You are on page 1of 146

 

   

www.atsizcilar.com  Sayfa 1 
 
 

EVLİYA ÇELEBİ

(1611-1682)

Türk edebiyatında en büyük seyahatnameyi yazmış müellif olarak haklı bir şöhret
kazanmış bulunan seyyah, memur ve asker.

Padişah imamı olan Evliya Mehmed Efendi'den dolayı Evliya adını almıştır. Evliya
Çelebi'nin babası olan Saray Kuyumcubaşısı Derviş Mehmed Zıllî, Evliya Mehmed
Efendi'nin yakın dostu idi. Bu sebeple oğluna Evliya adını verdi.

Evliya Çelebi 25 Mart 1611 de, İstanbul'da, Unkapanı'nda doğdu.

Ailesinin kökü Kütahyalıdır. Fetihten sonra İstanbul'da yerleşmişlerdir. Fakat Kütahya'nın


Zereğen Mahallesindeki evlerini muhafaza etmişlerdir. Ayrıca Bursa, Manisa ve
Sandıklı'da da mülkleri vardı.

Babası, Kuyumcubaşı Derviş Mehmed Zıllî 1648 Temmuz'unda, hicrî hesapla 117, şemsî
tarihle 114 yaşında olarak Öldü. Demek ki 1534 doğumlu idi.

Evliya Çelebi kendi soy kütüğünü sayarken dedesini "Kara Ahmed", dedesinin babasını
"Demircioglu Şehit Kara Mustafa Paşa", dedesinin dedesini "Turhan Bala" olarak
göstermektedir. Turhan Balâ'nın babası olarak "Yavuz Özbek", yahut "Yavuz Er" veya
"Yavuh Er" adında bir sancak beğinden bahsetmektedir. Bu Yavuz yahut Yavuk Er,
İstanbul fethinde bulunmuştur. Ganimet malından kendi payına düşenle Unkapanı'nın iç
yüzünde Sağrıcılar Camisi İle 100 dükkân ve bir ev yaptırmış, Evliya Çelebi bu evde
doğmuştur.

Evliya Çelebi, bu Yavuz Er'in babası olarak Ece Yakup, dedesi olarak da Allahverdi Akay
adlarını sayıyorsa da buncan hakikat diye kabul etmeye imkân yoktur. Hele Allahverdi
Âkay'ın babası ve dedesi olarak gösterilen Mehmed Kirmanı ile Hoca Ahmed Yesevî
tamamiyle hayal mahsulüdür. O zamanki Türk aydınlan arasında, kendisini ya
Peygambere, ya Dört Halife'ye, ya da ünlü bir şeyhe bağlamak hususundaki modanın bir
neticesidir. Zaten 1167'de ölen Ahmed Yesevî ile 1682'de Ölen Evliya Çelebi'nin arasında
13-15 ata bulunması gerekirken bunu 8 ata ile geçiştirmek de tamamen mantıksızdır.

Evliya Çelebi'nin anası bir Abaza kadınıdır. Bu kadın, sadrazamlığa kadar yükselen Melek
Ahmed Pasa'nın anasıyla ya kardeş, yahut da teyze çocuğudur. Bu hısımlık sebebiyle
Evliya Çelebi'nin Melek Ahmed Paşa ile arası çok iyi olmuştur.

Evliya Çelebi'nin anası, I. Ahmed çağında genç kız olarak saraya getirilmiş ve
Kuyumcubaşı Derviş Mehmed Zıllî İle evlendirilmiştir.

Mehmed Zıllî (1534 1648}, Kanunî Sultan Süleyman'ın birçok seferlerinde ve II. Selim
çağındaki Kıbrıs fethinde (15701571) hazır bulunmuş, Padişaha Magosa'nın anahtarlarını
takdim etmiş, I. Ahmed çağında da (1603 1617) eliyle yaptığı Kabe'nin altın oluklarını
sürre emanetiyle. Hicaz'a götürmüş ve Sultan Ahmed Camisi'nin tezyinat işlerinde
çalışmıştır. Konuşması tatlı ve şair olduğu için hizmet ettiği padişahların musahipliğine
kadar yükselmiştir.

Evliya Çelebi'nin Mahmud adında bir erkek kardeşiyle birkaç kız kardeşi varsa da
bunlardan yalnız bir tanesinin, devlete isyan ederek 1632 de idam edilen Balıkesirli İlyas
Paşa'ın zevcesi olan "İnal'ın adını zikretmiştir ki bu Türkçe isim dikkate değer.

www.atsizcilar.com  Sayfa 2 
 
 

Evliya Çelebi, ilk Öğrenimden sonra Unkapanı'ndaki Fil Yokuşu'nda, Şeyhülislâm Hâraid
Efendi Medresesi'nde Müderris Ahfeş Efendi'den 7 yıl ders gördü. Bu sıradaki dersortağı
(o zamanki tâbirle ders şeriki), yani aynı hücrede kaldığı arkadaşı, sonradan Osmanlı
Tarihi'ne geçen ve "Cinci Hoca" diye tanınan Hüseyin Efendi îdi.

Bu medresedeki 7 yıllık dersin Evliya Çelebi'yi, zamanımız tabiriyle, yüksek öğrenim


mezunu seviyesine getirmeyeceği aşikârdır ve zaten Seyahatnamesinden de bu,
anlaşılmaktadır. Evliya Çelebi, Sâdîzade Dârülkurrâsı'nda hafız olmuş, babasından da
kuyumculuğa dair bazı şeyler öğrenmiştir. Daha sonra Enderun'da tahsiline devam
etmiştir. Burada Güğümbaşı Mehmed Efendi'den "yazı", "Musahip Derviş Ömer
Gülşenî'detı "musiki", Keçi Mehmed Efendi'den "Arapça gramer", babasının dostu olan ve
kendisine "Evliya" adının verilmesinde âmil bulunan Evliya Mehmed Efendi'den de "tecvid"
dersleri aldı.

Evliya Çelebi seyahate âşıktı, İstanbul ve çevresindeki dolaşmalarına 1630 da, yani 19
yaşlarında iken başlamıştı.

Sesi güzeldi ve aldığı dersler arasında en çok musikide ileri gitmişti.

1635'te (yani 24 yaşlarında iken) Ayasofya'da IV. Murad'ın huzuruna çıkarıldı ve


kendisine Has Kiler'de vazife verildi. Bir gün sarayda IV. Murad'ın huzuruna kabul
olunarak besteler okudu ve nükteli konuşmasıyla Padişahın çok hoşuna gitti. Bu tesir
kuvvetli olmuş olacak ki Padişahın kederli zamanlarında huzura çıkarılarak tatlı sözleriyle
onun kederini azaltmaya başladı.

Sarayda 4 yıl kadar kaldıktan sonra Padişahın Bağdat seferinden (Nisan 1638) biraz önce
çırağ edilerek 40 akça maaşla Sipahiler zümresine girdi.

Bundan sonra meşhur seyahatlerine başladı, önce 1640 ta kısa bir Bursa ve İzmit
seyahati yaptı. Sonra, babasının oğulluğu olup Trabzon valiliğine tayin edilen Ketenci
Ömer Paşa ile birlikte Trabzon'a gitti.

1641 Nisan'ında Azak kalesinin Rus Kazakları'ndan geri alınması için Hüseyin Pasa
kumandasında yapılan sefere katıldı. Kış bastırıp da Azak alınamayınca Kırım Hant
Baltadır Kirey Han ile Kırım'a döndü. Onun maiyetinde olarak 1641-1642 kışını
Bahçesaray'da geçirdi.

1642 yazında Azağ'ın geri alınışı harekâtına katıldı. Han'dan izin alarak İstanbul'a
dönerken Karadeniz'de korkunç bir fırtınaya yakalandı. Gemileri battı. Kendi ifadesine
göre üç gün önce geminin bir sandalı, sonra da büyük bir tahta parçası üstünde ölümle
pençeleştikten sonra, bugünkü Bulgaristan kıyılarına çıkıp canım kurtardı. Bir Türk
köyünde epeyce hasta yattıktan sonra, İstanbul'a gelerek 4 yıl kadar kaldı ve bundan
sonra Karadeniz'de gemiyle yolculuğa tövbe etti.

1645 baharında Girit seferine çıkan Yusuf Paşa kumandasındaki ordu ile Hanya'nın
fethinde bulundu. Sonra İstanbul'a döndü.

1646'da, Erzurum Beğlerbeği Defterdaroğlu Mehmed Paşa'ya müezzin ve Erzurum


gümrük kâtipliğine tayin edilmiş olarak onunla ve kalabalık maiyeti ile 12 Eylülde
İstanbul'dan hareketle Anadolu'nun birçok şehir, kasaba ve köylerinde konaklamak
suretiyle Erzurum'a gitti.

Tebriz Hanı'nın elçisine yoldaşlık ederek Azerbaycan ve Gürcistan'ın bazı yerlerini gördü.
Bir takım vazifeler dolayısıyla Revan, Gümüşhane ve Tortum'a giden, sınır paşalarının
Gürcistan seferinde bulunan Evliya Çelebi 1647-1648 kışını Erzurum'da geçirdi.

www.atsizcilar.com  Sayfa 3 
 
 

Erzurum Beğlerbeyi Defterdaroğlu Mehmed Paşa, Kars'a, tayin edilip bu vazifeyi kabul
etmeyerek İstanbul'a hareket edince Evliya Çelebi de ona katıldı.

Defterdaroğlu Mehmed Paşa o sırada hükümete karşı isyan etmiş bulunan Varvar Ali
Paşa'yı tenkile memur edilenler arasındaydı. Fakat hükümete güvenemediği için bu emri
dinlemediği gibi, diğer Anadolu paşalarıyla anlaşmaya çalışıyor, bu sebeple Evliya
Çelebi'yi kurye olarak kullanıyordu. Evliya Çelebi bu gidiş gelişlerin birinde yolunu şaşırıp
ünlü Celâlîler'den Kara Haydaroylu ile Katırcıoğlu'nun arasına bile düştü.

1648 yazında İstanbul'a geldi. Babası çok yaşlı olarak bir sırada Ölmüştü. Miras işlerini
hallettikten sonra. Şam Beğlerbeği Murtaza Paşa'ya katılarak 1648 Ağustos'unda, Şam'a
gitmek üzere onunla yola çıktı. Ekimde Şam'a vardılar. Murtaza Paşa tarafından vazifeyle
gönderilmek suretiyle Suriye ve Filistin'in birçok yerlerini gördü.

Murtaza Paşa, Sivas'a tayin edilince onunla birlikte Sivas'a gitti. Vergi toplamak için Orta
ve Doğu Anadolu'nun: birçok yerlerini gezdi.

Murtaza Paşa, Sivas'tan azledilince onunla 14 Temmuz: 1650 de İstanbul'a döndü.

Bu sırada Melek Ahmed Paşa sadrazam oldu (5 Ağustos 1650). Hısım oldukları için paşa,
Evliya Çelebi'yi kendisine musahip ve mahrem edindi.

21 Ağustos 1651 de Melek Ahmed Paşa büyükvezirlikten azlolunup Özi Beğlerbeğiliğine


tayin olununca Evliya Çelebi de onunla beraber gitti. Rumeli'nin birçok yerlerini gezdiği bu
yolculuğa 1651 yılının Eylül ayı ortalarında başladı.

Melek Ahmed Paşa, Rumeli Beğlerbeğiliğine tayin olununca yine onunla birlikte Sofya'da
bulundu. Paşa azlolununca 1653 Temmuzunda İstanbul'a döndü. Bir süre İstanbul'un
gezinti yerlerinde eğlendi. 1655 başına kadar İstanbul'da kaldı.

Melek Ahmed Paşa, Van Beğlerbeğiliğine tayin olununca onunla birlikte giderek Doğu
Anadolu'nun büyük bir bölümünü görmüş oldu. İranlılar tarafından götürülen koyun
sürülerinin geriye verilmesini sağlamak ve Bağdat Valisi Murtaza Paşa'nın İranlılar'a esir
düşmüş olan kardeşini kurtarıp Bağdad'a getirmek vazifeleriyle İran'a ve oradan da
Bağdad'a gitti. Buradan Van'a döndü.

Melek Ahmed Paşa yine Özi Eyaleti'ne vali tayin olununca 26 Temmuz 1655 te
İstanbul'dan kalkarak onunla birlikte eyalet merkezi Silistre'ye gitti.

26 Mayıs 1657 de Macar Rakoczi üzerine yapılan sefere katıldı. Bu sırada Kırım Hanı IV.
Mehmed Kirey Han'ın hizmetine girdi. Güney Rusya'ya yapılan akınlara ve Özi'ye saldıran
Rus Kazakları'nın bozgunu ile biten savaşlara katıldı. Bu zafer haberini İstanbul'a ulaştırıp
yine vazifesi başına döndü. Eyalette birçok yerleri dolaştı.

10 Aralık 1657 de İstanbul'a döndü. Melek Ahmed Paça'nın zevcesi Kaya Sultan'ın
bahçesinde hoş vakitler geçirerek dinlendi.

Melek Ahmed Paşa, Bosna Beğlerbeği olunca onunla birlikte yola çıktıysa da Büyük
Çekmece'de Sadrazam Köprülü Mehmed Paşa'nın adamları tarafından yaralanarak tedavi
için İstanbul'da bir ay kadar kaldı.

1658 de Bursa, Çanakkale ve Gelibolu yörelerine gidip, 9 Kasım 1659'da Buğdan'ın yeni
voyvodası Stefanitsa'yi memleketine götürenlerle birlikte Edirne'den kalkarak
Romanya'ya doğru gitti. Yaş Ovası'nda Eflak Voyvodası Minnea ile yapılan savaşta
bulundu. Sonra Kırım atlılarıyla birlikte akınlara katılıp Edime"ye döndü.

www.atsizcilar.com  Sayfa 4 
 
 

26 Nisan 1660'ta Köse Ali Pasa'nm maiyetinde olarak Varad seferine katıldı. Bu kalenin
fetihnamesini Bosna Beğîerbeğisi Melek Ahmed Paşa'ya götürdü. Evliya Çelebi bu sırada
Bosna eyaletini dolaşmış ve akınlarda bulunmuş, hatta Venedik topraklarına kadar
uzanmıştır.

Melek Ahmed Pala yeniden Rumeli Beğîerbeği olunca Sofya'ya gitti. Yine vergi toplamak
için birçok yerler dolaştı.

29 Temmuz 1661 de, Tımışvar Ovası'nda, Erdel seferine giden Köse Ali Pasa ordusuna
rastlayıp ona katıldı. Kırım atlılarıyla birlikte düşmanla çarpışıp Erdel'i bir hayli dolaştı.
Belgrad'da kışladı.

Baharda Arnavutluk'ta vergi topladıktan sonra 4 Nisan 1662 de İstanbul'a döndü.

10 Mart 1663'te Fazıl Ahmed Paşa ordusuyla birlikte Alman (Nemse) seferine çıktı. Bu
seferin birçok kısımlarına katıldı. Seferin devamı sırasında Belgrad'dan Hersek'teki Sührab
Mehmed Pasa'ya mektup götürdü. Venedik sınırındaki hareketlere katıldı. Macaristan'a
döndükten sonra Zrinvar ve Raab savaşlarında bulundu. Budin'den Eğri'ye giderek oraları
gezdi. Peşte'de Kara Mehmed Paşa ile buluştu.

Vasvar barışından sonra Viyana'ya elçi gönderilen Paşa'nın maiyetinde Viyana'ya gitti. 9
Haziran 1665'te Viyana'ya girdi. Almanya İmparatoru I. Leopold'dan aldığı pasaportla
çevreyi gezindi. Viyana'da bulunduğu sırada, vaktiyle, 1647'de Erzurum'da katıldığı bir
cirit oyununda Şeydi Ahmed Paşa'nın attığı ciritle kırılmış olan dört dişinden üçünü usta
bir dişçiye tedavi ettirdi.

29 Haziran 1665'te Viyana'dan çıkarak çevreyi de gezmek suretiyle Macaristan'a döndü.


Eyalet ve sancaklardaki kaleleri yoklamaya memur edildi. Oradan Erdel, Eflak ve Buğdan
yoluyla Kırım'a gitti. 1665 yılı içinde ve herhalde güz başlarında, Kırım Hanı IV. Mehmed
Kirey ile Rus Kazakları arasındaki bir savaşa katıldı.

Kırım'dan kara yolu ile Kafkasya'ya geçti. Dağistan'ı, Hazar kıyılarını ve İdil ırmağı ağzını
dolaştı. Bu sırada Terek kalesinde iken Azak'a gitmekte olan bir Rus elçisinin kafilesine
katıldı. Azak'a gelince Osmanlı Ordusu'nun Girîd seferine çıktığını duydu. Kefe üzerinden
Bahçesaray'a gitti. Adil Kirey'in bazı akınlarına katıldıktan sonra kara yolu ile
(Karadeniz'den geçmeye tövbeliydi) 11 Mayıs 1668 de İstanbul'a geldi.

26 Aralık 166S de İstanbul'dan çıkarak Edirne, Gümülcine, Selanik, Tesalya ve Mora'yı


dolaştı. Anaboli'den gemiyle Girid'e gitti. Kandiye'nin fethi için yapılan savaşlara katıldı ve
fethi gördü.

1670 Nisanında Girit'ten ayrılarak bazı Osmanlı kuvvetleriyle birlikte Yunanistan'da,


Mayna'daki isyanın bastırılmasında bulundu. Oradan Arnavutluk'a geçerek bu ülkenin
birçok yerlerim dolaştı. 28 Aralık 1670 to İstanbul'a döndü.

Nihayet Hacca gitmeye karar vererek dostlarından Sâilî Çelebi ile 21 Mayıs 1671 (=12
Muharrem 1082) de yola çıktı. Henüz görmediği Sakız, Sisam, İstanköy, Rodos adalarını;
Adana, Maraş, Ayıntap, Kilis taraflarım gezdi. Şam'a uğrayıp gam Beğlerbeği Hüseyin
Paşa'nın da katıldığı hacı kafilesiyle Hacca gitti.

Hacdan sonra Hüseyin Paşa'dan ayrılarak Mısır hacılarına katıldı. Onlarla birlikte Mısır'a
gitti. Mısır'da 8-9 yıl kaldı. Mısır, Sudan ve Kuzey Habeşistan'ı bu sıralarda gezdi.

Evliya Çelebi'nin ne zaman Öldüğü, nerede gömülü olduğu belli değildir. Prof. Cavid
Baysun bir takım karinelerle 1682'de ölmüş olacağını kabul ediyor.

www.atsizcilar.com  Sayfa 5 
 
 

Evliya Çelebi evlenmemiştir. İnce yapılı olmasına rağmen sağlam ve çevik olduğu, Kırım
atlılarıyla yaptığı akınlardan ve cirit oyunlarına katılmasından anlaşılıyor. Sık sık Kırım
hanlarının yanma gitmesi ve soy kütüğünü sayarken yukarılarda bir "Allahverdi Akay" dan
bahsetmesi Kırım'la bir kan bağı ihtimalini de akla getiriyor. Çünkü "Akay" kelimesi tam
Kırım ağzıyla bir kelimedir ve bizim "ağa" (aka)ın karşılığıdır.

Evliya Çelebi mevki ihtirası göstermemiş, fakat seyahat ihtirası büyük olmuştur. Ufak
tefek vazifelerden aldığı para ile paşaların ve Kırım Hanı'nın verdiği hediyeler ve
savaşlardan elde ettiği ganimetler, bir de mütevellisi olduğu ata mülklerinden gelen para
kendisine ve kölelerine yetmiştir.
Zamanına göre yüksek tahsil yapamamışsa da gördükleriyle kültürünü tamamlamıştır.
Tahsil eksikliği bilhassa; tarih olaylarını anlatırken çok açık ve acı sekilde gözükmektedir
(Fatih'le Mısır Sultanı Kalavun'u çağdaş göstermesi gibi). Bir de muhayyelesi geniş
olduğundan evliyalar, şeyhler hakkında verdiği bilgiler uydurmalarla doludur.

Hattat, nakkaş, müzikçi, şair ve biraz da kuyumcudur. Şairliği kaliteli değildir. Nesri,
kendi çağının ağdalı nesri olmayıp çoğu zaman sade, tekellüfsüz bir nesirdir. Hatta bazan
o kadar güzel ve orijinaldir ki Evliya Çelebi'ye 11. Yüzyılın Dede Korkud'u denebilir. Bütün
bunlardan başka bir yönü daha vardır. Askerdir. Birçok savaşlara girmiştir.

Evliya Çelebi seyahat gayesini başarabilmek için herkesle iyi geçinmeye mecburdu. Zaten
yaratılıştan huysuz bir adam değildi. Nâzik, güler yüzlü idi ve herkesin hoşuna giden bir
şahsiyeti vardı. Fakat dalkavuk değildi.

Zevk ehli idi. Mesirelerde kalmış, meyhaneleri dolaşmıştır. Ağzına içki koymadığını
söylemesi her halde esmayı üstüne sıçratmamak için olmalıdır. Ahmed Yesevî soyundan,
geldiğini iddia edip din ve tasavvuf davası gütmesi dolayısıyla dinin ve devletin
yasakladığı içkiyi içmemiş görünmek lüzumunu duymuştur.

Büyük seyahatname esas bakımından coğrafya bilgisi vermekle beraber tarih, etnografya,
folklor, binalar, yollar, kültür ve dil bakımından da çok mühimdir. Evliya Çelebi
zamanında mevcut olup da bugün bulunmayan köyler, kasabalar, camiler, mezarlar
hakkındaki satırları birinci derecede kaynak değerini taşır. Orijinal gözükme gayretiyle
bazı zorlama ve uydurmaları olduğu muhakkaktır. Bazan da, eskiden yazılmış kitapları
okuyarak seyahatnamesine aldığı bilgileri kendi görgüsü mahsulü diye göstermesi bu
kabildendir. Meselâ Viyana'da bulunduğu sırada İmparatordan izin alarak kuzeyde
Brandenburg, Danimarka, Hollanda ve batıda İspanya'ya kadar gittiği hakkındaki
satırlarının hiç bir değeri yoktur. Fakat bazan mübalâğa veya uydurma sanılan satırlarının
doğru olduğu da muhakkaktır.

Şimdiye kadar Evliya Çelebi hakkında yapılan incelemelerin en iyisi olan ve İslâm
Ansiklopedisinin 1947 yılındaki 33. fasikükülünde yayınlanan merhum Prof. Cavid
Baysun'un Evliya Çelebi maddesinde onun bazı hızlı yolculuklarına inanılmamıştır. Cavid
Baysun, Evliya Çelebi'nin Van'dan İstanbul'a 13 günde, Silistire'den İstanbul'a 3 günde
gelmesini imkânsız görerek kabul etmemektedir. Halbuki o zamanki Türk askerliği ve
biniciliği düşünülürse bunların doğru olduğu kabul edilebilir. Posta tatarlarının at
değiştirerek nasıl hızlı gittikleri malûmdur. İyi bir binici olan ve Kırım atlılarının yıldırım
hızına sürçmeden ayak uyduran Evliya Çelebi, at değiştirmek suretiyle Silistre'den 3
günde, Van'dan 13 günde İstanbul'a gelebilir. Nitekim Barbaros Hayreddin Paşa da
Mudanya'dan Haleb'e atla 10 günde gitmişti.

www.atsizcilar.com  Sayfa 6 
 
 

Seyahatname, mübalağalı ve hayalî taraflarına rağmen, birçok bakımlardan mühim, ciddî


incelemelere lâyık bir eserdir ve hakikaten kültürümüzün temel kaynaklarındandır. Bu
temel kaynaktan ilmî sonuçlar çıkarmak için uzun ve etraflı çalışmalara ihtiyaç vardır ki
bu da yıllara bağlıdır. Fakat bu çalışmalara başlamak İçin Önce Seyahatnamenin
mukayeseli ve çok doğru bir basımının yapılması şarttır.

Bugün hızla gelişmekte ve değişmekte olan Anadolu şehirlerinde, birkaç yıl sonra, Evliya
Çelebi'nin bahsettiği bazı anıtlardan eser kalmayacaktır. Bunları kaybolmadan önce
yakalayıp incelemek, bir heyetin, bir derneğin başarabileceği iştir. Ben burada yalnız bir
iki kelimeye dikkati çekerek Seyahatname'nin ehemmiyetim göstermeye çalışacağım:

1) Evliya Çelebi, Kırım'dan İstanbul'a gelirken gemilerinin batmasını ve denizde geçirdiği


tehlikeli zamanı anlatırken Üç yerde "kum" kelimesini kullanmaktadır (II, 128, 129, 131).
Buradaki "kum" kelimesi "dalga" demektir. Bu mana ile "kum" kelimesi malûm Türkiye
lehçesi sözlüklerinde yoktur. Dil Kurumu tarafından yayınlanan "Tarama Sözlüğü"
(Ankara, 1969) nün IV. cildinde (s. 2729) "dalga" mânâsı ile gösterilen bu kelimenin
kaynağı Aydınlı İshak Hocası Ahmed Efendi'nin "Aksa'lı - îreb" adlı eseridir. Hicri 1120 (=
23 Mart 1708-12 Mart 1709) da ölen Ahmed Efendi'nin bu eseri, meşhur Zemahşeri'nin.
Mukaddemetü'l -Edeb adlı Arapça - Farsça sözlüğünün tercümesidir. 18. Yüzyılın başında
ölen mütercimin bu kelimeyi kullanması, o asırda Aydın bölgesinde kelimenin yaşadığını
gösterebileceği gibi Mukaddemetü'l - Edeb'in Doğu Türkçesine yapılan tercümelerden
faydalanan İshak Hocası'nın bu kelimeyi o tercümelerden aldığı da düşünülebilir.

Bu kelimenin ehemmiyeti, "kum" kelimesinin "dalga" mânâsı ile ilk önce Kaşgarlı
Mahmud'da. kullanılmış olmasındadır. On Birinci Yüzyılın ikinci yarısında yazılan Dîvânü
Lügati'tTürk ile Evliya Çelebi arasında altı asırlık bir zaman bulunması, edebî Batı Türk
metinlerinde kelimeye rastlanmayışı, halk arasında millî kültür birliğinin yaşadığını
gösteren tanıklardan biridir. Kelime 13-14. Asırlara ait olup Doğu Türkleri lehçelerini
tanıtan îbnü Mühennâ ve Ebû Hayyân sözlüklerinde de vardır.

— Evliya Çelebi'de aynı şekildeki diğer bir kelime de "Senek" kelimesidir. Kastamonu
bölgesi Türkleri arasında "bardak" mânâsı ile kullanılan bu kelime de yine Dîvânü Lûgati't
Türk'te "ağaçtan oyulmuş su kabı" olarak tanıtılmaktadır (Besim Atalay Dizini, 505).

— Evliya Çelebi, ilk Osmanlı padişahlarından "beğ" diye bahsettiği gibi İstanbul kuşatması
sırasında Ak Şemseddin Fatih'e "beğim" diye hitap ettirmektedir. Türk geleneklerine göre
Osmanlı Hanedanının "han" olmayıp "beğ" olduğu malûmdur. Hanlık sonradan, büyük
imparatorluk haline geldikleri zaman takılmış bir unvandır. Fatih'le Ak Şemşeddin'in
konuşmalarını bize anlatan çağdaş bîr eser bulunmadığına göre, Fatih'ten iki asır sonra
yaşayan Evliya Çelebi'nin o koca padişahı "beğ" olarak görmesi, eski ananenin Türkler
arasında hâlâ yaşadığım göstermesi bakımından mühimdir.

4) Evliya Çelebi, "Oğuz" kelimesini "saf" mânâsında kullanıyor (III, 141). "Türk'1
kelimesinin "köylü", hatta "kaba köylü" yerinde kullanılması gibi "Oğuz" kelimesi de
Anadolu'da gerek Osmanlı aydınları, gerekse halk tarafından "sert, kaba" kelimeleriyle
aynı mânâda kullanılmıştır. Mohaç savaşının ertesi günü, savaş alanını gezen Kanunî
Sultan, Süleyman, otağına dönerken kendisini selâmlayan büyük rütbeli Türk
subaylarından birine (= Koca Alaybeği'ne) şimdiden sonra ne tedbir alınması gerektiğini
Büyükvezîr İbrahim Pasa ile sordurunca Koca Alaybeği: "Hünkârım! Domuzun yatağında
çocuğu olmasın" (yani toparlanmasına meydan verilmesin) diye cevap vermiştir. Bu
vakayı anlatan Peçevî (I, 95-96), Koca Alaybeği'nin cevabını "oğuzâne" (=oğuzcasına)
diye sıfatlandırmıştır ki "tekellüfsüz, kaba, sert" mânâlarına gelmektedir. Hammer ise
Peçevî'den aldığı "oğuzâne" kelimesini "Türkler'in eski sertliği ile" diye tercüme etmiştir

www.atsizcilar.com  Sayfa 7 
 
 

(V, 64). Meşhur Fîruzâbâdî (1329-1414) Kamus'unu Türkçeye çeviren ve "Ukyânûsü'l


Basît" adım veren Mütercim Âsim, bu tercümesinde "Oğuz" kelimesini "elinden iş
gelmeyen" mânâsında kullanmıştır (II, 796). Tercüme, hicrî 1220-1225 arasında (= 1
Nisan 1805 - 25 Ocak 1811) yapılmıştır. Mütercim Âsım'm "Oğuz" kelimesine verdiği
mânâ acaba onun memleketi olan Ayıntab'a mı aittir, yoksa o sırada, yani 19. Asrın
başında Türkiye'nin edebî çevreleri bunu bu anlamda kullanıyor muydu, bu belli değildir.
Ben de 1932 de Bolu'nun bir köyünde, yanıma çağırdığım üç dört yaslarında toraman bir
oğlanın gelmemesi üzerine anasının "o gelmez, uğuzdur'" dediğini işittim. Köylü kadın
"yabani" yerinde kullandığı bu kelimeyi "uğuz" diye söylüyordu.

Evliya Çelebi başka milletlerin de dikkatini çekmiş, üzerinde birçok incelemeler yapılmış,
yazılar ve tenkidler yazılmıştır. Bunların listesi Prof. Cavid Baysun'un İslâm Ansik
lopodisi'ndeki makalesinde gösterilmiştir. Bu yazılar umumiyetle müsbettir. Fakat
yukarda da işaret ettiğim gibi, Evliya Çelebi Seyahatnamesi hakkındaki son ve kesin
hükmün verilmesi için önce, eserinin karşılaştırmalı ve doğru bir basımının yapılması
lâzımdır.

Evliya Çelebi'nin kendilerini ilgilendiren parçalarını Almanlar, Bulgarlar, Ermeniler, Farsiar,


Fransızlar, İngilizler, Macarlar, Romenler, Ruslar, Sırplar, Yunanlılar kendi dillerine
çevirmişlerdir.

Evliya Çelebi'den parçalar seçerken her şeyden önce Türk kültürü bakımından
ehemmiyetli ve Türk gençleri için faydalı olduğuna kanaat getirdiğim parçaları aldım ve
bu sevimli seyyah hakkında tam bir fikir vermiş olmak için onun mübalağalı ve bazan da
muhayyel olan bölümlerini ihmal etmedim.

Genç okuyuculara kolaylık olması için onların güçlüğe uğrayabileceği birçok noktalarda
küçük dip notlarıyla açıklamalar yaptım.

25 Kasım 1970 ATSIZ

EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİNDEN SEÇMELER

Müslümanları kendisine itaat şerefiyle şereflendiren ve bana dünyayı gezip dolaşma


kolaylığını veren Tanrı'ya şükürler, şeriatın yapısını kurup peygamberlik temelini
sağlamlaştıran Muhammed'e selâmlar ve dualar olsun. Gökleri yaratan ve her şeyin sahibi
olan Hak, yeryüzünü insan oğulları için güzel bir barınak ve sığınak edip insanları bütün
var edilenlerden daha üstün yarattı.

Bundan sonra, yeryüzünde Tanrı'nın gölgesi ve dünyanın nizamı olan, sultan oğlu sultan,
Gazi Sultan Dördüncü Murad Han (1623 -16JfO) (ki Ahmed Han oğludur, o da Mehmed
Han oğludur, o da üçüncü Murad Han oğludur, o da İkinci Selim Han oğludur, o da
Süleyman Han oğludur, o da Birinci Selim Han oğludur, o da İkinci Bayazıd Han oğludur,
o da Fatih Sultan İkinci Mehmed Han oğludur, Allah'ın rahmeti hepsine olsun)
Hazretlerine hayır dualar ve övüşler olsun.

Yazılarımıza başladığımız yerde yüce hizmetiyle şeref bulduğumuz büyük Padişah, Bağdat
Fatihi Sultan Murad Han Gani, Tanrı rahmeti içinde olsun. Onların saltanatı zamanında,
hicretin 1041 tarihinde (=30 Temmuz 1631 - 18 Temmuz 1632) yaya olarak İstanbul
şehrinin etrafında olan köy ve kasabaları ve nice bin bahçeleri, bağları gezip seyrederek
hatırıma büyük seyahatler gelirdi. Cihanı nasıl dolaşabilirim diye her an Allah'tan dünyada
vücut sağlığı ve seyahat, ahirette de iman ricasında bulunurdum. Daima dervişlerle
dostluk edip dünyadaki yedi iklim, dört bucağın tarifini işittikçe can ve gönülden seyahat
dileyip acaba dünyayı gezip mukaddes yerlere, Mısır'a, Şam'a, Mekke ve Medine'ye varıp
yaratılmışların övüncü olan Peygamber Hazretlerinin ravzasma yüz sürmek mümkün
olacak mı diye üzülüp süzülürdüm.

www.atsizcilar.com  Sayfa 8 
 
 

Bu ben değersiz, yani "Derviş Mehmed Zılli oğlu Evliya", doğduğum şehir olan
İstanbul'da, 1040 yılı Muharreminin âşûrâ gecesi (= 19 Ağustos 1630) rüyada kendimi
Yemiş iskelesi civarında helâl mal ile yapılmış "Ahi Çelebi Camisi" nde gördüm. Derhal
caminin kapısı açılıp içi silâhlı askerlerle doldu. Sabah namazının sünnetini kılıp duaya
geçtiler. Ben zavallı minber dibinde durup bu aydın ve güzel yüzlü cemaati hayran hayran
seyrettim. Hemen yanımda durana bakıp: "Sultanım! Kimsiniz? Yüce adınızı lütfediniz"
dedim. O da: "Aşere-i Mübeşşere'den, kemankeşlerin piri Sa'd ibni Ebî Vakkâs'ım" diyince
elini öptüm. "Ya sultanım, bu sağ tarafta nura bürünmüş güzel cemaat kimlerdir" dedim.
"Onlar bütün peygamberlerin ruhlarıdır. Geri saftakiler evliyaların ruhlarıdır. Bunlar
Peygamber'in sahabeleri ve yakınları, Kerbelâ şehitleridir. Mihrabın sağın-dakiler Ebubekir
ve Ömer, solundakiler Osman ve Ali, mihrabın önündeki Üveysü'l-Karânî'dir. Caminin
solunda, duvar dibindeki esmer adam senin pirin, müezzin Bilâl-i Habeşî'dir. Bu ayak üzre
cemaati saf saf sıraya koyan kısa boylu adam Amr Ayyâr-i Zamîrî'dir. İşte bu bayrak ile
gelen kızıl kanlı elbiseli askerler Hamza ile bütün şehitlerin ruhlarıdır" diye camideki
cemaati birer birer bana gösterip herhangisine gözüm değdiyse elimi göğsüme basıp göz
aşinalığı ile taze can buldum.

"Ya sultanım, bu cemaatin bu camide toplanmalarının sebebi nedir" dedim. "Azak


taraflarında Müslüman ordularından Tatar askeri sıkıntıda olmakla Hazretin (—
Peygamberin) himayesinde olanlar bu İstanbul'a gelip oradan Tatar Hanı'na yardıma
gideriz. Şimdi Peygamber Hazretleri dahi Hasan, Hüseyn ve On iki İmamlar ve benden
gayrı Aşere-i Mübeşşere ile gelip sabah namazının sünnetini kılıp kaamet eyle diye işaret
buyurur. Sen dahi yüksek sesle tekbir getirip sonra Kürsî ayetini oku. Sonra Peygamber
Hazretleri mihrapta otururken elini öpüp şefâat yâ Resulullah diyip yardım rica et" diye
Sa'd İbni Ebî Vakkâs bana öğretti.

Cami kapısından parlak bir ışık peyda olduğu nu gördüm. Caminin içi nur dolunca bütün
sahabe lerle peygamberlerin ve evliyaların ruhları ayağa kalktılar. Peygamber Hazretleri
yeşil bayrağı dibinde, yüzünde nikabı, elinde asası, belinde kılıcı ile şağında Hasan,
solunda Hüseyn ortaya çıkınca sağ ayağı ile camiye Bismillah ile girip mübarek yüzünden
örtüsünü açıp "esselâmü aleyke yâ ümmeti" (1) buyurdular. Mecliste hazır olanlar da "ve
aleykümü'selâm ya Resûlallah ve yâ seyyidi'l-ümem" (2) diye selâm aldılar.

(1) "Ey Ümmetim. Sana selâm olsun".

(2) "Ey Tanrı'nın elçisi ve milletlerin efendisi, size selam olsun"

Hazret hemen mihraba geçip iki rek'at sabah namazı sünnetini eda edip bitirince bana bir
korku ve vücuduma bir titreme geldi. Ama Hazretin bütün eşkâline baktım. Hilye-i Hakanı
(3) de yazıldığı gibi idi. Selâmdan sonra bana bakıp mübarek sağ elleriyle dizine vurup
"kaamet eyle" dediler. Hemen ben dahi Sa'd tbni Ebî Vakkâs'ın öğrettiği üzere derhal
segah makamında ikamet edip tekbir getirdim. Hazret dahi segah makamında hazin bir
sesle Fatihayı okudu. Rüyanın sonunda Sa'd tbni Ebî Vakkâs'm öğrettiği gibi hizmetimi
tamamladım. Hazret mihraptan ayağa kalkarken Sa'd İbni Ebî Vakkâs elimden tutup
Hazretin huzuruna götürdü: "Sadık âşıklarından ve iştiyaklı ümmetinden Evliya kulun
şefaatini rica eder" diyip bana da "mübarek elini öp" diyince ağlayarak mübarek elini
küstahça öpüp heybetinden şaşırarak "şefaat yâ Resûlullah" diyecek yerde "seyahat yâ
Resûlullah" demişim. Hazret hemen gülümseyip: "Allah sıhhat ve selâmetle şefaatimi,
seyahati ve ziyareti kolay kılsın" dediler.

Oradakilerden hepsinin elini öpüp hepsinin hayır duasını alarak gidiyordum. Peygamber
Hazretleri mihraptan "esselâmü aleyküm yâ ihvan" (4) diyip camiden dışarı çıkınca bütün
sahabeler bana hayırdua ettiler ve camiden çıkıp gittiler. Sa'd Hazretleri hemen belinden
sadağını çıkarıp belime kuşatarak tekbir getirdi: "Yürü! Ok ve yayla gaza eyle. Tanrı seni
koruyup esirgesin. Sana müjde olsun: Bu mecliste ne kadar ruhlarla görüşüp ellerini
öptünse hepsini ziyaret etmek nasip olacak. Dünya seyyahı ve insanların meşhuru
olacaksın. Ama gezip tozduğun memleketleri, kaleleri, şehirleri, acayip ve garip eserleri,

www.atsizcilar.com  Sayfa 9 
 
 

her diyarda yapılan güzel şeyleri, yiyecek ve içeceklerini, şehirlerinin boylam ve


enlemlerini yazıp fevkalâde bir eser meydana getir ve benim silâhımla iş görüp dünya ve
ahiret oğlum ol. Doğru yolu elden bırakma. Kinden, garezden uzak kal. Tuz, ekmek
hakkını gözle, iyi dost ol. Kötülerle arkadaş olma. İyilerden iyilik öğren" diye öğüt verip
alnımdan öperek Ahi Celebi Camisi'nden çıkıp gitti.

Ben şaşkına dönüp uykudan uyandım. Acaba bu bir rüya mıdır, gerçek midir, yoksa doğru
rüya mıdır diye düşünüp ferahlık ve gönül açıklığı duydum. Sonra temiz abdest alıp sabah
namazını kıldıktan sonra İstanbul'dan Kasımpaşa'ya geçip tâbirci İbrahim Efendi'ye
rüyamı tâbir ettirdim. "Cihanı gezen bir seyyah olup işin hayırla sona varır ve Hazretin
şefaati ile Cennete girersin" diye müjdeledi. Oradan Kasımpaşa Mevlevihanesi Şeyhi
Abdullah Dede'ye varıp elini öperek rüyamı ona da tâbir ettirdim: "On İki îmam'ın elini
öpmüşsün. Dünyada himmet sahibi olursun. Aşere-i Mübeşşere'nin ellerini öpmüşsün;
Cennete girersin. Dört Halifenin ellerini öpmüşsün; dünyada bütün padişahların
sohbetleriyle şeref bulup has nedimleri olursun. Mademki Hazreti Peygamber'in yüzünü
görüp mübarek elini öperek hayır duasını almışsın, iki dünyada saadete erersin. Sa'd İbni
Ebî Vakkâs'ın öğüdü ile önce bizim İstanbulcağızı yazmaya himmet edip bütün gayretini
sarfeyle" diye yedi cilt muteber tarih ihsan buyurup: "Yürü! İşin rast gelir" diye hayır dua
etti.

(3) Hicrî 1015 (=9 Mayıs 1606-27 Nisan 1607) tarihînde ölüp Edirnekapı Camisi naziresinde gömülen Osmanlı sairi
Hakanı Mehmed Beğ'in Peygamber hakkındaki manzum "Hilye-i Şerife" adlı eseri ki şiir bakımından kuvvetli eseridir ve
1007 de (=4 Ağustos 1598-23 Temmuz 1599) telifedilmiştir. ,

(4) "Ey kardeşler! Size selâm olsun.

İstanbul Kalesinin Çepeçevre Büyüklüğü

Dostlarımla İstanbul'u dolaştığımız sırada, 1044 yılında, Dördüncü Sultan Murad, Revan
seferine gitmişti. (5) Koca Bayram Paşa, İstanbul'da sadaret kaymakamı (6) olup merhum
babamla Bayram Paşa konuşurken söz sırasında: "İstanbul'un kurucusu acaba kim ola"
diye sorunca merhum babam şöyle cevap vermiş: "Sultanım! İstanbul dokuz kere mâmur
ve dokuz kere harap olmuştur. Ama zamanımızdaki gibi haraplık asla görmemiştir. Her ne
tarafından olursa olsun dost da, düşman da kapısının, duvarının yıkılmış yerlerinden
araba ile girip çıkarlar. Padişahların hasreti olan bu şehrin bu halde kalması ve surlarının
kararmış bulunması yakışık almaz. Din gayretine ve Osmanlı Hanedanı şevketine şunun
onarılmasına himmet buyurun. Zamanın padişahı inşallah muzaffer olarak dönmektedir.
Şahane nazarlarına ak inci gibi değer de beğenilirse kıyamete kadar adınız bakî kalır."

Mecliste hazır bulunanlar bunu makûl görürler. Derhal İstanbul, Eyüp, Galata, Üsküdar
mollaları (7) toplanıp Mimarbaşı, Sekban ve Şehremini'ne fermanlar olunarak İstanbul'un
4700 mahallesinin imamlarına tenbih olunur. Kalenin tamiri için yardım istenir, işçiler ve
ustalar çağırılarak Padişah Revan seferinden gelinceye kadar bir yıl içinde (8) İstanbul ve
Galata kalelerini ve bütün büyük Padişah camilerini tamir edip beyaza boyararak
İstanbul'u bir iri inciye benzetirler.

Böylece İstanbul'dan karanlık gitti. Kaymakam Bayram Paşa'nın eliyle İstanbul kalesinin
tamiri tarihi şudur:

Duâ edip dedim târihin ey dâniş bu mebnâmın

Zemin durdukça dursun bu binâ-yi âsmân-âsâ (9).

Sene 1044,

www.atsizcilar.com  Sayfa 10 
 
 

O sırada Revan fethinin müjdesi gelip (10) bütün halkın geceleri yürüyüş gecesi,
gündüzleri bayram günü oldu. Yedi gün, yedi gece Hüseyin Baykaı-a fasılları (11) yapıldı.

(5) Dördüncü Murad, Revan seferi için ordusu ile Üsküdar'dan 28 Mart 1635 tarihinde hareket etmiştir.

(6) Sadırazam (= Büyükvezir) vekili. Sadırazam seferdeyken ona vekâlet ederdi.

(7) Molla "büyük dereceli kadı" demektir. Kadıların idarî vazifeleri de vardı.

(8) Dördüncü Murad, 1635 yılının son günlerinde İstanbul'a dönmüştür.

(9) "Ey dâniş! Dua edip bu yapının tarihini söyledim: Dünya durdukça göğe benzeyen bu bina da dursun" demektir.
Buradaki "dâniş" kelimesinin beyti yazıp ebcedle tarih düşüren şairin mahlesi olması gerekir. Fakat IV. Murad çağında
bu mahlesi taşıyan bir şaire Taslamadım. Belki de kelime asıl mânâsı iie, yani "bilgili adam", "anlayan adam"yerinde
kullanılmıştır.

(10) Revan 8 Ağustos 1635 te alınmış olup haber İstanbul'a Ağustos sonunda ulaşmış olmalıdır.

(11) Hüseyin Baykara, Aksak Temirliler Hanedanının son Horasan kolu padişahlarından olup merkez edindiği Herat'ta
911 de ölmüştür. Zamanı ilim ve sanat bakımından çok üstün bir çağ, Hüseyin Baykara da hem şair, hem bilgin, hem
zevk ehli bir hükümdar olduğundan güzel ve seviyeli meclisleri ün salmış; şiirli, müzikli, içkili meclislere Baykara Meclisi
demek Osmanlılar'da da âdet olmuştur.

Saray Burnu'ndan Yedikule'ye kadar deniz kıyısında, kalenin temeli önüne 20 zira (12)
genişliğinde bir set yapıldı. Böylece kaleden dışarıda büyük bir yol oldu. Bütün gemiciler o
yerden iplere asıla asıla gemilerini çekerek Saray Burnu'ndan içeri girerlerdi. Bayram
Paşa, kalenin içinde ve dışında, kalenin üzerinde veya kaleye bitişik ne kadar eşraf ve
ileri-gelenlerin evleri varsa hepsini istimlâk edip yıktırdı. Bu umumî yollarla kale
çepeçevre genişledi.

O sırada ben İstanbul kalesini adımla ölçtüğüm için beyan edeyim: Yedikule'den dışarı
hendek kenarınca Eyüp Kapısı'na gelinceye kadar 8810 adım ve 6 kapıdır.

Küçük Ayvansaray Kapısı'ndan Bahçe Kapısı'na kadar 6500 adım ve 14 Kapıdır.

Arpa Ambarı dibinde Kireççibaşı Kapısı'ndan İstanbul'un merkezi olan Yeni Saray
çepeçevre 16 kapıdır. 10 tanesi açıktır.

Bu Yeni Saray kalesi Fatih'indir ki çevresinin büyüklüğü 6500 adımdır.

(12) Zira, Türkçe arşının aşağı yukarı karşılığıdır ve şöyle böyle 75 santime tekabül eder.

Ahır Kapı'dan, yeni yapılmış olan dışarı umumî yoldan gitmek üzere Yedikule köşesine
kadar 10.000 adım ve 7 kapıdır.

Bu hesap üzere nefsi İstanbul'un büyüklüğü 30.000 adımdır ve 1000 adımda 10 kule
vardır. Hepsi 400 kuledir. Ama kara tarafı üç kat olmakla onların kuleleriyle beraber 1225
kule olur. Kulelerin kimi dört köşe, kimi yuvarlak, kimi altı köşelidir.

Bayram Paşa tamir sırasında zirâ-ı mimarî (13) üzere hesap isteyip hepsi 87.000 zira
olmak üzere hesap edilmiştir.

Konstantin zamanında Kurşunlu Mahzen'deki tophanede 500 top hazır bulunurdu. Hâlâ
demir kapılar bellidir. Saray Burnu ile Kız Kulesi'nde dahi yüzlerce top tabiye olunmuştu
ki bu sayede deniz cihetinden kuş uçmak imkânsızdı.

Galata'dan Yemiş İskelesi'ne üç kat zincir çekilip üzerine büyük bir köprü yapmışlardı.
Onun içinden geçerlerdi. Gerektiğinde köprü çözülüp gemiler kolaylıkla geçerdi.

www.atsizcilar.com  Sayfa 11 
 
 

Bir köprü de Balat ile Tersane Bahçesi arasına kurulmuştu. Bir köprü de Eyüp ile Sütlüce
arasında idi.

Yanko (14) zamanında, Karadeniz Boğazı'nda Yuruz Kale eteğinde deniz üzerine üç kat
demir zincirler çekilip düşman gemileri geçemezdi. O zincirin parçaları hâlâ Tersane
Mahzeni'nde durur. Ben gördüm. Bir halkasının kalınlığı insan beli kadardır (15).

(12) Zira, Türkçe arşın'ın aşağı yukarı karşılığıdır ve


şöyle böyle 75 santime tekabül eder.

(13) Öncekinin aynı.

(14) Madyan oğlu Yanko, İstanbul'un efsanevî kurucusudur. Osmanlı tarihlerinde, bilhassa anonim tarihlerde (yani
Tevârîh-i Âl-î Osman'larda) bundan uzun uzadıya bahsolunur.

(15) Yanko hayalî bir şahıs olduğuna göre Evliya Çelebimin gördüğü zincir parçalan herhalde Bizanslıların Fatih'e karşı
kullandıkları savunma zincirleri olacak.

Bu şekilde ve bu büyüklükte olan kalenin 27 kapısının araları kas adımdır, onu beyan
edelim:

Yedikule Köşkü deniz kıyısındadır. Oradan Yedikule Kapısı'na kadar 1000 adım,
Yedikule'den Silivri'ye 2010 adım, Yeni Kapı'ya 1000 adım, Top Kapısı'na 2900 adım,
Edirne Kapısı'na 1000 adım, Eğri Kapı'ya 900 adımdır.

Bu 6 kapı batıya ve Edirne cihetine bakar.

Eyüb'e 1000 adım, Balat Kapısı'na 700 adım, Fanus (16) Kapısı'na 900 adım, Petro
Kapısı'na 600 adım, Yeni Kapı'ya 100 adım, Aya Kapısı'na 300 adım, Cibali Kapısı'na 400
adım, Un Kapanı'na 400 adım, Ayazma Kapısı'na 400 adım, Hatab Kapısı'na 400 adım,
Zindan Kapısı'na 300 adım, Balık Pazarı Kapısı'na 400 adım, Yeni Cami Kapısı'na 300
adım, şehid Kapısı'na 300 adımdır.

Eyüp'ten buraya kadar olan 14 kapı kuzeye acık ve deniz kıyısındadır.

Saray-i Hümayun'un dört tarafında olan has kapılar şunlardır: Kireççibaşı Kapısı, Yalı
Kapısı, Top Kapısı, Uğrak Kapı, Balıkçılar Kapısı, İç Ahır Kapısı, Bayazıd Han Kapısı,
oradan da Padişah Hazretlerinin Bâb-ı Hümayunudur ki güneye doğrudur.

Servi Kapısı tebdile mahsustur (17). Sultan İbrahim Kapısı, Soğuk Çeşme dibindedir.
Sokullu Mehmed Paşa Kapısı, Alay Köşkü dibindedir. Süleyman Han Kapısı, Makbul
İbrahim Paşa iğin açıktı. Bostancılar ve müsahiblere mahsus demir kapı.

İç Ahır Kapısı'ndan Dışarı Ahır Kapısı'na kadar 200 adım, oradan Çatladı'ya 1300 adım,
oradan Kum Kapı'ya 1200 adım, oradan Langa Kapısı'na 1400 adım, oradan Davud Paşa
Kapısı'na 1600 adım, oradan Samatya Kapısı'na 800 adım, oradan Nariî Kapı'ya 1600
adım, oradan Yedikule'ye 2000 adım.

Bu Yedikule, Vezir Kantur (18) yapısıdır. Kapısı kuzeye dönüktür. İki kat demir büyük
kapılardır. Bu kapılardan başka tâ Ahır Kapı'ya varıncaya kadar hesap olunan kapıların
yedisi de deniz kıyısında olmakla hepsi doğuya bakar. Bu tarafa lodos rüzgârı ziyade
dokunduğundan Bayram Paşa'nın yaptırdığı sağlam yapıları harap etmekle bu saydığımız
adımlar dört kaleden adımlanarak hesap olunmuştur ki İbrahim Han zamanındadır.
29.810 adım gelmiştir. Ama Bayram Paşa zamanında dışardan adımladığımızda tam
30.000 adım gelmişti.

www.atsizcilar.com  Sayfa 12 
 
 

İstanbul Madenleri

İstanbul'un güney tarafında Yedikule'den yarım merhalede "Kum Boğazı" adlı kale
burnunda bir cins beyaz kum hasıl olur. Onun için Kum Boğazı derler.

(16) Burasının şimdiki "Fener" olacağı ilk basımdaki bir notta kaydedilmiştir.

(17) Padişahların kılık değiştirerek (tebdîl-i kıyafetle) çıktıkları kapı olacak. "Tebdil gezmek" deyimi son yıllara kadar
kullanılırdı.

(18) Madyan oğlu Yanko'nun veziri.

Öyle incedir kî göz fark edemez. İstanbul'un ve Firengistan'ın kum saatçileri ve


kuyumcuları onu kullanırlar.

Benim çocukluğumda, Şehit Sultan Osman zamanında (= 26 Şubat 1618 - 19 Mayıs


1622), Kurşunlu Mahzen ile Top Kapı arasında Dimaşkîhâne istianesi vardı. Fatih Sultan
Mehmed yaptırmıştı. Sultan Mehmed o madenden demir cevherini ayırtıp bu
Dimaşkîhâne'de üstad kılıç yapıcılarına keskin kılıçlar yaptırırdı. Hattâ benim gördüğüm
üzere, Dördüncü Sultan Murad'ın Kılıççıbaşısı Davud Usta, o Dimaşkîhâne'de çalışırdı.
Kale dışında, deniz kıyısında büyük bir iş eviydi.

Sonra, Sultan İbrahim'in tahta çıkışında (= 9 Şubat 1640), Kara. Mustafa Paşa'yı şehit
ettikleri yıl (= 31 Ocak 1644) devlet işlerine gevşeklik gelmekle Gümrük Emini Ali Ağa o
Dimaşkîhâne'yî devletten alıp kat kat Yahudi evleri yaptı. Dimaşkîhâne'nin ve madeninin
adı sanı yok oldu.

Osmanlı Devleti'nin Ortaya Çıkışı

Yer yüzünde ilk oturan insan Âdem Safî'dlr. Onun çocukları ve çocuklarının çocukları
dağılıp yer yüzünü insan oğulları bürüdü. Fakat milletlerin sınıfları üzerinde müverrihler
arasında büyük aykırılıklar olmuştur. Rûm (= Anadolu, Türkiye) ahalîsi aslında İshak oğlu
Ays'ın çocuklarındandır. Doğru bir söylenti ile Yâfes'e varır. Yâfes, Ays'ın atasıdır ki bütün
Rûm (= Anadolu) boylan ondan çıkarak Rûm (= Anadolu) ülkesinde oturmuşlardır. Rûm
(= Anadolu) diyarına Türk padişahlarından ilk ayak basan Selçuklular'dır. 476 yılında (=
21 Mayıs 1083 9 Mayıs 1.084) Danişmendli beğleri ile birlik olarak Malatya, Kayseri,
Alâiye (= bugünkü Alanya), Antakya, Karaman ve Konya'yı Anadolu'nun Yunan kayserleri
elinden alıp müstakil padişah oldular.

Osmanoğulları'nın nesilleri Maveraünnehir'dedir. 699 (= 1299) tarihinde Selçuklular sona


erdi. Daha önce, Turan ülkesinde Manan şehri beğlerinden Süleymanşah ve Ertuğrul Beğ,
Rûm (= Anadolu) ülkesine, Selçuklular'dan Sultan Alâaddin'e gelip onun beğlerinden
oldular. Çevrede nice fütuhat yapıp Sultan Alâaddin merhum olunca ülke ileri gelenlerinin
düşünce ve tedbiriyle Ertuğrul müstakil beğ oldu. Hutbe sahibi olup sikke sahibi olmadan
Söğütçük adlı şehirde merhum oldu (19).

Oğlu Osman, "ola Osman" sözü tarihinde (20) bağımsız olarak sikke ve hutbe sahibi
padişah olup İlkönce hutbeyi Dursun Fakih adlı tanınmış imam, Osman Gazi adına okudu.
Ondan sonra Osmancık (21) Germiyan diyarını istilâ etti.

Ondan sonra oğlu Orhan Gazi müstakil beğ oldu. Bunun zamanında yetmiş yedi ulu evliya
orada, Peygamber'in sancağı altında hazır olup himmetleriyle nice yerler fethettiler.

(19) Evliya Çelebi'nin bu büyük yanlışları o sırada Osmanlı aydınlarındaki tarih bilgisinin durumunu gösterir.

www.atsizcilar.com  Sayfa 13 
 
 

(20) Arap harfleriyle ve ebeed hesabı ile 699 çıkar ki Osmanlılar'm hicrî tarihle müstakil oldukları yıl diye kabul
olunmuştur. Bunun doğru olmadığı, Osmanlı Uç Beğliği'nin milâdî 1336 ya kadar İlhanlı Devleti'ne bağlı olduğu bugün
bilinmekledir.

(21) Osman Gazi'ye verilen "Osmancık" adının nereden çıktığı kesin olarak belli değildir. Belki bir sevgi nişanesîdir.

Yine bunun padişahlığı zamanında yüce atalarımızdan Türk Hoca Ahmed Yesevî (22)
Hazretleri, Horasan'da halifesi olan Hacı Bektaş-ı Velî'yi 300 dervişiyle seccade sahibi edip
(23) tef, kudüm ve bayrak verdi ve nazar etti (24) Bunlar gelip Orhan Gazi ile buluştular.
Bursa üstüne varıp fethettiler. Oradan da İstanbul fethine teşebbüs ettiler. 758 tarihinde
(= 1357) Orhan Gazi oğlu Gazi Süleyman Beğ 70 ulu evliyanın ve Hacı Bektaş-ı Velî'nin
izni, düşüncesi ve tedbiriyle Kara Mürsel, Kara Koca, Kara Yalva, Kara Biga, Kara Sığla
adlı kırk kara bahadırla birleşerek tulumdan sallar yaptılar. Kırk kişi sallarla denizi geçip
Rum ülkesine ayak bastılar. Besmeleyle gülbang-i Muhammedi sekip gemilerden atlarını
çıkardılar. Dört yanı yağma edip cuma günü İpsala kalesini fethettiler. Cuma namazını
orada kıldıkları isin "ibtidâ sala (25) dan bozma olarak İpsala dediler.

Oradan ılgarla Gelibolu kalesi fetholundu. Oradan ılgar ile Tekfürdağı (26) ve Silivri
Kapısı'na kadar o 40 kişi gece baskınları edip pek çok doyumluk ve esir aldılar. Birçok
yolları öğrenip muzaffer olarak yedi günde yine keleklerle karşıya, Kapıdağı adlı yere
geçtiler.

Bu kadar ganimetle Bursa'ya girince bütün İslâm askerinin damağında bu işin tadı
başlayıp kas kere gemilerle Rum tarafına gestiler. Nice yüz köy, kasaba ve kaleyi fethedip
her seferinde istanbul'un çevresindeki kâfirleri esir ederler ve yakaladıkları güzel
bakireleri nikâh edip evlenirlerdi.

761 yılında (= 23 Kasım 1359 - 10 Kasım 1360) Gazi Hüdavendigâr padişah olarak Rum
ülkesine büyük bir ordu yürüttü. Evvelce Alâaddin Sultan (27) ve Hacı Bektaş-ı Velî'nin
himmet ettikleri İstanbul fethini gerçekleştirmek için önce dört cihetini elde etmeye karar
veren Gazi Birinci Murad, Müslüman askeriyle bizzat giderek Edirne kalesini Edirne
tekfurunun elinden aldı. Anadolu'daki Müslümanlar, Edirne yörelerine doldular. Kâfirler
İstanbul'dan dışarı çıkamaz oldu.

Fakat Tanrı'nın takdiri, Gazi Hüdavendigâr yedi kere yüz bin Kâfirle Rumeli'de Vusetren
kalesi eteğinde, Kosova adlı ovada savaşıp Kâfirler bozularak hepsi kılıçtan geçmişken,
Gazi Hüdavendigâr, Tanrı'ya hamdederek cehennemlik Kâfir ölülerini seyrettiği sırada,
ölüler arasında bulunan Vılaşkobile adlı Kâfir bıçakla Hüdavendigâr'ı vurup şehid eyledi.
O mel'unu da orada parça parça ettiler. İslâm gazileri hesapsız ganimet malı ile Edirne'ye
geldiler. Yıldırım Bayazıd Han tahta oturup müstakil padişah oldu. Babasının öcünü almak
için Kâfiristan'a yıldırım gibi kılıç vurdu.

(22) Evliya Çelebi kendisini Hoca Ahmed Yesevî soyundan saymaktadır ki ispatı asla mümkün değildir.

(23) Yani icazet verip.

(24) Manen destekledi mânâsında.

(25) "Önce namaz" mânâsında.

(26) Bugünkü Tekirdağ.

(27) Bu Alâaddin Sultan'nın kim olduğu belli değil. Meşhur Selçuklu sultanından galat da olabilir.

www.atsizcilar.com  Sayfa 14 
 
 

İstanbul'un Onuncu Kuşatılması

Yıldırım Bayazıd Han 100.000 askerle İstanbul'u 7 ay kuşatıp nihayet: "Aman ey Yıldırım
Han! İsteğiniz gibi barış yapalım" diye tekfur sulh isteyip her yıl ikişer kere yüz bin altın
haraç vermeyi kabul etti. Yıldırım Han bunu kabul etmeyip eski zamanlarda Ömer bin
Abdül'aziz (28) ve Harun Reşid (29) zamanlarındaki gibi Galata ve İstanbul kalesinin
yarısında Muhammed ümmeti oturup cami ve imaretler yapmak, kale dışında olan bağ ve
bahçeler mahsulünün onda biri Müslümanlar'ın olmak üzere barışı kabul edeceğini bildirdi.
Tekfur de ister istemez: bunu kabul etti. İstanbul'un içine 20.000 kişi yerleştirildi. Edirne
Kapısı, Eğri Kapı ve Eyüp Kapılanından tâ Un Kapanı'na, Zeyrek Başı, Karaman ve yine
Edirne Kapısı'na gelinceye kadar olan yerler sınır kesilip İstanbul'a Müslümanlar doldu.
Cibali Kapısı içinde Gül Camisi gül suyu ile Kâflrler'in mülevvesatından temizlendiği için
Gül Cami derler. Ona yakın Sirkeci Tekkesi'ni yine şer'î mahkeme yaptılar» Galata
Kalesi'ne de 6000 asker koyup Galata'nın yarısını tâ kuleye varıncaya kadar Muhammed
ümmeti işgal edip İstanbul'un da yansında, Ayasofya taraflarında sakin olup Kâfirlerle
itidal ile geçinirlerdi. Yıldırım Bayazıd Han, İstanbul'un yarısını fethedip Edirne'ye yöneldi.
802 tarihinde (= 3 Eylül 1399 - 21 Ağustos 1400) İran'da Temürleng ortaya çıkıp çıkıp 37
padişahı yanında yaya yürütüp hepsini emir kulu etti. Ancak Yıldırım Han yiğit ve bahadır
padişah olmakla baş eğmedi. Temür, Yıldırım Han üzerine gelip Ankara Ovası'nda her iki
büyük ordu saf bağlayıp savaşa başladı. Savaş yerinde. Yıldırım Han'a kırgınlıkları olan
eşkinci Tatarlar'dan 12.000 Tatar askeri Temür tarafına kaçtı. Bundan başka nice bin
ulûfesiz derme çatma asker dahi Yıldırım vezirinin tedbirsizliği ile Temür'e tâbi olup
Yıldırım Han gayet az askerle kaldı. Gayretinden koşumu eksik bir taya binip dalkılıç
Temür askeri içine girip öyle kılıç çaldı ki Tatarlar'ı üstüste yığar oldu. En sonunda atından
tekerlenip kalkamadan Tatar askerî Yıldırım'ın başına üşüp esir etmişler.

Padişahlık Yıldırım Bayazıd Han oğlu Çelebi Sultan Mehmed'e kısmet oldu. Derhal 70.000
askerle Temür'ün arkasından ılgar edip Amasya civarında yetişerek bir satır vurdu ki hâlâ
dillerde destandır (30). Doyumlukları İslâm askeri aldı. Fakat Tanrı'nın takdiri o gece
Yıldırım Han ateşli bir hastalıkla (31) merhum oldu.

Çelebi Sultan Mehmed, babasmınn öcünü Temür'den alıp onlan kıra kıra tâ Tokat kalesine
varıncaya kadar Temür'ü kovdu. Temür, Tokat kalesine girip kuşatıldı (32). Çelebi Sultan
Mehmed muzaffer olarak dönüp babasının ölüsünü Bursa'ya getirdi. Camisi sahasındaki büyük kubbe içine
gömerek müstakil padişah oldu.

İstanbul tekfuru bu vakaları işitince sevincinden raksetti. Derhal tellâllar bağırtıp: "Çabuk,
İstanbul içinde bir Müslüman kalmasın. Yoksa hepsini kırarım" diye Müslümanlar'a bir gün
mühlet verdi. Müslümanlar, kimi karadan, kimi denizden olmak üzere İstanbul'dan
çıktılar. Edirne ve Tekfur Dağı taraflarına gelenlerin birçoğunu pusuda bekleyen Kâfirler
şehit ettiler.

(28) Emevî hükümdarı. 717 - 720 arasında hükümdarlık etti.

(29) Meşhur Abbasi hükümdarı. 786 - 809 arasında hükümdarlık etti.

(30) Tabiî bunun aslı, esası yoktur. Amasya'ya sığınmış olan Mehmed Çelebi, merkezî otoritenin gevşemesinden ötürü
serkeşlik eden bazı Türkmen beğlerini yenmiştir. Evliya Çelebi bu harekâtı Temür ordusunu yenmek şeklinde anlatıyor.

(31) Evliya Çelebi "hümmâ-yî muhrika" tâbirim kullanıyor. Bütün ateşli hastalıklara hümmâ denilmesi âdettir. Bu rumla
hangi, hastalığın kastettiğim tesbite imkân yoktur.

(32) Bu da tamamen hayalî bir vak'adır.

Bu hâdiseler Osmanlı Hanedanı'nın içine yara olup nihayet Çelebi Mehmed Han öldü.
Padişahlık İkinci Murad'a, ondan da Fatih Sultan Mehmed'e geçti. Fakat Mehmed Han
çocuk olduğu için dört taraftan Kâfirler başkaldırıp bunlara karşı koymaya gücü yetmediği

www.atsizcilar.com  Sayfa 15 
 
 

için Fatih'in babası yine padişah olup Fatih'e Manisa hükümeti tahtını verdi. Fatih orada
ilimle meşgul olup nice tarihler okudu. Gece gündüz Sivaslı Kara Şemseddin'inin (33)
sohbetlerinden faydalanıp ondan ilim öğrendi. Müfessir ve muhaddis şehzade oldu.

Mehmed Han, Manisa'da iken Mısır'da Sultan Kalavun (1279 -1290) hükümdardı (34). Bu
sırada Kudüs'ün iskelesi olan Akkâ kalesine Fransız Kâfirleri 600 parça gemiyle gelip
Akkâ, Askalân, Filistin ve Taberiyye'yi istilâ ettiler. Birçok ganimet ve Müslüman esirlerle
Fransa'ya döndüler. Bu haber Manisa'da Sultan Mehmed tarafından duyulunca çok üzülüp
ağladı. Ak Şemseddin, herkesin hazır bulunduğu mecliste: "Ağlama padişahım! Kâfirler'in
bu Akkâ kalesinden aldığı ganimet akidelerden ve pişmemiş helvadan ibarettir. İstanbul'u
fethedeceğin gün sen pişmiş helva yersin. Ama o gün gazi olup bütün Müslüman
gazilerine adalet eyleyip hâkimlik eyle. Gazi ol ve Tanrı rızasıyla davran" diyerek başından
kavuğunu çıkarıp Fatih'in başına koydu. İstanbul fethini müjdeledi.

Tanrı'nın hikmeti, babası Murad Han merhum olup Sultan Mehmed 855 (= 1451) yılında
tekrar müstakil padişah oldu. Bütün kullar kendisine tâbi oldular. Etraf padişahlarına
mektuplar gitti. Bütün padişahlardan da elçilerle uğurlu olsun diye mektuplar ve hediyeler
geldi.

Ancak Akkoyunlu neslinden Azerbaycan Şahı Uzun Hasan itaat etmeyince Sultan
Mehmed'in ilk savaşı Uzun Hasan üzerine oldu. Erzincan Ovası'nda iki kalabalık ordu
karşılaşıp kırışarak bir gün, bir gece büyük savaş ettiler. Sultan Hasan 868 (= 15 Eylül
1463 - 2 Eylül 1464) tarihinde bozuldu (35).

(33) Sivaslı Kara Şemseddin diye bir şahıs yoktur. Sivaslı Şemseddin adında bir Halveti şeyhi varsa da Fatih'ten çok
sonradır ve 1006 (= 14 Ağustos 1597 - 3 Ağustos 1958) tarihinde ölmüştür. Evliya Çelebi herhalde Fatih'in çağdaşı Ak
Şemseddin'i kasdetmişse de onun Manisa'da bulunduğuna dair kayıt yoktur.

(34) Fatih'ten çok önce yaşamış olan Sultan Kalavun'u da çağdaş göstermekle Evliya Çelebi tarih kültürü bakımından
çok zayıf olduğunu ortaya koymaktadır.

(35) Bu tarih yanlıştır. Hicrî 878 olacaktır. Savaş 11 Ağustos 1473'te yapılmıştır.

Fatih Sultan Mehmed 834 (= 19 Eylül 1430 -8 Eylül 1431)te Manisa'da doğmuştur. 13
yaşına ermişken 848 yılında (36) tahta çıktı ve bir yıl saltanat edip padişahlığı yine
babasına bıraktı. Kendisi Manisa'ya gidip zamanla 15 Muharrem 855 Perşembe günü (=
18 Şubat, 1451) tahta çıktığı zaman 21 yaşına ermişti.

O sırada büyük dedemiz Yavuz Özbek, Fatih'in sancak beğliği hizmetinde bulunup
İstanbul fethinde dedemiz de beraber bulunmuştur. Un Kapanı'nın iç yüzünde Sağrıcılar
Camii yerinde olan binaları dedemiz ganimet malı olarak alıp fetihten sonra bîr cami ve
100 dükkân yaptırıp camiye vakfetmiştir. Benim İstanbul'da doğduğum evimizi dedemiz
gaza malından yaptırıp oturmuştur. Yaptırdığı caminin ve dükkânların beratları Fatih'in
tuğrasıyla ve şer'i hüccet imzaları ve Emîr Buhâri Hazretlerinin imzası ile imzalı olup (37)
onun soyundan olmam dolayısıyla hâlâ mütevellîlik elimde olup sahibi bulunmaktayım, O
sebeple daima vakıfnamelere bakarım. Bundan dolayı Fatih'in hilâfeti tarihleri, doğumu ve
zuhura bence bilinmektedir (38).

Müstakil padişah olup Tuna serhadlerinde Yayca kalesini ve nice metin kaleleri fethedip
Akdeniz tarafındaki boğaz hisarlarında Kilidülbahir'leri, Karadeniz Boğazı'nda da iki
sağlam kale yaptı.

Yıldırım Han, İstanbul'u kuşattığı zaman bütün bağların mahsulünün onda biri
Osmanlılar'ın olmak şartıyla barışa razı olmuştu. Bu sefer Kâfirler andı bozup bağlara el
uzattıkları için iki taraftan birkaç adam öldü. Bu iş Edirne'de Sultan Mehmed'e
arzaolununca Padişah bu and bozmayı cana minnet bilip yer götürmez (39) askerle
İstanbul'u kuşattı.

www.atsizcilar.com  Sayfa 16 
 
 

Fatih'in İstanbul'u On Birinci Olarak Kuşatması

Hicretin 857 yılında (40) Sultan Mehmed Han, Edirne'den büyük bir ordu ile yürüyerek
İstanbul'un Edirne Kapısı dışında bütün Müslüman askerleri çadırları ve ağırlıklarıyla
durdular. Anadolu tarafından da nice bin asker Gelibolu Boğazı'ndan geçip Yedikule
taraflarında durdular. Daha önce Uzun Hasan elinden fetholunan Tokat, Sivas, Kemah,
Erzurum, Bayburt ve Trabzon tarafı askerleri dahi (41) denizden İstanbul'a gelip karadan
Karadeniz Boğazı'nı geçtiler. Ok Meydanı denilen yerde Kâfirler'e karşı duran o sayısız
asker, Ok Meydanı'nı çadırları ve bayraklarıyla lâle bahçesine çevirdiler.

(36) Milâdî olarak 1444 Ağustosunda.

(37) Bu Emîr Buhârî, Yıldırım Bayazıd çağındaki meşhur Emîr Buhârî'den başka birisidir. Fatih Camisi civarında' türbesi
olup hicrî 922 de (= 5 Şubat 1516-23 Ocak 1517> ölmüştür. Keramet sahibi ermişlerden sayılmıştır.

(38) Evliya Çelebi burada "mazbut" kelimesini kullanmaktadır. Bu kelime "ezberde olmak" anlamında kullanıldık gibi
"yazı ile tesbit olunmuş" mânâsına da geldiğinden "bilinmektedir" diye çevirdim.|

(39) "Götürmek" aslında "Kaldırmak" demektir. "Yer götürmez" yerin kaldıramayacağı kadar büyük mânâsında Mr
Osmanlı deyimidir.

(40) 1453 baharı.

(41) Bu büyük bir yanlıştır. 35 numaralı notta da belirtildiği gibi Akkoyunlularla savaş 1473 te, yani İstanbul'un
fethinden 20 yıl sonra yapılmıştır.

Bütün İslâm askeri İstanbul'un ancak kara yönünü kuşatmaya koyulup meterisler ve
lâğımlar kazmaya, top siperleri hazırlamaya başladılar. Kalenin kuşatılmamış ancak deniz
tarafı kaldı.

İslâm askeri arasında 77 tane büyük evliya vardı. Bunlar Ak Şemseddin, Sivaslı Kara
Şemseddin, Molla Gürânî, Emir Buhârî, Molla Fenârî, Cebe Ali, Ensârî Dede, Molla Pulad,
Aya Dede, Horos Dede, Hatablı Dede, Şeyh Zindânî ve bu makule evliyalardı. Fatih
bunlardan himmet rica etti ve: "İstanbul devletinin yarısı sizin, yarısı İslâm gazilerinin ve
dörtte biri benim olup ganimet mah ile her birinize birer zaviye, ocak ve imaret, mektep,
medrese ve dârülhadisler yapayım" diye söz verdi.

Bunun üzerine bütün bilginler ve yüce kişiler toplanıp ordu iğinde münâdîler bağırtıldı.
Bütün asker yeniden abdest alıp iki rek'at hacet namazı kılarak dua ettiler. Sonra üç defa
gülbang-i Muhammedi çektiler. Kaleyi kuşattıktan sonra Peygamber'in sünneti üzere
İstanbul tekfürüne mektupla Mahmud Paşa'yı gönderdiler.

Tekfur, mektubu okuyup içindekileri öğrenince kalelerinin sağlamlığına ve askerlerinin


çokluğuna güvenerek ne haraç vermeyi, ne İslâm olmayı, ne de kaleyi teslim etmeyi
kabul etmedi. Elçiyi geri gönderdi.

Bunun üzerine İslâm askeri gayrete gelip savaşa başladı. Her taraftan sarıca arı gibi kale
duvarına sarılıp besmeleyle girişerek gece gündüz çarpışır oldular.

Kale içinde kuşatılmış olan hilekâr, 200.000 günahkâr Kâfir'i toplayıp bütün burçlar ve
kuleler üzerinde nice bin şeytan işi kurnazlıklar yaptığı için kale çepeçevre yanaşılmaz
ateşler içinde kalıyordu (42). Bütün gayretlerini kara tarafına sarfederek deniz yönünden
korkuları olmadığı için o taraftan akıllarına ecel korkusu gelmezdi. Çünkü Saray
Burnu'nda 500 tane top hazırdı. Bu toplardan denizde kuş uçmak ihtimali bile yoktur diye
deniz tarafına ehemmiyet vermediler. Bütün papaz, keşiş ve patrikler o murdar
askerlerini savaşa kışkırtıp her Kâfir'e birer put vadinde bulunuyorlardı ve nücum ilmi (43)
ile kalenin talihindeki kuvveti buldular. Şöyle buldular:

www.atsizcilar.com  Sayfa 17 
 
 

"Âhır zamanda bir Muhammed gelir. Nice bin kiliseleri yıkar. Onun ümmeti Antakya,
Kudüs, Mısır ve Kostantiniyye'yi alır. Karadan yelkenleri açılmış gemilerle gelir. Başında
kavuğu beyaz olur. O Muhammed gelip kiliseler yıkılalı ve Mısır'ı, Antakya'yı, Kudüs'ü
onun ümmeti alalı 850 yıl oldu. Karadan gemi yürütüp bu kalenin fethedilmesi
imkânsızdır. Bu Muhammed o değildir. Büyük Muhammed'lerinden beri 11 kere kuşatılan
Kostantiniyye'yi Arap fethedemeyecek de Türk mü alacak" diye kısır akıllarınca nice sözler
söyleyip Kostantin'e teselli vererek savaşa devam ettiler.

Fakat dışarıda asker asıl kalenin dibine girip yer yer kalede gedik açmaya başladı. Gece
gündüz dört yandan İslâm askerine imdat ile azık geldiği halde Kâfirler'e bir lokma bile
gelmedi. Çünkü önceden Akdeniz ve Karadeniz taraflarına kaleler yapılıp yardım yolları
kesilmişti. Yine böyle iken kaledekiler gayret gösterip savaştılar. Çünkü kalenin içinde
"Yâvedüd Sultan" adında meczup bir budala (44) vardı. Kale fetholmasın diye Tanrı'ya
yakarıp duası kabul olundu. Kalenin fethi günden güne güçleşmeye başladı.

(42) Bizanslıların en korkunç silâhı olan Rum ateşi'ni kastediyor.

(43) Yıldızların durumuna bakarak yapılan ve ilim sayıdan falcılık.

(44) "Abdal" ve "budala" kelimeleri Arapçadan Türkçe ye "bedil" kelimesinden geçmiştir. Bedil "kusursuz, iyi adara»"
demek olduğu halde Türkçedeki Abdal ve budala kelimeleri hiçbir şeye aldırmayan, kalender derviş mânâsını almıştır.

On gün olunca Fatih bütün şeyhleri toplayıp; "Acaba işin sonu ne olacak? Kale günden
güne kuvvetlenip alınması ihtimali zayıfladı" diyince hemen Ak Şemseddin cevap verdi:
"Beğim! Sen elem çekme. Bu kalenin fatihi sen olacaksın diye şehzadeliğinde sana müjde
vermiştik. Fakat Tanrı'nın emriyle bu gazilerin bazı işleri vardır. Kalede Şeyh Maksud
halifelerinden Yâvedüd adında meczup bir can vardır. O ölmeden bu kalenin alınması
ihtimali yoktur ama elli günde ölür" diye kalenin fethini saat ver dakikasıyla tayin eyledi.
Sonra sim açığa vurarak: "Beğim! Sen yine gayrette devam et. Tanrı'nın bu sırrı burada
kalsın. Askere ihsanlar edip iyilik göster" dedi.

Fatih, Temürtaş Paşa'ya bütün Arabistan askeriyle Kâğıthane tarafındaki ağaçlıklı yol
içinde 50 tane kadırga yapmak için ferman verdi (45). Bazı köyleri yağma edip
tahtalarından elverişli olanlarını gemi yapmak için kullandılar. Koca Mustafa Paşa bütün
Arabistan askeriyle Ok Meydanı arkasında, Levend Çiftliği denen yerde, ağaçlıklı yol içinde
evvelce 5O tane kadırga ile 50 tane de kayık hazırlatmıştı. Onuncu günde Kâğıthane'deki
kadırgalar dahi tamamlandı. Karadaki ve denizdeki gemiler İslâm askeriyle hazırdı.

O gün Sultan Mehmed nice bin seçme ve yiğit askerle Ok Meydanı'na geldi. O gemilerin
ağaç kızaklarının altına kaydına maddeler döktürdü. Bağlı kızakları ırgatlarla mekanik
bilimine göre nice bin namlı levend yiğitler çekmeye başladılar. Ok Meydanı'nın o çimenlik
ovasına gelince Tanrı'nın emriyle iyi bir rüzgâr esmeye başladı. Bütün gemilerin
yelkenlerini açtılar. İslâm gazileri Allah, Allah diye bağırarak, top ve tüfek atarak
yürürken o meydan 150 tane gemi ile deniz yüzüne benzedi.

Kâfirler İstanbul'dan bu süslerle bu gemileri görüp acaba ne oldu diye perişan oldular.
Kale içinde, Kafirler arasında bir söylentidir dolaştı.

Oradan İslâm gazilerinin 150 tane gemiyi Tersane Bahçesi dibinde Şahkulu denilen
iskelede denize indirdikleri yerler hâlâ Ok Meydanı içinde bellidir. Orada gemilerin altına
saçılan kaygan maddeler hâlâ orada kendi kendine bitip kaybolmaktadır.

Ondan sonra bütün İslâm gazileri aletleri ve silâhlarıyla gemilere binip hazır olarak
durdular. Kâğıthane'de Temürtaş Paşa'nın yaptırdığı 50 tane büyük kadırga dahi Eyüp
tarafından ortaya çıktılar. Elverişli rüzgârla yelkenlerini açıp içinde olan mücahitler top ve
tüfeklerini atarak Allah, Allah diye bağırdılar. Böylece kaleyi kuşatan İslâm askerle kuvvet
gelince Kâfirler tarafında çöküntü belirtileri başladı. Kaleden gedikler açılmaya başlayınca

www.atsizcilar.com  Sayfa 18 
 
 

tekfüre "yirminci günde kaleyi teslim edelim" demeye başladılar. Sözün kısası, kalenin
sağlamlığına bel bağlayan gururlu Kâfirler'de bezginlik ve pişmanlık başladı. Tekfüre
çıkışıp: "Bir yandan kıtlık, bir yandan gökten inen yağmur, bir yandan da Türkler'in gelişi
ve hücumu bizi mahvetti' diyerek her biri fırsat bulup kalenin gedik açılan yerlerinden
İslâm askeri tarafına doğru kaçmaya başladılar, İslâm askeri bunları bu halde görünce
daha ziyade kuvvet bulup içerden kaçan Kâfirler'e saygı gösterir oldular.

O gün Karamanoğlu, Germiyanoğlu, Tekebayoğlu, Aydınbay ve Sarıhanbayoğulları 77.000


silâhlı askerle imdada gelip Müslüman ordusu taze can buldu.

Derhal kadırgalarla karşıya geçen Temürtaş Paşa deniz kıyısına İslâm askeri döküp önce
Ebâ Eyyûbi Ensârî Kapısı'ndan Ensârî Sultan tırmandı.

Molla Pulad, Sultan Kapısı'ndan tırmandı. Bilgin kişilerdendi. Keramet sahibi hafız kimse
idi.

Molla Fenârî Hazretleri, Kız Kapısı'ndan tırmanıp o tarafta bir gecede bir küçük hisar
yaparak kaleyi sağlamlaştırdı. Zamanımız padişahları o kaleyi tamam edemediler. Hâlâ
bir mamur kaledir.

Petro adında bir rahip 300 keşiş ile bu kaleden kaçıp Müslüman oldular. Mehmed Petro o
yerden tırmandığı için Petro Kapısı yani Taş Kapısı derler. Tanrı'nın emriyle o gece yeni
yapılan kaleyi Mehmed Petro fethedip kendisine sancak ihsan olundu.

Aya Dede 300 Nakşibendî dervişiyle Aya Kapısı'ndan tırmandı ve şehit olup kale kapısı
içinde eski mahkememiz olan Sirkeci iskelesi'nde gömüldü.

Cebe Ali Hazretleri, Cibali Kapısı'ndan tırmandığı için "Cebe Ali'den bozma olarak Cibali
Kapısı derler. Mısır'da Sultan Kalavun'un şeyhi idi. İstanbul fethinde bulunmak için
Bursa'ya gelip Zeyneddîn Hâfî tarikatinde seccade sahibi olup at çulundan bir cübbe
giydiği için Cebe Ali derler (46). Sonra İstanbul fethine geldikte Ekmekçibaşı olup bütün
İslâm askerine ekmek yetiştirirdi. Kimse esrarına vâkıf olmayıp bir fırından kaç yüz bin
Tanrı kulu, pamuk gülü gibi has ve beyaz ekmek yerdi.

Bu Cebe Ali, Ok Meydanı'ndan inen gemilere binmeyip hemen Tersane Bahçesi önünde
300 Zeyneddîni Hâfî dervişi denize postlarını döşediler. Tanrı'nın birliğini söyleyip tef ve
kudüm çalarak ve gizli bilgilerini açığa vurarak güneşten daha açık ve seçik bir şekilde
deniz üzerinden yaya ve postları üzerinde geçtiler. Cehennemlik Kâfirler kaleden bunu
görünce korkudan akılları başlarından gitti. Cebe Hazretleri postunu denizden alarak
Cibali Kapısı'ndan tırmandı.

Keramet gösterdiği için fetihten sonra kendisi şehit olup Gül Camii sahasında gömüldü.
Bütün dervişleri oracıkta münzevi oldular.

Horos Dede, Un Kapanı'ndadır. Onun için Horos Kapısı derler. Kapının dışarı eşiğinden
içeri girerken sol tarafta, tâ eşiği üzerinde bir horoz resmi vardır. Onun için Horozlu Kapı
derler.

Horos Dede, atamız Türk Hoca Ahmed Yesevi Hazretlerinin dervişlerinden olup Hacı
Bektaş-ı Veli ile Horasan'dan gelmiştir. Çok yaşlı olup Fatih'le İstanbul'a gelirken asker
içinde gece gündüz yirmi dört saatte yirmi dört kere horoz gibi ötüp kalkın ey gafiller
derdi, İslâm gazileri ona onun için Horos Dede dermiş. Merhum Yavuz Er ona çok inanmış
olmakla şerefine Un Kapanı'nın iç yüzünde bir cami yaptırmıştır ki hâlâ Sağrıcılar Çarşısı
içinde Yavuz Er Camii ve Mahallesi derler (47). Merhum dedemiz Un Kapanı dışında,

www.atsizcilar.com  Sayfa 19 
 
 

anayol üzerinde bir şedde gömülmüştür. Yanında abdest almak için musluklar
yaptırmıştır. Hâlâ ziyaretgâhtır.

(45) Arabistan askeri tamamen hayalî olup fethin dini destanlarından bir parçadır.

(46) Daha önce, 34 numaralı notta da belirtildiği gibi, Mısır Sultam Kalavun, Fatih'ten çok önce yaşamış ve 1279-1290
arasında hükümdarlık etmiştir. "Cebe" ok ve sonra silâh ve daha sonra savaş levazımı mânâsına gelen Türkçe bir
kelime olup Arap harfleriyle yazıldığı zaman "cübbe" gibi de okunabilir.

(47) Evliya Çelebi'nin İstanbul fethinde bulunan büyük dedesinin adı yukarıda Yavuz Özbek diye geçmişti. Eski harflerle
yazıldığı zaman bu iki ad birbirine benzediği için bir istinsah karışıklığı olduğu anlaşılmaktadır.

Ayazmand Beği Ali Beğ, Akkoyunlular'dan Uzun Hasan'ın amcalarımdandı. Ayazma


Kapısı'ndan bütün askeriyle tırmandı ve taze abdest almak için bir ayazma kazdı. Onun
için Ayazma Kapısı derler. Deniz kıyısında güzel ve saf bir sudur.

Hatablı Sultan, Aksaray'da Oduncuoğlu demekle tanınan irşad edici, olgun kimseydi. 1000
dervişiyle Odun Kapısı'ndan tırmanmıştır ki bu adın verilmesine sebep odur. Hâlâ Odun
Kapısı derler.

Şeyh Zindanı, Abdurraûfi Samedânî'nin seyidlerindendir. Harun Reşid zamanında elçilikle


gelip kıralın zehirleyerek şehit ettiği Baba Cafer Sultan, Şeyh Zindânî'nin atasıdır. Baba
Cafer'in Zindan Kapısı içinde gömülü olduğunu Şeyh Zindanı bilip Fatih ile Edirne'den
gelmiş, 3000 Seyid ile aman vermeyip Zindan Kapısı'nı kale etmiş ve kale içinde büyük
atasına varıp ziyaret edince kendi yeşil sarığım Baba Cafer Sultan'ın başı üzerine
koymuştur. Fetihten sonra 70 yıl türbedar olmuş ve bir büyük tekke yapmıştır.

Fetihten sonra Fatih orasını yine zindan yaptığı ve Şeyh Zindânî fethettiği için Zindan
Kapısı derler.

Padişah, Şeyh Zindânî'den sonra onun yerine yine aynı soydan Seyid Muhammed'i, Baba
Cafer'e türbedar tayin etti. Seyid Muhammed, 889 tarihinde (= 1484) Sultan Bayazıd'ı
Veli'nin Salsâl (48) tahtı olan Kili ve Akkerman kalelerini fethedeceğim Şeyh Zindânî ve
Kara Şemseddin ile müjdelemiştir.

Fetihten sonra Bayazıd'ı Velî Edirne'ye geldiği zaman, ölmüş olan Şeyh Zindânî'nin ruhu
için bütün zindanda olanları azad etmiş, Zindan Kulesi'nin karşısında, yol üzerinde bir
türbe yaptırmış, cenazede Bayazıd'ın kendisi de hazır bulunmuştur. Orada gömülüdür.

Tekkesinde Tigî Beğ'in yazdığı tarih vardır. Hâlâ büyük bir tekkedir. Bütün evlâtları da
orada gömülüdür, İstanbul'da şimdi de Baba Cafer Zindânî Tekkesi'ni bekleyenler onun
zürriyetindendir ki soy kütüklerinde şöylece yazılmıştır:

Abdurraûfi Samedânî, onun babası Şeyh Cemaleddin, onun babası Emir Sultan'ın kızının
oğlu, onun babası Şerefeddin, onun babası Tâceddin. Onlar da kız tarafından Râzî Bilâl
oğludur. O da Seyid Sekkîn'in kızındandır ki Ak Şemseddin civarında, Torbalı köyünde
gömülüdür. O, İstanbul zindanında gömülü Baba Cafer'in oğludur. O da Muhammed
Hanefî evlâdıdır ki bizim atamız "Muhammed Hanefî oğlu Ahmed Yesevî (49) ye
varmaktadır". Soy kütüklerimizde böyle yazılıdır.

Kâmkâr Beğ, Kütahya'da Germiyanoğullarından idi. 3000 yiğit ile Şehit Kapısı'ndan
tırmanıp Ayasofya'ya yakın olduğu için Hıristiyanlar çoklukla gelip kapıyı açtılar. Büyük bir
vuruşma oldu. Bütün İslâm gazileri orada şehit olduğu ve Harun Reşid zamanında
Ensâr'dan nice sahabe şehitlik şerbetini orada içtikleri için Şehit Kapısı derler. Fakat halk
ağzında Çıfıt Kapısı derler ki yanlıştır. Bütün Yahudiler o semtte oturduğu için Çıfıt Kapısı
denmiştir. Doğrusu Şehit Kapısı'dır.

www.atsizcilar.com  Sayfa 20 
 
 

Şimdiki halde Hünkâr Sarayı çevresinde olan kapılar kuşatılmamıştı ama Yedikule
Kapısı'na yardıma gelen Karamanoğlu, Yedikule'den kuşattı.

Tekebayoğlu, Silivri Kapısı'na tayin olundu.

Aydınbayoğlu, Yeni Kapı'dan kuşattı.

Sarıhanbayoğlu, Top Kapısı'ndan tırmanıp o yolda şehit oldu. Yerine Menteşebayoğlu


tayin olundu.

Edirne Kapısı'na İsfendiyaroğlu tayin olunup cidden kahramanca savaştı derler.

Eğri Kapı'dan Hamidbayoğlu tayin olundu, İstanbul'un iki tarafı kuşatıldı. Ancak
Yedikule'den Saray Burnu'na kadar Kum Kapı tarafları deniz kıyısı olmakla kuşatılmadı.

Ama Yedikule tarafından kumandan şair Ahmed Paşa tam gayret gösterip Kâfirler'in
topuna, tüfeğine bakmayarak kalenin nice yerlerini yıktı.

Silivri Kapı'da Haydar Paşa göz açtırmayıp Kâfir'e top ve tüfek attırmaz oldu.

Mahlesi Adnî olan Mahmud Paşa, Yeni Kapı kumandanı idi. Kaleyi yıkıp üç defa hücum
ettiyse de fethedemedi.

Top Kapı kumandanı Karamanlı Nisana Mehmed Paşa, ki Celâleddîni Rûmî neslindendir,
Uzun Hasan savaşında hayli yiğitliği görülmüş bir vezirdi, Top Kapısı'ndan Kâfirler'e bir
top attırmaz oldu. Edirne Kapısı'nda Sadi Paşa vardı. Savaşçı bir yiğitti. Sultan Cem ile
Firengistan'da çok oturup nice savaş fenleri öğrenmişti. Edirne Kapısı'nda yiğit
İsfendiyaroğlu ile birlik olup İstanbul fatihi biz olalım diye ikisi de çok bahadırlıklar
gösterdiler. Yedi yerden Edirne Kapısı taraflarını yıktılar ki alâmetlerinden bellidir.

Herselcoğlu Ahmed Paşa, Eğri Kapı kumandanıydı. Eğri Kapı'yı topa tutarak döve döve
doğrultup Kâfirler'in belini kıl gibi inceltti.

Böylece İstanbul kalesi 20 gün kuşatılıp fetihten asla eser zuhur etmeyince bütün İslâm
gazileri, 70 büyük evliya, dört mezhepte fetva sahibi 3000 den fazla bilgin ve bu kadar
şeyh, kalenin fetholunmamasına üzüldüler. Hepsi birden bütün gönülleriyle Tanrı'ya
yönelip fethini rica ettiler.

(48) "Salsâl" Arapça'da çok anıran eşek demek olup eski Osmanhlar'ın o zamanki Romenleri çok hakir görmeleri sonucu
Buğdanlılar için kullanılmış bir kelimedir. Kelimenin bir mânası da kumla karışık balçık demektir. (Ahterî, 1293, s. 583).

(49) Halis bir Türk olan Ahmed Yesevî'nin Muhammed Hanefî neslinden gösterilmesinin hiçbir aslı yoktur. Bu gibi
(Uydurma nesepler dinî inançtan doğan hurafelerdir.

Bunun üzerine ulu Tanrı'nın emriyle hemen İstanbul'un üzerine bir karanlık çökerek gök
gürlemesiyle şimşek çaktı. O anda At Meydanı tarafından göğe doğru bir ateş yükseldi.
Birçok büyük yapılar havaya uçup kimi karaya, kimi denize düştü. O gün kaledeki
Kâfirler'den üç bini korkudan kaleden dışarı kaçtı. Kimi Müslüman olarak Padişah
hizmetine girdi, kimi başka diyara gitti.

Fakat Kâfirler yine gayreti elden bırakmadılar. Kalenin yıkılan yerlerini onararak savaşa
devam ettiler. Fakat kıtlıktan durumları güçleşmişti.

Kuşatmanın 30'uncu günü Sultan Mehmed, basma Peygamberinkine benzer kavuğunu


giyip ayağına mavi çizmesini çekerek Düldül gibi bir katıra bindi. İstanbul kalesi çevresini
gezip İslâm askerine İhsanlarda bulundu. Türlü vaadlerle İslâm askerini savaşa kışkırttı.

www.atsizcilar.com  Sayfa 21 
 
 

O taraftan geçip nice bin askerle Eyüp'ten Kâğıthane tarafına vardı. Beğ ırmağını ve
Kâğıthane ırmağını geçip Levend Çiftliği denen yerde yapılmış olan yeni 40 firkateyni
alarak yine kızaklara bindirdi. Kızakları çekerek Ok Meydanı'ndan aşırıp askerlerin
yardımıyla Şahkulu İskelesi'nde denize indirdiler, içine silâhlı, kırmızı fesli ve arakıyeli (50)
Arabistan yiğitlerinden asker doldurup yine İstanbul'a geçti (51)

Tanrı'nın Buyruğu ve Hikmeti ile Olan Acayip iş

10 tane patrona (52) ve mükemmel silâhlarla silâhlanmış 10 kalyon (53) Haçlı bayraklarını
açıp Saray Burnu Önüne demir atmışlardı. Davullar ve erganunlar çalıp top ve tüfekle
yaylım ateş ederek bir eğlenirlerdi kî dillerle tarif olunmaz. Beriden 200 tane fırkata (54) ve
kayıklar içinde Ok Meydanı'ndan gelen Müslümanlar bu gemilere saldırıp bal arıları
kovana üşer gibi üstüler, önden, arkadan örümcek gibi urganlar atarak Kâfir gemilerine
doldular. önce bunları kendilerinden sanan Kâfirler Allah, Allah seslerini işitip bunların Türk askeri
olduğunu anlayınca silâha sarılmaya güçleri yetmediği için hep tutsak edildiler.

(50) "Arakıye" bir nevi Arap bağlığı. Güneşten korunmak için önden gözlere kadar inen, arkadan enseyi de örten bir bez
parçasından ibarettir.

(51) Evliya Çelebi'nin İstanbul kuşatması ve fethi hakkında verdiği bilginin tarihî hiçbir tarafı yoktur. Bir takım hayalî
kumandanlardan bahsetmesi, çoktan Osmanlı Devleti'ne katılmış eski Anadolu Repliklerinin beğlerini Fatih'e yardıma
gelen ayrı askerler gibi göstermesi, ayrıca onların adlarım da "Menteşebayoğlu", "Saruhanbayoğlu" şeklinde yapayanlış
yazması, İstanbul kuşatmasına Arabistan askerlerini de iştirak ettirmesi, Sultan Cem'le arkadaşlık ederken Avrupa'nın
savaş usullerini öğrendiğinden bahsettiği Sadi Paşa'yı bu kuşatmada bir kol kumandanı olarak tanıtması ve İstanbul
fethini kılıç erlerinden çok evliyalara mal etmesi On Yedinci Asır Osmanlı aydınının kendi tarihi hakkındaki gafletini
ortaya koyması bakımından çok ilgi çekicidir. Evliya Çelebi'nin bu satırları menkıbelerin, destanların nasıl doğduğunu
göstermesi bakımından dikkate değer. İstanbul'un günlerce almamayışmı içerde bulunan Yâvedûd adlı bir dervişin
duasına hamletmesi, mantık tanımayan inanç garabetlerinden biridir. Bununla beraber bu satırlar arasında tarihin bazı
gizli kalmış noktaları da bulunabilir. Gemilerin indirildiği yerler hakkındaki sözleri bu kabildendir. Diğer tarihlerde
umumiyetle kaygan madde olarak zeytinyağından bahsolunur. Evliya Çelebi'nin zeytinyağı demeyerek kaygan madde
demesi ve bunların kalıntılarının kendi zamanına kadar yavaş yavaş erimekte olduğunu söylemesi herhalde
incelenmeye değer bir konudur.

(52) Bir nevi savaş gemisi.

(53) Bir nevi büyük savaş gemisi.

(54) Bir nevi savaş gemisi.

Kalede olan Kâfirler bu hali görüp kederden saçlarım, sakallarını yoldular. Saray
Burnu'nda, Kurşunlu Mahzen'de ve Kız Kulesi'ndeki topları semender (55) gibi ateş
ettilerse de limanın iç yüzüne inmiş gemilere karadan ateşin faydası ne?

Halbuki Kâfirler Boğazlar'dan gelen gemiler için çevreyi toplarla donatmışlardı. Kâfirlerin
gözü önünde 10 kalyon ve 10 kadırganın (56) direklerindeki haçlı bayraklar baş aşağı olup
İslâm gemileri Kâfir teknelerini Allah, Allah haykırışları ile yedeğe alarak ve tüfekler
atarak Galata ve İstanbul Halici üzerine yürüttüler. Tersane Bahçesi önünde demir atıp
birkaç kere top ve tüfek eğlencesi yaptılar. Kâfirler'in ödü patladı, İslâm gazileri sevinip
taze hayat buldular.

Serdengeçtiler gemilerden çıkıp Tersane Bahçesi'nde Fatih ve Ak Şemseddin'e müjdeyi


götürdüler. Ak Şemseddin hemen dedi ki: "Sultanım, beğim! Siz Manisa'da şehzade iken
Mısır bölgesinde Akkâ, Sayda ve Beyrut kalelerini Kâfirler'in aldığını duyup bu kadar Tanrı
kulu, bu kadar çocuk ve kadın tutsak oldu diye ağladığınız zaman elem çekme beğim,
İstanbul'u fethedeceğiniz günde yağma edilmiş Akkâ'dan gelmiş akide ve pişmiş helva
yersiniz diye sizi avundurmuş ve İstanbul'un fethini müjdelemiştik. O gün gelince İslâm
gazilerine adalet eyle ve her şeye kanaat edip razı ol demiştim, işte o pişmiş helvanın
neticesi geldi. Tanrı dilerse ellinci günde kale dahi fethedilecektir" dedi.

www.atsizcilar.com  Sayfa 22 
 
 

Bütün İslâm gazileri gemilerde olan ganimet mallarını ve esirleri defterlere kaydedip Allah
emaneti olarak Fatih'e verdiler ve yine savaşa devam ettiler. Mallar ve tutsaklar şöyle idi:
3000 kese Takyanos filörisi, 1000 külçe halis altın, 2000 kese gümüş külçesi, yirmi
gemide 8000 esir, 20 kaptan, 1 kıral oğlu, Fransa kıralının 1 genç kızı, 1000 Müslüman
kızı ki kimi Şerife", kimi değil, her biri güneş gibi parlak kızlar, nice yüz bin silâh ve savaş
levazımı.

Fatih bu ganimet mallarını, Fransa kıralının kızını ve öteki Müslüman kızlarını Ak


Şemseddin'e teslim edip kendisi kalenin fethi işiyle uğraştı.

Meğer evvelce İstanbul Kostantin'i, Fransa kıralının kızı ile nişanlı imiş. Fransa kıralı da
kızının şerefine büyük bir donanma hazırlayıp 600 gemiyle Arabistan yakalarım vurarak o
uğursuz yılda Akkâ, Sayda, Beyrut, Şamtarablusu, Gazze, Remle şehirlerini zaptetmiş.
Arabistan ve Havran'ın iki binden ziyade güzel kızlarını tutsak etmiş.

Sonra, bu kadar ganimet malı ile ve bu kadar Müslüman cariyelerle güya kıral, andına
vefa edip kızını İstanbul tekfürüne, zengin mallarla donattığı 10 kalyon ve 10 kadırga ile
gönderdi. Akdeniz Boğazı'na gelip gördüler ki Türkler tarafından kaleler yapılmış. Bunun
üzerine mel'unlar hiyleye başvurdular. Lodosun çok sert estiği bir günde 5 tane beş
gemiyi ileriye doğru yelkenleyip Boğaz'ın iki tarafındaki kalelerin toplarına hedef kıldılar.
Kale toplarının ateşiyle 5 tane boş gemi batarken bunların ardındaki 20 gemi çabucak
içeriye girdiler. Bu hiyle ile İstanbul'a kadar geldilerse de Tanrı'ya şükür hepsi esir olup o
kıral kızından da Sultan Bayazıd'ı Veli doğmuştur (58).

Bu hususta müverrihler türlü türlü rivayetlerde bulunmuştur. Müverrih Âlî: "Bu kızı
Fatih'in babası alıp Fatih bu kızdan doğmuştur" der. Ama sözün doğrusu odur ki Fatih,
İsfendiyaroğlu'nun kızı Alîme Hanım'dan doğmuştur.

(55) Ateşte yaşayan ve ağzından ateş fışkıran bîr efsanevî hayvan.

(56) Bir nevi savaş gemisi. Evliya Çelebi biraz yukarda "patrona" dediği gemilere burada "kadırga" diyor.

(57) Peygamber soyundan olan kadın ve kız.

(58) Doğru değildir. îkinci Bayazıd'ın anası Dulkadiroğlu prensesidir.

Babam, Sultan Süleyman Han ile Belgrad, Rodos, Budin ve Istoni-Belgrad fetihlerinde
bulunmuştu. Hattâ Sigetvar gazasında Sultan Süleyman Han merhum oldukta babam o
gazada da bulunup Osmanlı Devleti'ne hizmeti geçmiş bir yaşlı koca idî. Daima ihtiyarlarla
konuşup geçmiş zamanları söyleşirlerdi. Yakın dostlarından bir ihtiyar vardı ki düzgün
konuşmada Emrülkays ona arkadaş olamazdı. O ihtiyar, Yeniçeriler Başkâtibi idi. Adına
"Sukemerli Koca Mustafa Çelebi" derlerdi. Onun, yukarıda adı geçen Fransa kıralı kızının
akrabasından olduğu muhakkaktı. Ona her zaman Fransa kıralından hediyeler gelirdi.
Çocukluğumda bana bazı garip şekiller ve resimler bağışlardı. Çok yaşlanmıştı (59).

Bir danışma icab etse Padişahın huzuruna bütün vezirler, devlet ileri gelenleri girdikten
sonra "kocalar gelsin" derlerdi.

Sigetvar altında Süleyman Han merhum olup askerin haberi yokken Büyük vezir Sokullu
Mehmed Paşa'nın tedbiri ile Padişahın nâşını taht üzerine koyan ve yol hil'atinin
arkasından ellerini hareket ettiren Silâhdar Kuzu Alî Ağa'yı fikir danışmaya çağırırlardı.
Ondan sonra Rikâbdar Gülâbî Ali Ağa'yı, ondan sonra Zeyrek başında oturan Mutfak Emini
Abdi Efendi'yi, ondan sonra babamı, ondan sonra Sukemerli Koca Mustafa Çelebi'yi
getirtip fikir danışırlardı. Nereye sefer olsa bunlar tahtırevanlarla gazaya giderlerdi. Bu,
Sukemerli Mustafa Çelebi hepsinden yaşlıydı. Hattâ Müftü Kemalpaşaoğlu'nun
talebelerinden bütün ilimleri öğrenmiş hadîsçi, tefsirci ve tarihçi kimse idi.

www.atsizcilar.com  Sayfa 23 
 
 

Kemalpaşaoğlu'nun hademesi olması cihetîyle "Birinci Selim'le Mısır fethinde yirmi beş
yaşma varmış bir babayiğit idim" diye Selim Şah'ın Sultan Gavri ile Merci Dâbık'ta olan
büyük savaşını, Kakun Ovası'nda olan büyük kavgasını ve o kavgada Gavri Sultan'ı ecel
şerbetini içip cenkte kaybolduğunu ve Mısır'da oğlu Mehmed'in padişah olup çocuktur diye
Sultan Tumanbay'ın onu indirip kendisinin Mısır'a padişah olduğunu, Mısır fetholununcaya
kadar Sultan Selim'le 23 yerde çarpışıp Mısır'ın nasıl fethedildiğini Mustafa Çelebi
anlattıkça ben hayrette kalırdım. Gayet dini bütün adamdı. Fransa kıralı kızının
sergüzeştini onun doğru nakillerinden dinleyerek yazmışımdır.

Sultan Mehmed Han Gazi, Fransa kıralının kızını alıp bütün gazilerin reyi ile Ak
Şemseddin'e emanet bırakıp kendisi ganimet mallarını İslâm askerine dağıtarak kalenin
dört yanını gezmekle Müslüman gazilerini kuvvetlendirirdi. Nihayet ellinci gün oldu. O
anda kalenin içinde bir gürültü kopup kuşatılmışlardan nice bini değerli eşyalarıyla
duvarlar ve kulelere beyaz teslim bayrakları dikip: "Sana sığındık ey Osmanlılar'ın yiğiti"
diye kaleyi teslim ettiler. Bütün Kâfirler izin alıp karadan ve denizden her biri bir yere
gitti.

Kale içinde "Yâvedûd Sultan" denen birisi vardı. O ölünce Kâfirler'in başına kıyamet kopup
kaleyi aman ile verdiler, islâm ordusu da Allah, Allah diye bağırarak üç cihetten hücumla
ganimet mallarını almaya başladılar.

Bu sırada koca Fatih, başında kavuğu, ayağında mavi çizmesiyle katıra binip (60) elindeki
Muharemed'in kılıcını kaldırarak: "Gaziler! Tanrı'ya hamdolsun İstanbul'u fethettiniz" diye
yetmiş, seksen bin seçme askerle (61) Kostantin'in sarayına vardı. Sarayı alacağı sırada
nice bin Kâfir toplanıp saray ancak büyük bir savaşla ele geçirildi. O kavga sırasında kıral
öldürüldü. Cesedini cesaretli Rumlar Sulu Manastır'da mezara gömdüler. Kıral sarayında o
kadar hazineler bulundu ki hesabını Tanrı bilir.

Dokuzuncu kerede İstanbul'u yapıp tamamlayan kıral Kostantin'di. Nihayet Osmanlı


Hanedanına veren tekfur de yine Kostantin adında oldu.

Fatih buradan, uğur sayarak, iki rek'at hacet namazı kılmak için Ayasofya kilisesine
girmek isteyince içinde ve çevresinde oturan rahipler Ayasofya'ya kapanıp damlarından,
tepelerinden, kulelerinden İslâm askerine ok, neft ve katran yağdırdılar. Fatih, Ayasofya
kilisesini sarıca arı gibi kuşattı. Üç gün, üç gece büyük savaş olup elli üçüncü günde
Büyük Ayasofya fetholundu.

Önce Sultan Mehmed, Ayasofya içine girip nice rahipleri öldürdü. Elindeki Peygamber
bayrağını mihrap yerine dikip ezânı Muhammedi okundu. İslâm gazileri rahiplere kılıç
vurup mabedin içi Müşriklerin kanı ile doldu. Hemen Fatih sadağına el atıp "alâmetim
olsun" diye Ayasofya kubbesinin tâ ortasına dört kanatlı bir ok fırlattı. Mehmed Han'ın
okunun alâmeti hâlâ gözükmektedir. Bir hünkâr Solağı (62) sol eliyle bir düşmanı öldürüp
sağ elini kana buladıktan sonra Sultan Mehmed'in huzurunda bir sıçrayarak elinin kızıl
kanını bir beyaz mermere sürdü. Pençesinin nakşını oraya alâmet etti. Hâlâ, o kanlı Solak
pençesi, türbe kapısından içeri girilince, karşı köşede, beş adam boyu yükseklikte
gözükmektedir (63).

(59) Bunun da doğru olmasına hemen hemen imkân yoktur. Aşağı yukarı 150 yaşlarındaki bir adamın anlattıklarında da
çok yanlışlar olacağı muhakkaktır.

(60) Peygamberin Düldül adındaki katıra binmesine benzetmek için uydurulmuştur. Hiçbir Osmanlı padişahı katıra
binmemiştir.

(61) İstanbul'u kuşatan Osmanlı ordusunu 60.000'den yukarı düşünmek hatâdır. Ordunun mühim bir kısmı muhtemel
bir taarruza karşı Balkanlar'ı bekliyordu.

(62) Muhatız asker.

www.atsizcilar.com  Sayfa 24 
 
 

(63) Burada Evliya Çelebi'de bir yanılma var: Bahsettiğe İsler Ayasofya'nın içinde geçtiği halde biraz aşağıda türbeden
bahsediyor. Ayasofya binasının içinde türbe olmadığına göre bu karışık ifadeyi anlamaya imkân yoktur.

Eski Saray

İstanbul'un Karadeniz tarafına, Galata ve Halic'e bakan yüksek ve havadar bir yerinde
Puzantın Kayser'in yaptırdığı eski bir kilise vardı ki dört tarafı sağlam duvarlardı. Bu
kilisenin dört yönü öyle Çimenlikler ve yollarla süslü idi ki Ulu Tanrı havada uçan kuşlarla
yerde yürüyen hayvanların her türlüsünü o ağaçlıklarda toplamıştı. O kilisenin içinde
Puzantin ve Kostantin zamanlarında 12.000 keşiş, rahip ve rahibe vardı ki kendi sapık
âdetlerince riyazet içinde idiler.

Kilisenin yapılmasının sebebi şu idi: Hazreti İsa halifelerinden ve Havârîler'den Şem'ûn,


İstanbul'a gelip o ferah ve güzel yerde ibadetle meşgul oldu. Bütün yabani hayvanlarla
alışkanlık peyda ederek onlara su vermek için yeri kazdı. Kazdığı yerden bir hayat suyu
(64) çıktı. Bütün hayvanlar oradan susuzluklarını giderdiler. Sonra Şem'ûn oraya bir
ibadethane yaptı. Zamanla Puzantin Kıral o pınarlar üzerine adı geçen büyük kiliseyi
yaptırdı.

Sonra Fatih o kiliseyi fethedip yerine 858 yılında (= 1454) Eski Saray'ın yapılmasına
bağlandı. 862'de (=19 Kasım 1457 - 7 Kasım 1458) tamam oldu. Kulesiz, sursuz,
bedeninde girinti, çıkıntı olmayan, hendeksiz bir duvardır. Fakat çok sağlamdır. Bütün
duvarı mavi kurgunla kaplıdır. O asırda çepeçevre boyu 12.000 argındı. Kare seklinde
kagir bir yapıdır. Bir direği Sultan Bayazıd Kazancıları köşesinden Miski Sabunu Kapısı'na
kadar giderdi. Oradan bir direği Tellâk Mustafa Paşa Sarayı'nda nihayet bulurdu. Oradan
bir direği Küçük Pazar Şeddi ve sarnıcı üzerinde karar bulmuştu. Hâlâ Yeniçeri Ağası
Sarayı ve Siyavuş Paşa Sarayı yeri o Eski Saray'ın yerinde idi. Oradan da bir direği tâ
Tahtelkale (65) üstündeki şedden geçip yine Kazancı tüccarları köşesine gelince büyük bir
saray hasıl olurdu.

İçinde türlü türlü düzlükler, birçok harem hücreleri, maksureler (66), havuzlar,
şadırvanlar, büyük bir mutfak, hassa kileri, 3000 Baltacı (67) ile hademelere birçok evler
yaptırdı. Ak Ağalar için bir, Kara Ağalar için de bir ev yaptırıp, hepsinin üzerine
Dârüssaâde Ağası'nı hâkim etti. Hasekiler (68) ile kıral kızını da bu Eski Saray'a koydu.
Haftada iki kere Yeni Saray'dan Eski Saray'a gelirdi.

(64) Evliya Çelebinin sık sık kullandığı "hayat suyu' "âb-ı hayat) çok lezzetli, güzel su demektir.

(65) Bugün Tahtakale denen yer.

(66) Padişahlara, imamlara, müezzinlere mahsus hususi adalar.

(67) Saray işlerine bakan ve sarayı koruyan hususî bir asker sınıfı.

(68) "Haseki" türlü mânâları arasında padişah zevcesi mânâsında da kullanılmaktadır ki buradaki anlamı da budur.

Eski Saray'daki Hayat Suyu

Fatih Mehmed Han, tabiat sahibi padişah olduğu için "acaba İstanbul'un hangi suyu daha
iyidir" diye bütün hekimlerini toplayıp sordu. Onlar da Eski Saray'ın isindeki Şem'un
Pınarını hafif, mutedil ve kolay sindirilir bir hayat suyu olarak gösterdiler. Beşer mıskal
(69) pamuğu beşer miskal suya koyup sonra o suları güneşte kuruttular. Bütün pamuklar
tartıldıgı zaman Şem'un Pınarı'nın suyu ile ıslatılan pamuk hepsinden hafif geldi.
Hekimlerin sözü doğru çıktı. Fatih Hazretleri daima o lezzetli sudan içerdi. Şu âna kadar
gelen bütün padişahlar da ondan içerler.

www.atsizcilar.com  Sayfa 25 
 
 

Kilercibaşı ve Dış Sakabaşı taraflarından üçer kişi olmak üzere her gün altı kişi gelir. Üç
Seyishane Yükü, ki yirmişer kıyye (70) gelir, gümüş güğümlere o saf sudan doldurup Su
Nâzırı (71) huzurunda Kilercibagı'nın güvenilir adamlarının mühürü ile kırmızı balmumuyla
mühürlenir. Padişaha götürülür. Hâlâ o hayat çeşmesi Eski Saray'ın doğuya bakan kapısı
önündedir ki Fatih, Eski Saray'dan dışarı bu hayat kaynağını yapmıştır. Hâlâ, Şem'un
Pınarı adı ile tanınan bir kevser suyudur.

Sonra, Kanunî Sultan Süleyman bu Eski Saray'ı üç mil kuşatır bir duvar yapıp üç kapı yaptırdı: Divan
Kapısı doğuya, Bayazıd Kapısı güneye, Süleymaniye Kapısı batıya bakar, Süleyman Han
bu sarayın Aşına Belgrad, Malta (72), Rodos fetihlerinde ele geçen ganimet malından
Süleymaniye Camisi'ni yaptırdı. Ayrıca medreseler, dârülhadis, dârülkurra (73), Sibyan
mektebi (= ilkokul), bir mezat yeri, bir aşhane, bir kervansaray, bir hastahane, kendisine
bir türbe, bir hamam ve ayrıca kavaflar, düğmeciler (74), kuyumcular için çarşılar yaptırdı.
Bunlardan başka Makbul İbrahim (75) Paşa'ya büyük bir saray, Yeniçeri Ağalarına mahsus
bir saray, Lala Mustafa Paşa ile Karamanlı Piri Mehmed Paşa için birer saray, Gebze'de
cami yaptırmış olan Mustafa Paşa île kızı Ismihan Sultan'a da birer saray, cami hademesi
için bin hücre yaptırdı. Eski Saray'ın dört yanını umumî yollarla süsledi. Bu saray, bugüne
kadar bir tarafla ilişiği olmayan büyük bir saraydır.

Yukarıda sayılan vezir sarayları ve imaretler hep Eski Saray alanında yapılmıştır. Fakat
Eski Saray'ı yaptıran Fatih Sultan Mehmed'dir. Orada Yeniçeriler'in 160 bölüğüne,
Cemaat'e (76) ve Sekbanlar'a (77) 160 oda yaptırdı. Peykhane, Kalenderhane, Tersane,
Tophane, Kâğıthane, Baruthane ve nice bunun gibi büyük imaretlerle İstanbul'un içini,
dışını gaza malıyla bezedi ki her birini yerinde anlatacağız.

(69) Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. Bir buçuk dirhemdir. Bugünkü ölçü ile iki gram kadar tutmaktadır.

(70) "Okka" dahi denilen bir ağırlık ölçüsü. Aşağı yukarı 1280 gramdır.

(71) "Nazır" o zamanki teşkilâtta bugünkü "müdür" yerinde kullanılıyordu.

(72) "Malta" Osmanlılar tarafından alınmamıştır. Evliya Çelebi bu kelimeyi pek muhtemeldir ki "Budin" yerinde
kullanmıştır.

(73) Dârülkurra, Kur'an'ı usulüyle okumayı öğreten okulların adıdır.

(74) Eski yazıya göre bu kelime "dökmeciler" diye de kurabilir.

(75) Metinde "Makbul Siyavuş Paşa" dîye geçmekte ise de yanlış olduğu bellidir. Osmanlı tarihinde ve Kanuni çağında
"makbul" sıfatını yalnız bu İbrahim Paşa almıştır.

(76) Yeniçeri bölüklerinin bir kısmına verilen ad.

(77) Bu da öyle.

Fetih Sırasında İstanbul'a Hakim Nasbolunanlar

İstanbul üç yılda o kadar mamur oldu ve öyle insan deryası halini aldı ki disiplin altında
tutulması güç oldu. Çünkü yedi iklimden sayısız adam toplanmıştı.

Birinci hâkim Büyük vezir Mahmud Paşa idi. Ona bir oda ve maiyetine yeniçeriler, Muhzır
Ağa (78) , Sipah Kethüda Yeri (79) Cebeci, Topçu ve Azap (80) Çavuşları, Bir Bostancı
Odabaşısı, Yeniçeri'den bir tüfekçi ve bir mataracı verdi. Şehirlileri doğru yola getirmek
için falaka ile değnek vurur, çarşamba günleri İstanbul içinde kol gezerek Unkapanı'nda
yapılan sanatkârlar divanhanesine gelip inerdi. Oradan Yemiş İskelesi Çardağı'na gelip
bütün esnafla toplantı yapar, yemişlere narh koyardı. Oradan sebzehane divanına gelip
sebzelere, daha sonra da salhaneye gelerek ete narh koyup sarayına dönerdi.

www.atsizcilar.com  Sayfa 26 
 
 

İkinci hâkim Sekbanbaşı idi. Ona falaka, değnek verildi ama cellât verilmedi.

Üçüncü hâkim İstanbul Mollası idi. Falaka, değnek ve borçluların hapsi fermanı verilmişti.

Dördüncü hâkim Eyüp Mollası idi. Bu da ceza verme ve hapsetmeye yetkiliydi.

Beşinci hâkim Galata Mollası idi. Hükmü altında olan ahaliye hükmü geçerdi.

Altıncı hâkim Üsküdar Mollası idi. Bunun da ceza ve hapis ile hükmü geçerdi.

Yedinci hâkim Ayak Naibi idi. Esnafa narh ve teraziden dolayı ceza vermeye yetkiliydi.

Sekizinci hâkim İktisap Ağası idi. Bütün sanat sahiplerine hükmedip cezalandırmaya,
idama, alış verişte doğru hareket etmeyenin azarlanmasına memur yetkili bir hâkimdi.

Dokuzuncu hâkim Asesbaşı idi.

Onuncu hâkim Subaşı idi. Bu ikisinin kırbaç ve kamçıları vardı. Falaka ve değnekleri
yoktu. Fakat şüpheli kimseleri bağlamaya ve mahkeme naibi ile bazı evleri basmaya
memurdular. Her idam ettiklerini şer'î izin ile ederlerdi.

Uygun mısra

Hükmi sultan olmasa gelmen hatâ cellâttan.

On birinci hâkim İstanbul Ağası idi.

On ikinci hâkim Bostancıbası idi. Her gece köy ve kasabaları sabaha kadar gezerek
suçlulara suç derecesine göre ceza verirler.

On üçüncü hâkim Çorbacılardır. Her gece sabaha kadar 12 Yeniçeri Çorbacısı kendilerine
tâbi beser, ellişer, yüzer kişiyle kol gezip suçluları tutarlar. Bağlayıp dairelerine
gönderirler, haklarından gelirlerdi.

(78) Yeniçerilerin büyük subaylarından biri.

(79) Kapıkulu Sipahilerinin büyük subaylarından biri.

(80) Anadolu Türkeri'nden toplanan piyade askeri

On dördüncü hakim Kırklar'dı. Bunlar şeriat tarafından tayin olunurlardı, İstanbul'un dört
Mollalık yerinde kırk mahkeme vardı. Onlara Kırk Hâkimler denirdi. Bunların da ceza ve
hapis yetkileri vardı.

On beşinci hâkim Şeyhüislâmdı.

On altıncı hâkim Anadolu Kazaskeri idi ama cezaya yetkili değildi. Dört divanda dinleyip
Anadolu'da olan kadılara hükmedemezdi.

On yedinci hâkim Rumeli Kazaskeri idi. Fatih Kanunu üzere, Rumeli kadılarına Padişahın
hüküm ve beratlarını yazmaya memurdu.

On sekizinci hâkim Yedikule Dizdarı idi. Yukarı makamlara herhangi bir konuyu arzetmeye
yetkiliydi.

www.atsizcilar.com  Sayfa 27 
 
 

On dokuzuncu hâkim Mimarbaşı idi. İstanbul'da yapılacak bir yapı için bundan izin almak
lâzımdı.

Yirminci hâkim Kaptan Paşa idi. Gece gündüz denize o hükmederdi.

Yirmi birinci hâkim Tersane Kethüdası idi. Kasımpaşa semtinde bir suçlu bulunsa suçuna
göre cezalandırıp idam dahi edebilirdi.

Yirmi ikinci hâkim Ok Meydanı'nda Yeniçeri Ocağı'ndan Talimhanecibaşı ve Korucular olup


Ok Meydanı'nda kol gezerlerdi. Bir suçlu tutsalar Aşçıbaşıya götürürlerdi. O da suçuna
göre cezalandırırdı. Yahut yayların kirişiyle bir ağaca asıp oka tutarlardı. Ellerinde Fatih
tarafından verilmiş ve her Padişah tarafından yenilenmiş, bu derece yetki veren Padişah
fermanları vardı. Eğer suçlu askerse aman vermeyip bir ağaca asarlardı.

Sözün kısası İstanbul'un dört mollalık yerinde, Boğaz'ın iki tarafında olan köy ve
kasabalarda 33 hâkim, 35 nahiye kadısı vardı. Ama Beykoz Kadılığı başka idi.
Müneccimbaşıların meşrutası idi.

Bu kadılıklardan başka dört mollalığın hükmünde 186 nahiye kadılığı, 360 subaşılık, 87
Yeniçeri Kolluğu ve Sardarı vardır. 40 yerde serbest ufak Subaşılıklar bulunurdu. Sözün
sonu İstanbul Eyaleti'nin dört mollalığında kadı ve subaşıların hepsi 1200 hâkimdi, Fatih
kanunudur. Onlardan başka dört mollalığın bir de 150 türlü esnafın da zabit ve hâkimleri
vardı ama idam etme yetkileri yoktu.

Fatih Camiî

Zamanın tanınmış mimarları ve usta mühendisleri İstanbul'a toplandı. Nice bin büyük
evliyanın dualarıyla yapılmasına başlandı. 867 yılında (= 26 Eylül 1462 - 14 Eylül 1463)
yapılmaya başlanıp 875 yılında (= 30 Haziran 1470 - 19 Haziran 1471) bitirilmiştir. Bu
ulu cami İstanbul şehrinin tâ ortasındaki yüksek bir yerde yapılmıştır. Caminin yerinde,
Âyasofya'dan sonra birinci derecede sayılan bir mabed varmış. Depremle yıkılmış imiş.
Mehmed Han'ın uğuru ile yapının temeli yerin dibine varınca üzerine Mehmed Han Camii
bina olundu.

Bu caminin sağ ve solundan kademeli taş merdivenle çıkılır ve yerden tâ tepesine kadar
mimar zirâi ile 87 zirâdır. Yer hizasından alt eşiğine kadar 4 zira kadar yüksekliktedir. 4
yüksek ayak üzerinde 15 parçalı büyük bir kubbedir. Mihrap tarafı dahi yarım kubbedir.
Sağ ve solunda iki tane somaki mermerden amud vardır. Mihrap, minber, hünkâr mahfili,
müezzinler mahfili beyaz mermerden, sade güzellikte, eski usul iştir. Kubbesinin içinde iki
sıra kandillerle süslenecek tabakaları vardır.

Mihrabın sol tarafında, Cebe Ali Hazretlerinin külaha benzer, dilim dilim bir sancağı vardır.

Kubbe kapısından mihraba varıncaya kadar çok kalabalık cemaat alacak geniş bir yerdir.
Kandillerden başka asılmış avize vesaire yoktur. Fakat duaların kabul olunacağı
ruhaniyetli bir camidir. Çünkü yapılırken işçiler arasında Müslüman olmayan kimse
kullanılmamıştır. Bugüne kadar da kapısından içeri Yahudi girmemiştir. Hademeleri hep
yıkanarak hizmet ederlerdi. Vecid sahibi kimselerin daima geldiği bir yerdir.

Kıble kapısından dışarı çıkarken sağ tarafta, dört köşe ak mermer üzerinde, tezhipli ve
lâcivert ile ve Hattat Demirci Çelebi'nin yazısıyla Peygamber'in İstanbul fethi hakkındaki
hadîsi kazılmıştır. Haremin (81) dört cihetinde, yan sofaları üzerinde İbrette bakılacak renk
renk nakışlı sütunlar vardır ki insan hayran olur. Hattâ haremin kıble kapısının iç
yüzündeki sütunda bulunan taşın çizgilerinde sof hırkalı, Mevlevi külâhlı, eli yelpazeli bir
derviş sureti vardır ki sanki canlı gibidir. Herkes temaşa eder.

www.atsizcilar.com  Sayfa 28 
 
 

Bu haremin tâ ortasında bir havuz vardır ki dört tarafında sekiz sütun üzerinde bir
mevzun levhalı kurşunla örtülü muhteşem bir kubbedir. Bu havuzun dört tarafında göğe
yükselen, minarelerle aynı boyda yeşil serviler vardır ki güya her biri birer yeşil melektir.

Caminin sağında, solunda birer tabakalı taşla yapılmış yüce minareleri vardır ki
seyredilmeye değer. Haremin zemini öyle renk renk mermerlerle döşenmiştir ki sanki gök
yüzü mermerleridir. Haremin dört tarafındaki pencerelerin dışarı eteklerindeki kitabeler
içinde yeşil somaki üzerine beyaz ham mermerle, Yâkuti Müsta'samî tarzında bir yazıyla
Fatiha Sûresi yazılmıştır, İslâm, ülkelerinde bugüne kadar mermer üzerinde Yakut hattı
görülmemiştir ve o havuz üzerine üstad, hünerini göstermek için sarı pirinçten bir kafes
örmüştür ki bu da dikkat çekicidir.

Büyük havuzun içinde kadeh şeklindeki sanatkârane mermer fıskiyelerden su fışkırmakta


olup gece gündüz akmaktadır. Yuvarlak havuzun dört köşesindeki kaynaklardan kalabalık
cemaat abdest tazeleyip suyundan içerek susuzluk giderirler. Velhasıl o büyük yapının
tamamlanmasına yıpranırcasına çalışıp onu göğe benzer şekilde öyle bir güzel
yapmışlardır ki anlatmakta dil âcizdir.

Bu caminin mihrabı önünde, Cennet bahçesine benzer bir bahçe içinde Gazi Fatih'in ve
ailesinin türbesi vardır. Ondan başka caminin üç yanında büyük bir odaya benzer bir
haremi vardır ki sekiz kapılıdır. Bu haremin iki tarafında çok güzel bahçeler vardır. Onun
dışında, caminin iki tarafında Semâniye Medreseleri (82) vardır ki öğrencilerle doludur.
Onların dışında, umumî yolda, medreselerin iki yönünde softaların (83) odaları vardır.
Onlar da öğrencilerle doludur. Bir aşhane, hastahane, büyük bir konukevi, eski bir
hamam ve sibyan mektebi ile bezenmiş bîr camidir. Yüksek bir yerden dört yanında olan
imaretlere dikkatle baksan safi kurgundan gömgök bir imaretler topluluğu görürsün ki
parlayıp durur.

(81) Caminin bahçe veya avlusuna "harem" denir.

(82) "Semâniye" Arapça "sekiz" demek olup Fatih'in cami civarında yaptırdığı sekiz medrese "Semâniye Medreseleri"
diye veya "Sahn-ı Semân" diye adlandırılmış ve İstanbul'un en yüksek öğrenim müessesesi olup yani uzamanın
Üniversitesi haline gelip pek değerli bilginler yetiştirmiştir.

(83) "Softa", medrese öğrencisi demektir.

Bu eserlerden başka Koca Fatih'in nice nice imaretlerle İstanbul'un içinde ve dışında
yaptırdığı büyük eserler yeni şehiri mamur edip şenlendirmiştir.

Bir zaman sonra Koca Mimar Sinan, mimar halifeliğinden (= kalfalığından) Başmimar olup
camiye nice nice eklentiler yaptı. Daha sonra "Ali Kuşçu" adlı, nücum ilminde (=
astronomide) şöhretli bilgin geldi. Caminin hareminin içinde, Boyacılar Kapısı tarafında
Müslüman çocukları için Kur'an dershanesi olarak yapılan yüksek kubbe önünde dört köşe
bir beyaz mermer içine vakit tayini için bir alet yaptı ki dünyada eşi yoktur (84).

Kanuni Zamanındaki Büyükvezirler (85)

İlk Büyükvezir Karamanlı Piri Mehmed Paşadır. Kanunî tahta geçtiği zaman büyükvezirdi
ve büyükvezirlik yine kendisinde bırakıldı.

Büyükvezir Makbul ve Maktul İbrahim, Paşa, Haremi Hâs'tan yetişmiştir. Büyükvezirlikle


Mısır'a gidip Hain Ahmed Paşa'yı astırarak Mısır Kalesi'ne yedi kule yaptıktan sonra Mısır'ı
imar ederek İstanbul'a geldi.

Büyükvezir Ayaş Pasa, Arnavut asıllıdır. Haremi Hümâyun'da yetişmişti. Sonra Yeniçeri
Ağası, Rumeli Eyaleti Valisi ve vezir oldu.

www.atsizcilar.com  Sayfa 29 
 
 

Büyükvezir Lûtfi Pasa da inatçı Arnavut kavmindendir. Haremi Hümâyun'dan nice


sancaklara sancakbeği olduktan sonra vezirlikle şeref buldu.

Büyükvezir Süleyman Pasa, Akhadımlar'dan olup Harem'den yetişti. Şam'a, oradan


Mısır'a gitti. Oradan donanma ile Hindistan'a gidip Benderi Diyû ve daha nice kaleleri
Portekizlilerden alıp Hind racasına hediye etti. Birçok ganimet malıyla Yemen'dekî Aden
iskelesini fethetti, Özdemir Beğ ile birlikte Habeş'i (86) aldı. Sonra İstanbul'da büyükvezir
oldu.

Büyükvezir Ahmed Pasa, Arnavut kavmindendi. Tedbîr, cesaret ve gösterişle meşhur bir
vezirdir. Haremi Hümâyun'dan Kapıcıbasılıgı ile çıkıp Yeniçeri Ağası, Rumeli Valisi, sonra
Büyükvezir oldu. Acem Şahı Şah Tahmasb'ı gece baskını ile bozdu. Sonra Tımışvar'ı
fethetti.

Büyükvezir Kalın Ali Pasa, Hersek Sancağında Perçe kasabasındandır (87). Saraydan
Kapıcıbaşılıkla çıkıp Yeniçeri Ağası, Mısır Valisi, ondan sonra Büyükvezir oldu. Çok iri yan
adammış.

(84) Türkistanlı olan Ali Kuşçu meşhur Uiuğ Beğ'in öğrencisidir. En sonunda Fatih'in hizmetine girmiş ve İstanbul'da
hicri S79 (=18 Mayıs 1474 - 6 Mayıs 1475)da ölmüştür.

(85) "Sadr-ı a'zam" (= sadırazam) veya vezîri a'zam yerine "büyükvezir" dedim.

(86) Habeşistan'ın bütünü olmayıp Kuzey Habeşistan'ın tayı bölgeleri.

(87) Daha çok "Semiz Ali Paşa" diye anılır.

Sonra Sokullu Koca Mehmed Paşa Büyükvezir oldu. Bosna Sancağında "Sokol" yani
"Şahin" kasabasındandır (88). Haremi Has'tan Kapıcıbaşı olarak çıktı. Nice
sancakbeğliğinde, Rumeli Eyaleti valiliğinde bulundu. Neticede üç Padişaha 40 yıl (89)
Büyükvezir olup bir mahlûl (90) getiren Serhadli fedaî onu Kubbe Altı'nda bıçakla birkaç
yerinden yaralayarak öldürmüştür.

Büyükvezir Olmayan Kubbe Vezirleri

Gebze'de imaret ve cami yapan Vezir Mustafa Paga (= Çoban Mustafa Paşa) Bosnalı'dır.

Vezir Ferhad Pasa, Arnavut asıllıdır.

Vezir Güzelce Kasım Paşa, Süleyman Han'ın şehzadeliği sırasında Defterdarı, sonra Lalası
oldu. İhtiyar olduğu için Dördüncü Vezir olup Selanik'te emekli iken orada bir cami
yaptırıp öldü.

Vezir Hain Ahmed Pasa, Arnavut'tur. Haremi Hümâyun'dan çıkıp Yeniçeri Ağası, Belgrad
fethinde Rumeli Valisi oldu. Sonra Mısır'da âsi olup Bâbı Zuveyl'de asıldı.

Vezir Güzelce Kasım Pasa, Harem'den çıkıp Vezir olarak Mora Adası'nda Anaboli Kalesi'ni
üç yıl kuşatıp fethetti. Sonra İstanbul civarında Kasımpaşa kasaba ve camii'ni yaptırdı.
Burası Kasımpaşa adıyla anılır.

Vezir Hacı Mehmed Paşa, Budin Veziri iken bir Yahudi hekim zehirli şerbet verip öldürdü.
Sonra: "Mehmed adında kırk adam zehirledim" diye itiraf ederek öldürüldü. Mehmed
Paşa, Budin'de gömülüdür.

Vezir Hüsrev Paşa, Koca Lala Mustafa Paşa'nın büyük bir adamıdır, önce Çeşnigirbaşı,
sonra Kapıcılar Kethüdası, Rumeli ve Mısır Valisi oldu.

www.atsizcilar.com  Sayfa 30 
 
 

Vezir Hadım İbrahim Paşa nezaket ve edep sahibi, ağırbaşlı, ihtiyar, cesur bir vezirdi.
Silivri Kapısı'nın iç yüzündeki cami onun hayratıdır.

Vezir Hadım Haydar Paşa, Haremi Has'ta Kapı Ağası iken dışarı çıkarılıp Şehzade Mustafa
öldürüldüğü zaman (91) ona meyli var diye itham olunarak azlolundu. Hersek Sancağı'nda
emekli oldu. Bilgi sahibi, söz eri, yoksulları seven büyük bir Vezirdi.

Vezir Palak Mustafa Paşa, Bosnalı'dır. Arnavutça "palak", "koca" demektir (92). O adla
lâkaplı, öfkeli ve cesur bir vezirdi. Mısır Veziri ve Kaptan oldu, Eyüp'te gömülüdür.

(88) "Sokollu" demek lâzımken kelime Türkçenin ses uyumu kanunlarına göre Sokullu haline gelmiştir. Çünkü Türkçede
"o", "ö" harfleri yalnız ilk hecede bulunur.

(89) Sokullu'nun Büyükvezirliğî 14 yıl ve 3 aydan biraz fazladır.

(90) "Münhal yer" demek istiyor.

(91) Şehzade Mustafa 6 Ekim 1553'te idam edildi. Bu idam müthiş bir boğuşmadan sonra oldu. Çünkü Şehzade çok
güçlü idi.

(92) Mustafa Paşa, Bosnalı olduğu halde ona Arnavutça bir lakap takılması biraz gariptir. Belki Evliya Çelebi "Boşnakça"
diyecek yerde "Arnavutça" demiştir.

Vezir Damad Ferhad Pasa, Şehzade Mehmed Han'a damad olmuştur. Eski Saray'dan bir
köşesini bölüp Sultan Bayazıd civarında bunlara bir saray yaptılar. Hattat olduğu için
Mushaf yazıp onunla geçinmiştir. Bir Mushafı hâlâ Bayazıd Han türbesindedir.

Vezir Mustafa Paşa, Hâlid ibni Velid neslindendi (93). gemsi Paşa'nın kardeşidir ve ondan
büyüktür. Harem'de yetişip Çakırcıbaşı olmuştur. Rumeli Eyaleti Valisi olarak Malta
üzerine kumandan tayin edilmiş, fethedemeden gelince Hacca giderek orda ölmüştür.
Babam tarafından gömülmüştü.

Süleyman Han'ın Beğlerbeğileri

Behranı Paşa: îç Oğlanları taşla vurup kendisini şehit ettilerse de sonra hepsi
öldürüldüler.

Davud Paşa: Mısır Valisi iken merhum oldu.

Üveys Paşa: Şam Beğlerbeği iken merhum oldu.

Dukaginoğlu Gazi Mehmed Paşa: Mısır Valisi oldu.

Öteki Üveys Paşa: Yemen kumandanı iken Aden şehrinde öldü. Eşkıya Pehlivan Hasan'ın
eliyle şehitlik kadehini içti.

Özdemir (94) Paşa: Mısır Sultam Gavri'nin akrabasından Çerkeş asıllı, cesur ve yiğitti.
Habeş fatihidir.

Yatıya Ömer Paşa: Belgrad'da camisi, imaretleri ve nice hayratı vardır.

Gazi Kasım Paşa: Süleyman Han, Beç (95) Kalesi'nin kuşatıp kışın şiddetinden
fethedemeyip dönünce bu Gazi Kasım Paşa 12.000 Serdengeçti (96) ünlü bahadır, yarar
yiğitlerle Almanya'ya daldı. Üç ay yağma ve talan edip Kâfirler'e rahne verirken beri
tarafta Süleyman Han, Cankurtaran Kalesi'ne düşüp can kurtardı. Gazi Kasım Paşa'nın

www.atsizcilar.com  Sayfa 31 
 
 

bütün adamları Almanya'da şehit olup kendisi üç kişiyle Venedik ülkesinin Osek (97)
Kalesi'ne geldi. Ben o şehitleri Alman diyarında nice yerde ziyaret etmişimdir.

Güzelce Büstem Paşa: Harem'den çıkıp Yeniçeri Ağası, sonra Budin Valisi olmuştur.

Süleyman Paşa: Harem'den yetişip İstolni-Belgrad'da Gölbaşı muhafazasında merhum


olup kale kapısı önünde gömülüdür.

Osman Paşa: Has Saray'dan çıkmıştır. Çerkeş asıllı yarar adamdı. Nahçıvan seferine Şah
ordusuna gece baskını yaptığı için kendisine Erzurum Eyaleti ihsan olundu.

Gazi Hasan Paşa: Yemen ve Habeş'e gitti. Sonra Tımışyar Valisi oldu.

(93) Dördüncü Vezir Mustafa Paşa, Kastamonu ve yöresinde beğlikleri olan Çandaroğulları veya Kızılahmedliler'
Hanedanından olup halis Türk ailesidir. Kendilerini Arap kumandam Hâlid îbni Velid soyundan göstermeleri, yukarda da
işaret ettiğimiz gibi İslami taassubun sevimsiz bir tezahüründen başka bir şey değildir.

(94) Metinde bu kelime "özdem" şeklindedir.

(95) "Beç", Viyana'ya Osmanlılar'ın verdi isim.

(96) Bir sınıf gözü pek, fedai asker.

(97) Bu şehir, o zaman Venedikliler elinde bulunan Slovenya'nın bir şehri idi.

Solak Ferhad Paşa: Bağdat Valisi iken orada öldü.

Baltacı Mehmed Paşa (98) Bosnalı'dır. Bağdat'tan azlolunup İstanbul'da öldü.

Hurrem Paşa: Bosnalı'dır.

Pir Paşa: Ramazanoğulları'ndandır.

Musa Paşa: İsfendiyar Hanedanı'ndandır. Erzurum Valisi iken Gürcü keferesi savaşında
şehit oldu.

Hadım Ali Paşa: Mısır Valisi iken merhum oldu.

Arslan Paşa: Lala Mehmed Paşa'nın oğludur. Budin Baruthanesi'ni bu yaptırmıştır.


Tatavpapa Kalesi'ni Kâfirler'in istilâ etmesi üzerine suçlu sayılmış ve Süleyman Han'ın
otağı önünde öldürülüp şehitler zümresine katılmıştır.

Ayaş Paşa: Büyükvezir Koca Sinan Paşa'nın kardeşidir. Haremden yetişip sonra öldürüldü.

Eski Behram Paşa: Bağdat Valisi iken şöhret bulmuştur.

Ahmed Paşa: Harem'den çıkıp 20 yıl Anadolu'da hâkim olmuş, Ankara'da bir hamam ve
bir Mevlevihane yaptırmıştır.

Ulama Paşa: Teke Eli'nden Acemler'e tutsak düşüp sonra Han oldu. Oradan Anadolu'ya
kaçıp kendisine Lipva Sancağı ihsan olundu. Orada 40 gün düşman kuşatmasına karşı
koyup çaresiz kalarak kaleyi Kâfirler'e teslim etti. Aman ile dışarı çıkarken "kırk gün niçin
savaştın" diye Kâfirler tarafından şehit edilmiştir. Lipva'da gömülüdür.

Yularkısdı (99) Paşa: Harem'den çıkmıştır.

www.atsizcilar.com  Sayfa 32 
 
 

Şemsi Ahmed Paşa: Kızılahmedliler'den Beşinci Vezir Mustafa Paşa'nın kardeşidir. Üç


padişaha has nedim olmuştur.

Hacı Ahmed Paşa: Bu da Kızılahmedliler'dendir.

Damad Hasan Paşa: Süleyman Han'a damad olup Acemistan'a kaçan Şehzade Bayazıd
için Acemistan'a elçilikle giderek Şehzade Bayazıd'ı çocuklarıyla birlikte alıp Sivas
Kalesi'nde boğarak şehit etmiş ve Paşa Kalesi yakınında gömmüştür. Ziyaret ettim.

İskender Paşa: Bostancıbaşılıktan Anadolu Valisi oldu. Çerkes'tir. Oradan Diyarıbekir'de


15 yıl valilik etti. Orada merhum oldu.

Temerrüd (100) Ali Paşa: Bosnalı'dır.

Kara Mustafa Paşa: Has Oda'dan çıkmıştır.

Hışır Paşa: Hızır gibi Şanı ve Bağdad'ı dolaşmış, Harem'den çıkmış, ağırbaşlı, kanaatkar,
bekâr bir adamdı.

Kara Murad Paşa.

Sofu Ali Paşa: Harem'den çıkıp Mısır Valisi iken derdinden katır ile Kahire'de merhum
oldu.

(98) Tabii, Purut Savaşı kumandanı Baltacı Mehmed Paşa'dan başka.

(99) Metinde "Pulad Kasa" şeklinde ise de imlâ yanlışı olduğu bellidir.

(100) "Temerrüd" Arança bir kelime olup "dikbaşlılık" demektir. Bunun "mütemerrid" olması da muhtemeldir.
Mütemerrid "inatçı, dikbaşlı" demektir. Eski harflerle bu iki kelimenin yazılışı birbirine çok benzer. Birincisi "tmrd",
İkincisi "mtmrd" şeklinde yazılır.

Hüsrev Paşa.

Muzaffer Paşa.

Gazanfer Paşa.

Güllâbt Paşa: Derviş adam olmakla emekliliği isteyip daima babamla arkadaşlık ederdi. Evliya derecesinde iyi
huylu, tatlı sözlü bir ihtiyardı.

Mehmed Ban Paşa: Dulkadıroğulları'ndandır, Şah İsmail'e gitmiş, sonra pişman olarak yine Osmanlı
Hanedanı'na gelip Rumeli ve Anadolu'da büyük sancaklara hâkim olmuştur. Elkabmda "cenâb"" yazılarak
yüceltilirdi.

Süleyman Han'ın Kapdanları

Önce Kapdan Sinan Paşa: Harem'den yetişmişti. Gayet kıyıcı idi.

Kapdan Hayreddin Paşa: Vardar Ilıcası'ndandır (101). Bütün ataları oradadır ama kendisi Midilli adasında doğup
namlı bir levend bahadır oldu. Cezayir'de nice sancaklara vali olup 940 yılında (= 23 Temmuz 1533 - 12
Temmuz 1534) Derya KapdanIığı ihsan olundu. Akdeniz'de 3000 tane gemi batırıp nice kere tutsak olarak nice
kaleler fethettiği "Fütûhâtı Hayreddin Paşa" adlı eserde tafsil ile meşhurdur. Nihayet İstanbul'da merhum olup
Beşiktaş'ta deniz kıyısında kara kapdanı olup o limanda kıyamet gününe kadar demir atmış olarak yatar, 970 te
(= 31 Ağustos 1562 - 20 Ağustos 1563) ölmüştür.

www.atsizcilar.com  Sayfa 33 
 
 

Salih Paşa: Kazdağlı'dır. Bu da Cezayir Paşası olup Adalar'ın Paşası oldu.

Turgud Paşa: Cezayir Paşası iken Malta Kalesi kuşatmasında top atarken topun parçalanmasıyla şehit oldu.
Malta'nın fethi de kısmet olmayıp fethedilmeden dönüldü.

Mehmed Paşa.

Hayreddin Paşa: Cezayir Paşası olup Okyanus'a velvele saldı. İngiltere adalarını harap etti.

Süleyman Han Zamanındaki Defterdar ve Nişancılar

önce Defterdar İskender Çelebi.

Haydar Çelebi: Gelibolulu'dur.

Lûtfi Beğ: Harem'den çıkmıştır.

Ebülfazl Efendi: Bitlisli Molla idris'în oğludur.

Abdi Çelebi: Çivioğlu'nun oğludur.

Mustafa Çelebi: İnmeli iken yine Divan'a gelirdi. Çünkü kalemce zamanının tek adamıydı.

Mehmed Çelebi: "Eğri Abdioğlu" derlerdi.

İbrahim Çelebi: Başdefterdardı.

Hasan Çelebi: Defterdarlıktan azledilip Çeşnigirbaşılık verildi.

Murad Çelebi: Kilidülbahir Hisarı'ndandır.

Celâloğlu (102) Mustafa Çelebi: Şiirlerinde vesaîr teliflerinde "Neş'etî" mahfesini kullanırdı. Tosya'da
Celâl adlı bir kadı'nın oğludur. Defterdardı. "Tabakatü'l Memâlik" adlı tarihle Kanunname bunundur.

Bamazanoğlu Mehmed Çelebi: Nişancı idi. Muhtasar bir tarihi vardır.

(101) Vardar Yenicesi olacak.

(102) Vardar Yenicesi olacak. Metinde "Cemâlioğlu" yazılı ise de yanlış olduğu açıktır.

Süleyman Han Zamanındaki Beğler

önce Küçük Balı Beğ: Büyükvezir Yahya Paşa'nın oğludur.

Hüsrev Beğ: Sultan Bayazıd'ın kızının oğludur. 33 yıl Bosna hâkimi olup Saray şehri içinde
bir cami, han, hamam, imaret, medrese ve sibyan mektebi yaptırıp nice bin fütuhatı
olmuştur.

Kara Osmansah Beğ: Kara Mustafa Beğ'in oğludur. Süleyman Han'ın kızkardeşinden
doğmuştur. Tutıala'da bir garip camisi, medrese ve imaretleri vardır.

Malkoçoğlu Ali Beğ: Pojega Beği iken Hırvatistan'a dehşet saçmıştır.

Bunharoğlu (103) : Celâloğlu'nun çıraklarından olduğu için defterdar oldu.

www.atsizcilar.com  Sayfa 34 
 
 

Çerkeş Kasım Beğ: Harem'den yetişip Nablus hâkimi oldu. Çölde Araplar silâhla gezemez
oldular.

Kurd Beğ: Eski ikinci Vezir Deli Hüsrev Paşa'nın oğludur.

Canbulad Beğ: Kürt kabilesinden tanınmış bir beğdi.

Süleyman Han'ın Ünlü Bilginlerinin Bazıları

Önce Molla Hayreddin Efendi: Evvelce hocaları idi.

Kastamonulu Seyid Çelebi: Bilginler arasında ün kazanmış ve şeyhülislâm olmuştur.


Kadiri Çelebi.

Şeyh Mehmed Efendi: "Çivioğlu" demekle tanınmıştır.

Kutbeddinoğlu Şeyh Mehmed: Anadolu Kazaskeri idi.

Âdil Paşa Oğlu Mehmed: Tarih ilminde yetişkindi. Farsça şiirleri çoktur.

Abddülfettah Oğlu Ahmed Âdil Paşa: Konuşması tatlı adamdı, İran'da Berda'a adlı
şehirdendir. Tunuslu Şeyh Mehmed: Hafızdır. Kur'an'ı on türlü okurdu. Çok tanınmıştır.

Erdebilli Zahireddin: Tebriz'den Anadolu'ya gelip Mısır'da Hain Ahmed Paşa ile asıldı.
Kemalpaşaoğlu'nun çıraklarındandır.

Molla Yakub: 929 da (= 20 Kasım 1522 9 Kasım 1523) Manisa'da müderrisken öldü.
"Ege Halife" demekle tanınmış üstün bir bilgindi.

Şeyhülislâm Alâaddin Cemâli: Selim Han zamanında dahi şeyhülislâmdı. Bilgin, olgun ve
faziletli muhterem birisiydi. Elli akça terakki ile emekli oldu. Şeyhülislâm Kemalpaşaoğlu
Ahmed Efendi: Yavuz Selim çağında, önce, Mısır fethinde kazasker kaldı. Eserleri pek
çoktur. "Müfti's-Sakaleyn" (105) diye ad almıştır. Zamanının tek adamı, cifir ilminde (106)
de devrinin tek kişisiydi.

(103) Bunun da bir imlâ yanlışı olması ve doğrusunun "Muytabogiu" olması muhtemeldir.

(105) "İnsanların ve cinlerin müftüsü" demektir. İlminden dolayı böyle denmiştir.

(106) Arapça "cefr"den alınma, harfler ve rakkamlarla falcılık. Müslümanlıkta falcılık yasak olduğu için
Kemalpaşaoğlu'nun böyle eserleri yoktur.

Şeyhülislâm Ebussuud Efendi: Bunun vasıfları toplansa büyük bir kitap olur. Bin cilt kadar
eseri ve risalesi (107) vardır. Bilginler arasında çok itibarlı bir tefsiri vardır.

Araboğlu Muhiddin: Ebussuud Efendi'nin cezalandırdığı Araboğlu'dur ki Mısır'a giderken


Akdeniz'de batmıştır.

Salih Oğlu Ali: Hümâyunname müellifidir. Bur-sa'da gömüldü.

Sultan Süleyman'ın Kanunnamesi

Yukarda yazılan Vezirler, Beğlerbeğileri, Beğter, Defterdarlar, Nişancılar, bilginler ve


şeyhlerle Süleyman Han 48 yıllık (108) saltanatında her gün iş başındaki Vezirlerle danışıp

www.atsizcilar.com  Sayfa 35 
 
 

yüce din gayretine daima Osmanlı Hanedanı'nın bütün asker sınıflarına düzen vermesi
yüzünden bir "Kanunname" toplanmıştır.

Her ne kadar İstanbul'u Fatih Sultan Mehmed fethetti ama imar eden Süleyman Han'dır.
Kanunnamesi, Rumeli'de ve Anadolu'da ne kadar vezirlik, ne kadar beğlerbeğilik, ne
kadar sancakbeğliği haslık, her eyalet ve sancakta ne kadar padişah hası, vezir hası,
beğlerbeği hası ve sancakbeği hası vardır onu bildirir ve her eyalette ne kadar serbest
zeamet, her sancakta ne kadar tımar ve zeamet vardır, Süleyman Kanunu üzere
Cebeleriyle ne kadar asker olur, onu beyan eder.

Yukarıda yazılan 20 tane (109) Rumeli Eyaletinde, Süleyman Han Kanunu üzere 176
Sancak (110) vardır. Kılıç zeametleri 3306, kılıç tımarları 37.389 olup (111) zeamet ve tımar
olarak toplamı 40.685 kişidir (112).

(107) Ebussuud'un 22 eseri tesbit olunmuştur. Bin mk-kmm çok mü-balegalıdır.

(108) 48 yıl hicrî hesaba göre olup milâdî yıla göre saltanatı 46 yıldan biraz eksiktir.

(109) Evliya Çelebi 20 tane diyorsa da 15 tane kaydetmiştir. Erdel ve Buğdan ayrı ayrı sayıldığı takdirde 16 tane eder.
Bu yanlışlığın Evliya Çelebi'ye mi, yoksa eserin ilk-altı cildini yayınlayanlara mı ait olduğu belli değil.

(110) Evliya Çelebi 176 sancak dediği halde 129 sancak sayılmıştır. Bunun için de aynı şey söylenebilir.

(111) Evliya Çelebi 3306 zeamet ve 37.389 tımardan bahsettiği halde verdiği Üstede 4164 zeamet ve 23.646 tımar
vardır. Evliya Çelebi kendi verdiği rakkamlann toplamı için: 40.685 dediği halde 40.695 çıkmaktadır.

(112)Verdiği rakkamlarda zeamet ve tımar toplamı» 27.810 kişidir.

www.atsizcilar.com  Sayfa 36 
 
 

www.atsizcilar.com  Sayfa 37 
 
 

Yukarıda yazılmış olup usul ve âdetle idare olunan eyaletlerin sancakları 151 tanedir (115).
Kılıç zeametleri 1571 tanedir (116), tımarlan ise 41.286 tanedir (117). Kanun gereğince bu
eyaletlerin Cebelileriyle bütün askerine ve yıllık iltizamla idare olunan eyaletlerin
vezirlerine ve askerine mahsus para verildikten sonra kalanı Devlet Kapısı'na gönderilir.
Mısır, Habeş ve Bağdat geliri devlete gider. Tarablusşam ve Sayda Eyaletleri dahi
böyledir.

Has ile îdare Olunan Eyaletler ve Beğlerbeğiler'in Hasları

Bütün memleketin geliri üç kısımdır: Birincisi Padişah hası, ikinci kısım Vezir, Beğlerbeği
ve Beğler'in hasları, üçüncü kısım zeamet ve tımarlardır.

Rumeli Beğlerbeğileri'nin hasları 11 kere 100.000 akçadır (118).

Anadolu hasları 10 kere 100.000 akçadır.

Karaman hası 660.071 akçadır.

Şam hası 10 kere 100.000 akçadır.

Sivas hası 9 kere 100.000 akçadır.

(115) Evliya Çelebi 151 sancak dediği halde verdiği sancak rakkamlarına göre 158 sancak çıkıyor. Bu benzemeyiş için
de 109 numaralı nottaki. mütalea ileri sürülebilir.

(116) Burada verilen rakkamlar göre zeamet sayısı 2387 oluyor ki Evliya Çeiebi'nin zikrettiği 1571 den çok fazladır.

(117) Tımar sayısı ise Evliya Çelebi'nin 41.286 smdan az olarak 37.137 tanedir.

(118) 1.100.000 demektir. Osmanlılar'da milyon kelimesi olmadığı için böyle söylüyorlardı.

• Erzurum hası 12 kere 100.000 ve 14.600 akçadır (119.


• Diyarıbekir hası 12 kere 100.000 ve 660 akçadır.
• Van hası 11 kere 100.000 ve 32.000 akçadır.
• Budin hası 8 kere 100.000 ve 80.000 akçadır.
• Adalar hası 885.000 akçadır.
• Halep hası 817.760 akçadır.
• Maraş hası 628.450 akçadır.
• Bosna hası 650.000 akçadır.
• Tımışvar hası 806.790 akçadır.
• Kars hası 820.770 akçadır.
• Çıldır hası 925.000 akçadır.
• Trabzon hası 734.850 akçadır.
• Rakka hası 681.056 akçadır.
• Musul hası 682.000 akçadır.
• Şehrizor hası 11 kere 100.000 akçadır.
• Tarablusşam hası 786.000 akçadır.
• Özi hası 988.000 akçadır.
• Kırım Sultanı hası: 12.000 kere 100.000 aksa hasım Kefe İskelesi
gümrüğünden alır.
• Kefe Paşası hası: 679.000 akçadır.
• Eğri hası: 800.080 akçadır.
• Kanije hası: 746.060 akçadır.
• Mora hası: 656.000 akçadır.
• Bağdat hası: 12 kere 100.200 akçadır.
• Basra hası: Vezirlik olduğundan beri 11 kere 100.000 akçadır.

www.atsizcilar.com  Sayfa 38 
 
 

• Elhasa Eyaleti: Vezirlik değildir ama hükümet olmakla 888.000


akçadır.
• Mekke Eyaleti: Şerif (120), Mısır Sürresi'nden (121) alır.
• Habeş Eyaleti: 10 kere 100.080 akçadır.
• Mısır Vezirleri hası: 487 Mısır kesesidir.

Tunus, Cezayir, Kıbrıs, Rodos serdarı, Vezir Kapdan Pasa hasları 12 kere 100.000 ve 700
akçadır. Kanunî Sultan Süleyman zamanında serdara Kâfirler'den öç almak için izin verilip
bütün deniz beğleri ve Kapdan Paşa dahi onun tedbiriyle sefer açardı. Derya Kapdanı
bütün Deniz Paşaları'ndan önce gelirdi. O suretle de gelip "Hayreddin Paşa" olurdu (122).

Yeni fetholunan Varat hası: 790.000 akçadır.

Yeni fetholunan Girit Adası Serdarının hasa: 11.990 akçadır. Girit hepsinden sonra
fetholundu. Padişah hattı yazılırken böyle has ihsan olunmuştur.

Kanunî Sultan Süleyman Han kanununa göre hangi memleket önce fetholunduysa onun
vezirinin ve paşasının hası ziyade olur, sonra fetholunan vilâyet hâkiminden (123) üstün
tutulurdu. Ama bazı yaşlı vezirlere arpalık sancaklar ihsan olunmuştur. Böylece Adana
eyalet olmuştur. Softa Mehmed Paşa'ya lütuf olarak verildiği zaman Adana hası 11.601
akça idi.

(119) Bu da aynı sebeple 1.214.600 rakkamının karşılığıdır.

(120) Osmanlılar'ın sonuna kadar merkez Mekke olmak 'üzere Hicaz'ı "Şerifler, Osmanlı valisi sıfatı ile idare etmiştir.
Bunlar Peygamber neslindendiler.

(121) "Sürre" (Arapça söyleyişle 'Surra") "kese" demek olup Osmanlı Padişahlarının her yıl Mekke ve Medine için
gönderdikleri büyük hediye ve paraya verilen isimdir. Bu hediyeler büyük törenle gönderilirdi.

(122) Hayreddin unvanını almış olan Barbaros'u ima ediyor.

(123) Osmanlı eserlerinde kullanılan "hâkim" kelimesi bugünkü gibi "yargıç" mânâsına gelmeyip herhangi bir toprak
parçasının başyöneticisi demekti. Vilâyet veya kazanın •başında olanlar, kale duvarı içindeki bir şehrin beği hep

Mısır Valisi'nin iki sorguç taşıması kanundur. Habeş Veziri iki otağ taşır. Bağdat Veziri de
öyle.

Padişah, Anadolu gazalarında bulunsa Divanda ve bayramlarda Padişah huzuruna önce


Mısır, sonra Bağdat, sonra Habeş, sonra Budin, sonra Anadolu, sonra Maraş
Beğlerbeğileri, sonra Kapdan Paşa girer. Ama Rumeli'de olsa önce Büyükvezir, sonra
Budin Veziri, sonra Mısır, Habeş, Bağdat, Rumeli, sonra eyaletlerden fethi eski olanlar,
elhasıl eyaletler kıdemlerine göre birbirlerinden önce dururlardı.

Sultan Süleyman Han'ın kanununa göre herhangi Beğlerbeği ne kadar hasa malikse her
5000 akçaya karşılık bir mükemmel Cebeli ile sefere katılmak mecburiyetinde idi.

Rumeli Eyaleti'nin Sancakları

Rumeli Eyaleti 24 sancaktır. Mal Defterdarı, Çavuşlar Kethüdası, Defter Emini, Defter
Kethüdası, Tımar Defterdarı, Alaybeği, Çeribaşısı, Voynuk Ağası ve zeamet ile 7 Yörük
Beği vardır. Sancakları şunlardır:

Sofya Sancağı, Paşa'nın tahtıdır (124). Köstendil Sancağı, İskenderiye (125), Tırhala
Sancağı, Ohri Sancağı, Avlunya Sancağı, Delvine Sancağı, Yanya Sancağı, Elbasan
Sancağı, Cermen Sancağı, Selanik Sancağı, Üsküp Sancağı, Dukagin Sancağı, Vidin
Sancağı, Alacahisar Sancağı, Pirzirin Sancağı, Vulçetrin Sancağı, Sağkol Sancağı, Solkol

www.atsizcilar.com  Sayfa 39 
 
 

Sancağı. Ama Silistire, Niğebolu (126), Kırkkilise, Bender, Akkerman,, Özi, Kılburun
Sancakları Rumeli'den çıkarılıp Karadeniz kıyısındaki köy ve kasabaların korunması için
Silistire Eyaleti kurulmuş, başlıbaşma Vezirlik olmuştur 12°.

Anadolu Eyaleti'nin Sancakları

Hepsi 14 sancaktır (127). Defter Kethüdası, Defter Emini, Defter Muhasibi, Tımar
Defterdarı, Çavuşlar Kethüdası, Çavuşlar Emini, Çeribaşıları ve Alaybeğisi vardır. Zeamet
ile 4 Müsellem Beği vardır. 11 Yayabeği vardır.

Kütahya şehri Paşa sancağıdır. Sancakları şunlardır:

Sarıhan Sancağı, Aydın Sancağı, Kastamonu, Hüdavendigâr (128), Bolu, Menteşe, Ankara,
Karahisar Sahip (129), Teke EH, Kângırı (130), Hamid, Sultanönü, Karası.

(124) "Taht" kelimesi vilâyet, kaza gibi küçük idarî teşkilâtın baş şehirleri için de kullanılmaktadır.

(125) Arnavutluk'taki "îşkodra", eski Osmanlı metinlerinde İskenderiye diye geçer.

(126) Büyük bir Türk zaferine sahne plan bu şehir eski metinlerde Nikopoli ve daha sonra Niğebolu şeklinde
geçmektedir. Evliya Çelebi'de Niğebolu şeklindedir. Niğbolu söyleyişi doğru değildir.

(127) Evliya Çelebi 14 sancaktır dediği Anadolu Eyaletinde 13 sancak saymaktadır. Kütahya sancak sayılırsa 14 oluyor.

(128) Eski büyük Bursa Vilâyeti.

(129) Bugünkü Afyon Karahisar ve kısaca Afyon.

(130) Bugünkü Çankırı. Cumhuriyet çağında Kângırı Çankırı'ya çevrilmiştir.

Karaman Eyaleti'nin Sancakları

Karaman Eyaleti 7 sancaktır. Hazine Defterdarı, Defter Kethüdası, Defter Emini, Tımar
Defterdarı, Çavuşlar Kethüdası, Çavuşlar Emini, Alaybeğisi ve Çeribaşısı vardır.
Umumiyetle Konya, Paşa sancağıdır.

Sancakları: Kayseri, Niğde, Beğşehri, Kırşehri, Akşehir, Aksaray (131).

Sivas Eyaleti'nin Sancakları

Sivas Eyaleti 7 sancaktır. Defter Kethüdası, Defter Emini, Tımar Defterdarı, Çavuşlar
Kethüdası, Çavuşlar Emini, Alaybeğisi ve Çeribaşıları vardır. Sivas şehri Paşa sancağıdır.
Sancakları şunlardır:

Divriği, Çorum, Keskin, Bozok, Amasya, Tokad, Zile, Canik, Arapgîr (132). Sonradan "Zile",
Valide hası (133) olmuştur.

Bosna Eyaleti'nin Sancakları

Bosna Eyaleti 8 sancaktır (134). Hazine Defterdarı, Defter Kethüdası, Defter Emini,
Çavuşlar Kethüdası, Çavuşlar Emini, Alaybeğisi, Çeribaşıları vardır. Saray şehri Bosna'nın
Paşa tahtıdır, öteki sancaklar şunlardır:

Hersek Kilis'i, Izvornık, Puzaga, Zaçna, Karka, Rahoviça, Banaluka (135).

Kapılan Faşa Eyaleti

www.atsizcilar.com  Sayfa 40 
 
 

11 sancaktır. 3 sancağı sâlyâne (136) iledir. Defter Kethüdası, Defter Emini, Tımar
Defterdarı, Çavuşlar Kethüdası, Çavuşlar Emini, Arabistan Ağaları ve Kethüdaları (137),
Yüzbaşı Dayıları vardır. Gelibolu şehri Paşa sancağıdır. Sancakları şunlardır:

Eğriboz, Karlıeli, İnebahtı, Rodos, Midilli, Kocaeli, Biga, Sıgala, İzmit, İzmir.

Mora Yarımadası Eyaleti

Defter Emini, Defter Kethüdası yoktur. Rumeli'den ayrılarak Vezirlik ve eyalet olmuştur.
300 yük akça Padişah pulu ve malı tahsil edilir. 5 sancaktır. Mora'da Gördes paşa
sancağıdır, öteki sancaklar şunlardır:

Misistire Sancağı. Koron Sancağı ki beğinin bir kadırgası vardır. Ayamavra Sancağı;
bunun da beğinin bir kadırgası vardır. Anabolya Sancağı. Bunun beği iki tane kadırga ile
sefer eder. Bazı adalarda da reayası vardır. Fakat Sakız adası Sancağı, Nakşa Sancağı ve
Mehdiye Sancağı sâlyâne ile idare olunduklarından Kapdan Paşa'nın hükmündedirler.

(131) Evliya Çelebi, Karaman Eyaleti'nin 1 sancak olduğunu söylediği hakle 6 sancak saymaktadır. Konya sancak
sayılırsa 7 oluyor.

(132) Evliya Çelebi Sivas'ın 7 sancağı olduğunu söylediği Isaide 9 sancak saymıştır.

(133) "Valide Sultan" yani Padişah anasına mahsus yer olup geliri valide Sultanın maaşını teşkil eder.

(134) Burada 8 sancak dendiği halde gerek yukarılardaki listede, gerekse iki üç satır aşağıda 7 sancak gösterilmektedir.
"Saray" sancak sayılırsa 8 sancak olmaktadır.

(135) Belki bir sancağın adı istinsah sırasında unutulmuştur.

(136) Yılda bir defa iltizam memuru tarafından toplanan vergi. İltizam memuruna "mültezim" denirdi.

(137) Kapdan Paşa'nın halkı Arap olan Osmanlı ülkesindeki vekilleri ve memurları.

Budin Eyaleti

Budin'de Hazine Defterdarı, Defter Kethüdası, Defter Emini, Tımar Defterdarı, Çavuşlar
Kethüdası, Çavuşlar Emini, Alaybeğisi, Çeribaşları vardır ki büyük divandır (138). Budin
Kalesi, Paşa Sancağıdır. Sancakları: Semendire, Peçuy, İstoni Belgrad, Usturgon,
Şemtorna, Seksar, Serem, Mıhaç'tır. Belgrad kaymakamlıktır.

Osek ve Eğri Eyaletleri

Sonradan eyalet olduklarından 7 sancaktırlar. Mal Defterdarları yoktur Ama Defter


Kethüdası, Defter Emini, Çavuşlar Kethüdası, Alaybeğisi, Çeribaşıları vardır.

Sancakları: Segedin, Sonluk, Hatvan, Seçen, Kerman, Filek'tir. Eğri, Paşa Sancağıdır.

Kanije Eyaleti

Bu da Budin Eyaleti'nden çıkarılarak eyalet olmuştur. 7 sancaktır. Mal Defterdarı, Tımar


Defterdarı yoktur. Sade Çavuşlar Kethüdası, Çavuşlar E1 mini, Alaybeğisi, Çeribaşıları
vardır. Kanije, Paşa Sancağıdır. Sancakları: Sigetvar, Kopan, Valpuva, Şiklofça, Nadaj,
Balatin'dir.

Uyvar Eyaleti

www.atsizcilar.com  Sayfa 41 
 
 

1073'te (139) IV. Sultan Mehmed zamanında Köprülüoğlu Fazıl Ahmed Paşa eliyle
fethedilip eyalet olmuştur. Mamur eyalettir. Mal Defterdarı, Defter Emini, Defter
Kethüdası, Çavuşlar Kethüdası, Alaybeğisi, Çeribaşısı ve 20 Oda ile (140)Yeniçeri Ağası,
Cebecibaşısı, Topçubaşısı ve bir Vezir hâkimi vardır. Sancakları şunlardır: Letra Kalesi
Sancağı, Leve Sancağı, Novgrad Sancağı, Holok Sancağı, Bukabak Sancağı, Şefradi.

Tımışvar Eyaleti

6 sancaktır. Hazine Defterdarı, Defter Kethüdası, Tımar Defterdarı, Padişah Malı


Defterdarı, Çavuşlar Kethüdası, Çavuşlar Emini, 22 tane tuğ sahibi Kale Ağaları ve
Dizdarı, Çeribaşıları, Alaybeğisi vardır. IV. Sultan Mehmed çağında, Köprülü Mehmed
Paşa eliyle Yanova Kalesi fethedilip Tımışvar Paşası'na sancak merkezi oldu. öteki
sancakları şunlardır: Tımışvar, Lipva, Çanad, Küle, Morava. Yeni fethedilen Şebeş, yeni
fethedilen Logos, Kaçnat Sancağı, Arat Sancağı, Beskelek Sancağı. Sonra Sokullu
Mehmed Pasa evkafı olmuştur.

(138) Buradaki "Ilivan", eyaletin büyük idare meclisi ekmektir.

(139) Evliya Çelebi, Uyvar fethim hicrî 1073'te gösteriyorsa da bu fetih değil, sefere çıkış tarihidir. Fetih 21 Safer 1074
(=24 Eylül 1663) tarihindedir.

(140) Buradaki "Oda" kelimesi herhalde "Orta"mn kısaltılmış sekli olacaktır ve "bölük" manasınadır.

Varat Eyaleti

Cennetmekân IV. Sultan Mehmed Han zamanında büyük serdar Köse Ali Pasa eliyle
fethedilip eyalet olmuştur Mal Defterdan, Defter Emini, Defter Kethüdası, Tımar
Defterdan, Çavuşlar Kethüdası, Çavuşlar Emini, 10 Oda Yeniçeri Ağası ve Dizdarı, hâkim
Veziri, Alaybeğisi, Çeribaşıları vardır. Paşa Sancağı Varat'tır. Sancakları şunlardır: Salanta
Sancağı, Debreçin Sancağı, Halmaş Sancağı, Sengevî Sancağı, Yapışmaz Sancağı. Bu
sancaklar umumiyetle Hıristiyan oldukları için hâkimleri yine kendi aralarından Macar
asilzadeleridir. Eyalet varidatını toplayarak beğlerine irsaliyelerini (141) gönderirler. Acayip
bir şekilde düzene konarak eyalet olmuştur.

Erdelistan Eyaleti

Bu ülke dahi IV. Mehmed'in kılıcıyla ulu serdar Gazi ve Şehit Şeydi Alımed Paşa elinden
fethedilmiştir. Yıllık 1000 kese mal ve 1000 kese hediye vermek üzere merhum Melek
Ahmed Paşa'nın reyi ile Apopi Mıhal (142) adındaki mendebur kıral nasbolunup Erdel
Eyaleti Osmanlı Hanedanı'na tâbi oldu. Ahalisi dört kısım olup Hayduşak, Erdel, Sigel (143)
ve Saz Macarı'dır. Saz Macarları hiçbir zaman Osmanlılar'a isyan etmemişlerdir.

Bu Erdel ülkesinden dört kere elimize doyumluk mal ve esirler geçmiştir.

Eflak ve Buğdan Eyaletleri

Bunlar dahi umumiyetle Hıristiyan olup beğlerî Osmanlı Hanedanı tarafından tayin ve
azlolunurlar ve kendi başlarına ülkeyi idare ederler. Her yıl Osmanlı Devleti'ne ikişer bin
kese vergi verip Silistire Eyaleti'ne tabidirler.

Özi yani Silistire Eyaleti

Ne Mal Defterdarı, ne Divan Çavuşları, ne Tımar Defterdarı ve ne de Defter Emini gibi


memurları vardır. Ancak Rumeli Eyaleti'nden çıkarılarak Vezirlik olmuştur. Eyalet 11
sancaktır: Niğebolu Sancağı, Cermen, Vize, Kırkkilise (144), Bucak Tatarı, Bender,
Akkerman, özi, Kılburun, yeni sancak Doğan'dır. Silistire Sancağı, Paşa merkezidir.

www.atsizcilar.com  Sayfa 42 
 
 

(141) "İrsâliye", "göndermelik" elemek olup Macar Beğlerî'nin Varat Beğlerbeği olan paşaya verdikleri vergi
manasınadır.

(142) Bu Macar kiralının adı Appafi'dir.

(143) Sigeller Türk asıllı bir uruk olup Macarlar arasında Macarlaşmışlardır.

(144) Bugünkü Kırklareli.

Kırım Eyaleti

Hanlıktır. 7 sancak olup Hanı başka sikke ve hutbe sahibi padişahtır. Lâkin tayini ve azli
Osmanlı Hanedanı'nın elindedir. Hutbesinde önce Osmanlı Hanedanı söylenip sonra
Hanının adı yâdolunur. Eyaletin boy beğleri yani sancakları şunlardır:

Hanların payitahtı Bahçesaray'dır. Kalgay Sultan yani veliahdin payitahtı Akmescit'tir.


Nureddin Sultan (145), Şirin Beğleri Nahgıvan Eli'ndedir. Mansur Beğleri Mankıt
EUeri'ndedir. Gürcü halkı Cekeşke Elleri'ndedir. Hanlar neslinden gelen "Olanlar" Arbat
Elleri'ndedir. Sacut kavmi Curgana Elleri'ndedir. Badrak'lar Or ağzı Elleri'ndedir. Dayır
kavmi Gözleve Elleri'ndedir. Bu anılan Ellerin her biri bir sancaktır.

Kefe Eyaleti

Kırım yarımadasının yarısı Osmanlılar'ın hükmünde olup 8 sancaktır ama sancaklarını


Voyvodalar idare ederler. Balıklava Sancağı, Balıklı, Kerç Sancağı, Taman Adası Sancağı,
Çerkeş Şıtage Sancağı, Balısara Sancağı ki Ruslar harap etmiştir, Azak Sancağı. Kefe
Paşası Azak'ta oturur. Kefe Defterdarı vardır ama diğer Divan memurlarından meratip
sahipleri yoktur.

Kıbrıs Eyaleti

7 sancaktır. Dördü has ile, üçü sâlyâne ile idare olunur. Hazine Defterdarı, Tımar
Defterdarı, Defterdar Kethüdası, Defter Emini, Çavuşlar Kethüdası, Alaybeğisi, Çeribaşıları
vardır. Has ile idare olunan sancaklar İçeli, Tarsus, Alâiye, Sis'tir. Sâlyâne ile idare
olunanlar Gerenbe, Baf, Magusa ve Lefkoşa'dır. Lefkoşa, Paşa Sancağı'dır. Kıbrıs adası,
çevresi 770 mil olan ulu bir adadır. 30.000 İslâm askeri, 150.000 Keferesi vardır.

Girit Adası Eyaleti

1080 tarihide, İV. Sultan Mehmed'in kılıcı ile Köprülüoğlu Fazıl Ahmed Paşa tarafından üç
yılda, zorla ve kahırla Kandiye Kalesi fethedildi (146). Çevresi 777 mil olan Ada 70
kalesiyle zaptedildi. Yazılış sırasında itibar olunan sancaklar şunlardır: Hanya Sancağı,
Resmo Sancağı, Silne Sancağı. Bu eyalet büyük olduğu için 40.000 Kul, 1 Yeniçeri Ağası,
1 Veziri, 1 Mal Defterdarı, Tımar Defterdarı, Defter Emini, Çavuşlar Kethüdası, Çavuşlar
Emini, Çavuşlar Kâtibi, Ruznamecisi, Alaybeğileri, Çeribaşıları vardır. Halen 7 Vezir,
40.000 askerle muhafaza olunur.

Şam Eyaleti

Hazine Defterdarı ve diğer bütün Divan memurları vardır. Alaybeğisi, Çeribaşıları vardır.
10 sancaktır. 7 si has ile, 3 ü sâlyâne üe idare olunur. Sâlyâne ile idare olunanlarda tımar
ve zeamet yoktur.

Has ile idare olunan sancaklar şunlardır: Kudüs, Gazze, Kerek, Safed, Nablus, Aclûn,
Leccur, Buka. Paşa Sancağı Şam'dır. Sâlyâne ile idare olunanlar: Tedmür, Sayda, Beyrut,

www.atsizcilar.com  Sayfa 43 
 
 

Kerek (147), Nuh. Bu sancaklardan başka tâ Mekke ve Medine'ye varıncaya kadar 70 Arap
emîri ve şeyhi vardır.

(145) Nureddin Sultan, Kırım Hanları'mn ikinci veliahdieridir. Yani Kalgay'dan sonraki taht vârisidir. Kırım Türkleri
"Nurdin" yahut "Nurdın" derlerdi.

(146) Kalenin teslim alınışı 1 Cemaziyelevvel 1080 (=27 Eylül 1669) tarihindedir.

(147) Evliya Çelebi yanlışlıkla Kerek Sancağını hem has ile, hem de sâlyâne ile idare olunan sancaklar arasında
saymaktadır.

Tarablusşam Eyaleti

5 Sancaktır. Hazine Defterdarı, Defter Kethüdası, Tımar Defterdarı, Çavuşlar Kethüdası,


Alaybeği, Çeribaşısı vardır. Tarablusşam, Paşa Sancağıdır. Sancakları: Hama, Humus,
Selimiyye, Cebeliyye, Lâzıkıyye, Hasanâbâd.

Lübnan dağları arasında 40 kadar Gayrimüslim Dürzü beğleri var ki her biri sağma bir
mezhebe hizmet eder kavimlerdir.

Halep Eyaleti

Zeamet ve tımarlı 7 sancaktır. 2 sancağı sâlyâne ile iltizama verilmiştir. Onlarda tımar ve
zeamet yoktur. Hazine Defterdarı, ayrıca Halep Muhassılı (148), Defter Kethüdası, Defter
Emini, Çavuşlar Kethüdası, Çavuşlar Emini, Çavuşlar Kâtibi, Alaybeği, Çeribaşıları vardır.
Sancakları şunlardır: Kilis, Birecik, Maarra, Azâz, Belis, Antakya. Sâlyâne ile idare
olunanlar şunlardır: Müzik, Ulu Türkman (149).

Adana Eyaleti

Divan memurlarından kimse yoktur. Çünkü Halep'ten çıkarılarak eyalet olmuştur.


Sancakları: Sis, Tarsus (150), Karataş, Silifke'dir. 7 boy Varsak Beğleri vardır. Âsisi çoktur.
Çünkü taşlık bir eyalettir.

Diyarıbekir Eyaleti

19 sancaktır. 5 hükümettir (151). Bu sancakların 11 tanesi Osmanlı Sancağı olup öteki


Osmanlı ülkeleri gibi idare olunur. 8 tanesini Kürt beğleri idare eder ki Yavuz Sultan Selim
buraları fethettiği zaman onlara yurtluk ve ocaklık olarak ihsan etmiştir. Başa
geçirilmeleri ve azilleri kendilerine aittir, ölürlerse, sancakları, eyalet valisinin emriyle
çocuklarına verilir. Başkasına verilmez. Akrabaları olursa bir dereceye kadar onlara da
verilebilir. Fakat öteki sancaklar gibi mahsullerinin cinsleri deftere yazılır. Topraklarında
tımar ve zeamet vardır. Sefer olursa Tımarlılar'dan, öteki Tımarlılar gibi, Alaybeğleri'nin
bayrağı altında hizmet edenlerin zeameti ve sancağı oğluna yahut yakın akrabasına
verilir. Ama "hükûmet" diye yazılan sancakları içinde Selim Han Kanunu gereğince tımar
ve zeamet yoktur. Hükümet denen sancakların hâkimleri burasını mülk olarak idare
ederler ve her türlü mahsulâtına tasarruf ederler.

Osmanlı Sancakları şunlardır: Harput, Ergani, Siverek, Nuseybin, Hısnıkeyf, Meyâfârıkin,


Akçakale, Hâbur, Sincar (152)

Yurtluk ve ocaklık olarak idare olunan sancaklar: Sağman, Kulp, Mihrası, Tercil, Atak,
Pertek, Çapakçur, Çermik.

Sancakları mülk olarak idare eden sancak hâkimlerine İstanbul'dan emir gönderilse
elkaplarında "cenab" diye yazılır.

www.atsizcilar.com  Sayfa 44 
 
 

"Hükümet" nev'inden olan sancaklar şunlardır: Elcezire, Eğin, Gene, Palo, Haro (153)

Diyarıbekir Divanı'nın Ruznamecisi, Mal Defterdarı, Tımar Defterdarı, Defter Emini,


Çavuşlar Kethüdası, Çavuşlar Emini, Çavuşlar Kâtibi, Alaybeğisi, Çeribaşıları vardır.

(148) "Muhassıl" büyük bir bölgenin gelirini alan kimsedir. Bazen ie Eyalet Valisi hükmündedir.

(149) Evliya Çelebi, Haleb'in zeamet ve tımarlı 7 sancağı olduğunu söylediği halde 6 sancak saymaktadır. Belki de
"Paşa Sancağı" olan Haleb'i unuttuğu içindir.

(150) Yukarda "Sis" ve "Tarsus" Kıbrıs'ın sancakları olarak da sayılmıştı.

(151) "Hükümet" bir nevi irsi sancaktır.

(152) Evliya Çelebi, Osmanlı Sancakları'nm 11 tane olduğunu söylediği halde 9 tane sayıyor. Eyalet merkezi "Âmid"
sayılsa bile yine bir tane eksik kalıyor.

(153) Bunun "Hazro" olması ihtimali vardır. Bugün Hazro nahiyesi bulunmaktadır.

Kars Eyaleti

Sancaklarının sayısı evvelce yazıldığı gibi 6 tanedir. Fetholunduğu zaman Erzurum'a tâbi
idi. Sonra Pasin Sancakları eklenerek eyalet olmuştur. Divan memurlarından Mal
Defterdarı yoktur ama Alaybeği, Çeribaşısı vardır. Sancakları şunlardır: Ardahan,
Hoçuvan (154), Zarşad, Geçeran, Kağızman. Paşa Sancağı Kars'tır.

Çıldır yani Ahıska Eyaleti

Divan memurlarından Mal Defterdarı ve diğerleri yoktur ama Alaybeği, Çeribaşısı vardır.
13 sancaktır: Oltu, Hartus, Ardanıç (155), Hacerek, Büyük Ardahan, Postho (156), Mancıl,
Acara, Pentek. Bunlardan başka 4 sancağı yurtluk, ocaklık, mülkiyet yolu ile idare olunur
ki şunlardır: Pörtekrek, Livana, Nısfı Livan, Şavşad.

IV. Sultan Mehmed zamanında Kara Murtaza Paşa eliyle Kutayis Kalesi fethedilip
sancaklara katıldı. Umumen Temir Serhanoğulları itaat edip sancak oldu.

Gürcistan Eyaleti

Açıkbaş (157), Şavşad, Dadyan, Küril ve Mingeristan beğleri hep Keferelerdir. Ama IV.
Murad zamanında (162316401 hepsi itaat edip vezirlikle Sefer Paşa hâkim olarak Ahıska
Kalesini merkez edinmişti. Şimdiye kadar her yıl hediyeleri gelmektedir.

Trabzon Eyaleti

Bu da Anadolu sancaklanndandır ki Gümüşhane, Maçka, Rize, Gönye'den ibarettir. Dört


sancak bir yere toplanıp Trabzon Eyaleti'ni teşkil etmişlerdir. Defter Kethüdası, Tımar
Defterdarı, Alaybeği, Çeribaşısı vardır.

Rakka Eyaleti

7 sancaktır. Rakka ve Ruha (=Urfa) sancakları birleştirilip eyalet kılınmıştır. Sancakları:


Cemâse, Hâbur, Dîri Râhiye, Benî Rebî, Suruç, Harran, Rakka.

İkisini Araplar harap etmiştir. Ruha (=Urfa), Paşa Sancağıdır. Divan memurları yoktur.

Bağdat Eyaleti

www.atsizcilar.com  Sayfa 45 
 
 

18 sancaktır. Hazine Defterdarı, Defter Kethüdası, Tımar Defterdarı vardır. 7 sancağında


öteki memleketler gibi zeamet ve tımar vardır ki şunlardır:

Hille, Zengâbâd, Civârı Zor, Mahiye, Cenkûle, Karadağ (158).

Bu sancaklardan başka 11 sancağa "Arzi İrak" (= trak Toprağı) derler ki zeamet ve tımarı
yoktur. Ancak sancak beğlerinin hası vardır. Bazı köyleri ve tarlaları tahmin üzere
verilmiştir ki şu sancaklardır:

Tertenek, Semvât, Bayat, Derne, Yukarı Dih, Orta Dih, Kemede, Demirkapı, Kırâniye,
Keylân.

Bu eyalete tâbi imâdiye Eyaleti vardır ki tımar ve zeameti yoktur. Mülk olarak idare
ederler. Fakat sefere gelmeleri kanundur.

Basra Eyaleti

Kanunî Sultan Süleyman çağında Osmanlı Devleti'ne katılmıştı, önceleri mülk olarak idare
olunurdı. IV. Sultan Mehmed zamanında eyalet olmuştur. Şimdiki halde Mal Defterdarı,
Çavuşlar Kethüdası vardır. Tımar ve zeamet olmadığından Alaybeği, Çeribaşı dahi olmayıp
bütün toprağı valisine iltizamdır.

Elâhsâ Eyaleti

Mülk olarak idare olunur. Eskiden Osmanlılar tarafından Beğlerbeği giderdi. Şimdi
mütegallibe tarafından idare edilir.

Yemen Eyaleti

Yemen Eyaleti'ni IV. Murad Han çağında mütegallibe olarak İmamlar zaptettiler(159).

(154) Metinde "Hocucan" şeklinde yazılmıştır. Bugün Ardahan'la Kars arasındaki Hoçuvan'ın bu sancak merkezi
olacağını tahmin ediyorum.

(155) Evliya Çelebi'nin "Ardanıç" diye yazdığı bu kasaba bugünkü Ardanuç'tur.

(156) Evliya Çelebi'nin Postho şeklinde yazdığı bu kasaba bugünkü Posof olmalıdır.

(157) Osmanlılar "Açıkbaş" diye Kuzey Gürcü Beğliği olan Mingre] Beğliği'ni kasdederlerdi. Evliya Çelebi'nin Mingeristan
dediği yerin de aynı bölge olması ve seyyahımızın bunu karıştırmış bulunması muhtemeldir.

(158) Evliya Çelebi, 7 sancak dediği halde 6 sancak sayıyor. Bununla beraber "Civârı Zor" denilen sancağın "Civar" ve
"Zor" adlı iki sancak olması da muhtemeldir.

(159) bu "îmam"lar Zeydî mezhebine mensup Arap kıralcıklarıdır.

Habeş Eyaleti

Bunda dahi tımar ve zeamet yoktur, üç yılda bir İstanbul'dan bir vali gidip mülkü tamam
olarak idare eder. iltizam değildir.

Mekke Eyaleti

Cidde Paşası ile Mekke Şerifi eşit olmak üzere ortaklaşa idare edip bendlerden hasıl olan
mahsullere hissedardırlar. Başka işleri yoktur. Bunlar duacı güruhundandırlar.

www.atsizcilar.com  Sayfa 46 
 
 

Mısır Eyaleti

Burada da tımar ve zeamet yoktur. Köyleri ve kasabaları öylece yazılmıştır. Bu köylerin


bir kısmı mîrî malıdır, bir kısmı vakıftır, bir kısmı da keşûfîyedir (160). Mısır'ın yarısı iltizam
beldeleridir.

Mal Defterdarı, Ruznamecisi, 7 Mukataacısı ve Paşa tarafından Mukabelecisi, Küsük


Ruznamecisi, 40 tane Beği, 7 tane Bölük Ağası vardır. Eyaletteki sancaklar Sancakbeğleri
tarafından idare olunup şunlardır:

Yukarı Said, Çerce, Ebrîm, Elvâhât, Mankalût, Şarkıyye, Garbiyye, Menûfiyye,


Mansûriyye, Kalyûbiyye, Buheyre, Emânet, Dimyat. Bu türlü kâşifliklere (161) bütün beğler
tasarruf eder. Ama Beğlerin

nasbi ve azli tamamiyle "Emîrü'1Hacc" ın elindedir ki bütün Araplar arasında Mısır Emîrü'-
Haccı'na "Sultânü'-Berr" derler. Kethüdası bile sorguç, taşır,

Mağrıb Eyaletleri

Tarablusgarp, Tunus Eyaleti ve Cezayir Eyale"ti'ni gezmek kısmet olmadığı için bunlar
hakkında bilgimiz olmadı. Onun için yazılamadı. Fakat üçünün de büyük eyaletler olduğu
muhakkaktır.

Musul Eyaleti

6 sancaktır: Bâcvânlar, Tekrit, Eski Musul, Harun (162).

Van Eyaleti

13 sancaktır. Defterdarı, Defter Kethüdası, Defter Emini, Çavuşlar Kethüdası, Çavuşlar


Emini, Çavuşlar Kâtibi, Alaybeğisi, Çeribaşısı, Tımar Defterdarı vardır. Sancakları
şunlardır: Âdilcevaz, Erciş, Muş, Bargiri, Kârkâr, Kesani, Zırıkı, Siirt, Hani, Ağakisi, Ekrad,
Benikutur, Bayazıd Kalesi, Berdû, Ahlat (163).

Abbasîler Hanedanı'ndan (164) Bitlis (165) Hanı, Hakkâri Hâkimi, Mahmudi Hâkimi,
Penyateş Hâkimi bu eyalete tâbidir. Eyalette tımar ve zeamet yoktur. Aldıkları haracın
hepsi Van Kulu'na (166) tahsis olunmuştur. Fakat diğer nevi mahsulâtı kendileri isin
alırlar ve eyaletlerine mülk olarak tasarruf ederler. Azil ve nasıb kabul etmezler, öldükleri
zaman eyaletleri1'" oğul ve akrabalarına ihsan olunur

(160) "Keşûfiye", gelirin önceden keşfedilmesi şeklindeki bir usul olsa gerek.

(161) "Kâşiflik" Keşûfiye ile idare olunan köyler ve kasabalar demek olmalıdır.

(162) Evliya Çelebi 6 sancak dediği halde 4 tane sayıyor. Birincisinin sonundaki "1ar" belki çoğul takısı olup iki tane
Bâevân sancağına alâmettir ve asıl Musul Sancağı da Paşa Sancağı, olduğu için ayrıca zikredilmemiştir.

(163) Evliya Çelebi Van'da 13 sancak vardır dediği halde 16 sancak saymaktadır. Su halde 13 rakkamımn yanlış
olduğunu kabul etmek lâzım..

(164) Bitlis hâkiminin Abbasîler Hanedanı'ndan olması yakıştırmadan başka bir şey olamaz. Jukardaki birkaç yerde de
işaret edildiği gibi fertler ve aileler kendilerini değerlendirmek için Peygambere, Dört Halife'ye veya eski meşhur bir
hanedana nisbet etmek temayülünden vazgeçmemişlerdir.

(165) Metinde bu kelime "Bıklis" şeklinde geçmektedir.

www.atsizcilar.com  Sayfa 47 
 
 

(166) "Van Kulu", Van'daki devlet askeri demektir. Devşirme usulü kalktıktan sonraki Yeniçeriler de umumiyetle "kul"
diye anılmışlardır.

(167) Evliya Çelebi burada, daha önce de birkaç kere söylediği gibi, "eyalet" kelimesini "sancak" mânâsında kullanıyor.

Erzurum Eyaleti

18 sancaktır. Hazine Defterdarı, Defter Emini, Defter Kethüdası, Çavuşlar Kethüdası,


Çavuşlar Emini ve Çavuşlar Kâtibi vardır. Sancakları: Şarkî Karahisar, Pasin, ispir, Hınıs,
Malazgird, Kazucan, Tortum, Mecengird (168), Namardıvan'dır (169). Erzurum, Paşa
Sancağıdır (170).

Şehrizor Eyaleti

20 sancaktır. Bütün Divan memurları, Alaybeği ve Çeribaşısı vardır. Sancakları: Suruç,


Erbil, Kesnan, Şehir, Cenkûle, Cebeli Hacer, Hezârûd, Davalhavran, Merkâde, Hazîr,
Rûdîn, Tîltârî, Siyehzencir, Acur, Abrûmân, Dâvdân, Pak, Balkas Ûştî, Kal'ai Gazi'dir.
Şehrizor, Paşa Sancağıdır (171).

Bu eyalette bazı aşiretler vardır. Sancak Beği hükmünde olmayıp davul ve sancak sahibi
değillerdir. 100 den çok aşiret beğleridir. Zeamet sahipleri mertebesi gibi hükümet edip
Sancak Beğleri ile sefere giderler. Ölünce, sahibi oldukları tımar ve aşiret beğliği oğluna
geçer. Evlâdı olmayanınki akrabasına verilir. Soyu sopu tükenirse başkalarına tımar ve
zeamet tarzında verilir.

Süleyman Han Kanunnamesine Göre Sancak Beği Kanunları

Önce hangi Sancak Beği'nin hası ziyade ise protokolda, hası kendisinden az olandan önce
gelir. Ancak, Büyükvezirlik etmiş olanlardan önceye kimse geçemez. Ondan önceye de
ancak o anda Büyükvezir olan kimse gelebilir.

Bir sancak Beği önce kanun üzere 200.000 akça ile beğ olur. Sonra savaşlarda Padişah
uğurunda hizmeti görülünce ilerler. İstihkakına göre binde yüz akça daha fazla verilir. Ne
kadar hizmet ederse ilerleme de o kadar ziyade olur. Sonunda Beğlerbeği olur.

(168) Bugünkü "Mazgirt" olabilir.

(169) Bugünkü "Narman" olabilir.

(170) Evliya Çelebi, Erzurum Eyaleti'nin 18 sancak olduğunu söylediği halde Paşa Sancağı ile birlikte 10 sancak
saymaktadır.

(171) Umumiyetle Araplar'ın oturduğu bölgelerdeki sancakların doğru okunuşunu tesbit hayli güçtür. Bir de bu
sancaklardan bazısı önceki eyaletler içinde de sayılmıştı.

Fakat Padişah eşiğinde hizmet eden Ağalar Sancak Beği olursa başlangıçta 200.000 akça
verilmez; daha çok verilir. Her birinin kanunu değişiktir. Meselâ Yeniçeri Ağası 500.000
akça ile; Nişancı Paşası, Mîri Alem, Kapıcıbaşı ve Büyük Mîri Ahur 400.000 akça ile
Sancak Beğliğine çıkar.

Çeşnigirbaşı, Müteferrikabaşı, Çakırcıbaşı, Küçük Emîri Ahur, Sipah Oğlanı Ağası, Silâhdar
Ağası, Sağ Ulûfeci ve Sol Guraba (172) Ağalan 300.000 akça ile Sancak Beği olurlar.
Sekbanbaşı (173), Defter Kethüdası, Tımar Defterdarı, Yaya Beğleri, zeametleri 50.000
den çok olanlar sancağa 100.000 akça ile çıkarlar.

Bir Sancak Beğliği boş kalsa, müstahak olan beğe, o beğin akçası yükseltilerek ihsan
olunur.

www.atsizcilar.com  Sayfa 48 
 
 

Yeniçerilikten ve Bölükten (174) tımara çıkanlara beğlerden boş kalan haslar tımar olarak
verilir. Fakat müstahak bir Sancak Beği bulunursa boş kalan tımarlardan o beğe has
verilir.

Sancak Beğleri savaşta, hasına göre her 5000 akçada bir mükemmel Cebeli verir (175).

200.000 akça ile sancak idare eden en aşağı rütbeliler 40 Cebeli askerle sefere gider.
500.000 akça ile sancak idare eden olursa 100 Cebeli verir. Bunun gibi, Paşalar, Sancak
Beğleri, Zeametliler ve Tımarlılar her 5000 akçada birer Cebeli vererek savaşa katılırlar.

Kanunî Sultan Süleyman Çağında Ordu

Kanunî Sultan Süleyman'ın kutlu çağında Rumeli denilen büyük eyaletlerde bütün tımar
sahipleri Cebelileri ile 74.600 askerdi. Anadolu denilen bütün eyaletlerde (176) zeamet ve
tımar sahipleri Cebelileriyle 91.600 askerdi. Tanrı'nın buyruğu ile Osmanlı Devleti'ne öyle
bir düzen vermişti ki Rumeli'ye sefer etse Anadolu'dan asker almaya lüzum kalmazdı.
Anadolu tarafına sefer etse Rumeli'den asker almazdı; ancak Kapıkulu ile İrak'a ve
Almanya'ya gidip muzaffer olarak gelirdi. Hayatında Osmanlı Hanedanı'nın buyruğunda
olan eli berattı, mevâcib (177) alır askerin maaşlarını hesaplamışlar, beş kere yüz bin
Eşkinci (178) İslâm askeri yazılmıştır.

Yeniçerilerle Dört Bölük Sipahiler 40.000 kişiydiler. Ama IV. Sultan Mehmed Han
zamanında Yanova Eyaleti fetholunup 3000 Tımarlı, Berat Eyaleti fethedilip 8000 Tımarlı,
büyük Girit adası fethedilip 20.000 asker ve 100.000 Reâyâ ziyadeleşti. Tanrı daha çok
etsin (179).

Efendimiz Melek Ahmed Paşa, 1060 tarihinde, IV. Mehmed zamanında Büyükvezir olup (5
Ağustos 1650) yedi iklimdeki maaş alan Padişah kulları yazılmış, 566.000 Kul hesap
edilmiştir. Bunların yıllık mevâcibleri 43.700 Rûmî Kese idi. Mısır Kullarının da yıllık
ulufelerinin 9040 kese olduğu Melek Ahmed Paşa'nın yazısıyla telhis olundu. Ama Sultan
Süleyman zamanında bu kadar masraf ve bu kadar çok asker yoktu. Fakat hepsi savaşa
hazır mücahid askerlerdi. Hâlâ bütün dünya halkı Süleyman Han'ın ruhunu hayırla Yâd
ederler.

(172) Metinde "Araba" yazılı ise de bunun "Guraba" olduğunda hiç bir şüphe yoktur.

(173) Metinde "Sahbanbaşı"dır. Osmanlı teşkilâtında böyle bir makam olmayıp Sekbanbaşılık mevcut olduğu için
Sekbanbaşı şeklinde düzeltilmiştir.

(174) "Bölük'ten maksat Sipahi, Silâhdar, Sağ Ulûfeci, Sol Ulûfeci, Sağ Garib, Sol Gaıib adındaki altı bölükten ibaret
Kapıkulu Atlıları'dır.

(175) Osmanlı teşkilâtının bu dâhiyane usulü iki üç asır boyunca devletin bizzat masraf ve emek harcamadan büyük ve
muntazam askerî kuvvetler çıkarmasını sağlamıştır.

(176) Osmanlılarda Anadolu Eyaleti ve Rumeli Eyaleti adını taşıyan iki eyalet bulunmakla beraber Avrupa'daki
eyaletlere hep birden Rumeli Eyaletleri ve Asya'daki eyaletlere de Anadolu Eyaletleri denilmiştir.

(177) Arapça bir kelime olan "mevâcib" askerlerin maaşına verilen isimdir. Bilhassa Kapıkulları'nın üç ayda bir aldıkları
maaş mevâcib adı ile anılmıştır.

(178) Eşkinci hızlı giden demektir. Islâhat zamanında bir kısım askerin hususî adı olmuştur.

(179) Bu paragraftaki rakkamlar Evliya Çelebi'nin zamanına aittir.

Sultan Süleyman Han'ın Divan Tertibi Hakkındaki Kanunlar

www.atsizcilar.com  Sayfa 49 
 
 

Bilinsin ki Süleyman Han'dan önce Divan tertip etmek usulü yoktu. Süleyman Han dört
gün Divan kurarak 7 Kubbe Veziri, 2 Kazasker, Yeniçeri Ağası, Altı Bölük Ağaları,
Çavuşbaşı ve Kapıcılar Kethüdası'nın gümüş asâ ile Divan'da vazife görmelerini kanun
haline getirdi.

Büyükvezir herkesten sonra gelip Kubbe Altı'nda durur, davaları ve anlaşmazlıkları


dinlerdi. Kapdan Paşa dahi Yedi Kubbe Vezirleri'nden başka bir yerde oturup Tersânei
Âmire'ye ait davaları dinlerdi. Çarşamba günü Dârüssaâde Ağası, Haremeyn'e (180) ait
davaları hallederdi.

Bütün Divan üyelerinin elbiselerini türlü türlü tarzlara koymak Süleyman Han'dan kaldı.

Büyükvezir, Kubbe Vezirleri ve Kapdan Paşa, Selimi Sarık takarlardı. Vezirlikle Yeniçeri
Ağası olanlar da Selimi Sarıkla Orta Kapı'nın sağ tarafında, Yeniçeri'lerin Divan durduğu
yerde dururdu.

Çavuşbaşı, Kapıcılar Kethüdası, Mîri Alem, Çakırcıbaşı, Emîri Ahır Ağa, Çeşnigirbaşı,
Müteferrikabaşı başlarına mücevveze (181) giyip üzerine atlas hil'at giyerlerdi. Her biri
kendi merkezinde dururdu. Dört Bölük Ağalan (182), Silâhdar Ağası, Sipahi Ağası, bütün
Divan Çavuşları ve 70 Kalem Reisleri mücevvezelerle üst hil'atleri giyerlerdi. Herkes kendi
yerinde durur ve memur olduğu işe bakardı. Süleyman Han'ın kanunla kurduğu, haftanın
dört günündeki Divan'da sabahleyin Yeniçeri çorbası çıkıp 3000 tas buğday çorbası
Yeniçeri tayfasına dağıtıldığında gürültüsünden gümgüm sesler çıkardı. Yeniçeriler,
Padişaha kırgınsalar çorba içmeyip sessiz durdukları Padişaha arzolunur ve Yeniçeriler'in
dilekleri üzere hareket edilirdi.

Ondan sonra Padişah, Adalet Köşkü'ne çıkıp bazı büyük davaları dinlerdi. Daha sonra,
kuşluk vakti, Divan üyeleri nefis yemeklerle dolu sofralarda yemek yer, bütün Zülüflü
Baltacılar, Vezirlere;

Çavuşlarla Çadır Neferleri de öteki Divan Üyelerine hizmet ederdi.

Yemekten sonra Yedi Vezir, Kapdan Pasa, Yeniçeri Ağası ve Kazasker, Ak Ağa Kapısı'ndan
Arz Odası'na girmek suretiyle Padişahın huzuruna sıkıp her Divan'da olan biteni, verilen
kararları arzederler, sonra yine Kubbe Altı'na gelirlerdi.

Orada Çavuşbaşı, Büyükvezir'den mühürü alıp dışarıdaki hazine ve defterhaneleri


mühürleyip yine Büyükvezir'e teslim ederdi. Ondan sonra dualar ve övmelerle Divan
üyeleri kendi alaylarıyla evlerine giderlerdi.

Bir de Kalabalık Divan vardır: Üçer ay başında Kullar'a mevâcib çıktığı yahut bir elçi
geldiği gün mahşer gününden nişan verir, uzun, büyük bir Divan olur. Kıymetli taşlarla
süslü 200 küheylan ve bütün Divan Üyeleri altınla süslenir. Yemek tasları ve aletleri de
mücevherli olur. Altın işlemeli halılar ve hediye torbalarıyla Padişahın eşiğini bezerler ki
elçiler görünce hayran kalırlar.

Bayram Günü Divanlarında önce Tatar Hanları'ndan biri, ondan sonra Şeyhülislâm ve
öteki büyük bilginler, ondan sonra Büyükvezir ve öteki Vezirler Padişahın elini öperler.
Davul, nakkare ve zurna seslerinden insana dehşet gelir. Denizdeki binlerce geminin top
ve tüfek şenliğinden şehirde büyük bir gürültü olur.

Sözün kısası: Osmanlı Hanedanı'nın bu Divan Kanunu ve kaidesini Süleyman Han'ın


şöhret ve şevketine göre yazsak büyük bir kitap olacağından bu kadarla yetinildi.

Murad Han'ın Âdetleri

www.atsizcilar.com  Sayfa 50 
 
 

Kış, yaz her cuma gecesi bilginleri, şeyhleri ve hafızları toplayarak ilmî bahisler üzerinde
konuştururdu. Cumartesi geceleri ilâhi okuyanların, hanendelerin, saz çalanların
nağmelerini dinlerdi. Pazar geceleri Tıflî, Cevrî, Nef'î, Arzî, Nedim, Nisâri, Beyânı, izzeti
gibi şairlerle konuşurdu. Pazartesi gecesi Kör Hasanoğlu, Damadı Muslu Çelebi, Mukallid
Çıfıd Hasan, Akbaba, Sarı Çelebi, Çakman (183) Çelebi, Simitçioğlu gibi oyuncuları;
Bataoğlu Yarpur Kolu, Osman Kolu, Nazlı Kolu, Ahmed Kolu gibi çengileri toplayarak
Hüseyin Baykara meclisleri yapardı. Salı gecesi güngörmüş ihtiyarlarla konuşarak
sözlerinden hisse kapardı. Çarşamba gecesi takva sahipleri ve ermişliğe yakın kimselerle,
perşembe gecesi de dervişlerle, dünya görmüş bilgi sahipleriyle sohbet ederdi.

Her sabah Divan'a çıkar, Müslümanlar'ın işlerini görmekte gayret gösterirdi. Dört
yanındaki düşmanlardan intikam alıp Osmanlı ülkesi üzerinde kuş uçurmaz ve bütün halkı
emniyet içinde bulundururdu. Bütün huy ve tabiatlarını yazsak büyük bir kitap olur.

Tann'ya hamdolsun ki babam, Sultan Süleyman'dan Sultan İbrahim'e kadar on Padişahın


hizmetinde bulunmuş Kuyumcubaşı idi. Ben de Murad Gazi gibi mücâhid bir Padişahın
sohbeti ile şeref buldum. Bağdat seferinden önce 40 akça ile Sipahiler zümresine girdim.

(180) "Haremeyn" Mekke ile Medine'nin ikisine birden Terilen ad.

(181) Ozamanlarda giyilen bir cins alay kavuğu.

(182) Dört Bölük, Kapıkulu Süvarisinin son dört bölüğü, yani Sağ ve Sol Ulûfeciler ile Sağ ve Sol Garibler.

(183) Bu isim "Çakmak" da olabilir.

Dördüncü Sultan Murad'ın Ölümü

Saadetli Padişahın tuğu ve otağı Davud Pasa Ovası'na dikilmek üzere iken (184) nikris
hastalığı (185), halsizlik ve uğramış olduğu müzmin hastalıkların eleminden,sefer
ıstırabından yatağa düşüp kurtulması imkânsız hale geldi. Eski hekimler kılı kırk yarıp
karayı aktan ayırdılar, hendese bilgisiyle göklere merdiven kurup göklere çıktılarsa da
ecel derdine ilâç bulamadılar. Bu Padişah dahi ölüm hastalığına çare bulamayıp geçici
saltanata veda ederek ebedî âlemin Padişahı oldu. Yıl 1649 idil (186). Durağı Cennet olsun.

Bütün Muhammed ümmetine matem düşüp At Meydanı'nda (187) siyah donlu (188) atlarla
matem ettiler. Padişahı Sultan Ahmed Han'ın yanına gömdüler.

Yerine Sultan İbrahim Padişah olduğu vakit Kara Mustafa Paşa Büyükvezir, Kara Hasan
Paşa Defterdar, Abdürrahim Efendi Şeyhülislâm'dı. Bunlar, Sultan Murad'ın hazırlattığı
donanma boşa gitmesin diye yine Akdeniz'e çıkardılar. Ama sanki cansız olarak çıktılar.
Nihayet mavnalardan biri batıp Akdeniz'de hiçbir iş görülemeyerek kasımdan sonra (189)
İslâm askeri İstanbul'a döndü

İstanbul'daki İmaretler

Önce insanları doyuran Tanrı'ya şükürler olsun ki bütün canlıların rızkını sağlamıştır.

Fatih Hazretleri yoksulları, garipleri, zayıfları nimete boğmak için önce Yeni Saray
İmâreti'ni yaptırdı ki daima herkese nimeti boldur.

Sultan Bayazıd-ı Velî İmareti: Bunun da günde iki defa sofrası herkese açıktır.

Bundan başka Sultan Birinci Selim İmareti, Sultan Süleyman Han İmareti, Şehzade
Mehmed Han İmareti, Sultan Ahmed Han imareti ve Avrat Pazarı civarındaki Haseki
Sultan imareti vardır. Diğer imaretler Vefa Sultan İmareti, Eyüp Sultan imareti, Tophane

www.atsizcilar.com  Sayfa 51 
 
 

civarındaki Şehzade Cihangir Sultan İmareti, Mihrimah Sultan İmareti, Valide Hatun
İmareti. Bu son ikisi Üsküdar tarafındadır. Bir de Kösem Valide Sultan İmareti.

Bundan başka tekkelerde de mutfaklar vardır ama eski sultanların imaretleri bu


sayılanlardır ki yoksullara, gidip gelenlere ekmek ve çorbası boldur. Ben elli yılda 18
padişahlık ve kırallık yer seyahat ettim. Hiçbir yerde bu kadar hayrat görmedim. Zamanın
sonuna kadar Osmanlı Hanedanı'nın nimeti bol ve daim olsun.

İstanbul'daki Hastahaneler

Önce Fatih Hastahanesi. 70 oda, 80 kubbe ve 200 memuru vardır. Dersiam (190)
hekimbaşısı vardır. Gidip gelenden biri hasta olsa hastahaneye götürüp ona bakarlar.
Uygun ilâçlarla tedavi ederler, ipek, altın işlemeli, bürümcük gecelikleri vardır. Günde iki
defa türlü türlü güzel yemekler verilir. Evkafı öylesine sağlamdır ki vakıfnamesinde eğer
mutfakta keklik, turaç ve sülün kuşlarının eti bulunmazsa bülbül, serçe ve güvercin pişip
hastalara bol bol verilsin" diye yazılıdır. Hastalara, divanelere deliliklerinin geçmesi için
müzikçiler ve okuyucular tayin edilmiştir. Kadınlar ve Kâfirler için de başka bir köşede
hastahanesi vardır.

Süleyman Han Hastahanesi: Bu şifa yurdu öyle bir deva ocağıdır ki Tanrı'nın emriyle
hasta üç günde şifa bulur. Çok üstad cerrahları vardır. Bu sığınılacak yeri anlatmakta dil
âcizdir.

Bayazıd Han'la Selim Han'ın hastahaneleri yoktur.

Sultan Ahmed Han Hastahanesi: Bunun da evkafı sağlamdır. Yoksulların ve divanelerin


çoğunu bu şifa yurduna getirirler. Zira bunun da havası güzel ve memurları sevimli ve iyi
adamlardır ki hastalara daima can ve gönülden hizmet ederler. Çünkü nâzın olan Kızlar
Ağası her zaman gelip hastaların durumunu sorar.

Haseki Sultan Hastahanesi: Avrat Pazarı civarındadır. Bu da tarif edilmez bir şifa
yurdudur.

Fatih Mehmed Han Oğlu Sultan Bayazıd-ı Velî

Trabzon'da doğmuştur, ölümü 918 tarihinde(191), Edirne civarında, Havza kasabasında


ölmüştur. Nâ'şı İstanbul'a getirilerek camisinin mihrabı önündeki bahçeye gömülmüştür.
Ziyaretgâhtır. Orhan Gazi ve Sultan Mustafa gibi hâl (192) sahibi padişahtır. Kabrini bir
hasta ziyaret etse şifa bulur. Birçok menkıbeleri vardır. Şu menkıbesi gayet gariptir:
Sultanlığı zamanında ölümünden yedi yıl öncesine kadar et yememişti. Bir gün canı paça
istedi. Nefsi kendisini fazlaca zorladı. Kendisi ise büyük gayret gösterip paça yemedi.
Nihayet bir sahan sirkeli ve sarımsaklı paça getirtip nefsine hitaben: "Ey nefis! işte
muradın üzere paça geldi, istersen çık, ye" diyince ağzından hemen gelinciğe benzer iki
gözü kör bir mahlûk çıkıp sahanın kenarına geçerek kudurmuş köpek gibi paça suyunu
içmeye başladı. Doyduktan sonra Bayazıd'ı Velî'nin hırkasına koşarak ağzından içeri
girmek isteyince eli ile çarpıp yere düşürdü. Yaratık yerde tortop yatarken "şunu vurun"
diye çağırdı. Hademeler yetişip canavarı öldürdüler. O vaktin Şeyhülislâmı: "Kâmil insan
bu nefis ile yücelik ve şeref sahibidir. Nefis, insan vücudunun bir parçasıdır. Bunu
kefenleyerek gömmek gerektir" diye fetva verdi. Bunun üzerine kefenleyip kalabalık
cemaatle namazını kılarak Bayazıd kubbesi civarında küçük bir kabre gömdüler. Bunun
için avam arasında "Sultan Bayazıd iki kere öldü ve iki kere namazı kılındı" derler.

(184) Dördüncü Murad, Malta seferine hazırlanıyordu.

(185) Zamanımızda "damla hastalığı" denen hastalıktır ki parmak mafsallarına musallat olur. Osmanlı Padişahlarından birkaçı bundan
ölmüştür. O zaman için çaresiz hastalıklardandı.

www.atsizcilar.com  Sayfa 52 
 
 

(186) Dördüncü Murad 9 Şubat 1640 ta ölmüştür.

(187) Bugünkü Sultanahmet Meydanı.

(188) "Don" kelimesi atın kara rengini gösterebileceği gibi üstüne siyah örtüler atılmış olduğunu da ifade edebilir

(189) Buradaki kasım şimdi kullandığımız 11 inci ayın adı olmayıp yılı "hızır" ve "kasım" diye ikiye bölen taksimde yılın
yarısını alan kış mevsimini ifade eden terimdir ve bugünkü takvimle 6 kasımda başlamaktadır.

(190) İsteyenlere camide ders veren müderris.

(191) İkinci Bayazıd 26 Mayıs 1512 de ölmüştür.

(192) Tasavvufta "cezbe" anlamına. Birinci Mustafa akı! hastasıydı. Orhan Gazi'nin ise "ahı"larla savaşta işbirliğinden
başka tasavvufla hiçbir ilgisi yoktu.

Eflak ve Kırım Hanı Mengli Kirey ile ittifak ederek Kili, Akkerman, İsmail, ibrail, İshakça,
Kalas, Tomarava kalelerini zaptetti.

Anadolu'da ise Kızılbaş Acemler Kemah, Koyluhisar, Niksar, Arpaçukuru, Sivas, Tokat
taraflarını istilâ ederler, hattâ akıncıları İzmit'e kadar gelip Tokat'a geri dönerlerdi.

Yumuşak ve iyi huylu, kusursuz ve doğru, hâl sahibi bir Padişahtı. 340 kadar kale
fethettirmiş, 400 hutbesi okunmuştur.

Sultan Bayazıd zamanındaki Büyükvezirler: Mehmed Paşa, İshak Pasa, Kasım Paşa,
Davud Pasa, Hızır Beğ oğlu Mehmed Paşa, Fenârî Ahmed Paşa, Halil Pasa oğlu Ali
Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa ki baba ve dedeleri Osmancık'tan beri vezir oğlu vezirdir,
Hadım Ali Paşa, İskender Paşa, Hersekoğlu Ahmed Paşa, Hadım Yakub Paşa, ikinci Davud
Paşa, Koca Mustafa Paşa ki Zincirli Servi'deki büyük cami bunundur, Yahya Pasa ki Üsküp
şehrinde büyük bir camisi vardır, Karagöz Paşa, Hasan Paşa, Sinan Paşa, Yunus Pasa.

Bayazıd Han zamanındaki Nişancılar: Molla Muhiddin, Ahmed Çelebi, Cenderecioğlu


Ahmed Çelebi, Leysî Çelebi, Zağanos Paşa oğlu Ali Çelebi, Yeğenoğlu Hüseyin Çelebi,
Sirâcüddevle Kasım Çelebi, Pir Mehmed Çelebi, Kasım Çelebi, Sinan Çelebi, Ahmet Çelebi
ki Hind'den dönerek Anadolu'ya gelmişti, büyük bir hattat olan Tac Beğ oğlu Cafer Çelebi.

Bayazıdı Velî zamanındaki Şeyhülislâmlar ve öteki bilginler: İbrahim Hasan oğlu Niksarlı
Molla

Mehmed ki Şeyh Vefa Camisi haziresinde gömülüdür. Yakub oğlu Amasyalı Molla Kasım
Hatib, Amasya'da gömülüdür. Molla Alâaddin Alpkâni. Molla Müeyyed oğlu Ali oğlu
Abdurrahman, Amasyalıdır.

Sultan Bayazıd zamanındaki Şeyhler: İskilipli Şeyh Fahreddin ki Şeyh Yavsı da derler. Ali
Kuşçu'nun damadıdır ve Ebussuud'un dedesidir (193). İskilip şehrinde gömülüdür, ölümü
902 yılındadır (194).

Şeyh Seyid Velayet: İstanbul'da mescidi haziresinde gömülüdür. 941 yılında (=13
Temmuz 1534 1 - Temmuz 1535) ölmüştür.

Şeyh bini Araf: Medine'nin Bakî mezarlığında gömülüdür. Babası Mısır Çerkeş
beğlerindendir. Kendisi de muhterem bir kişi iken dünya işlerinden geçip 70 yaşında
Seyid Ali hizmetine girmiştir. Medine'nin şiddetli sıcaklarında yirmi günde bir su içtiği
dünyaca meşhurdur.

www.atsizcilar.com  Sayfa 53 
 
 

Buharalı Şeyh Seyid Ahmed: Şeyh İlâhî ile Semâa şehrinden Anadolu'ya gelip Şeyh Vefa
ile arkadaşlık etmiştir. Emir Buhârî diye tanınmıştır, ölümünde Sultan Mehmed civarındaki
tekkesi ve camisi sahasına gömülmüştür.

Şeyh Uzun Muslihiddin: Bursa'da gömülüdür.

Şeyh Abid Çelebi: İstanbul'da, tekkesinde gömülüdür.

Şeyh Lûtfullah: Üsküplüdür. Üsküp'te gömülüdür.

(193) Şeyh Yavsı'nın lakabı Fahreddin değil Muhiddin'dir ve Ebussuud'un dedesi değil, babasıdır.

(194) Şeyh Yavsı 922'de (=5 Şubat 151623 Ocak 1517) ölmüştür.

Şeyh Baba Yusuf: Bayramî Tarikatındandır. Eyüp'te gömülüdür.

Bayazıd Han zamanındaki şairler: Şehzade Sultan Cem, Bayazıd Han'ın küçük kardeşidir.
Divan sahibi âşık bir şairdir. Arapça'da muteber eserleri vardır.

Şehzade Korkud Han: Bayazıd Han'ın oğludur. Selim'den büyük ve Şehzade Ahmed'den
küçüktür.

Âftâbl: Bursalıdır.

Emîrî: Adı Seyid Mahmud'dur. Âşıkane matları vardır.

Naşiri: Acem ülkesinde doğup Molla Câmî ve Molla Gürânî'nin tavsiyeleriyle Anadolu'ya
gelmiştir. Farsça şiirleri çoktur.

Behişti: Adı Sinan'dır. Karıştıranlı Süleyman'ın oğludur. Hamsesi vardır.

Nâcî: Nişancı Cafer Çelebi'nin babasıdır.

Mesânî: Anadoluludur. Yakışıklılıkta ikinci Yusuf imiş.

Çökeri: Bayazıd Han'ın beğlerindendir.

Celîlî: Bursalıdır.

Hasan Mu'îd: Anadolu'dan seyahatle Acemistan'a gitmiş de Rafızî'nin (195) biri Sünnîdir
diye haksız yere şehit etmiştir. Güzel şiirleri vardır.

Hâki: Üsküplüdür. Şiiri o kadar güzel değildir.

Zekâi: Şehzade Alemşah'ın Divan Kâtibi idi.

Zihni: Bayazıd Han şehzadesi Mehmed Han'ın Kefe'de Divan Kâtibi idi.

Râzi: Üsküplüdür. Koca Hasanoğlu demekle tanınmıştır. Şiirleri düzgün ve


sanatkârânedir.

Seyfî: Sinopludur. Sofya şehrinde hayratı olup •orada gömülüdür.

www.atsizcilar.com  Sayfa 54 
 
 

Şâmî: Beğlerdendir ve Şamlıdır. Nereye memur edilse başarıyla dönerdi. Savaşlarına


kasideleri ve sanatkârâne tarihleri vardır.

Şahidi: Edirnelidir. Sultan Cem'in Defterdarı imiş.

Şevki: Edirne'de bunak bir kadının para ile aldığı kölesi imiş. Bütün şiirleri zamanın
alçaklığından ve dünya denen kocakarıdan şikâyet üzerinedir. Safâi: Sinopludur. Bayazıd
adına hediye olunmuş bir divanı vardır.

Likâi: Külfetsiz şiirleri vardır. Sun'i: Kastamonuludur. Necati Beğ'in çıraklarındandır.


Firdevsî'nin şiirlerine nazire olabilecek derecede telifleri ve güzel kasideleri vardır. Bir
naat söylemiştir ki benzeri söylenemez.

Tariki: Vidinlidir. Cihanı güzelleştiren bir delikanlı iken cihandan gitmiştir. Vidin'de, kale
yanında gömülüdür.

Zarifi: Boluludur. Hayli günler geçirmiş bir dlünya seyyahıdır.

Ömri: Abdülkerim'in oğludur. Dededen, babadan eşsiz şairlerdendir.

Andelibi: Şehzade Mehmed Han'ın nedimlerindendir. Bülbül gibi nağmeleriyle, kendine


mahsus hazin bir sesle şiirlerini besteyle söylermiş. Tam usta bir okuyucudur.

Ahdi: Edirnelidir. Şiiri: Kanda varsam saye-i serv-i bülendüm var iken?

(195) Şiîliğin aşırı bir zümresine mensup olan. Osmanlılar bu kelimeyi bütün Şiîler için hakaret olarak kullanırlardı.

Kime kul olsam senün gibi efendüm var iken? (196) Firdevsî: Bursalıdır. 360 cilt
Süleymanname onun eserlerindendir. Ebü'l-Maâli'ye (197) benzer bir müelliftir.

Figanî: Karamanlıdır, İskendername manzumesi onundur. Sonra asılmıştır. Bu da


mahlesindeki "gayın" (= g) harfinin tesiridir. Çünkü evvelce iki Figariî daha gelmiş, biri
asılmış, ötekinin de mülhid (198) diye derisini yüzmüşlerdir.'

Kadiri: Edirnelidir.

Kandi: Serezlidir.

Kâtibi: Bursalıdır.

Kebiri: Filorinalıdır. ama Filörili değildir (199). Fürûzeniye tabiatlıdır (200).

Mesti: Edirnelidir. Ceylan gibi mest bakışlı gözleri âşıkları mest ettiğinden Mesti demişler.
Mahlesinin tesirinden kendisi de daima sarhoş olmuştur, içkiye ve içmeye dair güzel
şiirleri vardır.

Münîri: Amasyalıdır. Farsça ve Türkçe şiirleri çoktur. Şehzade Sultan Ahmed'in


nedimlerindendir. Kasidelerinin her mısraı bir matla (201) olmaya lâyık denecek kadar
güzeldir.

Mihri: Amasyalı bir kızdır. Sanki Emrü'l-Kays'ın kızıdır (202) Kendisinden önce kimse
tarafından söylenmemiş fikirleri seçme ve üstündür. Yalandan âşıklık satan, akranından
üstün bir şairdir. Çok gençken ölmüştür. Divan sahibidir. Fıkıh (203) ferâiz (204), hayz ve
nifâsa dair manzum risaleleri vardır (205).

www.atsizcilar.com  Sayfa 55 
 
 

Necâtî Beğ: O asırda şairlerin ve düzgün söyleyenlerin sultanı, eşsiz bir söz eri idi. Kendisi
Edirne'de Sâilî adlı şairin satın alınmış kölesi ve oğulluğu idi. Adı "İsa" dır. Ok ve yaya
dair beş beyti vardır ki bununla cidden belagat okunu göğe asmıştır. Telifatı 66 tanedir.
Vefa civarında gömülüdür.

Sehi Beğ: Necâtî Beğ'in damadıdır. Nüktecilerin şakaları üzere "Sehi Beğ'in Necati'nin
kızını almaktan maksadı Necati'nin evrâkı perişanını almaktır" sözü hâlâ darbımeseldir.
Sehi Beğ'in şiirleri sanki Necati'ye necat vermiştir (206). Yahut Sehî'nin servisi taze
değilken Necati'nin şiirleri sayesinde kurtulmuştur (207)

(196) Birinci mısraın mânâsı: "Yüksek servimin (uzunboylu sevgilimin) gölgesi varken nereye gitsem?".

(197) Kâtib Çelebi herhalde büyük Arap şairi "Ebü'IAIâi Muarrî'yi kastediyor. Eserlerinin çokluğu ve yüksek edebî
değeriyle ün kazanmış olan Muarrî 363 449 hicrî yıllan arasında (=2 Ekim 973-27 Şubat 1058) yaşamıştır.

(198) Tanrı'ya inanmayan.

(199) Filöri, para demektir. Filorina ile filöri kelimelerinden bir kelime oyunu yapmaktadır.

(200) Farsçada "fürûzîne" çakmak demektir. Fürûzeniye diye bir kelime yok. Çakmak tabiatlı demek istiyorsa bundan
da ne kasdettiği anlaşılmıyor.

(201) Divan Edebiyatında gazel ve kasîde'nin ilk beyti.

(202) Emrü'1Kays, eski Arap şiirinin en büyük şairi sayılır. Peygamber'den biraz önce yaşadığı tahmin olunuyor.

(203) İslâm hukuku.

(204) İslâm hukukunda miras bölümü.

(205) 0 zamanda bir kadının böyle risale yazmasına imkân yoktur.

(206) "Necat" Arapça "kurtulma", "selâmet" mânâsında bir kelime olup Evliya Çelebi 'Necâtî" ve "necaf'la kelime oyunu
yapmaktadır.

(207) Yine kelime oyunu. Divan Edebiyatında sevgilinin endâme için "servi sehî" (=düz servi) tabiri kullanılır.

Necmi: Caniklidir. Nücum ilmini dahi bilmesi güzel ve ince şiirlerine renk vermiştir.

Niyazi: Üç Niyazi vardır ama bu Niyazi, Necati ile çağdaş olup Geliboluludur. Güzel şiirleri
vardır.

Vaslî: Aydınlıdır (208).

Vasfl: Serezlidir.

Hâşimî: Acem sâdâtındandır (209). Acem odasındaki şiirleri gayet güzeldir.

Hiâli: Bursalıdır.

Çocukluğum

Doğduğum zaman Merhum Sun'ullah Efendi evimizde bulunup kulağıma küpe olması için
ezânı Muhammedi'yi yüksek sesle okumuş. Akîka kurbanımı (210) Mevlevi Şeyh, İsmail
Efendi kesip "İsmail kurbanıdır" demiş. O gece evimizde 70 kadar yüksek merteben'
dervişler bulunup Keysûdâr Kapânî Mehmed Efendi kundağımı alıp kulağıma ezânı
Muhammedi okumak istediğinde "bu oğlanın kulağına kim ezan okudu" diye sorunca
orada bulunanlardan üstadımız Dersiam Ahfeş Efendi "ezanı Sun'ullah Efendi okudu" der.

www.atsizcilar.com  Sayfa 56 
 
 

Bunun üzerine Keysûdâr Mehmed Efendi: "Biz de Hakka yaklaşması için Tanrı uğrunda
yok olma ezanını okuyalım" diyip hazin bir sesle ezan okuduktan sonra elindeki teberi
(211) bir tarafıma koyup: "Bunu bu oğlana ihsan ettim. Çok savaşlarda bulunup
yoksullukta ve ihtiyaç ânında bile Tanrı'nın seccadesine sahip olsun; zamanın fenalığında
bir şey, den korkmasın; kumda oynasın, ayağına çöp batmasın" diye Fatiha okuyarak
gider, ilkönce ağzıma, Kasımpaşa Mevlevîhanesi Şeyhi Divane Abdi Dede mübarek
ağzından ekmek parçası çıkarıp koyarak: "Dervişlerin lokmasıyla beslensin" demiştir.
Yenikapı Mevlevîhanesi'nin Şeyhi Doğani Dede beni kucağına alıp havaya atarak "bu
oğlan bu cihanda bizim uçurmamız olsun" diye buyurmuştur.

40 yaşma vardığımda, Keysûdâr Mehmed Efendi'nin ihsan ettiği teberi taşıyarak 1051
tarihinde (= 12 Nisan 1641 - 31 Mart 1642) Leh seferine gittim. Yağma ve çapul yerinde
teberi bir kapı halkasına geçirip ganimet mallarına tamah ederken Kâfirler bizi ansızın
bastılar. Çıplak olarak birer yaldak (212) at ile hızla giderek 7 günde Kırım'a vardık. Ama
gece gündüz "ah Mehmed Efendi'nin teberi" derdim. Nasılsa ertesi yıl yine Leh seferine
atlanıp (213) evvelce bozulduğumuz Eşceres adlı uğursuz şehre vararak yağma ettiğimiz
saraya ayak bastım. Kapısına bir ok saplayıp Tatar kanunu üzere kimsenin el
koymamasını sağladım. 20 esir, 40 ağırsak (214), birçok bakır ve kalay avâni, samur
giyimler ele geçirdim. Bir odanın kapısına gelince ki geçen yıl baltayı halkasına koyup
kaçtığımız oda idi, balta nasıl koydumsa öyle duruyordu. Hemen Tanrı'ya şükrederek
teberi merhum İslâm Kirey Han'a ve öteki dost ve arkadaşlara gösterdim. Sözü bu kadar
uzatmaktan maksadım birçok evliyanın bana nazar etmiş olduğunu söylemektir.
Himmetleri var olsun, işte kulağıma ilkönce ezan okuyan Sun'ullah Etendi merhum dört
kere Şeyhülislâm olmuştur ki kimseye nasib olmamıştır.

(208) Vasfî adında bir şaire rastlamadım. Bu, "Basit Türkçe" denen sırf Türkçe kelimelerle şiir yazmak çığırını açan
"Aydınlı Visali" olsa gerek.

(209) Peygamber neslinden olduğunu iddia edenler.

(210) Çocuğun doğumunun yedinci günü kesilen kurban.

(211) Teber, balta demek olup bilhassa dervişlerin baltasına ad olmuştur.

(212) Ne demek olduğu anlaşılamadı.

(213) Bu seferler Kırım Hanları'nın kendi başlarına yaptığı akınlardır.

(214) Ne olduğu anlaşılamadı.

Topçular Ocağı

Koca Sultan Süleyman 48 yıl (215) padişahlığı sırasında bütün düşmanlarını itaat altına
almıştı. Lâkin Alman Kıralı amana gelmeyip daima düşmanlık ederdi. Süleyman Han 4 yıl
Batıda, 4 yıl Acemde, 4 yıl Venedik'te savaşmış, 36 yıl ise hep Nemse (216) çasarı (217) ile
uğraşmış, nihayet onların ülkesinde merhum olmuştur.

Bunları yenmek için top ve tüfeğe muhtaç olduğundan Süleyman Han, Topçulara
ehemmiyet vermistir. Kendi memleketinden ve Kâfir ülkelerinden ihsanlarla, lûtuflarla
topçuları getirip dedeleri Mehmed Han ve Bayazıd Han'ın yaptıkları Tophane'yi yıkarak
yeniden bir tophane yaptırmıştır ki, gören bu ulu yapıyı devler yapmış sanır. Düşman
eline geçen kaleleri kurtarmak için en mühim alet olan topların çeşitleri işte bu eski
yapımevinde yapılır.

Top Yapımevi: Deniz kıyısından 100 adım ilerde, yüksek bir tepenin eteğinde, dört
tarafının duvarları kale gibi sağlam bir binadır. Kuşatılsa savağa dayanır metin bir
duvardır.

www.atsizcilar.com  Sayfa 57 
 
 

Onun ortasında yine dört köşe, kırk arşın boyunda yüksek bir duvar vardır ki üzeri ince
tahtayla örtülüdür. Kubbenin üzerinde büyük bacalar vardır; duman buradan dışarı çıkar.
Bu ince tahtalı dam üzerinde adam gezecek yollar vardır. Damın üzeri merdiven
merdivendir. Bu damın tâ tepesinde ve dört tarafında yüzlerce fıçı ile su hazırdır. Tunç
eritirken dama ateşten bîr kıvılcım isabet ederse damda gezen adamlar o su ile ateşi
söndürür.

Top Kalıbı Dolapları: Bu yapımevinde yüzlerce dolap vardır ki onlar da top kalıpları yapıp
hazır ederler. 40-50 okkalık gülle kalınlığında olması için demir millere kırk ellişer bin
yumurta ile karıştırılıp macun haline getirilmiş çamuru iplerle sarıp top kalıplarının içine
koyarlar. Aşağısını yine demir sapanlarla tutarlar. Çünkü kalıbın içine tunç dökülüp top
olunca yumurta ile karışık mili çıkarıp topu alırlar.

Tunç Fırını: Bu fırın, yapımevinin iki yerinde yapılmıştır. Dört tarafı ateş taşıdır. Çünkü
başka taşın bu şiddetli ateşe dayanma kabiliyeti yoktur. Bu yeşil tas, Adalar'dan çıkar
(218).

Ocağın altı boştur., Üstü kubbedir. Bu kubbelerin içine kırk ellişer bin kantar (219) bakırı
ve maya için de eskiden yapılmış olan topların kırıklarını yerleştirip kubbelerden dışarı
aralıkta da nice bin kantar kalay peyda ederler. Kâtipler de ne kadar bakır ve kalay hasıl
olduğunu deftere kaydederler. Çünkü top kalıpları bakıra göre hazırlanır.

(215) Kanunî'nin 48 yıllık padişahlığı hicrî hesaba göredir. Güneş yılına göre olan Milâdî hesapla 46 yıldır.

(216) Nemse, sonraları "Avusturya" anlamına gelmişse de aslında bütün Almanya İmparatorluğu'nu anlatan bir
kelimedir, islav dillerinden almışızdır.

(217) Çasar, Alman Kayzerlerine verilen unvan. Türkçeye ya Macar veya Islav dillerinden geçmiştir.

(218) Hangi Adalar'ın kastedildiği belli değil.

(219) Kantar bir ağırlık ölçüsüdür. Yere göre ağırlığı değişmekle beraber umumiyetle 44 okka olarak kabul olunmuştur.

Top Kalıbı Yerleri: Bu tunç kubbelerinin önündeki çukurların içine, ağızları yukarı olmak
üzere top kalıplarını koyarlar.

Eğer Balyemez (220) top ise her ocağa yirmi kalıp koyarlar ki 20 top eder. Eğer Klombrune
Topu ise (220) yirmişer kalıp, Şâhî Top (220) ise yüzer kalıp, içine adam sığar Şayka Topları
(220) ise beşer kalıp koyup ağızlarını Kâğıthane balçığı ile sıvarlar.

Tunç eriyecek kubbenin ağzından kalıplara kadar bostancıların su yollarına benzer yollar
yaparlar. Tunç kubbelerinin dört tarafından çam odunları dağlar gibi hazır durur. Bu
odunlar bir yıl önce kesilip birer kulaç boyunda hazırlanır ve iki mekiğe benzer bir tarza
konulduktan sonra kurutulur.

Sonra top dökecekleri gün kalfalar, ustalar, Dökücübaşı, Topçubaşı, Vardiyanbaşı, elinde
kum saati olarak Muvakkit (221), Yapımevi îmamı, Müezzinleri, Duacıları toplanıp dua ve
övmelerle Allah, Allah dedikten sonra iki fırına da ateş verilir. Muvakkit saat tutarak tam
bir gün, bir gece ateş yakarlar ve çamları tunç kubbesinin iki taraf deliklerinden
durmaksızın atarlar. Sonra dökücüler ve ateş atıcılar elbiselerini çıkarıp bir nevi peçeli
külahlar giyerler ki yalnız gözleri görünür. Diğerleri de keçeden elbiseler giyerek hizmet
ederler. Yirmi saatten sonra ateşin yanına varmak kabil olmaz.

Büyükvezire, Şeyhülislâma, Kazaskere, duası makbul şeyhlere, Vezirlere haber verilip


hepsi yapımevine gelirler.

www.atsizcilar.com  Sayfa 58 
 
 

Dökücü Ustalar ve daha bulunması lüzumlu olan memurlardan kırk kişi, Vezirlerden ve
şeyhlerden de kırk kişi alınıp ötekilerini dışarı kovarlar. Çünkü tunç su halinde akarken
nazarı sevmez. Peygamberimiz de nazar hakkında buyurmuştur. Vezirler ve şeyhler uzak
sofalara oturup "lâ havle ve lâ kuvvete...(222) evradına (223) devam ederler.

Ustalar toplanıp ağaç küreklerle yüzlerce kantar çubuk kalayları tunç denizine atarlar.
Dökücübaşı da oradakilere hitaben: "Sultanım! Dîn-i mübîn aşkına zekât ve sadakanızdan
altın, kuruş ne olursa şu tunç denizine bırakın" der. Büyükvezir, Hazinedar ve öteki
Vezirler birkaç kese altım Dökücübaşı'ya teslim ederler. O da herkesin gözü önünde
Bismillah diyip tunç denizine atar.

(220) Top nevileri.

(221) Saati doğrulukla tayin eden memur. Bilhassa namaz vakitlerini tayin ederdi.

(222) Tamamı "lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh". Yani "Tanrı'dan başka hiçbir güç ve hiçbir kuvvet yoktur".

(223) Hayırlı bir maksat için dua makamında tekrarlanan sözler. "Evrâd", Arapça'da çoğul olup bunun tekili "vird"dir.
"Diline virdetmek" tabiri de herhangi bir şeyden çok bahsetmek yerinde dilimize girmiştir.

O an, ince uzun çamdan gemi serenlerini tunç denizine sokup kalay ve altın kuruşları
karıştırırlar ve direkler harap oldukça yeni direkler getirirler. Tunç denizinin yüzü
kaymaklanmaya başlayınca ustalar, tunç denizinin kıvama geldiğini bilip ateşi çoğaltırlar
ve yapımevinde bir damla su bulunmamasını tenbih ederler. Çünkü tunç akarken bir
damla su kokusu duysa derhal yollar parça parça olup bütün oradakilerin ölümüne sebep
olur.

Sonra kalıp ocakları kenarında ve iki tarafta 40 - 50 kurbanlık koyun hazırlanıp orada
bulunanlar ayağa kalkar. Yapımevi duacısı hazır olur. Muvakkit, saatiyle ocak başına gelip
tuncun ağzını açmaya yarım saat kalınca haber verir. Duacı duaya başlar. Hazır
bulunanlar gönül safiyeti ile âmin derler. Herkes Tanrı'ya yönelerek ağlamaya başlar.
Çünkü gayet korkunç ve tehlikeli ölüm yeridir ki nica ustaları mahvetmiştir.

Tunç denizi ateşinin tamamiyle kesileceğinin vaktini Muvakkit bildirir. Ustalar keçe
elbiseleriyle kazan başına gelip çapalarıyla Allah, Allah diyerek kapağı açtıklarında tunç,
ateş gibi akmaya başlar. Yüz adım ilerde bulunan kimselerin bile yüzlerine ve elbiselerine
alev yapışmış gibi olur. Bazı vezirler üzerlerine beyaz çarşaf alıp korkularından ezân-ı
Muhammedi'ye başlarlar.

Tunç yokuş aşağı akıp top kalıbına dolar.

Balyemez topunun dolması yarım saat sürer.

Kalıp dolunca keçe ile sarılmış, bir nevi yağlı çamurla yolu kapatıp bir başka topun yolunu
açarlar. Bu halde iken dua ve senaya devam olunur. Bütün toplar dolup tamam olunca
duaya son verilip o gün 70 kişi Padişahın gönderdiği hil'atlerle nasiblerini alırlar.
Birçoklarına da terakkiler (224) ihsan olunur.

Sonra Topçubaşı, Büyükvezir'e ziyafet verip keçe ve külah giyimlerini çıkarır.

Toplar bir hafta kalıbın içinde soğur. Sonra çıkarırlar. Bütün sanatkârlar kuyumcularla
toplan parlatırlar. Sonra usta doğramacılar topları, topların şefkatli analarıymış gibi
kundaklayıp savaşa hazır ederler.

www.atsizcilar.com  Sayfa 59 
 
 

Bu yapımevi içinde top arabası yapanların da ayrıca yeri vardır. Karadeniz Boğazı'nda
Sarıyar (225) kasabası dağlarından gelme top kalıbı çamurlarım ağaç kılıçlarla
mayalandıranlarm başka yerleri vardır.

Top kalıpları yapılan ve "top kalyası" denilen yerler yine başkadır. Velhasıl büyük bir
yerdir ki dillerle anlatılamaz,

Topçular'ın Ocağı, Fatih, Bayazıd ve Süleyman Han tarafından yapılmıştır. Dökmeciler


Ocağı'na bitişik, deniz kıyısına yalan kale gibi bir Ocaktır. Bir kapısı deniz kıyısında
Kıbleye, öteki kuzeye bakar. Denize bakan kapısı pek süslü büyük bir kapıdır. Bir
tarafında ceylân yakalamış bir arslan, bir tarafında da zincirle bağlanmış bir arslan resmi
var ki ibretle bakılmaya değer. Bazı ressamlar seyredip "Şahkulu" nun yaptığı resimdir
derler.

(224) "Terakki" yani ilerleme, maaş terfii demektir.

(225) Bugünkü "Sarıyer".

Bunun içinde oturan askerler pek yiğit ve gözüpektir. Ben, katıldığım 22 savaşta
bunlardan yürekli asker görmedim. Bunlar savaşın bütün güçlüklerine katlanır, çok cüretli
babayiğitlerdir.

Ustalarının kapısı üzerindeki köşke İbrahim Han gelip durmuş olduğundan o zamandan
beri Padişahlara mahsus köşk olmuştur.

Bu Ocakta, Bağdat seferinden önce 100 top vardı ki her biri bir iklim haracı değer ve altın
gibi parlardı. Diğer 60 tane top vardı ki içlerinde eskiciler işler ve yersiz yurtsuz takımı
yatıp kalkardı. Şimdi o toplardan ancak 6 tane kalmıştır. Daha birçok değerli usta toplan
vardır.

Münakkaş Ali Paşa topu gayet şaşılacak ve cilalanmış bir toptur. Süleyman Han topları,
Fatih topları, Bayazıd Han topları, üç ağızlı top, Şeşhane top, burma top, Fransa topları,
kırk karış küpeli topu, Ali Balı, Ese Balı, Hamza Balı, Çultutmaz, Dev Balı, Seki Balı, Kara
Balı, Ejder Balı, Kırk mil Balı, Şakı Balı, Palamarkıran, Deli top adlarında nice toplar vardır
ki her biri bir kale değer. Bayram ve eğlence günlerinde Padişah geçtiği vakit deniz
yüzüne sektirme gülleler atılıp kırk elli defa devam eden gümbürtüler yeri, göğü titretir ve
düşmanları korkuya düşürür. Bu toplar hep çınar, servi, ıhlamur, söğüt ağaçlarının
gölgesinde sıra ile dizilmiş ve bulundukları yer bir mesire halini almıştır.

Osmanlı padişahlarının bir büyük hazinesi de bu toplardır ki benzeri hiçbir padişahta


yoktur. Osmanlı Hanedanı'nın elinde bulunan 7060 kalede, palanka, mendirek, kuvaya ve
kulelerde 17.045 kadar top vardır. Sadece donanmayı Hümayun'da 1000 tane top vardır
diye Tophane Defteri'nde görülmüş ve Topçubaşı Ali Balı (226) kardeşimizden işitilmiştir.

Tophane Şehrinin Hâkimi: Buranın hâkimi, Galata Mollası'nın ayak nâiblerindendir. Askerî
hâkimi Topçubaşı'dır. Deniz kıyısı hâkimi Bostancıbaşı'dır. Ayrıca Subaşısı ve Muhtesib'i
vardır.

Şehirde 70 İslâm mahallesi, 20 Rum mahallesi, 7 Ermeni mahallesi, birkaç da Yahudi evi
vardır, Çingene ve Firenk yoktur.

Bu mahalleler baştanbaşa bağlı, bahçeli saraylar ve yalılardır. Terekçi Yalısı, Valide


Karındaşı Yalısı, Sadreddinoğlu Yalısı, Güğümbaşı Yalısı, Melek Ahmed Paşa Yalısı, Deniz
Uğrusu Yalısı, Ebûsaid Yalısı. Bu yalılar padişâhânedir. Bunlardan başka daha birçok
sarayları varsa da zikri fazladır.

www.atsizcilar.com  Sayfa 60 
 
 

Rumeli Hisarı'nda Şeyh İsmail Ziyaretgâhı

Bu zat öldürülerek mübarek cesedi Ahırkapı'dan denize bırakılmış. O vakit Padişah,


Hisar'da, Kandilli Bahçe'de imiş. Bir de görürler ki Şeyh, 10 halifesiyle Kandilli Bahçe
önünde ortaya çıkıp denizde, deniz gibi coşarak semâ (227) etmeye başlar. Padişaha
hitaben: "Hünkârım! Bizi haksız yere öldürdüler. Arzıhâle geldik" derler. Tamam bir saat orada
semâ edip Hünkârı hüngür hüngür ağlatarak akıntıya katılıp tâ Durmuş Dede Tekkesi'nin önüne va-
rırlar. Sonra orada gömüldüler.

(226) "Balı" kelimesi Türkçe bir isim olup sözlüklerden pek çoğunda bulunmamaktadır. Anadolu'nun bazı yerlerinde
"büyük kardeş" demek olan "balı"nın "bala" (= çocuk, evlât) ve "balaban" (= gürbüz, bir nevi doğan) ile iştikak birliği
olsa gerektir.

(227) "Semâ" dervişlerin, bilhassa Mevlevîlerin müzikle yaptıkları raksa denir. Aslı "sima" olan Arapça bir kelime ise de
dilimizde "semâ" diye söylenir.

Ben, üzerlerine 10 gece nur yağdığını gören kimselerle görüştüm.

Şeyh doğduğu vakit, babası adını "Kurban İsmail" koymuş. Aradan 70 yıl geçtikten sonra
Şeyh Hazretleri, At Meydanı'nda, Çukurçeşme başında 10 halifesiyle beraber kurban
edilmiştir. Kanının döküldüğü yere dostları bir zaviye yapmışlardır. Hâlâ Dikilitaş dibinde,
Parmaklı Mescid'e yakın bir ziyaretgâhtır.

Şeyh İsmail'i sevmeyenler ölümüne şöyle tarih yazmışlardır:

La'netıillâhi Aleyhim Ecmaîn = 945 (228)

Çubuklu Bahçe

İncirli'nin yanındadır. Bayazıdı Velî, şehzadesi Birinci Selim Hazretlerini Trabzon'dan


getirttiğinde kızıp burada ona sekiz çubuk (229) vurmuştur ki sekiz yıl hilâfetine işarettir.
Sonra öğüde başlayarak: "Oğlum! Elem çekme. Zikreyle. Zikir (230) tarihinden sonra
te'dibimle hilâfet meydanı senindir. Al, bu dayak yediğin kuru çubuğu yere dik. Sekiz yıl
kadar meyvesini yiyesin" diye remizle ve ilhamla söz etmiştir.

O anda Şehzade Selim Han çubuğu yere dikip: "Yacabbi! Bu kuru ağaç meyve versin.
Onun meyvesini dünyaya meşhur eyle" diye dua etmiş. Babası Bayazıdı Velî ve Kara
Şemseddin Hazretleri âmin demişler. O saat kızılcık çubuğu yeşerip yaprak vermiş. Her
kızılcığı tartılarak beş dirhem (231) geldiği görülmüştür ki Bayazıd Han'ın kerameti mi,
Seraseddin'in mi, yoksa Şehzade Selim'in mi, bilinmez, işte bundan dolayı oraya hâlâ
Çubuklu Bahçe derler. Hakikaten, burada çıkan kızılcık hiçbir yerde çıkmaz. Her biri beşer
dirhem gelir. Al renkli olup Medine hurması kadardır. Sonra Selim Han, sekiz değnek
yediğine karşılık sekiz yıl padişahlık edip filhakika "zikr" yani 920 hicrî tarihinde Mısır'ı
fethederek Hilâfeti almış ve Çubuklu'yu da mamur etmiştir.

İstanbul'daki Marifet Sahibi Üstadlar

Fennî Çelebi: Mel'un iblis'e ders verir, pireyi kafese koyar, biti arabaya koşar bir marifetli
idi. Güze! şiirleri de vardır.

Hezârfen Ahmed Çelebi: önce Ok Meydanı'nın minberi üzerinde, rüzgârın sert olduğu
sırada kartal kanatlarıyla sekiz dokuz kere havada uçarak talim etmiştir. Sonra Sultan
Murad Han, Saray Burnu'nda Sinan Paşa Köşkü'nden temaşa ederken Galata Kulesi'nin ta
tepesinden lodos rüzgârıyla uçasak Üsküdar'da Doğancılar Meydanı'na inmiştir.

(228) "Tanrı'nın laneti hapsinin üstüne olsun" mânâsındaki bu sözün ebced hesabı ile karşılığı 945 tutmaktadır.

www.atsizcilar.com  Sayfa 61 
 
 

(229) Değnek veya sopa mânâsındadır.

(230) Arap harfleriyle yazıldığı zaman ebcedle 920 karşılığı tutmaktadır.

(231) "6,4" gram karşılığıdır ki pek o kadar büyük olamaz. Belki Evliya Çelebi'de bir rakkam hatâsı vardır veya
uzamanın dirhem ağırlığı başka türlüdür.

Murad Han kendisine bir kese altın hediye ederek: "Bu adam pek korkulacak bir adamdır.
Her ne istese elinden geliyor. Böyle kimselerin kalması doğru değil" diyerek Cezayir'e
sürmüştür. Orada öldü.

Lâgarî Hasan Çelebi: Murad Han'ın "Kaya Sultan" adlı temiz talihli kızı dünyaya geldiği
gece kurban keserek bayram ettiler. Bu Lâgarî Hasan, elli okka barut macunundan yedi
kollu bir fişek yaptı. Saray Burnu'nda, Hünkâr huzurunda fişeğe bindi. Çırakları fitili
ateşlediler. Lâgarî: "Padişahım! Seni Tanrı'ya ısmarladım. İsa Peygamber'le konuşmaya
gidiyorum" diyerek Tanrı'nın ve Peygamber'in adını anıp göğe yükseldi. Yanında olan
fişekleri ateşleyip deniz yüzünü aydınlattı. En yukarı çıkıp da büyük fişeğinin barutu
kalmayıp yere doğru inerken ellerinde olan kartal kanatlarını açıp Sinan Paşa Köşkü
önüne denize indi. Oradan yüzerek çıplak bir halde Padişahın huzuruna geldi. Yeri öperek:
"Padişahın! Îsâ Peygamber sana selâm eyledi" diye şakaya başladı. Bir kese akça ihsan
olunup 70 akça ile Sipahi yazıldı. Sonra Kırım'da Selâmet Kirey Han'a gidip orada
merhum oldu. Rahmetli sadık, iyi dostumuzdu. Tanrının rahmeti üzerine olsun.

Şâdî Çelebi: Erlik davası etti. Murad Han huzurunda dev yapılı bir Bostancı elleri kafasının
üstünde olmak üzere ellerini ve ayaklarını bağlayıp bir meşinli harar içine koydu. Onun da
ağzını bağlayarak Saray Burnu'ndan denize attılar. Çok geçmeden deniz yüzüne çıkıp
burnu bile kanamamış olduğu halde Hünkâr'ın huzuruna geldi. Yer öperek (bir kese altın
ihsan aldı %'e Çavuş zümresine katıldı.

Nasır Habîb-i Mağribi: Murad Han, Tersane Bahçesi'nden Ok Meydanı'na 2S2 çıktı. Bu
Nasır Habîb bir taşın yanına varıp 6 elif, 3 mim, 3 sin, 1 kuş çelengi resmi yaptı. Kendisi
bir tarafa gidince hemen taş da arkası sıra araba tekerleği gibi harekete başladı. Nasır
hangi tarafa yönelse taş dahi o tarafa gitti. Hatta taşın önüne elimi tuttum,
parçalanacaktı. O taş nice zaman Ok Meydanı'nda (232) kaldı. Nasır Habîb de bir kese
ihsan aldı.

1050 Tarihinde (233) İstanbul'dan Bursa'ya Seyahatimiz, Gördüklerimiz ve


Çektiklerimiz

Rüyamda Peygamber'i görüp "şefaat" yerine yanlışlıkla "seyahat" dediğimin ertesi günü,
sabahleyin Gedikpaşa semtindeki eski dostum olan Okçuoğlu Ahmed Çelebi'nin evine
gittim. Gördüm ki büyük bir hazırlıkla Bursa şehrine gitmeye karar vermiş. Bana:
"Kardeşim Evliya! Gel seninle yoldaş, olup beş on gün için eski payitaht olan Bursa şehrini
görüp gezelim. Belki mahzun gönlümüz şâd olur. Orada eski Osmanlı Padişahlarının
mezarlarını ziyaret edelim. Hele Emir Sultan Hazretlerinin türbesine yüz sürüp gönlümüzü
aydınlatalım" diyince içime bir ateş düştü. Hemen kabul ettim. Orada bulunanlar "Uğurlu
olsun. Sağlıcakla dönmek kısmet olsun" diye dua edip Fatiha okudular. Ben de hemen,
babamın ve annemin haberi olmadığı halde 20 arkadaşla Eminönü'ne gelip bir Mudanya
kayığına bindim.

(232) Metinde "Ot Meydanı" ise de Ok Meydanı" olacağı muhakkaktır.

(233) Milâdî olarak 23 Nisan 164011 Nisan 1641 arasıdır.

Önce Galata Burnu'ndaki Kurşunlu Mahzen» önünden Haliç'i geçtik. Fındıklı kasabası
önünde durarak birkaç tane tam usta gemici yolcuları gemimize aldık. 1050
Muharreminin ilk cuması (= 27 Nisan 1640) idi. Kuşluk vaktinde uygun gündür diye

www.atsizcilar.com  Sayfa 62 
 
 

gemiciler bir yere gelerek seren çekip demir aldılar, Levendler "Hüdâ âsân ede" diye
Fatiha okudular. Pupa yelken Saray Burnu akıntısını ve girdabın» geçip yelkeni Bursa'ya
doğru açtık. Gemide herkes şevk ile tatlı tatlı konuşuyordu. Bazı okuyucu arkadaşlar:

Allâhümme yâ hâdî,

Âsân eyle yolumuz.

Sehhil umûre'l-vâdi,

Tez geçir, tut elimiz (234)

İlâhilerini söylemekte idi. Meğer arkadaşlarımızdan birisi Sultan İbrahim'in Karcıbaşısı


Sefer Ağa'nın tanburacısı ve kemençecisi imiş. Yine beraberimizde olanlardan bir başkası
da Büyükvezir Kara Mustafa Paşa'nın uşağı Kara Receb Ağa'nın çöğürcüsü (235) ve
okuyucusu imiş. Hepsi bir yere geldiler. Ben: "Geliniz, şu gam girdabında gamı atmak için
bir segah faslı edelim" dedim. Kabul ettiler. Gemicilerden Kışlıkçı Dayı, Çordam, Cıvık Veli
adlı dayılar da çöğürleriyle gelip bizimle ahenge katıldılar. Âşıkane :bir Hüseyin Baykara
faslı oldu ki zevk sahiplerinin ağızlarından salyalar aktı. Bu zevk ve sürurla Heybeli
Adası'nın önüne vardık.

Heybeli Adası: İstanbul'a 18 mildir. Çevresi 9 mildir. Mamur bir yerdir. Bir manastırı var.
Yılda bir kere Rumlar kayıklarla gelip ziyaret ederler. Ada halkı hep zengin Rum reisleridir
(236). Hayat suyu gibi suları ve güzel bağları vardır, Hâkimleri Bostancıbaşı ile bir
Yeniçeri yasakçısıdır. Oradan kalkıp uygun bir havada hızla gidip şakıyarak beş saatte
Mudanya kıyısına vardık.

Mudanya: Bu şehir İstanbul tekfurunun kızı Mudanya'nın yaptırmasıdır. Bana gurbet


diyarında ilk cuma namazı bu şehirde kısmet olmuştur. Ticaretgâh bir iskeledir. Gidip
gelenler için emin bir limandır. Çünkü Mudanya, İstanbul Halici'nin kıblesindeki (=
güneyindeki) bir bucakta olduğundan yedi rüzgârdan korunmuştur. Ama kuzey
rüzgârından o kadar emin değildir.

İskele başında gümrükhanesi vardır. Gelip giden gemilerden, karadan gelen tüccardan
Padişah öşrü alınır. 10 yük akça imtizama bırakılmıştır.

Şehir, deniz kıyısında, geniş bir alandadır. Kafesi bir alçak, kapalı yerde taş yapıdır. 721
tarihinde (= 31 Ocak 1321 - 19 Ocak 1322), Orhan Gazi,, şehzadeliğinde, babası Osman Gazi'nin
izniyle bu kaleyi fethedip bir daha Kâfir almasın diye yer yer yıktı. Fakat az bir çalışma ile onarılması
mümkündür.

(234) Birinci ve üçüncü mısraları Arapçadır. Mânâsı: Ey doğru yolu gösteren Tanrı! Yolumuzu kolaylaştır, şu vâdideki
işleri kolay kılıp tez geçir, elimizi tut

(235) Çöğür, Türk halk müziğinin sazlarından biridir. 17. Yüzyılda klâsik müzikte de kullanılmıştır. Kopuza benzeyen bir
sazdır (Yılmaz Öztuna, Türk Musikisi Ansiklopedisi, I, 147).

(236) "Reis" gemi sahibi olup onun kaptanlığın da yapan kimse demektir.

Şehir, Anadolu Eyaletlerinde Gazi Hüdâvendigâr Sancağı'nın Voyvodalığadır. 150 akçalık


kazadır. Kadılığı yılda 2000 kuruş getirir. Bazı kere de Bursa Mollası'na başmaklık bahası
olarak ihsan edilir.

Güzel bir kazadır. 3 camisi, 7 mescidi, 3 hanı, 1 hamamı, 2 sibyan mektebi, 200 kadar
dükkânı vardır.

www.atsizcilar.com  Sayfa 63 
 
 

Halkı Rum'dur. Suyunun ve havasının güzelliğinden Rum güzelleri çoktur. İnciri, üzümü,
şırası meşhurdur. Hele sirkesi bütün dünyaya dağıldığından bu şehre "Sirke Yurdu" derler.

Sonra atlarımıza binerek kıbleye doğru bağ ve bahçeler içinden geçip dört saatte Filedar
Ovası adlı mamur ovadan geçmek suretiyle Nilüfer Irmağı'na geldik.

Nilüfer Irmağı: Bir akarsudur ki baharda asla geçit vermez. Kıble tarafından Ruhban,
Keteli, Kestel dağlarından gelip toplanarak Filedar Ovası'nda akar ve binlerce tarla ve
ağacı suya boğar. Büyük yol üzerinde sağlam bir köprüsü vardır ki her kemeri
eleğimsağmadan nişan verir. Bunu Nilüfer Sultan (237) yaptırdığından onun adına nisbetle
Nilüfer Köprüsü derler. Irmak buradan geçerek batı tarafından Akdeniz'e dökülür.
Buradan iki saat giderek Bursa'ya vardık.

İpek Diyarı ve Taht Şehri Bursa

Kalesini kimin yaptığı belli değildir. Kalenin temeli yalçın kaya üzerine kurulmuştur. Şekli
kareden uzuncadır. Uzuncası doğudan batıya olan yönüdür. Kuzey yönü yüksek olduğu
gibi altı da uçurumdur. Üç tarafında asla hendek yoktur. Pınarbaşı, Değirmenler
Mahallesi, Leben Mahallesi tarafları derin hendektir. Zamanla hendekleri imar
edilmemiştir.

Celâli Kara Yazın, Arap Said, Kâlenderoğlu adlı eşkıyalar kuşatarak hendeklerini toprakla
doldurmuşlardır. Ama kalenin dört çevre temelinde gözüken taşlardan her biri hamam
kubbesi kadardır. Bu da gösteriyor ki kale insanoğlu yapısı değildir.

Kale sonraları İzmir Kiralı kadın '"Fidka"nın eline girmiş, bazı burçları ve kuleleri tamir
edilmiş olduğundan üzerinde Yunan dilince tarihleri vardır.

Kale, Keşiş Dağı'nın (238) eteğinde olduğundan lodos ve doğu rüzgârlarından emindir.
Şehrin evleri kuzey tarafına bakar. Bu evlerin pencerelerinden Filedar Ovası bukalemun
resmi gibi gözükür. Kalenin çevresi 10.000 adımdır. 6000 bedeni, 67 kulesi, 5 kapısı
vardır. Güney tarafına açılanları Pınarbaşı, Zindan Kapıları'dır. Batıya açılanlar Kaplıca,
Balıkpazarı Kapıları'dır.

(237) Bilecik tekfurunun kızı iken Osman Gazi tarafından tutsak edilerek oğlu Orhan Beğ'le evlendirildiği Süleyman
Paşa ile I. Murad'ın anası olduğu eski Osmanlı kroniklerinde yazılır.

(238) Bugünkü Uludağ.

Kale uzun müddet Rumlar elinde kalmıştı. Konya'daki Selçuklular 7 defa yedişer, sekizer
ay kuşatmışlarsa da kış geldiğinden bezginlik getirerek Konya'ya geri dönmüşlerdir.

Beğliği zamanında Osmancık dahi 3 defa kuşatmış, üçünde de fethedemeden dönmüştür.


Sonra kendisi nikris (= damla) hastalığına tutulup oğlu Orhan Gazi'yi 80.000 askerle
(239) Bursa'ya göndermiştir. Onlar da kuşatarak Kaplıca tarafında, Pınarbaşı'nda birer
büyük kule yapmaya başlayıp 7 ayda bitirebilmişlerdir. Sonra tekrar kuşatmaya
başlamışlar, Kaplıca tarafından Orhan Beğ, Pınarbaşı tarafından kardeşinin oğlu Temür
Beğ, dağ tarafından Balabaneık Beğ kuşatarak Kâfirleri son derecede sıkıştırmışlar,
dışarıdan gelen imdatçıları kılıçtan geçirmişlerdir, O sırada kaleye sığınmış Kâfirler'de
kıtlık olmuş, nihayet bir yıl kuşatmadan sonra kale "vere" ile (240) Orhan Gazı'ye teslim
edilmiştir. Tarihi 726 dır (=8 Aralık 1325 - 26 Kasım 1326). Orhan Gazi seğirterek
babasına vardıkta onu ölüm halinde bulmuş, "müjde, Bursa fetholundu" der demez,
Osman Gazi ruhunu teslim etmiştir.

Orhan Gazi, Bursa'ya gelerek müstakil padişah olmuştur. Osman Gazi, İç Kale'de
gömülmüştür. Ulu ziyaretgâhtır. Babası Ertugrul Gazi'nin beğliğinde 70 tane şehir

www.atsizcilar.com  Sayfa 64 
 
 

fethetmiştir. Önce Akça Koca'nın eliyle Kocaeli fethedilmiştir. İkinci olarak İznik civarında
Yalakabad.

Osman Gazi, Seyidlerden Şeyh Ede Balı (241) adlı azizin kızını almış, Orhan Gazi o kızdan
doğmuştur. Orhan" Gazi'nin ilk hutbesini Ede Balı'nın akrabasından Dursun Fakih
okumuştur.

Bursa yeni fetholunduğundan Kayseri, Konya, Niğde, Aydın, Saruhan, Lârende, Darende,
Maraş. taraflarından Müslümanlar gelip oturdular.

Orhan, denizler kadar askerle düşmanlarına şahin yuvasından süzülüp intikam aldı;
ganimetle Bursa'yı mamur etti. Belh, Buhara, Horasan taraflarından nice erenler (242)
gelip yerleştiler. Bu anda dahi Bursa mamur olmaktadır.

Bursa'daki Büyük Yapılar

İç kalesi 2000 evdir. Kat kat büyük saraylardır ama bağ ve bahçeleri yoktur. Dar evlerdir.
7 mahalle, 7 cami, 1 hamamı vardır. Çarşısında 20 dükkânı vardır.

Sultan Orhan Camisi: İç Kale'dedir. Boyu ve eni 110 ayaktır (243). Bir minaresi vardır.
Orhan Gazi burada gömülüdür. "Orhan Davulu" dedikleri kırmızı kılıflı (244) büyük davul bu
caminin bir kemerinde asılıdır. Osmanlı Devleti'nde önce bu davul çalınmıştır, önceki Padişahlara
mahsus saray da bu kalededir. Fatih'e gelinceye kadar Padişahların sarayı bu idi. Fakat Hüdavendigâr
Gazi bazen Edirne Sarayı'nda otururdu.

(239) Tabii, Osman Gazi'nin bu kadar askeri olmasına imkân yoktur.. Bunun onda birine malik olmuş olabilir.

(240) Bir kalenin içindekilerin çıkıp gitmesi şartı ile teslimi.

(241) Seyid falan değildir. Ahi şeyhidir ve Türk'tür. "Ede" kelimesi de ağabey demek olduğuna göre aynı anlamdaki
(226. nota bak) Balı ile birlikte kullanılması Türk gramerindeki pekiştirme kaidesinin icabı olmalıdır.

(242) Buradaki "erenler", evliyalar ve ileri gelen tarikat şeyhleri manasınadır.

(243) Evliya Çelebi bu kelimeyi adım mânâsında kullanmış olmalıdır. Bunun, İngiliz ölçüsü olan ve yaklaşık olarak 33
santim gelen ayakla, tabiî, hiçbir ilgisi yoktur.

(244) Metinde "kılıklı".

Şimdi bu saraylara rağbet kalmamıştır. Boştur. Ama yine Serdarları ve Bostancıları vardır.

Bu îç Kale'nin anayolları büyük taşlarla kaldırım döşelidir. Evleri eski tarzdadır. Bazılarının
temeli Kâfirlerden kalmıştır. Taş ve tuğla duvarlarında tarihler yazılıdır ki bu evlerin ne
zaman yapıldıklarını gösterir. Evleri güzel kagir binalardır ve hep kiremitle örtülüdür. Her
evin sanâtkârane, servi gibi ocakları, birbirinden güzel şişhaneleri, yuvarlak duman yok
edicileri, kale içinde yer yer servi, ceviz ağaçları, üzüm ağaçlan vardır. Suyu ve havası
güzeldir. Yüksek yer olduğu için halkı sağlamdır.

Bursa'nın Hâkimleri: Fatih Sultan Mehmed Han'dan beri Anadolu Eyaleti'nin merkezidir.
Hüdavendigâr adıyla bir Sancak Paşası hâkimdir. Padişah tarafından Hası Hümâyunu
618.079 akçadır. Sancağında 420 zeamet ve 1005 tımar olup Alaybeğisi, Çeribaşısı,
Yüzbaşıları vardır. Savaşta kanını üzere Cebelileriyle Alaybeğlerinin sancağı altında silâhlı
seçme asker toplanır. Paşası dahi 500 askerle sefere katılır. 500 akçalı üstün bir
mollalıktır. Bursa'dan azlolunanlar Edirne ve İstanbul Mollası olurlar. Yüce bir mansıbdır.
Yıllık 40.000 kuruş hasıl olur.

www.atsizcilar.com  Sayfa 65 
 
 

Şehir içinde 7 Mahkeme Naibi vardır. Kite, Filedar, Apolyund, Kestel, Çukurca
nahiyelerine İstanbul tarafından Yeniçeri Çukadarı; pazara giden Saray Kapıcılarından bir
Kapıcı Muhzirbaşısı, Padişah'ın tevcihi ile hükmeder.

Oda Yeniçeri Bursa Ağası, Cebeci Çorbacısı, Yirmi Yeniçeri Debeneği Kolluğu, Sipah
Kethüda Yeri, Nakîbüleşrâfı, Mizan Harir Emini, Gümrük Emini, çöplük Subaşısı, Muhtesib
Ağası, Ayak Naibi, bunların hepsi asmaya, idama yetkilidir. Zira şehir büyüktür.

Aşağı Kale: Eğri Fatihi III. Sultan Mehmed çağında Kara Yazıcı, Kalenderoğlu, Deli Hasan,
Cennetoğlu adlı Celâlîler'in Bursa üzerine hücumlarını Bursa ileri gelenleri işitip Padişah
fermanı ile şehrin üç tarafına burçlu, kuleli, köşeli, dirsekli, her tarafı mazgallı yalın kat
bir kale yapmışlardır ama okadar sağlam değildir. Bu da Keşiş Dağı'nın eteğinde doğudan
batıya büyük bir şehirdir. Uzunluğu bir, genişliği yarım fersahtır. Çepeçevre İç Kale'nin üç
tarafını sarmış olan bütün etrafı 15.000 adımdır. Duvarları o kadar yüksek değildir.
Tatarlar Kapısı tarafında hendeği vardır. Başka cihetlerinde yoktur. Hendeğe de ihtiyaç
görülmez. Çünkü gayet sulu yer olduğundan düşman gelip duramaz. Yer yer kuleler
üzerinde toplar ve mazgalları çoktur. Fakat îç Kale'de cebehane ve top pek çoktur.

Bayramlarda, donanmalarda büyük şenlikler olur. Dizdarı vardır. Şehrin 6000 den çok
gece bekçisi vardır. Kapılarının bazısı demir kanatlıdır. Her kapının üzerindeki kulelerde
tahtadan ziynetli mazgal yerleri koymuşlardır. Düşman kapı önüne gelse bu deliklerden taş,
humbara bırakılır.

Doğu yönünde Tatarlar Kapısı, kuzey yönünde Filedar Kapısı vardır. Hasan Pasa Kapısı ve daha
başka kapılan da vardır.

Bu kalenin iğinde mamur, kat kat, eski tarzda 23.000 ev vardır (245). Yukarı iç Kale'de
Padişahlara mahsus büyük bir saray olup içinde 3 hamamı, 600 dükkânı vardır. Dar yerde
olduğu için bahçesi yoktur.

Bu şehirde 176 Müslüman mahallesi, 7 Ermeni mahallesi, 9 Kum mahallesi, 6 cemaat


Yahudileri, 1 Çingene mahallesi, Muradiye yolu üzerinde 1 de Miskinler (= cüzzamlılar)
Mahallesi vardır.

Bu şehir düz bir yerde olup Yukarı Kale eteğindeki evler, imaretler, Ulu Cami semtleri
şehrin yüksek yerine düşmüştür. Kuzey cihetinde, bir saat mesafede bulunan Filedar
Ovası'ndan güneşin ışınları vurunca bu şehrin, Keşiş Dağı eteğinde mavi kurşunla
süslenmiş olan han, hamam, mescit, Selâtin camileri ve kat kat çarşılarını temaşa edenler
hayran kalır.

Bu şehir, Filedar Ovası'ndan acayip, garip bir manzara teşkil eder. Gördüğüm şehirlerin
hiçbirine benzemez. Ruhaniyetli bir şehirdir. Burada olan büyük evliyalar, müfessirler,
muhaddisler başka diyarda yoktur. Olsa olsa Bağdat'ta vardır.

Güney tarafında olan Keşiş Dağı sanki hayat suyunun madenidir. Çünkü bu büyük dağdan
1060 tane adı, sanı ile malûm hayat suyu kaynaklar gibi akıp her yeri sular. Yukarıda
yazılan büyük saraylara yeraltı su yolları ile bölüştürülmüştür, öylece evden eve gider.

Yemiş ağaçları, çiçekleri, hele erguvan ağacı boldur. Yılda bir defa Emir Sultan
Hazretlerinin erguvan toplantısı olup her yerden pek çok insan toplanır ki bu büyük
derneğin tarifinden kalem âcizdir. Böyle bir topluluk ancak Emir Sultan şevkiyle olur.

Memleketi güzel, halkı sevimli, tarlaları çok, nimetleri fazla, suyu ve havası hoş mamur
ve büyük bir şehirdir. Anadolu'daki büyük şehirlerden biri de bu Bursa'dır.

www.atsizcilar.com  Sayfa 66 
 
 

Camileri

Hepsi 1040 tanedir (246). 357 tanesi sultan, vezir, vükelâ (247), ileri gelenler ve büyük
kimselerin camileridir.

Ulu Cami: Yıldırım Bayazıd Han yaptırmıştır. Bursa'nın havadar, yüksek yerinde güzel bir
camidir. Cami içinde dörtköşe paye sütunlardan her birinin aşağısı adam boyu kadar
altınlı, nakışlıdır; üstünde her payenin dört cihetinde de Tanrı isimleri türlü hatlarla ziynet
verir. Bu yazıların elif harfleri üçer zirâdır ve düzdür. Bu sütunlar üzerinde 19 kubbe
vardır ki hep kurşunla örtülüdür. Her kubbenin alemleri güneş gibi ışık verir. Yirminci
kubbe yeri caminin ortasında olup sarı pirinç telden bir kubbe örülmüştür. Hayvanlar ve
kuşlar giremeyip güneş ışığı girerek aydınlatır. Bu açık kubbenin altında eni boyu aynı
büyüklükte bir havuz vardır ki iğinde türlü balıklar yüzer. Bütün cemaat o havuzdan
abdest tazeleyip ibadet ederler.

(245) Bu rakkam mübalağalıdır. Her eve 5 kişi hesabıyla Bursa'da 115.000 kişi olması icab eder ki 17. Yüzyıl ortası için
imkânsızdır.

(246) Bursa şehrinde 1040 cami bulunması da imkânsızdır. 23.000 ev gerçek olsa bile her 23 eve bir cami düşer ki
mümkün değildir. Ancak Evliya Çelebi resmî makamlardan bu rakkamı bütün Bursa Sancağı için almış ve dalgınlıkla
şehre ait diye göstermiş olabilir.

(247) Hükümet ileri gelenleri.

Minberi yapan sanatkâr ceviz tahtası üzerine bütün üstadca kudretini sarfedip olağanüstü
bir nakışla bezemiştir ki burada olan Bursalı Fahrî oymasının türlü çiçek resimleriyle
yazılarını cihan ressamları toplansalar yapamazlar, örneği yoktur. Belki Sinop
Camisi'ndeki minber bununla ölçüştürülebilir.

Nakışlı bir Müezzinler Mahfili (248) vardır ki sanki Cennet Mahfilidir. Dört ciheti
pencerelerle, pencereler billurlarla bezenmiş aydınlık bir camidir. Evkafı kuvvetli
olduğundan burada olan kilim ve seccadeler hiçbir camide yoktur. Her gece yedi kandille
aydınlanır ışıklı bir camidir. Gece gündüz kalabalık cemaati vardır. 70 yerde bütün
ilimlerde dersiamları vardır. 2000 talebe dersle meşguldür. Bu caminin bir yan kapısından
öteki yan kapısına kadar uzunluğu elli ayaktır. Kıble kapısından mihraba kadar 180
ayaktır.

3 kapısı vardır: Sol tarafta Hünkâr Mahfili Kapısı. Bu Mahfil tahtânîdir. Kıble Kapısı. Sağ
tarafta da Mahkeme Kapısı bulunur.

Kıble Kapısı'nda dışarı sofası vardır ama başka camiler gibi büyük haremi (249) yoktur.
Küçük bir haremi vardır. Ortasında Şeyhülislâm Aziz Efendi abdest almak için bir havuz
yaptırmıştır.

Bu caminin sağında, solunda iki kaim yüksek minare vardır. Mahkeme tarafındaki
minarenin kadehinde üstad mimar bir şadırvan kadehi icad edip bunun suyunu tâ Keşiş
Dağı'ndan getirerek cidden marifet göstermiştir. Ama şimdiki halde, zamanla su yolları
bozulup fıskiye işlemez olmuştur. Yağmur yağınca o şadırvanın kadehine su dolup kuşlar
o rahmet yağmurundan içerek susuzluklarını giderirler. Bu cami Bursa şehrinin
Ayasofyası'dır. Bütün camilerin ulusu olduğu için önce bu yazıldı.

Sultan Orhan Gazi Camisi: Bursa'nın fethinde ilk yapılan bu camidir.

Gazi Hüdavendigâr yani Şehit Murad Han Gazi Camisi: Bursa şehrinin batı tarafında,
yarım saat uzaklıkta, eski Kaplıca şehrinin Edem (250) Mahallesi'nde güzel bir camidir.
Yapılış tarzı hiçbir camiye benzemez. Gayet sanatkâranedir. Aşağısı ibadethane, yukarısı

www.atsizcilar.com  Sayfa 67 
 
 

çepeçevre medrese odalarıdır. Herkes kendi odasında imama uyup ibadet eder.
Görülmesi lâzım güzel bir camidir.

Hikâye: Bir gün Murad Han Hazretlerinin bir doğanı uçup tak üzerine konmuş. Murad Han
her ne kadar doğanı çağırrnışsa da gelmemiş. Gelmek ihtimali olmadığını da anlayınca
öfkelenip "kaskatı kal" dediğinde Ulu Tanrı'nın buyruğu ile o doğan tak üzerinde taş olup
kalmıştır. Hâlâ durur. Herkesin gözü önünde bellidir.

(248) Toplantı yeri demektir.

(249) Harem, caminin bahçesi veya avlusu demektir.

(250) Bu kelimenin okunuşu şüphelidir. "Elif", "dal" ve "mim" harfleriyle yazılmıştır. Yani "Edm" veya "Adm"
şeklindedir. Bizim Edem okuyuşumuz bir yakıştırmadır.

Bu caminin bir kapısı, bir tabakalı minaresi vardır. Haremi yoktur.

Yıldırım Bayazıd Han Oğlu Mehmed Hem Camisi: Yeşil İmaret adıyla meşhur parlak bir
camidir. Bursa'nın doğu cihetinde, yüksek bir yerde, üstadca yapılmış, gönül çekici bir
camidir. Kubbeleri beyaz ham mermerdendir. İki kubbelidir. Boyu 108, eni 80 ayaktır.
İçinde sütunları yoktur. Mihrap ve minberini tariften âcizim. Çünkü o mihrapta olan
inceliği anlatmak imkânsızdır. Ancak bir kıble kapısı var ki sağında, solunda yüksek takma
varıncaya kadar gayet ince ve güzel nakışlar yapılmıştır ki dünyanın en usta nakkaşları
bunları kâğıt üzerine kıl kalemle yazamazlar. Fakat mermer üstadı bu kapıya tam üç yıl,
ham mermer üzerine keser vurarak hünerini belli etmiş, bina sahibi Mehmed Han'dan üç
yılda 40.000 altın almıştır. Yeşil İmaret Kapısı 40.000 altına yapılmış ve süslenmiştir diye
dostlar arasında destan olmuştur. Seyyahlar arasında herkesin cidden övdüğü muhteşem
bir kapıdır. Cennete benzeyen bu camide güzel sanatkârlıklar, türlü marifetler yapmıştır
ki anlatmak isteyenler övmekte âciz kalırlar. Sözün sonu: Güzelliği ve hoşluğu
bakımından yer yüzünde böyle bir insan işi yapılmamıştır. Yeşil Cami diye
adlandırılmasına sebep kubbelerinin ve minaresi tacının yeşil ve sırlı çini ile örtülü olup
güneş ışığı altında zümrüt gibi parlamasıdır.

Dışarı haremi çınarlarla süslüdür. Bu caminin benzeri Bursa'da olmadığı gibi seyyahlar "başka
ülkelerde de böyle bir Tanrı evi görmedik" diyorlar vesselam.

Yıldırım, Bayazıd Han Camisi: Bursa'nın doğu cihetinde Cennet bahçesi gibi bir gülistan içinde küçük
bir camidir. Fakat cemaatten mahrum kalmıştır. Uzunluğu 150, eni 100 ayaktır. Eski tarzda, sadece bir
yapıdır. Bir kapısı, bir şerefeli minaresi vardır. Bu cami Temür vak'asında bitirilemeyip eksik kalmıştı.
Yıldırım Bayazıd Han oğlu Musa Çelebi Rumeli'den mal gönderip bitirtti. Evkafı az olduğundan garip
kalmıştır.

Muradiye Camisi: Çelebi Mehmed Han oğlu Murad camisidir. Bursa'nın batısında, şehirden
dışarıdadır. Dört yanı han, cami, imaret, mescitler, tekke ve medreselerle süslü, mamur, bağlı bahçeli,
cana yakın bir ibadet yeridir. Yapan, Fatih Sultan Mehmed Han'ın babası ikinci Murad Han'dır ki ski
kere padişah olmuştur. Edirne'de merhum olup na'şı Bursa'ya getirilmiş ve bu caminin alanına
gömülmüştür. Ruhaniyetli bir camidir, insan ibadetle meşgul olmak için girse gece gündüz kapanıp
çıkmak istemez, iki kubbelidir.

Kıble kapısından mihraba kadar uzunluğu 150, eni 60 ayaktır. Mihrabı, minberi, Müezzin Mahfili sade,
güzel ve eski tarzdadır. Bu cami 850 yılında {=29 Mart 144618 Mart 1447) yapılmıştır. Bir tabaka
yüksek minaresi vardır. Dış hareminde çınarların her biri göğe uzamıştır. Cemaat, gölgelerinde gamsız
kedersiz oturur. Bursa'nın bir gezinti yerinde yapılmış Selâtin camisidir. Nice şehzadeler burada
gömülüdür.

Emir Sultan Camisi: Etrafı gören bir şey üzerinde yapılmış bir camidir.

www.atsizcilar.com  Sayfa 68 
 
 

Molla Arap Cebbarı Camisi: Şehrin doğu tarafındadır. Ulu Cami tarzında yapılmış güzel bir
camidir. Yüksek yerde olduğundan havası gayet hoş bir gezinti yeridir. Molla Arap Cebbarı
adıyla adlandırılmış olup hoş havası insanı cidden cebren götürüp Hakka ibadet ettikten
sonra halkla sohbet ettirir.

Musalla Camisi: Sed başında çimenlik bir ovada yapılmış, dört tarafı kagir duvar büyük bir
camidir.

Bursa Medreseleri

Orhaniye Medresesi, HUdavendiye Medresesi, Yıldırım Haniye Medresesi, Çelebi Mehmed


Haniye Medresesi, Muradiye Medresesi, Emir Sultaniye Medresesi, Îsâ Beğ Medresesi,
Emir Sultan yakınında Kasım Paşa Medresesi, Cüııeyd Beğ Medresesi,, Haeriye Medresesi,
Kadri Efendi Medresesi, Molla Yeğen Medresesi, Molla Fenâri Medresesi, Zeyneddin Hâfî
Medresesi, Sultanî Medresesi, Bayazıd Paşa Medresesi, Hamza Beğ Medresesi, Edebiye
Medresesi, Gazâziye Medresesi, Veliyeddin Oğlu Ahmed Paşa Medresesi. Sözü uzatmak
istemediğimden medreselerin tafsilâtına girişmedim.

Birkaç dârülhadis, dârülkurrâ, dârüttâlimler dahi vardır.

Bursa'nın Büyük Çarşısı

Bütünü 9000 dükkândır (251). Kale gibi dört demir kapılı büyük bir kapalı çarşısı vardır.
300 dükkândır. Her birinde Mısır hazinelerine malik tüccarlar vardır.

O kadar değerli, mücevherli kap kaçakları ve hediyelikleri vardır ki dillerle anlatılamaz.


Kapalı Çargı'nın dört çevresindeki Kuyumcular Çarşısı bir büyük yolun dört tarafına
yayılmış kagir binalardır. Gazazlar Çarşısı, Kavukçular Çarşısı, Takkeciler Çarşısı, iplikçiler
Çarşısı, Bezzazlar, Hallaçlar Çarşıları gayet süslü olup sahipleri iyi ahlâklı çelebilerdir.
Fakat Baharat (252) Çarşısı, hele gelincik gibi güzel Gelincik Çarşısı ayrıca bir büyük yolun
iki tarafında olup öd, amber, misk, gülsuyu satılan güzel kokulu bir çarşıdır. İçinden
geçen adam keyfinden çıkmak istemez. İşte bu 10 tane esnaf dükkânları Kapalı Çarşı'nın
dört çevresini sarar. Kurşun örtülü kemerlerdir. Bazı yerlerinde demir pencereleri var. Her
köşe başında bir çeşmesi bulunur.

Bundan başka daha 100 yerde tertiple yapılmış pazarlar vardır. Seyyahların rivayetine
göre bunlara denk güzel bir bina başka bir diyarda görülmemiştir. Bursa'nın bu çarşıları
İstanbul'da bile yoktur. Fakat Haleb'in çarşılarıyla Edirne'nin Ali Paşa Çarşısı bunlara denk
olabilir.

(251) Evliya Çelebi'nin Bursa için verdiği 23.000 evi doğru diye kabul etsek bile yine 9000 dükkân çok fazladır. Bu
herhalde 900 olacaktır.

(252) Metinde "Ham hâlât" yazılmıştır. Ham halde satılan maddeler mânâsında ozanına ait bir terim değilse imlâ yanlışı
olup doğrusunun baharat olması gerekir.

Saraçhanesi süslüdür. Uzun Çarşı'sı gayet mamur ve müzeyyen olup orada her türlü
esnaf vardır. Pirinç Hanı yakınındaki Kebapçılar Çarşısı da ihtişamlıdır.

Zevk sahiplerine malûm olsun ki Bursa'nın yiyecek, içecek satıcılarının hepsi


Müslüman'dır. Bakkallar Çarşısı temizdir. Hoşafçıları bu diyara mahsustur. Kayağan
Pazarı'ndaki yemiş, pazarcıları dükkânlarını meyve dallarıyla süslerler. İpekçiler başka bir
çarşıdır.

75 kadar kahvehanesi vardır. Çalgıcılarla okuyucular günde üç defa Hüseyin Baykara


fasılları derler. Her kahvede gazel okuyanlar vardır ki insanı mest eder.

www.atsizcilar.com  Sayfa 69 
 
 

Meddahlarının başı "Kurban Alîsi Hamza" adında bulunmaz birisiydi. Meddah Şerif Çelebi,
Firdevsî'nin Şehnamesi'ni okuyunca Cennet melekleri» hayran ederdi. Kıssahân (253)
Harşene Mahmud, Kara Flruz, Tireli Ali Beğ "Ebâ Müslim Teberdâri" okumada sanki Siyeri
Veysî sahibi idiler.

Kahvelerinin en büyüğü Ulu Cami dibindeki Emir Kahvesi'dir. ileri gelenlerin ocağı, süslü,
bezekli bir kahve olup cihanın bayıldığı rakkasları vardır.

Kahve Ulu Cami dibinde olduğundan müezzin "Hayy ale'sselât" diyince kahvede kimse
kalmaz; Hep camiye giderler.

Bursa halkı namazını bırakmaz. Kahveleri birer irfan mektebidir. Şerefyâr Kahvesi, Serdar
Kahvesi, Cin Müezzin Kahvesi meşhurlarıdır.

90 yerde meşhur bozahaneleri vardır. Bursa ileri gelenlerince bozahaneye girmek ayıp
değildir. Çünkü kahvehaneler gibi bunlarda da okuyanlar ve çalanlar vardır. Daha birçok
eğlence yerleri varsa da biz özetledik.

İki yerde Tahtakalesi vardır. Bursa şehrinin umumî yolları çakmak taşlan ile döşenmiştir.
Kaldırımları muntazamdır. Tanrı korusun, anayolda ayağı kayan at tepetaklak olur. Gayet
cilâlı taşlardır. Yüzlerce yıldan beri bir taşı üstünde gedik olmamıştır.

Irgandı Köprüsü: Bursa'nın bir çarşısı da Gök Dere'deki Irgandı Köprüsü üzerindedir ki
sağlı sollu 200 kadar dükkândır. Hücrelerinin pencereleri, altlarından geçen Gök Dere'ye
bakar. Bu köprü dükkânlarının üzeri bütün tonoz kemerlerle yapılmış olup kurşunla
kaplıdır. Bu köprünün iki başında kale kapıları gibi demir kapılar üzerinde mazgal delikleri
vardır. Kapılar kapanırsa başka bir yerden girmek mümkün değildir.

Köprünün bir tarafı boştur. Han gibi misafirhane olup at bağlanır. Anadolu'da,
Arabistan'da ve Acemistan'da bir gözlü, meşhur, göğe yükselmiş büyük köprülerin biri de
budur.

Irgandı Köprüsü'nün yapılmasının sebebi: Türkçede "ırgandı", "sallandı" manasınadır. 729


yılında (254) Orhan Gazi, Bursa'yı fethetmiştir, O sırada Tanrı uğruna savaşan yiğitlerden
biri hamama giderken bu köprü' yerinde "çıkayım mı, geleyim mi" gibi bir ses işitir. Gazi
hemen kılıç çekip "çık bakalım, ne yapabilirsin" diyerek sesin geldiği yere bir kılıç vurunca, vurduğu
yerden gürleyip büyük bir hazine meydana çıkarak yer ırgalanıp sallanır, sarsılır. Gazi hayrette kalarak
şaşırır, iki yanına bakarak ne görse iyi? Derenin içi Kıdafa (255) sikkeli altınlarla dolu. Hemen koşarak
Orhan Gazi'ye başından geçenleri anlatır. O da: "Ne hayır ettin? Allah sana kısmet etmiş. Git Bursa'da
hayrata sarfet" diye emreder. Savaşçı, bütün malı evine taşıyarak onda birini Devlet Hazinesi'ne
verdikten sonra kalanı ile büyük bir köprü yaptırır, işte Irgandı Köprüsü denmesinin sebebi budur.

(253) Kahvelerde ve toplantılarda daha ziyade dini ve efsanevi hikâyeler anlatan adam.

(254) Bu tarih herhalde istinsah yanlışı olacaktır. Çünkü biraz yukarda Evliya Çelebi 726 da fetholunduğunu yazmıştı ki
doğrusu da budur.

(255) Bu isim Evliya Çelebi'nin biraz yukarda bahsettiği İzmir Kıraliçesi "Fidka" ile aynı ad olacak. Eski harflerle yazılışı
birbirine benzeyen bu kelimelerden hangisinin Evliya Çelebi tarafından yazıldığı belli değildir.

Bursa'nın içinde ve dışında küçük, büyük 40 kadar köprü vardır.

Çarşılarında, dükkânlar üzerinde üzüm asmaları olup salkım salkım üzüm avizeleriyle
süslüdür. Baştanbaşa asmalarla bezenmiş pazarlardır.

www.atsizcilar.com  Sayfa 70 
 
 

Bazı meydancıklarda çınar ve salkım söğütlerle süslü sokakları vardır. Bu şehir öyle
Cennet bağı gibi bahçeli bir şehirdir ki "47.000 kadar bağ, bahçe, bostan, gülistanı vardır"
diye yazılmıştır (256).

Aşağı şehrin her evinde birer ağaçlı bahçe bulunduğu gibi her birinde de mutlaka havuz
ve şadırvan vardır.

Bursalılar

Nice bin samur kürklü, muhteşem, çok zengin tüccarları ve bilginleri vardır. Bir takımı da
ileri gelenlerdir ki at sahibi, hanedandan hizmet ehilleridir. Bir takımı çarşı ve pazarda
sanat sahipleridir. Güçleri yettiği kadar türlü türlü güzel elbiseler giyerler.

Burası Anadolu toprağı olduğundan "lehçeleri Aral (257) lehçesine yakındır. Meselâ "Ahmed
Çelebi" yerine "Ehmet Çebü", "Mehmed Çelebi" yerine "Memet Çebü", "İsmail" yerine
"Ismıl", "Ca'fer" yerine "Cafar" derler. Daha nice bilinmedik sözleri vardır ama bazı şehir
çocukları vardır ki söz ebesi, rind, arif, nükteci çelebilerdir. Bütün halkı yabancı dostu,
gezmeyi sever, hoş konuşan adamlardır. Çok defa kazançları ipektendir.

Bursa dördüncü iklimdendir. Suyunun ve havasının güzelliğinden halkının yüzleri


kırmızıdır. Fakat lodos rüzgârı tarafını Keşiş Dağı örtmekle o rüzgârlarda havası ağırdır.
Güzel erkek ve kadınları gayet çoktur. Şairler bu yüzden "Şehrengizler" (258) yazmışlardır.
Kadınları güzellikte, tenasüpte ileridir. Sözleri de boyları gibi biçimlidir. Gür saç
örgüleriyle şairlerin akıllarını çelerler. Başka diyar kadınlarında böyle bir şey yoktur.

Burada erkekler o kadar çok yaşar ki kuvveti gider, biçimi gider, konuşmadan kalır, yine
de yaşar.

(256) Bu söz muhtemelen resmî tahrir kayıtlarından çıkarılmıştır.

(257) Aral" kelimesinin istinsah yanlışı olduğu muhakkaktır. Belki de bu kelime "Anadolu"dur ve yazılırken değişikliğe
uğramıştır.

(258) Bir şehrin güzelleri hakkında yazıları manzum eserler.

Halkı ince endamlı, gümüş bedenli, sevimli kim» seterdir. Konuşsalar gayet güzel söz ettiklerinden
tasana tesir edip gönül ferahlığı verir. Çünkü her biri bir üstaddan feyz almış kimselerdir.

Osmanlı Şehzadeleri'nin Mezarları

Osman Gazi oğlu Şehzade Alâaddin Paşa 804 tarihinde (= 11 Ağustos 1401 - 31 Temmuz 1402)
ölmüştür (259). Babası ile beraber Orhan Gazi yanında yatar.

Bayazıd'ı Velî oğlu Şehzade Şehinşah, Bursa'da hâkimdi.

Şehzade Şehinşah'ın oğlu Şehzade Mehmed babasıyla Bursa'da beraberdi.

Bayazıd'ı Velî oğlu Şehzade Mehmed, oğulları Şehzade Musa, Şehzade Emir, Şehzade Orhan,
Şehnaz de Alemşah, Alemşah'ın oğlu Şehzade Osman.

Bayazıd'ı Velî'nin oğlu Şehzade Ahmed Han. Sultan Ahmed'in Şehzadesi Alâaddin, Şehzade Ali Ham
adlı iki şehzadesi taundan merhum olup naaşları Bursa'ya götürülerek Orhan Gazi ile Osman Gazi
arasına gömüldü.

Bayazıd'ı Velî oğlu Şehzade Korkud. Kardeşi I. Selim'le büyük savaş edip bozularak kaçmış, Teke
Vilâyeti'ne sığınmıştı. Orada Piyale Lalası ile bir mağarada saklanmış bulunarak 919 tarihinde (= 9

www.atsizcilar.com  Sayfa 71 
 
 

Mart 1513 - 25 Şubat 1514) ölüp (260) Bursa'da II. Murad yanında büyük bir kubbe içinde rahata
kavuşturuldu. Doğrusu güçlü kuvvetli şehzade imiş.

İkinci Murad Han oğlu Şehzade Hasan: Fatih Sultan Mehmed'in ana bir küçük kardeşidir.

Şehzade Kasım, Alişah, Cihansah, Veli Han, Buğa Han. Bunların hepsi ikinci Koca Murad Han'ın
türbesinde gömülüdürler.

Cenışah, Çelebi Süleyman Beğ, Şehzade Süleyman Çelebi, Şehzade İsa Çelebi, Çelebi Sultan
Mustafa dahi Bursa'da gömülüdürler (261).

İstanbul'a Dönüş

6 Safer 1050 de (=28 Mayıs 1640) velinimetlerimizle vedalaştık. Nicesi de dostluk göstererek atlara
binip arkadaşımız Okçuoğlu Ahmed Ağa ile birlikte benimle Nilüfer Köprüsü'ne geldi. Orada, gelenlere
veda ederek 4 saatte yine Mudanya kasabasına vardık. Orada hayvanlarımızı Bursa ileri gelenlerinin
hademelerine teslim ederek bir hafif yüklü gemiye bindik. Günün uygun zamanında yola çıkıp denizin
dalgalarına kapılarak sallana sahana çalkalanıp bir günde canımızdan bezmiş olduğumuz halde
Bozburun iskelesi'ne geldik.

(259) Orhan Beğ'den büyük olan Alâaddin Paşa yani ÂM> Erden Beğ'in 1402 ye kadar yaşamış olmasına pek ihtimal
verilemez.

(260) Metinde ölüm tarihi 909 gösteriliyorsa da istinsah yanlışı olduğu bellidir.

(261) Evliya Çelebi'nin sıraladığı şehzadelerde düzeltilmeye ve incelemeye muhtaç çok noktalar vardır. Meselâ Çelebi
Süleyman Beğ ile Şehzade Süleyman Çelebi aynı prenstir.

Eski zamanda mamur ve ticaretgâh bir iskele imiş. Amansız bir girdabın olduğu yerde
bulunduğundan gelen gemiciler girdap korkusuna düşerek beş on gün, yahut bir iki ay
yatarlar, işte burada bekleye bekleye bıkan tayfaların ve tüccarların bedduası eseri olarak
burası harap olmuş ve olmakta bulunmuştur.

iskele basında bir han, birkaç misafirhane, küçük bir cami ile birkaç bakkal dükkânı,
ekmekçi ve bozacı dükkânları var. Başka bir bina yoktur. Lâkin dört çevresinin bağ ve
bahçeleri çoktur.

İskele başındaki caminin kapısında ve duvarlarında misafirlerin şikâyet yazılarından bir


harf yazacak boş yer kalmamıştır. Bir gemi bu girdaptan geçmeden kurtulamaz. Türlü
türlü yazılar görmek isteyenler Bozburun'a gelip duvarları seyretsinler:

Dâd (262) elinden Bozburun,

Feryâd elinden Bozburun!

Bekleye bekleye seni

Kalmadı ağız, burun.

Yahut:

Ey belâlı Bozburun! Feryâd elinden, âh, dâd.

gibi nice manzumeler vardır ki okuyanlar gülmeden hayran kalır. Ben dahi iki gün bu hal
ile bekledim. Nihayet zarif, kibar 15 kişi bir yere geldik. Silâhlarımızı kemendimize

www.atsizcilar.com  Sayfa 72 
 
 

bağlayarak karadan yola düştük. 3000 adım kadar gittikten sonra Armudlu nahiyesine
vardık.

Armudlu kasabası nahiyedir. Nâib oturur. Subaşısı Bursa tarafındandır. Kasaba düz bir
ovada, bağlı bahçeli, çevresi armut bahçeleriyle süslü, mamur bir yerdir. Onun için
Armudlu derler. 300 kadar mamur evi vardır ki hepsi kiremitle örtülüdür. 1 camisi, 1
hamamı, 3 mescidi, 1 hanı, 10 kadar dükkânı vardır. Suyu ve havası gayet güzeldir.

Bir gece orada misafir kalıp sabahleyin gemicilerin haber vermesiyle acele kıyıya gelip
yine gemiye bindik. Tanrı'ya hamdolsun hafif batı rüzgârıyla Bozburun girdabından
kurtulup yelken açarak Katırlı adlı dağın dibinden Bababurnu adlı yerde Baba Sultan
ruhuna Fatiha okuduk. Denizde 50 mil kadar ilerledikten sonra hava gayet elverişli olarak
sütliman haline geldi. Herkes hayrette kaldı. Bir ara denizde serseri gezdik. Sonra
rüzgârın uygun esmediğini görerek gemimizi rüzgâra uydurduk, ikindi vaktinde İstanbul
kıyılarında 5 mil daha giderek Ayastafanos (263) kasabasına geldik.

Ayastafanos kasabası: Madyan oğlu Yanko, İstanbul'u yaptığı zaman oğlu Aya İstekan
dahi bu şehri yaptığı için ondan bozma olarak Ayastafanos derler. Deniz kıyısında,
Bostancıbaşı hükmünde bir subaşılıktır. Bir Yasakçı Kolluğu vardır. Eyüp Mollası'nın
nahiyesi hükmündedir. Kâfirler zamanında büyük şehirmiş. Emevîler'den Süleyman bin
Abdülmelik zamanında İstanbul kuşatılarak fetholunamadan dönüldüğü vakit Ömer bin
Abdülaziz bu şehri, ahalisinin itaatsizliği dolayısıyla harap etmiştir. Şimdi 500 mamur evli bir
Rum kasabasıdır. 1 zaviyesi, 1 küçük çarşısı, 2 kilisesi vardır. Havası çok güzeldir.

Burada bütün arkadaşlarımızla gemiden çıkıp misafir olduk. Sabahleyin yaya olarak kıyıdan kuzey
tarafına giderek 3 saatte İskender Çelebi Bahçesi'ne vardık. Bu bahçe, deniz kıyısında Cennet bağı
gibi bir Hünkâr bahçesidir. II. Selim Han çağında İskender Çelebi adlı bir Defterdar'ın bahçesi imiş.
Mimar Sinan yapmıştır.

(262) "Feryad, figan" mânâsında Farsça kelime.

(263) Bugünkü "Yeşilköy". Evliya Çelebi bunu "Ayastafanos" şeklinde yazıyor.

İskender Çelebi'nin çocuksuz ölmesi üzerine Padişahlara mahsus has bahçe olmuştur. Bir
Bostancı başısı, 200 kadar külâhlı Bostancı neferleri vardır.

Şeyhülislâm Hüseyin Efendi Ziyareti: IV. Murad Han Müftülerindendir. Şimdiye kadar
öyle bir Müftü gelmemişti. 40.000 den fazla fetva ezberinde idi. Ziyaretten sonra bahçe
üstadından atlar alıp arkadaşlarımla binmiş olarak giderken deniz kıyısında ağırlıklarımızı
taşıyan gemi de kürek çekerek bizimle yarış ediyordu.

Nihayet 15 Safer 1050 de (= 6 Haziran 1640) İstanbul'a girdik.

Ben o gün evimize varıp babamın ve anamın ellerini öperek huzurlarında durunca babam:
"Safa geldin Bursa seyyahı, safa geldin" dedi. Halbuki nereye gittiğimden kimsenin haberi
yoktu. "Sultanım! Bursa'da olduğumu nerden bildiniz" dedim. Dedi ki: "Sen 1050
Muharreminin aşûrâsında (= 2 Mayıs 1640) kaybolduğun gece ben nice dualar okudum.
Bin kere İnnâ A'taynâ Sûresini okudum. Gece rüyamda seni gördüm. Bursa'da Emir
Sultan zaviyesinde ruhaniyetinden yardım dileyerek seyahat rica edip ağlıyordun. O gece
bana nice hâl ehli canlar rica edip senin seyahate gitmekliğin için izin istediler. Ben de o
gece hepsinin rızası ile sana "izin verdim. Fatiha okuduk. Gelimdi oğul! Bundan sonra
sana seyahat göründü. Tanrı mübarek eyleye. Ama sana öğüdüm var" diye elime yapışıp
karşısında ayak üstü durdurdu. Sağ eliyle sol kulağımı burarak uzun bir öğüt verdi.
Sonunda da enseme bir pehlivan sillesi vurup kulağımı burdu. "Yürü, sonun hayır olsun"
dedi.

www.atsizcilar.com  Sayfa 73 
 
 

Sillenin tesirinden kurtularak gözümü açınca baktım ki evimizin içi nurla dolmuş. Hemen
babamın elini öpüp sessiz durdum. Bir heğbe içinde 12 kadar nefis kitap ve 200 kadar
Eşrefi altın yol parası verdi. "Yürü. Nereye gidersen iznim var. Ama gurbet diyarında
tedarikli ve merd ol. Dertlilere yâr ol" diyerek alnımdan öptü. Çarşamba Pazarı'nda "Ab
dülvâhid Efendi" ye götürdü. Onun da hayırduasını aldık. Şeyh Mısırlı Ömer Efendi, Şeyh
Gafûrî Efendi, Şeyh Ehlicennet Efendi, Şeyh Bektaş Hasan Efen diye götürdü. Hâsılı 12
kadar şeyhin de ellerini öptüm. Hepsi de: "Yürü! Tanrı seyahatini kutlu etsin" diye
himmet buyurdular, içime sevinç doldu. Evimize geldik. O hafta 1 Rebîülevvel 1050 de
(=21 Haziran 1640) akrabamızdan Kuloğlu Mehmed Reis'in gemisiyle İzmit'e gitmek
üzere babamın elini öperek yola düştüm.

İzmit Seyahatimiz

Cuma günü Yemiş İskelesi'nde elbisemizi gemiye koyduk. Cuma namazını yine o
iskeledeki Ahi Çelebi Camii'nde kılarken aklıma, rüyamda o camide Hazreti Peygamber'in imamlık
ettiği sabah namazı, Peygamber'in elini öperken meclisin heybetinden şaşırarak "şefaat" yerine
"seyahat" dilediğim geldi.

"Tanrı'ya hamdolsun, seyahat kısmet oldu" diye şükrederek yüzümü yere sürdüm. Sonra
gemiye binerek poyraz rüzgârı ile Üsküdar tarafından Kadıköyü Burnu'na, Kalamış
Burnu'na, Hünkâr'ın Fener Bahçesi Burnu'na, Yelkenkaya Burnu'na uğrayarak rüzgârı
arkadan almak suretiyle Danga Kalesi'ne geldik.

Darıca: İstanbul'dan 80 mildir. Deniz kıyısında yalgın kaya üzerinde, kare şekilli, büyük
bir yapıdır. Taş, çetin bir kaledir. Limana bakan bir kapısı vardır. Dizdarı, neferleri yoktur.
Fakat iğinde 20 kadar kiremit örtülü evi vardır. Bir camisi varsa da çarşısı, pazarı,
hamamı yoktur.

Kostantinoğlu, Acem diyarında "Dârâgâ" yi yenerek Dârâ evlâtlarını burada bir mağara
iğinde rahiplerin hapsine verdi. Sonra bu kaleyi yaparak adına Dârâpeçe (264) koydu ki
Dârâ oğulları demektir (265). Bu kale 827 tarihinde (= 5 Aralık 1423 22 Kasım 1424)
Çelebi Sultan Mehmed Han tarafından fetholunmuştur. Hâkimi Kireççibaşı'dır. Evkafı
Subaşılıkktır. Gebze (266) Kazası'nın nahiyesidir. Aşağı varoşu 300 kadar kiremitli ev olup
bir camisi, bir hanı, bir hamamı, küçük çarşısı vardır. Gayet güzel liman olduğundan
Gebze şehrinin iskelesidir. Gebze bunun kuzeyinde, dağlar üzerinde, bir saat kadar
mesafede, Bağdat ve Erzurum yolu üzerindedir.

Bu kalede demir aldık. Rüzgâr olmadığından gemiciler kürek çekerek 20 mil mesafedeki
Dil iskelesi'ne getirdiler ki burada Konya, Halep, Şam, Mısır'a giden hacılar, tüccarlar,
ziyaretçiler at kayıklarına binip bir mil kadar karşı tarafta bulunan "Hersek Dili" ne
geçerler. Zira bir boğazdır. Doğu tarafı 80 mil sürer büyük bir körfezdir ki sonunda İzmit
şehri vardır. Bu Gebze (267) Dili İskelesi'nde 2 eski han, 2 ekmekçi dükkânı, 1 bozahane,
2 bakkal dükkânı ve 1 çeşme vardır ki üzerindeki tarihten Sultan Murad'ın Bostancı basısı
Mustafa Ağa'nın 1048 yılında (=15 Mayıs 1638 3 Mayıs 1639) yaptırdığı anlaşılıyor.

Buradan yine gemiye binip 3 mil kadar kürek çekerek sakin bir havada "içme Suyu"
durağına geldik. Bütün arkadaşlarla dışarı çıkarak deniz kıyısında çadır kurup zevk ve
safaya koyulduk.

Müshil İçme Suyu: Her yıl temmuzda, kiraz mevsiminde İstanbul'dan ve başka
şehirlerden buraya binlerce adam birikip çadır kurarlar. Bir saz ve eğlence, bir yiyip içme
olur ki kırk gün, kırk gece sürer, öyle tüfek, fişek eğlenceleri olur ki dillerle tarif olunmaz.
Hastalıklı olup iç hastalıklarına uğramış olanlar burada üç gün, üç gece içme Suyu'ndan
içerler. Allah'ın emriyle kimisi kusup sarı sarı, yeşil safra, kara halitalar çıkarırlar ki insan
pis kokusundan ölecek gibi olur. Bazıları da aşağısından türlü türlü hastalıkları çıkararak
sanki yeniden hayat bulur. Bazıları tesbih tanesi gibi durulmuş şeyler çıkarır. Kırk ellişer

www.atsizcilar.com  Sayfa 74 
 
 

boğum bağırsak gibi çıkılan çalılara sererler. Gelip gidenler temasa eder. Acayip hikmettir ki bazı
çıkıları yardıkta içinden binlerce kara başlı kurtlar, kelebek gibi haşerat çıkar.

Bu su, yalçın kayadan kaynayıp çıkar. Berrak, lâtif bir su ise de tuzludur.

(264) Metinde Dârâ ise de "Dârâ oğlu" diye tercüme ettiğine göre Dârâpece" olması lâzım.

(265) Bu hikâye 'in Dârâ ile .savaşından bozmadır.

(266) Metinde: Gibüze

(267) Burada: Geğbüze.

İçme Suyu'nun şartları: İçen kimse önce üç gün asla tuzlu ve canlı (yani et) yemeyip
perhiz eder. Dördüncü gün sabah ve aksanım birer fincan su içer ama kendisini sıcak
tutar, üç gün böyle devam eder. Sonra üç gün daha üç nöbet sudan içip kaynamış tuzsuz
piliç suyu içer. On beş gün sürgün olduktan sonra yukardan da, aşağıdan da faydalar
görür. Limon suyu, ekşi çorba içerek sürgününü keser. Nice faydalar görür. Sonra
buradan gemilere binip karşıdaki Yalova ılıcalarına giderek orada hamamlara girer. Bütün
vücudu sağlam ve tenasüplü uzuv sahibi olur. Bu su işte böyle hassalı bir içme suyudur.

Buradan bir gemiye binip kürek çekerek yarım saatte ine Hacı Köyü'ne vardık. Bu köy
deniz kıyısında 1 mescitli, 60 evli bir Müslüman köyüdür. Bir değirmeni var. Buradan yine
S saat kürek çekerek Zeytinburnu Köyü'ne geldik.

Zeytinburnu Köyü: İzmit'te bir iskeledir. İçinde hiçbir imaret yoktur. Yeniçeri Ağaları'na
mahsus gemiler burada yüklenir. Dağlarında mamur köyler vardır. Buradan uygun
rüzgârla körfezin iki tarafındaki mamureleri temaşa ederek S saatte İzmit Kalesi'ne
yetiştik.

İzmit Kalesi: Yunanlılar'ın Aleksandra dedikleri İskender ki asıl adı İskender-i Yûnânî'dir,
Peygamber'den 882 yıl önce bu İzmit şehrinde dünyaya gelmiştir. Ama Filkos oğlu
İskender, Rumeli'de, Kavala'da doğmuştur. Yunanlılar'ın sözüne göre bu dünyaya 4
İskender gelmiştir. Ama bu İzmit'te doğan İskender yüce bir padişah olup İzmit'i imar
ederek metin bir kale yapmıştır ki İstanbul'a benzermiş. Hâlâ yapısının eserleri, burçları,
kuleleri bellidir. Yunan tarihlerinde İzmit şehrine "İskender Makedonya" deler, İskender
Temmuz ayında İstanbul karşısındaki Çamlıca dağlarında yaylanırdı. Şimdiki Üsküdar bile
İskender'den bozma bir kelimedir.

İskender, İzmit'in doğu tarafındaki Sapanca Gölü'nü yararak İzmit Körfezi'ne akıtmıştır.
Sakarya Irmağı ile Karadeniz ve İzmit Körfezi arasındaki Kocaeli ve İzmit bir ada gibi
kalmış imiş.

Sonra İstanbul tekfuru bulunan Kostantin (268), Sapanca halicini kapatıp İzmit'i adalıktan
kurtarmıştır. Ama Osmanlı Hanedanı yine dilek edinse Sapanca Gölü, İzmit Körfezi'ne
akarak bir kantar odun 5 akçaya, bir tahta (269) 2 akçaya olur ve bütün İzmit gemileri tâ
Düzce Pazar'a yanaşıp orası ticaret iskelesi haline gelir.

Bu İzmit Kalesi, İstanbul Rumları'nın elinde iken 731 (= 15 Ekim 1330 3 Ekim 1331)
yılında (270) Orhan Gazi zamanında fethedilmiştir. Fethinde güçlük çekildiğinden alındıktan
sonra kalesi yer yer yıktırılmıştır. Bundan maksat Kâfirîer'in isteğini kesmek, onları bir
daha bu kaleyi almak hevesine düşürmemektir. Hâlâ yıkıntı kalıntısı olarak deniz kıyısında
dört köşe, bir kapılı büyük bir kulesi var. İçinde Dizdar ve neferleri varsa da içi gemi alayı
(271) ve kerestelerle doludur.

www.atsizcilar.com  Sayfa 75 
 
 

Orhan, bu kaleyi fethetmek için önce "Koca Beğ" i serdar ederek "iznimdir, var git"
buyurmuş, işte "izmit" de "iznim, git" ten bozmadır derler. Bazıları da "azma, git" veya "ezme
git" derler.

(268) Metinde "Kştntş" şeklindedir. Bunun "Kstntn" yani Kostantin'den bozma bir imlâ yanlışı olacağını sanıyorum.

(269) Metinde "tahta" miktarı gösterilmemiştir.

(270) Metinde hicrî tarih 831 olarak gösterilmiş ki yanlış olduğu bellidir.

(271) Gemi malzemesi demek istiyor

Fetihten sonra yine Koca Beğ serdar olarak Kalipo Vilâyetini fethederek adına Kocaeli
demiştir.

Fatih Sultan Mehmed, Anadolu Eyaletleri'ni yazdırdığı sırada İzmit'i de Anadolu'dan bir
sancak olarak yazdırmıştır.

Zamanımızda burası üç Tuğlu Vezirlere arpalık olarak ihsan olunurdu. Padişah tarafından
26.526 Hası Hümâyunu, 35 Zeameti, 187 Tımarı, Çeribaşısı, Alaybeğisi vardır. 350
akçalık yüce bir kazadır. Kadılığı yılda 5000 kuruş olur. Paşalığı yılda 20.000 kuruşa varır
mamur ve büyük bir şehirdir, iskelesi büyük bir ticaret limanıdır. Zengin tüccarları vardır.

Bir Yeniçeri Serdarı, bir Sipahi Kethüdası, bir Müftüsü, bir Nakîbüleşrafı vardır. Çoğu
kereste tüccarlarıdır ki türlü türlü ipek elbiseler giyerler. Muhteşem Yeniçeri oturma
yerleri, Korucuları (272) vardır. Bu şehrin evleri 3500 tane olup mükellef, süslü, tabaka
tabaka, bağlı bahçeli, mamur, kırmızı kiremit örtülüdür. Mükellef saraylarının en düzgünü
Bağdat Fatihi Dördüncü Murad Han sarayıdır ki bağlı bahçeli büyük bir saraydır.
Anlatmakta dil kısır kalır. Hâlâ padişahlara mahsustur. Bahçe Ustası ve 200 kadar
Bostancı neferleri vardır.

Paşa Sarayı, Altıntopoğlu Evi, Serdar Solak Evi ile şehir 23 mahalledir. 3 mahallesi
Hıristiyan, 1 mahallesi Yahudi'dir.

23 tane camisi vardır. En eskisi çarşı içindeki Mahkeme Camisi'dir. Bir minareli, örtülü
güzel bir camidir. Bunu Süleyman Han'ın Veziri Pertev Paşa buraya 7 yıl hâkim olduğu
vakit yaptırmıştır. Bezenmiş, güzel bir camidir. Koca Mimar Sinan yapmıştır.

Bundan başka Mehmed Beğ Camisi, Alâaddin Beğ Camisi, Abdüsselâm Beğ Camisi de
Mimar Sinan'ın eserleridir.

Mescitleri de vardır. Dârülhadis ve dârülkurrâsı yoktur.

Hamamlarından Pertev Pasa Hamamı'nın güzel havası ve suyu, binası, iyi tellâkları vardır.

Rüstem Paşa Hamamı da, Pertev Paşa Hamamı da Koca Mimar Sinan'ın elinden çıkmadır.

Hanlarının en mükellefi Pertev Paşa Mihman Sarayı'dır. Gidip gelenler için 70 odası olan
kagir bir handır. Kubbesi tonoz ve kurşunludur.

Hanlardan başka iskele başında 200 kadar kereste ve başka mal mahzenleri vardır.
Çarşısında 1100 dükkân bulunur. 40 kadar da nakışlı kahvehaneleri vardır.

Bu şehrin kagir, kapalı çarşısı yoktur. Lâkin tüccar hanlarında bütün değerli şeyler
bulunur. Hünkâr Sarayı yakınında Tersanei Âmiresi vardır.

www.atsizcilar.com  Sayfa 76 
 
 

Şehrin bütün evleri yüksek bayırlar üzerinde olup pencereleri kıble tarafında denize
bakar. Sokakları baştanbaşa beyaz taş kaldırımla döşelidir. Evlerinin arkası dağlardır.
Dağların üstü bağlarla doludur. Suyunun ve havasının güzelliğinden halkı sıhhatli,
sağlamdır. Beyaz renklidirler.

(272) "Korucu", Yeniçeriler'de bir sınıf

Doğu tarafındaki dağlara "Ağaç Denizi" derler. İçinde adam kaybolur. Göğe yükselmiş
öyle ulu ağaçları vardır ki gölgesinde 10.000 koyun gölgelenir. Güneş tesir etmez uçsuz
bucaksız dağlardır. Bu uzayan dağ içinde türlü türlü tahtaları biçecek bıçkı değirmenleri
vardır ki su ile dönerler. Bu dağlarda 50 arşın uzunluğunda çapa direk keserler. Rumeli ve
Balvan direkleri meşhurdur.

İzmit Denizi'nin bittiği yerde, deniz kıyısında Tuzla'sı vardır ki gayet meşhurdur. Tuzu
gayet lezzetlidir. Tuz Emini vardır. Şehir içinde camilerde, çeşmelerde akan suyu hayat
suyundan nişan verir ki bu da meşhurdur. Beyaz kirazı, kızıl elması da meşhurdur.

Bu şehirde akrabamız Kuloğlu Mehmed Çelebi'nin evinde zevk ve safa edip nice ahbaplar
ve dostlarla müşerref olduk.

Oradan yine gemiye binip denizin karşı tarafında 3 mil mesafedeki "Baş İskele" ye geldik.
Oradan da yine gemiye binip 30 milde durak olan Dil iskelesi'ne geldim ki karşı
tarafındaki Gebze Dili, Üsküdar tarafındadır. Bu ise hakikatte Hersekoğlu tarafından
denizin içine girmiş bir di] gibidir.

Rivayet olunur ki Orhan Gazi çağında dünyayı dolaşan bir derviş buradaki gemicilere
gelip: "Oğullar! Beni karşı tarafa geçirin" der. Onlar da geçirmeyip giderler. O derviş
hemen eteğine toprak doldurur. "Biz karşıya Ulu Tanrı'nın emriyle böyle geçeriz" diye
eteğinden toprağı denize döktükçe deniz kara olur. Böylece geminin ardınca yürür, gider.
Gemiciler bu hali görünce: "Aman sultanım! Boğazı doldurup ekmeğimize engel olma.
İstanbul'dan İzmit'e gemiler geçmez olur. Lutfet, burası gemimize gerek" diye rica
ederler. O da 12.000 adım kadar denizde gidip doldurduktan sonra gemiye girer. Hâlâ
onun için Dil derler bir sivri kumsal burundur. Derviş Hazretleri de karşı yöne geçince
kerametlerini açığa vurduğu için ruhunu Tanrı'ya teslim eder. Gebze Dil iskelesi yakınında
"Dil Baba Dede" adı ite gömülüdür.

Bu Hersek Dili burnunda büyük bir han vardır. Gidip gelene açık olup herkes misafir
olarak karşı taraftan kayıkların gelmesini bekler. Burayı Fatih'in veziri Hersekoğlu Ahmed
Pasa yaptırdığından Hersek Dili derler. Böyle bir burundur. Sonra bu Dil'den yelken açıp
Kara Yalova Kalesi'ne vardık.

Kara Yalova Kalesi: Kale ve şehir tekfur yapısıdır. Buraları Osman Gazi'nin buyruğu ile
"Kara Yalavacoğlu" fethettiğinden "Kara Yalova" derler. Fethetmede güçlük çekildiğinden
kalesi yıkılmıştır. Lâkin temelleri görünmektedir.

Yıldırım Han zamanında Bursa Sancağı hükmünde yazılmıştır. 150 akçalık kazadır.
Yeniçeri Serdarı ve Subaşısı vardır. Şehrin bütünü 700 evdir. 7 camisi, 1 hamamı, 3 hanı,
40 50 dükkânı vardır. Fakat burası deniz kıyısında havası ağır, sıtma yuvası, yoğurtlu,
mamur bir kasabadır. Her türlü yemişleri güzeldir. Buradan arabalara binip kıble yönüne
5 saatte meşhur ılıcaya vardık. 200 den fazla çadır vardı. Biz de çadırımızı kurup sohbete
başladık.

Ilıcasının suyu çok sıcaktır. Soğuk su katılırsa mutedil olur. Gayet faydalı ılıcadır. Her yıl
kiraz mevsiminde bu dağlar, bu ılıcanın hatırı için birer safa yeri olur. Burada bir hafta
zevk ve safa ettikten sonra yine arabalara binip 5 saatte Samanlı Kalesi'ne vardık.

www.atsizcilar.com  Sayfa 77 
 
 

Samanlı Kalesi: Burası da Osman Gazi çağında "Samanlıoğlu" adındaki savaşçı tarafından
fethedildiğinden "Samanlı" derler. Tanrı emriyle samanı dahi çok olur. Deniz kıyısında
harap kalesi vardır. 150 evli, bağlı bahçeli mamur bir kasabadır. 1 camisi, 3 mescidi,
birkaç dükkânı vardır. Nahiyesi Yalova'dır. Bunun da havası ağırdır.

Buradan gemiye binerek 20 milde Heybeli Adası'na geldik. 10 mil çevresinde bağlı
bahçeli, hayat suyu kuyulu, alaca tavşanlı mamur bir adadır.

Oradan kürek çekerek 6 milde Burgaz (273) Adası'na, vardık. Burası İstanbul fethinde
Fatih'e itaat etmiştir. Kalesi deniz kıyısında, yalçın kayalar üstünde, kare şeklinde,
sağlam, küçük bir kaledir. Adanın çevresi 11 mildir. Mahsuldardır. Kalesi olduğu için
Türkçe Burgaz Adası yani Kale Adası derler. 300 kadar bağlı bahçeli, tatlı suyu olan
kuyulu evleri vardır. Bu da Bostancıbaşı hükmünde olup bir Yeniçeri Yasakçısı vardır.
Halkı Rum'dur. Mamur kiliseleri vardır. Keçisi, tavşanı gayet çoktur. Dağlarında bağlarının
hesabı yoktur. Halkı zengin reislerdir.

Oradan 16 milde "Kınalı Adası"na geldik. Bu adanın çevresi 8 mildir. Mamur adadır. 100
kadar evi. Dağlarında bağları var. Ekimi dahi olur. Bir manastır da vardır.

Oradan 10 mil gidip Kızıl Ada'ya (274) vardık. Bu da mamur bir adadır. Çevresi 20 mildir.
200 kadar Rum evleri vardır. Dağları kızıl olduğundan buna Kızıl Ada derler. Üsküdar'a
yakındır. Kilisesi, bağ ve bahçeleri, dört yanında balık dalyanları vardır.

İşte bunlar büyük, küçük 7 adadır. Hepsi Bostancıbaşı hükmünde olup Kapdan Paşa'nın
eyaletidir. Onun hasıdır. Yardımcılarından Subaşıları, birer Yeniçeri Yasakçıları vardır.

Bu 7 adacık İstanbul'a 18 mildir. İzmit Boğazı ile Yalova arasına dizilmiş adalardır. Ben bu
7 adanın arasında 7 gün gezip temaşa ettim (275). Nihayet dokuzuncu gün iyi bir havada
İstanbul'da "Odun Kayısı" na girdim. Babam ve anamla buluşup ellerini öperek İzmit
hediyelerinden takdim eyledim. Hayırdualarını aldım.

İstanbul'da biraz müddet zevk ve sefa ettikten" sonra babamın oğulluğu Ketenci Ömer
Pasa, Trabzon Valisi oldu. Babam da beni Ömer Paşa'nın kethüdası olmak üzere onunla
birlikte gönderdi.

(273) Metinde: "Boğaz".

(274) Evliya Çelebi'nin güneyden gelerek en sonra Kızıl Ada yani bugünkü adı ile Büyükada'yı gezmesi biraz gariptir.
Bu, rüzgâr ve akıntının tesiriyle olabileceği gibi notlarının karışık olmasından, bunları düzenlerken şaşırmasından da
olabilir.

(275) Kâtip Çelebi'nin sık sık kullandığı "dağ" kelimesinin "tepe" anlamına geldiği açıkça görülüyor. Bunun gibi yine çok
kullandığı "mil" kelimesinin bugünkü tam karşılığım bulmak güçtür. Eskiden de türlü "mir'ler vardı. Bir de "Osmanlı mili"
bulunuyordu. Bunların karşılığını herhalde matematikçiler bilir.

1050 Cemaziyelevvelinin 1'inde (= 19 Ağustos 1640) Batum ve Trabzon'a Doğru


Seyahatimiz

Bütün arkadaşlarla vedalaşıp Unkapanı'nda Trabzonlu Fırtıloğlu'nun karamürsel'ine (276)


binip lodosla 3 saatte "Yeniköy"e vardık. Bu şehrin peksimedi meşhur olduğu için 500
kantar peksimet ve azık, 10 sandal safra toprağı alıp yine lodos rüzgârıyla 7 saatte Kavak
Kalesi'ne eriştik. Burada bir gün durduktan sonra demir alarak güzel bir havada
Karadeniz Boğazı'ndan dışarı çıktık. Anadolu kıyılarını gözleyerek 3 mil gidip Irva
îskelesi'ne vardık.

www.atsizcilar.com  Sayfa 78 
 
 

Irva: Kocaeli Sancağı sınırında nahiye ve subaşılıktır. İskelesi başında 1 camisi, 1 hanı,
40 50 mahzeni, 100 tane bağlı bahçeli, kiremit döşeli evleri vardır. Kıblesi ve doğusu
bağlı bahçeli ormanlardır.

Buradan su alıp yine Anadolu kıyısını gözleyerek ve rüzgârsızlıktan kürek çekerek 36


milde Şile kasabasına vardık.

Şile: Burası Kocaeli toprağında kazadır. Paşa hasıdır. Yeniçeri Serdarı vardır. 600 kadar
mamur,, kiremitli, güzel evlerle süslüdür. Her evi bağlı bahçelidir, iskele başında kiremitli
ve minareli bir camisi vardır.

Kefken: Oradan Ketken kasabasına vardık. Bunun da hamamı, hanı, dükkânları vardır.
Fakat o kadar mamur bir kasaba değildir. Kocaeli'nin iskelesidir.

Kerpe: Buradan 100 mil gidip Kerpe Adası'na vardık (277). Burası bir adacıktır. Şehir ve ev
yoktur. Kocaeli toprağına yakın bir adacıktır. Yine Kocaeli'nde Kandıra (278) kasabası
vardır. Burası adadan 4 saat uzaklıktadır. Dağları bağlı bahçelidir. Camisi, hanı, hamamı,
küçük çarşısı olan mamur bir kasabadır. Buradan ilerleyerek Sakarya ırmağının
Karadeniz'e karıştığı yerden geçtik. Sakarya ırmağı, Kütahya dağlarından çıkarak İzmit'e
bağlı Geyve vesair kasabalardan geçip bu Kerpe yakınında Karadeniz'e dökülür.

Akçaşar: Buradan muhalif rüzgârla Akçaşar'a (279) geldik. Burası voyvodalıktır. 150
akçalık kazadır. Yeniçeri Serdarı vardır. Eski zamanda havası güzel büyük bir şehirmiş.
Ahmed Han zamanında âsi Kazak Kâfirleri (280) hücum ederek yakmışlardır. Şimdi 600
tane bağlı bahçeli Türk evlerinden mürekkeptir.

Çarşısının içinde kiremitli ve eşsiz bir mezkiti vardır. Bu memlekette "mescit"e "mezkit"
derler.

(276) Bir nevi gemi.

(277) Burada Evliya Çelebi'nin bir yanılması var. "Kerpe", "Kefken"den batıdadır. Evliya Çelebi ise Kefken'den 100 mil
doğuya gittikten sonra Kerpe'ye vardıklarım söylüyor. 100 mil bir istinsah yanlışı olsa bile Kerpe'yi Kefken'in doğusunda
göstermek büyük bir dalgınlıktır.

(278) Metinde: "Kandıriye".

(279) Osmanlı Devleti'nin son çağında bu şehirin adı "Akçaşehir"di. Cumhuriyet çağında "Akçakoca" oldu.

(280) Bu Kazaklar, Ukraynalıların bir bölümü olup kendilerine "Kazaçi" diyen ve Lehlilerce Kozak denilip damarlarında
pek çok Türk kanı bulunan İslav Kazaklar olup Hazar'dan Altay'a kadar uzanan geniş bölgedeki bizim Türk Kazakları ile
ilgileri yoktur.

Başka mescitleri ve 40 tane dükkânı vardır. Kapalı çarşısı yoktur. 1 hamamı, 3 hanı
vardır. Eskiden hanların biri kurşunla örtülü büyük bir hanmış.

Şimdi kasaba o kadar mamur ve güzel değildir. Bolu şehrinin iskelesidir. Deniz kıyısında
70 tane mahzen vardır ki kereste ve çam tahtalarıyla doludur. Bu şehrin kıblesi ve
doğusu dağlardır. O yüzden havası sağlamdır.

Ereğli: Buradan Karadeniz Ereğlisi'ne vardık. Buradaki Çoban Kulesi yalgın kaya üzerinde
güzel bir kaledir. Ama Dizdarı ve neferleri yoktur. Kale yakınında yapanın beyaz taştan
bir resmi (281) vardır ki sanki canlıdır.

Oradan Filyos, Tufadar, Bartın ırmaklarını geçtik.

Bartın ırmağı büyük bir ırmaktır. Bartın dağlarından çıkar. Mısır gemileri yüklenip giderler.

www.atsizcilar.com  Sayfa 79 
 
 

Bartın: Bartın Kalesi, Ceneviz yapısıdır. 18 mil içeri bir körfezin nihayetindedir. Bartın'dan
18 mil kuzeye giderek Amasra'ya vardık.

Amasra Kalesi'ni Rum Kayseri yaptırmıştır, önce, Kastamonu hâkimi olan


Dânişmendliler'e, sonra Osmanlılar'a geçmiştir. Bolu Sancağı'nda Voyvodalıktır. Kalesi
deniz kıyısında, yüksek bir sırta dayanmış, uzunlamasına dörtken şeklinde, metin ve sarp
bir hisardır. Ruslar (282) bu kaleye birkaç kere saldırmışlarsa da başaramayıp
dönmüşlerdir. Hendeği yoktur. Dizdar'ı, neferleri, 150 akçalık Kadısı, Yeniçeri Serdarı
vardır. Kalenin içinde cami ve mescit dahi vardır. Başka imaretleri yoktur. Mükellef çarşısı
vardır. Sinop Kalesi, Amasra'nın doğu yönündedir. İkisinin arası karadan 5 konaktır.
Denizden 100 mildir.

Amasra, Karadeniz Ereğlisi'nin doğusundadır. İkisinin arası karadan 4 konak, denizden 50


mildir.

Bu şehrin bağ ve bahçesi, türlü meyveleri, yakışıklı erkek ve kızları herkesçe övülür.
Şehrin biri doğuda, biri batıda iki büyük limanı vardır ki sekiz rüzgârdan emindir. En güzel
sığınma limanıdır. Doğudaki limanın bulunduğu yerde suyu ve yapısı güzel bir hamam
vardır, iskele başında da mahzenleri vardır.

Oradan, Bolu ile Kastamonu Sancağı arasında sınır olan Kuyu Irmağî'm geçtik.

İnebolu: Buradan Kedüz Limanı'na varıncaya kadar 40 mildir. Oradan Ketence


Limanı'ndan Ketçe Burnu'nu (283) geçtik ki Sinop gibi ince bir burundur, 7 mildir.
Kayalarında ibretle bakılacak yazılar yazılmıştır. İnebolu'ya geldik. İnebolu Kalesi Ceneviz
yapısıdır. Dânişmendliler'den Osmanlılar'a geçmiştir. Kastamonu toprağında Subaşılıktır.
150 akçahk kazadır. Yeniçeri Serdarı, Kale Dizdarı, Neferleri vardır. Kalesi deniz kıyısında
beşken şeklinde sağlam bir yapıdır ki dillerle tarif olunmaz. Burası Kastamonu'nun
iskelesidir. Kastamonu'ya iki durak uzaklıktadır. Limanı yoktur. Açıktır.

Oradan kalktık. Hava elverişsiz olduğu için kürek çekerek yol aldık. Gemicilerle çok
rahatsız olduk. Sinop Burnu görünmeye başladı. Son durak olan Şatır Köyü önünde demir
attık. Yolcular karaya çıktılar. Burası deniz kıyısında, kasaba gibi mamur bir köydür.
Kastamonu toprağındadır. Dağları balkan ve ormanlı olduğundan kerestesi çoktur. Burada
büyük gemiler yapılır. Halkı hep marangozdur.

(281) "Heykeli" demek istiyor.

(282) Rus Kazakları demek istiyor.

(283) Evliya Çelebi'nin bahsettiği "Kerçe Burnu" büyük bir ihtimalle bugünkü "Kerempe Burnundur ki Cide ile İnebolu
arasındaki mesafenin ortasındadır.

Oradan kuzeye yine kıyıdan 60 mil giderek İstefan Köyü'ne geldik. Burası deniz kıyısında
bağlı bahçeli, Kastamonu hükmünde, kasaba gibi büyük bir köydür. Bütün evlerinde
kiremit yerine kayağan (284) taşı örtülüdür. Oradan ilerleyerek Sinop Kalesi'ne vardık.

Sinop: Hicretin 92 yılında (= 29 Ekim 710 - 18 Ekim 711) Emevîler'den Süleyman bin
Abdülmelik (285) devrinde Ömer bin Abdül'aziz İstanbul'u kuşatarak alamadan döndüğü
gibi burayı da kuşatarak alamadı (286). Sonraları burasını Kastamonu hâkimi "Ula Beğ
(287) fethetmiştir.

798 yılında (= 6 Kasım 1393 - 26 Ekim 1394) Yıldırım Bayazıd Han tarafından kuşatılarak
gayet sarp ve sağlam kale olduğundan ancak üçüncü kuşatma ile fethedilebilmiştir.

www.atsizcilar.com  Sayfa 80 
 
 

Kastamonu Eyaleti'nde imtiyazlı bir zeamettir. Dizdar'ı, Serdar'ı, Kale Neferleri, 300 akça
payesiyle Kadı'sı, Nakîbüleşraf'ı, Müftü'sü, ileri gelenleri vardır. Halkının çoğu tüccar ve
doğramacıdır. Deniz ve kara ticareti yaparlar. Bir takımı avam, bir takımı da bilginler ve
şeyhlerdir.

Halkının çoğu çuka ferâce (288) ve hil'at giyer, ilim erbabı bu şehri 17'nci iklimde
bulmuşlardır. Kıble ve doğu tarafı dağ ve baştanbaşa bağdır.

Kastamonu doğu tarafından üç günlük yoldur. Bu şehir Karadeniz'in Anadolu kıyısında


"Sinap Burnu" (289) diye tanınan bir burundadır ki Karadeniz'in batısında ve Rumeli
tarafında bu Sinap Burnu'na karşılık "Gülfezû Sultan Kayaları" (daha aşağıda "Kilgrad"
diye geçiyor) vardır. Sinap ile Gülfezâ Burnu arası sanki bir boğazdır. Sinop'un İstanbul
ve Trabzon tarafları geniş denizlerdir. Sinop, İstanbul'dan 500 mildir. Samsun'la arası 4
duraktır.

Sinop Kalesi yüksek bir sırt üzerinde üç kat büyük bir rıhtımdır. Rum Kayserinin oğlu
"Sinobe" adlı kiralın yapısıdır. Gayet sağlam bir taş kaledir. Çevresi 6100 burçludur. Kum
Kapısı, Meydan Kapısı, Tersane Kapısı, Yenice Kapı, Tabahane Kapısı ve iç hisarların
Lonca Kapısı her tarafı görür. Uğru Kapı ve aşağı kalede Deniz Kapısı vardır. Bu kapıların
hepsi ikişer kanatlı demir kapılardır. Hepsi çok sağlamdır.

Dizdarı kaleden bir top menzili uzak giderse öldürülmesi için şehirlilerin elinde Padişah
yazısı vardır. Bundan dolayı Dizdar kaleden bir adım ayrılamaz.

(284) Bu kelime "kayağın" şeklinde de okunabilir.

(285) Metinde Abdülhak.

(286) Süleyman bin Abdülmelik tarafından İstanbul'u kuşatmaya gönderilen, Ömer bin Abdül'aziz olmayıp Süleyman
bin Abdülmelik'in kardeşi Mesleme'dir. Bu kumandan Sinob'a gelmemiştir.

(287) "Ulu Beğ" diyerek Evliye Çelebi'nin kimi kasdettiği belli değildir. Belki Yavlak Arslan'dır.

(288) "Ferace" aslında bir kadın giyimi ise de erkeklerde de geniş binişlere ferace denilmiştir. Biniş bugünkü pardesü
veya paltoya benzeyen bir dış elbisedir.

(289) Sinoplular bugün bile kendi şehirlerine "Sinap" diyorlar.

Sultan Ahmed Han çağında bu kaleyi Kazaklar geceleyin basıp merdivenlerle çıkarak
aldılar. Büyükvezir Nasuh Paşa, kalenin Kâfir tarafından alındığını Padişaha haber
vermediği için idam olundu (290).

Sonra kale kurtarıldı. Aşağı kaleye de 50 kul koyarak birçok kantar barutla küçük, büyük
1000 top hazır ettiler. O zamandan beri her gece ikişer yüz kişi Bölükbaşıları ve
Çavuşlarıyla sabaha kadar gözcü olarak davul ve borudan sonra:

Kal'a-i tende nöbetçisi çalar nâleleri,

Çağırır burc-i bedenden gönül: Allah yekdir (290).

diye bağırırlar.

Böylelikle her gece savaşa hazır dururlar. Kaç kere Kâfirler kuşattığı halde topu birden
kılıçtan geçirilip öldürüldü. Tanrı'ya şükür, Dördüncü Murad çağından beri gelmediler.

Şehir bu kalenin dış ve içinde 24 mahalledir. Hıristiyan mahalleleri deniz kıyısında olup
1100 kadar haraç verici Kâfirlerdir. Bunlardan 100 kadarı kalenin tamiri için her şeyden

www.atsizcilar.com  Sayfa 81 
 
 

bağışlanmıştır. Şehrin bütünü 1060 kadar kat kat binalarda oturan eski hanedanlardır.
Evleri batıya, denize bakar.

Eski mâbedleri kaledeki Sultan Alûaddin Camii'dir. Kurşun kubbeli, bir minareli camidir.
Uzunluğu 100 adımdır. Güzel bir bahçesi vardır ki örneği hiçbir yerde yoktur. Mihrabı ve
müezzin mahfili sanatkâranedir. Caminin minberi de okadar sanatkâranedir ki övmede
Melekler bile âcizdir.

Öteki camileri şunlardır:

Süleymaniye Camisi: iç Hîsar'da bir minareli ve kiremitli bir camidir.

Yeni Cami: Meydan Kapısı'ndadır.

Ayasofya Camisi: Bu da kiremitli eski bir mâbeddir.

Kefeli Camisi: Meydan Kapısı'ndan dışarıdadır.

Mehmed Ağa Camisi: Kale yazısındadır. Bu da kiremitlidir. Biçimli bir minaresi var.

Şehrin güney tarafında Boztepe Dağı adıyla meşhur yüksek bir dağ vardır. Açık havada
karşıda, Rumeli'deki Kilgrad Dağları (yukarıda Gülfezâ diye geçmişti) görünür. Bu
Boztepe'de tilki, çakal, zerduva, ayı gayet çok olur.

Bu şehri üç gün gezip görerek yine gemilere bindik. "Fındıcak Ağzı" adlı yere geldik.
Burada mamur köyler vardır. Ahalisi hep gemici ve marangozdur, iyi gemiler yaparlar.

Oradan giderek Kızılırmak durağına vardık. Burası Kastamonu Sancağı'nın sınırıdır.


Dağlarında mamur köyler vardır. Kızılırmak denen büyük ırmak burada denize karışır. Bu
ırmak Ankara (292) Sancağı içindeki dağlardan çıkıp Çesnigir Köprüsü'nden, Osmancık
Kalesi'nden geçip Hacı Hasan ve Tosya yakınından akarak burada denize kızıl kan gibi
dökülür. Onun için Kızılırmak derler. Eski adı "Halis" tir.

(290) Kazak baskımı 1614 Ağustosunda olmuş ve Büyükvezir 17 Ekim 1614'te idam edilmiştir.

(291) Mânâsı: Ten kalesinde, nöbetçisi iniltileri çalar ve beden burcundan gönül "Allah birdir" diye çağırır.

(292) Metinde: "Engüri" şeklinde geçiyor.

Bafra: Oradan kalkarak Bafra'ya geldik. Canik Sancağı içinde Subaşılıktır. 150 akçalı
mamur ve köyleri olan bir kazadır. Bağlıca Serdarı vardır. Samsun'un güneybatısında ve
bir konak uzaklıktadır. Karadeniz'le Bafra'nın arası iki fersahtır.

Kızılırmak suyu "Gönenâbâd" nahiyesinden beri gelip Bafra'nın batı tarafından geçer.
Bafra yakınında bu ırmağın üzerine çam direkleriyle büyük bir köprü yapılmıştır ki
eleğimsağma gibi ibretle bakılacak bir köprüdür. Bafra'nın 2 camisi, 2 hamamı, küçük bir
çarşısı vardır. Evleri hep ahşaptır. Oradan Samsun'a vardık.

Samsun: Samsun Kalesi'ni Rum Kayserinin oğlu Harıkıliye yapmıştır. Sonra Selçuklu
Sultan Alâaddin fethederek ülkesine katmıştır. Sonra Yıldırım Bayazıd Han'ın eline girdi.

Canik toprağında Voyvodalıktır. Emanettir. 150 akçalı kazadır. Yeniçeri Serdarı,


Kethüdası, Kale Dizdarı ve neferleri vardır. Fakat Müftüsü ve Nakîbüleşrafı yoktur. Şehrin
ileri gelenleri ve eşrafı ise çoktur. Halkı hep gemici ve kendircidir. Avamı yoktur. Fakat
bilginleri çoktur. Herkes kudretine göre ak, gök fakat temiz elbise giyer.

www.atsizcilar.com  Sayfa 82 
 
 

Şehir, Sinop'un güney tarafına düşer. Kalesi deniz kıyısında sağlam bir taş yapıdır. Eğri
Fatihi zamanında Ruslar (293) bu kaleyi istilâ edip bazı yerlerini yıkmış ise de sonra yine
onarılarak Müstevfî, Dizdar ve Neferler konmuştur. 70 kulesi vardır.

Amasya'nın önünden akan "Çarşamba Pazarı Suyu", Samsun'un doğu tarafında denize
karışır. Geçit vermez büyük bir sudur, önce Tokad'a uğrar. Sonra Amasya önünden
geçerek daha birçok şehirleri sular. Samsun dibinde Karadeniz'e katılır.

Samsun'un suyu lezzetlidir. Evleri kiremitli, bağlı bahçelidir. Medrese, imaret, dârülhadis
gibi şeyleri yoktur. 7 tane sibyan mektebi vardır. Limanı yoktur. Açık yerdir ama yine
demir atılabilir.

Dağlarında yaban üzümü, nar rengi turşu armudu (294) meşhurdur. Nice bin fıçılarla
İstanbul'a getirilir. Gemi palamarları için kendir ipleri ise bütün dünyaya buradan gidecek
kadar çoktur.

Şehir, körfez tarafında kurulmuştur. Güney tarafındaki dağ, kıyıya bitişiktir. Buradan
arkadaşlarımızla gemiye binip Ünye'ye geldik.

Ünye: Ünye Kalesi'ni eski zamanda Trabzon Tekfürü Ünyes adlı kıral yapmıştır.
Selçuklular'dan Keykubad fethetmiştir. Sonra Umur Han eliyle Osmanlılar tarafından
zaptedilmiştir. Canik Sancağı toprağında Voyvodalıktır. 100 akçalık kazadır. Başkaca
Yeniçeri Serdarı, Kale Dizdarı, neferleri vardır. Müftüsü, Nakîbi yok. Kalesi deniz kıyısında,
kare şeklinde kagir bir yapıdır. Oradan yine arkadaşlarımızla gemiye binip uygun hava ile
kuzey yönüne giderek Fatsa (295) kasabasına vardık.

Fatsa: Fatsa, deniz kıyısında 300 evli, 1 camili, han ve hamamlı, küçük çarşılı, Canik
Sancağı toprağında zeamettir. Bağ ve bahçesi, türlü yemişleri var. Halkının çoğu
Rum'dur. Buradan kalkarak İstefani Burnu denen yere geldik.

(293) Ukrayna Kazakları demek istiyor.

(294) Metinde: "Armut turşusu".

(295) Evliya Celebi bu kasabayı "Faça" diye yazıyor.

İstefani Burnu: İstefani Burnu denize doğru 10 mil çıkmış sivri bir burundur. Dağlarında
mamur Rum köyleri vardır. Bunlar da Canik toprağında mahsuldar köylerdir. Bu burunu
geçip kuzeyden Vona Kalesi'ne geldik.

Vona Kalesi: Vona Kalesi, Ceneviz Firenkleri'nin yapısıdır. Sonra Azerbaycan hükümdarı
Uzun Hasan; Gümüşhane, Bayburt, Ducanha kalelerini fethederken bu Vona Kalesi'ni de
almıştır. Sonra da Fatih zamanında Osmanlılar'a geçmiştir. Canik Sancağı hükmünde
Subaşılıktır. Kalesi deniz kıyısında yuvarlak, eski bir kaledir. Dizdar ve neferleri vardır.
Ama cebehanesi o kadar iyi değildir.

Serdarı, 150 akçalı kadısı vardır. O kadar ileri gelenleri yoktur. Camileri, hamamı, hanı,
küçük çarşısı vardır. Halkının çoğu Rum ve Vona (296) Türkleri'dir. Burası güzel, demir
tutar büyük bir limandır. Gemilerin demir bırakmadan yatması mümkündür. Pupa yelken,
güzel bir havada, bir günde Giresun'a vardık.

Giresun: Giresun Kalesi, İstanbul Kostantini tarafından yapılmıştır. Sonra Uzun Hasan
Sultan'ın eline girmişse de yine Ceneviz Firengi istilâ etmiştir. Sonra Fatih zamanında
Musahip Mahmud Paşa eliyle zaptedilmiştir. Fatih, kale fethedilirken Mahmud Paşa'ya "bu
gece kale altına giresün" diye ferman edince kaleye, meterise girip fetheylediği için
"Giresun" denmiştir. 17'nci iklimdendir.

www.atsizcilar.com  Sayfa 83 
 
 

Trabzon Eyaleti'nin sınır başında Paşa hasıdır. Hâkimi Müsellemdir. 300 akça payesiyle
kazadır. Yeniçeri Ocağı'ndan Serdarı, Kale Dizdarı, neferleri, Gümrük Emini, Müftüsü,
Nakîbi vardır.

Deniz kıyısında Canik ile Trabzon arasındadır. Trabzon, Giresun'un doğusuna düşer.
Burası Ceneviz Firengi'nin elinde iken mamur ve büyük bir şehirmîş. Hâlâ o zaman
binalarının eserleri görünüyor. Lâkin şimdi Giresun o kadar büyük şehir değildir.

Çarşı içinde camileri, mescitleri, han, hamam, çarşı ve pazarları vardır. Kalesi deniz
kıyısındadır. Bağ ve bahçelerinde yemişleri çoktur. Limanı iyi demir tutar. Lâkin batı
rüzgârında biraz elverişsiz olur. Limanın batı yönünde bir küçük adası var. Kaç kere Rus
Kazakları o adanın ardına şaykalarını saklayıp karadan asker dökerek bu şehirden çok
mal almış, şehri yakmıştır. Çünkü kalesi şehri koruyamaz. Bu şehir Trabzon Eyaleti'ne
tâbidir. Fakat halk denizden bıkmış olduğu için Trabzon'a karadan giderler.

Buradan kalkarak Yarpulum Kalesi'ne, oradan Zümre Burnu'na, oradan Görele'ye geldik.
Kalesi deniz kıyısında, Ceneviz yapısı küçük bir kaledir. Oradan kalkıp Popoli durağına
vardık. Büyük bir körfezdedir. Yer yer harap kaleleri vardır. Buradan da Kelye Kalesi'ne
vardık. Buradan Poruz Burnu Kalesi'ne, oradan Akçaâbâd Kalesi'ne geldik. Oradan da
Polatane'ye (297) vardık. Trabzon hükmünde nahiye ve Subaşılıktır. Etrafında 100 kadar
mamur köyler olduğundan bu vadide haftada bir pazar kurulur.

(296) Metinde "Dona". Eski harflerle yazıldığı zaman ikâ kelime çok benzer.

(297) Evliya Çelebi "Polta " diye yazıyor.

Bu mamur şehir, Trabzon'da Hatuniye adı ile tanınan, Birinci Selim Han'ın annesinin
hayratının evkafıdır. Mütevelli Subaşısı hükmeder. Burada büyük bir liman vardır ki
Karadeniz gemicileri arasında Polatane Limanı demekle meşhurdur. Sekiz rüzgârdan
emin, demir tutar, güzel bir limandır. Oradan ileri giderek Kalatimani Deresi'ne vardık. Bu
dere Trabzon dağlarından çıkarak Polatane Limanı yanında Karadeniz'e karışır. Oradan
giderek "Sere Deresi" adlı yere vardık. Buralarda mamur köyler var. Ahalisi kayıklarla
Trabzon'a gidip gelirler. Ahali Rum ve islâmdan mürekkeptir.

Trabzon Şehri

Şehri ilk kuran, Büyük İskender çağında bir kıralmış. Sonra, Azerbaycan hâkimi Sultan
Uzun Hasan bu şehri Cenevizlilerden alıp adına "Tarab-i Zen" (298) dediler. Çünkü o
zaman şehrin hâkimi zevk ehli bir kadındı. Sonra, Temür hâdisesinde Sultan Uzun Hasan,
Maveraünnehir'e doğru Temür'ü karşılamaya gidince İstanbul Tekfuru Rum Kostantin
fırsat bularak buraları istilâ etti (299). Sonra 878 yılında (=29 Mayıs 1473 - 17 Mayıs
1474) Fatih Mehmed Han İstanbul'dan donanma ile Trabzon'a gelip kalabalık askerle
Canha yollarından uzun Hasan'ın üzerine yürüdü. Tercan Ovası'nda Sultan Hasan'ın
40.000 kadar askerini kılıçtan geçirdi. Sultan Hasan da bozgunla Azerbaycan Kalesi'ne
kaçtı. Osmanlllar'da Sultan Birinci Murad'ın Kosova savaşıyla bu savaştan büyük savaş
olmamıştır.

Bu savaştan 13 yıl önce Fatih büyük bir ordu ile karadan ve denizden Trabzon'u kuşatıp
865 tarihinde (= 17 Ekim 1460 - 5 Ekim 1461) ve 70 gün kuşatmadan sonra Rumlar'ın
elinden aldı. Suyunun ve havasının güzelliğinden hoşlanarak adına "Tarab efzûn" (300)
dedi. Doğrusu burası yiyip içme yeridir. Bir adı "Aşağı Batum Şehri" dir. Bazıları "Tarab
efsun (301) derler ama avam "Turabuzan" der.

Fetihten sonra Mehmed Han burayı taht edinip para kestirdi. Hutbe okuttu, üç yıl bu
şehirde oturup kuzey tarafında olan Gürcistan, Megrilistan, Abazistan'ı itaate alıp Şehzade
Bayazıd Han'ı Trabzon'a hâkim nasbederek kendisi İstanbul'a gitti.

www.atsizcilar.com  Sayfa 84 
 
 

Sonra Bayazıdı Velî müstakil Padişah olunca oğlu Selim'i yerine Trabzon hâkimi tayin etti.
Sultan Bayazıd merhum olunca Birinci Selim müstakil Padişah oldu. Önce Acemistan'da
Şah ismail ile Çaldıran savaşını yapmıştır ki dünyaca meşhurdur (302). Sonra Mısır
savaşına ve fethine gitmiştir ki ayrıca tarihtir. Şehzade Süleyman da Trabzon'da doğup
yine orada hâkim oldu. Bu Trabzon Osmanlı Hanedanından dört Padişaha taht yeri olmuş
eski bir şehirdir. Süleyman Han 926 yılında Padişah olarak (303) annesini Trabzon'a
gönderip bu şehri yazdırmış ve Batum Sancağı'nı da ekleyerek bir eyalet haline
getirmiştir, iki Tuğlu Beğlerbeğilik'tir. Dördüncü Murat ve İbrahim Han çağlarında birçok
tuğlu vezirlere arpalık olarak ihsan olundu. Paşasının, Padişah tarafından Süleyman Han
kanunu üzere 30.000 akçalık hası vardır.

(298) Farsça ile "kadın neşesi" demek olur.

(299) Burada Evliya Çelebi yine büyük bir tarih yanlışlığı yapıyor. Temür, Uzun Hasan'dan 50-60 yıl öncedir.

(300) Farsça olarak "eğlencesi fazla" mânâsına gelir.

(301) Bu da zorlama Farsça ile "zevk füsunu" demekolur.

(302) Çaldıran yerine metinde "Çıldır" geçiyor. İstinsah yanlışı da olabilir.

(303) Kanunî'nin tahta geçişi: 17 Şevval 926 = 30 Eylül 1520.

Sancağında 11 Subaşısı vardır. Adalet üzere yıllık 19.000 kuruşluk geliri var. Kanun
sınırını geçerek alınsa yıllık 30.000 kuruş tutar.

Eyalet 5 sancaktır: Canha, Aşağı Batum, Yukarı Batum, Gönye, Trabzon. Paşa,
Trabzon'da oturur.

Kanun üzere Tımar Defterdarı, Defter Kethüdası, Defter Emini, Çavuşlar Kethüdası,
Çavuşlar Emini vardır.

İki Batum Sancağı Defterdarı'nın tımarlan hasa 40.299 dur.

Trabzon Sancağı'nda 43 zeamet, 226 tımar; Batum Sancağı'nda 13 zeamet, 72 tımar


vardır. Trabzon'da bütün olarak 454 Tımarlı vardır. Kanun üzere Cebelileri ile 1800
askerdir. Paşasının Cebelileri 1000 yiğit olur.

Alaybeğisi, Çeribaşısı, Yüzbaşılarıyla tamamı 3000 silâhlı asker olur. Seferde bütün bu
asker silâhlı olarak Paşa Sancağı ve Alaybeğisi'nin Bayrağı altında toplanır. Mamur köyleri
vardır. Gelmeyen askerin zeameti başkasına tevcih olunur.

Trabzon Camileri

Ortahisar Camisi: Eskiden Ortahisar'da gayet süslü bir kilise varmış. Fetih sırasında Fatih
Hazretleri tarafından camiye çevrilmiştir. İçi ışıkla doludur. Mihrabı ve minberi eski
usuldür. Doğu tarafına bitişik Hünkâr Mahfili vardır. Ahşap yerleri servi, ceviz, şimşirden
yapılmıştır. Güzel bir minaresi vardır. Dışarı bahçesinin dört tarafında medrese odaları
var. işte bu cami ile Kaledeki Yeni Cami'den başka öteki camiler sûrun arşındadırlar ki
Trabzon'un batı tarafına düşerler.

Orta Kale Camisi: Gayet süslü, mamur, bir minareli şirin bir camidir.

Hatuniye Camisi: Batı tarafındadır. Bunu Kanunî Sultan Süleyman'ın annesi yaptırmıştır.
Aydınlık bir camidir. Kuvvetli vakfı vardır. Hattâ Polatane (304) adındaki kasaba da bu
caminin evkafındandır. Başka nice mamur vakıf köyleri vardır. Yekpare kubbesinin içinde

www.atsizcilar.com  Sayfa 85 
 
 

her gece birçok kandil yakılır. Kapı ve duvarının bir sıra taşları kara ve cilâlıdır. Bir sofa ak
ve cilalanmış taşlarla yapılmıştır. 920 yılında (=26 Şubat 1514 - 14 Şubat 1515)
bitirilmiştir.

Süleyman Beğ Camisi: Hatuniye Camisi'nin batısındadır. Araları bir mildir. Kavak
Meydanı'nda yapılmıştır. Cemaati çok bir camidir. Bir minaresi vardır.

Ayasofya Camisi: Süleyman Beğ Camisi'nin batısındadır. Deniz kıyısındadır. Kâfirler


zamanında yapılmıştır. Sonra "Körlet Ali Beğ" adında bir vali, Padişah Hazretlerine arz
ettikten sonra Padişah emriyle bunu zaptederek 991 yılında (= 25 Ocak 1583 - 13 Ocak
1584) güzel mahfil ve minberiyle cami haline koymuştur. Kıble kapısından mihrabına
varıncaya kadar boyu biraz uzunca olmuştur. Camisinde her türlü mermerden yüksek
sütunlar vardır ki övmekte dil kısır kalır. Bir minaresi ile eski tarz sade, güzel mihrap ve
minberi vardır. Etrafında zeytin bahçeleri var.

(304) Burada, metinde: "Polta Pazarı".

Erdoğdu Beğ Camisi: Hatuniye Camisi'nin güneyindedir. Bu iki cami arası yarım mildir. Bu
cami "Tekfur Sarayı Mahallesi" ndedir. Eskiden mescit olarak yapılmış, sonra Erdoğdu
Beğ, Padişah buyruğu ile bunu 985 yılında (= 21 Mart 1577 9 Mart 1578) cami haline
koymuştur. Biçimli bir minaresi vardır ki gayet sanatkâranedir.

Yeni Cami: Eskiden kilise imiş. Sonra, tslâm mahalleleri arasında olduğundan camiye
çevrilmiştir. Yüksek yerde, havadar bir camidir.

İskender Paşa Camisi: "Kâfir Meydanı" adıyla meşhur ulu meydanın doğu tarafında,
yekpare mavi kubbeli bir camidir, içeriden biçimli bir minaresi var.

Trabzon Medreseleri

Fatih Mehmed Han Medresesi: Ortahisar Camisi'nin bahçesi dışında, camiye bitişik Fatih
Mehmed Han Medresesi, odalarla süslü güzel bir medresedir. Talebe ile doludur. Mollalık
payesiyle bir dersiamı vardır. Man yeri, zarif ve şair kimselerin ocağı güzel bir medresedir
ki Sultan Fatih'in yüce eserlerindendir.

Hatuniye Medresesi: Camisi bahçesinin dört çevresinde büyük odalarla süslenmiş bir ilim
ocağıdır. Dersiamına ve talebesine aydan aya vakıf tarafından belli aylık ile et ve mum
parası yollanır.

İskender Pasa Medresesi: Camisi bahçesinin kuzeyinde odalarla süslü, mamur bir öğretim
yeridir ki talebesinin belirli aylığı vardır. Evkafı çoktur.

Trabzon Ahalisi

Beşinci iklimde olmakla suyunun ve havasının güzelliğinden bütün halkı zevk ehli, gezip
tozmaya, yiyip içmeye meyyal, gamsız ve kayıtsız zarif ve âşık kimselerdir. Yüzlerinin
rengi kırmızıdır. Kadınları Abaza, Gürcü, Çerkeş güzelleri olmakla sanki her biri birer ay
parçasıdır. Bu şehrin halkı eskiden beri yedi kısımdır:

Bir kısmı ileri gelenler ve kibar beğlerle beğ oğullarıdır ki samur kürklerle gösterişli
elbiseler giyerler.

Bir kısmı bilginlerle takva sahipleri ve hâl (vecit, cezbe) sahibi kimselerdir. Bilginler
kılığındaki hususî elbiselerini giyerler, saygı görürler.

www.atsizcilar.com  Sayfa 86 
 
 

üçüncüsü tüccarlardır ki Azak, Kazak, Megril, Abaza, Çerkesistan ve Kırım'a gidip ticaret
ederler. Çuka ferace ve kontoş (305), dolma (306) ve yelek giyerler.

Dördüncüsü sanayi ehlidir ki hepsi çuka ferace ve boğası (307) hil'at giyerler.

Beşincisi Karadeniz gemicileridir ki elbiseleri kendilerine mahsus demirkoparan (308),


şalvar, çuka, dolma giyip astar sarık sararak denizdeki ticaretten kazanç sağlarlar.

(305) Dar kollu üstlük elbise. Tatar beğleri giyerlerdi.

(306) İki katlı kumaşın arası pamuk veya yünle doldurulmuş giyim.

(307) Bir nevi astarlık ince bez. Metinde "boğas" şeklinde geçiyor.

(308) Bir nevi elbise olacak ki bu adı herhalde sağlamlığından dolayı almış bulunsa gerek.

Altıncısı bahçavanlardır. Zira bu şehrin Boztepe bağlan umumiyetle bağdır ki hepsi sicilde
kayıtlı olduğu üzere 31.000 kadar bağ ve bahçedir.

Yedincisi balık avcılarıdır. Çünkü Trabzonlular balığı pek severler.

Dünyada Trabzon'un kuyumcuları gibi usta kuyumcu yoktur. Hattâ Birinci Selim burada
doğup çocukluğunda altın kakmacılığı öğrenmiş ve babası Bayazıd Han adına Trabzon'da
sikke kazmıştır. Ben bu sikkeyi gördüm, işte o zamandan beri kuyumcuları ün salmıştır,
öyle bir zincirden at gemleri, buhurdan, gülabdan, kılıç, gaddar (309), aşçı bıçakları işlerler
ki örneği başka yerde bulunmaz. Gurguroğlu Bıçağı adıyla meşhur bıçaklar işlerler.
Trabzon baltası adı ile bir cins balta yaparlar ki başka diyarlarda eseri yoktur. Gayet güzel
ve rağbette olan sedefkâri peştahta (310), sanduka (311), rikdan (312), devat (313) bir,
buradan, bir de Hindistan'dan çıkar.

Boz Dağları'nın (314) turna kanı üzüm şırası gayet güzel olur. içene asla sarhoşluk vermez.
Müsellesi şer'iyye karantiliyyesi (316), misketi (317) gayet lezzetlidir. Yiyeceklerinden
yemişleri, hele kiraz, lahıcan armudu, beğ armudu, gülâbî armudu, Sinop elması, nâmık
üzümü, mülkî üzümü, firenle üzümü gayet nefis olur. Badılcan inciri derler bir nevi inciri
vardır. O kadar lezzetli olur ki misli Nazilli'de bile bulunmaz. Limonu, turuncu, narı,
zeytini her tarafta meşhurdur. Yedi türlü zeytini olur. Trabzon zeytininin bir nevi ufağı
vardır ki ham iken yenir. Siyah kiraza benzer. Buralara mahsustur.

Trabzon'un gezinti yerleri: Zağanos Kapısı'ndan dışarıda Kavak Meydanı vardır ki bütün
paşalar tatil günleri askerleriyle o gönül ferahlatan yere çıkıp cirit oynarlar. Gayet geniş
bir meydan olduğundan ortasında üç kat gemi direklerini birbirine bağlayıp yere
dikmişlerdir. Tâ tepesinde bir altın yaldızlı topu vardır. Bütün usta biniciler dörtnala at
koşturarak o topa ok atarlar. Vurana ihsan olunur.

Hoşoğlan Irmağı: Erzurum Eyaleti'nde Gerek (317) Nahiyesi'nin güney tarafında "Yılan
Mescidi" diye meşhur olan dağının belinden çıkarak nice köy ve kasabaları, bağ ve
bostanları suya kandırarak Trabzon civarında Karadeniz'e dökülür. Bunun kaynağı olan
dağda Çobanoğulları'ndan "Hoş Oğlan" (318) adlı birisi bir kale yapmıştır. Trabzon'un
güneyinde ve iki konak yerdedir. O kale sahibinin adına nisbetle Hoşoğlan Irmağı derler.
Lâkin Trabzonlular bu dağa "Ağaçbaşı Dağı" derler. Trabzon'dan Bayburd'a gidenler bu
dağdan geçer. Bir kapısı var. On¬dan başka geçecek yol yoktur.

(309) Bu kelime herhalde "gaddâre" olacak. Arapça bîr kelimedir ve iki tarafı keskin kılıç demektir.

(310) "Peştahta", üstü yazı masası gibi kullanılan bir nevi çekmecedir.

www.atsizcilar.com  Sayfa 87 
 
 

(311) Buradaki "sanduka" küçük sandık demektir.

(312) Mürekkep yazısını kurutmak için kullanılan tozun konduğu üstü delikli kap.

(313) Yazı aletliği. Kamış kalemle mürekkep hokkasının birlikte konulduğu sanatkârane yapılmış madenî kap. Belde
taşınırdı. ^

(314) Biraz yukarda, Evliya Çelebi'nin Boztepe dediği yerler olacak.

(315) "Müselles" üç defa kaynatılmış yemiş ve bilhassa üzüm suyu. Bunun şarap olmaktan kurtarılmış olanına
"müsellesi şer'iyye" diyor.

(316) "Misket" her türlü yemişin güzel kokulu olanıdır. Daha çok üzüm için kullanılan bir sözdür.

(317) Bugünkü Erzurum Vilâyeti'nde bir "Gerek" nahiyesi var. Evliya Çelebi'nin bahsettiği nahiye belki de budur.

(318) "Oğlan", Gök Türkler'de ve Çengizliler'de "şehzade" demektir.

Ziyaretgâh: Birinci Selim Han, Trabzon'da hâkim iken annesi merhum olduğundan
Zağanos Kapısı'ndan dışarıda bir kubbe içine gömülmüştür. Türbedarları, Kur'an
okuyanları doksana kadar varır. Her gün üç hatim indirilir. Hayrat sahibi bir kadınmış.
Işıklı kubbesi gayet sanatkâranedir. Halis kurşunla örtülü bir kubbedir. Camisi de türbesi
yanındadır. Bu şehirde birkaç ay zevk ve safa edip bütün yukarı tabaka ile tatlı sohbetler
ederek muradımız üzere şehri gezip gördük.

Anapa Limanı'ndan Azak Savaşma Gidiş

Azak savaşının sebebi: Dördüncü Murad Han, Bağdad'ı Acemler'den alıp muzaffer olarak
İstanbul'a gelince bütün Kâfirler'in rahatı kaçıp her taraftan elçiler gelmeye başladı. Barışı
yenilemek için birçok mal ve hediyeler takdim ettiler. Yalnız Maltızlar'dan kimse gelmedi.
Onların üzerine yürümek için 1000 tane gemi hazırlandı. İki tane karamavna yapılarak
300 tane top ile savaş hazırlanmışken "kul tedbir alır ama Tanrı kaderi çizer" sözünce
dünya Padişahı Dördüncü Murad Han öldü. Bunun üzerine bütün Kâfirler yedi başlı ejder
gibi baş kaldırıp Osmanlı ülkesine tebelleş olmaya başladı.

Önce Moskof (319) denilen Ruslar Kırım ve Azak bölgelerini yağmaya başladılar. Kırım Hanı
bunu Sultan ibrahim Han ile Büyükvezir Kara Mustafa Paşa'ya arzettiyse de göz
yumdular. Çünkü Sultan Murad'ın ölümünden sonra Kul tayfası (320) ayaklanıp
Büyükvezir'e rahatsızlık verdiler. O da "Kul'un burnunu sefer kırar" düşüncesiyle bir
tarafa sefer açmak isteğinde bulundu.

Bu sırada Kazak Rusları, Azak Kalesi'ni istilâ ederek 70 80 bin Kâfir'in durağı etmiş, Kırım
Hanı ile Büyükvezir'in ihmali belâsı ile o güzel kale elden gitmişti. Yine o yıl (321) Kazaklar
150 şayka ile Karadeniz'de gezerek tüccar gemilerini yağma etmişler, Karadeniz'in
çevresindeki kasabaları yakıp yıkmışlardı.

Muhammed ümmeti'nin bu hali devlet kapısına aksedince bütün Rumeli Eyaletlerine


maslahatgüzar Kapıcıbaşılar tayin olunup Padişah fermanları gitti. Önce Özi Eyaleti
Beğlerbeğisi Koca Gürcü Kenan Paşa ile Rumeli Paşası, 28 kadar Sancak Beğleri, 40.000
Bucak (322) Tatarı, 40.000 Ulah-Buğdan atlısı, 20.000 Erdel askeri ve 80.000 rüzgâr
yürüyüşlü Kırım Tatarı gidip Azak Kalesi'ni kuşattılar (323).

(319) Bütün eski Osmanlı kaynaklarında olduğu gibi burada da "Moskof" yazılıyor.

(320) "Kul", devletten maaş alan asker ve bilhassa Yeniçeriler için kullanılan bir tabirdir.

(321) Kazaklar'm baskınla Azak Kalesini alışları 5 Temmuz 1637 dedir. Azağı kurtarma seterine ise 1642 Şubatında
başlanmıştır.

www.atsizcilar.com  Sayfa 88 
 
 

(322) "Bucak" bugünkü Besarabya'nm güney bölgesidir.

(323) Evliya Çelebi'nin bu rakkamlan çok mübalegalıdır.

Bizimle bulunan Donanma-yi Hümâyun da 150 kadırga, kalita, bastarda, 150 firkata, 200
şayka ve karamürsel, hâsılı 400 parça gemi (324) ve 40.000 silâhlı deniz askeriyle Kapdan
Siyavuş Paşa, Tersane Kethüdası Piyale Kethüda ve Yeniçeri Ağası'nın reyi ile Anapa
Limanı'ndan hareketle büyük Kuban ırmağının denize döküldüğü yeri geçip 7'nci milde
Taman Kalesi önünden geçtik. Orada Gelsecik Burnu'na geldik ki sağımızda Taman
Adası'ndaki Çuçka Burnu, solumuzda Kırım Adası'nın burnu vardı. Bu iki burunun arası bir
mildir. Boğazdan içerisine Azak Denizi derler. Sığ denizdir.

Bu boğazdan içeri girip iyi hava ile "Balısıra" limanına geldik. Demir atarak gemileri
limana bağladık. Savaş levazımı ile yiyecek ve içeceğimizi sandallara, firkatalara,
çekelevelere, zarbutalara, tunbaralara (325) yüklettik. Buradan Azak Kalesi altına kadar 36
mildir. Fakat Balısıra'dan Azağ'a kadar deniz beşer arşın su söktüğünden (326) ilerisine
kadırga ve şayka gemileri gidemez. Gayet sığdır. Bu Balısıra denilen liman Taman Adası
toprağına yakın Heyhat Ovası'nın batı ucu kıyısında bir çöldür. Fakat bizim kalabalık asker
sazdan, kamıştan mahzenler, sığınaklar yapmışlar. Büyük bir şehir olmuş Burası Azak'ın
iskelesidir.

Burada Kefe Beğlerbeğisi Bekir Paşa, Çerkeş kabilelerinden asker, Dağistan hâkimi
Şamhal Sultan Mahmud da 40.000 seçme askerle 7000 araba getirmişti. Bu iskeleden
bütün mühimmatı araba ile Azak'a götürdüler.

Bütün İslâm gazileri kale meterisine girip göz açtırmayarak yedi koldan kuşattılar. Gece-
gündüz savaşa başladılar.

Anadolu tarafından da 7 Vezir, 18 Beğlerbeği, 70 Sancak Beği imdada geldi. Bir gün öyle
bir top: ve tüfek genliği oldu ki sanki mavi bulutlar gökte parçalanıp yere düştü.

Burada Tatar Hanı'na karavul (327) ferman olundu. Kırım askerinden Ulu Nogay, Kiçi (328)
Nogay, Saydok Nogay, Urumbet Nogay, Şırınlı, Mansurlu, Sacunlu, Mankıtlı, Nakşıvanlı,
Cekişkeli, Batlı, Orlu, Olanlı, Bardaklı boylarından "Arslan Bek Eli", "Doy Eli", "Nevruz Eli"
gibi Ellerin sadaklı savatlı askerleriyle Han Hazretleri İslâm askerinin dört tarafını
koruyarak karavul beklediler.

O gece, kalede kuşatılmış olan Kazaklar da bir tüfek şenliği yaptılar. Azak Kalesi,
Semender kuşu gibi Nemrud ateşi içinde kaldı. Davul çalarak da "yajorj, yajorj" sesleriyle
kaleyi doldurdular. Kalenin burçlarını, kulelerini hep haçlarla süslediler,

(324) Evliya Çelebi'nin verdiği rakkamların toplamı 500 ettiği halde kendisi 400 parça gemiyle hareketten bahsediyor.

(325) Bunlar herhalde büyük gemilerde bulunan sandal çeşitleri olacak.

(326) Gemiler çok doldurulduğu zaman su kesimlerinin beş arşın olması dolayısı ile karaya oturduklarım anlatmak
istiyor.

(327) Buradaki "karavul'dan maksat çevik Kırım atlılarının ağır Osmanlı piyadesini baskından korumak için gözcülük
etmesidir.

(328) "Kiçi" = küçük.

Meğer o karanlık gecede Ten (= Don) ırmağından 10.000 Kâfir kaleye imdada girmiş.

www.atsizcilar.com  Sayfa 89 
 
 

Sabahleyin durmaksızın top ve tüfek atmaya başladıklarından 700 kişi şehit oldu. Ertesi
günü sabahleyin Tatar Hanı ile Silistire Paşası Kenan Paşa'yı Ten ırmağı ağzına karavul
koydular. Bütün Beğlerbeğiler'e yer gösterildi.

Yeniden meterise girerek yedi kat meterisi değiştirdiler. Yoğurtçu Baba türbesi tarafından
hendek kenarına varıldı (329). Müslümanlar, Kâfir toplarından bir top menzili uzak yerde
durdular.

Ertesi sabah kalabalık askerle Serdar Hüseyin Pasa, Yoğurtçu Baba türbesi tarafından;
Kamdan Siyavuş Paşa da 100 firkata ile karaya asker çıkarıp "Su Kulesi" tarafından
meterise girdi. Firkataları düşman gözünden gizlediler.

Su Kulesi'nden yukarı, kıble tarafında Anadolu Paşası kendi askeriyle, 8 tane balyemez
topu ile, 10 Oda Yeniçerisiyle meterise girdi.

Karaman Paşası da 6 Odası ile kıble tarafı duvarında meterise girip 6 tane balyemezi
hazırladı.

Batıdan, Karadayak varoşu cihetinden Silistire Paşası Kenan Paşa 10 Oda Yeniçeri, 1 Oda
Cebeci, 1 Oda Topçu ve 10 balyemezle meterise yerleşti.

Rumeli Paşası da Gözcü Kulesi tarafında 10 balyemezle meterise girdi.

Hâsılı yedi koldan 70 topla kalabalık asker 70 kat meterislerle kaleyi çepeçevre kuşatıp
düşmanla savaşa başladılar, iki tarafın top ve tüfek sesinden yer, gök gürledi. Yedi saat
süren öyle bir savaş oldu ki dünya ona benzer bir uğraş görmemiştir.

Yedi koldan 700 kişi şehit olduğundan sabahleyin kıymetli eşyaları Hazineye teslim edildi.
Seher vaktinde dua ile toplara ateş verilip kalenin duvarları harap, evleri berbat oldu.
Fakat burçlar ve sığınaklar Ceneviz yapısı olduğundan sağlam olarak kaldı. Düşmanlar
toplarla yıkılan yerlere yerleştiler. Geceleyin çabucak onarıp siperlendiler. Yeniden savaşa
başladılar.

7 gün bu suretle boyuna kale dövülüp yeni gedikler açıldı. Serdar açık yüzlü, güleç,
kaygısız bir yiğit olduğundan meteristen meterise gezip Müslüman gazilerinin
maneviyatını yükselterek savaşa kışkırtır, ihsanlarla gönüllerini alırdı. Her zaman
cebehaneden gerekli mühimmatı gönderirdi. Bütün kollardan çok kendi kulları kalede
gedik açtı. Her ne tedbir etse konuşup danışarak ettiği için isabetli olurdu.

Nihayet kalede top vuruşlarından yeteri kadar gedik açılınca hücum edip bazı gaziler
gediklere bayrak diktilerse de arkalarından yardım gelmediğinden şiddetli düşman
ateşiyle yüzlercesi şehit oldu. Kalanlar kale duvarları üstünde sarhoş Kâfirle üç gün, üç
gece altalta üstüste savaştılar. Nihayet savaşa savaşa çekilip nice sancaklarla şehitleri
kale üstünde bıraktılar. Bu fethin başka güne kalması mukaddermiş diye bütün gaziler
kendilerini avundurdular.

Kullar yine savaşa başladılar. 6 gün daha Kâfir'e göz açtırmayarak kalenin çevresindeki
hendekleri ele geçirdiler.

(329) Kalenin hendeğine yaklaşıldı demek istiyor.

O gün Kâfir'in 40 tane firkatası ile 4000 savaşçı, öküz gibi Rus Kazağı, Azak Kalesi'ne
yardıma gelmek üzere Ten Irmağı üzerinden ilerlerken Silistire Valisi Kenan Paşa kolunda
pusuda bekleyen islâm gazileri bu gemilere balyemez toplarla ateş, açıp, hatırdılar. Batan

www.atsizcilar.com  Sayfa 90 
 
 

gemilerden kurtulup karaya çıkanları da tutsak edip ganimetler aldılar. O gün "ganimetler
İslâm gazilerinindir" diye bağırıcılar bağırmaya başladılar (330).

O gece bütün gaziler sevinç içinde namaz kıldılar. "İnşallah sabah yürüyüş (331) var" diye
birbirlerine haber verdiler. Hep silâh ve aletleriyle hazır oldular.

O günlerde kalenin duvarlarından ancak Ten kıyısında bir kule, Kara tarafında Yoğurtçu
Baba yönünde bir kule, batı tarafında bir kule kalmıştı. Öteki kuleler dövüle dövüle yerle
bir edilmişti. Fakat kale içinde kuşatılmış olan Kâfirler Ferhad gibi dağdelen olduğundan
yerin altına girip orada siper alır,, böylece top çarpmasından kurtularak kaleye metanet
verirlerdi. Ne tarftan üzerlerine lâğım ile toprak sürülmeye gidilse lâğımları köstebek gibi
bulup sürülen toprakları bir gecede kaybederlerdi.

Nihayet iş erleri çaresiz kalıp lâğıma başladılar. Lâğım fenninde yer sıçanından daha
ustaca sanatlar gösterdiler. Hattâ Ten Irmağı altından ziftli ve katranlı kayıklarla su içinde
lâğım atmak hünerini gösterdiler.

Böylelikle İslâm askeri 40 gün vakit geçirdi. Bu sırada asker arasında bîr takım
dedikodular yol buldu.

Kâfirler ise artık firkatalarla yardım göndermekten vazgeçip her gece beşer altışar yüz
çıplak Kazak, Ten Irmağı içine girip ağızlarında birer kamışla nefes alarak geçmeye
başladılar. Böylece Azak Kalesi'ne geldiler. Düşman taze can bulmaya başladı. Günden
güne savaşçılığı artıp meterisler basmaya, gece baskınları yapmaya başladı. Sonra yer
altında saklanıp kayboluyorlardı.

Bazı savaş aletleriyle mühimmatı ve silâhları da büyük sığır tulumlarına koyup Ten Irmağı
üzerinden yürüterek kaleye sokuyorlardı.

Nihayet islâm gazileri bu kurnazlıkların farkına varıp Ten Irmağı'na. gemi direkleri dikerek
kazıklar kaktılar. Böylece sedler yaptılar. Irmaktan Kâfirler'in böylece nice malını alıp
zengin oldular.

Kâfirler yine bezdiler. Fakat yer altında pervasızca gezip domuz delikleri yaparak ileri
giden Müslümanları şehit ediyorlardı.

Gitgide askerin fikri değişti. "Bu mask<araca savaş devam edecek mi" diye islâm gazileri
korkuya düştüler. "Moskof Kiralı 200.000 askerle geliyor" diye bir takım sözler meydana
çıktı. Herkesin aklı başından gitti. Gerçekte bu haber düşman sözü idi (332). Lâkin askeri
korkutuyordu.

Bu durum üzerine Vezirler, ileri gelenler, tecrübeliler, iş erleri toplanıp büyük bir fikir
danışması yaptılar.

(330) Devlet payından vazgeçildiğini anlatmak istiyor.

(331) "Yürüyüş", Osmanlı askerliğinde "taarruz, hücum"' demektir.

(332) Ruslar'ın propagandadaki ustalığı o zaman da ileri İmiş.

Dediler ki: "Savağımız devam edip kaleden eser kalmasa yine fethetmek nasib
olmayacak. Yeniçeriler 40 günden ziyade kalmak kanunumuz değildir diye bir gün
ayaklanıp meteristen çıkacaklar. Bir taraftan da kılıç gibi keskin kış gelip Azak Denizi iki
kulaç donar. Beş ay kı§ olup yollar kapanır, islâm askerini nerde emniyete alıp nerde
kışlarız? Bir taraftan yardım ve azık gelmesine asla ihtimal yoktur. Tanrı göstermesin,
islâm askeri içinde kıtlık olursa durum neye varır? Padişahın bu cebehanesini kime

www.atsizcilar.com  Sayfa 91 
 
 

bırakacağız ve nereye gideceğiz? Bir tarafı deniz, kuzeyi Kâfiristan, doğu ve güneyi
Heyhat Çölü"...

Bunun üzerine herkes bir şeyler söylediyse de sonunda Koca Kenan Paşa ile Tersane
Kethüdast Piyale Ağa şöyle dediler: "En doğru tedbir şudur ki bugün tellâllar bağırsınlar.
Sabahleyin yürüyüş var; tımar, zeamet ve Sipahilik isteyen gelsin diye uyarsınlar. Yedi
koldan 7000 Serdengeçti ve Salıcı Erler (333) yazılsın. İslâm gazilerinin gayretlilerini de
savaşa hazırlayın. Bakalım ne olur."

Bu haber gaziler arasında sevinç uyandırdı. Cebehaneden 7000 kılıç, 2000 kalkan, 2000
tüfek, 40.000 ok, 5000 yay, 6000 süngü, 5000 el kumbarası, türlü türlü silâha ait
mühimmat defterle İslâm askerine dağıtıldı.

Sonra bir uğurlu saatte yedi koldan top ve tüfekler atılıp askerin içinden Allah sesi
yükseldi. Tüfek ve kara duman tozundan hava kararmaya başladı. Lâkin güzel bir rüzgâr
çıkıp dost, düşman seçilir oldu.

İslâm askerleri dalkılıç olup kaleye girdiler. Kâfirleri kıra kıra iç kaleye kaçırdılar. 8 saat
öyle bir savaş oldu ki Mohaç Savaşı'na eştir. Kâfirlerin kılıç artıkları bu durumu görüp yer
altındaki domuz damlarına girip görünmez oldular. Lâkin mel'unlar yerden lâğımlar atıp
islâm askerlerini Ebabil kuşları gibi (334) havaya uçurmak şeytanlığını kullandılar. Mazgal
deliklerinin önüne gelenleri de kurşunla yere serip saatten saate islâm askerlerini şehit
etmeye başladılar. Geriden ise yardım gelmiyordu.

Gaziler gördüler ki ikindi oldu. O kadar kişi kaybettikten başka hâlâ da aç idiler.
Hareketleri ağırlaştı. Sıcağın şiddetinden, susamışlıktan ölüm derecesine geldiler.

Güneş batarken kol kol Alay Çavuşları gelip: "Dönün gaziler! Pazınıza kuvvet! Gurup
vaktidir. Gelip yemek yiyiniz. Sabah ola, hayır ola" diye bağırarak gazileri çağırdılar.

Onlar da meydandaki ganimet mallarını; gülle, tüfek, silâh gibi şeyleri alarak; şehitleri
esirlere yükleterek kendi kollarına geldiler. Bir yaylım tüfek ve bir yaylım top şenliği olup
şehitlerin namazlarını kılarak gömdüler. Yaralılara tekaüd (335) maaşları tayin ettiler.
Cerrahlar gönderdiler.

Kelle getirene 100 kuruş, esir getirenlere bir esir ihsan olunup başlarına çelenkler
konuldu. Telakki (336), tımar, zeamet tevcih olundu. Şehit olan 1200 Müslüman'ın
mühimmatlarım hazineye koydular.

(333) "Hücuma gönüllü erler" demek istiyor.

(334) Dağ kırlangıcı. Kur'an'da da geçer.

(335) Emekli.

(336) Terfi.

O gece Kâfirler yine Ferhad gibi çalışıp kalenin yıkılan duvarlarını sağlam olarak
yenileştirdiler. Pusu ve mazgalları da onarıp güya yeni bir İskender Seddi (337) yaptılar.

İslam gazileri bunu görünce hep üzüldüler. Ne çare! "Kul tedbir alır, Tanrı kader yazar"
diyip bütün işlerini Tanrı'ya havale ettiler. Yine arasıra savaşa girdilerse de önceki gibi
can ve gönülden değildi. Her ne hal ise, yine himmeti ve gayreti elden bırakmayıp gece
gündüz savaştan geri kalmadılar. Kasıma (338) da 40 gün kadar kalmıştı. "Acaba halimiz
neye varacak" diye bütün Vezirler, hükümet adamları, iş erleri bir yere gelip Tanrı'nın

www.atsizcilar.com  Sayfa 92 
 
 

"işleri danışın" sözüne uyarak konuştular. Bahadır Kirey Han'ı 70.000 atlısı ile Moskof
Kralı'nın payitahtına kadar yağma etmeye göndermek kararım verdiler.

Bahadır Kirey, buyruğunda bulunan Tatar boyları askeriyle hareketinden 14 gün sonra
Azak Kalesi altında İslâm ordugâhına geldi. 45.000 tutsak, 200.000 at, sayısız değerli
mal, bakır, kalay, avâni gibi şeyler getirdi. Bunu görünce İslam askerinin ölü gönülleri
taze hayat bulup Azak Kalesi'nin altında öyle bir Tatar alayı ettiler ki Çengiz'den beri eşini
cihan görmemiştir.

Kâfirler, Tatarlar'ın böyle kendi ahalilerini esir ederek getirip beli bükük bağladıklarını
görünce feryatlarını göğe yükselttiler. O gece aç kalıp kaleden çıkanların bir bölüğü
tutularak Serdar'ın huzuruna getirildiler. Kimisi taltif olundu. Kimisi Müslüman oldu. Azak
Kalesi'ne bir horoz ötümü uzaklıktaki "Horozkerman" kalesine yıkılıp gittiler.

Tatar askerinin böyle ganimetle gelmesinden öyle bolluk oldu ki bir at bir kuruşa, bir genç
kız beş kuruşa satıldı ve Tatarlar'ın şerefine üçer nöbet top ve tüfek şenliği yapıldı.

Lâkin Azak ülkesinin amansız kışları kendisini göstermeye başladı. Herkes kışın
şiddetinden korkup yine bir danışma meclisi kurdular. Bütün iş erleri ile (338) Tatar
yaşlıları fikir birliği edip 300 mühürlü bir dilekçe tertipleyerek Devlet Kapışıma gönderdiler
ki meali şu idi:

Bu yıl bu kalenin fethi mümkün değildir. Kış, geldi. Moskof Kıralı'nın eski payitahtına
kadar çapul ve yağma olundu. 70.000 Kâfir esir alındı (340), 100.000 kadarı da kılıçtan
geçirildi. Moskof Kıralı'nın haddi tamamiyle bildirildi.

Bu dilekçeyi gönderdikten sonra iki esiri de mahsus göz yumup kaleye kaçırdılar. Bunlar,
kale içindekilere: "Türkler diyor ki muradımız kale olaydı bir ayda alırdık. Ancak Moskof
Kıralı'nın haddini bildirip bu kadar illerini yağma ederek ahalisini tutsak etmek istemiştik.
Onu yaptık diyorlar" diye haber verdiler.

Tanrı'nın hikmeti, ulakların İstanbul'a doğru yola çıktığı gece bir kuru soğuk oldu ki islâm
askeri nerdeyse yerin dibine girecekti. Bundan anladılar ki Kıpçak Ovası'nda ve
Karadeniz'de emniyet ve merhamet yoktur.

(337) İskender'in Ye'cüc Me'cüc denen anormal insanlara karşı yaptığı efsanevî sed.

(338) "Hızır" (= bahar ve yaz) ve "kasım" (= güz ve kış) diye ikiye ayrılan yılın bugünkü takvimle 6 Kasım'da başlayan
bölümü.

(339) "İş erleri"nin teknik personel, yani bugünkü deyimle ordunun İstihkâm sınıfı olduğu anlaşılıyor.

(340) Biraz yukarda 45.000 esirden bahsedilmişti. Evliya Çelebi'nin "7"li rakkamları çok sevdiği görülüyor.

Nihayet, asker kalenin fethedilemeyeceğini anlayıp umumî reyle fetihten vazgeçerek


bütün mühimmatlarını gemilere yüklediler. Dönüş boruları çalarak "buyruk Tanrı'nınmış.
Onun takdiri böyle imiş" diye kaleden döndüler. Balısıra'ya geldiler. Orada Donanma-yi
Hümâyun da bekliyordu. Bütün eyalet askerlerine izin verildi. Kimi karadan, kimi
denizden gittiler. Karadan gidenler 6 günde Kuban'a, oradan Çerkeş Eli'ne, Taman
Adası'na gittiler. Kimi de Heyhat Çölü'nün kuzey tarafındaki Çerkesistan'a gitti. Donanma
dahi İstanbul'a gitmek üzere demir alacağı vakit ben Serdar Hüseyin Paşa'dan izin alıp
Kırım Han'ı ile Kırım Eli'ne yöneldim.

www.atsizcilar.com  Sayfa 93 
 
 

Azak Savaşı'ndan Kırım'a Geliş

Azak Kalesi altından Bahadır Kirey Han'ın askeri; Ulah, Buğdan, Erdel askerleriyle kalkıp
kale dibinde denize karışan Ten Irmağı'nı geçmeye başladık. Irmak sakin akıyordu. Han
Hazretleri hemen askeriyle atım suya vurup üzengilerine çıkmadan karşıya geçti, öteki
askerler de aletleri ve mühimmatı tulumlara koyup at kuyruklarına bağlayarak bir saatte
ırmağı geçtiler. 21 saat batıya doğru Heyhat Çölü içinde Tatar ılgarıyla (341) gidecek
"Bürebay" (342) adlı yere vardık.

Bürebay'da, Azak Kalesi'nin batı tarafında denize dökülen Ulu Ten Irmağı'nın bir kolu
akar. Bunlar Moskoflar'ın ileri dağlarından çıkıp üç yerden Azak Denizi'ne katılır. Kamışlık
ve sazlık içinden geldiğinden suyu o kadar lezzetli değildir. Irmak kıyısındaki halkın
yüzlerinin rengi sarıdır. Boğazlarında "kuşka" dedikleri yumru, şiş bir et fazlası olur.
Burası gayet çimenlik olduğundan Tatar askeriyle durularak zevk ve safa edildi ve 300
kadar at kurban edilip yenildi (343). Benim ilk at eti yiyişim, Tatar askeriyle sefere gittiğim
bu Azak yılındadır.

Ben gerçi Tatar Hanı'na mensuptum ama Mansurlu Kaya Bek'in (344) yakınları ile düşer
kalkardım. Birer ünlü, ağırmak (345) atlarımız vardı.

Bu Mansurlu Boyları, Kırım'ın yurt eğeleridir yani Kırım Adası'nın sahipleridir (346).
Gözleve Kalesi tarafındaki Mankıt Elleri bunların yurtlarıdır. Gayet semiz atları olur. Etleri
ve yağları koyun ve sığır etinden farkolunmaz. Çok besleyici ve çabuk sindirilir etlerdir.

(341) "Ilgar" hızlı akın demektir. Tatar ilgarı tâbiriyle çok hızlı gittiklerini anlatmak istiyor.

(342) Bu kelime "Burabay", "Borabay" şeklinde de okunabilir.

(343) Evliya Çelebi'nin kesilen atlar için "kurban edildi" tabirini kullanması mühimdir. Kırım Türkleri arasında Şamanlık
çağından kalma at kurban etme geleneğinin yaşadığını gösterir.

(344) Doğu Türkleri'nde bu kelime "bek" şeklindedir.

(345) Semiz ve gösterişli.

(346) "Ege" ve "eye" kelimeleri Türkçe "sahip" manasındadır.

Bu konakta sabah olup güneş doğunca bütün koğuşlardan Ot Ağaları (347) taraf taraf kös
çaldı. Bütün Tatar gazileri atlara binip 8 saat gittikten sonra Süd Irmağı kıyısına geldik.
Burayı da atlarla geçtik. Kıyısı çimenlik olduğu için orada duruldu. Lâkin çatak batak, sazlı
bir yer olduğundan burada 100 kadar at ve 50 kadar esir batıp boğuldu.

Süd Irmağı, Moskof ülkesinin batı tarafında Kurluviçse adlı büyük şehirin dağlarından
toplanıp buradan Azak Denizi'ne dökülür (348). Yolda bakır ve gümüş madenlerine
uğradığından suyu süt gibi beyaz renklidir. Süd Suyu denmesinin sebebi budur. Faydasız
bir sudur, içenlerin çok defa boğazlarında ur olur. Fakat bu ırmağın iki tarafında 70 kadar
mamur ve sağlam kaleler vardır. Hepsi Tatar korkusundan titrerler.

Kırım'da haftada bir iki defa Beş Yas Çetecileri (349) bu kalelerin altına seğirtip tutsak
yakalar ve Kırım'a, getirerek satarlar. Bu kaleler hep Moskoflar'a tâbidir.

Bu Süd Irmağı kıyısından da kalkıp bir saat gittikten sonra Mus Irmağı'na geldik. Büyük
bir sudur. Bunu da yüz bin güçlükle o kış sertliğinde geçerek karşı tarafta biraz dinlendik.
Bu su, hayat suyu gibi olup Ten, Turla, Tuna Irmakları gibi bunda da güzel morina ve
mersin balıkları olur. Çığa ve uştuka balıklan da gayet lezzetlidir. Bunlar da Moskova'nın
kuzeyindeki dağlardan toplanıp burada Azak'a akar.

www.atsizcilar.com  Sayfa 94 
 
 

Buradan da yürüyüş kösleri çalınarak yola koyulduk. Yürüdüğümüz yerlerde üçer arşın
kar yağmıştı. Sabahleyin tipi ve bora çekerek 16 saat yürüyüp Kıpçak Ovası'nda
Purumbay durağına geldik. Burada da kar üzerinde yatıp sabahleyin atlara binerek ılgar
ile Kırım Adası (350) ülkesine girdik. Or Ağzı adlı kaleye girdiğimiz yerde Büyükvezir Kara
Mustafa Pasa'nın Ulak Ağası Beceb Ağa 20 atlı ile Azak'a giderken bize rastladı. Azak
Kalesi'nin fethinin kısmet olmadığını bir bir anlattık. Han Hazretlerinden mektuplar alıp
İstanbul tarafına gitti.

Ben de Han Hazretleriyle Kırım'a girdim. Bahçesaray adlı büyük şehirde, Çürüksu adlı
dere kıyısında bize bir konuk evi ihsan olundu. Bütün tayınlarımızı alarak kendimi Han'ın
devletinin devamı için duaya ve ibadete verdim. Biraz yorgundum. Seyahate mecalim
kalmamıştı.

Bu kış, Han Hazretleri, Azak Kalesi'ne sığınmış. olan Kâfirler'e yardım gelmemesi için
Kırım Adası'ndan üç kere, 40 -50'şer bin atlı ile tâ Azak Kalesi altına kadar çaparak yine
Kırım'a döndü.

Yine o yıl Kalgay Sultan (351) üç kere 80.000 askerle Moskof ülkesine çapul edip vurup
kırarak, beşer, onar bin tutsakla, doyumluk mallarla Kırım'a gelmişti.

(347) Ot Ağası'nın Kırım Türkleri'nde bir rütbe olduğu anlaşılıyor. Buradaki "ot" kelimesinin "bitki" veya "ateş'"
anlamındaki "ot"lardan hangisi olduğu belli değil.

(348) Muhtemelen "Kursk" şehri ve Doneç Irmağı.

(349) "Yaş" Doğu Türkçesi'nde "genç" demektir. "Ağaç yaşken eğilir" sözünde olduğu gibi Batı Türkçesi'nde de
yaşamaktadır. "Beş Yaş Çetecileri" demek herhalde beşer kişilik akın ve çapul takımları demek olmalıdır.

(350) Evliya Çelebi bütün yarımadalar için "ada" kelimesini kullanmaktadır.

(351) "Kalgay", Kırım tahtı veliahdine verilen unvandır.

Bahar mevsimi gelince Devlet Kapısı'ndan, Kapıcıbaşılar'dan biri gelip Han Hazretlerine
Çizme Bahası (352) 12.000 altın ile Osmanlı Hanedanı'nın bir yarlığını getirdi. Bu yarlıkta:
"Baharda düşman avcısı 100.000 Tatar'la Serdar Cıvan Kapıcıbaşı Mehmed Pasa
maiyetinde Azak Kalesi kuşatmasına hazır ol" deniliyordu. Han Hazretleri "baş üstüne"
diyip 40 güne kadar semirsinler diye atlarını bağladı. Bütün Tatar Boylan da atlarını
beslemeye başlayıp nihayet 87.000 Tatar askeriyle baharda Or Ağzı denilen yere gelip
dualarla oradan dışarıya çıkarak Azak Kalesi'ne yöneldik.

Cehennemlik Kâfirler Azak Kalesi'ne kalabalık askerle Kırım Tatarları'nın geldiğini,


Osmanlılar'ın da donanma ile karadan ve denizden geçen yıldan daha çok asker,
mühimmat, levazım, lâğımcı, dağsökenler (353) ile gelmekte olduğunu duyunca
kaledekiler toplanıp şöyle konuşurlar:

"Geçen yıl Osmanlilar'ın elinden güçbelâ kurtulduk. Bu kış bize Tatarlar göz açtırmadı.
Hiçbir taraftan yardım gelmedi. Kış bizi mahvetti. Bir taraftan kıtlık var; bir taraftan da
Tatarlar Elimizi, ülkemizi harap ederek akrabamızı, yakınlarımızı esir ediyor. Tatar
korkusundan bu kış kaleden baş çıkaramadık. Kale onarılamadı. Cebehanede bir okka
barutumuz kalmadı, öteki silâh ve mühimmattan da bir şey yok. Şurada 10.000 kadar
Hıristiyan kaldık, işte şimdi yine Osmanlılar donanma ve kalabalık ordu ile gelmede. Azak
balığı yiye yiye canımıza tak dedi. Ciğerimiz cılk oldu. Sonunda bu kaleyi Osmanlılar elde
bırakmaz. Bir yılda 30.000 Hırıstiyanımız öldü. Halimiz neye varacak? Tatarlar'la
Osmanlılar kaleyi kuşatmadan hemen bırakalım. Yoksa Osmanlilar'ın bu gelişinden
kurtuluş yoktur."

www.atsizcilar.com  Sayfa 95 
 
 

Bu konuşmadan sonra bir gün kaleyi bırakıp bütün top, tüfek, yay ve oklarını alıp çabucak
su gemilerine yükleyerek kaçarlar. Ten Irmağı kıyısınca Çerkeskerman, Horozkerman,
Tuzlakerman vesair kalelerine gidip yerleşirler.

Beri yandan Tatar Hanı ile Azak Kalesi altına giderken Süd Irmağı kıyısında birkaç Kazak
tutularak Azak Kalesi'nden Kâfirler'in kaçtığı onlardan işitildi. O gün, o gece çapula
seğirtir gibi seğirtip (354) kalenin altına gelindi ve oralar insandan boşalmış bulundu.
Değil insan; sıçan, kedi, kunduz gibi canlılar bile görünmüyordu. Kalenin duvarlarında
ancak bir Ceneviz kulesi kalmıştı. Bu sevinçli durumu Tatar Banı karadan ve denizden
İstanbul'a arzetti. On birinci gün, İstanbul tarafından gelirken Moskof Kıralı'nın çaşıtlarını
(355) tutup bağlayarak Han'ın huzuruna getirdiler. Bu çaşıtlar çekinmeksizin: "Biz,
yeniden büyük ordu ile Osmanlılar geliyor; başka zamana benzemez; kaleyi bırakıp
kaçasınız tenbihini kaledekilere yetiştirmek için çaşıtız" dediler. Canlan cehenneme
gönderildi.

(352) "Yurtluk", "arpalık", "paşmaklık" gibi "çizme haftası" da bir nevi maaştır.

(353) Lağımcı sınıfının seçmeleri demektir.

(354) "En son hızla at koşturup" demektir.

(355) "Çaşıt" Türkçe bir kelime olup "casus" demektir. Evliya Çelebi bu kelimeyi kullanıyor.

On üçüncü gün debdebe ile Büyük Serdar Cıvan Kapıcıbaşı Vezir Mehmed Paşa gelip
Azak'ı boş buldu ama "belki Kâfirler'in bir hilesidir" diye üç gün dinlenildi. Dördüncü gün
kalenin zemininde ezanlar okundu. Eflak, Buğdan askerlerine ferman olunarak Azak
Kalesi'nin temelinin kazılmasına bağlandı, üç günde dibinden su çıkınca temeline rıhtım ile
ıskaralar çatıldı. Gemiler de Temürleng Adası'ndaki eski kaleden taş taşımaya memur
oldu. Böylece kalenin yapımına başlanıp bir ayda bitirildi. Ceneviz yapısından sağlam bir
kale oldu. Onun için bu kale hakkında Kırım tarihleri "Serdar Deli Hüseyin Pasa savaştı;
Bahadır Kirey Han fethetti; Cıvan Kapıcıbaşı yaptı" derler.

Onarımdan sonra yine Kefe Eyaleti'nde Sancak Beği tahtı olup iki tuğ ile bir Beğlerbeği
Paşa muhafız kaldı. 1 Yeniçeri Ağası, 20 Oda Yeniçeri, 6 Oda Topçu, 1 Topçubaşı, 10 Oda
Cebeci, 1 Cebecibaşı, 7000 Karadayak Muhafız Tatar Askeri konuldu. Kalenin içerisine 70
balyemez, 40 klomburne ve hendek kenarlarına 300 şâhi konup gece gündüz dikkatli bir
çalışma ile bitirilmesine uğraşıldı. Mühimmat vesairesine 5000 kese harcolundu diye
Devlet Kapısı'na arzolundu.

Kale yapılırken 7000 Tatar askeri Moskof diyarına sefer edip onar, yirmişer bin esirle
tslâm ordusuna geldiler. Her esiri onar kuruşa sattılar.

Nihayet Moskof Kiralı "el'aman ey Osmanlı Padişahı" diye İstanbul'a elçiler gönderip barış
yapmaya can attı.

Kale tamam olunca içinde yer yer evler yapılırken Serdar Mehmed Paşa, İstanbul'a gidip
öteki İslâm askeri dahi kendi yerlerine yurtlarına dağıldılar. Ben de Mansurlu Boyu ile
geldiğimiz yoldan 8 günde Kırım Vilâyeti'ne girdim. Bahçesaray'da zevk ve safaya
koyuldum.

Tanrı'ya şükür bu savaştan talihli olarak gelince Bahadır Kirey Han Hazretleri'nden
İstanbul'a gitmek için izin aldım. Bir kese kuruş, üç esir, bir samur kürk, bir kat esvap
ihsan buyurdu. Kalgay Mehmed Kirey Han ve Nureddin Kirey (356) Sultanlarla Yiğit Vezir
Sefer Gazi Ağa, Subhan Ağa (357), Ayu Ahmed Ağa ve Defterdar İslâm Ağa gibi
efendilerimizden dahi birer esir ihsan alıp Kırım ülkesinde 14 esir ve 4 kese mala sahip
oldum. Trabzon'dan, Megrilistan ve Abaza'dan aldığımız esirlerle 18 esirimiz oldu. Kırım'ın

www.atsizcilar.com  Sayfa 96 
 
 

bütün ileri gelenleri ve eşrafı ile vedalaşıp Han Hazretleri'nin hayırdualarını aldıktan sonra
Kalgay Sultan'ın atına binerek yola çıktık. Nice dostlar beni geçirmek için "Kaçı Deresi"ne
kadar geldiler. Orada vedalaşıp 6 saat güneye giderek Balıklava Kalesi'ne geldik.

Sefere gitmeden incelemeye vakit bulamadığım için Kırım'ın vasıflarını, imaretlerini,


eserlerini yazmaya cüret edemedim. Balıklava Kalesi'ni yazmaya başlayacağım zaman
Ucalı Sefer Beis adlı birisinin şaykasına 150 arkadaşla girerek denizde nice tehlikeler ve
korkunç vak'alar görüp geçirdim. "Uğursuzluğu sürekli" denmeye lâyık bir günde sandalla
limandan dışarı çıktık. Yıldız rüzgârına (358) yelken açarak bir gün, bir gecede rüzgâr
arkamızdan gelmek üzere, aşağı yukarı Karadeniz'in ortalarına vardık.

(356) "Nureddin", Kırım ağzı ile "Nurdin", Kırım'ın Kalgay'dan sonraki ikinci veliahdinin unvanıdır.

(357) Bu kelime "Saçan Ağa", "Saçan Ağa" diye de okunabilir.

(358) Gemici terimi ile "yıldız" tam kuzeyden gelen rüzgârdır.

Evliya Çelebi'nin Başından Geçenler

Burada, kuzey yönünde Anapa Dağları, Balıklava semtinde Suluyar Dağları görünüp Sinop
ve Amasra Dağları da önümüzde idi. Derken hepsi görünmez oldu. Büyük bir tehlikeye
düştük. Bazen elverişli, bazen elverişsiz rüzgârla bir gün, bir gece amansız denizin içinde
çalkanıp durduk. Hangi yöne gideceğimiz belli değildi. Güneş denizde doğup denizde
batıyordu. Böylece girdapta dalgaların birbirine çarpmasıyla serseri gezerken Tanrı'nın
hikmeti doğu tarafından ortaya kara bulutlar çıktı. Bundan başka gök gürültülü ve
şimşekli sağanaklar, kırıntılı uçurulma dalgalar peyda olunca gemicilerin yüzü değişti.
Biçareler ellerini uvmaya başladılar. Geminin kıç tarafındaki puslalara bakarak birbirlerine
can pazarındaymış gibi bakışmaya koyuldular.

İçlerinden "Dede Dayı" adında, görmüş geçirmiş bir ihtiyar, gemicilere hitaben: "Bire
dayılar! Ne korkuya düşersiniz? Allah kerimdir. İşte kırıntı (359) ve sağanak gelmektedir.
Mayna (360) alburna" diyince hepsi bir yere gelip alburna iplerini indirdiler. Alburna direği
de aşağı indi. Dalgalar gitgide şiddetlenmekte olduğundan hemen gemi üzerindeki büyük
yapağı çuvallarını, hasırları, balık turşusu fıçılarını, gemi kerestelerini denize attılar. 200
den fazla esirleri de ambara indirip ambar kapısını kapattılar. Gemi bir parça hafifledi.
Fakat yine dalgalar göğe yükselip coşmaya başladı. Üç gün, üç gece kar, tipi, boran eksik
olmadı. Gemicilerin gemi üstünde durmaya kuvvetleri kalmadı. Her biri bir yere sindi.

Yolculardan kimi kusuyor, kimi Tanrı'ya yalvarıyor, kimi kurbanlar, sadakalar adıyordu.
Ben de dedim ki: "Ey Tanrı kulları! Gelin, sizinle hep birlikte Ihlâs okuyalım. Ola ki Ulu
Tanrı, Ihlâs hürmetine hepimizi kurtarır."

Orada bulunanlar hemen gönülden ihlâs okumaya başlayınca Tanrı'nın emriyle bir anda
gökteki karanlık gidip her yer açıldı. Gök gürültüsü ve şimşek kesildiyse de dalgalanma
durmadı. "Yedişerleme" dedikleri dalga ise asla aman vermiyordu. Bir göğe çıkıp geminin
direği bulutlara dokunuyor, bir denizin dibine inip sanki gemi Gayya'ya düşmüş
sanılıyordu. Dört çevremizde Karadeniz, direksiz bir su gibi görülüyordu. Nihayet ambarın
kapağını açarak ağır malların hepsini denize attık. Yine aman bulamadık.

O sırada geminin kıçından dümenin iğneciği kırılıp dümen denize düşünce gemiciler
ellerini dizlerine vurarak birbirleriyle helâllaşmaya başladılar.

Bu sırada canı, başı diri, yarar, bahadır gemiciler ellerine baltalarını alıp önce geminin
çarmıh iplerini kestiler. Sonra gemi direğine balta vurarak bir anda direği kesip denize
düşürdüler. Direk düşerken 12 kişiyi ezip öldürdü. Onların da cesetlerini denize attılar.
Gemide bir feryat, bir bağırtı kopup herkes hayattan ümit keserek can pazarına düştü.

www.atsizcilar.com  Sayfa 97 
 
 

(359) "Kırıntı", buz kırıntısı, küçük dolu tanesi. Bulgura benzediği için buna "bulgur" da denir.

(360) Gemici tabiri: "İndir" demektir. İtalyanca'dan alınmış olmalı.

Burada bir sağanak daha gelip gemiyi baştan tarafa iki parça edince ambar içinde olan
yolcular, ve esirler de dışarı çıkıp dehşetle feryada başladılar. Herkes birbiriyle
helâllaşmaya, gemiciler soyunup; çıplak olmaya koyuldular. Herkes tahta, kabak, varil,
fıçı şekilli eşyaları almaya başladı.

Bu sırada benim de halim pek perişandı. Yasin okuyordum. Bu kadar mal, azık hatırıma
bile gelmiyordu. Gönülden Tanrı'ya bel bağladım. Âyetler okudum. Baktım: Birkaç Kâfir,
geminin sandalını ipten indirip binerek denize açıldılar. Gemiciler de birer tahta parçası
vesair vasıtalara binerek denize döküldüler.

Ben de 7 can yoldaşımla dalkılıç olup sandala atıldım (361). Kâfirler sandalın ipini kestiler.
İkisi de dalkılıç üzerimize yürüyerek Ayıntablı (362) Şerif Ramazan Çelebi'yi memesi
üzerinden vurdular. Hemen biz de 7 kişi dalkılıç onların üzerine yürüyerek 8 Kâfir'in 4 ünü
öldürdük, öteki 4'ü de korkudan kendilerini denize attılar.

Sandal bizim 7 arkadaşa kaldı. İçindeki ağır yükleri atıp denizin dalgalanmasıyla giderken
bir de gördük ki büyük gemi iki parça oldu. 350 yolcu, 400 kadar kara ve deniz tüccarı
(363) "Yâ Allah" diye bağırarak ve denizde hepsi bir şeye sarılarak yüzmeye başladılar.
Kimisi denizde battı. Kimisi bir levha parçası üzerinde canını kurtarmak için can pazarında
pazarlık eder oldular (364). Bazıları canla başla yüzerek bizim sandala doğru gelmeye
başladı. Kıssahân Emir Çelebi geldi. Kolundan yapışıp onu sandala aldık. Lâkin onu bildik
ki bu gidişle bizim sandalın batması da muhakkaktır. Hemen dalkılıç olup gelen adamları
kılıçla menetmeye başladık.

Bu hal ile gemiden epey açıldık. Hiçbir tarafta insandan nam ve nişan kalmadı. Bir
yükselip bir batarak gidiyorduk. Fakat kayık içinde kavuklarımızla su boşaltmaktan ve
kışın şiddetinden bitkin kaldık.

O aralık gördük ki Menküb Kadısı Ali Efendi, deniz kızı gibi yüzerek bizim sandala yakın
geliyor. Durduk. Geldiğinde sanki Kudret eli onu bizim sandala kaptı, kondurdu. Şimdi 10
kişi olduk. Yasin okuyarak, denize su boşaltarak gidiyorduk. Hepimin hayattan ümit
kesmiştik. Bir gün, bir gece şu sandalla denizin üstünde gezdik. Hepimiz sonbahar
yaprağı gibi titriyorduk. O sırada Kadı Ali Efendi ile Kıssahân Emir Çelebi Zâtülcenb
hastalığına tutularak merhum oldular. Cesetlerini denize attık.

(361) Evliya Celebi burada büyük bir ihtimalle iki cümle önce bahsettiği, Kâfirler tarafından ipi çözülen sandalı
kasdetmektedir. Yani sandalı onlara kaptırmamak için vuruşmuşlardır.

(362) "Ayıntab" bugünkü "Gaziantep" şehrinin eski adı. Kurtuluş Savaşı'nda Fransızlar'a karşı kahramanca
savaşmasından dolayı Cumhuriyetten sonra adı Gaziantep yapılmıştır. "Antep", "Ayıntab"ın yerli halk söyleyişidir.

(363) Evliya Çelebi, Kırım'dan hareket ederken şaykaya 150 kişi girdiklerini söylemişti. Bir şaykanın da ancak bu kadar
insan alması icab eder. Şimdi 350 yolcu ve 400 tüccardan bahsetmesi mutlaka istinsah yanlışıdır.

(364) Evliya Çelebi'nin kelime oyunlarıyla edebî sanat göstermesi.

Sandalda evvelki gibi 8 kişi kaldık. Ama yanımız sıra 20 zira boyunda, bir arşın eninde bir
çam tahta levhası sandalımıza musallat olarak dokunmakta idi. Bazen uzaklaşıyorduk,
"Ne çare! Emir Tanrı'nın" diyip su boşaltmaktan ve soğuktan perişan olarak şaşkınlık
içindeydik.

Edemez def, sakınmakla kazayı kimse;

www.atsizcilar.com  Sayfa 98 
 
 

Bin sakınsan yine ön, son olacak olsa gerek

beytindeki mânâda olduğu gibi üçüncü gün öğle vakti bir dalga (365) gelip sandalı devirdi.
Ben de başaşağı denize düştüm. Can korkusuyla, yüzücülükteki ustalığım dolayısıyla el,
kol atarak, çabalayarak ilerliyor, bir ah çekerek Kur'ân-ı Kerîm'i kendime şefaatçi ve
kurtarıcı tutuyor, kabirlerini ziyaret ettiğim büyük evliyaların ruhaniyetlerinden yardım
dilemeye başlıyordum. Birdenbire içime bir teselli doldu. Tevhid okumaya başladım.
Korkum geçti. Aklım başıma geldi. Denizin dalgaları arasında dalgıç gibi pervasızca
yüzerek bir yukarı çıkıyor, bir aşağı iniyordum. Meğer Ulu Tanrı'nın ezelî iradesi beni
kurtarmakmış. Yüzerken, evvelce sandalımıza dokunan uzun ve enli tahta levhanın
yanımdan geçtiğini gördüm. Hemen bir çeviklik ederek şu amansız Karadeniz'de
boğulmaktansa şu levhaya sarılayım diye can korkusuyla tahtaya tutunarak bindim. Sanki
Hızır'la buluşmuştum. Sandal arkadaşlarımdan ise hiç haberim yoktu. Onlar
kaybolmuşlardı.

Ben bu durumda soğuğun ve dalgalanmanın tesiriyle Karadeniz'in üstünde yuvarlara


zıplaya gezerken geri tarafımda, denizden bir feryattır koptu. Korku ile geriye baktım.
Gördüm ki demin bindiğim tahta üzerine 2 Gürcü kölesi, 2 Çerkeş kızı, 1 Rus kölesi
yarasa kuşu gibi sarılmışlar. "Bunlar benim bindiğim tahtaya ağırlık verip batmama sebep
olurlar. Halim ne olacak" diye fikrim perişan oldu. "Acaba ne yapsam da bindiğim levha
bana kalsa" diye düşünürken yanı başımızdan bir su varili kabak gibi yüzerek gidiyordu.
Rus kölesi yüzerek varilin üzerine bineyim düşüncesiyle atıldı. Zavallı, binemeyerek
boğulup gitti. 4 esirle kaldım. Allah kerimdir diye ilerliyorduk.

Buralarda sahil mahil belli değildi. Lâkin Tanrı'ya şükür ortalık biraz düzelip güneşin
sıcaklığı çoğaldı. Dalga çarpışları da biraz azaldı. Gün doğusu rüzgârı bizi süre süre
üçüncü günü birtakım dağlar görünmeye başladı, öğle vakti dalgalar bizi kıyıya bıraktı.
Bitkin bir halde kumlar üzerine düştüğümü biliyorum. Şeyh Sa'dî (366) ne güzel demiş:
"Denizde çok kazanç vardır ama selâmet istiyorsan kıyıdadır". Bütün kuvvetimle Tanrı'ya
hamdettim. Tanrı'nın iyiliğini gör ki Megrilistan, Abazistan ve Kırım'da 18 tane esir ihsan
edip yine aldı. Candan ve dünyadan ümit kesmişken, bu amansız denizin içinde 4 esir
ihsan etti ki her biri bin taneye bedel üstün, eşsiz köle ve cariyelerdir.

(365) Evliya Çelebi "dalga" yerine üç defa kullandığa "Kum" kelimelerinin birini burada kullanmıştır.

(366) "Gülistan" müellifi olan ünlü İran şairi Şirazlı Şeyh Sa'dî. Hicri 691'de (=24 Aralık 1291 - 11 Aralık 1292)
ölmüştür.

Bu kölelerle deniz kıyısında birer kayanın arasında sığınmaya çalışırken gelip de bizi bu
halde gören nice Muhammed Ümmeti giyimler alıp bana ve kölelere getirerek çok
yüksekteki kayaların tepesinde olan evlerine götürdüler.

Buraların neresi olduğunu sordum. Meğer Silistire Eyaleti'nde, Karadeniz kıyısında


Gülgara Sultan dağlan (evvelce Kîlgrad, Gülfezâ seklinde de geçmişti), kayaları, bağları
imiş ki göğe doğru yükselmişler. Maceramızın başlangıcından bu âna kadar üç gün, üç
gece aç ve muhtaç sandal ile gezmiştik.

Buradan Gülgara Sultan Zaviyesi'ne giderek dervişleriyle samimî konuşmalar yaptık.


Esirlerimle bana bir hücre verdiler.

Bu tekkede on gece kendimizden geçmişcesine rahat yatağında yattık. Kışın şiddetinden


çektiğimiz sıkıntı ve korkudan türlü hastalıklara yakalanmıştık. Bir kış hasta yattım.
Şükran olarak 10 hatim indirdim. Çocukluğumdan bu âna kadar 1060 hatim indirmiştim.
Bu yüce tekkede bütün Bektaşi dervişleriyle 8 ay, sağlığım düzelinceye kadar samimî
konuşmalar yaptık. Gâh müezzinlik, gâh imamlık yaparak sağlığımızı bulduk.

www.atsizcilar.com  Sayfa 99 
 
 

Kölelerimden birisi bile "ben falanın satın aldığı kölesiyim" demeyip sanki benim candan
kölemmiş gibi kaldılar.

1055 Recebi Başında (= 1645 Ağustosu Sonları) Erzurum Eyaleti Valisi


Defterdaroğlu Mehmed Paşa ile Evliya Çelebi'nin Erzurum Gümrüğü Kâtibi ve
Müezzinbaşı Olarak Erzurum'a Doğru Yola Çıkışı

O yıl (367) Cıvan Kapıcı Mehmed Paşa Büyükvezirlikten azledilerek yerine Defterdar Salih
Paşa büyükvezir oldu. önce kardeşi Murtaza Paşa'ya vezirlikle Budin Eyaleti Valiliğini
verdi. Yine o halta kendi Hazinedarlığından çıkma İbrahim Çelebi'ye de vezirlikle Bağdat
Eyaleti Valiliğini ihsan etti. Daha sonra Salih Paşa'nın efendisinin oğlu olan Çelebi
Mehmed Paşa'ya vezirlikle Yeniçeri Ağalığını verdiyse de kabul etmediğinden Serdarlıkla
Erzurum Eyaleti Valiliği verildi. Ben de Erzurum Gümrüğü'ne Kâtip, Müezzînbaşı ve
musahip oldum. Paşa değerbilir, tatlı dilli, uysal, iyi, bahadır, her fende usta, şair bir
kimseydi. Tanrı'ya şükür çok ihsanlarda bulundu. Çadırımla hazırlanıp Erzurum
yolculuğuna âmâde oldum, İbrahim Han'ın huzuruna çıkıp hil'at giymekle şeref bulduk.

Paşa yer öpünce İbrahim Han: "Lala! Bu hatt-ı şerifimle iş göreceksin. Kızılbaşlar'ın bir
taşkınlığı olursa vezirim olduğun için tâ Revan'a kadar bütün Anadolu Eyaletleri'nin
askerleri emrin altında olaçaktır" diye eliyle bir hatt-ı şerif (368) verdi. Ayrıca beş kese
altın yol harçlığı, 50 katar katır, 50 katar deve, 1 dolu otağla 2 kat samur hil'at ihsan etti.

(367) Cıvan Kapıcıbaşı'nın büyükvezirlikten azliyle Salih Paşa'nın tayinini İsmail Hami Danışmana 28 Şevval 1055 = 17
Aralık 1645 tarihinde gösteriyor (Kronoloji, III, 507-508). Evliya Çelebi ise bunun birkaç ay daha önce olduğunu ve
Erzurum'a 1645 Eylülünde hareket ettiklerini söylüyor. Mühim bir fark vardır ki incelenmeye değer.

(368) Padişah fermanı.

İbrahim Han'ın hayır duasını aldıktan sonra Saray Burnu'ndan Üsküdar'a geçtik. Ağa
Çayın denen yerde çadır kurup durduk. Şabanın ilk günü (= 22 Eylül 1645) yola çıktık. 7
saatte ilk durak olan Pendik köyüne varıldı. Burası deniz kıyısında büyük bir Hıristiyan
köyüdür. Mamur hanları vardır. Üsküdar'daki Kireççibaşı hükmünde evkaftır. Subaşısı
vardır. Bağ ve bostanları çok olduğundan İstanbul'un sebzeleri buradan gelir. Burada,
Büyükvezir Salih Pasa'dan Paşa Efendimize (= Erzurum Valisi Mehmed Paşa'ya) 10 kese
para ile sayısız hediyeler geldi.

Oradan Konakçı Alaca Atlı Hasan Ağa (369) ile Kilercibaşı, Mutfak Emini 1 tuğ ve 500
adamla ileri gittiler.

Oradan 6 saatte Gebze kasabasına geldik. Çelebi Sultan Mehmed, Gebze Kalesi'ni
fethedip Kâfirler'e durak olmasın diye yıkmıştır. "Gebze", "gel bize" den bozmadır. Fatih
Sultan Mehmed Han Gazi, İstanbul fethinden sonra burayı mamur etmiştir. Kocaeli
Sancağı toprağında 150 akçalı kazadır. Kanunî Sultan Süleyman zamanında köprü sahibi
meşhur Koca Mustafa Paşa burada gayet büyük bir cami yaptırdığından ona evkaf olarak
verilmiştir. Mütevellisi hâkimdir. Yüksek bir tepenin doruğunda olup denizden bir saat
uzak, susuz, dağbaşı bir yerdir. Hepsi 1000 kadar bakımlı, bağlı bahçeli, eski tarz evleri,
3 camisi vardır. Ama hepsinden mükellef, Selâtin Camisi gibi, kurşun örtülü, mavi kubbeli
büyük bir cami vardır ki İstanbul'daki vezir camilerinde bile böylesi yoktur. '

Bu cami, Edirne yakınında "geçme nâmerd köprüsünden ko aparsun su seni (370) mısraı
söylenen köprünün sahibi Mustafa Paşa'nın hayratlarındandır. Merhum Mustafa Pasa,
Mısır Valisi iken bu caminin mermer taşlarını Mısır'ın usta mermercilerine yaptırmıştır. Bu
arada bir somaki (371) şamdan yaptırmıştır ki cihan heykeltıraşları o şamdanın bir şişesini
bile yapmaya muktedir değildir. Daha nice bin türlü nadide Mısır eşyaları yaptırıp
Gebze'nin Danca İsketesi'ne göndermiştir.

www.atsizcilar.com  Sayfa 100 
 
 

Caminin iç yüzündeki duvarları üçer adam boyu türlü renklerde mermerle kaplıdır ki
İstanbul'da böyle garip bir tarz hiçbir camide yoktur. Minberi, mihrabı, Müezzinler Mahfili
âdeta sihirli sanatkârane eserlerdir ki anlatılması mümkün değildir.

Bu camiyi, Süleymaniye Camisi'ni yapan Koca Mimar Sinan'ın Başkalfası "Hüsam Kalfa"
büyük bir ustalıkla yapmıştır. Caminin dört çevresindeki pencerelerin üstü hep resimlidir.
Bu resimli camlara güneşin ışığı vuranca camiyi nura boğar. Onun için kubbesinin
ortasında "Tanrı göklerin ve yerin nurudur" âyeti yazılmıştır. Kubbesinin iç yüzü
kandillerle süslüdür. İçinde Mısır işi öyle hâlîçeler vardır kî İsfahan halısı gibidir. Vaiz için
yapılmış olan kürsüsü Hind sedefkârlarının marifetidir. Bu zamanın doğramacıları ona
benzer bir kürsü yapamazlar.

(369) Tam Dede Korkut ifadesi.

(370) "Geçme nâmerd köprisinden ko aparsun su seni X Yatma dükü gölgesinde ko yesun arslan seni" beyti darbımesel
mahiyetindedir. "Aparmak", alıp götürmek mânasındadırr. Azerbaycan Türkleri bugün bu kelimeyi kullanırlar.

(371) "Somaki", alaca renkli mermer demektir.

Caminin üç tarafındaki pencerelerin dışında Cennet'ten nişan verir bir gül bahçesi vardır.
Ondaki sümbül, reyhan, gül ve erguvanın güzel kokusu camideki cemaatin ruhunu okşar.
Ancak kıbleye açılır sanatkârane bir kapısı vardır ki yüce bir kapıdır. Eşiği üzerinde
"Karahisarlı Hüseyin Çelebi" yazısıyla tezhipli olarak 930 hicrî yılı (= 10 Kasım 1523 - 28
Ekim 1524) tarih düşürülmüştür.

Camide 70 tane güzel yazıyla yazılmış Kur'an vardır ki her biri bir Mısır hazinesi değer.
Ama hepsinden güzeli mihrabın sol tarafındaki "Yâkuti Müsta'samî" yazısıyla olan
Kur'andır ki bir diyardı esi yoktur. Belki Sultan Alımed Camîsi'nde vardır.

Kıble kapısının iki yanında, dışarı sofalarında 6 sütuna dikilmiş 7 kubbe vardır. Cami
bahçesi Selâtin Camilerininki kadar geniştir. Bir şerefeli, bir tabakalı bir minaresi vardır.
Gayet biçimli bir minaredir.

Bu caminin çevresinde gidip gelenlere konuk evi. olmak için bir han vardır. 3000 adam ve
2000 at alır. Ayrıca develiği de vardır. Bütün misafirler ve geçenler için bir yemekhanesi
vardır ki her zaman için yağlıya, gence, erkeğe, kadına nimeti boldur. Her gece yatsıdan
sonra, konuk evinde misafir olanlara bakır sinilerle yemek verilir. Her ocak başına birer
sini, adam başına birer parça ekmek, her ocağa bir rnum, her at ve katır başına bir torba
yem verilir. Vakıf tarafından mihmandarlar gelip herkese hizmet ederler. Böyle büyük bir
hayrattır.

Suyu güzel, aydınlık bir hamamı vardır. Bu söylediğim imaretlerin hepsi gök kurgunla
kaplıdır. Bunlardan başka büyük küçük 41 hanı, 180 dükkânı vardır. Bu kadar güzel
yapılmış binalar hep Koca Mimar Sinan'ın usta elinden çıkmadır.

Kasabanın suyu kuyu suyudur. Dağ başında olduğundan havası güzelse de suyu
ağırcadır.

Buradan yine doğuya 5 saat giderek Heleke (372) Kalesi'ne geldik. Bunu Çelebi Sultan
Mehmed, Rumlar'ın elinden alırken birçok gaziler şehit düştüğünden "Heleke" yani "helak
yeri" demişlerdir (373). Deniz kıyısında, iki dere arasında yalçın bir kaya üzerinde,
karavulhane (374 gibi sağlam bir yapı, küçük ve güzel bir kaledir. Kuzeye bakan bir
kapısı vardır. Kanatları ve içinde evleri yoktur. Daima muattal durur. Kale dibinde bir
değirmeni vardır. Burası Kocaeli toprağında nahiyedir.

www.atsizcilar.com  Sayfa 101 
 
 

Buradan yine deniz kıyısından doğuya giderek 8 saatte İzmit Kalesi'ne vardık. Burada bir
gün kaldık. Ertesi günü boru çaldırarak 6 saat kadar doğaya, ağaçlık ve ormanlıklar içinde
gittikten sonra Sabanca kasabası durağına geldik.

Önce İzmitli bir koca buradaki taş, diken vs çalıları yok edip saban yürüttüğünden
"Sabancı Koca" adıyla bir köy olur. Sonra zamanla mamur olup Koca Süleyman Ban
çağında kasaba şekline girer, içinde, San Rüstem Paşa büyük bir han yapmıştır ki 170
ocaktır.

(372) Bugünkü "Hereke".

(373) Tabiî bunun aslı esası yoktur. Hemen her Kasaba için mevcut olan halk istikakcılığıdır.

(374) "Karavul", öncü, gözcü, emniyet tertibi demektir. Bugünkü ''Karakol" kelimesinin aslıdır.

Güzel bir camisi, bir hamamı, güzel çarşısı vardır, imaretleri gök kurşunla kaplıdır. 1000
kadar kiremitle örtülü evi vardır, imaretleri hep Mimar Koca Binan yapısıdır. Bir Pertev
Paşa Hanı vardır, o da Mimar Sinan'ın eseridir. Bu hayratın çoğu Rüstem Pasa'nın olduğu
için onun vakfının mütevellisi hâkimdir. Buranın bir Yeniçeri Serdarı da vardır. Övülecek
nesnelerinden beyaz kirazı meşhurdur. Hamamının dibinde bir ekmekçi dükkânı vardır.
Bir dervişin hayır duası berekâtı ile bir beyaz ve has ekmek, somun pişirir ki "Sabanca
Somunu" adıyla her tarafta şöhret bulmuştur. Kırk gün bile dursa kuruyup küflenip lezzeti
değişmek ihtimali yoktur. O kadar meşhurdur ki birini ılgarla taze taze Acem Şahı'rıa
götürmüşler, o da beğenmiş. Bu kadar lezzetli ve has ekmek olmasını bazıları
suyundandır derler. Civarında bir köy vardır.

Sabanca Gölü'nün çevresi 24 mildir. Gölün dört yanında kasaba gibi 76 tane köyü vardır.
Bütün halkı bu körfezin (375) suyunu içtiklerinden yüzlerinin rengi kırmızıdır. Mahsulleri
çoksa da bağlan yoktur. Bahçeleri hadden fazladır. Bu gölün kenarında bir çeşit kavun ve
karpuz olur ki ikisini ancak bir eşek çekebilir. Gölün içinde 70-80 tane kayık ve çırnıklar
(376) vardır ki köyden adam, kereste ve sair eşya getirirler. Göldeki 70-80 türlü balıktan
avlayıp kâr ederler. Alabalığı, sazan balığı, turna balığı, luna balığı gibi tatlı su balıkları
gayet lezzetli olur. Ferah verici ve kuvvetlendiricidirler.

Gölün derinliği çoğu yerinde 20 kulaçtır. Suyu gayet saf ve berraktır. Kıyısındaki köylerin
kadınları elbise yıkadıkları zaman asla sabun sürmezler. Ne yıkasalar temiz ve beyaz
tülbent gibi olur. Adı geçen somunu da bu su ile yuğurduklarından pamuk gibi ekmeği
olur.

Bu gölün doğusundan ve iki saat mesafeden Sakarya Irmağı geçer. Kocaeli'nde ve Irva
kasabası kenarında Karadeniz'e dökülür. Sakarya İrmağı azıcık bir himmetle bu göle
akıtılabilir. Bu göl, İzmit Körfezi'ne üç saat kadar yakın olduğundan ayağı, İzmit Tuzlası
önünde denize karışır. Hattâ bir zamanlar bu gölü İzmit Körfezi'ne katmak için yüz
binlerce kazma ve çapalı ırgat ve mimarlar toplattırılmış ise de İzmit halkının "buna aşırı
hazine ve Nuh ömrü gerektir" diye gevşeklik göstermesi işin başarılmasına engel
olmuştur. Ama Sakarya Irmağı bu göle, bu göl de İzmit Körfezi'ne karıştırılsa bir daha
Karadeniz'den Sakarya vasıtası ile düşman giremezdi. Bir de İzmit şehri iç El olup Bolu
Irmağı'na varıncaya kadar beş konaklık yer mamur olurdu. Bolu Irmağı iskeleye yaklaşıp
İstanbul gemileri tâ Bolu'ya yetişir ve İstanbul'da bir tahta 3 akçaya, 1 kantar odun 5
akçaya olup büyük hayrat olurdu.

Buradan yine 6 saat doğuya, Sabanca Gölü kıyısınca Ağaç Denizi içinden giderek uçsuz
bucaksız ormanları ibret gözüyle seyrettik (377). Sakarya Irmağı'nın ağaç köprüsünden
geçtik. Bu ırmak "Çifteler" dağından toplanıp bu tahta köprüden geçer, sonra Kocaeli
Sancağı'ndan dolaşıp Irva iskelesi önünde Karadeniz'e dökülür.

(375) "Gölün" demek istiyor.

www.atsizcilar.com  Sayfa 102 
 
 

(376) "Cırnık" = zahire kayığı.

(377) Bugün bu ormanlar yoktur.

Buradan ilerleyerek Hendek Pazarı (378) kasabasında mola verdik. Burası ormanlı, dağlı,
bahçeli, camili, han ve hamamlı, çarşı ve pazarlı güzel bir kasabacıktır. 150 akçalık
kazadır. Yeniçeri Serdarı, Kethüda Yeri, Subaşısı vardır. Burada bir çamurlu meşhur
bataklık bulunur ki üzerinde uzun bir tahta köprü vardır.

Buradan geçtikten sonra yine doğuya 12 saat ormanlar içinde giderek "Düzce Pazar"
kasabasına geldik. Burası Bolu'nun nahiyesidir. Ormanlı, dağlı düz bir yer olup 1 camisi, 2
ham vardır. Hepsi Şemsi Paşa'nın hayratıdır. Köyleri çoktur.

Doğuya (379), "Akçasar" taratma 2 saat giderek Salan Suyu'nu geçtik, "Üskübi"
kasabasına vardık. Mamurdur. Bolu toprağında hastır. Camisi, hamamı, ham, çarşısı
gayet mükemmeldir. Buradan harekette 9 saatte Bolu kasabasına geldik.

Burası Osmancık (380) zamanında "Sunkurbay Şemsi" adlı kahramanın eliyle fethedilmiş,
kendisine evlâttan evlâda hayat kaydı şartı ile ocaklık ihsan edilmiştir. Hâlâ nesli
tükenmiş değildir. Şemsi Pasa Evlâtları derler. Kalesini Bursa tekfuru yaptırmıştır.
Topraklı bir yüksek dağ üzerinde, dört köşe bir harabe içinde bir kaleciktir. Fatih tahriri
üzere burası Anadolu toprağında ayrı bir sancak beği tahtıdır. Padişah tarafından beğinin
hası 300.122 akçadır.

14 zeameti, 55 tımarı var. Çeribaşısı, Alaybeğisi var. Kanun üzere Cebelileri ile 2800 kılıç
askeri olur. 800 kişi kadar da beğinin ve Çeribaşısının olur.

300 akçalı kazadır. 5 nahiyesi vardır: Birincisi şehir etrafı nahiyesi, ikincisi "Gökçe"
nahiyesi, üçüncüsü "Sazak Gerede" nahiyesi, dördüncüsü "Durdur Divan" nahiyesi,
besincisi "Bağlıca" nahiyesidir.

Kadısına yıllık 5000 kuruş, Beğine 10.000 kuruş verilir. Ama burada gayet adaletli
davranmak gerek. Gayrimeşru birkaç akça alınsa halkı hemen öç günde İstanbul'a gidip
şikâyet ederek hâkimin hakkından gelirler.

Yeniçeri Serdarı, Sipah Kethüda Yeri, Nakibüleşrafı vardır. Her ne kadar Türklük (381) ise
de ileri gelenleri, eşrafı, tüccarı çoktur. Gerçekten mamur büyük bir şehirdir ki topraklı bir
dağ arasında kurulmuştur. 34 mahallesi ve 34 camisi vardır. 3000 kadar tahta örtülü
güzel evleri vardır. Bazı zenginlerin evleri ve hanları kiremitle örtülüdür.

Pasa Sarayı, Şemsi Paşa Sarayı, Zülfikar Ağa Sarayı, Cennet bahçesi gibi saraylardır.

Camilerin en güzeli çarşı içinde "Mustafa Paşa Camisi"dir ki kalabalık cemaati vardır.
Ferhad Paşa Camisi de gayet mamur olup hepsi Süleyman Han'ın, Koca Mimar Sinan'ın
işidir. Bu camilerden başka mescitleri de vardır.

(378) Metinde "Hasenden Pazarı" ise de yanlış olduğu bellidir. Hendek ve Düzce'nin önce "pazar yeri" olarak kurulup
sonra kasaba olduğu anlaşılıyor.

(379) Metinde "batıya" diyor ama yanlış olduğu muhakkak.

(380) "Osman Beğ" için ilk defa "Osmancık" tabirîni kullanan, benim bildiğime göre Mağribli Seyyah îbni Battûta'dır.
Hicri 732'de ( = 4 Ekim 1S31 - 21 Eylül 1332) Anadolu'yu gezdiği zaman Bursa'ya da uğramış ve Orhan Gazi'den
"îhtiyârüddîn Orhan Beğ bin Sultan Osmançuk" diye bahsetmiştir. îbni Battûta bunu herhalde Türkler'den duyarak
kaydetmiştir. Sevgi işareti olsa gerektir.

(381) Köylülerden mürekkep demek istiyor.

www.atsizcilar.com  Sayfa 103 
 
 

Hamamlarından Şemsi Paşa Hamamı meşhurdur. 7 ham, kapalı çarşısı, 7 çeşmesi vardır.
Hepsi Şemsi Paşa hayratıdır.

400 kadar mamur, süslü dükkânı vardır. Medrese ve dârülhadîsi olduğunu bilemiyorum
ama 70 kadar mektebi vardır (382). 200'den fazla hafızı vardır. Bilginleri pek çok. Halkı
Muhammediye kitabı okurlar. Oğuz adamları (383) vardır. Suyunun ve havasının
güzelliğinden dolayı güzelleri çoktur. Kadınlar hep ferace giyip gezerler ama gayet
kapalıdırlar.

Bağ ve bahçeleri pek çoktur. Yiyecek ve içeceklerinden övülmeye değerleri beyaz kiraz ile
bozasıdır. Bir çeşit bardakları olur ki halk buna "sengek" (384) ve "boduç" derler. Halkın
çoğu tüccar ve kibardır. Dağlarında çam çok olduğundan ahalisi çam tahtası ticareti
yapar. Bolu tahtası İstanbul'da övülür ve makbuldür. Bu şehrin batısında, iki konak
yerde, deniz kıyısında "Akçaşar" (385) iskelesi vardır. Ereğli, Bartın, Hisarönü İskeleleri de
Bolu Sancağı içindedir.

Bolu şehrinin güney tarafı dışında, bağlara yarım saat yakın bir yerde, küçük, eski tarzda
bir ılıca vardır. Son derece sıcak olup uyuz hastalığına faydalıdır. Suyu, içenin midesini
düzeltir, vücudunu pamuk gibi yapar. Birçok faydaları görülmüş bir ılıcadır. Şehrin
büyüğü küçüğü araba araba bu ılıcaya gelip sağlamlaşır. Tanrı'nın yarattığı, dünyaca
meşhur bir sıcak sudur.

Ilıca yakınında Yozgad Baba Tekkesi adıyla bir ziyaretgâh tekke vardır.

Buradan hareketle yine doğuya 12 saat mamur köyler içinden giderek Gerede kasabasına
geldik.

Gerede, Bolu Sancağı toprağında Subaşılıktır. 150 alçalık kazadır. Yeniçeri Serdarı vardır.
Şehri geniş bir ova içinde olup 1000 tane tahta ve kiremit örtülü, eski tarz evi vardır. 9
mahallesi, 10 camisi vardır. Çarşı içindeki .camisi güzeldir. 3 tekke, 1 hamam, 3 han, 200
dükkân, 7 kahvehanesi vardır. Bütün esnaftan ziyade bıçakçısı ve debbâğı çoktur.
Gerede'nin meşini ve sahtiyanı meşhurdur.

Suyu ve havası güzel, yayla yerdir. Ahalisi gayet sağlam yapılıdır. Yer yer güzelleri vardır.
Halkı çoğunlukla softa ve talebidir (386), Levendleri meşhur olduğundan hırsızı çoktur
(387). Soğuğu pek meşhurdur. Soğuk anıldığı zaman "Erzurum soğuğu' beni Gerede'de
bulun, demiş" diye bir darbımesel söylerler. Halkı diri, iri yapılı, gözüpek Türk tayfasıdır.
Dört çevresi Kankırı (388) şehrine varıncaya kadar mamur nahiyelerdir. Bu arada 40-50
bin Türk tayfası var. Nahiyeleri: Kızılözü, Alacaözü, Aladivan, Birdivan, İkidivan, Üçdivan,
velhasıl Yedidivan'a varıncaya kadar nahiyeleri vardır. Hepsi dağlarda otururlar.

(382) Sibyan mektebi yani ilkokul demek istiyor.

(383) İriyarı ve sert, yabani mânâsına.

(384) Bu kelime Kaşgarlı Mahmud'da "ağaçtan oyulmuş su kabı" olarak geçmektedir (Dîvânü Lugati't Türk Dizini, s.
505).

(385) Akçaşar, daha sonra "Akçaşehir" diye söylenmiştir. Bugünkü "Akçakoca" dır.

(386) "Softa", daha doğrusu "sûhta" medresede din bilgileri öğrenen öğrencilere verilen addır. "Talebe" genel olacak
"öğrenci" karşılığıdır.

(387) Ne demek istediği anlaşılmıyor.

(388) Bugünkü "Çankırı".

www.atsizcilar.com  Sayfa 104 
 
 

Bu Türkler'in "Divan" dedikleri de Selçuklular*, dan Sultan Alâaddin, bir zaman


Bolu Beği iken bu dağları fethettikçe gönüllerini alıp kendisine çekmek için
divan edip kös çaldırdığı yerlerdir ki hâlâ "Divan" diye adlandırılır 7 tane
nahiyedir. Ahalisi dikbaşlı, serkeş adamlar olup dilleri ve lehçelerinden aşağıda
biraz bahsolunur:

www.atsizcilar.com  Sayfa 105 
 
 

Kak..................................... Kuru
Kakaç.................................. Pastırma
Fakı .................................... Hoca
Zeli .....................................Sini
Zerfe zağrı........................... Kaşık
Mâvmav.............................. Kedi
Çelerdi................................ Baktı
Manzıkdım .......................... Darıldım
Palatık ................................ Şahnişin
Kıran ................................. Taşra
Hayada ............................. Avlu
Yığma tepe.......................... Pilav
Sarı aş................................. Zerde
Karış katış ........................... Aşure
Çakıl makıl.......................... ...Kalye buranı
Sıkı ..................................... Bulgur
Çaluk .............................. Tutmaç
Tokmağı ............................. Heryese aşı
Sarığı burma ....................... Baklava
Havayı zırlık ........................ Börek
Döngel ............................... Muşmula
Boduç .................................Ağaç bardak
Yalap ...................................Balık
Kekremsi ........................... Şarap
Hörpüldetir.......................... îçer
Zivermî ........................... Gider misin
Zelip ..................................... Halı
Sıkı .................................... Karın ağrısı
Söykenenek ........................Yastık
Söyken ...............................Yaslan
Çırağ ................................... Mum
Üç basdı ............................. Saçayak

www.atsizcilar.com  Sayfa 106 
 
 

Makrak .............................. Murdar


Musmul............................... Temiz
Çep ....................................Güç
Toktok................................ Havan
Sûmke................................. Faydasız
Hakak.................................. Ekser (389)
Kirman.................................. Eğe
Çığlık .................................. . Seda
Ese haki............................... . İsa hakkı
Cıvak................................. Lübbi (390)
Ne balun.............................. . Nedir halin
Ögetget ............................. . îyidir iyi
Çizgindi dedem .................... Ağardı başım
Efelim ............................... Kardeşim
Setlik ................................... Aferin

Daha birçok kelime ve tâbirleri var. Ne kadar eski ve söz bilir adam olsa insan bunların sözlerini anlayamaz. Bu
diyarın halkına mahsus bir lehçedir. Ancak bu kadar yazabildik.
Bu sefer yine doğuya 8 saat mamur köylerden geçerek "Bayındır" köyünde durduk. Bolu Sancağı nahiyesinde
150 akçalık kazadır. Köyleri sarp dağlarda olduğundan Osmancık merhum bu diyar halkına baş eğdirinceye
kadar kan ağlamıştır. Bağlı, kasabaya benzer yer olup tahta örtülü 300 evi var. Bir hanı, her evde misafir ahırları
vardır.

(389) "Ekser", demir çivi mânâsında Türkçe bir kelimedir.

(390) Öze ait

Her misafir bu evlerde oturup parasıyla yer, jçer. Ama odunu, samanı, suyu azdır. Bu köy
halkı böylece kazanç sağlar.

Buradan hareketle "Hamamlı Boğanı" denen dar, korkunç bir boğazı bin güçlük ve
sıkıntıyla geçerek 9 saatte Çerkeş kasabasına geldik. Burası Kânkırı (= Çankırı) Sancağı
toprağında Subaşılıktır, 150 akçalık kazadır. Yeniçeri Serdarı, Sipah Kethüda Yeri vardır.

Şehir bir bayır dibinde olup 300 evli, 1 camili» .1 hamamlı, 40-50 dükkanlı bir beldeciktir.
Ama Buttan Dördüncü Murad Han Efendimiz'in Musahibi Silahdar Mustafa Paşa burada
150 ocaklı, 100 dükkanlı bir han yaptırarak kasabayı mamur etmiştir. Lâkin ömrü vefa
etmediğinden kiremit örtülü kalmıştır. Haftada bir kere köylüler birikerek büyült bir pazar
olur.

Buradan yine doğu yönünde 7 saat mamur köyler içinden giderek Karacalar (391) köyü
durağına geldik. Burası Kânkırı (= Çankırı) hükmünde zeamettir. Bir camili, çimenlik,
verimli topraklı, 300 evli ve ahırlı tıkara köyüdür. Ahalisi gelip gidenleri misafir ederek
kazanç sağlarlar. Ama dediğinden dönmeyen inatçı Türkler bir kütüğü kırk kere
misafirlerine satarlar. Zira her gece o kör kütük su içinde yatar. Onu yakmak için adam
10 akçalık da odun almalıdır ki yansın. Hattâ bir akıllı yolcu Revan seferine giderken
burada bir eve misafir olup kütüğe sirkeli ateşle işaret eder, gider. Üç yıl sonra seferden
dönerek gelip yine aynı eve misafir olur. Kütük almak ister. Yine o sirke nişanlı kütüğü
getirirler.

Hep eli sıkı, pinti, nekes, gözü doymaz adamlardır. Bu kütüğü gösterip böyle bir yol
üzerinde gidip gelenlere evlerini misafirhane etmeleri de rahmettir. İçlerinde iyi adamlar

www.atsizcilar.com  Sayfa 107 
 
 

vardır ki "kazananı Tanrı sever" diyip şal, kilim, tiftik, kırmızı kuşak ve başkaca türlü türlü
bezler dokuyup satarlar. Karacalar kuşağı çok meşhurdur.

Burada Karamanlı Habib'in türbesi ziyaretgâhtır. Doğum yeri Niğde yakınında "Ortaköy"
dür. Fatih Mehmed Han çağında merhum olup bu Karacalar'da küçük bir kubbe içinde
gömülüdür ki herkesin ziyaretgâhıdır. Bayramiye Tarikati'ndendîr. Şeyh Hamza Efendi de
bu Karamanlı'nın halifesidir. Mezhebi "Hamzavî" diye suçlandırılan işte bu Şeyh
Hamza'dır. Karamanlı Habib'i ziyaret ettikten sonra Karaçalar'dan kalkıp 9 saatte Koçhisar
köyüne geldik. Bu köy Kânkırı (= Çankırı) hükmündedir. Nahiyeleri mamurdur. Kalesini
Rum Kâfirleri elinden 708 tarihinde (= 21 Haziran 1308 - 10 Haziran 1309) Osman Gazi
fethedip bir daha Kâfirler'e durak olmasın diye temelinden yıktı. Bir camili mamur köydür
ki "Kângırı Koçhisarı" derler. Buradan doğuya giderek 9 saatte nahiyenin kalesi olan
Tosya'ya, geldik.

Tosya'yı Çelebi Sultan Mehmed Han fethetmiştir. Subaşısı var. 150 akçalık kazadır.
Mamur nahiyeleri vardır. Yeniçeri Serdarı, Sipah Kethüda Yeri, Nakîbüleşrafı, Şeyhülislâmı
(392) var. İleri gelenleri ve eşrafı Türkistan şehirlerindendir. Bilginleri çoktur.

Şehir yüksek bir yerdedir. 3000 kadar tahta ve kiremit örtülü, safi tahta ile yapılmış eski
usul evleri, birçok bağ ve bahçeleri vardır. 11 Mahalledir. 21 camisi, 7 han ve hamamı,
340 dükkânı ve kahvesi, 1 de demir kapılı kagir kapalı çarşısı vardır ki içinde her türlü
mal bulunur. Ama bütün halkının işi "muhayyer"' (393) dokumaktır. Onun için kapalı
çarşıda muhayyer çok alınıp satılır.

Kozlu ve leblebili helvası güzeldir. Tatlı kutu bozası beyaz süt gibidir ve gayet meşhurdur.
Havası ağırdır.

Halkı Türk'tür. Kimsesiz, yoksul ve yabancılara son derece dostturlar.

Şehrin dışında ve çimenlik bir yerde, yol üzerinde Şit Baba Ziyaretgâhı vardır.

Oradan 8 saat gâh dağlar içinden, gâh Kızılırmak kıyısınca gidip "Hacı Haraza" köyüne
vardık. Karamanlı Habib'in halifelerinden Hamzavi "Hacı Hamza" bu köyde doğup şöhret
kazandığı için Han Hamza Köyü diye adlandırılmıştır. Ahalisi dağda,, mamur köylerde
otururlar. Umumî yol üzerinde ancak bir köhne camisi kalmıştır. Başka ev yoktur, hep
yıkılmıştır. Kızılırmak'ın karşı tarafı safi bağ ve bahçelerle süslüdür.

Bu ırmak Bafra kasabası civarında Karadeniz'e karıştığı yerde kendisini yüce kayalardan
denize atıp gürültüsünden insana dehşet verir. Faydasız, coşkun sıkan bir sudur. Yaz da,
kış da daima kızıl kan gibi akar tatlı sudur. Hattâ ben bir defa atımla karşı taraftaki
bağlara geçmek istedim. Hemen birdenbire atımla beni toparlayıp götürmeye başlayınca
can korkusuyla kıyıda bir söğüt dalına sarılıp attan ayrıldım. Güç hal ile canımı kurtardım.
Meğer gayet sarpmış. İri iri taşlı bir yerden akarmış. Sonra hademeler atımı getirdiler.

Bu Hacı Hamza'dan kalkıp yine doğuya bazen dağlarda, bazen Kızılırmak kıyısında
yürüyerek "Sarmaşıklı Kaya" adında yüksek bir dağın dibindeki daracık bir yoldan geçtik.
Bu yolun bir tarafı yalçın kaya, sol tarafı yalçın uçurumdur. Buralarda nice defa
Kızılırmağa batarak 9 saatte Osmancık Kalesi'ne geldik.

Bazı tarihler, "Osmancık burada doğdu, bu kaleyi de beğlik zamanında yaptı" derler.
Sonra bu. kaleyi Türk oymakları elinden 795 tarihinde (= 17 Kasım 1392 5 Kasım 1393)
Yıldırım Bayazıd ilan fethetmiştir. Çorum Sancağı toprağında Voyvodalıktır. 110 akçalı
kazadır. Mamur nahiyeleri vardır. Serdarı, Kethüda Yeri var, Nakîbi, Müftüsü yoktur, ileri
gelenleri pek az, bağ ve bahçesi çoktur.

www.atsizcilar.com  Sayfa 108 
 
 

Kalesi Kızılırmak kıyısının doğu tarafında olup büyük köprü ile geçilir. Irmağa yakın bir
yalçın kaya üzerinde küçült ve sağlam bir yapıdır. Çepeçevre büyüklüğü 800 adımdır.
Kare şeklinde yekpare bir kale olup bir demir kapısı var. Çok yüksekte olduğundan içine
giremedik. Ama dışarı varoşu 1000 kadar bağ ve bahçeli, eski tarzda Türk evleridir. Hepsi
tahta ve toprak örtülü mamur evlerdir.

(391) Bugün "Atkaracalar" denen kasaba.

(392) Buradaki "Şeyhülislâm" kelimesi yanlışlıkla yazılmış olacak. Herhalde "müftü" mânâsında kullanılmıştır. Çünkü
Devlette ancak bir tek Şeyhülislâm vardır.

(393) Muhayyer" Arapça bir kelime olup beğenmediği, takdirde geri vermek şartı ile müşteriye verilen mal demektir.
Belki kumaşın değerini anlatmak için bu isim kullanılmıştır.

7 mahalledir. 7 camisi vardır. Dükkânları azdır ama yine her şey bulunur. 10 ham var.
Irmak kıyısında küçük bir hamamı var. Suyu dolapla Kızılırmak'tan çekilir.

Şehrin üç tarafı kumsaldır. Asla çamur olmaz. Havası fazla sıcak olduğundan üzümü
lezzetli ve sulu olur. Kumsallığından toprağında "gebre" (394) adında bir yemiş olur ki
sirke ile turşu yaparlar. Gayet faydalıdır. Bu şehirde o turşu meşhur olmuştur.

Bütün evleri dervişanedir. Halkı dahi Bektaşi dervişleridir. Çünkü şehrin batı tarafında,
yüksek bir yerde Bektaşilerin şeyhi gömülüdür.

"Koyun Baba" adındaki bu şeyh bizzat Ham Bektaş-ı Veli'nin halifesidir. Tanrı sevgisiyle
merhum olduğundan buraya gömülmüştür. Sonra Sultan Bayazıd-ı Veli, dervişi kadir
gecesinde rüyasında görüp onun vasiyeti ile kabri üzerine yüksek bir kubbe, bir cami,
dervişler için bir meydan, bir yemekhane ve ziyafet odası, gelip gidenler için bir konuk
evi, nice hücrelerle bir mutfak ve kiler yaptırmış, bu hayratı baştanbaşa kurşunla
örttürmüştür. Gayet mamur yüksek bir yapı olup bir fersahlık yerden gömgök denizler
gibi kurşunlar pırıl pırıl parlar. Kubbesîndeki alemin ışığından insanın gözü kamaşır.
Mutfağında nimeti gece gündüz eksik değildir.

Bu şehre girdiğim zaman önce bu yüksekteki tekkeye âdâb ile varıp eşiğini öptüm.
"Esselâmü aleyke" (395) diyerek kabrine girdim. Ruhu için bir hatim indirmeye başladım.
Kubbesi misk ve anber kokusuyla dolu olduğundan bütün ziyaretçilerin beynini ıtırlar. Her
gelen ziyaretçiye dervişler ve türbedarları gül suyu dökerler. Nâ'şı üzerinde Bektaşi
sikkesi (396) vardır. Tekkede oturan vaiz ve dervişler ittifakla o mübarek sikkeyi
dervişlerin dostu olan ben Evliya'nın başına giydirip tekbirlerle "görme kuvvetin, vücut
sağlığın ziyade olsun. Seyyahatin kutlu olsun. îki dünyada da izzetli, itibarlı ve düşmanın
şerrinden emin ol" diye hayır dua ettiler. Fatiha okudular. Sikkeyi başıma giyince Allah'ın
emriyle iki kulağımdan ağrı çıkıp iki gözümden irinli yaşlar bîr saat kadar akıp sonra
gözceğizlerim Arap kandili gibi aydınlık oldu. Zira Karadeniz'e düştüğüm zaman çıplak
olarak o kış içinde yüzmekten gözlerimin nuru azalmış, görme kuvvetim kesilmişti. O
saadet tacını başıma koyunca görme kuvvetim çoğaldı. Sevincimden hatmi A'râf Sûresî'ne
indirmeden Kur'an okumayı bırakmadım. Sonra tekkesini gezip temaşa ederek
dervişleriyle dostluk edip baba nimetleri yedik. Hâlâ o kubbede Hazretin, Hacı Bektaş-ı
Veli'den kabul ettiği dervişlik cihazlarından hırka, seccade, davul, alem, kudüm, pâlheng
(397), asâ, tac ve kaba (398) durmaktadır. Kubbenin duvarlarına nice seyyahlar, âşıklar
türlü türlü beyitler ve şiirler yazmışlar. Ben de baş tarafına birdenbire hatırıma gelen şu
beyti yazdım:

Kudve-i erbâb-ı tahkik, zübde-i Âl-i Abâ,

Mahzen-i sırr-ı velayet Hazret- i Koyun Baba (399)

(394) Yabani çalı yemişi

www.atsizcilar.com  Sayfa 109 
 
 

(395) "Sana selâm olsun".

(396) Derviş külahı. Bilhassa Mevlevi külahları için kullanılan bir kelime.

(397)Kement

(398) Cübbe.

(399) Gerçeği arayanların en önde geleni, Âl-i Abâ'nın özü, evliyalık sırrının mahzeni Koyun Baba Hazretleri" demektir.
"Âl-i Abâ" Peygamber, Ali, Fatma, Kasan ve Hüseyin'in topuna birden verilen hususî aile adı.

Koyun Baba diye adlandırılmasına sebep, Hacı Bektaş ile Horasan'dan tâ Anadolu'ya
gelinceye kadar gece gündüz 24 saatte bir kere koyun gibi meleyişi imiş ki bu hareket
aynı saatten asla şaşmazmış. Bundan başka daha nice vak'aları vardır. Bütün Bektaşiler
halk arasında itibarsızdır ve kötü sayılırlar. Lâkin bu Koyun Baba dervişleri koyun ve kuzu
gibi meler, yumuşak huylu, uysal, yalnız yasayan, Tanrı'yı bilir, Ehli Sünnet'ten daha
dindar adamlardır. Sözün kısası, gerçi seyahatimiz çok değildir ama Anadolu'da ve
Arabistan'da böyle bir tekke yoktur derler.

Burkan Dede, Ziyaretgâhı da köprü başındadır. Yüzlerce kerameti gözükmüş ulu pirdir.

Burada Sultan Bayazıd'ı Veli'nin hayratından olarak da 19 gözlü büyük bir köprü vardır ki
her bir kemeri eleğimsağmadan ve kehkeşandan nişan verir. Böyle çılgınca akarı bir
ırmağa üstad mimar sanki bir Sırat Köprüsü yapmıştır. Anadolu'da eşi, benzeri yoktur.

Bu şehirde bir gün oturup ertesi günü göç davulları çalınarak yürüyüşe geçtik. Köprüyü
geçip dağ ve bağ arasından içeri giderek dağların korkunç ve tehlikeli yerlerinden "Direkli
Bel" adındaki dar bir taşlıktan geçtik. Burası can pazarı bir yerdir ki bir kişi kayalara çıkıp
bir taş yuvarlasa bin kişiyi öldürür. Kuş uçurmaz mel'un bir boğazdır ki Anadolu'da,
Arabistan ve Acemistan'da Direkli Bel adıyla meşhurdur. Direkli Bel denmesine sebep
odur ki kayalarının altları boştur. Yıkılıp da yolu kapamasın diye nice hayır sahipleri o
kayaların altlarına çam ve ardıç direkleri dayamışlar. Bunun için Direkli Bel derler.

Burada Paşa Efendimiz atından indi. Bismillah diyerek bizzat kendisi birkaç taşı
Müslümanlar'ın yolundan alıp atınca, Tanrı'nın ululuğu ile 4000 kadar yaşlı ve genç
atlarından inerek geçiş yolunda olan taşları aşağı dereye atıp bir taraftan da savaş
havaları çalınarak Allah, Allah diye bağırarak bir saatte yolu temizlediler. Revan ve
Hamedan yolu gibi oldu. Buradan da böylece geçip 9 saatte "Hacı Köy" (400) adlı köye
vardık. Direkli Boğazı'ndan sonrası Amasya sınırıdır. Bu köy virandır. Bir de viran hanı
vardır. Fakat imara lâyık, eşi olmayan bir yerdir.

Buradan güneye, Merzifon Ovası içinde giderek. 6 saatte Kerküvaz köyüne geldik. Bu da
Amasya toprağındadır. 150 akçalık kazadır. 60 köyünün hepsi Peygamber vakfıdır (401). 1
camili, 1 hanlı Müslüman köyüdür. Ama bu da gitgide harap olmaya yüz tutmaktadır.
Fakat mamur olmaya lâyık bir yerdir Çünkü duraktır.

Buradan da 8 saatte meşhur Amasya şehrine yetiştik.

(400) Bugünkü "Gümüş Hacıköy" olacak.

(401) Mekke ve Medine'ye vakıftır demek istiyor.

Amasya

Kalesi eski zamandaki Amâlika kavmi (402) tarafından yapılmış derler. Nice yüz padişahtan
kalma bir Anadolu kalesidir. Bazı tarihlerde bunu "Dağ Delen Ferhad" yaptı diye yazar.
Sonra, 476 tarihînde (= 21 Mayıs 1083 - 9 Mayıs 1084) Danişmendliler'den Melik Gazi,

www.atsizcilar.com  Sayfa 110 
 
 

Rumlar'dan fethetmiştir. Kaç kere İran'ın Azerbaycan padişahları kuşatmışlarsa da


alamamışlardır. Sonra bir aralık Danismendliler'den Selçuklular'a, onlardan da Temür
çağında Osmanlı Hanedanı'na. geçmiş ve Yıldırım Bayazıd Han, Temür'den zarar görmesin
diye, fethettikten sonra buraya şehzadesi İsa Çelebi'yi hâkim tayin etmiştir. Padişah şehri
olup hutbe okunmuş, "Amasya'da basılmıştır" diye yazılı akça kesilmiştir. Çünkü
dağlarında ve şehirde gümüş madeni vardır.

Padişahlara mahsus has saray ve gayet güzel bahçe yapılarak Osmanlı Hanedanı'na taht
yeri oldu. Fatih zamanında, Sivas Eyaleti toprağında Amasya Beği'nin durduğu yerdir diye
yazılmıştır. Büyük bir şehir olduğundan birkaç kere arpalık yolu ile Üç Tuğlu Vezirlere
ihsan olunmuştur. Padişah kanunu üzere Paşasının hası 20.000'dir. Sancağında 19
zeamet, 42 tımar vardır. Alaybeğisi, Çeribaşısı vardır. Bütün sefere çıkanları silâhlı,
mükemmel askerlerdir. 300 akça payesiyle kazadır. Nahiyeleri gayet mamurdur.

İnepazarı, Akdağ, Kafala adında nahiyeleri olup Sancağı içindeki kazalar da 9 tanedir:
Köprüsemre, Zeytin, Gümüş, Bulak, Merzifon, Kerküvaz, Ladik, Varay, Zünunâbâd (Elvan
Çelebi'nin kabri).

Amasya Kadılığından yılda 7000 kuruş gelir. Paşasının hası 6 tane Subaşılıktır ki onlarda
Bahpazar, Varay, İnepazarı, Akdağı, Sulu Ova'dan ibarettir (403). Haslar Subaşısı,
Müftüsü, Nakîbüleşrafı, Yeniçeri Serdarı, Sipah Kethüdası, ileri gelenleri, Eşrafı,, bilginleri,
müttekî adamları, zengin tüccarları vardır. Hanedan sahiplerinden 500 akçalı bir mollaları,
beğleri, beğ oğulları, paşa oğulları vardır.

Amasya Kalesi çok yüksektir. Tepesindeki dünyayı gören burçları, kuleleri daima bulutlar
içinde kaybolmuş görünür. Hava açık iken öğle olunca kale içindeki cami minareleri, ev
damları gözükür bir lokaledir. Çepeçevre büyüklüğü 9060 adımdır. Beşgen şeklindedir.
Çok ustalıklı yapılmış taş yapılı bir kaledir. 41 kulesi, 800 bedeni vardır. İçindeki evleri
bilmiyorum. Ama eski tarz sarayları, cebehanesi, ihtiyat ambarı, su sarnıçları güzeldir.
Aşağıda akan ırmağa inecek su yolları vardır. 307 kadar lakları (404) vardır ama çarşısı,
pazarı yoktur.

Doğu tarafına bakan dört kat demir kapısı var. Kale içinde Yıldırım Han Camisi vardır. Çok
garip bir nesne olan, cehennem kuyusuna benzeyen bir de zindanı var.

Kalenin topları büyük küçük 70 kadardır. İçlik El olduğundan büyük balyemez toplan
yoktur. Bu kalenin altı baştanbaşa mağaralarla bezeli olup ibretle bakılacak şeylerdir.

(402) Kuzey Hicaz'da yaşamış eski bir Arap kavmi. Anadolu'da onları görmek, İslâmiyet dolayısıyla Araplar'ı gözde
büyütmenin örneklerinden biridir.

(403) 6 dediği halde 5 tane saymıştır.

(404) Küçük dükkân veya seyyar satış yeri demek olsa gerek.

Hattâ Celali Karayazıcı ve Kara Said zamanlarında memleketin ileri gelenleri ve eşrafı
bütün değerli mallarını bu mağaralarda saklayarak çoluk çocuklarıyla içlerinde korunup
barınmışlardır. Temür dahi bu kaleyi 7 ay kuşattırarak fethine çalışmışsa da başaramayıp
gitmiştir. Burası her ne kadar içlik El ise de Celaliler sığınmasın diye Dizdar Ağası,
neferleri gözcü olarak silâhla hazır beklerler.

Aşağı kalesi şehrin tâ ortasından akan Tozanlı Irmağı'nın kıyısında yalın kat duvarlı,
alçacık, taş yapılı bir kaledir. Büyüklüğünü bilmiyorum ama üç kapısı var: Kıbleye bakan,
alçak köprüde karanlık kapı; kıbleye bakan bu kapı Maydanos Kapısı'dır ki Bayazıd Han
Köprüsü'nün yoludur; batı tarafında Meydan Kapısı büyük tahta köprüye karşı olup bu

www.atsizcilar.com  Sayfa 111 
 
 

köprüden şehirdeki Gök Medrese'ye geçilir; doğu tarafında Berkiz Köprüsü Kapısı vardır ki
bu köprüden de şehirdeki Garipler Camisi'ne geçilir (405).

Bu kalenin civarı mamurdur. Sarayları ve 600 evi vardır. Çarşısı küçüktür. Camisi de
vardır.

Bu kalenin dibinden akan Tosanlı Irmağı, Tokat'tan yukarı, o Sancak içindeki dağlardan
Tozanlı Dağı'ndan gelip Tokat Kalesi önünden geçer, "Eski İnepazarı"ndan Kar Gölü'nden
berideki Turhal kasabasının önünden geçer. "Çengelli Beli"nden, "Sarı Kosun"dan beriye
gelip "Daduy Feri" Körusü'nden, "Çalan" Köprüsü'nden geçer. Sonra Ferhad
Boğazları'ndan geçip Amasya'ya uğrar. Bu ırmak, Ladik Gölü'nün ayağı "Kavra" önünden,
Sulu Ova içinden beri gelip Amasya yakınında karışır. Irmağa, Amasya'dan aşağı
geçtikten sonra "Çarşamba Suyu" derler. Daha nice şehir ve köylere uğrayıp tarla, bağ ve
bostanları sulayarak Karadeniz kıyısında, Samsun Kalesi'nin doğu tarafında Karadeniz'e
dökülür. Ama buna Çarşamba Kasabası'nın altında nice pınarlar karışır.

Bu koca ırmak Niksar Kalesi altından akarak gelen Kerkük (406) Irmağı'nı dahi
"Boğazkesen" de alır ve Samsun dibinde Karadeniz'e karışır.

Bu ırmak üzerinde Sultan Bayazıd-ı Veli'nin büyük bir köprüsü vardır. Gayet
sanatkâranedir. Amasya şehri ırmağın iki tarafına, kat kat dağ ve bayırlara yayılmış olup
pek büyük bir şehirdir. Irmak, şehire güney tarafından gelip nice bin bağ ve bahçeleri
sulayarak birçok su dolaplarını döndürür ve kuzeye doğru akar. Zaten Osmanlı Ülkesi'nde
Hama, Adana, Amasya şehirlerinin su dolapları meşhurdur.

İşte ırmakla doğu ve batı bölümlerine ayrıları Amasya şehrinde 48 İslam, 5 Hıristiyan
mahallesi vardır. Büyük küçük 5000 kadar mamur ev ve saraylar var. Bunlardan iki
tanesi padişahlara mahsus yani sultan sarayıdır. Irmak kıyısında Cennet bahçesi gibi
güllü, sümbüllü, şahane düzlüklerle süslü, türlü türlü yemiş ağaçlarıyla bezeli, görülmeye
değer saraylardır. Bir has bahçe üstadı, 50 kadar sarı külahlı çapacı bahçavanları var.

(405) Üç kapı var dediği halde "Karanlık Kapı" nın ayrı sayılması takdirinde dört kapı olmaktadır.

(406) Bugünkü "Kelkit Çayı".

Paşa Sarayı, Mehmed Paşa Camisi'ne bitişiktir, îç kalede Sultan Bayazıd Sarayı, gemisi
Paşa Oğla Ahmed Paşa Sarayı, Hoca Ahmed Paşa Sarayı, Ali Paşa Sarayı en
meşhurlarıdır. Sarayları hep kiremitle örtülüdür. Bunlardan başka daha birçok saraylar
var ama yazmakta mazuruz. Çünkü itibarsız şeyleri yazmak ve okumakta usançtan başka
bir şey yoktur.

Amasya'nın Camileri

Hepsi 240 tanedir.

Sultan Bayazıd-ı Velî Camisi: Bu Han'ın şehzadelik âleminde ilk valiliği Trabzon'da, ikincisi
bu Amasya şehrindedir. Buradan Başkente giderek babası Fatih Mehmed Han'ın Üsküdar
yakınında Maltepe'de merhum olmasında padişah olmuştur. "Amasya'da hükümet ettim"
diyerek halkını bütün vergilerden bağışlayıp bu camiyi yapmıştır. Pek güzel camidir.
Uzunlamasına ve enlemesine yüzer ayaktır. Mihrabı, minberi, Müezzinler Mahfili gayet
sanatkâranedir. Yekpare ve mavi bir kubbedir. Lâkin oka-dar büyük değildir. Duvarlarında
öteki Selâtin camileri gibi kandillerle donatılacak sofası vardır. Pencerelerinde aydınlık
camları vardır. 893 yılında (= 17 Aralık 1487 - 4 Aralık 1488) yapılmıştır. İki tane
minaresi, bir iç bahçesi vardır. Bahçenin çevresi sofalar ve direkler üzerinde kubbelerdir.
Ortasında abdest almaya mahsus sanatkârane bir havuzu var. Dışarı bahçesi yüksek
direklerle süslüdür. Evkafı gayet büyüktür.

www.atsizcilar.com  Sayfa 112 
 
 

Küçük Ağa Camisi; Kale tarafında, Samlar Mahallesi'ade, evlere yakın bir yerdedir.

Bayazıd Paşa Camisi: Çekerek Irmağı üzerinde Cennet bahçesi gibidir. Kubbesi kurşunlu,
bir minareli, baştanbaşa ham mermer döşelidir.

Mehmed Paşa Camisi: Su kıyısında kagir, kurşunlu kubbeli ve bir minarelidir.

Hızır İlyas Camisi: Halhanededir (407). Büyük bir yapı olup kubbesi kurşunludur.

Mahkeme Camisi: Tahta örtülüdür. Birçok iskeletler bütün boylarıyla tam olarak bu
camideki oda içinde tabutlarında dururlar (407). Minaresi tahtadır.

Fethiye Camisi: Kiliseden bozma ve minaresizdir.

Yörgüç Paşa Camisi: Bunu yapan, Çelebi Sultan Mehmed. Han'ın veziridir.

Gök Medrese Camisi: Kurşunlu ve minaresizdir.

Bunların dışında kalanlar mescit sayılırlar: Saraçlar Mescidi, Büyük Ağa Mescidi, Kılcı
Mescidi, Kadı Köprüsü Mescidi, Dire Mahallesi Mescidi, Yukarı Pazar Mescidi, Sefer Ağa
Mescidi, Bedesten Mescidi, Çöplüce Mescidi, Mustafa Beğ Mescidi, Kanlı Ali Ağa Mescidi,
Aşağı Pazar Mescidi, Garipler Mescidi, Çukurlar Mescidi, Hocazâde Mescidi, At Meydanı
Mescidi, Kanlı Pazar Mescidi, Yakacık Mescidi, Yukarı Meydan Mescidi, Aşağı Meydan
Mescidi.

İşte bunlar görüp bildiğim mescitlerdir ki kurşunlu Selâtin Camilerine benzerler.

(407) "Hal" kelimesi eritme demek olduğundan "halhâne", "izâbehane" mânâsına gelir. Fakat ilk harfi "hı" harfi ise o
zaman "halhane", "sirke imalâthanesi" demek olur.

(408) Selçuklular ve Danışmendliler'de çok görülen mumyalanmış cesetler olsa "gerek.

Amasya'nın Medreseleri:

10 tane medresesi vardır. Ama hepsinden mükellef süslü ve mamur olanı Sultan Bayazıd-
ı Veli Medresesi'dir. Diğerleri: Mehmed Pasa Medresesi, Kadı Medresesi, Gök Medrese,
Büyük Ağa Medresesi ki bunlar kurşunlu yapılardır, dut ağaçlan olan öğretim yerleridir.
Diğerleri Küçük Ağa Medresesi, Bayazıd Paşa Medresesi vesairedir.

9 tane Dârülkurrâsı vardır. Yalnızca Bayazıd Han Dârûlkurrâsı'nda 300 den çok hafız
vardır.

1 tane süslü, mükellef Dârülhadîsi vardır. 200 kadar da Sibyan Mektepleri bulunuyor.
Bunlardan başka yazdığım Mahalle Mescitlerinin de her birinde mutlaka bir Sibyan
Mektebi vardır.

Tekkeler:

40 kadar tarikat zaviyeleri vardır. Hepsinden mükellefi Mevlevi Tekkesi'dir. ötekilerin


başlıcaları: Hızır llyas Tekkesi, Gök Medrese Tekkesi, Pirler Tekkesi, Samlar Tekkesi,
Güllabioğlu Tekkesi, Müftüoğlu Ahmed Efendi Tekkesi, Kanlı Pazarı'nda Kadiri Tekkesi,
Miskinler Tekkesi'dir.

İmaretler:

www.atsizcilar.com  Sayfa 113 
 
 

10 tane aşevi vardır. Hepsinin mükellefi Sultan Bayazıd-ı Velî İmareti'dir ki bütün
yoksullara günde iki defa eksiksiz nimetleri boldur. Mevlevihane imaretinin kendi
dervişlerinden başka yoksullara da bol nimeti vardır, ötekiler Pir llyas Dede İmareti,
Mehmed Pasa İmareti, Yörgüç Paşa İmareti, Gök Medrese İmareti, Hatuniye İmareti,
Çöplü İmareti.

Tabhaneler (409):

Bayazıd-ı Velî Tabhanesi has kurşunla örtülüdür. Bayazıd Paşa Tabhanesi kurşunludur.
Bayram Paşa Tabhanesi kurşunludur. Yaptıran IV. Sultan Murad Han Vezirlerindendir.
Çöplüce Tabhanesi kiremitlidir. Gök Medrese Tabhanesi Yörgüç Paşa'nındır. Bir de "Doğru
Otur Tabhanesi" vardır. Hepsinin nimeti boldur.

Bekârlar Hanı:

Bekârların ve gurbette olanların odalarıdır. Kapıcıları, odabaşıları vardır. Her gece


yatsıdan sonra davulları çalınıp kapıları kapanır. Dışarıda kalan giremez. Giren, hasta olsa
da çıkamaz. Sabah olunca kapısı açılıp herkes işine, dükkânına gider. İşleriyle uğraşır.
Disiplinli yerlerdir.

İleri gelenleri, Eşrafı:

Buradaki velinimetimiz Hacı Paşaoğlu'dur: Bekir Beğ, Kethüda Yeri Kuloğlu Mehmed Ağa,
Gazanfer Ağa, Huruç Ağa, Baki Paşaoğlu Rıdvan Ağa, Çerkeş Ali Ağa, Kâfir Murad Ağa,
Helvacı Mehmed Ağa, kardeşi Deli Yusuf Ağa, Kadıoğlu Mehmed Ağa, Gürcü Ali Beğ,
bunlar hep paşalığa lâyık ağalardır.

(409) "Tabhane" ocaklı odalara denir. Soğuk günlerde sığınmak içindir.

Halk:

Bütün halk zevk ve şevk sahibi olduklarından yüzlerinin rengi kırmızıdır. Halkın bir kısmı
paşa ve beğ, zaimler, tımar ve hizmet sahipleridir. Bir kısmı da bilginler, kadılar, maaşlı
şeyhler, imam ve hatipler, Kur'an okuyucular, tüccarlar ve sanatkârlardır.

Aralarında bilgi sahibi, nükteci çelebiler gayet çoktur. Fasih olarak konuşurlar, öteki halkı:
"Şuna çokuşrak aş kayıralım. Şu işi alatlayıgörelim. ögetce er imiş (410) diye hususî
lehçeleriyle konuşurlar, ileri gelenleri samurlu çuka ferace giyerse de orta hallileri boğası
(411) giyerler. Kadınlarının güzellikleri orta derecede olup sözleri ölçülü, dişleri inci gibidir.
Gayet edepli ve terbiyelidirler. Çarvazara (412.) bürünüp gezerler.

Yiyecek ve İçecekleri:

"Kağla' nahiyesinden dandır devedişi buğdayı gelip bundan has ve beyaz lavaşa, kerde,
çakıl ekmekleri yapılır ki insanın yüzünün rengini ayna gibi gösterir. 40 türlü armudu,
kırmızı renkli kirazı, 7 türlü sulu üzümü, dutu, 7 türlü ekmek ayvası olur. Yetiştirilmiş
ayvasının cihanda eşi yoktur. Padişaha hediye gider. İçeceklerinden güzel kokulu pekmez
şerbeti, yetiştirilmiş ayva şerbeti vardır ki fazla sıcaklarda ve hamam sıcağında çok
faydalıdır. Keçelerden süzülmüş "deli yoran üzüm şırası" çok kızıl ve mukavvidir. Dut
şarabı ve hardaliyesi, yolduklu şarabı Acem diyarına kadar hediye tarzında gider. Beyaz
ve lezzetli şaraplardır.

Sanatkârları:

www.atsizcilar.com  Sayfa 114 
 
 

Her esnaftan marifet sahipleri çoksa da bilhassa terzisi ve hallacı meşhurdur. Hallacı,
yayını eline alıp ortaya sürerek 24 usulde tokmak vurduğu zaman insan hayran kalır.
Berber gençleri, helvacı gençleri. gayet meşhur ve sanatkârdır.

İklim ve Gezinti Terleri:

Şehir Beşinci İklimde olup ırmak kıyısında, dereli tepeli yerlerde bulunduğu için havası o
kadar mutedildir ki iki tarafındaki dağlarda boydan boya bağlar vardır. Verimli yerlerdir.
Evlerinin pencereleri batıya ve kuzeye bakar. Kış sert olur. Suları ise arkasındaki Ferhad
Dağı'ndan gelir hayat suyudur, ilk başı Soğuk Pınar'dır. Bu su şehir içinde evden em
bölünerek dolaşır.

70 kadar gezinti yeri vardır. En meşhuru Kanlı Pınar'dır. Burada mel'un bir büyücü
kocakarı: "Şirin öldü, daha ne çalışıyorsun" diyerek Şirin için dökülmüş lokmayı vermiş,
Ferhad da derhal külüngü havaya atıp başını altına tutmuş, külünk yarasıyla ölüp Şirin'e
kavuşmuştur. Buraya onun için Kanlı Pınar derler.

Namazgah tarafında bir servilik İçinde Osmanlı Hanedanı Şehzadeleri gömülüdür. Fakat
adlarını öğrenemedim. Selçuk Sultanlarından Kılıç Aralan da Amasya'da gömülüdür (413).

(410) "Şuna daha çok yemek saklayalım. Şu işi düzene köyagörelirn. İyi er imiş".

(411) "Boğası" astar veya astarlık kumaş gibi ince olan kumaş demektir. Evliya Çelebi her ne kadar ortahallile? giyer
diyorsa da yoksulların giydiği anlaşılıyor.

(412) "Çarvazar" bugün kullanılmayan bir kadın elbisesi

(413) Birinci Kılıç Arslan, Meyâfârikîn'de, İkinci ve Dördüncü Kılıç Arslan'lar Konya'da olduklarına göre bu, Üçüncü Kılıç
Arslan (1203-1204) olabilir.

Burada kalışımızın üçüncü günü göç boruları çalınıp bütün dostlarla vedalaştık. O gün
Cengelli Bel adlı dağ ve ormanlar arasından korkunç ve tehlikeli yerleri geçip 6 saatte
Kanlı Pınar durağına vardık. Niçin Kanlı Pınar dendiğini söylemiştim. Gezinti yeridir. Hayat
suyundan nişan verir bir kaynağı var. Bütün atları bu ferah yerde çimenlere bağlayıp
çadırları kurduk. Ramazandı. Dört yandaki köylerden yiyecek geldi. Bir gece orada can
sohbetleri ettik. Sabahleyin hareketle kuzeye 7 saat giderek İzel köyüne vardık. Amasya
toprağında nahiye kasabasıdır. 300 evli, bağlı bahçeli, camili, mescitli, hanlı, hamamlı,
küçük çarşılı mamur bir yerdir. Burada da çimenlik bir yerde durduk. Ertesi günü
hareketle 8 saatte Niksar kasabasına vardık.

Danişmendliler'in Başkenti Niksar

İlk kurucusu Rum kayseridir. Sonra Danişmendliler'den Sultan Melik Gazi 476 tarihinde
(= 21 Mayıs 1083 - 9 Mayıs 1084) büyük savaşla Rumlar'dan fethedip Danişmendliler
Hanedanı'na ilk başkent yaptı. Sonra Amasya'yı aldı. Bu iki kaleye Selçuklular da göz
dikerek nice kere kuşattılarsa da başarısızlıkla döndüler.

Bu Niksar'ın doğrusu "Nîk Hisar" yani "İyi Hisar (414) olup kısaltılarak söylenen ve kabul
olunan yanlışı "Niksar" dır. Kalesi yalçın kayalı taştan yapılmıştır. Sağlam yapılı kaledir.
Çepeçevre büyüklüğü 560 adımdır. Altı köşeli eski bir kale olup yer yer gedikleri ve 3
tane kapısı vardır: Doğuya, batıya, güneye bakar. Ilıcası, kuyusu, kale içinde 300 kadar
ev ve ambar, bir cebehane, kiliseden bozma bir cami vardır. Neferler bu kalede oturup İç
El olduğundan sayıları azdır. Lâkin Celâli korkusundan daima kale kapısında gözcülük
ederler.

Aşağı varoş büyük bir şehirdir. Lâkin sokakları dardır. İnişli yokuşlu olduğundan atlı
olarak çarşı içinden zor geçilir. Hele arabanın çarşıya girmesi imkânı asla yoktur.

www.atsizcilar.com  Sayfa 115 
 
 

Bu şehir Sivas Eyaleti içinde Paşa'nın hasından olup 7 kese muhasebeli Subaşılıktır. 150
akçalık kazadır. 11 nahiyesi vardır. Bu nahiyelerden kadıya yıllık 4 kese, Subaşıya 7 kese
hâsılat gelir.

Müftüsü, Serdarı, Kethüda Yeri, ileri gelenleri var. İleri gelenlerden Varvar Ali Paşa'nın
(415) Divan Efendisi Niksarlı Halil Efendi burada büyük bir saray yapmış, hanedan sahibi,
iyiliksever bir kimsedir. Şehirde 43 mahalle ve 60 cami vardır. Cuma camileri 9 tanedir.
Kale Camisi eski zamanda kilise imiş. Küçük ve eski bir camidir.

(414) Farsça "iyi" demek olan "nik" ile yapılmış bir yakıştırma.

(415) Metinde "Varvar Ali Paşa" diye geçmektedir. Doğrusu budur "Vardar" sanılmışsa da yanlıştır (Bak. Edebiyat
Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, cilt II, sayı 3-4, Hikmet Ertaylan, Varvari Ali Paşa).

Melik Gazi Camisi, beş altı taş basamaklı merdivenle inilir, uzunlamasına yapılmış eski bir
camidir ki kalenin fatihinin yaptırmasıdır. Biçimli, üstün, ince bir tuğla minaresi vardır ki
dünyada eşi yoktur derler. Şerefesinin etrafı demir kafestir.

Çilehane Camisi kiremitli ve eski tarzdadır.

Çöreği Büyük Camisi şehrin batı yanında ve tâ ucunda eski tarzda, kiremitli bir camidir.

Halil Efendi Camisi kaleden dışarıda, henüz yapılmış, kiremit örtülü, sanatkârane bir
camidir.

Müftü Camisi de kaleden dışarıdadır. Eski tarzdadır.

Bildiğimiz camiler bunlardır. Daha başka eski tarz mescitler vardır.

Bu şehirde dereli tepeli, taşlı yerlerde kat kat 2700 kiremitli ve toprak örtülü, mamur,
süslü, eski tarzda ev vardır. 3 hamamı vardır. Kalede Müftü Hamamı, kaleden dışarıda ve
çarşı içinde Çilehane Hamamı, yine kaleden dışarıda Kefere Hamamı. Bu şehrin iyi bir
âdeti vardır ki o da Kâfirler'in Müslüman hamamlarına (416) girememesidir. Bundan başka
45 kadar da saray hamamları vardır ki bazen mahalle halkı girer.

Şehrin kıble tarafı dışında, haylice mesafede güzel ve küçük binalı bir ılıca vardır. Suyu
çok faydalıdır. Memleketin çocukları ve kadınları bütün esvaplarını orada yıkarlar. Gayet
güzel ve lezzetli bir hayat suyudur. Ama kükürt kokulu olup adamın vücudundan yağ gibi
kayar. Cüzzam, abraşlık (417), nikris (= damla), uyuz hastalıklarına faydalı olduğundan
dört tarafındaki memleketlerdenTemmuz'da buraya nice bin aile gelip tedavi için
yıkanırlar, suyundan içip memleketlerine dönerler. Meşhur ve güzel bir ılıcadır. Şehrin
medresesi, dârülhadîsi, dârülkurrâsı, mahsus imareti yoktur. 70 kadar sibyan mektebi
vardır. Bütün halkı yaratılıştan zeki olup asil ve olgundur. 7 tane tekkesi vardır. Çöreği
Büyük Telekesi ile İlyas Dede Tekkesi en meşhurlarıdır.

Çeşmeleri, sebilleri, akarsuları çoktur. Şehrin suyu sokaklardan geçip debbâğhaneye


dökülür. Orada debbâğların mazı döktükleri değirmenleri döndürür. Şehirde 70 ten ziyade
su mazı değirmeni vardır.

Şehirde 500 dükkân ile türlü türlü esnaf vardır ama kapalı çarşısını bilemiyorum. Kaleden
aşağı, hafif içine doğru daracık sokağın iki tarafı hep dükkândır. Büyük yollar hep
kaldırımlıdır. Suyunun ve havasının güzelliğinden ahalisinin yüzleri kırmızıdır. Canlı, Türk
adamlardır. Gurbette olanlara çok riayet eder, uysal kimselerdir.

Yiyecek ve içeceğinin övülecekler! çoktur. Bağ ve bahçeleri her tarafı süsler. Bir okka, beş
yüz dirhem lefan narı olur ki her tanesi kızılcık kadardır.

www.atsizcilar.com  Sayfa 116 
 
 

Peyniri, kerteri (418) ve basdığı (419) vardır. Ovalarında çeltiği çok olmakla gayet güzel
pirinci olur.

Kalenin kuzeyi Karadeniz kıyısından iki konak mesafededir.

(416) Metinde "camilerine" ise de "hamamlarına" olacağı bellidir.

(417) Uyuza benzer bir hastalık

(418) "Kefter" veya "gefter"in ne olduğunu bulamadım.

(419) "Basdık", kaynamış üzüm şırasının nişastaya karıştırılmasıyla yapılan pelte.

Niksar Ziyaretgâhları:

Danişmendoğlu Niksar Fatihi Melik Gazi Hasretleri: Kale kapısı yanında gömülüdür. Yüce
kabrinde mehabet vardır. Hâlâ ziyaretgâhtır. Tanrı'nın rahmeti üzerine olsun.

Çöreği Büyük Sultan: Camisi civarında yüce bir kubbede gömülüdür. Yüksek bir yapıdır.

Hümam Sultan: Tanrı, ruhunu yüce etsin. Büyük azizdir.

Buradan kalkıp yine doğuya doğru ormanları aşıp 6 saatte "Bas Çiftlik" köyü durağına
geldik. Burada Sivas Eyaleti bitti. Bundan ötesi Erzurum Eyaleti'dir. Bu köy iki eyalet
sınırında olup 200 evli Ermeni köyüdür. Zeamettir. Buradan sabahleyin kalkıp Erzurum
Eyaleti'nde İskefser (420) kazasına ayak bastığımız gibi 207 kurban (421) edip Erzurum ileri
gelenlerinden Çavuşlar Kethüdası, Defter Emini, Çavuşlar Emini, Tımar Defterdarı vesair
Divan erbabı hep karşılamaya gelip her biri hediye olarak değerli mücevherler ve avânî
getirdiler.

Hâsılı vekarlı Paşa Efendimiz'le Erzurum Eyaleti'ne girip İskefser adlı bir amansız beli bin
güçlükle geçerek 3 saatte Şahta köyüne geldik ki İskefser Nahiyesi'nde 200 evli Ermeni
köyüdür. Zeamettir.

Üsküdar'dan buraya gelinceye kadar hep doğuya doğru gittik. Bütün sular hep doğudan
Tokat ve Osmancık'a doğru yani batıya akardı. Bundan da Erzurum'un ne kadar yüksek
bir toprakta olduğu ortaya çıkar. Bu Şahta köyünden kalkarak artık eyaletimizdir diye,
gittiğimiz tarafa bakmayıp köy, kasaba ve şehirleri geçip gezerek bir doğuya, bir batıya,
bazen güneye, bazen kuzeye gittik.

Buradan 4 saat mamur köyler içinden gittik. Tekke köyü, İskefser Kasabası toprağında
100 evli, 1 camili zeamet köyüdür. Ziyaretgâhı varsa da malûmumuz değildir.

Oradan 5 saat mahsuldar tarlalardan geçerek Çavdar köyü durağına geldik. Burası
Koyluhisar kazasına bağlı, 100 evli mamur bir köydür. Ondan 5 saat ilerde Koyluhisar
Kalesi'ne geldik.

Koyluhisar Kalesi (422)

Bunu Fatih'in korkusundan Uzun Hasan yaptırmıştır. Fakat sonra Fatih tarafından
fethedilmiştir. Erzurum Eyaleti'nde, Şebin Karahisar Sancağı toprağında nahiye ve 150
akçalı kazadır. Kalesi yalçın kaya üzerinde taştan bir yapı, dört köşeli güzel bir kaledir.
Çepeçevre büyüklüğü 1300 adımdır. İçinde 100 evi ve ambarları, cebehanesi, su
sarnıçları, güney tarafına açılır demir kaplı bir kapısı vardır. Dizdarı, 70 kadar neferi,
dışarısında 100 evli bir varoş, 1 cami, birkaç dükkân vardır. Vardığımızda kaleden 17 tane

www.atsizcilar.com  Sayfa 117 
 
 

top atılıp sevinç gösterildi. Kale ahalisi hediyeleriyle gelip Paşa ile buluştular. Vezirin
huzurunda 10 koyun kurban edip onar altın ihsan alarak gittiler.

(420) Bu köyün adı "İsfekser" şeklinde de geçiyor.

(421) Ne kurban edildiği yazılmadığı gibi 207 rakkamı da biraz tuhaf görünüyor. r'7"nin bir hayvan, meselâ "koyun"
olması ve 200 hayvan kesilmiş olması akla yakın geliyor.

(422) Bugünkü "Koyulhisar". "Koy" koyun demektir.

Bu kale kuzey tarafında, iki konak mesafede olan, deniz kıyısındaki "Perşembe Pazarı"na
(423) yakındır ki yaya adam bir günde varır. Bir kere Sultan Ahmed Han çağında, Özi
Kazakları, Karadeniz'den çıkıp dağları aşarak bu kalenin dışarısını yağma ederek
kaçmışlardır.

Kale, yayla yerde olduğundan suyu ve havası güzeldir. Bağları, bahçeleri vardır.
Kayalarda kovan arısı olup misk ve anber kadar güzel kokulu balı olur ki "Koyluhisar balı"
diye meşhurdur. Ama halkı serkeş ve azgın adamlardır.

Buradan hareketle yine aşağı bir uçuruma inip Kerkük (= Kelkit) ırmağı kıyısındaki dere
ve tepelerden 7 saat gittikten sonra "Doyran" köyü durağına vardık.

Bu Kerkük (= Kelkit) Irmağı, Kerkük (= Kelkit) dağları'ndan doğar. Koyîuhisar


Dağları'ndan da nice sular ona eklenir, aşağı iner. Çarşamba Pazarı'ndan aşağıda,
Boğazkesen'de Çarşamba Suyu'na ki Amasya'dan geçen Tozanlı ve Çekerek sularının
birleşmesinden husule gelir, karışır. Oradan Karadeniz'e dökülür. Bu Kerkük (= Kelkit)
Irmağı .hayat suyu gibi bir sudur. Çünkü kaynağı ulu dağlardadır.

Bu Doyran köyü bu ırmağa yakın 100 evli mamur Ermeni köyüdür. Akşara Ovası'ndadır.
Buradan yine doğuya giderek 4 saatte Enderes köyü durağına geldik. Bu köy Şebin
Karahisar sınırında ve Aksara Ovası'nda 100 evli mamur Ermeni köyüdür ve zeamettir.
Buradan yine doğu yönünde 2 saat gidip "Taban Ahmed Ağa Çiftliği" adlı yere konduk.

Çiftlik sahibi Ahmed Ağa burada bize büyük bir ziyafet çekip Paşa'ya bir küheylan takdim
etti. Hizmetkârlara (424) 20 at, 3000 koyun, 7 katar katır, 7 katar maya yollu deve ve 10
kese akça da Paşa Efendimize hediye edildi, öyle büyük bir ziyafet verdi ki dil ile tarifi
imkânsızdır. 40 kese ve 70 devesi alınarak itlâk buyuruldu (425). Bana da bir atı nasib
oldu.

Buradan da 2 saat giderek Ezbeder köyü durağına indik. Şebin Karahisar toprağında,
bağlı bahçeli mamur bir köy olup zeamettir. Buradan kalkıp 4 saatte "Zağa Deresi" adlı
tılsımlı yere vardık.

Zağa Deresi de dört çevresindeki dağlardan toplanan Kerkük (= Kelkit) ırmağı'na ulaşır.
Bu taşlık ve derelik yerde 100 evli bir köy vardır. Onların rivayetine göre eski zamanda
bu kayada bir hazine varmış. Mağarasının kapısından içeri bakıldıkta mücevher, altın,
gümüş kapkaçak çok sayıda görülürmüş. Fakat mağaranın kapısında iki kılıç varmış ki,
biri iner, öteki çıkarmış (426). Nice kere bu kılıçların önüne gemi direkleri koymuşlar. Hıyar
gibi kesip atmış. Evliyalardan birisi gelip gizli ilimle bu hazineyi açmış. Mağara ortada
olduğu hâlde o hazinenin yerinde yeller esiyormuş. Yakınında gayet acayip bir tılsım var
dediler. Fakat ben görmedim.

Buradan kalkıp 5 saatte "Kara Yakub" köyüne geldik. Oradan 3 saatte "Korkun Kayası"
durağına, oradan 1 saatte "Baru" köyüne, oradan da geçip "Tekman Beli" denilen yaman
bele geldik.

www.atsizcilar.com  Sayfa 118 
 
 

(423) Ordu'nun batısında bugünkü "Perşembe".

(424) Paşa'mn maiyetindeki memurları kasdediyor.

(425) "Itlak etmek" serbest bırakmak demek olduğuna göre bit tabirle, Paşa'mn kendisine hediye edilenleri sahibine ve
kendi maiyetine ihsan ettiği mânâsı çıkarılabilir.

(426) Dede Korkut'taki Tepegöz'ün mağarası.

Burası yedi sekiz ay karla örtülü olur. Kışın şiddetinden kuş uçmaz yerdir. Her ne ise
burayı da bin sıkıntıyla geçip "Kadıoğlu Köyü" durağına vardık. Burası Müslüman ve
Ermeni köyüdür. Lâkin zeamet olduğundan mamurdur. Buradan 4 saatte Şiran Kalesi'ne
geldik. Şebin Karahisar toprağında, kasaba gibi, Müslümanlı, mamur bir köydür. Buradan
4 saat gidip "Karacaktı" köyü durağına vardık. Zeamet olup Ermeni ve İslâm köyüdür.
Oradan 5 saatte "Sarıcalar" köyü durağına varıldı. Bu da mamur zeamet olup Ermeni,
İslâm köyüdür. Oradan ileri Salut Beli'ni yüz bin zahmetle geçerek Kerkük (= Kelkit)
Ovası'na vardık. Buralar uçsuz bucaksız, mamur, mahsulü bol yerlerdir. İçerisinden 5
saat giderek ova basında "Genç Mehmed Ağa Köyü" durağına vardık. 200 evli, 1 camili
mamur Müslüman köyüdür. Şebin Karahisar'ın Kerkük (= Kelkit) Nahiyesi'nin sınırıdır.
Oradan doğuya 5 saat giderek "Keremli" köyüne vardık. Mamur köydür. Müslümanı,
camisi, Ermeni reayası vardır. Bu köyün arkasında, bir tepe üzerinde "Derrneri Kalesi"
vardır. Burası Sultan Ahmed zamanında Celâli korkusundan yapılmış küçük bir sığmaktır.
Kuzeye açılır bir kapısı vardır. İçinde evi, Dizdarı, neferleri yoktur. Burada Paşa ile 300
atlı ılgar edip dağ ve taşları ağarak 12 saatte "Kanlı Dede Tekkesi" durağına vardık.

Kanlı Dede Tekkesi

Ulu sultan (427) imiş. Nice kerametleri rivayet olunur. Nurlu bir binanın içinde gömülüdür.
Kabrinin çevresinde türlü türlü şamdanlar, buhurdanlar ve gülabdanlar olup tekkenin her
tarafı güzel yazıyla yazılmış yüzlerce Mushaf'la süslüdür. İçinde pek büyük bir ruhaniyet
olup giren şaşkınlıktan kendinden geçer. Tanrı'ya şükür ziyaret edip ruhuna bir Yasin
hediye ettik.

Bu azizin ruhaniyeti eseri olarak civarındaki köyler mamur olup dağlarında 40.000 kadar
koyun, sığır, kısrak vesaire vardır. İki tane mamur çiftliği vardır. Eski padişahlardan biri
örfî vergilerden bağışlanmış olduklarına dair ellerine bir yazı vermiştir. 300 evli mamur
köydür. 1 camisi, 1 tekkesi var. Gelip gidenlere nimeti boldur. Bütün ahalisi ayağı ve başı
çıplak, uzun saçlı, gönlü yanık dervişlerdir. Küçük ve büyüklerinin ellerinde ağaç
topuzları, nicesinin de birer eğri başlı demir sopaları var. Paşa'ya bütün dervişler
vakıfname ve hediyeleriyie gelip hayırd ua ettiler, övdüler. Paşa buyurdu ki:

"Ey dervişler! Bu bağışlanmaya neden müstahak oldunuz?" Dediler ki:

"Sultanım! Şuracıkta semahane meydanımız var. Teşrif buyurun ki göresiniz".

Paşa da çağrılan yere gitmek haktır diyerek o muhabbet meydanına vardı. Dervişler o
meydanda 40 50 arabalık oduna ateş vurup dört tarafında 40 tane kurbanı kebap ederek
çevirmeye başladılar.

(427) Tarikat ulularına "sultan" demek onlardan başlayıp l;K!ıııı edebiyata kadar girmiş bir âdettir.

Paşa'yı da ateşten uzak bir peykeye oturttular. Binden fazla derviş ateş kenarına birikip
kat kat ateşi kuşattılar. Davul, tef ve kudümle Tanrı'yı zikre başladılar. Tamam bir saat
bütün dervişler zikirle meşgul olup niceleri evlâtlarının ellerinden tutarak o Nemrud ateşi
iğinde İbrahim semendercesine gezip (428) yarım saat kadar ateş üzerinde tepinerek
Tanrı'nın birliğini söyleyip çıktılar. Çıkanların bütün saç ve sakalları yanmış, fakat
Tanrı'nın imdadı, Pir'in ruhanîyetîyle vücutlarına bir şey olmamıştı. Çoğu bu hal île

www.atsizcilar.com  Sayfa 119 
 
 

Paşa'nın huzuruna gelmeyip Tekke'ye gidiyordu, Bu halden Paşa ve temaşa edenler


şaşırıp kaldılar. Orada Paşa'ya büyük bir ziyafet çektiler ki Taban Ahmed Ağa'nınkinden
üstündü. Garibi bu ki Paşa bu tekkeye ansızın gelmişti. Çünkü yoldan sapa, dağlar içinde
kaybolmuş bir tekkedir. Bu kadar yemeği bir saatte nasıl yetiştirdiler? Paşa bu işlere
şaşırıp muafnameleri üzerine buyurultu (429) vererek dervişlere 100 altın sadaka verdi.
Hayır dualarını aldık.

Buradan kalkıp 16 saatte Tercan Ovası'na geldik. Hasan Beğ Camii durağına konduk.
Azerbaycan Hükümdarı Uzan Hasan Beğ'in yaptırdığı görülmesi lâzım aydınlık bir camidir.
Fakat cemaati azdır. Hükümdar buranın suyunu ve hayasını beğenip Tercan Ovası
başında bu camiyi yaptırmıştır. Maksadı buraya büyük bir şehir kurarak adını
"Hasanâbâd" koymaktı. Sonunda bu ovada Fatih'e yenilerek Azerbaycan'a (430) kaçtı. Bu
ova öyle bir savaş ve kırış ovasıdır ki hâlâ köylüler çift sürerken insan kemikleri bulurlar.
Birçok da mal vesaire bulunur.

Buradan da ılgar ile giderek 8 saatte "Çavuşlar Kethüdası" köyüne vardık. Paşa bütün
askeriyle burada buluşup Çavuşlar Kethüdası büyük bir ziyafet çekti. 5 at, 5 kese, 5
Gürcü kölesi hediye getirdi.

Buradan da 5 saatte "Pulur" köyüne geldik. Mamur Müslüman köyüdür.

Buradan kalkarak 4 saatte "Tercanlı Ali Ağa Köyü"ne geldik. Tercan Ovası'nda 300 evli, 1
camili, hamamlı, mamur Müslüman ve Ermeni köyüdür. Burada Ali Ağa büyük bir ziyafet
çekip 10 at, 10 kese, 10 katar deve, 5 katar katır hediye verdi.

Buradan hareketle yine Tercan Ovası'na giderek "Mama Hatun" köyüne geldik. Erzurum
Nahiyesinde geniş, dereli tepeli bir ova içinde, 100 evli mamur Müslüman köyüdür.
Serbest olup Ali Ağa'nın zeametidir.

Mama Hatun Ziyaretgâhı:

Bu azize bir kayalı yar derbend içinde, eski bîr .yapı olan büyük bir kubbede gömülüdür.
Kendisi Akkoyunlu Padişahlarından birinin yüce kızı imiş. Bütün çocukları ile burada
gömülmüştür. Fakat kabrinde avize vesair süsler yoktur. Türbedarı ve bekçisi de yoktur.

(428) Dinî hurafelere göre Nemrud, İbrahim Peygamberi ateşe attırmışsa da o, yanmamıştır.

(429) "Buyrultu" padişah veya vezir tarafından verilen devlet emri.

(430) Metinde Erzincan ise de Azerbaycan olacaktır.

Mermer sandukası nakışlı ve uzuncanadır. Yanında bir camisi, küçük bir hamamı var.
Buradan hareketle 6 saat giderek "Hapsi" köyünde durakladık. Erzurum Ovası'nın batı
yönü sonunda 150 evli Ermeni köyüdür. Burada bütün Erzurum ileri gelenleri, Vezirin
yüce otağına gelip buluşarak değerli hediyeler sundular. Birlikte hareketle 5 saatte büyük
bir alayla "Ilıca" köyüne geldik.

Ilıca:

Erzurum Kazası'nın batı yönünde ibretle bakılacak bir ılıcadır. Her yıl içinde mutlaka bir
adam boğulur ama çok faydalıdır. Suyu sıcaktır. Fakat karıştırılan soğuk su ile mutedil
olur. Uyuz hastalığına çok faydalıdır. Eski padişahlardan biri üzerine büyük bir kubbe,
camekân içine de büyük bir havuz yaptırmıştır. Suyu ve havası çok güzeldir. Burada
Müsellim Mustafa Ağa, Paşa'ya mücevher eyerli bir küheylan at, bir samur kapanca (431),
bir mücevherli sadak, bir mücevherli kılıç ve bıçak, bir sanatkârane örülmüş kuşak, 10
tane küheylan at üzerinde silâhlı ve dinç süvari, 50 tane de zırh, kolçak (432) ve tulga

www.atsizcilar.com  Sayfa 120 
 
 

getirip hediye olarak takdim etti. Maiyette bulunan 300 kadar bilginlere hazır birer kat
güzel elbiseler giydirerek Cennet hurilerine benzettiler. Bana da bir samur kürk ile bir kat
esvap ve 100 kuruş ihsan, olundu. Zira nice zaman bu Müsellim'in oğlunun hocası
olmuştum.

İstanbul'dan hareket ettiğimiz 1 Şaban 1050 {= 16 Kasım 1640) tarihinden itibaren 70


konakta durak vererek bu Ilıca'ya girdik. Erzurum'a girmek için büyük bir alay
düzenlenmeye başlandı. Çünkü Paşa, tuğra çeker bir ulu serdardır. Hakikatte de Paşamız
yüce huylu, ululuk ve gösteriş sahibi, vekarlı bir kimse idi. Erzurum askeri bu Ilıca'dan tâ
Erzurum'a kadar 6 saat süren yol üzerinde sağ ve solda sıra sıra selâm durdular. Bunlar
zırh, külah, kolçak, butluk (433) giyinmiş olup ellerinde on yedişer Basra kargılı tarakların
(434) yalman demirleri yolun İki tarafını çataçat (435) kaplamıştı. Atları altışar parça alet ve
yanak (436), bahrî hotaz ve türlü türlü süslerle bezenmiş olup âdâb üzere durdular.
Paşa'nın dahi önünde 8 tane altın taşlı şatırları, ellerinde balta, bellerinde mücevherli
kemer kuşakları, kantura (437) ve temmûreli (438) diba (439) süslü hil'atleri, başlarında
âftâbe (440) ve cığcığa kemerleriyle Cennet tavusları gibi salınarak gidiyorlardı.

(431) Bir nevi ceket.

(432) Kola takılan ve kılıçlardan koruyan zırh veya maden savunmalık.

(433) Zırhın şalvar kısmı.

(434) Bunun bir silâh olduğu anlaşılıyor. "On yedi dişli bir vurucu alet" olmalıdır. Oradaki "Basra" kelimesi bildiğimiz
Basra şehri ise bu aletlerin iyisinin Basra'da yapıldığı gibi bir mâna çıkarmak mümkündür.

(435) "Yalman" bir silâhın veya tepenin sivri tarafı, yahut iki tarafı keskin kesici silâh demektir. "Çataçat" silâhların
birbirine çatılarak Paşa'nın geçmesi için yapılan tak demek olacaktır.

(436) "Yancık" atın yannıa asılan ve içine askerin lüzumlu nesneleri konulan deri çantadır.

(437) Kantura bir nevi palto. Belki de paltonun tam Türkçe karşılığı.

(438) Temmûre, geniş etekli bir elbise veya sadece eteklik.

(439) Bindallı, çiçek süslemeli ipek kumaş.

(440) Farsça "güneş" demek olan "âftâb" kelimesinden Türklerce türetilmiş bir kelime olup "güneşlik", "güneşten
koruyan başlık" anlamındadır. "Cığcığa" güzel ve sevimlS demektir. "Cığıcığı" şekli de vardır. Türkçedir.

Sağ ve solda Matracıbaşı va Tüfekçiler kırmızı saya çuka dolma (441) ile, mücevherli matra
ve tüfekler, altın işlemeli üsküfleri (442) ile otağlarıyla yürüyorlardı. Heybetli Paşa iki
tarafına selâm vererek geçiyor, bütün Erzurum askerleri de selâm alıyordu. Bütün iç
ulemâsı (443) 400 kişi olduğumuz halde; silâhlı, zırhlı olduğumuz halde arkalarından
gidiyorduk. Bizim ardımızdan da Sancakdarlar, onların arkasından da sekiz kat (444)
Osmanlı Hanedanı Mehterhanesi, çalarak ilerliyordu. Tatar askerleri, Müteferrikalar,
itibarlı kimseler, Kapıcıbaşılar dahi silâhlı olarak dalga dalga yürüyorlardı.

Alayın ucu Erzurum Kalesi'ne girince önce, kalenin içindeki "Kesik Kule" adlı göğe
yükselmiş kulenin tepesinden şâhî toplarla selâm topları atılmaya başladı. Yeniçeriler'in iç
kalesinden de toplar atıldı. Ilıca'dan hareketinin uğurlu altıncı saatinde Paşa, Erzurum
Kalesi'nin Erzincan Kapısı'ndan içeri girince, Tanrı'nın ululuğu ile bütün burç ve
bârûlardaki 670 topa bir fitilden ateş verilip yer gök tirtir titredi. Topların sesi göğe vardı.
Bütün Piyade Kullar, 7 Oda yeniçerileri, Çorbacılar'ı, Çavuşlar'ı ve Ağalar'ı ile sıra sıra,
silâhlı olarak, Paşa sarayına varıncaya kadar selâm durdular. Paşa da selâm vererek
saraya girdi. Yine kaleden bir yaylım top daha atılıp yüce Divanhane'de nice yüz
kurbanlar kesildi. Bir Muhammed sofrası hazırlanıp öyle bir ziyafet çekildi ki sanki Maadî

www.atsizcilar.com  Sayfa 121 
 
 

Kereb (445) ziyafeti idi. Yemekten sonra sekiz defa Mehterhane çalınıp büyük Divan oldu.
Nice dâvalar halledilerek düşmanlıklar ortadan kaldırıldı.

Bu divanda 27 Kale Ağası'na, Yeniçeri Ocağı, Topçu, Cebeci vesair Ocak Ağaları'na, îş
Erleri'ne, Gümrük Emini ve Dizdar'a 70 tane güzel hil'at giydirildi. Herkesin huzurunda
Emir Buhari Damadı Molla Çelebi Efendi'ye bir yeşil çukalı samur elbise îhsan olundu. Ben
dahi Gümrük Kâtipliği hil'ati ile şereflendirildim. Herkes dua ederek evine gitti.

Ondan sonra Paşa kendi devlet işlerine başladı. Bana sarayın içinde Tekeli Mustafa Pasa
yapısı bir oda ihsan olundu. Bütün ihtiyaçlarım, hattâ kahve ve şekerim bile verildi. Beş
vakitte hayır dualarıyla meşgul oldum. Bazen nedimlik, bazen Gümrük'te kâtiplik edip
Erzurum'un durumuna kudretim yettiği kadar vâkıf olmaya çalıştım. Bütün
kanunnamelerine ve defterhane sicillerine baktım.

(441) Saya çukası bir nevi kaba çuhadır. Dolma, katları arasına yün veya pamuk doldurulmuş ceket. Soğuğa karşı
giyilir.

(442) Üsküf, Yeniçeriler'in başlığı. Sonradan diğer sınıflar da giymiştir.

(443) İç ulemâsı, herhalde Paşa'nın öz maiyetinde olan din görevlileri.

(444) Sekiz sıra halinde.

(445) Maadî Kereb'in zenginlik veya cömertlik timsali bir şahıs veya oymak, koy olması icab ediyor. Okunuşu kesin
değildir.

Erzen-i Rum yani Erzurum

Bazıları Erzulum da derler. Azerbaycan civarında geniş, bir eyalettir. Bazı tarihlerde
Nûşirevânı Âdil tarafından kurulmuş denirse de doğrusu Akçakoyunlu Padişahlarından
"Gündüzbay oğlu Şoklar oğlu Erzenbay" tarafından yapıldığıdır. Ataları "Mahan"
ülkesinden gelip Van Gölü kıyısında Ahlat Kalesi'ni yaparak orada oturdular. Hâlâ
Erzenbay'ın bütün ataları Ahlat'ta gömülüdür. Osmanlı Hanedanı'nın yüce ataları Ertuğrul
ve Süleymanşah bu Ahlat'taki Padişahlar neslindendir. Sonra bu Erzurum şehri ve
Azerbaycan, Uzun Hasan'ın eline girip o da sağlamlığı meşhur olan "Hasan Kalesi"ni
yaptırmıştır. Sonra Fatih'in İstanbul'u fethetmesini kıskanıp Osmanlı Hanedan'nın
sınırdaki bazı ülkelerine el koyup barışa aykırı işler işlemeye başladı. Buna rağmen Fatih
de Rumlar'ın elinden Trabzon Kalesi'ni alıp donanmasından büyük asker çıkararak Uzun
Hasan'ı 300.000 askeriyle Tercan Ovası'nda 866 yılında (= 6 Ekim 1461 - 25 Eylül 1462)
bozmuştur. Padişah tarafından Vezninin hası 1.214.600 akçadır. Eyalet 12 Sancaktır.
Hazine Defterdarı, Defter Kethüdası, Tımar Defterdarı, Çavuşlar Kethüdası, Çavuşlar
Emini ve Çavuşlar Kâtibi vardır. Alaybeğisi, Çeribaşısı da vardır. Sancakları şunlardır:

Şarki Karahisar, Kiğı, Pasın, İspir, Hınıs, Malazgird, Tekman, Kurucan, Tortum,
Meçengird, Mamruvan, Erzurum.

Erzurum, Paşa Sancağıdır. Mal Defterdârı'nın hası 1.152.900, Zeamet Kethüdası'nın hası
50.000, Tımar Defterdarı'nınki 20.200 akçadır.

Erzurum Sancağı'nda 56 zeamet, 2219 tımar vardır. Eyaletin bütününde olan zeamet ve
tımar kılıçlarının sayısı 5269 dur.

Sultan Süleyman Kanunu üzere Cebelileri ile Hüseyin Ağaoğlu Alaybeğleri'nin bayrağı
altında bayraklarıyla 12.000 asker olur. Paşasının dahi hasına göre Cebelileri ile 2000
askeri olur. Erzurum'un gayet seçkin, silâhlı, yiğit, bahadır askerleri vardır.

www.atsizcilar.com  Sayfa 122 
 
 

Nahiye ve Yayabaşılar'dan Yeniçeri Ağası, 7 Oda Yeniçerileri, 1 Oda Topçu, 1 Oda


Cebecileri vardır. Bunların hepsi kale içinde oturur, işte Abaza Pasa bu Erzurum'da ansızın
Celâli oldu. Bu iç kaleyi bir gece basıp bütün Yeniçeriler'i kılıçtan geçirdi. Ancak Yeniçeri
Ağası kaleden dışarıda kalıp kurtulmuştur. Abaza, Erzurum Kalesi'ne malik olup tam on yıl
muhalefet üzere kaldı. Yedi kere üzerine Mühür ile Serdar Çerkeş Mehmed Paşa, Dişlenk
Hüseyin Pasa, Demirkazık Halil Pasa ve daha nice Serdarlar vardılar ama elinden
Erzurum'u kurtaramadılar, işte Erzurum bu derece sarp, sağlam bir kaledir, iç kalesi de
aynı sağlamlıktadır.

Sonra Abaza Paşa üzerine büyük ordu ile Hüsrev Pasa gibi cesur ve tedbirli bir Vezir
gönderildi. Aman vermeyerek kalesinde topla gedikler açtı ve Abaza'yı boynunda kefeni
olduğu halde teslime mecbur etti.

Hüsrev Paşa, Abaza'yı Dördüncü Sultan Murad Han'a götürdü. Suç defterleri yakılıp suçu
bağışlandi. Sonra kendisine Bosna ve Budin, daha sonra Özi Eyaletleri ihsan olundu.

Abaza bu Erzurum'a sığınalıdan beri Osmanlı Hanedanı buraya ehemmiyet verip hesapsız
cebehane koyup Altı Bölük Ağası askerlerini ziyade eylediler.

2500 Kulu ile Dizdarı, 12 Ağası, iç kalesinde buğday ambarlan, 180 tane topu, Tebriz
Kapısı'nda iki küçük hisar arasında Murad Han'ın 12 balyemez topu var. Kalesi, Eğerli
Dağı'mn dibinde bir top atımı uzak, hayırlı, sarp kayalı sağlam bir topraktadır. Kuzey ve
batısı Erzurum Ovası'dır ki uzunlamasına, enlemesine ikişer fersah çimenli, çiçekli bir
ovadır. Yüzlerce mamur köyle süslüdür.

Erzurum Kalesi:

Bayır üzerinde, kare şeklinde, kefeki taşından yapılmış çepeçevre iki katlı hisardır. Her iki
duvarın arası 70 adımdır. Buraya Hisariçe derler. Çepeçevre hendeği vardır. Hendeğinin
eni 80 adım olup derinliği 20 zirâdır. Ama Gürcü ve Erzincan Kapıları'nın derinliği o kadar
değildir. Üzerlerinden köprü ile geçilir, iki kat demir kapılardır. Bu iki kapı arasında
Revan'ı fetihden 10 tane balyemez top var. Lâkin Tebriz Kapısı tarafındaki duvar yüksek
olmakla beraber içkaleye bitişik olduğundan tek kattır. Fakat çok sağlamdır. Kirpi gibi
toplarla donanmıştır. Toplar hep Darağacı Mahallesî'ne, Gümüşlü Kümbet tarafına bakar.
Dışarı kaleye havale olunmuş, göğe ser çekmiş, tuğla minare gibi yüksek bir kulesi var.
"Kesik Kule" adıyla tanınmış, üstü tahta örtülü yüce bir köşktür. 10 tane sürahi başlı topu
vardır ki kalenin dört çevresindeki ovalara kuş uçurmazlar. Kulenin boyu 100 zirâdır. İç
kalenin duvarının boyu 60 zirâdır. Sair duvarlar 50'şer zira yüksekliğindedir. Çepeçevre
kalenin iki katı 210 kule ile 2080 bedeni havidir. Hepsi kurşun mazgallı beden ve
çıkıntılardır. Kalede 1700 ev vardır. Hep toprak örtülü, eski tarz evlerdir, Erzurum
Eyaleti'nde gördüğümüz köy ve kasabalar hep toprak örtülü yerlerdir.

Erzurum Sarayları:

Paşa Sarayı 110 tane kat kat odalar, altlı üstlü divanhane ve köşkler olup Cennet
bahçesine benzeyen bahçesinde Tayyar Mehmed Pasa Köşkü, Tekeli Pasa Köşkü vardır.
Tekeli Paşa'nınkinin tarihi şudur:

Tak üzre tak-ı tumturak (446)

Paşa Efendimiz Defterdaroğlu Mehmed Paşa Köşkü'nün bir hamamı, güzel sulu birçok
çeşmeleri, dışarı avlusunun çevresinde ve ahırların üstünde Karakullukçu (447) odaları var.
Saray meydanında daima cirit oynanır. Bu sarayın iki kapısı var. Biri Divan Kapısı ki
şadırvan üzerinde büyük bir kapıdır. Biri Uğrun Kapısıdır ki daima kapalıdır, öteki
saraylar; Serini Mahkemesi Sarayı, Cafer Efendi Sarayı, Küçük Abaza Pasa Sarayı, Kefen
İğnesioğlu Sarayı, Hanım Sarayı vesairedir.

www.atsizcilar.com  Sayfa 123 
 
 

Mahalleleri:

Hepsi 70 mahalle İslâm, 7 mahalle Ermeni'dir. Çingene ve Yahudi'si yoktur. Bütün evleri
kagir yapıdır. Üst katlısı nadirdir. Çoğu yer katlıdır. Zira kışı sert, açık havası az olmakla
10-11 ay kar yağdığı çok görülür. Bunun için evleri alt katlı olup dam ve tepelerinin
muşambalı bacaları, evlerinin keçe kaplı kapıları olur. Hamam gibi (448) ibadethaneleri
vardır. Sözün kısası ilim öğrenilecek yerdir. Çokluk hoş hayası yoktur.

(446) Ebced hesabı ile 798 çıkıyor ki yanlıştır.

(447) İnzibat, polis memurları.

(448) İklimin soğukluğu dolayısıyla sıcak tutulmuş demek istiyor.

Erzurum Camileri

Hepsi 77 camidir. En eskisi Ulu Cami'dir. Tebriz Kapısı'nın iç yüzünde, eski tarzda, toprak
örtülü, bir minareli bir camidir. Akkoyunlu Padişahları tarafından yaptırılmıştır. Boyu ve
eni 200 adımdır. Minber ve mihrabı eski tarzdır, içinde tertiple dizilmiş 200 çam direkler
üzerinde çam kirişler vardır. Kagir kubbe değildir. Caminin bir tarafında Revan zahiresi
için saklı peksimetler vardır.

Eski Medrese Camisi: Evvelki caminin doğu yönüne bitişik, duvar duvaradır. Çifte
minarelidir. Bazıları Akkoyunlu Padişahları tarafından yapılmıştır derler. Bazıları da Uzun
Hasan yapısı olduğunu söyler. Velhâsıl eski bir mabeddir. Nice kere Erzurum
kuşatıldığında atılan toplardan bu caminin ekser yerleri yıkılmış, evkafı da olmadığından
harab olup gitmiştir.

Tebriz Kapısı'nın iç yüzünde eşsiz bir kapı ve yüksek iki minare vardır ki bu minareler
güneş gibi parlayıp ışık saçtıkta insanın gözü kamaşır, bir daha bakmak mümkün olmaz.
Minareleri göğe uzanmış olduğundan birçok seyyahlar üzerine iplerle çıkarlar. Cami
harabe olduğundan Dördüncü Sultan Murad onarıp içinde balyemez toplar dökmek için bir
top imalâthanesi yaptırmıştı. Hâlâ bütün aletleri ve döşemesi durmaktadır. Bu cami tamir
edilse dünyada örneği bulunmaz bir eser olur. Tanrı tamirini nasib eyleye.

Lala Mustafa Paşa Camisi: Paşa Sarayı Kapısı'nın önünde umumî yolun dışındadır.
Süleyman Han'ın Veziri Lala Mustafa Paşa tarafından yaptırılmıştır, İstanbul tarzında,
yüksek kubbeli, bütünü has kurşunla örtülü bir camidir. Boyu ve eni 80 ayaktır. Mihrabı,
minberi, Müezzin Mahfili şah gözlüdür, içinde öyle kıymetli avizeler yoktur. Dışarı sofası
vardır. Lâkin avlusu dardır. Süleyman Han'ın mimarı Sinan Ağa Merhum'un yapısıdır.
Büyük bilginlerden tefsirci, hadisçi Vânî Efendi adında, nâmı cihanı tutmuş bir kürsü şeyhi
vardır ki vaazını bir kere dinleyen her suça tövbe edip tertemiz olur. "Yeniçeri imam"
adında hafız bir imamı vardır ki sabah namazında birazcık Kur'an okuyunca bütün
cemaati mest eder. Bu derece tesirli, hazin sesi vardır. Daha birçok ders hocaları ve
bilginleri vardır. "Yeniçeri Müezzin" adında Bilâli Habeşi küçüğü bir müezzini var ki
minarede gür sesle bir kere "Allahu Ekber, Allahu Ekber" diyince büyük, küçük herkesin
tüyleri ürperip gövdesi titrer, işiten işini ve kazancını, yemek yiyorsa yemeğini bırakarak
camiye gelir. Zaten Erzurum ahalisi son derece dindardır.

Cafer Efendi Camisi: Yeni yapılmış, yüksek kubbeli bir camidir. Yüksek bir minaresi, bir
kapısı,, yeni tarzda demirli pencereleri vardır. Avlusu şadırvanlı, ferah bir camidir. Bütün
kubbeleri kurşunla örtülüdür.

Kale içinde eski bir cami daha vardır ki cemaati çoktur.

www.atsizcilar.com  Sayfa 124 
 
 

Pasa Camisi: Erzincan Kapısı'ndan dışarıdadır. Kagir kubbeli, kurşun örtülü, bir minareli
garip bir camidir. Cemaati azdır.

Gürcü Mehmed Pasa Camisi: Tebriz Kapısı'ndan dışarıda, hendek kenarındadır. Bir
minareli, toprak örtülü, yaptıran hayır sahibi gibi babayane bir camidir. Fakat cemaati
çoktur.

Bu camilerden başka 70 tane mescidi vardır. Tanrı'ya hamdolsun, bu şehir günden güne
mamur olup şenlenmektedir.

Medreseler:

İlim tahsili için medreseleri, dârülkurrâsı, dârülhadîsi, 110 kadar sibyan mektebi vardır.
Meşhurları Lala Pasa Mektebi, Cafer Efendi Mektebi vesairedir.

Derviş tekkeleri de çoktur.

Çeşmelerinin meşhuru çarşı içinde İki Lüleli Cennet Pınarı, Erzincan Kapısı'ndan dışarıda
Deve Çeşmesi, Tebriz Kapısı'ndan dışarıda, hendek kenarında Mustafa Pasa Çeşmesi'dir.
Soğuk Çeşme'nin ebcedle tarihi 970 (= 31 Ağustos 1562 - 20 Ağustos 1563)'tir. 70 kadar
da sebilleri vardır.

Hamamlarının en meşhuru yeni yapılmış Cafer Efendi Hamamı'dır. Suyu ve havası güzel,
içi aydınlıktır. Şehirde hocalara mahsus 70 kadar han vardır. Fakat başka yerlerin hanları
gibi kurşun örtülü değil, toprak örtülüdür.

11 tane de bekâr hanları vardır. Gurbette olan maarif erbabı buralarda oturup
kifaflanırlar. Kapıcıları ve Odabaşıları vardır. Her bir bekâr odası (= hanı) bir caminin
vakfıdır.

Çarşı:

800 kadar dükkânı vardır. Dört kapılı, kagir kubbeli, mamur bir bedesteni var.
Saraçhanesi, ipek işleyenleri, kuyumcuları, terzileri, at pazarı, tahtelkalesi müzeyyendir.
Darphanesi Erzincan Kapısı yakınındadır.

Ahalisi:

Ahalisi Türk, Kürt, Türkmen, Ermeni'dir. Gök Dolak Acemler (449) de var. Sağlam,
rahatına düşkün, orta boylu, canlı, yasalarıyla gençleri hep bahadır ve gürbüz adamlardır.
Çok sağlam yapılı olurlar.

On yaşından yirmi yaşına varıncaya kadar gocukları gayet güzel olur. Ondan sonra tez
sakallanır, gayet kıllı olurlar. Fakat hepsi yumuşak huylu, uysal, zeki ve anlayışlı
adamlardır.

lleri gelenleri çuka samur ve süslü elbiseler giyer. Bilginleri ve dindar kişileri de yine çuka
ferace ve boğası kaftan giyer. Aşağı tabakası sanat sahipleri olup üzerlerine aba ve adî
kumaştan boğası hil'at giyerek kazançlarına bakarlar.

Üç ay havası çok güzeldir, insan hayat bulur. Suyu da safi hayat suyudur. Suyu ata ve
kadınlara çok yarar. Cennet Pınarı denilen sudan temmuzda İçen "her şey sudan hayat
bulmuştur" âyetini anlar. Şehir 18'inci enlem iklimde, 5 inci tabiî iklimdedir. Kışının
şiddetinden tahıl altmış günde olup ambarlara konulur. Bir kile tohuma karşılık 80 kile
verir. Bir kile darısı 100 kile getirir. 7 türlü buğdayı olur.

www.atsizcilar.com  Sayfa 125 
 
 

(449) "Acem" dediği Kızılbaş Türkler'dir. Bugün bile oralarda, hele Kars'ta, Sünnî olmayan Türkler'e Acem deniyor. Gök
Dolak tabirinin bir giyim kuşam deyimi olduğunu sanıyorum.

Terzileri, kuyumcuları çok usta olurlar. "Şîrek", "Mirek," adlı kılıçları cihanda meşhurdur.
Yiyeceklerinden tavuk böreği, çiriş denilen sebzenin böreği, pazarlarındaki has beyaz ve
yağlı çöreği, bir kulaç has ekmeği, ketesi (450) paçası, tennur kebabı (451), ışkını (452),
herîsesi (453), içeceklerinden viyas şerbeti, şele suyu (454), avam bozası meşhurdur.

İmaretlerinden Abdurrahman Gazi Tekkesi, gezinti yerlerinden de Cirit Meydanı,


Pazarbaşı Değirmeni Çimenliği, Gümüşlü Kümbet Meydanı, Umudum Köyü, Gürcü
Meydanı meşhurdur.

Üç tane kale kapısının dışında; doğu, batı ve kuzeyde 3000 evden fazla reaya varoşları
vardır. Dört taraflarında surları yoktur. Fakat anayol üzerinde türbe kapıları var. Kalenin
kıblesinde, Tebriz Kapısı'ndan tâ Erzincan Kapısı'na varıncaya kadar bir kat kalenin
temeline başlanarak bazı yerleri bir adam boyu yükselmiş ise de bitirilmesi nasib
olmamıştır. Bunlar bitirilse Erzurum çok sağlam bir kale olurdu. Güney varoşu 7
mahalledir. Pazarbaşı Mahallesi de içinde olup suları çoktur.

Tebriz Kapısı Varoşu bir bayır başında, Darağacı Mahallesi'nden, Dölükler Mahallesi'nden
tâ Gümüşlü Kümbed'e varıncaya kadar sürer pek büyük bir varoştur.

Gürcü Kapısı Varoşu kalenin kuzey cihetinde olup içinde nice bin ev, dükkân ve hanlar
vardır. Hâlâ da mamur olmaktadır. Bütün tüccarlar burada otururlar. Benim, kâtibi
olduğum Gümrük de buradadır. Dört çevresinde Arap, Acem, Hind, Sind, Hatay, Hotan
tüccarlarının evleri var. İstanbul ve İzmir Gümrüğü'nden sonra en işlek gümrük bu
Erzurum Gümrüğü'dür. Zira tüccarına adalet ederler.

Erzincan Kapısı Varoşu, kalenin doğu yönünde, Deve Çeşmesi'nden tâ Ali Değirmeni'ne
kadar sürer büyükçe bir varoştur. Bu varoşlarda ekseriyetle Ermeni reayası oturduğundan
13 tane kiliseleri vardır. Âdetleri üzere, bunların ileri gelenleri mavi çuka giyerler,
başlarına peşkir sararlar. Aşağı tabakaları şalkebe giyip ayaklarına ince çarık giyerler.
Gayet zahmetli çalışan reayası vardır. Ermeni kadınları yassı başlı olup beyaz peştemal
çarşaf bürünürler.

İslâm kadınları sivri sernek(?), dîbâ, altın ve gümüş takke giyip beyaz peştemal
bürünürler. Ayaklarına kadife çakşır, sarı çizme giyip salınarak giderler. Son derece güzel
olup kelimeleri ve lehçeleri düzgün, dişleri dizilmiş incilerin rengindedir. Misk kokulu saç
örgülerini sarkıtır, âşıkları bin can ile kendilerine akıtırlar. Havasının güzelliğinden
erkekleri çok yaşayıp gösterişi gitmiş, kuvveti gitmiş, ömrü yüze yetmiş, konuşmadan
kalmış olurlar.

Erzurum halkının diline ve haline gelince: Kelimeleri şu edadadır: "Harda idin", "nerde
idin" demektir (455)

(450) "Kete", pirinç unu hamurundan yapılmış katmerli çörek.

(451) "Tennur" fırın demek olduğuna göre "fırın kebabı".

(452) "Işkın", bahçe ravendi denen bir bitki. Râvend eski hekimlikte kökü kullanılan bir ottur.

(453) "Herîse" keşkek yemeği demektir.

(454) "gele" küçük kavun. Herhalde iklim bakımından Erzurum'un büyüyemeyen kavunu olacak. Müellifin "âbı sele"
dediği de kavun suyu şerbeti olacak.

(455) 17'nci Asır ortasında Erzurum'da tam Azerbaycan ağzıyla konuşulduğu anlaşılıyor.

www.atsizcilar.com  Sayfa 126 
 
 

Daha bunun gibi şeyler. Fakat ilim ehilleri düzgün ve doğru olarak konuşurlar. Marifet
sahipleri, hele Hattat Ömer Çelebi'si meşhurdur. Bilgi sahiplerinin eğlencesi olarak
"Hamsa Meddahı Kasab Kurd" (456), Şebbâz, Hayalbâg Kandillioğlu, Diyarıbekirli Yahya
Şakirdi Hanende Veysi Çelebi en meşhurlarıdır, Cezbe ehli meczuplarından "Külhânî
Ahmed Dede" çok sıcak ateşli külhana girip tatlı uykuya varırdı. "Sıyâmî Dede" cellât
elinden birkaç suçsuzu kurtarıp ertesi günü suçluları bularak tahta kılıcıyla vurup
öldürürmüş. Bu zat, bir kolu inmeli, külâhlı bir can olup nice kerametleri var. "Sefer
Dede", Erzurum kışında çıplak gezerdi.

Erzurum gerçi kış şiddetinin ocağı ise de ağ gibi örülmüş bostanları çok olup kavunu,
karpuzu, lahana ve patlıcanı, çirişi de fazladır. "Çevresi geniş, fiyatı ucuz" dedikleri yer
tam burasıdır. Toprağı verimlidir. Geniş vilâyet mamurdur. Buğdayı ve başka erzakı
meşhur, yiyecekleri güzel, tarlaları bol, bereketli, nimeti çok, nice bin kaynak ve ırmağı
akmakta olan mamur bir Anadolu şehridir. O kadar ucuzluktur ki en iyisinden, deve dişi
gibi buğdayın 5 eşek yükü 1 kuruşadır. 2 at yemi (457) 1 akçaya, 1 eşek yükü arpa 2
akçayadır. Bir kıyye (458) olan 5 tane has beyaz ekmek 1 akçayadır. Koyun etinin kıyyesi
2 akçaya, sığır eti 1 akçaya, bir tavuk 1 akçaya, 40 yumurta 1 akçaya, bir güvercin palazı
1 akçaya, 100 . dirhem yağlı, sığır etli katmer çörek 1 akçayadır, öteki yiyecekler de
bunlara kıyas olunsun. Gerçi kışın şiddetinden bağ ve bahçesi yoktur ama Pasa Sarayı
Bahçesi, Hacı Murad Bağı ve Gülistanı, Kefen İğnesiğlu Güllüğü, Bedros Bağı Güllüğü ve
daha sair nice gül bağları vardır. Bu zikrolunan bağların uzun ömürlü gülleri meşhurdur.

Yer yer kış elması, ahlat armudu vardır ama başka yemişi yok. Gezinti yerlerinde kavak
ve söğüt ağaçlan çoktur.

Kış sert olduğundan iki ayda eker, biçer, toplayıp döverler, çabucak ambara koyarlar.
Bizim yılda (459) temmuz ayında iken bir gök gürlemesi, şimşek, tipi, bora, kar ve yağmur
olup atlarımız boşanarak civar köylere kadar kaçtılar. Beş on gün öyle başıboş gezdiler.

Halkın ağzında şöyle bir fıkra vardır: Bir dervişe "nerden geliyorsun" demişler. "Kar
rahmetinden geliyorum" demiş. "O ne diyardır" demişler. "Soğuktan ere zulüm olan
Erzurum'dur" demiş. "Orada yaz olduğuna rast geldin mî" demişler. "Vallahi, 11 ay, 29
gün sakin oldum. Halk hep yaz gelecek dediler. Ben göremedim" demiş.

Bir diğer fıkra da şudur: Kedinin biri bir damdan diğer dama sıçrarken muallâkta donup
kalmış. Sekiz ay sonra Nevrûz-ı Harzemşâhî geldikte don çözülünce miyavlayarak yere
düşmüş.

(456) "Hamza Meddahı" dediği "Hamzaname okuyup anlatan adam" demek olacak.

i
(457) Burada bir eksiklik var. "2 eşek yükü at yemi" olacak.

i
(458) "Kıyye", "okka" ile aynı şeydir. 400 dirhemlik eski bir ölçüdür. 1128 gram karşılığıdır.

(459) "Bizim yılda" dediği, bir istinsah yanlışı değilse, Erzurum'a vardıkları hicrî 1050 yılı olacaktır.

Ama hakikatte bir adamın eli yaş iken bir demir parsasına yapışsa derhal donar. Elini
demirden koparmak ihtimali olmaz. Ancak bir mikdar derisi yüzülerekten demirden el
kurtarılabilir. Azak ve Kıpçak'ta karakış geçirdim. Böyle sert kış görmedim. Yemişleri iki
konak yerden, İspir, Tortum ve Erzincan'dan gelir. Şeftali, kayısı ve üzümün kıyyesi 1
akçaya satılır. Bir araba kavun ve karpuz 10 akçaya verilir. Hâsılı yiyecek bakımından
eşsiz bir şehirdir. Lâkin odunu yoktur. Bütün dağları çıplaktır ama Tanrı'nın hikmeti yine
odunu ucuzdur, iki konak yerdeki dağlardan "keran" derler, gemi direkleri getirirler. 40
arşın boyunda olur. 40 akçaya verirler.

www.atsizcilar.com  Sayfa 127 
 
 

Paşa'nın odunu için gümrüğe gelen bütün kervan develeri birer sefer odun getirirler;
kanundur. Başkaca Odun Ağası vardır. Bir deve yükü odunu 30 akçaya verirler. Ama
yerlilerinin koyun ve sığırları çok olduğundan sığır tezeği yakarlar. Yoksul reayasının hep
ocakları evlerinin ortasındadır. Dört çevrelerinde hayvan durup evleri hamam gibi olur.
Fırınlarında keşkek yemekleri ve ekmekleri pişer.

Eğerli Dağı: Erzurum'un kıble yönünde, yarım saat uzaktaki bu yüksek dağa "Eğerli Dağ"
derler. Çünkü doruğu iki çataldır ki Hınıs ve Malazgird Kalesi'ne, Bingöl Yaylası'na oradan
gidilir. Bu dağda hekimlerin kullandığı bitkilerle tutya çiçeği kokusundan insanın dimağı
ıtırlanır. "Yerbaşı", "eşfen", "sütlüce", "kajı", "tere", "râvend", "cedvar", "yebrûussanem",
"şahtere" vesair nice bin türlü devalar bu dağda vardır. Nice kehhâller (460) burada tutya
toplayıp kırk yıllık hastaların gözlerine mil ile çeker, mahvolmuş gözleri aydınlığa
kavuşturur. 150 haneli sümbül (461) ve rûmî müşkü olur. Lâlesi, zerrini, şakayık ve terfih,
sakarı, nanesi meşhur olup güzel kokuları insana hayat verir.

Bel'am bin Bâ'ûr Menkabesi:

Bir gün bu dağın eteğinde cirit oynarken attan tekerlendim. At da başını alıp "nerdesin
Eğerli Dağ" diye kaçtı. Hemen can başıma çıkıp başka bir ata binerek birkaç kölemle
arkasına düştüm. Dağın doruğunda atı tutup bindim. Orada uzun bir kabir gördüm. "Tanrı
bilir, bir ulu ziyaretgâhtır" diyerek ruhu için fatiha okudum. Yaya olarak adımladım. Boyu
80 adım geldi. Başı ve ayağı uçlarında birer yüksek ve sivri direk dikilmiş. Bu ziyaretgâha
bakarken ortalığı pis bir koku kapladı. Herkesi iğrendirdiğinden ben ve kölelerim
burunlarımızı tıkadık. Kabre baktım. Ne göreyim? Toprak tencerede bulgur kaynar gibi
fıkır fıkır kaynıyor. Zift ve katranlı bir toprak. Çok şaşırdık. Yine atlarımıza binip güneş
batarken Tebriz Kapısı'ndan içeri girdik. Güneş battıktan sonra Paşa'nın huzuruna
vardığımızda: "Şükür sağlığa! Hele atını bütün takımıyla buldun mu" buyurdular. "Evet,
buldum. Eğerli Dağı'nda evliyadan birinin uzun bir kabrini ziyaret ettim" diye kabri
gördüğüm gibi anlattım. Müelliflerden Erzurumlu Cafer Efendi adlı bilgin zat da orada idi.
Söze başlayarak: "Sakın, Evliya Çelebi! O kabri bir daha ziyaret etme. Hazreti Musa'nın
bedduasıyla imansız gitmiştir kî ona Bel'am bin Bâ'ûr derler. Nice yüzyıl yaşamış, Hazret!
Musa'dan sonra içinin yarasından Mısır'ı bırakarak bu dağda oturmuş. Hâlâ kabri yazın da
kışın da leş gibi kokar. Toprağı bile Cehennem azabı çekip kaynar" dedi. Ben hayretler
içinde kaldım.

(460) Eski zamanın göz doktoru.

(461) Sümbülün bir çeşidi olacak.

1057 Tarihinde (= 6 Şubat 1647 - 26 Ocak 1648) Revan'a Gidiş

Erzurum'dan doğuya 11 saat gidip Hasan Kalesi'ne geldik. Yine doğuya Pasin Ovası içinde
giderek Badılcıvanlı köyüne geldik. Ermeni köyü ve zeamettir. Bunu geçip 9 saatte
"Meydancık" durağına geldik. Pasin Ovası mamur yerdir. Yine doğuya giderek 10 saatte
Mejengird Kalesi'ne geldik. Erzurum Eyaleti'nde Horasan Beği hükmündedir. Kalesi yalçın
kaya üzerinde kare şeklinde bir kaledir. Dizdarı, 150 neferi var. 200 kadar evi vardır.
Pasin Kazası naibliğidir. Süleyman Han'ın bir camisi var. Ayrıca küçük bir hamamı ile bir
de hanı var. Tarlalarda mahsulleri çok. Oradan yine doğuya giderek Erzurum sınırında
Han Deresi'ni aşıp Kars Eyaleti sınırına ayak bastık. "Yedi Kilise" adlı yıkık meşhur kiliseyi
geçip bir boğazdan aştık. Bir çimenlikte 6 saat batıya meyledip Barduz Kalesi'ne geldik.

Barduz Kalesi: Kars'a tâbi olup Akkoyunlu Melik İzzeddin'in yapısıdır. Kalenin yukarı
tarafında celi yazı ile tarihi bu suretle yazılıdır. Kalesi bir dere kenarında dört köşe, taş bir
yapıdır. Dizdarı, kızının (462) yüz elli kadar hayratı var (463). Camisi, mescidi, küçük
hamamı, çarşı ve pazarı vardır. Oradan kıbleye giderek "Geçkovan Kalesi" ne geldik.

www.atsizcilar.com  Sayfa 128 
 
 

Geçkovan: Bazı tarihlerde Pijen, Seffak, Afrasiyâb savaşları hikâyesinde beyan olunan bu
kale Abbasî halifelerinden "Elmüstansır Billah" hükmünde iken Moğol tayfasından Hülegü
Han gelip şehri harab ve ahalisini de kıyıcılık ateşinde kebab etti. Sonra burası
Karakoyunlu Kara Yusuf'un himmetiyle mamur olup şenlendirilmiş ise de Temür
tarafından tekrar tahrip edilmiştir. Sultan Süleyman Nahçıvan Kazası'na gelirken İslâm
askerinin öncüsü olan Lala Kara Mustafa Paşa buraları fethetmiştir. Kars Eyaleti
hükmünde olup ayrıca da Sancak Beği merkezidir. Beğinin hası 153.500 akçadır.
Alaybeğisi, Çeribaşısı vardır. Kanun üzere Cebelileri Beğinin askeriyle 200 mükemmel
asker olur. Kalesi dereli bir yerdedir. Kare şeklinde ve küçüktür. Kale Dizdarı, Azap ve
Gönüllü Ağası, 300 Kale Neferi, 150 akçalık kadısı, 7 mamur nahiyesi, 1200 kadar toprak
örtülü evi, 3 küçük camisi, 40 -50 kadar dükkânı vardır.

Oradan doğuya giderek Osmanlı Hanedanı sınırının sonu olan Kars Kalesi'ne geldik.

Kars Kalesi: Osmanlı ülkesinde 3 tane Kars Sancağı vardır: Biri Silifke'de Karataslik Karsı,
Maraş Karsı, biri de bu Kars. Üçüncü Murad Han çağında Lala Paşa serdar olup Anadolu
Veziri Cafer Pasa, Şam Veziri Uzun Mehmed Pasa oğlu Hasan Paşa, Belenli Ali Pasa
maiyetinde olduğu halde 100.000 kadar askerle bu Kars toprağına gelip durdu.

(462) Kimin kızının olduğu anlaşılamıyor. Akkoyunlu Melik İzzeddin'in kızının olması mümkünse de Akkoyunlular
arasında Melik İzzeddin diye kimse yoktur.

(463) Bu 150 kadar hayrat herhalde imlâ yanlışı olacak ve bunun doğrusu "yüz elli kadar neferat" olacak. Netice olarak
cümle "kalesinin 150 kadar neferatı var" şeklinde düzeltilecek.

Acemler'in harab ettiği Kars'ı onarmayı makul görüp tamirine başladı. Rumeli Paşası
Mahmud Pasa kolunda dört köşe beyaz mermer üzerine Arapça celi yazıyla yazılmış bir
kitabe çıkmış. Onu aşağı varoşun kıbleye bakan kapısının yanına koymuşlar. Bu yazıda
"bu kaleyi padişahlar veziri Firuz Aka'nın Sultan Melik İzzeddin zamanında yaptığı"
yazılıydı. Lala Paşa bu eski eseri, değer vererek oraya koydurup hayrat sahibine ayan
etmiş. Kale 70 günde bitirildi. Cebehane levazımı hazırlandı. Kars Eyaleti yazıldı. Acem
sınırında olan Kars kaç kere arpalık olarak tuğlu vezirlere ihsan olunmuştur. Şimdiki halde
Paşasının Padişah tarafından 600.000 akça hası vardır. Eskiden Erzurum'un sancağı idi.
Defter Kethüdası, Defter Emini, sair memurları yoktur. Sancakları şunlardır:

Küçük Ardahan, Hocucan, Zarşad, Geçvan, Verişan. Kars, Paşa makamıdır. 7 zeameti,
102 tımarı vardır. Cebeliler'i ve Paşa askeriyle 3000 seçme askeri olur. Kaç defa yedi
sekiz Acem Hanına karşı koymuşlardır. Alaybeğisi, Çeribaşısı, 300 akça payesi ile kadısı,
Kale Dizdarı, 7 Azap Ağası, 3 Oda Yeniçerisi, 1 Oda Cebecisi, 1 Oda Topçusu vardır.
Çorbacıları neferleriyle beraber Erzurum'da dururlar. 1500 Kale Neferi vardır. Van, Kars,
Ahıska Kulları sınırda olup yiğitlikleriyle meşhurdur. Fırat Irmağı kıyısında, Birecik Kalesi
önündeki geçit gemiterinin mahsulleriyle Halep Eyaleti'nde Suruç, Menbic köylerinin
hâsılları bu kale askerine ocaklık kaydolunduğundan yıllık 70 yük akça mevâcibleri gelir.
Kars Eyaleti'nin 10 tane kazası, her kazanın da 8 nahiyesi vardır. Müftüsü (464),
Nakîbüleşrafı, ileri gelenleri, eşrafı vardır.

Kars Kalesi: Kuzey tarafının arkasında, bir top menzili uzakta yüksek bir dağ vardır. Onun
eteğinde bu kalenin iç kalesi bir tepeye oturtulmuştur. Aşağı hisar düzlük bir yerdedir.
Hepsi beş kat sağlam surdur. Kale kapısı doğuya bakar. Yukarı Kalesi denilen Orta Kale
Kapısı batıya açılmış demir kapılardır. Surun içinde Dizdar evi, 200 nefer Levendlerin
evleri, mükemmel cebehaneleri vardır. Ama bu Orta Hisar'da çarşı, pazar, han, hamam
yoktur. Bu kalenin aşağı varoşu Büyük Hisar'dır. İki kat sağlam surdur. Yeni 3 demir
kapısı vardır. Kapının içinde kapıcılar, gözcüler vardır. Bunların tulga (465), tüfek, cıda (466)
ve türlü savaş aletleri bulunur. Bu kapıların biri batıya, Erzurum yönüne açıktır. Buna Su
Kapısı, Çeri Kapısı derler. Biri Kağızman tarafıma açıktır. Buna Orta Kapı derler. Üçüncüsü
doğuya, Revan tarafına bakan Behram Paşa Kapısı'dır. Kale duvarının üzerinde,
karakolhanelerde gece gündüz muhafızlar bekçilik edip her karanlık gecede kalenin kapı

www.atsizcilar.com  Sayfa 129 
 
 

ve duvarını meşalelerle aydınlatırlar. Varoş hisarın boyu o kadar yüksek değildir ama
gayet geniş, sağlam ve taştandır. Aşağı Kale'nin hendeği çepeçevre göldür ki Behram
Paşa Kapısı'ndan Orta Kapı'ya kadar sarmıştır. Suyu da hayat suyu gibidir. Bu yönden
kaleye girmek asla mümkün değildir. Kalenin çevresinde 220 tane yüksek kule vardır.
Bedeni 2080 diştir. Bu büyük yapının çevresi 5700 adımdır.

(464) Metinde "Şeyhülislâm" tabiri kullanılıyor.

(465) Evliya Celebi burada bu kelimenin eski şekli olan "tugulga"yı kullanıyor.

(466) Kısa kargı.

Camiler:

Bu kalede 3000 kadar ileri gelen, eşraf ve esnaf evleri vardır. 47 tane cami ve mescidi
varsa da yalnız sekizinde cuma namazı kılınır.

En eski cami, Lala Paşa'nın yaptırdığı Şeyh Hasan-ı Harkan, Camisi'dir. Şeyh Hasanı
Harkani, camisi civarında gömülü olup ziyaretgâhtır.

Vaiz Efendi Camisi, Su Kapısı tarafındadır.

Ulu Cami, Meydan semtindedir.

Süleyman Efendi Camisi gayet güzel bir camidir. Kiliseden çevrilmiştir.

Hüseyin Kethüda Camili: "Kızıl Kilise" adıyla büyük bir kiliseydi. Padişahın fermanı ile
camiye çevrilerek karanlıktan kurtarılmıştır. Nurlu bir camidir. Kalabalık cemaati vardır.
Zira bu şehir halkı namaza gayet düşkündür.

Ömer Efendi Camisi: Acemler bu kaleyi istilâ ettiğinde caminin sahibinin adı Ömer olduğu
için ihanet ederek böyle güzel, nurlu bir ibadethaneyi yıkmışlar, sair camilere de dört
ayaklı hayvanları bağlatmışlar.

Kaltakçıoğlu Camisi: Behram Paşa Kapısı'ndadır. Eski tarzda büyük bir camidir.

Bayram Çelebioğlu Camisi.

Emir Yusuf Paşa Camisi: Güzel bir minaresi vardır.

Kars'ta 18 sibyan mektebi olup medresesi yoktur. Bütün ilimler camilerde okutulup
öğretilir.

Su Kapısı'nın iç yüzünde, beden dibinde, Emir Yusuf Paşa Hamamı, suyu güzel, yapısı
gönül çekici, ferah, aydınlık bir hamamdır.

Orta Kapı'nın iç yüzünde Eski Hamam dahi gayet güzeldir.

Kars'ta dârülkurrâ ve aşevleri yoksa da soylu aileleri çok cömert olduklarından gelip
gidenler için nimetleri boldur. Yabancılara çok lütuf ve ikramda bulunurlar. Toprağı
verimlidir. Kagir bedesteni yoktur ama 200 dükkânı var. Beşinci iklimin ortasında
bulunduğundan kışları çok defa sert geçer. Bunun için bağ ve bahçesi yoktur. Fakat
mahsulleri, tahılı çoktur. Ahalisi gayet zinde olup ticaret ve ziraat ile geçinirler. "Şöhret
âfettir" diyerek yoksul, altlı, üstlü hüzünlü evlerde otururlar. Ulu Cami yanındaki Paşa
Sarayı mamur olup bu saray yanında bir Şer'iye Mahkemesi vardır.

www.atsizcilar.com  Sayfa 130 
 
 

Kars'tan 12 saatte "Erçebük" köyünü, "Bağırsak Deresi"ni geçip "Ulgar Yaylası"nı da 3


saatte aşarak üç günün sonunda Ahıska Kalesi'ne vardık. Bu kaleye vardığımız gün Vali
Paşa vesair Kul Ağaları'na Erzurum Valisi Defterdaroğlu Mehmed Paşa Efendimiz'in güzel
üsluplu mektubunu verdim. Okunup ne yazdığı öğrenilince bütün ileri gelenler, mecliste
hazır bulunanlar: "Hâşâ ki biz Revan'ın Acem kervanını vurup incitmiş olalım. Bu,
Acemler'in ve Kağızmanlılar'ın iftirasıdır. Geçen hafta Kağızmanlılar baç almak
bahanesiyle Revan tüccarlarına eziyet ettiler. Onların hakkından gelmek gerektir" dediler.

Buradan atlarımıza binip kıble yönünde bir çimenlik ovada bir konak gidip Araş Irmağı
kıyısına vardık. Oradan keleklerle kargı tarafa geçtik.

Kağızman Kalesi: Azerbaycan toprağındadır. Araş Irmağı'nın kıble tarafı umumiyetle


Azerbaycan sınırı sayılır. Araş Irmağı batıda Bingöl yaylağındân doğup nice kale ve
şehirlere uğrayarak doğuya doğru akar. Arpa Çayı, Pile Ağrı Dağı yerinde Zengimar
Irmağı ile karışır (467).

Bu Kağızman Kalesi dahi Aras'ın kargı kıble tarafında olmakla Azerbaycan sınırındadır.
Anûsîrevân'ın kızlarından biri tarafından yaptırılmış olduğu için onun adını taşır. Nice
padişahların eline geçip nihayet Uzun Hasan'ın eline, ondan Şalı İsmail'e geçmiş, sonraları
Kanunî Süleyman Han'a, itaat edip Kars Eyaleti'nde ayrı bir Sancak olmuştur. Alaybeğisi,
Çeribaşısı, 900 askeri vardır. 150 akça kazadır, Dizdar'ı, 300 kale neferi vardır. Maaşları
tuzlalardan hâsıl olur. Kalenin batı yönünde büyük bir tuzla ve kuvvetli madenler vardır.
Emsali nadir değirmen taşı madeni vardır ki Acemistan'a, Erzurum'a vesair diyarlara
değirmen taşı bu Kağızman Dağları'ndan gider.

Vire taşı vardır ki cerrahlar bununla bir süleymânî merhem yapıp yaraya, bereye sürerler.
Kuyumcular büresi, berber bileğisi, sümüker taşı (kayağan taşı) bu dağlardan çıkar. İki
yerde altın ve gümüş madenleri vardır. Lâkin masrafı gelirinden çok olduğu için şimdiki
halde işletilmemektedir.

Kalesi bayır bir yerde sağlam bir yapıdır. Kare şeklinde bir kaleciktir. İçinde Süleyman
Han Camisi vardır. Altında, üstünde 700 evi, daha başka camileri, hanı, hamamı, küçük
çarşıları vardır. Ticaretgâh şehir değilse de sınırbaşıdır. Revan'ın batı yönünde gözüken
Ağrı Dağı bu Kağızman'a yakındır, övülecek dağların birisi de budur. Türkmenler'e
yaylaktır.

Kağızman, Aras kıyısında olduğundan havası yumuşaktır. Yer yer bağ ve bahçeleri vardır.
Uysal, doğru, yumuşak huylu ahalisi olup güzelleri gayet gönül çekicidir. Ekser Levendleri
Acem mânisi terennüm ederler. Hoş sesli, hoş tabiatlı adamlardır.

Yanımızda bulunan Kars ileri gelenleriyle Kağızman'a girdiğimiz zaman Beğinin Divanında
hepimiz hazır bulunduk. Kars ve Kağızman Kulları arasında büyük çekişmeler oldu.
Kağızman Ağaları: "Biz Acem kervanına el uzatmadık. Ancak kanunumuz üzere bacımızı
aldık" diye yemin ettikleri için elimizde bulunan buyururdu muktezasınca Kağızman
Ağaları'ndan Hasan Ağa'yı, Çalık Sefer Ağa'yı ve 7 Ağa'yı daha alıp Revan'a yöneldik. Kars
Paşası'ndan, 11 Ağa'dan, Kağızman Beği ve ileri gelenlerinden ayak ücreti olarak 1 kese
kuruş, 2 Mahmûdî At, 2 Gürcü kölesi alıp Kağızman'dan Aras Irmağı'nı yine keleklerle
geçtik.

(467) Evliya Çelebi'nin buradaki ifadesi biraz karanlıktır. Zengîmar Irmağı yerine "Zengî Nehri" diyor. Pile kelimesi
meçhul kalmaktadır. Ağrı Dağı yerine de Ağzı Dağı diyor.

Revan'a Kadar Uğradığımız Konaklar

Mağasbird Kalesi: Gürcistan toprağında, Kars Eyaleti'ne bağlı, eski kanun üzere Sancak
Beği merkezi idi. Kaç kere Acemler istilâ ettiği için ülke harap olmuş. Şimdi Kars'ın

www.atsizcilar.com  Sayfa 131 
 
 

nahiyelerindendir. Kalesini İran şahlarından Mağaz Han yaptırmıştır. Sonra Akkoyunlu


Sultanlarına geçmiş, onlardan da Şah İsmail almıştır. Sonraları Kanuni Süleyman Han
fetheylemiştir. Hâkimi kale Dizdarı'dır. 150 neferi var. Nâibliktir. Kalesi havalesiz bir kaya
üzerinde, beşgen şeklinde, taş yapısı, küçük ve güzel bir kaledir. 600 kadar bağ ve
bahçeli evi var. Camisi, hanı, hamamı ve 10 tane dükkânı var. Kale dibinden Arpa Çayı
akar. Bu ırmak Gürcistan taraflarından gelir, buradan geçerek Aras Irmağı'na yakın bir
yerdeki "Tekelti" köyü dibinde Aras'a dökülür. Bu Mağasbird Kalesi Acemler'in Şûregil
Kalesi ile yanyanadır. Fakat Şûregil Kalesi, Acemler'in elinde, Şûregil'e ait topraklar ise
Kars Eyaletimizde kalmıştır. Arpa Çayı bu ikisi arasında sınırdır. Bunun karşıdaki doğu
tarafı Acemler'indir. Batı tarafı ise Kars toprağındadır.

Bu kalenin arkasında, bir konak mesafede "An Kalesi" vardır. Kars'a bağlı bir tepe
üzerinde dörtköşe, harap, küçük bir kaledir. Nûşîrevan yapısıdır derler. Kalenin mamur
bir köyü var. Zeamettir. Reayası Ermeni'dir. Bu An Kalesi (468) ile Kars arasında "İki Nahı
Dağı" vardır. Kars'ın arkasında olup arası bir konaktır.

Zarşad Kalesi: İran şahları yapmıştır. Şimdiki halde Kars Eyaleti'nde Sancak Beği
merkezidir. Alaybeğisi, Çeribaşısı vardır. Savaşta 1200 askeri olur. 150 akçalık kazadır.
Müftü ve nakîbi yoktur. Dizdarı, 150 kadar neferi vardır. Kalesi ferah ve açıklık bir tepe
üzerinde sağlam bir yapıdır. Dörtköşe bir kaledir ama o kadar büyük değildir. İçinde,
dışında 300 i evi vardır. Camisi, zaviyesi, hamamı, hanı, küçük çarşıları vardır. Kars'tan
doğuya, Revan yolu üzeninde bir konak yeridir. Suyu ve havası çok güzelidir.

Bu kaleden yine doğuya 9 saat giderek "Talış" köyüne vardık. Acem toprağında, Revan
sınırıdır. Buradan "Karataybı" köyüne, buradan da doğuya 12 saat giderek "üç Kilise"
konağına vardık. Rum kayserinin yapısıdır derler. Üç kilise'nin birinde Ermeni kızları,
birinde Rumlar, Ermeniler oturur. Acem diyarında bir bu "Üç Kilise" adlı eski kilise, bir de
Nahçıvan yolundaki "Yedi Kilise" mabedleri meşhurdur. Fakat burada ibretle bakılacak
eserler çoktur.

"Meyrun yağı" bu kilisede hâsıl olur ki hakikaten acayip şeydir. Bir ipek halice üzerine bir
kazan koyup altına ateş yakarak içindeki ot ve bitkileri pişirirler. Haliçeye asla tesir
etmeyip olduğu gibi durur. Sonra bu bitkilerin suyunu yani yağı yuvarlak testilere
doldurarak uğur sayıp Firengistan'a götürürler. Oralardan da bu kiliseye adaklar gelir. O
yağı türlü hastalıklara, yaralara sürerler. Tesir eder. Zanlarınca öyledir.

Garip Bir Şey: Bu kilisenin avlusunda, yüksek bir tak altında havada duran kalın bir demir
vardır.

(468) Evliya Çelebi'nin "An Kalesi" dediği bu harabe bugün "Ani" ve yerlilerce "Anı" denilen harabeler olacaktır.

Daima boşlukta durur. Altı cihetten hiçbir tarafa bitiştiği veya dayandığı yoktur.
Hıristiyanların inanışlarına göre bu demir direk Havârîler'den Şem'ûn-ı Safâ'nın
kerametiyle durur. Bunu gören bazı Müslümanlar da öyle inanırlar. Çünkü bu direğe
rüzgâr geldikçe titrer. Keşişler kimse el değdirmesin diye etrafına sağlam ağaçtan
parmaklık çekmişler. Bana göre bu, keramet değil, marifettir.

Üstad mimar bu direkçiğin üzerinde evvelce o yüksek takı yapmış. Tepesinin ortasına
büyük bir mıknatıs taşı koymuş. Bir büyük mıknatıs taşını da hesaplayarak o tepenin
üzerine ve karşısına koymuş. Bu demir direkçiği ikisinin arasına koyunca iki mıknatıs
kuvveti birbirine denk geldiğinden direkçik de öylece boşlukta kalıvermiştir. Yoksa ne
Havârîler'in ve Şem'un'un kerameti, ne de Şemsûn'un tılsımıdır. Her görenin parmağı
ağzında kalır. Ben bu kısa aklımla böyle düşündüm, inşallah düşüncemde yanlışım yoktur.

www.atsizcilar.com  Sayfa 132 
 
 

Kilisenin 500 kadar papası var. Acem ve Osmanlı tarafından her gece beşer, altışar yüz
atlı gelip burada kalır. Çul ve torba çıkararak (469) bütün rahipler mihmandarlık ederler.
Fevkalâde bir Hıristiyan merkezidir.

Buradan yine doğuya giderek Araş ve Zengimar (470) ırmaklarını geçip ikinci defa Revan'a
vardık. Revan Ham Takî Ali Han, kızkardeşinin düğününden gelmişlerdi. Doğruca
saraylarla konuk olduk. Ertesi günü Kars Ağaları, Kağızman Ağaları île Han divanına
vardık. Karslılar ve Kağızmanlılar: "Hanım! Bizi Erzurum Veziri'ne yanlış anlatıp Kervan
vurdular diye üzerimize Evliya Ağa'yı mübaşir (471) getirmişsiniz. Yakışır mı" diye birçok
sözler söylediler. Sonunda kale Ağaları suçsuz çıktı. Meğer iftira edenler kervan halkı
imiş. Onlar ise Erzurum'a gitmişlerdi. Nihayet araya arabulucular girip Takî Han bütün
Ağalar'a üçer gün büyük ziyafetler verdi. Bana da yine 5 Tümeni Abbasî (472), 1 at,
Paşa'ya 1 katır, 1 deve yükü Revan pirinci, Serhad Ağaları'na beşer, onar parça ihsan
eyledi. Revan Kalesi'nden Han mektuplarıyla yine Erzurum'a döndük.

Revan'dan Tekrar Erzurum'a Dönüş

700 baş hayvanlı kervanla Revan'dan çıkıp batıya 5 saat giderek "Abdallaf köyüne geldik.
100 evli, bağlı bahçeli Acem köyüdür. Fetih sırasında Kars sınırı farzolunmuştur. Ama
şimdi Acem'e tâbidir.

Buradan kuzeye doğru 4 saat giderek "Abaran" köyüne vardık. 500 evli Gök Dolak kavmi
köyüdür.
(473)

Buradan batıya otlar ve bitkiler içinden giderek "Şaraphane" köyüne geldik. Bir tepe
üzerinde, ziyaretgâhlı, 300 evli, mamur, bağı bahçesi pek çok bil köydür. Kars sınırında
zeamettir.

(469) Çul ve torba çıkarmak, kendilerine ve hayvanlarına yiyecek ve yatacak çıkarıp hazırlamak demektir.

(470) Evliya Çelebi, burada da bu ırmağın adım "Zengî" olarak kaydediyor.

(471) "Mübaşir" eski Osmanlı teşkilâtında hükümetin bîr emrini ait olduğu makama, şahıslara bildiren ve yapan, yahut
bir mâlı tahsil eden memura verilen unvandır. "Mahkeme mübaşiri" nisbeten yeni bir terimdir.

(472) Bir nevî îran parası.

(473) Evvelce de geçmişti: Kızılbaş Türkler'in bir bolümü.

Oradan yine batıya çimenlik ovalardan, dağ eteklerinden giderek 4 saatte "Begüm"
köyüne geldik. Eskiden Uzun Hasan Şah'ın kızının köyü olduğundan hâlâ "Begüm Köyü"
derler. Çünkü Acemler gah kızlarına "begüm" tâbir ederler (474). Burası Kars'a bağlı 300
evli köydür. Ahalisi Ermeni ve Aznavur Gürcüsü'dür. Ama asıl büyük şehrini Temür harab
etmiş. Hâlâ Arpa Çayı kıyısında yapılarının izleri gözüküyor. O yapılar içinde 7 büyük
kümbet var. içlerinde Akkoyunlu şahlarından "Mecendi Han", "Avşar Han", "Otfabay Han",
Gündüzbay Han" adlı şahlar tahtları (475) üzerinde kimi yatar, kimi oturur, sanki
hayattadırlar (476). Her şahsın mezar taşında, basamağının üst tarafında, adı sanı, ölüm
sebebi tarihleriyle yazılmıştır (477). Bu harap şehrin üç çevresi büyük yaylaklardır.

Buradan yine batıya sazlıklı, bataklıklı, verimsiz ve çorak yerler içinden giderek "Şûregil
Kalesi" ne geldik.

Eski Şûregil Kalesi: Sultan Hüseyin Baykara bu şehrin dibinden akan Arpa Çayı'nın
havasından hazzedip bu kaleyi "Hakim Şûregerî"nin telkini ile yapmıştır (478). Sonra Kara
Yusuf'un elinde iken Temür harab eylemiştir. Sonra yine mamur olmuşsa da Kanunî
Süleyman Han, Nahçıvan fethine giderken ordunun öncüsü bu şehri harab eylemiştir.

www.atsizcilar.com  Sayfa 133 
 
 

Hâlâ Arpa Çayı kıyısında Temür'ün harab ettiği yerlerin izleri kalan taklardan, büyük
kubbelerden bellidir.

Tuhfe Tarihi'nde yazıldığı üzere (479) musiki ilmindeki 48 terkibden (480) Şûreger terkibini
bu hakim şehir yapılırken icad etmiş ve adına Şûreger demiştir.

Bu şehrin büyük, küçük bütün halkı zevk ve safa ehli olup Acem tarzında Şûreger ve
Arzıbâr âgazeleriyle (481) mâniler okurlar.

Şehir o kadar mamur değildir. Kalesi haraptır. 300 evi vardır. Nahiyelerinin çoğu Arpa
Çayı karşısında olduğundan Revan'a tâbidir. Beri tarafı ise tamamiyle Kars'a tâbidir.
Burası da Gürcistan'dandır. Çünkü Aras ve Zengimar (482) Irmaklarının kuzeyinden kırk
konak, Elbürz Dağı'nı aşıp Hazar Denizi'ne varıncaya kadar Dağistan ve Gürcistan sayılır.
Batı tarafı Erzurum'a ulaşır. Buradan batı yönüne giderek 5 saatte 6 çay geçtik. Hepsi
küçük sulardır. Bazısı Gürcistan'dan, bazısı Azgur Dağları'ndan gelip bu köylerden geçerek
Aras Irmağı'na dökülür.

(474) "Begüm", "beg=beğ" kelimesinin müennesidir. Han ve Hanım gibi. Fakat sonraları Türkler tarafından kullanılmaz
olmuştur. Farslar ve İran Türkleri ile Türkler'in hâkim olduğu Hind ülkelerinde kelime kalmıştır.

(475) Bu isimler yarı yarıya tarihî ve destanî olabilirler. Dede Korkut destanlarının doğduğu yerlerde olması ayrıca
dikkate değer.

(476) Evliya Çelebi burada "serîr" kelimesini kullanıyor. Bu kelime hem taht, hem de yatak anlamında Arapça bir
kelimedir. Bahsettiği ölüler mumyalanmış beğler olmalıdır. O bölgelerde tarihî araştırmalara lüzum vardır.

(477) Araştırma yapıldığı takdirde bu kitabelerden bazılarının bulunması muhtemeldir.

(478) Burası masaldır: Hüseyin Bay Kara'nın Azer


baycan'la ilgisi yoktur.

(479) Tuhfe Tarihi'nin ne olduğunu öğrenemedim.

(480) "Terkib" dediği alaturka makam olmalıdır.

(481) "Âgaze", okuyucunun şarkıya başlaması.

(482) Metinde: "Zengî".

Bazı yolları bataklık ve çimenliktir. "Geçdi" Nahiyesi'ne geldik. Bir ırmağı var. Adını
bilmiyorum. Sultan Murad Han, Revan'a giderken bu çaydan geçip büyük otağının
döşemesinde bir sofa yapılmış. Hâlâ eserleri gözüküyor. Kars ileri gelenleri dört çevresine
bazı büyük ağaçlar dikip namazgah edinmişler. Gidip gelenlerin konuk olacağı bir otlak
yerdir.

Yine batıya verimli bir ova içinden giderek "Bulanık" köyüne geldik. Kars Zaimlerinden
Çalık Sefer Ağa'nın serbest zeametidir. 300 evlidir.

Buradan yine batıya giderek yine Kars Kalesi'ne geldik. Bir gece Dizdar Ali Ağa'da misafir
kalıp sabahleyin bütün ahbaplar ve dostlarla vedalaşarak yine batıya yöneldik. Verimli
topraklardan giderek "Düş Kaya" konağına geldik. Kars sınırında 200 evli zeamet
köyüdür.

Oradan inişli yokuşlu, göğe başkaldırmış çam ağaçları içinden giderek "Vernişan"
konağına geldik. Kars sınırında olup eskiden Sancak imiş. Aras Irmağı'nın karşı

www.atsizcilar.com  Sayfa 134 
 
 

tarafından, Van Eyaleti'nden, Bayazıd Kalesi sınırında yazılmıştır. Hâlen Kars Alaybeğisi
burada oturur. 300 evli köydür. Buradan kuzeye Ahıska iki konaktır.

Buradan yine batıya ovalar içinden giderek "Zirihan Kalesi" ne geldik. Kars toprağında
200 evli, Dizdar'ı ve neferleri olan, camili, han ve hamamlı, 40 kadar dükkanlı bir yerdir.
Burada gelen ve giden tımarlardan baç alırlar. Kars Paşa'sının Subaşılığıdır. Kale kare
şeklinde, taş yapıdır. Yapanı bilmiyorum. Kale ahalisine sordum. Onlar da bilmiyorlar.
Küçük bir kaledir. Gayet inatçı halkı vardır.

Yine batıya giderek çamlı yollar ve beller aşıp "Sovanlı Beli" adlı büyük boğaza geldik.
Anadolu'da, Âcemistan'da, Belli ve Buhara'da meşhur bir yerdir ki onu geçen tüccarların
ve başka kafile reislerinin beli bükülür. Yüz bin güçlükle bunu da aşarak adı geçen belin
ötesinde "Kumadamı" adlı köye geldik. Pasin Sancağı'nda, Aras Irmağı kıyısında 150 evli
köydür. Bağ ve bahçesi yoktur.

Buradan yine batıya ovalar içinden giderek "Pasin" köyüne geldik. 300 evli köydür.
Erzurum'da Vilâyet Muharriri Cafer Efendi'nin zeametidir. Buradan ileri Aras Irmağı
üzerindeki "Çoban Köprüsü"nü geçerek düz ovalar içinde yine "Hasan Kalesi" ne geldik.
Buradan yine batıya giderek selâmetle Erzurum'u girdik.

Paşa Efendimiz'i Abdurrahman Gazi gezinti yerinde bularak Revan Hanı'nın pirinci ile öteki
hediyelerini ve Han'ın dostluk mektubuyla 300 baş hayvandan mürekkep kervanı teslim
edip Erzurum içindeki evimize sağlıcakla vardım. Yine Gümrük Kâtipliği hizmetine memur
olup her gece Defterdaroğlu Efendimizin sohbeti şerefiyle şeref bularak Hüseyin Baykara
sohbetleri ederdik.

Bir gün Yüce Devlet Kapısı'ndan Sultan İbrahim Han'ın hattı ile "Kapıcıbaşı Yenici Ali Ağa"
ve Sadırazam Telhisçisi Siyavuş Ağa, Sadırazam Salih Paşa'nın emriyle geldiler. Kurulan
Divan'da okundu. Hattı Hümâyunun emri kısaca şu idi: "Erzurum Eyaleti'ni idare eden
Vezirim Mehmed Paşa, hattı şerifim gelince emrimde yazılı olan Erzurum Eyaleti askeriyle
sair memur olanları alıp Revan seferi için Kars Ovası'nda savaşa hazır olasın".

Bunun üzerine Paşa Hazretleri Erzurum, Maraş, Sivas Eyaletleri'ne yarlığlar ile
Kapıcıbaşılar gönderdi. Beni de Canca ve Tortum Sancakları'nın Beği olan Şeydi Ahmed
Pasa'ya yolladı.

Erzurum'dan Padişah Emirleri ile Bayburd, Canca, İspir, Tortum, Akçakale'ye


Gidiş

Önce Paşa Efendimiz'den Padişah emirlerini vesair Kale Ağaları'na yazılan mektupları alıp
9 hizmetkârımızla asker toplamaya gittik. Erzurum'dan kuzeye, ova iğinde 2 saat giderek
"Kân" köyüne geldik. 200 evli mamur köydür. Yine kuzeye Erzurum Ovası'nda 5 saat
giderek "Umudum Sultan" köyüne geldik. Yine kuzeye, dere ve tepeler geçmek suretiyle
giderek Fırat üzerindeki "Gürcü Boğazı" Köprüsünü geçtik. Uzun Hasan Şah'ın yaptırdığı
büyük bir köprüdür. Abaza Paşa, Erzurum'da âsi iken bu köprü civarında 40 Oda
Yeniçeri'nin durduğunu haber alıp 20.000 savaşçıya "Kör Hazinedar" ve "İbşir Beğ"i
serdar ederek göndermiş, hepsini kılıçtan geçirtmiştir. Kemikleri hâlâ köprünün yanında
tepe gibi yığılı durmaktadır.

Buradan yine 6 saat giderek Gürcistan Boğazı'ndan geçip oradaki "Gürcü Boğazı Köyü" ne
vardık. Erzurum'un 200 evli zeamet köyüdür.

Buradan yine kuzeye lalelik yerlerden giderek 9 saatte "Dumlu Sultan" durağına vardık.
Ulu bir Sultan olup kubbesinde gömülüdür. Tekkesi büyük ziyaretgâhtır. Yüksek ve yalçın
bir dağı vardır. Fırat Irmağı'nın kaynağı olan büyük mağara bu dağdadır.

www.atsizcilar.com  Sayfa 135 
 
 

Bu Erzurum Eyaleti'nde Kiğı Sancağı dağlarında demir madenleri olduğundan onlardan


top güllesi dökerler. O yüksek dağdan yüzlerce pınar demir madenlerine uğrayarak Fırat'a
dökülür. Onun için, ondan ilerde Fırat Suyu'nun lezzeti bozulur. Bu, Dumlu Sultan
kayasından çıkan baş kaynak, hayat suyundan nişan verir bir kevserdir. Dumlu Sultan,
Peygamber Hazretlerinden sonra bu ırmağa onun nazarı ilgilenmiştir diyerek burada
Kayser'den aldığı bir yerde ikamet etmiştir. Nice müddet bu saf sudan içmişse de nihayet
eline zehirli ecel kadehi sunulmuştur. Köyü 200 evli Müslüman köyüdür. Kasaba gibi olup
camisi, zaviyesi, küçük çarşısı vardır.

Buradan yine kuzeye giderek Akçakale'ye geldik. Akçakale, Tortum Sancağı içinde ve
Gürcistan toprağında olup bunu "Ulama Paşa" Gürcistan'ı ele geçirmek için yaptırmıştır.
Fakat zamanla kalesi harap olmaya başlamıştır. Dizdarı, neferleri yoktur. Tortum'un
kuzeyindedir. 600 evi, camisi, hanı, hamamı, küçük çarşısı, mezat çarşısı vardır. Bayazıd-
ı Veli şehzadeliğinde, Trabzon'da vali iken bu kaleyi kuşatmış, fethinde güçlük çektiği için
fetihten sonra bazı yerlerini yıktırmıştır.

Buradan batıya 6 saat giderek "Savlu" köyüne geldik. Çatça (483) toprağında 100 evli
zeamet köyüdür. Yüksek bir dağın tepesinde olup bağı bahçesi yok, darı mahsulü çoktur.
Buradan yine batıya 7 saat giderek "Catca"*31 şehrine girdik.

(483) Biraz yukarda "Canca" şeklinde geçmişti. Eski harflerle yazıldığı zaman "Canca" ve "Catca" arasında tek nokta
farkı olduğu için kelimenin karıştırılmış olduğu görülüyor. Netekim biraz aşağıda da "Catha" şeklinde geçecektir.

(484) O devirde şehrin adı Catca=Canca olup gümüşhane diye yalnız gümüş madenleri adlandırılıyordu.

Gümüşhane Emini'ne (485), sonra Şer'iye Mahkemesi'ne vardık. Şehrin bütün ileri gelenleri
toplanıp Padişah emirleri okundu, "işittik ve baş eğdik" diyerek bütün Kullar, eli berattı
Müsellimler Revan seferine hazırlık görmeye koyuldular. Biz de şehri görmeye başladık.
Bu şehirde, Büyük İskender'in hakimlerinden Yunanlı Fükos gümüş madenî bulduğundan
İskender'e şehri imar ettirmiştir. Sonra Gürcüler'in eline geçmiştir. Sonra Azerbaycan
hükümdarı Uzun Hasan'ın eline düşmüş, Uzun Hasan Şah ise Fatih'le Tercan Ovası'ndaki
savaşta yenildiğinden kale, Fatih Mehmed Han'ın eline geçmiştir. O asırda burada olan
gümüş madeni hiçbir diyarda yoktu. Şehire o zaman "Gümüşhane" denilmiş ise de
Osmanlı Hanedanı Defterhanesinde "Catha" yazılmış (486). Bütün halkı her türlü vergiden
bağışlanmış olup gümüş işletmeye memurdurlar. Şehir şimdi Osmanlılar elinde olup 70
kadar gümüş madeni vardır. Bunların bazısı işler, bazısı işlemez haldedir.

Osmanlı ülkesindeki öteki gümüş madeni olan şehirler Anadolu'da "Kağızman", "Hakkâri",
"Bingöl", "Sincar", "Akar", "Mısır", "Cebelilübnan"', "Maanoğlu Dağı", "Merzifon"
vesairedir. Rumeli'de Bosna sınırında "Sereberniçse", Üsküp civarında "Karatova",
Piriştirıe civarında "Novoborda", Selanik civarında "Sidirkapsi" ve daha sair yerlerdir.

Ama bu Gümüşhane şehrinin damarları 7 koldan, kol kalınlığında damarlar olup hepsi
kurşunsuz halis gümüş cevheridir. Bu şehirde, Emin Mahallesinde Darphane vardır. Fakat
şimdiki halde işlemiyor. "Catha'da basılmıştır" yazılı (487) birkaç akçası hâlâ bende'
saklıdır.

Bu şehri tamamiyle gezerek memleketin ileri gelerılerinden 300 kuruş, 1 gümüş buhurdan
ve gülabdan, 1 küheylan at alıp 2 gün dağlar ve bayırlar aşarak Bayburd Kalesi'ne vardık.

Bayburd Kalesi: Eskidir. Osmanlı Hanedanı'nın atalarıyla birlikte "Mâhân" diyarından


gelen Akkoyunlular bu şehirde yurt tutmuşlardır. Yaylağa çıkıp gezinirken madenleri
bulup bay (488) oldukları için bu şehre "Bay Yurt" demişler, sonra değiştirilerek "Bayburd"
denmiştir (489). Uzun Hasan'ın elinden Fatih'in veziri Eski Mahmud Pasa vasıtasıyla
alınmıştır. Şimdi Kanunî Süleyman Han tahrîri üzere Erzurum Veziri'nirı hasından ifraz
olunmuş Subaşılık ve 150 akçalık kazadır. Kadısının yıllık maaşı 6 kesedir. Kale Dizdarı,

www.atsizcilar.com  Sayfa 136 
 
 

Kale Neferleri, Müftü ve Nakîbüleşrafı, ileri gelenleri, Sipahi Kethüda Yeri, Yeniçeri Serdarı
vardır.

(485) Madenlerin işletilmesine bakan, bugünkü deyimle "genelmüdür".

(486) "Catha" kelimesi dahi eski harflerle yazıldığı zaman. Canca ve Catca'ya çok benzer.

(487) Tabiî, para üstündeki yazılar Arapçadır. "Âzze nasarahû duribe fi Catha" şeklindedir.

(488) "Bay", Orkun yazıtlarında bile geçen çok eski bir Türkçe kelime olup "zengin" demektir.

(489) Tabiî bu söylentinin aslı yoktur. Kelimenin aslı Türkçe değildir. Ermenicedir. Türk fütuhatında Türkçeleştirilmiştir.

Bayburd Kalesi: Yalcın kaya üzerinde, beşgen şeklinde, sağlam yapılı bir kaledir.
Duvarının boyu 40 Mekke zirâidır. Hendeği yoktur. Hisar içinde 300 kadar eski tarz evleri
vardır. Çarşı, pazar, han ve hamamı yoktur. İki kapısı var. Biri doğuya, bahçeler tarafına
açılır, üç kat demir kapı olup, öteki de batıya bakan nöbethane kapısıdır. Nöbethane
Kapısı'ndan aşağı olan şehirde 1000 kadar toprak örtülü ev vardır. Şehirde 19 İslâm, 7
Ermeni mahallesi vardır. Yahudi ve Çingene'si yoktur. Deniz kıyısı 3 konak kadar yakın
olduğundan Rumlar'ı çoktur.

Ahalisinin çoğu Türkmen ve Kürt'tür. Fatih, fetihten sonra Tire şehrinden buraya 3000
kadar adam sürgün etmiştir. Halkının çoğu o Tireliler'den türemiştir. Namazında, dindar
adamlardır.

Camilerinden îç Kaledeki Fatih Camisi'nin kalabalık cemaati vardır.

Çarşı içinde, gece gündüz, içinde kalabalık olan "Zâhid Efendi Camisi" vardır, ince ve
biçimli bir minaresiyle sol tarafında iki tane yüksek kapısı vardır. Şer'iye Mahkemesi,
Boyahane-i Sultanî, Un Kapanı Muhtarı hep bu Zâhid Efendi Camisi'nin sorundadırlar.

Kur'an okuyucu yerine bitişik "Kadıoğlu Mehmed Çelebi Camisi" hayli geniş, şirin,
sanatkârane bir camidir.

Bir de 'Şengülbay Camisi" vardır.

Çoruh Irmağı aşırısındaki mahalleye "Yurt Mahallesi" derler. Burada da eski bir cami
vardır. Lâkin tahta minarelidir.

Bir imareti ve aşevi vardır ki gelen gidene nimeti boldur. Dârüttedrîs'i, dersiamı ve
talebeleri var.

Her camide ve bazı zaviyelerde karşılıksız medreseleri vardır.

3 hamamı var. Biri Kale Altında "Köprü Hamamı", biri "Şehit Ali Şengâh Hamamı", biri de
"Kimi Hamam" dır.

3 tane tekkesi vardır.

Karslıoğlu Mehmed Çelebi (490), camisine bitişik büyük bir han yaptırıp camiye
vakfetmiştir. Her pazar günü bu hanın önüne beş on bin kişi birikip alışveriş ederler.
Büyük pazar olur.

300 kadar dükkânı vardır. Süslü, işler işlenen bedesteni vardır. Mahkemeye bitişiktir. Yer
yer kahveleri vardır. Yiyeceklerinden terütaze tereyağı, katmeri, beyaz yağlı çöreği, tavuk
böreği, beyaz devedişi nahiye buğdayı meşhurdur.

www.atsizcilar.com  Sayfa 137 
 
 

Dokumalarından Bayburd kilimleri, seccadeleri gayet meşhur olup her diyara gider.

Şehir soğuk olduğundan yemişleri o kadar çok değildir.

70 tane sibyan mektebi vardır. Çocukları gayet zeki, olgun ve terbiyeli olur. İhtiyarları
150 yaşına kadar yaşar. Düzgün dilli, güzel ifadeli, gayet iffetli ve edepli kadınları vardır.
Erzurum toprağında olduğu için yeri yaylaktır. Şehir, Erzurum'un kuzeyinde olup iki
konaklık yerdir. Trabzon kuzey yönüne düşer. Yolu sarp olduğundan Bayburd'dan
Trabzon'a yaya 2 günde, atlı 4 günde varır.

(490) Bu Karslıoğlu Mehmed Çelebi, biraz yukarda gecen Kadıoğlu Mehmed Çelebi ile aynı adamdır. Eski harflerdeki
benzerliğin işlettiği yeni bir yanlış. Hangisinin doğru olduğunu kestirmek, şimdilik, mümkün değil.

Çoruh Irmağı: Erzurum içindeki dağlardan çıkıp nice şehir ve kasabaları sulayarak
Bayburd'a gelir. Şehir içinde, aşağı şehirden kale altına akıp ilerde dolaşa dolaşa "Gönye"
yanında Karadeniz'e akar. "Çoruh", "Gûy-i ruh"tan bozmadır diyenler var. O halde mânâsı
"Ruh Irmağı" demek olur. Bayburdlular dağlara gidip odun devirerek kesip bu Çoruh
irmağı'na salıverir. Sonra şehirdeki su şeddine gelip herkes işaretiyle malını bularak evine
götürür.

Bayburd Ziyaretgâhları: Çoruh'un karşı mahallesindeki caminin arkasında bir dağ vardır ki
adına "Dualar Dağı" derler. Orada bir lalelik yer vardır. Orada "Abdülvehhâb Gazi"
gömülüdür. Herkes ziyaret eder.

Şehir içindeki caminin arkasında göğe erişmiş yarım saatlik bir kaya üzerinde "Şehid
Osman Gazi Baba" gömülüdür. Bir kagir, tuğla kubbesi var. Ortasında bir de büyük karlık
vardır.

Cağırkanlı Dede Ziyaretgâhı: Şehir halkının çoğu bu sultana ziyadesiyle inanırlar. Yakın
zamanda yaşadığından kerametlerini görmüş adamlar vardır. Biraz yıkılmış yüksek bir
kubbede gömülüdür.

Buraya yakın, Çoruh Irmağı üzerine üstad mimar çam direkleriyle kırlangıç kanadı bir
köprü yapmıştır ki benzeri ancak Hersek Sancağı'ndaki Kırca Şehri önünden geçen Dirin
Irmağı üzerindeki köprü olabilir. Bu Çoruh köprüsü bir göz olduğundan daha yüksek ve
sanatkâranedir. Şehri gördük. Asker tayfası da emir gereğince hazır oldu. Bana 300 kuruş
ayak parası verdiler. 200 arkadaş olup Tortum şehrine geldik.

Tortum Kalesi: Gürcistan şahlarından "Mamrul"un yapısıdır. Sonra Uzun Hasan'a, ondan
da Fatih'e geçmiştir. Lâkin sonra yine Gürcülerin istilâsına uğramıştır. Kanunî Süleyman
Han bu istilâyı duyunca hemen ikinci Vezir Ahmed Paşa'yı yeteri kadar askerle Serdar
ederek göndermiştir. O da gelip meterise girerek 7 gün, 7 saat savaştıktan sonra kaleyi
fethetmiş, içine yetecek kadar muhafız, cebehane, top, azık vesair levazım koyup
"Nacah" kalesine, oradan da "Emirahur" kalesine giderek aman ile zaptedip içlerine
yetecek kadar asker bırakmıştır. Oradan "Akçakale" ye varıp 7 günde zaptederek
burcunda ezan okutmuştur. Oradan "Nigird", "Aşard", "Küçük Akça" kalelerine yönelmiş,
beğleri aman ile itaat etmişlerdir. Oradan "ispir", "Pertekrek" kaleleri de aman dileyerek
teslim olmuşlardır. Hâlâ hepsi itaat üzeredir. Oradan "Dadanlı" nahiyesine yürümüş, 66
tane köyünün 15 tanesi itaat etmiş, diğerleri harap edilmiştir. Oradan "Tekhıs", "Akça
Kale", "Divane Deresi" hep fethedilip ordu Tortum'a gelmiş, Tortum da sancak merkezi
olarak yazılmıştır. Hâlâ da öyledir. Alaybeğisi, Çeribaşısı vardır. Seferde Cebelileri ile ve
Beğinin askeriyle 60.000 seçme asker çıkarır (491). Paşasına yılda adalet üzere 12-13 bin
kuruş hâsıl olur.

Sefere gittiğimiz yıl Şeydi Ahmed Paşa adalet ve insaf hududunu biraz aşarak bu Tortum
Sancağı'ndan 24.000 kuruş tutturdu. Hattâ ben kendilerine emr-i şerifle geldiğimde,

www.atsizcilar.com  Sayfa 138 
 
 

Sancağında olan zeamet ve tımar sahiplerinden başka eli beratlı imam ve hatipleri bile
sefere memursunuz diye sıkıştırarak bunun için 10.000 kuruş aldı. Beni de kendi sarayına
misafir ederek şehri temaşa ettirdi.

(491) Bu 60.000 rakkamı mutlaka yanlıştır. Bir Sancak'tan bu kadar asker çıkmasına imkân yoktur. 6000 olacaktır ki o
bile çoktur.

150 akçalık kaza olup 9 nahiyesi vardır. Meşhurları şunlardır: Yuvana, Dadanlı, İspir. Bu
nahiyelerden kadısına yıllık 3000 kuruş hâsıl olur. Müftüsü, nakîbüleşrafı, ileri gelenleri ve
eşrafı, Kale Dizdarı, Kale Neferleri, Yeniçeri Serdarı ve şehir Subaşısı vardır.

Tortum Kalesi yüksek bir tepe üzerinde kare şeklinde bir yapıdır. Bir demir kapısı vardır.
Hisar içinde 18 kadar ev ile Kanuni Süleyman Han'ın küçük bir camisi vardır. Bir ambarı
var. Aşağı varoş mamur ve şirin yapılardır ki sayıları 700'e varır. 7 mahalle ve 7 camisi
vardır. 2 hamamı, 2 hanı, 10 sibyan mektebi, 70 kadar da her türlü esnaftan dükkânı
vardır. Bedesten, imaret, medrese gibi şeyleri yoktur. Her evinin geniş bağ ve bahçesi
vardır. Havasının güzelliğinden yemişi çoktur, üzümü, armudu, al renkli şeftalisi
övülmeye değer. Şehir, Erzurum'a iki konak olduğundan tüccar tayfası yemişlerini
Erzurum'a sandıklarla taşırlar. Erzurum Eyaleti'nde, Erzincan'dan sonra Tortum şehri îrem
Bağı gibi güzel bir şehirdir. Halkı yabancılara dost, doğru özlü, uysal kimselerdir.
Tortum'da güverçele dahi hâsıl olur. Şehir dereli bir yerdedir.

Şehri gördükten sonra Tortum askeriyle Erzurum Eyaleti'ne gitmek için büyük bir
kalabalık toplanmışken Karadeniz kıyısındaki Gönye Kalesi'ni Rus Kazakları'nın ansızın
istilâ ettikleri haberi Şeydi Ahmed Paşa'ya geldi. Paşa hemen zırhını giydi. "Din uğruna
gaza ve şehitlik isteyen; at, tımar ve zeamet almak isteyen gelsin" diye tellâllar
bağırtmaya başladı. Biz de şehirden dışarı çıkıp bağlar başında biraz dinlendik. Az
zamanda 1000 kadar seçme, hafif asker toplandı. "Ardım sıra gelmeyenin vay haline"
diyerek üç defa hep birden tekbir getirildi. Sonra kuzeye yöneldik. Bütün atlılar o gün ve
o gece ılgar ettik. Uğradığımız yerlerde atıp tutmaya gücü yetip de asker olmayanları da
sürüyerek ertesi günü seher vakti bir vadiye inip durduk (492). Oradan yine bir gün kuzeye
ılgar ettik. Trabzon toprağından Gönye toprağına girdiğimiz yerde Megrilistan askerlerine
rastgeldik. Şeydi Ahmed Paşa'ya geldiler. Hepsine ikram olundu. Bu 3000 kadar giyimli,
silâhlı, gök demire bürünmüş (493), eli sırıklı, küheylan atlı, hayvana benzer Megril
Aznavurları (494), Gürcü ileri gelenleri geldiler. Bunların yüzleri birbirine benzemiyordu.
Kiminin yüzlerinin iki yanına sarkan saçları darmadağınık (495), kimininki örgü örgü, 40-50
yaşlarındakiler ise tıraşlı ve acayip suratlı olarak geldiler. Koca Gazi Şeydi Ahmed Paşa
her birine vaitlerde bulunup gönüllerini aldı. O gece konakları geçerek sabahleyin
Karadeniz kıyısındaki Gönye Kalesi'ne vardık. Gördük ki Kazaklar kaleye dolup haçlarla
kalenin burslarını, kulelerini süslemişler.

(492) Yolda rastlanan sağlam yapılı adamları da zorla askere almak Osmanlı askerlik teşkilâtının ne kadar bozulmuş
olduğunu gösteriyor.

(493) "Gök demire bürünmek" eski bir deyimdir. Zırh giyinmiş olmak demektir.

(494) Aznavur kelimesinin anlamı kesin olarak belli değildir. Suratsız, iriyarı ve iyi ahlâk sahibi olmayan mânâlarına
gelmektedir.

(495) Uzun saçlı Gürcü askerleri, bunların arasına kütle halinde karışıp zamanla Gürcüleşen Kıpçak Türkleri'nin devamı
olsa gerek.

İslâm askerini görünce "yajorj, yajorj" diye bağırdılar. Kendileri kaleye korkusuzca
yerleşmiş oldukları gibi 70 tane şayka kayıklarını da kalenin eteğine bağlamışlardı.
Kazaklar kale içinde sarhoş ve İslâm askerini görerek dehşete kapılmış iken Beydi Ahmed
Paşa, 150 kadar İç Ağaları, Tortum askerleri, yolda katılan Megrilistan ve Gürcistan
piyadeleriyle bir ağızdan "Allah, Allah" diyerek düşmanın gözünü korkuttular. Diğer
taraftan kıyıda yatan gemilerine girip aman vermeyerek iplerini kestiler. 70 kayıkla

www.atsizcilar.com  Sayfa 139 
 
 

Karadeniz'e doğru açılıp içindeki beşer, onar sarhoş Kazak gözcülerinin kimini kılıçtan
geçirip kimini tutsak ettiler. Tutsaklara kürek çektirdiler. Bütün gaziler sevinçle kayıkları
kaleden bir top atımı uzakta, Çoban tarafında limanımsı bir yere koydular. Kazaklar
kalede kuşatılıp kurtulmaktan ümidi kesince kudurup ateş etmeye başladılar. Beri
taraftan da İslâm gazileri gittikçe çoğalıp kaleye hücum etmeye başladılar. Kâfirlerden
alman şaykaların direk ve küreklerini, Megrilistan'dan Laz menkesleleriyle (496) gelen
Megril kayıklarının da direklerini alarak merdiven yaptılar. Kayıklarını karaya çıkarıp siper
gibi kalenin altına çektiler. Kalenin doğu ve güneyine âlâ meterisler yapıp bütün
Müslüman gazileri, Megrilistan ve Gürcistan Aznavurları gün aydınlığında meterise
girdiler. Kale içinden Kazaklar dışarıdaki gemilere, gaziler ve Serdar kaleye kurşun
atarken Kazaklar'dan bir bölük bayrak açarak dışarı çıkıp Müslüman gazilerine hücum etti.
Beri taraftan Gazi Şeydi Ahmed Paşa kendi tevâbii olan 300 kadar kahraman, dinç erlerle
Allah, Allah diyerek Kazaklar'a öyle bir satır vurdu ki kalanları selâmeti Çoruh Irmağı'na
atılarak batmakta veya karşıya geçmekte buldular. Lâkin yüzüp kurtulabilenler de yine
Müslüman gazilerinin kılıç ve tüfeğinden baş kurtaramadılar. Çoruh'taki gemiler yeniden
yakılarak kaleye giremeyen kılıç artığı 200 Kazak esir edildiler. Üç kere hücum
ettiklerinden Müslüman gazilerinden 70 kadarı şehit düşmüştü.

Şeydi Ahmed Paşa bunu görünce Kapıcıbaşıları Batum Sancağı bölgesine asker çağırmaya
gönderdi. Etraftan eli tüfekli, süngülü Laz tayfaları zigula adlı düdüklerini çalarak ak
bayraklarla alay alay geldiler. Çoruh Irmağı kıyısında durdular. Serdar gazi bunları
dinlendirmeyerek: "Koma karındaşlarım! Gayret sizindir. Din uğruna çalışın. Alahım hem
seni kerimdir, hem beni kerimcidir (497) diye Çerkeş dili üzere bütün gazileri savaşa
kışkırttı (498).

Onlar da dalgalar halinde, ellerinde bir demet çalı, birer torba tezek, birer demet lazut
darısı, göğem çalısı ve pasda darısı sapı demetleriyle gelip kalenin dört çevresine demet
yığarken (499) kimi şehit oldu, kimi yaralandı. Bu hücumda da 70 kadar gazi şehitlik
mertebesine erdi.

(496) "Menkesle" bir nevi kayık.

(497) Tırnak içindeki ifade aynen Evliya Çelebi'nindir. Sözde Çerkesçe, gerçekte Çerkeş ağzıyla Türkçedir. Çerkeşler'in
Türkçeyi nasıl çetrefil konuştukları malumdur. Burada "Allah" yerine gırtlaktan "h" ile "Alakh", "sana kerimdir" yerine de
"seni kerimdir" denmiştir. Bunların Evliya Çelebi tarafından yapılmış latifeler olduğu bellidir.

(498) Oradaki asker arasında Çerkesler bulunmadığı halde Paşa'ya sözde Çerkesçe söyletmek Paşa'nın nabza göre
şerbet verdiğini anlatmak için olsa gerek.

(499) Bütün bu toplanan bitkiler ve tezekler kalenin altında yakıp düşmanı çıkmaya zorlamak içindi.

Bunun üzerine Şeydi Ahmed Paşa gemi direk ve küreklerinden yapılmış merdivenlere
korkusuzca saldırıp Tanrı adını anarak, naralar atarak örümcek gibi tırmanmaya başladı.
Kalenin doğu köşesindeki kule üzerinde iç Ağaları ile birlikte gözüküp "bire bırakmayın
yiğitlerim" diye bağırınca Serdarlarını bu durumda gören Müslüman gazileri yılana kara
karınca üşer gibi kaleye üşüp hücuma başladılar. Kazaklar gördüler ki gaziler duvar
üzerine kılıç çalarak gelirler, nicesi kendisini ateşe atarak (500) yandı. Kimisi kılıç
korkusundan koşarken düşüp ötesi berisi kırıldı. Kimisi Çoruh Irmağı'na düşüp boğuldu.
Hâsılı o gün ikindiye kadar ne Gazi Şeydi Ahmed Paşa, ne de Müslüman gazileri bir lokma
yiyecek vakit bulamadılar. Nihayet ikindi vaktinde kale fethedilip Tanrı'ya şükür ilk
ezanım okumak bana nasib oldu. Gaziler kaleye doldular. Evvelce saklanan şaykaları kale
altına getirtip bütün levazımını yerli yerine koyarak hazır ettiler. Tellâllar bağırarak üç
gün, üç gece top şenliği yapıldı. Tanrı'ya hamdolsun bu fetihte bulunduk.

Kalede ilk ezan okunurken doğudan, Çoruh Irmağı kıyısından renk renk bayrak ve
sancaklarla gelen binlerce asker kalede top atıp bayram ettiğimizi görerek tekbir getirip
kale altına geldiler. Gördüler ki kale fethedilmiş, Şeydi Ahmed Paşa kale içinde hazırlık
görmede. Meğer bu asker Erzurum Valisi Defterdaroğlu Mehmed Paşa Efendimiz

www.atsizcilar.com  Sayfa 140 
 
 

tarafından gönderilmiş. Bunlar Kars Paşası Ketenci Ömer Paşaoğlu Bakî Paşa serdarlığı ile
gelen Erzurum Eyaleti askeri olup Erzurum Ovası'ndan 5 günde Gönye altına gelmiş 7000
seçme askermiş. Gönye altında, Çoruh Irmağı kıyısında çadırsız olarak yerleştiler. Bir
tarafa da Pasin Sancağı Beği Kenan Paşa kondu. Bir tarafa Pasin Sancağı'nın tımarlı ve
zeametlileriyle kale neferleri, yarısı 2000 asker oldukları halde durdular.

Ahıska Kalesi'nin muhafazasına memur olan Ketenci Ömer Paşaoğlu Uzun Mehmed
Paşa'nın valisi olduğu Urfa Eyaleti askeriyle Birecik Beği Ali Merdan Beğ'in sancak askeri
ve daha sair gönüllü ve fedai askerler ayrı bir tarafta durdular. Malazgird Beği Mehmed
Beğ 2000 yarar yiğitle Çoruh Irmağı kıyısına kondu. Kiğı Sancağı Beği, Tabanıyassı
Mehmed Paşa çıraklarından Deli Hüsam Beğ, Sancağının 1000 kadar askeriyle kale
altında, deniz kıyısında, zaptolunan şaykaların muhafazasına memur oldu. Hâsılı Kemah,
Erzincan, Tercan, Kelkek, Koyluhisar, Hacı Murad Kalesi, Gümüşhane, Bayburd, Hınıs,
ispir, Tekmeli, Kuzucan, Tortum, Mecingird, Mamerduvan Sancakları'nın vesair kale ve
kasabaların bütün Sancak ve Alaybeğileri Çeribaşılarla gelip Gönye Kalesi altında
durdular. Arkalarından, Ahıska Paşası ihtiyar Koca Sefer Paşa'nın arpalığı olan Şebin
Karahisarı Sancağı Kethüdası Müsellim Sarı Derviş Ağa bu sancağın 2000 askeriyle artçı
olup Çoruh kıyısında durdu. Kalenin altında büyük bir Divan kuruldu. ikinci Serdar Bakî
Paşa ayağa kalkarak: "Gazan kutlu olsun! Ulu Serdarımız Erzurum Veziri Def terdaroğlu
Mehmed Paşa size selâm edip bu altın işlemeli hil'ati, bu samur libâçeyi (501) ihsan etti"
diyip beraber getirmiş olduğu hil'at ve libâçeyi Gazi Şeydi Ahmed Paşa'nın sırtına giydirdi.
Başına bir otağ soktu. Hayır duada bulundu.

(500) Osmanlı ordusunun kale dibinde yaktığı ot ve tezek ateşi.

(501) Libâçe" Farsça bir kelimedir. En üste giyilen elbisedir. Palto gibi.

Tanrı'nın hikmeti ikindi vakti denizde 40 50 tane Laz menkeslesi kayıkları peyda oldu.
Bunlar gelirken, içindekiler kalenin Muhammed ümmetiyle dolu olup dışarıda da
çadırlarıyla bu kadar Osmanlı askeri olduğunu görünce gerisin geriye gitmeye başladılar.
Bunlar kalede Kazaklar'a yardıma gelen âsi Aznavurlar imiş.

Şeydi Ahmed Paşa'nın askerleri hemen iki kıyıdan koşarak kayıkları kurşuna tuttular.
Akşam vaktine kadar büyük bir savaş olup 47 kayık zaptolundu. İslâm askeri büyük
doyumluk elde ettiler. İçindekiler esir edildi.

O gece yine kalenin içinde, dışında top ve tüfek senlikleri yapıldı. Sabaha kadar meşaleler
yandı.

Ertesi günü sabahleyin Çoruh Irmağı kıyısından bîr toz bulutu göğe yükseldi. Zırh, cebe,
silâh ve külahlar görünmeye başladı. Saf saf askerler görülüp yaklaştı. Meğer Çıldır
Eyaleti Veziri Koca Sefer Paşa, Erzurum Valisi Mehmed Paşa Efendimizin emriyle
Ahıska'dan ılgar etmiş ve Gürcistan içinden 6000 Gürcü askeri ve bunların kumandanları
Temres Hanoğlu, Levend Hanoğlu, Aleksander Hanoğlu ile Gönye'nin yardımına gelmiş
(502).

Şeydi Paşa'ya. bu haber gelince Bakî Paşa, Ketfah Paşa ve öteki Sancak Beğleri ve
Alaybeğleri, Çeribaşılar silâhlanıp Sefer Paşa'yı karşılamaya çıktılar.

İbretle bakılacak bir manzara seyrettik. Sefer Paşa hususî alayı ile, Mataracı, Tüfekçi ve
Şatırları ile geldikte Şeydi Paşa ve Bâlâ Paşa at üzere selâmım alıp Şeydi Paşa sağına,
Bakî Paşa soluna geçti. Büyük alayla kale dibine geldiler.

Kaleden bir yaylım "safa geldin topu", bir yaylım "hoş geldin tüfeği" atılıp Sefer Paşa,
askeriyle hisarın eteğinde durdu.

www.atsizcilar.com  Sayfa 141 
 
 

Orduya Gürcistan, Megrilistan, Batum Sancaklarından azık gelmeye başladı. Ertesi gün
seher vakti Gönye kalesinin güney tarafında, Hopa ve Rize yönünden deniz kıyısında
büyük bir alay peyda oldu. Meğer Trabzon (503) Paşası 3000 ünlü asker, 70 tane sandal,
100 tane menkesle ile asker, yiyecek, 10 tane şâhî top getirerek Gönye Kalesi'nin
yardımına gelmiş.

Şeydi Ahmed Paşa'ya haber geldikte karşılamaya ne kendisi gitti, ne de asker gönderdi.
Trabzon Paşası da gelip kalenin bir tarafında durdu. Sonra kalenin içine, Şeydi Ahmed
Paşa ile tanışmaya gelince Paşa asla saygı göstermedi ve orada bulunanlara hitaben:
"Bakın, Muhammed ümmeti! Ben hangi Sancağın .hâkimiyim" dedi. Vilâyet ileri gelenleri:
"Tortum Sancağı'nın" dediler. Paşa: "Ya Tortum bu Gönye Kalesi'ne ne kadar yerdir" diye
sordu. Hazır olanlar: "Dört beş konaktır" dediler.

(502) Bu Gürcü beğlerinin "Han" unvanı taşıması Iran Türkleri'nin tesiri midir, yoksa Gürcüleşen Kıpçak Türkleri'nden
mi kalmadır, herhalde incelenmelidir.

(503) Metinde "Erzurum" ise de Trabzon olacağı aşikârdır. Biraz aşağıda da böyle olduğu anlaşılıyor.

Paşa öfkeyle: "Dört beş konaklık yerden gelip Gönye Kalesi'ni kurtardım. Bu işe hususi
olarak memur değildim. Din uğruna yetişip, Tanrı'nın emriyle, kurtarılmasına sebep
oldum. Bak, Paşa! Sen Trabzon Paşası olasın, iki Tuğlu Beğlerbeği olasın da, Gönye Kalesi
senin eyaletinin içinde, Trabzon'a iki konak yerde olduğu halde niçin yedi günden beri
kalenin imdadına yetişmedin? Padişahıma arzedeceğim.. Tez Divan Efendisi'ni çağırın"
diye ferman etti. isteği üzere işler yapılırken Paşa: "Baş Bölükbaşıları! Kaldırın şu Trabzon
Eyaleti hainlerini" diye emretti. Sonra Trabzon'un 70 kişi olan ileri gelenlerine: "Niçin
Paşanızı bu kalenin kurtarılmasına yürütmediniz" diye birçok azarlayarak hepsini kaleye
hapsetti.

Divan Efendisi de kalenin fetihnamesini, Trabzon Paşası'nın imdada gelmediğini yazıp üç


Beğlerbeği'nin, sair erlerinin, Gönye ve Trabzon Kadılarının mühürleriyle Padişaha
gönderecek iken bütün Trabzon ileri gelenleri: "Aman sultanım! Bizi Padişaha arzeyleme"
diye Şeydi Ahmed Paşa'ya yalvardılar. Şeydi Paşa ise vazgeçmeyip "elbette bu âsileri
arzederim" diye inadında direndi.

Nihayet Trabzonlular öteki Paşalara sığındılar. Onları Şeydi Paşa'ya ricaya gönderdiler.
Mesele bir anlaşma ile sonuçlandı. Üç gün tartışma ve çekişmeden sonra ister istemez
Trabzon Paşası ve vilâyet ileri gelenleri birçok nesne verdiler: 43 kese kuruş, 3 samur
kürk, 12 köle, 12 cariye, bizzat Trabzon Paşası'ndan bir altın işlemeli ipek. Bundan başka
Trabzon Paşası otağı ile 7 tane nakışlı yeni cerek (504) vermeyi kabul etti. Bunlardan
başka olarak da ikisi de mücevherli bir kılıç ile bir de iki yanı keskin kılıç, 7 sadak,
Trabzon kuyumcularının en güzel eserlerinden olan buhurdanlar, gülabdanlar, at
takımları, gümüş şamdanlar, topuz ve baltalar, 3 katar deve, 3 katar katır, ılgarla
gelirken ölenlere karşılık 120 at alındı. Böylelikle Padişaha arzolunmaktan vazgeçildi.
Ancak Gönye Kalesi'nin fethinde ve imdadında bulunan Beğlerbeğiler ve Alaybeğleriyle
Sancak Beğlerinin Padişah hizmetinde bulundukları Padişah Kapısı'na bildirildi.

Şeydi Paşa, kalenin kurtarıldığı müjdesini de "Gürcü Beğoğlu" adlı Kapıcıbaşısı ile
Padişaha arzetti. Diğer bir Kapıcı ile de işi Erzurum Paşası Efendimiz'e bildirdi.

O sırada Çoruh Irmağı kıyısından bir toz kopup İslâm askerleri çıktı. Meğer Erzurum Valisi
Mehmed Paşa Efendimiz'in "Alaca Atlı Hasan Ağa"sı Gönye Kalesi'ne yardıma gelen
kuvvete Serdar olmuş. Erzurum Sancağı'nın zeametli ve tımarlıları ile İadelerdeki kulların
yarısını, 40 bayrak Sekban ve Sarıcalar'ı Baş Bölükbaşı, Küçük Acem Kulu Bölükbaşı,
Çatal Bölükbaşı ve bunlardan başka Mamuçtu, Heybeli, Nakışlı, Çalık Ali, Zereketli, Yamalı
Aşkuna, Sincaplı, Hadırlı, Hahalı, Mascahoğlu, Cennetoğlu, Kara Piri, Solak Veli, Gölce Ali,
Kağan Arslan adlarındaki Bölükbaşılar tekbirlerle geçtiler. Artlarınca 1 bayrak ve 300 atlı
Yiğit Deli (505), 1 bayrak ve 300 atlı gönüllü, 6 bayrak rüzgâr yürüyüşlü Tatar asketi, 1

www.atsizcilar.com  Sayfa 142 
 
 

bayrak ve 600 Müteferrika, 1 bayrak ve 300 tane itibarlı Ağa, 1 bayrak yiğit Çeşnigir, 1
bayrak ve 200 Saraç, 1 bayrak Dış Kilerciler, 200 silâhlı genç; yiğit, 200 zırhlı ve kargılı İç
Ağası, ince bayraklarıyla Köle Ağası zabitleri geçtiler. 40 kadar Kapıcıbaşı, 40 50 kadar
yardımcılarıyla ata binmiş oldukları halde yürüdüler. En arkada Serdarları olan Alaca Atlı
Hasan Ağa nakkare ile geçerek Gönye Kalesi eteğinde çadırlarıyla yerleştiler.

(504) "Cerek" ince ve yuvarlak çadır direği.

(505) "Deli"ler Osmanlı ordusundaki fedailer takımı. Bölükbaşılardan bazılarının okunuşu doğru olmayabilir.

Şeydi Ahmed Paşa bunlara büyük bir ziyafet çekti. Ertesi günü bütün köy ve
kasabalardan mimar ve mühendisler getirilerek kalenin onarılmasına başlandı, önce
hendekler temizlendi. Kalenin yanmış olan tarafıyla kale içindeki Bayazıd-ı Velî Camisini
tamir ettiler, içine 700 yeni Kul, Dizdar ile sair levazım ve cebehanesini, Kâfirlerden
alman tüfekleri koyup süslediler. Trabzon Eyaleti ile Batum Sancağı askerini kaleye
muhaliz koyup 6000 kadar askerle Çoruh Irmağı kıyısından Erzurum'a, gittik.

Yolda, kıyıda çimenli bir yerde durduk. Şeydi Ahmed Pasa bütün İslâm gazilerini
danışmaya çağırarak şöyle dedi: "Bu Megrilistan, Trabzon Eyaleti'ne tâbi olup bize imdat
göndermesi lâzım gelirken Kazaklar'a yardım edip Padişaha isyan ettiler. Onların kayıkları
ile Rus şaykalarını Padişahıma arzettim. Trabzon Kalesi limanında dursunlar. Padişah
tarafından her ne ferman gelirse vilâyet valisi ona göre iş yapsın. Bu kadar bin Kazak ve
Megril esirlerini dahi Padişaha arzeyledim. Ama şimdi bu büyük topluluk ile İslâm askeri
at üstünde hazır iken "Megril Kâfirleri'nden nasıl intikam alalım ki şu kadar yok sıkıntısı
çeken İslâm askerleri ganimet malıyla doyum olsunlar?"

İş danışmaya düşünce Gürcistan hâkimi Sefer Paşa dahi Megril tayfasına olan garezini
meydana koymak için: "Megril'e İslâm askerinin yayası ile atlısını birlikte saldırtalım.
Bizim Ahıska, Gürcistan gazilerini kılavuz verelim. Onlar da gaza malından pay alsınlar"
dedi. Böylece konuşma tamam olup ben de bu niyete Elfâtiha dedim. O an İslâm gazileri
içinde tellâllar bağırdı. Herkes silâhlarıyla hazır olup Serdarın buyruğunu beklediler.

Gürcistan'a Baskınımız

Ketjac Paşa (506) öncü olup 3000 askerle Çoruh Irmağı kenarından kıble yönünde yürüdü.
Ardı sıra 3000 kadar Gürcistan ve Ahıska askeri Megrilistan'a doğru ilerledi. Şeydi Ahmed
Pasa dahi 9 (507) sırf seçme askerle bunları takip etti. Bakî Paşa 3000 askeriyle artçı
olarak geriden geldi.

Erzurum, Şebin Karahisarı askerleri sağ kanada; Kiğı, Pasin, Mamruvan askerleri sol
kanada memur oldu. Hınıs, Tekman, Malazgird Sancaklar'nın beğleri orduya azık, arpa,
saman ve ot bulmaya memur oldular. O gün 10 saat giderek Batum Sancağı ile
Megrilistan arasında olan Zar Çayırı adlı yerde durduk. Sabahleyin Çoruh Irmağı
geçidinden geçerken Seter Pa§a, Gürcistan askeriyle Megrilistan'ın Dıranya nahiyesini
yağmaya başladı. Bunu gören Megril ahalisi dağlara kaçtılar. Hemen Defterdaroğlu
Efendimiz'in baş bayrağı, 22 Bölükbaşı'nın bayrakları, 2200 savaşçı ile sarp dağlar içine
yayılarak Megril sığmaklarını sardılar. Yaylım ateş açıp içindekilerle savaşa başladılar,
öğleden sonra sığınaklar zaptedilerek içinden 700 esir alındı. Askerler doyum oldular. Bu
çarpışmada gazilerden 7 yiğit şehit oldu. Bakî Paşa dahi ganimetlerle zengin olup İslâm
ordusuna döndü.

(506) Polatkat kabilesinden bir Çerkeş. 297'nci sayfada "Ketfah" şeklinde geçmişti.

(507) Buradaki "9" rakkamından sonra bir eksik var. Ya "9000", veya "9 sancak" olacak.

www.atsizcilar.com  Sayfa 143 
 
 

İslâm gazilerine izin verildi. Takım takım dağlara, bellere, sığmaklara üşüştüler. "Merve"
kalesine kadar vardılar. İçindekiler iki tarata kalenin kapısını açıp İslâm askeriyle kale
eteğinde savaşa başladılar, üç saat süren bu çekişme sırasında Avnik Kalesi Beği Ali Beğ,
Veli Beğ, Nakışlı Bölükbaşı kalenin batı tarafını boş bulup bir aralık kemend atarak kaleye
çıktılar. Yavaş yavaş kendi yiğitlerini de çıkardılar. Burç ve kulelerinde ezanlar okundu.
Dışarı çıkmış olan Kâfirler içeri giremeyip kılıçlara yem oldular. Kılıç artıkları esir edildi. Bu
savaşta 70 Müslüman şehitlik şerbetini içti. 300 Megrilli esir edilip 700 tanesi de
öldürüldü. İslâm askeri ganimet ve nimete boğuldu. Savaşta tutsak edilmiş olan köse ve
cariyeleri Serdara teslim ettiler.

Buradan kalkarak ormanlık içinde 9 saat gidip Buğdu Ovası'na vardık. Yavuz Selim Han,
şehzadeliği zamanında Trabzon hâkimi iken bu ferah yerde durup dinlendiğinden "Zobar
İrmağı" kıyısında bir oturma yeri vardır. Safi şimşir ağaçları ile süslü bir yerdir. Burada
dinlendik. İslâm gazileri çevreye baskınlar yaptılar, öncü Ketfac Paşa Kolu tarafından iki
esir tutuldu. Bunları Şeydi Ahmed Paşa'nın huzuruna getirdiler. Bunlar: "Biz Megril Beği
Japişhu'nun adamlarıyız. Gönye Kalesi'ni Rus mu zaptetti, yoksa hâlâ Osmanlı'nın elinde
midir, bunu anlamak için beğimiz bizi gönderdi" dediler. Bunlar bize kılavuzluk etmeye
başladı. Zengin köyleri gösterdiler. Şeydi Ahmed Pasa bunları önü sıra götürürdü. Fakat
yine do bunların kılavuzluğuna güvenmeyerek İslâm askeri toptan silâhlı ve hazır olarak
yürürdü. Temres Han ülkesine böylece girdik. Meğer bu kabile, Ahıska Veziri Sefer
Paşa'ya tâbi imiş, Temres Hanoğlu 3000 gök demirli Gürcü yiğiti, 2000 çarıklı ve tüfekli
piyade ile gelip ordunun bir tarafında durdu. Serdar Gazi Şeydi Ahmed Paşa'ya
hediyelerini sundu. Bu Temres Hanoğlu'nun da incindiği Gürcü aşiretleri varmış. İslâm
askerine kılavuzluk etti. Pernak, Selsel, Perkân, Penak, Gömle, Samarga nahiyeleri
fethedildi. Üç gün sonra Ahar Kalesi altında durulup bu kale de itaate alındı. Bir tepe
üzerinde küçük, yuvarlak bir kaledir. Nûşîrevân'ın oğlu Hürmüz yaptırmış imiş. Eski
topları var. Ahalisi savaşçı değilmiş. Ama yaman hırsızlık ederler. Gökten yıldız
çalmalarına bile ihtimal verilebilir.

Ketfac Pasa Kolu iki güzel kız esir etmişti ki örneği Şam civarındaki Huri yüzlülerde bile
bulunamaz. "İnsanı en güzel şekilde yarattık" âyeti sanki bunlar hakkında inmişti. Şeydi
Ahmed Pasa bunları Ketfac Paşa'dan biner kuruşa satın alıp diğer 20 kızla Saltan İbrahim
Han'a gönderdi.

Bu sırada Malazgird Kolu'na Megril Beği'nin amcası oğlu esir düşmüştü. 100 tane esir,
1000 baş hayvan, pek gok altın işlemeli mal vesaire vererek kurtuldu. Bu zaferli seferde
bir sığır yarım kuruşa, bir koyun 5 akçaya satıldı. Bu sırada Açıkbaş Beği'nden (508)
Serdar Şeydi Ahmed Paşa'ya 5 köle, 5 cariye hediye geldi. Paşa bana da 1 köle, 1 cariye
ihsan etti.

(508) "Açıkbaş", Osmanlılar'ın Mingrel=Megril ülkesine verdiği addır.

Buradan, Tanrı'nın yardım ettiği askerle muzaffer olarak batıya gittik. 11 saatte "Nacakh"
kalesine, oradan "Akça Kale" ye, oradan "Çik" kalesine, oradan "Neygird" kalesine,
oradan da "Küçük Kale" ye hücum ettik. Hâsılı Gürcistan, Megrilistan baştanbaşa itaat
edip baş eğdi. Beğleri hediyelerle Gazi Şeydi Ahmed Paşa'ya geldiler. Bu kaleler dağlık
yerlerde olduğundan göz yumarak geçilip "Yuvana" nahiyesi zaptedildi. Buradan ileri gidip
"Tekrek" kalesi eteğinde duruldu. Kaleden bizim ordunun gürültüsünü işiten Megril
adamları korkuya düşerek hediyeleriyle çıkıp aman istediler. Onlara da göz yumuldu.
Ordumuz esire ve ganimete boğuldu. Herkes şer'î hissesini götürmekten âciz kaldı. Bu hal
ile Çoruh Irmağı boyunca dönülerek yine Gönye Kalesi dibinde dinlenildi. Ganimet mallan
Trabzon'a getirilip makul fiyatla satıldı.

Buradan kıble yönündeki Erzurum'a doğru yola koyulup üçüncü günde "Davanlı"
nahiyesine geldik. Tortum Sancağı içinde olup itaatli bir nahiyedir. Artık emniyetli bölgeye
geldiğimizden Ahıska Veziri Sefer Pasa, Şeydi Ahmed Paşa'dan izin alıp nice değerli

www.atsizcilar.com  Sayfa 144 
 
 

hediyeler verdi. Erzurum Valisi Efendimiz'e dahi hediyeler gönderdi. Eyaletinin askeri,
Temres Hanoğlu, Elvend Hanoğlu, Aleksander Hanoğlu ve Gürcü beğleriyle Çıldır'a
yöneldi.

Gazi Şeydi Ahmed Paşa dahi askeriyle 4 saatte "Yuvana Deresi" adlı yere geldi. Bütün
İspir, Tortum ahalisi hediyeleriyle Şeydi Ahmed Paşa'ya, Baki Paşa'ya ve Ketfac Paşa'ya
hediyeler verdiler. Burası Şeydi Ahmed Paşa'nın Sancağı sınırıdır. Buradan ilerleyip
Tortum şehrine girdik, İleri gelenler hep Şeydi Ahmed Paşa'yı karşılamaya çıktılar.
Anayolun sağında, solunda durup "gazanız mübarek ola" diye hayır dualar ederlerdi.
Bütün asker geçtikten sonra Defterdaroğlu Paşa Efendimiz'in gönderdiği sorgucu ve altı
parça çelik yancığı Gazi Şeydi Ahmed Paşa'nm kavuğuna ve atına taktılar. Kaleden selâm
toplan atıldı. Şehir dışında üç gün kalınıp dördüncü gün Erzurum'a yollandık.

Hareketimizin üçüncü günü ve 1057 yılının kasımının ilk günü (= 6 Kasım 1647) Erzurum
toprağına ayak basıp "Gürcü Boğazı" adlı yeri geçtik. "Umdum" köyüne geldik. Ordu
buradan büyük alayla Erzurum'a gidecekti. O sırada Defterdaroğlu Efendimiz'in Kethüdası
Ali Ağa, paşa askeriyle karşılamaya geldi. Biz de gösterişle yürüyerek Defterdaroğlu
Efendimiz'in "Gümüşlü Kümbet"teki otağına indik. Yüce şanlı Paşa Efendimiz "gazan kutlu
olsun" diyerek Şeydi Ahmed Paşa'yı otağ kapısında karşılamaya çıkıp birbirlerini
bağırlarına bastılar. Baki Paşa'yı soluna, Şeydi Paşa'yı sağma alıp oturdular. Ketfac Paşa
ve öteki Sancak Beğleri de Paşa'nın elini öptüler. Bütün gazilere büyük bir ziyafet çekildi
ki dillerle tarif olunmaz. Sonra bütün gazilere 170 tane altın işlemeli hil'atler ihsan
olundu. Beydi, Bâlâ, Ketfac Paşalar'a birer samur kürk giydirildi. Her Sancak Beği'nden
gaza malı ve hediyeler gelmeye başladı.

Önce Şeydi Paşa'dan 150 Kazak güzeli, 11 Kazak Hatmanı (509), 200 Megril esiri, 150
köle, 40 okka gümüş âvâni, 100 cariye, 1 katır yükü altın işlemeli sansar postu, 7 sırh
vesair kıymetli eşyalar geldi.

Sonra Sefer Pasa, Bakî Paşa, Ketfac Paşa'nın hediyeleri dahi geldi. Paşa, sevincinden
hediyeleri Kapıcıbaşı ile vilâyet ileri gelenlerine dağıttı.

(509) "Hatman", Kazak başbuğlarının unvanı.

O günden sonra kış sertleşip sadırları kar bastı. Asker kuvvetten düşer diye danışma
meclisinde Revan Derneğine gitmemeye karar verildi. Herkes kendi yerine yurduna
koyuldu. Paşa Efendimiz büyük otağı ile Gümüşlü Kümbet'te kaldı. Zevk ve safa ile
meşgul olduk.

Meğer Paşa Efendimiz bana biraz gücenmiş. Beni affettirmek üzere Şeydi Ahmed Paşa'ya
rica ettim. O da uygun bir zamanda: "Yüce emrinizle bizim hizmetimize gelen Evliya
Çelebi'yi Gönye'nin kurtarılması harekâtına götürmemiz suçsa affetmenizi rica ederiz.
Çünkü Gönye fethinde ilk ezanı Evliya Çelebi okuyup nice kere İslâm gazilerini savaşa
heveslendirmek için gülbangler çekti. Bir dünya seyyahı, meclis arkadaşı, Tanrı kelâmının
hafızı, Allah uğrunda mücahid kulunuzdur. Suç bizimdir. Onu affediniz." dedi.

Paşa Efendimiz de şakaya başlayarak: "Onun suçu affolunmaz. Çünkü biz onu Sancak
Beğleriyle Revan Derneğine gönderdik. O ise memur olmadığı yere gitti. Onun suçu 8
saatte bir hatim indirirse bağışlanır. Yoksa dilin azarlaması süngü ucu yarasından daha
şiddetli olacaktır" diyince ben elini öperek Besmele çekip 9 saatten fazlaca bir zamanda
bir hatim indirdim. Yine gidip yer öptüm. Bir samur kürk, gümüş takımlı bir kula at, bir
kat esvap, iki Gürcü köle ihsan ederek beni Erzurum Eyaleti'nin namazsız hizmetine (510)
memur etti. Gece gündüz zevk ve şevkle meşgul olduk. Lâkin:

Her izzet-ü sürürün sonu nâkâmlık imiş,

www.atsizcilar.com  Sayfa 145 
 
 

Güzel günün nihayeti telhgâmlık imiş (511).

muktezâsı ve sonsuz zamanın âdeti üzere yiyip içmemiz acı bir murdarlık oldu. Şöyle ki
payitaht tarafından bir tatar (512) ulak gelip: "Sultan ibrahim, Büyükvezir Salih Paşa'yı
öldürüp yerine Tezkereci Ahmed Paşa'yı Büyükvezir yaptı" dedi. Paşa çok üzüldüyse de
kimseye söylemeyip gece gündüz sohbette devam etti. Erzurum'da olan bakayalara
mukayyed oldu (513).

Salih Paşa, bizim Paşa'nın babası Mustafa Paşa'nın has kölelerindendi. Paşa Efendimiz'e
Erzurum Eyaleti Valiliğinin verilmesine dahi o sebep olmuştu: "Hezâr pare Ahmed Paşa
(514) ise Baştezkereciliğinden beri Defterdaroğlu Efendimiz'in can düşmanı idi. Paşa bir
şey belli etmeyerek Şeydi, Bakî, Ketfac, Deli Dilâver Paşa'larla saz ve eğlence meclislerine
devam etti.

(510) "Namazsız hizmetin ne olduğu anlaşılmıyor. Belki evvelki müezzinlik vazifesi gibi dinî olmayan bir vazife demek
istemiştir.

(511) Mânâsı: Her yüceliğin ve her sevincin sonu isteğine erememekmiş. Güzel günün nihayeti ıstırap imiş.

(512) Buradaki "tatar", Kırım Tatarı demek olmayıp Kırım Tatarı kadar hızlı giden ulak yani postacı demektir.

(513) "Bakayalara mukayyed oldu" demekle ne kasdettiği anlaşılmıyor. Yeni Büyükvezir kendisinin düşmanı olduğu için
belki Erzurumda bulunan yeni Büyükvezir adamlarını ve taraftarlarını anlatmak istemiştir.

(514) Hezârpâre Ahmed Paşa dediği yeni Büyükvezir olan Tezkereci Ahmed Pasa'dır. 21 Eylül 1647'de Büyükvezir
olmuş, 7 Ağustos 1648'de idam olunarak şişmanlığından dolayı etleri parçalanıp mafsal ağrısına iyi gelir zannı ie yağma
edildiği için "Hezârpâre" yani "Bin Parçalı" diye ad almıştır.

www.atsizcilar.com  Sayfa 146 
 

You might also like