You are on page 1of 14

 

   

www.atsizcilar.com  Sayfa 1 
 
MİLLİYETİN TARİFİNDE İHTİLAFLAR V E TÜRK MİLLİYETİNİN TARİFİ 
‐ 1 ‐ 
Yazan: İSMAİL HÂMİ DANİŞMEND
Bir milletin yaşayabilmesi için fertlerinin siyasi  biiyet» Cinde «kültür» ve Garbi Asya ile Şimalî Afrika'daki 
kanaatlerden üstün bir fikre inanmakta birleşmesi  Arap âleminde «dil» miyarının hâkim vaziyette 
lâzımdır. Tarihin bütün büyük hareketlerini yapan  bulunduğunu görürüz. Tabiî memleketten memlekete ve 
milletler hep işte böyle bir müşterek fikre inanmış  milletten millete değişen bu mutenakız tefsirlerle 
kütlelerdir. Meselâ eski Türk cemiyetinin dünyayı sarsan,  tariflerin sebebi, milletlerin teşekkülünde âmil olan tarihî 
kuvvet ve kudret membaı her şeyden evvel îmanında  şartlarda aranmalıdır. Meselâ Fransız milliyeti muayyen 
gösterilebilir. "îman" denilen şey daima dinî mahiyette  bir ırk temeline istinat etmeyip muhtelif ırkların birbirine 
değildir. İnsan kütlelerini hareket ettirebilecek bir  karışmasından hâsıl olduğu için, Fransız milliyetçilerinin 
manevî kuvvet haline gelen ve ilmî tabiriyle «ideeforce»  ırk esasına dayanmaları kaabil değildir. Tıpkı bunun gibi 
denilen her maşerî fikirde bu mahiyet vardır. Hazreti  Alman, İtalyan ve Fransız kantonlarında ayrı ayrı diller 
Muhammed, zaman ve mekânla kayıtlı olmayan bu  konuşulduğundan dolayı resmî birkaç resmî dil kabul 
beşerî hakikati şöyle ifade etmiştir:  etmek mecburiyetinde kalan İsviçre için de milliyet 
  prensibinin «dil» mikyasıyla izahına kalkışmak, her 
« — Eğer bir taş parçasına bile inanıyorsanız, ondan size  şeyden önce konfederasyonun inhilâlini kabul etmek 
fayda vardır!»  demektir. 
   
Tabiî böyle bir fayda için öyle bir taş parçasına  *** 
inanmakta birleşmek lâzımdır. Garp milletlerinin   
tarihinde dinin yerine geçtiğini gördüğümüz milliyet  Bütün dünyada ancak milletler arasında görülen bu 
fikrinin, Avrupa haritasını baştan başa değiştirecek bir  ihtilâflara, bizde maatteessüf fertler arasında tesadüf 
kuvvet rolünü oynaması işte bu mahiyetinden dolayıdır.  edilir. Türkçülük tarihinin son tekâmül devresinde tesbit 
  edilebilecek en acı vaziyet işte budur. Bizde yalnız bir 
Avrupa kültür dairesinde milliyet fikrinin siyasî bir âmil  Türkçülük değil, birçok Türkçülükler vardır ve hattâ 
kuvvetini alabilmesi ancak Napoleon seferlerinden  bunlar arasındaki ihtilâflar bazan husumet derecelerine 
itibaren tahakkuk etmiş bir vaziyet olduğuna göre, bu  kadar dayandığı için, Türkiye'de milliyet fikri henüz 
fikrin o kültür dairesinde on dokuzuncu asır başından  müşterek bir İman esası olmamış, aksine bir ayrılık âmili 
beri ancak bir asırdan fazla bir tarihi var demektir.  şeklinde kalmıştır. Herkes milliyetçidir. Fakat milliyetin 
Bununla beraber, daha ilk ortaya çıktığı andan itibaren  bütün milletçe müşterek ve mukarrer bir mânası 
siyasî haritaların tanziminde âmil olacak bir kuvvet  olmadığı için, şahsî telâkkilere tâbi muhtelif ve aykırı 
mahiyetini alan bu yeni fikir, o kısacık tarihi içinde bütün  tariflere tesadüf edilir! İşte bundan dolayı bizde milliyet 
dünyayı saracak bir yayılma kabiliyeti göstermekten de  ölçüsü bazılarına göre «ırk», bazılarına göre «dil», 
hâlî kalmış değildir. Fakat milliyet prensibinin bütün  bazılarına göre «kültür», bazılarına göre «vatan», 
milletler için müşterek bir tarifi yoktur. Her millet onu  bazılarına göre «Turancılık», bazılarına göre 
kendi bünyesiyle kendi menfaatine göre tefsir ve izah  «Anadoluculuk» ye hattâ bazılarına göre de «tâbiiyet»tir. 
ettiği için, bütün dünyaya şâmil umumî bir tarifi  Bilhassa son yüz yıllık neşriyat içinde bu mütenakız 
yapılamamıştır: yani milletin yalnız bir tarifi yoktur;  telâkkilerin her birine ait hayli yazılar vardır. 
milletten millete değişen birçok tarifleri vardır. Meselâ   
Fransızlar «Kültür» ve Almanlar «ırk» esası ile izah  Bu ihtilâflarla tenakuzlara resmî vesikalarda bile tesadüf 
ettikleri halde, İsviçreliler «vatan», Romanyalılar «dil» ve  edilebilir. Bizde milliyetin hususî tarifleri gibi resmî 
Alman Protestanlığına karşı mevcudiyetlerini muhafaza  tarifleri de rengârenk bir mozaik teşkil edebilecek kadar 
için katolikliğe dayanan Avusturya Almanları da  çeşitlidir. 
«mezhep esasına dayanmışlardır.   
  Anayasa ile muhtelif devlet dairelerinin milliyet 
Gözlerimizi Avrupadan ayırıp başka kıtalara çevirecek  telâkkileri arasındaki büyük farkların ne demek olduğunu 
olursak Amerika Birleşik Devletlerinde «tâ‐  anlamak için şu resmî vesikalara sırf ilmî bakımdan şöyle 
bir göz gezdirmek kâfidir: 
 

www.atsizcilar.com  Sayfa 2 
 
1— Tâbiiyet Prensipi: Anayasanın 88'inci maddesinde Türklük  Mutedil Turancıların on dokuzuncu asırdan beri müdafaa 
şöyle tarif edilir:  ettikleri nazariyede işte bundan ibarettir. Bunun müfrit 
  Turancılar tarafından ileri sürülen daha geniş bir şekli de vardır 
«Türkiyede din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından  ki, Türk kavimleriyle birlikte eski taksimde «sarı ırk» denilen 
herkese Türk denir.»  Mongoloit milletleri de içine alır. Bunların birincisine 
  «pantürkizm», ikincisine «panturanizm» isimleri de verilir. 
Bu kanunda tarif yalnız «Vatandaşlık ‐ tâbiiyet» hukukuna   
istinat ettiği için, sarahaten zikredilen «ırk» ve «din» den başka  5 — Vatan Prensibi: Gene Maarif Vekâletinin liselerde 
«dil», «kültür» vesaire gibi esasların da milliyet tayininde hiçbir  okutturduğu Tanzimat edebiyatında devlet sınırı ile mukayyet 
kıymeti yok demektir. Anayasanın bu resmî tarifine göre,  bir milliyet prensibine tesadüf edilir. Bu kitap, İsmail Habib'in 
Türkçe bilmeyen ve Türk ırkından olmayan bir gayrı Türk, sırf  uzun yıllar liselerin son sınıflarında okutulan «Edebî 
Türkiye tâbiiyetinde bulunduğu için «Türk» olduğu halde,  Yeniliğimiz» adlı değerli eseridir. 1937 baskısının 453‐'üncü 
Türkçe konuşan ve Türk ırkından olan Rodoslu veya Kerküklü  sayfasında başlayan «Türk Milliyetçiliğinin Beyannamesi» 
bir Türk sırf ecnebi tâbiiyetinde bulunduğundan «Türk»  faslının 454'üncü sayfaya tesadüf eden kısmında Gazinin Meclis 
değildir. Tabii bu izah, sırf tâbiiyet esasına dayanan zaruri bir  kürsüsünde söylediği nutuktan alınan şu iki fıkra, Türk 
tarif mahiyetindedir.  milliyetçiliğinin «ilk ve en realist beyannamesi» sayılır: 
   
2— Dil, Kültür ve İdeal Prensipleri: Cumhuriyet Halk Partisinin  «Efendiler, büyük hayaller peşinden koşan, yapamayacağımız 
programının ikinci maddesinde milliyetin üç miyarı vardır:  şeyleri yapar gibi görünen sahtekâr insanlardan değiliz. Büyük 
  ve hayalî şeyleri yapmadık, yapmış gibi görünmek yüzünden 
«Millet dil, kültür ve mefkûre birliği ile birbirine bağlı  bütün dünyanın husumetini, garazını, kinini bu memleketin ve 
vatandaşların teşkil ettiği bir siyasi ve içtimaî heyettir.»  bu milletin üzerine celbettik. Biz Panislâmizm yapmadık, 
  yapıyoruz, yapacağız dedik. Düşmanlar da yaptırmamak için bir 
Bu izaha göre, Türklüğün tarifinde «ırk», «din vesaire gibi  an evvel öldürelim dediler. Panturanizm yapmadık, yaparız, 
esasların hiç bir kıymeti yoktur ve buna mukabil Türkçe  yapıyoruz, yapacağız dedik. Ve yine öldürelim dediler. Bütün 
bilmeyen veyahut ana dilleri Türkçe olmayan Türkiye tebaası  dava bundan ibarettir. 
Türk sayılmıyor demektir.   
  *** 
3— Irk Prensibi: Millî Müdafaa Vekâleti askeri liselere alınacak   
talebe şartnamesinde milliyeti yalnız «ırk» esasına bağlamış ve  Efendiler, bütün cihana havf ve telâş veren mefhum bundan 
yıllarca hep bu esası ilân etmiştir. Eski gazetelerin çoğunda  ibarettir. Biz böyle yapmadığımız ve yapamadığımız mefhumlar 
neşrolunan resmî şartnamelerde alınacak talebenin «öz Türk  üzerinde koşarak düşmanlarımızın adedini ve üzerimize olan 
ırkından olması» kâfi bir esas şeklinde ifade edilmiştir.  tazyikatı tezyit etmekten ise hadd‐i tabiiye, hadd‐i meşrua rücu 
  edelim. Haddimizi bilelim. Binaenaleyh efendiler, biz hayat ve 
4— Turancılık Prensibi: Türk Tarih Kurumu tarafından tertip  istiklâl isteyen bir milletiz. Yalnız ve ancak bunun için bayatımızı 
edilip Maarif Vekâleti tarafından on yıl kadar bütün Türkiye  ibzal ederiz.» 
liselerinde okutulan dört Ciltlik «Tarih» kitabının birinci cildinde   
milliyet mefhumu «ırk» «dil» «hars = kültür» ve «tarih birliği»  Yukarıda bahsettiğimiz «Tarih» kitabında Türklüğün «Baykal 
esaslarına dayanan geniş bir Turancılık prensibiyle izah edilir.  gölünden Tuna boylarına kadar» yayılmış tek bir millet şeklinde 
Bu eserin 1932 tarihinde Devlet Matbaasında basılan birinci  büyük bir ırk olarak tarif edildiğini gördükten sonra edebiyat 
cildinin 15‐16'ncı sayfalarında Türklüğün sınırı şöyle tarif  kitabında, aksine, şimdiki siyasî sınırlarımıza münhasır bir 
edilmektedir:  milliyet tarifi gören genç nesiller, netice itibarıyla tarih dersinde 
  Turancılık telkinini aldıktan sonra edebiyat dersinde 
«Baykal gölü havalisinden başlayarak Altaylar ve Orta Asya'dan  Turancılığın sahtekârlık olduğunu hep aynı Maarif Vekâletinin 
itibaren Hazar denizi ve Karadeniz havzaları ile Ege Denizi ve  işte o resmî kaynaklarından yıllarca dinleyip durmuşlar 
Tuna boylarına kadar olan geniş sahalar binlerce ve binlerce  demektir. 
senelerden beri alelümum beyaz renkli olan Türklerle   
meskûndur.»  *** 
   
Gene o cildin 20'nci sayfasında da bu geniş sınır içindeki Türk  En mühimlerini kısaca gözden geçirdiğimiz bu resmî 
milliyeti ırk, dil, kültür ve müşterek tarih esaslarına dayanmakta  vesikalardaki mütenakız milliyet tariflerini sıralamaktan 
gösterilir:  maksadımız bunları tenkit etmek değil, sırf aralarındaki tenakuz 
  uçurumlarını tamamiyle objektif olarak tesbit etmektir. Şahsî ve 
«Tarihte daima göze çarpar bir birlik arz eden Türk ırkı, daima  hususî telâkkiler sahasında tesadüf edilen ihtilâfların resmî 
hâkim kalan bariz uzvî vasıflarıyla, dimağın en kuvvetti mahsulü  tarifler arasında da mevcut olduğu işte bu vesikalarla sabittir. 
olan müşterek dilleriyle ve bu dilde nakledilmiş olan harslarıyla,   
tarihî ve müşterek hatıralarıyla aynı zamanda bugünkü millet  Bizde milliyet fikrinin bir manevî birlikten ziyade ruhî bir tefrika 
tarifine de en uygun büyük bir cemiyettir. Bütün tarihte böyle  ve ihtilâf âmili mahiyetinde kalması işte bundan dolayıdır. Bu 
büyük bir ırkı, bir millet halinde görmek, bilhassa  millî derdin devası, bütün milletçe kabul edilebilecek umumî ve 
zamanımızdaki insan heyetlerinin pek çoğuna nasip olmayan  müşterek bir milliyet tarifi İle temin edilebilir. 
büyük bir kuvvet ve büyük bir şereftir.» 
 
   

www.atsizcilar.com  Sayfa 3 
 
EDEBİ KOMÜNİZM 
‐ V ‐ 
Dizdaroğlu Hikmet
5 — Köyü ve Köylüyü Dile Dolama:   Bereket versin, komünistlerin köy ve köylü dâvası 
Komünist, birçok vasıfları yanında, bilmediğini bilir gözüken  konusunda yazdıkları, «edebiyat» olmaktan öteye 
insandır. Hangi kapıyı çalarsanız arkasından çıktığını  geçemiyor. Çünkü ne köyü, ne de köylüyü yakından 
görürsünüz. Sayılı ve belli kelimelerden yapılmış bir  tanımaktadırlar. Onların en zayıf tarafı da budur. Köyün ne 
vocabulaire'i vardır. Onunla, bir sihirli anahtar misali, her  olduğunu, köylünün dertlerini ve isteklerini asla bilmezler. 
kapıyı açmaya çalışır. Samimi değildir, fakat sizi inandırmak  Beyoğlu kaldırımlarını arşınlayarak köy edebiyatı yapmaya 
için türlü şaklabanlıklar Ve lâf ebeliği yapar. Asıl maksadını  yeltenirler. O kadar korktukları ve nefret ettikleri 
'açıkça söylemez; söyleyemediği ve söyleyemeyeceği konu  romantizm, kalemlerinin tek sermayesi olmakta devam 
etrafında sizi dolaştırıp durur.  ediyor. 
   
Komünistlerin dillerine doladıkları köy ve köylü davasını bu  Halk Edebiyatı ve Folklor alanındaki bilgileri de zayıftır. 
özellikleri dikkate alarak mütalaa etmek lâzımdır. Yoksa,  İnsan, sevdiği şeyi iyi bilmek zorundadır. Bu sokak züppeleri, 
aldanmak işten değildir.  Halk Edebiyatının tarihî seyrinden tekâmülünden, 
  yetiştirdiği büyük simalardan habersizdirler. Kulaktan dolma 
İşin can alacak tarafı şudur ki, köyün ve köylünün yüzyıllarca  belledikleri birkaç şairin adını, yerli yersiz tekrarlamakla, 
ihmale uğraması medeniyet ve kültürün köye girmemesi,  sadece kendilerini avutmaktadırlar. Halk Edebiyatı ve halk 
ekonomik bakımdan çok geri bir durumda olmaları,  şairleri, onlarca, işlerine yaradığı müddetçe kendilerinden 
komünist yaygaracıların ekmeklerine yağ sürmektedir.  bahsedilecek nesnelerdir; yoksa, bir problem olarak, bir 
Çünkü savundukları dâvada haklıdırlar: Köyü ve köylüyü  araştırma ve bilgi konusu olarak, ne Halk Edebiyatı, ne de 
kalkındırmak, meselelerimizin başında gelmektedir.   halk inanışı ile ilgilidirler. 
   
Meselâ şu sözlere nasıl hak vermezsiniz: «Köylünün  Köy ve köylü, şiirde, romanda, hikâyede hemen her zaman, 
kalkınması, onun bugün içinde yaşadığı Ortaçağ hayatından  menfi yönden ele alınır. Köylü daima fakir 
kurtularak ileri bir yaşayış seviyesine varması demektir ki,   
bunun da ilk şartı, bugünkü istihsal tarzının değişmesi ve  TÜRK MİLLΠDESTANI 
istihsal araçlarının modern tekniğin icaplarına uygun bir  OĞUZLAMA 
hale getirilmesidir. Üstünde yaşadığımız topraklardan  dan 
karasaban veya pullukla ürün almakta devam ettikçe    
köylünün kerpiç evlerde barınmasının, tezek yakarak  A BRE KARDAŞLAR ÇALIN KILICI!  
ısınmasının önüne geçemeyiz. Her istihsal tarzına bağlı bir  Şakırtı koparan at ayakları  
yaşayış tarzı vardır. Eğer biz köylünün kalkınması deyince,  Dağları taşları toza beliyor.  
köylünün insanca bir yaşayış seviyesine ulaşmasını,  Tolgalar üstüne kargı kümesi  
ihtiyaçlarının çoğalmasını, öküzüyle paylaştığı toprak  Güneş ışığını pul pul eliyor.  
inlerinden çıkıp sıhhî şartlar içinde yaşamasını, gazete, kitap  Öyle hızlandık ki: Yele yelinden  
okumasını, hulâsa, amorphe bir kütle olmaktan kurtulup  Artık üşümeklik bile geliyor. 
dinamik, ileri bir topluluk haline gelmesini anlıyorsak,   
bunun temelinin 'makine ve büyük isletme ekonomisi  Kâfirler korktular, sindiler bizden,  
olduğunu bir an unutmamalıyız. "Başından sonuna kadar  Yâni ki bir avuç savaş erinden.  
doğru fikirler, değil mi?  Besbellidir bunun böyle olduğu  
  Derinden duyulan çan seslerinden..  
Ama neylersiniz ki, bunları yazanın gayesi bambaşkadır.  Yeri depretiyor naralarımız,  
Eğer komünist vocabulaire'ine yabancı iseniz, asıl  Ölüler handeyse kalkacak sinden!?  
maksatlarını anlamanız imkânsızdır. Komünist taktiği  Yeterse yeterdir, kurtulmalıdır  
böyledir: Kelimelere başka mânalar vererek okuyucuyu  Yürekler, yürekler, yürekler kinden! 
aldatırlar. Yukarıya alınan cümlelerin birinde geçen büyük   
işletme ekonomisi üzerine dikkati çekmek yerinde olur. Bu,  Atılın ileri, çalın çalın kılıcı,  
aslında, Sovyet Kolhoz'undan başka bir şey değildir. Yazar,  Olalım bir dahi gazi; hey bre!  
Kolhoz kelimesini kullanmanın imkânsızlığı karşısında,  Çalın kılıcı ki kâfir azgını  
düşüncesini büyük işletme ekonomisi deyimi altında  Kimmişiz, tanısın bizi; hey bre!  
saklamak zorunda kalmıştır. Çünkü, topraksız köylüyü  Yıkın kaleleri, haç evlerini  
toprağa sahip kılmakla büyük işletme ekonomisi  Göklere savrulsun tozu; hey bre!  
yapılamayacağı aşikârdır. Bu, ancak, geniş toprak  Eksilsek tasa mı, tutsağımızdır  
parçalarının bir araya getirilmesiyle mümkündür. Şu halde,  Doğurur gelini, kızı; hey bre!  
dilini bilenler için yazarın söylediği şeyler açıktır.   
BASRİ GOCUL
Sözlük: Sin: Mezar. Haçevi: Kilise. 
Not: Bu parça «ORKUN» dergisi için seçilmiştir. Her türlü 
iktibas hakkı mahfuzdur. 
 

www.atsizcilar.com  Sayfa 4 
 
ve sefildir. Kabadır. Rus köylüsü gibi içki içer ve sarhoştur. Çok  DÜNDEN SESLER 
bencildir. Ne yurt sevgisi, ne aile ocağı, ne mukaddesat... Yalnız     
ve yalnız aç midesini doldurmak: Tek düşüncesi budur.  Birçok ülküdaşımızın isteği üzerine bundan, sonra ORKUN'da bu 
  başlık altında Türkçülüğün dünkü duygu ve mücadele sahasında 
«Realizm» ve «gerçek» kelimelerini dillerinden düşürmeyenler,  derin izler bırakmış eserlerden parçalar yayınlanacaktır. Bu 
kötü niyetlerinin ve bilgisizliklerinin delillerini vermekten başka  parçaları bugünü genç ülküdaşlarna da sunmayı faydalı 
bir şey yapamıyorlar. Onlar, Halit Ziya'nın kahramanları için  bulunuyoruz. 
«maskeli baloda köylü kıyafetine giren ve fakat yine prensler   
gibi konuşan köylüler» demişlerdir. Her halde bu vasıf, kendi 
yarat‐tıkları tiplere daha lâyıktır. Beyoğlu'ndan ötesini 
görmeyenlerin yaratacakları ‐yaratacakları ne demek‐ kopya 
ettikleri tipler; zaten başka türlü olamazdı. 
 
Sanat kelimesinin onlardan çok uzak bulunduğunu bu serinin ilk 
makalesinde belirtmiştik. Şair, romancı, ve hikayeci geçinenler, 
eserlerinde,  kendilerinin çok sevdikleri bir kelime ile söyleyelim 
‐«tahrik» unsurunu ilk plâna alırlar. Tahrik, daima tahrik. 
Sefaleti, bayağılığı; alçaklığı, riyakârlığı teşhir ve arkasından 
tahrik. Çünkü, roman, hikâye, şiir bir vasıtadır; onlara göre gaye 
için her vasıta mübahtır. Bir şiirden ‐ tabiî onların arandıkları 
mânada şiirden ‐ alınan su satırlara bakınız: 
 
     Yakmasını  
     Yıkmasını  
     Boğmasını  
     Bilir  
 
Bu, bir yurt köşesini anlatan bir şiirden alınmıştır. Tabiî bununla 
şairin ne demek istediği açıkça anlaşılıyor. 
   
Bir de «köylü» başlığını taşıyan bir şiirden aldığımız şu satırları   
okuyalım. Şiirin altına ismini yazmak cesaretinden mahrum olan   
bu tahrikçi şair, ‐ güya ‐ Türk köylüsünün vasıflarını saydıktan   YARININ TÜRKÜSÜ 
sonra aynen şöyle diyor:   
  Arkadaşlar, haydi artık saflar dizilsin!  
  Fakat bir kerre vakterisip:  Uzak, yakın ufuklardan koşup gelerek  
  Belde çelik kılıç, içte çelikten yürek  
  ‐ GAYRİK YETER!   Taşıyanlar saflardaki yerini bilsin!  
    DEMESİNLER    
  Bir çığ gibi yürüyelim gözler ilerde;  
  Ve bir kerre der ise bunu bir   Keder, elem her ne varsa geride kalsın!  
  «İsrafil surunu urur.  Tehlikeler duman gibi tüterken yerde  
  Arkadaki her düşünce sönüp ufalsın.  
  Mahlûkat yerinde durur»    
  Toprağın nabzı başlar  Kahramanlar yürük gider ölüme karşı,  
  Onun nabızlarında atmaya.   Bir sevgili gibi onu basar bağrına!  
  Bak, uzaktan çalınıyor bir zafer marşı,  
«GAYRİK YETER!» sözünü tarafımızdan büyük harflerle yazıldığı  Yürüyelim şu doğmakta olan yarına...  
sanılmasın; aslında böyle yazılmıştır. Cesaretin ve küstahlığın   
derecesini görüyorsunuz. Şair bozuntusu bu eciş‐bücüş  Sen ne kadar güzel şeysin, ey şanlı ölüm!  
satırlarıyla, komünistlere hâs korkuyu da bir tarafa bırakarak,  Bizim bütün talihimiz sende saklıdır.  
köylünün, vakti gelince (vakterisip). «Artık Yeter!» diyeceğini,  Ey dünyada her yiğide nişanlı ölüm,  
toprağın nabzının onun nabzında atmaya başlayacağını,  Zevki sende arayanlar elbet haklıdır.  
kısacası, isyan ve ihtilâl çıkaracağını çekinmeden söylemektedir.   
  Köprüköy'den, Plevne'den gelen ses nedir?  
Tabiî bunlar, onun ve onların ham hayalleri; özledikleri, alttan  Çanakkale şehitleri dirildiler mi?  
alta çalıştıkları, fakat gerçekleştirmeleri‐ne bu memleket  Çocuklarda yeni doğan bu heves nedir?  
toprağının ve insanının imkân vermeyeceği hayaller... Evvelce  Kocamışlar bir sır için gençlik diler mi? 
de bir vesile ile yazmıştık; komünistler, bazan muzmerlerini   
ağızlarından kaçırıverirler.  Saflarımız seyrelse de yine ileri!... 
  Düşenlerin kanlarından doğar bir şafak!  
Komünistin, ne yaparsa yapsın, nihayet bîr aptal olduğunu  Haydi, sarsın yeri, göğü cenk türküleri;  
unutmayalım.  Kanımızla burada yarın güller açacak.  
   
— Devam edecek —                                                           ATSIZ  
                                                         1941 
 

www.atsizcilar.com  Sayfa 5 
 
MÜCADELELERİN VATANI: BEYAZ ÜLKE 
Yazan: ORHAN TÜRKDOĞAN
Kimbilir bilinmeyen hangi zamandan kalmış ulu bir çınar  başına bu devre karşı mücadele etmekten çekinmiyor. 
kadar hür yaşamak duygusu insanlara bitmeyen bir  Yıkmış olduğu zihniyetlerin karşısına, yeni bir nizam kurmak 
mücadele ruhu vermiştir. Bu inanış, Sokrata içirilen baldıran  gayesiyle çıkıyordu. Bala batmış sinekler gibi kalan bu ölü 
zehirine karşı isyan bayrağını açmış. Zalim halife Mansur'un,  toplulukları harekete getirmenin ilk şartı kendi içinden 
teklif ettiği Bağdat kadılığını kabul etmeyen ve yetmiş  kahramanlar yetiştirmek olduğunu kavrayan Niçe, Üstün 
yaşında kırbaç darbesiyle hapishanede öldürülen İmam‐ı  însan (Sur Homme) teorisini kurdu. Ve devr‐i daim teorisiyle 
Âzamın: (Zulme rıza zulümdür.) parolasıyla gerçek‐leşmiş..  ona dinamik bir kuvvet verdi. Niçe diyordu ki: Kâinattaki 
Ve Bastil mahkûmlarının dillerinde bir şarkı olmuştur:   bütün olaylar bir devr‐i daim içinde vukua gelir. Uzun bir 
  devir geçtikten sonra hepimiz tekrar dünyaya geleceğiz. 
Toprakta yatanları   Üstümüzde ayni elbise olacak, ben bu sözleri yine 
Yılan, çıyan kemirir.   söyleyeceğim. Ve yaşadığımız hayatın aynını yaşayacağız. 
Mezarda çürümekten   Görülüyor ki, Niçe, fikriyle tevekküle boyun eğmiş, 
Havada salanmak iyidir.   mücadele azmini kaybetmiş olan toplulukların tekrar 
  doğuşta aynı hayatı yaşamamaları İçin şimdiden 
Böylece, zulmün demir miğferine karşı yalınayak  haksızlıklara karşı ayaklanmalarını istemektedir, (Her şey 
döğüşenîerde bu ruh, hürriyet mayası haline gelmiş; deri  aslına döner.) Âyeti kerimesinin basit bir kopyası olan bu 
altında hareket eden adale gibi, in‐san düşüncesine bir  felsefe, XX'inci yüzyıl dünyasında büyük fonksiyon adamı 
yumruk tesiri yapmıştır.  olarak Hitler'i yetiştirmiştir. 
   
İnsanlık düşüncesi, tarihin ilk devirlerinden zamanımıza  İkisinden birini tercihe mecbur kalsam, hürriyeti hakikate 
kadar bu inanıştan, kendisini kurtaramamış; toplum  feda eder, dinimi vatanımın üstünde tutarım) sözleriyle 
hayatında, aydın zümrenin fikir tohumu merkezi müşterek  mücadelesinin ana hatlarını çizen ve Asya'ın gerçek 
istibdat çemberleri altında ezici hücumlara maruz kalmıştır.  kurtuluşunu müjdeleyen büyük adam Mahatma Gandi'dir, 
Bu doktrin kavgaları bir yıldırım ateşiyle ıstırap çeken  esir olmaktan başka hiçbir hakkı olmayan milleti, 
kafalarda donmuş beyin hücrelerini harekete getirerek, fikir  emperyalistlere karşı (sivü mukavemete) sevketmiştir. 
atomunu parçalamış, tarihî çağlar, kanlı ihtilâller ve büyük  Yarım yüzyıla yakın devam eden bu pasif mücadele, 
inkılâplar meydana getirmiştir. Bütün bu fikir‐kuvvet  satyagraha (gerçekçilik) fikrine dayanmaktadır. Bugün 
boğuşması gerçek zaferini kahramanlarının zülüm ve şiddet  Hindistan'ın bir millet olarak yaşamak hakkını kazanması 
potasında, istibdadın kanlı yumruğuyla posası çıkıncaya  satyagraha mefkuresinin her Hintlinin kalbinde kök 
kadar ezilmesine meydan verirse, o millet ayakları altında  salmasıyla mümkün olmuştur. 
sürünmeye mahkûmdur. Kendi içinden gerçek kahramanlar   
yetiştiren, onları enerji ve ruh gıdası ile besleyen bir millet,  Gandi diyordu ki: (Hiçbir kuvvet halkın bağlandığı önderleri 
yaşamak hakkına her zaman için sahiptir. Şu halde  tevkif ederek halkın ruhu ile çarpışmayı istemez.) 
toplulukların köle ve parya hayatından kurtulup uyanış   
devrine geçebilmeleri için gerçek kahramanlara, cesur fikir  Bugün yeryüzünde öyle ülkeler vardır ki; orada, hürriyet 
adamlarına sahip olmaları gerektir. Bu düşünüşümüzü  birkaç kişinin arzusuna tâbidir. Toprağın yüzyıllık insanı 
dünya tarihindeki çeşitli olaylarla izah edebiliriz.  vatanında el gibi dolaşır. Orda, hak kuvvetlinindir. 
   
Et ve tırnağı ile birbirine saldıran ve insanları bellerine kadar   (Kuvvetlinin hakka sahip olması kadar tabiî bir şey yoktur.) 
kumlara gömen Arap kabileleri ancak îslâmiyetin  sözleri yegane geçer akçadır. Orada, ahlâk, fazilet ve şeref 
Arabistan'da yayılmasıyla bir kıymet kazanabilmişlerdir.  duygusundan yüksek apartmanlar vardır. Orada fikir ada‐
Peygamberimiz, devrinin bütün bu kötülük zincirini çetin  mı, sirkesini keskinleştiren bir maya gibidir. Orada 
mücadelelerle kopararak fazilet, ahlâk ve insanlık duygusu  milyonlarca insan başı omuzları arasına düşmüş 
gibi esasları topluluk vicdanına tunçtan bir abide olarak  mukadderatını beklemektedir. İşte kara ülke burasıdır. Ve 
dikmiştir. Çeşitli putlara tapan bu halk kitleleri kalbinde,  bu ülke, Roma'nın son günlerini yaşamaktadır. Fakat 
Allah'a itaat etmeyene, itaat olunmaz. Hadisi riyazi bir  tesellisini sende bulan, aşk ve ıstıraptan ruhunun atomuna 
katiyet ifade etmeye başlamış... Nihayet, «Taçlar ve tahtlar  kadar tutuşmuş kahramanlar, senin için ölmesini de 
çekirge ile beslenen feragatli, inançlı yalınayaklıların önünde  bilecektir. 
eğilmeye mahkûm olmuştur. Hazreti Muhammed (A.S.)  Nasıl Hallac‐ı Mansurda ateşe atılan ceset yakılıp kül haline 
diyordu ki: Meddahların, ikbal sahiplerini alkışlayan  getirildikten sonra, külü Şat‐ı Bağdat üzerinde toplanarak 
dalkavuk çığırtkanların, yüzlerine toprak saçınız…  (Enel Hak) diye haykır‐mışsa, Hak yolunda yalın kılıç 
  vuruşanların vatanı olan Beyaz ülke; Mansur misali 
XIX'uncu yüzyılın ikinci yarısı Avrupa'da burjuvazinin hüküm  hücrelerine kadar ayaklanacak olan gerçek mürşitlerini 
sürdüğü bir devirdir. Milyonlarca insan, ruh sefaletinin  beklemektedir... 
vermiş olduğu koyu inançsızlık içerisinde bocalayıp   
durmaktadır. İşte Frederik Niçe tek  ORHAN TÜRKDOĞAN 
 
   

www.atsizcilar.com  Sayfa 6 
 
ORTAOKUL TÜRKÇE KİTAPLARININ MAHİYETİ 
HİKMET TANYU
Aşağıdaki yazı Hikmet Tanyu arkadaşımızın bir öğretmen sıfatıyla Millî Eğitim Bakanlığı'na gönderilmiştir. Çok mühim bir 
millî meseleye Ve tehlikeye işaret ettiği için ORKUN'da aynen neşrediyoruz. Bir başka ülküdaşımız ORKUN'un 44'üncü 
sayısında aynı konuda bir başyazı yazmış olduğu da hatırlardadır. 
Sayın Bakan,  çekilen açlık, sefalet, perişanlık tasvir edilmekte. 
   
1950‐1951 yılı talim sicilinde belirttiğim gibi, ortaokullarda  Türk ordusunun harekâtı ve hayatı hakkında bu taze ve 
okutulmakta olan Türkçe kitaplarının mahiyetini aşağıdaki 
körpe dimağlara sinsi telkinler yapılmak istenilmektedir. Bu 
muhtasar açıklamaların ortaya koyacağını ümit ediyorum. 
  parçadan bazı cümleler: 
  1 — MUAYYEN BİR ZÜMREDEN ADET İTİBARIYLA NİSBETSÎZ   
DERECEDE PARÇA SEÇİLMİŞTİR.  «Yalnız kumandanın, büyük bir ordu içinden tek bir kişinin, 
yüzünü yıkamak için ikinci bir matara su kullanmak hakkı 
        vardı. Ordu kumandanı kendi karargâhı ümerasından birinin 
Falih Rıfkı Atay :  9  yazı haftalardan beri su görmeyen yüzünü yıkmak için yalvararak 
Hasan Âli Yücel :  4  " istediği bir matara suyu esirgedi. Her parça su en tehlikeli 
Nurullah Ataç    :   6  " cephaneliklerden daha fazla itina ile ve kat'î emir almış 
   16  yazı süngülü neferlerle sakınılmıştır. Bu ufak çukurlar bin bir 
çeşit böcek, mikrop ve daha bilmem neler dolu idi. Hatta bir 
Aynı gruba mensup bir kaçı:  gün ordu kumandanının yaveri pek pis bir çukurdan 
matarasının kadehini doldurmuştu. Suyun rengini ve içini 
Şevket Aziz Kansu :   1  yazı gören doktor: 
Cahit Sıtkı Tarancı  :  2  "  
Oktay Rifat              :  1  " — Sıhhiye Reisi sıfatıyla bu sudan içmenizi men ederim, 
Orhan Veli Kanık     :  1  dedi. Kadehi dudaklarına kadar götüren zabitin kurumuş ve 
   24  yazı erimiş gözlerinde hiddet bir ateş gibi yandı; bu kim bilir 
hangi ölümü getiren kadehi damla damla, serinliğini 
Bu 24 parça yazıya ortaokul Türkçe kitaplarından daha bir sıra adlar  ruhunda duyarak içti... 
dahil etmek kabildir.   
  Kıtalar Kanal'a kadar katı peksimetler yedi. Yemleri 
2— ECNEBİLERDEN ALINAN YAZILAR:  
kalmayan develere, insanlardan artan peksimet kırıntıları 
32 adet 
  verdiler. Tahammül edemeyen develerden birçoğu yollarda 
 56 parça metin. Şu sayı dahi neticeyi dikkat nazarlarınıza sunabilir.  ölüp gitti.» 
   
 Edebî şahsiyeti okul kitabına yazısı seçilecek derecede olmayan  Edebî değerinin ne seviyede olduğu anlaşılan yazı, acaba 
Hüseyin Sezgin v.s. gibiler de ayrıca ele alınmak icabeder.  çocuklar üzerinde nasıl bir tesir yapar. Bu cihet dimağları 
  biraz çalışanlar tarafından vazıh surette anlaşılabilir. Yazının 
3— TÜRKİYE TANITILMADAN MEMLE‐KETLER TANITILIYOR:  devamında, aç ve perişan askerlerin, hatta develerin 
dayanamayıp öldükleri, sıhhiye reisinin emrine itaatsizliği 
I. Kitap   Pompei  S.30 tabiî olarak gösteren 
"  Frankfurt seyahatnamesi  S. 63  
"  Evereste Doğru  S.123
"  Çekirgeler (Cezayir'de)  S. 134  
      Bu mu Komünizmle Mücadele 
Alp Dağları hakkında    
III. Kitap  S.23 
bir yazı  Zonguldak Komünizmle Mücadele Derneği Başkanı Dt. Halit 
"  Londra Göründü  S. 31 Taşman'ın Kandilliye, Dernek umumî kâtibi İsmail Perk ile 
"  Hindistan'da İÇ Sokaklar  S.105 idare kurulunun faal üyelerinden Telcioglunun da uzak yurt 
v.s.     köşelerine tayinlerinden sonra, ikinci başkan Nejdet Sançar 
ile idare kurulunun diğer faal üyesi Ziya Özkaynak ta başka 
4 — ASKERLİK VE HARP ALEYHTARLIĞI:  vilâyetlere tayin olunmuşlardır, Nejdet Sançar Edirne lisesi 
edebiyat öğretmenliğine Ziya Özkaynak ta Ermenek 
  I. Kitap— Anamdan Mektup S. 13   Ortaokulu tarih öğretmenliğine nakledilmişlerdir. Zonguldak 
Komünizmle Mücadele Derneğinin, bu beş faal üyesinin 
Adı geçen yazıdan birkaç cümle:  ayni günler içinde başka yerlere tayinleri dikkati çekmiştir. 
«Yirmi gün asker olacağım» diyorum, yirmi gibi askerlik mi olurmuş  Bilhassa son tayinler Türkçülük düşmanı muhitlerde büyük 
hiç? Yoksa temelli askerlik yapacaksın da ben tasalanmayayım diye  bir memnunluk uyandırmıştır. 
mi yirmi gün diyorsun? İyice anlat da yüreğim rahat etsin..."  

II. Kitap — Çöl Destanı S. 163 Bu metinde, henüz ortaokulda ve 
çocuk yaşında bulunan öğrencilerin zihninde  «Kanal Hezimeti» 
dolayısıyla  
 

www.atsizcilar.com  Sayfa 7 
 
ordu kumandanının yüzünü yıkamak üzere bir matara suya  mış bulunmaktadır. Araştırmaları karşılıklı sorular ve cevaplar 
muhtaç olduğu belirtilen, cümlelerden sonra, askerlerin, Türk  suretiyle tertiplenmiş metinler dolayısıyla, ortaokul öğrencisi, 
askerlerinin bir deve başını kesip bin bir ümit ve hevesle  çok uzak bir memleket olarak gösterilen Irak'la Kore'yi 
yemeğe hazırlandıkları sırada «aldıkları bir emir üzerine deve  mukayese ederek, harp aleyhtarı, askerlik düşmanı sorular 
başını, yarı kaynamış sularını kumlar üzerine döktüler»  sorarsa böyle bir tedaiyi yaratmak gibi zararlı neticeler doğuran 
cümlesinin nasıl bir mâna ifade ettiği, nasıl sinsi bir perde  bu gibi yazılar acaba ortaokul kitaplarına hangi maksat ve 
arkasında taze çocuk dimağlarına savaş ve askerlik aleyhtarı  düşüncelerle alınmış olabilir? Oysa ki bugün Kore'deki Türk 
telkinler yapılmak istenildiği teemmül olunabilir. Hele bu  kahramanlığı Türkler için birçok faydalar sağlamış bulunmakta 
metnin araştırmaları bu yazıdan nasıl faydalanıldığını açıkça  ve içeride, dışarıda vatan ve millet, harp sevgisini ve kahraman‐
belli ediyor:  lık, cesaret telkini vazifesini yapmış bulunmaktadır. Öğrenci ise 
  hakikatin tam bir mukayesesini yukarıda alınmış harp ve asker‐
«A — 5. Yaver, pis suyu içmemesini söyleyen doktora niçin  lik aleyhtarı yazılarla kavramak için gereken yaş ve görgüden 
kızıyor?   henüz mahrum bulunmaktadır. Çocukların şuur ve ruhlarına, 
  daha mütekâmil bir şekilde umacı masalları gibi böyle telkinler 
6. Askerler, yolda nasıl besleniyorlar? Deve başını niçin pişirip  yapılması, memleketimize nasıl bir fayda sağlayabilir? 
yiyemediler?   
  5— HÜKÜMET DÜŞMANLIĞINI BELİRTEN YAZILAR: 
7. Bu gece, niçin askerlerin son gecesi olabilir?   
  I. Kitap — Anamdan Mektup S. 14 
8. Bu yazıdan çıkardığınız sonucu söyleyiniz?» VS. S. 165  «Gözünü doğduğun yere dik. Seni biz hükümet eline 
  baktırdığımıza bin kere de pişman oluyoruz.» 
***   
  Köy Enstitülerinde; komünizmin en faal bulunduğu bir devrede 
  III. Kitap  Köy Enstitüleri dergisinin 1945 yılında neşredilmiş bir yazısı 
  ayrıca dikkate değer. Araştırmalar, tertip hakkında 
Büyük Ana: S. 11‐13 (Bilhassa 17'inci sayfanın altındaki son  düşündürücü olabilir. 
paragraf)   
  «6— Hükümet eline bakmak demek‐ten kastı nedir?»  
Hüseyin Rahmi'nin bir sıra, öğrenciler için çok faydalı eserleri ve  Adı sanı ve edebî hüviyeti henüz hiç tanınmamış bir kimseden 
çeşitli hikâyelerinden faydalanılacağı yerde, binlerce sayfalık  yüzbinlerce nüsha basılan, ortaokulun resmi Türkçe kitaplarına, 
kitapları arasından ve (İki Hödüğün Seyahati) adlı eserin savaş  nasıl, nerden, niçin alındığı düşünülmeye lâyıktır. Mektup 
aleyhtarı ve askerlimi korkunç göstermeğe matuf, bir kisveyle  nevine sanki başka bir misal bulmak mümkün değil miydi? 
Özetleyerek nakledilişi acaba ne maksatla oluyor ve neyi ifade  Üstelik askerlik aleyhtarı zihniyeti daha önce belirtilen bu yazı, 
ediyor? 13'üncü sayfa, büyük ananın savaşa giden oğlu için  Türk köylüsünü ve Türk anasını askerlik düşmanı olarak 
çektiği ıstırabı ve harb aleyhtarı, «Türk Gencine mezar olan  göstermek isteyen bir garabet taşıyor Türklüğün son hür ve 
kızgın ufuklar» ve emsali cümlelerden sonra, yazı su kısaltmayla  müstakil kalesini çeviren azılı düşmanları arasında pasif bir 
arzu edildiği kalıpla öğrencilerin şuuruna yerleştirilmek  zihniyet taşıyan yazı ve telkinlerle İstiklâl ve hayatının müdafaa 
isteniliyor:  edilemeyeceği bedahattir. 
   
 (Irak'ın İstanbul'a çok uzak bir yer olduğunu ve o çöllere giden  6 — YALNIZ İNGİLİZ DÜŞMANLIĞI: 
askerlerin hemen hemen hiç dönmediğini öğrenen büyük ana   
bir gün çıldırır ve buhranlar içinde ölür. Bir zaman sonra  I. Kitap — Yurt Hasreti (Araştırmalar kısmı) S. 19 
torununun da Irak'ta şehit olduğu haberi gelir).  «Araştırmalar: 
  3. Türk subayları, İngiliz subaylarından niçin yurt haritası 
Sayfa 13. Neden bu kısaltma kitaba alınmış ve niçin yukarısında  istiyorlar? İngiliz subayı bu haritayı hangi düşünceyle onlara 
nokta nokta işaretlerini müteakip böyle bir hüzünlü askerlikten,  vermemiş olabilir?» V. S. 
savaştan soğutma hatta korkutma istenilmiştir? Bu yazılar belki   
çok ilerideki yaşlarda okunabilirken niçin çocuklar bu gibi  II. Kitap — Çöl Destanı S. 163  
yazılarla meşgul edilmek ve menfi telkinlere tâbi tutulmak  Dördüncü kısımda askerlik ve harp aleyhtarlığı münasebetiyle 
istenilmiştir? Üstelik kitabı maksatlarına göre hazırlayanlar  aç, susuz, sefil bir perişanlık ve felâket içeri‐sinde kalınarak 
14'üncü sayfada bu hususta kendi mülâhazalarını şöyle  Ölüm kokusu akıtan yazı da Türk askerlerinin başına gelen 
belirtiyorlar. «Yazar, hikâyenin hayatla olan bu yakın ilgisini,  felâketin, İngilizlerle yapılan savaşta olduğu belirtilmek 
muhakkak ki etrafını iyice gözlemek, olayları incelemekle  istenilmektedir. 
sağlamıştır.»   
  III. Kitap — Büyük Ana S. II 
Bu savaşların mahiyeti, sevk ve idaresinin tetkiki ve tenkidi  Büyük Ana yazısı ile aynı telkinin teksifine hizmet edilmektedir. 
herhalde askerlikte ihtisası olan bitaraf kimselerin hükümleriyle  Bilhassa, İngilizlerle dost, Rus ve Bulgarlarla düşman olduğumuz 
bir ciddiyet ve realite değeri kazanabilir. Yoksa bir müddet  zamanlarda sadece İngiliz düşmanlığı telkini üzerinde 
sonra çıkacak bir yazarın ve ortaokullarda okutulacak bir kitaba  durulmağa değer kanaatindeyim. 
şu bu düşünceler gerisinde sistemli bir savaş ve askerlik   
düşmanı bir yazının, maksada uygun rötuşla alınması hangi  7 — SİSTEMLİ OLARAK ALLAHSIZLIK TELKİNİ VE DİN 
sebebe dayanabilir? Zamanımızda komünist dergilerini, Türkle‐ DÜŞMANLIĞI: 
rin Kore'ye asker yollamasını «Kore Nere» yazılarıyla belirtmesi   
onları takibata maruz bırakmış ve Kore'ye asker yollanmasına  I. Kitap — Namus imtihanı S. 140 
engel olmak üzere faaliyete geçen sahte barışseverler de  Bu metinden alınmış birkaç cümle: «Zadig: Ben, tabiatüstü 
yapılan muhakeme sonunda muhtelif hapis cezalarına çarptırıl‐  şeyleri sevmem, dedi; mucizeden bahseden 
 

www.atsizcilar.com  Sayfa 8 
 
kimseler ve kitaplar hiçbir zaman benim hoşuma gitmedi.» Birinci sınıf kitabının araştırmalar faslından birkaç soru cümlesi
   
Güneş ‐ Sıcaklık S. 165  «4— Hayatı doğuran nedir ve bu şeyin varlıklar üzerindeki etkisi 
  ne şekillerde görülür? 9 — Güneş olmasaydı nelerden mahrum 
Varlıklarla güneşin ilgisi ve münasebeti bakımından objektif bir  kalırdık? 10 — Yazının ana fikri nedir?» sayfa. 168 
yazı pek tabiidir ki dikkate değer. Nasıl hayatın birçok   
meseleleri, davaları ve tahlilleri öğrenci şuuruna yaş, sınıf, gibi  Her meseleyi ve her seyi âdeta bir Allah tarzında güneşe 
kayıtlarla bağlantılı olarak sunuluyorsa bu Güneş ‐ Sıcaklık yazısı  bağlamak kolay olduğu kadar da gariptir. Gene şükretmek lâzım 
da haddizatında basit bir tabiat olayının açıklaması olarak  gelir ki çocuk dünyaya getiren annenin bu meziyetine bakılarak, 
kullanılabilirdi. Fakat maalesef Ortaokul Türkçe kitaplarının  kadın, yaratıcı bir tasvire tâbi tutularak Allah olarak kabul 
birinci sınıflarına alınan bu metin bambaşka bir istikamette  edilmemiştir. Zira, insanın da geldiği, beslendiği, geliştirildiği 
kullanılmak istenilmektedir. Önce Rus yazarlarından şöhretli  yer bir anne kucağıdır 
Tolstoy'u maske yaptıktan ve onun, sıcaklık hareket, mevsimler   
hakkında güneşin oynadığı büyük rolü gösteren yazısında,  II. Kitap — Kyklops ile Poseidon S. 65 
hayat, ruh ve Allah gibi zamanımızın ve geçmiş binlerce yılların   
meraklı bahislerine sarih bir teması olmamakla beraber,  Bu metin içerisinde, Deniz Tanrısından ve devden 
açıklamalar üzerindeki sorularla Allah, ruh, hayatı, güneşe  bahsedilmektedir. Görünüşe göre Yunan mitolojisiyle ilgili bir 
bağlayıvermek gibi iptidaî bir zihniyete rastlanılıyor. Allaha  yazıdır. Eski Yunanlıların bir sürü Tanrı anlayışlarını 
inanmış, mümin bir insan olarak hayata veda eden Tolstoy'un  belirtmektedir. Pek tabiî ki bu Tanrı'lar acayip birer mahlûk 
bu cephesi biyografisinde belirtilmesi gerekirken veya kitaptaki  olarak karşımıza çıkarılmaktadır. 67'inci sayfada (B.—) de 
metinleri derleyenlerin, güneş ve onun menşe ve mahiyeti hak‐ öğrenciye şu bilgi veriliyor: «Eski Yunanlılar, tabiatı idare eden 
kında düşündürücü bir açıklama yapmaları zarurî iken bu  birçok tanrılar bulunduğuna inanırlardı. Hatta bu tanrılarla ilgili 
noktanın tam tersi bir yol tutulmuştur. Sanki, hakikatin,  bir takım masallar da uydurmuşlardı. Okuduğunuz yazının 
varlıkların yaratıcısı, kurucusu güneşmiş ve her şey bu maddî  konusu bu çeşit masallardan biridir. 
ateş yığınından çıkmış gibi bir mâna verilmek isteniliyor. Oysaki,   
güneş benzeri ve ondan çok büyük bir sıra güneşlerin mevcut  Eski devirlerde insanların tanrıları, yarı‐tanrılar ve kahramanlar 
olduğu kâinatımızda, güneşin parçalanması ona mensup bir  için uydurdukları masalların bütününle mitoloji derler. 
güneş manzumesinin doğma sebebi hakkında muhtelif  Mitolojiler eski insanların inanışlarını, düşüncelerini 
nazariyeler mevcuttur. Üstelik güneşin nereden geldiği ve bu  gösterdiklerinden insanlığın tarihi için önemli vesikalardır.» 
sıcaklığı nasıl ve ne şekilde ihtiva ettiği uzun münakaşa   
mevzuudur. Güneşin menşe ve mahiyeti astronomi için henüz  Türklerle ilgili, yaratılış destanı ve efsanelere dair bilgi 
bir tetkik mevzuu iken, Ortaokul Türkçe kitaplarının birinci  verilmemesi tenkide değer ayrı bir bahistir. Kyklops ile 
sınıfına mahsus kısmında, âdeta kâinatın bütün felsefî  Poseidon başlığı altında ne yapılmak istenildiği hakkında 
meseleleri ceffelkalem halledilmiş gibi bir tavır takınılmak  Araştırmalar. A— 8'inci soru bize daha etraflı müşahede 
istenilmesi bir hüsnüniyet eseri kabul edilse bile gülünç bir  imkânını veriyor. Araştırmalar şu soru ile neticelendiriliyor: «Bu 
cehalet numunesi olmak vasfını kaybedemez. Pek çok şeyler  yazıya göre eski insanlar hakkında neler düşünüyorsunuz?»  
medyun olduğumuz güneşin kime veya neye pek çok şeyler   
medyun olması icabettîğîni ilmi bir kat'iyetle söylemek güçtür.  C. H. Partisi iktidarından ve onun lâikliği dinsizlik şeklinde 
  benimsediği zamandan kalan bu yazı dolayısıyla, bîr 
***  öğretmenin, çok tanrı inancının yanlışlığını belirterek, tek tanrı 
  imanının doğruluğunu ortaya koyacağı sarih değildir. Allah 
Tetkik ettiğim batı medeniyetine mensup bir milletin kitabında,  inancı, sanki insanların kültürlerine göre değişe değişe türlü 
bu konu dolayısıyla Allah'a temayül gösterilerek ona tabî  kılıklara girdiği ve müspet anlayışın ise, birinci sınıf kitabında 
kılınmaktadır. Bizde ise hiç olmazsa astronomideki kadar  öğrenciye telkin edilen Güneş varlığından başka bir şey 
ihtiyatları ve araştırıcı bir tavır takınılmalıdır. Ortaokul kitabını  olmadığıdır. Bu soru ile eski Yunanlılar, pek tabiî ki 
tanzim edenler kadar her şeyin güneş mahsulü olduğu ve  zemmedilecek, geri, iptidaî tanıtılacaktır. Halbuki o çağın 
güneşin de tek başına malûm bir menşe ve mahiyeti  adamlarından ve büyük dehalarından olan, Sokrat, ve emsali 
bulunduğu, ruh, Allah, hakikat, ahlâk, fikir vesaire gibi her şeyin  filozoflar hâlâ ehemmiyet ve değerini muhafaza etmektedir. O 
yaratıcısı olduğu, yani materyalist bir menşei bulunduğu isbat  vakitlerde bu çok tanrı görüşünün ve gerçi onların fevkinde 
edilmiş olsaydı, felsefe enstitüleri, dinlerin ortadan kalkması  gene bir tanrı anlayışından apayrı düşünen insanlar olduğu 
icabederdi. Güneşin rolünü mübalâğalandırarak, bambaşka  belki de; felsefe ve dinler tarihi üzerinde ihtisası bulunmayan 
sahalar üzerinde telkine çalışılması, insan yetiştirmek, gerçeği  herhangi bir Öğretmen tarafından hatırlanmayarak, umumî ve 
göstermek ve öğretmek bakımından zararlıdır. Bilhassa «Seçme  basma‐kalıp bir hüküm vermek gibi bir yanlışlığı önleyici bir 
Rus Hikâyelerinden alınacak parçalarla bir astronomiden  tedbirin, kitabı hazırlayanlarca alınmadığını da görüyoruz. Bu 
yüksek dersler verileceği yerde, meselâ Sir James Jeans'in radyo  eski Yunanlılarda trajedi yazarı, Sophokles'in Antigou'undan 
konuşmalarını ihtiva eden popüler kitabından faydalanılabilirdi.  alınmış parçalar ve Sokrates'Ie Lysis gibi metinler olduğu halde 
Üstelik bu kitap güneşe kadar bir seyahat hikâyesi olduğundan  «Çok tanrılara, inandıkları için», topyekûn o zamandaki insanlar 
öğrenciler için daha alâka çekici olurdu,  beğenilmeyecektir. Bununla beraber, her nedense bu çok tanrı 
konusu kitabı hazırlayanları pek hoşlandırmaktadır, 151'inci 
sayfadaki açıklamalardan bazıları şunlardır; 

 
   

www.atsizcilar.com  Sayfa 9 
 
"— Tanrıların hukuku: Tanrılar, ölülerin gömülmesini  esirgemez. Arka sokakta ikisi de birleşirler" S. 106 108 inci 
emrederlerdi. Kreon bunun aksini istemekle onların emrini  sayfadaki Araştırmalar: B. — a) Fikirleri kaç bölümde 
çiğnemiş oluyordu. — Yeraltı Tanrıları: Bunlardan biri Hades'tir.  toplayabilirsiniz? b) Aşağıdaki sözleri açıklayınız: Kastın Hindu 
Ölüm tanrısı veya öldükten sonra ruhların toplandığı yer  halkına işlediğini, taassup, müslüman yığınlarından esirgemez, ‐
demektir. Adalet Tanrısı olan Dike de yeraltında bulunur ve  hayat ne büyük hakikattir, ‐ tabiatın hayırlarına ve şerlerine 
ölülerin haklarını korurdu. Haimon, babasına, emrinin bu  teslim olmak. (Medenî insan tabiata teslim olur mu?) V.S.  
tanrılara hoş gelmeyeceğini söylemek istiyor. — Olympos:  Bu yazıda kast konusu ele alınmış görünerek, kast usulünün 
Yunanistan'da, tanrıların oturduğuna inanılan bir dağ. Yazıda,  kötülüğü araştırılırken mesele birdenbire garp proleteryasına 
doğrudan doğruya tanrılar kastedimektedir."  intikal ettirilerek, proleterya daha kötü bir halde gösteriliyor. 
  Bu cihete, öğrenciye sınıf şuuru aşılamak bahsinde tekrar 
Görülüyor ki Öğretmenin başlıca işi gücü bu tanrılar telkinini  geleceğiz. Kast, taassup, ve çeşitli akrep, yılan, fil, inek tanrılar 
ortaokuldaki taze ve körpe dimağlı öğrencinin şuuruna  ele alınırken, taassup ve müslümanlık kelimeleriyle bu hedefte 
yerleştirmek, Allah hakkında gereken şüpheyi, henüz mukayese  ihmal edilmiyor. Müslümanlığın taassubu vesilesiyle, taassup, 
imkânını verecek bilgiden mahrum çocuğa yüklemektir. Lise  107'inci sayfada şöylece açıklanıyor: "Taassup: Bir inanışa bir 
Edebiyat derslerindeki tafsilâttan pek daha hevesle, ortaokul  fikre körü körüne bağlanıp ondan başkasını kabul etmemek. 
kitaplarını doldurmak acaba nasıl bir "fayda, bilgi temin  Darkafalılık." Pakistan'ın istiklâline kavuşmasından önce kaleme 
edecektir? Esasen bunlar tarih derslerinde ortaokul Öğrencisi  alınan bu yazı, kültür, sanayi ve ahlâk bakımından ileri bir 
için gerektiği kadar yapılmaktadır. 152‐inci sayfada Dilbilgisi  seviye arzeden, edebiyat ve ilmî faaliyetiyle muvaffakiyet 
(Zarflar: tekrar) kısmında bile Tanrılar konusu ihmal edilmiyor.  gösteren bu müslüman halkı mı muhatap tutmaktadır? Yoksa 
"5. Aşağıdaki cümleleri uygun birer zarfla kullanınız: Babanla  mahdut sayıda ve dağınık müslümanlar mı ele alınmaktadır? 
çekişiyorsun. —Tanrıların hukukunu çiğnedikten sonra..."  "Kastın Hindu halkına işlediğini, taassup, müslüman 
  yığınlarından esirgemez." cümlesinin ortaokul çocuklarının 
Türk milliyetçiliğinin en değerli ve olgun mütefekkirlerinden  zihinlerine nasıl bir telkin yapmaya çalışacağını anlamak güç 
Ziya Gökalp'in gerek çocuk ve gerek büyükler için yazılmış  değildir. Esasen Allahsız bir insan olan, ve "Yeni Rusya" adlı 
muhtelif manzumeleri yerine, "Hem Ogan, hem kullarız."  kitabında Türklere Sovyet usulünü tavsiye eden ve bir yazısında 
mısraını ihtiva eden manzumesi kitabı hazırlayanlara pek cazip  açıktan açığa Stalin'i başımızda şef olarak gören bir muharririn 
görünmüştür. Daha ileride "Metinlerin yanlış tefsiri" bahsinde  çocuk şuurlarına dökülen bu yazısına şaşmadık.  
tekrar avdet edeceğimiz bu manzume dolayısıyla burada gene   
açıklamalar üzerine dik‐kati çekmek faydalı olacaktır.  Materyalist bir taassubu daima müdafaa eden Falih Rıfkı Atay 
Açıklamalarda (Ogan: Türk dilinin Çağatay lehçesinde Tanrı  ortaokul çocuklarının karşısına 9 adet yazısıyla daima 
anlamında kullanılır.) denildikten sonra, 154'üncü sayfadaki  çıkarılmıştır. Halbuki bu yazar "Yeni Rusya" adlı eserinde şunları 
araştırmalarda, bu manzumenin diğer mısraları numara ile  yazmaktadır. Ortaokulda tekrar tekrar yazıları ileri sürülen 
soru‐lup izah ettirilmediği halde 10'uncu mısra yani "Hem  öğrenciler acaba onun adı gecen kitabını ve şuraya 
Tanrı, hem kullarız" manasına gelen mısra hakkında hususî bir  naklettiğimiz cümlelerini öğrendikçe nasıl bir intiba sahibi 
soru tertip edilmiştir. "6. Onuncu mısraın anlamını açıklayınız."  olacaklardır? 
   
Yüzlerce makalesi, şiirleriyle büyük bir değer ifade eden Ziya  "Ben bizim kalabalığımıza benzeyen bir kalabalığı 
Gökalp öğrenci karşısında, sanki Allahsız bir insanmış gibi  garplılaştırmak, geri bir memleketi ileri götürmek için kızıl 
gösteriliyor. Üstelik mütefekkirin hakikî maksadı hakkında  komşumuzun tecrübelerini ve metotlarını tetkik ettim ve Yeni 
öğrencilere bilgi verilmiyor. Onun Allah inancı ve müslümanlığı  Rusya'nın nasıl bir yolun üstünde olduğunu göstermek 
üzerindeki imanı hiç mevzuu bahsedilmiyor. Böylece bilhassa  istedim." "Kaç senedir iki e‐sası müdafaa ediyorum: Şimal 
müslümanlık imanının yeniden canlandığı devrede, Gökalp  terbiyesi ve ihtilâlci metotlar." "Yeni Rusya iptidaî bir halkı ve 
öğrencinin husumetine maruz bırakılmış oluyor. Bu manzume  memleketi büyük bir hızla garp seviyesine çıkarmak için 
Gökalp'i değerlendirmek için değil bilâkis onu gözden  aranmış ve bulunmuş ihtilâlci metotları tez olarak almıştır." 
düşürmek, geri kalmış bir yazı tarzının Örneği olmak üzere  Sayfa: 4. Başlangıç, Yeni Rusya. 
ortaya çıkarılmak isteniliyor. Didaktik tarza örnek olarak   
gösterildikten sonra bu çeşit yazıların modasının geçtiği de ilâve  Umumiyetle metot, bir neticeye, gayeye vâsıl olmak için 
ediliyor. Yani fikir bakımından tutuluyor, yazı çeşidi bakımından  kullanılan yolların ve vasıtaların mecmuunu ifade eder. İhtilâlci 
düşürülüyor. Bu bahse bilâhare tekrar geleceğiz.  metot sınıf mücadelesiyle, cemiyeti parçalamak, kanlı 
  boğuşmalarla güya proleter sınıfının kazancını temin etmektir. 
Hindistan'da İç Sokaklar S. 105  Zamanımızda ise bu tamamen Rus emperyalizmine hizmet 
  eden bir komünizmin tatbikidir. Diğer unsurları ise, Allah, din, 
"Bir mabedi geziyorsunuz: Tanrı‐Akrep, Tanrı‐Yılan, Tanrı‐Fil,  hürriyet, şahsiyet, millet, milliyet, aile, ilim düşmanlığı ve insan 
Tanrı‐inek'e yiyecek, içecek ve çiçek yetiştiren bu zavallı  saygı ve sevgisi, tolerans yerine, mutlak bir kızıl taassupla, köle 
insanlar, tabiatın bütün hayırlarına, serlerine ne kadar  yığınları vücuda getirmekten ibarettir. Falih Rıfkı bu usulü, garp 
gönülden teslim olmuşlarsa, zengine, kuvvetliye, derebeyine,  usullerinden pek üstün görüyor. 
dağ beyine ve şehir beyine de böyle teslimdirler." "Kastın Hindu   
halkına işlediğini, taassup, müslüman yığınlarından  (Devamı gelecek sayıda) 
 

 
   

www.atsizcilar.com  Sayfa 10 
 
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞINDA 
DOĞU TÜRKLERİ 
Yazan: Cebbar Ertürk
1941 yılında Alman orduları Doğu'ya yürürken Ruslar  ilk olarak bu mültecileri istiyordu. Batı'nın zaferlerini Stalin'e 
hemen Türk illerindeki münevver, genç, ihtiyar, köylü,  hediye ederek Rusları Londra kapılarına kadar getiren, 
şehirli herkesi toplayarak Almanların önüne sürdüler.  gafletini ancak Potsdamda anlayan Çörçil, Ruzveltle beraber 
Okullar, tiyatrolar, sinemalar, ilim müesseseleri kapatıldı.  bunları iadeyi taahhüt etti ve o cümleden 500.000 Türk'ü de 
Önden Almanlar, arkadan da Ruslar Türkleri imhaya  Kızıllara iade ettiler. Kızıllar Karpatlarla Ukrayna'da bunları 
kalktılar. Kendinden başka hiçbir milleti tanımayan  öldürdüler.. 
Almanlar, Rus için savaşmak istemeyen Türkleri «Rus'dur»   
diye biçerken, Rus da arkadan «Türktür!» diye biçiyordu.  *** 
Böylece iki kurşun arasında iki milyondan fazla Türk şehid   
oldu. Fakat yine fırsat bularak bir buçuk milyon Türk  Büyük Savaşta Almanları meftun eden Mehmet'lerin öz 
Almanlara iltica ederek Ruslara karşı savaşmak için  kardeşleri Doğu Türk mehmetçikleri de Alman milletine 
Almanların müsaadelerini istediler. Fakat Almanlar,  büyük bir hatıra izi bıraktılar. Avrupa bu Türkleri senelerce 
Rusya'da Türk olmadığını söyleyerek esmer ve orta boylu  unutamayacaktır. Türklerin İkinci Dünya Savaşı'ndaki 
olmasına göre "untermensch = aşağı ırk" diyerek bu fedakâr  kayıpları bütün milletlerden fazladır. Kırım ve Kuzey Kafkas 
Türk oğullarına dudak büktüler imha kamplarına toplayarak  ise Türk'ten bir hamlede temizlenmiştir. 
açlık, soğuk ve hastalıkla Rusların istekleri hayrına imha   
ettiler. 1942 yılının baharında bir buçuk milyon Türk  *** 
esirinden ancak 80.000 kaldı. Rahmetli Enver Paşa'nın   
kardeşi merhum Nuri Paşa'nın yardımları ile Almanlar,  Sözlerimin sonunda bir noktayı da hatırlatmak isterdim. 
doğuda Türk olduğunu ve bunların Almanlardan daha fazla  Tarihten ibret alalım. Kötü Moskof'tan gelecek her hangi bir 
Moskof düşmanı olduklarını anlayarak Ruslardan ayırdılar  hareketi doğmadan boğalım. Türk'ün Türk'e hasretini Türk 
ve gönüllü ordulara topladılar. Bir yıl içerisinde Kırım ve  illerine gelen Anadolu Mehmetçikleri önünde oğlunu 
Kuzey Kafkaslardan katılan Türklerle birlikte Alman orduları  kurban kesmek isteyen Türk köylüleri ile Türk ordularının 
ile birlikte 360 bin Türk gönüllüsü Finlandiya'dan Kafkaslara  geçtiği yolları halılarla süsleyerek, atlarının bastığı izleri 
kadar doğu cephesinde, ve Fransa, İtalya ve Belçika'da da  Hızırdan yadigârmış gibi saklayan Türk annelerinin, Enver 
Moskof'ların o zamanki müttefikleri, (hatalarını ancak şimdi  Paşa'nın mezarını her türlü yasaklara rağmen ziyaretgâh 
anlamış) İngiliz ve Amerikanlara karşı savaşıyor ve Almanları  yapan Türk gençlerinin yüksek Türkçülüklerinde gösterelim, 
hayrete götürüyorlardı. Türk kahramanlığı karşısında  Moskof'un mezar yolculuğu yakındır. Moskofun ölümü ile 
naziliğin dik başı da iniyordu. Alman radyolarında Dr.  Türklük yeni bir Ergenekon yapacaktır. Fakat Moskof 
Göbbels «Doğudan aldığımız Türk esirleri bize,  öldükten sonra his ve hırsına kapılarak kendini başkan, han, 
müttefiklerimiz italyan ve Romenlerden daha fazla yardım  hâkan görmek isteyenler tarihi felâketlerimize sebep 
ettiler. Bunların savaşlarından biz Birinci Dünya Savaşının  verenlerin eşitleri soysuzların çıkabileceğini unutmayalım. 
Galiçya ve Çanakkalelerinin etkisini aldık» diyor, bir taraftan  Türk'ü biri diğerine yabancı kesmeye çalışacak böyle 
da Himler, bir sıra öz Almanlarını da kabul etmedikleri S. S.  ülküsüzlerin susturulmaları da vazifemiz olmalıdır. Vakur 
birliklerine Türkleri de kabul ediyordu. Böylelikle Almanlar  Türk milleti ile biricik vatanı Türkiye'yi tanımanın Türklüğe 
daha dün esir olan Türkler karşısında ne kadar küçük  en büyük hizmetimiz olduğunu unutmayalım. 1000 yıl önce 
olduklarını görüyorlardı. Silâhlarını bırakıp kaçan Alman  beraber yaşayan Türk kabilelerinin  milliyetçilik devri olan 
bölüklerini esir ederek savaşmaya mecbur eden Türk  20'nci yüzyılda daha sıkı bir bağla biribirine bağlanacağında 
birlikleri Almanların kendilerini de hayrete götürüyordu.  asla şüphe etmeyelim. Bunu İkinci 'Dünya savaşında 
herşeyini bırakarak kaçan ve Türkiye'ye sığınan doğu Türk 
Türklerin İkinci Dünya Savaşı'nda yarattıkları bu  göçmenlerinin yüksek ülküleri dahî ispat ediyor. 
kahramanlıklar Fransa, Polonya ve Çekoslovakya'nın   
haklarını tanımayan Almanların Türklerin istiklâllerini ve  Türklük var olsun.
millî komitelerinin teşkillerini tanımalarına sebep oldu.  Cebbar Ertürk
Daha doğrusu Türk gönüllüleri bu hakkı zorla aldılar. Alman  HİCÎV KÖŞESİ: 
ordularının büyük çekilişlerinde Rus cehenneminde  ACABA NEDEN 
yaşamak istemeyerek batıya sığınanlar arasında 18 milyon   
da İslâv vardı. Bunlarla birlikte 250 bin kuzey Kafkaslı ve  Bolşevik ufkundaki korkunç kızıl renkli güneş 
Kırımlı Türk de batıya sığınmıştı. Bu mülteciler Kremlin  Kanlı bir meş'ale gibi sarmış bütün gündüzleri... 
surlarını uçurarak Moskofun hakikî çehresini herkese  Din kızıl, iman kızıl, vicdan kızıl, lâkin neden  
tanıttıracak biricik kuvvetti. Fakat Stalin bunu önceden  Şeflerin bir kerecik olsun kızarmaz yüzleri? 
bildiğinden Tahran, Yalta ve Potsdam anlaşmalarında   
 
Eşref‐i Zaman 

 
   

www.atsizcilar.com  Sayfa 11 
 
1944‐1945 
IRKÇILIK ~ TURANCILIK ~ DAVASI
18 Mayıs 1944 Perşembe   Gümrükçüoğlu Osman iki yıl muvakkat tard cezası aldılar. 
  Gümrükçüoğlu'nun cezasının daha ağır olmasının sebebi 
Nurullah Barıman'ın Tevkifi:  vardı: O, Orhun dergisinin Türkçülük hakkındaki bir anketine 
Atsız'ın evi aranırken Atsız'a yazdığı mektupları bulunan ve  cevap vermek suçunu da irtikâp etmişti. Tabiî, cezası da ağır 
Türkçü dergilerde yazılan çıkmış olan Nurullah Barman'ın  olacaktı. Bununla beraber bir müddet sonra onun iki yıllık 
tevkif olunması da bekleniyordu. Zaten Türkçü "Bozkurt"  tardı da bir yıla indirilmiştir. 
dergisinin son sahibi olduğu için de polisçe müsecceldi.   
1944 Mayıs'ında yedeksubay olarak Ardahan'da  Bu hayasızca kararın verildiği gün, Okul Müdürü Zeki Mesut 
bulunuyordu. Bilhassa 14 Mayıs'ta eşyası arandıktan sonra  istifa etti. Devletler Hukuku Profesörü olan Zeki Mesut 
kendisi de tetikte idi. 18 Mayıs 1944 Perşembe günü askerî  Alsan Aydınlı bir Türk oğlu idi. Onun Türk vicdanı bu karara 
usul dairesinde tevkif olunarak İstanbul'a doğru yola  tahammül edemezdi. 
çıkarıldı.    
  Hükümetin Resmi Tebliği: 
Fazıl Hisarcıklılar'ın Ankara'ya Götürülmesi:  18 Mayıs 1944 gününün akşamında Çankaya Hükümeti, 
Köprücük kemiği kırılmış olarak 17 Mayıs'ta tevkif edilmiş  Türkçüler hakkında artık bir kanaata varmıştı (!). Bu 
olan Fazıl Hisarcıklılar, 18 Mayıs 1944 Perşembe günü,  kanaatini resmî bir tebliğle umumî efkâra açıklamakta 
hiçbir tedavi ve tedbire tâbi tutulmadan, bir üst rütbeli  büyük fayda görüyordu. Hakikatte onların kanaati yıllarca 
subayın yanında olarak Kara‐Biga‐İstanbul yolu üzerinden  önce tebellür etmişti ama fırsat şimdi ellerine geçiyordu. O 
Ankara'ya sevk olundu. Hasta veya yaralı oldukları zaman  akşam radyo ile ilân olunan ve ertesi günkü gazetelerinde 
caniler bile şefkat ve ihtimam gördükleri halde Türkçüler en  hepsinde çıkan resmî tebliğ şöyle idi: 
basit insanî muameleden mahrum bulunduruluyordu.   
Bazen iyi yürekli ve içten milliyetçi memurların gizlice  Ankara, 18 A,A. (Resmî tebliğ): Son günlerde hükümetçe 
gösterdikleri insanî muamele müstesna, Türkçülere yapılan  kapatılan Orhun Mecmuası sahibi Nihâl Atsız'la konserva‐
muamele umumiyetle, o zamanki Türkiye Devleti için yüz  tuvar öğretmenlerinden Sabahattin Ali'nin Ankara'da 
kızartıcı mahiyette idi. Çünkü şefleri ve idarecileri ile onların  görülen muhakemesi sırasında Nihâl Atsız lehine yapılan 
ırkî durumu ve zihniyeti ile o zamanki devlet artık bir Türk  taşkınlıklar dolayısıyla nezaret altına alınmaları zarureti 
devleti olmaktan çıkmıştı.  hasıl olan bazı kimseler nezdinde çıkan evrakın verdiği 
  şüphe üzerine Nihâl Atsız, Reha Oğuz Türkkan ve Zeki Velidi 
Doktor Hasan Ferit Cansever'in Rahata Kavuşması:  ile Doktor Hasan Ferit Cansever'in İstanbul'da evlerinde ve 
Mayıs'ın 15, 16, 17'nci gecelerini aralıksız iskemlede  daha bazı yakın arkadaşları nezdinde İstanbul örfî İdare 
geçirerek harap bir hale gelen Doktor Hasan Ferit Cansever,  Komutanlığınca aramalar yapılmış ve elde edilen vesikalar 
18 Mayıs 1944 perşembe günü rahata (!) kavuştu:  tetkik edilmişti. 
Dördüncü günü evden, kendisinin nerede olduğunu haber   
almışlardı. Bir şilte getirerek Hasan Ferid'e verdirdiler.  Bu vesikaların tetkikinden elde edilen netice ve kanaate 
Doktor artık bahtiyardı. Odadaki pis şilteyi attırarak  göre Teşkilâtı Esasiye kanunuyla müesses bugünkü 
kendisininkini toz toprak içindeki yere serdi. Ama ne de olsa  rejimimize ve vatandaşların hakikî milliyetçilik telâkkilerine 
serde hekimlik vardı. Şiltenin üzerini silme naftalin  aykırı umdeleri ve bu umdelere varmak için gizli cemiyetleri, 
doldurdu. Pirelerin hücumundan bu şekilde kendisini  faaliyet programları, teşkilât ve propaganda organları, 
koruyacaktı. O gece bu silme naftalin tabakası üzerinde  hattâ muhaberelerini gizli tutmaya matuf şifreleri ve 
memnun (!) ve bahtiyar (!) bir uykuya daldı. Zaten beş ay  parolaları vardır. 
içinde kalacağı bu odaya alışmaktan başka da yapacak bir iş   
yoktu.  Bunlar memleketin muhtelif mıntıkalarında ve bilhassa her 
  çeşit terbiye müesseselerinde masum gençlerin temiz 
Siyasal Bilgiler Okulu Disiplin Kurulunun Toplantısı Ve  milliyetçilik ve vatanseverlik duygularını istismar ederek 
Kararı:  genç nesil arasında kendilerine taraftar toplamak ve bu 
  suretle hedeflerine ulaşmak için devamlı ve sistemli bir 
O zaman Türkçü gençlerin kaynağı olan Siyasal Bilgiler (=  faaliyet sarfetmekte ve memlekete zararlı ideolojilerini 
Mülkiye), Millî (!) Şef İsmet İnönü ile Millî Eğitim Bakanı  tahakkuk ettirmek yolunda çalışmaktadırlar. 
Hasan Âli'nin öfkesini üzerine çekmişti bilhassa tevkif   
olunan Türkçü Türk gençlerinin tahliyesi için müteaddit  Bu mahiyetteki faaliyet, Teşkilâtı Esasiye Kanunumuz'a 
makamlara başvuran Mülkiyelilerden Ali Çankaya ile  aykırı ve Türk Ceza Kanunumuza göre suç vasıflarını haiz 
Gümrükçüoğlu Osman ve Ziya Çöker mimlenmişlerdi. Hasan  olduğundan failleri hakkında salahiyetli adlî merciler tarafı‐
Âli şahsan herkese ve her yere karışıyordu. Bu üç öğrenci,  ndan kanunî takibat yapılmak üzere işe el konulmuştur. 
Türkçü faaliyette bulundukları için o zamanki hükümetin   
millî düşmanları idiler.  Bu resmî tebliğ de İsmet İnönü Hükümeti'nin yüz karaların‐
  dan biridir. Fakat onun o kadar çok yüz karası vardır ki 
Disiplin Kurulu 18 Mayıs 1944 Perşembe günü toplanarak  bunlardan birini ortaya dökmekle hiçbir şey olmuyor. 
bu üç kişi hakkında kararını verdi: Ali Çan kaya ile Ziya Çoker  Esasen bu şebeke 27 yıllık tarihinde yalnız yalan, hile ve yüz 
birer yıl,  karasıyla yaşadığı için her‐ 
 

www.atsizcilar.com  Sayfa 12 
 
hangi bir yüz karasını üzüne vurmakla onu utandırmak kabil  dernek ki kendilerini Moskofla bir tutuyorlardı, aslında da 
değildir. Bunu biliyoruz. Hedefimiz, bu yüzsüzlüğü yeni  Moskofdan farkları yoktu. 
yetişenlere teşrih ederek hakikati öğrenmelerine yardım   
etmektir.  Ya hele şu "şifre ve parola" isnadları? Dünya'da bundan 
  daha ahmakça bir iddia olamayacağı gibi insanlık tarihinde 
Resmî tebliğler hükümetlerin şerefidir. Onda yalan  de İsmet İnönü hükümetlerinden, daha ahmak bir hükûmet 
söylenmez. Söylenmesinde mahzur olan şeyler sükûtla   gelmemiştir ve gelmeyecektir. 
geçiştirilir. İsmet İnönü hükümetinin resmî tebliğinde ise   
baştan başa yalan ve tezvir doludur.  Resmî tebliğde şifre ve parola denilen şey, bazı Türkçülerin 
  birbirlerine yazdıkları mektupların sonunda selâm yerine 
Meselâ Türkçülerin birbirleri aleyhindeki mücadeleye son  kullandıkları ve bugün de kullanmakta devam ettikleri 
vermek için 7 Mart'ta imzaladıkları anlaşma bu resmî  "protokol cârîdir" tâbiri idi. Bir evin bütün sakinlerinden 
tebliğde öyle bir eda ile anlatılıyor ki bunu okuyan hakikati  mektup yazılan evin bütün sakinlerine ayrı ayrı selâm 
bilmeyen insanlar mutlaka gizli ve zararlı bir cemiyet  yazarak sözü uzatmak külfetinden kurtulmak için icat 
karşısında bulunduğuna hüküm verir, Gerçi o zamanki  olunan bu "protokol, câridir" tâbiri Cakaya hükümetini 
hükümeti devirmek için yapılacak herhangi bir hareket  korkutmuştu. Çünkü: "El‐Hainü hâif= Hain korkak olur. Kim 
halkın sempatisini mutlaka toplardı. Fakat ne de olsa bu  bilir, bu masum kelimelerden neler tevehhüm ediyorlardı. 
gayrimeşru bir hareket olurdu. Türkçüler arasındaki   
anlaşmanın metni hükümetin elinde olduğu halde bu  *** 
şekilde ilânı Türkçüleri gözden düşürmek için yapılan bir   
taktikti. 7 Mart anlaşmasında Türkçülerin "müşterek  Tebliğin öteki tarafları da yalandı. Mekteplerde yapıldığı 
düşmana" yani Rus bolşevikleri ne karşı tek cephe halinde  söylenen faaliyet, Nejdet Sançar'ın Balıkesir Lisesi'nde, 
hareket etmeleri lüzumu yazılıydı. Çankaya Hükümeti ise  Atsız'ın İstanbul'daki özel Boğaziçi Lisesi'nde talebelerine 
Türkçülerin müşterek düşman olan Moskof'a karşı  verdikleri milliyetçilik dersi ile yüksek Öğrenim genci olan 
birleşmelerini vatana karşı bir suç gibi gösteriyordu.  bazı Türkçülerin "Orhun" dergisini satmaları veya okumaları 
Bugünkü ve yarınki nesiller bunu asla unutmamalıdır.  ve dünyadaki bütün Türklerin hür ve müstakil olmaları için 
Demek ki İnönü yârânı, Moskofa karşı hareketi suç  yaptıkları temennilerden ibarettir. 
sayıyordu. Moskofa karşı direnmeyi kim suç sayar? Ya   
Moskof, ya Moskofçu... İşte o zamanki hükümeti idare  Çankaya hükümetinin tepkisi kendisine has şekilde oldu. 
edenler bu kafada kimselerdi. Zerre kadar vicdanları ve millî  Teşkilâtı Esasiyye ve rejime aykırılık isnadı... Çünkü onlarca 
haysiyetleri olmayan midecilerdi. En ufak mertlikten  Teşkilâtı Esasiye, kendi keyifleri; rejim ise rahatları ve 
mahrum kaltabanlardı. Masum insanları suçlu gibi  refahları idi. Buna dokunan en ufak hareketi vatan hainliği 
gösterdikleri yetmiyormuş gibi Moskofa karşı hareketi de  saymak Çankaya hükümetinin eski âdetiydi. 
âdeta milli suç sayıyorlardı 
Orkun İKİNCİ YILINA GİRERKEN 
Yazan: İSMET TÜMTÜRK 
53'üncü sayı ile Orkun ikinci neşriyat yılına giriyor. Orkun'un  çıkarmayı düşünmüş, niyetlenmiş, bir hamleye hazırlanmış, 
ilk sayısı 4 Ekim 1950'de çıkmıştı, O günden bugüne kadar  fakat her seferinde parasızlık engeli yüzünden teşebbüse 
Orkun'umuz her Cuma günü aksamadan çıktı, Bu,  geçmemiştik. Nihayet 1948de bir ülküdaşımız bir iki 
çıkaranların içinde bulundukları şartları ve şimdiye kadar  arkadaşı ile birlikte en yakın dostlara ve milliyetçi tanıklara 
çıkan Türkçü dergilerin kaderini düşünürsek, gelecek için  birer mektup yazarak milliyetçi bir dergi ve milliyetçi eserler 
büyük ümitler doğurucu bir durumdur.   neşretmek için ayda belirli bir parayı bir ülküdaşın elinde 
  toplanmak üzere muntazaman vermeye davet etti.  
Orkun'u daha önce çıkan bütün dergilerden ayıran büyük   
fark ki onu hem bir bakıma bütün diğer dergilerin üstüne  Sabırlar taştığı için harekete geçilmişti fakat zaman bu 
çıkarır, hem de onun bir‐çok eksik ve zayıf noktalarını izah  teşebbüs için en uygunsuz en verimsiz bir zamandı çünkü 
eder.   mektupları alan Türkçülerin hemen hepsi o sırada ağır para 
  sıkıntısı içindeydiler, çoğu işsizdi. Buna rağmen paraların 
Orkun un hiçbir şahsın malı olmayıp Türkçülüğe armağan  toplanmasına başlangıç tarihi olan 1949 başından itibaren 
edilmiş bir varlık olmasıdır. Manevî bakımdan böyle olan  10 kişi ayda belirli bir parayı çoğu beş veya on lira vermeye 
diğer dergiler de belki vardı fakat Orkun aynı zamanda  başladılar.  
maddeten ve fiilen de tam olarak böyledir. Bunun mânâsını   
biraz daha yakından inceleyelim.   Tohum atılmıştı. Bu paralar çok kere büyük sıkıntılara göğüs 
  gererek verilmek suretiyle Orkun çıkıncaya kadar 21 ay 
Orkun'un hikâyesi ilk sayının çıktığı 4 Ekim 1950'den çok  damlaya damlaya birikti. Bu aralık bu işe yeniden katılanlar 
daha önce başlar. 1948 sonlarında birçok Türkçülerde bütün  oldu.  
Türkçüleri etrafında toplayan esaslı bir derginin çıkması   
isteği ateşli, âdeta ıstıraplı, bu azim hâlini almıştı. Daha  Bu teşebbüsten habersizce bir öğretmen gurubu da 1950 
Önce de birçok kereler dergi  başlarında aralarında aynı gaye için para topla 
 
   

www.atsizcilar.com  Sayfa 13 
 
maya giriştiler. Tanışıldı ve toplanan paralar birleşti. Orkun  olması mahkemelerde Orkun adına sanık gitarıyla da 
çıkmadan az önce de aynı şekilde fakat bu sefer yurdun  bulunmanın arkadaşlarca en fazla ona yakıştırılmasına yol 
başka bir yerindeki bir öğrenci topluluğunun kuruş kuruş  açmıştır. Bu arkadaşınız aynı zamanda Orkun'un bazı 
aralarında toplamış olduğu bir 550 lira da katıldı. Orkun  sayılarını tertip etmiş ve derginin başka işlerini yapmış 
2.323 lira 75 kuruş‐la yayın hayatına atıldı.   olması arızîdir, Bu arada umumileşmiş bir yanlış inancı da 
  düzeltelim: Orkun'da Türk düşmanlarına karşı sert hücumlar 
Çıkmaya başlamadan önce daha kuvvetlenmek ve yazılar  yapan imzasız fıkraların başlıca sorumlusu Atsız değildir. 
bakımından da daha hazırlıklı olmak gerektiğini düşünenler  Bunları yazan ve tertipleyen arkadaşlar arasında belki 
vardı. Fakat sabırsızlanan ve dergiyi bir an önce görmek  Atsız'ın hissesi en azdır.  
isteyen ülküdaşların tazyiki galip geldi. Bu erken çıkış   
başlangıçta fazlaca sıkıntı çekilmesine ve bazı sayıların biraz  Orkun'u çıkarmaya girişen arkadaşlar bir meçhule doğru 
zayıf çıkmasına sebep oldu.   adım atıyorlardı. En kötü ihtimalleri bile hesaba katmışlardı. 
  Şimdi, bir yılın sonunda, elde edilen neticeye "zafer" demek 
Orkun Türkçülük tarihinde ve Türkiye'deki basın tarihinde  gerekir. Yürünen yolda bazı tatsızlık ve sıkıntılara rastlandı. 
benzeri olmayan bir teşebbüstü. Bunun ruhunu kavramakta  Orkun ailesinin Anadolu'nun muhtelif yerlerine dağılmış 
bazan güçlük çekildiğini gördük. Orkun her şeyden önce bir  olması ve İstanbul'da yazı işleri gibi bazı hayatî işlerde 
ülkü hareketidir. Kökü, hareket noktası, varlığındaki hikmet  devamlı yardımı dokunabilecek bilgi ve tecrübe sahibi 
Türkçülük ülküsünü ilerletmek ve muzaffer kılmaktır; bu  ülküdaşlardan pek az kim‐senin bulunması Orkun için en 
uğurda gereken her feda‐kârlığı yapmak, hiç bir gayreti  büyük talihsizlik ve sıkıntı' kaynağı oldu. Bütün yük sayılı bîr 
esirgememektîr. Sonra, Orkun şahıslardan sıyrılmış,  iki arkadaşın omzunun üzerine yığıldı. Şahsî işlerin çokluğu, 
şahısların üzerine yük‐selmiş bir varlıktır. Başlangıçta  bazı aksi hastalanmalar bu durumu büsbütün ağırlaştırdı. 
aramızda kararlaştırdığımız ve titizlikle riayet ettiğimiz  Her şeye rağmen Orkun aksatılmadı. Fakat bazı sayıların 
prensibe göre Orkun'a verilen bütün sermayeler, yapılan  aceleye gelmesi, gerektiği kadar kuvvetli çıkmaması, ve 
bütün yardımlar, ve para yardımından çok daha mühim  yapılabilecek olan pek çok şeyin yapılamaması pahasına.  
olarak ülküdaşların harcadıkları emekler, ülküye kayıtsız   
şartsız bağıştır. Orkun'a yardımı fazla dokunduğundan  Orkun'un önündeki asıl büyük bahtsızlık, milletçe büyük 
dolayı hiçbir ülküdaş fazla bir hak, hususî bir salâhiyet iddia  bahtsızlığımız, en az çeyrek yüzyıl süren, tarihte görülmedik 
edemez. Orkun takımıyla Türkçülüğe adaktır, ve onun bu  ağırlıkta ve mel'unlukta bir bas ki devrinden milletçe yeni 
yolda ilerlemesinden bütün Türkçüler sorumludur. Elbette  kurtulmaya başlamış olmamızdı. Bu durum, cemiyette hasta 
Orkun'un çıkabilmesi için bir takım resmî şekiller ve  bir bünye yaratmıştı. Yer yer derin bir uyuşukluk, milletin 
muameleler gerekmiştir ve gerekmektedir, fakat mühim  mukadderatına karşı kayıtsızlık, kavrayış ve anlayışlarda 
olan bunlar değildir, mühim olan Orkun'un tohumunu ve  donukluk, bazı sabit fikirlere körü körüne saplanış, bütün 
ruhuna teşkil eden ve müeyyidesini bütün Orkun ailesinin  fikir ve neşir subaşlarının millete yabancı ve düşman 
gönüllerine ve şerefinde bulan prensip anlaşmasıdr.   kuvvetlerin elinde bulunması, ve hepsinin kötüsü, ruhlara 
  sinmiş bir korku ve ürkeklik havası. Umumî manzara buydu 
Tatbikatta "bütün Türkçüler", Orkun'un etrafında toplanmış  ve hâlâ budur. Biz bu havanın içinde, bu havanın ağırlığı ve 
olan ve Orkun'a karşı ilgi gösterenler, gelip çalışanlar,  sağırlığı içinde, yurdun her tarafına dağılmış, ülküsünü 
benimseyenler oluyor. Daha da dar olarak, Orkun'un yolunu  gönlünde gizleyen, bizim gibi duyan ve bizim gibi düşünen, 
çizenler bunlardan tesadüfen o anda yani bir iş yapılacağı,  bizim gibi susan ve ümit besleyenler olduğunu tahmin 
bir karar verileceği sırada İstanbul'da ve derginin başında  ediyorduk. Kaç kişi olduklarını bilmiyorduk; belki beş on 
bulunanlar oluyor. Mektupla fikir danışmak ve tavsiyelerde  kişiydi, belki yüzler ve belki binler. Fakat her halde tek tük 
bulunmak, bazan faydalı oldu; fakat çok kere işi derhal  ve her halde bulundukları yerde yalnızdılar. Çoğu Türklük 
yapmak gerektiğinden o anda derginin başında kimler varsa  sevgisini içinde bir sır gibi saklıyor, belki ancak bazı hayaller 
veya hangi tek ülküdaş bulunuyorsa, o işi kendi görüşüne  kuruyor, bir gün bir şeyler yapmağı, yahut birinin çıkıp bir 
göre ülküye nasıl en faydalı olacaksa Öyle yapıverdi. Esasen  şeyler yapmasını ümit ediyordu. 
Orkun'da ilk baştan beri şekillere ve resmiyete az   
bağlanmak, daha ziyade teşebbüs ve sorumluğu üzerine alıp  (Devamı gelecek sayıda)
işi yürütmek ruhu hâkim olmuştur.   İDAREHANE 
   
Orkun'un çeşitli işlerinde emeği geçen ve sorumluluk    BEŞİKTAŞ, YENİMAHALLE DERESİ SO. NU: 3 
taşıyan arkadaşlar bir yıl içinde birçok kere değişmiştir.   
Muhtelif sayıların yazı bakımından tertibini de ayrı ayrı  İSTANBUL
arkadaşlar yapmıştır. Bazı sayılar birkaç arkadaşın (hattâ   
bazan çekişerek) hareketi ile çıkmıştır. Bazı sayıları tek bir  IŞIL ‐ MATBAASI 
arkadaş yalnız basma çıkarmıştır. Yazı işleri bakımından bu 
satırların yazarı bütün sürece derginin imtiyaz sahibi ve 
neşriyat müdürü sıfatını, dış âleme karşı, taşımıştır. 
Anlaşılan meslekçe avukata 
 

www.atsizcilar.com  Sayfa 14 
 

You might also like