Professional Documents
Culture Documents
Yıl: 1, Sayı: 2 Sahibi ve Müdürü: H. Nihâl 15 Haziran 1931
Gençlik ve Mefkûre
Bundan beş yıl önce idi. Bütün yaşlı insanlar ve bütün istiyordu. İtalyan devletinin başındaki adam kendi
dünkü nesiller adeta hep bir ağızdan dile gelmişler, milletinin ve gençliğinin ruhunda ve imanındaki
gençlikten şikâyete başlamışlardı. Bir heykel sükûneti zaafları yakından görerek onlara karşı tedbirler alır ve
ve sessizliği ile karşıladığımız bir sürü hücumlarda maneviyat aşıları yaparken, bizim büyüklerimizin bu
bulunuyorlar ve nasihat dolu konferanslar yufka yürekli gençliği örnek göstermesi ne kadar acı
veriyorlardı. Bilmeyiz ne oldu? Bu büyük davalı ve idi. Her hayat gibi Hayat mecmuası da öldü. Bize
büyük tavırlı insanlar artık sustular. Her biri bir derde mefkûre telkin eden bu mecmuada mefkûreden
veya keyfe daldı. Daha mühim işlerle uğraşmaya başka her şey vardı. Fakat bugün yine biz onu hayırla
başladılar; anlaşılan ateşli hitaplarla haykırdıkları ve hürmetle yad ediyor ve Allah rahmet eylesin
gençliğe nasihat etmekten vazgeçtiler. diyoruz.
*** ***
Hiç unutmuyoruz ve unutmayacağız... Yine o sıralarda ve yine o mecmuada idi. Merhum Gök
Alpın boş ve ıssız bıraktığı kürsüye tırmanan bir
Merhum "Hayat" mecmuası yeni çıkmaya başlamıştı. Fransız lise hocası, Türk gençliğine mefkûreden ve
Daha ilk musahabelerini yazan muhterem bir sabık mefkûrecilikten bahsediyordu. Sessiz ve yaygarasız
müderris bize İtalyan gençliğinin idealizmini örnek sükûnetin kuvvetini göremeyen, bizi bizden çok sever
olarak gösteriyordu. Bu, dünkü nesilden olan zat, görünen bu yabancının yaveli nasihatlerine de
şüphesiz duygusunda samimi idi. Fakat nedense gülümsemiştik. Türk yavrusu bu kadar duygusuz, bu
bizim, harikalar yaratan bir milletin çocuğu kadar görgüsüz ve bu kadar kimsesiz mi idi?
olduğumuzu unutuyor, bizim büyük birer fedakârlık
örneği olan şehit ağalarımızı unutuyor, sessiz ve adsız ***
halk kahramanlarımızın delik deşik olmuş göğüslerini
ve vatan için bol bol dökülen kanlarını unutuyordu. Bize yüksek duyguları ve yalnız bizim milletimize
Bize asil ve yüce örnek olacak kahramanlar onlardı. mahsus olan mefkûre uğrunda ölmek aşkını öğretecek
Bize destanlar dolduracak büyük örnekleri insanlar Fransızlar mı idi. O Fransızlar ki, beşeri
göstermesini unutarak, İzonzodan kaçan ve o hukukta müsavatı ilan ettikleri günden itibaren
sıralarda Anadolumuz için hülyalar kuran İtalyan istilaya başlamışlar ve daha dün demokrat ve sosyalist
gençliğini örnek yapmak Fransa namına Suriye'deki mirasımıza
www.atsizcilar.com
Sayı: 2 ATSIZ MECMUA Sayfa: 2
Yakın tarih ve geçen kanlı sahneler bize en büyük okumalı ve bu çeşit kitaplardaki tatlı seraplara ve
birer derstir. Herkese gönül verir, herkesle sevişir ve pembe renkli hülyalara dalmalıyız. Bakınız ne zavallı
herkesin sözünü dinleyebiliriz. Fakat bu herkes gençlerdik. Kafamızda bir şey mevcut olmadığına
hudutlarımızda bekleyen ve kara gözlerimize âşık inananlar bulunduğu gibi, böyle abur cubur
olmuş görünen milletlerin adamlarından biri olmamak doldurmak isteyenler de çıkıyordu.
şartıyla. Bu genç müderris de telkinlerini kâfi gördü
veya körlüğümüze kani oldu ki, nedense artık sustu. Nihayet, bizi çok düşünen bir edibimiz vardır. Rahmeti
Şu Türkçe atalar sözünü şimdi bile ona hatırlatabiliriz: yazdığı için, biz ona rahmet okuruz. Fakat o bizi hiç
Yaranı yabana sardırma. Ve mutlak nasihat vermek ve sevmez. Büyük harp senelerinde tam bir fizyolojik
telkin yapmak isterse Suriye'deki zavallı Arap yavruları sefalet içinde süpürge tohumu yiyen ve kuru bakla ile
bunlara bizden çok muhtaçtır. Bunları onlara beslenen bizim neslimize düşmandır. Kısa boyuna
duyurmak ve onları yükseltmek ne kadar büyük bir rağmen, başı yüksek dağlar gibi dumanlı ve
insanlıktır. rüzgârlıdır. Aklına estikçe bize çatar, Onunla da
kalmaz Türk tarihinin "ziyneti" olan İstanbul'a
*** küfreder. Hatta o kadar büyük ve şehadetnamesiz bir
ruh hastalıkları mütehassısıdır ki, dejenere bir nesil
Yine o sıralarda idi İzmir'de yeni bir mecmua çıkmaya olduğumuza bile çoktan hükmetmiştir. Bereket versin
başlamıştı. Bu mevkutenin baş sayfasını dolduran bir ki biz onun bunları ciddi olarak söyleyeceğine
lise müdürü, bizi yani bugünün: gençliğini inanmaz ve gülümseriz ve biliriz ki herkes ihtisası
mefkûresizlikle itham ediyordu. Hayret ediyorduk, bu haricine çıkınca sudan çıkmış balıklara benzer.
samimi ve ateşli insanlar neden bu kadar geç Çırpınır, çırpınır ölür, yalnız hatırlatmak isteriz ki
kalmışlar? Yangından sonra gelen itfaiye gibi gösterişe gazete sütunlarındaki makalelerle halka telkin yapılsa
dalmışlardı. Bu kadar mefkûreci ve bu kadar ateşli bir da gençliğe mürşitlik olmaz.
nesil nasıl ol‐muş da Abdülhamit’in istibdadı ile
zehirlenmiş bir vatan havasını teneffüse razı olmuş ve Beş yıldan beri, bu belli başlıları ve bunlardan sonra
nasıl olmuş da on yıl içinde büyük bir Türk birçokları, gençlikten ümidi kesilmiş görünen insanlar
imparatorluğunun yıkılmasına göz yummuştu? Genç acaba haklı mıdırlar? Bunu zaman ispat edecek ve
yaşlarında kendilerinde mevcut olmayan şeyi bizde de bilhassa sağ kalmalarını dileriz, ihtiyarlıklarında çok
yok zannediyorlardı. şey göreceklerdir. Her şeyi bir tarafa bırakarak onlara
yalnız şu kadar söylemek isteriz ki: gençliği kafasızlık
ve mefkûresizlikle itham etmelerinin bir zararı olmuş
Yine o yıllar içinde idi. Senelerden beri insaniyet aşkı ve bazı gençler daha çocukken bazı şeyler duymak,
ile tutuşan ihtiyar bir doktorumuz, "Harp ve sözde öğrenmek ve gaye edinmek hevesine kapılmışlar,
iyilikleri" adlı bir ki‐tap neşretmişti. Bilmeyerek bize ayaklarına ve kulaklarının dibine kadar gelen
en büyük fenalığı yapıyor, samimiyetine kurban propagandaları bir şey sanmışlardır. Bir fikre kulluğun
oluyor, bizi yeryüzünde tutan en büyük ve mefkûreciliğin herkes tarafından tavsiye edilen bir
mesnedimizden yani harptan soğutmaya ve savaş yeni moda olduğunu gören bazı gençler, daha mektep
kabiliyetimizi düşürmeğe uğraşıyordu. Evet, bize sıralarında iken kızıl seraplı rüyalara dalmışlardı;
böyle kitaplar da lazımdı. Biz böyle kitapları da zamanı ve sırası gelince bu yeni modanın tarihçesine
okumalıyız. Fakat ancak İngiliz imparatorluğu de bir kuş bakışı ile göz gezdireceğiz. Bugün yalnız şu
yıkılmalı, üzerinden iki yüzyıl geçmeli; yeni bir kadar söyleyelim
emperyalist doğmazsa o vakit
www.atsizcilar.com
Sayı: 2 ATSIZ MECMUA Sayfa: 3
bu ihtiyaçların tedavisi için tam bir iman, tam bir yecektir. Kafamızda ve kalbimizde bir şey olmadığını
kültür ve tam bir teknik ile çalışmaya and içmiş ve ve olamayacağını zannedenler müsterih olsunlar.
umumi harpte yetişmiş bir nesil vardır. Bu nesil icap Henüz Namık Kemal unutulmamış ve Gök Alp'in
ettiği zaman, bu uğurda kanını dökmekten de kemikleri çürümemiştir.
çekinme‐
Boz Kurt
Türk Destanının Tasnifi II
Umumiyetle Türklerde destan devri yani hayata O Avrupa'da sanayiin inkişaf ve buhranları esasında
destanı devirlerde yaşayan milletlerin gözüyle zuhur edeceği muhakkak olan çarpışmaları daha fazla
bakmak ve muasır büyük hadiseleri destan şekline alevlendirecek ve güçleştirecektir. Onun ileriki rolü
çevirerek yaşatmak zamanı, tabiîdir ki geçmiştir. yalnız budur.
Başka milletler gibi Türk milleti de asri içtimaî ve siyasî
umdelere tapmaktadır. ***
*** Üç cereyanı temsil eden Briand, Stalin ve Musolini gibi
tipler zahiren millî gürünmekle beraber şüphesiz
Bütün cihanın efkâr‐ı umumiyesinde ise iktisadî ve internasyonal kuvvetler ve zümrelere istinat
içtimaî umdeler artık tamamıyla hâkim olmuştur. etmektedir. Bir millî destan kahramanı "Demâvend"
Bugün dünyada akıl ve mantığı bütün sınıfların ve tepesine çıkıp ta milletine "ben bugün atımı nallattım;
zümrelerin hürriyetini hâkim bulundurmak isteyen üzerinde seğirtip kılıcımı kanla lâl yapacağım" [1]
"demokrasi" ile amele sınıfı namına yapılan terörle dediği zaman o milletin. Bütün efradı, sınıfları,
bütün diğer sınıfları imha ederek sınıf diktatörlüğü aristokrasisi ve proleteryası ona taparak heyecanla
yerleştirmek ve bütün insanların iktisadî ve içtimaî "evet" sen cihan kahramanısın ve biz de köleleriniziz
hayatım bu sınıfın (zümrenin) kurduğu veya kuracağı Sana inanıyoruz; hayatımız sana merbuttur." [2] diye
disipline ateş ve demirle icbar etmek isteyen bir ağızdan bağırmak zamanı Avrupa için geçmişse
"komünizm," mücadele halindedir. bizim için de geçmiştir. Bizde de zamanın
kahramanları, medeniyet âleminde hâkim içtimaî
*** umdelerden birinin müntesibi bulunmak lüzumunu
duyuyorlar. Fakat Avrupa'da sınıflar çok uzun sürecek
Komünizm tehlikesine karşı mücadelede olan mücadelelerine tutuşurlarsa, kim bilir belki "eski
demokrasinin zayıflığını bahane edinerek meydana millî destanlar" Türk ve Çin gibi milletlerin ' İşine
atılan "Faşizm"in alacağı yol karanlık ve şüphelidir. yarayabilir.
Cihanşümul bir şekil almak için bugün daha' çok
demokrasi sistemine düşman kesilen ve onu ezmek Bugünkü ahval ve şerait eski Türk
için müstakbel bîaman düşmanı komünizmle ittifaka
hazır olduğunu gösteren Faşizm mektebi müthiş ____________________
ihtiras ve müfrit şovenîzmden mülhem olmaktadır. [1] Firdevsî'nin Şehnamesinden.
Fakat bu hareket de millî değildir. Bu da bir [2] Aynı eserden.
"İnternasyonal" şovenizm'dir.
www.atsizcilar.com
Sayı: 2 ATSIZ MECMUA Sayfa: 4
destanlarını tasnif etmeğe ve bunları millî terbiyeye Milletimizin münevverine mazisini oldukça muntazam
esas edinmeğe birçok cihetten müsaittir. Fakat müsait bir şekil vererek anlatmak yolunda hizmeti dokunan
olmayan bazı enfüsî cihetleri de vardır. Onun en bir zat Fransız Yahudisi Leon Cahun'dur. Gerek "Asya
mühimi de millî benliğimizi, mazimizi anlayış hususun‐ tarihine methal" inde ve gerek Lav isse ve Rambaud
da bir istikrarın daha husule gelmemiş olmasıdır. Biz tarihindeki hülâsasında bu zat Türkleri medenî
biliyoruz ki Homer, Firdevsî, Lönnort eserlerini tertip teşebbüsten mahrum bilmekle beraber kahraman
ettikleri zaman Yunan, İran, Fin milletlerinin mazileri gösterdiğinden fikirleri herkesin hoşuna gitmiştir.
hakkında, doğru veya yanlış olmakla beraber, bütün Türkçe tercümesiyle garp Türklerinden Necibasım Bey
millet efradının inandığı bir tasavvur, taslak vardı, meşgul olduğu gibî, Ufa'da da aslen şimalî Kafkasya
hele İranlıların tarihi yalnız kendileri için değil diğer Türklerinden olan Ceneral Şeyh Alinin kızı Meryem ve
komşu milletler, meselâ Araplar ve Türkler için bile oğlu Davut meşgul olmuşlardır. Ve el yazısı halinde
hatları malûm ve muayyen bir manzume şeklini birçok adamlar tarafından okunmuşur. Leon Cahun'un
almıştı. O tarihin esas hatları Tabari, Sa'âlebî, Hamze'î eserinden ilham alan münevverlerden Ziya Göalp
İsfahanı, Deyneverî, Kuteybe, Firdevsî, El‐Bîrûnî ile muhtelif ilk makalelerinde, Akçura oğlu Yusuf Çingiz
Moğol zamanındaki Türk ve İranlı müverrihler ve tarihine ait Türk Yurdu mecmuasında neşrettiği
Neva: gibiler İçin hep birdi. Evet bütün Asya'ya hâkim konfranslarında, şimdiki Londra sefiri Ferit Bey umumî
bulunup bütün şark millelleri bize benzemeğe Türk ideolojisine ait, müstear atla neşrettiği risalede
çalıştıkları bir devirde, yani başkaları İçin moda ve daha diğer birçok zevat oldukça doğru bir nazar
olduğumuz zamanlarda bizde de tessüs etmiş bir mîllî telkini yolunda çalışmışlardı. Fakat bu nazar da
tarih taslağı vardı. O Türk tarihi Oğuz Handan başlıyor, taamüm edip yerleşmemiştir. Hatta Leon Cahun'ü
doğru Çingîz'e ve oğullarına ve sonra Aksak Temür'e Türklere ilk tanıtan Necibasım bey sonradan
geliyordu. Reşîdüddîn, Hafız Ebru, Uluğ Bey, Mîrhond, tamamen başka fikirler söylemiştir. Meselâ Türk
Hondmîr, Şeref eddîn Yezdî, Nasrullâhi, Muhammed Yurdu mecmuasında (1340 sayı 2) "Anadolu'da Türk
ibn Velî, Ebülgazi gibi müelliflerin kabul ettikleri bu satvetini kıran Moğollar'dır. Moğol istilâsı Anadolu'yu
taslak Şems‐i Gâşanî'nin yazma destanına esas olmuş maddeten ve manen geri gütürdü. Türkler hâlâ âli
ve halk içindeki Şifahî destanlara da tevafuk etmiştir. Cengiz oyununu unutmamışlardır. Yıldırım Bayazıt
Anadolu'nun birliği lüzumunu anladı. Demirleng
Benim küçük kütüphanemde "Türklerde milli tarih çıkmasaydı Anadolu birliği ve İstanbul fethi yarım asır
telekkisi" dosyası vardır. Türklerde millî tarih yazan evvel olacaktı" diyor. Keza yine aynı yıl Türk yurdu
yahut o yolda düşünen fikir sistemlerini toplamaya mecmuasında (sayı 4‐5} Sadri Maksudi Bey dîyor ki:
çalışıyorum. Bugüne kadar topladığım mevat pek de "Temür Kıpçak Türklerini, Toktamış'ı ve Türkiye
memnuniyet verici değildir. Hatta bu evraka bakılırsa sultanı Bayazıd'ı mağlûp etti; Türklük bundan pek çok
mîlletimizin edebiyatını, fikrî hayatını yaşatan kaybetti. Temür'ün galebeleri Türklük için bir tahribat
münevverlerin arasında milletin mazisi hakkında oldu. Kıpçak Türkleri'ni istiklâline mezar hazırlayan
tebellür etmiş bir fikir yoktur denilebilir. Temür olduğu gibi küçük Asya Türklerini de tehlikeye
düşüren bu Türk'tü".
Acaba Osmanlılar elli yıl önce yürü‐
www.atsizcilar.com
Sayı: 2 ATSIZ MECMUA Sayfa: 5
yüp, Avrupa'nın o zamanki uzun harplerle meşgul zumesini kıran Suriye ve Mısır ülemasıdır, Fatih
olmasından istifade ederek, hatta bütün Avrupa'yı devrinde bile Çağatay medeniyeti âşıkı olan
fethetseler ne kazanırlardı. Rönesans yine olurdu. Osmanlıları yoldan çıkaran hattâ Kazan Türklerine bile
Böyle istilâlar Ba‐yazıt'tan birkaç asır önce birkaç defa tesir eden onlardır. Çingizi "cehennemi" , Temürü
yapılmıştı, onlardan birşey kazanmamış, kaybetmiştik. "fâsık hatta kâfir" diye Türk tarihinden sümek isteyen
Vaktiyle Hun ve Avarların, Peçeneklerin Kazanlı müverrih "Şahabeddin Mercanı" halk içinde
hareketlerinde olduğu gibi Bayazıt da muvaffak olup yaşayan Çingiz ve Temür des‐tanlarına isyan ediyor,
Atilânın alamadığı Paris'i fethetse bile oraya ve bunlara istinat edip tarih yazanları tel'in ediyor.
götürdüğü Türkler merkezî Avrupa kavimleri arasında Ona göre "Temür" "kesmek ve kırmaktan, zulüm ve
kaybolup giderdi. Rusların kuvvetlenmesi Temür'den gadirden başka bir şey bilmeyen hunhar, zalim ve
değil, Avrupa deniz ticaretinin şarkî Avrupa'ya fasiktir. O Padişahı İslâm olan Bayazıd'ı mağlup etti.
istilâsından, Novgorot ve Moskova gibi Rus Onun hiç bir amelînde kâr‐ı hayrı yok. Bütün hayatını
şehirlerinin ticaret merkezleri halini almasından ileri sefk‐i de‐ma', gareti emvali nâs, ihlâk‐i hars ve nesil
gelmiştir. Mademki Türkçülük dava ediliyor, ne için île geçirmiş ve kendi fisku fücurunu kâ‐seleyslere
Çin hududundan Akdeniz'e, Pişaver'den Moskova'ya methettirmiştir. Bu sözlere inanmayanlar Bedreddin
kadar bütün Türk Ellerini birleştiren Temür için değil al Aynî, Şeyh Şahabeddîn İbn Haşer al "Asklânî,
de Temür'ün istihlâf ettiği İlhanlı devletinin Şemseddîn Secavî, ve İbn Şalına emsali huffaz ve
vilâyetlerine (Sivas ve Malatya'ya) tecavüz eden bir ulemayı nizam ı Harameyn ve Mısır ve Şam ve Rum ve
Anadolu Beyi için ağlanıyor? niçin Bayazıt, Irak tesanif‐i muteberlerinden görsünler, buna da
Anadolu'nun o zaman Temüre iltica ve iltihak eden kanaat etmezlerse Ah‐med İbn Arabşahın kitabını
diğer beyliklerine tercih ediliyor? Temür ve oğulları mütalâa etsinler". "Hafızüddin bezzazı Timur‐i a'recîn
garbı Türkistan'ı Kıpçak'tan ve diğer yerlerden küfrüne fetva vermiştir."
getirdikleri Türkler'le iskân ettiler. Yalnız Semerkant'la
Cızah arasında 49‐000 kilometre yeri İskân edip Türklerin millî tarih telekkisini ve millî destanını
Türkleri zira‐ata alıştırdılar. O güne kadar Farisî konu‐ kıranlardan biri de Safevîlerdir. Bunlardan Türk
şan garbî Türkistan şehirlerini Türkleştirdiler. Güzel destanı yerine Türkler arasına Şi'a ve İran destanını
Türk mimarîsini semalara çıkardılar. Türk edebiyatını sokmuşlar, Çengizîlere düşman olduklarından onlara
yükselttiler. Türk mimarîsi ve minyatürcülüğü ait menkıbelere karşı (meselâ Horasan'da) ilânı harp
İstanbul'dan başlayıp bütün Asya İslâm âlemi için etmişlerdir. Neticede İran Türklerinde millî Türk tarihi
numune oldu. Bunlar mademki Türkçüdürler, niçin bu telekkisi namına bir şey kalmamış denilebilir.
zatın Sivas'ta boğdurduğu 4000 Ermeni için matem
tutuyorlar(1) ve neden Osmanlı vakanüvislerinin ve ____________________
saray dalkavuklarının ahiren neşrettikleri "Ali Cengiz (1) Mehmet Ata Bey, Hammer tarihi tercümesinde
oyunu"na ve Tîmurlenk'le alay eden anekdotlarına (c. 2. s. 44) Sivas'ta öldürülen Ermeniler hakkında bu
kıymet veriyorlar? Niçin Anadolu'da ve bilhassa dört bin Ermeninin Sivası ehl‐i islâmla birlikte
Azerbaycan'da Çingiz ve Temür'ün yaşayan müdafaaları bu milletin daha o zaman muhabbet ve
ananelerine ehemmiyet verilmiyor? vazife‐i vataniyye hissinde iştirak Itrini isbat eder"
diyor ve bunu "ittihad‐ı Osmaniyyenin kemal‐i husulü
*** için bir vesika‐i cedide add" ediyor, Bu müellife göre
Sivas'ın nüfusunun az olması da o Temür katl‐i amının
Türk destanı yaşadığı zaman Türklerin kafasında halbuki katl‐i âm filân burada kat'iyyen vaki olmuş
yerleşmiş olan mîllî tarih man‐ değildir) neticesi imiş.
www.atsizcilar.com
Sayı: 2 ATSIZ MECMUA Sayfa: 6
Türk destanının bel kemiği Oğuz ve Moğol lerini bugün Avrupa ve Çin menbalarından
ananeleridir. Yaşayan destanın en kuvvetlisi ve öğrenmekte olduğumuz Hım, Gök‐Türk ve
zengini Moğollar devrine aittir. Moğollara, Çingiz, Karahanlılara aittir. Halbuki bunlar bizim
Temür, Toktamış ve Bayazıda karşı noktayı nazarları, kafalarımızda daha muntazam bir silsile halinde
eski Türk destan telakkilerine göre doğrulmadıkça yerleşmemiştir. Maamafi ben, destanın bugün kabil
millî destan enkazını umumî Türk mikyasında tasnif olan tasnif şekilleri hakkında mutalealarda
müşkül olacaktır. Yalnız bu mu? Destanlardaki bazı bulunmanın zamanı olduğunu zannediyorum.
tafsilât, tarih‐
Prof. Ahmet‐Zeki Valîdî
***
Yazan: Özbek Musikisi Türkçe'ye çeviren:
Viktor Belayef Abdülkadir
"M. Viktor Belayef" orta Asya Türk musikileri Uspenski tarafından 1923'te keşfolunarak halledilmiş
hakkındaki neşriyatını göndermekte devam lütfünde ve okunmuştur.
bulunduğu için, tercümelerini bildirmekte istical
ediyoruz. "Türk yurdu"nun Mart ve Eylül 1930 ***
nushalarında çıkan iki makalesi malûmdur. Türkiyat
Enstitüsü asis tanlarından Abdülkadir B. tarafından Harzem notasyonu bir nevi hususî aletî tabulatura,
Rusçadan tercüme edilen atideki makale, "Sovyetski yani amelî nota yazısıdır, muhterii tarafından, klâsik
Teatr" [No.7, 1930 Moskva] mecmuasında çıkmıştır. Özbek musikisinin "Şeş makam" denilen, büyük, altı
adet ve aletî ‐ savtî ( suite ) lerini tespit maksadı ile
Kösemihal zade meydana getirilmişti. "Şeşmakam"ın menşeî meselesi
Mahmut Ragıp şimdiye kadar izah olunmamıştır. Mamafih, bazı
emarelere göre, (ki, en başta, üç telli Özbek
*** tanburasının ses dizisindeki "bitaraf tertsia" gelip
Harzem notası buna göre icat olunmuştur) Özbek
Bugünkü Özbekistan, orta devir büyük şark klasik musikisinin VIII'inci asırda Bağdat'ta meşhur
medeniyetinin inkişaf bulduğu sahayı tutmaktadır. halife Hârûn el'Reşîd sarayında kullanılan Arap‐Acem
Merkezi Hıyva (eski harzem), Buhara ve Semerkant musikisi ile aynı kökten geldiğini sanabiliriz. Hârûn
idi. İlk yüksek islâm medreseleri bu medeniyet Reşîd tarafından zindana atılan meşhur musiki
sahasında meydana gelmiş ve İbn Sînâ (930‐ 1037), nazariyatçısı acem Zalzal (vefatı 791), telli aletlere ilk
Farâbî ve diğer birçok islâm uleması bu hittadan defa "bitaraf tersiâ" ve "sekstâ fasılalarını (ki, büyük
çıkmışlardır. Alelûmum fikrî hayatın inkişafı sırasında ve küçük tersiâ ve sikstalar meyanmdadırlar) idhal
musiîki san'atı da yükselmişti. Bu ilerlemiş san'atın etmişti. Asıl "şeş makam" sistemine gelince, bunun
izleri, bugünkü Özbekistan'da yalnız ağızdan ağıza nazarî cihetten izahını, Azerbaycan'daki Urmiye'den
intikal suretiyle değil, birçok mecmualarda "Harzem neşet edip Bağdat'ta yaşayan XIII'üncü asırdan
notası" denilen nota ile vazıh olarak da saklı meşhur Safîyeddîn'in nazari eserlerinde aramalıdır.
kal"mıştır. Harzem notası, orta Asya musikisinin
müdekkiki meşhur V. A. ***
***
www.atsizcilar.com
Sayı: 2 ATSIZ MECMUA Sayfa: 7
Orta devir orta Asya'sının en kıymetli musiki kültür az ehemmiyet verilmemektedir. Musikişinaslar,
abidesi sayılan "şeş makam" hakkında biraz izahat ekseriya, "usul" müelliflerinin hatıralarım melodi ve
vermemiş faydalı olur. Yukarda kaydettiğimiz veçhile, piyes müelliflerinin hatıraları yanında
bu e‐ser, altı büyük "Suite"in heyeti mecmuasıdır. Bu saklamaktadırlar.
süitlerin her biri hususî melodi tarzına göre yazılmış
olup, "şeş makam" adı bundan ileri gelir; farisî isimleri Özbek musikisindeki şekil [forme] hususiyetlerine
şunlardır: Büzürk, Rast, Neva, Irak‐Dügâh ve Sigâh.. gelince: Bu da, mezkûr musikinin tek sesli [unisson]
Klâsik Özbek musikisinin yalnız bu "şeş makam"a haline, ve melodisinin ritim fonu ile iktifa etmesine
münhasır kaldığını sanırsak yanılırız, 1923 senesinde rağmen, çok zengin bir şekilde işlenmiştir. Buhara
V. A. Uspenski tarafından eski Buhara'da tespit ve rivayeti olan "şeş makam"ın her makamında yirmiden
Buhara maarif vekâleti tarafından neşredilen "şeş otuz sekize kadar parça sayılıyor. Harzem rivayetinde
makam" ile onun dallarını dikkatle tetkik neticesinde ise daha çoktur. Bu kıtaların bazısı esas olup,
görüyoruz ki, "şeş makam" in tonalite sistemi, birçok bazılarına da lâhik kısım [ episode ] halinde rastgelinir.
Arap‐Acem makamlarının karışmış bir mecmuasıdır;
esas altı makamdan başka, Uşak, Bayat, Çargâh, "Şeş makam"ın bütün bu teşekkülâtı gösteriyor ki,
Acem, Pençgâh, Hüseynî, Azal, Muhayyer, Hara, Evç, devri [ cyclique ] haldeki mezkûr makam teşekkülü,
Sabâ ve diğerleri de bu şeş makama nisbet Bab ve Hendel'in eserlerinde inkişaf kemalini bulan
edilmektedirler. Harzem rivayetinde ise, ayrıca Avrupa (Sui‐tes) lerinin aslı [Prototype'i] dır. Avrupa
Mahürân, Hicaz, ve Nevruz Hara mekamları da "şeş musikî kültürünün Arap‐Acem musikisinin yükselmişi,
makam" dan sayılıyorlar. Bundan başka, Harzem bu sonuncuların ise eski Yunan musiki kültürünün
rivayetine göre, "şeş makam" ıstılahı da Buhara inkişaf bulmuş safhafarından ibaret olduklarına "Şeş
rivayetinden başkacadır. Özbek klasik musikisinin bu makam" meselesi yeni bir delil teşkil etmektedir [*].
pek karışık ve mudil makamlar sistemini izah maddesi Şark musikisine ve onun en eski kültürü olan Özbek
müdekkik için gayetle cazip bir iştir. Fakat klasik musikisine işte bu noktadan bakılacak olursa,
hallolunabilmesi de bir o kadar güçtür. "Şeş musiki kültürünün mühim abidesi olan "şeş makam"
makam"ın ritim sistemi de makam sistemi kadar tetkikatı‐nın bizim için ne kadar meraklı bîr mesele
karışıktır. Altı madam her biri kendine mahsus bîr olduğu anlaşılır. Musiki tarihi noktasından
ritim formülü üzerine tasnif edilmiş bulunup bu ehemmiyeti pek büyüktür. Çünkü, şifahen nesilden
formüller "usul" sistemini alır. Uspenski'nin tespit nesile geçmek suretiyle Özbekistan'da saklı kalan "şeş
ettiği Buhara rivayetince, "usul"ler yirmi sekiz tanedir; makam"ın notaya alınmasıyla, eski arap ve acem
bazılarının isimleri bu‐gün unutulmuştur. musikî nazariyatçılarının notaya tespit etmedikleri
eserlerini ele geçirmiş olacağız.
***
***
Özbek vurgu sazında ( daire ), usul, bir rîtim
çizgisinden başka bir şey değildir; asrı notada (1) ilâ İlim ve kültür tarihi noktainazarından ehemmiyeti
(16) ölçülük yer tutar. Özbek musikisindeki usullerin anlaşılan "Özbek klasik musi‐
miktarı hakikatta yalnız 28 tane olamazdı; netekim
fazlaları vardır. Üç basit usulden müteşekkil mürekkep ________________
usuller de vardır. Meselâ, "Seh usul", Muhammes, (*) Bu hakikatisin ben de öteden beri yazıp son defa
Zerifşan ve Nimsakilgibi üç basit usulden mürekkeptir. "Anadolu türküleri" ve = "Şarkî Anadolu türkü ve
Şark musikisinde umumiyetle olduğu gibi, Özbek oyunları" atlı kitaplarımda da müdafaa etmeni
musikisinde de, ritmik icatlara melodi icatlarından üzerine bir haylı itirazlara uğradığım malûmdur.
daha (Mahmut Ragıp).
www.atsizcilar.com
Sayı: 2 ATSIZ MECMUA Sayfa: 8
kisî" son derecedeki muhafazakârlığı ile de temeyyüz Eichhorn'dan sonra, ta "teşrinievvel inkılâbı"
ediyor. Birçok noktalar onu bu inkılâp asrından zamanına kadar, Özbek halk musikisine dair hiç bir
ayırmaktadır. Bu pek tabiidir de Çünkü, orta Asya mesaî bulamıyoruz. İnkılâptan sonra Özbek halk
müstebitlerinîn saraylarında inkişaf bulmuş, eski dinî musikisiyle uğraşan Uspenski ile Mironof'un mesaileri
merasimle alâkasını ve kâinata karşı olan mistik ise bugüne kadar neşrolunmamıştır. Yakın günlerde
nazarını kaybetmemiştir. Özbek (halk musikisi) ise, bu Mironof tarafından çıkarılan "Özbek Musikisi" nam
dinî ve tasavvufî hususiyetlerinden arîdir. eserde yalnız klâsik Özbek musikisi numuneleri
gösterilerek halk musikisine hiç yer verilmemiştir.
Halk musikisi de epeyce inkişaf kazanmış bir san'attır. Şüphe yoktur ki, Özbekistan müdekkikleri ve musiki
Menşei itibarıyla göçebe hayatına varırsa da, müesseseleri musiki tetkikatı sahasındaki bu boşluğu
tekâmülü, şark şehirinde olmuştur; halk musikisinde yakın bir istikbalde dolduracaklar, klâsik musikî
inkişafın evç merhalesini görmekteyiz. Nevilerinden tetkikleriyle birlikte halk musikisine dair de mühim ve
biri Özbek "vokal lyrik" tarzıdır ki, orta Asya göçebe cîddi eserler meydana getireceklerdir.
kültürü ile birçok rabıtalarını görüyoruz.
Özbek halk musikisinin bizce malûm numuneleri,
İkinci merhalenin Özbek feodalite devri ile rabıtası san'atkârane İşlenmiş ve mühim mevat teşkil
vardır. Bu devirde, karakteristik olarak, cengâverane etmektedirler. Yeni Soviyet musiki kültürü ki şeklen
(askerî) motifler, ve marşlara benzeyen melodiler millî, mündericat itibarıyla ise beynelmilel olması
inkişaf bul‐muştur. Bu nevi melodilerden biri, ki N. N. lâzımdır için de bunlardan istifade olunmalıdır;
Mironof'un mecmuasında " bozalandı" ismiyle bahsi içindeki tenevvü ve güzellik o kadar mebzuldür ki,
geçer Johann Strâuss'ın "İran Marşı" nam eserinde yalnız dosya içinde saklanılamazlar. Bilhassa
istifade edilmesiyle bütün Avrupa'da meşhur Özbeklerde, yalnız kapalı evlerde değil, sokak ve
olmuştur. Üçüncü merhale ise, Özbek san'atkârlarının meydan yerlerinde bile musikinin inkişaf ettiği musiki
temsil ettikleri oyunlarda çalınan kısım olup, orta kültürü sahasında çalışanların gözünden kaçmaması
Asya'da seyahat eden muhtelif seyyahlar tarafından lâzımdır.
"temaşa" namı altında tasvir edilmiştir. Bu musiki,
açık bir surette raksın ifadesidir; vazıh ritîmli, parlak Özbekistan musikisinin zenginliği nisbetinde musiki
ve güzel ifadeli melodidir. aletleri de birçoktur; pek muhtelif ve ayrı ayrı
devirlere aittirler. Klâsik Özbek musikisi "tanbura" ile
Özbeklerin halk musikisi, kesif halk kütlesinin san'atı, çalınmaya tahsis edilmiştir. "Tanbura", Arap‐Acem
ve saray musikisine karşı halkın musikisi olmakla, musiki kültürünün çalgısıdır. [Arap‐Acem klasik
müdekkiklerin daha fazla dikkatlerini celbetmesi nazariyatçılârı bunu "tanbürül‐Horasanı" ve
lâzımdı. Halbuki, büsbütün ihmal görmüş, hatta "tanburül‐Bağdadî" ismiyle anarlar], "Tanbura" Rusya
notaya alınmamış, fonografla da tesbit olunmamıştır. dahilinde yalnız Özbekistan ile Azerbaycan'da
Özbek halk musikîsinin ilk müdekkiki sıfatıyla kalmıştır. 17 perdeli "tar", onun yerine kaim
kapelmayester August Eichhorn zikre şayandır. olmuştur.
Bıraktığı el yazılarında Özbek halk musikisine ait bir
çok mevat vardır. Topladığı mevadda haşiyeler Tanbura, diyatonik bir alettir. Pek hususî bir gam
yazmağa ve tanzimlerine de çalışmış olup, bunlar, verip, bu gamın fennî bir şekilde ve katiyetle tahlil ve
mesaisine ayrı bir kıymet verdirmiştir. tayini sayesinde' Özbek klâsik musikisi tonalite
teşkilâtının ve perde sisteminin halli ancak mümkün
olabilecektir. Târihî malûmata göre, tanburun esas‐
www.atsizcilar.com
Sayı: 2 ATSIZ MECMUA Sayfa: 9
gamı galiba Zalzal'ın bitaraf tersiaları ile sekstalarını ile ahiliye oyun olduğa ilân edilir. Şu suretle, Özbek
vücuda getirir. Mümkündür ki, aşağı ses sıralarındaki orkestrasında, Avrupa orkestrası aletlerinin hepsi var
oktavda 6'ncı perdeye hareket sebebiyle, küçük, demektir. Yalnız, bunlar daha iptidaî, ve Avrupalılar'ın
bitaraf ve büyük setiem de mevcut olsun. Bu ise kullandıklarının prototyplerîdir. Bu da Özbek musiki
çalınan parçanın melodik seyrine tâbidir. kültürünün parlak istikbaline delildir.
Eski Buhara'da, klasik musiki ahengine (tanbür) ile Özbek musikisinin şimdiki vaziyetine ait kısa
"doyra" (daire) den başka, (ney) (dutar), (rebab), taslağımızı bitirirken hakkında başkalarının yaptığı
(hicaz), "kvuz" (kopuz), hatta Acem yahut Azerbaycan tetkikleri de hatırlatmak lâzım gelmektedir.
"tar"ı da iştirak eder. Bu aletlerden her birinin ayrı
ayrı dikkate şayan tarihleri vardır. Cümlesi inkılâptan sonra yazılmışlardır. Yukarda zikri
geçen Uspenskî ve Mironof'un eserlerinden başka
Şimdilik bu cihetten bahsetmeyeceğiz, "dutar"ın en şunlar da vardır: Uspenskî, "Özbek klasik musikisi" (
eski musiki aleti olduğunu işaretlemekle iktifa edelim (Soviyetski Özbekistan) mecmuası 1927). Fıtret,
(iki telli dutara benzeyen alet, Sümerler ile eski "Özbek klasik musikisi tarih;" (1927J.. Molla Bigcan
Mısırlılara ait kabartma resimler de vardır). Dutar Rahmet oğlu ve Mahmut Yusuf Divan zade,
Özbekler'de pek çok yayılmış bir alettir: komşu "Muhtasar Hıyva musiki tarihi" (1927).. Bu eserlerde
göçebe kültürle yani, Kazak ve Türkmen ile Özbekler'i Özbek musikisine ait kıymetli malûmat vardır.
birbirine bağlar. Mustakbel müdekkikier istifade etmelidir' Fıtret, bu
eserde, "Türk millî musikisi meslesi"ni ortaya
Özbek askerî musikisi başka aletlerle çalınır: atmıktadır kî, çok mühimdir.
(Gerünnay), büyük işaret borusudur; (Surnay), büyük
şark obuasıdır. (Nakkare)(XV'inci asır Rus saraylarında Arap‐Acem musiki muharrirleri bu meseleyi ihmal
kullanılan orkestranın takriben aynıdır. Hatta etmişlerdir Müstakbel neşriyat arasında, ilk Özbek
musikişinaslarına da, Rus saraylarında Türkçe olarak halk musikisi ümüdekkiki Eichhorn'un eseri de tenkidi
"gerünnaycı" ve "surnaycı" derlerdi). "Temaşa" larda bir şekilde neşrolunmalıdır.
da bu aletler kullanılır. "Gerünay”
KOŞMA
Dumanlı gözlerim bir hayal arar
Tan vakti ufukta güneş yanmadan.
Her güzel dakikam geçer çabucak,
Tadını içip de gönül kanmadan.
Benim de çok tatlı bir dünüm vardı,
Bir elâ gözleri süzgünüm vardı,
Ömrümde bir gecem, bîr günüm vardı,
Onu da usandım artık anmadan.
Gün olur ufuklar göynümü sıkar,
Gün olur ki göynüm ahımdan bıkar.
Şu yollar hep aynı gurbete çıkar,
Bir pınar başında durup konmadan.
Ömründe gülmedin, rahat bulmadın.
Ölsen de nola ki anılmaz adın..
Hey Atsız yirmi beş yılda kocadan
Başında saçların beyazlanmadan…
www.atsizcilar.com
Geçen sayımızda Sovyetlerin idaresi altında bulunan menistan'a ilhak edilmiştir).
Türk kavimlerinin nüfusuna dair umumî malûmat
vermiştik. Sovyet istatistik neşriyatı dikkatle takip 2) Merv; 3) Aşkabad; 4) Taşauz (sabık Hıyva
edilirse bir‐birini tutmayan rakkamlar verildiği Hanlığından); 5) Çarcuy (sabık Buhara Hanlığından).
görülmektedir. Bununla beraber merkez istatistik
müdürlüğünün de itiraf ettiği veçhile (bakınız: "1926 1926'da yapılan nüfus sayımına göre Türkmenistan
da bütün ittihadın umumî nüfus tarihi", cilt XVI ahalisi 1,001,579 kişidir. Bu nüfus sayımının
mukaddeme; Moskova 1928), bozkır ve kum neticelerini ihtiva eden eser (Vsesyuznaya perepîs
sahralarında yaşayan Türklerin nüfus sayımından naseleniya 1926 goda tom XVI ot. 1) 190 kadar millet
hariç kaldıkları nazar‐ı dikkate alınmalıdır. Şehirli ve gösteri‐yorsa da bütün bu milletler başlıca dört kısma
köylü Türklerin de "Rus Hükümeti" tarafından yapılan ayırabiliriz:
nüfus sayımına şüphe ile baktıkları da malûmdur.
Bunun içindir ki "Sovyetler ittihadı merkez istatistik 1‐ Türkler: 856,546 (bunlardan Türkmenler
müdürlüğü" nün Türk kavımlarına dair neşrettiği 631.920;Özbekler 104,971 kişidir).
rakam ve malûmat ihtiyatla telâkki edilmelidir. Bunun
içindir ki makalemizde birbirini tutmayan rakamlara 2‐ Yerli ve ecnebi Iran unsurları: 24,970.
tesadüf olu‐nursa bu kusur tamamiyle istifade
ettiğimiz mehazlara aittir. Malûmdur ki BÜYÜK 3‐ Rus, Ukraynalı ve beyaz Ruslar; 81,801,
TÜRKİSTAN 1924'ten başlayarak, Moskova
hükümetinin fermanıyla Türkmenistan, Özbekistan, 4 ‐ Moskova hükümeti tarafından getirilen
Tacikistan, Kırgızistan ve Kazakistan adıyla beş Avrupalılar ve Ermeniler: 38,262
cumhuriyete ayrılarak idare edilmektedir. Bunların
hepsine birden Ruslar "Türkistan Cumhuriyetleri" Ukraynalılar ve Beyaz Ruslar kendi ülkelerinde
değil, "Orta Asya Cumhuriyetleri" derler. Ruslardan ayrı millet olduklarını ileri sürüyorsa da
Orta Asya'da kendilerini Rus saymak
1‐ TÜRKMENİSTAN mecburiyetindedirler.
Türkmenistan İran ve Efganistan devletleriyle Avrupalı ve Ermeni muhacirler de ekseriya Bolşevik
Özbekistan ve Kazakistan cumhuriyetleri arasındaki fırkasının müstemleke siyaseti bakımından mühim bir
ülkedir. Eski haritalarda Zakaspi (Mâverâ‐i Hazer) unsur olarak getirilmiş olduklarından bunları da hâkim
vilâyeti adını taşıyan ülkenin sabık Buhara ve Hıyva milletin istinatgahı saymalıyız. Binaenaleyh,
Hanlıkları aleyhine biraz büyümüş olanıdır. Türkmenistan'da Ruslarla beraber yabancı Avrupalı
unsur 120,063 kişi olup aşağı yukarı nüfusun %12 sini
*** teşkil ederler.
İdare merkezi "Aşkabâd" (Rus haritalarında Ashabad) Bu hesaba göre Türkmenistan'da Rusların ve sair
şehridir. yabancı muhacirlerin sayısı 1910 yılındakinden fazla
olmadığı görülüyor. O zaman bu muhacir ve hâkim
Türkmenistan Cumhuriyeti idarî cihetten beş vilâyete milletin nüfusu "Zakaspi" vilâyetinde % 12,2 idi
taksim olunur: (Masalski, "Türkistan" S. 359). Fakat bu doğru bîr fikir
değildir. Çünkü o vakîtki Zakaspî vilâyetine Buhara
1) Kerki: (sabık Buhara Hanlığından Türk‐ Hanlığın‐
www.atsizcilar.com
Sayı: 2 ATSIZ MECMUA Sayfa: 11
dan "Kerki" ve "Çarcuy" ve Hıyva'dan da Taşauz 1910 yılındaki %12,2'nin %6‐7'ye kadar inmesi
ayaletlerî ilhak edilerek Türkmenistan Cumhuriyeti lâzımdı. Demek ki çar hükümetinin otuz yılda iskân
teşkil edilmiştir Bu Kerki, "Çarcuy" ve "Taşauz" edebildiği yabancı muhacirleri bolşevîk hükümeti beş
eyaletleinde (Kerkideki Rus garnîzonu ve 200 kadar yıl zarfında iskân edebilmiştir. 1910 hesabına göre
tüccar ve Çarçuyun istasyonu müstesna) tek bir Rus Zakaspi'de Ruslar 41,02! kişiydi. Cihan harbi arifesinde
yoktu. Bu eyaletlerin Türkmenistan'a iltihakıyla ve harp esnasında ve ihtilâl zamanlarında
Zakaspide Türk unsuru 300,000 den fazla nüfus Türkmenistan'a muhacir gelmemiştir. Türkmenistan'a
kazanmış oldu ki eğer bolşevik devrinde kuvvetli Rus Rus muhaceretini göstermek için şu rakamları
muhacereti olmasaydı mukayese edelim:
Eyalet 1910’da 1924’te 1926’da
Yok Yok 1067
Kerki Rus asker taburuyla beraber
645 743 4922
Tatarlar ve sair Türk unsurları da dahil olduğu halde bütün
muhacirler(Rusyalılar)
Çarçuy 8526 8711 11.261
Türkmestan'ın nüfusca en kesif olan mıntıkaları yahut bir bahane ile imha etmekten başka çare yoktur
vahalardan ibarettir Buralarda yerli ahaliyi kum Türkmenistan'a sevk edilen muhacirlerin fabrikada
sahralarına atmadan bir tek muhacir yerleştirmek amelelik yapması yahut ticaretle iştigali mevzubahis
kabil değildir. olamaz. Çünkü Türkmenistan'da fabrika yoktur.
Ticaret işe hükümet inhisarcıdadır.
***
***
Türkmenistan'a bir Avrupalı gelip de göçebelik
edemez. ____________________
(*) 1924 yılına ait rakam "Materialî po rayonirov Sr.‐
*** Azii" nam eserden alınmıştır.
(Taşkent. 1926; I, 165; II, 102)
Binaenaleyh bunu yerleştirmek için köylü yerlilerin su
ve toprağını alıp kendisini kum çölüne sürmek Abdülkadir
www.atsizcilar.com
Sayı: 2 ATSIZ MECMUA Sayfa: 12
Bugünün Silahlarından: Radyo
20'nci asrın en büyük buluşlarından biri olan radyo, Nihayet bu işlere de bir düzen vermek için devlet
bugün göstermekte olduğu ehemmiyet dolayısıyla araya girdi. Az bir zaman içinde Paris'te (Eyfel
başta bulunan ve düşünen bütün Türklerin Kulesinde), Berlin'de, Londra'da, Viyana'da büyük
uğrasmaları lâzım olan bir iştir. istasyonlar
Asker Kardeşlerime
Atandan kalmış olan kılıcı iyi bile,
Onu bütün gücünle vuracaksın çağında.
Savaş... Bunun tadını ey Türk sen bulamazsın,
Ne sevgili yanında, ne baba ocağında…
Savaşmaktan kaçınır, kim varsa alnı kara,
Kan dökmeyi bilenler hükmeder topraklara...
Kazanmanın sırrını bilmiyorsan git, ara
“Çanakkale” ufkunda, “Sakarya” toprağında.
Siyasette muhabbet... Hepsi yalan, palavra...
Doğru sözü “Kül Tegin” kitabesinde ara...
Lenin’den bahsederse karşında bir maskara,
Bir tebessüm belirsin sadece dudağında.
Yatağında ölmeyi hatırından sök, çıkar!
Döşeğin kara toprak, yorganındır belki kar...
Sen gurbette kalırsan, ben ölürsem ne çıkar?
Ruhlarımız buluşur elbet Tanrıdağı’nda...
Atsız
Branly adındaki Fransızın buluşuyla başlayarak İtalyan Düzen verirken günün muayyen saatlarında bu
Marconi'nin sürekli çalışmaları sayesinde bugünkü istasyonlar musiki ve fikir neşriyatına başladılar.
halini alan radyonun ehemmiyeti önce 1904 yılında
Rus‐Japon harbinde denizlerde anlaşıldı. Fakat bu Geçen her gün heveslilerin sayısını arttırırken bazen
sıralarda bununla olan konuşmalar kesik telgraf en umulmadık adamlar en umulmadık yenilikler
alfabesinin hudutlarından dışarı çıkmıyordu. Sonra buluyordu. Tauleîgne adında bir Fransız papası bir ses
verici ve alıcı makinelerin ulaştırma takatleri çok çok kuvvetlendirici buluyordu. İşte bu buluş sayesindedir
birkaç yüz kilometre içindeydi ki evvelce kulaklıkla dinlenen seslerin bugün bir salon
halk tarafından kolaylıkla dinlenmesi kabildir. Bütün
Bundan sonra çalışmalar sıklaştı. Telefon esasları bu işler gayet çabuk oldu. Hevesliler de makinelerin
buna da sokuldu. Uzaklık kaygusu kalmadı. Avrupa sayısı arttıkça arttı. Devlet bu işe emniyet ve düzen
âlimleri bu ihtiraı orduların kulağı haline getirdiler. Bir vermeye mecbur oldu. Önce Fransa'da heveskârların
taraftan da halk arasında radyo merakı çoğaldı ve yapıp kuracakları istasyonlar hakkında kayıtlar
makineler ucuzladı.
www.atsizcilar.com
Sayı: 2 ATSIZ MECMUA Sayfa: 13
koymaya lüzum görüldü. Bu işlerde, harp olduğu meclisi kürsüsünden farksız bir hale gelmiştir. Her
takdirde casusluğun ne kadar büyük işler yapacağı göz gece bir romen devlet adamının veya âliminin 10
önüne getirilerek bir takım kayıtlar konuldu. Sonra dakikalık konferanslarını dinlemek kabildir.
devlet yayıcı istasyonların masrafına karşılık olarak
ufak bir para almaya başladı. Fransa'da hevesli sayısı Gözümüze çarpan en büyük çalışma merkezlerin biri
çok fazla arttığından verici makineler devlet de Rus istasyonlarıdır. Bu istasyonlar çocuklara bin bir
konuşmalarım bozmaya başlamıştı. Bundan dolayı kızıl hikâye anlatır, Kari Marks'ın, Engels'in fikirlerini
millet meclisinde uzun münakaşalardan sonra verici neşreder, beş yıllık programdan bahseder. Nihayet
makinelerin yasağı mümkün kılındı. Serbest olmasını Rus mîllî havalan herç dalgalarına bürünerek büyük
iste‐yenler Amerika, Almanya, İngiltere'yi örnek takatli makineler sayesînde göklere çıkar.
gösteriyordu. Fakat karşı fikir galebe çaldı.
Enternasyonalizmi Rus millî havalarıyla karşılaştırarak
Bu işin bu yolda gitmesini beğenen birkaç devlet ne kuvvetli emperyalizm hazırlandığını bir Türkün o
Fransa'nın yolunu unuttular. Bu sırada yalnız anda duymaması kabil değildir. Sonra mı istasyonlar o
Fransa'da 120.060 alıcı makine vardı. Bunlardan bir kadar kuvvetlidir ki, her taraftan kolaylıkla duyular. O
kısmı belediyeler tarafından büyük meydanlarda halde!... Garbin gökleri fırtına ve bora dinlemeyem
salonlarda çalıştırılıyordu. hudutları aşan, yüreklere damla damla süzülen
fikirlerle altüst olurken biz ne yaptık ve yapıyoruz?
Garp devletleri verici istasyonları arttırırken işe başka
bir renk vermeye başladılar. Kitap ve gazetelerin Türk havalarına o dakikada kulak verirseniz ya bir
giremeyeceği yerlere Herç dalgacıkları sayesinde millî Acem, ya bir Arap türküsünün çalındığını, yahut boş
şarkılar, mîllî öğütler ve yeni düşünceler sokmak bîr leylek gagası gibi takırdıyan on beş dakikalık
kadar kolay bir şey yoktu. İşte bu yüzden komşu iki dinlenme gösteren metronomu duyarsınız. Halbuki
ufak devletten başka, bütün dünya göklerinde şu elimizde dünyanın en kuvvetli iki istasyonu varken
dakikada sessiz bir boğuşma devam etmektedir. böyle boş vakit geçirmek yazık değil midir? Halbuki
Boğuşma dedim; anlatayım: Avrupa devletleriyle bizde radyo hakkında çok yanlış telekkiler hüküm
Rusya'nın gerek siyasî gerek içtimaî mefkure ve sürüyor. Polis bu işin altında sadece bir "casus"
menfaatlerinin birbirine zıt olduğunu hep biliyoruz. başkaları da sadece bir "eğlence" bir "çalgı" görüyor;
Tabii bunlardan hiç bîri karşı fikrin kendi ve hâlâ gümrükler radyo parçalarına "lüks" damgası
memleketinde en açık yollarla nüfuz etmek vuruyor ve kilo başına 5 lira gümrük alıyor. Halbuki
istemesine müsaade etmez. O zaman öteki taraf bugünkü görüşte radyonun lüks anlaşılmasının yeri
propagandasını radyo ile yapmaya kalkar. Diğer taraf yoktur. Radyoyu gramofon" dan farksız sayan bir
ta buna aynı silâhla karşı koyar. Gizli boğuşma da tarifenin, halkı uyandırmak isteyen, fikir yenilikleri
bundan doğar. Ve buna cazip bir şekil vermek içinde güden bir devlette yeri olamaz. Zorluk çıkarmasının
musikiden istifâde olunur. Bu dinleyenleri sıkmamak sebeplerinden biri de radyonun bir casusluk aleti
içindir. Meselâ 10 dakika musiki çalınır. 10 dakika da olabileceği düşüncesidir. Bunun için sürü sürü
güzel söz söyleyenler tarafından aşılanması icap eden kaideler bulunmakta, halk bu işten zorla
fikirler aşılanır. Daha dün başlayan Romen radyosunu soğutulmaktadır. Bunların böyle sakat olarak düşünen
göz önüne getirince şaşmamak kabil değildir. Bükreş makama buradan açıkça söyleyebîlirim: aldıkları
verici istasyonu bugün bir darülfünun veya mîllet tedbirler bir kelime, ile gülünçtür. Antenin eni boyu
ve mahalle ilmuhaberiyle uğra‐
www.atsizcilar.com
Sayı: 2 ATSIZ MECMUA Sayfa: 14
şılacağına işler daha kolaylaştırılmalı ve bu emniyet Yine o dakikada Moskova'da bir Rus âlîminin Türk
tedbirleri hüviyetler üzerimde biriktirilmelidir. Bugün diliyle bazan birçok şeylerden bahsettiğini işitir,
tavanın gizli bir yerine çekilecek birkaç metrelik telle, yüreğinizin parçalandığını duyarsınız. Geceleri
yahut daha ufak bir çerçeve sayesinde kısa dalgalı bîr makinemin başında bunları düşünürken Türk
makine sayesinde Çin‐Maçinle bile konuşmak kabildir. dünyasının yalnız 13 milyondan ibaret olmadığını
Halbuki alıcı makineler fazlalaşır ve meraklıların sayısı hatırlar ve uzaklardaki öz kardeşlerin dinleyenleri
çoğalırsa memleketin üzerine çevrilecek bu gibi silâhı arasında, "15 dakika istirahat" sesini, yahut Şopenin
ilk önce yine o meraklılar bulacaklardır. Fransa'da bilmem kaçıncı senfonisinin taklidini işittikleri zaman
böyle düşünüldüğü için makine kurmalarında güçlük nasıl boyun büktüklerini, nasıl iç çektiklerini görür gibi
çıkarılmaz. olurum.
*** ***
İkinci nokta da şudur: radyoyu basit bîr çalgı saymak İstanbul'un çalışmasına gelince: burada saat 18'den
bana göre bir kitabı yelpaze gibi kullanmaktan 20'ye kadar gramofon çalınır. Sonra Bizans – Osmanlı
farksızdır. Bunu devletçilik, milliyetçilik adesesinden kırması bir musiki devam eder: Musahabeler,
bakarak söylüyorum. İşin en mühim ciheti de propagandalar hemen yok gibidir. Bununla beraber
yaymaları devlet eline almaktır. Bu, her yerde burası Ankara radyosuna nispetle iyidir. Her iki
böyledir. Belki makineleri işletmek işi şirkete merkezi de bir Frenk şirketi işletir. Halbuki
verilebilir. Fakat yayma işi, asla! Şirketin bütün derdi memlekette yapılan birçok yenilikleri halka kadar
para kazanmak olduğuna göre bundan fazla bîr şey götürecek vasıtalardan en mühimi radyodur. Onun
beklemek saflıktır; ve maarif vekâletini ecnebi bir için bu işi devlet eline almalı ve çok mükemmel olan
şirkete vermekle bu işi vermek arasında hiç bir fark bugünkü makineleri öğütlerle birlikte Türkiye'ye
yoktur. Halbuki Ankara'dakî istasyon günde bir iki saat yaymalıdır. Ondan sonra muntazam bir plânla halka
garp memleketlerinin taklit havalarıyla çalışır. Bu işte fikirler aşılamaya başlamalıdır işte böylece iç yurtta
o kadar kötü yapılır ki, boğulan bîr tavuk sesiyle uzun sürmeyecek bir çalışmadan sonra kendi varlığını
söyleyîci kız 10 dakika istirahat der; ve 10 dakika tanıyan duygulu bir gençlik; dış yurttaki Türklük'te de
yerine bir çeyrek sonra makineyi açarken siz yanılıp güçlü uyanışlar görülecektir. Türk gücünün gök
da bir kere düğmenizi Bükreş'in üzerine getirirseniz gürültülerini andırırcasına çelikten adımlarla yeniden
çok aydınlık bir sesin yarım saatte bir yalnız bir dakika tarihin ün meydanına çıkacağına inanmış olduğumdan
istirahat dediğini duyarsınız. bunları yazmak için kendimde bir hak gördüm.
D. Dumrul
www.atsizcilar.com
Sayı: 2 ATSIZ MECMUA Sayfa: 15
Tuna Boyunda Saz Şairlerimiz
– I –
14'üncü asırdan beri, yakın zamanlara kadar Osmanlı veçhile 16'ncı asırdan daha muahhar asırlarda
İmparatorluğunun Balkan yarımadasında kâh tabiî yaşamış bir başka "Kul Mehmet"in mevcudiyetine
hududu olan kâh geniş arazisi dahilinde akan güzel inanmak lâzım gelir.
Tuna'nın Saz şairlerimiz için bir heyecan ve ilham
membaı olmaması imkânsızdı. Mamafih, Öksüz Aşığa ait bulunan bu şiirin
müstensihler edinçle Kul Mehmed'e atfedilmesi de
Daha 14'üncü, 15'inci asırlarda, askerî alaylarda, mümkündür.
Yeniçeri, Sipahî ocaklarında ve serhatlerdeki
mevcudiyetleri kuvvetle tahmin edilebilen saz Türkülerin mısraları arasındaki bazı değişiklikler, hatta
şairlerimizin[1] Tuna boylarında da uzun zamanlar Kul Mehmed'e ait olarak yazıların, "sülemez",
telli sazlarıyla hemâhenk olarak şiirler terennüm "ileşlen" gibi Rumeli şivesini taşıması, yani konuşma
ettikleri muhakkaktır. lisanı ile ve ağızdan kapma yazıldığını göstermesi bu
tahmini kuvvetlendirir.
Bu asırlara ait halk eserlerinin elimize henüz
geçmemiş bulanması bize meselâ ilk defa Tuna Biz, burada Kul Mehmet İmzasını taşıyan Türküyü
kıyılarında görünen akıncılarımızın heyecanlarını zaten harekeli olan imlâsındaki şiveyi muhafaza
duymak imkânını bırakmıyor. ederek tekrar ediyoruz:
Tuna hakkında ilk yazık halk şiirine 16‐17'nci asırlarda Cennet misalidir evvelbaharı
yaşamış saz şairlerimizden "Öksüz Aşık"a veya"Kul Açılır kırmızı gülü Tuna'nun
Mehmet"e ait olması lâzımgelen bir türküde tesadüf Uçar bülbülleri leyli nehan
Eser badı serhatleri Tuna'nun
ediyoruz.
Kuma garkolup gelür yerdedir yüzü
Büyük üstat Köprülüzade Mehmet Fuat Beğin "16'ncı Gökten iner cemre sökülür buzu
asır sonuna kadar Türk saz şairlerî" isimli eserinde bu Arzulayup gider Karadeniz'i
türkü, "Öksüz Aşık" namına kaydedilmiştir [2] Çok gadalar alur seli Tuna'nun
Benim, Edirne'de elime geçen eski bir mecmuada aynı Enginler dağından yollar açmıştır
türkü bazı farklarla "Kul Mehmet" imzasını taşıyor. Şu Çok analar ağlayup kanlar içmiştir
halde eğer şiirin sahibi hakikaten "Öksüz Aşık" değilse Alaman dağından yollar açmıştır
Yoktur dili sülemez dili Tuna'nun
bu "Kul Mehmet"in de "Üveyspaşazade Mehmet
paşa" olmadığı; üstadın "Kul Mehmet"e ait
Kimse bilmez anun kandadur başı
salâhiyettar tafsilatıyla tahmin edilebilir, ki bu taktirde Dalgalanur gelür yüğündür cuşu
gene ustadın da kaydettiği Eksik değil yaylaların savaşı
_________________ İleşilen dolu golü Tuna'nun
[1] Bu hususta tafsilât için bakınız: Prof. Dr.
Köprülüzade Mehmet Fuat: 16'ncı asır sonuna kadar Kul Muhammed ounu böylemi dedi
Türk saz şairlerî; S: II ve Fu‐at beyin Halk Selâmlamış Belgırat'ı Budemî [1]
edebiyatımıza ait diğer eser‐leri. Almış bir ovayı akar kademi
Serhatlere ürer yolu Tuna'nun
[2] Aynı eser. s: 37
_________________
[1] Budin
www.atsizcilar.com
Sayı: 2 ATSIZ MECMUA Sayfa: 16
Bu türkünün Rumeli'de çok meşhur olduğu, uzun Herhalde yeşil ovalar ortasında bîr deniz genişliğiyle
asırlar dillerde çalkalandığı muhakkak gibidir. kah coşkun, kâh sakin akan sevimli Tunanın; tirşe
sularına Türk kanının da karıştığı zamanlar da bilhassa
Gene Rumeli'ye ait bir cönkte tesadüf ettiğim 19'uncu Rumeli halk şairleri için büyük bir heyecan ve ilham
asır halk şairlerinden "Sürurî"nin 1270 Rus harbine ait membağı olduğu muhakkaktır.
yazdığı uzun bir destanın bazı kıt'alar tamamiyle bu
türküden mülhem olmuştur ki bu hadise türkünün O kadar ki bu taraflarda cönklerde tesadüf edilen
şöhretiyle beraber şairinin 16'ncı asırdan ziyade meşhur "Kerem ile Aslı" hikâyesinin bazı mısralarına
muahhar asırlarda yaşamış bulunması ihtimalini de bile Tuna'nın karıştığı görülmektedir:
kuvvetlendirir.
Tuna kenarında avcılar gezer
Sururi'ye ait bu mısraları da aynen yazıyorum: Derîndir gölleri mahiler yüzer
Sıvamış kolların salınır gezer
Vasfın edem dinle deli Tunanın Aslımdan bir haber ver be kahveci
Bir muhalif eser yeli Tunanın
Daim coşkun akar seli Tunanın Şiirlerinde çıplak tabiatı emsalsiz bir güzellikle
Mevç mevç üstüne umman yürüdü yaşatan halk şairlerimiz îçin nasıl Sakaryalar,
Kızılırmaklar, Fıratlar, Murat suları bir ilham menbaı
Kimse idrak etmez kandedir başı olmuşsa Tuna da Rumeli saz şairlerimiz için öyledir.
Kan ile yoğrulmuş toprağı taşı Mamafih harpler vesaîr sebeplerle Rumeli'den Ana‐
Nice analar gözünden akıttı yaşı dolu'ya ve Anadolu'dan Rumeli'ye geçen şairlerimizle
Bu hali gören seyran yürüdü bu şiirlerin her iki sahada da intişarı tabiîdir.
Bîr Cuma gün saat dört kararları Nihat Sami
Geçtiler karşıya lütfetti Bari Edirne Erkek Muallim Mektebi
Aşkile çaldılar seyfi gaddarı Edebiyat muallimi
Tuna seli gibi al kan yürüdü
Hikâye
Dönüş
Dört yıllık savaş bitiyor... Cephedeki asker köye elinden, tutunca yola çıkıyor. İçlerinde acı bir sevinç
dönecek; ihtiyar babasıyla küçük kızını görerek... O, var. Seviniyorlar: çünkü bekledikleri geliyor... Fakat
bu dört yılda anasının ihtiyarlıktan, karısının da gamlıdırlar da: çünkü gelmeyenler de var; ve onlar
yoksulluktan öldüğünü biliyor. Büyük kardeşinin artık biç, hiç dönmeyecek. İçlerinde sevinç ve keder...
Hicaz'da küçüğünün Galiçya'da düştüğünden de Üstlerinde soğuk ve fırtına...
haberi var... Fakat köye dönecek, ve artık kendi
derdine kana kana ağlayabilecek... ***
Köyde bir haber çalkanıyor... Askerler dönüyormuş. Kafile kasabaya varıyor... Cepheden dönenler orada
Köylüler oğullarını karşılamak için yola düşüyorlar. son muamelelerinin yapılmasını bekliyorlar... Son
Hava dondurucudur ve kar diz boyu. Fakat hasret muamele yapılıyor ve askerler kendilerini
yanıkları buna aldırmıyor... Ve.. İhtiyar baba da bekleyenlerin
torununun‐
www.atsizcilar.com
Sayı: 2 ATSIZ MECMUA Sayfa: 17
kucağına atılıyorlar... Atılacak kucak bulamayanlar da İhtiyarın durgun kalbi sevinçle çarpıyor. Bir müddet
var... İkisi de onun asırlara göğüs germiş kalın gövdesinin
arasına saklanıyorlar. Soluk alıp dinleniyorlar. Sonra,
İhtiyar baba etrafına bakıyor. Kendisininki yok... artık en son kuvvet, en son gayretle yola koyuluyorlar.
Şaşırıyor ve bekliyor." Kafile cepheden arta kalanları Fırtına çileden çıkıyor. Asırlara göğüs germiş olan ulu
almış köye dönüyor, ve... Fırtına hiddetleniyor... çınarın dalları bile korkunç gürültülerle çatırdıyor. Ve
karlar...
İhtiyar baba bakıyor: karşıda, karşılamaya geleni
olmayan boynu bükük bir nefer... Bakışıyorlar ve ***
anlaşıyorlar. Dertli gönüller çabuk anlaşır. Baba
soruyor: "Evlât! benim oğlum acaba neye gelmiyor?" Asker ertesi güne, ikinci postaya kalmıştır. İki
Beriki acı acı gülümsüyor: "Orda kalmıştır baba!"... arkadaşıyla beraber kasabada onun da son muamelesi
"Orası neresi oğul?"... Asker soluyor ve mırıldanıyor. yapılıyor... Ve onlar da yola koyuluyor... Dünkü fırtına
yok... Güneş karları eritiyor... Ve üç arkadasın biri,
*** kolu sargılı bir nefer, hafif bir sesle şu dağlarla
ovaların macerasını anlatan bir türkü söylüyor. Ve...
"Er meydanı! İhtiyarın yüzünde ne bir çizgi, Yollar uzuyor. Çünkü yollar kahpedir. Yollar elemle
gözlerinde ne bir gayz, yalnız iki damla gözyaşı... ve uzar ve sevinçle kısalır...
torununun elinden tutuyor: "Haydi kızım gidelim"
diyor: Sonra askere soruyor: "sen gelmeyecek ***
misin?"... O yine gülüyor: "Nereye gelecekmişim?
Bekleyenim yok ki"... İhtiyar baba ve küçük kız torun Pek az konuşuyorlar. Köye yaklaştıkça bu sessizlik bir
el ele tutuşuyorlar ve fırtına azıyor... mezar sessizliğini andırıyor. Yorgunluk yakalarına
yapışıyor. Kolu kargılı olan ötekilerden ileri gidiyor.
Ebedî bir beyazlık ve uğulduyan fırtına... İhtiyar baba Birdenbire üçü de duruyorlar ve acıyarak ileriye
ve küçük kız gidiyorlar. Yollar uzuyor, çünkü yollar bakıyorlar; Ulu Çınar devrilmiş. Demek artık yazın
kahpedir. Yollar elemle uzar ve sevinçle kısalır... köye dönerken sıcaktan bunalanlar bir gölgelik
Soğuk... Fırtına... Ümitsizlik ve.. Uzayan yollar... bulamayacak.. Kolu sargılı nefer seğirtiyor. Ve Ulu
İhtiyar, küçük kızın elini daha sıkı tutuyor "Haydi kızım Çınardan bir dal koparıyor. Bu dalla karları eşmeğe
diyor, gece basmadan köye varalım" ve fırtına başlıyor. Ötekilerini de çağırıyor. İlk olarak gelen
kuduruyor... bakıyor ve yazık diye söyleniyor. En son gelen asker
diz çöküyor ve arkadaşının eştiği yerde babasıyla
Nihayet, işte ümit: ihtiyar baba ve küçük kız köyün kızının cesetlerini tanıyor…
ilerisindeki Ulu çınarı görüyorlar.
Y.D
www.atsizcilar.com
Sayı: 2 ATSIZ MECMUA Sayfa: 18
Rüzgâr
Arzularım muayyen bir haddi aşınca Kimi coşar din uğruna geberir, yalan;
Ve kulaklar sözlerime sağırlaşınca Kimi gider şeref için can verir, yalan!
Bir ihtiras duyup vahşi maceralara Bir filezof yetmiş eser yazar, yalandır;
Çıkıyorum bulutları aşan dağlara. Bir kahraman istipdadı ezer, yalandır.
İlâhların başı gibi başları diktir, Şairlerin büyük aşkı fânî bir kızdır.
Bu dağları saran sonsuz bir genişliktir. Bu dünyada herkes sinsi, herkes cılızdır.
Ben de katıp vücudumu bu genişliğe Ne hakikî aşktan Burada bir çakan vardır,
Bakıyorum aşağlarde kalan hiçliğe. Ne de onu görse dönüp bir bakan vardır...
Bu dağların bîr rakibi varsa rüzgârdır. Her büyüklük cüzzam gibi dökülür Burada,
Rüzgâr burada tek başına bir hükümdardır. En muazzam ölüm bile küçülür Burada.
Burada insan duman gibi genişler, büyür; Benim kafam acaip bir dimağ taşıyor,
Bu dağlarda ıstıraplar, sevinçler büyür Her dakika insanlardan uzaklaşıyor.
Buralarda her düşünce sona yakındır, Zaman zaman mağlup olsam bile etime
Burada her şey bizden uzak, "0"na yakındır İnsan olmak dokunuyor haysiyetime.
Burada yoktur insanların düşündükleri, Büyük, temiz bir arkadaş arıyor ruhum,
Rüzgâr siler kafalardan küçüklükleri. İşte rüzgâr, şimdi sana sığmıyorum!
Yanağıma çarpar geniş kanatlarını Asaletin yeri yoktur gerçi hayatta,
Ve anlatır mabutların hayatlarını. En asil şey seni buldum bu kâinatta.
Ara sıra kulağını bana verdi mi Güneş gibi ne bin türlü ışığın vardır,
Ben de ona anlatırım kendi derdimi Ne de süse, gösterişe baktığın vardır.
"Ey dağların dertlerini dinleyen rüzgâr, Deniz gibi muamma yok derinliğinde,
Benim artık yalnız sana itimadım var! Bir ferahlık, bir saflık var serinliğinde,
Gelmiş gibi uzaktaki bir seyyareden Bir dev gibi küçük, mızmız sesleri yersin,
Yabancıyım bu gürültü dünyasına ben. Allah gibi görünmeden hüküm sürersin.
Etrafımın sözlerine aklım ermedi, Düşmanıyım ben de cılız güzelliklerin,
Etrafım da bana asla kulak vermedi. Rüzgâr! Bu dağ başlarında çırpman serin
Senelerden beri hâlâ anlaşamadık, Kanatlarım gök yüzünden akan bir seldir,
Ben de kestim anlaşmaktan ümidi artık. Bana kudret ve cesaret veren bir eldir.
Gözlerimde hakikati sezen bir nurla Beşerlikten uzaktayım senin ülkende,
Etrafımı süzüyorum biraz gururla. Senin gibi azemete âşıkım ben de,
İşte rüzgâr senin gibi ben de deliyim.
Bir dürbünün ters tarafı gibi bu dünya Islıklarım senin gibi inlemelidir,
En büyük şey, en asil şey küçülür Burada.
Herkes beni ürpererek dinlemelidir.
Burada yalan para eden yegâne iştir; Rüzgâr, sana, yalnız sana benzemeliyim.
Burada her şey bir yapmacık bir gösteriştir.
Sabahattin Ali
www.atsizcilar.com
Sayı: 2 ATSIZ MECMUA Sayfa: 19
Pasifizm (Barışçılık)
Yazan: Ferik Von Zeekt
Harbin ne olduğunu, onun zaruretlerini, taleplerini ve ceneral timsali, her şeyi mübah gören zehirli politika
akıbetlerini sarahatle bilen adam, yani asker harp mücadelesinin icabıdır, fikirsiz mizah gazetelerinin
imkânları hakkında, fayda ve mahzurları itidal ile hoş geldi bir mevzuudur, teşahhus ettirilmiş bir
tartan siyaset veya ticaret adamından çok daim manasız şekildir. Askerin harbe karşı olan bu
ciddiyette düşünür. Nihayetünnihaye insanın kendi vaziyetine Pasifizim denilmek istenirse, pekâla öyle
hayatını feda etmesi belki o kadar güç değildir; lâkin olsun, fakat bu öyle bir Pasifinimdir ki bilgiye
meslek ve san'at iktizasıyla başkalarının hayatını müstenittir ve mes'uliyet hissinden doğmuştur. Millî
ortaya koymak keyfiyeti vicdan için pek ağır bir vakarsızlık ve beynelmilel dalgacılık Pasifizmi değildir.
yüktür. Asıl askerdir ki harp imkânlarını azaltacak her türlü
emelleri ve çalışmaları herkesten ziyade
Kim ki harbîn kanlı gözlerinin içini derin derin memnuniyetle telakki eder.
görmüştür, kim ki müsait bir rasat yerinden umumî
harbin savaş meydanlarını seyretmiştir, kim ki Fakat asker bir daha harp yok gibi beylik bir sözle
milletlerin ıstıraplarını yakından bilmiştir, kimin ki sokakta yaygara etmez. Çünkü, bilir ki harp ve sulhu
yanan bunca hanümanın külü ile saçları ağarmıştır, veren ne hükümdarlar, ne devlet adamları, ne
kim ki birçoklarının hayat ve mematları mes'uliyetini parlamentolar, ne muahedeler ve ne de ittifaklardır,
taşımıştır, o kimse yani tecrübeli ve bilgili asker, harp ve sulhu veren, onlardan daha yüksek
harbin ne olduğunu bilmeksizin sulhten bahseden bir kuvvetlerdir, yani mîlletlerin olma ve ölmesinin ezelî
hayalperverden çok daha ziyade harpten korkar. Kılıç kanunlarıdır.
şakırdatıcı, harp kışkırtıcı
"Bir askerin düşünümleri:
Mütekait Ferik Naci"
İç Sıkıntı Amerikan Edebiyatı Örneği: Mistisizm
SON SÖZ G. Talbott
İcim karma karışık, saçlarım darma dağın, Son konuşmamızdaki son sözüm, senin
Kalbimi burgulayıp iğneliyen bir ağın duymayacağın, fakat bana cennetten gelen ve
Ateşten çemberinde birden uyanıyorum.
sevindiren davet fısıltısını dinlemek ve cevap
Saçlarım ellerimde, dudaklarım morarmış. vermektir.
Varsın desinler: gençlik tükenmez bir baharmış!
Tükenen bu ömrümde baharı anıyorum. ***
Havası küf kokuyor, rutubetli duvarlar; Ben mezarımın başında bu hazin mersiyeyi dinlerken
Pencereden yol alıp. uzıyan bir ziya var.
Kapıda bir süngülü: heyula sanıyorum;
cesur olacak ve müsterih dualar edeceğim.
Organla germiş gibi hasret sinirlerimi; ***
Yanıp yanıp tutuşan bu kıp kızıl derimi
Hırsla kırbaçlayarak neden kıvranıyorum? Vücudum toprak altına gömüldüğü ve sîz son
sözlerinizi söylediğiniz zaman diyeceğim: "ben
Kudurup şaha kalkan bir tay gibi deliyim;
Bunalan ruhumla ben engine gitmeliyim, ebediyette yaşıyorum, Yalnız vücudum ölüdür."
İçin için tükenen mum gibi yanıyorum.
Cesedim sizin ve toprakların. Ruhum benim ve
Istıraba yan baktım olunca ben soytarı; Allahın...
Deli diye taktılar boynama halkaları
Demir ziincir içinde yerde uzanıyorum.
Ayşe Ferhunde
Celâl Sıtkı
www.atsizcilar.com
Sayı: 2 ATSIZ MECMUA Sayfa: 20
Fikir Hayatı
Konferanslar: Edebiyat fakültesi talebe cemiyeti son tekâmül safhaları da medeniyet lisan olmalarıdır.
konferansları geçen ay da devam etti. Mayıs ayında iki Medeniyet lisanları ise pek mahduttur, ve az çok,
mühim konferans vardı. Birinci konferans, coğrafya intişar eden alfabeler veren lisanlara inhisar eder bu
müderrisi Mösyö Chaput'nün "Orta Asya'nın kuruması alfabeler de: Mısır, Çin, Hint, Yunan ve Sami
meselesi" idi. Profesör bu meseleyi, kablettarihi alfabeleridir, İslâm medeniyeti Samî alfabesinin ve
devirler için, bilhassa sair kıtaların kuruması Arapça'nın intişar sahasına tekabül ettiği gibi, Avrupa
safhalarından istidlâlen, ve tarihî devirler için medeniyeti de Yunan ve onun devamı olan lâtin
doğrudan doğruya Asya üzerinde mutalealar alfabesine tekabül eder. Şu halde, Yunan medeniyet
yürüterek şu neticeye varıyor: Orta Asya gittikçe lisanı lâtin medeniyet lisanı şeklinde devam ettiği gibi,
kurumuyor. Orta Asya'dan taşan kavimlerin bu ikincisi de, Rönesanstan sonra Fransız, İtalyan,
muhaceretlerini coğrafî sebeplerden ziyade iktisadî ve Alman, İngiliz, İspanya lisanlarında aynı mücerret
siyasî amîllerde aramalıdır. ifade kudretin bırakmak suretiyle devam etmiştir. Bu
itibarla, alfabe değiştirmenin medeniyet değiştirmeyi
Mösyö Gabriel'in konferansı Türkiye'deki eski mimarî gösterdiği anlaşılıyor: Türkler buna iyi bir misal teşkil
eserleri hakkında idi. Mösyö Gabriel her yıl birkaç ay ederler; esasen alfabelerin intişar sahalarıyla
Türkiye'de tetkikatta bulunuyor, ve tetkikatın medeniyetlerin intişar sabalarının birbirine tekabül
neticesini Darülfünunuda tedris ediyor. Onun vardığı etmesi de bunu gösterir.
neticelerden en mühimi, şimdiye kadar Avrupa'da
hâkim olan ve, Bursa, İstanbul gibi en güzel mimarî ***
eserlerini ihtiva eden şehirlerin bu mimarî
âbidelerinin Bizans sanatı mahsulleri olduğu İkinci konferansta Mösyö Meillet daha hususî lisanivat
nazariyesini cürütmesîdir Profesöre göre: Türler gerek meşelerini mevzubahsetti; "En eski hindo‐avrupaî
Bursa'yı, gerek Bizansı aldıkları zaman kuvvetli bir lisanları". Profesör evvelâ bu "Hindo‐Avrupaî
mimarîye sahip bulunuyorlardı; halbuki o zaman, mefhumunu tarif etti. Umumî manasıyla bir lisan filân
Bizans, Ayasofya'yı vereli 9 asır geçmiş bulunuyordu; ailedendir demek, o lisanı haricî görünüşü itibarıyla
ve mimarî sanatı, muazzam eserleri yaratmış olan bir sınıfa dahil etmek, vasıflarını ayırmak değildir;
Türk mimarîsine tesir edecek halde değil, belki Kariye belki ö lisanın tarihî mevkiini tesbit etmektir. Yoksa,
gibi cılız eserler verecek halde idi. asırların yaptığı tesirler öyle tahavvüller gösterir ki,
akraba lisanlarda birbirine benzer taraflar bulmak çok
Profesör Meillet'nin konferansları: defa imkansız olur. İste bunun için ana Hindo‐Avupaî
lisanını restore etmek için en eski Hindo‐Avıupaî
Hindo‐Avrupaî lisaniyatçısı profesör Meillet, yine lisanları ele almak lâzımdır.
Edebiyat Fakültesinde iki konferans verdi. Birinci
konferans "Lisan ve medeniyet" isminde idi. Profesör 1917 senesine kadar, tarih taşıyan en eski Hindo‐
evvelâ, konuşma lehçeleriyle edebî lisanların farkını Avrupaî metinleri, milâttan evvel 7nci asırdan geriye
gösterdi: lehçeler köyden köye bile değişir: bu gitmiyordu. Buğazköy hafriyatından sonra elde edilen
hususta, Türk lisanının, büyük intişar sahasına ve Hitit kitabelerinin, Hrozny ve onu takip eden Alman
eskiliğine rağmen, zamanda ve mekânda tecanüsü ve âlimlerinin mesaileri sayesinde halldilenlerinin Hindo‐
nisbi vahdeti dikkata şayandır. Lisanların Avrupaî bir lisanın mahsulleri oldu‐
www.atsizcilar.com
Sayı: 2 ATSIZ MECMUA Sayfa: 21
Bugünün Silahlarından: Radyo
ğu anlaşıldı. Bunlar milâttan 1900‐1200 sene evveline Hititçe hakkında yapılmış filoloji tetkikatına istinaden
aittir. Binaenaleyh, Hindo‐Avrupaî lisaniyatı 1000 yıl son hükmünü söylemiştir; ve bir lisaniyatçıya
birden kazanıyor demektir. Bu gösteriyor ki, Hindo‐ yakışacak ihtiyatla hareket ettiği de, Hititçenin Hindo‐
Avrupaî dili konuşan kavimler, milâttan önce ikinci bin Avrupai lisanı olması nazariyesi ileri sürüldüğü ilk
yıldan itibaren, bilâhara gördüğümüz istilâlara zamanlarda, buna birdenbire bir türlü kani olmadığını
başlamış bulunuyordu. itiraf etmek suretiyle kendisi söylüyor. Hız gazetesinin
yeni bir nazariye dediği bu hüküm görülüyor ki,
Profesör Meillet''in konferansı, Darülfünunda alâka ile oldukça uzun senelerin neticesidir. Biz, delillerini canlı
dinlendikten sonra, birçok dedikoduları da mucip misallerle verdiği için lisaniyyatta otorite sahibi olan
oldu. Yunus Nadi ve Reşit Galip Beyler izah edilmeyen Profesörün bu hükmüne inanıyoruz. Yoksa bu mesele
bir has‐sasiyetle, Profesöre salâhiyetlerinin fevkinde üzerinde münakaşa etmek için her şeyden evvel, Reşit
İddialı, cevaplar verdiler. "Hız" profesörü —az da Galip Beyin, Profesöre birçok usuller öğretirken
olsa— tenkit mahiyetinde bir haber neşretti. unuttuğu en mühim usulle hareket etmek icap ettiğini
teslim ederiz; yani. Hindo‐Avrupai veya Türk‐Moğol
Yunus Nadi ve Reşit Galip Beyler, Profesöre, Yunan lisanları hakkında söz söylemek için, her şevden evvel
medeniyetinden evvel bir medeniyetin mevcudiyetini o lisanları bilmek, onların filoloji ve lisaniyatıyla
inkâr ediyor diye hücum ettiler: Profesör böyle bir uğraşmak, velhasıl onları mukayese edebilecek
iddiada bulunmadı, belki Yunan medeniyetinin, kudrette olmak lâzımdır, yoksa ikinci elden
herkesçe teslim edilmiş olan orijinalite ve kudretine mehazlarla, ve bunları tenkit etmek salâhiyetini haiz
temas etti. Bundan başka makale sahipleri, Hititçenin olmadan hükümler vermek en büyük usulsüzlük olur.
Türkçe olmasına da tahammül edemiyorlar. Hindo‐
Avrupa lisaniyatçısı olan Meillet, senelerden beri A. K.
Kitaplar
I— Çocuk Kitapları oldukları gibi dahi lâyemut eserler sayılan ve sadeliği,
canlılığı itibarıyla eşsiz olan destanlarımızı, bilhassa,
Tahsin Demiray ve Aptullah Ziya Türkün Altın en güzel bir şekilde tespit edilmiş olup edebî kıymeti
dağından: itibarıyla da mümtaz bir mevkii olan Dede Korkut
1‐ Kara Çoban hikâyelerini onlara okutmamız lâzımdır. Bu ihtiyacı
2‐ Kanlıoğlu Kanturalı duyduklarını ilk kitabın mukaddemesinde az çok
3‐ Boz Aygırlı anlatan muharrirlere bunun için teşekkür etmeliyiz.
(Mektep neşriyat yurdu) Ben bu üç kitabın, çocukların kitap yoksulluğunda ne
kadar büyük bir ihtiyaca tekabül ettiğini, bilhassa,
Ziya Gökalp'tan beri zengin Türk destanları ve küçük dostlarıma bu kitapları verdiğim zaman
masalları çocuk edebiyatında görülmüyordu. gördüm; bunları öyle zevkle ve öyle sevinçle okudular
Hayatiyeti itibarıyla hiç bir millette eşi olmayan Dede ki Türk destanlarının canlı mevzularını bu kadar
Korkut destanlarını, Gök Alp'tan sonra tekrar çocuk alâkalarını gördükten sonra, çocukları bu nevi
edebi‐yatında görmek bize yeni ümitler veriyor. kitaplardan mahrum etmek doğrusu çok büyük bir
Çocuklarımıza kuvvetli bir seciye vermek için, hiç günah olur.
şüphe yok ki, her zaman güzelliklerini muhafaza eden
masalları ve
www.atsizcilar.com
Sayı: 2 ATSIZ MECMUA Sayfa: 22
Bu üç küçük kitaba, bazı noktalarda itirazlarım da var: neşredilmiştir. Bilhassa psikopat ve anormal
Dede Korkut hikâyelerinde bazı isimler vardır ki, millî çocukların cemiyete faydalı olmaları için icabeden
mazimize hürmet edersek, bunları değiştiremeyiz; esaslardan bahseden bu eseri tavsiye ederiz.
yoksa Süleyman'a " Soliman", Salâhaddin'e Saladen"
Murad'a "Amurat" diyen eski frenk muharrirlerinden, Gazeteler ve mecmualar
müverrihlerinden ne farkımız kalır? Onun için Kazan'ın
Kızan, Salur'un Salor, Bayandır'ın Bayendir, şekillerine Hız: On beş günlük bir gazete şeklinde, Ankara'da,
girmiş olması hiç hoşa gitmiyor. Bu tahrifler, şüphesiz mecmuamızla aynı günde intişara başladı.
ki, çocukların bu kitapları zevkle okumalarına mâni
olmayacaktır; fakat bu isimlerin aynen kalması, hem Mayıs sayılarının her ikisinde de, günün çok mühim
onlara lakayt olmadığımızı gösterir, hem de çocuklara, bir melesine temas eden makaleler: "Bolşevizm ve
bu hikâyelerin sade efsaneden ibaret olmadığını, şaşkın gençlik" ile, Bolşevizm ve Türk
bunlarda bahsi geçen adamların, boyların, münevverleri!"dir. Halil Fikret Bey evvelâ bugün
büyüdükleri zaman, tarihlerini de okumağa, gençliğin yeni komünizm ideali karşısında aldığı
öğrenmeye heveslendirir. Keza eğer kelimelerin de vaziyeti tevhit ediyor; sonra da gençlerin bu cereyana
lisanda bir kıymeti varsa, olduğu gibi bırakılmaları, asıl kapılmalarındaki sebepleri arıyor; ve en kuvvetli
mânalarında kullanılmaları lâzımdır. Kitaplarına birer sebep olarak, idealsizlik ve ideal ihtiyacını buluyor.
de lügatçe yapmış olan muharrirlerin buna da dikkat Filhakika, komünizm cereyanı bizim memlekette, tabii
etmeleri, " Tutsak " ı "Totsak" , "Yağı yı, "Yağın", ihtiyaçlardan doğmuş bir fikir cereyanı değil, manevî
"Konur "u, " Koker " yazmamaları lâzımdı. istinatlardan mahrum insanların kendilerine istinat
aradıkları zaman sarıldıkları bir din halindedir. Bugün
Kitaplarda, şüphesiz zarurî ihtisarlar olmakla beraber, komünistleri mahkeme huzuruna çıkarmak, nihayet
bazen, Dede Korkut hikâyelerinin "dehası" onlara propaganda fırsatı vermek, ve bir fikir uğrunda
diyebileceğiniz esas noktaların, Oğuz Beylerinden mücadeleye girişenlere karşı her zaman bir sempatisi
bazılarının o babacan ve saf karakterlerini gösteren olan gençlerde onlara daha büyük bir sempati
epizotlarının, gürültülü vs maceralı taraflar lehine uyandırmaktan fazla bir şey yapmıyor. Komünist
hazfedildiğini görüyoruz. Halbuki, bu hikâyelerin belki cereyanına karşı aynı silâhla, yani fikir propagandası
lâyemut parçalarını, onu toplayan eski destancının silahıyla mukabele etmek lâzımdır. Gençliğe
deha lem'alarını buralar teşkil eder. Bu parçaları öğretmelidir ki, hayatî kıymeti olmayan bu uzak
çocuğun anlamamasından, onlara lakayt kalmasından mefkurenin vücuda getireceğini sandığımız maddî ve
da korkmamalıdır. Çocuk ulvî, güzel şeyleri gayet iyi manevî inkılâpları, Türkiye'de millî ideal de temin
anlar Ona, fazla bir şey anlamayacak diye alelade edebilir. Bunu Halil Fikret Bey ikinci makalesinde,
şeyler vermekten, basitlerle onu kandırmaya komünizmin Karl Marks'a göre mahiyetini ve
çalışmaktan sakınmalıdır. Çocuklar için "kitap Rusya'da, beşeriyet için bir felâket olacak şekilde
hazırlayanlar, eğer onların hislerini, zevklerini terbiye tatbikini şerbetlikten sonra, daha teferruata girerek
maksadı gözetiyorlarsa, bilhassa bu noktaya çok izah ediyor; ve bu meseleye avdet edeceğini
dikkat etmeleri lâzımdır. vaadediyor. işte, böyle ciddî ve samimî bir fikir
mücadelesine yol açan ilk makale olduğu için Halil
*** Fikret Beyin yazısı çok değerlidir.
II. Neşriyat haberleri Birinci sayıda Bangu Oğlu Tahsin Beyin "Büyük Türk
edebiyatı tarihi" atlı makalesi, istikbalin Türk
Ankara'da Hilmi Malik Bey tarafından Demokrasi ve edebiyatı müdekkik‐
mücrimlerimiz atlı bir eser
www.atsizcilar.com
Sayı: 2 ATSIZ MECMUA Sayfa: 23
lerinin omuzlarına yüklenen yükü göstermek itibarıyla matı yine gazetelerden okuduk: Adana maarif
okunması icap edan bir yazıdır. Alelûmum tarih müdürünün, ismini "Ziya Paşa Mektebi" ne çevirdiği
tetkiklerinde terkibi eserlere daha ne kadar çok "Seyhan Mektebi"nde Ziya Paşa her gün bir buçuk
zaman ister! zira, özelinde bıkmadan, sabırla saat ders verirmiş. "
çalışacak, ömür tüketecek ve istikbalin terkipçilerine
bırakacak o kadar çok işlerimiz var ki... Bugünden ***
büyük meseleler peşinde koşmamız kuvvetlerimizi
israf etmek olur. Büyük adamlarımızı, her sene olmazsa beş senede bir,
fakat ısmarlama merasimle değil içimizden gelen bir
*** muhabbetin şevkiyle hatırlayalım! Bu içten gelme
sevgi de durup dururken olmaz: gençlere evvelâ
Tahsin Bey ikinci sayıda, genç okuyuculara, ölümünün onları tanıtıp sevdirmek lâzımdır. Büyük adam
elli birinci yıl dönümü münasebetiyle Ziya Paşa'yı hırımızın hatıraları, bize hayat ve heyecan verdiği için
hatırlatıyor, ve onun Türk edebiyat ve fikriyatında kıymetlidir.
oynamış olduğu mühim rolü hülâsa ediyor. 1880'de
Adana valisi iken ölen Ziya Paşa namına Adana'da, "Hız"da bunlardan başka, "Mahmut Sadi Beyin içtimaî
Mayısın 17'sinde bir ihtifal yapıldığını gazeteler yazdı. darvinizm tenkidi" isminde ve daha devam edecek
Namık Kemal'in bu ateşli ve mücadeleci ağabeyisi, olan bîr makale sırası, İsmail Hüsrev Beyin Haricî
ihtiyarlığında genç mülkiye memurlarımıza en büyük ticarette kooperatif ismindeki iktisadî bahsi gibi,
dersini vermiş: hangi hayır sahiplerinin meydana mühim meselelere temas eden birçok kıymetli yazılar
koyduğunu öğrenemediğimiz şu malû‐ var.
K.A
İmtiyaz Sahibi Ve Mes'ul Müdürü
H. Nihâl
Sinan Matbaası
www.atsizcilar.com