You are on page 1of 14

Hatice Bengisu

Baskı Resimlerine Bakış

Mustafa Durak
H. Bengisu Baskı Resimlerine Bakış
Mustafa Durak

Bir sanatçının bildiğimiz anlamda felsefe ile ilgisi olmayabilir. Ama felsefeyi,
düşünmek olarak alırsak, varlık üzerine, varlık ilişkileri üzerine düşünmek, pek
çok ressamı özgün felsefe üreten anlamında değil de kendi resmini üretirken
insana, dünyaya bakışıyla filozof olarak nitelememiz gerekir. Yani konusu
üzerinde düşünerek, neyi, niçin ve nasıl yapacağını düşünerek ressamlar genel
olarak felsefeye dahil olurlar, diye düşünüyorum. Hatice Bengisu da bunlardan
biridir. Resimleri temelde insan ve doğayı konu edinir. Elbette felsefi anlamda
varlığın neliğini anlatmaz, varlık biçimlerini sınıflandırmaz belirli bir dizge
içinde. Doğanın biçime dayalı güzelliklerini göstermek ister. Kütüklerin
içinden yakaladığı güzellikleri kendi zihinseliyle yoğurarak sunar bize baskı
resim çalışmalarında.

Hipokritos’un sağaltım konusunda söylediği “ars longa, vita brevis, occasio


praeceps, experimentum periculosum, iudicum difficile” (=sanat uzundur,
hayat kısa, fırsat beklemez, deneme tehlikeli, karar vermek zor) deyişi ilk iki
yargısıyla hep sanat alanında kullanılagelmiştir. Ama dikkatle incelenirse ve
sağaltım konusuyla ilişkilendirilirse Hipokritos’un, burada sanat sözcüğüyle
sağaltıcının becerisini amaçladığı kolayca anlaşılır. Ama “sanat uzundur hayat
kısa” kısmı alınıp sanatın hayata göre daha uzun ömürlü olduğunu anlatmak
için kullanılır bu ifade genellikle. Hatta tıp alanında belki bilinmez ama sanat
alanında çok kullanılır “ars longa vita brevis” deyişi. Doğrusu bu ifadeyi
Hatice Bengisu resimlerine bakarak ikili okumayı deneyebiliriz. Sanatçı hep
sanatıyla biyolojik yaşamını aşmaya çalışır bir. Sanat (beceri), yalnızca kendi
tinsel yaşam süresini uzatmakla kalmaz, bizim yaşantımızı da genleştirerek
kattığı mutlulukla zamanımızı, ömrümüzü uzatır. Sanatla uzar yaşam. Asıl
deyişin geri kalan kısmı H. Bengisu resimlerine bire bir uyuyor. Zira Bengisu
bir imge avcısı gibi doğanın yani bizim için en sıradan doğal malzemenin
içinden yakalıyor biçimlerini, tıpkı fotograf avına çıkmış bir fotografçı gibi;
tıpkı mermer kütüklerinin kesilip, cilalanmasından sonra mermer işçisinin
önünde birden beliriveren Pollock’u çılgına çevirecek, kıskançlığa düşürecek
renk ve desen cümbüşü gibi. Ancak Bengisu, doğal güzellikle ilişkisini
yalnızca görme noktasında ve bizimle ilişkisinde de yalnızca gösterme
aşamasında kalmaz. Bu yakalanmış güzelliğe kendi zihinsel evreninden
eklemeler de getirir. Kendi dünyasıyla uyuşuma sokar. Resmeder ve baskı
tekniğiyle genel olarak siyah beyazın kendilerine özgü karşıtlığı, dengesi ve
güzelliği içinde hem kendi yaşamına, hem de bizim yaşamımıza süreler ekler.
İşte yapıtlarını gerçekleştirme süreci içinde kendi becerisine bağlı olarak önüne
çıkan beklemeyen, geçici olan fırsatları değerlendirir, çok fazla deneme
yapmak, güzeli, en güzeli bulmak için gereklidir ama bu, usta olmayan bir
sanatçı için geçerlidir. Usta sanatçılar da deneme yapabilir ama yapılan
denemeler hem daha sınırlıdır hem de her bir deneme kendi içinde farklı bir
güzelliğe sahiptir. Karar vermekse her zaman kolay değildir. Sonuç olarak hem
tıp alanına hem de sanat alanına uyar Hipokrat’ın bu deyişi.

H. Bengisu’nun Siyah Beyaz baskı resimlerine konu olarak baktığımızda o


resimlerinin yarısında sevgi bağlamında bir ilişki çerçevesinde iki yetişkini,
aileyi ve anne ile bebeğini (ya hamilelik halinde ya da bebeğini sırtında
taşırken) sunduğunu görürüz. Geri kalan resimleri sınıflandırmaya
kalktığımızda ise gülümseyen yüzler, yaratılış olarak adlandırılabilecek üç
baskı resim görüyoruz (ikisi vazo formunda biri mermer bir kesiti andıran
yuvarlakımsı bir form), iki çalışmada belirli bir yükseklikte kalabalık insanlar
ama aralarında bir çatışma görülmüyor. Sanki tanrılar mekanı Olympos’ta
uyum içinde insanlar. Bu insanlar bazı resimlerde yuvaya benzer bir mekana
yerleştirilmiş, bazı resimlerde ise mekandan taşırılmış, yani onların mekanı;
boşluk mekanıyla, kendileriyle var. Burada siyah beyaz karşıtlığında renklerin
mekanlaştırılmasından söz edilebilir. Ve ara boşluklar öte mekanlara ileten
değerlerdir. Elbette öte kavramını metafizik anlamda kullanmıyorum.
Resimlerden ikisinde yalnızlık, iletişimsizlik izlenimi alıyoruz. Köpekle
resmedilmiş adam figüründe, mutsuzluk ve yalnızlık okunuyor. Kalabalık
insan figürlerinin yer aldığı bir resimde ise ilintisizlik duygusu egemen.
Özellikle kalabalıktan ayrı, sanki üst mekandan düşmüş izlenimi veren çocuk
figürü bu duyguyu pekiştiriyor. Geri kalan resimlerde ise formlar, mekanlar bir
soyutlamaya yönelişi imliyor.

Mekan resimleri, mekansal görüntülerin deseni. Ne figür, ne natür mort. İnsan


görüntüsü içermeyen, insanı var yok eden mekan. Siyah beyaz desenlemeyle,
yani renklerle de bu var yokluğa gidebilir miyiz? Beyaz, kimi formlarda bir
boşluğun, ama ‘içinde boşluk’un ya da öte mekanın anlatımı iken, siyah
bantlar, bazen bir ilişkinin bazen de birbirinden ayrılan doğaya ait formların
birleştirilmesidir, birbirine tutturulmasıdır. Onun bu baskı resimlerinin geneli,
kütüğün içinden yakalanmış desenler olduğuna göre ve bunlar da insanlarla
hatta kimi örneklerde insanların bedenleri olarak tasarlandığına göre, H.
Bengisu insanları doğaya eklemlemiştir, işlemiştir, doğa(l) insanlar üretmiştir.
O, doğanın bütünlüğünü gözeten, kopmalara izin vermeyen, gönlü razı
olmayan bir sanatçıdır, tıpkı “Dalgacı Mahmut”taki Orhan Veli gibi:

İşim gücüm budur benim,


Gökyüzünü boyarım her sabah,
Hepiniz uykudayken.
Uyanır bakarsınız ki mavi.
Deniz yırtılır kimi zaman,
Bilmezsiniz kim diker;
Ben dikerim.
(Dalgacı Mahmut, Orhan Veli)

Resimlerinden belli olmuyor ama, Orhan Veli’nin gülen, dalga geçen yüzüne
karşılık, H. Bengisu’yu üretirken çok daha titiz ve çok daha ciddi bir yüzle
buluruz.

You might also like