Professional Documents
Culture Documents
Mustafa Durak
Şiir ve Bilgi:
Böyle bir başlık hem şiiri, hem de bilgiyi ayrı ayrı tanımlamayı zorunlu kılıyor.
Şiir tarihi dikkate alındığında şiirin temel niteliklerinden birinin yeniden
düzenleme olduğu görülür. Bu nitelik her türlü şiirde bulunur. Geneldir. Başka
bir genel nitelik: her şiirin en az bir üretici öznesi vardır. Ve bu özne insandır.
Yani şiir, insanidir. İnsan ürünüdür. Bu netleştirme noktasında, şiir biçimindeki
kutsal metinlerin, vahye dayalı şiir biçimli kutsal metinlerin de insan ürünü
olduklarının kabulü vardır. Ve kaçınılmaz olarak şiire bulaşan, hatta göreli de
olsa, onsuz şiir sayılamayan bir öge söz konusudur: şairin ruh hali. Ve bu ruh
hali, şiire yansır ve şiirin tinsel varlığının oluşturucu ögelerinden biri olur. Bu
ruhsal asla yalnız değildir. Dolayısıyla varlık olarak asla kendisi için, kendisi
olarak varlık değildir. Okursuz, toplumsuz, cemaatsiz bir şiir, ölü bir şiirdir.
Şiirin toplumu ile şairi arasında gizli bir sözleşme vardır. Bu sözleşme şiirin
(h)as özelliklerinden birini temellendirir: bu yüzden şiir törensidir. İster yüksek
sesle okunsun, ister dudaklar kıpırdanmadan, içten okunsun, belli ya da belirsiz
bir tören söz konusudur. Bu töreni, en azından şairin, şiir yazdığının, okurun ya
da dinleyenin, şiir okuduğunun ya da dinlediğinin ayırdında olması sağlar.
Dilden farklı bir şey gündemdedir. İşte bu bilinç şiiri farklılaştırır. Farklı bir
şeyin beklentisi, şiiri törensi kılan ögelerden biridir. Demek ki bilinçlere
kazınmıştır: şiir, sıradan bir söz değildir. Şiire dinsel anlamda bir kutsallık
yüklemiyorum. Genel dil içindeki durumundan söz ediyorum. Kullanılmakta
olan dil malzemesi içinden şekillendirilecek olanın, şekillendirilmiş olanın
beklentisi, yazan ve alımlayan için gizli sözleşmeyi yapar. Ve her okur, her
şiire sokulamaz. Yöneldiği şiirin dilini öğrenmiş olması ya da en azından
öğrenmeye hazır, hazırlıklı olması gerekir. Şiir, okurdan bunu bekler. Okurun
şiirden beklentisi de, kendi kültürel durumuna ve ruhsalına uygun dilin içinden
sanatsal bir anlatımdır. Bu beklentiye yanıt veren şiir; heykel, müzik parçası,
resim vb gibi ‘sanatsal bir obje’ olarak algılanır. Ve bu sanat objesi de
diğerlerinde olduğu gibi yapma ve yaratma düzlemlerinin birleşimidir.
Bilginin varlık bilgisi ile bağı kesindir. Ama bu bilgi, varlığın da ruhsalıyla, iç
dinamiğiyle ilgilidir. Var olabildiklerine göre bir taşın, bir tahtanın, bir çiçeğin,
bir hayvanın, hem bellekleri, hem de bilgileri vardır. Bu bilgileri edinme
araçları ve bu araçların nedeni, kaynağı; dinleri de, felsefecileri de kendi
içlerinde bir çeşitlenmeye, tartışmaya sürüklemiştir. Doğal olanın bilgisine
insan bugün ulaşmış olsaydı, hiçbir bilimsel araştırmaya gerek kalmazdı. Her
bilimsel alanda yeni edinilen bilgiler, her geçen gün bilim tarihine
eklenmektedir. İnsan bilgisi ve felsefesi eriştiği bilgi ile sınırlıdır. Elbette bu
noktada doğadan kopma ile yitirilmiş yetilerden (dolayısıyla bilgilerden) söz
edilmektedir. Eğer tüm bilgiler verili ya da kolayca edinilebilir bilgiler olsaydı,
bilgi olarak her şey, en azından bilgelerin ve/ya onların yerini almak
isteyenlerin eriminde olurdu. Bilgimizin evren bilgisi yanında ne denli sınırlı
olduğunu kavramak, insanı bir boşluğa bir umutsuzluğa sürüklememeli. Zira
her insana gerekli olan bilgi, ilişkiye girdiği varlıklar üzerine ve buna bağlı
olarak kendi üzerine bilgidir. Yani asıl olan gereksinilen bilgidir. Bu yüzden
insanın savaşımı hayvana, türdeşine yani yine insana, mikroplara karşıdır.
Şiir dili neden sonuç ilişkisine uymak zorunda olmadığı gibi bu konudaki
çizgiselliği, tarihselliği özellikle bozar. Bence şiir bu özelliğiyle bozma,
yeniden kurma özelliğiyle yaşamın kendisiyle özdeşleşir.
Bu şiirde yineleme gibi ele alınabilecek “bir zaman sonra”lar, aslında iki farklı
“bir zaman sonra”dır. İlk “bir zaman sonra” birinci bölümün sonunu işaret eder
ve ilk öyküsele aittir. Öykü: benimdin, seni sakladım, unuttum sakladığım yeri:
bir zaman sonra. İki bölüm arası boşluk “entract” gibi bir boşluktur ama
dinlence arası değildir elbette. Bu boşluk, ‘es’ gibi ritimsel kesitleme değildir
bu şiirde. Bu ara, boşluk, es ne dersek diyelim anlatılmamış, anlatılamayacak
olanı işaret eden iki zaman arasıdır. Sıçrama burada gerçekleşmektedir. Şiir de.
Elbette şiirin tüm şiirselliği burada değil. Ama bu anlatılmayanla anlatılmak
istenen (boşluğun ifadesi) anlaşılmadıkça bu şiir için ne anlama, ne de şiire
ulaşılabilir. Ve bu gizli boşluğun anlamı, tıpkı bu boşluk gibi, şiirin bedenine,
sözcüklerine gizlenmiş boşluk gibi, şiirin tinine, anlamsalına gizlenmiştir. Şair
bedeninin boşluğunda bir pişmanlık hisseder. Bu pişmanlık bir yandan şairin
ruhsalıyla ilgili olanı ele verir, bir yandan da şiirin üretilme nedenidir. Yani
şiirde alışageldiğimiz bu sıradan bölüm boşluğu, iki ‘bir zaman sonra’ arasına
bilinçli ya da şairin birikimsel sezişi ile (bilinçdışı olarak) işlevsel(leştir)ilmiş
bir boşluktur.
peçeli rehberlerle varamayız bir çöle//çağırın bir çekiçle hebâ ettiğim yüzümü/
Daha sonra kendinden doğaya geçer. Ancak bu doğa ögesini olumsuz bir
nitelikle kullanır: “kara sular”. Aslında bu doğal olanı, insani olana dönüştürür.
Hemen ardından gelen dizedeki olumsuz ifadeyle buluşur. “biat etmedim ben
size”. Burada kendince kötüleştirdiği, karşısında gördüğü, kendisiyle çatışık
güçlerin doğal olan kılığında verilmesi, her ne kadar başlangıçta “peçeli”liğe
başkaldırmış da olsa kendini peçelemiş olduğunun bir göstergesidir. Bu açık
olma/peçeli olma sorunsalı hem kendisinin kişilik sorunsalı, hem de
düzyazı/şiir arasındaki sorunsaldır. Burada şunun altını çizmekte yarar var: iyi
şiir, her açıdan, herkese göre sağlıklı bir kişiyi, kişiliği işaret etmez. Hoş, kim,
böylesine yani şiir kadar mükemmeldir ki! Neyse şiire dönelim. Son dizedeki
“küflü saklambaç”, Mehmet Taner’in “Küflü Şimşek” ile ilintilendirilebilir ama
akrabalık ilişkisi kurulabilse bile şiirin anlamsalı açısından ilgi kurulamaz. Zira
kalbini delen bu “küflü saklambaç” ancak kendini sorgulama ile açıklanabilir.
Sözünü ettiğim gizlenme ve apaçık görünme arasındaki parçalanmışlık ve
bunun, yüreğinde yarattığı burkuntu, acı olarak okunabilir bu dize.
SENSİZ PARİS
Hayatta ben en çok babamı sevdim. /Karaçalılar gibi yerden bitme bir çocuk /
Çarpı bacaklarıyla – ha düştü, ha düşecek – /Nasıl koşarsa ardından bir devin,
/
O çapkın babamı ben öyle sevdim. //(…) Can Yücel
Önce yinelemeyle, içteki yankı dışa vuruluyor: hayatta ben en çok babamı
sevdim. Sevmek ve içkin olarak olmak söz konusu olunca bir model (model
olan/model alan) ya da özne/nesne (seven/sevilen) ve giderek bir karşılaştırma
kaçınılmazdır. Ancak şairin, içindeki yankıyı, takınağını ifade ettikten sonra
doğal olarak onu anlatması beklenir. Oysa “Ben”, kendine dönüyor. Ve ilk
kesitte baba, iki özelliğiyle veriliyor: dev ve çapkın. Şimdi ilk kesitteki
anlatımı, yineleme açısından aldığımızda sanırım şunu rahatlıkla söyleyebiliriz:
başlığı da dikkate alarak ortaya çıkan yineleme iskeletini “babam, babam, dev,
çapkın babam” olarak görebiliriz. Bu ayni gönderilenin farklı biçimbirimleriyle
yinelenmesidir. Ancak gerek sevilenden sevene ani geçiş, gerekse yinelemenin
biçim birim olarak farklılaşması, hem şairin ruh durumuyla, hem de şiirin tinsel
yapısıyla ilgili önemli bir gizi (niteliği) ele vermektedir: kıpır kıpır yerinde
duramayan bir kişilik yapısı. Sıradana, alışılmışa, tek bir yola bağlı olamayacak
bir kişinin ruhsalı. Ve şiire yansıtılan bu ruh hali, dilsel işlemlerle şiirin tinseli
haline geliyor: dinamik tinselli şiir. Bunu der demez terimleme ve ruhbilim ile
şiirbilim terimlerinin ayrılması sorununu gündeme taşıyorum. Bu örnek için
dilbilim ve retorik terimlerinden yararlandığımı söylemeliyim. Bu, ayrı bir
tartışma konusu edilebilir.
Son söz
Bu şiirde üç yargı tümcesiyle bir tek evrensel doğru kafamıza çakıldı: hiçbir
şey öncesi gibi olamaz. Herakleitos’un, “ayni nehirde iki kez yıkanılmaz”
yargısı, öğretisi başka bir biçimde şiirselleştirildi. Ancak burada da sıralama,
her ne kadar “eski saat değil, eski çakmak değil, eski kalb değil” biçiminde
sıralanıp bir otomatikliği izlenim olarak aktarsa da, bu şiirselleştirmede gözden
kaçırılmaması gereken bir alt sıralama daha var: “saat onarıldı, çakmak
doğruldu, kalbime çarptım”. İşte şiirin tinsel niteliğini ilgilendiren bir yan
buraya gizlenmiştir. Dikkat edilirse, saat onarılır, ama çakmak doğrulmaz, sen
kalbe çarpılmaz. Ama doğrulmak ve çarpılmak sözcükleriyle şairin ne
anlatmak istediği kolayca anlaşılabiliyor ve onun zihinselinde herkesin
söylediği biçimlere bir başkaldırı, başkaca yaratımla, başkalaştırmayla sözcüğü
işletme devreye giriyor. Ve okurun dikkatini çekmesi için üzerinde sarı ışığın
yanıp söndüğü sözcükler oluyor bunlar. Durumu, sıradanın, otomatiğin içine
yerleştirilmiş yaratım olarak ifade edebiliriz. Bu durumda şiir bizi hem
Herakleitos’un yargısına hem şairin ruhsalına, hem de şiirin tinseline götürmüş
oluyor. Hem gönderge hem de bilgi açısından bir indirgenemezliğe gelmiş
oluruz. Ve hemen ardından nesnelerden sen/ben ilişkisine gelen “ben”, bu
ilişkiyi aslında tüm ifadenin merkezine almaktadır. Önce nesnelerden bu
noktaya geldikten sonra, yeni bir sıralamaya, hem de görünüşte doğal ögelerle
yapılmış bir sırlamaya geçiyor: “erimiş menekşeler, bilgisiz pazılar, yılanlar,
akrepler”. Bu doğal olanlar, doğallığı değil de olumsuzluğu anlatıyorlar. Zaten
yukarıda da bozuk, zaten işlemeyen çakmaktan yani yine olumsuzlardan
gelmişti bu ilişkiye. Dolayısıyla merkeze, tam ortaya alınmış sen/ben ilişkisinin
çevresi olumsuzluklarla çevrili. Ve bu şiir için konuşursak, şiirin tinselinin, bir
maddenin yapısı gibi merkeze alınmış bir öz ve zorunlu bağları olduğunu
söyleyebiliriz.
Sonuç:
Şiir, günlük dil değildir. Şiir, bilim değildir. Şiir, ruhbilim değildir. Şiir, felsefe
değildir. Şiir, tüm bilgiyi ten olarak kullanabilen ve kendi tinseliyle varolan
bütünsel bir alandır. Yaşamın, insanla birlikte yaşamın sesidir. İçine insan
karışmış su sesidir. İçine insan sesi, insan yorumu karışmış yel sesidir, içinde
insan çığlıkları olan yangın yeridir, Eurydice’nin kurtarılması için yarılmış
topraktır, ölümün sesidir. Sözün gücü elbette öldürmeye de yeter ama, şiir,
insanı dünyaya, yaşama bağlama bilgisidir. Sözü, şiirle bitireyim:
(2) …Toz mu inerdi /tozun üstüne? //(Belki eksik /belki fazla, //Bildim /zerreyi.)