inancının karşısında yer almışlardır.
İfrikıyye ortodokslarının liderlerinden Maxsimos Confessor ve mezhebin diğer ileri gelenleri,
Kadıköy konsülünün ortaya attığı bu yeni inanç sistemini dinî bir sapıklık olarak
yorumlamışlardır. Onlar bu konuda, Bizans eyaletleri içinde, idareye karşı en sert tepkiyi
gösteren mezhep mensupları olmuşlardır. Öyle ki, bu sert tepki, İfrikıyye'nın İmparatorluk'tan
ayrılmasına kadar varmıştır 59 .

***

Dinî yönden gelişen bu olaylar, nihayet siyasî bir netice doğurmuş ve Bizans'ın
İfrikıyye valisi (=eksarkhos'u) Gregorios, İmparator II. Konstans zamanında, (İmparatorluğu:
641–668) 646 yılında Bizans İmparatorluğu'na karşı isyan ederek, Trablusgarb ile Tanca
arasındaki bölgede bağımsızlığını ilan etmiştir. O, sadece Rumlar tarafından değil, bölgedeki
Berberîler ve Efârika tarafından da tanınmıştır 60 . Gregorios, daha önce Kartaca olan
İfrikıyye'nin başkentini, buranın deniz sahilinde ve Bizans donanmasının saldırılarına açık
olması sebebiyle, daha iç bölgede bulunan Sufetula (=Subeytula) 'ya taşımıştır 61 . Ancak onun
bağımsızlığı sadece bir sene kadar sürmüştür. O, 648'de müslümanların, Abdullah b. Sa'd b.
Ebî Serh komutasında düzenledikleri ilk İfrikıyye seferi sırasında öldürülmüş ve bölge
müslümanların hâkimiyetine girmiştir 62 .
Sebte ve civarında Gotlar'a bağlı olarak valilik yapan Jülien ise, şahsî sebebler
nedeniyle, arasının açık olduğu İspanya Got kralı Lodrik'e karşı isyan edememiş, ancak
eğitimi için gönderdiği kızının Lodrik tarafından hamile bırakılmasından sonra, İfrikıyye'yi
hâkimiyetleri altına alan müslümanlarla işbirliğine giderek, İslâm ordusunun, İspanya'nın
fethine çıkmasına yardımcı olmuştur 63 .

***

59
Ostrogorsky, Bizans Devleti Târihi, 110; Sa'd Zağlûl, Tarihu’l-Mağ -rib, I, 122-126; Şarl Andrei Jülien,
Tarihu İfrikıya’ş-Şimâliyye (ta'rib. Muhammed Mezâlî-Beşîr Selâme), Tunus 1983 (II. Baskı), 10, 18-19.
Ayrıca bölgedeki ortodoks hıristiyanların Bizanslılar'dan önce Vandallar'ın hakimiyetinde iken Aryüs mezhebi
mensubu kral Thorismund (krallığı: 496-524) zamanında, bu mezhebe girmeleri için baskı altına alındıkları ve
zulme uğradıkları hakkında bkz. Arnold, İntişâr-ı İslâm, 132-134; Jamil M. Abun-Nasr, A History of the
Maghrib, Cambridge 1980 (II.Baskı), 30-66.
60
Ostrogorsky, Bizans Devleti Târihi, 110.
61
İbn Abdilhakem, Fütûh, 183; Belâzurî, Fütûh, 227-228 (T.324-325); İbnü'1-Izârî, Muğrib, I, 9-10; Sa'd
Zağlûl, Tarihu'1-Mağrib, I, 151-152; Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, 110; Talbî, "Ifrikıyâ", EI2, III,
1049. Bizans hakimiyetindeki İfrikıyye hakkında teferruatlı bilgi için bkz. Abun-Nasr, Maghrib, 53-66.
62
Ancak hemen belirtmek gerekir ki, müslümanların bu hakimiyetleri çeşitli sebeblerle, Hassan b. en-Nu'mân'ın
İfrikıyye valiliğine kadar tam olarak tesis edilememiştir.
63
İbn Abdilhakem, Fütûh, 205.

12
İfrikıyye ve Mağrib'in iktisadî hayatı, Mısır'da olduğu gibi, daha çok ziraate
dayanmaktaydı. Özellikle İfrikıyye'de zeytin, buğday ve üzüm, yetiştirilen ürünler
arasındaydı. Tunus'tan Sebte'ye kadar olan sahil şeridi ise, bir zeytin ağaçları ormanı
görünümündeydi. Zeytinlerin işlenmesiyle elde edilen zeytinyağı, iç kesimlerde yetiştirilen
buğday ve üzüm Kartaca limanından Sicilya, İtalya, İspanya ve Bizans'ın merkezine ihrac
ediliyordu.
İfrikıyye ve Mağrib'deki ikinci derecede önemli ticaret faaliyeti de hayvancılık idi.
Bilhassa Berberîler, koyun yetiştiriciliğinde oldukça ileri seviyedeydiler. Koyunların yünleri
ise, dokumacılıkta kullanılmaktaydı.
Bunlardan başka, bölgede yaşayan az sayıdaki Yahudiler de küçük el sanatlarıyla
ilgilenmekteydiler. Bilhassa Sûdan bölgesindeki zencilere dayalı olarak köle ticareti de
yapılmakta ve bölge dışına köle ihraç edilmekte idi 64 .

3. İslam Fethinden Önce Arapların Mısırla Münasebetleri

a) Hz.Peygamber'den Önceki Dönem


Kaynaklarımız cahiliyye çağında Arapların ticaret için Mısır'a gittiklerini nakleder. Bu
konuda iki değişik haber bulunmaktadır. Bu haberlerden biri cahiliyye devrinde Amr'ın
İskenderiyye'ye gittiğine dairdir. Bir roman tarzında nakledilen bu rivayete göre; Amr b. el-Âs
cahiliyye devrinde bir Kureyş ticaret kervanıyla, Kudüs'e gitmiştir. Amr, Kudüs'ün bir
dağında kervanın develerini otlatırken, İskenderiyye'den ibadet için Kudüs'e gelmiş olan bir
papazın hayatını iki defa kurtarır. O papaz da hayatını iki defa kurtaran Amr b. el-Âs'a, 2000
dinar diyet vermek istediğini, ancak yanında hiç para olmadığını, şayet kendisiyle
İskenderiyye'ye gelirse, bu parayı verebileceğini söyler. Amr, papazın bu teklifini kabul eder
ve İskenderiyye'ye gider. İskenderiyye'nin mâmurluğu, nüfusunun çokluğu ve insanların
zenginliği karşısında Amr b. el-Âs hayret ve dehşete düşer. Ayrıca, Amr ile papazın vardıkları
gün İskenderiyye'de bir bayram kutlanmaktadır ve daire şeklinde toplanan halk, altın süsleme
bir topu birbirlerine atmaktadır. Halkın inancına göre; top kimin kucağına düşerse, onun
melik olacağına inanılırdı. Bu arada top, papaz ile beraber halkın arasına girip oturan Amr'ın
kucağına düşmüş, insanlar Arap olan birinin kendilerine melik olamayacağını söyleyerek bu

64
Lombard, İlk Zafer Yıllarında İslâm, 60-70; 154-155, 159, 160, 180-181; Harekât, Mağrib, I, 53-54;
Sa'd Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 100-105. İfrikıyye ve Mağrib coğrafyası, buralarda yaşayan halk ve islâm'ın
yayılışı hakkında bkz. Hasan İbrahim Hasan. İntişâru'I-İslâm fi’l-Kârati’l-İfrikıyye Kahire 1963 (II.Baskı), 8
vdm.

13
konudaki şaşkınlıklarını dile getirmişlerdir. Amr'ı getiren papaz, bu sırada ayağa kalkarak,
onun, kendisinin hayatını iki defa kurtardığını anlatmış ve halktan 2000 dinar diyet parası
toplayarak Amr b. el-Âs'a vermiştir. Rivayet, Amr'ın bundan sonra Kudüs'e döndüğüne ve
onun bu vesile ile Mısır'a giriş yolunu öğrendiğine işaret ederek son bulmaktadır 65 .
Bu konudaki ikinci haber ise, Muğîre b. Şû'be'nin ticaret maksadıyla Benî Mâlik
kabilesiyle birlikte Mısır'a gittiği hakkındadır. İbn Sa'd'ın verdiği bilgiye göre bu kafile
Mukavkıs ile görüşmüş, onun yakın ilgisini görmüş ve daha sonra Medine'ye dönmüştür. Bu
rivayette dikkati çeken en önemli husus, Benî Mâlik kabilesinden olan kişilerin Melekanî
hırıstiyan olmalarıdır. Yani, Bizans Kadıköy Konsilince Ortdodoks ve Monofzit mezheplerini
birleştirmeyi amaçlayan Monothelet mezhebinin 66 mensubu olmalarıdır. Biz bunu Muğire b.
Şû'be'nin dönüşte Hz.Peygamber'in yanına gelip müslüman olduğunu açıklaması ve bu sırada
orada bulunan Hz. Ebû Bekir'in "seninle beraber olan Melekiyyun'a ne oldu?" şeklinde bir
soru sormasından anlamaktayız 67 .

b) Hz.Peygamber'in Mısır ile Münasebetleri


Hz. Peygamberin Mısır ile münasebeti hakkında kaynaklarda, onun Mukavkıs'ı İslâm'a
davet eden mektubu dışında bir bilgi bulunmamaktadır.
Bilindiği gibi Hz.Peygamber Hudeybiye dönüşü 627'de Arapyarımadası'na komşu ülke
krallarına mektuplar göndermiş ve onları İslâm'a davet etmiştir. Bu arada Bizans'ın Mısır
valisi olan Mukavkıs'ı da bir mektupla İslâma davet etmiştir. Hz.Peygamberin Hâtıb b. Ebî
Belte'a ile gönderdiği bu mektup şöyledir:
"Bismillahirrahmanirrahim. Allah’ın Rasûlü Muhammed'den Kıbt valisi Mukavkıs'a;
Selâm hidayete tabi olanlara olsun... seni İslâm'a davet ediyorum. İslâm'a gir, emniyet ve
selamete er, (aksi takdirde) bütün Kıbtîlerin günahı senin olacaktır. «Ey Ehl-i Kitab; Ancak
Allah'a kulluk etmek, O'na bir şeyi ortak koşmamak, Allah'ı bırakıp birbirimizi rab ittihaz

65
Bu rivayet için bkz. İbn Abdilhakem, Fütûh. 53-55; Kindî, Vulât, 7: Makrizî, Hıtat, I, 158-159; Suyutî, Husn,
I, 94-96; İbn İyâs, Bedâiu'z-Zuhûr, 158-159. Amr b. el-Âs'ın, henüz İslâm'ı kabul etmediği bir devirde
Habeşistan'a hicret eden müslümanları, kendilerine teslim etmeleri için Kureyş tarafından Umâre b. el-Velid b.
el-Muğire ile birlikte Habeşistan'a gönderildiğini de görmekteyiz. Bkz. Zübeyrî, Ebu Abdillah el-Mus'ab b.
Abdillah b. el-Mus'ab: Kitâbu Nesebi Kureyş (thk. İ.Levi Provençal). Kahire 1953, 322; İbnü'1-Esîr, İzzüddin
Ebu'1-Hasen Ali b. Muhammed el-Cezeri: Üsdü'1-Gâbe .fı Ma'rifeti's-Sahâbe (thk. Muhammed İbrahim el-
Benna ve dğr.), BasımYeri Yok 1970.111, 224.
66
Bkz. Dipnot: 34.
67
İbn Sa'd, Muhammed; et- Tabakâtü'1-Kübrâ (thk. İhsan Abbas), Beyrut 1968, IV, 285-286. Ayrıca bkz. İbn
İyâs, Bedâiu'z-Zuhûr, I, 118-119; Muhammed Hamidullah, İslâm'da Devlet İdaresi (müt. Kemal Kuşcu),
Ankara 1979 (V. Baskı), 197.

14
etmemek üzere, bizimle sizin aranızda müşterek olan bir söze gelin. Eğer yüz çevirirlerse:
Bizim müslüman olduğumuza şahid olun, deyiniz» 68 .
Mühür. Muhammed Rasûlüllah" 69
Mukavkıs, Hz.Peygamber'in bu mektubunu getiren Hâtıb b. Ebî Belte'a'yı beş gün
misafir etmiş ve ona çok iyi davranmıştır. O, Hâtıb'ı misafir ettiği beş gün içinde, Hz.
Peygamber'in sıfatları ve getirdiği din hakkında çeşitli sorular sormuştur. Daha sonra
Medine'ye dönen Hâtıb b. Ebî Belte'a'nın yanına, kendi elçisi İbn Cebr'i 70 de vererek, Hz.
Peygamber'e bir mektup ve çeşitli hediyeler göndermiştir. Mukavkıs'ın mektubu şöyledir:
"Muhammed b. Abdillah'a, Kıbt valisi Mukavkıs'tan Selâm. Mektubunu okudum ve beni
davet ettiğin şeyi anladım. Ben gelecek bir Nebî'nin daha olduğunu biliyordum, fakat onun
Şam'dan çıkacağını zannediyordum. Senin elçine iyi davrandım. Sana, onunla Kıbtîler
nezdinde büyük bir itibarı olan iki cariye ile bir elbise gönderiyorum, ayrıca binesin diye de
bir katır hediye ediyorum. Selam" 71 .
Karşılıklı yapılan bu mektuplaşmalar dışında, Hz.Peygamber'in Mısır ile
münasebetlerine dair kaynaklarımızda herhangi bir bilgi tespit edemedik.

c) Halife Hz. Ebû Bekir Zamanında Mısır ile Münasebetler


Halife Hz. Ebû Bekir zamanında Mısır ile ilişkiler konusunda ilginç bir rivayet ile
karşılaşmaktayız. İbn Abdilhakem ve Yakûbî tarafından nakledilen bu rivayete göre halife
Ebû Bekir, Hâtıb b. Ebî Belte'a'yı Mukavkıs'a göndermiş ve onlar Mısır'ın doğusundaki
köylerden birinde 72 buluşup bir anlaşma imzalamışlardır. Bu anlaşmadan sonra köy halkı
Hâtıb b. Ebî Belte'a'ya hediyyeler vermişlerdir. Rivayeti nekleden Abdülmelik b. Mesleme, bu
köy halkının, Amr b. el-Âs, Mısır fethine başlayıp da buraya gelinceye kadar, mezkur
anlaşmaya sadık kaldıklarını, ancak Amr fetih için Mısır'a girdiğinde onunla savaşarak bu

68
Al-i İmran Suresi (3): 64.
69
İbn Abdilhakem. Fütûh, 45-46; İbn Sa'd, Tabakât, I, 260-261; Taberî, Tarih, II, 644, 645 (Leiden, I, 1559--
1561); İbn Kesir, Ebu'1-Fidâ; el-Bidâye ve'n-Nihâye (thk. Ahmed Ebû Mulhim ve dğr.), Beyrut 1409/1989 (V.
Bsk.); IV, 271-272; Muhammed Hamidullah, Mecmûatü’l-Vesâiki's-Sivâsiyye 1i'1-Ahdi'n-Nebiyyi ve’l-
Hilâfeti'r-Râşide, Kahire 1941, 49-53; Hamidullah, İslam Pevgamberi, 343.
70
İbn Abdilhakem, Fütûh, 53,109. Ebu Zerr el-Gıfârî, fetihten sonra Mısır'da kendisine bir yer ayrıldığında, bu
yerin daha önce, Mukavkıs'ın Hz.Peygamber'e gönderdiği elçi İbn Cebr'e ait olduğunu söylemiştir.
71
İbn Abdilhakem, Fütûh, 46-47; İbn Sa'd. Tabakât, VIII. 260-261; Diyarbekrî. Hüseyn b. Muhammed b. Hasan;
Târihu'1-Hamîs fi Ahvâli Enfesi Nefis, Beyrut 1283.11. 38; İbn Iyâs, Bedâiu'z-Zuhûr, I, 90-91. Konu ile ilgili
teferruatlı bilgi için ayrıca bkz. Ebû Ubeyd, Emvâl, 240 (T.289); İbn Sa'd, Tabakât, VIII, 212, 216: Nüveyrî,
Nihâye, XIX, 338; İbn Iyâs, Bedâiu’z-Zuhûr. I, 91-92; Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 344.
72
Bu rivayette Hâtıb b. Ebî Belte'a ile Mukavkıs'ın buluştuğu ve anlaşmanın yapıldığı yer hakkında bir açıklık
bulunmamaktadır. Rivayette "Kura'ş-Şarkıyye" şeklinde çok genel bir ifade kullanılmaktadır. "Kura'ş-Şarkıyye"
ise Nil nehrinin Dimyat kolunun doğusunda kalan yerler için kullanılan bir terimdir. Bkz. Becker, "Mısır". İ.A.,
VIII, 227.

15
anlaşmalarını bozduklarını ifade etmektedir. Yine, Abdümelik b. Mesleme'nin ifadesine göre,
bu anlaşma Mısır'da yapılan ilk anlaşmadır 73 .
İbn Abdilhakem ve Yakubî, bu anlaşmanın yapılma sebebi hakkında herhangi bir bilgi
vermemektedirler. Mısır'ın fethi ile bu anlaşma arasında bir bağlantı kurmak da mümkün
değildir. Buna göre, mezkûr anlaşmayı, sahih kabul edersek, bunun neticesi cizye olarak
ortaya çıkan bir fetih anlaşması olarak değil, ancak ticarî gayelerle seyahat eden müslüman
tacirlerin güvenliği için yapılmış olduğunu düşünmek mümkündür.

73
İbn Abidlhakem, Fütûh, 53; Yakubî, Ahmed b. Ebî Yakub; Tarih, Beyrut Trz., II, 137. İbn Abdilhakem'den
aynen yapılan nakil için ayrıca bkz. Suyutî. Husn. I, 105. İbn Abdilhakem bu rivayeti Abdülmelik b. Mesleme-
İbn Lehi'a Haris b. Yezid ve Ali b. Rebah el-Lahmî yoluyla nakletmektedir. Yakubî ise; Abdullah b. Salih-İbn
Lehi'a ve Hâris b. Yezid el-Hadramî yoluyla rivayet etmektedir.

16
BİRİNCİ BÖLÜM
MISIR'IN FETHİ

I. AMR b. el-ÂS'IN MISIR'A HAREKETİ VE İLK FETİHLER

1. Amr b. el-Âs'ın Mısır'ın Fethine Çıkması

Müslümanlar 638 yılında 74 İliyâ'yı 75 fethedince şehrin Bizanslı komutanı Areteon76


Mısır'a kaçmıştı 77 . İliyâ şehrini teslim alan halife Ömer b. el-Hattâb, burada bulunan İslâm
ordusu komutanlarından Amr b. el-Âs'ı bir sahil şehri olan Kayseriyye'nin 78 fethine
göndermiştir. 79 İliyâ'nın fethinden önce de Kayseriyye'yi birkaç defa kuşatan Amr b. el-Âs
şehri fethetmeye muvaffak olamamıştı. 80 Amr b. el-Âs yaklaşık bir yıl süren 81 bu defaki
muhasarasında da başarılı olamamıştı. Ancak muhasaranın şiddetinden, şehrin valisi ve
imparator Herakleios'un oğlu Kostantin ile eşi Ermânuse, ki Mısır valisi Mukavkıs'ın kızı idi,
Mısır'a kaçmak zorunda kalmışlardı. 82
İliyâ'nın Bizanslı komutanı Areteon ve ardından Kayseriyye valisi Kostantin'in de
Mısır'a kaçmasından sonra Amr b. el-Âs, bu iki Bizanslı komutanın, Mısır'da bulunan
Rumlardan bir ordu kurabilecekleri ve kuvvetlerini tazeledikten sonra tekrar İliyâ'ya
saldırabilecekleri hususunda endişelenmeye başlamıştır. Böyle bir saldırı müslümanların
sadece İliyâ'daki değil, Suriye bölgesindeki hâkimiyetlerini de tehlikeye düşürebilirdi veya en
azından müslüman ordularını burada oyalayıp, diğer bölgelerde fetihler yapmalarına mâni
olabilirdi. Ayrıca Rumlar, Doğu Akdeniz'deki donanmalarını, İskenderiyye'de takviye edip bir
sahil şehri olan Kayseriyye'ye çıkartma yapabilir ve muhasarayı yarabilirlerdi. Böylece onlar
müslümanların Suriye bölgesinde tesis ettikleri hakimiyetleri için, tehlike teşkil edebilirlerdi.

74
Belâzurî, Fütûh, 144 (T. 198).
75
İlîyâ; Kudüs şehridir. Beytü'l-Makdis de denilir. Bkz: Bekrî, Mu'cem, I, 217. Yakut el-Hamevî, Mu'cem, I,
423-425; IV, 38-39.
76
Bizanslı komutan Areteon'un ismi, İslâm kaynaklarında Artabon olarak geçmektetir. Bkz. ilgili yerler.
77
Abdülaziz Salim. Tarihu'd-Devleti'1 Arabiyye, 483-484; Adevî, Devletü’l-İslâmiyye, 54-55.
78
Kayseriyye: Şam bölgesinde bir sahil şehridir. Bkz. Bekrî, Mu'cem, III. 1106.
79
Belâzurî, Fütûh, 146 (T. 200).
80
Belâzurî, Fütûh, 146 (T. 200). Kayseriyye'nin yedi yıl boyunca kuşatıldığı hakkında bkz. Belâzurî, Fütûh, 148
(T. 203).
81
Halife Ömer b. el-Hattâb, İliyâ'nın 639'daki fethinden hemen sonra Câbiye'ye gitmiştir. Bkz. Belâzurî, Fütûh,
144-145 (T. 197-198). O, bir yıl sonra 640'da bir defa daha Câbiye'ye gitmiş ve burada "Câbiye hutbesi" diye
meşhur olan hutbesini irâd etmişti. Bkz. İbn Abdilhakem, Fütûh, 53; İbn Manzur, Muhtasar Tarihi Dımeşk
(Thk. Rûhiyye en-Nahhâs ve dğr.), Dımeşk 1404/1984, I, 224.
82
Taberî, Tarih, IV, 102 (Leiden, I, 2579); Makrizî, Hıtat, I, 183-184.

17
Öyle anlışılıyor ki, Amr b. el-Âs bu düşüncelerle Mısır'ın fethedilmesinin zaruri olduğu
fikrine ulaşmıştı. Ayrıca onun cahiliyye çağında Mısır'a gitmiş olması, Mısır'ın giriş ve çıkış
yollarını öğrenmsini, buranın zenginliklerini görmesini ve halkının savaşmaktan aciz
olduklarını da müşâhede etmesini sağlamıştı. 83 Bu sebeble henüz Kayseriyye muhâsarasına
devam ederken, 639 yılında 84 halife Ömer b. el-Hattab'ın Câbiye'ye 85 geldiğini duyunca,
hemen onun yanına gitmiş ve başbaşa kaldıkları bir sırada ona, Mısır fethinin müslümanlar
için arzettiği önemi anlatmıştır. Bölgenin fethi için, 3.500–4.000 kişilik bir ordunun yeterli
olacağını söyleyerek halifeyi Mısır'ın fethi için ikna etmeye çalışmıştır. 86
Amr b. el-Âs'ın bütün ısrarına rağmen halife Hz.Ömer, Mısır'ın fethi için ona, izin
vermemiş ve Kayseriyye muhasarasına geri göndermiştir. Ancak bu arada Hz. Ömer, ordunun
diğer komutanlarıyla Mısır'ın fethi konusunda bir görüşme yapmış ve buranın fethinin gerekli
olduğuna karar vermiştir. 87 Bu konuda, Şerîk b. Abde ile Amr'a bir mektup göndererek,
yanına 4.000 88 kişi alarak Mısır'ın fethi için yola çıkmasını 89 , fakat Suriye'deki ordudan fazla
uzaklaşmamasını, kendisinin istihârede bulunacağını, Mısır'ın fethi konusundaki kesin emrini
ikinci bir mektupla bildireceğini belirtmiştir. Halife Hz. Ömer'in Amr'a yazdığı ilk mektup
şudur: "...Sen fethe çık, ben bu konuda Allah'dan istiharede bulunacağım ve inşaallah
mektubumu da hemen arkandan göndereceğim. Şayet Mısır'a girmeden önce, geri dönmeni
emreden mektubum sana ulaşırsa dön, Mısır'a girdikten sonra mektubumu alırsan yoluna
devam et.". 90
Amr b. el-Âs, halife Ömer b. el-Hattab'ın bu mektubunu alır almaz, hiç vakit
kaybetmeden hemen hazırlığını yapmış ve Suriye'deki diğer komutanlara hiç haber vermeden,
bir gece gizlice Mısır'ın fethi için yola çıkmıştır. 91 Bu sırada Kayseriyye muhasarasına devam
etmesi için de yerine oğlu Abdullah'ı bırakmıştır. 92

83
İbn Abdilhakem, Fütûh, 53-55, Kindî, Vulât, 7; Makrizî, Hıtat, I, 158-159; Sııyutî, Husn, I, 94-96; İbn
Iyâs, Bedâiu'z-Zuhûr, I, 92-93.
84
İbn Abdilhakem, Fütûh, 53; Suyutî, Husn, I, 106; İbn Manzur, Muhtasar Tarihu Dımeşk, I, 224.
85
Câbiye: Suriye'de bir şehirdir. Bkz. Bekrî, Mu'cem, II, 355: Yakut el-Hamevî, Mu'cem, II, 3, 4; Ayrıca bkz.
dipnot 8.
86
İbn Abdilhakem, Fütûh, 55-56; Makrizî, Hıtat, 288; İbn Tağriberdî Nücûm, I, 5-6. Ayrıca bkz. Yakubî,
Tarih, II. 147-148, İbn İyâs, Bediâu'z-Zuhûr, I, 94.
87
Butler, Mısır,172–174.
88
Bkz. dipnot 13. İbn Abdilhakem, Amr'ın 4.000 kişi ile Mısır fethine çıktığını rivayet ettikten sonra,
"...ordunun 3.500 kişi olduğu da şöylenmiştir" demektedir. Ayrıca Bkz. Belâzurî, Fütûh, 214 (T. 303-304); İbn
Abdilhakem, Futûh, 57-58.
89
Belâzurî, Fütûh, 214 (T.303-304 .); İbn Abdilhakem, Fütûh, 57-58.
90
İbn Abdilhakem, Fütûh, 56-57; Kindî. Vûlât, 7; Makrizî, Hıtat, I, 288; İbn Tağriberdî. Nücûm, I. 6;
Hamîdullah, Vesâik, 272.
91
İbn Abdilhakem, Fütûh, 56,57; Kindî, Vulât, 7; Makrizî, Hıtat, I, 288, 289; İbn Tağriberdî, Nücüm, I, 6;
İbn İyâs, Bedâiu'z-Zuhûr, I, 94.
92
Belâzurî, Fütûh, 214 (T. 303-304).

18
Suriye ordusunun diğer komutanları, Amr b. el-Âs'ın kendilerine haber vermeden,
geceleyin ve gizlice Mısır'ın fethi için yola çıkmasını hoş karşılamamışlar ve Câbiye'den
Medine'ye dönen 93 halifeye bir mektup yazarak, Amr tarafından aldatıldıklarını ve
atlatıldıklarını bildirmişlerdir. 94 Komutanların bu mektubunu alan halife Ömer b. el-Hattâb,
Amr b. el-Âs'a çok kızmış ve Ukbe b. Âmir el-Cühenî95 ile gönderdiği ikinci mektubunda onu
azarlamıştır. Suriye ordusunun diğer komutanlarına haber vermeden Mısır'ın fethine çıkmak
gibi tedbirsizce hareket etmesinden dolayı da onu suçlayarak şöyle demiştir: "... Âs b. el-Âs'a,
sen yanındakileri aldattın (ve yola çıktın). Şayet mektubum, Mısır'a girmeden sana ulaşırsa
hemen geri dön, şayet Mısır'a girmişsen yoluna devam et. Bil ki, sana yardımcı
göndereceğim". 96
Halife Hz. Ömer'in bu ikinci mektubu Amr b. el-Âs'a, Filistin'in Refah 97 bölgesinde
ulaşmıştır. Ancak Amr, halife Hz.Ömer'in kendisini geri çağıran emri ile karşılaşabileceği
ihtimalini düşünerek mektubu Ukbe b. Âmir el-Cühenî'den almamış ve Arîş 98 denilen yere
gelince de önce buranın Mısır topraklarından olup olmadığını ordusuna sorup, onlara Arîş'in
Mısır topraklarından olduğunu tasdik ettirmiş, sonra da mektubu açarak okumuştur. Daha
sonra Amr ordusuna şöyle demiştir: "...Emîru'l-Mü'minîn benimle anlaştı ve bana, şayet
mektubu Mısır'a girdikten sonra bana ulaşırsa yoluma devam etmemi emretmişti. Şimdi
Allah'ın bereketiyle yürüyünüz". 99

93
Halife Ömer'in bu sırada Medine'de olduğuna dair Bkz. Taberî, Tarih, IV. 107 (Leiden, I. 2584).

94
İbn Abdilhakem, Fütûh, 57; Makrizî, Hıtat, I, 289.
95
İbn Abdilhakem, Fütûh, 94; Makrizî, Hıtat, I, 296. Ukbe'nin künyesi Ebu Hammâd'dır
96
İbn Abdilhakem, Fütûh, 57; Makrizî, Hıtat, I, 289.
97
Refah: Filistin'in Mısır cihetindeki son şehridir. Bu yer ile Mısır'ın ilk yerleşim alanı Arîş arası, kum yoldan
gidildiğinde 24 mildir. Bkz. Kudâme b. Ca'fer. Harac, 118; Bekrî, Mu'cem, II, 663.
98
Yakubî, Mısır topraklarını Refah ile Arîş arasındaki ağaçlık bölgeden başlatır ve Mısır'ın ilk beldesinin Arîş
olduğunu ifade eder. Yakubî devamla, Arîş'te, Beni Cüzâm kabilesinin ve başka insanların meskun olduğunu,
buranın deniz sahilinde bir köy olduğunu söylemektedir. Arîş'ten çıkınca sırasıyla Bekkâre'ye, sonra da kum
tepelerinin olduğu Verrâde'ye gidildiğini, buradan da Fermâ'ya girildiğini kaydetmektedir. Bkz. Buldân, 330;
Arîş'i Mısır'ın doğusundaki sınır bölgesi olarak gösteren Istahrî, bu köyün adının Araf Suresi (7): 137. ayete
dayandığını ifade etmektedir. (Anlamı: Firavun ve milletinin yaptığını ve yükselttiklerini yıktık.) Bkz. Mesâlik,
48, 55; Makdisî, Ahsenü't-Tekâsim'de Arîş'i Mısır'ın sınır bölgesi olarak göstermektedir. Bkz. Ahsenü't-
Tekâsim, 193; Makrizî de, Arîş'i Filistin ile Mısır arasında eski bir şehir olarak tanımlar ve tufandan sonra
kurulduğunu nakleder. Bkz. Hıtat. I, 290. Arîş'in Bizanslılar dönemindeki ismi Rhinocorura veya
Rhinokolara'dır. Daha önceki ismi ise Lâris'tir. Bkz. Hüseyin Mu'nis, Tarihu Mısır mine'l-Fethi'l-Arabî ila en
Dehalehe'l-Fâtimiyyûn, (Tarihu’l-Hadarat'il-Mısriyye), Bsm. Yer ve Yılı yok, II, 331.
99
İbn Abdilhakem, Fütûh, 56-57: Yakubî, Tarih, II. 147-148; Makrizî, Hıtat, I. 288; İbn Tağriberdî, Nücûm,
I, 6; İbn Iyâs, Bedâiu'z-Zuhûr. I, 94. Ayrıca bkz. Mevlüt Ferligül, Hulefâ-i Râşidîn Döneminde Meşur
Komutanlar, İzmir 1990 (Basılmamış Doktora Tezi), 161-163.

19
2. Fermâ'nın Fethi
Amr b. el-Âs 639 yılının Kurban bayramını, yani hicrî takvimin son ayı olan
Zilhicce'nin 10'uncu gününü, (2 Aralık) Arîş'te geçirdikten 100 sonra, Fermâ'ya 101 hareket
etmiştir. Kızıldeniz'e bir fersah 102 uzaklıktaki Fermâ'da Rumlarla Kıbtîler beraberce
yaşıyorlardı. Burası, kuzey tarafından girildiğinde Mısır'ın ilk şehri idi. 103 Butler bu şehrin
Kıbtî dilindeki eski isminin Permûn veya Pürmûn olduğunu söylemektedir. 104 Şehrin
Bizanslılar zamanındaki ismi ise Pelusium'dur. 105
Amr b. el-Âs, 639 yılı Aralık ayının sonlarında, Fermâ'ya ulaşmış olmalıdır. Burada,
Amr'ın Fermâ'yı fethini anlatmazdan önce İbn Abdilhakem'in eserine aldığı bir rivayete
dikkati çekmek istiyoruz. Bu rivayete göre, Amr b. el-Âs, Arîş'e varmadan önce, Cebel-i
Halâl 106 denilen bölgeye geldiğinde, burada yaşayan Râşide 107 ve Lahm 108 gibi bazı arap
kabilelerinden ordusuna katılmalar olmuştur. 109 H.Mu'nis, bu kabilelere bir de Kudâ'a
kabilesini ilâve etmekte ve İslâm ordusuna katılanların sayısının da en az bin kişi civarında

100
İbn Abdilhakem, Fütûh, 58; Nüveyrî, Nihâye, XIX, 287-288; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 7.
101
Fermâ: Yakubî Fermâ'nın deniz sahilinde bir şehir olduğunu ve Mısır'a buradan girildiğini rivayet
etmektedir. Bkz. Buldân, 337; Ayrıca bkz. Istahrî, Mesâlik, 53; Müellifi meçhul olan "Kitabu’l-İstibsâr"
isimli eserde ise, Fermâ'yı "Feremâ" isimli bir Melik'in kurduğu belirtilir. Bkz. Kitâbu’l-İstibsar fi
Acâibi’l-Emsâr (nşr: Sa'd Zağlûl Abdülhamid) Darü'l-Beydâ, 1985, 89
102
Makdisî, Ahsenü't-Tekâsim, 195; Yakubî ile Makrizî Fermâ ile Kızıldeniz'in arasını üç mil olarak
vermektedirler. Bkz. Yakubî, Buldân, 330; Makrizî, Hıtat, I, 211. Butler, Fennâ ile Kızıldeniz arasındaki
mesafeyi bir buçuk mil olarak kabul etmektedir. Bkz. Mısır, 185.
103
Yakubî, Buldân ,, 330. Yakubî, burada teferruatlı olarak şu bilgileri de vermektedir. "Arîş deniz sahilinde
bir köydür. Arîş'ten, Bekkâre köyüne buradan da birçok kum tepelerinin bulunduğu Verrâde köyüne gelinir.
Verrâde'den de Fermâ'ya gelinir ki, Fermâ Mısır'ın ilk şehridir. Kudâme b. Ca'fer ise. Refah ile Arîş
arasının; kumluk yoldan gidildiğinde 24 mil olduğunu. Arîş'ten Fermâ'ya ise iki yoldan gidildiğini ve bu
yolların Cifâr yolu ile Sahil yolu olduğunu, Cifâr yolu gidildiğinde Arîş'ten Verrâde'ye varıldığını ve bu
yolun 18 mil olduğunu. Verrâde'den de 20 millik bir mesafede Bekkâre'nin bulunduğunu, buradan da 24
millik bir yol sonunda Fermâ'ya varılacağını kaydetmektedir, ki bu da toplam 62 mil'dir. Sahil yolu ise,
Arîş'ten Muhlisa'ya 21 mil, Muhlisa-Kasr (bir hıristiyan kalesi) arası 24 mil ve Kasr ile Fermâ arası da 24
mil olmak üzere toplam 69 mil'dir. Bkz. Harac. 118-119; Makdisî; Arîş ile Fermâ arasını "bir merhalelik
yol" olarak vermektedir. Bkz. Ahsenü't-Tekâsim. 213; Cemilî, Fermâ'yı, Mısır'ın doğu kapısı olarak kabul
etmektedir. Bkz. Râşid Abdullah Cemilî, Tarihu'd-Devleti’l-Arabiyyeti’l-İslâmiyye. Riyad 1983 (II. Bsk.),
187.
104
Butler, Mısır,185.
105
Butler, Mısır,185; Fhilipp K.Hitti, Siyasi ve Kültürel İslâm Tarihi (Çev. Salih Tuğ), İstanbul 1980, I,
224.
106
Suriye'den Mısır'a giden yolda, yerleşim alanı bir dağ'dır. Bkz. Ö. Rıza Kehhâle, Mu'cemu Kabaili'l-
Arab, Beyrut 1402/1982, (III. Bsk.), II, 413.
107
Râşide Kabilesi: Râşide b. Mâlik'e izafe edilir. Kahtânilerden Benî Lahm'ın bir koludur. O da, Halife b.
Üdd b. Nümâre b. Lahm b. Adiyy b. el-Hâris b. Mürre b. Üdd b. Mâlik b. Nümâre'dir. Bunlar, Bekkâre,
Verrâde ve Arîş'e yerleştiler. Yine onların yerleştikleri yerler arasında, Şam, Mısır yolu üzerinde Cebel-i
Halâl da bulunmaktadır. Bkz. Kehhâle, Kabâil, II, 413.
108
Lahm Kabilesi: Said-i Mısır'ın doğusunda yaşayan ve Mısır'ın fethinde bulunan bir Arap kabilesidir.
Bunlar, Cüzâm kabilesinin kardeşleri ve Kinde kabilesinin amcalarıdır. Bkz. Süveydî, Ebû'l-Fevz
Muhammed Emin; Sebâiku'z-Zeheb fi Ma'rifeti Kabâili’l-Arab. Beyrut 1406/1986, 162.
109
İbn Abdilhakem, Fütûh, 58; Ayrıca bkz. Nüveyrî, Nihâye, XIX, 287-288; İbn Tağriberdî Nücûm, I, 7.

20
olduğunu ifade etmektedir. 110 Buna göre, Mısır fethine çıkan İslâm ordusunun sayısı 4.000
değil, 5.000 kişi civarında olmaktadır.
Mısır'daki fetihlerine başlamadan önce ordusunu takviye ettiğini gördüğümüz Amr b.
el-Âs, Fermâ'ya geldiğinde burada kendisiyle savaşmaya hazır bir Rum ordusuyla
karşılaşmıştır. 111 "Hıtat" müellifi Makrizî bir rivayetinde Amr'ın, Câbiye'de halife Ömer b. el-
Hattab ile Mısır'ın fethini görüştüğü sırada Kayseriyye valisi Kostantin'in Fermâ'ya göre
Mısır'ın daha iç tarafında bulunan Bülbeys'e varmış olduğunu ve bu valinin, Kayseriyye'den
kaçmadan önce baş hâcibinin komutasında 2.000 kişilik bir süvari birliğini, kendisinin yol
emniyetini sağlamak üzere Fermâ'ya gönderdiğini haber vermektedir. Yine bu rivayette, Mısır
valisi Mukavkıs'ın da, kızı Ermânuse ve damadı Kostantin'in yol emniyetini sağlamak üzere
Mısır'dan Suriye'ye giden yol güzergâhına silâhlı birlikler gönderdiği de yer almaktadır. 112
Esâsen Sâsânîler'den alındıktan sonra Bizanslılar tarafından silahlandırılıp muhkem hale
getirilen 113 Fermâ'ya, Mukavkıs tarafından, Babilon'da teşkil edilen silahlı bir askerî birliğin
gönderildiği haberi İbn Abdilhakem ve diğer İslâm tarihçileri tarafından da teyid
edilmektedir. 114 İşte, Amr b el-Âs'ın Fermâ'da savaştığı Rumlar da, burayı korumakla görevli
olan Rumlar ile Mukavkıs'ın Babilon'dan gönderdiği birliklerdi. 115
Amr b. el-Âs, Fermâ'ya gelince, buradaki kaleyi sıkı bir muhasara altına almıştır. Bir
ay kadar süren muhasara ve savaşlar neticesinde Fermâ fethedilmiş 116 ve burası
müslümanların, Rumlarla, Mısır toprakları içinde savaştıkları ve fethettikleri ilk yer
olmuştur. 117 Muhasaranın bir ay kadar sürdüğü dikkate alındığında, fethin 641 yılı Ocak ayı
sonlarında gerçekleştirildiğini düşünebiliriz. 118
Fermâ'nın savaşla fethedilmesinden sonra müslümanlar, Rum ordugâhında ele
geçirdikleri şeyleri ganimet olarak almışlardır. 119 Ancak hemen belirtelim ki, Fermâ'nın
durumu, daha doğrusu Babilon kalesinin fethinden önce ele geçirilen yerlerin durumu ile ilgili
şartlar farklı bir özellik arzetmektedir. Şöyle ki, buraların savaşla fethedilmesi sebebiyle önce

110
Hüseyin Mu'nis, Tarihu Mısır, (Tarihu’l-Hadarati'l-Mısriyye), II, 330-332; Butler, bu Arap kabilelerinin
sadece savaşı ve ganimet almayı sevdiklerinden dolayı İslâm ordusuna iltihak ettiklerini savunmaktadır. Bkz.
Mısır, 189.
111
Belâzurî, Fütûh, 214 (T. 304).
112
Makrizî, Hıtat, I, 183-184. Ayrıca bkz. Nüveyrî, Nihâye. XIX, 287
113
Butler, Mısır,162.
114
İbn Abdilhakem, Fütûh, 58; Nüveyrî, Nihâye XIX, 287-288; İbn Tağriberdî, Nücûm, I. 7.
115
İbn İyâs, Bedâiu’z-Zuhûr, I, 94.
116
İbn Abdilhakem, Fütûh, 58; Makrizî, Hıtat, I, 289; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 7; Yakubî ise,
müslümanlar ile Rumların Fermâ'daki savaşlarının üç ay sürdüğünü rivayet etmektedir. Bkz. Tarih, II, 148.
117
İbn İyâs, Bedâiu’z-Zuhûr, I, 94.
118
Yakut el-Hamevî, Fermâ maddesinde buranın fetih tarihini 640 olarak ve ay belirtmeksizin vermektedir.
Bkz. Mu'cem, III, 884.
119
Belâzurî, Fütûh, 214 (T. 304).

21
ganimet statüsü uygulanmıştı. Babilon kalesinin fethedilmesinden ve Mısır valisi Mukavkıs
ile Mısır'da yaşayan Kıbtîlerin tamamına şâmil olan Babilon anlaşması imzalandıktan sonra
ise, gerek Ferma halkına ve gerekse Babilon'dan önce fethedilen diğer yerlerdeki Kıbtîlere,
sulhen fethedilen ülkelerin statüsü uygulanmıştır. Bu anlaşmaya Rumların da dahil olması
hususu ise, onların ihtiyarına bırakılmıştır. 120
Amr b. el-Âs, Mukavkıs ile imzaladığı Babilon anlaşması ile Fermâ halkını da ehl-i
zimme statüsüne dahil ettikten ve Aynu Şems'e döndükten sonra, Ebrehe b. es-Sabâh'ı
Fermâ'ya göndermiştir. Ebrehe, Fermâ halkıyla yıllık 500 Bizans dinarı (Dinâr-ı Heraklî), 400
baş deve ve 1000 baş koyun vermeleri şartlarını ihtivâ eden bir anlaşma yapmıştır. 121
Fermâ'nın fethi ile ilgili olarak temas etmek istediğimiz bir husus da, Kıbtîlerin
müslümanlara yardımları meselesidir. İbn Abdilhakem'de yer alan ve diğer İslâm tarihi
kaynaklarında aynen tekrarlanan bu konudaki rivayet şöyledir : "İbn Ufeyr dışındaki Mısırlı
meşâyih demiştir ki: İskenderiyye'de kendisine Ebû Bünyâmin 122 denilen Kıbtîlerin bir
Uskuf'u vardı. Amr b. el-Âs'ın Mısır'a geldiği haberi kendisine ulaşınca, o Kıbtîlere bir
mektup yazarak, bundan sonra Rumların artık bir devlet gücü kalmadığını, onların
hakimiyetlerinin sona erdiğini bildirdi ve Kıptîlere Amr'a katılmalarını emretti". 123
Ebû Bünyâmin'in bu mektubunda zikredilen ve Kıbtîlerin müslümanlara yardım
etmeleri konusundaki ifadeler, Butler tarafından itirazla karşılanmıştır. Butler, bu konuda
Nikiou papazı Jean'ın kroniğine dayanarak Kıbtîlerin müslümanlara yardım etme işinin ilk
olarak Feyyum, 124 Etrib 125 ve Menf 126 şehirlerinin fetihleri sırasında ortaya çıktığını 127 , daha
önce böyle bir yardımın söz konusu edilemeyeceğini iddia etmektedir. Ayrıca o, "...şayet
Kıbtîler Araplara Fermâ'da yardım etmiş olsalardı, şüphesiz ki, (Nil nehri üzerinden buraya

120
Babilon'un fethi ve yapılan anlaşma ileride ele alınacaktır
121
Taberî, Tarih, IV, 108 (Leiden, I, 2586-2587); Makrizî, Hıtat, I, 211; İbn Haldun, Kitabu'1-İber ve
Divânu'1-Mübtedei ve'1-Haber fi Eyyâmi'1 Arab ve’l-Acem ve’l-Berber ve men Asâruhum min Zevi’s-
Sultâni’l-Ekber, Beyrut 1391/1971, II/2, 114-115.
122
Nüveyrî bu ismi "Ebû Miyâmin" olarak vermektedir. Bkz. Nihâye, XIX, 288. Nikiou Papası Jean da bu ismi
"Abbâ Benjamin" olarak vermekte ve onun hakkında şu bilgileri nakletmektedir. "Rum imparatorları tarafından
on yıl boyunca ve müslümanlar zamanında ise dört yıl sürgün edilmiş olan Mısır Patriği Abbâ Benjamin'in on
beş sene sürgünde kaldığı Rîf eyaletindeki sürgünden dönüşü hakkında..." Bkz. Chronique, 3, "Abbâ" kelimesi
İbrânicedir ve "Ebû=baba" anlamındadır. Bkz. A Biblical Cyclopaedia, London 1870, 3.
123
İbn Abdilhakem, Fütûh, 58-59; Nüveyrî, Nihâye, XIX. 288; Suyutî, Husn, I, 107.
124
Feyyûm: Yukarı Mısır'da Nil nehrinin batı kıyısında, Fustat'a dört günlük eski bir şehirdir. Bkz. İbn
Hurdazbih, Mesâlik, 81; Yakubî, Buldân, 331; İbn Fakîh el-Hemezânî, Muhtasaru Kitâbi'1-Buldân, 73; İbn
Havkal, Sûretü’l Arz, I, 159-160.
125
Etrîb: Yakut el-Hamevî, bu şehrin Doğu Mısır'da ve Aynu Şems'in bir kasabası olduğunu nakletmektedir.
Bkz. Mu'cem, I, 112; Ayrıca bkz. İdrisî, Sıfatu’l Mağrib, 152, 156.
126
Menf: Kazvînî, bu şehrin, Fustat yakınlarında ve Musa peygamber devrinde yaşayan Firavun'un şehri
olduğunu nakletmektedir. Bkz. Asâru’l-Bilâd. 274.
127
Kıbtilerin, Müslümanlara, yardımının bu şehirlerin fetihleri sırasında olduğuna dair bkz. Jean, Chronique,
13.

22
gelecek) Rum gemilerini yakarlar ve kaleleri de yıkarlardı..." 128 Bu rivayetleri değerlendiren
H. Mu'nis ise, Fermâ'dan Babilon kalesinin fethine kadar, Kıbtîler'in, müslümanlara gizlice,
Babilon kalesinin fethinden sonra ise açıktan yardım ettikleri yorumunu yapmaktadır 129 ki bu
fikre biz de iştirak etmekteyiz. Çünkü, Kıbtîler'in, Rum birliklerinin koruma altına aldığı
Fermâ'da, daha ilk defa karşılaştıkları müslümanlara açıktan yardım etmeleri söz konusu
olamazdı. Ayrıca, onların henüz Rum idâresi altında oldukları da dikkate alınmalıdır. Halbuki
Babilon anlaşmasından sonra Mısır'ın hâkimiyeti Rumlardan müslümanların eline geçmiştir.
Bu durum dikkate alındığında H. Mu'nis'in yorumu bize daha makul gelmektedir.
Fermâ'nın müslümanlar tarafından fethedilmesi ve neticeleri hakkında bir yorum
yapan Butler, Rumlar'ın Fermâ'da müslümanlara fazla mukavemet göstermediklerini ve
Fermâ'yı korumak için ciddi bir gayret sarfetmediklerini iddia etmektedir. Bu hususta, savaşın
devam ettiği bir ay süresince Rumlar'ın bölgeye hiç bir yardımcı birlik göndermediklerine
dikkat çekerek, müslümanların daha Mısır'ın girişinde durdurulmaları gerektiğini
söylemektedir. Rumlar'ın bu konuda pasif kaldıklarına, müslümanların üzerine gitmediklerine
de işaret eden Butler, bu pasifliğin suçunu ve dolayısıyla bütün Mısır'ın Bizans'ın elinden
çıkmasının sorumluluğunu Mukavkıs'a yükleyerek, onu vatan hâini ilân etmektedir. 130

3. Bülbeys'in Fethi
Amr b. el-Âs, Fermâ'yı fethettikten sonra burada küçük bir birlik bırakıp 131
Kayseriyye'den kaçan Kostantin ve karısı Ermânuse'nin bulunduğu Bülbeys'e 132 doğru
hareket etmiştir.

128
Butler, Mısır, 187
129
Hüseyin Mu’nis, Tarihu Mısır (Tarihu’l-Hadarati’l-Mısriyye), II, 332
130
Bkz. Butler, Mısır, 188-189.
131
Hüseyin Mu'nis, Tarihu Mısır(Tarihu’l-Hadarati’l-Mısriyye), II, 332.
132
Kudâme b. Ca'fer Bülbeys hakkında şu bilgileri vermektedir. Bülbeys ile Fermâ arası 93 mildir. Fermâ'dan
Bülbeys'e yazlık ve kışlık olmak üzere iki yol vardır. Yaz yolu; Fermâ'dan Curcîr'a 34 mil, Curcîr-Fâkûsu'l
Gâdıra arası 24 mil; Fâkûsu’l-Gâdıra ile Mescid-i Kudâ'a arası 18 mil, Mescid-i Kudâ'a-Bülbeys arası 21 mildir.
Bülbeys-Mısır arası ise 24 mildir. Kış yolu; Fermâ-Mersad ve Mersad'tan Gâdıra olmak üzere 34 mildir.
Gâdıra'dan sonra yaz-kış yolu birleşmektedir. Bkz. Harac, 119. Bülbeys: Mısır şehrine (yani Babilon kalesinin
olduğu şehir) yakın bir şehirdir. Bkz. Bekrî, Mu'cem, I, 272-273; Mısır'ı yedi bölgeye ayıran Makdisî, Bülbeys'i
Şam'dan Mısır'a giden yolun üzerinde ve ikinci bölge olan Havf’ın bir kasabası olarak vermektedir. Bülbeys'e
bağlı yerleşim alanları ise şunlardır. Meştûl, Curcîr, Fâkûs, Gavfâ, Debkû, Tûne, Berrîm ve Kulzum. Bkz.
Ahsenü't-Tekâsim, 193-194; İdrisî, Bülbeys'i Mısır şehrine bir merhale uzaklıktaki bir yerleşim alanı olarak tarif
eder. Bkz. Sıfatü'l-Mağrib, 164; Yakut el-Hamevî, Suriye yolu ile Mısır'a gidildiğinde, Bülbeys ile Mısır Fustat'ı
arasında on fersahlık bir mesafe olduğunu ve burada Abs b. Bâğîd kabilesinin meskun olduğunu naklederek,
buranın hicri 18 veya 19 yılında Amr b. el-Âs tarafından fethedildiğini söylemektedir. Bkz. Mu'cemu'l-Buldân, I,
712; Makrizî ise bu şehir hakkında bilgi verirken şöyle demektedir: "Bu şehir Tevrat'ta "Arz-ı Hâşan" diye
isimlendirilir. Yakub peygamber kendisini karşılamaya gelen oğlu Yusuf’u burada beklemişti. İşte bu şehir
Bülbeys'tir..." Bkz. Hıtat, I, 183-184.

23
Amr Bülbeys'e giderken yolda ufak tefek bazı çarpışmalar yapmış ve buraları hemen hiç
zorlanmadan ele geçirmiştir. 133 Öyle anlaşılmaktadır ki, Rumlar Fermâ'dan itibaren Mısır'ın
içlerine kadar Amr'ın geçebileceği yol güzergâhına bazı silahlı savunma birlikleri
yerleştirmişlerdi. 134 Nihayet Amr b. el-Âs, bu küçük çarpışmaları yapa yapa Bülbeys'e
ulaşmıştır. 135 Amr'ın yolda 10–15 gün oyalandığını düşünecek olursak, 640 yılı Şubat ayının
son günlerinde Bülbeys'e ulaştığı kabul edilebilir.
Amr b. el-Âs Bülbeys'i bir ay kadar muhasara etmiş ve neticede şehri savaşla
fethetmiştir. 136 Buna göre Bülbeys'in fethi 19 yılı Rebîul Evvel ayının ilk yarısında (641 yılı
Mart ayının sonlarında) gerçekleşmiş olmalıdır. Bülbeys'i savaşarak fetheden Amr, burada
bulunan Rum ve Kıbtîler'in bütün mallarını ganimet olarak almıştır. 137
Daha önce, gerek Amr'ın Mısır'ı fethetmek için halife Hz.Ömer'den izin istemesi
konusunda ve gerekse Fermâ'nın fethi bahsinde temas ettiğimiz gibi, Kayseriyye valisi ve
Bizans imparatoru Herakleios'un oğlu Kostantin ve karısının Bülbeys'e kaçtıklarını
belirtmiştik. 138 Bu konu ile ilgili olarak Makrizî'nin, Vâkidî'den aldığı rivayete göre Rumlar,
müslümanlara karşı ilk ciddi mukavemeti göstermek için Bülbeys'e kuvvetli bir birlik
göndermişlerdi. Burada bir ay kadar devam eden şiddetli muhasara ve savaşların sonunda
müslümanlar Rumlardan bin kadar süvariyi öldürmüşler, üç bin kişiyi de esir almışlardır. Bu
esirler arasında Kostantin'in karısı Ermânuse de bulunmaktaydı. Ancak Amr ona esir
muâmelesi yapmamış ve kendisini eşyaları ile birlikte Kays b. Ebi'l-Âs'ın refâkatinde babası
Mukavkıs'a göndermiştir. 139
Butler, Makrizî'nin Vâkıdi'den yaptığı bu rivayeti kabul etmemektedir. O,
müslümanların bu savaşta küçümsenmeyecek kadar çok kayıp verdiklerini iddia ederken,
Rumlardan bin kadar kişinin öldürüldüğü ve üç bin kadarının da müslümanlar tarafından esir
alındığına işaret eden ifadelere de şüphe ile bakmaktadır. Ayrıca o, Amr'ın, Mukavkıs'ın kızı
Ermânuse'yi burada yakaladığı ve babasına gönderdiği şeklindeki ifadelere de inanmamakta
ve bu haberi binbir gece masallarına benzeterek hayal mahsulü olduğunu savunmaktadır.

133
İbn Abdilhakem, Fütûh, 59; Makrizî, Hıtat, I, 289; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 7.
134
Makrizî, Hıtat, I, 183-184; A. I. Akram, The Muslim Conquest Egypt and North Africa, Lahore tarihsiz. 19.
135
Butler, Amr'ın Bülbeys'e giderken şu güzergahı takip ettiğini ifade etmektedir. Fermâ'dan Sebhâ'ya, ki burada
Sadifu'1-Ebyad kabilesi yaşamaktadır. Sebhâ'dan Mecdûle'ye, ki burası Fermâ'nın güney-batısındadır,
Mecdûl'den Kanâtü's-Süveys'e varılır, ki burası şimdi Kantara'dır, Kantrara'dan Medinetu's-Sâliha'ya gidilir, ki
buranın diğer adı Kassâsîn'dir. Amr bu yolu takip ederek güneye, Vâdiu't-Tumeylat'a geçmiştir, ki bugün burası
"Tellü'l-Kebîr" vakasının meydana geldiği yer olarak meşhurdur. Amr buradan da Bülbeys'e gelmiştir. Bkz.
Mısır, 189-190.
136
Abdilhakem, Fütûh, 59; Nüveyri, Nihâye, XIX, 288; Makrizî, Hıtat, I, 289; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 7-8;
Suyutî, Husn, I, 107; İbn İyâs, Bedâiu'ı-Zuhûr, I. 95.
137
Makrizî, Hıtat, I, 183-184.
138
Bkz. Taberî, Tarih, IV, 102 (Leiden, I, 2579); dipnotlar: 9, 39.
139
Makrizî, Hıtat, I, 183-184.

24
Butler'in bu rivayeti itirazla karşılamasındaki dayanağı ise, hıristiyan papazların hiç
evlenmedikleri ve buna göre bir papaz olan Mukavkıs'ın da hiç evlenmediği ve çocuğu
olmadığıdır. 140 Butler işte bu noktadan Makrizî'nin rivayetini reddetmektedir. Ancak bu
konuya dikkatimizi çeken Hüseyin Mu'nis, Butler'in bu görüşünün doğru olmadığını ve henüz
o tarihlerde hıristiyan papazlara evlenme yasağının konulmadığını, bu yasağın daha sonraki
tarihlerde ortaya çıktığını ifade etmekte, 141 Makrizî'nin naklettiği bu rivayeti doğru kabul
etmektedir.
Bülbeys'in fethi konusunda Butler tarafından iddia edilen bir diğer husus da, Mısır'a
kaçan İlîyâ'nın (=Kudüs'ün) Bizanslı komutanı Areteon'un burada öldüğü meselesidir. Ancak
Butler bu iddiasını serdederken, bilgiyi aldığı kaynağı zikretmemektedir. Bize öyle geliyor ki,
Taberî'de Seyf rivayeti olarak yer alan 142 ve İbnu'l-Esir tarafından da aynen nakledilen, 143
Mısır şehrinin, yani Babilon'un fethi ile ilgili bir rivayeti, Butler almış ve burada kullanmıştır.
İşin ilginç yanı ise, bu rivayetin Bülbeys fethi ile ilgili olmayıp, Babilon kalesinin muhasarası
sırasında, Aynu Şems'te karargâh kuran müslüman ordusu ile Rumlar arasında meydana gelen
birkaç muharebeden birini anlatıyor olmasıdır. Butler'in bu rivayete dayanmış olabileceği
fikrine ise biz, rivayette yer alan "Câsılık-ı Mısır= Mısır Rahipleri" Ebû Meryem ile Ebû
Miryem kıssasının, Butler tarafından Bülbeys fethine dâhil edilmesi sebebiyle sahip
olmaktayız. Bu rivayete göre Mukavkıs, Babilon kalesinin muhasarası sırasında Mısır
şehrinin iki rahibini, Ebû Meryem ile Ebû Miryem'i Amr'a göndermiş ve onunla sulh şartlarını
konuşmalarını istemiştir. Bu rahipler Amr ile görüştükten sonra, düşünmek için dört gün
mühlet almışlar ve Mukavkıs'ın yanına dönmüşlerdir. Onlar, Amr'ın şartlarını Mukavkıs'a
söyleyince, mecliste bulunan Areteon bu şartları kabul etmemiş ve müslümanlarla savaşmayı
tercih etmiştir. Neticede; Areteon Aynu Şems'te karargâh kurmuş olan müslüman ordusuna
bir gece baskını düzenlemiş, ancak Rumların zaman zaman yaptıkları baskın şeklindeki
saldırılara hazırlıklı olan müslüman ordusu karşısında yenilmiş ve kendisi de bu savaşta
ölmüştür.
Butler, bu rivayetin Areteon'un öldürülmesi ile ilgili kısmını alıp Bülbeys fethine
adapte ederken, rivayetin Ebû Meryem ve Ebû Miryem ile ilgili kısmını, sadece bu rahiplerin
isimleri noktasından kabule şayan görmemekte, bu isimleri taşıyan hıristiyan rahibi

140
Butler, Mısır, l9l.
141
Hüseyin Mu'nis, Tarihu Mısır (Tarihu’l-Hadârati’l-Mısriyye), II, 332-333. Bu tarihlerde Mısır'da papazlara
henüz evlenme yasağının olmadığına dair Bkz. Günay Tümer-Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ankara 1988,
160-162
142
Taberî, Tarih, IV, 107-108 (Leiden, I, 2584-2586).
143
İbnü'l-Esîr, İzzüddîn Ebu'l-Hasan Ali b. Muhammed; el-Kâmil fı't-Tarih, Beyrut 1965, II, 564-565 (Terc.
İstanbul 1985-1987, II, 515-516).

25
olamayacağını ve bu haberin Arap müverrihleri tarafından büyük bir hata ile, başka
hadiselerden bu hadiseye dikkatsizce adapte edildiğini iddia etmektedir. Fakat o, isimleri Ebû
Meryem ve Ebû Miryem olmayan başka rahiplerin Amr'a gitmiş olabileceği ihtimali üzerinde
de durmak suretiyle bu konudaki tutarsızlığını ortaya koymaktadır. 144
Butler'in kullandığı bu rivayette dikkatimizi çeken bir diğer husus da, rahipler için
"Câsılık-ı Mısır= Mısır Rahipleri" ifadesinin kullanılmış olmasıdır. Yani bu ifadeye göre, bu
iki rahip Mısır şehrinin 145 rahipleridir, Bülbeys şehrinin değil. Kaldı ki, Bülbeys'in
müslümanların eline geçmesini 639 olarak tarihleyen Butler'in hem Taberî'de hem de İbnu'l-
Esir'de 641 yılı olayları arasında nakledilen bu rivayeti, getirip Bülbeys'in fethi sırasında
kullanması büyük bir hatadır. Esasen Butler, Seyf'ten gelmesi sebebiyle, bu rivayeti tamamen
reddedip hiç kullanmasaydı, bu takdirde kendisine diyecek bir sözümüz de olmazdı. Ancak o,
bu rivayeti işine geldiği bir biçimde kullanmıştır ki bu, kabul edilemez.

II. AMR B. el-ÂS'IN BABİLON'U FETHİ

1. Ümmü Düneyn'in Fethi


Amr b. el-Âs Bülbeys'in fethinden sonra Ümmü Düneyn'e 146 hareket etmiştir. Amr'ın
doğrudan Babilon kalesine değil de, önce Ümmü Düneyn üzerine gitmesi, buranın stratejik
öneme sahip olması sebebiyledir. Çünkü Ümmü Düneyn, Nil nehrinin kıyısında bir liman
şehriydi 147 ve Rumların Mısır'daki üç askerî merkezi, Babilon, Nakyûs (=Nikiou) ve
İskenderiyye'nin arasında bulunmaktaydı. 148 Babilon, Ümmü Düneyn'in güneyinde, Nakyûs
ile İskenderiyye ise kuzeyindeydi. Buna göre kuzeyde bulunan Nakyûs ve İskenderiyye'den,
güneyde bulunan Babilon'a Nil üzerinden yapılacak yardımlar Ümmü Düneyn'den geçmek
durumundaydı. İşte bize göre Amr b. el-Âs, doğrudan Babilon'un fethine başlaması

144
Butler, Mısır, 190-191.
145
Babilon kalesinin çevrelediği ve surların arkasında kalan şehrin ismi "Mısır"dır. Kale ile bitişiktir. Bkz.
Makrizî, Hıtat, I, 230.
146
Ümmü Düneyn: Ümmü Düneyn'in yeri hakkında sadece Yakut el-Hamevî'nin Mu'cemu’l-Buldân'ında bilgi
bulunmaktadır. Yakut bu belde hakkında şöyle demektedir. "Denilir ki, o Kahire ile Nil nehri arasında bir
karyedir ve yerleşim alanı Kahire'ye birleşmiştir. Bkz. I, 359; Yakut, bir başka yerde, Maks maddesinde de,
buranın eski isminin Ümmü Düneyn olduğunu. Maks isminin de Meks (yani uşûr) vergisini toplayan amilin
burada bulunması sebebiyle verildiğini ve aslı Meks olan bu kelimenin zamanla Maks'a dönüştüğünü
nakletmektedir. Bkz. Yakut el-Hamevî, Mu'cem. IV, 606-607; Ümmü Düneyn'in Bizans dönemindeki ismi ise
Tendonyas'tır. Bkz. Jean, Chronique. 12-13. Hüseyin Mu'nis de bugün Ümmü Düneyn'in olduğu yerde Maks
camiinin bulunduğunu ve bu camiye Mescid-i Evlâd-ı ‘İnân da denildiğini belirtmektedir. Bkz. Hüseyin Mu'nis,
Tarihu Mısır (Tarihu’l-Hadârati’l-Mısrıyye), II. 334.
147
Yakut el-Hamevî, Mu'cem, IV, 606-607.
148
Rumların Mısır'daki önemli üç askerî merkezinin Babilon, Nakyûs ve İskenderiyye olduğuna dair bkz. Butler,
Mısır, 192-194; Hüseyin Mu'nis, Tarihu Mısır (Tarihu’l-Hadârati’l-Mısrıyye). II. 334

26
durumunda, Nakyûs ve İskenderiyye'de bulunan Rumlar'ın Babilon'a yardıma gelebilecekleri
düşüncesiyle onların birbirleriyle irtibatını kesmek üzere, Ümmü Düneyn'in fethini Babilon'un
fethinden önceye almış olmalıdır. Ayrıca, Rumlar'ın da müslümanları Babilon'da
beklediklerini ve bu yüzden Ümmü Düneyn'i savunmasız bıraktıklarını görmekteyiz. 149
Amr b. el-Âs, stratejik bir öneme sahip olan Ümmü Düneyn'e, Bülbeys'ten itibaren, bu
iki yerleşim alanı arasına yerleştirilen bazı küçük Rum birlikleriyle savaşarak gelmiştir. 150
Amr b. el-Âs Ümmü Düneyn'e geldikten sonra, hiç vakit kaybetmeden şehri sıkı bir
kuşatma altına almıştır. Kuşatmanın başladığı sırada Mısır valisi Mukavkıs ile buranın kale
komutanı Theodor 151 da kalede bulunmaktaydılar. Ancak onlar, muhasara devam ederken
Ümmü Düneyn'den ayrılmışlar ve Nil nehrinden gemilerle Babilon'a giderek burada,
müslümanlarla savaşmak üzere bir ordu hazırlamışlardır. 152
Ümmü Düneyn'i sıkı bir kuşatma altına almasına rağmen Amr b. el-Âs, fethe
muvaffak olamamıştır. Bunun sebebi, gerek ordusunun sayıca az ve yorgun olması, gerekse
Rumların Nil nehri üzerinden buraya takviye yapmaları olabilir. Neticede Amr, halife Ömer b.
el-Hattâb'a bir mektup yazarak, ondan acele yardımcı birlik göndermesini istemiştir. Halife
Hz. Ömer de Amr'a 4.000 kişilik bir ordu göndermiş ve böylece Mısır'daki islâm ordusunun
sayısı sekiz-dokuz bine ulaşmıştır. Yardımı alan Amr şehrin kuşatmasını daha da
şiddetlendirmiş ve nihayet kaleyi fethetmiştir. 153
Ümmü Düneyn'in fethi gerek İbn Abdilhakem'de, gerekse Nikiou papazı Jean'ın
kroniğinde birbirine yakın ifadelerle anlatılmaktadır. İbn Abdilhakem'in rivayetine göre;
Hârice b. Huzâfe el-Lahmî, 154 Amr b. el-Âs'a gelerek, kendisine atlı bir birlik verildiği
takdirde, Cebelü'l-Ahmar'ı 155 dolaşarak gün doğmadan kalenin arkasına gidebileceğini ve

149
Biz bunu, Amr'ın muhasarası sırasında Ümmü Düneyn'de bulunan Mukavkıs ile şehrin komutanı Theodor'un
buradan ayrılarak Babilon'a gitmeleri ve orada müslümanlarla savaşmak üzere bir Rum ordusu kurmalarından
anlamaktayız. Bkz. Butler, Mısır, 192.
150
İbn Abdilhakem, Fütûh, 59.
151
Butler, Mısır, 192. İslâm kaynaklarında Ümmü Düneyn'i korumakla görevlendirilen komutanın ismi el-
Mendekûr olarak zikredilmekte ve kendisinin el-Uayric veya el-A'rec unvânını taşıdığı belirtilmektedir. Bkz.
Kindî, Vulât, 8; Makrizî, Hıtat, I, 289, II, 121; İbn Tağriberdî, Nücûm, 1, 8. Butler, el-U'ayric veya el-A'rec
unvanının, aslında "George" isminin Arapçalaşmış şekli olabileceği ihtimâli üzerinde durmaktadır. Bkz. Butler,
Mısır, 219. Hüseyin Mu'nis ise, "el-Mendekûr" ismi hakkında bir yorum yaparak bu ismin de bir ünvan ve
Bizans ordusunda askerî bir rütbe olan "Mandatur" kelimesinin Arapçalaşmış şekli olabileceğini, bu unvanın da
büyük bir ihtimalle kale komutanları için kullanıldığını ifade etmektedir. Bkz. Hüseyin Mu'nis, Tarihu Mısır
(Tarihu'1-Hadârati'1-Mısrıyye), II, 337
152
Butler, Mısır, 192.
153
İbn Abdilhakem, Fütûh, 59; Suyutî, Husn, I, 107.
154
İbn Abdilhakem, Fütûh, 59; Nüveyrî, Nihâye, XIX, 228; Makrizî, Hıtat, I, 289; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 8.
155
İbn Abdilhakem'in bu rivayetinde dağın ismi zikredilmez. Ancak iki çağdaş Mısır tarihçisi bu dağın ismini
"Cebelu'l-Ahmar" olarak tesbit etmektedirler. Bkz. Hasan İbrahim Hasan, Siyâsi-Dînî-Kültürel-Sosyal İslâm
Tarihi (Müt. İ. Yiğit-S. Gümüş) İstanbul 1985, I/1. 303; Butler, Mısır, 203, dipnot 2.

27
buradaki Benî Vâil mağarasına 156 girerek gizlenebileceğini, sabah olunca da, müslümanlarla
savaşmak üzere kaleden çıkan Rumları arkadan vurabileceğini söylemiştir. Amr bu fikri
beğenmiş ve Hârice'yi 500 kişilik bir süvari birliği ile kalenin arkasına göndermiştir. Sabah
olup da Rumlar savaşmak için dışarı çıktıklarında, Hârice b. Huzâfe ve beraberindekiler,
Rumlara arkalarından bir baskın yapmışlar ve onları mağlup ederek kaleyi fethetmişlerdir. 157
Nikiou papazı Jean ise; Ümmü Düneyn'in müslümanlar tarafından fethini Aynu Şems,
Babilon ve Mısır şehri ile irtibatlandırarak anlatmaktadır. O, gelişen olayları şöyle
nakletmektedir : "Theodos ve Anastase, atlı olarak el-Âs'ın oğlu Amr'a savaş açmak üzere,
çok sayıda piyade ile Aoun'a (=Aynu Şems) birlikte gittiler. Müslümanlar müstahkem
şehirleri bir kenara bırakarak, Tendonyas (=Ümmü Düneyn) denilen bir bölgeye yöneldiler ve
nehirden gemilerle ilerlediler. Amr, Mısır'ın alınmasında olağanüstü bir zeka örneği ortaya
koyuyordu. Amr yüksekçe bir yerde kurulmuş, Ain-Shems veya Aoun denilen bir şehre
doğru, nehrin doğu kıyısı üzerinde ilerleyen ve iki kola ayrılmış olan müslüman ordusunun
(bir kısmından) uzaklaşmaktan endişe ediyordu. Amr b. el-Âs, Filistin'de 158 bulunan Ömer b.
el-Hattâb'a bir mektup yazdı. Mektupta ona şöyle diyordu : "Eğer müslüman destek kuvvetleri
göndermezsen, Mısır'ın sahibi olamayacağım." Ömer ona, barbar soyundan Walwarya adında
bir general tarafından idare edilen dörtbin müslüman cengaver gönderdi. O zaman (Amr) bu
birlikleri üç kola ayırdı. Bunların bir kolunu Tendonyas, diğerini Mısır Babili'nin kuzeyine
yerleştirdi. Kendisi de üçüncü kolu ile birlikte Aoun şehri yakınında vaziyet aldı. Diğer iki
müfrezeye de şu emri verdi : "Dikkatli olun, Rum ordusunu çevreleyeceğiz ve onu yok
edeceğiz." Bu savaş hilesini bilmeyen Rum ordusu, müslümanlara saldırmak için kaleden
çıktığı zaman, daha önce tasarlandığı şekilde müslümanlar onların üzerine arkadan saldırdı ve
korkunç bir savaş başladı. Müslümanlar tarafından ezilen Rum birlikleri gemilere binip
kaçtılar. Müslüman ordusu Tendonyas şehrini işgal etti. Garnizonu mahvolmuş bu şehirden
geriye sadece, kaleye çekilip kapılarını kapatmış olan üç yüz insan kalmıştı. Daha sonra, az
önce vuku bulmuş olan büyük katliamdan korkup paniğe kapılarak kaçtılar. Üzüntü ve
bezginlik içinde Nikious'a teslim oldular.". 159
Görüldüğü gibi, Nikiou papazı Jean'ın bu ifadeleri ile İbn Abdilhakem'in Ümmü
Düneyn'in fethi hakkındaki rivayeti büyük bir benzerlik arzetmektedir. Her iki anlatımı da
dikkate aldığımızda, Ümmü Düneyn'i Rumların müdafaa etmek, müslümanların ise fethetmek

156
Bu mağaranın "Benî Vâil" ismiyle anılması, fetihlerden sonraki yıllarda buralara yerleşen veya yerleştirilen
Benî Vâil kabilesine nisbeti sebebiyle olmalıdır.
157
İbn Abdilhakem, Fütûh, 59-60.
158
Nikiou papazı Jean'ın bu tesbiti ilginçtir. Bu tarihte Ömer b. el-Hattâb Medine'de olmalıdır. Zira o, bu sırada
Amr'ın Mısır'dan gönderdiği hububât dağıtımı işiyle meşguldü. Bu konu için Bkz. dipnot 95.
159
Jean, Chronique 12, 13

28
için üçlü bir askerî strateji uyguladıklarını görmekteyiz. Rumların üç kademeli savunma
sisteminin ilk kademesi, müslümanların kuşatması altındaki Ümmü Düneyn'de idi. Rumlar
buraya, gemilerle takviye yapma imkânına da sahiptiler. İkincisi Babilon kalesi ve bu kalenin
çevrelediği Mısır şehrinde oluşturulan savunma kademesiydi. Esasen bu birlik Babilon
kalesinin kuzeyinde 160 bulunan Ümmü Düneyn'e kuvvet takviyesi yapabilecekti. Üçüncü
kademe ise Rum komutanları Theodor ve Anastase'nin Mısır şehrinde oluşturulan ordunun bir
kısmıyla, Ümmü Düneyn'i tam cepheden gören Aynu Şems'e gidip yerleşmeleriyle teşekkül
etmişti.
Rumların bu savaş planlarına mukâbil, Amr b. el-Âs da hazırladığı karşı bir planla,
emrindeki orduyu üçe ayırmıştır. O, ordusundan 500 kişilik bir süvari birliğini Hârice b.
Huzâfe komutasında Ümmü Düneyn kalesinin arkasına göndermiştir. Geceleyin ve gizlice Nil
nehri tarafındaki Benî Vâil mağarasına gizlenen bu birlik iki görev üstlenmiş olmalıdır. Biri,
Nil nehrinden gemilerle şehre gelebilecek yardım, mühimmat ve erzak takviyesini gözetlemek
ve imkân dâhilinde olursa bu yardımın şehre girmesine mâni olmak, ikinci ve asıl görevi ise
Rumlar kaleden çıktıklarında onları arkalarından vurmaktır. Amr, ordusunun geri kalanını da
ikiye ayırıp bir grubu Babilon kalesinin kuzeyine, yani iki kalenin, Babilon ile Ümmü Düneyn
kalelerinin arasına yerleştirmiştir. Öyle anlaşılıyor ki, bu birliğin de iki görevi vardı. Biri,
Babilon kalesini gözetleyip, buradan Ümmü Düneyn'e karadan yapılacak kuvvet takviyesine
mâni olmak, diğeri de, Ümmü Düneyn kalesindeki Rumlar dışarı çıktıklarında, Hârice b.
Huzâfe onlara arkalarından baskın yaparken sağ taraflarından Rumlara hücûm etmekti.
Üçüncü gruba gelince, Amr b. el-Âs bu grubu alıp Aynu Şems ile Ümmü Düneyn arasına
yerleşmiştir. Onun üstlendiği görev ise daha ağır olmalıdır. Çünkü Amr, Aynu Şems tarafına
gelmekle üçlü bir tehlikenin içine girmiş oluyordu. Şöyle ki; birincisi, Babilon kalesinde ve
Mısır şehrinde toplanmış olan düşman ordusunu gözetlemek, ikincisi Aynu Şems'e gelmiş
olan Rum birliğini gözetlemek ve onların Ümmü Düneyn'e yürüyüp müslümanları kale ile
Aynu Şems arasında, yani iki ateş arasında bırakmalarını önlemek, üçüncüsü de Ümmü
Düneyn kalesindeki Rumlar dışarı çıkıp savaş başladığında, Ümmü Düneyn'e karşı tam
cepheden savaşa girip onları üçlü bir ateş arasına alarak kaleyi fethetmek. Esâsen bu plâna
göre, Babilon kalesine sahip olmaları, Aynu Şems'e Amr'dan daha önce gidip yerleşmeleri ve
Nil nehrini kullanıp Ümmü Düneyn'e asker ve mühimmat takviyesi imkanına sahip olmaları,
Rumlara İslâm ordusu karşısında bâriz bir üstünlük de sağlamaktaydı. Ancak, Rumların değil,

160
Bkz. Butler, Mısır. 191.

29
Amr'ın hazırladığı savaş plânı tutmuş ve zaferi müslümanlar kazanarak Ümmü Düneyn'i
fethetmişlerdir.
Bu arada kale dışında yapılan savaşı müslümanlar kazandıktan sonra, kaleye
sığınabilen az sayıda kişi içeriden kapıları kapatmışlardır. Bu durumda Amr, kaleyi tekrar
muhâsara etmiştir. İbn Abdilhakem'in bu konudaki rivayeti şöyledir; "... Amr kaleyi muhâsara
ettikten sonra kalede bulunanlar, ondan, kendilerine on kadar adam göndermesini ve onlara
kalenin kapısını açacaklarını söylediler. Amr da bunu yaptı. Görüşmelerden sonra Amr,
onlardan herbir adam başına bir dinar cizye koydu." Cübbe, bornuz, imâme (=sarık) ve birer
çift mest de kişi başına konan vergiler arasındaydı. Bu anlaşma yapıldıktan sonra onlar, kale
kapılarını açarak şehri Amr'a teslim etmişlerdir. 161
Yukarıda Nikiou papazı Jean'ın kroniğinden yaptığımız alıntıda da "...Garnizonu
mahvolmuş bu şehirden, geriye sadece, kaleye çekilip kapılarını kapatmış olan üç yüz insan
kalmıştı" 162 denilmektedir.
Bu iki rivayetin yorumunu yapmadan önce, yine İbn Abdilhakem tarafından
nakledelip, Papaz Jean tarafından da teyid edilen bir habere daha temas etmek istiyoruz. İbn
Abdilhakem'in rivayetine göre, kalede bulunan Kıbtîlerden bir grup Amr'a gelmişler ve ondan
köylerine, ailelerinin yanına gitmek için izin istemişlerdir. Amr onlara izin verirken,
müslümanların kendilerine yaptıkları muâmeleden memnûn kalıp kalmadıklarını sormuş,
onlar da müslümanlardan sadece iyilik gördüklerini, iyilikten başka bir muâmele ile
karşılaşmadıklarını ifade etmişlerdir. 163
Nikiou papazı Jean da bu konuda şöyle demektedir: "... Daha sonra, az önce vûku
bulmuş olan büyük katliamdan korkup paniğe kapılarak kaçtılar. Üzüntü ve bezginlik içinde
Nikious'a teslim oldular." 164
Bu haberlerin ışığı altında, Rumların, müslümanlarla savaşmak üzere veya savaşan
rumların geri hizmetlerini görmek için Nikious'tan Ümmü Düneyn'e bazı Kıbtîler'i
getirdiklerini düşünebiliriz. Buna göre, kalede kalan üç yüz kadar Kıbtî, kale kapısını
kapatmış, ancak canlarını kurtarmak için Amr ile pazarlığa girişmiş olabilirler. Papaz Jean,
her ne kadar, kalede kalanların ve Nikious'a dönenlerin Kıbtî olduklarını söylemiyorsa da, İbn
Abdilhakem'in eserinde yer alan ve yukarıda naklettiğimiz haberin, kronikte bulunan
ifadelerle birbirlerine olan benzerlikleri bizi bu kanaate sevketmektedir.

161
İbn Abdilhakem, Fütûh, 59-60; Makrizî, Hıtat. I. 293-294; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 8.
162
Jean, Chronique, 12.
163
İbn Abdilhakem, Fütûh, 60.
164
Jean, Chronique, 12.

30
İbn Abdilhakem'in naklettiği anlaşmaya gelince, biz bu anlaşmanın Rumlarla değil,
kalede bulunan Kıbtîlerle yapıldığı kanaatindeyiz. Yine, bu anlaşmanın, devamlılık arzeden
bir anlaşma olmayıp, sadece o an için geçerliliği olan bir anlaşma olduğunu düşünmekteyiz.
Esasen savaş yoluyla fethedilen bir yerde bulunan herşey ganimet statüsüne dâhil olmakla,
burada ele geçen bütün mallar müslümanların olmuştur. Ancak Amr'ın, buradaki Kıbtîler'i,
Rumlar'dan ayrı tutarak, kendilerine kale kapısını müslümanlara açmalarına mukabil, özel bir
uygulama yaptığını düşünmekteyiz. Kaldı ki, Kıptîler'in ayrılmasından sonra Ümmü
Düneyn'de çok sayıda insan kaldığı da söylenemez.
Amr'ın Ümmü Düneyn'e geliş tarihi, muhasara müddeti ve fetih tarihine dair
kaynaklarımızda bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak, daha önce fethedilen yerler ile Babilon
kalesinin muhasara müddeti ve fetih tarihi hakkındaki rivayetlere sahip bulunmaktayız. Buna
göre biz, Amr'ın Ümmü Düneyn'e geliş tarihini, buranın muhasara müddetini ve fetih tarihini
tesbit edebiliriz.
Fermâ ile Bülbeys'in muhasara müddetleri, daha önce de belirttiğimiz gibi, birer aydır.
Biz, Amr'ın, Mısır'a girdiği 10 Zilhicce 18/2 Aralık 639'dan itibaren Ümmü Düneyn'e
gelinceye kadar yollarda, yaklaşık bir ay geçirdiğini kabul edebiliriz. Böylece Fermâ ile
Bülbeys'in muhasara müddetleri de dâhil olmak üzere, müslümanlar Ümmü Düneyn'e
varıncaya kadar Mısır topraklarında toplam üç ay geçirmiş olmalıdır. Babilon kalesinin
muhasara müddeti ise yedi ay olup fetih tarihi Ocak 641'in ilk yarısıdır. 165 Buna göre, Ümmü
Düneyn dışındaki yerlerin fethi için geçen zaman toplam on ay kadardır. Amr'ın Mısır'a
girdiği tarih olan 2 Aralık 639 ile Babilon kalesinin fetih tarihi olan Ocak 641 tarihleri
arasında 12–12,5 aylık bir süre bulunmaktadır. Aradaki 2–2,5 aylık süre de Ümmü Düneyn'in
muhasara müddeti olmaktadır. Babilon kalesinin fetih tarihinden 7 ay geriye gittiğimizde
Haziran 640'ın son yarısını Ümmü Düneyn'in fetih tarihi, 2–2,5 aylık muhasarayı dikkate
aldığımızda da Nisan 640'ın ilk yarısını, müslümanların şehre varış ve muhasaraya başlama
tarihi olarak kabul edebiliriz.
Amr b. el-Âs'ın, Ümmü Düneyn'i muhâsarası sırasında halife Hz.Ömer b. el-Hattâb'tan
yardım istediğini ve halife Hz.Ömer'in de Amr'a 4.000 kişilik bir birlik gönderdiğini yukarıda
zikretmiştik. Buna benzer bir haber Nikiou papazı Jean tarafından da bildirilmiş ve halife
Hz.Ömer'in "... barbar soyundan Walwarya adında bir general tarafından idare edilen dört bin
müslüman cengaver gönderdi..." ği belirtilmiştir. Burada dikkatimizi çeken husus Nikiou
papazı Jean'ın komutanın ismini de zikretmesidir. İslâm tarihi kaynaklarında Babilon

165
Bu hususa Babilon'un fethi konusunda temas edilecektir.

31
kalesinin muhasarası sırasında halife Hz.Ömer'in gönderdiği ikinci yardım birliği komutanının
ismi zikredilmesine rağmen, Ümmü Düneyn muhasarası sırasında Mısır'a gelen yardım birliği
komutanının ismi verilmemektedir. Babilon kalesinin kuşatması devam ederken Mısır'a gelen
dört bin kişilik yardım birliğinin başında Zübeyr b. el-Avvâm bulunmaktaydı. Ayrıca,
Zübeyr'in yanında halife Hz.Ömer'in, İranlılardan aldığı bin'li ordu sistemini 166 uygulayarak
üç komutan daha gönderdiği kaynaklarımızda yer almaktadır. Bu komutanlardan ikisi,
Mikdâd b. Amr (=veya Esved) ve Ubâde b. es-Sâmit üzerinde ittifak vardır. Dördüncü kişinin
Mesleme b. Muhalled veya Hârice b. Huzâfe olduğu hakkında ise ihtilaf mevcuttur. Ancak
kaynaklarımız Mesleme b. Muhalled'in ismini ilk dört kişi arasında sayarlarken Hârice b.
Huzâfe hakkında tereddüt göstermektedirler. 167 Ayrıca biz biliyoruz ki, Hârice b. Huzâfe,
Ümmü Düneyn'in fethi sırasında, buradaki kalenin arkasına dolaşarak, Rumlar'a arkadan
baskın yapan beşyüz kişilik süvâri birliğinin de komutanlığını yapmıştır. Zübeyr ise, Babilon
kalesinin fethi sırasında Mısır'a gelmiş ve çok geçmeden kale onun eliyle fethedilmiştir.
Ümmü Düneyn'in fethi sırasında ise Zübeyr, henüz Medine'de bulunmaktaydı. 168 Bu
sebebten, Nikiou papazı Jean'ın ismini "Walwarya" olarak verdiği bu komutan, bize göre,
"Hârice b. Huzâfe"dir.
Amr b. el-Âs, Ümmü Düneyn'in fethini tamamladıktan sonra, şehrin limanında
bulunan Rumlara ait birkaç gemiye el koymuş ve bıraktığı silahlı bir birlik ile de burayı
emniyete almıştır. Sonra da, takviye yolları kesilmiş olan Babilon kalesinin fethi için
karargâhını kurmak üzere Aynu Şems’e gitmiştir 169 .
Burada, Ümmü Düneyn’in fethi konusunda Butler tarafından ortaya atılan ilginç bir
iddiaya da temas etmek istiyoruz. Bu iddia, müslümanların Ümmü Düneyn’i iki defa
fethettiklerine dâirdir. Ancak böyle bir iddiayı ortaya atan Butler, “… ilk defa nasıl
fethedildiğini bilmiyoruz” 170 diyerek bu iddiasını mesnedsiz bırakmaktadır. O, İbn
Abdilhakem ve Nikiou papazı Jean tarafından aynı muhtevada anlatılan ve bizim yukarıda ele
aldığımız fetih hareketini de, Ümmü Düneyn’in müslümanlar tarafından ikinci fethi olarak

166
Bu hususa Babilon'un fethi konusunda temas edilecektir.
167
Bkz. İbn Abdilhakem, Fütûh, 61; Yakubî, Tarih, II, 148; Makrizî, Hıtat, I, 289; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 8;
Suyutî, Hârice b. Huzâfe'nin ismini hiç zikretmemektedir. Bkz. Husn, I, 108.
168
Zübeyr b. el-Avvâm,bu sırada, hicrî 18 yılı hacc'ndan sonra, yani Zilhicce'nin 10'undan sonra vuku bulan ve
dokuz ay sürüp hicrî 19 yılı 9. ve 10. ayları olan Ramazan-Şevval aylarında gerek Suriye'den gönderilen ve
gerekse Amr'ın Mısır'dan gönderdiği hububât ile son bulan "kıtlık yılı"nda, hububat dağıtımı işinde,
Abdurrahman b. Avf ve Sa'd b. Ebi Vakkâs ile birlikte, halife Ömer tarafından görevlendirilmişti. Bkz. İbn
Abdilhakem, Fütûh, 163; İbn Sa'd, Tabakât, III 310; Nüveyrî, Nihâye, XIX, 326. Wellhausen de, Zübeyr b.el-
Avvam'ın Babilon’un fethi sırasında geldiğini kabul etmktedir. Bkz. Julius Wellhausen, İslâm'ın En Eski
Tarihine Giriş (Çev: Fikret Işıltan), İstanbul 1960, 80.
169
Hüseyin Mu’nis, Tarihu Mısır (Tarihu’l-Hadârati’l-Mısrıyye), II, 334; Butler, Mısır, 192-194.
170
Butler, Mısır, 193.

32
yorumlamaktadır. Biz, Butler’in bu iddiasını garip karşıladığımızı ifade ederken, onun böyle
bir iddiayı serdetmesine sebep olacak haberi, incelediğimiz kaynaklarda bulamadığımızı
belirtmek isteriz.

2. Babilon'un Fethi ve Yapılan Anlaşma

a) Babilon'un Fethi
Amr b. el-Âs, Ümmü Düneyn'i fethettikten sonra, Babilon 171 kalesine üç fersah172
uzaklıktaki Aynu Şems'e 173 gitmiş ve burada Babilon'un fethi için ordusunu savaş düzenine
sokmuştur 174 . Sonra da, Mısır'ın yukarı ve aşağı kısımlarının birleştiği havalide kâin ve
stratejik bakımdan bölgenin iç kesimlerine hâkim bir yerde olan 175 Babilon kalesini sıkı bir
muhasara altına almıştır. Ancak Amr, Ümmü Düneyn'de olduğu gibi, ilk anda fethe muvaffak
olamamış ve halife Ömer b. el-Hattâb'tan ikinci defa yardımcı birliği göndermesini istemiştir.
Halife Hz. Ömer de ona Zübeyr b. el-Avvâm komutasında 4.000 kişilik bir yardımcı birlik
göndermiştir. İbn Abdilhakem'in bu konudaki rivayeti şöyledir : "... Amr b. el-Âs o zaman
Babilon denilen bir Kasr'da (=kalede) onları muhasara etti. Geceli gündüzlü şiddetli
çarpışmalar yaptı. Kalenin fethini gerçekleştiremeyince Ömer b. el-Hattâb'a bir mektup yazıp
ondan yardım istedi. Ona içinde bulunduğu durumu bildirdi. Ömer de 4.000 kişilik bir yardım
gönderdi. Ayrıca Amr'a şu mektubu yazdı : "Ben sana 4.000 kişiden oluşan bir yardımcı birlik
gönderdim. Onlardan her bin kişinin başına da bin kişi yerine kâim bir adam tayin ettim176 .

171
Babilon, Mısır şehri ve Fustat, bu üç ismin de aynı yer için kullanıldığına dair Bkz. İbn Fakîh el-Hemezânî,
Muhtasaru Kitâbi’l-Buldân, 59-60; Makdisî, Ahsenü’t-Tekâsim, 194; Yakut el-Hamevî, Mu’cem I, 450, IV, 551.
Babilon kelimesi ve kalesinin değişik yazılışları ve değişik isimleri; Kasru’ş-Şem, Kasru’ş-Şam, Kasru’l-Yûn ve
Babu’l-Yûn hakkında yukarıda zikredilen eserlere bakınız. Ayrıca Bkz. Yakubî, Buldân, 330; Bekrî, Mu’cem, I,
189, 218, IV, 1403; Becker, Babilon, İA, II, 180. Nikiou papası Jean de Babilon kalesini ilk defa Babil kralı
Nebukatnesar (= Buhtü Nassar) tarafından yaptırıldığını söylemektedir. Bkz. Chronique, 6. Artıca Bkz.
Kalkaşandî, Subh, III, 320.
172
İbn Fakih el-Hemezânî, Muhtasaru Kitâbi’l-Buldân, 59-60; Yakut el-Hamevî, Mu’cem, III, 762. Istiharî ise,
Fustat ile Aynu Şems arasını dört mil olarak vermektedir. Bkz. Mesâlik, 54.
173
Aynu Şems: Musâ peygamber zamanındaki Firavun’un şehridir. Bülbeys ile arası üç fersahtır. Bkz. İbn Fakih
el-Hemezânî, Muhtasaru Kitâbi’l-Buldân, 59-60, 71; Yakut el-Hamevî, Mu’cem, III, 762; Istiharî, Aynu Şems’in
Fustat’ın kuzeyinde ve Fustat’a 4 mil mesafede harab olmuş bir eski şehir olduğunu nakletmektedir. Bkz.
Mesâlik, 54; Markizî ise; Aynu Şems’in eski büyük bir şehir olduğunu ve Mısır şehri topraklarına bitişik
olduğunu zikretmektedir. Bkz. Makrizî, Hıtat, I, 230. Becker de; buranın eski bir kasaba olduğunu ve
Yunanlılarca, meşhur Güneş mabedinin bulunması sebebiyle “Heliopolis” adı verilen bir şehir ve daha eski
isminin de “On” olduğunu belirtir. Bkz. Aynu Şems, İA, (MEB), II, 69-70.
174
Markizî, Hıtat, I, 230; Cemilî, Tarihu’d-Devleti’l-Arabiye, 187.
175
Becker, “Babilon”, İA. (MEB), II, 180.
176
İbn Abdilhakem; Osman (b. Salih) – İbn Vehb ve el-Leys b. Sa’d yoluyla naklettiği bir rivayette; Halife Ömer
b. El-Hattâb’ın, orduyu bu şekilde binli düzene sokma usûlünü İranlılar’dan aldığını ve bunun Kisrâ’nın usûlü
olduğunu nakletmektedir. Rivayet şöyledir: “Bana ulaştığına göre, Kisra bir yere ordu göndereceği zaman o
orduda bir adam olurmuş ve o adam, o ordunun binici kişisiymiş. Bu kişi, harpte de, bu bin kişinin, binincisi ve
ordunun da bir parçasıymış. Kisrâ, onlardan birine ihtiyaç duyduğunda, o kişiyi yanına alır ve böylece orduya

33
Bu kişiler, Zübeyr b. el-Avvâm, Mikdâd b. Amr, Ubâde b. es-Sâmit ve Mesleme b.
Muhalled'dir... Bil ki, senin yanında 12.000 kişi oldu. 12.000 kişilik bir ordu da az
sayılmaz..." 177 .
Müslümanların Babilon kalesini fethiyle ilgili haberler teferruatlı olarak sadece İbn
Abdilhakem'in eserinde anlatılmaktadır. Daha sonraki İslâm tarihi kaynakları ise, İbn
Abdilhakem'in rivayetlerini aynen tekrarlamışlardır. Bu sebebten biz Babilon kalesinin fethi
konusundaki haberleri genellikle İbn Abdilhakem'den almak durumunda kaldığımızı ifade
etmek isteriz.
Amr b. el-Âs'ın muhâsarası sırasında Rumlar, Babilon kalesine çekilmişler ve kalenin
etrafına da hendekler kazmışlardı. Onlar zaman zaman kaleden çıkıp Aynu Şems'de karargâh
kurmuş olan müslüman ordusu ile savaşıyorlardı 178 . Amr, emrindeki ordunun kalenin fethi
için yetersiz olduğunu anlayınca, halife Ömer b. el-Hattâb'ın gönderdiği yardımcı birlikler
gelinceye kadar, Rumları oyalamak ve zaman kazanmak için bazı tedbirler almıştır. O,
ordusunu gruplara ayırarak kalenin etrafına mevzilendirmiştir. Böylece, hem Rumların
kaleden çıkıp müslümanlarla savaşmalarını önlemiş, hem de zaman kazanmış oluyordu.
Rumları bir müddet oyaladıktan sonra Zübeyr b. el-Avvâm gelmiş 179 ve Amr, onunla
karagâhını kurduğu Aynu Şems'te buluşmuştur 180 . Amr, yeni gelen birliklerle, kale etrafına
yerleştirdiği muhtelif grupları takviye etmiştir 181 . Kalenin etrafına mancınıklar da yerleştiren
ve Beliyy kabilesinin sancağı altında savaşa katılan 182 Amr, yardım geldikten sonraki
sevincini ve karşılaştığı zorluğu şu şiiriyle dile getirmiştir:

bin kişi ilâve etmiş olurdu. İşte Halife Ömer de Mısır’a gönderdiği yardım birliğinde böyle bir usûl
uygulamıştır.” Bkz. Fütûh, 60-61; Esasen İranlılar da bu usûlü Türkler’den almışlardır.
177
İbn Abdilhakem, Fütûh, 60-61; Yakubî, Tarih, II, 148; Nüveyrî, Nihâye, XIX, 289; Nüveyrî; “Mesleme”nin
ismini “Seleme” olarak vermektedir. Makrizî, Hıtat, I, 289; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 8. Halife Ömer b. el-
Hattâb’ın, Zübeyr b. el-Avvâm komutasında gönderdiği yardım birliğinin 10.000 veya 12.000 kişiden oluştuğu
da rivayet edilmektedir. Bkz. İbn Abdilhakem, Fütûh, 61; Belâzurî, Fütûh, 214, 215, 216 (T. 304, 305, 306);
Kindî, Babilon’un fethi sırasında İslâm ordusunun sayısını 15.500 olarak nakletmektedir. O, Amr’ın Mısır
fethine 3.500 kişi ile çıktığını belirtmekle de, Zübeyr’i, Mısır’a 12.000 kişi ile geldiğini dolaylı olarak ifade
etmektedir. Bkz. Vulât, 8-9, Makrizî ve İbn Tağriberdî ise, Zübeyr’in 4000 kişi ile yardıma geldiğini belirttikten
sonra, “… onun 12.000 kişi ile geldiği de nakledilir” demektedirler. Bkz. Makrizî, Hıtat, I, 289, 290; İbn
Tağriberdî, Nücûm, I, 8. Biz, halife Ömer’in 4000 kişilik bir yardım gönderdiği ve böylece Mısır’a gönderilen
İslâm ordusunun 12.000 kişi olduğu kanaatini taşımaktayız. 12.000 kişinin yardıma gönderildiği şeklindeki
rivayetlerin ise, toplam sayı ile, yardım birliğinin sayısının ravilerce karıştırılmasından neşet ettiğini
düşünmekteyiz.
178
Bu konuda Bkz. İbn Abdilhakem, Fütûh, 62; Butler, Mısır, 232-233
179
İbn Abdilhakem, Fütûh, 61-62; Makrizî, Hıtat, I, 290; İbn Tağriberdi, Nücûm I, 9.
180
Makrizî, Hıtat, I, 230; Butler, Mısır, 199-201.
181
İbn Abdilhakem, Fütûh, 62.
182
İbn Abdilhakem, Fütûh, 62.

34
Gün Hemdân'ın günüdür, gün es-Sadif'in günüdür
Beliyy arasındaki mancınık(lar) gidip gelmektedir
Amr ise; yaşlılıktan aklını kaybetmiş bir ihtiyar gibi koşuşturmaktadır 183 .

Babilon kalesinin muhasarası sırasında, bazı münferid hadiselerin meydana geldiği de


kaynaklarımızda nakledilmektedir. Ubâde b. es-Sâmit'in, atını yanına bağlayarak, yalnız
başına tenha bir yerde namaz kılarken, küçük bir Rum birliğinin kendisine saldırması olayı
buna bir örnek olarak zikredilebilir 184 .
Muhasaranın uzaması karşısında Zübeyr b. el-Avvâm, Babilon kalesinin fethi için
Amr b. el-Âs ile istişâre etmiş ve ona "Ben kendimi Allah'a adıyorum. Ümit ederim ki,
böylece Allah müslümanlara fethi nasip edecektir" diyerek, kalenin surlarına çıkmak için izin
istemiştir. Amr b. el-Âs da onun fikrine iştirak ederek, Sûku'l-Hammâm 185 tarafından, kale
surlarına çıkıp, içeriye girerek kale kapılarını açmasını istemiştir. Daha sonra aralarında bir
parola belirlemişlerdir. Buna göre, Zübeyr ve arkadaşları kale surlarına çıktıktan sonra tekbir
getirecekler, kale dışındaki müslümanlar da hep bir ağızdan tekbiri tekrar edeceklerdi 186 .
Böylece kalede bulunanlara, müslümanların kaleye girdikleri intibaı verilip onların paniğe
kapılmaları sağlanacaktı.
Zübeyr b. el-Avvâm ile birlikte Muhammed b. Mesleme, Mâlik b. Ebî Silsile es-
Selâmi ve Beni Harâm kabilesinden bazı kişiler de, kaleye uzatılan merdivenlerle bir gece
karanlığında surların tepesine çıkmışlardır. Ayrıca, kalenin Zükâkü'z-Zemâmire 187 tarafından
da Şurahbil b. Huceyye el-Murâdî surlara çıkmıştır 188 . Bu arada aşağıda kalan
müslümanlardan bazıları da surlara çıkma teşebbüsünde bulunmuşlar, ancak Amr onlara izin
vermemiştir 189 .
Zübeyr ve arkadaşları surlara çıktıktan sonra, belirlenen parola gereği tekbir
getirmişler, dışarıda surların dibinde bekleyen müslümanlar da onlara iştirak etmişlerdir.
Tasarlanan plân tutmuş, kalede bulunan Rumlar ve Kıptiler, müslümanların kaleye girdiğini
zannederek kaleden kaçışmaya başlamışlar ve içeride bir panik havası meydana gelmiştir.
Zübeyr ve yanındakiler de bundan istifade ile içeri girip, kale kapılarını dışarıda bekleyen
müslümanlara açmışlardır. Böylece İslâm ordusu yedi aylık bir muhasaradan sonra kalenin bir
183
İbn Abdilhakem, Fütûh, 62.
184
İbn Abdilhakem, Fütûh, 62, Butler, Ubade’nin yanında Zübeyr b. el-Avvâm’ın da bulunduğunu iddia
etmektedir. Bkz. Mısır, 232-233.
185
Sûku’l-Hammâm: Fustat’a yerleşimden sonra kalenin bu tarafına bu isim verilmiştir.
186
İbn Abdilhakem, Fütûh, 63; Yakubî, Tarih, II, 148; Nüveyrî, Nihâye, XIX, 289-290; Suyutî, Husn, I, 108.
187
Zükâkü'z-Zemâmire: 112. dipnottaki açıklamaya bakınız.
188
İbn Abdilhakem, Fütûh, 63-64.
189
İbn Abdilhakem, Fütûh, 64; Nüveyrî, Nihâye, XIX, 289-290; Suyutî, Husn, I, 108.

35
kısmını fethetmişlerdir 190 . Müslümanların kaleye girmelerinden sonra Mukavkıs ve yakın
arkadaşları, U'ayric 191 isimli bir komutanı kalede bırakarak, kalenin Kıblî kapısından 192 Nil
nehrindeki Ravza 193 adasına kaçmışlardır. Sonra da, esâsen mevsim itibariyle kabarık bir
şekilde akmakta olan Nil nehri üzerindeki köprüyü kestirmişler 194 ve böylece kale ile Ravza
adasının irtibâtını koparmışlardır.
Müslümanların kaleye girmeleri karşısında daha fazla direnemeyeceklerini anlayan
Mukavkıs, Ravza adasında, Babilon'un Monothelit (=Melkânî) uskufları ve ileri gelenleri ile
bir toplantı yapmıştır. Toplantıda, Amr'a bir heyet gönderilmesi ve sulh şartlarının
konuşulması kararlaştırılmıştır 195 .
Mukavkıs ve arkadaşları aldıkları karar gereğince Amr b. el-Âs'a bir heyet
göndermişlerdir. Ancak onlar bununla müslümanlara teslim olmayı ve Mısır'ı teslim etmeyi
değil, İslâm ordusunu Mısır'dan çıkarmak için, tehdid yolunu denemişlerdir. Bu konuda İbn
Abdilhakem'de yer alan rivayet şöyledir : "Mukavkıs, Amr b. el-Âs'a bir heyet gönderdi.
Onlar, Amr'a şöyle dediler : "Sizler, bizim ülkemize girdiniz ve bizimle bir savaşa tutuştunuz.
Topraklarımızda kalışınız da bir hayli uzadı. Sizler ancak küçük bir birliksiniz. Rumlar, techiz
ettikleri büyük ve silahlı bir ordu ile sizin üzerinize gelecekler ve sizi yeneceklerdir. Nil nehri
de sizi çevrelemiş durumda, bu halde sizler ancak bizim esirlerimiz olursunuz. Bize
adamlarınızı gönderin de, onlarla sulh şartlarını konuşalım. Umulur ki, aramızdaki savaş,
Rum ordusu üzerinize gelmeden, sizin ve bizim istediğimiz gibi hallolur. Aksi takdirde (Rum
ordusu geldikten sonra) artık konuşmak fayda vermez ve esasen biz de Rumları durdurmaya
güç yetiremeyiz. Ümit edilir ki, sizler, istek ve arzularınıza ters gelse bile, bu işe rızâ
gösterirsiniz. Bize arkadaşlarınızdan adamlar gönderiniz, bizim ve onların râzı olacakları bir
şey üzerinde anlaşalım, şartları konuşalım."
Amr b. el-Âs bu teklifi getiren heyette bulunanlara hemen cevap vermemiş ve onları
Mukavkıs'a geri göndermeyerek, müslümanların günlük yaşantılarını görmelerini istemiştir.
Mukavkıs ise; elçilerinin geri dönmemeleri karşısında, onların hayatlarından endişe etmiş ve
öldürüldüklerini zannetmiştir. Ancak Amr, elçileri iki gün tuttuktan sonra, şu cevapla
Mukavkıs’a göndermiştir : "Sizinle benim aramda anlaşmak için üç şey vardır; ya İslâm'a
girersiniz ve kardeşlerimiz olur, bizim sahip olduğumuz haklara sizler de sahip olursunuz
190
Kalenin tamamının değil, bir kısmının fethedildiğine dair bkz. Becker, “Mısır”, İA, VIII, 220.
191
Bu isim hakkında daha önce bilgi verilmiştir. Bkz. Dipnot, 78.
192
Suyutî, Kuzâ’î’nin “Hıtat”ından yaptığı bir nakilde, Mukavkıs’ın kalenin batı kapısından, Ravza adasına
kaçtığını rivayet etmektedir. Bkz. Husn, I, 128.
193
Ravza Adası: Burası, Babilon kalesinin batısında ve Nil nehrinin ortasında bir adadır.
194
İbn Abdilhakem, Fütûh, 64; Kindî, Vulât, 9; Nüveyrî, Nihâye, XIX, 290; Makrizî, Hıtat, I, 290, II, 178; İbn
Tağriberdi, Nücûm I, 10; Suyutî, Husn, I, 109.
195
Butler, Mısır, 221-222.

36
veya İslâm'ı kabul etmeyip zelil ve hakîr olarak herbirinize cizye koyarız ve yahut da, sabırla
ve hükmedenlerin en güzel hükmedicisi Allah aramızda hükmünü verinceye kadar sizinle
savaşırız."
Elçiler, Mukavkıs'ın yanına dönüp Amr b. el-Âs'ın bu üç şartını ona iletmişlerdir.
Mukavkıs daha sonra elçilerine, müslümanların günlük yaşantıları ile ilgili sorular sorduğunda
onlar: "Biz bir kavim gördük ki, onların herbirine ölüm yaşamaktan, tevazu da kibirden daha
sevimlidir. Onlar dünyaya ve dünya nimetlerine rağbet etmezler, toprağa otururlar,
yemeklerini dizleri üzerine çökerek yerler. Emirleri de onlardan herhangi biri gibidir. Onların
en üstünü ile en düşüğü, efendileri ile köleleri birbirinden ayırd edilemez. Namaz vakti geldiği
zaman, hepsi de bazı yerlerini yıkarlar ve namazlarını huşu içinde kılarlar."
Mukavkıs, elçilerinin müslümanlar hakkındaki bu izlenimlerini dinledikten sonra
şöyle demiştir : "Yemin olsun ki, onlar bir dağa hücum etseler, onu yerle bir ederler. Onların
hiçbiri ile savaşa güç yetmez. Onlar bugün Nil ile çevrili oldukları halde 196 sulhe
yanaşmazlarsa bugünden sonra arazi imkân verdiği ve yerlerinden çıkmaya güç yetirdikleri
zaman bize hiç icâbet etmezler". Mukavkıs bu sözlerinden sonra yanında bulunan ileri gelen
arkadaşları ile yeniden görüşmüş ve Amr'a bir haber göndererek, kendileriyle sulh şartlarını
konuşmak üzere bir heyet göndermesini istemiştir.
Amr b. el-Âs, Mukavkıs'ın bu sulh teklifini de kabul etmiş ve onlarla görüşmek üzere
Ubâde b. es-Sâmit başkanlığında on kişilik bir heyet göndererek onlara, kendilerinin daha
önce teklif ettikleri üç şartı tekrar etmelerini ve onlar tarafından ileri sürülecek başka bir şartı
kabul etmemelerini emretmiştir 197 .
İbn Abdilhakem rivayetine şöyle devam etmektedir : "Ubâde b. es-Sâmit ve
arkadaşları gemilere binip Mukavkıs'ın yanına gittiler. Ubâde çok siyah biri idi. Konuşmak
üzere biraz öne çıktığında Mukavkıs onun siyahlığından korktu ve: "Şu siyah adamı benden
uzaklaştırın ve benimle konuşmak üzere başka birini öne çıkarın" dedi. Ancak, heyette
bulunan diğer müslümanlar, Ubâde'nin fazilet ve cesâret sahibi, ilmi ve ileri görüşü olan biri
olduğunu, onu kendilerine başkan tayin eden komutanlarının da Ubâde'nin fikrine ve
görüşlerine itaat etmelerini emrettiğini söylediler. Bunun üzerine Mukavkıs, Ubâde ile
konuşmaya şöyle diyerek râzı oldu. "Öyleyse öne çık ey siyah! Benimle rıfk ile konuş.
Muhakkak ki, senin siyahlığın beni korkutuyor. Şayet sözlerin bana sert gelirse, bu sebepten
korkum daha da artar."

196
Nil sularının kabarık ve taşma zamanı kasdediliyor olmalıdır.
197
İbn Abdilhakem, Fütûh, 65-66; Nüveyrî, Nihâye, XIX, 291-292; Makrizî, Hıtat, I, 290-291; İbn Tağriberdi,
Nücûm I, 10-12; Suyutî, Husn, I, 109-111.

37
Mukavkıs'ın bu sözlerinden sonra Ubâde, biraz öne çıkmış ve konuşmaya başlamıştır.
O, kendi siyahlığından korkan Mukavkıs'ı biraz daha korkutmak için, arkasında bin tane daha
siyah arkadaşını bırakıp geldiğini, onların kendisinden daha korkunç görünüşlü olduğunu
söyledikten sonra müslümanlar olarak tek gayelerinin Allah yolunda cihad etmek olduğunu,
dünyayı ve içindekileri arzulamadıklarını ve İslâm'ın bu konudaki görüşlerini uzun bir
konuşmayla anlatmıştır.
Ubâde b. es-Sâmit'i dinleyen Mukavkıs, onları tehdid ile korkutmak istemiş ve büyük
bir Rum ordusunun Mısır'a gelmekte olduğunu tekrar hatırlatmıştır. O ayrıca, müslümanların
aylardır Mısır topraklarında bulunmaları sebebiyle yorgun ve yiyecek sıkıntısı içinde
olduklarını söyleyerek, bu sıkışık durumda, Rumlara güç yetiremeyeceklerini ifade etmiştir.
Ancak Rum ordusu gelmeden her bir askere 2'şer dinar, komutanlarına 100 dinar ve
halifelerine de 1000 dinar vermeyi, bunun karşılığında Mısır'ı terk etmeleri teklifinde
bulunmuştur. Ubâde ise, Mukavkıs'ın bu teklifini; "Nice az sayıda topluluklar, sayıca çok olan
topluluklara Allah'ın izniyle galip gelmişlerdir. Allah sabredenlerle beraberdir " 198 ayetiyle
cevaplamış ve daha önce teklif ettikleri üç şarttan birini seçmelerini istemiştir.
Ancak Mukavkıs bu şartları yine kabul etmemiş ve : "Bu üç şarttan başka bir seçenek
yok mu?" diye sormuştur. Bunun üzerine Ubâde b. es-Sâmit elini havaya kaldırarak; "Hayır,
semânın, yerin ve her şeyin Rabbına yemin olsun ki hayır. Bizim sizler için, bu üç şıktan
başka sunacağımız bir şartımız yoktur. Kendinize en uygun olanı seçiniz" demiştir.
Mukavkıs Ubâde'nin bu kesin ifadelerinden sonra, yanındakilerle bir kez daha istişâre
etmiştir. Onlar Mukavkıs'a; müslümanların hiçbir şartını kabul etmeyeceklerini ve savaşıp
ölmeyi tercih edeceklerini söylemişlerdir. Bunun üzerine Mukavkıs, Ubâde'yi çağırıp; "Onlar
kabul etmediler, ne yaparsın? Arkadaşlarına git ve istediğiniz bu cizyeyi bir defaya mahsus
olarak verelim ve sizler Mısır'dan çıkınız" demiştir. Bu son sözleriyle Mukavkıs ve
arkadaşları müslümanlarla savaşı tercih etmiş oluyorlardı. Bunun üzerine Ubâde b. es-Sâmit
de arkadaşlarıyla birlikte Amr b. el-Âs'ın yanına dönmüştür.
Müslümanlar teklif ettikleri şartların kabul edilmemesi karşısında tekrar savaşa
başlamışlardır. Bu sırada Babilon kalesinde Kıbtî ve Rum olmak üzere beş-altı bin kişi
bulunmaktaydı 199 . Kalenin tamamı fethedildi ve burada bulunanların çoğu öldürüldü. Bir
kısmı da esir alındı. Kale komutanı olarak bırakılan U'ayric ve bazıları da gemilerle Ravza

198
Bakara Suresi (2): 249.
199
Butler, Mısır, 219-220.

38
adasına kaçtılar 200 . Babilon kalesinin tamamı fethedilmişti, fakat Nil nehrinin taşma
zamanında olması sebebiyle müslümanlar Ravza adasına geçememişlerdi.
Bu arada Mukavkıs kalenin tamamen düşmesinden sonra, Mısır'ın ileri gelenlerini
tekrar toplamış ve onlara; "Sizin hakkınızda korktuğumu ve endişe ettiğimi söylememiş
miydim? Şimdi ne düşünüyorsunuz? Allah'a yemin olsun ki, isteyerek de olsa istemiyerek de
olsa onlara boyun eğeceksiniz. Gelin pişman olmadan bana uyun, beni dinleyin. Cizye
vermeyi kabul edin ve onların bildirdikleri şekilde aramızda yapılacak anlaşmaya razı olunuz"
demiştir.
Mukavkıs, Rumların ve Kıptilerin ileri gelenlerini iknâ ettikten sonra, Amr'a bir kez
daha elçi yollayarak anlaşma teklifinde bulunmuş ve şu haberi göndermiştir: "Bize bildirdiğin
şartları tam olarak reddetmiş değiliz. Yanımdaki Rum ve Kıbtîler beni dinlememişlerdi. Böyle
bir durumda benim de onların mallarını fevt etmeye hakkım yoktu. Onlar kendilerine ettiğim
nasihatı anladılar ve kurtulmayı arzulamaktadırlar. Bana emân ver. Sen ve ben
arkadaşlarımızdan birer grup olarak toplanalım. Böylece aramızdaki meseleyi halledelim.
Şayet halledemezsek yine eski halimize (yani savaş haline) döneriz."
İbn Abdilhakem'in bu ifadelerle naklettiği haberi Belâzurî biraz daha açmaktadır. O,
Mukavkıs'ın Amr'a yaptığı teklifi, Abdullah b. Amr'ın ağzından şu şekilde nakletmektedir: "...
Sizlerin Şam'da yaptıklarınız yahudi ve hıristiyanlara cizye koyduğunuz ve işlesinler diye
toprakları yerli halkın elinde bıraktığınız, onların da size toprağın haracını ödedikleri haberi
bize ulaştı. Şayet aynı şeyleri bizler için de yaparsanız, bu bizi öldürmekten, esir almaktan ve
sürmekten, sizin için daha faydalı olur." 201 .
Mukavkıs'ın bu açık teklifi karşısında Amr meseleyi arkadaşları ile yeniden istişâre
etmiştir. Ancak onlar; "Sen onların sulh ve cizye tekliflerini kabul etme. Allah fethi nasib
edinceye kadar savaşalım. Böylece buranın tamamı (yani Mısır şehri) bize, aynen kale gibi,
fey ve ganimet olsun" diyerek Amr'a sulh teklifini reddetmesini söylemişlerdir. Amr ise,
arkadaşlarının bu itirazını kabul etmeyerek, halife Hz. Ömer’in, karşı taraf cizye vermeyi
kabul ettiği takdirde savaşa son vermesini emrettiğini ve esâsen Nil nehrinin taşma zamanında
olması sebebiyle de Ravza adasına geçip onlarla savaşamayacaklarını, bu konuda
müslümanları tehlikeli bir macerâya sürükleyemeyeceğini belirterek Mukavkıs ile sulh
şartlarını görüşeceğini ifade etmiştir 202 .

200
Bkz. Dipnot, 121.
201
Belâzurî, Fütûh, 216 (T. 306-307)
202
Görüşmelerde buraya kadarki seyr için bkz. İbn Abdilhakem, Fütûh, 66-70; Nüveyrî, Nihâye, XIX, 291-299;
Makrizî, Hıtat, I, 290-293; İbn Tağriberdi, Nücûm I, 12-18; Suyutî, Husn, I, 109-116. Yakubî, Nil sularının yaz
aylarında kabardığını, Kıbtî aylarından Bâbe ayında da, ki Teşrin-i Evvel (=Ekim)’dir, noksanlaştığını

39
b) Babilon Anlaşması
Babilon kalesini ve dolayısıyla Babilon (Mısır) şehrini Ocak 641 yılı başında 203
savaşla fetheden Amr b. el-Âs Mukavkıs'tan gelen ve Suriye bölgesindeki gayr-i müslimler
gibi cizye ve harac vermeleri, öldürülmemeleri, sürülmemeleri ve esir edilmemeleri,
şeklindeki teklifi kabul etmekle 204 Mısır'ı sulhen fethedilen ülkelerin statüsüne dâhil etmiş
oluyordu.
Amr b. el-Âs ile Mukavkıs bir araya geldiklerinde şu şartlarla anlaşmışlardır:
1. Mısru's Süflâ ve Sa'îd-i Mısır'da (yani Aşağı ve Yukarı Mısır'da) bulunan Kıbtîlerin
hepsi, senelik ikişer dinar cizye vereceklerdir. Bu onların en şereflilerinden yeni bülûğa eren
en alt tabakadakilerine kadar her erkeğe şâmildir. İki dinarlık cizye artırılmayacaktır.
2. Pîr-i fânilerden, din adamlarından fakirlerden, bülûğa ermemiş çocuklardan ve
kadınlardan cizye alınmayacaktır.
3. Gerek bir kişi olsun, gerekse daha fazla olsun kendilerine gelen müslüman
misafirleri üç gün konuk edeceklerdir.
4. Cizye karşılığı olarak onların toprakları, canları ve malları her türlü saldırıdan
korunacaktır.
5. Toprak sahipleri, iki dinar cizye vermenin yanında, her bir feddan arazi için
müslümanlara üç irdebb 205 buğday, iki kıst 206 zeytinyağı, iki kıst bal ve iki kıst sirke
vereceklerdir. Bu yiyecek maddeleri "Dâru'r-Rızk" isimli yiyecek ambarında toplanacaktır.
6. Ayrıca, Mısır'daki müslümanların sayısınca, yılda bir defa olmak üzere, kaba
çuhadan birer cübbe veya aynı değerde Kıbtî kaftanı, birer pelerin veya sarık, şalvar ve birer
çift ayakkabı vereceklerdir.
7. Bu şartlar özellikle Kıbtîlerin üzerinedir 207 .

nakletmektedir. Bkz. Buldân, 339-340. Makdisî de, Nil’in Bûne ayında taşma noktasına geldiğini ve durumun
Tût ayına kadar devam ettiğini bildirmektedir. Bkz. Ahsenü’t-Tekâsim, 206. Mes’ûdî de Kıbtî aylarının
Tût=Eylül ayından başladığını belirttikten sonra bu ayları şu şekilde sıralamaktadır: Tût: Eylül; Bâbe: Teşrîn-i
Evvel (Ekim); Hânûr: Teşrîn-i Sâni (Kasım); Kîhek: Kanûn-u Evvel (Aralık); Tûbe: Kanûn-u Sânî (Ocak);
Emşîr: Şubat; Bermahât: Âzâr (Mart); Bermûde Eyyâr: Nisan; Bişnes Eyyâr: Mayıs; Beûne: Haziran; Ebîb:
Temmuz; Mesrâ: Âb (Ağustos). Bkz. Mes’ûdî, Ebu’l-Hasan Ali b. Hüseyin b. Ali; Mürûcu’z-Zeheb ve
Meâdinü’l-Cevher (thk: Muhammed Muhyiddin Abdülhamid), Mısır 1377/1958, I, 195; Kitabu’t-Tenbih ve’l-
İşrâf (Ed: M.J. de Goeje), Leiden 1967, 216.
203
Suyutî, bu tarihlemeyi Kudâ’î’nin Hıtat’ından yapmaktadır. Bkz. Husn, I, 129.
204
Fayda, Hz. Ömer, 161.
205
İrdebb: Daha çok Mısır’da kullanılmış olan bir ağırlık ölçüsü olup, yirmidört sa’a eşittir.
206
Kıst: Daha çok sulu maddeler için kullanılan bir hacim ölçüsü birimi olup yaklaşık 1/2 litre hacmindedir.
207
Hüseyin Mu’nis, birinci ve yedinci maddelere istinâden, Mukavkıs’ın Kıbtî ve sadece Kıbtîlerin valisi
olduğunu Rumların ona bağlı olmadığını savunmaktadır. Bkz. Hüseyin Mu’nis, Tarihu Mısır (Tarihu’l-
Hadârati’l-Mısriyye), II, 339.

40
8. Rumlardan, isteyenler Mısır'dan çıkıp ülkelerine gidecekler, isteyenler de Kıbtîler
gibi anlaşma şartlarına uymak kaydıyla Mısır'da kalabileceklerdir. Onlar bu konuda
zorlanmayacaklar ve bu husus ihtiyarlarına bırakılacaktır.
Amr b. el-Âs, Mukavkıs'a, bu şartlara riâyet ettikleri takdirde, kadınlarının ve
çocuklarının satılmayacağını, esir edilmeyeceğini, mallarının ve hazinelerinin de kendilerinde
bırakılacağını söylemiştir 208 .
Bu arada Amr, daha önce fethedilen yerlerde yaşayanlar ile Babilon (=Mısır) şehrine
bağlı köylerde ve İskenderiyye'de bulunan Kıbtîler için de Mukavkıs'la bir anlaşma yapmıştır.
Bu anlaşmaya göre de; bu yerleşim birimlerinde yaşayanların erkeklerinden senelik iki dinar
cizye alınması yanında, toprağı olanlardan her cerib toprak için bir dinar para ve üç irdebb
yiyecek harac olarak alınacaktır 209 . Bu hususta Amr b. el-Âs, Abdullah b. Huzâfe es-Sehmî'yi
Aynu Şems köylerine, Hârice b. Huzâfe el-Adevî'yi Üşmûnin 210 , İhmîm 211 , Büşrûdât 212 ve
Sa'îd bölgesinin köylerine 213 Umeyr b. Vehb el-Cumahî'yi Tinnîs 214 , Dimyat 215 , Tûne 216 ,

208
İbn Abdilhakem, Fütûh, 73; Belâzurî, Fütûh, 216 ve 219 (T. 306-308, 312); Kudâme b. Ca’fer, Harac, 337;
Nüveyrî, Nihaye, XIX, 298-299; Makrizî, Hıtat, I, 293; İbn Tağriberdi, Nücûm I, 17-18; Suyutî, Husn, I, 116,
128, 129; İbn İlyâs, Bedâiu’z-Zuhûr, I, 98, Fayda, Hz. Ömer, 161-162, Rânâ, Ekonomik Yapı, 95-96.
209
İbn Abdilhakem, Fütûh, 73; Belâzurî, Fütûh 216-217, 218 (T. 308, 310); Taberî, Tarih, IV, 108 (Leiden, I,
2586-2587); Kudâme b. Ca’fer, Harac, 338; İbn Haldun, İber, II/2, 114-115; Makrizî, Hıtat, I, 211; İbn
Tağriberdi, Nücûm I, 18-19.
210
Üşmûnin: Üşınûn da denilir. Eski, imarlı bir şehir olup Sa’îdu’l-Ednâ’da ve Nil nehrinin batısındadır.
Hurmalıkları ve bahçeleri vardır. Bkz. Yakubî, Buldân, 331; İbn Fakih el-Hemezâni, Muhtasaru Kitâbi’l-Buldân,
73; Istahrî, Mesalik, 53; İbn Havkal, Suretu’l-Arz, I, 158; İdrisî, Sıfatu’l-Mağrib, 45.
211
Ihmîm: Sa’îd bölgesinde, Nil nehrinin doğusunda, çarşıları, hamamları ve birçok mescidleri olan eski büyük
bir şehirdir. Bkz. Yakubî, Buldân, 332; Makdisî, Ahsenü’t-Tekâsim, 194; 201; Bekrî, Mu’cem, I, 125; İdrisî,
Sıfatu’l-Mağrib, 46-48; Yakut el-Hamevî, Mu’cem I, 165-166; Kazvînî, Asâru’l-Bilâd, 139-140; Makrizî, Hıtat,
I, 239; İstibsâr, 84.
212
Büşrûdât: Baktığımız coğrafî eserlerde böyle bir yer ismine rastlayamadık. Ancak Büşrüt isimli bir yerden
bahsedilmekte ve Aşağı Mısır’da olduğu belirtilmektedir. Bkz. İbn Hurdazbih, Mesâlik, 82; Kudâme b. Ca’fer,
Harac, 179. Yakubî ise; Büşrüt’ün diğer ismini “Ehnâs” olarak vermektedir. Bkz. Buldân, 331, 334.
213
Sa’îd: Mısır’ın yedi bölgesinden biridir. Yakubî’ye göre bu bölgede; Menf, Bûsîr, Kûridis, Delâs, Feyyûm,
Kays, Behnesâ, Ehnâs, ki diğer ismi Büşrüt’tür. Tahâ, Ensınâ, Üşmünin, Üsyût, Büşmûr, İhmîm, Ebşâye ki diğer
ismi Bülyenâ’dır. Felferûn, Hû ve daha başka yerleşim alanları vardır. Bkz. Buldân, 331-334; Makdisî’ye göre
de; bu bölgede Üsvân, Kûs, İhmîm, Bülyenâ, Allâki, Bûsîr, Feyyûm, Üşmûnin, Sümüstâ, Tende, Tahâ, Behnesi
ve Kays köyleri vardır. Ayrıca, Tinnîs ve Dimyat isimlerinde iki de ada vardır. Bkz. Ahsenü’t-Takâsim, 194-195,
201, 202; Yakut el-Hamevî de; Sa’id bölgesinde 20 şehir ve 957 köy olduğunu nakletmektedir. Bkz. Mu’cem,
IV, 549.
214
Tinnîs: Tinnîs b. Delûke’ye nisbeten bu ismi almıştır. Coğrafya kitapları bu yeri, Mısır denizinde bir ada
olarak tanımlamakta ve doğu tarafından karaya daha yakın olduğunu ifade etmektedirler. Bkz. İbn Hurdazbih,
Mesâlik, 82; Yakubî, Buldân, 338; İstahri, Mesâlik, 52; Makdisî, Ahsenü’t-Tekâsim, 195; İbn Havkal, Suretü’l-
Arz, I, 152-153; İdrisî, Sıfatü’l-Mağrib, 149-159, Yakut el-Hamevî, Mu’cem, I, 882-883.
215
Dimyat: Tinnîs gibi bir ada olup Sa’id bölgesindedir. Nil nehri bu adanın olduğu yerde kollara ayrılmaktadır.
Bu adada kağıt üretimi yapılmaktadır. Ziraata elverişli değildir. Bkz. İbn Hurdazbih, Mesâlik, 82; Yakubî,
Buldân, 338; İstahri, Mesâlik, 52; Makdisî, Ahsenü’t-Tekâsim, 194-195, 201, 214; Yakut el-Hamevî, Mu’cem, II,
602; Kazvînî, Asâru’l-Bilâd, 193; Makrizî, buranın Tinnîs adasına 12 fersah uzaklıkta olup 90/708-709’de Velid
ve 121/178-739’da Hişam zamanlarında iki defa Rum saldırısına uğradığını nakletmektedir. Bkz. Makrizî, Hıtat,
I, 213-214.
216
Tûne: Mısır’ın ikinci bölgesi olan Havf’da, Nil nehri içinde ve Dimyat ile Tinnîs’e yakın küçük bir adacıktır.
Bkz. İbn Hurdazbih, Mesâlik, 83; Makdisî, Ahsenü’t-Tekâsim, 194, İdrisî, Sıfatu’l-Mağrib, 154-156; Yakut el-
Hamevî, Mu’cem, I, 901; Belâzurî’nin “Fütûhu’l-Buldân”ını neşreden Muhammed Rıdvan ise, ilgili yerde

41
Demîre 217 , Şetâ 218 , Dikahle 219 , Benâ 220 ve Bûsîr 221 köylerine; Ukbe b. Âmir el-Cühenî'yi de
Aşağı Mısır'daki köyler üzerine göndermiştir. Bu komutanlar gittikleri yerlerde Babilon
şartlarına uygun anlaşmalar yapmışlardır 222 .
Bu anlaşmalar da yapıldıktan sonra gerek Amr b. el-Âs, gerekse Mukavkıs, anlaşma
şartlarını tasdik için devlet başkanlarına birer mektup yazmışlardır 223 .
Halife Ömer b. el-Hattâb, Amr'ın yaptığı bu anlaşmayı tasdik etmiş 224 ve böylece
savaşla fethedilen Mısır'ı, diğer bölgelerde olduğu gibi, sulhen fethedilmiş ülkeler statüsüne
dâhil etmiştir.
Bu arada anlaşma maddeleri arasında yer alan ve dikkatimizi çeken bir hususa temas
etmek istiyoruz ki, o da; Amr ile Mukavkıs'ın yaptıkları bu anlaşmanın sadece Kıbtîleri
kapsamasıdır. Esasen yukarıda belirttiğimiz ve Mukavkıs'ın Bizans İmparatoru Herakleios'a
(imparatorluğu: 610–641) anlaşma maddelerini tasdik ettirmek için mektup yazma hadisesi de
bize göre, bu anlaşmanın tasdik ettirilmesi yanında, Mısır'da bulunan Rumların bu anlaşmaya
dahil olup olmayacaklarını sorma anlamını da taşımaktaydı. Buna göre; şayet Herakleios bu
anlaşmayı onaylarsa, anlaşma Rumlar için de geçerlilik kazanacaktı. Şayet kabul etmezse,
Rumlar, Kıbtîler için yapılan bu anlaşmanın dışında kalacaklardı 225 . İşte bize göre, bu
anlaşmada yer alan ve Rumların bu anlaşmaya dahil olup olmamakta serbest bırakılmalarıyla
ilgili madde, Bizans imparatorunun Rumlar için vereceği karara göre hareket etmeleri
anlamını taşımaktaydı. Esasen bu husus, Mukavkıs'tan sonra Mısır'daki Rumların da
Herakleios'a bir mektup yazıp durumu ona bildirmelerinden de anlaşılmaktadır 226 .

düştüğü dipnotta, Tûne’nin Dimyat yakınlarında bir köy olduğunu, ancak bugün sadece ismi olan, kendisi
olmayan bir yer olduğunu iade etmektedir. Bkz. Fütûh, 218, dipnot 1.
217
Demîre: Ayağı Mısır’da, Dimyat yakınlarında, diğer ismi Evsiye olan bir şehirdir. Bkz. Yakubî, Buldân, 337-
338; İdrisî, Sıfatu’l-Mağrib, 156-159; Yakut el-Hamevî, Mu’cem, II, 602.
218
Şetâ: Dimyat’a yakın bir sahil şehridir. Kıbtilerle meskundur. Bkz. İbn Hurdazbih, Mesâlik, 83; Yakubî,
Buldân, 338; Makdisî, Ahsenü’t-Tekâsim, 202; Makrizî, Hıtat, I, 226.
219
Dikahle: Mısır’ın üçüncü bölgesi Rif’de, Nil kenarında bir sahil şehridir. Dimyat adası ile 4 fersah, Demîre
ile de 6 fersahlık mesafededir. Çarşıları ve imâretleri vardır. Bkz. Makdisî, Ahsenü’t-Tekâsim, 194; Yakût el-
Hamevî, Mu’cem, II, 581.
220
Benâ: Aşağı Mısır’da bir köydür. Bkz. Yakubî, Buldân, 337; İdrisî, Sıfatu’l-Mağrib, 154-155; Yakût el-
Hamevî, Mu’cem, IV, 545.
221
Bûsîr: Makdisî’nin, Mısır’ın beşinci bölgesi Makadûniyye’nin bir köyü olarak tarif ettiği (Bkz. Ahsenu’t-
Teâsim, 194) bu şehri İbn Hurdazbih ve Yakut el-Hamevî Sa’îd-i Mısır’ın bir köyü olarak vermektedirler. Bkz.
İbn Hurdazbih, Mesâlik, 81; İdrisî, Sıfatu’l-Mağrib, 45, 145; Yakût el-Hamevî, Mu’cem, IV, 589. Yakût, ayrıca
bu yeri son Emevî halifesi Mervan b. Muhammed’in öldürüldüğü yer olarak tanıtmaktadır. Bkz. Mu’cem, I, 760.
222
Belâzurî, Fütûh, 218 (T. 310-311); Kudâme b. Ca’fer, Harac, 338-339. Makrizî, müslümanların bilhassa,
Dimyat, Tinnîs, Tûne, Demîre ve Şetâ’ya girmelerinde kıbtilerin yardımcı olduklarını nakletmektedir. Bkz.
Hıtat, I, 177, 213-214, 226. Ayrıca Bkz. İbn İyâs, Bedâiu’z-Zuhûr, I, 107.
223
Belâzurî, Fütûh, 216 (T. 307-308).
224
Belâzurî, Fütûh, 216 (T. 307-308).
225
İbn Abdilhakem, Fütûh, 73; İbn Tağriberdi, Nücûm I, 18-19.
226
Halife b. Hayat, Tarihu Halifeti’bni Hayyât, (thk: Süheyl Zekkâr), Dımeşk, 1968, I, 137; İbn Abdilhakem,
Fütûh, 71, 74; Belâzurî, Fütûh, 217 (T. 308); Makrizî, Hıtat, I, 164.

42
Gerek Mukavkıs'ın, gerekse Mısır'da bulunan Rumların yazdıkları mektuba, imparator
Herakleios olumsuz cevap vermiş ve Mukavkıs'ı acizlikle suçlayarak müslümanlarla yaptığı
anlaşmayı onaylamamıştır. Ayrıca o, müslümanlarla savaşmak üzere techiz ettiği bir orduyu
da İskenderiyye'ye göndermiştir 227 .
Herakleios'un olumsuz cevabını alan Mukavkıs Rumların ileri gelenlerini toplamış ve
onlara, Amr ile yaptığı anlaşmadan vazgeçmeyeceğini, kendilerinin de çok kısa bir zaman
sonra anlaşmaya uymadıklarına pişman olacaklarını belirtmiştir 228 .
Bu arada Herakleios gönderdiği ikinci bir mektupla Mukavkıs'ı acele olarak yanına
çağırmıştır 229 . Mukavkıs, imparatorun kendisine kızdığını ve azledileceğini anladığı için
Amr'a gelerek şöyle demiştir : "Şüphesiz İmparator benim yaptığım şeyi beğenmedi ve beni
acizlikle suçladı. Bana ve Rum cemaatine, seninle yapılan anlaşmaya razı olmadığını bildirdi.
Rumlara da, seni mağlup edinceye veya sen onları yeninceye kadar, seninle savaşmalarını
emretti. Ancak ben seninle yaptığım anlaşmayı bozmayacağım. Benim hükmüm kendime ve
bana itaat edenleredir. Seninle Kıbtîler arasındaki anlaşma geçerlidir. Onlar tarafından
anlaşma bozulmayacaktır. Ben de anlaşmayı bozmayacağım. Kıbtîler, senin onlarla yaptığın
anlaşmaya sadık kalmayı istiyorlar. Rumlara gelince ben onlardan berîyim." Mukavkıs daha
sonra Amr'a üç isteği olduğunu söylemiş ve bu isteklerini şöylece sıralamıştır:
1. Kıbtîlerle olan anlaşmanı bozma ve beni de onlarla beraber kabul et. Onların
yüklendikleri yükümlülükler benim üzerime de olsun. Benim ve onların görüşleri, seninle
yaptığım anlaşma üzerinedir.
2. Şayet Rumlar bu günden sonra senden barış isterlerse, onları fey ve köle yapmadan,
sulh yapma. Çünkü onlar öyle bir halktır ki, ben onlara nasihat ettim, dinlemediler. Onları
korudum, beni ithâm ettiler.
3. Öldüğümde, onlara, İskenderiyye'deki Ebû Yuhannes kilisesine defnedilmemi
emretmeni istiyorum."
Amr Mukavkıs'ın bu isteklerini Nil üzerindeki yıkılan iki köprüyü 230 ve Mısır şehri ile
İskenderiyye arasındaki bütün köprüleri tamir ettirmesi, ayrıca Fustat ile İskenderiyye
arasındaki yol boyunca kendilerine yiyecek ve kalacak yer temin edilmesi karşılığında onun

227
Bkz. dipnot 153. Adı geçen eserler ve yerler.
228
İbn Abdilhakem, Fütûh, 71; Suyutî, Husn, I, 116-117.
229
Butler, Mısır, 229.
230
Ravza adasının Nil nehrini her iki yakasını birbirine bağlayan köprülerdir, ki biri adayı doğudaki Babilon
kalesine, diğeri de batıdaki Cîze’ye bağlamaktaydı. Bkz. Butler, Mısır, 245.

43
bu isteklerini dikkate alabileceğini söylemiştir. Mukavkıs da Amr'ın bu isteklerini kabul
etmiştir 231 .
Mukavkıs ile yapılan ve Bizans İmparatoru Herakleios tarafından onaylanmadığından,
sadece Mukavkıs ile müslümanlar arasında ve Mısır'daki bütün Kıbtîler için geçerli olan
Babilon anlaşması, devlet başkanları açısından bakılınca tek taraflı olarak yürürlüğe konmuş
görünmektedir.
Mukavkıs, Amr ile yaptığı bu son görüşmeden sonra İmparator Herakleios'un yanına
gitmiş ve burada vatan hainliğiyle suçlanarak, önce görevinden azledilmiş, sonra da sürgüne
gönderilmiştir 232 . Amr b. el-Âs ise İskenderiyye'nin fethi için, Babilon kalesini tahkim edip
gerekli önlemleri aldıktan sonra İskenderiyye'ye doğru hareket etmiştir.
Batılı araştırıcılar Butler ile Ostrogorsky, Babilon anlaşmasının daha önce yarım
kaldığını ve imparator Heraklonas (İmparatorluğu: 641) zamanında Mısır valiliğine yeniden
tayin edilen Mukavkıs'ın, ancak bundan sonra, Bizans Devleti adına bu anlaşmayı
imzaladığını ve böylece anlaşmanın resmen yürürlüğe girdiğini ifade etmektedirler 233 . Ancak
biz, Bizans imparatoru tarafından kabul edilmese bile, Babilon anlaşmasının Kıbtîlerce kabul
edildiğini ve onların, İskenderiyye fethine çıkan müslümanlara, Babilon anlaşmasının bir
gereği olarak yardım ettiklerini düşünüyoruz. Yani bu anlaşma yürürlüğe konmuş ve Mısır'lı
Kıbtîlerce kabul edilmiştir 234 . Esasen biz, Babilon'dan sonra müslümanlarla Rumların
yaptıkları savaşlarda da Kıbtîleri Rumların yanında görmemekteyiz.

c) Toprakların Taksimi Konusundaki Tartışmalar


Burada, İskenderiyye fetihlerine geçmeden evvel Babilon'un fethinden sonra ortaya
çıkan bir probleme temas etmek istiyoruz. Şehrin savaşla fethedilmesi ve ardından da Amr ile
Mukavkıs arasında, Mısır'ı tamamiyle müslümanlara teslim eden bir anlaşma yapılması
beraberinde bazı problemleri de ortaya çıkarmıştır.
İslâm ordusunda bulunan bazı müslümanlar şehrin savaşla fethedildiğini ve toprakların
fâtihler arasında taksim edilmesini Amr b. el-Âs'tan istemişlerdir. Özellikle Zübeyr b. el-
Avvâm bu konunun ısrarlı bir takipçisi olmuş ve Hz. Peygamber’in Hayber topraklarını
dağıttığı gibi, Babilon'un da aralarında taksim edilmesini Amr b. el-Âs'tan istemiştir. Amr ise

231
İbn Abdilhakem, Fütûh, 70-72; Nüveyrî, Nihâye, XIX, 293-301; Makrizî, Hıtat, I, 293; Suyutî, Husn, I, 116-
118. Belâzurî, Mukavkıs ile Amr ile arasında geçen bu konuşmanın İskenderiyye muhasarası sırasında geçtiğini
rivayet etmektedir. Bkz. Fütûh, 217-218 (T. 308-309).
232
Butler, Mısır, 227-231, 263; Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, 105.
233
Butler, Mısır, 265 ve devamı; Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, 105.
234
İskenderiyye’nin fethi konusu ele alındığında Kıbtîlerin müslümanlara yardımcı oldukları konusuna da temas
edilecektir.

44
bu konuda tek başına karar veremeyeceğini ve durumu halife Hz. Ömer'e bildireceğini, ondan
gelecek cevaba göre hareket edeceğini söylemiştir. Nihayet o, bu hususu Hz. Ömer'e bir
mektupla bildirmiştir. Halife Hz. Ömer de Amr'a gönderdiği cevabî mektupta toprakların
taksim edilmesine razı olmadığını bildirmiş ve gerekçesini de şöyle açıklamıştır: "Hamile
kadının karnındaki yavrusu büyüyerek, yeni nesiller yetişip soyları çoğalarak savaşanlara
katılıncaya kadar sen Mısır'ı yerli halkın elinde bırak." 235 Bunun üzerine Amr da toprakları
dağıtmamış ve böylece savaşla fethedilen şehir sulhen fethedilen ülkeler statüsünde
değerlendirilip, mükelleflere cizye, topraklarına da harac vergisi konulmuştur.

III. İSKENDERİYYE FETİHLERİ

1. İskenderiyye'nin Birinci Fethi

a) İskenderiyye Güzergâhındaki Bazı Yerlerin Fetihleri


İskenderiyye 236 yukarı Mısır'da bulunan önemli bir liman şehridir. Akdeniz'e sahili
olması bu şehri askerî ve iktisadi açıdan önemli kılmaktaydı. Ayrıca bu şehrin, hıristiyanlığın
monofizit mezhebinin merkezi olması da, onun önemini arttıran bir başka özellik olarak
görünmektedir 237 .
Amr b. el-Âs, Babilon kalesini fethetmekle Aşağı Mısır'ın Rum askerî merkezini ve
dolayısıyla Mısır'ın güney ve doğu kesimlerini hâkimiyeti altına almış oluyordu. Bundan
sonra sıra Rumların Mısır'daki birinci derecede önemli askerî merkezi olan İskenderiyye'ye
gelmişti. Bu şehrin fethi için halife Ömer b. el-Hattâb'tan izin alan Amr b. el-Âs, Babilon'a

235
İbn Abdilhakem, Fütûh, 82-84; Belâzurî, Fütûh, 215, 219-220 (T. 306, 312-313); Makrizî, Hıtat, I, 166, 294-
295, İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 4-5, 25-26; Suyutî, Husn, I, 127.
236
İskenderiyye: Akdeniz sahilinde, Nil nehrinin kollarıyla pek çok haliçlere sahip olan eski bir şehirdir.
Buhayra, Masîl, Melîdîs, Ternût, Kartasâ, Haribtâ, Sâ, Şebâs, Hayyiz, Bedekûn, Şirak, Meryût, Lûbiye,
Merâkıye ve Hatân İskenderiyye’nin köyleri arasındadır. Bkz. Yakubî, Buldân, 338; Fustât ile arası, Nil nehrinin
hem sağ hem de sol taraflarındaki kollarını takiben gidildiğinde yaklaşık 30 fersah kadardır. Bkz. Makdisî;
“Ahsenü’t-Tekâsim” isimli eserinde Mısır’ı yedi bölgeye ayırmakta ve İskenderiyye’yi de bu yedi bölgeden biri
olarak belirtmektedir. Daha sonra da burada pek çok köy bulunduğunu ifade ederek Reşîd, Meryût, Zatü’l-
Humâm ve Bürüllüs köylerinin isimlerini vermektedir. Bkz. 193-198; Makdisî, eserinin bir başka yerinde de
İskenderiyye ile Fermâ ve Kevmu Şerîk arasındaki mesafeyi 2, Ternüt ile3, Fustât ile de 4 mil olarak
nakletmektedir. Bkz. Mesâlik, 84; Kudâme b. Ca’fer de; İskenderiyye ile Fustât arasında bulunan yerleşim
alanlarını ve bunların birbirlerine olan mesafelerini vermektedir. Buna göre, Fustat ile İskenderiyye arasındaki
uzaklık 178 mil olmaktadır. Bkz. Harac, 119-120; Yakut el-Hamevî ise; İskenderiyye hakkında bilgi verirken,
bu şehri İskender b. Filibos er-Rûmî’nin kurduğunu ve onun fethettiği yerlerde, kendi ismine izafeten
“İskenderiyye” isminde pek çok şehirler kurduğunu Mısır İskenderiyye’sinin de bunlardan biri olduğunu
nakletmektedir. Bkz. Mu’cem, I, 254-255; Nikou Papazı Jean da; İskenderiyye’nin eski Mısırlılar zamanındaki
isminin “Recotis” olduğunu belirtmektedir. Bkz. Chronique, 5.
237
Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, 102-108.

45
Hârice b. Huzâfe komutasında bir birlik bırakarak 642'de İskenderiyye'nin fethine
çıkmıştır 238 .
İskenderiyye'ye gitmek için Nil nehrinin batıya ayrılan kolunun doğu kıyısındaki yolu
tercih eden 239 Amr b. el-Âs, bu arada Mukavkıs ile yaptığı Babilon anlaşmasının bir gereği
olarak, bir grup Kıbtîyi de yanına almış ve onlara gerek İskenderiyye güzergâhındaki yolları
ve gerekse Nil nehri üzerinde olup Rumlar tarafından tahrib edilmiş durumdaki köprüleri
tamir ettirmiştir. Ayrıca bu Kıbtîler, yol boyunca müslümanların yiyecek içecek ve diğer
ihtiyaçlarını da karşılamışlardır 240 .
İskenderiyye'de bulunan Rumlar, Amr b. el-Âs'ın üzerlerine gelmekte olduğunu haber
alınca hemen bir ordu hazırlayıp, müslümanları daha İskenderiyye'ye ulaşmadan durdurmak
için harekete geçmişlerdir. Bu gaye ile hazırladıkları bir orduyu Nakyûs'a 241
göndermişlerdir 242 .
Babilon'dan sonra müslümanlarla Rumlar arasındaki ilk çatışma Nakyûs'a bağlı bir
köy olan Ternût'ta 243 olmuştur. Amr'ı İskenderiyye'ye sokmamak için hazırlanan Rum
ordusunun Theodore isimli komutanı kendisi Kevmu Şerîk'te 244 beklerken, buranın
savunmasını Domentianus isimli bir komutana vermiştir. Bu komutanın görevi, Nil nehrinde
bulunan kendisine bağlı donanma birliklerinin desteğinde Amr'ı durdurmaktı. Ancak

238
Belâzurî, Fütûh, 221-222 (T.315-316). İbn Abdilhakem “Mısır Fethi” bölümünde İskenderiyye’nin Muharrem
20/Aralık 640-Ocak 641’de fethedildiğini rivayet etmektedir. Bkz. Fütûh, 80. Ancak bu tarih Babilon kalesinin
ve Mısır şehrinin fetih tarihidir. Bkz. dipnot 130.
239
Butler, Mısır, 245.
240
İbn Abdilhakem, Fütûh, 73-74; Nüveyrî, Nihâye, XIX, 302; Makrizî, Hıtat, I, 164; Suyutî, Husn, I, 118.
Ayrıca bkz. İbnü’l-Esîr, Kâmil, II, 567 (T.II, 517-518)
241
Nakyûs: Fustat ile İskenderiyye arasında bir yerdir. Bkz. Yakût El-Hamevî, Mu’cem, IV, 810, Butler,
Mukavkıs’ın mezhep farklılığından dolayı zulmettiği hıristiyanların Nakyûs’taki kiliselere sığındıklarını
kaydetmektedir. Bkz. Mısır, 249. Şehrin Bizanslılar devrindeki ismi ise Nikiou’dur.
242
İbn Abdilhakem, Fütûh, 73; Nüveyrî, Nihâye, XIX, 302; Suyutî, Husn, I, 118. İbn Abdilhakem ve ondan
aynen nakleden Nüveyrî ile Suyutî, bu ordunun sadece Rumlardan oluştuğunu kaydederken, Belâzurî,
müslümanların karşısına çıkan bu orduda Rumların yanı sıra kıbtilerin de olduğunu rivayet etmektedir. Ayrıca o,
bu ordunun sadece İskenderiyye halkından değil, Sehâ, Bilhît, Hays ve Sultays halklarından kurulduğunu da
belirtmektedir. Bkz. Fütûh, 222 (T. 316).
243
Ternût: İbn Hurdazbih, Ternût’un Mısır’ın köylerinden biri olduğunu nakletmektedir. Bkz. Mesâlik, 83;
Kudâme b. Ca’fer; Ternût’un Fustat’a 54 mil, İskenderiyye’ye 124 mil olduğunu rivayet etmektedir. Bkz. Harac,
119-120; Makdisî ise; Fustat ile İskenderiyye arasında 6 merhalelik mesafe olduğunu, Ternût’un da iki şehrin
tam ortasında ve iki şehre de 3’er merhale mesafede olduğunu ifade etmektedir. Bkz. Aksenu’t-Tekâsim, 214-
215; Bekrî, Ternût’u Mısır şehri sınırları içinde bir belde olarak vermektedir. Bkz. Mu’cem, I, 310; İdrisî ise;
Ternût’un küçük ve ma’mûr bir yerleşim alanı olduğunu, çarşılarının bulunduğunu, tüccarların buraya uğradığını
belirttikten sonra buradan iki yol ayrıldığını, birinin Mağrib’e gittiğini, diğerlerinin de Kiryevn üzerinden
İskenderiyye’ye gittiğini ifade etmektedir. Bkz. Sıfatu’l-Mağrib, 160; Yakut el-Hamevî de; Ternût’un Fustat ile
İskenderiyye arasında Nil nehri kenarında ve kiliseleri olan bir yer olduğunu belirtmektedir. Bkz. Mu’cem, I,
845.
244
Kevmu Şerîk: İbn Hurdazbih ile Kudâme b. Ca’fer; Kevmu Şerîk’in Ternût’a 22 mil, İskenderiyye’ye 102
mil, Fustat’a 76 mil mesafede olduğunu nakletmektedir. Bkz. Mesâlik, 84; Harac, 119-120; Makdisî, Kevmu
Şerîk’in Ternût’a bir merhale, İskenderiyye’ye 2 merhale, Fustat’a ise 3 merhale uzaklıkta olduğunu rivayet
etmektedir. Bkz. Ahsenu’t-Tekâsim, 214-215; Bekrî ise, buranın İskenderiyye’nin bir köyü olduğunu ifade
etmektedir. Bkz. Mu’cem, IV, 1143.

46
Domentianus Amr'ın kendisine yaklaştığını görünce korkarak kaçmış, askerleri de
komutanlarının kaçmasından sonra dağılmış ve Nil nehrinin karşı tarafına geçecekleri sırada
müslümanların baskınına uğrayarak mağlup edilmişlerdir. Kısa süren savaşın sonunda Rumlar
çok sayıda kayıp vermişler, pek çoğu da Nil nehrinde boğularak ölmüştür. Kaçabilenler ise
Nakyûs'u da terk ederek, Rum ordusu kumandanının bulunduğu Kevmu Şerîk'e sığınmışlardır.
Böylece müslümanlar boşaltılan Nakyûs'u zorlanmadan fethetmişlerdir 245 .
Nakyûs'a giren Amr b. el-Âs, buradan kaçan Rumların takip etmesi için Şerîk b.
Sümeyy komutasında bir birlik göndermiştir. Öyle anlaşılıyor ki Amr, Nil nehri sahilindeki
stratejik öneme sahip Nakyûs'u tahkim etmek için burada kalmış ve kaçan Rumların
arkasından Şerîk b. Sümeyy'i göndermiştir. Şerîk, Ternût'un 22 mil kuzeyinde 246 Rumlarla
karşılaşmıştır. Burada kalabalık bir Rum ordusu tarafından çembere alınan Şerik b. Sümeyy
zor durumda kalınca, Ebû Nâime Malik b.Nâime'yi Amr'a göndermiş ve yardım istemiştir.
Amr'ın yardıma gelmesinden sonra üç gün boyunca şiddetli çarpışmalar olmuş, neticede İslâm
ordusu önünde hezimete uğrayan Theodore ve Rum ordusu savaş meydanından kaçarak
Sultays'a 247 çekilmişlerdir 248 .
Amr b. el-Âs, önlerinden kaçan Rum ordusunu Sultays'a kadar takip etmiştir. Burada
çok kısa süren bir savaş sonunda Rumlar yine mağlup olmuşlar 249 ve bu defa
İskenderiyye'den önceki son kalelerinin bulunduğu Kiryevn'e 250 kaçmışlardır. Rumlar burada,
Kostantiniyye'den deniz yoluyla gönderilen takviye birliklerinin de yardımıyla 251 ,
müslümanların karşısında on günden fazla dayanmışlardır. Kiryevn'deki savaşta
müslümanların sancağını Amr'ın azatlı kölesi Verdan taşımıştır. Amr’ın oğlu Abdullah da
çarpışmalar sırasında kendisine isabet eden bir ok ile ağır yaralanmış, her iki taraf da kayıplar

245
İbn Abdilhakem, Fütûh, 73; Nüveyrî, Nihâye, XIX, 302, Suyutî, Husn, I, 118; Nikiou papazı Jean ve onun
anlatımını aynen nakleden Butler, müslümanların burada kadın-erkek, yaşlı-çocuk demeden bir katliam
yaptıklarını iddia etmektedirler. Bkz. Jean, Chronique, 2; Butler, Mısır, 246-248; Nikiou papazı Jean buranın
Dionisian ay takvimine göre 15. yılın Guenbot ayının 18. günü müslümanlar tarafından alındığını
kaydetmektedir. Butler ise bu tarihin milâdî karşılığını Mayıs 641 olarak tesbit etmektedir. Bkz. Aynı sahifeler.
246
İbn Hurdazbih, Mesâlik, 84; Kudâme b. Ca’fer, Harac, 119-120. Butler ise, 16 mil kuzeyinde demektedir.
Bkz. Mısır, 250.
247
Sultays: Sultays hakkında İslâm coğrafyacıları bilgi vermemektedir. Butler ise, Amr’ın Kevmu Şerîk’ten
sonra kuzey-batıya doğru ilerlediğini ve Demenhûr’a gittiğini, buradan da 6 mil güneydeki Sultays’a geçtiğini
kaydetmektedir. Bkz. Mısır, 250-251.
248
İbn Abdilhakem, Fütûh, 73; Nüveyrî, Nihâye, XIX, 302-303; Makrizî, Hıtat, I, 163-164; Suyutî, İslâm
ordusunun burada on günden fazla savaştığını rivayet etmektedir. Bkz. Husn, I, 118; Butler, Mısır, 250-251.
249
İbn Abdilhakem, Fütûh, 73; Nüveyrî, Nihâye, XIX, 303; Makrizî, Hıtat, I, 163-164; Suyutî, Husn, I, 118.
250
Kiryevn: İskenderiyye’ye 24 mil, Fustat’a 154 mil mesafededir. Bkz. İbn Hurdazbih, Mesâlik, 80; İbn Fakîh
el-Hemezânî, Muhtasaru Kitâbi’l-Buldân, 84; İbn Fakîh el-Hemezânî başka bir yerde de Hulvan’a olan uzaklığı
3 fersah olarak vermektedir. Bkz. Kudâme b. Ca’fer, Harac, 119-120; Bekrî, bu yerin Nil nehrinin kenarında
olduğunu nakletmektedir. Bkz. Mu’cem, IV, 1127; Yakût el-Hamevî, Kiryevn’in İskenderiyye yakınlarında bir
yer olduğunu ifade etmektedir. Bkz. Mu’cem, IV, 271.
251
Butler, Mısır, 252, 260.

47
vermiştir. Hatta bir ara çarpışmaların şiddetinden İslâm ordusu korku namazı dahi kılmıştır.
On günden fazla devam eden savaş nihayet müslümanların zaferi ile neticelenmiş ve
Theodore ile Rum ordusu İskenderiyye'ye çekilmek zorunda kalmışlardır 252 .

b) İskenderiyye'nin Muhasarası ve Fethi


Kiryevn'deki savaşın kazanılmasından sonra müslümanlara İskenderiyye'nin yolu
açılmıştır. Amr İskenderiyye'ye gelmiş ve şehrin doğusundaki 253 Hulve 254 ve Kasru Fâris 255
arasında karargâhını kurmuştur. Babilon'dan itibaren yanlarında olan Kıbtîler de yol boyunca
olduğu gibi, burada da müslümanların çeşitli ihtiyaçlarını karşılamaya devam etmişlerdir 256 .
Amr b. el-Âs, karargâhını kurduğu yerde iki ay kadar kalmasına rağmen muhâsaradan
bir netice alamamıştır. Çünkü şehir güney tarafından Meryût gölü ile, kuzey tarafından da
Akdeniz ile çevriliydi. Batı tarafından ise Sa'bân kanalı ile korunmaktaydı. Sadece doğu ve
güney-doğu tarafları saldırıya açıktı. Ancak bu taraflardan da, şehir surlarla çevriliydi ve
Rumlar bu surlara mancınıklar yerleştirmişlerdir 257 . Ayrıca surların iç içe olması da muhasara
yoluyla netice almayı oldukça zorlaştırmaktaydı 258 . Amr, burada iki ay kadar bekledikten
sonra Maks'a 259 gitmek üzere yola çıkmış, fakat bu arada, kalenin arkasındaki Buhayra 260
tarafından çıkan Rumların saldırısına uğramış ve Kenîsetü'z-Zeheb denilen yerde meydana
gelen çatışmada oniki askerini kaybetmiştir 261 . Rivâyeti nakleden İbn Abdilhakem'de, Amr'ın
bu çatışmadan sonra Maks'a gitmek için yoluna devam ettiği veya karargâhına geri döndüğü
hakkında bir bilgi bulunmazken, Belâzurî'nin İskenderiyye'nin fethini anlatan rivayetinden
Amr'ın geriye döndüğünü anlamaktayız. Belâzurî'nin bu rivâyeti şöyledir. "... Amr, yoluna
devam etti ve İskenderiyye'ye ulaştı; halkını savaşa hazır bir halde buldu; ancak Kıbtîler barış
istiyorlardı. Mukavkıs, belirli bir süre sulh ve anlaşma yapılmasını istemek üzere ona bir elçi
gönderdi, Amr bu teklifi reddetti. Bunun üzerine Mukavkıs, kadınların, surların üzerinde
252
İbn Abdilhakem, Fütûh, 73-74; Belâzurî, Fütûh, 221-222 (T. 315-317); Nüveyrî, Nihâye, XIX, 302-303;
Makrizî, Hıtat, I, 163-164; Suyutî, Husn, I, 118; Kiryevn’de Rumların komutanlığını Theodore’un yaptığı ve
İskenderiyye’ye kaçtığı hakkında Bkz. Jean, Chronique, 14. Ayrıca bkz. Butler, Mısır, 251-253. İbn Iyâs,
müslümanların burada 22 kayıp verdiklerini rivayet etmektedir. Bkz. Bedâiu’z-Zuhûr, I, 99.
253
Abdülaziz Salim, Tarihu’l-İskenderiyye ve Hadâratuhâ fi’l-Asri’l-İslâmî, İskenderiyye 1982, 52.
254
Hulve için bkz. Yakut el-Hamevî, Mu’cem, II, 322.
255
Kasru Fâris’in yerini tesbit edemedik. Ancak burası İranlılar’ın Mısır’daki hakimiyetleri zamanından kalmış
Hulve’deki bir konak olabilir.
256
İbn Abdilhakem, Fütûh, 74; Nüveyrî, Nihâye, XIX, 303; Makrizî, Hıtat, I, 164; Suyutî, Husn, I, 119.
257
Butler, Mısır, 256.
258
İbn Abdilhakem, Fütûh, 74; Nüveyrî, Nihâye, XIX, 303; Suyutî, Husn, I, 119; Yakubî de, iç içe üç kale
olduğunu rivayet etmektedir. Bkz. Tarih, II, 148. Ayrıca bkz. İbn Iyâs, Bedâiuz-Zuhûr, I, 101.
259
Maks: Ümmü Düneyn’in diğer bir adıdır. Bkz. Yakut el-Hamevî, Mu’cem, IV, 606-607; Suyutî, Husn, I, 127.
Ayrıca bkz. dipnot 73.
260
Buhayra: Mısır’ın köylerindendir. Bkz. İbn Hurdazbih, Mesâlik, 82; İskenderiyye’ye bağlı iki köyden biridir.
Diğer köy Reşîd’tir. Bkz. Yakut el-Hamevî, Mu’cem, I, 166, 514.
261
İbn Abdilhakem, Fütûh, 75-76; Makrizî, Hıtat, I, 164.

48
yüzleri içeriye bakacak şekilde ayakta durmalarını emretti; erkekler ise, silahlı olarak yüzleri
Müslümanlara doğru ayakta durdular. O, bu şekilde müslümanları korkutmak istiyordu. Bu
durumu fark eden Amr ona bir elçi gönderdi ve "Biz senin ne yaptığını gördük, bizler mağlup
ettiklerimizi sayımızın çokluğu ile mağlup etmedik, hükümdarınız Herakl ile karşılaştık,
sonunda başına gelenler geldi" dedirtti. Mukavkıs adamlarına: "Onlar doğru söylediler,
hükümdarımızı memleketinden çıkarttılar, tâ Kostantiniyye'ye kadar uzaklaştırdılar, bizim
için en uygun olan şey boyun eğmektir" dedi. Onun bu sözleri üzerine adamları, kendisine çok
ağır sözler sarf ettiler ve savaştan başka şeyi reddettiler. Müslümanlar, onlarla çok şiddetli bir
şekilde savaştılar, onları üç ay muhasara ettiler. Sonunda Amr, İskenderiyye'yi kılıçla fethetti,
orada bulunanları ganimet olarak aldı. Halkını bıraktı; esir almadı. Elyûne (Babilon) halkı gibi
onları da zimmî yaptı. Amr, İskenderiyye'nin fethini bildiren bir mektubu Muâviye b. Hudeyc
el-Kindî es-Sekûnî ile halife Hz. Ömer’e gönderdi, onunla birlikte ayrıca, Beytü'l-Mâl'in
hissesi olan beşte bir ganimeti de yolladı." 262
Görüldüğü gibi, Belâzurî'nin bu rivayeti, muhasaranın üç ay sürdüğünü haber
vermekle Amr'ın Maks'a gitmediğini ve İskenderiyye'nin bir an önce fethedilmesi için
karargâhını kurduğu yere döndüğünü göstermektedir. Ayrıca şehrin savaşla fethedildiği ve
buna rağmen halkının esir edilmeyip zımmî statüsüne dâhil edildiği de bu rivayette
belirtilmektedir.

***

İskenderiyye'nin müslümanlarca fethi konusunda kaynaklarımızda yer alan iki rivayete


daha temas etmek istiyoruz. Bu rivayetlerin her ikisi de şehrin fethinin nasıl gerçekleştirildiği
hakkında teferruata ait bilgiler vermektedir. Bu konudaki ilk rivayete göre, halife Hz. Ömer,
Amr'a bir mektup yazmış, onun iki senedir 263 Mısır'da olduğunu ve hâlâ bölgenin fethini
tamamlayamadığına işaret ederek, bu konudaki kızgınlığını ve tedirginliğini dile getirmiştir.
Daha önce yardım göndermesine rağmen 264 Mısır fethinin tamamlanamamasının sebebini,
müslümanların da düşmanları gibi, âhireti bırakıp dünyaya meyletmelerine bağlamıştır. Sonra

262
Belâzurî, Fütûh, 221-222 (T. 315-318). Ayrıca bkz. Ferligül, Meşhur Komutanlar, 164.
263
Halife Hz. Ömer’in bu mektubu bize İskenderiyye’nin, Amr’ın Mısır’a girmesinden iki yıl sonra
fethedildiğini göstermektedir. Amr’ın hicrî yılın son ayı olan Zilhicce 18/Aralık 640’da Mısır’a girdiği dikkate
alındığında, İskenderiyye’nin 642’de fethedildiği kesinlik kazanmaktadır. Burada üç yıl gibi görünen farkın,
Mısır’a 18. yılın son ayında girildiği göz önünde bulundurulursa, iki yıl olduğu anlaşılacaktır.
264
Burada Ümmü Düneyn ve Babilon’un fethi sırasında gönderilen birlikler kastedilmektedir.

49
da Amr'a, ordusuna ateşli bir hutbe îrât etmesini ve müstecab bir vakit olan Cuma saatinde
fetih için Allah'a dua etmesini emretmiştir 265 .
Halife Hz. Ömer'in bu emrini alan Amr b el-Âs ordusuna bir hutbe îrâd ederek, onları
savaş için teşvik etmiş, coşturmuştur. Sonra da Babilon kalesinin fethi sırasında yardıma
gelen dört komutanını ordusunun başına geçirmiştir. Sancağı da Ubâde b. es-Sâmit'e veren
Amr, ordusuyla beraber abdest alıp iki rekat namaz kılmış ve İskenderiyye'yi düşürmek için
kaleye yüklenmiştir. Nihayet yapılan savaş sonunda kalenin fethi Ubâde b. es-Sâmit'in
sancaktarlığında gerçekleştirilmiştir 266 .
Yukarıdaki rivayeti nakleden İbn Abdilhakem, ikinci bir rivayetinde de özet olarak şu
bilgileri vermektedir: İskenderiyye kalesinde kapıcılık yapan İbn Bessâme adındaki bir adam
Amr b. el-Âs'a gelerek kendisi, âilesi ve arazisi için emân vermesi karşılığında, kalenin herkes
tarafından bilinmeyen bir kapısını müslümanlara açmayı teklif etmiştir. Teklifini kabul
ederlerse müslümanların şehri hiç savaşmadan fethedebileceklerini de sözlerine ilâve etmiştir.
İbn Bessâme'nin bu teklifini kabul eden Amr b. el-Âs, Kantaratü Süleyman denilen taraftan
ordusuyla beraber kaleye girmiş ve şehri fethetmiştir. Fetih sırasında meydana gelen
çatışmada yirmi iki müslüman hayatını kaybetmiştir 267 .
Bu arada biz, İskenderiyye'nin muhasarasına başlandığı tarih ve şehrin fetih tarihini de
tesbit etmek istiyoruz. Yukarıda Amr'ın İskenderiyye'nin fethi için 642'de Babilon'dan
ayrıldığını, Belâzurî'ye istinâden, zikretmiştik 268 . İbn Abdilhakem, Yahya b. Eyyûb ve Hâlid
b. Humeyd yoluyla naklettiği bir rivayetinde İskenderiyye'nin Ocak 641'de fethedildiğini ve
şehrin Herakleios'un ölümünden önce beş ay, ölümünden sonra da dokuz ay müddetle
muhasara altında tutulduğunu haber vermektedir 269 . Buna göre şehir ondört ay muhasara
edilmiş olmaktadır. Bu rivayet bize göre İskenderiyye'nin fetih tarihi olmayıp, Babilon'un
fetih tarihidir 270 . Esasen İbn Abdilhakem, bu rivayetten hemen sonra Abdülmelik b. Mesleme
ve Mâlik b. Enes yoluyla yaptığı ikinci bir rivayette Mısır'ın fetih tarihi olarak da 20/641
yılını bildirmektedir 271 . Naklettiğimiz bu rivayetler iki ihtimâli akla getirmektedir. Bu
ihtimallerden birincisi, ikinci rivayette zikredilen "Mısır" lafzı ile Babilon kalesinin

265
İbn Abdilhakem, Fütûh, 78-79; Nüveyrî, Nihâye, XIX, 305-306.
266
İbn Abdilhakem, Fütûh, 80; Nüveyrî, Nihâye, XIX, 306; Makrizî, Hıtat, I, 165; Suyutî, Husn, I, 120. Amr’ın
bu dört komutanı ordunun başına geçirmesine bakılırsa, onun ordusunu dört ya da kendisi ile beraber beş ayrı
kola ayırdığını düşünmek mümkündür. Ayrıca bkz. Ferligül, Meşhur Komutanlar, 164.
267
İbn Abdilhakem, Fütûh, 80-81; Nüveyrî, Nihâye, XIX, 306; İbn Iyâs, Bedâiu’z-Zuhûr, I, 101.
268
Bkz. dipnot 165.
269
İbn Abdilhakem, Fütûh, 80; İbn Abdilhakem’den yapılan aynı nakiller için bkz. Nüveyrî, Nihâye, XIX, 306;
Makrizî, Hıtat, I, 165; Suyutî, Husn, I, 119.
270
Bkz. Babilon’un fethi konusu.
271
İbn Abdilhakem, Fütûh, 80.

50
çevrelediği Mısır şehrinin kasdedilmiş olabileceğidir. İkincisi ise, Babilon'da Mukavkıs ile
yapılan anlaşmanın, İskenderiyye de dahil olmak üzere, bir ülke olarak Mısır'ın tamamının
kasdedilmiş olabileceğidir. Esasen Babilon'un fethi konusunda da belirttiğimiz gibi, burada
yapılan anlaşma, Rumların kabul etmemesine rağmen, bütün Mısır'ı kapsadığından, bu ihtimal
bize daha makul gelmektedir. İşte, buradaki birinci rivayette belirtilen Ocak 641 tarihi, bize
göre, izah ettiğimiz bu durumu yansıtmaktadır ve Babilon'da yapılan anlaşma bütün Mısır için
yapıldığından, bu tarih İskenderiyye'nin de fetih tarihi olarak verilmiştir.
Ayrıca, birinci rivayette yer alan bir ifadeye de dikkati çekmek istiyoruz. Bu rivayette
İskenderiyye'nin, Bizans imparatoru Herakleios'un ölümünden önce beş ay ölümünden sonra
da dokuz ay boyunca muhasara edildiği belirtilmektedir. Buna göre, şehrin kuşatma süresi
ondört ay gibi uzun bir zamanı bulmaktadır. Esasen bu durumun Herakleios'un ölüm tarihi
dikkate alındığında, mümkün olmadığı açıkça görülmektedir. Herakleios'un ölümü 12 Şubat
641’dir. Bu tarih, Babilon'un henüz yeni fethedilmiş olup, Amr'ın da Babilon'da olduğu bir
tarihtir. Bu sebeple zikredilen tarihde İskenderiyye'nin fethi söz konusu bile değildir. Bu olsa
olsa, yukarıda izah ettiğimiz gibi, Babilon anlaşmasının, bütün Mısır için geçerli bir anlaşma
olmasından kaynaklanmış bir durumdur. Buna göre, bu rivayette yer alan İskenderiyye'nin on
dört ay muhasara edildiğine dair ifadeler sahih olmasa gerektir.
Yukarıda Belâzurî'den yaptığımız alıntıda Amr b. el-Âs'ın 642'de İskenderiyye'nin
fethi için Babilon'dan hareket ettiğini belirtmiştik. Yani Amr, yaklaşık bir yıl boyunca
Babilon'da kalmıştır. Bu süre içinde o, gerek Babilon'un tahkimi ve gerekse civar yerleşim
alanlarının İslâm hâkimiyetine alınması işiyle meşgul olmuş olmalıdır 272 . Ayrıca, burada
dikkate alınması gereken bir husus daha bulunmaktadır. Bilindiği gibi, Mukavkıs Amr ile
Babilon anlaşmasını imzaladıktan sonra Bizans imparatoru Herakleios'a yaptığı anlaşmayı
onaylatmak üzere bir mektup yazmıştır. Herakleios ise Mukavkıs'a kızmış ve onu
Kostantiniyye'ye çağırmıştır. Muhtemeldir ki, Amr, Babilon'da kalarak Kostantiniyye'ye
giden Mukavkıs'ı beklemiştir. Ancak Herakleios Mukavkıs'ı vatan hainliği ile suçlamış ve onu
sürgüne göndermiştir 273 . Mukavkıs geri dönmediğine göre, bu arada Amr da, şehrin tahkimini
tamamladıktan ve civardaki yerleri itâat altına aldıktan sonra, Belâzurî'nin de haber verdiği
üzere, 642'de İskenderiyye'nin fethine çıkmıştır. Biz Amr b. el-Âs'ın Babilon'da yaklaşık bir
yıl kaldıktan sonra Aralık 641-Ocak 642'de İskenderiyye'nin fethi için Babilon'dan ayrıldığını
düşünmekteyiz. Bizi bu düşünceye sevkeden sebep, halife Hz. Ömer’in İskenderiyye
muhasarasına devam eden Amr'ı yaklaşık iki yıldır Mısır'da olduğu halde, hâlâ bölgenin

272
Bkz. dipnot 149.
273
Bkz. 150-161 dipnotlar arasındaki konu.

51
fethini bitiremediği için azarlamasıdır 274 . Bu mektup dikkate alındığında ve Amr'ın da hicrî
18.yılın son ayı olan Zilhicce'de Mısır'a girdiği göz önünde bulundurulduğunda, İslâm
ordusunun Aralık641-Ocak 642'de yani yaklaşık iki yıl sonra İskenderiyye'nin fethi için
Babilon'dan ayrıldığını kabul edebiliriz.
Amr b. el-Âs'ın Aralık 641-Ocak 642'de Babilon'dan ayrıldığını kabul ettiğimize göre,
şimdi onun İskenderiyye güzergahında geçirdiği zamanı hesaplamak durumundayız.
Kaynaklarımız, Amr'ın sırasıyla Ternût, Nakyûs, Kevmu Şerîk, Sultays ve Kiryevn'i
fethederek İskenderiyye'ye ulaştığını nakletmektedirler 275 . Ancak bu yerlerin fetihleri için
geçen zaman, Kevmu Şerîk ve Kiryevn hariç, verilmemektedir. Ternût ve Sultays'ta yapılan
savaşların da çok kısa sürdüğü belirtilmektedir. Kaynaklarımızdaki rivayetlere göre, Kevmu
Şerîk'teki savaş Şerîk b. Sümeyy ile Rum ordusu arasında başlamıştır. Ancak Şerîk'in zor
durumda kalmasından ve Amr'ın gelmesinden sonra savaş üç gün içinde neticelenmiştir. Şerîk
b. Sümeyy'in burada Rumlarla ne kadar mücadele ettiği ise bilinmemektedir. Kiryevn'deki
savaş ise kaynaklarımızın ifadesine göre on günden fazla sürmüştür. Biz bu rivayetlere
dayanarak, yapılan savaşlar ve yol dâhil, Amr'ın iki ay içinde İskenderiyye'ye ulaşmış
olabileceğini mâkûl bir süre olarak kabul etmek istiyoruz. Buna göre İslâm ordusunun Mart
642'de İskenderiyye'ye vardığını ve şehri kuşattığını düşünmekteyiz. Belâzurî'den yaptığımız
ve İskenderiyye'nin fethini anlatan rivayette de müslümanların şehri üç ay muhasara ettikten
sonra fethettiğini kaydetmiştik 276 . Buna göre şehrin fetih tarihinin Haziran 642 olması
kuvvetle muhtemeldir.
Müslümanların İskenderiyye'yi fethi sırasında Rumlar, gerek deniz yoluyla gerekse
kara yoluyla şehirden kaçmışlardır. Amr b. el-Âs kara yoluyla kaçan Rumları yakalamak için
bin kadar silahlı adamını bırakarak İskenderiyye'den ayrılmıştır 277 . Ancak bu arada
Kostantiniyye'den gönderilen deniz birliklerinin yardıma gelmesiyle, gemilerle kaçanlar
İskenderiyye'ye çıkartma yapmışlardır. Rumların İskenderiyye'ye saldırdığını haber alan Amr
da derhal geri dönmüştür. Amr'ın döndüğünü gören Rumlar, müslümanlarla savaşacak gücü
kendilerinde bulamadıklarından olsa gerek, tekrar gemilerine binerek kaçmışlardır 278 . İbn
Abdilhakem, İbn Lehîa'dan yaptığı bu nakilde, Amr'ın geri dönerek şehri Rumlardan
temizleme olayını İskenderiyye'nin ikinci fethi olarak yorumlamaktadır 279 .

274
Bkz. dipnot 192.
275
Bkz. 169-179. dipnotlar arasındaki konu.
276
Bkz. dipnot 189.
277
İbn Abdilhakem, Fütûh, 80.
278
İbn Abdilhakem, Fütûh, 80; Sa’id b. Patrik, Tarih, 26; Nüveyrî, Nihâye, XIX, 307-309; Suyutî, Husn, I, 121;
İbn Haldun, İber, II/2, 126-127; Butler, Mısır, 260-268.
279
İbn Abdilhakem, Fütûh, 80.

52
İskenderiyye'yi fetheden Amr b. el-Âs, Muâviye b. Hudeyc'i, ganimetlerden Beytü'l-
Mâl'in beşte bir hissesi ile beraber fetih müjdecisi olarak halife Hz. Ömer’e göndermiştir 280 .
Bu arada Amr, halife Hz. Ömer’e gönderdiği bir haberle, İskenderiyye'yi Mısır'ın vilayet
merkezi yapmak istediğini bildirmiş, ancak halife Hz. Ömer, onun bu fikrine katılmamış ve
Medine ile aralarında Nil nehrinin olduğunu, vilâyetler ile merkez arasında bir su engeli
olmasını istemediğini belirtmiştir 281 .
İbn Abdilhakem, Amr b. el-Âs'ın İskenderiyye'nin fethini halife Hz. Ömer’e
müjdeledikten sonra şehrin civarında bulunan yerlerin itâat altına alınması için tekrar
İskenderiyye'den ayrıldığını kaydetmektedir. Coğrafyacı Yakut el-Hamevî tarafından da
benimsenen bu rivayete göre Amr, daha önce takip ettiği, İskenderiyye'den kaçan Rumların
üzerine, yeniden gitmiştir. Bu seferinde Amr b. el-Âs, Bilhîb282 , Hays 283 , Sultays 284 , Masîl 285 ,
Sehâ 286 ve Kartasa'daki 287 Rumları esir almıştır. Buralarda bulunan Rumlar İskenderiyye'de
bulunan Rumlara yardım etmişler ve şehrin düşmesiyle de İskenderiyye'den kaçmışlardı. Amr
onları takip ederek yakalamış ve esir ederek İskenderiyye'ye getirmiştir. Daha sonra da
bunları Medine'ye göndermiştir 288 .
Bu arada Amr'ın Mukavkıs ile yaptığı İskenderiyye anlaşmasına geçmeden önce, onun
İskenderiyye'nin korunması konusunda aldığı bir tedbirden bahsetmek istiyoruz. Amr b. el-
Âs, Rumların donanmalarıyla denizden çıkartma yapmalarından sonra, şehrin korunması için
halife Hz. Ömer ile istişâre etmiştir. Buna göre, Ömer b. el-Hattâb İskenderiyye'nin
korunması için her yıl Medine'den Mısır'a bir birlik gönderecek; Amr da bu birliği ordusuna
dâhil ettikten sonra, ordusunu dörde bölecek; askerlerinin dörtte biri altı aylığına şehri
koruyacak, diğer dörtte biri de sahilleri koruyacaktı. Geri kalan yarısı da Amr ile birlikte
Fustat'ta kalacaktı. Altı ay geçtikten sonra da Amr'ın yanındaki askerler ile

280
İbn Abdilhakem, Fütûh, 81; Belâzurî, Fütûh, 222 (T. 317)
281
İbn Abdilhakem, Fütûh, 91; Suyutî, Husn, I, 130.
282
Bilhîb: Mısır’ın köylerindendir. Bkz. Yakut el-Hamevî, Mu’cem, I, 733-734.
283
Hays: Mısır’da Havfu’l-Garbî’de bir köydür. Bkz. İbn Hurdazbih, Mesâlik, 82; Yakut el-Hamevî, Mu’cem, II,
507.
284
Sultays: Bkz. dipnot 174.
285
Masîl: Mısır’da İskenderiyye’ye yakın bir sahil köyüdür. Bkz. İbn Hurdazbih, Mesâlik, 81; Yakubî, Buldân,
339; İbn Fakîh el-Hemezânî, Muhtasaru Kitâbi’l-Buldân, 74; Yakut el-Hamevî, Mu’cem, IV, 558.
286
Sehâ: Mısır’da Amr b. el-âs zamanında fethedilen bir yerdir. İbn Hurdazbih, Mesâlik, 82; Yakubî, Buldân,
337; Yakut el-Hamevî, Mu’cem, III, 51; Kazvînî, Âsâru’l-Bilâd, 202-203.
287
Kartasa: Fustat’a 30 mil mesafede, İskenderiyye fethi sırasında müslümanlara karşı Rumlara yardım eden bir
sahil şehridir. Bkz. İbn Hurdazbih, Mesâlik, 81-84; Yakubî, Buldân, 339; İbn Fakîh el-Hemezânî, Muhtasaru
Kitâbi’l-Buldân, 74; Yakut el-Hamevî, Mu’cem, IV, 61.
288
İbn Abdilhakem, Fütûh, 83-84; Yakut el-Hamevî, Mu’cem, I, 733-734, IV, 61, 558.

53
İskenderiyye'dekiler yer değiştireceklerdir 289 . Bu uygulamanın daha sonraki halifeler
tarafından da devam ettirildiğini görmekteyiz 290 .

c) İskenderiyye Anlaşması
İskenderiyye'yi savaşla fetheden Amr b. el-Âs, ele geçirdiği malları ganimet olarak
almış, ancak halkını esir etmeyerek, onları da Babilon'da olduğu gibi zımmî statüsüne dâhil
etmiştir 291 .
Amr b. el-Âs ile Mukavkıs arasında yapılan İskenderiyye anlaşmasında, Babilon
anlaşması şartlarının, bazı ilâvelerle aynen korunmuş olduğu görülmektedir. Buna göre;
1. Ergenlik çağında olan her Kıbtî erkek yıllık iki dinar cizye verecektir 292 ,
2. Bu cizye miktarı arttırılmayacaktır,
3. Yaşlılardan, çocuklardan ve kadınlardan cizye alınmayacaktır,
4. Kendilerine gelen müslüman misafirler üç gün boyunca konuk edileceklerdir,
5. Cizye ödemeleri karşılığında onların canları, malları ve arazîleri her türlü saldırıdan
emin olacaktır,
6. Arazî sahipleri ikişer dinar cizye ödemeleri yanında müslümanlara, üç irdebb
buğday, iki kıst zeytinyağı, iki kıst bal ve iki kıst sirke vereceklerdir,
7. Rumlardan, isteyenler memleketlerine gidecekler, isteyenler de Kıbtîler gibi cizye
vermek şartıyla Mısır'da kalacaklardır. Onlar bu konuda serbest bırakılacaklardır. Ancak
onların ödeyecekleri cizye ve harac miktarlarını İskenderiyye valisi tesbit ve tayin edecektir,
8. Ayrıca onlar, müslümanların sayısınca yılda bir defa olmak üzere, kaba çuhadan
birer cübbe veya aynı değerde Kıbtî kaftanı, birer pelerin veya sarık, şalvar ve birer çift
ayakkabı vereceklerdir 293 .

Anlaşma yapıldıktan sonra, 40.000 yahudi de dahil olmak üzere İskenderiyye'de 600
bin cizye mükellefinin olduğu tesbit edilmiştir 294 .

289
İbn Abdilhakem, Fütûh, 127, 130-131, 191-192; Makrizî, Hıtat, I, 167; Suyutî, Husn, I, 163; Abdülaziz
Sâlim-Muhtar İbâdî, Tarihu’l-Bahriyyeti’l-İslâmiyye fî Havdi’l-Bahri’l-Mutavassıt (Tarihu’l-Bahriyyeti’l-
İslâmiyye fî Mısır ve’ş-Şâm), Beyrut 1981, I, 16; Mustafa Zeki Terzi, Hz. Peygamber ve Hulefâ-i Râşidin
Döneminde Askerî Teşkilât, Samsun 1990, 33, 37.
290
Meselâ; Osman b. Affân ve Muâviye b. Ebî Süfyan’ın halifelik dönemleri için bkz. İbn Abdilhakem, Fütûh,
191-192; Belâzurî, Fütûh, 224 (T. 320); Makrizî, Hıtat, I, 168; Suyutî, Husn, I, 163.
291
Belâzurî, Fütûh, 221-222 (T. 315-317); Kudâme b. Ca’fer, Harac, 340.
292
Belâzurî zayıf bir rivayet olarak Amr ile Mukavkıs’ın yıllık 13.000 dinar cizye üzerine anlaştıklarını da
nakletmektedir. Bkz. Fütûh, 222 (T. 317).
293
Bakınız Babilon Anlaşması, dipnot 135; İbn Abdilhakem, Fütûh, 82-83; Ayrıca bkz. Suyutî, Husn, I, 123;
Sa’id b. Patrik, Tarih, 26.

54
Bu arada Mısır tarihi araştırıcılarından Butler'in "İskenderiyye Anlaşması" hakkındaki
bazı görüşlerini ve Nikiou Papazı Jean'a istinaden verdiği anlaşma maddelerini nakletmek
istiyoruz. Biz ilk önce, yukarıda İslâm tarihi kaynaklarından aldığımız anlaşma maddelerini
verdiğimizden, okuyucu açısından bir bütünlük arzetmesi için, Butler'in Nikiou'lu Jean'dan
aldığı anlaşma maddelerini de burada hemen zikretmek istiyoruz. Butler bu maddeleri şu
şekilde sıralamaktadır:
1. Anlaşma dâhiline giren her şahıs cizye verecektir,
2. Anlaşma onbir aylık olacak ve Kıbtî aylarından olan Bâbe (=Teşrîn-i Evvel, yani
Ekim) ayının başında bitecektir ki bu da 28 Eylül 642'ye tekâbül etmektedir,
3. Araplar barış müddetince İskenderiyye'ye karşı savaşa teşebbüs etmeyecekler ve
hâkimiyetleri altındaki yerleri koruyacaklardır. Rumlar da savaştan kaçınacaklardır,
4. İskenderiyye cephanelikleri deniz yoluyla şehirden götürülecek ve Rum ordusu da
mallarını yanlarına alarak şehirden ayrılacaklardır. Dileyen Rumlar kara yoluyla da şehri terk
edebileceklerdir. Ancak kara yoluyla ayrılanlar, yolculukları süresince Mısır topraklarında
kaldıkları her ay için belli bir vergi ödeyeceklerdir,
5. Rum ordusu kesinlikle Mısır'a dönmeyecektir veya dönmeye teşebbüs etmeyecektir,
6. Müslümanlar hıristiyanların kiliselerine dokunmayacaklar ve kilisenin iç işlerine
kesinlikle karışmayacaklardır,
7. Yahudilerin İskenderiyye'de kalmalarına müsaade edilecektir,
8. Bu muâhede şartlarının yerine getirilebilmesi için Rumlar 150 askeri ve 50 sivili
rehin olarak müslümanlara vereceklerdir 295 .
Şimdi Butler'in bu konudaki görüşlerine geçebiliriz. Butler, "İskenderiyye Anlaşması"
diye bir anlaşma olmadığını iddia etmektedir. Ona göre, bu anlaşmaya müslüman
müverrihlerce "İskenderiyye Anlaşması" denmesinin sebebi İskenderiye'nin fethinden sonra
imzalanmış olmasından dolayıdır ve esasen böyle bir anlaşma olmayıp, bu anlaşma daha önce
Babilon'da yapılan ve Bizans İmparatoru Herakleios tarafından onaylanmadığından dolayı
yarım kalan, resmiyet kazanmayan "Babilon Anlaşması"nın, Herakleios'tan sonra imparator
olan Heraklonas tarafından onaylanmış ve resmiyet kazanmış bir şeklidir. Butler,
Mukavkıs'ın, Babilon'da yaptığı anlaşmayı tasdik ettirmek üzere Herakleios'a yazdığı
mektuptan sonra İmparator tarafından önce âcizlikle suçlandığını, sonra da Kostantiniyye'ye

294
İbn Abdilhakem, Fütûh, 82-84; Fayda, Hz. Ömer, 164; Kâsım Abduh Kâsım, Ehlü’z-Zimme fi’l-Mısri’l-
Usûri’l-Vustâ, Kahire 1979, (II. Bsk), 32.
295
Butler bu anlaşma şartlarını Nikiou Papazı Jean’ın Kroniğinden aldığını ifade etmekle beraber, sahife
numarası vermemektedir. Biz de bunu tespit edemedik. Bkz. Butler, Mısır, 277-278. Ayrıca bkz. Fayda, Hz.
Ömer, 164; H. İbrahim Hasan, İslâm Tarihi, I, 307; Abdülaziz Sâlim, Tarihu’l-İskenderiyye, 53.

55
çağrılarak azledildiğini ve sürgüne gönderildiğini belirtmektedir. Bu sebebten o, Mukavkıs'ın
Babilon kalesinin fethinden sonra yaptığı anlaşmanın resmiyet kazanmamış, geçersiz bir
anlaşma olarak kaldığını iddia etmektedir 296 . Yine bu müellife göre, Herakleios'un 11 Şubat
641'de ölümünden sonra tahta çıkan oğlu Heraklonas, Mukavkıs'ı tekrar Mısır'a tayin etmiştir.
Ancak, onun bu tayini Mısır'daki ilk görevinden biraz farklı olmuştur. O, ilk görevi
zamanında sadece dinî lider iken, bu defa hem dinî ve hem de siyasî bir lider olarak tayin
edilmiştir. Ayrıca ona, Mısır'ı müslümanlara teslim etme yetkisi de verilmiştir. Bu yetkilerle
Mısır'a gelen Mukavkıs, önce İskenderiyye'ye uğramış, daha sonra da yanına bir grup papazı
alarak, Mısır'ı müslümanlara teslim edeceği anlaşmayı imzalamak üzere Babilon'a gitmiştir.
Hemen ifade edelim ki Butler, Amr'ın da bu anlaşmayı imzalamak üzere Mukavkıs'tan daha
önce Babilon'a gittiğini ve onu burada beklediğini iddia etmektedir. Butler ayrıca,
Mukavkıs'ın, İskenderiyye'nin müslümanlarca fethedildiği sırada sürgünde olduğunu ve onun
muhtemelen Eylül 642'de Mısır'a dönmüş olabileceğini ifade etmektedir 297 .
Müslüman tarihçilere gelince onlar Amr ile Mukavkıs arasında yapılan Babilon
anlaşmasını kabul etmektedirler. Onlara göre Mukavkıs, Babilon anlaşmasının şartlarını
imparator Herakleios'a bildirmek için İskenderiyye'ye gitmiş ve mektubunu buradan
göndermiştir. Bize öyle geliyor ki, Mukavkıs'ın İskenderiyye'ye gidiş sebebi, sadece mektup
göndermek değil, aynı zamanda, Mısır'ın müslümanlara teslim edilmesi için burada bulunan
Rumları iknâ etmekti. Mukavkıs'ın mektubunu alan imparator Herakleios, ona çok kızmış ve
Babilon anlaşmasını onaylamayacağını gönderdiği cevabî mektupta bildirmiştir. Ayrıca o
mektubunda Mukavkıs'a, Rumları toparlayıp müslümanlarla savaşmasını, Kıbtîleri ise,
savaşmak istemezlerse kendi hallerine bırakmasını emretmiştir. Bunun üzerine Mukavkıs,
İskenderiyye'deki Rumları toplamış ve onlara Herakleios'un bu emrine uymayacağını, Amr ile
yaptığı anlaşmaya da sadık kalacağını belirtmiştir. Bu gelişmelerden sonra İskenderiyye'deki
Rumlar Herakleios'a bir mektup yazarak durumu anlatmışlar ve Mukavkıs'ı şikâyet
etmişlerdir. Rumların mektubunu alan Herakleios ise, gönderdiği ikinci bir mektubunda,
azledildiğini Mukavkıs'a bildirmiş ve acele Kostantiniyye'ye gelmesini emretmiştir. Bu arada
Mukavkıs İskenderiyye'den ayrılmadan önce, Babilon'a Amr'ın yanına giderek, kendisinin ve
Kıbtîlerin anlaşmaya sadık kalacaklarını, Rumlar için ise kefil olamayacağını ifade etmiştir 298 .

296
Bkz. Butler, Mısır, 261-284; Ayrıca bkz. Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, 105; Hitti, İslâm Tarihi, I, 245-
249; Laura Veccia Vagleri, “Râşid Halifeler ve Emevî Halifeleri” (Çev. İlhan Kutluer), İslâm Tarihi Kültür ve
Medeniyeti (The Cambridge History of İslâm), İstanbul 1988, I, 77.
297
Bkz. dipnot 223. Ayrıca bkz. Jean, Chronique, 3.
298
Halife b. Hayat, Tarih, I, 137; İbn Abdilhakem, Fütûh, 70-74; Belâzurî, Fütûh, 217 (T. 308), Nüveyrî,
Nihâye, XIX, 293-301; Makrizî, Hıtat, I, 164, 293; Suyutî, Husn, I, 116-118; Butler, Mısır, 229. Ayrıca bkz.
dipnot: 151-156.

56
Butler ise, Amr ile Mukavkıs arasında yapılan bu görüşmenin, Mukavkıs'ın sürgünden
dönmesinden sonra yapıldığını iddia etmektedir. Çünkü ona göre Mukavkıs, Herakleios'un
ikinci mektubunu alır-almaz Babilon'a gitmeden hemen Kostantiniyye'ye hareket etmiştir 299 .
Biz, İslâm tarihi kaynaklarının naklettikleri bilgilerin daha doğru olduğu
kanaatindeyiz. Bize göre bu görüşme 300 , Mukavkıs'ın Kostantiniyye'ye gitmesinden önce
olmuştur. Şayet sürgünden dönüşünden sonra olsaydı, Kıbtîlerin anlaşmaya sâdık kalmaları
gibi bir durum olmaz ve İskenderiyye yolu ile bu yol güzergahındaki tahrib edilmiş köprüleri
onarmak suretiyle müslümanlara yardım ettikleri hususu kaynaklarımızda yer almazdı, ki bu
durumu Butler de kabul etmektedir 301 . Esasen İslâm tarihi kaynaklarının naklettikleri ve
Herakleios'un Mukavkıs'a gönderdiği birinci mektupta yer alan: "...şayet Kıbtîler savaşmak
istemiyorlarsa onları bırak (cizye ödesinler)..." 302 şeklindeki ifade dikkat çekicidir ve sanki bu
anlaşmanın Kıbtîler için geçerli olabileceğini zımnen onaylar görünmektedir. Biz
Mukavkıs'ın, Herakleios'un bu ifadelerinden cesaret alarak Amr'a gelip Kıbtîlerin anlaşmaya
sadık kalacaklarını ve kendisinin de onlarla beraber olduğunu söylediği bu konuşmanın, onun
Kostantiniyye'ye gitmesinden önce vuku bulduğunu kabul etmekteyiz. Ayrıca,
İskenderiyye'nin fethinden önce ölen Herakleios'un, İskenderiyye'nin fethinden sonra böyle
bir mektup yazması da düşünülemez. Esasen o, şehrin fethinden önce 11 Şubat 641’de
ölmüştür.
Yukarıda Butler'in, anlaşmanın İskenderiyye'de değil, Babilon'da imzalandığını
söylediğini ifade etmiştik. Ayrıca o, anlaşmanın 19 Kasım 642'de imzalandığını da
belirtmektedir 303 . Şimdi bu hususlar üzerinde de biraz durmak istiyoruz. Yukarıda da
belirttiğimiz gibi Butler, Mukavkıs'ın Eylül 642'de Mısır'a dönmüş olabileceği ihtimali
üzerinde durmaktadır 304 . Yani buna göre, Mukavkıs, İskenderiyye'nin fethinden 3 ay kadar
sonra Mısır'a dönmüş olmaktadır. Ayrıca Butler, Mukavkıs'tan önce Amr'ın Babilon'a gidip
onu burada beklediğini de iddia etmektedir.

299
Butler, Mısır, 261-284; Ayrıca bkz. Hitti, İslâm Tarihi, I, 247; Vagleri, Râşid Halifeler (The Cambridge
History of İslâm), I, 77.
300
İbn Iyâs, Mukavkıs’ın Amr’ın yanına gelmediğini ve Herakleios ile Rumların, müslümanlara karşı olan
tutumlarını bir mektup ile ona bildirdiğini rivayet etmektedir. Bkz. Bedâiu’z-Zuhûr, I, 99.
301
Bu konuda bkz. Butler, Mısır, 187.
302
İbn Abdilhakem, Fütûh, 71.
303
Butler, Mısır, 177; Ayrıca bkz. Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, 105.
304
Butler bu görüşünü Heraklonas’ın tahtta yalnız kaldığı ve kendisine biat edildiği Eylül ayı itibariyle ortaya
koymaktadır. Halbuki o, babası Herakleios’un vasiyeti üzerine müşterek vâris olarak tahta çıktıkları kardeşi
Kostantin’in Mayıs 642’de ölmesiyle İmparatorluk tahtında yalnız kalmıştı. Yani henüz İskenderiyye
müslümanlar tarafından fethedilmeden ve muhasara halindeyken imparatorluk makamına tek başına oturmuştu.
Esasen ölen kardeşi Kostantin’in aksine monofizit kiliseye karşı müsbet yaklaşımı olan Heraklonas’ın hemen bu
tarihte Mukavkıs’ı affedip İskenderiyye’ye göndermiş olması da mümkündür. Bkz. Butler, Mısır, 260-268.
Ayrıca bkz. Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, 405.

57
Burada öncelikle, Amr'ın Mukavkıs'ı Babilon'da beklediği iddiası üzerinde durmak
istiyoruz. Bize göre bu imkânsızdır. Çünkü Suyûtî'nin bize ulaşmayan Kuzâ'î'nin "Hıtat"
isimli kitabından yaptığı nakle göre, Amr b. el-Âs, fethinden sonra altı ay İskenderiyye'de
kalmıştır 305 . Fustat'a dönerken de ordusunun yarısını Abdullah b. Huzâfe b. Kays
komutasında burada bırakmıştır 306 . Buna göre Amr, Kasım 642'de Fustat'a dönmüş
olmaktadır. Bu tarih ilk bakışta bize, Butler'in iddiasının doğru olduğu kanaatine götürebilir.
Ancak burada dikkate alınması gereken bir husus vardır ki, o da Butler'in söylediğinin aksine,
Mukavkıs'ın İskenderiyye'nin fethi sırasında şehirde olduğudur. Bu konuda Belâzurî,
İskenderiyye'nin fethini anlatırken, Mukavkıs'ın şehirde olduğunu ve muhasara esnasında
Amr b. el-Âs'a geçici olarak sulh teklif ettiğini nakletmektedir 307 . Bu rivayet Mukavkıs'ın
İskenderiyye'de olduğunun açık bir delilidir ve esasen Butler'in de, Mukavkıs'ın Mısır'a dönüş
tarihi ile ilgili olarak verdiği Eylül 642 tarihi konusunda pek emin olmadığı dikkate alınacak
olursa, Belâzurî'nin bu rivayeti daha bir sahihlik kazanmaktadır. Buna göre, Butler'in iddia
ettiği gibi, Amr'ın Mukavkıs'ı beklemek üzere Babilon'a gittiği hususu da kabule şayan
görünmemektedir. Kaldı ki, İskenderiyye'de bulunan iki liderin, anlaşmayı burada
imzalamayıp, bunun için Babilon'a gitmeleri de bize mâkul gelmemektedir. Ayrıca az sonra
Babilon anlaşmasıyla mukâyese için tekrar ele alacağımız "İskenderiyye Anlaşması"nın,
"Babilon Anlaşması"na nazaran bazı özel şartlar taşıdığı da dikkate alınırsa, bu anlaşmanın
İskenderiyye'de imzalandığı açık olarak görülmektedir.
Anlaşmanın İskenderiyye'de imzalanmış olduğunu ve Amr'ın da altı ay burada
kaldığını tesbit ettiğimize göre, Butler'in verdiği 19 Kasım 642 tarihi de doğru olmamaktadır.
İslâm tarihi kaynakları, bu anlaşmanın 642'de imzalandığını ay ve gün belirtmeksizin
vermektedirler. Bu durumda Amr ile Mukavkıs arasındaki anlaşma, Amr'ın İskenderiyye'de
kaldığı altı aylık zaman içinde imzalanmış olmaktadır. Biz, bu konuda kesin olarak ay ve gün
verebilecek durumda değiliz. Ancak, İskenderiyye'nin Haziran 642'de fethedildiğini ve daha
sonra Amr'ın, İskenderiyye'den kaçan Rumların gittikleri civar beldelere bir sefer
düzenlediğini, Rumların İskenderiyye'ye çıkartma yaptıktan sonra şehri tekrar Rumlardan
temizlediğini, ardından da yeniden civar beldelere seferler düzenleyip, esirlerle birlikte
İskenderiyye'ye döndüğünü ve ancak bundan sonra ganimet taksimi yapıp, beşte bir hisse ile
fetih müjdecisi olarak Muâviye b. Hudeyc'i Medine'ye gönderdiğini, bu arada ganimet taksimi

305
Suyutî, bize ulaşmayan, Kuzâ’î’nin “Hıtat”ından yaptığı bir nakilde Amr b. el-Âs’ın fetihden sonra altı ay
İskenderiyye’de kaldığını bildirmektedir. Kuzâ’î ise bu rivayeti el-Leys’ten yapmaktadır. Bkz. Suyutî, Husn, I,
130.
306
Belâzurî, Fütûh, 222 (T. 317). Ayrıca bkz. dipnot, 216-217.
307
Bkz. dipnot, 189.

58
hususunda çıkan ihtilafları da halife Hz. Ömer'e bildirdiğini, halifeden gelen cevaba göre,
İskenderiyye halkına cizye ve topraklarına harac vergisi koyduğunu dikkate alacak olursak
İskenderiyye anlaşmasının, fetihten hemen sonra değil, birkaç ay sonra imzalandığını
söylemek mümkündür. Bu durumda Amr'ın İskenderiyye'de kaldığı ilk üç ayı bu işlerle
meşgul olarak geçirdiğini kabul edersek, ikinci üç ayda, yani Eylül-Ekim-Kasım aylarında
anlaşmanın imzalandığı düşünülebilir.
Butler'in iddia ettiği, "İskenderiyye Anlaşması" diye bir anlaşma olmadığı ve esasen
bu anlaşmanın "Babilon Anlaşması"nın resmiyet kazanmış şekli olduğu konusuna gelince,
yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, biz bu anlaşmanın İskenderiyye'de imzalandığını ve Babilon
anlaşmasından ayrı bir anlaşma olduğunu kabul etmekteyiz. Bu da her iki anlaşmanın şartları
dikkatle incelendiğinde hemen belli olmaktadır. "Babilon Anlaşması" her ne kadar bütün
Mısır'ı içine alan bir anlaşma özelliği taşımaktaysa da, "İskenderiyye Anlaşması" taşıdığı bazı
hükümler sebebiyle "Babilon Anlaşması"ndan ayrılmaktadır. Mesela, "Babilon
Anlaşması"nda yer almayan; yahudilerin şehirde kalmalarına müsaade edilmesi,
İskenderiyye'deki Rumların cizye ve harac miktarlarının buranın valisince tesbit ve tayin
edilmesi ve İskenderiyye'yi terketmek isteyen Rumların Mısır topraklarında geçirecekleri her
ay için belirli bir vergi alınması gibi konular "İskenderiyye Anlaşması"nın "Babilon
Anlaşması"ndan ayrı bir anlaşma olduğunu gösteren maddelerdir.
Bu arada Butler'in Nikou papazı Jean'a istinâden naklettiği anlaşma maddeleri arasında
yer alan dördüncü maddeye dikkat çekmek istiyoruz. Bu maddeye göre, Rumlar,
İskenderiyye'deki cephaneliklerini deniz yoluyla tahliye edecekler ve yanlarına da mallarını
alabileceklerdir. Bu madde bize mâkul gelmemektedir. Çünkü savaşla fethedilen bir yerde
bulunan mallar ganimettir ve müslümanlarındır. Silahların Rumlara bırakılması gibi bir husus
ise söz konusu bile edilemez. Böyle bir maddenin anlaşma şartları içinde yer alması, savaşla
fethedilen bir yer için kesinlikle mümkün olamaz. Şayet bu şart kabul edilecek olursa, o
zaman İskenderiyye'nin sulhen fethedilmiş olması kabul edilmelidir. Halbuki şehir sulhen
değil savaşla fethedilmiştir.

d) Toprakların Taksimi Konusundaki Tartışmalar


İskenderiyye ve civarını İslâm hakimiyetine alan Amr b. el-Âs Babilon'da olduğu gibi,
yine fethedilen bu yerlerin fâtihler arasında taksim edilmesi isteği ile karşılaşmıştır. Bölgenin
savaşla fethedilmesinden sonra, başta Zübeyr b. el-Avvâm olmak üzere müslüman askerler,
fethedilen yerlerin ve üzerinde yaşayan insanların ganimet olarak aralarında dağıtılmasını
Amr'dan istemişlerdir. Ancak Amr, askerlerin bu isteğini geri çevirmiş ve Hz. Ömer'e bir

59
mektup yazarak içinde bulunduğu durumu bildirmiştir. Halife Hz. Ömer Amr'a yazdığı
mektupta toprakları dağıtmamasını, yerli halkın elinde bırakmasını emretmiş, böylece
onlardan alınacak vergilerin, düşmanlarına karşı savaşırken müslümanlar için bir kuvvet ve
fey olacağını bildirmiştir 308 . Ayrıca Amr'ın Medine'ye yolladığı esirleri de İskenderiyye'ye
geri göndermiş ve onlara İslâm'ın anlatılmasını, fakat müslüman olmaları veya kendi
dinlerinde kalmaları hususunda serbest bırakılmalarını, şayet İslâm'ı kabul ederlerse,
müslümanlarla aynı haklara sahip olacaklarını, kendi dinlerinde kalmayı tercih ederlerse
zimmî kabul edileceklerini bildirmiştir. Bundan sonra Amr, halife Hz. Ömer'in bu emrini
uygulamış ve savaşla fethedilen İskenderiyye ve civarını, sulhen fethedilmiş ülkeler statüsüne
dahil ederek, her bir mükellefe yıllık ikişer dinar cizye ve topraklarına da, miktarı
İskenderiyye valisince takdir edilmek üzere haraç vergisi koymuştur 309 . Bu bilgilerden açıkça
anlaşıldığı üzere Hz. Ömer, savaşla ele geçen topraklar ile üzerinde yaşayan insanları, tıpkı
Irak ve Suriye bölgelerinde olduğu gibi, ganimet malları statüsünde mütalaa etmemiştir.

2. Feyyûm'un Fethi
Nil nehrinin batısında ve Fustat'a dört günlük mesafede 310 olan Feyyûm 311 ,
İskenderiyye'den sonra 642'de fethedilmiştir. İslâm kaynaklarında yer alan rivayetlere göre,
Amr b. el-Âs, Fustat'a döndükten sonra, bir adam gelmiş ve Nil'in batısında Feyyum isminde
bir yer olduğunu, bu konuda kendisinin İslâm ordusu için kılavuzluk yapabileceğini
söylemiştir. Amr da bunun üzerine, önce Rebî'a b. Hubeyş b. Urfuta es-Sadefî'yi, ardından da
Kays b. el-Hâris el-Murâdî'yi 312 Feyyûm üzerine göndermiştir. Feyyûm halkı müslüman
ordusunu karşılarında görünce korkmuşlar ve silahlarını bırakarak teslim olmuşlardır.

308
İbn Abdilhakem, Fütûh, 82, 87-88; Belâzurî, Fütûh, 217 (T. 309); Suyutî, Husn, I, 125.
309
Ebû Yusuf, Harac, 27, 74-75 (T. 59-60, 120-121); Ebû Ubeyd, Emvâl, 59, 60, 62 (T. 79, 81, 84-85). İbn
Abdilhakem, Fütûh, 82, 83-84; Belâzurî, Fütûh, 217 (T. 309); Taberî, Tarih, IV, 105-106 (Leiden, I, 2582-
2584); Kudâme b. Ca’fer, Harac, 340-341; Yakut el-Hamevî, Mu’cem, III, 112; İbnü’l-Esîr, Kâmil, II, 517-518
(T. II, 518-519); İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 32-33; Makrizî, Hıtat, I, 166-167; Suyutî, Husn, I, 121, 122-123; İbn
Iyâs, Bedâiu’z-Zuhûr, I, 101-102; Hamidullah, Vesâik, 276-277. Halife Ömer b. el-Hattâb’ın anveten fethedilen
toprakları dağıtmaması ile ilgili dayandığı sebepler ve uygulamaları için ayrıca bkz. Fayda, Hz. Ömer, 7-40.
310
Yakut el-Hamevî, Mu’cem, III, 933, 934; IV, 215, 549.
311
Feyyûm: Çok eski zamanlarda “Mısır” ismi ile anılan bu şehir Yusuf peygamber tarafından imâr ettirilmiştir.
Bu şehir, Mısır’ın Sa’id bölgesinde, yani yukarı Mısır’da beşinci bölge olan Makadoniyye’nin bir şehridir.
Ziraate elverişlidir. Keten bitkisi yetiştirilir. Bkz. İbn Hurdazbih, Mesâlik, 81; Yakubî, Buldân, 331; İbn Fakîh
el-Hemezânî, Muhtasaru Kitâbi’l-Buldân, 73; Mes’udî, Mürûc, I, 346-347; Makdisî, Ahsenü’t-Tekâsim, 194,
200, 201; İbn Havkâl, Suretu’l-Arz, I, 159-160; Yakut el-Hamevî, Mu’cem, III, 933, 934; IV, 215, 549; Kazvînî,
Âsâru’l-Bilâd, 238; Makrizî, Hıtat, I, 241.
312
Kindî, bu ismi Kays b. Adiyy b. Hayme el-Lahmî olarak vermekte ve onun Râşide kabilesinden olduğunu
rivayet etmektedir. Bkz. Vulât, 29-30.

60
Feyyûm, fethinden sonra burayı fetheden Kays b. el-Hâris'e nisbetle "el-Kays" diye
isimlendirilmiştir 313 .

3. İskenderiyye'nin İkinci Fethi


Amr b. el-Âs, İskenderiyye'yi fethettikten sonra, halife Hz. Ömer’e bir mektup
yazarak, burayı Mısır'ın vilayet merkezi yapmak istediğini bildirmiştir. Ancak Ömer b. el-
Hattâb, vilâyet merkezi ile hilâfet merkezi arasına Nil gibi bir nehir engelinin girmesine rıza
göstermeyince Kasım 642'de, Babilon muhasarası sırasında burada kurduğu çadırına geri
dönmüştür. Sonra da burada Fustat şehrini kurma çalışmalarını başlatmıştır 314 . Amr b. el-Âs,
halife Hz. Ömer’in Ekim 644'de vefatına kadar olan süre içinde Berka, Zevile, Trablusgarb ve
civarının fetihlerini gerçekleştirmiştir 315 . Halife Hz. Ömer vefatından az bir zaman önce,
Mısır'ın Sa'îd bölgesinin âmilliğini Amr b. el-Âs'tan ayırarak, Feyyûm'a kadar olan yerlerin
valiliğine Abdullah b. Sa'd b. Ebî Serh'i tayin etmiştir. Ömer b. el-Hattâb'tan sonra halife olan
Osman b. Affan ise, ikili bir idare şekli getirerek, bütün Mısır'ın malî işlerinin idaresine
Abdullah b. Sa'd b. Ebî Serh'i, siyasî ve askerî liderliğe de Amr b. el-Âs'ı tayin etmiştir.
Ancak Amr bu ikili idarî sistemi kabullenemeyip, halife Hz. Osman'dan, Abdullah'ı azledip
bütün yetkileriyle Mısır'ın kendi uhdesine verilmesini isteyince, halife tarafından 645-646'da
azledilmiş, bu defa Abdullah b. Sa'd bütün yetkileriyle Mısır valiliğine getirilmiştir 316 .
Amr ile Abdullah b. Sa'd'ın bu iç çekişmeleri esnasında İskenderiyye'deki Rumlar
Bizans İmparatoru II. Costans’a (imparatorluğu: 641–668) bir mektup yazıp "...yanlarında
bulunan müslümanların az sayıda olduğunu, kendilerinin de zelil olduklarını ve cizye
ödediklerini ona haber verdiler" 317 . Ayrıca onlar, Amr'ın azledildiğini ve Mısır'daki bütün

313
İbn Abdilhakem, Fütûh, 169; Kindî, Vulât, 29-30; Nüveyrî, Nihâye, XIX, 329-330; Makrizî, Hıtat, I, 204,
209; Suyutî, Husn, I, 143. Belâzurî ise, Amr b. el-Âs’ın Hârice b. Huzâfe el-Adevî’yi Babilon’un fethinden sonra
buraya gönderdiğini ve onun buranın halkıyla Babilon Anlaşması’nın şartlarıyla bir anlaşma yaptığını
nakletmektedir. Bkz. Belâzurî, Fütûh, 218 (T. 310). Ayrıca bkz. H. Mu’nis, Tarihu Mısır (Tarihu Hâdârati’l-
Mısriyye), II, 340-341.
314
Suyutî, Husn, I, 130-131.
315
Bu konular ileride ele alınacaktır. Amr b. el-Âs’ın İskenderiyye’nin fethinden sonra Fustat’a döndüğüne dair
Bkz. İbn Abdilhakem, Fütûh, 91; Belâzurî, Fütûh, 221-222 (T. 315-317); Suyutî, Husn, I, 130.
316
İbn Abdilhakem, Fütûh, 173-174.
317
Belâzurî, Fütûh, 222-223 (T. 317). Bu arada İbn Abdilhakem, Bizanslıların İskenderiyye’ye geri dönüşleri ile
ilgili olarak naklettiği rivayette özetle şöyle demektedir. “İhnâ Meliki Talmâ, İskenderiyye’nin birinci fethinden
sonra Amr’a gelmiş ve itaatını arzettikten sonra kendilerine düşen cizye miktarını sormuştur. Amr ise, onların
sahip oldukları kilisenin bir kısmını isteyerek, şayet (bunu) tabandan tavana kadar verirsen, üzerinize düşen
cizye miktarını söylerim. Sizler ancak bizim için bir hazinesiniz. Şayet bize zorluk çıkarırsanız, biz de size
zorluk çıkarırız, şayet bize kolaylık gösterirseniz, biz de size kolaylık gösteririz.” demiştir.” Bkz. İbn
Abdilhakem, Fütûh, 153-154; İbn Abdilhakem’den yapılan aynı nakiller için bkz. Makrizî, Hıtat, I, 76; Suyutî,
Husn, I, 159. İbn Abdilhakem, Sa’id b. Sâbık’tan yaptığı başka bir rivayette de İhnâ Meliki Talma’nın Amr b. el-
Âs’ın huzuruna getirildiğini, onun Amr’a Erğuvânî bir bornoz giydirdiğini… Amr’ın da ona “bunların gibi
getirin” diyerek, onların bu şekilde cizye ödemelerinden memnun kaldığını belirtmiştir. Bkz. İbn Abdilhakem,
Fütûh, 177.

61
Rumlar'ın da müslümanlara karşı savaşacaklarını bildirmişlerdir. Bunun üzerine II. Costans,
Manuel komutasında üç yüz gemilik bir Bizans donanmasını 645-646'da İskenderiyye'ye
göndermiştir. Manuel İskenderiyye'ye girmiş ve buradaki müslüman muhâfız birliklerini
öldürmüştür. Daha sonra da, müslümanlara itaatten ayrılmayıp kendilerine katılmayan Kıbtî
köylerini yağmalayarak Nakyûs'a kadar inmişlerdir.
Rumların İskenderiyye'ye yaptıkları çıkartma karşısında Mısır'da bulunan
müslümanların ileri gelenleri halife Hz. Osman'a yazdıkları bir mektupla Amr b. el-Âs'ın
Mısır'a tekrar gönderilmesini istemişlerdir. Onlar mektublarında, Amr'ın Rumların kalblerine
korku salmış bir komutan olduğunu da belirtmişlerdir.
Halife Hz. Osman müslümanların bu talebini olumlu karşılamış ve Amr'ı 15 bin kişilik
bir ordu ile Rumların üzerine göndermiştir. Amr Rumlarla ilk olarak Nakyûs'ta karşılaşmış ve
onları yenmiştir. Daha sonra da, İskenderiyye'ye çekilen Rumları üç ay muhasara ettikten
sonra şehirden çıkarmaya ve İskenderiyye'yi ikinci defa savaşla fethetmeye muavffak
olmuştur. Böylece İslâm ordusu Ocak 646'da İskenderiyye'ye yeniden girmişlerdir. Rumların
pek çoğu gemilerle kaçarken, içlerinde komutanları Manuel'in de bulunduğu pek çok Rum da
öldürülmüştür. Kaçamayan Rumlar ise, Amr'a gelerek canlarının bağışlanması karşılığında
barış teklifinde bulunmuşlardır. Onların bu teklifini kabul eden Amr b. el-Âs, şehirde ele
geçirdiği Rumlara ait malları ganimet olarak almış, fakat kendilerini esir etmemiş ve önceki
anlaşmada olduğu gibi, onlara cizye topraklarına da harac vergisi koymuştur 318 . Daha sonra
Fustat'a dönen Amr, burada görevini yeniden Abdullah b. Sa'd'a devrederek Mısır'dan
ayrılmıştır 319 .
İskenderiyye'nin ikinci fethinden sonra Kıbtîler Amr b. el-Âs'a gelerek, kendilerinin
müslümanların zimmesinde olduklarını hatırlatmışlar ve bu savaşlarda müslümanlara karşı
Rumlara yardım etmediklerini, bu sebebten Rumlar tarafından zulme uğradıklarını,
mallarının, arazîlerinin ve davarlarının talan edildiğini söyleyerek zararlarının tazmin
edilmesini istemişlerdir. Amr da onların zararlarını tesbit ettirerek her birinin zararını tazmin
etmiştir 320 .

318
Halife b. Hayyat, Tarih, I, 162; İbn Abdilhakem, Fütûh, 175-177; Belâzurî, Fütûh, 223-224 (T. 317-318);
Yakubî, Tarih, II, 164; Taberî, Tarih, IV, 104-105, 250 (Leiden, I, 2580-2581, 2809); Kudâme b. Ca’fer, Harac,
341; Nüveyrî, Nihâye, XIX, 407; İbn Kesir, Bidâye, VII, 156-157; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 20, 65-66, 78;
Suyutî, Husn, I, 159-161; Butler, Mısır, 405-419; Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, 107-108; Adevî, Devletü’l-
İslâmiyye, 61-62.
319
Belâzurî, Fütûh, 225 (T. 320-321); Kindî, Vulât, 11; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 65. Ayrıca “İskenderiyye’nin
İkinci Fethi” konusuna bakınız.
320
İbn Abdilhakem, Fütûh, 176; Suyutî, Husn, I, 161; Adevî, Devletü’l-İslâmiyye, 61-62; Arnold, İntişâr-ı İslâm,
117.

62
Müslümanların İskenderiyye'yi ikinci defa fethi sırasında Mukavkıs'ın hâlâ Mısır'da
olup-olmadığı hakkında müslüman tarihçiler ihtilaf ederlerken 321 , Bizans tarihçisi
Ostrogorsky Mukavkıs'ın hayatta olmadığını ve Amr ile ikinci defa anlaşma yapanın Kıbtî
papaz Benjamin olduğunu ifade etmektedir 322 .

IV. BERKA, TRABLUSGARB ve YÖRESİNİN FETHİ

1. Berka ve Zevîle'nin Fethi


Amr b. el-Âs, İskenderiyye'yi fethedip Fustat'a döndükten sonra, aynı yılın son ayında,
yani Kasım 642'de önce Berka 323 , sonra da Trablusgarb 324 üzerine yürümüştür 325 .
Berka ile Trablusgarb, Bizans imparatorluğunun ilk yıllarında Mısır'a bağlı iki vilayet
iken, Mısır'ın müslümanlar tarafından fethi sırasında, İfrikıyye ile Mısır arasında kalan ve bu
iki bölgeden ayrı müstakil bir bölge hüviyeti taşımaktaydı 326 . Bu iki şehrin halkı da
çoğunluğu Berberî olmak üzere az sayıda Rum ve Vandallardan oluşmaktaydı. Ayrıca bu üç
milletin karışımı olan melez bir halk ortaya çıkmıştı ki onlara da "İğrikî" denilmekteydi.
Berberîler genellikle Lüvâte, Hevvâre ve Müzâte kabilelerine mensuptular 327 .
642 yılı sonlarında Fustat'tan hareket eden Amr b. el-Âs, yıl çıkmadan Berka'ya
varmış ve şehri kuşatma altına almış olmalıdır. Ancak çoğunluğu Berberî Lüvâte
kabilesinden 328 oluşan şehir halkı müslümanlara karşı mukavemet etmemiş ve teslim

321
İbn Abdilhakem, Fütûh, 176; Belâzurî, Fütûh, 223 (T. 318).
322
Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, 107-108.
323
Berka: Mısır ile İfrikiyye arasında, diğer adı Antabulus olan bir sahil şehridir. “Antabulus” kelimesi bu
şehrin Bizanslılar devrindeki “Pentapolis” isminin Arapçalaşmış şeklidir. “Pentapolis” beş şehir anlamına
gelmektedir. Buraya, eskiden bu şehrin yerinde beş şehir bulunduğu için bu isim verilmiştir. Talemuviyye
denilen bir limanı vardı ve deniz ticareti yapılıyordu. İskenderiyye ile arası yaya olarak bir aylık mesafededir.
Fustat’a 220 fersah uzaklıktadır. Kayrevan şehrine ise 215 fersahtır. Bkz. Belâzurî, Fütûh, 226 (T. 321); İbn
Havkâl, Suretu’l-Arz, I, 66-67; Bekrî, Mu’cem, I, 199-200, Yakut el-Hamevî, Mu’cem, I, 381, 569, 573-575;
Ayrıca bkz. Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 131.
324
Trablusgarb: Berka’dan Mağrib’e giden yol üzerinde bir sahil şehridir. Bizanslılar devrindeki ismi
Tripolis’tir. Tripolis, üç şehir anlamına gelmektedir. Şehrin kıblesi tarafından, Hevvâre denilen yere 2 günlüktür.
Nefûse’ye ise 3 günlük mesafededir. Sabre ile de bir günlük uzaklığa sahiptir. Trablusgarb, Berka topraklarının
bittiği yerden başlayıp İfrikiyye topraklarının başladığı yer arasındaki bölgedir. Bkz. İbn Havkâl, Suretu’l-Arz, I,
68; Yakut el-Hamevî, Mu’cem, I, 309.
325
Belâzurî, Fütûh, 225-227 (T. 321-323); Kindî, Vulât, 9-10; İhsan Abbas, Târihu Libya Münzü Fethi’l-Arabî
Hatta Matla‘ı’l-Karni’t-Tâsi‘ı’l-Hicrî, Bingazi 1967, 20.
326
H. Mu’nis, Fethu’l-Arab li’l-Mağrib, 50; Zâvî, Libya, 61; İhsan Abbas, Libya, 12-15.
327
H. Mu’nis, Mağrib, 50-53; İttori Rossi, Libya Münzü Fethi’l-Arabî Hatta sene 1911 (arapçaya çeviren: Halife
Muhammed et-Tüleysî), Beyrut 1394/1974, 50-53; İhsan Abbas, Libya, 9-11, Zâvî, Libya, 61.
328
Lüvâte kabilesi: İbn Abdilhakem; Berka civarında yaşayan Berberîlerin asıl vatanlarının Filistin bölgesi
olduğunu, Davud peygamber zamanında yurtlarından çıkıp bu bölgeye geldiklerini, bu Berberîlerden Lüvâte
kabilesinin Berka’ya yerleştiklerini ve buradan Sûs’a kadar yayıldıklarını, Hevvâre kabilesinin Lebde şehrine,
Nefûse kabilesinin de Sabre şehrini yurt tuttuklarını rivayet etmektedir. Bkz. Fütûh, 170-171.

63
olmuştur 329 . Böylece Berka hiç savaşılmadan sulh yoluyla fethedilmiştir. Amr, Berkalılar ile
müşterek cizye anlaşması 330 yapmış ve buna göre onlar her yıl 13 bin dinar cizye ödemeyi
kabul etmişlerdir. İslâm tarihi kaynaklarının ittifakla naklettikleri bir rivâyete göre onlar,
cizyelerini ödemek için gerekirse çocuklarını da köle ve câriye olarak satabileceklerdir 331 .
Mısır kadılarından Leys b. Sa'd'ın caiz görmediği 332 bu hususa ileride cizye vergisi konusunda
temas edeceğiz.
Kaynaklarımızda yer alan ve Ömer b. Abdilaziz'e atfedilen bir habere göre de bu
hususun uygulamaya konmuş olduğunu görmekteyiz. Çünkü Ömer b. Abdilaziz yayınladığı
bir ferman ile "Kimin yanında Lüvâta'lı bir kadın varsa onu babasından evlenmek için istesin
veya ailesine iâde etsin" demiştir 333 .
Berka'nın fetih tarihi ile ilgili olarak kaynaklarımızda herhangi bir rivayet
bulunmamaktadır. Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi Amr'ın, Berka'nın fethi için Fustat'tan
ayrıldığı Kasım 642 tarihi dikkate alınırsa, bu şehrin Aralık 642'da fethedildiğini kabul
edebiliriz.
Amr b. el-Âs, Berka'yı fethettikten sonra, hiç vakit kaybetmeden Ukbe b. Nâfi'i
Zevîle'nin 334 fethine göndermiştir. Kendisi de bu arada Berka'nın surlarını yıktırmıştır 335 .
Ukbe b. Nâfi, Berberî Lüvâte, Nefûse 336 ve Hevvâre 337 kabilelerinin meskûn olduğu
Zevîle'ye gidip burasını fethetmiştir. Kaynaklarımızda Ukbe'nin bu askerî hareketi ile ilgili
teferruatlı bilgi bulunmazken, onun Zevîle yolu güzergâhında bulunan yerleri fethettiğini,

329
Amr b. el-Âs; “Mısır’ın tamamını akidsiz ve ahidsiz anveten fethettim. Antabulus halkı bundan istisnadır.
Çünkü onların riayet edilecek anlaşmaları vardır” diyerek Berka’nın sulhen alındığını belirtmiştir. İbn
Abdilhakem, Fütûh, 170-171; Belâzurî, Fütûh, 218-219 (T. 311); Bekrî, Mu’cem, I, 200. İbn A’sem el-Kufî;
Berkalılar ile yapılan anlaşma hakkında bilgi verirken, onların müslümanlarla önce savaştığını, sonra da sulh
istediklerine işaret etmektedir. Bundan sonra bir anlaşma yapıldığını nakleden İbn A’sem, dinar üzerine bir cizye
anlaşmasından bahsetmezken, 300’ü erkek köle ve 200’ü cariye olmak üzere 500 esir, bir o kadar da sığır, deve
ve koyun verilmesi karşılığında anlaşma yapıldığını ve Amr’ın bunları peşin olarak aldığını rivayet etmektedir.
İbn A’sem’e göre, daha sonra Amr, halife Ömer’e bir mektup yazarak yaptığı anlaşmayı bildirmiş ve onun
cevabını da Bâbu Rikka’da beklediğini ifade etmiştir. Bkz. İbn A’sem el-Kufî, Kitabu’l-Fütûh, Beyrut,
1406/1986, I, 267.
330
Fayda, Hz. Ömer, 163; İbnü’l-İzarî ise, Amr’ın Berka’da, baliğ olan her erkek için birer dinar cizye
koyduğunu nakletmektedir. Ancak cizye mükelleflerinin sayısını vermemektedir. Bkz. Mağrib, I, 8; İbnü’l-
İzarî’nin bu rivayetini esas alan Sa’d Zâğlûl, 13 bin dinara göre, 13 bin mükellefin bulunduğunu, bunların da her
birinin ortalama dörder kişilik aileye mensup olduklarını varsayarak, Berka’nın nüfusunu 40-50 bin kişi olarak
kabul etmektedir. Bkz. Tarihu’l-Mağrib, I, 132.
331
İbn Abdilhakem, Fütûh, 170-171; Belâzurî, Fütûh, 225-227 (T. 321-323); Yakubî, Tarih, II, 156; Taberî,
Tarih, IV, 144 (Lieden, I, 2645); Yakut el-Hamevî, Mu’cem, I, 574; İbnü’l-Esir, Kâmil, III, 25-26 (T. 31-32);
Nüveyrî, Nihâye, XIX, 330; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 75; Hamidullah, Vesâik, 277.
332
Ebû Ubeyd, Emvâl, 179 (T. 218); Belâzurî, Fütûh, 226-227 (T. 323); Kudâme b. Ca’fer, Harac, 342.
333
Ebû Ubeyd, Emvâl, 179 (T. 218); Belâzurî, Fütûh, 227 (T. 323); Fayda, Hz. Ömer, 163.
334
Zevîle: Sudan hududunda bir şehirdir. İfrikiyye’ye dahildir. Bkz. Yakut el-Hamevî, Mu’cem, II, 960; Kazvînî,
Asâru’l-Bilâd, 94.
335
Muhammed Altuncu, Ukbe b. Nâfi Fâtihu Libya ve’l-Mağrib, Bingazi 1975, 147.
336
Nefûse kabilesi: Bkz. dipnot 255.
337
Hevvâre kabilesi: Bkz. dipnot 255.

64
onlarla anlaşmalar yaptığını, ayrıca buralarda meskûn berberîlerin İslâm'a girdiklerini, Amr b.
el-Âs'ın, Ukbe'nin Zevîle'den dönmesinden sonra halife Hz. Ömer’e yazdığı mektuptan
anlamaktayız. Amr, Ukbe b. Nâfi'in bu seferinden dönmesinden sonra Ömer b. el-Hattâb'a
yazdığı mektupta, Ukbe'yi Mağrib'e vali tayin ettiğini, onun da Zevîle'ye kadar ilerlediğini
böylece Berka ile Zevîle arasındaki bütün insanların güzel bir şekilde itaat ettiklerini, onların
bazılarının müslüman olduğunu 338 , müslüman olanlarına zekat, zımmî olarak kalanlarına da
cizye vergisi konulduğunu, bu vergilerin onların güçleri nisbetinde takdir edildiğini, buralarda
vergi memurları bırakıldığını ve bu memurların zengin müslümanlardan zekat toplayıp fakir
müslümanlara dağıttığını, zimmîlerden de cizyelerini toplayıp Mısır'a getirmelerinin
istendiğini, müslüman olanların topraklarına da, arazîlerinin durumuna göre onda bir veya
yirmi de bir, zimmilerin topraklarına da anlaşma şartlarına göre vergiler konulduğunu
bildirmiştir 339 .
Hüseyin Mu'nis, Muhammed b. eş-Şâtıbi el-Mağribî'nin "Kitâbu'l-Cumân fi Ahbâri'z-
Zemân " isimli eserinden yaptığı nakilde halife Hz. Ömer’in, Amr'ın bu mektubuna bir cevap
yazdığını ve müslüman olan Berberîlerden bir ordu kurmasını, ayrıca onlara çeşitli hediyeler
vermesini de emretmiştir 340 .
Belâzurî, İslâm hâkimiyetine girmelerinden sonra Berkalılar'ın vergilerini
muntazaman Amr'a gönderdiklerini ve burada hiç fitne çıkmadığını naklederken 341 , Kindî, Ali
b.Ebî Talib ile Muâviye arasındaki hilâfet mücadelesi sırasında buradaki Lüvâte kabilesinin
isyan ettiğini ve onların Amr b. el-Âs'ın Mısır'daki ikinci valiliği zamanında da 660 ve 661'de
iki defa ayaklandıklarını, ilk isyanı Amr'ın gönderdiği Şerîk b. Sümeyy el-Gutayfî'nin
bastırdığını ve onlarla sulh yapıldığını ikincisinde ise Ukbe b. Nâfi'in gönderildiğini ve
Ukbe'nin onların sulh tekliflerini kabul etmeyip, bu kabileyi Trablusgarb'a sürdüğünü ve
mallarını da ganimet olarak aldığını rivayet etmektedir 342 .
Berka ile ilgili son olarak İbn Abdilhakem'in eserinde yer olan bir rivayete temas
ederek konuyu bitirmek istiyoruz. Tarih belirtilmeden yapılan bu rivayete göre, Abdülaziz b.
Mervan'ın Mısır valiliği zamanında Berka'da bir veba salgını çıkmıştır. Bu salgın sırasında
Mezhic kabilesinden Atıyye b. Yenbû adındaki biri yanına aldığı 700 kişi ile gemilere binip
şehirden kaçmak istemiştir. Ancak onlar Bizans donanmasının saldırısına uğramışlardır. Bu
338
İhsan Abbas bu Berberîlerin çoğunluğunun daha önce hırıstiyan olduğunu belirtmektedir. Bkz. Libya, 20.
339
Belâzurî, Fütûh, 226 (T. 322); Kudâme b. Ca’fer, Harac, 342; Yakut el-Hamevî, Mu’cem, I, 574, Ayrıca bkz.
Abdülaziz es-Seâlebî, Tarihu Şimâli İfrikıyâ (thk: Muhammed Mezâlî-Beşir Selâme), Beyrut 1407/1987, 29;
Altuncu, Ukbe b. Nâfi, 158; Zâvî, Libya, 46-47.
340
H. Mu’nis, Mağrib, 54-55 (Muhammed b. eş-Şâtıbî, el-Mağribî, Kitabu’l-Cumân fî Ahbâri’z-Zemân, vr. 123-
132’den naklen).
341
Belâzurî, Fütûh, 226 (T. 322).
342
Kindî, Vulât, 32.

65
durumu haber olan Abdülaziz b. Mervân kölesi Telîd komutasında bir birlik göndererek onları
kurtarmıştır. Telîd daha sonra Berka'ya vali olarak atanmıştır. Rivayetin devamında,
Berka'daki müslümanların, köle olan birini vali olarak kabul etmeyeceklerini bildirmeleri
üzerine Abdülaziz, Telîd'i azad etmiş ve buradaki müslümanlar da onun valiliğini kabul
etmişlerdir 343 .

2. Trablusgarb ve Yöresinin Fethi


Amr b. el-Âs, Berka'yı fethettikten sonra, buraya yakın bir sahil şehri olan
Trablusgarb'ın 344 fethine çıkmıştır. Trablusgarb, Rumların Berka'yı geri alabilmek için
denizden çıkartma yapabilecekleri bir liman şehri olduğundan, Amr burayı fethetmekle bu
tehlikeyi bertaraf edebilecekti.
Amr b. el-Âs, Berka'ya Ukbe b. Nâfi'i bırakarak sahil yoluyla Trablusgarb'a hareket
etmiştir. Onun hareket tarihi 643'tür. Amr'ın, Ukbe b. Nâfi'in Zevîle'ye kadar olan yerleri
fethedip dönmesine kadar Berka'da beklediğini, bu arada şehrin surlarını yıktırdığını ve halife
Hz. Ömer ile mektuplaştığını göz önüne alırsak onun iki veya üç ay burada kaldığını kabul
edebiliriz. Buna göre onun Berka'dan hareket tarihi Şubat-Mart 643 olabilir. Amr b. el-Âs, ilk
olarak yol güzergahında bulunan Ecdâbiyye'ye 345 gelmiş ve burayı sulhen fethederek, halkı
ile senelik 5.000 dinar cizye vermeleri şartı ile bir anlaşma yapmıştır 346 .
Trablusgarb yolundaki ikinci yerleşim alanı da Sürt 347 idi. Amr burayı da hiçbir
mukâvemet görmeden hâkimiyeti altına almıştır. Bundan sonra Lebde'ye 348 giren İslâm
ordusu karşısında, burada yaşayan az sayıdaki halk, hemen itâat etmiştir 349 . Kaynaklarımız
Sürt ve Lebde halkı ile herhangi bir anlaşma yapıldığına dâir bilgi vermemektedirler.

343
İbn Abdilhakem, Fütûh, 203.
344
Bkz. dipnot 251.
345
Ecdâbiyye: Berka ile Trablusgarb arasında bir beldedir. Zevîle ile arası bir aylıktır. Limanı vardır. Halkı
Nebatilerden oluşur. Bir grup Lüvâte Berberîsi de bulunmaktadır. Bkz. İbn Havkal, Sûretü’l-Arz, I, 67; Yakut el-
Hamevî, Mu’cem, I, 131-132.
346
Yakut el-Hamevî, Mu’cem, I, 131-132; İhsan Abbas, Libya, 21.
347
Sürt: Berka ile Trablusgarb arasında ve Akdeniz’e sahili olan bu şehirdir. Bkz. İbn Havkal, Sûretü’l-Arz, I,
68; Yakut el-Hamevî, Mu’cem, III, 68. Altuncu, Sürt halkının çoğunlukla Mendâse ve Fintâs Berberîleri
olduğunu, burada Rum ve Kıbtîlerin de yaşıyor olabileceğini belirtmektedir. Bkz. Ukbe b. Nâfi, 148-149. Ayrıca
bkz. Zâvî, Libya, 50.
348
Lebde: Berka ile İfrikıyye arasında eski bir şehirdir. Trablusgarb ile Cebel-i Nefûse arasında olduğu da
söylenmiştir. Bkz. Yakut el-Hamevî, Mu’cem, IV, 345-346. Muhammed Altuncu, buranın Bizanslılar
dönemindeki isminin “Leptis” olduğunu belirterek, şehrin Fenikeliler tarafından M.Ö. 10. asırda ticaret
maksadıyla kurulduğunu ve İslâm fetihleri sırasında güçsüz ve fakir bir köy durumunda bulunduğunu, bu
sebepten hiç mukavemet etmeden mslümanlara teslim olduğunu ifade etmektedir. Bkz. Ukbe b. Nâfi, 14-150;
Zâvî ise; burada yaşayan halkın Rum ve Berberî karışımı bir halk olduğunu, İslâm fetihleri sırasında burada çok
az sayıda insan bulunduğunu belirtmektedir. Bkz. Libya, 57.
349
Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 137; Altuncu, Ukbe b. Nâfi, 149-150.

66
Ecdâbiye, Sürt ve Lebde'yi sırasıyla hiçbir mukâvemet görmeden fetheden Amr
Trablusgarb'a vardığında buranın halkı kalelerine kapanmıştı.
Amr b. el-Âs, Trablusgarb'a varınca, şehrin doğusundaki el-Kubbe denilen bir tepeye
karargâhını kurmuş ve şehri muhâsara altına almıştır. İslâm ordusu Trablusgarb'ı bir ay 350
boyunca kuşatma altında tutmasına rağmen bir netice alamamıştır. Bir ay sonra gerçekleşen
fetih ise kaynaklarımızda şöyle anlatılmaktadır: Beni Müdlic kabilesine mensub bir asker
yanındaki yedi kişi ile birlikte şehrin batı kesimlerinde avlanmaya çıkmışlardır. Havanın sıcak
olmasından dolayı bunalmışlar ve serinlemek için deniz kenarına gitmişlerdir. Bu arada deniz
tarafından şehrin surlarının olmadığını ve gemilerin burada bulunan limana gelip-gittiklerini
görünce hemen karagâhlarına dönmüşler ve durumu Amr b. el-Âs'a haber vermişlerdir. Bunun
üzerine Amr bir plân hazırlamış ve bir grup askerini buradan şehre girmeleri için
göndermiştir. Onlar uygun bir zamanda şehre girmişler ve kale içindeki kilise tarafına giderek
burada hep bir ağızdan tekbir getirmişlerdir. Kale halkı, müslümanların şehre girdiğini
zannedip, panik halinde limandaki gemilere doğru kaçmaya başlamışlardır. Bu arada içeriye
girenler kale kapısın açmışlar ve İslâm ordusu şehre girmiştir. Kısa süren bir çatışmadan sonra
Trablusgarb'ın fethi gerçekleştirilmiştir 351 .
Trablusgarb'ı savaşla fetheden Amr b. el-Âs, o sırada gemilerle limana getirilmiş olan
at, kumaş ve şehirde bulunan malları ganimet olarak almış, sonra da bunları ordusunda
bulunanlar arasında taksim etmiştir 352 .
İslâm ordusunun Trablusgarb'ı 643'de fethettiğini nakleden kaynaklarımız 353 , fethin
hangi ayda gerçekleştirildiği konusunda bilgi vermemektedirler. Yukarıda Berka'nın fethi
konusunda şehrin Aralık 642'de fethedilmiş olabileceği ihtimâli üzerinde durmuştuk.
Berka'nın fethinden sonra ise Amr'ın, Ukbe b. Nâfi'i Zevîle'ye kadar olan yerlerin fethine
gönderdiğini, kendisinin de bu arada şehrin surlarını yıktırdığını ve halife Hz. Ömer’e fetih
müjdesini gönderdiğini ifade etmiştik. Ukbe b. Nâfi'in bu askerî seferinden ne kadar zaman
sonra Berka'ya döndüğünü bilemiyoruz. Ancak onun bu seferin 643 yılının ilk yarısını aştığını
da zannetmemekteyiz. Buna göre Ukbe'nin Nisan-Mayıs 643'den önce Berka'ya döndüğünü

350
Muhammed Altuncu Amr’ın Trablusgarb’ı iki ay muhasara ettiğini iddia etmektedir. Bkz. Ukbe b. Nâfi, 150.
351
İbn Abdilhakem, Fütûh, 171-172; Yakut el-Hamevî, Mu’cem, III, 32, 522; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 25-26 (T.
III, 31). Bu arada Belâzurî bir rivayetinde Trablusgarb’ın sulhen fethedildiğini de haber vermektedir. Bkz. Fütûh,
227 (T. 324). Şehrin sulhen fethedildiği konusunda ayrıca bkz. Halife b. Hayyat, Tarih, I, 149.
352
Belâzurî, Fütûh, 227 (T. 323-324).
353
Trablusgarb’ın 643 yılında fethedildiğine dair bkz. Halife b. Hayyat, Tarih, I, 149; İbn Abdilhakem, Fütûh,
171-172; Belâzurî, Fütûh, 227 (T. 323-324); Kudâme b. Ca’fer, Harac, 342; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 25-26 (T.
III, 31); Zehebî, Şemsüddin Muhammed b. Ahmed b. Osman, el-İber fî Haberi men Gaber (thk: Selâhuddin el-
Müneccid), Kuveyt 1960, I, 26; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 76; Celâluddin Abdurrahman b. Ebî Bekr; Tarihu’l-
Hulefâ (thk: Muhammed Muhyiddin Abdülhamid), Mısır 1371/1952, 132.

67
düşünmek bize mâkul gelmektedir. Amr'ın da, Ukbe'nin dönmesinden sonra, onu Berka'ya
bırakarak Trablusgarb'ın fethine çıktığı dikkate alınırsa İslâm ordusunun yukarıda verdiğimiz
tarihlerde Berka'dan ayrıldığını tahmin edebiliriz. Yol güzergahında bulunan Ecdâbiye, Sürt
ve Lebde'nin itaat altına alınması ve Trablus'a varıncaya kadar geçen zamanı da yaklaşık bir
ay kabul edecek olursak Amr'ın Mayıs-Haziran 643'de Trablusgarb'da karargâhını kurduğunu
düşünebiliriz. Ayrıca avlanmak için karargâhtan ayrılan müslüman askerlerinin, havanın sıcak
olması karşısında serinlemek için deniz kenarına gitmeleri de bize mevsimin yaz olduğunu
göstermektedir. Buna göre yukarıda tahmin ettiğimiz Mayıs-Haziran ayları Amr'ın
Trablusgarb'a vardığı aylar olmalıdır. Muhasaranın da bir ay sürdüğü dikkate alınırsa en geç
Temmuz ayında şehrin fethedildiğini kabul edebiliriz. Böylece şehrin fethi de Temmuz 643'de
gerçekleştirilmiş olmalıdır.

3. Sebre'nin Fethi
Trablusgarb'ı fetheden Amr b. el-Âs burada kalmış ve şehrin 27 km batısında bir sahil
beldesi olan Sebre'ye 354 Abdullah b. ez-Zübeyr komutasında bir birlik göndermiştir. Sebre
halkı, müslümanların Trablusgarb'ı muhasarası sırasında kalelerine kapanmışlar, ancak bu
şehrin kuşatması uzayınca kendilerini güvende hissederek kalelerinden çıkmaya ve günlük
yaşantılarını sürdürmeye başlamışlardır. Bu arada Trablusgarb'ın müslümanlarca fethedildiği
haberini alamadıklarından, Amr'ın üzerlerine gönderdiği Abdullah b. ez-Zübeyr
komutasındaki askerî birliğin âni bir baskınına uğramışlardır. Abdullah onları, davarlarını
otlatmak için kalelerinden çıktıkları ve tedbirsiz oldukları bir zamanda yakalamıştır. Burada
yapılan kısa bir savaştan sonra da şehir fethedilmiştir. Kaçabilenler gemilerle Sicilya adasına
gitmişler, burada ele geçirilen mallar ganimet olarak alınmış ve Trablusgarb'ta bulunan Amr'a
gönderilmiştir. Sebre'nin fethi 643 yılında olmuştur 355 .

V. NÛBE SAVAŞLARI VE BARIŞ ANLAŞMASI

Mısır'ın güneyinde ve Sûdan sınırında bulunan Nûbe 356 halkı ile müslümanlar arasında
pek çok savaş yapılmıştır 357 .

354
Sebre: İfrikıyye’de bir sahil şehridir. Trablusgarb’a bağlıdır. Bkz. Yakut el-Hamevî, Mu’cem, III, 31-33.
355
İbn Abdilhakem, Fütûh, 171-172; Yakut el-Hamevî, Mu’cem, III, 32; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 26 (T. III, 31-
32); İhsan Abbas, Libya, 22; Zâvî, Libyâ, 69-70.
356
Nûbe: Sa’id-i Mısır’da ve Nil nehrinin hem doğu hem de batı kesimine yayılmış bir beldedir. Halkına Nûbîler
denilir. Doğuda kalan topraklarının merkezi Dunkule, batıda kalan topraklarının merkezi de Alvâ’dır. Beldenin

68
Amr b. el-Âs valiliği zamanında ilk olarak Babilon'un fethini müteâkip bölgede
bulunan civar yerleşim alanlarını hakimiyeti altına almak için muhtelif askerî birlikler
hazırlamış, bu arada halife Hz. Ömer’in emriyle 358 bir birliği de 641'de Nûbe'ye göndermiştir.
Amr b. el-Âs'ın Nûbe'ye gönderdiği birliğin komutanı hakkında iki farklı rivayet
bulunmaktadır. İbn Abdilhakem bu birliğin komutanını Nâfi b. Abdi Kays el-Fıhrî olarak
naklederken 359 , Belâzurî bu ismi Ukbe b. Nâfi el-Fıhrî olarak vermektedir 360 . Amr b. el-Âs
Mısır valiliğinde kaldığı süre içinde her yaz Nûbe'ye birlikler göndermiştir 361 . Ancak buraya
gönderilen birlikler başarılı olamamış ve Nûbe fethedilememiştir. Üstelik iyi ok atan
Nûbeliler karşısında müslüman askerler, her defasında pek çok yaralı ile geri dönmüşlerdir.
Bunun üzerine orduda bulunanlar Amr b. el-Âs'a Nûbelilerle bir sulh anlaşması yapılması
teklifinde bulunmuşlar, fakat Amr ordusundan gelen bu isteği reddederek 362 , Mısır
valiliğinden azledilinceye kadar, yukarıda da belirttiğimiz gibi Nûbe üzerine her yaz sefer
düzenlemeye devam etmiştir.
Osman b. Affân'ın halife olmasından sonra Mısır valiliğine atanan Abdullah b. Sa'd b.
Ebî Serh de Nûbe'ye 652 363 yılında bir sefer düzenlemiş ve bölgenin büyük şehirlerinde olan
Dunkule'de 364 meydana gelen savaşta her iki taraf da birbirine üstünlük sağlayamamıştır.
Nûbeliler'in çok iyi ok atmaları karşısında, içlerinde Muâviye b. Hudeyc'in de bulunduğu pek
çok müslüman, bu savaşta gözlerini kaybetmiştir. Bu sebebten bu savaşa "Ma'reketü'l-Hadak"
veya "Rûmetü'l-Hadak" denilmiştir. Bu savaştan sonra Abdullah b. Sa'd, Nûbeliler'i
yenemeyeceğini anlayınca onlarla karşılıklı mükellefiyetleri ihtiva eden bir anlaşma yapmayı
uygun bulmuştur. Bu anlaşmanın şartları şöyledir :
1- Müslümanlar Nûbeliler'e, Nûbeliler de müslümanlara karşı savaş açmayacaklardır,

başşehri ise Seriyye’dir. Nûbe’ye Alvâ da denilir. Halkına, zenci olduğundan dolayı “Esâvid” denilmektedir.
Bunlar hıristiyandırlar. Sahip oldukları kiliselere göre; Yakubî, Melekî, Nasturî, Nikolâî, Rakûsî, Merkıyûnî,
Sâbî ve Menânî Hıristiyanları adıyla da anılırlar. Sünnet olurlar, hayızlı kadınla cinsî münâsebette bulunmazlar.
Cünüp olduklarında, gusül şeklinde olmasa da temizlenirler. Bkz. İbn Fakîh el-Hemezânî, Muhtasaru Kitâbi’l-
Buldân, 76-77; Yakubî, Buldân, 335-336; İbn Hurdazbih, Mesâlik, 83; Arnold, İntişâr-ı İslâm, 124.
357
İbn Abdilhakem, Fütûh, 169-170; Belâzurî, Fütûh, 238-239 (T. 340).
358
Mes’udî, Mürûc, II, 21.
359
İbn Abdilhakem, Fütûh, 169-170.
360
Belâzurî, Fütûh, 238-239 (T. 340).
361
İbn Abdilhakem, Fütûh, 170.
362
Belâzurî, Fütûh, 238-239 (T. 339-340). Ayrıca Bkz. Taberî, Tarih, IV, 111 (Leiden, I, 2593); İbnü’l-Esîr,
Kâmil, II, 567 (T. II, 518).
363
Halife b. Hayyat bu savaşın senesini 33/653 olarak vermektedir. Bkz. Tarih, I, 178.
364
Dunkule: Nûbe’nin Büyük bir şehridir. Nil nehrinin kıyısındadır ve halkı hıristiyan olup Yakubî
mezhebindendir. Bkz. Kazvînî, Âsâru’l-Bilad, 39. Ayrıca bkz. dipnot 280.

69
2- Nûbeliler müslümanlara her yıl 300 köle 365 verecekler, müslümanlar da bunun
karşılığında aynı değerde buğday ve mercimek vereceklerdir.
3- Gerek müslümanlar Nûbe'ye, gerekse Nûbeliler müslümanların beldesine
girdiklerinde karşı tarafın emanı altında olacaklar, ancak bu girişler ikâmet için olmayacak,
sadece ticarî gaye için olacak ve her iki taraf da işlerini gördükten sonra kendi memleketlerine
döneceklerdir,
4- Müslümanlardan biri Nûbeliler tarafından haksız yere öldürülecek olursa, bu
anlaşma bozulmuş olacaktır,
5- Müslümanların bir kölesi kaçarak onlara sığınır ve onlar da onu saklarlarsa anlaşma
bozulmuş olacaktır,
6- Müslümanların zimmesi olan bir kişi kaçarak onlara sığınırsa, onlar bu ehl-i
zimme'yi iâde edeceklerdir 366 .
Anlaşma şartları arasında yer alan köle-yiyecek mübâdelesi hakkında Ebû Ubeyd
Kâsım b. Sellâm ve Kudâme b. Ca'fer böyle bir alış verişi caiz görmüşlerdir 367 .
Kalkaşandî Abdullah b. Sa'd zamanında Nûbe Meliki'nin Zekeriyya b. Merkıyâ
isminde biri olduğunu ve Abdullah'a bir minber hediye ettiğini, onun da bu minberi Amr
camiinde kullandığını nakletmektedir 368 .
Bu arada bazı kaynaklarda yer alan ve Nûbe savaşları arasında anlatılan Habeşistan ve
Bece'ye yapılan seferlere de temas etmek istiyoruz. Bu haberlere göre, Abdullah b. Sa'd b. Ebî
Serh 653 yılında Habeşistan'a karşı sefere çıkmıştır 369 . Belâzurî'ye göre ise müslümanlar
Mısır'ın fethinden sonra Habeşlilerle yedi yıl boyunca savaşmışlar, ancak onları mağlub
edememişlerdir 370 .
Abdullah b. Sa'd 653 yılındaki bu Habeşistan seferi sırasında Bece'ye 371 kadar gitmiş
ve onlarla hiç savaşmadan bir anlaşma yapmıştır. İbn Hazm'ın naklettiği habere göre,

365
Nûbeliler’in 400 veya 360 köle vermeyi taahhüt ettiklerine dair bkz. İbn Abdilhakem, Fütûh, 188-199;
Belâzurî, Fütûh, 238-239 (T. 339-341).
366
İbn Abdilhakem, Fütûh, 188-199; Belâzurî, Fütûh, 238-239 (T. 339-341); Yakubî, Tarih, II, 166; Taberî,
Tarih, IV, 111 (Leiden, I, 2593); Kudâme b. Ca’fer, Harac, 352; İbnü’l-Esîr, Kâmil, II, 567 (T. II, 518); Suyutî,
Husn, I, 144; Ayrıca bkz. Kindî, Vulât, 12-13; Hamidullah, İslâm’da Devlet İdaresi, 199, 232, 446-447.
367
Ebû Ubeyd, Emvâl, 146-147 (T. 180-181); Kudâme b. Ca’fer, Harac, 352; Ayrıca bkz. Belâzurî, Fütûh, 239
(T. 340-341).
368
Kalkaşandî, Subh, III, 338.
369
Halife b. Hayyat, Tarih, I, 178; Zehebi, İber, I, 34; Kitâbu Duvelü’l-İslâm (thk: Fehim Muhammed Şeltût-
Muhammed Mustafa İbrahim), Mısır, 1974, I, 24.
370
Belâzurî, Fütûh, 225 (T. 321).
371
Bece: Nûbe ile Habeşistan arasındadır. Bece Meliki’nin oturduğu şehrin ismi Hadâribe’dir. Bu şehre Hecer de
denilir. Müslümanlar buraya ticaret için gelirlerdi. Habeşistan ile arasını Bece dağı ayırmaktadır. Burada bazı
Berberî kabilelerinin kolları da bulunmaktadır. Halkı hıristiyandır. Bkz. Yakubî, Buldân, 336; İbn Fakîh el-
Hemezânî, Muhtasaru Kitâbi’l-Buldân, 78; Istahrî, Mesâlik, 11; Mes’udî, Tenbih, 90, 226. Mısır’a dahil

70
Beceliler müslümanlara her yıl belli miktarda köle vereceklerdir. Ayrıca Bece şehrinin giriş
kısmına bir mescid yapılacak, onlar bu mescidi yıkmaya teşebbüs etmeyecekler ve
koruyacaklardır. İbn Hazm rivayetinin devamında hıristiyan olan Bece halkının zaman içinde
müslüman olduklarını da haber vermektedir 372 .
İbn Abdilhakem ise Bece hakkında daha değişik bir haber nakletmektedir. O
rivayetinde Abdullah b. Sa'd'ın Bece'ye hiç sefer düzenlemediğini ifade ettikten sonra,
Beceliler ile ilk defa anlaşma yapan kişinin Ubeydullah b. el-Habhâb olduğunu haber
vermektedir. Onun naklettiğine göre İbnü'l-Habhâb'ın Beceliler ile yaptığı anlaşma şöyledir :
"Onlar, yerleşmemek üzere, ticaret gayesiyle Rîf'e 373 gelmeleri karşılığında her yıl 300
evlenmemiş köle (=bikr) verecekler, hiçbir müslümanı ve zimmî'yi öldürmeyecekler, şayet
öldürürlerse anlaşma bozulacaktır, müslümanların kölelerine emân vermeyeceklerdir, şayet
böyle bir şey olursa kaçak köleleri iâde edeceklerdir, şayet bir Bece'li müslümanların
ülkesinden bir koyun alacak olursa dört dinar, bir inek satın alırsa on dinar vergi verecektir.
Ayrıca bu anlaşmanın devamı için onlar müslümanlara bir rehin verecekler ve o rehin Rîf'de
tutulacaktır." 374

VI. MISIRDA OLUŞTURULAN İDÂRİ YAPI, VERGILENDİRMELER VE


DIVÂN TEŞKİLÂTI
Bu konu başlığı altında özellikle Mısır’ın idari yapısını, Mısır valiliğinin gelirlerini ve
divanlarını incelemeyi amaçladık.

1.Mısır’ın İdâri Yapısı


Fetihlerin tamamlanmasından sonra Mısır’ın idari yapısının halife Hz.Ömer ve Amr b.
el-Âs tarafından müştereken oluşturulduğunu görmekteyiz. Bazı Mısır tarihi araştırıcıları 375 ,
Mısır’ın idari yapısının, Amr tarafından Bizans usulü aynen muhafaza edilerek düzenlendiğini
iddia etmişlerdir. Ancak şunu hemen ifade etmek gerekir ki, bu usûl, Amr’ın fetihlerden sonra
mahalli idarecileri, bilhassa cizye ve harac vergilerinin daha rahat toplanması için,
görevlerinden almaması ve Gayr-i Müslim teb’ayı, yani zımmîleri kendi dinî inançları ve

olmamasına rağmen biz, Bece seferini Abdullah b. Sa’d’ın gerçekleştirdiği bir askerî sefer olması itibariyle
buraya zikrettik.
372
İbn Hazm, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed b. Sa’îd, Cevâmiu’s-Sire (thk: İhsan Abbas-Nasîruddin el-Esed),
Mısır trz., 345.
373
Rif: Mısır’ın yedi bölgesinden biridir. Bkz. Makdîsî, Ahsenu’t-Tekâsim, 193-194.
374
İbn Abdilhakem, Fütûh, 189.
375
Meselâ Bkz. H.Mu’nis, Tarihu Mısır (Tarihu Hadârati’l- Mısriyye), II, 361-362; Hasan İbrahim Hasan- Ali
İbrahim Hasan, en-Nüzumü’l- İslâmiyye, Kahire Trz., 165.

71
otonom(=muhtar) idari yapıları üzere bırakmasıdır. Esasen bu husus, İslâm inancının bir
gereği olarak her dinî cemaatin, kendi inançlarına ve hukuk sistemlerine göre yaşama hakkına
saygının bir tezahürüdür. Bu açılardan bakıldığında mahalli idarecilerin yerlerinde
bırakılmaları ve yerleşik düzenin korunması, hem Müslümanların fetihlerle meşgu1 olmaları,
hem de cizye ve harac vergilerinin kolalıkla toplanması yönüyle oldukça isabetli bir uygulama
olmuştur. Bazı araştırıcıların, Amr’ın Mısır idari yapısını Bizans idari usûlüne göre aynen
bıraktığı şek1indeki iddiaları, gerçekte sadece mahalli yöneticilerin iş başında ibkâ edilmesi
hususunu yansıtmaktadır. Biz, bu mahalli idare yanında, Mısır’da bir de merkezi idare
kurulduğunu görmekteyiz ki, bu da halife Hz.Ömer ve Amr b. el-Âs tarafından müştereken
örgenize edilmiştir. İşte biz burada, “Mısır’ın İdari Yapısı” konusunda halife Hz.Ömer ve
Amr b. el-Âs tarafından oluşturulan merkezi idare yapısını ele almak istiyoruz. Bu yapının,
hangi idari kurumlardan ö1uştugunu, bu kurumlara tayin ve azillerin kimler tarafından
yapıldığını ve bu kurumların görev ve yetkilerinin neler olduğunu belirteceğiz. Bütün bunları
kaynaklarda ver alan rivayetler ve bu rivayetlerde tespit ettiğimiz uygulamalar çerçevesinde
ve bazı örnekler vererek inceleyeceğiz.
Mısır’ın merkezi idare yapısında ver alan en Önemli kurumların, valilik, şurta âmilliği,
harac amilliği ve kadılık olduğunu görmekteyiz. Bunların dışında göze çarpan murâbıtlığı, -ki
başkent Fustat’a uzak sahil şehirlerinin valiliğidir- valilik konusu içinde, özel muhâfız
birlikleri âmilliğini -ki kaynaklarımızda orijinal isimleriyle Feres, Hayl ve A’van âmilliği
olarak zikredilmektedir- şurta amilliği içinde, Beytü’l-Mâl âmilliği ile Tevâhîn ve Meks( Uşûr
yani ticaret malları vergilerini toplayan âmilliği) harac âmilliği konusu içinde, kasaslık
görevini de kadılık konusu içinde ince1eyeceğiz.
Şimdi valilikten başlayarak bu âmillikleri teker teker ele almak istiyoruz.

a) Valilik
Mısır’ın idari yapısında şüphesiz en önemli görev valiliktir. Fetihlerin
tamamlanmasından hemen sonra Amr b. el-Âs, halife Hz. Ömer tarafından Mısır’ın komutan-
valisi olarak bırakı1mıştır 376 . Amr’ın valiliğinin ilk yıllarında idari yapıda bir görev dağı1ımı
yapıldığına rastlamamaktayız. Buna göre Amr, valiliği yanında baş1angıçta bir ordu
komutanı, namazları kıldıran bir imam, Mısır’ın asayişinden sorumlu bir şurta emiri,
vergilerin tahsil ve tanziminden sorumlu bir harac âmili, toplanan vergileri gerekli yerlere

376
Markizî, Hıtat, I, 77; Makrizî bu rivayetinde “Mısır valiliği Amr b. el-Âs için kesinleşince...” ifâdesini
kullanmaktadır.

72
harcayan bir Beytü’l-Mâl görevlisi ve davalara bakan bir kadı (adli merci)’dir 377 . Bu sebepten
valiler, genel anlamda “Vali” veya “Emir” ünvanları yanında bazan “Emiru’s-Salat” veya
“Emiru’l-Cünd” diye de isimlendirilmişlerdir 378 .
Amr b.el-Âs’ın valiliğinin ilk zamanlarında bütün görevleri uhdesinde toplayan bu
genel valiliği fazla uzun sürmemiş ve Amr ilk olarak bizzat kendisi şurta amilliğine Hârice b.
Huzafe el-Ganemî’yi tayin etmiştir 379 . Valilikten ayrılan ikinci makam da kadılık olmuştur.
Mısıra kadı olarak tayin edilen ilk kişi de Kays b. Ebi’l-As olup, tayin tarihi Ocak 644’tür.380
Bundan sonra halife Hz. Ömer, halifeliğinin sön yılında Mısır valiliğini ikiye ayırmış ve
Amr’ı Aşağı Mısır’ın valiliğinde bırakırken Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh’i Yukarı Mısır’ın
valiliğine tayin etmiştir 381 . Aşağı Mısır’ın idare merkezi Fustat olurken, Yukarı Mısır’ın idare
merkezi olarak da Feyyum seçilmiştir 382 . Bazı Mısır tarihi araştırıcıları ise, Mısır’ın halife Hz.
Ömer tarafından üç idari bölgeye ayrıldığını iddia ederek, üçüncü bölgenin Libya ve çevresi
olduğunu savunmuşlardır 383 . Ancak biz, inceleyebildiğimiz kaynaklarda, Libya bölgesine
halife Hz. Ömer tarafından bir vali tayin edildiği rivayetine rastlayamadık. Bu bölgeyi idare
eden Ukbe b. Nâfi, Berka ve Trablusgarb’ın fetihlerinden sonra, Amr tarafından bölgeyi
korumak ve kollamakla görev1endiri1miş bir komutan olup Amr’a bağlı idi 384 ve denizden
gelebilecek Bizans donanması saldırılarına karşı bir murâbıtlık görevi yapmaktaydı. Bu görev
taksimatından sonra Amr b. el-Âs’ın Mısır’ın harac âmilliği görevini uhdesinde tuttuğunu
görmekteyiz. Nitekim halife Hz. Ömer’in, Mısır’ın vergileri konusunda Amr’ı teftiş
ettirmesi 385 ayrıca Mısır’da kurulan divandan kimlere ne kadar maaş bağlanacağı konularında
Amr b. el-Âs’ı muhatap alması 386 harac âmilliği ve Beytu’l-Mâl vazifesinin de Amr’da
olduğunu göstermektedir. Yine bu hususla, Mısır’da harac âmilinin ayni zamanda Beytü’l-
Mâl’den sorumlu olduğu da anlaşılmaktadır.

377
H. Mu’nis, Tarihu Mısır (Tarihu’l- Hadârati’l- Mısriyye), II 348; H.İbrahim Hasan, Nüzum. 153; Ömer
Ferruh. Târihu Sadri’I- İslâm ve’d-Devletü’l- Ümeviyye, Beyrut 1983, 221.
378
H. Mu’nis, Tarihu Mısır (Târihu’l-Hadârati’l- Mısriyye), II, 348; H.İbrahim Hasan, Nüzum, 155; Ferruh,
Tarih, 221.
379
İbn Abdilhakem, Fütûh, 105; Kindî, Vulât, 10, 31; Muhammed eş-Şerif er-Rahmûnî, Nizâmu’ş-Şurta fi’l-
İslâm ilâ Evâhiri’l-Karni’r-Râbii’l-Hicrî, Bsm Yeri Yok 1983, 73.
380 İbn Abdilhakem, Fütûh, 103. 229-230; Kindî, Vulât, 300-301; Vekî, Muhammed b. Halef b. Hayyân;
Ahbâru’l-Kudât, Beyrut Trz., III, 221; Hıtti, İslâm.Tarihi, II, 355-356.
381
İbn Abdilhakem, Fütûh, 173; İbn A’sem, Fütûh, I, 356; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 66. Diyarbekrî, Hamîs, II,
242.
382
Biz. Feyyûm’un Yukarı Mısır’ın idari merkezi olduğunu, Abdullah b. Sa’d’ın, halife Osman’ın kendisini
Mısır’ın tamamına vali tayin ettiğini bildiren mektubunu Feyyûm’da a1mış olduğundan anlamaktayız. Bkz. İbn
Abdilhakem, Fütûh, 174.
383
H.İbrahim Hasan, Nüzum, 154; Cemîlî, Tarih, 200.
384
Berka ye Trablusgarb fetihleri konusuna bakınız.
385
Bkz. dipnot 470-475.
386
İbn Abdilhakem, Fütûh, 145; Kimlere ne kadar maaş verildiği konusu ileride ele alınacaktır.

73
Osman b. Affân’ın halife olmasından sonra ise, Mısır’ın idari yapısında önemli bir
değişiklik gerçekleştirilmiş ve halife Hz.Osman, Ömer b. el-Hattâb’ın ikiye ayırdığı Mısır
valiliğini 645’de yeniden tek elde toplamış, ancak bu defa genel valilik ile harac amilliğini
birbirinden ayırarak, genel valiliğe Amr b. el Âs’ı tayin ederken, bütün Mısır’ın harac
amilliğine de Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh’i atamıştır 387 . Şayan-i dikkattir ki, Amr b. el-Âs,
halife Hz.Ömer’in uygulamaya koyduğu ikili yönetime hiçbir itirazda bulunmazken, Osman
b. Affan’ın bu tatbikatına karşı çıkmıştır. Mısır’ın idaresi konusunda Abdullah b. Sa’d ile
an1aşmazliga düşen Amr, Abdullah’ın üzerinde bir yetkiye sahip olduğu iddiasıyla, onun
görev alanına müdahalelerde bulunmuştur. Abdullah bu konuda halife Hz.Osman’a, Amr’ı
şikayet eden mektuplar yazınca, Amr da Abdullah’ın, ordunun işlerine karıştığı iddiasıyla
Osman b. Affân’a mektuplar yazmıştır 388 . Bu arada Amr işi daha da ileri götürerek, iki defa
Medine’ye gidip, halife Hz.Osman’dan Abdullah’ı azletmesini ve Mısır’ın harac âmilliğinin
de kendisine verilmesini istemiştir 389 . Amr, Medine’ye ikinci gidişinde, ki azledildiği 646
yılıdır, ısrarla Abdullah’ın azledilmesini isteyince, halife Hz.Osman Mısır vergilerinin onun
harac âmilliği zamanında arttığını söylemiş ve “senden sonra ineğin sütü çoğaldı” diyerek
Amr’ı itham etmiştir. Bunun üzerine Amr da; “Bundan sonra siz, onun çocuklarını
arıklattınız” diye cevap vermiş ve: “Emir ineği sağarken, ben ineğin iki boynuzunu tutan
kimse gibi olmak istemiyorum” diyerek, şayet Abdullah’ı azletmezse Mısır’a dönmeyeceğini
söylemiştir. Bunun üzerine halife Hz.Osman da, Amr’ı Mısır valiliğinden azletmiş ve
Abdullah’a bir mektup göndererek, ona, Mısır’ın hem genel valiliğine ve hem de harac
âmilliğine tayin ettiğini bildirmiştir 390 . Osman b. Affan’ın bu mektubunu Feyyum’da olan
Abdullah da, hemen Fustat’a giderek sabah namazı vaktinde şehrin camiine girmiş ve namazı
kıldırarak Mısır valiliğine tayin edildiğini halka duyurmuştur 391 . Amr ise, Mısır’a dönmeyip
öşu11an Abdullah ve Muhammed ile beraber Filistin’e gitmiş, Osman b. Affan’ın ölümüne
kadar orada kalmıştır 392
Ali b. Ebi Talib’in halifeliği zamanında Mısır’ın idarî yapısıyla ilgili olarak, bizim
görebildiğimiz kaynaklarda, bilgi bulunmamaktadır. Onun zamanıyla ilgili bilgiler, tamamen
iç mücadelelere hasredi1miştir. Halife Osman’ın muhasara edilmesi sırasında Mısır valisi

387
İbn Abhdilhakem, Fütûh, 177-178; Belâzurî, Fütûh, 224-225 (T.319-321)
388
Belâzurî, Fütûh, 224 (T.319-320); Taberî, Tarih, IV, 256-257 (Leiden, I, 2818-2819); İbnü’l-Esîr, Kâmil, III.
88 (T III, 94).
389
İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 66.
390
İbn Abdilhakem, Fütûh, 161; Belâzurî, Fütûh, 217, 225 (T.309, 321); Kindî, Vulât,10; Taberî, Tarih, IV, 256-
257 (Leiden, I, 2818-2819).
391
İbn Abdilhakem, Fütûh, 174.
392
İbn Abdilhakem, Fütûh, 173-174; Taberî, Tarih, IV. 256-257 (Leiden. I, 2965-2968); İbn A’sern, Fütûh, I,
356.

74
Abdullah b. Sa’d’ın, şurta âmili Sâib b. Hişâm’ı yerine vekil bırakarak 393 , halife Hz. Osman’a
yardım kastıyla Medine’ye gitmek üzere Mısır’dan ayılması, Mısır’daki Osman muhâliflerine
fırsat vermiş ve onlar Muhammed b. Ebî Huzeyfe komutanlığında isyan ederek, Nisan 656’da,
Mısır idaresini ellerine geçirmiş1erdir. Ali b. Ebî Talib’in halifeliği zamanında ise, sırasıyla,
Kays b. Sa’d b. Ubâde (657), el-Eşter en-Neha’î (Aralık 657) ve Muhammed b. Ebî Bekr
(Aralık 657-Temmuz 658) Mısır valiliğine tayin edilmişlerdir 394 . Yukarıda da ifade ettiğimiz
gibi, bu dönem ile ilgili Mısır’ın idari yapısını yansıtan rivayetlere sahip değiliz. Ancak,
Muâviye’nin halifeliği ele geçirmesine kadar Mısır’a ayrıca bir kadı tayin edilmediğini,
kadılık görevini valilerin üstlendiğini ve şurta emirliğinin de Kays b. Sa’d b. Ubâde’nin
valiliği zamanında Sâib b. Hişâm, Muhammed b. Ebi Bekr’in valiliği zamanında ise Abdullah
b. Ebî Harmele tarafından yürütüldüğünü görmekteyiz 395 .
Emevîler devrine gelince, onların Mısır’a tayin ettikleri valiler umumiyetle kendi
kabilelerinden ve hatta halifelerin kendi ailelerinden olmuştur 396 . Bu arada, Amr’ın Mısır’a
ikinci defa hangi şart1arla vali olduğu konusuna, Mısır valiliğinin ne kadar önemli bir valilik
olduğunu tebârüz ettirmek açısından, kısaca temas etmek verinde olacaktır. Hilâfet
konusunda, Ali b. Ebî Tâlib ile Muâviye arasındaki mücadelede Muâviye tarafını tutan Amr
b.el-Âs, Mısır valiliğinin kendisine verilmesi karşılığında Muâviye’nin yanında yer almıştır.
İslâm tarihi kaynakları Amr’ın Muâviye’nin yanında yer almak için Şam ve Mısır’ı “Tuğme”
olarak ondan istediğini ve Muâviye’den sonra halifeliğin kendisine geçmesini de şart olarak
öne sürdüğünü, ancak Muâviye’nin bunu reddettiğini, daha sonra Muâviye b. Hudeyc’in aracı
olmasıyla Muâviye ile Amr’ın “Tuğme”siyle birlikte Mısır valiliğinin Amr’a verilmesi ve
onun Muâviye’den sonra halife olması şartlarıy1a anlaştıklarını nakletmektedir 397 .

393
Kindî, Vulât, 13-14.
394
Bkz. Kindî, Vulât, ilgili şahis1ar.
395
Kindî, Vulât, 20-27. Fahrettin Atar, İslâm Adliye Teşkilâtı, Ankara 1979, 74. Burada şunu da ifade etmek
isteriz ki halife Osman’ın son yılları ve Ali b. Ebî Talib dönenindeki iç karışıklık1ar tezimizle doğrudan alakalı
olmadığı için konunun detaylarına girmeyi uygun görmedik. Halife Osman’ın öldürülmesinde Mısırlıların rolü
ile ilgili olarak geniş bilgi için bkz. Sabri Hizmetli, “Tarihi Rivayetlere Göre Hz.Osman’ın öldürü1mesi”,
A.Ü.İ.F.Dergisi, Ankara 1985, XXVII, 149-176; Julius Wellhausen, İslâmiyetin İlk Devrinde Dinî-Siyasî
Muhalefet Partileri (çev. Fikret Işıltan). Ankara 1989. muhtelif sahifeler; Wellhausen, Arap Devleti ve Sukutu,
21-26, 44-47; Montgomery Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkü1 Devri (çev. Ethem Ruhi Fıglalı), Ankara 1981.
11-18; Hasan İbrahim Hasan, Tarihu’d- Devleti’l- Fâtımîyye fi’l- Mağrib ve Mısır ve Suriye ve Bilâdü’i- Arab,
Mısır 1981 (IV. Bsk.), 10-11.
396
Mu’nis, Tarihu Mısır (Tarihu’l- Hadârati’l- Mısriyye), II, 361-362; Ferruh, Tarih, 206-207.
397
Bkz. Yakubî. Tarih, II, 221; Kindî, Vulât, 31; İbn Kuteyhe, Ebû Muhammed Abdullah b. Muslim; İmâme
ve’s- Siyâse (thk.: Tâhâ Muhamrned ez- Zeynî), Beyrut Trz. I, 86-88 (Bu eserin İbn Kuteybe’ye nisbeti
şüphelidir, ancak biz dipnotlarda dâima “İbn Kuteybe, İmâme’ şeklinde kullandık.; Mes’udi, Mürûc, II, 363;
İbn Haldun, İber, 11/2, 168; İbn Hallikan. Ebu’l- Abbas Şemsüddin Ahmed b. Muhammed b. Ebi Bekr,
Vefeyâtu’l- A’yân ve Enbâu Ebnâi’z- Zemân (thk.: İhsan Abbas), Beyrut 1397/1977. III, 63; İbn Tağriberdî.
Nücûm, I, 63; İbnü’l- Esîr, Kâmil, III, 274-276 (T.T.281-284); Diyarbekrî, Hamîs, II, 292., Muhammed b. Akîl
el-Alevî de, Muâviye’nin, Hz.Ali ile yaptığı mücâdelede kendi yanında yer alması karşılığında Amr’a Mısır’ı

75
Anlaşmadan sonra Mısır valiliğinin önemini ifade eden Amr’ın “Mısır valiliği hilâfete
denktir” 398 sözü oldukça dikkat çekicidir. Muâviye ile anlaşan Amr, ordusuyla Mısır’a girmiş
ve Ali b. Ebî Talib’in Mısır valisi Muhammed b. Ebi Bekr’i öldürerek 399 , Mısır valiliğini her
konuda tam yetki ile uhdesinde toplamıştır. Burada “Tuğme” konusuna da temas etmek
istiyoruz. “Tuğme” ile kastedilen mana, Mısır gelirlerinin toplandıktan ve gerekli harcamalar
yapıldıktan sonra artan miktarın hilafet merkezine gönderilmeyip valiye (yani Amr’a)
kalmasıdır 400 . Böylece Mısır, gelirleriyle beraber Amr’a tahsis edilmiş bir nevi özel mülk
oluyordu. Bu arada hemen belirtelim ki, Amr b. el-Âs, vefatına yakın bir zamanda halife
Muâviye’ye bir mektup yazarak, kendisinden sonra oğlu Abdullah’ın Mısır valisi olmasını
istemiştir. Bununla Amr Mısır’ın kendi ailesinde kalmasını arzulamıştır. Muâviye Amr’a
gönderdiği cevapta, onun bu isteğini kabul ettiğini bildirmesine rağmen, sözünü tutmamış ve
Amr’ın ölümünden önce Mısır’a vekil olarak bıraktığı oğlu Abdullah’ı azledip, verine kendi
kardeşi Utbe b. Ebi Süfyân’ı tayin etmişti 401 .
Emeviler döneminde Mısır’ın tek elden idare edildiğini ve halife Hz. Ömer’in ikiye
böldüğü idari sisteme bir daha dönü1mediğini görmekteyiz. Ayrıca buna ilâve olarak İfrikıyye
fetihlerinin tamamlanmasına kadar bu bölgenin de Mısır valiliğine tayin edilenlerce idare
edildiğini görmekteyiz 402 . İfrikıyye fetihlerinin tamamlanmasından sonra ise bu bölge Mısır
valiliğinden ayrılmış ve doğrudan halifeye bağlı müstakil bir valilik haline getirilmiştir. Buna
göre, Mısır valiliği Arîş’ten Berka ve Trablusgarb’a kadar olan bölgeyi içine alırken İfrikıyye
(yani Kuzey Afrika) valiliği Mısır’ın batısından Endülüs ve Akdeniz Adaları dâhil olmak
üzere, Atlas okyanusuna kadar olan bölgeyi içine almaktaydı. Merkezi Kayrevan’dı ve
Endülüs ile adalara, Kayrevan’a bağlı olarak valiler atanmaktaydı. 403
Ancak hemen belirtelim ki, Ukbe b. Nâfi’in İfrikiyye’ye ikinci defa tayini, Mısır
valiliğince değil, doğrudan halife tarafından yapılmıştır. Mervân b. el-Hakem’in, hilâfeti
Emevîler’in Sufyanî kolundan Mervânî koluna geçirmesi sırasında Mısır valisi olan
Abdülaziz b. Mervân, İfrikıyye’ye atanan valilere doğrudan müdâhale yetkisine sahipti.

Tugme ve Rüşvet olarak verdigini ifade etrnektedir. Bkz. Muhammed b. Akil b. Abdillah el-Alevî ell-
Hüseynî, Kitâbu’n- Nesâihi’l- Kâfiye li-men Yetevellâ Muâviye, Haydarâbad Dakkan Trz., 48.
398
İbn Abdilhakem, Fütûh, 192.
399
Kindî, Vulât, 30-31.
400
Bkz. Dipnot 324’deki kaynaklar. Ayrıca Bkz. Reyyis, Harac, 185.
401
Kindî, Vulât, 34-35.
402
Meselâ. Abdullah b. Saîd b. Ebî Serh, Mesleme b. Muhalled ve Abdülaziz b. Mervân Mısır ye İfrikıyye
valiliklerinin ikisine birden tayin edimiş1erdir. Bkz.dipnot 361.
403
H.İbrahim Hasan; Nüzûm, 160. H.İbrahim Hasan ve Ali İbrahim Hasan, burada Emevîler devrinde İslâm
devletinin idari yönden beşe ayrıldığını ve; 1 .Hicaz, Yemen ve Orta Arabistan, 2. Irakiye (Eski Bâbil ve Fars
bölgeleri), 3.Cezire ye Küçük Asya’nın bir bölümü, 4.Mısır ve 5.İfrikıyye valiliklerinden oluştuğunu ifade
etmektedirler.

76
Esasen Ukbe b. Nâfi’in 684–685 yıllarındaki İfrikıyye valiliği dönemini de, her ne kadar
doğrudan hilâfet merkezine bağlı bir valilik olarak görmekteysek de, Ukbe henüz bu
tarihlerde, Mısır’da olduğu gibi vilâyet teşkilatını kurmamıştı. Bölgenin idari bakımdan tam
müstakil hale gelmesi ise Hassan b. en-Nu’mân’ın burada Divan teşkilâtını kurmasıyla
başlamış, Musa b. Nusayr’n tayini ile de kesinlik kazanmıştır 404 .
Amr b. el-Âs’dan sonra Mısır valiliğine yapılan tayinlerde, halife Hz. Osman’ın
uygulamaya koyduğu fakat halifeliği zamanında fazla uzun ömürlü bir uygulama olmadığını
belirttiğimiz, genel valilik ile harac âmilliğinin ayrı şahıslarda toplanması ve harac âmilliğinin
doğrudan halifeye bağlı olması şeklindeki uygulamanın Emeviler devrinde sık sık karşımıza
çıktığını görmekteyiz. Emeviler zamanında bazı valiler harac âmilliği görevi olmaksızın tayin
edilirlerken bazı valiler de her iki görevi uhdelerinde toplamışlardır. Her iki görevin bir
şahısta toplanması ise Mısır valiliğine tayin edilecek kişinin, Emeviler nezdindeki siyasi
nüfûzu ve gücü ile irtibatlı olması yanında, Emevî âilesine mensup olmasıyla da yakından
ilgili olduğunu görenekteyiz. Mesela halife Hişâm tarafından Mısır valiliğine tayin edilen Hür
b. Yusuf’a ( valiliği: 723–726) harac âmilliği görevi verilmemiştir. Bu yıllar içinde harac
âmili doğrudan halifeye bağlı olarak halife Hişâm nezdinde itibârı olan Ubeydullah b. el-
Habbâb tarafından yürütülmüştür 405 . Bunun yanında, Abdullah b. ez-Zübeyr’e bağlı olarak
valilik yapan Abdurrahman b. Utbe b. Cahdem’den 406 (valiliği: Mart-Aralık 684) sonra,
babası Mervân b. el-Hakem tarafından Mısır’a vali tayin edilen Abdülaziz b. Mervân (684–
705) her iki görevi de uhdesinde toplamıştı 407 . Biz, İfrikıyye valiliğinin de Abdülaziz b.
Mervân’a verildiğini kaynaklarımızdan öğrenmekteyiz 408 .
Bu arada biz, Mısır valilerinin Amr b. el-Âs’dan itibaren Abdülaziz b. Mervân’a kadar
bir idarî binalarının olmadığını, onların idare merkezi olarak kendi evlerini kullandıklarını,
Abdülaziz’in ise 687’de Fustat’ta “Dâru’z-Zeheb” isminde bir idare merkezi inşa ettirdiğini
Ka1kaşandî’den öğrenmekteyiz 409 .
Mısır’ın idarî yapısıyla ilgili olarak verdiğimiz bu bilgilerden sonra Mısır valilerinin
tayin ve azil şekilleri ile görev ve yetkilerinin neler olduğu hakkında kısa bilgiler vermek
istiyoruz. Ancak hemen belirtmeliyiz ki, bunu yaparken bu idari kurumun iş1eyişini İslâm
idare hukukuna istinaden değil uygulamada tespit ettiğimiz bazı örnekler çerçevesinde de
alacağız.

404
Bkz. İkinci bölüm: “Hassân b. en-Nu’mân Gassânî’nin Azli” konusu.
405
Kindî. Vulât, 73-74.
406
Kindî, Vulât, 41-48.
407
İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 172; Makrizî, Hıtat, I, 210.
408
Belâzurî, Fütûh, 231(T.328); Yakubî, Tarih, II, 272; Makrizî, Hıtat, I, 209-210; Zehebî, İber, I. 99.
409
Ka1kaşandî, Subh, III, 331.

77
-Valililerin Tayin ve Azilleri
Mısır valileri halifeler tarafından tayin ve azledilmekteydi. Ancak bu tayin
uygulamasının iki istisnâsı olmuştur. Bunlardan birincisi halife Hz. Osman’ın öldürülmesiyle
sonuçlanan fitne sırasında, Muhammed b. Ebî Huzeyfe’nin ayaklanması ve Mısır valiliğini ele
geçirmesidir (656) 410 . İkincisi ise; Mısırlıların, son halife Mervân b. Muhammed tarafından
Mısır’a vali tayin edilen Hanzala b. Safvân’ı kabul etmeyip, Hafs b. el-Velid’i üçüncü defa
vali olarak başlarına getirmeleri ve halifenin bu durumu istemeyerek de olsa onaylamak
zorunda kalmasıdır (745) 411 . Bu iki istisna yanında zikredebileceğimiz bir üçüncü durum da,
Abdullah b. ez-Zübeyr’in halifeliğini ilan ettikten sonra Mısır’da onun adına, Abdurrahman b.
Utbe b. Cahdem’in valilik yapmış olmasıdır 412 .
Bunların dışında halifelerin bir önceki valinin vekil olarak bıraktığı veya tavsiye ettiği
kişi1eri 413 yahut da Müslümanların ricasıyla geçici olarak ve belli bir gaye ile belli bir
kişiyi 414 Mısır valiliğine tayin ettiklerini görmekteyiz. Ayrıca halifelerin bazan da Emevî
âilesi nezdinde nüfûz ve güç sahibi olan kişileri, bu nüfûzlarından çekindikleri için, valiliğe
tayin etmek zorunda kaldıklarını kaynaklarımız zikretmektedir 415 .
Mısır valilerinin görevlerinden azledilmeleri veya ayrılmaları konusuna gelince;
bunun sebebleri arasında valilerin başka bir vere atanmaları 416 , ö1me1eri 417 istifa etmeleri418 ,

410
Kindî, Vulât, 14-20;
411
Kindî, Vulât, 86-87; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 301-303. Bu husus Kelbî - Kaysî mücâdelesinin bir neticesidir.
Hanzala ise Kelbî’dir. Ancak halife Mervân bir yıl sonra Mısır’a Havsere b. Süheyl’i tayin etmiş ve bu vali
vasıtasıyla Hafs’ı öldürtmüştür. Bkz. Aynı yer.
412
Kindî, Vulât, 41-48
413
Meselâ, Bişr b. Safvân Mısır’dan İfrikıyye valiliğine tayin edildiği zaman kardeşi Hanzala b. Safvân’ı halife
Yezid b. Abdilmelik’e tavsiye etmiş, o da kabul etmiştir. Bu, Hanzala b. Safvân’ın ilk valiliğidir. Bkz. Kindî,
Vulât, 71-72; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 250.
414
Meselâ, Amr b. Âs Mısır valiliğinden azledildikten sonra, Rumlar İskenderiyye’ye çıkartma yapıp şehri tekrar
geri aldıklarında, Mısır’da bulunan Müslümanlar halife Hz. Osman’dan, Amr’ı hiç olmazsa, Rumları
İskenderiyye’den çıkarıncaya kadar tekrar Mısır valiliğine atamasını istemişlerdir. Halife Hz. Osman da
onların bu isteğini kabul etmiş, Amr’ı geçici olarak, Rumları İskenderiyye’den çıkarması için tekrar Mısır’a
atamıştır. Bkz. Belâzurî, Fütûh, 225 (T.T.320–321); Kindî, Vulât, 11; İbn Tağriberdî, Nücûrn, I,65.
415
Meselâ, halife Hişâm b. Abdilmelik’in Hafs b. Velîd’i, onun Emevîler ve devrinin ulemâsı nezdindeki
nüfuzundan çekindiği için Mısır valiliğine tayin ettiği nakledilmektir. Bkz. Kindî, Vulât, 74-75; İbn Tağriberdî,
Nücûm, I, 263-264.
416
Meselâ, Bişr b. Safvân halife Yezid b. Abdilmelik tarafından İfrikıyye valiliğine atandığı için Mısır
valiliğinden az1edilmiştir. Bkz. Halife b. Hayat, Tarih, II, 485.
417
Meselâ, Amr b. Âs 664’de, Mesleme b. Muhalled 681’de Abdülaziz b. Mervân 705’de ölümlerine kadar Mısır
valiliğinde bulunmuşlardır. Bkz. Kindî, Vulât, 34,40, 55.
418
Meselâ, Muhammed b. Abdilmelik, halife Hişâm ile anlaşamayıp istifa etmiştir. Bkz. Kindî, Vulât, 73. Bu
valinin Mısır’da çıkan veba hastalığından korkup Ürdün’e kaçtığı ve daha sonra da istifasını halife Hişâm’a
verdiği de nakledilmektedir. Bkz: Nücûm, I, 257.Yine bu konuda Hafs b. Velid’in Mervân b. Muhammed
halife olunca istifa ettiği de kaynaklarımızda zehredilmektedir. Bkz. Kindî, Vulât, 85; İbn Tağriberdî, Nücûm,
I, 291-292.

78
halife değişiminde azledilmeleri, 419 halifelerle geçinememeleri 420 ve aleyhlerindeki
şikayet1er 421 sayılabilir.
Bu tür azledilmeler veya görevden almalar yanında bir de halkın halifenin atadığı
valiyi beğenmeyip Mısır’a sokmaması şeklinde de bir olay kaynaklarımızda
zikredilmektedir 422 ki biz bunu valinin halk tarafından azledilmesi şek1inde düşünebi1iriz.
-Görev ve Yetkileri
Valilik umûmi manada, hilâfet merkezine uzak beldelerde, halife adına karar veren ve
beldelerindeki diğer idari görevlerin üzerinde olan bir makamdır 423 . Ancak biz burada
konunun başında da ifade ettiğimiz gibi, umûmî anlamda valilerin görev ve yetkilerini
incelemeyi değil, onların Mısır’daki bazı uygulamalarından hareketle, görev ve yetkilerinin
neler olduğunu ve bunu nasıl kullandıklarını rivayetlerde yer alan örnekler çerçevesinde
ortaya koymaya çalışacağız.
Mısır’da görev yapan valilerin görev ve yetkilerinin neler olduğunu ele alırken
dikkatimizi çeken ilk husus, onların tayin şekilleri ile ilgilidir. Bu konuda kaynaklarımızda
yer alan ifadeler, daha tayin safhasında valilerin görev ve yetkilerinin sınırlarını bizlere
göstermektedir. Mısır’a vali olarak atananların tamamı hakkında ya
“vüliyehâ ..................... 424 min kıbeli ..................... 425 alâ salâtihâ ve harâcihâ;
ya da
“vüliyehâ .................. 426 min kıbeli ................... 427 alâ salâtihâ ve .................... 428 alâ harâcihâ

419
Bu konuda da Hafs b. Velid’in Mervân b. Muhammed halife olunca istifa etmesi örnek olarak verilebilir. Bkz.
Kindî, Vulât, 85; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 291-292. Yeni halifenin kendine daha yakın kişilere valilikler
vermek için eski valilerin azledilmeleri veya istifa etmeleri düşünülebilir.
420
Meselâ, bir konuda vali Ahdurrahman b. Halid’e kızan halife Hişâm onu azletmiştir. Bkz. Kindî, Vulât, 79-
80. Nücûm’da ise halifenin bu valiye kızma sebebi olarak 736’da Rumların İskenderiyye’ye saldırması
karşısında pasif kalması ye onun Abbasilerle işbirliği yaptığı zikredilmektedir. Bkz. İbn Tağriberdî, Nücûm,
277-278.
421
Bu konuda iki değişik uygulama görmekteyiz. Birincisi halife Hişâm nezdinde itibar ve nüfûz sahibi olan
Mısır harac âmili İbnul-Habhâb’ın sırasıyla Hür b. Yusuf ve Hafs b. Velid’i halife Hişâm’a şikayet edip
azlettirmesidir. Bkz. Kindî, Vulât, 74-75; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 259, 264. Şikayet yoluyla azletmenin ikinci
şekli de halkın ve ileri gelen Müslümanların valilerini istememeleri beğenmemeleri ye onu halifeye şikayet
edip azlettirmeleridir. Meselâ; Abdullah b. Abdilmelik’in valiliği zamanında Mısır’da fiyatların artması ve
Abdullah’ın rüşvet yediği iddialarının şûyû bulması neticesinde halk onu halife Abdilmelik b. Mervân’a
şikayet etmiş o da Abdullah’ı azletmiştir. Bkz. Kindî. Vulât, 58-63.
422
Meselâ: Halife Mervân b. Muhammed’in 745’de atadığı vali Hanzala b.Safvan’ı halk Mısır’a sokmamış ve
onu bir nevi azletmiştir. Bu durumda halife, halkın istediği Hafs b. Velid’i atamak zorunda kalmıştır. Bkz. İbn
Tağriberdî, Nücûm, I, 301-303. Esasen bu durum Mısır’daki Kelbî - Kaysî mücâdelesinin bir neticesidir.
Hanzala Kelbî idi.
423
H.İbrahim Hasan, Nüzûm, 165.
424
Valiliğe ve harac âmilliğine tayin edilenin ismi.
425
Tayin eden halifenin ismi.
426
Tayin edilen valinin ismi.
427
Tayin eden halifenin ismi.
428
Harac âmilliğine tayin edilenin ismi.

79
ifadeleri kullanılmaktadır 429 . Bu rivayetlerde yer alan “Salât Valiliği” ve “Harac Valiliği” ya
da “Harac Âmilliği” ifadeleri üzerinde biraz durmak istiyoruz.
Kaynaklanmazdaki anlatımlardan anladığımıza göre “Salât Valiliği” ibaresi ile
kastedilenin, insanlara “namazlarda imamlık yapmak” olduğu anlaşılmaktadır. İslâm’ın, dinî
liderlik (halifelik) ile dünyevi liderliği (devlet başkanlığı) birleştirmesi anlayışından
dolayıdır 430 ki, namazlarda imamlık yapmak ve ordu komutanlığı dâhil her konuda toplumun
liderliğini üstlenmek halife veya devlet başkanlarının asli vazifelerindendir. Vilayetlerde
halife adına görev yapan valilerin namazlarda imamlık yapmaları da onların asli görevleri
arasında yer almış ve hatta valiliğin en önemli bir alameti olmuştur 431 . Bu sebepten valiliğe
tayin edilen kişi1er için “Namaz valiliğine atandı” denilmesi, bu kişi1erin genel manada
beldenin vahiliğine atanmaları anlamına gelmektedir.
“Harac Valiliği” veya “Harac Âmilliğine tayin edildi” ifadesi ile Mısır’da toplanacak
gelirler (vergiler) ve bunların harcamalarından sorumlu idari makama yapılan tayinler
kastedilmektedir. Harac âmilliğinin, devlet gelirlerinin en önemli kaynağı olan vergileri
toplama ve onları harcama gibi hassas bir görevi yüklenmiş olması, halifelerin harac
âmilliğini bazan genel valilere tevdi ederken, bazan da bu göreve vahiden ayrı kişi1eri tayin
etmelerine ve harac âmillerini doğrudan kendilerine karşı sorumlu tutmalarına sebep
olmuştur 432 . Bu sebeptendir ki, kaynaklarımız, Mısır’a tayin edilen valilerin atanma
şekillerini, yukarıda naklettiğimiz ifadelerde görüldüğü gibi, valilerin hangi görev ve
yetkilerle atandıklarını belirtmiştir 433 . Tayin şekillerinde görülen bu durum dikkate
alındığında, Mısır valiliğine getirilen kişi, şayet harac âmilliği görevi de kendisine
veri1memişse, o vali, genel manada harac âmilliği de dahil olmak üzere bütün idari
mekanizmanın âmiri durumunda olmasına rağmen, Mısır gelirlerinin (vergilerinin) toplanması
işine müdahale edemezdi.
Mısır valilerinin görev ve yetkilerinin sınırlarını genişleten bir atama şekline daha
temas etmek istiyoruz. 0 da, bazı valilerin Mısır’ın yanında İfrikıyye valiliğine de atanmış
olmalarıdır. Esasen bu durum Abdülaziz b. Mervân’ın Mısır valiliğine kadar zaman zaman
başvuru1muş olan bir uygulamadır. Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh, Mesleme b. Muhalled ve

429
Valilerin atanma formülleri için Bkz. Kindî, Vulât, ilgili yerler.
430
Muhammed Hamidullah, İslâm Müesseselerine Giriş, (Türkçe’si : İ.Süreyya Sırma), İstanbul 1984. 101-102.
431
H.İbrahim Hasan, Nüzûm, 165.
432
Ömer b. el- Hattâb’ın, Mısır’ın vergileri konusunda, Amr’ı denetletmesini ileride ince1eyceğiz. Halife
Osman’ın harac âmilliği ile genel valiliği birbirinden ayırması konusundaki tartışmaları ise yukarıda
zikretmiştik.
433
Meselâ, Amr b. Âs’ın her iki valilik dönemi, Mesleme b. Muhalled, Abdülaziz b. Mervân. Kurre b. Şerîk ve
diğer bazı valilerin görevleri harac âmilliğine de şâmildi. Utbe b. Ebî Süfyân. Saîd b. Yezid, Eyyûb b. Şurahbi1
ye diğer bazı valiler de harac âmilliği uhdelerinde olmayan valilerdi. Bkz. Kindî, Vulât, ilgili yerler.

80
Ahdülaziz b. Mervân her iki bölgenin idaresi kendilerine verilen valilerdir. Bu üç yılının
görev süreleri, Abdullah b. Sa’d’ın 10 yıl (645–655), Mesleme b. Muhalled’in 15 yıl (667–
682) ve Abdülaziz b. Mervân’ın 20 yıl (685–704) 434 olmak üzere toplam 45 yıl olup İfrikıyye
fetihlerinin başlayıp devam ettiği ve nihayet hemen hemen tamamlandığı devirdir. Bu devir
içinde fetihler devam ettiği için genel olarak buraya atanan valiler, validen ziyade İfrikıyye
fethine gönderilen bir ordu komutanı özelliğini taşımaktaydılar ve umumiyetle halifeler
tarafından atanıyordu 435 . Mezkûr valilerin Mısır ve İfrikıyye valiliklerinin ikisine birden
atanmaları şeklindeki rivayetler ise, İfrikıyye’nin idari mekanizmasının Mısır’a bağlı olduğu
ve buranın idari işlerinin Mısır valisi tarafından düzenlendiği yorumunu aklımıza
getirmektedir. Abdülaziz b. Mervân’dan sonra Mısır ve İfrikıyye’nin ikisine birden vali olarak
atanan tek kişi ise, halife Hişâm tarafından tayin edilen Hanzala b. Safvân’dır 436 ki, bir istisna
teşki1 etmektedir.
Mısır valilerinin tayin şekilleri itibârıyla karşımıza çıkan rivayetleri bu şekilde
değerlendirdikten sonra onların diğer görevlerini yine kaynaklarımızda bulabildiğimiz
rivayetler çerçevesinde; namazlarda imamlık yapmak ve ordu komutanlığını yürütmek 437 ,
halife değişikliği olduğu zaman yeni halife için biat almak 438 , imâr ve bayındırlık faaliyetleri
yapmak 439 , isyanları bastırmak 440 Mısır’a göç eden kabilelerin iskanını organize etmek 441
şeklinde sıralayabiliriz.

434
Bkz. Kindî, Vulât, ilgili isimler.
435
İfrikıyye fetihlerini baş1atan Mısır valisi Abdullah b. Sa’d’dır ve aynı zamanda İfrikıyye orduları
komutanıdır. Bkz. Belâzurî, Fütûh, 227 (T.324); Mesleme b. Muhalled’in Ukbe b. Nâfi’i İfrikıyye
komutanlığından azli ve azatlı kölesi Ebûl’l-Muhâcir Dinâr’ı ataması kendi inisiyatifi iledir. Ancak onun
Muâviye’nin halifeliği zamanındaki bu yetkisi, Yezid b. Muâviye’nin halife olmasıyla elinden alınmış ve
Yezid, Ukbe’yi bizzat kendisi İfrikıyye’ye tayin etmiştir. Belâzurî, Fütûh, 230 (T.325); İbnu’l-Izâri, Muğrib, I,
21-23; İbnü1- Esîr, Kâmil, III, 466-467 (T.III, 473-474); İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 132- 134. Abdülaziz b.
Mervân döneminde ise, İfrikıyye’ye Züheyr b. Kays el-Belevî, Hassan b. en-Nu’mân Gassânî halife
Abdülmelik b. Mervân tarafından atanmış, ancak idarî yönden Mısır valisi Abdülaziz’e bağlı olmuştur. Bu üç
komutanın İfrikıyye fetihleri bölümüne bakınız.
436
Bkz. Belâzurî, Fütûh, 223(T.332).
437
Namazlarda imamlık yapmak ye ordu komutanlığını yürütmek, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, valilerin aslî
görevleri arasındaydı. Mesela, Amr’ın azledilmesinden sonra, Mısır valiliğine atanan Abdullah b. Saîd,
Feyyûm’dan Fustat’a geldiğinde sabah namazını kıldırmış ve halifenin bu konudaki mektubunu Müslümanlara
okumuştur. Bkz. İbn Abdilhakem, Fütûh, 174.
438
Meselâ, Muâviye’nin ölümünden sonra halife olan Yezid için vali Mesleme b. Muhalled Mısır halkından bîat
almıştı. Bkz. İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 133; Vali Abdülmelik b. Rifâ’a’nın da Süleyman b. Abdilmelik için
Mısır’da bîat aldığını görmekteyiz. (24 Şubat 715) bkz.: Kindî, Vulât, 66. Yine Yezid b. Velid halife olduğu
zaman Mısır valisi Hafs b. Velid halktan biat almış ve bunun için Mısır ordusuna 30 bin dinar atiyye
dağıtmıştır. Bkz. İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 291–292.
439
Meselâ, Amr b. Âs fetihlerin tamamlanmasından sonra, Fustat ve Cîze’yi kurmuş ve çarşılar yaptırmıştır.
Bkz. İbn Abdilhakem, Fütûh, 91; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 296; Makrizî, Hıtat, I, 296. Yine burada örnek
olarak Hür b. Yusuf’un Mısır’da Nil nehri kenarında, “Kayseriyyetu Hişârn” adıyla bir çarşı yaptırdığını
zikredebiliriz. Bkz. Kindî, Vulât, 74.
440
Meselâ, Hür b. Yusuf zamanında harac âmili olan İbnü’l-Habhâb Kibtîlerin harac vergilerini artırdığı zaman
bir isyan olmuş, Hür b. Yusuf da onların bu isyanını bastırmıştır. Bkz. Kindî, Vulât, 73-74; Aynı şekilde

81
Mısır valilerinin sahip oldukları yetkilere gelince; görebildiğimiz rivâyetler
çerçevesinde, onların yetkilerinin en başta geleni kendilerine bağlı olarak bazı idari görevlere
tayinler yapmalarıdır. Bu cümleden olarak valilerin; şurta emiri 442 şayet harac âmilliği görevi
uhdelerine veri1mişse harac âmili 443 , Beytü’l-Mâl âmili 444 Meks (=uşûr yeni ticaret malları
vergisini toplayan) âmili 445 , tavâhin âmili 446 , kadı 447 , kasas görevlisi (=kussâs) 448 , ordu
komutanı 449 , namazları kıldıracak imam 450 , Fustat’tan ayrılacağı zaman yerine istediği birini
vekil olarak bırakma 451 ve sahil şehir1erine murâbıt tayin etme 452 gibi yetkilerinin olduğunu
görmekteyiz. Valiler bu yetkilerinden başka, ordunun sayısını arttırma 453 ve geçici de olsa

Hanzala b. Safvân da bir Kibtî ayaklanmasını bastırmıştır. Bkz. Kindî, Vulât, 81; İbn Tağriberdî, Nücûm, I,
281.
441
Mesela, halife Ömer b. el-Hattâb, Şam’da yaşayan ve Kudâ’a kabilesinin bir kolu olan Behiyy kabilesinin
üçte birini Mısır’a naklettiğinde, bu kabilenin Mısır’a yerleştirilmesi işini Âmr’a vermiştir. Bkz. İbn
Abdilhakem, Fütûh, 116; Yine Velid b. Rifâ’a’nın valiliği döneminde halife Hişâm’ın izniyle 109/727’de Kays
kabilesinden üç bin kişi Mısır’a nakledilmiştir. Bu kabilenin Mısır’a yerleştirilmesini de vali Velid, harac âmili
İbnu’1-Habhâb’a vermiştir. Bkz. Kindî, Vulât, 75-77; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 265; Makrizî, Hıtat, I. 80.
442
Meselâ, Amr b. Âs, Hârice b. Huzâfe’yi (bkz.İbn Abdilhakem, Fütûh, 105; Kindî, Vulât, 31); Abdülaziz b.
Mervân Amr b. Saîd b. Âs’ı (bkz. Kindî, Vulât, 49) şurtaya tayin etmişlerdi. Bu konudaki örnekler
çoğaltılabilir.
443
Meselâ, vali Abdülmelik b. Rifa’a harac amilliğine Usâme b. Zeyd et-Tenûhî’yi atamıştı. Bkz. İbn Tağriberdî,
Nücûm, I, 231.
444
Beytü’l-Mâl’e yapılan tayin hakkındaki ilk ve tek rivayet Abdülaziz b. Mervân dönemine aittir. Abdülaziz b.
Mervân, Beytü’l-Mâl amilliğine aynı zamanda kadı ve kasas görevlisi olan İbn Huceyre’yi atamıştır. Bkz. İbn
Tağriberdî, Nücûm, I, 231.
445
Mısır’daki ilk Meks âmilinin Hârice b. Huzâfe olduğunu ve onun Amr b. Âs tarafından tayin edildiğini
görmekteyiz. Bkz. İbn Abdilhakem, Fütûh, 113, 231. Bu konu ileride ele alınacaktır.
446
Bu konuda sadece bir rivayete sahip bulunmaktayız. İbn Abdilhakein, Amr b. Âs’ın Mesleme b. Muhalled’i
Tavâhîn âmilliğine atadığını bildirmektedir. Bkz. İbn Abdilhakem, Fütûh, 100, 231.
447
Mısır’a ilk kadı tayininin halife Ömer b. el-Hattâb veya Amr b. Âs tarafından yapıldığı hakkında farklı
rivayetler bulunmaktadır. Bkz. İbn Abdilhakem, Fütûh, 102-103, 111; Kindî, Vulât, 300-301; Vekî, Kudât, III,
221. Mısır valisi Mesleme b. Muhalled, Mısır kadısını kendisi tayin etmiş ve kadılığı, Şurta eminliği ile
beraber Âbis b. Sa’îd’e vermiştir. Bkz. Kindî, Vulât, 39.
448
Kasaslık görevine ilk olarak 659’da Amr b. Âs’ın, ikinci valiliği zamanında Süleym b. Itr et-Tücîbî tayin
edilmiştir. Bkz. İbn Abdilhakem, Fütûh, 231; Kindî, Vulât, 303–304; Vekî, Kudât, 221. 83/702’de ise Kasaslık
görevine, Abdülaziz b. Mervân İbn Huceyre’yi atamıştır. Bkz. İbn Abdilhakem, Fütûh, 235; Kindî, Vulât, 317;
Vekî, Kudât, III, 225; İbn Kesîr, Bidâye, IX, 54.
449
Mesela, Abdülaziz b. Mervân. Mısır’ın ordu komutanlığına kardeşi Muhammed b. Mervân’ı tayin etmiştir.
Bkz. Kindî, Vulât, 55.
450
Mesela, Abdülaziz b. Mervân, Mısır’da namaz kıldırmak üzere Malik b. Şerâhil el-Havlâni’yi atamıştır. Bkz.
Kindî, Vulat, 55; Vali Abdülmelik b. Rifâ’a hasta olduğu zaman namazları kardeşi Velid b. Rifa’a’ya
kıldırtmıştı. Bkz. Kindî, Vulât, 75; İbn Tağriberdî, Nücûm, I. 264-265.
451
Mesela, Amr b. Âs, halife Ömer b. el-Hattâb’ın yanına ilk gittiğinde Zekeriyya b. Cehm el-Abderî’yi, ikinci
defa gittiğinde ise oğlu Abdullah b. Amr’ı (bkz. Kindî, Vulât, 10); Utbe b. Ebî Süfyân Şam’a giderken,
Abdullah b. Kays b. Kays et-Tücîbî’yi (bkz. Kindî, Vulât, 34-35; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 124); Abdülaziz b.
Mervân Şam’a giderken Ziyad b. Hanzala et-Tücibi’yi (bkz. Kindî, Vulât, 51; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 193)
vekil olarak bırakmışlardır.
452
Mesela, Amr b. Âs ilk valiliği sırasında Ukbe b. Nâfi’i, ikinci valiliği zamanında Ruveyfi b. Sâbit el-Ensârî’yi
Berka’ya murabıt olarak atamıştır. Ruveyfi, 43/663-664’te ölünceye kadar bu görevini sürdürmüştür. Bkz. İbn
Abdilhakem, Fütûh, 109-110; Mısır valisi Utbe b. Ebî Süfyân, İskenderiyye murabıtlığına Alkame b. Yezid el-
Gutayfî’yi atamıştır. Bkz. Kindî, Vulât, 36.
453
Meselâ, Kurre b. Şerik ordunun sayısını arttırmıştır. Bkz. İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 219.

82
vilâyet merkezini başka bir vere nakletme 454 gibi yetkileri de kullanmışlardır. Ayrıca valilerin
kendilerine hâcibler tuttuklarını da görmekteyiz 455 .
Bu arada Mısır’daki murâbıtlık görevine de kısaca temas etmek istiyoruz. Mısır’da iki
tane murâbıtlık merkezi görmekteyiz. Biri İskenderiyye, diğeri de Berka’dır. Her iki şehir de
Akdeniz sahilinde olup, Rum donanmasının saldırılarına açıktır. Bu sebepten biz bu iki şehrin
korunması için buralarda murâbıtlık merkezleri oluşturulduğunu görmekteyiz.
Mısır’da murâbıtların valiler tarafından tayin edildiğini görmekteyiz. İlk murâbıt
tayinini de Amr b. el-Âs yapmış ve İskenderiyye’nin fethinden sonra buraya Abdullah b.
Huzâfe b. Kays es-Sehmi’yi murâbıt olanak atamıştır 456 . Amr b. el-Âs, İskenderiyye’yi
fethettikten sonra ordusunu dörde ayırmış ve dörtte birini İskenderiyye içinde dörtte binini de
İskenderiyye sahillerine yerleştirmiştir ki, bu iki grup İskenderiyye murâbıtlığının askeri
gücünü oluşturmaktaydı. Geri kalan dörtte ikisini de yanına alarak İskenderiyye’den
ayrılmıştır. İskenderiyye’de bıraktığı bu birlikleri de altı ayda bir yanında kalanlar ile
değiştirmiştir 457 . İskenderiyye murâbıtlığı konusunda halife Ömer b. el-Hattâb’ın da özel bir
ihtimam gösterdiği anlaşılmaktadır. Bu konuda İbn Abdilhakem, halife Hz. Ömer’in her yıl
Medinelilerden oluşan bir birliği İskenderiyye’nin korunması için gönderdiğini ve valisine de
(yani murâbıt olan kişiye de) “İskenderiyye hakkında gafil olma ve oradaki nöbeti sıklaştır.
Bu konuda (yani İskenderiyye’nin korunması konusunda) Rumlara güvenme” 458 şeklinde bin
talimat gönderdiği görülmektedir. İbn Abdilhakem’in naklettiği bu rivayetin devamında,
halife Osman b. Affan’ın da Mısır valisi Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh’e İskenderiyye
murâbıtlığı konusunda dikkatli olmasını, onların ihtiyaçlarını karşılamasını ve burada görev
yapan birlikleri her altı ayda bir değiştirmesini emrettiğini görmekteyiz 459 .
Mısır valisi Utbe b. Ebî Süfyân da Şubat 665’de İskenderiyye murâbıtlığına Alkame b.
Yezid el-Ğutfî’yi tayin etmiştir. Bölgenin korunması için 12 bin kişilik bir birliğin başına
getirilen Alkame, İskenderiyye kalesi içinde bin murâbıtlık merkezi inşâ ettirmiştir 460 .

454
Meselâ, Abdülaziz b. Mervân, Fustat’ta 689’da veba salgını çıktığında vilayet merkezini geçici olarak
Hulvân’a taşımıştı. 0 bunu yaparken Mısır ordusunu da Hulvân’a nakletmiş ve ordu için burada bir karargâh ve
bir de camii inşa ettirmiştir. Bkz. Kindî, Vulât, 49; İbn Kesir, Bidâye, VIII. 316; Zehebî, Düvel, I, 53; İbn Iyâs,
Bedâiu’z-Zuhûr, I. 122-123.
455
Meselâ, Amr b. Âs’ın hâciblerinden biri Kays b. Küleyb idi. Kays daha sonra Abdülaziz b. Mervân’ın da
hâcibliğini yapmıştır. Bkz. İbn Abdilhakem, Fütûh, 123-124.
456
Belâzurî, Fütûh, 221 –222 (T.315-317).
457
İbn Abdilhakem, Fütûh, 130-131, 191-192; Belâzurî, Fütûh, 222-223(T.3 17-318); Makrizî. Hıtat, I, 167.
Ayrıca bkz. “İskenderiyye’nin Birinci Fethi” konusu.
458
İbn Abdilhakem, Fütûh, 191-192.
459
İbn Abdilhakem. Fütûh. 191-192.
460
Kindî, Vulât 36.

83
Mısır’daki murâbıtlık merkezlerinden bir diğeri de Berka’dır. İskenderiyye’nin
fethinden sonra Berka, Trablusgarb ve civarının fethine çıkan Amr b. el-Âs, bölgeyi
fethettikten sonra, 643’de buraya Ukbe b. Nâfi el-Fihri’yi murâbıt olarak bırakmıştır. Bu
konuda Belâzurî Amr b. el-Âs’ın Ukbe’yi Magrib’e vali olarak tayin ettiğini ve bunu halife
Ömer b. el-Hattâb’a bildirdiğini nakletmektedir 461 . Abdülaziz b. Mervân’in valiliği
zamanında 43/663-664’de Berka murâbıtı atiyye b. Yerbu’ idi. İbn Abdilhakem, Berka’da
çıkan bir veba salgını sırasında Atiyye b. Yerbu’un yanında 700 kişi olduğu halde vebadan
kaçmak üzere denize açıldığını nakletmektedir. Denizde Rum donanmasıyla karşılaşan Atiyye
onlarla savaşmış ve yenilmiştir. Rumlar Berka’ya çıkartma yapmak üzereyken Mısır valisi
Abdülaziz b. Mervân, kölesi Telid komutasında bir birliği Berka’ya göndermiştir. Telid
Rumların Berka’ya çıkmalarına mani olmuş ve Abdülaziz tarafından önce kölelikten
azledilmiş sonra da Berka murâbıtlığına tayin edilmiştir 462 . Yine, Abdülmelik b. Rifa’a’nın
Mısır valiliği zamanında (724-727) Fehd b. Kesîr b. Fehd’in Berka valiliği, yani Berka
murâbıtlığı yaptığını görmekteyiz 463 .

b)Harac Âmilliği (=Divânu’l-Harac)


Harac âmilliği, cizye ve harac vergilerini toplayan, haraca tâbi arazilerin ölçümlerini
ve cizye ile mükellef olan zımmîlerin nüfus sayımını yapan idari bir makamdır. Ömer b. el-
Hattâb’ın halifeliği zamanında geniş bir coğrafi alana yayılan İslâm devletinde, fethedilen
toprakların fâtihler arasında taksim edilmeyip, bölge halkının elinde bırakılması ve kendi
dinlerinde kalan Gayr-i Müslim halka, cizye, topraklarına da harac vergisi konulması, bu
işlerin tespit, tanzim ve tahsili ile meşgul olacak bir idari kurumun dogmasına sebep olmuştur.
Bu işlerle uğraşan idari makama “harac âmilliği” (veya Divanu’l-Harac) denilirken, bu görevi
yürüten kişiye de “harac âmili” (veya Sâhibu Divani’l-Harac) ismi verilmiştir. Biz bu konu
başlığı altında genel olarak vergilerle ilgili olmaları sebebiyle Beytü’l-Mâl âmilliğini, Ticaret
Malları vergisini toplayan Meks âmilliğini ve deşirmen vergisi toplayan âmillik
diyebileceğimiz Tevâhin âmilliğini de ele almayı uygun gördük. Harac âmilliği konusundan
başlayarak bunları sırasıyla incelemek istiyoruz.
Harac âmilliği kurumu, İslâm devletinin en önemli gelir kaynaklarından cizye ve harac
vergilerini toplama görevini uhdesinde bulundurduğundan dolayı, her zaman önemini

461
Belâzurî, Fütûh, 226(T.322); Zavî, Libya. 45-46; Sa’d Zağlûl. Tarihu’l-Mağrib, I, 133; Cemilî. Tarih, 189.
462
İbn Abdilhakem. Fütûh, 110, 203.
463
İbn Abdilhakem, Fütûh, 127.

84
korumuş ve beldelerde zaman zaman genel valilik ile eşdeğer tutu1muş, bazan da genel
valilikten daha önemli bir konuma gelmiştir.
Yukarıda valilik konusunda ifade ettiğimiz gibi, fetihlerin tamamlanmasından hemen
sonra, henüz idari bir taksimâta gidilmediği bir zamanda, bütün idari görevlerde olduğu gibi
Mısır’ın harac âmilliğini de Amr b. el-Âs yürütüyordu. Halife Ömer b. el-Hattâb’ın
halifeliğinin sön yılında, 644’de Mısır vergilerini toplama ve dağıtması hususunda, Amr b. el-
Âs aleyhinde çıkan iddialara kadar bu durum böylece devam etmiştir. Amr aleyhine ortaya
çıkan bu iddialardan sonra halife Ömer b. el-Hattâb, onun mal varlığını teftiş ettirmiş ve
kaynaklarımızın neticesi hakkında bilgi vermediği bu teftişin sonunda, halife Hz. Ömer, Amr
b. el-Âs’ın görev ve yetkilerini kısıtlayarak, onu Aşağı Mısır’ın valiliği ve harac âmilliği
görevinde bırakırken, Yukarı Mısır’ın valiliğine ve harac âmilliğine de Abdullah b. Sa’d b.
Ebî Serh’i tayin etmiştir. Böylece Mısır, Emevîler’in sonuna kadar, tarihinde ilk ve tek olarak
iki harac âmiline sahip olmuştur.
Osman b.Affân’ın halife olmasından sonra, halife Ömer b. el-Hattâb’ın uygulamaya
koyduğu iki bölgeli idari yapı ve harac âmilliği uygulaması kaldırılmıştır. Halife Osman
645’de Mısır valiliğini tekrar tek elde toplamış, ancak bu defa genel valilik ile harac âmilliğini
birbirinden ayırarak, harac amilliğini doğrudan halifeye bağlı bir makam haline getirmiştir.
Ancak bu uygulama fazla uzun ömürlü olmamış ve halife Hz. Osman’ın bu uygulamasına
karşı çıkan Amr b. el-Âs, valilikten azledilerek, 646’da, Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh bütün
yetkilere sahip olarak Mısır valiliğine tayin edilmiştir 464 . Esâsen Amr b. el-Âs’ın halife Hz.
Osman’ın bu uygulamasına karşı çıkmasının asil sebebi, Amr’ın Osman b. Affân’a söylediği
“Emir ineği sağarken, ben ineğin iki boynuzunu tutan kimse gibi olmak istemiyorum” 465
sözünden de anlaşılacağı üzere, Mısır’ın cizye ve harac işlerinden sorumlu harac âmilliğinin
kendisine verilmemesi olmuştur. Hatta, Amr’ın Mısır valiliğinden alınma sebebi de harac
âmilliğinin kendisine verilmemesi ö1muştur. 0, Abdullah b. Sa’d’ın azledilip, Mısır haraç
âmilliğinin tekrar kendisine verilmesi 1cm iki defa Medine’ye Hz. Osman’ın yanına gitmiş ve
şayet Abdullah azledilmezse Mısır’a dönmeyeceğini söylemiştir. Bunun üzerine Hz. Osman
da onu azletmiştir. 466 Yine yukarıda ifade ettiğimiz gibi, Amr b. el-Âs’ın, Ali b. Ebî Talib ile
Muâviye arasındaki hilafet mücadelesinde, Muâviye tarafında yer almak için Mısır’ın
“Tuğme”sinin kendisine verilmesini şart olarak öne sürmesi 467 de Mısır harac âmilliğinin ne

464
Valilik konusuna bakınız.
465
Belâzurî, Fütûh, 225 (T.321): Kindî, Vulât, 20.
466
Abdilhakem, Fütûh, 161; Belâzurî, Fütûh, 217. 224-225 (T. 305, 319-321); Kindî, Vulât, 10; Taberî, Tarih,
IV, 256-257 (Leiden, I. 2818-2819); İbnü1-Esir, Kâmil, III, 88 (T. III, 94); İbn Tağriberdî, Nücûm, 1. 66.
467
Valilik konusuna bakınız.

85
kadar Önemli olduğunu bize göstermeye kâfidir. Mısır harac âmilliğinin bazan valililerden
daha etkili ve daha güçlü olduğunu ifade etmiştik. Bu cümleden olarak, halife Hişâm b.
Abdilmelik’in Mısır harac âmili olan İbnü’l-Habhâb, Mısır valisi Hür b. Yusuf’dan daha
güçlü bir konuma sahipti. İbnü’l-Habhâb, doğrudan halifeye bağlı idi ve o, kendisiyle
anlaşmazlığa düşen vali Hür b. Yusuf’u halife Hişâm b. Abdilmelik’e şikâyet ederek
azlettirmişti 468 .
Mısır harac âmillerinin tayin edilme şekillerine de yukarıda valilerin atanmaları
konusunda temas etmiştik. Mısır’a tayin edilen valiler, şayet valilik ile beraber harac âmilliği
de kendilerine veri1mişse, bu görevi de kendileri yürütürler veya kendilerine yardımcı olarak
bir harac âmili tayin ederlerdi. Şayet harac âmilliği görevi kendilerine veri1memişse ve harac
âmili ayrıca tayin edi1mişse bu durumda harac âmili doğrudan halifeye bağlı olur ve Mısır
valisi onun işlerine karışamazdı 469 .
Emevîler devrinde de harac âmilliğinin bazan genel valiye verildiğini bazan da genel
validen ayrı olarak tayin edildiğini görmekteyiz 470 . Emevîler’in ilk Mısır valisi Âmr’ı özel
durumu itibariyle istisnâ edecek olursak, Amr’dan sonra Mısır valiliğine atanan Utbe b. Ebî
Süfyân’ın tayininde harac âmilliği görevinin olmadığını görmekteyiz. Muâviye, kardeşi
Utbe’yi Mısır valiliğine tayin ederken, Amr’ın harac âmili Verdân’ı görevinde bırakmıştır.
Ancak daha sonra Mısır’dan gelen devlet gelirlerinin azaldığını ve 5 milyon dinara kadar
düştüğünü gören Muâviye, Verdân’a bir mektup yazıp Kıbtîlerin cizyesini birer kırat
arttırmasını emretmiştir. Verdân buna karşı çıkınca Muâviye onu azletmiş ve harac âmilliği
görevini de kardeşi Utbe’ye vermiştir 471 .
Harac âmillerinin görevlerine gelince; onların en önemli görevleri, bölgelerindeki
cizye ve harac vergilerini toplamaktır. Bunun için onların, cizye ve harac ile mükellef olan
zımmîleri saydırdıklarını ve haraca tâbi arazileri ölçtürdüklerini görmekteyiz. Yine harac
âmillerinin, bu sayım ve ölçümlerden sonra listeler hazırlayarak, mükellefleri kaydettiklerini
ve ertesi yıl yaklaşık ne kadar vergi toplanacağını, daha bir yıl öncesinden tesbit ettiklerini,
bunun için her bölgede oluşturulan köy idarecilerinden ve ileri gelenlerinden faydalandıklarını
kaynaklarımız nakletmektedirler 472 .

468
Kindî, Vulât, 74; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 259.
469
Halife Osman b. Affan ve Hişârn b. Abdilmelik zamanlarında olduğu gibi.
470
Valilik konusuna bakınız.
471
İbn Abdilhakem, Fütûh, 86. Hasan İbrahim Hasan ve Ali İbrahim Hasan, Amr’ın, ikinci valiliğinin ilk yılında,
Mısırda 9 milyon dinar vergi toplandığını, son yılında ise bunun 5 milyon dinara düştüğünü ifade
etmektedirler. Bkz. H.İbrahim Hasan, Nüzûm, 225. Ayrıca “Cizye Vergisi” konusuna bakınız.
472
Bu konuda “Cizye ve Harac Vergisinin Tahsili konusuna bakınız.

86
- Beytü’l-Mâl Âmilliği
Harac âmillerinin cizye ve harac vergilerini toplama görevleri yanında, topladıkları bu
vergileri gerekli yerlere harcama ve maaş olarak (atiyye) dağıtma yetkilerinin olduğunu da
görmekteyiz. Buna göre harac âmilleri ayni zamanda bir Beytü’l-Mâl görevlisi de olmaktadır.
Bu sebepten biz Beytü’l-Mâl âmilliğini harac âmilliği konusu içinde ele almayı düşündük. Bu
konuda Amr b. el-Âs’ın, halife Ömer b. el-Hattâb zamanında, hem vergileri toplayan bir harac
âmili, hem de toplanan bu vergileri gerekli yerlere harcayan ve Müslümanların atiyyelerini
dağıtan bir Beytü’l-Mâl görevlisi olduğunu söyleyebiliriz. Halife Ömer b. el-Hattâb’ın,
Mısır’da kimlere ne kadar maaş verileceği konusunda Amr b. el-Âs’ı muhatap alması bunun
açık bir delilidir 473 . Harac âmillerinin, bu görevleri yanında Beytü’l-Mâl’e baktıklarına dair üç
habere daha dikkati çekmek istiyoruz. Bunlardan bin Muâviye b. Ebî Süfyân’ın halifeliği
dönemi ile ilgilidir. Muâviye, Mısır kadısı Süleym b. Itr et-Tücibî’ye yazdığı bir mektupla,
ona Mısır’da bulunan yaralıları ve sakatları tesbit etmesini, onların ihtiyaçlarını belirlemesini
ve onları Beytü’l-Mâl’den sorumlu Divan âmiline (Sâhibu’d-Divan) gönderip onlara atiyye
(=maaş) bağlanmasını sağlamasını emretmiştir. Suleym b. Itr da, yaralıları ve sakatları tesbit
ettikten sonra, onları, ihtiyaçlarını karşılasın ve maaş bağlasın diye harac âmiline
göndermiştir 474 .
Harac âmilinin aynı zamanda Beytü’l-Mâl âmili olduğuna dair ikinci haber, Kurre b.
Şerîk’in valiliği (valiliği: 709-715) dönemine aittir. Mısır’ın genel valisi olması yanında,
harac âmili de olan 475 Kurre b. Şerik, vergilerini ödemeleri için bazı beldelere yazdığı
mektuplarda, belde sorumlularının mükelleflerden vergileri toplamalarını ve hemen
Fustat’taki merkez Beytü’l-Mâl’ine getirmelerini istemektedir 476 . Biz, cizye ve harac
vergilerini toplama görevinin harac âmilleri tarafından yürütüldüğünü ve yukarıdaki mektupta
ise cizye ve harac vergilerinin Fustat’taki merkez Beytü’l-Mâl’!ine getirilmesinin istendiğini
düşünecek olursak, harac âmilliği ile Beytü’l-Mâl âmilliğinin tek elden, daha doğrusu
Beytü’l-Mâl amilliğinin de harac âmilliği kurumu tarafından idare edildiğini söyleyebiliriz.
Bu konudaki üçüncü rivayet de, Mısır valisi Havsere b. Süheyl el-Bâhilî (valiliği: 745-
748) dönemine aittir. Bu dönemde Mısır kadısı olan Abdurrahman b. Sâlim el-Ceyşâni, 748
yılı Ekim ve Kasım aylarının maaşını, Beytü’l-Mâl âmilinden almış ve kendisine maaşını
473
İbn Abdilhakem, Fütûh, 230-231.
474
Kindî, Vulât, 309, Bu rivayet bize harac âmili, Beytü’l-mâl âmili ve “Sahibu’d Divan”ın aynı kişi olduğunu
göstermektedir. Bu dönemdeki harac âmilinin kim olduğunu tesbit edemedik. Ancak, Muâviye’nin halifeliği ye
Süleym b. Itr’ın kadılığı zamanında Mısır’da harac âmilliği yapanlar Amr b. Âs’ın azatlısı Verdân, Utbe b. Ebî
Süfyân ve Mesleme b. Muhalled’dir.
475
Kindî, Vulât, 63.
476
Nabia Abbott, The Kurrah Papyri From Aphrodito in the Oriental Institute, Chicago 1938, 52-56 (Oriental
Institute No: 13759); Ayrıca bkz. Erkal, İslâm Vergi Hukuku, 343-344.

87
aldığına dair bir de belge verilmiştir. Bu rivayeti nakleden Kindî, kadı Abdurrahman’ın
maaşını vermesi için Beytü’l-Mâl görevlisine emri verenin de harac âmili İsa b. Atâ olduğunu
ifade etmektedir 477 .
Buraya kadar verdiğimiz örneklerde, Beytü’1-Mâl’e hep harac âmillerinin baktıklarını
tesbit etmiş bulunuyoruz. Bunun tek istisnasını ise, yani Beytü’l-Mâl âmilliğinin, harac âmili
dışında başka bir şahsa verildiğine dâir ilk ve tek rivayete Abdülaziz b. Mervân’ın valiliği
döneminde rastlamaktayız. Abdülaziz b. Mervân, İbn Huceyre’yi kadılık ve kasaslık görevi
yanında Beytü’l-Mâl âmilliğine de tayin etmiş ve ona bu görev için senelik 200 dinar maaş
vermiştir 478 .

-Meks Âmilliği
Meks âmilliğine gelince, bu âmilliğin görevi ticâret ve gümrük malları vergisi
toplamaktı. Bu vergi hakkında “Mısır Valiliğinin Gelirleri” konusunda bilgi sunulacağından,
burada sadece Meks âmilliği görevinde bulunanların isimlerini vermekle yetineceğiz.
Amr b. el-Âs’ın ilk valiliği zamanında Meks âmilliğinin başında Şurahbil b.
Hasene’nin olduğunu görmekteyiz. Bu konuda bize bilgi veren tek müellif İbn
Abdilhakem’dir. İbn Abdilhakem, Şurahbil b. Hasene’nin Meks âmili olduğu sırada Amr b.
el-Âs’ın, Halid b. Sâbit el-Fehmî’ye bu görevi teklif ettiğini, ancak Halid’in Hz.
Peygamber’den “Meks (vergisi) alan kişi cennete giremeyecektir” şek1inde bir hadis
duyduğunu ve bundan dolayı bu görevi kabul etmediğini Amr’a söylediğini nakletmektedir 479 .
Şurahbil b. Hasene’den sonra, onun oğlu Rebi’a b. Şurahbil’in de Mısır’da Meks âmilliği
yaptığını görmekteyiz 480 .
“Kitâbu’l-Emvâl” sahibi Ebû Ubeyd de bize Velid b. Abdilmelik, Süleyman b.
Abdilmelik ve Ömer b. Abdilaziz’in halifelikleri döneminde Mısır Meks âmilinin Ruzeyk b.
Hayyân ed-Dimeşkî olduğunu rivayet etmektedir 481 . Yine Ebû Ubeyd, Abdullah b.
Muhammed ve dedesi Ziyad b. Hudayr’ın beraberce Mısır Meks (=uşûr) âmilliği görevini
yürüttüğünü tarih ve zaman belirtmeksizin nakletmektedir 482 .

477
Kindî, Vulât, 354.
478
İbn Abdilhakem, Fütûh, 235; Veki, Kudât, III, 225; İbn Kesir, Bidâye, IX, 54.
479
İbn Abdilhakem, Fütûh, 112, 113, 231. Meks hadisi ve değişik varyantları için bkz. Ahmed b. Hanbel,
Müsned, İstanbul 1413/1992, IV, 109, 143, 150; V, 348; Dârimî, Ebû Muhammed Abdullah b. Abdurrahman,
Sünen, İstanbul 1413/1992, Zekat, 28, no: 1673, I, 330; Hudud, 17, no:2329, II, 498; Müslim, Ebu’l- Hüseyn;
Sahih, İstanbul 1414/1992, Hudud, 5, no: 23, II, 1323-1324; İbn Mâce, Ebû Abdillah Muhammed b. Yezid;
Sünen, İstanbul 1413/1992, Edeb, 23, no: 3718, II, 1225; Ebû Davud Süleyman b.e1-Eş’as, Sünen, İstanbul
1413/1992, Hudud, 24, no:4442, IV, 588-589.
480
İbn Abdilhakem, Fütûh, 109.
481
Ebû Ubeyd, Emvâl, 381(T. 423). Ayrıca bkz. İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 237.
482
Ebû Ubeyd, Emvâl, 475-476 (T. 507).

88
Bu arada İbn Abdilhakem ve Kindî’nin haber verdiklerine göre, Mısır valisi Abdullah
b. Abdilmelik (valiliği: 705-708), çarşı ve pazarlarda Meks vergisini arttırdığı için “Mekîs”
veya “Mükeyves” diye isimlendirildiğini 483 de burada zikretmek verinde olacaktır. Buna göre
Abdullah b. Abdilmelik’in Meks vergileriyle doğrudan ilgilendiğini düşünebi1iriz.

-Tavâhîn Âmilliği
Tavâhîn âmilliğine gelince; bu konudaki ilk ve tek bilgiyi yine İbn Abdilhakem
vermektedir. İbn Abdilhakem, Mısır Meks âmili hakkında bilgi verirken Mısır’ın Tavâhîn
âmilliğini de Mesleme b. Muhalled’in yürüttüğünü nakletmektedir. Bu bilgiyi verdiği
rivayetin arkasından yaptığı başka bir nakilde de Mesleme’nin Balaks’taki 484 Tavâhîn’in
başında bulunduğunu haber vermektedir 485 .
Biz, incelediğimiz kaynaklarda gerek Meks âmilliği, gerekse Tavâhin âmilliği
hakkında yukarıda vergimiz bilgilerden fazlasını bulamadık.

c) Şurta Âmilliği (=Divânu’ş-şurta)


Mısır’ın idari yapısında gördüğümüz önemli kurumlardan biri de Şurta âmilliğidir.
Amr b. el-Âs fetihlerin tamamlanmasından hemen sonra Mısır şurta âmilliğini kurmuş ve ilk
şurta emiri olarak da Hârice b. Huzâfe el-Ğanemî’yi tayin etmiştir 486 . Bazı araştırıcılar 487 ,
Amr b. el-Âs’ın, Fustat’taki camiin kıble tarafında şurta âmilliği için bir bina inşa ettirdiğini
ifade etmektedirler.
Mısır şurta âmilliği, valilikten sonra en önemli idari bir kurumdu. Şurta âmilleri,
valilerin Fustat’tan ayrılmaları durumunda, valiye vekalet ederleri. Vali yerine namazları
kıldırır, orduya komutanlık eder, kısaca valilerin sahip oldukları tüm yetkilere sahip olarak
hareket ederlerdi 488 . Bu cümleden olanak, vali Abdülaziz b. Mervân’ın 686’da Şam’a
gittiğinde yerine bıraktığı şurta emiri Âbis b. Sa’id’in, bir vali gibi ordunun maaşlarını
arttırdığı ve vali Abdülaziz’in Mısır’a döndükten sonra Âbis’in bu tasarrufuna kızmasına
rağmen, onu azletmekten çekindiği ve ölünceye kadar y erinde bıraktığını örnek olarak
zikredebiliniz 489 . Mısır şurta âmilliğinin, valilikten sonra en önemli idari kurum olduğunu
gösteren bir başka husus da Emevîler zamanında beş şurta âmilinin valiliğe tayin
483
Bkz. İbn Abdilhakem, Fütûh, 122; Kindî, Vulât, 59.
484
Balaks: Yakut el-Hamevî, Balaks’ın, Mısır şehri civarında bir köy o1duğunu bildirmektedir. Bkz. Mu’cem,
V, 15.
485
İbn Abdilhakem, Fütûh, 100, 231. Bu konu hakkında “Mısır Valiliğinin Gelirleri” bahsinde bilgi verilmiştir.
486
İbn Abdilhakem, Fütûh, 105; Zübeyrî, Nesebu Kureyş, 375; Rahmunî, Şurta, 73–74.
487
Rahmûnî, Şurta, 75; Seyyide İsmail Kâşif, Mısır fî Fecri’l-İslâm, Kahire 1970 (II. Baskı), 23.
488
Bu konuda Kindî’nin “Kitabu’l-Vulât ve Kitabu’l-Kudat” isimli eserinin muhtelif sahifelerine bakınız.
489
Kindî, Vulât. 49.

89
edilmeleridir 490 . Bu arada, bazı şurta âmillerinin, en az valiler kadar güç sahibi olduklarını ve
valilerin kendilerinden çekindiklerini de görmekteyiz. Az önceki Âbis b. Sa’id hadisesi bunun
tipik bir örneğidir. Yine Mısır valilerinden Abdullah b. Abdilmelik’in şurta emiri
Abdurrahman b. Muâviye b. Hudeyc’i azletmek istediği, ancak onun nüfuzundan çekindiği
için azledemediği ve onu hiç olmazsa Fustat’tan uzaklaştırmak için maaşını artırarak
İskenderiyye murâbıtlığına tayin ettiği nakledilmektedir 491 .
Mısır’daki şurta âmilliğinin önemini bu şekilde belirttikten sonra şimdi onların tayin
ve azilleri ile görev ve yetkileri konusuna kaynaklarımızdaki rivayetlerden örnekler vermek
suretiyle kısaca temas etmek istiyoruz.
Şurta âmillerinin tayin ve azillerinin, ilk vali Amr b. el-Âs’dan başlamak üzere
Emevîler’in sonuna kadar dâima Mısır valilerince yapıldığını görmekteyiz 492 .
Şurta âmillerinin görevlerine gelince; onların asli görevleri Mısır dahilinde âsâyişi ve
kadıların verdiği hükümlerin uygulanmasını sağlamaktı 493 . Bunun dışında onların yukarıda
belirttiğimiz gibi vali vekilliği, namazlarda valilerin yerine imamlık 494 ve valilerin emrettikleri
diğer görevleri 495 yaptıklarını görmekteyiz.
Bu arada, şurta âmilliği konusu içinde ele almak istediğimiz bir kurum da, özel
muhafız birliği diyebileceğimiz, Hares, A’vân ve Hayl kurumudur. Bu konudaki ilk bilgilere
vali Abdülaziz b. Mervân döneminde rastlamaktayız. Kindî, Abdülaziz b. Mervân’ın şurta
emiri Âbis b. Sa’id’in 697’de ölümünden sonra şurta amilliğine Ziyâd b. Hanâte et-Tücîbî’yi
atadığını, ancak bu defa Hares, A’vân ve Hayl Komutanlığını (hapishane âmilliği, Bekçilik,
Yardımcı birlikler ve süvâri birlikleri şeklinde tercüme edebiliriz) şurtadan ayırdığını ve
bunların başına Cenâb b. Mürsed b. Hani er-Ru’aynî’yi tayin ettiğini nakletmektedir. Bu
konudaki rivayet özetle şöyledir; Abdülaziz b. Mervân’ın Mısır dışında bulunduğu bir sırada
şurta emiri ve vali vekili Âbis b. Said, validen izin almadan ve kendi inisiyatifiyle ordunun
maaşını arttıracağını vaâd etmiştir. Abdülaziz b. Mervân Mısır’a dönüp durumu öğrendiğinde,
ona niçin böyle yaptığını sormuş, Âbis de onun ve kardeşi Abdilmelik’in durumunu

490
Şurta emiri iken Mısır valiliğine getirilenler; Abdülmelik b. Rifâ’a (iki defa) Hanzala b. Safvân (iki defa)
Havs b. Velid (üç defa) Halid b. Rifâ’a ve Abdurrahman b. Halid’dir. Daha önce vali iken şurta emirliğine
tayin edilen tek kişi de Hassan b. Atâhıyye’dir. Bkz. Kindî, Vulât, ilgili yerler. Ayrıca Bkz. Rahmûnî, Şurta,
75.
491
Kindî, Vulât, 58.
492
Bkz. Kindî, Vulât ilgili yerler.
493
Kâşif, Mısır, 23-24.
494
Meselâ, şurta emiri Hârice b. Huzâfe. haricîler tarafından suikast sonucu öldürüldüğünde vali Amr b. el-Âs’ın
yerine yatsı namazı kıldırmaktaydı. Bkz. İbn Abdilhakem, Fütûh, 105, 106-107.
495
Meselâ Halife Muâviye ölup yerine oğlu Yezid halife olunca Mısır valisi Mesleme b. Muhalled, Fustat
dışında İskenderiyye’de olduğundan şurta emiri Âbis b. Sa’îd Mesleme’nin emriyle yeni halife Yezid için
Fustat’ta biat almıştır. Bkz. Kindî, Vulât, 39; Veki, Kudât, III, 223-224.

90
sağlamlaştırmak için atiyyeleri artırdığını belirterek, isterse atiyyeleri tekrar eksi1tebi1eceğini
söy1emiştir. Ancak Abdülaziz atiyyeleri eksiltmeyerek, Âbis’e kızmasına rağmen Mısır’daki
nüfûzundan çekindiği için onu azletmemiştir. 697’de Âbis’in ölümüyle Abdülaziz b. Mervân,
şurta âmilliğine Ziyâd b.Hanâte et-Tücibi’yi atamış, ancak bu defa Hares, A’vân ve Hayl
Komutanlığını şurtadan ayırarak, bunların başına Cenab b. Mürsed b. Hâni er-Ru’aynî’yi
getirmiştir. Kindî, bu rivayetin hemen akabinde naklettiği başka bir haberde de, Abdülaziz’in
bu kurumu şurta âmilliğinden ayırma sebebi olarak, kendisine karşı kuvvet kazanıp isyan
edebilecek güce erişen görevlileri sindirmek olduğunu ve bu gibi kişi1eri önce dövdürtüp,
sonra da hapsettirdiğini bildirmektedir 496 .
Özel muhafız birliği diyebileceğimiz bu kurumun tam olarak ne zaman kurulduğunu
bilememekteyiz. Ancak Kindî’nin rivayetinde gecen ve Abis b. Sa’id’in ölümünden sonra bu
kurumun başına şurta âmilinden ayrı bir kişinin atandığı ifadesini dikkate alacak olursak, bu
kurumun Abdülaziz b. Mervân in valiliğinden önce de varolduğunu söyleyebiliriz.
Bu kurum ile ilgili diğer bilgilerimiz de yine Abdülaziz’in valilik dönemiyle ilgilidir.
Kindî, Abdülaziz’in Cenâh b. Mürsed’i bu kurumun komutanlığı da kendisinde kalmak üzere
İskenderiyye valiliğine (=murâbıtlığına) tayin ettiğini 497 , onun ölümünden sonra da önce Amr
b. Küreyb b. Salih er-Ru’aynî’yi, onun da 40 gün sonra ölmesiyle boşalan bu kurumun başına
bu defa Said b. Ya’kub el-Meâfirî’yi tayin ettiğini 498 nakletmektedir.

d) Kadılık (=Divânu’l-Kadâ)
Mısır’ın ilk kadısı Kays b. Ebi’l-Âs’dır. Onun Amr b. el-Âs veya halife Ömer b. el-
Hattâb tarafından tayin edildiğine dair iki farklı rivayet bulunmaktadır 499 . Ocak 644’de Mısır
kadılığına başlayan Kays bu görevini ancak üç ay sürdürebilmiş ve üç ay sonra Mart 644’de
ölmüştür 500 .
Kays b. Ebi’l-Âs’ın ölümünden sonra halife Hz. Ömer, Amr b. el-Âs’a bir mektup
yazarak Ka’b b. Yesar b. Dinne’yi kadılığa tayin etmesini emretmiştir. Amr halife
Hz.Ömer’in bu emrini Ka’b’a bildirmesine rağmen o, cahiliye devrinde insanlar arasında
hakemlik yaptığını ve pek çok hüküm verdiğini, Allah’a karşı hâlâ bunun mesuliyetini

496
Bkz. Kindî, Vulât, 49.
497
Kindî, Vulât, 51.
498
Kindî, Vulât, 53.
499
İbn Abdilhakem bir rivayetinde. Kays b. Ebî’l-Âs’ın Amr tarafından (bkz.Fütûh, 102-103) başka bir
rivayetinde halife Hz.Ömer tarafından tayin edildiğini nakletmektedir. (Bkz. Futûh, 111). Kindî ise, onun
halife Hz.Ömer tarafından atandığı şeklinde bir rivâyet nakletmektedirler. Bkz. Vulât, 300-301. Ayrıca bkz.
Vekî, Kudât, III, 221.
500
Kindî, Vulât, 301.

91
taşıdığını ve bundan dolayı Kadılık görevini kesinlikle kabul etmeyeceğini söylemiştir 501 .
Bundan sonra Mısır kadılığına tayin edilen Kays b.Ebi’1-Âs’ın oğlu Osman b. Kays’ın da
halife Hz. Ömer veya Amr tarafından atandığına dâir iki rivayet bulunmaktadır. Halife
Osman’ın Osman b. Kays’ın kadılığını onayladığını da Kindî bize nakletmektedir 502 .
Mısır’a ilk kadı tayini ile ilgili bu başlangıç bilgilerini verdikten sonra, buradaki asıl
gayemiz teker teker Mısır kadılarını sıralamak olmadığından, şimdi Mısır’daki kadıların
tayinlerini ve azillerini, görev ve yetkilerini kaynaklardaki rivayetler çerçevesinde ele almak
istiyoruz. Mısır kadıları hakkında vereceğimiz bilgiler, tamamen rivayetlerde bulduğumuz
örneklerden ibaret olacaktır. İslâm hukukunda kadıların görev ve yetkilerinin neler olduğu
veya tayin edileceklerde aranacak şart1ar gibi hususlar bizim konumuz dışındadır.
Mısır’daki Kadılık merkezi (=adliye) Fustat’ta, Amr camiinin yanında bulunmaktaydı.
Bu konuda bize bilgi veren tek eser İbn İyâs’ın “Bedâîu’z-Zuhûr” isimli kitabıdır. İbn İyâs,
İbn Abdilhakem’den yaptığı bir rivayette, Amr b. el-Âs’ın Fustat şehrini kurarken, burada
“insanlar arasında hükmetmek için bir ev” yaptırdığını nakletmektedir 503 . İbn Abdilhakem ise
Mısır’daki (=Fustat) Kadılık makamının Hâris b. Fulân veya Fulân b. el-Hâris’in evinin
yanına yapıldığını nakletmektedir 504 . Kadıların zaman zaman Fustat’taki Amr camiinde de
davalara baktığını görmekteyiz. Mesela; Kindî 737–745 tarihleri arasında Mısır kadılığı yapan
Hayr b. Nu’aym’ın ikindi namazına kadar, camiin içinde Müslümanların davalarına baktığını,
ikindiden sonra da camiin önündeki merdivenlere oturarak Hıristiyanların davalarına baktığını
nakletmektedir 505 .
Mısır kadılarının atanmaları ve azledilmeleri ise bazan halifeler, genellikle de Mısır
valileri tarafından yapılmıştır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Mısır’a ilk kadı tayinini bir
rivayete göre halife Hz. Ömer, diğer bir rivayete göre de Mısır valisi Amr b. el-Âs yapmıştır.
Kindî, Ali b. Ebî Talib’in halifeliği zamanından Muâviye halife oluncaya kadar geçen zaman
içinde kimlerin Kadılık yaptığı hakkında bilgi vermezken, Taberî ve İmâm Şafiî, Ali b. Ebî
Tâlib’in kazâî işlerden, valisi Muhammed b. Ebî Bekr’i sorumlu tuttuğunu
bildirmektedirler 506 . Bundan sonra Emevî halifelerinden Muâviye b. Ebî Süfyân, Süleym b.

501
İbn Abdilhakem, Fütûh, 230; Kindî, Vulât, 301-302; Vekî, Kudât, III, 221.
502
İbn Abdilhakem, Fütûh, 230-231; Kindî, Vulât, 302-303, 305.
503
İbn İyas, Bedâiu’z-Zuhur, I, 103.
504
İbn Abdilhakem, Fütûh, 115.
505
Kindî, Vulât, 351.
506
Bkz. Kindî, Vulât, 302-303; eş-Şâfi’î, Muhammed b. İdris, el-Ümm (thk.: Muhammed Zehrâ en-Neccâr),
Beyrut 1393/1973 (II. Baskı), VI, 139; es-San’ânî, Ebû Bekr Abdürrezzâk b. Hemmâm, el-Musannâf (thk.:
Habîburrahmân el-A’zamî), Beyrut 1390/1970. VI. 62, No: 10005; Taberî, Târih, IV, 556 (Leiden, I, 3246-
3246); Atar, Adliye, 74. 226.

92
İtr et-Tucîbî’yi 507 , Süleyman b. Abdilmelik ‘Iyaz b. Ubeydillah el-Ezdî’yi (ikinci kadılığı) 508 ,
Ömer b. Abdilaziz, Abdullah b.Yezid b. Huzâmir’i 509 ve Hişâm b. Abdilmelik Yahyâ b.
Meymun el-Hadramî’yi 510 Mısır kadılığına tayin etmişlerdir. Bunların dışında kadıların
tamamı Mısır valilerince atanmış ve azledi1mişlerdir 511
Mısır kadılarının görevlerinden ayrılmaları, umumiyetle azledilmeleri suretiyle
olmuştur. Toplam 19 kadı 21 kez Kadılık makamına getiri1miş ve azledi1miştir. Bunlardan
Kays b. Ehi’1-Âs 512 , Âbis b. Sa’id el-Murâdî 513 Büşeyr b. Nadr el-Müzenî 514 Abdurrahman b.
Huceyre” 515 , Yahya b. Meymûn e1-Hadrami 516 ve Tevbe b. Nemr el-Hadramî 517 ’nin
görevden ayrılmaları, ölümleriyle olmuştur. Bunların dışında kalan kadıların tamamı ise, ya
halifeler ya da valiler tarafından azledi1miştir. Ayrıca, Abdullah b. Abdurrahman b. Huceyre
ile ‘Iyâz b. Ubeydillah el-Ezdi ikişer defa Mısır kadılığında bulunmuşlardır 518 .
Mısır kadılarının bazan Kadılık görevleri yanında başka görevlere de atandıklarını
görmekteyiz. Mesela, Amr b. el-Âs’ın ikinci valiliği zamanında Kadılık görevleri yanında,
kadı Süleym b.Itr et-Tücîbî şurta ve kasaslık görevlerini 519 , Abdülaziz b. Mervân’ın valiliği
zamanında kadı İbn Huceyre Beytü’l-Mâl ve Kasaslık görevlerini 520 , Abdullah b.
Abdilmelik’in valiliği zamanında kadı İmran b. Abdurrahman el-Hasenî şurta görevlerini 521
yürütmüşlerdir 522 .
Kadıların, görevlerinde kendilerine yardımcı olan kâtipleri de vardı ve onlar kadıların
verdikleri hükümleri ve davacıların dava açmak için yaptıkları müracaâtları ve davalı aleyhine
ortaya attıkları iddiâları yazıyorlardı. Kadılar, kâtiplerini kendileri atayıp azlederlerdi. Meselâ,
kadı Yahyâ b. Meymûn el-Hadramî’nin böyle bir katibi olduğunu ve bu kâtibin, davacıların
müracaatlarını ve davalı aleyhine ortaya koydukları iddiâları rüşvet karşılığı yazdığı ve

507
Kindî, Vulât, 303; İbn Abdilhakem, Süleym b. Itr’ın kim tarafından tayin edildiğini belirtmeksizin, onun,
Muâviye’nin halifeliği zamanında Mısır kadılığına getirildiğini nakletmektedir. Bkz. Fütûh, 231.
508
Kindî, Vulât, 333.
509
İbn Abdilhakem, Fütûh, 240; Kindî, Vulât, 337.
510
Kindî, Vulât, 340
511
Kindî, Vulât, ilgili yerlere bakiniz.
512
Kindî, Vulât, 301.
513
Kindî, Vulât, 313.
514
Kindî, Vulât, 313.
515
Kindî, Vulât, 314.
516
Kindî, Vulât, 320.
517
Kindî, Vulât, 340.
518
Kindî, Vulât, 331-333.
519
Kindî, Vulât, 303, 311.
520
İbn Abdilhakem, Fütûh, 235; Kindî, Vulât, 317; Vekî, Kudât, III, 225; İbn Kesir, Bidâye, JX, 54.
521
Kindî, Vulât, 58.
522
Kadılık yanında diğer görevlere de atananlarla ilgili örnekler çoğaltılabilir. Bunun için İbn Abdilhakem,
Fütûh, “Mısır Kadıları” bölümüne, Kindî’nin Vulât ‘ına ve Vekî’nin Kudât’ına bakılabilir.

93
kadıların himayesinde olan yetimlerin hakkını gözetmediği için azledilişini görmekteyiz 523 .
Kadı Tevbe b.Nemr el-Hadramî’nin de, Hadremîler’in azatlısı olan Mugîs isimli bir kâtibinin
olduğunu da Kindî’nin bir rivayetinden öğrenmekteyiz 524 .
Mısır kadılarının aldıkları maaşlarla ilgili olarak elimizde üç rivayet bulunmaktadır.
Bunlardan birincisi, Amr b. el-Âs, ikincisi Abdülaziz b. Mervân ve üçüncüsü de Havsere b.
Süheyl’in Mısır valiliğinde bulundukları dönemlere aittir.
Mısır’ın fethinden sonra burada tedvîn edilen divandan, kimlere ne kadar maaş
vereceğini bir mektupla Amr’a bildiren halife Hz. Ömer, Mısır kadısı Osman b. Kays b. Ebi’l-
Âs’a da senelik 200 dinar maaş vermesini emretmiştir 525 . Abdülaziz b. Mervân’ın valiliği
zamanında yapılan ikinci divân tedvininden 526 sonra, Mısır kadısı İbn Huceyre’ye senelik 200
dinar maaş takdir edildiğini görmekteyiz 527 . Emevîler’in son Mısır valisi Havsere b.Süheyl
zamanında ise, Mısır kadısı olan Abdurrahman b. Sâlim el-Ceyşânî’nin, 748 yılı Ekim ve
Kasım aylarının maaşını (iki aylık olarak) 20 dinar aldığı rivayet edilmektedir. Bu rivayette
Abdurrahman’a maaşını aldığına dair Beytü’l-Mâl sorumlusu tarafından bir de “beraat”
verildiği nakledilmektedir 528 . İlk iki rivayette kadılarının maaşı senelik 200 dinar olarak
görülmektedir. Son rivayete göre ise, iki aylık 20 dinar aldıklarını dikkate alırsak, onların
senelik maaşının 120 dinâra düştüğünü söyleyebiliriz.
Kadıların görevlerine gelince, onların aslî görevi davalara bakmaktı. Mısır kadılarının
Müslümanların davalarına bakmaları yanında, Gayr-i Müslimlerin davalarına baktıklarını da
görmekteyiz. Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, kadı Hayr b. Nu’aym Fustat’taki Amr
camiinde ikindi namazından önce, camiin içinde Müslümanların davalarına, ikindi
namazından sonra da cami dışında Hıristiyanların davalarına bakıyordu 529 . Mısır kadılarının
bu aslî görevleri yanında, miras sicillerini tuttuklarını 530 , çeşitli sebeplerle yaralananların ve
sakat kalanların durumlarıyla ilgilendiklerini, onların ihtiyaçlarını tespit ederek geçimlerini
temin etmelerine yardımcı olduklarını 531 yetimlerin velisi sıfatıyla onların haklarını

523
Kindî, Vulât, 340-341. Kindî, bu kâtibin adını zikretmemektedir.
524
Kindî, Vulât, 345-346.
525
İbn Abdilhakem, Fütûh, 230-231.
526
Kindî, Vulât, 70-71; Markizî, Hıtat, I, 94.
527
İbn Abdilhakem, Fütûh, 235; Kindî, Vulât, 317; Veki, Kudât, LII, 225; İbn Kesir, Bidâye, IX, 54.
528
Kindî, bu rivâyetinde Abdurrahman’a maaşını vermesi için Beytü’l-Mâl sorumlusuna emri verenin, Mısır
harac âmili İsa b. Ata olduğunu da belirtmektedir. Bkz. Vulât, 354.
529
Kindî, Vulât, 351.
530
Mısır’da Miras sicillerini tutan ilk kadı Süleym b. Itr’dır. Bkz. Kindî, Vulât, 309-310.
531
Yaralı ve sakatların durumlarıyla ilgilenmek, onların ihtiyaçlarını tesbit etmek ve karşılamak için Mısır
Beytü’l-MâI görevlisine göndermek kadı Süleym b. Itr’ın görevleri arasındaydı. Bkz. Kindî, Vulât, 309.

94
gözettiklerini ve mallarını koruduklarını 532 , fakir ve miskinlerin geçimlerini sağlayabilmeleri
için onlara divandan maaş bağlattıklarını 533 ve nihayet valilerin kendilerine tevdi ettikleri
diğer görevleri 534 de yürüttüklerini görmekteyiz.

-Kasaslık (=Kussâs)
Mısır’da gördüğümüz kurumlardan biri de “Kasaslık”tır. incelediğimiz kaynaklarda
tespit ettiğimiz ve aşağıda zikrettiğimiz sınırlı rivayetler çerçevesinde, kasaslık görevinin,
Mısır kadılarına verildiğini gördüğümüzden, bu bahsi Kadılık konusu içinde ele almayı uygun
bulduk.
Bu kurumun ilk defa ortaya çıkışı, İslâm orduları içinde bir nevî moral subaylığı
şeklinde olmuştur. Buna göre; onların görevi orduda bulunan askerleri anlattıkları kıssalar ile
cihâda teşvik etmek olmalıdır. Mısır’da “kasaslık” görevine tayin edilen ilk kişinin, aynı
zamanda Kadılık görevini yürütmekte 535 olan Süleym b. Itr et-Tücîbî olduğu görülmektedir.
Kaynaklarımızın verdiği bilgiye göre Süleym, Mısır valisi Amr b. el-Âs tarafından 659’da
ordu kasaslığına atanmıştır 536 .
Mısır’da “kasaslık” görevinde bulunanların İslâm ordusunu cihada teşvik etmekten
başka görevleri olup olmadığını bilemiyoruz. Ancak onların bir vâiz gibi, halka vaaz edip,
Müslümanlara Kur’an’da bulunan ibretli kıssaları anlattıklarını da düşünebiliriz.
Mısır’da kasaslık görevinde bulunduğunu tespit ettiğimiz ikinci bin isim de yine Mısır
kadısı olan Abdurrahman b. Huceyre’dir. İbn Huceyre vali Abdülaziz b.Mervân tarafından
702’de kasalık görevine tayin edilmiştir 537 . Bu iki kişi dışında Mısır’da kasalık yapan başka
isme, incelediğimiz kaynaklarda rastlayamadık.

532
Mısır’da yetimlerin durumlarıyla ilgilenen ilk kadı Büşeyr b. Nadr el-Müzenî’dir. Bkz. Kindî. Vulât, 314;
kadı Abdurrahman b. Muâviye b. Hudeyc ve Tevbe b. Nemr el-Hadramî’nin de yetimlerin durumlarıyla
ilgilendiklerini görmekteyiz. Bkz. İbn Abdilhakem, Fütûh, 240; Kindî, Vulât, 325. Ayrıca kadı Yahya b.
Meymun Hadrami’nin de yetimlerle ilgilendiğini ve yetimlerin haklarını gereği gibi koruyup kollayamadığı
için katibini azlettiğini de yukarıda zikretmiştik. Bkz.: Kindî, Vulât, 340-34 1.
533
Fakir ve miskinlerin durumlarıyla ilgilenmek de kadıların görevleri arasındaydı. Biz bu konuda kadı Tevbe b.
Nemr’in “Divânu’l-Ahhâs”a, yani vakıf mallarına bakan divana el koyduğunu ye Müslümanlarca vakfedilen
malların ve arazilerin kaybolup gitmesini veya idarecileri elinde babadan oğula bir miras mali gibi tevârüs
etmesini önlemek istediğini görmekteyiz. Tevbe h. Nemr hu divana el koyduktan sonra, vakıf gelirlerinden,
Mısır’da bulunan fakir ve miskinlere maaş bağlamış ve onların geçimlerini temin etmiştir. Bkz. Kindî, Vulât,
346. Ayrıca “Divanu’l-Ahbâs”ın vakıf divanı olduğuna ve K.Afrika’da vakıf divanına ‘Ahbâs” denildiğine dair
bkz.Bahaeddin Yediyıldız, Vakıf, İ.A., XIII, 153.
534
Meselâ, Fustat’ta 70/689’da veba salgını çıktığında vali Abdülaziz b. Mervân Hulvân’a gitmiş ve Fustat’ta
bıraktığı kadı İbn Huceyre’ye buradaki gelişmeleri ve önemli olayları kendisine rapor etmesini emretmiştir.
Bkz. Kindî, Vulât, 49; Veki, Kudât, 226.
535
Kindî, Vulât, 304-305.
536
İbn Abdilhakem, Fütûh, 231; Kindî, Vulât, 303-304; Veki, Kudât, III, 221.
537
İbn Abdilhakem, Fütûh, 235; Kindî, Vulât, 317; Veki, Kudât, III, 225; İbn Kesir, Bidâye, IX, 54.

95
Son olarak, kasasların maaş1ari ile ilgili bir rivayete de sahip olduğumuzu ifade etmek
istiyoruz. Ancak bu konudaki bilgilerimiz de, sadece İbn Huceyre’nin aldığı maaş1a ilgilidir.
Abdülaziz b. Mervân’ın İbn Huceyre’ye kasalık görevi karşılığında senelik 200 dinâr maaş
başladığını görmekteyiz 538 .

2. Mısır Valiliğinin Vergi Gelirleri


Mısır valiliğinin vergi gelirlerini incelemeden önce, burada Amr b. el-Âs’ın topladığı
vergileri tasarruf şek1i ve bu vergileri şahsı için kullandığına dair kaynaklarda yer alan bazı
rivayetlere temas etmek istiyoruz. Daha sonra ise Mısır valiliğinin gelirleri konusu ele
alınacaktır.
Amr b. el-Âs, Mısır’da topladığı cizye ve harac vergilerini hemen Ömer b el-Hattâb’a
göndermez, Müslümanlar ve Mısır’ın imarı için gerekli olan miktarı ayırır, sonra kalanı
Medine’ye gönderirdi. Amr alıkoyduğu miktar ile, yıkılan köprüleri, bozulan yolları tamir
ettirir, gerekirse yeni köprüler yaptırır, sulama kanallarını temizlettirir ve kanal ağızlarındaki
su bentlerinin onarımını yaptırırdı. 539
Amr’ın bu uygulamaları, Mısır’dan Medine’ye beklenildiği oranda vergi gitmemesine
sebeb olmuştur. Ayrıca, Amr’ın Mısır vergilerini zimmetine geçirdiği ve şahsi çıkarları için
kullandığı iddialarının ortaya atılması, bu cümleden olarak onun daha önce sahip olmadığı bir
servete sahip olduğu, mal, köle, kapkacak ve hayvanlar edindiği iddiaları şuyû bulmuştur 540 .
Bu iddialar halife Hz.Ömer’e kadar ulaşmış ve neticede Halife ile Amr arasında bazı
tartışmalar meydana gelmiştir. Nihayet Ömer b. el-Hattâb’ın her iki konuda Amr’ı teftiş
ettirmesine kadar gitmiştir.
Kaynaklarımız halife Hz. Ömer’in, Mısır’ın imarı için yanında alıkoyduğu vergiler
konusunda, Amr hakkında bir tahkikat yaptırdığını rivayet etmektedirler. Bu rivayetlere göre,
Ömer b. el-Hattâb, Amr b. el-Âs’a bir mektup yazarak, İslâm öncesi dönemde Mısır’ın imar
durumu için nelere dikkat edildiğini Mukavkıs’a sormasını ve kendisine bilgi vermesini,
ayrıca, bu konuda İslâm öncesi uygulamaları anlatacak bir Kıbtîyi Medine’ye göndermesini
de emretmiştir. Amr, halife Hz.Ömer’in bu emri üzerine Mukavkıs ile görüşüp, ondan gerekli
bilgileri almıştır. Mukavkıs Amr’a, Mısır’ın imarının veya harab olmasının beş şey ile
olduğunu ve bunların:

538
Dipnot 464’deki kaynaklara bakınız.
539
İbn Abdilhakem, Fütûh, 151; Nüveyrî, Nihâye, XIX. 322; Makrizî, Hıtat, 76, 93; Suyutî, Husn, I, 145;
Süleyman Muhammed et-Tamâvî, Ömer b. Hattâb ve Usûlü’s-Siyâse ve’l- İdâretü’l- Hadîse, Âbidin 1969.
318-319.
540
Belâzurî, Fütûh, 220-221 (T.314-315).

96
1.Harac’ın, mahsûlün tarlalardan kaldırılmasından sonra ve belli bir zamanda
alınması,
2.Üzüm haracının sıkımdan sonra, yani şıra edildikten sonra alınması,
3.Her yıl su kanallarının temizlenmesi, kanal ağızlarına (su tutulması için) setler
yapılması veya mevcut olup da bozulanların tamir edilmesi,
4. Köprülerin yapılması ve,
5. Halkın kuraklığa ve sıkıntıya düşmesine göz yumulmaması olduğunu, şayet bunlara
dikkat edilirse Mısır’ın ma’mur olacağını, aksi takdirde harab olacağını söylemiştir 541 .
Amr b. el-Âs, Mukavkıs’tan dinlediği bu cevabı halife Hz.Ömer’e aynen bi1dirmiş,
Ayrıca Mısır Kıbtîlerinden yaşlı bir adamı da Medine’ye göndermiştir. Ömer b. el-Hattâb,
Amr’ın kendisine yazdıklarıyla, Mısırlı Kıbtînin anlattıklarının birbirine uyduğunu görünce,
Mısır vergilerinin Medine’ye az gönderilmesi hususunda Amr’ın gerekçelerini kabul
etmişti 542 .
Halife Hz.Ömer, Mısır vergilerini zimmetine geçirdiği ve şahsı için kullandığı
iddialarına karşı da Amr’a bir mektup yazarak onu azarlamış ve aleyhindeki iddiaları
cevaplaması için bir savunma yapmasını istemiştir. Amr b. el-Âs da, Ömer b. el-Hattâb’a
gönderdiği savunma mektubunda, emanete hıyanet etmediğini ve kendisi hakkında çirkin
iddialarda bulunanların doğru söylemediklerini belirterek, bu iddiaları reddetmiştir. Ayrıca
Amr, bu iddialara inanmasından dolayı da halife Hz.Ömer’e sitem etmiştir. Ömer b. el-Hattâb
ise, Amr’ın gönderdiği bu cevabı, aleyhindeki iddiaların açıklığa kavuşması noktasında tatmin
edici bulmamış ve ona gönderdiği ikinci mektubunda, pek çok nasihatler ettikten sonra,
Medine’deki Müslümanların sıkıntılı günler yaşadığını, bütün Müslümanların hakkı olduğuna
inandığı Mısır vergilerinin zimmetine geçirmesi hususundaki iddiaları araştıracağını
bildirmiştir 543 . Belâzurî halife Hz.Ömer’in Amr’a yazdığı mektubun metnini şöyle
vermektedir “Kötü âmiller hakkında yeterince haberdar edildim. Senin hana gönderdiğin
mektup, doğru yolun kendisini huzursuz ettiği bir kimsenin mektubudur. Senin hakkında
şüphem vardır. Malını taksim etmesi için Muhammed b. Mesleme’yi sana gönderiyorum.

541
İbn Abdilhakem, Fütûh, 161; Nüveyrî, Nihâye, 324; İbn İyâs, Bedâiu’z-Zuhûr, I, 108.
542
İbn Abdilhakem, Fütûh, 161.
543
İbn Abdilhakem, Fütûh, 158-160. Amr aleyhindeki ikinci bir iddia da İbnü’l- Cevzî tarafından
nakledilmektedir. Buna göre; halife Ömer b. el-Hattâb’ın, tayin ettiği valilere; “kapıcı edinmeme ve insanları
hâcetleri için kapıda bekletmeme” şartına rağmen, Amr’ın Mısır’da, kendisine bir kapıcı tayin ettiği ve ancak
kapıcısının izniyle insanları huzuruna kabul ettiği şeklinde şikâyetler olmuştur. Bu şikâyet1er halife Ömer’e
ulaşınca O Amr’ı azarlamıştır. Bkz. İbnü’l- Cevzî, Ebü’l- Ferec Abdirrahman b. Muhammed; Menâkibu
Emîru’l- Mü’mimîn Ömer b. Hattâb (thk.: Zeyneb İbrahim Kârût), Beyrut 1407/1987, 118-120. İbn
Abdilhakem de, Amr’ın haciplerinden birinin Kays b. Kuleyb olduğunu rivayet etmektedir. Bkz. Fütûh, 123-
124.

97
Aradığını gözünün önüne koy, senden istediklerini ona getir, sana sert davrandığında onu
bağışla, çünkü o, gizli şeyleri ortaya çıkarır. 544
Amr b. el-Âs, halife Hz.Ömer’in kendisine yaptığı bu muameleye içerlemiş ve
Muhammed b. Mesleme’yi kabul etmekle beraber, Ömer b. el-Hattâb’a bir mektup
göndererek, kendisi hakkında şüphelendiği ve teftiş ettirdiği için haksızlık ettiğini dile
getirmiştir. 545
Muhammed b. Mesleme, Mısır’a geldiğinde, Amr b. el-Âs ona hediyeler vermek
istemiş, ancak Muhammed kabul etmemiş 546 ve vazifesi gereği Amr’ın mallarının taksimatını
yapmıştır. Mallarının taksim edilmesinden sonra Amr, halife Hz.Ömer’e olan kızgınlığını şu
sözleri ile dile getirmiştir: “Ömer b. el-Hattâb’ın halife olduğu bugün ne kötü bir gündür.
Halbuki ben, Âs b. Vâil’i ( Amr’ın babası) altın süslemeli ipek elbiseler içinde görürken,
Hattâb b. Nufeyl (halife Hz.Ömer’in babası) merkep ile Mekke’ye odun taşıyordu.” Bunun -
zerine Muhammed b. Mesleme “Senin bahan ile onun babası bugün cehennemdedir. Ömer ise
senden daha hayırlıdır. .. .“ diyerek Amr’ı susturmuştur. Bunun üzerine Amr, söylediği bu
sözlerin kızgınlık halinde ağzından çıktığını ve konuştuklarının aralarında kalmasını
istemiştir. Muhammed de, halife Ömer b. el-Hattâb hayatta olduğu müddetçe bu konuşmadan
hiç kimseye bahsetmeyeceğini söylemiştir 547 .
Kaynaklarımızda Muhammed b. Mesleme’nin, Amr’ın mal varlığı ile ilgili olarak
yaptığı tahkikatın sonuçları hakkında herhangi bur bilgi bulunmamaktadır. Ancak halife Hz.
Ömer’in Amr’ı azletmemekle beraber Mısır’ın Feyyûm’a kadar olan Sa’id bölgesinin
valiliğine, harac amilliği de dahil olmak üzere Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh’e tayin ettiğini 548
dikkate alacak olursak, neticenin Amr için pek de iyi olmadığını söylemek mümkündür.
Bütün bu bilgilerden sonra kaynaklarımız, Mukavkıs’ın İslâm öncesi dönemde
Mısır’dan yıllık 20 milyon dinar vergi topladığını naklederlerken, Amr’ın toplam 12 milyon
dinar vergi aldığını bildirmektedirler 549 .Nitekim müsteşrik Butler, Mukavkıs’ın tahsil ettiği
yıllık 20 milyon dinar verginin, Mısırlıların ödeme güçlerinin çok çok üzerinde olduğunu ve
Müslümanlar tarafından fethinden sonra Mısır’ın vergi yükünün oldukça hafiflediğini ifade
etmektedir 550 .

544
Belâzurî, Fütûh, 220-221 (T.314-315).
545
İbn Abdilhakem, Fütûh, 160-161.
546
İbn Abdilhakem, Fütûh, 146-147.
547
İbn Abdilhakem, Fütûh, 146-147; Belâzuri, Fütûh, 220-221 (T.314-315).
548
İbn Abdilhakem, Fütûh, 173-174; Butler, Mısır, 400.
549
İbn Abdilhakem, Fütûh, 161; Nüveyrî, Nihâye, XIX. 323.
550
Butler, Mısır, 393-394. Ayrıca bkz. Reyyis, Harac, 168.

98
Yukarıda, halife Hz.Ömer’in Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh’i Sa’îd bölgesinin valiliğine
tayin ettiğini belirtmiştik. Abdullah’ın bu göreve hangi tarihte tayin edildiği ise
kaynaklarımızda yer almamaktadır. Ancak biz bunun, Ömer b. el-Hattâb’ın halifeliğinin son
yılında gerçekleştirildiğini düşünmekteyiz. Çünkü Abdullah b. Sa’d’in, halife Hz. Ömer’e,
Mısır’ın vergisini gönderdiğine dair kaynaklarımızda herhangi bir bilgiye rastlayamazken, bu
konuda onun adına ilk defa halife Hz.Osman zamanında rastlamaktayız 551 . Buna göre o,
Ömer b. el-Hattâb’ın valiliğinin son yılı olan 644 yılında tayin edilmiş ve bu sebebten hayatta
iken halife Hz.Ömer’e Mısır’ın vergisini gönderememiş olmalıdır.
Bu arada halife Hz.Osman’ın Amr’ı itham ettiği Mısır vergilerinin Abdullah b. Sa’d
zamanında artması konusuna da kısaca temas etmek istiyoruz. Burada Osman b. Affân’ın
artıştan kastettiği miktar, 2 milyon dinardır. Abdullah b. Sa’d, Amr’ın 12 milyon dinar olarak
tahsil ettiği Mısır vergisini 14 milyon dinara çıkarmıştır 552 . Halife Osman’ın Amr’ı itham
etme sebebine gelince, bize göre, Osman b. Affân’ın Amr’ı itham etmesi, onun, vergileri
keyfi olarak kendi bildiğince kullandığı şeklinde olmayıp, vergileri toplama usûlü noktasında
olmuş olmalıdır. Şöyle ki, halife Hz.Ömer zamanında yapılan ilk anlaşmada ehl-i zimmenin
toprak sahiplerinden ve zenginlerinden iki dinar cizye ile beraber, Müslümanların ihtiyaçları
için aylık olarak buğday, zeytinyağı, bal ve sirke vermeleri de kararlaştırılmış ve bu
vergilerin, mezkur kişilerin cizyelerine ilave olarak tahsil edileceği belirlenmiştir 553 . Mısır’ın
fethi sırasında yapılan bu ilk anlaşmadan sonra, Ömer b. el-Hattâb’ın halifeliğinin son yılında
yapılan ikinci bir an1aşma 554 ile, arazi sahipleri ve zenginlerden her ay tahsil edilen aynî
vergiler, paraya çevrilmiş ve bu kişi1erin cizye miktarları, yıllık ikişer dinar daha arttırılarak,
4 dinara çıkarılmıştır. Onlar da bu uygulamayı sevinerek kabul etmişlerdir 555 . İşte Abdullah b.
Sa’d zamanında Medine’ye 2 milyon dinar daha fazla vergi gönderilmesinin sebebi, bize göre,
uygulamada yapılan bu değişiklikten kaynaklanmış olmalıdır. Yoksa bu artış, Abdullah’ın,
Mısır’ın cizyesini arttırdığı anlamına da gelmemektedir.
** *
Mısır valiliğinin vergi gelirlerini incelerken ağırlıklı olarak Gayr-i Müslimlerden
alınan cizye ve harac vergilerinin ver aldığı görülmektedir. Cizye ve haracdan başka, Uşûr,
yani ticaret malları vergisi, Tavâhîn vergisi ve diğer bazı vergiler de göze çarpmaktadır.
Müslümanlardan alınan vergiler konusunda ise, ticaret malları vergisi hariç, maalesef hiç bir

551
İbn Abdilhakem, Fütûh, 161. 173-174.
552
İbn Abdilhakem, Fütûh, 161, 173-174; Makrizî, Hıtat, I, 98.
553
Ebû Ubeyd, Emvâl, 42 (T.59); İbn Abdilhakem, Fütûh, 152-153; Belâzuri, Fütûh, 218 (T.3 10).
554
Erkal, İslâm Vergi Hukuku, 335.
555
Belâzurî, Fütûh, 218 (T.310).

99
malumata sahip değiliz. Yine belirtmek gerekir ki, cizye ve harac dışındaki vergiler
konusunda kaynaklarımızda mahdud sayıda rivayet bulunmaktadır. Bu sebeple biz de, daha
çok cizye ve harac vergileri üzerinde duracağız.
Konuyu ele alış şeklimize gelince, vergilerin tesbit ve tahsili kimlerden ne kadar ve ne
şekilde vergi alındığını kaynaklarda bulunan rivayetler çerçevesinde bazı yorumlar da
getirerek ortaya koymaktır. Meselenin hukûkî yönü ise çalışma sahamız dışında kalmaktadır.
Bu kısa açıklamaları yaptıktan sonra şimdi cizye vergisinden baş1ayarak Mısır’ın
vergi gelirlerini fethinden Emevîler’in sonuna kadar tarihi seyri içinde ele alabiliriz.

a) Cizye Vergisi
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, Mısır savaşla fethedildiği halde, sulhen fethedilen
topraklar statüsüne dahil edilip, mükelleflerin kendilerinden cizye ve topraklarından da harac
vergisi alınması kararlaştırılmıştır. Ancak Mısır’ın savaşla fethedilip, sulhen fethedilmiş
topraklar statüsüne dahil edilmesi zaman içinde vergilerin tespiti konusunda bazı tartışmalara
sebep olmuş ve gerek halifeler nezdinde ve gerekse Mısır valileri nezdinde cizyenin arttırılıp-
eksiltilmesi neticesini doğurmuştur.
Mısır’ın fethinden sonra, Amr b. el-Âs’ın Mukavkıs ile yaptığı ve halife Ömer b. el-
Hattâb’ın da onayladığı ilk an1aşmaya göre, mükelleflerden yıllık iki dinar cizye alınmıştır.
kaynaklarımız, bu iki dinar cizyeye ilave olarak arazi sahiplerinin, Müslümanların yiyecek ve
giyecek ihtiyaçlarını karşılamak üzere her ay bir irdebb buğday ikişer kıst zeytinyağı, bal ve
sirke vermelerinin, ayrıca zenginlerinin de Müslümanların giyecek ihtiyaçlarını karşılamak
üzere kumaş ve hazır elbise vermelerinin kararlaştırıldığını bildirmektedirler. Bunlardan
başka, onların kendi beldelerine uğrayan Müslümanları üç gün misafir etmeleri, haliçleri
açmaları, köprüleri kurmaları ve adalara geçişi sağlamaları gibi şartların da an1aşmada yer
aldığı belirtilmektedir 556 .
Belâzurî’nin naklettiği bir rivayette ise; Mısırlılarla daha sonra yapılan ikinci bir
anlaşma ile, onların her ay vermekle yükümlü tutuldukları yiyeceklerin yerine, her yıl ikişer
dinar daha cizye vermelerinin kararlaştırıldığı ve böylece cizyenin adam başına 4 dinara
çıkarıldığı, Mısırlıların da bunu sevinerek kabul ettikleri haber verilmektedir 557 .

556
İbn Abdilhakem, Fütûh, 152-153; Ebû Ubeyd, Emvâl, 42 (T.59); Belâzurî, Fütûh, 218 (T.310); es-Sûlî, Ebû
Bekr Muhammed b. Yahyâ; Edebû’I-Küttâb (thk:Muhammed Behçet Eseri). Bsm.Yer ve Yılı Yok. 217.
557
Belâzurî, Fütûh, 218 (T.310); Batılı araştırıcılardan Van Vloten, Von Kramer’in fikrine istinaden, Muâviye b.
Ebî Süfyân’ın Mısırlılar’ın vergilerini ikişer dinâr artırdığını ve buradaki insanlara zulmettiğini ifâde
etmektedir. Bkz. Gerlof Van Vloten, Emevî Devrinde Arab Hakimiyeti, Şia ve Mesih Akideleri Üzerine
Araştırmalar (Türk. çev. Mehmet S. Hatipoğlu), Ankara 1986. 19.

100
Bu anlaşmalardan birincisinin halife Ömer b. el-Hattâb zamanına ait olduğu kesin
olarak bilinmektedir. Ancak ikincisinin Ömer b. el-Hattâb zamanında mı yoksa Osman b.
Affân zamanında mı yapıldığı hakkında bir kesinlik yoktur. “Hulefâ-i Râşidîn ve Emeviler
Devri Vergi Hukuku”nu inceleyen Mehmet Erkal’a göre bu ikinci anlaşma Ömer b. el-
Hattâb’ın halifeliğinin son yılında yapılmıştır 558 . Belâzuri’nin naklettiği ikinci anlaşma ile
ilgili rivayeti değerlendiren Mısırlı araştırıcılardan Reyyis ise, cizyenin 4 dinara çıkarılması
hususunu ihtiyatla karşılamaktadır. Reyyis, Hicaz’da meydana gelen kıtlıklardan dolayı
Mısır’dan devamlı bir şekilde hububat isteyen hilafet merkezinin, hububatı paraya çeviren
böyle bir anlaşmayı kabul etmesinin pek makul olamayacağını, şayet rivayet sahih ise, bu
anlaşmanın ancak özel bir durumu yansıtabileceğini ve bir defaya mahsus olarak bu şekilde
bir tahsil yoluna gidi1miş olmasının mümkün olduğunu savunmaktadır. Yine Reyyis,
Bizanslılar zamanında aynî veya hububat şeklinde alınan cizyenin, bazan nakit olarak tahsil
edildiği şeklindeki uygulamanın, İslâm döneminde de bir defaya mahsus olarak tatbik edilmiş
olabileceği ihtimali üzerinde durmaktadır. Netice olarak da, Mısır’da cizyenin hiçbir zaman 4
dinara çıkarılmadığını, daima 2 dinarda kaldığını ifade etmektedir 559 .
Biz Reyyis’in bu görüşlerine katılmakla beraber, bu rivayeti şöyle değerlendirmek
istiyoruz. Yukarıda 560 da ifade ettiğimiz gibi, Amr’ın Mısır vergilerini zimmetine geçirdiği ve
şahsı için kullandığı şeklindeki iddialardan sonra, halife Ömer b. el-Hattâb’ın durumu
araştırıp, daha sonra Abdullah b. Sa’d’i Mısır’ın Said bölgesi valiliğine atadığını ve bunun
Ömer b. el-Hattâb’ın halifeliğinin son yılı olan 644 senesinde gerçekleştirildiğini, ayrıca
halife Hz. Osman’ın da Ömer b. el-Hattâb’ın bu uygulamasını değiştirip, genel valilik ile
harac âmilliğini ayrı şahıslara verdiğini, Amr’ı Mısır’ın genel valiliğine atarken, Abdullah’ı
da bütün Mısır’ın harac âmilliğine tayin ettiğini, Abdullah’ın Mısır’dan Medine’ye vergi
gönderdiğine dair haberlere ise, ilk olarak Osman b. Affân’ın halifeliği devrinde
rastladığımızı belirtmiştik. İşte bize göre, bu arttırma bir defaya mahsus olmak üzere,
Abdullah b. Sa’d’ın harac âmilliği zamanında ve sadece toprak sahipleri ile zenginlerden
tahsil edilmiştir. Esasen biz, cizyenin arttırılması ile ilgili uygulamanın Mısır’daki ehl-i
zimmenin tamamına teşmil edilmediği kanaatini de taşımaktayız.
Ömer b. el-Hattâb devri cizye konusunu Berka, Nûbe ve İskenderiyye anlaşmalarına
temas ederek bitirmek istiyoruz.

558
Erkal, İslâm Vergi Hukuku, 335.
559
Reyyis, Harac, 155.
560
Bkz.”Mısır valiliğinin Gelirleri” konusu.

101
Amr b. el-Âs 643’de Berka’ya vardığında 561 , şehir halkı hiçbir mukavemet
göstermeden, yıllık 13 bin dinar cizye ödemek karşılığında teslim olmuştur. Burada yapılan
anlaşmaya göre, Berkalılar kendilerine vergi memuru gönderilmesine gerek kalmadan
mükellef oldukları cizye miktarını Fustat’a getireceklerdir. Ayrıca onların, cizyelerini
ödeyebilmek için gerekirse çocuklarını satabilecekleri hususu da bu anlaşmada
562
zikredilmektedir .
Bu anlaşmada zikredilen, Berkalılar’ın cizyeleri ödemek için gerekirse çocuklarını
satabilecekleri hususuna temas etmek verinde olacaktır. Mısır kadılarından Leys b. Sa’d
(v.791) an1aşmada yer alan bu şartı caiz görmemekte ve şöy1e demektedir: “Onlar köle bile
olsalar çocuk ve kadınlarını bunun için satmaları caiz değildir” 563 . Bu konuda “Hz.Ömer
zamanında Gayr-i Müslimler” isimli kitabında Mustafa Fayda da; Berkalılar’ın cizyelerini
ödeyebilmeleri için çocuklarını satmaları ile ilgili fikrin Müslümanlardan gelmiş
olamayacağını, çünkü Müslümanların fetihler yaptıkları diğer bölgelerdeki anlaşma
şartlarında böyle bir maddenin karşımıza hiç çıkmadığını belirterek, bu şekil bir anlaşma
şartının, Nûlbe’de de olduğu gibi, Afrika’nın bu bölgelerinde çocukların satılması
alışkanlığının yaygın.. .“ olmasından dolayı Müslümanlarca kabul edilmiş olabileceğini ifade
etmektedir 564 , ki biz de meseleye en doğru yaklaşımın bu olduğu kanaatindeyiz. Nitekim,
“Fethu’l-Arab li’l-Mağrib” isimli kitabında Hüseyin Mu’nis, Diehl’den yaptığı bir nakilde,
“Korsikalılardın da, Bizanslılara vergilerini ödeyebilmek için çocuklarını sattıkları”
şeklindeki ifadesiyle bu tür bir uygulamanın bölgede yaygın olduğunu belirtmektedir 565 .

561
Bkz. “Berka ye Zevile’nin Fethi” konusu.
562
İbn Abdilhakem, Fütûh, 170-171; Belâzurî, Fütûh, 225-227 (T.321-323); Yakubî, Tarih, II. 156; Taberî.
Tarih, IV, 144 (Leiden, I, 2645); Yakut el-Hamevî, Mu’cern, I, 574; İbnü’l-Esir, Kâmil, III 25-26 (T. III 31-
32); Nüveyrî, Nihâye, XIX, 330; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 75; Butler, Mısır, 373. Berkalılar’la yapılan
anlaşma ile ilgili iki değişik rivâyete daha sahip bulunmaktayız. Bunlardan biri İbn A’sem el-Kufî’nin
naklettiği ve cizye olarak yıllık 300’ü erkek, 200’ü cariye olmak üzere 500 köle ve bir o kadar da hayvan
verilemesi karşılığında bir anlaşma yapıldığıdır. Bu rivayete göre Amr, Berkalılar ile dinar üzere bir anlaşma
yapmamış ye anlaşmada zikredilen köle ye hayvanları peşin olarak almıştır. Sonra da bu anlaşmayı onaylatmak
üzere halife Hz.Ömer’e bir mektup yazmış, cevabını da Bâbu’r-Rikka denilen yerde beklediğini bildirmiştir.
Bkz. İbn A’sem el-Kufi, Fütûh, I. 267. Bu konudaki diğer bir rivayet de, İbnü’l-Izârî tarafından
nakledilmektedir. İbnü’l-Izâri, cizye mükelleflerinin sayısını ve cizye miktarını tasrih etmeksizin. Amr b. el-
Âs’ın Berka’da baliğ olan her erkek için birer dinar cizye vergisi takdir ettiğini bildirmektedir. Bkz. İbnü’l-
Izâri, Muğrib, I, 8. Mağrib tarihi araştırıcılarından Sa’d Zağlûl bu rivayet ile yukarıda zikrettiğimiz kaynakların
naklettikleri rivayetleri birleştirmekte ve mükelleflere birer dinar cizye konulduğu hakkındaki rivayeti İbnü’l-
Izâri’den, 13 bin dinar şeklindeki rivayeti de diğer kaynaklardan alarak 13 bin cizye mükellefi olduğunu
savunmaktadır. Ayrıca o, mükellef sayısından hareketle, her ailenin ortalama 3-4 kişi olduğunu varsayarak,
Berka’nın nüfusunun da 40-50 bin civarında olabi1eceğini ifade etmektedir. Bkz. Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-
Mağrib, I, 132.
563
Ebû Ubeyd, Emvâl, 179 (T.218); Belâzurî, Fütûh, 226-227 (T.323); Kudâme b. Ca’fer, Harac, 342.
564
Fayda, Hz.Ömer, 163-164.
565
H. Mu’nis, Mağrib, 56 (Diehl, 1’Afrique Byzantine, 565’den naklen).

102
Bu arada Amr b. el-Âs’ın, Berka ile Zevîle arasını fethetmesi için gönderdiği Ukbe b.
Nâfî’in yaptığı anlaşmalara değinmek istiyoruz. Ukbe, bu bölgeyi itaat altına aldıktan sonra,
burada bulunan insanlara güçleri nisbetinde vergiler koymuştur. 0, bu sırada Müslüman olan
kişilerin zenginlerinden zekat alıp fakirlere vermiş, cizye ile mükellef tuttuğu ehl-i zimmenin
de cizye vergilerini Mısır’a götürmelerini istemiştir 566 . Bu da bizi, Berka ile Zevîle arasındaki
bölgede meskun halkın Berkalılar ile bir kabul edildiği ve onlarla beraber vergilerini Fustat’a
götürdükleri kanaatine sevk etmektedir.
Nûbelilerle yapılan anlaşmaya gelince, biz bu anlaşmanın cizye anlaşması olduğunu
söyleyemeyiz. Çünkü, gerek Amr b. el-Âs’ın valiliği zamanında ve gerekse Abdullah b. Sa’d
b. Ebî Serh’in valiliği zamanında Nûbeliler ile yapılan savaşlar neticesiz kalmış ve her iki
taraf da birbirlerine üstünlük sağlayamamışlardır. Sonunda Abdullah b. Sa’d onlarla bir takım
karşılıklı mükellefiyetleri içeren bir an1aşma yapmak zorunda kalmıştır. Bu anlaşmanın en
dikkate değer tarafı da Nûbeliler’in Müslümanlara her yıl 300 köle vermeleri, Müslümanların
da onlara bu değerde hububat vermeleri hususudur. Bunun için biz bu anlaşmaya cizye
anlaşması gözüyle bakamayız. çünkü onlar İslâm hakimiyetine girmemişler ve ehl-i zimme
olmamışlardır. Onlarla sadece, iki ayrı ülke olarak bir anlaşma yapılmıştır 567 .
İskenderiyye’nin cizyesi ile ilgili rivayetler ise, bize ilgi çekici bilgiler vermektedir.
Kaynaklarımızda yer alan rivayetlere göre, fethinden hemen sonra, İskenderiyye’de bir nüfus
sayımı yapılmış ve 600 bin cizye mükellefi olduğu tesbit edi1miştir 568 . Ancak biz, bu
rivayetin doğru olmadığı kanaatindeyiz. Esasen İslâm fetihleri sırasında burada 600 bin
mükellefin olamayacağı da gayet açıktır. Çünkü, bu sayıya kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve din
adamları dâhil değildir. Bir mükellefin ailesinin ortalama 4 kişi olduğunu düşünecek olursak,
İskenderiyye’de yaklaşık 2,5 milyon insanın yaşadığını kabul etmemiz gerekir ki, bu da, İslâm
fetihleri sırasında, ekseriyeti Rum olmak üzere halkının çoğunun şehirden kaçtığı
düşünüldüğünde, imkansız görünmektedir. Bu arada İbn Abdilhakem’in bu rivayetini
değerlendiren Reyyis de İskenderiyye nüfusunun, şehirden sürgün edilen Rumlardan sonra
ancak 300 bin kişi civarında olduğunu batılı tarihçi H.Mounier’e istinaden bildirmektedir.
Reyyis ayrıca, bu müellifin İslâm fetihlerinin hemen öncesinde Bizans hâkimiyetinde iken,
Mısır nüfusunu toplam 7 milyon olarak tesbit ettiğini de belirtmektedir 569 . Bu arada, Makrizî

566
Belâzurî, Fütûh, 226 (T.323).
567
Bkz. “Nûbe Savaşları ve Sulh Anlaşması’ konusu. Ahmet Özel Nûbe ile yapılan bu anlaşmadan sonra,
Nûbe’nin İslâm hukukçuları tarafından Muvakkat Anlaşmalı Sulh Ülkesi” olarak nitelendirildiğini
belirtmektedir. Bkz. İslâm Hukukunda Milletlerarası Münasebetler ve Ülke Kavramı, İstanbul 1982. 142-143.
568
İbn Abdilhakem. Fütûh, 82; Makrizî, Hıtat, I, 166, 294.
569
Reyyis, Harac, 150 (Henri Mounier, Precis de l’Histoire de Egypte Tome II, “Egypte Byzantine’, p. 84’den
naklen).

103
de İbn Lehi’a’dan naklettiği bir rivayette, Amr’ın İskenderiyye’de 300 bin mükellef
bulduğunu ve 2’şer dinardan 600 bin dinar cizye vergisi tahsil ettiğini bildirmektedir 570 .
İskenderiyye’nin daha sonraki tarihlere ait cizyesi ile ilgili olarak Belâzurî’nin
naklettiği bir rivayete de temas ederek konuyu bitirmek istiyoruz. Tarih belirtilmeden
nakledilen bu rivayete göre, Hişam b. Abdilmelik’ten önce İskenderiyye’nin cizyesi 18 bin
dinar iken, halife Hişam zamanında 36 bin dinara ulaşmıştır 571 . Ancak “Ehlü’z-Zimme fi’l-
İslâm” adıyla Arapça’ya çevrilen kitabında Tritton, bu meblağın, yani 36 bin dinarın sadece
rahiplerin ödemesi gereken miktar olduğunu ifade etmektedir, 572 ki bu bize de makul
gelmektedir. Yine biz Hişâm b. Abdilmelik’ten önce 18 bin dinar olan cizye miktarının da
sadece rahiplerden alındığı kanaatini taşımaktayız.
Hulefâ-i Râşidîn dönemi ile ilgili olarak temas etmek isteğimiz bir husus da, halife
Osman b. Affân devrinde putperest Berberîlerden cizye alınması konusudur. Abdullah b. Sa’d
b. Ebî Serh İfrikıyye’de Gregorius’u yendikten sonra, bölgede yaşayan putperest
Berberîlerden de cizye almıştır 573 . Bu husus kaynaklarımızda şu şeki1de yer almaktadır:
“Hz.Peygamber Hecer Mecusîlerinden, Ömer b. el-Hattâb Fars Mecusîlerinden ve Osman
b.Affân da putperest Berberilerden cizye almıştır.” Böylece İslâm hukuk tarihinde ilk defa
putperest olanlar da ehl-i zimme kabul edilip cizye ile mükellef tutulmuşlardır 574 .
Halife Osman b. Affân dönemi Mısır cizyesi ile ilgili diğer hususları yukarıda
tartışmıştık. Bu sebeble konuyu burada daha fazla uzatmak ve tekrar etmek istemiyoruz. Ali
b.Ebî Tâlib’in halifeliği dönemi Mısır’ın cizyesi ile ilgili rivayetlere ise, kaynaklarda
rastlayamadık. Bu dönem ile ilgili rivayetler, kaynaklarımızda hemen tamamı itibariyle iç
mücadelelere hasredilmiştir.
Emevîler devri uygulamalarına gelince bu konuda kaynaklarımızda ver alan ilk rivayet
halife Muâviye b. Ebî Süfyân ile ilgilidir. Muâviye, Amr b. el-Âs’ın vefatını müteakip, Mısır
valiliğine tayin ettiği kardeşi Utbe b. Ebî Süfyân zamanında 575 Mısır harac amilliği yapan
Verdân’a yazdığı mektupta, Mısır Kıbtîlerinden alınan cizyenin birer kırat arttırılmasını
emretmiştir. Verdân ise, halifenin bu emrine karşı çıkmış ve ona: “Onlarla yapılan anlaşmada,
vergilerin arttırılamayacağı hükmü yer almışken, nasıl olur da ben onların vergisini artırırım?”
şeklinde bir cevap göndermiştir. Bunun üzerine Muâviye, Verdân’ı Mısır harac amilliğinden

570
Makrizî, Hıtat, I, 79.
571
Belâzuri, Fütûh, 225 (T.320).
572
A.S. Tritton, Ehlü’l-Zimme fi’l-İslâm (ar. terc. Hasan Habeşî), Mısır Trz., 240.
573
Ebû Ubeyd, Emvâl, 35 (T.53); Belâzurî, Fütûh, 92 (T.116); Sulî, Edebü’I-Küttâb, 215.
574
Erkal, İslâm Vergi Hukuku, 318.
575
İbn Abdilhakem, Fütûh, 86.

104
azletmiştir 576 . Bundan sonra kaynaklarımız Muâviye’nin nasıl bir uygulamaya gittiğini
bildirmemektedir. Ancak Verdân’ın azledildiğini dikkate alacak olursak, cizyenin birer kırat
arttırıldığını söylemek de mümkündür.
Halife Muâviye’nin bu emri ve Verdân’ın karşı çıkması ile ilgili olarak Ebû Ubeyd
şöyle bir yorum yapmaktadır: “Kanaatimce, Muâviye’ye göre Mısır savaş yoluyla
fethedilmişti. Bunun için cizyenin arttırılmasını caiz görmüştü. Verdân’a göre ise, Mısır sulh
yoluyla fethedilmişti. Bu yüzden de o, cizyenin arttırılmasını doğru bulmamıştır. Aralarındaki
ihtilafın sebebi de budur 577 .”
Muâviye devri ile ilgili bir rivayet de, onun Hz. Peygamber’in Kıbtî eşi Mâriye’nin
köyü olan Cefn köyü halkından cizyeyi kaldırmasıyla ilgilidir.
Kaynaklarımızın naklettiklerine göre, Ali b. Hüseyin veya Hüseyin’in bizzat kendisi
Muâviye ile konuşmuş ve Hz.Peygamber’in oğlu İbrahim’in annesi Mâriye’nin Mısır’daki
köyü olan Cefn halkından cizyeyi kaldırmasını istemiştir. 0, bu konuda Hz Peygamber’in

Şayet İbrahim yaşasaydı, Kıbtîleri olduğu gibi bırakır ve onlardan cizyeyi kaldırırdım”
şeklindeki hadisini de sözlerine ilave etmiştir. Bunun üzerine Muâviye de Cefn halkından
cizyeyi kaldırmıştır 578 . Ancak biz bu rivayetin doğruluğundan şüphe etmekteyiz. Zira hadis
sahih ise, bu durumda sadece Mâriye’nin köyü olan Cefn halkından değil, hadiste geçtiği
şekilde Kıptilerin tamamından cizyenin kaldırılması gerekirdi ki böyle bir uygulama da hiç
olmamıştır. Ayrıca, yine hadisi sahih kabul edecek olsak bile, cizyenin kaldırılması,
İbrahim’in yaşaması şartı ile kayıtlıdır. İbrahim ise Hz.Peygamber hayatta iken ölmüştür.
Bu arada Muâviye b. Ebî Süfyân’ın halifeliğinin son zamanlarında Kıbtîler arasında
İslâmlaşma artmış ve Mısır’ın harac ve cizye vergileri 600 bin dinara kadar düşmüştür 579 .
Muâviye’den sonra sırasıyla halife olan Yezid ve II. Muâviye dönemlerine ait, Mısır
cizyesi ile ilgili bilgilere kaynaklarımızda rastlayamadık. II. Muâviye’den sonra hilafet
konusunda çıkan karışıklıklar sebebiyle Mısır’ın cizyesi ile ilgili bilgiler de kaynaklarımızda
bulunmamaktadır. Hilâfetin Süfyânîlerden Mervânîlere geçmesinden sonra ise, Mısır’ın
cizyesiyle ilgili haberler Abdülmelik b. Mervân’ın halifeliği döneminde ortaya çıkmaktadır.
Abdülmelik b. Mervân, yaptığı hilafet mücadelelerini kazanıp halifeliğini
sağlamlaştırdıktan sonra devletin ıslahı yönünde bazı çalışmalar yapmıştır. Bu çalışmalar

576
Ebû Ubeyd, Emvâl, 144 (T.178-179); İbn Abdilhakem, Fütûh, 86; Belâzurî, Fütûh, 219 (T.311-312); Markizî,
Hıtat, I, 79; Reyyis, Harac, 190. Ayrıca bkz. Van Vloten, Araştırmalar, 19.
577
Ebû Ubeyd, Emvâl, 144 (T.178-179).
578
İbn Abdilhakem, Fütûh, 53; Belâzuri, Fütûh, 220 (T.313); İbn Tağriberdî, Nücûrn, I, 29.
579
İbn Abdilhakem, Fütûh, 102; Makrizî, Hıtat, I. 79, 94; Ayrıca bk: Reyyis, Harac, 194-195; Kâşif, Mısır, 48.

105
arasında, ilk İslâm sikkelerinin darbı, divanların Arapça’ya çevrilmesi ve yeni vergi
düzenlemeleri sayılabilir.
Halife Abdülmelik b. Mervân, Mısır valisi olan kardeşi Abdülaziz ile beraber,
Mısır’daki ehl-i zimme hakkında bazı yeni düzenlemeler gerçekleştirmiştir. Bunlardan ilki
Mısır’da bulunan Hıristiyan rahiplerden yıllık birer dinar cizye alınmasıdır. Bu Mısır’daki
rahiplerden alınan ilk cizye vergisidir 580 . Daha önce din adamlarından cizye alınması gibi bir
uygulamaya kaynaklarımızda rastlanmamaktadır. Hatta tam tersi bir uygulama ile halife Ömer
b. el-Hattâb zamanından beri din adamları cizye mükellefiyeti dışında tutulmuşlardır.
Abdülmelik ve Abdülaziz’in böyle bir uygulamaya gitmesinin sebebi, “Hıtat” müellifi
Makrizî’ve göre Mısır’daki pek çok Hıristiyan’ın cizye vermemek için rahip olmasıdır.
Makrizî, bu sebepten rahip olan pek çök kişinin servet sahibi olduğunu ve vergi ödemediğini,
buna karşılık pek çok ehl-i zimmenin de fakir oldukları halde rahip olmadıkları için cizye
ödeyerek daha da fakirleştiğini, bunun sonucu olarak da toplumda dengesizliklerin meydana
geldiğini nakletmektedir 581 . Ebû Ubeyd ile İbn Abdilhakem de, Mısır’daki ehl-i zimmenin
fakir iken daha fazla fakirleşmesinin sebebine açıklık getirebilecek bir rivayetle rahiplere
konan bu cizyenin, rahipler namına kendilerine bağlı belde halkı tarafından ödendiğini
nakletmektedir 582 . Bu yeni uygulama için Abdülaziz b. Mervân, Mısır’ın harac âmili olan
oğlu Asbağ’a. rahiplerin sayımını yaptırmıştır. Asbağ, sayımını yaptığı bu rahiplere, kiliselere
yeni rahipler alınmasını da yasaklayarak, onların her birine senelik birer dinar cizye vergisi
koymuştur. Mehmet Erkal, bu uygulamanın, devletin zayıfladığı ve kıtlığın arttığı, ayni
zamanda halife Abdülmelik’in para ıslahatı yaptığı 693 yılanda gerçekleştirildiğini ifade
etmektedir. Ayrıca o, bu uygulamanın sadece Mısır’a has olduğunu da belirtmektedir 583
Rahiplerden cizye alındığına dair ilk örnek de İskenderiyye patriği Theodisius’un
uygulamalarıdır. 700–724 yılları arasında İskenderiyye patrikliği ve aynı zamanda bölgesinde,
Emevî halifelerine bağlı olarak harac amilliği yapan Theodisius, İskenderiyye’deki patrik
Enbâ Agotha ve onun talebeleri olan rahip adaylarından cizye vergilerini tıplar ve bu vergileri
doğrudan Dimeşk’e, halifeye götürürdü. Bu bilgileri veren Tritton, onun Kıbtî Hıristiyanlara
zulmettiğini de ifade etmektedir 584 .

580
Makrizî, Hıtat, II, 492.
581
Makrizî, Hıtat, II, 492; Reyyis, Harac, 217.
582
Ebû Ubeyd, Emvâl, 45 (T.62); İbn Abdilhakem, Fütûh, 155-156.
583
Erkal, İslâm Vergi Hukuku, 320-323.
584
Tritton, Ehlü’l-Zimme fi’l-İslâm, 22-23. Tritton, aynı yerde bu patriğin topladığı vergileri doğrudan Şam’a
götürmek yetkisine sahip olduğunu. resmi yazışmalarda adının Augustalis olarak geçtiğini, Augustalis isminin
bir unvan olduğunu ve bu unvanın Bizanslılar devrinde İskenderiyye valisine ıtlak olunduğunu bildirmektedir.

106
Abdülmelik b. Mervân ile Abdülaziz’in gerçekleştirmek istedikleri bir uygulama da,
Mısır’daki ehl-i zammeden, Müslüman olduktan sonra da cizye alınması teşebbüsüdür. Halife
Abdülmelik b. Mervân, devlet bütçesinin zayıfladığı ve ehl-i zammeden Müslüman olanlarla
birlikte devletin gelirlerinin daha da düşeceği endişesiyle, ehl-i zammeden, onlar Müslüman
olsalar bile cizye alınmasına devam edilmesini, Mısır valisi olan kardeşi Abdülaziz’den
istemiştir. Halife Abdülmelik’e bunu yapmasını tavsiye eden de Haccâc b. Yusuf es-Sekafî
olmuştur. Abdülaziz, Abdülmelik’in bu emrini verine getirmek üzere harekete geçtiğinde,
Mısır kadısı olan İbn Huceyre, Abdülaziz b. Mervân’a: “Mısır’da Müslüman olanlardan cizye
alan ilk kişi sen olma” diyerek, onu bu uygulamadan vazgeçirmiştir 585 . İbn Huceyre’nin bu
ikazından, daha önce Mısır’da böyle bir uygulama yapılmadığı anlaşılmaktadır. Esasen, bu
tatbikat, devletin bilhassa Horasan bölgesinde uygulama alanı bulurken, Mısır’da hiç
uygulanmamıştır 586 .
Abdülaziz b. Mervân’dan sonra Mısır valisi olan Abdullah b. Abdilmelik zamanına ait
(valiliği: 707-709) cizye ile ilgili olarak elimizde sadece kısa bir bilgi bulunmaktadır. Biz bu
bilgiye de, Kurre b. Şerîk’in, valiliği dönemindeki muhtelif uygulamaları ihtiva eden ve Nabia
Abott 587 ile C.H.Becker’in 588 neşrettiği papiruslarda, Abdullah b. Abdilmelik’in isminin
geçmesi vesilesi ile dolaylı olarak sahip bulunmaktayız.
Bu papiruslardan üç tanesinde Abdullah b. Abdilmelik’in ismi geçmektedir. Buna
göre, Kurre b. Şerîk, Eşkû (=Aphrodito) idarecisine yazdığı mektupta, Eşkû bölgesinde
bulunan uskuflara, Abdullah b. Abdilmelik’in koyduğu cizyenin tamamının gönderilmediğini,
onun zamanından arta kalan cizye ve diğer vergilerin acele olarak ve hiçbir kesinti
yapılmadan gönderilmesini emretmiştir 589 • Burada zikredilen diğer vergilerden maksadın,
olağanüstü vergiler, para cezaları ve miras vergileri olduğunu da Nabia Abbott’un neşrettiği
13759 nolu papirustan anlamaktayız. Yine aynı papirustan, Abdullah’ın bu bölgedeki vergileri
hazinedarı vasıtasıyla Eşkû idarecisinden tahsil ettiği de anlaşılmaktadır 590 .
Kurre b. Şerîk’in bu mektubunda yer alan, Abdullah b. Abdilmelik zamanından kalan
rahiplerin cizye borçlarının istenmesi ifadesini yorumlayan Nabia Abbott, bu ifade ile
rahiplerin kastedilmediğini, asil muhatabın, o rahiplerin bölgelerinde bulunan ehl-i zimme
olduğunu iddia etmektedir 591 . Biz ise buradaki muhatabın, yukarıda zikrettiğimiz

585
İbn Abdilhakem, Fütûh, 155-156; Markizî, Hıtat, I. 78-79; Erkal, İslâm Vergi Hukuku, 323.
586
Erkal, İslâm Vergi Hukuku, 323-324.
587
Nabia Abbott, The Kurrah Papyri From Aphrodito in the Oriental Institute, Chicago1938.
588
C. H. Becker, “Neue Arahische Papyri des Aphroditofundes”, Der İslâm, Strassborg 1911, II. 245-268.
589
Abbott, The Kurrah Papyri, 52-55 (Oriental Institute, No: 13759).
590
Abbott, The Kurrah Papyri, 52-55 (Oriental Institute, No: 13759).
591
Abbott, The Kurrah Papyri, 44, Not: 3.

107
İskenderiyye patriği örneğinde olduğu gibi rahipler ve onların yanlarında bulunan rahip
adayları olduğu kanaatindeyiz.
Bu bilgilerden çıkardığımız sonuç ise, Abdullah b. Abdilmelik zamanında rahiplerden
cizye alınması uygulamasına devam edildiği hususudur. Ayrıca rahiplerin cizye vergilerinin
tamamının ödenmemiş olması da aklımıza, cizye vergisinin taksitle alındığı ihtimalini de
getirmektedir.
Kurre b. Şerîk’in valilik dönemine (valiliği: 709-715) ait elimizde bazı papirusların
bulunduğunu belirtmiştik. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, Kurre’nin rahiplerden cizye
almaya devam ettiği anlaşılmaktadır. “Hulefa-i Raşidin ve Emeviler Devri Vergi Hukuku”nu
inceleyen Mehmet Erkal ise, Kurre b. Şerîk döneminde rahiplerden cizye alınmadığını iddia
etmektedir 592 . Ancak, Kurre rahiplerden cizye almayacak olsaydı, kendisinden önceki Mısır
valisi Abdullah b. Abdilmelik zamanından kalıp, bir kısmı tahsil edilmemiş durumdaki
cizyeleri Eşkû idarecisinden istemezdi. Bize göre, Kurre’nin bu mektubu, Abdülaziz b.
Mervân zamanında başlayan rahiplerden cizye alınması şeklindeki uygulamanın Abdullah b.
Ahdilmelik ve Kurre b. Şerîk dönemlerinde de devam ettiğini göstermektedir.
Kurre b. Şerîk’ten sonra Mısır valisi olan Abdülmelik b. Rifâ’a’nın valiliği döneminde
de (valiliği: 715-718) rahiplerden cizye alınması uygulamasına devam edilmiştir. Abdülmelik
b. Mervân’ın harac âmili olan Usâme b. Zeyd et-Tenûhî’nin görevde kaldığı üç yıl boyunca
rahiplerden cizye aldığı gibi, ehl-i zimmeye karşı da çok sert muamelelerde bulunduğu
kaynaklarımızda zikredilmektedir. Onun bu zalimane tutumu karşısında, halife Ömer b.
Abdilaziz tarafından vali Kurre b. Şerîk ile birlikte azledildiğini görmekteyiz 593 .
Abdülmelik b. Rifâ’a döneminde gördüğümüz önemli bir husus da onun altı ay Yukarı
Mısır, altı ay da Aşağı Mısır’da olmak üzere bir yıl boyunca bütün Mısır’ı dolaşmış ve
yanında bulunan yardımcılarıyla bütün köyleri ve köylerin nüfuslarını saymış olduğuna dair
rivayettir. İbn Abdilhakem, Abdülmelik b. Rifâ’a’nın on binden fazla köy saydığını ve en
küçük köyün cizye mükellefi erkek nüfusunu 500 dolayında tesbit ettiğini nakletmektedir 594 .
Bu rivayet hakkında görüşlerini serdeden Reyyis, rivayette geçen en küçük köyün cizye
mükellefi erkek nüfusunun 500 dolayında olduğu..” ifadesini e1eştirerek, buna göre Mısır’da
en az 5 milyon cizye mükellefi ve her mükellefin de en az üç kişi olduğunu varsayarak, buna
göre, Mısır nüfusunun en az 20 milyon olması gerektiğini söyleyerek, bunun mümkün
olamayacağını belirtir. Reyyis 500 mükellef şeklinde verilen sayının müstensih hatası

592
Erkal, İslâm Vergi Hukuku, 321-322.
593
Erkal, İslâm Vergi Hukuku, 322; Abdülaziz Seyyidülehl, el-Halifetü’z- Zâhid Ömer b. Abdilaziz, Beyrut 1970
(IV.Baskı), 98.
594
İbn Abdilhakem, Fütûh, 156; İbn İyâs, Bedâiu’z-Zuhûr, I, 126-127.

108
olabileceğini, doğrusunun da 50 mükellef şeklinde olabileceğini ki buna göre de Mısır’da 500
bin civarında cizye mükellefi bulunabileceğini ifade etmektedir 595 ki bu yaklaşım bize de
makul gelmektedir.
Ömer b. Abdilaziz’in halifeliği zamanında (halifeliği: 717–719) ise ehl-i zimme ile
ilgili yeni bazı uygulamalar getirilmiştir. Halife Ömer b. Abdilaziz ilk iş olarak bütün
bölgelerde olduğu gibi, Mısır’da da vali ve harac âmillerini değiştirmiştir. 0, Mısır valiliğine
Eyyub b. Şurahbil’i atarken (valiliği: 717–719), harac amilliğine de Hayyan b. Şureyh’i tayin
etmiştir 596 .
Eyyub b. Surahbil zamanında Mısır’daki ehl-i zimmenin cizyesi ile ilgili olarak
kaynaklarımızda, dikkatimizi çeken dört mesele zikredilmektedir. Bunlardan biri halife Ömer
b. Abdilaziz’in, Mısır’ın savaşla fethedildiğine kâni olduğu ve buna göre vergilendirme
yapılması gerektiği, ikincisi ölen veya cizye vermemek için kaçan ehl-i zimmenin cizyesinin
nasıl tahsil edileceği, üçüncüsü Müslüman olan zımmîlerin durumu ve dördüncüsü de
rahiplerden cizye alınması ile ilgilidir.
Mısır harac âmili olan Hayyan b. Şureyh, halife Ömer b. Abdilaziz’e gönderdiği bir
mektupla, ölen ya da vergi vermemek için kaçan zımmîlerin cizyesinin, onların meskun
oldukları beldelerde yaşayan1ara yüklenip yüklenemeyeceğini sormuştur. Ömer b. Abdilaziz,
bu konuda öncelikle Mısır’ın anveten mi yoksa sulhen mi fethedildiği hususunu araştırmış ve
Irak b. Mâlik’in, Mısır’ın savaşla fethedildiğini ve burada bulunan ehl-i zimmenin bir av
mesabesinde olduğunu söylemesi üzerine de ölen veya kaçan zımmîlerin cizyelerinin o
beldelerde yaşayan diğer mükelleflere yüklenmesini emretmiştir 597 . Bu arada, bu rivayetin
tam zıddı yönünde bir rivayete daha sahip olduğumuzu da belirtmeliyiz. Bu rivayete göre;
Ömer b. Abdilaziz’in şöy1e dediğini görmekteyiz: “Ölen zımmîye cizye vergisi vacib
olmadığı gibi, ondan sonra kalan yakınlarına bu vergi yüklenemez.” Bu haberi nakleden Ebu
Ubeyd rivayete şöy1e bir yorum getirmektedir “Ömer b. Ahdilaziz şunu demek istiyor; Cizye
ölenin mirasçılarına ödetilemeyeceği gibi, ölenin borcu durumunda da kabul edilemez.
Binaenaleyh, cizye sebebiyle akrabalarını bırakıp kaçan kimseye düşen cizye vergisi,
akrabalarına yükletilemez. Çünkü kaçan kimsenin yakınları bu hususta garanti vermiş
değillerdir 598 .”

595
Reyyis, Harac, 246-247.
596
Kindî, Vulât, 68; Abdülaziz, Ömer b. Abdilaziz, 98.
597
Ebû Ubeyd, Emvâl, 51 (T.70-71); İbn Abdilhakem, Fütûh, 89-90. 154-155; İbn Kayyım el-Cevziyye,
Şemsüddin Ebû Abdillah Muhammed h. Ebî Bekr; Ahkâmu Ehli’z-Zimme (thk. Subhi es-Salih). Beyrut
1401/1981(II.Baskı), I, 60; Makrizî, Hıtat, 77- 78.
598
Ebû Ubeyd, Emvâl, 51 (T.70-71); İbn Kayyım, Ahkâm, I, 60.

109
Görüldüğü gibi birbirine zıt iki rivayet ile karşı karşıya bulunmaktayız. Biz, her iki
rivayetin de doğru olduğu kanaatindeyiz. Bize göre, ilk rivayet müşterek cizye olarak
tanımlanan “Cizye AIe’l-Kurâ” için, ikinci rivayet de şahıs vergisi (baş vergisi) olarak
tanımlanan “Cizye Ale’r-Ruûs” içindir. Esasen ilk rivayeti nakleden müverrihlerimizden İbn
Abdilhakem, bu rivayetten önce cizye hakkında bilgi vermekte ve cizyenin “Ale’r-Ruûsi’r-
Ricâl” ve “Cizyetü Cümle” diye ikiye ayrıldığını belirtmektedir. “Ale’r-Ruûsi’r-Ricâl”
cizyede, bu cizyeyi ödeyemeden ölen mükelleflerin borçlarının, varislerine
yüklenemeyeceğini, “Cizyetü Cümle” diye isimlendirilen ve “Ale’l-Kurâ” da denilen cizye de
ise, top yekun bir beldeye cizye konulduğunu, bundan dolayı, ölüm olması halinde ö beldenin
cizyesinin eksilti1emeveceşini ifade eden İbn Abdilhakem, daha sonra ravileri Ömer b.
Abdilaziz’e kadar ulaşan ve bizim buraya aldığımız ilk rivayeti nakletmektedir. Buna göre, o
bu rivayetin “Cizye Ale’l-Kurâ” ile ilgili olduğunu belirtmemekle beraber, rivayetin
öncesinde verdiği bu bilgi ile, Ömer b. Abdilaziz’in bu hükmünün “Cizye Ale’l-Kurâ”
hakkında olduğunu ima etmektedir. Yine İbn Abdilhakem, bu rivayetin sonunda yaptığı ikinci
bir açıklama ile de, Ömer b. Abdilaziz’in, ölen zımmînin cizyesini, meskûn olduğu belde
halkına yükletilmesi şeklindeki emrini de yorumlayarak, onun bu hükmünün Mısır’ın savaşla
fethedildiğine kâni olarak ve Mısır’daki “Cizye Ale’l-Kurâ” hakkında olduğunu
bildirmektedir 599 . Nitekim yeni vergi mükellefleri ortaya çıktıkça da cizye miktarlarının
artırılması cihetine gidilmemektir. Bu durumda Ömer b. Abdilaziz’in, ölenlerin veya
kaçanların cizyelerinin yakınlarına yükletilemeyeceğine dair görüşünü yansıtan rivayet ise,
Mısır’daki “Cizye Ale’r-Ruûs” ile mükellef olanlar hakkında olmaktadır.
Ömer b. Abdilaziz’in Müslüman olan ehl-i zimme ile ilgili uygulamalarına gelince,
onun bu konudaki emri, ehl-i zimmenin Müslüman olanlarından cizyenin kaldırılması
şeklinde olmuştur. 0, bu şekilde uygulamaların yapıldığı Horasan bölgesinde Müslüman olan
ehl-i zimmeden cizye alınmasını yasaklamıştır 600 . Mısır’da ise böyle bir uygulamanın hiç
olmadığını, Ömer b.Abdilaziz Mısır harac âmili olan Hayyân b. Şureyh’in bu konudaki
talebini geri çevirmesinden anlamaktayız.
Mısır harac amili olan Hayyân b. Şureyh, bir mektupla Ömer b. Abdilaziz’den ehl-i
zimmenin Müslüman olanlarından cizye alınmaya devam edilmesini istemiştir. Hayyan
mektubunda, “... şayet ehl-i zimmenin Müslüman olanlarından cizye alınmaması uygulaması
devam ederse, ehl-i zimmenin tamamı Müslüman olacaktır. Böylece onlardan alınan cizye de
kaybolup gidecektir” demiştir. Ömer b. Abdilaziz’in bu konudaki cevabı ise gayet açık ve net

599
İbn Abdilhakem, Fütûh, 154-155; Makrizî, Hıtat, I, 77-78.
600
Makrizî, Hıtat, I. 77-78.

110
olmuştur. 0, Mısır’a bir elçisini göndersek ona şu talimatını da vermiştir: “Bu sözünden dolayı
Hayyân’ın başına otuz kırbaç vur ve ona de ki “Kim İslâm dinine girerse, ondan cizyeyi
kaldır, onların tamamının Müslüman olması, bana (onların verecekleri cizyeden) daha
sevimlidir. Şüphe yok ki, Allah Muhammed’i bir tebliğci olarak göndermiştir, vergi memuru
olarak değil” 601 .
Ömer b. Abdilaziz bundan sonra, ehl-i zimmeden Müslüman olanlara nasıl muamele
edileceği konusunda Mısır’daki âmiline bir talimat göndererek; Müslüman olan zımmî, şayet
sulhen fethedilmiş bir beldenin halkından ise, onun canının malının ve toprağının kendisine
ait olduğunu, şayet Müslüman olan zımmî savaşla fethedilen bir beldenin halkından ise, bu
durumda o kişiye sadece canının ve malının kendisine alt olduğunu bildirmiş, topraklarının
ise, Allah’ın bir fey’i olarak Müslümanların menfaatine kullanılmak üzere ellerinden
alınmasını emretmiştir 602 . Bunun yanında 0, Mısır’da Müslüman olan zımmîlerin, hangi
kabilenin vesilesiyle İslâm’ı kabul ederlerse, 0 kabilenin yazılı olduğu divanın, “Divân-ı
Sulh” kısmına yazılmasını da emretmiştir 603
Rahiplerden cizye alınması konusunda ise; Ömer b. Abdilaziz onlardan daha önce
birer dinar alınan cizyeyi iki dinara çıkarmıştır. “Ömer b. Abdilaziz, manastırlarda yaşayan
her bir rahibe ikişer dinar cizye koydu” şeklindeki rivayeti nakleden Ebu Ubeyd, bu konudaki
görüşünü de şu şekilde açıklamaktadır: “Kanaatim odur ki, Ömer b. Abdilaziz, rahiplerin
gücünün yeteceğini bildiği için bu uygulamaya gitmiştir. 0 biliyordu ki, rahiplerin geçimini
temin eden zımmîler, rahiplerin cizye mükellefiyetlerine de katlanacaklardır 604 ” Bu arada
Ömer b. Abdilaziz’in, Mısır’daki bazı köylerin çocuklarını satarak cizyelerini ödeme
uygulamasını kaldırdığını 605 da belirtmek istiyoruz. Ayrıca o, cizyelerini köle ve cariye
vermek suretiyle ödeyen Berka’da meskun Berberî Lüvâte kabilesinin bu şekildeki
uygulamasını da: “Kimin yanında Lüvâteli bir kadın varsa, onu babasından istesin veya onu
âilesine iade etsin” emriyle kaldırmıştır 606 . Bu konudaki görüşlerini açıklayan Mısır

601
İbn Sa’d, Tabakât, V. 384; İbn Kayyım, Ahkâm, I, 213.
602
İbn Abdilhakem, Fütûh, 154-155, 156; Belâzuri, Fütûh, 223 (T.318); Makrizî, Hıtat, I, 77;. Belâzuri, Ömer b.
Abdilaziz’in İskenderiyye, Kefratis ve Sultays’ın sulhen alındığına kâni olduğunu ve buralarda meskun olan
bir zımmî, Müslüman olursa, bu kişinin canının, malının ye topraklarının kendisine bırakılmasını emrettiğini
nakletmektedir. Bkz. Fütûh, 223 (T.3 18).
603
İbn Abdilhakem, Fütûh, 155.
604
Ebû Ubeyd, Emvâl, 45 (T.62). “V. Râşid halife Ömer b. Abdilaziz” isimli kitabin müellifi Ahmed Eminoğlu.
Ömer b. Abdilaziz’in rahiplere cizye koymadığını, aksine daha önce ödemekle yükümlü oldukları cizye
vergilerini de kaldırdığını İmâdüddin Halil’e istinâden iddia etmektedir. Bkz. Ahmed Eminoğlu, V. Râşid
Halife Ömer b. Abdilaziz, İstanbul 1984. 143. İmâdüddin Halil ise bu görüşünü herhangi bir İslâm tarihi
kaynağına dayanmaksızın serdetmektedir. Bkz. İmâdüddin Halil, Ömer b. Abdilaziz Dönemi ve İslâm İnkılâbı
(Türkçe’si. Ubeydullah Dalar), İstanbul 1984, 185.
605
M. Fayda, Hz.Ömer, 164.
606
Belâzuri, Fütûh, 226-227 (T.323); Fayda, Hz.Ömer, 163.

111
kadılarından Leys b. Sa’d: onlar köle olsalar bile çocuk ve kadınlarını bunun için satmaları
caiz değildir 607 ’ derken, yine o, Yahya b. Sa’id’in ise kendisine yazdığı mektupta şu kanaatte
olduğunu bildirmektedir : “Kıbtîlerin cizyelerini ödeyebilmek için, kendilerinden cizye
karşılığı olarak, alınan köle, çocuk, katır, inek veya davarlarını satıp bedellerini Müslümanlara
cizye olarak vermeleri caizdir. Kıbtîler’den bu şekilde satın alınan şeyler de, şayet Kıbtîler
cizyelerini ödemek için bu usulü gönül rızalarıyla uyguluyorlarsa, satın alan kişiden geri
alınmaz, bu uygulama caizdir’ 608 .
Makrizî’nin naklettiği aynı rivayetin devamında Yahyâ b. Sa’id; Kıbtîlerin cizyelerini
ödenebilmeleri için, sahip oldukları arazileri belli bir ücret karşılığı kiraya verebileceğini de
ifade etmektedir. Ancak bunun için, belirlenen kira ücretinin, onların cizyelerini ödemelerinde
bir zorluk çıkarmamasının şart olduğunu da sözlerine ilave etmektedir 609 .
Ömer b. Abdilaziz dönemiyle ilgili cizye tatbikatlarını bu şekilde özetledikten sonra,
daha sonraki cizye uygulamaları hakkında bizim ulaşabildiğimiz kaynaklarda bilgi
bulunmadığını belirtmek istiyoruz. Ömer b. Abdilaziz’in vefatından sonra halife olan Yezid b.
Abdilmelik’in halifeliği döneminde (halifeliği: 719-723) Mısır harac âmilliğine Usâme b.
Zeyd et-Tenûhî’nin yeniden tayin edildiğini ve onun ehl-i zimmeye yine kötü davrandığını
Makrizî’den öğrenmekteyiz 610 . Ancak kaynaklarımızda, bu dönemde yapılan uygulamalar
hakkında ise bilgi bulunmamaktadır.

b) Harac Vergisi
Mısır’da harac vergisi sabit bir miktarda alınmamıştır. Bunun sebebi de harac vergisi
miktarının tesbit edilmesinde çeşitli etkenlerin dikkate alınmasıdır. Bu nedenle biz öncelikle
Mısır’da harac vergisinin tesbitinde dikkate alınan hususlar ile konuya başlamak istiyoruz.
Mısır’da daha Amr b. el-Âs’ın ilk valiliğinden baş1ayarak, harac vergisi miktarının iki
temel esas dâhilinde tesbit edildiğini görmekteyiz. Bunlardan birincisi, Amr b. el-Âs’ın
Mısır’ın fethini tamamladıktan sonra burada daha önce uygulanmakta olan Bizans vergi
usulünü aynen devam ettirmesidir. İbn Abdilhakem, adaletli olarak tavsif ettiği bu usulün
ayrıntılarını ana hatlarıyla şu şekilde rivayet etmektedir:
Öncelikle harac vergisine tâbi toprağı bulunan beldelerin önde gelen kişileri ve
rahiplerinden oluşan bir bilirkişi heyeti oluşturulurdu. Bu heyet kendi aralarında toplanarak;
1. Beldelerinde haraca tâbi kaç feddan arazi olduğunu tesbit eder,

607
Belâzuri, Fütûh, 226-227 (T.323).
608
Makrizî, Hıtat, I, 77.
609
Makrizî, Hıtat, I, 77.
610
Makrizî, Hıtat, I, 99.

112
2. Beldelerindeki kiliseler ve hamamların imarı için yapılacak masrafları belirler ve
bunu karşılayacak miktar (feddan) araziyi harac vergisi dışında tutarlar,
3. Bir harac yılı içinde Müslümanlara verecekleri ziyafetlerin ve kendi beldelerine
gelecek Müslüman idarecilere harcayacakları masrafları karşılayacak kadar (feddan) araziyi
de vergi dışı bırakırlar.
4. Beldelerindeki sanatkâr ve işçilerin ihtiyaç duydukları alet-edevat için yapacakları
masrafları da değerlendirip, bu miktarı da vergiden düşerler,
5. Beldelerinde kimsesiz garipler varsa, onların geçimine yetecek miktarı da harac
vergisi dışında bırakırlar,
6. Hastaların ve evlenecek olanların da, şayet ihtiyaç sahibi iseler, paylarını vergiden
deşerlerdi.
Bu heyet bundan sonra, o yıl haraca tâbi arazilerinin ölçümlerini yaparlar, yukarıda
sayılan ihtiyaçları karışlayacak miktardaki araziyi vergi dişi bırakarak, geriye kalan haraca
tâbi araziyi ekip-biçmek için aralarında bölüşürlerdi. şayet aralarında, kendisine düşen arazi
parçasını ekip-biçemeyecek kimseler olursa, gücü nispetindeki bir toprak parçası o kişiye
bırakılır, fazlası gücü yetenlere dağıtılırdı. Yine arazinin taksimatı sırasında, aralarında bir
anlaşmazlık çıkarsa, bu durumda, fazla arazi talep edenlerin nüfuslarının kalabalık oluşu
dikkate alınarak taksimat yapılırdı 611 .
Bütün bu işler yapıldıktan sonra da her beldenin heyeti, beldelerindeki harac
mükelleflerini, cizye mükellefleri de dâhil olmak üzere, sahip oldukları arazi miktarlarını, o
araziye yüklenen harac miktarını ve hizmetler şeklinde ödenecek vergi tutarlarını da, bir liste
halinde hazırlarlar ve Fustat’taki merkez Beytu’l-Mâl’ine gönderirlerdi 612 .
Mısır haracının tesbiti hususunda dikkate alınan ikinci esas da, Makrizî’nin
bildirdiğine göre, Nil nehrinin senelik rejimi olmaktaydı. Bu konuda Makrizî, özetle şu
bilgileri vermektedir:
Mısır’ın fethinden sonra halife Ömer b. el-Hattâb’a Nil nehrinin, arazilerin
sulanmasında ve alınacak ürün miktarında önemli bir ver tuttuğu, buna göre Nil nehri
normalin altında aktığında kuraklık, normalin üzerinde aktığında ise sel felaketi olduğu, her
iki halde de az ürün elde edildiği için fiyatlarda artma görüldüğü ve halkın da ihtikar yaptığı
bildirilmiştir. Halife Hz.Ömer de Amr b. el-Âs’a bir mektup yazarak, bu durumu araştırmasını
ve kendisine bilgi vermesini istemiştir. Ömer b. el-Hattâb’ın bu mektubunu alan Amr, hemen
bir araştırma yaptırmış ve neticede Nil nehrinin 14 zira yüksekliğinde aktığı zaman normal

611
İbn Abdilhakem, Fütûh, 152-153; Nüveyrî, Nihâye, XIX. 322-323; Makrizî, Hıtat, I, 77.
612
Erkal, İslâm Vergi Hukuku, 342-343.

113
ürün alınmakta olduğunu, 16 zira olarak aktığında ise daha fazla arazi sulandığı için bolluk
olduğunu ve ürünlerin artıp bir sonraki yıla da yettiğini, ancak 14 zira’ın altında ve 12 zira’a
düşerek aktığında kuraklık, 16 zira’ın üzerinde 18 zira’da aktığında ise sel felaketi meydana
geldiğini ve bu yüzden ürün kayıplarının ortaya çıktığını halife Hz. Ömer’e bildirmiştir 613 .
Halife Ömer b. el-Hattâb, Amr’ın gönderdiği bu bilgilerden sonra, Ali b.Ebî Talib ile bu
konuda bir istişare yapmış ve onun tavsiyeleri doğrultusunda Amr b. El-Âs’a; Nil nehri
üzerinde yeni ölçekler (=mikyas, mekâyis) yaptırmasını, daha önce vergi alınan ve kuraklık
göstergesi olan 12 zira’dan az akması ile sel felaketine sebeb olan 18 zira’dan fazla akması
halinde harac vergisi almamasını, nehrin ancak bu iki ölçek arasında aktığında vergi tahsil
etmesini emretmiştir 614 .
Bu arada, yukarıda zikredilen zira ölçeklerine ve halife Hz. Ömer’in bu konudaki
uygulamalarına da kısaca temas etmek verinde olacaktır. Nil nehrinin su seviyesinin
ölçümünde kullanılan bir zira’ın yüksekliği 24 parmaktı. Halife Hz.Ömer Amr b. el-Âs’a, Nil
nehri üzerinde bulunan mikyasların yeniden ayarlamasını emretmiştir. Buna göre o; l’den 12
zira’a kadar olan, zira yüksekliğini artırmıştır. Şöyle ki, daha önce her zira 24 parmak
uzunluğunda iken, l’den 12’ye kadar olan her bir zira’a 4’er parmak ilave edilmiş ve 1-12
arasındaki her bir zira’ın yüksekliği 48 parmak olmuştur. Bu da 12 zira’ın Özerine 2 zira daha
eklemek demektir. Böylece daha önce 14 zira olan yükseklik, 12 zira olarak kabul edilmiştir.
Bir başka ifadeyle önceki 12 zira, 14 zira’a yükseltilmesine rağmen, buna yine 12 zira
denilmiştir ve vergi dışı bırakılmıştır. 12 ile 16 zira arasında ise herhangi bir değişiklik
yapılmamış ve her zira 24 parmak olarak bırakılmıştır. 16 zira’dan sonra da her bir zira’a
2’şer parmak ilave edilmiştir 615 . Böylece 16’dan sonraki zira ölçekleri de 26’şar parmak
olmuştur.
Halife Ömer b. el-Hattâb’ın, daha önceki 12 zira’i halkın lehine olarak 14 zira
seviyesine yükseltip, bunu yine 12 zira kabul etmesinde, pratikte nasıl bir fayda sağladığını
tam olarak tesbit edemedik. 0, böyle bir uygulama verine, vergilendirmeye esas olacak
Nil’deki su seviyesini 14 zira’dan da başlatabilirdi. Ömer b. el-Hattâb’ın böyle bir
uygulamaya gitmesindeki amacı, bize göre, Bizanslılar zamanından beri uygulanmakta olan
harac vergisi usûlünü aynı rakamlar çerçevesinde korumak ve vergi tesbit ve tahsili
konusunda yerli idarecilerin alışık oldukları aynı hesaplama sistemi içinde çalışmalarını
sağlamak olmalıdır.

613
Makrizî, Hıtat, I, 58; Erkal, İslâm Vergi Hukuku, 292.
614
Makrizî, Hıtat, I, 58-59; Erkal, İslâm Vergi Hukuku, 293.
615
Makrizî, Hıtat, I. 58-59; Erkal, İslâm Vergi Hukuku, 293.

114
Ömer b. el-Hattâb’ın yaptırdığı bu düzenleme ile Bizanslılar zamanında Nil nehri 12
zira’ı aşmadığı durumlarda da harac vergisi alınırken, Nil’deki su seviyesi 12 zira’a, gerçekte
ise 14 zira’a yükselmedikçe harac vergisi alınmaması kararlaştırılmıştır 616 . Bu
düzenlemelerden sonra Nil nehri normal seviyede, yani 12-16 zira arasında aktığında yerli
idarecilerce önceden tesbit edilen harac vergisi tahsil edilir, Nil’in seviyesi 17 zira olduğunda
da, o yılın haracı normalin 100 bin dinar fazlasıyla alınırdı. Su seviyesi 18 zira’ı geçtiğinde
ise, harac vergisi alınmazdı 617 . Bu arada iktisat tarihçisi Reyyis’in, bir zira’ın günümüzdeki
uzunluğunu 46.2 cm. olarak tesbit ettiğini belirtmeliyiz 618 .
Halife Hz.Ömer’in bu uygulamaları, daha önce çok zor şartlar altında harac vergisi
ödemek zorunda kalan Mısırlı Kıbtîlere bir rahatlık getirmiştir.
Bu arada belirtmek gerekir ki, Nil nehrindeki su seviyesinin harac vergisinde bu
derece önemli rol oynaması, Müslümanların, Mısır’ı fethinden itibaren Nil üzerinde yeni
mikyaslar yapmalarına sebeb olmuştur. Makrizî’nin bildirdiğine göre, Amr b. el-Âs,
Mısır’daki ilk valiliği zamanında, “Asvân” ve “Dendere”dc, ikinci valiliği zamanında da
“Ensınâ”da, Ahdülaziz b. Mervân “Hulvan”da, halife Süleyman b. Abdilmelik’in Mısır harac
âmili Usâme b. Zeyd et-Tenûhî de 716’da “Cezire”de birer mikyas yaptırmışlardır 619 .
Mısır’daki harac vergisinin tesbitinde dikkate alınan hususları bu şekilde Özetledikten
sonra, harac vergisine tâbi arazinin yüzölçümü ve arazi ölçümünde kullanılan birim hakkında
da bilgi vermek istiyoruz. Ancak şunu da hemen belirtmek gerekir ki, “Hıtat” müellifi
Makrizî hariç, diğer müverrihlerimiz bu konularda bilgi vermemektedirler. Makrizî’deki
bilgilerin ise, bizim tez devremiz için oldukça mahdud kaldığını da burada ifade etmemiz
gerekmektedir.
Ubeydullah b. el-Habhâb’ın harac âmilliğine kadar (harac âmilliği: 725-727) herhangi
bir bilgi nakletmeyen Makrizî İbnü’l-Habhâb devrinde 620 , 725 yılında Mısır’daki ziraata
elverişli arazinin ölçüldüğünü bildirilmektedir. Ancak o bu konuda; “30 milyon feddan 621 ”,
“100 milyon feddan 622 ” ve “28 milyon feddan 623 ” şeklinde üç değişik rivayet nakletmektedir.
Makrizî, Mısır’daki ziraata elveriş1i arazinin “28 milyon feddan” olduğunu naklettiği

616
Bkz. dipnot 544.
617
Markizî, Hıtat, I. 58-59: Erkal, İslâm Vergi Hukuku, 294.
618
Reyyis, Harac, 287; Erkal, İslâm Vergi Hukuku, 296.
619
Makrizî, Hıtat, I. 58: Erkal, İslâm Vergi Hukuku, 294.
620
Mehmet Erkal, “Hulefa-i Raşidin ve Emevîler Devri İslâm Vergi Hukuku” isimli doktora tezinde, Makrizî’nin
İbnü’l-Habhâb dönemine ait olarak naklettiği hu rivayeti Hulefa-i Raşidin devri için kullanmıştır. Bkz. Erkal,
İslâm Vergi Hukuku, 289.
621
Makrizî, Hıtat, I, 99.
622
Markizî, Hıtat, I. 75.
623
Makrizî, Hıtat, I, 91. Ayrıca bkz.İbn Havkal, Sûretü’I-Arz, I, 135; Yakut el-Hamevî, Mu’cem, IV, 546.

115
rivayetinin devamında ise, bu arazinin ancak “Bir milyon feddan”inda ekim yapıldığını da
belirtmektedir.
Mısırlı araştırıcı Ziyaeddin er-Reyyis diğer rivayetlere hiç temas etmeksizin, “30
milyon feddan” şek1indeki rivayeti değerlendirirken, bu rakamın makul olmadığını ve
rivayetin bir müstensih hatası sonucu “30 milyon feddan” 624 olarak yazılmış olabileceğini
bunun doğrusunun “3 milyon feddan551” olması gerektiğini, nitekim Bizans tarihi
araştırıcılarının, Mısır arazi mesahasını “3 milyon feddan” olarak tesbit ettiklerini ifade
etmektedir 625 . Reyyis, “30 milyon feddan” şeklindeki rivayeti günümüz ölçüleriyle de
mukayese ederek 27 Ekim 1955 tarihli el-Ahram gazetesinden yaptığı bir nakilde, “Mısır
Toprak Reformu Komisyonu”nun bültenine göre, Mısır’daki ekim yapılabilir arazinin
yüzölçümünün “6.133.800 feddan” olarak tesbit edildiğini belirtmektedir 626 .
Bu arada, halife Hişâm b. Abdilmelik zamanı (halifeliği: 723–743) Mısır valilerinden
Velid b. Rifâ’a (valiliği: 727-735) Mısır’da nüfus sayımı yaptırmış bu arada hem cizye
mükelleflerini ve hem de haraca tabi arazilerin mesahasını tesbit ettirmiştir. Bu rivayeti
nakleden Makrizî, Velid b. Rifâ’a’nın altı ay Aşağı Mısır’da, altı ay da Yukarı Mısır’da olmak
üzere tam bir yıl bütün Mısır’ı bizzat dolaştığını da bildirmektedir 627 .
Mısır’da kullanılan arazi ölçüsüne gelince; burada daha önce kullanılmakta olan
“feddan” ölçeği aynen muhafaza edi1miştir. Esasen bu hususta, Müslümanlar, fethettikleri
bölgelere yeni arazi ölçü birimleri götürmemişler, her bölgedeki ölçü birimlerini aynen
korumuşlardır. Bu durum Mısır için de geçerli olmuş ve Mısır’da buranın mahalli arazi ölçeği
olan “feddan” kullanılmıştır. Mısırlı araştırıcı Reyyis, İslâm fetihleri sırasında kullanılan
“feddan”in bugünkü karşılığını 5992 m2 olarak tesbit etmiştir 628 .
Mısır’daki haraca tabi topraklarla ilgili bu bilgileri verdikten sonra, şimdi cizye ve
harac vergisinin tahsili konusuna geçebiliriz.
***
Yukarıda konunun başında da belirttiğimiz gibi, her beldenin haraca tâbi arazisinin
tesbiti yapıldıktan ve listeler hazırlanıp, bir nüshâsının Fustat’taki merkez Beytü’l-Mâl’ine
gönderilmesinden sonra, ertesi yıl, her beldenin sorumlu heyeti önceden belirlenmiş olan
harac vergisini, cizyeler de dahil olmak üzere toplarlar ve kendilerine gönderilen vergi

624
Reyyis, Harac, 153.
625
Reyyis, Harac, 153 (Johnson. A.West. Byzantine Egypt: Economic Studies, Princeton 1949, p.228den
naklen).
626
Reyyis, Harac, 151.
627
Makrizî, Hıtat, 74
628
Reyyis, Harac, 297. Ayrıca bkz Kutub İbrahim Muhammed, en-Nüzumu’l-Mâliyye fi’l-İslâm, Mısır 1986 (III.
Bsk.). 84-85.

116
âmiline bu vergileri teslim ederlerdi. Bu durum Amr b. el-Âs’ın ilk valiliği zamanında böyle
idi 629 .
Kurre b. Şerîk’in valiliği zamanında ise (valiliği: 709-715) vergi memuru
gönderilmekle beraber, her bölgenin sorumlu heyetinin Fustat’a çağrıldığını ve en ince
teferruatına kadar, heyetin sorguya çekildiğini görmekteyiz. Bu konuda H.I.Bell’in
Grekçe’den İngilizce’ye çevirerek yayınladığı Kurre b. Şerîk dönemine alt British Museum’da
bulunan 1339 nolu papirus bize ışık tutmaktadır. Bu papirus, Kurre b. Şerîk’in Aphrodito 630
vergi tesbit ve tahsil heyetine gönderdiği bir mektuptur. Kurre bu mektubunda, bölge
sorumlusundan kendi bölgesine bağlı beldelerin hem gelenlerinden oluşan heyet üyelerini ki
Kurre bu mektubunda daha önceki mektubunda onların isimlerini bildirdiğini belirtmektedir,
bölgelerindeki cizye mükellefi erkek nüfusunun, mükellef oldukları cizye miktarlarını da
gösteren bir listesini, haraca tâbi arazileri olanların da sahip oldukları arazi miktarlarını ki
üzüm bahçeleri ve ekilebilir arazi olarak, ne kadar harac vergisi ödeyeceklerini gösteren bir
listeyi, ayrıca, gerek valiliğinin emriyle ve gerekse vali1işinin emri olmaksızın bölge için
hizmet görenlerin isimlerini de liste halinde çıkarmasını, vergi kaçakları varsa, isimlerini ve
lakaplarını ayrı bir liste halinde hazırlamasını, kısaca, bölge ile ilgili gerekli her bilgiyi açık
ve net olarak, aleyhinde herhangi bir şikayete meydan vermeyecek bir şekilde hazırlayıp
yanına alarak acele Fustat’a gelmesini emretmiştir.
Kurre b. Şerik bu mektubunda aynıca; gönderdiği elçisine iki veya üç gün izin
verdiğini, sonra hemen dönmesini emrettiğini belirterek, sorumlu heyetin de ayni sure içinde
Fustat’a gelmesini emretmiştir. Bölge sorumlusunun, yanında getireceği kendine bağlı
beldelerin sorumlularının da, kendi beldelerinin durumunu gösteren belgeleri, gerektiğinde
yapılacak herhangi bir soruşturma durumunda hemen cevaplamak üzere, beraberlerinde
getirmelerini de istemiştir.
Kurre bundan sonra, mektubunu bin tehdid ile şöy1e bitirmektedir: “Biliyorsun ki,
senden hiçbir şekilde mazeret kabul etmeyeceğim. Bunun için, bizi bu konuda bir daha ne bir
mektup yazmak zorunda bırak, ne de senin hayatına ve malına-mülküne kastedecek bir ceza
vermeye mecbur et” 631 .

629
Biz bunu, Berka halkının kendilerine vergi memuru gelmeksizin, vergilerini Fustat’a getirmelerinden
anlamaktayız. Çünkü, Amr döneminde böyle bir şart taşıyan başka bir anlaşma yapılmamıştır. Berka
haricindeki yerlere vergi tahsil memurları gönderilip cizye ve harac vergileri tahsil edilirdi. Bkz. Erkal, İslâm
Vergi Hukuku, 343-344.
630
Aphrodito: Eşkû şehridir. bkz. Erkal, İslâm Vergi Hukuku, 343; Tritton, Ehlü’z-Zimme fi’l-İslâm, 215.
631
H.I.Bell. “Translations of the Greek Aphrodito Papyri in the British Museum”, Der İslâm, Strasshurg 1911,
II, 273 (1339 nolu papirüs).

117
Harac vergisinin tahsilinde, vergilenin nakdi olarak ödenmesi yanında, aynî olarak
ödenmesi de istenirdi. Tahsilattan sonra ise mükellefine, vergilerini ödediklerine dair bir
makbuz verilmekteydi 632 .
Ehl-i zimmeden alınan vergilerin tahsil devrelerine gelince, genellikle yılda bir defa ve
defaten alınmıştır. Ancak, mükelleflere kolaylık olması için, yılda iki veya daha çok taksitler
halinde de tahsil edilmiştir 633 .
Harac ve cizyenin tahsilinde para birimi olarak da dinar ku11ani1miştir 634 .
Bu arada, Mısır’ın harac vergilerinin Ubeydullah b. el-Habhâb’ın harac âmilliği
zamanında (harac âmilliği: 723–742) artırılması hususuna da temas ederek konuyu bitirmek
istiyoruz. İbnü’l-Habhâb 725 yılında, halife Hişam b. Abdilmelik’e yazdığı bir mektupta,
Mısır arazisinin, tahsil edilen mevcut harac vergisinden daha fazlasını kaldırabileceğini ve
arttırmak istediğini bildirmiştir. Halife Hişam da onun bu teklifini uygun bulmuş ve böylece
Mısır’ın harac vergisi her dinar için birer kırat arttırılmıştır. Bunun üzerine, Tenû 635 ,
Tümey 636 , Kurbeyt 637 , Turâbive 638 köyleri ile Havfu’ş-Şarkiyye 639 deki bazı köyler isyan
etmiştir. Bu sırada Mısır valisi olan Hür b. Yusuf (valiliği: 725-726), bu isyancılar üzerine
divan ehlinden oluşan bir ordu göndermiş ve pek çok kişinin kanı döküldükten sonra isyan
ancak bastırılabilmiştir. 725 yılandaki bu isyan, Mısır’da Kıbtîlerin vergi sebebiyle
çıkardıkları ilk isyan olmuştur 640 .

-Meks (=Uşûr veya Ticaret Malları) Vergisi


Meks veya Uşûr vergisi, hududlardan girişi yapılan veya pazar yerlerinde satılan belli
bir nisab miktarındaki ticaret mallarından belli nisbetlerde tahsil edilen vergidir. Bu vergiyi

632
Erkal, İslâm Vergi Hukuku, 344.
633
Erkal, İslâm Vergi Hukuku, 345.
634
Erkal, İslâm Vergi Hukuku, 303.
635
Tenû: Coğrafya kitaplarımızda bu isimde bir yer ismine rastlayamadık. Ancak, Tûne isminde bir yer
zikredilmekte ve bu yerin Mısır’ın Cifâr bölgesinde, Tinnîs ile Dimyat arasında olduğu bildirilmektedir. Bkz.
Makdisî, Ahsenü’t-Tekâsim, 193 -194; İbn Havkal, Sûretü’l-Arz, I. 152.
636
Tümey: Mısır’da bir koydur. Diğer isminin Tetâ olduğu da zikredilmektedir. Bkz. İbn Hurdazbih, Mesâlik,
82; Yâkut el-Hamevî, Mu’cem, I, 874.
637
Kurbeyt: Aşağı Mısır’da bir köydür. Bkz. Yâkubî, Buldân, 337; Yâkut el-Hamevî, Mu’cem, VI. 52.
638
Turâbiye: Mısır’da bir köydür. Etrâbiye de denilir. Bkz. İbn Hurdazbih, Mesâlik, 82, 247; Yâkubi, Buldân,
337.
639
Havfu’ş-Şarkiyye: Mısır’da Nil nehrinin Dimyat kolunun doğusunda kalan bölgeye verilen isimdir. Bkz. İbn
Hurdazbih, Mesâlik, 82; Bekri, Mu’cem, II, 476; Yâkut el-Hamevî, Mu’cem, II, 365; Becker, “Mısır”, I.A.,
VIII. 227.
640
Kindî, Vulât, 73-74; Makrizî, Hıtat, I, 79; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 259. Bu arada Markizî, Mısır
Kıbtîlerinin; Hanzala b. Safvân’ın valiliği zamanında (üçüncü valiliği: 737-742) 739 yılında ve Emevîler’in
yıkıldığı yıl olan 749’da olmak üzere iki defa daha ayaklandıklarını, birinci isyanı vali Hanzala b. Safvân’ın,
ikinci isyanı da. yine o tarihte vali olan Abdülmelik b. Mervân b. Musa b. Nusayr’rn bastırdığını
nakletmektedir. Ancak o bu isyanların sebebi konusunda bilgi vermemektedir. Bkz. Hıtat, I, 79.

118
ilk defa halife Ömer b. el-Hattâb koymuştur 641 . Halife Hz.Ömer, Müslüman tacirlerden zekat
oranı olan 1/40, İslâm devletinde yaşayan zımmî tacirlerden 1/20 ve İslâm devletine ticaret
için giren harbîlerden de 1/10 oranında ticaret malları vergisi almayı kararlaştırmıştır 642 .
Ticaret malları vergisi, İslâm’dan önce, Arapyarımadası’nda kurulan panayırlara
getirilen ticaret mallarından 1/10 oranında alınıyordu. “Mekke şehrini yeniden tanzim eden
Kusay tarafından, Mekke halkı dışındakiler, Mekke’ye (ticaret için) geldikleri zaman,
kendilerinden 1/10 vergi alırdı.” Cahiliye döneminde de, Arap kabileleri, Rum ve İranlılar da
kendi yurtlarına giren tacirlerden 1/10 veya daha değişik oranlarda vergi alıyorlardı 643 .
İslâm geldikten sonra ise, Hz.Peygamber Medine’deki çarşı yerini belirledikten sonra;
“İşte bu sizin çarşınızdır. Burada sizin için harac yoktur 644 ” demiştir. Buradaki harac
kelimesinden maksat da ticaret malları vergisidir 645 . Yine Hz.Peygamber’in “Meks alan kimse
(=Sahibu Meks) cennete giremeyecektir.” ve “Siz onda bir alan kimseye rastladığınızda onu
öldürünüz 646t dediği rivayet edilmektedir. Hz.Peygamber’in bu hadislerini değerlendiren
Mustafa Fayda; “...cahiliyye’de Meks veya Uşûr toplayanların kötü işler yaptıklarından
dolayı...” Öldürülmelerinin istendiğini savunmaktadır 647 .
Meks veya Uşûr vergisi alınması uygulaması Hz.Peygamber ve ilk halife Ebû Bekir
dönemlerinde hiç olmamıştır. İkinci halife Ömer b. el-Hattab zamanında ise, İslâm devletinin
geniş bir coğrafi alana yayılması ve bu bölgelerde ticaret yapan tüccarların bulunması,
bunlardan vergi alınması konusunu gündeme getirmiştir. Buna göre halife Hz. Ömer;
harbîlerden 1/10, zimmîlerden 1/20 ve Müslümanlardan da 1/40 oranında yılda bir defa olmak
üzere ticaret malları vergisi alınmasını kararlaştırmıştır 648 .
Ömer b. el-Hattâb’ın halifeliği ve Amr b. el-Âs’ın valiliği zamanında Mısır’da ticaret
malları vergisi alındığı ve Meks amilliğinin bulunduğunu görmekteyiz. Amr b. el-Âs,
Şurahbil b.Hasene Mısır Meks âmilliğini yürütürken, bu görevi Halid b. Sabit el-Fehmî’ye
teklif etmiş, ancak o, bu görevden affını istemiştir. Amr b. el-Âs ona, görevi kabul etmeme
sebebini sorduğunda, ö; Hz. Peygamber’den Meks alan kimsenin cennete giremeyeceği
şeklinde bir hadis duyduğunu söylemiştir 649 . Bu rivayeti nakleden İbn Abdilhakem, Amr

641
Ebû Ubeyd, Emvâl, 476 (T.508); Mustafa Fayda. “Hz.Ömer ve Ticaret Malları Vergisi veya Uşûr-I”,
A.Ü.İ.F.Dergisi, Ankara 1981. XXV. 175.
642
Fayda, Uşûr-I 174-175.
643
Fayda. Uşûr-I, 170.
644
Belâzurî, Fütûh, 28 (T. 19).
645
Fayda, Uşûr-I, 171.
646
Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 234; İbn Abdilhakem, Fütûh, 231; Fayda, Uşûr-I, 173. Bu hadisler için bkz.
dipnot 406.
647
Fayda, Uşûr-I, 174.
648
Fayda, Uşûr-I, 174-175. Bu konuda bilgi için bkz. Tuğ, Vergi, 84-86, 93. 109.
649
İbn Abdilhakem, Fütûh, 113, 231.

119
zamanında Mısır’da alınan ticaret malları vergilerinin ne şekilde tahsil edildiğini ve
oranlarının ne olduğunu bildirmemektedir. Ancak yukarıda belirttiğimiz ve halife Hz.
Ömer’in tesbit ettiği oranların Mısır’da da uygulandığını söylenebiliriz. Bu arada yine İbn
Abdilhakem, Şurahbil b. Hasene’nin oğlu Rabî’a’nın Meks âmilliği yaptığını tarih
belirtmeden rivayet etmektedir 650 .
Mısır’daki ticaret malları vergisi ile ilgili haberlere ikinci olarak Abdullah b.
Abdilmelik’in valiliği zamanında (valiliği: 705-708) rastlamaktayız. Halife Abdilmelik b.
Mervân’ın oğlu Abdullah, Mısır’da ticaret malları vergisini arttırmıştır. Vergilerin hangi
oranlarda artırıldığı hususunda bilgi sahibi olmadığımız bu artırmalardan sonra, Mısır’da fiyat
artiş1ari ve enflasyon meydana ge1miş, halk da bu duruma isyan etmiş, olayların sonu vali
Abdullah’ı öldürme teşebbüsüne kadar varmıştır. Neticede ise Abdullah Mısır’dan kaçmak
zorunda kalmıştır. Bu bilgileri nakleden “Kitâbu’l-Vulat ve Kitâbu’l-Kudât” sahibi Kindî,
Abdullah’a bu sebebten, Mısırlılar tarafından “Mekis” lakabının takıldığını da ifade
etmektedir 651 .
Kurre b. Şerîk’in valiliği döneminde ise; bu konu içinde ele alabileceğimiz, yeni bir
uygulama ile karşılaşmaktayız. Kurre, bir belde idarecisine gönderdiği mektupta, ondan “el-
Ebvâb” vergisini de göndermesini istemiştir. “el-Ebvâb”; Arapça “el-Bâb= kapı” manasına
gelen kelimenin çoğuludur. Biz bu kelimenin hangi anlamda kullanıldığını tam olarak tesbit
edemedik. Kurre b. Şerik’in bu mektubunu neşreden ve İngilizce’ye çeviren Nabia Abbott,
“el-Ebvâb” kelimesinin İngilizce karşılığı olarak “impost” kelimesini kullanmaktadır 652 , ki bu
kelime Türkçe’de “vergi” ve “gümrük vergisi” anlamlarına gelmektedir. Buna göre, acaba,
“el-Ebvâb” terimiyle kastedilen mananın “gümrük vergisi” olduğunu düşünebilir miyiz? Şayet
bu ifadenin “gümrük vergisi” anlamına geldiğini kabul edecek olursak, Meks veya Uşûr
vergisinin, zamanla sadece çarşı ve pazarlardan tahsil edilen vergi anlamına hasredildiğini ve
“gümrük vergisi”nin ayrıca “el-Ebvâb” diye isimlendirildiğini söylenebilir miyiz? İşte bu iki
soru cevapsız olarak karşımızda durmaktadır.
Ömer b. Abdilaziz’in halifeliği zamanında (halifeliği: 717-720) Mısır’ın Meks
vergileri hakkında bazı düzenlemeler yapıldığını görmekteyiz. Halife Ömer b. Abdilaziz,
kendinden önceki halifeler Velid b. Abdilmelik (halifeliği: 705-7 15) ve Süleyman b.
Abdilmelik (halifeliği: 715-718) zamanlarında da Mısır’ın Meks âmilliği görevinde bulunan
Ruzeyk b. Hayyân ed-Dimeşkî’ye yazdığı mektupta, Müslüman tacirlerin görünen ticari

650
İbn Abdilhakem, Fütûh, 109.
651
Kindî, Vulât, 59. İbn Abdilhakem ise, Kindî’nin naklettiği bu bilgileri vermeksizinin Abdullah b. Abdülmelik
ile ilgili rivâyet ettiği bir haberinde, Abdullah’ın lakabını ‘mükeyyes” olarak belirtmektedir. Bkz. Fütûh, 122.
652
Abbott, The Kurrah Papyri, 51.

120
mallarından 1/40 oranında ticaret malları vergisi olmasını, şayet Müslüman tacirin malı 40
dinardan az ve 20 dinardan fazla ise, tacirin elindeki mali 1/40’a göre oranlayıp, vergiyi buna
göre almasını, şayet malın değeri 20 dinardan 1/3 dinar oranında eksik ise, bu maldan ticaret
malları vergisi almamasını emretmiştir 653 . Ömer b. Abdilaziz mektubunda, zimmîlerle ilgili
olarak da şunları emretmiştir: “Sana uğrayan zımmîlerin ticaret mallarından her yirmi dinar
için birer dinar olmak üzere vergi al. Daha az olursa, aynı oran üzerinden hesaba tabi tutarsın.
On dinara düşünceye kadar vergiye tâbidir. Eğer on dinardan 1/3 dinar nisbetinde az olursa,
bundan vergi alma. Onlara bu konuda, bir seneye kadar (kendilerinden vergi alınmaması için)
bir yazı (beraat=makbuz) ver”581. Bu bilgileri nakleden Ebu Ubeyd, Mısır’da zimmîlerden
alınan ticaret malları vergisine örnek olarak, bize bir olay da rivayet etmektedir. Abdurrahman
b. Süfyân ve Abdullah b. Muhammed b. Ziyad b. Hudayr yoluyla yapılan rivayette, Abdullah
b. Muhammed şöyle demektedir: “Dedem Ziyad b. Hudayr ile Uşûr görevlisi bulunuyorduk.
Bir Hıristiyan 20 bin dirhem değerinde bir at ile bize uğradı. Ziyad ona şöyle dedi: “Dilersen
iki bin dirhem ver ve atı götür, dilersen de sana (at mukabilinde) 18 bin dirhem verelim 654 .”
Ebû Ubeyd, Ömer b. Abdilaziz’in harbî tacirlerin tâbi oldukları vergi oranları hakkında
herhangi bir emrini nakletmemektedir. Ancak biz, harbîlerin vermekle yükümlü oldukları
ticaret malları vergi oranının 1/10 olarak uygulamasına devam edildiğini düşünmekteyiz.
Burada, harbîlerin ticaret mallarından, İslâm ülkesine her girişlerinde 1/10 vergi alındığını ve
bu konuda İslâm âlimlerinin, harbî tacirlerin harp ülkesinden İslâm ülkesine her giriş1erinde,
yanlarındaki mal farklı veya aynı da olsa, daha önce İslâm ülkesine hiç girmemiş bir harbî
gibi bir muameleye tâbi tutulmaları ve her girişlerinde vergi alınmasının gerekli olduğu
fikrine sahip olduklarını da Ebû Ubeyd’e istinâden 655 ifade etmek isteriz.

c) Diğer Vergiler
Cizye, harac ve ticaret malları vergilerinden başka, Mısır’da bazı vergilerin daha
alındığını görmekteyiz. Bu vergiler Tavâhîn ve Fudûl vergileridir. Bunlardan başka, Mısır’ın
gelirleri arasında el-Garâmât (=cezalar) ve el-Mevârîs’i de sayabiliriz. Ancak bu son ikisi
hakkında yeterli bilgimiz yoktur. Şimdi bunları kısaca açıklamak istiyoruz:

653
Ebû Ubeyd, Emvâl, 475-478, 479-480 (T.507-5 10, 511); İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 237; Erkal, İslâm Vergi
Hukuku, 157, 212, 350.
654
Ebûu Ubeyd, Emvâl, 475-476 (T.507).
655
Ebû Ubeyd, Emvâl, 480 (T.512).

121
-Tavâhîn Vergisi
İbn Abdilhakem, Meks âmilliğine atanan kişi hakkında bilgi verdiği rivayetinde, çok
kısa bir ifadeyle “Tavâhîn âmilliği” görevini de Meseleme b. Muhalled’in yürüttüğünü
nakletmektedir. İbn Abdilhakem başka bir rivayetinde de Mesleme’nin Balaks’taki 656
Tavâhîn’nin başında bulunduğunu bildirmektedir 657 .
Tavâhîn kelimesinin aslı Arapça olup (öğütmek) fiilinden türemiştir ve “değirmen”
anlamına gelen kelimenin çoğuludur. Buna göre Mısır’da bir “değirmen vergisi” alındığını
düşünmekteyiz. Ancak bu verginin değirmencilerden alınan bir gelir vergisi mi, yoksa
değirmenin Mısır valiliğine ait olup, tahıl öğütme kirası (=vergisi) mi olduğunu
bilememekteyiz. Aynı şekilde bu verginin hangi oranlarda tahsil edildiği ve Müslüman ve ehl-
i zimme ayrımı yapılıp yapılmadığı konusunda da malumat sahibi değiliz.

-Fudûl Vergisi
Fudûl vergisine gelince biz bu verginin varlığına, Mısır valisi Kurre b. Şerîk’in
(valiliği: 708-715), bir belde idarecisine gönderdiği mektupta rastlamaktayız. Kurre bu
mektubunda “Fudûl” vergisinden bahsetmekte ve bu verginin acele olarak gönderilmesini
istemektedir 658 . “Fudûl” kelimesi lügatte “noksan” ve “nâkısa”nın zıddı olarak tarif edilir ve
fazla olan şey anlamına gelmekte olup, fazladan alınan vergi, olağanüstü vergiler anlamına
gelmektedir. Nitekim Kurre b. Şerîk’in bu mektubunu neşredip İngilizce’ye çeviren N.Abbott,
“Fudûl” kelimesinin karşılığı olarak “extraordinary taxes” ifadesini kullanmaktadır 659 , ki bu
kelimenin Türkçe karşılığı da “olağanüstü vergiler”dir.
Bu vergilerin Kurre b. Şerîk’den önce ve sonra alınıp alınmadığına dair
kaynaklarımızda bir bilgiye rastlayamadık.
Mısır valiliğinin gelirleri arasında gördüğümüz “el-Garâmât” ve “el-Mevârîs”e
gelince, bunların vergi olarak kabul edilip edilemeyeceği hakkında bir fikir beyan edebilecek
kadar bilgiye sahip olmadığımızı hemen belirtmek isteriz. Biz bu ifadelere ilk olarak
Kurre’nin mektuplarında rastlamaktayız 660 . el-Garâmât’ın kelime manası “para cezası”
demektir. Buna göre biz, ehl-i zimme’nin ödemekle yükümlü oldukları vergilerini zamanında
ödemediklerini ve bu sebebten kendilerinden gecikme cezası alındığını düşünebi1iriz. Bunun
yanında, onların işledikleri bazı suçlar sebebiyle para cezasına çarptırıldıkları da akla gelen

656
Balaks: Mısır şehri (Babilon) civarında bir köydür. Bkz. Yakut el-Hamevî, Mu’cemu’l-Buldân, V. 15.
657
İbn Abdilhakem, Fütûh, 100, 231.
658
Abbott, The Kurrah Papyri, 49-52 (Oriental Institute, No: 13758, 13759).
659
Abbott, The Kurrah Papyri, 51 (aynı papiruslar).
660
Abbott, The Kurrah Papyri, 53-56 (aynı papiruslar).

122
ihtimaller arasındadır. Mektubu İngilizce’ye çeviren Abbott da el-Garâmât’ın karşılığı olarak
“fines” kelimesinin kullanmıştır 661 ve “para cezaları” anlamına gelmektedir. “el-Mevârîs”
kelimesi ise Arapça “verese” fiilinden türemiş olup Mirâs kelimesinin çoğuludur. Bununla ne
kasdedildigini bilemiyoruz. Ancak, iki ihtimal söz konusudur. Bunlardan biri veraset intikal
vergisi diyebileceğimiz miras mallarının vergilendirilmesi, diğeri de ölenin arkasında bir
vârisinin olmaması ve mal varlığının Beytü’l-Mâl’e kalmasıdır.

3. Divan Tedvini ve Mısır’daki Diğer Bazı Divanlar


Mısır divanlarını ele almadan önce, “divan” tabiri hakkında kısaca bilgi vermek
istiyoruz.
“Divan kelimesi, devlet idaresindeki muhtelif idarî, askerî ve malî hizmetlerin yerine
getirilmesinde kullanılan defterlere, bunların ve devlet memurlarının bulundukları yere
verilen isimdir 662 .” Bu tabir önceleri, halife Ömer b. el-Hattâb’ın fey gelirlerini dağıtmak için
tesis ettiği “Divan Teşkilatı” anlamında kullanılırken, “...Emevîler ve bilhassa Abbasîler
zamanında, başta askerî ve bilhassa malî sahalar olmak üzere, çeşit1i devlet hizmetlerine
bakan müesseselere isim olarak veri1miştir 663 .” Biz bu müesseseleri “Mısır’ın idarî Yapısı”
bahsinde ele aldığımız için burada özellikle, halife Ömer b. el-Hattâb’ın Mısır’da kurdurduğu
“Divan Teşkilatı” ve bu divanin Emevîler dönemindeki durumunu incelediğimiz rivayetler
çerçevesinde bahis konusu edeceğiz. Ayrıca, Mısır divanından kimlere atiyye verildiği ile
atiyye verilenlerin hangi divanlara kaydedildikleri konusunu ve divanlar ile ilgili bazı
müteferrik bilgileri yine kaynaklarımızdaki malumât çerçevesinde değineceğiz.

a) Mısır Divan Teşkilatı


Halife Ömer b. el-Hattâb zamanında, İslâm fetihleri geniş bir coğrafi alana yayılmış ve
bunun tabii bir neticesi olarak devletin fey gelirlerinde 664 muazzam artışlar olmuştur. Bunun
üzerine halife Hz. Ömer 641’de, Medine’de, bu fey gelirlerini, hakkı olduğuna inandığı
Müslümanlara, atiyye ve yiyecek şeklinde dağıtmak üzere, “Divan Teşkilatı”nı kurmuştur 665 .

661
Abbott, The Kurrah Papyri, 54 (aynı papiruslar).
662
Mustafa Fayda, “Hz. Ömer’in Divan Teşkilâtı” (Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi ), İstanbul 1986, II
139.
663
Fayda, “Divan” (DGBİT) II. 140.
664
Fey: Gayr-i Müslimlerden alınan cizye. harac ve ticaret malları vergilerinden (=Uşûr) oluşan devlet
gelirlerine verilen isimdir. Tafsilat için bkz. Fayda, Hz.Ömer, muhtelif sahifeler.
665
Fayda, Divan (DGBİT), II 138, 176: Mustafa Fayda, “Atâ”, İ.A. (T.D.V.), IV, 33-34.

123
İlk defa Medine’de kurulan “Divan Teşkilatı”, yine halife Ömer b. el-Hattâb
zamanında fethedilen bölgelerde ve bu arada Mısır’da da kurulmuştur 666 .
Mısır divaninin kuruluş tarihi hakkında müstakil bir rivayet nakletmeyen
kaynaklarımız, burada ilk divan tedvininin Amr b. el-Âs tarafından gerçekleştirildiğini
bildirmektedirler 667 . Mısırlı araştırıcı Ziyaeddin er-Reyyis, Amr’ın Mısır divanını, ikinci
valiliği zamanında tedvin ettirdiğini iddia etmektedir 668 . Ancak biz, Mısır divanının, Amr b.
el-Âs taratandan 642’de 669 , yani Medine’deki merkez divanından bir yıl sonra, Fustat şehrinin
kuruluşuyla birlikte tedvin edildiğini düşünmekteyiz. Kaynaklarımız, Fustat şehrinin
kuruluşuyla ilgili rivayetleri naklederlerken, Müslümanların kabile kabile yerleşim alanlarının
tesbit ve tanzimiyle görevlendirilen, Muâviye b. Hudeyc et-Tücîbî, Şerîk b. Sümeyy el-
Gutayfî, Amr b. Kahzem el-Havlânî ve Hayvil b.Nâşire el-Meâfirî’nin, yer tahsis ettikleri
kabileleri ve şahısları divanlara kaydettiklerini de bildirmektedirler 670 . Ayrıca, İbn
Abdilhakem de halife Ömer b. el-Hattâb’ın, Amr b. el-Âs’a gönderdiği bir mektupta, onun,
divandan kimlere ne kadar senelik atiyye vereceğini bildirdiğini rivayet etmektedir 671 . Buna
göre biz, Mısır divanını Amr b. el-Âs’ın ilk valiliği zamanında, 642 yılında Fustat şehrinin
kurulmasıyla birlikte tedvin ettirildiğini kesin bir ifade ile söylenebiliriz.
Mısır divaninin tedvinine kimlerden veya hangi kabilelerden başlandığı hususunda
kaynaklarımızda herhangi bir rivayete rastlayamadık. Ancak, halife Ömer b. el-Hattâb’ın,
Amr’a yazdığı mektupta, Rıdvan Biatı’nda bulunanlara ve bazı kişilere senelik 200’er dinar
atiyye verilmesini emrettiğini 672 dikkate alacak olursak, Mısır’da divan tedvinine, en yüksek
atiyye verilen bu şahıslardan başlandığını düşünebiliriz. Bunun dışında söyleyebileceğimiz
tek husus divanların kabile kabile tedvin edildiğidir. Bu arada hemen belirtelim ki, divana
kaydolma konusunda iki husus dikkatimizi çekmektedir. Bunlardan birincisi, Mısır fethine,
kendi kabilelerinden az sayıda kişi ile veya münferiden katılanların, başka kabilelerin ismi
altında divana kaydedilmeyi reddetmeleridir. Amr b. el-Âs bu durumda olanları, “kendi
sancağı altında Mısır fethine katılanlar” (=tahte raveti Amr) ismi ile özel bir bölümde divana

666
Taberî, Tarih, III, 615 (Leiden, I, 2414); Fayda, Divan (DGBİT), II, 150, 160.
667
Kindî, Vulât, 65, 71; Makrizî, Hıtat, I, 94; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 244; Seyyide İsmail Kâşif, el-Velid b.
Abdilmelik (86-94/705-715), Mısır 1962, 173-174; H.L. Gottschalk, “Diwan” Eİ2, 327.
668
Reyyis, Harac, 185.
669
KaIkaşandî, Subh, III, 326.
670
Kalkaşandî, Subh, III. 327; Makrizî, Hıtat, I, 296-297; Hüseyin Mu’nis, Târihu Mısır, (Tarihu’l-Hadârati’l-
Mısriyye), II, 378.
671
İbn Abdilhakem, Fütûh, 230-231
672
İbn Abdilhakem, Fütûh, 230-23 1; Fayda, Divan (DGBİT), II 152.

124
kaydettirmiştir. Bu sebebten bunlara “Ehlü’r-Râye” ismi verilmiştir 673 . İkincisi de, Mısır
fethine katılan Fârisi ve Rumlara da divandan ayrı bir bölüm açılmasıdır 674 .
Mısır’da, Amr b. el-Âs’ın yaptırdığı ilk tedvin de dâhil olmak üzere, Emevîler’in
sonuna kadar dört defa divan tedvini yapıldığını görenekteyiz. Amr’dan sonra ikinci tedvin
Ahdülaziz b. Mervân (valiliği: 684-705), Üçüncü tedvin 714’de Kurre b. Şerik (valiliği: 708-
715) ve dördüncü tedvin de Bişr b. Safvân (valiliği: 719-720) tarafından yaptırılmıştır 675 . Bu
arada dördüncü tedvinin, Mısır’a nakledilen bazı Arap kabilelerin divana kaydedilmeleri
münasebetiyle yapıldığını da belirtmek isteriz. Mısır valisi Bişr b. Safvân, halife Yezid b.
Abdilmelik’e (halifeliği: 719-724) bir mektup yazarak, ondan bazı Arap kabilelerini Mısır’a
nakletmek için izin istemiştir. Bu isteği olumlu karşılanan Bişr, Kinde kabilesinin Mehre, Ezd
kabilesinin Tenûh ve Lahm kabilesinin bir kolu ile Cüheyne kabilesinin bir kısmını ve Kureyş
kabilesinden Ka’b b. Adiyy ailesini Mısır’a davet etmiştir. Bu kabilelerin Mısır’a
yerleştirilmesinden sonra Bişr b. Safvân, Mısır divanını dördüncü defa tedvin ettirmiştir 676 .
Emevîler’in sonuna kadar bu dört tedvinden başka, divan tedvini yapılmamıştır. Ancak biz,
Velid b. Rifa’a’nın valiliği zamanında (valiliği: 727–735), Mısır’ın harac âmili olan İbnü’l-
Habbâb’ın (harac âmilliği: 723-742), halife Hişâm b.Abdilmelik’ten (halifeliği: 723-743)
aldığı izinle Kays kabilesinden 3 bin kişiyi, Benî Mudar’dan, Benî Amir’den, Benî
Süleym’den ve Havâzin kabilesinin muhtelif kollarından 100’er olmak üzere toplam 400
aileyi Mısır’a davet ettiğini ve Kays kabilesini Mısır’ın Havfu’ş-Şarkıyye bölgesine,
diğerlerini de Bülbeys’e yerleştirdiğini görmekteyiz 677 . Bu kabilelerin Mısır’a
yerleştirilmesinden sonra yeniden bir divan tedvinine gidilmemiş, onlar Bişr b. Safvân’ın
dördüncü kez tedvin ettirdiğini divana ilave edilmişlerdir 678 .
Divan’dan atiyye ve yiyecek verilmesi konusuna gelince, bu konuda kimlere atiyye ve
yiyecek verildiği ve zaman içinde ortaya çıkan farklı uygulamalara temas etmek istiyoruz.
Halife Ömer b. el-Hattâb, Medine’de kurduğu divan teşkilatından, hakkı olduğuna
inandığı Müslümanlara yıllık olarak atiyye ve aylık olarak da yiyecek dağıtmıştır. Bunu da

673
İbn Abdilhakem, Fütûh, 98. 116-117; Fayda, Divan (DGBİF), II, 169.
674
Kalkaşandî, Subh, III, 328-329; Kalkaşandî, Hıtat, I, 298. Bu eserlerde Mısır fethine katılan Fârisîlerin,
Sâsânî hakimiyetinde iken Yemen valisi Bazân ile birlikte Müslüman olanlar. Rumların da Şam bölgesinde
yaşayan ve Müslüman olanlar olduğu ifade edilmektedir.
675
Kindî, Vulât, 65. 71, 76-77; Makrizî, Hıtat, I, 94; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 244; Kâşif, Velid b. Abdilmelik,
173-174; Gottschalk, “Diwan”, Eİ2, II, 327.
676
Kindî, Vulât, 70-71, 76-77.
677
Kindî, Vulât, 76-77. Kindî bu rivayetinin devamında Kays kabilesi dışındaki kabilelere önce ziraat
yapmalarının emredildiğini, ancak daha sonra onlara “Öşür Divanı”ndan sadaka tahsis edilerek, ticaret
yapmaları için develer alındığını nakletmektedir.
678
Kindî, Vulât, 70-71.

125
ashabın gerek İslâm’ı kabul etmedeki öncelikleri ve gerekse takvadaki durumlarını dikkate
alarak yapmıştır 679 .
Atiyye ve yiyecek dağıtımının Mısır’daki uygulamalarına gelince bu konuda, Ömer b.
el-Hattâb’ın halifeliği dönemine ait, elimizde sadece bir rivayet bulunmaktadır. Bazı
kaynaklarımızca nakledilen bu rivayette divandan atiyye alan bir kaç kişinin ve bir grubun
dışında, kimlere ne kadar atiyye verileceği zikredilmemektedir. Yiyecek konusu ise hiç söz
konusu edilmemiştir. Bu sebeble biz bu rivayeti nakletmeden önce, Ömer b. el-Hattâb’ın
Medine dışındaki divanlardan kimlere atiyye ve yiyecek tahsis edilmesi gerektiği hakkındaki
genel fikrini açıklamak istiyoruz. Halife Hz.Ömer, bu konuda şöy1e demektedir. “....Fey,
Müslüman mücahidlere, onlara iltihak ve yardım edenlere, onlarla birlikte oturanlara aittir.
Yoksa onlardan başkasına ait değildir. Şehirleri fethedenler, anlaşmaları yapanlar vergileri
toplayanlar onlardır 680 .” Halife Ömer b. el Hattâb’ın bu ifadelerinden, Medine dışındaki
divanlardan kimlerin atiyye ve yiyecek almaya hakkı olduğu gayet açık ve net bir şekilde
anlaşılmaktadır. Buna göre, taşradaki divanlardan sadece Müslüman askerler deği1, onların
yakınları da yararlanacaklardır.. Yani fethedilen bölgede bulunan Müslümanların tamamı
divandan atiyye ve yiyecek alacaklardır. Bu şekliyle de taşra divanları Medine’deki merkez
divanıyla bir benzerlik arz etmektedir 681
Şimdi, Mısır divanından kimlere ne kadar atiyye verileceği konusunda, bazı
kaynaklarımızca nakledilen rivayete geçebiliriz. Bu rivayete göre, halife Ömer b. el-Hattâb,
Mısır valisi Amr b. el-Âs’a yazdığı mektupta, “...Hudeybiye’de 6/628 yılında Biat-ı
Rıdvan’daki sahabelere, emir olduğundan dolayı kendisine, şecaat ve şerefinden dolayı Hârice
b. Huzâfe’ve ve misafirperverliklerinden dolayı da Osman b. Kays ile Umeyr b.Vehb el-
Cumahî’ye, kılıç erbabı olduğu için de Büsr b. Ertât’a 200’er dinar yıllık atiyye verilmesini...”
emretmiştir 682 . Yiyecek olarak verilenler hususunda ise kaynaklarımızda bir bilgi
bulunmamaktadır. Ancak biz, Medine’de her şahsa aylık iki cerib yiyecek verilmesi
şeklindeki uygulamanın 683 ’ Mısır’da da aynen veya yakın miktarıyla tatbik edildiğini
düşünebiliriz. Bu cümleden olarak burada zikredilmesi gereken bir husus da Mısır’da yiyecek
olarak alınan vergilerin depolanması için bir “Dâru’r-Rızk” kurulduğudur 684

679
Bu konudaki tafsilatlı bilgi ve örnekler için bkz. Fayda, Divan (DGBİT), II, 143-149; Fayda. “Ata”, IA.
(T.D.V.), IV, 33-34.
680
Taberî, Tarih, III, 615 (Leiden, I, 2414);Fayda, Divan (DGBİT), II, 159.
681
Fayda, Divan (DGBİT), II, 159.
682
Ebû Ubeyd, Emvâl, 213 (T.258); İbn Abdilhakem, Fütûh, 145, 230-234; Belâzurî, Fütûh, 442 (T.666-667).
683
Fayda, “Divan”, (DGBİT), II, 172.
684
Belâzurî, Fütûh, 216 /T.307);Fayda, Divan (DGBLT), II, 172.

126
Halife Ömer b. el-Hattâb’ın bu ilk uygulamalarından sonra, Emevîler zamanında,
Muâviye b. Ebî Süfyân’ın halifeliği (halifeliği: 661-680) ve Mesleme b. Muhalled’in Mısır
valiliği (valiliği: 667-682) dönemine ait bir rivayette, Mısır divanına 40 bin kişinin kayıtlı
olduğu ve bunların 4 bininin 200’er dinar yıllık atiyye aldığı haber verilmektedir. Bu rivayette
ayrıca, halife Muâviye’nin ilginç bir uygulamasından da bahsedilmektedir, ki bu da,
Muâviye’nin Mısır’daki her kabileden bir kişiyi görevlendirdiği ve o görevlilerinin her sabah
kabilesi içinde dolaşıp yeni doğan veya kabilelerine misafir olarak gelenler olup olmadığını
soruşturduğu, şayet yeni doğan bir çocuk veya kabilelerine gelen bir misafir varsa, onları da
divana kaydettiği, sonra da Divan’a (yani makamına) döndüğü ve onların atiyyelerini ve
rızıklarını verdiği bildirilmektedir 685 . Bu rivayetten halife Muâviye’nin de Ömer b. el-
Hattâb’ın başlattığı uygulamayı aynen devam ettirdiği anlaşılmaktadır.
Halife Ömer b. el-Hattâb’ın kurduğu ve hakkı olduğuna inanılan bütün Müslümanlara
atiyye ve yiyecek tahsis edildiği bu divan Emevîler zamanında “Divanu’l-Cünd”e
dönüştürülmüştür 686 . Daha doğru bir ifade ile bu divandan sadece askerlere atiyye ve yiyecek
verilmeye başlanmıştır. Bu yeni uygulamanın ne zaman başladığı tam olarak bilinmemektedir.
Kanaatimizce burada iki ihtimal söz konusudur. Yukarıda naklettiğimiz rivayetten en azından
Muâviye b. Ebî Süfyân’ın, halifeliğinin ilk yıllarında Ömer b. el-Hattâb’ın kurduğu divanın
isleyişini aynen devam ettirdiği anlaşılmaktadır. Divandan sadece askerlere atiyye ve yiyecek
verilmeye başlanması hususunda akla gelen ilk ihtimal, Muâviye’nin halifeliğinin ilk
yıllarında bütün harcamalardan sonra Mısır’dan hilafet merkezine 9 milyon dinar vergi
giderken son yıllarında gönderilen verginin 600 bin dinara düşmesidir 687 . Vergi gelirlerindeki
bu azalmalardan sonra atiyye ve yiyecek tahsisi sadece askerlere verilmesi şek1inde
değiştirilmiş alabilir. Ancak, bu husus kanaatimizce zayıf bir ihtimaldir ve henüz her erkek
ferdi asker olan Müslümanların bakmakla yükümlü oldukları aileleri için de atiyye ve yiyecek
verildiği ihtimali akla daha yakındır. İkinci ihtimal de, hilafet konusunda ortaya çıkan dahili
mücadeleler sırasında Abdülmelik b. Mervân’ın (halifeliği: 684-704), saldırılarından emin
olabilmek için Bizans’a vergi verdiği dönemdir 688 . Bu dönemde ordu dışında kalanların
atiyyelerinin kesilmiş ve divanin da sadece askerlere maaş veren bir “Divanü’l-Cünd”e
dönüştürülmüş olması kanaatimizce daha kuvvetli ve tercihe şayan bir ihtimaldir.
Bundan sonra Emevîler devriyle ilgili kaynaklarımızda ver alan rivayetlerde hep
“Divanu’l-Cünd” terimini görmekteyiz. Emevîler devrinin tek istisnası ise Ömer b.

685
İbn Abdilhakem, Fütûh, 102; Makrizî, Hıtat, I, 94.
686
Fayda, Divan, (DGBİT), II, 150.
687
İbn Abdilhakem, Fütûh, 102; Makrizî, Hıtat, I, 79, 94.
688
Yakubî, Buldân, 339.

127
Abdilaziz’in hilafeti dönemi (halifeliği: 717–719) olmuştur. Ömer b. Abdilaziz halife
olduktan sonra ordu ile beraber bütün Müslümanlara atiyye bağlatmış ve önceki uygulamalara
nazaran atiyye miktarlarını da arttırmıştır. 0, ayrıca borçlu Müslümanlar için de, Mısır
divanından 25 bin dinar tahsisat ayırmıştır 689 . Ömer b. Abdilaziz’den sonraki devirlerde ise,
halife Yezid b. Abdilmelik (halifeliği: 719–723) zamanında önce bu atiyyeler azaltılmış 690 ,
sonra da sadece askerlere verilir olmuştur. Yani Mısır divanı “Divanu’l-Cünd”e
döndürülmüştür. Burada zikredilebilecek bir husus daha bulunmaktadır ki, o da halife veya
vali değişimlerinde orduya bir nevi cülûs bahşişi diyebileceğimiz, ekstra atiyye dağıtımı veya
ordunun atiyyelerinin fazlalaştırılmasıdır. Bu cümleden olarak Mısır valisi Abdülaziz b.
Mervân 744 yılanda Dimeşk’e gittiğinde, yerine vekil olarak bıraktığı Şurta emiri Âbis b.
Sa’îd’in, halife Abdilmelik ve vali Abdülaziz’in makamlarını sağlamlaştırmak için ordunun
atiyyelerini artırması 691 , Hafs b. el-Velid’in ikinci Mısır valiliği döneminde (ikinci valiliği:
741–744), hilafet makamına geçen Yezid b. el-Velid’e (halifeliği: 744) biat almak için orduya
atiyye dağıtması 692 Mısır’a vali olarak tayin edilen Hassan b. Atâhiyye’nin (valiliği: 745)
verini sağlamlaştırmak için orduya atiyye dağıtması, 693 yine Havsere b. Süheyl el-Bâhilî’nin
Mısır’a vali olduktan sonra (valiliği: 745–748), hassa birliklerine ve Benî Ümeyye’den bazı
ileri gelenlere divandan atiyye verdiği 694 zikredilebilir.
Emevîler devrinde Mısır’da orduya “Divanü’l-CÜnd”den yiyecek tahsisine dair de bir
rivayete sahibiz. Kindî’nin naklettiği bu rivayetten, Hafs b. el-Velid’in ikinci valiliğinden
önce aylık yiyecek miktarının 10 irdebb’e düşürüldüğünü, onun yiyecek miktarını yeniden 12
irdebb’e çıkardığını öğrenmekteyiz 695 .
Mısır’da, ilk vali Amr b. el-Âs’tan Emevîler’in yıkılışına kadar oluşturulan diğer bazı
divanlara, divanin yazı diline ve divan ile ilgili bazı müteferrik konulara temas ederek
“Divan” konusunu bitirmek istiyoruz.
Konunun başında da belirttiğimiz gibi, Amr b. el-Âs’ın ilk olarak yaptırdığı
tedvinde,Mısır fethine katılanlar kendi kabilelerinin ismi altında divana kaydedilmişlerdir.
Kendi kabilelerinden az sayıda kişi ile veya münferiden Mısır fethinde bulunanların da, “tahte
raveti Amr =Amr’ın sancağı altında savaşa katılanlar” şeklinde divan defterlerine

689
Kindî, Vulât, 68-69. İmadüddîn Halil buna “Borçlu Yardımlaşma Fonu” ismini vermektedir. Bkz. Ömer b.
Abdilaziz, 186-187.
690
Kindî, Vulât, 70.
691
Kindî, Vulât, 49.
692
Kindî, Vulât, 84.
693
Kindî, Vulât, 85-86. Kindî, bu rivayetinin devamında Hassan’ın bir müddet sonra ordunun atiyyelerini de
kestiğini ve bu sebeble ordu tarafından valilikten uzaklaştırıldığını bildirmektedir.
694
Kindî, Vulât, 90.
695
Kindî, Vulât, 82.

128
yazıldıklarını belirtmiştik. Yine Mısır fethine katılan Müslüman Fârisî ve Rumların da özel
bin bölümde divanda yerlerini aldıklarını ifade etmiştik.

b) Diğer Bazı Divanlar

-Divanu’1-Utekâ
Amr b. el-Âs zamanında Mısır divanında bazı bölümler oluşturulduğunu görmekteyiz.
Halife Ömer b. el-Hattâb, ordu komutanlarına yazdığı mektuplarda ve bu arada Mısır valisi
Amr’a gönderdiği mektubunda, divanda Mevâlî’ye de yer vermesini ve köle iken azat edilen
kişileri, kendilerini azat edenlerin bulundukları bölümlere kaydetmesini emretmiştir. Halife
Hz.Ömer mektubunun devamında şayet Mevâlî, kendilerini azat edenlerin yanına yazılmayı
kabul etmezlerse, onlar için ayrı bin bölüm açılmasını ve bu durumda olanlara, kendilerini
azat edenler seviyesinde atiyye verilmesini de bildirmiştir 696 . Kaynaklarımızın verdiği
bilgilerden, Mevâlî’nin kendilerini azat edenlerle binlikte divana yazılmayı kabul
etmediklerini öğrenmekteyiz. İbn Abdilhakem, ibn Hallikan ve Makrizî, Mısır’da “Divanu’l-
Utekâ” isminde bir divanin mevcudiyetinden bahsetmektedirler 697 . Bu divan, esir iken azat
edilenlerin kaydedildiği divandır. Makrizî, esir iken azat edilenlere “el-Utekâ” denildiğini ve
bunların divanının “Ehlü’r-Râye” ile aynı defterde olduğunu nakletmektedir 698 . İbn
Abdilhakem de, Abdurrahman b. el-Kâsım isimli bir şahsın Utekâ Divanına baktığını tarih
belirtmeden nakletmektedir 699 .

-Divanu’s-Sulh
Mısır’da kurulduğunu gördüğümüz Divanlardan biri de “Divanu’s-Sulh”tur. Bu
divanin ismine sadece Ömer b. Abdilaziz’in halifeliği zamanında rastlamaktayız. “Divanu’s-
Sulh”un daha önceki varlığı ve Ömer b. Abdilaziz’den sonraki durumu hakkında
kaynaklarımızda isim olarak dahi bir bilgi bulunmamaktadır. Ömer b.Abdilaziz halife
olduktan sonra Mısır’a tayin ettiği valisi Eyyub b. Şurahbil’e bir mektup göndererek, daha

696
Ebû Ubeyd, Emvâl, 221 (T.268); Belâzurî, Fütûh, 444 (T.669-670); Fayda, Divan (DGBİT), II, 148. 169.
697
İbn Abdilhakem, Fütûh, 120; İbn Hallikan, Vefeyât, III, 130; Makrizî, Hıtat, I, 297- 298.
698
Makrizî, Hıtat, I, 297-298. Ayrıca bkz. İbn Hallikan, Vefeyât, III, 130.
699
İbn Abdilhakem, Fütûh, 120. İbn Hacer el-Askalânî, Mısırda “Utekâ Divanı”na bakan Abdurrahman b. el-
Kâsım b. Halid b. Cünâde Utaki isminde bir şahıstan bahsetmektedir. 648-653 yılları arasında doğduğunun
rivayet edildiğini, Aralık 806-Ocak 807’de vefat ettiğini bildirdikten sonra bu şahsın hangi yıllar arasında
“Utekâ Divanı”na baktığını zikretmektedir. Bkz. İbn Hacer el-Askalânî, Tehzibu’t-Tehzib, Beyrut 1325-1326,
VI, 252-254.

129
önce ehl-i zimme iken Müslüman olanların “Divanu’s-Sulh”e kaydedilmelerini ve onlara da
atiyye verilmesini emretmiştir 700 .

-Divanu’1-Öşür
Mısır’da kurulan divanlardan biride “Öşür Divanı”dır. Mısır valiliğinin gelirleri
konusunda ve “Meks Âmilliği” başlığı altında Uşûr (=ticaret malları vergisi) hakkında bilgi
vermiştik. Ancak Arapça aynı kelimeyle (Ayn-şın-ra) yazılan bu divan Uşûr deği1,
Müslümanların zekat olarak verdikleri onda bir ziraat vergisi anlamındaki “Öşür Divanı”dır.
Kindî, ziraat vergilerinin toplandığı bu divanın ismini, Mısır harac âmili İbnü’l-Habhâb’ın,
halife Hişam b. Ahdilmelik’in de izniyle, bazı Arap kabilelerini Mısır’a yerleştirdiğinde 701 ,
onun bu kabilelere “Öşür Divanı”ndan tahsisat ayırdığını ve onlara, ticaret yaparak
geçimlerini sağlamaları için develer aldığını naklederken zikretmektedir 702 . Bu rivayet hariç
“Öşür Divanı” ile ilgili başka bir bilgiye kaynaklarımızda rastlayamadık.

-Divanu’l-Ahbâs
Mısır’da gördüğümüz divanlardan biri de “Divanu’l-Ahbâs”tır. Bu divan vakıf
divanıdır. Bahaeddin Yediyıldız, “.... Vakıf müessesesine Kuzey Afrika’da, hubus veya habs
(çoğulu Ahbâs) adı ..” 703 verildiğini söylemektedir.
“Divanu’l-Ahbâs” adına bir defa 736 yılanda, Tevbe b. Nemr’in Mısır kadılığı
zamanında (kadılığı: 733-738) rastlamaktayız. Kindî’nin naklettiği bir rivayete göre; Tevbe b.
Nemr Mısır kadısı olduktan sonra, sadakay-ı câriye’nin (yeni vakfedilen malların) zamanla
kaybolup gitmesinden ve bu divana bakanların elinde miras yoluyla vârislerine intikal
etmesinden endişe ettiği için bu divana el koymuş ve sadakay-i câriye olarak vakfedilen bu
malların gerçek fakirlere ve miskinlere ulaştırılmasını sağlamıştır. Tevbe ölünceye kadar bu
divan ile ilgilenmiş ve “Divanu’l Ahbâs”ı büyük bir divan haline getirmiştir 704 . Biz, Kindî’nin
naklettiği bu rivayetten “Divanu’l-Ahbâs”ın daha önce de mevcut olduğunu ve Tevbe’den
sonra da faaliyetlerine devam ettiğini anlamaktayız.
***

700
Makrizî, Hıtat, I, 77.
701
Bu konu yukarıda ele alınmıştı.
702
Kindî, Vulât, 76-77.
703
Bahaeddin Yediyıldız, Vakıf. İ.A., XIII, 153.
704
Kindî, Vulât, 346.

130
Divanların diline gelince, Mısır divan defterleri, Medine’de halife Ömer b. el-
Hattâb’ın kurduğu merkez divanı gibi, Arapça olarak tutulmuştur 705 . Bazan bu divanlarla
harac divanları birbirine karıştırılmıştır. Halife Hz.Ömer’in kurduğu divan, kuru1uşundan
itibaren hep Arapça olarak tutulurken Gayr-i Müslimlerden alınan vergilerin kaydedildiği
harac divanları ise, her bölgede o bölgenin dili ile, bu arada Mısır’da da Rumca ve Kıbtîce
olarak yazılmıştır 706 .
Harac divanlarının Arapça’ya çevrilmesi ilk olarak Halife Ahdülmelik b. Mervân
tarafından 700-701’de, Şam harac divanının Arapça’ya çevrilmesiyle gerçekleştirilmiştir 707 .
Mısır harac divanı ise, halife Velid b. Abdilmelik zamanında Mısır valisi olan Abdullah b.
Abdilmelik tarafından 705–706 yılında Arapça’ya çevrilmiştir. Abdullah b. Abdilmelik bu iş
için, harac divanı katibi olan Abdullah b. Eşnas’ı görevden almış ve yerine Hımıs halkından
İbn Yerbu el-Fezârî’yi tayin etmiştir 708 . Bu arada hemen belirtmek gerekir ki, Kurre b.
Şerîk’in, Mısır valiliği sırasında bazı belde idarecilerine gönderdiği ve o belde idarecilerinin
de Kurre’ye gönderdikleri cizye, harac ve diğer vergilerle ilgili listeler iki dilde
hazırlanmaktaydı. Bu dillerden bin asıl nüshanın yazıldığı Arapça diğeri de beldelerde
yaşayan halkın dili ile idi ki, şayet belde halkı Rum ise Rumca, Kıbtî ise Kıbtîce
yazılmaktaydı 709 .
Bu arada, divanla ilgili bazı müteferrik konulara da temas ederek, bu konuyu
tamamlamak istiyoruz.
Halife Ömer b. el-Hattâb, Divan’dan atiyye verdiği Müslüman tacirlerin zekat
miktarlarını, atiyyelerinden peşin olarak kesmiştir. Tacir ayırımı yapmaksızın bütün
Müslümanların atiyyelerinden zekat alan ilk kişi de halife Muâviye b. Ebî Süfyân olmuştur 710 .
Halife Hz. Ömer zamanındaki uygulamanın Mısır’da da tatbik edilmesi hususunda henüz
Mısır’ın fethinin yeni gerçekleştirilmiş olması sebebiyle, kesin bir şey söylemiyoruz. Ancak,
Muâviye b. Ebî Süfyân’ın halifeliği zamanındaki uygulamanın Mısır’da da tatbik edildiğini
düşünmekteyiz.

705
Fayda, Divan (DGBİT), II, 149-150.
706
İbn Abdilhakem, Fütûh, 122; Kindî, Vulât, 58-59; Makrizî, Hıtat, I, 98; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 210; Kâşif,
Velid b. Abdilmelik, 184-185; Muhammed Ziyâeddin er-Reyyis, Abdülmelik b. Mervan Muvahhidü’d-Devleti’l-
Arabiyye Hayatuhu ve Asruhu, Mısır 1962, 283-287; Reyyis, Harac, 210-211; Fayda, Divan (DGBİT), II, 150-
151.
707
Fayda, Divan (DGBİT), II, 150; Kâşif, Velid b. Abdülmelik, 184-185; Reyyis, Abdülmelik b. Mervân, 283-
287.
708
Bkz. dipnot 633-634
709
Abbott, The Kurrah Papyri, 7-8; Ayrıca, Nabia Abbott’un yayınladığı Kurre b. Şerîk dönemi papirusların
Arapça, H.I. Bell tarafından “Der İslâm” dergilerinde yayınlanan papirusların da Rumca olduğunu burada
belirtmeliyiz.
710
Fayda, Divan (DGBİT). H. 171; Fayda. “Ata”, İ.A. (T.D.V.), IV. 33-34.

131
Mısır valilerinden Kurre b. Şerîk ile Havsere b. Süheyl el-Bâhilî, yeni düzenlemeler
yapmak amacıyla Mısır Divanını ve Beytü’l-Mâl’ini geçici olarak kapatmışlardır 711 .
Divan âmilliği yapan kişiler hakkında da elimizde iki rivayet bulunmaktadır.
Bunlardan bin halife Muâviye b. Ebî Süfyân’ın, kardeşi Utbe b.Ebî Süfyân’ı Mısır valiliğine
tayin ettiği zaman (valiliği: 663-664), Mısır divan amilliğine de Humeyd b. Zeyd’i 712 , diğeri
de, Hafs b. el-Velid’in ikinci valiliği sırasında (valiliği:741-744) Askalan’lı Yahya b. Amr’ı
Haziran-Temmuz 742’de divan amilliğine atadıkları 713 ile ilgilidir.
Mısır’ın harac divanı kâtipliğini, bu divanlar Arapça’ya çevrilinceye kadar, Rum ve
Kıbtîler yapmışlardır. Bu durum, harac divanlarının mahalli dillerde tutulmasının tabii bir
neticesidir. Bu cümleden olarak Abdullah b. Abdilmelik’in azlettiği Mısır harac divanının
katipliğini yapan Abdullah b. Eşnas’ın asıl adının Antonas olduğunu Mısırlı araştırıcı Reyyis
tesbit etmektedir 714 .

711
Kindî, Vulât, 62. 88.
712
İbn Abdilhakem, Fütûh, 86.
713
Kindî, Vulat. 82.
714
Reyyis, Harac, 213

132
İKİNCİ BÖLÜM
İFRİKIYYE'NİN FETHİ
I. İFRİKIYYE'YE YAPILAN İLK SEFERLER

1. Abdullah b. Sa'd b. Ebî Serh'in Seferleri


a) Abdullah b. Sa'd b. Ebî Serh'in Birinci İfrikıyye Seferi
yahut "Gazvetü'l-Abâdile"
Müslümanların İfrikıyye'nin fethini düşünmeleri, daha önce de belirtiğimiz gibi 715 ,
Amr b. el-Âs'ın Trablusgarb'ı 643'de fethinden hemen sonra başlamıştır. Amr b. el-Âs, bu
konuda halife Ömer b. el-Hattâb'a şöyle bir mektup yazmıştır: "Biz Trablusgarb'a ulaştık,
burası ile İfrikıyye'nin arası dokuz günlüktür. Eğer Mü'minlerin Emiri, orada savaşmak üzere
bize izin vermeyi düşünürse, bu yapılacaktır." Halife Hz. Ömer ise Amr'a yazdığı cevapta,
İfrikıyye'nin fethi için izin vermemiş ve şöyle demiştir: "İfrikıyye nedir? Orası parçalanmış,
hiyanet etmiş ve hıyanete uğramış bir yerdir. Çünkü burasının halkı, Rum hükümdarına bir
şeyler ödüyorlar, sonra da onu aldatıyorlardı. Ayrıca Endülüs hükümdarı da onlarla anlaşmış
ve kendilerini aldatmıştı." Bu rivayeti nakleden Belâzurî, kendi yorumunda şöyle demektedir.
"Onların bu haberleri Ömer'e ulaşmıştı." 716 Belâzurî'nin bu rivayetini aynen nakleden İbnü'l-
Izârî, halife Hz. Ömer'in, mektubunun devamında Amr b. el-Âs'a Mısır'a geri dönmesini
emrettiğini ve Amr'ın da bu emre uyarak Mısır'a, yani Fustat'a döndüğünü rivayet
etmektedir. 717

Osman b. Affan'ın halife olmasından ve 646'da Amr b. el-Âs'ı azledip yerine Abdullah
b. Sa'd b. Ebî Serh'i Mısır valiliğine tayin etmesinden sonra, İfrikıyye'nin fethi yeniden
gündeme gelmiştir. Esâsen Abdullah b. Sa'd, Mısır valiliğine tayin edildikten sonra
İfrikıyye'nin içlerine kadar bazı süvarî birlikleri göndermiş ve bu birlikler her defasında pek
çok ganimet ve esirlerle Mısır'a dönmüşlerdir. 718 Bu birliklerin başarılı olmaları sonucu
Abdullah b. Sa'd, Ağustos-Eylül 647'de 719 , halife Hz.Osman'a bir mektup yazarak, ona
İfrikıyye içlerine kadar yapılan seferler ve elde edilen başarılar hakkında bilgi vermiş,
İfrikıyye'nin fethine çıkmak için de izin istemiştir. Halife Hz.Osman, kendisinden önceki
715
Bkz. “Trablusgarb’ın Fethi” konusu.
716
İbn Abdilhakem, Fütûh, 172-173; Belâzurî, Fütûh, 227 (T. 323-324). Ayrıca bkz. Bekrî, Mu’cem, I, 176-177.
717
İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 8.
718
İbn Abdilhakem, Fütûh, 183; Belâzurî, Fütûh, 227-228 (T. 324-325); İbnü’l-Izâri, Muğrib, I, 9; Sa’d Zağlûl,
Tarihu’l-Mağrib, I, 147.
719
Abdullah b. Sa’d mektubunu bu tarihte yazmış olmalıdır. Çünkü, halife Hz.Osman İfrikıyye’nin fethine karar
verdikten sonra Medine’de bir ordu oluşturmuş ve bu ordu Ekim 647’de Medine’den Mısır’a doğru yola
çıkmıştır. Bkz. İbn Abdilhakem, Fütûh, 187; Belâzurî, Fütuh, 227 (T. 324); İbnü’l-Izâri, Muğrib, I, 8-9.

133
halife Hz. Ömer'in, bölgenin fethine izin vermemesini de dikkate alarak, müslümanların
İfrikıyye seferine çıkmalarına önceleri taraftar olmamıştır. Fakat daha sonra sahâbîlerin önde
gelenleri ile istişâre ederek Abdullah b. Sa'd'ın İfrikıyye seferine çıkmasına izin vermiştir. 720
Bunun için muhtelif kabilelerden müslümanları Medine'de toplamış ve onlara cihad hakkında
bir hutbe irad ederek, gönüllülerden oluşan bir ordu hazırlamıştır. Ayrıca o, bu orduyu şahsî
servetinden olmak üzere 1000 deve, askerî mühimmat ve erzak ile de takviye etmiştir.
Medine'de oluşturduğu bu ordunun başına da, Mısır'da bekleyen Abdullah b. Sa'd'a ulaşıncaya
kadar, Mervân b. el-Hakem'in kardeşi Hâris b. el-Hakem'i komutan olarak tayin etmiştir. 721
Ekim 647'de Medine'den hareket eden 722 bu ordunun sayısı hakkında muhtelif rivayetler
bulunmaktadır. İbn A'sem el-Kûfî, bu ordunun 4.800 kişiden oluştuğunu naklederken 723 diğer
İslâm tarihi müellifleri de muhtelif kabilelerin bu orduya verdikleri asker sayısını şu şekilde
rivayet etmektedirler; Mehre kabilesinden 600, Evs kabilesinin Ganes kolundan 700 ve
Meydeân kolundan 700 724 , Eslem kabilesinden 300, Müzeyne kabilesinden 800, Benû
Süleym'den 450 725 , Cüheyne kabilesinden 600, Benü'd-Deyl ve Damre'den 500, Gatafan,
Eşca' ve Fezâre kabilelerinden 700, Benû Ka'b b. Amr'dan 400 726 olmak üzere 5750 kişi
Medine'den gönderilmiştir. Muâsır Mağrib tarihi araştırıcılarından Sa'd Zağlûl ise bu sayının
6000'nin üzerinde olduğunu ifade etmektedir. 727
Bu kaynaklarımız, adı "Abdullah" olan yedi meşhur sahâbînin İfrikıyye seferinde
bulunmaları sebebiyle "Gazvetü'l-Abâdile" diye isimlendirildiğini belirttikten sonra, bu sefere
katılan bazı sahâbîlerin isimlerini de şu şekilde nakletmektedirler: Abdullah b. Sa'd b. Ebî
Serh, ki İslâm ordusunun komutanıdır, Abdullah b. ez-Zübeyr, Abdullah b. Ömer b. el-Hattâb,
Abdullah b. Amr b. el-Âs, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes'ud, Abdullah b. Ca'fer,
Ma'bed b. el-Abbas b. Muttalib, Mervân b. el-Hakem, Misver b. Mahreme b. Nevfel,
Ubeydullah b. Ömer b. el-Hattâb, Abdullah b. Zeyd b. el-Hattâb, Abdurrahman b. Ebî Bekr,
Büsr b. Ebî Ertat, şair Ebû Züeyb Huveylid b. Hâlid el-Hüzelî, ki bu sefer sırasında hayatını

720
İbn Abdilhakem, Fütûh, 183; Belâzurî, Fütûh, 227-228 (T. 324-325); İbn A’sem, Fütûh, I, 357-361; İbnü’l-
Izâri, Muğrib, I, 9.
721
Bkz. Dipnot 6.
722
Bkz. Dipnot 5.
723
İbn A’sem, Fütûh, I, 357-361.
724
İbn Abdilhakem, Fütûh, 184; Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 149.
725
Mâlikî, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 16; Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 149.
726
Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 149.
727
Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 149-150.

134
kaybetmiştir, Ebû Zer el-Gıfârî, Mikdâd b. el-Esved, Abdurrahman b. Sabîha, Muttalib b. es-
Sâib, Sâib b. Âmir b. Hişâm. 728
Abdullah b. Sa'd, Medine'den gönderilen takviye kuvvetlerini de emrine aldıktan
sonra, aynı yıl içinde 20 bin kişilik ordusuyla İfrikıyye seferine çıkmıştır. İfrikıyye'ye Berka
üzerinden giden Abdullah, burada murâbıt olarak bulunan 729 Ukbe b. Nâfi el-Fihrî'yi de
ordusuna dâhil etmiştir. Buradan, eski ismi Kamûniyye 730 olan ve daha sonra kalıntıları
üzerine Kayrevân şehrinin kurulduğu yere 70 mil mesafedeki 731 İfrikıyye'nin başkenti
Subeytula'ya (=Sufetula) 732 giderek 733 , buradaki Akûbe kalesini muhâsara altına almıştır. 734
Bu arada İbn A'sem el-Kûfî, diğer İslâm tarihi kaynaklarında yer almayan bir bilgiyi
nakletmekte ve Abdullah b. Sa'd'ın Mısır'dan İfrikıyye'ye 23 günde gittiğini rivâyet
etmektedir. 735 Buna göre, Medine'den Ekim 647'de gönderilen takviye kuvvetlerinin yaklaşık
bir ay içinde Mısır'a ulaştığını kabul edecek olursak buradan da İfrikıyye'ye 23 günde
gidildiği dikkate alınırsa, İslâm ordusunun muhtemelen Aralık 647'de Subeytula'ya vardığını
söylemek mümkündür.
Abdullah b. Sa'd, Subeytula'yı kuşatma altına aldıktan sonra, İfrikıyye orduları
komutanı Gregorios'a bir elçi göndererek, ona İslâm ordularının, her savaşından önce karşı
tarafa yaptıkları teklifleri sunmuştur. Buna göre, önce onu İslâm'a davet etmiştir. Bunu kabul
etmez ve kendi dinlerinde kalmayı arzu ederlerse cizye vermelerini istemiştir. Bunu da kabul
etmezlerse kendileriyle savaşacağını bildirmiştir. Ancak Gregorios, savaşı tercih etmiştir. 736
Nihâyet iki ordu Subeytula'da savaşa tutuşmuş ve neticede 20 bin kişilik İslâm ordusu
120 bin kişilik İfrikıyye ordusunu yenmiştir. 737 İbnü'l-Esir, müslümanların bu savaşı

728
Halife b. Hayat, Tarih, I, 164; Belâzuri, Fütûh, 227-228 (T. 324-325); Mâlikî, Riyâdu’n-Nüfus, I, 15-16;
Nüveyrî, Nihâye, XXIV, 8; Zâvî, Libya, 82-83.
729
İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 89-90 (T. 95-97).
730
Kamûniyye: Kayravan kurulmadan önce, buradaki eski bir şehrin ismidir. İbn Hurdazbih, Mesâlik, 91-92;
İbn Fakîh el-Hemezânî, Muhtasar Kitâbu’l-Buldân, 83; Mâlikî, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 20; Yakut el-Hamevî,
Mu’cem, IV, 177-178; İbn Abdilhakem bu şehrin ismini “Kûniyye” olarak vermektedir. Bkz. Fütûh, 193-194.
731
Halife b. Hayat, Tarih, I, 164; Mâlikî, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 18-19; Ayrıca bkz. Zehebî, Düvelü’l-İslâm, I, 20.
732
İfrikıyye’nin başkenti daha önce bir sahil şehri olan Kartaca idi. Bizanslılar’ın İfrikıyye valisi Gregorios
bağımsızlığını ilan edince, Bizans donanmasının saldırılarına açık olan başkenti, daha güvenli gördüğü
Subeytula’ya taşımıştır. Böylece o, Bizanslılar’ın saldırılarından emin olmak istemiştir. Bkz. Sa’d Zağlûl,
Tarihu’l-Mağrib, I, 151-152; Bizans tarihçilerinden Ostrogorsky de İfrikıyye’de bağımsızlığını ilan eden
Gregorios’un başkentinin Sufetula olduğunu söylemektedir. Bkz. Bizans Devleti Tarihi, 110; İbn Abdilhakem
ise, İfrikıyye’nin başkentini Kartaca olarak vermektedir. Bkz. Fütûh, 183.
733
İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 9-10.
734
Belâzurî, Subeytula şehrinden hiç bahsetmeksizin Abdullah b. Sa’d’ın Akûbe’ye ulaştığını, başkaca hiçbir
bilgi vermeksizin nakletmektedir. Bkz. Fütûh, 228 (T. 325). Hüseyin Mu’nis ise Akube’nin Subeytula’da bir
kale ismi olduğunu belirtmektedir. Bkz. Mağrib, 94; Sa’d Zağlûl da, Akube’nin Subeytula şehrinin önünde ve bir
günlük mesafede bir yer olduğunu ifade etmektedir. Bkz. Tarihu’l-Mağrib, I, 152.
735
İbn A’sem, Fütûh, 357-361.
736
Yakûbî, Tarih, II, 165; Mâlikî, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 17; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 89-90 (T. III.95-97).
737
İbn Abdilhakem, Fütûh, 183; Belâzurî, Fütûh, 228 (T. 325); İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 9-10.

135
kazanıncaya kadar uzun müddet Subeytula'yı muhâsara ettiklerini ve fethin gecikmesi
karşısında halife Hz. Osman'ın Medine'den Abdullah b. ez-Zübeyr komutasında ikinci bir
takviye birliği gönderdiğini, ancak bundan sonra savaşın kazanıldığını nakletmektedir. 738
Rivayetin bundan sonraki bölümü ise İbnü'l-Esir ile beraber Mâlikî ve İbnü'l-Izârî tarafından
da nakledilmektedir. Buna göre; muhâsarının uzadığını ve fethin gerçekleştirilemediğini
gören Abdullah b. ez-Zübeyr, savaşı nasıl kazanacağını düşünmekte olan Abdullah b. Sa'd'ın
çadırına gelmiş ve İslâm ordusundan 30 cengaveri atlarıyla birlikte dinlendirmeyi, savaşa ara
verildiği bir sırada da, dinlenen bu süvarî birliğinin kendi komutasında Gregorios'un üzerine
hücüm ederek netice alınmasını teklif etmiştir. Abdullah b. Sa'd, bu tekifi ordunun ileri
gelenleriyle istişâre ettikten sonra kabul etmiştir. Ertesi gün iki ordu savaşa başlamış ve
nihayet yorulup mevzîlerine çekilirlerken, Abdullah b. ez-Zübeyr dinlenmiş durumdaki
birliğiyle Gregorios'un üzerine ânî bir hurûc hareketi yapmış ve başını kesmek suretiyle onu
öldürmüştür. Sonra da kesik başı bir mızrağın ucuna takarak tekbir getirmiştir. Bu durumu
gören İslâm ordusu moral kazanıp tekrar düşman ordusu üzerine saldırmış ve komutanları
Gregorios'un öldürülmesiyle paniğe kapılan İfrikıyye ordusunu hezimete uğratmıştır. Böylece
Subeytula fethedilmiştir. 739
İfrikıyye'nin başkenti Subeytula'nın fethedilmesinden sonra Abdullah b. Sa'd,
ordusunu gruplara ayırmış ve onları buradaki muhtelif beldelerin fetihlerine göndermiştir.
Bize öyle geliyor ki, Abdullah b. Sa'd'ın ordusunu bu şekilde gruplara ayırıp çeşitli beldeler
üzerine göndermesi, kendisi karşısında bozguna uğrayıp, muhtelif beldelere dağılan düşman
ordusunu takip gayesine matuftu. Onun gönderdiği bu birlikler başarılı olmuşlar ve gittikleri
yerlerden pek çok ganimetle Subeytula'ya dönmüşlerdir. 740 Bu cümleden olarak, bölgedeki
Kafsa 741 ve Mermâcenne 742 şehri ile el-Ecem kalesi 743 fethedilmiştir. 744 İbnü'l-Esir, el-Ecem

738
İbnü’l-Esir, Kamil, III, 89-90 (T. III, 95-97). Ayrıca bkz. Zübeyri, Nesebu Kureyş, 237-238.
739
Mâlikî, Riyadu’n-Nüfus, I, 21-24; İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 9-12; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 89-90 (T. 95-97).
Mâlikî, Abdullah b. Sa’d’ın Gregorios’u yendiği savaş hakkında iki farklı rivayet daha nakletmektedir. Bu
rivayetlerden biri Vâkidî’den yapılmaktadır ki, o da Râbi’a ed-Deylî’den nakletmektedir. Bu rivayet özetle
şöyledir: “Osman bizi İfrikıyye’ye savaşa gönderdi. Biz Mısır’dan çıktık… önce Trablusgarb’a geldik…
Trablusgarblılar kalelerine çekilmişlerdi… Onları yendik… Burası bizim ganimet aldığımız ilk yer oldu. Sonra
İfrikıyye’ye gittik… İnsanlar savaş hali aldılar. Abdullah b. Sa’d ordusunu sağ, sol ve orta diye üçe ayırdı…
Onları yendik… Onlar sulh istediler. Abdullah’da onlarla cizye üzerine anlaşma yaptı.” Bkz. Riyâdu’n-Nüfûs, I,
16-18. Mâlikî’nin ikinci rivayeti ise Ebu Osman Sa’id b. Ufeyr’in “Tarih”inden yapılmaktadır. Bu rivayete göre
de, Gregorios Müslümanlardan mübareze etmek üzere karşılarına adam çıkarmalarını istemiştir. Onun karşısına
Abdullah b. ez-Zübeyr ve Mervân b. el-Hakem çıkmıştır. Yapılan mübârezede Abdullah b. ez-Zübeyr
Gregorios’u öldürmüştür. Akabinde yapılan savaşta da Müslümanlar İfrikıyyelileri yenmişler ve pek çok ganimet
almışlardır. Bkz. Riyâdu’n-Nüfûs, I, 19. Ayrıca bkz. İbn Kesîr, Bidaye, VII, 158; Zehebî, Dûvelü’l-İslâm, I, 20-
21. Ayrıca bkz. Terzi, Askerî Teşkilât, 94-96; Hıdır, İfrikıyya, 128-131.
740
İbn Abdilhakem, Fütûh, 183; Belâzurî, Fütûh, 228 (T. 325). Her iki müellif de gerek bu birliklerin
komutanlarını ve gerekse gittikleri yerleri nakletmemektedirler.
741
Kafsa: Surları ve nehirleri olan güzel bir şehirdir. “Tarnîz” denilen bir su kaynağı vardır. Zirâate elverişli
olup Hurma yetiştirilir. Halkı Berberileşmiştir ve Latin-İfrıkî dili konuşurlar. Kafsa şehri, bölgenin merkezidir ve

136
kalesine sığınan İfrikıyyeliler'in 1,5 milyon dinar vermek karşılığında müslümanlarla bir
anlaşma yaptığını nakletmektedir. 745 Bu arada Abdullah b. Sa'd kendisi de bir grup askeriyle
İfrikıyye'nin Subeytula'dan önceki başkenti Kartacanna'ya (Kartaca) gitmiş ve burayı anveten
fethederek pek çok altın ve gümüş ganimet ile Subeytula'ya dönmüştür. 746
Abdullah b. Sa'd İfrikıyye'ye yaptığı bu seferinden, burada 1 yıl 2 ay kaldıktan sonra
Mısır'a, yani Fustat'a dönmüştür. 747 Buna göre o, Ocak 649'da İfrikıyye'den ayrılmış
olmalıdır. Bu arada o, Abdullah b. ez-Zübeyr'i de fetih müjdecisi olarak Medine'ye, halife Hz.
Osman'a göndermiştir. Abdullah b. ez-Zübeyr 20 günde Medine'ye ulaşmış ve fetih müjdesini
vermiştir. 748 Müjdeyi alan Osman b. Affan müslümanları Medine camiinde toplamış ve
Abdullah b. ez-Zübeyr'e fethin safhalarını anlattırmıştır. 749

b)Sulh ve Ganimet Taksimi


Müslümanların Subeytula'yı almaları ve daha sonra da bölgenin muhtelif yerlerinde
elde ettikleri başarılar karşısında, İfrikıyye'nin ileri gelenleri toplanarak Abdullah b. Sa'd'a
gelmişler ve sulh teklifinde bulunmuşlardır. Buna göre onlar; İslâm ordusunun topraklarını
terketmeleri karşılığında her yıl 2,5 milyon dinâr cizye 750 vermeyi kabul edeceklerini
söylemişlerdir. Abdullah b. Sa'd da onların bu teklifini kabul etmiş ve burada hiçbir askerî
birlik bırakmadan Mısır'a dönmüştür. 751

diğer şehirler onun etrafında bir dâire gibi yer almışlardır. Kuzey-doğusunda Kayrevân şehri bulunmaktadır ve 4
merhale mesafededir. Güney-batısında, Bilekân şehri vardır ve 5 merhale uzaklıktadır. Güneyinde Nüfûse Dağı
ve Zürûd şehri vardır. 5 merhale mesafedeki bu şehre 6 günde gidilir. Bkz.. İdrisî, Sıfatü’l-Mağrib, 104-105.
742
Mermâcenne: Erbîs ve Tâmedit şehirleri arasında küçük bir şehirdir. Burada, yerli halk ile beraber Araplar
da yaşarlar ve ziraatle meşgul olup, bol miktarda buğday ve arpa yetiştirirler. Bkz. İdrisî, Sıfatü’l-Mağrib, 118.
743
Ecem Kalesi: Burası hakkında coğrafya kitaplarında bir bilgi bulamadık. Ancak Hüseyin Mu’nis, “Fethu’l-
Arab li’l-Mağrib” isimli kitabında bu kale hakkında şu bilgileri vermektedir. “Bizanslılar zamanında Thysderas”
ismi ile ile bilinen kaledir. Harb zamanlarında Bizanslılar’ın sığındıkalrı büyük bir kale idi.” Yine Mu’nis, et-
Ticânî’den yaptığı bir nakilde bu kalenin, İfrikıyye’nin en büyük kalesi olduğunu da ifade etmektedir. Bkz. 98 ve
aynı eserin dipnot 4’te verilen kaynakları.
744
Mâlikî, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 21; İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 12; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 91 (T. III, 97); Nüveyrî,
Nihâye, XIX, 413.
745
İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 91 (T. III, 97)
746
İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 12.
747
Mâlikî, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 27; Seâlebî, Tarihu Şimâli İfrikıyâ, 34, İbnu’l-Izârî, Abdullah b. Sa’d’ın
İfrikıyye’de 1 yıl 1 ay kaldığını naklederken (bk.: Muğrib, I, 12-13); İbnü’l-Esîr, onun İfrikiyye’de kalış
müddetini 1 yıl 3 ay olarak kaydetmektedir. (Bkz. Kâmil, 91, T. III, 97).
748
İbn Abdilhakem, Fütûh, 185-186; Yakûbî, Tarih, II, 166; Halife b. Hayat, Tarih, I, 166; İbnü’l-Esîr, Kâmil,
III, 91(T. III, 97); İbnü’l-Izârî, Abdullah b. ez-Zübeyr’in Medine’ye 24 günde vardığını nakletmektedir. Bkz.
Muğrib, I, 12-13.
749
Mâlikî, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 25-27.
750
Cizye miktarının belli miktarda bir mal (bkz. İbn Abdilhakem, Fütûh, 183), 300 kantar altın (bkz. Belâzurî,
Fütûh, 228, T. 325 ve Taberî, Tarih, IV, 256, Leiden, I, 2818), 100 bin rıtıl altın (bkz. Mâlikî, Riyâdu’n-Nüfûs, I,
19) ve 2 milyon 520 bin dinar (bkz. Yakûbî, Tarih, II, 165; Taberî, Tarih, IV, 256, Leiden, I, 2818 ve İbn A’sem,
Fütûh, I, 357-361) olarak tesbit edildiği de nakledilmiştir.
751
İbn Abdilhakem, Fütûh, 183; Belâzurî, Fütûh, 228-229 (T. 325-326); Kindî, Vulât, 12; Mâlikî, Riyâdu’n-
Nüfûs, I, 18; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 91 (T. III, 97); İbn Tağriberdi, Nücûm, I, 79-80, Tâberi ise, Abdullah b.

137
İslâm tarihi kaynakları Abdullah b. Sa'd'ın bu seferinde ne kadar ganimet aldığını
zikretmezken, ganimetlerin dağıtımından sonra şahıs başına düşen miktarı nakletmektedirler.
Buna göre, elde edilen ganimetlerin taksim işi Abdullah b. Abbas'a verilmiş 752 ve onun
yaptığı bu taksimden sonra atlılara 3'er bin sehim, yayalara ise biner sehim pay isabet
etmiştir. 753 Bu arada ganimetlerle ilgili olarak İbnü'l-Esir'de yer alan bir rivayete dikkat
çekmek istiyoruz. Bu rivayete göre halife Osman b. Affân İfrikıyye seferine gönderdiği
Abdullah b. Sa'd'a: "Şayet İfrikıyye'de bazı fetihleri gerçekleştirecek olursan, elde edilen
ganimetlerin humusunun humusunu (yani beşte birinin beşte birini) sana veririm" demiştir. 754
Ancak yine İbnü'l-Esir başka bir rivayetinde Abdullah b. Sa'd'ın ganimetlerin humusunu
Medine'ye gönderdiğini de nakletmektedir. 755 Taberî ise bu konuda Abdullah b. Sa'd'ın
ganimetlerin humusunun humusunu kendisine ayırdığını, ancak bu sebebten ordu içinde bazı
huzursuzluklar çıktığını ve bu huzursuzluğun halife Hz. Osman'a kadar ulaştırıldığını, bunun
üzerine halife Hz. Osman'ın Abdullah'a bir mektup yazarak, kendisine ayırdığı bu payı orduya
dağıtmasını emrettiğini, onun da bu emri yerine getirdiğini nakletmektedir. 756 İbn
Abdilhakem, Belâzurî, Mâlikî ve İbnü'l-Izârî gibi tarihçilerimiz ise bu konuda hiçbir bilgi
vermemektedirler.
İfrikıyye seferinden alınan ganimetlerin Medine'ye gönderilmesi konusunda ise
Abdullah b. Sa'd, Mısır'a bıraktığı nâibi Ukbe b. Âmir'e 757 bir haber göndererek ganimetlerin
oldukça fazla olduğunu ve ordusunun bu ganimetleri Mısır'a getirirken büyük güçlükler
çekeceğini, bu sırada İfrikıyyeliler'in toparlanıp, arkadan üzerlerine saldırabileceklerinden
endişe ettiğini, bu sebebten Mısır'dan Trablusgarb limanına bir gemi göndermesini istemiştir.
Bunun üzerine Ukbe b. Âmir Trablusgarb limanına bir gemi göndererek ganimetleri Mısır'a

Sa’d’ın İfrikıyye’yi fethettikten sonra buraya adamlarından birini bırakarak Mısır’a döndüğünü nakletmekte,
ancak herhangi bir isim zikretmemektedir. Bkz. Tarih, IV, 254 (Leiden, I, 2815)
752
Mâlikî, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 21.
753
İbn Abdilhakem, Fütûh, 183-184; Kindî, Vulât, 12; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III,90(T. III,97); İbnü’l-Izârî, Muğrib,
I, 12; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 79-80; İbn Abdilhakem, bir başka rivayetinde kişi başına 1 ¼ bin dinar
düştüğünü nakletmektedir. Bkz. Fütûh, 183-184. Halife b. Hayat ise kişi başına düşen ganimet miktarını bin
dinar olarak rivayet etmektedir. Bkz.Tarih, I, 165.
754
İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 88-89 (T. III, 94-95). Ayrıca bkz. İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 79-80.
755
İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 91 (T. III.97).
756
Taberî, Tarih, IV, 254-255 (Leiden, I, 2816-2817).
757
Hüseyin Mu’nis ve Sa’d Zağlûl, Abdullah b. Sa’d’ın Mısır’a nâib olarak kimi bıraktığının bilinmediğini
belirtmekte ve onun Medine’ye gittiği zamanlarda yerine Ukbe b. Âmir el-Cühenî’yi bıraktığına (bkz. Kindî,
Vulât, 13) dikkati çekerek, İfrikiyye seferi sırasında da Ukbe b. Âmir’i bırakmış olabileceğini söylemektedirler.
Bkz. Mu’nis, Mağrib, 82; Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 150. Ancak, Mâlikî’nin bir rivayetinden Abdullah b.
Sa’d’ın Mısır’a Ukbe b. Âmir el-Cüheni’yi vekil olarak bıraktığını anlamaktayız. Bkz. Riyâdu’n-Nüfûs, I, 27.

138
naklettirmiştir. 758 Bu şekilde Mısır'a nakledilen ganimetler, buradan da İbn Vesîme en-Nasrî
gözetiminde Medine'ye, halife Hz. Osman'a gönderilmiştir. 759

c) Abdullah b. Sa'd'ın İkinci İfrikıyye Seferi


Abdullah b. Sa'd'ın ikinci İfrikıyye seferi hakkında kaynaklarımızda fazla bir malûmat
bulunmamaktadır. Kaynaklarımız bu konuda bilgi verirlerken, İfrikıyyeliler'in daha önce
yaptıkları anlaşmalarını bozduklarını ve bu sebebten Abdullah b. Sa'd'ın 654 yılında ikinci
defa İfrikıyye seferine çıktığını nakletmekte 760 , ancak onların anlaşmalarını bozma
sebeblerine ve bu seferin neticesinin ne olduğuna temas etmemektedirler.
İfrikıyyeliler'in anlaşmalarını bozma sebebi olarak iki husus akla gelmektedir.
Bunlardan biri Abdullah b. Sa'd'ın 652'de "Gazvetü'l-Esâvid" diye bilinen Nûbe seferine
çıkması ve bu savaşta Nûbeliler'i mağlub edemeyip, pek çok müslüman askerin
yaralanmasından sonra, onlarla karşılıklı hukuka dayalı bir anlaşma yapmasıdır. 761
İfrikiyeliler'in, müslümanların Nûbeliler karşısında başarılı olamamalarından cesaret olarak
anlaşmalarını bozmuş olabileceklerini düşünmek mümkündür.
İkinci sebeb olarak düşünülebilecek husus da, Abdullah b. Sa'd'ın 655'de yaptığı
"Zâtü's-Savârî" savaşı ile ilgilidir. Buna göre, 654 yılında Bizans imparatoru II. Konstans'ın
(imparatorluğu: 661-668) hazırladığı 1000 gemilik bir donanma Mısır ve İfrikıyye'yi
müslümanlardan geri almak için Akdeniz'e açıldığında 762 , bundan cesâret alan İfrikıyye'deki
Rumların müslümanlarla olan anlaşmalarını bozmuş oldukları da düşünülebilir. Abdullah b.
Sa'd'ın ikinci İfrikıyye seferine çıkma sebebi konusunda fikirlerini açıklayan muâsır Mağrib
tarihçilerinden Sa'd Zağlül, "Zâtu's-Savârî" savaşı öncesinde İfrikıyye'deki Rumların Bizans
donanmasına yardım etmelerini önlemek için, bu sefere çıkmış olabileceği ihtimali üzerinde
durmaktadır. 763

d) Zâtü's-Savârî Savaşı
Müslümanların Kuzey Afrika'nın fethi ve Akdeniz'deki Bizans hakimiyetine son
vermek için gerçekleştirdiği askerî başarılardan biri de hiç şüphesiz, Akdeniz'de Bizans
donanmasına karşı Abdullah b. Sa'd b. Ebî Serh komutası altındaki "Zâtu's-Savârî" savaşıdır.
758
Mâlikî, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 27; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 92. Altuncu, Ukbe b. Nâfi, 185.
759
Taberî, Tarih, IV, 254-255 (Leiden, I, 2816-2817); Seâlebî, Tarihu Şimâli İfrikıyâ, 34.
760
Taberî, Tarih, IV, 317 (Leiden, I, 2907); İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 14; İbn Kesir, Bidâye, VII, 172; İbn
Tağriberdî, Nücûm, I, 80, 91. Aynı bkz. İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 91 (T. III, 97); Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I,
163.
761
Bkz. Birinci Bölüm. “Nûbe Savaşları ve Barış Anlaşması” konusu.
762
Bkz.”Zâtu’s-Savârî Savaşı” konusu.
763
Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 163.

139
Bizans imparatoru II. Konstans, müslümanların İfrikıyye'yi almaları ve buradan
Bizans'a gitmekte olan vergilerin kesilmesi, ayrıca Akdeniz'de Bizans'ın bir deniz üssü
durumunda olan Kıbrıs ve Rodos adalarının ellerinden çıkması 764 , böylece müslümanların
deniz yoluyla İstanbul'a ulaşmak ve onların başkentlerini almak istemeleri 765 karşısında,
müslümanlarla savaşmak üzere bir donanma hazırlamıştır.
1000 gemiden oluşan Bizans donanmasının 766 başına geçen II. Konstans İstanbul'dan
denize açılmış ve Akdeniz'e inmiştir. Bunun karşısında Mısır valisi Abdullah b. Sa'd b. Ebî
Serh de 200 gemilik bir donanma hazırlamıştır. Bu donanmada Mısırlı Kıbtîler de
bulunmaktaydı. Abdullah b. Sa'd bu savaş için ordusunu toplamış ve önce onlara cihad
hakkında bir hutbe îrad etmiştir. Sonra da ordusunu ikiye ayırarak yarısını Büsr b. Ebî Ertat
konutasında Trablusgarb'da bırakmıştır. 767 Abdullah b. Sa'd kendisi de 200 gemilik İslâm
donanmasının başına geçerek denize açılmıştır.
İki ordu 654'de 768 Akdeniz'de Likya (Finike açıkları) sahillerine 769 yakın bir yerde
karşılaşmıştır. Karşılıklı ok atışlarıyla başlayan savaş, daha sonra mancınıklarla taş atışları
şeklinde gelişmiş ve nihayet her iki tarafın gemileri birbirine yaklaşarak kılıçlarla göğüs
göğüse savaşa girilmiştir. Bir ara Abdullah b. Sa'd'ın içinde bulunduğu gemi Bizans
donanmasına ait bir gemi tarafından zincirle bağlanarak çekilmeye başlanmıştır. Ancak bu
durumu gören Yezid b. Alkame el-Gutayfî kılıcıyla zinciri kesmiş ve Abdullah b. Sa'd'ın
gemisini kurtarmıştır. Birkaç gün süren savaş, iki tarafın da önemli zâyiat vermesinden sonra,
Bizans donanmasının aleyhine çıkan bir fırtınanın da yardımıyla müslümanlar son bir hamle
daha yapmışlar ve savaşı kazanmışlardır. Bizans donanmasındaki pek çok asker, gemilerinin
batmasıyla denizde boğularak ölürken, imparator II.Konstans yaralı olarak kaçabilmiş ve

764
Kıbrıs ilk olarak 648-649, Rodos da 654’de alınmıştır. Bkz. Halife b.Hayyat, Tarih, I, 166; Belâzurî, Fütûh,
157-159 (T. 218-220); İbn A’sem, Fütûh, I, 352-354; Taberî, Tarih, IV, 258, 262-263 (Leiden, I, 2819-2820,
2826-2827); İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 95, 97 (T. III, 101, 103); Ömer Abdüsselam Tedmirî, Tarihu Trablusşam,
Beyrut 1984, 77- 79; Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, 108; Lewis, Bahriye, 90.
765
Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, 108-109; Adevî, Devletû’l-İslâmiyye, 63-65.
766
Bizans Donanmasının 500 veya 600 gemiden müteşekkil olduğu da rivayet edilmiştir. Bkz. Kindî, Vulât, 13;
İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 117-119 (T. III, 122-124); Nüveyrî, Nihâye, XIX, 419-420; İbn Kesir, Bidâye, VII, 163-
164.
767
Abdullah b. Sa’d’ın karada bıraktığı bu ordunun Trablusgarb’ta beklediğine dair bkz. Tedmirî, Tarih, 100-
108.
768
“Zâtu’s-Savârî” savaşının 31/651, 33/653 ve 35/655 yıllarında yapıldığına dair rivayetler de bulunmaktadır.
Bkz. Taberî, Tarih IV, 288-289, 441 (Leiden; I, 2865-2872, 3086-3087); İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 117-119, 199
(T. III, 122-124, 203-204); İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 14; Nüveyrî, Nihâye, XIX, 419-420; İbn-Kesir, Bidâye, VII,
163-164.
769
Akdeniz’in İskenderiye tarafındadır. Bizanslılar bu bölgeye Phonix derlerdi. Bkz. Adevî, Devletü’l-İslâmiyye,
63-65. “Bahriyyetü’l-İslamiyye” isimli makalenin müellifi Ali Muhammed Fehmi de, bu savaşın Poenicus
mevkiinde olduğunu ve bu yerin İskenderiyye’nin batısına düştüğünü söylemektedir. Bkz. Ali Muhammed
Fehmi, el-Bahriyyetü’l-İslamiyye fi Şarkı’l-Bahri’l-Mutavassıt mine’l-Karni’s-Sâbi ile’l-Âşiri’l-Milâdî
(Tarihu’l-Bahriyyeti’l-Mısrıyye), Mısır 1973-287.

140
Sicilya adasına sığınmıştır. İki ordudaki gemilerde bulunan direklerin çokluğu sebebiyle
"Zâtu's-Savârî" adı verilen bu savaştan sonra, Abdullah b. Sa'd bir kaç gün daha denizde
kalmış ve muzaffer bir komutan olarak Mısır'a geri dönmüştür. 770
Bu savaşın kazanılmasıyla Bizanslıların Akdeniz'deki hakimiyetleri sarsılmıştı. Ancak
dâhilde halife Hz. Osman'ın öldürülmesiyle çıkan hilâfet çatışmaları müslümanların
hakimiyetlerini daha da geliştirmelerini önlemiş ve bu savaşın gerek denizdeki adaların fethi
ve gerekse İfrikiyye'deki ilerlemeleri Muâviye b. Ebî Süfyân'ın halife olmasına kadar
durdurmuştur.

2. Muâviye b. Hudeyc'in İfrikıyye Seferi


Halife Osman b. Affan'ın 656’da öldürülmesi ve ondan sonra Ali b. Ebî Tâlib ile
Muâviye b. Ebî Süfyân arasında meydana gelen hilâfet mücadeleleri sırasında, İslâm fetih
hareketleri bir duraklama devrine girmiştir. Bu fetret devri Muâviye b. Ebî Süfyân'ın 661'de
halife olmasıyla sona ermiş ve muhtelif bölgelerdeki fetih hareketleri yeniden canlılık
kazanmıştır. Bu arada Emevîler devrindeki ilk İfrikıyye seferine de 665'de Muâviye b.
Hudeyc çıkmıştır.
İslâm fetih hareketlerinin durduğu bu fetret döneminde Bizanslılar İfrikıyye'ye
771
yeniden hâkim olmuşlardır. İfrikıyye'de Bizans'a karşı istiklâlini ilan eden Gregorios'un,
Abdullah b. Sa'd'ın 648 yılındaki seferi sırasında maktûl düşmesinden sonra, burada yerli halk
tarafından başa geçirilen Hubâhıbe 772 , Abdullah b. Sa'd ile yıllık 300 kıntar altın vermek
üzere bir cizye anlaşması yapmıştı. 773 Esasen İfrikıyye'nin ellerinden çıkmasını ve

770
“Zâtu’s-Savârî” savaşıyla ilgili rivayetler bütün kaynaklarımızda hemen hemen aynı ifadelerle anlatıldığı için
kaynakları bir arada vermeyi uygun gördük. Bkz. Halife b. Hayat, Tarih, I. 180; İbn Abdilhakem, Fütûh, 189-
191; Taberî, Tarih, IV, 288-293, 330, 441 (Leiden, I, 2865-2872, 2927, 3086,-3087); Kindî, Vulât, 13; İbnü’l-
Esîr, Kâmil, III, 117-119, 147, 199 (T. III, 122,-124, 152 ,203-204); İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 14; Nüveyrî, Nihâye,
XIX, 419-420; Zehebî, İber, I, 34; İbn Kesir, Bidâye, VII, 163-164, 173; Markizî, Hıtat, II, 190; İbn Tağriberdî,
Nücûm, I, 80, 91; İbn İlyas, Bedâiu’z-Zuhûr, I, 113-114; İbn-A’sem, II. Konstans’ın bu yenilgisini, Abdullah b.
Sa’d ile yaptığı ikinci deniz savaşı olarak vermektedir. Ona göre II.Konstans bu ikinci seferinde 1200 gemi ile
Mısır’ı Müslümanlardan geri almak için Akdeniz’e açılmış ve yenildikten sonra da Sicilya’ya kaçmış, burada da
öldürülmüştür. Bkz. Fütûh, I, 356-357. Bu savaşla ilgili olarak ayrıca bkz. Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 162-
165; Adevî, Devletü’l-İslâmiyye, 63-65; Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, 108-109; Kaşif, Velid b. Abdilmelik,
154-156; Tedmirî, Tarih, 100-108; Fehmi, Bahriye, (Tarihu’l-Bahriyyeti’l-Mısrıyye), II, 288; Hady Roger Idris.
“Le Récit d’al-Mâlikî sur la Conguête de I’Ifrîqıya”, REI, Paris 1969, C. XXXVII, fasikul I, 123-133.
771
İfrıkıyye’nin hangi tarihte yeniden Bizans hakimiyetine girdiğine dair kaynaklarımızda herhangi bir bilgiye
rastlayamadık. Ancak bu durumun halife Hz.Osman’ın öldürülmesinden sonraki yıllarda olduğu düşünülebilir.
Ayrıca, buradaki potansiyel bir Rum varlığı ve yerleşik bir Bizans nizamı olduğu da dikkate alınırsa, Bizans’ın
buraya sadece bir vali atamakla yetindiği şeklindeki bir fikir de bize makul görünmektedir.
772
Mağrib tarihi araştırıcılarından Sa’d Zağlûl, İbü’l-Izârî’nin Hubâhiba olarak naklettiği bu ismin Rumca
“Gennadius” şeklindeki ismin Arapçalaşmış hali olabileceğini ifade etmektedir. Bkz. Tarihu’l-Mağrib, I, 168-
169. Archibald Lewis ise , bu kişinin Araplar’a iltica eden “Gennadius” olduğunu belirtmektedir. Bkz. Bahriye,
94.
773
Abdulaziz Salim, Mağribu’l-Kebir, II, 174.

141
İfrikıyyeliler'in kendilerine verdikleri vergileri bu defa müslümanlara vermeleri hususunu
kabullenemeyen Bizans imparatoru II.Konstans, müslümanların dâhilî mücadelelerle meşgul
olmalarını fırsat bilerek İfrikıyye'ye yeniden hakim olmuştu. O, Ûlîme 774 isimli bir
komutanını İfrikıyye'ye vali olarak tayin etmiş ve yerli halktan, müslümanlara verdikleri
verginin aynısını kendilerine de vermelerini istemiştir. Kartacanna'ya gelen Ûlîme
Hubâhıbe'yi huzuruna çağırarak imparator II.Konstans'ın emrini bildirmiştir. Ancak Hubâhıbe
buna karşı çıkmış ve Bizans'a vergi vermeyeceklerini söylemiştir. 775 Bunun üzerine Ûlîme
onu İfrikıyye'den sürmüştür. 776 Hubâhibe'nin sürgün edilmesinden itibaren Muâviye b.
Hudeyc'in 665 yılındaki seferine kadar kaç yıl geçtiğine ve İfrikıyye vergileri hakkında
kaynaklarımızda bir bilgi bulunmazken, Bizans tarihçisi Ostrogorsky, bu devrede, Diofizit (iki
unsur) inanca sahip Bizanslıların Monofizit olan yerli halka mezhep farklığından dolayı
zulmettiğini bildirmektedir. 777
Muâviye b. Ebî Süfyân'ın halife olmasından sonra sürgündeki Hubâhıbe, Şam'a
giderek, halifeye, İfrikıyye'nin içinde bulunduğu durumu anlatmış ve ondan, bir ordu
göndererek yerli halkı Bizanslılar'ın, zulmünden kurtarmasını istemiştir. Muâviye b. Ebî
Süfyân, Hubâhibe'nin bu teklifini kabul etmiş ve Şam'da techîz ettiği 10 bin kişilik bir orduyu
665 yılında 778 Muâviye b. Hudeyc komutasında İfrikıyye'ye göndermiştir. Bu orduda
Abdullah b. Ömer, Abdullah b. ez-Zübeyr, Abdülmelik b. Mervân, Yahyâ b. el-Hakem ve
Kureyş ile Mısır ordusunun ileri gelenleri de bulunmaktaydı. 779 Bu arada, İslâm ordusunun
İfrikıyye'ye hareket ettiği haberini alan imparator II.Konstans da 30 bin kişilik bir donanmayı
Nekfûr 780 komutasında bölgeye gönderirken, buradaki halk da Atrıyyûn isimli birinin
liderliğinde ayaklanmışlardır. 781

774
Sa’d Zağlûl, bu ismin de Rumca “Elethere” isminin Arapçalaşmış şekli olabileceğini söylemektedir. Bkz.
Tarihu’l-Muğrib, I, 169.
775
İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 18.
776
Abdülaziz Salim, Mağribu’l-Kebir, II, 176.
777
Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, 110.
778
Muâviye b. Hudeyc’in 665 yılından başka iki veya üç defa daha İfrikıyye seferine çıktığı da nakledilmektedir.
Ancak, onun bu seferleri hakkında bilgi veren kaynaklarımız, seferlerin tarihi konusunda birbirinden farklı
rivayetler nakletmektedirler. İbn Abdilhakem, İbnü’l-Izârî ve Mâlikî onun üç defa İfrikıyye seferine çıktığını
bildirmektedirler. Bu müelliflerden İbn Abdilhakem ile Mâlikî, farklı ravi zinciriyle yaptıkları rivayetlerde
Muâviye b. Hudeyc’in 654-655, 660-661 ve 670 yıllarında İfrikıyye seferine çıktığını nakletmektedirler. Bkz.
İbn Abdilhakem, Fütûh, 194; Mâlikî, Riyadu’n-Nüfûs, I, 30, İbnü’l-Izârî ise, bu tarihleri, 654-655, 661 ve 665
olarak kaydetmektedir. Bkz. Muğrib, I, 14-16; Halife b. Hayyat, İbn Hudeyc’in iki defa İfrikıyye seferine
çıktığını rivayet etmekte ve 665 ile 670-671 tarihlerini vermektedir. Bkz. Tarih, I, 241-242, 247-248, İbn
Tağriberdî de onun 670’de bir defa Ifikıyye seferine çıktığını nakletmektedir. Bkz. Nücûm, I, 139, Belâzurî ise,
Muâviye b. Hudeyc’in İfrikıyye’de savaştığını tarih vermeksizin kısaca rivayet etmektedir. Bkz. Fütûh, 229 (T.
326).
779
İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 16; Mâlikî, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 28.
780
Sa’d-Zağlûl, İbnü’l-Izârî’nin “Nekfûr” olarak verdiği Bizanslı komutanın isminin, “Neciphore” olabileceğini
ifade etmektedir. Bkz. Tarihu’l-Mağrib, I, 171.
781
İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 18; Abdülaziz Salim, Mağribu’l-Kebir, II, 177.

142
Muâviye b. Hudeyc Bizans donanmasından önce İfrikıyye'ye gelmiş ve önce
Kamûniyye'de 782 kurduğu karargâhını daha sonra el-Karn 783 denilen bir dağın eteğine
taşımıştır. 784 Burada ordusunu üçe ayıran Muâviye b. Hudeyc, askerin önemli bir bölümünü
Abdullah b. ez-Zübeyr komutasında bir sahil şehri olan Sûse 785 üzerine gönderirken,
Abdülmelik b. Mervân komutasındaki 1000 kişilik bir süvarî birliğini de Celûlâ 786 üzerine
yollamıştır. 787 Böylece o, Bizans donanmasının İfrikıyye'ye yapacağı çıkartma hareketini
önlemek istemiştir. Kendisi de az bir kuvvetle el-Karn'da kalmıştır.
Abdullah b. ez-Zübeyr Sûse şehrine gelmiş ve şehre 12 mil mesafede, denize ve
karaya hakim bir tepede mevzilenmiştir. Nekfûr komutasındaki Bizans donanması Sûse
sahillerine yanaşıp karaya çıktıklarında, karşılarında Abdullah b. ez-Zübeyr'in ordusunu
görünce müslümanlarla savaşı göze alamayıp tekrar gemilerine binip kaçmışlardır. Böylece
Rumların karaya çıkmalarını önleyen Abdullah b. ez-Zübeyr, bu defa Sûse üzerine yürüyerek
şehri deniz tarafından kuşatma altına almıştır. Burada kısa süren bir savaş sonunda da Sûse'yi
fethetmiştir. Daha sonra o, el-Karn'da beklemekte olan Muâviye b. Hudeyc'in yanına
dönmüştür. 788 Bu arada Celûlâ üzerine sefere çıkan Abdülmelik b. Mervân da, burada yaptığı
şiddetli çarpışmalardan sonra şehri fethederek, pek çok ganimet ve esir almıştır. O da fetihten
sonra el-Karn'a, Muâviye b. Hudeyc'in yanına dönmüştür. 789
Sûse ve Celûlâ'ya gönderdiği birliklerin başarı ile yanına dönmelerinden sonra
Muâviye b. Hudeyc, Benzert 790 üzerinde yürümüş ve burayı fethettikten 791 sonra Mısır'a

782
Bkz.dipnot 16.
783
el-Karn: el-Karn hakkında İslam coğrafyacılarından sadece Yahut el-Hamevî bilgi vermektedir. Oda, el-
Karn’ın İfrikıyye’de bir dağ olduğunu ifade etmekle yetinmektedir. Bkz. Mu’cem, IV, 73.
784
İbn Abdilhakem, Fütûh, 193-194.
785
Suse: Mağrib’de, Atlas Okyanusu sahilinde, kuzey, güney ve doğu olmak üzere üç tarafı denizle çevrili ve
Kayrevân’a 30 mil mesafede bir şehirdir. Bkz. Yakubî, Buldân, 348; Makdisî, Ahsenü’t-Tekâsim, 24, 55, 216,
226, 247; İbn Havkal, Suretü’l-Arz, I, 49-50; Yakut el-Hamevî, Mucem, III, 190-192.
786
Celûlâ: İfrikıyye’de, Karevan’a 24 mil mesafedeki eski bir şehirdir. Bkz. Yakut el-Hamevî, Mu’cem, II, 107-
108; Endülusî, Hulel, I, 241-246; İstibsâr, 119.
787
Halife b. Hayat, Tarih, I, 247-248; İbn Abdilhakem, Fütûh, 193-194, İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 16-18.
788
İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 16. Nüveyrî ise İbnü’z-Zübeyr’in burada savaştığını ve Bizanslılar’ın savaştan sonra
kaçtıklarını bildirmektedir. Bkz. Nihâye, XXIV, 20.
789
İbn Abdilhakem, Fütûh, 193-194; İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 16. İbn Abdilhakem naklettiği diğer bir rivayette
Muâviye b. Hudeyc’in Celûlâ’yı kendisinin fethettiğini haber vermektedir. Bkz. İbn. Abdilhakem, Fütuh, 193-
194; İbnü’l-Izârî ise, Celûlâ’yı fetih için Muâviye b. Hudeyc’in bizzat sefere çıktığını, fakat fethe muvaffak
olamayıp, el-Karn’a geri döndüğünü, bu arada ordusunda bulunan Abdülmelik b. Mervan’ın, Celûlâ’nın
muhasarası esnasında bir ağaca astığı yayını unuttuğunu ve 1000 kişilik bir süvari birliği ile geri dönüp Celûlâ’yı
fethettiğini ikinci bir rivayet olarak nakletmektedir. Bkz. Muğrib, I, 17.
790
Benzert: İfrikıyye’de deniz sahilinde bir şehirdir. Tunus ile arası iki günlüktür. Bkz. Yakubî, Buldân, 350;
Makdisî, Ahsenü’t-Tekâsim, 55, 56, 216, 217, 226; İbn Havkal, Sûretu’l-Arz, I, 55; Yakut el-Hamevî, Mu’cem, I,
745-746.
791
Yakut el-Hamevî, Mu’cem, I, 745-746.

143
dönmüş 792 ve yerine, İfrikıyye seferlerine devam etmesi için 666'de Ukbe b. Nâfi el-Fihrî
tayin edilmiştir. 793
Bu arada, bu sefer sırasında alınan ganimetlerle ilgili olarak kaynaklarımızda yer alan
bazı rivayetlere de temas etmek istiyoruz. Kaynaklarımız Abdullah b. ez-Zübeyr'in Sûse'yi ve
Muâviye b. Hudeyc'in de Benzert'i fethettikten sonra buralardan ganimet alınıp alınmadığı
konusunda bir bilgi vermezken, Abdülmelik b. Mervân'ın Celûlâ'dan önemli miktarda
ganimetle döndüğünü ve bu ganimetlerin ordu içinde dağıtımı hususunda Abdülmelik ile
Muâviye arasında bir anlaşmazlık çıktığını haber vermektedir. Abdülmelik b. Mervân,
Celûlâ'dan aldığı ganimetleri, kendisiyle birlikte buranın fethine katılan 1000 kişi arasında
taksim edilmesini istemiş, Muâviye b. Hudeyc ise bu ganimetlerin İfrikıyye seferine katılan
ordunun tamamına dağıtılması gerektiğini savunmuştur. Neticede her ikisi de durumu halife
Muâviye b. Ebî Süfyân'a bildirmeyi ve ondan gelecek cevaba göre hareket etmeyi
kararlaştırmışlardır. Halife onlara gönderdiği cevapta, Celûlâ'yı fetheden seriyyenin, İfrikıyye
fetihine çıkan ordunun bir parçası olduğunu ve bu seriyyenin aldığı ganimetlerde, ordunun
tamamının hakkı olduğunu bildirmesi üzerine Celûlâ'dan alınan ganimetler, İfrikıyye seferine
katılan ordu arasında taksim edilmiştir. Bu taksimâtta, atlara ikişer, insanlara da birer sehim
pay verilmiştir. Taksimattan sonra Abdülmelik b. Mervân'ın: "Atıma ve kendime düşen
miktarı olarak 600 dinar aldım ve bununla bir câriye satın aldım" sözünü dikkate alırsak, bir
sehim miktarının 200 dinar olduğunu söyleyebiliriz. 794

II- İFRİKIYYE'NİN FETHİ

1- Ukbe b. Nâfi el-Fihrî

Ukbe b. Nâfi el-Fihrî'nin İfrikıyye'deki faaliyetlerini dört devre halinde ele almak
mümkündür. Bunlar; a) Amr b. el-Âs'ın ikinci Mısır valiliği zamanında, 661-663 yılları
arasında, daha çok Libya ve Sûdan ile İfrikıyye'nin doğu sınırında gerçekleştirdiği seferler ve
fetihler; b) 666-670 yılları arasında, aynı bölgelerde tekrarlanan seferler ve fetihler; c) 670-

792
İbn Abdilhakem, Fütûh, 194.
793
İbn Abdilhakem, Fütûh, 194.
794
İbn Abdilhakem, Fütûh, 193-194, Ayrıca bkz. İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 16. Ancak İbnü’l-Izârî, şahıs başına
düşen mikdarı 200 miskal olarak vermektedir. Muâviye b. Hudeyc’in İfrikıyye seferi hakkında bkz. Muhammed
Abdüllatîf Abdüşşâfî, el-Âlemu’l-İslâmi fi’l-Asri’l-Ümevî, Bsm. Yeri yok 1404/1984, 266-268.

144
675 yılları arasında birinci İfrikıyye valiliği ve Kayrevân'ı kurması; d) 682-683 yıllarındaki
ikinci İfrikıyye valiliği.

a) 661-663 Yılları Arasındaki Askerî Faâliyetleri


Ukbe b. Nâfî'in İfrikıyye ile olan münâsebetleri ilk olarak Amr b. el-Âs'ın Berka ve
Trablusgarb'ı fethettiği 643-644 yıllarında başlamıştır. Amr'ın komutanı sıfatıyla bu şehirlerin
fetihlerine katılmış olan Ukbe, aynı yıllarda Berka ile Zevîle arasında kalan yerleri de İslâm
hâkimiyetine almıştır. Bölgedeki fetihlerin tamamlanmasından sonra ise Amr b. el-Âs
tarafından Berka ve Trablusgarb'ın murâbıtlığına atanan 795 Ukbe, böylece 683'de ölünceye
kadar yaklaşık yirmi yıl sürecek olan İfrikıyye ile münasebetlerine başlamıştır.
Amr b. el-Âs'ın 646'da Mısır valiliğinden azledilip, yerine Abdullah b. Sa'd b. Ebî
Serh'in atanmasından sonra da, bölgedeki murâbıtlık görevine devam eden Ukbe b. Nâfi,
Abdullah b. Sa'd'ın 648'de gerçekleştirdiği İfrikıyye seferine de iştirâk etmiştir. 796
Halife Osman b. Affân'ın 656'da şehit edilmesinden sonra, Amr b. el-Âs'ın 658 yılında
ikinci defa Mısır valisi oluncaya kadar geçen yaklaşık üç yıllık zaman içinde Ukbe b. Nâfî'in
Berka bölgesindeki murâbıtlık görevine devam edip etmediğini bilemiyoruz. Bu konuda
kaynaklarımız bir bilgi vermemektedir. Onun, Amr b. el-Âs'ın Berka ve Trablusgarb'ı
fethettiği 643-644 yıllarından sonra, bölgede yeniden askerî seferlere çıkması Muâviye b. Ebî
Süfyân'ın halifelik makamına oturduğu 661 yılında olmuş ve Amr b. al-Âs'ın vefat ettiği tarih
olan 663 yılına kadar üç yıl sürmüştür.
Kaynaklarımızın teferruata dair bilgi vermedikleri Ukbe'nin bu seferlerinden ilki, 661
yılında olup Berka'nın güneyinde kalan iç bölgeler üzerinedir. O, bu tarihte Berberîler'in
meskûn olduğu Lüvâte 797 , Müzâte 798 , Merâkıye 799 ve İfrikıyye'nin doğu sınırında bulunan
bazı yerleşim alanları ile Sûdan'ın 800 bazı köylerine seferler düzenlemiştir. Böylece bu

795
Bkz. “Berka ve Trablusgarb’ın Fethi” konusu.
796
Bkz. “ Abdullah b. Sa’d’ın I. İfrikıyye Seferi” konusu.
797
Lüvâte: Berka bölgesinde bir yerleşim alanıdır. Aynı isimdeki Berberi kabilesine izefeten bu yere de Lüvâte
denilmektedir. İbn Hurdazbih, Mesâlik, 91-92; Yakubî, Buldân, 343-344; Mes’ûdî, Tenbih, 90; Makdisî,
Ahsenü’t-Tekâsim, 220; Yakut el-Hamevî, Mu’cem, IV, 367.
798
Müzâte: Berka ve Trablusgarb bölgesinde meskun bir Berberi kabilesinin ismidir. Onların ismine izâfeten bu
yer de aynı isimle anılmaktadır. Kütâme ile arası bir merhaledir. Bkz.. İbn Hurdazbih, Mesâlik, 90; Yakubî,
Buldân, 242-246; Mes’ûdî, Tenbih, 90; İbn Havkal, Sûretü’l-Arz, I, 87.
799
Merâkıye: İskenderiye-İfrikıyye yolu üzerinde, Berberîlerle meskûn, Akdeniz sahilinde bir şehirdir. Bkz. İbn
Hurdazbih, Mesâlik, 91; Yakubî, Büldân, 339; Mes’ûdi, Tenbîh, 21, Yakut el-Hamevî, Mu’cem, IV, 477.
800
Sûdan: Mağribu’l-Aksâ’da, Sicilmase’nin kıble tarafında, Zevile’den Atlas Okyanusu’na kadar uzanan, daha
çok çöllerle kaplı bölgenin ismidir. Bkz. İbn Hurdazbih, Mesâlik, 89, 93; Yakubî, Buldân, 360; İbn Fakîh el-
Hemezânî, Muhtasar Kitâbu’l-Buldân, 4; Istahrî, Mesâlîk, 4-10, 40, 52; Mes’ûdî, Tenîih, 20, 57, 70, 184; İbn
Havkal, Suretü’l-Arz, I, 9-10; Hasan b. Muhammed Leon el-İfrıikî, Vasfu İfrikıyâ, (Fr.’dan Ar.’ya terc.
Muhammed Huceyy-Muhammed el-Ahdar), Beyrut 1983 (II.Baskı), II. 159-179; İstibsâr, 217.

145
bölgeyi İslâm hakimiyeti altına sokan Ukbe, pek çok ganimet ve esir de almıştır. 801
Kaynaklarımız buralarda yaşayan insanların Ukbe'nin bu seferinden sonra İslâm'ı kabul
ettiklerini de bildirmektedirler. 802
Berka'nın güneyinde bulunan yerlerdeki seferlerini tamamlayan Ukbe b. Nâfi, buradan
batıya doğru ilerlemiş ve 662'de bu defa Trablusgarb'ın güneyinde kalan Gudâmis 803 üzerine
yürümüş ve burayı da savaşla fethederek, pek çok ganimet ve esir almıştır. 804
Bize öyle geliyor ki, Ukbe'nin bundan sonraki hedefi Trablusgarb'a çıkmaktı. Ancak,
661'da itaât altına aldığı bazı yerleşim alanlarında yaşayanlar, Ukbe'nin kendi memleketlerine
girmesiyle İslâm'ı kabul etmişken, tekrar irtidâd etmişler ve İslâm hakimiyetini kabul
etmediklerini açıklamışlardır. 805 Bunun üzerine Ukbe, tekrar bu bölge üzerine yürümüş ve
kaynaklarımızın isimlerini vermediği isyan eden bu yerleşim alanlarıyla beraber, yine
Berberîlerle meskûn Hevvâre 806 ve Veddân'ı 807 da fethederek buraları yeniden İslâm
hakimiyeti altına almıştır. 808 Bu arada Ukbe b. Nâfî'in isyan edenleri bastırmak sebebiyle
gidemediği Trablusgarb bölgesine Şerîk b. Sümeyy el-Murâdî gönderilmiş ve o,
Trablusgarb'ın batısında bir sahil şehri olan Lebde'yi 809 fethetmiştir. 810
Böylece Berka ile Trablusgarb'ın güneyindeki iç kesimlerin fetihlerini tamamlayan
Ukbe, Mart 664'de Amr b. el-As'ın ölümcül hasta olduğu haberini alınca hemen Fustat'a
gitmiştir. 811
Amr b. el-Âs'ın vefatından sonra ise Ukbe'nin, Berka ve Trablusgarb murâbıtlığına
devam edip etmediğini yine bilemiyoruz. Kaynaklarımız bu devre ile ilgili herhangi bir bilgi

801
Halife b.Hayyat, Tarih, I, 235; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 419 (T. III, 426): Zehebî, Düvel, I, 35.
802
İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 465 (T. III, 472); İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 19-20.
803
Gudâmis: Güney Mağrib’de, Bilâd-ı Sûdan’da bir yerdir. Halkı berberîdir. Akdeniz’e 300 mildir. Bkz. İbn
Hurdazbih, Mesâlîk, 87; Yakut el-Hamevî, Mu’cem, III, 776; Kazvînî, Asâru’l-Bilâd, 57; Leon el-İfrikî, Vasfu
İfrikıyâ, II, 146.
804
Halife b. Hayat, Tarih, I, 237; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 419 (T. III, 426). İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 15.
805
Bkz. Dipnot 88.
806
Hevvâre: Trablusgarb’ın kıble tarafında ve 2 günlük mesafede Berberilerle meskun bir yerdir. Esasen bu
belde ismini, aynı isimdeki kabileden almıştır. Bkz. İbn Hurdazbih, Mesâlîk, 96, 91; Yakubî, Büldân, 346;
Istahrî, Mesâlîk, 44; Mes’ûdî, Tenbîh, 90; Makdisî, Ahsenu’t-Tekâsim, 57; Yakut el-Hamevî, Mu’cem, III, 521;
İstibsâr, 178-279.
807
Veddân: İfrikıyye’nin güneyinde Berka (Libya) bölgesinde, çoğunluğu Müzâte Berberileriyle meskun bir
şehirdir. Zevîle ile arası 10 gündür. Sûrt’ün kıble tarafında ve 5 merhaledir. Bkz. İbn Hurdazbih, Mesâlîk, 97;
Yakubi, Buldan, 345; İbn Fakih el-Hemezani, Muhtasar Kitabu’l-Buldan, 79; İbn Havkal, Suretu’l-Arz, I, 67;
Bekri, Mu’cem, IV, 1375; İdrisî, Sıfatü’l-Mağrib, 133; Yakut el-Hamevî, Mu‘cem, IV, 911; Kazvinî, Âsâru’l-
Bilâd, 280; Leon el-İfrîkî, Vasfu İfrikıyâ, II, 116.
808
Halife b. Hayat, Tarih, I, 238; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 419 (T. III, 426); Zehebî, İber, I, 51; Suyutî, Tarihu’l-
Hulefâ, 196.
809
Lebde: Berka ile Kayrevân arasında, Akdeniz sahilinde bir şehirdir. Yakubî, Büldân, 346; İbn Havkal,
Sûretu’l-Arz, I, 69; Yakut el-Hamevî, Mu’cem, IV, 345; Leon el-İfrîkî, Vasfu İfrikıyâ, II, 69.
810
Kindî, Vulât, 32-33.
811
Kindî, Vulât, 33; Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, II, 181; Ukbe b. Nâfi’nin 661-663 yılları arasındaki seferleri
için ayrıca bkz. Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, II, 177; İhsan Abbas, Libya, 27 vdm; Mu’nis, Mağrib, 130 vdm.;
Altuncu, Ukbe b. Nafî, 203 vdm.

146
nakletmemektedirler. Yine kaynaklarımız Abdullah b. Sa'd b. Ebî Serh'in 648 yılındaki
İfrikıyye seferine Ukbe'nin de katıldığını naklederlerken, 665'deki Muâviye b. Hudeyc'in
İfrikıyye seferine iştirâk ettiğine dair hiçbir bilgi vermemektedir.

b) 666-675 Yılları Arasındaki Askerî Faâliyetleri ve Kayrevân'ı Kurması


Ukbe b. Nâfî'in bu yıllar arasındaki askerî faaliyetlerini iki başlık altında incelemek
mümkündür. Biri 666-670 yılları arasındaki fetih hareketleri, diğeri de 670-675 yılları
arasında Kayrevân'ı kurmasıdır. Burada hemen belirtelim ki, Ukbe b. Nâfî'in 666–670
arasındaki seferleri genel itibariyle Berberî yerleşim alanları üzerine olmuştur.

Muâviye b. Hudeyc'in 665 yılındaki İfrikıyye seferinden sonra, Ukbe b. Nâfi 666'da
Berka ve Trablusgarb'ın güneyinde kalan iç kesimlere yeniden seferler düzenlemiş ve bu
seferlerini 670 yılına kadar dört yıl boyunca devam ettirmiştir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi,
buralarda meskûn halk ve bilhassa Berberîler, İslâm orduları şehirlerine girdiği zaman
müslüman olduklarını açıklıyorlar, müslümanların ayrılmasıyla da tekrar irtidat ediyorlardı.
Bu sebeble Ukbe'nin seferleri daha çok Berberîlerin meskûn olduğu mahaller üzerine
olmuştur.
Ukbe b. Nâfi 666 yılında ilk olarak Veddân üzerine yürümüştür. Veddân, daha önce
Amr b. el-Âs'ın Trablusgarb'ı muhâsarası sırasında, 644'de Büsr b. Ebî Ertat tarafından
fethedilmiş ve burada yaşayan halk ile senelik 360 köle vermeleri karşılığında bir anlaşma
yapılmıştı. Veddânlılar'ın geçen zaman içinde anlaşmalarını bozmaları üzerine Ukbe b. Nâfi,
yukarıda da temas ettiğimiz gibi 662 yılında buraya bir sefer düzenlemiş ve burayı İslâm
hakimiyeti altına almıştır. İslâm ordusunun Veddân'dan ayrılmasından sonra, yine isyan eden
ve vergilerini ödemeyen Veddânlılar bu defa 666 yılında İslâm ordusunun şehirlerine yeniden
sefer düzenlemesine sebeb olmuşlardır. Bunun için ordusuyla önce sahilde ki Sürt şehrine
bağlı bir yer olan Mağmedâş'a gelen Ukbe burada Ömer b. Ali el-Kureşî ve Züheyr b. Kays
el-Belevî komutasında bir birlik bırakarak ve yanına bölgeyi iyi bilen bir kılavuz olarak
Veddân üzerine hareket etmiştir. Ukbe b. Nâfî'in ordusunda 400 atlı ve 400 de develi olmak
üzere 800 kişi olup her bir hayvanda birer kırba olmak üzere de yanlarında 800 kırba su
bulunmaktaydı. Veddân'a gelen Ukbe, fazla zorlanmadan şehri fethetmiş ve şehrin komutanını
da yakalayarak onun kulaklarını kestirmiştir. Veddân Meliki'nin bunu niye yaptığını sorması
üzerine de Ukbe "Kulağına her dokunuşta bunu hatırlaman ve bir daha Araplarla kesinlikle
savaşmamak üzere sana ibret olsun diye yaptım" demiştir. Daha sonra Ukbe, Büsr b. Ebî

147
Ertat'ın 644 yılında yaptığı 360 köle vermeleri şeklindeki anlaşmayı yenileyerek tekrar
yürürlüğe koymuş ve buradan Cerme üzerine yürümüştür. 812
Ukbe b. Nâfi, Veddân'dan sonra Fezân (Fizan) bölgesindeki Cerme 813 (veya Hurme)
üzerine hareket etmiştir. Sekiz günde Cerme'ye ulaşan Ukbe buranın halkını İslâm'a davet
etmiş, onlar da kabul etmişlerdir. İbn Abdilhakem'in bu rivayetinden anladığımız kadarıyla,
Cerme daha önce fethedilmiş, bilâhare İslâm hâkimiyetine karşı isyân etmiştir. Ukbe
Cerme'ye 6 mil mesafedeki bir yere giderek konaklamış ve buranın Melik'i itaât arzetmek için
yanına gelmek üzere yola çıktığında adamları onu karşılatmış, isyan etmelerinin bir cezası
olarak, bu mesafeyi yaya olarak yürütmüştür. Böylece Cerme Melik'i kan tükürecek kadar
yorgun bir halde Ukbe'nin yanına gelince kendisine; itaâtini arzetmek için geldiği halde niçin
böyle bir muâmeleye tabi tutulduğunu sormuştur. Ukbe de ona, "Bunu hatırlayıp Araplarla bir
daha kesinlikle savaşmamak üzere sana ibret olsun" şeklinde cevap vermiştir. Sonra da
onunla, senelik 360 köle vermesi şartıyla bir anlaşma yaparak doğuya doğru hareket
etmiştir. 814
Ukbe, Cerme'den sonra buranın doğusundaki Fevre 815 bölgesindeki pek çok kaleyi
fethetmiş ve nihâyet, bölgenin en uzak yerinde, bir dağın arka tarafında fethetttiği bu kalelerin
bağlı olduğu bir kasabanın bulunduğu kendisine söylenince, 15 günlük mesâfede bulanan bu
kasabaya hareket etmiştir. Şehir halkı, Ukbe'nin üzerlerine geldiğini haber alınca, kalelerine
çekilmişlerdir. Fevre bölgesinin merkezi durumundaki bu kaleyi bir ay boyunca muhâsara
eden Ukbe, fethe muvaffak olamamış ve bu defa buranın biraz daha ötesinde bulunan irili-
ufaklı pek çok kaleyi (kasr) itâat altına almıştır. Daha sonra tekrar, muhâsara ettiği kaleye
dönen Ukbe burasını da fethetmiştir. Kalenin komutanını da yakalayan Ukbe, onun
parmaklarını kesmiş ve kendisine niçin böyle davranıldığını sorması üzerine de komutana:
"Parmaklarına her baktığında bunu hatırlaman ve Araplarla kesinlikle savaşmamak üzere sana
ibret olsun diye yaptım" demiştir. Sonra da onunla senelik 360 köle vermesi karşılığında bir
anlaşma yapmıştır. 816
Fevre bölgesindeki fetihlerini tamamlayan Ukbe b. Nâfi, yanına aldığı klavuzuna
bölgede başka yerleşim olanları olup olmadığını sormuş ve klavuzun bu konuda bilgisi
olmadığını söylemesi üzerine de geri dönmek üzere hareket etmiştir. Dönüş yolunu Hâvâr
812
.İbn Abdülhakem, Fütûh, 194.
813
Cemre: İfrikıyye’nin güneyinde Fezzân bölgesinde bir yerdir. Burayı Ukbe b. Âmir fethetti ve halkını esir
aldı. Yakut el-Hamevî, Mu’cem, II, 65.
814
İbn Abdilhakem, Fütûh, 194-195.
815
Fevre: Coğrafya kitaplarımızda Fevre isminde bir yer ismine rastayamadık. Ancak Fevvâre isminde bir yer
adından bahsedilmekte ve İfrikıyye’de bulunduğu kaydedilmektedir. Kâbis ile arası 30 mildir. Bir başka rivayete
göre de 1 merhaledir. Bkz. İbn Hurdazbih, Mesâlik, 86, 225; Makdisî, Ahsenü’t-Tekâsim, 246.
816
İbn Abdilhakem, Fütûh, 195.

148
817
üzerinden yapan Ukbe, buraya geldiğinde şehirde bulunanların kalelerine kapandıklarını
görünce, değişik bir taktik uygulamış ve burayı kuşatma teşebbüsünde dahi bulunmadan
yoluna devam ederek, Hâvâr'la üç günlük mesafede bulunan Mâu Feres 818 denilen yerde
konaklamıştır. Kalelerine çekilen Hâvârlılar ise, İslâm ordusunun üç gün geçmesine rağmen,
üzerlerine gelmediğini görünce tekrar günlük yaşayışlarına dönmüşlerdir. Bu arada Ukbe de,
gece yolculukları yaparak gizlice Hâvâr'a gelmiş ve onları hazırlıksız bir şekilde yakalayarak
mağlup etmiştir. Buradan pek çok ganimet almış ve Zevîle'ye gitmek üzere yoluna devam
etmiştir. 819
Berka ve Trablusgarb'ın güneyinde kalan iç kesimleri bu şekilde hakimiyeti altına alan
Ukbe b. Nâfi Zevîle'ye gelmiş ve buradan da batıya doğru hareketle 15 günlük bir yolculuktan
sonra bir mola vermiş, mola yerinde ordusunu düzene sokmuş ve buradan da, tarihte
"Tarîku'l-A'zam" diye bilinen yoldan İfrikıyye'ye doğru hareket etmiştir. İlk olarak Müzâte'ye
gelen Ukbe burada bütün kaleleri fethetmiş, bundan sonra da bir yerleşim alanını 820 daha
hakimiyeti altın almıştır. Kendisi burada kalan Ukbe, Gudâmis'e bir birlik göndermiş ve
burası da fethedilmiştir. Bu birliğin dönmesinden sonra Ukbe, bugünkü Tunus'un sınırları
içinde kalan Kafsa 821 üzerine yürümüş ve burayı da fethetmiştir. Buradan da Kastiliyye 822
üzerine hareket etmiş ve bu şehri de hakimiyeti altına almıştır. Daha sonra ise o, kendinden
önceki İfrikıyye ordusu komutanı Muâviye b. Hudeyc'in karargâhını kurduğu el-Karn'a
gelerek burada konaklamıştır. 823

817
Hâvâr: Hâvâr şeklinde ikinci (a)nın uzatması ile okunan bir yer ismine coğrafya kitaplarımızda rastlamadık.
Ancak Yakut el-Hamevî Hâvar isminde ikinci (a)nın uzatması okunduğu bir yerden bahsetmekte ve bu yerin
Fezzân’ın güneyinde olduğunu belirtmektedir. Yine onun verdiği bilgiye göre burayı Ukbe b.Âmir 667-668’de
fethetmiştir. Yakut el-Hamevî, Mu’cem, II, 394-395.
818
Mâu Feres: Ukbe b. Nâfi, ikinci İfrikıyye valiliği sırasında Mağrib seferine çıktığında burada suları tükenmiş
ve çölde şiddetli bi susuzluk ile karşı karşıya kalmışlardır. Su bulma ümidiyle abdest alıp iki rek’at namaz kılan
Ukbe, Allah’a dua edip susuzluklarını gidermesi için niyazda bulunmuştur. Bu arada onun atı, toprağı eşelemeye
başlamış ve eşelenen bu yerden su çıkmıştır. Bunu gören Ukbe ordusunda bulunanları hemen çağrmış ve suyun
çıktığı yeri kazdırmış ve nihayet buradan çıkan su ile ihtiyaçlarını gidermişlerdir. Daha sonra buraya, suyu
Ukbe’nin atının bulması sebebiyle “At suyu” anlamında “Mâu Feres” demişlerdir.Bkz. İbn Abdilhakem, Fütûh,
195-196.
819
İbn Abdilhakem, Fütûh, 195-196. Ukbe’nin bu bölgedeki fetihleri için ayrıca bkz. Sa’d Zağlûl. Tarihu’l-
Mağrib, II, 178-182; Altuncu, Ukbe b. Nafî, 204-207.
820
Rivayeti nakleden İbn Abdilhakem’de, Ukbe’nin Zevîle’den sonra fethettiği bu yerin ismi boş bulunmaktadır.
Bkz. Fütûh, 196.
821
Kafsa: Bkz. Dipnot 27.
822
Kastiliye: Diğer ismi “Tevzer” olan ve Bâğâye’ye 4, Cebel’ü Nefûse’ye 2 merhale mesafede bir şehirdir.
Bkz. İdrisî, Sıfatü’l-Mağrib, 103-104, 122.
823
İbn Abdilhakem, Fütûh, 196.

149
c) Birinci İfrikıyye Valiliği (670-675)
Ukbe b. Nâfî'in 666 yılında başladığı fetih hareketlerinin hangi tarihte bittiği ve buraya
kadar anlattığımız yerlerin fetih tarihleri kaynaklarımızda verilmemektedir. Ancak onun bu
fetihlerden sonra Kayrevân'ı kurmak üzere el-Karn'a geldiği ve daha sonra da 670 yılında
Kayrevân'ı kurma çalışmalarına başladığı dikkate alınırsa, Ukbe'nin gerçekleştirdiği bu
fetihlerin 670 yılında sona erdiğini söylememiz mümkündür.
Ukbe, iç kesimlerdeki fetihlerini 670 yılında tamamladıktan sonra kendisinden önceki
İfrikıyye ordusu komutanı Muâviye b. Hudeyc'in karargâhını kurduğu ve İslâm orduları için
"Kayrevân" edindiği el-Karn dağının bulunduğu yere gelmiştir. Onun buraya gelmesindeki en
önemli sebeb, burada İslâm orduları için devamlı olarak karargâh vazifesi görecek bir şehir
kurmaktı. Çünkü kendisinden önce İfrikıyye seferine çıkan diğer komutanlar, burada fetihler
yapıp Mısır'a geri dönüyorlar, bu da İfrikıyye'deki askerî faâliyetlerin ve gerçekleştirilen
fetihlerin kalıcı olmasını mümkün kılmıyordu. Esâsen, bölgede yaşayan bilhassa Berberî
halkın, İslâm orduları kendi beldelerine girdiğinde, İslâm'ı kabul ettiklerini, fakat
müslümanların ayrılmasından sonra tekrar irtidad ettiklerini bilen Ukbe b. Nâfi gerek burada
yaşayan halkı kontrol etmek ve gerekse gerçekleştirilen fetihlerin kalıcılığını sağlamak için
İfrikıyye'de bir ordugâh şehir (=Kayrevân) kurmanın zarûrî olduğunu görmüştü. Nitekim
Nüveyrî de, onun burada bir şehir kurmasının sebebi olarak bölge halkının devamlı bir şekilde
isyan etmelerini ve Ukbe'nin bundan dolayı onları kontrol etmek istediğini nakletmektedir. 824
Onun kuracağı bu şehir aynı zamanda İslâm ordularının Mağrib seferlerine kolayca
çıkmalarına da yardımcı olacaktı. Bu sebepler dahilinde Ukbe b. Nâfi kuracağı şehrin yerini,
önce, Muâviye b. Hudeyc'in karargâhını kurduğu el-Karn dağı etekleri olarak seçmiş, ancak
ordusuyla yaptığı istişârelerden sonra denize çok yakın olan bu bölgenin, Bizans
donanmasının muhtemel bir çıkartma yapması durumunda ilk hedef olacağı düşüncesiyle,
şehrin biraz daha iç kesimlere kurulmasını kararlaştırmış ve bugünkü Kayrevân'ın yerini
seçmiştir. Daha önce ormanlık olan ve vahşî hayvanların yaşadığı bu yere gelen Ukbe,
ağaçların bir kısmını kestirmiş ve ilk olarak burada bir cami yaptırarak şehrin imâırı işini
başlatmıştır. Daha sonra da ordusunda bulunanlar, burada kendileri için evler yapmaya
başlamışlar 825 ve beş yıl içinde şehrin imâr ve iskânı hemen hemen tamamlanmıştır. 826

824
Nüveyrî, Nihâye, XXIV, 22.
825
Halife b. Hayat, Tarih, I, 247; İbn Abdilhakem, Fütûh, 196; Belâzurî, Fütûh, 230 (T. 327); İbn Hallikan,
Vefeyât, I, 55; İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 19-21; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 465-466 (T. 472-473); İbn Haldun, İber, III,
10-11; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 140; Hüseyin b. Muhammed Versîlanî, Nüzhetü’l-Enzâr fi Fadli İlmi’t-Tarih
ve’l-Ahbâr, Beyrut 1974 (II.Baskı), 95.
826
İbnü’l-Esîr, Ukbe’nin 670’de Keyrevan’ı kurduğunu ve beş yıl boyunca kuruluş çalışmaları için burada
kaldığını rivayet etmektedir. Bkz. Kâmil, III, 466 (T. III, 472). Halife b. Hayyat ise, Kayrevân’ın imar ve

150
Kayrevân'ın kurulması İslâm dünyası için olumlu sonuçlar vermiş ve bölgede
kontrolün sağlanması yanında, Berberîlerin İslâm'ı kabul etmelerine ve müslüman olarak
kalmalarına da sebeb olmuştur. Zaman içinde kabileler halinde müslüman olan bu Berberîler
Kayrevân'ın etrafına yerleşmeye başlamışlar ve böylece şehir genişlemiştir. Ayrıca onlar,
İslâm ordusuna da katılmak suretiyle, Ukbe'nin ordusu için takviye kuvvet olmuşlardır. 827
Bu arada hemen belirtmek gerekir ki, kaynaklarımız Ukbe'nin 670–675 arasında ki
Kayrevân'ın kuruluş yıllarıdır, bölgede askerî seferlere çıktığına dâir herhangi bir rivâyet
nakletmemektedir. Buna göre Ukbe, bu yıllar arasında sadece Kayrevân şehrinin kuruluş
çalışmaları ve Berberîlerin İslâm'ı kabul etmeleri için faaliyet göstermiş olmalıdır.
Ukbe b. Nâfi, 675 yılında azledilmiş ve yerine Ebu'l-Muhâcir Dinâr tayin edilmiştir. 828

2. Ebu'l-Muhâcir Dinâr (675-682)

a) Askerî ve İctimaî Faaliyetleri


Halife Muâviye b. Ebî Süfyân 666 yılında Ukbe b. Nâfi'i Berka ile Trablusgarb
arasındaki iç kesimlerin fethine gönderdikten sonra bu sırada İfrikıyye orduları komutanı olan
Muâviye b. Hudeyc'i de azletmişti. Ukbe'nin seferlerine başlamasından bir yıl sonra da
Mesleme b. Muhalled'i 667 yılında Mısır ve Mağrib valiliğine tayin etmiştir. Böylece
Mesleme, Mısır ve Mağrib valiliklerinin ikisini birden fiilî olarak uhdesinde toplayan ilk kişi
olmuştur. 829
Mesleme b. Muhalled, henüz Mısır ve Mağrib valiliğine tayin edilmeden önce, halife
Muâviye b. Ebî Süfyân tarafından tayin edilip 666–670 yılları arasında fetihlerine devam eden
ve 670–675 yılları arasında Kayrevân'ı kuran Ukbe b. Nâfi İfrikıyye'deki görevini
sürdürmekteydi. 675'de Mesleme, Ukbe'yi azletmiş ve yerine Ebu'l-Muhâcir Dinar'ı tayin

iskanının üç yılda tamamlandığını nakletmektedir. Bkz. Tarih, I, 247. Kayrevân’ın kuruluşu ve gelişmesi
hakkında bkz. Hasan Hüsnü Abdülvehhab, Varakât an Hadârati’l-Arabiyye bi-İfrikıyyeti’t-Tunûsiyye, Tunus
1965, I, 43-62; Hıdır, İfrrikıyye, 301-318; Idris, “Le Récit”, REİ, XXXVII, fasikül I, 121-123.
827
İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 466 (T. III,472).
828
İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 466 (T. III,472); İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 21; İbn Abdilhakem ise, 667’de Mısır valisi
olan Mesleme b. Muhalled’in Ukbe’yi 671’de İfrikıyye komutanlığından ve valiliğinden azlettiğini
nakletmektedir. Bkz. Fütuh, 197, Nüzhetü’l-Enzâr sahibi Versilânî’de, İbn Abdilhakem’in bu rivayetini aynen
nakletmektedir. Bkz ,95.
829
İbn Abdilhakem, Fütûh, 197. Bu arada biz, Mağrib ve İfrikıyye lafızlarının, İslam tarihçileri tarafından eş
anlamlı olarak kullanıldığını görmekteyiz. Mesela, İbn Abdilhakem, bir rivayetinde “Mesleme b. Muhalled Mısır
ve Mağrib valiliklerini uhdesinde toplayan ilk kişidir” derken (bkz. Fütûh, 197); başka bir rivayetinde Mesleme
için “Mısır ve İfrikıyye valisi” demektedir. (bkz. Fütuh, 197-198). Yine aynı şekilde İbnü’l-Izârî, de, bir
rivayetinde Mesleme için “Mısır ve İfrikıyye valisi” ifadesini kullanırken (bkz. Muğrib, I, 21-22). Mâlikî ise,
Mesleme b.Muhalled’in valiliğini “Mısır ve Kayrevân Valisi” başlığı altında vermektedir. Bkz. Riyâdu’n-Nüfûs,
1, 33. Esasen Mesleme b. Muhalled’den önce Mısır ve Mağrib’in ikisine birden vali olarak tayin edilen ilk kişi
Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh’tir. O, resmiyette her iki bölgenin valisi olmuşsa da, Gregorios’u yendikten sonra
İfrikıyye’de kalmamış ve bölgede askeri bir birlik de bırakılmadan Mısır’a dönmüştür.

151
etmiştir. Mağrib tarihi araştırıcılarından Zâvî, Mesleme'nin Mısır valiliği yanında İfrikıyye
valisi de olmasının bir tezâhürü olarak Ukbe'yi azlettiği yorumunu yaparken 830 , İbnü'l-Izârî
ise Mesleme'nin sadece Ebu'l-Muhacir'i sevdiği, onu kendi ailesinden biri olarak kabul ettiği
ve bu görevi ona vermek istediği için Ukbe'yi azlettiğini nakletmektedir. 831
Ebu'l-Muhâcir Şamlılar'dan ve Mısırlılar'dan oluşan bir orduyla 832 İfrikıyye'ye gelmiş
ve Kayrevân'a girmeyerek, Tunus cihetinde, şehre iki mil mesâfede bir yerde karargâhını
kurmuştur. 833 Daha sonra da, Ukbe'yi güzellikle görevinden alması şeklindeki Mesleme'nin
emrine muhalefet ederek, onu önce zincire vurdurmuş, sonra da hapsetmiştir. Ebu'l-Muhâcir
Ukbe'yi tutukladıktan sonra, onun kurduğu Kayrevân şehrini tahrîb ettirerek karargâhını
kurduğu yerde yeni bir şehir kurma çalışmalarına başlamıştır. 834 "Nüzhetü'l-Enzâr" sahibi
Versilânî, onun kurduğu bu şehrin ismini "Tekrevân" olarak verirken 835 , İbnü'l-Izârî, Ebu'l-
Muhâcir'in bunu yapmasının sebebini, bu şehirle birlikte kendi isminin anılmasını arzu ettiğini
bildirmektedir. 836
İslâm tarihi kaynaklarımızın, onun İfrikıyye'de çıktığı ilk seferin tarihini 679 olarak
verdiklerine bakılırsa, Ebu'l-Muhâcir'in 675–679 arasında yeni kurduğu şehrin imarı ve
iskânıyla meşgul olduğunu söylemek mümkündür.
Ebu'l-Muhâcir Dinâr 679'da Kartaca üzerine yürümüştür. İslâm ordusunun üzerlerine
geldiğini gören Kartacalılar da savaş için hazırlıklarını yapmışlar ve nihâyet iki ordu
karşılaşmıştır. Bir gün boyunca savaşıp pek çok zâyiat verdikten sonra iki taraf da akşam
vakti çarpışmalara son vermiştir. Gecenin karanlığından istifade eden Ebu'l-Muhâcir, savaş
meydanında mevzilendiği yeri değiştirmiş ve Tunus'un kıble tarafındaki bir dağa yerleşmiştir.
Ertesi gün savaşa başladıklarında da Kartacalılar'ı yenmişlerdir. Bu yenilgi üzerine

830
Zâvî, Libya, 119; Sa’d Zağlûl ise; Ukbe’nin Mesleme ile aralarındaki şahsî bir mesele sebebiyle azledildiği
kanaatindedir. Bkz. Tarihu’l-Mağrib, I, 188; İbnü’l-Izârî; Mesleme’nin Ukbe’yi azledip, yerine Ebu’l-Muhâcir
Dinâr’ı tayin etme sebebini şu şekilde rivayet etmektedir.: “Mesleme, Ukbe’yi azledip, yerine Ebu’l-Muhâcir’i
tayin edince kendisine: “ Ukbe’yi tayin etseydin, onu İfrikıyye’de bıraksaydın, daha iyi olmaz mıydı? O faziletli
biridir ve onun orada bir geçmişi vardır. O, Kayrevân’ı da kuran kişidir” denildiğinde; Mesleme cevap olarak:
“Ebu’l-Muhâcir bizden biri gibidir; yani aile halkımızdan biri gibidir… Biz onu severiz” demiştir. Bkz. Muğrib,
I, 21-22. Ayrıca bkz. Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 188-189.
831
İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 21. İbnu’l-Izârî, bu rivayetinin başında, Mesleme’nin Ukbe’yi azledip yerine Ebu’l-
Muhâcir’i atadığı 675 yılını, aynı zamanda ona, Mısır valiliği yanında Mağrib valiliğinin de veriliş tarihi olarak
kaydetmektedir. İbn Abdilhakem ise, Mesleme’nin 667’de Mısır ve İfrikıyye valiliklerine tayin edildiğini rivayet
etmektedir. Ayrıca, Mesleme’nin Ukbe’yi azledip yerine Ebu’l-Muhâcir’in tayin edildiği tarihi de 671 olarak
kaydetmektedir. Bkz. Fütûh, 197. Bu arada, halife b. Hayat, Mesleme b. Muhalled’in 674’de Halid b. Sabait el-
Fıhrî’yi Mağrib’e sefere gönderdiğini ve dönüşünde ordusunda bulunan Ebu’l-Muhâcir’i orada bırakmasını
emrettiğini, Ebu’l-Muhâcir’in de bu şekilde Mağrib’e vali tayin edildiğini rivayet etmektedir. Bkz. Tarih, I, 265-
266.
832
Mâlikî, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 31.
833
İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 21-22.
834
İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 21-22, Munis, Mağrib, 159.
835
Versilânî, Nüzhetü’l-Enzâr, 95.
836
İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 21-22.

152
Kartacalılar sulh talebinde bulunmuşlardır. Neticede iki taraf Ceziretü Şerîk'in 837
müslümanların idâresine verilmesi karşılığında anlaşmışlardır. 838
Kartacalılar'la yaptığı bu anlaşmadan sonra Mîle 839 üzerine hareket eden Ebu'l-
Muhâcir, burayı da fethetmiş ve bu bölgede iki yıl kadar kaldıktan sonra 681'de Tekrevân'a
geri dönmüştür. 840
Ebu'l-Muhâcir Dinâr'ın İfrikıyye'de kaldığı yedi yıl boyunca yaptığı en önemli
icraatlardan biri, buradaki Berberîler'le iyi münâsebetler kurması olmuştur. O, Berberîler'in
Evrebe 841 koluna mensub ve bölgede yaşayan hemen bütün Berberîlerin lideri konumundaki
Küseyle b. Lemzem ile arkadaşlık kurmuş ve onu valilik merkezine alarak, daha önce
hıristiyan olan Küseyle'nin İslâm'ı kabul etmesini sağlamıştır. Liderlerinin müslüman
olmasıyla, gerek Evrebe kabilesi ve gerekse diğer kabilelerden önemli sayıda Berberî de
İslâm'ı kabul etmiştir. 842

b) Ebu'l-Muhâcir'in Azli
Ebu'l-Muhâcir Dinâr'ın Ukbe'ye kötü davrandığını ve onu hapsettiği haberini alan
halife Muâviye b. Ebî Süfyân, Ebu'l-Muhâcir'e bir mektup yazarak Ukbe'yi serbest
bırakmasını emretmiştir. O da Ukbe'yi serbest bırakmıştır. 843 Bundan sonra Ukbe b. Nâfi,
doğruca halife Muâviye b. Ebî Süfyân'ın yanına gitmiş ve ona; İfrikıyye'de pek çok beldeler
fethettiğini, orada bir şehir kurduğunu, insanlar için bir mescid yaptırdığını ve müslümanları o
şehre yerleştirdiğini, ancak buna rağmen Mesleme'nin, kölesini İfrikıyye'ye tayin ettiğini,
onunsa (Ebu'l-Muhâcir'i kaydediyor), kendisini çok kötü bir şekilde azlettiğini söylemiştir.
Halife Muâviye Ukbe'ye; Mesleme b. Muhalled el-Ensârî'nin mazlum İmam Osman b.
Affan'ın yanında yer aldığını ve onunla beraber sıkıntılara göğüs gerdiğini hatırlatmış ve
Ukbe'den özür dilemiştir. Sonra da ona, kendisini tekrar görevine iâde edeceğini söylemiştir.
Ancak Muâviye 680'de ölünce Ukbe'nin tayin işi yarıda kalmıştır. Muâviye'nin yerine geçen
oğlu Yezid ise, bu olaylardan haberdar biri olarak, önce Mesleme b. Muhalled'den İfrikıyye

837
Cezîretu Şerîk (veya Bâşû): İfrikıyye’de, Sûse ile Tunus arasında bir köydür. Buraya aynı zamanda Bâşû da
denilmektedir. Köyün ismi, Şerîk el-Absî’ye izafeten verilmiştir. Bkz. Makdisî, Ahsenü’t-Tekâsim, 28, 56, 217,
227; Yakut el-Hamevî, Mu’cem, II, 76. Bâşû için ayrıca bkz. Yakut el-Hamevî, Mu’cem, I, 470.
838
Halife b. Hayat, Tarih, I, 272; Zehebî, Düvel, I, 42; İbn Tağriberdî, Nücûm,I, 152; Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-
Mağrib, I, 190.
839
Mile: İfrikıyye’nin batısında, Bâce’ye üç günlük, Kostantıniyye’ye de bir günlük mesafede bir şehirdir. Bkz.
Yakubî, Büldân, 351; Makdisî, Ahsenü’t-Tekâsim, 56, 218; İbn Havkal, Sûretü’l-Arz, I, 56, 218; Yakut el-
Hamevî, Mu’cem, IV, 717; Leon el-İfrikî, Vasfu İfrikıyâ, II, 60.
840
Bkz. Dipnot 124.
841
Evrebe kabilesi: Bir berberî kabilesidir. Bkz. İbn Hurdazbih, Mesâİîk, 90-92; İbn Haldun, İber, VI, 89-97.
842
Nüveyrî, Nihâye, XXIV, 30; Mâlikî, Riyâdu’n-Nüfûs, I,33; Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 190-191.
843
Mâlikî, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 33

153
valiliğini almış, sonra da Ebu'l-Muhâcir Dinâr'ı 682'de İfrikıyye orduları komutanlığından
azlederek, yerine Ukbe'yi vali tayin etmiş ve İfrikıyye'yi doğrudan hilâfet merkezine bağlı bir
vilayet haline getirmiştir. 844 Ukbe'nin Ebu'l-Muhâcir tarafından ne kadar süre ile hapsedildiği
konusunda ise kaynaklarda bir bilgi bulunmamaktadır.

3. Ukbe b. Nâfî'nin İkinci İfrikıyye Valiliği (682-683) ve


Mağrib Fetihleri'nin Başlaması
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, Ukbe b. Nâfî'in İfrikıyye'ye ikinci defa tayini,
Mısır'dan ayrı ve hilafet merkezine doğrudan bağlı müstakil bir valilik şeklinde olmuştur.
Ukbe b. Nâfi, halife Yezid b. Muaviye tarafından tayin edilir edilmez, hiç vakit
kaybetmeden yanına aldığı 25 kişi ile beraber Şam'dan ayrılmış ve ilk olarak Mısır'a gelerek
Mesleme b. Muhalled ile kendisinin azledilmesi konusunu görüşmüştür. Mesleme, Ebu'l-
Muhâcir'in yaptıklarından dolayı ondan özür dilemiştir. Ukbe de onun özrünü kabul ederek,
İfrikıyye'ye hareket etmiştir. 845
İfrikıyye'ye gelen Ukbe b. Nâfi burada ilk iş olarak kendisine kötü davranan Ebu'l-
Muhâcir Dinar'a misliyle mukabelede bulunmuştur. O, Ebu'l-Muhâcir'i önce zincire vurmuş,
sonra da hapsetmiştir. 846 Ukbe'nin buradaki ikinci icraatı da vilayet merkezini yeniden kendi
kurduğu şehre taşımak olmuş ve halkı tekrar Kayrevân'a nakletmiştir. 847

a) Mağrib Seferi
Bu işleri süratle tamamlayan Ukbe, hiç vakit kaybetmeden Mağrib seferine çıkmaya
karar vermiştir. O bu niyetini yanına çağırdığı oğullarına şöylece açıklamıştır: "Ben kendimi
Allah'a adadım. Bu yolda öldürülünceye ve O'na kavuşuncaya kadar kafirlerle Allah yolunda
cihad etmeye azmettim. Bu günden sonra sizler beni bir daha görür müsünüz, görmez misiniz

844
Mâlikî, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 34; İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 21-22; Versilani, Nüzhetü’l-Enzâr, 95. Bu arada biz İbn
Abdilhakem’in Ebu’l-Muhâcir Dinâr’ın İfrikıyye’de kalış müddeti konusunda yaptığı bir rivayete de temas
etmek istiyoruz. İbn Abdilhakem’in Abdülmelik b. Mesleme-İbn Lehi’a-Ahmed b. Amr-İbn Lehî’a ve Yezid b.
Ebî Habib yoluyla naklettiği bu rivayete göre; İfrikıyye’de yaz-kış devamlı kalan ilk vali Ebu’l-Muhâcir’dir ve o,
Abdullah b. Ez-Zübeyr’in öldürülmesine kadar burada kalmıştır. Bkz. Fütûh, 197. Bu rivayet sahih değildir.
Çünkü, Abdullah b. ez-Zübeyr’in öldürüldüğü tarih 694’dür. Bkz. Kindî, Vulât, 51. Halbuki, İleride de ele
alacağımız gibi Ebu’l-Muhâcir’in ölümü 684’de Ukbe b. Nafî ile beraber olmuştur.
845
İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 23; Nüveyrî, Nihâye, XXIV, 25-26. Hans L. Gottschalk, “Nordafrika unter den
Müslimen”, Butsan, II (1970), 3.
846
İbn Abdilhakem, Fütûh, 198; İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 23; Mâlikî ise; bu konu ile ilgili rivayetinde Ukbe’nin
Ebu’l-Muhâcir’i zincire vurmasının yanında, onun mallarını da müsadere ettiğini ve 100 bin dinarına el
koyduğunu nakletmektedir. Bkz. Riyâdu’n-Nüfûs, I, 34.
847
Bkz. Dipnot 132.

154
bilemem? Çünkü benim arzum Allah yolunda ölümdür." Ukbe daha sonra oğullarına, hayat
boyunca dikkat etmeleri gereken hususları tavsiye etmiş ve son olarak da şu duayı yapmıştır:
"Allah'ım! Senin rızan yolunda şehid olmayı bana nasib et". 848
681–682 yıllarında gerçekleştirdiği bu seferlerinde, Ukbe'nin, hangi beldeyi, tam
olarak hangi tarihte fethettiğine dair İslâm tarihi kaynaklarında bir bilgi bulunmamaktadır. Bu
konuda bildiğimiz tek husus, onun 681'de Kayrevân'dan hareket ettiği, 682'de öldürüldüğü ve
fetihlerini bu tarihlerde gerçekleştirdiğidir. Nitekim İbnü'l-Izârî de bu hususa işaret ederek,
Ukbe'nin gerçekleştirdiği bu fetihleri birbiri ardına mı, yoksa fasılalarla mı yaptığının
bilinmediğini, kendisinin de bu sebepten, Ukbe'nin bu seferlerini, bu konudaki haberleri
kesintiye uğratmamak için topluca bir arada ve özet halinde naklettiğini belirtmektedir. 849
Ukbe b. Nâfi, Züheyr b. Kays el-Belev'yi altı bin kişilik bir kuvvet ile yerine bırakmış
ve kendisi de, yanına zincire vurduğu eski vali Ebu'l-Muhâcir Dinar'ı da alarak 15 bin kişilik
bir orduyla Kayrevân'dan ayrılmıştır. 850
Ukbe b. Nafi, Kayrevân'dan ayrıldıktan sonra ilk olarak Bâğâye'ye 851 gelmiş ve burayı
muhasara etmiştir. Bâğâye'de bulunan Rumlar ile Berberîler de ordularını toplamışlar ve
Ukbe'ye karşı savaşmışlardır. Ancak İslâm ordusu karşısında dayanamayacaklarını anlayınca
kalelerine kapanmışlardır. Ukbe buradaki muhasaranın uzayacağını anlayınca 852 kutaşmayı
daha fazla devam ettirmemiş ve buradan bölgenin en büyük Rum şehirlerinden biri olan
Münestîr 853 üzerine hareket etmiştir. Burada yapılan şiddetli savaş neticesinde İslâm ordusu
şehre girmeye muvaffak olmuş ve şehri fethederek pek çok ganimet almıştır. 854 Bu arada

848
Mâlikî, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 34; İbnü’l-Esîr, Kâmil, IV, 105-106 (T. IV, 103-105); İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 23-
24; Nüveyrî, Nihâye, XXIV, 26.
849
İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 24.
850
İbn Abdilhakem, Fütûh, 198-199; Mâlikî, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 24; İbnü’l-Esîr, Kâmil, IV, 105-106 (T. IV, 103-
105); İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 23-24; Abdülaziz Salim, Mağribu’l-Kebir, II, 222.
851
Bâğâye: İfrikıyye’nin batısında ve Meccâne ile İfrikıyye Konstantıniyye’si arasında kalan büyük bir şehirdir.
Bkz. Yakut el-Hamevî, Mu’cem, I, 473. Istibsâr isimli eserde Bâğâye’nin Evras Dağı eteklerinde ve İfrikıyye ile
Mağribi birbirinden ayıran ve İfrikıyye sınırları içinde kalan büyük, ma’mur, nehirleri ve kuyulara sahip, zirâata
elverişli bir şehir olduğu bildirilmektedir. Bkz. 163-164. İbnü’l-Izârî’de Bâğâye’nin “Evras Dağı” eteklerinde
olduğunu nakletmektedir. Bkz. Muğrib, I, 24.
852
İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 24; Nüveyrî, Nihâye, XXIV, 26, Mâlikî ve İbnü’l-Esîr ise; Ukbe’nin burayı
fethettiğini ve pek çok ganimet aldığını nakletmektedirler. Bkz. Riyâdu’n-Nüfûs, I, 35; Kâmil, IV, 105-106 (T.
IV, 103-105).
853
Münestîr: Bu yer hakkında İslam coğrafyacılarından sadece Makdisi bilgi vermektedir. O çok kısa bir ifade
ile Münestîr’in İfrikıyye’de bir yer olduğunu nakletmekle yetinir. Bkz. Ahsenü’t-Tekasim, 217. Mâlikî ile
Nüveyrî ise; Ukbe’nin Bâğâye’den sonra “Lemis” veya “Lemiş” isimli bir belde üzerine yürüdüğünü
nakletmektedirler. Bkz. Riyâdu’n-Nüfûs, I, 35-36; Nihâye, XXIV, 26. Ancak onların anlatımlarıyla İbnü’l-
Izârî’nin “Münestîr” şehrinin fethi konusundaki anlatımı kelimesi kelimesine aynıdır. Biz bunu dikkate alarak,
“Münestîr” ile “Lemis”in aynı yer olduğunu düşünmekteyiz. Burada hemen belirtelim ki, Nüveyrî’nin eserindeki
bilgileri, diğer İslam tarihi kaynaklarıyla karşılaştırıp bu eserin dipnotlarını hazırlayan Dr.Abdülaziz el-Ehvanî
“Lemis” şehrinin Latince ismini “Lambeisis” olarak vermektedir. Bkz. Nüveyrî, Nihâye, XXIV, 26, dipnot: 4.
854
Mâlikî, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 35-36; İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 24; Nüveyrî, Nihâye, XXIV, 26, Ayrıca bkz. Dipnot
139.

155
İbnü'l-Izârî, Ukbe b. Nâfî'in Münestîr'e ikinci bir seferinden daha bahsetmektedir. Bu rivayete
göre de Ukbe, buradan yine yüklüce bir ganimet almıştır. 855 Ancak o, bu konuda daha fazla
bir bilgi de vermemektedir.
Ukbe b.Nâfi, Münestîr'den sonra Rumlar'ın hakimiyetinde bulunan Zâb 856 bölgesine
hareket etmiştir. Zâb bölgesine bir akşam vakti giren Ukbe, Mesîle vadisinde geceyi
geçirmiş 857 ve ertesi gün bölge hakkında bir araştırma yaptırmıştır. Ukbe burada tamamı
ma'mur ve meskûn olmak üzere 360 köy ve şehir olduğunu bölge Melik'inin de Erbe 858
şehrinde oturduğunu öğrenmiştir. Bölge halkı ise, İslâm ordusunun üzerlerine geldiğini haber
alınca, Ukbe'nin önünden kaçmışlar, kalelerine ve dağlara sığınmışlardır. Ukbe aynı gün
Rumların üzerine yürümüş ve şiddetli bir savaş sonunda onları mağlup ederek Erbe şehrine
girmiştir. Pek çok Rum ileri geleninin öldürüldüğü bu savaşın neticesi de büyük olmuş ve
859
bölgedeki bütün yerleşim alanları Ukbe b. Nâfî'in hakimiyetini tanımışlardır. Zâb
bölgesinin fethedilmesiyle Mağrib seferi için müslümanların yolu açılmış oluyordu. 860
Ukbe bu şekilde Zâb bölgesindeki fetihlerini tamamlayınca, Tâhert 861 şehri üzerine
yürümüştür. Burası Rumların hakimiyetinde olmakla beraber, Berberîler'in de meskûn olduğu
bir yerdi. Rumlar, Zâb bölgesindeki yenilgilerinden sonra, burada da İslâm ordusu karşısında
duramaycaklarını anlayınca şehirlerinde meskûn Berberîler'den de yardım istemek yoluna
gitmişlerdir. Berberîler de Rumlar'ın bu isteklerine olumlu cevap vermişler ve böylece burada,
İslâm ordusunun karşısına büyük bir ordu çıkmıştı. Ukbe, oluşan bu büyük güç karşısında
ordusunu toplamış ve onlara cihad hakkında ateşli bir hutbe irad etmek suretiyle onları
çoşturmuştur. Nihayet iki ordu savaşa başlamış ve şiddetli geçen bir muharebeden sonra İslâm
ordusu Berberî ve Rumlar'dan oluşan düşmanlarını hizmete uğratarak Tâhert'i fethe muvaffak

855
İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 24.
856
Zâb: Mağrib’de büyük bir bölgenin ismidir. Tlemsan ile Sicilmâse arasındadır. Kayrevân ile arası 10
merhaledir. En büyük şehri Tubne’dir. Evras dağı da bu bölgededir. Bkz. Yakubî, Büldân, 350, 352, 359;
Makdisî, Ahsenu’t-Tekâsim, 28, 57, 216, 221, 231; Bekrî, Mu’cem, II, 904; Yakut el-Hamavî, Mu’cem, II, 904;
Yakut el-Hamevî, Mu’cem, II, 904, Leon el-İfrikî, Vasfu İfrikıyâ, I, 31-32, 306, II, 138, 252, 253.
857
Ukbe’nin bu vadiye geldiğine dair bkz: İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 24. Bu vadinin Erbe’ye 3 mil kadar uzunlukta
olduğuna dair bkz: Mâlikî, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 36.
858
Erbe: Mağrib’de, Zâb bölgesinde büyük bir şehirdir. Bkz. Yakubî, Büldân, 351-352; Yakut el-Hamevî,
Mu’cem, I, 190.
859
Mâlikî, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 36-37; İbnü’l-Esîr, Kâmil, IV, 105-106 (T. IV, 103-105); İbnü’l-Izârî, Muğrib, I,
24; Nüveyrî, Nihâye, XXIV, 26-27.
860
Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 196.
861
Tâhert: Mağribu’l-Aksâ’da, karşılıklı iki şehrin ismidir. Biri eski Tâhert, diğeri yeni Tâhert’dir. Kayrevân ile
arası 15 günlüktür. Yakubî, Büldân, 353-359; İbn Rüste, Kitâbu A’lâkı’n-Nefîse, 129; Istahrî, Mesâlîk, 39, 45-46;
Yakut el-Hamevî, Mu’cem, I, 813-815.

156
olmuştur. Berberî ve Rumlar yenilgiden sonra civar beldelere kaçarken, İslâm ordusu da pek
çok ganimet elde etmiştir. 862
Ukbe b. Nâfi Tâhert'i de hakimiyeti altına aldıktan sonra, Bizanslı bir vali olan
863
Julien'in idaresindeki Tanca üzerine hareket etmiştir. Julien, Ukbe ile savaşmaya güç
yetiremeyeceğini anladığından, hiç savaşmadan teslim olduğunu bildirmiş, Tanca'ya giren
Ukbe'ye de çeşitli hediyeler takdim etmiştir. Ukbe, burada Julien'e Mağrib, Endülüs ve
Akdeniz'deki adalar hakkında bazı sorular sormuştur. Julien Akdeniz'deki adaların iyi tahkim
edilmiş, Endülüs'ün fethinin ise zor olduğunu söylemesi üzerine Ukbe bu defa ondan,
bölgedeki Rumlar ve Berberîler hakkında kendisine bilgi vermesini istemiştir. Julien de;
"Rumları arkanda bıraktın, önünde hiç Rum yoktur. Sadece Berberîler vardır. Onların
sayılarını da ancak Allah bilir... Meskûn oldukları yer ise Sûsu'l-Ednâ'dır. 864 Onlar, dinsiz bir
kavimdirler, ölü eti yerler ve hayvanlarının kanlarını içerler. Hayvanlar gibidirler. Allah'ı
inkâr ederler..." diyerek Ukbe'nin istediği bilgileri vermiştir. Bunun üzerine Ukbe b. Nâfi
ordusunu Sûsu'l-Ednâ'ya gitmek üzere harekete geçirmiştir. 865
Tanca Meliki Julien'in verdiği bilgiler doğrultusunda, Tanca'nın güneyindeki Sûsu'l-
Ednâ'ya giden Ukbe b. Nâfi burada kalabalık bir Berberî ordusuyla karşılaşmıştır. Sûsu'l-
Ednâ'nın başkenti mesabesindeki Mesâmide'de 866 yapılan savaş çok şiddetli geçmiş ve pek
çok Berberî öldürülmüştür. İslâm ordusunun zaferi ile neticelenen bu savaştan sonra pek çok
Berberî esir olarak alınmış kaçabilen Berberîler de, bazıları civar beldelere olmak üzere,
çoğunluğu Sûsu'l-Aksâ'ya 867 sığınmışlardır. 868
Ukbe b. Nâfi, Sûsu'l-Ednâ'yı da bu şekilde hakimiyeti altına aldıktan sonra, civar
beldelere kaçan Berberîlerin ardından bazı süvarî birlikleri göndermiş, kendisi de Berberîlerin
çoğunluğunun kaçtığı Sûsu'l-Aksâ üzerine hareket etmiştir. 869

862
Mâlikî, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 37; İbnü’l-Esîr, Kâmil, IV, 105-106 (T. IV, 103-105); İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 24-
25; Nüveyrî, Nihâye, XXIV, 27; Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib I, 197; Lakbal, Mağrib, 42.
863
Tanca: İfrikıyye bölgesinin son şehridir. Akdeniz’e sahili olup, Septe ile arası yaya olarak bir günlüktür.
Şebtâ veya Septâ da denilen bu şehrin Kayrevân’la arası bin mildir. İbn Hurdazbih, Mesâlik, 88-89; İbn Rüste,
Kitâbu A’lâkı’n-Nefîse, 85, 98; Yakut el-Hamevî, Mu’cem, III, 550-551; Leon el-İfrikî, Vasfu İfrikıyâ, I, 313-
315.
864
Sûsu’l-Ednâ: Mağrib’de Atlas Okyanusuna sahili olan Sus bölgesinde bir yer ismidir. Merkezi Tanca’dır.
Karşısında Sûsu’l-Aksâ bölgesi vardır. Buranın merkezi ise Tarkale’dir. İki bölge arasındaki mesafe yirmi
günlüktür. Her iki bölgede de Berberîler meskundur. Bkz. Belâzurî, Fütûh, 232 (T. 330); Yakut el-Hamevî,
Mu’cem, III,188-190; Leon el-İfrikî, Vasfu İfrikıyâ, I, 113-143.
865
Mâlikî, Riyâdu’n-Nüfûs, I,38; İbnü’l-Esîr, Kâmil, IV, 105-106 (T. IV103-105);Nüveyrî, Nihâye, XXIV, 28.
866
Mesâmide: Diğer ismi Tâmesnâ’dır. Bu yer ismini bir Berberî kabilesinden almıştır. Bkz. İbnü’l-Izârî,
Muğrib, I, 26; Yakut el-Hamevî, Mu’cem, IV, 544.
867
Sûsu’l-Aksâ: Bkz. Dipnot 150.
868
Mâlikî, Riyâdu’n Nüfûs, I, 38; İbnü’l-Esîr, Kâmil, IV, 105-106 (T. IV, 103-105); İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 25-
26; Nüveyrî, Nihâye, XXIV, 28.
869
İbnü’l-Esîr, Kâmil, IV, 105-106 (T. IV,103-105)

157
Sûsu'l-Aksâ'ya gelen Ukbe b. Nâfi burada toplanan Berberîlerle yaptığı savaşı da
kazanıp, pek çok Berberîyi de esir ve cariye olarak almıştır. 870
Ukbe, buradan sahildeki Mâleyân'a 871 gelmiş ve Atlas Okyanus'un önünde atını
durdurarak şu meşhur sözünü söylemiştir: "Ey Rabbim! Şayet deniz bana mani olmasaydı,
Senin dinini müdafaa etmek ve sana karşı kafir olanlarla savaşmak için Zü'l-Karneyn'in
yaptığı gibi ülkeler fethederdim". 872

b) Ukbe b. Nâfî'nin Dönüşü ve Öldürülmesi


Ukbe b. Nâfi 682 yılında çıktığı bu seferini tamamlayıp Atlas Okyanusu'na kadar
dayandıktan sonra, ordusuna Kayrevân'a dönmek üzere emir vermiştir. Onun dönüş yolu
üzerindeki yerlerlerde yaşayanlar ise korkuya kapılarak kaçmışlar ve İslâm ordusunun önüne
çıkmaya cesaret edememişlerdir. 873
Dönüş yolu üzerinde Ukbe b. Nâfî'in ilk uğradığı yer bugün "Mâu Feres" olarak
isimlendirilen yer olmuştur. Yukarıda da belirttiğimiz gibi 874 Ukbe ve İslâm ordusu buraya
geldiklerinde suları tükenmiş ve büyük bir susuzluk içinde kalmışlardır.
Mâu Feres'te ordusuyla birlikte su sıkıntısını atlatan Ukbe b. Nâfi buradan sonra
Kayrevân'a sekiz günlük bir mesafede bulunan Tubne'ye 875 gelmiştir. Tubne'de bir müddet

870
Mâlikî, Riyâdu’n Nüfûs, I, 38; İbnü’l-Esîr, Kâmil, IV, 105-106 (T. IV, 103-105); İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 26-
27; Nüveyrî, Nihâye, XXIV, 28, Bu kaynaklarımız, Ukbe’nin Sûsu’l-Ednâ’dan aldığı cariyelerin Şam bölgesinde
1000 dinara satıldığını ifade etmektedirler.
871
Mâleyân: Coğrafya kitaplarımızda bu yerin ismine rastlayamadık.
872
İbnü’l-Esîr, Kâmil, IV, 105-106 (T. IV, 103-105); İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 26-27; Nüveyrî, Nihâye, XXIV, 28.
İbnü’l-Izârî, Ukbe’nin Tanca’dan Atlas Okyanusu’na kadar olan yol güzergahını ayrıca şöyle nakletmektedir:
Ukbe önce Der’a’yı aldı, sonra Sanhâce’ye geçti. Buradan da sırasıyla Heskûre, Eğmât ve Rîke’yi aldı. Buradan
Neffîs vadisine gitti ve bir müddet burada kaldı. Sonra Sûs bölgesindeki Îcilî’yi fethetti ve burada bir mescid
inşa ettirdi. İbnü’l-Izârî ayrıca el-İşbilî’nin “Mesâlîk” isimli kitabından, Ukbe’nin Îcilî’den sonra “Mâsse’yi
aldığını ve Telâbiye sahilinden Atlas Okyanusu’na dayandığını nakleder. Bkz. Muğrib, I, 27.
873
Bkz.dipnot 158. Yine İbnü’l-Izârî, Ukbe’nin dönüş yolu hakkında farklı bir rivayet daha zikretmekte ve onun
Atlas Okyanusu sahillerinden Kayrevân’a doğru hareket ettikten sonra şu güzergahı takip ettiğini
nakletmektedir: Ukbe, Atlas Okyanusu’na dayandıktan sonra geri dönmüş ve “Mağribu’l-Evsat” bölgesine
yönelmiştir. Burada Îğîr şehrini dolanarak Tarnâ’ya geçmiştir. Tarnâ’dan da Şâkir şehrine inmiştir. Buranın
önceki ismi Şâkir değildi. Ukbe buraya Şâkir isimli komutanını vali olarak bırakmış ve buraya onun ismine
izafeten Şâkir denilmiştir. Şâkir’den sonra Dükkâle’ye geçen Ukbe, buranın halkını İslâma davet etmiş; ancak
onlar kabul etmeyince beldeyi savaşarak fethetmiştir. Ordusundaki bazı askerlerin ölmesi ve defnedilmesi
sebebiyle de, buraya daha sonra “Makberetü’ş-Şühedâ” denilmiştir. Ukbe buradan Heskûre bölgesine gelmiş ve
İtâr şehrini kuşatmıştır. Onları İslam’a davet etmesine rağmen, teklifi kabul edilmeyince İtâr’ı da savaş yoluyla
almıştır. Bundan sonra ise Ukbe’nin karşısına mağrib halkından hiç kimse çıkmaya cesaret edememiştir.
Bkz.Muğrib, I, 27-28. Bu arada İbnü’l-Izârî; Ebû Ali’den yaptığı bir nakilde de, Ukbe’nin Mağrib’de Cezûle ve
Savde bölgelerini de fethettiğini bildirmektedir. Bkz. Muğrib, I, 28.
874
Mâu Feres hakkında bkz. Dipnot 104.
875
Tubne: İfrikıyye’nin mağrib sınırında ve Zâb Nehri kıyısında bir şehirdir. Bkz. Yakut el-Hamevî, Mu’cem,
III, 515, İdrisî, Sıfatu’l-Mağrib isimli eserinde Tubne’yi Zâb Nehri kenarında bir şehir olarak verdikten sonra
civarındaki muhtelif şehirlerle olan meseleleri de şöyle nakletmektedir. Bâğâye ile 4 merhale, Becâye ile 7
merhale, Makkâre ile bir merhale ve Nekâvus ile 2 merhale olduğunu, ayrıca Tubne’nin suları bol güzel bir şehir
ve tarıma elverişli topraklara sahip olduğunu, çoğunluğu Berberî olmakla beraber halkının karışık olduğunu da
nakletmektedir. Bkz. 57, 91-92, 104.

158
kalan Ukbe, ordusunu gruplar halinde buradan Kayrevân'a göndermiştir. Kendisi de, zincire
vurduğu Ebu'l-Muhâcir Dinar yanında olduğu halde az bir kuvvetle Tehûzâ'ya gitmiştir.
Ukbe'nin buraya gelmesindeki amacı ise, hem Tehûzâ'yı 876 ve hem de buraya yakın bir belde
olan Bâdis'i 877 kontrol etmek ve Kayrevân'a buradan gitmekti. Ancak Tehûzâ'da bulunan
Rumlar, Ukbe b. Nâfî'in az sayıda bir kuvvetle şehirlerine geldiğini görünce, bunu bir fırsat
bilmişler ve kalelerine kapanarak onunla savaşmak yoluna gitmişlerdir. Bu arada onlar
Ukbe'nin kendilerini İslâm'a davetini de kabul etmemişlerdir. Burada kalelerine çekilen
Rumlar'ın mancınıklarla taş ve ok atmalarıyla başlayan savaş, kısa zamanda şekil
değiştirmiştir. Çünkü; Rumlar kalelerinden çıkamayınca, Ukbe'nin kötü muamelede
bulunduğu Berberî Kuseyle'yi yardıma çağırmışlar ve onun bu çağrıyı kabul etmesiyle de
savaşın gidaşatı bir anda değişivermiştir. Berberîler'in Rumlar'ın yanında savaşa girmesi
karşısında Ukbe b. Nâfi Ebu'l-Muhâcir'in zincirlerini çözdürmüş ve onu Kayrevân'a gidip
ordunun başına geçmesi ve yardım getirmesi için görevlendirmiştir. Ebu'l-Muhâcir'in, hep
birlikte Tehûzâ'dan ayrılıp Kayrevân'a gitme teklifinde bulunması üzerine ise Ukbe, burada
kalıp şehid oluncaya kadar savaşacağını söylemiştir. Bunun üzerine Ebu'l-Muhâcir, kendisinin
de şehid olma arzusunda olduğunu ve Kayrevân'a gitmeyip, sonuna kadar burada savaşacağını
ifade etmiştir.
Karşılıklı olarak yapılan bu konuşmadan sonra Ukbe, yanındaki az sayıda kuvvetle
savaşa başlamış, ancak iki ateş arasında kalması sebebiyle başarılı olamamıştır. Evrebe
kabilesinin reisi olan Berberî Küseyle, diğer Berberî kabilelerini de yanına aldığı için
kalabalık bir ordu ile Ukbe ve arkadaşlarının üzerine saldırmış ve burada Ukbe ile Ebu'l-
Muhâcir'in de içinde bulunduğu bu az sayıdaki müslüman birliği 683'de birkaç kişi hariç
tamamen kılıçtan geçirmiştir. Ölümden kurtulabilen Muhammed b. Evs el-Ensârî ve birkaç
arkadaşı da Rumlar'ın ve Berberîler'in eline esir düşmüştür. Ancak bu arada Kafsa şehrinin
Melik'i, esir düşen bu birkaç müslümanı kurtarmayı başarmış ve onları Kayrevân'a
götürmüştür. Ukbe b. Nâfî'in, Mağrib seferine çıkarken Kayrevân'a bıraktığı Züheyr b. Kays
el-Belevî ise, Ukbe'nin ölüm haberini alır almaz hemen Tehuza üzerine yürümek istemiştir.
Fakat, ordusunda bulunan Haneş es-San'ânî ve San'ânî kabilesine mensup askerler, Berberî
Kuseyle'nin 50 bin kişilik ordusunun karşısına 15 bin kişi ile çıkamayacaklarını ileri sürüp
Mısır'a kaçmayı yeğleyince, İslâm ordusunda bir panik havası başlamış ve Ukbe'nin
Kayrevân'a göndermiş olduğu ordunun çoğunluğu da San'ânîlere tabi olup Mısır'a gitmiştir.

876
Tehûzâ: İfrikıyye’nin Zâb bölgesinde yaşayan bir Berberî kabilesinin ismidir. Bu kabilenin meskun olduğu
yere de aynı isim verilmektedir. Bkz. Makdisî, Ahsenü’t-Tekâsim, 57, 221; Yakut el-Hamevi, Mu’cem, I, 903.
877
Badis: Zâb bölgesinde, Fas’a yakın ve deniz kenarında bir şehirdir. Bkz. Makdisî, Ahsenü’t-Tekâsim, 57, 221;
Yakut el_Hamevî, Mu’cem, I, 549-460.

159
İslâm ordusunun Berberî Küseyle ile savaşmak istemeyişinin bir sebebi olarak, onların 2 yıl
boyunca devamlı savaştıkları ve yorgun düştükleri düşünülebilir. Ordunun Mısır'a doğru
hareket etmesiyle yanında az sayıda bir kuvvet kalan Züheyr b. Kays el-Belevî de buradaki
müslümanları tehlikeye atmamak için Berka'ya çekilmek zorunda kalmıştır. Berberî Küseyle
ise, Ukbe'yi öldürdükten sonra, kazandığı bu büyük başarı sebebiyle kendisine katılan diğer
Berberî kabileleriyle birlikte Muharrem 64 Ağustos-Eylül 683'de, Züheyr b. Kays el-
Belevî'nin boşalttığı Kayrevân'a girmiştir. Böylece İfrikıyye'de beş yıl sürecek olan Küseyle
hakimiyeti de başlamıştır. 878

c) İfrikıyye'de Berberî Küseyle Hakimiyeti


Berberî Küseyle Tehûzâ'da Ukbe b. Nâfi'i öldürdükten sonra Ağustos-Eylül 683'de
Kayrevân'a gelmiş ve Berka'ya kadar olan İfrikıyye bölgesini hakimiyeti altına almıştır.
Esasen bu bölgelerde yaşayanların çoğunluk itibariyle Berberî kabilelerine mensup insanlar
olduğu dikkate alınırsa, onun, İfrikıyye'de kısa zamanda hakimiyet kurmasının sebebi de
kolayca anlaşılır. Rumlar ise, İslâm orduları tarafından devamlı bir şekilde yıpratıldıkları ve
hemen her müslüman akınından sonra İfrikıyye'yi terketmek zorunda bırakıldıkları için iç
bölgelere hakim olacak güce sahip değildi. Bu sebeble onların, burada Berberîlerle herhangi
bir hakimiyet savaşına girmeleri de mümkün olamazdı. Ancak onlar sahil kesimlerinde ve
özellikle Kartaca'da duruma hakim olabildiler. Kaynaklarımız, Berberî Küseyle'nin yaklaşık
beş yıl süren İfrikıyye hakimiyeti ve onun buradaki faaliyetleri hakkında bilgi vermemektedir.
Ancak onun Kayrevân'a girmesinden hemen sonra burada kalan yaşlı, kadın ve çocuklara
eman verdiği kaynaklarda nakledilmektedir. 879

878
Mâlikî, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 39-45; İbnü’l-Esîr, Kâmil, IV, 107-108 (T. IV, 105-106); İbnü’l-Izârî, Muğrib, I,
28-31; Nüveyrî, Nihâye, XXIV, 29-34. Ayrıca bkz: Halife b. Hayyat, Tarih, I, 314; İbn Abdilhakem, Fütûh, 198-
199; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 158-160; Altuncu, Ukbe b. Nafî, 248-253; Abdülaziz Salim, Mağribu’l-Kebir, II,
228-229; Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 203-205; Hüseyin Mu’nis, Mağrib, 178-207; “Ubeydullah b. Sâlih,
Nassu Cedid an Fethi’l-Arab li’l-Mağrib (nşr.Lewi Provençal, ta’rib H.Mu’nis)”, Sahifetu Ma’hedi’l-Mısri,
Madrid 1373/1954, Cilt: II, sayı: 1-2, s. 218-20; Se’âlebi, Tarihu Şimâli İfrikıyâ, 53-55; Osman Sa’di, Urûbetü’l-
Cezâir Abre’t-Tarih, Cezayir 1982, 26-29; Ferruh, Devletü’l-Ümeviyye, 136; Lakbal, Mağrib, 43-44; Reyyis,
Abdülmelik b. Mervân, 249; Muhammed b. Amr et-Tımâr, Tlemsen Abre’l-Usûr, Cezayir 1984, 16-17; Hıdır,
İfrikıyye, 132-133.
879
Bkz. Dipnot 164.

160
4. Züheyr b. Kays el-Belevî (685-688)

a) Ukbe b. Nâfî'in Öldürülmesinden Sonra Hilafet Merkezindeki Durum


Ukbe b. Nâfî'in 683'de öldürümesinden ve Berberî Küseyle'nin Kayrevân'a ve
İfrikıyye'nin iç kesimlerine hakim olmasından sonra, Rumlar da bölgenin sahil şehirlerinde ve
özellikle Kartaca'da hakimiyetlerini devam ettirme imkanı bulmuşlardır. 880 Züheyr b. Kays
ise Berka'ya çekilmiş ve burada murabıtlık görevine başlamıştır. 881 Aynı zamanda o, 685'de
İfrikıyye orduları komutanlığına da getirilmiştir. Bu tarihlerde, yani Ukbe'nin
öldürülmesinden bir yıl sonra da, 684'de halife Yezid b. Muaviye ölmüş ve yerine oğlu II.
Muaviye halife olmuştur (684). Ancak II. Muaviye, ümmetin halifesi olmak yönünde
kendisini yeterli görmediğinden, kısa bir müddet sonra halifelik makamından feragat ettiğini
açıklamış ve böylece merkezde bir hilafet müdacedelesi başlamıştır. II. Muaviye'nin halifeliği
bıraktığını açıklamasından sonra, Abdullah b. ez-Zübeyr Hicaz'da halifeliğini ilan etmiş ve
Şam bölgesi hariç, bütün valiler ona biat etmişlerdir. Şam bölgesinde ise Mervân b. el-Hakem,
Cabiye'de 684'de Ümeyye oğullarının biatını alarak halifeliğini ilan etmiş ve Dımeşk'e
girerek, hilafet merkezinde duruma hâkim olmuştur.
Mervân b. el-Hakem Dımeşk'e girdikten sonra burada ordusunu toparlamış ve ilk
olarak Mısır üzerine yürüyerek 685'de burayı kendine bağlamıştır. Mısır'a oğlu Abdülaziz'i
bıraktıktan sonra, Dımeşk'e dönen Mervân, kısa bir müddet sonra ölmüş yerine oğlu
Abdülmelik halife olmuştur. 685'de Dımeşk'te hilafet makamına oturan Abdülmelik'in ilk
yılları, dahildeki hilafet mücadeleleri ile geçtiğinden, İfrikıyye ile ilgilenilememiş ve bu
durum 693'de Abdullah b. ez-Zübeyr'in öldürülmesine kadar devam etmiştir. Züheyr b. Kays
el-Belevî'nin 688'de İfrikıyye'ye gönderilmesi ise, Abdülmelik'in, dahildeki bu problemleri
kısmen halletiği bir dönemde gerçekleştirilmiştir. Ancak, Züheyr'in bu askerî seferi ilk anda
başarılı olmuşsa da, kalıcı olmamış ve müslümanların birbirleriyle olan mücadelelerini fırsat
bilen Rumlar ve Berberîler İfrikıyye'yi tekrar ele geçirmişlerdir. Rumlar, Berka'ya çıkartma
yaparak burayı almışlar, İfrikıyye'nin sahillerini ele geçirmişlerdir. Berberîler ise Kayrevân'da
ve İfrıkiyye'nin iç kesimlerinde yeniden hakimiyet kurmuşlardır. Böyece Ukbe'nin
öldürülmesinden sonraki fiilî durum yeniden ortaya çıkmıştır. Bu arada Züheyr b. Kays da
Berka'ya çıkartma yapan Rumlar tarafından 688'de öldürülmüştür. Kısaca ifade etmek
gerekirse, Züheyr b. Kays'ın İfrikıyye seferi dahilî karışıklıkların yaşandığı bir dönemde
gerçekleştirilmiş, fakat neticesi itibariyle akim kalmış bir askerî sefer olmaktan öteye

880
Lakbal, Mağrib, 44.
881
İbnü’l-Esîr, Kâmil, IV, 107-108 (T. IV, 105-106); İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 31; Nüveyrî, Nihâye, XXIV, 32.

161
geçememiştir. Bu da, Ukbe'nin öldürülmesinden sonra başlayan ilk fetret devresini müteakip,
ikinci defa fetret devresine girilmesine sebeb olmuştur. Züheyr b. Kays'ın başlattığı
Ifrikıyye'de yeniden fetih hareketinin, bu şartlar dahilinde değerlendirilmesi gerektiğini
vurguladıktan sonra, onun İfrikıyye'de gerçekleştirdiği askerî hareketi hakkında bilgi
verebiliriz.

b) Züheyr b. Kays el-Belevî'nin İfrikıyye Seferi


Ukbe b. Nâfî'in öldürülmesi, akabinde Züheyr b. Kays el-Belevî'nin de Kayrevân'ı
boşaltmak zorunda kalıp Berka'ya çekilmesinden sonra, bu durum halife Abdülmelik b.
Mervân'a ağır gelmişti. Halife Dımeşk'te yaptığı istişarelerden sonra Berka'da murabıt olarak
bekleyen Züheyr b. Kays'ı İfrikıyye valiliğine tayin etmiştir. Bu konuda halife Abdülmelik
Züheyr'e bir mektup yazarak, onu İfrikıyye valiliğine tayin ettiğini ve hemen İfrikıyye üzerine
harekete geçmesini bildirmiştir. Züheyr ise Abdülmelik'e yazdığı mektupta, kendisinin
yanında çok az adam olduğunu, ayrıca techizat ve mal yönünden de eksiklikleri bulunduğunu,
buna karşılık Küseyle'nin de kalabalık bir orduya sahip olduğunu haber vermiştir. Abdülmelik
de Şam'da oluşturduğu bir orduyu Berka'ya göndermiştir. Abdülmelik Mısır valisi olan
kardeşi Abdülaziz'e yazdığı bir mektupla da Züheyr'in ihtiyacı olan techizat ve malları
göndermesini emretmiştir. 688'de gerekli desteği alan Züheyr b. Kays Berka'dan hareketle
İfrikıyye'ye girmiştir.
Bu arada Züheyr'in üzerine geldiği haberini alan Berberî Küseyle Berberîlerin ve
Rumların önde gelenlerini toplayarak İslâm ordusuyla Kayrevân dışında karşılaşmak
istediğini belirterek şöyle demiştir: "Ben bu şehirden çıkmak istiyorum. Çünkü burada
müslüman bir kavim vardır ve onların bizim üzerimizde bir ahidleri de bulunmaktadır.
Onlarla beraber burada savaşa girersek onların bizim aleyhimize dönmelerinden korkuyorum.
Lakin biz Mems'e 882 gidebiliriz. Ordumuz kalabalıktır ve orada da bol su vardır. Şayet biz
galip gelir ve onları Trablus'a kadar sürersek onların buradaki izlerini tamamen sileriz ve
Mağrib de kıyamete kadar bizim olur. Yok, şayet onlar bizi yenerlerse, oradaki (Mems'teki)
dağ ve orman bize yakındır, biz bu iki yere sığınırız". 883 Küseyle'nin bu teklifi kabul edilmiş
ve o, az sayıda Rum'un da bulunduğu Berberîlerden oluşan ordusunu Mems'e götürmüştür.
Züheyr b. Kays ise, ordusuyla önce Kayrevân'ın dışında bir yerde konaklamış ve şehre
girmemiştir. Burada üç gün bekledikten sonra dördüncü gün ordusuyla beraber o da Mems'e

882
Mems: İfrikıyye’de Kayrevân’a yakın bir köydür. Bkz. Makdisî, Ahsenü’t-Tekâsim, 217; Yakut el-Hamevî,
Mu’cem, IV, 642.
883
İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 32. Buna benzer ifadeler için ayrıca bkz: Mâlikî, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 45; İbnü’l-Esîr,
Kâmil, IV, 108-110 (T. 106-108).

162
hareket etmiştir. Aynı günün akşam vakti Mems'e varan Züheyr geceyi geçirdikten sonra
ertesi günün sabahında Küseyle üzerine yürümüştür. Mems'te meydana gelen savaşta her iki
taraf da birbirine ağır zayiat verdirmiştir. Ancak neticede Küseyle öldürülmüş ve savaş İslâm
ordusunun zaferiyle sonuçlanmıştır. Bu arada Züheyr, Küseyle'nin öldürülmesinden sonra,
önlerinden kaçan Berberî ve Rumları takip için bazı birlikler oluşturmuş ve kaçanların
ardından göndermiştir. Bu birlikler Tanca'ya ve Melviyye Vadisi’ne 884 kadar gidip,
yakalayabildikleri Berberî ve Rumları öldürmüşlerdir. Böylece herbir birlik görevini başarı ile
tamamlayıp geri dönmüştür. Bu zaman içinde Züheyr de yanındaki orduyla Şikkabenâriyye
üzerine yürümüş ve burayı fethettikten sonra Kayrevân'a dönmüştür. Züheyr b. Kays
komutasındaki İslâm ordusunun Küseyle'yi öldürmesi ve Kayrevân'a girmesiyle, İfrikıyye,
Tanca'ya kadar yeniden İslâm hakimiyetine alınmıştır. 885

c) Züheyr b. Kays el-Belevî'nin Öldürülmesi (688)


Züheyr b. Kays'ın Berka'dan ayrılıp İfrikıyye seferine çıktığını haber alan Bizanslılar,
onun yokluğunu fırsat bilerek Sicilya adasında bulunan donanmalarını Berka üzerine
göndermişlerdir. Onlar Berka'ya çıkartma yapıp, burada murabıt olarak bırakılan az sayıdaki
müslüman askerini öldürmüşler ve kadınlarla çocukları da esir alarak Kostantiniyye'ye gitmek
üzere denize açılmışlardır. 886 Bu arada Berka'da kalan bir Rum birliği de Derne'ye 887
kadar
giderek burayı askerî merkez edinmişlerdir. 888 Züheyr b. Kays ise, Kayrevân'a girdikten
sonra, aldığı ganimetlerle herşeye sahip bir melik gibi burada kalmayı doğru bulmamış ve:
"Ben buraya cihat için geldim. Böyle mal ve mülke sahip olmaklığımın, beni dünyaya
meylettirmesinden ve böylece helak olmaktan korkarım" diyerek Mısır'a gitmek üzere

884
Melviyye Vadisi: Mağrib’de, Fas bölgesinin doğusunda bulunan Melviyye nehri civarındaki vadinin adıdır.
Leon el-İfrikî, Vasfu İfrikıyâ, I, 193, 340, 344.
885
Mâlikî, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 46-47; İbnü’l-Esîr, Kâmil, IV, 108-110 (T. IV, 106-108); İbnü’l-Izârî, Muğrib, I,
31-33; Nüveyrî, Nihâye, XXIV, 32-33; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 160, İbn Abdilhakem ise, Züheyr’in bu
seferini, onun öldürülmesinden sonra İfrikıyye’ye gönderilen Hassan b. en-Nu’mân’ın seferi ile karıştırmaktadır.
O, Osman ve diğerleri tarikıyle yaptığı rivayette, Ukbe’yi öldürenin Kâhine olduğunu bildirmektedir. İbn
Abdilhakem, başka bir rivayetinde de, Züheyr’in Küseyle üzerine gönderildiğini ve onun Küseyle’yi
öldürdüğünü bildirdikten sonra, Küseyle’yi öldürenin Hassan b. en-Numân olduğunu da ifade etmektedir. Ayrıca
o, Küseyle’nin öldürüldüğü tarihi de 683-684 olarak vermektedir., ki bu da yanlıştır. Bkz. Fütûh, 199-203.
Görüldüğü gibi, İbn Abdilhakem, Züheyr ile Hassan’ın seferlerini birbirine karıştırmakta ve bu konuda bize
sağlıklı bir bilgi vermemektedir. Esasen, Küseyle’yi öldüren Züheyr Kâhine’yi öldüren is Hassan’dır. Züheyr’in
İfrikıyye seferi için ayrıca bkz..Belâzurî, Fütûh, 231 (T. 328); Versilâni, Nüzhetü’l-Enzâr, 99-100; Sa’d Zağlûl,
Tarihu’l-Mağrib, I, 206-214; Abdülaziz Salim, Mağribu’l-Kebir, II, 230-240; Hüseyin Mu’nis, Mağrib, 210-
230; İbn Salih, “Nassu Cedid”, 221; Lakbal, Mağrib, 44-53; Se’âlebî, Tarihu Şimali İfrikıyâ, 55-61; Zâvî, Libya,
128-130; Rossi, Libya, 56-58; Ferruh, Devletü’l-Ümeviyye, 147-148; Reyyis, Abdülmelik b. Mervân, 251-253;
Endülüsi, Hulel, I, 511-512; Altuncu, Ukbe b. Naîi, 257 vdm.
886
Bkz. Dipnot 171.
887
Derne: Mağrib’de Trablusgarb yakınında, Bace’nin bir köyü olup, Bâce ile Taberka arasındadır. Yakut el-
Hamevî, Mu’cem, II, 570.
888
İbn Abdilhakem, Fütûh, 202; Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 212.

163
Kayrevân'dan ayrılmaya karar vermiştir. O, Kayrevân'a, buranın emniyetini sağlayacak
miktarda bir askerî birliği bırakarak yanına aldığı az sayıda adamıyla yola çıkmıştır. İşte
Bizanslıların Berka'ya saldırmaları da, onun Kayrevân'dan dönüşü sırasında olmuştur.
Rumların Berka'ya baskın yaptıkları ve buradaki müslüman askerleri öldürülüp, kadın ve
çocukları da gemilerle Kostantiniyye götürmek üzere denize açıldıkları haberini alan Züheyr,
yanında az sayıda adamı olmasına rağmen, hemen Rumların askerî merkez edindikleri Derne
üzerine yürümüştür. Ancak burada yapılan savaşta, Rumların kalabalık ordusu karşısında
tutunamamış ve arkadaşları ile beraber 688'de 889 öldürülmüştür 890 . Böylece Ukbe b. Nâfî'in
öldürülmesinden sonra ortaya çıkan ve beş yıl boyunca devam eden ilk fetret devresinin
akabinde İfrikıyye'de, Züheyr'in öldürülmesinden sonra da ikinci bir fetret devri başlamıştır.
Bu haber halife Abdülmelik b. Mervân'a ulaştırıldığında ise, o büyük bir üzüntü duymuş ve bu
olayı Ukbe'nin öldürülmesi kadar ağır bir musibet olarak yorumlamıştır 891 .

III- İFRİKIYYE VE MAĞRİB FETİHLERİNİN TAMAMLANMASI

1- Hassan b. en-Nu'mân el-Gassânî (688-704) ve


İfrikıyye Fetihlerinin Tamamlanması

Züheyr b. Kays el-Belevî'nin 688 yılında Berka'da Rumlar tarafından öldürülmesinden


sonra, İfrikıyye'de ikinci bir inhitat devrinin başladığını yukarıda ifade etmiştik. Ancak,
Rumların Berka'da kalmayıp aldıkları ganimet ve esirlerle Kostantiniyye'ye gitmeleri
neticesinde, Berka ve civarı yine müslümanların elinde kalmıştır. Züheyr'in öldürülmesine
çok üzülen halife Abdülmelik b. Mervân, yaptığı istişarelerden sonra Mısır'da bulunan Hassan
b. en-Nu'mân el-Gassânî'yi 688'de İfrikıyye orduları komutanlığına tayin etmiştir. 892 Ancak
halife Abdülmelik bu yıllarda dahildeki hilafet mücadeleleri ile meşgul olduğundan, Hassan b.
en-Nu'mân'a asker gönderememiş ve bu durum 13 Kasım 692 Çarşamba günü Abdullah b. ez-
Zübeyr'in öldürülmesine 893 kadar devam etmiştir. Abdullah b. ez-Zübeyr'in öldürülmesiyle en
son ve en büyük muhalifini de ortadan kaldıran Abdülmelik b. Mervân, ancak bu tarihten
889
Bazı kaynaklarımız, Züheyr b. Kays’ın 695-696’da öldürüldüğünü bildirmektedirler. Bkz. İbn Tağriberdî,
Nücûm, I, 196; İbn Kesir, Bidâye, IX, 18; İbn İyas, Bedâiu’z-Zuhûr, I, 121. İbn Abdilhakem ise, Züheyr’in 685-
686’da öldürüldüğünü rivayet etmektedir. Bkz. Fütûh, 202-203. Züheyr b. Kays’ın İfrikıyye seferi hakkında
ayrıca bkz. İdris, “Le Recit”, REI, 141-142.
890
Belâzurî, Fütûh, 231 (T. 328). Ayrıca bkz. Dipnot 171.
891
Bkz. Dipnot 171.
892
Mâliki, Riyâdü’n-Nüfûs, I, 48; Nüheyrî, Nihâye, XXIV, 34.
893
Abdulaziz Salim, Mağrubu’l-Kebir, II, 241.

164
sonra bütün müslümanların tek halifesi olmuş ve İslâm fetih hareketlerini yeniden başlatma
imkanını bulabilmiştir. Hassan da bu tarihe kadar Mısır'da beklemiştir. 894
İfrikıyye'de ise, Küseyle'nin öldürülmesinden sonra iç kesimlerde, bu defa Zenâte
kabilesine mensup olan ve Kâhine denilen 895 bir Berberî kadın duruma hakim olurken, sahil
kesimlerinde ve bilhassa Kartaca'da Rumlar hakimiyetlerini muhafaza etmişlerdi. Berberî
Kâhine Evras dağında yaşıyor ve İfrikıyye'yi buradan idare ediyordu. O, beş yıl boyunca bu
şekilde İfrikıyye'nin hakimi olarak kalmıştır. 896
Abdülmelik b. Mervân, Abdullah b. ez-Zübeyr'in 692'de öldürülmesinden sonra, aynı
yıl içinde 897 , Hassan b. en-Nu'mân'ın emrine 40 bin kişilik 898 bir ordu vermiş ve onu
İfrikiyye'nin fethine göndermiştir. 899 Hassan bu ordu ile ilk olarak Trablus'a gitmiş ve burayı
tahkim etmiştir. Buradaki müslüman Berberîlerle ordusunu takviye etmiş ve Muhammed b.
Ebî Bekr ile Hilal b. Servan el-Lüvâtî komutasında İfrikıyye içlerine öncü birlikler 900
göndermiştir. Kendisi de doğruca Kayrevân'a gitmiştir. 901

a) Kartaca'nın Fethi
Hassan b. en-Nu'mân Kayrevân'da, burada yaşayan halka, İfrikıyye'nin en güçlü
Melik'inin kim olduğunu sormuş ve "Kartaca Meliki" cevabını almıştır. Bunun üzerine o,
ordusunu hemen toplamış ve Kartaca üzerine hareket etmiştir. Kartaca'daki Rumlar da,
Hassan'ın üzerlerine geldiğini haber alınca kalabalık bir ordu ile karşısına çıkmışlar, ancak
yapılan savaşı İslâm ordusu kazanmıştır. 902 Hassan buradan pek çok ganimet ve esir almış,

894
İbnu’l-İzârî, Muğrib, I, 34. Ayrıca 689’de Bizans donanması da Mardaites komutasında Suriye sahillerine
saldırmış ve Abdülmelik Bizanslılarla senelik 500 rıtl altın, 365 köle ve 365 erkek at vermek suretiyle anlaşmak
zorunda kalmıştır. Bkz. Lewis, Bahriye, 99.
895
Kâhine’nin asıl ismi Dihyâ bintü Mâtıyye b. Teygân idi.kendisi büyü ve sihircilikle uğraştığı için bu ismi
almıştı.Bkz. İbn Haldun, İber,VI, 109; İbnü’l-Esîr, Kâmil, IV, 370 (T.IV.335).
896
İbnu’l-İzârî, Muğrib, I,36-37.
897
İbn Abdilhakem, Fütûh, 200; İbnü’l-Esîr ile ondan aynen nakleden Nuveyrî ise Hasan b. en-Nu’mân’ın
gönderilmesinin 693-694’de olduğunu nakletmektedir. Bkz. İbnü’l-Esîr, Kâmil, IV, 369-373 (T.IV 334-337);
Nüveyrî, Nihâye, XXIV, 34. İbnü’l-İzârî ise, Hassan’ın ilk İfrikiyye seferinin tarihini 697 olarak rivayet
etmektedir. Bkz. Muğrib, I, 34. Mâlikî ile İbn Haldun ise Hassan’ın valiliğe tayin edildiği yılda yani 688-689’de
İfrkiyye seferine çıktığını nakletmektedir. Bkz. Mâlikî, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 48; İbn Haldun, İber, VI, 109.
898
Mâlikî, Hassan’ın İfrikiyye seferine 6 bin kişiyle çıktığını nakletmektedir. Bkz. Riyâdu’n-Nüfûs, I, 48.
899
İbnü’l-İzârî, Muğrib, I, 34. İbn Abdilhakem ise Hassan’ın büyük bir ordu ile İfrikıyye’ye gittiğini sayı
vermeden nakletmektedir. Bkz. Fütûh, 200.
900
Bu rivayeti nakleden İbn Abdilhakem, Hassan’ın Zuheyr b. Kays komutasında da bir öncü birlik gönderdiğini
bildirmektedir. Ancak, Zuheyr’in 688’de Berka’da Rumlar tarafından öldürüldüğü dikkate alınınca bunun doğru
olmadığı söylenebilir. Bkz. Fütûh, 200.
901
İbn Abdilhakem, Fütûh, 200; İbnü’l-Esîr, Kâmil, IV, 369-373 (T.IV 334 -337); Nüveyrî, Nihâye, XXIV, 34;
Mu’nis, Mağrib, 237.
902
Mâlikî, Riyâdu’n-Nufûs, I, 48; İbnü’l-Esîr, Kâmil, IV, 369-373 (T.IV 334 -337); İbnu’l-İzârî, Muğrib, I, 34-
35; Nüveyrî, Nihâye, XXIV, 35.

165
şehri de yıktırmıştır. Kaçabilen Rumların bir kısmı Tirtiş limanında 903 bulunan gemilerine
binerek Sicilya adasına ve Endülüs'e kaçmışlardır. 904 Bir kısım Rumlar da Satfure 905 ve
Benzert'e 906 kaçmışlar ve buralarda yaşayan Berberîlerle birleşerek müslümanlara karşı yeni
bir ordu oluşturmuşlardır. Hassan bu defa bu iki şehir üzerine harekete geçmiş ve buralarını
da savaş yoluyla fethetmiştir. Pek çok Rum ve Berberînin öldüğü bu savaşlardan sonra
kaçabilen Rumlar Bâce'ye 907 Berberîler ise Bûne'ye 908 çekilmek zorunda kalmışlardır. Hassan
ise, ordusunun yorgunluğunu ve yaralı askerlerinin durumunu dikkate alarak bu iki şehir
üzerine gitmemiş ve aldığı ganimet ve esirlerle ordusunu dinlendirmek üzere Kayrevân'a
dönmüştür 909 .
Hassan b. en-Nu'mân'ın Kartaca seferinin tarihi kaynaklarımızda zikredilmemektedir.
Ancak, onun Kâhine ile yaptığı ve yenildiği ilk savaşın tarihi 695'dir. Ayrıca onun, 692'de
Abdullah b. ez-Zübeyr'in öldürülmesinden sonra İfrikıyye fethine gönderildiği ve bir müddet
Kayrevân'da kaldığı dikkate alınacak olursa, Kartaca seferinin 693 yılında olduğu
düşünülebilir. Yine onun ordusundaki yaralı askerleri için Kayrevân'a dönüp iyileşmelerini
beklediği göz önüne alınırsa 694 yılını Kayrevân'da dinlenerek geçirdiği de söylenebilir.

b) Hassan’ın Kâhine'ye Yenilmesi ve İfrikıyye'de Berberî Kâhine Hâkimiyeti


Kartaca'yı fetheden Hassan, Kayrevân'a döndükten ve burada bir müddet bekledikten
sonra 695'de İfrikıyye'nin iç kesimlerine hâkim olan ve Evras dağında yaşamakta olan Kâhine
üzerine yürümüştür. Kâhine, Hassan'ın üzerine geldiğini duyunca, Evras dağından ayrılmış ve
Becâye'ye 910 giderek burada yaşayan Rumları şehirden çıkarmış, sonra da Hassan'ın bu
şehirde karargâh kurup mevzilenebileceği düşüncesiyle şehri yıktırmıştır. Hassan da bunu
haber alınca Meskiyâne vadisine 911 inmiştir. Kâhine de aynı vadiye gelmiş ve bu vadide
bulunan Nînî nehrinin alt tarafında mevzilenmiştir. Hassan ise nehrin üst tarafında ordusunu

903
Tirtîş: Bugünkü Tunus şehridir ve Kayrevân’a 100 mil mesafededir. Bkz. Mâlikî, Riyâdu’n-Nufûs, I, 48.
904
Bkz. Dipnot 188.
905
Satfûre: İfrikiyye’de, Kayrevân’a iki merhale mesafede bir şehirdir. Bkz. İbn Havkal, Sûretü’l-Arz, I, 74;
Yakut el-Hamevî, Mu’cem, III, 387.
906
Benzert: Bkz.dipnot 76.
907
Bace: İfrikıyye’de bir dağ eteğinde bulunan ve halkı Berberî olan, Kayrevân’a üç merhale mesafede bir
şehirdir. Tunus ile arası iki günlüktür. Bkz. Yakubî, Buldân, 349;Yakut el-Hamevî, Mu’cem, I, 455-457.
908
Bune: İfrıkıyye’de, Hazar limanı ile Benî Mezğânnay adası arasında bir şehirdir. Tarıma elverişli bir arazisi
vardır. Bkz. Maksidî, Ahsenu’t-Tekâsim, 55, 216, 226.
909
Mâlikî, Riyâdu’n-Nufûs, I, 48-49; İbnü’l-Esîr, Kâmil, IV, 369-373 (T. IV, 334 -337); İbnu’l-İzârî, Muğrib,I,
34-35; Nüveyrî, Nihâye, XXIV, 35.
910
Bağâye: İfrıkıyye’de,Maccâne ile Kostantiyye arasında büyük bir şehirdir. Lüvâte Berberileri meskundur.
Bkz. Yakubî, Buldân, 350-351; Yakut el-Hamevî, Mu’cem, III, 473.
911
Meskiyâne Vadisi: İfrıkıyye’de,Beğâye’ye bir merhale mesafede bulunan bir şehirdir. Vadisi de aynı isimle
anılmaktadır. Nînî vadisi de denilir. Bkz. Makdisî, Ahsenu’t-Tekâsim, 56, 218; İbn Havkal, Sûretü’l-Arz, I, 84;
Lakbal, Mağrib, 76.

166
savaş düzenine sokmuştur. Ancak vaktin akşam olması sebebiyle her iki ordu da ertesi günün
sabahını beklemiş ve erkenden iki taraf da savaşa başlamıştır. Bu savaşta Hassan yenilmiş ve
pek çok müslüman askeri öldürülmüştür. Berberîler önlerinden kaçan İslâm ordusunu Trablus
yakınlarındaki Kâbis'e kadar kovalamış ve İfrikıyye'nin tamamına hakim olmuştur. Bu arada
onlar 80 müslüman askerini de esir almış, ancak Kâhine onları, Halid b. Yezid el-Absî hariç,
serbest bırakmıştır. Müslümanlar daha sonra, yenildikleri bu vadiye "Vâdiu'l-Azârâ" 912 ismini
vermişlerdir. 913
Kâhine'ye yenilen Hassan b. en-Nu'mân Berka'ya çekilmiş ve buradan halife
Abdülmelik b. Mervân'a bir mektup göndererek durumunu bildirmiş, ondan İfrikıyye seferine
yeniden çıkmak için yardımcı birlikler göndermesini istemiştir. Abdülmelik ise Hassan'a
gönderdiği cevapta, hemen bir yardımcı birlik gönderemeyeceğini ve ikinci bir emre kadar
Berka'da beklemesini istemiştir 914 . Böylece Hassan, beş yıl sürecek bir bekleme devresine
girmiştir. Ancak o, bu beş yıl içinde boş durmamış ve tarihte "Kusûru Hassan =Hassan
Köşkleri" olarak meşhur olan köşklerini inşa ettirmiştir. O burada müslümanların hakimiyeti
altında kalan Lûbiye 915 , Merâkıye 916 ve Ecdâbiye'yi 917 idare ederken, İfrikıyye'de Kâhine'nin
alıkoyduğu Halid b. Yezid el-Absî ile de irtibatını sürdürmüş ve ondan Kâhine ve İfrikıyye ile
ilgili devamlı bilgi almıştır. 918
İfrikıyye'de hakimiyeti eline geçiren Kâhine ise, Kayrevân'a gitmeyip, yine eski yeri
olan Evras dağına dönmüş ve hakimiyeti altına aldığı yerleri buradan idare etmiştir. O,
İfrikıyye halkına zalimane bir tavır takınıp, son derece kötü muâmelede bulunurken,
cesaretine ve kahramanlığına hayran olduğu Halid b. Yezid'i de evlatlığa almış ve onu
kendine müşâvir yapmıştır. 919

912
İbnu’l-İzârî, Muğrib,I,35-36. İbn Abdilhakem de müslümanların kıyısında yenildikleri Nînî nehrine, daha
sonra “Nehru’l Belâ” ismini verdiklerini nakletmektedir. Bkz. Fütûh, 200. Bu konuda ayrıca bkz İbnu’r Rakik el-
Kayrevânî “Tarihu İfrikıyyâ ve’l Mağrib” (nşr.M.Talbi), Etudes d’Histoire İfrıqıyenne,Fakulte des Lettres et
Sciences Humaİbnes de Tunıs, Tunus 1982, C.XXVI, 129-131
913
İbn Abdilhakem, Fütûh, 200, Belâzurî,Fütûh, 231 (T.328-329); Mâlikî, Riyâdu’n Nufûs I, 49-51; İbnü’l Esîr,
Kâmil, IV, 370 (T.IV, 335); İbnu’l- İzârî, Muğrib, I, 35-36; Nüveyrî, Nihâye, XXIV, 35-36
914
Bkz. dipnot 199.
915
Lûbiye: İskenderiyye ile Berka arasında kalan bölgenin ismidir.Ebû Reyhân el-Beyrûni’ye göre, eski
Yunanlılar ve Bizanslılar hakimiyetleri altına aldıkları toprakları üç bölgeye ayırmışlar ve Mısır da dahil olmak
üzere Berka’ya kadar olan bölgeye Lûbiye ismini vermişlerdir.Bkz. İbn Hurdazbih, Mesâlik, 91,155; Yakûbi,
Buldân, 339; İbn Fakih el-Hemezânî, Muhtasaru Kitâbi’l-Buldan, 7, 24; Kudâme b. Ca’fer, Harac, 141; Yakut
el–Hamevî, Mu’cem, III, 368.
916
Merâkiye: Bkz.dipnot 85.
917
Ecdâbiye: Berka ile Trablusğarb arasında, sahrada bulunan bir beldedir. Zevîle ile arası bir günlüktür. Bkz.
Yakûbi, Buldân, 344-345; Makdisî, Ahsenü’t-Tekasim, 55, 216, 224; İbn Havkal, Suretü’l-Arz,I, 44, 45, 66-67,
111; Yakut el-Hamevî, Mu’cem, I, 131-132.
918
İbn Abdilhakem, Fütûh, 200-201; Mâlikî, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 52; İbnü’l Esîr, Kâmil, IV, 371 (T.IV, 335);
İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 37-38; Ayrıca Bkz. dipnot 199.
919
Kâhine’nin biri Berberî, biri de Rum olmak üzere iki oğlu vardır. O, Halid’i de evlatlığa alarak üçünü kardeş
ilan etmiştir. Bkz.dipnot 204.

167
Bu arada Rumlar da 697'de Kartayaca'ya çıkartma yapmışlar ve şehri yeniden ele
geçirmişlerdir. Bizans imparatoru Leontius(695-698), müslümanların zor durumda olmalarını
fırsat bilerek Patrik Johannes komutasında bir donanmayı Kartaca'ya göndermiştir. Burada
bulunan az sayıdaki müslüman, Rumlar'a karşı koyamamışlar ve esir edilip malları da yağma
edilmiştir. 920

2. Hassan b. en-Nu'mân'ın İkinci İfrikıyye Seferi ve Fetihlerin Tamamlanması


Hassan b. en-Nu'mân beş yıl kadar Berka'da bekledikten sonra, halife Abdülmelik b.
Mervân, ona yardımcı birlikler göndermiş ve ikinci defa İfrikıyye seferine çıkmasını
emretmiştir. Hassan'ın 695'de Kâhine'ye yenilip Berka'ya çekildiğini ve burada 5 yıl kadar
beklediğini düşünecek olursak, onun ikinci İfrikıyye seferinin tarihini 700 olarak tespit
edebiliriz. Bu arada Hassan b. en-Nu'mân'ın İfrikıyye üzerine geldiğini haber alan Kâhine
Berberîlerin ileri gelenlerini toplamış ve müslümanları İfrikıyye seferinden vazgeçirecek bir
fikri olduğunu ifade ederek şöyle demiştir : "Hiç şüphe yok ki, Araplar İfrikiyye'nin
şehirlerini, altınlarını ve gümüşlerini istiyorlar. Biz ise, ovaları ve otlakları istiyoruz. Ben
sizin için İfrikıyye'nin tamamını yakıp-yıkmanızdan başka bir çıkar yol göremiyorum.
Böylece Araplar İfrikıyye'den ümitlerini keserler ve kıyamete kadar da burayı almak için bir
daha gelmezler." 921 Kâhine bu fikrini açıkladıktan sonra, hiç vakit kaybetmeden ordusunu
İfrikıyye'nin dört bir yanına göndermiş ve bütün şehirleri yıktırmış, ağaçları kestirmiş,
insanların da mallarını yağmalattırmıştır. 922 Kaynaklarımız Kâhine'nin İfrikıyye'yi yakıp-
yıktırmasından sonra, bölgenin Trablusgarb'ta Tanca'ya kadar tek bir köy görünümü aldığını
ve buralarda yaşayan hıristiyan ve Efârika'nın 923 çok büyük eziyetlere maruz kaldığını,
kaçabilenlerin de Endülüs ile Akdeniz'deki adalara gittiğini nakletmektedir. 924
Hassan b. en-Nu'mân, İfrikıyye'nin yakılıp-yıkılmasından sonra, ordusuyla Berka'dan
ayrılmış ve sahil yoluna nisbetle daha kestirme bir yol olan sahra yolu ile Kâhine'nin
bulunduğu Evras dağına yönelmiştir. Bu arada Hassan, Kâhine ve Berberîler hakkında Halid
b. Yezid'ten bilgi almaya da devam etmiştir. 925 İfrikıyye'ye girişinde Hassan'ı 300 kişilik bir
Rum grubu karşılamış ve Kâhine'nin kendilerine zulmettiğini anlatarak şikâyetlerini dile

920
Sa’d Zağlû’l, Tarihû’l Mağrib, I, 227; Mu’nis, Mağrib, 253-254; Fehmi, Bahriyye, (Tarihu’l-Bahriyyeti’l-
Mısriyye), 302.
921
İbnu’l-Izârî, Muğrib, I, 36-37. Ayrıca benzer ifadeler için bkz. Mâlikî, Riyâdu’n-Nufûs, I, 53; İbnü’l Esîr,
Kâmil, IV, 371 (T.IV 336); Nüveyrî, Nihâye, XXIV, 36
922
Bkz. dipnot, 207.
923
Efârika: Mağrib’de yerli halk ile Arapların ve Rumların evlenmeleri neticesinde yetişen yeni nesle verilen
isimdir.
924
Bkz. dipnot, 207.
925
İbnu’l-Izârî,Muğrib, I, 37-38.

168
getirmişlerdir. Hassan ise Kâhine'ye karşı yerli halkta oluşan bu hoşnutsuzluktan memnun
olmuş ve yoluna devamla, ilk önce Kâbis'e 926 gelmiştir. Kâbis halkı İslâm ordusunu izzet ve
ikramla karşılamış, Hassan'a itaatlerini arzetmişlerdir. Hassan daha sonra adamlarından birini
burada amil olarak bırakmış ve sırasıyla yol güzergâhında bulunan Kafsa, 927 Kastiliyye 928 ve
Nefzâve'yi 929 hâkimiyeti altına almıştır. 930 Nihayet İslâm ordusu, Kâhine'nin bulunduğu Evras
dağına gelmiştir.
Kâhine ise Hassan'ın üzerine geldiğini haber alınca, Evras dağını terketmiştir. Bunun
üzerine Hassan da onu takibe koyulmuş 931 ve nihayet iki ordu "Bi'r-i Kâhine" 932 denilen yerde
karşı karşıya gelmiştir. Ancak vakit akşam olduğu için her iki ordu da savaşa başlamamış ve
ertesi günün sabahında savaşmayı tercih etmiştir. Bu arada Kâhine aynı gece iki oğlunu ve
evlatlığa aldığı Halid b. Yezid'i yanına çağırarak, kendisinin bu savaşta öldürüleceği
kehanetinde bulunmuş ve başını kesik bir halde, Hassan'ı İfrikıyye'ye gönderen büyük Arap
Melik'inin (yani Abdülmelik b. Mervân'ı kastediyor) önünde gördüğünü söylemiştir. Bunun
üzerine Halid b. Yezid, Kâhine'ye savaş meydanından çekilmeyi ve İfrikıyye'yi Hassan'a
terketmeyi teklif etmesine rağmen, o, böyle bir harekette bulunmayı kavmine karşı bir ayıp
görerek Halid'in teklfini reddetmiş, Hassan ile savaşmayı tercih etmiştir. Daha sonra evlatları :
"Senden sonra ne yaparız?" şeklinde bir soru sorunca Kâhine Halid'e dönmüş ve : Sana
gelince ey Halid! Sen Melik'in yanında (Hassan'ı kastediyor) büyük bir makama sahip
olacaksın. Benim çocuklarıma gelince: onlar da, beni öldürecek ve Garaim Berberîleri ile
anlaşma yapacak olan bu adamla beraber bir makama kavuşacaklardır" demiştir. Sonra da :
"Gidiniz ve ondan eman dileyiniz!" diyerek onları geceleyin Hassan'a göndermiştir. 933 Bunun
üzerine Halid b. Yezid Kâhine'nin iki oğlunu alıp Hassan b. en-Nu'mân'ın yanına giderek,
Kâhine'nin durumunu anlatmış ve onun iki oğlu için eman talebinde bulunmuştur. Hassan da
bu isteği kabul etmiş ve Halid'i ordusunun bir süvari birliğine komutan tayin ederken

926
Kâbis: Trabusğarb ile Sefakus arasında, Akdeniz sahilinde bir şehirdir. Trablusğarb’a uzaklığı sekiz
menzildir. Berberî Lüvâte, Nefûse ve Zevâve kabileleri ile Efârika meskundur. Kayrevân ile arası beş
merhaledir. Bkz. İbn Hurdazbih, Mesâlik, 86, 87, 225; Yakûbi, Buldân, 346-347; Yakut el–Hamevî, Mu’cem, 3-
5; Leon el-İfrikî, Vasfu İfrikıyâ, II, 91; Hıdır, İfrıkıyye, 318-320.
927
Kafsa: Bkz. dipnot, 27.
928
Kastiliyye: İfrıkiyye’de büyük bir şehirdir. Bu şehrin Mağrib’de Zâb bölgesinde de olduğu söylenmiştir.
Kafsa ile arası üç Tâhert ile onbeş merhaledir. Yakûbi, Buldân, 350; Yakut el–Hamevî, Mu’cem, IV, 97.
929
Nefzâve: İfrıkiyye’de Berberîlerle meskun, Kayrevân’ın batısında ve altı günlük mesafede bir şehirdir.Bkz.
Yakûbi, Buldân, 350; Yakut el–Hamevî, Mu’cem, IV, 799; Leon el-İfrıkî,Vasfu İfrikıyâ, I, 32, II, 145.
930
İbnü’l Esîr, Kâmil, IV, 371 (T.IV 336) Nüveyrî, Nihâye, XXIV, 37. Versilanî, Nüzhetü’l-Enzâr, 103.
931
İbnu’l-Izârî, Muğrib, I, 37-38.
932
Bi’r-i Kâhine: Bu yerin ismini coğrafya kitaplarımız zikretmemektedir. Ancak Kahine’nin öldürüldüğü bu
yerde bir kuyu olduğunu ve onun bu kuyunun yanında öldürüldüğünü anlamaktayız. Bu sebepten buraya “Bi’r-i
Kâhine=Kâhine Kuyusu” denilmiş olmalıdır.
933
Mâlikî, Riyâdu’n Nufûs, I, 54; İbnü’l Esîr, Kâmil, IV, 371-372 (T. IV 336); İbnu’l-Izârî, Muğrib, I, 36-37
Nüveyrî, Nihâye, XXIV, 37.

169
Kâhine'nin iki oğlunu korumaya almıştır. O, ayrıca adamlarından birini de onları koruması
için görevlendirmiştir. 934
Ertesi günün sabahında da Kâhine ile Hassan arasındaki savaş başlamıştır. Çok şiddetli
geçen savaş nihayet İslâm ordusunun zaferi ile neticelenmiş ve Kâhine bir kuyunun yanında
yakalanarak öldürülmüştür (Ekim-Kasım 701). Bu kuyuya daha sonra Kâhine'nin öldürüldüğü
yer olması sebebiyle "Bi'r-i Kâhine=Kâhine kuyusu" adı verilmiştir. 935

d)Kâhine'nin Öldürülmesinden Sonra Berberîlerin Durumu


İslâm ordusuna yenilen Berberîler, Kâhine'nin de öldürülmesinden sonra Hassan'dan
eman dilemişlerdir. Hassan ise onlara şartlı olarak eman verebileceğini söylemiş ve 12 bin
kişilik bir kuvvetle İslâm ordusuna katılmalarını şart koşmuştur. Berberîler Hassan'ın bu
şartını kabul ettikleri gibi, sadece İslâm ordusuna katılmakla kalmamışlar, aynı zamanda
İslâm'ı kabul ettiklerini de bildirmişlerdir. Hassan Berberîlerin bu hareketinden ziyadesiyle
memnun olmuş ve 12 bin kişilik bu yeni Berberî ordusunu altışar binden ikiye ayırarak
herbirinin başına Kâhine'nin oğullarını komutan olarak tayin etmiştir. Hassan b. en-Nu'mân
daha sonra bu Berberîleri İslâm ordusuyla beraber Rumlarla ve İslâm'ı kabul etmeyen
Berberîlerle savaşmak üzere Mağrib'deki muhtelif beldelere göndermiş, kendisi de Kayrevân'a
dönmüştür (Ekim-Kasım 701). Bu birlikler Mağrib'de gerçekleştirdikleri fetihlerden sonra
Hassan Kayrevân'ın etrafında onlar için yeni yerleşim alanları kurmuş ve onlara, almış
oldukları ganimetlerden pay vermiş, arazîleri de aralarında taksim etmiştir. Berberîler de bu
tarihten sonra müslüman olarak kalmışlar ve İslâm ordusuna devamlı bir şekilde yardımcı
olmuşlardır. 936
Kayrevân'da iki yıl kadar kalan Hassan b. en-Nu'mân bu süre içinde bazı önemli
icraatta bulunmuştur. Biz bu konuya Kartaca'nın ikinci fethinden sonra temas edeceğiz.
934
İbnü’l-Izarî, Muğrib, I, 37-38.
935
İbn Abdilhakem, Fütûh, 200-202; İbnü’l Esîr, Kâmil, IV, 371-372 (T. IV 336); İbnü’l-Izarî, Muğrib, I, 37-38
Nüveyrî, Nihâye, XXIV, 37, Mâlikî ise Hassan’ın bu ikinci İfrikıyye seferinde Kâhine ile iki defa savaştığını
rivayet etmektedir. Ona göre ilk savaş Kâbis’te olmuş ve Kâhine yenilerek Büsr kalesine çekilmiştir. Buradan da
Evras dağına gitmiştir. Mâlikî, Kâhine’nin kaçarken, tapındığı ve odundan yapılmış büyük bir putu yanında
gezdirdiğini de bildirmektedir. Yine onun rivayetine göre Kâhine’nin Halid b.Yezid vasıtasıyla iki oğlu için,
Hassan’dan eman istemesi de bu ilk yenilgiden sonra olmuştur. Hassan da eman verdiği Kâhine’nin bu iki
oğlunu ve Halid’i ordusuna komutan tayin etmiş, onların emrine atlı birlikler vermiştir. Ondan sonra da ikinci
kez Kâhine’nin üzerine yürümüştür. Bkz. Riyâdu’n Nufûs, I, 54–55. Mağrib tarihçisi Sa’d Zağlûl da Mâliki’nin
bu rivayetini kabul etmekte ve Kâhine’nin bu iki oğlunun Hassan tarafında savaşa girip annelerine karşı
savaştığını belirtmektedir. Bkz. Sa’d Zağlûl “Tarihu’l-Mağrib”, I, 224. Biz bu rivayetin sahih olmadığı
kanaatindeyiz. İbnu’l-Izârî’nin naklettiği ve bizim de yukarıda belirttiğimiz “Hassan’ın Kâhine’nin iki oğlunu
korumaya aldırdığı” şeklindeki rivayeti tercih etmekteyiz. Ayrıca.yine Mâlikî, Kâhine’nin öldürüldüğü yer
olarak “Bi’r-i Kâhine” ismini verdikten sonra zayıf bir rivayet olarak onun “Taberka” da öldürüldüğünü de
nakletmektedir. Bkz. Riyâdu’n –Nufû, I, 54-56
936
Mâlikî, Riyâdu’n Nufû, I, 56; İbnü’l Esîr, Kâmil, IV, 371-372 (T. IV 336); İbnü’l-Izarî, Muğrib, I, 38 Nüveyrî,
Nihâye, XXIV, 37.

170
e) Kartaca'nın İkinci Defa Fethi
Hassan b. en-Nu'mân'ın ikinci Kartaca seferine gelince; bu konuda sadece Mâlikî'nin
eserinde bilgi bulunmaktadır. İbnü'l-Esîr ve Nüveyrî, onun Kartaca seferinden hiç
bahsetmezlerken, İbnü'l-Izârî bir itirafda bulunurcasına; "Hassan'ın savaşları iyice tahkik
edilerek yazılmış bir tarihle zaptolunmamıştır. Ne Kartaca şehrinin fethi, ne Tunus'un fethi ve
ne de Kâhine'nin katli" 937 demektedir. İbnü'l-Izârî'nin bu ifadesindeki "Kartaca'nın fethi..."
ibaresiyle, öyle zannediyoruz ki, şehrin birinci fethi kastedilmektedir. "Tunus'un fethi..."
ifadesine gelince, bu da Kartaca şehrinin ikinci fethi olmalıdır. Çünkü Tunus Kartaca'ya bağlı
bir banliyo niteliği taşıyan ve Bizanslılar devrindeki ismi Tirtiş olan bir köydü. Ayrıca burada
Rumların bir limanı mevcuttu 938 . Buna göre "Tunus'un fethi..." ibaresi bizce Mâlikî'nin
rivayetinde yer aldığı gibi, Kartaca'nın ikinci fethi olmaktadır.
Mâlikî'ye göre Hassan b. en-Nu'mân, Eylül-Ekim 703 tarihinde Kayervan Camiini
yeniledikten sonra, Kartaca'nın fethine çıkmıştır. O, önce Tanbeze'ye 939 gelmiş ve kendisi
orada kalarak, azatlı kölesi Ebû Salih'i Zağvân 940 kalesi üzerine göndermiştir. Ebû Salih, daha
sonra kendi ismiyle anılan "Fahsu Ebî Salih" denilen yere gelmiş ve Zağvân halkıyla üç gün
boyunca savaşmış, ancak burayı fethe muvaffak olamamıştır. Bunun üzerine Hassan,
ordusunu Tanbeze'de bırakarak Zağvân'a gitmiş ve orayı fethetmiştir. Zağvân'ı aldıktan sonra
tekrar Tanbeze'ye dönen Hassan b. en-Nu'mân burada beklemekte olan ordusunu olarak
Kartaca üzerine hareket etmiştir. Hassan ilk olarak, Kartaca'nın güney-doğusunda kalan ve
Rumlara ait bir limanın bulunduğu sahile gelmiştir. Bugün burası Tunus'un bulunduğu yerdir.
Bu arada Kartaca'da bulunan Rumlar da İslâm ordusunun geldiğini haber alınca ordularını
toplamışlar ve Hassan'ın üzerine gitmişlerdir. Tunus sahillerinde yapılan ve çok zorlu geçen
bu savaşı müslümanlar kazanmış, Rumlar da barış istemek zorunda kalmışlardır. Onlar
Hassan'a gelip, cizye ve harac verip ehl-i zimme olmayı kabul ettiklerini bildirmişlerdir.
Hassan da Rumların bu teklifini kabul etmiştir. Fakat bu arada Kartaca'ya dönen Rumlar, aynı
gece gizlice yükleyebildikleri mallarıyla beraber, şehrin Babu'n-Nisa limanında bekleyen
gemileriyle Kartaca'yı terketmişler ve Sicilya adası ile Endülüs'e kaçmışlardır. Hassan, ertesi
gün Kartaca'ya girdiğinde, buradaki Rumların kaçtıklarını öğrenmiş ve bu duruma kızarak

937
İbnü’l-Izarî, Muğrib, I, 39.
938
Bkz. dipnot, 189-190.
939
Tanbeze:Mâlikî’nin bu eserini,diğer kitaplarla karşılaştırmasını yapıp dipnotlarda mukayese eden
Muhammed el-Arûsî el-Matvî, Tanbeze’nin Tubne olduğunu belirtmektedir. Bkz. Mâlikî, Riyâdu’n-Nufûs, I, 56,
dipnot 233. Ayrıca Tubne için bkz. dipnot 161.
940
Zağvân: İfrıkiyye’de Tunus’un kıble tarafında bir dağdır. Aynı isimde bir kalesi vardır. Yakut el-Hamevî,
Mu’cem, II, 935; Leon el-İfrıkî, Vasfu İfrikıyâ, I, 104-105.

171
şehri yaktırıp-yıktırmıştır. Bir müddet Kartaca'da kalan Hassan b. en-Nu'mân burada bir cami
inşasını başlatarak Kayrevân'a dönmüştür. 941 Hassan'ın burada cami yaptırmasına bakacak
olursak, Kartaca'da bir murabıt birliği bıraktığını söyleyebiliriz. Böylece İfrikıyye'nin fethi
tamamlanmış ve bir daha hiç çıkmamak üzere kesin olarak İslâm hakimiyetine girmiştir.

3. Hassan b. en-Nu'mân'ın Fetihleri Tamamlamasından Sonra İfrikıyye'deki Bazı


Faaliyetleri ve Azli

İfrikıyye'deki fetihlerini tamamlayan Hassan b. en-Nu'mân, askerî ve siyasî yönden


istikrarı sağladıktan sonra, bazı önemli icraatta bulunmuştur. Bunlar, Berberîlerin
İslâmlaştırılması ve iskanı, Kayrevân Camiinin yenilenmesi ve Kartaca'da yeni bir camiin
yapımı, divan defterlerinin tedvini ve gayr-i müslimlere cizye ve harac vergilerinin
konulması, Tunus'ta bir tersane tesisi ve buna bağlı olarak Tunus şehrinin kurulmasıdır.
Hassan b. en-Nu'mân devrinde Berberîlerin toplu halde nasıl müslüman olduklarını ve
Kayrevân'ın etrafına iskan edildiklerini yukarıda kısaca belirtmiştik. Esasen kaynaklarımızda
bu konu ile ilgili daha fazla bilgi de bulunmamaktadır.
Kayrevân camiinin yenilenmesine gelince, Hassan b. en-Nu'mân, Kâhine'yi
öldürdükten sonra geldiği Kayrevân'da Eylül-Ekim 703'de Ukbe b. Nâfi'in yaptırdığı camiyi
yıktırmış ve genişleterek yeniden yaptırmıştır. 942 O, aynı yıl çıktığı Kartaca seferini fetihle
tamamladıktan sonra burada da, muhtemelen aynı yılın sonlarında, bir cami yaptırmıştır.
Divan defterlerinin tedvinine gelince, bu konuda da kaynaklarımızda çok kısa bilgiler
bulunmaktadır. Buna göre, Hassan b. en-Nu'mân Kayrevân'da divanları tedvin ettirmiş ve
İfrikıyye'de yaşayan hıristiyan Berberîlere ve Berberî olmayan diğer kavimlere cizye ve harac
vergileri koymuştur. 943 İbn Abdilhakem cizye ve harac ile mükellef tutulan Berberîlerin
Berânis kabilesinden olduklarını ve Berânis'in bir kolu olan Bütr kabilesinden de çok az
sayıda kişiye vergi konulduğunu rivayet etmektedir. 944 Mâlikî ise, Hassan b. en-Nu'mân'ın
müslümanlardan alınan zekat ile gayr-i müslimlerden (=ehl-i zimme) alınan cizye ve harac
vergilerinin tesbit ve tahsili işlerine bakması için Haneş b. Abdullah es-San'ânî'yi
görevlendirdiğini nakletmektedir. 945 Bu arada hemen belirtelim ki, Hassan'ın tedvin ettirdiği
bu divanlar İfrikıyye'deki ilk divan tedvinidir. Biz bu divanların tedvini hakkında teferruatlı

941
Mâlikî, Riyâdu’n-Nufûs, I, 57.
942
Mâlikî, Riyâdu’n-Nufûs, I, 56.
943
İbn Abdilhakem, Fütûh, 201; Mâlikî, Riyâdu’n-Nufûs, I, 56 İbnü’l-Izarî, Muğrib, I, 38; Vesilanî, Nezhetü’l-
Enzar, 104.
944
İbn Abdilhakem, Fütûh,201
945
Mâlikî, Riyâdu’n Nufûs I,57

172
bilgilere sahip değiliz. Ancak yukarıda belirttiğimiz ve Mâlikî'den naklettiğimiz, Hassan'ın
müslüman olan Berberîleri Kayrevân'ın etrafına yerleştirdiği, onlara alınan ganimetleri ve
arazîleri taksim ettiği şeklindeki rivayeti 946 dikkate alırsak, divan defterlerine müslüman olan
Berberîlerin de yazıldığını ve onlara da maaş bağlandığını düşünebiliriz. Yine, ehl-i
zimme'den cizye ve harac vergileri alındığına göre, bu vergilerin tesbit ve tahsili için, nüfus
sayımı ve arazî ölçümlerinin yapıldığını söyleyebiliriz. Ayrıca, Mısır'da olduğu gibi,
İfrikıyye'de de, cizye ve harac vergilerinin tesbit ve tahsili konusunda yerli halktan
yararlanılıp yararlanılmadığını bilemiyoruz. Fakat, bu konuda yerli halktan ve bölgeyi çok iyi
tanıyan müslüman Berberîlerden yardım alındığını söyleyebiliriz.
Netice olarak şunu söylemek mümkündür ki, Hassan b. en-Nu'mân burada divanları
tedvin ettirmekle, Kayrevân merkez olmak üzere İfrikıyye'de, yeni bir idarî yapılanmayı
başlatan kişi olmuştur. Bu durumda o, İfrikıyye'yi Mısır'dan ayrı ve müsktakil, doğrudan
halifeye bağlı bir valilik haline getirmek istemiştir.

a) Tunus'ta Tersane'nin Kurulması


Hassan b. en-Nu'mân'ın İfkirıyye'deki en önemli icraatından biri de Tunus'ta bir
tersane kurmasıdır. O, Bizanslılar'ın, başta Sicilya olmak üzere Akdeniz'deki bazı adaları üs
olarak kullanmak suretiyle, donanmalarıyla İfrikıyye'ye yapabilecekleri saldırıları önlemek ve
Akdeniz'de İslâm hakimiyetini tesis etmek için, burada yeni bir tersane ve donanma kurmayı
düşünmüştür. Bu tersane aynı zamanda, Mısır'dan sonra müslümanların Akdeniz'deki ikinci
deniz üsleri olacaktı. Bunun için Abdülmelik b. Mervân'a bir mektup yazan Hassan b. en-
Nu'mân, bu konudaki fikirlerini halifeye bildirmiştir. Halife Abdülmelik de Hassan'ın bu
düşüncelerini olumlu karşılamış ve Mısır valisi olan kardeşi Abdülaziz b. Mervân'a bir
mektup göndererek, İfrikıyye'de kurulacak yeni tersane için 1000 Kıbtî gemi ustasını aileleri
ile beraber, Hassan b. en-Nu'mân'a göndermesini emretmiştir. Abdülaziz de bu emri yerine
getirmiş ve 1000 gemi ustası Kıbtîyi Hassan'a göndermiştir. 947
Hassan b. en-Nu'mân, Abdülaziz b. Mervân'ın gönderdiği kıbtî gemi ustalarını,
tersanenin kurulması için en uygun yer olarak belirlediği, Kartaca'nın 12 mil güney-
doğusunda kalan Tunus'a yerleştirmiş ve tersane inşasını başlatmıştır. 948 Hassan'ın tersane
merkezi olarak seçtiği bu yer, Bizanslılar devrinde "Tirtiş" diye isimlendiriliyordu ve
"Tirtiş"in denize açıldığı yer, Akdeniz'in bir halici olup, göl görünümünde olduğundan

946
Bkz.dipnot,222
947
Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 231-235;Lakbal, Mağrib,77; Seâlebi, Tarihu Şimâli İfrikıyâ,79
948
Abdülaziz Salim-Muhtar İbadî,Tarihu’l Bahriyeti’l-İslâmiyye fi Havdi’l-Bahri’l-Mutavassıt, Tarihu’l
Bahriyeti’l-İslâmiyye fi’l Mağrib ve’l-Endülüs, Beyrut 1969, II, 32; Mu’nis, Mağrib, 262.

173
"Buhayratu Râdis = Râdis Gölü" diye isimlendiriliyordu.949 Bu arada gemi yapımı için gerekli
olan ağaç malzemeler de İfrikıyye ormanlarından sağlanmıştır. 950 Tersane'nin yapım yılı
olarak ise, Mağrib tarihi araştırıcılarından Lakbal, 701 yılını vermektedir. 951 Buna göre
Lakbal, tersanenin, Kartaca'nın 703'de ikinci fethinden önce kurulduğunu kabul etmiş
olmaktadır. Ancak biz Hassan'ın tersaneyi Kartaca'yı fethedip, Rumları İfrikıyye'den tamamen
çıkardıktan sonra kurduğu kanaatindeyiz. Çünkü tersanenin kurulduğu yere çok yakın olan
Kartaca'daki Rumları bölgeden çıkarmadan ve askerî ve siyasî istikrarı tam olarak sağlamadan
Hassan'ın tersane kurma işine girişmesi bize makul görünmemektedir. Buna göre biz
Hassan'ın tersaneyi 703 yılı sonlarında veya 704 yılı başlarında kurduğunu düşünmekteyiz.
Tersanenin kurulmasıyla, daha önce bir köy durumunda olan Tirtiş gelişmiş ve buraya
başta 1000 gemi ustası Kıbtî yerleştirilmiş daha sonra da müslümanların iskanı yapılmıştır.
Böylece, İslâm tarihçilerinin "Tunus" ismini verdiği bu şehir, zamanla gelişmiş ve İslâm
medeniyeti içinde yerini almıştır. 952 Hassan, tersaneyi kurduktan sonra, Bizanslılar'ın üs
olarak kullandıkları Sicilya, Sardunya ve Akdeniz'deki diğer adalara İslâm donanmalarını
göndermiştir. 953 Ancak, Hassan b. en-Nu'mân zamanında Akdeniz'deki adalara düzenlenen
seferlere dair teferruatlı bilgiler bulunmaktadır.

b) Hassan b. en-Nu'mân'ın Azli


Tunus'ta yeni bir tersane kurduktan sonra Kayrevân'a dönen Hassan b. en-Nu'mân,
İfrikıyye'de aldığı ganimet ve esirleri halife Abdülmelik b. Mervân'a götürmek üzere
hazırlıklara başlamıştır. O, Şam Beytü'l-Mâl'ine konulmak üzere toplam 85 bin altın dinar ve
35 bin Berberî köle ve cariye'yi yanına almış ve yerine azatlı kölesi Ebû Salih'i vekil
bırakarak yola çıkmıştır. 954 Ancak bu arada, Mısır valisi Abdülaziz b. Mervân, Hassan b. en-
Nu'mân'a bir haber göndererek, acele yanına gelmesini emretmiştir. Bu rivayeti nakleden
İbnü'l-Izârî, "O zaman İfrikıyye'ye vali tayinini, Mısır valisi yapıyordu. Abdülaziz Hassan'ı
azletti ve ona yanına gelmesini emretti. Hassan da Abdülmelik'in kardeşi olan Abdülaziz'in
kendinisi yanına çağırmasındaki maksadı anladı..." 955 demekle Hassan'ın azli olayına yeni bir
boyut kazandırmaktadır. Bu da, Hassan ile Abdülaziz'in iyi geçinemedikleri, yahut

949
Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 233; Lakbal, Mağrib, 72 ; Abdülaziz Salim el-Bahriyyetü’l Mısriyye Fi’l
Asri’l Fâtimî (Tarihu’l-Bahriyyetü’l-Mısriyye), Mısır, 1973,521529;Fehmi, Bahriye, 363-369; Lewis, Bahriye,
101; Salim-İbadi, Tarihû’l-Bahriyye, (Mağrib-Endülüs), II, 28-34; Kâşif, Velid b.Abdilmelik, 160
950
Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 232
951
Lakbal,Mağrib, 77.
952
Lakbal, Mağrib, 72; Mu’nis, Mağrib, 262; Hıdır, İfrîkıyye, 297-301.
953
Lakbal, Mağrib, 72; Mu’nis, Mağrib ,263
954
Mâlikî, Riyâdu’n Nufûs I, 56; İbnü’l Esîr, Kâmil, IV, 371-372 (T.IV, 337)
955
İbnü’l-Izarî, Muğrib, I, 38-39

174
Abdülaziz'in Hassan'ı sevmediği hususunu akla getirmektedir. Abdülaziz'in Hassan'ı
sevmemesinin sebebi olarak; Hassan'ın İfrikıyye'yi Mısır'dan ayrı ve halifeye doğrudan bağlı
bir vilayet haline getirmek istemesi, dolayısıyla İfrikıyye'nin Abdülaziz'in kontrolünden
çıkması, düşünülebilecek bir ihtimaldir. Yine, Hassan'ın İfrikıyye'de aldığı ganimetleri, Mısır
valiliğine, değil de Şam'a götürmek istemesi, Abdülaziz'in onu azletmesine bir sebeb olarak
düşünülebilir.
Zikrettiğimiz bu sebebler, Abdülaziz'in Hassan'ı azletmesinde, ikili ilişkilere bağlı
olarak akla gelen sebeblerdir. Ancak bize göre, Hassan'ın azil olayının asıl sebebi, Abdülaziz
ile halife Abdülmelik arasındaki anlaşmazlık olmalıdır. Bu anlaşmazlık da Abdülmelik'ten
sonra halife olacak kişinin kimliği sebebiyle ortaya çıkmıştır. Mervân b. el-Hakem, vefatından
önce Abdülmelik ve Abdülaziz'i sırasıyla halife olmak üzere veliaht tayin etmişti. 956 Ancak
hilafet makamına geçen Abdülmelik 704 yılı sonlarında Mısır valisi olan kardeşi Abdülaziz'e
bir mektup yazarak, ondan, kendi oğulları Velid ve Süleyman lehine veliahtlikten feragat
etmesini istemiş, Abdülaziz ise gönderdiği cevabî mektupta, kendisinin de oğulları olduğunu
ve veliahtlikten çekilmeyeceğini bildirmiştir. Bunun üzerine halife Abdülmelik kardeşine çok
kızmış ve "Allah benimle onun arasını ayırsın (=Allah onu benden uzak tutsun)" diye beddua
ederek Abdülaziz ile bağlarını koparmıştır. 957 İki kardeş arasındaki bu veliahtlik meselesi
henüz bir neticeye bağlanmadan, Abdülaziz'in 12 Mayıs 705 Pazartesi günü ölmesiyle 958 ,
mesele kendiliğinden kapanmış ve Abdülmelik kendi oğullarını veliaht tayin edebilmiştir. Bu
arada İfrikıyye orduları komutanı olan Hassan b. en-Nu'mân'ın da, bölgedeki faaliyetlerini
yürütürken doğrudan halife Abdülmelik ile irtibat kurması, ki mesela Tunus'ta bir tersanenin
inşası, burada aldığı ganimetleri doğrudan Şam'a götürmek istemesi gibi, Abdülaziz'i kızdıran
olaylar olsa gerekir. Ayrıca, bütün bunlardan daha önemli olarak yukarıda zikrettiğimiz
Hassan'ın İfrikıyye'de yeni bir idarî teşkilat kurması ve bölgeyi daha önce bağlı olduğu
Mısır'dan bağımsız ve doğrudan halifeye bağlı bir vilayet haline getirmek istemesi,
Abdülaziz'in Mısır ve İfrikıyye'deki otoritesini ve kontrolünü ortadan kaldıran gelişmeler
olmuştur. İşte bize göre; Abdülaziz'in Hassan'a kızıp onu azletmesinin asıl sebebi Hassan'ın
iki kardeş arasındaki bu mücadelede Abdülmelik'in tarafını tutmuş olmasıdır. Bu sebebten
Abdülaziz faaliyetlerini, doğrudan halife ile irtibata geçerek yürüten bir vali yerine, kendisine
sadık ve güvenilir birini İfrikıyye valiliğine getirmek istemiş olmalıdır. Nihayet Abdülaziz,
Hassan b. en-Nu'mân'ın Şam'a gitmek için İfrikıyye'den ayrılmak üzere olduğunu haber

956
İsmail Yiğit, “Abdülaziz b.Mervan”, İ.A. (TDV), I, 192.
957
Kindî, Vulât, 54;Yiğit, “Abdülaziz b.Mervan” İ.A.(TDV), I,.192.
958
Kindî, Vulât, 54-55

175
alınca, ona hemen bir haber göndererek azledildiğini bildirmiş ve ganimetlerle birlikte yanına
gelmesini emretmiştir. Onun yerine de, halife Abdülmelik ile hiçbir istişarede bulunmadan
daha önce kendisinin müşavirliğini yapmış olan 959 Musa b. Nusayr'ı tayin etmiştir. 960
Bu arada Hassan b. en-Nu'mân da, Abdülaziz'in kendisini azlettiği haberini alınca,
yanına aldığı ganimetlerden saklanabilecek olan altın, gümüş ve mücevher gibi değerli eşyayı
su kırbaları içine gizlemiş ve bu şekilde Abdülaziz'in huzuruna girmiştir. Hassan Abdülaziz'e
200 Rum ve Berberî cariyeyi hediye etmiş, ancak Abdülaziz bunlarla yetinmeyerek Hassan'ın
yanındaki bütün mallara el koymuştur. 961 Bunun üzerine Hassan b. en-Nu'mân su kırbaları
içinde gizlediği ganimetleri Mısır'da bir yere saklayarak hasta olan halife Abdülmelik'in
yanına gitmiş 962 ve Abdülaziz'in kendisine yaptığı kötü muameleleri anlatarak, şikayette
bulunmuştur. Abdülmelik Hassan'ın şikâyetini yerinde bularak, bu defa İfrkiyıyye valiliğine
ilavaten Trablusgarb valiliğini de, burayı Mısır'dan ve dolayısıyle Abdülaziz'den ayırarak,
Hassan'a vermiştir. 963 Ayrıca o, Hassan'ı azletmesi ve İfrikıyye ganimetlerine el koyması
sebebiyle Abdülaziz'i de azletmek istemiş, ancak Kubeysa b. Züeyb ve Ravh b. Zenbag el-
Cüzâmî buna mani olmuşlardır. 964 Hassan b. en-Nu'mân Abdülmelik'in bu konudaki yazılı
emirini alıp Mısır'a gelmiş ve Abdülaziz'in Trablusgarb'taki valisini değiştirmek istemiştir. 965
Ancak bu husus Abdülaziz'i daha da kızdırmaktan öteye geçmemiş, 966 Abdülaziz'in Hassan'ı
azletme kararını değiştirememiştir. Bu konuda Abdülaziz ile Abdülmelik arasında müteaddit
mektuplaşmalar olmuş, ancak bu mektuplaşmaların sonunda, Abdülaziz, kardeşi Abdülmelik'i
iknâ etmeyi başarmış ve gerçekleştirdiği azil ve tayin işini ona onaylatmıştır. İbnü'l-Izârî'nin
verdiği bilgilere bakacak olursak, Musa b. Nusayr İfrikıyye'ye varır varmaz, hemen Mağrib
fetihlerine çıkmış ve pek çok ganimet almıştır. Abdülaziz de, Musa'nın aldığı bu ganimetleri
Abdülmelik'e devretmiş ve böylece onu memnun etmiştir. Abdülmelik de bundan memnun
olmuş olacak ki, "...Emiru'l-Mü'minin, senin görüşünü ve tayin ettiğin valiyi onayladı..."
şeklinde bir mektubu Abdülaziz'e göndererek, Hassan b. en-Nu'mân'ın azlini ve Musa b.

959
Kindî,Vulât,57
960
Halife b. Hayyat, Tarih, I, 356-357. İbn Abdilhakem, Fütûh, 200; İbn Kuteybe, İmâme, II, 49-50; İbnu’l-
İzârî, Muğrib, I, 39.
961
İbnü’l-Izarî, Muğrib, I, 38-39.
962
İbn Abdilhakem, Fütûh, 203. İbn Abdilhakem burada Hassan’ın Abdülmelik’in yanına gidiş tarihini
vermemekte, ancak Hassan’ın ölüm tarihini 78/697-698 olarak nakletmektedir.Bu tarih yanlış olmalıdır. Safedî,
Hassan’ın 708-709 yılında öldüğünü rivayet etmektedir. Bu rivayet bizce,olayların seyri bakımından daha
doğrudur. Bkz.es-Safedî Salâhuddin Halil b. Aybek; el-Vâfî bi’l-Vefeyât (thk.Şükrü Faysal),Beyrut 1401/1981,
XI, 360.
963
Halife b. Hayyat, Tarih, I, 356-357.
964
İbnü’l-Izarî, Muğrib, I, 41.
965
Abdülaziz’in Trablusğarb’taki valisi Telîd idi. Bkz. İbn Abdilhakem, Fütûh, 110, 203. Hassan’ın
Trablusğarb’a kimi tayin edeceği hakkında ise kaynaklar bilgi vermemektedir.
966
İbn Kuteybe, İmâme, II, 52-54.

176
Nusayr'ın tayinini onayladığını bildirmiştir. 967 Hassan ise, bu gelişmelerin verdiği rahatsızlık
sebebiyle olsa gerek, bir daha Abdülmelik'in yanına gitmemiş ve su kırbaları içinde sakladığı
ganimetleri de yanında alıkoymuştur. Bu olaylardan bir müddet sonra 12 Mayıs 705 Pazartesi
günü Abdülaziz ölmüş 968 , ondan yaklaşık beş ay kadar sonra da 8 Ekim 705 Perşembe günü
halife Abdülmelik b. Mervân vefat etmiştir. 969 Bu arada, Abdülmelik, kardeşi Abdülaziz'in
ölümünden sonra Haziran 705'de Mısır valiliğine oğlu Abdullah b. Abdilmelik'i tayin
etmiştir. 970
Velid b. Abdilmelik'in halife olmasından sonradır ki, Hassan b. en-Nu'mân Dımeşk'e
gitmiş ve önce kendisine yapılanları Velid'e anlatmış, sonra da su kırbaları içinde sakladığı
altın, gümüş ve mücevher cinsinden ganimetleri ona takdim etmiştir. Halife Velid Hassan'ı
dinledikten sonra, onu haklı bulmuş ve yeniden İfrikıyye valiliğine iade etmek istemiştir.
Ancak Hassan: "Benî Ümeyye için bundan sonra ebediyyen valilik yapmayacağım" diyerek
Velid'in teklifini reddetmiştir. 971 Bunun üzerine Velid de Musa b. Nusayr'ın İfrikıyye ve
Mağrib valiliğini onaylamış 972 ve böylece Hassan b. en-Nu'mân'ın başlattığı İfrikıyye ile
Mağrib'in Mısır'dan ayrı ve doğrudan hilafet merkezine bağlı müstakil bir vilayet haline
gelmesini de sağlamıştır. 973 Musa b. Nusayr ise valiliğinin halife tarafından onaylanmasından
sonra İfrikıyye ve Mağrib'de halife Velid için halktan bîat almıştır. 974
Hassan b. en-Nu'mân'ın bundan sonraki hayatı hakkında kaynaklarımızda bilgi
bulunmamaktadır. Mağrib tarihçisi Sa'd Zağlûl, onun azlinden az bir zaman sonra öldüğü
ihtimali üzerinde dururken, 975 Safedî, Hassan'ın 709 yılı civarında öldüğünü bildirmektedir. 976

967
İbnu’l- İzârî, Muğrib, I, 40. Ayrıca bkz. İbn Abdilhakem, Fütûh, 203-204; İbn Kuteybe, İmâme, II, 52-54.
968
Bkz.dipnot, 244.
969
İbn Abdilhakem, Fütûh, 203-204; H.Dursun Yıldız, Abdülmelik b. Mervan, İA (TDV), I, 269.
970
Kindî, Vulât, 58.
971
İbnu’l-İzârî, Muğrib, I, 38-39; Nüveyrî, Nihâye, XXIV, 38.
972
İbn Abdilhakem, Fütûh, 203-204.
973
İbnu’l-İzârî, Muğrib, I, 41; Ferruh, Devletü’l-Ümeviyye, 153.
974
İbnu’l-İzârî, Muğrib, I, 42. Hassan b. en-Nu’man’ın İfrıkiyye’ye tayin edilmesi,savaşları, fethleri, bölgedeki
icraatı ve azli konularında muhtelif eserlerde de bilgiler bulunmaktadır. Biz de bu sebeple konunun sonunda
Hassan b. en-Nu’man ile ilgili bilgilerin bulunduğu bu eserleri topluca zikretmeği uygun bulduk. Bkz. Halife b.
Hayhat, Tarih, I, 336, 340, 345, 356-357; Yakubî, Tarih, II, 277; Zehebî, İber, I, 88; Zehebî, Düvel, I, 41; İbnu’l-
Esir, Bidaye, VIII, 321; İbn Haldun, İber, VI, 109-110; VII, 8-10; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 200-201; Endülüsî,
Hulel, I, 512-517; 538-539; 543-549; Safedî, Vâfî, XI, 360; Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 214-235; Zâvî,
Libya, 131-142; Lakbal, Mağrib, 55-77; Seâlebi, Tarihu Şimâli İfrıkiyâ, 66-83; Kâşif, Velid b. Abdülmelik, 128-
129; Reyyis, Abdülmelik b. Mervân, 254-259; Osman Sa’di, Urûbetü’l Cezâyir, 29, 31; Mu’nis, Mağrib, 321-
266; İbn Sâlih, “Nassu Cedid”, 231-233; Altuncu, Ukbe b. Nâfî, 260 vdm; Harekat, Mağrib, I, 79-80; İdris, Le
Récit”, REI, 143-147.
975
Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 238.
976
Safedî, Vâfî, XI, 360.

177
4. Musa b. Nusayr'ın Valiliği (705–715)
ve Mağrib Fetihlerinin Tamamlanması

Musa b. Nusayr'ın, İfrikıyye ve Mağrib valiliği sırasındaki üç önemli icraatını


görmekteyiz. Bunlar;
a- Mağrib'in Fethi
b- Akdeniz'deki adalara yapılan askerî seferler ve fetihler
c- Endülüs'ün fethi şeklinde sıralanabilir. Biz, Musa'nın bu faaliyetlerinden, araştırma
konumuzu doğrudan ilgilendirmesi hasebiyle Mağrib'in fethini ele alacağız. Diğer iki konuya
Musa b. Nusayr'ın gerçekleştirdiği icraat olması sebebiyle, kısaca temas edeceğiz.
Musa b. Nusayr 705 yılı başında İfrikıyye ve Mağrib valiliğine tayin edildikten sonra
Kayrevân'a gelmiş ve Hassan b. en-Nu'mân'ın burada vekil olarak bıraktığı Ebû Salih'ten
görevini devralmıştır. 977 Musa, göreve başladığı andan itibaren Mısır valisi Abdülaziz b.
Mervân'ın 12 Mayıs 705 Pazartesi günü ölümüne kadar geçen yaklaşık beş aylık dönem
içinde bazı fetihler gerçekleştirmiş ve pek çok ganimet almıştır. O, öncelikle Hassan b. en-
Numân'ın Kayrevân'dan ayrılmasıyla isyan eden İfrikıyye ve Mağribu'l-Evsat'taki beldeler
üzerine yürümüştür. İslâm tarihi kaynaklarımız, İfrikıyye'de fethi gerçekleştirilen yerlerden
sadece Zağvân'ın ismini zikrederlerken bu bölgede yeniden İslâm hâkimiyeti altına alınan
yerlerin isimlerine temas etmemektedirler. Mağribu'l-Evsat'ta gerçekleştirilen fetihler de
kaynaklarımızda Sicilmâse, Sanhâce ve Secûme şehirleri olarak yer almaktadır. Musa b.
Nusayr'ın Mağribu'l-Aksâ seferi ise Tanca'nın fethi ile irtibatlandırılarak nakledilmektedir.
Bu ön bilgileri verdikten sonra, Musa b. Nusayr'ın gerçekleştirdiği ve Kuzey Afrika'nın
tamamen İslâm hakimiyetine alınmasıyla neticelenen bu fetih hareketlerini sırasıyla ele almak
istiyoruz.

a) Zağvân ve İfrikıyye'deki Bazı Yerlerin Fetihleri


Musa b. Nusayr'ın valiliğe başlamasından sonra fethedilen ilk yer Zağvân ve civarı
olmuştur. Zağvân ve civarı Hassan b. en-Nu'mân'ın valiliği zamanında fethedilmiş 978 , ancak
buranın Berberî halkı Hassan'ın İfrikıyye'den ayrılmasını müteâkip isyan etmişti. Musa b.
Nusayr, Kayrevân'a bir günlük mesafedeki Zağvân'a, hazırladığı 500 kişilik süvâri birliğini

977
İbn Kuteybe, İmâme, II, 51.
978
Bkz.dipnot, 226.

178
Abdülmelik el-Huşenî komutasında göndermiş ve burası yeniden itaat altına alınmıştır.
Burada yapılan savaşta Abdülmelik Zağvânlılar'ın komutanı Vartakân'ı öldürmüştür. 979
Gerçekleştirilen bu ilk fetihten hemen sonra, Musa b. Nusayr, oğulları Abdullah ve
Mervân'ı da İfrikıyye'de isyan eden diğer bazı beldeler üzerine göndermiştir. Onlar gittikleri
yerleri yeniden İslâm hâkimiyeti altına almışlar, pek çok ganimet ve esirle 980 Kayrevân'a
dönmüşlerdir. 981
Böylece İfrikıyye bölgesi tamamen itâat altına alınmış ve bundan sonra sıra
"Mağribu'l-Evsat" diye bilinen Orta Mağrib'e gelmiştir.

b) Mağribu'l-Evsat'ın Fethi
Musa b. Nusayr gerçekleştirilen bu ilk fetihlerden sonra "Mağribu'l-Evsat" 982
bölgesine hareket etmiştir. Kaynaklarımız Musa'nın bu bölgede üç şehir fethettiğini
nakletmektedir. Bunlar Hevvâre, Zenâte ve Kütâme Berberîlerinin yaşadığı Sicilmâse,
Sanhâce ve Secûmâ şehirleridir.

-Sicilmâse'nin Fethi
Musa b. Nusayr Sicilmâse 983 üzerine hareket ettiğinde burada meskun Hevvâre,
Zenâte
ve Kütâme kabileleri Tâmûn 984 ismindeki komutanlarıyla İslâm ordusunun karşısına
çıkmışlardır. Yapılan savaşta Musa galip gelmiş ve Berberîlerin komutanı Tâmûn da
yakalanarak öldürülmüştür. Musa b. Nusayr buradan beş bin kadar Berberîyi esir alırken,

979
İbn Kuteybe, İmâme, II, 51; İbnu’l-İzârî, Muğrib, I, 40; Abdülaziz Salim, Mağribu’l-Kebir, II, 254.
980
İslam tarihi kaynaklarımız Musa’nın oğulları Abdullah ve Mervan’ın 100’er bin kişilik esirle, yani toplam
200 bin kişilik esirle Kayrevân’a döndüklerini rivayet etmektedir. Ayrıca bu kaynaklarımız alınan esirlerin
humusunun da 60 bini bulduğunu bildirmektedir, ki buna göre toplam 300 bin esir alındığı anlaşılmaktadır. Bkz.
İbn Abdilhakem, Fütûh, 203-204; İbn Kuteybe, İmâme, II, 52; İbnu’l-İzârî, Muğrib, I, 40; İbnü’l-Esîr ise
Musa’nın oğullarının biner esir ile Kayrevân’a döndüklerini söyledikten sonra, alınan esirlerin humusunun 60
bini bulduğunu bildirmektedir. Bkz. Kâmil, IV, 539-540 (T.IV, 483-484). Biz bu rakamların abartıldığı
ihtimalini düşünmekle beraber, bu esirlerin sadece bu üç sefer sırasında değil, Abdülaziz b. Mervan’ın vefatına
kadar geçen beş ay içersinde gerçekleştirilen diğer fetihler sırasında da alınmış olan esirlerin toplam sayısını
yansıtabileceği ihtimalini de göz ardı etmek istemiyoruz. Nitekim Nüveyrî de alınan esirlerin humusunun 60 bin
olduğunu kaydettikten hemen sonra Tanca ve Mağribu’l-Aksâ’nın fethi konusuna geçmekle bize böyle bir
düşünme imkanı vermektedir. Bkz. Nüveyrî, Nihâye, XXIV, 39-40. Ayrıca bkz. İbn Hallikan, Vefeyât, V, 319.
981
Bkz.dipnot, 225-266.
982
Mağribu’l-Evsât: Bugünkü Cezâyir’in olduğu bölgedir. Bkz.İbnu’l-Hurdazbih, Mesâlik, 85-93; Yakûbi,
Buldân, 342-360; İbn Fakîh el-Hemezânî, Muhtasaru Kitâbi’l-Buldân, 78-81; Yakut el-Hamevî, Mu’cem, IV,
583; Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 69.
983
Sicilmâse: Mağrib’in güneyinde Sûdan sınırında ve Kayrevân’a seksen, Tahert’e elli merhale mesafede bir
şehirdir. Halkının çoğu Berberîdir. Bkz. Yakûbi, Buldân, 359,360; Istahrî, Mesâlik, 37, 39, 46; Yakut el-Hamevî,
Mu’cem, III, 45; Leon el-Ifrıkî, Vasfu Ifrıkiyâ, I, 32, 52, 54, 188, 368, II, 127, 128.
984
İbnu’l-İzârî’nin “Tâmûn” olarak verdiği bu ismi İbn Kuteybe ve İbn Salih “Kemâmûn” olarak nakletmektedir.
Bkz. İmâme, II, 54; “Nassu Cedid”, 224.

179
Sicilmâse'ye yine Berberîlerin içinden birini vali olarak bırakmıştır. Ayrıca o, bu Berberîlerin
yeniden isyan etmemeleri için, onların ileri gelenlerinden bazılarını rehine olarak almıştır. 985

-Sanhâce'nin Fethi
Sanhâce'nin 986 fethi ile ilgili haberler sadece İbn Kuteybe tarafından nakledilmektedir.
İbn Kuteybe, Musa b. Nusayr'ın muhtelif bölgelere gönderdiği casuslarından birinin gelip,
Sanhâce halkının savunmasız ve gaflet içinde olduğunu Musa'ya haber verdiğini ve Musa'nın
da bu istihbârat üzerine ehl-i divandan 4 bin ve müslüman Berberîlerden 2 bin olmak üzere
toplam 6 bin kişilik bir ordu ile Sanhâce üzerine yürüdüğünü bildirmektedir. Musa b. Nusayr
bu seferinde Iyâz b. Ukbe'yi öncü birliklerinin basında görevlendirirken, sağ kanada Muğîre
b. Ebî Bürde'yi, sol kanada Zür'a b. Ebî Müdrik'i tayin etmiştir. Musa kendisi ordunun
merkezinde yer alırken, İyâş b. Ahyel'i de ordunun ağırlıkları için 2 bin atlı ile geri
hizmetlerde görevlendirmiştir. Bu ordu düzeni ile Sanhâceliler üzerine ani bir baskın
düzenleyen Musa, onları gafil avlamıştır. Yapılan savaşta pek çok Sanhâceli öldürülmüş,
1000 kişi de esir alınmıştır. Ayrıca sayısız miktarda deve, sığır, koyun, at, giysi vb. ganimet
almış ve Kayrevân'a dönmüştür. 987 Böylece Sanhâce İslâm hakimiyeti altına alınmıştır.

-Secûmâ'nin Fethi
Musa b. Nusayr Sanhâce'yi fethettikten sonra Kayrevân'a dönmüştür. Bu arada Mısır
valisi Abdülaziz b. Mervân, Necdet b. Abdullah b. Musa komutasında, Musa b. Nusayr'a bir
takviye birliği göndermiş ve Musa'ya fetihlerine devam etmesini emretmiştir. Musa b. Nusayr
Abdülaziz'in bu emrini alınca, Kayrevân'a oğlu Abdullah b. Musa'yı bırakarak 10 bin kişilik
bir ordu ile yeniden Mağribu'l-Evsat'a gelmiş ve buradaki, henüz fethedilmeyen Secûmâ şehri
üzerine yürümüştür. O, Sanhâce'nin fethi sırasında oluşturduğu ordu düzenini aynen korumuş,
ancak bazı komutanlarının yerlerini değiştirmiştir. Buna göre Musa öncü kuvvetlerinin başına
İyâz b. Ukbe'yi sağ kanada Zür'a b. Ebî Müdrik'i, sol kanada Muğîre b. Ebî Bürde el-Kureşî'yi
komutan olarak tayin etmiştir. Kendisi merkezdeki kuvvetlerin başında yer alan Musa,

985
İbnu’l-İzârî, Muğrib, I, 41.
986
Sanhace: Bir Berberî kabilesidir. Meskun oldukları yer de aynı isimle anılır. Fas bölgesindedir. Bkz.İbnu’l-
Hurdazbih, Mesâlik, 90; Istahri, Mesalik, 44; Mâksidî, Ahsenü’t-Tekâsim, 57, 219.
987
İbn Kuteybe, İmâme, II, 54. İbn Kuteybe Musa’nın bu seferin tarihini 669-670 olarak kaydetmektedir. Ancak
bu tarih yanlıştır. Çünkü bu tarihte İfrıkiyye valisi Musa b. Nusayr değil Hassan b. en-Nu’mân’dır. Biz burada
Sanhâce’nin fethi konusunu Musa’nın gerçekleştirdiği bir fetih olması itibariyle ele aldık. Bize göre Sanhâce’nin
fethi tarihi 705 yılının ilk ayları olmalıdır. Burada şunu da hemen belirtmeliyiz ki, Halife b. Hayyat da
“Tarih”inde Musa b. Nusayr’ın 700-701’de Sanhâce ve Tubne’yi fethettiğini ve buralardan 20 bin esir aldığını
nakletmektedir. Bkz. Halife b. Hayyat “Tarih”, I, 359, 363. Ayrıca, yine Halife b. Hayyat, 701-702 yılında 701-
702 yılında Musa b. Nusayr’ın Muğire b. Ebî Bürde el-Abdî’yi Sanhâce’nin fethine gönderdiğini de rivayet
etmektedir. Bkz. Tarih, I, 374.

180
ordunun ağırlıkları için bu defa Necdet b. Muksim'i geri hizmetlerde görevlendirmiştir. İslâm
ordusunun sancağını oğlu Mervân'a veren Musa b. Nusayr "Sicnü'l-Mülûk" denilen yere
geldiğinde, ordusunu burada durdurmuş ve ağırlıklarını Amr b. Evs komutasında bin kişilik
bir birliğin korumasında bırakırken, kendisi atlı birlikleriyle Melviyye vadisine gelmiştir.
Burada üç günden fazla süren savaşı kazanmış ve Secûmâ'yı fethetmiştir. Secûmâ'da,
içlerinde Ukbe b. Nâfi'i öldüren Küseyle'nin kızlarının da bulunduğu bin kadar esir almıştır.
Secûmâ'nın fethiyle Mağribu'l-Evsat'ı tamamen hâkimiyeti altına alan Musa b. Nusayr
Kayrevân'a dönmeden önce, ordusunda bulunan Ukbe b. Nâfi'in oğulları İyâz, Musa, Osman
ve Ebî Ubeyde'ye, babalarını öldüren bu kabileye kısas uygulamaları için müsâade etmiş,
onlar da Küseyle'nin kabilesinden 600 kişiyi babalarının kısası için öldürmüşlerdir. Bu kısas
işinden sonra Kayrevân'a dönen Musa b. Nusayr aldığı esirlerin sayısını bildiren ve
gerçekleştirdiği fetihleri müjdeleyen bir mektubu Mısır valisi Abdülaziz b. Mervân'a
göndermiştir. 988 Abdülaziz de Mağrib'de gerçekleştirilen bu fetihleri halife Abdülmelik b.
Mervân'a bildirmiştir. Abdülmelik de Musa'nın Mağrib'deki faaliyetlerinden memnun olmuş
ve daha önce Musa b. Nusayr'in İfrikiyye'ye tayinini kabul etmezken, Abdülaziz'e gönderdiği
bir mektupla Musa'nın valiliğini onayladığını bildirmiştir. 989

c) Tanca ve Mağribu'l-Aksâ'nın Fethi


Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, Musa b. Nusayr İfrikıyye'de isyan eden bazı beldeler
ile Mağribu'l-Evsat fetihlerini tamamladıktan sonra Kayrevân'a dönmüştür. Bu arada, önce
Mısır valisi Abdülaziz b. Mervân ölmüş ve Mısır'a vali olarak Abdullah b. Abdilmelik tayin
edilmiş, Abdülaziz'den yaklaşık beş ay kadar sonra da halife Abdülmelik b. Mervân vefat
etmiş ve Velid b. Abdilmelik hilâfet makamına geçmiştir. "Hassan b. en-Nu'mân'ın Azli"
konusunda da belirttiğimiz gibi Velid, Hassan'ı İfrikıyye valiliğine iâde etmek istemiş, ancak
Hassan bunu kabul etmemiştir. Bunun üzerine halife Velid, Musa b. Nusayr'ın İfrikıyye
valiliğini onaylamış, hatta onun valiliğini Mısır'dan ayırarak müstakil hale getirmiştir.

988
İbn Kuteybe, İmâme, II, 54; İbnu’l-İzârî, Muğrib, I, 41; İbn Salih, “Nassu Cedid”, 224. Burada hemen ifade
etmek gerekir ki, İbn Kuteybe, Secûmâ’nın fethi tarihini 702 olarak kaydetmektedir. Ancak biz yukarıdaki
dipnotta da belirttiğimiz sebepten dolayı, buranın fethinin 705 yılının ilk aylarında gerçekleştiğini
kaydetmekteyiz. Mağrib tarihi araştırmacılarından Abdülaziz Salim, Musa b. Nusayr’ın Sanhâce’ye iki defa
fethe çıktığını iddia etmektedir. O, İbn Kuteybe’nin rivayetini ilk sefer İbn Salih’in naklettiği Secûmâ seferini de
İkinci Sanhâce seferi olarak yorumlamaktadır. Bize öyle geliyor ki, Abdülaziz Salim, Secûmâ’da meskun halkın
çoğunluk itibariyle Sênhâce Berberîlerinden olması sebebiyle böyle bir iddiada bulunmuştur. Bkz. Abdülaziz
Salim, Mağribu’l-Kebir, II, 255.
989
Bkz.dipnot, 253.

181
Musa b. Nusayr, halife Velid'in, kendisinin valiliğini onaylamasından sonra bölgede
yeni halife için bîat almış ve daha sonra 709'da 990 Tanca 991 üzerine sefere çıkmıştır. 992
Tanca Jülien isimli bir valinin idaresindeydi. Jülien, İspanya hükümdarı Lodrik'e bağlı
olarak Sebte'de oturuyordu ve Tanca'yı da buradan idare etmekteydi. 993
Musa b. Nusayr, Tanca'ya geldiğinde şehir kendisine hiçbir mukavemette bulunmadan
teslim olmuştur. Musa da burada bir müddet kalarak Tanca'nın İslâmlaştırılması için
faaliyetlerde bulunmuştur. 994 Bu arada gerek Musa Tanca'ya gelirken yolu üzerindeki ve
gerekse Tanca ile civarındaki Berberîler İslâm ordusunun önünden Mağribu'l-Aksâ'ya doğru
kaçmışlardır. Musa b. Nusayr da Tanca'ya azatlı kölesi Târık b. Ziyâd'ı bırakarak 995
Mağribu'l-Aksâ seferine çıkmıştır. 996 Berberîlere Sûsu'l-Aksâ'da 997 yetişen 998 Musa, onlarla
giriştiği savaşta pek çok Berberîyi öldürmüş, birçok Berberîyi de esir almıştır. Savaşın
sonunda Berberîler emân istemişler, Musa da onlara emân vererek, başlarına yine
kendilerinden olan valiler tayin etmiştir. Sonra ileri gelenlerinden bazı rehineler alıp Tanca'ya
dönmüştür. 999 Böylece İfrikıyye'den sonra Mağrib de tamamen İslâm hakimiyetine girmiştir.
Musa Tanca'da Târık b. Ziyâd'ın emrine, 17 bini Arap, 12 bini müslüman Berberî
olmak üzere 29 bin kişilik bir İslâm ordusu bırakmıştır. O, müslüman Araplara, yeni
müslüman olan Berberîlere ve Mağrib'in muhtelif beldelerinde yaşayan diğer Berberîlere de
Kur'an'ı ve İslâm dinini öğretmelerini emrederek Kayrevân'a dönmek üzere Tanca'dan
ayrılmıştır. 1000 Bu arada Belâzurî, Musa'nın; müslüman olan Berberîlerin zekatını toplaması
için Mağrib'de bir âmil bıraktığını da nakletmektedir. 1001

990
İbn Salih, “Nassu Cedid”, 224.
991
Tanca: Bkz.dipnot, 149.
992
Belâzurî, Fütûh, 232 (T.330).
993
İbn Abdilhakem, Jülien’in Sebte’de oturduğunu ve hakimiyet alanının Tanca’ya kadar uzandığını
bildirmektedir. Bkz. Fütûh, 205. Ayrıca bkz. Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 245.
994
Belâzurî, Fütûh, 232 (T.330).
995
İbn Abdilhakem, Musa’nın Tanca’ya murabıt olarak oğlu Mervân’ı bıraktığına dair bir rivayet nakletmekte,
ancak bunun sahih olmadığını da belirtmektedir. Bkz. Fütûh, 204.
996
İbnü’l-Esîr, Kâmil, IV, 539-540 (IV 483-484); İbnü’l-Izarî, Muğrib, I, 42; Belâzurî, Musa’nın Tanca’da
kaldığını ve kaçan Berberîleri takip etmesi için oğlu Mervân komutasında bir birlik gönderdiğini nakletmektedir.
Bkz. “Nassu Cedid”, 224. Ayrıca bkz. İbn Kuteybe, İmâme, II, 58; Halife b. Hayyat, Tarih, I, 400.
997
Sûsu’l-Aksâ: Bkz.dipnot, 150.
998
Abdülaziz Salim, Musa’nın Berberîleri Mağribu’l Aksâ’da, bugünkü Moritanya sınırları içinde yakaladığını
ifade etmekte ve buranın Bilâd-ı Der’a ve Sûsu’l-Ednâ diye de bilindiğini belirtmektedir. Bkz. Mağribu’l-Kebir,
II, 256. Bu konuda ayrıca bkz. İbnu’l-İzârî, Muğrib, I, 42.
999
İbnu’l-İzârî, Muğrib, I, 42.
1000
İbnü’l-Esîr, Kâmil, IV, 539-540 (IV 483-484); İbnü’l-Izarî, Muğrib, I, 42; Nüveyrî, Nihâye, XXIV, 40.
1001
Belâzurî, Fütûh, 232 (T.330).

182
-Meccâne'nin Fethi
Musa b. Nusayr Kayrevân'a dönüşü sırasında, buraya üç günlük mesafede olan
Meccâne 1002 yakınından geçerken şehir halkı kalelerine çekilerek, savunma durumuna
geçmişlerdir. Musa da buraya Büsr b. Ebî Ertat komutasında bir birlik göndermiştir. Büsr
kaleye girmeye muvaffak olmuş ve şehri fethetmiştir. Bu kale daha sonra burayı fetheden
Büsr'ün ismine izafeten "Kal'atü Büsr" diye isimlendirilmiştir. 1003

d) Akdeniz'deki Adalara Yapılan Askerî Seferler


Musa b. Nusayr'ın valiliği zamanında Akdeniz'deki adalara bazı deniz seferleri
düzenlenmiştir. O, Hassan b. en-Nu'mân'ın Tunus'ta kurduğu tersaneyi geliştirmiş 1004 ve
buradan Sicilya, Sardunya, Mayorka ve Minorka adalarına seferler düzenlemiştir.

-Sicilya Seferi
Kaynaklarımızın naklettiklerine göre, Musa b. Nusayr zamanında Sicilya 1005 adasına
iki defa sefer düzenlenmiştir. Bunlardan ilki Musa b. Nusayr'ın valiliğe başladığı yıl olan
705'de vuku bulmuştur. Bu seferde Muğîre b. Ebî Bürde el-Abdî komutasındaki İslâm
donanması Sicilya adasının kıyı şehri olan Uliyye'ye çıkmış ve ganimetlerle geri
dönmüştür. 1006 İkinci sefer ise, Iyâş b. Ahyel komutasındaki donanma ile gerçekleştirilmiş ve
bu defa adanın başkenti konumundaki Sarakosa şehrine kadar ilerleyen İslâm ordusu, buradan
pek çok ganimet ve esirle Tunus limanına dönmüştür. 1007 İbnü'l-Izârî tarafından rivayet edilen
bu ikinci seferin tarihi belli değildir. Ancak bu seferin 705'den sonra ve Endülüs'ün fethi olan
711 yılından önce olduğu kanaatindeyiz. Çünkü biz Endülüs'e çıkmadan önce, Kuzey Afrika
için devamlı bir tehlike arzeden ve Bizanslılar'ın askerî deniz üsleri durumunda olan
Akdeniz'deki adalar etkisiz hale getirilmeden, İfrikıyye ve Mağrib'in Musa b. Nusayr
tarafından askersiz bırakılmayacağını düşünmekteyiz.

1002
Meccâne: İfrıkiyye’de Kayrevân’a beş merhale mesafede bir şehirdir. Bu şehrin kalesini Büsr b. Ebî Ertât
fethettiği için, kaleye “Kal’atü Büsr” denilmiştir. Bkz. Yakûbi, Buldân, 349; Yakut el-Hamevî, Mu’cem, IV, 417.
1003
İbn Abdilhakem, Fütûh, 205; İbnü’l-Esîr, Kâmil, IV, 539-540 (T.IV. 483-484); Nüveyrî, Nihâye, XXIV, 40;
Sa’d Zağlûl, Tarihû’l-Mağrib, I, 245.
1004
Sa’d Zağlûl, Tarihû’l-Mağrib, I, 246.
1005
Sicilya Adası: Akdeniz’de üçgen biçiminde ve mesâhası 105 mil olan bir adadır. Ada Bizans döneminde
İfrıkiyye valisine bağlı idi. Bkz.İbn Rüste, Kitâbu A’lakı’n-Nefîse, 85; Istahrî, Mesâlik, 70; Mes’ûdi, Tenbîh, 59,
158; Yakut el-Hamevî, Mu’cem, III, 406-410. İslam hakimiyetindeki Sicilya tarihi için bkz. Aziz Ahmed, Tarihu
Sikılliyeti’l-İslâmiyye (Ar.Çev.Emin Tevfik et-Taybî), Trablus 1980.
1006
Halife b. Hayyat, Tarih, I, 381.
1007
İbnu’l-İzârî, Muğrib, I, 42.

183
-Sardunya Seferi
Musa b. Nusayr, Sicilya adasına 705'de düzenlenen ilk seferden bir yıl sonra 706'da
oğlu Abdullah b. Musa'yı Akdeniz'in bir diğer adası Sardunya 1008 üzerine göndermiştir.
Abdullah bu adaya çıkmış ve pek çok ganimet alarak başarıyla geri dönmüştür. 1009

-Mayorka ve Minorka Seferi veya "Gazvetü'l-Eşrâf"


Musa b. Nusayr 708'de, Endülüs ile Sicilya adasının arasında iki küçük ada olan
Mayorka 1010 ve Minorka 1011 adalarını ve civarındaki küçük adacıkları da (bu adacıklara
Malyâr adaları denilmektedir) bizzat fethetmiştir. Bu sefere, Musa ile beraber Arapların önde
gelenlerinden pek çok kişi katıldığı için "Gazvetü'l-Eşrâf" ismi de verilmektedir. 1012
Musa b. Nusayr'ın valiliği zamanında Akdeniz'deki adalara karşı gerçekleştirilen bu
seferler belli bir plân ve hedef dahilinde tatbik edilmiştir. Bu da kısa vadede Endülüs'ün fethi
ve uzun vadede ise batı istikametinden İstanbul'un fethidir. Akdeniz'de bulunan adaların ve
bilhassa Bizanzlılar'ın Akdeniz'deki en büyük askerî deniz üssü olan Sicilya'nın 1013 , Kuzey
Afrika için bir tehlike olmaktan çıkarılması gerekmekteydi ve bu da Musa b. Nusayr
tarafından, en azından o dönem için gerçekleştirilmiş, bu adalardaki Bizans'ın gücü kırılmıştır.

f) Endülüs'ün Fethi
Musa b. Nusayr'ın, Tanca'ya vali olarak bıraktığı Târık b. Ziyâd 711 yılında
Endülüs'ün fethine çıkmıştır. Târık, Sebte valisi Jülien ile irtibat kurmuş ve Endülüs'ün fethi

1008
Sardunya Adası: Akdeniz’de Endülüs’e yakın bir adadır. Mesâhası 300 mildir. Bkz. İbn Hurdazbih,
Mesâlik, 85-93; Yakut el-Hamevî, Mu’cem, III, 73.
1009
Halife b. Hayyat, Tarih, I, 397. Halife b. Hayyat, aynı yerde naklettiği başka bir rivayette Sardunya adasının
Abdullah b.Huzâfe el-Ezdî tarafından fethedildiğini haber vermektedir.
1010
Mayorka Adası: Endülüs’ün doğusunda, Cezayir’in karşısında küçük bir adadır. Bkz. Yakut el-Hamevî,
Mu’cem, IV, 720-723; Leon el-Ifrıkî, Vasfu Ifrıkiyâ, II, 30, 37, 38, 205.
1011
Minorka Adası: Endülüs’ün doğusunda, Cezayir’in karşısında ve Mayorka adasına yakın küçük bir adadır.
Bu ada, Mayorka adası ve civardaki diğer irili ufaklı adalara Malyâr adaları denmektedir. Bkz. Yakut el-Hamevî,
Mu’cem, IV, 720; Leon el-Ifrıkî, Vasfu Ifrıkiyâ, II, 30, 37, 38.
1012
İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 216; Zehebî, İber, I, 104; Düvel, I, 62; Suyuti, Hulefâ, 224; Halife b. Hayyat ise bu
iki adanın Abdullah b. Musa tarafından fethedildiğini nakletmektedir. Bkz. Tarih, I, 400. Akdeniz’de bulunan bu
adalara yapılan seferler hakkında ayrıca bkz. İbn Kuteybe, İmâme, II, 57-58; İbnü’l-Esîr, Kâmil, IV, 539-540 (T.
IV, 483-484); Sa’d Zağlûl, Tarihû’l-Mağrib, I, 245-251; Kâşif, Velid b. Abdülmelik, 130-136; Lewis, Bahriyye,
101; Salim-İbadi, Tarihû’l-Bahriyye (Mağrib-Endülüs), II, 35-44.
1013
“Bizans Devleti Tarihi”adı ile Prof.Dr.Fikret Işıltan tarafından türkçeye çevrilen eserinde Ostrogorsky,
Bizans İmparatoru II.Konstans’ın 17 Eylül 663’de Sicilya’ya geldiğini ve “… Araplara karşı müdafaa edilmesi
gerektiğine inandığı için…” payitahtını buraya taşıdığını, Sarakosa şehrini de başkent yaptığını bildirmektedir.
Yine o, II.Konstans’ın payitahtı Sicilya adasına taşınmasını hoş karşılamayanlar tarafından 15 Eylül 668’de bir
suikast sonucu öldürüldüğünü ifade etmektedir.Bkz. sh.114. Erşibald Lewis de, II.Konstans’tan sonra Sicilya
valisinin batı Akdeniz’de Bizans’ın tek hakimi olduğunu vurgulamaktadır. Bkz. Bahriyye, 113-114.

184
konusunda onun lojistik desteğini almıştır. 1014 Bu gelişmelerden sonra Târık, Musa b.
Nusayr'a bir mektup yazarak Endülüs fethine çıkmak için izin istemiştir. O, fetih için altı gemi
ile hazır beklediğini de Musa'ya bildirmiştir. 1015
Târık b. Ziyâd'ın mektubunu alan Musa b. Nusayr bu konuda halife Velid b.
Abdilmelik'in muvâfakatını 1016 almış ve Târık'a yazdığı cevapta bir gemi daha ilavesiyle yedi
gemi ve çoğunluğu Berberî olmak üzere 12 bin kişilik bir ordu ile Endülüs'e çıkmasını
emretmiştir. Târık da 28 Nisan 711 Salı günü Sebte limanından Endülüs'e hareket etmiştir. 1017
Endülüs'e çıkan Târık b. Ziyâd burada Kral Rodrigo (=Roderich) ile karşılaşmış ve
onu yenmiştir. Rodrigo bu savaşta öldürülmüş ve müslümanlar Kurtuba'ya kadar
ilerlemişlerdir. 1018 Târık bu başarılarının ardından Musa b. Nusayr'a bir mektub yazarak
gerçekleştirdiği fetihleri müjdelemiştir. Musa da halife Velid b. Abdilmelik'e bir mektup
yazıp Endülüs'ün fethini müjdelemiş ve mektubunda Târık'ın bu başarısını sahiplenmiştir.
Sonra da Târık b. Ziyâd'a bir mektup yazarak Kurtuba'dan daha ileriye gitmemesini,
kendisinin hemen yola çıkacağını ve Kurtuba'da beklemesini emretmiştir. 1019 Böyece Musa b.
Nusayr, Târık'tan tam bir sene sonra oğlu, Abdullah'ı İfrikıyye'ye bırakarak Nisan 712'de
Endülüs'e gitmiş ve Târık'la Kurtuba'da buluşmuştur. Endülüs'ün içlerine kadar ilerlemekle
müslümanları tehlikeye attığı için Târık'a kızan Musa, Târık'ın özür dilemesiyle onu affetmiş
ve daha sonra buradaki fetihlere beraberce devam etmişlerdir. 1020

1014
Sebte valisi Jülien, Endülüs hakimi Lodrik’e itaat etmiş ve ona yıllık vergi ödemekteydi. Jülien Lodrik’e
kızını göndermiş ve onun eğitim-öğretimiyle ilgilenmesini istemişti. Ancak Lodrik onun kızına göz koymuş ve
hamile bırakmıştı. Jülien de buna çok kızmış, Lodrik’ten intikamını almak için Târık ile anlaşmıştır. Târık onun
samimi olduğunu anlamak için rehineler istemiş, o da oğlu olmadığı için diğer iki kızını Târık’a göndermiştir.
Bkz. İbn Abdilhakem, Fütûh, 205.
1015
İbn Kuteybe, İmâme, II, 60-62.
1016
Kâşif, Velid b. Abdilmelik, 136-137.
1017
Halife b. Hayyat, Tarih, I, 406; İbn Abdilhakem, Fütûh, 205-206; İbn Kuteybe, İmâme, II, 60-62. Belazurî,
Fütûh (T. 330-331); Taberî, Tarih, VI, 468 (Leiden, II, 1235); İbn Hazm, Sire, 334; İbnü’l-Esîr, Kâmil, IV, 557
vdm. (T. IV503 vdm.); İbn Hallikan, Vefeyat, V, 320; İbnu’l-İzârî, Muğrib, I, 43; Nüveyri, Nihaye, XXIV, 40
vdm; İbn Kesir, Bidaye, IX, 88-89; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 225; Suyutî, Hulefâ, 224. Bu arada Yakubî ve
Zehebî, Endülüs’e ilk çıkışın 710 yılında olduğunu rivayet etmektedir. Bkz. Yakubî, Tarih, II, 292; Zehebî, İber,
I, 106. Bazı İslam tarihi kaynaklarımız müslümanların Endülüs’e ilk defa Osman b. Affan’ın halifeliği
zamanında çıktığını rivayet etmektedir. Bkz. Taberî, Tarih, IV, 225 (Leiden, I, 2817); İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 93
(T. III, 99-100); İbn Kesir, Bidâye, VII, 158; Kalkaşendî, Subh, III, 265; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 84; Suyutî,
Hulefâ, 155; Endülüsî, Hulel, I, 511.
1018
İbn Abdilhakem, Fütûh, 207; İbn Salih, “Nassu Cedid”, 224.
1019
İbn Abdilhakem, Fütûh, 207.
1020
İbn Abdilhakem, Fütûh, 207 vdm; İbn Kuteybe, İmâme, II, 64-66; Belazurî, Fütûh, 232 (T.330-331); İbnü’l-
Esîr, Kâmil, IV, 576 (T. IV, 518); İbnu’l-İzârî, Muğrib, I, 43; Nüveyri, Nihaye, XXIV, 40 vdm; İbn Kesir,
Bidâye, IX, 88-89; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 226; Halife b. Hayat, Musa b. Nusayr’ın Ekim-Kasım711’de
Tanca’ya geldiğini, sonrada Endülüs’e çıktığını rivayet etmektedir. Bkz. Tarih, I, 406; Endülüsî ise, Musa’nın
713 yılında Endülüs’e çıktığını bildirmektedir. Bkz. Hulel, I, 521.Emeviler’in yıkılışına kadar Endülüs’te
gerçekleştirilen fetihler konusunda İslam tarihi kaynaklarında bulunan rivayetler ve burada valilik yapanlar
hakkında bkz. İbn Abdilhakem, Fütûh, 204-225, Taberî, Tarih, VI, 454, 468, 492, 496, 523 (Leiden, II, 1227,
1235, 1267, 1271, 1306); İbnü’l-Esîr, Kâmil, IV, 556-559, 576 (T. IV, 499-511, 518);V, 22, 23, 136, 158, 172,
174-175, 181, 250-252, 337-339, 375-376 (T. V, 26-27, 115, 132-133, 144, 145-146, 151, 209-211, 281-282,

185
g) Musa b. Nusayr'ın Dımeşk'e Dönmesi ve Ölümü
Musa b. Nusayr, Târık ile beraber Endülüs'te iki yıl kadar bazı yerleri fethettikten
sonra, buradan halife Velid'e bir mektup yazarak, gerçekleştirdiği fetihleri ve aldığı
ganimetleri ona bildirmiştir. O, Târık b. Ziyâd'ı da yanına alarak 714'de Endülüs'e oğlu
Abdülaziz'i bırakarak İfrikıyye'ye dönmüştür. 1021 Dönüşünü Tanca üzerinden yapan Musa,
buraya oğlu Abdülmelik'i bırakarak sür'atle Kayrevân'a hareket etmiştir. 714 yılı Temmuz-
Ağustos aylarında Kayrevân şehri dışındaki "Kasru'l-Mâ" denilen yerde konaklayan Musa b.
Nusayr şehre girmemiş ve Kayrevân'a oğlu Abdullah'ı bırakarak, ganimet ve esirlerle beraber
hemen Şam'a doğru hareket etmiştir. 1022 Musa, 7 Aralık 714 Perşembe günü Fustat'a
girmiştir. 1023 Aldığı ganimetlerden bir kısmını Mısır'da dağıtan Musa, bu arada halife
Velid'den bir mektup almıştır. Velid mektubunda hasta olduğunu ve ganimetleri alıp acele
yanına gelmesini emretmiştir. Velid'den sonra hilâfet makamına geçecek olan Süleyman da
Musa'ya bir mektup göndererek, ondan Şam'a gelişini geciktirmesini istemiştir. Musa b.
Nusayr, halife Velid'in çağrısına uymuş ve Mısır'dan ayrılarak Filistin'e gelmiştir. Onu burada
Ravh b. Zenbağ âilesi karşılamıştır. Musa, Ravh ailesine de ganimetlerden çeşitli hediyeler
vermiş, küçük oğlunu burada bırakarak Filistin'den ayrılmış ve Velid ölmeden Dımeşk'e
ulaşmıştır. 1024 Üç gün sonra da halife Velid 24 Şubat 715 Cumartesi günü vefat etmiştir.1025
Buna göre Musa Dımeşk'e 21 Şubat 715'da gelmiş ve halife Velid'in huzuruna çıkmış
olmaktadır.
Velid'den sonra halife olan Süleyman b. Abdilmelik henüz Dımeşk'te olan Musa b.
Nusayr'ı yanına çağırmış ve kendisini dinlemeyip acele ile Dımeşk'e geldiği için onu
azarlamış ve 100 bin dinar para cezasına çarptırmıştır. Ancak halife Süleyman'ın yakın
adamlarından Yezid b. Mühelleb, Musa lehine şefaatçı olmuş ve onun affedilmesini
sağlamıştır. 1026

310-311); İbn Hallikan, Vefeyât, IV, 370-372; İbnu’l-İzârî, Muğrib, I, 42-48 ve ikinci cild; Nüveyri, Nihaye,
XXIV, 41 vdm; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 226, 222, 225, 226, 232, 251, 270; Sa’d Zağlû’l, Tarihû’l-Mağrib, I,
245-251; Abdulaziz Salim, Mağribu’l-Kebir, II, 263 vdm; Altuncu, Ukbe b. Nâfî, 226 vdm; Ferruh, Devletü’l-
Ümeviyye, 168-169, 174, 183-184, 191; Seâlebi, Tarihu Şimâli İfrikıyâ, 124-131, 154, 160; Ayrıca bkz. S.
Muhammed İmâdüddîn, Endülüs Siyasi Tarihi (ter.Yusuf Yazar), Ankara 1990.
1021
İbn Abdilhakem, Fütûh, 210; İbn Kuteybe, İmâme, II,59.
1022
İbnu’l-İzârî, Muğrib, I, 43-45; İbn Hallikan, Vefeyât, I, 409.
1023
İbn Abdilhakem, Fütûh, 210.
1024
İbnu’l-İzârî, Muğrib, I, 45. İbn Abdilhakem ise Musa’nın Dımeşk’e giderken Taberiyye’ye ulaştığında halife
Velid’in ölüm haberini aldığını ve onun yeni halife Süleyman’ın huzuruna çıktığını rivayet etmektedir. Bkz.
Fütûh, 210.
1025
Kindî, Vulât, 66.
1026
Belâzurî, Fütûh, 232-233 (T. 331); İbnu’l-İzârî, Muğrib, I, 46.

186
Musa b. Nusayr, affedildikten sonra bir daha İfrikıyye'ye dönmemiş ve 716'da
azledilmiştir. Bir yıl sonra da, halife Süleyman ile hacca gitmek üzere Dımeşk'ten ayrılan
Musa 717'de Medine'ye vardıklarında ölmüştür. 1027

1027
İbn Kuteybe, İmâme, II, 86. İbnu’l-İzârî, Muğrib, I, 46. Musa b.Nusayr’ın Ifrikiyye ve Mağrib valiliğine
tayin edilmesinden, azledilip vefat edilinceye kadar olan hayatı ve faaliyetleri hakkında değişik kaynak ve
araştırma eserlerde de bilgiler bulunmaktadır. Bu bilgiler genel itibariyle birbirinin tekrarı durumunda
olduğundan biz bu eserleri de konunun bitiminde topluca zikretmeyi uygun bulduk. Ancak şunu hemen
belirtmek gerekir ki, Musa b. Nusayr’ın Ifrikıyye, Mağrib ve Endülüs’teki faaliyetleri ile ilgili olarak bu eserler
bazen farklı tarihler vermektedirler. Biz, Musa’nın faaliyetlerini tarihlemede genellikle İbnu’l-İzârî,
Muğrib’inden istifade ettiğimizi de ifade ederek şimdi Musa ile ilgili bilgiler veren bu kitapları zikretmek
istiyoruz. Yakubî, Tarih, II, 277, 292, 294; Zehebî, Düvel, I, 56-61, 62, 64, 68; İber, I, 88, 97, 104, 115-116; İbn
Kesir, Bidâye, IX, 23, 56, 86, 92, 178-181; Makrizi, Hıtat, I, 234; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 198, 207, 229, 235;
Endülüsî, Hulel, I, 549, 550; Sa’d Zağlûl, Tarihû’l-Mağrib, I, 235, 256; Abdulaziz Salim, Mağribu’l-Kebir, I,
251-257, 270, 287; Lakbal, Mağrib, 79-98, 125-126; Harekat, Mağrib, I, 80-81; Kâşif, Velid b.Abdülmelik, 130-
131; Seâlebi, Tarihu Şimâli İfrikıyâ, 87-94, 109-111; Ferruh, Devletü’l-Ümeviyye, 153-161, 167. Bu arada şayan-
ı dikkattir ki “Fethu’l-Arab li’l-Mağrib” isimli eserin müellifi Hüseyin Mu’nis, kitabında Mağrib’in
Müslümanlar tarafından fethini incelemekte, fakat, Musa b. Nusayr’ın valiliği dönemine hiç temas
etmemektedir.O, Mağrib’in fethini Hassan b. en-Nu’mân ile bitirmektedir.

187
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

MUSA B. NUSAYR'DAN SONRA EMEVÎLER'İN SONUNA KADAR


İFRİKIYYE VE MAĞRİB

I. MUHAMMED B. YEZİD el-KUREŞÎ İLE İSMÂİL B. UBEYDİLLAH'IN


VALİLİKLERİ VE BERBERÎLER'İN İSLÂM'I KABUL ETMELERİ

1. Muhammed b. Yezid el-Kureşî'nin Valiliği (716-719)


Halife Süleyman b. Abdilmelik (halifeliği: 715–718) Musa b. Nusayr'ı İfrikıyye ve
Mağrib valiliğinden azlettikten sonra, onun Kayrevân'a vekil olarak bıraktığı oğlu
Abdullah'ın, babasının azledilmesinden sonra, İfrikıyye ve Mağrib'de ayaklanıp, istiklâlini
ilan etmesinden endişe etmişti. 1028 Bu sebeble o, veziri Recâ b. Hayve'yi yanına çağırmış ve :
" Fazilet sahibi birini İfrikıyye'ye vali tayin etmek istiyorum" diyerek, onun bu konudaki
fikrini sormuştur. Recâ da; halife Süleyman'a Kureyş'in azatlısı Muhammed b. Yezid'i tavsiye
etmiştir. Bunun üzerine Süleyman Muhammed b. Yezid'i huzuruna çağırarak: "Ey
Muhammed b. Yezid! Ortağı olmayan, bir olan Allah'tan kork! Ben seni hak ve adalet üzere
İfrikıyye ve Mağrib'e vali tayin ettim" demiştir. Muhammed b. Yezid de bu görevi kabul
etmiş ve Kayrevân'a gitmiştir. 1029
Kayrevân'a 716'da gelen Muhammed b. Yezid, burada ilk olarak, Musa b. Nusayr'ın,
yerine vekil olarak bıraktığı oğlu Abdullah b. Musa'nın mal varlığına el koymuş ve onu
hapsettirmiş, sonra da onu Halid b. Ebî Habib el-Kureşî'ye öldürtmüştür. Ayrıca o, halife
Süleyman'ın emriyle Musa b. Nusayr'ın yakınlarının da mal varlıklarını müsâdere etmiş,
ancak 300 bin dinar vermeleri karşılığında mallarını, onlara iâde etmiştir. Bu arada Musa b.
Nusayr'ın diğer oğlu Endülüs valisi Abdülaziz, kardeşinin öldürülmesi, ailesi ve yakınlarına
yapılan muameleden dolayı 718 yılında istiklâlini elde etmek için Endülüs'te Muhammed b.
Yezid aleyhine bazı faaliyetlere başlamıştır. Ancak halife Süleyman, Abdülaziz b. Musa'nın
bu faaliyetlerinden haberdar olunca, onun katlini emretmiş ve o da öldürülmüştür. Endülüs'e
de onun yerine Hür b. Yusuf es-Sekafî tayin edilmiştir. 1030

1028
Abdülaziz Salim, Mağribu’l-Kebir, II, 288.
1029
İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 47. Ayrıca bkz.İbn Abdilhakem, Fütûh, 213; İbnü’l-Esîr, Kâmil, V, 23 (T.V, 27);
Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 259; Abdilaziz Salim, Mağribu’l-Kebir, II, 288-289; Zâvî, Libya, 148.
1030
İbn Kuteybe, İmâme, II, 79-83; Taberî, Tarih, VI, 523 (Leiden, II, 1306), İbnü’1-Esîr, Kâmil, V, 22 (T.V, 26-
27); İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 47; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 232, 235; Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 260. bkz.
Yakubî, Tarih, II, 294.

188
Muhammed b. Yezid'in üç yıl kadar süren valiliği döneminde, onun güzel ahlak ve
mu'tedil siyaseti sayesinde Mağrib'de huzur ve güven ortamı oluşmuştur. O, bilhassa
müslüman olan Berberîleri, Arap müslümanlarla eşit tutmuş ve onlara da katıldıkları
savaşlardan alınan ganimetlerden eşit şekilde pay dağıtmıştır. 1031 Böylece o, Mağrib'de
Berberîler'in de sevgisini kazanarak, huzur ortamının devamına katkıda bulunmuştur. 1032
Halife Süleyman b. Abdilmelik Eylül 717'de vefat etmiş, yerine aynı tarihte Ömer b.
Abdilaziz halife olmuştur. 1033

2. İsmâil b. Ubeydillah b. Ebi'l-Muhâcir'in Valiliği (718-720)


Ömer b. Abdilaziz halife olduktan sonra Ağustos 718'de İfrikiyye ve Mağrib valiliğine
Benû Mahzum'un azatlısı Ebu'l-Muhâcir Dinâr'ın torunu olan İsmâil b. Ubeydillah'ı tayin
etmiştir. 1034 Endülüs'e de Semh b. Mâlik el-Havlanî'yi atamıştır. 1035
İsmâil b. Ubeydillah'ın İfrikıyye ve Mağrib valiliği döneminde dikkatimizi çeken en
önemli icraatı, halife Ömer b. Abdilaziz'in uygulamalarına paralel olarak, valiliği
bölgesindeki ehl-zimmeye iyi davranılması ve onların İslâm'a kazandırılmaları olmuştur.
Kaynakların bildirdiklerine göre, onun valiliği zamanında İslâm'ı kabul etmeyen bir tek
Berberî dahi kalmamıştır. 1036 Mâlikî'nin naklettiğine göre de halife Ömer b. Abdilaziz,
Berberîler arasında İslâm'ı yaymak için tâbiundan, Ebû Abdirrahman b. Yezid el-Meâfirî el-
Hubülî (v. 118), 1037 Ebû Mes'ud Sa'd b. Mes'ud et-Tücibî, 1038 İsmail b. Ubeyd el-Ensarî el-
Ma'ruf bi-Tâcirillah (v. 725), 1039 Ebu'l-Cehm Abdurrahman b. Râfi' et-Tenûhî (v. 731), 1040
Mevhib b. Hayy el-Meâfirî (v. 118), 1041 Hıbbân b. Ebî Cebele el-Kureşî (v. 743), 1042 Ebû
Sümâme Bekr b. Sevâde el-Cüzâmî (v. 746), 1043 Ebû Sa'îd Cü'sül b. Hâân b. Umeyr (v.

1031
İbnü’1-Izârî, Muğrib, I, 47.
1032
Abdülaziz Salim, Mağribu’l-Kebir, II, 289.
1033
İbn Abdilhakem, Fütûh, 213.
1034
İbn Abdilhakem, Fütûh, 213; İbnü’1-Esîr, Kâmil, V, 23 (T. V, 27); İbnü’1-Izârî, Muğrib, I, 48. Ayrıca bkz.
İbn
Sa’d, Tabakât, V, 341; Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 263. İbnü’1-Izârî, bu şahsm ismini İsmail b. Abdillah
olarak vermektedir. Bkz. gösterilen yer.
1035
Ibnü’1-Esîr, Kâmil, V, 55 (T.V, 55); Ahbâru Mecmûa (thk. İbrahim el-Ebyârî), Beyrut 1401/1981, 30.
1036
İbn Abdilhakem, Fütûh, 213; İbnü’1-Esîr, Kâmil, V, 23, (T.V, 27); İbnü’1-Izârî, Muğrib, I, 48; Sa’d Zağlûl,
Tarihu’l-Mağrib, I, 264-265; Zâvî, Libya, 148.
1037
Mâlikî, Riyâdu’n Nüfüs, I, 99-101.
1038
Mâlikî, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 102-106.
1039
Mâlikî, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 106-109.
1040
Mâlikî, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 110.
1041
Mâlikî, Riyâdu ‘n-Nüfûs, I, 110-111.
1042
Mâlikî, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 103, 111-112.
1043
Mâlikî, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 112-113.

189
733) 1044 ve Talak b. Câbân el-Fârisî'yi 1045 İfrikıyye ve Mağrib'e göndermiştir. Bu arada
Mâlikî'nin, vali İsmâil b. Ubeydillah'ı da bu mübelliğler arasında saydığını belirtmeliyiz. 1046
İsmâil b. Ubeydillah yaklaşık iki senelik valiliği zamanında tâbiundan olan bu İslâm
âlimlerini İfrikıyye ve Mağrib'in muhtelif bölgelerine göndermiş ve böylece, yukarıda da
bilirttiğimiz gibi, buradaki Berberîlerin hemen tamamı İslâm'ı kabul etmişlerdir. Mağrib tarihi
araştırıcılarından Abdülaziz Salim de bu hususa temas ettikten sonra, bölgede müslüman
olmayan az sayıda Rum ve Yahudi kaldığını ifade etmektedir. 1047
Bu arada Ocak 720'de bir Cuma günü halife Ömer b. Abdilaziz vefat etmiş, ondan
sonra halife olan Yezid b. Abilmelik, İsmâil b. Ubeydillah'ı azlederek, yerine aynı yıl içinde
Yezid b. Ebî Müslim'i İfrikıyye ve Mağrib valisi olarak tayin etmiştir. 1048

II. İFRİKIYYE VE MAĞRİB'DE KARIŞIKLIK DEVRİ (719–740)

1. Yezid b. Ebî Müslim'in Valiliği (719–720) ve Berberîler'in İlk İsyanı


Halife Yezid b. Abdilmelik'in (halifeliği: 719–723) 719'da İfrikıyye ve Mağrib
valiliğine tayin ettiği Yezid b. Ebî Müslim 720'de Kayrevân'a gelerek, valiliği İsmâil b.
Ubeydillah'tan devralmıştır. 1049
Haccâc b. Yusuf es-Sekafî'nin kâtibliğini ve Şurta emirliğini yapmış olan Yezid b. Ebî
Müslim, kısa süren valiliğinde, kötü bir idareci olarak tanınmıştır. O, Irak bölgesinde Haccac
b. Yusuf'un müslüman olan zimmîlerden cizye ve harac vergisi aldığı gibi, aynı uygulamayı
kendi valilik bölgesinde de tatbik etmiş ve müslüman olan Berberîleri ve mallarını ganimet
kabul ederek tahmîs etmiş, sonra da onları cizye ve harac vergisi ile mükellef tutmuştur. 1050
Yezid b. Ebî Müslim'in ikinci olumsuz uygulaması da, Berberîlerden oluşan özel muhâfız
birliklerinin ellerine damga vurdurması olmuştur. O, Bizanslılar'ın özel muhâfız birliklerinin
ellerine vurdurdukları damga gibi, kendi muhâfız birliklerinin diğer insanlardan ayırt

1044
Mâlikî, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 114-115.
1045
Mâlikî, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 103,117-118.
1046
Bkz. Mâlikî, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 115-117. Öıner b.Abdilaziz’in İfrikıyye’ye gönderdiği ayrıca bkz. İbnü’1-
Izârî, Muğrib, I, 48; Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 265-266 Mağribu’1-Kebir, II, 290.
1047
Abdülaziz Salim, Mağribu’l-Kebir, II, 290.
1048
İbn Abdilhakem, Fütûh, 213; İbn Hallikan, Vefeyât, VI, 311.
1049
Belâzuri, Fütûh, 233 (T.331); İbnü’1-Izâri, Muğrib, I, 48-49; Abdülaziz Salim, Mağribu’l-Kebir, II, 294 .
1050
Taberî, Tarih, VI, 617 (Leiden, II, 1435); el-Cehşiyârî, Muhamıned b. Abdûs; el-Vüzerâ ve’l-Küttab (thk.
Mihail Avvâd), Mısır 1401/1980, 56-57; İbnü’1-Esîr, Kâmil, V, 77, 101(T.72, 88); İbn Hallikan, Vefayat, VI,
311.

190
edilebilmesi için, sağ avuçlarına kendi isimlerini, sol avuçlarına da muhafız (=Haresî)
kelimesini damgalatmak istemiştir. 1051
Yezid b. Ebî Müslim'in bu uygulamaları müslüman olan Berberîler arasında
huzursuzluğa sebeb olmuştur. Bu Berberîler, Yezid b. Ebî Müslim'in, kendilerini
"...hıristiyanlar gibi gördüğünü..." söyleyerek onu öldürmeyi kararlaştırmışlar ve nihayet aynı
yıl içinde bir akşam namazı sırasında öldürmüşlerdir. 1052
Yezid b. Ebî Müslim'i öldüren Berberîler, onun yerine Muğîre b. Ebî Bürde'yi vali
yapmak istemişlerdir. Ancak, Muğîre'nin oğlu Abdullah, babasının, Yezid'i öldürenler
arasında yer aldığını ve şayet babasını vali olarak başlarına geçirirlerse, onun bu işi valiliği ele
geçirmek için yapmış olduğu şeklinde bir itham ile karşılaşabileceğini söylemiş ve Yezid b.
Ebî Müslim'in valiliği devr alır almaz Sicilya seferine gönderdiği Muhammed b. Evs el-
Ensarî'nin valilik için en uygun kişi olduğu konusunda Berberîleri iknâ etmiştir. Bunun
üzerine Muhammed b. Evs'in Sicilya seferinden dönmesi beklenmiş ve dönüşünde de, o,
istekli olmamasına rağmen valilik makâmına oturmak zorunda kalmıştır. Muhammed b. Evs
daha sonra halife Yezid b. Abdilmelik'e bir mektup yazarak, Yezid b. Ebî Müslim'in
yaptıklarını anlatmış ve onun öldürülerek, yerine kendisinin getirildiğini bildirmiştir. Halife
Yezid de, öldürülen Yezid b. Ebî Müslim'in bu uygulamalarından memnun olmadığını ve
kendisinin valiliğini onayladığını Muhammed b. Evs'e bildirmiştir. 1053
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Muhammed b. Evs, valilik görevini kerhen kabul
etmişti. Kanaatimiz odur ki, Muhammed b. Evs, halife Yezid'e gönderdiği mektupta, valilik
yapmak istemediğini ve yerine başka birini tayin etmesini istemiş olmalıdır. Ayrıca, halife
Yezid b. Abdilmelik'in İfrikıyye ve Mağrib'de otoritesini hissettirmek için, Muhammed b.
Evs'i azletmeyi istemiş olabileceği de düşünülebilir. Nitekim o Nisan 721'de Muhammed'i

1051
İbn Abdlihakem, Fütûh, 214; Belâzurî, Fütüh, 233 (T.331); İbnü’1-Izârî, Muğrib, I, 48-49.
1052
İbn Abdlihakem, Fütüh, 214; Belâzurî, Fütûh, 233 (T.331); Yakubî, Tarih, II, 313; Taberî, Tarih, VI, 617
(Leiden, II, 1435); İbnü’1-Esîr, Kâmil, V, 101 (T.V, 88); İbn Hallikan, Vefeyât, VI, 311. İbn Tağriberdî, Nücûm,
I, 244-248; İbnü’I-Izârî, Muğrib, I, 48-49; Zehebi, Düvel, I, 72; Sa`d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 268; Abdülaziz
Salim, Mağribu’l-Kebir, II, 295.
1053
İbn Abdilhakem, Fütûh, 214-215; Mâlikî, Riyâdu’n-Nüfus, I, 125; İbnü’1-Izârî, Muğrib, I, 48-44; Bu arada
hemen belirtelim ki, Taberî, Cehşiyârî, İbnü’1-Esîr, İbn Hallikan ve Zehebî, Yezid b.Ebî Müslim’in
öldürülmesinden sonra valilik makamına, daha önce İfrikıyye valiliği yapan ve Ömer b. Abdilaziz’in İfrikıyye ve
Mağrib valisi İsmail b. Ubeydillah zamanında harac âmilliğinde bulunurken Yezid b. Ebî Müslim tarafindan
hapsedilen Muhamıned b. Yezid’in getirildiğini bildirmektedirler. Bkz. Taberi, Tarih, VI, 617 (Leiden, II, 1435);
Cehşiyârî, Vüzerâ, 56-57; İbnü’1-Esîr, Kâmil, V, 101(T.88); İbn Hallikan, Vefeyât, VI, 311; Zehebî, Düvel, I, 72.
Muhammed b. Yezid’in, İsmail b. Ubeydillah’ın valiliği zamanında harac âmilliği yaptığına dair bkz. Cehşiyârî,
Vüzerâ, 56-57.

191
azlederek, Mısır valisi olan Bişr b. Safvân el-Kelbî'yi İfrikıyye ve Mağrib valiliğine tayin
etmiştir. 1054

2. Bişr b. Safvân el-Kelbî'nin İfrikıyye ve Mağrib Valiliği (721–727)


Bişr b. Safvân İfrikıyye ve Mağrib valiliğine tayin edilince, Mısır'a kardeşi Hanzala b.
Safvân'ı vekil olarak bırakmış ve Nisan 721'de Kayrevân'a gitmiştir. Bişr b. Safvân'ın valiliği
döneminde iki önemli icraatı dikkati çekmektedir. Bunların birincisi, dahili karışıklıkların
sona erdirilmesi yönündeki iç siyâseti, ikincisi de Akdeniz'de İslâm hakimiyetinin tam
anlamıyla yerleştirilmesi için takip ettiği hâricî siyasetidir.
Bişr b. Safvân, Kayrevân'a gelişinin hemen akabinde, sâbık vali Yezid b. Ebî
Müslim'in öldürülmesi olayına karışan Musa b. Nusayr âilesinin mal varlıklarına el koymuş
ve onların Mağrib'deki mevâlî üzerinde tesis ettikleri nüfûzlarını kırmaya çalışmıştır. Bu
konuda onun en önemli icraatı, Araplarla mevâlî arasındaki eşitsizliği ortadan kaldırmak
suretiyle, daha önce mevâliyi kışkırtanların propaganda malzemelerini ellerinden alması
olmuştur. Nitekim Bişr kendi zamanında gerçekleştirilen seferlerde alınan ganimetleri adalet
üzere mevâlî ve Araplara eşit olarak dağıtmıştır. 1055
Bişr b. Safvân, dâhildeki bu huzursuzluğu önleme noktasında insanların dikkatlerini
dış alanlara çevirmiş ve bu konuda da, hem müslümamların kendi aralarındaki mevâlî-Arap
şeklindeki mücadeleleri önlemeye, hem de Akdeniz'de İslâm hakimiyetini tam anlamıyla tesis
etmeye çalışmıştır. Bu cümleden olarak o, Bizans hâkimiyetinde olan Akdeniz'deki Sardunya,
Sicilya ve Korsika gibi adalara, 721–727 yılları arasında devamlı bir şekilde seferler tertib
etmiştir. Halife b. Hayyat'ın bildirdiğine göre o; 721'de Yezid b. Mesrûk el-Yahsubî'yi
Sardunya adasına, 1056 722'de Amr b. Fâtik el-Kelbî'yi deniz seferine,1057 724'de Benû
Cumah'ın azatlısı Muhammed b. Ebî Bekr'i Korsika ve Sardunya adalarına, 1058 727'de de
Hassan b. Muhammed b. Ebî Bekr'i Sardunya adasına 1059 göndermiştir. Halife b. Hayyat,
İslâm donanmasının bu seferlerin tamamından zâyiat vermeden ve ganimetlerle İfrikıyye'ye
geri döndüğünü de, rivayetlerine ilave etmektedir. 1060 Bu arada diğer kaynaklar, Bişr b.

1054
Kindî, Vulât, 71; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 244, İbnü’1-Izârî ise Bişr b. Safvan’ın 721-722’de tayin
edildiğini rivayet etmektedir. Bkz. Muğrib, I, 49.
1055
Abdülaziz Salim, Mağribu’l-Kebir, II, 295.
1056
Halife b. Hayyat, Tarih, II, 475.
1057
Halife b. Hayyat, Tarih, II, 479. Ancak Halife b. Hayyat, Amr b. Fâtik el-Kelbî’nin bu seferinde belli bir
adaya gittiğine dair bilgi bulunmamaktadır.
1058
Halife b. Hayyat, Tarih, II, 490.
1059
Halife b. Hayyat, Tarih, II, 490.
1060
Bkz. Dipnotlar: 342, 343, 344, 345. Ayrıca bkz. Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 271-273.

192
Safvân'ın da 727'de Hassan b. Muhammed b. Ebî Bekr'in Sardunya seferinden sonra, aynı yıl
içinde bizzat Sicilya seferine çıktığını ve pek çok ganimetle Kayrevân'a geri döndüğünü
bildirmektedirler. 1061 Sicilya seferinden dönüşünde hastalanan Bişr, aynı yıl içinde
Kayrevân'da ölmüştür. 1062
Bişr b. Safvân ile ilgili kaynaklarımızda yer alan bazı bilgileri de burada aktarmak
istiyoruz. Bişr 723'de halife Yezid b. Abdilmelik'in yanına gitmek üzere Kayrevân'dan
ayrılmış, ancak Mısır'a geldiğinde, Ocak 724'de halifenin ölüm haberini almıştır. Bişr de
yanındaki hediyelerle birlikte, halife Hişam b. Abdilmelik'in huzuruna çıkmış ve hediyelerini
ona sunmuştur. Yeni halife Hişam da onu görevinde bırakmıştır.
Bişr b. Safvân Kayrevân'a döndükten sonra, Endülüs valisi Hür b. Abdirrahman el-
Kaysî'yi azletmiş ve yerine Anbese b. Süheym el-Kelbî'yi tayin etmiştir. Anbese'nin 726'da
ölümü üzerine de Endülüs'e Yahya b. Seleme el-Kelbî'yi atamıştır.
Bişr, vefat etmeden önce, hastalığı sırasında da Abbas b. Bâdı'a el-Kelbî'yi vekil
olarak bırakmıştır. 1063

3. Ubeyde b. Abdirrahman el-Kaysî'nin Valiliği (727-732)


ve Kavmiyetçilik Hareketleri (Kelbî-Kaysî Mücâdelesi)

Bişr b. Safvân'ın 727'de ölümünden sonra aynı yıl içinde, 1064 İfrikıyye ve Mağrib
valiliğine tayin edilen Ubeyde b. Abdirrahman, Haziran 728'de Kayrevân'a gelerek görevine
başlamıştır. 1065
Ubeyde b. Abdirrahman'ın, yaklaşık dört yıl süren valilik döneminin en önemli iki
özelliği, kavmiyetçilik ve Bişr b. Safvân'ın bıraktığı yerden Akdeniz'de bulunan adalara
yapılan seferlere devam edilmesidir.
Ubeyde b. Abdirrahman kavmiyetçi idi ve görevine başlar başlamaz kendinden önceki
vali Bişr b. Safvân'ın tayin ettiği Kelbî kökenli bütün valileri azletmiş ve onlara çeşitli
işkenceler yaptırarak hapsettirmiştir. Yerlerine de kendi kabilesinden olanları, yani Kaysîleri

1061
İbnü’1-Esîr, Kâmil, V, 146 (T.V, 123); İbnü’1-Izârî, Muğrib, I, 49; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 244-245. Salim
İbâdî, Tarihu’l-Bahriyye (Mağrib-Endülüs), II, 38.
1062
Halife b. Hayyat, Tarih, II, 496; İbn Abdilhakem, Fütûh, 216; Belâzurî, Fütûh, 233 (T.232); İbnü’1-Esîr,
Kâmil, V, 146 (T.V, 123); İbnü’1-Izâri, Muğrib, I, 49; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 244-245.
1063
Bazı müteferrik bilgiler için bkz. Halife b. Hayyat, Tarih, II, 496; İbn Abdilhakem, Fütûh, 215-216;
Belâzurî, Fütûh, 233 (T.332); Kindî, Vulât, 72; İbnü’1-Esîr, Kâmil, V, 136, 146 (T. V, 115, 123); İbnü’1-Izârî,
Muğrib, I, 49; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 244-245; Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 270-271; Abdilaziz Salim,
Mağribu’I-Kebir, II, 295-296.
1064
İbnü’1-Esîr, Kârnil, V, 146 (T.V, 123).
1065
İbnü’1-Izâri, Muğrib, I, 50; Abdilaziz Salim, Mağribu’l-Kebir, II, 296; Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 274.

193
tayin etmiştir. 1066 Bu arada mevâlîye karşı da kötü bir tutum izleyen Ubeyde, Berberîlere
haksız muamelelerde bulunmuş ve bilhassa çölde yaşayan Berberîlere baskınlar yaparak,
onların kadınlarını esir olarak almıştır. Onun bu sert tutumu, Berberîlerin daha sonraki
yıllarda hariciliği kabul etmelerine zemin hazırlamıştır. 1067
Ubeyde b. Abdirrahman'ın valiliği döneminde de Bişr b. Safvân zamanında olduğu
gibi, Akdeniz'deki adalara yapılan seferlere devam edildiğini görmekteyiz. Bu cümleden
olarak o, 728’de Osman b. Ebî Ubeyde'yi, 1068 730'da Sâbit b. Hasyem'i, 1069 731'de
Abdülmelik b. Katan'ı, 1070 yine aynı yıl içinde Ebû 'Imrân el-Hüzelî'yi, 1071 732'de yine
Abdülmelik b. Katan'ı, 1072 733'de Bekr b. Süveyd'i 1073 Sicilya adası üzerine göndermiştir.
Yapılan her sefer başarı ile tamamlanmış ve İslâm donanması pek çok ganimetle geri
dönmüştür. 732'de Abdullah b. Ziyad el-Ensarî de Sardunya adası üzerine gönderilmiş, o da
pek çok ganimetle İfrikıyye'ye geri dönmüştür. 1074 Bu arada 729'da Müstenîr b. el-Habhâb el-
Hareşî de Sicilya seferine gönderilmiş, ancak o denizde dalgalara maruz kalmış ve kendi
gemisi hariç donanmasındaki diğer gemiler batmış, müslüman askerler boğularak ölmüşlerdir.
Müstenîr ise gemisiyle Trablusgarb limanına gelmeyi başarmış ve buradan da Kayrevân'a
gitmiştir. Ubeyde b. Abdirrahman, donanmasına sahip olamadığından dolayı onu azarlamış,
kırbaçlatmış ve nihayet Kayrevân'da teşhir ettirdikten sonra hapsetmiştir. 1075
Ubeyde b. Abdirrahman'ın azline gelince; onun mevâlîye karşı sert tutumu ve Kaysîler
tarafını tutup, Kelbîler'e zulmetmesi, görevinden alınmasına sebep olmuştur. Onun görevden
aldığı Ebu'l-Hattar el-Hüsâm b. Dırâr el-Kelbî, halife Hişam'a bir şiir yazıp Ubeyde'nin
haksızlıklarını dile getirmiş ve onun azlini istemiş, halife Hişam da Ubeyde'yi azletmiştir. 1076
Ubeyde azledildikten sonra Ukbe b. Kudâme el-Kelbî'yi yerine vekil olarak bırakmış ve
733'de bazı hediyelerle Dımaşk'e, halife Hişam'ın yanına gitmiştir. 1077

1066
İbnü’1-Izârî, Muğrib, I, 50; Abdilaziz Salim, Mağribu’l-Kebir, II, 296-298; Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I,
273-275.
1067
Abdilaziz Salim, Mağribu’l-Kebir, II, 297.
1068
Halife b. Hayyat, Tarih, II, 498.
1069
Halife b. Hayyat, Tarih, II, 504.
1070
Halife b. Hayyat, Tarih, II, 506.
1071
Halife b. Hayyat, Tarih, II, 506.
1072
Halife b. Hayyat, Tarih, IT, 507.
1073
Halife b. Hayyat, Tarih, II, 510.
1074
Halife b. Hayyat, Tarih, II, 507.
1075
İbn Abdilhakem, Fütûh, 216-217; Abdülaziz Salim, Mağribu’l-Kebir, II, 298; Salirn-İbâdî, Tarihu’l-
Bahriyye
(Mağrib-Endülüs), II, 38-39.
1076
İbnü’1-Izârî, Muğrib, 1, 51.
1077
ibn Abdilhakem, Fütûh, 217; Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 277-278.

194
4. Ubeydullah b. el-Habhâb'ın Valiliği (734–740) ve
Berberî-Hâricî İsyanlarının Başlaması

Halife Hişam b. Abdilmelik (halifeliği: 723–742) Ubeyde b. Abdirrahman'ı azlettikten


sonra, İfrikıyye, Mağrib ve Endülüs valiliğine Mısır harac âmili olan Ubeydullah b. el-Habhâb
el-Kaysî'yi tayin etmiştir. İbnü'l-Habhâb, Mısır harac âmilliğine oğlu Kâsım b. Ubeydillah'ı
bırakarak, Mayıs 734'de Kayrevân'a gelip, 1078 yaklaşık altı ay kadar valiliğe vekalet eden
Ukbe b. Kudame el-Kaysî'den görevi devralmıştır. 1079
İbnü'l-Habhâb katı bir kavmiyetçi olup Kelbîler'e karşı, Kaysîler'den yana, mevâlîye
karşı da Arapçı bir politika takip etmiştir. 1080 Onun valiliği incelendiğinde, Mağrib'i iki
bölgeye ayırdığı ve Akdeniz'deki adalara yapılan deniz seferlerini devam ettirdiği dikkati
çeken hususlardır. 1081
Ubeydullah b. el-Habhâb, valiliğe başlar başlamaz, 734'de kendisine bağlı valileri
değiştirmiştir. O, Mağrib'i iki bölgeyle ayırarak, Tanca'dan Mağribu'l-Aksâ'ya kadar olan
bölgeye, önce kendi oğlu İsmâil b. Ubeydillah'ı, 740'da da Ömer b. Abdillah el-Murâdî'yi vali
olarak tayin etmiştir. 1082 İkinci bölge olarak belirlediği Mağribu'l-Aksâ'ya da, Sudan
bölgesine kadar uzanan yollar dahil olmak üzere Habib b. Ebî Ubeyde el-Fihrî'yi vali olarak
atamış, ayrıca ona, bu bölgede gerek isyan eden ve gerekse hakimiyet altına alınmamış
Berberîleri İslâm hakimiyetine alması görevini de vermiştir. 1083 Endülüs valisi Anbese b.
Sühaym el-Kelbî'yi azlederek, yerine Ukbe b. el-Haccâc es-Selûlî'yi tayin eden 1084 İbnü'l-
Habhâb, önceki İfrikıyye ve Mağrib valisi Ubeyde b. Abdirrahman'ın hapsettiği Münestîr b.
el-Habhâb el-Hareşî'yi hapisten çıkararak, Tunus valiliğine tayin etmiştir. 1085

1078
İbn Abdilhakem, Fütûh, 217; Belâzurî, Fütûh, 233 (T.332); İbnü’l-Esir, Kâmil, V, 185 (T. V, 154); İbnü’l -
Izârî, Muğrib, I, 51. İbn Abdilhakem, İbnü’1-Habhâb’ın Mısır valisi olduğunu ve bu görevinde iken İfrikıyye
valiliğine tayin edildiğini bildirmektedir. Bkz. Fütûh, 217. Ancak o, Mısır valiliğinde hiç bulunmamıştır.
İfrikıyye valiliğine tayin edildiği 734’de de Mısır valiliğinde Velid b. Rifâ’a bulunmaktaydı. Bkz.Kindî, Vulât,
75-79. Nücûm sahibi ibn Tağriberdî ise, İbnü’1-Habhâb’ın İfrikıyye’ye tayin edildiğinde, Mısır harac âmili
olduğunu bildirmekte ve onun bu görevini İfrikıyye valisi olduktan sonra da devam ettiğini rivayetine ilave
etmektedir. Bkz. İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 266. Esasen o, Mısır harac ârmilliğini oğlu Kâsım’a devrederek
İfrikıyye’ye gitmiştir. Bkz. Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Muğrib, I, 279.
1079
İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 51.
1080
Abdülaziz Salim, Mağribu’l-Kebir, II, 294.
1081
Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 279.
1082
İbn Abdilhakem, Fütûh, 217; İbnü’1-Izârî, Muğrib, I, 51; Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 281-282.
1083
İbn Abdilhakem, Fütüh, 217; İbnü’1-Izârî, Muğrib, I, 51; Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 281-282;
Abdülaziz Salim, Mağribu’l-Kebir, II, 298.
1084
İbn Abdilhakem, Fütûh, 217; İbnü’1-Izârî, Muğrib, I, 51.
1085
İbn Abdilhakem, Fütüh, 217.

195
İbnü'l-Habhâb'ın Mağribu'l-Aksâ'ya gönderdiği Habîb b. Ebî Ubeyde el-Fihrî, bölgeyi
tamamen itaat altına almış ve Sûdân'a kadar ilerlemiştir. O, buradan pek çok genimet ve esir
alarak Kayrevân'a dönmüştür. 1086
Ubeydullah b. el-Habhâb'ın valiliği döneminde dikkkati çeken en önemli husus, hâricî
Berberîlerin ayaklanmaları olmuştur. Berberîler, Yezid b. Ebî Müslim'in valiliği döneminde,
Arap-mevâlî çekişmesi ile başlayan ve müslüman Arapların mevâlî müslümanlardan üstün
tutulması şeklindeki uygulamalardan sonra, Irak bölgesinde kendilerine yapılan baskılar ve
takibattan kurtulmak için muhtelif bölgelere kaçan ve bu arada Mağrib'e de gelen hâricîlerin,
İslâm kardeşliği ve musavat gibi konularda yaptıkları propogandaların tesiri ile hâricîliğe
meyletmişlerdir. Mağribu'l-Aksâ'da yaşayan, Bütr kabilesinin bilhassa Hevvare ve Zenâte
boyları hâricîliğin Sufriyye kolunu benimserken, Mağribu'l-Evsat'ta meskun Berberîler de
İbadîliği kabul etmişlerdir. 1087
İbnü'l-Habhâb'ın halife Hişam'ı memnun etmek gayesiyle, onun elbise olarak giymeyi
sevdiği, tabiî bal renginde bir deri bulabilmek için, Berberîlere ait pek çok hayvanı kestirmesi
ve yine halife Hişam'ın hoşlandığı Berberî kadınlarının en güzellerini Dımeşk'e göndermesi,
Mağrib'deki Berberîlerin, gerek İbnü'l-Habhâb'a ve gerekse halife Hisam'a kızgınlık
duymalarına sebeb olmuştur. 1088
Bu arada İbnü'l-Habhâb'ın 740'da Tanca ve civarına vali olarak tayin ettiği Ömer b.
Abdillah el-Murâdî, aşırı miktarlarda zekat ve öşür vergisi tahsil etmek suretiyle, bölgesindeki
hâricî Berberîlere, zulmetmeye başlamıştır. Ayrıca o, haricî de olsalar, İslâm'ı kabul etmiş
olmalarına rağmen bu Berberîleri müslümanların bir fey'i şeklinde düşünüp, onları tahmis
(yani ganimet gibi taksim) etmek istemiştir. 1089 Ömer b. Abdillah'ın bu haksız davranışı,
Berberîlerin sabrını taşıran son damla olmuştur. Ancak onlar hemen isyan etmemişler ve
müslüman olduktan ve İslâm ordusu içinde savaşlara ve fetihlere iştirak ettikleri halde,
ganimet statüsündeki bir ehl-i zimme gibi muamele gördüklerini anlatmak ve durumlarının
düzeltilmesini sağlamak amacıyla Meysere el-Midgârî es-Sufrî başkanlığında bir heyetle
halife Hişam'la görüşmek üzere Dımaşk'e gitmişlerdir. Taberi'nin bu konuda verdiği bilgiye
göre; halife Hişam onları kabul etmemiş ve görüşme taleplerini reddetmiştir. Onlar da Hişam

1086
Halife b. Hayyat, Tarih, II, 511; İbn Abdilhakem, Fütûh, 217; Belâzurî, Fütûh, 233 (T.332); İbnü’1-Esîr,
Kâmil, V, 190-191 (T.V, 158-159); İbnü’1-Izârî, Muğrib, I, 51; Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 283; Abdülaziz
Salim, Mağribu’l-Kebir, II, 298.
1087
Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 285; Abdülaziz Salim, Mağribu’l-Kebir, II, 300-301 Ancak hemen
belirtmek gerekir ki Trabusgarb ve civarında nıeskûn olan Hevvâre ve Zenâte kabileleri İbadî-hariciliği
benimsemişlerdir. Bkz. Ethem Ruhi Fığlalı, İbâdiliğin Doğuşu ve Görüşleri, Ankara 1983, 99-100.
1088
Taberî, Tarih, IV, 254-255 (Leiden, I, 2815-2816); İbnü’1-Izârî, Muğrib, I, 52; İbn Haldun, İber, VI, 118-
119.
1089
İbnü’1-Izârî, Muğrib, I, 51-52.

196
b. Abdilmelik'in veziri el-Ebreş ile görüşmüşler ve halife Hişam'a bildirmesi için şikâyetlerini
anlatmışlardır. Daha sonra da isimlerini ve neseblerini bir kağıda yazarak vezir el-Ebreş'e
vermişler ve Mağrib'e dönmüşlerdir. 1090
Halife Hişam b. Abdilmelik'ten bekledikleri ilgi ve yakınlığı bulamayan Meysere ve
arkadaşları, Mağrib'e döndükten sonra ayaklanmışlardır. Bu, Mağrib'deki ilk hâricî
isyanıdır. 1091 Hâricîliğin Sufriyye mezhebi lideri Meysere ve yakın arkadaşlarından
Efârika'nın 1092 reisi Abdül'alâ b. Cureyc el-İfrikî er-Rumî Mağrib'deki İbadî hâricîleri de
yanlarına alarak 13 Ağustos 740'da ayaklanmışlardır. 1093 Onlar, İbnü'l-Habhâb'ın, İslâm
ordusunun önemli bir kısmını Habib b. Ebî Ubeyde komutasında Sicilya seferine
göndermesini fırsat bilmişler ve ilk olarak Tanca üzerine yürümüşlerdir. Tanca valisi Ömer b.
Abdillah, onlarla savaşmış, ancak yenilmiş ve bu şavaşta öldürülmüştür. Meysere kazandığı
bu başarı ile Tanca'ya girmiş ve burada halifeliğini ilan etmiş, haricîlerin biatını almıştır. 1094
Böylece, önceleri dini olarak başlayan bu hareket, neticede siyasî bir harekete
dönüşmüştür. 1095
Halife sıfatıyla, Tanca'ya vali olarak Abdül'ala b. Cureyc'i bırakan Meysere, aynı yıl
içinde Sûs bölgesine hareket etmiş ve burada bulunan İbnü'l-Habhâb'ın oğlu İsmâil b.
Ubeydillah'la savaşarak, onu yenmiş ve öldürmüştür. 1096 Meysere'nin Araplara karşı peşpeşe
kazandığı bu iki savaş, sonuçları itibariyle, Mağrib'in tamamında yeni isyanların meydana
gelmesine sebep olmuştur. Muhtelif bölgelerde yaşayan Berberîler, Araplara karşı
ayaklanmışlar, Mağrib tam bir kaos içine sürüklenmiştir. 1097
Bu arada İbnü'l-Habhâb, Meysere'nin başlattığı ve bütün Mağrib'e yayılan isyan
hareketlerini bastırabilmek için, Sicilya seferine gönderdiği Habib b. Ebî Ubeyde'ye bir
mektup göndererek, acele dönmesini emretmiştir. Bu arada o, Habîb dönünceye kadar
Meysere'nin ordusunu oyalaması için Habib'in oğlu Halid b. Habib b. Ebî Ubeyde el-Fihrî
komutasında Kayrevân'da bulunan Arapların önde gelenlerinden bir birlik hazırlayarak
isyancıların üzerine göndermiştir. Halid 740'da Tanca üzerine hareket etmiş ve Tahert

1090
Taberî, Tarih, IV, 254-255 (Leiden, I, 2815-2816).
1091
İbnü’1-Izârî, Muğrib, I, 52.
1092
Efârika: Bkz. dipnot 209.
1093
Halife b. Hayyat, Tarih, II, 525-526; İbn Abdilhakem, Fütûh, 218; Ahbâru Mecmûa, 34-35; Abdülaziz
Salim, Mağribu’l-Kebir, II, 300-304; Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 288.
1094
İbn Abdilhakem, Fütûh, 217-218; İbnü’1-Esîr, Kâmil, V, 191-194 (T. V, 159-162); İbnü’1-Izâri, Muğrib, I,
52-53; İbn Tağriberdî, Nucûm, I, 287-288. İbn Tağriberdî, bu rivayetinde Meysere ve Abdül’alâ’nın, Musa b.
Nusayr’ın azatlılan olduğunu bildirmektedir. İbn Abdilhakem ile İbnü’1-Izârî ise, sadece Abdül’alâ’nın, Musa b.
Nusayr’ın azatlısı olduğunu nakletmektediler.
1095
Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 285.
1096
İbn Abdilhakern, Fütûh, 218; İbnü’1-Izârî, Muğrib, I, 52; Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 289; Abdülaziz
Salim, Mağribu’l-Kebir, II, 305.
1097
İbnü’1-Izârî, Muğrib, I, 52; Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 289; Abdülaziz Salim, Mağribu’l-Kebir, II, 305.

197
yakınlarındaki Vadi-ü Şelef'de konaklayarak, burada babası Habib'i beklemiştir. Habib'in
geldiği ve oğlu Halid ile buluştuğu sırada Meysere de Sûs bölgesinden Tanca'ya dönmüştür.
Halid b. Habib, babasının gelmesinden sonra, emrindeki birliklerle Tanca üzerine yürümüş ve
şehrin dışında Meysere ile karşılaşmıştır. Halid b. Habib ilk hamlede isyancılar karşısında
başarılı olmuş ve Meysere, ordusuyla Tanca'ya kaçmak zorunda kalmıştır. Ancak Berberîler
onun Tanca'ya çekilmesini hoş karşılamamışlar ve daha önce halife olarak biat ettikleri
Meysere'yi öldürerek Zenâte Berberîlerinden Halid b. Humeyd ez-Zenâtî'ye biat
etmişlerdir. 1098 Halid b. Humeyd kendisine biat edildikten sonra, Meysere'nin ordusunu
toparlamış ve Halid b. Habîb'in karşısına çıkmıştır. İsimleri Halid olan iki komutanın Aralık
740'da Tanca yakınlarında yaptıkları savaşı hâricî Berberîlerin yeni lideri ve halifesi Halid b.
Humeyd ez-Zenâtî kazanmış ve Halid b. Habib el-Fihrî, kendisi de dahil olmak üzere,
ordusunun tamamı öldürülmüştür. Arapların önde gelenlerinden pek çok kişinin katılması ve
öldürülmesi sebebiyle bu savaşa "Gazvetü'l-Eşrâf" denilmiştir. 1099
Hâricî Berberîlerin Araplara karşı kazandıkları bu üçüncü başarıdan sonra, isyanlar
Endülüs'e de sıçramıştır. Endülüs'teki Berberîler, İbnü'l-Habhâb'ın tayin ettiği Ukbe b. el-
Haccâc es-Selûlî'yi azletmişler ve yerine, daha önce Endülüs valisi olan ve İbnü'l-Habhâb'ın
azlettiği Abdülmelik b. Katan el-Fihrî'yi Ocak 741'de yeniden Endülüs valiliğine
getirmişlerdir. 1100
Mağrib'deki yenilgiler ve nihayet isyanların Endülüs'e de sıçraması Arapların önde
gelenlerinden İbnü'l-Habhâb aleyhine tavır almalarına sebeb olmuş ve onlar İbnü'l-Habhâb'ı
valilikten azletmişlerdir. 1101 Bu arada Mağrib ve Endülüs'te meydana gelen olaylar ve
Kayrevân'daki Arapların İbnü'l-Habhâb'ı valilikten azlettikleri şeklindeki haberler halife
Hişam b. Abdilmelik'e ulaşınca, o olanlara hem çok üzülmüş, hem de çok kızmıştır. İbnü'l-
Izari, halife Hişam'ın kızgınlığını şu rivayetiyle bildirmektedir: "Allah'a yemin olsun ki, ben
onlara tam bir Arap gazabı ile gazaplandım. Ve yemin olsun ki, onların üzerine, bir ucu
onların yanında bir ucu da benim yanımda olan büyük bir ordu göndereceğim". Bundan sonra

1098
İbn Abdilhakem Berberîlerin Meysere’yi kötü bir ahlaka salıip olduğu için öldürdüklerini ve başlarına da
Abdülmelik b. Katan el-Muhâribî’yi getirdiklerini bildirmektedir. Bkz. Fütûh, 218. Ancak bu bilgi, Mağrib’deki
isyanların Endülüs’e sıçramasmdan sonra, buradaki isyancıların İbnü’1-Habhab’m tayin ettiği vali Ukbe b.el-
Haccâc es-Selûlî’yi azledip yerine Abdülmelik b. Katan el-Fihrî’yi valiliğe getirmeleri rivayetiyle karıştırılmıştır.
Bkz. İbnü’1-Izârî, Muğrib, I, 54; Abdülaziz Salim, Mağribu’l-Kebir, II, 307.
1099
Halife b. Hayyat, Tarih, II, 526; ibn Abdilhakem, Fütûh, 218; İbnü’1-Esîr, Kâmil, V, 191-194 (T.V, 159-
162); İbnü’1-Izârî, Muğrib, I, 53-54; Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 289-292; Abdülaziz Salim, Mağribu’l-
Kebir, 11, 306.
1100
İbnü’1-Esîr, Kâmil, V, 191-194 (T.V, 159-162); İbnül-Izârî, Muğrib, I, 54.
1101
İbnü’1-Izârî, Muğrib, I, 54; Abdülaziz Salim, Mağribu’l-Kebir, II, 307.

198
halife Hişam, İbnü'l-Habhâb'a bir mektup gönderip acele yanına gelmesini emretmiş, o da
Nisan 741'de Dımeşk'e gitmek üzere Kayrevân'dan ayrılmıştır. 1102
Ubeydullah b. el-Habhâb'ın valiliği dönemini bitirmeden önce, onun zamanında
gerçekleştirilen deniz seferlerine de kısaca temas etmek istiyoruz.
İbnü'l-Habbab'ın, İfrikıyye ve Mağrib valiliğine başladığı yıldan itibaren, azledilinceye
kadar her yıl Akdeniz'deki adalara İslâm donanmasını gönderdiğini görmekteyiz. Bu
cümleden olarak o, 734'de Osman b. Ebî Ubeyde'yi Sicilya seferine 1103 735'de Habîb b. Ebî
Ubeyde'yi Sardunya seferine, 1104 736'da Kusem b. Avâne el-Kelbî'yi Sicilya seferine,1105
737'de yine Kusem b. Avâne el-Kelbî'yi bu defa Sardunya seferine, 1106 740'da Habib b. Ebî
Ubeyde el-Fihrî'yi Sicilya seferine1107 göndermiştir. Sicilya ve Sardunya adalarına düzenlenen
bu seferlerden, 735'deki sefer hariç, daima başarı, ganimet ve esirlerle İfrikıyye'ye
dönülmüştür. 734 yılındaki Osman b. Ebî Ubeyde'nin seferi ise başarısızlıkla neticelenmiştir.
İslâm donanması Sicilya adasına yakın bir yerde Bizans donanması ile karşılaşmış ve
yenilmiştir. Bu deniz savaşında donanma komutanı Osman b. Ebî Ubeyde'nin iki oğlu Amr ve
Ebu'r-Rebî' Süleyman, Abdurrahman b. Ziyad b. En'am ve kardeşi Muğîre b. Ziyad ile
donanmadaki bir kısım asker de Rumlara esir düşmüşlerdir. Bu müslümanlar daha sonra, Amr
ve Ebu'r-Rebî' Süleyman'ın amca oğulları olan Abdurrahman b. Habib b. Ebî Ubeyde el-
Fihrî'nin 749 yılında çıktığı Sicilya seferi sırasında, Rumlara fidye verilmek suretiyle
kurtarılmıştır. 1108 737'de Kusem b. Avâne el-Kelbî, Sardunya adasına düzenlediği seferden
dönerken İslâm donanması fırtınaya yakalanmış ve donanma komutanı Kusem de dahil olmak
üzere pek çok müslüman denizde boğularak ölmüştür. Bazı gemiler ise İfrikıyye sahillerine
sığınmayı başarabilmiştir. 1109 Bu arada hemen belirtmek gerekir ki, 740'da Habîb b. Ebî
Ubeyde, Sicilya adasına düzenlediği seferde, adaya vardığında oğlu Abdurrahman'ı süvarî
birliklerinin başına geçirmiş ve adanın başkenti Sarakosa'yı fethe göndermiştir. Abdurrahman
Sarakosa'ya varıncaya kadar önündeki bütün yerleri almış ve nihayet Sarakosa şehrini de
fethetmiştir. O, şehir halkıyla cizye vermeleri şartıyla bir anlaşma yaparak, sahilde

1102
İbnü’1-Izârî, Muğrib, I, 54; Ayrıca bkz. İbn Abdilhakem, Fütûh, 218; İbnü’1-Esîr, Kâmil, V, 191-194
(T.V,159-162).
1103
Halife b. Hayyat, Tarih, II, 511; İbnü’1-Esîr, Kâmil, V, 185 (T.V, 154); Salim-İbâdî, Tarihu’l-Bahriyye
(Mağrib-Endülüs), II, 39.
1104
Halife b. Hayyat, Tarih, II, 514; İbnü’1-Esîr, Kâmil, V, 191 (T.V, 159); Salim-İbâdî, Tarihu’1-Bahriyye
(Mağrib-Endülüs), lI, 39.
1105
Halife b. Hayyat, Tarih, II, 515.
1106
Halife b. Hayyat, Tarih, II, 517; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 282-283.
1107
İbnü’l-Esîr, Kâmil, V, 191 (T. V, 159); İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 288.
1108
Bkz. dipnot 289.
1109
Bkz. dipnot 292.

199
beklemekte olan babasının yanına dönmüştür. 1110 İbnü'l-Esîr'in verdiği bilgiye göre; Habib b.
Ebî Ubeyde Sicilya adasının tamamını fethedinceye kadar burada kalmaya karar vermiş,
ancak Hâricî Berberîlerin çıkardıkları isyan sebebiyle İbnü'l-Habhâb'ın kendisini geri çağıran
mektubunu alınca, adadan ayrılmak zorunda kalmıştır. 1111

III. İFRİKIYYE VE MAĞRİB'DE EMEVÎ HAKİMİYETİNİN


SON DÖNEMİ (741-745)

1.Külsüm b. Iyâz el-Kuşeyrî'nin Valiliği (741)


Halife Hişam b. Abdilmelik Ubeydullah b. el-Habhâb'ın yerine, Mayıs 741'de yine bir
Kaysî olan Külsüm b. Iyaz el-Kuşeyrî'yi tayin etmiştir. 1112 Hişam b. Abdilmelik, Külsüm'ün
emrine 12 bin kişilik bir ordu vermiş ve bu arada Mısır ve Trablusgarb valilerine birer mektup
gönderek, bu orduyu gerek asker ve gerekse techizat yönüyle desteklemelerini
emretmiştir. 1113 Külsüm, ordusuna Mısır'dan da 3 bin kişilik bir takviye aldıktan sonra, 1114
amcası oğlu Belc b. Bişr el-Kuşeyrî'yi öncü kuvvet olarak göndermiştir. 1115 O, Mısır'dan
ayrıca, halife Hişam'ın emriyle, İfrikıyye ve Mağrib'i iyi bilen, Abdurrahman ed-Dahil'in
babası, Muâviye b. Hişam'ın azatlısı Hârûn el-Karnî ve eski valilerden Musa b. Nusayr'ın
yakın arkadaşı Velîd'in azatlısı Muğîs er-Rumî'yi müşavir olarak yanına almıştır. 1116
Mısır'dan sonra Trablusgarb'a da uğrayan Külsüm, buradan da takviye birlikler aldıktan sonra,
Ağustos 741'de Kayrevan'a ulaşmıştır. 1117
Külsüm b. İyâz Kayrevân'a geldikten sonra,burada yeni bir problemle karşılaşmıştır.
Öncü birliklerinin başında gönderdiği Belc b. Bişr, çoğunluğu Arabu'l-Müsta'rebe ve
mevâlîden oluşan İfrikıyye ordusunun yanına gelmiş ve onları küçümseyen, tahkir eden sözler
sarfetmiştir. Onun bu davranışı Şam ordusu ile buradaki ordu arasında bir ihtilafa sebeb
olduğu gibi, İfrikıyye ordusunda bulunanları rahatsız etmiş ve onların komutanı Habib b. Ebî
Ubeyde el-Fihrî, Kayrevân'da bulunan Külsüm b. Iyâz'a mektup yazarak Belc'in yaptıklarını
bildirmiştir. O, mektubunu bir tehdid ile şöyle bitirmiştir: "Senin sefîh amcaoğlun şöyle şöyle

1110
İbnü’1-Esîr, Kâmil, V, 191 (T. V, 159); İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 288.
1111
İbnü’1-Esîr, Kâmil, V, 191 (T.V, 159).
1112
İbn Abdilhakem, Fütûh, 218; Sa’d Zağlûl, Tarihu ‘l-Mağrib, I, 293.
1113
İbnü’1-Izârî, Muğrib, I, 54; Ahbâru Mecmûa, 36-37. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, Ahbâru Mecmûa’da,
halife Hişam’ın Külsüm’e 27 bin kişilik bir ordu verdiği ve Mısır’dan da 3 bir kişilik takviye aldığı, böylece
ordunun 30 bin kişi olduğu, İfrikiyye’deki ordunun da katılmasıyla bu sayının 70 bin’e baliğ olduğu
bildirilmektedir.
1114
Ahbâru Mecmûa, 36.
1115
İbn Abdilhakem, Fütûh, 218; İbnü’1-Esîr, Kâmil, V, 191-194 (T.V, 159-162); İbnü’1-Izârî, Muğrib, I, 54.
1116
Ahbâru Mecmûa, 37; Sa’d Zağlûl, Tarihu‘l-Mağrib, I, 293.
1117
İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 54; Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 294; Ferruh, Devletü’l-Umeviyye, 185.

200
dedi. Askerini onlardan ayır, yoksa atlarımızın yularını sana döndürürüz." 1118 Habib b.
Ubeyde'nin bu tehdidkâr mektubunu alan Külsüm, İfrikıyye ordusundan özür dilemiş ve bu
arada onlara Vâdiu Şelef'e çekilerek kendisini orada beklemelerini emretmiştir. 1119 Daha
sonra da o, Kayrevân'a Abdurrahman b. Ukbe el-Gıfârî’yi vali naibi olarak ve burada bıraktığı
birliğin başına da Seleme b. Sevâde el-Kureşî'yi bırakarak, onların yanına gitmiştir. 1120 Ancak
Belc Külsüm geldikten sonra da İfrikıyye ordusunu küçümseyen sözler sarfedince, bu defa
kılıçlar çekilmiş ve ordu kendi arasında savaşın eşiğine gelmiştir. 1121 Külsüm b. İyâz bu
ihtilafı güçlükle yatıştırabilmiş, bu arada hâricî Berberîlerin üzerlerine gelmekte olduğu haberi
de anlaşmazlıkların, o an için de olsa, ortadan kalkmasına sebeb teşkil etmiştir. 1122 İbnü'l-Izârî
İslâm ordusu içinde ortaya çıkan bu anlaşmazlığın ve fitnenin sorumluluğunu Külsüm ve
Belc'e yüklemekte ve şöyle demektedir: "Bu ihtilaf, Külsüm ve Belc'in kötü ve mutaassıp
fikirleri sebebiyle, onların helakine sebep olmuştur". 1123
Ordusu içindeki bu ihtilafı önleyen Külsüm, hâricî Berberîlerin Halid b. Humeyd ez-
Zenâtî komutasında üzerlerine geldiğini görünce, Sübû vadisine çekilmiş ve burada ordusunu
savaş düzenine sokmuştur. İbnü'l-Izârî'nin, İbnü'l-Kattan'dan naklettiği rivayete göre;
Külsüm'ün ordusu, 10 bini Benî Ümeyye ve 20 .bini diğer Araplardan olmak üzere 30 bin
kişiden oluşmaktaydı. 1124 Külsüm b. Iyâz, karşısına gelen hâricî Berberîlerin üzerine, Belc b.
Bişr'i gece baskını yapması için göndermiş, ancak o, sabah vakti Halid b. Humeyd ez-
Zenâtî'nin karargâhına varabilmiş ve yaptığı savaşı kayberek, Külsüm'ün yanına dönmek
zorunda kalmıştır. Daha sonra Tanca yakınlarında iki ordu arasında savaş başlamış ve Ekim
741'de yapılan çok şiddetli çarpışmalardan sonra, Halid b. Humeyd ez-Zenâtî komutasındaki
haricî Berberîler galip gelmişlerdir Külsüm b. Iyaz, Habib b. Ubeyde, Süleyman b. Ebî'l-
Muhacir ve Arapların eşrafından pek çok kişi bu savaşta öldürülmüştür. Belc b. Bişr el-
Kuşeyrî ise 10 bin kişilik ordusuyla Sebte'ye kaçmıştır. 1125 Askerlerin bazıları da Külsüm b.
Iyâz'ın Kayrevân'a bıraktığı Abdurrahman b. Ukbe el-Gıfârî ile Mesleme b. Sevâde el-

1118
İbnü’1-Esîr. Kâmil, V, 191-194 (T, V, 159-162); İbnü’1-Izârî, Muğrib, I, 54.
1119
İbnü’1-Izârî, Muğrib, I, 54.
1120
İbn Abdilhakem, Fütûh, 218-219; İbnü’1-Izâri, Muğrib, I, 54-55.
1121
İbnü’1-Esîr, Kâmil, V, 191-194 (T. V, 159-162); İbnü’1-Izârî, Muğrib, I, 55.
1122
Abdülaziz Salim, Mağribü’l-Kebir, II, 309.
1123
İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 55.
1124
İbnü’1-Izârî, Muğrib, I, 54. Ahbâru Mecmüa’ da ise Külsüm’ün emrinde 70 bin kişi olduğu nakledilmektedir.
Bkz. dipnot 399.
1125
Halife b. Hayyat, Tarih, II, 529-530; İbn Hallikan, Vefeyât, III, 276; İbnü’1-Izârî, Muğrib, I, 55-56. İbnü’1-
Esîr ise; Belc’in Abdurrahman b. Habîb b. Ebî Ubeyde ile Endülüs’e kaçtığını rivayet etmektedir. Bkz. Kâmil, V,
191-194 (T.V, 159-162).

201
Kureşî'nin yanına sığınmışlardır. 1126 Habib b. Ebî Ubeyde'nin oğlu Abdurrahmân'ın da bu
savaştan sonra Endülüs'e kaçtığı, İbnü'l-Izârî'nin bir rivayetinden anlaşılmaktadır. 1127
Bu arada hâricî Berberîler Belc b. Bişr'i takip etmişler ve Sebte'yi muhasara altına
almışlardır. Burada oldukça zor günler geçiren Belc, çareyi Endülüs valisi Abdülmelik b.
Katan'dan yardım istemekte bulmuştur. Abdülmelik b. Katan, onu ve emrindeki 10 bin kişilik
orduyu, ancak bir seneliğine Endülüs'te tutabileceğini, bir yıl sonra ayrılması şartıyla yardım
edebileceğini Belc'e bildirmiştir. Belc de bu şartı kabul etmiş ve onlar gemilerle Endülüs'e
geçmişlerdir. 1128

2. Hanzala b. Safvân el-Kelbî'nin Valiliği (742–745)


Halife Hişam b. Abdilmelik, Külsüm b. Iyaz'ın öldürülmesinden sonra Mısır valisi
olan Hanzala b. Safvân el-Kelbî'yi, onun valiliğine ilave olarak, İfrikıyye, Mağrib ve Endülüs
valiliğine tayin etmiştir. Hanzala, Mısır'a Hafs b. el-Velid el-Hadramî'yi vekil bırakarak 18
Mart 742'de İfrikıyye'ye gitmiştir. 1129
Hanzala b. Safvân'ın İfrikıyye'ye tayin edilmesiyle, bölgede Kaysîler lehine bozulan
dengenin, Kelbîler lehine dönmesinin amaçlandığını görmekteyiz. Bu da, halife Hişam b.
Abdilmelik'in yönetiminde Kaysî-Kelbî (=Mudarî-Yemenî veya Kuzey-Güney Arapları)
dengesini kurma politikasının bir neticesidir. Halife Hişam, kendisinden önceki halifeler
zamanında Kaysîler lehine bozulan dengeyi, bazı valiliklere Kelbîler'i tayin etmek suretiyle
yeniden sağlamak istemiştir. 1130 Onun Ifrikıyye ve Mağrib'e bir Kelbî olan Hanzala b.
Safvân'ı tayin etmesi de bu denge politikasının bir sonucudur.
Hanzala b. Safvân Kayrevân'a vardığında ilk olarak, önceki vali Külsüm b. Iyâz el-
Kuşeyrî'nin Halid b. Humeyd ez-Zenâtî ile savaşmak üzere Kayrevân'dan ayrıldığı sırada
Trablusgarb bölgesindeki Kâbis'te ayaklanan Ukkâşe b. Eyyûb el-Fezârî'nin isyanını
bastırmak istemiştir. Bir Berberî olan Ukkaşe haricîliğin Sufriyye koluna mensuptu ve

1126
İbnü’1-Esîr, Kâmil, V, 191-194 (T.159-162).
1127
İbnü’1-Izârî, Muğrib, I, 56.
1128
İbnü’1-Izârî, Muğrib, I, 56, İbnü’1-Izârî, bu rivayetinin devammda, Abdülmelik b. Katan’ın, bir yıl sonra
Belc’e gelip Endülüs’ü terketmesini istediğini, Belc’in ise bu emre uymayıp isyan ettiğini ve Abdülmelik’i
öldürüp Endülüs’ü istilâ ettiğini, 742’de de öldürüldüğünü, yerine de Sa’lebe b. Selâme el-Âmilî’nin valiliğe
getirildiğini nakletmektedir. İbn Abdilhakem ise, Belc’in 743’de öldürüldüğünü nakletmektedir. Bkz. Fütûh,
221. Bu konuda ayrıca bkz. Ferruh, Devletü’l-Umeviyye, 186.
1129
İbn Abdilhakem, Fütûh, 221; Belâzurî, Fütûh, 233 (T.332); İbnü’1-Esîr, Kâmil, V, 272-273 (T. V, 227-228);
İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 58: İbn Tağriberdî, Nücum, I, 281.
1130
H.İbrahim Hasan, İslâm Tarihi, I, 429. Halife Hişam, Hanzala’yı İfrikıyye valiliğine tayin ettiğinde, ona,
yine bir Kelbî olan Abu’l-Hattar Hüsâm b. Dırâr el-Kelbî’yi Endülüs valiliğine tayin etmesini emretmiştir. Bkz.
İbnü’1-Esîr, Kâmil, V, 272-273 (T.V, 227-228); İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 281-282.

202
Kâbis'te ayaklanmıştı. 1131 O, Kâbis'e yakın olan Sebret'teki Zenâte Berberîlerini de kendi
yanına çekebilmek için, kardeşini buraya göndermiş ve Sebret halkı ile valisi Habib b.
Meymûn'u şehrin çarşısı içindeki camide muhasara ettirmiştir. Bu sırada Trablusgarb valisi
olan Safvân b. Ebî Mâlik hâricî Berberîlerin Sebret'e girdiklerini haber alınca hemen şehrin
üzerine yürümüş ve Zenâte kabilesine mensup pek çok hâricî Berberîyi öldürerek burayı
yeniden hakimiyeti altına almıştır. Ukkaşe'nin kardeşi ise Kâbis'e kaçmıştır. 1132 Bu arada
Hanzalâ b. Safvân da, Kayrevân'da bir ordu hazırlamış ve Mesleme b. Sevâde el-Kureşî
komutasında, Kâbis'e, Ukkaşe es-Sufri'nin üzerine göndermiştir. Mesleme, bu hâricî Berberî
ordusunu yenerek Kâbis'i ele geçermiş, ancak Ukkaşe es-Sufrî kaçmayı başarmış ve Reml
bölgesine 1133 gitmiştir. Daha sonra Mesleme de Kayrevân'a dönmüştür. 1134 Bu olay bize,
Kâbis'teki hâricî-sufrî ayaklanmasının İfrikıyye ve Mağrib'deki isyanlarla bağlantılı olduğunu
göstermektedir.
Ukkâşe, Reml bölgesine geldikten sonra, burada da faaliyletlerine devam etmiş ve
kendisi gibi Sufriyye mensubu olan Hevvâre kabilesinden Abdülvâhid b. Yezid el-Hüvvârî ile
bir isyan planı hazırlamıştır. Onlar Zâb bölgesinde, haricî Berberîlerden oluşan büyük bir ordu
kurmuşlar ve Kayrevân'da bulunan Hanzale b. Safvân'ın üzerine gitmişlerdir. Bir taktik icabı,
Ukkâşe Meccâne 1135 üzerinden Kayrevân'a giderken, Abdülvahid de Bâce bölgesindeki dağ
yolu ile hareket etmiştir. Bu arada o, öncü kuvvet olarak da Ebû Kurre el-Meğîlî'yi
göndermişdir. Hanzala, iki koldan gelmekte olan bu kuvvetlerden, önce Ukkaşe ordusu ile
savaşmayı uygun görmüştür. Bu sebeple Kayrevân dışına çıkan Hanzala, el-Karn'da ordusunu
savaş düzenine sokmuş ve burada yapılan muharebede Ukkâşe'yi yenmiştir. Çok sayıda hâricî
Berberînin öldürüldüğü bu savaştan sonra, kaçan Ukkâşe'nin arkasından bir birlik gönderen
Hanzala, Abdülvâhid'in saldırısından önce acele Kayrevân'a dönmüş ve şehrin silah ve
mühimmat deposunu açtırarak, bütün silahları halka dağıtmıştır. Bu arada Abdülvahid de
Kayrevân'a üç mil uzaklıktaki Esnâm mevkiine gelmiş ve mevzilenmiştir. Hanzala da
Kayrevân'daki alimlere cihad hakkında vaazlar verdirdikten sonra ordusunu alarak
Abdülvâhid'in üzerine yürümüştür. O, Esnam'da haricî Berberîler ile çok şiddetli bir savaş
yapmıştır. Neticede Abdülvâhid'in de içinde bulunduğu çok sayıda haricî Berberînin
öldürüldüğü bu savaşı kazanarak, Kayrevân'a muzaffer bir komutan olarak dönmüştür. Bir
müddet sonra, Ukkaşe'nin peşinden gönderdiği birlikler de Ukkâşe'yi yakalayıp Kayrevân'a

1131
İbn Abdilhakem, Fütûh, 219; İbnü’l-Esîr, Kâmil, V, 191-194 (T.V, IS9-162); İbn Tağriberdî, Nücum, I, 294.
1132
İbn Abdilhakem, Fütûh, 219.
1133
Reml Bölgesi: Coğrafya kitaplarımızda bu bölgenin nerede olduğunu tesbit edemedik. Ancak olayların
cereyan şekline göre Kâbis civârında olduğu düşünülebilir.
1134
İbn Abdilhakem, Fütûh, 219; İbnü’l-Esîr, Kâmil, V, 191-194 (T.V, 159-162).
1135
Meccâne: Tunus ve Cezayir sınırında bir yerdir. Bkz. Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 305.

203
dönmüşlerdir. Hanzala da Ukkâşe'yi hemen öldürtmüştür. Kaynaklara göre Hanzala bu
savaşlardan sonra, öldürülen haricî Berberîleri saydırmış ve 180 binin üzerinde ölü olduğu
görülmüştür. Hanzala daha sonra kazandığı bu savaşları ve zaferi bir mektupla halife Hişam b.
Abdilmelik'e müjdelemiştir. 1136
Hanzala b. Safvân'ın haricî Berberîlere karşı 742'de kazandığı bu zaferlerden sonra,
Şubat 745'de Abdurrahman b. Habib b. Ebî Ubeyde el-Fihrî'nin Endülüs'ten 1137 dönüşüne
kadar İfrikıyye'de herhangi bir olay olduğuna dair, kaynaklarımız bir bilgi vermemektedir.
Kaynakların bu konuda suskunluk içinde olması, bizi, bu yıllar arasında, İfrikıyye'de huzur ve
sükûnetin hâkim olduğu kanaatine sevk etmektedir.

3. Abdurrahman b. Habîb el-Fihrî'nin İsyanı ve


İfrikıyye Valiliğini Eline Geçirmesi (745–750)

İfrikıyye fatihi ve Kayrevân şehrinin kurucusu Ukbe b. Nâfi el-Fihrî'nin torunlarından


olan Abdurrahman b. Habib b. Ebî Ubeyde el-Fihrî, Külsüm b. Iyaz el-Kuşeyrî'nin 741'de
haricî Berberîler tarafından öldürülmesinden sonra Endülüs'e kaçmıştı. 1138 O, bu tarihte
Endülüs valisi olan Abdülmelik b. Katan'dan yakın ilgi görmüştü. Ancak, İfrikıyye valiliğine
tayin edilen Hanzala b. Safvân el-Kelbî'nin, 741'de Ebû'l-Hattar Hüsam b. Dırâr el-Kelbî'yi
Endülüs valiliğine tayin etmesi, 1139 burada bulunan Abdurrahman b. Habib el-Fihrî'yi rahatsız
etmiştir. O, yeni vali Ebû'l-Hattar'ın kendisine bir kötülük yapmasından çekinmekteydi.
Nihayet Abdurrahman bu düşünceler içinde Şubat 745'de gizlice Tunus'a geçmiş ve valiliğini
ilan ederek halkı, Hanzala b. Safvân ile savaşmak üzere, kendisine biata davet etmiş, halk da
onun bu davetine icabet etmiştir. 1140 Belâzurî, onun Hanzala b. Safvân'a karşı ayaklanmasının,
aslında, Hişam b. Abdilmelik'in ölümünden sonra halife olan Velid b. Yezid b. Abdilmelik'e
karşı olduğunu, halkın da onu, büyük babası Ukbe b. Nafi'nin bölgedeki güzel tesirleri
sebebiyle sevdiğini bildirmektedir. 1141 Abdurrahman b. Habib'in Velid b. Yezid'e karşı
ayaklanması ve onun hilafetini tanımamasının sebebi de, bize göre; yeni halifenin
Kaysîler'den (=Mudariler) yana bir politika takip ederek Kelbîler'i (=Yemenliler'i)
1136
İbnü’1-Esîr, Kâmil, V, 191-194 (T.V, 159-162); İbnü’1-Izârî, Muğrib, I, 58-59; İbn Tağriberdî, Nücûm, I,
296; Abdülaziz Salim, Mağribu’l-Kebir, II, 313-315.
1137
İbn Abdilhakem, Fütûh, 224; İbnü’1-Izârî, Muğrib, I, 60.
1138
Bkz. dipnot 413.
1139
İbnü’1-Esîr, Kâmil, V, 272-273 (T. V, 227-228); İbnü’1-Izârî, Muğrib, I, 58; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 281-
282.
1140
İbn Abdilhakem, Fütûh, 223; İbnü’1-Esîr, Kâmil, V, 311-320 (TN, 260-267); İbnü’1-Izârî, Muğrib, I, 60.
1141
Belâzurî, Fütûh, 233-234 (T.332-333).

204
yönetimden uzaklaştırması olabilir. 1142 Kendisi bir Kelbî olan Abdurrahman'ın, yine bir Kelbî
olan Hanzala b. Safvân'a karşı ayaklanması, İfrikıyye'ye halife Velid b. Yezid tarafından
Kaysî bir valinin tayin edilmesini önlemek gayesine matuf olabilir. 1143
Bu arada Hanzala b. Safvân, üzerine gelmekte olan Abdurrahman b. Habib'e 50 kişilik
bir heyet göndermiş ve onu itaate davet etmiştir.Abdurrahman ise, kendisine gönderilen bu
elçileri tutuklamış ve zincire vurarak ordusuyla Kayrevân'a yakın bir yere gelmiştir. O burada;
"Bu rehinelerin yakınlarından bir kişi dahi bir taş atacak olursa, onları öldürürüm" diyerek
Hanzala'yı tehdid etmiş ve şehri terketmesi için de ona üç gün süre tanımıştır. 1144
Abdurrahman'ın bu tehdidi karşısında Kayrevân halkı, onunla savaşmak istedilerse de,
Hanzala, ancak kafirler ve hâricîlerle savaşabileceğini ve müslüman kanı dökmek
istemediğini söyleyerek,halkı Abdurrahman ile savaşmaktan vazgeçirmiştir. Daha sonra
Kayrevân'ın ileri gelenlerini toplayan Hanzala, onların gözetiminde Beytü'l-Mâl'ın kapısını
açtırmış ve oradan 1000 dinar almış, başka hiçbir şeye dokunmadan valiliği Abdurrahman b.
Habib el-Fihrî'ye devrederek Şubat 745'de Kayrevân'dan ayrılmıştır. 1145 Abdurrahman,
İfrikıyye valiliğini ele geçirdikten kısa bir süre sonra, aynı yıl içinde halifeliği ele geçiren
Mervân b. Muhammed'e hediyelerle birlikte bir mektup gönderip, ona itaatini arz etmiştir.
Mervân da Abdurrahman'ın İfrikıyye ve Mağrib valiliğini tasdik etmiştir. 1146
Ancak Abdurrahman'ın valiliği ele geçirmesinden sonra, bölgede karışıklıklar ve
isyanlar yeniden başlamıştır. Tunus'ta, Bâce'de, Cibâl-i Berber'de (Evras Dağında Yaşayan
Berberîler), Kâbis'te ve Tarblusgarb'ta Berberî ve Araplar isyan etmişlerdir.
İlk olarak Tunus'ta Urve b. el-Velid es-Sadefî ayaklanmış ve şehri ele geçirmiştir. 1147
Ondan sonra, Sûse ile Sefâkus arasında kalan sahil kesiminde, Ebû Attâf Imrân b. Attâf el-

1142
H.İbrahim Hasan, İslâm Tarihi, I, 429.
1143
Esasen Hanzala b.Safvan’ın, kendisini valilikten uzaklaştırmak isteyen Abrdurrahman ile savaşmak
istememesi ve İbnü’1-Esîr’in “Kayravanlılar, Abdurrahman ile savaşmak istedi, fakat Hanzala buna mani oldu.
Çünkü Hanzala ancak kafir ve harici olanlarla savaşılacağı görüşüııde idi...” (bkz. İbnü’1-Esîr, Kâmil, V, 311-
320, terc: V, 260-267) şeklindeki rivayeti dikkate alındığında, her ne kadar Hanzala’nın akıllı ve ileriyi gören bir
idareci olarak, bölgenin yeniden bir fitne içine düşmesini istememesini (bkz. İbn Abdilhakem, Fütûh, 223)
yansıtıyorsa da, aynı zamanda İfrikıyye’nin Kaysiler’in eline geçmemesi için valiliğini Abdurrahman’a teslim
ettiğini de akla getirmektedir. Nitekiın, Hanzala’nın, İfrikıyye’ye tayin edildikten sonra, Mısır’a vekil olarak
bıraktığı vali Hafs b. el-Velid, Velid b. Yezid’in halife olmasından sonra, yeni halifenin politikasına paralel
olarak Kaysîler’in yanında yer almış ve 127/744-745’de halifeliği ele geçiren Emevîler’in son halifesi Mervân b.
Muhammed tarafindan Mısır’a tayin edilen Hanzala’yı İfrikıyye dönüşünde Mısır’a sokmamıştır. bkz. Kindî,
Vulât, 87; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 301-303.
1144
İbn Abdilhakem, Fütûh, 223-224; İbnü’1-Esîr, Kâmil, V, 311-320 (T. V, 260-267); İbnü’1-Izârî, Muğrib, I,
60; İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 281-282; Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 316.
1145
Bkz. dipnot 430. Ancak İbnü’1-Izârî, Hanzala’mn Şubat-Mart 747’de Kayrevân’dan ayrıldığını
bildirmektedir. Bkz. Muğrib, I, 60.
1146
Belâzurî, Fütûh, 233-234 (T.332-333); İbnü’1-Izârî, Muğrib, I, 60-61.
1147
İbnü’1-Esîr, Kâmil, V, 311-320 (T.V, 260-267); İbnü’1-Izârî, Muğrib, I, 60-61; İbn Tağriberdî, Nücûm, I,
281-282.

205
Ezdî isyan etmiş ve Tayfâs'a 1148 inmiştir. 1149 Evras dağında yaşamakta olan Berberîler de
önce isyan etmişler, ancak daha sonra Bâce'de isyan eden Sâbit b. Vezîdûn es-Sanhâcî,bu
Berberîleri kendi hakimiyetine almıştır. 1150 Bu arada Tarblusgarb'ta da ibâdî hâricîler
Abdullah b. Mes'ud et-Tucîbî başkanlığında isyan etmişler ve burada Abdurrahman b.
Habib'in vali olarak tayin ettiği kardeşi İbn Habib'i öldürmüşlerdir. 1151
Abdurrahman b. Habîb ilk olarak Ebû Attâf İmrân b. Attaf el-Ezdî'nin isyanını
bastırmıştır. O, kardeşi İlyas b. Habib'i, emrine verdiği 600 atlı ile Ebû Attâf'ın üzerine
göndermiştir. Ancak Abdurrahman kardeşi İlyas'a Tunus'taki isyanı bastırmaya gittiği
intibâını vermesini ve böylece Ebû Attâf'ı gafil avlamasını tavsiye etmiştir. İlyas da,
Abdurrahman'ın verdiği bu taktiği aynen uygulamış ve âni bir baskınla Ebû Attâf ile
adamlarını öldürerek bu isyan hareketini ortadan kaldırmıştır. İlyas daha sonra
Abdurrahman'a kazandığı başarıyı bir mektupla müjdelemiştir. 1152
İlyas'ın zafer haberini alan Abdurrahman b. Habib, ona bir cevabî mektup göndermiş
ve bu defa Tunus'ta ayaklanan Urve b. el-Velid es-Safedî'nin üzerine yürümesini emretmiştir.
İlyas, Tunus'a gitmiş ve ani bir hücumla Urve b. el-Velid ile taraftarlarını kılıçtan geçirmiştir.
O, Urve'nin başını Abdurrahman'a göndermiş, kendisi Tunus'ta kalmıştır. 1153
Kaynaklar, bu isyanların başladığı ve İlyas b. Habib'in bunları bastırdığı tarihi
zikretmemektedir. Ancak Trablusgarb'da meydana gelen isyanın bu iki olaydan sonra
bastırıldığı 749 tarihini dikkate alacak olursak, bu olayların Abdurrahman b. Habib'in valiliği
de ele geçirdiği 745 ile 749 yılları arasında olduğunu söyleyebiliriz.
Trablusgarb'taki isyana gelince, bu isyan bölgede yayılan haricîliğin İbadiyye kolu
taraftarlarınca çıkarılmıştır. Abdurrahman b. Habib Trablusgarb'a kardeşi İbn Habib'i vali
olarak tayin etmişti. Ancak buradaki İbadî hâricîlerin reisi Abdullah b. Mes'ud et-Tücîbî
ayaklanmış ve onu öldürerek, civardaki İbadîleri Trablusgarb'da toplamaya başlamıştır.
Bunun üzerine Aburrahman b. Habib de Trablusgarb'a Humeyd b. Abdillah el-Akkî'yi vali
olarak tayin etmiş, o da İbadîlerin reisi Abdullah b. Mes'ud et-Tücibî'yi öldürmüştür. Fakat
Abdullah'ın öldürülmesi, İbadîlerin isyanını önlemeye yetmemiş, onlar bu defa Abdülcebbar
b. Kays el-Murâdî ve Haris b. Telîd el-Hadramî'nin etrafında toplanarak yeniden isyan

1148
Tayfas: Coğrafya kitaplarımızda bu yerin ismini tesbit edemedik.
1149
İbnü’1-Esîr, Kâmil, V, 311-320 (T.V, 260-267); İbnü’1-Izari, Muğrib, I, 61; İbn Tağriberdî, Ebu Attar’m
ismini Ebu’1-Hattar olarak vermektedir. Bkz. Nücûm, I, 281-282.
1150
İbnü’l-Esîr, Kâmil, V, 311-320 (T.V, 260-267); İbnü’1-Izârî, Muğrib, I, 61;İbn Tağriberdî, Nücûm, I, 281-
282; Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 317.
1151
İbn Abdilhakern, Fütûh, 224.
1152
İbnü’1-Esîr, Kamil, V, 311-320 (T.V, 260-267); İbnü’l-Izârî, Muğrib, I, 61; Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Magrib, I,
318.
1153
İbnü’I-Esîr, Kâmil, V, 311-320 (TV, 260-267); Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-Mağrib, I, 318.

206
etmişlerdir. Abdurrahman b. Habib'in tayin ettiği vali Humeyd b. Abdullah'ı Trablusgarb'ın
bir köyünde muhasara altına alan Abdülcebbar ve Hâris, veba salgını sebebiyle zor durumda
kalan Humeyd ve arkadaşlarının emân isteklerine önce olumlu cevap vermişler, ancak
muhasara edildikleri köyden çıktıktan sonra, onu yakalamışlar ve öldürmüşlerdir. Bu rivayeti
nakleden İbn Abdilhakem, vali Humeyd b. Abdillah'ın akibetinden bahsetmezken,
Abdülcebbar'ın bu olaydan sonra Zenâte kabilesi ve topraklarında hakim olma imkanı
bulduğunu nakletmektedir. Ancak, Abdurrahman'ın Humeyd'den sonra Trablusgarb valiliğine
Yezid b. Safvân'ı tayin ettiğini dikkate alırsak, Humeyd'in de burada öldürüldüğünü
düşünmek mümkündür. Abdurrahman, Yezid b. Safvân'dan hemen sonra Mücahid b. Müslim
el-Hevvârî'yi Hevvâre Berberîleri arasına göndererek bu kabileyi ibâdilikten ve
Abdülcebbar'dan ayırarak, kendi tarafına çekmeye çalışmıştır. Mücâhid birkaç ay
Hevvâreliler arasında kalmasına rağmen başarılı olamamış ve neticede buradan kovularak
Trablusgarb'a vali Yezid b. Safvân'ın yanına gitmiştir. Mücahid b. Müslim'in başarısız
olmasından sonra ise Abdurrahman b. Habib, bu defa Trablusgarb valisi Yezid'e Muhammed
b. Mefruk komutasında bir birlik göndererek, Abdülcebbar ve Hâris ile savaşmasını
emretmiştir. Yezid, Muhammed ile birlikte Zenâte'de bulunan bu iki İbadî lider üzerine
gitmiş, ancak yenilmişler ve Yezid de Muhammed de bu savaşta öldürülmüştür. Onlarla
birlikte olan Mücahid b. Müslim ise zorlukla kurtulabilmiştir.
Abdurrahman b. Habib Trablusgarb'a tayin ettiği üç valisinin de sırayla
öldürülmesinden sonra, bu defa Amr b. Osman komutasında büyük bir orduyu İbadîlerin
üzerine göndermiştir. Ancak, Zenâte'de yapılan savaşta Amr da yenilmiş ve Trablusgarb ile
civârı tamamen İbadîlerin eline geçmiştir. Yenilen Amr b. Osman, yanında Mücâhid b.
Müslim olduğu halde kendisini takip eden Haris b. Telîd'in önünden, önce, Değûğâ'ya 1154 ,
buradan Sahrâ'ya, daha sonra da Sürt'e 1155 kaçmıştır. Haris burada Amr b. Osman'a yetişmiş
ve adamlarından birini yakalayarak öldürmüştür. Amr ise yaralı olarak kurtulmayı
başarmıştır. Haris b. Telîd de Amr'ı takipten vazgeçmiş ve Zenâte'de beklemekte olan
Abdülcebbar'ın yanına gitmiştir.
Bu arada Haris ile Abdülcebbar arasında bazı anlaşmazlıklar çıkmış ve İbadîler bu iki
lideri öldürerek Nefûse Berberîlerinden İsmail b. Ziyad en-Nefûsî'yi 1156 başlarına
geçirmişlerdir. İsmail'in başkan olmasından sonra bölgedeki Berberîlerin pekçoğu ona bîat
etmişlerdir.

1154
Değûğâ: Coğrafya kitaplarımızda böyle bir yer ismine rastlayamadık.
1155
Sürt: Bkz. I. Bölüm, dipnot 273.
1156
İbâdiler, İsmail b.Ziyad en-Nefûsî’yi “savunma imamı (imâmu’d-difâ’a)” ünvanı ile başlarına geçirmişlerdir.
Bkz. Fığlalı, İbâdiye, 99.

207
Gönderdiği orduların peşpeşe mağlup olmaları karşısında Abdurrahman b. Habib, bu
defa kendisi 749'da büyük bir ordu ile Trablusgarb üzerine hareket etmiştir. O, Kâbis'e
gelince, kendisi burada kalarak amcası oğlu Şuayb b. Osman'ı bir süvâri birliğinin başında
İsmail b. Ziyâd en-Nefûsî ile savaşa göndermiştir. Şuayb, İbadîlerle yaptığı savaşı kazanmış
ve İsmail b. Ziyâd'ı da öldürmüştür. Abdurrahman b. Habib'in katılmadığı bu savaştan sonra
esir alınan pek çok ibâdi-Berberî kılıçtan geçirilmiş, böylece Trablusgarb ve civârı siyasî
yönden istikrara kavuşmuştur. Bu savaştan sonra Abdurrahman Trablusgarb valiliğine Amr b.
Süveyd el-Murâdî'yi tayin etmiş ve Kayrevân'a dönmüştür. 1157
Abdurrahman b. Habib, 750'de hilafetin Emevîler'den Abbasîler'e geçmesinden sonra
da İfrikıyye valiliğine devam etmiştir. O, bölgesinde Abbasîler adına hutbe okumuş ve ilk iki
halife Ebû'l-Abbas Seffâh (halifeliği: 750–753) ve Mansur (halifeliği: 753–775) tarafından
görevinde bırakılmıştır.
O, burada 752'de diğer isyanları da bastırdıktan sonra 1158 , halife Mansur'un
Abbasîler'in bir alameti olarak giymesi için gönderdiği siyah elbiseyi giymeyi reddetmiş ve
bağımsızlığını ilan etmiştir. Bu olaya çok kızan halife Mansur, Abdurrahman'ın kardeşi İlyas'a
bir haber göndererek, ondan ağabeyi Abdurrahman'ı öldürmesini istemiş, bunun karşılığında
da ona İfrikıyye ve Mağrib valiliğini vaad etmiştir. Bunun üzerine İlyas da bir grup taraftarı
ile 754'de kardeşi Abdurrahman'ı öldürmüştür. Ancak bu olaydan sonra, bölge, Abbasîler'in
hakimiyetine gireceği yerde iç karışıklıklar çıkması sebebiyle, parçalanmış ve bazı küçük
beylikler ortaya çıkmıştır. 1159 Bu durum, halife Mansur'un 761 yılında Muhammed b. el-
Eşnâs el-Huzâî'yi İfrikıyye ve Mağrib valiliğine tayin etmesine kadar devam etmiştir. 1160

1157
İbn Abdilhakem, Fütûh, 224-225; Ebû Zekeriyyâ, Yahyâ b. Ebî Bekr, Kitâbu Siyeri’l-Eimme ve Ahbâruhum
el-Ma’ruf bi-Tarihi Ebi Zekeriyyâ (thk:İsmail el-Arabî), Cezayir 1982 (II.Baskı), 16; Sa’d Zağlûl, Tarihu’l-
Mağrib, I, 318-324; Abdilaziz Salim, Mağribu’l-Kebir, II, 324-327. Ayrıca bkz. Fığlalı, İbâdiye, 99-106.
1158
İbnü’1-Esîr, Kâmil, V, 311-320 (T.V, 260-267).
1159
İbnü"1-Esîr, Kâmil, V, 311-320 (T.V, 260-667).
1160
İbnü’1-Izârî, Muğrib, I, 68-71. 133 İbnü’1-Izârî, Muğrib, I, 71-72.

208
SONUÇ

Hz. Peygamber'in vefatından sonra İslâm fetih hareketleri, Hulefâ-i Raşidîn dönemi
itibariyle en parlak günleri Halife Ömer b. el-Hattâb döneminde yaşanmıştır. Onun halifeliği
zamanında Mısır tamamen fethedilmiş, Berka ve Trablusgarb bölgesine kadar ulaşılmıştır.
Müslüman fatihler, yeni fethettikleri Mısır'ın en eski tarihlerinden beri var olan medeniyetine
yeni bir medeniyet daha ilâve etmişlerdir. Burada yeni bir idarî yapı kurmuşlar ve
İslâmlaştırma faaliyetlerinde bulunmuşlardır. Bizans hakimiyetinde gerek dinî ve gerekse
vergiler yönüyle zulüm ve haksızlıklara maruz kalan Mısır'lı Kıbtîler, İslâm ordusunu bir
kurtarıcı gibi karşılamışlar, Kıbtî kilisesi başpapazı sürgündeki I.Benjamin'in telkinleriyle,
ülkelerine giren müslümanlara hiçbir mukavemet göstermemişlerdir. Rumlar ise,
müslümanlar karşısında her yenilgiden sonra yine direnmişler, fakat Mısır'daki
hakimiyetlerini koruyamayarak ülkeyi terk etmek zorunda kalmışlardır.

Savaşla fethedilmesine rağmen, Halife Ömer b. el-Hattâb tarafından, sulhen fethedilen


ülkeler statüsüne sokulan Mısır da, Hz. Ömer ve vali Amr b. el-Âs tarafından yeni bir idarî
yapı kurulmuş ve ehl-i zimme kabul edilen gayr-i müslim halka adaletle muâmele edilmiştir.

Kur'an-ı Kerim'in emri gereğince konulan baş vergisi cizye ve ilk defa Halife Hz.
Ömer tarafından uygulamaya konulan arazî vergisi olan harac vergilerini, Bizans'ın ağır
vergilerinden sonra sevinerek kabul eden gayr-i müslim teb'a, dinî yaşantıları yönüyle de
kendi otonom sistemleri içinde bırakılmış ve bu konuda tam bir hürriyete sahip olmuştur.

İslâmın ve müslümanların bu insancıl yaklaşımı sayesindedir ki, bölgedeki İslâm


fetihleri kalıcılık vasfına sahip olmuş ve bu ülke günümüze kadar İslâm olarak kalmıştır.
Ayrıca, fethinden hemen sonra Mısır'ın, İslâm Devleti'nin bir vilâyeti haline getirilip burada
bir idarî yapının oluşturulması ve muhtelif müslüman Arap kabilelerinin iskânının
gerçekleştirilmesi, beraberinde İslâmlaşmayı da getirmiş ve Mısır'daki fetihlerin kalıcılık
vasfına sahip olmasında önemli faktörler olmuştur. Bütün bunlara ilâve olarak, Hz.
Peygamber'in önlemeye çalıştığı Cahiliyye Çağı kabile rekâbetinin, henüz Mısır'ın fethi
yıllarında bastırılmış duygular durumunda olması ve müslüman Arapların, Emevîler'in
bilhassa son devirlerine nazaran daha duru bir İslâm anlayışına sahip olmaları da İslâm'ın
Mısır'da kalıcılık vasfına sahip olmasının sebebleri arasında sayılabilir.

209
Mısır'dan sonra fethedilen İfrikıyye ve Mağrib'de de, İslâm fetih hareketleri, önce
Halife Hz.Osman zamanında Abdullah b. Sa'd b. Ebî Serh'in Mısır valiliği döneminde
başlamış; ancak gerek Halife Osman b. Affan’ın öldürülmesiyle neticelenen fitne hareketleri
ve gerekse Hz. Ali'nin halifeliği zamanındaki dahilî mücadeleler, bu bölgedeki İslâm fetih
hareketlerinin durmasına sebep olmuştur.

Emevîler döneminde, Muâviye b. Ebî Süfyan zamanında yeniden başlayan, İfrikıyye


ve Mağrib seferleri; Hassan b. en-Nu'mân'ın valiliğine kadar istikrara kavuşamamıştır.

Bu dönemdeki ilk fetih hareketi Muâviye b. Hudeyc tarafından başlatılmış ve bundan


sonra fetihlerin tamamlanmasına kadar devam ettirilmiştir. Ancak,bu fetih hareketleri zaman
zaman inkıtaya uğramıştır. Muâviye b. Hudeyc'ten sonra İfrikıyye ve Mağrib seferine çıkan
Ukbe b. Nâfi, İfrikıyye'nin gerçek manada ilk fâtihi olarak kabul edilmelidir. O, daha Amr b.
el-Âs'ın Mısır'daki ilk valiliğinden itibaren, Berka ve Trablusgarb murabıtlığında bulunması
sebebiyle, çoğunluğu Berberî olan yerli halkı çok iyi tanımış bir karargâh-şehir kurulmadan,
bölgede İslâm hakimiyetinin tesis edilemeyeceğini anlamıştı. Bu sebeple o, 46/666 yılında
başladığı İfrıkıyye seferini 670 yılında bitirmiş ve bu tarihte Kayrevân şehrini kurarak beş yıl
boyunca şehrin imâr ve iskânıyla meşgul olmuştur. Onun bu şehri kurmasından sonradır ki,
müslüman fâtihler, İslâm fetihlerindeki bazı inkıtalara rağmen, devamlı olarak bölgede
kalabilmişler ve burada İslâmın yayılmasını sağlamışlardır.

Ukbe'nin azledilip yerine Ebu'l-Muhâcir'in tayin edilmesi, bu iki şahıs arasında bazı
husumetlerin doğmasına sebep olmuştur. Bu durumdan istifâde eden Rumlar Berberîlerle
anlaşarak her ikisini de Tehûzâ'da katletmişlerdir. Bütün bunların neticesinde, Ukbe'nin ikinci
valiliği döneminde fethedilen Mağrib'deki bazı yerler de dahil olmak üzere, İfrikıyye'de İslâm
hâkimiyetinin inkıtaya uğraması kaçınılmaz olmuştır.

Ebu'l-Muhâcir ve Ukbe b. Nâfi'den sonra İfrikıyye valiliğine getirilen Züheyr b. Kays


el-Belevî'de Bizans donanmasıyla Berka'ya çıkartma yapan Rumlar tarafından öldürülünce, bu
valinin İfrikıyye'de yeniden tesis etmeye çalıştığı İslâm hakimiyetinin tekrar bir inhitât
devresine girmesine sebep olmuştur. Bu sırada hilafet merkezinde ortaya çıkan ve Hicaz
bölgesinde halifeliğini ilan eden Abdullah b. ez-Zübeyr ile Emevî Halifesi Abdülmelik b.

210
Mervân'ın mücadeleleri müslümanların fetih hareketlerinin bir müddet daha durmasına sebep
olmuştur.

Abdülmelik b. Mervân'ın hilafet mücadelesinden galip çıkmasından sonra, İslâm


ordusuyla İfrikıyye'ye gönderilen Hassan b. en-Nu'mân, Ukbe'den sonra, İfrikıyye'nin ikinci
fâtihi olmuştur. Onun, bu bölgeyi hakimiyet altına aldıktan sonra en önemli icraatı
Kayrevân'da yeni divan teşkilatı kurarak, daha önce Mısır ile bağlantılı olan bölgeyi idarî yapı
yönüyle bağımsız ve doğrudan hilafet merkezine bağlı hale getirmesi olmuştur. Hassan b. en-
Nu'mân'nın ikinci önemli icraatı da Tunus'ta bir tersane kurarak İfrikıyye'deki İslâm
donanmasının temellerini atmış olmasıdır.

Hassan'dan sonra İfrikıyye valisi olan Musa b. Nusayr'ı, Mağrib fatihi olarak
tanımlamak gerekmektedir. Onun valilik dönemi bölgedeki İslâm fetih hareketlerinin daha da
canlandığı bir zaman dilimi olmuştur.Mağrib'in fethi onun valiliği zamanında tamamlanmış
ve böylece Kuzey Afrika tam anlamıyla İslâm hakimiyetine girmiştir.

Müslümanların Endülüs'e çıkması ve Tunus'taki tersanenin geliştirilerek Akdenizde'ki


Bizans hakimiyetinin önemli ölçüde kırılması da Musa b. Nusayr döneminin önemli olayları
arasındadır.

Musa b. Nusayr'dan sonra ise, Mağrib'de tam bir karışıklık ve dahilî mücadeleler
dönemi başlamıştır. Bu dönemin tek istisnası ise Halife Ömer b. Abdülaziz'in İfrikıyye valisi
İsmail b. Ubeydillah'ın valiliği dönemi olmuştur. Halife Ömer b. Abdülaziz'in İslâmı yayma
politikasına paralel olarak İfrikıyye'de de İslâmlaştırma faaliyetlerine hız verilmiş ve
gönderilen mübelliğler sayesinde İfrikıyye ve Mağrib'deki Berberîlerin hemen tamamı
müslüman olmuştur.

Ancak, İsmail b. Ubeydillah'tan sonra Emevîler'in sonuna kadar İfrikıyye ve Mağrib'de


daima dahilî karışıklıklar hüküm sürmüştür. Basiretsiz valilerin sebep olduğu karışıklar, önce
Arap-mevâlî mücadeleleri şeklinde başlamış, daha sonra buna Kaysî-Kelbî kabileleri
arasındaki cahiliyye çağı kabile rekâbetlerinin tahrik ettiği iktidar mücadelesi de eklenmiştir.
Bu arada müslüman Araplar tarafından dışlanan Berberî müslümanlar bölgeye gelen
haricîlerin, İslâm kardeşliği ve müsavât gibi propagandalarının tesirinde kalarak haricî
olmuşlardır.

211
Haricîliği kabul eden bu Berberîler belli bir güce ulaştıktan sonra kendi içlerinden
birini halife tayin ederek, onun liderliğinde siyasî bağımsızlıklarını kazanmak için
mücadelelere başlamışlardır.

İfrikıyye valisi Ubeydullah b. el-Habhâb'ın Haricî-Berberî isyanlarını bastırması da,


bölgedeki karışıkları önlemeye yetmemiştir.

Esasen, devam edegelen Kaysî-Kelbî mücadeleleri yeniden hız kazanmış ve bir Kelbî
olan Abdurrahman b. Habib el-Fihrî isyan ederek İfrikıyye valiliğini ele geçirmiş ve
bağımsızlığını ilân etmiştir. Ancak, onun bağımsızlığı kısa sürmüştür. Bölge, ondan sonra
Abbasîlerin hakimiyetine girmişse de, devam edegelen dahili mücadeleler istikrarı yeniden
bozmuş, İfrikıyye ve Mağrib'de pek çok hanedanın doğmasına sebep olmuştur.
Görüldüğü gibi, müslüman Arap fâtihler İslâm'a duru bir şekilde bağlı kaldıkları ve iç
istikrârı sağladıkları dönemlerde fetihlerine devam edebilmiş ve İslâm'ın İfrikıyye ve
Mağrib'de yayılması konusunda başarılı neticeler almışlardır. Ancak, gerek şahsî ve gerekse
kabile rekâbeti şeklindeki mücadeleler, bunların yanında gayr-i Arap unsura, yani Mevâlî'ye
karşı Arapçılık taassubu içine girdiklerinde ise İslâm fetih hareketleri durmuş, bunun neticesi
olarak da İfrikıyye ve Mağrib'de İslâm hâkimiyeti ancak uzun yıllar sonra kurulabilmiştir.

212
BİBLİYOGRAFYA

ABBOTT, Nabia; The Kurrah Papyri From Aphrodito in the Oriental Institute, Chicago 1938.
ABDÜLAZİZ Salim, Tarihu'l-İskenderiyye ve Hadâratuhâ fi'l-Asri'l-İslâmî, İskenderiyye
1982.
________;el-Bahriyyeti'l-Mısriyye fî Asri'l-Fatımî (Tarihu'l-Bahriyyeti'l-Mısrıyye), Mısır
1973.
________;Târihu'l-Mağrib fi'l-Asri'l-İslâmî, İskenderiyye 1986.
________;el-Mağribu'l-Kebir, I-II, İskenderiyye 1981.
________;Tarihu'd-Devleti'l-Arabiyye, I-II, İskenderiyye 1979.
ABDÜLAZİZ Salim-Muhtar İbâdi; Târihu'l-Bahriyyeti'l-islâmiyye fî Mısr ve'Şâm, Beyrut
1981.
________;Târihu'l-Bahriyyeti'l-İslâmiyye fi Havdi'l-Bahri'l-Mutavassıt, Tarihu'l-Bahriyyeti'l-
İslâmiyye fî'l-Mağrib ve'l-Endülüs, Beyrut 1960, II cilt.
A Biblical Cyclopaedia, London 1870
ABDÜLAZİZ Salim-Muhtar Ibadî; Târihu'l-Bahriyyeti'l-İslâmiyye fî Havdi'l-Bahri'l-
Ebyadi'l-Mütevassıt, el-Bahriyyetü'l-İslâmiyye fî Mısr ve'ş-Şam, I, Beyrut 1981.
________;Târihu'l-Bahriyyeti'l-İslâmiyye fî Havdi'l-Bahri'l-Ebyadi'l-Mütevassıt, Tarihu'l-
Bahriyyeti'l-İslâmiyye fi'l-Mağrib ve'l-Endelüs, II , Beyrut 1969.
ABDÜLAZİZ Seâlebî; Târihu Şimâli'l-İfrîkıyâ (thk. Muhammed Mezâlî-Beşir Selâme),
Beyrut 1407/1987.
ABDÜŞŞÂFİ Muhammed Abdüllatif; el-Âlemu'l-İslâmî fi'l-Asri'l-Umevî, ? 1404/1984.
ABU'N-NASR, Jamil M.; A.History of the Mağrib, Cambridge 1980 (II.Baskı).
ADEVÎ, İbrahim Ahmed; ed-Devletü'l-İslâmiyye ve İmparatoriyyetü'r-Rûm, Kahire 1958
(II.Baskı).

Ahbâru Mecmû'a (thk. İbrâhim el-Ebyârî), Beyrut 1401/1981.


AHMED B. HANBEL, Ebu Abdillah (241/855); Müsned, I-V, İstanbul 1413/1992.
AKRAM, A.I.; The Musylim Conquest Egypt and North Africa, Lahore ?
AKŞİT, Oktay; Roma İmparatorluk Tarihi (M.Ö.27-M.S.395), İstanbul 1985.
ALEVÎ, Muhammed b. Akîl b. Abdillah el-Hüseynî; Kitâbu'n-Nehâihu'l-Kâfiye li-men
Yetevellâ Muâviye, Haydarabâd Dakkan ?.
ALTUNCU, Muhammed; Ukbe .b.Nâfi Fâtihu Libya ve'l-Mağrib, Bingazi 1975.

213
ARNOLD, T. W.; İntişâr-ı İslâm Tarihi (trk. Hasan Gündüzler), Ankara 1982, (II. Baskı).
ATAR, Fahreddin; İslâm Adliye Teşkilatı, Ortaya Çıkışı ve İlerleyişi, Ankara 1979.
AZİZ Ahmed; Tarihu Sıkıllıyyeti'l-İslâmiyye (ta'rib. Emin Tevfik et-Taybî) ? ?
BAYDUR, Nezahât; İmparator Iullianus, İstanbul 1982.
BAYNES, Norman H.; el-İmparatoriyyetu'l-Bizantıyye, (ta'rib. Hüseyin Mu'nis-Muhammed
Yusuf Zayed), Kahire 1957.
BECKER, H.C.; "Historische Studien über das Londoner Aphroditowerk", Der İslam, II, 359-
371, Strassburg 1911.
________;"Mısır", İ.A., VIII, 219 vd.; "Babilon", İ.A, II, 180; "Aynu Şems" İ.A., II, 69-70,
İstanbul 1971.
________;"Neue Arabische Papiry des Aphroditofundes", Der İslam, II, 245-268, Strassborg
1911.
BEKRÎ, Abdullah b.Abdilaziz el-Bekrî el-Endülüsî (279/892); Mu'cem Me'sta'cem (thk.
Mustafa es-Sekkâ), I-IV, Beyrut 1938 (III.Baskı).
BELÂZURÎ, Ahmed b.Yahya (279/892); Fütûhu'l-Buldân (thk.Muhammed Rıdvân), Mısır
1350/1932 (Selahaddin el- Müneccid neşrinden Türkçe'ye çev. Mustafa Fayda, Ankara 1987)
BELL, Alfred; el-Firaku'l-İslâmiyye fi'ş-Şimâli'l-Ifrikî Mine'l-Fethi'l-Arabî Hatta'l-Yevm
(Fransızca'dan Arapça'ya çev. Abdurrahman Bedevî), Beyrut 1981 (II.Baskı).
BELL, H.I.; "Translations of the Greek Aphrodito Papyri in the British Museum", Der İslam,
II, 269-283, Strassborg 1911.
________;"Translations of the Greek Aphrodito Papyri in the British Museum", Der İslam, II,
372-384, Strassborg 1911.
________;"Translations of the Greek Aphrodito Papyri in the British Museum", Der İslam,
III, 132-140, Strassburg 1912.
________;"Translations of the Greek Aphrodito Papyri in the British Museum", Der İslam,
III, 369-373, Strassborg 1912.
________;"Translations of the Greek Aphrodito Papyri in the British Museum", Der İslam,
IV, 87-120, Strassborg 1913.
________;"Translations of the Greek Aphrodito Papyri in the British Museum", Der İslam,
XVII, 4-8, Strassborg 1928.

BUTLER, Alfred C.; Fethu'l- Arab li- Mısır (ta'rib. Muhammed Ferid Ebu'l- Hadîd)

214
CEHŞİYARÎ, Muhammed b.Abdûs (331/942); el-Vüzerâ Ve'l-Küttâb (thk. Mihail Avvâd),
Mısır 1401/1980.
CEMİLÎ, Raşid Abdullah; Târihu'd-Devleti'l-Arabiyyeti'l-İslâmiyye, Riyad 1983 (II.Baskı).
CEVAD ALİ; el-Mufassal fî Tarihi'l-Arab Kable'l-İslâm, I-VIII, Beyrut 1971.
CUNCANÎ, Habib; Dirâsât fi't-Tarihi'l-İktisâdî ve'l-İctimâ'î li'l-Mağribi'l-İslâmî, Beyrut 1986
(II.Baskı).
ÇAĞATAY, Neşet; İslâm Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, Ankara 1982 (IV. Baskı).
________;"İslamiyetin Yayılışı Sırasında Arabistan Komşu Memleketlerin Durumu",
A.Ü.İ.F. Dergisi (1962), Ankara 1963.
DARİMÎ, Ebû Muhammed Abdullah b. Abdirrahman (255/869), Sünen, I-II, İstanbul
1413/192.
DİYARBEKRÎ, Huseyn b.Muhammed b.el-Hasan (982/1574); Târihu'l-Hamîs fi Ahvâli
Enfesi Nefîs, I-II, Beyrut 1283.
EBÛ DÂVUD, Süleyman b. el-Eş'as (275/888), Sünen, I-V, İstanbul 1413/1992.
EBÛ DIYÂK, Salih Muhammed Feyyâz; el-Veciz fî Tarihi'l-Mağrib ve'l-Endelüs mine'l-Feth
ilâ Bidâyeti Asri'l-Murâbıtîn ve Mulûki't-Tavâif, İrbed 1988.
EBÛ UBEYD, el-Kâsım b.Sellâm (224/839); Kitâbu'l-Emvâl (thk. Muhammed Halil Herrâs),
Kahire 1401/1981 (III.Baskı).
EBÛ YA'LA EL-FERRÂ, Muhammed b.el-Huseyn (458/1066); el-Ahkâmu's-Sultâniyye (thk.
Muhammed Hâmid el-Fakıy), Kahire 1386/1966 (II.Baskı).
EBÛ YAHYA, Muhammed Hasan; Nizâmu'l-Arâzî fî Sadri'd-Devleti'l-İslâmiyye, Ammân
108/ 1988.
EBÛ YUSUF, Yakûb b.İbrâhim (182/798); Kitâbu'l-Harâc, Kahire 1397 (VI.Baskı), (çev. Ali
Özek, İstanbul 1973).
EBU'L-FEREC, Abdurrahman b. Ahmed b. Receb el-Hambeli (795/1392-1393); el-İstihrâc li-
Ahkâmi'l-Harac, Beyrut 1405/1985.
EBU ZEKERRİYA, Yahya b.Bekr (?); Kitâbu Siyeri'l-Eimme ve Ahbârihim el-Ma'ruf bi-
Târihi Ebî Zekerriya, (thk. İsmail el-Arabî) Beyrut 1402/1482. (II.Baskı).
EMİNOĞLU, Ahmed; V.Râşid Halife Ömer b. Abdülaziz, İstanbul 1984.
ENDELÛSî, Muhammed b.Muhammed (Veziru's-Serrâc) (1149/1734); el-Hulelü's-
Sündüsiyye fi Ahbâri't-Tunûsiyye (thk. Muhammed el-Habîb el-Hîle), I-III, Beyrut 1984.
ERKAL, Mehmet; İslâm Vergi Hukuku, Hulefâ-i Raşidîn ve Emeviler Devri, Erzurum 1981
(Basılmış doktora tezi).

215
FAYDA, Mustafa; " Atâ", İ.A (TDV), IV, 33-34.
________;"Hz.Ömer'in Divân Teşkilâtı "(Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi), İstanbul
1986,II, 107-176.
________;Hz.Ömer Zamanında Gayr-i Müslimler, İstanbul 1989.
________;"Hz. Ömer ve Ticâret Malları Vergisi Veya Uşûr-I-II", A.Ü.İ.F.D., Ankara 1981,
c:XXV, s.169-178; Ankara 1983, c: XXVI, s.327-334.
FEHMÎ, Ali Muhammed; el-Bahriyyetü'l-İslâmiyye fî Şarkı'l-Bahri'l-Mutavassıt mine'l-
Karni's-Sâbi' ilâ'l-Âşiri'l-Milâdî (Tarihu'l-Bahriyyeti'l-Mısrıyye) Yay. Mısır Arap
Cumhuriyeti, Mısır 1973.
FERLİGÜL, Mevlüt; Hulefâ-i Râşidîn Döneminde Meşhur Komutanlar, İzmir 1990
(Basılmamış doktora tezi).
FIĞLALI, Ethem Ruhi; İbâdiyye'nin Doğuşu ve Görüşleri, Ankara 1983.
GERLOF Van Vloten, , Emevi Devrinde Arap Hakimiyeti, Şia ve Mesih Akideleri Üzerine
Araştırmalar (trk. Mehmet S. Hatipoğlu), Ankara 1986.
GOTTSCHALK, H.L.; "Nodafrika unter den Muslimen", Bustan 11, (1970).
HALİFE B. HAYYAT (240/854); Tarihu Halifeti'bni.Hayyat (thk. Süheyl Zekkâr), I-II,
Dımeşk 1968.
________;Kitâbu't-Tabakât (thk. Süheyl Zekkâr), I-II Dımeşk 1966.
HALİL, İmâdüddîn; Ömer b. Abdülazîz Dönemi ve İslâm İnkılâbı (trk. Ubeydullah Dalar),
İstanbul 1984.
HAMİDULLAH, Muhammed; İslâm'da Devlet İdâresi, (müt. Kemal Kuşçu), Ankara 1979
(IV. Baskı).
________;İslâm Peygamberi (terc. Salih Tuğ), I-II, İstanbul 1400/1980 (IV.Baskı)
________;Mecmûatü'l-Vesâiki's-Siyâsiyye li'l-Ahdi'n-Nebiyyi ve'l-Hilâfeti'r-Râşide, Kahire
1941.
________;İslâm Müesseselerine Giriş, (trk. İ.Süreyya Sırma), İstanbul 1984.
HAREKAT, İbrâhim; el-Mağrib 'Abre't-Tarih, I-II, Dâru'l-Beydâ 1984 (II.Bsk.) .
HASAN İbrahim Hasan-Ali İbrahim Hasan; en-Nüzumu'l-İslâmiyye, Kahire ?.
HASAN İbrahim Hasan; İntişâru'l-İslâm fi'l-Kâreti'l-İfrikıyye, Kahire 1963 (II. Baskı)
HASAN, İbrahim Hasan; Siyâsi, Dinî, Kültürel ve İcmâî İslâm Tarihi, (çev. İsmail Yiğit-
Sadrettin Gümüş), I-VI, İstanbul 1985-1986.
________;Tarihu'd-Devleti'l-Fâtımıyye fi'l-Mağrib ve Mısr ve Suriye ve Bilâdu'l-Arab, Mısır
1981 (IV.Bask.).

216
HASAN Hüsnü Abdülvehhab, Varakât Ani'l-Hadârati'l-Arabiyye bi İfrikıyyeti't-Tunûsiyye, I-
III, Tunus 1965-1981. .
HIDIR, Abdülalîm Abdurrahman, el-İslâm ve'l-Müslimûn fî İfrikıyyeti'ş-Şimâliyye, Cidde
1406/1986.
HİTTİ, Philip K.; İslâm Tarihi, (ter. Salih Tuğ), I-IV, İstanbul 1981.
HİZMETLİ, Sabri, "Tarihi Rivâyetlere Göre Hz. Osman'ın Öldürülmesi", A.Ü.İ.F. Dergisi,
Ankara 1985, XXVII, 149-176.

HÜSEYİN Mu'nis; Fethu'l-Arab li'l-Mağrib, (Kahire, 1366/1947).


_________;Târihu Mısr mine'l-Fethi'l-Arabî ilâ en Dehalehe'l-Fâtımiyyûn (Târihu'l-
Hadârati'l-Mısriyye), I-II, ? ?
İBN A'SEM EL-KÛFÎ, (314/926); Kitâbu'l-Fütûh, I-IV, Berut 1406/1986.
İBN ABDİLHAKEM, Abdullah (214/829); Siretu Ömer b.Abdilaziz Alâ mâ Ravâhu'l-İmâm
Mâlik b.Enes ve Ashâbuhû (thk. Muhmmed el-Kal'aci), Haleb ?.
İBN ABDİLHAKEM, Ebu'l-Kasım Abdurrahman b.Abdillah (257/870-871); Fütûhu Mısr ve
Ahbâruhâ (nşr. C.C.Torrey), Leiden 1922.
İBNÜ'L-CEVZİ, Cemaluddin Ebu'l-Ferec Abdurrahman b.Ali Muhammed (597/1201);
Menâkıbu Emiri'l-Mü'minin Ömer b.el-Hattab (thk. Zeyneb İbrahim el-Kârût), Beyrut
1407/1987 (III.Baskı).
İBN CÜBEYR (614/1217); Rıhle, Beyrut 1384/1964.
İBNÜ'L-IZÂRÎ, Muhammed el-Merâkeşî (695/1295); Kitâbu'l-Beyâni'l-Muğrib fî Ahbâri
Endelüs ve'l-Mağrib (thk. G.S.Colin-I.Lewi Provençal), I-II, Leiden 1948.
İBNÜ'R-RAKÎK el-Kayrevâni ( ? ); "Tarihu İfrikıyâ ve'l-Mağrib" (nşr. M. Talbi), Etudes
d'Histoire Ifriqıyenne, Faculte Des Lettres Et Sciences Humaines De Tunis, c:XXVI, Tunus
1982.
İBN FAKÎH EL-HEMEZÂNÎ, Ebû Bekr Ahmed b.Muhammed (3/10.Asır); Muhtasaru
Kitâbi'l-Buldân (Ed. M.J.De Goeje), Leiden 1967.
İBN HACER EL-ASKALÂNÎ, Şihâbüddin Ahmed b. Ali(852/1448); Tehzîbu't-Tehzîb I-XII,
Beyrut 1325-1326.
İBN HALDUN, Adurrahman b.Muhammed (808/1405-1406); Kitâbu'l-'İber ve Divânu'l-
Mübtede-i ve'l-Haber fî Eyyâmi'l-Arab ve'l-Acem ve'l-Berber ve Men Âsâruhum min Zevi's-
Sultani'l-Ekber, I-VII, Beyrut 1391/1971.
İBN HALLİKAN, Ebu'l-Abbâs Şemsuddîn Ahmed b.Muhammed b.Ebî Bekr (681/1281);
Vefeyâtü'l-A'yân ve Enbâü Ebnâi'z-Zemân (thk. İhsan Abbâs), I-VIII, Beyrut 1397/1977.

217
İBN HAVKAL, Ebu'l-Kasım (4/10.Asır); Kitâbu Sûreti'l-Arz (nşr. H.Kramers), I-II, Leiden
1938 (II.Baskı).
İBN HAZM, Ebû Muhammed Ali b.Ahmed b.Sa'îd (456/1064); Cevâmiu's-Sîre (thk. İhsan
Abbas-Nasîruddin el-Esed), Kahire ?.
İBN HURDAZBİH Ebu'l-Kâsım Ubeydullah b. Abdillah (280/893); Kitâbu'l-Mesâlik ve'l-
Memâlik (Ed. M.J. De Goeje), Leiden 1967.
İBN IYÂS, Muhammed b.Ahmed el-Hanefî (928/1228); Bedâiu'z-Zuhûr fî Vekâi'i'd-Duhûr I-
V, Kahire 140/1982 (II.Baskı).
İBNÜ'L-ESÎR, Izzüddin Ebu'l-Hasen Ali b. Muhammed el-Cezerî (630/1232); Üsdü'l-Gâbe fî
Ma'rifeti's-Sahâbe (thk. Muhammed İbrahim el-Bennâ-Muhammed Ahmed Âşur-Muhammed
Abdullvehhâb Fâyed), I-VII, ?, 1970.
________;el-Kâmil fi't-Tarih, I-XII, Beyrut 1965, (terc. İslâm Tarihi, el-Kâmil fi't-Tarih
Tercümesi, I-XII, İstanbul 1986).
İBN KAYYIM EL-CEVZİYYE, Şemsüddîn Ebû Abdillah Muhammed b.Ebî Bekr
(751/1350); Ahkâmu Ehli'l-Zimme (thk. Subhi es-Salih), I-II, Beyrut 1401/1981 (II.Baskı).
İBN KESÎR, Ebu'l-Fidâ (774/1372-1373); el-Bidâye ve'n-Nihâye (thk. Ahmed Ebû Mülhım -
Ali Necîb Atvî- Fuâd es-Seyyid - Mehdî Nâsıruddîn - Ali Abdü's-Sâtir), I-XIV, Beyrut
1409/1989 (V.Baskı).
İBN KUTEYBE, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim (276/889); el-İmâme ve's-Siyâse (thk.
Tahâ Muhammed ez-Zeynî), I-II, Beyrut ?. (Eserin İbn Kuteybe'ye nisbeti şüphelidir.)
İBN MÂCE, Ebû Abdillah Muhammed b. Yezîd (273/886); Sünen, I-II, İstanbul 1413/1992.
İBN MANZUR (630/711); Muhtasar Tarihu Dımeşk (thk. Rûhıyye en-Nahhâs-Riyâd
Abdühamîd Murad-Muhammed Muti' el-Hâfız), I-XXIX, Dımeşk 140-1984.
İBN RÜSTE, Ebû Ali Ahmed b.Ömer (4./10. asır); Kitâbu A'lâkı'n-Nefîse (Ed.: M.J. De
Goeje), Leiden 1967.
İBN SA'D, Muhammed (230/845); et-Tabakâtü'l-Kübrâ (thk. İhsan Abbas), I-IX, Beyrut
1968.4
İBN SALİH, Ubeydullah (?); "Nassun Cedîd an Fethi'l-Arab li'l-Mağrib" (nşr. Lewi
Provençal) (ta'rib ve ta'lik. Hüseyin Mu'nis), Ma'hedi'l-Mısrî, Madrid 1373/1954, c.II, sayı: 1-
2, sh.193-239 (1-47).
İBN TAĞRİBERDÎ, Ebu'l-Mehasin Cemâlüddin Yusuf (874/1469); en-Nücûmu'z-Zâhire fî
Mülûki Mısr ve'l-Kâhire, I-XXII, Kahire 1383/1963.
İDRİS, Hady Roger; Le Récit D'al-Mâlikî Sur La Conquête de L'Ifrîqıyâ, (traduction annotée
et examen critique/, REI, Paris 1969, c: XXXVII, Fasikül-1(sh. 117-149)

218
İDRİSÎ, Ebû Abdillah Muhammed b. Muhammed (560/1166); Sıfatu'l-Mağrib ve Ardu's-
Sûdân ve Mısr ve'l-Endelüs, Leiden 1968.
İHSAN Abbas; Tarihu Libya Münzü Fethi'l-Arabî Hattâ Matla'ı'l-Karni't-Tâsi'ı'l-Hicrî,
Bingazi 1967.
İMADÜDDÎN, S. Muhammed; Endülüs Siyasî Tarihi (terc. Yusuf Yazar), Ankara 1990.
ISTAHRÎ, Ebû İshak İbrahim b.Muhammed (340/951); Kitâbu'l-Mesâlik ve'l-Memâlik (Ed.
M.D.De Goeje), Leiden 1967.
JAEN de Nikiou (694'de hayattaydı); Chronique, (Monumenta Cartographica Africa et
Aegyptı, Ed. Fuat Sezgin),(Mısır Fethi kısmını derleyip neşreden Youssouf Kamal), Frankfurt
1987, III, 21-27 (çev. Veysel Uysal, 1-15, basılmamış tercüme).

JULİEN, Şarl Andrei; Tarihu İfrikıyye Şimâliyye (ta'rib. Muhammed Mezâlî-Beşir b.


Selâme)I-II, Tunus 1983 (II. Baskı).
KALKAŞANDÎ, Ebu'l-Abbâs Ahmed (821/1418); Subhu'l-A'şâ fî Sınâ'ati'l-İnşâ, I-XIV,
Kahire 1357/1937.
KÂSIM Abduh Kasım; Ehlü'z-Zimme fi Mısri'l-Usûri'l-Vustâ, Kahire 1979 (II. Baskı).
KÂŞİF, Seyyide İsmâil; el-Velîd b. Abdilmelik (86-94/ 705/715), Mısır 1962.
________;Mısır fî Fecri'l-İslâm, Kahire 1970 (II. Baskı).
KAZVİNÎ, Zekeriyyâ b. Muhammed b. Mahmûd (682/1283); Âsâru'l-Bilâd ve Ahbâru'l-Ibâd,
Beyrut ?.
KEHHALE, Ömer Riza; Mu'cemu Kabâili'l-Arab, Beyrut 1402/1982 (III. Baskı).
KELBÎ, Ebu'l-Münzir Hişâm b.Muhammed b. es-Sâbit (204/819); Cemheretü'n-Neseb (thk.
Nâci Hasan), Beyrut 1407/1986.
KİNDÎ, Ebû Ömer Muhammed b.Yusuf (350/961); Kitâbu'l-Vulât ve Kitâbu'l-Kudât (thk.
Rhuvan Guest) Beyrut 1908.
Kitâbu'l-İstibsâr fî Acâibi'l-Emsâr, Vasfu Mekke ve'l-Medine ve Mısr ve Bilâdi'l-Mağrib,
Dâru'l-Beydâ 1985.
KUDÂME b. Ca‘fer (310/922); Kitâbu'l-Harâc ve Sınâ'atu'l-Kitâbe (thk. Muhammed Hüseyn
ez-Zebîdî), Bağdat 1981.
KUTUB İbrâhim Muhammed; en-Nuzumu'l-Mâliyye fi'l-İslâm, Mısır 1986 (III. Baskı).
_________;es-Siyâsetü'l-Mâliyye li-Ömer b. el-Hattâb, Mısır 1984.
_________;es-Siyâsetü'l-Mâliyye li-Osmân b. Affân, Mısır 1986.
LAKBAL, Musâ; el-Mağribu'l-İslâmî, Cezayir 1981 (II.Baskı).

219
LAURA Veccia Vagleri, "Raşid Halifeler ve Emevî Halifeleri" (çev. İlhan Kutluer), İslâm
Tarihi Kültür ve Medeniyeti (The Cambridge History of İslâm), I-IV, İstanbul 1988.
LEON el-İFRİKÎ, el-Hasan b. Muhammed; Vasfu İfrikıyye, (Fransızcadan Arapçaya terc.
Muhammed Huceyy-Muhammed el-Ahdar), I-II, Beyrut 1983 (II.Baskı).
LEWİS, Archibald; el-Kaviyyü'l-Bahriyye ve't-Ticâriyye fî Havdi'l-Bahri'l-Mutavassıt (500-
1100), (Arapçaya çev. Ahmed Muhammed ‘İsâ), Kahire 1960.
LOMBARD, Maurice, İlk Zafer Yıllarında İslâm (çev. Nezih Uzel), İstanbul 1983.
MAKDİSÎ, Şemsüddîn Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed Ebî Bekr (4/10. Asır); Kitâbu
Ahseni't-Tekâsim fî Ma'rifeti'l-Ekâlim (Ed. M. J. De Goeje), Leiden 1967 (II. Baskı).
MAKRİZÎ, Takiyyüddîn Ahmed (845/1442); el-Mevâiz ve'l-İ'tibâr fî Zikri'l-Hıtatı ve'l-Âsâr,
I-II, Bulak 1270.
MÂLİKÎ, Ebû Abdillah Muhammed (4./10. asır); Riyâdu'n-Nüfûs fî Tabakati Ulemâi'l-
Kayrevân ve İfrikıyye ve Zühhâdihim ve Nüssâkihim ve Seyru min Ahbârihim ve Fedâilihim
ve Evsâfihim (thk. Beşîr el-Bekkûş), I-III, Beyrut 1403/1983.

MANSEL, Arif Müfit; Ege ve Yunan Tarihi, Ankara 1971 (III. Baskı)
MAVERDÎ, Ali b. Muhammed b.Habîb (450/1058); el-Ahkâmu's-Sultâniyye ve'l-Vilâyâtu'd-
Dîniyye, ? ? (terc.Ali Şafak, el-Ahkâmu's-Sultaniyye, İslâm'da Hilâfet ve Devlet Hukuku,
İstanbul 1396/1976.
MES'ÛDÎ, Ebu'l-Hasan Ali b. Hüseyn b. Ali (345/956); Kitâbu't-Tenbîh ve'l-İşrâf, (Ed.: M. J.
De Goeje), Leiden 1967.
_________;Mürûcü'z-Zeheb ve Meâdinu'l-Cevher (thk. Muhammed Muhyiddin Abdulhamîd),
I-IV, Mısır 1377/1958.
MURÂD Kamil; Min Dikletyânus ilâ Duhûli'l-Arab(Tarihu'l-Hadârati'l-Mısriyye),I-II,? ?
MÜSLİM, Ebu'l-Hüseyn Müslim b. el-Haccac (261/875); Sahih, I-II, İstanbul 1413/1992.
NA'NA'Î, Abdülmecid; Tarihu'd-Devleti'l-Umeviyye fi'l-Endülüs (et-Târihu's-Siyâsî), Beyrut
1986.
NÂSIRÎ, eş-Şeyhu'l-Abbas Abbas b. Ahmed (?); Kitâbu'l-İstiskâ li Ahbâri'l-Düveli'l-
Mağribi'l-Aksâ, I-II, Dâru'l-Beydâ 1954.
NÜVEYRÎ, Şihâbuddîn Ahmed b. Abdilvehhâb (733/1333); Nihâyetü'l-Ereb fî Fünûni'l-Edeb
(thk. Muhammed Ebu'l-Fadl İbrâhim), I-XXIX, Kahire 1395/1975.
OSTROGORSKY, Georg; Bizans Devleti Tarihi (çev. Fikret Işıltan), Ankara 1986.
ÖMER Ferruh; Târihu Sadri'l-İslâm ve'd-Devletü'l-Ümeviyye, Beyrut 1983.

220
ÖZEL, Ahmet; İslâm Hukukunda Milletlerarası Münâsebetler ve Ülke Kavramı, İstanbul
1982.
ÖZKUYUMCU, Nadir; "İbn Abdilhakem", İ.A.(TDV), Basılmamış madde.
________;"Kurre b. Şerîk", İ.A.(TDV), Basılmamış madde.
RAHMÛNÎ, Muhammed eş-Şerîf; Nizâmu'ş-Şurta fi'l-İslâm ilâ Evâhiri'l-Karni'r-Râbi'i'l-
Hicrî, ? 1983.
RÂNÂ, İrfan Mahmud; Hz. Ömer Döneminde Ekonomik Yapı, (trk. Ahmet Kot), İstanbul
1985.
REYYİS, Muhammed Ziyâüddin; Abdülmelik b. Mervân Muvahhidu'd-Devleti'l-Arâbiyye
Hayâtuhu ve Asruhu, Mısır 1962.
________;el-Harâc ve'n-Nüzumu'l-Mâliyye li'd-Devleti'l-İslâmiyye, Kahire 1977.
ROSSİ, İttori; Libya Münzü'l-Fethi'l-Arabî Hatta Sene 1911 (ta'rib. Halife Muhammed et-
Tüleysî), Beyrut 1394/1974.
SA'DÎ, Osman; Urûbetü'l-Cezâyir Abre't-Tarih, Cezâyir 1982.
SA'D Zağlûl Abdülhamid; Tarihu'l-Mağribi'l-Arabî mine'l-Feth ilâ Bidâyeti Usûri'l-Vustâ
(Libya, Tunus, Cezayir, Mağrib), I-II, İskenderiyye 1979.
SAFEDÎ, Selahuddin Halil b. Aybek (764/1343); el-Vâfi bi'l-Vefeyât (thk. Şükrü Faysal), I-
XXIX, Beyrut 1401/1981.
SAİD b. Patrik (328/939-940); Kitâbu't-Tarih, Beyrut 1909.
SAN'ÂNÎ, Ebû Bekr Abdurrazzâk b. Hemmâm (211/826-827); el-Musannef (thk.
Habiburrahman el-A'zamî), I-XI, Beyrut 1390/1970.
SAYI, Ali; Firavun, Hâmân ve Karun Karşısında Hz. Musa, İstanbul 1992.
SAYILI, Aydın; Mısırlılarda ve Mezopotamyalılarda Matematik, Astronomi ve Tıp, Ankara
1982.
SEÂLEBÎ, Abdülaziz, Tarihu Şimâli Afrikıyâ (thk. Muhammed Mezâli-Beşir Selâme), Beyrut
1407/1987.
SEYYİDÜLEHL, Abdülazîz; el-Halifetü'z-Zâhid Ömer b. Abdülazîz, Beyrut 1970 (IV.
Baskı).
SÛLÎ, Ebû Bekr Muhammed b. Yahya (335/946); Edebü'l-Küttâb (nşr. Muhammed Behçet el-
Eserî), ? ?
SUYUTÎ, Celâlüddîn Abdurrahman b. Ebî Bekr (911/1505); Tarihu'l-Hulefâ (thk. Muhammed
Muhyiddîn Abdülhamid), Mısır 1371/1952.
________;Husnü'l-Muhâdara fî Tarihi Mısr ve'l-Kâhira, I-II, Mısır 1967.

221
SÜVEYDÎ, Ebu'l-Fevz Muhammed Emin(1246/1830); Sebâiku'z-Zeheb fî Ma'rifeti Kabâili'l-
Arab, Beyrut 1406/1986.
ŞAFİÎ, Muhammed b. İdris (204/819-820); el-Ümm (thk. Muhammed Zehrâ en-Neccâr) I-
VIII, Beyrut 1393/1973 (II. Baskı).
TABERÎ, Ebû Ca'fer Muhammed b. Cerîr (310/922); Tarihu'l-Ümem ve'l-Mülûk (thk.
Muhammed Ebu'l-Fadl İbrahim), I-XI, Beyrut (1387/1967).Ayrıca Ed. M.J. de Goeje, I-III,
1879-1881.
TÂHÂ, Abdülvâhid Zünnûn; "el-Feth ve'l-İstikrâru'l-Arabiyyi'l-İslâmî fî Şimâli İfrikıyâ ve'l-
Endelüs, el-Müessiruhu'l-Arabî", Mecelletü Fasîle Tarihiyye Muhkeme Ta'nî bi-Şuûni't-Târih
ve't-Türâsi'l-Arabî ve'l-İlmiyye'l-Âlemî, Bağdat 1403/1987, sene: 13, sayı: 32.
TALBÎ, Muhammed; "İfrikiyâ", EI2, Leiden 1979, III, 1047-1049.
TAMÂVÎ, Süleyman Muhammed; Ömer b.el-Hattâb ve Usûlü's-Siyâse ve'l-İdâretü'l-Hadîse,
Âbidin 1969.
TEDMİRÎ, Ömer Abdüsselâm; Tarihu Trablusşam, Beyrut 1984.
TERZİ, Mustafa Zeki; Hz. Peygamber ve Hulefâ-i Râşidîn Dönemlerinde Askerî Teşkilât,
Samsun 1990.
TIMÂR, Muhammed b. Amr; Tlemsân Âbre'l-Usûr, Cezâyir 1984.
TRİTTON, A. S.; Ehlu'z-Zimme fi'l-İslâm (Arapça trc. Hasan Habeşî), Mısır ?
TUĞ, Salih; İslâm Vergi Hukukunun Ortaya Çıkışı, İstanbul 1984.
TÜMER, Günay-Küçük, Abdurrahman; Dinler Tarihi, Ankara 1988.
VEKÎ, Muhammed b. Halef b. Hayyân (306/918); Ahbâru'l-Kudât, I-III, Beyrut ?
VERSİLÂNÎ, el-Huseyn b. Muhammed (?); Nüzhetü'l-Enzâr fî Fadli İlmi't-Tarih ve'l-Ahbâr,
Beyrut 1974 (II. Baskı).
WATT, Montgomery; İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri (çev. Ethem Ruhi Fığlalı), Ankara
1981.

WELHAUSEN, Julis; İslâmiyetin İlk Devrinde Dinî-Siyasî Muhalefet Pertileri (çev. Fikret
Işıltan), Ankara 1989.
________;İslamın En Eski Tarihine Giriş (çev. Fikret Işıltan), İstanbul 1960.
________;Arap Devleti ve Sükutu, (çev. Fikret Işıltan), Ankara 1963.
YAHYA b. Adem el-Kureşî, (203/818); Kitâbu'l-Harac (thk. Ahmed Muhammed Şakir) ?
1384 (II. Baskı).
YAKÛBÎ, Ahmed b. Ebî Ya'kûb (292/904); Kitâbu'l-Büldân (Ed.: M. J. De Goeje), Leiden
1967.

222
________;Tarihu'l-Yakubî, I-II, Beyrut ?.
YAKUT el-HAMEVÎ, Şihâbuddîn Ebû Abdillah (626/1229); Mu'cemu'l-Büldân (thk.
Ferdinand Wüstenfeld) I-VI, Leipzig 1866.
YEDİYILDIZ, Bahaeddin; "Vakıf", İA, XIII, 153.
YİĞİT, İsmail; "Abdülaziz b. Mervân", İ.A (T.D.V.), I, 192.
YILDIZ, Hakkı Dursun; "Abdülmelik b. Mervân", İ.A. (TDV), I, 269.
YVER, G.;"İfrikıye", İA., V/II, 939-940.
_________;"Mağrib", İA., VIII, 142-143.
ZÂVÎ, Tâhir Ahmed; Târihu'l-Fethi'l-Arabî fî Libya, Libya, ?. (III. Baskı).
ZEHEBÎ, Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osman (748/1347); Kitâbu Düveli'l-İslâmiyye
(thk. Fehim Muhammed Şeltût-Muhammed Mustafa İbrahim), I-II, Mısır 1974.
________;el-İber fî Haberi men Ğaber, (thk. Selâhuddîn el-Müneccid), I-V, Kuveyt 1960.
ZEYDÂN, Abdulkerim; Ahkâmu'z-Zimmiyyîn ve'l-Müste'minîn, Beyrut 1408/1988 (II.
Baskı).
ZÜBEYRÎ, Ebû Abdillah el-Mus'ab b. Abdillah b. el-Mus'ab (236/850); Kitâbu Nesebi
Kureyş (thk. İ.Levi Provençal), Kahire 1953.

223

You might also like