You are on page 1of 3842

Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri

Mahmut Toptaş
Cantaş Yayınları

8 cilt
Sunarken

«Hakikat şu, Kur'an (İnsanları) en doğru olana ulaştırır ve


salih amel işleyen mü'minlere "kendileri için büyük" bir ecir
olduğunu, Ahirete inanmayanlarada, acı veren bir azab
hazırladığımızı müjdeler.» 1[1]
Kur'an insanları en doğru yola, en doğru dine, en sağlam ipe
tutunmaya, en geniş caddeye, en salih bir şekilde amel
etmeye davet etmektedir. Pek tabi, "Yaş ve kuru ne varsa bu
Kitabın muhtevasında mevcuttur."
insanları dine çağırmakla vazifelendirilen bütün
peygamberlerde bu davetlerini kendi sözleri etrafında
belirlememiş, aksine Allah'tan kendilerine gönderilen bir
Kitab çerçevesi içinde, yapmışlardır.
Şüphesiz insanın ilk ve son müracaat yeri Kur'andır. îbni
Ömer" (r.a.)'ın anlatışına göre Efendimiz (s.a.v.) «Kur'an
bağlı deve gibidir. Sahibi onu bağlarsa elde tutabilir. Eğer
bağlamayıp terkederse o da çeker gider.» buyurmuştur. 2[2]
Efendimiz, (s.a.v.)'in Kur'an konusundaki tavsiyeleri
sayılamayacak kadar çoktur. O, bu ümmet için yegane
çareyi Kur'an'a tutunmada gösteriyor.
İbni Ebi Şeybenin naklinde Ebû Şüreyh el-Huzâî şöyle
anlatıyor: Bir gün Rasülüllah (s.a.v.) yanımıza geldi ve
şöyle buyurdu:
«Müjdeleyin, haydi müjdeleyin! Siz, Aüahtan başka ilah
olmadığına ve benim O'nun Rasülü olduğuma şahitlik
etmezmisiniz? Ashab da "evet" dediler. Efendimiz bunun
üzerine şöyle dedi, "Hakikaten şu Kur'an bir sebebtir; onun
bir ucu Allanın elinde, bir ucuda sizin elinizdedir. Ona iyi
tutunun. Zira siz ondan sonra hiç bir zaman ne sapar ve nede
helak olursunuz.» 3[3]
1[1]
İsra suresi ayet 9-10.
2[2]
İbni Ebi Şeybe Musannef 10/476 Abdürrezzak Musannef 3/360.
3[3]
İbni Ebi Şeybe 10/481. îbni Hibban sahih H.No: 122 İmam Buharı bu hadisi tamamen ayrı bir isnad ile
Cübeyr (r.a.)'tan nakleder. Bak Tarihi Kebir 9/54.
Yine İbni Ebi Şeybe'nin Ebû Muaviye el-Hecri- Ebu'î Ahvas
isnadıyla Abdullah b. Mes'ûd (r.a.)'tan nakline göre
Efendimiz Kur'an hakkında:
«Şüphesiz şu Kur'an, Allah (c.c.)'in kullarına verdiği bir
ziyafettir. Allanın bu ziyafetinden gücünüzün son noktasına
kadar (yararlanmak için) iyi öğrenin. Bu Kur'an gerçekten
Allanın ipidir. O pırıl pırıl aydınlatan nurdur, en yararlı
şifadır. Kendine tutunanların tutanağı, kendine uyanların
kurtuluş yeridir.»4[4] Buharı ve diğer hadis kitaplarında
geçen bir hadise göre; "Bu ümmetin en hayırlısı Kur'anı
öğrenip onu başkalarına öğreten kimsedir" Yine bir hadiste
geçtiğine göre "Kur'an ehli Allah'ın ehlidir." buyrulur.
îbni Ebi Şeybe (10/485)'nin rivayetinde İbni Mes'ûd derki:
"İlim öğrenmek isteyen Kur'an okusun; Zira Önceki
geçenlerinde, sonra gelecek olan nesillerinde ilimleri
Kur'anda mevcuttur."
Kur'an her asrın yegane kitabı, tükenmez hazinesi,
vazgeçilmez şifasıdır. Gerçek alim, onunla asrın meseleleri
arasında canlı bir irtibat kurarak, kendi çağının meselelerine
çaıeve çıkışı Ktır'ariansımrileninsandır.
Şüphesiz Taberî ile başlayan Kur'an tefsir çalışmaları
binlerce meyvesini vererek günümüze kadar gelmiştir.
Cumhuriyet dönemine girildiğinden bu yanada Elmalık
Hamdi efendi merhumun yazdığı tefsir ile Hasan Basri
merhumun meali ile uzun yıllar iktifa edilmişti. Daha
sonraları bir terceme devrine girilmiş ve günümüze kadar bu
furya iyisi ve eksiği ile devam etmiştir. Terceme eserler ne
kadar asıl itibarı ile iyi olsada ya terceme kusuru yada
zaman aşımının etkisini beraberinde taşımaktadır.
Birkaç yılönce Süleyman Ateş ve Ali Aslan gibi hocaların
kalemleriyle yerli, telif bir tefsir çalışması başlamış

4[4]
ibni Ebi Şeybe 10/483. Abdürrezzak Musannef 3/3J5 Darımi Sünen 1/423. Hakim 1/555 Ravi Ebû
Mûaviye el-Hecrinin Ebu'l Ahvastan çok hadis nekletmesini bazı münekkitler tenkid edersede onun
rivayeti genellikle sağlamdır.
bulunuyor. Tabi bunların temel kaideleride geçmiş tefsir
metodlarına uygunluk arzediyor.
Bu gün "Cantaş" yayınevi olarak size takdim etmek şerefine
erdiğimiz Mahmut Toptaş hocanın "Kur'an tefsiri" şimdiye
kadar alışık olduğumuz klasik tefsirlerden değildir.
Hocamızın bu tefsiri, Cağaloğlunda Cezeri Kasımpaşa
camiinin konferans salonunda, Cemaat talebelerinin dört
yıldan beri metodik olarak ta'kib ettiği Kur'amn çağımızın
meselelerine dönük izahlarının kaleme alınmış şeklidir.
Böylece günümüz Türki-yesinde metod bakımından ilk
orjinaliteyi teşkil etmektedir. Tefsirinde geçmiş
müfessirlerin mütalaaları gözönünde tutulduğu gibi,
Kur'amn devrimize dönük yönü çok usta bir üslupla ele
alınmış, yıllardır çok canlı bir alakayla takib eden cemaatin
bereketide tefsirin yazılmasında ayrı bir feyiz kaynağı
olmuştur.
Böylece Muhammed Abduh'tan sonra vaaz şekli ile Tefsir
etmenin ikincisine şahit oluyoruz. Ancak Usul Abduh'tan
tamamen ayrıdır.
Sözlerimi bitirirken gençlik devrelerimizde beraberce
okuduğumuz, İslama hizmet hayallerinden birini daha gün
yüzüne çıkmış görmenin bahtiyarlığı ile Allah'a hamd
ediyorum. Kur'amn Önemini daha uzun tutmak gerekirdi
Ancak ben bu hususu yine bu günlerde yayma girmiş bulu-
nan "Kur'an Kültürü" adlı eserimde ele aldım.
Cantaş yayınları olarak okuyucunun büyük desteğine
mazhar olmanın sururunu yaşıyoruz. İlim talihlerine dönük
Arabca eğitim metodu ile başlayan ilmî eserlerimize
Mahmut hocamızın hayatının tamamını adadığı Tefsir ile
devam ediyoruz. Eser daha baskıya girmeden büyük bir
beklenti içine girdi. "Ne zaman?" diye soran
okuyucularımıza "işte şimdi, bir mübarek Ramazanda!"
diyor ve candan alakalarına teşekkür ederken, Mahmut
Toptaş hocamızın mesailerine yeni eserler katmasını diler ve
kendisine bu çalışmalarından dolayı yayınevi adına teşekkür
ederiz.
Ayrıca böylesine kıymetli bir eserin hazırlanmasında ve
yayınlanmasında bizlere yardımcı olan başta Cezeri
Kasım'daki tefsir dersleri müdavimlerine, dizgi, tashih,
pikaj, montajda gayret gösteren "Toptaş Ajans"
çalışanlarına, baskı ve ciltte itina göstererek zamanında
çıkması için gayret eden Cansan Matbaacılık çalışanlarına
ve siz sayın Cantaş yayınlarının kitap, ilim dostu
okuyucularına teşekkür ederiz.

Muzaffer Can

Küçük Çamlıca 28.02.1993

Ramazan - 14135[5]

Önsöz

Kur'am indiren, insanı yaratan, küfrün, inkarın


karanlığından imanın aydınlığına çıkaran, doğruyu eğriden,
hakkı batıldan ayırmayı öğreten, dünyada izzet ve devlet,
ahirette cennet vadeden, kapı çalmanın adabından devlet
yönetimine kadar herşeyi bize öğreten Allah'a hamdolsun.
Maddi manevi, bireysel ve toplumsal, ahlaki ve hukuki
bütün hastalıklarımıza Şifa olarak indirilen Kur'anı Kerimi
bize getiren, onu anlayacağımız şekilde açıklayan ve bize
örnek olsun diye kendisi bizzat tat bik eden Allah'ın Rasulü
Muhammed Mustafa'ya salatü selam olsun.
Kur'anın bir harfini eksiltmeden, bir harf eklemeden
indirildiği haliy le bize kadar getiren Kurra'ya, Kur'anm
anlaşılması için efendimizin ha dişlerini rivayet eden

5[5]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/7-9.
Muhaddislere, yine Kur'anda geçen kelimelerin ili nazil
olduğunda ne manaya geldiğini zabdetmek için kelimelerin
mana larını çöllerde dolaşarak kaydeden lügatçilara
Allah'dan rahmet dilerim.
Soyut bir kavram olan mutluluğun elle tutulur, gözle görülür
halı geldiği zamanlar olur. Mehtaplı bir gecede, deniz
kenarında, ay ışığmdaı dokunmuş elbiseleri giydiğimizde
imbat rüzgarının bütün vücudumu ve ruhumu okşadığı bir
anda eşim ve çocuklarıma "işte mutluluğu yakaladıl
salıvermeyelim" demiştim.
O günden sonra "Mutluluk" kelimesini her okuyuşumda ve
duyuşum da o geceyi hatırlardım.
Ancak 7 Eylül 1989 yılında basının merkezi olan Babıalide
Cezeı Kasım paşa camiinin altındaki güzel bir salonda
yediden yetmişe herke simden insana Allah'ın kitabı Kur'am
kerimi tefsir etmeye başlayınca mutluluğu yeniden
yakaladım.
Mehtabı, eşimi ve çocuklarımı yaratan, imbat rüzgarını
estiren Al-lah'dır. Kur'anı indirende Allah'dır.
Mehtaplı geceler karanlığa dönüşebiliyor. Dolunay hilal
oluyor. Güller soluyor. Sevdiklerimiz ölüyor.
Ama Allah Baki olduğu için kelamının insana verdiği
mutluluk da ona bağlı kalındıkça devam ediyor.
Efendimiz buyurmuş "Allah'ım, Kur'anı, göğsümün nuru
kalbimin bahan, hüznümün cilası, kederimin gidericisi
kılmanı istiyorum" 6[6]
Üç yıldır ayetleri okuyup, anlamaya ve anlatmaya çalışırken
mutluluğu elle tutulur şekilde tattım. Ya birde bu ayetler
toplum hayatına hakim olursa nasıl olur acaba?
Tatmadığımız için bilemiyoruz ama sahabe hayatına
bakarak tahmin edebiliyoruz. 7[7]

6[6]
El-Ezkar, Nevevi. ibni sünniden
7[7]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/11-12.
Tefsir İçin Ön Hazırlık

Hat sanatının çok güzel bir tablosunu padişaha takdim eden


Hattat'a, Padişah yüz altm verince veziri a'zam "Efendim
biraz fazla olmadı mı? Hattat onu altı günde hazırladı"
demiş. Bunun üzerine padişah "hayır o eser altmış senenin
mahsûlü" diye cevap vermiş. Yaptığımız her işte geç-
mişimizin katkısı vardır.
1947 yılında Karamanın Göçer köyünde dünyaya geldim.
Temiz hava, az ama temiz ve helal gıdayla büyüdüm.
Ekmeğimizin hamuru günlük işe giden babamın almteriyle
yoğrulurdu.
1959 yılında ilkokuldan mezun olunca yazın iki ay
köyümüzde Kur'an öğrenmeye başladım. Aynı yılın güz
mevsiminde Süleyman Hiîmi Tunahan hoca efendinin ilk
öğrencilerinin açtığı Kur'an kursuna kaydettirmek için
babam beni götürürken "Hadi göreyim seni, altı ayda
Kur'ana mana vermelisin" demişti. Devlet emriyle yasak
olduğu için Kur'an okumasını öğrenemeyen babam, Kur'an
okuyan ve okutanlara hizmet etmekle okuyamamanm acısını
dindirirdi.
Süleyman efendinin ilk öğrencilerinden Hafız Necati Öğüt,
Müfti Abdurrahman Bengi, Mehmet çakır hoca efendilerden
Emsile, Bina, Avamil, Maksud, İzhar, Kafiye, Nurul izah,
kuduri, Telhis, Menar, İsoğuci, Alaka gibi kitapları okudum.
Daha sonra imam hatip okulunu hariçten bitirerek bugüne
kadar beşyüzbinin üzerinde mezun veren dünyaya islam
nizamını tatbik etmek üzere yürüyen ordulardan biri olan
"imam hatipliler" ordusuna katıldım.
On yıllık dostum, arkadaşım, yalnız içtiğimiz su ayrı giden
kardeşim Muzaffer Can hoca efendinin kız kardeşi Havva
hanımla evlenerek dostluğumuzu akrabalığa çevirdik.
Muzaffer Can hocayla birlikte, Ahmed Nainı'le Kamil Miras
hoca efendilerin terceme ve şerh ettikleri "Tecridi sarihi",
Bediuzzeman'ın Risalelerini, Mevdudi'nin, Seyyid Kutubun,
Hasan el Benna'nın terceme edilip yayınlanan ilk eserlerini
çölde ciğerleri yanan insanın su içişi gibi içiyorduk. Sonrada
şu anda Karamanda güzel hizmetlerde bulunan insanlara
haftada bir gün özetliyorduk.
1973 yılında İmam-Hatiplik görevinden istifa ederek
Fransa'ya çalışmaya gittim. Bir buçuk sene kaldım. İzin için
Türkiye'ye geldiğimde üniversite imtihanlarına katıldım.
Konya Yüksek İslam Enstitüsünü kazandım. Fransada işçi
olup para kazanmayı İslam Enstitüsü talebesi olmaya tercih
ettim.
İlk sene talebe derneği başkanlığına seçildim. 1979 yılında
Enstitü bitince Mersin'in Mut kazasına vaiz olarak atandım.
O yıl diyanet işleri başkanlığının açtığı iki yıllık Haseki
eğitim merkezi imtihanlarına katıldım ve yirmi yedi ay
Haseki eğitim Merkezinde Türkiyenin değerli hocalarından
Mehmet Savaş, Halil Gönenç, Ahmet Muhtar Çınar hoca
efendilerden Arapça, tefsir, hadis, fıkıh dersleri aldım,
Hasekide derslere devam ettiğim 1981-1982 yılları, oniki
eylül hükümetinin ağırlığını hissettirdiği yıllardı. Üniversite
öğrencileri akşamları belirli bazı salonlarda ve camilerde
kendilerine ders vermemi istediler. İki yılım gündüzleri ders
alarak, akşamlan ders vererek geçti.
Hasekiden sonra bir buçuk yıl Balıkesir'in Edremit
kazasında vaiz olarak görev yaptıktan sonra İstanbul beni
geri çekti.
1984 yılından beri İstanbuldayım. Siyasal bilgiler fakültesi,
Hukuk fakültesi, Cerrahpaşa tıp fakültesi öğrencilerine ayn
ayrı haftada birer gün yaptığım derslerde, öğrenciler
tarafından sorulan sorular, karşılıklı görüşme, konuşma ve
sohbetlerle üniversite gençliğinin sorunları beni Kur'andan
çareler aramaya yöneltti. Verdiğim cevaplar Kur'ana dayalı
olması nedeniyle Müslüman cemaatların hepsinin
öğrencileri bu derslere katılıyorlardı.
Ayn ayrı durdukları halde camiinin kubbesini taşıyan dört
direk gibi islamı yirmi birinci asra ayrı ayn omuzlarda
taşıyan bu müslüman cemaatların her birinin
güzelliklerinden yararlandım. Talebe hareketlerinin içine
başkan olarak katıldım.
İstanbul üniversitesi, Marmara üniversitesi, Yıldız
üniversitesi, Boğaziçi üniversitesi öğrencilerinden bir
kısmına dersler ve sohbetler yaptım derslere gelen emekli
subay ve polislerle dostluklar kurduktan sonra Özelde
Türkiyenin, genelde dünyanın şartlannı öğrenip Kur'andan
çareler aramaya başladım.
Müslüman cemaatlarımızdan elde ettiğim özellikler, resmi
okullarla resmi olmayan medreselerden aldığım bilgiler,
Hakkarideki askerliğimden Avnıpadaki işçiliğime kadar
edindiğim tecrübeler bana Türkiyenin ve dünyanın şartlannı
öğretti. Kur'anı Kerim'de çarelerini öğretti.
Tefsir derslerine başlamadan önce bu ön hazırlığımı yeterli
görmeyerek yeniden ön hazırlık yaptım ve şu eserleri
hazırladım:
1) Tefsir usulü ve fıkıh usulü kitaplannı okuyarak "Kur'anı
anlama yolu" isimli kitabımı yayınladım.
2) Tecvid kaidelerim, harflerin özelliklerini, vakf ve ibtida
yerlerini öğrenmek için Cezeri'nin "Mukaddime"sini
terceme ve şerh ettim.Ancak kıraat ilminin ehli olmadığım
için bu terceme ve şerhi yayınlamaktan edeb ettim.
3) Imani konularda hataya düşmeyeyim diye Akaid
kitaplarını okuyarak "Allah'a iman" kitabımı yayınladım.
4) Ayetleri hadislerle tefsir ederken hata etmiyeyim diye
hadis usulü kitablarını okudum. Beykuni'nin manzumesini
terceme ve şerh edip yayınladım.
5) Arapça sarf ve nahiv konusunda iki eseri yayına
hazırladım. .
6) Kur'anda geçen kelimelerin Türkçe karşılıklannm da en
yakın ve en güzelini bulmaya çalıştım. Kelime hazinemi iki
dildede genişletmeye çalıştım ve Türkçe-Arapça Arapça-
Türkçe lügat hazırlayıp yayınladım.
Bütün bu hazırlıklardan sonra tefsir derslerine başladım.
Rivayet ve dirayet tefsirlerini okuyup notlar aldıktan sonra
konferans verir gibi derslerimi işledim. Haftada birgün
(perşembe) 19.00-20.30 arası bir buçuk saat diye başladım.
Salon tefsir dersine gelenleri almaz hale gelince haftada iki
güne çıkardım.
Metodum: Önce ayeti ayetle tefsir etmek oldu. Sonra
sünnete müracaat ederek Efendimizin yorumlarını verdim.
Ayetlerin nüzul sebeplerini öğrenip günümüzde o sebebe
benzer olaylar göstermeye çalıştım.
Firavun'un, Nemrud'un, şeytanın söyledikleri sözleri
nakleden ayetlerin tefsirinde günümüzde bu sözleri 'kimler
nasıl söyler, nerede söyler bunları açıkladım.
Ahkam ayetlerinin tefsirinde fıkıh kitaplarının
açıklamalanm verdim. Çağımızın hukuki sorunlarına dikkat
çektikten sonra İslam hukukunun üstünlüğünü Örnekleriyle
açıkladım.
Tefsirin başına yararlandığım eserlerin fihristini çıkarmak
içimden geçti. Ancak iki sahifelik makaleye elli eserin
fihristini vererek okuyucunun önüne yem atar gibi işi
istismar edenlere benzememek için, eserin içinde
yararlandığım yerleri belirtmeyi tercih ettim.
Dil olarak: Çocukluğumda çokça okuduğum Yunus Emre,
Karacaoğlan çizgisindeki şairlerin şiirleri olduğundan ve
yetiştiğim çevre az bozulmuş Orta Asya Türkçesi
kullandığından herkes tarafından anlaşılır bir dil kullanmaya
çalıştım.
Atasözü haline gelmiş ayetlere dikkat çektim.
Şairlerin şiirle terceme ettiği ayetlerin tefsirinde
bulabildiğim şiirleri aynen verdim.
Sinesi "Sina" olan gönül sultanlarının uzun sözleri kısaltan
misal ve hikayelerinden yararlandım.
Başka sistemlere İslam'ı uydurmak için asılıp sündürülen
ayetlerin gerçek manaları verilirken bâtıl-sistemlere de
gereken cevap verilmiştir.
Batıl sistemlerin savundukları kötü fikirlerin daha önce
şeytan, Firavun, Ad, Semud, Hamân vs. tarafından
söylendiğini isbat ederken, müs-lümanlann kafirlere ait fikir
ve felsefe kitaplarını okuyarak zaman israfına uğramamaları
için Kur'anda bildirilen kafirlerin önderleri ile çağdaş küfür
önderleri arasındaki benzerlikleri göstermeye çalıştım.
Dünyada etkileri devam eden çağdaş müfesşiflerimizden
yararlandım. Ancak bu tefsir kitapları da yirmibeş sene
öncesine aittir. Kur'an ayetleri çağlan yaratan Allah'a ait
olduğu için her çağa hitap eder. Müfes-sirler ise çağının
çocuğu olduğundan çağının kültür sütünü emdiğinden
tefsirleri de çağlarına aittir. Çağları delebilen müfesirlerimiz
eksik değildir. Ama azdırlar.
Tefsirimde dinleyenlerimin ve okuyanlarımın ikibinli
yıllarda İslam dünyasının öncülerinden olurlar ümidi ile
tarihden felsefeye. Akaidden aileye, evlerin ve gönüllerin
kapılarını çalma adabından devlet yönetmeye, uluslararası
hukukdan kurgu bilime kadar her sahada Kur'anın nuru
doğrultusunda bilgi vererek ilmi dirayete medeni cesarete
sahip insanlar olmalarını hedefledim.
"Selefi" kardeşlerimizle "Sufı" kardeşlerimiz arasındaki
ihtilafların, kullandıkları kelimelerde olduğunu Öz'de ihtilaf
olmadığını örnekleriyle açıklamaya çalışdım.
Hukuki, Sosyal, Siyasal,Ekonomik, Ahlaki, Ferdi, Ailevi,
Yönetim, Üretim Tüketim........v.s. hastalıklarımıza şifa olur
inancı ile adını "İsra suresi"nin seksen ikinci ayetinden
ilham alarak "Şifa Tefsiri" diye isimlendirdim.
Benimde sizden isteğim en az beş kişi toplayarak haftada bir
gün tefsir dersi yapmanızdır. Bu beş kişi eşiniz çocuklarınız
olabilir. Dükkan komşularınız, daire, kışla, karakol
herhangibir işyeri arkadaşlarınız olabilir. Bir dersde en az on
ayetin tefsiri okunmalı ve amel edilmeli.
Faydasının yaygınlaşması için dileyen her mümin, benden
izin almadan yayınlayabilir. Hiç bir hakkı mahfuz değildir.

Mahmut Toptaş

EyIül-1992 8[8]

Takriz

Bab-ı Ali'de Bir Rahmet Pınarı.

İstanbul!..
"Feth-i Mübini Gören" kutlu şehir!...
"Şehri Şehrayin"!....
"Belde-iTayyibe"!.,.
Osmanlı'ya ve İslam'a yüzyıllarca Payi Taht'lık (Başkentlik)
etmiş, Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa
(s.a.v.) Efendimizin müjdesine mazhar olmuş, İslâmı bol,
insanı bol beldemiz...
Fatih Sultan Mehmet Han'ın İslam'a ve İnsanlığa Muhteşem
Fetih armağanı!....
Ayasofya'da okunan Ezanı Muhammedi, kılınan ilk Cuma
namazı ile açılan yepyeni bir çağ kapanan karanlık kapılar
ve yıllar...
Hepsinin anahtarı, remzi olan İstanbul:
Cenab-ı Hakk'ın Rahmetini, lanetlenmiş Şeytan'm vesvese
ve iğvası-nın insanımızı çokça .(mebzulen) kuşattığı
tezatları ile de güzel olan renkli olan İstanbul?
Ve elif misali minarelerle, Kubbeleri ile İslamı içine
sindirmiş, siluetine (meczetmiş) Aziz İstanbul:
Bu İstanbul şehrinde Allah-u Teala'nın (c.c.) lütuf ve nimeti

8[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/12-17.
ile Rahmetine talip olanlara üç yıldır sanki çağlayan'dan
boşalan bir Rahmet Pınarı nasib olmaktadır.
İstanbulumuzun Tarihi Yönetim Merkezi Bab-ı Ali'de
Cağaloğlu Meydanında "Hak Kelamı", "Kitabullah" Yüce
Kur-an'ı Kerim tüm hayatı Cenabı Hakk'ın c.c. lütfü keremi
ile sanki bu görev için hazırlanmış -programlanmış- bir ER
kişi, bir Alim kişi (Muhterem -Karamani- Mahmut Toptaş
Hoca'mîz) tarafından gürül gürül tefsir ediliyor, salonu
lebaleb dolduran her yaş, her meslek ve her yöremizden du-
yup gelen, koşup gelen yüzlerce mümin kişi tarafından
"benzetmek gerekirse"Asr-ı Saadet'deki Sahabe-i Kiram'm
ilgi hürmet ve edebi ile haftada iki gün bir buçuk saat
(19.00- 20.30) çıt çıkmadan dinleniyor, izleniyor, ses ve
görüntülerle teyp kasetleri ve videolara kaydediliyordu.
Fakîr'de bu derslerin ilk günkü öğrencilerinden ve
müdavimlerindendir. Bu nimeti bana nasib ettiği için
Alemlerin Rabbı olan Yüce Allahı-mız'a daima Hamd ve
Şükrederim.
Bu derslere katılan izleyen, Rahmet pınarından aldığı
nasible günün yorgunluğunu Hak Kelamı ile dindirip, zinde
ve Huşu içinde Salön'dan ayrılan bütün kardeşlerim de aynı
duygu ve düşüncelerini hamd ü senalarını sürekli ifade
etmektedirler.
Bu kardeşlerimden biri (Abdurrahman Bey) bir Ders sonrası
Eminönü-Üsküdar 21.05 Vapuruna yetişmek için Bab-ı
Ali'den inerken "Aziz Kardeşim, Mahmut Toptaş Hoca
Efendi'nin derslerini izlemeyi bana nasib eden Rabbımıza
şükürler olsun. Ne kadar bahtiyarım bilemezsiniz. Allah
bağışlasın çok çocuklu bir babayım. Bugüne kadar,
çocuklarıma benden sonra (Tüketemiyecekleri, elden
çıkaramayacakları -Kalıcı- onları Hakkın nzasına eriştirici,
benim içinde Hasenat-ı Cariye olarak idame-i Hayat
etmelerini temin edecek bir Miras bırakmak istiyordum.
Düşünüyordum, arıyordum, bulamıyordum. İşte Mahmut
Hoca'mızın Derslerinde ben bunu buldum. İnşaallah bu
dersler tamamlanır. Teyp kasetlerinden kitaplara dökülür,
yayınlanır bende çocuklarıma, torunlarıma birer takım
hediye ederim.. Bıraktığım tek mirasda o olur.
Onlara: "İşte size Hakk'ın Kelâmı... Bilemiyordum,
anlayamıyordum. Sakın ha demiyesiniz.. İşte bununla amel
ederseniz dünyanız da ahireti-nizde mamur olur. Etmezseniz
bilinizki sonunuz uçurumdur, Cehennemdir" derim artık.,
diye hissiyatını anlatmıştı. Bu samimi duygu ve düşünceler
hepimizin ortak arzusu ve gerçekleşmesi için Yüce
Mevlamıza arz ettiğimiz müşterek dua ve niyazımız idi.
Tefsir dersleri önce haftada bir gün (Perşembe günleri)
başladı. Salon izdihama cevap vermeyince haftada iki gün
(Salı, Perşembe) klasik ders takrirlerinden ziyade samimi bir
konferans üslubu içinde başladı ve öylece devam
etmektedir.
Allah (c.c) razı olsun (Karamani) Mahmut Toptaş Hoca'mız
hizmet yıllan içinde üslûbunda şekillenen her yaş, her
meslekten ve her yöreden gelen insanımızın rahatlıkla
anlamasına ve kavramasına imkân veren duru ve yaşayan
"HAS" Türkçesi ile, dersleri izleyen öğrencilerle ilk günden
itibaren kurduğu sımsicak samimi ve yumuşak ilgi ve irtibad
(diyalog) sayesinde akıcı ve yumuşak bir uslubla anlatması,
Ayetleri tefsir ederken günümüzden verilen örneklerle
(zengin misallerle) süslemiş olması bu derslerin hiç
değişmeksizin pür dikkat takip etmemize sebep olmuştur.
Mahmut Toptaş Hocamızın konuya olan vukufu, Kur-an'ı
Kerimi Tefsir Metodunda öncelikle Ayeti, Ayeti Celilelerle,
Ayetleri Hadisi Şeriflerle anlatması ve bunu prensib
edinmesi özellikle şahsi kanaatlerini açıklamaktan -bana
göre- demekten sürekli ve ısrarla sakınmış olması,
gerektiğinde ve zaruret hasıl olduğunda bilinen Tefsir
Ulemasının (Müfessirlerin) görüş ve eserlerine atıfta
bulunması Mahmut Hocamızın Derslerine olan yoğun
ilginin diğer haklı sebepleridir.
Konferanslarda anlatılan Tefsirlerin kaydedildiği ses ve
görüntü kasetlerinin çözülerek yazılı sahifeler halinde
dönüştürülmesi ve Hoca Efendi'nin yayın öncesi son
kontrollerini yapabilecek konuma getirilmesi ve aşılan bu
safhaların her biri bizler için büyük nimet ve bahtiyarlıktır.
Hele bu gayretlerin tefsirlerin bir kitap olarak ciltler halinde
bir kül ve takım olarak yayınlanmasına yönelik oluşunu
düşünmek ve bu düşüncenin ilk damlası (numunesi) -
tadımlık örneği- olarak 1412 Ramazan'ı Şerifinde Fatiha
Suresi'nin ilk formayı teşkil edecek şekilde basılı olarak
elimize ulaşmış olması şükürler olsun Cenab-ı Hakk'ın
duamızı kabul buyurduğunun güzel alametlerin dendir.
Tefsirin yayınlanmış ilk formasında yer alan Fatiha
Suresİ'ni okuduğumuzda yazılı metnin konferans
salonundaki Hocamızın o güzel üslûbunu (Özellikle her yaş,
her meslek ve her yöre insanımızı sarıp sarmalayan
kendisine has duru ve yaşayan Türkçesini) aynen
yansıttığını görmekteyiz. Bu da kayıtların çözüm, yayına
hazırlık, redaksiyon, ve kontrol merhalelerinin her birinin
ayrı ayrı başarılı ve uyum içinde olduğunu açıkça
göstermektedir.
Bab-ı Ali'den yükselen Kur-an Sedası ve bu sedadan
kaynaklanarak yazılı metinler halinde elimize ulaşan Şifa
Tefsiri Kur-an'ı Ke-rim'in vermek istediği ilahi mesajı
Öğrenmek, manasına nüfuz edebilmek, yaşayışımızı ve
ahlakımızı Kur-an çizgisi doğrultusunda yeniden
şekillendirmek güzelleştirmek isteyecek kardeşlerimiz için
1400 yıl öncesinden günümüze aralanan Muhteşem Bir
Kapı ve Daima Başvurulacak Bir Rehber Ve Kaynak
olacaktır. Olacaktır İnşaallah! Konferans salonu ne kadar
büyük olsada, her salonun belli bir istiab haddi vardır. Bu
sebeple konferansları belli sayıdaki izleyiciler takib ede-
bilmiş ve bu Rahmet pınarından nasiplerini alabilmişlerdir.
Şimdi yazılı metinlerle sahifelere, Sahifelerle formalara,
formalar ciltlere ciltler kül ve takımlara dönüştükçe
Türkiyedeki ve Türk dünyasındaki kardeşlerimizle
doğrudan, diğer kardeşlerimizin himmet ve gayretleri ile
diğer başka yabancı dillere çevrilirse (inşaallah) geniş insan
topluluklarının ve müminlerin bu değerli Eser'den
istifadeleri imkanı ve zemini hazırlanmış olacaktır.
En büyük dua ve niyazımız Cenab-ı Hakk'ın (c.c.) Fadlı ve
Keremi ile içinde bulunduğumuz feyizli ve bereketli
Ramazanı Şerif hürmetine İnşaallah "Şifa" Tefsiri'nin:
1. Yazılı bir Kül ve Tam Takım olarak kitap halinde
basımının kısa süre içinde tamamlanmasını,
2. Video ve teyp kasetleri ile gene takım olarak baştan sona
sesli ve sesli görüntülü olarak takım halinde yayınlanması.
Hocamızın anlattığının Hak Kelamı (Kelamullah) olması,
nev'i şahsına has anadolu insanımızın hiç bozulmamış
saffeti ile birleşince Mahmut
Hoca uslubta tadına doyulmaz bir lezzet ve rayiha oluyor.
Tefsirle ilgili intibaları öncelikle öğrencilerden (bizlerden)
talep etmiş olması onun tevazuunun derinliğini ve yukarıda
izaha çalıştığımız güzel hasletlerine bilhassa öğrenmek
isteyenlere olan düşkünlüğüne somut bir örnek olmaktadır.
Muhterem Hocamız bugüne kolayca gelmemiştir. Cenabı
Hakk'ın Oku! emrine uyduğu ilk günden Müellifi bulunduğu
"Şifa Tefsiri" nin yayınlanmaya başladığı bugüne (1992'ye)
gelene kadar (Hocamız 1947 doğumludur) tüm yaşantısı
sanki bu büyük eseri hazırlamak için ilahi bir irade ile
programlanmış gibidir. Mücadeleli ve başarılarla dolu
hayatı ve daha önce yayınlanmış eserleri ve yurt sathındaki
ilgi ile izlenen konferansları dergilerde yayınlanan Makale
ve Araştırmaları bunu teyid etmektedir.
Vesileler insan hayatında çok önemlidir. Bizleri 1989
yılında Mahmut Hoca ile Gazi Atik Ali Paşa Camii İmam
Hatibi Değerli Hocamız Ahmet Çakır Hoca Efendi
tanıştırdı. Cenabı Hak ondan da razı olsun.
Bab-ı Ali'den yükselen Ulvi Seda ve Takrir olunan Tefsir
dersleri ile bir tek gün aksatmadan (1989 Eylül'ünden
bugüne kadar) üç yıl -zaman zaman hasta halinde bile-
bizleri Kur'an Nuru ile aydınlatan Hak Kelamı ile
buluşturup, kaynaştıran, manasına inmemizi kolaylaştıran
tefsiri ile milletimize ve bütün insanlığa çok değerli paha
biçilmez bir eser kazandırmış, Kendi Hasenat-ı Cariyesinede
müstesna bir halka ve boyut kazandırmış bulunan Muhterem
(Karamanı) Mahmut Toptaş Hocamız'dan Yüce Mevlamız
c.c. Razı Ve Hoşnud Olsun:
Mevla cümle hayırlı hizmetlerde onu daimi muvaffak etsin.
Bizlerede öğrettikleri ile amel etmeyi nasib eylesin.
Dualarımızı kabul buyursun. AMİN. (1412 ramazan l8,23
Mart 1992)
Tefsir derslerinin ilk müdavimlerinden (öğrencilerinden)

Av. Ahmed Ümid Aydınlar

(Arapkirli Dedebekiroğlu) 9[9]

Bismillahirrahmanirrahim

Allah'a Hamd onun Rasulüne'de Salat ve Selam olsun.


Allah'ın Rahmet ve merhameti Allah'a Rasulüne ve ahiret
gününe iman edenlerin üzerine olsun. (AMİN)
Dedikten sonra önce kendim hakkında sonra da elinizde
bulunan bu eser hakkında şunları söylemek isterim.
Ben herhangi bir orta okulu bitirdikten sonra öğretmen
okulunu, sonra da İktisadi ve İdari Bilimler dalında bir
yüksek okulda okudum. Kısacası daha önce dini bir eğitim
ve öğretim görmedim. Yüksek okulda okuduğum yıllarda

9[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/18-22.
dinime karşı ilgi duymaya başladım. Gerek arkadaşlarımdan
gerekse yazılı eserlerden dinimi öğrenmeye gayret ettim.
Bunlar tali eserler idi. Daha sonraları Allah'ın Kitabı Kur-
an'ı Kerimi öğrenmek, onun içinde neler olduğunu merak
etmeye başladım. Tefsir kitaplarına ilgi duydum; işte o
zaman Önemli bir problemle karşılaştım. Bizim alimlerimiz
tarafından yaklaşık elli sene önce yazılmış tefsirleri
anlamakda güçlük çektim veya hiç anlayamadım Tercüme
tefsirlerden faydalanmaya gayret ettim. Arna şunu arzu
etmekteydim. Şu anda bizim anlıyacağımız bir üslup ve
dille yazılmış ve herkesin okuyabileceği ve okuduğunda ne
söylenmek istediğini rahatlıkla anlıyabileceği, ülkemiz din
bilginleri tarafından yazılmış bir tefsirimiz olsun. Ve bize
Allah'ın dinini; Peygamber (s.a.v.)in sahabeye anlattığı gibi
anlatsın. Bu eserin müellifi hocamızın Salı ve Perşembe
günleri tefsir dersi verdiğini Öğrendim. Derslere devamlı
olmasada uzun süre devam ettim. Şunu samimi olarak
söyliyeyim sürekli tenkit gözüyle dinledim. Çünkü hocamla
konuşma imkanım var idi. Hoşuma gitmeyen bir yanı olsada
hocama söylesem dedim. Fakat derslerin çok güzel bir halk
Türkçesi ile işlendiğini, özellikle menkıbe ve İsrailiyat türü
söylentilere yer vermeme, müsbet ilim ve keşiflere Allah'ın
ayetlerini delil göstermeme konusundaki hassasiyetini takdir
ettiğimi belirtmek isterim. Çünkü bu hususlar ilk bakışda
faydalı gibi görünsede Dinimizin aleyhine olmaktadır. Bu
Önsözü yazmadan önce Fatiha Suresinin tefsirini okudum.
Hocamın anlattıklarını daha güzel bir üslup ile sözü fazla
uzatmadan Öncelikle ayeti ayetle tefsir edip daha sonrada
sünnete başvurup, Peygamber efendimizin kendi yorumlan
ile genişletmesi ayrıca sebeplerine gidip normal halkın
anlıyacağı misallere dayandırarak yazıya aktardığını
gördüm.
Allah c.c. elinizdeki bu eseri okuyup anlama hususunda size
gayret gözlerinize kuvvet versin.
Salim Dereli

(Bankacı) 10[10]

Bismillahirrahmanirrahim

Muhterem Hocam, evvela selam ve saygılarımı sunarak


biraz da kendimden bahsedeyim. Ben doğu Anadolunun bir
köyünde doğmuşum. On yıl sonrada İstanbul'a gelerek
Beyoğlu semtine yerleştik. Otuzdokuz seneden beride
buradayız. Bunu yazmamdaki esas sebep hem doğu hemde
batı anadolunun aile, çevre, dil ve din etkisini yaşamam.
Hangisi iyi derseniz, her iki tarafında iyi ve kötü yanlan
mevcut. Konumuz bu olmadığı için uzun uzun
anlatmayacağım.
Her iki tarafın ortak noktasına değinmek isterim.
1. Dini eğitimimiz tam olmadığı zaman yanlış ve kötü
yollara sapmamız mümkündür. Müşterek kötülüklerden
bazıları şunlardır. İçki, kumar, yalan, hile, faiz, haram
kazanç, çıkar sağlamak, kendini üstün görme, başkasını
aşağı görme, fakir zengin ayırımı gibi vs.
Diğer bir ortak noktalarıda dini gericilik ile karıştırma, yeni
ilimlerden uzakmış gibi düşünmeleridir. Ben liseyi bitiren
bir kişi olarak, Din ilmini öncelikle ve ilimlerin en faydalısı
ve en üstünü olarak görmeğe başladım. Malımızın,
evladımızın, işimizin, aşımızın en iyisi dahi olsa insan
gerçek mutluluğu Din bilgisi olmadan farkedemez,
anlayamaz.
Bizlere arapçanın çok zor bir lisan olduğunu, Kur-an'ı
Kerimin Türkçeye ve başka dillere çevrilemeyeceği
söylenmekteydi. Şimdi şunu gördümki Kur-an'ı Kerim

10[10]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/23-24.
kolay öğrenebilinir. Ben bu yaşlarda akşam Kuran
Kurslarında hamdolsun yüzünden okumayı öğrendim. Sizin
meal, tefsir derslerindende Türkçeyle pek güzel anlatılır
olduğunu gördüm.
Bu derslerden Allah'ı, Peygamberleri, Kitapları, Melekleri,
Ahireti, ölümden sonrasını öğrendim. Bu dünya hayatımda
nefsime, öfkeme, hıncıma, kinime, hakim olmayı, varlığa,
yokluğa sabretmeyi, fazlaca mala ve eşyaya bağlanmamayı,
başkalarımda düşünmeyi ve eldekileri onlarla da
paylaşmayı. Rızık korkusuyla yanlış işler yapmamayı ve
düşünmeyi, Abdestin, namazın, orucun, zekatın, faydalarını
öğrendim. Anne babamıza iyilikte bulunmayı, çevremize,
çoluk çocuklarımıza davranış şeklini öğrendim. Faydalarım
görmekteyim. Beni Yaratan, yaşatan, her türlü rızıkla
rızıklandıran Rabbimize karşı görev ve ibadetlerimi
öğrendim. Hatta insanın, mü'minini, fasılanı, münafıkını,
kafirini ve onların vasıflarını, miras ve evlilik hükümlerine
kadar. Allah'ın mülkünde Allah'ın kanunlarının geçerliliğine
kadar herşeyin Kur-an'da yazılı olduğunu öğrendim.
İsterimki bütün insanlarda öğrensin, benim kadar mutlu
olsunlar. Allah sizden ve bütün hocalarımızdan razı olsun.

Nazım Önüt

İstanbul Ticaret Odası Memuru 11[11]

Giriş

Kur'an Bütün İnsanlar İçin İndirilmiştir.

Kur'anı Kerimi anlama ve ona göre hareket etmek herkesin


hakkı ve görevidir. Onu anlamak ve anlatmak kimsenin

11[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/24-25.
tekelinde değildir. Allah'ın Rasulü Onu Cebrailden aldığı
gibi insanlara arzediyor, kapalı yerlerini açıklıyordu. O
Kur'an ayetlerini Ebu Cehil de anlıyordu, Ebu Leheb de
anlıyordu ve inkara devam ediyordu.
Ebu Bekir de (r.a.) anlıyordu, Bilali Habeşi (r.a.) de anlıyor
ve onunla amel ediyordu. Onlar fasih arap dilini biliyorlardı.
Kur'anı Kerim ogün konuşulmakta olan arap dili üzerine
naziî olmuştu.
Hz. Ebu Bekir veya Ebu Cehil bugün bizim edebiyat
kitaplarındaki edebi sanatların isimlerini ve kısımlarını
bilmiyorlardı ama o edebi sanatları en güzel bir şekilde
kullanıyorlardı. Kısa zamanda İranlıların, Türklerin,
Habeşlilerin, Rumların Müslüman olması nedeniyle birçok
arapça kelimeler bunlara geçerken yeni manalar yüklenerek
geçti. Cümlenin yapısında değişmeler meydana geldi.
Kuranı bile yanlış okumalar başladı.Bunun üzerine
Sibeveyh, Kisai, Ebul-Esved-ed-Düeli gibi zatlar gramerle
ilgili kitaplar hazırladı. Halil b. Ahmed, Kisai gibi zatlarda
lügat kitapları hazırladılar.
Bir kısmı fıkhi eserler meydana getirirken, bir kismıda
Kur'an ve sünnetin nasıl anlaşılacağını açıklayan usulleri
koydular. Bu usulcüler bu kaideleri kendilerinden
koymadılar.
Kur'anı Kerimdeki "Namazı dosdoğru kılınız" veya "Haksız
yere adam öldürmeyiniz" 12[12] ayetlerindeki emir ve
yasakların vu-cup ifade ettiğini yani mutlaka namazın
kılınması gerektiğini, haksız yere adam öldürülmemesi
gerektiğim anladılar. Yine Kur'anı Kerimde "İhramdan
çıktığınız zaman avlanınız" 13[13] emri vardır. Bu ayete göre
hacca giderken yiyecek giyeceklerimizin yanında birer silah
götürüp ihramdan çıkınca insandan başka canlının olmadığı
"Mina'da avlanmamız gerekecek. Veya "Cuma namazı
12[12]
En'am 6/151.
13[13]
Maide 5/2.
bitince yeryüzüne dağıhn" 14[14] ayetine göre Cuma
namazının farzının selamını verince hemen camiden
çıkmamız gerekecek.
İşte usulcülerimiz bütün bu ayetlerin uygulamasını yapan
Efendimizin hayatına bakarak bir kısım emirlerin vucup
ifade ettiğini bir kısmınmdaibaha ifade ettiğini yani
ihramdan çıkınca hemen silaha sarılmanın farz olmadığını
izin olduğunu bize bildirmişlerdir.
Yine usulcülerimiz her ayet veya Hadisi şerifle dört yönden,
her dört yönünde dörder yönünden bakma melekesini
geliştirerek bizim ufkumuzu genişletmişlerdir.
Mesela: "iş hakkında onlarla müşavere et" 15[15] ayetinin
ibaresi bize istişareyi emrediyor. Bir iş yapacağımızda o işin
uzmanına danışacağız. Bu ayetin bir de işaret ettiği şey var:
O da kendileriyle istişare edilecek uzman kişilerin
yetiştirilmesidir. Ayet bize bunu da emretmektedir.
Ayetlerin genel bir manâmı ifade ettiğini, yoksa özel bir
manâyamı delâlet ettiği, genel manâyı özelleştiren bir ayet
olup olmadığını araştırıp bize bildirmişler. Meselâ:
"içinizden ölenlerin bırakmış olduğu eşleri kendi kendilerine
dört ay on gün beklerler" 16[16] ayetine göre kocası ölen bütün
kadınlar dört ay on gün iddet beklemesi gerekir. Ayetin
hükmü umumidir. Ancak "gebe olanların iddeti doğumla-
rıyla tamamlanır." 17[17] ayetine göre kocası ölen hamile
kadın kocası öldükten hemen sonra doğum yapsa doğumun
akabinde başka bir erkekle evlenebildiği gibi, kocası
öldüğünde hamile olan bu kadın sekiz ay sonra doğum
yaparsa sekiz ay beklemiş olacak. Birinci ayetin hükmü
genel iken bu ayet tahsis etmiştir.
Bunlardan anlıyoruzki Mealini okuduğumuz bu ayetin
hükmü genel midir, özelmidir? Geneldirde bir başka ayet
14[14]
Cuma 62/10.
15[15]
Ali îmran 3/159.
16[16]
Bakara 2/234.
17[17]
Talak 65/4.
tahsisini etmiştir? Bütün bunları usulcülerimiz ele almışlar.
Bütün ayetleri, kelimelerini hatta manâya etki eden
harflerini araştırmışlar ve bizlere hazır lokma halinde
sunmuşlar demiyeyim. Çünkü"hazır lokma" tabiri pek hoş
değil ve İslâmın ruhunada aykırı. Ama Kur'anı anlamada
bizim ufkumuzu genişletmiş ve aydınlatmışlar. 18[18]

Kur’anı Anlamanın Yolu

Bugün hepimiz Türkçeyi biliyoruz. Ama Türkçe yazılmış


bir beyti okuduğumuzda veya işittiğimizde hepimiz ayrı ayrı
yorumluyoruz.
Peygamber efendimizin devletini anlatan: Gülden terazi
yaparlar Gül alırlar gül satarlar Gülü gül ile tartarlar Çarşı
pazarı güldür gül.
Şiirini okuyan her zihinde ayrı ayrı çok güzel şeyler
şekillenir. Nasıl-ki parmak çizgilerimiz tamamen
birbirimizden ayrıdır. Görme, duyma, tatma, koklama ve
dokunma duyularımız ayrı olduğu gibi bu beş duyumuzdan
gelenleri yorumlama kabiliyetlerimiz de ayrıdır. Bu ayrılığa
birde çevremizden edindiğimiz bilgileri eklersek ayrılık
biraz daha artar.
Bu ayrılıklardan fıtri olanları rahmete sebepdir. Sonradan
meydana gelen sun'i ayrılıklar sapıklığa sebeptir. Eğer beş
duyumuz ve aklımız bütün insanlarda aynı güçte olsa idi,
dünya çekilmez olur, keşifler durur monoton bir hayat bizi
boğardı. Bir çiçek karşısında herkes aynı hissi duyardı,
hepsi aynı rengi tercih edeceğinden her yer aynı renkte
boyanır, herkesin şiiri aynı vezin, kelime ve manâlardan
meydana gelirdi.
Her gönül ayrı bir imalathane, ayrı bir hazine, ayrı bir arşiv,
ayrı bir analiz ve sentez yeridir. Kur'anı Kerim birçok yerde

18[18]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/26-27.
"Ey insanlar" diye başlar. Peygamberimiz içinde "Seni
ancak bütün insanlara elçi olarak gönderdik." 19[19] buyurur.
Bütün insanlara gönderilen bütün insanlar tarafından
anlaşılabilecek durumda olmalıdır. Daha iyi anlaşılabilmesi
için Arapça olarak indirilen Kur'anı Kerim'i anlamak her
insanın hakkı ve görevidir. Ancak onu anlamak için fasih bir
Arapça bilinmelidir. Kelimeler, bugünkü yüklendiği manâ
ile değil, Kur'an nazil olduğunda yüklendiği manâlarıyla
bilinmelidir.
Çağımızda edindiğimiz bilgiler bizi herhangi bir konuda
taraf yapmamalıdır. Günümüzde komünizmi benimseyen bir
kısım bilginler taraflı bir gözle Kur'anı araştırarak "İslam
sosyalismi" dedi. Bir kısım batı iktisadını öğrendikten ve bir
akımı benimsedikten sonra İslam iktisadını o akımın ana
başlıkları altında verdi. Bir kısmı keşifleri izledi ve Batının
henüz üzerinde araştırma yaptığı faraziyelere ayetlerden
destek vermeye çalıştı.
Bütün bunları gördükten sonra yeni doğan çocuğun kulağına
ezan okumanın sünnet oluşunun önemini daha iyi anlamaya
başladım Kur'anî bir yaşantıya sahip olması istenen bu
çocuğun gönlüne yapılacak ilk kayıtlar onun ilerde eşyayı
yorumlamasını yönlendirecektir.
Bülbülü bir yudumluk et gören komünist de bülbülü yüzbin
liraya satabileceğini hesap ederek hapseden kapitalist de,
bülbülün minnacık göğsünden binlerce nağmenin çıkışını
görüp secdeye kapanan; senin yerin bir su kenarında nazlı
nazlı sallanan çitlenbik ağacıdır diyen Müslüman-da
insandır. Ama onların bakışını yönlendiren kültürlerdir.
Çağımızda edindiğimiz kültürleri kesin doğrular olarak
kabul ederek Kur'ana bakarsak, kendi görüşümüze Kur'anı
uymaya zorlamış oluruz. Bütün bu Öğrendiklerim doğru da
olabilir, yanlış da olabilir. Bakalım Kur'an bu konularda ne

19[19]
Enbiya 107.
buyuruyor demeli.
Kur'anın tefsiri için yine Kur'ana müracaat etmeli. Meselâ
Bakara suresinde size biraz kapalı gelen bir ayet, bir başka
surede açıklanmıştır. Sonra Kur'an sünnetle tefsir
edilmelidir. Efendimiz bu ayeti nasıl tefsir etmiş veya bu
ayeti hayatında nasıl tatbik etmiş, ona bakılmalıdır.
Daha sonra canları ve mallarıyla Efendimize yardımcı
olmuş Ashabın görüşlerine müracaat edilir. Çeşitli görüşleri
bilmek bütün ihtimalleri değerlendirmek demektir. Binlerce
alimin görüşleriyle insan ufkunun aydınlanması demektir.
Usul kitapları Kur'an ve sünneti anlamada takip edilecek
yolları göstermekte ve Kur'an ve sünnete birçok açıdan
bakmamızı sağlamaktadır.
Mezhep imamlarımızın ayrılık sebeplerine kızan ve "Bir
ayetin bir manâsı vardır" diyen ve kendi verdiği manâyı
kabul etmeye zorlayan, bundan başkası yoktur diyen
kardeşlerimiz kendisini imam kabul edip diğerlerini
kendisine tabii kılmaya zorlamıyor mu acaba? "Yok ben
böyle anladım herkes istediği gibi anlayabilir" derse bugün
binlerce milyonlarca mezhebe ayrılıp, küfür yerine
birbirimizle mücadeleyle vakit kurşunla-mazmayız acaba?
Herne ise Kur'anı Kerimi okumaya başlarken çağının
hastalıklarını ta yüreğinde hissederse insan, Kur'anı daha iyi
anlar ve hastalıklara şifa bulur.
Kum yemeye başlayan çocuğu babası veya annesi ne kadar
azarlarsa azarlasın kumdan vazgeçiremez. Çocuğu doktora
götürür ve ona demir ihtiva eden ilaçlan içirirse çocuk
kendiliğinden vazgeçer. Çocuğun bünyesinde demir
eksikliği olunca gözü veya burnu kumdaki demiri görüyor
ve kokluyor.
Mümin olarak bizler bir fahişenin, politikacının, ateistin,
koministin, kapitalistin, din tacirinin hastalığının acısını ta
yüreğimizde hisseder, "Ya Rabbi. bunlar kulun ve
peygamberin Hazret! Ademin hasta düşmüş çocuklarıdır.
Kur'an eczahanesinden ilaç almaya geldim, her çağın
alimine kelamıyın sırlarını açtığın gibi bana da çağımın
hastalıklarına Kur'an eczahanesinden şifa verici ilaçlarını
göster" diyerek Kur'anı Kerimi açmalıdır. 20[20]

Kur'anı Nasıl Okumalı

Kur’anı Kerimde iman etmiş bir topluluktan bahsederken


"Allah onları sever, onlar Allah'ı sever" 21[21] ayetiyle
karşılıklı sevginin olduğunu haber verir. Askerde iken
sevgili hanımından mektup gelen bir asker, o mektupu her
akşam yatakta, eğitim esnasında istirahatta açıp açıp
okuduğu ve her okuyuşta ayrı bir zevk aldığı gibide değil.
Çünkü Kur'anı Kerim bizim hanımlarımızı, çocuklarımızı,
annelerimizi, babalarımızı, sevgilerimizi yaratan ve bizi
seven Allah c.c. tarafından gönderilmiş, getiren aracı postacı
gibi değil, alemlere rahmet olarak gönderilen
peygamberimiz efendimiz Muhammed Mustafa s.a.v. dir.
Mektupta yüreğimizi hoplatan "Sevgilim" sözünden daha
güzel olan, Rabbimizin kitabında bize "Kullarımmm!." 22[22]
sözü, kalbimizi imana, kalıbımızı ibadete, alınterimizi
ticarete, kanımızı şehadete hoplatır.
Kur'anı Kerimde "Kendilerine verdiğimiz kitabı hakkıyla
okuyanlardır, ona inananlar " 23[23] buyurularak Kufanın
hakkını vererek yani manâsını anlayarak iman edip amel
ederek okumak gerektiği vurgulanmıştır. Manasını bilmeden
okumanın faydası yok mudur? Fayda yoktur deyip kısadan
kesmek vakıaya, görünüp duran faydaya göz kapamak olur.
Bugün yeryüzünde milyonlarca insan manâsını anlamadan
Kur'anı tekrar tekrar okumaktada Kimsenin zorlamasıda
yoktur.
20[20]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/28-29.
21[21]
Maide 5/54.
22[22]
Zümer 39/10-16/17, Zuhruf 43/68.
23[23]
Bakara 1/121.
Efendim kişinin kendini şartlandırması vardır denebilir.
Bugün kendilerinin haklı olduğunu iddia eden Hristiyanlar
ve ellerinde tahrif edilmiş incilleri vardır. Muharref İncilini
baştan sona devamlı okuyan bir Hristiyana rastlanmadığı
gibi, papazada rastlanmamıştır. Yanlış anlaşılmasın. Papaz
incili çok iyi bilebilir. Ancak Müslümanların Kur'anı Kerimi
hatmedişi gibi ayda veya senede bir incili baştan sona
okuyayım geleneği yoktur. Okuyamazlar çünkü kendileri
gibi bir papaz Hak ile batılı karıştırmıştır.
İnsanın yazdığı en güzel eser, bir, iki, üç defa okunabilir,
ondan sonrası tatsız olur. En sevdiğiniz bir şiiri bir kaç defa
tekrarlayabilirsiniz, sonra bırakırsınız.
Ama günde beş vakit namazında kırk defa "fatiha" suresi
okuyan bir insan yetmiş senelik ömründe bir milyon defa
"fatiha" suresi okur da bıkmaz. Ölürken çocuklarına vasiyet
eder. "Beni fatihasız bırakmayın" der. Üstüne üstlük bir de
kabir taşına yazdırır ve fatiha ister. Manâsını bilmeden
okuyan bu insanlara "anlamıyorlar" denemez. Uzaktan gülü
görünce gözümüz ve gönlümüz gülüyor. Peki ne anladık?
Henüz kokusu gelmedi. Manâsı bilmeden okumanın faydası
vardır.
Ama Kur'an anlaşılmak, amel edilmek için indirilmiştir.
Ölüler için okunabilir, ama diriler için indirilmiştir. Dirilere
okunmalıdır. Manâsını bilmeden televizyonda, radyoda,
camilerde okunan Kur'an altmışbeş kilodan kırksekiz kiloya
düşürülen güreşçinin çeşme başında su içmesine benzer. Bir
avuç içerse tartıda kaybedecektir. Vücudu ise sünger gibi
suya muhtaçtır. Güreşçi ağzına suyu alıp geri çıkarmaktadır.
Bizim toplum hayatımızda, sünger gibi Kur'ani hayattan
uzaklaştırılmış. Ona muhtaçtır. Ağzınıza alıp geri
çıkarmakla ihtiyacınızı giderin diyorlar. Hayatına maletmek
isteyenler toplum minderinden uzaklaştırılır diyorlar.
Peygamber efendimiz bunlar için "Kur'an onların
boğazından aşağıya geçmez" buyurmuştur. Kur'anı
kalbimize nakşedeceğiz. Davranışlarımızı onunla
süsleyeceğiz. Topluma örnek olacağız ki, toplum bize
bakarak kendi hayat gergefine İslamın nakşını işlesin. 24[24]

Kur'ana Göre Peygamberin Hüküm Koyma Hakkı

Annelerimiz komşu kadından örnek nakış getirirler. Örneği


önlerine koyarlar ve kendi gergeflerine o örneğin aynını
işlemek için iğne iğne takip ederek gergefi süslerler.
İşte ayet ayet, sure sure hayatını süsleyen, Kur'ana göre bir
hayat tarzı yaşayan, Efendimizin hayatınmda bizim için
örnek olduğunu ve (Onun fiili sünnetine uymamız
gerektiğini,) "sizin için Allah'ın Rasulü en güzel
örnektir"25[25] ayetiyle Rabbimiz haber vermiştir. Kur'ana
inanan bir mümin Kur'anı bize getiren ve O'nu hayatında
tatbik eden Rasule de inanmalı ve O'na güvenmelidir.
Allah'ın kulları arasından seçtiği 26[26] büyük bir ahlaka sahip
kıldığı 27[27] alemlere rahmet olarak gönderdiği 28[28]
Rasulünün söz ve davranışlarında Kur'ana uygun olduğunu,
Kur'an doğrultusunda konuşacağını "O kendiliğinden
konuşmaz. Onun konuştuğu ancak bildirilen vahiydir"29[29]
ayetiyle haber vererek kavli sünnete de uymamız gerektiğini
haber vermektedir.
Bu ayette kasdedilen Kur'andır diyenler konuşur manâsına
gelen Yentıku kelimesinin Allah için kullanılmadığını Allah
için kelam kelimesinden türemiş kelimeler kullanıldığını
bilmeyenlerdir. Rağıb bu kelimenin insandan başkasında
kullanılmadığnı, kullanılırsa mecazi olduğunu haber verir.
Ebul Beka ise bu kelimeyi "Gönüldekini açıklayan sev" diye
tarif etmiştir. Gönül ve dil Allah'ın Rasulünde olduğuna
24[24]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/30-32.
25[25]
Ahzab 33/21.
26[26]
Fatır 35/32.
27[27]
Kalem 68/4
28[28]
Enbiya 21/107.
29[29]
Necin 53/3-4
göre burada kasdedilen Allah'ın Rasulüdür.
"Biz Rağıba da Ebul Bekaya da inanmayız" diyenler Lügat
kitaplarım kaldırdıktan sonra Besmelenin manâsını kimden
öğrenecekler?
Kur'anı Kur'anla tefsir birinci yoldur. Kur'anda Yentıku,
Entaka gibi Nutk'dan türemiş kelimeler hep Allah'ın
yarattıkları için kullanılmıştır. O halde burada kasdedilen
Allah'ın Rasulüdür. Ayrıca Allah c.c. Elçisini Kur'anı
Kerimi insanlara açıklamak için indirdiğini haber verir.30[30]
Açıklamakla okumak veya tebliğ etmek arasında fark vardır.
Kur'anı Kerimi insanlara o haliyle, tebliğ ettiği gibi o
ayetlerin ne manâya geldiklerini de açıklamıştır. Mücmel
ayetlerin kapalılığını kaldırmış. "Zekat veriniz" ayetini
nelerde, ne oranda verileceğini, namazın kaç vakitte kaçar
rekat kılınacağını açıklamıştır. Kur'anı Kerimin emir ve
yasaklan doğrultusunda emir ve yasak koyma yetkisini
Kur'an vermiştir.
Tevbe suresinde "Allah'a ve Ahir et gününe inanmayan,
Allah'ın ve Rasulünün haram kıldığını haram saymayanlarla
harbedin" 31[31] ayetinde Rabbimiz Rasulünün de haram
kılma hakkına sahip olduğunu haber vermektedir. "Efendim
Kur'anda geçen "Rasül" kelimesi yine Kur'anı
kasdetmektedir. Buna göre Rasül sizin için örnektir veya
Rasüle itaat ediniz ayetlerinde kasıt Kur'andır" diyenler
olabilir. Elektrik mühendisinin ihtisasına saygı duyanlar
İslami ilimlerdeki ihtisasa saygı duymayabilirler. Ama iyi
niyetlerle Kur'anı okumaya devam ederlerse Kur'an
kendisini yine kendisi açıklayacak ve "Muhammed Allah'ın
Rasulüdür" 32[32] "Muhammed ancak Rasüldür"33[33]
ayetleriyle Resulün kim olduğunu öğretecektir.
Kur'anı Kerimdeki "Makamı Mahmud" ile ilgi kurarak
30[30]
Nahl 16/44
31[31]
Tevbe 9/29
32[32]
Fetih 29
33[33]
Ali İmran 144
"Muhammed'den kasıd yine Kur'andır diyen olabilir. Kur'an
bütün şüpheleri kaldırmak üzere önce "Rasül" kelimesini
zikrediyor. Sonra Rasülün sıfatı olarak "Nebi" kelimesini
zikrediyor, sonrada ümmi kelimesini zikrediyor - ve şöyle
buyuruyor. "Deki: Ey insanlar! Doğrusu ben göklerin ve
yerin hükümranı, O'ndan başka ilah bulunmayan, dirilten ve
öldüren Allah'ın hepiniz için gönderdiği peygamberiyim.
Allah'a ve ümmi (okuyup yazması olmayan) Nebi (haber
getiren) Rasüle iman edin ki, O da Allah'a ve kelimelerine
inanmıştır. O'na uyunuz ki doğru yolı bulaşınız" 34[34]
En'am suresinin 145 nci ayetinde Rabbimiz: "Deki: bana
vahyolunandan leş, akıtılmış kan, domuz eti -ki o pistir- ve
günah işlenerek Allahdan başkası adına kesilen hayvandan
başkasını yemenin haram olduğuna dair bir emir
bulamıyorum" buyuruyor. Bu dört şeyden başka haram
birşey yoktur diyen kardeşlerimiz pisliklerini niçin tuvalete
dökerek israf ederler acaba!
Müslümanlara göre Allah (c.c.) Kur'ani kerimde bazı
şeylerin adını söyleyerek haram kılmış ve O ölçüler içinde
Rasülününde haram kılma yetkisinin olduğuna işaret
etmiş 35[35] ve "O peygamber, onlara, uygun olanı emreder,
ve fenalıktan men'eder. Temiz şeyleri helal, pis şeyleri
haram kılar, onların ağır yüklerini indirir, zor teklifleri
hafifletir.... " 36[36] ayetiyle pis ve murdar şeyleri belirlemeyi
Allah Rasulüne bırakmış.
Peygamber (s.a.v.) in Haramı helal, Helali haram kılma
yetkisi yoktur. Ancak nelerin haram olduğunu nelerin helal
olduğunu belirleme yetkisi vardır. Rasulünün şanını
yücelten Allah 37[37] Rasulüne "Deki: Eğer Allah'ı
seviyorsanız bana uyunuz" emri Allah'ın emirlerine uyunuz
manâsındadır denirse o zaman ayet böyle dolandıracağına
34[34]
Araj 158.
35[35]
Tevbe 29.
36[36]
Araf 157.
37[37]
İnşirah 4.
"Eğer Allah'ı seviyorsanız Allah'ın emirlerine uyunuz"
derdi.
Biz Allah'ı seviyor Rasulü olduğu için Muhammed (s.a.v.)
ide seviyor ve bize getirdiklerine itaat ediyoruz. 38[38]

Bize Kur'an Yeter

"Kur'an bize yeter" diyenlere karşı "hayır yetmez" demek


büyük bir hata olur. Hz Aliye "Kur'andan başka Hakem
kabul etmeyiz" diyen Haricilere Hz. Ali "Kendisiyle batıl
kasdedilen haksöz" diye cevap vermiştir. Bu sözleri
söyleyen kardeşlerimiz meal okuyan kardeşlerimizdir.
Bizler mezhepde imamımız olarak Ebu Hanifeyi Şafıiyi ve
diğerlerini kabul ederken o kardeşlerimizde meal yazanları
kabul etmekteler. Çünkü biz bu imamların Kur'andan
anladığına uyuyoruz. O kardeşlerimizde bu çağdaşlarımızın
anladığına uymaktalar. Meal yazanlarımızda bir mezhebe
bağlı olmaları nedeniyle mealleri o mezhebin anlayışını
yansıttığından bu kardeşlerimizde dolaylı olarak mezhebe
bağlıdırlar. Dilerlerse Hanefi ile Şafii arasında manasında
ihtilaf edilen ayetlerin meallerine baksınlar. O ayetlerde
Hanefi usulüne göre mana verildiğini görecekler.
Ah keşke ne olurdu Kur'anı Kerimi arapçasmdan anlamaya
çalışsalar (ki birçok kardeşimiz bu yola girmiştir)
kelimelerin ne manaya geldiğini anlamak için lügatlara
müracaat etseler, ismin başındaki bir tek harfi cerrin ne
derin manalar ifade ettiğini bir öğrenmeye çalışsalar, O
büyük alimlerimizin ne büyük hizmetler gördüğünü bir
farketselerdi bunlar daha büyük hizmetler görürlerdi.
Her şeye rağmen gündemde Kur'anı Kerim vardır. O
yüreklerimizi harabiyetten kurtaracak ve ufkumuzu
aydınlatacak, iki dünyamızıda cennet eyleyecektir. 39[39]
38[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/32-34.
39[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/34-35.
Bugün Biz Kur'anı Daha İyi Anlarız Diyenler

"Bugün elimizde büyük imkanlar var. Bütün lügat


kitaplarını, kelimelerini manalarını ve cahiliye dönemi
şiirlerinden şahitlerini bilgisayara verebiliriz ve böyle
kelimelerin manalarından kaynaklanan ihtilafları
giderebiliriz" diye fikir ileri sürenler olabiliyor.
Ancak günümüz dünyasında aynı çağda yaşayan insanlar
arasında bile hukuki meselelerde bir kelimenin manasında
ihtilaf edilmekte.
Çağımızda yaşayan insanlar arasında yaşayan kelimelerin
manalarında ihtilaf ediliyor ve tarafları memnun edecek bir
neticeye yanlamıyorsa bindörtyüz sene Önce yaşamış
cahiliye dönemi şairlerinin şiirlerinde kullanılan kelimelerin
manalanndaki ihtilafı gidermek bize biraz zor geliyor.
Biz önce Kur'anı Kur'anla tefsir etmeye çalışırız. Sonra
hadisi şeriflerle tefsir etmeye çalışırız. Çünkü peygamber
(s.a.v.) e Kur'anı kerimi daha iyi tefsir etme yetkisini Allah
c.c. vermiştir. 40[40] "Sünneti bize ulaştıranlara güvenemeyiz"
diyenler bilmezlermiki cahiliye dönemi şiirlerini toplayıp
bize nakledenlerle sünneti nakledenler aynı insanlar.
İlk dönemde çöllerde kabileleri dolaşarak kelimelerin ne
manaya geldiğini yazan Kisai gibi zatlar aynı zamanda bize
Kur'anı, sünneti, şiirleri ve kelimelerin ne manaya geldiğini
nakleden insanlardır. Kur'anı Kerimi anlamak için bizim
sünnete, cahiliye dönemi şiirine, lügat kitaplarına
ihtiyacımız yok. Bugünkü kullanılan arapçayı öğrenir ve
anlarız" diyenler Arapçayı çok iyi bilen Beyrutlu Hristiyan
araplardan birine Kur'anı Kerimi bir okusunlar ve ne
anladığını sorsunlar. Veya bii papaz tarafından hazırlanan
arapça lügat olan "Müncid"deki kelimelere verilen manalara

40[40]
Nahl 16/44-64.
göre Kur'anı anlamaya çalışsınlar. Karşılarına islamın
dışında başka bir şey çıkacaktır.
Onun içindirki Rabbimiz tarafından arapça indirildiği ifade
edilen Kur'anı kerimin indiği günlerde o kelimelerin ne
manada kullanıldığını açıklayan hadisler, şiirler ve ilk
dönemde hazırlanan lügat kitapları bizi kaynağa götüren
yollar, hazineyi açan anahtarlardır.
Cahiliye döneminde bir kaç manaya gelebilen kelimelerin
manalarından birini tercih etmekde mezhepler arasında
ihtilaflara vesile olmuştur.
Mesela: K-R-E- harflerinden meydana gelen Kuru' kelimesi
hanefilere göre hayız manasınadır, Şafiilere göre temizlik
manasınadır.
Kelimenin asıl manasında toplamak vardır. Aynı kökten
gelen "Kur'an" kendisinde sure ve ayetleri topladığından
Kur'an denmiştir. Aynı kökten gelen köy veya şehir
manasına gelen "Karye" insanları kendinde topladığı için
Karye denmiştir. Aynı kökten gelen ve ziyafet manasına
gelen "Kıra" insanları sofrada topladığı için Kıra denmiştir.
Kuru' kelimeside hayız günlerinde kan rahimde toplanıp
dışarı aktığı için Hanefilere göre Hayız manasınadır.
Şafiilere göre ise kanın akmayıp vücudda toplandığı için
temizlik manasına alınmıştır. Böyle birkaç manayı
kendisinde bulunduran kelimelerden hareketle ayrı ayrı
görüşlere sahip olanlara Alimlerimiz müsamahalı
bakmışlardır. Üstün bir cehd iyi bir niyet neticesinde varılan
farklı neticelerden dolayı mezhepler birbirlerini tekfir
etmemişlerdir.
Bir mezhebe bağlı değilim diyen kardeşlerimiz lügat
kitaplarına bakarak bu manalardan hangisini seçerlerse
seçsinler bir mezhebin görüşüne katılmış olurlar. Hayırlı
olsun.41[41]

41[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/35-37.
Kur'anın Tarifi

Kur'anı Kerimi yine Kur'anı kerim tarif eder. Fatiha


suresinde "bize doğru yolu göster" diye dua ettikten sonra
hemen ikinci sahifede ve Bakara suresinin ikinci ayetinde
"işte müttekilere yol gösteren gerçek kitap budur. Bunda
şüphe yoktur" buyurarak yol gösterici olarak Rabbimiz ta-
rafından indirildiğini haber verir.
İnsanın hatırına hemen şu geliyor: Tevrat, Zebur ve İncilde
Allah tarafından indirilmişti ama tahrif edilmiş.Kur'anda
tahrif olunamazmi?
Buna Rabbimiz bindörtyüz sene önce garantisini bildirmiş
ve "O zikri (Kur'anı) biz indirdik biz koruyacağız' 42[42] bir
başka ayette ise "O değerli bir kitaptır. Önünden veya
ardından batıl ona gelemez (Fussilet 42) buyurmuştur. Tarih
içinde Kur'ana kendi batıllarını karıştırmaya kalkanlar
olmuştur ama Allah'ın yeryüzündeki süvarileri olan "Kurra"
ile Allah kendi kelamını korumuştur.
Peki ama bu Allah kelamıdır. Onu biz nasıl anlarız ve nasıl
tefsir ederiz?
Rabbimiz Kur'anı anlaşılması için indirmiş.Rasulü
Muhammedin arap olması ilk muhataplarında arap alması
nedeniyle "Anlayasınız diye arapça olarak indirdik" 43[43]
buyurmuş ve ayetlerin açıklanmasının yine kendisi
tarafından olduğunu "Bu, Hakim, Habir (Allah) tarafından
ayetleri muhkem kılman ve sonra onun tarafından açıklanan
bir kitapdır". 44[44] ayetiyle haber vermiştir.
Bütün ayetleri indiren Allah c.c. olduğu için ayetler arasında
çelişki bulunmaz. 45[45]. Bugün bütün dünya devletlerinin
kanunlarını insanlar hazırladığı için Anayasanın kendi
42[42]
Hicr 9.
43[43]
Zuhruf 3.
44[44]
Hud 1.
45[45]
Nisa 4/82
maddeleri arasında çelişki olduğu gibi, Anayasa ile ceza
yasası v.s. arasındada çelişkiler vardır.
Çağımızda müslümanlann zillet içinde yaşamaları onları
yeniden Kur'ana döndürmüş. Zillet yalnız maddi
hayatımızda değil, kültür yapımızdada olduğundan Kur'an
ayetlerini çarpık düşüncelerimizle yorumlamaya, şaşı
görüşlerimizle tek manayı çift anlamaya başlamışız.
Mesela: "inananlara yardım etmek bize Hak olmuştur." 46[46]
"Allah kafirlere, müminler aleyhinde asla fırsat
vermeyecektir" 47[47] veya "Allah içinizden iman edip salih
amel işleyenlere, onlardan öncekileri yeryüzünün idarecileri
kıldığı gibi onlarıda yeryüzüne idareci kılacağına, onlar için
razı olduğu dini yerleştireceğine, korkularını güvene
çevireceğine dair söz vermiştir" 48[48] ayetlerini okuduktan
sonra bugün güçlü gösterilen devletlere ve birde halkı
müslüman olan ülkelere baktıkdan sonra bir kısım Kur'ana
yakışmayan yorumlar getirirken bir kısımda bugün
yaşayanlar müslüman değil deyivermekle meseleyi
halledeceğini zannetmiştir. Rabbimizin tabiat ayetlerinde
(kanunlarında) nasıl ki bir düzen vardır. Çıkarlarımız için bu
tabiat kanunlarına riayet gerekir. İşte Rabbimizin Teşrii
kanununda da bir düzen vardır. O kanunlara riayet gerekir.
Kur'anı Kerimde "Siz Allah'ın dinine yardım ederseniz
Allah'da size yardım eder" 49[49] buyurulmuştur. Bir başka
ayette de "Eğer Allah size yardım ederse size galip gelecek
yoktur." 50[50] buyurulmuştur. Yardımın gelmesi gayretin
olmasına bağlanmıştır. 51[51]

Kitap: Mir'at-ül-usulde (sh. 16-17) şöyle tarif edilmiştir:


"Rasulümüz Muhammed s.a.v. üzerine nazil olan nazındır"
46[46]
Rum 30/47.
47[47]
Nisa 4/141.
48[48]
Nur 24/25.
49[49]
Muhammed 7.
50[50]
Ali îmran 160.
51[51]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/37-38.
Her ilimde tarifler çok önemlidir. Bütün mezhepler
meşrepler ve ekoller tariflerle birbirinden ayrılırlar. Kur'an
manasıyla nazmıyla Kur'andir diye tarif eden ehli sünnet
alimleri Kur'andaki kelimelerin ve dizilişlerininde ilahi
olduğunu kabul ettikleri için Kur'anın meali (Tercemesi)ni
okuyanın Kur'anı okumuş olamayacağım ancak terceme
yapan zatın anladığını okumuş sayılacağını ifade
etmişlerdir. Kur'anı kerimin anlaşılabilmesi için arapça
indirildiğini, insanlar arasında Allah'ın gösterdiği şekilde
hükmedilmesi için indirildiğini açıklayan ayetlerden
Kur'anın nazım ve manadan ibaret olduğunu anlarız.
Elimizde okumakta olduğumuza "Mushaf" denir. O Kağıt
fabrikasının imal ettiği kağıt ve matbaa mürekkebinden
meydana gelir. Halk arasında "Kur'an yanmaz" sözü
doğrudur. Çünkü nazm ve mana yanmaz ama "Mushaf"
yanar. Çünkü kağıt ve mürekkebdir.
"Mushaf " harfleri üzerinde rakamsal çalışma yapan
hurufilere Ehli sünnet alimleride, şii alimleride, zahirilerde
iltifat etmemişlerdir. Çünkü Kur'anı kerim nazm ve mana
yönünden ilahidir. Hat (yazı) yönünden ilahi değildir.
Bu konuda yazılmış çeşitli kitap veya makale vardır.
Ondakuz rakamı üzerine eserler yazıldığı gibi, ondört
rakamı üzerine, yedi rakamı üzerine, yirmiiki rakamı
üzerine, yazılmış makalelerde vardır.
Kur1 anın ahkamı ve ameli sizi ilgilendirmiyorsa ve .bolca
vaktiniz varsa Kur'anda birkaç yerde geçen kırk veya yetmiş
rakamlarını alınız ve sizde birşeyler bulabilirsiniz52[52]

Kur'anı Yine Kur'an Açıklar

Allah (c.c.) kendi kelamını yine kendisinin açıkladığını


haber vermektedir. 53[53] Herhangi bir ayeti okuduğumuzda o
52[52]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/38-39.
53[53]
Hud 1.
ayette geçen kelimelerin ne manaya geldiklerini yine
Kur'am kerimin diğer ayetlerinde ararız. Bir hüküm bildiren
ayetle ilgili başka ayetleride alınmış ve ikisinden bir veya
birkaç hüküm çıkarılmıştır.
Günümüzde "gavurun ekmeğini yiyen kılınanı kuşanır"
sözünü doğrulayan batı üniversitelerinde geçimini temin
eden bazı bilginler, batılıya yaranmak için Kuranı Kerimden
bir ayet alarak 54[54] Yahudi ve Hristiyanlara "Sizde Cennete
gideceksiniz iyi kalpli olun işleriniz iyi olsun yeter.
Müslüman olmanıza gerek yok" demeye gelen kitaplar ve
makaleler yazmaktadır. (Türkçeyede terceme edilen bu
kitabın adını ve adresini vermek istemiyorum.)
Kur'anı Kerimde yahudilerin, Uzeyre Allah'ın oğlu,
hristiyanların, İsa'ya Allah'ın oğlu dediklerini, haber
verir. 55[55]Müminlere en katı düşmanlar Yahudiler ve
müşrikler (Ateistler) olduğunu, sevgice en yakın olanlarında
Nasara olduğunu haber verir. 56[56] Yahudi ve hristiyanlan
dost edinmememizi emreder. 57[57]
Ayrıca Allah katında gerçek dinin İslam olduğunu 58[58]
İslamdan başka din arayanın dininin kabul edilmeyeceğini
haber verir Rabbimiz. 59[59] O bilginin dayandığı ayetler
Bakara 62 ve Maide 69 da çok az ayrılıklarla aynı iken Hac
17 de ise yahudiler hristiyanlar, sabiin, mecusiler ve
müşrikler zikredildikten sonra kıyamet gününde bunların
aralarının ayırtedileceği haber verilmektedir. Ayrıca O
bilginin dayandığı ayette Yahudi, Hristiyan ve sabiinin
cennete gitmelerini; Allah'a ve ahirete imandan sonra ameli
saliha bağlamıştır.
Kur'anın tarif ettiği şekilde Allah'a ve ahirete inanan ameli
salihini yerine getiren ister yahudi, ister hristiyan, ister sabii,
54[54]
Bakara 62.
55[55]
Tevbe 30.
56[56]
Maide 83.
57[57]
Maide51.
58[58]
Ali îmran 19.
59[59]
Ali İmran 85.
ister mecusi, ister kominist asıllı olsun değişmez. Müslüman
olur ve mümin olarak ölürse cennete girer.
Cennet müminlerin veya bir başkasının tekelinde değildir.
Onu yaratan Allah (c.c.) oraya kimlerin girebileceğini
Kur'ani keriminde bildirmiştir. Sonuç olarak baştaki
cümlemizi tekrar edelim: Kur'anı Kerimi yine Kur'anla tefsir
edeceğiz. 60[60]

Esbabı Nüzul Ayetin Hükmünü Tahsis Etmez

Birçok ayeti kerime bir soru veya bir olay üzerine nazil
olmuştur. Ayeti kerimelerin anlaşılmasını kolaylaştıran bu
esbabı nüzul o ayetin yalnız o olaya tahsis edilemeyeceğini
ifade etmiş usulcülerimiz.
Mesela bir sahabi hakkında nazil olan bir ayet bizi
ilgilendirmemiş olsa idi biz bindörtyüz sene sonra
geldiğimiz için bizi ilgilendiren ayet olmaması
gerekirdi.61[61]

Geçmiş Peygamberlerin Şeriatları

Bütün peygamberlere iman ettiğimizi, aralarında ayırım


yapmadığımızı her gün yatsıdan sonra okuduğumuz
Amenerrasulü diye başlayan Bakara suresinin son iki
ayetiyle ikrar ederek yatıyoruz. Kur'anı Kerimde bir
sahifede on sekiz peygamberin ismini zikrettikten sonra "İş-
te bunlar Allah'ın doğru yola eriştirdikleridir. Onların
yoluna uy" 62[62] buyurmakla geçmiş peygamberlerin Kur'an
tarafından bize bildirilen ve neshedilmeyen hükümlerinin
bizim içinde geçerli olduğunu haber vermektedir.
Bir ayette "Nuh'a buyurduğu şeyleri sitede şeriat yaptı" 63[63]
60[60]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/39-40.
61[61]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/40.
62[62]
En'am90.
63[63]
Şura 13.
buyuruyor. Bir başka ayettede "Doğruya meyleden
İbrahim'in dinine uy' 64[64] buyuruyor.
Bütün peygamberleri gönderen bir tek Allah olduğuna göre
getirdikleri itikad esasîarındada birlik vardır. Zaman, mekan
ve imtihana göre degişen ahkamda vardır. Eğer Kur'anı
kerim ahkamı bildiriyorda neshedildi veya bu yalnız onlara
hasdır 65[65] demiyorsa, "Orada onlara cana can, göze göz,
buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara karşılıklı
Ödeşme yazdık. Kim hakkından vazgeçerse bu onun
günahlarına keffaret olur. Kim Allah'ın indirdikleriyle
hükmetmezse işte onlar zalimlerdir" (Maide 45) ayetinde
olduğu gibi bizim içinde geçerlidir.
Günümüzde bir kısım yazarlar bu ayet Yahudiler
hakkındadır, bu ayet Hristiyanlar hakkındadır, bu İbni
Abbas hakkındadır, bu Mekkeliler içindir, bu Ensar içindir
diyerek bize yalnız namaz, oruç ve kelimei şehadeti
bırakıyorlar. Farkına varmadan İslami hareketlerin karşısına
dikilen bunlar baldan şarap yapar gibi Kur'an
ayetlerini.çarpıtarak Allah'ın yaratılmışlar üzerindeki
hakimiyetini yaratılmışlara vermeye çalışırlar.
Biz Kur'an ve sahih hadislerin haber verdiği neshedildiği
veya o kavme has olduğu bildirilmeyen geçmiş
peygamberlerin şeriatınada uymakla emrolunduk. Esbabı
nüzulün ayeti tahsis etmediğine, hükmünün genel olduğuna
inandık. Eğer ayetler, yalnız nazil oldukları insan veya
toplulukları ilgilendirmiş olsa idi bize yönelik ayet olmazdı.
Halbuki Kur'anı kerim Rasulün bütün alemlere
gönderildiğini haber verir. 66[66]

64[64]
Ali îmran 95.
65[65]
En'am 146 ayetinde olduğu gibi.
66[66]
Enbiya 107.
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/41-42.
Ayetlerin İbaresi, İşare'ti, Delaleti, İktizası

Fatiha suresinden Nas suresine kadar yüzondört sureye


Kur'an denildiği gibi bir tek ayetinede Kur'an denir. 67[67]
Kitabı en güzel olarak indiren 68[68] Allah'dan daha doğru
sözlü olmadığını bildiren 69[69] Allah (c.c.) ün kelamını
anlamaya çalışan öncülerimiz ve önderlerimiz bir ayeti
incelerken bu ayet Has mıdır, Âm'mıdır, Müşterek midir,
Müevvel midir, Zahir midir, Nas mıdır, Müfesser midir,
Hafi midir, Müskil midir, Mücmel midiri, Müteşabih midir,
Sarih midir, Hakikat manasındamıdır, Mecaz mıdır, kinaye
mi vardır diye araştırdıktan sonra bu ayet ibaresiyle ne
diyor, işaretiyle ne diyor, delaletiyle ne diyor, iktizasıyla ne
diyor diye araştırmışlar.
Bu kadar teferruat zorlaştırmak için değil kolaylaştırmak
içindir. Aslında her dilde yazılmış eserleri anlamak için bu
tür bakış metodu geliştirilmiştir.
Edebi sanatların adını bilmesede Türkçe konuşan bir insan
"açık göz" tabirinde hakiki mana ile kinayeyi bilerek
kullanır. Ama kinaye nedir bilmez.
Yukarıda saydığım yönlerin isimlerini Ebu Cehil sayamazdı
ama arabça çok iyi bildiğinden ayetin ibaresiyle neyi
kasdettiğini, işaretiyle neyi kasdettiği bilirdi.
Misal "Allah alışverişi helal kıldı. Faizi haram kıldı" 70[70]
ayetinin ibaresiyle alışverişin helal, faizin haram olduğunu,
işaretiylede alışverişle faizin aynı olmadığını ve kendilerinin
söylediği "alışverişte faiz gibidir" sözüne cevap olduğunu
anhyorlardı.
Misal "Onların işleri aralarında şura iledir" 71[71] ayetinin

67[67]
A'raf 204, Nahl 97, İsra 45, ayetlerinde okunan ayetlere Kur'an dendiğim görüyoruz.
68[68]
Zümer 23.
69[69]
Nisa 122.
70[70]
Bakara 275.
71[71]
Şura 38.
ibaresi bize işlerimizi istişare ile yapmamızı, devlet
yönetiminin şura ehliyle istişare edilerek yapılması
gerektiğini öğretirken, işaretiyle şura ehlinin yetiştirilmesini
onların yetişeceği okulların açılmasını emretmektedir.
Misal "Eğer anne ve babandan biri veya her ikisi, senin
yanında ihtiyarlayacak olursa, Onlara karşı "Öf
deme" 72[72]ayetinin ibaresinden anne ve babaya "öf demenin
yasak olduğunu öğreniyoruz. Ayette dövmek
yasaklanmıyor. Ama ibaresi "öf demeyi yasaklayınca
Delaletiyle biz dövmeninde yasak olduğunu anlıyoruz.
Misal "Anneleriniz, kızlarınız, kızkardeşleriniz........haram
kılındı" 73[73] ayetine göre neleri haram kılındı, bilinemiyor.
Onlarla görüşmek, konuşmak, ellerinden tutmak mı haram
kılındı?, İşte burada bir kelime iktiza ediyorki
oda."Nikahlamak" lafzıdır. Ayetin ibaresinden, bunların
haram kılındığını, iktizasmdanda Nikahlanmamn haram
kılındığını öğreniyoruz.
Misal "Leş, kan, domuz eti, Allah'dan başkasına kesilenler,
boğulmuş, bir yerine vurularak öldürülmüş, düşüp
yuvarlanmış, bir başka hayvan tarafından susulmuş, yırtıcı
hayvanlar tarafından yenmiş olanlar, dikili taşlar üzerinde
boğazlananlar ile fal oklanyla kısmet aramanız size haram
kılındı" 74[74] ayetinde leşin, kanın ve diğerlerinin haram
kılındığı bildirilmekte. Peki neyi haram kılındı? Yenmesi mi
derisi mi, kemiği mi, boynuzunu kullanmak mı? İşte burada
"yenmesi" kelimesi iktizasıdır.
Domuzun dışındakilerin kemiğinden, derisinden,
boynuzundan, yararlanabilirsiniz. Bize yenmesi
yasaklanmıştır. Ayetlerin vecihlerini (Nazm, beyan, isti'mal
ve vukufunu), Beyan yönlerini (Takrir, tefsir, tağyir, tebdil,
zaruretini) Hakikat, mecaz ve kinayesini bilmeyenler "Kim

72[72]
Isra 23.
73[73]
Nisa 23.
74[74]
Maide 3.
bu dünyada kör olursa ahirette de kör ve daha şaşkın
olacaktır." 75[75] ayetine bakarak körlerin kötü durumunun iki
dünyadada devam edeceğini söyleyeceklerdir. Halbuki
ayette kalbi kapalı kafirler kasdedilmiştir. 76[76]

Emir Ve Yasaklar

Bir üst'ün, birşeyin yapılmasını istemesine Emir denir. Bir


şeyin yapılmamasını istemesinede yasak denir. Usul
kitaplarında kesin olmamakla beraber yuvarlak hesap bin
emir ve bin yasak olduğu ifade edilir.
Kur'anı kerimde birşeyin emredildiğini bize bildiren emir
kipleri (sığaları) şunlardır.
1- Kılınız, veriniz itaat ediniz gibi emir fiilleri.
2- Emir lamıyla gelen fiili mazi: "Kim ramazan ayma şahid
olursa oruç tutsun (Li Yesumhü)" 77[77] ayetinde olduğu gibi.
3- Emir yerine geçen masdar: "Savaşda kafirlerle
karşılaştığınızda boyunlarını vurun" 78[78] ayetindeki (Darb-
er-Rikab) gibi.
4- Emir fiili manasında isim:"Haydi gel"manasındaki
(Heyte lek) ismi gibi 79[79]
5- Kendisinde talep manası bulunan haber cümlesi: Saf
suresinin 10-12 nci ayetlerinde azabdan bizi kurtaracak
ticaretin, Allah'a Rasulüne iman ve Allah yolunda canımız
ve malımızla cihad olduğunu haber verirken imanı ve cihadı
emretmektedir. 80[80]

Emir Kipleri (Sığaları) Nın İfade Ettiği Hüküm

Bazı emirler varki vucup ifade eder. Mutlakayapılması


75[75]
İsra 72.
76[76]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/42-43.
77[77]
Bakara 185.
78[78]
Muhammed 4.
79[79]
Yusuf 23.
80[80]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/44.
gerekir. Yapılmadığı takdirde cezayı gerektirir. İnkarıda
küfrü gerektirir.
Bazı emirlerde varki ibaha ifade eder. Yapmak veya
yapmamakta serbest oluruz. Mesela: "İhramdan çıktığınızda
avlanınız" 81[81] ayetine göre hacca giderken ihramla beraber
silahda götürmemiz gerekecek. Veya "Cuma namazı
kılınınca hemen yeryüzüne dağılınız" 82[82] ayetine göre
selam verince hemen dışarı çıkmak farz olacak. İşte bu tür
emirlere emri ibahi denir.
Bir emrin vucup mu yoksa ibaha mı ifade ettiğini bilmek
için bazı kaideler getirilmiştir. Mesela: o emri yerine
getirmeyenler kınanıyorsa, azab vadediliyorsa, bir ceza ile
korkutuluyorsa o emir vucup ifade eder.
Genel olarak emirler vucup ifade eder. İbaha ifade ettiğine
dair bir karine, işaret olmalıdır. Bu konuda da ölçü
efendimizin (s.a.v.) hayatıdır. Yoksa "Haram, aylar çıkınca
kafirleri bulduğunuz yerde öldürünüz" 83[83] ayetine göre
haram aylardan sonra mutlaka kafir öldürmemiz
gerekecekti.
Bazı emirlerde vardırki tehdit içindir. Mesela kafirlere
hitaben "Dilediğinizi yapın Allah yaptıklarınızı
84[84]
görmektedir." ayeti dilediklerini yapmayı emretmez. Bu
tehdit içindir. Sakındırmak için 85[85] aciz bırakmak için 86[86]
ibret için 87[87] gelen emirler vardır. 88[88]

Emrin Tekrarı Gerekmez

İnsanlar arasında verilen emir yerine getirilmekle sona erer.

81[81]
Maide 2.
82[82]
Cuma 10.
83[83]
Tevbe 5.
84[84]
Fussilet 40.
85[85]
İbrahim30.
86[86]
Bakara 22.
87[87]
En'am 99.
88[88]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/44-45.
Buna binaen bir defa namaz kılanda emri yerine getirmiş
olur denemez. Kur'anı kerimde emirler bir sebebe dayah
olarak emredilmiştir. Mesela namazın farz olması için vakit
bir sebep kılınmıştır. Ramazan orucu için ramazan ayı, Hac
için Mescidi haram sebep kılınmıştır.
Sebebin tekrar etmesiyle biz emirlerin gereğini yerine
getiriyoruz. Namaz vakitleri ile ramazan ayı tekrar tekrar
yeniden gelmektedir. Mescidi haram tekerrür etmediği için
gücü yetenlere her sene hac farz değildir.
Her emrin vucubu için bir sebep vardır. Birde o emrin edası
için sebep vardır. Mesela namazın vucubu için sebep
vakittir. Edası için sebep Allah'ın emridir. Bazan kutuplarda
olduğu gibi vakit olmayabilir. Ama Allah'ın emri ise
heryerde vardır. Vaktin olmadığı yerde emir vardır. Vakitler
takdir edilerek emir yerine getirilir. Bazı emirler vardır ki
hemen yapılması gerekir. Bazı emirler vardırki daha sonra
yapılmasınada müsaade edilmiştir. Mezhepler arasında
ihtilaf olmasına rağmen mutlak olan, belirli bir zamanla
kayıtlı olmayan emirler Ömri dir. Yani farz olduğu an
yerine getirilmesi gerekmez. Hac gibi daha sonrada yerine
getirilebilir. 89[89]

Nehiy-Yasak

Yasak, bir üst'ün yapılmamasını istediği şey, ayeti kerimeye


göre bütün insanlar bir erkekle bir kadından dünyaya
geldiğine göre 90[90] Hadisi şerifte "Bütün insanlar tarak
dişleri gibi eşit" olduğuna göre birinin diğerlerine üstünlük
sağlayarak emir veya yasaklar koyma haram veya helali
belirleme yetkisi yoktur.
Bütün varlıkları yaratan yüce Allah insanların bu dünyada
neyi nasıl yapacaklarını, neleri yapmayacaklarını
89[89]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/45.
90[90]
Hucurat 13.
belirlemiştir.
Kur'anı kerimde yasaklama kipler (sığaları) da çeşitlidir.
1- Başına La gelen müzari fiili ile"zinaya
91[91]
yaklaşmayınız" ayetinde olduğu gibi.
2- Yasaklama manasına gelen emir "Pis putlardan sakının,
yalan sözlerden çekinin"92[92] ayetinde olduğu gibi.
3- Yasakdır. Yasaklar ifadeleri ile "Allah; fuhşiyatı, fenalığı,
haddi aşmayı yasaklar" 93[93] ayetinde olduğu gibi.
4- Haramdır. Haram kılındı ifadeleri ile "size anneleriniz,
kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz.... ile
evlenmek haram kılındı" 94[94] ayetinde olduğu gibi.
5- Helal değildir ifadesi ile "Kadınlara verdiklerinizden bir
şey almanız size helal değildir" 95[95] ayetinde olduğu gibi.
Birşeyin yasak olması o şeyin batı! olmasını gerektirir mi?
sorusunun cevabmdada mezhepler arasında ihtilaf
edilmiştir. Hanefilere göre birşeyin fasid veya batıl
olduğunu sari' (kanun koyusucusu) tesbit eder. Birşeyin
sıhhati için gerekli şart ve rükünler bulununca fesad veya
batıllığı kalkar. Onun için birşeyin yasak olması o şeyin
batıl olmasını gerektirmez. Mesela, cuma ezanı okunmaya
başlayınca hemen camiye yürümek farz96[96] o esnada
alışveriş yapılmaz. Eğer yapılırsa alışverişin şartlarıda
yerine gelmişse yasağı çiğnemekten günaha girilir ama
alışveriş aktide geçerlidir. "Günahda ve düşmanlıkta
yardımlaş mayınız" 97[97] ayetine göre içki bayiine üzüm,
silah fabrikasına sahip düşmana demir satılmaması gerekir.
Ama satış yapılırsa satış esnasında alınıp satılanlar meşruu
mallar olması nedeniyle akid geçerlidir. Emre muhalefetten
mekruh bir iş işlenmiştir.

91[91]
İsra 32.
92[92]
Hac 30.
93[93]
Nahl 90.
94[94]
Nisa 23.
95[95]
Bakara 229.
96[96]
Cuma, 9.
97[97]
Maide 2.
Genellikle yasaklar haramı ifade eder. Ama karine ile
kerahetinede hükmedilir. 98[98]

Has Ve Âmm

Kur'anı kerimde geçen kelimeler ya birtek manaya gelirler


veya çokluk ifade ederler. Mesela "Ey insanlar" diye
başlayan bir ayette "Nas" kelimesi insanlardan başkasına
söylenmediği için insan cinsini ifade ettiği için Has dır.
Yani o hitabın ardından gelen emir veya yasak yalnız insan-
laradır; Meleklere veya hayvanlara değildir.
Ayrıca "Nas" kelimesi bütün insanları içerdiği içinde Amm
dır. 99[99]

Âm'mın Hükmü

Âm'm bütün fertlerini içine alan lafızdır.Bir kelimenin Âm


olduğunu bildiren alametler:
1- İstiğrak için olan Lamı ta'rif.
Mesela: "Allah alışverişin helal, faizi haram kıldı"
ayetinde 100[100] her çeşit alışverişin helal herçeşit faizin
haram olduğunu Bey' ile Riba kelimelerinin başına gelen El
lamı tarifinden anlarız.
2- Şart isimleri: "Kim Ramazan ayına şahid olursa oruç
tutsun" 101[101] ayetindeki "kim" kelimesi bütün akıl, baliğ ve
muktedir Müslümanları içine alır.
3- İsmi mevsuller: "O kimselerki faiz yiyorlar onlar ancak
şeytan çarpmış kişiler gibi kalkarlar" 102[102] ayetindeki
Ellezine de umum ifade eder.
4- Her, hepsi tamamı manalarına gelen Küllü ve Cemi1

98[98]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/46-47.
99[99]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/47.
100[100]
Bakara 275.
101[101]
Bakara 185
102[102]
Bakara 275
kelimeleri: "Her nefis ölümü tadacaktır 103[103] ayetindeki
"her" manasına gelen Küllü kelimesi elfazıâm'dandır.
5- Nefihden sonra gelen nekre: "Dinde hiç bir zorlama
yoktur." 104[104] ayetinde lâ'dan sonra gelen İkrahe kelimesi
onu ifade eder.
Âm olan ayetlerin hükmünü tahsis eden başka bir delil
olmadıkça katiyyet ifade eder.
Mesela: "Yeryüzünde hiçbir canlı yokturki rızkı Allah'a ait
olmasın" 105[105] ayetinde Allah'ın rızkının bütün canlılara
şamil olduğunu hiçbir canlıyı istisna etmediğini haber verir.
Âm olan ayetlerin tahsisi:
1-Ayetle ayet tahsis edilir.
Mesela: Kocası ölmüş kadınların dört ay on gün iddet
beklemelerini emreden ayet 106[106] bütün kocası ölmüş
kadınları içerir.Kocası ölmüş hamile kadınların iddetinin
doğuma kadar olduğunu bildiren ayet 107[107] ise yukardaki
bütün kocası ölmüş kadınlardan hamile kadını istisna
etmiştir.
2- Mütevatir veya meşhur hadisle umum ifade eden ayetin
tahsisi:
Mesela: Evlatlara kalan malın taksimini bildiren
ayetde 108[108] yalnız "evlatlar" kelimesini kullanmış. Bu
ayete göre babasının malına göz dikerek babasını öldüren
evladda varis olması lazım. Ancak peygamber efendimiz
"Katil hiçbir şekilde öldürdüğüne varis olamaz. (Ebu Davut-
Diyat) hadisiyle ayeti tahsis etmiştir.
Ayette "Hırsızlık yapan erkekle, hırsızlık yapan kadının
ellerini kesin" buyurur. 109[109] ayetin genel anlamına göre bir
yumurta çalanında eli kesilmesi gerekir. Ancak efendimiz

103[103]
Ali İmran 185
104[104]
Bakara 256
105[105]
Hud 6
106[106]
Bakara 234
107[107]
Talak 4
108[108]
Nisa 11
109[109]
Maide 33
"Dinarın dörtte birinden aşağısında el kesilmez" hadisi ayeti
tahsis etmiştir. (Müslim hadis no 1684)
Allah'ın ismi anılmadan (besmele çekilmeden) kesilen
hayvanın yenmeyeceğini bildiren ayet 110[110] kesenin
Müslüman mı, hristiyan mı, mecusi mi olduğunu bildirmez.
Müslümansa unutarakmı yoksa kasden terkederekmi
kestiğini de bildirmez. Bu ayete göre bir Müslüman
besmeleyi unutarak koyun kesse veya besmeleyi bilmeyen
bir Hristiyan kesse o koyun yenmez. Hadisi şerife göre ise
besmele çekilip çekilmediği bilinmeyen bir eti besmeleyle
yemek helaldir.
"Müslüman besmele çeksede çekmesede kestiği helaldir"
buyurmuş Efendimiz. 111[111]

Mutlak Ve Mukayyed

Bir şeyi tayin veya tahsis etmeden o şeyin tamamını


içerdiğine delalet etmeden o şeyin cinsinde şayi olan lafza
Mutlak denir. Bunun ak-sinede Mukayyed denir.
Mesela: Maide suresinin üçüncü ayetinde haram kılınanlar
arasında kanda zikredilmekte, Buradaki kan (Dem) kelimesi
Mutlaktır. İnsan kanımı, koyun kanımı, akan kanmı yoksa
etin içindeki, ciğerdeki kanmı diye ta'yhı ve tahsis
edilmemiştir. Ancak En'am suresinin 158 nci ayetinde ise
"akıtılmış kan'ın haram olduğunu ifade ederek tahsis etmiş
ve Mukayyed olmuştur. Buna göre dalak, ciğer, ve etin
içindeki kanın haram olmadığı ortaya çıkar.
Mutlak olan ayetler kolaylık getirdiğinden, Allah (c.c.) de
kolaylığı murad ettiğinden, ayet ayrı bir hüccet olduğundan
mutlak, rriukayyede hamledilmez. Hanefilere göre Mutlak,
Mukayyetle hamledilmez.

110[110]
En'am 321
111[111]
Nasb-r-Raye 4/183
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/47-49.
Misal: 1- Evlenilmesi haram kılınan kadınları sayarken ayeti
kerime 112[112] süt anneleri ve süt kız kardeşlerimde zikreder,
ne kadar emdiğini zikretmediğinden ayet Mutlaktır. "Ayrı
ayrı iki defa veya beş defa emmek haramdır" diye rivayet
eden hadislerle Mutlak olan ayet Mukayyede hamledilmez
ve Hanefilere göre bir yudumluk sütle süt kardeşi veya süt
annesi olunur.
Misal: 2- Keffareti zıhar için bir köle azadını emreden
ayette 113[113] kölenin mümin veya kafir olacağını
açıklamadan Mutlak olarak bahsetmiş. Hata ile bir mümini
öldürenin, mümin bir köle azat etmesini emreden ayet 114[114]
ise azat edilecek kölenin mümin olması gerektiğini
söylemiş.
Şimdi Hanefilerin "Mutlak, Mukayyede hamlolunmaz"
kaidesine göre keffareti zıhar için mümin veya kafir her
hangi bir köle azad edilirken, hata ile öldürmede ise azad
edilenin mümin olması gerekir.
Şafiilere göre ise Mutlak Mukayyede hamledildiğînden her
iki halde-de mümin köle azad edilir.115[115]

Kur'anı Kerim Tarihi

Cibrili- Emin aracılığı ile Kainatın yaratıcısı, yaşatıcısı,


öldürücüsü ve huzurunda toplayıcısı olan Allah (c.c.)
tarafından peygamberlerin sonuncusu Muhammed (s.a.v.)'e
gönderilen Kur'anı kerim gönüllere yerleşmesi için ağır ağır
(ayet ayet) 116[116] yirmiüç senede indirildi.
İndirilen her ayet ve her sure efendimiz tarafından vahy
katiplerine anında yazdırıldı. 117[117] Ve efendimiz zamanında
Hafizu-1-Kur'an olan Übeyy b. Ka'b, Muaz b. Cebel, Zeyd
112[112]
Nisa 23
113[113]
Mücadele 3
114[114]
Nisa 92
115[115]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/49-50.
116[116]
Furkan 25/32
117[117]
Buharı K. Fezailüî Kur'an babu Katibin-nebi Hadis 4669
b. Sabit, Osman b. Affan Ebud-derda, Sa'd b. Ubeyd, Ebu
Zeyd, Temimuddari, Mecmeü-İbnü-Cariye, Salim, Abdullah
b. Mesud, 118[118] gibi zatlarda o ayet ve sureleri
ezberliyorlardı. Kur'an, Efendimizin sağlığında yazıldı ve
ezberlendi.
Efendimizin vefatından sonra Hilafete seçilen Hz. Ebubekir
(r.a.) zamanında yapılan harplerle birçok hafızın şehid
olması üzerine endişelenen Hz. Ömer bu endişesini Hz.
Ebubekire açar onu ikna eder. Hz. Ebubekir de efendimiz
zamanında Kur'anı kerimi yazan ve gönlüne nakşeden Zeyd
b. Sabiti çağırır durumu ona bildirir ve Kur'anın toplanması
konusunda onu ikna eder. Zeyd b. Sabit de hurma dallarına,
beyaz taşlara ve kemiklere yazılanları ve hafızalardakini
topladı. Toplanan bu Mushafı Hz. Ebu bekire teslim etti.
Vefatından sonra Hz. Ömere geçti. Hz. Ömerin vefatı
üzerine Efendimizin hanımı Hz. Ömer'in kızı Hafsa ya
bırakıldı.119[119]
Buharinin bu hadisinden de anhyoruzki Kur'anı kerim
Peygamber efendimiz zamanında taşlara, hurma dallarına
kemiklere yazılmış hafızalara alınmıştır.
Kur'anı kerimin yedi harf üzerine nazil olması
nedeniyle120[120] Irak, Şam, Azerbeycan dolaylardında
fetihlerle meşgul olan sahabeler arasında kıraat farklılıkları
ihtilaflara sebep olunca Huzeyfe (r.a.) durumu Hz. Osmana
bildirdi. Yahudi ve Hristiyanların kendi kitaplarında düştük-
leri ihtilafa düşmemelari için tedbir almasını istedi. Bunun
üzerine Hz. Osman r.a. Hafsa (r.a.)nın yanındaki Mushafı
istedi. Hz. Zeyd b. Sabit başkanlığında Abdullah b. Zübeyr,
Sa'd b. As ve Abdürrahman b. Haris b. Hişama yeniden
yazmalarını istedi. Komüsyondakilerden Zeyd hariç
diğerleri Kureyşlidir. İhtilaf ettikleri kelimelerde Kureyş

118[118]
El İbane, Mekki b. Ebi Talip s: 52-54
119[119]
Buhari K. Ahkam babu yüstehabbü lilkatıp hadis 6753
120[120]
Buharı K. Fezailüî Kur'an Babu Ünzilel Kur'ana Ala sebati Ahrafin hadis 4671
lehçesine göre yazmaları çünkü Kur'anın onların dili üzerine
nazil olduğunu bildirdi. Bir kaç nüsha yazıldı ve dışarıya
gönderildi. Hafsanın Mushafı kendisine geri verildi ve diğer
farklı nüshaların yakılması emredildi. 121[121]
Cephedeki Kur'an okuyucular arasındaki bir kısım ihtilaf,
mana ayrılığı meydana getirmiyordu. Ancak aynı manayı
ifade eden lafzın okunuşunda ihtilaf vardı. Mesela "cezve"
kelimesini 122[122] cizve veya cüzve diye okuyanlar vardı.
Bir kısmı takdim ve tehirde, hareket değişikliklerin de ve
harf değişikliklerinde de ihtilaf yapıyorlardı. Bütün bu
ihtilafları kesmek için devlet başkanının tedbir almasını
Huzeyfe, Hz. Osmandan ister.
O da gerekli tedbiri alır. Komüsyon tarafından yazılan yedi
adet Mushaf şehirlere gönderildi. Halkın elindekilerde bir
kısmı yakıldı bir kısmida tekrar yazıda kullanılmak üzere
suda yıkanarak imha edildi. Bunların yakılmasına sebep:
Birçok sahabe kendisi için yazdığı Mushafa tefsir
kabilinden kelimelerde yazmıştı. Efendimizden duyduğu
duaları şerhleride yazmışlardı. Zamanla ihtilafa sebep
olmasın diye yakıldı veya yazılan yıkanıp yeniden
malzemeleri kullanıldı.
Şii kaynaklara göre; Bütün bu olaylara yakinen şahid olan
Hz. Ali r.a. "Osmanm yerinde ben olsa idim aynısını
yapardım" 123[123] diyerek onun icraatını onaylamıştır.
"Hz. Alinin de bir Mushafı vardı. Onda başka sureler vardı.
Hz. Osman onları bu Mushafa almadı" gibi zihin karıştırıcı
sözler hiçbir şii kaynağında yoktur. 1400 senelik tarih içinde
şiilerle sünnilerin Mushafı aynı olmuştur. Ayn bir Mushafın
basıldığı görülmemiştir.
Bu tür sözler arabozucu batılı müsteşrikler ve Kazanlı
Kâzım beyin işbirliğiyle ortaya atılmıştır. Ama şii ve sünni
121[121]
Buhari K. Fezaiîül Kur'an babu Cem-il-Kur'an Hadis 4668
122[122]
Kasas 28/29
123[123]
Ükzübetü Tahrif-il-Kur'an s: 51 Şeyh Rasul Caferayn Tahran 1985, Elmukni' Li Ebi Amr-ed-dani s:
18
çevrelerden ilgi görmemiştir. Ancak şii- sünni
çatışmasından çıkar sağlayan çevreler müsteşrikler
tarafından ortaya atılan iğrenç iftirayı gündeme getirmekle
İsrar etmektedirler.
Şiilerin el-kafi isimli eserinde Kur'anin eksikliği
konusundaki iddialar yine şiiler tarafından reddedilmiş ve
her mezhepde hadis uydurucuları olduğu gibi şiilerdede bu
tür şeyler uydurulmuştur diye el-kafi savunulmuştur. 124[124]
Bir sure veya ayetin Kur'andan olduğunu isbat etmek için üç
şart gerekiyor:
1- Peygamber efendimizden tevatür yoluyla bize
nakledilmiş olması gerekir. Allah'a hamdolsunki ondört asır
içinde birgün dahi o tevatürü zedeleyecek bir durum
olmamıştır. Binlerce hafızımız gönülden gönüle dil
kanalıyla Kur'anı Kerimi nakletmişlerdir.
Peygamber efendimizin zamanından ondört asır sonra
dünyaya teşrif eden Abdürrahman Gürses hoca efendinin
icazetnamesinde kırk kadar ra-vinin isimleri zikredilerek
Efendimize ulaşmaktadır.bu kıraat senedinin silsilesir...
Tarihde hiçbir kitabın veya hikayenin veya destanın
rivayetinde böyle bir senet,silsilesi tutulmamıştır.
2- Hattı-Osmaniye'ye (yani hazreti Osman yazdırdığı hatta)
uygun olması gerekir. Bugün henüz Hz. Osmanın yazdırdığı
Mushafların herhangi birine sahip değiliz. Ancak birçok
kıraat kitaplarında Fatihadan, Nas suresine kadar baştan
sona Kur'andaki her kelimenin nasıl yazıldığını ve
okunduğunu tarif eder kitaplarımız vardır. Bu
tariflere.uygun olarak Hattı Osmani üzerine Mushaflar
basılmıştır.
Ebu Amr Osman b. Said-ed-Dani (Ö:444)"Elmukni'fi Resmi
Mesa-hıf-il-Emsar" isimli eserinde Şam, Basra ve Küfeye
gönderilen, Medinede kalan Mushaflara bakarak kelimelerin

124[124]
Bak Ükzübetü tahrif-il Kur'an Şeyh Rasul Ca'ferayn 1985
nasıl yazıldığını bize tarif edivermiş ve bu eser günümüze
kadar gelmiştir.
3- Arap dil. kaidelerine uygun olması gerekir.
Bu üç şarttan asıl olanı birincisidir. Yani tevatür şartıdır.
Tevatürle bize gelen bir ayette dil kaideleri yönünden bir
uyumsuzluk olsa tevatürü esas alırız. Çünkü her dilde
olduğu gibi arap dilindede dilciler arasında ihtilaf vardır.
Sibeveyhle-Kisai, Basra mektebiyle Küfe mektebi arasında-
ki ihtilaflar ciltler doluşudur.
Türk dili yapısında birçok değişmeler olduğu gibi Arap
dilindede olmuştur. Bugün müsteşrik tipi araştırma yapan
bir kısım arap bilgini kendi kullandığı gramer bilgisine
kıyas ederek Kur'anda yanlışlar aramaya kalkmıştır. Ancak
kendi eksikliğini açıklamaktan başka birşeyede yara-
mamıştır.
Biz Allah'ın iki çeşit ayetinin olduğuna inanırız.
1- Okunan ve amel edilen Kur'anı kerim ayetleri
2- Tabiattaki ayetleri 125[125] yani tabiat kanunları.
Tabiat konunîarı yaratılalı kaç bin, milyon veya milyar sene
olduğunu kesin olarak bilemiyoruz. Ancak bugüne kadar
tabiat kanunları üzerinde araştırma yapan fizik, kimya,
biyoloji vs. uzmanlarından bir tanesinin tabiat kanunlarında
bir düzensizliğe, eksikliğe veya fazlalığa rastladığını
söyleyen olmamıştır.
Allah (c.c.) milyon veya milyar sene önce koyduğu
milyonlarca tabiat kanununda hata etmiyecek her çağa
uygun olacakda bindöryüz sene önce indirilen altıbin küsur
ayette mi kusur edecek ve bu çağa yeterli olmayacak?
Bu tür iddiayı ortaya atanlar somut bir örnek veremiyorlar.
"Mesela Kur'anm şu emri veya yasağı çağımıza uygun
değildir" diyemiyorlar. Ancak papağan gibi öğretileni tekrar
ediyorlar.

125[125]
Yasin 36/33, Isra 17/12, Yusuf 12/105
İslam hukukunun ana kaynağı olan Kur'anı Kerimde itikada,
ibadete, güzel ahlaka dair ayetler olduğu gibi Aile
hukukuna, 126[126] Medeni hukuka 127[127] Ceza
128[128] 129[129]
hukukuna Muhakeme usulüne Uluslararası
130[130]
hukuka Devlet bütçesinin girdisi çıktısıyla ilgili 131[131]
ayetlerde vardır. 132[132] Hulasa Kur'an insanlara
gönderildiğinden hükümleri her çağda her sorunu çözecek
şekilde indirilmiştir.
Zamanın değişmesiyle Kurallarında değişeceğini, Kuranın
bindörtyüz sene önce nazil olması nedeniyle şartların çok
değiştiğini, ziraat toplumundan sanayi toplumuna
geçildiğini, ziraat toplumunda kapalı aile hayatı olduğunu
sınırlı mekan üzerinde sınırları istekleri olduğunu, günü-
müzde ulaşım ve iletişim vasıtalarının hızıyla dünyanın tek
aileye dönüştüğünü onun için bindörtyüz sene öncesinin
kurallarının bugün geçerli olmayacağını söyleyenler 1)
Kur'anı dikkatli okumayanlar
2) Yarının ne getireceğini bilemeyen insanın yaptığı
kanunlarla yarını yaratan Allah'ın kanunlarını yargılamaya
kalkanlardır. 133[133]

Kur'anı Kerim Hakkında Genel Bir Malumat

Kur'anda en uzun sure Bakara suresi Kur'anda en kısa sure


Kevser suresi Kur'anda en uzun ayet Müdaycnc ayeti 134[134]
Kur'anda en kısa ayet Velfecr ayeti 135[135] İlk nazil olan ayet
İkra oku 136[136] En son nazil olan ayet Bakara suresi 281nci
126[126]
Talak suresi 1, Bakara 234 gibi yetmiş ayet.
127[127]
Bakara 282, Nisa 29, Ali İmran 130, gibi yetmiş dolayında ayet
128[128]
Bakara 178, Şura 40, gibi otuz kadar ayet
129[129]
Bakara 182, Maide 49, gibi otuz ayet
130[130]
Bakara 190, Enfal 61, Tevbe 6, gibi yirmibeş kadar ayet
131[131]
Tevbe 60, Zariyat l9, Enfal 1, gibi on kadar ayet
132[132]
Mefhumu fikhil İslami, Nizamüddin Abdülhamid s: 104-108
133[133]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/50-54.
134[134]
Bakara 282
135[135]
Fecr 1
136[136]
Alak suresi 1
ayet İlk nazil olan sure Fatiha suresi En son nazil olan sure
Nasr suresi Kur'anı kerimde 114 sure vardır.
14 yerde secde ayeti vardır. Bu ayetler okunduğunda Tilavet
secdesi yapılması gerekir.
Tilavet secdesi olan yerler: Araf 7/206, Ra'd 13/15, Nahl
16/49, İsra 18/107, Meryem 19/58, Hac 22/18, Furkan
25/60, Nemi 27/25, Secde 32/15, Sad 38/24, Fussilet 41/37,
Necm 53/62, İnşikak 84/21, Alak 96/19. 137[137]

Mütevatir Kıraet'in Yedi İmamı

Tefsir hadis ve fıkıh ilimleri tedvin edildiği gibi mütevatir


kıraât'te belirli merkezlerde okutulmaya başlandı.
Mütevatir kıraat imamları olan:
1 NafT b. Ruveym. Medine H. 167/M. 783
2 Abdullah ibni Kesir. Mekke H. 120/M. 737
3 Ebu Amr b. Alâ. Basra H. 155/M. 771
4 Asım b. Ebin Nücud. Küfe H. 128/M. 745
5 Hamza b. Habib. Küfe H. 157/ M. 773
6 Ali el-Kisai Küfe H. 189/M.804
7 Abdullah b. Amir Şam H. 118/M. 735
Bu değerli alimler sahabe ve tabiinin rivayet ettiği Kur'anı
kerim üzerine bütün zamanlarını vermişler mütevatir kıraati
tesbit etmişler ve kendilerinden sonrakilere öğretmişler.
Bizim okumakta olduğumuz kıraat Ebu Ömer Hafs b.
Süleymanın (H. 180) Asımdan rivayet ettiği kıraattir. 138[138]

Ayet Sayılarına Göre Sureler

1- Ayet sayısı en fazla olan Bakara, Ali İmran, Nisa, Maide,


En'am, A'raf ve Yunus surelerine Seb'ı Tıval yedi uzun sure
denir.
137[137]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/54-55.
138[138]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/55.
2- Tevbe, Hud, Yusuf, Nahl, İsra, Kehf, Tana, Enbiya,
Müminun; Şuara, Saffat surelerine Miun yüzlükler yani
ayetleri yüz dolaylarında olanlar.
3- Enfal, Ra'd, İbrahim, Hicr, Meryem, Nur, Furkan, Nemi,
Kasas, Ankebut, Rum, Lokman, Secde, Ahzap, Sebc1, Fatır,
Yasin, Sad, Zümer, Mümin, Secde, Şura, Zuhruf, Duhan,
Casiye, Ahkaf, Muhammed, Feth, surelerine Mesani denir.
4- Hucurat suresinden Nas suresine kadar olanlarada
Mufassal denir.
a) Hucurattan Büruc suresine kadar olanlara Tivalı Mufassal
denir.
b) Buruc'dan Beyyine suresine kadar olanlara Evsatı
Mufassal denir
c) Beyyineden Nas'a kadar olanlarada Kısarı Mufassal
denir.139[139]

Bayrak Yarışına Devam

İnsanoğlunun yaratılışındaki Mevcud, iyiye, güzele ve


kemale olan meyli onu büyük edebiyatçıların eserlerini
okumaya şiirlerini ezberlemeye yöneltmiştir.
"İnsana bilmediğini öğreten" Rahmanımızdan daha güzel bir
kelamın olamayacağını Efendimiz şöyle ifade etmiş: "Allah
kelamının diğer sözlere üstünlüğü Allah'ın, yarattıklarına
üstünlüğü gibidir."140[140]
Fudayl b. Iyad ise beyninin ve yüreğinin en temiz yerinde
Kur'anı taşıyan ve Onunla hallenen Kur'an ehlini "Kur'anı
taşıyanlar, İslamın bayrağını taşıyanlardır 141[141] diye tarif
ederken bizi kıyamete kadar bayrak yarışına başlatmaktadır.
Birçok insanın yüreğine küfür bayrağı çekildiği bir asırda
gönlünde Kur'an bayrağını dalgalandıran yiğitlerimiz

139[139]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/55-56.
140[140]
Tergip ve Terhib 2/345
141[141]
Et-Tibyan fi Adabı Hamelet-il-Kur'an 26. Nevevi
Kur'anın gölgesinde insanları adalet ve ihsan sınırları
içerisinde mutlu kılarken kalbinde Kur'an olmayanların
halini Efendimiz "İçinde Kur'an olmayan kişi harab olmuş
ev gibidir" 142[142] buyurarak imanın olmadığı yerde küfrün,
aydınlığın olmadığı yerde karanlığın, temizliğin olmadığı
yerde, yılanların akreplerin olacağını, insanları ve toplumu
zehirleyeceğini haber vermiştir. Kur'anla yüreğini, ailesini
toplumu ve topyekün insanlığı aydınlatan insan, kalbinde
taşıdığı O Kur'an onda kaldıkça onun iki dünyanın
acılarından korunacağını Efendimiz şöyle haber vermiştir:
"Kur'an okuyunuz. Allah, kalbinde Kur'an olan kişiye azap
etmez."
iki dünyadada yanmamak için Kur'ana dönelim ve bu
girişimizin son sözünü Hz. Ömer'e bırakalım:
"Ey Kurra topluluğu!. Başınızı dik tutunuz. Kur'anla
yolunuz apaçık olmuştur. Hayırda yarış ediniz. İnsanlara
yük olmayınız". 143[143]

Tefsir Hakkında Takriz

Allâhül'hâdi Ve Aleyhi İtimâdı

Tefsiri Şerifinizi kemâli meserretle okudum. Mukaddes bir


mehabbetle ve musammim bir sa'yi gayretle ve ruhlara
verilen neşatla dolu. Ulûm'u dîniyyemizin esâsı ve menba'ı
Tefsir ve Hadisdir. Bir âlimin tefsir ve hadis takriri ile yüz
kişi mütenebbih olursa, bunu tahrir edince yüz-bin kişi
intibaha gelir. Ne mutlu Mahmud hoca efendiye ki Kur'anı
kerimi kürside evvelâ takrir ederek, bunu tahrir etmeğe
muvaffak olmuş.
Muhterem müfessir Kemâli fazileti, kuvve'i ilmiyyesine

142[142]
Fezailüî-Kur'an 55. ibni kesir
143[143]
Et Tibyan fi Adabı Hameleti-1-Kur'an 26
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/56.
mebni meâni'i Lafzı vecize içinde vardık yerdeki halk
mâbeynindeki taze ve mâhâza misaller ve temsillerle halkın
fehm edebileceği bir tarz ve üslûbda yazmış ve (âsâri
müteahhirîn, mesrûkatı mütekaddimîn) mesleğine sülûkden
de kendini tevakki kılmıştır.
Kur'anı Kerimin en yüce müfessiri olan sultânül enbiyâ
efendimiz olduğuna göre bir müfessir dahi evvelâ Sünen'i
Seniyye ve ahâdisi nebeviyyeye bihakkın vâkıf olmalıdır.
Zira Ashabı kiram bir ayet nazil olunca evvelâ
Efendimizden muradı ilâhisini suâl ederlerdi, Mahmud hoca
dahi bildiğimiz kadarı ile müddeti medîdedir, zâten sünen
ile iştigâlini yakînen müdrikiz.
Hem evvelâ kitabı mükerremi İstanbul camilerinde
alâmeleinnâs rûberû cemaat huzurunda bittefsir takrirle
hatmi kelâm ettikten bade mâhu bu va'z ve sohbeti içeren
takrir dersini bittahrir tefsir kitabı olarak vücûda getirme
zamanı gayri gelmiş olub, Hakteâlânın Kur'ana o bir
mev'ıza, bir va'z kitabıdır buyruğuna mutabık, adı aslına
muvafık, ismi cismine tevâfuk va'z tarzında anhâsîla,
minhâsîla nâsa erfak, zemâna evfak sözleri seçerek, saçarak,
kemâkân makbulü âmmeye mazhar, nâdîde bir tefsir
meydâna gelmiştir.
Bâlâdaki îzâhâtı mesrûdeden anlaşılacağı veçhile, o güzel
şeylerin güzellerinden güzellerini ala ala yazmış. Çünkü
Kelâmı kerim, kelâmı kibar ile anlatılınca elbette başlara
tâc, kalblere inanç, derdlere ilâç, ruhlara mi'râc olduğu
tahakkuk eder. Öyle ise anlatan ile anlayan fıtrî bir zekâya
mâlik, ahlâkı hamide ile mütehallık olmalıdır. Kaldıki bu
devrin insanları kalbden çok akılla yol aldığından sözler
ilmî olmalı ve ilmî yönden aklı feth etmelidir.
İlmi tefsir kitabının makbul ve müessir olması için birçok
şartlardan birincisi bunu veren ve alan onların lisanları ve
musammimlerinin sureti tarzında icra edilebileceğinden,
veren zâtın cemâatin ahvâli ruhiyyesini iyice anlamış
vaziyetde, onları gözönünde bulundurmasıdir. Müfessirin
bununda ehli olduğuna kaniiz.
Yazan ve okuyandan hak razı olsun. Zîrâ yer yüzünde
insanlığı ilme yönelten ve onu ibâdetden bile üstün tutan tek
din İslâm dînidir. Onun için ilim dîni denmektedir. Ba'de
edayı mavecebe aleynâ.
Ömrünüz medîd, İlminiz mezîd olsun efendim.

M.Ali Kırboğa Alatavi


(Karasakal Hoca)
Karaman da mukim. 144[144]

Bismillahirrahmanirrahiym

Esselami aleyküm ve rahmetullahi veberakatüh.


Elhamdulillahi Rabbil Alemin. Vel Akıbetülil müttekîn.
Vela udvane illa alezzalimin. Vessalatü vesselamü ala
Rasulina Muhammedin ve ala Alihi ve sahbihi ecmalyn.
Bazı hastalar vardır ki, doktora giderler muayene olurlar,
ilaç alırlar şifa bulurlar. Bazı hastalarda var ki, doktora
gittikleri ve ilaç aldıkları halde şifa bulamazlar. Üstelik
hastalıkları artar. Bu hastalar, aslında kendilerinin
hastalıklarını iyi teşhis edecek, ve hastalığına şifa olacak
ilaçları tavsiye edebilecek, doktoru bulamamışlardır da
ondan dolayı tedavi olamamışlardır.
Maddi hastalıkların tedavisi için bu işten anlayan uzman
doktora gidiyor, tavsiyelere uyuyor, şifa bulmaya
çalışıyorsak manevi hastalıklarımızın tedavisi için de bu işin
uzmanını bulup tedavi olmamız, onun vereceği reçeteye
göre hareket etmemiz gerekmektedir.
Ehliyetsiz kişilerden aldığımız reçete ve ilaçlar aksi tesir
yapmaktadır. Ondan sonrada kendi kendimize yakınıyoruz

144[144]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/7-8.
efendim doktora gittim ilaç aldım ama, aksi tesir yaptı diye.
Kardeşim doktora gittin muayene oldun, ilaç aldın, ama
yanlış doktora gittin, yanlış ilaç aldın. Kendi hastalığına
uygun ilaçları almadın oda aksi tesir yaptı. İnsan maddi
hastalığından dolayı yanlış tedavi uygulasa en kötü şartlarla
eceli gelmiş ise ölür kurtulur. Amma manevi hastalıklarda
yanlış tedavinin neticesi hüsrandır Allah (c.c.) korusun.
Maddi ve manevi hastalıklarımızın tedavisi için başka
yerlerde doktor aramayalım, ilaç aramayalım. Kur'an ve
sünnet şifahanesinde tedavi olmaya çalışalım.
Allah (c.c.) kendilerinden ve tüm müslümanlardan razı
olsun. Ben Mahmut Toptaş hoca efendiyi 1985 senesinde
hacı arkadaşlarımın Etilerdeki bir evde sohbet toplantısında
tanıdım. Orada kısa bir sohbet yapmak imkanı oldu. Bu kısa
sohbette benim hastalığıma şifa olacak ilaçlan verebilecek
doktor budur kanaati bende hasıl oldu. Kendileri ile kurmuş
olduğum irtibatımı devam ettirdim.
Sonradan Çemberlitaş Gazi Atik Ali Paşa Camiinde cuma
günleri namazdan önce sohbetlere başladı. Tabiri caiz ise o
günden sonra cuma günlerini iple çekmeye başladım. Kur'an
sohbetlerinden son derece haz duyuyordum.
1989 senesinde cağaloğlunda Cezeri Kasım Paşa
Camiindeki konferans salonunda Kur'am Kerimin
açıklamalarına başlıyorum dediğinde ne kadar sevinmiştim
tarif edemem.
Çünkü dinimi direkt kaynağından ve ehil bir ağızdan
öğrenmeye ve anlamaya başlıyordum.
Allah (c.c.) nasip etti. Dört seneye yakın bir zaman Kur'am
Kerimin tefsirini dinledim. Anlaşılması güç ve zor olan
ayeti kerimeleri bile yediden yetmişe herkesin
anlayabileceği ve sade bir dille anlattığı için dersi takip eden
hepimiz arılayabiliyorduk. Onun için konferans salonu her
sınıftan insanımızın dersleri takip etmesi ile dolup taştı.
Hocamızın arada bir yapttği espirilerde bu derslere renk
katıyor, yorgun gelen dinleyici kardeşlerimin uykusunu
dağıtıyordu. Ben şahsen bu derslerden almış olduğum enerji
ile bir hafta boyu kalbimi canlı tutmaya gayret gösterdim.
Derslerden, Kur'andan almış olduğum ruhla mutluluğu
yakalamaya çalıştım.
Eş ve dostlarıma derslere gelmelerini tavsiye ettim, bir kerre
gelen zaten terk edemiyordu. Hatta bir dostum "sen benî
zehirledin bir başladım bir daha bırakamıyorum" diye latife
yaptı.
Velhasıl dinimizi kaynağından duydum, duyduklarımı
hayatımda, ailemde ve arkadaşlarım arasında uyguladığım
zaman yüzde yüz isabet kaydeden neticeler aldım. Mutlu
oldum, huzurlu oldum. Allah (c.c.) öğrendiklerimizle amel
etmek, hayatımızın her safhasına geçirmek nasip eylesin.
İşte elimizdeki bu tefsir, şifa tefsiri; kıymetli hocamızın
ihlaslı olarak yorgunluk, soğuk, sıcak, hastalık demeden
dört yıl boyunca Cezeri Kasım Paşa Camii konferans
salonunda anlatmış olduklarının yazıya dökülmüş ve
bilgilerin devamlılığı, kalıcılığı sağlanmış şeklidir.
Allah (c.c.) Mahmut Toptaş hocamızdan razı olsun ve
hayırlı, bereketli ömürler nasip eylesin de şifa tefsirinin
diğer ciltlerini tamamlasın.
Şifa tefsiri şimdiye kadar yazılmış olan tefsirlerden çok
farklı bir üslup ve dille yazılmış. Herkesin ve her kesimden
insanın kolayca anlayıp kavrayabileceği bir dozda
okuyucuya sunulmuştur.
Şifa tefsirinin en önemli özelliğinden biriside Ayeti
kerimelerin mealleri ve tefsirlerini vermekle kalmamış her
okuyucu müslümana günümüzde bu ayeti kerimeler ne
demek istiyor, nasıl davranması gerekiyor onlar
açıklanmıştır.
Tefsirde Kur'an ayetleri, Kur'anı Kerimin diğer ayetleri ile
ve peygamber (s.a.v.) efendimizin hadisi şerifleri ile
açıklamış, tefsir edilmiş, lüzumsuz yorum ve hikayelerden
kaçınılmıştır.'
Ayrıca kelime ve kavramlar üzerinde durularak köşe taşı
durumunda olan kelimelerin İslama göre nasıl anlaşılması
ve kavranması gerekiyor sıkça vurgulanmıştır.
Şifa tefsiri okumaya değer, okuyanların zevkle, usanmadan
okuyabileceği ve anlayabileceği ihlaslı ve değerli
çalışmanın bir ürünüdür. Ben bir eserin kendimde tesirini
görüyorsam onun samimi bir kalple yazılmış olduğuna
hükmediyorum. Bu eserede o gözle bakıyorum.
Bindöıtyüz küsur sene önce rahmet peygamberi Muhammed
Mustafa (s.a.v.) efendimize inen, dolayısıyle bizlere inen
Kur'anı Kerimin, kendisine uyulduğu zaman müslümanlara
dünyada devlet, ahirette cennet ve Allah (c.c.)'ın Rızasını
vadettiğini bu elimizdeki şifa tefsirinden herkes okusun
görsün.
Allah (c.c.) Kur'anı Kerimin şifa tefsirini baştan sona
hepimize okumak ve hayatımıza tatbik edip dünyada devlet
kurmayı, ahirette cennete girmeyi nasip eylesin AMİN
Esselamü Aleküm Ve Rahmetullahi Ve Berakatüh. 145[145]

Bismillahirrahmanirrahim

"Önce selâm sonra kelâm. Kelâm'dan önce selâmı tavsiye


eden peygamberimiz (s.a.v.) Selâm'dan sonra insanlara
dostça el uzatmayıda tavsiye ederken, Tokalaşmak kini,
hediyeleşmek düşmanlığı giderir buyurmaktadırlar. O halde
uzatın ellerinizi Allah (c.c.) için dost olalım."
Bizim bütün bunları öğrenmemize sebep olan, kendisine çok
şeyi borçlu olduğumuz Mahmut Toptaş hocamız, Cenabı
Allah'ın Rahmeti, Bereketi ve Mağfiretinin üzerine olmasını
dilerim.
Kıymetli hocam'm elimde bulunan Kur'an-ı Kerim Şifa

145[145]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/9-11.
Tefsiri 1. cildini okurken kendimi 1989 yılının Eylül ayının
7 si perşembe gününde buldum. Çünkü taa o günlerde
Kur'an-ı Kerim'i hocamızın dilinden dinledikçe gözlerimiz,
tabiri caizse faltaşı gibi açılıyor, "İşte Müttekilere yol
gösteren gerçek kitap budur. Bunda şüphe yoktur" 146[146]
ayeti kerimesinin güzelliğini farkediyorduk ve yaklaşık dört
yıldan bu yana takip ettiğim Kurran-ı Kerim'in tefsirinde
"Bütün Ayetleri indiren Allah (c.c.) olduğu için ayetler
arasında çelişki bulunmaz" 147[147] hakikatini gördük ve ben
bu önsözü yazdığım günlerde (30-5-1993) Bir televizyon
yorumcusunun mecliste anayasanın 133. maddesi (Radyo
Tv) ile ilgili yapılacak görüşmeler hakkındaki
açıklamalarını dinlediğim zaman bu ayeti kerimenin
güzelliğine bir kez daha şahit oldum. Yorumcu şöyle
diyordu. "1982 anayasasının bir çok yanlışının içinden birisi
olan 133. maddenin, görüşülmek üzere hazırlanan yeni
metnin kabul edilmesinin çok sakıncalı olduğunu meclisteki
450 kişi (Milletvekilleri), ya anayasa ne demek onu
bilmiyorlar, yada bu maddenin ne getireceğini tahmin
edemiyorlar. Çünkü bu madde böylece geçerse çok
geçmeden tekrar tartışmalara neden olacaktır" Yani
önümüzde eski bir anayasa maddesi, değiştirilmek üzere
hazırlanmış yenisi ve daha kanunlaşmadan yerine bir başka
yenisi, yani çelişki içinde çelişki. Halbuki yukarıda geçtiği
gibi "Ayetler arasında çelişki bulunmaz" (Yani Allah
(c.c.)'ın kanunları arasında çelişki bulunmaz.)
Şifa Tefsiri'nin bir başka güzelliği gayet sade ve akıcı bir
dille herkesin anlayacağı şekilde yazılmış olması ve
okuyanları her insanda olduğu gibi bizim yaratılışımızda da
bulunan "Mevcut iyiye, güzele ve kemale olan meyli" mizi
ortaya çıkarmakta ve bizleri o yöne doğru sevk etmektedir.
Şahsen ben ve bazı tanıdığım arkadaşlarımda hocamı
146[146]
Bakara/2
147[147]
Nisa 4/82
dinlemeye başladıktan sonra gittikçe temposunu artıran bir
kıpırdanma başlamış, bunun sonucu olarak Bozkırlılar İlim
Kültür ve Yardımlaşma Vakfı'nın kuruluş çalışmalarında
üstün bir gayret, kurulduktan sonra vakfın yapacağı
hizmetler doğrultusunda bıkmadan, usanmadan, bir çalışma
başlamıştır. Buda yetmiyor, Yani Kur'an-ı Kerim'den
aldığımız güçle bizlerde mevcut olan iyiye, güzele ve
kemale olan meylimizi birleştirince ortaya Allah (c.c.)
yolunda malını, canını feda edecek bir insan çıkıyor.
İçinde bulunduğumuz bu kargaşa ortamında bunalıp
elimizden birşey gelmez diye oturup her şeyi bir kenara
atmak çözüm değildir. Cenab-ı hak ayeti kerimesinde "İşte
kitap, O'nda hiç şüphe yoktur. Müttekiler için doğru yolu
gösterendir" buyurur. 148[148]
Allah (c.c.)'ın Peygamber efendimiz (s.a.v.) aracılığı ile
bizlere ulaştırdığı ilk emri "Oku" ya uygun olarak Mahmut
Toptaş Hocamızın kaleminden takdim edilen Kür'an-I
Kerim, Şifa Tefsiri'nden çok istifade edeceğimiz umudu ile
"Oku" mamızı ve bu çalışmaların Rıza-i ilahiye muvafık
olmasını yüce Allah (c.c.)'den dilerim.

Serdar Gül
(Tüccardan)İstanbul. 149[149]

Önsoz

Yaratıcımızdan ilahi nizamında yürüyen kullardan olmamızı


dilerim. "Biz Kur'an'dan peyderpey, mü'minler için bir şifa
ve bir rahmet olanı indiriyoruz." 150[150] " Doğrusu bu Kur1
an en doğru yola götürür." 151[151] hitaplarının yapıldığı
insanoğlu; Türkiye'de gördüğüm kadarıyla kendisini
148[148]
Bakara/2
149[149]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/12-13.
150[150]
İsra 82
151[151]
İsra 9
çoğunlukla muhatap kabul edemiyor. Bildiğini veya
anlayamayacağımızı söyleyenlerle karşılaşıyoruz.
Muhterem hocam Mahmut Toptaş ,Kıır'aııin günümüz
olaylarıyla ilintili, karşılaştırmalı bir şekilde, espirili
açıklamalarıyla bizleri aydınlatıyor. Tefsir derslerinde
kasetlere yapılan kayıtlarla diğer insanlarada mesajın
ulaştırılması kolaylaşıyor.
Burada yazılmasının günümüz insanının durumunu
anlatması bakımından faydalı olacağını düşündüğüm bir
olay: 1980'li yıllarda Hava kuvvetlerinde görev yapmakta
iken Komutanlık tarafından "Hava Kuvvetlerine Muhtıra"
isimli küçük bir el kitabı yayınlanmıştı. Kitabı getiren
komutanımız o zamanki-.Hava Kuvvetleri Komutanının "Bu
kitap Kur'anı keriminiz gibi olacak elinizden
düşürmeyeceksiniz" dediğini belirterek bana verdi. Ben'de
"Demek'ki hiç okumayacağız" cevabım vermiştim.
Komutanımız "Haklısın Kur'anı hiç okuduğumuz yok"
ifadesiyle durumu açıklamıştı. Yine aynı yıllarda hanımımın
başörtüsü nedeniyle baskılarla karşılaşıyor ve dindar olduğu
bilinen Komutan bana "Kuranda başörtüsü yok, bizler
kadınlarımızın bu giyimiyle icma' yapmışız, sen bize uyma-
makla ilkelerimizi çiğniyorsun" diyordu. Cevab olarak:
"İlkeler yoruma tabi'dir. Ben hevesimden değil Allah'ın emri
olduğu için ona uymaya çalışıyorum, güvendiğiniz bir tefsir
varsa ona bakayım veya bir bilene soralım." dediğimde
"gerek-yok sen dediğimi yap, geleceğin için bu önemli" gibi
ifadeler kullanıyor du. Sonuç olarak, hareket tarzımı Allah
için yaptığımı ve karşılığını ondan beklediğimi ifade
ediyordum.
Anladığım ve söylemek istediğim şu; İnsanımızın çoğu
Kur'anı okumak, anlamak ve yaşamak konusunda kendisini
her türlü ihtiyacın üstünde görerek azıyor. Rabbimizden
dileğim Kur'ani öğretiye uyan, iyilik ve doğruluk üzere
yürüyen kullardan olalım. Esenlik ve huzur ona tabi olanlara
olsun.

M.Yılmaz Pekkaya
Emekli Hava Pilot Kurmay Yarbay 152[152]

Bismillahirrahmanirrahim

A'lemlerin yaratıcısı ve terbiye edicisi, yücelerin yücesi olan


Allah (c.c.) Kur'an-ı Keriminde:
-Kur'an en doğruya götürür: 17/9, 21/106, 43/43, 72/2
-Kur'an Muhammed (s.a.v.) ümmetine mirastır: 35/32
-Kur'anın koruyucusu ve öğreticisi Allah'tır: 15/9. 17/86-87,
75/16-19
-Kur'an korunmuştur ve değişmez: 6/115, 15/9, 18/27, 43/5,
69/40...
-Kur'an kolaylaştırılmıştır: 19/97, 54/17-22-32-40, 87/8
-Kur'an şaka ve eğlence değildir: 86/14
-Kur'an Kanundur ve hüküm vazeder: 4/105, 5/48, 6/1 15,
7/3, 12/40
-Kur'an hidayettir: 2/2-185, 3/138, 10/57, 14/1
-Kur'an şifadır: 10/57, 17/82,41/44" diyor.
Yönetimi batıdan ithal edilen ve çeşitli adlar altında andan:
aslında tamamı da insanı insana kul ve köle yapan,
emperyalizmin talan esaslarına göre idare edilen: halkı
mü.slüman çoğu İslam ülkelerinin dünden bugüne yönetimi
ellerinde tutan mevcut iktidarları, insanımızı Kurandan
uzaklaştırmak için ne lazımsa yaptılar ve yapıyorlar.
"Kur'anael sürmeden O'nu asılı tutun, sakın anlamaya
çalışmayın1, belirli bir zümrenin dışında O'nu kimse
anlayamaz...v.s...v.s..,v.s." dediler.
Rabbimize şükürler olsunki zalimlerin bu zincirleri yavaş
yavaş kınlıyor.

152[152]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/5.
Allah'ın rızasına uygun, Kur'anı anlayarak ve yaşayarak
yazanlara, okuyanlara, tercüme ve telif olarak tefsir
edenlere, çoğaltanlara, hediye edip dağıtanlara ne mutlu!..
Selâm olsun onlara!
Muhterem Hocam'ızm, İstanbul Cağaloğiunda Gezeri
Kasımpaşa camiinde başlatmış olduğu tefsir derslerine beş
sene ara vermeden devam ettim ve Fatiha suresinden Nas
suresine kadar.dinledimve teyp kasetınede
aldım.Mutluyum,umutluyum. Allah cümlemize Kur'ana
göre yaşamak nasip etsin. Amin.

Dr. Emrullah Bakır 153[153]

Şifa Tefsiri Hakkında


Bismillahirrahmanirrahiym

"Yaratan Rabbinin adıyla oku" 154[154] " Hitabına muhatap


olan bizler 1989 yılına kadar Rabbimizin kitabını okuduk,
değerli hocalarımızdan dinledik. Rabbimiz onlardan razı
olsun.
1989 yılında çok çok muhterem hocamızla tanışıp derslerini
takip etmeye başlayınca, yıllardır okuyup dinlediğimiz yüce
kitabımızın hayatımızı nasıl kolaylaştırıp, güzelleştirdiğini
öğreniverdik. Hergün onunla oturur kalkar, işimizi onunla
tanzim eder hale geldik. İşlerimizi kolaylaştıran Rabbimiz,
her dersten sonra bize çok yakın oluyordu. Kur'an-ı anlamak
ve yaşamak için yıllarca Arapça kurslarına gidiyorduk, bir
türlü Arapçayı ilerletemiyor, Kur'an-ı anlayacak şekilde
Öğrenemiyorduk. Hocamızın derslerini takibe başlayınca bu
zamanımızı tamamen Hocamıza yönelttik ve Kitabımızı
anlar hale geldik.
Bir gün arkadaşlarımızdan biri: "Hocam! Rabbimiz bizim
153[153]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/6.
154[154]
Alak suresi 1. Ayet
bu gayretimizi, Kur'an-ı anlama istek ve duamızı kabul
ediyor mu acaba?" diye sorunca, Mahmut hocamız bu
soruya kesin bir tavırla "elbette" dedi. Peki nereden
anladınız diye sorulunca açıkladı ve dedi ki: "Eğer duanız
kabul olmasaydı, eviniz veya işinizden derse gelinceye
kadar bu dersi dinlememeniz için bir sürü engel vardı. Bu
engellere takılır gelemezdiniz. Nefsinize uyup size hoş
gelecek eğlence yerlerine, kahvehanelere, vs. takılırdınız.
Sizi buraya ulaştıran Rabbimiz duanızı kabul ediyor ki
buradasınız" diyerek cevapladı ve bizim gayretimizi
artırıverdi.
Başka bir derste Hocam ilmihal kitaplarında bazı konularda
farklılıklar var neden? diye sorulunca; "zamanında o günün
anlayışı doğrultusunda o günün mü'minlerine gereken çok
şifalı haplar yapan alimlerimizin hapları zaman içinde
bayatlamıştır. Bayat hap zararlıdır" diyerek kafalarımızı
karıştıran konuları da açıklayarak bizim ufkumuzu ve görüş
açımızı genişletiverdi.
Her meslekten insanın işini ve yaşantısını, Yaratanın isteği
doğrultusunda düzenlemesi en büyük arzu ve isteğidir. Bunu
yapabilmek O'nun kitabını anlamakla olur. Muhterem
Hocamız bunu günü boyunca nasıl çalışıp, neler
yapacağımızı öğrenmiş olmak bize huzur ve mutluluk
verdiği gibi, işlerimizi de düzenli, verimli yapmaktadır.
İnsanlarla ilişkilerimiz daha yararlı olmakta, ömrümüz bere-
ketlenmektedir.
Muhterem Hocamız büyük gayretle ve Rabbimizin verdiği
olağan üstü bir kaabiliyetle Kur'an-ı'mızı tefsir ederken,
anlaşılıp anlaşılmadığını biz talebelerinin arasında bizzat
araştırarak, bizleri takip ederek, sayımızı ve anlayışımızı
artırmaktadır. Yıllar önce görev yaptığı yerlerdeki cemaati
ile hala ilgilidir. Şimdiye kadar bir tefsirin yazılması bu
şekilde, yazan ve okuyan arasında sıkı bir irtibatla
olmamıştır. Kıyamete kadar okunacak bir eserin talebeler ile
birlikte yazılması, onlarında bu hayırlı işe katılmalırının
sağlanmaya çalışılması, bu eserin ne kadar çok hayırlara
vesile olduğunun kanıtıdır.
Böylece "Şifa Tefsiri", Kur'an-ı Kerim'in verdiği ilahi
mesajı öğrenmek, manasını en iyi şekilde anlamak,
yaşayışımızı ve davranışlarımızı Kur'an çizgisi
doğrultusunda şekillendirmek için daima ve yıllarca baş
vurulacak bir eser olmaktadır.
Muhterem Hocamızın camide, konferans salonlarında ve
değişik toplantılarda Kur'an ve Sünnet ışığı altında günümüz
meselelerine çözüm getiren konuşmalarını yayınlaması,
küçük kitapçıklarda toplaması, çok az insana nasıp olan
bereketli bir ömrün göstergeleridir.
İlmi bir eserin etkili ve kaliteli olması, yazan ve okuyan
arasında çok iyi anlaşılması ile mümkündür. Gönlü geniş
Muhterem Mahmut Toptaş Hocamız bizi de tefsirine ortak
edercesine talebeleriyle ve cemaatıyla bütünleşerek eserini
tamamlamaya çalışmaktadır. Dördüncü cildinin de
tamamlanması hepimizi son derece sevindirmiştir.
Rabbim yazan ve okuyandan razı olsun. Cümlemize
Kur'an'a göre yaşamayı nasip etsin. İnşaallah.

Avukat Yunus Palan 155[155]

Şifa Niyetine

Allah Azze ve Celle'nin kullarına rahmeti olarak indirmiş


olduğu Kur'an-ı Azimüşşan'ın taâ Hz. Peygamber
(s.a.v.)'den bu yana binlerce tefsiri yapılagelmiştir,
yapılacaktır da... Çünkü Efendimiz (s.a.v.)'in de beyan
buyudukları gibi "din nasihattir:"İş bu tefsirler ve bu
meyanda süre gelen gayret ve sa'yler de nasihat

155[155]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/5-6.
hükmündedir. Allah-u Alem. Öyleyse, bu din kaim olduğu
müddetçe nasihat devam edecek, yani tefsirler, hadis
şerhleri vesaire yazılacaktır.
Bazen insanın aklına geliyor: Neden bu kadar fazla tefsir
var? Neden bu kadar fazla tefsir yazılıyor? Gerekli mi
acaba? Bu sorunun cevabı ancak birden fazla (en az üç-dört)
tefsirin aynı anda okunması halinde verilebilir. O zaman
görülecek ki okunan bu üç-dört eserin hepsi de tefsir
olmasına, Allah'ın kelamını insanlara izah sadedinde
yazılmış olmasına rağmen -ilginç ve ilginç olduğu kadar
güzeldir de- her birinde ayrı bir koku vardır. Yani çiçek
gibidir tefsirler. Her çiçeğin nasıl ki kendine has bir kokusu
ve rengi, şekli şemali vardır. Tefsirler de aynen öyledir.
İşte 3-4 sene önce bir çiçek daha açtı gönül bahçemizde, bir
tefsir daha yazıldı. Ancak bu tefsirin diğer tefsirlerden ayrı
bazı özellikleri vardı: Öncelikle yazarını (Mahmut Toptaş
Hocam'ı)ben hukuk fakültesi öğrencisi iken bize,elli kadar
arkadaşa islam hukuku dersleri verirken tanımam,
kendisiyle hemhal olmam hasebiyle elbette ki tefsirin bu
açıdan bana göre ayrı bir özellik taşıyor olması hariç, bir de
genel manada, umum içinde taşıdığı farklı özelliklerinden
bahsetmek gerekiyor.
Yaklaşık 6 yıla yakın bir zamandır (semtimizde yapılan bir
çalışma münasebetiyle) belli bir sistematik dahilinde en az
9-10 tefsiri tetkik etme durumundayım. Şifa tefsirini
bunlardan ayıran en önemli fark işbu tefsirin anlatılmış,
yapılmış ders notları şeklinde olmasından kaynaklanıyor.
Aynı özelliği taşıyan ve Türkçeye de terceme edilen "Min
Vahy'il Kur'an da bu tefsirdeki sadelik ve sıcaklığı
bulamıyoruz, Şifa tefsiri daha sıcak ve bizim insanımıza
daha yakın.
Sonra kitapta verilen (dolayısıyla derslerde anlatılmış olan)
örneklere bakınız ve kendinizi bu örneklerle kıyaslayınız; ya
bu örnekler sanki bizzat sizin hayatınızdan verilmiştir veya
çok yakınınızın başından geçen bir hadise anlatılmıştır.
Bakıyorsunuz ki tefsirin yazarı olan hocamızla sizin
dertleriniz, sıkıntılarınız hep aynı, aynı dilden konuşuyor,
aynı kurum ve kuruluşlara kızıyor, aynılarını seviyor veya
destekliyorsunuz. Yukarıda beyan ettiğim üzere okumuş
olduğum (ve halen okuyor olduğum) tefsirlerin içinde bana
(ve size) en yakını Şifa tefsiridir.
Ama hayal kırıklığına uğramamanız için bazı noktalara da
temas etmek gerekiyor.: Meselâ Şifa tefsirinde alimler
arasındaki ihtilaflardan ve, veya görüş farklarından
bahsedilmemiş, fıkhi meseleleri ilgilendiren ayetlerde
(Ahkâm ayetlerinde) fıkhi düsturlar, kaideler
serdedilmemiş...
Meselâ bir "nesh" olayından hoca hiç bahsetmemiş, bunun
tartışmasına girmemiş.... Veya meselâ hoca, hemen hemen
hiçbir ayetin nüzul sebebinden bahsetmemiş, ama hocam
tefsirini yaptığı ayetin bugün nasıl uygulanacağından
bahsetmiş, hayatımıza nasıl yansıyabileceğinden bahsetmiş,
bilgiler vermiş, espriler yapmış ve bunu kitabına aynen
geçirmiş. Bizlere lazım olan da bu değil mi zaten? Yani
bizler için tam bir Şifa bu tefsir. Sahi adı da Şifa tefsiri idi
değil mi?
Bu vesileyle Rabbimden, hocama ilminde kudret, sıhhat,
afiyet vermesini temenni ederken, tefsirin de bizler ve 1,5
milyarlık İslam alemi için şifa olmasını temenni ediyorum.
Haydi öyleyse Şifa niyetine....

Av. Emin Atalay


(Hocamın tembel talebelerinden.) 156[156]

Takriz

156[156]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/7-8.
Bismillahirrahmanirrahim,

Yüce kitabının nuruyla mü'min kullarının kalblerini


aydınlatan, şifa-rahmet ve hidayet kaynağı kılan Allah
(c.c.)'a hamd eder, Peygamberlerin ahiri ve en şereflisi
Muhammed-ül-emin (s.a.v.)'e, âl ve ashabına salât-u selam
olsun.
Muhterem hocamız Mahmut Toptaş Beyefendiyle tanışmak
Allah (c.c.)'m bana bir lütfü ve mükafatıdır. Yıllardır
hocamızın Kur'an-ı Kerim ilimleriyle ve Hadisi şeriflerle
meşgul olduğunu ve dersler verdiğini biliyordum. Ne varki
bu derslere katılmak, hocamızı yakından dinleyip, takip
etmek bir türlü nasip olmadı. Nihayet 1996 yılının ilk
ayında bir vesileyle ilk defa tefsir derslerine katılmak bana
nasip oldu. Branşım icabı ve tefsir derslerine duyduğum
ilgiden dolayı Muhterem Hocamızın dersleri beni hayli
etkiledi. Bunun üzerine kaleme almış olduğu ve en son 4.
cildi neşredilen "Kur'an-ı Kerim Şifa Tefsiri"ni mütaala
etme imkanını da buldum. Hocamız bu eseri neşretmekle
bilhassa günümüzde bunalan insanların Kur'an-ı. Kerimi
yakından tanıyıp onunla tanıştıktan sonra onu daha iyi
anlamaya büyük katkısı olacağına inancım tamdır.
Bu çok değerli Tefsir eserine verilen isimde Kur'an-ı
Kerimle mütenasip olarak herkese şifa olacağı muhakkaktır.
Muhterem hocamızla, katıldığım ilk dersinde onunla mülaki
olduktan sonra derslerini düzenli olarak takip etmeye
başladım.
Hocamızın "Kur'an-ı Kerim Şifa Tefsiri" adlı tefsirinin 5.
cildinin yakında basılacağını, bunun içinde bir takriz
yazılmasını benden istedi. Hocamızın bana bu iltifatından
dolayı sevindim ve mahcubiyetle kabul ettim.
Muhterem hocamız, ilmiyle amil, muhlis, takva sahibi ve
zamanımızın çok değerli alimlerinden bir zat-ı
Muhteremdir. Öz ifadeyle Peygamber efendimiz (s.a.v.)'in
şu hadisi şeriflerde övdüğü Allah'ın (c.c.) sevgili kullarından
bir ilim erbabıdır. Hadisi şeriflerin Türkçe anlamları şöyle.
"Ümmetimin en hayırlı olanları, (başkaları tarafından)
göründüklerinde Allah'ın anılmasına vesile olan
kimselerdir." Bir başka hadisi şerif: "Bildikleriyle amel eden
kimseye Allah (o kimseye) bilmediklerini (ilham edip)
öğretir." Bir başka hadisi şerif: "(Allah katında) insanların
en hayırlısı, insanlara en faydalı olandır."
Yüce Allah, hocamız Mahmut Toptaş ve emsallerini
kıyamete kadir aramızdan eksik etmesin.
Bilhassa günümüzde Kur'an-ı Kerim'in eşsiz ve namütenahi
hazinelerini ortaya çıkarıp, insanların faydasına sunmak,
parlak hükümlerini ve sırlarını bulmak, onun derinliklerine
dalabilmek için mümtaz şahsiyetlere ihtiyaç vardır. Mahdut
(sınırlı) olan insanoğlunun ilmi kapasitesi, Yüce Allah
(c.c.)'in inzal buyurduğu Kur1 an ayetlerinin inceliğini,
sırlarını ve icazını bir çaba harcamadan idrak edip
anlayamaz. Muhakkak değerli hocamız ve emsallerinin
çaba,ve gayretleriyle meydana getirdikleri eserleri okumakla
ve bunlara değer vermekle mümkün olur.
Yüce Allah'tan Muhterem Hocamızın "Kur'an-ı Kerim Şifa
Tefsiri" adlı eserinin tüm insanlara faydalı kılmasını diler,
hayırlı ve uzun ömürler niyaz ederim.

Ramazan Işık
Eyüp İ.H.L. Tefsir Öğretmeni 157[157]

Şifa Eczanesinin Lokman Hekimi

Yeni bir asra çok az zaman var.


Dünya; teknoloji sayesinde küçüldü küçüldü evlerimize

157[157]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/5-6.
kadar girdi. Evlerimize giren dünyaya baktığımızda mutsuz,
huzursuz, ruhi bunalımlar geçiren milyarlarca insan
karşımızda duruyor ve soruyorlar:
"Bu dünyaya ne zaman huzur gelecek? ve bu insanlar ne
zaman gülecek?" Sorular peş peşe gelmekte, cevab ise bir
türlü tatmin edici bir şekilde verilememekte. Aslında cevap
çoktan verilmiş. Taa ondört asır öncesinden.
Tefsir dalında Mastırımı tamamlarken gördümki, her
müfessir kendi çağının hekimi olmuş.
İşte bu cevabın; iki bine çok az bir zaman kala İstanbul'dan,
Cağaloğlu'dan Bab-ı Âli'den hoş bir sâdâ halinde yükselişi
ve bu hoş sadanın sahibi: Şifa Tefsiri Ve Mahmut Toptaş
hocamız.
Şifa tefsirinin 6. cildi çıkarken değerli hocam Mahmut
Toptaş'ın bu takrizi yazmayı benden istemesi, hayatımın
geçen 29 yılında bana verilen en büyük bir armağandır.
Hocamız tefsirini yaparken Kur'an-i bir eczaneye, ayetleri
de raflardaki ilaçlara benzetmektedir. İşte bu ilaçların
prospektüsü Şifa tefsiri, hekimi ise Mahmut Toptaş
hocamızdır.
Çağımızın imansızlık propagandası altında kararan gönüller,
harab olan hayatlar deva bulmak istiyorlarsa, Şifa Tefsirinin
sayfalarından gürleyen ab-ı hayat suyunu mutlaka
içmelidirler.
Günümüz insanını meşgul eden, kafasını olur olmaz şeylerle
dolduran çok şey vardır. Bu meşguliyetler arasında
insanımız uzun uzun okumak ve düşünmek için ne vakit
bulabilmekte, nede zaman ayırabilmektedir. İnsanımız kısa,
öz, ve pratik bilgiler arzu etmekle birlikte, aynı zamanda
okuduklarını ve duyduklarını evinde, sokağında ve yaşadığı
her yerde görmek istemektedir. Elinizdeki Şifa tefsiri bütün
bu özelliklere sahiptir.
tefsir hakkında
Çıkan beş cildi okuyanlar, tefsirin şu özelliklerini hemencik
fark edeceklerdir:
1- Anlaşılır ve sade bir dil.
2- Lüzumsuz uzatmalardan kaçınmakla birlikte
söylenmesi gerekenlerin tamamı.
3- Ayetlerin anlaşılmasında; önce konuyla ilgili diğer
ayetler, ardından Hz. Peygamberin (S.A.V) sünneti ve
sahabenin uygulamaları.
4- Konunun daha iyi anlaşılabilmesi ve akıllarda kalıcı
olabilmesi için enfes misaller.
5- Ayetlerin günümüzdeki yansımasını ve uygulamasını
gösteren yorumlar.
6- Tarih boyunca sorulmuş ve sorulabilecek sorulara ve
itirazlara, mantıki ve akli cevaplar.
7- Sureler ve ayetler arasındaki insicamın, yani konu
bütünlüğünün ortaya çıkarılması.
8- Özellikle geçmiş peygamberlerin hayatlarının anlatıldığı
ayetlerin tefsirlerinde, israliyata hiçbir zaman yer
verilmemesi.
9- İslam dünyasında tartışılan ve bir neticeye varılamayan
konulara -sanıyorum okuyanlar açısından bilinmediği
takdirde kaybedilecek pek fazla birşey olmadığından-
neredeyse hiç temas edilmemesi.
10- Ahkam ayetlerinin tefsirinde ise; Alimlerin görüşlerini
teker teker sıralamak yerine net, kısa ve akılda kalabilecek
cevaplar verilerek, daralan gönüllere şifalar sunulduğunu,
okuyanlar hemencecik müşahede edeceklerdir.
İnsanlık tarihi boyunca söylenen, yazılan, çizilen
milyarlarca söz, kitap ve resimler vardır. Ancak bu
milyarların içerisinden çağlan delip günümüze kadar gelen
ve günümüzden de kıyamete kadar ulaşacak olanlar çok az
olacaktır. Kanaati acizaneme göre bu "azlar" içerisinde
Mahmut Toptaş hocam ve onun "Kur'an'ı Kerim Şifa
Tefsiri'de" bulunacaktır. Nasılki hastalıklar devam ettiği
sürece, ilaçlar da deva olmaya devam ediyorsa, toplumsal ve
ruhi hastalıklar da devam ettiği sürece, tedavisi için baş vuru
kaynaklarından biri olarak "Şifa tefsin" de devam edecektir.
Yüce Rabbim den niyazım; hocama uzun ömürler vermesi
ve daha nice nice faydalı eserleri meydana getirebilmesi
için, ona yardımını ve lûtfûnu esirgememesidir. 01- 01-
1998

Mehmet Çelik
(Meslek Dersleri Öğretmeni) 158[158]

Bismillahirrahmanirrahiym

Elhamdülillahi Rabbil-âlemin. Vel akibetü lil müttekıyn.


Vela udvane illa alezzalimiıı. Vesalatü vesselâmti ala
Rasulinâ Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihi ecmain.
Çölde serap görürken suya kavuştum.! 1989 yılında Cezer-i
Kasım Paşa Camii (Cağaloğlu) Konferans salonunda,
Karamani Mahmut Toptaş hocamızla tanıştım. Buradaki
tefsir derslerinde susuzluğumuzu gideriyor ve yıllarca
bulamadığımız rahmet pınarından, kana kana içiyorduk,
ülkemizde insanlar Kur'ân'a saygıyı güzel bir çanta
içerisinde, mus-hafi yüksekçe bir yere asarak, göbek
hizasından yukarıda tutarak, fakat ahkamından bî haber
yaşayan bir toplumda yetişen bizler, Mahmut Toptaş
hocamızın sayesinde Allah'ın izniyle, Kur'ân'a saygının; onu
baş üstünde tutmak olduğu gibi, esas saygının onun ilahi
mesajına kulak vermek ve gereğini samimiyetle yerine
getirmek olduğunu öğrendik, anladık. Rabbim cümlemize
Kur'ân'ın mesajını gereği gibi anlamayı, samimiyetle amel
etmeyi nasip etsin.
Ben tefsir derslerini, daha sonrada faydalanabilmek ve

158[158]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/5-6.
faydalandıra-bilmek için teyp kasetlerine kaydediyordum.
Derslere her gittiğimde yeni yeni şeyler öğreniyordum.
Etrafımızdaki arkadaşlarımızı da bu derslere davet edip,
onlara "da bu manevi hazzı tattırmak istiyordum. Birgün
Hilmi isminde bir arkadaşımı davet ettim. O da icabet etti,
çok memnun oldu, bu dersleri teybe değil de, videoya kayıt
yapmamı önerdi. O anki imkansızlıklarım içinde,
Rabbimizin lütfuyla, böyle bir imkana kavuştum.
Elhamdülillah. Şimdilik videoya kayıt yaptığım tefsir ve
Hadis-i Şerif kasetlerini ancak arşivliyorum. İnşallah rabbim
bu tefsir kasetlerini daha geniş bir kitleye ulaştırmada bizi
muvaffak eylesin.
Derslerin arasında kafamıza takılan sorulan, münasip
biranda hocamıza soruyor, ya anında cevap alıyor veya daha
sonraki derslerde aydınlatılıyorduk. Hatta bir keresinde,
hocamız bir Ayet-i Kerime'yi, Hadis-i Şerifle açıklarken,
Hadis-i Şerifte Peygamber (s.a.v) Efendimiz, Sahabe-i
Kiram'a îslâmı'da anlattıktan sonra, işte din budur diyordu.
Bunun üzerine benim kafamda sorular canlandı. Bir fırsatını
bulup, hocama sordum. Gayrisi din değilmidir? Hocam,
önce değildir, dedi, irkildi, ve dindir ama, batıl dindir dedi.
O günlerde "din nedir?" sorusunu, önüme gelen herkese
soruyordum. Farklı, farklı cevaplar alıyordum. (Bu
soruşumun sebebi de, bu konuların TV ekranlarında
çarpıtılarak işlenmesi idi.)
Çağımızda, her seviyedeki insanların anlayabileceği bir
şekilde, dinin genel tarifi yapılmalı ve de dinlerin şablonu
çıkarılmalıdır. Din genel bir manadır. Bütün dinleri kapsar.
Yaşanılan yerde, bütün düsturlarıyla, sulh içinde yaşamak
için konulan kurallara din denilir. Bu kuralları kim
koyuyorsa, o din, o kuralları koyanın dinidir. Kim de dili ile
ikrar, kalbiyle de tasdik ediyorsa, o dinin mensubudur.
Dinlerin şablonunu çıkarmaya gelince dinler ikiye ayrılırlar:
Batıl dinler: Totemizm, budizm, ateizm vs.
Semavi dinler: 2'ye ayrılır:
a)- Hak din: İslâm,
b)- Muharref (tahrif edilmiş) dinler: Hristiyanlik ve
yahudilik. Allah indinde kabul edilen din, İslâm'dır. 159[159]
Diğerleri (İslâm'dan başka aranan dinler) kabul
edilmeyecektir. 160[160]
Tefsirlerin anlaşılmasında, anlatanın gayreti, mahareti
önemli bir yer işgal eder. Allah (c.c) bu mahareti hocamıza
lütfedip, bahsetmiştir. Her kültür seviyesindeki insanların bu
şifa tefsirinden istifade etmelerini Cenab-ı Haktan niyaz
ederim.
Tefsir derslerini 8. yılında ulaştığımız şifa tefsirinin 7.
cildine layık olmadığım halde, benden intihalarımı yazmamı
isteyen ve bu suretle bana hüsn-ü teveccühte bulunan pek
kıymetli hocam, Mahmut Toptaş'a sonsuz kalbi saygı ve
hürmetlerimi arzeder, Cenab-ı Hak'tan hayırlı, bereketli
ömür ihsan etmesini ve hocamın hayırlı hizmetlerinin,
muvaffakiyetle devamını niyaz ederim. 17.7.1998.

Hasan Şahin
(Hocamızm talebelerinden)161[161]

Yayıncıdan

Sevgili Okuyucu...
Allaha(cc) hamd-ü senalar ve Rasulüne salatü selam
olsunki, uzun bir süreden sonra, elinizdeki "Kur'anı Kerim
Şifa Tefsiri"nin 8. cildi ile birlikte bu kıymetli eseri
tamamlamak nasip oldu.
Yaratılış gayesi, "Allah'ı tanımak ve O'nun dinini yeryüzüne
yaymak" olan insanların, bu gayesine hizmet olur

159[159]
Al-i Imran 19
160[160]
Al-i İmran 85
161[161]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/5-6.
düşüncesiyle, yayınlamış olduğumuz bu kıymetli eserle,
yaşadığımız çağın insanına bir nefesde biz vere-bilmişsek,
zaten bu gayeye hizmet etmek amacıyla kurulan
yayınevimizin, en çok sevinebileceği bir hedeftir.
Cantaş Yayınları bu anlayışımıza uygun olarak, ilk önce
Kur'anın dili olan Arapcanın öğretimi ile ilgili yayınlarla işe
başladı. Daha sonra, "Efendimizin İs lamı kendi hayatında
uygulayışı" diye özetleyebileceğimiz "Zad'ul-Meâd'ın"
tercümesini yayınlamıştır. Bunun arkasındanda baskıları
devam eden imam Zehebi'nin "Tarihü'l islam" isimli
şaheserinin terceme-sini de İnşaallah Türk okuyucusuna
kazandıracağız.
Son olarakta dinimizin birinci derecede kaynağı olan
"Kur'anı Kerim'in" Tefsirini tamamlamış oluyoruz. Tefsiri
yayınlamaya, Mahmut Toptaş hocanın yaptığı tefsir
derslerinden ilham alarak başladık.
Yaklaşık on yıl önceden beri bizzat katılıp dinlediğim,
Mahmut Toptaş hocanın Kur'anı Kerim Tefsiri derslerini,
sonra yayıncı olarak, kitaplaşması esnasında da okumak
nasip oldu. Şunu ifade etmek gerekir ki, şimdiye kadar
türkçe yazılan diğer pek çok kıymetli tefsirlerden -bu son
cilde kadar okuyanlarında anladığını tahmin ettiğim- birçok
farklı yönleri vardır.
Ancak en önemli ve birinci derecede farkı; "Şifa Tefsirinin"
şu anda yaşayan insanlarımız tarafından daha net, daha
kolay ve daha çabuk anlaşılır olmasıdır. Bunu birde,
Mahmut hocanın yaşadığımız hayattan, çok akılda kalıcı,
nükteli örnekleriyle kafanızda birleştirdiğiniz zaman, Güller
bahçesinde gül dermeyi zevkli bir hale getirdiğini
görüyorsunuz. Bunları şuradanda anlıyoruzki, daha önce
çıkan ciltleri alıp okuyan, her yaşta ve her kültür
düzeyindeki insanımızdan aldığımız tepki; "Tefsiri
rahatlıkla anlayabildikleri ve çok faydalandıkları" şeklindeki
ifadeleridir. Zaten amaç da Kur'an'ımızı anlamak değil mi?
Hoca efendinin tefsirine başlarken; "Ben, Islamı ve Kur'anı
kendi çağımın insanına, anlayabildiğim kadarıyla
anlatmalıyım" sözü, Tefsirin birinci ilkesi olmuştur. Kısaca
"ikibinli yıllara merhaba" diyen bizim insanımız, bundan
sonra Kur'anı bu kaynaktan içecektir.
Tefsirinizden daha çok, daha çabuk ve daha kolay
yararlanabilmeniz amacıyla, bu cildin sonuna, çok genel bir
fihrist hazırlanmıştır, öncelikle hangi sure hangi ciltte?
sorusuna cevap bulmanız için sureler fihristi, yine her cildin
sonuna koyduğumuz alfabetik konular fihristi bütün olarak
veriliyor. Ayrıca tefsirde geçen; Hadisler, yer isimleri, şahıs
isimleri, ata sözleri, kitap isimleri, şiirler gibi maddeler
verilmiştir.
Yayınevimiz adına; başta sabırla tefsiri bitirmek için
uğraşan Mahmut. Toptaş Hocaya, Tabidirki senelerdir
sabırla tefsirin tamamlanmasını bekleyen siz okuyuculara,
derslerin bantlardan çözümüne yardımcı olan
kardeşlerimize, değişik ciltlerde emeği geçen dizgi
çalışanlarına ve tashih yapan hocalara, Matbaa ve cilt evi
çalışanları ile yayınevi çalışanlarımıza teşekkür ederiz.
Ayrıca elimizden gelen azami dikkati gösterdiğimiz halde
meydana gelen tashih hatalarından özür diler, bunları
işaretleyip bizlere bildiren okuyucularımıza teşekkür ederek,
bütün okuyucularımıza "Okuduklarını anlamayı,
anladıklarını da yaşamayı Rabbimiz nasip etsin"
dileklerimle...
Yeni yayınlarda buluşmak üzere Allaha emanet olunuz.

Nebi Can
Yayıncı 162[162]

162[162]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/5-6.
Besmele

Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla;


Sabahleyin hayata gözlerimizi açarken euzu-besmele ile
açarız. Ab-destimize euzu-besmele ile başlarız. Kur'anı
kerimimizi okumaya başlarken euzubesmele çekeriz.
Rabbimiz Nahl suresinin 98 nci ayetinde "Kur'an
okuduğunda kovulmuş şeytandan Allah'a sığın" ayetiyle
Kur'an okumaya başlarken euzu çekmeyi bize tavsiye
etmiştir.
Kur'anı kerimin çeşitli sure ve ayetlerinde geçmiş
peygamberlerin hangi durumlarda Allah'a sığındıklarını
haber vererek bizimde aynı durumlarda kendisine
sığınmamızı işaret etmiştir. Mümin suresinin 27 nci
ayetinde ahirete inanmayan kendini en büyük kabul eden
Firavun vari"insanlardan Allah'a sığınmamıza işaret
edilmiştir.
îslamı tebliğ ederken kafirlere karşı konuşma üslûbunda
istihza, alaya alma, en önemli konuyu mizaha
dönüştürmekten Allah'a sığınmamıza işaret edilmiş.
Muhalifler Hz. Musaya sen bizimle dalgamı geçiyorsun
dediklerinde Hz. Musa:"cahillerden olmaktan Allah'a
sığınırım" demiş. 163[1] ve istihzanın cahil insanların adeti
olduğuna işaret etmiştir.
Hud suresinin 47 nci ayetinde ne istediğini bilmemekten
Allah'a sığınmaya işaret edilmiştir. Ne istediğimizi, ne
zaman isteyeceğimizi, kimden isteyeceğimizi çok iyi
bilmeliyiz.
Meryem validemiz gibi tanımadığımız biriyle tenha bir
yerde karşılaştığımızda zaranndan korunmak için Allah'a
sığınacağız. 164[2]
Yusuf a.s. gibi dünyanın en güzel kadını gözlerden uzak bir
163[1]
Bakara 67
164[2]
Meryem 18
yerde kapılan kapattıktan sonra "gel" dediğinde tek
sığınağımız Allah olacaktır ve ona sığınacağız. 165[3]
Adalet konusunda suçlunun cezasını onun yakınma
çektirerek "cezanın şahsiliği" kaidesini çiğnemekten Allah'a
sığınmaya işaret eder. 166[4] İslami bir devlette hakimler
davanın görülmesine başlarken euzu-besmele çekerler ve
zulmetmekten Allah'a sığınırlar.
Mümin suresinin 56'ncı ayetinde ulaşılmaz hayaller peşinde
koşanlardan Allah'a sığınmamıza işaret edilmiştir.
Kominizin 1917 yılından 1990 yılına kadar Rusyada
uygulandı. Koministlerin hayallerinde çizdikleri cennet
yerine cehennemi bir hayatla karşılaştılar ve yetmiş yıl
yürüdükleri çıkmaz sokakdan geri döndüler. Yeni bir
çıkmaz sokağa giriyorlar. Kapitalist ülkeler kendi
sistemlerinin çıkmaz sokağında ilk okula kadar
uyuşturucunun kol gezdiğini, orta öğretimde fuhuş
yapmayana kötü gözle bakıldığını, her iki dakikada bir
adam öldürüldüğünü, Aids in lordlar kamarasına,
senatosuna kadar yayıldığını gördü. Haşhaşın yetiştirildiği
Afyonkarahisar ilinin gençlerine zarar vermediği halde
Afyonkarahisar ilinden kapitalist ülkelere götürülüp buranın
gençlerini zehirlediğini gördü. Yeni bir sistem arayışına
girdide yeni bir çıkmaza saplandı.
Biz ulaşılmaz hayaller peşinde koşanlardan Allah'a sığınırız.
Şeytanın vesvesesinden, insanlardan olan şeytanların
vesvesesinden hayırlı hizmetlere başladığımızda caydırıcı
vesveseler sunmasından Allah'a sığınırız. 167[5]
Kur'an okumaya başlasanız hiç hatırınıza gelmeyen çok
önemli işler hatırınıza gelir. Namaz kılmaya başlasanız
"Hemen şu iki rekatı kıl, şu önemli işi hallet" gibi vesveseler
gelir.

165[3]
Yusuf 23
166[4]
Yusuf 79
167[5]
A'raf 200, Mü'minun 97,98
Allah için cihad faaliyetine girseniz çoluk çocuk, gelecek
endişesi, ve bir çok korkunç olaylar gözünün önüne
getiriverir şeytan ve şeytanın oyuncağı olan insanlar. İşte
bunlar vazgeçirme çabalarına karşı euzu-bes-mele çekerek
Allah'a sığınacağız. Ayetlere mana verirken Allah'ın murad
ettiği manadan başkasını anlamaktan Allah'a sığınacağız.
Rasulüne ters düşmekten Allah'a sığınacağız.
Kendi yanlış bilgilerimiz doğrultusunda ayetleri
yorumlamaktan Allah'a sığınacak ve euzu-besmele
çekeceğiz.
Önce demokrasiye sonra Kur'ana iman edenler Kur'andan
bazı ayetleri alıp kedine göre yorumlayarak "İslam ve
demokrasi1' adıyla kitaplar yazdılar. Aynı yoldan yürüyerek
"İslam ve laiklik" "İslam ve Hümanizm", "İslam ve
Kapitalizm" gibi kitaplar makaleler aynı yanlış yolun
ürünleridir. Biz Euzübillahimineş-şeytanirracim
Bismillahirrahma-nirrahiym diyerek Allah'a sığınıp
tefsirimize başlıyoruz.
Bu Kur'andan bir ayet değildir. Nahl suresinin 98nci
ayetinde Allah'a sığınmamız istenince peygamber
efendimizde Euzü Billahimin-Eş-Şeytanir-Racim diye
söylememizi öğretmiştir.
"Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla" veya "Esirgeyen ve
bağışlayan Allah'ın adıyla" diye terceme ettiğimiz
Besmeleyle başlarım tefsirimize.
Allah'ın zikriyle, hamdiyle başlamayan, her Önemli iş ve
sözün sonunun kesik (bereketsiz, sevapsız) olduğunu bildirir
Peygamber efendimiz ve buyurur.168[6] İbni Mace ile Ebi
Davud da "Allah'ın hamdiyle" diye rivayet edilmiştir.
Besmelede Allah (c.c.)'ın güzel isimlerinden üç tanesiyle
dilimizi tatlandırarak işimize, sözümüze başlıyoruz.
İnsanın ilk duyduğu, ilk gördüğü, ilk söylediği çok

168[6]
Ahmed b. Hanbel 2/359, İbni Mace k. Nikah hadis 1894, Ebu Davud k. Edeb hadis 4840.
önemlidir. Allah (c.c.)'ın Peygamber efendimize indirdiği
altı bin*küsur ayet içinden ilk önce indirdiği hepsini
kuşatacak bir emirdir, "Oku" Ünlü konuşmacılar halkın
dikkatim üzerine çekecek ve de bütün konuşmasını
Özetleyecek cümlelerini başlangıçta söylerler.
Biz bu dünya yolculuğunda yürürken
Bismillahirrahmanirrahim der ve yürürüz. Kralı, şahı,
padişahı, devleti temsil eden yazı,sembol, veya unvanla
yürüyenlere yolda kimse zarar vermediği gibi zarar verenler
cezalandırıldığı gibi bu dünya mülkünde biz mülkün
sahibinin adıyla yürürüz. Mülkün sahibi Allah'ı tanıyanlar
mümine zarar vermezler. Tanımayanlar zarar vermeye
kalkarlarsa bu dünyada cezasını çekmezse ahirette mutlaka
çeker.
Rabbimiz "herşey Allah'ı teşbih ederde siz onların
teşbihinden anlayamazsınız" buyurur.169[7]
Bismillahirrahmanirrahim deyip yürüyen insan "dağlar ile.
taşlar ile, seherdeki kuşlar ile" Allah'ı zikretmeye başlayan
müslümandrr. Herşeyin Allah'ı zikrettiğini düşünmek, ona
inanmak onlar gibi zikre katılmak eşya ile dost olmaktır.
Biz besmeleyle Kur'anı okumaya başlarız. Allah'ın kelamını
yine Allah kelamryla açarız. Allah'ın kelamını anlamada
Allah dan yardım isteriz.
Rahman ve Rahim isimleri Rahmet kelimesinden türemiştir.
"Fazla harf fazla manayı gerektirir" kaidesine göre,
Rahman: bu dünyada mümin kafir ayırımı yapmadan
nimetler veren, hepsine peygamberler göndererek yol
gösteren, kitaplar indirerek, akıl vererek iyiyle kötüyü,
helalle haramı, açıklayan manasınadır.
Besmelede Rahmanı zikreden müminde bu dünyada mümin
kafir ayırımı yapmadan, hepsini Hz. Adem'in çocuğu
peygamber çocuğu olarak kabul eder ve onlara yardım elini

169[7]
İsra 44
uzatır. Haramlardan helallara, kötülüklerden iyiliklere
rahmetle ince bir kalbin yanan sesi ve nefesiyle taşımaya
çalışır.
Rahıym: Ahirette müminlere rahmetiyle muamele edip az
amellerini çok kabul edip, günahlarını afvedip cennetine
koyarak rahmetini gösterendir. Ahzap suresinin 43ncü
ayetinde "Mü'minlere çok Rahimdir" buyurur. 170[8]

Besmelenin Ahkamı:

Neml suresinin otuzuncu ayetindeki oesmele ihtilafsız


Kur'andır, Yüzonüç surenin başındaki Besmeleler imamı
şafiiye göre hem Kur'andandır, hemde o sureden bir ayettir
Hanefilere göre sure başlarındaki Besmeleler ayettirler'ama
sureden bir ayet değildir. Sure aralarını ayırmak içindir.
Malikilere göre Nemi suresinden başkaları Kur'andan
değildir. Onun için farz namazlarda fatiha ve diğer
surelerden önce besmele okunmaz.
Şafiiler sure başlarındaki Besmeleyi sureden saydıkları için
namazda Besmelenin okunmasınıda vacip kabul ederler.
Hanefiler sure başlarındaki Besmeleyi sureden saymadıkları
için fatiha ve diğer surelerden önce Besmele çekmek
sünnettir derler. 171[9]

FATİHA SURESİ TEFSİRİ

Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla;


Okuduğumuz mushafı açtığımızda bu sûre ile
karşılaştığımızdan "Kur'ân'ın açış sûresi, anahtarı" anlamına
gelen "Fatiha sûresi" diye isimlendirilmiştir.
Namaz için tekbir alıp ellerimizi bağladığımızda namaza

170[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/57-60.
171[9]
Bu konuda tarafların delillerini görmek için bak: Nasbur-Raye 1/327, Ahkamül Kur'ancessas 1/5-10.
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/60-61.
Kur'ân'dan bu sûreyle başladığımızdan Fatiha Sûresi
denmiştir.
Kur'ân-ı kerîm'in kısa bir Özeti durumunda olduğundan bazı
âlimler tarafından "Kur'ân'ın aslı, esası" mânâsına gelen
"Ümmü'l-Kur'ân" diye isimlendirilmiştir.
Fertlerin ve toplumların maddî ve manevi sorunlarını
çözmeye yeterli olduğundan, diğer sûrelerin yerini
tuttuğundan "el-Kafi" diye de isimlendirilmiştir.
"Şükür, safi, Salat, Sual, Dûa, Esas, Vafi, Seb'ul Mesani"
şeklinde adlarıda vardır. Sevilenlerin özellik ve güzellikleri
çok olduğundan sevenleri onlara kendince bir çok güzel
isim verir. Fatiha Sûresi'nin isimlerinin çok olması da
bundan olsa gerektir. 172[10]

(1) Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'adır.


Hazreti Adem'in yaratıldıktan sonra söylediği ilk cümle de
yine "el-Hamdü li-llah" cümlesidir. 173[11]
Müminlerin Cennette söyleyecekleri cümle de yine "el-
hamdü lillahi Rabbil âlemîn" olacaktır 174[12]
Yine "Müminler iki hamdın arasında yalnız Allah'a
hamdederek yaşamalıdırlar. Dünya ve ahirette hamd
O'nundur"175[13]
Dünyada en çok tekrarlanan söz bu Fatiha sûresi'dir. Hiç bir
atasözü, şiir, şarkı, türkü veya ilahi, Fatiha Sûresi kadar
tekrarlanmamaktadır. "Haftanın sarkılan", "Ayın şarkıları"
diye anılan şarkılar zamanla unutulur veya klasikler arasına
girerler. Fatiha Sûresi ise milyarlarca Müslüman tarafından,
bir günün beş vakit namazında kırk defa tekrarlanmaktadır.
Altmış yaşındaki bir Müslüman, ömür boyunca Fatiha
Sûresi'ni bir milyondan fazla okur da yine ona doyamaz ve

172[10]
Bak Tefsir-i Kebir, Fahreddinî Razı. Fatiha Sûresi tefsiri
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/62.
173[11]
İbn-ül-Esir, el-Kamil Fit-tarih 1/629.
174[12]
Kur'ân-ı Kerîm, Yunus 10/10
175[13]
Kasas 70
ölürken yavrularına Fatiha göndermeleri için vasiyet eder.
Varisleri de mezar taşma "Ruhuna Fatiha" yazdırarak gelip
geçenden Fatiha isterler.
Biz mezar taşıyla Fatiha ismernemliyiz, Fatiha okutacak iş
yapmalıyız.
Çünkü Nesâi'nin Süneninde rivayet ettiği bir hadis-i şerîfde
Peygamber efendimiz ölüler üzerine türbeler yapılmasını,
yazılar yazılmasını yasaklamıştır. 176[14]
Osman b. Ma'zun (r.a) vefat edince, Efendimiz Osman'ın
baş tarafına sadece bir taş dikmekle yetinmiştir.
Bugün sünnete uymamız nedeniyle mezarlıklara trilyonlar
gömülmüştür. Kabir taşlarıyla Fatiha beklemeyelim.
Sadakai cariye dediğimiz topluma fayda veren işler yaparak
Fatiha okutalım.
Efendimiz:
"İnsanların hepsi Allah'ın a ile sindendir. Onların en
hayırlısı insanlara en hayırlı olanıdır" buyurur. 177[15]
En fazla hizmet edenin en hayırlı olması için ise ilâhi vahy
ölçülerine göre iman etmesi şarttır. Günümüzde iman
etmediği halde milyarlarını fakirlere, ilmî müesseselere
vakfedenler var ama iyi bilinmelidir ki, yaratıcıyı tanımayan
ve O'na gerçekten kul olmayan ve O'nu sevmeyenin
O'ndan hayrı ve Cenneti beklemesi doğru olmaz.
İnsanlar için şan ve şöhret için sosyal tesisler kuranlar,
yaptıklarının karşılığını bu dünyada "Aferin!" le şan ve
şöhrete kavuşmakla alırlar. Ya-rata'nın rızası için yaratıklara
hizmet edenler ise iki dünyada da mutlu olurlar.
Biz Allah'dan başkasına hamd etmeyiz. Peygamber
efendimİz'e sala-tü selam getiririz fakat hamd etmeyiz.
Çünkü Peygamber Efendimiz de bu âlemdendir. Yaratılmış,
yaşatılmış ve Rabbine döndürülmüştür.
Âlem: Allah'ın dışındaki herşeye denir. Âlem: Bir şeyin
176[14]
Nisai. Cenaiz, bab ez-Ziyadatü ale-l Kabr 4/86
177[15]
Tefsir-ül Kayyım li-bni-l-Kayyım S: 77 Ravahü Ebu Ya'la
varlığına işaret edene denir.
Yaratılmışların tamamı Allah'ın varlığına ve birliğine işaret
ettiği için "Âlem" adı verilmiştir. 178[16]
Her yaratık.kendi başına bir âlem olduğu gibi, her gurup da
bir âlemdir.
Türkçe'de bir kelimeyi çoğul yapmak için kelimenin sonuna
"ler, lar" eki getirilir: Çiçek çiçekler, çocuk-çocuklar gibi.
Arapça'da ise bu olay kelimenin durumuna göre değişir.
Akıl sahibi olan, yani düşünen varlıkları ifade eden
kelimeler çoğul yapılırken sonuna "uun ve iyn" getirilir.
Burada "Alemin" denmiş bundan âlimlerimiz yaratılan
herşeyin kendine Özel anlayışı olduğu hükmünü
çıkarmışlardır.
"Yedi gök ve yeryüzü ve bunlarda bulunanlar O'nu teşbih
eder. O'nu hamd ile teşbih etmeyen hiç bir şey yoktur. Fakat
siz onlann teşbihlerini anlamazsınız. O halim olandır.
Bağışlayandır."179[17]
"Yerde debelenen hayvanlar ve kanatlarıyla uçan kuşlar da
sizler gibi ümmetlerdir." 180[18]
Bu âyetler ışığında yedi kat göklerde ve yedikat yerlerde
olan her şey, havada uçanların, yerde hareket edenlerin
hepsi Allah'ı teşbih ettiğine göre hepsinin kedine göre bir
canlılığı vardır.
Demek ki, bundan sonra taşı da kuşu da cansız ve ruhsuz
kabul etmeyeceğiz.
"Onsekiz bin âlem var" sözü Vehb İbni Münebbih'e
aittir. 181[19] Yani âyet veya hadis değildir. O zat da âlemlerin
çokluğunu anlatmak için bu ifadeyi kullanmıştır. 182[20]

Rab: Terbiye eden, besleyip büyüten, yaşatan ve yöneten

178[16]
Müfredat, li-r Rağıb
179[17]
Kur'ân-ı Kerîm, îsra 17/44
180[18]
K.Kerîm En 'am 6/38
181[19]
Tefsir'ul-Kur'anil-Azim, İbni Kesir
182[20]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/62-65.
mânâlarına gelir.
Firavun da devlet başkanı olarak kendisini yöneten, terbiye
eden, besleyip büyüten olarak görmüş ve "Sizin en yüze
Rabbiniz benim" demiştir. 183[21]
Biz, günde kırk defa namazımızda Allah'ın âlemlerin Rabbi
olduğunu tekrarlayarak, Allah'dan başka yaratan, yaşatan ve
yöneten olmadığını önce kendimze sonra bütün insanlara
ilan ediyoruz. 184[22]

(2) "Hamd Rahman ve Rahim olan Allah'a aittir."


Dünyada mümûvkâfir ayrımı yapmadan nimet veren
Rahman, ahi-rette müminle kâfir arasında ayırım yapan ise
Rahimdir.
Rahman olan Allah (cx.) mümine iki göz verip de kâfire tek
göz vermemiştir. Ellerimiz, dillerimiz, ayaklarımız mümin
kâfir ayrımı olmaksızın aynıdır. Rahman olan Allah havayı
kimsenin tekeline bırakmamıştır. Müminle kâfir bunlardan
her hangi bir ayrıma tabi olmadan yararlanıyor, bazı
insanların kör, topal, sağır olarak yaratılmaları da hem
kendilerine hem başkalarına rahmet olabilir. Biz bunu çoğu
zaman bilemeyebilir, farkedemeyebiliriz. Asıl olan sıhhattir.
Hastalık arızidir geçicidir. Sağlık bizim için rahmettir. Ama
hastalık da bir çok rahmete vesile olabilir.
Düşünelim ki doktor, hastalarına baklava dağıtırken iki
tanesine baklava vermiyor. O iki hasta yalvarıyor yırtınıyor
ama doktor vermiyor. Dışardan birisi doktorun haksızlık
yaptığını, o iki hastaya bir kastı olduğunu zannediyor.
Doktordan durumu sorduklarında ise o ikisinin şeker hastası
olduğu veya tatlı şeylerin o hastalar için zararlı olduğu belli
oluyor.
Kehf Sûresi'nde Allah (c.c.) "Musa âleyhisselamla bir salih
kulun yolculuğunu anlatır. Musa (s.a.v.) ile o salih zat (Hızır
183[21]
Kur'an-ı Kerim, Naziat 79/24
184[22]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/65.
olduğu rivayet ediliyor) bir gemiye binerler. O salih zat
gemide hasar meydana getirir. Musa (s.a.v.) "Niçin gemiye
zarar verdin" diye sorduğunda cevap vermez. Uzun bir
yolculuktan sonra yaptıklarının hikmetini Musa'ya açıklar.
«Gemi fakirlerin idi. Arkadan gelmekte olan bir kral
(korsan) o gemiyi gasbedecekti. Ancak ben onu ayıplı hale
getirince gaspetmedi.» der.
Körler vakfını kuranlar, verem, kansr hastaneleri ve
araştırma merkezlerini kuranlar ve buralara mal
bağışlayanlar genelde kendisi veya ailesi bu tür hastalıklara
tutulan kişilerdir. İşte Allah böylece bilinmeyen yerden bize
ve tüm insanlığa yardımcı olmakta ve böylec bu zengin has-
taların bağışlan neticesinde bu daldaki bilgi de
gelişmektedir.
Ayrıca isyanın faydası da yoktur.
İki körden ikisi de tedavi yollarından ümidi kesince birisi
"Allah'a şükür ki kulağım duyuyor, halkın ve Hakkın
kelamını işitiyorum. Gözlerimle haramı görmüyorum diyor
ve rahat ediyor. Diğeri ise isyan ediyor ve iki dünyasını da
karartıyor.
Hukuk fakültesi öğrencilerine İslâm Hukuku ile ilgili bir
ders verdiğim bir sırada. Bir de baktım beyaz bas tonlarıyla,
gözleri kör gönülleri açık dört kardeşim salona girdi.
Dersden sonra kendileriyle konuştum. Onlar da salonda
körlere Kur'an öğretiyorlarmış. Ellerinde kabartma nokta
usulüyle Pakistan'da basılmış mushaf vardı. Kendilerinden
okumalarını rica ettim. Rastgele bir sahife açtı ve süratle
parmaklarını göz yaparak okumaya başladı.
Öyleyse insanlık, isyanla değil, verilen emanetleri verildiği
doğrultuda kullanarak dünyada gönül rahatlığı, ahirette
Rabbın rızasını ve cennetini elde etmeye çalışmalıdır. 185[23]

185[23]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/65-67.
Akıllar Denk Olsaydı

"Mademki Allah Rahman'dır, dünyada kullar arasında


ayırım yapmaz, niçin akıllar insanlarda eşit değil?" diyorlar.
Eğer akıllar ve bedenî güçler bütün insanlarda eşit olsaydı,
ilini gelişmez, keşifler yapılmazdı. Evlerin planı, rengi,
bahçeler, yollar aynı tip ve aynı renk olur, hayat çekilmez
hale gelirdi.
Güreşler, koşular, bilgi yarışları yapılmaz, heyecan,
zevk,.neşe denen şey olmazdı. Çünkü güçler ve akıllar eşit.
Herkes aynı saniyede aynı metreyi koşacak, rekorlar,
rekabetler olmayacaktı. Bir güle bakan binlerce kişi aynı
kelimelerle aynı vezinde aynı şiiri yazacaktı. 186[24]

Rahim:

Ahirette müminle kâfiri ayırt eden, mümine Cennetin veren


Allah (c.c.) Rahim ismi celaliyle rahmet edecektir.
Rahim, mazlumların son sığınağıdır. Bu dünyada insanların
haklarını yiyen, Hakka karşı gelen, halka zulmedenler para,
makam ve ünvanlany-la dünyada cezalarını çekmeden
giderlerse de ahirette mallar evlatları, orduları servetleri
onlara fayda vermeyecektir.
Rahim ismi zalimler, kâfirler için tehdit, müminler ve
mazlumlar için ise teselli ve sığınaktır.
Rahman ve Rahim'e iman eden bir insan, Allah'ın yeryüzüne
indirdiği rahmetten yararlanır ve yaratıklara rahmet
nazarıyla bakar. Civcivini korumak için aslana karşı duran
tavuk, yavrusu için kartala kanat çırpan serçedeki rahmet
bizde de vardır. O madenimizi işletirsek insanları iman
sızlaştınp Cehenneme atılmasına sebep olan ateistlere,
insanların elinde avucunda ne varsa sömüren kapitalistlere

186[24]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/67.
karşı çırpmır ve bir çıkış yolu buluruz.
Yaratılmışlara rahmet nazarıyla bakacağız. Rahman'ın
rahmetinden ümit kesmeyeceğiz.
Rahim'dir diyerek tebelliğe de düşmeyeceğiz. Çünkü O din
gününün sahibidir.187[25]

(3) Hamd "Din gününün sahibi Allah'a aittir."


Din gününden kasdedilen ahirettir. Birinci derecede Kur'ân'ı
Kur'ân âyetleriyle tefsir edeceğiz. İnfitar Sûresi'nde "Sonra
din gününün ne olduğunu nereden bileceksin? O gün
kimsenin hiç bir kimseye hiç bir fayda sağlamayacağı bir
gündür. O gün emir yalnız Allah'a aittir" 188[26] buyurularak
din gününün ahiret olduğu açıklanmıştır.
Allah (c.c.) Rahman ve Rahim isimleriyle bizi önce
ümitlendiriyor. "Maliki yevmiddin" ile de korkutuyor.
Cennete gitme ümidi ile Cehenneme düşme korkusu
arasında işlerimizi ve niyetlerimizi düzeltelim.
Fatihanın ilk iki ayeti Allah, Rab, Rahman ve Rahim
isimlerini tanıtıyor. Yediklerimizi giydiklerimizi,
sevdiklerimizi, elimizi, dilimizi, gören gözümüzü, yaratan
yaşatan yöneteni bize tanıtıyor.
Rahman ve Rahim olan Rabbimiz Allah'a hamd ediniz
dedikten sonra ceza gününün sahibi olduğunu hatırlatıyor.
Bu bize tebliğin metodunu da öğretiyor; önce inanan
inanmayan herkese sevindirici müjdeleyici olacağız. Sonra
inananları ayırıcı, iman kardeşliği, sebebiyle kayırıcı fakat
hep açıklayıcı, anlatıcı kurtuluşa davet edip felaketi gösterip
uyarıcı olacağız. Bunlardan anlamayanlar için korkutucu
sakmdıncı ifadeler kullanacağız.
Su bir çok maddeyi yumuşatır. Ağaçların tepesine yükselir
çiçek olur. Çiçekde koku olur ama demiri yumuşatamaz.
Demir yumuşatılmak için ateşte yakılır örs üstünde çekiçle
187[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/67-68.
188[26]
K.Kerim, İnfitar 82/17-18
döğülür. Su verilir ise yarar hale getirilir.
Bazı insanlar da güzellikten iyilikten, yumuşaklıktan
anlamazlarsa onların karakterine uygun davranılır.
Allah (c.c.) dünya ve ahiretin sahibi, maliki, yöneticisi
olduğu halde burada yalnız "Din, ciza gününün maliki"
denmesinin sebebi: Bu dünyada bir kısım insanların ilahlık
iddiasında bulunmalarına izin vermesin-dendir. Ahirette ise
otorite yalnız ve yalnız O'na aittir.
Yaratan, yaşatan ve yöneteni tanıdıktan ve O'nun Rahman
sıfatının tecellisi ile rengarenk ve çeşit çeşit muamele
edeceğini kimseye zulmetmeyeceğini, o gün Allah'dan
başka kimsenin sözünün geçmeyeceğini öğrendikten sonra,
O'nun mülkünde O'nun huzurunda O'na yönelir ve; 189[27]

(4) "Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım


isteriz" deriz.
Yaratıcı olarak Allah'ı kabul eden, yönetici olarak O'nu Rab
tanıyan, bütün bu dünya nimetlerini O'nun verdiğini bilen,
ahireîte Cennet ve Cehennemi yaratan ve müminle kâfiri
ayırt edecek olan Rahim'e inanan bir Müslüman O'na hamd
eder yakınlık sağlayınca sanki Rabbiyle konuşuyormuş gibi
"Yalnız Sana ibadet ederiz ve yalnız Senden yardım isteriz"
diyerek "Sana" ve "Senden" kelimelerini kullanmasını
öğrenir.
«Sana ibadet eder, senden yardım isteriz» derken «herşey
Allarıdır veya Allah herşeydir» diyenlere cevap veririz.
Çünkü biz ibadet edenle ibadet edileni ayırıyoruz.
İlk üç âyette RabbiimYin Allah, Rabb, Rahman, Rahim,
Malik isimlerini tanıdığımızdan arifler makamına
erişiyoruz.
Ma'rifet makamında vuslat makamı vardır ki bu "İyyake
Na'büdü"

189[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/68-69.
"Yalnız Sana ibadet ederiz" diyerek Huzur'da olduğunu,
kendisi Allah'ı görmese de Allah'ın kendisini gördüğünü
bilerek ibadet ederse Mevla'sına kavuşan Mecnun gibi olur.
"Yalnız Senden yardım isteriz" derken Allah'dan başka
herşeyi elinin tersiyle itip ondan başka dilek kapısı
olmadığını söylemekle "Fena Fillah" mertebesine varır.190[28]

İbadet:

İbadet; kayıtsız şartsız hiç bir şart ileri sürmeden emri


yerine getirip yasaklardan İkaçınmakür.
İbadet edene abd denir. Bunlar da üçe ayrılır.
1- Türkçede köle dediğimiz abd, Allah'a itaat etmediği için
hürriyetini koruyamayan kafiri, harbde esir ederek Allah'ın
kuluna kulluk etme hali
2- Yaratılmışların tamamını yaratan, lyaşatan Allah olması
İsebebiyle yaratıkların hepsi O'nun koyduğu tabiat
kanunlarına tabi olduklarından ve onun dışına
çıkmadıklarından kayıtsız şartsız Allah'ın bu tabiat kanun-
larına uyarlar ve bundan dolayı hepsine abd ismi verilir.
"Yerde ve göktekilerin hepsi Rahman'a abdkul olarak
gelecektir. 191[29] Bu tür kullukda irade olmadığman bu itaatin
sevabı da yoktur.
3- Kişinin kendi iradesiyle severek itaat etmesidir. Bu da iki
kısma ayrılır: Biri Allah'a kulluk edenler, diğeri de Allah'ın
kullarına kulluk edenler.
"Biz yalnız Sana kulluk ederiz" derken "irademizle, severek
Sana itaat ederiz. Senin emrinle meşgul olunca başkalarına
kulluk yapmamız mümkün değildir" diyoruz. 192[30]
Bu İstanbul şehrinde sokakdaki Müslümanlarla bir anket
yapılsa ve "ibadetine düşkün insan denilince hatıra ne gelir?

190[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/69-70.
191[29]
Kur'ân-ı Kerim, Meryem 19/93
192[30]
Müfredatı Rağıb
dense çoğunlukla cevap, "namazım kılan İnsan" olacaktır.
Bizim işimiz zor! Dînî ıstılahları yeniden bu insanlara
tanıtmalıyız. İslâm'ın kastettiği mâna ayrı, o ıstılahdan adı
Osmanlı ruhu Yunanlı imansızın anladığı mana ayrı.
Biz bu âyeti okuruz ve Allah'ın çizdiği sınırlar, koyduğu
kanunlar doğrultusunda sosyal, kültürel, iktisadî, siyasî,
askerî, hukukî faaliyetlerimizi düzenleriz.
Zaten bütün peygamberlerin gönderiliş gayesinin bu
olduğunu Allah (c.c.) şöyle haber verir. "Senden önce
gönderdiğimiz her peygambere: Benden başka ilah yotur.
Yalnız Bana kulluk ediniz diye vahyettik." 193[31]
Yunus Emrede bu âyeti "Dört kitabın mânâsı lailahe
illallah" mısralarıyla terceme etmiştir.
"Yalnız Sana kulluk ederiz" âyetiyle gösteriş için yapılan
ibadetten uzaklaşmış oluyoruz. İnsanlar desin için, görsün
için, ibadet etmediğini ilah ediyoruz. Riyanın ilacı bu âyeti
çok okumaktır.
Bu âyet kibir hastalığına da şifadır. "Yalnız Senden yardım
isteriz." Bir şey isteyen istenenden daima aşağıdadır. Kendi
gücümüzün, aklımızın, ilmimizin bir çok şeye yetmediğini
biliyor ve görüyor sonra Rabb'ın sonsuz gücü, ilmi sanatı
karşısında hayran kalıyor ve O'ndan, yalnız O'ndan yardım
istiyoruz.
"Sana ibadet eder Senden yardım dileriz" derken senli benli
gibiyiz. O bize şah damarımızdan daha yakın 194[32]. Nerede
olursak olalım O bizimle beraberdir. 195[33] Aynı zamanda bu
iman bizdeki yersiz korkuların tamamını silip götürür.
Çağımızda cumhur başkanı, başbakan, genelkurmay
başkanının kartını özel telefonunu taşıyan ve her an telefon
edebilenlerin önünde bütün kapılar açılıyor ve onların hiç
birşeyden korkuları da olmuyor. Çünkü bu insanlar onların

193[31]
K.Kerîm, Enbiya 21/25
194[32]
K. Kerim, Kaf 50/16
195[33]
K.Kerim, Hadid 57/4
yakını olmuştur.
Size de bu dokunulmazlığı olanlardan bir kart gelse ve
kartta şöyle yazsa "ne konuşursan konuş, ne yaparsan yap,
işte özel telefonum bir. Şey olursa beni ara" bu yazıyı alanın
korkusu olmaz. Karakola gitse bir telefonla haber verdiği
zaman her şey düzelir.
Allah (c.c.) bize bir kitap göndermiş ve orada "Nerede
olursanız olun O sizinle beraberdir"196[34] buyurmuş,
diğerleri gibi telefon etmeniz geremez. Diğerlerine telefon
etmek isteseniz bile o anda telefon etme imkanınız
olmayabilir. Dolayısıyla o kişileri haberdar edemezsiniz.
Ama Allah (c.c.) her yerde hazır ve nazırdır. Telefona gerek
kalmadan haberinizi alır sizin.
Allah'ın bu garantisine rağmen başkalarından çekinmemiz
imanımızın zayıflığının işaretidir.
İmanımızı kuvvetlendirmek için günde beş vakit
amazımızda kırk defa "İyyakena'büdü Ve İyyakenestaın"
yalnız Sana ibadet eder ve yalnız Sana ibadet eder ve yalnız
Senden yardım isteriz" diyelim.
Ancak biz dua ederken, evlenmeden çocuk isteyen, tohum
atmadan ürün İsteyen deli adam durumuna düşmeyelim.
Musa (s.a.v.) çölde Rabbinden su ister. Rabbimde Musa'dan
asasını taşa vurmasını ister ve vurunca taştan sular
fışkırır. 197[35]
Nuh (s.a.v.) Rabbinden düşmanlara karşı yardım ister ve
kâfirlere galip gelir. 198[36]
Yani diller dua ederken eller armut devşirmeyecek. Eller de
kendine düşen görevi yerine getirecek. Evlenecek tarlaya
tohum aacak, uçak gemi, füze ve diğerlerini yaparak
güçlenecek.
Hastanın ilaç kullanması yardımı ilaçdan istemesi anlamına

196[34]
K.Kerim, Hadid 57/4
197[35]
K.Kerim, Bakara 2/60
198[36]
K.Kerim Hud 11/36
gelmez. Çünkü ilacı yaratan Allah (c.c.)’dir.
Kardeşinden yardım istemesi de şirk değildir, çünkü Allah
(c.c.) yarattıklarını yardımına sebep kılmıştır.
Alimlerimiz fıkıh kitaplarında "Müşriklerden yardım istenir
mi?" diye başlıklarla bu konuyu ar aştırmış lar.
"Ey iman edenler kendinizin dışındakileri sırdaş
edinmeyiniz" âyetini 199[37] ve; "Allah hiç bir zaman kâfirler
için müminlerin aleyhine bir yol kılmayacaktır" 200[38]
âyetlerine dayanarak Cessas, Ahkam-ül-Kur'ân'ında (3/37-
290) harbde kâfirlerden yardım istenemeyeceğini söyler.
Müslim'in Kitab-ül-Cihad'da 201[39] Hz.Aişe'den rivayet ettiği
bir hadise göre, Peygamber Efendimiz kendisine gelip harbe
katılmak isteyen birine "Bir müşrike karşı diğer bir
müşrikten yardım istemeyiz" buyurmuş.
İmamı Safı "el-Ümm" isimli eserinde (4/177) bu olayı
belirtir ve ama Efendimiz'in Beni Kaynuka yahudilerinden
yardım aldığını haber verir.
İbni Kudame el-Muğni'sinde müşriklere karşı müşrikten
yardım istenmeyeceğinin daha kuvvetli olduğunu bildirir.
(10/446)
İmamı Malik de "El-Müdevvenetül Kübra'da (2/40-41) aynı
görüşü belirtir. Müşriklere karşı müşriklerden yardım
istenmesi yasak olunca Müslümana karşı müşrikten yardım
haydi haydi istenmez.
Efendimizin hayatında kafirlerden yararlandığını görüyoruz.
Buradan Komuta müslümanlarda oldukça kafirin gücünden
yararlanılır anlamı çıkar.
"Yalnız Senden yardım isteriz" diyoruz ama isteklerimizi
bildirmiyoruz. Ancak 202[40]

(5-7) "Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiğin


199[37]
Ali îmran 118
200[38]
Nisa 141
201[39]
Hadis 1817
202[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/70-73.
kimselerin yoluna ilet, gazaba uğrayanların ve
sapıklarmkine değil" diyoruz.
Hırsızlık, arsızlık, sarhoşluk, berduşluk, fuhuş,
haramzadelik, ihanet, eşcinsellik, beşcinsellik, esrarkeşlik
vesaire-bunların hepsi sırat-ı müsta-kıymden (doğru yoldan)
çıktıktan sonra başlar.
Kendiniz, çocuklarınız, dostlarınız, kardeşleriniz için dua
ederken bu kötülüklerin adını sayarak "Yarab! bizi hain, asi,
sarhoş... yapma" diye dua etmeyin. Bu âyeti okuyarak
"Yarab doğru yolu göster" deyin "Sırat-ı Mustakıym'den
ayırma" deyin.
İslâmî bir eğitimle eğitilmiş bir baba yavrusuna nasihat
ederken; "Yavrum geçimini hırsızlıkla, rüşvetle sağlama"
demez. "Yavrum geçimini alın terinle kazan" der ve olumlu
şeyleri söyler.
Fatiha Sûresi'nde biz bu edebi ve edebiyatı da öğreniyoruz.
Peki bu istediğimiz doğru yol nasıl bir yol? Bu yoldan daha
önce gidenler olmuş mu? gidenler nereye varmışlar?
İşte biz burada bunun için "Kendilerine nimet verdiğin
kimselerin yoluna bizi kavuştur" diyoruz.
Eğer peygamberlerin yolunu değil de sadece doğru yolu
istemiş olsaydık, dünyadaki insan adedince doğru yol
olurdu. Ölünce annesinin etini yiyen yamyam "Annem beni
beslemiş, büyütmüş, yememiş yedirmiş, giymemiş
giydirmiş ben nasıl olur da toprağa atarım, onu yerim kendi
kanımda taşırım" diyor.
Hindistan devlet başkanı da "Beni başkan yapan anamı
toprağa gömecek kadar zalim değilim, Önce kendi ellerimle
ateşte yakarım, sonra Ganj Nehri'nde yıkarım" diyor.
Londra Belediye Başkanı; "Ölüleri toprağa gömemeyiz,
Londra'nın ısınmasında kullanırız" diyor.
Dünya Sevgi Birliği Başkanı; "Tabiatın bana bağışladığı
güzel kadını kendi tekelimde tutmam bencillik olur. Herkes
ondan yararlanmalıdır" diyor.
"Beni İsrail'den olmayanlar insan sayılmazlar. Onlar İsrail
oğulları'na hizmet için yaratılmışlardır" diyen Yahudiler var.
Bütün bunların mantıki açıklamaları elbette var.
Onun içindir ki, onun bunun belirlediği yola değil "Sen'in
peygamberlere verdiğin yola bizi ilet" diyoruz.
O yol bir çok peygamberi devlete ulaştırmış.
Doğru yol "Sırat-ı Müstakıym" iki nokta arasındaki en kısa
çizgiye denir. Dünya noktasından Cennet noktasına en kısa
yoldan eğilip bükülmeden, yalpalamadan gidilecek yolun
adıdır.
"İhdina" derken hidayetin yalnız ve yalnız Allah'a ait
olduğunu bildiğimizi de itiraf etmiş oluyoruz. Allah (c.c),
Rasûlüne: "Sen sevdiklerine hidayet veremezsin. Ancak
Allah dilediğine hidayet verir"203[41] buyurarak hidayeti
Rasûlü'nün bile veremeyeceğini bildirir.
Peygamberler ancak hidayete vesile olurlar, insanlara yol
gösterirler. "Muhakkak sen Sırat-ı Mustakyım'e yol
göstermektesin." 204[42]
Rabbimiz vahiyle peygamberlerine yol göstermiştir. Biz de
o vahyin ışığında yürüyoruz.
Biz kimseye hidayet veremeyiz. Ama İslâm nuruna davet
eder, yol gösteririz.
Gözlere nur vermek Allah'a aittir. Doktorlar da nur
vermiyor, sadece gözü perdelenenlerin nurunu açıyor.
Hidayet gönül işidir. Kişinin kafasına tabanca dayayarak
iman ettiremezsiniz. Böylesi hidayete ermiş gibi görünür
ama gönülden inkâr eder.
Yine kişinin kafatası açılarak içinden iman sökülemez, o bir
gönül işidir. Gönüle de yalnız onu Yaratan hakim olur.
Bizim tebliğimiz bir kişinin hidayetine sebep olursa bu
bizim için yeryüzü dolusu altına sahip olmaktan daha
hayırlıdır. Bu bize biraz ters gibi gelebilir. Ama yeryüzü
203[41]
K.Kerîm, Kassas 28/56
204[42]
K.Kerim Şura 52.
insan için yaratılmıştır. Yeryüzünün tamamı insanin haksız
yere akıtılmış bir damla kanına denk olmaz.
Dinimizin insana verdiği değer bu!...
Kur'ân-ı Kerîm'de Rabbimiz haksız yere herhangi bir kişiyi
öldürenin bütün insanları öldürmüş gibi olduğunu haber
verirken 205[43] öldürülenin mümin veya kâfir olmasını ayırt
etmez.
Medeni Avrupah'nm, Amerikalı'nın gözünde bir varil petrol,
Hıristiyan olmayan milyarlarca insanlardan daha değerlidir.
İşte böyleleriyle aynı safta, aynı kulüpte, aynı pakt'ta
olmamak için "Gazaba uğrayanların ve sapıkların yoluna
değil" diyoruz.
Hemen hemen tefsirlerin tamamında gazaba uğrayanlardan
kasıd Yahudiler ve sapıklardan hasıd Hıristiyanlardır diye
yazar.
Allah (c.c.) ise isim vermeden gazaba uğrayan ve
sapıtanlarm yolundan gitmememizi emreder. Bu âyet-i
kerîme nüzulünden 1400 küsur sene sonra yeni bir görevi
daha yerine getiriyor.
Yetkililer Avrupa Topluluğu'na girebilmek için vermedik
tavizi bırakmadılar, ama yine de kapıda bekletiliyorlar, içeri
alınmıyorlar.
Yetkililer Avrupa'ya girmek için gittiklerinde "Sizin gibi
düşünüyoruz, sizin gibi yiyoruz, içkiyi sizden fazla içiyoruz.
Bakınız sizinkinden iki bardak fazla içtim. Hanımımın eteği
sizin hanımınızın eteğinden daha kısa. Dilinizi en az sizin
kadar biliyor ve konuşuyorum. Hâlâ niçin almıyorsunuz?"
dediğinde, onların cevabı televizyondan "Kültür farklılığınız
var" diye terceme ediliyor, yani "Müslümansınız, ondan
almıyoruz."
Yetkiliye "Sen bizim gibisin ama 60 milyon bizim gibi
değil. Bakanlar, başbakanlar, reisi cumhurlar değişir fakat

205[43]
Maide 32
millet devam eder. Elimizde çeşitli ajansların araştırması
var. Avrupa'daki üç milyon Türk'ün yüzde doksanı bayram
namazı kılıyor. Yüzde yetmişbeşi cuma namazı kılıyor.
Bunlar bir araya geldiklerinde imam önde:
"Şu Allah'ın gazabına uğrayan Yahudilerle, sapık
Hıristiyanların yolunu istemeyiz, bize peygamberlerin
yolunu ver Ya Rabbi1' dediğinde hepsi amin diyor. Yani;
biz de imamı destekliyoruz, duamızı kabul et diyorlar ve
avrupah devam ediyor: "Seni şimdilik kapının önünde
tutalım şimdi sen git bu halkın dilinden bu duayı al sonra
gel bir düşünelim. Televizyonun tercenıesiyle "Kültür
seviyesini bize uydur gel" diyorlar. Yetkili yurda dönünce
belirli mihraklara işaret veriyor ve hep birden yüzde bir
olanlar yüzde 98 olan müslümanlara saldırıya geçiyor.
Şunu herkes bilsin bu âyetlerin 1400 seneden beri devam
etmesi, bu Allah kelamının bundan sonra da devam
edeceğinin garanti belgesidir.
Gazaba uğrayan Yahudilerin yaptıkları Allah'a isyan,
Allah'a iftira, peygambere ihanet, fuhuş, hırsızlık, hakkı
gizleme, ateşle insanları yakarak işkence etme gibi suçları
çağdaş metodlarla tekrarlayanların yolunu bize verme Ya
Rabb!
İman, İslâm, kitap, peygamber, iffet, namus, izzet, adalet,
doğruluk, sadakat gibi kelimeleri hayatından çıkaran ve
yerine bunların zıddını koyarak insanları sapıtanlarm yolunu
da bize verme Ya Rabbi diyoruz.
Bu sûre bize ayrıca İslâmda tebliğ metodunun nasıl
olacağını da öğretir.
Biz tağuttan önce Allah'ı, küfürden Önce İslâm'ı tanımalı ve
tanıtmalıyız. Sonra da tağutun ve küfrün mantığını ve nasıl
yıkılacağını yine Kufân'dan öğrenmeliyiz.
Rabbimiz altubuçuk âyette kendisini ve kendi rızasına giden
yolu bize tanıttıktan sonra bu yoldan sapanlardan
olmamamız konusunda bizi uyarıyor.
Dünyada devlete, ahirette Cennete çıkan bu Srrat-ı
Müstakıym'i Rabbimiz'den istiyoruz. Gazaba uğrayanlarla
sapıkların yolunu istemiyoruz. Ya Rabbi diye milyonlarca
kerre dua ediyor, âmin diyoruz. Acaba Allah dualarımızı
kabul etmiyor mu? diye hatırımıza geliyor.
Dua için Rabbimiz'in huzuruna gelişimiz dualarımızın kabul
edildiğinin işaretidir.
Mekke'ye, Kudüs'e gidecek olursanız Önce araştırırsınız:
Hangi şirket, hangi yoldan, kaç liraya, kaç günde getirip
götürür diye bilgi ve broşür edinirsiniz.
Allah (c.c.) da; siz şimdi doğru yolu, dünyada devlete
ahirette Cennete götürecek Sırat-ı Müstakıym'i mi
istiyorsunuz?
Buyurun: "İşte kitap, O'nda hiç şüphe yoktur. Müttakıler
için doğru yolu gösterendir" buyurur.206[44]
Doğru yolu öğrenmek için Bakara suresinden devam ederek
sonuna kadar okuyalım. 207[45]

206[44]
Bakara 1
207[45]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/73-78.
BAKARA SURESİ TEFSİRİ

Buyurun dünyada devlete, ahirette cennete gidişin yollarını


gösteren Allah kelâmını okumaya devam edelim.
Kur'ân-ı Kerîm de yazılış sırasına göre ikinci sûre olan,
"Bakara Sûresi" diye isimlendirilen ve Kur'ân-ı Kerîm'in en
uzun sûresi olup Medine'de nazil olan içinde ahkam âyetleri
oldukça fazla bulunan Bakara Sûresi'nin tefsirine
başlıyoruz. Rabbim kalbimizi ve dilimizi açsın, öğrenmek,
amel etmek ve öğretmek nasib etsin. Amin.
Sûrelerin isimlerinin manası vardır, ama genelde bütün
dillerde terceme yapılırken isimler terceme edilmez. "Ali"
adı yüce diye "Mustafa" süzülmüş, arınmış diye, "Mahmut"
ismi öğülmüş diye terceme edilmediği gibi Bakara Sûresi de
inek sûresi diye terceme.edilmez. 208[1]

(1) Elif Lam Mim. Kur'ân-ı Kerîm'in yüzondört sûresinden


yirmi dokuzu bu tür harflerle başlar. Bu harflere "Hurufu
Mukattaa" denir. Yirmi dokuz sûrenin başında gelen bu
harfler 14 tanedir.
Kur'ân veya Rasûlullah tarafından bu harflerin mânâsı bize
bildiril-mediği için biz de bu konuda bir şey demiyoruz.
Bazı tefsirlerde elif: Alâüllah, lam: Lutfullah, mim
Mecdullah şeklinde tefsir edilmiştir.
Elif, boğazdan çıkan harflerdendir. Lam, ağzın ortasından
çıkan harflerdendir. Mim de dudaktan çıkan harflerdendir.
Yani en derinden en uca kadar bütün harfleri temsil ederler.
Sûreye bu tür harflerle başlanması Arap edebiyatçılarına
meydan okumayı da içermektedir. "Kurân-ı Kerîm'i
Muhammed'in kendisi uyduruyor" diyen kâfirlere "buyurun
bu arapça sizin diliniz. Bu Kur'ân bu elif, lam, mim, sad,
nun, kaf, ha, ta, ayn, sın, ra,... gibi harflerden meydana

208[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/79.
gelmiş, ana malzemesi elinizde, siz de bir sûre getirin"
anlamınadır.
Bu sûrenin üçüncü âyetinde bu meydan okuyuş apaçık
yapılmaktadır.
Tabiat kanunlarının her biri Rabbimizin âyetleridir. Bunlara
tekvini kanunlar diyoruz. Bir çiçeğin açmasında, bir böceğin
uçmasında bir çok kanunu ilahi çalışmaktadır, İnsanoğlu bu
kanunları keşfeder, elementleri bulur ama bir çiçeği yoktan
var edemez.
Rabbimizin teşrii kanunu olan bu Kur'ân âyetlerinin lafızları
da bize 29 harfin bir araya gelmesiyle ulaştırılmış.
İnsanoğlu bu harflerin hepsini sayar, yazı kanun ve
kurallarını da bilir ama, elementlerden bir çiçek ya-
ratamadığı gibi bu harflerden de bir âyetin benzerini
getiremez. 209[2]

(2) İşte Kitap Budur:


Bundan başka doğruyu gösterecek kitap yoktur.
Hatırlanacağı gibi Fatiha Sûresi'nde "Bize doğru yolu
göster" diyorduk işte o doğru yolu gösterecek olan kitap
budur! Bunun dışında buna zıt bütün kitaplar değersizdir,
günlük, haftalık, aylık, senelik veya klasik kitaplardır.
Bu kitap ise Hakdan geldiğinden içindekiler değişmez
hakikatlardır. "Onda hiç şüphe yoktur"
Allah'dan geldiğinde hiç şüphe yoktur. Doğruluğunda şüphe
yoktur. Doğru yola götürür bunda da hiç şüphe yoktur.
Günümüz düşünürlerinin siyasî, iktisadî, hukukî
görüşlerinin doğru olma ihtimali de vardır, yanlış olma
ihtimali de vardır.
Doğruluk veya yanlışlıklarını zaman apaçık bir şekilde
ortaya çıkarır. İnsanların görüşlerinin doğru yada yanlış
ihtimali olduğundan zan ifade eder. Allah (c,c.) Kur'ân'a

209[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/79-80.
uymayanların zanna uyduklarını zannın da gerçeğe
ulaştırmadığını haber verir. 210[3]
Günümüzün yazarlarından bir kısmı kendi açısından haklı
olarak "Ben her fikre saygı duyarım" demektedir. Kendi
fikrinin zamanla tutarsızlığını anlayınca bu sözü söyleme
mecburiyetinde kalıyorlar. Bu tip insanlar bir tek Allah
kelamının haklılığını inkar edebilmek için, beş milyar
insanın haklılığını kabul etme zorluğuna katlanıyor ve ama
beşmilyar insana da saygısız oluyorlar.
Biz doğruluğunda şüphe olmayan bu kitaba iman ettikten
sonra bu kitaba ters düşen hiçbir fikre, görüşe, kanuna saygı
göstermeyiz. İnsana saygımız vardır ama insanın ürettiği
imansızlığa ve isyana saygımız yoktur. 211[4]

Bu Kitap Müttekilere Yol Gösteren Bir Kitaptır.

Takva: Pıtrak dikeninin çok olduğu bir yerde ayakkabı


olmadan yürürken insanın ayaklarına diken batmaması için
bütün vücudu dikkat kesilir, vücudunun her parçası göz olur
ya işte bu dünyada elini, dilini, belini, gözünü, gönlünü,
kulağım, ayağım haramlara-dokundurmadan ömrünü
geçirmeye takva denir.
Şirk'den sakınıp iman üzere olmaktır takva. 212[5] İsyandan
sakınıp itaat üzere olmaktır takva.., 213[6]
Her işinizde Allah'ın rızasını aramak için Allah'a layık bir
kul olmaya çalışmaktır takva. 214[7]
İçini Hak için şirkten, yalandan, kinden, iftiradan, hasetden,
gıybetden arındırmak süslemek, dışını halk için süslemektir
takva.
"Allah takva üzere olanlarla beraberdir. " 215[8]
210[3]
K. Kerim, Yunus 36.
211[4]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/80-81.
212[5]
Fetih 26.
213[6]
Maide 65, Araf 96.
214[7]
Ali İmran 102.
215[8]
Nahl 128.
Eğer bana reis-i cumhur veya genelkurmay başkanı bir kart
gönderse ve "seninle beraberim işte özel telefonum,
istediğin zaman ara" dese benim konuşmalarım belki biraz
daha açık ve net olur.
Halbuki beni karakola götürseler bu kart sahiplerinin haberi
olmaz.
Bana o karakoldakiler telefon ettirmeyebilirler. Halbuki
Allah (c.c.) "Her nerede olursanız olun O sizinle beraberdir"
buyuruyor. K. Kerim, Hadid Telefon etmenize gerek yok.
O'ndan güçlü olan da yok. Onun için takva üzere olmak
demek düşmana karşı güçlü olmak demektir.
Takva üzere olana Allah (c.c.) iyiyle kötüyü ayırt etme
özelliği verir 216[9] işlerini kolaylaştırır, 217[10] her sıkıntılı
işine bir çıkış yolu verir, hiç hesap etmediği yerden
rızıklandınkr. 218[11]
Takva üzere olan korkmaz ve üzülmez. 219[12] Takva üzere
kurulan Küba Mescidi 1400 seneden beri devam ettiği gibi
takva üzerine kurulan ve takva üzere devam eden devlet de
yıkılmaz.
Çünkü takva üzere kurulan devlette her mütteki insan
kendisine verilen görevi yerine getirdikten sonra da 24 saat
her halinde o takva üzere kurulmuş devleti çalıştırmak,
çalışmasını engelleyenlere karşı koymakla kendini görevli
bilir. 220[13]

(3) "Onlar gayba iman ederler. Namazı dosdoğru kılarlar ve


onlara rızık olarak verdiklerimizden infak ederler"
Sizin yanınızda sizi övenle, yokluğunuzda sizi öven bir
değildir. Nice insanlar vardır ki, önünde yağ çekip takla
attığı insanın ardından kuyusunu kazar.

216[9]
Enfal 29.
217[10]
Talak 4.
218[11]
Talak 2.
219[12]
A'ra f25.
220[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/81-82.
Değerli dostlar ise dostunu yokluğunda savunur, yüzyüze
geldiğinde ise münasip bir dille hatalarını söyler.
Muttaki insanlar Allah'ı, melekleri, cenneti cahennemi
görmeden inanırlar. Bugün müslümanlar Peygamber
Efendimizi de görmeden inanıyorlar. Onun içindir ki,
Efendimiz: "Beni görüp bana iman edene müjdeler olsun.
Beni görmediği halde bana iman edene yedi kere müjdeler
olsun" buyurmuştur." 221[14]
Kendisi Allah'ı görmese de Allah'ın kendisini gördüğüne
inandığından bütün hareketlerim kontrol eder.
Şoför uzun yolda radara yakalanıp ceza vermeyeyim diye
sür'at sınırını aşmadığı gibi, muttaki müslüman da ahirette
cezalandırılmayayım diye Allah'ın haram sınırlarına
yaklaşmaz.
Günümüzde "Ben görmediğime, labaratuarda
incelemediğime inanmam" diyenler yeni bir söz söylemiş
sayılmazlar. Çünkü "Bu güneşin altında söylenmedik söz
kalmadı" biz bu tefsirimizde yeri geldikçe imansızların kötü
sözlerinin yeni olmadığını, daha önce başka imansızlar tara-
fından söylendiğini Kur'ân-ı Kerîm'den naklederek isbat
edeceğiz. "Küfür cephesinde yeni bir şey yok" adı altında
bir kitabımda günümüz kâfirlerinin çağdaş düşüncelerinin
çağlar öncesine ait olduğunu gösterdim.
Günümüzde yaşayan bir düşünürün düşüncelerinin
Kur'ân'da daha önce haber verildiğini göstereceğiz.
Çağdaş imansızlar gibi, Musa (s.a.v.)'nın kavminden bir
kısmı "Musa, biz Allah'ı apaçık görmedikçe sana
inanmayacağız" demişlerdi. 222[15] Çölde söylenen bu sözü
bugünkü kâfir labaratuardan söylüyor. Gözümüzün bir sınırı
var. Bu göz Allah'ı görseydi, Allah'ın gücü ve büyüklüğü
sınırlı olurdu.
Bu gözler gördüğünü emri altına alıyor. Yüce dağları
221[14]
Ahmedb. HanbelMüsned5/248.
222[15]
Bakara 55.
deliyor. Denizin derinliklerinden en değerli inci
mercanlarını çıkarıyor.
Gözlerimiz Allah'ı görecek şekilde yaratılmamıştır. O'nun
yarattıklarından ilmini, kudretini, san'atım, rahmetini
görüyor ve O'na iman ediyoruz.
"Namazı dosdoğru kılarlar."
Cennetin anahtarı 223[16] gözlerin nuru 224[17] müslümanlann
can ve tenlerinin huzur bulup rahatlama yeri olan 225[18]
Kur'ân ve sünnetin tarif ettiği şekliyle dosdoğru kılarlar.
Kötülüklerden alıkoyan K. Kerim, 226[19] kalp ve kalıpları bir
araya getiren müminlerin mi'raci olan, Hak huzurunda
halkla beraber, halk içinde Hakla beraber olunan namazı
kılarlar. Günde beş defa elbisemize, namaz kılacağımız
yere, eller yüzler baş, ve ayaklara dikkatimizi çeken ve bizi
temiz olmaya sevkeden namazı kılarlar.
Rabbimiz göktekilerin, yerdekilerin, güneşin, ayın,
yıldızların, dağların, ağaçların, hayvanların, secde ettiğini
haber verir. 227[20] Mümin bütün yaratıkların ibadetini
toplamak için namazını kıyam, rüku, sucud ve kaide ile
tamamlar.
Buhari'nin Kitabü-t-Tevhid'de rivayet ettiği bir hadiste
Yemen'e gönderilen tebliğciye Efendimiz: Önce Allah'ı
tanıtmasını ister, Allah'ın varlığını ve birliğini kabul
edenlere namaz kılmalarını ondan sonra zekat vermelerini
emreder.
İnanmış insanların bir araya gelebileceği en güzel yerler
camilerdir. Dernekler, cemiyetler ve vakıflara yalnız üye
olanlar girebilirken camilere her mümin girebilir.
Yunus Sûresi'nin 87. âyetinde Musa ve Harun (s.a.v.)'un
Mısır'a yerleşince ilk işlerinin mescid edinip namaz

223[16]
Nesai K. İşretün-Nisa 7/61.
224[17]
Müsned, Ahmed b. Hanbel 3/340.
225[18]
Ebu Davud K. Edeb Hadis No: 4985 namazı.
226[19]
Ankebut 45.
227[20]
K. Kerim, Hac 18.
kılmakla emrolunduklarını haber verir Rabbimiz.
Peygamber Efendimiz Medine'ye hicret edince ilk işi
mescid yapmak olmuştur. Mekke'yi fethedince de fetih
namazı kılmıştır. Sa'd b. Ebi Vakkas Iran Kisra'smın
sarayını fethedince altın, yakut, zümrüt, inci, mercanlara
bakmadan bütün bunları yaratana yönelmiş ve fetih namazı
kılarak Rabbine şükretmiştir.
Namaz sıkıntılı zamanlarda sığınak 228[21] sevinçli zamanlar-
da şükür makamıdır.
Rabbin mülkünde onun yarattığı bedenle O'nun huzurunda
O'nun öğrettiği kelimelerle O'na yönelmek halkdan. alakayı
kesip Hakla beraber olup selamla tekrar halka dönme
halidir, namaz. İbrahim aleyhisselam Rabbine dua ederken
kendisinin ve neslinin namaz kılanlardan olmasını
ister, 229[22] Rabbimiz, Efendimize ve ailesine namazı
emreder ve senden rızık istemeyiz rızkı veren biziz diyerek
namaz ister. 230[23]
Namaz cimrilik hastalığının da ilacıdır. 231[24] Günümüzde
dilencilerin kahvehane, sinema, tiyatro, futbol sahası
önünde değil de camilerin önünde durmaları bunun
göstergesidir.
Aynı inancı paylaşan ve camilerde bir araya gelen cemaatın
içinde zengini vardır, fakiri vardır. Yerlisi vardır, yolcusu
vardır, duİ'u vardır, yetimi vardır. Devletin elinin
uzanmadığı veya haberinin olmadığı haller olabilir. Bu
durumlarda,
"Onlara nzık olarak verdiklerimizden infak ederler."
Müminler Karun gibi toplayıcı değil, Harun gibi
dağıtıcıdırlar. Dağıtmak için kazanırlar, verirken
tükeneceğinden korkmazlar. Çünkü veren Allah'dır, "ver"

228[21]
Bakara 153.
229[22]
ibrahim 40.
230[23]
Taha 132.
231[24]
Mearic 21-22
diyende Allah'dır. "Siz Allah için bir şey verdiğinizde Allah
onun daha iyisini verir, O nzık verenlerin en
hayırlısıdır. 232[25]
İblis gibi fakirlikten korkutup cimriliği emretmez 233[26] İdris
gibi cömertliği emreder.
Ne kadar verelim sorusuna Bakara 219. âyette ihtiyaç
fazlasının verilmesi gerektiği nereye verelim sorusuna 215.
âyette anne-babaya , yakınlara, yetimlere, fakirlere, yolda
kalmışlara diye cevap verirken bunların müslüman veya
kâfir oldukları bildirilmemiştir, Hatta Bakara 26. âyeti
"kâfirlere hidayet vermek sana düşmez. Sana infak etmek
düşer anlamındadır.
Allah yolunda infakda oran yoktur. Zekatta sınır vardır,
sadakada sınır yoktur. Sadaka intakıma sınırını İsra
Sûresi'nin 29. âyeti göstermiş ve eliboş kalacak şekilde
saçıp savurmayı da yasaklamıştır.234[27]

Rızık: Allah'ın kuluna verdiği ilim, makam, mevki, yiyecek,


giyecek ve içeceklerin hepsine nzık denir. (Müfredatı
Rağıb) "Sizden birine ölüm gelip "Ya Rabbi keşke yakın bir
zamana kadar ecelimi geciktirsen de sadaka versem"
demeden önce size verdiğimiz rızıkdan veriniz." 235[28]
İlminizin sadakasını verin. Makam ve mal varlığınızın
sadakasını vermez.
Allah yolunda yapılan infakın verildiği zamanlar da önemli.
Müslümanların dar ve zor durumlarında yardım edenle bol
günlerinde yardım eden bir değildir. Rabbimiz Mekke
fethinden Önce infak eden ve harb edenlere Mekke
fethinden sonra infak ve harb edenlerindenk olmadığını
haber veriyor. 236[29]

232[25]
Sebe 39.
233[26]
Bakara 268.
234[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/82-85.
235[28]
Münafikun 10.
236[29]
Hadid 10.
Günümüzde iyi niyetli bir kısım müslümanlarımız bir araya
gelerek kendi işyerlerinden ayrı olarak ortak bir işyeri
açarak gelirini Allah yolunda harcamaya karar verirler.
Bazan üç kişi ortak bir işyeri açarlar ve yüzde doksanını
aralarında bölüşürler, yüzde on'unu da Allah yolunda
harcamaya karar verirler.
Bu laiklik anlayışının bizdeki görüntüsüdür.
Bu Mekkeli müşriklerin "Bu Allah içindir. Bu da putlarımız
içindir."237[30] diyerek gelirlerini ikiye ayırması gibidir.
Mümin, canını yaratanın Allah olduğunu, malını verenin
Allah olduğunu bilir ve O'nun yolunda mal ve canıyla cihad
eder.
"Onlara verdiğimiz nzıktan infak ederler" âyetini okuyunca
biz verdiğimizi kendi malımızdan değil, Allah'ın bize
emaneten verdiğinden infak ettiğimizi anlıyoruz.
Düğün evinde yemek kazanının başındaki aşçı yemek
dağıtırken kimseyi minnet altına alamadığı gibi, kimsenin
başına kakamadığı gibi, "Ben malımdan dağıtıyorum"
diyerek övünemediği gibi infakda bulunan kişide haddini
bilir. 238[31]

(4) "Ve onlar sana indirilene, senden önce indiriîenlerede


iman ederler ve onlar ahiretede yakiyn bir bilgi ile iman
ederler"
Yani sana indirilen bu Kur'ân~ı Kerîm'e iman ederler.
"Senden önce indirilenlere de iman ederler." Yani İbrahim,
Musa, Davud, İsa ve diğer peygamberlere indirilene de iman
ederler.
Yahudi gibi ırkçılık yapıp yalnız Beni İsrail'den olanlara
inanıp diğerlerini inkar etmezler.
Peygamberlerin özelliği, güzelliği kendi şahıslarından
ırklarından, dillerinden gelmez, Allah'ın onları peygamber
237[30]
En'am 136.
238[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/85-86.
olarak seçmesinden gelir.
Allah'ın gönderdiği peygamberler hangi ırkdan, hangi
renkden olursa olsun iman ederiz. O'na indirilen kitabı da
kitabımız kabul ederiz.
"Ve onlar ahirete de kesin bir bilgi iîe iman ederler."
Yakını bilgi, kendisinde şüphe olmayan bilgidir. Müttekiler
ahireti gözleriyle görmemişlerdir. Ancak gözlerini yaratan
Allah (c.c.) ahiretin varlığını haber verdiği için şüphesiz
iman ederler. Gözün görmesinde yanılma ve yanlışlık olur,
fakat Allah'ın haberinde yanlışlık olmaz.
Çölde su görüpde ona doğru koşan insan çoğu zaman su
yerine serapla karşılaşabiliyor. Bu sebeple biz Allah'ın
haberine gözlerimizle gördüğümüzden daha fazla inanırız.
"Bu dünya hayatından başka hayat yoktur. Ölürüz ve
yaşarız. Biz diriltilecek değiliz." 239[32] diyen insanlar
mevsimlik böcekler gibi hiç görmedikleri baharı inkar
etmekteler. Ama bu kışın bir baharı da vardır.
Ana rahmindeki çocuğa "Buradan daha geniş bir dünya var"
deseniz gülüp geçebilir. Bu dünya da ahiretin ana rahmidir.
Bu toprak ana üzerinde yaşar büyür ve ölerek ahirette
doğarız;
Baharda doğan, yazın gençliğini yaşayan, güz mevsiminde
ölen,.kardan kefenlerle toprağa gömülen çekirdeklerin
baharda İsrafil'in surunu andıran ılık rüzgârlarla çiçeğe
dönüşmeleri ahiretin varlığını bize hatırlatan âyetlerdir.
Günümüz ateist kâfirlerinden birisi bana şöyle sormuştu:
"Adamın biri denize düşse, onu balina yutsa, balinayı
balıkçılar tutsa, bin parçaya ayırsalar, binlerce insan yese,
bu insanlardan biri Asya'da, biri Avrupa'da ölse, biri yansa
duman olup gökyüzüne yükselse, şimdi bu denize düşen
adamı Allah nereden nasıl toplayacak?
Ona şöyle cevap verdim: "Babanın okuduğu Kur'ân-ı

239[32]
En'am 29, Müminun 39, Casiye 24.
Kerîm'de Yasin Sûresi vardır. O sûrenin yetmiş dokuzuncu
âyetinde soruyun kısa bir cevabı vardır. Müşriklerden birisi
mezarlıklardan çürümüş bir kemik getirip Efendimiz'in
önünde ufalayarak "bu çürümüş kemiği kim diriltecek" diye
sorar. Rabbimizde "Onu ilk Önce kim yaratmışsa o
diriltecek" diye cevap verir.
Sen bana denize düşenin dağılışını anlattın. Ben de sana
senin toplanışını anlatayım: Bir zamanlar sen yoktun,
annenle baban evlendi. Meninin altmış milyonda biri kadar
küçükdün dokuz ay sonra dünyaya geldin. Anne sütünden
sonra Adana'nın domatesi, Erzurum'un yağı, Ayvalık'ın
zeytinyağı, Trakya'nın peyniri, Rize'nin çayı, Konya'nın
buğdayı sana doğru geldi ve sen seksen kiloluk bir adam
oldun. Bu saydıklarımın ekilip büyümesi için Avrupa'dan,
Amerika'dan, Afrika'dan gelen âletleri, ilaçları, havayı
saymıyorum. Senin dağıttığın yerlerden toplamış Allah seni.
Seni buralardan toplayan Allah o senin dağıttığını da toplar"
deyince "inandım ahirete" demişti.
Ateist (kâfirler) arasında düşünen insanlar bazan
bulunabiliyor. Bu kadar zulmeden zalim insanlar ölüyor. Bu
mazlumun hakkı burada alınamadı. Bu mazlumda ah
çekerek ölüyor. Bu ikisi de aynı toprağa gömülüp yok olup
gidiyor. Öyleyse iyiliğin, güzelin, erdemin, adaletin ne
önemi var? diyor ve Allah'a ve ahirete imana yol ararken
uluslararası insanları imansızlaştırma Örgütü onun Önüne
çıkararak "İnsanlar iyilik ve kötülüklerinin karşılığını
yeniden dünyaya gelirken akrep olarak, yılan olarak, iyi
insan da daha iyi şekilde dünyaya gelecek" diyor. Bunlardan
birine ben "O takdirde dünyada insan ve hayvanların sayısı
artmamalıydı" deyince "Merkezimize bir sorayım dedi ve
bir hafta sonra "Uzaydan dünyamıza gelenler ve gidenler
varmış nüfus artışı oradanmış" diye cevap vermişti.
Bir defa yalan söylediniz mi ardından yumak söker gibi
yalanlan çoğaltmak mecburiyetinde kalırsınız.
Müttekiler görmedikleri halde Allah'a, meleklere, cinlere,
cennete, cehenneme vs. iman ederler. Namazlarım dosdoğru
kılarlar kendilerini kötülüklerden cimrilikten korurlar,
Allah'ın verdiği azıktan dağıtırlar, Hz. Peygamber'e ve diğer
peygamberlere indirilenlere iman ederler, ahirete seksiz
şüphesiz inanırlar. 240[33]

(5) "İşte bunlar, Rabîerînden olan bir hidayet üzeredirler ve


işte bunlardır kurtuluşa erenler."
Kurtuluş diye teıceme ettiğimiz "Felah" kelimesi Arapça'da
engeli aşmak, yarmak mânâsına gelir.
Para, kadın, makam, şan, şöhret gibi engelleri aşanlar
dünyada devlete (meşru yoldan paraya, kadına, makama,
şan'a, şöhrete) ulaşırlar, ahiret-te cennete ulaşırlar.
Firavun komutanlarına ve ilim adamlarına "Bütün
tuzaklarınızı planlarınızı toplayın sonra saf saf gelin. Bugün
yüce olan felaha erecektir" 241[34] diyerek O da Musa (s.a.v.)
engelini aşmak ister ama aşamaz ve denizin derinliklerinde
boğulur.
Rabbimiz Musa aleyhisselama "korkma yüce olan sensin"
buyurur. 242[35]
"İşte Onlar Rablerinden olan bir hidayet üzeredirler"
âyetindeki üzeredirler mânâsına gelen "Alâ" harfi cerri
müminleri imanlanyla yüceltirken kâfirlerin yerini
belirlerken içinde aşağıda mânâsına gelen ve okur ken
aşağıya doğru çekilen "fi" harfiyle ifade etmiştir.
"Mücrimler (suçlular) sapıklık ve cehennem
243[36]
içindedirler"
Mümin bir insan, fakirliği sebebiyle köprü altında yatıp
kalkan mümin bir insanı, dünya insanına yön veriyoruz

240[33]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/86-89.
241[34]
Taha 64.
242[35]
Taha 65.
243[36]
Kamer 54.
diyen imansız insandan üstün ve hayırlı görecektir. 244[37]
Bu haleti ruhiye içinde olan mümin insan, kâfirleri insanlık
derecesinden hayvanlık derekesinin aşağısına düştüğünü
görür ve onun tekrar yükselmesi için Allah'ın ipi olan
Kur'ân'ı ona doğru uzatır.
İmansızın makamı, mevkii, rütbesi ne olursa olsun ona
İslâm'ı tebliğ için gittiğinizde endişeye ve heyecana
kapılmayın. Rabbimiz imansızların hayvandan daha aşağı
olduğunu haber veriyor. 245[38] Korkmayın ama acıyın ve
kulaklarından değil gönüllerinden tutarak yardım edin ve
kardeş olun.
Yukarıda vasıfları bildirilenler felaha erenlerdir. Kur'ân-ı
Kerîm felaha erenleri şöylece haber verir.
Nur'a uyanlar (Kur'ân'a), 246[39] Kur'an-ı işitip itaat
247[40]
edenler iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar (Ali
İmran 104); anne ve babaları da olsa Allah ve Rasûiü ile
harbedenleri sevmeyen ve Allah'dan yana (Hizbullah'dan)
olanlar (Mücadele 22) Allah için hicret edenleri kendilerine
tercih edip nefsini cimrilikten koruyanlar (Haşr 9) kurtuluşa
erenlerdir. 248[41]

(6) "Hiç şüphesiz kâfirleri ha korkutmuşsun, ha


korkutmamışsın onlara göre birdir. Onlar iman etmezler."
Eğer tebliğin tesirsiz kalırsa tereddüt etme, şüpheye düşme!
Hata senin tebliğ ettiğin nur gibi âyetlerde değil, o âyetlere
gözlerini yumanlardadır.
Güneşli havada gözlerini yumarak giderken kanala veya
çukura düşen kişi kabahati güneşe bulamaz.
Gözlerini kapayan kişi için güneşin doğmasıyla batması
aynıdır, farketmez.

244[37]
Bakara 221.
245[38]
Araf 179.
246[39]
Araf 157.
247[40]
Nur 51.
248[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/89-90.
"Senin korkutmanla korkutmaman birdir" denmiyor.
Sen insanların yollarının cehennem çukuruna doğru
gittiğini, düşerlerse çıkamayacaklarım onlara söyle o yoldan
onları çevir cennete giden yola gitsinler.
Bu küfür yolunda yürürlerse ailelerde iffet, insanlarda
merhamet, mahkemelerde adalet kalmaz. İnsanlar birbirini
parası için sever. Kalbine göre değil kasasına, kesesine göre
değer verir. Güçlüleri sevilir güçsüzler ezilir.
Böyle bir toplum olmaktan onları sakındır. Varacakları
yerin kötülü günü anlatarak onlan korkut.
Senin bu korkutmalarına rağmen ateş çukuruna doğru
koşuyorlarsa bu onların yaptıkları kötülükler nedeniyle
Allah'ın onların akıllarını, kulaklarını, gözlerini
kapatmasındandır.
Allah (c.c.) Yasin Sûresi'nin 10, âyetinde bu âyetin bir
kısmını tekrarladıktan sonra 11. âyette Kur'ân'a uyan
Rahman'a iman eden kişilerin uyarıya kulak vereceklerini
haber verir.
Günümüzde "Ben Allah'dan korkmam, Allah varsa beni
çarpsın" diyen kâfirler, ormanlar kralı aslan'ııı yelesine
konup sonra da "Hani aslan neredeyse karşıma çıksın, ben
aslandan korkmam" diyen, sinek gibidirler. Aslandan
korkmak için ceylan olmak lazım. Aslan hakkında bilgisi
olmayan ondan korkmaz. İki yaşındaki çocuk korkmadan
elektirik cereyanına elini uzatırsa bu onun cesaretine işaret
etmez, cehaletine işaret eder.
"Allah'dan ancak âlim kulları korkar." 249[42]

Küfr: Örtmek gizlemek mânâsına gelir.


Çiftçi tohumu toprağa gömdüğü için Araplar çiftçiye de
"küffar" derler. 250[43] Her şeyi örttüğü için geceye, yıldızlan

249[42]
Fatır 28
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/90-91.
250[43]
Bak. Hadid 20.
örttüğü için buluta da kâfir derler.
Kâfir kişide Allah'ın varlığını görmezlikten, bilmezlikten
gelip inkara gittiğinden bu ismi almıştır.
Kâfirler de kendi aralarında kısımlara ayrılırlar.
1- Allah (c.c.) hakkında hiç bir bilgisi olmayan
bildirildiğinde de kabul etmeyen Firavun bunlardandır.
Musa aleyhisselam ona İslâm'ı tebliğ ettiğinde, Firavun "Ey
ileri gelenler! Sizin için benden başka ilah bilmi-
yorum" 251[44] demişti. Yani kanunu ben koyarım, sizi ben
yönetirim diyor.
2- Allah'a ve Rasûlü'ne inanır, inandığını Ebu Talip gibi
ikrar da eder ama makamı, şanı, şöhreti, rütbesi uğruna
İslâm'ı kabul edemez.
3- Diliyle inandığını söyler ama kalbinden iman etmez,
münafıklar gibi. 252[45]

Küfrün anatomisi: Bu konuyu "Allah'a iman" isimli


eserimde şöyle açıklamıştım.
Zaman içerisinde peygamberlerin yolundan sapanlar,
Allah'ın (c.c.) büyüklüğünü inkar ederek kendilerinin
büyüyebileceklerine inanmışlar. Kendi akıllarını kendilerine
put yapmışlar. İçlerinde soyut bir şekilde olan putlarını
dışarda somutiaştırarak tapınma ihtiyacını gidermişler.
Ateş'e, Zeus'a, Minerva'ya, İneğe, Ahuramazda'ya,
Apollon'a îapmanlar aslında kendilerine tapınmakta ve
kendi çıkarlarını güvence altına almaktalar.
Hz. İbrahim bu kendi çıkarları için put yapan putpereslere
"Aranızda muhabbet vesilesi olsun için Allah'ı bırakarak
putları tanrı edindiniz" 253[46] diyerek onların putperestlik
haleti ruhiyelerini çizmiştir.
Putperesler putların konuşmadığını, fayda ve zarar

251[44]
Kasas 38.
252[45]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/91-92.
253[46]
K.Kerim., Ankebut 29/25.
veremeyeceğini, başına konan bir sineği kovamayacağını
biliyorlardı.
"Ben ateistim hiç bir tanrıya inanmam" diyen insanın
kendine tapındığını haber verir Rabbimiz. 254[47] Kendine
tapınan bu insan birgün kendinin de öleceğini, kendisini bu
dünyaya getiren gücün mutlaka bir gün onu götüreceğini
görünce, kendinden daha güçlü birine inanma ihtiyacım
hissetti. Nuh aleyhisselarmn oğlu gibi koca koca dağlara
sığınmaya İT. Kerim, 255[48] tabiata iman etmeye başladı. K.
Kerim, 256[49]
Karıncanın incecik belindeki çelik kuvvet, bülbülün
minnacık göğsünden şakıyan ve hiç tekrarı olmayan musiki,
aynı toprakta biten mor menekşe, kırmızı lale, beyaz gül,
şeker kamışı, acı biber, bir damla kanda milyonlarca canlı
ve her canlıya verilen rızık, kendi iç dünyasında meydana
gelen değişimler, bütün bunları evirip çeviren birinin ilmini
ve kudretini gösteriyor.
Fizik, kimya, biyoloji, astronomi, tıp gibi ilim dallarında
araştırma yaparak ün kazanan insanlardan inançsız biri
çıkmamıştır. "Ben ateistim hiç bir tanrıya inanmam"
diyenler daha ziyade, Mehmet Akif Merhumun;
Serseri: Hiçbirinin mesleği yok meşrebi yok
Feylozof hepsi fakat pek çoğunun mektebi yok. Şimdi
Allah'a söver sonra biraz bol para ver. Hiç utanmaz,
protestanlara zongoçluk eder.
dediği gibi mesleği, meşrebi, mektebi olmayan ve
şaklabanlığı sanat zanneden zümredir.
Bunlar fikrî yönden azgelişmiş insanlanmızdır. Bunları
kendi hallerine bırakmak ekonomik yönden az gelişmişleri
kendi hallerine bırakarak ölüme terketmek kadar günahdır.
Zafiyet hastalığına tutulan insanın yediğini, kustuğu gibi, en

254[47]
K. Kerim, Furkan 25/43.
255[48]
Hud 11/43.
256[49]
Casiye 45/14.
değerli besinleri beğenmediği gibi, canın ve teninin gıdası
olan dini de kabul etmeyebilir. Serum verir gibi gönlüne
girmek ve gönlündeki kara perdeyi aralamak bizim
görevimiz.
Batı'da yapılan araştırmalar insanları Rabbine biraz daha
yaklaştırdı. Deniz altında yaşayan binlerce canlının,
doğumu, yaşamı ve ölümünde tesadüfe yer olmadığı, aynı
topraktan meydana gelen şeker pancarıyla bir kazanı
acıtacak acı biberin şekerli çıkamadığı görülünce bütün bu
elementleri birleştiren fotosentezi oluşturan ve keşfedilen bu
kanunları koyan biri arandı ve neticede Allah inancına
dönüldü.
Böylece bir dönüş kişiyi müslüman yapar mı?
Bundan 15 sene önce batılı bir bilim adamının "Beni Allah'a
inanmaya götüren sekiz olay" başlığı altında bir bildirisi
yayınlanmıştı. O bildiride hayvanların yaşantıları anlatılıyor
ve tesadüfün yeri olmadığı söyleniyordu.
O günlerde kendi kendime sormuştum "bu itirafıyla bu insan
müslüman olur mu?" diye, Rabbimiz K.Kerîm'inde buna da
cevap vermiş. "And olsun ki, eğer onlara" Gökleri ve yeri
yaratan, Güneş'i ve Ay'ı buyruğu altında tutan... Gökten su
indirip onunla öldükten sonra yeri dirilten kimdir" diye
sorarsan şüphesiz Allah'tır derler. K. Kerim, 257[50] Mekke
müşriği Ka'be'de puta taparken yeri göğü yaratanın,
gökyüzünü Ay ve Güneş'le donatanın, gökyüzünden yağmur
indirip yeryüzünü diriltenin Allah olduğunu kabul ediyordu
da mümin olamıyordu.
Puta tapan bir inkarcının bir itirafı zaruri bir itiraf oluyor.
Rabbimîzin iki kanunu veya iki âyeti vardır. Birincisi
Kur'ân-ı Kerîm'deki okunan âyetleridir. Diğeri Rabbimizin
varlığını ve birliğini anlatan tabiatta gördüğümüz ve
göremediğimiz âyetlerdir. İnsaflı bilim adamları gözle görü-

257[50]
Ankebut 29/61-63.
lemeyen atomun içindeki enerjiyi, incir çekirdeğinin
içindeki incir ağacının dallarını ve yapraklarını, birbirine
benzemeyen milyarlarca parmak çizgisini görünce bunu bu
kara toprak yapamaz. Bizim yapamadığımızı bu kara toprak
yapabilecek ince zekaya sahip olsa idi, bizi üzerinde do-
laştırmazdı. "Bütün bunları yapan üstün bir güç vardır"
dediler. Tabiat kanunlarında hiç bir eksiklik veya fazlalık
olmadığını, tabiattaki hiç bir kanunun zaman aşımına
uğramadığını gördüler.
Bütün bunları bilen ve görenler bunları yaratan üstün güce
inanmak mecburiyetinde kaldılar. Çünkü kendileri dahi o
kanuna uygun olarak doğup büyüyüp ölüyorlar.
Tabiattaki âyetlerin yaratıcısının Allah olduğuna inananlar
Kur'ân âyetlerine inanmak istemediler. Çünkü Kur'ân
âyetlerine inanmak çıkarlarını zedeliyordu. Monarşik bir
idare olan Mekke yönetimine son veriyor, insanın insana
hakimiyetini ortadan kaldırıyordu.
Kumara, faize, rüşvete, karaborsaya, aldatmaya dayalı
haksız kazancı yasaklıyordu.
Kadının şehvet metaı gibi alınıp satılmasını engelliyordu.
Aklı perdeleyen, ailelerin sönmesine sebep olan
uyuşturucuyu yasaklıyordu.
Bütün bunlardan çıkar sağlayanlar inkar ettiler. Biz tanrı
tanımayız dediler. Bir kısmı ise "âyetlerin bir kısmına
inanırız bir kısmına inanmayız" dediler. Bir kısmı ise
"Kur'ân âyetleri devrini tamamlamıştır. 1400 sene önce
güzelmiş ama çağımıza uygun değildir dediler. Dediler de
kendi içlerinde çelişkiye düştüler.
Hz. Adem'den bugüne kadar devam edegelen tabiat
kanununda düzensizlik olmadığını ve bu tabiat kanunlarının
çağımıza uygun olduğunu söyledikleri halde tabiatın
yaratıcısı olan Allah'ın Kur'ân'daki âyetlerinde hata aramaya
başladılar.
Halbuki Kur'ân'da hata eden tabiat kanununda da hata eder.
Tabiat kanununda hata olmadığına göre Kur'ân
hükümlerinde de hata olmayacağını akıl edemezler.
Akıl edemezler; çünkü vücudları faizden, rüşvetten,
soygundan, karaborsadan gelen haksız kazançla beslenmiş,
akılları da uyuşturucu maddelerle perdelenmiş, gözleri para,
makam, mevki ve şöhretten başka birşey görmemekte.
Kişinin Allah'a olan imanının Allah katında kabul
edilebilmesi için tabiatı eksiksiz yaratan Allah'ın indirdiği
Kur'ân'ında eksiksiz olduğuna, ahirete, meleklere,
peygamberlere, kitaplara ve kadere inanması gerekir.
İnsanlar arasında bir ihtilaf çıktığında o ihtilafını Kur'ân
âyetlerine göre çözmesi, 258[51] âyetler arasında ayırım
yapmaması gerekir. 259[52]
Cahiliye dönemi şairlerinden Züheyr bir şiirinde "kişi
Allah'dan korkar ailesine de yük olmazsa o tam bir yiğittir
Divani fmriül Kays S. 366 sözüyle Allah'a inandığını, ifade
ediyor ama Allah katında mümin sayılmıyor. Müşrikler
herşeyin Allah'ın dilemesiyle olacağını 260[53] bütün işleri
Allah'ın düzenlediğini K. Kerim 10/31 biliyorlardı da yine
de mümin olamıyorlardı "Bize melek indirilmeli
değilmiydi" K. Kerim 25/21 diyen müşriklerin meleğe
inandıklarını da öğreniyoruz âyet-i kerîmeden.
Allah'ın Rasûlüne bir âyet geldikten sonra müşrikler
"Allah'ın peygamberlerine getirilen bize de getirilmedikçe
(peygambere) inanmayız" K. Kerim, 261[54] sözleriyle geçmiş
peygamberlere de inandıklarını itiraf ediyorlardı.
Cahiliye dönemi şairlerinden Züheyr bir şiirinde "Kişinin
işlediği suç ya kitaba yazılır cezası hesap gününe geciktirilir
veya acele edilir bu dünyada intikamı alınır" Şerhu Divanı
Züheyr S. 102 ifadesiyle müşrik insanların ahirete
inandığını görüyoruz. Günümüzde müslüman olmadığı
258[51]
Nisa 4/105.
259[52]
Bakara 2/85.
260[53]
En’am 6/148, 43/20.
261[54]
En'am 6/124.
halde çok hayır hasenat yapan insanlar görürüz de hayretler
içinde kalırız. Mekke müşriği de sebze, meyve ve
hayvanlardan kazandığının yarısını Allah için ayırırdı,
yansını putları için ayırırdı da K. Kerim 6/136 yine
müslüman olmazdı.
Öyle ise müslüman olmalarını engelleyen kara perde nedir?
Gönül cevherini kapatan kara pas nedir?
O benlik pisliğinin kaîblerine attığı pastır. Rabbimiz "Hayır
onların kazandıkları kalblerini paslandırdı"262[55]
buyurmuştur. Allah'ın varlığına inandılar ancak O'nun
adaleti kendilerinin zulme dayalı çıkarlarını engellediği için
dedelerininkoyduğu cahiliye dönemi kanunlarının
yürürlükte olmasını.istediler de Rabbimiz "Cahiliye devri
hükmünü mü istiyorlar? Yakinen bilen bir millet için
Allah'dan daha iyi hüküm veren kim vardır?" K. Kerim.
5/50 âyetiyle Allah'dan daha güzel hüküm koyacak birinin
olmadığını ilan ederken bir kısım insanlar Rasûlüne ve daha
Önceki peygamberlere iman ettiklerini iddia ederken
Allah'ın dışında tağutlar huzurunda yargılanmak istedikleri,
Allah'ın indirdiği Kur'ân'a ve O'nun Rasûlüne geliniz
dendiğinde O'ndan yüz çevirdikleri için kâfir oldular.
Tapındıkları putlara kendilerini Allah'a yaklaştırması için
tapındıklarını söyleyen müşrikler, dikdikleri putlarla gönül
ufuklarım kapatmışlar.
Allah'a iman onun sıfatlarını bilmekle olur. Eski filozofların
yaratılış konusunda akılla açıklayanıadıklan yerleri Alîaha
havale edip akıllarının erdiğini zannettikleri yerlerde
Allanın bu işlerde etkisi yoktur dedikleri gibi bir imana
sahip olanın, imanının kabul olmayacağını, Allaha sıfatla-
rıyla beraber iman edilmesi gerektiğini, sıfatlarından birini
inkâr edenin mümin olamıyacağını görüyoruz. 263[56]

262[55]
Mutaffifin 14.
263[56]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/92-96.
(7) "Allah onların kaillerini ve kulağım müh ürl emiş tir.
Gözlerinde de perde vardır. Ve büyük azap onlaradır."
Kafirlerin kalbini Allah mühürlemişse kafirin müslüman
olmamasında kabahati nedir? sorusu hatıra geliyor.
Allah (c.c.) Rum suresi âyet 30'da "Sen yüzünü hanif olarak
dine çevir. Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa o
fıtrata çevir" buyurur. Bu âyete göre Allah bütün insanları
İslâm fıtratı üzerine yaratmıştır. Peygamber efendimiz "Her
doğan İslâm, fıtratı üzerine doğar. Anne babası onu ya
Yahudi, ya Hıristiyan veya Mecusi (günümüzde kominist)
yapar" buyurur. 264[57]
Tertemiz pırıl pırıl yaratılan insan zamanla çevrenin
etkisiyle kirlenmeye başlıyor. Aynanın Üzerindeki -tozlar
silinmeyince zamanla aynayı kapattığı gibi günahlarda kalbi
kapatıyor ve küfür ise kilitlenip mühürlenmesine sebeb
oluyor.
Efendimiz: "İnsan bir günah işlediğinde gönlünde siyah bir
nokta belirir. Eğer kişi günahına tevbe eder pişman olursa o
siyahlık gider yeri yeniden parlar" buyurur. 265[58]
Allah (c.c.) kulların kazandıkları kötülükler nedeniyle
kalplerinin küf bağladığını haber verir. 266[59]
Bu, ömrü deri dibağatıyla geçen kişinin gül kokusundan
nefret etmesi gibi, zafiyet hastalığına uğrayan kişinin
kendisine yararlı yağlı yiyeceklerden nefret etmesi ve
kusması gibi kafirlerde küfürle öylesine içli dışlı olurlar ki
gül gibi İslâm'dan kaçarlar. Gözleri güzellikleri görmez.
Görse de kedinin bülbülü bir yudumluk et görmesi gibi
görür. Herşeyin değerini paraya göre ölçer.
Kulağı para sözünden başka konuşmalara kapalıdır. O öyle
isteyince Allah da onun kalbini mühürler gözünü perdeler.
"Ve onlara büyük azap vardır."

264[57]
Buhari K. Cenaiz 80, Müslim K. Kader 25.
265[58]
İbni Mace Zühd 29, Müsnedi Ahmed b. Hanbel 2/297.
266[59]
Mutaffifin 14.
Bu dünyada küfür devletinin yıkılması, zulme dayanan
saltanatlarının yerle bir olması onlara büyük azap olduğu
gibi Ahirette büyük azap vardır.
Bu âyetteki azabın yalnız ahirette olacağı manasına gelmez.
Ayetlerin bir kısmına inanıp bir kısmını inkar edenlere
dünyada rusvaylık ahirettede büyük azab vardır. 267[60]
Mescidlerde Allanın adının anılmasını engelleyenlere, o
mescidlerin harap olmasına çalışanlara dünyada rezillik
ahirette büyük azab vardır. 268[61]
Allah ve Rasûlüne karşı savaşanların yeryüzünde
bozgunculuk yapanların cezası dünyada rezillik ahirette de
büyük azab vardır.(Maide 33) 269[62]

(8) İnsanlar içinden bir kısmı inanmadıkları halde "Allaha


ve ahiret gününe iman ettik" derler.
Allah (c.c.) geçen ilk beş âyette muttaki insanların
özelliklerini, iki âyette kâfirleri bu âyetten itibaren onüç
âyettede münafıkları bize tanıtıyor ve içlerinin filmini
sunuyor.
Müslümanlar için en tehlikelisi bu münafıklardır. Çünkü
bizim gibi giyinir, bizim gibi görünür. Kur'an'ı okumaz ama
bizden fazla öper. Bizim toplantılarımıza katılır. Fikir beyan
eder. Hacca gider. Cübbe giyer ama bizim gibi iman etmez.
O kendi çıkarlarını ve kafir yandaşlarının çıkarlarını gözetir.
Durupdururken hiç gereği yokken Allah rasûlünün
huzurunda şeha-det kelimesini s öyleyi verirler. Allah (c.c.)
da onların yalancı olduğunu Rasûlüne bildirir. 270[63]
Onları tanımak için konuşma üsluplarına dinlerken yüz
hatlarına da dikkat edildiği takdirde Allah dileyince
anlaşılabilir. 271[64]

267[60]
Bakara 85.
268[61]
Bakara 114.
269[62]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/96-97.
270[63]
Münafikun 1.
271[64]
Muhammed 30.
Münafıklar, müslümanlara zarar vermek, ayrılık tohumları
ekmek, Allah ve Rasûlüne harp açanlara yardım etmek için
müslümanların arasında kalırlar. Tanınmamak için de
şehadet kelimesi getirirler.272[65]
Müslümanların yanında olmak onlara fayda veriyorsa onlara
uyarlar. 273[66]
Sanki Allah (c.c.) günümüz münafıklarını bize tanıtıyor.
"Sankisi" fazladan. Allah her çağın münafıklarının ortak
taraflarım açıklıyor. 274[67]

(9) Allahı ve iman edenleri aldatmaya çalışırlar. Halbuki


yalnız kendilerini aldatırlarda farkında olmazlar.
Münafık iki tarafada yaranamaz. Sonunda zararı kendisi
görür. Allaha hile yapmaya kalkarlar.
Hud'a: Görüldüğünün zıddı hareketle karşı tarafa zarar
verme planıdır. Hud'a: gizlenmedir.
Allah insanların gizlediklerini de açıkladıklarını da bildiği
için 275[68] Allaha hile yapmalarından kanıd, Rasûlüne
yapılan hiledir. Rasûlüne Öylesine önem veriyor ki ona
yapılan kötülüğü kendine yapılmış kabul ediyor. Ona
yapılan biati, bağlılığıda yine kendine yapılmış kabul
ediyor. 276[69]
Müminleri aldatmaya çalışanlar da geçici bir zaman için
bundan çıkar sağlayabilirler. Müminleri ihbar ederek belirli
makam ve mevkiler elde edebilirler ama bu çıkarları
karanlık gecedeki yıldırım ışığından faydalanmak kadar ani
ve geçici olur.
Tarih boyunca bu iki tarafada yaranamayan münafıkların
boynu giyotine, idam sehpasına, takılıp kalmıştır.
Rabbimiz onları şöyle tarif eder: "Bunların arasında

272[65]
Tevbe 107.
273[66]
Tevbe 42.
274[67]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/98.
275[68]
Nahl 23.
276[69]
Feth 10.
çalkalanıp dururlar. Ne onlar taraf nidadırlar, ne bunlar
tarafındadırlar." (Nisa 143) Yani cami ile kilise arasında
kalmış insanlar.
Üstü açık kilisedeki heykelin üstüne bir kuş hergün
pislermiş. Papaz bundan rahatsız olmuş. Birgün heykelin
yanma şarap koymuş. Kuş gelmiş heykele pislemiş,
şarapdan içmiş ve sarhoş olmuş, sızmış. Papaz kuşu eline
almış ve şöyle söylemiş: "Madem müslümandın niçin şarap
içtin. Madem Hıristiyan'dın niçin heykele pisledin. Senin
hakkın ölüm" deyip başını koparıvermiş.
Allah rasûlü kendi devletindeki münafıkları öldürmemiş.
Bildiğini onlara bildirmemiş. Yeminlerine ve şehadet
kelimelerine inanır görünmüş ama onlara karşı dikkatli
olmuş.
Kendisi vefat ederken münafıkların isimlerini Huzeyfe
(r.a.)'ye bildirmiş. Böylece devletin bunlardan zarar görmesi
önlenmiş.
Günümüzde kafirlerin localarında viski, votka içen cuma
veya bayramlarda bizimle görünen çıkarcılar bilsinler ki, iki
tarafda da bir köpek kadar değerleri yoktur.
Peki bunu, bu iki yüzlülüğü neden yaparlar? Kendinden
önceki münafıkların kötü sonucunu gördüğü halde niye aynı
nifak yolunda devam ederler? 277[70]

(10) Onların kalblerinde hastalık vardır. Allahda onlann


hastalığını artırmıştır ve yalan söyledikleri için onlara acıklı
bir azap vardır.
Esrarkeşin, eroinmanın içtiği şeylerin kendisini Ölüme
götürdüğünü gördüğü ve bildiği hâlde yine aynı kötülüğe
devam ettiği gibi münafık da küçücük dünyevî çıkarları için
ileride başına gelebilecek büyük zararları görmezlikden
geliyor.

277[70]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/98-99.
Bu bir hastalıktır. Tedavisi için Rasûlullaha ve onun
yolunda olanlara müracaat etmedikleri için Allah onlann
hastalığını artırdı.
Yedinci âyette "Allah onların kalblerini ve kulaklarını
mühürledi" buyuruyor.
Görünüşe göre cebrilik var gibidir. Yani Allah dilediğinin
kalbini mühürlüyor. Dilediğinin münafıklığını artırıyor.
Ancak Allah (c.c.) bunların yapılmasına sebeb olarak yine
kişilerin yaptıkları kötülükleri gösteriyor.
Yani kul kötülüğü istiyor, rabbimizde yaratıyor. Eski batıl
dinlerden bir kısım iyi niyetli bilginler şerri, kötülüğü Allah
yaratmaz, O'nun sanma . yakışmaz mantığından hareket
ederek hayır tanrısı ve şer tanrısı diye ilahlar türetmeye
gitmişlerdir. Biz hayrı da şerri de Allah yaratır diyerek
tevhide inanırız.
Bugün müslümanlara en büyük zarar müslümanlığı tam
atamamış, batı standartlarını tam tutamamış ikisi arasında
bocalayan hasta tiplerden gelmektedir.
Geçenlerde kızlık bekaretini evlenmeden önce kaybeden
fahişeler "Kızlık bekareti" üzerine açık oturum yapmışlar ve
bu bekareti önemsemede gericiliktir neticesine varmışlar.
Fahişe, iffetli kadına, hırsız, dürüst adama, düşman olurmuş.
Çünkü o olmasa buna fahişe denmeyecekmiş. Yaptığı işin
kötü olduğunu bilirmiş ama herkesin kendisi gibi olmasını
istermiş. 278[71]

(11) Onlara "yeryüzünde fesad çıkarmayın" denildiğinde:


"Biz ıslahatçılarız" derler.
İlk insanın imanı tabiatın ilk yaratıldığı günlerdeki gibi
tertemizdi. Karalar, denizler ve havalar müminlerin imanı
gibi pırıl pırüdı.
Önce imana şirki bulaştırdılar. Allanın kanunlarını hiçe

278[71]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/100.
sayarak kendilerini ilahiaştirdilar. Ondan sonra tabiatada
müdahale ederek gönüllerindeki pisliği tabiatada akıtmaya
başladılar. Rabbimiz: "Ey iman edenler! Müşrikler ancak
pisliktir" buyurur 279[72]. O tertemiz elbiselerinin içinde kara
gözlüklerinin gerisinde tabiatı kirletmek, dünyanın her ta-
rafında anarşi çıkartıp insanların kanını paraya çevirmek,
kimyasal silahlar satarak midesini patlatmak için koşan bu
hasta adamlar: "Yahu etmeğin, eylemeyin yeryüzünde
bozgunculuk çıkarmayın" deseniz, onlar "biz Yalta
zırvasında, Malta zırvasında, Londra zirvesinde insanları
ıslah için bir araya geliyoruz" diyorlar. Peki ama her
zirvenizin sonunda Hamada, Halepçe'de, Afganistan'da
İran'da, Grenada'da, Azerbaycan'da yüzbinlerce insan
öldürülüyor.
Rabbimiz bizi bu ikibinli (bin dörtyüzlü) yıllarda bizi
uyarıyor:280[73]

(12) "Aman ha! gözünüzü açın, asıl fesatçılar onlardır,


ancak farkında değiller."
"Islahatçıyız" diyerek gelen, paranızı biz hesap ediverelim
diyen IMF ajanlarını, yatakda neyi nasıl yapacağımıza
kadar yol gösteren çocuk Öldürme ekibine, nereye ne
ekileceğini gösteren ve yeşil Afrika'yı çoraklaştırma
çetesine sakın ha aldanmayın.
Bunlar bozguncudurlar. Ancak yaptıklarının bozgunculuk
olduğunu bilmezler.
"Ancak farkında değiller" cümlesi beni çok düşündürdü.
Gerçekten "bütün bu katliamları yapan batılının niyeti
kötüdür. Hiç içlerinde iyi niyetli insan yoktur" demek de
zor. Ancak Arap şairi diyorki:
"Akrebin kimseye kin'i yoktur.
Ancak onun sokması fıtratının gereğidir."
279[72]
Tevbe 28.,
280[73]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/101.
İyi niyetli kafirler yönetici olsalar, içlerindekini dışa
vuracaklar. İçlerindeki küfür zehir olunca iyi niyetlerle de
olsa insanlığı ve tabiatı ze-hirleyeacektir.
Şeker hastasina çok iyi1 niyetlerle hergün baklava yediren
cahil insan gibidirler.281[74]

(13) Yine onlara: "İnsanların iman ettiği gibi sizde iman


edin" denildiğinde: "Ya biz de o beyinsizlerin iman ettiği
gibi mi iman edeceğiz?" derler, İyi bilinki, gerçek
beyinsizler kendileridir; fakat bilmezler.
Örnek insan gerekli. Size bir ateist gelse ve "Ben
müslümanlığı kitaplardan okudum. Bir de şahıslardaki
yaşantısını görmek istiyorum. Bana bir müslüman göster ve
ben onu uzaktan takip edeyim. Yürüyüşünü,
selamlaşmasını, oturuşunu, ticaretini, konuşmasını,
insanlarla, ailesiyle olan münasebetlerini gözleyeyim" dese
kimi gösterebilirsiniz.
Hep bindörtyüz sene öncesinin ,o görmedikleri insanlarını
(Ashab-ı. Kiram'ı) göstermek yeterli değildir.
Rabbimiz "İnsanların iman ettiği gibi iman edin" derken o
günüh müşriğine örnek insan sahabe idi. Bugünün
müşriğine örnek insan biz olmalıyız.
"Peki o müşrikler o değerli insanları görmüşler ama bir
kısmı iman etmeyip onları serinlikle suçlamışlar" denebilir.
Gözlerinin üzerine bin lirayı koyupda gerisindeki
milyarlarca lirayı görmeyen çocuk gibi olayları
değerlendiren bu münafık müşrikler, Hat-tap oğlu Ömer,
Mekke parlamentosunun ileri gelenlerinden ve yeraltı
dünyasının babalarından iken çok akıllı, işbilen ve işbitiren
olarak biliniyor ve kendisine saygı gösteriliyordu.
Ne zaman müslüman oldu, bütün bu makam, mevki, ev,
para şan ve şöhretim yitirince sefih olarak adlandırıldı.

281[74]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/101-102.
Münafıkların putu olan parayı, parlamenterliği, babalığı
yere çaldı ve İslâm'ı aldı.
Sonunda kazanan müslümanlardır. Sefih olan kendileridir.
Münafık müşrikler dünya çıkarlarını da bilmezler.
Hz. Ömer müşrik iken elde ettiği imkânları yere çaldı,
İslâm'ı aldı ama ilerde devlet başkanlığına getirildi. Dünya
adalet tarihin en ön sıralarında yer aldı ve dört halifeyle
beraber cennetle müjdelenen on kişinin arasına girdi.
Ömer'e sefih diyen Ebu Cehil ancak lanetle anılıyor.
Bugün dünyanın en sefih, en akılsız milleti Yahudilerdir.
Siyaseti hiç bilmeyen, ticaretten anlamayan bir
toplumdurlar.
Olurmu öyle hocam? dünya siyasetini ve ticaretini onlar
yönetiyorlar diyorsunuz.
Peki dünyanın en eski milletlerinden olan bu Yahudiler şu
anda nüfus olarak en çok nüfusa sahip olmaları gerekirdi.
Ancak aç gözlüklerinden, siyaset bilmemelerinden tarih
boyunca katliamlarla yok edilmişler. En son Almanlar'm
katliamı.
Siyaset Efendimizin yaptığıdır. Vahşi bir toplumu medeni
yapmak. Siyaset Osman Bey'in yaptığıdır. Aşiretten devlet
meydana getirmektir.
Yoksa dünyanın en eski milletinin nüfusunu İspanyol
çingenelerinin nüfusundan aşağıda tutmak, ürettiği çocukları
kırdırmak siyaset değildir. Asıl sefih onlardır.
Çünkü dünyada rahat durmuyorlar. Rahat yüzü
görmüyorlar. Ahiretteki ateşlerini de beraberlerinde
götürüyorlar. 282[75]

(14) Onlar iman edenlerle karşılaştıkları zaman "iman ettik"


derler. Şeytanlarımla başbaşa kaldıklarında ise "şüphesiz biz
sizinleyiz. Biz iman edenlerle alay ediyoruz" derler.

282[75]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/102-103.
Münafıkların röntgen filmini bize sunuyor Rabbimiz.
Bindörtyüz sene öncesininmünafığı ile bugünün münafığı
arasında hiçbir fark yok. Müslümanların mescidinde namaz
kılar. Zikir meclislerine katılır. Onlar gibi giyinir.
Meydanlarda Kur'an-ı Kerîm'i öper, ama akşam imansız ku-
lüp ve localarda şeytan heriflerle başbaşa kaldıklarında, "biz
onlarla alay ediyoruz, biz sizinle beraberiz" derler. 283[76]

(15) Allah onlarla alay eder de onların taşkınlık ve azgınlık


içinde bocalayıp durmalarına mühlet verir.
Peygamber Efendimiz münafıkların hepsini biliyordu. Fakat
bilmezlikten geliyor ve onları yakın takipde tutuyordu.
Böylece aldattık zannederlerken aldanıyorlardı. Müminlerle
alay ettiklerini zannederlerken kendileri maymun maskara
oluyorlardı. 284[77]

(16) İşte onlar hidayet karşılığında sapıklığı aldılar, ancak


ticaretieri kâr etmedi. Doğru yolu da bulamadılar.
Arap şairi: "Dini parçaladık dünyamıza yamadık. Sonunda
din de kalmadı dünya da" diyor.
Bu münafıklarda hidayeti verdiler, dalaleti satın aldılar.
Cenneti verdiler, cehennemi satın aldılar. İzzeti verdiler,
zilleti satın aldılar. Sonunda iki dünyada zararlı çıktılar.
Müminler küfrü atıp imanı aldılar. Mallarını ve canlarını
ortaya koydular, sonunda Medine devlete, ahirette cennete
kavuştular.
Münafıklar, müminlerinzayıf dönemlerinde iki taraflı çıkar
sağlıyorlardı ama o çıkarları geçici oldu. 285[78]

(17-18) Onların durumu (aydınlanmak için) ateş yakmak


isteyenin durumuna benzer. Ateş çevresini aydınlatınca,

283[76]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/103-104.
284[77]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/104.
285[78]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/104.
Allah onların (gözlerinin) nurunu giderdi ve karanlıklar
içinde görmez bir halde bıraktı.
(Onlar) sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, artık onlar
dönmezler.
Aydınlanmak için ateş yaktığı halde, sonra gözlerini
kapayan kişinin budalalığı nasılsa aydınlanmak için iman
edip sonra kafirlerin yanında İslâm'a göz kapayanlarda
aynıdır. 286[79]

(19) Veya onların durumu; karanlıklar, gökgürültüsü ve


şimşek'in olduğu gökten boşanan yağmura tutulmuş kişiye
benzer. Ölüm korkusuyla yıldırımlardan parmaklarını
kulaklarına tıkarlar. Allah kâfirleri çepeçevre
287[80]
kuşatmıştır.

(20) O şimşeğin çakması neredeyse gözlerini kapıverecek;


şim-Şek onları aydınlattığı zaman ışığında yürürler.
Karanlık çökünce de dikilip kalırlar. Allah dileseydi onların
işitme ve görmelerini de alı-verirdi. Şüphesiz Allah herşeye
kadirdir.
Münafıkın nifak içindeki hali karanlık bir gecede
gökgürültüsü, yağmur ve yıldırımların altında yürümesine
benzer. Heryer karanlık, arada bir şimşek çakıyor ve etrafını
görüyor, bir iki adım attıkdan sonra yine karanlığın içinde
kalıveriyor.
İşte münafığın bu müslümanlar arasında söylediği İslâmî
sözler ve davranışlar ona yıldırım ışığı gibi geçici
menfaatler sağlayabilir. Ama sonu yine karanlık yine de
hüsran.
Müslümanlara şirin görünerek köşeyi dönen milletvekili
bakan olanlar sonrada imansızlara hizmet edenler bilsinlerki
bu aydınlık geçi-cidir. Ya kafirler tarafından veya müminler
286[79]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/105.
287[80]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/105.
tarafından hesaba çekilecektir. Çünkü münafık camiyle
kilise arasında kalmış şaşkın insandır. 288[81]

(21) Ey insanlar! sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize


ibadet edin ki, takva sahibi olasınız.
Allah (c.c.) mümini, kafiri ve münafığı tanıttıkdan sonra
üçüne birden En insanlar! diyerek hitap ediyor ve bütün
insanları ibadete çağırıyor.
Sizi yaratana ibadet ediniz. Sizin gibi yaratılanın sizden
farkı yoktur. Onun için sizi yaratan, yaşatan ve yönetene
ibadet ediniz.
Sizden öncekileri yaratana ibadet ediniz. Kayaları oyan,
sağlam evler yapan, saraylar, köşkler kuran ölmeyeceğini
sanan, insanlara zulmeden, peygamberleri yalanlayanları da
o yaratı. Hepsi sonunda Allaha döndüler. Şende döneceksin
yeryüzünü gez, dolaş onların sonunu görde Rabbine ibadet
et. 289[82]

(22) O sizin için yeryüzünü döşek, gökyüzünü bina (tavan)


yaptı. Gökten yağmur indirerek o su ile size rızık olarak
mahsuller çıkardı. O halde bile bile Allaha ortak koşmayın.
Yeryüzü döşeğini seriveren Allah, mor menekşe, beyaz gül,
kırmızı karanfille döşeğimizi süsleyen Allah, çam, ardıç,
gibi ağaçları kokulayan Allah, gökyüzünden rahmet indirip,
yeryüzünü sulayan Allah, yeryüzünden çeşit çeşit rızıklar
çıkaran Allah.
O halde yaratılana değil yaratana ibadet ediniz. Onun emir
ve yasaklarına uygun hareket ediniz. Onun emir ve
yasaklarına zıd düşen bütün emir ve yasaklan reddediniz.
Hürriyetinizi koruyunuz. Sizin gibi yaratılanların emir ve
yasaklarını Allah'ın emir ve yasaklarına tercih ederek in-
sandan ilah türetmeyin. Sizde biliyorsunuz ki, bu ürettiğiniz
288[81]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/105-106.
289[82]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/106.
ilahlar ölecektir. Ölenden ilah olmaz. 290[83]

(23) Eğer kulumuz (Muhammed)'a parça parça indirdiğimiz


(Kur’an)'dan şüphe ediyorsanız, haydi onun benzeri bir
sûrede siz getirin. Allah'dan başka bütün yardımcılarınızı da
çağırın; eğer doğru söylüyorsanız.
Peygamber Efendimizin insanlara getirdiği bu Kur'an
âyetlerini insanlara okuduğu zaman yetim büyüyen fakir bir
insana bu âyetlerin gelmesini hazmedemeyenler
"Muhammed bunları kendisi uyduruyor" dediler. Allah
(c.c.) peki buyurun siz de arapsınız. Arapça'yı onun kadar
biliyorsunuz. Bütün Arap edebiyatçılarını, bilginlerinizi
çağırın ve o Kur'an'ın sûrelerinden bir sûrenin benzerini siz
de söyleyin diyerek meydan okuyor.
Merhum Seyyid Kutup Amerika'ya giderken gemide
okuduğu bir hutbeyi dinleyen batılı bir dilcinin Arapça'yı
bilmediği halde Kur'an'la sünneti birbirinden yalnız kulak
hassasiyeti ile ayırt ettiğini nakleder.
İnsanların yazdığı kitaplarda bazan yüksek hikmetler
görülürken bazen gayet basit düşüncelere rastlanır. Birinci
sahifesi gayet edibane iken diğer sahifelerinde kalite düşer.
Baştan sona okunsa tezatlarla karşılaşılır.
İnsanların koyduğu yasalarda tezatlar vardır.
Anayasa'yı koyan hukukçular diğer yasaları koyarken
Anayasa'ya aykın olmaması için dikkat etmelerine rağmen
bir müddet sonra ceza yasasından bir maddenin Anayasa'ya
aykırılığı ortaya koyulur. Bu normaldir. Çünkü insan aklının
gücü, görüş alanı sınırlıdır. Yarının ne getireceğini bilemez.
Allah (c.c.) kitabı Kur'an-ı Kerîm'in nazmında mânâsında,
haberlerinde, emir ve yasaklarında, edebiyatından gramer
kaidelerinin uyumluluğunda bugüne kadar bir eksikliğe,
aykırılığa, düzensizliğe, çelişkiye rastlanmamıştır.

290[83]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/106-107.
Yirmi sene önce yazılmış teknikle ilgili kitaplar bugün
değerini yitirdi.
Filozofların peygamberlerden aldıkları hikmetin dışında
bütün fikirleri düşüncesizliklerinin belgesi oldu.
Kur'an-ı Kerîm bindörtyüz seneden beri her çağa her kesime
kültür seviyelerine göre bir şeyler vermeye ve her çağda
yepyeniliği ortaya çıkmakta.
İşte böyle bir kitabı yazmanızı istemiyoruz ey kafirler. Bu
kitabın en kısa sûresine benzer bir sûre getirin. 291[84]

(24) Eğer yapamazsanız -ki elbette yapamiyacaksıraz o


halde yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten sakının. O (ateş)
kâfirler için hazırlanmıştır.
Rabbimiz bindörtyüz sene Öncesinin kafirlerine
"yapamazsınız" dedikten sonra küfür çizgisinde yürüyen
bütün kâfirlere kıyamete kadar geleceklerin hepsine birden
"yapamryacaksınız" buyurmaktadır.
Günümüzde hâlâ Mekkeli müşriklerin söylediğini
tekrarlayan yobazlara biz bu âyeti okuyoruz, "Buyurun bu
kitabın Allah'dan geldiğinde şüpheniz varsa bu teknik ve
elektronik çağda iletişim araçlarının hepsini kullanarak
bütün bilginlerinizi, elektronik beyinlerinizi bir araya getirin
ve Allah'ın kelâmına uygun bir kelâm söyleyin" diyoruz.
Bu konuda çalışan Arap edipleri, sahte peygamberler,
dinime düşman kuruluşlar epeyce düzmece sözler
söylemişler ama kendileri dahi kendi düzmecelerini
beğenmemişler. 292[85]

(25) İman edip güzel amellerde bulunanlara, altından


ırmaklar akan cennetlerin olduğunu müjdele. Kendilerine
rızık olarak o meyvelerden her yedirilişte: "Ha, bu, bizim
daha öncede rızıklandığımız şeydir" diyecekler. Ve o rızık
291[84]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/107-108.
292[85]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/108-109.
birbirinin benzeri olarak verilecek. Onlara cennette tertemiz
eşler vardır. Ve onlar cennette ebedi kalıcıdırlar.
Yalnız dünya için'çalışanlar, çalıştıklarının karşılığım bu
dünyada alırlar. Ahiret yurduna hazırlık yapanlar ise hem bu
dünyada hem de ahirette karşılığını en güzel şekilde alırlar.
Kâfire ahirette yakıtı insan ve taş olan cehennem
gösterilirken, mümine ise köşklerin, suların, çiçeklerin en
güzel ve temiz eşlerin olduğu cennet vadedüiyor.
Bu dünyada insanlardan bir kısmı bir villaya, arabaya ve
güzel bir kadına sahip olmak için kendilerini her türlü
tehlikenin içine atabiliyor.
Halbuki bu dünyanın çiçekleri soluyor, sevgililer önce
soluyor sonra ölüyor. Doğanlar ölüyor, yapılanlar yıkılıyor.
Gençliğini harcıyor birçok şeye sahip oluyor, tam
yaşayacağım dediği anda doktoru ona tuz'u, yağı, tatlıyı
yasaklıyor ve eşine karşı da iktidarsızlık dönemi başlıyor.
Müminler kendilerini ahirete göre ayarlarlar. Allah (c.c.)
onlara bu dünyayı da verir. Ama geçici olan bu dünya
nimetleri cennette solmadan devam eder. Geldiğimiz yere
dönüyoruz.
Yemyeşil bir ülkeden 293[86] geldik. Yeşillikler üzerindekep,
ba'zan gözyaşı, ba'zan ahnteri ba'zan kanla yapılır. Cennete
doğru koşan bu dünyada terliyecek, tökezleyip günah
bataklığına düşerse tekrar kalkıp koşacak kirlerini göz
yaşıyla yıkayıp pişmanlık ateşiyle yakacak. Dünyada
nedamet ateşiyle günahlarından temizlenmeyen müminleri
Allah lütfedip afvetmezse cehennem ateşiyle
temizleyecektir. Yunusvari diyelim: "Gelin bugün yanalını
yarın yanmamak için." 294[87]

(26) Şüphesiz Allah, sivrisinek ve daha üstünü (küçüklükte


daha küçüğünü) misal getirmekten çekinmez. İman edenler
293[86]
K.Kerim 55/64.
294[87]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/109-111.
bunun Rable-rinden bir gerçek olduğunu bilirler. Kâfirler ise
"Allah bu misalle neyi katediyor" derler. Allah bu misalle
bir çoğunu saptırır, bir çoğunu da hidayete kavuşturur. O
misalle fasıklardan başkasını saptırmaz. 295[88]

(27) O fasıklar ki, Allah'a verdikleri sözü onayladıktan


sonra bozarlar, Allah'ın birleştirilmesini istediği şeyi
keserler ve yeryüzünde fesat çıkarırlar. Zarara uğrayanlar
işte onlardır.
Allah (c.c.) Hac sûresinin yetmişüçüncü âyetinde
müşriklerin tapındığı putların tamamı bir araya gelse bir
sineği bile yaratamayacaklarını, Ankebut sûresinin
krrkbirinci âyetinde Allah'dan başka dost edinip ona
güvenenlerin durumu kendine yuva yapan örümceğe
benzediğini, evlerin en zayıfının Örümceğin evi olduğunu
haber verirken sineği, örümceği misal getirmiş. Bu Bakara
sûresinin ondokuz ve yirminci âyetlerindeki benzetmelerle
münafıkların durumu anlatılmış.
Bunun üzerine kâfirler "Allah böyle sinekli kelimelerle niye
misal getiriyor?" gibi alaylı sorular sorarlar. Bunlara cevap
olarak Allah (c.c.) sivrisinek ve daha küçüğüyle misal
getirmekten çekinmez. Onun için büyükle küçük arasında
fark yok. Fark bize göredir.
Kafirler, Allah'ın yarattığı bazı şeyleri hakir görürler. Ama
bu hakir gördükleri sinek onların tapındığı insanların put
olarak dilen şeyler üzerine konsa "kiş" diyemez. O puttan
birşey alsa alma diyemez. Böylesine zayıf insanların
görüşlerine uyduklarını anlatıverir onlara.
Bu âyette ise sivrisinek zikredilmiş. Sivrisinek aç kalınca
yaşar. Karnını insan kanıyla doyurunca Ölür. Zalim
kâfirlerde sivrisineğe benzerler. İnsanların kanını, alınterini,
gözyaşını sömürüp karınlarına doldurunca sonlanın

295[88]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/111.
kendileri hazırlamış olur.
Müminler herşeyi Allah yarattığına inandıkları için Allah
yaptığından sorumlu tutulamaz bilirler. Allah ne ile misal
getirirse onun doğru ve gerçek olduğunu kabul ederler.
Kafirler ise buna itiraz ederler. Böylece müminle kâfir ayırt
edilir. İtaattan isyana çıkanlar ortaya çıkarılır.
O itaattan çıkanlar Allah'a olan sözlerinden dönerler,
Allah'ın emrettiği ilişkileri koparırlar. Tabiata dost değil
düşman olurlar. Onu kirletirler bozarlar. Allah'la olan bağı
koparırlar, insanlarla olan bağı koparırlar. İnsanları siyah,
beyaz, kızılderili, güneyli, kuzeyli gibi sınıflara ayırırlar ve
birbirlerine düşman ederler. Sebeb ile müsebbib arasını
koparırlar. Tabiatın kanunlarını ilahi aştır ırlar da o kanunu
koyanı tanımazlar. "Doğa yarattı" derler de Allah yarattı
diyemezler.
Allah (c.c.) bu tür kâfirler hakkında: Tevbe 28'nci âyette
"Müşrikler ancak pislikdirler" buyurur. "Aman 'hocam bu
müşrikler televizyonda görüyoruz hava alanına iniyor.
Elbisesi, çantası elleri yüzü pırıl pırıl" demeyin.
Keşke elleri yüzleri kirli olsaydı. Pis koksaydı. O zaman
yalnız ya-nındakine zarar verirlerdi. Müşrikîiğin verdiği
pislik ise müşriğin bastığı yerdeki yeşili kurutuyor. Anaları
yavrusuz bırakıyor. Yavruları anasız bırakıyor. Filistin'de
gencecik fidan gibi delikanlıların kolunu, kafasını kırıyor.
Afrika'nın yeşil ormanlarını çöl haline çeviriyor.
İslâm alemindeki başsız başsız ümmetleri birbirine düşman
ediveren, ikisinin de ürettiği malları ellerinden alıp
karşılığında öldürücü silahlar veren bu müşriklerden daha
pis kim olabilir?296[89]

(28) Allah'ı nasıl inkâr edersiniz? Siz ölü idiniz O diriltti.


Sonra sizi O öldürecek, sonra sizi yine O diriltecek, sonra da

296[89]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/111-113.
O'na döndürüleceksiniz.
" Allah ve ahirete iman İslâm inancının aslı esasıdır. Kur'an-
ı Kerîm'de en çok bahsedilen Allah'a imandır.
İkinci'derecede ahirete imandır. Efendimiz "Kim Allah'a ve
ahirete iman ederse şöyle şöyle yapsın" diye birçok hadis
i'rad etmiştir.
Allah'a imanda niçinzorluk çekersiniz ki? Sizi yoktan
yaratan O. Meni denen suya çekil veren O. Hepsini de farklı
kılan O. Saçı, başı, kaşı, gözü yaratan O. Sinir sistemiyle
donatan O. Öldüren ve dirilten O.
İnkarcı, yaratan Allah'dir diyemiyor. "Tabiattır" "Doğadır"
diyor. Eğer bu tabiat kara topraktan beyaz gülü, acı biberi,
tatlı elmayı çıkarabilecek ince zekaya ve ilme sahip olsaydı
bu insanı omuzlarında taşımaz ve kendisim kirîettirmezdi.
Ahirette inanmada da zorluk çekmeyin. Siz hiç yoktunuz
sizi yarattı. Öyle ise Öldükten sonrada o diriltir.
Çekirdek toprakda ölüyor. Baharda İsrafil'in suru gibi ılık
rüzgarlar-la tekrar çekirdek çiçeğe dönüşüyor.
Bütün bunlar bize Allah'ın var ve bir olduğunu, ahiretin
mutlaka geleceğini haber veriyor.
Günümüzde zalim otorite sahipleri insanların kendilerine
kayıtsız şartsız itaat etmeleri için dinden, imandan
uzaklaştırdıkları insanlara "Gâvur=Kâfır" kelimesi ağır gelir
diye aynı mânâya gelen "Ateist" adını koyuverdi.
Bunlar için düşünen beyinler "makam, mevki servet sahibi
insanlar bu ateist sistem içinde yaptığı yanına kâr kalıyor.
Mazlumun hakkını alabileceği bir yer olmalı" diye
düşünmeye başladığı anda yine o zalim otorite sahiplerinin
bütün dünyada kurdurdukları ahireti inkâr kurumları
devreye giriyor ve "Hayır yaptığı yanma kâr kalmaz.
Kötüler yeniden dünyaya gelirken akrep olarak, yılan olarak
gelir. İşler daha iyi olarak gelir" derler. Bu kurumun
üyelerinden birine "O zaman yeryüzünde insan ve
hayvanların sayısı sabit kalması gerekirdi ilk insan iki kişi
ölünce iki hayvan olurlar. Sonra iki insan olurlar ve böylece
devam ederdi" dediğimde "kurumumuza bir sorayım" dedi
ve bir hafta sonra "uzaydan gelip insan veya hayvan halinde
dünyalı olanlarla çoğalıyoruz" diye cevaplamıştı.
İnsanın yolu hak yoldan küçük bir derecelik açı halinde
ayrılırsa sonu gelmez derecede açılır uzaklaşır. Bir yalan bin
yalanı ardından çeker. 297[90]

Ruhcular

Geçmişte bu işle cadılar, falcılar, cinciler, hüddamcılar


uğraşırdı. İslâm uleması bunlarla uzun mücadeleler
vermiştir. Günümüzdeki ise yüksek tahsil mezunu, kıravatlı,
avrupa görmüş, ganj vadisinde yetişen yogilere iman etmiş
kişiler uğraşmaktadır. Saralı demiyor, medyum diyor.
Hüddam demiyor Ruh diyor, Ruhculuk demiyor, ispirtizma
diyor. Ondört asır önce gönderilen peygamberimize
inanmayı gericilik kabul ediyor, otuz asır önce yaşayan
yogiye imanı ilericilik kabul ediyor. Allah, Allah, Allah
diyezzikir yapmak gericilik, siyan, şipan, siyan, siyan diye-
rek Transa geçmek ilericilik.
Bunlardan bir kaçını gördükten sonra şeytanın çarptığı
insanların ne hale geldiğini gördüm.
Şeytanın çarptığı bu insancıklardan birisi 1972 senesinde
kendilerince aydın kabul edilen bir gruba konferans -
veriyordu. Bende orada bululuyordum. Eski Hint
dinlerindeki tenasüh inancını anlatıyordu ve diyordu ki: Kişi
ölünce ruhu bir başka canlıda tekrar dünyaya gelir.
Yaşantısı iyi ise daha iyi olarak dünyaya gelir. Bunun canlı
şahitleri var. Adana'da bir çocuk sekiz yaşında kendisinin
evli olduğunu hanımının ve çocuklarımın adını söyler. Biz
gittik çocuğu aldık, hanımım dediği kadının yanına

297[90]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/113-114.
götürdük. Kadını ve çocukları hemen tanıdı.
Çocuk "beni bahçede başıma keser vurarak öldürdüler"
dedi. Kadına "Eşinin nerede olduğunu" sorduğumuzda
kadın, eşinin sekiz sene önce bahçede başına keser
vurularak öldürüldüğünü söyledi. Kadının kocasının 8
Kasım 1962'de öldüğünü, çocuğundan aynı gün dünyaya
geldiğini Öğrendik. İşte o adam öldürüldüğü an ruhu yeni
doğan bir çocuğa geçmiştir der.
Dinleyicilerden birisi: "Afedersiniz ama herkes bilirki,
çocuk ana rahminde dört aylıkken ruh verilir. O adam
öldüğünde çocuk ana rahminde beş aydır canlı idi" deyince
konferansçımız bir müddet sustu ve tarihini yeniden
araştıralım efendim dedi ve konferansı kesti.
Tenasüh inancını kuvvetlendirmek için Avrupa'dan da bazı
örnekler verilir. Meselâ: Paris'de oturan bir aile yaz tatilini
Marsilya'da geçirmek için yola çıkar. Marsilya'ya vardıktan
sonra oraları daha önce hiç görmeyen yedi yaşındaki kızları
gezecekleri yerleri ve yolları tarif eder. Adım adım o muhiti
bildiği görülür. Neticede o kız da daha önce orada yaşamış
bir prensesin ruhunun yaşadığına karar verilir.
Böyle bir olayın olup olmadığını bilmiyoruz. Yukarıda
Adana'da yaşanan olay gibi uydurma olabilir. Eğer uydurma
değilse o kız rüyasında oraları görmüş olabilir. Benim İslâm
Enstitüsü'nden sonra iki sene devam ettiğim kursa beni
ziyaret için gelen bir dostum kapıdan içeri girdikten sonra o
tarihî binanın her tarafını görmeden bana tarif ediverdi.
Dersane, banyo, mutfak, tuvalet, bahçe ve mescidin
nerelerde olduğunu otururken söyleyiverdi. Peki nasıl
biliyorum? deyince akşamdan yatarken burayı düşündüm
sana gelecektim gece burasını rüyamda gördüm dedi.
Rüyada' gördüğümüz bazı şeyleri uyanıkken
gördüklerimizdir. Bu doğrudur. Ama görmediğimiz şeyleri
de görüyoruz. Hatta bazı kişiler hiç gitmediği bir yere ilk
defa vardığında "ben burayı biliyorum diyor ve görmediği
yerleri de tarif ediyor." O orayı daha önce rüyada görmüş,
hayali-hafızaya depo edilmiştir. Bu gerçeği bilmeyen bir
kısım insanlar günümüzde ilim adına altı bin senelik Hind
dininin tenasüh inancını diriltme-yeve mü'minin cennete
giden yolunu cehenneme yöneltmeye çalışıyorlar.
Her ne ise gördüğümüz iyi rüyalar için Allah'a hamdedip
dostlarımıza rüyayı anlatacağız. Kötü rüyalar için de Allah'a
sığınacağız. Euzü besmele çekeceğiz. 298[91]

(29) O Allahkı yeryüzünde olanların tamamım sizin için


yaratan
sonra göğe yönelip yedi kat sema olarak donatan O'dur. O
herşeyi bilir.
Yeryüzünde olanların tamamı bizim için, yani tüm insanlar
içinyara-ülmıştır. Boş yaratılan bir şey yoktur.
Müslümanlarca en sevimsiz yaratık olan domuzun bile
insanlar için tabiatta bir çok faydası vardır. Onun yalnız
kendisini yemek ve derisini kullanmak bize haram
kılınmıştır. Faydasız hiçbirşey yaratılmamıştır.
Herşey insanın faydalanması için yaratılmıştır.
Herşey Allah'a işaret ettiğinden insan için hakiki gidilecek
adresi gösterdiğinden hepsi faydalıdır.
Casiye süresinin onüçüncü âyetinde yerde ve göktekilerin
bize hizmet için yaratıldığını haber veriyor. Herşey insan
için hizmet eder. İnsanda Rabbi için hizmet etmelidir.
Komünistliğin moda olduğu dönemlerde bu âyeti
komünistliğe delil getiren Arap bilginleri olmuştu.
Günümüzde insanlık komünistlik belasından kurtuldu
hamdolsun. Sıra kapitalist kâfirliğe geldi.
Allah (c.c.) bu tabiattan herkesin faydalanmasını isterken
İslâm hukukuna uygun olmak kaydıyla özel mülkiye izin

298[91]
Buhari, bab-u ta'biri rüya
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/114-115.
vermiş. 299[92] özel mülkiyette toplum çıkarlarına hizmet
etmeli. Yoksa İslâm'a uygun olmayan şekilde saçıp savuran
sefihin malına devletin el koyabileceğini haber verir
Rabbimiz 300[93] "Herşeyi sizin için yarattı" âyetinden
anlıyoruzki yaratılan herşey bizim içindir, penizden yıldıza,
çiçekden böceğe, karıncadan domuza kadar yaratılan
herşeyde bizim için faydalar vardır. Al-i İmran sûresi
191'nci âyette "Rabbimiz sen bunları boşuna (gayesiz,
hikmetsiz) yaratmadın" diyoruz.
Domuzun eti, kanı, derisi, kılı herşeyi bize haram ama
mademki Rabbimiz yaratmıştır. O'nun da tabiatta bizim için
yerine getirdiği bir görevi vardır.
Anlatırlar. Afedersiniz. Adamın biri hayvan pisliklerini
yuvarlayan böceği görünce "yarabbi bunu niye yarattın"
demiş. Sonra adam hastalanmış Calinus'a gitmiş O'da
hastasını muayene ettikten sonra "bok böcü-sünden birkaç
tanesini bulup suda kaynatıp içeceksin" demiş. Zorunlu
olarak dediğini yapmış ve iyileşmiş.
Biz gülünde dikeninde, bülbülünde akrebinde yaratılışında
bir veya birçok faydanın olacağına inanır ye o faydaları
araştırırız. 301[94]

(30) Hani Rabbin, meleklere: "Ben yeryüzünde muhakkak


bir halife yaratacağım" demişti de, melekler: "Aaa!
Yeryüzünde bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi
yaratacaksın? Biz seni hamdinle teşbih eder ve seni takdis
ediyoruz" demişlerdi. Allah'da onlara "Muhakkak sizin
bilmediğiniz şeyleri ben bilirim" buyurdu.
Halife: Asilin yerine geçen vekil manasınadır. Musa
aleyhisselâm kardeşi Harun aleyhisselama benim yerime
geç mânâsında hilafet kelimesini kullanmıştı.302[95]
299[92]
Ali İmran 26
300[93]
Nisa 5
301[94]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/116-117.
302[95]
A'raf 142.
Allah (c.c.)'da yer yüzünü imar etmek, insanları Allah'ın
kanunlarına göre yönetmek üzere yaratığı Adem ve neslini
halife olarak yaratacağını meleklere söyledi.
Melekler Allah'a olan ibadetlerine devam edeceklerini, kan
dökücü birini niçin yaratacağını sorarlar Rablerinden. Allah
(c.c.)'da onların bilmedikleri olduğunu, bilmedikleri konuda
konuşmamaları gerektiğini hatırlatır.
"Yeryüzünde bir halife yaratacağım" cümlesinden Hz.
Adem yaratılmadan Önce yeryüzünün yaratıldığını
öğreniyoruz. Hz. adem yeryüzünde Allah'ın halifesi olarak
yaratıldı. Papazların dediği "Hz. Adem cennette yasak
meyveyi yemeseydi şimdi biz cennetteydik" sözünün yanlış
olduğunu haber veriyor.
Allah (c.c.) herşeyi bilmesine rağmen meleklerine sorması
bize istişareyi Öğretmektedir. Rabbimizin istişareye ihtiyacı
yoktur. Bize öğretmek için.
En iyi bildiğiniz konularda karar vermeden önce siz yine de
istişare ediniz.
Miraç gecesinde Peygamberimiz Hz. Musa ile namaz
konusunu görüşmüş ve Hz. Musa'nın tavsiyesine uymuştur.
Gerçi bir kısım geri zekâlılar "Benim peygamberim
Yahudiler'in peygamberine danışmaz" demişler ve bu
konuda bu hadisi inkâr eden risaleler yayınlamışlardır.
Rabbimiz melekleriyle, Efendimiz Hz. Musa aleyhisselamla
istişare ederek bize de istişareyi öğretiyor.
Alim huzurunda itiraz edilmeyeceğini de öğretir. Kehf
sûresinde Musa aleyhisselam ile Hızır arasında geçen
yolculuk esnasında Musa'nın (s.a.v.) hep itiraz etmesi
ayrılmalarına sebeb oldu.
Şeytan, Allah'ın "Ademe secde et" emrine uymaması ve
"Ben ondan daha hayırlıyım" demesi 303[96] üzerine kıymete
kadar la'neti haketmiştir. 304[97]
303[96]
A'raf 12.
304[97]
Bak: Satıbi Müvafekat 4/220.
Büyükler huzurunda i'tiraz yok. Anlamadığı konuda
açıklama istemek vardır. Şeytan itiraz etti. Melekler ise
açıklama istedi.
İnsanlann bir kısmının haksız yere kan akıtması bütün
insanlığın kötü olmasını gerektirmez.
Ademin neslinden âlemlere rahmet olan nice peygamberler
gelmişler ve insanlara adaletin ne olduğunu
305[98]
öğretmişler.

(31) ve Allah, Adem'e isimlerin hepsini Öğretti. Sonra


onları meleklere göstererek "eğer doğru sözlü iseniz, bunları
bana isimleriyle haber veriniz" dedi. 306[99]

(32) Meleklerde: "Seni tenzih ederiz, senin bize


Öğrettiklerinden başka bizim hiçbir .bilgimiz yok. Sen
gerçekten herşeyi bilen hüküm ve hikmet sahibisin"
dediler. 307[100]

(33) Allah: "Ey Adem, onları meleklere isimleriyle haber


ver" dedi. Adem'de, meleklere isimleriyle haber verince de
Allah: "Ben size demedim mî, göklerin ve yerin gaybını
şüphesiz ben bilirini. Gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu
da ben bilirim" dedi.
Allah (c.c.) Adem'in üstünlüğünü ortaya koyarken ona
öğrettiği ilmî ileri sürmüştür.
İnsanlar malları, orduları zulümleri, saîtanatlarıyla değil
Allah'ın rızasına uygun ilimleriyle yarış yapmalıdırlar.
Bu âyeti kerîmeler ilk insanın toprakdan yaratıldığını var;şi
bir hayat yaşamadığını Allah'ın Adem'e öğrettiği eşyanın
isimlerini bildiğini haber veriyor bize.
Ademin diğerini artıranın ilim olduğunu öğreniyoruz. 308[101]
305[98]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/117-118.
306[99]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/118.
307[100]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/118-119.
308[101]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/119.
İlim Ve Kaynağı

İlmiyle kainattaki esrar perdesini yırtan, bilinen âlemden


bilinmeyene doğru kanat çırpan insan için Allah'ın en büyük
nimetlerinden birisi ilimdir.
Elest bezminde ruhen görmüş olduğu eğitim ve öğretimden
sonra dünyaya gelen insan şuur altında bir hazine gibi
gizlediği ba bilgiyi ancak vücudundaki beş duyuyu
harabelikten kurtarır ve onları ilim şehrinin fethi için
hazırlarsa o hazineler şuur altından onu yönlendirir. Hangi
ırk ve dinden olursa olsun insanlardaki iyiye ve güzele
doğru bir meylin bulunması ve bir çiçeğin herkes tarafından
sevilmesi -istisnalar hariç- susuz kalmış bir ordunun suyu
görünce hepsinin aynı istekle suya yönelmesi gibi herkesin
içindekinin dışa vurmasıdır.
Doğuştan bazı bilgileri beraberinde getiren insan daha ona
rahminde canlandığı andan itibaren eğitime başlar. Annenin
günde beş vakit namazda belirli hareketleri yaparken.
Allah'dan gelen bu çocuğun ruhuna yine Allah'dan gelen
Kur'an âyetlerini mırıldanarak bahar mevsiminde çam koşu,
güneş sıcaklığıyla yüklü seher yelinin toprak içinde çatlayan
çekirdeği harekete geçirdiği gibi rahimdeki çocuğuda tatlı
bir ihtizazın içine garkeder.
Dünyaya geldiğinde kulağına üflenen ilk söz ondört asır
önce yanık Bilalin dilinden çıkan ve gönülden gönüle
yankılanarak gelen Ezan-ı Muhammedi ile taze beyne ilk
kayıt yapılır. Çocuğun kulağına ezan okunduğunu gören bir
kısım mantıksızlar -çocuk duyarmı duysa anlarmı bu boş
şeylere niçin inanırsınız- dediler.
Fakat ilmî araştırmalar çocuğun ana rahminde iken
duydukları şuur altına yerleşir neticesini ortaya koydu.
Avrupalı filozoflar ilmin kaynağı konusunda ihtilafa
düşerlerken, merkep sırtından düşerek parçalanan mukaddes
kitapların yarımşar yaprağını buldular ve hepsi hakikat
benimkisidir: Yani bütün ilim doğuştandır. Yok bütün ilim
beş duyu ve tecrübelerledir. Hayır süje obje ilişkisidir, oda
değil üstün bir varlığın bildirmesidir dediler.
Ancak bu mukaddes peygamberler binasının son taşı olan
Efendimîz'e verilen kitap ve o kitabı tefsir eden hadislerden
anladığımıza göre bilgi; doğuştan gelendir. Allah'ın
öğrettikleri, rasûlünün haber verdikleri, beş duyu ile
sağladığımız süje obje ilişkisi ve bu ilişkileri idrak haline
getiren kalb de bir nur gibi olan aklın o ilişkileri toplayarak
hamur haline getirip içinde bir şekil verip dışında söze
dönüş türmesidir.
İnsanın ten ve candan meydana gelmesi de bize ruha ait
bilgi ve o bilginin yollan olması gerektiğini, bedene ait bilgi
ve ruha ait bilgi yollarının olması gerektiğini gösteriyor.
Gökleri bir dürbünün gözüyle yere indirirken gönül hep
daha ötelerde kanat çırpıyor. Demekki beş duyusunun daima
ilerisinde olan ve ona yönlendiren birşey var bizde.
Gönlünün bilgi kanatlarını bu beşduyunun aldığı yanlışlarla
besleyen tefekkür yoksunu kuru mantığa yolduranlar
dünyada katı mantık kurallarının mahkumu ahirette de o
duyu organlarının şehadetiyle Cehennemin mahbusu olurlar.
Alimlerin peygamber varisi olduğunu bildirir Efendimiz.
Eğer Peygamberimiz miras olarak Uhud dağı kadar altın
bıraksa idi bindörtyüz sene sonra bize bir gramı gelmezdi.
Ama Allah'a hamdolsun ki, hepimiz Fatiha sûresini o
mirasdan bir pay olarak almışız.
Herşey taksimle azalırken ilim çoğalıyor. O bereketli nisan
yağmuru gibidir. Buhar halinde yükselir yağmur suyu olur.
Çiçeği sular gül suyu olur. Kaybolmak yok. Yağmuru çöle
akıtsamz yine yok olmaz buhar olur yükselir rüzgârdan
atlara biner dağ yamaçlarındaki ağaçlara hayat kaynağı olur.
İlim nazariyatta kalmamalıdır. Hayat boyu okuyan ve
kimseye faydası dokunmayanları ahirette kâfir çocuklarına
öğretmen yapmazlar. As-hab ezberlediği âyetleri tatbikat
sahasına kor sonra tekrar ezberlerdi.
İlim fazla rivayet bilmek değil, Allah'dan korkmakdır.
Faydasız ilimden Allah'dan korkmayan kalbden Allah'a
sığınmak gerekir. Allah'dan sakınanlara Allah bilmediklerini
öğretir. Bu ilim öğrenilmesin anlamına gelmez. Bir tefsire
göre ilim imandan aönce gelir. Çünkü imanın ana rüknü
olan Kelime-i Tevhid'i bilmek de bir ilimdir. O bilinmeden
de dil ile ikrar yerine gelmiş olmaz.
Ebu Hanife: Farz ibadetlerden sonra en efdal ibadet ilimle
meşgul olmakdır der. Efendimiz de âlimin mürekkebi ile
şehidin kanı tartıldığı vakit mürekkeb ağır gelir der.
Ve bir hadisinde de âlimleri yıldızlara benzetir. Yıldızlar
gökyüzünün süsü, âlimler yer yüzünün süsüdür. Yıldızlar
gece karanlığını aydınlatır. Alimler cehalet karanlığını
aydınlatır. Yıldızlar yolunu kaybedenlere yön gösterir,
âlimler de cennetin yolunu yitirenleri uyarır.
Allah (c.c.) Adem'e eşyanın ismini öğretti o esma sebebiyle
melekler ona secde etti. Sen de eşyanın ismini ve karakterini
Öğren ki, Rabbime boyun eğmeyenler Rabbimin kuluna
boyun eğsin.
Allah (c.c.) Hızır'a firaseti öğretti, Musa gibi bir büyük
peygamberi ona talebe yaptı. Gönül aynanı kirletme taki
gönlün göz olsunda başkaları taleben olsun.
Yusufa rüya tabiri öğretildi hapisden kurtuldu. Sen de
Kur'ân'ın ta'birini öğrenki şehvet ve gaflet hapsinden kurtul.
Davuda zırh yapması öğretildi devlet yönetti. Sen de teknik
bilgileri elde et de ülkeler yönet.
Süleyman'a kuş dili öğretildi zaferi elde etti ve Belkısa sahip
oldu. Asıl zafer iki dünya saadetidir. Sen de laboratuarda
eşyanın dilini öğren.
Efendimize Kur'ân öğretildi de kıyamete kadar adı dillerde
zikir oldu. Rabbiz adıyla zikredildi.
Bu Örnekler bize bir uyarıdır. Eşyanın isimlerini Adem
(s.a.v.) gibi bilmeli, çiçeklerle Lokman gibi konuşmalı
(laboratuarda). Davud (s.a.v.) gibi harp sanayiini öğrenmeli
ve kurmalı. Efendimiz'in varisi olup geçmiş ve geleceğin
ilmi olan Kur'an-ı öğrenmeli ve yeryüzünü mescid kılmalı.
İlimsiz kuvvetin değeri olmadığı gibi, kuvvetsiz iliminde
değeri yoktur.
Allah'a götürmeyen ilimde ilim değil gönül bağıdır. Muaz
İbni Cebel güzel söylemiş: .
İlim öğrenin, öğrenmek iyiliktir. Talebelik ibadettir.
Müzakeresi teşbihtir. Araştırması cihaddir. Öğretmesi
sadakadır. Kurbette yoldaş yalnızken arkadaşdır. Yalnız
kaldığında konuşuverir. Fakir kalırsan yol gösterir. Bela
gelirse yardım eder. Dostlar yanında süsdür. Düşmanlara
karşı silahdrr. Allah milletleri ilimle yükseltir ve onları
idareci kılar.
Max Müller gibi araştırmacıların açıklamasına göre
dünyadaki bütün insanların konuştuğu dillerde ortaklaşa
kullandıkları dörtyüz kadar kelimenin her dilde kullanıldığı
ve bu kelimelerin insan hançeresinden çıktığı sonradan
öğrenmediği doğrultusundadır.
Bazılarının dediği gibi insan önce maymundu sonra iki
ayağı üzerine kalktı taş'dan tak-tak sesini kargadan gakgak
sesini duydu öğrendi konuşmaya başladı, kuyruğunu da tren
yolunda kestirdi adam oldu safsatasını Kur'an-ı Kerîm'in bu
âyetîeriyle yalanlanıyor.
Maymundan geldiğini iddia eden insanlar babasının evini
kaybeden çocuklar gibi zavallıdırlar. Onların gönüllerinden
tutarak babası ve ilk peygamberi Adem'i tanıtıveriniz.
İnsanın meleklere üstünlüğü ilimledir.
İslâmda devlet başkanına imam, halife veya emir-ül
mü'minin denir.
İslâm'da otorite boşluk kabul etmediği için Peygamber
Efendimiz vefat ettiğinde cenazesini defnetmeden halife
seçilmiş ve ilk halife Hz. Ebubekir'in başkanlığında
Efendimiz'in cenazesi defnedilmiştir.
İmam veya halifeyi tarif ederken Cessas Ahkam-ül-
Kur'an'ın da (1/68): "Peygamberlik yoluna uygun şekilde
dinî işlerde kendisine uyulan kişi" denilmiştir.
Günümüzde yazılan kitaplarda ise: "Halife; dinî ve dünyevî
işlerde kendisine uyulan" diye tarif ediliyor.
Bu tarif yanlıştır. Bir; dinî ve dünyevî işlerde kendisine
uyulan kişi Yahudi, Hristiyan, ateist olabilir. İki; dinî işlerle
dünya işlerini ayırmak sözkonusudur. Halbuki İslâm dini
yeme, içme, evlenme, ticaret, ziraat, kefalet, vekalet,
doğum, ölüm her konuda hüküm koyduğu için dünyada
yapılan her şey şer'a uygun olarak dinidir. Şer'a uygun
olmayanı da din düzeltir.
Halifenin halkına olan şefkati kişinin ailesine olan
şefkatinden daha fâzladır. 309[102]
Halifede aranan şartlar: Akıllı olmak, ergenlik çağma
varmış olmak, hür olmak, erkek olmak, ictihad derecesinde
âlim olmak, adil olmak, bedeni sıhhatli olmak, cihad
yapmaya müslümanların haklarına korumaya cesur
olmak, 310[103]

(34) Hani meleklere: "Ademe secde edin" demiştik de


iblisden başkası hemen secde etmişlerdi. İblis ise dayattı,
kibirlendi ve kâfirlerden oldu.
Melekler Adem'in ilmini gördüler, takdir ettiler ama secde
etmediler. Secdeyi Allah (c.c.) emrettikten sonra ettiler.
Demekki Adem'e yapılan secde Allah'a yapılmıştır. Çünkü
onun emriyle olmuştur.
Müslümanların Mekke'de iken Kudüs'e doğru namaz
kılmaları, Medine'de "Mescid-i Haram'a" dönülmesi emri
gelince Ka'be'ye yönelmesi hep Allah'ın emrine itaattir.

309[102]
Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam, El-Emval 13
310[103]
Bak: Maverdi Ahkam-üs-Sultaniye s: 6, Ebu Yala Akam-üs-Sultaniye s: 20
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/119-123.
İblis inceliği kavrayamadı. Kalıba aldandı ve secde
etmekten kaçındı. Ebedi lanete uğradı.
Bu ebedi lanete uğraması bir tek secdeyi yapmamaktan
değildir. Eğer öyle olsaydı vay bu müslümanların haline.
Onun ebedi lanete uğraması "Ben ondan hayırlıyım. Beni
ateşden yarattın onu çamurdan yarattın" 311[104] diyerek
kendisinin haklı, Allah'ın haksızlığını iddia etmesinden
kendi mantığını Allah'ın emri ve ilminden üstün
görmesinden kaynaklanmaktadır.
Bu iblis denilen şeytanın meleklerden olduğunu söyleyenler
yanılmışlardır. Rabbimiz: "İblis cinlerden idi"
312[105]
buyurur. İnsanın insana secde etmesi
yasaklanmıştır.Yusuf sûresinin yüzüncü âyetinde Yusufun
kardeşlerinin Yusuf aleyhi s selama secdeleri o günün
insanının saygı âdeti olduğu için yasak-
lanmamıştır.Namazını geçirdiği için af isteyen kaza yapan
müslüman, insan Ka'be'ye doğru secde mi edermiş, Adem
Ka'be'den değerlidir diyen kâfirden değerlidir.Biz Ka'be'ye
secde etmeyiz. Rabbimizin emrine uyar, O'na secde
ederiz.İslâm devletinin hürriyetini sembolize eden bayrak
bir metrelik bezdir. Bir metrelik bez için ölünmez ama o bir
metrelik bezin temsil ettiği dava uğruna ölündüğü gibi
Ka'be'ye değil Allah'a secde edilir. 313[106]

(35) Ve demiştikki: "Ey Adem, sen eşinle birlikte cennete


yerleş neresinden isterseniz bolbo! yiyiniz. Ancak şu ağaca
yaklaşmayınız. Yoksa zalimlerden olursunuz. 314[107]

(36) Bunun üzerine şeytan onları oradan kaydırdı, ikisini de


bulundukları yerden çıkardı. Biz de: "Haydi kiminiz
kiminize düşman olarak yeryüzüne inin, size belirli bir
311[104]
A'raf 12.
312[105]
Kehf 50.
313[106]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/123-124.
314[107]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/124.
zamana kadar durak ve faide-lenecek yer vardır"
demiştik. 315[108]

(37) Derken Adem, Rabbinden kelimeler aldı. (Ve onlarla


yalvardı da) Allah'da tevbesini kabul etti. Şüphesiz tevbeleri
kabul eden ve esirgeyen O'dur.
Bu âyeti kerîmelerden yukardaki otuzuncu âyetten
öğreniyoruz ki, Adem dünyaya geçici bir sûre yerleşmek
için yaratılmıştır. Cennete yerleştirilmiş, cennet
nimetlerinden bolca yemeleri ve bir ağaçdan uzak durmaları
yememeleri emredilmiş.
Demek ki, emir ve yasak cennette başlamış ve Hz. Adem'le
Hz. Havva cennette eğitimden geçirilmiş.
Âyette, ikiniz yiyiniz, ikiniz cennete yerleşiniz, ikiniz şu
ağaca yaklaşmayınız emirleri iki kişi olduğunu gösteriyor.
Emir ve yasaklar karşısında erkeklerle kadınların eşit
olduğunu da göstermektedir.
Şeytan her ikisininde ayağını kaydırdı ve onların cennetten
çıkmalarina sebeb oldu.
Hıristiyanların "Eğer Adem o yasak meyveyi yemeseydi,
şimdi cennette olacaktık" sözünün yanlışlığını otuzuncu âyet
ortaya koymuştur.
Cennette yasaklanan meyvenin ne olduğu bize
bildirilmemiştir. Demekki öğrenmenin faydası yok.
Faydalı olan bu dünyada bize yasaklanan şeylere
yaklaşmamaktır. Şeytanla olan düşmanlığımız kıyamete
kadar devam edecektir.
Hz. Adem Rabbinden öğrendiği kelimelerle pişmanlığını
itiraf etti. Rabbine Rabbinin kelimeleriyle ikisi birlikte dûa
ettiler.
"Rabbimiz, biz kendimize zulmettik. Eğer sen bizi afvetmez
ve acımazsan biz hüsrana uğrayanlardan oluruz"

315[108]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/125.
dediler. 316[109]
Rahman ve Rahim olan Rabbimiz rahmetinden afvetmesi
için kendisine nasü yalvaracağımızı da öğretiyor.
Tevbe: Pişmanlık ateşiyle gönüle konan günahı yakmaktır.
Bir daha aynı günahı işîememeye karar vermektir.
Tevbe günahın cinsinden olduğundan yıktığını yapmaktık.
Hz. Adem ile Hz. Havva' yeryüzüne indirilir, fakat nereye
indirildiği bildirilmiyor. Tefsir kitaplarında Adem (s.a.v.)'in
serendip adasını, Hz. Havva için Cidde'yi iniş yeri olarak
açıklarlar ama bu konuda Kur'ân ve sünnetten bize bir
açıklama olmadıkça kesinlik ifade etmez.
Hz. Adem, Hz. Havva, şeytan, yılan, Tavus kuşu ile birlikte
birçok uydurma hikayeler anlatılmıştır. Biz bu uydurmalara
inanmayacağız. 317[110]

(38) "Hepiniz oradan inin. Sonra benden size bir hidayet


gelir de kim benim hidayetime uyarsa, artık onlara korku
yoktur, onlar mahzun da olmazlar" dedik. 318[111]

(39) Küfre saplanan ve âyetlerimizi yalanlayanlar ise ateşin


yaranıdırlar ve orada ebedi kalıcıdırlar.
Yeryüzüne indikten sonra Allah (c.c.) insanı başıboş
bırakıverme-miş, Adem'i kendine peygamber olarak
seçmiş 319[112] ve ona hidayet rehberi olarak on sahifelik kitap
indirmiş. 320[113]
Allah'ın dinine uyanların iki dünyada da korkusu olmaz ve
üzülmezlerde.
Niye korksunlar ki? Korktuklarım yaratan Allah'a
sığınmışlar. Allah'ın hidayetini, âyetlerini inkâr edenlerse
ebedi cehenneme girerler.

316[109]
A'raf 23.
317[110]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/125-126.
318[111]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/126.
319[112]
Taha 122.
320[113]
Bak: İbni Kesir, Nisa 164'nci âyetin tefsiri.
Çünkü kâfirler tabiattan herşey Allah'ı zikrederken bunlar
inkâr edince yaratıcıya karşı isyanla yaratılmışa karşı
saygısızlık yapıyorlar.
Herşey rabbini zikrederken bunlar inkarla tabiattaki teşbih
ve hamd velvelesini zevkini safasını bozuyor ve pis, kokulu
görültüye çeviriyorlar. 321[114]

(40) Ey İsrail oğullar, size bağışladığım nimetimi hatırlayın


ve ahdimi yerine getirin ki, bende ahdinizi yerine getireyim
ve ancak benden korkun.
Allah (c.c.) bize konuşmanın adabını da öğretiyor. Bugün
dünyanın en zalim milleti olan Yahudiler'e İslâm'ı tebliğ
için konuşurken, "Ey İsrail oğulları" diye başlamamız
gerektiğini öğretiyor. Yani biz onlara "Ey peygamber
çocukları" diyoruz. Çünkü İsrail, Yakup peygamberin
adıdır.
Bu insanlara biz "Ey Yakup peygamberin çocukları" diye
konuşmaya başlarsak geçmişlerinin iyi taraflarını
hatırlatırsak bizi dinlemelerini sağlaya biliriz.
"Nimetimi hatırlayın" buyuruyor. Fatiha sûresinde gördük
ki, Nimet Allah'ın insanlara verdiği dosdoğru yoldur. Maide
sûresi üçüncü âyetinde Nimet dindir. Ve o dinin insanlara
kazandırdığı devlettir. 322[115]
Dühan 27'de nimetden kasıt yiyecek ve içeceklerdir.
Allah (c.c.) bu âyette hepisini kasdetmiştir. Peygamber ve
Tevrat ni-metiyle onlara devlet nimetini lütfetmiş sonra köle
olarak çalıştıkları Mısır'a efendi olarak girmişler.
Al'i İmran sûresinin 103'ncü âyetinde nimetten kasıt
dostluktur. Allah İslâm sebebiyle düşmanları dost eyledi,
işte bu da bir nimettir diyor.
Bizi Şu mekanda toplayan ve dost eden İslâm nimetidir.
İslâm sebebiyle burada toplamasa idüc bir başka yerde
321[114]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/126-127.
322[115]
Enfal 53.
toplanıp birbirimizin kasasına, kesesine göz dikmiş olarak
toplanabilirdik.
Bugün biz namus mefhumuna inanıyorsak bu İslâm'ın bize
verdiği bir nimettir. Kendisi Türk, adı Türk adı olan.ama
imanını yitiren bir avuç insan basın yoluyla "namus
neyimiş" "herkes hayvanlar gibi özgür olmalıdır" diyorlar.
Bizi bunlardan ayıran yalnız İslâm nimetidir.
Rabbimiz "Ey israil oğullan, size bağışladığım nimetimi
hatırlayın" dediğinde Medine'deki Yahudiler devlete sahip
değillerdi. Günümüz Yahudiler'i de İkinci Dünya Savaşı'nda
Almanlar tarafından milyonlarcası yakıldı. Dünyanın çeşitli
yerlerinde dağınık haldeler. Filistin'dekiler bir devletcik
kurmuşlarsa da ateş üstünde oturur gibiler.
Peki bu âyet niçin onların nimetinden bahsediyor?
Ecdadınız bu nimete sahipti. Onlar peygambere iman etti,
Tevrat'a göre hareket ettiler ve devlete, nimete sahip oldular.
Siz yine tekrar aynı nimete sahip olmak mı istiyorsunuz?
buyurun, işte Kur'ân, işte peygamber.
Şimdi bu âyet bizi de ilgilendirir. Bizim ecdadımız Kur'ân'ı
gönüllerine aldıktan sonra Malazgirt'ten, İstanbul'dan
Viyana'ya kadar varmışlar. Üç kıtayı adaletle yönetmişler.
Siz de böyle bir nimete ermiş, ecdadın çocuklarısınız.
Onların sarıldığı kitaba sarılırsamz aynı devlete ve nimete
erişirsiniz.
Peygambere itaat edip isyan etmeyeceğiz konusunda
verdiğiniz sözü yerine getirin ki, ben de dünyada devlet
ahirette cennet vereceğim, sözümü yerine getireyim.
Bu İslâm yolunda yürürken karşınıza dikilen şeytan ve
şeytanın yardımcıları olan kâfirlerin askerleri silahları ve her
türlü planlarından korkmayın, yalnız benden korkun
buyurur Rabbimiz. 323[116]

323[116]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/127-128.
(41) Beraberinizdeki (Tevrat'ı) doğrulayıcı olarak
indirdiğim (Kur'ân)'a iman edin. O (Kur'ân)'ı inkâr edenlerin
ilki siz olmayın ve benim âyetlerimi az bir para karşılığında
satmayın ve ancak benden sakının.
Şu günlerde birileri çıkmış ve "Yahudiler'in Kur'ân'a iman
mecburiyeti yoktur, onlar da bu halleriyle cennete
gidecektir" diye broşür dağıtıyor.
Rabbimiz ise Yahudiler'e "Şu elinizdeki Tevrat'ı doğrulayan
Kur'ân'a iman edin, ilk inkâr eden siz olmayın" diyor.
Küfürde öncülük yapmayın. Çünkü siz kitap hakkında
bilgisi olan bir toplumsunuz. Müşriklerden daha yakınsınız
kitaba.
Küfürde, yalanda, haram yemede, faizde, meyhane açmada,
kumarhane yapmada ve diğer kötülüklerde Öncülük
yapmayın.
"Âyetlerimi az para karşılığında satmayın."
Az para karşılığında satılmazsa çok para karşılığında
satılabilir mi? Dünya ve içindeki altın, gümüş dolar, riyal,
mark, lira, ruble, yen hepsi terazinin bir kefesine konsa,
öbür kefesine de Allah'ın bir tek âyeti konulsa ve satılsa
yine de az para karşılığında satılmış demektir.
Zamanla papazlar ve hahamlar krallardan aldıkları para
karşılığında İncil ve Tevrat'ın içine krallara itaatla ilgili
sözler sokulmuş bir kısım âyetler de kaldırılmıştır.
Günümüzde Allah'a çok şükür ki, âyetleri yok etmek imkânı
kaldırılmış ama az para, mekam, mevki karşılığında
âyetlerin mânâsını açıklamama yolu denenmiş. Yıllarca
ahkâma ait âyetler gündemden kaldırılmış. Son zamanlar da
bir kısım gayretli müslümanlar bu ahkâma dair âyetleri de
açıklamaya başlayınca bir kısım satılık kalemler "O âyet
Ya-hudiler'le ilgilidir, bu âyet Hıristiyanlarca ilgilidir,
bunlar ise Mekkeli müşrikler hakkında nazil olmuştur"
diyerek bizi ilgilendirmediğini söylemeye başladılar.
"Sebebi nüzul, âyeti tahsis etmez" kaidesini görmezlikten
geldiler. Yani Kur'an'daki âyetlerin bir kısmı Yahudiler'e bir
kısmı Hıristiyanlar'a diğerleri de Efendimiz zamanındaki
Mekkeli ve Medineli insanlara hitap ediyor, bizi
ilgilendirmez denirse Kur'an bize hitap etmez mânâsı çıkar
ki, Neuzübillah.
Hak yolda yürür, paraya makama boyun eğmezsen boynunu
eğmek için üzerine gelirler. Sakın onlardan değil yalnız
benden sakınınız. 324[117]

(42) Hakkı batıla karıştırıp da bile bile hakkı gizlemeyin.


İnsana zehiri billur kâsede bal şerbeti içinde verirler.
Müslümanı sapıtmak için gelenler kâfir kıyafetinde
gelmezler müs-lüman kıyafetinde gelir. Allah'ın
âyetlerinden hareket ederek kâfirlerin sistemleri ile Kur'ân'ın
uyuştuğunu açıklamaya çalışırlar.
Gizlemek ise Efendimiz zamanında Tevrat ancak birkaç
kişinin elinde vardı. Ve onlar istemediklerini okumazlardı.
Peygamber Efendimiz ve Kur'ân'dan haber veren âyetleri
okumuyorlardı.
Bugün ise çağdaş kâfirler Kur'ân dili Arapça'nın okunup
yazılmasını yasaklamışlar. Okuyup hafız olan değerli
insanlarımız okuduğunun ne anlama geldiğini bilmezler.
Bunları bu hale getirenler de gizleme işlemini
yapıyorlar.325[118]

(43) Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve rüku' edenlerle


beraber rüku' edin.
Bu âyette: Namaz kılmak ve zekât vermek Yahudiler'e
emrediliyor. "Onlara emrediliyor bizi ilgilendirmez"
diyemeyiz. "Rüku edenlerle beraber rüku ediniz" emrine
dayanarak cemaatla namaz kılmak vacipdir demişler.
Hanefıler'e göre cemaatla namaz kılmak müekked
324[117]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/128-129.
325[118]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/129-130.
sünnettir.326[119]

(44) Siz insanlara iyiliği emreder de kendinizi unutuyor


musunuz? Halbuki kitapta okuyorsunuz. Hâlâ aklınızı
başınıza almayacak mısınız?
Dünyanın en büyük kahramanlık destanını yazan Firdevsii
Tus'i geceleri dışarı çıkamayacak kadar korkakmış.
"Ele verir talkını, kendi yutar salkımı" sözünü
söyletenlerden olmayalım. Korkarken kahramanlık marşları
okumayalım.
Cimriyken cömertlikden dem vurmayınız.
İçki sofrasında çocuğunuza içkinin zararından bahsetmeyin.
Peki kötülük yaparken iyiliği tavsiye etmek yasak mıdır?
Hayır. Burada yasaklanan kötülük yaparken iyiliği
emretmek değil. İyilik yaparken kötülük yapmaya devamı
yasaklar.
Yani siz iyiliği emrediyorsunuz. O halde kötülüğü de
terkediniz denmektedir.
Eğer Allah'a olan sözünüzü yerine getirirseniz, yalnız
Allah'dan kor-karsanız, Allah'ın âyetlerini para karşılığında
satmazsanız, namazı dosdoğru kılarsanız, zekâtı verirseniz,
cemaatla beraber rüku ederseniz, iyilik yapar, iyiliği
emrederseniz şeytan ve onun yardımcısı olan şeytanlaş-mış
insanlar maddî ve manevî zarara vermek için karşınıza
dikilebilirler işte o zaman, 327[120]

(45) Sabır ve namazla (Allah'dan) yardım isteyiniz.


Muhakkak bu huşu sahibi insanlardan başkasına ağır
gelir. 328[121]

(46) Onlar (huşu sahibi olanlar) gerçekten Rablerine

326[119]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/130.
327[120]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/130-131.
328[121]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/131.
kavuşacaklarını ve ona döneceklerini bilirler. Sabır ve
namazla yardım isteyiniz. Peygamber Efendimiz Hz. Bilale
"Bizi rahatlat ya Bilal" diyor. Bilâlde (r.a.) ezan okuyor ve
müsîümanlar namazla huzura kavuşuyor ve dinleniyor ve
güçleniyor. Sabır, düşmanlar dinime karşı harp açıp
meydanları tuttuklarında kapıları kapatıp içerde "ya sabır"
çekmek değildir. Sabır ateş hattında yapılan sabırdır.
Hz. Ömer'e Küfeden mektup yazmışlar ve sormuşlar: Bizim
burada gücü yettiği halde zina etmeyenler var. Birde gücü
yetmediği için yapmayanlar var. Bunların durumu eşit
midir?
Hz. Ömer "Gücü yettiği halde yapmayan sevaba girer.
Öbürüne ise sevap da yoktur, günah da yoktur" buyurur.
Emredilenleri yerine getirmede sabır, yasaklananlara
uymada sabır.
1402 yılında Ankara'da Yıldırım Beyazid'i döven Timur'a
"Başanyın sırrı nedir" demişler. Timur, soruyu soranın
ağzına kendi parmağım, onun parmağını da Timur kendi
ağzına almış karşılıklı ısırmaya başlamışlar.
Karşılıklı ısırırlarken adam aaaaaaaa diye ağzını açarak
bağırmış. Timur kendi parmağını çekmiş ama adamın
parmağını ısırmaya devam etmiş. Sonra bırakmış ve "Bak
harplerde böyledir. Sen aaaaaaa diye ağzını açarak bağırınca
benim işime yaradı, parmağımı kurtardım ama bu bağırma
senin parmağına fayda vermedi.
Sıcak su kaplıcalarından birinde insanlar ayaklarını suya
sokuyorlar ve kaç saniye tutacağız diye yarışıyorlar. Birinci
gelen bir saniye daha fazla duruyor o kadar. Yani bir saniye
fazladan sabırla birincilik kazanılır.
Harplerde de bu böyleymiş. İki tarafda geri çekilmeyi
planlarken önce çekilmeye başlayana öbürü saldırıyor ve
kazanıyor.
Bu namaz ve sabır Allah'dan korkanlara ağır gelmez.
Allah'dan korkmakda Allah hakkında bilgi edinmekle olur.
"Allah varsa beni çarpsın" diyen imansız aslanın başına
konup da "hani aslan neredeyse karşıma çıksın" diyen sinek
gibidir. "Bire sinek, aslandan korkmak için ceylan olmak
gerekir."
"Allah'dan ancak âlim kulları korkar." 329[122]

(47) Ey İsrail oğulları! Size verdiğim ni'metlerimi ve sizi


âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın. 330[123]

(48) Öyle bir günden korkun ki, o günde kimse bir diğeri
adına
bir şey ödeyemez. Kimseden (izinsiz) şefaat kabul olunmaz,
ondan bedel alınmaz ve onlara yardım da yapılmaz.
Kırkıncı âyette hatırlatılan nimet bu âyette de hatırlatılmakta
ve Nimet'in ne olduğu açıklanmakta.
Nimet bu âyette o günün insanları arasında en üstün makam
ve mevkiyi almak, firavunu ve zulmünü devirip yerine adil
bir devlet kurmak, köle iken İslâm nimetiyle hürriyete
kavuşmak en büyük nimettir.
Yahudilere ve bize şöyle denmektedir: Eğer bu peygambere
ve getirdiği kitaba iman eder ve onun emir ve yasaklarına
uyarsanız yine aynı devlete ulaşırsınız.
İslâm nimetine sanlınız, o sizi iki dünyada da kurtarır.
Yoksa kimse diğerinin yerine ceza çekmeyeceği bir günden
sakının. Bu dünyada baba oğlunun yerine hapisde yatabilir.
Onun cezasını çekebilir. Suçunu üstlenebilir. Ama ahiretin
azabının dehşeti karşısında kişi kardeşinden, annesinden,
babasından, arkadaşından, oğlundan kaçar. Herkes kendi
derdiyle meşgul olur. 331[124]
Maymunu yavrusuyla beraber boş bir kazanın içine
koymuşlar altından ateşi yakmışlar. Ayaklan yanmaya

329[122]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/131-132.
330[123]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/132.
331[124]
Abese 34-37.
başlayınca yavrusunu kucağına almış. Ateş şiddetlenince
ayaklarını kaldırıp indirmeye başlamış. Daha da
şiddetleniverince yavrusunu altına koymuş ve yavrusunun
üstüne çıkmış.
İnsanın merhameti daha fazladır; Bu dünyada sen yanma
ben yanayım diyen fedakâr insan çıkmıştır. Ancak ahiretin
azabının şiddetini bilecek durumda değiliz.
Bizi yaratan, bizi bizden iyi bilen Allah (c.c.) birbirimizden
kaçacağımızı haber veriyor.
Şefaat ta kabul edilmez. Bu dünyada işlerini aracılar ile
yürütenler orada aracı bulamayacaklardır.
Müminler Allah (c.c.) iman edip emirlerine ve yasaklarına
güçleri oranında uydukları için bazı günahları için Allah'ın
şefaat izni verdiği zatlar şefaat edeceklerdir.
Ayet-el-kürsi 332[125] Allah'ın izin verdiklerinin şefaat edece-
ğini haber verir.
"Şefaat edenlerin şefaati onlara fayda vermez." 333[126] Ayeti
şefaat edenlerin olacağını haber verdikten sonra kâfirlere bu
şefaat edenlerden fayda olmadığını bildirir.
Dinime değerli hizmetlerde bulunanların da şefaat edeceğini
hadis-i şerifler haber verir. Ancak Mahmut Toptaş hoca
şefaat edecektir diye şahıs ismi vererek konuşmayın.
Peygamberler müstesna.
Biz şöyle dûa edelim: Yarabbi şefaat izni verdiğin
şefaatcılann şefaatından bizi mahrum etme.
Ahirette yapılan kötülükler karşılığında fidyede kabul
edilmez. Bu dünyada parayla, malla, makamla işlerini
görenlere öbür dünyada paraları, unvanları fayda
vermeyecektir.
idi arabın dilinde hayvanın yükünün bir tarafındakine denir.
Türkçe karşılığı denkdir. Adi de aynı kökdendir idi maddî
olan denke denir. Adi ise manevî, süpjektif olana denir.
332[125]
Bakara 255.
333[126]
Müddessir 48.
Şefaat çift mânâsına gelir. Şefaat eden aracı suçluya destek
olarak ikileştikleri için bu ismi alır. 334[127]

(49) Yine hatırlayın o vaktiki sizi işkencenin en kötüsüne


götüren, oğullarınızı öldürüp kızlarınızı diri tutan, firavunun
hanedanından biz kurtarmıştık. Bunda sizin için
Rabbinizden büyük bir imtihan vardır.
Demekki bir milletin ecdadına yapılan iyilik veya kötülük
torunlarına da yapılmış gibidir.
Binlerce sene önce firavunun yaptığı kötülük ve Rabbimizin
yaptığı iyilik binlerce sene sonra gelen İsrailoğullarına
hatırlatılarak İslâm'a dönmeleri istenmektedir.
Günümüzde devletler arası ilişkilerde de geçmişe önem
verilir. Yüz sene önce dost olduğu devletle düşman olduğu
devlet bir tutulmaz.
Çocuk anne ve babasının özelliklerini genleriyle torunlarına
taşıdığı gibi milletlerde millî özelliklerini, dini özelliklerini
taşırlar.
Ancak kültür, inanç değişimiyle millî akışın yönü
değiştirilebilir. Yahudiler'den müslüman olanlar, Mısırlı
kıptılerden müslüman olanlar; Hıristiyanlar'dan müslüman
olanlar, Türkier'den müslüman olanlar dinde kardeş olunca
yepyeni bir devlet oluşturmuşlar ve devlet nasıl olurmuş,
millet neyimiş, milliyet nasıl olmalıymış bütün insanlığa
öğretiverdiler.
Firavunun çevresindeki danışmanları, tarih profesörleri,
sihirbazları firavuna İsrail oğullarından peygamberler
geldiğim ve kralların zulmüne saltanatına son verdiğini
haber verirler. Mısır'daki bu köle gibi çalışan İsrail
oğullarından da böyle birinin çıkabileceğini, Mısır'a köle
olarak getirilen Yusuf un birkaç sene sonra Mısır devlet
başkanı olduğunu söylerler. Çare olarak da erkek

334[127]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/132-134.
çocuklarının öldürülmesin teklif ederler. Kız çocuklarını
Öldürmüyorlar. Çünkü İsrailli kadınlarla kiptiler evlenerek
kıptıla-nn soyunu çoğaltıyorlardı.
Günümüzde firavunun görevini üstlenen kâfirler genellikle
halkı müslüman olan ülkelerde doğum kontrolüne hız
veriyorlar. Firavun yalnız erkekleri öldürüyordu.
Günümüzde ise hem erkekler hem kadınlar öldürülüyor.
Kâfir Batı'da endişesi müslümanlar tarafından ülkesinin ele
geçirilmesidir. Çünkü kendi kadınları güzelliğim
bozulmanın diye doğum yapmıyor.
Tarihde zengin ve güçlü Galyalılar'ın doğum kontrolü yapıp
fakir frankların doğum kontrolü yapmamaları sonucunda
birgün gelmiş fakir franklar zengin Galgalılar'ı işgal edip
tarihden silmişlerdir.
Bugün Fransız, Alman, Hollanda siyasileri, yazar çizer
takımları arasında "Eğer bu nıüslümanların artışı
Önlenemezse ikibin yirmi yılında cumhurbaşkanı
Mitterrand'ın yerinde Muhammet isimli birini, Kohl'un
yerinde Ali isimli birini görebiliriz" tartışması var.
Alman kadınlarını doğum yapmaya teşvik etmek için çocuk
sayısı arttıkça çocuk parasını da artırmışlar ama bu kanun
müslüman Türk işçilerinin işine yaramış.
Anne açı çekmeyince yavrusunu kokiayamaz. Çekirdek
çatlamayınca çiçeğe dönüşemez. Belâların ardından devlet
ve cennet geliyor. 335[128]

(50) Hani denizi yarmış sizi kurtarmıştık ve siz bakarken


firavun ve ailesini (ordularını) suya batırmıştık.
Belâlara sabredenler muradlarına eriyorlar. Kölelikden
kurtuldukları gibi zalim efendileri gözlerinin önünde suyun
içinde boğularak geberiyor.
Musa aleyhisselâm firavunun sarayında bir eli yağda bir eli

335[128]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/134-135.
balda yaşarken sarayda nimetler içinde köle olarak
yaşamaktansa çölde Allah'a ibadet ederek hür yaşamayı
tercih etti.
Günrümüzde bir kısım insanlarımız Musa aleyhisselâma
akıl verirler. "Sarayda kalsaydı. Çaktirmasaydı. Oradan
içten oysaydı" derler. Aslında bu Musa aleyhisselâma akıî
vermek değil, haşa Allah'a akıl vermektir. Çünkü Beni
İsrail'i Mısır'dan çıkarma emri Allah'dan "gelmiş ve Musa
aleyhisselâm da o emir üzerine çıkarmıştır.
Düşmanın gücünü gözünüzde büyüterek cihaddan geri
durmayınız. Rabbim hesap etmediğiniz yerden yardımını
gönderir.336[129]

(51) Hani Musa'ya kırk gece vadetmiştik. Sonra siz onun


arkasından kendinize zulmederek buzağıyı tanrı
337[130]
edinmiştiniz.

(52) Sonra bunun ardından şükrediniz diye sizi afvetmiştik.


Birkaç günlüğüne halkdan ilgiyi kesip Hakla beraber olmak
bütün peygamberlerin hayatında vardır.
Musa aleyhisselâm kırk gün Tur dağında itikafda kalıyor.
Peygamber Efendimiz de Medine'ye hicret ettikden sonra
her sene Ramazan ayının yirminci günü sabah -namazından
Ramazan bayramı birinci günü bay-ram namazına kadar
mescidde itikafa çekilirdi.
Zaman içinde müslümanlar Ramazan'daki itikafı yerine
getirdikleri gibi Musa aleyhisselâmın sünnetine uygun
olarak kırk gün tekkelere kapanarak halkdan ilgiyi kesmişler
ve bu uzletin adına da çile demişler. Farsça'da çile kırk
demektir. Çilehane ise kırkgün kalınacak yerdir. .Yoksa
Allah'ı zikretmek insan için bir zorluk meşakkat, çile
değildir.
336[129]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/136.
337[130]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/136.
On günlük veya kırk günlük bu halvet akünün, şarj olması
gibidir. Peygamberlerin hayatı, mücadeleleri, planlan,
başarılan gözden geçirilir ve çıkınca neyi nasıl yapacağına
karar verir ve bir sene uygulamaya kor.
Musa aleyh i s selâmın yokluğunda Harun aleyhisselâmı
dinlemeyen bir kısım Yahudi eski Mısır dininin tanrısı olan
sığınn bir heykelini yaparak tapınmaya başladılar. Allah
(c.c.) tevbe edenlerin suçu ne olursa olsun afvedileceğini
bildiriyor bu âyetlerde.
Günümüz putperestlerine kapı aralanıyor. 338[131]

(53) Hani hidayete eresiniz diye Musa'ya kitabı, hakkı


batıldan ayıranı vermiştik. 339[132]

(54) Hani Musa kendi milletine: "Ey milletim! Siz buzağıyı


tann edinmekle kendinize zulmettiniz. Yaratanınıza tevbe
ediniz. Nefislerinizi öldürünüz. Bu Rabbiniz katında sizin
için daha hayırlıdır. O tevbenizi kabul eder. O tevbeleri çok
kabıil edendir, merhamet edendir" demişti.
Hak ile batılın, iyi ile kötünün ayırt edicisi Allah'ın indirdiği
kıtapdır. O kitaplar olmasa idi insanlık hak ile batılı ayırt
edemezdi.
Hâlâ günümüzde yasaîann değişip durması hakiki doğrunun
bulunamamasının delilidir.
Musa aleyhisselâm Tur'dan dönüşünde halkının buzağıya
taptığını görünce halka "siz böyle yapmakla kendinize
zulmetmiş oluyorsunuz" der. 'Yaratanınızı bırakıyor,
yaratılana tapıyorsunuz. Buzağıyı bırakın yaratıcınıza tevbe
ediniz" buyurur.
"Nefislerinizi öldürünüz" bu bölüm birkaç ay önce
gazetelerde gündeme geldi. Gazetelerin açıklamasına göre
"intihar edin" anlamına geliyormuş. Halbuki bu
338[131]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/136-137.
339[132]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/137.
"nefislerinizi öldürünüz" bölümü nefislerin azgınlığını
sapkınlığını giderin öldürün mânâsına geldiği gibi, buzağıyı
ilah edinen ve insanları dinden döndürenleri Öldürün
mânâsına gelir.
Dinden dönen öldürülür mü? Olurmuymuş böyle şey diyen
kâfirlerle, "dinimizde böyle şey yoktur" diyenler dini
bilmedikleri gibi devlet düzenini de bilmemektedirler.
Arılar ballarını korurlar. Çiçekler dikenleriyle güllerini
korurlar. İnsanlar da devletlerini korurlar. Vücudlannda
kanser olan tedavisi müm-kin olmayan parçayı kesip attığı
gibi toplum vücudunda üreyen ur'u da tedavi edemezse
keser atar.
Ama kişi yaptığına tevbe ederse Allah tevbeleri kabul
edendir. Afvedicidir. Merhametlidir.340[133]

(55) Hani: "Ey Ivlusa! Biz Allah'ı apaçık şekilde görmeden


sana inanmayız" demiştiniz de siz bakıp dururken sizi
yıldırım çarpı vermişti.
Günümüzde bir kısım kâfirlerin "Biz laboratuarda
incelemediğimize, görmediğimize inanmayız" sözleri yeni
değil. Daha önce söyleneni tekrarlıyorlar. Aklımızı
görmüyoruz ama varlığına inanıyoruz. Bakır telden geçen
elektrik ceryanını görmüyoruz ama ışığından varlığını kabul
ediyoruz. Gökyüzünde milyarlarca yıldızı ayı, güneşi
yaratan, ısıtan Allah'a biz inanıyoruz.
Kör insan bastonun yol gösterdiğine inanır. Ama köre göre
gözlüğün hiçbir önemi yok.
A'raf sûresi âyet 155'de Mikat ta Hz. Musa ile beraber
yetmiş kişinin olduğunu haber verir.
Bir milletin içinden seçilen yetmiş kişinin işlediği suçdan
dolayı hepsinin cezalandırıldığını haber verir.
Seçenler seçdiklerine dikkat edsinler. Ona vekaleti verince

340[133]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/137-138.
onun yaptığı her hata seçeni de sorumlu tutar.
Günümüzde yönetenlerin yaptığı hatanın cezasını millet
çektiği gibi.
Enfaî sûresinin yirmibeşinçi âyetinde
"Şol fitneden sakının ki, o yalnız zâlimlere dokunmakla
kalmaz (mazlumlara da dokunur)" buyurur.
Bulaşıcı hastalıklar bir şehre girdiklerinde yalnız hastalara
bulaşmazlar. Sıhhatli olanlara da bulaşırlar. 341[134]

(56) "Öldükten sonra sizi dirilttik. Olaki şükredersiniz."


Yıldırımın çarpmasından sonra yeniden diriltilmişler.
Gözleriyle öldüklerini gördükten sonra diriltildiklerini gören
bu insanlardan birçoğu samimiyetle Rablerine
342[135]
dönmüşler.

(57) Bulutla sizi gölgelendirdik ve üzerinize kudret helvası


ve bıldırcın indirdik. Size verdiğimiz rızkın en güzelinden
yiyin. Onlar bize zulmetmediler, ancak kendilerine
zulmettiler.
Hayatınızda hiçbir şekilde rızık endişesiyle Rabbinize olan
hizmeti terketmeyiniz. Rabbinizden sakınırsanız o size hiç
hesap etmediğiniz yerden nzık verir.
İbrahim aleyhisselâm put yapımcısının oğlu olarak çağında
en rahat bir insan idi. Ancak çağındaki zalim devlet başkanı
olan Nemrud'un kölesi gibi yaşıyorlardı.
Köle olarak yağlı ballı bir hayat yaşamaktansa Allah'a
ibadet ederek hür yaşamayı tercih eden İbrahim
aleyhisselârna ot bitmeyen Mekke'de zemzemi çölden
çıkarmış ve orayı bereketli kılmıştır.
Musa aleyhisselâm da firavunun sarayında yağlı ballı köle
hayatı yaşamaktansa çölde hür bir şekilde Allah'a ibadet
etmeyi tercih edince Allah çölde su verdi. Yanıtlasınlar diye
341[134]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/138-139.
342[135]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/139.
güneşin önüne bulut gerdi. Kudret helvası, bıldırcın kuşuyla
besledi. 343[136]

(58) Hani "şu şehre girin, orada dilediğinizden bolca yiyin,


kapısından secde ederek girin ve Hıtta (bağışla bizi) deyin
ki biz de halalarınızı bağışlayalım. Biz iyilik yapanları
artırırız" demiştik.
Çölden şehre inmeleri emrediliyor. Kırk yıl çölde dolaşırken
korkak nesil ölmüş yerine korkusuz yepyeni bir nesil gelmiş
ve o yeni nesille Kudüs'ün fethi emrediliyor.
Hep parayı, altını ve dünyayı seven bu İsrail oğullarına
Rabbim emirlerini verirken "Orada bolca yiyin" diyerek
dünyalık da gösteriyor.
Kapıdan girerken gururla, kibirle değil Rabbe secde ederek
girin.
Peygamber Efendimiz Mekke'nin fethinde şehre girerken
atının üzerinde atının yelesine doğru eğilmiş olarak girdiği
rivayet edilir.
Şehre girerken "Hıtta deyiniz" emriyle af isteyin mânâsı da
vardır. Bir de fethettiğiniz ülkenin insanlarına genel af ilan
ediniz mânâsı da vardır.
Günümüzde zina, faiz, rüşvet, hırsızlık, içki, isyanla meşgul
insanlar İslâm gelince Öldürüleceklerini zannederler.
Halbuki Efendimiz Mekke'yi fethettiğinde bütün suçlulara
genel af ilan etmiştir. Çünkü İslâm'ın hakim olmadığı yerde
işlenen suçlardan dolayı suçluyu cezalandırmaz. "Kanun
geçmişse şamil değildir."344[137]

(59) Zulmedenler ise kendilerine söylenen sözü başkasıyla


değiştirdiler. Biz de zulmedenlerin üzerine fasıkhklanna
karşılık olarak gökyüzünden azap indirdik.
Şimdi Tevrat'ı tahrife başlıyorlar. "Hıtta" yerine Hınta
343[136]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/139-140.
344[137]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/140.
diyorlar. Yani "Biz Allah'dan afvetmesini değil buğday
istiyoruz" diyorlar.
Günümüzde bana ekmek lazım, iman lazım değil diyen
insanlarda yeni birşey söylemiyorlar. Yahudi'nin yolundan
yürüyorlar.
Kızına damat, oğluna gelin ararken, kendisine arkadaş
ararken dinî güzelliğine, ruh asaletine değil de kasasına ve
kesesine bakanlar Yahudi huyundan mikrop kapmış
insanlardır. 345[138]

(60) Hani Musa kavmi için su istemişti de, biz de ona:


"Asa'nla taşa vur" demiştik. Bunun üzerine oniki pınar
fışkın ver misti. Herkes içeceği yeri bilmişti. Allahın
rızkından yiyin, için yeryüzünde bozgunculuk yaparak
haddi aşmayın.
Çölün ortasında Allah'a ibadette hürriyeti bulanlar Mısır'ın
içinde köle olarak yaşamaya çölde hür yaşamayı tercih
edenler Rabbimiz tarafından bulutlarla gölgelendirilir,
bıldırcın etiyle beslenir, kudret helvasıy-la doyurulunca
abdest almak, temizlik yapmak, yanan ciğerlerini söndür-
mek içinbuz gibi su isterler.
Musa aleyhisselâm ellerini kaldırır ye Rabbinden su ister.
Rabbimiz-de "Asa'nla taşa vur" buyurur. Yani dûa el ve
dille olmalıdır. İnsan kendi Üzerine düşeni yaptıktan sonra
Rabbine yönelmelidir. Evlenmeden çocuk istenmemeli.
Tarlaya tohum atıldıktan sonra ürün istenmelidir.
Sıcak yataklarda yatarken "düşmana bizi galip getir Ya
Rabbi" diye dûe etmek yerine Talût'un askerleri gibi
düşmanla karşı karşıya gelip kı-lınçlar çekildiğinde dûa
edilmeli. 346[139]

(61) Hani siz "Ey Musa! Biz bir çeşit yemeğe


345[138]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/140-141.
346[139]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/141.
dayanamayacağız. Rabbine dûa et de bizim için yeryüzünün
bitirdiği sebze, hıyar, sar-mısak, mercimek ve soğan
çıkarsın" demiştiniz de (Musa): "Değerli olam daha değersiz
şeylemi değiştirmek istiyorsunuz? Mısır'a inin, şüphesiz
orada istediğiniz şeyler var" demişti. Onlara zillet ve mes-
kenet damgası vuruldu. Allah'ın gazabına uğradılar. Bu,
Alah'ın âyetlerini inkâr etmeleri, haksız yere peygamberleri
öldürmeleri nedeniyledir. Bu, isyan etmeleri ve haddi
aşmaları nedeniyledir.
Gözünün önünde yavrusu öldürülmüş, ekmeği elinden
alınmış, evi üstüne yıkılmış ve böyle bir ortamda doğmuş,
büyümüş insanlardan kölelik, eziklik, siliklik özelliğini
birden silip atmak tertemiz mücahid müslüman yapmak çok
zor.
Bunlar düşünmemeye alıştırılmışlar. Firavun emredecek
bunlar yapacak.
Musa aleyhisselâm bunlarla yepyeni müslüman, hür bir
dünya kurmak için küfrün pisliğinden uzaklaştırır. Çölde
bıldırcın eti, kudret helvası yedirip buz gibi su içirip Tevrat
ile onları eğitip Kudüs'ü fethetmek için onları kampa alır
ama onlar soğanı, sarımsağı, kabağı özlerler.
Bunlar heîâl rızıklardır. İstekleri dine aykırı değildir. Ancak
bunlar Musa aleyhisselâmın denetim ve gözetiminde özel
eğitim görmekteler. Burada Musa (s.a.v.)'nm verdiği yenir,
dediği tutulur. 347[140]

(62) Şüphesiz müminler, Yahudi olanları Hıristiyanlar ve


Sa-bü'nden Allah'a ve ahiret gününe iman edip ameli sal in
yapanların mükâfatları Rablerindendir. Artık onlar için
korku yoktur, onlar üzülmezler de.
Bu âyet-i kerîme cennete yalnız Allah'a, Rasûlüne kitaplara
ve kitapların bildirdiğine iman edip güzel işler yapanların

347[140]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/142.
gireceğini haber vermektedir.
Mevlana Celaleddin'i Rumi'nin "Her ne isen gel. İster
Yahudi, ister Hıristiyan, ister Mecusi, ister putperest ol yine
de gel. Bu kapı ümitsizlik kapısı değildir. "Bu kapı"dan
kasdı, türbesinin kapısı değildir. O kapı ağaçdan yapılmıştır.
"Bu kapı"dan kasdı İslâm'dır.
İslâm'a giren kişi hangi dinden olursa olsun ırkı, rengi, dili
İslâm'ın boyasıyla boyanınca o cennete gidecektir.
Geçmişte Musa aleyhisselâma, İsa aleyhisselâma, ibrahim
aleyhisselâm ve diğer peygamberlere ve onlara inen
kitaplara inananlar da bizim kardeşlerimizdir. Onlarda
cennete girecektir.
Bu âyet-i kerîme Maide sûresinin 69-ncu âyetinde biraz
değişiklikle tekarrlanmaktadır. Elmalı Hamdi Yazır_
merhum Maide sûresinde bu âyetin tefsirini otuziki sayfa
uzatmış. Çünkü Fransızlar, Cezayir'i işgal edip iki milyon
insanı çoluk çocuk, kadın ihtiyar demeden öldürdükten
sonra Cezayirliler1 in evlerine hakim olup gönüllerine
hakim olamadıklarını görünce, "Analiz Kur'ân" adı altında
bir kitap bastırıp Cezayir'de dağıtırlar. Kitabın özünü bu
âyet oluşturmakta. Yani "Kur'ân'ımz bizim de cennete
gideceğimizi yazıyor. Madem ki cennette beraber olacağız.
Şu iki günlük dünyada bize karşı gelmeye ne gerek var"
anlamında.
Aym kitabın kötü bir tercemesi "cennet kimsenin tekelinde
değil" başlığı altında Türkiye'ye bir asır sonra geldi. Geldi
ama bir elin parmaklarının yarısı kadar kişi "hoşgeldin, geç
geldin" dedi.
Âyetteki "Allah'a ve ahîrete iman edenler ve amel-i salih
işleyenler" kaydını koymuş Rabbimiz. Allah'a iman,
Allah'ın kitabında tarif ettiği şekliyle olur.
"Amel-i salih"in tarifini kim yapacak? Yahudi olmayan
birini iğneli fıçıya koyup kanının son damlasına kadar
akıtıp, onunla hamur yoğurmak ve o ekmeği mukaddes
günlerinde yemek, salih ameldir. Filistinli birinin üzerine
benzin döküp yakmak salih ameldir. Filistinliler'den öl-
dürdükleri adam sayısınca derecesi yükselmektedir bir
Yahudi'nin.
Amel-i salihi kim belirleyecek? Hind devlet başkanı, annesi
Gan-dİ'nin cesedini kendi elleriyle yakarken, amel-i salih
işlediğine inanıyordu.
Amerikalı Hıristiyanlar Irak Devlet Başkanı Saddam'ı
bahane ederek, Irak'a beşyüz milyon ton bomba atarak
tahmini dörtyüzbin sivil savunmasız insanı Öldürürken
dünya barışı için amel-i salih yapıyordu.
Amel-i salih hakiki Tevrat'ın, hakiki İncil'in ve Kur'ân'm
bildirdiğidir.
Cenneti ve cehennemi yaratan Allah (c.c.)'dır. İnsanları
yaratan Allah'dır. "Allah katında din İslâm'dır" 348[141] diyen
Allah'dır. Öyle ise cennete veya cehenneme kimlerin
gideceğini belirleme hakkı da Allah (c.c.)'ındır. 349[142]

(63) Hani sizden söz almıştık ve üzerinize Tur'u


kaldırmıştık. "Size verdiklerimizi sıkıca alın ve onda
olanları zikredin ki, böylece sakınanlardan olursunuz"
demiştik.
Bu sûrenin doksan üçüncü âyetinde de geleceği gibi Allah
(c.c.) Tur dağını Yahudiler'in üzerine kaldırmış. Yahudiler
tehlikeyi görünce "işittik" demişler. Söz vermişler ama Tur
dağı yerine yerleşip tehlike gidince "İsyan ettik" demişler.
Arab'ın uzun hurma ağacından yere inemeyince "Allahim
cemel kurban" yani devemi kurban edeceğim deyip yere
inince de "cemel mafiş" dediği gibi yapmışlar.
Bu âyet bize "zorla güzelliğin olmayacağını" anlatır.
Rabbimiz de "Dinde zorlama yoktur"350[143] buyurmuş. Yani

348[141]
Al-i İmran 19.
349[142]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/143-144.
350[143]
Bakara 256.
tabancayı adamın şakağına dayayıp İslâm'a gir demenin
faydasının olmayacağını anlatır. Korkudan "iman ettim" der.
Sonra da "inkâr ettim" deyiverir.
İman gönül işidir. Amel ise imanın görünen çiçeği
meyvesidir. 351[144]

(64) Bundan sonra yüz çevirdiniz. Eğer Allah'ın size lütfü


ve rahmeti olmasaydı, siz muhakkak zarara uğrayanlardan
olurdunuz. 352[145]

(65) Siz içinizden cumartesi günleri haddi aşanlan


biliyorsunuz. Onlara "alçalmış maymun olunuz"
dedik. 353[146]

(66) Bunu orada olanlara ve daha sonra gelecek olanlara bir


ceza ve mütteküere nasihat olsun için yaptık.
Yahudilerin haddi aşmalarından biri de cumartesi gününün
kudsiyetini kaldırmaları nedeniyle maymuna dönüşmüş
olmalarıdır.
Alimlerin bir kısmına göre şeklen maymun olmuşlardır.
Diğer bir kısmına göre ise şeklen insan olarak kalmışlar,
ruhen maymunlaşmışlar. Eskiden Afrika'da maymun
avcıları ormana içinde fındık dolu olan ağzı dar çömlekler
bırakırlarmış. Maymun gelir, çömleğin içine elini uzatır,
fındığı avuçlarmış. Eli dolu olunca çömleğin ağzından
çıkirmzmış. Fındık kıymetli olduğu için bırakmayı da
düşünemezmiş, böylece avcı onu rahatlıkla yakalarmış.
Yahudiler tarih boyunca altının peşinde koşmaları nedeniyle
topye-kün katliamlara uğramışlar. Para için yapmadıkları
aşağılık iş kalmamış sonunda ırklarının bir avuç kalmasına
sebeb olmuştur.

351[144]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/144-145.
352[145]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/145.
353[146]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/145.
A'raf sûresinin 163'ncü âyetinin açıklamasına göre
Yahudiler deniz kenarında yaşıyorlar. Cumartesi günleri
balıklar daha çok geliyor. Cumartesi günü de avlanmak
yasak. Balıklan cumartesi günü denizden özel havuzlara
alıyorlar pazar günü de o havuzdan yakalıyorlar. Böylece in-
sanlara yaptıkları hileyi Allah'a da yapmaya kalkıyorlar ama
o cumartesi gününün önemini kavrayamamanın cezasını,
çekiyorlar. Tarihin en eski milleti olmalarına rağmen
nüfusları İspanyol çingenelerinin nüfusuna ulaşamıyor.
Bu insanlar siyaset bilmiyorlar. Siyaset yapacağız derlerken
bütün insanların kinini üzerlerine çekiyorlar ve ara ara
topyekün imha ediliyor.
Siyaset, Peygamber Efendimiz'in yaptığı gibi bedeviyi
medeni yapmak ve dünyaya adalet dağıtmaktır.
Siyaset Osman Bey'in yaptığı gibi aşiretten devlet meydana
getirmek ve dört kıtaya İslâm'ı yaymaktır.
Bizde ne zaman cumanın değerim yitirdik, bugünkü
durumlara düştük ve Batı'nm kötü bir taklitçisi olduk çaktık.
Halbuki Yahudiler'in durumu bizim için iyi bir nasihat
olmalıydı. Allah'ın günleriyle oynamanın, Allah'ın kullarıyla
oynamanın, Allah'ın âyetîeriyle oynamanın cezası bazan bu
dünyada acele veriliyor, bazan acıklı azabı ahirete
bırakılıyor.
Bu dünyada verilmesi başkalarını caydırmak mütteki
insanlara da nasihat olmak içindir. 354[147]

(67) Bir vakit Musa kavmine: "Allah size muhakkak bir


inek kesmenizi emrediyor" demişti de onlar "Ay bizi
eğlence yerinemi koyuyorsun?" demişlerdi. Musa da:
"Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım" demişti.
Kur'ân-i Kerîm'de, en uzun sûre olan Bakara sûresi diye
isimlendirdiğimiz yani ashabın ve Efendimiz (a.s.)'ın

354[147]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/145-146.
isimlendirdiği bu sûre, ismini bu âyet-i kerîmelerden
almıştır. Bu âyet-i kerîmelerde yani 67, 68, 69,70, 71, 72, ve
73 âyet-i kerîmelerde bir olayı bize naklediyor.
Olay şöyle: Bir adam öldürülmüş, tefsir kitaplarının
ifadesine göre faili meçhul, kimin Öldürdüğü belli değil.
Yani ölümü kendiliğinden değil, Öldürüldüğü belli. Tefsir
kitaplarının ifadesine göre Kur'ân'da böyle bir açıklık yok.
Tefsir kitapları sahabeden bazılarına dayanarak diyorlar ki,
bir adam zengindi, bir tane de oğlu vardı. O adamın
kardeşlen ve kardeşinin çocukları vardı. Şimdi amcamız
ölünce malı oğluna kalacak. Eğer oğlunu öldürürsek malı
bize kalacak diye o zengin amcalarının bir tek oğlunu
gizlice öldürürler. Bunun öldürülmüş olduğu o devlet
tarafından,-millet tarafından bilinince, kimin öldürdüğünü
araştırmaya başlıyorlar. .
Tabiîki kendilerine inandıkları, güvendikleri peygamber
Musa (a.s.)'a durumu arz ederler. Musa (a.s.)'da onlara der
ki, Allah size bir sığırı kesmenizi emrediyor. Yanı siz bu
adamın bulunmasını, katilin bulunmasını istiyor musunuz?
Evet istiyoruz. Allah size bir sığır kesmenizi emrediyor
diyor Musa (a.s.).
Bunun üzerine adamlar diyorlar ki, yahu sen bizimle
dalgamı geçiyorsun? Musa (a.s.) da diyor ki, "Cahillerden
olmaktan Allah'a sığınırım. Yani böylesine ciddi bir olayda
dalga geçmekten Allah'a sığınırım diyor. Musa (a.s.) önemli
olayların, ciddi olayların şakası olmaz demek istiyor. Tabiî
bize de bunu söylemiş oluyor.
Çok önemli olaylarda dalga geçilmez. O iş şakaya alınmaz.
Ancak çok önemli olayları önemsemiyenler cahillerdir. O
olayları anlatırken dalga geçen, alaya alan, hafife alanlar da
yine cahillerdir. Hani delinin başına en büyük bela gelse bile
yine de gülermiş. Yani deliliğinden bu işi yapıyor. Aklı
başında olsa o gelen belanın neler getireaceğini bildiğinden
üzülmesi gerekiyor. Onun için cahillerde önemli olayları
dahi önemsizmiş gibi şakaya, alaya ahveriyorlar. Musa (a.s.)
böyle olmaktan Allah'a sığınırım diyor.
Şimdi adamlar Musa (a.s.)'a danışıyorlar. Ama emrini yerine
getirmiyorlar. Allah'ın emrini de yerine getirmiyorlar. Bu
sefer peygamberin emrini tevile uğraşıyorlar. Hani kırk
dereden kırk su getirmek diye tabir ettiğimiz şey. 355[148]

(68) Onlar bizim için "Rabbine dua et de o sığırın ne


olduğunu bize açıklasın" dediler. Musa da: "Allah şüphesiz
şöyle diyor." "O inek ne çok yaşlı ne de çok genç, ikisinin
arasında dinç bir şey. Haydi emrolunanı yapın" dedi. 356[149]

(69) Onlar: "Bizim için Rabbine dua et de o ineğin rengi


nedir? bize açıklasın" dediler. Musa: "Rabbim şöyle
buyuruyor." "O sarı bir inektir. Bakanlara ferahlık verir"
dedi. 357[150]

(70) Onlar: "Bizim için Rabbine (tekrar) dua et de o nasıl bir


şeydir? açıklasın. Çünkü bize göre inekler birbirine
benziyor. İnşallah biz doğruyu buluruz" dediler. 358[151]

(71) Musa: "Rabbim diyor ki: O inek ne koşulur arazi sürer,


ne de ekin sular. Serbestçe dolaşan, kendisinde alaca
olmayan bir inektir" dedi. Bunun üzerine onlar: "İşte şimdi
gerçeği getirdin" dediler. Ve ineği kestiler; neredeyse bunu
yapmayacaklardı. 359[152]

(72) Hani bir kimseyi öldürmüştünüz de hakkında


birbirinizle atışmışınız. Halbuki Allah sizin gizlediğinizi
açığa vurandır. 360[153]
355[148]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/146-147.
356[149]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/148.
357[150]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/148.
358[151]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/148.
359[152]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/148.
360[153]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/149.
(73) Onun için "Ölüye ineğin bir parçasıyla vurun"
demiştik. İşte böylece Allah ölüleri diriltir ve sizi
akıllanasınız diye de âyetlerini gösterir.
Şimdi böylece, konu burada bitmiş oluyor.
Başta da konuyu anlattığım gibi bir adam öldürülüyor.
Katili meçhul oluyor. Katilinin bulunması için Musa (a.s.)
Allah'ın emriyle onlara bir sığır kesmelerini emrediyor.
Ama onlar sığın kesmemek için gereken her türlü hileye baş
vuruyorlar. Rengini bilemedik, yaşını bilemedik, nerede
olduğunu bilemedik gibi bahaneler bulunuyorlar ve nihayet
kesiyorler. Kesilen sığırın bir parçası adama vuruluyor adam
diriliyor.
Pekiyi bu âyet bizi neden ilgilendiriyor. Yani Allah (c.c.) bu
âyeti indirmekle Beni İsrail'de meydana gelmiş bir tarihî
olayı nakledip bizim kültürümüzü mü arttırmak istiyor.
Veya çocuklarınıza eve varınca hikaye anlaüverin, hani
çocuklarımızı uyutmak için akşamları hikaye anlatma
geleneğimiz vardır, acaba böyle bir geleneği hikaye ile de
süsleyin diye mi Allah (c.c.) bu olayı bize indirir. Bu
mümkün değil. Peygamber Efendim (a,s,m.), biraz sonra
devam eden ayet-i kerîmelerden de bunu göreceğiz.
Medine'de Yahudilerle karşılaşır. Medine'nin etrafında Beni
Kurayza, Beni Kaynuka, Beni Nadr Yahudiler'i vardır.
Bunlar da bayağı güçlü kabilelerdir. San'atta ve ticarette
adamlar o gün için ileri gitmişler ve bu Kudüs
dolaylarındaki büyük bir katliamdan oraya firar etmişler,
kaçıp gitmişler oralara yerleşmişler. Dışardan gelen insanlar
genelde birbirlerine tutkun olurlar. Onun için de orada
birbirlerini sıkı bir şekilde tutuyorlar. Medine'de Peygamber
Efendimiz (a.s.m.) devletini kuruyor ve etrafındaki insanlara
da İslâm'ı yaymaya başlıyor. O insanlar hakkında Allah
(c.c.) Peygamber Efendimize'e, ashabına ve bugün de bize
bilgi veriyor. Onlara bilgi verirken, o adamlardan
bahsederken topyekün Yahudiler'in genel karekterini bize
bildiriyor. Ama bu karekter yalnız Yahudiler'e has değil.
İnsanlara da sirayet edebilir. Hani hastalıkların insandan
insana geçtiği gibi huylarda geçer. Nasıl ki esnemek geçer.
Bir insan esneyince yanıbaşındaki de esner. Aynı şekilde
huylar da insandan insana geçer. O huyların da bize
geçmesini engellemek için. Meselâ bize fetva olarak sormak
için gelirler. Hocam şöyle şöyle yapmıştım da acaba onun
yerine böyle yapıversem olur mu? gibi. Veya hile-i şeriyye
diye bir tabir kullanılır. Bu konuda hülle olayı istismar
edilmiştir. Âyet-i kerîmede Allah (c.c.) bir insan karısından
boşanabilir. Olabilir aşırı geçimsizlik meydana gelebilir.
Çeşitli sebeplerle karısı da iyidir kocasida iyidir ama
boşanmışlardır. Veya erkek iyidir, kadın biraz ahlaksızdır
yine boşanmışlardır. Veya kadın çok iyidir erkek ahlaksızdır
boşanmışlardır. Neticede boşanmışlar. Fakat sonra biri
başkasıyla Öbürü başkasıyla evlenmişler. Bir müddet sonra
birinin hanımı diğerinin kocası vefat etmiş veya ikisinin de
vefat etmiş, aradan yıllar geçince tekrar birleşmek arzu
etmişler. Bunların tekrar birleşebileceği konusunda âyet-i
kerîme nazil olmuş. Bu âyet-i kerîme zamanla cahil insanlar
nezdinde istismar edilmiş ve derken hülle diye bir filmin, bir
piyesin yazılmasına tiyatronun oynanmasına sebep olmuş.
Ve bu anadoluda da çok istismar edilmiş. Hıie-i şe-riyyeyi
istismar etmişler. Zekât konusunda da buna benzer
istismarlar vardır. Adam zekâtını verecek, koymuş çuvalın
içine beş yüzbin liralık mal. Al bu sana zekâtım diyerek
veriyor. Sonra da sen bunu götürüp gi-dipte ne yapacaksın.
Sat bunu diyor, elli liraya geri alıyor. Malını gerisin geriye
satın alıyor. Şimdi aslında o diğer adamla anlaşmalı. Dinde
anlaşma yok. Fakat o adam her sene geliyor o hacıma.
Hacım ona veriyor beş-yüzbin liralık malı. O da biliyor
gerisin geri isteneceğim. O beşyüzbin liralık malı geriye
veriyor ve elli bin lirasını alıp gidiyor.
Çok sevdiğim bir hocam, yani benim yetişmemde emeği
geçen "Arif Etik hocam, " (Allah rahmetini bol kılsın)
sağlığında buraya geldiği zaman emin ol aziz yavrum
gözümün önünde yapıldı bu" der. Ne yapayım. Ne edeyim.
Bir şey de söyliyemedim diyor, adam çıktıktan sonra yâlnız
kalınca da .hocam caiz dediler de demiş. Allah katında
herhalde sorumlu olmayız. Verdik çünkü biz.-Adam bize
satıyor gönül rızasıyla diyormuş. Bir şey diyemedim dedi.
Hocam ben olsaydım şöyle derdim. Yarın öbür dünyada
senin hesabın görülürken melekler bakarlar. Zekâtını vermiş
mi vermiş. Beşyüzbin lira verdiği film halinde sabit. Yani
bugünkü video kasete çekildiği gibi. Melekler tarafından
bütün filmimiz çekiliyor. Bu adam beşyüzbin lirayı vermiş.
Melekler görmüş. Sonradan bakmışlar ki o paket geriye
gidiyor filmde. Ha melekler derki bu adam zekâtını vermiş.
Meleğin birine der ki hadi bunu götür git. Adam da sevi-
nerek gider gider gider cehennemin kapısını açıp arkadan
bir tekme ile melek bunu aşağıya indirir, adam bağırır yahu
beni oyuna getirdiniz. Melek der ki, sen de bizi dünyada
oyuna getirmiştin kerata deyiverirler buna benzer olay
faizde de vardır. Bir kısım müslümanların bugün
uygulamakta olduğu yani bir kısım deyince ne böyle
müslüm anlıktan geçebilmiş, ne müslümanlığı atabilmiş ne
de gavurluğu tutabilmiş tipler vardır. Onlar da kendilerine
göre bir çıkış yolu aramakla meşguller. Ve kendilerine göre
de bir çıkış yolu bulmuşlar. Meleği kandırmaya
uğraşıyorlar. Tabiî ki kendilerini kandırıyorlar.
Şimdi burada da bu Yahudiler, Musa (a.s.)'ı kandırabiîmek
için çeşitli dalavereler ileri sürüyorlar. Allahü Teâle böyle
olmamamızı ister. Pekiyi burada şu sorulabilir. Niye sığır:
Yani bir insanın mucize olarak dirilmesi için, bir ölünün
dirilmesi için Allah (c.c.) bir sığırın kesilmesini istiyor.
Eski Mısır geleneğinde puta tapanlar sığıra tapıyorlardı.
Hâlâ o gelenek bugün Hindistan'da devam ediyor. Yani
tarihin en eski dönemlerinde belki ilk rastlanan putlardan
birisi sığırdır. Belki de insanoğlunun en fazla onunla meşgul
olması yani tarlasını onunla sürmüş olmasından, ilk yer-
yüzünde kendisinden yararlanmak üzere sahip olduğu
hayvanın sığır olmasından da kaynaklanmış olabilir. Fakat
gerçek olan şu ki eski, Mısır'da sığıra tapınılıyordu. Musa
(a.s.) Rabbinden Tevrat'ın nüshalarını almak için (vahiy
almak için) Tur dağına gittiğinde, geride kalan
Yahudiler'den biri ki, ona da muşa diyorlar o Samiriyy
denilen adam. Kur'ân'da lakabı Sâmiriyy olarak geçiyor. Ad
olarak onun da adı Musa idi diyorlar. Onun için Arap
şairinin biri şöyle diyor.
"Firavunun terbiye ettiği Musa müslüman oldu. Cebrail'in
terbiye ettiği Musa kâfir oldu" diye bir ifade kullanılır. Tabiî
bu âyet değil, hadis değil. Arap şairlerinden birinin söylemiş
olduğu bir sözdür.
O Samiriyy denilen adam orada ahundan bir buzağı yapıyor.
Ve insanlar eski alışkanlıklarından kaynaklanarak ona
tapmıveriyorlar. Allah'a itaat ve ibadeti bir akı veriyorlar.
Tamamı değil bunların içinden bir kısmı. Onun içindir ki,
Allah (c.c.) onlardan putlarını yıkmalarını istiyor. Putlarını
kesmelerini istiyor. Yani put olan şeyi onlar için en değerli
olan şeyin kesilmesini istiyor. Böylece sığır kesilince put
olmaktan çıkacak. Günümüzde bu âyet-i kerîmenin vermek
istediklerinden bir tanesi de şu: Efendim topyekün biz
ölmüşüz ölmüşüz de cenazemizi kaldıran yok derler. Yani
millet olarak ölmüşüz de cenazemizi kaldırıveren yok
derler. Peki bu Ölmüş milletin dirilmesi için bir şey
gerekiyor. O da bu milletin önüne geçip bazı insanların put
haline getirdikleri şeyin kesilmesi gerekiyor, O kesilip yok
edilecek olursa, Allah (c.c.) o müsîüman milleti yeniden
diril-ti verir.
"Padişah konmaz saraya hane ma'mur olmadan" demişler.
Yani bir insanın gönlünde put varken Allah inancı oraya
girmiyor. Allah inancı girerse o çıkıyor zaten. Onun için
Lâilâhe derken putu alıp atıyorsunuz illallah diyorsunuz.
Allah inancı yerleşiyor. Yani ikisi beraber olmuyor. Puta
iman ile Allah'a iman bir arada olmuyor. Allah'a inancı
kuvvetlendirmek o doğrultuda dirilebiîmek için putun
kesilmesi gerekiyor. Burada bir işaret bu âyet-i kerîmede
vardır.
Bir de Allah Ölüleri nasıl diriltir? soruları vardır. Yani bu
insanlar ölünce toprak olunca dirilecekler mi? İşte
gördünüz. Ölmüş insanı Allah (c.c.) o sığırın bir parçasını
vurmakla diril ti vermiştir. Gözlerinizle gördünüz. Dirildi
mi? dirildi.
Şu andaki Tevrat'ta bile bu konu anlatılıyormuş. Ben
kendim okumadım. Tefsir kitaplarımızda yazar.
Tevratlannda da bu konuyu işliyorlarmış. Ölünün dirildiğini
Yahudiler de o gün için gözleriyle görmüşler. Allah (c.c.)
de'bunu bize haber verir. "İşte Allah böyle diriltir" diyor.
Cuma vaazlarımı hemen hemen üç dört seneden beri
devamlı dinleyen bir dostum, çok iyi bir insan, dediki
hocam benim sevdiğim bir arkadaş var. Musikişinastır.
Allah'a inanıyor, peygambere inanıyor, her şeye inanıyor da;
Hz. Adem'in topraktan yaratıldığına inanmıyor. Olmaz
böyle şey diyormuş. Yahu nasıl olur? topraktan mantar çıkar
gibi adam çıkar mı? diyormuş. Sizi bir görüştüreyim dedi
görüştük. Aynen tekrarladı. Hocam bu olmaz dedi. Beni
ikna edemezsin dedi. Dedim ki, Allah nasip ederse ikna
olursun. Nasip etmezse ikna olmazsın. Peygamber Efendim
(a.s.m.)'ın bile Ebu Cehil ve Ebu Leheb'e hiçbir faydası
olmamıştır. Ancak sen ki bir müslümanmışsın. Fakat ben
sana şunu söyliyeceğim dedim. Senin aklın şuna yatmıyor.
Yani bu topraktan bu adam nasıl çıkar? Yaz günüydü. Eve
git dedim. Eline bir domates al, şöyle iyice bir ez dedim.
Ondan sonra açık,bir yere bırak Üç gün sonra tekrar
domatesin yanına var. Ne görürsün domatesin üzerinde.
Yüzlerce üzerinde sinekcik görürsün. Küçücük küçücük
sinekcikler yaz gününde. Peki nerden geldi bunlar? Mutlaka
havada her hangi bir mikropla o birleşti. Yani bunu kapalı
tutsak, bir fanusun içinde tutsak olmazmış. Yani havası
alınmış bir fanusun içinde tutsak olmazmış. O oluşmazmış.
Doğrudur. Ama havadan bir şeyle, domatesten bir şey
birleşince bir canlı uçan, kaçan, cinsel ilişkide bulunabilen
bir yaratık meydana geliveriyor. Allah (c.c.) bunu bize
gösterip duruyor. Yumurtanın içinden civcivin çıkmasını
gözümüz hep görüp durduğu için bize mantıklı geliyor. Ne
mantığı var orada. Aslında orada hiçbir mantık yok. Allah'ın
koyduğu bir tabiat kanunu orada işliyor. Ve yumurtayı
yiyeceğimiz yerde, yirmibir gün sıcak yerde bekletmekle
civicive dönüşüveriyor. Hiç tavuğu, civcivi ve yumurtayı
görmeyen bir adama yumurtayı gösterseniz ve deseniz ki, şu
yirmibir gün sıcak bir yerde tutulursa havada uçan kuş olur,
kartal olur bundan deseniz, kartalı görmüşte nasıl meydana
geldiğini hiç görmemiş bir adama bunun içerisinden bu
kartal çıkar deseniz biraz zor inanır.
Canım hepimiz, babamızın menisinden meydana gelmişiz.
Anamızla babamızın birleşmesinden ki, doktorların
ifadesiyle beş milyonda bir derecesinde küçük bir maddeden
bu hale gelivermişiz. Allah suyun üzerine bu şekilleri
yazmış, gözümüz göaip dururken daha toprağa döndükten
sonra diriltilmesi konusunda ne şüphe edelim. İşte Allah
(c.c.) böylece ölüleri diriltir. Ve akıllanasınız, aklınızı
başınıza-alasınız diye de birçok âyetleri de gösterir diyor.
Çoğul siğasıyla âyetlerini, Allah'ın varlığına ve birliğine
delil olan ve Allah'ın Ölüleri diriltmesine işaret olan
âyetlerini gösterir diyor. Kara topraktan beyaz çiçek. Nisan
ayının sonlarına doğru ben Gülhane'de gördüm. Sekiz
çeşidin üzerinde sadece lâle var. Daha fazlası vardır da
benim gördüklerim bu kadar. Renk olarak. Ama hepsi aynı
topraktalar. Şöyle bir on metre karelik yerin içerisindeki
topraktan sarı lâle, beyaz lâle, mor lâle, kırmızı lâle. Onun
için bu topraktan bunlar çıktığına göre. Allah bunları böyle
dirilttiğine göre ölüleri de işte böylece diriltir diyor.
Sonra; 361[154]

(74) "Sonra Du mucizenin arkasından kalpleriniz katılaştı.


Onlar taş gibi hatta daha da katı. Çünkü nice taşlar var ki,
içinden ırmaklar kaynar, niceleri de var ki, çatlar da ondan
su çıkar. Ve niceleri de var ki, Allah korkusuyla yukarıdan
aşağıya yuvarlanır. Allah yaptıklarınızdan habersiz
değildir."
Aîlahü Teâia, kâfirin kalbini taşlarla mukayese etmiyor.
Yani kâfirin kalbinin taşlardan daha kaü olduğunu
bildiriyor. Çünkü taşlar yaratılışları doğrultusunda hareket
ediyorlar. Bir kısmından nehirler akıyor, bir kısmından
pınarlar akıyor. Bir kısmı da yukarıdan aşağıya doğru
kanuna uygun olarak, hani taşın düşme ve yuvarlanma
kanunu var ya ona riayet ediyorlar. Yani Allah (c.c.)'nün
tabiata koyduğu kanunu taş icra ediyor. Böylelikle o da
görevini yerine getiriyor. Ama kâfir bu kalbiyle gayet
yumuşak davranması gerekirken, Allah'a itaat edip, ibadet
edip, Hakk'a itaat ve ibadet edip, halka yumuşak davranması
gerekirken, Allah'a isyan ederek, inkâr ederek, Allah'ın
yarattıklarına da katı davranmaya başlıyor. Katı davranınca
da taşlardan daha katı hale geliveriyor. Kur'ân-ı Kerîm'de
Allah (c.c.) dağlar ve taşlarla ilgili olarak çokça
okuduğumuz Hüveliahüllezi diye sabah ve akşamlan
okuduğumuz (okumak sünnettir). Onun hemen bir önceki
âyeti yani, "Eğer biz bu Kur'ân-ı dağlara indirmiş olsaydık,
o dağların Allah korkusundan paranı parça olduğunu
görürdün" diyor.
Yani dağların da kendine has bir hissiyatı, bir anlayışı

361[154]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/149-154.
olduğunu ifade ediyor.
"Yerde ve gökte her ne var ise AUah'a secde eder"
buyuruyorAllah (c.c).
Er-Rahman sûresi, âyetö'da ise:
"Ağaçlar da, otlar da Allah'a secde ederler" diyor. Allah
(c.c.
En'âm sûresi, âyet 38
"Yerde kıpırdayan her canlı, gökyüzünde uçan her kuş, sizin
gibi bir ümmettir" diyor.
Çok enteresan. "Sizin gibi bir ümmettir" diyor Allah (c.c).
Kehf sûresinde de Musa (a.s.)!ın salih bir insanla yolculuğu
vardır. O anlatılır. Orada bİT yere de varıyorlar. Kehf sûresi,
âyet 77
Musa (a.s.) ile o salih kimse bir köye vardılar. Ve orada
yıkılmaya azmetmiş yıkılmak üzere olan bir duvarı buldular
da onu tamir ediverdiler. Düzeltiverdi o salih adam diyor.
Şimdi burada ifade edilen Allah (c.c)'nün bize haber
verirken kullandığı kelime önemli. Dağ ve taşın Allah
korkusundan parçalanacak hale geldiğini, yerde ve gökte her
ne var ise Allah'a secde ettiğini, otların ve ağaçların Allah'a
secde ettiğini ve yer yüzündekilerin ve gök yüzündekilerin
bizim gibi bir ümmet olduğunu, yıkılmakta olan duvardan
bahsederken, yıkılmayı murad eden bir duvar buldular
diyor. Yani duvarın da yıkılma isteği olduğu konusunda
irade kelimesini kullanmış. Allah (c.c).
Bütün bunlardan yaratılmış her şeyin kendine has bir dilinin
olduğunu anlıyoruz biz. Herşeyin kendine has bir dili vardır.
Bunu Allah (c.c.) bindörtyüz sene önce indirmiş. Bizim
âlimlerimiz de bunları tefsir ederken her şeyin kendine has
dili vardır cümlesini de kullanmışlar. Ama günümüzde Batı
âlemi bunu biraz isbata doğru yöneldi. Hani televizyonda
belgesel adı altında, karıncaların konuşmasını, deniz
altındaki balıkların konuşmasını kuşların kendileriyle
haberleşmelerini, maddenin kendi içerisinde birbirleriyle
olan irtibatını yani atomunu, moleküllerini bize gösteri
veriyorlar. Böylelikle Allah (cc.) bize haber verdiklerini
doğrulamaya yönelmiş oluyorlar.
Allah (c.c.) niye taşı zikretmiş de, demiri zikretmerniş diye
tefsircimizin birine Sorulmuş. Merağr tefsirinin sahibi
diyorki:
Yani "onların kalpleri taşlar gibidir. Taştan da katıdır"
demişte, demirden de katıdır dememiş. Sorusuna cevap
olarak, o üniversitede öğretim görevlisi iken sorulmuş,
Demişki: "Demir ateşte erir, su halinde akar, yani
yumuşaması daha fazladır onun. Ama taş eriyipte akmaz.
Toz haline getirilebilir ama akma kabiliyeti yoktur onun"
onun için taş katılıkta demirden biraz daha devamlılığını
sürdürüyor. Kâfirin katıhğı ise taştan daha fazladır diyor. El-
Hak görüyoruz.
Taş kendiliğinden insana bir şey yapmıyor. Ama o katı
kalpli Yahudi eline taşı alıyor ve bütün dünyanın gözü
önünde televizyonda gösterdiler. Oradaki müslüman
delikanlıların kolunu vurarak kırıyor. Ve vuran adamında
yüreğinde ve yüzünde hiç merhamet izi görülmüyor. Belki
taş üzülüyordur. Yani bir gün gelirde o da hani filme alınıp
onun da dili insanlara gösterilebilir, taşın merhameti
görüntülenebilir ama Yahudi'nin yüreği hiç yumuşamıyor.
Onun Allah (c.c.) onların kalplerini taşlardan daha katı
olduğunu ifade ediyor. Kalplerin katılaşmasının zaman
içerisinde olduğunu Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bir
hadis-i şerifiyle şöyle açıklamış. "Allah'ın zikri olmayan çok
konuşma insanın kalbini katılaştırır."
Yani insanlar konuşuyorlar. Allah iki dudak bir dil vermiş
mecburen konuşacağız. Fakat konuşmalanrmza dikkat
edelim. Yani akşama kadar konuştuklarımızın yüzde elli bir
hissesi Allah (c.c.) emri doğrultusunda onun dininin
tanıtılması konusunda olsun. Bu yalnız Allah Allah. La ilahe
illallah değildir. Meselâ tüccarsınız. Ticaretle ilgili
kardeşinize İslâm'ın ticaret ahkamıyla ilgili bilgiler
verirsiniz. Ziraatçısınız, o konudaki İslâm'ın Öngördüğü
teklifleri onlara duyurursunuz. Yani bulunduğunuz sahada
İslâm'ın ahkamını diğer insanlara duyurmak yine Allah'ı an-
mak gibidir. Çünkü Kur'ân'dan ve sünnetten bir hükmün
diğer insana duyurulması, öğretilmesi de Allah'ı anmak
gibidir. Çok konuşmada Allah zikri yoksa, çok konuşma
insanın kalbini katılaştınr diyor. Bugün günümüzde işçiler
ellerine almışlar oraklarını, çekiçlerini efendim fabrikada
kullandığı malzemesini, metresini yaptığı iş ne ise
patronuna karşı yöneliyor Türkiye'nin üç veya dört tane
toplasan on tane zengini ve arkalarında da genelde
gazetelerden okuduğumuz kadarıyla Yahudiler var. Sermaye
olarak "Haklarımızı isteriz. Merhametsiz adamlar. Bu
ücretle bu insan İstanbul şehrinde geçinir rni? Siz ne biçim
adamsınız?" diye bas bas bağı-' nyorlar. Öbür adamlarda bu
tür konuşmalardan hiç tınmıyor. Sadece devletin güvenlik
güçlerine telefon ediyor. "Fabrikamda, evimde, iş yerimde
tehlike söz konusudur. Beni garanti altına alın. Güvenlik
içerisinde olayım" diyor derken yine aynı maaşından
şikayetçi olan güvenlik güçleri bunlarda aslında bas bas
bağırıyorlar. Onlarda diğer kardeşlerine karşı Öbürünü
korumakla görevlerini yerine getirmiş oluyorlar. Peki
burada katı kalpli olan o imansız Yahudi ve onun
sermayesidir. Katı kalpli olan, bu adam üç yüz bin lira ile
dört yüz bin lira ile beş yüz bin lira ile bu memlekette
geçinir mi, geçinemez mi? diye hiç hesap yapmıyor o adam.
Katı kalplilik oradan kaynaklanıyor. Fakat iki tane mağdur
birbirlerine giriyorlar. Öbürünün katı kalpliliğini korumak
üzere, "Taş olsaydım erirdim toprak idim dayandım" diye
bir söz vardır. "Taş olsaydım erirdim, insan idim dayandım"
bu türkümü, şarkımı bilmiyorum ama güzel bir söz, şiirdir.
"Taş olsaydım erirdim, insan idim dayandım", yani bu âyet-i
kerîmenin ruhuna uygun bir ifadedir bu. Belkide burdan
mülhemdir. Bazı doktora tezi yapan arkadaşlara bunu çok
diyorum ama bir tanesi yapmış. Daha elde edemedim. "Türk
şiirinde işlenmiş âyet ve hadisler" bunu doktora tezi olarak
alın diyorum. Yani çeşitli şairlerimiz tarafından divanla-
rında, şiirlerinde âyetler nasıl oraya geçmiş. Hangi ata
sözlerimiz âyet ve hadisten alınmış. Çok ata sözlerimiz var
âyet ve hadisten geçme. Doğrudan âyet. Hani "İslinin
yanında oturan da is, mislinin yanında oturan da mis" kokar.
Bu bir hadisi şerifin türkçe tercemesidir aslında. Bir çok ata
sözümüz vardır ki, hadisin türkçeleşmiş şeklidir. Veya
âyetin türkçeleşmiş şeklidir.362[155]

(75) "Bunların size inanacaklarını mı umuyorsunuz?


Halbuki onlardan bir bölümü Allah'ın kelâmını işitirlcrdi de
akılları erdikten sonra bile bile onu değiştiriyorlardı."
Âyet-i kerîme Medine'deki müslümanlara yönelik, ama bizi
de doğrudan ilgilendiren âyet-i kerîme. Medine'deki
müsîümanlara bu nazil olduğundan, Medineli müslümanlar
böyle bir ümit içerisindeler. Çünkü Medineli müslümanlar
bir peygamberin geleceğini, Yahudiler'den duymuşlar.
Medine'deki müslümanlar, müslüman olmadan önce puta
tapan insanlardı. Hıristiyan çok az varmış. Puta tapıyorlar.
Yahudi de değiller. Ama etraflarında Beni Kaynuka, Beni
Nadr ve Beni Kurayza Yahudileri Tevrat'ı okuyorlar ve
onlara diyorlar ki, yakında bir peygamber çıkacak bizim
peygamberimiz çünkü onu Tevrat söylüyor. Bir peygamber
çıkacak, o peygamberin nezaretinde biz size galip geleceğiz.
Biz sizin hakkınızdan geleceğiz. Onun gelmesi yakın hele
bekleyin diye Medineli müşrikleri tehdit ediyorlarmış. Zaten
Medineli müşriklerin, müslüman olmasına sebebin biride
budur.
Medine'den bir ticaret kafilesi ve Kabe'ye gelen insanlar

362[155]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/154-157.
duymuşlar ki, Mekke'de peygamberim diyen bir insan var.
Hemen hatırlarına gelmiş. Yahudiler de bir peygamber
bekliyorlardı. Kendî aralarında istişare etmişler ve demişler
ki, Yahudiler'den evvel biz müslüman olalım. Bu
peygamberi kabul edelim. Onların elinden alalım demişler.
Ve Akabe'de Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ile görüşmüşler.
Ve müslüman olmuşlar. Çok da güzel hizmet etmişler.
Şimdi bu insanlar, Medine'deki Yahudilerin müslüman
olmasını bekliyorlar. Zaten Yahudiler bir peygamberin
geleceğini bekliyorlardı ya, -işte, geldi buyurun diye onları
davet ediyorlar. "Yahu siz bize haber vermiştiniz. Bir
peygamber gelecekmiş, işte geldi. Biz o peygambere iman
ettik, sizde buyurun iman edin" diyorlar. Ve çok bir ümitle
bugün olmazsa yarın iman edecekler diyorlar ama; yani
Medineli müslümanlar varacaklar, diyecekler bak
peygamber bekliyordunuz geldi. O kitap okuyanlar
diyecekler ki, yok canım her ne kadar biz öyle demişsek de
bu sefer de Yahudi ırkından gelecek diyorlar. Peki Tevrat'ta
Yahudi ırkından gelecek diye bir kayıt söylememiştiniz
daha önce. Yazarız elimizle deyivermişler ve yazmışlar.
Yahudi ırkından gelecekmiş. Yani buna benzer birçok
tahrifat böylesi işlerden kaynaklanmış.
Pekiyi bize bakan tarafı bizimde elimizde Kur'ân-ı
Kerîmimiz var. Bize de diyorlarki, günümüzde bak bakalım
Kur'ân-ı Kerim'de yirminci asırla ilgili neler söylüyor.
Günümüzde müslümanlarımız özellikle Kur'ân-ı Kerimle
ilgisi olan insanlarımız üçe ayrılıyorlar: 1- Baktım Kur'ân-ı
Kerîm'e genelde ahlâkî kurallarla ilgili bilgiler vardır. Yani
hırsızlık yapmayacaksınız, yalan söylemiyeceksiniz. Ne
emredilirse yerine getireceksiniz. Verileni yutacaksınız,
söyleneni tutacaksınız diyor. Namazınızda kusur etmeyin.
Gece gündüz namaz kılın. Orucu Ramazan'da tutun, Nafile
oruçlara da devam edin. Çünkü ekonomiye katkınız olur.
Yani öğle yemeğini yemiyecek olursanız topyekün
Türkiye'de orucunu tutan müslümanlar, milyonlarca
müslüman birer öğle yemeği yememiş olsa şu kadar ihracata
katkıda bulunur. Gerisine karışmayın. Kur'ân'da zaten bun-
lardan bahsediyor diyen bir grup. Bunlar yalnız orta halli
olanlardır. 2-Şerlisi vardır. Bundan da beteri vardır. Beteri
de mevcut âyetî kerîmeleri tahrif eder. 363[156]
"Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, kâfirlerin tâ
kendisidir."
Âyet-i kerîmesi bizi ilgilendirmez. O Yahudiler'!
ilgilendirir. Onlar hakkında nazil olmuştur. Müslümanlar
hakkında değildir.
Bu Yahudi hahamlarının, Tevrat'ı tahrif etmeleri gibi bir
şeydir. Onlar mânâda tahrif yapıyor.ar Tahrif iki türlüdür.
Mânâda tahrif, diğeri de lafzın kendisinde tahrif yapılır ki,
ilaveler yapmak suretiyledir. Allah'û Teâla'ya hamdü senalar
olsun ki, Kur'ân-ı Kerîm'de lafızda tahrif olmamıştır. Yani
olduğu gibi bize kadar gelmiştir. Mânâda tahrif bin dörtyüz
senelik zaman içerisinde yapılmıştır. Tâ sahabe döneminde,
sahabe tarafından değil, imansız kesimden yapılmıştır.
Tabiin döneminde yine imansız kesimden mânâlar tahrif
edilme tarafına gidilmiştir. Bu konuda tefsir kitapları
yazmak, bu konuda lügat yazarak milletin inancını
sakatlamıya yönelik çalışmalar olmuştur. Lügatçilik çok
önemli. Çünkü bir milletin kültürünü yönlendiren lügat
kitaplarıdır. Onun için Türkiye'de lügat kitapları genelde
Türk lugatıyia ilgili felsefî lügat, mantıkî lügat, coğrafya
lügati, tıbbî lügat vs. lugatlarla ilgili en fazla çalışmayı
yapan bir Ermeni'dir. Yirminin üzerinde kitap yazdım bu
memlekette diyor.
Evet niye onlar yazar. Onların kitabı lügati bütün yazarların
kütüphanesinde bulunur. Bir kelimenin mânâsını
bilemediler mi hemen oraya bakıverirler. Ve yazısını da

363[156]
Maide: 44
ondan kaynaklanarak yazar. Orada da o kelimeyi
yönlendiriverdi mi adam gayesine ulaşmış olur. Yani
binlerce kalem onun dediği doğrultuda yazıp çizmeye
başlar. Onun içindir ki, İslâm Ta-rihi'nin ilk dönemlerinde-
de bu tür tahrif hareketi başlamış ama, Allah (c.c.) bu dinini
koruyacak ya kendi üzerine almış, bu dini koruyacak
âlimleri de her asırda getirmiştir. Yâni ilk hicretin birinci
asrında o tabiinin büyüklerinden onu takip eden dönemlerde
de yine çok değerli dil bilimcileri, tefsirciler, hadisciler ve
fakihler göndermek suretiyle Allah (c.c.) bu dini, Kur'ân'mı
hem lafzını korutmuş hem de mânâsını korutmuş.
Günümüzde de yine mânâyı yönlendirme yolunda
çalışmalar var. Yani tahrif etme yolunda çalışmalar var.
Fakat onların sesleri zayıf, kokar ağızlarla Allah'ın nurunu
söndürmek için uğraşanlar hakkında Rabbim; 364[157]
"Onlar ağızlarıyle Allah'ın nurunu söndürmek isterler ama,
kâfirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır."
Hahamlar tahrif etmişler, bizim içimizde de mânâ yönünden
tahrif eden insanlar vardır.
3. grup ise, gücü oranında Allah'ın kelâmını anlatmaya
çalışanlardır. Yani hem lafzını, hem mânâsını tahrif
yapmadan doğrudan anlatmaya çalışan insanlarımız vardır.
Yeterlimi bu yirminci asırda 1990 yılında. Yetersiz. Bende
diğer saygı duyduğum hoca efendilerde yetersiziz. Niye? -
yetişmemiz için gerekli zemin hazırlanmamış. Sel suyunun
bir yatak bulması vardır. Yaz gününde yağmur yağar. Ve
derken çok şiddetli yağmur yağarsa sular bir yerde
birleşirler. Normal suların aktığı gibi bir yatak yok.
Toplanırlar bir yere varırlar. Önünde bir taş var olmadı bu
tarafa gidemeyiz, öbür tarafa döner o su. Yani önüne gelen
engel büyükse oradan dönüş yaparlar. Yıkabileceğini
yıkarlar, yakamadiğı zaman oradan dönüş yaparlar. Böylece

364[157]
Saf: 8.
bir yatak aramaya çalışırlar. Yatak ararken ya bir ırmağa
ulaşırlar, faydalı olurlar. Veyanutta bir ovada kaybolup
giderler.
Günümüzdeki İslâm âlimlerinin ve dünyanın her tarafındaki
âlimlerin yetişme tarzı da böylesine yatak arayan su
gibidirler Ha şu hocadan olur, ha bu kitaptan olur. Ha
surdan mı olur ha burda rnı olur. Çalışma neticesi elde
edilen şeyler. Niyetler iyi olunca inşaallah hedeflerde,
hedeflere varışta bereketli olacaktır, iyi olacaktır.365[158]

(76) İman edenlerle karşılaştıklarında; "İman ettik" derler.


Birbirleriyle başbaşa kaldıklarında ise "Allah'ın size
açtığını, Rabbiniz katında sizin aleyhinize belge olsun diye
mi onlara söylüyorsunuz. Buna akimiz ermiyormu be?"
derler.
Şimdi Yahudiler, Peygamber Efendimiz güçlü devlet
kurmuş, müslümanlan görünce biz de iman ettik diyorlar.
Ancak kendileri bir araya geldiklerinde ise yahu siz bu
Tevrat'tan bazı âyetleri bu adamlara ne okuyup
duruyorsunuz. Yani bir peygamber geleceğini bu adamlara
niye söylediniz. Adamların eline koz veriyorsunuz. Onlara
Tevrat hakkında bilgi vermeyin. Bu peygamberin geleceği
ile ilgili âyetler okumayın. Yani bunlara bizim sırlarımızı
açmayın. Aleyhimize delil olarak kullanıyorlar diyorlar.
Günümüzde de niüslümanin aleyhinde hertürlü dalavereyi
çeviren ama müslümamn karşısına geçince bende
müslümanım diyen insanlar var. Benim babam hocaoğlu,
hacıoğludur. Hani birçok insan müezzinoğ-lu, müftüoğlu,
vaizoğlu gibi adlar, kullanır. Soyadları böyle adamların.
Dinime kasdeden insanların bir kısmı böyle hocaoğlu,
hacıoğlu. Bir ara soy isim yerine sülâle adları soy isim
olarak kullanılıvermiş. Ama bunlar dinime kasdetmişler.

365[158]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/157-161.
Akif in tabiriyle "adı Osmanlı, ruhu Yunanlı" tipler çıkmış.
Onlar müslümanın yanına gelince, "biz de iman ettik.
Babam müslümandı. Rahmetli üç defa hacca gitmişte"
diyorlar. Ama kendi aralarında kaldıklarında ya bu adamlara
siz niye imkânlar veriyorsunuz, niye bu adamları belirli
yerlere getirdiniz, haydi bakalım yeni alınacak bir kararla
şöyle diyelim. Meselâ yıllarca imamhatip okulu mezunları
üniversiteye alınmasın kararı alınmıştır. Kuruluşundan tâ
1970'li yılların sonuna kadar imamhatip okulu mezunları
üniversiteye alınmamıştır. Aynı okulları okuyanlar hatta bir
senede fazla okuyan bu gençler, üniversiteye alınmamıştır.
Kendi aralarında bir araya geldiklerinde almayalım bunları,
aramıza adam mı yerleştireceğiz diyorlar. Dışarıya çıkınca
da bizde inandık diyorlar.
Allah (c.c.) Yahudi'nin karekterini bize anlatıyor. Bu
adamlarmkini değil. Niye bu adamlarmkini değil?
Yahudi'nin karakteriyle karekterlenen, onun huyunu alan
adamların binlercesini anlatmak yerine, Rabbim pisliğin
kaynağını anlatıveriyor. Ona göre sizler anlayın. Kimde bu
pislik vardır. O Yahudi'nin doğrultusunda hareket ediyor
demektir. Ama bu da Yahudi'den bizim gözümüzü
korkutmam alıdır. Dünyanın siyaset bilmeyen bir milleti
varsa o da Yahudiler'dir. Ticaret bilmeyen milleti yine Ya-
hudiler'dir. Olurmu böylesi canım. Bak olmaması lazım
diyor. Pekiyi siyaset bilmek ne demektir:
Siyaset bilmek, kişinin; kendi devletini, kendi milletini en
müreffeh bir şekilde yaşatması ve yayılması, kendi
fikriyatının, kendi politikasının, siyasetinin diğer insanlar
tarafından kabul edilmesini sağlanmasıdır.
Bunun benzerini Peygamber Efendimiz (a.s.m.) yapmıştır.
Tek başına Mekke'de peygamber olarak görevlendirilmiş.
Ve onüç senelik zaman içerisinde devlet kurmuş. Bu bir
siyasettir. Risaletin getirdiği bir siyasettir. Yani
peygamberin getirdiği bir siyasettir. Vefatına kadar da yani
yirmi üç senelik peygamberlik süresince Türkiye
topraklarının tam üç katı olarak feth edilmiştir. Toprağın
üzerindeki insanların gönülleri feth edilmiştir. Türkiye'nin
üç katı. Yirmi üç senede sağlanandır bu. İşte bu bir si-
yasettir. Bu kadarla kalmamış öylesine güçlü bir cereyan
verilmiş ki insanlara, otuz senelik zaman içerisinde bir taraf
Endülüs'e dayanmış diğer taraftan Azerbaycan
fethedilmiştir. O hızla yayılma bir siyasettir. O hızla devam
eden bu yayılmada Kanuni tâ Sumatra'ya yani Filipinler'in
oraya, oradaki müslümanîarı korumak üzere gemiler
göndermiştir. Bir tarafta Viyana, bir tarafta efendim Fas,
yani Atlas Okyanusu, bir tarafta Çin. Buralara kadar da
siyaset devam etmiştir.
Osmanbey bir aşiretten büyük bir devlet meydana
getirmiştir. Bu bir siyasettir. Ama bu adamlar dünyanın en
eski milleti olmalarına rağmen, dünyadaki nüfusları,
İspanyol çingenelerinin nüfusları kadar bile yoktur. Eğer
siyaset bilmiş olsalardı, şu anda bunların Çin kadar nüfusları
olması gerekirdi. Devamlı üreyecek üreyecek Çin kadar
nüfusları olacaktı bunların. Ama olmamış. Çünkü siyaset
bilmiyorlar. Siyaseti biliyoruz zannediyorlar. İlerliyorlar
ilerliyorlar bütün dünya devletlerinde sözü geçiriyorlar ama
âyet-i kerîmede; 366[159]
Dünya metaına karşı öylesine hırslılar ki, farenin hırsı gibi
bir hırs.
Mevlânâ farenin hırsını anlatıyor. Fare çayırlıkta
dolaşıyormuş, bakmış ki bir deve. Tamam demiş. Onu bir
götürür gidersem. Şöyle yularından bir tutmuş. Yumşakmış
onun başı. Yani hayvanlardan en yumuşak başlısı deve imiş.
Bunu bir götürsem demiş, daha yedi ceddimin, silsilemin
çalışmasına gerek yok. Fare gitmiş deve gitmiş, fare gitmiş
deve gitmiş derken, fare yuvasına girmiş, girmiş ama bu

366[159]
Bakara: 96.
sefer deve gelmemiş. Asılıyor gelmiyor. Asılıyor gelmiyor.
Çıkmış geriye deve duruyor. Tekrar girmiş. Bu hali üç defa
tekrarlamış. Sonunda fare deveye oğlum niye geliniyorsun
demiş. Buraya kadar geldin de niye içeri geliniyorsun de-
miş. Deve fareye nasıl geleyim demiş. O da geldiğin gibi gel
demiş. Bunun üzerine deve fareye, bana bak boyuna göre
kendine rızık ara demiş. Fare deveyi tekrar oraya asılınca,
deve ayağıyla fareye şöyle bir dokunuvermiş. Birde bakmış
ki, fare ezilivermiş. Yani hırsından dolayı, kendisinin
arkasından gelen birisi tarafından Öldürülmüştür.
Onun için Yahudi de tarih boyunca, fare gibi, çok büyük
gördüğü nimetlere doğru yönelmiş, onlar da buna itaat eder
gibi olmuşlar fakat yine aynı insanlar tarafından
öldürülmüşler. En fazla Almanya'da toplanmışlar. Adamlara
her dediklerini tutturmuşlar ve adamların kan damarlarını
tutmuşlar, fakat öbür adam silkiniverince üç milyonunu
cayır cayır yakmış.
Onun için hani müslümanlardan pek fayda gelmedi ama,
tahmin ederim İsrail'in şu anda yine en korkulu rüyası
Almanlar'dır. Almanlar bu intikamı alacaklar. Çünkü
televizyonunuzu ne zaman açsanız Alman aleyhtarı filim
vardır. Ve adamlar da Yahudi kiniyle dopdoiudur. Geçen
sene meclis başkanları Alman parlamentosunun başkanı,
Hitler'in ruhu hepimizde dopdoiudur dedi, aynı gün adamı
istifa ettirdiler. Aslında o bütün parlamenterlerinin
tercümanı gibiydi.
Allah (c.c.) onlar hakkında: 367[160]
"Yeryüzünde hep bozgunculuk için koştururlar dururlar."
Bakara sûresinin 96. âyet-i kerîmesinde de, dünyada en
hırslı adamlar olduğunu söyler.
Maide sûresinin 42. âyet-i kerîmesinde;
Hep yediklerinin haram olduğunu, haram yemeğe aşık

367[160]
Maide: 64.
olduklarını ifade eder. Ve yeryüzünde param parça
olduklarını. 368[161]
Yeryüzünde bölük pörçük yaptığını ifade ediyor Allah (c.c).
Gerçekten de yeryüzünde en bölük pörçük millet onlardır.
Türkiye'de var, Rusya'da var, Japonya'da var, Amerika'da
var. Amerikadakiler gelmiyor. Amerikadakilerin nüfusu
İsraildekilerden fazla imiş. Rahatlarını bozup gelmek
istemiyorlar. Rusyadakileri taşımak istiyorlar. Çünkü Rus-
ya'da da çok sefil bir hayat yaşadıkları için toplanmaya
çalışıyorlar.
Mehmed Vehbi'nin, İsrail'in Ankara büyükelçisine söylediği
bir sözü anlatayım, ilk defa elçi buraya geliyor. İsrail
elçiliğinin Ankara'da açılması için Türkiye devlet müsade
ediyor. Zaten ilk tanıyanlardandır. İsrail devletinin
kuruluşunu tanıyanlardandır. Dışişlerine gelince hava atacak
fabi, en iyi hocanız kim demiş. Dışişleri de Mehmed
Vehbi'yi gösteriver-miş. Mehmed Vehbi hem 36 ciltlik
Hulasat'ül-Beyan tefsirini yazmış bir zattır. Hemde şer'iyye
vekilliği yani bakanlık yapmış bir insandır.
Görüştürmüşler, hani peygamberin Buhari'de anlatılan bir
hadis-i şerifine göre, yeryüzünde Yahudi kalmıyacak diyor.
Yeryüzünde bir tek Yahudi kaimıyacak. Hatta bir taşın
arkasına bile gizlense, taş dilegelip söyliyecek diyordu. Bak
biz devlet kurduk demiş. Peygamberin yalan söylüyor
demiş. Mehmed Vehbi demiş ki, ben Buhari'yi terceme
ettim ve bastırdım. Gerçekten de Mehmed Vehbi4nin
Buharı Tercemesi basıldı. O zaman o hadisi terceme
ederken epeyce düşündüm. Ya Rasûlallah, böyle böyle
diyorsun. Yani yeryüzünde Yahudi kalmıyacak diyorsun.
Ya Rasûlallah biz bir Yahudi avına çıksak nerede bulalım
biz bunları. Birisi Alaska'da, birisi Afrika'da, birisi
Amerika'da, birisi Japonya'da. Millet bunları avlamakla

368[161]
A'raf: 168.
bitiremez Ya Rasûlallah diye çok düşündüm. Ne zaman ki,
siz İsrail'de devlet kurdunuz. Onu radyodan haber olarak
dinleyince seviniverdim.
Yâ Rasûlaliah dediğin çıkıyor. Bunlar dünyanın her
tarafındaki Ya-hudiler'i oraya toplayacaklar. Bizim
Hadimde demiş, keklik avı yapılır. Özellikle bu eylül, ekim,
kasım aylarında olur. Aynı av bizim köyde de yapılır. Dağın
her tarafında keklikler sabahleyin uyanınca, kuşluk vaktine
kadar karınlarını doyururlar. Zaten bütün nebatatda daneye
dönüşmüştür. Çok susarlar. Ve dağların belirli yerlerinde su
birikintileri var. Oralara koşuşurlar. Avcı da bir gün evvel
suyun başına küme kurar. Yani ağaç dallarından meydana
gelen gizlenecek bir yer kurar. Oraya geceden gelir oturur;
Ve keklikler kuşluk vakti suyun başında toplanırlar. Bir
tetik çek-timi en az beş tane altı tane düşer. Siz dünyanın
her tarafından İsrail'e bir toplanın bakalım demiş. Biz de
silahlarımızı alıp yallah deyip yürüdük mü sizleri hazır
bulalım. Dünyayı dolaşmıyalım demiş. Bu adamın pek
hoşuna gitmemiş tabiki. Ve Allah (c.c); 369[162]
Müslümanlara karşı, düşmanlıkta en şiddetli insanın
Yahudiler olduğunu haber veriyor. Müslümanlara en
amansız düşman Yahudiler'dir diyor.
İnsanlar içerisinde müslümanlara, iman edenlere en şiddetli
düşman Yahudiler, bir de müşrik putpereslerdir. Yani bu
günkü ifade ile komünistler Ateistlerdir.
İnsanlar içerisinde müslümanlara sevgi bakımından en yakın
olanları da, biz nasârâyız yani Hıristiyamz diyenlerdir. Niye
çünkü onlar arasında kibirlenmeyen ilim adamları yani
Hıristiyan ilim adamları ve papazlar vardır. 370[163]
Peygambere indirileni işittiklerinde, Kur'ân âyetlerini
işittiklerinde, gözlerinden yaşların boşandığını görüverirsin.
Hak konusunda bildiklerinden dolayı onların gözlerinden
369[162]
Maide: 82.
370[163]
Maide: 83.
yaşların boşandığını görüverirsin. Ya Rabbi bizde iman
ettik, bizide şahitlerle beraber yaz Ya rabbi diye de dua
ederler diyor.
Pekiyi bu âyet-i kerîme bugünkü Hıristiyanlar
hakkmdamıdır? Bugünkü Hıristiyanlar içerisinde bu türden
insanlar olabilir. Arna Batı'ya gidip gelen arkadaşlarımız
şunu bilir ki, Avrupa çoğunlukla Hıristiyan değildir. Ateist
olmuşlardır. Avrupa'ya gidip gelenler Almanya'ya, Belçi-
ka'ya, Hollanda da kalanlarımız, gerek eğitim, gerekse iş
nedeniyle kalanlarımız Batı'nm sistem olarak, devlet olarak
Hıristiyanlığa önem verdiğini, ama yönetici kadroda dahil
Hıristiyanlığa inanmadığını bildirirler. Yani ateisttirler.
Onun için bu âyet-i kerîmenin içine girmezler. Bu âyet-i
kerîmenin içerisine gerçekten samimiyetle İncil'e bağlı olan
insanlar girer. O insanlara bizim derdimizi anlatmamız biraz
daha kolaydır. Burada doktorasını yapan ve müsîüman
olmuş Koreli Cemil Lî diye isim almış. Üç dört sene burada
kaldı, doktorasını yaptı ve memleketine döndü. Müslüman
olan bu delikanlıyla ben görüşmüştüm. Kore'de, başkentte
mü si umanların camileri var, dernekleri var dedi. Peki
orada müsîüman olanlar hangi keşimden dedim. Dedi ki,
Hıristiyanlardandır. Birde putperest Budistler vardır.
Budistler'den müsîüman olanlar azdır. Benim anam
Hıristiyan, babam ise Budist'tir diyor. Ve ben müsîüman
olduğumda anamı ikna ettim de, babam benimle yıllarca
konuşmadı diyor. Halbuki profösördür. Asıl beni anlaması
gereken babam olması lazım çünkü ilim adamıdır. Üniver-
sitede profösördür. Bir gün yatsıdan sonra anlattım.
Müslüman olduğumu duyunca tek kelime "çık dışarı bir
daha gelme" dedi. Yani tek kelime konuştu diyor. Yani
müşrikleri, Yahudiler'in müslümanlığa karşı amansız
düşman olduklarını, Hıristiyanlar'dan gerçekten İncil'e bağlı
olanların bize yakın olacağını Allah (c.c.) bize haber
veriyor. Yalnız biraz önce de dediğim gibi Hıristiyan'ım
diye geçinen ama aslında ateist olanlar müşriklerin
içerisinde sayılırlar. Batı'da bir çok insan da ateisttir. Allah
(c.c); 371[164]

(77) Onlar, Allah'ın gizlediklerini de, açığa vurduklarını da


bildiğini bilmiyorlar mı?"
Yani müslümanların yanma geliyorlar iman ettik diyorlar,
ama kendileri başbaşa kaldıklarında inkâr ediyorlar. Daha
Bakara Sûresi'nde Rabbim, bunların karekterini bize
bildirmişti. 372[165]
Kendileri başbaşa kaldıklarında biz sizinle beraberiz.
Müslümanlarla dalga geçiyoruz diyorlar. Ama
bilmiyorlarmı ki, Allah onların gizlediklerini de biliyor.
Açığa çıkardıklarını da biliyor.
Şimdi Rabbim, onların içinde insanları sınıflandırıyor. 373[166]

(78) "Onlardan okuma yazma bilmeyen bir kısmı var ki,


kitabı bilmezler. Ancak boş idealler kurarlar. Ve bunlar
ancak zannederler."
Onlar içerisinde kitabı bilmeyen ümmî insanlar vardır. Yani
okuma yazma bilmeyen Yahudiler vardır. Ümmîdirler. O
gün için söyleniyor. Bugün için de böyleleri var. Hocam
hepsi üniversite mezunu derseniz, Tevrat'ı okumayan
çok.insan vardır. Yahudi olduğu halde Tevrat'ı bilmeyen. Şu
anda İstanbul şehrinde bazı liselerde Yahudi ve Hıristiyan
çocukları da var. Ve orada görev yapan dindersi öğretimini
arkadaşlarla ben görüşüyorum. Vallahi hocam, müslümanlık
hakkındaki bilgileri, Yahudilik ve Hıristiyanlık'tan fazla
diyorlar. Yani babaları evde onlara bir şey öğretmiyor.
Kiliseye de gitmiyorlar.
Şu anda aramızda yok bir noterimiz, bir Hıristiyan'ın

371[164]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/161-167.
372[165]
Bakara: 14.
373[166]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/167.
Ermeni'nin müslüman olmasına sebep oldu. Ve bana da
getirdi görüştük. Eski Serkis yeni Selim diyor. Çocuğa nasıl
müslüman oldun? dedim. Aslında rnüslü-man olmasında
noterin emeği fazla değil. Müslüman olduktan sonra daha
ziyade yardımcı olmaya çalıştı. Diyor ki, hocam ben
yirmibir yirmiiki sene Hıristiyan olarak yaşadım. Anam
dinine çok bağlıydı. Her pazar beni kiliseye götürürdü.
Babam küçük yaşta Ölmüş. Askerden geldim yine kiliseye
gittik. Bir gün kiliseden çıkarken pekiyi ben Hıristiyanlık
hakkında ne biliyorum diye kendime sordum. Papaz bize
yabancı dilden bir şeyler anlatıyor. Ben bilmiyorum
ezberlememişim. Anam da ezberletmemiş. Yahudilikten de
bir şey bilmiyorum.
Kendi kendime yahu müslümanlıktan ne biliyorsun? dedim.
Her gün dükkânımdan ezan sesi duyuyorum. Ben onu
ezberlemişim. Yani hiç kulak vermediğim halde ben ezanı
ezberlemişim diyor. Günde beş defa okuna okuna ben onu
ezberlemişim diyor. Kendi kendime ezanı baştan sona
okudum diyor.
Demiş ki, papaza yirmi iki sene gittim. Sana birşey
öğretmedi. Şu kulak vermediğim müezzin sana bir şeyler
öğretmiş. Geç bunun tarafına dedim ve geçtim diyor.
Saoğlsun noterde benden yardımlarım esirgemedi diyor.
Şimdi hâlâ bunların içerisinde, bu türden ümmî denecek
insanlar vardır. Zaten ümmîyi bir yerde tarif etmiş Allah
(c.c); "Kitabı bilmiyorlar" kitaptan kasıt Tevrat'ı
bilmiyorlar.-Yani Yahudiler içerisinde Tevrat'ı bilmıyen
ümmî insanlar var. Pekiyi insan hiç bir şey bilmezse böyle
hep ağzı kapalı hiç konuşmadan mı durur. Bir şey
düşünmeden mi durur? Hayır değil, Rabbim bize bir
düşünme mekanizması vermiş. Bu defa insanlar ütopya
üretirler. Hayaller, kuruntular ve idealler meydana getirirler.
Kitabı bilmiyor ama kendi hayalinden yeni kuruntular
üretiyor. "Hani kul daralmaymca hızır yetişmezmiş" diye
atasözümüz vardır. Hızır da insana dar yerlerde, zor yerlerde
yetişirmiş derler. Adamın biri de Hızır'ı çok görmeyi
arzulamış. Yahu Hızır herkese gelir de acaba bana niye
gelmez demiş. Daralınca gelirmiş diyorlar. Pekiyi ben çöle
yanıma hiç ekmek su almadan bir gireyim bakalım demiş.
Nasıl olsa ben ölüm tehlikesiyle karşı karşıya gelince Hızır
beni kurtarır demiş. Gitmiş gitmiş gitmiş, giderken insan
neyi arzu ederse onu hayallermiş. Hayalde etmiş. Yani Hızır
nasıl olur? Uzun boylu, bembeyaz yüzlü, göbeğine kadar
bembeyaz sakalı olan, bembeyaz elbiseli mübarek bir zattır,
diyerek hayal etmiş gitmiş. Derken böyle iki gün gittikten
sonra, neredeyse baygınlık geçirecek. Karşıdan bir adam
gelmeye başlamış. Tam karşılaşmışlar. Bakmış kambur,
kara, kuru bir adam. Selamlaşmışlar. Nereden gelip nerey
gidersin? Demişki ben Hızır'ı aramaya gidiyorum. Adam
demişki, ayağına geldi senin Hızır. Ben Hızının. Demişki,
haydi böyle Hızır mı olur? Böyle kambur, kara, kuru Hızır
mı olur demiş. Yürümüş yoluna ama, biraz gittikten sonra
acaba olur mu ki demiş ve geriye bir bakmış adam yok.
Yani o Hızırmış. Bu bir hikâyedir olmuş değil. Ama benim
için önemli olan şurası. Anlatım kolaylığı getiriyor.
Günümüzde müslümanların bir araya gelemeyişlerinin
yegane sebebi, herkesin hayalinde kendine has müslümânlık
vardır. Kur'ân'daki ve sünnetteki değil. Kur'ân ve sünnetten
herkesin kendi anlayışı hızın vardır. Müslümanlık bana göre
şöyle. Şöyle şöyle yollarla gidilmesi lâzım efendim.
Kardeşim bu iş sana göre olmaz. Kur'ân ve sünnete göre
olur. Yeniden oku. Sana göre olursa, Türkiye'deki elli
milyon insanın, elli milyon İslâm anlayışı olması lazım.
Doğruluk anlayışına gelince beş milyar insan var. Beş
milyar doğruluk anlayışı olması gerekir. Bu iş olmaz.
Öyleyse bir yerde birleşilmesi gerekiyor. O da Allah'ın
kelamı etrafında birle-şilmesi gerekiyor. Kitabı atarsanız
boş kalmıyorsunuz. Rabbim ona işaret ediyor. "Kitabı
bilmiyorlar ama ancak adamların kuruntuları var,"
Yani adamların ütopik hayalleri var. Erişilmeyen, elde
edilemeyen, tutulamiyan, yapılanmıyan hayaller vardır.
Yeni evlenecek delikanlının, hayalinde kadın portresi
çizdiği gibi. Şöyle güzel olacak. Şöyle zengin olacak vs.
gibi. O yok. Yani onun hayalindeki yeryüzünde yok. Günün
birinde biriyle evleniyor. Hayalindeki bulamayınca bu defa
da şikâyete başlıyor. O senin aradığın senin putun gibi bir
şeydir. Zaten öyle bir insan olmaz. Öyle birisi olmuş olsa
rahat edemezsin. Çünkü o senin çizdiğindir. Onun için onlar
kuruntulara tabi olurlar. "Onlar zann üzeredirler." Hakikat
üzere değildirler. Yani kuruntuları da doğruluk ifade etmi-
yor. Yüzde yüz doğru değildir. Onun içindir ki, günümüzde
yazarlar biz her fikre saygılıyız diyorlar. Aslında bu söz
kendi mantığı içinde doğrudur. Adam kendi düşüncelerinin
yüzde yüz doğruluğuna inanmadığı için, başkasının ki,
doğru olabilir diyor. Onun için ona saygı duymam lazım
diyor. O zaman beş milyar insanın, beş milyar düşüncesine
saygı duyuyor. Bu sefer de doğruyu bulmak mümkün
olmuyor. Bu sefer doğru ki-minki olmuyor. Birinin hâkim
olması lâzım. O zaman kılına, silahı elinde tutan adam
doğru olarak kabul ediliyor. Onun içindir ki, darbeler ge-
nelde, binlerce doğru olduğunu söyleyen insanlar arasından
birisi çıkıyor diyor ki, yeter be, benim söylediğim doğrudur
işte. Ve aşağıdakiler içinden homurdanıyor. Başka bir şey
yapamıyorlar. Ve bu devam edip gidecektir. Tâki gerçek
doğruyu buluncaya kadar. Gerçek doğruda insanların
ürettiği değildir. Çünkü insanların ki, zanna dayanıyor.
Olabilir de olmayabilir de. "Onlarınki ancak zann üzer
inedir ler." Gerçek hakikat üzerine değildirler. Çünkü
insanoğlu bu gün çok doğru bilginden yarın dönüyor,
öbürüsü gün dönüyor. Öyleyse biliyor ki, bu kesinlik ifade
etmiyor. Kesinlik ifade eden yeri ve göğü ve insanı yaratan
Allah (c.c.)'ünün buyurduklar ıdır. O da kitaptır. Bir de
kitabı bilenler var. Onu yönlendirenler var. 374[167]

(79) Kendi elleriyle kitap yazıp sonra az bir para


karşılığında satmak için "bu Allah tarafındandir" diyenlerin
vay haline!.. Vay ellerinin yazdıklarından onların başına
geleceklere Vay onların kazanmakta oldukları vebal
yüzünden onlara.
Elleriyle Kitabı yazanlara da yazıklar olsun. Yani Tevrat'ı
kendi elleriyle değiştirerek yazanlara da yazıklar olsun.
Sonra da Allah katından indirilen Kitap budur diyorlar. Niye
yapıyorlar bunu? Az bir para elde edebilmek için. Onunla az
bir para elde edebilmek için elleriyle Kitap yazıyorlar. Ve
de onu satıyorlar. Günümüzde de buna benzer davranışlar,
hareketler var.
Hani belirli bir makam veya mevkii elde edebilmek, belirli
bir paraya sahip olabilmek veya köşeyi dönebilmek için,
Allah'ın âyetlerinden meydana gelen bir Kitap yazılıyor ama
yönlendirilerek yani âyetler yönlendirilerek yazılıyor.
Yayınlandıktan sonra da belirli makam ve mevki o kişiye
veriliyor. Bu az bir para karşılığında Allah'ın âyetlerini
satmaktır. Peki çoğuna satılabilir mi? Âlimlerimiz demişler
ki, dünyanın tamamı altım, gümüşü her şeyi terazinin bir
kefesine konulsa, öbür kefesine de bir âyet konulsa ve
satılsa yine âyet az parayla satılmış demektir. Yani bu hiçbir
şekilde Allah'ın âyetlerinin parayla satılmaması gerektiğini
ifade ediyor.
Elleriyle yazdıklarından dolayı onlara yazıklar olsun. Ve ö
yaptıklarından, kazandıklarından dolayı da onlara yazıklar
olsun. Veyl kelimesi yazıklar olsun mânâsına da geliyor.
Cehennemde yanacakların en derin yeri olan bir vadinin adı
anlamına da geliyor. Tefsir kitaplarımızda böyle ifade
ediliyor. Ona göre, elleriyle Allah'ın Kitabını yazıp tahrif

374[167]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/167-170.
edenleredir O veyl deresi, cehennemdeki o vadi. Ve
yaptıkları bu kötülüklerden dolayı kazandıkları günah
sebebiyle de yine o veyl deresi onlaradır diyor Allah (c.c).
Bu sefer Yahudiler buna itiraz ediyorlar ve diyorlarki, 375[168]

(80) "Sayılı günlerden başka ateş bize kat'iyyen dokunmaz"


dediler. Sen (onlara) söyle: (Ateşin yakmayacağı hakkında)
Allah'dan söz mü aldınız? Böyle ise Allah sözünden
dönmez. Yoksa Allah'a karşı bilmediklerinizi mi
söylüyorsunuz.
Vallahi bize ateş belirli günlerde isabet edecektir. Yani biz
ateşe çok az bir zaman gireceğiz. Sonra çıkıp Cennete
gideceğiz diyorlar. Allah'dan söz mü aldınız, Cennete
gideceğiz diye? Allah vadinden dönmez. Siz bu konuda
Allah'dan söz mü aldınız, yok. Yoksa siz bilmediğiniz
şeyleri mi Allah'a söylüyorsunuz. Bunları Allah'a isnad
ediyorsunuz.
Günümüzde de buna benzer sözler vardır. Bir kısım
insanlar; Allah'a inanırız, ahirete inanırız, Cennete,
Cehenneme de inanırız da, bak biz bu dünyada altmış sene
yaşadık. Diyelim ki, altmış senelik ömrümüz günah içinde
geçsin. Günahın karşılığı kadar ceza vardır. Doğru âyette bu
böyledir. Yani günahların karşılığı kadar ceza alınacaktır.
Öyle olunca bizim altmış sene yanmamız gerekir. Yani bir
adamın akü baliğ olduğu dönemi de çıkarırsak, yetmiş iki
yaşında vefat etmiş bir adamın on ikisini çıkarırsak geriye
altmış sene kalır.. Altmış sene yanar. Altmış sene sonra çık-
ması gerekir. Yani suçun karşılığı ceza olması gerekir. İslâm
hukukunda bir kaide vardır. "Bir işte kasıt ne ise, hüküm de
ona göredir." Yani kasda göre ceza vardır. Kasıtlar
önemlidir. Bu kaide hadis-i şeriften alınmış. Buharının
birinci hadis-i şerifinden alınmıştır. "Ameller niyyetlere

375[168]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/170-171.
göre değerlendirilir."
Peki kardeşim, bir adam yetmiş sene küfür içinde kalmış mı
kalmış. İmana dönme niyeti var mıydı? yoktu. Dönme niyeti
olsa müslüman olur. Bu adam kâfir olarak yetmiş bin sene
yaşamış olsaydı, kâfir olarak kalma niyetinde miydi?
Niyetindeydi, Öyleyse o cezasını ebedi çekecektir.
Peki mü'min kişi de yetmiş sene yaşadı. O zaman da ona şu
söylenir. Yetmiş sene müslüman olarak yaşadın. Cennette
yetmiş sene kalacaksın. Sonra da oradan çıkartılacaksın.
Nereye gidersen git Olmaz. Ona da demişler ki, bu adam
dünyada müslüman olarak yetmiş sene yaşamış. Peki
dünyada müslüman olarak yetmiş bin sene yaşasaydı yine
müslümanlı-ğından razı mıydı? Hatta yedi milyon senede
razıydı. Yetmiş milyon sene de razıydı niyeti oydu. Öyleyse
Allah o kişinin, o niyetini de mükâfatlandırıyor.
Onun için Yahudiler'in, bizi belirli günlerde ateş tutacaktır.
Yani Cehenneme biz sayılı günler için gireceğiz, demeleri
günümüzde de bir kısım imansızlar tarafından devam
ettiriliyor. Allah (c.c.) bunun yanlış olduğunu ifade
ediyor. 376[169]

(81) Hayır iş öyle dcğiî; kim bir kötülük işler ve hataları


kendisini çepeçevre kuşatırsa işte onlar ateş yaranıdır ve
onlar orada ebedi kalıcıdırlar.
Kim bir kötülük yaparsa, hataları, günahları da onu kuşatırsa
onlar Cehennem yaranıdır. Şairin biri öyle diyor, manzum
olarak hatırlayamıyorum ama, "ahirette ateş yok, kişiler
ateşini bu dünyadan götürür" diyor. Rabbim de, "kişinin
imansızlığı ve kötü ahlâkı kişiyi kuşatınca onlar Cehennem
yaranı olurlar." diyor. Yani bu dünyadayken kişi kendi
kendisini Cehennemlik hale getiriyor. Tabi bu büyük
günahları ve küfrüdür diye tefsir edilmiş. Günahları onu

376[169]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/171-172.
kuşatınca, kişinin kalbi kapanır.
Tabiînden bir tanesi, "kalp dünyaya geldiğinde açık
tertemizdir. Bir büyük günah işledimi Bir köşesi, yani bir
tarafı kapanır, İkinci günah işledi, diğer tarafı kapanır.
Üçüncü günah işledi. Yine kapandı. Yani günahlar işlene
işlene kişinin kalbi kapanır -kalır" diyor.
Kapanıp kalınca imansızlık orada başlıyor. Yani tamamım
imansızlık kuşatıyor. Hataları onu kuşatınca büyük günah
tamamen kuşatamıyor. İmansızlık hepsini içine alıyor. Onun
için fakihlerimiz, kâfire namaz kılmak farz değildir derler.
Kâfir bir insana namaz kılmak farz değildir. Birine
sormuşlar. Namaz kılmayan adam gavur olur mu? demişler.
Güzel bir cevap vermiş. Gavur olur dememiş. Kâfirler
namaz kılmazlar demiş. 377[170]

(82) İman edip ameli salih işleyenlere gelince onlar da


Cennet ehlidir. Ve onlar orada ebedi kalıcıdırlar. 378[171]

(83) Hani İsrail oğullarından "Allah'dan başkasına kulluk


etmeyin, ana-babaya, hısımlara, yetimlere, yoksullara, iyilik
yapın, insanlara güzellikle söyleyin. Namazı dosdoğru kılın.
Zekatı verin" diye söz almıştık. Sonra bir kısmınız hariçyüz
çevirerek döndünüz.
Allah (c.c.) bu âyet-i kerîmelerde, en eski bir. toplum olan
ve kendisine bir çok peygamber gönderilen, bir kısmı
peygambere inandığı halde, bir kısmı da inkar eden,
münafıklık yapan, peygamberlerini öldüren Ya-hudiler'den
bahseder.
Yahudiler'in peygamberlerine yaptıkları hileyi, dalavereyi
ve hiyane-ti Allah (c.c.) bize haber verirken, bizim de aynı
duruma düşmememizi ister ve emreder. Yani istemenin
ötesinde bize de emreder.
377[170]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/173.
378[171]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/173.
Günümüzde Peygamber Efendimiz (a.s.v.) cismen sağ değil
ama, onun sünnetine karşı harp ilan etmek onu Öldürmek
demektir. Onun getirdiği Kitaba karşı harp ilan etmek;
peygambere karşı harp ilan etmek, Allah'a karşı harp ilan
etmek demektir.
Onun için Allah (c.c), Yahudiler'in peygamberlerine karşı
yaptığını, bizim yapmamamızı istemektedir,
emretmektedir.Bu âyet-i kerîmede;
Hani biz Beni İsrail'den yani İsrail oğullarından,
bahsederken İsrail Yakup (a.s.)'ın adıdır demiştik. Yukarıda
geçmişti. (47) numaralı âyet-i kerîmede "Ey peygamber
çocukları, İsrail çocukları" demek suretiyle insanlara iyilikle
yaklaşılmasına da işaret etmiş oluyordu Rabbim.
Burada da hani biz İsrail oğullarından şöylece söz almıştık.
O söz şu: "Allah'dan başkasına ibadet etmemeleri, anne ve
babalarına iyilikte bulunmaları, yakın akrabalara, yetimlere
ve miskinlere de iyilikte bulunmaları, insanlara iyilikle
söylemeleri, namazı kılmaları ve zekâtı vermeleri
konusunda, biz İsrail oğullarından söz almıştık diyor Allah
(c.c).
Burada Arapça dilbilgisine göre İbadet etmeyiniz diye
gelmesi gerekirdi. Şöyle denmiş İbadet etmiyeceksiniz.
"Allah'dan başkasına ibadet etmiyeceksiniz, anne babaya,
yakınlara, yetimlere, miskinlere iyilikte bulunacaksın.
İnsanlara güzel söyleyiniz. Namazınızı kılınız, zekâtınızı ve-
riniz" diye Beni İsrail'den söz almıştık diyor Allah
Burada bimokta var; bazılarının mantığına göre, daha önce
de söylemiştim:
"Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, kâfirlerin tâ
kendisidir." 379[172]
Bu âyet-i kerîme baz-ı insanlara dokunduğundan dolayı,
hoca diye geçinen bir insana kitap yazdırılmıştır. Ve kitabda

379[172]
Maide: 44.
da, bu âyet müslüman-ları ilgilendirmez, Yahudilerle
ilgilidir denmiştir.
Peki bu âyet te aynen Yahudilerle ilgilidir.
Biz İsrail oğullarından yani Beni İsrail'den, Allah'tan
başkasına ibadet etmemeleri, anne-babaya, yakın akrabaya,
yetimlere, miskinlere iyilikte bulunmaları ve insanlara güzel
söylemeleri, namazlarını kılıp zekâtlarını vermeleri
konusunda söz almıştık diyor. Bu âyet-i kerîme, Beni
İsraille ilgilidir diye Allah (c.c.)'a ibadeti bırakacakmıyiz?
Anne-babaya mı iyiliği bir akı vereceğiz. Namazınızı
kılınız, zekâtınızı veriniz âyet-i kerîmesi Yahudilerle
ilgilidir. Bizi ilgilendirmez demiyoruz. Allah (c.c.) onlar
hakkında bilgi veriyor. Ama bize de emrediyor. Bir başka
âyet-i kerîmede,
"Senden evvel gönderdiğimiz Rasûllere biz ancak şunu
vahyettik ki o da, benden başka ilah yoktur. Ve yalnız bana
ibadet ediniz" 380[173] diyor Allah (c.c).
Bütün peygamberlere vahyedilen bu. Bunu da Yunus Emre,
"dört kitabın manası LAİLAHE İLLALLAH" diye terceme
etmiş. Bu âyet-i kerîmeyi böyle terceme etmiş bize.
Allah'dan başkasına ibadet yapmıyacağız. Allah'a çok şükür
yapmıyoruz biz. Fakat ibadet anlayışımızda bir çarpıklık
var. Onu çarpıtmışlar bize. Yani günümüzde müslümanların
durumu biraz daha zor. Bir çok İslârnî ıstılahları yani
terimleri, bazı insanlar bizden önce acele etmişler ve
insanlara terceme ve şerh edivermişler. Bu adam ibadetine
çok düşkün denilse, Türkiye'de yüzde seksen sekiz, doksan
dokuz, insanların hatırına şu gelir: Namazını kılar, zekâtını
verir, orucunu tutar, haccına gider. Yani ibadetine çok
düşkün denilen insan bunları yapar. Bu hatırımıza gelir.
Bunlar ibadetin içerisindedir, bunlar ibadetten sayılıyor.
Ancak buna ilaveten, Kur'ân-ı Kerîm'de emredilen bütün

380[173]
Enbiya: 25.
emirleri yerine getirmek, yasaklardan kaçınmaktır, ibadet
etmek. Yani Allah'a kul olmaktır, abîd olmaktır ki, kul da,
efendisinin emrettiğini yerine getiren, yasaklarından kaçınan
ve efendisinden gibi başkasını sevmeyen ona itaat etmeyen
demektir.
Onun için biz Allah (c.c)'den başka bir kanun koyucu kabul
etmiye-ceğiz. Rabbimin emirlerine zıd bir emir koyanı
tanımayacağız. Hani Peygamberimiz (s.a.v.):
"Halik'aisyan olan yerde, mahluka itaat olmaz"
buyurmuştur.
İbadeti böyle anlıyacağız. Allah'a itaatin olduğu yerde,
Allah'ın emrine muhalif bir emir veren kişiye itaat
edilmeyecektir.
Anne-babaya iyilikte'bulunacağız. Bu konuda İsra
Sûresin'de çokça duyduğumuz, hutbelerden de dinlediğimiz
güzel bir âyet-i kerîme vardır.
İsrâ: 23
"Rabbimiz, kendisinden başkasına ibadet etmememizi,
yalnız kendisine ibadet etmemizi emretti. Anne ve babaya
da iyilikte bulunmayı emretti, hükmetti" diyoruz.
Dikkat edersek Allah'a itaatin hemen ardından, burada da
Allah'dan başkasına ibadet etmemekle emrolunduğumuzu
ve anne-babaya iyilik yapmamızı Allah (c.c.) emrettiğini,
hükmettiğini haber veriyor.Bir başka âyet-i kerîmede de:
"Bana ve anne-babanıza şükretmekle" Lokman:14
emrolunduğumuzu Allah (c.c.) haber veriyor.Böyle olunca,
anneye itaat babaya itaat, Allah'a itaat olarak değerlen-
dirilmiştir. Niye anne-babaya itaat ediyoruz? Rabbimiz
emrettiğinden dolayı. Öyleyse Allah'ın bir emri yerine
gelmiş oluyor, anne ve babamıza itaattan.
Kur'ân-ı Kerîm'de, anne-babaya iyilik, anne-babaya itaatla
ilgili emirler vardır. Yukarıda geçen İsrâ sûresinin 23. âyet-i
kerîmesinde;
"Onlara öf bile deme" âyet-i kerîmesi vardır da,
çocuklarınıza şefkatle, merhametle davranın diye bir âyet-i
kerîme yokmudur? Yani anne-babalarla ilgili âyet-i
kerîmeler var, ama doğrudan çocuklarla ilgili âyet-i
kerîmeler yokmu? Dolaylı olarak var. Yani çocukların
eğitimiyle, terbiyesiyle ilgili dolaylı âyet-i kerîmeler var.
Fakat doğrudan evlatlarınıza karşı merhametli olunuz.
Evlatlarınıza karşı şefkatli olunuz. Evlatlarınıza öf bile
demeyiniz diye bir âyet-i kerîme yok.
Benim hatırıma şu geldi. Adem (a.s.)'ın anne ve babası
yoktur. Onun anne-babası topraktır.
Hani "Sordum sarı çiçeğe annen-baban var mıdır? Çiçek
eydür derviş baba annem-babam topraktır" diye Yunus'un
şiirinde çiçeğin de anne ve babası topraktır. Hz. Adem'in de,
Hz. Havva validemizin de anne ve babası topraktır, ama
onların çocukları vardır.
İnsanlardan ilk insan babamız ve peygamberimiz olan Hz.
Adem'de, anne ve baba sevgisi fıtratta gelişmemiştir. Ama
çocuk sevgisi gelişmiştir. Fıtratta çocuk sevgisi vardır.
Onun için size çocuklarınıza,iyi bakın, çocuklarınızı sevin
demeye gerek yok. Bütün canınızı parçalayarak çalı-
şıyorsunuz. Çocuklarımıza mal bırakalım diye, ev bırakalım
diye, tarla bırakalım diye, dükkân bırakalım diye, makam ve
mevki verelim diye. Zaten demeye gerek yok. Fıtratta bu
var. Ama anne-babaya iyilikte bulunulması konusunda
Allah (c,c.) emrediyor. Bu emir gereği onlara iyilikte
bulunmaya devam edeceğiz. Ve
"İnsanlara güzel söyleyiniz, güzel konuşunuz" diyor Allah
(c.c.).Müslümanlara mü'minlere iyilikte bulunun, güzel
söyleyin dememiş Rabbim. Ya ne demiş ?
"İnsanlara güzel söyleyin" demiş. Müslümanlara güzel
söyleyin demiyor. İnsanlara güzel söyleyin diyor. Yani bir
insan, anasından-babasından insan olarak doğmuşsa,
dünyaya gelmişse velevki putperest olsun, velevki ineğe
tapınsın, velevki Yahudi, Hıristiyan, Ermeni, Rum her ne
dilden ve dinden olursa olsun, o insana karşı güler yüzlü ve
de tatlı dilli olacağız.
Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'ı tarif ederlerken o hep
gülümserdi derler. Yani insanlar bakınca rahat ederdi ve
emniyet içerisinde olurdu, diyorlar. Peygamber Efendimiz'in
siretini anlatan yazarlarımız, yani sahabelerimiz böyle
rivayet etmişler. Onun için insanlara güzel söz söyliyece-
ğiz.
Sözlerin en güzeli için de:
"Allah'a davet edenden daha güzel sözlü kim vardır" 381[174]
diyor Rabbim.
Yani burada istifham, istifhamı inkârıdır der, eski
kitaplarımızda. Yani yoktur anlamında. Allah'dan, Allah'a
davet edenden daha güzel sözlü bir insan yoktur anlamında.
Bazı insanlarımız düğüne davet edilir, düğün merasimine
davet edilir, sünnet merasimine davet edilir, bir dükkânın
açılışına davet edilir, diploma merasimine davet edilir. Ama
bunların hepsi belirli bir zaman sonra geçip gidiyor. Fakat
Allah'a davet etmek, insanı dünya da izzete kavuşturuyor.
Ahirette cennete kavuşturuyor. Dünyada devlete
kavuşturuyor.
Onun için en güzel söz, Allah-'ın kelâmına uygun söylenmiş
sözdür. Bizim sözlerimizin en güzeli, Allah'ın kelâmına
uygun olan sözdür. Bazen şöyle bir şey diyoruz:
Efendim söylediğin doğru olsun da istersen odun gibi olsun.
Bu yanlış bix şeydir. Hem söylediğimiz doğru olacak, hem
de çiçek gibi olmalıdır. Odun gibi olmamalıdır.
Allah (c.c.) dilemiş olsaydı bize sebzeyi ve meyveleri bir
ağacın bağrından çıkarırdı. Nasıl ki, toprağın derinliklerinde
toprak patatese dönüşüyor. Ağacın bağrında da, hani ağaçta
kav çıktığı gibi elma da ağaçtan çıkardı, olabilirdi. Ama
Allah (c.c.) önce bembeyaz bir çiçek veriyor. Gözler ve

381[174]
Fussilet 33.
burunlar zevkini alsın diye. Yemyeşil yaprak veriyor,
yeşilin zevkini alsınlar diye. Sonra da koruk haline
dönüştürüyor, koruk zevkini alsınlar diye. Ekşi yapsınlar
diye. Ondan sonrada tatlandırıyor ve tatlı şekilde yesinler
diye. Hem kulağımız yaprakların hışırtısından yaprak zev-
kini alıyor, hem gözlerimiz renkten, hem de burnumuz
kokudan zevkini alıyor. Hem de dilimiz tadıyor. Kanımız
gözümüz de kendi gıdasını ondan alıyor.
Yani Rabbim, tabiatta verdiklerini güzel bir şekilde sunuyor
bize. Öyle ise biz de bir faydalı bilgiyi karşı tarafa sunarken
en güzel şekilde sunmalıyız, insanlara güzel konuşun
güzellikle söyleyin diyor Allah (c.c).
Hani Karacaoğlan sabahleyin Karacakız'la görüşecekmiş.
Ne desin? Sabaha kadar düşünürmüş. Bütün lügat
kitabındaki kelimeleri gözden ge-çirirmiş. Ve neticede
bulurmuş. Hani saçının kılına kurban olduğum dese olmaz.
Saç kelimesi ile kıl kelimesi söylenmez. Ama "Zülfünün
teline kurban olduğum" demiş. Saçla zülüf aynı şey. Kılla
tel de aynı şey. Zülfünün teli ile saçının kılı aynı şey ama
ifade farklılaşmca biri muhabbet meydana getiriyor. Saçının
kılı dese yemek yiyen bir adam bazan kusar, ama zülfünün
teli dese aşık olur. Onun için her şeyin bir güzel tarafı var-
dır. Ve güzel tarafını söylememizi Allah (c.c.) burada,
insanlara güzel konuşun, güzel şeyler söyleyin diye
emrediyor.
Tabiînden bir zat diyor ki, bu âyet ten kasıt; şu mânâya
girer; "İyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak" emri vardır,
burada bize. Çünkü sözlerin en güzeli Allah kelâmıdır.
Öyleyse onun da emir ve yasaklarını duyurmak, güzel
konuşmak demektir diyor.
Yakın akrabalara, yetimlere ve miskinlere de iyilik
yapmamızı Allah (c.c.) emrediyor. Onlara iyilik yaparsanız,
kendinize iyilik yapmış olursunuz.
"iyilik yaparsanız, kendinize iyilik yapmış olursunuz." 382[175]
"Allah sana nasıl iyilikte bulunmuşsa, sen de insanlara
öylece iyilikte bulun" (Kasas: 77) diyor. Rabbim;'
"Kötülükle iyilik bir değildir. Kötülüğü iyilikle gider"
(Fussilet 34) diyor Rabbim.
Türkçe bunu "taş atana ekmek at" diye terceme etmişler.
Kötülüğü iyilikle gider diyor Rabbim. Eğer kötülüğü iyilikle
giderirsen;
"Seninle onun arasında düşmanlık vardiya, o adam bir de
bakı-vermişsin ki, sıcacık dost oluvermiş" Fussilet: 34 diyor
Rabbim.
Adam sana kötülük yapdı, sen de ona iyilik yaptın. Neticede
bir de bakmışsın ki, o sana kötülük yapan adamla sıcacık
dost oluvermişsin diyor Allah (c.c.)
Onun dostluğundan biz kazanıyoruz. Öyleyse yaptığımız
iyilik bizim kendi lehimizedir.
"Namazınızı dosdoğru kılınız ve de zekâtlarınızı veriniz"
diye söz aldık, Benî İsrail'den, İsrail oğullarından ama:
"Sonra siz sırt çevirdiniz, ancak sizden bir kısmı müstesna,
siz yüz çevirici oldunuz" diyor Allah (c.c).
Yani çok azı müstesna, diğerlerinin Allah'a verdikleri
sözden döndüklerini, sırt çevirdiklerini haber veriyor. Yine
Rabbim onlardan aldığı söze devam ediyor. 383[176]

(84) Hani sizden kanınızı dökmeyin ve nüfusunuzu


yurdunuzdan çıkarmayın, diye söz almıştık da sonra siz de
bu sözü onaylamıştınız. Ve hâlâ siz şahitlik ediyorsunuz.
Hani biz sizden söz almıştık, kanlarınızı akıtmayacaksınız.
Ülkenizden kendinizi sürgün etmeyeceksiniz. Yani bir
kısmınızı kendi dininizden olan bu insanları ülkenizden
sürgün etmeyeceksiniz, diye söz almıştık. Söz alma
konusunda siz de karar vermiştiniz, ikrar etmiştiniz. Şahit
382[175]
İsrâ; 7.
383[176]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/173-180.
olarak siz de buna söz vermiştiniz diyor Rabbim. 384[177]

(85) Sonra siz kendilerini öldüren sizden bir bölümünü


yurtlarından çıkaran, aleyhlerinde günah ve düşmanlıkta
birleşen, eğer size esir olarak gelirlerse onları esir
değişiminde kullanan kişilersiniz. Halbuki çıkarılmaları size
haram kılınmıştı. Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıyor da
bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Böyle yapanların cezası
ancak dünyada rüsvayhktır. Kıyamet gününde ise azabın en
şiddetlisine itileceklerdir. Allah yaptıklarınızdan gafı!
değildir.
Sonra siz işte sizler, siz kendi kendinizi öldürüyorsunuz.
Sizden bir Kısmınızı sürgün ediyorsunuz ülkelerinden.
Günah ve düşmanlıkla onlara yardım ediyorsunuz, eğer size
esir olarak gelecek olursa, yani kendi dininizden olan o Benî
İsrail'den bir kısmı size esir olarak gelecek olursa, onları
sürgün etmek size haram olduğu halde siz onları fidye
vererek satın alıyorsunuz. Ve onlardan fidye alıyorsunuz.
Kitabın bir kısmına iman edip te bir kısmını inkâr mı
ediyorsunuz? Bunu yapanların cezası ancak dünyada
rüsvayhktır. Kıyamet gününde de azabın en şiddetlisine
götürülür, reddolunurlar. Allah yaptıklarınızdan gafil
değildir diyor Allah (c.c).
Yine Benî İsrail'den söz aldığını ifade ediyor Allah (c.c).
Birbirinizin kanma girmeyin. Kendi dininizden olan
insanları sürgün etmeyin. Kanınızı akıtmayın. Birbirinizi
öldürmeyin. Ve kendi dininizden olan insanlardan fidye
almayın diye Allah (c.c.) onlardan söz almış, onlar da söz
vermişler ama zaman içerisinde bunları inkâr tarafına
gitmişler. Kendi kendileriyle kavga etmeye başlamışlar.
Kendi ırkından ve dininden olan insanları sürgün etmeye
başlamışlar. Ve karşı tarafta harb eden Yahudi-ler'den esir

384[177]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/180-181.
aldıklarını fidye karşılığında serbest bırakmışlar. Bunu da
kitabına uydurmaya çalışmışlar. Demişler ki, Tevrat'ta buna
müsade ediliyor,
Allah (c.c.) da bunlara siz kitabın bir kısmına iman ediyor
da bir kısmını da inkâr mı ediyorsunuz diyor.
Tefsircilerimiz şöyle haber veriyorlar Mekke'nin etrafında
Beni Ku-rayza, Beni Kaynuka ve Beni Nadr Yahudileri
vardı. Medine'de ise Evs ve Hazrec kabileleri vardı. Evs ve
Hazreç putperest, diğer üç kabile ise Yahudi. Evs ve Hazreç
birbirleriyle hep kavgalı. Beni Kurazya Evs kabilesini
tutmuş. Beni Nadr'la, BenlKaynuka Yahudileri de Hazreç
kabilesini tutmuşlar. Bunlar birbirleriyle harbe tutuşunca
Yahudiler de bunlara destek veriyorlar. Bu sefer hem
putperesîerle hem de Yahudiler birbiriyle harp ediyorlar.
Öldürüyorlar, sürgün ediyorlar ve karşı taraftan
Yahudiler'den bile esir alındığı takdirde fidye karşılığında
satın alıyorlar. Ve, fidye karşılığında serbest bırakıyorlar.
Allah (c.c.) bu yaptığınız Tevrat'a uymuyor, zamanla
ecdadınızın verdiği söze de uymuyor. Peki zamanla ecdadı
söz vermişse, 385[178] Medineli Yahudiler'in günahı ne
denmez. Mademki Tevrat'a iman ediyorlar. Tevrat'ta da bu
emirler var. Yani Tevrat'ta kendi ırkınızdan ve dininizden
olanları öldürmeyeceksiniz, kendi ırkınız ve dininizden
olanları sürgün etmeyeceksiniz, kendi ırkınız ye dininizden
olanları esir etmeyeceksiniz yasağı var, yani emri var.
Bunlar Tevrat'ta var. Tevrat'a iman eden adam bunları da
kabul etmiş oluyor. Ama pratik hayatta'ise bunları inkâr
etmiş oluyorlar.
Allah (c.c.) da '"siz kitabın bir kısmına iman edip te bir
kısmını da inkâr mı edersiniz ?"der. Kim bunu yaparsa, yani
kitabın bir kısmına iman eder, bir kısmını da inkâr edecek
olursa ona dünyada rüsvaylık vardır, Ahirette de azabın en

385[178]
Bucurat: 10.
çetini vardır diyor. Gelelim bize. Allah (c.c.) mü'minler için;
"Mü'minler birbirleriyle kardeştirler." "Ancak mü'minler
kardeş-tirler."veya diğer bir ifadeyle "mü'minler ancak
kardeştirler" 386[179] buyuruyor Rabbim.
Hani babamızdan ve annemizden dünyaya gelen oğlan veya
kız kardeşimizde olan kardeşliğimizi belgeleme
mecburiyetinde kalırsak, nüfus dairesine gideriz. Nüfus
dairesi oradaki defteri açar ve oradan bakarak yazar, elimize
de bir belge verir. Filan şahıs filanın oğlan kardeşidir veya
kız kardeşidir. Annesi şudur, babası şudur der. Yani
kardeşliğimizi nüfus memuru onaylar, ama yanlış olabilir.
Meselâ babamız kardeşimizi kendi üzerine sonradan
kaydettirmiş olabilir. Anne-babamızm üzerine bir başka
çocuk-evîat edinme gibi-kaydedilmiş olabilir, ama nüfus
memuru evet bu bunun kardeşidir demek mecburiyetindedir.
Fakat Allah (c.c.)'nün kaydında yani kitabında, mü'minler
arasındaki kardeşliği onaylıyor. "Mü'minler kardeştir"
buyuruyor. Öyle ise mü'minler kardeşse, kardeş kardeşi
öldürmez, kardeş kardeşi sürgün etmez, kardeş kardeşi esir
olarak almaz. Kavga edebilirler mi? Orada zaten;
"Eğer iki mü'min grup birbirleriyle harp edecek olursa,
aralarını bulunuz. İslah ediniz" 387[180] buyuruyor Allah (c.c).
Peygamber Efendimiz de "Mü'minler kendi aralarında bir
vücudun azaları gibidirler. Vücudun herhangi' bir yeri
acıyacak olursa, hastalanacak olursa, bütün vücut acıyı
hisseder" diyor.
Yani bırakın kesmek, öldürmek, işkence yapmak, esir alma
olayını yasaklıyor. Nasıl ki elimizi esir, almamız, elimizi
dövmemiz, elimizi kesip atmamız, elimizi sürgün etmemiz
mümkün değil ise, müslümaıt kardeşimizi de dövmemiz,
veyahut ta sürgün etmemiz, kesip atmamız mümkün
değildir.
386[179]
Bucurat: 10.
387[180]
Hucurat: 9.
Allah (c.c.) Yahudiler hakkında indirmiş olduğu bu âyet-i
kerîme ile bizi de uyarmış oluyor. Hani; "Siz kitabın bir
kısmına iman edip te, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?"
diyor Rabbim.
Günümüzdeki bir kısım insanlara yöneliktir bu âyet-i
kerîme. Bu insanlar; "Kur'ân-ı Kerîm'e iman ediyoruz.
Peygamberimize nazil olmuştur. Peygamberimize gelmiştir.
Kitabımız kitapların en güzelidir" diyor. Ama arkasından
ilave ediyorlar; "Fakat 1400 sene evvel nazil olmuştur. 1400
sene önce nazil olduğundan o günün şartlarına uygun olarak
indirilmiştir. Şartlar değişti. Ziraat toplumundan, sanayi
toplumuna, sanayi toplumundan da teknoloji çağma
giriyoruz. Öyle olunca, şartlar değişince ahkam da değişir.
Bir kısım âyet-i kerîmelerin uygulanmamasında fayda var.
Veya bir kısım âyet-i kerîmelerin bazı insanların sözleriyle
değiştirilmesinde fayda vardır" gibi tenkitler getiriyorlar. Bu
tenkidi getiren adam bu âyet-i kerîmeye göre imansız
oluyor. Yani âyetin bir kısmına iman edip te bir kısmını
inkâr eden kişi hiç katıksız kâfir olur. Zorlamaya gerek yok.
Yani bazı arkadaşlarımız "efendim işte cümlesinin başında
"Kitab-ı kerîmimiz, Kur'ânımız" dedi ya, Kur'ân'a iman
ettiğini söyledi." Arkasında söylediği ne olacak peki? Hani
adama demişler niye namaz kılmazsın. Hepimizin bildiği
Kurân-ı Kerîm'de;
"Namaza yaklaşmayın" 388[181] diyor Allah (c.c). Onun için
ben de kılmıyorum diyor. Peki âyet-i kerîmenin
devamını'oku demişler. Valla ben hafız değilim demiş.
Ayet-i kerîmenin devamında Sarhoşken namaza
yaklaşmayın" buyuruyor Rabbim. Sarhoşken namaz
kılmayın diyor Rabbim. Adam da İlerisini bilmiyorum
diyor.
Aynen günümüzde de Kur'ân'ın bir âyetini inkâr küfrü

388[181]
Nisa: 43.
gerektirir. Adamın kâfir olmasına sebep olur. Hani bu kendi
hayatımızda vardır.
Meselâ bir adam size diyor ki; senin bu vücudunun her
tarafı sana fazla geliyor. Şöyle parmağının ucundan birini
alayım ben, aslında ada-nim hiçbir ihtiyacı yok, sizde de bir
hastalık yok, ama kesmek istiyor. Bu adam sizin kanınıza
kasdediyor aslında. Yani ha vücudunuzun tamamını
kesmeğe kasdetmiş, ha parmağınızı kesmeğe kasdetmiştir.
Yani siz bu işten acı duyacaksınız. Onun için .vücudumuzun
herhangi bir parçası, vücudumuzun tamamını temsil ettiği
gibi. Allah'ın (c.c.) bir âyeti de Kur'ân'm tamamını temsil
ettiğinden birini inkâr tamamını inkâr gibidir.
Şimdi Rabbim bu tür insanları tarif ediyor. Yani Kur'ân'm
bir kısım yahutta Tevrat'ın bir kısım âyetlerine iman edip te,
bir kısmına inanmayan, inkâr eden bu insanlar dünyada
rüsvay olacaklar ki, rüsvay olmuşlar. Yahudiler rüsvay
olmuşlar. Tâ o günden bu güne kadar dünyanın en eski
milleti olmalarına rağmen İspanyol çingeneleri kadar sayıya
erişememişler. Hep korku içerisinde yaşamışlar. Hâlâ da
korku içerisinde yaşamaya devam ediyorlar. İmkânları ne
kadar bol olursa olsun, Hani adam kuş tüyü yatağın içinde
yatsa, kuş sütüyle de beslense her an camından bir
namlunun uzanabileceğini hissetse, o kuş tüyü yatak ona
akrep iğnesiyle dikilmiş yılan derisinden bir yatak gibi gelir,
ve adam rahat edemez.
Onun için dünyada rüsvaylık var, ahirette de azabın en
şiddetlisi var onlara.389[182]

(86) İşte onlar ahirete karşslık dünya hayatını satın


alanlardır. Bundan dolayı onların azabı hafifletilmez ve
onlara yardım da edilmez.
Onlar, karşılığında ahireti verip, dünyayı satın alan

389[182]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/181-185.
insanlardır diyor Rabbim. Onların azabı hafifletilmez ve
onlara yardım da olunmaz diyor Allah (c.c).
'
Ahireîi verip dünyayı satın almayla ilgili bir çok âyet-i
kerîme vardır.Müfessirler Tevbe Sûresinin son âyet-i
kerîmelerinde, Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'dan bir hadis
zikretmiş. Hadisin serbest tercemesi şöyledir: İbn-i Kesir;
"Benim ve sizin haliniz şuna benzer diyor. Çölde su-
suzluktan baygınlık derecesine gelmiş insanlar nerdeyse
bayılmak üzereyken güzel elbiseli, üzerinde yorgunluk
işareti de olmayan, suyunu daha yeni içmiş, gözlerinden
susuz olmadığı da belli olan bir insan geliyor ve diyorki:
Susuz musunuz? Hepsi birden, "susuşuz" diye bağırıyorlar.
Ve her tarafta su aramışlar da bulamamışlar. Demiş ki, beni
takip ederseniz şu tepenin arkasında bir bahçe var. Ve orada
çeşmeler var, havuz var, yeşillikler vardır. Onların
inanmaktan başka çareleri yok zaten. Çünkü ümitleri
kesilmiş. Gidiyorlar hakikaten adamın dediği yere
varıyorlar. Bağ var, bahçe var, sular var, havuzlar var,
yiyecekler var, elbiseler var. Yemişler içmişler, giymişler
kuşanmışlar. Kendilerine gelmişler.
Adam demişki "bu bahçenin gülleri solar. Bu bahçenin
suları kurur. Gelin benimle şu dağın da arkasına giderseniz,
orada gülleri solmayan, suları kurumayan bir bahçe daha
var. Ve orada hepinize ayrı ayrı tapusu verilecektir,"
dediğinde "yahu bu adam yalan söylemedi. Çöldeyken bizi
aldı buraya getirdi. Yalan söylemediğini gözümüzle gördük.
Bu adamın peşinden gidelim. Gülleri solmayan, çiçekleri
kurumayan ve suları kesilmeyen yere gidelim" dediler ama
bir kısmı dedi ki, vallahi biz elimizle tuttuğumuzu
bırakmayız. Belki orada olmayıverir "dediler.
İşte dünya nimetlerine kavuşan kâfirlerin, dhireti
bırakmaları bu adamların hali gibidir" diyor Peygamber
(a.s.v.) 390[183] Hadisin tercemesi şerhli bir tercemedir.
Peygamber Efendimiz vadettiklerini vermiş, Allah (c.c.)
neyi vadet-tiyse vermiş. Peygamber Efendimiz'e Mekke'nin
fethini vadetmiş, dünyada devleti vadetmiş gerçekleşmiş.
Peygamber Efendimiz (a.s.v.) İstanbul'un fethedileceğini
müjdelemiş ve o da gerçekleşmiş.
Öyle ise Allah'ın kitabına sarıhndığı takdirde dünyayı
Cennet eyleriz ve ayrıca ahiret Cennetini de ayrıca
kazanırız. Biz ahireti verip dünyayı alanlardan değiliz.
Dünyayı ma'mur edip Cennete döndürüp, ahireti de
kazanmaya çalışan insanlardan olmalıyız.
Niye dünyayı elde etmeye çalışalım. Çünkü "Dünya ahiretin
tarla-sıdır" demiş Peygamber Efendimiz.
Bu dünya ile meşgul oluşumuz, oradaki ekip biçtiğimizle
ilgilidir. Yani hepimiz toprağı niye severiz? Ondan buğday
yetiştirdiğimiz, elma yetiştirdiğimiz, sebze-meyve
yetiştirdiğimiz için severiz. Onlar yetişmemiş olsa
sevmeyiz.
Öyle ise dünyayı niye severiz? Cennete bir ekenek olduğu,
tarla olduğu için sahip çıkarız. Ve kâfire de buranın
hakimiyetini hayatta ver meyiz. Vermemekle
391[184]
görevliyiz.

(87) Andolsun biz Musa'ya kitap verdik. Ve ardından


peşpeşe peygamberlerle takip ettik. Meryem oğlu İsa'ya
apaçık deliller verdik. Ve Onu Muhül-Kudüs'le
kuvvetlendirdik. Demek size peygamber, nefislerinizin
hoşlanmiyacağı şeyi ne zaman getirirse siz büyüklük
taslayarak bir kısmını yalanlayıp bir kısmını öldürecek
misiniz?
Biz Musa'ya Kitabı verdik. Ondan sonra da ardarda
peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya da deliller
390[183]
Ahmet bin Hanbel,Müsned:I/267.
391[184]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/185-187.
verdik, apaçık belgeler verdik. Hani ona İncil'i verdik,
mucizeleri verdik. Ruhü'l-Kudüs ki Cebrail (a.s.)'dir
deniliyor. Veya tertemiz bir ruh verdik ona. Ve tertemiz bir
ruh ile de onu kuvvetlendirdik. Bir çok hadis-i şerifte
Ruhü'l-Kudüs'ün Cebrail (a.s.) olduğunu Peygamber
Efendimiz (a.s.v.) haber vermiş, ama bir kısım Alimler
Ruhü'l-Kudüs'ten kasıt İsa (a.s.)'dır, İsa (a.s.)'m tertemiz
ruhudur diyorlar. Zaten kudüs temiz mânâsına geliyor.
Tertemiz ruhuyla onu kuvvetlendirdik. Veya Cebrail (a.s.)'la
onu güçlendirdik, kuvvetlendirdik diyor. Ne zaman size bir
peygamber, sizin nefislerinizin hoşlanmadığı bir şeyi
getirdimi hemen kibirleniyorsunuz. O peygamberlerden bir
kısmını yalanladınız, bir kısmını da öldürüyorsunuz diyor
Allah (c.c).
Yani şimdi de Muhammed (a.s.v.) geldi. Size delillerle
geldi. Yani Kur'ân-i Kerîm'den âyetler ve de mucizelerle
geldi. Ecdadınızın yaptığım yapmayınız diyor onlara. Bize
de Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'ın getirdiği beyyinât ki, bu
Kur'ân-ı Kerîrn'dir. Onu yalanlamamamızı ve de pey-
gamberleri öldürmememizi emreder. Ölmüş
peygamberlerin, öldürülmemesi onların getirmiş olduğu
şeriatın katledilmemesi demektir. Onun getirdiği şeriatı
öldürenler peygamberi öldürmüş, günahını alırlar. Peygam-
beri yalanlayanların günahını aynı şekilde yüklenirler. 392[185]

(88)Onlar "bizim kalbimiz kılıflıdır" dediler. Hayır;


küfürleri nedeniyle Allah onları lanetledi. Onun için pek azı
iman edecektir.
Yahudiler derlerki, bizim kalplerimiz kılıflıdır, kapalıdır.
Belki Allah onların küfürleri sebebiyle onları rahmetinden
uzak tutmuştur. Ne de az im an'ediyorlar diyor Allah (c.c).
Günümüzde bir kısım imansızlar da aynı şeyi söylüyorlar.

392[185]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/187-188.
Bizim kalplerimiz kılıflıdır. Yani dışardan sizden gelecek
mesaja karşı kalplerimiz kapalıdır diyorlar. Bunu ileri
gelenleri diyorlar. O ileri gelen kâfirler, yandaşlarım da
böylece kendi elleriyle kapatıyorlar. Hani Türkiye'de
imansız kesimin kendi tabilerine, kendi okurlarına, kendi
yandaşlarına söyledikleri söz vardır: "Sakın ha
müslümanlarla görüşmeyin. Kitaplarını okumayın.
Gazetelerini almayın. Dergilerim evlerinizde
bulundurmayın. Şairlerinin şiirlerini sakın ha dinlemeyin.
Ve onların yapmış oldukları konferansa, seminere
katılmayın."
Niye? Katılırsa, belki okursa, dinlerse onun kılıfı parçalanır,
iman: sizliği gider endişesini duyduklarından dolayıdır ki,
dinlemelerini engelliyorlar. Ve kendileri de kulaklarını
kapatıyorlar. Türkiye genelinde öyle kesim var ki, bazı
semtlerde çocuk bir ezanın ne olduğunu bilmiyor. Tür-
kiye'de bu. Ben asker arkadaşıma "Eşhedü en la ilahe
illallah'ı hiç duymadın mı" dedim. Duymadım diyor. Oğlum
senin memleketinde minare var mıydı? Valla minare
görürdüm diyor şehirde. Fakat bunu duymamışım diyor. Bu
müslürnan. Yani Yahudi, Ermeni veya Rum değil. Anası
Ayşe, Fatma, babası Ali, Veli yani bizim'adımızı taşıyan
bizim anne-babamızın adını taşıyan bir delikanlı. Sahil
şeridinde Antalya'nın oralarda bir şehirde yaşamış bir
arkadaş. İyi niyetli çok da candan birisi. O belki bir tesadüf
olmuş ama, bazı yerlerde çok bilinçli hareket ediyorlar.
Daha okula çocuğu gönderirken dikkat ediyorlar. Hangi
öğretmen ateisttir diye. Arıyor tarıyor ve onu buluyor.
Hani bugün bazen televizyonda bilgi yarışmalarında
görüyoruz bir kaç yerde gördüm. Yunan'ın kilisesindeki
sütun başlığının latince adını sordular. Sütun başlığını film
halinde gösterdiler. Onun adı nedir? denildi, bildiler.
Camide imam efendini cuma günü hutbe okuduğu mimberi
dördü de bilemediler. Yani bu memlekette özel yetiştirilen
insanlar var. Özel yetiştiriliyorlar. Özellikle gayret ediyor
yani. Şimdi bu insanların hali aslında bizim akaid
kitaplarımızda tartışılan insanların hali gibidir. Efendim bir
çocuk annesi Afrika'dan giderken ormanın içerisinde doğum
yapsa oraya da taşıma zahmetine katlanmayip, "Zaten sekiz
on tane çocuğum var. Bu çocuk da nerden geldi" diye oraya
bırakıverse gitse. Derken bir arslan gelse, onu beslese,
emzirse, büyütse. Ve buluğ çağma da gelse. Bu çocuğun
durumu ne olacaktır diye bizim akaid kitaplarında tartışırlar.
Günümüzde de böyle bir tartışma var. Bazı yerler var ki,
orada müs-lümanlık hakkında hiç bir şey bilmiyorlar. Yani
müslümanlık oraya ulaşmamış. Burada dünyaya gelen ve
burada ölen insanların durumu ne olacaktır? diye soru
sorarlar. Aynı şekilde bizim Akâid kitaplarımız Afrika
ormanlarından misal vermişler. Hiç insan yüzü görmeden
ölüyor. Bu insan nereye gidecektir? Eş'ari ve Matüridi
arasında ihtilaf edilmiş, ikisi de aynı neticeye varıyor:
Eş'ariler diyor ki: Bu adam sorgusuz sualsiz cennete
gidecektir.
Matüridi diyor ki: Bu insan şunu içinden geçirmelidir: Yahu
bu Güneşi şöyle iten, yuvarlayan birisi var. Bu Ay'ı böyle
idare eden biri var. Bu topraktan bu çiçeği çıkaran birisi var.
Bu aslanı öldüren birisi var. Bunu dedimi Allah falan
demesine gerek yok, bunu böyle düşündümü bu diyor
Cennete gider. Yani neticede ikisi de Cennete gönderiyorlar
bunu.
Peki günümüzde böyle Ankara'nın ve İstanbul'un en zengin
bir mahallesinde dünyaya gelen bir çocuk, Çankaya'da
dünyaya gelen bir çocuğu düşünün. Özellikle öğretmeni
seçilmişse, ateist birinin önüne verilmişse ve oradan da
Türkiye'de İslâm kültürüne harp ilan eden okullardan birine
verilmişse, ortaokul ve lise olarak, kolej olarak ve oradan da
bir üniversiteye gönderilmişse ve orada da başörtüsüne ve
Allah'a harp ilan edilmişse ve orada okumuşsa bu çocuğun
durumu ne olur?
Şu sorulabilir. "İstanbul şehrinde, Ankara şehrinde ezan
duymadımı bu?" Bu çocuğun kalbini kılıflamışlar, kulağını
kapatmışlar. Kulak duyuyor da, İnanmayan bir insan için
Eşhedü en Lâ İlahe İllallah ile Çince çalınan bir müzik
arasında fark yoktur. Ona göre müezzin efendi çan çun, fan
fun diye bir şeyler diyor. Geldi merak etti. Müezzin
efendiye sordu.. Yahu ne diyorsun? Müezzin şöyle bir bakar
on sekizine, yirmisine gelmiş. Ulan eşek kadar adam
olmuşsun daha onuda mı öğrenmedin? diyor ve gönderiyor.
Ne yapsın? Yani bu insanlar üzerinde bunların kalplerin-
deki kılıfı kaldırıcı ve yırtıcı bir hareketin içine mutlaka
girmemiz gerekiyor.393[186]

(89) Yanlarındakini tasdiklemek üzere onlara Allah


katından bir kitap gelince, daha önce küfredenlere karşı fetih
istiyorlardı. İşte o tanıdıkları şey kendilerine gelince ona
küfrettiler. Artık Allah'ın la'neti kâfirlerin üzerinedir.
Allah katından onlara bir kitap geldiğinde ki, o kitap
yanlarında olanı tasdik eden yani Tevrat'ı doğrulayan bir
kitap onlara geldiğinde yani Kur'ân-ı Kerîm geldiğinde...
Yahudiler daha Önce kâfirlere karşı hep başarı zafer
diliyorlardı. Yani kâfirlere karşı galip geleceklerini söyleyip
duruyorlardı. Diyorlardı ki, yakında Tevrat'ın haber
verdiğine göre bir peygamber gelecek. O peygamber le biz
sizin üzerinize galip geleceğiz. Yani bunlar gelecek
peygamberi bekliyorlardı.O yanlarında olanı, Tevrat'ı tasdik
eden peygamber de kitap ta Allah katından gelince, onu
inkâr ediverdiler diyor. Hani
Onlar çocuklarını nasıl biliyorlarsa, peygamberi de öyle
biliyorlardı 394[187] diyor. Allah c.c.
Yani Yahudiler kendi çocuklarını nasıl biliyorlarsa,
393[186]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/188-190.
394[187]
Bakara: 146.
peygamberin de geleceğini ve alametlerini öylece
biliyorlardı.
Ama o evlatları gibi tanıdıkları peygamber gelince Onu
inkâr ettiler. Niye bizim soyumuzdan gelmedi. Niye şanlı,
anlı, zengin bir aileden gelmedi de; yetim, fakir bir aileden
dünyaya geldi ve Yahudi ırkından gelmedi diye onu inkâr
ettiler.
Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'ın hanımlarından biri Safiyye
validemiz, Yahudi ırkındandır. Müslüman olmuştur. O
anlatıyor.
"Babam ve bir Yahudi hey'eti bir zamanlar peygamberin
yanma gittiler. Safiyye validemiz o zaman müslüman değil
tabi. Hey'et geriye döndüğünde babamla amcam konuşurken
duydum. Babam diyordu ki, vallahi gördüm Onu O Tevrat'ta
tarif edilen peygamberin tâ kendisi diyor. Yahu nasıl olur?
böyle değildir. Yok yok böyledir diyorlar. Konuşma böyle
devam etti. Sonunda dediki buna rağmen ben o'nu inkâr
edeceğim, dedi ve babam inkâr ederek Öldü" diyor.
Sonradan kızı Safiyye validemiz müslüman oldu. Ve
Peygamber Efendimiz (a.s.v.) ile de evlendi. Allah'ın laneti
kâfirler üzerine olsun diyor Allah (c.c).
Dikkat edin "Allah'ın la'neti zalimlere olsun" "Allah'ın
la'neti kâfirlere olsun" şeklinde ayetlerde vardır. Fakat
Kur'ân-ı Kerîm'de bir tek âyet-i kerîme bulamazsınız.Yani
şahıs ismi yoktur. Kâfir de olsa Yahudi, Ermeni, Rum,
Ortadoks ne ise yani putperest. Allah'ın la'neti filanın
üzerine olsun ifadesi yoktur.
Biz de dilimizi buna alıştırmıyacağız. Hani günümüzde kâfir
diye bildiğimiz Müslüman görünüp kâfir olan, dinime karşı
harp ilan eden adamlar var. Onlar için dahi Allah'ın la'neti
onun üzerine olsun demiye-ceğiz. Şahıs olarak demiyeceğiz.
Biz o sağ olduğu müddetçe ıslahını bekliyoruz. Müslüman
olmasını ümit ediyoruz. Allah'ın hidayeti onun üzerine olsun
diyeceğiz.
Fakat genel bir ifadedir. "Allah'ın la'neti kâfirler üzerine
olsun" derken o adam da kâfir olarak ölecekse zaten bu
kelime ona da yeter.
"Allah'ın la'neti zalimler üzerine olsun" derken yine bu söz
o zalimi de yakalar.
Fatih döneminde yetişmiş Hızır Bey, "Kasîde-i Nûniyye"
diye akaide ait bir eser yazmış. Manzum olarak yazmış. Hep
sonu "nun" harfiyle bittiği için Kasîde-i Nûniyye denmiş.
Hatta başında ifade edildiğine göre bir gecede yazıvermiş.
Fatih Sultan Mehmed İstanbul'dayken hep Ondan
bahsedermiş. Diğer âlimler de biraz kıskanır gibi olmuşlar.
Demişler ki, "efendim hep ondan bahsediyorsun, ama âlimin
ilmi kitabıyla belli olur. Hele bir kitap yazsın da görelim
"demişler. O da hemen bir elçi gönderiyor. Hızır Bey o
zaman Bursa'dadır. Elçi akşamleyin varıyor. Mektubu
sunuyorlar. Sabaha eseri hazirlayıverdi diyorlar. Orada
Tahmin ederim şiirin beyti 130 ile 150 arasında. Beyit
olarak 150 beyti geçmez. "Biz şeytana bile lanet etmekle
emrol un madik" diyor. Bize Kur'ân-ı Kerîm'de şeytana
la'net ediniz diye bir emir var mı ? yok. Eğer öyle bir emir
olsaydı, elimize bir teşbih alırdık zikirlerimizden biri de
"Şeytana lanet olsun. Şeytana lanet olsun. Şeytana lanet
olsun" olurdu. Böyle bir zikir şekli yok. Dilimizi lanete
alıştırmıyacağız. Dilimizi rahmete alıştıracağız. Dilimizi
hidayete alıştıracağız.
Allah (c.c.) âyetinde genel ifade kullanmış. "Allah'ın laneti
kâfirler üzerine olsun", "Allah'ın laneti zalimler üzerine
olsun" buyurmuş. Şahıs ifade edilmemiş. 395[188]

(90) Allah'ın kullarından dilediğine kendi fazlından (vahiy)


indirmesini kıskanarak ve azgınlık yaparak, Allah'ın
indirdiklerini inkâr etmekle kendilerini ne kötü şeye karşılık

395[188]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/190-192.
sattılar da gazab üstüne gazaba uğradılar. Kâfirler için hor
ve hakir edici bir azab vardır.
Nefislerine ne kadar kötü bir şeyi satın alıyorlar. Allah'ın
indirdiği Kur'ân-ı Kerîm'i veya peygamberi inkâr etmekle ne
kötü bir şeyi satın alıyorlar kendilerine. Allah'ın indirmesine
isyan ederek, kullarından dilediğine Allah'ın
peygamberliğini vermesine karşı isyan ederek, Allah'ın
indirdiğini inkâr etmekle ne kötü şeyi satın alıyorlar. Yani
Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'m peygamberliğini kabule
yaklaşmıyorlar. Allah o'nu mu göndermiş diyorlar. Allah'ın
dilediği O, kulları içerisinde. Sanki Allah kendi dilediği
değil de, Yahudiler'in dilediği doğrultuda hareket etmesi
gerekiyormuş gibi bir kanaatin içerisine giriyorlar.
Böylelikle de kendilerine dünyada rüsvaylığı, ahirette de
Cehennemi satın almış oluyorlar. Gazab üstüne Allah'ın
gazabına uğruyorlar. Kâfirlere insanı alçaltıcı, yakıcı azap
vardır diyor Allah (c.c).
Günümüzde de kâfirlerin yani Yahudiler'in bu söylediğini
Türkiye'de de söyliyen insanlar şöyle derler; " Efendim
genelde halkımız Türk, Türk ırkından. Allah Arap'tan
peygamber göndermiş. Yani Türkler'den de bir peygamber
göndermeli değil miydi? Veya peygamber Türk ırkından ol-
malı değil miydi? " Kur'ân-ı Kerîm'de Rabbim bu âyet-i
kerîmede cevap verdiği gibi;
"Allah dilediğini yaratır, dilediğini seçer" 396[189]
Bir zaman İsa (a.s.)'ı seçmiş. Bir zaman Musa (a.s.)'ı seçmiş.
Bir zaman Davud (a.s.)'ı. Bir zaman da İbrahim (a.s.), ve
Nuh (a.s.)'ı. Yani peygamberleri insanlar arasından' seçmiş.
Kimseye karşı sorumlu değildir. Yaptığından sorumlu
değildir Allah (c.c).
Eğer insanların İradesine göre hareket etmiş olsaydı, her
millet peygamberlerin kendisinden olmasını isterdi. 397[190]
396[189]
Kâsas: 68.
397[190]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/192-193.
(91) Bir de onlara "Allah ne indirdiyse ona iman edin"
denildiği
zaman onlar: "Biz bize indirilene iman ederiz" derler de
diğerine
küfrederler. Halbuki O, yanlarındakini doğrulayıcı bir
gerçektir.
Deki: "Madem iman ediyordunuz da daha önce
peygamberleri niçin öldürüyordunuz?"
Onlara "gelin Allah'ın indirdiklerine iman edin
"denildiğinde, "biz bize indirilene iman ederiz. Onun
dışmdakileri inkâr ederiz." Böyle derler. Ve kendilerine
indirilenin dışmdakileri inkâr ederler. Halbuki O gerçektir.
Yani O kitap bir haktır. Onların yanında olanı da tasdik
etmek üzere indirilmiştir. Madem ki, mü'mindiniz. Daha
Önce niye Allah'ın peygamberlerini öldürdünüz, de onlara.
Yani şimdi diyorlar ki, biz Kur'ân'a iman etmeyiz.
Peygambere de iman etmeyiz. Biz bize indirilene iman
ederiz. Madem ki Öyle. Daha önce Allah size sizin
ırkınızdan peygamberler gönderdi. Musa (a.s.)'dan sonra,
peygamberler gönderdi. Madem siz o peygamberleri niye
öldürdünüz buyuruyor.
Hani günümüzde de Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'a, kendi
ırkından olmadığı için veya Arap ırkından olduğu için
imana yanaşmayan insanlar var. Peygamber Efendimiz
(a.s.v.) çölde yaşamış, Arap'mış ondan dolayı iman
etmediğini ifade eden Türkçe olarak inkarını ilan eden
kâfirler var. Fakat insanlar peygambersiz kalmıyor hiç. Biri
hak peygamberi inkâr ederse, hemen yerine sahte
peygamberi buluyor. İnsanlar kitabı eğer elleriyle atarlarsa
âyet-i kerîme ilerde gelecek.
Elleriyle o kitabı arkalarına attılar. 398[191] Peki kitapsız mı

398[191]
Bakara: 101.
kaldılar? hayır. Bu sefer;
Bu sefer Şeytanın uydurduklarına tabi oluverdiler. Şeytanın
uydurduğu kitaplara tabi oluverdiler. 399[192]
Onun içindir ki, Allah'a imanı yitiren ,yeryüzünde bir insana
iman eder. Kitabı inkâr eden adamın eline bir kitap
veriverirler. Bu sefer o kitaba göre amel etmek, ona göre
hayatını yönlendirmek mecburiyetinde kalır. Bu insanlar da
Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'ı Arap'tan geldi diye inkâra
kalkarlar ama, kendileri sahte peygamberler üretirler. 400[193]

(92) Andolsun, Musa size apaçık delilleri getirdi. Sonra siz


Onun ardından buzağıyı (ilah) edindiniz. Siz o zalimlersiniz.
Size Musa delillerle geldi. Tevrat'la geldi. Mucizelerle geldi.
Ama Ondan sonra siz hemen buzağıyı ilah yaptınız.
Kendinize put edindiniz. Siz zalimler olarak o buzağıyı
kendinize ilah ediniverdiniz. Bir tarafta Musa (a.s.) ve Onun
getirdiği Tevrat. O Rabbinden kelâmı almak üzere gidiyor.
Ama beri tarafta bir kısım insanlar Allah'a imanın yanında,
buzağıdan bir ilah yapıp onun etrafında da tapınma
merasimini yerine getiriyorlar.
Günümüzde de "Allah'a iman ediyorum, peygamberi kabul
ediyorum, kitaba da iman ediyorum ama filanın izinden
ayrılmam" diyenler ile "ineğe de tapmıyoruz" diyenler
aynıdırlar. İnek yine süt verir. İneğin yavrusu olur. Yani
topluma bir faydası olur. Bunun ise hiç bir faydası yok. Bir
âyet-i kerîmede geçtiği gibi:
"Eğer sinek ondan bir şey alsa geriye alamaz,o
putcağız." 401[194] Yani sinek üzerine konsa, kanını içse bir
şey yapamaz. Ama insanlar ona tapınmaya devam ederler.
Ve böylelikle de onlar kendilerine zulmederler. 402[195]

399[192]
Bakara 102.
400[193]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/193-195.
401[194]
Hac suresi: 73.
402[195]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/195.
(93) Hani "Size verdiğimiz (Tevrat)'ı kuvvetle tutun ve onu
dinleyin" diye Tur'u tepenizin üzerine kaldırıp sizden kesin
söz almıştık. "Dinledik isyan ettik" dediler. Ve küfürleri
nedeniyle buzağı kalplerine içirilmişti dedi: "Eğer mü'min
iseniz imanınız size ne kötü şey emrediyor."
Hani sizden söz almıştık. Başınızın üzerine Tur'u
kaldırmıştık. Tur Dağı'm başlarının üzerine kaldırıyor Allah
(c.c.) ve size verdiklerimizi sımsıkı tutun ve de işitin,bu
Tevrat'a sımsıkı sanlın ve iyi dinleyin diye. Tur dağını Allah
(c.c.) şöyle bir kaldırıyor. Bu bir mucize. Yahudi ırkını bir
meydanda topluyor Allah (c.c.) üzerlerine Tur Dağını
kaldırıyor. Tevrat'a sımsıkı sanlın ve iyi dinleyin diyor
Allah (c.c.)
Eğer dinlemez ve iman etmezlerse tepelerine iniverecek.
Böyle bir hal. işittik Yâ Rabbi diyorlar ve isyan ediyorlar.
Dağ geriye çekilince isyan ettik diyorlar. Sebep, küfürleri
sebebiyle gönüllerine buzağı sevgisi içirilmişti diyor.
Gönüllerine buzağı sevgisi verildiğinden dolayı ki, bu
küfürleri sebebiyle olur. Onun içindir ki, Tevrat'ı işittik
diyorlar ama hemen ardından "isyan ettik "diyorlar.
Günümüzde bizim gönüllerimizde Allah'a şükür buzağı
sevgisi yok. Yani bir put sevgisi mü'minlerimizde,
Müslümanlarımızda yoktur. Fakat nerdeyse put yerini
alacak olan mal sevgisi vardır. Yani bir çok ibadetimizi, bir
çok gayret-i diniyyemizi yok eden mal sevgisidir. İnsanların
yirmidört saatinin çoğunluğunu alan mal sevgisidir. Onun
için mal üzerine çok âyet-i kerîme vardır.
"Mallarınız ve evlatlarınız sizin için bir fitnedir, bir
imtihandır 403[196] diyor Allah (c.c).
O imtihanda başarılı olmamız gerekiyor. Hani imtihanda
sorular vardır. Beş tane, on tane, yüz tane soru vardır.
Sorunun cevabını verirse ba-şanlı olur. Bizim de imtihan

403[196]
Enfal: 28.
sorumuz iki tanedir. Evlatlarımız ve de mallanmızdır. Eğer
bu iki imtihandan başarılı çıkacak olursak Cenneti ve devleti
kazanıyoruz. Şayet iki imtihanı kaybedecek olursak o zaman
iki dünyada da kaybediveriyoruz.
Hocanın bir tanesi şöyle diyor: Arkadaş diyor insanlar
kurbağa gibidir. Kurbağayı sudan eline alıyorsun.
Besliyorsun, büyütüyorsun suyu unutturmuş oluyorsun .
Elinde beslerken, okşarken, severken suyu untturuyorsun
diyor. Bir gün böyle göl kenarından giderken pır uçuveriyor
.Benim de sohbetime bazı arkadaşlar geliyorlar. Böyle
Cenneti görür gibi anlatıyorum kendilerinden geçiyorlar .
Tamam bunlann dünya ile olan ilgisini kestim diyorum .
Fakat dışarı çıkınca dükkânı görüverdi mi çek, senet, avrat
aklına geliyor. Pır gidiveriyor "diyor.
Leylek yumurtasını adamın biri almış, tavuğun altında
kuluçkaya koymuş. Yirmibir gün sonra tavuk civcivleriyle
beraber leylek de çıkmış. Ama bir kaç gün sonra leylek pır
uçmuş gitmiş. Kendi yerine gitmiş.
Onun için dünya sevgisi nerdeyse buzağı sevgisi gibi. Yani
Benî İsrail'in buzağı sevgisi gibi olmuş. Rabbim "kalplerine
içirildi" diyor. "Küfürleri sebebiyle o buzağı kalplerine
içirildi" diyor Rabbim. Ama küfürleri sebebiyle. Yani Allah
(c.c.) insanları kâfir yapmıyor. Onlar kâfirliği arzu ediyorlar,
bu sefer de put onlara sevimli gelmeye başlıyor diyor.
Ne kötü bir şeyi emrediyorsunuz de onlara. Eğer
mü'minseniz. Şu imanınız size ne kötü şeyi emrediyor.404[197]

(94) Deki: "AHah katında ahiret yurdu diğer insanların değil


de Özellikle sizin ise ve eğer sözünüzde de doğru iseniz
hemen ölümü isteyin."
Eğer ahiret hayatı Allah katında yalnız ve yalnız size aitse.
Yani insanların dışında yalnız size aitse, yani ahiretteki

404[197]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/195-197.
Cennet yalnız Yahudi ırkına aitse öyleyse ölümü arzu edin.
Eğer doğru söylüyorsanız ölümü isteyin.
Hani köhne bir eviniz vardır. Allah mal, mülk verdi.
Artırdınız çok güzel bir ev yaptınız. Manzarası güzel, evin
kendisi güzel. Bir an evvel yeni ve güzel eve taşınalım
diyorsunuz. Yahudiler diyorlar ki, ahiret hayatı da bizimdir.
Bize aittir. Rabbim diyorki, Öyleyse cennet sizinse buyurun
intihar edin ve hemen ahirete gidin. Yani bu işin garantisi
yok. Âyet-i kerîmenin bize bakan tarafı hiç kimse kendisi
hakkında ben Cennetliğim demesin. Benim şıhım da
Cennetlik "demesin. Yani Cennetle müjdelenen
peygamberler ve Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'m
müjdelediği sahabenin dışında, filan şahıs Cennete gider
garantisi yok. Eğer Cennete gitme garantisi varsa, buyursun
köhne evden yeni eve taşındığı gibi, bu dünyadan çeksin
gitsin. Onun için kesinlikle Cennet bizimdir diyemeyiz.
Ama kesinlikle cennet Allah'a iman edenlerin ve amel-i
salih işleyenlerindir deriz. O kim bilemeyiz. Biz Öyle olmak
için gayret ederiz. Yani imanı kamille ölmek, amel-i salih
üzere ölmek için Rabbimize dua eder vp. de o doğrultuda
çalışırız. 405[198]

(95) "Bunu önceden elleriyle yaptıkları (kötü işler)


nedeniyle is-temiyecckler. Allah zalimleri bilendir."
Bu yaptıklarını biliyor onlar. Yaptıklarından dolayı da
ölümü kesinlikle istemezler. Cennet bizimdir diyorlar. Ama
Rabbim hadi Ölün öyleyse dediğinde, ölümü de hiç temenni
etmezler. Niye, yaptıklarını biliyorlar. Kendi elleriyle
yaptıkları zulmü biliyorlar, inkârı biliyorlar. Ve Cennete de
gidemiyeceklerini, Cehennemi boylayacaklarını biliyorlar.
Allah zalimleri gayet iyi bilmektedir. 406[199]

405[198]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/197-198.
406[199]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/198.
(96) "Andolsun sen onları insanlardan (hatta) müşriklerden
de hayata düşkün bulacaksın. Onlardan her biri bin yıl
yaşamayı ister. Halbuki onun çok yaşatılması onu azaptan
uzaklaştırıcı değildir. Allah onların ne yaptığını görüyor."
Onları insanların hayata en hırslısı olarak bulacaksın. Yani
insanlar içerisinde bu dünya hayatına en hırslı olan milletin
Yahudiler olduğunu ifade ediyor Allah (c.c.)Hatta,
putperestlerden daha şiddedlidir, dünyaya hırslılıkta.
Allah (c.c.) her insana hırs vermiştir. Hırs bir nimettir. Yani
hırs kötü bir şey değildir. Allah bize ne vermişse o güzeldir
dedik. Allah bize inkâr kabiliyetini de vermiş o da güzeldir.
Ama bu inkâr kabiliyetini Allah'a karşı
kullanmıyacağız.Ancak!
"Kim tağutu inkâr ederse" 407[200] yani Allah'tan başka, kanun
koyucu benim diyen bir adamı inkâr eder, Allah'a iman
ederse, kopmayan Allah'ın sağlam ipine sarılmıştır diyor
Allah (c.c.) bu insan için.
Yani kâfirin, tağutun inkâr edilmesi gerekiyor tarafımızdan.
Onun olabilmesi için insanın inkâr kabiliyeti de olması
lazım. Rabbim bunu vermiş. Her insana vermiş. Kâfir bu
özelliği Allah'a karşı kullanıyor. Mü'min de Allah'a baş
kaldıranlara karşı kullanıyor . Hırs Allah (c.c.)'ın bize
verdiği bir kabiliyettir, her insana verilmiştir. Mü'minine de,
kâfirine de vermiştir. Ama bize;
"Sizin üzerinize gayet hırslı" 408[201] diyor Allah (c.c.)
Yani sizin Cehenneme gitmemeniz ve Cennete gitmeniz,
mü'min olmanız için çok hırslı bir peygamberden
bahsediyor.
Peygamber Efendimiz de hırslı ama, şöyle hırslı: Bütün
insanlar müslüman olsa Ya Rabbi diye, Rabbi'ne dûa ediyor
ve de çok çalışıyor.
Bunu ben bir hoca efendiye anlattım. Hocam bu konuda
407[200]
Bakara: 256.
408[201]
Tevbe: 128.
nasıl bir kolaylık getirelim, anlatım kolaylığı getirelim
dedim. Dedi ki "çocukluğumda hırsım vardı. Yüce bir dağın
tepesinde meselâ Toros dağlarında, böyle yüksek bir dağın
uzun yolunu görsem acaba bu yol Mekke'ye mi gider
derdim. Yolda iki adam görsem, şu adamlar gelse de cemaat
olup öğle namazını kılsam derdim. Karşıda bir taş, kaya
görsem AHah'û Ekber diye bağırırdım. Oradan gelen
yankıyı dinlerdim. Yani gördüğüm her şeyi İslâm'a göre
yorumlamaya çalışırdım." İşte hırs bu.
Çıktınız Cağaloğlu'nda bir adam gördünüz, aman Ya Rabbi
şu ne müslüman olur ya dediniz. Bir general gördünüz.
Aman Ya Rabbi, şu müslüman olsa ne mücahit olur ya.
Alparslan gibi olur, Fatih gibi olur. Hz. Ali gibi olur bu
adam dediniz. Yani hep böyle onun bu tarafta olması yani
müslüman olması için hırslı olmamız gerekiyor.
Yahudiler de hırslı, her insanda hırs var. Ama Yahu di
ler'deki hırs dünya hırsı. Daha önce de izaha çalışmıştık.
Yahudi'nin hırsı farenin hırsı gibidir. 409[202]
Fare şöyle deveyi bir görmüş aha demiş, Bunu yuvama bir
götürürsem daha yedi sülâlemin çalışmasına gerek yok.
Yularından şöyle bir tut-rhuş. Deve yumuşak başlı olurmuş.
Fare gitmiş arkasından deve gitmiş, derken fare deliğine
girmiş deve girememiş. Asılıyor gelmiyor, asılıyor
gelmiyor. Geri çıkmış yavrum niye geliniyorsun demiş.
Deve nasıl geleyim demiş. Fare buraya kadar benimle nasıl
geldiysen yine öyle gel demiş. Bunun üzerine deve fareye
bana bak, bundan sonra kendine göre rizık ara demiş ve
şöyle başını bir sallamış fareyi duvara bir çarpmış
parçalayıvermiş. Fare ölmüş.
Yahudi de şu anda dünyanın altununu kendine toplamak için
bütün gücüyle sarılıyor. Bütün dünya devletleri de aslında
bu işten rahatsız. Başta Amerika rahatsız. Hep kınayıp

409[202]
Bak; Bakara, âyet 64 ve 76'ncı âyetlerin tefsiri.
duruyor. Şu anda yalnız deve gibi arkasından gidiyor da bir
gün gelecek yeter be yeter der, Şöyle bir çarparsa perişan
olur. Bir zamanlar Almanya'da bütün imkânlar onların eline
verilmiş. Yani deve gibi Almanlar'ı arkasından çekmiş
çekmiş derken baş deve bir çırpmış tam üç milyonunu cayır
cayır yakmış. Yine o günleri bekliyorlar. Öyle bir şey
bekliyorlar. Onun için aklı başında olan Yahudiler
Telaviv'de bazen yürüyüş yaparlar. Bu zulümler bizim
başımıza bir belâ getirecek diye yürüyüş yapıyorlar. Yani
tarih boyunca ne zamanki zulüm etmişiz. Zulüm hat safhaya
varınca başımıza bir bela gelmiş, top yekûn imha edilmişiz,
yine de imha günleri bekliyor diyorlar.
Türkiye'de bazı arkadaşlarımız efendim ehli kitapla ilgili
âyet-i kerîme var diyorlar. Var doğru. Maide Sûresinde ehli
kitapla ilgili âyet-i kerimelerde, onların yediğinden
yiyebileceğimizi, yani yemeklerini yiyebileceğimizi,
kızlarını alabileceğimiz konusunda âyet-i kerîme var.
Gerçekten İncil'e ve Tevrat'a iman ediyorlarsa, yoksa öyle
sıradan bir Alman'm kızını almak olmaz. Soracağız,
Hıristiyan mı değil mi? Çünkü bir Alman, bir Hollandalı, bir
Belçikalı falan şu anda çoğunluğu ateist. İncil'e ve Tevrat'a
ve Hz. İsa'ya ve Hz. Musa'ya inanmıyorlar. Ama gerçekten
iman ediyoruz diyorlarsa evlenilebilir. Bu münâsebetleri
tamamına şamil kılamayız.
Rabbim bir başka âyet-i kerîmede 410[203] insanlar arasında
mü'minlere en fazla düşman Yahudiler'dir diyor. Burada da
dünya hayatına en hırslı olanı, müşriklerden de hırslı olanı
Yahudiler'dir.
Bir kısım kardeşlerimiz efendim işte komünistlere karşı
Amerika'yı tutmamız gerekir diye çok yazı yayınladılar. Ve
ondan sonra da hani Şah döneminde hiç yazı yaymlamazdı
İran aleyhinde. Şah döneminde hiç aleyhinde de yazı

410[203]
Maide 82.
yazılmazdı. Şah da Amerika'nın bir uşağıydı. Aleviyse yine
aleviydi. O zaman İran yine alevi'ydi, şii'ydi. Fakat
aleyhinde yazılmazdı. Ama ne zaman ki, Amerika'nın
köpeği öldürüldü. Vay siz misiniz Amerika'nın köpeğine taş
atan diye bizim sağcı yazarlar hâlâ bas bas bağırırlar.
Bundan sonra Cebrail'e karşı düşmanlıklarıyla ilgili yeni bir
bölüm başlıyor.411[204]

(97) Deki, "Herkim Cibril'e düşman ise, bilsin ki O,


kendinden öncekileri tasdik edici ve mü'minlere hidayet ve
müjde olanı Allah'ın izni ile senin kalbinin üzerine indirdi.
Cibril'e Türkçe'de Cebrail diyoruz. Burada Cibril diye
geçmiş. Kıraat-ı seb'a imamlarından bir kısmı Cebrail diye
okumuşlar bir kısmı da Cibril diye okumuşlar. Onların
okumasıyla değil îabiki. Bizim sevdiğimiz Efendimiz
(a.s.v.)'e hizmet veren Ashab, Peygamber Efendi-miz'den
öyle duymuş. Bir defasında Cibril diye okumuş. Öbür
defasında Cebrail diye okumuş. Mütevatir bir şekilde kıraat
imamlarımıza kadar gelmiş, imamlarımızdan bize kadar
nakledilerek ulaştırılmıştır. Ve halkımızın diline Cebrail
diye geçmiştir. Burada ise Cibril yani bu kıraatta Cibril.
Yoksa diğer kıraatların bir kısmında da Cebrail olarak
geçmiştir.
Cebrail (a.s.) ile Mikâil (a.s.)'a düşmanlık yapanların Allah'a
düşmanlık yapmış olduklarını bildirir bu âyet-i kerîme.
Deki, kim Cebrail'e düşman olursa, bilsin ki, Kur'ân-ı senin
kalbine O indirdi. Yani Kur'ân-i senin kalbine Cebrâii
indirdi, Allah'ın izni ile. Kendinden öncekileri de tasdik
etmek üzere indirdi. Yol göstermek üzere indirdi. Ve
mü'minlere müjdelemek üzere indirdi Yani dünyada devleti,
ahirette Cenneti mü'minlere müjdelemek ve onlara yol gös-
termek ve geçmiş kitapları tasdik etmek üzere Allah'ın izni

411[204]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/198-201.
ile senin kalbine kitabı O indirdi buyuruyor. Ve devam
ediyor. 412[205]

(98) "Her kim Allah'a, meleklerine, peygamberlerine,


Cibril'e ve Mikâil'e düşman olursa, şüphesiz Allah da
kâfirlerin düşmanıdır."
Burada bütün melekler adına meleklerden yalnız Cebrail ile
Mikâil'in ismi bize bildirilmiş, ama hadis-i şerifte
Peygamber Efendimiz (a.s.v.) da "kim bir Allah dostuna
düşmanlık yaparsa, Allah'a düşmanlık yapmış olur "diyor.
Buradan anladığımıza göre yalnız Cebrail ve Mikâil değil,
bütün peygamberlere veya meleklerden herhangi birine
düşmanlık yapan Allah'a düşmanlık yapmış olur. Çünkü
melekler ve Allah'ın peygamberleri
Allah'ın velileri ve Allah'ın dostlarıdır. Allah'ın dostlarına
düşmanlık yapmak, Allah (c.c.)'ya düşmanlık yapmak
gibidir.
Bu âyet-i kerîmenin sebeb-i nüzulünü anlatırlarken şöyle
diyor tefsir çilerimiz:
Peygamberimiz Efendimiz (a.s.v.)'e, Yahudilerin ileri
gelenlerinden biri veya birkaçı geldiler ve bazı sorular
sordular. Bu sorulardan bir tanesi de "Peki sana vahiy
getiren meleğin adı nedir?" Peygamberimiz:"Ceb-rail
"deyince "biz Sana iman etmeyiz. Çünkü Cebrail bizim ezeli
düşma-mmızdır. Çünkü Cebrail zelzeleleri, felaketleri
meydana getirendir. Ve bir çok kavmin helak olmasına
sebep olan da O'dur. Onun için biz O'nu sevmiyoruz. Veya
O Cebrail Allah'ın bu vahyini bize getirmesi gerekirken
Sana getirmiştir. Ondan dolayı biz O'na düşmanız. Eğer
Sana vahyi Mikâil getirmiş olsaydı biz o zaman Sana iman
ederdik ."diyerek ipe un serme tarafına gitmişlerdir.
Halbuki melekler âyet-i kerîmede ifade edildiği gibi;

412[205]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/201-202.
"Allah'a hiç bir şekilde isyan etmezler. Ve emrolunanı
yaparlar." 413[206]
Emredilen bir işi yapan bir adama düşmanlık yapmak,
emredene yapmak demektir. Hani bugünkü insanların
kurduğu kanunlarda bile bu uygulanmaktadır. Yani
Kur'ân'm ve sünnetin bu metodu uygulanmaktadır. Amirin
emrini yerine getiren kişiye karşı gelmek, amire karşı
gelmek olarak değerlendirilir.
Cebrail'in getirdiğine karşı gelmek, Cebrail'le o emri
gönderen Allah (c.c.)'ya karşı gelmek gibidir.
Günümüzde bunun, yani bu Yahudilerin yaptığını bir kısım
insanlarımız şöyle yaparlar. "Efendim işte filan yerdeki
insanlara revamı idi bu. Bu deprem, bu bela, bu musibet, yer
kayması veya ateşin fışkırması, lavların oradan kaynaması,
Allah kahretsin bunu yapanı" gibi sözler Yahudiler'in
Cebrail'e düşman olmasından farksız bir şeydir. Ona gerekli
olan tedbir almaktır. Yani onun görevi tedbirini almaktır.
Orada lav'ın patlıya-cağını ilmî araştırmalarla bilmelidir. Ve
ona göre tedbirini almalıdır.
Kaygan yerlerde kurulacak evlerin nasıl yapılacağını
ayarlamalı ona göre hesabım yapmalı ve öylece yerleşim
yerlerini tesbit etmelidir. Yoksa Allah (c.c.)'nün tabiata
koyduğu kanunlar vardır. Ve o kanunları da icra eden
görevli melekleri vardır. O melekler de emredileni yaparlar.
O emredileni yapan meleklere düşmanlık yapmak, emri
veren Allah (c.c.)'e düşmanlık yapmaktır ki, o takdirde
Allah (c.c.) de onlar için düşmandır. Tarih boyunca Allah'a
düşmanlık yapanların hepsi helak olmuş gitmiş. Allah (c.c.)
ise bakidir. İlâ nihaye baki olarak da kalacaktır. 414[207]

(99) "Andolsun biz sana apaçık âyetier indirdik. Bunlara


fasık-lardan başkası küfretmez."
413[206]
Tahrim: 6.
414[207]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/202-204.
Biz apaçık âyetler indirdik. Ayetler derken mucizeler de
kasdedil-miştir. Allah (c.c.)'nün Kur'ân-ı Kerîm'inde ki 6000
küsur âyet-i kerîme de kasdeüilir. Ayet, bir şeyin varlığına
işaret eden, doğruluğuna işaret eden vesika demektir. Yani
Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'ın peygamberliğini
doğrulayan bu âyetler veya mucizeler Allah (c.c.) tarafından
indirilmiş. Onu ancak fasıklar inkâr eder diyor Rabbim.
Fasık, fısk doğru yoldan dışarıya sapma, haddi aşma olarak
tefsir edilmiş. Yani Allah (c.c.)'ın Çizdiği bir sınır var. Bu
sınırı dışarı çıkmaya fısk hareketi deniliyor. Çıkana da fasık
deniyor.
Facirle fasıkın arasındaki fark ise; facir de açıkdan dışarıya
çıkan mânâsına geliyor. Şeddi yani dinimin koymuş olduğu
sınırı parçalayıp çıkan mânâsına geliyor. Fakat ikisinin
arasındaki ince fark demişler, birisi haddi aşar, Kur'ân'a ve
sünnete karşı gelir ama bunu sessizce yapar. Facir ise bunu
ayrıca ilan da eder. Facirle fasıkın arasındaki fark budur
demişler. Allah'ın âyetlerini ancak fasık olanlar inkâr ederler
diyor Allah (c.c.)..
Günümüzde de Allah'ın âyetlerini inkâr edenler fasıklardır.
Bu.fasıklar iki türlüdür. Yani Kur'ân-ı Kerîm'deki
kullanılışı, hadis-i şeriflerdeki kullanılışı da iki türlüdür.
Allah'a, Rasûlüne, meleklerine, kitaplarının hepsine,
Kur'ân'a ve Kur'ân'm bütün âyetlerine iman ettiği halde,
AHari'ın haram kıldığı bir şeyi gönlü istemiyerek de olsa
yapan bir kişi gene sının aşmış oluyor. Ve bu adam
günahkâr oluyor. Ama buradaki fasık ise kâfir anlamındadır.
Bu âyet-i kerîmeleri ancak fasık kişiler inkâr ederler derken
bu fasık aynı zamanda kâfir insandır da. 415[208]

(100) "Ne zaman bir söz vermişlerse işlerinden bir güruh


onu atıp bozuvermedi mi? Hayır onların çoğu iman

415[208]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/204-205.
etmezler." 416[209]

(101) Onlara ne zaman yanîarmdâkini tasdik etmek üzere


Allah katından bir peygamber gelse kitap verilenlerden bir
güruh sanki hiç bilmiyorlarmış gibi Allah'ın kitabını
arkalarına attılar."
Ne zaman ki onlara Allah katından bir peygamber
geldiğinde o peygamber ki onların yanmdakini doğrulamak
üzere gelmiş, yani Peygamber Efendimiz (a.s.v.) geliyor.
Kur'ân-ı Kerîm'i getiriyor. O Kur'ân-ı Kerîm'de Tevrat hak
kitaptır. Allah (c.c.) tarafından indirilmiştir, Musa (a.s.) da
Allah'ın peygamberidir. İsa (a.s-.) da Allah'ın peygamberidir
diye onların elinde olanları doğruluyor. Ne zaman ki,
Rabbim katından onların yanındakileri doğrulayan bir
peygamber ve kitap gelirse, o kendilerine kitap
verilenlerden bir kısmı O'nu atıveriyor. Allah'ın kitabım
elleriyle arkalarına atıveriyorlar. Sanki hiç bilmiyorlarmış
gibi oluyorlar.
Yani kitap hakkında hiç bilgileri yokmuş, kendilerine kitap
verilmemiş gibi, Allah'ın kitabım elleriyle arkalarına
atıyorlar. Bu âyet-i kerîmede Yahudiler ve Hıristiyanlar'dan
bahsediliyor ama, bu işi yapan günümüzdeki insanlarda aynı
katagoriye dahil oluyorlar.
Günümüzde de bir kısım insanlar, Allah'ın kitabım elleriyle
arkalarına alıvermişlerdir. Bir zamanlar bu milletin elinde
okunmakta ve de amel edilmekte olan bu kitap belirli
insanların etkisi ve yetkili elleriyle insanların arkasına
atüıvermiş. Atüıverince toplumlar kitapsız kalır mı? Hayatta
kitapsız bir toplum hiç olmamıştır. Mutlaka bir kitap
bulmuşlardır.
Hani Hindistan'da insanlar ineğe tapınışlardır. Japonya'daki
insanlar Güneşe tapınışlardır. Hindistan'da Tibet'in oralarda

416[209]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/205.
bir kısım insanlar da fareye tapınışlardır. Amerika'da her
şeyi inkâr ediyoruz diyen bu günlerde gazetelerde de
gündeme gelenler şeytana tapmaya başlamışlardır. Hatta
şeytana tapanların Türkiye'de de bir grup oluşturdukları
gazetelerde haber olarak veriliyor.
İnsanlar ibadet ettikleri bir yeri mutlak surette buluyorlar.
Okuyacakları kitabı da mutlak surette buluyorlar. Yani
Allah'ın kitabını okuyamaz-larsa onu elleriyle arkaya
atarlarsa, elleriyle önlerine alacakları bir kitabı ya
buluyorlar veya kendilerine veriliyor. Allah (c.c.) da buna
işareten diyor ki, Onlar Allah'ın kitabını arkalarına
417[210]
atıverdiler de;

(102) "Onlar şeytanların duklanna uydular. Halbuki


Süleyman küfretmedi, ancak şeytanlar küfrettiler. Onlar
insanlara sihri ve Babil'deki Harut ve Marut adlı iki meleğe
indirileni öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek "Biz ancak
fitneyiz sakın küfretme" demeden hiç kimseye
öğrctmezlerdi. O ikisinden karı ile koca arasını açacak
şeyleri öğreniyorlardı. Halbuki Allah'ın izni olmadan
kimseye zarar veremezlerdi. Onlara fayda ve zarar
vermeyen şeyleri öğreniyorlardı. Andolsun onlar onu (sihri)
satın alanın ahirette hiç bir nasibi olmadığını biliyorlardı.
Nefisleri karşılığında satın aldıkları şeyin ne kadar kötü
olduğunu keşke bir bilselerdi."
Süleymanın mülkü üzerine kurdurmuş olduğu şeyleri
okumaya ve anlatmaya başladılar, ona tabi oldular.
Şeytanların Süleyman'ın mülkü üzerine okuduklarına tabi
oldular. Burada Şeytandan kasıt bir bizim gerçekten Şeytan
dediğimiz insanlar, bir de insanların şeytanları vardır. Hani;
Nas sûresinde "Cinden olan ve insanlardan olan Şeytanların
da şerrinden Allah'a sığınırım" diyoruz ya.

417[210]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/205-206.
İnsanların Şeytanlarının da Süleyman (a.s.)'a izafe ederek
uydurdukları bir kitap var. Bu sefer ona uyuverdiler diyor.
Allah'ın kitabı Tevrat'ı attılar. Bu sefer insan ve Şeytanların
uydurmuş oldukları kitaba tabi oldular diyor Allah (c.c)
günümüzde de Allah'ın kitabı olan Kurân-ı Kerîm
atılıverince, insanların ellerine başka kitaplar, Batı'dan
terceme edilerek ellerine sunulu verdi. Bundan sonra
hayatınızı buna göre tanzim edeceksiniz, buna uyacaksınız.
Buna uymayan insanlar cezalandırılacaktır. Kur'ân'ı
okuyanlar da yine aynen cezalandırılacaktır diye de bazı
kanunlar getiriverdiler.
Halbuki Süleyman kâfir değildi. Yani getirilen kanunlar
getirilen kitaplar kâfirce Süleyman adına uydurulmuş
kitaplar. hatta Süleyman (a.s.) da böyle yapıyor idi denilen
kitaplar küfrü gerektiriyor. Halbuki Süleyman kâfir değildi
diyor Allah (c.c.) Süleyman (a.s.) çeşitli âyet-i kerîmelerde
özellikle Nemi Sûresinde de bildirildiğine göre, bir
peygamberdir. Ve peygamberin vefatından sonra o kitap
ellerinden atılıyor've insanların ve Şeytanların uydurduğuna
tabi olmaya başlıyorlar. Fakat kendilerinin bir kökleri
olmayınca, dayanakları olmayınca, dayanak olarak yine bir
peygamberi arıyorlar dikkat edin.
Hani günümüzde de öyledir. Günümüzde de kökü olmayan
insanlar, tarihten kendilerine bîr kök arama tarafına
gidiyorlar. Efendim bu tür kanunları Osmanlı sultanları da
yapmıştı diyorlar. Yani Kur'ân'a muhalif, sünnete muhalif
kanunları Osmanlı sultanları da yapmıştı. Osmanlı sulta-
nının böyle yapmış olması bir işin meşruluğunu göstermez.
Kaldı ki, bu iddia da sağlam bir iddia değil. Yani onların
böyle yaptığı konusunda getirilen deliller de sağlam değil
yani. Ben de derim ki, Osmanlı sultanları böyle yapmamıştı.
Günümüzdeki insanlar kendi yaptıklarının bir dayanağını
geçmişten arama ihtiyacmdaiar.
Günümüzde de bu konuda epeyce kitap yazılmıştır. O gün
içinde Allah'ın kitabım atan ve Şeytan gibi insanların
yaptığına tabi olanlar da bu Süleyman'ın yaptığı şeylerdir.
Hani biz kendiliğimizden uydurmadık, Süleyman (a.s.)
böyle yapıyordu diyorlar. Diyorlar ama Rabbirri bunu red-
dediyor.
Süleyman kâfir değildi ama Şeytanlar onu inkâr ettiler, kâfir
oldular. O Şeytanlar, insanlara sihri öğretiyorlar.
Bu âyet-i kerîme ile âlimlerimiz çok meşgul olmuşlar.
Sihirle ilgili Kur'ân-ı Kerîm'de en teferruatlı âyet budur. Bu
Bakara sûresinin 101. âyet-i kerîmesidir. Ve sihirle ilgili
bilgileri ancak bu âyet-i kerîmenin tefsirinde bulursunuz.
Türkçe yazılmış tefsirlerde en geniş bilgiyi veren de Elmahlı
merhumdur. Elmalık merhum da kendiliğinden vermemiş
onu. Fahreddîni Razi'nin Tefsir-i Kebîrinden aynen terceme
etmiş. Zaten bu konuda geniş biîgi vermede öncülüğü yapan
Fahreddîni Razi'dir. Hepsinden Önce bu eserini yazmış
olması nedeniyle kendisinden sonra gelenlere öncülük
yapmış. İbn-i Kesir fde ondan nakiller vermiş, Elmahlı
merhum da ondan nakiller vermiş. Bütün tefsir kitapları
ondan nakiller vermiş. Tabiî bunların içerisinde bir kısmı da
İsrail oğullarının uydurduklarını da nakletmişlerdir. Fakat
halkımız genelde nedense uydurma olanlara fazla rağbet
ettiğinden, halkımızın dilinde bu Harutla Mârut diyebilinen
iki meleğin hikayesi ki uydurma bir hikayedir,yaygındır.
Uydurma hikaye olduğu için ben burada anlatmıyacağım.
Çünkü zihinlerinize uydurması da olsa yerleşmesini
istemiyorum.
Fakat âyet-i kerîmeleri dil açısından değerlendirerek şöyle
mânâ vermişler bir kısmı.
"Süleyman'ın mülkü üzerine Şeytanların uydurduklarına tabi
oldular. Daha Babil'de Barut ile Marut üzerine indirilenlere
de tabi oldular" diyerek yukarıya atıf yapmışlar. Ona göre
bir şeytanların uydurduklarına tabi oluyorlar, bir de Harut
ile Marut isimli iki meleğe indirilene tabi oldular mânâsı
çıkar.
Onlar da yani Harut ile Marut "bu'bizim size Öğrettiğimiz
şey bir imtihandır. Sakın bunlar sebebiyle kâfir olmayın"
demedikçe onlara o sihri öğretmiyorlardı.
.
Yani bu âyetten anladığımıza göre Harut ile Marut isimli iki
melek, o Benî İsrail'den insanlara sihir öğretiyorlardı. Ama
diyorlardı ki, bu sihir insanları küfre götürür. Bu bir
imtihandır. Sakin ha bunu yapmayın diyorlardı. Karate
hocasının "Bu bir spordur. Bununla adam da öldürülür ama
size adarn öldürmek için değil, savunma ve spor için
öğretiyorum" dediği gibi.
Bu iki melekten kişi ile hanımının arasını açmanın yollarını
öğreniyorlardı.
Ama Rabbim diyorki, Onunla Allah'ın izni olmadan hiçbir
kimseye onlar zarar veremezler.
Buradan anladığımıza göre 1. sihirle meşgul olanlar genelde
Şeytanlar. Ve sihri mubah görenler kâfirlerdir. Bizim
mezhep imamlarımız Ahmet b. Hanbel, İmam-ı Malik,
İmam Ebu Hanife ve İmam-ı Safı hazretleri de ittifakla Sihri
öğrenmek gayesiyle yani şerrinden emin olayım diye
öğrenmek için okuyan kâfir olmaz. Ancak bu sihri yapayım,
kullanayım diye sihiri öğrenen kişi ve yapan kişi kâfir olur
demişler. Ve hemen hemen dördü de ittifakla sihirbazın,
sihirbaz deyince şu meydanlarda, sahnelerde oyun gösteren
insan değil. Böyle kankocanın arasını açmak isteyen,
insanları öldürmeye yönelten, insanları hasta yapmak için
uğraşan kişilerin öldürülmesine fetva vermişlerdir. Yani
İslâmî bir devlet olsa böylesine sihir yaparak insanlara zarar
vermek için uğraşan insanlara evvela tevbeyi teklif eder, bu
işten vazgeçmesini teklif eder. Eğer bundan vazgeçmeyip
yolunda devam etmeğe ısrar edecek olursa nerede ise dört
mezhep imamıda ittifakla derler ki, bu adam kâfirdir. Çünkü
âyet-i kerîmede yani bu 101. âyet-i kerîmede geçer.
Bir de; Ayet-i kerîmeden bu işi yapanların kâfir olduklarına
hükmetmişler, mü'minken kâfir olan kişi mürted
olacağından bu kişinin öldürülmesine de dört imanı ittifakla
karar vermişlerdir.
Bu âyet-i kerîmelerin tefsirinde biraz önce de dediğim gibi
Fahreddi-ni Razı diyor ki, sihrin çeşitleri vardır.
1) Göz bağcılığı. Göz bağcılığı ki, günümüzdeki
sihirbazların yaptığıdır. Bir oyun için eğlendirmek için
yapılacak olursa bu günah değildir. Hani çıkıyorlar belirli
işler yapıyorlar. Milleti eğlendirmek için, kimseye zarar
vermiyorlar ama el çabukluğu marifet deyip bazı şeyler
beceriyor. El çabukluğuyla doğruyu yanlış, yanlışı doğru
gösterme hareketi. Bu bir sihirdir. Bunu yapana sihirbaz
diyoruz. Bu hakikatte öyle değil ama bu adam bizim
dikkatimizi bu tarafa çekiyor da, bu tarafta iş yapıyor. El ça-
bukluğuyla bu işi yapıyor, beceriyor. Onunki aslında beyazı
siyah, siyahı beyaz yapma olayı değil, gösterme olayıdır.
Bunun hakikati yok. ancak aldatmaca var. Göz aldatmacası
var.
2) Yiyecek ye içecek maddeleri vermek suretiyle insan
vücudu üzerinde meydana getirilen etki. Mesela afyonu
veriyorsunuz. Şuurunu uyuf-turduktan sonra insan hayal
görüyor. Olmayan'şeyleri görüyor. Kendine göre bir Cennet
meydana getiriyor. Onun içinde geziniyor. Yani kendine
göre bir Cennetin içerisinde dolaşıp duruyor. Böylesine
insan şuurunun etkilenmesi söz konusu.
Hani Peygamber Efendimiz (a.s.v.) göz' haktır demiş. Yani
nazar haktır demiş. Bu da aslında insan vücudundaki
enerjinin karşı taraf üzerinde meydana getirdiği etkidir. İşte
yasaklanan sihire burası giriyor. Kişinin kendi vücudunda
mevcut olan enerjiyle karşı taraf üzerinde zarar meydana
getirmesi bu da sihirlerden bir sihirdir. Efendimiz (a.s.v.):
Sözde de sihir vardır diyor. Hani bir insan geliyor.
İnsanların karşısına geçiyor. Öyle bir hararetli konuşma
yapıyor ki, babayı kendisine çekiyor, oğlu başka tarafta
kalıyor.
Türkiye'deki siyasilerin yaptığı bu. Söz sihri ile karı ile
kocanın arasını açabiliyorlar. Oğulla babanın arasını
açabiliyorlar Birisi bir partiye gidiyor. Birisi bir partiye
gidiyor. Bu sefer evde de çıngar çıkıyor. Bunu sağlayan
nedir? Onların dillerindeki sihirdir. O insanların gönüllerini
kendilerine doğru çekebilmişlerdir.
Göz de insanlar üzerinde etkilidir. Hatta Batı'da denemeler
olmuştur. Büyük bir yılanı aç bırakıyorlar. Yılanın açlık
derecesine göre de tesir sahası azalıp çoğalıyormuş. Karnı
tokken beş metreden ileriyi pek tutamıyor. Normal bir
açlığa geldimi yirmi metreden tavşanı tutabiiiyor. Yani
şöyle baktımı tavşan hareket edemez hale geliyor. Ama
iyice aç bırakıyorlar. Bu defa dermansız kalınca yine beş
metrenin içerisinde tutabiliyor. Yani çok tokken de
tutamıyor. Çok açken de tutamıyor. Ama normal açlığında
belirli mesafe içinde onu tutuyor.
Aynen Öyle insanoğlu da kendi bünyesi içindeki mevcut
enerjisiyle karşı taraf üzerinde etki meydana getiriyor. Onun
için Peygamber Efendimiz "Nazar haktır" demiş. Gerçekten
nazarın hak olduğunu kendi hayatımızda da görürüz bazen.
Hani genelde insanlar eşlerini gözleriyle gördükten sonra
severler. Gözler bakışır. Daha sonra gönüllerinde birşeyler
meydana gelir. Arada hiçbir şey yok. Uzak bir mesafeden
hanımınıza baktınız. O da size baktı ve evlenmeye karar
verdiniz,, dünürcüler gönderdiniz. Böylelikle bir sevgi
meydana geliverdi. Yani bakışlar, gönüllere sevginin
yerleşmesine sebep oluyor. Bir göz tâ uzaktaki bir göze
bakıyor. Ve gönlüne sevgisini yerleştiriyor.. İşte bu insanın
öbür insanın gönlünde etki meydana getirmesi de bunlardan
biridir.
3) Bir de insanın kendi dışında bazı ruhani yaratıklardan da
yararlanarak sihir yapmasıdır demişler ki, cinler ve
Şeytanlarla temas kurarak, insanlar üzerinde bir etki
meydana getirmesi olabilir denilmiş. Yani bizim bu âyet-i
kerîmenin tefsirini yapan âlimlerimiz genellikle sünni
âlimlerimiz, insanın cinler ve şeytanlarla temas kurarak bîr
başkası üzerinde bir zarar meydana getirmesi mümkündür
diyorlar. Allah'ın izni dahilinde yalnız. Çünkü âyet-i kerîme;
Allah'ın izni olmadan onlar hiçbir kimseye zarar vermezler.
Allah'ın izni olduğu takdirde onlar sebep olurlar. Nasıl ki
biz normalinde yemeğimizi yerken vücudumuza zarar
vermezler. Ama uyutucu bir ilaç alacak olursak o bizim
vücudumuza girince o bizi uyutuyor. Aynı şekilde hani
burada ne yapıyor insan? Allah'ın yarattığı bir ottan
yararlanıyor. Ve insanı uyutuyor. Öbür tarafta da yine
Allah'ın yarattığı bir cinden veya Şeytandan yararlanıyor.
Ve insan üzerinde etki meydana getiriyor. Yani afyonun,
esrarın insan üzerindeki etkisine inanıyoruz. Bir. insan
alıyor, yutturuyor, tesir meydana geliyor. Öbür tarafta da
cinden veya Şeytandan yararlanmak suretiyle etki meydana
gelir. Bir de kendisinden çıkardığı bir enerjiyle karşı tarafa
etki meydana getirebilir demiş sünni âlimlerimiz.
Ama Mutezile'den bir kısım insan sihrin insan üzerinde
zararı olmayacağını iddia etmişler. Felak ve Nas surelerinin
tefsirinde de Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'a sahih
senetlerle, yani Buhari ve Müslim'in verdiği haberle sihir
yaptıkları haber veriliyor bize. Mutezile bu hadisleri de
inkâr ediyor. Bu hadisler uydurmadır. Sonradan
uydurulmuştur. Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'a sihir
yapılmamıştır. Ve insanlar da insanlara sihir yaparak onların
bedenlerine zarar veremezler diyorlar.
Ama âlimlerimiz hem bu âyet-i kerîmeyi delil getirerek,
hem de Felâk ve Nas sûrelerinin tefsirinde verilen sahih
hadisleri delil getirerek zarar verilebileceğini ve tabiî
olaylardan da misaller getirerek, nasıl ki, afyon Allah'ın
yarattığıdır insana zarar veriyor. Esrar Allah'ın yarattığıdır
insana zarar veriyor. Allah'ın yarattığı diğer yaratıklar da
Rabbimin izni dahilin de manevî güçleriyle insana zarar
verebilirler. Rabbimin izni olmayınca onlar da zarar
veremiyorlar. Peygamber Efendimiz'e de Hayber seferinde
zehirli koyun yedirmişlerdir ama, Peygamber Efendimiz
(a.s.v.)'a zarar vermemiştir. Bir defasında Halit b. Velid
yutmuştur verdikleri zehiri. Ve şiddetli bir terleme ile
çıkarıv ermiş tir. Yani zarar vermediği olur. Fakat genellikle
zarar verdiğinden Allah'ın izni varsa ölürüm yoksa ölmem
deyipte yutacak olursa intihar etmiş olur. Yani biz böyle bir
denemeye girersek intihar etmiş günahını almış oluruz.
4- Bir de teknikten yararlanarak yapılan sihirler vardır.
Günümüzdeki sihirbazların çoğu bu tekniklerden
yararlanıveriyor. Hani yarısına kadar su dolu bir bardağa
düz bir çubuğu soksanız, tam suyla boşluğun birleştiği yerde
çubuk kırık görülür. Bu olayı hiç bilmeyen bir adamın önü-
ne sihirbaz çıksa da dese ki bak bu düz olan çubuğu bu
suyun içerisinde kıracağım ve gerçekten bakarsınız o
boşlukla suyun kesiştiği yerde çubuk kırık görülür.
Çıkarırsınız düz, içeri sokarsınız kırık görülür. Bu tür teknik
olaylardan yararlanarak sihirbazlık da yapılmıştır. Geçmişte
yapılmış. Günümüzde elektronikten yararlanarak daha cazip
şeyler yapılıyor.
Harun Reşit zamanında birisi demiş ki, ben peygamberim.
Mucize göster demişler. Bak şu taşı suyun içine atarsam
orayı kaynatır demiş. Atmış ve kaynatmış. Kireç taşını
bilmiyorlardı o gün için oradaki insanlar.
Kireç taşını suya atarsan orayı kaynatır ya. Onun elindeki de
kireç ta-şıymış o kireç taşıyla da suyu kaynatmış.
Günümüzde kan-koca arasını açmaya çalışan sihirle meşgul
olan insanlara bir kere iyi gözle bakmıyacağız. Ve hiç biri
hoca değildir. Ben mümkün mertebe İstanbul içinde, dışında
yolumun uğradığı varabildiğim yerdeki bu tür insanlarla
hemen hemen tanıştım, hiç biri hoca değildi. Bir çoğu yeni
yazıyla latin alfabesini de bilmez. Bir çoğu da Kur'ân
okumasını bilmez. Rasgele çizgilerle insanları aldatıyor.
5- Fahreddîni Razi: "Sihrin bir çeşidi de daha ziyade geri
zekalı insanlar üzerinde etkili olur" diyor. Derler ki, "İsm-i
Azam'ı yazacağım buraya. Ve bu İsm-i Âzam'ı-ancak
üzerinde taşıdığın müddetçe şöyle şöyle olacak, böyle böyle
olacak. Ve sen de şunları yapacaksın. Yapmazsan
çarpılırsın" der. Bu sefer adam onun etkisinde kalarak o
işleri yapar. Yani biraz daha geri zekalı insanlar üzerinde
etkisi olur mu? olur. Günlük hayatımızda da bunların
benzeri görülüyor. Halkımız buna güzel bir kelime bulmuş.
Veren de değil, alanda derler. Yani sihrini yazılıp kendisine
alanda, asıl mesele verende değil derler. Hani adam çok
etkili ve yetkili bir sihirbaza gitmiş muska yazdırmış.
"Sıtma bu iti tutma, tutarsan da titretme demiş." Ve
hakikaten de adama faydası olmuş. Yani doktorların da
insana moral vererek tedavi etme yönü vardır. Bir taraftan
ilaçla tedavi ediyorlar. Bir taraftanda moral veriyorlar. İyi
oldun diyorlar. İyi olacaksın diyorlar. Hemen yarın seni
taburcu edeceğiz, biraz yemen lazım filan diyorlar.
Böylelikle kişide iyi olacağı kanaati hasıl olursa bütün hüc-
releri faliyete geçiyor. Zaten doktorun istediği de o. Bütün
hücreler falıyete geçince de hastanın tedavi olmasına
yardımcı oluyor. Ben iyi olmam artık. Ben gittim artık derse
boynuyla beraber bütün hücreler de boynunu bükermiş.
Aktif duruma geçmiyor. Bu sefer hastalık galip geliyor. Bu
adamın da yaptığı o. Yani bu nüsha ile seni sıtmaya karşı
koruyacağım. Çok tesirli bir dua yazdım. İsm-i Âzam duası
yazdım diyor. Ve adam da onun etkisi altında kalarak ona
güveniyor. Faydası olur mu? Böylelikle faydası olur.
Aslında Müslüman kendi kendisine moral vermiş olsa Al-
lah'ın verdiği bu hastalığı yeneceğim ben dese ve gerekli
ilaçlarını da kullanmış olsa, bu adam bu hastalığından
kurtulur. Ve Rabbim de bize sığınılacak en güzel Felak ve
Nas sûrelerini indirmiştir.
Peygamber Efendimiz (a.s.v.) da, bunları okuyarak
kurtulmuştur. Onun için hiç bir insan size "Felak ve Nâs"
sûrelerinden daha etkili bir nüsha yazamaz, bunu biliniz.
Filan hoca çok derin!!!. Bir hoca efendi; bu derin hocaların
hepsini gezdim diyor. Sordum, adamların bütün derinliği
surdan geliyor: Gencin biri gidiyor yâ hocam cünüp
olmuşum yıkanamadım. Bir gün üzerinden geçti. Vay dedi
diyor. Bastonunu çekti. Üzerine yürüdü. Halbuki derin hoca
çaresini söyleyen hocadır. Değnek çeken hoca değil.
Genelde değnek çeken hocalardır, derin olarak kabul
edilenler. Çaresini söyliyen hocalar değil.
Onlar kesinlikle bildiler ki, muhakkak Midiler ki, onu satın
alanların ahirette hiç bir nasibi yoktur. Kendilerine ne kötü
şeyi satın almışlar. Eğer bilmiş olsalar.
Yani Kur"ân,ı, Tevrat'ı, İncil'i veriyorlar, atıyorlar. Onun
karşılığında insanların ve şeytanların uydurduğunu alıyorlar.
Allah (c.c.) diyor ki, onların o satın aldıklarından ahirette
hiçbir nasipleri yoktur. Yani Allah'ın kitabını verip
karşılığında insanın ve Şeytanın uydurduklarını almaların-
dan ahirette bir nasipleri, paylan yok. Onlar ne kötü şeyi
değiştirdiler satın aldılar. Yahudiler ve Hıristiyanlar için
söylenen bu âyet-i kerîme günümüzde de aynen geçerlidir.
Yani Allah'ın kitabı Kur'ân-ı Kerîm'i arkaya atıp, onun
yerine başka kitap almakla ne kötü şeyi satiri'aldıklarını bir
bilselerdi. Keşke onu bilselerdi diyor Allah (c.c).
Biz bunları okuduktan sonra bilmeye çalışıyoruz. Bilmeye
çalışmak demek, bilgi olarak hafızada tutmak demek değil.
Birşey biliyoruz; kitabı arkaya atmışız, elimize başka kitap
vermişler. Yapılacak iş, arkadan kitabı alıp Öne koymak,
elimize verileni de arkaya atıvermek. Kurtuluş ta burdan
oluyor. Yani "bilmek amel etmek demektir" demişler. Yani
biz bileceğiz. Rabbim keşke bilselerdi diyor. Peki bildik Yâ
Rabbi, Öyleyse ne yapacağız? Kur'ân'ı Önümüze alacağız!
Kur'ân yerine bize verilen kitabı arka tarafa
atıvereceğiz. 418[211]

(103) "Eğer onlar iman edip sakınmış olsalardı. Allah


katındaki sevap daha hayırlı olurdu. Keşke bunu bilselerdi."
Bundan sonra gelen 104. âyet-i kerîmede Allah (c.c),
konuşma üslubumuza da dikkat etmemizi istiyor. Yukarda
geçmişti. "İnsanlara güzel konuşunuz, güzel muamele
ediniz" demişti. Burada da güzel konuşurken kelimelerin
seçilmesine dikkat etmemizi ister: 419[212]

(104) "Ey iman edenler, (kötü mânâya çekilebilen) "Râinâ"


demeyin de (Bizi gözet gibi tek mânâya gelebilen) Ünzurnâ
deyin. Ve dinleyin. Kâfirler için acıklı bir azap vardır."
Şimdi Râina Arabın dilinde çoban mânâsına geliyor. Veya
gözeten mânâsına geliyor. Çoban da zaten sürüsünü
gözettiği için Râi deniliyor. Efendimiz; "Hepiniz
gözeticisiniz, yöneticisiniz. Hepiniz tobanızdan yani
gözettiğinizden sorumlusunuz" buyuruyor.
Aslında Râina kelimesinin ana mânâsı gözetmek, yönetmek
mânâsına geliyor. Hepiniz yönetici ve gözeticisiniz. Ve
gözettiğinizden, yönettiğinizden sorumlusunuz diyor.
Yani Peygamberimiz Efendimiz (a.s.v.), bir İslam
toplumunda her ferdin diğerini gözetlediği ve yönettiğine
herkesin birbiri hakkında sorumlu olduğuna işaret ediyor.
Baba oğlundan, oğul babadan. Ana kızından, kızı anasından.
Koca karısından, kan kocasından, komşu komşusundan.
Mahalleler, mahallerden hepsi birbirinin yöneticisi ve
gözeticisidir. Hani şöyle diyelim. Önde giden insanın başına
bir bela gelecek olsa siz arkada yürüyensiniz onu
koruyacaksınız. Yani hepimiz topyekün birbirimizin
koruyucusu ve gözeticisiyiz.
418[211]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/206-215.
419[212]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/215.
Bugünkü toplumda ise herkes ferdî hareket ediyor. Kimse
kimseye karışmayacaktır çünkü polis var. Ama vatandaş iyi
bulmuş. "Olur böyle vak'alar, Türk polisi yakalar" diyor.
Olay olduktan sonra, vatandaş öldükten sonra, adam telefon
ediyor öldürülmekle karşı karşıyayım, beni
öldürecekler."Valla Öldürmeden müdahale edemeyiz" diye.
cevap geliyor. Polis de her telefon edene gelecek olursak
Halimiz ne olur diyor Aslında o da doğru. Yani bir
karakolda beş on tane adam var., Bir mahallede ise beş bin
on bin tane adam var. Biz öldürdükten sonra geliriz diyor.
Ama dinim aynı mahalledeki bu insanlar birbirlerinin
koruyucusu ve gözetleyicisidir diyor. Onun içindir ki, İslâm
Hukuku bir mahallede bir insan Öldürülse, faili de meçhul
olsa, en yakın elli tane aileyi o işte sorumlu tutuyor ve
diyetini ödetiyor. Yani maddî, bedenî ceza vermiyor ama
diyetini de ödetiyor. Niye siz mahallenize sahip değilsiniz
anlamını taşır bu.
Burada Yahudiler Peygamber Efendimiz'e geliyorlar Râina
diyorlar.Hani Türkçe'de de diyoruz ya, çok lastikli bir
kelime o yana çeksen de olur, bu yana çeksen de olur.
Yahudiler'in bu kullandığı kelime de lastikli bir kelime.
Aslında şöyle anlaşılırsa doğrudur. Râina bize de bak, bizi
de gözet Yâ Resûlallah anlamında olursa doğrudur. Ama
onların kendi dillerinde hakaret mânâsı taşıyan bir kelimedir
bu aynı zamanda.. Yahudi dilinde ayrıca hakaret ifade eden
bir kelimedir.
Onun için Allah (c.c.) Râina demeyin Ünzurna deyin. Bu
kelimeyi mü'minler diyor. Yâ Rasûiallah bize de bak, bizi
de gözet. Yani konuşurken ağır ağır konuşulursa daha iyi
anlarız. Ayetleri bize verirken ağır ağır verirsen biz anlarız.
Veya maddî manevî her ne ise bizi de gözet deyiniz. Yani
lastikli kelime kullanmayınız diyor. Allah
Günümüzde de buna çok ihtiyacımız var. Mesela bir hoca
efendinin aleyhinde yazı yazılıyor. Bakıyorum, aslında hoca
efendinin niyeti kötü değil. Ama kullandığı kelime hoş
değil. Bir yerde konuşmuş veya bir dergide bir gazetede
yazısı yayınlanmış. Söylediği sözün mânâsı doğru. Fakat
kullandığı söz adamın yanlış anlamasına da müsait. Onun
içindir ki, onların yanlış anlamasına müsait kelimeler
kullanmamaya dikkat edeceğiz Bu Mevlana'mn şiirlerinde
çok vardır. Onun içindir ki, imansızlar daha çok istismar
ediyorlar. Aşkı ilahiyi anlatacak, şarapla anlatır. Süt ile
anlatsan oîmazmıydı yani. Ve orada adam şarap kullandı
diye, Mevlana festivalinde gelip şarap içiyorlar, Onun
ruhuna.
Aslında Mevlana'mn kasdı öyle değil. Hani bunlardan
öncelbnü'l-Farid diye bir zat gelmiş demiş ki, biz üzüm
çubuğu nazil olmadan şarabı içtik ve sarhoş olduk. Yani biz
Elestü Birabbiküm hitabıyla sarhoşuz diyor. Yani şarabın ve
sarhoşluğun ne demek olduğunu evvela açıklamışlar, sonra
şiirlerini yazmışlar ama bu tür lastikli kelimeleri
kullanmamamızı Allah (c.c.) bize öğretiyor.
Hani çeklerde, senetlerde veyahutta sözleşmelerde de dikkat
ediyor hukukçular, noterler, avukatlar çok dikkat ediyorlar.
Bu kelimeyi kullanırsan bir milyon, beş milyon
kaybedersin. Bu kelimeyi kullanırsan kaybetmezsin.
Kanunlar yapılırken de hukukçular dikkat ediyorlar. Virgülü
buraya atarsak köşe dönücü şu kadar kazanır. Şuraya atarsak
filan adam şu kadar götürür. Bunun hesabı yapılıyor tabiki.
Onun için virgül bir çok ' meseleyi alıp götürüyor. Veya
getiriyor.
Onun için Allah (c.c.) konuşurken konuşmalarımıza dikkat
etmemizi, lastikli kelimeler kul anmamamızı ifade
ediyor. 420[213]

(105) "Rabbinizden sizin üzerinize bir hayır indirilmesini

420[213]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/215-218.
kitap ehlinden olan kâfirler, müşrikler istemezler. Allah ise
rahmetini dilediğine verir. Allah büyük fazi sahibidir."
Yani bir harbi kazanmanızı, bir âyetin inmesini, bir nimetin
size verilmesini hiçbir vakit istemezler. Sizin devlet
kurmanızı istemezler. Hayrın içerisine hepsi giriyor.
Rabbinizden bir hayrın size indirilmesini, ehli kitabın
kâfirleri de, müşrikler de istemezler buyuruyor Allah (c.c).
Yani günümüzde efendim şöyle şöyle yaparsak, böyle böyle
yaparsak Alman gavuruyla işbirliği kurarsak, Amerikalı'ya
şirin görünürsek veya Rumla ikili anlaşmaya girersek veya
Japonlar'a şu tavizleri verirsek bize ileride yardım ederler
deniliyor.
Allah (c.c.) diyor ki, bu müşrikler de, puta tapanlar da, ehli
kitab da, ehli kitaptan bir çoğu da size bir hayrın
indirilmesini hiçbir vakit istemezler. Yani bunlar sizin
hayrınıza iş yapmazlar. Onun için bunlardan bir hayır
geleceği ümidini kesiniz. Allah rahmetini dilediklerine
tahsis eder. Allah (c.c.) büyük fazl sahibidir, büyük nimet
sahibidir buyuruyor Allah 421[214]

(106) "Biz bir âyetin birşeyin hükmünü değiştirir veya


unuttu -rursak ondan, daha hayırlısını getiririz.
Bilmczmisiniz ki, Allah herşeye kadirdir."
Yahudiler'in ve Hıristiyanlar1 in bir iddiası var. Diyorlar ki,
Tevrat Allah'ın kitabı, Hıristiyanlar da, İncil Allah'ın kitabı
diyorlar. Bu ehl-i kitap, madem öyleyse diyorlar, Kur'ân da
Allah'ın kitabı diyorsanız, Allah tutupta Tevrat'ını niye
ortadan kaldırsın, unuttursun ve tahrif ettirsin? çünkü
Kur'ân-ı Kerîm'de buyuruluyor ki;
Kelimelerin yerlerinden değiştirdiler. 422[215] Yukarda
geçmişti. "Hak ile batılı birbirlerine karıştırdılar."
Karıştırdılar diyor Rabbim, karıştırdıklarına işaret ediyor.
421[214]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/218.
422[215]
Maide: 13.
Yani Tevrat'ın ve İncil'in içerisine hakkın yerine batılı da
karıştırdılar ki, elimizdeki mevcut İncillere bakacak olursak
orada görülür. Dört tane İncil'in içerisinde biri birinde
olmayan, mesela Matta'da olan Luka'da, Luka'da olan
Markos'ta, Markos'ta olan Yuhanna İncil'inde görülemiyor.
Eğer Allah (c.c.)'dan gelmişse hepsi aynı olması gerekirken,
mesela kral'in hakkı kral'a, Allah'ın hakkı Allah'a. Yani
Kayzer'in hakkı Kayzer'e, Allah'ın hakkı Allah'a olan
cümlesi birinde var da diğer üçünde yok. Allah bunu
indirmedi mi? İndirdi ise niye diğer üçünde yok,
indirmediyse niye öbürlerinde yok da bu birinde var? Yani
sonradan.katmışlar. Fakat onlar diyorlar ki, İncil Allah'ın
kelamı ise niye değiştirilmesine müsade etti, tahrifine
müsade etti?
Biz de diyoruz ki, biz derken Rabbim bize bildiriyor ve biz
de okuyoruz ki, "Bir âyet-i yürürlükleri kaldırırsak veya o
âyeti unutturursak ondan daha hayırlısını veya onun bir
benzerini getiririz" diyor Allah (c.c). Bilmiyor musun?
Allah her şeye kadirdir. Kelam Allah'ın kelamı; incil ve
Tevrat. Onun içerisinden bir kısmını o insanlara unutturursa,
ki bu unutturma onların hataları sebebiyledir, isyanları
sebebiyledir. Yani lâyık olamadıklarından dolayı alınmıştır.
Yoksa Allah (c.c.) bir adam böyle hafızasında tutarken ona
da riayet ederken onu unutturmamıştır. Öyle olsaydı o
adamların suçu olmazdı. Ama Allah (c.c.) o insanların ona
layık olmadıklarını görünce, o âyetlerin bir kısmım onlara
unutturuyor, sarhoşun kendi evinin yolunu unuttuğu gibi ve
sonra da değiştiriyor. Bir: benzerini getiriyor; İncil ve
Tevrat'ta olan bir kısım âyetler aynen Kur'ân-ı Kerîm'de de
zikredilmiştir. Bir kere peygamberlere iman, ahirete iman,
meleklere iman, Allah'a iman, Allah'ın sıfatlarına iman
bütün bunlar İncil'de de, Tevrat'ta da ve diğer
peygamberlere gönderilenlerde de aynı idi. Ancak bazı
ahkamda değişiklikler olmuştur. Allah (c.c.) da onların daha
hayırlısını getiririz veya bir benzerini getiririz diyor.
Böylece Allah'ın her şeye kadir olduğunu ifade ediyor. Yine
devam ediyor: 423[216]

(107) "Bilmezmisiniz ki, göklerin ve yerin mülkü Allah'a


aittir ve size Allah'dan başka ne bir dost ne de bir yardımcı
vardır."
Yer gök onun mülkiyeti altında ise, yönetim de Allah (c.c.)'e
ait ise bu peygamberler de yerle gök arasındadırlar. Öyle ise
onlara neyi vereceğini, insanlar içinden kimi peygamber
seçeceğini, hangi şartlar içerisinde hangi âyetin insanlara
faydalı olacağını en iyi bilen Allah (c.c.)'dür.
Allah'dan başka sizin için bir dost da yoktur, size bîr
yardımcı da yoktur. 424[217]

(108) "Yoksa siz, daha önce Musa'nın sorguya çekildiği gibi


peygamberinizi sorguya mı çekmek istiyorsunuz? Kim
imanı küfre değişirse o dosdoğru yolu sapılmıştır."
Benî İsrail'den insanlar, Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'a
gelerek çeşitli sorular soruyorlar^ Cennete gidince
mü'minlerin ilk yiyeceği madde nedir? Ruh hakkında ne
dersin? Musa (a.s.) ile ilgili sorular gibi çeşitli
sorular.Bu soruları bazen Peygamber Efendimiz'e, bazen de
Ashaba soruyorlar. Şu konuda ne diyorsunuz diyorlar.
Müslümanların işi aslında nazil olan âyetlere göre hareket
etmek ve o âyetleri insanlara duyurmaktı. Ama o insanlar
geliyorlar, bunların bu faaliyetini engellemek için çeşitli
sorular soruyorlar. O sorulan zaman içerisinde geçmiş
peygamberlere ve Musa (a.s.)'a sordukları gibi, Peygamber
Efendimiz'e ve onun Ashabına da soruyorlar.
Günümüzde de hani müslümanlar arasına sokulmuş şeyler
vardır. Veleddâlliyn mi, Vclezzâlliyn mi?..! Veladdâlliyn
423[216]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/218-220.
424[217]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/220.
diye okumazsa namaz caiz olmaz diyen bir hoca efendi
tanırını. O yine benim tanıdığım bir hoca efendinin evine
gittiğinde demiş ki, bana bak namaza sen geçiyorsun
imamette Veleddâlliyn demezsen benim namazım olmaz.
Öbürü de Velezzâlliyn okuyor.Namaz bitince, birinci rekatta
Veleddâlliyn okudum ama ikinci rekatta unutmuşum
Velezzâlliyn okudum diyor.Diğeri namazdan sonra neyse
namazın yansını hatırdın demiş
Fatih Sultan Mehmed de İstanbul'u feth ederken yani surları
toplarıy-le döverken, Hıristiyan papazları Cebrail'in kanadı
3684'müydü, 3683'müydü diye kendi aralarında ihtilaf
etmekte imişler. Bizim aramızda yani Müslümanların çok
iyi niyetle sordukları sorular da vardır. Yani hoca efendilere
kadar gidip, hocam çok Önemli bir sorum var bunu öğ-
renmek için geldim filan diyor. Sorusuna bakıyorsun Adem
(a.s.)'ın kanı RH pozitif miydi, RH negatif iniydi? Evet bu
konuda yani bu konunun cevabı olarak kitap bile yazıldı.
Yani bunlar insanları meşgul etme taktikleridir. Hz. Adem
(a.s.)'ın kam negatif mi, pozitif mi? Ben merakınızı
gidereyim. O arkadaşın vardığı netice sıfır.
Yani bütün müslümaaların günümüzde İslâm'ın ihya olrhası
için gayret sarfetmesi gerekirken o yolda beynini ve
pazusunu yorması gerekirken, gücünü oradan alıp başka
yöne çevirmek yanlış. Rabbim buna dikkat çekiyor.
Bunlar Musa (a.s.)'a da çok sorular sordular. Aynı sorulan
Sana da soruyorlar.
Ben bir şehre gittiğimde bir kaç insanın İslâm'a gelmesine
vesile olmuştum. Biri dedi ki, hocam bizi komünist yapan,
iktisat fakültesinin profesörleri değil. Buradaki filandır
dediler. Onun yanına gittiğimde uzun bir konuşmadan sonra
dedi ki, hoca sana bir sorum var. Bu sorunun cevabını
verirsen senin dediğin olur. Dedimki bak cemaattan birisi ne
sorarsa sorsun cevabını vermeye çalışırım. Veremezsem
yarın cevabını veririm der ve kitaplara bakarım.Ama sen ne
sorarsan sor cevabını burada vereceğim. Hiç kitaba da
bakmıyacağım dedim. Neden dedi. Çünkü senin gibi
komünistlerin Türkiye genelinde genelde on tane sorunuz
var. Siz her hocaya bunu sorarsınız. Ben o soruların onunu
da biliyorum. Onunun cevabı da bende hazır,sor hemen
cevabını vereceğim dedim. Sordu hemen cevabını aldı.
Şimdi iyi dostumdur. Gelir gideriz, görüşürüz.
Yani bunlar özel icat edilmiş sorulardır. İnsanların beynini
bulandırmak, asıl yapılması gerekenden uzaklaştırmak
bunların gayesi.
Bizim yapacağımız âyetleri öğrenmek ve o doğrultuda da
hareket etmek;' "Efendim imansızların hakkından
gelebilmek için komünist kitapları da okumak lazım." Bîr ev
dolusu kitap okusanız bitiremezsiniz. Türkiye genelinde
değil, dünya genelinde komünistler kitap yazmışlar. Ömrü-
nüz yetmez.Sarraf olacak adam neyi öğrenir? Altunu
öğrenir. Başkasını öğrenmez. Ben sarraflık yapacağım.
Demirin karekterini de Öğreneyim. Tuncun karekterini de
öğreneyim, bakırın, kalayın, çeliğin karekterlerini de
öğreneyim derse bu adam sarraflık yapamaz. Ben sarraflık
yapacaksam, yani altunun özelliklerini öğreneyim yeter.
Altunsa alırım, altun değilse almam diyecek adam.
Biz de altun gibi bir dine sahibiz, bunu öğreneceğiz. Geleni
bu ölçüye vuracağız. Ayetler bizim mihenk taşırnızdır.
Uydu mu zaten alıyoruz. Uymadımı ne olursa olsun, hangi
cins gavur olursa olsun almıyoruz. İster yerli ismi olsun,
ister yabancı.....istlik veya pislik olsun hiçbirini kabul
etmiyoruz diyeceğiz. 425[218]

(109) "Ehli kitaptan çoğu, gerçek kendilerine açıklandıktan


sonra nefislerin deki haset nedeniyle sizi imandan sonra
küfre çevirmek isterler. Fakat siz Allah'ın emri gelinceye

425[218]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/220-222.
kadar onları bırakın ve af-vedin. Şüphesiz Allah herşeye
kadirdir."
Hak, yani gerçek apaçık ortaya çıktıktan sonra, yani
kendilerine Tevrat veya İncil verildikten sonra onu
kaybetmenin bir üzüntüsü var, ve Müslümanlara da Kur'ân-ı
Kerîmin gelmesinden dolayı bir hasetleri var. Bu
hasetlerinden dolayı imandan sonra sizin de küfre düşmenizi
ister, Ehli kitaptan bir çoğu. Yahudiler ve Hıristiyanlar'dan
bir çoğu imanınızdan sonra küfre girmenizi arzu ederler. Bu
konuda çalışma yaparlar. Niye? Hasetlerinden dolayı.
Günümüzde de öyle. Adamların kendi dinlerine itimatları,
güvenleri yok. Batı'ya işçi olarak veya görevli olarak gidip
gelenlerimiz bilirler ki, Avrupalının % 90'ı ateisttirler,
inanmazlar. Ama yöneticiler siyaset gereği inanmış
görünürler. Bazı hocalarımızın çıkıp ta Hıristiyanlar
dinlerine şöyle bağlı böyle bağlı demeleri laf. Dinlerine
bağlı adam yok orada. Bizim işçilerimiz bastırıyor parayı
kiliselerini satın alıyor. Bir çok cami kiliseden dönmedir. Bu
konuda hiç de hassasiyetleri yok. Siyasî sahada varlar. Yani
yöneticiler dine İnanmadıkları halde, siyasî birliği sağlama-
nın unsurlarından bir tanesi de din unsuru olduğundan
dolayı onu tutma gereğini duyuyorlar. Dinlerinin
çürüklüğünü bildiklerinden Yahudiler ve Hıristiyanlar,
Müslümamn elindeki sağlam dine karşı da haset ediyorlar
diyor Rabbim. Hasetlerinden dolayı bu sefer sizin
imansızlığınızı istiyorlar.
Hakikaten de kendilerinin bir toplantılarında,
"Müslümanları Hıristiyan yapmamız mümkün değildir.
Nitekim bugüne kadar da olmamıştır.İslâm ülkelerinde
sakın ha Yahudilik ve Hıristiyanlık propogandası yap-
mayınız. İmansızlık propogandası yapınız diyorlar." Yani
"Ateisttik propogandası yapın" diyorlar. Rabbim bunu bize
haber veriyor. En büyük tehlikeyi haber veriyor. Yani
Rabbim bizim Hıristiyan ve Yahudi olmayacağımızı biliyor.
Çünkü sağlam bir yerden çürük bir yere geçilmez. Fakat
imansızlaşmayani zehirlenme meydana gelebilir. Adamlar
da böylece zehirleme tarafına gidiyorlar. Yani Yahudi,
Hıristiyan yapmıyorlar, yapamıyorlar fakat imansızlaştırma
tarafına gidiyorlar, genelde de eğitim vasıtasıyla.
Allah'ın emri gelinceye kadar onlardan vaz geçin, yüz
çevirin yani onlarla didişmeyi bırakınız. Onlarla
uğraşmayınız, Allah'ın emri gelinceye kadar. Allah'ın
emrinden kasıt muharebe emri yani harp emridir. Allah her
şeye kadirdir. Peki vazgeçipte ne yapalım? Yani bu adamlar
bu imansızlık faliyetlerine devam ediyorlar, Müslümanları
imansızl aştırmaya devam ediyorlar. Fakat bu kıtal emri
nazil olmadan önceki âyettir. Yani onlarla harp ediniz emri
nazil olmadan önce gelen bir âyettir demişler. Öyle bir
zamanda; 426[219]

(110) "Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin. Kendiniz için


önceden hayır olarak neyi takdim ederseniz Allah katında
onu bulacaksınız. Şüphesiz Allah yaptıklarınızı görüyor."
Namazlarınızı dosdoğru kılınız ve de zekâtlarınızı veriniz
diyor. Ne demek? Sağlam bir müslüman toplum meydana
getiriniz! Böyle bir ortamda insanların, imansızl aştırmayı
önleyecek en iyi tedbiri namazlarını kılmaları ve zekâtlarını
vermeleridir. Birisi bir toplumu bir araya getiriyor,
kenetliyor. Hani yalnız kalanı kurt kapar derler. Yani
sürüden ayrılanı kurt kapar. İnsanların da sürüden-
ayrılmamaları için bir araya gelebilmeleri için en rahat olan
yerler Allah (c.c.)'nün mescidleridir. Müslümanların
mescidlerde bir araya gelip birliklerini devam ettirmeleri
gerekir.
Günümüzde birlikten çok bahsediliyor. Televizyonda,
radyoda ve basında. Birliğimizi koruyalım, birliğimizi

426[219]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/223-224.
sağlıyalım, birlik olalım. Millî birlik ve beraberlik
kelimelerine çok yer verilir. Peki ben size birleşelim desem
sorarsınız Nerede birleşelim? SultanAhmet Camii'nde pazar
günü öğle namazında birleşelim dersem adres vermiş
olurum. Yani birleşelim deyince adres vermek gerekir.
Birlik için adres verilmesi gerekir. Eğer adres verilemezse
birlik olmaz.Bu insanlar da adres veriyorlar. Filanın yanında
birleşelim diyorlar. Halbuki, o adam benim gibi bir adam.
Bir adamın yanında birleşilmez. Çünkü adam oluverir.
Ağacın yanında birle-şilmez, kuruyuverir ve çürüyüverir
ondan sonra dağılır.
1400 sene öncesinden kıyamete kadar kalmakla
görevlendirilmiş bir toplumuz biz. Beş yüz sene sonra gelen
neslimizde aynı adreste birleşe-bilmeli. Ağaç adresi
verirseniz çürüyor. İnsan adresi verirseniz Ölüyor. Öyle ise
ağaç olmasın, taş olmasın, insan olmasını toprak olmasın.
Öyleyse Allah (c.c.)'min emirleri etrafında birleşmemiz
gerekiyor. İşaret; Namazlarınızı dosdoğru kılınız. Nerde
kılınız? Almanya'da iseniz Almanya'nın merkezinde bir yer
kurunuz orada kılınız, bir araya geliniz. . Amerika'da iseniz
New York'tın ortasında bir yer bulunuz, alınız veya ki-
ralayınız ama orada birliğinizi koruyunuz. Ki orada olanlar
daha iyi biliyorlar; Müslümanların namazının önemini
yurtdışında olanlar daha iyi biliyorlar. Amerika'dan öğretim
görevlisi olan bir arkadaş mektup yazmış da, "hocam
caminin Önemini burda daha iyi anlıyoruz" diyor.
"Pakistanlısı, Amerikalısı,Türk'ü, Malezyalısı ve Afrikalısı
bir araya geliyoruz. Neler yapalım neler edelim diye burada
karar alıyoruz. Cami olmasaydı biz nerde
buluşacaktık?diyor. Nereden birbirimizi tanıyacaktık diyor,
200 milyonluk nüfusun içerisinde.
Onun için yani birliği sağlayabilmek için "Namazı dosdoğru
kılınız", tek başına kıl demiyor Rabbim kılınız diyor.
Peki bir araya geldiniz. Zengin insanınız var! Fakir
insanınız var. Öyleyse zekâtlarınızı veriniz. Çünkü
imansızlar bir kısmınızı para yönüyle satın alıyor. Öyleyse
onun hiç değilse nisap miktarına malik bir hale gelebilmesi
için, orta bir seviyeye ulaşabilmesi için o kardeşinize de
zekâtlarınızı veriniz. Bir, manevî yönden güçlendiriyor. Bir
de, maddî yönden güçlendirmeye Allah (c.c.) bizi teşvik
ediyor değil emrediyor. Kendiniz için hayırdan neyi takdim
ederseniz, Allah katında onu bulacaksınız diyor Allah (c.c.).
Amelleriniz güzel olsun onunla karşılacaksınız. Hani bazı
insanların namaz kılışını görüyoruz tuhaf oluyoruz: Camide
yanımda bir adam durdu, kim olduğunu bilmiyorum. Ben
bir rekat kılıncaya kadar, üç rekatlı vitiri kıhverdi. Ben de
süratli okuyorum yani. Daha rükua vardığı an Sübhânc
Rabbiyel Azîm demesi mümkün değil,hemen geriye
kalkıyor. Ne yapıyor ne ediyor onu bilemiyorum. Yani
bunlarla karşı karşıya kalacaksınız. Amellerinizle karşı
karşıya kalacaksınız. Bir manevî olanlarla karşılacaksımz.
Bir de zekâtlarınızla, sadakalarınızla karşı karşıya kala-
caksınız. Adam satılamamış kumaşları filan yerdeki Kur'ân
Kursu'na talebelere gönderiyor. Öbür dünyada gösterirler o
malları, o satılamamış kumaşları önüne çıkarırlar. Bir başka
âyet-i kerîmede;
Yani yüzünüzü ekşitmeden alamiyacağınız bu malları
başkalarına vermeyin (Bakara: 267) diyor Rabbim.
Yani kendi evinizde kendiniz kullanamayacaksanız,
kullanmaktan kaçınacaksanız onları verme tarafına
gitmeyin. Bu şu anlamda değil yalnız, mesela eski
elbiselerim var yakayım mı? Bunu karşılığında hayrr
beklemeden verin gitsin.
Ama gerçekten Allah rızası için sadaka vereceğinizde böyle
gönlünüzün pek hoşlandığı şeylerden verin,
Ayet-i kerîmede Rabbim; "En sevdiğiniz şeyleri Allah
yolunda vermedikçe takvaya erişemezsiniz" 427[220] diyor. En
sevdiğiniz şeyi. Bu âyet-i kerîme nazil olunca, sahabeden
birisi gelmiş demiş ki, Yâ Rasûlallah en sevdiğim varlığım,
Medine'nin kenarında şu kadar hurma ağacı olan bahçemdir.
Ben bunu vereceğim diyor. "Peygamber Efendimiz de
öyleyse akrabalarının fakir olanlarına ver" diyor. Biri de
geliyor Yâ Rasûlellah cok sevdiğim atımdır diyor.
Peygamber Efendimiz de "o atın hakkından gelecek olan
Üsame'dir. Onun da atı yok ona ver" diyor. Yani en
sevdiğimiz şeyi verebilme erdemine ermemiz gerekiyor.
Çünkü Allah (c.c.) buyuruyor ki verdiğinizle
karşılaşacaksınız, yani Cennette o verdiğiniz elbiseyi
giyeceksiniz. En güzel elbiseler yapın Cennette karşılığı
olacaktır. Eski veriyorsan eski olacak. Yeni veriyorsan en
yenisinden verecekler. Kokmuş yemekler ye-diriyorsan
kokmuş yiyecekleri verecekler. Ama iyilerinden
yediriyorsan iyileri verilecektir. "Allah yapmakta
olduklarınızı görmektedir" Yahudiler bencil insanlar.
Hıristiyanlar da öyle. Diyorlar ki; 428[221]

(111) "Yahudi ve Hıristiyan olanlardan başkası Cennete


gircmeyecek" dediler. Bu onların kuruntularıdır. Onlara
söyle: Doğru iseniz haydi getiriniz burhanı
delilinizi."Cennete ancak Yahudi ve Hıristiyan olanlar
girecek diyorlar.Bu âyet-i kerîmeye dayanarak Türkiye'den
de bir yazar diyor ki, "biz de Yahudi ve Hıristiyanlar gibi
olmayalım." Yani Yahudi olanlar diyor ki, "Cennete ancak
Yahudiler girecek." Hıristiyan olanlar da "ancak
Hıristiyanlar girecek." Biz de ancak müslüman olanlar
girecek dersek onların seviyesine düşmüş oluruz. Yani
Allah Yahudisini de, Hıristiyamnı da, Müslümanım da
koyacak cennetine diye bir mânâ çıkarmış, ama Rabbim
427[220]
Al-i İmran: 92.
428[221]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/224-227.
devam ediyor.
Bu onların kendi hayalleri ve kuruntularıdır. De ki onlara;
"Eğer doğru söylüyorsanız, yani Cennete yalnız Yahudi ve
Hıristiyanlar girecek diyorsanız delilinizi getirin." 429[222]

(112) "Hayır, kim muhsin olarak (Allah'ı görmediği halde


görür gibi) yüzünü Allah'a teslim ederse işte ona Rabbi
katında ecir vardır. Onlar için korku yoktur ve onlar mahzun
da olmazlar."
Kim yüzünü Allah'a teslim ederse, özünü Allah'a teslim
ederse yani müsîüman olursa, o muhsin olarak sözü güzel,
özü güzel, yaptığı güzel, herşeyİ güzel olur. Kim yüzünü ve
Özünü Allah'a teslim eder, müsîüman olursa, onun mükâfatı
Rabbi katındadır. Onun için korku da yoktur, onun için hiç
bir hüzün de yoktur diyor Allah (c.c).
Yani Cennete Müslüman gidecek diye biz kendimiz
söylemiş olsaydık, aynen Yahudi ve Hıristiyan'ın durumuna
biz düşmüş olurduk, doğru. Ama bunu biz söylemiyoruz.
Yahudi'yi, Hıristiyan'ı, Cenneti, Cehennemi yaratan Allah
(c.c.) diyor ki, Cennete Müslüman gidecektir. Hz. Musa
(a.s.) zamanındaki Yahudiler de Müslüman idiler. Yani
Tevrat'a göre amel ediyorlardı, Cennete gidecekler. İsa
(a.s.)'m zamanında yaşayan İsa (a.s.)'a iman eden ve İncil'i
kabul eden insanlar da Müslümandı ve Cennete
gideceklerdir.
Kur'ân'a iman eden ve Kur'ân doğrultusunda hareket eden
insan da Cennete gidecektir, ama bu üç kitabı sapıtan, tahrif
etmeye çalışan ve onun emrini çiğneyip yasaklarına riayet
etmeyen kişiler Cennete gitmeyeceklerdir. Yani Allah'ın
emirlerine bağlanan, özünü ona teslim eden, sözü güzel, özü
güzel, yaptığı güzel, işlediği güzel yani yaptıkları Allah'ın
emrine uygun olan kişi Cennete gidecektir.

429[222]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/227.
Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'a Cebrail (a.s.) gelerek İhsan
nedir? diyor. İhsan:
"Allah'ı görür gibi ona ibadet etmendir. Her ne kadar sen
Allah'ı görmüyor isen de, Allah seni görmektedir"
buyuruyor Allah Rasûlü(s.a.v.). yani caddede gidiyorsunuz.
Allah (c.c.) beni görüyor diye gözüne sahip olacaksın.
Konuşurken Allah (c.c.) benim konuştuklarımı duyuyor ve
işitiyor diyecek ve diline sahip olacaksın. Mesela uzun
yolda giderken radara yakalanmamak için radarın olduğu
yerlerde arabanın hızını 90km. hz. nın üzerine
çıkartmıyorsunuz; radar burada tesbit eder ilerde polis ceza
keser diye.
Bu dünyada da bizim radarlarımız meleklerdir. Allah (c.c.)
kendisi görüyor. Melekler de her yaptığımızı kaydediyor,
radar gibi ilerde mahşer günündeki meleğe teslim ediyor.
Orada cezalar biçilecektir. Öyle ise Allah (c.c.)'nün sınırını
yaşantımızda aşmamaya dikkat etmemiz gerekiyor.430[223]

(113) "Yahudiler: "Hıristiyanlar bir şey üzere değildir" dedi:


Hıristiyanlar da: "Yahudiler bir şey üzere değildir" dedi.
Oysa hepsi de kitap okuyor. İlmi olmayanlar da onların
söylediklerinin benzerini söyledi. Artık ihtilafa düştükleri
bu şeyde kıyamet gününde Allah hükmünü verecektir."
Yahudiler, Hıristiyanlar hiç birşey değil canım. Kitapları da
birşey değil, peygamberleri de birşey değil diyorlar.
Hıristiyanlar da diyorlar ki, Yahudiler hiçbir şey değil.İkisi
de kitap okuduğu halde böyle diyorlar. Yahudiler de,
Hıristiyanlar da İncil ve Tevrat'ı okumalarına rağmen,
Hıristiyanlar, Yahudiler'i inkâr ediyor, Yahudiler de
Hıristiyanlar'ı inkâr ediyor.
Hiç birşey bilmeyen müşrikler de onların dediklerini
söylüyor. Yani Mekkeli müşrikler, "Vallahi Yahudiler de

430[223]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/227-229.
birşey değil, Hıristiyanlar da birşey değil, sahtekârlık
bunlannki" diyorlar.
Rabbim ne güzel ifade etmiş. Günümüzde de bir müşrik,
yani Yahudiliği de, Hıristiyanlığı da inkâr eden,
müslümanlığı hiç kabul etmeyen bir adam, diyorki; "Din
insanları uyutmak için insanların icat ettiği bir afyondur."
Rabbim de aynen bunu veriyor; Dinler hakkında hiçbir
bilgisi olmayan müşrikler de Yahudi ve Hıristiyanlar'in
birbirleri için söyledikleri şeyin aynısını söylüyorlar.
Bunların ikisi de boş şeylerdir. İnsanları uyutmak için icat
edilmiş afyondurlar diyor.
Ama bizim özelliğimiz ye güzelliğimiz surdan geliyor:
Aslında Musa (a.s.) Allah'ın peygamberidir. Peygamberimiz
gibi peygamberdir. İsa (a.s.) Allah'ın peygamberidir, ve
Peygamber Efendimiz gibi bir peygamberdir. Onların
getirdiği Tevrat ve İncil, Allah'ın kelâmı olması bakımından
Kur'ân'dan hiçbir farkı yoktur. İkisi de Allah (c.c.)'nün
kelâm sıfatıdır. Öyleyse hiçbir ayrım yapmayız.
"Peygamberleri arasında hiç ayırım yapmayız" 431[224] diye
yatsı namazının sonunda Bakara sûresinin bu en son âyet-i
kerîmesini de okuyoruz.
Yani böylelikle biz orta bir ümmetiz. Allah (c.c.)"Sizi orta
ümmet kıldık" 432[225] diyor.
Ne ifratta olmalıyız, ne de tefritte olmalıyız. Allah kıyamet
gününde onların ihtilaf ettikleri konularda hükmünü
verecektir. Yani hangisi boşmuş, Yahudi mi, Hıristiyan mı
yoksa her ikisi mi, yoksa müşrikler mi daha boşmuş Allah
(c.c.) hükmünü o gün verecektir.433[226]

(114) "Allah'ın mescidlerinde onun ismini zikretmekdcn


alıkoyan ve oralann yıkılmasına koşandan daha zalim kim

431[224]
Bakara: 285.
432[225]
Bakara: 143.
433[226]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/229-230.
vardır. Onlar oraya ancak korkarak girerler. Onlar için
dünyada rüsvaylık, ahi-rette de büyük bir azap
vardır."Allah'ın mescitlerinde Allah'ın ismini anmaktan
insanları alıkoyan kişiden daha zalim kim vardır? Yani
yoktur demek isteniyor. Allah'ın mescitleri camilerdir.
Sultan Ahmet Camii, Süleymaniye Camii, Gazi Atik Ali
Paşa Camii, Yeni Cami, Ayasofya Camii yani bu camilerde
Allah'ın ismini anmaktan alıkoyandan daha zâlim kimse
yoktur.
Onları tahrif etme konusunda da yarış yapan, koşan kişiden
daha zalimi yoktur diyor. Allah Mescid deyince bir bunları
anlıyoruz, bir de mescid Peygamber Efendimiz (s.a.y.)bir
hadis-i şerifinde; "Yeryüzü bana mescit kılındı" diyor. Yani
yeryüzünde Allah'ın adının anılmasını engelleyen ve
yeryüzünde bozgunculuk çıkaran kişiden daha zalim kişi
yoktur mânâsı da vardır. Ancak asıl gaye camilerdir. Yani
Mescid-i Haram, Mescid-i Aksa,.Mescid-i Nebi, Mescid-i
Ayasofya, Mescid-i Sultan Ahmet gibi mescitler.
Bu kişiler oraya girerlerse bile ancak korkarak girmelidirler,
titreyerek girmelidirler. Yani Müslümanlar yönetimi almalı
ve bu zalimler oraya illa girecekîerse bir korku içinde
girmelidirler. Dünyada onlar için rüsvaylık vardır. Ahirette
de büyük azap vardır diyor Allah (c.c.) Bu Allah'ın
mescidinde, yeryüzünde Allah'ın isminin anılmasını en-
gelleme konusunda dünyada bütün kâfirler el birliği
yapıyorlar. Mescitlerde de Allah'ın ismini engelleme
faaliyeti hâlâ devam etmektedir. Mânâsını anlamadan
Allanın adını veya Kur'an'ı zikrederseniz kimse karışmaz
size.
Gelin bunu bir de mânâsını anlıyarak söyliyelim derseniz,
karşınıza biri çıkar. Mesela hacca gidenler.
"Yarabbi senin davetine icabet ediyorum. Senden başkasının
davetine icabet etmiyorum. Senin bir ortağın yok mülkünde.
Bazıları mülkünde ortaklık iddiasında bulunuyorlar. Onları
da reddederek gidiyorum. Sen varsın, teksin, birsin. Öyleyse
Senin davetine icabet ediyorum.
Beni aslında Amerika da davet ediyor. Rusya da davet
ediyor. Yarabbi Senin davetine geliyorum" diye açıktan
mânâ vererek biri bağıracak olursa vay sen yürüyüş
yapıyorsun diyerek Önüne silahlı adamlar çıkar.
Harem-i Şerif de de çıkar, burada da çıkar, her tarafta çıkar.
Mânâsını anlamadan söyliyeceksiniz demek isterler.
Halbuki; 434[227]

(115) "Doğu da, batı da Allah'ındır. Her nereye dönerseniz


Allah'ın vechi (kıblesi) orasıdır. Şüphesiz Allah her şeyi
kuşatan her şeyi bilendir."
Doğu da Allah'ındır. Batı da Allah'ındır. Ne tarafa
yönelirseniz, Allah o taraftadır. Allah her şeyi kuşatan, her
şeyi bilendir buyuruluyor.
Zamanın zalimlerinden Haccac, Said bin Cübey'ri huzuruna
getirtmiş. Said b. Cübeyr "Bu devlete isyan farzdır" diye
isyan etmiş insanlardan biridir. Yani "Bunlar zalimdirler.
Allah'ın ahkamını icra etmiyorlar. Bunlara isyan vaciptir"
demiş, beşyüz kadar içtihat makamına sahip insan .
ayaklanmışlar fakat bastırılmışlar. Haccac'ın huzuruna
getirilmiş. Haccac sormuş. Peki demiş, Ömer, Osman, Ali,
Ebu Bekir, bunların hangisi Cennette. Said "Valla cennete
gidip gelmediğim için bilmiyorum" demiş. Peki ah hakkında
ne diyorsun diye sormuş. Ben Ali'nin vekili değilim, onun
adına konuşma makamında değilim. Bana benden sor veya
peygamberimden sor veya Kur'ân'dan sor, ben onun
vekiliyim diyerek cevap vermiş Said b.Ciibeyr. Hayatta hiç
gülmediğini söylüyorlar. "Niye gülmüyorsun?" Şeklinde bir
soru sorar Haccac. "Gülünecek hiç bir şey gör-medimde
ondan" demiş. Haccac pekiyi öyleyse bir zurna, bir de

434[227]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/230-232.
keman getirin diye emretmiş ve, getirmişler. Bu aletler
çalmaya başlayınca, Said ağlama'ya başlamış. Adam onu
güldürmek için getirtmiş mi ş onları. "Niye ağladın" demiş.
Cübeyr "Bu kemanrn yayları diyorlar ki, biz bunun için
yaratılmamıştık, bir zalimi eğlendirmek için yaratılmamıştık
ama bizi gayemizin dışında kullanıyorlar diye inliyor da ben
ona ağladım" demiş. Haccac demişki "senin boynunu vurup
Cehenneme atacağım".Bu-nun üzerine Said demiş ki: Eğer
Cehenneme atmak senin elinde olsaydı, sana ibadet
ederdim. Cehenneme atmak Allah'ın elinde olduğu için O'na
ibadet ediyorum. Sen beni Cehenneme atamazsın vurun
demiş, yönünü kıbleye dönmüş."Ben yönümü yeri göğü
yaratan Rabbime yönelttim"435[228] âyetini okumuş.
. Bu defa Haccac, bunun sırtını kıbleye getirin demiş. Sırtı
kıbleye yönü kuzey tarafa gelmiş. O zaman da Bakara
sûresinin 115. âyetini okumuş.
"Nereye yönelirseniz yÖneliniz Allah o taraftadır."
Demişki yüz üstü yere yatırın. Yüz üstü yatınhnca da şu
âyet-i kerîmeyi okumuş; Sizi topraktan yarattık, yine oraya
döndürecek ve sizi tekrar oradan çıkaracağız. (Taha: 55) Ve
o esnada da boynunu koparmışlar. O anda kanı fışkırmış ve
fışkıran kanı Haccacın üzerine gelmiş. Öyle bir korkmuşki
altı ay yatakta yatmış ve ölmüş. İstiska hastalığına yakalandı
deniliyor. Yani suyu çok içme hastalığı Suyu o kadar
içiyorda yine doymuyor, içe içe içe karnı patladı ve yarıldı.
Geberdi gitti.diyor tarihçiler.
Ne tarafa yönelirsek Allah'ı o tarafta buluruz biz. Fıkıh
kitaplarımızda şöyle der. Karanlık bir gecedesiniz veya
bilmediğiniz bir vadidesiniz. Güneş yok yıldızlar yok.
Kıbleyi tayin edemiyorsunuz. Ne tarafa namaz kılacaksınız?
Kalbiniz hangi tarafa fazlaca kanaat getirmişse o tarafa kılı-
yorsunuz. Sabahleyin bir de baktınız ki, tam aksi istikamete

435[228]
En'am: 79.
kılmışsınız. Namazınız caizdir. 436[229]

(116) "(O zalimler): "Allah çocuk edindi" dediler. O (bu tür


noksanlardan) münezzehdir. Bilakis gökler de ve yerdekiler
de Onundur. Hepsi Ona itaat eder."
Yani Allah (c.c.) kendisine oğul edinmemiştir. Değil öyle,
yerde ve gökte her ne varsa O'na aittir, O'nundur. Oğullar
O'nundur, analar O'nundur, çocuklar O'nundur, babalar
O'nundur. Denizler O'nundur, yıldızlar O'nundur, çiçekler
O'nundur, böcekler O'nundur. Yani yeryüzündeki bütün
oğullar, analar, babalar O'nun olunca bunlar içerisinden
birini kendine oğul edinmesine ne gerek var. Zaten hepsi
O'nun. Yaratılmışın tamamini O yaratmıştır. Burada şu
hatıra gelir: Peki kâfirler de Allah'a itaat ederler mi?
Kâfirlerin gözü de, kalbi de, sinirleri de, saçları da, başları-
da bütün vücudu aslında Allah'a itaat etmektedir. Çünkü
vücudunda cereyan eden Allah'ın tabii kanunudur. Orada
itaat var. Onun isyanı, iradesini kötüye kullanmasıdır.
İradesiyle Allah'ı kabul etmesi gerekirken, reddetmekte
veya inkâr etmektedir. Günaha girdiği kâfir olduğu
oradandır. Yoksa inkarcı insanın bile vücudundaki hücreleri,
sinir sistemleri her şeyi Allah'ın koyduğu kurallara göre
hareket ettiğinden her şey O'na itaat etmektedir. Yalnız
iradesi Allah'a isyan etmektedir.
Tevbe: 30 "Yahudiler, Uzeyir Allah'ın oğludur dediler.
Hıristiyanlar da İsa Allah'ın oğludur dediler. İşte onların
ağızlarıyla söyledikleri sözler bunlar,"Peki yeni bir söz mü
söylüyorlar? değil. Daha önce kâfirlerin söylediğine benzer
bir söz söylüyorlar bunlar.
Yani Yahudiler'den önce de, Hıristiyanlar'dan önce de tarih
boyunca kâfirler kendilerine Allah'tan başka ilahlar
edinmişler. Onları da Allah'a biraz daha yakın göstermeye

436[229]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/232-233.
çalışmışlar. Allah'ın oğludur demişler, veya arkadaşıdır
demişler, veya bilmem başka bir şey söylemek suretiyle Al-
lah'a şirk koşmaya kalkmışlardır.
Batı'da yüksek tahsilini bitirmiş, Türkiye'de Türkçe
öğrenmek üzere gelmiş ve İstanbul Üniversitesinde Yabancı
Diller Enstitüsü'nde veya Türkiyat Enstitüsü'nde Türkçe
Öğrenmekte olan sekiz veya dokuz bayan, SultanAhmed'i
gezmek istemişler. 0 arada Sultan Ahmet'te Emrullah hoca
efendiyle görüşmek isterler. Emrullah hoca efendi de sen de
hazır bulun diye rica etti. Beraber bulunduk. Alman
mühendis bir bayan "hepimiz bir Allah'a inanıyoruz" dedi.
Ben de: "Siz üç Allah'a inanıyorsunuz" dedim. "Hâşâ hâşa
estağfirullah" diyor bana. Bizde bir tek Allah'a inanıyoruz.
"Ama okuduğunuz İncil'de İsa (a.s.) için Allah'ın oğludur
diyor. Hz. İsa'nın Allah'ın oğlu olduğuna sen inanmıyor
musun yoksa? dedim. İnanıyonım. İsa Allah'ın oğludur dedi.
Oğullar da bir gün büyüye büyüye baba olurlar. Yani ilah
olurlar. Olur mu öyle şey? O günden bugüne kadar Allah
niye bir tane daha oğul edinmemiş te yalnız İsa ile yetinmiş.
Olur mu bu, mantıken olmaması gerekir dedik. Anlatması
güç, anlatması güç dedi geçti.
Tarih boyunca niye oğul edindiler? Çünkü oğul babaya
biraz daha yakın olması hasebiyle, kendi ilahlarının
yüceltilmesi için böyle söyledikleri ifade edilir. Yani
kendileri İsa (a.s.)'ı, Yahudiler de Uzeyir (a.s.)'ı yüceltmek
için, ilahlaştırmak için Allah'ın oğlu demek yoluna
gitmişlerdir. Ama biz, hergün namazımızda özellikle
"Ettehiyyâtü"nün sonunda namazın dışında da Eşhedü enne
Muhammeden abdühü ve Rasulühü diyoruz. "Biz şahitlik
ederiz ki, Muhammed Allah'ın kuludur ve de Rasûîüdür".
Yani iîahlaştırmıyoruz. Bilakis o da bir kuldur diyoruz.
"Deki, onlara Ben de sizin gibi bir insanım." 437[230]

437[230]
Kehf: 110.
Yani Peygamber Efendimiz (a.s.v.) o günün Mekke'li ve
Medine'li müşriklerine ve Müslümanlarına, bu günün
Müslüman ve müşriklerine diyor ki, Ben de sizin gibi bir
insanım. Ancak sizden farklı olan tarafım, "Bana
vahyolunuyor." Yani Allah'tan Bana vahiy geliyor. Yoksa
Ben de sizin gibi bir insanım. Yine Ben sizin aranızda
yaşadım, Benim geçmişimi biliyorsunuz. Allah Beni
peygamber olarak seçmiş bu âyetleri vahyediyor diyor.
Allah (c.c.):
Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'a Allah (c.c.) öyle demesini
istiyor. Ve biz de Allah'ı evlat edinmekten tenzih ederiz.
Buna ihtiyaç yok. Çünkü yerde ve gökte ne varsa Onundur.
Ve her şey O'na itaat etmektedir. O Allah (c.c.) 438[231]

(117) "Göklerin ve yerin yaratıcısıdır. O, bir işe hükmetti


mi, O'nun için yalnızca "Ol" der, o da oluverir."
Yeri ve göğü önceden bir modeli örneği olmadan en güzel
şekilde yaratandır. el-Bedi1 örneği olmadan, modeli
olmadan yaratan Allah (c.c.) mânâsına geliyor. Yeri ve göğü
daha Önce bir benzeri görülmeden en güzel şekliyle
yaratandır. Bir işe hükmettiği zaman, ona ancak ol der, o da
oluverir buyuruluyor. Kainatın yaratılışı, yerin ve göğün
yaratılışı konusunda Aîlah (c.c.)'nün "kün" emriyle bu
kainatın oluşuverdiğini bu âyet-i kerîmede ve buna benzer
bir çok âyet-i kerîmede Allah (c.c.) haber veriyor
"Bir şeyin olmasını istediğinde 'Ol' der, o da oluverir"439[232]
buyuruluyor.
Günümüzde de araştırmacılarımız; şu şundan olmuştur, bu
bundan olmuştur. Şunun oluşmasına sebep budur. Bunun
oluşmasına sebep şudur diye gidiyor gidiyor. Bir yere varıp
bir çıkmaz sokağa girip orada kalıyor neticede. Bundan
ötesine aklım ermez diyor. Onun ötesine de varacak insanlar
438[231]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/233-235.
439[232]
Yasin: 83.
vardır beîki.Yani sonunda (kün) emrinin gereğiyle bu
kainatın oluştuğunu insanoğlu belki görür, belki
görmeyebilir, ama biz görmeden de iman ediyoruz ki, bütün
kainat Allah (cc.)'nün (ol) demesiyle oluvermiştir. Çünkü
yer yüzünde en akıllımız yani yaratıkların en akıllısı
insanoğludur ve bu insanoğlu da mevcut olmayan bir şeyi
bugüne kadar yaratmamıştır. Olanları bir araya getirmek
suretiyle yeni başka şeyler meydana getirmişlerdir ama
olanlardan yararlanarak meydana getirmişlerdir. Olmayan
bir şey sonradan yaratılmamıştır. 440[233]

(118) "Bilgisizler: "Allah bizimle konuşsa veya bize bir âyet


getirseydi ya" dedi. Onlardan öncekiler de işte böyle tıpkı
onların dediği gibi demişti. Kalpleri birbirine benzedi.
Kesinlikle insanlar için biz âyetleri apaçık gösterdik."
Cahil, bilgisiz kişiler bilmeyen kişiler dediler ki, Allah
bizimle konuşmalı değilmiy di? Yani Allah bizim karşımıza
geçse dese ki bu Allah'm Rasûlüdür. Bu gönderdiğim kitap
Bendendir dese olmaz mıydı? Veya bize bir âyet getirseydi,
mucize getirseydi ya, diyorlar. Bunu diyenler cahiller diyor
Allah (c.c). Bilmeyen kişiler böyle derler; ama aklı başında
olan biraz bilinci yerinde olan kişiler böyle demezler.
Düşünürler: Bu Muhammed bizim aramızda 40 sene yaşadı.
Beraber gezdik, beraber oyun oynadık, beraber davar
güttük, koyun güttük bu adamla. Bunun gördüğüyle bizim
gördüğümüz aynı, duyduğuyla bizim duyduğumuz aynı,
aynı havayı teneffüs ettik biz. Ama kırkından sonra öyle
şeyler söylüyor ki, biz söyliyemiyoruz. Öyle hareketler
yapıyor ki, biz yapamıyoruz. Öyle ise bu bizden farklıdır,
demesi gerekirken, Allah bizimle konuşsaydı ya veya bir
mucize getirseydi ya diyorlar Allah (c.c.) Ondan öncekilerde
bunların söylediğinin aynısını söylediler buyuruyor. Daha

440[233]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/235-236.
önce geçen insanlar da buna benzer söz söylemişler. Mesela
yukarıda Bakara sûresinin 55. âyet-i kerîmesinde geçmişti.
Tefsirini yapmıştık. Allah'ı apaçık şöyle şu gözlerimizle
görmeden biz Allah'a iman etmeyiz veya Hz. Musa'ya
Allah'ı bize göster diye ısrar etmişlerdi veya bir başkası çık-
mış;
"Şöyle yeryüzünden ırmaklar akıtmadığın müddetçe biz
sana iman etmeyiz." 441[234] Yani şu kuru vadiden ırmak akıt
öyle iman edelim demişler. Bir başka grupta yukarda geçti.
Hz. Musa (a.s.) ile Tih Sahrasına gittikleri halde orada
susuzluktan yanarken Musa (a.s.)'ın onlara kayadan su
çıkardığını gördükleri halde, yine de iman etmiyenlerdi.
Hıristiyanlar da Hz. İsa'ya şöyle diyorlardı.
"Allah'ın, bize gök yüzünden spfra indirmeye acaba gücü
yeter mi?" (Maide:112)
Allah yeryüzünde sofra verirken onu görmeyen insan,
gökyüzünden inince görecek mi acaba? Bu kara topraktan
sari buğdayı çıkaran ve bize ekmek yapıveren Allah (c.c.)
o,kara topraktan beyaz çiçeği yaratan ve bize veren Allah
(c.c.) bu tabiat sofrasını öküz gözüyleki aslında bu söz
öküze hakaret olur-görenlere gökyüzünden sofra inse bile,
iman etmiyecek olanlar yine iman etmezler.
Yukarıda bir söz söylemiştik. Bu günün kâfiri yani şu anda
1990 yılında Batı'da veya doğuda bir feylesof yetişmiş şöyle
şöyle diyormuş. Bir felsefî akım geliştiriyormuş, deseler
diyorum, adamın söyledikleri de bir kitap haline getirilse,
güzel söyledikleri olabilir, her kâfir illâ kötü söz soyliyecek,
söyledikleri hep yanlış olacak diye bir kaide yok.
Peygamber Efendimiz (a.s.v.), cahiliyye dönemi
şairlerinden bir şairin şiirini dinlemiş. "Allah'dan başka her
şey batıldır yani yok olup gidecektir" diye bir şiir. Bunu
duyunca Peygamber Efendimiz (a.s.v.) demiş ki, bu söz her

441[234]
İsra:90.
ne kadar bu şairin şiirinde söylenmiş söz ise de, geçmiş
peygamberlerden bir peygamber sözüdür. Yani kâfirin
ağzından çıkmış ama bir peygamberin sözü ona kadar
gelmiş, o da onu nakletmektedir diyor Efendimiz (a.s.v.)
Şimdi bir kâfir de çok güzel bir söz söylese biz onun yerini
Kur'ân-ı Kerîm'de Allah'ın kelâmı olarak veya bir
peygamberin sözü olarak yerini bulabiliriz. Eğer söylediği
kötü bir söz ise onun da yerini bulabiliriz. Ya firavun
söylemiştir, ya şeytan söylemiştir, ya Nemrut söylemiştir
veya öylesine bir kâfir, ya Yahudiler veya hatta Hıristiyanlar
söylemişlerdir. "Yani söylenmedik söz kalmadı" derler ya
işte öyle bir şey,
Allah (c.c.) da burada bunların durumuna dikkat çekiyor.
Bunların söyledikleri yeni değil. Daha öncekiler de böyle
söz söylemişti. Bunların kalpleri birbirine benzer diyor.
Yani bin sene evvel yaşayan bir kâfirin kalbiyle, bin sene
sonra gelmiş, aynı sözleri söyliyen kâfirin kalbi birbirine
benzer diyor. Hani Allah'ı görmeden iman etmeyiz diyen.
Yahudi kâfirinin kalbiyle, günümüzde ben laboratuvarda
inceleyemediğim şeye iman etmem diyen kâfirin kalbi
aynıdır.
"işte ağızlarıyla söyledikleri söz bu" 442[235] Bu Yahudi ve
Hı-ristiyanlar'ın şirk kokusu olan mahza şirk olan bu sözleri
daha önceki kâfirlerin sözlerine benziyor diyor. Yani
Yahudiler'den önce de kâfir olanların söylediği sözü
Yahudiler tekrarlamış, Yahudiler'in tekrarladığı bu sözü de
günümüzde bir iki kâfir, ben görmediğime inanmam demek
suretiyle tekrarlanmasına devam ediyor. Allah (c.c.) de
onların kalpleri birbirine benzer diyor.
Buradan şunu anliyoruz: Bize çocukluğumuzdan beri bazı
büyüklerimiz, aman ha filan kâfirle mücadele verebilmek
için onların kitaplarını okuyun derlerdi. Hiç Kur'ân

442[235]
Tevbe: 30.
okumaya sıra gelmezdi. Kur'ân veya Hadis-i .Şerif okumaya
sıra gelmezdi de, o günlerde Türkiye'de Türkçe yayınlanmış
bütün' imansız kitapları gözden geçirdik, okuduk. Ne kadar
varsa, belki imansız kesim bu kadar okumadı. Biz onların
kitaplarını okuduk. Ama Kur'ân ve sünnete sıra gelmemişti.
Halbuki şimdi anlıyorum ki, Kur'ân-ı Kerîmi okusaydık, çok
iyi de anlamış olsaydık, onların ne söyleyebileceğini tahmin
ederdik. Kâfirin söyleyebileceği şunlardır. Çünkü onların
kalpleri birbirine benzer. Dilleriyle söyledikleri de
kalplerinin tercümanıdır zaten. Kalplerinde olanı dilleri
tercüman olarak söyliyecektir, ve şunları söyleyecektir
diyebilirdik. Yakın sahibi olan yani bütün edindiği ilimleri,
bilgileri bir delille elde eden kişiler için âyetlerimizi böylece
açıkladık diyor Allah (c.c).
Her konuştuğu, her söylediği, her iman ettiği konuda bir
delili olan kişilere yakin sahibi deniliyor. O tür kişilere de
biz âyetlerimizi açıkladık diyor Allah (c.c). Yani iyi
insanların söylediklerini ve davranışlarını öğrenmek
isteyenlere Allah'ın âyetleriyle açıklanmıştır onların
durumu. Kötü insanların düşünceleri, davranışlarını
öğrenmek istiyorsanız buyurun yine Kur'ân-i Kerîm'de o tür
insanların sözleri ve davranışları, düşünceleri
443[236]
açıklanmıştır.

(119) Şüphesiz Biz Sen'i müjdeci ve korkutucu olarak Hak


(Kur'ân)'la gönderdik. Ve Sen Cehennemliklerden sorumlu
değilsin.
Biz Sen'i Hak ile gönderdik. Hak, Cenab-ı Allah'ın bir
ismidir. Hak, Kur'ân-ı Kerîm'in ismidir. Hak gerçek
mânâsına doğru mânâsına gelir. Allah (cc.)'den bize
gönderilen kanuna da Hak diyoruz. Çünkü hak olan Allah
(cc.)'den geldiği için hakdır. Çoğulu da Hukuktur. Hani

443[236]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/236-239.
hukuk fakültesi diyoruz. Hak kelimesinin çoğuludur Hukuk.
Hak, Hak olan Cenab-ı Allah'dan gelirse hak olur, hukuk
olur. Yoksa bunu insan belirlemeye kalkarsa o, hak veya
hukuk olmaz. Çünkü insanın kendisi hak değildir. Kendisi
hak olmayandan, hak türemez, gelmez. İnsanoğlunun
geçmişi ve sonu vardır. Evveli ve Sonu vardır. Belirli zaman
içerisinde yaşar, belirli düşüncelerin etkisi altında kalır. Her
an da düşüncesini değiştirebilir. Onun içindir ki, kendisi hak
olmayanın söylediği hak ve hukuk olamaz. İnsanları
bağlamaz, ama Hak olan Allah (c.c.) indirdiği kitap, Haktır,
Hukuktur. Peygamber Efendimiz'e (a.s.v.) de "Biz seni Hak
ile gönderdik, mü'minleri Cennetle müjdelemek, kâfirleri de
sakındırmak, Cehennemden sakındırmak üzere. Sen
cehennem halkından sorumlu değilsin."
Yani bu insanlar niye Cehenneme gittiler diye yarın öbür
dünyada Sana sormıyacağız. Ama Sen görevini yerine
getireceksin.Mü'minlere hep müjde vereceksin; Ve aynı
zamanda nezirsin de, Cehennemden sakındıracaksın.
Mü'minine, kâfirine Cenneti göstereceksin, o tarafa yönel-
teceksin. Ama geriye kaldıkları takdirde Cehenneme de
düşürülü verillceklerini haber vereceksin.
Yani Allah'ın koyduğu sınırlar içinde yaşandığı takdirde
Cennete gidileceğini, dünyada devlete, ankette Cennete
varılacağını, bu sınırlara riayet etmeyip telaşlananların
Cehenneme yuvarlanacaklarını duyurmakla görevlisin.
Yoksa; onlar üzerine musallat biri değilsin, 444[237]
Onlar üzerinde dine zorlayıcı da de$ilsin.Dinde zorlama
yoktur. 445[238]
Yani tabancayı alıp insanların kafasına tutup iman et demek
yoktur. Çünkü iman denen şey gönül işidir. İnsan
tabancanın altında iman ettim diyebilir. Ama tabanca
üzerinden çekilince, evine gidince, yalnız kalınca iman
444[237]
Gaşiye: 22.
445[238]
Bakara: 256.
etmedim der. Onun için imansızı tabancayla imanlı yapmak
zordur. Zor değil imkânsızdır. İmanlıyı imansız yapmak,
imansızı da imanlı yapmak mümkün değildir.
Bilindiği gibi Ammar b. Yaser'i, anası ile babasını, gözünün
önünde işkence ederek şehit etmişler. Ammar b. Yaserde
kafirlere pekiyi sizin dediğiniz gibi olsun demiş. Peygamber
Efendimiz'in yanma ağlıyarak gelmiş ve Peygamber
Efendimiz "O sözü söylediğinde kalbin nasıldı" diye
sormuş. "Kalbim imanla dopdoluydu Ya Resûîellah"
demiştir. Peygamber Efendimiz de tekrar sana aynı şeyi,
işkenceyi yaparlarsa sen de o sözü söyleyiver demiştir.
Yani zorla imana getirilmez. Zorla da küfre döndürülmez. O
bir gönül işidir. Sevgi de Öyledir. Zorla bir insanı
sevemezsin. Kendinizi zorlaşanız da yapamazsınız. Başkası
zoriasa da yapılmaz bu iş. O bir gönül işidir.
Burada Sen Cehennem halkından sorumlu değilsin diyor
Peygamber Efendimiz'e Biz de; bu insanlardan sorumlu
değiliz diyemeyiz. Beşîr ve Nezirlık görevini yaparsak o
zaman diyebiliriz. Yani biz dilimizin ve gücümüzün yettiği
kadar görevimizi yerine getirirsek, bu insanların en yet-
kilisinden en yetkisizine kadar herkesin evine, dairesine,
bürosuna, dükkânına, iş yerine, kışlasına kadar gidip
Beşirlik görevini yani Allah (c.c.)'nün dünyada devlet
vadettiğini, ahirette Cennet vadettiğini, iman edildiği
takdirde bunları vereceğini bu insanlara duyurursak...
Yok eğer Allah'a iman etmediğimiz takdirde hem bu
dünyada zillet hem de ahirette Cehennem olduğunu
söylersek, münasip bir dille Allah'ın kelâmım anlatırsak "ya
Rabbi benim gücüm bu kadar. Bana verdiğin gücü ben
yerine getirdim, kullandım" diyebilirsek, o zaman bu
insanların isyanda diretmeleri ve inat etmelerinden dolayı da
hesaba çekilmeyiz. Ama canım bilmiyorlar mı diyorlar.
Evet bazı arkadaşlarımız diyor ki, canım bilmiyor mu?
Arkadaşlar! Biz de bir çok bildiğimizi başkalarının
teşvikiyle yaparız. Başkası teşvik etmezse yapmayız.
Biliyoruz ama yapmıyoruz. Fakat bir başkası hadi
Ahmed'im, Mehmed'irn, Velim, Ali'rn şöyle yapalım de-
yince yapıyoruz. O demezse yapmıyoruz. Ama yapılması
gerektiğini biliyoruz. Yani insanlar mutlak surette bir
başkası tarafından, bir yakım tarafından teşvik edilmeyi
beklerler. Onun için biz de bu dini başka insanlara
duyuracağız. Onların yanına kadar gideceğiz ve meseleyi
tekrar, yeniden anlatacağız. Bildiği meseleyi bir başka
yönüyle anlatma tarafına gideceğiz.446[239]

(120) Sen onların dinine uymadıkça, ne Yahudiler ne de


Hıristiyanlar asla Send'en hoşnut olmazlar. Deki:
"Gerçekten doğru yol, Allah'ın yoludur." Sana gelen bu
ilimden sonra onların arzularına uyarsan, Sana Allah'dan ne
bir dost ne de bir yardımcı vardır.
Allah (c.c.) bugün müslümanların dünya genelindeki
müslümanlann özellikle Türkiye'deki müslümanlann bir
yanılgısına 1400 sene evvelinden cevap veriyor ve
doğrusunu bildiriyor bize.
Allah (c.c.) Yahudiler ve Hıristiyanlar, siz onların dinine
girmedikçe yani Yahudi ve Hıristiyan olmadığınız müddetçe
asla sizden hoşlanmazlar diyor. 70-80 seneden beri biz de
sizin gibi olduk, bak sizin gibi giydik, sizin gibi yazıyoruz.
Yazıyı eskiden sağdan sola doğru yazardık. Sizin hatırınıza
soldan sağa doğru yazmaya başladık. Eskiden tepeden tır-
nağa giyinirdik, sizin hatırınıza altıda üstüde kaldmverdik,
cıbıldak dolaşmaya başladık. Sizin gibi içiyoruz, sizin gibi
düşünüyoruz, sizin gibi geziyoruz dedik, adam "yo dedi".
Niye yo? dedi. "Yahudi olmadınız, Hıristiyan olmadınız"
diyor.
Allah (c.c.) kesinlikle bize bildiriyor.

446[239]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/239-241.
Yahudiler ve Hıristiyanların dinlerine girmediğiniz
müddetçe onlar sizden hoşnut olmayacaklardır. Razı
olmayacaklardır. Biz bir yol arıyoruz. Daha önce NATO'ya
girmişiz. Topyekün Müslümanlar girmedi de yukardaki
adamlar girmişler. Yani kendi kendilerine gelin güvey
olmuşlar. Yoksa bu halka hiç sorulmamış girelim mi diye.
Bir yol aranıyor. NATO yolu denmiş. Birleşmiş Milletler
denmiş. Şimdi de AT yolu deniliyor. Yani buraya girerseniz
kurtulursunuz diyorlar.
Allah (c.c.) de diyor ki, Yahudiler ve Hıristiyanların dinine
girmezseniz onlar sizden razı olmazlar. Deki gerçek yol
Allah'ın yoludur. Yani AT'ın yolu değil, putun yolu değil,
Allah'ın yoludur. Kendinize yol mu arıyorsunuz? Buyurun
gerçek yol Allah'ın yoludur. Sana bu ilim geldikten sonra da
Sen onların nevasına uyarsan yani kendi akıllarından yaz-
dıkları kanunlara tabi olursan, Allah tarafından Sana bir dost
da yoktur, bir yardımcı da.yoktur diyor. Ahiret için
söylenmiş âyetler değil bunlar. Bu dünya içinde geçerli
âyetlerdir. Ahiret için de geçerlidir. Allah'ın yolu bu tarafta
dururken, Allah'ın yolu işte burda. Öbür tarafta da AT'ın
veya putun yolu var. Eğer sen o ATın veya putun yoluna
tabi olursan, bu ilim de yani Kur'ân'da sana verildikten
sonra uyarsan, o zaman Allah'ın yardımı senin üzerinden
kalkar. Ve öyle de olmuş. Biz Allah'ın Kitabına tabi olmayı
bırakıp, başkalarının kitabına tabi olmaya başladığımızdan
bugüne kadar hâlâ belimizi doğrultamarnışız. Değil öyle
gelişmiş ülkeler arasında sayılmak, "gelişmekte olan
ülkelerde de hatır için söylüyorlar. Onurumuzu kırmamak
için söylüyorlar. Daha da bu yolda belimizi doğrultmamız
mümkün değil. Hani birisi önde gider, birisi de onu taklit
ederse, takip ederse, takip etmeyi Türkçe'kullamyoruz.Takip
aslında Arapça bir kelimedir. Takip, adamın ökçesinin
bastığı yere basarak gitmektir. Eğer takip edecek olursanız o
adamı hayat boyu geçmeniz mümkün değildir. Yani
önünüzdeki birinin izini takip edeceksiniz, o adamı
geçmeniz mümkün değildir. Çünkü adamın izine gözünü
alıştırmışsın, o iz olduğu müddetçe gideceksin. Baktın ki,
adam durmuş, sen de duruyorsun. Vardır bir hikmeti diyor.
O duruyor sen duruyorsun, o yürüyor sen de yürüyorsun.
Hani buna misal olarak şunu verirler. Bir zamanlar
denizlerde hakim olan Portekizlilermiş. Adamların
kalyonlanyla önlerine çıkanları ezip gidiyorlarmış
denizlerde.
O gün için Osmanlı'nın sultanına da efendim biz de kalyon
yapalım demişler. Demiş ki, kalyonu yaparsak onları takip
etmiş oluruz. Ve onları hayatta geçemeyiz. Biz de
kendimize has gemi icat edelim, demişler. Kadırgaları icat
etmişler. Ve kadırgalarla kalyonlar Akdeniz'de çarpışınca
kadırgalar, kalyonlara galip gelmiş. Ondan sonra da
gemicilik sanayiinde de birinci sırayı almışlar. Eğer bir
kalyon yapmaya kalksalardı bitmişti. Portekizliler bir başka
modelini yapacaklardı, bunlar da o modeli alacaklardı.
Ondan sonra onlar bir modele gideceklerdi, bunlar onu takip
edeceklerdi ve ömür böylece zillet içerisinde geçmiş
olacaktı.
Koşuda adamlar rekor kırmaya koşarken birbirlerini takip
etmiyorlar. Hepsi ben öne geçeyim diye çalışıyor ve
içlerinden bir tanesi de kazanıyor tabiki.
Allah (c.c.) burada takip etmeyi tabi olmak kelimesiyle
ifade ediyor. Eğer onlara tâbi olmuş olsaydın o zaman Allah
da senden yardımını, kesiverirdi, diyor. Yol arıyorsan
Allah'ın yoludur. 447[240]

(121) Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler,"onu hakkını


vererek okurlar. İşte onlardır ona iman edenler. Kim ona
küfrederse, onlar zarara uğrayanların tâ kendisidir.

447[240]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/242-244.
Bunun tefsirinde İbni Abbas (r.a.) diyorki: "Maharici Hurafa
riayet ederek" yani harflerin hakkını vererek, mânâsını
anlayarak, anladığı mânâ ile amel ederek" diye anlatmışlar.
Yani hakkıyla Kur'ân okumak denilince hatıra bu
gelmelidir. Hani bazı arkadaşlarımız okuyorlar, hakikaten
güzel de okuyorlar, hayran da oluyoruz. Belki biz sesinin
güzelliğine hayran oluyoruz. Ne güzel okudu yahu filan
diyoruz. Benim çok sevdiğim bir arkadaşım Kur'ân
okumaya yeni başlamıştı. Elif-Ba'dan başlamıştı. Şimdi
Kur'ân'ı baştan sona her hangi bir âyetini okusanız şunu kas-
dediyor diyebiliyor. Arapça bilmiyor da, bu âyette şu
anlatılıyor diyor. Yani tefsirinden ve mealinden o kadar
çalışmış ki, bu âyet şunu kasdediyor diyebiliyor.
O arkadaş diyor ki; Camide cemaatla namaz kılıyoruz.
İmam efendi namazda yani cehri olan namazlarda akşam,
yatsı ve sabah namazlarında okuduktan sonra yani namaz
kılındıktan sonra diyordum ki, hocam teşekkür ederim.
Bugün şöyle bir mesaj verdiniz cemaata diyorum. Hoca val-
lahi ben okuduğumun anlamını bilmiyorum diyormuş. Bu
okumak değildir. Yani hakkıyla okumak değildir.
Okumaktır da hakkıyla okumak değildir. Hakkıyla okumak
biraz önce dediğimiz gibi harflerinin hakkını vererek,
mânâsını bilerek bildiği mânâ ile amel ederek okumaktır.
Bildiği mânâ ile amel etmeyen adamın hali çok afedersiniz,
benzetmesi belki biraz hoş değil ama, çocuğa evlilik
hakkında bilgi veriyorsunuz, kitap okutuyorsunuz, bilgi
veriyorsunuz, sonra da dünyanın en güzel kızıyla çikolatayı
yanyana koydunuzmu, çocuk 7-8 yaşında olduğu için
çikolatayı alıp geçip gidiyor. Oğlum gelini al kızı al, hayır
çikolatayı alıyor. Çünkü anlamıyor, yani öğrendiğini tatbik
edecek kıvama gelmemiş çocuk. Burada da adam mânâsını
bilir. Âyet-i kerîmeyi baştan sona kadar anlar, ama amel
etmemişse bu adam baliğ olmamış demektir. Şeyh Sadiyi
Şirazi'ye sormuşlar, "Efendim insanın baliğ olma yaşı
kaçtır?" demişler, "Fakihlere sorarsanız fıkıh kitaplarında
erkek ihtilam olursa, kadın da âdet görürse akıl baliğ olmuş
diye yazar. Ama bana göre bir adam kârıyla zararını
bilemezse, küfürle imanın arasım fark edemezse kırkına da
gelse o adam akıl baliğ olmamış demektir" diyor.
Akıl baliğ olmamış bu insanlara mânâsını anlamadan
okuyanlar, mânâsını bilip te amel etmeyenler, bir yerde akıl
baliğ olmamış insanlardır. Yani o zevkten tatmamış
insanlardır. Hakkıyla okuyanlar, işte onlardır iman edenler.
Hakkıyla okuyanlardır gerçekten iman edenler. Kim de onu
inkâr ederse, küfrederse, hüsrana uğrayanlar da işte onlardır,
zarara girenler işte onlardır diyor Allah (c.c).
Bu konuda başka âyet-i kerîmeler de var. Yani hakkıyla
okuyanlar, okumayanlar konusunda. Ehli kitaptan Allah'ın
Kitabı olan Tevrat'ı, Allah'ın Kitabı İncil'i hakkıyla okuyan
insanlar vardır.Kasas: 52, 53,54 448[241]

(122) Ey İsrailoğullan, size verdiğim nimetimi ve sizi


âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın.Tevrata sarıldıkları
oranda yücelmişier! Tevrat'tan uzaklaştıkça
449[242]
alçalmışlar.

(123) Hiç bir kimsenin hiç bir kimse adma ödeme


yapamayacağı, hiç bir kimseden fidye kabul edilmeyeceği
ve hiç bir kimseden de şefaat kabul edilmeyeceği o günden
sakının.
Aracı da geçerli değil orada. Kâfirler için bir kere aracı hiç
yoktur. Şeafaat da yoktur onlara. Kâfirlere şefaat yoktur.
Onlara yardım da olunmaz. Yani melekler yardım etmez,
insanlar da yardım etmez.
Onun kazancı da, malı da, askerî gücü de, ekonomik gücü
de fayda vermemiştir diye Tebbet Sûresinde
448[241]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/244-245.
449[242]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/245-246.
okuyoruz. 450[243]

(124) Hani İbrahim'i, Rabbi birtakım kelimelerle imtihan


etmişti de o da bunları tam olarak yerine getirince "Allah
da:" Ben Seni bütün insanlara imam (lider, reis) yapacağım"
demişti. (İbrahim) "Soyumdan da" deyince (Allah) "zalimler
Benim ahdime (imamlığa) erişemez" demişti.
Rabbi İbrahim'i bazı kelimelerle imtihan etti. İbrahim de o
imtihanda başarılı oldu, tamamladı. Yani Allah (cc.)'ın
emrettiklerini yerine getirdi, yasaklarından kaçındı.
Böylelikle imtihanda da başarılı oldu.
Başarılı olunca O'na bir şahadetname verilmelidir, mükâfat
verilmelidir. Allah (c.c.) de diyor ki, İbrahim (a.s.)'a "Ben
Seni insanlara imam kılıyorum" . Peygamber yerine burada
imam kelimesini kullanmış Allah (c.c). Kendisine uyulan
kişi demektir. Peygamberlerin hepsi imamdırlar. Ama
bugün imamlığı, imameti suğra ve imameti kübra diye' ikiye
ayırıyoruz. Asıl imamlık, imameti kübra dediğimiz şey, bu
devlet başkanlığı için kullanılıyor. İmamet suğra mahallede
cami imamına, camide cemaatın önüne kim geçiyorsa o
imama denir. Dört rekatlı, üç rekatlı veya iki rekatlı
namazda kişilerin önüne geçmesi ve insanların da ona
uyması nedeniyle ona da imam denilmiştir ama, Kur'ân-ı
Kerîm'de imam denildiğinde kasdedilen devlet başkanı ve
peygamberler kasd edilir. Bir de küfrün önderlerine.imam
deniliyor. Kendilerine uyulan kişi olmaları nedeniyle küfrün
Önderleri için Allah (c.c.) imam kelimesini kullanıyor.
Ben seni insanlara imam kılacağım. Yani peygamber ve
devlet başkanı kılacağım. Demekki insanların devleti ele
geçirmeleri için Allah (c.c.)'nün kelimelerini yerine
getirmeleri gerekiyor. İbrahim (a.s.) bazı emirleri alıyor,
bazı yasaklan alıyor, emirlere ve yasaklara riayet ediyor.

450[243]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/246.
Yani Allah (c.c.)ın tam yönlendirdiği bir insan oluyor. Ve
Allah (c.c.) de Onu imam kılıyor. Öyle deyince, İbrahim
(a.s.) da, Ya Rabbi Benim neslimden gelenleri de imam kıl,
devlet başkanı ve peygamber kıl diye dua ediyor. Allah
(c.c.) de buyuruyor ki, Benim bu ahdim bu sözüm zalimlere
ulaşmaz. Yani bu imamlık makamına zalimler geçemez.
Peygamberlik makamına zaten zalim insan geçemez. Ama
biz imam kelimesini devlet başkanlığı olarak alacak olursak
yine aynı şekilde "zalimler bu makama nail olamazlar"
deyince o zaman şu hatıra gelir: Bugün yeryüzündeki bütün
devlet başkanları acaba adiller de, biz mi farkında değiliz?
Adamlar devlet başkanı olmuşlar...! Tarih hiç şunu
yazmamış: Adil bir topluluğun başına tarih boyunca zalim
bir devlet başkam hiç gelmemiş. Tarih kaydetmemiş. Zorla
da gelmemiş yani zorla dahi olsa adil bir topluluğun başına
zalim bir devlet başkan gelememiş. Gelemezki. Eğer biz
topyekün adil, dürüst insanlar olsak, birbirimize de tutkun
olsak, şurada bir insan ne kadar güçlü olursa olsun, bize
hakim olamaz. Ama biz birbirimizle bağmtısız olacak
olursak, bağlantısız olacak olursak, bana değmesin de ne
yaparsa yapsın diyecek olursanız güçlü kuvvetli bir adam,
yumruğu yerinde bileği yerinde bir adam, teker teker
buradaki 300 kişiyi döver. Bin insan"Beni sokmayan yılan
1000 yıl yaşasın" diyorsa, belki en sonuncu olarak o
sokulabilir ama sokulacaktır. Madem ki, bur-dadir, o da
sokulacaktır. Fakat sıradan gidecektir. Bana değmiyor, bana
değmiyor derken bir gün kendisine değecektir, âyeti
kerîmede; Bir toplum kendini değiştirmedikçe Allah o
toplumu değiştirmiyor. 451[244]
Evvela insanlar kendi kendilerini değiştiriyorlar. Sonra da
Allah onları değiştiriyor. Yani insanlar içerisinde bozulma
meydana gelince onların başına da bozulmuş bir insan

451[244]
Ra'd: 11.
çıkıveriyor.
Bir hadis-i şerifte de; "Nasılsanız Öyle idare olunursunuz"
buyuruyor Peygamber Efendimiz (s.a.v.) (Keşfül-Hafa,
Hakimden naklen).
Bir başka hadis-i şerifte de; "Sizin devlet başkanlarınız sizin
amellerinizdir" diyor. (Keşfül-Hafa, Taberaniden naklen)
Amelleriniz toplanmış toplanmış şekillenmiş bir adam
şekline bürünü vermiş diyor.452[245]

(125) Hani Biz Beyt (Kâbe)'yi insanlar için sevap kazanma


ve güvenlik yeri kılmıştık. "İbrahim'in makamından namaz
kılacak yer edinin." İbrahim'le İsmail'e de "Beytimi
(Kabe)'yi tavaf edenler, iti-kafa girenler, rüku ve secde
edenler için temizleyin" diye emir vermiştik.
Hani biz Beyt'i, yani Kâbe-i Muazzama'yi yani Harem-i
Şerifi, Mek-ke-i Mükerreme'deki mescidi, Beytullah'ı,
insanların toplanma yeri ve emin yer olarak kılmıştık diyor
Allah (c.c). İbrahim'in makamını musalla kılınız, namazgah
kılınız. İbrahim'in makamında namaz kılınız mânâsına
geliyor ki, hacca gidenler bilirler. Hemen Haceru'l-
Esved'den başlayıp beş altı adım veya on adım gidildikten
sonra orada cam ve tunçla kaplanmış bir şey vardır.- Onun
içinde de bir taş vardır. Orası Makam-ı ibrahim diye bilinir.
O taş rivayete göre, İbrahim (a.s.) Kâbe-i Muazzama'yı
yaparken yukardaki taşları koyabilmek için ayağının altına
koyduğu tas. Yani iskele yaptığı tas. Bina yaparken iskele
kurarlar ya. Onu iskele olarak kullanmış.. O taştan bir parça
orada teberrüken saklanmaktadır. El sürme falan doğru
değildir. Hani bazı hacılarımız giderler o camın dışından
filan el sürerler ama onlar doğru değildir.
Allah (c.c), İbrahim'in makamını musalla edininiz. Yani
namazgah ediniz. Orada namazınızı kılınız diyor. Onun için

452[245]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/246-248.
tavafım bitiren insanlar, yani Kabe'yi 7 defa tavaf ettikten
sonra Makam-ı İbrahim'in arka tarafında iki rekat namaz
kılarlar.
Bu âyet-i kerîmeden bizim anladığımız şu', kabirlere,
peygamberlerin izlerinin olduğu yerlere tapınmamak
kaydıyla, peygamberlerin ve salih insanların oturduğu,
kalktığı, tuttuğu yerler diğer yerlerden daha değerli kabul
edilebilir. Ama tapınmamak kaydıyla. Bazıları tapınma
durumuna getirmiştir. Eski kabirleri şunları bunları. Hatta
hani dağda bir eşkıya bir eşkiyayı öldürmüş, üstüne de bir
iki taş yığıvermiş, aradan yüz sene geçmiş o eşkıya halkın
dilinde mübarek zat olmuş çıkmış. Ondan sonra çocuğu
olmayanlar, köpeği yaşamayanlar bilmem ne etmiyenler.
oraya gidiyorlar, çaput bağlıyorlar, kurban adıyorlar. Bunlar
yanlış şeylerdir. Olmayacak şeylerdir. Ama bir peygamber
diyelim ki, şuraya uğramıştır, oraya uğramak günah
değildir. Buna misal olarak İbrahim (a.s.)'ın makamını
kendinize namazgah edininiz âyet-i kerîmesi var. Hz. Aişe
Validemizin evinde Peygamberimiz vefat etmiş ve oraya
defnedilmiş, defnedildikten sonra da Hz. Aişe Validemiz
aynı evde namazını kılmaya devam etmiş.
Türkiye dışında bir kısım insanlar " kabrin olduğu yerde
namaz kılınmaz" diyorlar. Peygamber Efendimiz'in
bulunduğu mescidde namaz kılıyoruz biz. Mescid-i
Nebevi'de namaz kılıyoruz. Hz. Aişe Validemizin evine
defnedilmiş ve Hz. Aişe Validemiz de o evde Efendimiz
vefat ettikten sonra da namaz kılmıştır.
Sahabeden îtban b. Mâlik, bir gün Peygamber Efendimize
gelmiş. Yâ Resûlellah, ne olur benim evime kadar gelsen,
evimde bir namaz kıl-san da daha sonra ben namazımı orada
kılsam. Yani senin namaz kıldığın yerde kılsam, diye ricada
bulunmuş. Peygamber Efendimiz de onun evine kadar
gitmiş, iki rekat namaz kılmış. Ondan sonra Itban b.
Mâlik'te evinde nafile namaz kıldığında Efendimiz'in o
oturduğu, namazını kıldığı yerde kılmaya devam etmiş.
Bunu bize Buhari Kitabu't-Tatavvu yani nafile bölümünde,
Müslim Mesacid bölümünde, İmam Ahmed b. Hanbel'in
Müsnedin 5. cildin 449. sahifesinde, İbnü Mace de 754 nolu
hadisinde bir çok hadiscimiz bu olayı bize haber vermiştir.
Buradan da anlıyoruz ki, salih insanların tuttuğu, yaptığı
şeyler bazı insanların yaptığından değerli olur. Ancak
onların zatından kaynaklanmıyor bu iş. Bu salih bir zattır,
iyi bir insandır yaptığı iş Kur'ân ve Sünnet'e uygundur,
uygun olması gerekir. Öyle ise ben de onu yapayım demek,
sıradan bir insanın yaptığını yapmaktan iyidir. Ama burada
da gaye Kur'ân ve Sünnet'tir.
Hani son zamanlarda eser yazanlardan bir tanesi diyor ki,
benim kitaplarım sizi Kur'ân ve Sünnet'e yönelttiği gün,
benim kitaplarımı okumayı bırakın. Yani benim kitaplarım
Kur'ân ve Sünnet'e yöneltmek için yazılmış bir kitaptır. Onu
s ağlayabilmiş sem benim kitaplarımı bırakın.
Yani insanlara değer verişimiz, Kur'ân ve Sünnet'e olan
bağlılıkları ve hizmetleri oranındadır.
ibrahim ve ismail'e (a.s.) - İbrahim ve İsmail ki, baba
oğuldurlar-. Şöyle emrettik, vasiyet ettik. Tavaf edenler ve
daima ibadet edenler çokça rüku ve secde edenler için evimi
temizleyin diye emrettik. İbrahim (a.s.) ile İsmail (a.s.)'a
görev veriliyor. Kâbe-i Muazzama'yı önce putlardan
temizlemekle, sonra kötü insanlardan temizlemekle, her
türlü şirke giden yolları kapatmakla, bir de maddi
pisliklerden yani insanların meydana getirdiği pisliklerden
de temizlemekle görevlendirdiğini Allah (c.c.) bize haber
veriyor. Yani her gün namazda yöneldiğimiz, hacda bizzat
gördüğümüz Kâbe-i Muazzama, İbrahim ve İsmail (a.s.)
tarafından ilk temizliği yapılmış, ibadet eden, tavaf eden,
rüku ve secde edenler için temizlenmiştir. 453[246]

453[246]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/248-250.
(126) Hani ibrahim: "Rabbim, burasını güvenli bir belde
kıl. Ve halkından Allah'a ve Ahiret gününe inananları çeşitli
ürünlerle rızadandır" demişti. (Allah'da) "Küfredeni dahi az
bir zaman faydalandıracağım, sonra onu ateşin azabına
uğramak zorunda bırakacağım. O ne kötü bir dönüştür"
demişti.
Hani İbrahim şöyle dua etmişti. Ya Rabbi şurayı bir belde
yap, yani burası bir yurt olsun. Sonra da bu yurdu her türlü
bela ve musibetten emin kıl Ya Rabbi. Burayı her türlü tabii
olan belâlardan hani gök yüzünden taşın yağması,
kurbağanın yağması veya altından zelzelelerin olmasından
emin kıl. Bir de düşman saldırılarından emin kıl Ya Rabbi
diyor İbrahim (a.s.)- Allah'a ve Ahirete iman edenlere
mıhlarını da bolca ver Ya Rabbi İbrahim (a.s.) bu cesareti
nerden alıyor. Yukarda Rabbim "Benim bu ahdim, yani
devlet başkanlığı, imamlık zalimlere verilmez" demişti.
İbrahim (a.s.) da duasında Ya Rabbi şurayı bir yurt yap.
Evvela burası vatan olsun. Sonra burayı emniyette kıl. Sonra
da Allah'a ve Ahirete iman eden vatandaşlarımı bol
rızıklarla rızıklandır diyor. Rabbim de di-yorki: Ya şu iman
etmiyen kâfirler, onları biz bu dünyada faydalandırırız.
Sonra Cehenneme zorunlu olarak tıkarız. Orası ne kötü bir
dönüştür. Yani bu dünyada rızık konusunda tnü'minle kâfir
ayırımı yok Rabbim onlara da bir ağız yaratmışsa onlara da
bu rızkı verecek, burun yaratmışsa bu havayı verecek.
Peki bu Kâbe-i Muazzama emniyette midir? Emin midir?
Hz. Adem'den bu güne kadar, silah zoruyla Mekke talan
edilememiştir. Hani en son olarak Peygamber Efendimiz'in
dünyaya geldiği sene, Ebrehe o gün için Habeş
İmparatorluğu'nun Yemen komutanı, en güçlü askerleriyle
gelmiş ki, bugünün tankları yerine kullanılan fillerle gelmiş,
ipleri bağlayıp bağlayıp Kâbe-i Muazzama'yı tahrip
edecekler, taşlarını yerlerinden
oynatacaklar, bunun için gelmişler ama, Fil Sûresinde
okuduğumuz gibi onlar da mağlup olmuşlardır.
Peygamber Efendimiz (a.s.v.), Mekke'yi feth ettiği gün,
"Allah (c.c.) bir günün bir anında burayı benim için helal
kıldı11 diyor. Yani geçici bir süre orada harbe müsade
edilmiştir. Gerçi harpte olmamıştır. Zira Peygamber
Efendimiz (s.a.v) Mekke'ye girmişler karşısındakiler
mukavemet etmemişler, kan akmadan da Mekke'yi
Mükerreme feth edilmiştir.
Peki bu şeytan taşlamada tünel faciasında ölenler; oradaki
insanların özellikle yöneticilerinin gayret-i diniyyelerinin
olmayışı birinci puandadır. Hacılarımız oraya giderler
"aman ne emek verilmiş" filan derler ama başka şehirleri hiç
görmezler, çünkü yöneticiler görmeye müsade etmezler.
Hacca gidenlerimiz bilirler: Mekke ve Medine'nin dışında
bir tek şehir göstermezler. Kat'iyyetle gidemezsiniz.
Arabanızı sürseniz her şehrin çıkışında polis vardır. O ana
yolun dışında başka hiç bir yola giremezsiniz. Ancak ticarî
bir pasaportla buradan Riyad'a vize alabilirseniz o zaman
gidersiniz. Ama görürsünüz ki, Riyad'a yapılan masrafın
binde biri Mekke'ye yapılmamıştır. Harem-i Şerifin beş yüz
metre etrafındaki evlerin mezbeleliğine, pisliğine,
İstanbul'un bir çok mahallesinde rastlanmaz. Onun için
orada çok büyük ihmal vardır. İhmalin neticesinde tünel
faciasında beşbin müslüman birbirini kırmıştır. (Resmi
rakam bin altıyüz idi). Bizzat içinde olan arkadaşım anlattı.
Otuz otuziki senelik canciğer arkadaşım anlattı. "Olayın
içinde beş saat kaldım diyor. Beş saat şu kolumu aşağıdan
yukarıya çıkaramadım. Kimse gelmedi diyor. Hani
kıyamette bin ayak bir ayak üzerinde olacak ya, orada oldu.
Bin ayak bir ayağın üzerinde. Ayakta ölündü ve böyle
kalındı. Adam düşemedi de öldü. Beş saat böyle ayakta
durdu öldü diyor. Düşemez mümkün değil diyor. Bir tane
zenci gördüm diyor. Milletin üzerine çıkmayı başarmış nasıl
başardıysa, kafamızın üzerinden geçti gitti diyor. Ama o
kötü bir iş yapmıyor yani çıkmayı nasıl baş.armışşa
başarmış. Ayağı yere değmeden yürüyüp gitti adam.
Sıkışıklığı anlatmak için söylüyorum dedi. Ter
göğsümüzden aşağı sıkışık olduğu için akamadı da yığıldı
yığıldı, omuzumuzun üzerinden aşdı. Bir kısmı da terden
boğuldu diyor. Terin buharı havayı bitirdi. Böyle bir şey.
Adamlar ne yapamazlardı ki? Devletin tedbir alması
gerekirdi. Devletin hatırına çok şey gelebilirdi. Üstten
üzerimize buz gibi su atıverse yine rahatlıyacaktık diyor.
Üzerimizde uçak duruyor. Filmimizi çekiyor. Adam
durmadan beş saat filmimizi çekti diyor. Üstümüzden soğuk
su dökse milletin aklı başına gelecek. Geriye dönmeyi
düşünmüyor millet diyor. Evet adet olarak kendi ifadelerine
göre ölenler beş bin diyor. Hastahanedeki ifade beş bin.
Oradaki hastahane doktorunun ifadesi, "bin kişilik
morkumuz var. Bize yetkililer sekiz bin cenaze geliyor dedi-
ler. Ve biz geleni defnediyoruz, geleni defnediyoruz.
Filmini çektiğimizi götürüp defnediyoruz." Yani kendi
yetkilileri tarafından sekiz bin cenaze geliyor diye bilgi
verilmiş.
Orada çok iyi olan bir taraf kimse kimsenin parasını
almamıştır. O arkadaşım diyor ki hastahaneye gittiğimde,
onların da hacıları vardı, bizim hacıların paraları tamamen
tutulmuş bir kesenin içine koyulmuş. Sahibine verilmek
üzere hazırlanmış. Herkes o kadar feragat gösterdiki, mesela
çocuklar, çocuk Ölüsü çok az diyor Yani millet can
derdindeyken bile başkasını kurtarmaya çalışıyor. Böylece
yüzün üzerinde çocuğu elden ele, elden ele dışarı çıkarmayı
başardık".
Yani o halde iken bir başkasını tercih eden, müslüman
kardeşinin kurtulması için gayret eden çok insan
görülmüştür. Yani insanımız maya olarak sağlamdır. İster
Suud'lu olsun, ister Türk olsun, ister Maîezya'h olsun. Bu
insanları sevkeden insanlar, bu insanların İnancını
paylaşmadıklarından dolayıdır ki, bu kötü neticeler elde
ediliyor. 454[247]

(127) Hani ibrahim Beyt'in temelIerinıToğlu) ismail'le


yükseltirken "Ey Rabbimiz, Bizden kabul buyur. Şüphesiz
Sen işiten ve bilensin" (demişlerdi). 455[248]

(128) Ey Rabbimiz, Bizi sana itaat eden iki Müslüman kıl


ve neslimizden Sana itaat eden Müslüman bir ümmet (getir).
Bize (Hacda) ibadet yerlerini göster ve tevbelerimizi kabul
et. Sen tevbeleri hakkıyla kabul eden ve hakkıyla
esirgeyensin. 456[249]

(129) Ey Rabbimiz, onlara içlerinden bir peygamber gönder


ki,O Senin âyetlerini okusun, onlara kitabı ve hikmeti
öğretsin ve onları iyice temizlesin. Şüphesiz Sen Azizsin,
Hakimsin Ey bizim Rabbimiz, onlar arasından yani benim
zürriyetim arasından elçiler gönder, peygamberler gönder.
Peki o peygamberle ne yapsın? Senin âyetlerini onlara
okuyacak peygamberler gönder. Onlara Kitabı öğretecek-
peygamberler gönder. Onları hem maddî pisliklerden hem
de manevî pisliklerden temizleyecek peygamberler gönder.
Sen her şeye gücü yetensin azizsin, Sen hükmedensin,
hükmünde hikmet sahibi Allah (c.c.)'sün buyuruyor.
İbrahim (a.s.).'la İsmail (a.s.)'ın duasidır bu.
Her gün yöneldiğimiz Kâbe-i Muazzama, gidenler gördüler,
fazla mutantan bir yer değil. Şatafatlı, ahım şahım bir bina
değil. Hatta işin mahiyetini, inceliğini kavramıyan kişiler de
hacca gittiklerinde yahu burayı görmek için mi geldik,
diyorlarmış. Orayı görmek için gidilmez ki zaten. Allah

454[247]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/250-253.
455[248]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/253.
456[249]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/253-254.
(c.c.)'ün emrini yerine getirmek için gidilir. Ama şu
bilinmelidir ki, günde beş defa yöneldiğimiz o Kâbe-i
Muazzama, iki tane peygamberin eliyle yapılmıştır: İbrahim
(a.s.) ve İsmail (a.s.). yani köle kanı, insan kanı, yani
zulmedilmiş insanların kanı veya alın teri yoktur orada.
Ama bugün Romalılar'dan kalma taşlar, sanat eseridir diye
gösterilir. Sultanahmed'in kuzey tarafındaki o meydandaki
taşlar, Mısır'dan buraya getirilinceye kadar binlerce kölenin
kanına mal olmuştur. Bir tek taş ve ondan sonra da sanat
abidesi olarak oraya dikilmiştir.
Çeşitli yerlerde Romalılar'dan kalan ve Romalılar'ı takip
eden insanların yaptığı bütün eserler de yine binlerce,
milyonlarca insanın kanma mal olmuştur.
Dinimiz zulüm üzerine değil, adalet üzerine kurulmuştur.
Onun içindir ki, yöneldiğimiz o Kâbe-i Muazzama'yı
İbrahim ve İsmail (a.s.)'lar yapmış, Onlar da gönül rızasıyla
yapmışlar, yaparken de Rabbim'den af talebinde
bulunmuşlar. Kusur etmişsek af et Ya Rabbi. Bizden bunu
kabul buyur Ya Rabbi diye dua etmişlerdir.
Yani hayatımızda, tarihimizde, geçmişimizde zulüm yoktur
bizim. Onun için alnımız açıktır. 457[250]

(130) İbrahim'in dininden ancak kendini bilmeyen yüz


çevirir. Andolsun biz Onu dünyada seçtik ve Ahirette de
salihlerdendir.
İbrahim'in dininden ancak sefih insanlar yüz çevirir. Yani
geri zekâlılar. Sefih insan İslâm Hukukunda kârını
zararından ayırd edemeyen, malını çar çur eden kimseye
denir. Bu tür insanlar sefih muamelesi görürler İslâm
Hukukuna göre. Devlet başkanı sefihin mallarını yönlen-
dirmek üzere bir vasi tayin eder onun mallarını o yönetir
veya devlet yönetir. Devletin de tayin ettiği zaten bir

457[250]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/254-255.
vasidir. O yönetir. Taki aklı başına gelinceye kadar. Ancak
bu tür kârını zararından ayırd edemeyen kişiler ibrahim'in
dininden yüz çevirirler diyor Allah (c.c.) Ama şu hatıra
gelebilir. "Ben bazı insanlar tanıyorum. Adamlar cin gibi.
Dünyanın parasını da toplamışlar, onlara geri zekâlı demek
mümkün değil ama Allah'a da iman etmiyor." gazetenin bir
tanesinde Türkiye'nin büyük diye kabul edilen
şirketlerinden,f.iki ortaktan birisi, ben Allah'a
inanmıyorum, Kitaba inanmıyorum gibi laflar etti. Parasına
bakıyorsun, bankalar onun parasıyla dopdolu. Müesseseler
onun, her tarafta reklâmlarını görüp duruyoruz. Bu adam
geri zekâlı mı acaba?
Kur'ân-ı Kerîm'den bazı örneklerle bunu açıklayalım. Bir
adama denilse ki, bak şurada bir bahçe var veya çiçekler
var. Bu çiçekler şu anda sana verilecektir. Ama bu
çiçeklerin ömrü altmış veya yetmiş günlüktür. Bu çiçekler
yetmiş gün kokarlar, yetmiş gün sonra solarlar ve bir daha
açmazlar. Ancak, bu çiçeğin sahibi diyor ki, o çiçeği kabul
etmez de bana yönelirse, benim dediklerimi tutarsa, ona ben
bir başka bahçe vereceğim. O bahçenin çiçekleri solmaz.
Gölgeleri dondurmaz, güneşi yandırmaz. Oraya ihtiyarlık
uğramaz. Dert, gam, kasavet denen bir şey de yoktur.
Köşkler vardır. Altından, gümüştendir. Altından da ırmaklar
akmaktadır. Burayı mı istersiniz, orayı mı istersiniz dese?
Bu adam da tutsa altmış gün kokan çiçeklerin bulunduğu
bahçeyi alsa, bu adama ne deriz biz. Vay geri zekâlı vay.
Oğlum altmış gün sabrediver bakalım işte. Öbür dünyada
veya ilerde ebedisi var denilir. Aynı şekilde bu adamlar da
bazı şeyleri elde etmişler ama ebedi hayatı terketmişler.
Onlar bu dünyada da bizimle beraber aynı zilletin
içerisindeler. Madem ki, İslâm'dan dönmüştür. Hıristiyan,
Yahudi de olamamıştır. Sen o geri kalmış ülkenin
insanlarından değil misin? Avrupalı; benim dediğimi biraz
fazla tutan uşaklardansın diye muamele ediyor. Yani onlar
da rahatsız. Batı'ya gittiklerinde insanca muamele
görmüyorlar. Hem dünyada zillet hem de öbür tarafta
Cehennem! Bunlar geri zekâlıdır.
Biz onları dünyada iken seçtik. Yani İbrahim (a.s.)'ı, İsmail
(a.s.)'ı. O ahireîte sahillerdendir, salihlerle beraberdir. Ve
Cennete salihlerle beraber gidecektir.
Peki bu İbrahim (a.s.)'ın özelliği nedir? 458[251]

(131) Rabb'i ona "teslim ol" dediğinde O: "Âlemlerin


Rabbi'ne teslim oldum" demişti. Rabb'i ona teslim ol,
İslâm'a gir dediğinde, Ben âlemlerin Rabbi'ne teslim oldum
ve İslâm'a girdim demişti. Allah (c.c.) Müslüman ol demek-
le, O da Müslüman olmuş ve Rabbim'e teslim olmuştu.
Müslüman olmayan, Rabbim'e teslim olmayan kişi, mutlak
surette bir başkasına teslim oluyor.
İnsanların fıtratında teslim olmak var. Rabbim'e teslim
olmayan, Rabbim'in yarattıklarına teslim oluyor. O'nun
dediklerine uymayan, Rabbim'in yarattığı bir insanın
dediğine uyuyor. Teslimiyet bu oluyor zaten. 459[252]

(132) ibrahim bunu oğullarına vasiyet etti. Yakup'da:


"Oğullarım, şüphesiz Allah bu dini size seçti. O halde siz de
Müslüman olarak can verin" (dedi).
İbrahim (a.s.) da Yakup (a.s.) da çocuklarına Müslümanlığı
vasiyet etmişlerdi. Aman yavrum aman kuzum İslâm
yolundan ayrılmayın. Ve Rabbim'e teslim olun diye hep
Onlar vasiyet etmişti. Öyle ise biz de çocuklarımıza,
"yavrum yol İslâm yoludur. Teslim olunacak yer Allah
(c.c.)'dür. O'na teslim olun. Başkalarına teslim olmayın.
İslâm dininden başka da bir dine uymayın" vasiyet edeceğiz.
Yani âyet bunun içindir.
Yakup (a.s.) demişti ki, ey çocuklarım! Allah sizin için şu
458[251]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/255-256.
459[252]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/256-257.
dini seçmiştir. Allah'ın huzuruna Müslüman olarak gelin.
İslâm olmadan ölmeyin. Müslüman olarak gelin.
Bir başka âyet-i kerîmede de yine aynen böyle; Müslüman
olarak Ölün, 460[253]
Hani şöyle bir laf vardır: Oğlum şu işi yap gerisine karışma.
Yani ne demek. Gerisini ben biliyorum. Sana yapacağım
iyilikleri biliyorum demek oluyor.
Allah (c.c.) da Müslüman olarak gelin. Gerisine karışmayın,
yani vereceğim mükâfatı Ben bilirim diyor. Bunu bazı
Yahudiler ve Hıristiyanlar inkâr ediyor. Yakup böyle de-
memişti çocuklarına diyorlar. Allah (c.c.) da şöyle diyor
âyet-i kerîmesinde; 461[254]

(133) Yoksa siz Yakub'un ölümü esnasında yanında mı


idiniz? Hani: "Benden sonra kime ibadet edeceksiniz?"
demişti de oğullan: "Sen'in ilahına ve sen'in ataların
İbrahim, İsmail, İshak'in ilahı olan tek ilaha ibadet edeceğiz.
Ve biz O'na teslim olmuşuzdur" demişlerdi.
İbadetin mânâsını daha önce geçen âyetlerde anlatmaya
çalışmıştık. (Fatiha 5) Yalnız namaz kılmak, oruç tutmak
değil dedik. Bütün emirlerini yerine getirmek, yasaklarından
kaçınmak. Yani kanun olarak Allah'ın ibrahim'e, İsmail'e ve
İshak'a verdiği ve sana verdiği o bir tek Allah'ın emirlerine
itaat edeceğiz, yasaklarından kaçınacağız. Biz ona teslim ol-
muşuz diyorlar. Yani biz de Müslümanlardanız
diyorlar.462[255]

(134) Onlar bir ümmetti geçti. Kazandıkları kendi!erinedir.


Sizin kazandıklarınız da sizedir ve siz onların yaptıklarından
sorumlu tutulmayacaksınız.
Allah geçmiş bu toplumu, yani Yakup (a.s.)'ı ve çocukları,

460[253]
Âl-i İmran: 102.
461[254]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/257-258.
462[255]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/258.
İbrahim (a.s.)'ı ve çocuklarından bahsediyor da sonunda da,
işte bunlar geçmiş bir ümmettirler. Onların yaptığı iyilikler
onlaradır. Sizin yaptıklarınız da sizedir. Onların
yaptıklarından siz sorumlu tutulmazsınız diyor Allah (cc.)
. .
"Benim ecdadım şöyle büyükmüş, böyle uçarmış, böyle
kaçarmış" demeyin. Bu âyetin mânâsı o. Size ne faydası
var? İbrahim (a.s.)'ın büyüklüğünün bize faydası yok! Bize
şurada faydası olur: O'nun dini üzerine olursak, O bizim
önderimiz olursa o zaman faydası olur. O'nun yaptığını
yapar, kaçındığından kaçınacak olursak o zaman faydası
olur.Mesela futbolcular futbol oynarken heran aklı, beyni,
pazusu, ayakları bütün sinirleri gerilim halinde. Bir şeyi
yapmaya hazır. Top tam kendisine gelirken filan zaman,
filan futbolcu böyle bir durumda şöyle vururdu diye düşünse
o zaman top geçer gider.
Hayaldeki futbolcunun vurmasının sana faydası yok. Şu
anda vura-bilirsen vurursun. Yani geçmişteki insanların
yaptıklarım tekrar etmenin faydası yok. Yapmanın faydası
var. Onların yaptığı iyiliklerin tekrarında fayda var. Onlar
döneminde kötülük yapan insanların kötülüklerini bilip,
onlardan uzaklaşmanın bize faydası vardır. Yoksa dilde
tekrarından fayda yoktur.
Hani Fatih büyük insanmış. Allah rahmet eylesin. Hep Fatih
büyük insan, Fatih büyük insan, Fatih büyük insan demiş
olsak, biz küçülür gideriz. O'nun dediğini, yaptığını
yapmıyacak olursak. Ama O'nun dediğini ve yaptığını
yapacak olursak büyük insanların dediğini yapacak olursak
onların derecesine yükseliriz. Onun için Allah (c.c.)
buyururki,"Geçmiş toplumların yaptıkları onlara, bizim
yaptıklarımız da bize."
İki tane delikanlı gelmiş, Muhiddîni Arabii Müslüman
mıydı gavur muydu, evliya mıydı? Onlara size ne dedim.
Evliya ise sana ne faydası var. Gavursa sana ne zararı var.
Adam 700 sene önce yaşamış ve vefat, etmiş. Gavur ise
sana ne zararı var dedim. 700 sene evvel yaşamış ve ve-, fat
etmiş.
Günümüzün gavurları sana zarar veriyor. Sen onlardan
sorumlusun. Yani şu anda biz günümüzün gavurundan
sorumluyuz. Ve biz şu anda günümüzün velisinden
sorumluyuz. Varsa onları dost bilebilmişsek,
tanıyabilmişsek, onların dostluğu bize fayda verir. Kâfirlerin
karşısına dikilmek bizim görevimiz. Onların karşısına
dikilip onları mağlup edecek olursak o da bize aynca fayda
verir. Ama bazıları oturur, fazla işlere karışmaz, gelmez
gitmez. Dedikoduyla ömrünü tüketir. Bizim çevremizde.
Karşı çevreden de bazı insanlar yardır. İyilik severdirler.
İman etmezler, amel etmezler. Günümüzde tabi ki bu. Fakat
yaşantı olarak bazen böyle hayır severlikleri, cömertlikleri
vardır. İyi kalplilikleri de vardır. Allah'a ve peygambere de
iman etmezler. İyi kalpliyim ben derler.
Bozulma döneminde, İslâm'dan ayrılma döneminde
Konya'nın oralarda da avrat oynatırîarmış. Biri demiş ki,
oynayan çingeneye sen de Cennete gidermişin ki ? O da,
bugüne kadar hep oynadıklarımın gönlünü aldım. Ben
gitmeyeceğim de kimler gitsin demiş. Milletin gönlünü
alıyorum, gönül yapıyorum. Yani memlekette gönül yaptın
mı Cennete gidersin, şeklinde bir inanç var. Gönül yapmak
meşru zeminde gönül yapmaktır. Meşru zeminde gönül
yapılırsa, onun mükâfatı görülecektir. Gayri meşru yolda
yapılan gönül almalar da ayrıca insanlara günah kazandıra-
caktır.
Daha önce Bakara sûresinin 120. âyet-i kerîmesinde
geçmişti. "Yahudiler ve Hıristiyanlar sen onların dinine tabi
olmadıkça, onlar senden hoşlanmaz, hoşnut olmazlar" diyor
Allah (c.c).
Onu açıklayan bir başka âyet-i kerîme: 463[256]

(135) "Yahudi veya Hıristiyan olun ki, doğru yolu


bulaşınız" dediler. De ki: "Hayır, biz tek Allah'a inanan ve
müşriklerden olmayan
İbrahim'in dinine".
O gün için 1400 sene evvelinde Medine'deki Yahudiler
gelin Yahudi olun diyorlar. Böylece kurtulun diyorlar. Yine
o dönemde Hıristiyanlar da var. Meselâ Necranîılar'm
tamamı Hıristiyan. Onlar da Hıristiyan olun kurtulun
diyorlar.
Günümüzde de aynı şeyi söylüyor adamlar. Gelin Yahudi
olun kurtulun veya Hıristiyan olun kurtulun diyorlar ki,
Türkiye üzerinde daha ziyade ağırlık "Hıristiyan olun
kurtulun" yönünde propoganda edilmektedir. Zamanla
bunun denemeleri olmuş. İnsanların her şeyini cumasından,
yazısından, tarihine kadar her şeyini değiştirmeye gitmişler.
Belki bunlar değişince dinleri de değişir kanaati hasıl olmuş
ama, bunlar değişmesine rağmen bu insanlar dinlerini
değiştirmemişler ve yüz senelik emeklerinde boşa gittiğini
görmüşler. Gözleriyle görmüşler.
Şimdi sıra bizde. Biz ne diyeceğiz? Biz ne diyeceğimizi
Kurân-ı Kerîm'den öğrenmeliyiz. Yani yirminci asırda
20001i yıllarda Batı'ya karşı, küfre karşı politikamızı,
siyasetimizi yöneltirken bile ne yapacağımızı öğrenmek
üzere açıp Kur’ân-ı Kerîm'i okumamız gerekiyor. Allah
(c.c.) o gün ashaba emrettiği şeyi aynen bize de bugün
emrediyor. Diyor ki: "De ki onlara gelin İbrahim'in dinine
tabi olalım." O İbrahim'in dini, ki, hiç bir puta tapılmadan
yalnız ve yalnız Alİah'a meyletmiş bir dindir.
Meselâ Hıristiyanlık propogandası yapmak üzere gelen bir
adama biz şunu söyliyeceğiz. Buyurun İbrahim'in dinine

463[256]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/258-260.
uyalım, ibrahim'i siz.de seviyorsunuz biz de seviyoruz;
Yahudiler'e İbrahim'i siz de seviyorsunuz biz de seviyoruz.
Öyle ise İbrahim'e, İbrahim'in dinine uyalım deyin diyor
Allah (c.c). .
Bunun tefsirinde âlimlerimizden bir kısmı şöyle demiş. Niye
İbrahim? Halbuki biz peygamberler arasında ayırım
yapmayız. Yani Adem (a.s.)'dan, Peygamber Efendimiz
(a.s,)'a kadar hiç bir peygamber arasında ayırım yapmayız.
Şöyle denebilirdi "Muhammed'in dinine tabi olalım". İslâm
dinine tabi olalım denebilirdi ama, Allah (c.c.) "İbrahim'in
dinine tabi olalım" diyor.
Bunun sebebi şudur, demişler: Yahudiler de İbrahim'i
tanıyor ve seviyor ve iman ediyorlar. Hıristiyanlar da
İbrahim'i tanıyor, seviyor ve iman ediyorlar. Öyle olunca
günümüzde bir insana müslümanlığı anlatmak için
gittiğinizde, onun da sizin de sevdiğiniz bir insanın
aracılığıyla giderseniz daha etkili olursunuz. Onun da
sevdiği bir adam sizin de sevdiğiniz olursa müşterek tanıyıp
sevdiğiniz bir adam olursa, oriun aracılığının sizin o
tebliğinize yardımı olacaktır.
Onlar Yahudi olun diyorlar. Öbürleri Hıristiyan plun
diyorlar. Sen de bir üçüncü ama onlara zıt bir. şeyle çıkma.
Onların da kabul edebileceği, senin de kabul ettiğin ve iman
ettiğin bir şeyle onlara teklifi götür. Ki o da İbrahim
(a.s.)'dır deniliyor.
Bir âyet-i kerîmede Allah (c.c); Gelin hep beraber
aranızdaki müşterek bir kelimede bir araya gelelim. O da
Allah'dan başka ilah kabul etmeyelim. 464[257] Bu papazları,
rahipleri din önderlerini kendimize ilah kabul etmîyelim,
onları Rab kabul etmiyelim diyor.
Orada da âyette sizinle bizim aramızdaki benzer müşterek
bir kelimeye gelin diyor. Yani Yahudiler'e ve Hıristiyanlar'a

464[257]
Al-i îmran: 64.
Allah (c.c.) diyor ki, aslında biribirinize itikadi konuda çok
yakınsınız. Sapma çok hassas bir noktada. Orayı bu tarafa
geçirseniz mü'miîi olacaksınız.
İman denen şey, insanın kıl gibi bir tel üzerinden yürümesi
gibi bir şey. Cambazlık yapma gibi bir şeydir. Bir anda
insan küfür tarafına düşebilir. Onun için imanı konuda
dengeyi çok iyi tutması gerekiyor. Amelî konularda insan
biraz daha rahat davranabilir ama, imanı konularda rahat
davranmak, gevşek durmak insanı her an aşağıya, küfür
vadisine düşürebilir. Onun için çok hassas davranmak
gerekiyor. İnsanları da İslâm'a, imana davet ederken onların
da sevdiği, bildiği, iman ettiği, bizim de sevdiğimiz,
bildiğimiz, iman ettiğimiz İbrahim (a.s.)'a davet etmemizi
Allah (c.c;) emrediyor. Ve İbrahim müşriklerden değildi
diyor.
Müşrik şirket kelimesinden şerike kelimesinden türetilmiş
bir kelimedir.
Şirket iki veya daha fazla kişilerin aynı işi yönetmede ortak
haklara sahip olmalarıdır. Hani iki kişi bir araya gelip bir
dükkân açıyorlar veya beş kişi bir araya geliyorlar, fabrika
kuruyorlar. Herkes hissesi oranında orada söz sahibi.
Müşrik de, yeryüzünün, gökyüzünün ve insanların yönetimi
konusunda, yaratılmışların yönetimi konusunda, Allah
(c.c.)'dan başka birine de yetki veren kişiye denir. Yapılan
bu işe şirk deniliyor. O yönetimi elde ettiği kabul edilen
kişiye de put deniliyor. Yani bu insanların yönetimi Allah
(c.c.)'a aittir. Çünkü yaratanı O. Onların ayağının altındaki
toprağı vatanı O yaratmış, vatanın üzerindeki insanı O
yaratmış, bu insanın da nasıl yönetileceği konusundaki
kanunu da O indirmiştir. Allah'ın dışında bir başkasına da
bu yetkiyi verirsek, müşrik oluyoruz! Yani yönetimde,
Allah'ın yönetiminde bir başka insana yetki vermek oluyor
ki, oda ilahlaştırılmış oluyor ve ilahlaştıran da müşrik
oluyor.
İbrahim (a.s.).müşriklerden değildi diyor Allah (c.c). 465[258]

(136) "Biz Allah'a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak,


Ya-kup ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa'ya verilen ile
peygamberlere Kablerinden verilene iman ettik. Onlar
arasında ayırım yapmayız. Ve biz ona teslim olmuşuz"
deyin Hep beraber deyiniz. Biz Allah'a iman ettik. Bize
indirilenlere de iman ettik. Yani Kur'ân-ı Kerîm'e iman ettik
biz.
Biz bunu kime söylüyoruz? Bugün İstanbul Şehrinde ve
dünya genelinde yaşayan Yahudiler ve Hıristiyan'lara
diyoruz ki, biz Allah'a iman ettik. Bize indirilen Kur'ân'a
iman ettik. İbrahim'e indirilen sahifelere de iman ettik.
İsmaü, İshak, Yakup ve onların torunlarından olan peygam-
berlere ve onlara indirilenlere iman ettik.
Bu âyet-i kerîmelerin tefsirinde bazı tefsircilerimiz, bu âyet
bunlara da kitap indirildiğine işaret eder, diyorlar. Ama bir
kısmı diyor ki, hayır , İbrahim (a.s.)'a indirilen sahife,
onların da amel ettiği kitap olması nedeniyle İsmail'e
indirilen İbrahim'e indirilen sahifelerdir. Yani Yakub'un ve
onun neslinden gelen peygamberlerin amel ettikleri, İbrahim
(a.s.)'a indirilen sahifelerdir.Biz diyoruz ki, İbrahim'e,
İsmail'e, Yakub'a, İshak'a ve onların amel ettikleri Allah
tarafından indirilen kitapların tamamına iman ettik. Daha
Musa'ya verilen Tevrat'a ve İsa'ya verilen İncil'e de iman
ettik. Rabbi katından peygamberlere verilenlerin tamamına
iman ettik.
Yani sizin gibi dinde ırkçı değiliz diye bir reddiye veriyoruz
Yahu-diler'e ve Hıristiyanlar'a. Yahudiler diyorlar ki, bizim
peygamberimize geien Tevrat ve bizim peygamberimizden
başka peygamber yoktur. Ondan başka yani Tevrat'tan başka
kitap yoktur. Herkes, bütün dünya inşam buna boyun

465[258]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/260-263.
eğecektir.
Hıristiyanlar da İncil ve Hz. İsa da İsrar ediyorlar.
Biz diyoruz ki, İsa'ya İncil'i indiren Allah, Musa'ya Tevrat'ı
indiren Allah, Onlar'ı peygamber seçen Allah, Hz. İbrahim'i
peygamber seçen ve Ona sahifeleri gönderen Allah ve
kullarından Hz. Muhammed'i de peygamber seçen ve
O'nada Kitabı indiren Allah. Başta Allah'a iman ettik
demişsek, Allah kimi peygamber seçmişse ona da iman
etmekle zorunluyuz biz. Hangi kitabı kime indirmişse onlara
da iman etmekte zorunluyuz. Bunların hepsine biz iman
ediyoruz. Böylelikle biz dinde ırkçılık yapmıyoruz. Yani
yalnız Muhammed'e indirilene iman ediyoruz, peygamber
olarak da yalnız Muhammed'i kabul ediyoruz. Onun dışında
peygamber yoktur diye bir iddiamız yok. Salavatüllahi
Aleyhim.
Peki bu kadar mı? yani bu peygamberlere iman ediyorsunuz
da aralarında fark gözetme tarafına gidiyor musunuz diye
bir soru sorulursa. Cevap olarak diyoruz ki: "Onlar
arasından hiç birini de tefrik etmiyoruz, ayırım yapmıyoruz.
Onu her gün yatsı namazından sonra "Amentü" diye
başlayan Bakara suresinin son ayetlerinde de okuyoruz.
Allah'ın peygamberleri arasından ayırım yapmayız 466[259]
diyoruz. Yani Hz. Nuh (a.s.) nasıl peygamberse, Peygamber
Efendimiz Mühammed (a.s.v.)' da öyle peygamberdir.
İsa (a.s.), Musa (a.s.), İbrahim (a.s.), Yahya (a.s.), Zekeriya
(a.s.), Harun (a.s.) hepsi Allah (c.c.)'nün
peygamberleridirler.
Mevlana bunu şöyle ifade ediyor. Hani bir su vardır diyor.
Güzel bir su. O suyu alıyorsunuz bir sürahinin içine
koyuyorsunuz. O suyu alıyorsunuz bir başka şekilde
yapılmış sürahi içine koyuyorsunuz. O suyu alıyorsunuz bir
bardağın içine koyuyorsunuz. O sudan alıyorsunuz bir başka

466[259]
Bakara: 285.
büyük sürahinin içine koyuyorsunuz. Ama hepsine de
koyulan Allah'ın aynı karakterde aynı vasıfta olan suyudur.
Değişen kaplardır diyor. Yani değişenler peygamberlerdir.
Yoksa onlara verilen Allah {c.c.)Tün sıfatlarını sayarken bir
de kelam sıfatı varki, o sıfatta ayırım yoktur hiç.
Peygamber Efendimiz'e indirilen kelam güzeldir de, Musa
(a.s.)'a indirilen kelam şöyledir dememiz mümkün değildir,
aynıdır. Ancak kaplar değişmiştir. Ve bu kaplara
döktüğümüz dökülme çağları değişmiştir. İlk defa Hz.
Adem, son defa da Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'ın gönlüne
indirilmiştir, Allah (c.c.)'ün bu diriltici âyet-i kerîmeleri.
Onun için biz bunların kaynağı aynı olduğundan dolayıdır
ki, ayırım yapmıyoruz. Bir de şöyle ifâde ediyor. Bütün
bunlar aynı ağacın meyvaları gibidirler. Kökleri aynı,
zamanlar olarak dallara ayrılmış. Ve dallarda meyvalar ola-
rak peygamberleri görüyor. Onlarda aynı kokuyu, aynı tadı
taşırlar diyor. Aynı özelliği taşırlar hepsi de aynı kökten
geldiği için. Yani Rabbi'nden geldiği için aralarında ayırım
yapmıyoruz. Ve biz ona teslim olmuşuz. Yani Allah (c.c.)'e
teslim olmuşuz. Yani biz Müslümanız diyoruz Allah'a iman
ettik deyin. Biz o Allah'a teslim olmuşuz, İslâm'a girmişiz
deyiniz diyor Allah (c.c). 467[260]

(137) Şayet onlar sizin inandığınız gibi inanmış olsalardı


doğru yolu bulurlardı. Eğer yüz çevirirlerse şüphesiz onlar
bir ayrılık içindedirler. Onlara karşı Allah Sana kâfidir. O
işitendir, bilendir.
Bu 137. âyet-i kerîmede diyor ki Rabbim, eğer sizin gibi
iman ederlerse, onlar da doğru yolu bulmuş olurlar. Eğer
sizin bu söylediklerinizden yani İslâm'dan yüz çevirecek
olurlarsa, o takdirde onlar mutlaka bir ayrılığın içindedirler.
Yani asıl olan İslâm'dır Bu insanlar yüz çevirmekle

467[260]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/263-265.
ayrılmış oluyorlar. Ayrıcalığı onlar yapıyorlar.
Günümüzde bir kısım insanlarımız, belirli yerlerde bir
dairede, bir kışlada, bir karakolda, bir iş yerinde, bir
fabrikada îslâmî olan görevlerini, dini görevlerini yapsa
veya. söylemeye kalksa "ayrıcalık yapıyorsun" diye o
adama, Müslümana karşı çıkıyorlar.
Allah (c.c.)da diyor ki, asıl ayrıcalığı yapanlar onlar. Asıl
olan dindir. İslâm dinidir hern de. Allah (c.c.)'ün belirlediği
dindir asıl olan. Hani biz şurada toplu halde oturuyorsak biri
kızipta çıkıp giderse ayrıcalığı o yapmış olur. Yoksa o
yerinde kalsa da hepimiz biz buradan çıkıp gitsek ayrıcalığı
biz yapmamış oluruz.
Hakdan kopandır, ayrıcalık yapan. Çoğunluk ta esas değildir
burada. Kim bir hakdari kopuyorsa o ayrıcalık yapmış olur
diyor Allah (c.c.).
Onlar ayrıcalığın içerisindedirler. Yani ayrılık tohumlarını
onlar ekiyorlar. İslâm'dan yüz çevirenler ayrılık tohumları
ekiyorlar. Fakat bazı egemen güçler öylesine kendilerini asıl
kabul ediyorlar ki, % 99, % 98 Müslüman İslâmî hayatım
yaşayacak olursa ayrıcalık yapmış oluyor bunlar, ayrılık
tohumu ekiyorlar efendim diye de bas bas bağırıyorlar
üstelik, yazarlardan bir tanesi şöyle yazıyor du: Bu milletin
% 98'i Müslüman; bunların hepsi bir araya gelseler, İslâm'ı
ve Kur'ân'ı istiyoruz derlerse ne yaparsın, diye soruyorlar ve
cevap veriyor: Yine de bu hak onlara verilmez. Bu
çoğunluğun despotizmidir. Biz despotluğa karşıyız. Bu
çoğunluğun despotluğudur diyor adam. Yani bizim
dışımızdaki kimseye bu hakkı veremeyiz diye ifade ediyor.
Yani kendilerini asıl kabul ediyorlar % İ'liği. Geri kalan %
99 onların inancında olmadığından dolayı ayrıcalığı ayrılık
tohumlarım onlar eki-yorlarmış.
Allah (c.c.) ise İslâm'a yüz çevirenler ayrılık içindedir diyor.
Mekke de Peygamber Efendimiz azınlıkta. Bir kaç kişiler.
Yani dünya genelindeki nüfusa göre azınlıktalar. Gerçi
Medine'de devletini kurmuş Peygamberimiz (a.s.v.) ama
devlet dediğimiz neki, bugünün şartları içerisinde çok
küçük. Meselâ devletini kurduktan sonra Bedir Harbine
gelebilen eli kılıç tutan 313 kişi. Yani adet olarak çok az.
1500 kişi ile Hudeybiye Mus alalı ası'na gelmişler.
Mekke'nin fethine on bin kişi ile çıkabilmiş, Peygamber
Efendimiz (a.s.v.).
O gün dünyanın en güçlü ordularına sahip bir tarafta Bizans,
diğer tarafta İran İmparatorlukları var. Bütün bunların gücü
karşılığında. Peygamber Efendim (a.s.v.)'ın gücü az. Az ama
Allah (c.c.) diyor ki, onlar yüz çevirip giderlerse gitsinler,
her türlü planlarını kurarlarsa kursunlar. Onlara karşı Allah
Sana yeterli olacaktır. Allah Sana yeter diyor Allah (c.c). bu
garantiyi kendisi verdikten sonra, Peygamber Efendimiz
(a.s.v.) hayatında hiç endişe duymamış. Kâfirlerden endişe
duymamış hiç. Üzüldüğü şu olmuş: Bu bana iman eden
insanlara işkence yapılıyor, azap tattırılıyor. Onların haline
çok üzülmüş. Ve onların yüreklerini serinletmek için de,
sabredin Allah sizi Cennetle müjdeliyor, Allah sizi Cennetle
mükâfatlandıracaktır diye Mekke'de iken özellikle onların
yüreklerine su serpmiştir. Cennetten bir müjde suyu
serpmekle ancak teselli etme tarafına gitmiş ama, Medine'de
ise kendi ashabının kılma dokunanların cezalandırılmasını
da yapmıştır.
Yani bu dünyada ashabının tüyüne dokunanların cezasını,
Peygamber Efendimiz (a.s.v.) yermiştir. Yani bir devlet
kurulmuş Medine'de, derken Hudeybiye'ye geliyorlar Hz.
Osman (r.a.) Mekke'ye gönderiliyor. Derken Osman'ın
Öldüğü haberi geliyor. Öldürüldüğü haberi gelince orada
1500 tane sahabe yalınkılıç Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'ın
yanma geliyorlar. Ya Rasûlelîah kanımızın son damlasına
kadar senin yanındayız. Mekke'ye karşı harbet diyorlar.
Yani bir devlet bir tek insanının kanını korumak için harp
kararı ala-büirki bugünkü devletler de bunu kabul ediyorlar.
Eğer başka çıkar yolu yoksa. Ki orada başka çıkar yol
bulunmuştur. Hz. Osman (r.a.)'ın şehit edilmediği ortaya
çıkmış ve orada da bir anlaşma yapılmıştır.
Onlara karşı Allah Sana yeter. Bugün için bu âyet-i kerîme
aynen bize de hitap ediyor. Eğer Efendim (a.s.v.)'ın
çizgisinde yürüyorsak, hepimize teker teker, onlara karşı
Allah bize yeter. Peygamber Efendimiz'e söylenen bu âyet
hepimizin şahsına teker teker "sana Allah yeter onlara karşı"
diyor.
Hani hatıra şu gelebilir. Benim burada işkenceye uğradığımı
şu kadar da haklarımın yendiğini Allah nasıl bilecek? O her
şeyi işitendir. Denizin en derin yerinde bir olay olsa onu
işitiyor. Gökyüzünün neresinde olursa olsun bir olay, onu
işitiyor. Hatta gönüllerden geçeni biliyor. Değil öyle
konuşulanı gönüllerden geçeni biliyor. O her şeyi bilendir
diyor.468[261]

(138) Allah'ın boyasıyla boyanınız. Allah'dan daha güzel


boyası olan kim var? Biz ancak O'na ibadet edenleriz.
İnsanlara senin rengin ne diyorlar günümüzde. Senin rengin
ne söyle bakalım diyoruz ya. Türkiye'de bu siyasî yelpazede
yeşil renk tutmuştur. Bir de kırmızı renk tutmuştur. Ha bir
de renksizler var. Kırmızı vardır. Yeşil vardır. Bir de
renksizler vardır.
Ayet-i kerime zaten bunu konu ediniyor. Bu yeni değil yani
günümüz insanının çıkardığı bir şey değil. Günümüzde
kırmızı, yeşil bir de renksizlik söz konusu. İnsan bir çok
şeyleri izah konusunda ya renklerle, ya çizgilerle, ya
desenlerle ifade edecektir.
Ta Peygamber Efendimiz (a.s.v.) döneminde de aynı şekilde
rengin ne senin? Seninki Yahudi, seninki Hıristiyan, gibi
ifadeler kullanılıyormuş.

468[261]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/265-268.
Allah (c.c.) de diyor ki, Allah'ın boyasıyle boyanınız.
Allah'ın boyasından daha güzel boya kimindir?
İnsan Allah'ın boyasıyla nasıl boyanır? Yürüyüşünü,
oturuşunu, kalkışını, eşiyle, çocuklarıyla, komşularıyla,
tanıdıklanyla, dostlarıyla, arkadaşlarıyla, tanımadıklarıyla
ve bütün tabiattaki yaratıklarla olan münasebetlerini Allah'ın
Kitabına göre yönlendirecek olursa, Allah'ın boyasiyle
boyanmış demektir.
Bu âyet-i kerîme nazil olunca birisi sormuş: Allah'ın boyası
nasıl olur? Allah, boya da yapar mı demiş.
Evet, tabiattaki kırmızı renkleri, yeşil renkleri, sarı renkleri,
turuncu renkleri bütün renkleri yaratan O'dur denmiş. Yani
buradaki boya aslında bizim hayatımızın aldığı istikamettir.
İslâmî çizgide yürümekten daha güzel bir yolun olmadığım
ifade ediyor Allah (c.c). Ama tabiattaki renkleri de Allah
(c.c.)'ün yarattığı bir hadisi şerifte ifade edilmiş. Ve Haşr
suresinin son ayetin de okuduğumuz (El Musavvir) ismi
cemali de bunu ifade etmektedir.
Allahü Teala "Musavir'"dir. Yani eşyaya şekil veren, desen
veren, renk veren Allah (c.c.)'dür. Bakıyoruz da, dünyanın
en ünlü ressamının yaptığı bir resim bir milyar, beş milyar
dolara veya marka satılıyor. Bir ressamın aya bakan
çiçekleri, bir kaç milyara satılmış. Hakikaten güzel
yapmıştır. Ama adamın kendisi bile yaptığından memnun
değilmiş. "Ben bu aya bakan veya güne bakan çiçeğinin bin
halinden bir halini, kokusuz, cansız ve o tazeliğini de
veremeden donduruyorum" diyor. Dışarda gördüğünüz
ayçiçeği (veya güne bakan çiçeği diyorlar.) O çiçeğin
yaşarken, canlı tazeliği var, kokusu var, gıdası var içinde.
Ama bir ressam veya bir fotoğraf makinası o çiçeğin bin
halinden bir halini donduruveriyor. Ondan sonra da bize
sanat diye veriliyor. Sanattır, yani bu ressamın yaptığı
sanattır ama, asıl ressam Allah (c.c.)'dür. Musavvir olan
O'dur. Onun renginden daha güzel bir renk vermek te
mümkün değil. Hani Sultanahmet'te Ercail çiçeklerini
görüyorsunuz, aynı yaprağın üzerinde görüyorsunuz moru
var, kırmızısı var, yeşili var, sarısı var. Ressamlar onu takdir
eder, ressama tapan insanlar onu takdir edemez yalnız.
Çünkü ressam onun değerini bilir. Hatta tabiat bizim ilham
kaynağımız dır der ressamlar. Ressam doğru söylüyor.
Tabiat bizim ilham kaynağımız. Ama tabiatı yaratanı da bir
tanıyıyerseler ki, bunu yapan vardır mutlak surette bir de
tabiatı yaratanı tanımak lazım.
Biz o tabiatı boyayana ibadet yaparız diyoruz. Ne güzel
sanat galerisini geziyorsunuz. Ondan sonra da oraya bir
defter bırakmışlar, yazıyorsunuz çok hoşuma gitti.
Renkleriniz fena değil veya çizginiz fena değil." Efendim
bir sürü şeyler yazılıyor. Yazılsın, biz de yazıyoruz. Yalnız,
Allah (c.c.)'ün galerisinde dolaştıktan sonra, Allah'ın
ahkâmına göre yaşadıktan sonra diyoruz ve yazıyoruz: "Biz
bu tabiatı yaratan ve bu tabiatı yöneten ve bu tabiatta renk
cümbüşünü, ses cümbüşünü meydana getiren Allah (c.c.)'e
ibadet ediyoruz O'nun yarattıklarına ibadet etmiyoruz."
O'nun yarattıklarına, Allah'ın hakimiyetine karşı duracak bir
yönetim hakkını da vermiyoruz diyoruz. Allah (c.c. 139.
âyet-i kerîmede de şöyle diyor.469[262]

(139) Deki: O sîzin de bizim de Rabbimiz olduğu halde


Allah ka-îtnda bize karşı çekişmiyorsunuz? Bizim
yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız sizedir. Ve biz
samimiyetle O'na bağlanmışızdır.
Deki o kâfir gurubuna, Allah konusunda siz Benimle
çekişmek mi istiyorsunuz? Benimle çekişiyor musunuz? O
sizin de Rabbiniz Benim de Rabbim. O sizin ve Benim
Rabbim olduğu halde, Allah konusunda Benimle çekişiyor
musunuz? Yani Yahudiler'in, Hıristiyanların, putperestlerin

469[262]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/268-270.
hepsi biliyorlar ki, Allah (c.c.)'dür onları yaratan.
Yaratmada inkâr eden yok hiç. Yukarıdaki âyet-i
kerîmelerde gördük: Yeri ve göğü kim yarattı denilse derler
ki, Allah'dır. Yaratan Allah'dır!
Peki ayrılık nereden geliyor. Yönetimden geliyor. Diyorlar
ki, Allah yeri göğü yaratmıştır, çiçeklerle donatmıştır ama
yönetimi bizlere bırakmıştır. Biz de kendi çıkarlarımız
doğrultusunda bu işi yaparız. Peygamber Efendimiz
(a.s.v.)'ia çekişiyorlar. Peygamber Efendimiz'e emir veriyor
Allah: "Allah sizin de Rabbiniz, Benim de Rabbim olduğu
halde niye siz Allah konusunda Benimle çekişiyorsunuz.
O'nun huzuruna da döneceksiniz. Öyleyse O'nun dediklerini
yapın. Benim karşıma geçipte çekişmeyin," de onlara. Eğer
çekişmeye devam ederlerse, "Bizim yaptıklarımız bize, sizin
yaptıklarınız size. Biz O Allah (c.c.)'e ihlasla amel edeceğiz,
ihlasla iman edeceğiz, de.İhlas, bunun benzeri Türkçe'de
kullanılıyor. Halis altun deriz. Yani som altun diyoruz.
Halis kelimesini kullanıyoruz. Yani halis altun, içinde
gümüş karışımı ve bakır karışımı olmayan. Mahza altun.
999 milyem-lik bir altun bu veya 1000 milyemlik altun.
Bu ihlas kelimesi de, İhlas Sûresinde bütün kelimeler orada
Allah'ın varlığını, birliğini, herkesin O'na muhtaç olduğunu,
Allah'ın kimseye muhtaç olmadığını, hiçbir kimsenin
Allah'a benzemediğini, Allah'ın doğmadığını ve de
doğurmadığını ifade eden yani o âyet bütün kelime ve
harfleriyle yalnız Allah'ı anlattığından dolayı İhlas sûresi
denilmiş.
Ticaretle ilgili, çekle ilgili, çapla ilgili hiç bir ifade yok İhlas
Sûresinde. Onun içindir ki, İhlas denilmiş. Biz O'na
imanımızda ve amelimizde ihlasla ibadet, ihlasla iman
ediyoruz. Yani karışıklık yok. Netlik var. Yani % 99
Allah'ın emirlerini yerine getirelim de, bir de şu arkadaş bizi
kurtarmış şöyle etmiş, böyle etmiş onun dediğini de
yapsak... Allah'ın emrine karşı ama, varsın pis herifin dediği
de olsun, dersek herhangi bir adamın yaptığını, tuttuğunu
Allah'ın emriyle beraber denk kabul edecek olursak, bu
sefer % 99 Allah'ın emri % l'de onun yani herhangi birinin
emri olunca ne oluyor? Bin gramlık tatlı suya bir gram zehir
konmuş gibi oluyor. 470[263]

(140) Yoksa siz İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve


torunlarının Yahudi veya Hristîyan olduklarmı mı
söylüyorsunuz? Deki: "Siz mi yoksa Allah mı daha iyi bilir?
Allah,tarafından bildirilen bir şeyi giz-liyenden daha zalim
kim vardır? Ve Allah yaptıklarınızdan gafil değildir."
Burada sayılan peygamberler Yahudilikten önceki
peygamberler. Yani Hz. Musa'dan önce gelmiş
peygamberlerdir. İbrahim, İsmail, İshak ve Yakup, bunların
hepsini Yahudiler peygamber olarak kabul ediyorlar.
Ancak,Yakup demiyorlar da Yakop diyorlar kendi
aralarında. İbrahim demiyorlar da, Abrâham diyorlar. İsmail
demiyorlar da Samuel diyorlar. Yani kendileri de biraz
değiştirmekle beraber aynı isimleri kullanıyorlar. Peki siz
bunlara iman ediyor musunuz? İman ediyoruz. Peygamber
miydi? Peygamberdi. Peki Yahudi miydi? Hayır demeleri
lazım. Çünkü Musa (a.s.)'dan önceler. Yahudi değildirler
derlerse zaten iddialarını kaybedecekler. Çünkü azaptan
kurtulan Yahudi olanlardır diyorlar. Yahudi olanlar kurtulur
diyorlar. Yahudi olmayan kurtulamaz. Peki İbrahim Yahudi
değildi, İsmail Yahudi değildi. Yakup Yahudi değildi. Ve
İshak da Yahudi değildi. Öyleyse bunlar Cehennemde mi?
diyemeyiz, bir insan Yahudi olmadan da Cennete gidermiş.
Doğru yolu bulurmuş. Yani kendi ifadelerini ters yüz edip,
kendilerine karşı malzeme olarak kullanmakdır bu.
Benim kendisinden de yararlandığım bir hoca efendi vardı.
Kendisi Türkistan muhacirler indendi. Türkiye'ye gelmişti.

470[263]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/270-271.
Çok iyi bir âlimdi. Allah rahmet eylesin. Türkiye'de çok
gayretli Müslüman kardeşlerimizden biri hoca efendiyi
evine davet etmiş. Bir kaç tane de kendi arkadaşlarından
davet etmiş. Bağlı oldukları hoca efendinin bir kitabını
okumuşlar. Bu arada bizim hocaya sormuşlar. Sen bu
kitaptan okudun mu hiç. Yok demiş, Türkiye'ye yeni geldim
daha. Adam şaşmış "yahu sen nasıl hoca oldun?" demiş. Bu
kitapları okumadın da. Hocam Allah rahmet eylesin çok
zekiydi. Aynı mantığı kullanmış, "Şimdi bu efendi bu
kitapları hoca olduktan sonra mı yazmış? Hoca olmadan
Önce mi yazmış?" Hoca olduktan sonra yazmış demişler.
"Pekiyi o nasıl hoca olmuş bu kitapları okumadan" demiş.
Ve devam etmiş. "Bu hocanın okuyup kendini yetiştirdiği
alim olduğu kitaplar insanı âlim yapar, ama kendi kitaplarını
okuyan siz talebeleri sadece bu kitapları okuyarak âlim
olamazsınız.." Ama o hoca efendinin yazdığı eserler iyi
insan yetiştirir de hoca yetiştirmez. Mümkün değil.
Yani o yukarıda saydığımız peygamberler Yahudi miydi?
Hıristiyan mıydı? değildi ikisi' de değildi. Çünkü daha
önceydiler. Yani Yahudilik'ten de önceydiler,
Hıristiyanlık'tan da önceydiler. Öyleyse bunların
peygamberliğine inanıyor, Cennete gittiğine inanıyorsanız
demek ki, Yahudi ve Hıristiyan olmayan, ama Allah'a teslim
olan insanlar cennete gideceklerdir.
De ki onlara, siz mi daha iyi bilirsiniz? Allah mı daha iyi
bilir. " Bu adam Cennet yüzü görmez, Cehennemden
çıkmaz" diye çok adamlar hakkında biz kendi kendimize
hüküm veririz. Allah (c.c.) de Allah mı daha iyi bilir? yoksa
siz mi daha iyi bilirsiniz? diye sorar Her şeyi Allah (c.c.)
bilir. O'nun yanında şahitliği gizleyenden daha zalim kim
vardır? Şahitliği gizlemek. Bu iki anlama gelir. Şahitliği
gizlemenin en büyük zulüm olduğunu ifade eden birinci
durum şu: Bugünkü hayatımızda gördüğümüz olayları ters
yüz etmek. Adam sizi şahit olarak çağırmış, borç nedeniyle
herhangi bir kavga nedeniyle veya herhangi bir söz verilmiş,
akitler yapılmış bu konuda siz şahitsiniz ve bir gün
şahadetinize baş vuruluyor. Siz de bu şahitliğinizi
gizliyorsunuz. Ben duymadım efendim. Ben bunu
görmedim efendim. Hatırlamıyorum efendim gibi
reddiyelerde bulunacak olursanız şahitlikten dönmüş
oluyorsunuz. Şahitliği gizliyorsunuz. Böylelikle zalim
oluyorsunuz. Hem de zalimlerin en zalimi oluyorsunuz bu
hukukî sahada, amelî sahada şahitliği gizlemedir.
Bir de Allah (c.c.)'a iman ettiği halde, şehadet getirmeyen
kişiler. Allah'ın tabiattaki âyetlerini gördüğü halde, bu
çiçeği yaratan Allah'tır, ben yaratmadığıma göre Allah'tır.
Bu denizi ben yapmadığım halde bu suyu burada, ben
biriktirmediğime Hanımlarımızla, çocuklarımızla su getirip
denizi kovalarla biz doldurmadık. Ve böyle yapacak
olsaydık kendi evlerimizde su sıkıntısı çekmezdik. Bunları
biz yapmadığımıza göre bir yapan var. Bu da Allah
(c.c.)'dür diyoruz. Biz Eşhedü en la ilahe illalah derken bu
şahitlikte bulunuyoruz.
Bir şeyi gören, duyan kişinin onu bir yerde, yetkili bir
makam önünde ifade etmesine şahitlik diyoruz. Biz
gördüğümüze, tabiatta gördüklerimize, duyduğumuza,
Kur'ân âyetlerinden duyduklarımıza şahitlik yapıyoruz.
Mecliste, camide, kışlada, karakolda, çarşıda her yerde
şahitlik yaparsak şahitliğimizi gizlememiş kişilerden oluruz.
Eğer bunu gizleyecek olsak yanımızda dinime hakaret
edilirken sessiz kalacak olursak orada şahitliğimizi gizlemiş
oluyoruz. Ve böylece zalimler arasına giriveriyoruz.
Yahudiler de biliyorlar ki, İbrahim (a.s.) Allah'ın
Peygamberidir. Yahudi değildir. İsmail (a.s.) bilirler ki,
Allah'ın peygamberidir. Yahudi değildir. İshak, Yakup ve
onun torunları peygamberdirler. Ama Yahudi değildirler.
Fakat bunu gizleme tarafına gidiverirîer. Allah Teâlâ da
bunu yapanların zalim olduklarını ifade ediyor. Onlar ne
kadar gizlerlerse gizlesinler, Allah sizlerin yaptığınızdan
gafil değildir. En gizli yerde karanlık bir gecede, karanlık
bir odada, kara taşın üzerindeki, kara karıncanın ayağının
hareketini bilir diye tarif etmişler. Karanlık gecede, karanlık
bir odadaki, kara taşın üzerindeki, kara karıncanın ayağının
hareketini dahi Allah (c.c.) bilir. Ayağının sesini dahi bilir
ve işitir. Öyleyse gizli bir yerde gizli bir hareket yapmamıza
imkân yoktur. Gizli bir kötülük yapmamıza imkân yoktur.
Peki ne yapalım? Bu adamlar böyle zaman içerisinde
mücadele vermişler peygamberime karşı.
Allah (c.c.) diyorki;471[264]

(141) Onlar bir ümmetti geçti. Onların kazandığı onlara,


sizin kazandığınız sizedir. Ve siz onların yaptığından
sorumlu tutulmıyacaksınız.
Onlar geçmiş bir toplumdur. Onların yaptığı onlara, sizin
yaptığınız size. Onların kazandığı onların lehine, sizin
kazandığınız sizin lehinize. Onların yaptığından siz sorumlu
değilsiniz, sorulmayacaksınız diyor Allah (c.c).
Burada iki yönlü düşünmek gerekiyor. Bir, onlar geçen bir
toplumdur. Geçmiş bir toplumdur. Onların yaptığı onlara,
sizin yaptığınız size. Siz onlardan sorumlu değilsiniz. Yani
tutup ta elinize bir teşbih alıp Yahudi'ye lanet olsun,
Yahudi'ye lanet olsun diye teşbih çekmenize gerek yok.
Onlar geçmiştir. Siz o dönemin Yahudi'si veya
Hıristiyan'ıyle mücadele vermek mecburiyetinde değilsiniz.
Ancak günümüzün Yahudi, Hristiyan'ıyla mücadele
vermekle görevlisiniz. Hani adam tâ Peygamber Efendimiz
(a.s.v.) döneminde Efendimize hakaret eden Kâb b. Eşref
için vay imansız vay! O dönemde olsam da şöyle boynunu
sıkıverseydim diyor. Peki ama aynen günümüzde yaşayan
bir Yahudi aynısını yapıyor. Veya bir Hıristiyan yapıyor.

471[264]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/271-274.
Veya Akif in tabiriyle "adı Osmanlı, ruhu Yunanlı" olan
adamlar yapıyor. Yani bu memlekette bu toprakta doğmuş.
Anası müslüman babası müslüman. Adı Ali, Veli olan bizim
adımızdan ama iç dünyası onların casusluğunu yapıyor. Biz
bu kişilere karşı mücadele vermekle sorumluyuz. Yani
kendi çağımızdan sorumluyuz. Bu âyet-i kerîme bunu ifade
ediyor. Onlara karşı geçmiş toplumlara lanet okumak
yerine, kendi çağımızdaki kâfire karşı mücadele vermemizi
bize işaret ediyor âyet-i kerîme.
Bir de o Yahudi ve Hıristiyanlar'a karşı mücadeleyi veren o
sahabe geçmiş bir toplumdur. Onların yaptıkları iyi ameller
kendilerinedir. Sizin yaptığınız iyi amellerinizde
kendinizedir. Onlardan sorulmayacaksınız diye de
anhyabÜiriz bu âyet-i kerîmeyi.
Yani benim ecdadımdan Fatih Sultan Mehmet Han cennet
mekân. Allah rahmet eylesin o güzel hizmet etmiş. O kendi
mesuliyetini gidermeye çalışmış. Sen de O'nun gibi olursan
görevini yerine getirmiş olursun. Yoksa O'nun adını ağzında
teşbih gibi devamlı zikredecek olursan sana hiç bir faydası
yok. Esas olan O'nu örnek almaktır. Yoksa O'nun adını
anmak değil.
Futbol maçı seyredenleriniz vardır. Futbolcunun bir tanesi
top tam kendisine doğru gelirken "Yahu böyle bir top
bundan on sene evvel filan maçta Pele'ye gelmişti de Pele
şöyle vurmuştu diye düşünürse top o zamana kadar
ayağından geçer gider. On sene evvel filan adamın topa öyle
vurduğunun hiç bir faydası yok. Onu düşünmeyeceksin. O
anda sen tavrını kendi hareketlerini kendin belirleyeceksin.
Geçmişin güzel oynayanları sana fayda vermez. O ancak
antireman esnasında fayda verir. Örnek almada fayda verir.
Geçmiş sahabeleri biz okuruz. Hayatımızı onların hayatına
benzetmeye çalışırız. "Ama Ebu Bekir'i Sıddık (r.a.) çok
mübarek bir zattı. Çok iyi idi. Çok dürüst idi. Çok doğru idi.
Edepli idi, hayalı idi" deyip de kendisi edepsiz olursa, bunu
söylemenin bir faydası yokki. Onun hayatını kendi hayatına
nakşederse faydası var. Yoksa onları övmenin adama
faydası yoktur. Onlar geçmiş bir toplumdurlar. (Bak. Bakara
134) 472[265]

(142) İnsanlardan bir kısım beyinsizler: "Onları üzerinde


bulundukları kıbleden çeviren ne?" diyecekler. Deki: "Doğu
da, batı da Allah'ındır. Dilediğini doğru yola iletir."
Kârını zararından ayırd edemeyen kişiye Sefih denir.
İnsanlardan bir kısım süfeha O üzerinde oldukları kıbleden
onları kim çevirdi diyecekler. Bu âyet-i kerîme Peygamber
Efendimiz (a.s.v.) Mekke'den Medine'ye hicret ettikten 16
ay sonra inmiştir. Bazı tefsirlerde 10 küsur ay sonra di-, yor.
Peygamber Efendimiz (a.s.v.) Medine'de, Mescid-i
Kıbleteyn diye, bilinen bir mescid de, bir öğle namazı
kılarken, kıbleye yani Kabe'ye yönelmesiyle
ilgili..................âyet-i kerîmesi nazil olmuş. İki rekâtını kıl-
mıştı öğle namazının farzının. Ama namazda iken âyet-i
kerîme nazil olunca, Peygamber Efendimiz dönüvermiş iki
rekatını da Kabe'ye karşı yönelerek kılmış. Malum Medine,
Mekke ile Kudüs'ün arasındadır. Kudüs kuzey taraftadır.
Mekke güney taraftadır. Efendimiz Kudüs'e dönüp namazını
öyle kılıyordu. Ayet-i kerîme nazil olunca tam Mekke'ye
doğru döndü. Peygamberimizin arkasında cemaat vardı.
Efendimiz dönüverin-ce cemaatla karşı karşıya geldi.
Cemaatta döndü ama Efendimiz öne doğru geçti. Yani safın
ön tarafına geçti ve namazı devam ettirdi. Onun için o
mescide "Mescid-i Kıbleteyn" iki kıbleli mescid deniliyor.
Efendimiz emir üzerine Kabe'ye karşı dönünce bir kısım
geri zekâlılar, laf ediyorlar. Aslında adamlar geri zekâlı
değiller, dünya işlerini biliyorlar. Ticareti biliyorlar.
Mallarını, mülklerini biliyorlar da asıl ticareti bilmiyorlar.

472[265]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/274-276.
Büyük ticareti bilmiyorlar. Büyük ticaret için yukarıda bir
misal vermiştik. Onun benzeri bir misal verelim:
Geçici olarak bir insana şu nimeti alacaksın ama bu nimet
senin elinde veya bu köşkte senin elinde. Bu köşkte sen bir
ay kalacaksın. Bir ay sonra bu senin elinden alınacak. Bir
aylığına burada kalacaksın deniliyor. Köşkün içinde içecek
te vardır. Günah ta vardır. Her türlü pislik te vardır. Ama bir
ay burada kalmazsan ilerisindeki köşke geçeceğiz. Orada
ömür boyu kalacaksın denilse, adamın aklı başında ise bir
aylığına olan yeri terk edip, Öbür tarafı tercih eder.
Allah (c.c.) de bu dünya hayatı 60, 70 seneliktir. Bu dünya
hayatında isteyin ama güzellikle isteyin. Haram olmadan,
harama bulaşmadan. Dünyanın güzelliklerini isteyin.
Haramlarını değil. Ahiretin güzelliklerine ulaşacaksınız
diyor.
Bu geri zekâlılar da biz bu dünyada vur patlasın, çal oynasın
deriz. Öbür taraf ya olur, ya olmaz. Öyleyse biz bu dünyada
muradımıza erelim diyorlar ve bundan dolayı sefih kabul
ediliyorlar. Yani kâr ve zararını hesap edememelerinden
dolayı, diyorlar ki, yahu "bunları yönelmekte oldukları
kıblelerinden kim döndürdü?"
Deki onlara: Doğu da Allah'ındır. Batı da Allah'ındır.
Dilediğini doğru yola O iletir.
Yani bir zamanlar kuzeye dönüyorlarsa, şimdide bir emir
üzerine güneye dönüyorlarsa emri veren Allah, doğuyu
yaratan Allah, batıyı yaratan Allah, dilediği gibi mülkünde
tasarruf eden Allah. Mülkün sahibi de O'dur.
Mülkün sahibi Allah'dır. Mülkünde dilediği gibi yine
tasarruf eden de O'dur. (Al-i İmran: 26)
Buradan bizim için şöyle bir savunma da çıkıyor. Hani bu
günün imansızları Hindistanı ve Budistleri örnek vererek;
Hindistan'daki puta tapanların haclarının nasıl olduğunu,
filme almışlar. Efendim ineklerine tapınıyorlar. Belirli bir
yere kadar gidiyorlar. Orada belirli bir yerde tavaf ediyorlar.
Efendim Ganj nehrinden su alıyorlar. Memleketlerine getiri-
yorlar filan. Burada bize şu çağrışımı yaptırıyorlar.
"Müslümanlıkla Hint dininin arasında bir fark yok. Onlar da
bir yere kadar gidiyorlar. Bir su getiriyorlar. Müslümanlar
da bir yere kadar gidiyorlar, bir taşın etrafında dönüyorlar.
Ve oradan bir su getiriyorlar. Zemzem getiriyorlar." Bu
imajı kendi kesimlerinden bazı insanlara vermek için bunu
söylüyorlar, anlatıyor, yazıyorlar.
Bilseler ki, biz bir zamanlar Kudüs'e yönelmişiz. Ondan
sonra emredilmiş Kabe'ye yönelmişiz. Yani yöneldiğimiz
yere tapınmıyoruz. Hz. Ömer (r.a.) demiş ki, Ey kara taş,
vallahi seni kırarım. Ancak Allah Rasûlü'nü sana istilam
ederken gördüm. Yani elini değerken gördüm. Ben de onun
sünnetine uyarak seni istilam ediyorum. Elimle değiyorum
diyor. Yoksa senin şu Medine'deki diğer kara taşlardan bir
farkın yok diyor.
Bunu ifade ederken bizim mesnevi şairi Tahini11-Mevlevi
diyor ki, oraya yönelmemiz bizim birliğimizi sağlamaktadır.
Nasıl ki müslüman bir devletin bayrağının yere düşmemesi
için -müslüman bir devlette hakimiyetin sembolü bayraktır
binlerce insan can verir. Burada gaye o 500 liralık bezin
yere düşmemesi değildir. Metresi 500 liralık bezden, 5000
liralık bezden veya elli bin liralık bezden çok güzel bir
bayrak yaparsınız. İpekten yaparsınız. Ama elli bin lira. bir
damla kanın akmasına değmez. Ama bir milletin tamamı
onun yolunda, onun yolu değil Allah'ın yoludur aslında bu
Allah'ın hakimiyetinin sembolü olarak Peygamber
Efendimiz (a.s.v.) da bayrak kullanmış. Onun düşmemesi
için can verilmiş halbuki onun maddî olarak değeri 50
liradır, 500 liradır, ellibin liradır. Yani bu kadarlık bir bez
parçasıdır. Ama ifade ettiği mânâ büyüktür.
Kâbe-i Muazzama'daki Haceru'l-Esved'in de ifade ettiği
mânâ büyüktür. Rabbimin emrine yöneliyoruz biz. Hacerü'l-
Esved'e değil. Biz Rabbimin "Yüzünü Mescid-i Haram1 a
çevir" emrine yöneliyoruz. Emri yerine getiriyoruz. Kâbe-i
Muazzama'ya yönelin demiş. Biz o emri yerine getiriyoruz.
Allah (c.c.) bir başka adres gösterseydi oraya yönelirdik.
Çünkü doğu da batı da Allah'ındır. 473[266]

(143) Böylece sizi insanlara karşı şahitler olasınız diye


vasat (ifrat ve tefritten uzak) bir ümmet kıldık.
Peygamberler de sizin üzerinize şahit olması için, Sen'in
üzerinde bulunduğun Kabe'yi kıble yapmamız, Peygambere
uyanlarla iki topuğu üzerine geri dönenleri ayırdetmek
içindir. Şüphesiz bu büyük (bir olay)'dür. Ancak Allah'ın
kendilerini doğru yola ilettiği kişilere değil. Allah imanınızı
boşa çıkarmaz. Şüphesiz Allah insanlara şefkat eden ve
esirgeyendir.
Bu âyet-i kerîmesinde'Allah (c.c.) bu Ümmet-i
Muhammed'in orta bir ümmet olduğuna dikkatimizi çekiyor.
Efendimiz (a.s.v.) da; işlerin en hayırlısı orta olanıdır.
Hani yemeği çok yerseniz mideniz fesada uğrar. Mide
rahatsızlığı geçirirsiniz. Yemeği az yerseniz yani çok az
yerseniz yine vücudunun zayıf kalır hastalanırsınız. Çok
yerseniz de hastalanırsınız, yemezseniz de hastalanırsınız.
Ama orta halli yemek yerseniz sıhhatli olursunuz, güçlü
kuvvetli olursunuz. Dinimizin emirlerini yerine getirme
imkânını bulmuş olursunuz. Her şeyde orta olanı en güzel
olanıdır. Bir toplumda da bakmışsınız ki, bir kısım insanlar
pisliğin her çeşidini yapıyorlar ve ileriye doğru koşuyorlar.
Yani hayallerinde geliştirdikleri her şeyi yapmaya yö-
neliyorlar, ama bir kısım insanlar da var ki, 300 sene evvelki
babasının evine razı, bineğine razı, getirdiği metodlara razı,
onları en iyi olarak kabul ediyor.
Geçen cemaatdan bir tanesi "hocam dinimizde ev iki katlı
olmalıdır diyor. Hayrola nerden çıkardın bunu? Eskiden

473[266]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/276-278.
babalarımızın evi iki katlı değil miydi? diyor. Altı ahır üstü
de evdi. Babasının adeti sünnet oluvermiş. Evet babaları
kötü bir şey yapmıyordu. O günün şartları içerisinde
babalarının da bulduğu güzel bir buluştur. O hayvanlarının
ısıtma enerjisinden de yararlanıyorlardı onlar. Ama
babasından gördüğünü din kabul ediyor. Biz öyle değiliz.
Biz vasat ümmetiz. Biz geride kalanı beriye çekiyoruz.
Ahlâksızlıkta ileri gideni de alıp kendimize çekiyoruz.
Yani topluca devlete, topluca Cennete gidiyoruz.
Ahlâksızlığa gidip-te berbat olup, perişan olanlarını da
engelliyoruz. Geride kalıp sefil olmalarını da engelliyoruz.
Biz sizi böylece orta bir ümmet kıldık. Bir tarafta zulmeden
insanlar var. Bir tarafta da kaderimiz buymuş diyen insanlar
var bugün. Ben Fransa'da bir buçuk sene filan kaldım. İşçi
olarak kaldım. Fabrikada Cezayirliler vardı. İşçi olarak.
Altmışdan sonra dünyaya gelenler epeyce diriler, iyiler.
Ama ellide, kırklarda dünyaya gelenlere hiç iş yaptırmak
mümkün değil. Gelin şöyle şöyle yapalım. Böyle yapalım
desen Fransız ne dese iyidir. Fransız ne yaparsa güzeldir
diyor. Ama altmıştan sonra dünyaya gelenler ise
dediklerimize katılıyorlar. Şöyle yapalım. Böyle yapalım
dedik mi, onları yapıyorlardı. Yani bir tarafta zalimler var.
Bir tarafta da zalimlerin gösterdiği her şeye kabul, bunlar
bizim için de düşünürler. Kendileri için de düşünürler. Sağ
olsunlar bizim için gecelerini dahi harcarlar. Bizim
işlerimizi de onlar idare ediverirler, deyip boyun eğenler
var.
Biz öyle değiliz. Biz mazlumlara diyoruz ki, haklarınızı
alınız. Zalimlere de yardım ediyoruz. Efendimiz (a.s.v.);
demiş ki zalim kardeşine de, mazlum kardeşine de yardım
et.
Sormuşlar "Ya Rasûlellah, mazluma yardım edelim de,
zalime nasıl yardım edelim?" "Zalimi de zulmünden
vazgeçirerek yardım edin." buyurmuş. Zalimi zulmünden
vazgeçirmeli. Bir tarafta zalim bir tarafta mazlum. Biz de
ümmeti vasatız. Zalimi de çekiyoruz, mazlumu da çekiyoruz
ve ikisini kardeş yapıyoruz. İşte orta ümmet bu. Yoksa
zalimin yanında yer alıp, mazlumu ezmek veya mazlumun
yanında kalıp boyun eğmek bize yaraşmaz.
Niçin, insanlara şahit olasınız diye. Yani ümmeti vasat
kılması insanlara şahit olasınız için. Şahit olan ne yapar?
kulağını açar, gözünü açar. Ne oluyor? Ne tür dalavereler
dönüyor bu memlekette? Bu âyet-i kerîmeye göre şu
İstanbul şehrinde hangi taşın altında bir karınca hareket
ediyorsa, bir solucan hareket ediyorsa Müslüman bilmelidir.
Hangi imansız hangi mahfelde ne çeviriyorsa onu
bilmelidir. Hangi Allah'ın velisi hangi yerde bir iş yapıyorsa
onu da bilmelidir. Yani ikisinin de şahidi oluvereceğiz biz.
Ve Allah'ın Rasûlü de sizin üzerinize şahit olsun için.
Allah'ın Rasûlü kendine nazil olan âyet-i kerimeleri sonuna
kadar mü'minlere duyurmuş. En sonunda sahabeyi Arafat'ta
bir araya getirmiş. Orada bazı şeyleri yine duyurmuş. Ve
sormuşda: Allah'dan getirdiklerimi size ulaştırdım mı?
Tebliğ edebildim mi? Hepsi bir ağızdan bağırmışlar: Tebliğ
ettin Yâ Rasûlellah!!! O da şahit ol Yâ Rab, şahit ol Ya Rab
diye Allah'ı, Rabbini şahit yapmış. Ya Rabbi ben tebligatımı
yaptım. Yarın kıyamet gününde "ben duymadım, ben
gelmedim, ben görmedim" diyenlere Allah'ın Rasûlü
diyecek ki, Ben bu insanlara bu Kur'ân'ı eksiksiz verdim.
Bu dünyada, sorumluluğu yerine getirmek önemlidir. Ya
Rabbi 1990 yılında İstanbul şehrinde Cağaloğlu'nda, Cezeri
Kasımpaşa Camii'nin alt tarafında ben tebligatımı yaptım
desem melekler dinlemezler ve şöyle derler; İstanbul şu
kadar metre kare idi. O kadar metre karenin içerisinde sen
yüz metre karelik veya yüz elli metre karelik bir alanda mı
anlattın? Geri kalanlar ne olacak? Şurada 300 tane adama
anlattın da, 8 milyon nüfus ne olacak? Onun için
şahitliğimizi biz doğru yapamıyoruz. Öbür dünyada ayrıca
hesaba çekileceğiz.
Onun için oraya buraya koşturuyoruz. Şurada da konuşalım,
burada da konuşalım, diyoruz Gazetenin biri demiş ki, fazla
konuşuyor. Ama konuştuğumuzu yazmış. Bak o arkadaşın
kulağına da erişmiş. Oradakiler de Müslüman çocukları
genelde. Yani onların da kulağına erişmiş. De-mekki
faydası var. Aleyhime konuşmuş, konuşsun varsın. Ama
erişmiş bir şey iyidir.
Tefsire devam edelim: Daha önce Kudüs'e dönüyorlar. Daha
sonra Mekke'ye dönüyorlar Bir kısım Araplar orada Kabe
dururken niye biz Kudüs'e dönüyoruz demişler. Onlar
burdan kaybetmişler. Şimdi ilk defa Kudüs'e dönülüyor ya.
Ama Mekke'deki bir kısım imansızlar var ya itirazlarını
yapmışlar. Yahu şurada Hz. İbrahim'den beri yıllardır
Kabe'ye dönülüyordu. Şimdi Kudüs'e dönülüyor. Şimdi niye
Kudüs'e dönülüyor? Damarları kabarmış adamların. Arab'ın
ırkçılık damarları kabarmış. Olmaz böyle şey demişler.
Dikkat ederseniz günümüzde Türkiye'de de aynen cahiliye
dönemi insanlarının yaşadığı haleti ruhiyye vardır. Ebu
Cehil gelmiş bir gün Peygamber Efendimiz'e demiş ki, bu
Bilal'a söyle bir daha eşhedü, meşhedü demesin. Niye? O
Habeşli olduğundan eshedü diyemiyormuş da, eshedü
diyormuş. Yani şını güzel güzel söyliyemiyormuş.
Peygamberimiz demiş ki, Bilal'in senin şınmdan hayırlıdır.
Şimdi Ebu Cehil Arab dilciliğini, ırkçılığını yapıyor.
Günümüzde televizyonda biri çıkıyor, dinime sövüyor ama
dinime söverken olanak olasılık gibi kelimeler
kullanıyor.Sağcı bazı yazarlar,alıyor elîne kalemi yazıyor
aklına geleni. Vay efendim devletin televizyonunda sen
olanak, olasılık, ulusallı, mulusalh kelimeleri nasıl
kullanırsın diyor. Asıl çatılacak yer adam dinine sövüyordu.
Oradan gitmesi gerekirken yine sövmesine laf etmiyor da,
Türk dili bozuluyor diye çatıyor. Bu aynen Ebu Cehil
mantığıdır.
Hem dinime çattığından dolayı hem Türk dilini
bozduğundan dolayı müdahale etmek gerekiyor. Önce din
sonra dil müdafaa edilmelidir.
Mekke'de de bir kısım insanlar efendim burada Kabe
dururken niye biz Kudüs'e dönüyormuşuz, itirazında
bulunuyorlar. Rabbim de, peygambere tabi olanlarla,
peygamberin çizgisinden Ökçeyi döndürüverip gidenleri
ortaya çıkarmak için diyor. Allah (c.c.) orada Efendimize
emret-mişki Kudüs'e doğru döneceksin! Müslüman
sahabiler derhal ve itirazsız gönüllerinde şüphe olmadan
dönüvermişler. Derken Medine'ye hicret etmişler ve
Medine'de Kudüs'e doğru yönelirken bir emir gelmiş ve
emri aldıkları an Peygamberimiz namazda iken dönmüş,
ama öbür sahabelere de ilan edilmiş ey ahali duyduk
duymadık demeyin dünden itibaren yani dün öğle
namazından itibaren Allah Rasûlüne âyet nazil oldu.
Bundan sonra Kabe'ye yöneleceğiz denilmiş. Ve Kabe'ye
yöneli vermişler. Cemaatin içinde Yahudi olan da var.
Yalnız müslüman olmuş Yahudi. Kudüs'e dönüyordu.
Eskiden beri döndüğü yer. Müslüman olan bu Yahudi, emir
geliyor Mekke'ye dönün ve Mekke'ye gönlünde bir şek ve
şüphesi olmadan yine dönüveriyor. Ama bir kısım
Yahudiler bu sefer yahu anlıyama-dık bu da ne demektir?
Dün o tarafa dönüyorlardı. Bugün bu tarafa dönüyorlar, diye
mırın girin ediyorlar. Bunları yani bu gönlünde hastalık
olanları ortaya çıkarıvermek için Allah (c.c.) bunu
yapıverdiğini söylüyorlar. îşte bu bir kısım insanlara gayet
ağır geliyor. Ama Allah'ın kendilerine hidayet verdiği
kişilere bu ağır ve zor geliniyor.
Şimdi Yahudiler ve bir kısım Müslümanlar şöyle bir şey
soruyorlar. Kudüs'e doğru namaz kılan bu insanlar, bu
döneme erişemiyen yani hep Kudüs'e doğru namaz kılmış
ve ölmüş sahabeler var bunlar ne olacak? Yahudiler bu lafı
yayıvermişler, sahabeler arasında. Bu güne kadar yap-
tıklarınız boşa mı gitti? Peygamberiniz bu tarafa döndü.
Geçmişte Ölenleriniz ne olacak? Allah (c.c.) hiç bir boşluk
bırakmıyor:
Allah sizin imanlarınızı zayi edecek değildir. O gün için
Kudüs'e yönelmek iman idi. Ve o iman üzere amel ettiler.
Onların o imanları zayi ol-mıyacaktır. Allah insanlara karsı
gayet merhametlidir, gayet şefkatlidir.
Aslında Peygamber Efendimiz (a.s.v.) Kudüs'e dönerken de
gönlünde hep şunu arzu edermiş. Ne olurdu Ya Rabbi
kıblemiz olarak Kabe olsaydı?! Temenni edermiş. Allah
(c.c.) diyorki: 474[267]

(144) Biz Sen'in yüzünü göğe doğru çevirdiğini görüyoruz.


Elbet Biz Scn'i hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. Artık
yüzünü Mescid-ı Haram tarafına çevir. Her nerede olursanız
yüzünüzü onun tarafına çeviriniz. Kendilerine kitap
verilenler bunun Rablcrindcn bir gerçek (hak) olduğunu
bilirler. Allah yaptığınız şeylerden gafil değildir.
İşte kıbleye doğru yönelmemizi emreden bu âyet-i kerîme.
Bakara sûresinin 144. âyet-i kerîmesi.
Camilerimizin bir çoğunda imamın namaz kıldırdığı
mihrabın üzerindeki yazı budur. Yüzünü Mescid-i Haram
tarafına çevir. Saçın bittiği yerden böylece kulak
yumuşakları ve alttan çenenin altına doğru burası yüzdür.
Bunu niçin tarif ediyorum? Yüzünü Mescid-i Haram'a doğru
çevir diyor Rabbim.
Fıkıh kitaplarımızı açar bakarsanız, özellikle de en geniş
malumat İbn-i Abidin'de verilmiş, kıble tayini konusunda.
Mahallenizde ihtilaflar olur. İşgüzarın bir tanesi bir pusula
getirir. Pusulasını bir o tarafa bir bu tarafa koyar. Vay
efendim bu caminin kıblesi 5 derece eğik. Biraz da ma-
hallede sözü geçiyor ise yanlamasına camiye bir ip çektirir.

474[267]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/278-283.
O tür şeylere fırsat vermeyin. Gerçekten ölçtürseniz 5
derece eğik de olsa yine fırsat vermeyin, kıble cihetidir
önemli olan. Cihettir kıble.
Hani bu konuda İbn-i Abidin'in bir izahı var. Diyor ki,
beynimizin ortasını üçgenin tepesi kabul edin. İkiz kenar
veya eşkenar üçgen diyelim. Bazı yerde herhalde ikizkenar
üçgen olur. Beynimizin içinde üçgenin üst tarafı,
gözlerimizde alt tarafı. O üçgenin üst tarafından çıkan çiz-
giler gözlerinizden çıktığında o açının içerisinde Kabe
kalıyorsa namaz sahihtir. Öyle ise kolaylık var demektir.
Öyleyse bu milletin işini zorlaştırmayın. Bir cami
yapıyorsanız bu işi kılı kılma ayarlayın. Yani pusulanızı
alın. Bu sahada teknolojinin imkânları ne ise onu kullanın.
Nerede olursanız olun yüzlerinizi Mescid-i Haram'a doğru
çeviriniz. O kendilerine kitap verilen bilirler ki, bu Rableri
katından doğrudury gerçektir.
Ehli kitabın da bu Kabe'nin kıble olduğu konusunda
gerçekten bilgileri var. Çünkü onlar da diyorlar ki, Kabe'yi
İbrahim yaptı. Onlar da biliyor ki, İbrahim oraya yöneldi.
İshak oraya yöneldi, İsmail oraya yöneldi, Yakup oraya
yöneldi. Bunu biliyorlar. Onun için Allah (c.c.) de onlarda
bunu biliyorlar diyor. Allah onların yaptıklarından gafil
değildir.Ama onlar öyle imansız, ki. 475[268]

(145) Kendilerine kitap verilenlere Sen bütün delilleri


getirsen Sen'in kıblene tabi olmazlar. Sen de onların
kıblesine tabi olmazsın. Onların bir kısmı diğer kısmının
kıblesine tabi olucu değildir. Andolsun Sana gelen ilimden
sonra onların heveslerine uyarsan Sen o takdirde nefsine
zulmedenlerden olursun.
Eğer Sen o ehli kitaptan olanlara her türlü delillerini
getirsen, Senin kıblene uymazlar. Yani bütün Türkiye'nin

475[268]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/283-285.
malını mülkünü verseniz Cey-hamnı ve Seyhanını İsraile
akıtıverseniz adam suyunu alır yer içer de yine de kanma
kasdeder. Kıblene tabi olmaz yani.
Allah (c.c.) her türlü âyetleri ona gösterse, getirse Sen'in
kıblene onlar tabi olmazlar. Öyleyse Sen de onların
kıblesine tabi değilsin. Tabi olmazsın. Onlardan bir kısmı
diğerinin kıblesine tabi olmazlar. Eğer bu ilim yanı şu
Kur'ân-ı Kerîm Sana geldikten sonra da onların hevasına,
kanunlarına tabi olacak olursan, onların isteklerine uyacak
olursan işte o zaman Sen zalimlerden olursun diyor Allah
(c.c).
Yani bu Kur'ân nazil olduktan sonra ehl-i kitabın, Yahudi ve
Hristiyanlar'in arzularına, uydurduklarına, kanunlarına
uyarsan o zaman Sen zalimlerden olursun diyor.476[269]

(146) Kendilerine kitap verdiklerimiz O (Muhammed'i) nu


kendi çocuklarını bildikleri gibi bilirler. Buna rağmen
içlerinden bir kısmı bile bile gerçeği gizlerler.
Kendilerine o kitap verdiğimiz kişiler, o Kâbe-i
Muazzama'nın kıble olduğunu kendi çocuklarını bildikleri
gibi biliyorlar. Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'m peygamber
olduğunu, kendi çocuklarını bildikleri gibi biliyorlar diyor
Allah (c.c.).
Yani bir insan en iyi çocuğunu bilir. Kendi çocuklarını
bildikleri gibi Kâbe-i Muazzama'nın kıble olduğunu,
Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'ın peygamber olduğunu
biliyorlar. Ama onlardan bir kısmı bile bile hakkı
gizliyorlar.
Dikkat edilirse, âyet-i kerîmeleri hep Yahudiler üzerinden
getiriyoruz. Allah (c.c), Yahudi'yi bildirirken bize, ayrıca
bizim içimizde de aynı vasıflan taşıyan kişilere artık bu
vasıflan terketmeleri emredilmiş oluyor.

476[269]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/285.
Kendi yavrularını bildikleri gibi bu işin hak olduğunu
biliyorlardı. Ama bile bile gizliyorlar.
Günümüzde de bir çok insan vardır ki, Müslümanım diyor.
Allah'ın âyetlerini, Rabbim tarafından olduğunu ve ona
uyulmasının da farz olduğunu bildiği halde, makam,
maaşım, rütbem, mevkiin, sosyal çevrem değişir veya bazı
mahrumiyetlere düşerim diye hakkı gizleme tarafına gidi-
yorlar. Aynen o Yahudi'nin karakterini, vasfını kendi
üzerlerine alıveri-yorlar.
Yanında Rabbim'in Dinine muhalif, onu yıkıcı kanunlara
imza atılırken der ki; "vallahi ben bir şey diyemedim. Zaten
deseydim de tek kişiydim." Mazaret değil bu. Deseydim de
etkili olamazdım gibi ifadeler mazeret değildir. Sen söyle
varsın etkili olmasın. Sen söyleseydin derdin ki, Ya Rabbi
ben görevimi yaptım. Bedeni olarak yapılması gerekeni,
dille söylenmesi gerekeni, elle yapılması gerekeni yaptım.
Ama gücüm bu kadarmış Ya Rabbi dedin mi Allah (c.c.)'ın
şu ayetine muhatab olurdun:
Kişilere güçlerinin üzerinde bir yükü yüklemez Rabbim.
Bakara: 286 477[270]

(147) Gerçek Rabbin'dendir. Sakın şüphelenenlerden olma.


Doğru olan Rabbinden olandır. Yani hak olan gerçek olan
gerçek Rabb'in katındandır. Yoksa insanların söylediği
katiyyet ifade etmez. Tam doğru olmaları mümkün değildir.
Sakın ha Rabb'inin verdiğinin hak olduğundan şüphe
üzerinde olma. Yani Rabb'inin kelamından şüphe üzerinde
olma. Emrettiği ve yasaklarından şüphe içerisinde bulunma.
Yani Allah'ın Kelamı diyoruz ama... Allah'ın Kelâmı hakim
olsa millet mutlu olur diyoruz bağırıyoruz ama... Acaba,
acaba mı demeyin. Madem ki, hak olan Rabb'imdendir,
Rabbimin dedikleri hakdır. Hukuk Rabb'imin hukukudur.

477[270]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/285-286.
Öyleyse O'nun hukukunun insanlara vereceği saadet
konusunda şüphede olma.
Peki biz kıbleye yöneliyoruz da, kıbleye yönelmeyenlerin
acaba kıblesi var mı? Allah (c.c), herkesin bir kıblesi vardır,
oraya yönelir diyor. Bir zamanlar biz bu Arabın kıblesine mi
yöneleceğiz? Niye yönelelim? Kabe Arabın olsun demişler.
İnsan mutlak surette bir yere dönüyor. Derken Kabe'ye
yönelemeyen adam, Moskova'ya yöneliyor. Onun kıblesi de
orası. Oraya yönelemiyen adam Washington'a yöneliyor.
Oraya da yönelemiyen adam-başka yere yöneliyor. Yani bir
tarafa mutlaka insanlar yönelecektir. Bu bir ihtiyaçta.
Peygamberini inkâr eden adam kendisine bir peygamber
seçiyor. Uyacağı bir adam buluyor. Kitabımı kabul etmeyen
bir adam kendisine bir kitap seçiyor. O kitabın
doğrultusunda hareket ediyor. Kendisi gibi ölümlü bir
adamın kitabını okuyor. Hani Marks'ın yazdığı kitap şimdi
satılmaz oldu. Türkiye'deki yayıncılar şikayetçiler: Niye
yazdiydın bu kitapları. Bütün yatırımımızı bunun üstüne
yaptık" diyorlar. Gorbaçov'a adamlar kızıp kızıp
köpürüyorlar. Bütün paramızı buraya yatırdıydık ne oldu
şimdi alan yok satan yok diyorlar. Milyonlarımız gitti
diyorlar. İnsana dayanırsan böyle olur işte. İnsan ölür, ağaç
kurur. Hak olan Rabbi'mdendir. 478[271]

(148) Herkesin kendisine yüz çevirdiği bir yönü vardır. O


halde hayırlarda yarışınız. Her nerede olursanız Allah sizi
biraraya getirir. Şüphesiz Allah her şeye gücü yetendir.
Herkesin döneceği bir kıblesi vardır. Öyleyse hayırda yarış
ediniz. Yani en doğrusunu en hayırlı olanını bulunuz. Ve
orada yarış yapınız. Nerede olursanız olun Allah hepinizi bir
araya getirecektir. İster biriniz Rusya'ya, biriniz Londra'ya,
biriniz Afrika'ya dönsün, dünyanın neresine dağılırsanız

478[271]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/287.
dağılın, bir gün bunların hepsini bir araya getirecek. O her
şeye gücü yetendir. 479[272]

(149) Her nereden çıkarsan çık, yüzünü Mescid-i Haram


tarafına çevir. Şüphesiz bu Rabbi'nden bir gerçektir. Allah
yaptıklarınızdan gafil değildir.
Nereye çıkarsan çık, yönünü Mescid-i Haram'a yönelt.
Türkiye'de kılarsan da Mescid-i,Haram'a yönel. Afrika'da
kılarsan da Mescid-i Haram'a yönel. Japonya'da
müslümanlar namaz kılarken Mescid-i Haram'a yönelir. Ne
olur böyle? Herkes Kabe etrafında daire oluşturur, saf
bağlarlar. O güne bakan çiçeğinin çitleği gibi aynı yere
yönelirler. Dünyada bir halka meydana getirirler. Bir birlik
meydana getirmiş olurlar. Nerede olursan ol, nereye
çıkarsan çık Mescid-i Haram'a yönel. 480[273]

(150) Her nereden çıkarsan yüzünü Mescid-i Haram


tarafına çevir. İnsanlardan zulmedenlerin dışında kalanlara
sizin aleyhinize delil olmaması için her nerede olursa
yüzünüzü onun tarafına çeviriniz. İnsanlardan korkmayınız,
Ben'den korkunuz da size olan nimetimi tamamlayayım.
Umulur ki, hidayete erersiniz.
Nerede olursanız olun, diğerinde nereye çıkarsan, burada
nerede olursan ol. Yani sefer halinde de, hazar halinde de.
Mukim iken de, misafir iken de. Nerede olursan veya nereye
çıkarsan çık, yönünüzü Kabe'ye doğru yöneltiniz. Niçin?
İnsanların sizin aleyhinizde bir delilleri olmaması için. Yani
birliğinizi sağlamak, sizi parçalamalarım engellemek,
aleyhinizde delil getirmelerini engellemek için oraya
yöneliniz.
Ancak zalim olanlar oraya yönetmezler. Zalim olanlar ne
kadar adetleri çok olursa olsun. O zalimlerden korkmayın,
479[272]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/288.
480[273]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/288.
Ben'den korkun ki, size olan nimetimi tamamlıyayım.
Nimetten kasıt burada, devlettir demişler. Devletimi
tamamlıyayım. O güne kadar otoriteyi Yahudiler elinde tu-
tarlarken yani Kudüs'e yönelinirken, başkent olarak
Kudüs'ten alınıyor kıble, Kabe'ye çevriliyor ve böylelikle
Yahudiler'in saltanatına da son verilmiş oluyor. Öyleyse
layık olunduğu takdirde dünyanın adil bir şekilde yönetimi
müslümanlara devredilmiş oluyor burada.
Allah (c.c.) bu âyet-i kerîmesinde Onlardan korkmayın
Ben'den korkun. Onlardan sakınmayın Ben'den sakının. Size
nimetimi tamamlamak için, olaki böylece hidayete ermiş
olur, doğru yolu bulmuş olursunuz buyuruyor.
Bu nimetimi tamamlamak için, atfedildiği yerde yukarıdaki
ayette, nerede olursanız olun, nereden çıkarsanız çıkın
yüzünüzü Kâbe-i Muaz-zama'ya, Mescid-i Haram'a doğru
yöneltiniz deniliyor.
Niçin? İnsanların sizin aleyhinize bir hüccetleri olmasın. Ve
bende size olan nimetimi tamamlamam için.
Nimet kelimesi çeşitli şekillerde Kur'ân-ı Kerîm'de geçmiş.
Bu nimet Kur'ân-ı Kerimrdir.Maide:3'de ifade edildiği gibi;
Burada Ni'metîm den kasıt Kur'ân-ı Kerîm. Yani bu Allah'ın
Kelâmının tamamlanmasına işaret ediyor ve bizim için en
büyük nimet te Kur'ân-ı Kerîm oluyor. Sonra Kur'ân-ı
Kerîm'in doğrultusunda hareket edildiği takdirde, dünyadaki
elde edilecek netice devlet olduğundan, devlet de bir nimet
olarak bilinmiştir. İlim bir nimettir. Bir de yediğimiz şeylere
nimet denilir.
Âyet-i kerîmede açıklıkla Kur'ân'dır denilmediğinden veya
açıklıkla yediğimiz, içtiğimiz denilmediğinden, dolayı
umumi bir ifade kullanılmış, hepsine de şamil bir cümledir
bu. Ne gibi; 481[274]

481[274]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/288-290.
(151) Nitekim size, sizin aranızdan âyetlerimizi okuyacak,
sizi arıtacak, size Kitap ve hikmeti öğretecek ve size
bilmediklerinizi öğretecek bir peygamber gönderdik. Sizden
sizin aranızdan size elçi gönderdiğim gibi o peygamber ki,
yani sizin aranızdan size elçi olarak peygamber olarak
gönderilen peygamber, size âyetlerimizi okur, sizi temizler,
size Kitabı öğretir, sünneti öğretir ve Kitabın içerisindeki
ahkâmı öğretir. Ve size sizin bilmediklerinizi öğretir. Size
sizin bilmediklerinizi öğreten, size sünneti ve ahkâmı
öğreten ve size kitabı öğreten ve sizi temizleyen, tertemiz
yapan, size âyetlerimizi okuyan bir peygamber
gönderdiğimiz gibi nimetimizi de ta-mamhyacağız
buyuruyor Allah (c.c.).
Ayetlerden kasıt, Kur'ân-ı Kerîm âyetleridir,
Bismillahirrahmanirra-himin B sinden, "Nas" suresinin sın
Sinine kadar olan iki harfin arasındaki bütün'âyetleri içine
almaktadır. Bunları da bize Allah (c.c.)'ün Rasûlü, Allah'dan
aldığı şekliyle okumuştur. Biz buna şahitlik yaparız. Çünkü
elimizdeki Kur'ân-ı Kerîm eksiksiz ve fazlasız bize kadar
gelmiştir. Sizi temizler diyor.
Peygamber Efendimiz (a.s.v.), birinci derecede Kelime-i
Tevhid'i yani Lâ ilahe illallah bütün mü'minlerin gönüllerine
yerleştirmekle bir kerre pisliklerin en pisi olan şirkten
temizlemiştir. Ve temizliğin en güzeli, en değerlisi de
budur.
Çünkü insanoğlunun bu dünyada maddî pisliklerden
temizlenmesi de insana rahatlık veriyor. Elimiz kirlense
elimiz sanki vücudumuza bir ağırhkmış gibi oluyor.
Arkadaşımıza değemiyoruz. Başka yere değemiyoruz.
Üzerindeki kir ise bir gram gelmez, iki gram gelmez ama o
bir veya iki gram gelmeyen pislik elimizi tonlarca kilo
ağırmış gibi ağırlaştırıyor. Peki yıkamadığımız takdirde ne
olur? Hastalanabilir veya hastalanmayabiliriz. Sonunda bir
gün gelir ölürüz. Ve iş biter. Ama şirkten tem'iz-
lenmeyenlerin işi bitmiyor. Şirkten temizlenmeyenlerin bu
dünyadaki sıkıntısının on katı, yüz katı veya milyonlarca
katı öbür dünyada da devam ediyor. Onun için Allah (c.c);
En büyük zulüm, şirkin bizzat kendisidir 482[275] buyurmuş.
Yine Müşrikler pistir 483[276] buyurmuş.
Buradaki pistir den kasdı, maddî pislik değil. Çünkü müşrik
olduğunu bildiğimiz bazı insanlar Türkiye'ye geliyor,
görüyoruz:. Havaalanında karşılıyorlar. Bembeyaz elbiseli
veya tertemiz elbiseli, Türkiye'de bizlerin giremediği
otellere gidiyor ve orada tertemiz banyosunu da alıyor.
Sonra görüşmelere başlıyor. Maddî olarak o adama pis
demek mümkün değil ama, içi pislik kusuyor üzerimize. Şu
memlekette şu kadar kadın fahişe olmuşsa, bu kadar erkek
bunların peşinden koşmuşsa, bu kadar insan açlığın ve
sefaletin içinde kıvranıyorsa, bu kadar insan rüşvetçi, faizci
olmuş ise, şu kadar insan namusunu satıyor hale gelmişse,
onların yıllardan beri o kara çanta, kara gözlükleriyle gelip
bize akıl vermelerinin neticesinde olmuştur. Pislik saçarak
gidiyor adam gittiği yere.
Onun için Allah (c.c.) uyarıyor: Onlar pistirler, onları
mescide yaklaştırmayın.Peygamber Efendimiz (a.s.v.) bizi
önce iç temizliğiyle etkilemiş. Yani içimizi şirkten imana,
yalandan doğruluğa, gıybetten güzel sözler söylemeye,
cimrilikten cömertliğe ve hasetten insanlara karşı yani diğer
varlığa şevke trniş tir.
Bunun yanında dış dünyamızı da temizlemiştir. Ebu
Davud'un rivayet ettiğine göre Peygamber Efendimiz
(a.s.v.) için sahabe şöyle söylüyor.:
Peygamber efendimiz bize her şeyi öğretti. Babamız ve
anamız gibi. Evet bir hadis-i şerifte, babamız gibi diyor.
Hatta tuvalette nasıl temizleneceğimizi öğretti. Nasıl
oturacağımızı öğretti. İstinca ve istibrayı nasıl, yapacağımızı
482[275]
Lokman: 13.
483[276]
Tevbe: 28.
öğretti. Elimizi, yüzümüzü ve ayaklarımızı günde beş defa
nasıl yıkayacağımızı öğretti. Guslü nasıl yapacağımızı
öğretti. Namaz kılacağımız yeri nasıl temizleyeceğimizi
öğretti. Namaz yerimizi zaten temizleyiverdik mi ne olur?
Mescid de temiz olur, evler de temiz olur, giydiğimiz
kuşandığımız her şey temiz olur. Ve o peygamber bize
Kitabı öğretti. Ve de hikmeti öğretti. Hikmeti tefsir ederken
âlimlerimiz sünnettir diyorlar. Bir kısım âlimlerimiz de
Kur'ân'ın içerisindeki ahkâmdır diyorlar. Ve bize
bilmediklerimizi öğretti. Hani o günün insanları ki, o gün
bugüne nisbetle biraz daha hiç bir şeyin olmaması,
teknolojinin olmaması, insanlar arasındaki iletişimin
olmaması, basm-yayın organlarının olmaması nedeniyle
insanlar daha bir kör hayat yaşıyorlardı. Böyle bir ortamda
Peygamber Efendimiz (a.s.v.) onlara 1453 yılı diye tarih
vermemiş ama İstanbul'un fethedileceğini Roma'nın
fethedileceğini haber vermiş. Bizans'ın yıkılacağını haber
vermiş, İran'ın yıkılacağını ve hazinelerinin Müslümanların
eline geçeceğini haber vermiş. Dünyanın geleceği hakkında
bilgiler vermiş, bir de geçmişi hakkında bilgiler vermiş.
Firavunun akıbetini onlara göstermiş, Musa'nın kurtuluşunu,
İbrahim (a.s.)'m işkenceciler tarafından ateşe atıldığını, ateşi
yaratan Allah'ın ateşi gülistana çevirdiğini, yakmayan suyun
Firavun'u boğduğunu, Allah ateşin azabını suyun içerisinde,
Firavun'a, tattırıyor onları tattırdığını haber vermiş: Yani
bilmediklerini onlara öğretmiş.
Hukukî sahada da insanoğlu tarih boyunca Allah'ın
emirlerine, yasaklarına karşı gelmeleri neticesinde yoldan
sapmış. Sapınca da kendileri yol bulamayıvermişler.
Hırsızlık yapan bir adamın bir zamanlar derisini yüzmüşler
canlı canlı. Devletin biri ceza olarak onu uygulamış.
Derisinin içine de saman basıp aleme ibret olsun için
gösterilmiş. Ama bir zaman gelmişki hırsızlık yapan
adamlar en kahraman insanlar olmuşlar. Hani "Merdi kıptı
yiğitliğini anlatırken sirkatından bahseder" diye bir atasözü
var. Adam yiğitliğini anlatırken hırsızlığından bahsedermiş.
Şu kadar çaldım, şu kadar vuruverdim gibi.
Şimdi aynısı var tabii. Şu arkadaş köşeyi dönmüş diyorlar.
Nasıl dönmüş? Şöyle çarpmış böyle çalmış ve şu hale
gelivermiş. Veya kendisi de onu zevkle anlatır hale
gelmiştir.
Bir zamanlar zina eden erkek ve kadına çok ağır cezalar
verilirmiş. Ama bir zaman gelmiş Yunan'da fahişeler tanrıça
haline getirilmiş. Yani insanlar sevmede veya nefrette
cezada ve mükâfatta hep aşırı gitmekten zarar görmüşlerdir.
Ama Allah (c.c.) zaman içerisinde gönderdiği peygamberler
ile doğru yolu göstermiş insanlara sırat-ı müstakimi
göstermiş. Allah: Bilmediklerinizi Allah (c.c.)'ün
peygamberi, size öğretir . buyuruyor. Mesela bir konuda
bilginiz yok, ticaret yapıyorsunuz o sahada neyi, ne zaman,
nasıl alacaksınız. Kimler dürüst,-kimler dürüst değil. Kimler
çekine sahip, kimler çekine sahip değiller. Kimlerin sözü
geçerli veya geçersiz. Bu gibi konularda bilgi veren bir
adama teşekkür ediyorsunuz. Bilmediğinizi öğretti size. Bir
de sermaye verecek olsa o zaman haydi haydi tapınır hale
gelir insan. Ona izzeti ikramda kusur etmez.
Allah (c.c.)da size bir peygamber göndermiş, sizin
gönlünüzü de, , içinizi de, dışınızı da temizlemiş. Bu
dünyada neyi nasıl yapacağınızı âyetleriyle öğretmiş.
Bilmediklerinizi size bildirmiş. Öyleyse; 484[277]

(152) O halde Ben'i anın, Ben'de sizi anayım. Bana şükredin


küfretmeyin.
Beni zikrediniz, beni hatırlayınız diyor Allah (c.c.) ki, Ben
de sizi zikredeyim. Yani siz Beni hatırlayın bana itaat ve
ibadet edin ki, Ben de size mağfiret edeyim, affedeyim

484[277]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/290-293.
buyuruyor. Bana şükredeniz ve bana küfrani nimette
bulunmayınız, yani nankörlük yapmayınız. Şükrediniz,
nankörlük yapmayınız buyuruyor Allah (c.c).
Kur'ân-ı Kerîm'de çeşitli yerlerde zikirden bahsediliyor. Ey
iman edenler, Allah'ı çok zikrediniz.(Ahzab: 42)
Nasıl zikredelim? elimize aldık teşbihi. Allah, Allah.... veya
lâ ilahe illallah, lâ ilahe illallah bir ömür böyle geçse acaba
Allah katında makbul olur mu?
Alimlerimiz zikir için demişler ki, dille yapılan zikir vardır.
Elinize aldınız teşbihinizi yolda giderken boş gideceğinize,
türkü söyliyeceğinize, lâ ilahe illallah, lâ ilahe illallah
diyerek gidiyorsunuz. Bu bir zikirdir. Dille yapılan bir
zikirdir.
Kalble yapılan zikir, kişinin yüreğinde Allah (c.c.)'ü
sevgisini ve. haşyetini hiç çıkarmaması da zikirdir. Hani
dille bir şey söylemiyor ama, gönlünde Allah (c.c.)'ü bir
nimet görüyor. Fe sübhanallah, aman Yâ Rab-bi ne güzel
yaratmış? Bunu dille söylememiş olsanız bile, gönlünüzden
geçirmeniz bir zikirdir.
Bedenle yapılan zikir ise, Allah (c.c.)'ün vermiş olduğu
bedenle Allah'ın vermiş olduğu emirleri yerine getirmek,
O'na bedenle yapılan bir zikirdir. Namaz hem dille yapılan
bir zikirdir; (Fatiha sûresini ve diğer zammı sûreleri
okuyoruz,) hem de bedenle yapılan bir zikirdir. Bütün
âzâmız bu zikre katılmış oluyor. Aynı zamanda kalple de
yapılan zikirdir. Allahü Ekber deyip elinizi bağladıktan
sonra, mümkün mertebe dışarıyla ilişkiyi kestiğiniz takdirde
hem dilimiz, hem kalbimiz, hem de bedenimiz Allah
(c.c.)'ün zikri ile meşgul olmuş oluyor.
Allah (c.c.) üzkûruni diyor Yani bu bize, Ümmet-i
Muhammed'e deniliyor. Beni zikrediniz diyor.
Hatırlayacaksınız. Bakara sûresinin 40. âyet-i kerîmesinde.
Ey Beni İsrail, size olan nimetimi hatırlayınız.
Bize, Ümmetti Muhammed'e üzkûruni diyor Rabbim.Beni
hatırlayamaz diyor.
Ama Yahudiler'e ise Bakara 40âyet-i kerîmesi ile nimetimi
hatırlayın diyor. Burada âlimlerimiz demişler ki, Ümmet-i
Muhammed'in Allah (c.c.) kelâmıyla, diğer ümmetler
üzerine üstünlüğünü de ifade ediyor bu âyet-i kerîme.
Mü'minler ise doğrudan Allah (c.c.)'ii zikrediyorlar. Allah
(c.c.)'ün varlığını ve birliğini kabul ediyor, O'na itaat ve
ibadet etmeğe devam ediyorlar. Sonra da Rabb'imin
sofrasına buyuruyorlar.
Hani şuna benzer, iki tip insan vardır. İkisi de bir yemek
ziyafetine davet edilmişlerdir. İkisi de bu davet eden kişi
hakkında yanına varınca saygı gösterecekler. Hoş geldiniz
denildiğinde, hoş bulduk denilecek. Hani düğünü varsa
hayırlı olsun denilecek. Mübarek olsun gibi ifadeler kul-
lanılacak. Adamın biri geliyor evvela sofraya şöyle bir
bakıyor. Yağlı ballıysa, izzeti ikramını ona göre yapacak.
Birisi ise davet edenin bizzat kendisini seviyor. Bizzat
kendisini sevdiği için yanına varıyor. Hayırlı uğurlu ölsün
diyor. Gönlünü alıyor. Ondan sonra da sofraya geçiyor. So-
ğan, tuz ve ekmek gelse de aynı sevgisini devam ettiriyor,
kuş sütüyle beslense de yine aynı sevgi ve muhabbetini
devam ettiriyor. Bizim farkımız bu. Biz bu âyet-i kerîmenin
işaretine göre doğrudan doğruya bizi yaratan Allah (c.c.)'e
ibadet ve itaatımıza devam ediyoruz. Bağlılığımızı
bildiriyoruz. Ondan sonra da Rabb'imin bu yer
yüzünde.yaratmış olduğu nimetlere geçiyoruz. Bu
Rabb'imin nimetleridir. Bu nimetlerinden Rabb'imin yeyin
dediği yenir. Yemeyin dediği yenmez. Mülk onun olunca,
otorite de onun olması gerekir. Öyleyse bu otoriteyi
sağlamak üzere de bizi görevlendirmiştir. Zikrin bir mânâsı
da bu. Allah'ı zikrediyoruz. Ve insanlara da hatırlatıyoruz.
Bu mülkün sahibi olunca helal ve haram koyma hakkı da
O'nundur. Öyleyse O'nun ye dediğinden yenilecek, yemeyin
dediğinden yenilmeyecek. Kâfirlerden bir kısmı çıkar da
"Olmaz öyle. Biz kuralımızı kendimiz koyarız" diyecek
olursa, o zaman "Dur, senin dilini de yaratan, gönlünü de
yaratan, elini de yaratan Allah (c.c.)'dür. Allah'ın mülkünde
sana ben bu Allah'ın âyetlerini çiğnettirmem" diyerek,
Müslüman onun karşısına geçecektir. Allah "(cc.) Ankebut
sûresinin 45. âyeî-i kerîmesinde /Allah'ın zikri gayet
büyüktür diyor.
Bir kısım âlimlerimiz buna şöyle mânâ vermişler: Kulun
Allah'ı zikretmesi söz konusu burda............Beni zikrediniz.
Kul Allah'ı zikredecek. Peki kul Allah'ı zikredince Allah
(c.c.)da............Ben de sizi zikredeceğim. Yani rahmetimle
sizi zikredeceğim buyuruyor.
Alimler de bu Ankebût sûresinin 45. âyet-i kerîmesinde
kulun Allah'ı zikretmesinden, Allah'ın kulunu zikretmesi
daha büyüktür mânâsını almışlar. Yani bizim bir zikrimizin,
Allah katında çok büyük mükafatlara, rahmete vesile
olacağını bu âyet-i kerîme ifade etmiş oluyor! Pekala .
zikretmezsek ne olur?
O zaman da Zuhrif sûresinin 5. âyet-i kerimesinde ifade
edildiği gibi; Rahman'ın zikrinden yüz çeviren kişi şeytanın
kardeşi olur. Şeytanın arkadaşı olur. Rahman'dan yüz
çevirirse kişi arkadaşsız kalmıyor, dostsuz kalmıyor. Bu
âyet-i kerîmenin ifade ettiğine göre bu sefer de şeytan onun
yakını, dostu, yönlendiricisi oluveriyor.
Kamer sûresinin 22. âyet-i kerimesinde.Zikir için biz
Kur'ân'i kolaylaştırdık buyuruyor.
Bazı âlimlerimiz demişlerki, bir kişi eline bir teşbih alıp lâ
ilahe illallah lâ ilahe illallah dese mi daha fazla sevap alır,
yoksa Kur'ân-ı Kerîm'i eline alsa onu okusa mı daha fazla
sevap alır? Hepsinin kendine göre güzel yönleri var, güzel
izahları var ama Kur'ân-ı Kerîm'in bir ismi de zikir olması
nedeniyle, Kur'ân-ı Kerîm'i okumak diğerlerinden üstün
kabul edilmiş. Ancak, namaz kılmak daha efdaldir. Niye?
Çünkü namazın içinde de Kur'ân okunacaktır. Erzurum'dan
bir hoca efendi, anlatmıştı: Soğuk bir kış gecesi gecenin en
uzun olduğu dönemlerde yatsı namazından geldim, iki rekat
bir namaz kılayım dedim. Bakara sûresinden başladım, yahu
şu sayfayı da okuyuvereyim, bu sayfayı da okuyuvereyim
derken Kehf sûresini geçivermişim diyor. Yani Kur'ân'ın
yarısını tamamlamış. Yahu madem yansını okudum
bitireyim demiş sabah namazına kadar tamamını
bitirivermiş. Yani iki rekatta Kur'ân-ı Kerîm'i bitiren bir
adamı ben gördüm. Bu adam ne yapmış oldu? Hem
namazını kılmış oldu. Hem de Kur'ân-ı Kerîm'ini okumuş
oldu. Bizim uzun uzun Kur'ân-ı Kerîm'den ezberimizde
olmazsa, namazımızın dışında en güzel zikrimiz Kur'ân-ı
Kerîm okumaktır. Tabiki daha önce de ifade ettiğim gibi
hem lafzını okuyacağız, hem de mânâsını anlıyacağız.
Yoksa mânâsını anlamadan okumak fayda vermez demek
mümkün değil ama, faydası çok fazla olmaz. Tıpkı ilacı
satın alıp ta ilacın adını söyliyerek tedavi olmaya kalkan
insan gibi oluveririz. Peki kimi zikredelim. Allah (c.c.) bu
âyet-i kerîmede kimi zikredeceğimizi bildirmiş, üzkûruni
"Beni zikredin" demiş. Nasıl zikredelim? Yine Bakara
sûresinin 200. âyet-i kerîmesinde;
Nasıl ana ve babalarınızı, ecdadınızı anıyorsunuz,
zikrediyorsunuz. Öylece zikrediniz. Hatta ondan daha iyi ve
daha fazla zikredin buyuruyor. Allah (c.c).
Hani babası ölmüş, köşk bırakmış, tarla bırakmış, bağ-bahçe
bırakmış, dükkân bırakmış, milyarlar bırakmış o ikide bir
"babam rahmetli,-babam rahmetli ne adamdı" filan diyor.
Allah (c.c.) diyor ki, babanızı veren O, babanıza mülkü
veren O. Tarlayı tapanı yaratan, Eli kolu, gözü gönlü
yaratan Allah (c.c). Nasıl anne ve babanızı zikrediyorsanız,
Allah'ı ondan daha fazla zikrediniz.
Pek iyi nerede ne zaman zikredelim? Allah (cc) onu'da ifade
etmiş. Nisa sûresinin 103. âyet-i kerîmesinde; Ayakta,
oturarak, yatarken Allah'ı zikrediniz buyuruyor Allah (c.c).
Yatarken olur mu? Olur. Türkler'in kendine has bir örfü
vardır. Kur'ân-ı Kerîm'i göbekten aşağıya düşürmeme. İyi
bir şeydir ama aslında dinen böyle bir emir yoktur.
Efendimizin hayatında böyle bir hadis-i şerif yoktur,
sahabede yoktur ancak, Kur'ân'a saygı olsun diye göbekten
aşağıya düşürmeme geleneğini meydana getirmişler. Buna
biz de dikkat edelim. Ancak bu şart değildir. Onun içindir
ki, hacılarımız hacca gittiklerinde görmüştür; Araplar Kâbe-
i Muazzama'nın kenarında alır Kur'ân-ı Kerîm'i okur okur,
yatmış yüz üstü onu mermerin üstüne koymuş okuyor
okuyor, yoruldumu da kapatıyor, kafasının altına koyup
uyuyor. Bizimki geliyor buraya "yahu müslümanlık bizim
burada. Adam yatarken Kur'ân okuyor" diyor. Rabbim
müsade ettikten sonra!!? Yatarak Allah'ı zikrediniz.
Oturarak Allah'ı zikrediniz, ayakta iken Allah'ı zikrediniz
buyuruyor Allah (c.c.).
Furkan sûresinin 62. âyet-i kerîmesinde buyuruyor Rabbim;
O Allah (c.c.) gece ve gündüzü arka arkaya vermiş. Niçin?
Allah'ı zikretmek, Allah'a şükretmek isteyenler için. Gece
ve gündüzü arka arkaya vermiş. Gecenin kendine has ibadeti
taatı, gündüzün kendine has ibadeti ve taatı vardır. Gecede
ve gündüzde ayakta, oturarak ve yatarak ana ve babamızı
anığımızdan daha fazla Allah (c.c.)'ü zikretmeye devam
edeceğiz. Çünkü, Allah'ı zikretmek, O'nun nimetlerine
şükretmek. Allah'ın nimetlerinin artmasına sebep olur.
ibrahim sûresinin 7. âyet-i kerîmesinde;
Eğer siz şükredecek olursanız, biz de size artırırız diyor.
Neden dolayı şükretmişsek ondan dolayı Allah (c.c.) o
verdiği nimetini bize artırıyor. Eğer nankörlük yapacak
olursanız, nimeti elinizden alırım demiyor. Azabım gayet
şiddetlidir diyor. Yani Öbür dünyada hesaba çekileceğinizi
hiç unutmayın diyor Allah. (c.c). 485[278]

485[278]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/293-298.
(153) Ey iman edenler, sabır ve namazla yardım isteyin.
Şüphesiz AHah, sabredenlerle beraberdir.
Ey iman edenler, sabır ve namazla Allah (c.c.)'deh yardım
talebinde bulununuz buyuruluyor. Böyle bir âyet-i kerîme
daha önce de geçti. Bakara sûresi 45. âyet-i kerimede
buyuruyor Allah (c.c); Benî İsrail'e vermiş olduğu nimetleri
hatırlatıyor Rabbim. Nimete nankörlük yaptıklarını da
hatırlatıyor Rabbim. Sonra da bize, sabır ve namazla Allah
(c.c.)'dan yardım talebinde bulununuz buyuruyor.
Peygamber Efendimiz (a:s.v.) sıkıntılı günlerde, sıkıntılı
olaylarda rahatlamak için hemen abdestini alır, namaza
dururmuş. Hatta bazen Hz. Bilal-i Habeşi (r.a.)'e dermiş ki,
Bilal kalk ezan oku da rahatlıyalım veya bizi rahatlat
buyururmuş. Ezan okununca namaza geçecekler ve namazda
huzura kavuşacaklar. Peygamber Efendimiz huzura
kavuşma yeri olarak namaza yönelirmiş. Allah (c.c.) de,
sabır ve namazla Allah (c.c.)'den yardım talebinde
bulununuz buyurmaktadır.
İnsanoğlunun dünyasıyla ilgili müracaat edebileceği en
güçlü yeri sabrıdır. Dış dünyaya karşı da müracaat
edebileceği yani fiili olarak yapabileceği şey de namazdır.
Günümüzde namaz kılamayan, Rabbime inanamıyan,
ahirete inana-mıyan insanlar da Sitreslerini atabilmek için
yol arıyorlar. Hani Batı'nın sitresi var da, doğunun da sitresi
var kendine göre. Meselâ Japonya'da, ayakta uyuyan
adamlar var. Teknolojide fevkalade iyi gelişme var ama,
adamlar uyumaya, ekmek yemeğe ve de yatmaya zaman
bulamıyorlar, yer de bulamıyorlar. 50 santim genişliğinde,
70 santim yüksekliğinde, 190 santim uzunluğunda otellerde,
çekmece usulü yataklar yapıvermişler. Yatacak sabahleyin
işine oradan gidecek. Bir kısım sömürgecilerin çıkarlarına
daha fazla hizmet edebilmek için adamlara uyuyacak,
evlenecek, gülecek, eğlenecek zaman bırakmamışlar. Ve bu
adam bir gün geliyor yeter be yeter demiye başlıyor. O anda
da tam sibobun patlıyacağı sırada, sizin bu sitreslerinizi
gidermek için Hindistan'dan getirdiğimiz bilmem ne
metodlan vardır diyorlar. Türkiye'de de var bu türden
oyunlar. Köpeğinin 1 açlığından veya köpeğinin mama
yememesinden şikayetçi olan, bundan dolayı da sinir
krizleri geçiren kadın veya erkeklerin de sinirlerini, sıtma-
larını atabilecekleri yerler icat edilmiş durumda Türkiye'de
de. Bunlardan biri benim yakın tanıdıklarımdandır. İlk
kurucularından bir adam. Evime ziyarete geldi. Dedim ki,
neden ihtiyaç hissettiniz? Şöyle dedi: bu insanların bu
sitresinin içerisine bu sanayi ve bu teknolojiyle
girebileceğini batılı dostlarımız daha önceden keşfetmişler.
Buna çıkış yolları aranmış. Çıkış yolu olarak da Hint
yogizminin bütün dünyaya tanıtılması istenmiş. Biz de
benimsedik, gittik gördük. Altı ay orada kaldım. Türkiye'de
de bu işin okulunu kurduk. Ve çalışmalarımız devam ediyor.
Hastalarından dinledim bazı şeyleri; "Gözlerimizi
yumduruyor" diyor bir bayan. Gözlerimizi yumduruyor ve
işte şöyle havalardan geçiyorsunuz, şöyle rüzgârlar esiyor,
şöyle bir beyaz buluta rastladınız. Ve böylece dünyayı
unutturuyormuş. Ve tam o esnada rasgele bir kelime verili-
yormuş bu kelimeyi de günde 100 defa söyliyeceksin
diyormuş. Böylece eli teşbihte, dili de, zihni de o kelimeyle
meşgul olduğundan, dünya ile meşgul olduğu o pisliklerden
arınma dönemi oluyor. Ne kadar? Beş dakika. Günde beş
dakika veya on dakika. Bunu yapıyorlar.
Dedim ki, yahu bunu böyle yapacağınıza keşke insanlara
namazı tarif etseydiniz. Yani günde on dakika Öğlede, yine
on dakika ikindide gelseler belirli bir mekanda ki, sizin
bulduğunuz, beğendiğiniz mekanlar ki, sesten uzak olsun
diyorsunuz. Camilerimiz de bu şehrin sesten en uzak
yerleridir. Hatta ecdadımız caminin dışına da genişçe bir
duvar yapmış, yani gürültü duvardan içeriye avluya girmez.
Bir de iç mekan var orasıda camidir. Oraya geliyor ondan
sonra da dünyayı arkaya atıyor. Ve bu adam zikrine devam
ediyor. Bedenî ibadetle meşgul. Dili Rabbimin kelimeleriyle
meşgul, (sen uydurma bir kelime veriyorsun.) Ve kalbi de
Rab-bine bağlılıkla meşgul. Böylelikle mümkün mertebe
kötülüklerden, şifresinden, sıtmasından bu adam arınmış
oluyor deyince keşke bunu yirmi sene önce tavsiye etseydin
dedi o bey. Adam da haklı bir yerde. Yani imansızın
haklılığı olmaz ama, öyle çevreler var ki, çocuğun dünyaya
geldiği aile ateist, öğretmeni ateist, bulunduğu semt ateist.
Ateist demiyelim, yani gavur. Gavurluğun da kendine göre
bir mantığı var. Bu adamlar öylesine o mantığı,
benimsemişler ki, onların içinde de iyi kalpler bize acıyor.
Yazık yahu 1400 sene evvelin inancıyla hâlâ meşgul
oluyorlar. Yani bunu çok iyi niyetlerle yapıyor. Şeytan
rızası için yapıyor adam.
Nasıl ki, siz Allah rızası için yapıyorsunuz bir işinizi, aynı
şekilde adam şeytan rızası için bunu düşünüyor. Çok iyi
niyetlileri size yakınlık göstermek ve sizi bu işinizden
kurtarmak için, şeytan rızası için gayret edenler de var.
Bunlar kendi mantıkları içinde kendileri haklılar. Yani biz
onlara İslam'ı götüremedik, sabırla yürüyemedik onların
üzerine. İçimizi kuvvetlendirecek olan sabır. Tabiî bu sabır,
kapıları kapatıp, perdeleri kapatıp ondan sonra da ya sabır
çekme değildir. O kabirdir. Bunun sabırla ilgisi yoktur.
Ragib'in Müfredatında, Ragıb-ı İsfahanî diyor ki, sabır,
kişinin kendi nefsini tutması yani kötü isteklere karşı
alıkoyması. Sabır budur. Allah'ın emirlerini yerine
getirmede, eğer nefsin yapmamak isterse yine nefsine hakim
olup emirlerini yerine getirmesi, yasaklara karşı nefsi böyle
sineğin bala düşüşü gibi veya sineğin pisliğe düşüşü gibi
nefsi düşüyorsa, yine nefsini düşmekten alıkoymasına sabır
deniliyor.
Bir de, Bakara sûresinin 175. âyet-i kerîmesinde belirtildiği
gibi; Ateşe karşı ne kadar da cür'eüiler buyuruyor Rabbim.
Yani Allah (c.c.) burada sabrı: tutmak mânâ-sında alacak
olursak, Allah'ın emirlerini tutunuz, yasaklarına karşı
nefsiniz hücum ederse yine nefsinizi de tutunuz ve bir de
cesur olunuz. Cesaretinizle Allah'tan yardım isteyiniz. Yani
kâfire karşı sabrediniz, cesur olunuz ve Allah (c.c.)'dan sabır
talebinde bulununuz.
İbadetlere karşı sabır da Meryem sûresinin 65. âyet-i
kerimesinde;
Allah'a ibadette sabretmemizi istiyor. Zor bir iş aslında.
Yukarda, Bakara sûresinin 45. âyet-i kerimesinde: Bu sabır
veya bu namaz, bu büyük bir şeydir, büyük bir meseledir
diyor Allah (c.c.) ...Ama Allah'tan korkanlar için de zor bir
mesele değildir.
Bazı şeylerin zorluğu kişinin kendisini şartlandırmasıyla
ilgilidir. Mesela üç yaşında ve dört yaşında oğlunuz, kızınız
var. Mahallede oynayacakları bir yer var. Kendi yaşlarında
çocuklarda var. Akşama kadar oynarlar. Bilemiyorum bir
çocuk akşama kadar oynarsa kaç kilometrelik yol yapmış
olur. Ama oyunda yorulmaz, yorulduğunu akşam gelip
yatarken anlarız biz onun, oyun esnasında yorulmaz. Fakat
annesi onu, sevmediği bir yere götürmeye kalkarsa yolda 2
km.lik falan olursa, yolun yarısında yorulur. "Anne
yoruldum, anne yoruldum" demeye başlar. Kendi oyununda
olsa 2 km.'yi değil 20 km.'yi koşacak ve yorulmayacak.
Ama kendi istemediği yerde çocuğu koşturacak olursanız bu
sefer o yorulacaktır. Gerçekten yorulur.
Mesela sizin kendi hayatınızda da olur. Bir yola
gidiyorsunuz veya bir iş yapacaksınız. Kendinizi
şartlandınrsanız mesela 10 km. yürüdükten sonra arkadaşın
evine varacağım dediniz, on km.'yi normal yürürsünüz. Tam
vardınız bir sordunuz ki, daha 5 km. var. Ayaklarınızın her
tarafı yorulur. Halbuki başlangıçta kendinizi 15 km.'ye
ayarlamış olsaydınız normal giderdiniz aslında.Yani kişinin
kendisini kurması diye bir şey var. Mutlaka fizikî yorgunluk
var, etki var. Fakat fizikî yorgunluk veya etkilerden ziyade
kişilerin hissî yorgunlukları etkileri vardır.
Onun için bu namaz veya sabır, insanlara ağır gelir ama,
Allah'tan korkan insanlara ağır gelmez diyor Allah-(cc).
Eğer bunu yapacak olurlarsa, Allah da onlara yardım eder.
İlk nazil olan âyet-i kerîmelerde, Müzzemmil sûresi âyet 1,
2 nci ayetlerde, Geceleri Peygamberimizin kalkmasını
emrediyor Rabbim. Namaz için geceleri kalkmasını.
Peygamberimiz Mekke'de, peygamberlikle gö-
revlendiriliyor. Ve insanların İslâm'a davetine başlıyor.
Mekke insanı, Medine insanı, o günün İran'ı, o günün
Bizans'ı da bu emre bu dine muhatap. Peygamber bunları
başaracak. Nasıl başaracak? Geceleri ibadet yapmak ve
Kur'ân okumakla. Kur'ân ona yol gösterecek. Tebliğ için
belli bir şekilde davranmış peygamberler. Sen de o
peygamberlerin davrandığı gibi davranacak olursan o
peygamberlerin vardığı yere varırsın. Peki bu taktik nereden
alınacak? Kur'ân-ı Kerîm'den taktik alıyorsunuz.
Demekki, insanın iç dünyasının güçlü olması lâzım. O gücü
de sağlı-yabileceği yani aküsünü en iyi şekilde
doldurabileceği yer namazıdır. Ona biraz ağırlık verelim. Bu
günden itibaren biraz daha bu gücü almağa çalışalım Ben
kıldımda hiç bir şey alamadım demeyin. Hani akünüzü
götürdünüz adama doldur bunu dediniz, Boş
götürdüğünüzde tarttınız şu kadar kilo ve gram. Onu
doldurdunuz tarttınız yine aynı kilo ve gram. Değişen bir
şey yok. Şimdi adama dermişiniz ki, bunu doldurmamışsın.
Adam der ki, doldurmamışsam koy bakalım arabana çalıştır,
bak nasıl çalışacak. Hakikaten arabaya koyuyorsunuz
arabanız çalışıyor. Bir enerji: koyulmuş demekki:
Günümüzde bir kısım insanlar da hocam biz namaz
kılmıyoruz ama sporumuzu yapıyoruz diyor. Yani
müslümanlar spor yerine namaz kılıyorlarsa biz de
sporumuzu yapıyoruz. Bu da onun yerine sayılmaz mı?
Bazıları derki; Dinimiz güzelmişte maşallah 1400 sene
evvel insanları hareketsiz halde bırakmamak için jimnastik
yerine namazı koymuş. Bizim de hareketlerimiz, sporumuz
namaz yerine geçmez mi? Buna şöyle cevap verelim, sizi
askere çağırıyorlar, iki sene veya 18 ay askerlik yapacaksın
diyorlar. Peki gitsenizde orada askerlik yapmasanız kışlanın
önünde iki sene değil de, dört sene kendi kendinize talim
yapsanız, komutan; «sen dört senedir burada talim
yapıyorsun gel seni terhis edelim» der mi? Demez. Onun
kuralına uygun iş yapacaksın.
Allah (c.c.)'ün kuralına göre iş yaparsanız makbuldür.
Yoksa Allah'ın kuralına göre iş yapmadığınız takdirde kendi
halinize ne yaparsanız yapın o makbul değildir. Yani sporu
ayrıca namazını kıldıktan sonra bedenini güçlendirmek için
yapacak olursan ayrıca sevabını alırsınız. Ya Rabbi güçlü
bir bedene sahip olmalıyım. Bu güçlü bedenle senin dinine
hizmet etmeliyim derseniz onun da sevabını alırsınız.
O Musa'nın sabrettiği gibi sabret. O ki, Allah (cc.) O'nun
önüne denizi çıkanverdiği halde, Rabbimin yolunda
yürümek, O'nun çölünde Rabbime itaat ve ibadet etmek için
denize atını sürmüş bir peygamberdir.
O Firavunun zulmüne sabretti. Firavunun sarayında bir eli
yağda bir eli balda yaşıyordu Peygamber olmadan önce
peygamberlik verilince o nimetleri terketmek bir sabırdır o
ayrı. Onlara sabretti. Onun işkencesine sabretmek ayn bir
sabırdır, onlara da sabretti. Denize at sürmekte ayrı bir
sabirdır. O'nun sabrından siz de sabredin diyor Rabim.
İbrahim ki, Nemrud'a boyun eğmemişti. O da put bakanının
oğlu idi. Put bakanlığını yapan bakanın oğlu Yani devletin
bütün imkânlarından yararlanan bir delikanlı iken, ona itaat
etmemek üzere orayı terkediyor.
Allah (cc.) da, o peygamberlerin sabrettiği gibi sabrediniz
buyuruyor. Sabredince ne olur? İbrahim (a.s.)'ın devleti gibi
bir devlet, Musa (a.s.)'ın devleti gibi bir devlet kurulur.
Arkasından da o ulül-azm peygamberlerinin gittiği cennete
mü'minler de varırlar.
Hz. Ömer (r.a.) diyor ki, zorluklara sabretmeyi bildik ama
bolluğa sabredemedik. Allah (cc), insanları bollukla da
imtihan ediyor, zorlukla da imtihan ediyor.
Timura sormuşlar: " Başarılarıyın kaynağı nedir? Timur,
soruyu soranın parmağını kendi ağzına almış. Kendi
parmağımda soranın ağzına vermiş ve ikimizde ısıracağız.
Başla" demiş . Karşılıklı ısırmaya başIamışlar. Biraz sonra
soran adamın Aaaa diye bağırarak ağzını açar. Timur elini
kurtarır ama Timur ısırmaya devam eder. Az sonra Timur
adamın parmağını bırakıverir. ve «Aaaa diye bağırmak sana
fayda vermez karşı tarafa fayda verir. sana.ancak sabır fayda
verir» der. 486[279]

(154) Allah yolunda Öldürülenlere "ölüler" demeyin.


Bilakis onlar diridirler, fakat siz farkında değilsiniz,
Allah yolunda ölenler için "öldü" demeyiniz büyuruluyor.
Onlar diridirler, ancak onların diri olduğunu siz
anlıyamazsınız, siz farkına varamazsınız diyor.
Nasıl diridirler? Bu konuda elle tutulur, gözle görülür bir
şekilde tarif yapmamız mümkün değildir ama Rabbim
katında rızıklandırıldıklarım ve Cennette dolaşıp
durduklarını bir kuş halinde uçtuklarını çeşitli hadis-i
şeriflerden anlıyoruz. Fakat bütün bu anlatım şekilleri de
bizim aklımıza yaklaştırmak, anlatabilmek içindir. Yoksa
hakiki mahiyeti öyle değildir." Çünkü Cennetin nimetlerini
Rabbim bize tanıtırken bildiklerimizden hareketle tanıtmış.
Yoksa bilmediğimiz bir şeyi bilmediğimiz bir dille anlatmak
mümkün değil. Onun için şuna inanıyoruz; Rabbim katında
rızık-landmlıyorlar. Ve de onlar diridirler.

486[279]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/298-304.
Bu âyette bahsedilen bizim dilimizde çokça kullandığımız
şehitlerdir.
Şehit: müşriklerin doğrudan veya dolaylı olarak öldürdüğü
müslü-mandır. Doğrudan öldürdüğü mesela kurşunla
öldürüyor. Dolaylı Öldürüyor: Zaman içerisinde verdiği
çeşitli ilaçlarla öldürüyor. Bir Müslümanı yok etmek
istiyorlar. Öldürseler ortaya çıkacak bütün oyunları. Mesela
hastahaneye alıyorlar. Gram gram ilaç veriyorlar. Ve derken
adamı belirli bir hastalığa tutturuyorlar. O Müslüman üç
sene sonra yok olup gidiyor. Bu insan da şehittir. Bir insan
İslâmî hizmetlerini cesaretle, metanetle ve ilmî dirayetle
yürütürken, karşı güçler onu alıp bizim anladığımız yollar-
dan değil de, anlamadığımız yollardan öldürmeye kasdedip
neticede de
Öldürmeyi başaracak olursa, buna da şehit diyoruz. Yani
dolaylı yoldan öldürme, ama yine öldürülmüş.
Bir de Müslüman olup harp meydanında yaralanmış, yara
alarak öldürülmüş insanlar ki, bunlara da şehit diyoruz.
Bir de Müslümanlar tarafından zulmedilerek Öldürülene de
şehit deniliyor. Bir Müslüman tarafından ama zulmedilerek
öldürülüyor. Bunlara da şehit deniliyor.
Peygamber Efendimiz (a.s:v.), bir gün ashabına sormuş. Siz
şehit deyince ne anlıyorsunuz? .
Onlar da Ya Rasulellah, Allah yolunda Öldürülen şehittir
demişler. Efendimiz demiş ki, o zaman benim ümmetimin
şehitleri az olur. Sahabiler sormuşlar: Peki öyleyse sizin
kasdettiğiniz nedir Ya Rasulellah deyince; O da demiş ki,
Allah yolunda Öldürülenler şehit, Aüah yolunda ölenler de
şehit.
Yani siz de şu 20, asırda O, Allah'ın ahkamı Kur'ân-ı
Kerîm'in hakimiyetini sağlama yolunda adım atarsanız,
gayret gösterirseniz bu yolda, düşünürseniz, yolda giderken
bunun hesabını yaparsanız, bu hesabı yapanlara yardım
ederseniz ve böyle bir halde iken yatağınızda ölürseniz dahi
şehit sevabı alıyorsunuz.
Efendimiz (a.s.v.);
- " Siz şehid'i nasıl biliyorsunuz? deyince sahabe "Ya
Rasülellah Allah yolunda öldürülenlerdir şehid" dediler.
- Peygamber efendimiz de "o takdirde benim ümmetimin
şehidi az olur" dedi.
- Sahabe peki kim şehirdir? Ya Rasülellah deyince
- Peygamber efendimiz "Allah yolunda öldürülen şehittir.
Allah yolunda ölen şehittir. Vebadan ölen, iç hastalığından
ölen şehittir." buyurmuştur. 487[280] Buna benzer hadis-i
şerifler çok. Orada çeşitli şekilde yanarak ölen mü'min,
denizde boğularak ölen mü'min, şifası henüz mevcut
olmayan hastalıktan ölen mü'nıin şehittir. Çünkü şifasız
hastalık olmadığı konusunda hadis-i şerif var. Peygamber
Efendimiz'in yanarak ölen, boğularak ölen şehittir. Doğum
üzerine ölen şehittir. Karın ağrısından ölen şehittir gibi
hadis-i şeriflerine göre, o gün için karm ağrısı dediğimiz şey
nasıl bir hastalıktır bilmiyoruz ama o gün şifası yokmuş.
Bunlar şehit sevabı alırlar. Şehit muamelesi görmezler. Yani
elbiseleri kefen olur denmez. Yıkanıyor, namazları
kılınıyor, defnediliyor ama Allah katında bunlar şehit
sevabını alırlar diyor Peygamber Efendimiz (a.s.v.).
Bir hadis-i şerifte de, insanların fesada uğradığı bir zamanda
sünnetime sarılan kişi de yüz şehit sevabı alır deniliyor.
Pekiyi şehit niçin şehit oluyor? Sünneti seniyyenin ayakta
durması için yani asıl olan şehit olmak değil, gaye şehit
olmak değil, gaye Allah'ın ve Rasûlü'nün ahkamının ayakta
kalmasını sağlamaktır. Bunu sağladımı bir kişi şehit olmasa
da sevabını alıyor. Şehit olursa da sevabını alıyor. Yani
gaye Allah'ın ahkamının hakimiyetini sağlamaktır.
Mişkat'ın şerhi Mirkat'ta rivayet edilmiş 2. cildin 303.
sahifesinde Hz. Ali (r.a.) diyor ki: Bir devlet başkanı bir

487[280]
Müslim, İmara Bab 15 Hadis 1915, İbni Mace Cihad Bab 17 Hadis 2803.
kişiyi hapseder ve ona zulmederse hapishanede iken o da
ölürse o da şehittir .
Allah yolunda hicret eder ve sonra da öldürülür veya ölürse,
Allah onları güzel azıklarla rızıklandırır. 488[281] Ayet-i
kerîmesinden yola çıkarak Hz. Ali (r.a.) bu sözünü
söylemiştir.
Ve zalim sultanlara karşı da hakkı söylerken öldürülenlerin
şehit olduğunu da ayrıca Peygamber Efendimiz (a.s.v.) bize
bildirmiştir. 489[282]
Allah (c.c.) Muhammed sûresinin 4, 5, 6. âyet-i
kerimelerinde; şöyle buyurur: Allah yolunda öldürülenlerin
yaptıkları katiyen boşa gitmez. Allah onlara hidayet verir,
işlerini düzeltir ve onlara tarif ettiği cennete kor.
Şöyle bir soru sorulabilir. Allah (c.c.) kendi dinini kendisi
korusa ya! Allah (c.c.) diyor ki, doğru Ben dileseydim
kendim kâfirlere galip gelirdim. Kâfirleri yaratmazdım.
Kâfirleri dileseydi Allah (c.c.) tamamını imana sokuverirdi.
O zamanda imtihan denen şey ortadan kalkıverirdi.
Ancak, bir kısmınızı diğerinizde imtihan etmek için diyor
Allah, (c.c.) Yoksa kendisi de galip gelirdi, mülkünde kullan
üzerine.
Allah yolunda öldürülenler için, Allah sizin amellerinizi
boşa çıkarmaz. Onları doğru yola iletir ve işlerini de
düzeltir. Ve onları Cennete kor. Nasıl bir Cennet? Onlara
tarif ettiği Cennete kor. Mânâsı da verilmiş.
Arfe: arabın dilinde en güzel kokunun adı arfe imiş. Onlara
koklattığı Cennetine kor mânâsı da verilmiş.
Hani sahabe Bedir'de, Uhud'ta bazı müslüman şehitleri
anlatıyor: "Sanki Cennetin kokusunu almışta o tarafa
koşarmış gibi koşarken gördüm, sonra da şehit edildiğini
gördüm" diyor. :
Yani insan bir şeyde sağlam bir bilgi elde edinecek olursa o
488[281]
Hac: 58.
489[282]
Ebu Davud, melahım 17 Tirmizi, fiten 13.
bilgi edindiği şeye doğru yürür, koşar ve onu elde etmek
için gayret eder. Sanki kokuşunu almış gibidir. Günümüzde
de deriz; bu paranın kokusunu almış. Bu o tarafa gidiyor
paranın kokusunu almış diyorlar. Ne olur paranın kokusunu
aldıktan sonra varır elde eder. Ne yapar para? Belirli şeyleri
sağlamada yardımcı olur. Ama günümüzde bir kısım
insanlar var ki, para bitmiş adamlar için. Adamın harcıyacak
yeri kalmamış. Para bol ama parayı harcıyacak yeri
kalmamış. Bu sefer paradan geçmişler, başka şeylerin
peşindeler. İnsanın iç dünyası para ile doyurulmuyor. O
doyumsuz yaratılmış, o ancak Rabbin Cennetine, Rabbin
rızasına varınca doyum sağlar.
Onun için günümüzdeki insanlar doyumlarını sağlamak için
paraya doğru koşmuşlar ama, para da onlara doyum
sağlamamış bu sefer başka yollar aramaya koyulmuşlardır.
Şehit, bir hadis-i şerifte de ifade edilmiş Peygamber
Efendimiz tarafından, karıncanın insanı ısırdığında ne kadar
acı duyarsa bir insan, şehit olan insanda o acıyı duyar. 490[283]
Biz, Filistin'de oğlunun ölmüş cesedi yedirilen kadının sonra
da işkence edilerek öldüğünü duyunca tüylerimiz ürperiyor.
Veya önce kolları kırılan, sonra ayaklan kınlan, sonra burnu
kesilen insanları duyunca yüreklerimiz hopluyor bize acı
veriyor. Zannetmiyorum bize verdiği acı kadar o şehidimiz
acı duysun. Zannetmiyorum değil, Peygamber Efendimiz
(a.s.v.), bir karıncanın ısırması esnasında acı duyulduğu
kadar ancak acı duyar diyor şehidimiz. Yusuf Aleyhisselam
in güzelliğine bakarken ellerini kesen kadınların acısını
hissetmedikleri gibi şehidler de ölürken acı hissetmezler.
Onun için biz şehitlerimize acımıyoruz. Onlara rahmet
okuyoruz; Şehit olmak da gaye değil diyoruz. Allah'ın
ahkamının hakim olması gaye diyoruz. Hazineyi elde etmek
için harabeyi yıktıkları gibi, iki dünyam güzelleştirmek için

490[283]
Nesai 6/36, İbn-i Mace 2/937.
şehid olmak gerekirse severek gidilir. Ama o gayeye
yürünürken önümüze yol çıkmış veya deniz çıkmış veya
İbrahim'in ateşi gibi bir ateş çıkmış veya Yusuf (a.s.)'ın
hapishanesi gibi bir hapishane çıkmış hiç önemli değil. Ya
geçeriz veya geçeriz. 491[284]

(155) Sizi elbette biraz korku, açlık ve biraz mallardan,


canlardan ve meyvelerden eksiltmekle imtihan edeceğiz.
Sabredenlere müjdele.
Bu yol dikenli olduğundan dolayı Allah (c.c.) bu dünya
yolunda çeşitli vesilelerle imtihan edeceğini ifade ediyor.
Biz sizi imtihan edeceğiz. Korkudan azıcık bir şeyle, çok
küçük şeylerle imtihan edeceğiz. Korkudan bir şeyle sizi
imtihan edeceğiz. Korku çeşitli. Rabbim korku demiş
bitirmiş. Alimlerimizin bir kısmı: "Allah korkusuyla imtihan
edeceğiz" diye anlamışlar. İmam-ı Şâfi Hz.lerinin kanaati
bu. "Allah korkusuyla imtihan edeceğiz" diyor. Ama
âlimlerimiz yalnız bununla kalmamış. Düşman korkusuyla
imtihan edeceğiz, rızık korkusuyla imtihan edeceğiz, evlat
korkusuyla, avrat korkusuyla, mal korkusuyla imtihan
edeceğiz.
Yani çeşitli İslâmî hizmetlerin içine girecek olursan "Sen
kanşma bu işlere! Bak işte çeşitli insanlar Müslümanların
üzerine yürüyorlar. Eğer Müslümanlar biraz güçlenecek
olursa yetkililer şöyle şöyle yapıyorlar. Mal varlığı gidiyor,
makamı gidiyor, adamın rütbesi sökülüyor, zindana atılıyor,
memuriyetinden oluyor. Yahu etme eyleme bu işlere girme.
Köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı deyiver geç" diye öğüt
veriyorlar. Peki ayıya dayı diyecek olursak ne oluruz biz?
Ayı olmayız ama ayının yeğeni oluruz. Ama büyüyünce ayı
oluruz tabi.
Onun için korku çeşitlidir. Her insanın da korkusu kendine

491[284]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/304-308.
göredir. Bir adamı korkuturken sakın ha ne yapacağınızı
söylemeyin. "Sana yapacağımı bilirim" deyin yeter. Çünkü
o zaman o, en fazla korktuğu şeyi aklına getirir. "Yahu bu
bunu yapar mı yapar" der. Halbuki siz ona şunu yaparını"
derseniz belki o konuda korkusu yoktur adamın. Sizce
büyüktür o. Sizin söylediğiniz aslında O sizin korktuğunuz
şeydir. "Sana şunu yaparım" dediniz mi o sizin kendi
korktuğunuz şeydir. O ise ondan korkmuyor.
Onun için Yusuf sûresinin tefsirinde Peygamber Efendimiz
(a.s.v.), düşmanın hatırına -geimiyen şeyi hatırlatmayın
diyor.492[285]
Yakub'un oğulları da Yusuf a ne yapacaklarım
bilmiyorlardı. Ama onlar giderken "Yusufu kurdun
yemesinden korkarım" dedi. Bu sefer oğullarmmda aklına o
geldi. Böyle böyle yapalım dediler.
Öyleyse konuşurken, basında çeşitli yerlerde yazılar
yazarken, konferanslar ve seminerler verirken "Vay şu
imansızlar, Yahudiler, komünistler, masonlar şunu şunu
yapacaklar bize" diye yazı yazmayın. Adamın aklına
geimiyen şeyi aklına getiriyorsunuz. Yaptıkları teşhir edilir
ayrı. Yapmadıkları konusunda bunlar şunu da yapar, bunu
da yapar dediniz mi adama en korktuğunuz tarafları
göstermiş olursunuz. Ve o adam onun üzerine yürür.
Allah'dan başka kimseden korkmayacağımız konusunda
zaten hemen biraz yukarda 150. âyet-i kerîmesinde onlardan
korkmayınız, Ben'den korkunuz buyuruyor Allah (c.c).
Korku ile imtihan edeceğiz, açlıkla imtihan edeceğiz,
mallardan eksiltmekle, canlardan eksiltmekle, meyvalardan
eksiltmekle sizi imtihan edeceğiz. Sabredenlere müjdeler
olsun diyor Allah (c.c).
Şimdi imtihan edeceğiz derken bizim bildiğimiz imtihan şu.
İmtihan eden, imtihan ettiklerinin durumunu bilmediği için

492[285]
Daremi.
imtihan eder, Allah (c.c.) için böyle bir şey söz konusu
değildir.
Bu şuna benzer demişler âlimlerimiz; Benim bir oğlum var
altı yaşında, yedi yaşında. Merdivenleri çıkarken diyor ki,
Ben senden çabuk çıkarım baba. Ben de çıkamazsın
diyorum, o da çıkarım diyor. Merdiveni çıkarken bir yarış
ediyoruz. Aslında çıkamıyacağını biliyorum ben onun. Ama
onunla imtihana giriyorum ben yine. Koşuyoruz. Neticede
onun çıkamadığını gösteriyorum ama arada bir de onu
çıkarıyorum yani ben geride kalmış oluyorum.
Rabbim dese ki bize, bu nimetleri yiyorsunuz, şükür de
ediyorsunuz. Pekiyi vermesem ne yaparsınız? Ya Rabbi
vermesen de şükrederiz Sana biz. Versen de şükrederiz.
Rabbim dese ki; "Vermesem biraz yan çizer gibisiniz."
"Çizmeyiz ya Rabbi." Olur mu öyle şey! Sen bizi
yaratıyorsun, Sen bizi yönetiyorsun, bize her şeyi veren
Sen'sin. Darlıkta da bollukta da Sana ibadetimizi yaparız ya
Rabbi demeliyiz aslında.
Allah (c.c.) diyor ki, Ben sizin ne yapacağınızı biliyorum
ama, sizin hakkınızdaki bilgimi size göstermek üzere
imtihan ediyorum.
Bugün inkarcılar şöyle der. "Efendim Allah (c.c.) madem
biliyordu, imtihana gerek yoktu. Dünyaya getirmesine gerek
yoktu. Bu adam gavur olacaktır. Şu adam Müslüman
olacaktır. Ben biliyorum bunu haydin ahi-rete ordan
Cennete veya Cehenneme deseydi." Öğretmen deseki sene
sonunda haziran ayında ''çocuklar bakın, hepinizi sekiz ay
okuttum. Sekiz ay neticesinde kimin sınıfı geçeceğini, kimin
geçemiyeceğini biliyorum. İsterseniz şu haziran sıcağında
imtihan zahmetine girmenize gerek yok. Şunlar şunlar
geçecek, şu dört arkadaşınız kalacak" dese. Geçenler razı
olurda, geçemeyenler "yahu hocam sen imtihanını yap
derler. Biz çalışırız sabaha kadar uyumayız. Yinede
imtihana gireceğiz" derler. Ve giriyorlar hakikaten o dört
kişi kalıyor. Ama itiraz hakları var. Hocam bizi niye
bıraktın derse kâğıdını karşısına çıkarıyor bak, beş soru
sordum beşi de cevapsız kalmış veya dördü cevapsız kalmış.
Allah (c.c.) de bu dünyadan, öbür dünyada bizim
itirazlarımızı kesmek için imtihan ediyor. Mesela bizi hiç
dünyaya getirmeden ben sizi biliyorum, şunlar iyi olacaktı,
şunlar kötü olacaktı, dese öbür dünyada kâfirler, bizi
dünyaya getirseydiri biz de aynen onlar gibi yapardık diye-
bilirlerdi.
Şimdi dünyaya getirdi. Herkesin imtihan defterleri de
yazılıyor. İmtihan sahası da dünya, imtihanın sahası altıyla
üstüyle dünya. İmtihan konuları sorularımız, Ailemiz,
çocuklarımız, paralarımız, mallarımız, mülklerimiz,
canlarımız ve kazançlarımız ve çevremiz bunlarda imtihan
soruları olarak verilmiş.
Enfal suresi: 28. ayetinde Bunlar imtihandır buyuruyor
Allah (c.c.)
Mallarınız ve canlarınız, burada da korkularınız,
'açlıklarınız, mallarınız, canlarınız, meyveleriniz sabır
konusunda imtihan sorularıdır. Bolluk verir şükredesiniz,
zorluk verir sâbredesiniz diye. Sabredenleri müjdele diyor
Allah (c.c).
Onlar öylesine sabredenler ki; 493[286]

(156) Onlara bir musibet geldiğinde, "Biz Allah'a aitiz ve


elbette O'na döneceğiz" derler.
Biz bunu yalnız Ölüm haberini duyduğumuzda okuruz, ama
her yerde okunabilir. Başımıza gelen herhangi bir olumsuz
halde, hoşa gitmeyen hallerde veya olumlu hallerde de her
halükârda dilimizi buna alıştırı-versek Biz Allah'a aitiz o
yarattı bizi yine ona döneceğiz, dedikmi o belanın,
musibetin ağırlığı da üzerimizden gidiverir.

493[286]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/308-311.
Çok sevdiğiniz çocuğunuz, babanız veya anneniz vefat
etmiş hani nerde ise beyniniz çatlıyacak, kafatasımz atacak
öyle bir durumda bir adamın gelip inna lillah demesi
kaynamakta olan bir suyun üzerine bir bardak soğuk suyun
dökülmesi gibi bir şeydir. Adamı huzura kavuşturur. Onun
için Allah (c.c.) buyuruyor;
Allah'ın zikriyle kalbîer huzura erer." 494[287]
Sizin içinizden mücahit olanları ve sabredenleri ortaya
çıkarmamız için biz sizi imtihan edeceğiz diyor Allah
(c.c.) 495[288]
Bütün bu harplerin, gaspların, şehitliklerin;
Enfal suresi 37. ayetinde İyi ile kötüyü,, temiz ile pisi
biribirinden ayırt etmek için olduğunu ifade ediyor. Nasıl ki
ateşin içerisine demir atılıyor ve orada demirin pisliği
yanıyor da., saf demir ortada kalıyorsa, bazen belâ ve
musibetler de iyi dostlarla, kötü dostları birbirinden
ayırıyor. Hani "iyi dost kötü günde belli olur" diyoruz ya,
iyi mü'minde zor günlerde belli olur.
Allah (c,c.) iyi mü'minleri ortaya çıkarmak için bazen
mü'minlerin de başına belâ ve musibetler veriyor. Şu son
yüz seneden beri Müslümanların belâ ve musibetlerden
kurtuiamayışınm sebebi için beri Allahû A'îem bizi Allah
(c.c.) yine rahmetiyle, keremiyle ve lutfuyla bizi temizliyor
diyorum. İçimizdeki pislikleri temizliyor Rabbim. O
pisliklerimiz de temizlendikten sonra belki belâ ateşinde,
zillet ateşinde temizlendikten sonra izzete doğru tekrar
yöneltecektir. Yöneltme konusunda da bizim gayretimizin
çok üstünde Rabbimin lutfu görülmeye başlamıştır.
Bu günlerde gazete okuyacak olursanız, Bir yazar şöyle
yazıyor;
"Düne kadar bir çok adam tanıyorduk (.............) "Amerika
evine git diye"
494[287]
Ra'd 28.
495[288]
Muhammed: 31.
bağırıyordu. Aynı adamlar şimdi köşelerinde yazı yazarken
veya salonlarda konferanslar verirken "aman Amerika
gitme" diye bağırıyorlar. Niye eskiden git diyorlardı?
Gidersen komünistlik gelecek git diyorlardı. Şimdi
komünistlik geîmiyecek bitti. Bunu da yine imansızlardan
birisi diyor. Onun insaflılarından biri. Amerika'ya ne olur
gitme diyormuş. Niye? gidersen şeriatçılar gelecek. O yazar
devam ederek "Amerika'nın bitişiğinde Küba, komünistliği
övüyor gidiyor ama yanıbaş;nda Trinidad da müslümanlar
yerlerini almaya başladılar. Amerika'nın arkasından vurmak
üzere müslümanîar yönetime el koydular" diyor. "Trinidad
da % 6lık müslüman nüfus devlete hakim olacak olursa
Allah korusun böyle bir şeyi düşünmek bile istemiyorum,
düşünmek istemiyorum" diyor. Düşünürse adam kara kara
rüyalar görecek sabaha kadar. Ama biz onlara ak günler
göstereceğiz İnşallah. Yani umduklarının da ötesinde çok
şeyler göstereceğiz.
Onlar sabredenler musibet geldiğinde «inna Hilalli ve inna
ileyhi raciun» derler. Rabbine yönelirler ve ondan gelip
O'na döneceğini hatırlayınca musibetin ağırlığı giderilmiş
oluyor. Musibetin ağırlığı giderilince de hani insan yükünü
atınca yola daha süratle gittiği gibi o musibet onu alıkoymak
yerine ona kamçı vazifesi veya demirin kirini götüren bir te-
mizleme ameliyesi oluyor.496[289]

(157) Allah'ın mağfiret ve rahmeti onlaradır. Ve doğru yoia


erenler de onlardır.
İşte bu belâlara, musibetlere sabredenler korkuyu aşanlar,
açlıkla, mallarının, canlarının veya meyvelerinin
eksilmesinden imtihanı kazananlar ve Rabbinden gelip
Rabbine döndüğünü anlıyan ve bu yolda hareket edenler;
Onlar üzerine Rabbinden mağfiret vardır. Allah'dan rahmet

496[289]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/311-313.
vardır. İşte doğru yolu bulmuş olanlar da onlardır. Hidayete
erenlerde onlardır diyor Allah (c.c). 497[290]

(158) Şüphesiz "Safa" ile "Mcrve" Allah'ın şiarından


(işaretle-rinden)'dir, Kim Beyti hac eder veya umre yaparsa
"Safa" ile "Merve"yi tavaf etmesinde ona bir sakınca yoktur.
Kim de gönülden iyilik yaparsa, şüphesiz Allah, şükrün
karşılığını veren ve bilendir.
Safa ile Merve Allah'ın şiarından, şiarlarından bir şiardır.
Alâmetlerinden bir alâmettir.
Safa ile Merve Kâbe-i Muazzama'nın hemen şimdi içinde
kalmış iki tepenin adı. Burası tâ Hz. İbrahim (a.s.)'dan beri
sa'y yeri olarak kullanılmış. Orada Müslümanlar hacca
gittiklerinde yine sa'y yaparlar.- Şöyle böyle 750 metre veya
500 metre uzunluğunda. Safa Tepesinden başlayıp Merve'ye
doğru yürürler. Belirli bir yerinde de hafif koşar gibi hervele
yaparlar. Hz. İbrahim (a.s.)'dan beri orasının kutsiyeti
devam etmiş. Zaman içerisinde Allah (c.c.)'a olan imanlarını
yitirenler kendilerine çeşitli vesilelerle putlar edinmişler,
derken bir aşk tanrıçası da icat etmişler (İsaf ve Naile diye
bilînen)bu iki putun birini Safa Tepesine birini de Merve
Tepesine koydular. Tapınmalarına yine Mekkeli müşrikler
devam ettiler. Derken Allah (c.c.) peygamberini gönderip
Mekke'de hakimiyeti de elde ettikten sonra, orada yine
cahiliyye döneminde olduğu gibi sa'y yapılacak mı
yapılmayacak mı? O putların olduğu yere gidilecek mi gi-
dilmiyecek mi? gibi sahabe arasında konuşmalar devam
ederken Allah (c.c.) bu âyet-i kerîmeyi indiriyor.
Safa ile Merve Allah'ın alametlerindendirler. Kim Kabe'yi
Allah'ın Beytini ziyaret eder, hac veya umre yaparsa, ikisini
tavafa meyletmesinde bir günah yoktur. Tavaf etmesinde bir
günaha meyletme yoktur. Cü-nah meyletme mânâsına

497[290]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/313.
geliyormuş Arab'ın dilinde. Burada cünaha meyletmek
yoktur. Cünah aynen bizim Türkçe'ye geçmiş, günah olarak
geçmiş. C harfiyle Cünah, Türkçe'ye geçerken de günah
olarak geçmiş. Arab'ın dilinde Cünah meyletmek mânâsına
gelir.
Onlar eğer barışa meylederlerse sen de barışa meylet Enfal:
61 mânâsmdaki âyet-i kerîmede de ifade edilmiş.
Burada...O günaha meyletmek yoktur. Yani günah değildir.
Buradaki anlam tavaf etmeleridir.
Kim hayırda nafileyi fazlaca yapacak olursa Allah onların
şükrünü kabul eder, yaptıkları her şeyi bilendir buyuruyor
Allah (c.c).
Malum Kâbe-i Muazzama'da Müslümanların hepsi Kâbe-i
Muazzama'nın etrafında tavaf ederken. Hacerü'l-Esved'e de
sünnet olduğu için değer istilam ederler. Değmede yarış
ederler. Değmek belki bu günlerde çok sıkışık olduğu için
mahzurlu olabilir. Ama efendimiz geriden de istilam etmiş,
yani elini işaret yapmak suretiyle değmiş gibi olmuş. Bize
Kâbe-i Muazzama'da bütün müslümanların tutacağı yerin
tek olduğu fiili tatbiki olarak öğretiliyor. O da Allah'ın
kitabı Kur'ân-ı Kerîm ki; Allah'ın ipi olan Kur'ân-ı Kerîm'e
sımsıkı sarılmamızı emretmiş. 498[291] Tutulacak yer tek.
Bütün maddi ve bedenî gücü yerinde olan müslümanlar
orada eğitimden geçiriliyor. Tutacağınız yer tektir. Allah'ın
ipine sanlın deniliyor.
Sonra atılacaksa, eğer kurşun sıkılacaksa o da bir tek yerde
yapılır: Cemaatla şeytan taşlanan yerde bu tatbiki olarak
öğretilmiş oluyor. Orada miskinlik yok. Orada ibadetiniz
koşarak yapılan ibadettir. Yani koşmak ibadettir. Safa ile
Merve arasında belirli yerlerde yürünüyor, belirli yere
gelince de koşuluyor ki, buna hervele deniliyor. Orada
hervele yapmak yani biraz koşar gibi yapmak da

498[291]
Ali İmran: 103.
ibadetimizden sayılıyor. Yani miskinlik yok. Koşarak,
yürüyerek, tavaf ederek yatarak, uyuyarak ve yan üstü du-
rarak veya oturarak Allah (c.c)'ü her halükarda zikretmek
isteniyor bizden. 499[292]

(159) Biz Kitapta insanlara apaçık bildirdikten sonra,


indirdiğimiz açık delilleri ve doğruyu gizleyenlere hem
Allah la'net eder ve hem de la'net edebilenler eder.
Yukarda geçmişti; zaman içerisinde Yahudi hahamlarının ve
Hıristiyan papazlarının Allah'ın âyetlerini insanlardan
gizlediklerini.Bir kısmı gizliyor,bir kısmı kelimelerin
yerlerini değiştiriyor, bir kısmı mânâsını değiştiriyor, bir
kısmı ona ilave ediyor, bir kısmı ondan çıkartma yapıyor,
bir kısmı hak ve batılı hani bu dışı şeker olan içi ilaç olan
zehir olan şeyler gibi karıştırıyor. Bunların hepsine ait ayrı
âyet-i kerîmeler,var. Böylece hepsinin gayesi, Allah'ın
muradının insanlara ulaşmasını engellemek yani gizlemek.
Gizlemeden gaye ise, belirli çıkar çevrelerine hizmet etmek
oluyor.
Allah (c.c.) bu Allah'ın âyetlerini gizleyenlere Allah'ın
lanetini, vereceğini bildiriyor ki lanetin Türkçe karşılığı
Allah'ın rahmetinden uzak kalmak oluyor, Allah'ın
rahmetinden uzak kalırlar onlar. Yani, mağfiretten uzak
kalırlar. Ve onun Allah'ın rahmetinden uzak kalması için
diğer melekler ve cinler ve insanlar da Rabbime dua ederler.
Onun uzak kalması için dua'ederler ki âyet-i kerîmede buna
lanet denilivermiş.
Günümüzde Allah'ın âyetlerini gizlemek 1. Belirli otorite
güçler tarafından mânâsını anlayıcı hareketi engellemektir.
Mesela bu memlekette yıllarca Arapça okutmayı yasak
etmişler. Sırf gaye Kur'ân'in, anlaşılmasını engellemektir.
Halen Türkiye'de İngilizce kurs açarsanız müsade derhal

499[292]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/313-315.
verilir. Almanca; Fransızca kurs açarsanız müsade derhal
verilir. Arapça kurs açmaya kalkarsanız müsade almanız
mümkün değildir. Kesin biliyorum bunu. Çünkü uğraşan
arkadaşlarım oldu. Kesinlikle; resmî müsade etmiyorlar.
Göz yumuyorlar ayrı. Göz yumuyorlar fakat resmen eline
bir belge verip İngilizce kurs gibi o kursta aranan şartlan
yerine getirdim. Müfettişleriniz gelsin teftiş etsin ve bana
ruhsat verin denildiğinde bu ruhsat verilemiyor. Kanunî
engel var.
Ama, Arapça konuşan insanlar var. Arap ülkeleriyle ticarî
münasebetler var. Yani bu dile de ihtiyaç var. Olsun onlar
Kur'ân'ın anlaşılmasından endişe ediyorlar. Onun için
engelliyoruz diyorlar. Gizlemenin bir yolu bu. 2.si bilenler
var. Yani çeşitli vesilelerle Kur'ân-ı Kerîm'in dilini
öğrenmiştir, anlamıştır, ama söylediği takdirde bazı çıkarları
zedelenecektir. Allah'a sığınıyor. Ya Rabbi benim gücümün
içinde değil bu diyor. Sen de:
Kişileri gücünün tahammül edemiyeceği şeyden sorumlu
tutmayacağım demişsin. Benim gücüm zayıf onun için
söyliyemi-yorum filan diyor. Ama adam kendi çıkarları için
dağlan deviriyor En olmazları olur yapıyor. Bif çok adamı
aracı yapıyor. Bakanlık seviyesinde işleri bitirtiyor. Orada
gücünü gösteriyor, ama Allah'ın âyetlerinin insana
duyurulmasında gücünün yetmediğini ileri sürerek, Allah'ı
kandırma tarafına gidiyor.
Bir kısmı da diyor ki," şimdi söylemiyeyim. Şimdi
asistanım, doktor olunca söylerim". Doktor oluyor. "Doktor
olunca söylersem doçent yapmazlar" diyor. Doçent oluyor.
Yahu kardeşim hadi bir şeyler söyle bak talebeler de
vermişler. Hocam' profesör olunca diyor. Profesör oluyor
dekan olayım fakültenin tam yönetimini elime alıverdin mi
o zaman istediğimi yaparım diyor. Dekan oluyor adam "hadi
kardeşim" "Hocam rektörlük" tam üniversiteye hakim
olabilmen için rektör olmak lazım. Rektör olabilmek için de
müslüman olduğunu çaktırmamam lazım derken Azrail
geliyor ve diyor ki yaşım aldın, alacağın vereceğin nefes de
bitti. Yiyeceğin ekmek de bitti. Cehenneme odun lâzım hadi
bakalım. Firavun'un altındaki suyu biraz soğumaya yüz
tutmuş diyerek gönderi veri yor Öbür tarafa.
Onun için gizlemenin yolları çeşitli olmuş tarih boyunca.
Bildiğimizi her yerde, her türlü insanın huzurunda
söyleyeceğiz, yani her makamın kendine göre sözü vardır
derler ya, o makama uygun söz içersinde münasip bir dille
hakkı söylemekten geri durmıyacağız.
Efendimiz, Hakkı söylemiyen kişileri dilsiz şeytan olarak
tarif etmiş.
Ben bu güne kadar yapamadıydım. Benim yanımda dinime
şöyle, bir sataşma oldu da sesimi çıkaramadıydım.
Doğrusunu benden sordular da renk vermiyeyim diye
geçiştirdiydim. Şimdi tevbe ettim ne yapayım derseniz, yani
yaptığıma geçmişime pişman oldum, dersek Rabbim bir
kapı kapatır, on kapıyı açar. Onun için tövbe edelim. 500[293]

(160) Ancak tevbe eden, yaptıklarını düzelten ve


öğrendiklerini açıklayanların tövbelerini kabul ederim. Ben
tevbeleri çok kabul eden, merhamet edenim.
Allah'ın lanetinden kurtulanlar tevbe edenlerdir. Tevbe
etmek yeterli değil yalnız. Eskiden bozduğunu düzeltenler
den olacağız, yani geçmişte bozduğumuzu düzelteceğiz.
Apaçık ortaya koyanlar, açıklayanlar, işte onların tevbelerini
kabul ederim ve Ben tevbeleri çok kabul eden ve de
merhamet edenim buyuruyor.501[294]

(161) Küfredip kâfir olarak ölenlere "gelince,


Allah'inrmeleklerin ve insanların hepsinin la'neti işte
onlaradır.
500[293]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/315-317.
501[294]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/317-318.
Allah'ı ve onun indirdiği ayetleri ve onun gönderdiği
Peygamberleri inkâr, eden gizleme tarafına giden kişilerden
bahsediliyor. "Küffarın" Türkçe karşılığı gizleyen
manasınadır. Onun içindir ki Arap çiftçiye de kâfir der.
Toprağın içinde buğdayı gizlediğinden dolayı. Küfretmek
gizlemek demektir. Biz de yani Türkçede. Bu bana küfretti
derken onun anlamı sövdü demektir. Küfretmek Arabın
dilinde gizlemek manasına geliyor. Yani bu adamlar aslında
Allah'ın varlığını biliyorlar, birliğini de biliyorlar. Fakat
çıkarlarına ters düştüğünden dolayı bilmemezîikten, görme-
mezlikten geliyorlar. Onun için kâfir kelimesi bunlara
kullanılmıştır.
Kâfir olanlar, kâfir olarak da ölenler, işte onlara Allah'ın,
meleklerin ve bütün insanların la'neti vardır. Allah'ın la'neti,
meleklerin laneti ve bütün insanların la'neti onlar üzerinedir.
Kâfir olan ve kâfir olarak ölenler içindir diyor Allah (cc).
Buna benzer bir mana 159. ayette de geçmişti.
Allah'ın apaçık olarak indirmiş olduğu âyetleri gizleyenler
için de bir la'net vardı. Orada yektümüne diyor Rabbim.
Allah'ın Kur'ân-ı Kerim'in-de indirdiklerini insanlardan
gizleyenlere, veya bir zamanlar Tevrat'ın âyetlerini
insanlardan gizleyenlere, İncil'in ayetlerini insanlardan
gizleyenlere, o gizleyenler6 Allah'ın ve lanet edebilen
herkesin laneti olsun diyor.
Bu ikisini mukayese ettiğimizde, kâfirin la'netinden,
Allah'ın Kitabındaki âyetleri gizleyen kişinin la'netinin daha
fazla olduğunu görüyoruz.
Burada kâfirler için Allah la'net eder, melekler la'net eder,
insanlar la'net eder diyor.
Fakat öbüründe ise yani yukarıdaki 159. âyet-i kerimede ise
Allah la'net eder. La'net edebilen her şey ona la'net eder.
Kimdir bu lanet edenler? Hani burda zikredilmeyen cinler
vardır. Onlar la'net eder. Hayvanlar la'net eder, nebatat la'net
eder, denizdeki balıklar, havadaki kuşlar herkes her şey ona
la'net eder.
Niye onunki daha fazladır? Çünkü kâfirlerin de kulaklarına
Allah kelamının varmasını engellemiş oluyor onlar. Yani
Allah'ın âyetlerini gizleyenlerin cürmü, suçu kâfirlerin
suçundan biraz daha fazla oluyor. Mesela bir adam düşünün
ki, kâfir fakat bilgisizliğinden kâfir. Yani İslâm ona
ulaştırılmamış. Fakat onun bitişiğinde aynı dairede yan yana
oturmakta veya karşı karşıya oturmakta Müslüman diye
bildiğimiz bir adam var. On sene beraber kalmışlar ve
bunun Müslüman olduğunun farkına varamamış öbür adam.
Ve bu adam ona bir tek kelimeyi duyurmamış. Bu adamla
öbürünü ikisini beraber aynı Cehenneme gönderirler. Ve
bunun yeri biraz daha derinde olur.
Onun için Allah (cc), Allah'ın âyetlerini gizleyenlerin
cürmünün, Allah'ın âyetlerini inkâr edenlerinkinden fazla
olduğuna işaret ediyor bu ifadeyi kullanmakla. 502[295]

(162) O la'nette ebedî kalıcıdırlar. Onlardan azap


hafîletilmez ve yüzlerine de bakılmaz.
Orada ebedi kalırlar, azapları hafifletilmez, onlara bakılmaz
da diyor. Yani onların azapları hafifletilmez. Bakılmaz da
derken hani bunu Türkçede kullanırız. "Yüzüme bile
bakmadı" diyoruz. "Yüzüme bakmadı" cümlesi illâ bakmayı
kasdetmiyor. Yani yardım elini uzatmadı, para göndermedi,
mektup göndermedi, beni kurtarmak için uğraşmadı hepsini
birden ifade etmek için yüzüme bakmadı kelimesini
kullanıyoruz.
Ve burada da Allah (cc), o kâfir olanların Cehennemde
ebedi olduklarını ve onların yüzlerine de bakılmayacağını,
bakılmıyacağmdan kasıt şöyle bakmaktan ziyade yani orada
hiçbir şekilde onlara serinlik verilmi-yecek ve rahatlatıcı
hiçbir haber veya görüntü de onlara gösterilmeyecektir.

502[295]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/318-319.
Peki başkası onlara yardım edebilir mi? Mümkün
değil. 503[296]

(163) Sizin ilahınız tek bir ilahdır. Ondan başka ilah yoktur.
Esirgeyendir. Bağışlayandır.
Sizin ilâhınız bir tek ilahdır. O gün mülkün sahibi kimdir?
Mülkiyet kime aittir? Tek olan ve herşeyi otoritesi altında
tutan Allah (cc)'e aittir diyor. Allah (cc) şu 504[297]
Sizin ilahınız bir tek ilahdır. Yani sizi yaratan,vsizi yaşatan
ve sizi yöneten birdir. AJlah'dan başka ilah yoktur. Ondan
başka ilah yoktur. O Rahmandır. Yeryüzünde mü'minle
kâfir.ayırımı yapmadan havayı, suyu, kam, teni, bedeni,
tırnağı, saçı, başı, kolu verir. Evlat verir, mal verir. Ama
Rahimdir. Ahirette mü'minle kâfiri birbirinden ayırt eder.
Suçlu ile suçsuzu, zalimle mazlumu ayırd eder. Herkesin
durumuna göre orada muamele eder.
Lâ ile nefyi vücud etse eğer bir münkir
Yine Mevîâya döner kurtulamaz illadan
Bunun tefsirini daha Fatiha'mn başında açıklamıştık. 505[298]

(164) Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile


gündüzün ardarda gelişinde, insanlara yararlı şeylerle,
denizde yüzen gemide, Allah'ın indirdiği ve onunla yeri
Öldürdükten sonra dirilttiği suda, yeryüzünde yaydığı her
çeşit hayvanda, rüzgarları.ve gök ile yer arasında emre
uymaya hazır duran bulutlan evirip çevirmesinde düşünen
bir topluluk için deliller vardır.
Ayet iki türlüdür diyoruz: Birisi Teşrîî âyetler. Yâni Kur'ân-
ı Ke^ rim'de okuduğumuz âyetlerdir.
Bir de Tekvînî âyetler vardır ki, tabiatta gördüğümüz ve
görmediğimiz her şey. Gökyüzüne bakıp sayısız yıldızlar

503[296]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/319-320.
504[297]
Mü'min: 16 'ncı ayette.
505[298]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/320.
görüyoruz. Onlar Allah'ın âyetleridir. Bulutlar
görüyorsunuz, Allah'ın âyetleridir.
Burada ifade edilenleri sayayım. Yerin ve göğün yaratılışı
Allahfm âyetleridir. Gece ile gündüzün ardarda gelişi
Allah'ın âyetleridir. Âyet, bir şeyin varlığına işaret eden şey.
Delil yani yol gösterici manasında; Gece ile gündüzün
ardarda gelişi bir yaratıcının varlığına delildir, âyettir. Öyle
bir gece ile gündüz ki, devamlı gidiyor geliyor. Ayet-i
kerimede;,.
Geceyi gündüze kotan Sen'sin. Gündüzü geceye katan
Sen'sin. 506[299]
Öyle bir ayarlı ki bizim saatlerimizin hepsi kendine göre.
Kendi başına hareket eder. Birbirine uymaz.
Ama Allah (cc), kâinatı yarattığından bugüne kadar bu saat
düzenli işliyor. Bir saniye ileri gitmiyor, bir saniye geri
kalmıyor Öylesine düzenli hareket etmesi için her şeyi bilen
ve onu ayarlayan âlim ve müdebbir birine ihtiyaç var ki o da
Allah (cc) dür.
Yerin ve göğün yaratılışı diyor ki "beii Allah'ın varlığına ve
birliğine şahitim." Denizlerde gemilerin yüzmesi Allah'ın
varlığına ve birliğine şahitiir. Çünkü o denizde o suyun onu
kaldırma kanununu yaratan Allah (cc) dür.
İlim adamlarının bulduğu ise mevcut bir kanunu
keşfetmektir. Nasıl ki ben şu âyeti okuyup mânâsını size
tefsir ediyorum. Bir tabiat bilimcisi de tabiat âyetlerine
bakıyor. O kanunu bize keşfediveriyor. Keşif açmak
manasına. Yani orada var olan bir şeyi bize açıveriyor.
Onun içindir ki onu da yaratan denizlerde o gemiyi yürüten
Allah (cc) dür. Çünkü kanunu koyan O.
Mesela terzilerin pîri kimdir? İşte İdris (as) dır. Silah
sanayiinin pîri kimdir? İşte Davud (as) dır, derler. Peki
gemiciliğin pîri kimdir? Nuh (as) dur.

506[299]
Al-i İmran:27.
Dikkat ederseniz bütün meslek dallarının yani toplum için
yararlı olan şeylerin öncüleri peygamberlerdir. Bu gerici,
yobaz, din bilmez, diyanet tanımaz, Allah'a inanmaz grup,
dinime sataşırken bunları bilmediklerinden sataşırlar yani.
Şu anda giydiği ayakkabıyı, giydiği elbiseyi, bindiği gemiyi,
gemi insanların arabadaki ufkunu da açıvermiştir, bütün
bunların öncülüğünü yapıveren yine peygamberlerdir.
Teknolojinin öncülüğünü yapanlar peygamberlerdir.
;
Gökyüzünden yağmurun yağması, yeryüzünde yağmurun
yağmasıyla nebatatın dirilmesi otların, çiçeklerin dirilmesi
de Allah'ın bu âyetlerindendir.
Suyun kanunu, yağmurun yağışının hesabını yapanlar
diyorlar ki, yağmurun yağması taşın düşmesi gibi değildir.
Yani eşyanın düşme kanununa tabi değildir suyun düşmesi
diyorlar. Bize hesap ettirmişlerdi, ortaokul, lisede iken. Şu
kadar yükseklikten, şu kadar hacimde, şu kadar ağırlıkta bir
madde düşerse, yeryüzünde ne kadar etki yapar? Ne kadar
zamanda düşer? Hacmi ile özgül ağırlığını hesap ettiriyorlar.
Şu kadar zamanda düşer gibi hesaplar yaptırırlardı. Fakat bu
kanuna tabi değildir diyorlar yağmurun düşmesi. Eğer
yağmur o kanuna bağlı olsaydı adamın tepesine vurdu mu
bayıltırdı diyorlar. Ama rahmet melekleri indirdiği için
yumuşacık iniyor insanın üzerine okşar gibi yağmur
yağıyor. Dolu hariç.
Ve o tabiat üzerinde hareket edene .Dabbe diyor. Şöyle
kıpırdayan canlıya Dabbe diyor Arap. Kıpırdamasından
dolayı. Canlı varlıkları da yeryüzüne saçıveren Allah (cc)
dür. Bu varlıklar Allah'ın âyetleridir. Denizin
derinliklerindeki, dağların tepesindeki, karın içindekiler
Allah'ın âyetleridir. Hani kar'ı çok yağan yaza kadar karların
kalkmadığı, kar'ı bir iki sene duran yerde yaşıyan
arkadaşlarımız bilirler ki, kar'ın içinde kurt olur. Kar için
soğuktan içinde bir şey yaşamaz dersiniz ya. Kar'ın içinde
kar kurdu olur, bembeyaz olur. Kar renginde olur. Kar'ın
içinde Allah (cc) kurdu yaratıyor. Ateşin içerisinde de
semenderi yaratıyor. O volkanların içersindeki lavların
içinde semenderi yaratıyor.
Eskiden bizde tasavvuf edebiyatında kullanılırdı semender
kelimesi. Yani aşk ateşinin içinden geçtim semender gibi
filan derlerdi.
Bir gün televizyonda, bir belgeselde volkanı anlatırken işte
bu lavların içerisinde de semender diye bir kuş yaşar diyor
Spiker. Ve onun da hareketini göstermeye çalışıyor.
Kar'ın içerisinde kurdu görüyoruz. Semerden bizzat
görmedim. Televizyondaki hariç, ateşin içindekini
görmedik. Yani böyle uzun müddet yanan bir ateşi
görmediğimiz için görmedik. Fakat edebiyatımızda var
semender. Nasıl ki suyun içerisindekine inanıyoruz önada
inanıyoruz. Hiç deniz görmiyen bir adama suyun içinde
canlı yaşar deseniz adam der ki gel senin kafanı suyun içine
sokalım 5 dakika durabilirsen ben de inanayım. Ama deniz
kenarındakiler buna rahat inanırlar. Suyun içerisinde balık
veya binlerce yaratık, karın içindeki kar kurdu, ateşin
içindeki semender ve tabiatta rengiyle, kokusuyla, sesiyle
birbirinden tamamen ayrı yapılarıyla ayrı olan Dabbe nin
yaratılması ve yayılması da Allah'ın âyetlerindendir.
Bundan sonra canlılara bakarken Kur'ân âyetine bakar gibi
bakacağız. Nasıl ki Kur'ân âyetlerine bakınca tefsir etmeye
çalışıyoruz. Tabiat âyetlerine bakarken de ya Rabbi bunu.
acaba hangi hikmete binâen, insanın hangi derdine deva
olsun diye, ne için yarattığının araştırılması yönünde ibretle
bakılması gerekir. Bunlar çünkü Allah'ın âyetleridir. Ama
kime göre? Aklı olan toplumlar için Allah'ın âyetleridir
bunlar.
Zamanla âlimlerimiz ikisini de yani Kur'ân âyetlerim tefsirle
meşgullerken, tabiat âyetlerini de keşifle meşgullerdi. Şimdi
onların çocukları Kur'ân'ı kapatınca beraber tabiata da
gözlerimizi kapattık. Dergilerde, gazetelerde, surda burda
efendim cebiri Cabir b. Hayyam bulmuştu. Efendim tıpla
ilgili İbni Sina şöyle yapmıştı diye onlarla Öğünmeye
gidiyoruz. Bu öğünmeler bize fayda vermez ve bizi
kurtarmaz. 507[300]

(165) İnsanlar arasında Allah'dan başkasını O'na ortak


koşanlar ve onları Allah'ı sever gibi sevenler vardır. İman
edenlerin Allah'a sevgisi ise daha kuvvetlidir. Zalimler,
azabı görecekleri zaman bütün güç ve kuvvetin şüphesiz
Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın gerçekten çetin azaplı
olduğunu keşke bilselerdi.
İnsanlardan bir kısmı, Allah'dan başka Allah'a eş ilah
edindiler. O ortak edindikleri ilahı seviyorlar. Allah'ı sever
gibi seviyorlar. İman edenlere gelince onların Allah'a olan
sevgileri daha şiddetlidir.
Şimdi burada dört türlü mana vermek mümkün ve hepsi
doğrudur. Mealler fazla faydalı olmaz diyoruz ama tefsir
okumak faydalıdır. Tefsirler daha açık bilgi verir. Yani dört
yönünü de verir.
Meal; Allah'dan başka ilah edinenler onları Allah'ı sever
gibi severler der, bitirir.
Halbuki o ilahlarım severler. Allah'dan başka filan adamı
ilah ediniyorlar. Onu seviyorlar. Ne gibi? Allah'ı sevdiği
gibi. Yani bu adamlar Allah'a da iman ediyorlar. Onun için
Allah kelimesi kullanmış yani Allah'a inanıyorlar, Allah'ı
seviyorlar. Ama filanı da sevsek olmaz mı diyorlar, ikisini
beraber götürme tarafına gidiyorlar. Yani eşit seviyede tutu-
yorlar. Allah ile Allah'ın kanunlarına zıt kanun koyan kişiyi
ilahî aştırıyor. Ona da sevgisi var. İkisini beraber seviyorlar.
Onu sevdiği gibi seviyorlar diyor Rabbim.
Mü'minlere gelince, mü'minlerin ise Allah'a olan sevgileri

507[300]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/320-324.
daha şiddetlidir. Neden yine iki türlü mâna. Onların
putlarını sevdiklerinden daha fazla severler Müslümanlar
Allah'ı.
Günümüzde "yahu şu adamın batıl yolda mücadelesini
Müslümanlar yapıverse" diyoruz. Seviyemiz o kadar
düşükki kendi aramızda. Adam kendisi gibi bir insanın
koymuş olduğu kuralların insanlar üzerinde hakim olması
için malını veriyor, canını veriyor. Müslüman da beri
taraftan diyor ki, "Yahu bizim de imanımız, bizim de
gayretimiz şu imansizınki kadar olsaydı."
Rabbim öyle demiyor. Sizin Allah'a olan sevginiz, onların
putlarına olan sevgisinden daha şiddetlidir diyor. Eğer
şiddetli değilse imanımızdan şüphe etmemiz gerekiyor.
Veya zayıf olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.
Tabiatta sevgi hakimdir diye bir söz vardır, doğrudur.
Çocuğumuzu sevdiğimiz için bağrımıza basıyoruz. Annemiz
ve babamız yatalak hale gelseler, sevdiğimiz için onların her
türlü zahmetini rahmet biliyoruz. Onlar da bizi çocukken
aynı şekilde yemezken yediriyorlar, giyemezken
giydiriyorlar, temizliğimize dikkat edemezken bizi
temizliyorlar. Bir gün tam tersine dönüyor. Onlar
yiyemezken biz yediriyoruz, giyemezken biz giydiriyoruz,
onlar temizliğine dikkat edemezken biz dikkat ediyoruz.
Burada bu işe bizi teşvik eden onlara olan sevgimizdir.
Eşlerimize olan sevgimiz, dostlarımıza olan sevgimiz bizi
bir araya getiriveriyor. Birbirimizin işini gördürüyor.
Şimdi burada insan annesini sever, babasını sever. Bu
dinidir ve sevmesi gerekir. Ancak anneyi, babayı, eşi ve
çocukları yaratan Allah'dır. Öyleyse Yaratanı daha fazla
sevmek gerekiyor. O yaratmamış olsaydı olmayacaktı
bunlar.
Ondan sonra Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'i sevmemiz
gerekiyor ki, bir hadis-i şerifte: Bir kişi beni anne ve
babasından daha fazla sevmedikçe iman etmiş olmaz
diyor.508[301] Alimlerimiz bir parantez arası yapar
orada/gerçekten imanı kâmille kemâl bir imanla iman etmiş
olmaz. Hadisin metninde bu yok aslında. Yani kâmil bir
imania iman etmiş olmaz diye bizi kurtarmak için terceme
yapanlarımız bir ilave koyuyorlar orada.
Birinci derece Allah (c.c.)'ü, ikinci derecede Peygamber
Efendimiz (a.s.v.)'i seveceğiz.
Allah yarattı diyelim anamızı, babamızı, eşimizi,
çocuğumuzu. Peki peygamberi niye sevelim? Çünkü anaya
itaati da o öğretti. Eşe olan saygıyı ve sevgiyi de o öğretti.
Ve şu anda halkı müslüman olan ülkelerde, müslüman
insanların hanımlarının temiz kalması fuhşa bulaşmaması,
erkeklerinin temiz kalıp zinaya bulaşmaması, o
peygamberin sünnetine biraz olsun sarılmamızdan
kaynaklanmaktadır. Yoksa bizim kan olarak, can olarak, ten
olarak bir Aîman'dan veya bir İngiliz'den veya Amerika-
lı'dan farkımı^ yok. Bu imana sahip olmamış olsaydık
Almanya'da bir Hıristiyan olarak dünyaya gelmiş olsaydık
eşlerimizin ve çocuklarımızın başkalarıyla gezmesinden
zevk alır hale gelebilirdik maazallah.
Onun için Peygamberi seveceğiz. Yani bize 1400 sene
evvelinden vermiş olduğu talimatla çocuklarımızı tuttuğu
için, temiz kalmasını sağladığı için O'nu da seveceğiz.
Rabbimden sonra seveceğiz yalınız. Kul olduğunu da hiç
unutmayacağız.
Hıristiyanların Hz. İsa'yı sevdiği gibi sevmiyeceğiz. Kul
olduğunu fakat Allah (c.c.)'ün rasûlü olduğunu ve bize her
şeyimizi öğrettiğini bilerek seveceğiz Efendimiz (a.s.v.)'i.
Muhabbet kelimesini çok kullanırız. Muhabbet kelimesi
Arapça bir kelime. Türkçe karşılığı sevgi olarak terceme
edilmiş güzel bir kelime yani Türkçe'si de güzel.
Arabın dilinde Hubab demişler. Yağmur yağıp seller

508[301]
Buhari iman 8, Müslim iman 69.
aktığında o yağmur suyunun üzerindeki kabarcıklara Arap
diyor.
İnsan da sevince diyor kalbi kabarrr. Bir yere doğru
meyleder ya. İşte ondan dolayı muhabbet demişler buna.
Muhabbet kelimesini kullanmışlardır. Yani kalbim kabardı.
Ona doğru meyletti kelimesini ifade etmek için muhabbet
kelimesi kullanılmış.
Veya suların en derin yerine Habab der Arap. İnsanın da
sevgisi gönlünün en derin yerinde olmasından dolayı o
kelimeden türeterek muhabbet kelimesini söylemişler.
Veya Türkçe'de de kullanırız bunu. Habbe kelimesi dane
mânâsına geliyor. Dane, yani buğday danesi, arpa danesi
veyahutta herhangi bir bitkinin tohumu dediğimiz şeye bir
tanesine habbe diyoruz. O habbe toprağa düşüyor ve orada
yeşeriyor. Meyve veriyor, sebze veriyor, çiçek veriyor.
Habbe toprağın derinliklerine düşünce çiçeğe dönüşüyor.
Sevgi de insanın yüreğine düşünce, dışarıya çiçekleniyor.
Eli merhametle, gözü şefkatle ve bütün davranışları iffetle
çiçekieniveriyor. Ondan dolayı Allah (c.c.)'ü birinci
derecede her şeyden şiddetli olarak sevmemiz isteniyor.
Diğerlerini ise babalara merhametle, rahmetle, çocuklara
şefkatle hanımlara şehvetle sevgi, yani eşimize şehvetle
sevgi haram değildir. Ayıp ta değildir ve Rabbimin çizdiği
kurallar içerisinde olduğu müddetçe bu sevgiden dolayı da
insanlara ayrıca sevap vardır.
Bu âyet-i kerîmeye uygun olarak, kâfirlerin kendi liderleri
kendi yöneticileri, kendi kanun koyucuları yolunda
verdikleri mücadeleye denk mücadele vermiyeceğiz.
Onların verdiği mücadeleden üstün bir mücadele verirsek
Müslüman olduğumuzu ortaya koyuyoruz biz. Yoksa denk
olmak bile bizim için derecenin düşmesine sebep oluyor.
"Keşke o zalimler azabı gördüklerinde yani Cehennem
azabım gördüklerinde bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu
anladıklarında yani zalimler o günün Allah'a ait olduğunu,
bütün gücün Allah'a ait olduğunu, herkesin onun huz urunda
toplanacağını, Cehenneme atılacaklarım bilmiş olsalardı bu
dünyada bilir gibi görmüş olsalardı ve Allah'ın azabının
mutlaka daha şiddetli olduğunu bir biliverselerdi bu
dünyada iken" diyor Allah (c.c).
Ben ilah derken genelde insan kelimesini kullanıyorum.
Yani insana tapınmaya Kur'an'da çokça yer veriliyor. Ayrıca
putlara tapınılmış. Ancak o putları gerçek put diye diktikleri
adamlar ortaya dikmişler. Asıl Kufân'in vermek istediği
putlar canlı insanlar. Yani Ebu Cehil, Ebu Leheb gibi
insanlardır. Yani Rabbimiri kanununa karşı kanun koyan
insanlardır. Bu âyet-i kerîme onu daha açık veriyor bize.
Yukarda onlar Allah'ı sever gibi ilahlarını da severler
deniliyordu.
Şimdi bunu bir kısım insanımız şöyle açıkîayıveriyor:
Efendim putları, taşlan dikerlerdi. O taşlara olan sevgileri,
Allah'a olan sevgileri gibiydi. Ama bakınız şu âyet ne
diyor; 509[302]

(166) O zaman'kendilerine uyutanlar asabı görünce


kendilerine uyanlardan uzaklaşacaklar. Ve aralarındaki
bağlar kopacaktır.
Bani tâbi olunanlar yani liderler, tâbi olanlardan yani
halktan kaçıverdiklerinde, kıyamet gününde o milletlerin
lider diye peşinden gittikle-ri, Allah'ı bırakıp ta peşinden
gittikleri adamlar, kendisine uj'anlann böyle dizildiğini
görünce onlardan kaçiverecek. Yani ben kendi azabımı çe-
keyim; ama bir de bunlarınldniyüklenmiyeyim diye
kaçıverecek. İşte o zaman ve azabı da görüverdiklerinde,
yaptıklarının cezasının ne olduğunu da" görüyorlar. İkisi
arasındaki bütün sebepler de ortadan kesildiğinde, . ipler de
kopuverdiğinde, tabi olanlarla tâbi olunanlar arasındaki ipler

509[302]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/234-328.
de makârri, rnevki, para, rüşvet, şan, şöhret gibi şeyler de
kopuvermiş. O zaman bp hale düşüverdiklerirıde. 510[303]

(167) Ve uyanlar "Keşke dünyaya tekrar dönüş olsaydı da


onların bizden uzaklaştığı gshi biz de onlardan
uzaklaşsaydak" derler. Böylece Allah odlara amellerini
pişmanlık halinde gösterir. Ve onlar ateşten çikamiyacaklar.
Orada halk derki yani o kiralının, şahının, padişahının
demokratik kı-ralların peşinden gidenler diyorlar ki, keşke
bizim için tekrar dünyaya dönme olsaydı. Şimdi bunların
bizden kaçtıkları gibi biz de onların peşinden gitmezdik.
Ama Allah böylece onların amellerini onlara gösterir. Nasıl
olarak gösterir? Boş olarak, pişmanlık olarak gösterir.
Pişmanlık duyuyorlar ama pişmanlık fayda vermiyor.
Hüsrandadırlar. Ve onlar Cehennemden çıkıcı da değildirler.
Kâfirler hiç bir şekilde Cehennemden çıkmayacaklardır.
Türkiye'de de hoca diye geçinen bazı kimseler, bazı
âyetlere, bazı müsteşrik yani Avrupalı fakat Müslüman
olmamış, îslâmî ilimlerle meşgul insanların, Kur'ân
âyetlerini tahrif ederek verdikleri mananın etkisinde kalarak
"Cehennemde kâfirlerin de bir gün zamanı gelecek müddeti
dolacak ve Cehennem ateşi sönecek yakıtı kalmıyacak ve
onlar da oradan çıkacaklar" diyorlar. Rabbim ise, onlar
Cehennemden hiç bir şekilde çıkmayacaklardır diyor.
Bundan sonra da hatırımıza hep bu gelecek. Yani Allah'dan
başka ilah edindiklerinde hatırınıza gelecek olan insandır.
Onların putları insanlardır çünkü.
Burada "tâbi olunanlar, tâbi olanlardan kaçı verdiklerinde"
diyor Rabbim. Kaçması için canlı bir insan olması gerekir.
Yoksa taşa azab edilmez.
Ayet-i kerîmede, onlar ve taptıkları, Cehennemin yakıtıdır
diyor Rabbim. Onlar tapanlar ve de taptıkları, yani o

510[303]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/328.
kırallar, şahlar, padişahlar. Padişahlar deyince Osmanlı
padişahlarını hatıra getirmiyelim. Dinime muhalif hareket
edenler, kendisini kanun koyucu yerine koyanlar, Rabbi-min
varlığını birliğini ve dünya hakimiyetini kabul etmeyenler
Cehennemin odunudurlar onlar kendilerine uyanlarla
beraber. Burada Rabbim açıklıkla Allah'dan başka
tapınılanların insanlardan olduğunu haber vermiş oluyor.
En'am suresi 56. ayetinde
Deki o insanlara: sizin kanunlarınıza ben uymam. Sizin
nevanıza ben uymam açıkça bunu söyle diyor:
"Sizin koyduğunuz kurallara uyarsam O takdirdeben
yolumu sapıtırım" diyor. "Sizin koyduğunuz kurallara
uyarsam" Peygamber Efendimiz bunu Mekkeli insanlara,
Medine'li insanlara ve bu dünya insanlarına söylüyor.
Sizin koyduğunuz kanunlara ben uymam. Eğer uyarsam
yolumu sapıtırım. Devlete giden yola da varamam. Cennete
giden yoldan da saparım. Sapınca ne yapar? Yol iki tane
zaten. Biri Cennete gidiyor, biri Cehenneme gidiyor.
Cennetten yol saptığı takdirde insan Cehenneme gidiyor. Ve
bende doğru yolu bulamam. Hidayete ermiş kişilerden
olamam diyor. Eğer sizin kanunlarınıza uyarsam.
Yani uymam de onlara. Ayet-i kerîme emir niteliğinde. Deki
onlara ben sizin hevanıza yani kendiliğinizden
uydurduğunuz şeylere uymam de onlara.
Muhammed sûresinin 3. âyet-i kerîmesinde Kâfirler batıla
uyarlar, mü'minler ise hakka uyarlar diyor.
Al-i İmran sûresinin 55. âyet-i kerîmesinde de;
Sana uyanları kıyamete kadar, kâfirlerin üstünde kılacağız
diyor Allah (c.c).
Peygambere uyanlardan burada kasdedilen İsa (a.s.)'dır ama
bütün peygamberlere uyanlar için verilmiş bir müjdedir bu.
Sana uyanları kıyamete kadar kâfirlerin üstünde kılacağız.
Diyeceksiniz ki:günümüzde biz peygambere uyuyor gibiyiz
ama Amerika'sı ve Rusya'sı bizim üzerimizde diyoruz.
Biz Kur'ân'a ve sünnete uyduğumuz müddetçe onların çok
üzerinde idik. Kırallarını hapishaneden kurtarıyorduk.
Mehmet Akif in tabiriyle;
Kahraman ordu yürürken muzafferen ileri, Özcngi öpmeye
hasretti garbın elçileri.
Amerikan elçisi, Rus elçisiyle veya Fransız elçisi, Alman
elçisiyle aynı mecliste oturacaksa; Fransız elçisi diyormuş
ki, Alman elçisine "Sen benim biraz gerimde oturacaksın
sandalyeni geriye çek diyormuş." Niye?.. "Ben Osmanlı
yeniçerili bir askerin ayağından öptüm". Yani şeref oluyor
onun için. Öyle bir şey.
Şimdi bunun tam aksi, bizim başımızdakiler, Amerikalı
için"Beni telefonla aradı" diyor. Olmaz böyle şey. Öğünme
vesilesi olmaz bu. İnsan böyle çeker gider kendini vurur.
Doğu Almanya bakanlarından birine Ruslar geliyorlar
şunları şunları yapacaksınız diyorlar adam pekiyi demiş,
Öbür tarafa geçmiş çekmiş tabancayı kendisim vurmuş.
Böyle bir şeye ben tahammül edemem, kabul edemem
diye.511[304]

(168) Ey insanlar, yeryüzündeki helal ve temiz olanlardan


yeyin ve Şeytanın adımlarına uymayın. Şüphesiz O sizin
için apaçık bir düşmandır.
Hani birinin bir insanı izlemesi için izi olması lazım.
Türkçe'de kullandığımız izleme kelimesi de güzel bir
ifadedir. Bazıları Türkçe güzel bir dil değil der ama, öyle
değildir. Bir millet uzun bir müddet yaşamışsa ve o dille
şiirler yazmışsa, konuşulmuşsa onun da kendine göre
özelliği, güzelliği vardır. Her dilin kendine göre bir güzel
tarafı vardır.
İz bir adamın yere basınca meydana getirdiği esere denilir.
İzlemek ise onun izinin ardından gitmek. Güzel çok ince bir

511[304]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/328-331.
kelime. Şeytanın adımlarını izlemeyiniz. Ne demektir?
İzleyen izleneni hiçbir zaman geçemez. Mesela karda bir
adam önünüzde gidiyor, siz onu takip ediyorsunuz, hayat
boyu onun arkasından gideceksiniz, geçmeniz mümkün
değildir.
Onun içindir ki, taklide karşı çıkmıştır dinim. Taklitçiliği
sona erdirmiştir. Ancak peygamberin yaptıklarını yani
Rabbimin onayından geçmiş şeyleri taklit etmek güzeldir.
Yoksa insanların yaptıklarını taklit kî, "gerçek olduğu da
ispatlanmamış şeyleri de taklit doğru bir şey değildir. Hele
hele Şeytana tâbi olmayınız. Onun izini takip etmeyiniz,
izlemeyiniz. Çünkü, O sizin için apaçık bir düşmandır.
Apaçık düşmandır diyor. Yani gizli değil. Şeytan ne
yapacağını Kur'ân-ı Kerîm'de bize bildirmiş çeşitli
şekillerde. Onların yolları üzerinde duracağım. Onların
yollarında tuzaklar kuracağım. Onların yolunu Cennetten
Cehenneme çevireceğim. Onlara yer yüzünde fesat
çıkaracağım, bozgunculuk yaptıracağım. İmandan küfre
doğru geçmelerini sağlıyacağım diye söylediği kelimeler,
âyet-i kerîmelerle Rabbimiz tarafından bildirilmiş bize.
Yani düşmanlığı açık olduğu için, mübîn apaçık düşman
diye bildirilmiş. Ama gizli düşmanlar da vardır. Musa
görünüp., Firavun gibi çıkan insanlar vardır. Tehlikeli
olanlar da bunlardır. Şeytan yine açıktan geliyor.
Cevzi ve aynı zamanda İbnî Kayyım el Cevzi'nin iki eseri
var. iki Cevziler iki ayrı kitap yazmışlar. Birisi Telbis-i
İblis, diğeri İğasetü'l-Lehfan, an Mesayi'üş şeytan diye birer
kitap yazmışlar.
Şeytanın tuzaklanndan.insanları korumak için biri bir kitap
yazmış.
Öbürü de şeytanın insanı kandırma yollarını belirtmiş. İkisi
de.aynı konuyu işlemiş. Güzel kitaplar. Daha henüz terceme
edilmediler.
Tasavvuf erbabına şeytan nasıl musallat olur? Tefsirciye
nasıl musallat olur? Hadisciye nasıl musallat olur? Şeytan
öyle güzel akıllar veriyor ki, bak şunları şunları yaparsan
âlemin en iyi müfessiri sen olursun. Gösterdiği yol da aklı
başında mantıklı. Tasavvuf erbabına nasıl veli olacağının
yollarını gösteriyor.Şurada, şu yerde bir sene dışarı
çıkmadan Allah Allah dersen, sabahlara kadar nafile
namazlar kılarsan, akşama kadar farz namazlarını kılarsan,
orucunu tam tutarsan Allah'ın has, seçmiş kullarından
olursun diyor. Ve adamı bir sene oradan çıkartmıyor. Bu bir
sene içerisinde de insanlarla olan temasını kesiyor. Bu sefer
o insanları saptırıyor. Veli bir gün evinden çıkıyor. Gerçi
veli olmaya yaklaşmış gibi ama dışarda kendisine
bağlıyacak adam bulamıyor, hepsi şeytanlaşmış. Şeytan da
başarıya ulaşmış.
Abdülkadiri Geylani Hz.leri için söylenilir: Bir gün camiden
çıkiverdi, gökyüzünde bir şekil gördü. Nur gibi parlıyor.
Sen kimsin dedi Allah'ınım ben. Dedi ki, sen kör Şeytansın.
Şeytanı Nereden bildin ded Bir kere yeryüzünde Allah
görülmeyecek diye inanıyoruz biz. ikincisi bi cihetden
görülmeyecek. Gibi bir kaç tane delilini ortaya koyuveriyor.
Yani âlim, dinini bilen kişi Şeytanın aldatmasına aldanmaz.
Onuı için Şeytanın hayır gibi gösterdiği şeyler dahi serdir.
Onun vesvesesini hiçbir zaman aldanmamaya gayret
sarfedeceğiz. Bunu günlük hayatımız da da görürüz. "Bizim
komşu var Yahudi. Dinine lanet ama adam ban; çok faydalı
oluyor gibi laflar" Nasıl faydalı oluyor? Cemaatimden bir ha
cinin- başına böyle bir olay gelmişti: Gaziatikalipaşa
Camii'ne gelir. Deri cilik yapar. Dedi ki; "Hocam valla 100
milyonluk rnal alırım, daha hiç bi] senedimiz sepetimiz
olmadı. Ne zaman verirsiniz filan zaman. Dinine lanet,
adam müslüman gibi muamele yapıyor." Kaç senedir
çalışıyorsun' dedim On senedir çalışıyorum dedi. Ne zaman
mal istesem gönderiyor Ben istediğim zaman parayı
gönderiyorum. Senet sepet yapmıyoruz.Ondan sonra bir
duydum bizim hacı hastahaneye kaldırılmış. Niye? Tâbi bu
arada o yahudi borç para da istermiş bu hacıdan. Bana
ikiyüz milyon getirin, şu kadar mal alacağım. Üç yüz
milyon getirin, şu kadar mal alacağım demiş hacının bütün
parasını istemiş, on sene sonra Yeşilköy'den uçağa bindiği
gibi gitmiş. Hacıyı da kalp sektesinden hastahaneye kaldır-
mışlar. Bitti hacının işi.
Dinine lanet, adam yirmi sene bunlara müslüman muamelesi
yapmış. Yirmibirinci senede bütün verdiklerini
burunlarından fitil fitil değil bütün hücrelerinden geriye
almış ve.gitmiş, Allah'dan ki adamın daha ömrü varmış,
yoksa kalpten gidecekti.
Yani bu insanların yaptıkları iyiliklerin sonunda dahi şer
vardır.512[305]

(169) O size ancak, kötülüğü, haksızlığı ve Allah'a karşı


bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.
Şeytan kötülüğü ve fuhşiyatı emreder. Sü, kötülük, fuhuş
ise, her şeyin en son zirvedeki halidir. Yani kötülüğün
zirvedeki halidir. Biz de fuhuş denince yalınız zina akla
gelir. Değil. Sözün fuhşu vardır, davranışın fuhşu vardır,
zinanın fuhşu vardır. Her şeyin en kötüsünü fuhuş kelime-
siyle ifade etmiştir Arap.
Allah (c.c.), buyuruyor ki kötülüğün küçüğünü de büyüğünü
de Şeytan size emreder. Sizin bilmediklerinizi Allah üzerine
söylemenizi de emreder. Bilmediğiniz şeyleri söylemenizi
de emreder.
Bu iki türlü olur. Birincisi Allah (c.c.)'ün kanunlarına
muhalif kanun yapmanızı emreder.
Bir de genelde bizim kesimde olur. adam kendi istek ve
arzularını, Cenab-ı Allah Kur'ân-ı Kerîm'de buyuruyor ki
diye söyler. Hadiste söylenmiş bir şeyi Allah'ın âyetleri

512[305]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/331-333.
olarak, Allah'ın âyetlerini hadis-i şerif olarak veya gazetede
veyahut ta takvim yaprağında okuduğu, duyduğu atasözünü
Cenab-ı Allah buyuruyor ki şeklinde söyler.
Onun için mesela ben âyet olanı âyet diye vermeye, hadis
olanı hadis diye vermeye çalışıyorum. Bazı güzel sözler var
ki, hadis midir değil midir bilemiyorum ama bu arada
hatırıma da geliyor. Bir güzel söz var diyerek söylüyorum.
Hadis ise zaten güzel sözdür. Değil ise günaha girmemek
için bunu söylüyorum. Yani dikkat edin. "Kur'ân-ı Kerîm'de
de hocam böyle değil miydi?" diyorlar. Halbuki hiç ilgisi
yok onun söylediğinin Kur'ân-ı Kerîmle. Bunlardan sakının.
Kendi sözünüz olarak söyleyin. Ayet midir, hadis midir
bilmiyorum ama şöyle duydum deyin. Yani âyet olmıyan bir
şeyi âyet gibi göstermek çok büyük günahtır. Hani
efendimiz kendisi için, benim söylemediğimi bana nisbet
eden Cehennemden yerine hazırlasın diyor.
Yani hadis olmadığı halde bir şeyi hadis gibi rivayet eden
kişinin Cehennemlik olacağını ifade ediyor.
Peygamber Efendimiz'e bunu isnat eden Cehennemlik
olunca, Allah'a isnat ederse daha derinine gider. Onun için
Allah'a ait olmayan bir sözü Allah'a isnat etmemeye dikkat
edeceğiz. 513[306]

(170) Onlara; "Allah'ın indirdiğine uyunuz" dendiği zaman,


onlar; "Hayır biz babalarımnzı üzerinde bulduğumuz şeye
uyarız" derler. Ya babaları bir şeye aklı ermemiş ve doğruyu
bulamamışsa.
Gelin etmeyin eylemeyin, Allah'ın indirdiği Kur'ân'a tâbi
olun denildiğinde... Şimdi günümüzde de biz bunu diyoruz,
"Ey insanlar, amirler, komutanlar gelin Allah zaman
içerisinde insanlara yol göstermek üzere. diğer kitapları
indirmiş, son olarak da Peygamber Efendimiz (a.s.v.) ka-

513[306]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/333-334.
nalıyla Kur'ân-ı Kerîm'ini indirmiş, Allah kainatı
yaratmışsa, bizi de o yaratmışsa bizim neyi nasıl
yapacağımızı en iyi bilen O, ben senin hakkında bir kanaat
beyan edemiyorum, sen benim hakkımda bir kanaat beyan
edemiyorsun, ben yaratmadımki seni, sen de beni
yaratmadığın için benim nerede, nasıl davranacağımı
bilemezsin. Ama seni ve beni yaratan Allah (c.c.) nerede,
neyi, nasıl yapacağımı öğretmek üzere kitap indirmiş, gelin
ona uyalım" dediğimizde, hep bir ağızdan diyorlar ki, "Biz
babalarımızı ne üzerinde bulmuşsak ona uyarız". Yani
babalarımızın yolundan, atalarımızın yolundan gideriz
diyorlar, adamlar. Allah'ın yolundan değil, atalarımızın
yolundan gideriz diyorlar. Ya babalan bir şey bilmiyorsa, ya
doğru yolu bulamamışsa ne olacak. Babaları bir yoldan
gitmiş ama kabre kadar varmış. Kabirden sonrasını
bilemedik biz. Nereye gitti? Cehenneme mi düştü, Cennete
mi düştü bilemiyoruz. Biz bilemiyoruz. Ama Rab-bim
kesinlikle ve açıklıkla diyor ki, Ben'im yolumdan giden
Cennete gider. Ben inanmıyorum senin dediğine diyor
Allah'a. Peki Öyleyse sen de bilmiyorsun babanın ve atanın
nereye gittiğini. Atan Cehennemde yanıp duruyorsa şimdi?
Yani zan ifade eden kelimelerle değil, gerçek hak ifade eden
âyetlerle amel etmemizi Allah (c.c.) bize haber veriyor.
Şimdi insanların günümüzde yaptıkları bu. Bu âyet-i kerîme
günümüz insanının filmini bize veriyor. Efendim, bizim
babalarımız bu kanunlara göre yönetildiler ve böylece
gittiler. Daha ziyade bunlar yönetimde ağırlığı olan kişiler.
Çünkü onlar aşağıdaki insanların sefaletini gör-
memektedirler, bilmemektedirler. Görmezlikten
gelmekteler. Babalan saltanat içinde yaşamış, nimetlerinden
yararlanmış, onun çocukları da babasının yolundan giderse
aynı şekilde dünya nimetlerinden yararlanacağını biliyor.
Onun için sahip çıkıyor. Eğer ondan vazgeçiverecek olursa,
bizimle aynı seviyeye gelecek. Yani babasının ve atasının
koyduğu kuralları bırakırsa bizimle aynı seviyeye gelecek.
Bu insanlarla aynı seviyeye gelecek. Efendimiz, bütün
insanlar Allah katında bir tarağın dişleri gibi eşittirler diyor.
Herkes aynı mideye, aynı kulağa, aynı göze sahiptir. Hukuk
karşısında da denklikleri vardır herkesin.
Bu adamlar bizimle denk olmamak, kendileri kalbur üstü bir
hayat yaşayabilmek için diyorlar ki, biz atalarımızın
yolundan gideriz. Çünkü ataları o günün rejimine destek
vermek suretiyle bu memleketin kaymağını yemişlerdir.
Mekke döneminin kâfiri de aynı, günümüz döneminin kâfiri
de aynı düşünceyi paylaşıyorlar. Aynı kelimeleri de
söylüyorlar. Bunların durumunu; 514[307]

(171) Küfredenler, çağırma ve bağırmadan başkasını


duymadan haykırana benzerler. Onlar sağırdırlar,
dilsizdirler, kördürler. Bu yüzden düşünemezler de.
Bu kâfirlerin durumu, şunun haline benzer ki, bağırıyor
kime? Hani çoban sürüye bağırdığında sürü onun kullandığı
kelimeleri bilmez de, kulağı olması nedeniyle ancak sesi
anlar ya, işte burada da iki türlü mânâ verilmiş, işte kâfirin
putlarına yaptığı dua da ona benzer. Onun yanında bağırır.
Ve babam, atam, dedem, ecdadım senin yolundan gidiyoruz,
senin yolunda yürüyoruz, azimle senin yolundan hiç
ayrılmıyoruz. Ayrılmadığımızı beyan etmek üzere bak
huzurundayız diye bağırıyor. Nasıl oluyor bu bağırış?
Çobanın sesini dinleyen koyun gibi, sığır gibi. Bir şey
duyuyor da anlamıyor diyor âyet-i kerîme.
Veya onların durumu tebliğcinin sesi müslüman bir insanın
onlara vermiş olduğu ses çobanın koyuna vermiş olduğu ses
gibidir. Kulaklarına İslâm'ın sesi varır da, mânâsını
anlamadan geçerler giderler. Yani üzerinde düşünmezler,
mânâsı da vardır. Onlar sağırdırlar," yani kulakları sağır

514[307]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/335-336.
değil de Hakka karşı sağırdırlar. Dilsizdirler, hakkı
söylemekten kaçınırlar. Kördürler ve hakkı görmezler,
görmek istemezler. Onlar akıl etmezler, akıllarını
kullanmazlar diyor Allah (c.c.).
Bu âyet-i kerîmeleri okuyup o insanların filmine her gün
bakmamız gerekiyor. Yani, düşmanımızın gücünü bilmek
için vay Amerika ajanları, Türkiye'deki ve dünyadaki
müslümanlar hakkında şöyle şöyle diyor. Vay efendim filan
yerdeki filan kuruluş müslümanlann gücü veya kâfirlerin
gücü hakkında böyle böyle rapor veriyor. Bunlara pek kulak
asmayın. Çünkü bunlar yanıltmak için de verilir.
Hani Abdülhamit için söylenir. Allah rahmet eylesin. Allah
hatalarını affetsin. Rus elçisini çağırırmış. Yahu bu günlerde
şöyle şöyle oluyor. Böyle böyle oluyor. Ne diyorsun senin
görüşün ne? dermiş. Veya Fransız elçisi ne söylerse onun
tersini yaparmış. Çünkü düşman yapmak istediğini
söylemiyor sana. Sen de onun aksini yaptın mı doğru
çıkıyor. Fakat düşman bunun farkına varırsa bu sefer seni
oyuna getirebilir yalnız. Yani doğruyu söylerse sen de onun
aksini yaparsın, bu sefer yanlışa düşersin. .
Yani kendi tavrınızı karşınızdakinin sözlerine göre
ayarlamayın. Kâfirin karakterini, kâfirin portresini Allah
(c.c.) Kur'ân-ı Kerîm'inde çiziveriyor.
Mesela ben Avrupa'ya gidecek oldum. Bir buçuk sene falan
da kaldım. Fransa'da kalmıştım işçi olarak. Giderken dedim
ki, bu adamlar nasıl ki acaba diye Kur'ân-ı Kerîm okuyayım
dedim. Baştan sona bir hatim değil de? Okuyuş gayem, asıl
bu Avrupalılar aslında. Yani Hıristiyanlığın kültürü,
insanlığı nasıldır diye bu konudaki âyet-i kerîmeleri
çıkardım. Ve ondan sonra gittim. Gördümki bu insanlar aynı
Kur'ân-ı Kerîm'de bildirildiği gibi. Âyet-i kerîmede; 515[308]
İşlerinde öyleleri var ki, bir ev dolusu altunu emaneten

515[308]
Al-i İmran: 75.
versen, sonra vardığında geriye iade eder diyor. Yani dürüst
insanları var. İşlerinde öyleleri de var ki, bir tek dinan
emaneten versen ayağını diretmeden, mahkemelik olmadan
alamazsın diyor âyet-i kerîmede.
Yani adamların iyisinin de, kötüsünün de olabileceğini,
zalimininde, zulümden nefret edeninin de olabileceğini âyet-
i kerîmelerde çeşitli vesilelerle bildiriveriyor.
Günümüzde bugünkü kâfirleri, Türkiye'deki kâfirlerin de iç
dünyasını öğrenebilmek için tekrar âyet-i kerîmelere
bakacağız. 516[309]

(172) Ey iman edenler, size verdiğimiz rızkın temizinden


yiyiniz. Ve yalnızca O'na kulluk ediyorsanız, yalnız Allah'a
şükrediniz.
Bu anlamda bir âyet yukarıda geçti. 168. âyet-i kerîmede,
'Ey insanlar' diyor. Burada ise 'ey iman edenler' diyor. Ama
emir ikisine ayrı.Ey insanlar dedi mi, kâfirlerle, mü'minler
beraberdir. Erkeği, kadını hep beraberdir. Ey iman edenler
dedi mi, mü'min erkeklerle mü'min kadınlar girer bu işe. Ey
iman edenler, temiz olanlardan yeyiniz. Size verdiğimiz rı-
zaların temizinden yeyiniz. Helalinden, zaten helalini
yiyeceksiniz onu söylemiye gerek yok. Zaten helal olanını
tercih edeceksiniz. Helal olanların içerisinden de daha temiz
olanını yiyeceksiniz.
Mesela evinizde iki türlü yiyecek vardır ama ikisi de aynı
maldır. Biri temizdir, biri biraz daha pistir. Öyleyse helalin
de temizi vardır. Temizinden yiyeceksiniz. Ve Allah'a
şükrediniz. Eğer yalnız O'na ibadet yapıyorsanız, yalnız
O'na şükrediniz. Nimeti vereiîe şükrediniz diyor Allah (cc).
Eşyada asıl olan ibahadır diye bir kaidemiz vardır. Kur'ân-ı
Kerim'de haram olanlar .bize bildirilmiştir. Ki hemen şimdi
okuduğumuz âyet-i kerîmede; 517[310]
516[309]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/336-338.
517[310]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/338.
(173) O, size ölü hayvan etini, kanı, domuz etini, Allah'tan
başkası için kesilen hayvanı haram kıldı. Kim yeme
zaruretinde olursa başkasınınkinc el uzatmamak ve zaruret
ölçüsünü aşmamak üzere ona günah yoktur. Şüphesiz Allah,
bağışlayandır, merhamet edendir.
Allah size leşi haram kıldı. Kendiliğinden ölmüş veya
boğularak öldürülmüş bir hayvan leş hükmündedir. Yani
Müslümanm besmele çekerek veya ehli kitabın kestiklerinin
dışında Ölenler leş hükmündedir. Koyun bile kendi kendine
ölmüşse yemiyoruz, leş hükmündedir o. Leş, kan... Tutup ta,
hayvanın kanını içmemiz haramdır. Cahiliyye döneminde
kanı alırlarmış Araplar, bizim sucuk yaptığımız gibi
hayvanı, mesela koyunu kesiyor, kanını temiz bir kaba
akıtıyor. Sonra koyunun bağırsağını çıkartıyor. Bağırsağın
içerisine dolduruyor ve güneşe asıveriyor, orada kurutuyor.
Ve onu yiyiyormuş katık olarak.
Şimdi bu yol kullanılıyor mu? Hayvan yemlerinde
kullanılıyor. Yani mezbahanelerdeki, kesimhanelerdeki kanı
alıyorlar, hayvan yeminin içerisine katıyorlar kullanıyorlar o
ayrı. O yemi yiyen hayvanın yenmesinde bir mahzur yok.
Çünkü değişimden geçiyor. İnsanın kanı yemesi haramdır.
Kan nakli caizdir. Orada zaruret vardır. Leş, kan ve hınzır
eti, Allah'dan başkası için kesilen hayvan da yenmez. Hani
koyunu aldınız, Allah için değil de filan ağanın gönlü olsun
için kestiniz, o da yenmiyor. Karşılamalarda niyet o değil
yani. Mesela Anadolu'da gelin geliyor. Bizim köyde gelini
ata bindirirler gelirler. Bismillahirrahmanirrahim der.
Zaten âyet-i kerîmenin inceliği burda Ühille demek, ses
çıkarma
mânâsına geliyor. Hilali ilk gören adam gökyüzündeki hilali
gören adam Hilâl dermiş, ordan geçmiş bu kelime Arab'ın
dilinden.Ses çıkarma. Ühille O kesilen hayvan. Kendisiyle
Allah'dan başkasına ses çıkarılan hayvan yenmez diyor.
Dedeğimiz gibi, mesela köy yerinde gelin geliyor. Gelinin
atının yanma hayvanı kesiyorlar ama, kesen adam Bismillah
diyor. Yani Allah için ses çıkarıyor. Ama besmeleyi
çıkarıyor da gelinim için diyorsa o yenmez. Veya
başbakanımız için, reisi cumhurumuz için, bakanımız için
diyorsa bu da yenmez. Ama misafiri gelmiştir, sevdiği
saydığı saygı duyduğu bir insan gelmiştir. Keserken de
Bismillah demiştir. Yani keserken çıkardığı ses Allah (c.c.)
için olursa o helaldir.
Allah affedicidir. Allah merhamet edicidir diyorum. Ayet-i
kerîmede Rabbim böyle beyan ediyor. Şimdi burada haram
kılınan dört tanedir. Leş, kan, domuz ve Allah'dan başkası
için kesilen.
En'am: 145.nci ayette; şöyle açıklanıyor.
Deki bana vahyedilende yani Kur'ân-ı Kerîm'de yiyen bir
kişiye ancak şunların haram kılındığını buluyorum. Onlar da
ölü, leş, akıtılmış kan, mesela koyunu kestiniz arasında olan
kanlar helaldir. Akıtılmış kan ve domuz eti ve bir de
Allah'dan başkası için kesilen, burda da dört tane.
Birisi bana şöyle demiş ti: Tabi atta bu dördün dışında her
şey helaldir. Hatta domuzun yağı da helaldir. Nerden
çıkartıyorsun bunu dedim. Bana Ayet-i kerîmede hınzırın eti
bildiriliyor dedi. Öyleyse yağı bize helaldir diyor.
Dedim ki, bak senin işin kolay. Dükkân açmana, dairede
memur olmana, esnaflık yapmana gerek yok bundan sonra.
Ne yapacaksın? Gideceksin bir tane cam kavanoz alacaksın.
Akşamleyin pisliğini ona yapacaksın, sabahleyin
yiyeceksin. Devri daim makinasi gibi yiyip duracaksın.
Yiyebilir misin dedim, Yiyemem dedi. Niye yiyemezsin?
Haram olmadıktan sonra ye dedim. Şimdi o benim de yılan,
akrep vs. ye dememi; bekliyordu ama pisliğine gelince
yiyemem dedi. Niye yiyemezsin? Alışık değilim. Alışırsın.
Mesela Rabbim domuz eti haram dememiş olsaydı, hepimiz
domuz eti yiyebilirdik. Yiyebilirdiği yok yerdik. Nasıl ki
Alman yiyor, biz de Almanya'da olsaydık, haram olduğunu
bize bildirmemiş olsalardı biz de onu zevkle yiyecektik.
Aynı şekilde bazı nefretlerimiz var ya! Meselâ domuza
nefretimiz imanımızdan kaynaklanıyor bizim. Yoksa domuz
bir Alman'ın gözünde sevimli mahluk. Televizyonda da
gösteriyorlar bize de sevdirmek için. Bu cevabım üzerine
adam durakaldı. Peki ama dedi bu âyetin de bir izahı olması
gerekiyor. Aslında âyet onun böyle anlamama sebep oldu.
Deki bu dördün dışında Kur'ân'da haram olan bir şey
bulamadım, âyet bu diyor. Peki ama âyet bu kadar değil ki,
Kur'ân'da 6000 küsur âyet-i kerîme var dedim. Meselâ;
Tevbe suresi 29. âyet-i kerîmesinde Allah (c.c), Peygamber
Efendimiz (a.s.v.)'ın da haram koyma hakkının olduğunu
ifade ediyor bize. Yani Allah (c.c.) örnekler veriyor bunlar
haramdır diye. Sonra peygamberin de haram koyma
hakkının olduğunu ifade ediyor. Ayette şöyle diyor:
Allah'a ve ahirete iman etmiyenlerle harbediniz. Allah'ın
haram kıldığını haram kabul etmeyenle harbediniz.
Kim bunlar, Ruslar, Yunanlılar, Amerikalılar. Burda da
Allah'ın haram kıldığını haram kılmayan ve bizzat kendi
eliyle üreten herifler var. Rabbim diyor ki;
Allah'ın ve de Rasûlünün haram kıldığını haram
kılmayanlarla harbediniz.
Peki peygamberin haram kıldıkları nerede? Onlar Buhari'de,
Müslim'in sahihinde, Ebu Davud'un süneninde, Neseî'nin
süneninde, İbni Mace'nin süneninde, efendim İmam
Malik'in Muvattasmda, Ahmet bin Han-bel'in müsnedinde,
Abdürrezzak'm musannefinde ve diğer hadis
kitaplarındanda Peygamber Efendimiz'in hadis-i şeriflerinde
bunlar beyan edilmiş.
Yine A'râf sûresinin 157. âyet-i kerîmesinde Allah (c.c.)
bunu şöyle ifade ediyor.
O mü'minler ki; rasul, nebi ve ümmî olan Peygambere tâbi
olurlar, incil ve Tevrat'ta onu yazılı buldukları Peygambere
tâbi olurlar. O peygamber iyiliği emreder, kötülükten
alıkoyar. Temiz olanları onlara helal kılar, kötü olanları da
onlara haram kılar diyor.
Böyle olunca Allah'ın ve Rasûlünün bizim için haram
kıldıkları haramdır. Haram koyma hakkı peygamberin de
vardır. Yalnız Allah'ın izniyle vardır.
Mezhepte imamlarımız ise doğrudan haram veya helal deme
hakkına sahip değiller. Onlar, Allah'ın bu âyetinden biz şunu
anlıyoruz, Rasûlünün sünnetinden şöyle anlıyoruz diyerek
hüküm yeriyorlar. Ve biz de onlara şerefle uymaya
çalışıyoruz. 518[311]

(174) Allah'ın indirdiği Kitapta olan bir şeyi gizleyip onu az


bir para karşılığında satanlar var ya, işte onların yedikleri
karınlarında ancak ateştir. Kıyamet gününde Allah, onlarla
konuşmaz, onları temize de çıkarmaz. Ve onlar için acıklı
bir azab vardır.
Allah (c.c.) bu âyet-i kerîmesinde, yukarıda da geçtiği gibi
Allah'ın kitapta indirmiş olduğu âyetleri insanlardan
gizleyenler ve Allah'ın âyetlerini az bir para karşılığında
satanlar işte onlar karınlarına ancak ateşi doldururlar. Onlar
başka bir şey yemezler, Allah onlarla ahirette konuşmaz.
Kıyamet gününde onlarla konuşmaz. Ve onları temize
çıkarmaz, temizlemez. Ve onlar için çok acıklı bir azap
vardır diyor.
Bakara sûresinde bir kaç defa Ehl-i kitabın hahamları ve
papazlarının hak ile batılı birbirine karıştırdıklarını, batılı
hakla süsleyerek insanlara sunduklarını, ucuz para
karşılığında Allah'ın âyetlerini sattıklarını Allah (c.c.) bize
haber vermişti.
Orada ehl-i kitaptan ilim adamları papazlar, hahamlar bunu
yapıyorlar diye haber verirken bizede yasaklıyordu. Burada

518[311]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/339-342.
ise doğrudan kim yaparsa yapsın Allah'ın âyetlerini, kitapta
indirdiklerini gizleyen kişiler ve bir de bunu para
karşılığında az para karşılığında satanlar, bu kelime- nin
mefhumu muhalifi olarak sanki çok para karşılığında
satılırsa caizmiş gibi bir hava oluşmasın. Âlimlerimiz bunun
izahını yaparken bütün dünya Allah'ın bir âyeti karşılığında
verilmiş olsa az diyorlar. Yani dünyadan kasıt yeryüzüyle,
gökyüzü yani yaratılmışların tamamı, Allah'ın bir âyetinin
karşılığında verilmiş olsa yine de Allah'ın âyeti ucuza gitmiş
demektir. Çünkü Allah (c.c.)'ün dünya metâının çok az
olduğunu ifade eden başka âyet-i kerîmeleri vardır.
"Dünya metâı gayet azdır" 519[312] diyor bir âyet-i kerîmede.
Öyle olunca burada az para karşılığında satmayın derken,
dünyalık elde etmek için dünyamızı ma'mur etmek için,
onun karşılığında Allah (c.c.)'ün âyetlerini satmayın, bir...
Bir de gizlemeyin. Bazı insanlar satmazlar. Ben para için
dinimi değişmem diyen insanlar vardır. Fakat bildiğini de
konuşmaz. İçinde tutar, gizli tutar. Konuşması gereken
yerde konuşmaz, susar. Ve bu insanlar da Allah'ın âyetlerini
gizleyenler arasında zikredilir.
Suç itibariyle âyet-i kerîmelerde diziliş sırasında önce
alınanların daha önemli olduğunu dikkat çeker
usulcülerimiz. Burada Allah'ın âyetlerini gizleyenler
dedikten sonra az para karşılığında satanlar diyor. Yani
Allah'ın âyetlerini gizleyenlerin, az para ile satanlardan
suçunun daha ağır olduğuna işaret de var demektir.
Yani bir kısım insanlar ben satmıyorum, para karşılığında
bu işi yapmıyorum diyebilirler ama söylemiyorsun
denildiğinde de söyliyemiyo-rum diyen kişinin de cürmü,
satanın cürmü kadar var, hatta bu sıralamaya göre âyet-i
kerîmenin işaret ettiği mânâda onun suçunun biraz daha ağır
olduğunu görüyoruz.

519[312]
Nisa 77
Demekki, bu bilgi karınlarında kalırsa ateşe dönüşüyor.
Veya dünyayı alıyorlar. Veya dünyalık alıyorlar, yiyorlar,
karşılığında Allah'ın âyetlerini satıyorlar. Bu yedikleri de
yine karınlarına ateş oluyor. Kur'ân-ı Kerîm'de iki yerde
böyle bahsedilir. 1- Nisa sûresinin 10. âyet-i kerîmesinde;
Bu âyet-i kerîmeye göre: Yetim mallarını zulüm üzere yiyen
kişiler de yine bu yedikleriyle karınlarına ateşi
doldurduklarını Allah (c.c.) bize haber veriyor.
Yunus Emre'nin bir sözü, Ahirette herkes kendi yakıtını bu
dünyadan kendisi götürür anlamında bir şiiri vardır.
Bu âyet-i kerîmelerden yola çıkarak bu şiirler söylenmiştir.
- Yetim malını zulüm üzere yiyen... Yetim malı yenmez
diye bir şey yok, onun malî işlerini yönlendiren kişinin
münasip bir şekilde yemesini yine Nisa sûresinde Allah
(c.c.) haber veriyor.
Yani onu işletiyor, onun adına çok iyi niyetlerle çalıştırıyor,
bu arada kendi çalıştığı kadarıyla da oradan ücret alıyorsa o
ayrı. Yani yetimin evine gidildiğinde bir çay veriyorsa
içilmez diye bir şey yok. Ayet-i kerîme zulümle kaydetmiş.
Yani sınırı aşarak, haddi aşarak yetimin malından yiyen
kişilerin o yedikleriyle karınlarına ateşi doldurmuş oluyor-
lar.Bu âyet-i kerîmede de Allah'ın âyetlerini gizlemekle
karınlarını ateşle doldurmuş oluyorlar. Bir de Allah'ın
âyetlerini para karşılığında satmakla Allah'ın âyetlerini ateşe
döndürmüş oluyorlar. Yani kendi bilgileri onların ateşi
oluyor. Âhiretteki ateşlerini bu dünyadan kendileri beraber-
lerinde götürmüş oluyorlar. Burada şu mânâ çıkmasın
yalnız: Hemen hatırınıza efendim mahallemizde bizim hoca
efendi hatim karşılığında bizden şu kadar hediye ettiğimizi
de aldı. Veya mahallemizde çocuklarımıza Kur'ân-ı Kerîm
okutuyor. Biz ona ücret veriyoruz. Böylelikle devam edi-
yoruz, gibi...
Alimlerimiz bu tür şeylere fetva vermişlerdir. Çünkü son
zamanlarda geçimin zorlaşması nedeniyle bir insan ya talebe
okutacaktır, geçimini ordan temin edecektir veya
çalışacaktır. Çalıştığı takdirde talebe okuta-miyacaktir.
Böylelikle de ilim ortadan kalkacaktır. Yani zarurete binaen
daha sonra gelen âlimlerimiz Kur'ân öğretme karşılığında
verilen ücretin helal olduğu konusunda fetva vermişlerdir.
Zarurete binâen. Yoksa aslında Kur'ân öğretmekten dolayı
yani İslâmî hizmetlerden dolayı ücret alınmaması gerekir.
Fakat biraz önce dediğim gibi zaruret nedeniyle oradan
ücret alınmasına müsade edilmiştir ama yine de bu
memlekette İslâmî hizmetlerde Rabbim katında hoşnut
olacağı bir hizmet yapayım diyen insanlar mümkün mertebe
ücretten kaçınmalıdırlar. Daha iyi olur bir başka âyet-i
kerîmede Allah onların yüzüne bakmaz diyor.
Burada da Allah onlarla konuşmaz kıyamet gününde diyor.
Bu dünyada, herkesin kendine göre sevdiği bir insan vardır.
Bazısı annesini çok sever; bazısı babasını çok sever. Bu
elimizde olmayan bir şeydir. Bundan dolayı günaha
girmezsiniz. Yani babanızla anneniz arasında sevgide fark-
lılık varsa gönlünüzde bundan dolayı günaha girmezsiniz.
Fakat muamelede farklılık yaparsanız günaha orada
girersiniz. Yani annenizi çok sevdiniz veya babanızı çok
seviyorsunuz fakat ikisi sizin evinize geldiğinde farklı
derecede muameleyi ortaya koyuyorsanız günaha girersiniz.
Dış görüntüde farklı muamele yapmıyacağız. Annemize
ayakkabı almışsak, babamızın da gönlünü alacak bir hediye
alınacak. Hani bir sakız da alınsa, tarak da alınsa gönlü
alınacaktır. Yani eşit muamele yapılacaktır. Fakat gönle
hakim olmak bizim elimizde değildir. İnsan evlatlarından
birini fazla sevebilir. Ama bunlara karşı yapılacak
iyiliklerde ayrım yapmamaya dikkat etmelidir.
Hani bu konuda âyet-i kerîmede iki evlilik konusunda, iki
hanıma da sevgi beslemek aynı derecede mümkün değil. O
senin elinde değil anlamında bir âyet-i kerîme var. (Nisa
129)
Ama muamelede eşit davranmaya gayret sarfedeceğiz.
En sevdiğimiz bir insanın bir gün yanına varıyoruz, bizimle
konuşmuyor. Ona çok üzülüyoruz. En sevdiğimiz ama, yani
sıradan biri değil.
Allah (c.c.) bizi yaratıyor, sevdiklerimizi yaratıyor,
yediklerimizi yaratıyor, giydiklerimizi yaratıyor. Ve ahirette
kesinlikle O'nun huzuruna varacağımızı biliyoruz. Öyle bir
ortamda gülen bir yüz arıyoruz biz. Bizimle konuşacak
birini arıyoruz. Hani kimselerin tanımadığı bir yerde ba-
şımız büyük bir derde girmiş, tanıdık bir adam arıyorsunuz
derken işinizi yapacak, mahkemede veya herhangi bir
dairede bir tanesi; Gel bu tarafa dedi. İşte dünyalar sizin
oldu. İş olsun veya olmasın. Dünyalar sizin oldu.Yani
kıyametin o dehşeti içerisinde Allah (c.c.)'ün Rahmetinin
bize ulaşmasından, rızasının bize kavuşmasından daha
sevimli sevindirici bir şeyi düşünmek mümkün değildir.
Allah (c.c.) de kıyamet gününde bu Allah'ın âyetlerini
gizleyenlerle, âyetleri para karşılığında satanlarla
konuşmıyacağmı ve onları temize çı-karmıyacağvnı ve onlar
için acıklı azap olduğunu ifade ediyor.
Daha önce geçen âyet-i kerîmelerde bu gizlemenin
çeşitlerini anlatmaya çalışmıştık. Hani günümüzde bir kısım
âyet-i kerîmeleri bildiği halde hoca efendilerimiz gündeme
getirmezler. Çünkü getirecek olursa bazı sakıncaları
doğacaktır. Maddi sakıncalar olacaktır.
Bunu yani gizlemeyi bazen otorite temin eder. Mesela
Kur'ân serbesttir denilir. Fakat Kur'ân'ı anlayacağımız dil
olan Arapça'nın okunması ve okutulması yıllarca yasaklanır.
Derken bir gün imam-hatip ve ilahiyat fakültelerinde
okuyabilirsiniz denilir ama oralarda da öyle bir program
hazırlanır ki, özel gayretiniz ve özel hocalardan
çalışmazsanız Arapça öğrenemezsiniz, çünkü program ona
göre hazırlanmış. Yani siz altı, yedi sene imam-hatip okulu,
dört sene de ilahiyat fakültesinde toplam on bir sene
okursunuz Arapça'yı liseye giden ve İngilizce okuyan bir
çocuğun seviyesine getirmezsiniz. Program öyle yapılır.
Onbir sene okursunuz anlamazsınız. Bu gizlemedir. Yani
gizlemenin bugünkü Türkçe'sidir.
Allah'ın ayetlerini satanlarda bolca kitap yazarak Allah
(c.c.)'ün bu âyetten kasdi şudur, diyorlar. Meselâ
günümüzde çokça okunan, gazetelerde konu edilen,
dergilerde tefsiri yapılan Maide süresindeki; "Kim Allah'ın
indirdiği ile hükmetmezse kâfirlerin tâ kendisidir, zalimlerin
tâ kendisidir veya fasıkların tâ kendisidir" diye üç tane âyet-
i kerîme ardar-da gelir. Bu âyet-i kerîmeler konusunda bir
tanesi çıkar derki, bu âyetin bu İslâm ümmetiyle uzaktan
yakından ilgisi yoktur. Bu âyet-i kerîme Benî İsrail için
geçerlidir. Muhatabı Yahudiler'dir. Bizimle ilgisi yoktur.
Onun için Allah'ın indirdiğiyile hükmetmezseniz, gavur da
olmazsınız, zalim de olmazsınız, fasık ta olmazsınız diye bir
kitap yazılır ve bol miktarda da satılır. Bu da Allah'ın
âyetlerini satmanın bir çeşididir.
Bunlardan, bunların şerrinden Allah'a sığınmak gerekiyor.
Allah (c.c.) onları bize tarif ediveriyor. Onlar da bir tüccar
aslında. Biz de bir ticaretle meşgulüz. Onlar da bir ticaretle
meşguller. Bizim ticaretimiz yani mü'minlerin ticareti
dalâlet karşılığında hidâyet almak, dünyayı verip Cenneti
kazanmak, kötülükleri atıp iyiliklerle süslenmek, küfrü verip
imanı almak, yalanı bırakıp doğruyu almak. Bizim
ticaretimiz bu. 520[313]

520[313]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/342-347.
(175) Onlar doğruluk yerine sapıklığı, bağışlanma yerine
azabı satın aldılar. Onlar ateşe ne kadar dayanıklıdır.
Onların ticareti ise, işte onlar yani Allah'ın âyetlerini
gizleyenler, Allah'ın âyetlerini para karşılığında satanlar,
onlar hidayeti verip sapıklığı satın alanlardır. Allah'ın
mağfiretini affını verip, azabı satın alan kişilerdir onlar. Ne
kadar da ateşe karşı sabırlıdırlar. Veya ateşe karşı ne kadar
cüretkârdırlar. Yani Cehenneme doğru bir gidiş var onlar bu
gidiş esnasında da pazarlıktalar. Alış veriş yapıyorlar.
Hidayet verip dalalet satın alıyorlar, mağfireti
ALİ İMRAN SURESİ

Medine'de nazil olmuştur. İki yüz ayettir.


Peygamber Efendimizin diliyle, "Kur'an'ın İki ışıklı çiçeği
Bakara ve Âl-i İmran"dan biri olan bu sureyi okumak ve
amel etmek bereket, bırakıvermek hasret'dir. Kıyametin
korkunç sıcağında ise serinlik yağdıran iki buluttur,
gölgeliktir. 521[1]
Dünyada ayetleriyle ameî edildiği zaman can ve tenlerimizi
serinleten bu surenin başından seksenüçüncü ayetine kadar
Hicretin dokuzuncu senesinde Medineye gelen, Efendimizle
görüşen Necran heyeti hakkında nazil olmuştur.
Arkadaşlar! Kur'an-i Kerimin yazılış sırasına göre üçüncü
suresi olan Ali İmran diye isimlendirilen, elimizdeki
Mushaflara göre ikiyüz ayetten meydana gelen, akaid,
muamelat, cihad ve tarihten kıssalar bildiren Al-i İmran
suresine başlıyoruz.522[2]

(1) Elif-Lam-Mim.
Bu harfler hakkında bilgiyi Bakara suresinin birinci
ayetinde vermiştik. Bu tür harflerle başlayan sûrelerin ilk a1
etleri Kur'an-ı Kerimden bahseder.
Bu harflerle başlamakla sanki müşriklere: «Kur'ani
Muhammed'in kendisi uyuduruyorsa haydin bakalım bu
harfleri tanıyorsunuz, sizin harfleriniz. Bu harflerden
meydana gelen kelimeler sizin kelimeleriniz. Bu dil sizin
diliniz. Buyurun bu Kur'an'ın bir benzerini de siz getirin
anlamında bir meydan okumadır. 523[3] Biz bu harfleri ve
ayetleri okurken Arabın kelimeleri ve harflerinden meydana
gelen bu söz ve mananın Allah tarafından olduğunu,
benzerinin getirilemiyeceğini kabul ediyor ve okuyoruz. 524[4]
521[1]
Müsnedi Ahmed 51249, Müslim 11222, Hakim Müstedrek 11564
522[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/15.
523[3]
Bakara 23
524[4]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/15-16.
(2) Allah, Ondan başka ilah yoktur. Hayy'dır. Kayyum'dur.
Bu ayetin tefsirini Bakara suresinin 255 nci ayetinin tefsirini
yaparken vermiştik. "Ayet-el- Kûrsi" diye bilinen o ayeti
kerimeyi uzunca açıklamıştık.
Allah'dan başka yaratan, yaşatan ve yöneten yoktur. Bütün
canlıları yaratanın canlı olması gerekir. İşte o Allah
Hayy'dır. Diridir.525[5]

Kayyum: Yaratılmışları yaratan yaşatan, yöneten Allah


(c.c.)'dır. Kayyim kelimesini bu gündilimizdeşöyle
kullanırız: «Filan mahkeme filan şirkete Kayyum tayin etti»
deriz. Yani tayin edilen bu Kayyum O şirketi yönetecek.
Denizleri, yıldızları, çiçekleri, böcekleri, taşları, kuşları,
ayakları, saçları yaratan, onların gıdasını onlara gönderen
Allah (c.c.)'dır. İnsanın kendi teninin kayyumluğu kişinin
kendisine bırakılsa bir dakikada insan vücudu durur. Çünkü
sinir sistemimizi biz kendimiz döşemediğimiz için,
saçlarımızı biz ekmediğimiz için, hücrelerimizi birbirine biz
yapıştırmadığımız için, hangisinin hangi gıdaya ihtiyacı
olduğunu bilmediğimiz için, ekmekden gözün gıdasını,
tırnağın ihtiyacını, saçın rengini kanın al rengini ayrıştıracak
laboratuarı biz kurmadığımız için, herşey anında durur.
Biz O Kayyuma her salisede her an muhtacız. O ise
hiçbirşeye muhtaç değildir. Herşeyin kendisine muhtaç
olduğu O Kayyuma iman demek, yaratılanlardan
korkmamak, yaratıcıya sığınmak demektir.
Esma binti Yezid bin es-Seken'in Rasülüllah (S.A.V.)'den
rivayetine göre ismi a'zam:
Bakara suresinin 163 ncü ayeti ile Ali îmranın bu ikinci
ayetidir.526[6]
Bir rivayette de "Ayet-el-Kûrsînin" ilk ayeti ile bu Ali İmran
525[5]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/16.
526[6]
Müsned Ahmed 61461, Ibni Mace Hadis 3855 Ebu Davud Hadis 1496
suresinin birinci ve ikinci ayetinde olduğu bildirilmiştir. 527[7]
Çelişki yok, hadisler birbirini güçlendiriyor.Üç ayetten
ikisinde "Allah" ismi celâli geçmektedir.
Allah ismi, diğer bütün sıfatların manasım kendinde
toplayan isimdir. Aynı zamanda ismi a'zamdır da denildi.
Kur'anı Kerimde 2697 defa (Mu'cem-ûl müfehresli el fazıl
Kur'an) tekrarlanan bu ismi celâl, önemine binaen diğer
sıfatlardan çok fazla tekrarlanmıştır. 99 Esmanın manasını
kendisinde toplamiştır."Allah'a iman ve altı esası"isimli
eserimin "el-Esma-ül-Husnanın tecellileri" başlığı altında
İfade edildiği gibi, güneşin, yedi rengi kendisinde topladığı
halde tek renk göründüğü gibi, Allah ismi celâli de bütün
sıfatların manasını kendisinde toplamış tek bir isimdir. Tarih
boyunca nice firavunlar kendilerini İlah veya Rab olarak
ilan etmişler (Kur'anı Kerim 79124) Ama Allah'lık
iddiasında bulunmamışlar.
Allah lafzı türememiş bir kelimedir, denildiği gibi Elehe den
veya Veleheden türediğini söyleyenler de vardır. Türemiş
kabul ettiğimizde: kendisine ibadet edilecek tek ma'bud,
yarattığı çiçek, böcek, denizler, yıldızlar, insanlar ve onların
hissiyatlarındaki incelik, güzellik ve düzenliliğiyle akıllan
hayrette bırakan veya üzüntü, keder, ruhi bunalımların
kendisiyle huzur bulduğu manalarına gelir ki hepsi
doğrudur. Ancak ona ibadet ederiz, 528[8] yarattıklarına bakar
bir eksiklik göremez ve yorgun düşeriz. 529[9] Dünyanın
ruhumuza yüklediği sorunlardan ve ruhi bunalımlardan
kurtulmak çin ona sığınırız ve kalblerimiz onunla sükûn
bulur.530[10]
Tek renk görünen güneşden, menekşe mor'u, lale kırmızıyı,
gül beyazı aldığı gibi Allah ismi celalinden de insanlar
kabiliyetleri oranında alırlar. Birisi "Halim" ismi
527[7]
Tirmizi 4/253, İhni Mace 3855
528[8]
Kur'anı Kerim 1/6
529[9]
Kur'anı Kerim 67/4
530[10]
Kur'anı Kerim 13/28
cemalinden hilim sıfatını alıp yaratıklara yumşak
davranırken, öbürüde "Kahhar" ismi celalinden kahr sıfatını
alarak dinime düşman olan zalimlerin zulmüne son
verir. 531[11]

(3 - 4) O sana, kendinden öncekileri doğrulayıcı olarak Hak


kitabı indirdi. O tevrat ve İncil'i de indirdi, (o Tevrat ve
İncil) Bundan önce insanlara birer hidâyet idiler. Fürkanı da
indirdi. Şüphesiz Allah'ın ayetlerini inkar edenlere şiddetli
azap vardır. Allah güçlüdür, (inkar ve isyanın öcünü
alıcıdır.)
Kur'anı Kerim geçmiş peygamberlerin getirdiği mesajların
doğruluğunu tasdik etmek, geçmiş peygamberlerin hayatları
boyunca karşılaştıkları zorlukları nasıl aştıklarını, bu
zorlukları aşarken eğilip bükülmedikle-rini tasdik etmek için
indirilmiştir.
Bu hak kitabı hak ile indirmiştir. Kendisi Hak'dandır,
içindekiler hakdır gerçektir. İnsanın kendisine, insanlara,
eşyaya ve Rabbine karşı hak ve sorumluluklarını belirlemek
için indirilmiştir. «Önündekilerin Elleri arasındakiler! tasdik
etmek üzere» cümlesini şöyle anlayalım:
Kur'anı Kerim; yüksek bir kürsüde olsun Tevrat, İncil,
Zebur ve diğer sahifeler onun önünden peygamberlerin
elinde resmi geçit yapar gibi geçsinler, îşte Kur'an bunların
hepsini doğruluyor.
Doğrulayıcı Kur'an-ı Kerim olduğuna göre, diğerleri tahrife
uğradığına göre, hepsine iman edip Kur'an'a sarıldığımız
takdirde, hepsine sarılmış sayılırız.
Efendimiz "ehli kitabın, din hakkındaki söylediklerini
doğrulamaym da, yalanlamayın da" buyurmuş. 532[12] Çünkü
kitapları tahrif ettiler, hak ile batılı birbirine karıştırdılar.
Kur'ana uygun olanları Kur'anda olduğu için kabul ederiz.
531[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/16-18.
532[12]
Müsnedi Ahmet 4/136
Bu gün ehli kitabın elindeki Tevrat ve İncil'de hakikat
parçaları olduğu için, Kadı Han gibi fakihler bu kitapları
elimize alırken de cünüplü ve hayızlı olmamaya dikkat
etmemizi ister. Acaba kilisenin papazı bu dikkati
gösterirmi?
Müslüman bir yazarımız derginin birinde yahudileri tenkid
ederken Tevrat'tan bazı pasajlar vererek veryansın ediyor.
Baktım Tevrat'tan alınan o cümlelerin aynısı Kur'an'da da
var. Arkadaş Tevrat'ta olan herşeyin yanlış olduğunu
zannediyor. Kur'anı da bilmiyor. Sonuçta yahudiye vururken
kendi kitabına da vuruyor.
«insanlara yol göstersin için» Tevrat ve İncil'i indirdi Allah
(c.c.) Bakara suresi'nin ikinci ayetinde de "müttakilere yol
göstersin için" Kur'amn indirildiğini haber vermişti. Fakirin
karnım nasıl doyuracağımızı, kafirin gönlünü nasıl İslama
kazanacağımızı, insanlar arasındaki sınıf farkını nasıl
kaldırıp kapkara kupkuru köle Bilal'ı, Kainatın Efendisinin
yanında oturup aynı kapdan yemek yemeyi, aynı haklara
sahip kılmayı nasıl başaracağımızı göstermek için Kur'an,
İncil ve Tevrat indirilmiştir.
Bu Allah'ın ayetleri olan Kur'anı, Tevratı, İncili inkar
edenler için şiddetli azap vardır. Onun azabına karşı
koyacak hiçbir güç yoktur. 533[13]

(5) Şüphesiz yerde ve gökte olan hiçbir şey Allah'a gizli


değildir.
Denizin derinliklerindeki küçük canlıların rızkını ayağına
götüren, gökyüzündeki güneş ve ayı ayarlı bir şekilde
düzenli olarak döndürüp duran, her daldaki yaprağa kökden
gıdasını göndererek renk, şekil ve koku veren, inkarcı
ateistin inkarını açıklayan dilini yaratan Allah'dan hiçbirşey
gizli kalamaz.

533[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/18-19.
Zamanla Allah'dan gizlemek için ateşle insanın yakılıp
dumanının havaya savrulması mantıksızlığının bir benzerini
de ateistin biri «peki denize bir adam düşse, adamı balina
yutsa, balıkçılar onu tutup binlerce parçaya ayırsa, binlerce
adam o balığı yese, binlerce adamdan biri yanarak, biri
donarak ölse, bu denize düşeni Allah nasıl toplayacak?»
demişti. Bende ona:
«Sen insanı dağıttın. Ben de senin toplandığın yerleri
söyîeyivereyim. Sen ana rahmine düştüğünde gözle
gürülemeyecek kadar küçüktün. Ada-na'nın domatesi,
Ayvalığ'ın zeytini, Rize'nin çayı, Trakya'nın ayçiçeği,
Karaman'ın bulguru, Afrika'nın lodos rüzgarı, Kafkas'ların
poyrazı sende toplandı bu hale geldin. İnsan oğlu
Ankara'dan verdiği ses ve görüntüyü en uzak yerden alıcının
düğmesine basmakla havadan nasıl toplarsa, Allah (c.c.)
daha iyi toplar» dediğimde «toplar hocam» demişti.
- «Hocam Allah'ın herşeyi bildiğini gözümüzle görmüş gibi
anlat bize » derseniz, derimki: Hiçbiriniz başınızdaki
saçların sayısını bilemez. Saymaya kalkışmayın akıl
hastanesine gönderirler. Siz bilmezsiniz ama Allah (c.c.)
bilir. Bildiğini nereden bilelim? derseniz, derimki saçınız
büyüyorsa onların gıdasını veren biri var. Saçlarınız
ağarıyorsa ağarana ak, karasına siyah boya gönderen biri var
ve o hangisi beyaz boya, hangisi siyah boya istiyor onu bilir
ve ona göre gönderir. 534[14]

(6) Rahimlerde size dilediği gibi şekil veren O'dur. Ondan


başka hiçbir ilah yoktur. O Aziz'dir Hakim'dir.
Başımızdaki saç adedini ve onların gıdasını bilir ve
gönderir. Denizin derinliklerindeki küçücük canlıların
gıdasını da ayağına gönderir. Ama anarahmi denizin
derinliklerinden daha zor görülen bir yerdir. Meni'nin beş

534[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/19-20.
milyonda biri rahime giriyor, yer tutuyor, gelişiyor. Babanın
ve ananın Özelliklerini taşıyor. Buna (yüsavviru) kelimesi
işaret ediyor. Bütün bunları yapan Onu gören bilen
"Kayyum" dur.
Yerde ve göktekileri bilen, Rahimierdekine şekil veren
Allah'a iman, islam ümmetinden cinayeti, hıyaneti isyanı
ortadan kaldırır.
Şoförler yollarda radar'a yakalanmamak için sür'at sınırına
dikkat ettikleri gibi müminler de ileride cezalandırılmamak
için Allah'ın sınırlarını aşmazlar.
Bu gün dünyanın en medeni devleti diye takdim edilen
Amerika'da her dört dakikada bir adam öldürüldüğü
gözleniyor. Gece onikiden sonra sokakta polis bile
korkusundan gezemiyor. "Sanfiransisco Sokakları" diye
cinayet filimleri çevirerek zulümlerini de dolara
çeviriyorlar.
(yüsavviru) kelimesinde çocuğun anne ve babaya benzer
şekilde yaratıldığına da işaret vardır. Onun içindirki ilk
insandan bu güne kadar insan türünde şekil değişikliği
olmamıştır.
Bülbülden bülbül yavrusu, insandan insan yavrusu doğmuş
ve son doğan çocuk ilk babası Adem'in Özelliklerini
taşımaktadır. Ama aynısı değildir. 535[15]

(7) O'dur sana kitabı indiren. Onda kitabın anası olan


muhkem (Manası açık ve net) ayetler vardır. Diğerleri de
müteşabih (manası bize göre açık ve net olmayan) lerdir.
Kalblerinde eğrilik olanlar fitne aramak ve yorumunu
kendilerine göre yapmak için müteşabih ayetlere uyarlar.
Halbuki onun yorumunu AHah'dan başkası bilmez. İlimde
üstün olanlar ise «Biz ona inandık, hepsi Rabbimizin kalın-
dandır» derler. Akıl sahiplerinden başkası iyice

535[15]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/20-21.
düşünmezler.
Bu ayet müfessirler arasında üzerinde çok konuşulan bir
ayettir. Muhkem nedir? Müteşabih nedir? Müteşabih
ayetleri ilimde derinleşenler bilebilir mi bilemez mi? gibi
sorulara cevap aramışlar.
Bu cevaplar doğrultusunda doğru yolu bulmuşlar veya
sapıtmışlar.
Sahabe, tabiin ve mezhep imamları müteşabih ayetlerin
manasını Allah'a havale ettikleri için biz de aynı şeyi
yapıyoruz.
Bize emirler veren yasaklar koyan, ibret alsınlar diye
geçmişden kıssalar anlatan, öğütler veren ayetler muhkem
ayetlerdir ve biz onlara uyarız.
Allah'ın arşından, kürsisinden, yed'inden cennetinden
cehenneminden, ahiret terazisinden (v.s.) bahseden ayetler,
müteşabihdirler. İnanır ve öyle kabul ederiz.
Bir alemki alemimize benzemez. O Ahiret alemini bu
dünyadaki terimlerle anlatıyor ama o değildir.
Allah'ın herşeyi gördüğü, herşeyi işittiği, herşeyden güçlü
olduğu bize bildiriliyor ama görmesi, işitmesi tutması
bizimkiler gibi değildir. O yarattığına benzemez. Ama
kendisini bize tanıtırken bizim bildiğimiz ke-
limelerle tanıtıyor.
Cehennem üzerindeki sırat köprüsü, Mimar Sinanın
köprüsüne de benzemez. İstanbul boğazındaki Fatih
köprüsüne de benzemez. Ama biz bir köprü hayal ederiz.
Hayallerimiz kültürümüz doğrultusundadır.
Şunu iyi bilelimki Allah (c.c.) zatım ve sıfatlarım bize
tanıtırken bizim bildiğimiz kelimelerle anlatıyor. Biz
gözümüzün görme sınırı olduğunu biliyoruz. Her duyu
organımızın bir sınırı vardır. Allah (c.c.) bu sınır içerisine
girmez. Öyle olunca bu tür ayetler müîeşabih ayetlerdir.
Kalblerinde eğrilik bulunanlar fitne çıkarmak, manasını
tahrif etmek için bu müteşabih ayetlerin teviline çalışırlar.
İlk nazil olan İncil'de ve ilk hristiyanlarda eb (baba)
kelimesi yaratan, icad eden manasına kullanılmış. (Ebul
Beka Külliyat Eb maddesi)
Fakat kalbi eğriler bu kelimenin manasını tahrif ederek baba
- oğul münasebeti kurarak küfre girmişler.
Durup dururken Rabhimiz kimsenin kalbini eğmez. 536[16]
Onlar eğritince Allah da onların kalblerini eğer. 537[17] Her
günahın gönülde bir nokta gibi karanlık meydana
getirdiğini, o karanlığın ancak tevbe ile parlatılabileceğini
peygamber efendimiz haber verir. 538[18]
Gönüllerindeki eğri düşüncelere Kur'anı Kerimden dayanak
arayanlar, tarih boyunca ayetlerin ve kelimelerin manalarını
tahrif etmişler.
Günümüzde hümanist olan bir müslüman Kur'anı Kerimden
bir kısım ayetleri alarak «İslam hümanizmi» adı altında
kitap yayınladı. Bunlar önce bir fikre sahip olup sonra
Kur'anı o fikrin tasdikcisi yaparak yamldılar.
Efendimiz (S.A.V.): «Kim kendi görüşü doğrultusunda
Kur1 anı tefsir ederse, cehennemdeki yerini hazırlasın»
buyuruyor. 539[19] Yani önce liberalizmi, kapitalizmi veya
kominizmi benimsedikten sonra Kur'anı o düşünce doğrultu-
sunda tefsir ederse cehennemlik olur.
Yoksa çok iyi niyetlerle Allah (c.c.)'in kelamını anlamak
için bütün melekelerini harekete geçirerek Kur'am anlamaya
çalışırken yanılacak olursa (Carullah Zamahşeri gibi) hata
etmiş olur. Ama kâfir olmaz.
Müteşabih ayetlerin manasını Allah'dan başka kimse
bilemez. İslami ilimlerde derinleşenler de bunun böyle
olduğunu kabul ederler. Bir kısım alimler özellikle tasavvuf
tarafı ağır basanlar (illallah) da durmazlar ve (verrasihun) de
dururlar ve buna göre mana Allah ve ilimde derinleşen-
536[16]
Bakara ayet 7
537[17]
K.Kerim Saff 5
538[18]
Müsned, Ahmed 2/297, îbni Mace K. Zühd 29
539[19]
Tirmiz, Tefsir bab 1 Hadis 2952, Ebu Davud, K. İlim hadis 3652
lerden başkası müteşabih ayetlerin manasını bilemez
olur. 540[20]

(8) Rabbimiz, bize hidayet verdikten sonra kalblerimizi


eğme ve bize katından Rahmet ver. Sen karşılıksız
verensin. 541[21]

(9) Rabbimiz, sen kendisinde şüphe olmayan gün için bütün


insanları toplayacak olansın. Muhakkak Allah va'dinden
dönmez.
Rabbimiz Rahmet kapısını nasıl çalacağımızı, neyi nasıl
isteyeceğimizi bize öğretiveriyor.
Mahkemeye kendiniz bir dilekçe yazıp verseniz usulüne
uygun olmadığından geri çevrilir. Hakim dilekçenizi
yazıvermez. Allah (c.c.) biz hatalı insanların afvı için
söyleyeceğimiz kelimeleri de öğretiveriyor.
Rahmet istememizi öğretiyor. Biz rahmet değil de adalet
istesek iki dünyada yandık demektir.
Allah bize adalet etse de amellerimizin karşılığını verse bu
amellerimizle biz cennete gidemeyiz. En değerli ibadetimiz
olan namazda bile bedenimiz namazda gönlümüz
işyerindedir.
Onun için biz Rabbimizden rahmetiyle muamele yapmasını
istiyoruz.
İnsanların hepsinin toplanacağı bir ahiret günü gelecektir.
Mümine cenneti, kafire cehennemi va'detmiştir. Herkes
vadedilen yerine gidecektir. Biz yaptığımız kötü söz, kötü
bakış, kötü düşünce, kötü iş ve kötü inançlarla kalbimizi
eğmeden dosdoğru yolda Rabbimizin rahmetine ve
cennetine doğru yarışalım. 542[22]

540[20]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/21-24.
541[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/24.
542[22]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/24-25.
(10) Kafirlerin malları ve evlatları Allah'a karşı hiçbir
şekilde fayda vermez. İşte onlar ateşin yakıtıdırlar. 543[23]

(11) Firavun ve onlardan öncekilerin durumu gibi onlar


ayetlerimizi yalanladılar da Allah onları günahları sebebiyle
yakalayıverdi. Allah, azabı şedid olandır.
Kafirlerin ekonomik gücü askeri gücü nekadar çok olursa
olsun, Allah'ın yardım ettiği bir mümin toplum karşısında
mağlup olacaklardır.
İşte Bedir, Hendek, Mekke'nin fethi, Hayber, Tebuk,
Kudüsün fethi, İran imparatorluğuna karşı Sa'd b. Ebi
Vakkasın galibiyeti. Malazgirt, İs-tanbulun fethi ve
diğerleri.
Kur'anın örnek olarak gösterdiği firavun ve ondan önce
geçen Ad, Semud kavmi. Bunlar yeryüzüne kazık çakıp
kalacaklarına inanmış, ahireti inkar etmiş, peygamberi
öldürmeye teşebbüs etmiş zalim cebbar bir millet idiler.
Ama peygamberler ve onların azıcık ümmeti karşısında
mağlup oldular.
Bugün soyuz'larma, apollo'lanna, uydularına, kimyasal
silahlarına ve askerlerine güvenen kafir devletler şunu iyi
bilsinlerki daha hiçbiri Roma ve Cengiz'in o günkü gücüne
erişmiş değiller. O güçlü Roma'nın zulüm ateşini Hz. İsa'nın
birkaç havarisinin serin nefesi söndürdü. Cengiz'in ordusu
ise tamamım işgal ettiği müslüman topraklarında İslama
girerek İslamın askeri oldular. 544[24]

(12) Kafirlere şöyle söyle "yakında mağlup olacaksınız ve


cehennemde toplanacaksınız. O ne kötü bir yatakdır"
Firavun, Nemrud, Ad, Semud mağlup oldukları gibi Mekke
müşrikleri, Medine yahudileri siz de mağlup olacaksınız.
Onlar mağlup olduğu gibi, güneş batmayan İngiltere
543[23]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/25.
544[24]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/25-26.
imparatorluğunun mağlup olup küçük bir adaya sığındığı
gibi, zalim Rusyanın parçalanıp dağılmaya başladığı gibi ey
Amerika, senin de çöküşünü bu ümmeti Muhammed
mutlaka görecektir. İşte geçmişten bir örnek: 545[25]

(13) Karşı karşıya gelen iki toplulukta muhakkak size bir


ibret vardır. Topluluğun biri Allah yolunda harp ediyor,
diğeri ise kafirdir ki bunlar müslümanları gözleriyle onların
iki katı görüyorlardı. Allah dilediğini yardımıyla destekler.
Şüphesiz bunda basiret sahipleri için ibret vardır.
Allah yolunda harbeden mümin ile tağut yolunda harbeden
kafir karşılaştıkları vakit, kafirin yüreğindeki korku
sebebiyle müminleri olduklarından fazla görüyor. Yüreğine
korku düşen kişinin gözleri belerir ve hasmını olduğundan
fazla görür ve cesareti kırılır.
Bedir harbinde üçyüzonüç müslüman dokuzyüzelli kafire
galip gelirken bu haleti ruhiye içinde idiler.
Enfal suresinin kırk dördüncü ayetinde iki tarafa da hasmım
az gösterdiğini haber veriyor. Harbin başlangıcında iki taraf
da karşılıklı olarak hasmını küçük görüyor ve harbe giriyor.
Harbe girince kafirin gözünde müslümanlar iki kat büyüyor.
Sonuçta müslümanlar galip geliyor.
Günümüzde ise siyonizm, kominizm hep büyütülür.
Uydularıyla biz görüp dinlediği, güdümlü mermileriyle
istediği hedefi vurabileceği tele vizyon , basın yayın
organlarıyla propagandası yapılarak Müslümanlani yüreğine
korku salınıyor.
Korkuda yüreğimize girince kendimizden küçük olanı bile
büyü] görmeye ve korkmaya başlıyoruz.
İzmir fuarında kahkahah aynalar vardır. Birinde kendinizi
uzun boy lu, Öbüründe kısa boylu, bir diğerinde gayet zayıf,
bir başkasında gaye şişman görüyorsunuz. En son ayna

545[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/26.
normal bir aynadır ve sizi olduğunu gibi gösterir.
Gözlerimizi kahkahah aynalar haline getirmeyelim. Eşyayı
olduğ gibi görmeye çalışalım.
Askerlik muayenesi için şehre gelen bir delikanlı ilk defa
aynayı görmüş. Bakmışki kendisi aynanın içinde.
- Ben askere gidince Ayşem bana baksın diye, boy aynasını
almış kc ye getirmiş. Eve gelince Ayşe bir bakmış içinde
tanımadığı bir kadın vacayın validesini çağırmış -Anne gel
oğlun şehirden kadın getirmiş demiş. Kayınvalide gelmiş
aynaya bakmış ve oğluna - Madem kadın getirecektin
seksenlik moruğu niye getirdin demiş.
Biz önce kendimizi tanıyalım. Sabırlı on mümin'in, ikiyüz
kişiye galip geleceğini haber verir Rabbimiz. Eğer
müminlerde zayıflık varsa yüz kişinin ikiyüz kişiye galip
geleceğini bildirir. 546[26] Gülümüzün'iki katından yirmi
katına kadar olan düşmandan korkulmaz. Bu çatları
belirlemek için önce kendi iman, amel, ilim, ekonomik ve
askeri gücümüzü bilmemiz gerekir. 547[27]

Allah Dilediğini Yardımıyla Destekler

Tarih boyunca gelip geçmiş birçok peygamber'e ve onların


yolundan yürüyenlere Rabbimizinyardımettiğini Kur'an-ı
Kerim haber veriyor.
Firavun gibi yeryüzünün tek hakimi kabul edilen zalimin
saltanatına iki peygamber (Musa ve Harun S.A.V.) son
vermiştir. Nemrud'un zulmünü Hz. İbrahim
kaldırmıştır.Peki Allah'ın yardımının gelmesi için ne
lâzımdır?
Solan çiçeklere, susayan çimenlere, kavrulan yapraklara,
yanan ormanlara yağar yağmur. Çöllere yağmurun düştüğü
çok azdır.. Yağmur da cendisini isteyenlere doğru gider ve
546[26]
K.Kerim Enfal 65-66
547[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/26-28.
yağar.
Rabbimiz yardımını isteyene yardım eder.Bu istemek yalnız
dille yakılan istek değildir. Müslüman insan gücü oranında
üzerine düşeni yaparsa Alîah da ona yardım edeceğini,
«Eğer siz Allanın dinine yardım ederdeniz Allah da size
yardım eder.» 548[28] «Eğer Allah size yardım ederse size
galip gelecek yoktur.» 549[29] ayetleriyle bildirir.
Bunda görebilenler için ibret vardır.
Güçlü bir ekonomiye, dünyanın en büyük ordusuna,
ehramları yapan ilim adamlarına, yüzbinlerce köleye kan
kusturan cellatlarına sahip olan İravun'un, ordusuyla
danışmanlarıyla beraber yok olup gitmesi, iki peygambere
mağlup olması ibret alınacak olaydır. Anlayana, gözü ve
gönlü açık olana.
"Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zuma az" Tarih
boyunca binlerce zalim gelip geçmesine rağmen Ad kavmi,
Lud kavmi, Medyen halkı, Nuh'un kavmi, Firavun gibilerin
helak olması bizlere ibret olsun içindir. Yatağında ölen
zalimler asıl büyük cezayı cehennemde görecekler.
Dünyada cezasını çekenler ise elektrik direklerindeki ölüm
işareti gibidir. «Dikkat yaklaşan ölür» anlamınadır. Firavun
gibilerin dünyada tarih sayfalarına iskeletlerinin asılması «
Dikkat küfre, inkara, zulme yönelenin sonu budur» uyarısını
yapmaktadır.
İnsanı doğru yoldan çıkaran şeylerin başında, eşyayı
değerlendirirken onun hakkını verememek gelir. Sevgi ve
nefrette aşın gitmektir.
Her yaldızlı şeye aldanmamalı. Dışı yaldız içi çuvaldız
oluverir de bir yerlerimize batar.
Sevdiğimiz güzel şeylerin hepsini yaratan Allah (c.c.)'ı
hatırlayarak sevmeliyiz.
Bahçıvan olmadan bahçe olmaz. Şair olmadan şiir olmaz.
548[28]
K.Kerim Muhammed 4717
549[29]
K.Kerim ali İmran 31160
Allah (c.c.) sevdiklerimizi ve sevgilerimizi yaratandır. 550[30]

(14) Kadınlara, oğullara, tonlarca altın ve gümüşe, nişanlı


atlara, en'ama (deve, sığır, koyun ve keçiye), ekine karşı
aşırı sevgi beslemek insana güzel gösterildi. Bunlar dünya
hayatının nimetleridirler. Dönüş yerinin en güzeli Allah
katındadır.
İnsanın gözüne güzel gösterilenlerin başında kadın geliyor.
"Dünyayı sallayan erkeklerin beşiğini sallayan kadınlar"
"Bazan kar gibi bazan kor gibi olan kadınlar" "Tutmasını
bilene gül, tutmasını bilmeyene diken gibi olan kadınlar"
"Dünya nimetlerinin en güzeli ve hayırlısı saliha bir
kadındır"551[31] «Bu ümmetin hayırlılarının çoğunluğu kadını
çok olandır." 552[32] buyuran peygamberimiz kadınlara karşı
güzel davranmayı tavsiye etmiştir.
Her insan kadına karşı meyleder. Hz. Adem (S.A.V.) Havva
validemizin elinden tutarak, peygamber efendimizde Hz.
Hatice'nin elinden tutarak islamı yaymışlar iki dünyadada
cenneti yaşamışlar.
Rabbimin güzel gösterdiği kadın, çoluk çocuk, at, araba, ev,
saray, bahçe gibi şeyler dervişin de, berduşun da ilgisini
çekiyor.
İkisi de bunları elde etmek için çalışıyor. Yalnız derviş şer'i
yoldan, berduş ise şer yolundan elde ediyor. Birisi Allaaah
diyerek bağırma ihtiyacını gideriyor, öbürüde Yallaaah
diyerek gideriyor. Birisi nikahla, öbürüsü mal alıp satmak
gibi ticaretle kadın ihtiyacını gideriyor.
Aklınızı içkiyle uyuşturmadan denizin derinliklerinden,
ormanın serinliklerinden yararlanın. Allah'ın
güzelleştirdiğini hırs ve tama'ınızla çir-kinleştirmeyin.
Evladınız, servetiniz, güç ve kuvvetinizle kibirlenmeyin, bu

550[30]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/28-29.
551[31]
Müslim 1/420, Nesai l72, İbni Mace Hadis no: 1855
552[32]
Buhfethulbari 9/99, Hakim 2/160
dünyaya kazık çakacağını zannedenler de öldü gitti. 553[33]

(15) Deki size bunların daha hayırlısını haber vereyim mi?


Müttekilere, (şeriata bağlı olanlara) Rableri katında altından
ırmaklar akan cennetler vardır. Orada ebedi kalıcıdırlar.
Tertemiz eşler vardır ve Allah'ın rızası vardır. Allah,
kullarını görücüdür. 554[34]
O cennette "tertemiz eşler vardır" Demekki cennetin gülleri
dünyada iken amel olarak ekiliyor. Bu dünyada eşleriyle hoş
geçinenler, birlikte cennetlik işler yapanlar cennet'te de
beraber olacaklar.
"Ben eşimden bu dünyada bıktım" demeyin. Hoşa gitmeyen
hiçbirşey cennet kapısından içeri giremez. Hoş olmayan
hallerimiz önce temizlenir sonra cennete alınır.
Günümüzde bir kısım imansız kültür fukarası "Cennet'te
erkeklere huriler varmış, kadınlara da varmı acaba?" diyerek
alay ederlerken cahilliklerini, yobazlıklarını ortaya koyarlar.
Ayet: «Temiz eşler vardır diyor» Kadına temiz erkek,
erkeğe de temiz kadın vardır.
Tuvalete gitme ihtiyacı yok. Pis kokular, pis ter kokusu,
aybaşı hali, doğum hali yok.
Yenen nimetler güzel kokular halinde çıkıp gidiyor. Olur
mu öyle? demesinler.
Gül ağacı toprak yiyiyor, güzel renk ve koku veriyor. İşte
cennet'te de insanlar öyle olacaklar.
Dünyada bedenimiz toprakdan gelen gıdalarla beslenir.
Ruhumuz da Rahmandan geldiği için onun ayetleriyle
beslenir.
Cennet'te de bedenimiz cennet'in nimetlerinden zevk alırken
Ruhumuz da Allanın rızasından zevklere gark olur. "Allanın
rızası en büyüktür." 555[35]556[36]
553[33]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/29-30.
554[34]
Cennetin tasviri için bak Bakara ayet 25
555[35]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/30-32.
K.Kerim Tevbe 9172
(16) Onlar «Rabbimiz, biz iman ettik, günahlarımızı afvet
ve bizi ateşin azabından koru» diyenlerdir. 557[37]

(17) Onlar sabredenler, doğru olanlar, itaat edenler, infak


edenler, seherlerde istiğfar edenlerdir.
İşte dünyayı cennet edebilmenin, cennete gidebilmenin
yolu. Önce iman, sonra boyun büküp Allaha yalvarmak,
emirleri yerine getirirken, yasaklardan kaçarken, din için
cephede ateş hattında sabretmek, doğru olmak, doğrularla
beraber doğrulan savunmak, yalnız Allaha boyun eğmek,
kazandığından dağıtmak ve seherlerde kalkarak yarabbi
sana layık kulluk yapamadım, afvet diyerek yalvarmak.
Gecenin son üçte birinde Allah (c.c.) "İstiğfar eden yokmu
afvedeyim, isteyen yokmu vereyim" buyurur. 558[38]
Efendimizin gece namazları ve seherdeki istiğfarları
ma'lüm. Günümüzün mücahidlerinin hedefe
varamamalarının sebeplerinden biriside sabahleyin erken
kalkmamakdır. "Erken kalkan yol alır" 559[39]

(18) Allah, melekler ve ilim sahipleri adaleti yerine


getirerek, O'ndan başka ilah olmadığına şahidlik yaptılar.
O'ndan başka ilah yoktur. O Aziz'dir, Hakimdir.
İslam hukukunda şahid; kişinin duyduğu, gördüğü, bildiği
bir şeyi hakim huzurunda ifade eden kimsedir.
Melekler isyansız itaatları, emredileni yerine getirmeleri ile
şahitliklerini yaparlar.
İlim adamları Allah'ın Kur'an ayetleri ile tabiat ayetlerinden
gördüklerini ve bildiklerini dilleri ve kalemleriyle
açıklayarak şahitlik yaparlar.
Mücahidler kanlarıyla şahidlik yaparlar ve şehid olurlar.

557[37]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/32.
558[38]
Müslüm 1/210, Buharı Fethulbari 3/25
559[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/32.
Allah (c.c.) ise kendi varlığına kendisi şahiddir.
Hz. Musa'ya indirdiği Tevratı, Hz. Davud'a indirdiği
Zebur'u, Hz. İsa'ya indirdiği İncil'i Hz. Muhammed'e
indirdiği Kur'an ayetleri ve diğer sahifelerle şahidlik yapar.
(Allah'ın selamı bütün peygamberlerin üzerine olsun)
Kur'an inmeye başladığında o devrin ünlü şair ve edipleri
hayretler içinde kalırlar. "Muhammed'i ve edebi
üstünlüğünü biliriz ama, bu sözleri söyleyebilecek güçte
değildir." derler.
Tabiat ayetleri de Allah'a şahittir. Elinizi kaldırın ve ona
dikkatle bakın. Seven, okşayan, ele bakın. Döven acıtan ele
bakın.Allah'ın varlığını inkar edene delil olarak herhangi
birşeyi söyleyive-rin. O anda ilk gördüğünüzü delil olarak
hatırlatıverin.Bu dünya galerisinde gezerken gördüğünüz
her şaheseri gördüğünüzde fe Sübhanellah diyerek
yaratıcısına teşbih ediniz. Galerilerde ressamın defterine
takdirkar sözler yazdığınız gibi bu galeride de Allah'a
yönelerek: Anladık iman ettik varsın, birsin ya Rabbi
diyelim.
Şahid: bildiğini hakim önünde ifade edendir dedik. Allah'ın
varlığına ve birliğine camide, yolda, otobüsde, uçakda,
dairede, askeriyede, okulda heryerde şahidlik yapılmalıdır.
Allah'a inandığı halde hiçbir kimseye bildirmeden ölenlere
biz gayri müslim muamelesi yaparız.
Şehadet kelimesi diye bildiğimiz:
«Eşhedü Enlâ-İlahe İllallah. Ve Eşhedü enne Muhammeden
abdü-hü ve Rasülüh» kelimei tayyibesinin manasını
bilmeliyiz.
Kâfir bir insan bu kelimeyi söyleyerek müslüman olur ancak
manasını bilmesi şarttır.
Alman veya Amerikan kâfirine bu kelimeyi manasını
bilmeden söy-letseniz müslüman olmaz. 560[40]

560[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/33-34.
(19) Allah katında din şüphesiz islamdir. Kitap verilenler
kendilerine ilim verildikten sonra aralarındaki ihtiras
yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın ayetlerini inkar
ederse şüphesiz Allah hesabı çok çabuk görendir.
Kendisine teslim olunacak din islam dinidir. Onun dışındaki
düşünce, görüş, din, itikat tamamı senin gibi bir insanın
düşüncesinin ürünüdür.
Senin aklın o insanın aklından daha ileri olabilir. Akıl
akıldan üstündür.
Her akıl müstakil düşünme hakkına sahiptir. Birinin
diğerine hakim olma hakkı yoktur. İslama inanmayan herkes
kendi görüşünü hakim kılmaya kalkar, fert ve devlet terörü
orada başlar.
Ehli kitap, peygamber efendimiz gelmeden önce, kitapları
etrafında birlik halinde iken, islam gelince bu peygamber
bizden gelmeliydi deyip iman etmeyenlerin yanında yer
aldılar.
«Ben her fikre saygılıyım» diyen insan kendi fikrinin kesin
doğru olduğuna inanmayan insandır. Biz İslama zıt olan
herşeyin yanlış olduğuna inanırız. Çünkü sözlerin en
doğrusu Allah'ın sözüdür. Ama her insana saygımız vardır.
İslamdan başka din Allah katında kabul değildir. 561[41] Bazı
batı hayranlarımız bu ayeti görmezlikten gelerek, bugünkü
ehli kitabın cennetlik olduğunu iddia etme gafletini gösterdi.
Ama batılı insan kendisinin kara kalbliliğini bildiği için bu
yağcılığa iltifat etmedi. 562[42]

(20) Eğer seninle tartışırlarsa «Ben, bana uyanlarla birlikte


kendimi Allaha teslim ettim» de. Kitap verilenlerle ümmiler
(kitapsızlar) "sizde teslim oldunuz mu?" de. Eğer teslim
olurlarsa gerçekten hidayete ererler. Şayet yüz çevirirlerse
561[41]
Ali İmran 85
562[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/34-35.
sana ancak tebliğ etmek düşer. Allah kullarını hakkıyla
görendir.
Yahudi, hristiyan ve putperestler sizinle din konusunda
münakaşa ederlerse onlara "Bizimle uğraşmayın sizin
sapıklığınıza ihtiyacımız yok.Biz yönümüzü Allaha
yönelttik. Biz yolumuzu bulduk" deyin.
Nahl suresi ayet 123 de İbrahimin dinine uymamız
emredilmiştir. O İbrahim (S.A.V.) de yönünü Allaha
yöneltmiştir.563[43]
Biz bütün peygamberlerin yolunda olduğumuz halde niçin
İbrahim'in dinine uymamız istenmiştir?
İbrahim (S.A.V.)'i yahudi, hristiyan bütün insanlar kabul
ederler. Hatta mecusiler bile ateşlerini, İbrahim'i yakmayan
ateşe nisbet ederlermiş.Müslüman olmayan bir yazar (Halil
Cübran-Lübnanlı)Mustafa isimli bir müslümanı anlatan bir
kitabında; Mustafa, Orfalis kentine geliyor ve kentin
ortasında halk toplanıyor. Mustafaya çeşitli sorular
soruyorlar.Şehrin hakimi "Bize kanunlarımızdan bahset"
diyor.
Mustafa: "Kanun yapan sizler deniz kenarında kumdan
kaleler yapan çocuklar gibisiniz. Gülerek yaptığınız
kanunları ilk çiğneyen yine sizsiniz. Siz sırtını güneşe dönen
gölgesini Ölçüp biçen insan gibisiniz. Kanunlar yazar sonra
da şerhedersiniz. Yüzünüzü güneşe doğru çevirin, aklınızın
gölgesine uymayın" der.
İbrahim Aleyhisselam kendi görüşlerine değil Rabbine
yönelir.
Biz de Rabbimize yöneliriz. Başka yollara çağıranları
dinlemeye zamanımız yoktur.
Deniz üzerindeki karpuz kabuğu gibi, daldaki yaprak gibi
rüzgara göre yön almayız. Yönümüz bellidir. Ehli kitaba ve
ümmilere müslüman oldunuz mu? de.

563[43]
En'am 79
Burada "Müslüman oldunuz mu?" ifadesi kalın kafalı
birisine uzunca anlattıktan sonra "Anladın mı şimdi" dendiği
gibidir. Eğer İslama girer-erse doğru yolu bulmuş olurlar, O
yoîla dünyada devlete, ahirette cennete ulaşırlar. 564[44]

(21) Allah'ın ayetleHni inkar edenlere, haksız yere


peygamberleri öldürenlere, insanlardan adaleti emredenleri
öldürenlere acıklı azabı müjdele. 565[45]

(22) Dünyada da ahirette de onların amelleri boşa gitmiştir.


Onların yardımcısı da yoktur.
En büyük üç tane suç: Allanın ayetlerini yalanlamak,
peygamberleri öldürmek ve adaleti emredenleri öldürmek.
Allanın ayetleri inkar edilince insanlar arasından bir ilah
çıkarırlar ve onua sözlerini ayet gibi kabul edip her tarafa
yazarlar ve onun izinde sapıklığa giderler.
Peygamber efendimiz zamanında, kafirler efendimizi
öldürmeye teşebbüs ettiler başarılı olamadılar. Yahudi ırkı
birçok peygamber öldürdü. Günümüzde peygamber
olmadığı için peygamberlerin öldürülmesi de sözkonusu
değil. Ancak ikibin sene önce peygamber öldüren
yahudilerin bu günkü çocukları, ikibin sene önceki
dedelerinin yaptığı hatayı aynen onayladıkları için, aynı
katilin karakterini taşıdıkları için bu ifade kullanılmıştır.
Peygamberden kasıt onun şahsı değil temsil ettiği risalettir.
Kâfirler Efendimizin risaletine düşman idiler. Günümüzde
de Efendimizin risale-tine, sahih hadislerine dil uzatanlar
aynı karakterdeki insanlardır.
Adalet adamlarını öldürenler kuvvete boyun eğenlerdir.
Adalet ortadan kalkınca kuvvet hakim olunca, ilk aciyı
adaleti ortadan kaldıranlar çekerler. Ahirette ise eli boş

564[44]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/34-36.
565[45]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/37.
yardımcısız olarak cehennemi boylarlar. 566[46]

(23) Kendilerine kitapdan bir pay verilenleri görmedin mi?


Aralarında hükmetmeleri için Allanın kitabına çağırmıyorlar
da sonra onlardan bir kısmı yüz çevirerek dönüp gidiyor,
(yönetim istiyor) 567[47]

(24) Bu onların "Ateş bize sayılı günlerden başka


dokunmayacaktır" demelerindendir. Uydurdukları şeyler
onları dinlerinde aldatmıştır. 568[48]

(25) Vukuunda hiç şüphe olmayan o günde onları


topladığımızda ve herkese haksızlığa uğratılmadan
kazandığı verildiğinde onların hali nasıl olacak?
Kitabdan yüz çevirenler, onu yürürlükten kaldıranlar, kendi
heva ve hevesleriyle hükmetmek, kendi çıkarlarını korumak
için yaparlar. Cehennem azabından bahsetsen, ancak birkaç
gün azap bize dokunur derler. Bu dünyadaki durumlarıyla
kıyas yaparlar. Halbuki yaptıkları kötülükler ve iyilikler hiç
eksiltilmeden haksızlığa uğratılmadan herkese verilecektir.
O zaman durumları nasıl olacak bunların? Bu soru şekli bir
babanın kötü yoldaki çocuğuna "senin halin ne olacak?"
diyerek yolun kötülüğünü anlatması gibidir. 569[49]

(26) Deki: «Ey mülkün sahibi Allahım, sen mülkü


dilediğine verirsin, dilediğinden de mülkü çekip alırsın.
Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır senin
elindedir. Sen herşeye kadirsin. 570[50]

(27) Sen geceyi gündüze katarsın, gündüzü geceye katarsın

566[46]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/37-38.
567[47]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/38.
568[48]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/38.
569[49]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/38-39.
570[50]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/39.
ölüden diriyi çıkarırsın, diriden ölüyü çıkarırsın. Dilediğine
hesapsız rı-zık verirsin.
Allahm yarattığı toprak üzerinde, Allanın yarattığı ayaklarla
yürüyor, onun mülkünü onun verdiği gözlerle görüyor, onun
verdiği dillerle onu
öğüyoruz. Biz hakkıyla onu öğecek kelime
bulamayacağımızdan, onu öğecek kelimeleri de bize o
veriyor.
Mehmet Akif merhum bu ayeti ne güzel şiirleştirmiş: İlahi,
"Malik-el- Mülküm" diyorsun doğru Amenna, Hakiki bir
tasarruf varmıdır insanlara? Asla! Eğer almışsa bir millet
edip bir mülkü isti'la, alan sensin, veren sensin, senin
mülkündedir dünya.
istanbul şehrinin tapusu Konstantine aitken Fatih Sultan
Muhammed geldi ve onun elinden aldı. Ama bu dünya
Fatihe de kalmadı, Sultan Süleymana da. Allahdan başka
kimseye kalmayacaktır.
Öyle olunca onun mülkünde onun verdiği akılla onun
verdiği dille ona başkaldırmaktan daha tehlikeli bir delilik
yoktur.
O Allah gündüzlere geceleri katıyor, geceler uzuyor, bazan
da gecelere gündüzleri katıyor, gündüzler uzuyor,
kolumuzdaki binlerce saatin ayarı birbirine uymuyor.
İnsanın yaptığı ayarsız oluyor. Ama dünya yara-tılalıdan
beri çalışan bu gece gündüz saatinde bir saniye değil bir
saliselik ayarsızlık yoktur. İşte Allahm kanunları ile
insanların kanunları arasındaki farkda böyledir.
Kıyamete kadar gelecek insanların hukukunu düzenlemek
üzere Allah tarafından ayarlanmış ilahi kanunları
reddedenler, her onsene de bir kalemle değil süngünün
ucuyla kendi kurdukları kanunları ayarlama mecburiyetinde
kalmışlardır. Binlerce insanın kanı akıtılarak, beyni ezilerek
gerçekleştiriyorlar bu ayarlamayı.
Ümidinizi kesmeyin. Allah ölüden diriyi çıkarır. Firavunun
sarayında Musa'yı yetiştiren Allah, (c.c.) kâfirin karanlık
dünyasında adalet güneşini ısıtır.
Yeterki biz kâfirleri dost ve yönetici etmeyelim. 571[51]

(28) Müminler, müminlerden başka kafirleri dost (ve


yönetici) edinmesinler. Kim bunu yaparsa ona Allalı'dan
hiçbirşey yoktur. Ancak onlardan sakınmak için dost
görünmeniz başka. Allah sizi kendisiyle sakındırır. Ve
dönüş Allah'adır.
Burada dost diye terceme edilen "veli" kelimesindeki
dostluk ev komşumuz, dükkan komşumuz olan gayri
müslimlerle insani ilişkilerimiz olmasın anlamında değildir.
Onlarla görüşülür, konuşulur, hediye alınıp verilir. Buradaki
"veli" kelimesi vali kelimesinin de köküdür. "Mevla"
kelimesi de aynı köktendir. Bakara suresinin en son
ayetinde "Ente Mevlana" sensin bizim dostumuz,
yöneticimiz" dedik. Yasalarımızı kâfirlerin yasalarına göre,
paramızı kafirlerin para fonuna göre, ahlakımızı kâfirlerin
ahlakına göre ayarlamıyacağız. Bunu yapanlar Allah katında
hiçbirşey elde edemezler.
Ancak kafirin ölüm tehdidi veya vücudundan bir organı
koparma teh-didi olursa, ondan sakınmak için imanını
gönlünde gizleyerek dilinden kafirlere katılma ruhsatı
verilmiştir. Ama azimeti tercih edip gönlündeki imanı
diliyle de ikrar ederek şehid olan Yaser ile hanımı Sümeyye
(R.A.) öğülmüştür. Nahl suresinin 106. ayetinde kalbi
imanla dopdolu iken zorlama karşısında diliyle inkar edenin
kafir olmayacağını bildirir Rabbimiz.
Ancak zorlamayla adam öldürülemez. Bir adam,
müslümanın başına tabancayı dayasa ve "şu adamı
öldürmezsen seni öldüreceğim" dese ölmeyi öldürmeye
tercih edecektir. Zinaya zorlasalar zina yapmayacaktır.

571[51]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/39-40.
Hırsızlık yapmayacak, başkasına zina iftirasında
bulunmayacaktır.
Yalnız Allah'dan sakınacaktır. Ayetin sonu tekıyyenm
ruhsat olduğuna, Allah'dan sakınmanın ise azimet olduğuna
işaret eder. Biz Allah'dan sakınacağız. Allah'ın
yarattıklarından değil. Çünkü dönüş Allah'adır. 572[52]

(29) Deki:'«GöğüsIerinizdekini gizleseniz de açıklasanız da


Allah onu bilir. Göklerde ve yerde olanları da bilir. Allah
herşeye kadirdir.
Gönlünden kafirleri sevip dışdan para kazanmak, oy
kazanmak için müminleri seveni Allah bilir. Gönlünden
müminleri sevip dışından kafirlere yağcılık yapanları da
Allah bilir. Yerde ve göklerde var olan herşeyi bilen
Allah'dan gizlemek mümkin olmadığına göre içimizi
imanla, dışımızıda amelle süsleyelim. 573[53]

(30) Herkes o gün hayırdan yaptığını da, kötülükten


yaptığını da hazır bulacaktır. Yaptığı kötülükle kendisi
arasında uzun bir ıraklık olmasını isteyecek. Allah sizi
kendinden sakındırır. Allah kullarına Rauf dur (şefkatlidir).
Herkes cehennemdeki yakıtını bu dünyadan kendi sırtında
götürecektir. Yetim malı yiyenler karınlarına ateş
doldururlar. 574[54] Çalanlar, çırpanlar, köşe dönenlerin
azabının başlangıcı karınlarından ateşlenerek başlar.
Kafirler ise her tarafları küfürle boyandığı için azabı en
şiddetli olanlardır.
Karşılaşmakdan utanmayacağınız işler yapın. Duymakdan
hoşlanacağınız sözler söyleyin. Elleriniz cennet'teki
köşkünüze altından, yakuttan, inciden tuğlalar koyar gibi
güzel işlerle uğraşsın. Ayaklarınız, cennetteki bahçenize

572[52]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/41-42.
573[53]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/42.
574[54]
Nisa 10
solmayan güller dikmeye gider gibi yürüsün.575[55]

(31) Deki:«Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunki Allah da


sizi sevsin ve günahlarınızı afvetsin. Allah afvedicidir,
rahmet edicidir.
Safa'yı isteyen Mustafa'ya (S.A.V.) uysun. Mıknatısın
yanında duran demir de mıknatıslanır. Parfüm dükkanında
biraz oturanın üzerinde güzel kokular olur.
Allah'ın sevgisini kazanmak, Allah'ı seven Rasülüne
uymakdan geçer. Çünkü o sevilmenin, kendini sevdirmenin
yollarını Rabbinden öğrendi.
"Biz Allah'ın kitabına uyarız. Rasülünün hadislerine
uymayız" diyenler Allah'a ve onun kitabına uymayanlardır.
Nur suresinde Rabbimiz «Muhakkak sen büyük bir ahlak
üzeresin» buyurmuş. Yaşantısı Rabbimizin kontrolünde olan
Rasülünün sünnetine nasıl uyulmaz? 576[56]

(32) Deki: Allaha ve Rasule itaat ediniz. Eğer yüz çevirirler


(kendileri hakim olmaya çalışırlarsa) muhakkak Allah
kafirleri sevmez.
Allah'a itaat etmek onun kitabı olan Kur'ana uymakla olur.
Peki Rasülüne itaat ne ile olur? O da Rasülünün sünnetine
uymakla olur.
Rabbimiz «Allah'a itaat edin» emriyle yetinmemiş. «Rasüle
itaat ediniz» diye ilave etmiş. Çünkü Allah'ın emir ve
yasaklarını, rızasını ve azabını bize açıklayan, hayatıyla
örnekleyen Allah'ın Rasülüdür.
Allah, kullarını peygambersiz bırakmamıştır. 577[57]

(33) Muhakkak Allah, Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini,


İmran ailesini alemler üzerine seçti. 578[58]
575[55]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/42.
576[56]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/43.
577[57]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/43-44.
578[58]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/44.
(34) Bazısını bazısından nesiller olarak (seçti) Allah herşeyi
işitendir, bilendir.
İlk insan ilk peygamber Hz. Adem Aleyhisselamın
peygamberliğini inkar edenler Bakara suresinin 31 nci
ayetinde Allah'ın Ademi öğretmesinin ne manaya geldiğini
bilmeyenlerdir. Yine aynı surenin 37 nci ayetinde Adem'in
Allah'dan kelimeler almasının ne manaya geldiğini
bilmeyenlerdir.
Bu ayetteki "istifa" nın ne manaya geldiğini kavram
ayanlardır. Ademden sonra Nuh, İbrahim ve onun neslinden
gelen peygamberler, imran ve onun neslinden gelen Musa,
Harun, İsa Aleyhimüsselamların hepsi insanlar arasından
seçip çıkardığı, süzdüğü, berrak hale getirdiği insanlardır.
Onun içindirki Efendimizin bir adı da Mustafadır.
Kötülüklerden arındırılmış, insanlar arasından süzülüp
çıkarılmış insan demektir.
Biz hergün düşüncelerinde değişiklik yapan, eğriyle
doğruyu ayird edemeyen, kararsızlık içinde bocalayıp duran,
yazdığı kanunları devamlı bozup yeniden yazan insanlara
değil, Allah'ın seçtiği peygamberlerle gönderdiği kitaba ve
onun peygamberlerine uyarız. 579[59]

(35) Hani İmranın hanımı «Rabbim, ben karnımdakini hür


olarak sana adadım. Benden kabul et. Muhakkak sen
işitensin bilensin» demişti. 580[60]

(36) O kız çocuğu doğurunca «Rabbim ben onu kız olarak


doğurdum. - Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bilir.
Erkek, kız gibi değildir. Ben onun adını Meryem koydum.
Ben onu ve soyunu, kovulmuş şeytandan sana sığındırırım»
dedi.
579[59]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/44.
580[60]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/45.
İmran, Meryem validemizin babasının adıdır. Tarihçilerin
bildirdiğine göre annesinin adı da Hanne'dir. Babasının
değil de annesinin dua etmesinin sebebi İmran'ın ölümünden
sonra Meryem validemizin doğması-dır. Yani İmran
yavrusunu koklayamadan öldü. Değerli eşi hamile iken
Rabbine dua eder. «Ya Rabbi bu çocuğumu hür olarak sana
adadım. Onu benden kabul et ve şeytanın şerrinden
korunması işini sana havale ettim» diyor.
Bu ayetlerden bizim anlamamız gerekenler:
1- Çocuğu Allah için isteyeceğiz. "Bana baksın" diye çocuk
isteyenler, "şirketimi, saltanatımı devam ettirsin" diye çocuk
isteyenler bilsinlerki o çocuk kendi elleriyle yaptıkları el
bombasına dönüşebilir. Halbuki Allah'a itaat eden çocuk
anne ve babasınada itaat eder. Rabbin rızasını
anne babanın rızasında arar.
2- Çocuğun hür fikirli, gür imanlı olmasını isteyeceğiz.
Hiçbir insanın fikir kusmuğunu beyninde taşıyıp onun
koyduğu kuralların tutsağı olmayacak.
Hakimiyetin kayıtsız şartsız Allah'ın olduğuna inanmayan
hür sayılmaz.
3- Çocuğumuz olduğunda "erkek veya kız, eli ayağı düz"
olsun, salih veya saliha olsun isteyeceğiz. İmranın hanımı
Allaha daha çok hizmette bulunsun diye erkek çocuğunun
olmasını istiyordu. Ama Meryem validemiz daha çok
hizmet etti.
4- Çocuklarımıza maddi manevi korunmaları için gereken
tedbirleri aldıktan sonra korunmasını Allah'a havale edip
ona sığınacağız. 581[61]

(37) Rabbi de onu güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel
bir bitki gibi büyüttü. Zekeriyya'yı da ona karşı sorumlu
kıldı. Zekeriy-ya mihraba her girişinde onun yanında bir

581[61]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/45-46.
yiyecek buldu. "Ey Meryem, bu sana nereden?" deyince O,
Bu Allah katındandır" dedi Şüphesiz
Allahdilediğinihesapsız rızıklandırır.
Meryem validemizleyzesininkocası Zekeriyya
aleyhisselâmm yanında güzel bir çiçek gibi yetiştirildi.
Bahçesindeki meyvelerin toprağına, gübresine, ilacına,
budanmasına dikkat eden aileler dünyanın bütün
ağaçlarından daha değerli olan yavrularının yetişmesine,
gıdasının helal ve temiz olmasına, beynine giren söz ve
görüntülerin güzelliğine dikkat etsinler.
Zekeriyya (S.A.V.) Meryem validemizin yanına her varışda
onun yanında nzık buluyordu. Bu haber evliyanın
kerametinin hak olduğunu göstermektedir.
"Allah dilediğine hesapsız nzık verir" İslama hizmet ederek
rızka kavuşmak, paraya hizmet ederek İslama hizmet
ediyorum diye kendini kandırmaktan hayırlıdır.
Efendimiz İslama hizmet ederek Mekke'li müşrik
yöneticilerin malla-rınada varis oldu. 582[62]

(38) Orada Zekeriyya Rabbine dua etti: «Rabbim, bana


katından temiz bir çocuk ver. Muhakkak sen duaları
işitensin» dedi.
Meryem validemizin kerameti Zekeriyya'yı da çocuk
istemeye şevketti. Bu hased değil gıpta etmektir.
Başkalarında olan güzel şeyin kendimizde de olmasını
istemeye gıpta etmek deriz. Hased ise başkasının elindeki
güzel şeyin ondan alınıp kendisine verilmesini istemek,
kendisine verilmeyenin başkalarında olmasına
dayanamamak halidir.
Meryem suresinin 1-15 nci ayetlerinde açıklandığı gibi
Zekeriyya ihtiyar, hanımı ise kısır iken Allah'dan temiz bir
çocuk ister. Rabbi de Melekleriyle ona Yahyayı

582[62]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/46-47.
müjdeler. 583[63]

(39) O mihrabda namaz kılarken melekler ona «şüphesiz


Allah sana Allah'dan olan kelimeyi doğrulayan, seyyid,
iffetli, ve salihler-den bir peygamber olmak üzere Yahya'yı
müjdeler» diye seslendi.
Toprakdan Adem'i yaratan Allah, ihtiyar baba ile kısır
anneden Yahya'yı yaratır. Kısır anne ve babalar hiçbir
zaman Allah'dan ümitlerini kesmesinler ve sözlü dua İle
tedavi duasına devam etsinler.
Çocuk isterken Zekeriyya gibi "temiz" çocuk istesinler.
Maddi ve manevi pisliklerden arınmış çocuk.
Bir çocukda olması gereken vasıfları Rabbimiz bildiriyor:
1- Allah'ın kelimesini doğrulayan bir çocuk. Bu gün
Allah'ın kitabı Kur'anı tasdik eden, tatbik eden bir çocuk.
2- Efendi, Seyyid - bir çocuk. İmansızlara hizmet eden,
köle bir çocuk değil.
3- Hasur: eli, dili, beli, gözü, gönlü günahlara karşı,
kendisini Anado-luhisarmdan daha sağlam hisarlarla
çevirmiş iffetli bir çocuk. Nebi ve salih. Bugün biz
çocuklarımız için peygamberlik isteyemeyiz. Çünkü Hz.
Muhammed'den sonra peygamber gelmeyecektir. Ama diğer
özellikleri kazanması için tedbir alıp dua etmeliyiz. 584[64]

(40) Zekeriyya: «Rabbim, bana ihtiyarlık ulaşmışken


hanımım
da kısır iken benim çocuğum nasıl olur?» dedi. Allah:
«Öyledir. Allah dilediğini yapar» buyurdu. 585[65]

(41) «Rabbim" bana nişan ver» dedi. Allah: «senin


(çocuğuyun olacağının) nişanın, insanlarla işaretin dışında

583[63]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/47.
584[64]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/48.
585[65]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/48-49.
üçgün konuşamaman-dır. Rabbini çokça zikret, akşam sabah
teşbih et» dedi.
Meninin milyonlarca hücresinin birinden boylu poslu insanı
yaratan, kireçle kaplanmış yumurtanın içinden civcivi
çıkaran, küçücük haşhaş tanesinden beyaz, mor çiçekler
açtıran, kara topraktan karanfiller koklatan Allah (c.c),
ihtiyar bir erkekle kısır bir kadından çocuk olacağını müjde-
ler. Zekeriyya aleyhisselâm çocuğumun olacağının işareti
nedir? deyince «üçgün konuşamaman» diye cevap verilir.
Zekeriyya Aleyhisselâm daha önce konuşurken bir anda
konuşamaz hale gelir. Diliyle Allahi zikrediyor, akşam
sabah teşbih ediyor ama konuşamıyor. Ancak işaretle
meramını anlatıyor.
Zekeriyya Aleyhisselâm anlıyorki, yıllarca konuşan dilim
Rabbim dilemeyince konuşmadığı gibi, yıllarca doğurmayan
kısır hanımım da Allah dileyince doğurur ve Yahya dünyaya
gelir. 586[66]

(42) Hani melekler şöyle demişlerdi: «Meryem, Allah seni


seçti ye seni temiz kıldı. Seni alemlerin kadınları üzerine
seçti.» 587[67]

(43) «Meryem, Rabbine gönülden itaat et, secde yap, rüku


edenlerle beraber sende rüku et.»
' Peygamber İsa Aleyhis sel âmin gelişinin ön hazırlıkları
önce 35 nci ayette geçtiği gibi İmran'm hanımı dualarla Hz.
Meryem'i doğuruyor. Meryem validemiz, Zekeriyya
Aleyhisselamın kefaleti altında güzel bir çiçek gibi
yetiştiriliyor. Rabbimiz tarafından seçilen, temiz kılınan,
alnı secdeli, ağzı dualı Meryem validemiz o günün
kadınlarının en üstünü kılınıyor. Böyle bir aileden Hz.
İsa'nın getirilişinin anlatılırı asıyla biz de uyarılıyoruz.
586[66]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/49.
587[67]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/49.
Şöyleki, çocuk eğitimi ana rahminde başlar. Dünyaya
gelince çiçek gibi beslenip büyütülür. Maddi manevi
pisliklerden uzak tutulur. 588[68]

(44) İşte bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir.


Mer-yemi hangisi himayesine alacak diye kalemlerini (kur'a
için) atarlarken sen yanlarında değildin. Çekişirlerken de
yanlarında değildin.
«Sana haber veriyoruz. Onlar, sen bakacaksın ben
bakacağım diye çekiştiklerinde sen onların yanında
değildin» diyor. Allah (c.c.) bunları bize haber veriyor.
Müslümanların hayırda yarış ettiklerine dikkatimizi çekiyor.
Rabbim ayet-i kerimede:
«Cennete ve Allah'ın rahmetine doğru müsabaka
ediniz.» 589[69] buyuruyor. Burada da Meryem validemize sen
bakacaksın, ben bakacağım diye yarışıyorlar. Kendi
aralarında nerede ise çekişecekler. Zaten çekişme kelimesi
ile ifade edilmiş. Derken kur'a çekmişler.
Bu ayet-i kerime kur'a çekmenin caiz olduğunun delilidir.
Bazı olayların hallinde kur'a çekilebilir.
Peygamber efendimiz (A.S.V.) sefere gideceğinde eşleri
arasında hangisini götüreceği konusunda bir seçim
yapmamak için kur'a çekermiş. Kur'a kime çıkarsa onu
beraberinde götürülmüş. 590[70]

(45) Hani Melekler şöyle demişti: "Ey Meryem! Allah


kendinden bir kelimeyi müjdeliyor. Onun ismi Meryem oğlu
Isa Mesihdir. Dünya ve ahirette saygındır ve Allah'ın yakın
kullarındandır"
Burada Mesih kelimesi (Aleyhisselam)'in lakabıdır. İsa
ismidir diyorlar. Mesih denmesinin sebebi Türkçe de

588[68]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/50.
589[69]
Hadid 2
590[70]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/50-51.
kullandığımız bir ifade vardır. Seyahat kelimesi. Seyahat
nedir? Birinin gezip tozmasına seyahate çıkması diyoruz.
Mesih "dinini yayma konusunda gezen dolaşan seyahat eden
insan" manasına geliyor veya meseha kökündendir diyorlar.
Bazıları hastaların tedavisi için eliyle mesh ettiğinden dolayı
mesih denilmiştir diyorlar.
Ama birinci planda seyahat kelimesinden türetilmiş, Mesih
dinini yayma konusunda gezen, seyahat eden insan
manasındadır.
Biz o Mesih'e iman ettiğimize göre bizim de gezip,
dolaşmamız gerekiyor. Nereleri dolaşalım hocam? Canım
arada bir arkadaşları geziverin, dükkanları dolaşiverin.
Yalnız çay içmek için değil, bir şey anlatmak için o günün
konularını İslami yoldan çözümünü bildiğiniz kadarıyla
anlatıverin.
Ve dünyada saygın, vecih, yani insanların değer verdiği,
itibar ettiği, Rabbimin de değer verdiği bir insan olacaktır o.
Ahirette de Rabbim tarafından itibar görecektir. Ve Allah'ın
yakın kullan arasında olacaktır" diyor. 591[71]

(46) Beşikte iken de yetişkin iken de insanlara konuşacaktır


ve o saiihlerdendir.
"Daha beşikdeyken konuşacak, Genç, tam olgun bir insan
olacak. O salın insanlardan olacak bozgunculardan değil,
sarihinden olacak. Yani insanlar arasını düzelten ve
inşaların bütün işlerini düzelten biri olacak" diyor melekler
Meryem validemize.
Beşikdeykenkonuşurmu? Bu ayet-i kerime İsa
(Aleyhisselam)'in beşikdeyken konuştuğunu haber veriyor.
Peygamber Efendimiz (S.A.V.) de daha geçmişten iki tane
çocuğun daha çocukken konuştuğunu haber veriyor. Hadis-i
şeriflerinde

591[71]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/51-52.
Hocam nasıl konuşur diyecek olursanız. Öyle bir olur ki.
İnsanlar plağı konuşturursa, teybi konuşturursa Allah
çocuğu niye konuşturmasın. Dünyaya gelince viyaklıyor. Ha
o nedir? Biraz daha anlaşılır hale getiriyor. Elin oğlu bugün
hani çiçekleri konuşturuyor diyorlar. Çiçeğin yanında bir
olay olsa belirli aletleri getirip onun yanındaki olayı
çiçekten dinleme ilmi de gelişmiş diyorlar. Allah'ın yarattığı
insan bunu başarırsa Allah (c.c.) haydi haydi
konuşturur. 592[72]

(47) Meryem: "Rabbim, benim çocuğum nasıl olur? Bana


hiçbir insan dokunmadı" dedi. Allah: "Öyledir" dedi.
"Ancak Allah dilediğini yaratır. Bir işe hükmedince ona ol
der, o da oluverir"
Kainatın yaratılışı için de öyle "kün", "ol" dedi oluverdi
diyor. Eee madem bütün bir kainat ol demekle oldu, bir
insan da babasız sadece bir hanımdan bir çocuğun dünyaya
gelmesi öylece oluverir.
Peki, günümüzde böyle bir çocuk dünyaya gelse ne olur?
Zina suçundan dolayı cezalandırılır. Çünkü Allah'ın (c.c.)
bunu kendisi de mucize olduğunu haber veriyor. Yani
bunun böyle olduğunu kendisi de bildiriyor, O günün
insanına. Nasıl bildiriyor? Çocuğu konuşturuyor.
Bu gün hiç evlenmemiş bir kadın, bir çocuk dünyaya getirse
ve dese-ki siz İsaya inanıyor musunuz? İnanıyoruz.
Meryem'e de inanır mısınız? İnanırız. Onun babasız çocuk
dünyaya getirdiğine inanır mısınız? Ona da inanırız. Öyle
ise benimkini de öyle kabul ediverin derse, İslami bir mah-
kemede, hakim tarafından, çocuğu konuştur denir.
Halbuki o gün Meryem validemiz hakim huzuruna
çıkartılmış şahitleri, hakimleri dava ve davacıları var. Ve
orada çocuk dile gelmiş "Ben Allah'ın kuluyum.

592[72]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/52.
Peygamberiyim ve insanlara Allah'ın kitabını açıklamak
üzere gönderildim" diyor. Onun için babasız bir çocuk
dünyaya getiren bir kadın bugün bunu yapsa ona deriz ki
"çocuğunu konuştur, biz de sana inanalım." Meryem
validemizi Allah (c.c.) temize çıkarırken hakim huzurunda
çocuğu konuşturdu." deriz. 593[73]

(48) "Allah ona kitabı, hikmeti, Tevrat ve İncil'i öğretecek"


Zaten bütün peygamberler birbirinin tasdikçisi olarak
gönderiliyorlar. İsa (Aleyhisselam), Musa (Aleyhisselam)'i
Peygamber efendimizde bütün peygamberleri tasdik etmek
üzere gönderilmiştir. 594[74]

(49) İsrailoğullarına peygamber gönderecek (ve o şöyle


diyecek) "Şüphesiz ben size Rabbinizden bir ayetle geldim.
Ben size çamurdan kuş biçiminde bir şey yapar ve ona
üfürürüm de Allah'ın izniyle kuş olur. Anadan doğma kör ve
alaca hastalığına tutulanı iyi eder ve Allah'ın izniyle ölüyü
diriltirim. Evlerinizde yedikleriniz ve biriktirdiklerinizi size
haber veririm. Eğer mü'minlerseniz bunda sizin için bir ibret
vardır. 595[75]

(50) "Tevrat'tan elimde olanı doğrulamak, size haram


kılınanların bir kısmım size helal kılmak için geldim. Sîze
Rabbinizden ayet getirdim. Allah'dan sakının ve bana itaat
edin"
Burada tefsircilerimiz diyor ki, "Yahudilere Allah (c.c.)
Tevrat'ta haram kıldığı bazı şeyleri İsa (Aleyhi s selam)
helal kılmak için gönderildi", diyorlar. Bir kısmı da hayır
Öyle değil, Tevrat'taki helal ve haramlar doğru, öyledir.
Ancak zaman içerisinde hahamlar bazı şeyleri kendileri de-

593[73]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/52-53.
594[74]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/53.
595[75]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/54.
ğiştirdiler. Helal olan şeyleri haram, haram olanları da helal
kılmaya kalktılar. İnsanlara kendi nefislerinden haram
kıldıklarını helal kılmak üzere. Hocam günümüzde böyle
birşey yok demeyin, günümüzde Allah (c.c.)'nun haram
kıldıklarım helal kabul ediyorlar. İçki haramdır diyoruz.
Ama içki fabrikası açılır. İçkinin nasıl imal edileceği,
işçilerin nasıl çalışacağı, ücretlerinin nasıl verileceği
kanunu, bakanlar kurulu kararları veya bakanın tamimleri
ile yapılmakta, satışı, alışı belirli bir statüye tabi tutulmakta
ve onun satışı için kim izin alır, nasıl izin alır, ne şartlara
bağlıdır. Bütün bunlar kanunlaştınlmış veya
kararlaştırılmıştır.
Faiz haram kılınmış, en şiddetli şekliyle kötülenmiş ama,
belirli bir zaman vardı ki aleyhde konuşmak suç olurdu.
Onlar da (hahamlar da) aynısını yapmışlar da İsa (Aley his
selam) düzeltmek için geliyor.
Size Rabbinizden ayetler getirdim. Veya kendim ayetlerle
geldim. Allah'tan sakının. (Allah'a inanıyor musunuz? Evet)
Bana da itaat edin.
Yahu siz Musa'ya niçin inanıyordunuz niye itaat
ediyordunuz? "Allah gönderdi diye" Onu gönderen Allah
(c.c.) beni de gönderiyor. Onun Tev-ratını aynen
uygulamayı zaman içerisinde sizin değiştirdiklerinizi düzelt-
meyi ve size yepyeni bir İncil'le gelmek üzere Allah (c.c.)
beni size gönderdi" diyor. 596[76]

(51) "Şüphesiz Allah, hem benim hem de sizin Rabbinizdir.


Öyle ise ona ibadet edin. Doğru yol işte budur"
Şimdi bu yahudiler hala "Yahuda" yalnız Yahudilerin
Allah'ıdır diyorlar. Peki bizi niçin yaratmış? Yine onların
Tevrat'ın da değil de Tal-mutun da inek olsun diye. İnek
tabiri kullanılıyor. Yani dünyada Yahudi'nin dışındaki

596[76]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/54-55.
herkes sizin ineğinizdir. Onun sütünü iyi sağacaksınız. Süt
vermez inekleri ise öldüreceksiniz. Çünkü "yeryüzünde
otlayıp da sizin altınınızı, gümüşünüzü, madeninizi,
fıstığınızı, fındığınızı da yiyip bi-tirmesinler diye
öldüreceksiniz. Süt verdiği takdirde sağacaksınız, süt
vermedi mi de işini bitireceksiniz diyorlar.
İsa (Aleyhisselam) ki İsa (Aleyhisselam)'ın burada
söylediklerini bizim söylememiz gerektiği için Rabbim
haber veriyor. «Sizin Rabbiniz bizim de Rabbimizdir. Öyle
ise ona itaat edin.» Peki bunlar Rab diye itat
ettiklerine gerçekten itaat etmiş olsalar, O Rab Teâlâ Hz.
Peygamberimiz (S.A.V.)'i göndermiş ve de Kur'an-ı Kerim'i
göndermiş, ona itat etmeleri gerekiyor. İnanmamakla Allahü
Teala'ya da itat etmiyor bunlar:
İşte dosdoğru yol da budur. Dosdoğru yol Rabbi tanımak
ona ve Peygamberine itaat etmektir. 597[77]

(52) İsa onlardan küfrü hissedince "Allah için benim


yardımcılarım kimdir?" dedi. Havariler: "Biz Allah'ın
yardımcılarıyız. Allah'a iman ettik. Sen şahit ol ki şüphesiz
biz müslümanlarız" dedi.
Yani müslüman kelimesi yalnız bize ait değil. Adem (Aley
his selam) müsliimandı. Ona iman edenler de müslümandı.
Musa (Aleyhisselam) müslümandı. Ona iman edenler de
müslümandı.
Orada müslimîn kelimesi de var. Onlar müslüman olduğunu
ifade ediyor. Yani Rabbine "teslim olmuş kişi" burada da ilk
İsa (Aleyhisselam)a iman edenler diyorlarki: "Ey İsa! sen
şahit olki biz müslümamz, diyorlar ve şu duayı okuyorlar.
Bu duayı sizde bilirsiniz. Teravihde müezzinler okur. Niye
okurlar?
Biz o İsa (Aleyhisselam)a inanmış kardeşlerimizin aynen

597[77]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/55-56.
dediğini diyoruz. 598[78]

(53) Ey Rabbimiz! indirdiğine inandık, peygambere uyduk.


Sen bizi şahitlerle yaz.
"Ey bizim Rabbimiz indirdiğine iman ettik" Yani Kur'an-ı
Kerim'ine iman ettik. O gün için onlar "Biz İncil'e iman
ettik" diyorlardı. İsa (Aleyhisselam)'a biz uyduk. Biz de
diyoruzki "Muhammed (Aleyhisselatu ves-salam)'a uyduk
başkasının izinde değiliz." Bizi de şahitlerden yaz Yarab-bi
diye onlar dua etmişler. Biz de aynı duayı yapıyoruz.
Eh bunu çıkar biri yiğitçe söyleyecek olursa, kaşısına
düşmanlar dikilir, planlar ve tuzaklar kurmaya başlarlar.
Zamanın devlet adamına gitmişler "vallahi Efendi bu senin
aleyhinde konuşuyor, kanunlarını çiğniyor, şöyle diyor
böyle diyor" demişler. O da getirin, almgelin asıverelim"
demiş. 599[79]

(54) Onlar hile yaptılar, Allah da hilelerine karşılık verip


boşa çıkardı. Allah, hileleri boşa çıkaranların en hayırhsıdır.
Onlar hile yaparlar, tuzak kurarlar, planlar hazırlarlar. Kendi
kurallarını, kurumlarını biraraya getirirler. Müslümanlara
karşı nasıl tavır alalım derler ve üniversite proflan
cübbelerini alırlar, yollara düşerler yürüyüşlerle
müslümanların güçlenmesini protesto ediyorlar.
Allah'ın da onların oyunlarını boşa çıkaracak yolları vardır.
"Allah (c.c.)'da onların oyunlarını boşa çıkarır." diyor
Rabbimiz.
Basından bir arkadaş diyorki "Ne diyorsun bu heriflerin
yürümesine? Dedimki "Bugüne kadar müslümanlar yürüdü.
Niye? Zayıf görünüyorlardı ondan. Şimdi onlar yürümeye
başlamış pek sevindim. Bundan sonra onlar yürüyecek
gayri. Birazda onlar ayakkabı eskitsinler. Bugüne kadar biz
598[78]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/56.
599[79]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/56-57.
çok ayakkabı eskittik."
Kaybeden yürür, zayıf olan yürür. Demek ki onlar
yürümekle zayıflıklarını kabul ettiler ilk defa. Bundan sonra
hergün yürüsünler. Zaten bir şey öğrettikleri yok.
Burada profesörlerimizin hepsini kastetmiyorum. Çok
değerli profesörlerimiz de var. Yani 40 senede yetişen, 50
senede yetişen, 30 senede yetişen bu insanlarımızı da bir
çırpıda itmek kadar büyük günah da yoktur aslında.
"Allah onların hilelerini boşa çıkarır. Bu tür plan kuranların
en hayır-lısıdir Allah (c.c.).
Hocam nasıl oldu bu iş? Bir zamanlar hepiniz bilirsiniz.
İmam Hatip liseleri açılırken, niyyet de din değilmiş.
"Şuraya bir İmam- Hatip açalım. Din adamı yetiştirelim ama
"dinsiz" olsun, köye gitsin milleti dinsizleştir-sin. Yani onun
diliyle anlatsın dinsizliği" denilmiş. O niyyetlerle açılmış
ama şimdi üçyüz - üçyüzelli bin mezunu ve şu kadar
üniversite mezunu olmuşlar. Ve adamlar hergün gazetelerde
aman şöyle küçültelim, şöyle edelim, yakalım, yıkalım. Kim
bunlar? Saniyede para kazanmaktan, başka hiçbir özelliği
olmayan adamlar dahi gözü oraya dikmişler. Birkaç kişinin
demesiyle yapıyorlar bu işi. Yani ne niyyetle açılmış ama
nerelere varmış netice. 600[80]

(55) Hani Allah: "Ey İsa, şüphesiz seni ben vefat ettireceğim
ve seni kendime yükselteceğim. İnkarcılardan seni tertemiz
çıkaracan ğim ve sana uyanları kıyamet gününe kadar
inkarcıların üstünde tutacağım. Sonra dönüşünüz yalnız
bana olacaktır. Hakkında ayrılığa düştüğünüz şeylerde ben
hükmedeceğim."
Hz. İsa'nın söyledikleri yahudilerin çıkarlarını zedelediği
için, zulümlerine engel olduğu için yahudiler Hz. İsa'yı
öldürmeye karar verirler. Hz. İsa'nın yakın arkadaşları

600[80]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/57-58.
arasında yahudilerin casusu da var.
Birgün ani bir baskınla öldürmek için geldiklerinde Allah
(c.c.) Hz. İsayı göğe kaldırır. Yahudiler de Hz. İsaya
benzetilen birini çarmıha gererek Öldürürler.
Tefsirlerde bu ayetin açıklamasında birçok ihtilaflı
açıklamalar var. Yahudiler öldürdüklerini söylüyorlar.
Yahudilerin bu sözünü benimseyenler ayetteki
"Müteveffike" kelimesini "öldüreceğiz" manasına alıyorlar
ve Hz. İsa öldükten sonra kaldırılmıştır diyorlar.
Hz. İsa öldürülmeden kaldırılmıştır diyenler aynı kelimeyi
"Öldüreceğiz" manasına alsak bile o zaman öldürüldüğüne
işaret etmez. İleride kıyamete yakın zamanda yere indirilip
görevini tamamladıktan sonra öldüreceğiz demektir. Bu
durum "her nefis Ölümü tadacaktır" ayetine de ters düşmez.
Çünkü Hz. İsa da ölecektir. Ayrıca "Müteveffike" kelimesi
seni uyutacağız manasına da gelebilir. Zümer suresi 42 nci
ayetle En'am 60 ncı ayetlerde uyumak manasına
gelmektedir.
Meryem suresinin 33 ncü ayetindeki doğduğum gün de
öldüğüm gün de ve diri olarak kaldırılacağım gün de
Allah'ın selamı benim üzerime olsun" sözü Hz. İsa'ya aittir.
Buradaki "öleceğim gün Allah'ın selamı benim üzerime
olsun" cümlesi öldüğünü göstermez. Öleceğine işaret eder.
Nisa suresinin 159 ncu ayetinde "O (İsa) ölmeden önce
bütün ehli kitap ona (İsa'ya) muhakkak iman edecektir."
diye haber verilmekte.
Şimdi sorarım Hz. İsa göğe kaldırılmadan önce bütün
yahudiler Ona inanmış mı idi. inansalardı zaten öldürmeye
teşebbüs etmezlerdi. Sonra "ehli kitab" ta'biri yahudi ve
hristiyanları içerir. Bu günkü yahudiler hala Hz. İsayı kabul
etmemekte diretiyorlar. Ama iman edecekleri gün mutlaka
gelecektir.
Nisa suresinin bu 159 ncu ayeti Hz. İsa'nın tekrar dünyaya
geleceğine de işaret etmektedir. Hz. peygamber'in (S.A.V.)
sahih hadisîeriyle habei verdiği Hz. İsa'nın inişi haberi o
kadar çok sahabeden nekledilmişki, hadisler manaları
yönünden mütevatir haber olmuştur. Bu konuda Keşmirli
Muhammed Enver Şah'ın yazdığı, Abdülfettah Ebu
Guddenin tahkik etti-
ği Matbuat-ül İslamiyyenin Halebde bastığı 350 sahifelik
kitap bütün hadisleri topladığı gibi bütün şüpheleri de
dağıtmaktadır.
Günümüzde çok değerli yazarlarımızdan bir kaçı "Hz. İsa
önce öldü sonra kaldırıldı" diyorlar. Böyle söyleyenleri de
tekfirden kaçının.
Bu ayeti kerimede Allah'ın Rasulüne hakkıyla uyanların
kıyamete kadar kafirlerin üstünde tutulacağını haber verir.
Beni İsrailin tarihi bunu onaylamaktadır. Hz. Musa'ya
uyanlar o günün dünyasında en güçlü devlet başkanı,
Firavun'un zulüm üzerine kurduğu saltanata son vermişler
ve Bakara suresinin 45 nci ayetinde bildirildiği gibi o günün
bütün insanlarına üstün tutulmuşlar.
Hristiyanlık tarihide Öyle sapma ve sapıtma devirlerinden
önce Hz. İsa'ya inanan havariler zamanında Hz. İsa'nın
getirdiği hak din önünde hiçbir engel duramamıştır.
İslam dini de bir yetimin nurlu dilinden insanlar üzerine
hayat pınarı gibi akmaya başlayınca 40 senelik bir zaman
içinde Bizans imparatorluğu ile İran - pers
imparatorluğunun zulmüne son vermişler.
Arkadaşlar sayımıza ve silahlarımıza bakmadan Allanın
dinine sımsıkı sarılır ve bu insanlık alemine Kur'anın
mesajını duyurabilirsek insanlar aradıklarını Kur'an da
bulacaklar ve guruplar halinde İslama gireceklerdir.601[81]

(56) Kafirlere gelince, onlara dünyada da, ahirette de


şiddetli bir azapla azap edeceğim. Onlar için yardımcı da

601[81]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/58-60.
yoktur.
Peygambere inanmayan, getirdiği kitabı kabul etmeyen
kafirlerin azabı yalnız ahirette olmayacak. Eğer gerçekten
güçlü imana sahip müminler islamın hakimiyetini
sağlarlarsa bu kafirler için en büyük azaptır.
Sineğin gülden hoşlanmadığı gibi kafirler de İslami bir
yönetimin gelmesindense mağaralarda, inlerde yaşamayı
arzu eder hale gelirler. 602[82]

(57) İman edip amelî salih işleyenlere de karşılığını verir.


Allah zalimleri sevmez.
Allah'ın sevmediği de saadet bulamaz. İman edenler Kur'an
doğrultusunda hareket ederlerse, Allah karşılığını mutlaka
verir ve müminleri dünyada devlete, ahirette cennete erdirir.
Dünyada zulme dayalı devlet kuran Romalılar, o güçlü
ordularıyla Hz. İsa'nın getirdiği ilahi mesajı söndüremediler
de kendilerinin zulmü söndü. İmanlı olarak ameli salih
işleyenlerin zulmden ve assimile olmaktan
603[83]
korkmayacaklarını haber verir Rabbimiz.

(58) İşte sana okuduğumuz bunlar, ayetlerden ve hakim


zikirdendirler. 604[84]

(59) İsa'nın Allah katındaki durumu Adem'in durumu


gibidir. Allah onu topraktan yarattı sonra "ol" dedi o da
oluverdi.605[85]

(60) Gerçek Rabbindendir. O halde şüphecilerden olma.


En sağlam bilgi Kur'an'm haber verdiği bilgidir. Çünkü
zamanı, mekanı, insanı, olayları yaratan Allah bize faydalı
602[82]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/60-61.
Tevbe 57
603[83]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/61.
Bak Taha 112
604[84]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/61.
605[85]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/61-62.
olacak haberleri yine kendisi bildirmektedir.
İsa (S.A.V.)'nm babasız olarak Meryem validemizden
dünyaya gelmesini akıllarına yatıramayan yahudiler ve
onların etkisi altında kalan kuru mantık yobazlarına cevap
olarak
«İsa'nın durumu Allah katında Adem'in durumu gibidir.
Allah, Adem'i topraktan yarattı» ayetini indirmiştir. Adem
(S.A.V.)'in anasız babasız olarak dünyaya geldiğine
inanıyorsunuz da niçin İsanın babasız olarak doğduğuna
inanmıyorsunuz.
Günümüzde önce batıya iman edip sonra müslümanlığını
onlara göre tevile zorlayan, ama batı tarafından da değer
verilmeyen bir kısım yazar fakat okumazlarımız Hz.
Meryem'in bu doğumunu, hem ayetleri hem de tib ilmini
tahrif ederek açıklamaya çalışmışlar.
Biz toprakdan Adem'i yaratan Allah'ın, Hz. Meryem'den
babasız olarak Hz. İsa'yı yarattığına inananlardanız.
Bu konuda ve diğer konularda verdiği bilgiler hakdir,
gerçek doğrulardır. Ve biz bu konularda tereddüt etmeden
inananlardanız. Hiç şüphemiz yoktur.Şüphe içinde olanlara
Rabbimiz şöyle buyurur: 606[86]

(61) Sana ilimden birşey geldikten sonra kim seninle bu


konuda tartışacak olursa onlara söyle: "Gelin oğullarımızı
ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve
kendinizi çağıralım, sonra Allah'a dua edelim ve Allah'ın
la'netini yalancılara kılmasını isteyelim."
Hz. İsa hakkında ona yakışmayacak şeyleri söyleyen
papazlar bu davete katılmaktan kaçınmışlar ve "Ya
peygamberse, peygamberin duası geri çevrilmez ve biz
ailecek helak oluruz" demişler. Günümüzde batı insanı
hristiyanlığı sömürüsüne alet olduğu için devlet nezdinde

606[86]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/62.
tutuyorlar.
Ferd olarak düşünürsek, çoğunluğu hristiyanlığı
savunmuyor. Papazların İncil'e sonradan kattıkları şeyler
haklı olarak ferdîerin aklını karıştırıyor.
Bu gün bizler meclislerde, salonlarda, meydanlarda insanın
olduğu her yerde İslam kültürü ve onun hayata yansıyan
medeniyeti ile buyurun işte çocuklarımız, işte çocuklarınız,
işte ailemiz, işte aileniz, işte medeniyetimiz işte
medeniyetiniz gelin yarıştıralım diyebilmeliyiz.
Hicri sekizinci asrın başlarında batınüerin yaymaya
başladığı batıl bir tarikat şeyhinin ateş gösterileri binlerce
insanı peşine takdiğında, o devrin alimi, durumu devrin
devlet başkanına arzeder. Başkan da onların huzurda
yarışmalarını ister. Bu değerli alim; "Allah'dan istiharede
bulundum. Gönlümde Hz. İbrahim'e uyarak o sapık şeyhle
beraber halkın huzurunda ateşe girmek fikri geldi. Durumu
devlet başkanına arzettim kabul etti. Ancak şeyhle beraber
ateşe girmeden önce vücudumuzu sirke ve sıcak su ile
yıkamamızı istedim. Bunun üzerine şeyh ateşe girmekten
kaçındı, çünkü o vücuduna ateşin geçici bir zaman
yakmayacağı bir yağ sürüyordu. Eğer o girseydi ben de
girecektim" diyor. 607[87]

(62) İşte bu gerçek bir kıssadır. AHahdan başka ilah yoktur.


Muhakkak Allah Azizdir, Hakimdir. 608[88]

(63) Eğer yüz çevirirlerse muhakkak, Allah bozguncuları


bilir.
Geçmiş hakkında insanların verdikleri bilgiler kesin
değildirler. İnsanlar olayların dış yüzünü görürler ve kendi
iç dünyalarında yorumlayarak verdikleri için gerçekler iki

607[87]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/62-63.
Kitab-ür-Resail vel-Mesail, İbni Teymiyye 1/130 -140
608[88]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/64.
defa kırılmaya, eğilip bükülmeye uğrar.
Allanın bildirdikleri ise doğrunun ta kendisidir. Çünkü
olayın kahramanlarını yaratan Allandır. Zamanı mekanı
yaratan, insanın iç yüzünü bilen Allah'ın verdiği bilgi
kesindir. Bu kadar kesin bilgilere sırt çevirenler
bozguncudurlar. Doğru diye yaptıkları şeyler insanlara zarar
vermektedir.
Bu havayı kirleten, denizi pisleyen, ilk okuluna kadar
uyuşturucuyu yaygınlaştıran, müslüman milletlere kan
kusturan bütün bu yaptıklarını da barış, özgürlük, demokrasi
adma yapan yahudi ve hristiyanları şöyle çağıracağız. 609[89]

(64) Deki: "Ey kitap ehli, Allah'dan başkasına kulluk


yapmamak, hiçbir şeyi ona ortak koşmamak, AHah'dan
başka ba'zımız ba'zımızı rab edinmemek için bizimle sizin
arasındaki ortak bir kelimeye geliniz." Eğer yüz çevirirlerse
"şahid olun biz müslümaniz" deyin.
İnsanlarla İslami ilişkilere girmek için ayrılıklardan değil
ortak taraflarımızı gündeme getirmek gerekir. Bakara
suresinin 135 nci ayetinde ya-hudiler insanları yahudiliğe,
hristiyanlar hristiyanlığa davet ederken Allah (c.c.) bize
onları İbrahimin dinine çağırmamızı istemektedir.
Neden?Çünkü İbrahim (S.A.V.) bütün insanlar tarafından
tanınan ve sevilen bir peygamberdir.Bu ayette de yahudi ve
hristiyanları onlarla bizim aramızdaki ortak kelimeye davet
ediyoruz.Kendi görüşümüze, fikrimize, kısır kültürümüzün
ürettiği kanunların sıkıcı kalıplarına girmeye
çağırmayacağız.Allah'a kulluğa çağıracağız. Ona hiçbir
kimseyi ortak koşmayacağız. Birbirimizi veya içimizden
birini ilahlaştırmayacağız.
Birgün Peygamber efendimiz Tevbe suresinin otuz birinci
ayetini okurken, henüz müslüman olmuş Adiy b. Hatem,

609[89]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/64.
boynunda haçı ile Efendimizin huzuruna girer ve «Ama
hristiyanlar papazlarına tapmazlar» deyince peygamber
efendimiz "Ama o papazlar bir haramı helal kıldıklarında
helal kabul ediyorlar. Helal birşeyi haram kıldıklarında
haram kabul ediyorlar. İşte bu da onların papazlara
ibadetidir" buyurmuş. 610[90]
Bu ayet bütün insanlığa bir çağrıdır. Dünya insanının
rahatsız olduğu terörün, kanın, gözyaşının temelinde benim
görüşlerim, benim kanunlarım hakim olsun fikri
yatmaktadır. Müslümanlar olarak bizler "Gelin hiçbir devlet
veya şahsın fikrine, kanununa değil bütün insanları yaratan
Allah'ın kanunlarına uyalım diyoruz. 611[91]

(65) Ey kitap ehli, İbrahim hakkında niçin çekişiyorsunuz?


Tevrat da, İncil de ondan sonra indirildi. Akıl edemiyor
musunuz. 612[92]

(66) İşte sizler, haydi bildiğiniz şeylerde tartıştınız Ama


bilginiz olmayan şeylerde niçin tartışıyorsunuz? Allah bilir,
siz bilmezsiniz. 613[93]

(67) İbrahim yahudi de değildi hristiyan da değildi. O ancak


hanif bir müslümandı. 614[94]

(68) Şüphesiz insanların İbrahim'e en yakın olanı ona


uyanlarla, şu peygambere iman edenlerdir. Allah
müminlerin dostudur.
Tarih boyunca iyi insanlara herkes sahip çıkmıştır.
Yahudiler ve hristiyanlar İbrahim aleyhisselamı
paylaşamazlar. Herkes kendisine mal eder. Halbuki İbrahim

610[90]
Buharı Tarihi Kebir 7/1061, Taberani, Mu'cemü kebir 17/92
611[91]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/64-65.
612[92]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/66.
613[93]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/66.
614[94]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/66.
aleyhisselam Musa (S.A.V.)'dan da öncedir. İsa
(S.A.V.)'dan da öncedir. Bilmedikleri konuda birbirleriyle
çekişiyorlar.
Siz de bilmediğiniz herhangi bir konuda münakaşaya
girmeyin. "Ben bu konuyu bilmiyorum" deyin.
Allah (c.c.) İbrahim'e en yakın olanın ona uyan olduğunu
söylüyor. Biz İbrahim (S.A.V.)'in Hz. Muhammed'in
(S.A.V.) yolunda gidebiliyor-sak, onlara yakın oluruz.
Fatih'in nesliyiz diyenler, Fatih'in İstanbul'u ellerinden
aldığı sapık hristiyanlara uymasınlarki sözleri doğru
olsun.615[95]

(69) Kitap ehlinden bir grup sizi sapıtmak ister. Onlar ancak
kendilerini sapıtırlar da farkına varamazlar.
Tarih boyunca müslümanları dinden döndürme faaliyetleri
olmuştur. Bazan ordularla gelmişler yenmişler, yenilmişler
ama birtek insanı dinden döndürememişler. Çoğu zaman
kendilerinden müslüman olanlar olmuştur.
En son olarak körfez harbine gelen birçok Amerikalı asker
müslüman olarak Amerika'ya dönmüştür. Bunlardan
müslüman olan Amerikalı bir bayan subayla Filistinli bir
mücahidin dini nikahına İstanbul'da ben şahit oldum. Bayan
benim yanımda şehadet kelimesini getirdi.
Ordularla başarı sağlayamayan bu yahudi ve hristiyanlar,
İslam üzerine araştırma yaptırıp o yoldan sapıtmak için
"müsteşrik" enstitüleri açtı.
Ama başarılı olamadı.Bataklığa saplananın debelendikce
battığı gibi iyice sapıttılar.
İngiliz müsteşrikinin biri yazdığı hatıratta; İslam alemine
misyoner olarak giden birçok papazın gittiği yerde İslam
dinine girdiğini söylüyor. İslam dinine girmeyen de
Vatikan'a yar olmuyor. Çünkü birçok gerçeği gömü.

615[95]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/66-67.
Sapıtırken sapanlar ve saptığının farkına varmayanlar.
Taklamakan çölünde gideceği yönü bilmeyen bir insan için
her taraf aynı derecede yanlıştır. Bilen biri gelir de en yakın
yerdeki suya onları götürürse kurtulurlar. Birde o gelene
inanmak sözkonusu. O gelene inanmaz da o yoldan başka
hangi yola giderse gitsin sonu serapdır, harapdır.
İşte insanları cennete davet eden son peygambere inanmayıp
onun yolundan gitmeyenler hangi yoldan giderlerse gitsinler
sapıklıktır. İşte sosyalizm yolu, kominizm yolu, kapitalizm
yolu denendi ve çıkmazı görüldü. 616[96]

(70) Ey ehli kitap, kendiniz şahit olup dururken niçin


Allah'ın ayetlerini inkar edip duruyorsunuz?Kitabınızda Hz.
Muhammed'in geleceğini okuyup duruyorsunuz. Allah'ın
mucizesiyle başarılarını görüp duruyorsunuz. Kur1 an
ayetlerinin insanlar tarafından söylenemiyeceğini 1400
senelik araştırmalarla bilip duruyorsunuz. Hala inkarda
niçin ısrar ediyorsunuz? Israrın da ötesinde hakkı
gizliyorsunuz. 617[97]

(71) Ey kitap ehli, niçin hakkı batılla karıştırıp kapatıyor ve


bilip dur «irken hakkı gizliyorsunuz?
Hak: Cenabı Hakdan gelen Tevrat ve İncildir. İçindekiler
gerçekleri öğretirken, zamanla kralların ve papazların
çıkarlarıyla çatışan ayetler batıl sözleriyle kapatılmış ve
Allah'ın kitabını tahrif etmişler. Peygamber efendimizle
ilgili ayetleri de gizlemişlerdir.
Biz de o papazların durumuna düşmemek için Allah'ın
ayetlerini para karşılığında yanlış yorumlar yaparak
insanları sapıtmaktan sakınacağız. Çıkar çevrelerine hizmet
ederek dinimizi parçalayıp dünyamıza yamamayacağız.
Eğer dini parçalayıp dünyayı tamire kalkarsak, ikisini de
616[96]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/67-68.
617[97]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/68.
kaybederiz. Çünki şahsiyetsizlere kimse değer vermez. 618[98]

(72) Ehli kitapdan bir kısmı şöyle dedi: Müminlere


indirilene gündüzün evvelinde iman edin, sonunda ise inkar
edin. Belki (dinlerinden) dönerler.
İnsanları İslam dininden döndürmek için işkencenin her
çeşidini deneyenler başarılı olamadıklarını anlayınca, İslama
girer gibi görünüp sonra İslamdan ayrılarak beraberlerinde
insan ayırabileceklerini zannettiler ve öylece talimat
verdiler.
Sabahleyin müslüman, akşama kafir oldular. Plan tutmadı,
günümüzde bir kısım imansızlar da batılı müsteşrik
yazarların kitaplarından İslam hakkında yanlış bilgi aldıktan
sonra ayet ve hadislerle kitabını süsleyerek Müslüman
görünüp İslam düşmanlığı yapmaktalar.
"Kur'anı okudum içinde birşey yok" diye yalan söyleyerek
Müslümanlardan zayıf imanlıları kandırmaya çalıştılar ama
Allah'a çok şükür başarılı olamadılar. 1991 yılında kırk
yaşlarında iki kadın "kırk senedir
müslümandık, çok şükür hristiyan olduk" diye basına
açıklama yaptılar. Ancak gazetecinin biri onların nüfus
kağıdını yayınladı. Ermeni asıllı iki kadınmışlar. 619[99]

(73) "Dininize uyanlardan başkasına inanmayın" (dediler)


Deki: «Yol Allah'ın yoludur.» (Onlar) «Size verilenin bir
benzerinin başka birine verildiğine, yahut onların Rabbiniz
katından size karşı deliller getireceklerine inanmayın.»
(derler) Deki: «Şüphesiz fazl (bol nimet ve ihsan) Allah'ın
elindedir. Onu dilediğine verir. Allah rahmeti bol olandır,
herşeyi bilendir.»
Yahudi ve hristiyanların uluslar arası siyasette ve komşuluk
münasebetlerinde izledikleri yol, kendilerinden başkasına
618[98]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/69.
619[99]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/69-70.
inanmamaktır.
Bu gün Birleşmiş Milletler diye kurulan kuruluş bu ayetin
doğruluğunu ortaya koyuyor. Birleşmiş Milletler genel
sekreteri hristiyan olması nedeniyle Bosna Hersek'e gitse,
katil Sırpların elbisesine kanı sıçradığı için Bosnalı
müslümanı suçluyor. Filistin'e gitse yahudi askerler Filistin-
linin evini yakıp yıkarken Filistinli müslüman zorluk
çıkarıyor, güvenlik güçlerine karşı geliyor, diye müslümanı
suçluyor.
Keşmir'de ineğe tapanları tutuyorlar. Azerbeycan'da
Ermenileri, Kıbrıs'da Rumları tutuyor ve onlara inanıyorlar.
Müslümanı tutmuyorlar ve inanmıyorlar. Çünkü iç
dünyalarında İslamın üstünlüğüne inanıyor ve ha-sed
ediyorlar. İneğe tapanların hiçbir zaman kültür üstünlüğüyle
yahudi ve hristiyanları etkilemeyeceğini biliyorlar. Ama
Müslümanlık yahudi ve hristiyanların ülkesinde saf haliyle
duyurulabilirse kendilerinin kaybede-
ceğini biliyorlar.
Bu bildiklerini açıkdan söylemiyorlar. Açıkdan "biz her dine
saygılıyız, bize göre bütün dinler eşittir" diyerek tarafsız
gibi görünerek taraf tutarlar. İşte yaptıkları meydanda. Bir
de "bütün dinler eşittir" derken kendi kalpazanlıklarının
eseri olan karışık altınla hakikisini aynı yerde teşhir etmekle
kalitelerini artırmak istiyorlar. Biz onlara yine de
hatırlatacağız. "Yol Allah'ın yoludur" diyeceğiz ve onun
yoluna aykırı bütün yollan reddedeceğiz. Akif merhum bu
ayeti şöyle dile getirmiş.
"Allaha dayan sa'ye sarıl hükmüne râm ol, Yol varsa budur,
bilmiyorum başka çıkar yol." 620[100]

(74) Allah rahmetini dilediğine tahsis eder. Allah büyük fazl


sahibidir.

620[100]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/70-71.
Peygamberlik yahudilerin tekelinde değildir. Peygamberi
gönderen Allah olduğuna göre dilediği milletten dilediğini
seçer.
Dünyaya birçok ahlaksızlığı Öğreten yatvudiler olduğu gibi
ırkçılık hastalığını da bulaştıran onlardır. Bu ırkçılık
hastalığı onlara çok pahalıya malolmuş, milyonlarca
insanını yemiş ama, hala hastalığından memnun görünüyor.
Biz ise izzetin Allah'a, Rasulüne ve onlara iman edenlere ait
olduğu na inanırız. İmanını yitiren hangi ırkdan olursa olsun
izzetini yitirir. 621[101]

(75) Ehlî kitap arasında öylesi vardirki ona bir kınlan (bir
yığın altını) emanet bıraksan onu sana öder. Yine onlardan
öylesi vardırki, bir dinar (altın para birimi) emanet etsen onu
ayak diretmeden sana ödemez. Bu onların: "ümmilere karşı)
bizim üzerimizde yol yoktur." demelerindendir. Bilebile
Allah'a karşı yalan söylerler.
1973 yılında Fransa'ya gitmeye karar verdiğimde, Avrupa
ve hristi-yanlar hakkında bilgi edinmek istediğimde, kitap
olarak elime Kur'anı Kerimi aldım ve okudum. Baktım ki
batı insanının içini, filmini sunuyor Kur'an-ı Kerim.
Rabbimiz bu ayette ehli kitap içinden de dürüst insanların
olabileceğini, tonlarca altım emanet etsen el sürmeyeceğini
haber veriyor. Ama bir dinar içinde uğraştıracak insanlar
vardır.
Kâfirler arasında güvenilebilecek insan çıkabilir.
Müslümanlar arasından hain'in çıkabildiği gibi
İstanbul'da Fatih camiine yolunuz uğrarsa, kapının girişinde
para konacak yer vardır. İslamın hakim olduğu dönemlerde
zenginler, camiye girerken oraya sadaka olarak para bırakır,
ihtiyacı olanda oradan ihtiyacı kadar para alırmış, Zengin
kime verdiğini, fakir de kimden aldığını bilmezmiş.

621[101]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/71.
Ticaret hukuku hristiyanlardan terceme edileliden buyana
bu sistemin bakanlarından bile yolsuzluktan hesaba çekileni,
olmuştur. 622[102]

(76) Hayır, kim sözünü yerine getirir ve sakınırsa, şüphesiz


Allah sakınanları sever.
Ahdi yerine getirmek demek, kişinin birine verdiği sözü
yerine getirmek demektir.
Bizler ilk sözümüzü Allaha (c.c.) verdik. Onun Rablığını
ruhlar aleminde kabul ettik. 623[103] Şimdi sözümüzde durup
Allah'dan başkasının hakimiyetini kabul etmememiz
gerekir.
İnsanlara verdiğimiz sözlerimizi yerine getirmeliyiz. İmza
attığımız çek, senet ve hertürlü yazışmalarımıza sadık
kalmalıyız.
Bütün bunları yaparken Allah'dan sakınmalıyız.
Sorumluluklarımızı yerine getirirken yanlışlarımız,
hatalarımız ve kusurlarımız olursa yalnız Allah'dan
sakınmalıyız. 624[104]

(77) Allah'ın ahdini ve yeminlerini az bir para karşılığında


değiştirenlerin, işte onların ahirette hiç bir payı yoktur.
Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz, onlara bakmaz,
onları temize çıkarmaz ve acıklı azap da onlaradır.
Ruhlar aleminde "Evet Rabbimiz sensin" diye söz verdiği
halde dünyaya gelince insanlardan bazılarını Rab edinenler
Allah'ın ahdini dünya malı karşılığında satanlardır.
Allah'ın ayetlerini kendi çıkarları için gizleyenler, yanlış
yorumlar yapanlar cehennem azabıyla
cezalandırılacaklardır. Bakara suresinin 159 ncu ayeti ile
174 ncü ayetlerinde de açıkladığımız gibi, günümüzde bir

622[102]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/71-72.
623[103]
Araf 172
624[104]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/72-73.
kısım insanlar kafirlere şirin görünmek için cihadla ilgili
ayetleri Allah'ın hakimiyeti ile ilgili ayetleri yanlış
yorumlamaya başladılar.
Geçici makam, mevki, para, şan ve şöhret için Allah'ın
ahdini gözetmeyenler, çıkar çevrelerinin hoşuna gidecek
şekilde ayetleri tahrif edenlere Allah ahirette rahmet
nazarıyla bakamaz ve onları dünyada benzeri olmayan
azapla cezalandırır. 625[105]

(78) Onlardan bir bölümü de vardırki, onlar siz onu kitapdan


sa-nasınız diye kitapda olmadığı halde dillerini kitaba doğru
eğip bükerler. Allah katından olmadığı halde «Bu Allah
katındandir» derler. Bilip dururken Allah'a karşı yalan
söylerler.
Ehli kitapdan bir kısmı Allah'ın kitabı Tevrat'ta ve İncil'de
olmayanı varmış gibi ona benzeterek insanları saptırmaya
çalışmışlar. Ama kendileri sapmışlar, başkalarını da
saptırmışlar ve cehenneme düşmüşler. Bizim de aynı
duruma düşmememiz için Allah bizi uyarmaktadır. Tarih
boyunca birçok kafir Kur'an'a benzer şeyler söyleyip
Kur'an'ı tahrife yönelmişler. Ancak Allah Kur'an hafızlan
olan kurra ile Kur'anını korumuştur. Kur'an hafızları
Allah'ın yeryüzündeki süvarileridir.
Kur'an'a bir harf ilave edilmeye veya eksiltilmeye kalkilsa,
hafızlarımız hemen onun farkına varırlar.
Son zamanlarda bazı imansızlar, Kur'an'dan bazı ayetlerin
çıkarılıp yerine bir kafirin sözlerini koymayi teklif cüretini
gösterdiler.
Bazı müslümanlarımız da farkına varmadan hadisi şerifi
ayet diye sunuyor. Bazan bir ata sözünü ayet meali diye
aniatıveriyorlar. Kesinlikle ayet olduğunu bilmediğimiz
sözleri ayet diye anlatmaktan kaçınalım. 626[106]
625[105]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/73-74.
626[106]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/74.
(79) Allah'ın kendisine kitap, hüküm ve peygamberlik
verdiği hiçbir kimseye «Allah'ı bırakın bana kul olun»
demesi yakışmaz. Ancak «Öğretmekte ve öğrenmekte
olduğunuz kitap sebebiyle Rabbaniler olun» demek yaraşır.
Yaratılmışlar içerisinde ençok sevdiğimiz anamızdan,
babamızdan canımızdan üstün tuttuğumuz peygamberler
kendilerine kitap hikmet ve nübüvvet verildiği halde
insanları kendisine kul olmaya çağırması yasaklanmıştır.
Kula kul olmak, insana tapınmak yok. Bazı insanlar "Biz
kimseye tapınmıyoruz" diyorlar. Tapınmak demek Allah'ın
kanunlarına zıt kanuı koyan insanlara boyun eğmek, onların
koyduğu kurallara uymak, onlar ilah kabul etmektir. Onlara
tapınmak demektir.
Biz peygambere bile tapınmazken, bizim gibi insanların
koyduğu ka nunlarla kendi aklımızı niye mahkum edelim.
Allah, A'raf suresi 194 nci ayetinde bizim gibi kullardan
yardım isteyip, dua etmememizi ister.
Kitabın öğrettiği doğrultuda Rabbe kul olmayı emreder.
Rabbe kul luk yapmak herkesin kendi aklına göre değil
Rabbimizin kitabında öğret tiği şekilde olacaktır. 627[107]

(80) Size melekleri ve peygamberleri Rabler edinmenizi


emretmesi de yaraşmaz. Siz müslüman olduktan sonra size
inkarı emre-dermi hiç?
Geçmişte sabiin diye bir toplum yaşamış. Onlar da bir kısım
tarihçilerin ifade ettiğine göre yıldıza taparlarmış.Bir kısmı
da "meleğe taparlar" deniliyor. Günümüzde Amerika'da
şeytana tapanlar olduğu gibi, şeytana tapanlar derneğini bile
resmen kurmuşlar. Şeytana tapanlar derneğinin kurulmasına
müsaade ediliyor. Demokratik bir ülke olduğunu iddia
ettiler. Amerika'da Nevvyork'ta, Waşington'da şeytana

627[107]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/75.
tapanlar bir araya gelirler, merasimlerini icra ederler. Dünya
genelinde de yayılma için gayret gösterirler. Devlet de ona
imkan sağlar. Ülkesi müsade ediyor, imkan sağlaması
budur. Ama birçok müslüman yiğit delikanlılarımıza Türk,
İran, Malezya ve Arap aleminden gelen müslümanlara
İslami faaliyet için izin vermez. Mesela Mısır dan iki sene
önce bir zat gitmişti, doktorasını yapmış mücahit bir insan.
Amerika'daki müslümanîan şöyle İslami ilimlerde
teşkilatlandırmak için oraya varmasından birkaç ay sonra
evinde bir patlama ile çoluğu çocuğu tamamı öldü, şehit
ettiler. Yani o güya laik demokratik hür bir ülke olan
Amerika'da şeytana tapanlara dernek kurma hakkı vardır.
Ama Allah'a şuurlu ibadet edenlere yaşama hakkım vermez-
ler. Hocam "bizim tanıdığımız biri var, çok sağlam
müslüman, beş vakit namazını kılıyor. Amerika'da ticaret
yapıyor ona birşey demiyorlar" diyorlar. Evet "Beş vakit
namazını kıl, bana da zarar verme, parada kazan" diyorlar.
Ona bir şey demiyor ama, bir adam gelmiş veya kendi
içinden bir adam, mesela Malcom X sonradan müslüman
olunca Şahbaz ismini almış şu andaki onmilyon
müslümanın müslüman olmasına sebeb olan adam. Mafya
lideri olduğu zamanlarda çok saygı değer bir adamken,
müslüman olduktan sonra 16 kurşunla şehid edilir. Hem de
bir konuşma esnasında, vaazında şehit edilir ve faili meçhul
cinayetler arasına girer, insanların sapkınlığı çeşit çeşit.
Meleklere ibadet edenler var. Yıldıza ta-pinanlar var.
Zamanla Sabiin denen takım yıldıza tapınırlarmış, onların
günümüze kadar kalıntısı varmı? Evet İstanbul şehrinde
birkaç kişi vardır, bir araya gelirler. Yıldız falı ile uğraşırlar.
Bir tane adamı tanımıştım,
gündüz hayatlarını ve senelik hayatlarım yıldız falına göre
ayarlarlar. Ne kadarsınız dedim. " Biz azız, yüz kadarız"
dedi. Bu yıldız falı, yıldıza tapanlardan kalmadır.
Yıldız falına bakanlar yıldıza tapmıyorlar. Hani eski
çağlarda mezarlara çaput bağlama adeti vardır.
Müslümanlıktan değildir. Eski Türklerin Şaman dininden
kalmadır. Bin yıldır müslüman olmuşuz ama o gelenek
nasılsa devam ettiği gibi, yıldıza tapanların da dininden
günümüze devam eden, yıldıza bakma, yıldız falını okuma,
yıldızname gibi kitaplarla insanların geleceği hakkında bilgi
verme, günümüzde televizyona da sıçradı. 628[108]

(81) Hani Allah peygamberlerden, «And olsun size kitap ve


hikmet verdim. Sonra sizinle beraber olanı doğrulamak için
seze peygamber gelecek. Ona mutlaka inanacak ve ona
mutlaka yardım edeceksiniz» sözünü aldığında "ikrar ettiniz
ve bu ağır yükümü alıp kabul ettiniz mi» demişti de onlar:
«İkrar ettik» demişlerdi de Allah «Şanit olun, bende sizinle
beraber şahitlik edenlerdenim» dedi.
Yani İsa Aleyhisselamdan söz aldı. "Senden sonra gelen bir
peygamber var" dedi. "Evet yarabbi O Muhammed'e ben de
inandım" diye cevap verdi. "Öyleyse ona yardım da
edeceksin." Evet Yarabbi ona yardım edeceğim diye söz
vermiş.
Hz. Adem kendisinden sonra gelen İdris'e, İdris
Aleyhisselam kendisinden sonra gelen Nuh Âleyhisselama,
Nuh Aleyhisselam kendisinden sonra gelen peygamberi
müjdeliyerek vefat etmişler. Sağlığında gelmişse birbirlerini
desteklemişler. Hani İbrahim Aleyhisselam ile Lut
aleyhisselam aynı çağda yaşıyorlar. İbrahim Peygamber Lut
Aleyhisselam'in peygamber olduğunu kabul ediyor ve
destekliyor. Lut Aleyhisselam da İbrahim Aleyhisselamın
peygamberliğini kabul ediyor ve destekliyor. Bu ayeti
kerime bunu destekliyor, Allah peygamberlerden bu sözü
aldı diyor ve kabul ettiniz mi ve benim bu sözümü ahdimi
aldınız mı? Evet yarabbi ikrar ettik, kabul ettik yarabbi.

628[108]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/75-77.
Bizden sonra gelen peygamberi kabul ediyoruz ve ona da
yardım edeceğiz. Peki İsa Aleyhisselam ile peygamber
efendimiz arasında 600 yıllık gibi bir zaman var. Peygamber
efendimize İsa Aleyhisselam nasıl yardım etsinki. İsa
Aleyhisselam havarilerini toplamış, benden sonra dinin
bozulan taraflarını düzeltmek üzere bir müjdeci gelecek
demiş. Bu ifade şu anda okumakta oldukları kitabın
içerisinde de var. Ama ehli kitabın ilim adamları ayetleri
yorumlarken yanıltıyorlar diye yukarıda geçmişti.
O demişler, işte felan Pavlos demişler veya Janpol bilmem
ne demişler. Zaman içerisinde geçmiş kendi papalarından
veya papazlarından birisi için yorumlayıvermişler
geçmişler.
Fakat zaman içerisinde temiz insanlar da Peygamber
efendimiz (A.S.V.)'ın çıktığını görünce Aaa!.. Beklediğimiz
peygamber işte bu demişler, gelmiş müslüman olmuşlar.
Yani yoruma katılmayanlar var. Ama hala bugün ısrar
edenler, o yorumu kabul eden insanlar var. Şimdi bu ayeti
kerimeden hareketle Amerika geçenlerde bir peygamber
gönderdi, yani resmen dünyaya ilan etti ve yeni peygamber
çıktı, o adam "Ben peygamberim" dedi ve dünyaya da
mesajlar gönderdi. Türkiye'ye de gönderdi, Mısır'a da
gönderdi, Mekke'ye de gönderdi çeşitli yerlere gönderdi.
"Gelin yeni peygamber olarak bana tabi olun" dedi. Onun
ümmetinden bir tanesi de bana geldi ve bu ayeti kerimeyi de
benim önüme delil olarak getirdi. Peygamberliğini ilan eden
bu adamı 1990 yılında boğarak öldürdüler. Faili meçhul
cinayetler arasına o da girdi. Ya ümmetlerinden biri öldürdü
veya saf tertemiz müslümanlardan biri gitti o öldürdü. Belki
ilk
defa ona peygamber diye kanan, sonra da aklı başına gelen
ve benim imanımı çaldın, seni imansız diye odasında
boğmuş öldürmüş olabilir. Gazetelerde "sahte peygamber
Öldürüldü" diye yazdı. Şimdi o bana gelen sahte
peygamberin sahte ümmetinin söylediği şu:
«Allah peygamberlerden söz aldı, Burada Hz. Muhammed
istisna edilmiyor, o da peygamber olduğuna göre hepsinden
söz aldı manası» vardır «ne manada söz aldı, kendisinden
sonra gelen peygambere yardım edeceği konusunda söz
aldı» diyor. Yani peygamberden sonra peygamber
geleceğini peygamberimizden söz aldı diyor. Peki dedim
eğer peygamber efendimizden söz almışsa, hadisi şeriflerde
olması lazım, şimdi ayet-i kerimede ona yardım edeceği
konusunda da söz aldı. İsa Aleyhisselam de-mişki, evet
yarabbi benden sonra gelen peygambere yardım edeceğim.
Nasıl yardım etmiş? Havarilerini toplamış demişki, "benden
sonra benim gibi bir peygamber gelecek, o geldiğinde ona
uyunuz, bu bir yardımdır." Hani ayet-i kerimede geçer bu:
«Benden sonra Adı Ahmet olan ve müjdeci biri gelecektir»
(Saf 6) diyor. Bu yardım etmesidir ve İsa Aleyhisselam
sözünü yerine getirmiştir. Peki peygamber efendimizin bir
tek hadisi şerifi var mı bir zaman gelecek, 1989 yılında
Amerika'da şu isimli bir peygamber çıkacak, ona iman edin
diye bir sözü varmı? yok. Söylememişse zaten siz
sakatsınız.
Ayet-i Kerimede:«Muhammed sizden herhangi birinizin
babası değildir. Allah'ın Resulüdür ve peygamberlerin
sonuncusudur»diyor 629[109] Yani böyle zirzopların çıkacağını
Allah (c.c.) biliyor. Bildiği için de tevile imkan bırakmıyor.
O peygamberlerin sonuncusudur. Sonuncu manasına gelir.
Mühür manasına da gelir. İş bitmiş mühür ne yapılır? Yazı
yazılır yazılır yazılır ve sonu mühürlenir. Bitti bu işin
bundan sonrası yok manasınadır. Hani mühür basılsa da alt
tarafına yeniden ilave etseniz mahkemede ne derler buna?
Kendi kendine ilave etmişsin derler. İlave edilebilir ama
yeniden mühür vurulur, yani mühür o işi sona erdirmektir.

629[109]
Ahzab 40
Peygamber efendimiz peygamberlik mührüdür ve
peygamber efendimiz peygamberlerin en sonuncusudur.
Allah (c.c.) bunu böylece bize bildiriveriyor.
İşin enteresan tarafı şu: tarih boyunca öyle peygamberler gel
miski bir tek ümmeti olmadan bu dünyadan gitmişler. Yani
kendisine hiçbir insan iman etmemiş, Efendimiz bunu haber
veriyor. Fakat işin acı bir cilvesiki sahte peygamber çıkıpta
kendine ümmet bulamamış hiç peygamber yok bu güne
kadar. Evet Müseylemetül Kezzap bile peygamber
efendimiz zamanında çıkmış. Hz. Ebu Bekir zamanında
öldürüldü. Bu adam bir harp esnasında muslinnan ordularla
harp edebilecek kadar etrafına adam toplamış. Günümüzde
de bu adam epeyce kendi etrafında adam bulabildi yani.
Batıl bir iş yaparsanız, sapık bir iş yaparsanız, etrafınızda
epeyce insan bulunabilir. Doğruyu insanın nefsi istemiyor.
Ruhu isterken nefsi istemiyor. Öyle olunca bazı insanlar bir
yerde çok olarak bulunabiliyorsa. çokluğa aldandır diyor,
doğru ne ise odur. Güzel ne ise odur, yeterki aaa bu güzel bu
doğru diyen bir tek kişi bile olsa, o doğrunun etrafında yer
almak gerekiyor.630[110]

(82) Kim bundan sonra yüz çevirirse, onlar fasiklarm ta


kendisidirler. 631[111]

(83) Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar? Halbuki


göklerde ve yerde olanların hepsi ister-istemez ona teslim
olmuştur, ve ona döndürüleceklerdir.
Allah'ın dininden başka din mi arıyorlar? Daha önce 19 ncu
ayette geçmişti: «Allah katında din islam dinidir» diye
seksen beşinci ayettede: «Kim Allah'ın dininden başka bir
din ararsa, ondan katiyyetle kabul edilmez ve ilerde de
kabul edilmeyecek» diyor Allah (c.c). Yani efendim
630[110]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/77-80.
631[111]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/80.
hristiyanlar da yahudiler de din sahibidirler, adamların
kitabı da var,
adamlar da cennete gidecek. Allah (c.c.) "Allah'ın dininden
başka din mi arıyorlar" buyurur ve "İslamdan başka din
arayan kişiden dini kabul ediî-meyecekdir" diye cevap verir.
Öyleyse o İslam dini nedir, kime yöneliyor, kime ibadet
ediliyor? Allah (c.c.) «Gökte ve yerde ne varsa isteyerekte
istemeyerek de Allah'a teslim olur, teslim olmuştur, ona
döndürülür» diyor. Yerde ve gökte her ne varsa ona teslim
olmuş. Ama teslim olmayanlar var hocam!.. Rabbim
diyorki, bir kısmı isteyerek teslim oluyor, bir kısmı da
istemeyerek teslim oluyor.
Şöyle düşünün Allah'a hamdu senalar olsunki İslam
nimetini Rabbim bize lütfetmiş. Bundan büyük nimet ben
yeryüzünde bilmem. Hepimiz kabir denen yere gidiyoruz.
Gitmem diyecek kimse yok. Biz gönüllü gidiyoruz. Yarabbi
bize verdiğin bir ömür var. Senden isteğimiz «bizim bu
dünyamızı güzel eyle, ahiretimizi de güzel eyle» 632[112]
diyerek yürüyoruz kabre doğru. Kafir ölümü istemiyor ama
gidiyor, istemese de gidiyor, kime gidiyor? İnkar ettiğinin
huzuruna gidiyor, kabul etmediğinin huzuruna gidiyor.
Allah (c.c.) diyorki, yerde ve gökte ne varsa isteyerek de
istemiyerek de ona teslim oldu. İnkarcının kam kendi
koyduğu kurallara göre hareket etmiyor. Rabbimin koyduğu
kanunlara göre çalışıyor. Yani vücudunda trilyonlarca
hücresi varsa hepsi Rabbinin koyduğu kurala göre hareket
ediyor. Yalnız iradesi inkarcıdır. Beri taraf tamamı ibadet
ediyor. İtaat ediyor vücudunun tamamı, Rabbini teşbih
ediyor. Ve ona secde ediyor. Vücudunun tamamı Rabbime
teslim olmuştur. Yalnız iradesini kötüye kullanmaktan
cezasını çekecektir ve ebedi cehennemliktir.
Ayetler o kadar güzel ki "Yerde ve gökte herne varsa

632[112]
Bakara 201
Allah'a secde eder." Yalnız insanlar değil secde edenler.
Rabbim Rad suresinin 15 ci ayeti kerimesinde yerde ve
göktekiler Rabbime secde ederler. Yalnız ağaçlar değil,
yalnız hayvanlar değil, ağaçların, hayvanların, dağların göl-
gesi dahi secde eder diyor. Öğlede ve akşamda yani ikindi
üzeri secde eder, hani ağaç gölgesi aşağıda toprağa,
müminin secdeye kapanışı gibi kapanır, ikindi secdesi var,
kuşluk secdesi var ve öğle secdesi var.
Bakara suresinin tefsirinde geçti «Kafirlerin kalbinin
taşlardan katı olduğunu anlatıyor Rabbim.» 633[113] Onların
kalpleri kayalar gibidir. Hatta kayalardan da katıdır. Çünkü
taşlardan öyleleri varki Allah'ın haşyetinden yukarlardan
aşağılara doğru yuvarlanırlar diyor. Bunlar biraz aklımıza
yatmıyor gibi gelebilir, yani taşın yuvarlanması, bu tabii bir
kanundur. Yani güneş vuracak, efendim yağmur yağacak,
taşta çatlama meydana gelecek, birgün kopacak, taşın da
ağırlığına göre, meyline göre düşme kanunu vardır, ona göre
yuvarlanacak. Bunların hepsi kanun mu kanun. Batılı bunu
keşfetmiş, peki yazılan her kanunun bir koyuyucusu var mı?
Var. Hani bu günkü anayasanın koruyucusu, yazıcısı
biliyoruzki filan profesördür. Bu kanunun yazıcısını
arıyoruz da, öylesine düzenli tabiattaki kanunun
koyucusunu aramıyoruz. Güneş doğacak, yağmur yağacak,
taş çatlıyacak ve aşağıya doğru yuvarlanacak, bu bir kanuna
tabi, bu kanunu koyan Allah (c.c.) ve Rabbim bizim her
olayı yorumlamamıza da ışık tutuveriyor, bir taş
yuvarlanıyorsa Rabbimin haşyetinden yuvarlanıyor. Bir
ağacın gölgesi yerde, aman yarabbi bu ağacın gölgesi
secdeye kapanmış diyeceğiz. Rad suresine bakarsanız, O
bizi de secdeye kapanmaya çağırır.
Errahman suresi ayet altıda «Otlar da ağaçlar da Allah'a
secde ederler» diyor. Peki bunları böyle kabul etmenin ne

633[113]
Bakara 74
faydası olur? Faydası olur. Arabanıza attınız çoluğunuzu
çocuğunuzu pazar günü, bir ormanın kenarına gittiniz.
Baktınız ki yaz mevsiminde ağaç güzel, gölge güzel, hanım
güzel, çocuklar güzel, siz de güzelsiniz. Güzel güzel
oturacaksınız. Oturdunuz, bazı kimseler zıkkımlanmayı da
aklından geçirmiş, şehrin havasını kirlettiği yetmediği gibi,
dışarımnda havasını kirletelim diyerek oraya içkisini
götürmüş, ama hoca efendisinden duymuş «Gölgelerde
Rabbime secde eder», secde edenin üzerinde insan içki
içebilir mi? Mesela bir adam namazda secdeye varmış, siz
de adamın omuzuna oturmuş içiyorsunuz, olurmu bu?
Olmaz. Allah (c.c.) diyorki «gölge secde eder diyor öyle ise
o secde eden gölgede çocukların gönlünü almak, insanların
gönlünü almak, hanımının gönlünü almak gerekir. Öğle
vakti geldiğinde çocuklarla beraber alnı secdeye koymak
yaraşır. Camide kimsenin hakkı yenmez. Kimsenin omzu
çiğnenmez. Kimsenin cebinden birşey alınmaz, öyleyse
"yeryüzü bana mescit kılınmıştır" diyor Efendimiz. 634[114]
Yeryüzünde kimsenin hakkı yenilmemeli, kimseye zulüm
edilmemeli, kimsenin kanı emilmemeli, kimsenin cebindeki
paraya göz dikilmemeli. Birlikte bu toprak üzerinde secde
edilmelidir. Allah c.c. «kuşlar da sizin gibi ümmettir»
diyor.635[115] yani onların da kendilerine göre ibadetleri var.
Böyle inanç içerisinde olan bir adam çıkıyor dağa, ağaç
secde ediyor, gölgesi secde ediyor. Kuşlar da yukardan
secde ediyor. Hani Mevlana leyleği dinlemiş, kendinden
geçivermiş Lek Lek diyor ya Leylek. "Lek" Arabın dilinde
herşey senin için demektir. Lek lek lek deyince Aman
yarabbi bu leylek benden iyi zikreyliyor demiş bayilı
vermiş. 636[116]

634[114]
Buharı K. Teyemmüm
635[115]
En'am 38
636[116]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/80-83.
(84) Deki: «Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e,
İshak'a, Ya'kub'a ve torunlarına indirilene, Rableri
tarafından Musa, İsa ve peygamberlere verilene iman ettik,
onlar arasından hiçbirini ayırt etmeyiz. Biz ona teslim
olanlarız.»
Peygamberimize olan bu emir şu anda bize emirdir. Deki;
Biz Allah'a iman ettik, bize indirilene' iman ettik. Yani
Kur'an-ı Kerim'e iman ettik. İbrahim'e indirilene iman ettik.
İsmail'e iman ettik. İshak'a iman ettik. Ya'kub'a iman ettik,
Ya'kub'un torunlarından gelen peygamberlere iman ettik.
Musa'ya verilen Tevrat'a iman ettik. İsa'ya verilen İncil'e
iman ettik, ve Rabbimden gönderilen peygamberlerin
tamamına iman ettik ve onlar arasında da hiç ayrım
yapmayız. Biz ona teslim olmuşuz.
Bu öyle bir ifadeki "Oğluna benimle uğraşma. Ben Allaha
teslim olmuşum, müslüman olmuşum. Bunu bil. Tarafıma
geçersen kardeşim olursun. Gönlüm bunu arzu ediyor.
Benim bu imanım peygamberlerin
getirdikleridir. Taa ilk peygamberden itibaren İbrahim'den
itibaren, İsmail'den itibaren, İshak'tan Yakup'tan,
torunlarından, Musa'dan, İsa'dan, peygamber efendimiz
(A.S.V.)'a kadar gelmiş peygamberlerin hepsine iman
ediyorum." Bu "îman ediyorum" kelimesi de yalnız bu
kadar değil. Allah (c.c.) bu iman ettiğimiz peygamberlerin
hayatlarını da bize haber veriyor. O hayatı yaşamak ancak o
peygamberlerin mücadelesini vermekle ancak mümkün olur.
Peygamberlerin yaptığının tam aksini yaparak "yok canım
onlar biraz aşın gitmiş" diyecek olursanız iman etmiş
olmazsınız. O peygamberlerin vermiş olduğu bilgileri
öğrenmek gerekir. Hz. Adem'e kadar varan peygamberlerin
hayatını Kur'an kanalıyla öğrenmek lazım. Bizim kültür
hazinenizin temelleri çok eskilere dayanır. Dünyada
müesseseler birbirlerine hava atarlar: "Müessesemizin 157
nci yılını kutluyoruz" derler. Biriside nasılsa tahkik edilecek
değil ya, aynı işi yapıyorsa "163 ncü yılını kutluyoruz"
diyor. Bazı müesseselerin üzerinde işte kuruluş yılı, 1850
dedesinin dedesi de o işi yapıyormuş 1850 yılından beri
yani biz çok köklü bir müesseseyiz, bizden alın manası
vardır. Bu işi sağlam yaparız, sağlam yapmamış olsaydık
babamızın başlattığı bu müessese bu güne kadar gelemezdi.
Bu siyası kuruluşlarda da öyle devlet kuruluşlarında da
öyledir. Müslümanlarda da öyledir. Batıda da bu vardır.
Yani İngiltere kraliçesinin oturduğu yer dedesinin,
dedesinin, dedesinin, dedesinin oturduğu yer. Bunun
faydaları vardır, yalnız siyasi yönden faydaları, yeri
değiştirmemenin devlet geleneğinde ayn bir faydası vardır.
Biz ise zalim insanların kanları ile övünen insanlardan
değiliz. Biz insanların kanının akmaması ve insanların
başkalarına tapmaması için gönderilmiş Rahmet peygam-
berlerine iman etdğimizi söylüyoruz. Biz İbrahime de iman
ediyoruz. O ibrahim o gün zamanın zalim sultanı ki
insanların hayatlarına ve insanların düşüncelerine değer
vermiyor. Kendi düşüncesi ile despotça idare ederken
karşısına İbrahim çıkmıştı biz ona iman ediyoruz. İman
ediyoruz demek onun yolundan gidiyoruz. İsmailin
yolundan gidiyoruz. Allah için Kurban olmaya razı olmuş
Allah da onunla bu insanların başkalarının önünde kurban
olmasını engellemiştir.
Daima «Ve selamün alel mürselin» diyorsunuz. Hz.
Peygamberlerden Hz. Ademe kadar bütün peygamberlere
selam olsun diyorsunuz. Yani selam olsun, yolunuzdan
devam ediyoruz demektir. 637[117]

(85) Kim İslamdan başka din ararsa ondan o (bulduğu din)


kabul olunmayacaktır ve o ahirette zarara uğrayanlardandır.
İslamdan başka din arayan kişiden o kabul edilmeyecektir.

637[117]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/83-85.
O ahirette hüsrana uğrayanlardandır. "Bu günkü Yahudi ve
Hristiyanlar da cennete gidecektir" diyenler cennetin sahibi
olan Allah'ın sözüne karşı gelmiş olmuyorlar mı? 638[118]

(86) İman ettikten, peygamberin hak olduğuna şahitlik


ettikten, ve kendilerine apaçık deliller geldikten sonra inkar
eden bir kavmi Allah nasıl doğru yola eriştirir? Allah zalim
kavimleri doğru yola eriştirmez.
"Zalim toplumlara hidayet vermez" derken zulmü devam
ettiği sürece vermez. Ama zulümden arınacak olursa, Allah
(c.c.) herkese hidayet verir. Hani Mevlana "gel her ne isen
yine gel. İster Yahudi ol, ister Hristi-yan ol, İster Mecusi ol,
ne olursan ol bin defa tevbeni bozmuşsan yinede gel" diyor.
Bu söz doğru bir sözdür. Ama Mevlananın orda bir türbesi
var, oraya gelde oynayalım manasında değil. Öyle anlamış
birisi de her ne ise yine gel aralık ayının 17 sinde Konya'ya
gel, Konya'da beraber oynayalım. Şimdi gelecekler
İtalya'dan Almanya'dan Amerika'dan, İngiltere'den çeşitli
dinden ve dinsizlerden insanlar gelecek oraya ve orada içile-
cek, içildikten sonra kendilerinden geçecekler. O
semazenler de oynayı-verecekler. Kurtulduk deyip huzuru
kalp içinde döneceker. O değil hani "ben Kur'anın yolunun
tozuyum" diyor Mevlana. Onun için "gel" derken İslama
gel, İslama gelecek olursa da Yahudi ise gelsin, Hristiyansa
da gelsin, Putperestse de gelsin, her ne dinden ise veya
dinsizden ise gelsin, İslam ümitsizlikler kapısı değildir.
Çünkü Ayeti Kerimede «Allah'ın Rahmetinden ümidinizi
kesmeyiniz» Şimdi bu beyti onlar "Mevlana müzesine gel"
diye yorumlamışlar. Konya da çok değerli Hoca efendiler
tutmuşlar demişlerki "bu söz Mevlananın mesnevisinde yok,
öyle olunca bunu Mevlana söylemedi, kendiniz
uydurdunuz" demişler. Yahu ne gerek var, söyledi veya

638[118]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/85.
söylemedi. Söz doğru mu yani İslama gel diyor mu?, söz
doğru, öyle ise biz de yorumu öyle yapıyoruz. Çünki
Mevlananın diğer beyitleri buna şahittir.
Yani burada Allah zalim toplumlara hidayet vermez derken
bu adamlar katiyyen müslüman olamaz anlamında değil.
Zalim insan, hem zalim kafir, hem de müslüman, bu olmaz.
Ya küfründen, zulmünden vazgeçer, arınır, tertemiz
müslüman olur, ve Allah (c.c.) ona İslamı lütfeder hidayete
girer. Hani daha önce Bakara suresinde geçmişti Allah (c.c.)
İbrahim Aleyhisselama, diyorki «Ben seni insanlara önder
yapacağım», yani bu insanların yöneticisi, imamı sensin,
peygambersin ve devlet başkanısın. İbrahim Aleyhisselam
duasına devam ediyor. «Yarabbi çocuklarımda da devam
etsin bu yönetim ve peygamberlik» Allah (c.c.) «Benim bu
ahdim yani devlet başkanlığı, adaletle olan devlet
başkanlığım zalimlere ulaşmaz» diyor. Zalimler o makama
gelemezler diyor Allah (c.c). Peki Hocam ama, zalimlerden
bir çoğu devlet başkanı olmuş. Dünyada ki araştıracak
olursak, adil toplumların başına tarih boyunca hiç
zalimlerden devlet başkanı olamamış. Yani adil bir
toplumun başına zalim bir adam, devlet başkanı olmamış.
Millette bir bozulma olur, zulme karşı bir meyil olur derken
onların meylettiği tipten bir adam başlarına kendi
aralarından elleriyle kaldırarak onu getirirler.
Onun için şöyle denilmiş, ağaç hani yapraklar yemyeşilken,
güz mevsiminde sararmaya başlayacak en tepedeki bir
yaprak sararır, yani ilk önce bir yaprak sararacak. Aşağıdaki
yapraklar ayiplayamazlar onu. Aaa biz yemyeşildik o
sarardı diyemezler, niye? Ağacın topyekün bünyesinin izni
olmadan o yaprak sararamazmış. Topyekün ağacın
bünyesinden sararmaya bir meyil başlamıştır derken üsteki
bu işi belirtmişti, onuri için toplumdaki kötü davranışları
gördüğünüzde kabahatin tamamını, o fahişeye, o hırsıza
veya soyguncuya yüklemeyelim, toplumun genel
bünyesinden bunlara bir izin çıkmıştır. Öyleyse Allah (c.c.)
bir toplum kendini değiştirmedikçe Allah o toplumu
değiştirmez diyor. 639[119]

(87) İşte onların cezası. Muhakkak Allah'ın, meleklerin ve


bütün insanların la'neti onlar üzerinedir. 640[120]

(88) Onlar orada ebedi kalıcıdırlar. Ne azapları hafifletilir


nede yüzlerine bakılır. 641[121]

(89) Ancak bundan sonra tevbe eden ve nefislerini


düzeltenler müstesna. Çünkü şüphesiz Allah çok
bağışlayandır merhamet edendir.
Bir ömür boyu İslamın aleyhine kararlar almış bir adam
derken istifa
eder veya emekli olur ye "tevbe ettim ben" der, yeterli değil
bu. Bu almış olduğun kararlar, yanlış yaptığın atamalar
devam ediyor. Gideceksin, kararları geriye çevireceksin.
Allah (c.c.) "tevbe edenler" dedikten sonra "Eslehu" birde
bozduklarını düzeltenler diyor. Bozduklarını düzelteceksin.
Tevbe, günahın cinsinden olur. Hocam! ya imkan
bulamazsa? O ayrı imkan bulamazsa. Fakat imkan varken
bunu yapmıyorsa, o zaman bunun tevbesi tevbe sayılmıyor.
Allah afvedendir, merhamet edendir.642[122]

(90) İman ettikten sonra inkar eden, sonra da inkarını


artıranların tevbesi asla kabul edilmeyecektir ve onlar
sapıkların ta kendileridir. 643[123]

(91) Şüphesiz inkar eden ve inkar üzere ölenlerin hiç


639[119]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/85-87.
Rad 11
640[120]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/87.
641[121]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/87.
642[122]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/87-88.
643[123]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/88.
birisinden yer dolusu altını fidye olarak versede kabul
olunmayacaktır. İşte acıklı azap onlaradır. Ve onlara
yardımcıda yoktur.
Adam kafir olarak yaşar da sonunda tevbe eder müslüman
olur o ayrı. Kafir olarak yaşıyan ve kafir olarak ölenler
yeryüzü dolusu altını dağıtsa bile o ona fayda vermez. Vay
be hocam, filan adamın imanı yok ama 10" milyar lira
ayırmış hayır müessesesine. Adamın imanı yok ama hocam
5 trilyonluk servetini din müesseselerine vakfetmiş. Trilyon
dolar felan değil Rabbimin kullandığı ifade "Yeryüzü
dolusu altını olsa" diyor. Marmara dolusu felan değil,
yeryüzü dolusu altım olsa ve bunu da hayır müesseselerine
dağıtsa, Merihte, Ayda surda burda hayat olsa ve siz
insanları oraya yerleştirse, bu dünya kocadı, havası kirlendi,
burada yaşam olmaz gayrı, bak bu parayla ben size,
gökyüzünde, yıldızlarda hayat yaşatacağım dese, ama yıldızı
yaratan Allah'a inanmasa, ona yaptıkları fayda vermez
diyor. Yani size sorulacak birçok sorunun cevabı bu 91 nci
Ayet-i kerimededir.
Yahu hocam bu elektriği icat eden adam nereye gidecek?
Kur'anı bile onun ışığında okuyorsun, hastahanelerde
aydınlanıyorsun. Bu kadar hastalar tedavi ediliyor, kitaplar
basılıyor, ilaçlar imal ediliyor, yani insanlığın hayrına
büyük işler oluyor, bu adam cehenneme mi gidecek?
Rabbim kimsenin amelinin karşılığını zayi etmiyeceğini
ifade ediyor. Kıyamette kulum sen ne yaptın? diye sorar. O
da elektriği icat ettim. Niçin? Benim için mi icat ettin?
"Yarabbi seni inkar etmiştim ben kabul etmemiştim veya
seni üç ilah olarak tanımıştım. Ben insanlık için yapmıştım"
der. Allah (c.c.) şöyle söyler bütün insanlık işte burada,
bunlardan al haydi bakalım. Şimdi kimse kimseye hiçbirşey
vermez. Hayatta insan için ne yapmışsanız, bir kuşa, taşa
yaratılmış herhangi bir şeye yaptığınız iyilikler Allah için
olsun. Babanızı ziyarete gideceksiniz, elini öpeceksiniz,
Allah için yapınız. Komşularınızı iyi insani
münasebetlerinizi devam ettiriyorsanız, ve bunu Allah rızası
için yaparsanız bunun karşılığını göreceksiniz. Yok insanlar
şöyle desin, böyle desin, diye yapacak olursanız, bir kere bu
dünyada şahsiyetsiz bir hayat yaşanır. Sizin yanınızda huzur
bulmanız mümkün değil, yaptığınız iş doğru oldumu rahat
edersiniz. Ama insanlara beğendirme endişesine girdinizmi
rahatınız kaçar. İşte yahu buna şöyle şöyle yaptım da adama
kendimi beğendiremedim diye kendi kendinize dert
yanarsınız, uykunuz kaçar, ateş basar.
Yaptığınız iş doğru ve güzelmi bitti. Bütün dünya insanı bir
araya gelseler de, evinizin dışında bağirsalar, uykunuzu
rahat uyuyun. Yaptığınız iş yanlışsa o zaman endişe duyun.
Onun da doğru veya yanlışlığını belirleme hakkını sakın
hayatta insanlara vermeyin. Her insanın doğru anlayışı ile
yanlış anlayışı ayrıdır. Doğruyu ve yanlışı, haramla helali
belirleme hakkı Allah (c.c.)'e aittir. Rabbimin yap dediğini
yap, yapma dediğini yapmadmmı ve böyle bir iman
içerisinde de oldunmu yatağında huzuru kalp içerisinde
yatabilir, öbür dünyada da cennete doğru rahatlıkla
gidebilirsiniz. Rabbimiz yardımcımız olsun. 644[124]

(92) Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda harcamadıkca asla


iyiliğe erişemezsiniz. (Allah için) her neyi harcarsanız
şüphesiz onu Allah bilir.
Allah (c.c.) bu ayeti kerimesinde ehli kitabın bir kötü
huyuna karşı bize iyi bir huy kazandırıyor. 93 ncü ayeti
kerimede ehli kitabın bazı çok sevdikleri şeyleri, kendilerine
iyilik olsun diye haram kıldıkları, neticede Allah tarafından
da onlara o yiyeceklerin haram kılındığı ifade ediliyor. Yani
helal olan bir şeyi haram kıldılar. Ehli kitabın İncil ve
Tevrata uymayan ibadetleri nedeniyle bir gün ibadetlerinden

644[124]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/88-90.
vazgeçiverdiklerini, aşırı gidip dini sapıttıklarını Alah (c.c.)
haber veriyor. Onların bu kötü huylarına karşı bizim de
sevdiklerimiz vardır. Yani insan olmamız nedeni ile
hepimizin sevdiği şeyler vardır. Allah (c.c.) bu ayeti
kerimesinde «en sevdiğinizi infak etmedikçe iyiliğe, cennete
kavuşamazsınız» diyor. "Birr" kelimesini iyilik olarak tefsir
etmişler, Cennet olarak tefsir etmişler. Siz bunu daha önce
geçen bir ayeti kerime ile daha iyi anlıyacaksmız. Çünkü
Bakara suresinde 177 nci ayeti kerimeside "Birr"'i tarif
etmişti bize.
"Birr'i" tarif ediyor Rabbim: Allaha iman etmektir. Ahirete
iman etmektir. Meleklere iman etmektir. Kitaplara iman
etmektir. Peygamberlere iman etmektir. Çok yakınlarına,
yetimlere, fakirlere, yolda kalmışlara, dilenenlere ve
kölelikten kurtulmak isteyenlere verendir. Namazını
dosdoğru kılan, zekatını veren, sözünde duran, iyi ve kötü
hallerinde sabreden diye tarif etmişti. Bir kişi buna erişecek
olursa, o kişi o muttaki insanlar-
dan olur. Muttaki insanlar da cennette olacaklarına göre
"Birri" iyilikle tefsir edenler doğru söylemişler. Cennet diye
de tefsir edenler doğru söylemişlerdir. Cennete kavuşmak,
iyiliğe erişmek, en sevdiğiniz malı Allah yolunda infak
etmekle mümkündür.
Ehli kitabta böyle, manastıra çekilenler, dünya nimetlerini
kendilerine haram sayanlar, kendileri yemiyor başkalarına
da yedirmiyorlar. Ama bizde ise helal olan nimetlerden
yararlanmak vardır. "Eşyada asıl olan ibahadır" kaidesi
vardır. Yani Allah'ın yarattığı herşey halaldır. Ancak Kur'an
ve sünnetin yasakladıkları müstesna. Onun için yasaklar
bildirilmiş halallar sayılmamıştır. Halallar sayılamaz çünki
o zaman hepsi helaldir. Elma helaldir, armut helaldir diye
yüryüzündeki binlerce, onbinlerce milyonlarca nimetler
ayrıca sayılması gerekirdi. Sayılmasına da gerek yok.
Haram kılınmayan şeyleri helaldir kaidesi ile bu iş
halledilmiştir. Bu halal kılınanların hepsinden yararlanmak
için gayret etmek de üzerimize düşen bir görevdir.
Yani insanlar bunlardan yararlanabilirler, kimse de bunu
engelleyemez, ama yararlandığımız bu halal ve temiz olan
şeyleri, sevdiğimiz malları Allah için bir başkasına
verebiliyorsak, işte gerçek yiğitlik odur. Hani Hz. Ömer
(r.a.) bu ayet nazil olunca dernişki "Ya rasulallah en
sevdiğim mal Hayberdeki bahçemdir. Bu güne kadar fazla
bir mal kazanmadım. Hele hele müslüman olduktan sonra
hep cihatla meşgul olduk, geçimimizi temin ettik, fakat
Hayberdeki hisseme düşen araziyi pek seviyorum. Ben bunu
dağıtmak istiyorum" diyor. Peygamber efendimiz de; "Aslı
sana ait olmak üzere gelirini insanlara vakfet" diyor.645[125]
Ve ilk defa Hz. Ömerin orayı vakfettiği rivayet edilir. Bu
ayeti kerimenin tefsirinde Ebu Talha isimli bir sahabe bu
ayet nazil olunca gelmiş: Ya Rasulallah, hani gördüğün şu
bahçe var ya Peygamber Efendimiz o bahçeyi biliyor, Ebu
Talha'nın o bahçesine gidiyor. Hurma ağaçlarının
gölgesinde, serin sularında, ayağını serinletiyor ve o soğuk
sulardan içiyordu. Hayatta en iyi sevdiğim malım burasıdır
ve ben burayı Allah için dağıtmak istiyorum demiş.
Peygamber Efendimiz de "Git akrabalarından fakir olanlara
dağıt" demiş ve o da yakın akrabalarına amca oğullarına ve
kızlarına orayı dağıtmış.
Hz. Ömer'in oğlu Abdullah için anlatılır. Hastalık anında
canı taze üzüm istemiş ve onu da hanımı satın almış, tam
yiyeceği zaman kapıya biri gelmiş, benim de canım ondan
istedi demiş ve kaldırmış onu ona vermiş.
İşte bu durumda vermek zordur. Eski elbiselerimizi vermek
kolay. Eski mallarımızı dağıtmak kolay. Yeni koltuk
aldığımızda eski koltukları talebelere vermek, o da kolay
veya mahalledeki fakirlere de vermek kolay. Ama-

645[125]
Ahmed B. Hanbel, Müsnet 21114 -157
koltukcudan yenice aldınız geldiniz, tam eve koyacaksınız,
öbürünü atacaksınız, o arada "yahu bu eskiyi biz kullanalım
da o yenileri verelim o komşuya" işte bunu demek çok
zordur. Allah da (c.c.) buna bizi teşvik ediyor. "Kendiniz
için istediğinizi başkaları içinde istemedikçe gerçekten iman
etmiş olmazsınız (Buharı, Müslim K. İman) diyor pey-
gamber efendimiz. Kendimiz için istediklerimizi diğer
kardeşlerimiz için de aynen istememiz gerekiyor. "Siz neyi
infak ederseniz, Allah onu bilir" "Minşey'in" derken burada
çok az şeye dikkat çekmiş diyorlar. Yani "Hocam benim
verecek hiçbir şeyim yok" demeyin, "küçücük birşey dahi
verseniz Allah onu bilir" diyor. Sahabeden birtanesi elinde
hurma yiyormuş da hurmanın yarısını vermiş ve öylelikle
cenneti hakedenlerden olmuş. O var olan sermayesenin
yansım vermiş, dinimizdeki sevaplar bizim bu günkü
muhasebecilerin yaptığı hesaba benzemez. Şair de öyle de-
miş zaten: "Benzemez hesabı hesabımıza" Allah (c.c.)'un
hesabı hesabımıza benzemiyor. Hani yüz milyar lirası olan
bir insan 10 milyarlık hayır yapsa, birininde 100 lirası var
elli lirasını verdi birine hayır olarak, elli lira verenin sevabı
öbürününkinden fazla oluyor. Çünkü mevcut sermayenin
yarısını verdi öbürüsü mevcut sermayesinin 10'da birini
verdi. Beriki mevcut sermayesinin yarısını verdi. 646[126]
Onun için biz, benim bir şeyim yok demiyelim, veya
verdiğim az demiyelim sermayemize göre gücümüze göre
verelim, Allah (c.c.) bizi gücümüze göre sorumlu
tutacak. 647[127]

(93) Tevrat indirilmeden önce İsrailin (Ya'kubun) kendisine


haram kıldığı şeylerin dışında bütün yiyecekler İsrail
oğullarına halal idi. Deki «Eğer doğru iseniz getirin Tevratı
da okuyun»
646[126]
Bak: Nesai, Zekat 49
647[127]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/90-92.
Tevrat indirilmeden önce beni İsrailin kendilerine haram
kıldıkları müstesna herşey Beni İsraile helaldi. Ayeti
kerimeler Allah'ın kelamı olduğu için alimlerimiz her
kelime üzerinde ayrı ayrı dururlar. Ayette bir defa "Beni
İsrail" bir defada İsrail kelimesi geçmekte. İsrailin kendisine
haram kıldığı müstesna Beni İsrail'e herşey helal idi diyor.
Yani İsrailden kasıt Yakup Aleyhisselamdır. diyorlar.
Yakup Aleyhisselam şiddetli bir hastalığa tutulduğunda
helal olan bazı şeyleri kendisine yasaklamış yemi-yeccğîm
demiş hani bazı insanlar hastalandığında doktorlar bazı
yiyeceklerden men ediyor. Perhiz veriyor ya işte Yakub'unki
de öyle. Perhiz dönemi geçiriyor ama ona iman eden
insanlar onu bir peygamberin sünneti gibi kabul ediyorlar
veya Allah'ın bir ayeti gibi kabul ediveriyorlar ve o
tefsirlerde ifade edildiğine göre deve eti ve sütünü
kendilerine haram kılıyorlar. Allah (c.c.) "onlar kendilerine
haram kılmadan önce helal idi" diyor.
"Deki getirin Tevratı okuyun onu. Eğer doğru
söylüyorsanız" onu okuyun diyor. Buradan anladığımıza
göre Kur'an-ı Kerim nazil olduğunda Medine civarındaki
yahudilerin elindeki Tevrat'ta da buna benzer şeylerin yazılı
olduğu ifade ediliyor yani getirin Tevrat'tan okuyalım bu
konuyu diyor. Tabi onlar bundan kaçınıyorlar. Allah'ın helal
kıldığı birşeyi yemeyebilirsiniz Ancak o helale haram deme
hakkımız yok. 648[128]

(94) Bundan sonra kim Allah'a karşı yalan uydurursa işte


onlar zalimlerin ta kendisidir.
Bundan sonrada Allaha iftira edecek olursa onlar zalimlerin
ta kendisidir diyor. Yani Allah peygamberlerini
gönderdikten kitabım indirdikten sonrada Allah'a kişi iftira
edecek olursa Allah şunu helal kılmıştır veya bunu haram

648[128]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/92-93.
kılmıştır diye Allah'ın helal kıldığını haram, haram kıldığını
helal yapacak şeyler söyliyecek olursa onlar zalimlerin ta
kendileridir diyor. Allah (c.c.) o günün olayını bize haber
veriyor gibidir ama günümüz içinde aynı ayetler geçerli.
Günümüzde de helal olan bir çok şeyi haram kılıvermiştir
insanlar. Dinin helal kılıdığını haram kılmışlardır. Dinin ha-
ram kıldığı seyide helal kılmışlardır ve bunlarıda bu
haramın helalliği kanunlarlada korunur hale
getirilivermiştir. Allah (c.c.) onlar için işte zalimler onların
taa kendileridir diyor.649[129]

(95) Deki «Allah doğru söylemiştir. Bir Allah'a inanan İbra-


him'in dinine uyun. O Allaha ortak koşanlardan olmadı."
Yahudiler İbrahimi severler Hristiyanlarda İbrahimi
severler. Hani onların Türkiyede de Abrahamlan hep
İbrahim'in bozulmuş şeklidir. Ab-raham diye özellikle
yahudilerin koyduğu isimler İbrahimdir Yasef Yu-sufun
bozulmuş şeklidir. Salamon bizim Süleyman diye
koyduğumuz isimlerdir. Çünkü bizde aynı peygamberlere
iman ediyoruz. Onlarda iman ediyorlar. Biz diyoruzki
"mademki İbrahime iman ediyorsunuz öyleyse buyurun
İbrahim'in dinine uyunuz" diyoruz. İbrahim müşriklerden
değildi. Siz müşriksiniz. Ne demek siz müşriksiniz demek?
Allah (c.c.) helâl kıldığı bir şeyi sizin papazlarınız
rahipleriniz veya hahamlarınız haram kılıyor. Sizde ona
uyuyorsunuz ve o adamı ilah kabul ediyorsunuz. «Alîahtan
başka Rahiplerini ve hahamlarını kendilerine Rab kabul etti-
ler» diyor.650[130] "İbrahim ise müşrik değildi". Öyleyse siz
İbrahimin dinine uyun" diyor.
Biz bu günkü Yahudilere soracağız, İbrahim'i
seviyormusunuz? Adı Abrahamdir. İbrahimi
seviyormusunuz? "Sevmesek bu adı koymazdık" derlerse
649[129]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/93-94.
650[130]
Tevbe 31
"buyurun İbrahimin dinine uyalım" diyeceğiz.
Put işlerine bakan put yapan bir yetkilinin oğlu olduğu
halde, İbrahim puta tapmamak için o bakanlığın kendisine
verdiği imkanları kabul etmedi Allaha ibadet ve itaat
hürriyetini seçince toprağında hiçbir sebzenin ve meyvenin
yetişmeyeceği Mekkei- Mükerreme de yerleşmeyi tercih
etti. Babilde bir eli yağda bir eli balda yaşamayı terk edip
bir otun bile bitmediği Mekke de yaşamayı tercih etmişti.
Suda yoktu ve oraya var-masıyla Allah ona su lütfetti. 651[131]

(96) Şüphesiz alemlere hidayet ve bereket için yapılan ilk ev


Bekke (Mekke) dekidir. İnsanlar için ilk yapılan ev
Mekke'de yapılan evdir. Mübarek ve bütün alemlere rehber
olarak Mekkede yapılan ilk evdir. Bekke, Mekke denilen
yerdir. Mekkeye eskiden cahiliye döneminde Bekke
deniliyor. Bekke, Arabın dilinde en zalim despot insanlara
bile boyun eğdiren manâsına gelir. Bundan hareketle Bekke
demişler. Hani Bekke denilen bu Mekke de, en zalim en
despot insanlar bile kalıyor. Eğer müminim diyorsa varıyor
oraya ihramını giyiyor, boynunu büküyor. Onun için nice
zalimler oralara teslim oîuveriyorlar. Fil suresinde Kabe-i
Muazzamayı yıkmak için gelen zalim bir komutanın
askerleri ile beraber helak olduğunu haber veriyor. Kâfirler
yıkmak için gelecek olurlarsa helak olurlar eğer zalimler
gelecek olursa, zalimden kastımız kâfir olanları değil
müslümandır ama zalimdir olur mu? hem müslüman zalim
hem kâfir zalim olur. Kur'an-ı Kerim'in bir çok yerinde ifade
edildi. Her kâfir zalimdir. Ama her mümin zalim değildir.
Müslümanlardan zalim olanlar bulunabilir. Mesela iman
ediyor ama günaha girmesi haramlar işlemesi ile kişiler
zalim oluyorlar.
Kendi nefislerine veya başkalarına zulmettiklerinden dolayı

651[131]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/94-95.
zalim oluyorlar. Kendi nefislerine veya başkalarına zulm
ettiklerinden dolayı zalim-oluıyorlar. O zalimlerde
varıyorlar. Mekkede Rabbimin huzurunda boyun eğiyorlar
onun için Bekke denilmiştir diyorlar. 652[132]

(97) Orada apaçık ayetler, İbrahim'in makamı vardır. Kim


oraya girerse emin olur. ona yol bulabilenlerin Beyti
(Ka'beyi) hac etmesi Allah'ın insanlar üzerindeki hakkıdır.
Kim küfrederse şüphesiz Allah alemlerden Ganîdir, (muhtaç
değildir)
Orada açık deliller vardır. İbrahimin makamı vardır. Hacca
gidenler tavaf esnasında, tavaf ettikleri yerde hemen şöyle
sarı altın değil ama tahmin ederim tunç dediğiniz şeyden
yapılmış bir insan boyunda bir sanat eserini orada görürler.
Sağından veya solundan geçerek orda tavaf edilir. Tavaf
esnasında en sıkışan yerlerden biriside orasıdır. O san olan
yer makamı İbrahimdir. O makamı İbrahim, İbrahim
aleyhisselamin oğlu İsmail aleyhisselam ile beraber, Kabeyi
muazzamayı yaparken duvarlar epeyce yükselmiş, yüksek
yerlere taş koyabelmesi için ayağının altına taş koymuşlar.
Bizim iskele dediğimiz şeyler gibi ağaçtan veya demirden
yapıyorlar. O gün içinde taşta koymuş İbrahim
Aleyhisselam ve onu bitirdikT ten sonra o taşıda Kabei
muazzamanın hemen bitişiğine hemen duvarına dayamış. O
günden peygamber efendimiz zamanına kadar o taş korun-
muş yani cahiliye dönemindede korunmuş. Çünkü bütün
insanlar İbrahim aleyhisselamı tanıyorlar, onun mesajını
biliyorlardı. Ama zamanla-bozulmuş yani eğitimsizlikten
insanların aşırı ibadet yapacağız diye aşın gitmelerinden de
geri kalmalarından da bozulma olmuş zaten ifrat veya tefrit
yüzünden bozulur.. Dinimizi bozmak için kâfirler ve cahil
müslümanlar gayret ediyorlar. Allaha hamdolsun ki kitap

652[132]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/95-96.
elimizde sapasağlam. Yani Kur'an-ı Kerim elimizde olduğu
için kendimizi ona göre ayarlıyoruz, bileniyoruz. Hani
insanın bıçağı kesmez olur, sonra bileyleriz ama bizde
amelimizle bazı bozukluklar yaparız, düşüncelerimizle bazı
şeyler sokmaya çalışırız ama Kur'an-ı Kerim elde sünneti
seniye elde bu bozulmaları bir gün Allah'ın yiğit kullarından
biri çıkar ki onlara müceddid diyorlar, onlar çıkar ve "Ey
müslümanlar sizin şu yaptıklarınız kitaba ve sünnete uygun
değildir. Bunları bırakacaksınız" diyor ve onlarda o zata iti-
mat ediyorlar. Hani İmamı Rabbani Hazretleri bu konuda
örnek görülen insanlardan bir tanesi müceddidi elfisanı
İmamı Rabbani diye ismi geçen kendi çağındaki insanların
bozulmasını önleyen bir insandır. Allah (c.c.) her çağda
bunları göndereceğini peygamber efendemiz (A.S.V.)'a
Hadisi şerifiyle bunları bize bildirivermiş. Onları neye göre
düzeltiyorlar? Kur'an ve sünnete göre düzeltiyorlar. Zaten
ehli kitabın kaybedişi bundandır. Kitabıda oynadılar kendi
yaşantılarıyla oynadıkları gibi kitabida oynadılar. Kitap
bozulunca herşey bozuluveriyor. Onun için bizim de fazla
üzerinde duracağımız konu, Allah'ın kitabına olan hizmettir.
Birinci derecede Allah'ın kitabına hizmet edeceğiz. Onun
sapa sağlam bizden sonrakilere kalması için çalışacağız.
"Hocam onu Allah koruyacak" Evet Allah koruyacak ama
Allah kulları ile koruyacak Onu. O şerefli kul bizler olalım.
Hepimiz olmaya çalışalım.
Kim oraya girerse emin olur. Bu ayeti kerimede
alimlerimizden İmamı Ebu Hanife Hazretleri ve diğer
mezhep imamları pek az farklılıkla bazı görüş ayrılıkları
var.
İnsanların mikat mahalli denilen yerlerden içeriye ihramsız
girmesi yasaktır. Yani şu anda Mekke'ye gitmek isteseniz
orada harem sınırları vardır. Mikat mahalleri vardır. O
mahallerde polis beklemektedir. O mahalden içeriye
ihramsız adamı salmazlar. İşte o mahaller ta peygamber
efendimiz zamanında belirlenmiş daha öncedende
biliniyordu. Bu harem mıntıkasında adam öldürülmez. Haklı
veya haksız adam öldürülmez. Ot yolunmaz ağaç kesilmez
denilir. Harem mıntıkası dışında bir adamı haksız yere
öldürse ve hareme sığmsa orada müslüman bir devlet onu
yakalayip cezalandıramaz. Ama onun ordan çıkması için
tedbir alır. Mesela su vermez ona yiyecek vermez insanlarla
olan münasebetini keser ve o ister istemez çıkmak
mecburiyetinde kalır. O zaman çıkıncada cezası haremi şerif
dışında verilir. Bizim hanefi fıkhında müçtehidlerin
söylediği bu haram mıntıkasının dışında suç işleyen adamın
cezası harem içinde verilmez ve hele Kabe-i muazzamaya
girdimi adamı zorla çıkartamıyorsunuz. O orada kalır ama
yemeği ve suyu verilmeyince çıkmak mecburiyetinde kalır.
Ve de cezalandırılır demiş bizim hanefi fukahası. Hani
harem mıntıkasında işlenen suçun cezası yine harem
mıntıkasında verilir diyor Hanefi fukahası, bu ayeti
kerimeye dayanarak "Kim oraya girerse" ifadesinde de
ihtilaf vardır. Kabenin içine girersemi yoksa harem
mıntıkasına girersemi ihtilafıda var. Herkesin kendine göre
dayanağı var. Ayet ikisinide anlamaya müsait. Çünkü Ayeti
kerimede orada yani Mekkede apaçık Allah'ın ayetleri
vardır, ve makamı İbrahim vardır. Kim oraya girerse emin
olur diyor. Yani o beyte girersemi yoksa haram mıntıkasına
girersemi derken alimlerimiz yani müctehit imamlarımız,
kendi aralarında ihtilaf etmişler. «Yeryüzünde herne varsa
sizin için yaratıldı» 653[133] diyor. Yani insanın dışında herşey
insan için yaratılmıştır. Öyle olunca yaratılmışlar içerisinde
en değerlisi insandır, bu insanın canına, kanına, haksız yere
el uzatılmayacaktır. Bir damla kan akıtılın ayacaktır. Hadisi
şerifte peygamber efendimiz «Haksız yere bir müslümamn
öldürülmesinden insansız bir dünyanın yok edilmesi daha

653[133]
Bakara 29
hafiftir» diyor. 654[134] Yani bu yeryüzü terazinin bir kefesine
koyuluyor bir tarafınada iman etmiş bir mümin koyuluyor.
Mümin ağır gelir buyuruyor. Siz elinize bir bomba
alıyorsunuz şu adamı mı öldüreyim yoksa şu insansız
dünyayı mı imha edeyim diyorsunuz. İnsansız dünyayı imha
etmeniz haksız yere bir adamı öldürmenizden daha hafifdir.
İnsan öldürmek daha ağır basar böyle değer vermiş dinim
insana ve o Kabe-i muazzamanın otu ve ağaçlarıda haram
kılınmıştır. Onun için hacca gidenler ihram giydikten sonra
bir yaprak koparamazlar. Bir otu söke-mezler. sökerlerse
ceza olarak sadaka öderler. Para öderler. Hani çevreciler
yeşili korumak için gayret ederler. Aslında çevrecilerin
yapacakları bu sene ve her sene bütün insanları Hacca
götürmek, orada tatbiki eğitim yaptırmakdır. Yeşili koruma
konusunda tatbiki bir eğitim yapılamıyor.
Ancak basın yoluyla, televizyon yoluyla, yayın organları
yoluyla, "aman yeşili koruyalım" diyorlar. Ama yılbaşında
nasıl çam devirdiklerini görüyoruz. O yeşili koruyalım
diyenlerinde nasıl çam devireceklerini ve yeşili imha
edeceklerini ilerdede görmeye devam edeceğiz.
Bizzat tatbiki olarak yeşilin nasıl koparılacağmı bütün
insanlara gösterecekler. Biz ise 1400 seneden buyana, bir
toplum içeresinde mali gücü yerinde, dini bilgisi yerinde,
yaşı orta yaşlarda olan genelde orta yaşlarda olan insanların
ki bunlar toplum üzerinde etkili olan insanlar adaletli
emaneti imanı herşeyi güzel olan bu insanlar eğitimden
geçerler. Hacca gitmek suretiyle yeşili koparmama ağacı
kırmama ve canlıyı öldürmeme eğitiminden geçerler.
İnsanlar üzerinde Allanın hakkı vardır. Oda gücü yetenlerin
oraya yol bulabilenlerin kabeyi muazzamayı ziyaret
etmesidir buyuruyor.
Peygamber efendimize sormuşlar; Ya Rasulallah bu gücü

654[134]
Tirmizi Ebu Davud - Diyat Bab 7 Hadis l395
yetmekten kasıt yani gücü yetenin kabei-muazzamayı
haccetmesi buyuruyor. Ayette bundan kasıt nedir demişler,
efendimizde "Binek ve azık" buyurmuş. Gidip gelecek
kadar azığı ve kendisini götürüp getirecek kadar bineği olan
kişi üzerine hac farzdır. Bu ayet-i kerimeye göre hanefiler
binek ve azık olursa farz olur. Maliki mezhebi ise azık veya
binek gerekmez kişinin bedeni gücü yerinde ise, yayada
yürüyebilecekse o adam üzerinede hac farzdır demişler,
onun için Kabei muazzamada çok fakir insanların hac
yaptığını görürsünüz. Yahu bunlar niye geldiler dersiniz.
Onların mezhepleri bize göre ayrı gücü yetiyorsa geliyor,
gücü yetmiştir yürüyebilecek gücü vardır. Oraya kadar
yürümüş gelmiştir ve haccınıda yapmış geriye dönmüş
gitmiştir.
Bunlar niye geliyorlar? demeyin. İnsan sevdiğinin yolunda
yürüyünce yorulmaz. Nişanlısınız biri sözvermiş bir
münasebet düşürüp oraya gidiyorsunuz, giderken
yorulmuyorsunuz, da, Niye gidiyorsunuz? sevdiğiniz varda
onun için. Bu insanlarda ta Afrikanın ortalarından oraya
doğru geliyorlarsa, "be adam sen niye geldin" demeyin.
Mademki gelmiştir, Allah onu kabul etmiştir ve onu misafir
etmektedir. Zaten oradada birkaç yerde hacılar için
"Rahmanın misafirleri" diye yazılar vardır. Kimsede aç
kalmaz. İstanbul şehrine 2 milyon insan gelsin dışardan
kıtlık başlar. Orada kimse aç kalmaz. Her taraftada ekmek
ve su boldur. İstanbulda susuzluk çekersiniz. Çölün
ortasında susuzluk çekmezsiniz. Bu bolluk petrol
olduğundan dolayı değil. Dünyanın dolarları oraya aktığı
için değil. Suud hükümetinin tedbiride değil. İbrahim
aleyhisselamın duası vardır. 655[135] Rabbimiz herçeşit
ürününün oraya toplanacağını vadediyor. 656[136]
Eskiden nasıl gelirdi? Eskiden güçlü bir Osmanlı devleti
655[135]
Bak İbrahim 37
656[136]
Kasas 57
vardı, o güçlü Osmanlı devleti surra alayları çıkarırdı.
İstanbuldan keselerle değil sandıklarla altın buradan gider
ve hacdan önce oraya varırlar ve oranın bütün ihtiyaçları
ondan karşılanırdı. Yani Allah (c.c.) her dönemde bir vesile
halk etmişti. Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekir, Hz. Osman, Hz. Ali
(r.a.) dönemlerinde bir tarafta Kudüs feth edilmiş, bir tarafta
Azerbeycana kadar ordular gelmiş. Güçlü bir devlet var.
Onların imkanlarıyla orası yine bütün nimetlerin toplandığı
yer olmuş. «Allah'ın orada apaçık ayetleri var» ne ayeti
yahu? nasıl ayetmiş? ben gittim, gördüm. Hocam vallahi
kupkuru dağlar var. Doğru kupkuru dağlar var. Öyle ise
niye geldin hem-serim? bu kupkuru dağlan görmeye niçin
geldin? Amerika'ya gitmedin şelaleleri var. Oraya gitseydin
ya oraların ağaçlarının gölgesinde otursay-din şelalenin
şırıltisiyla gönül eğleseydinya. Oraya gitmeyip bu kurak ye-
re gelmeniz de Allah'ın ayetlerindendir. Bu Türkiyenin Reisi
Cumhurlarından iki tanesi oraya gitti, niye Niyagara
şelalesini görmemiştir ama oraya gitti. Niye gider? İşte
Allah'ın ayetlerindendir. 1400 senelik zaman içerisinde bir
zamanlar 4 halife döneminde, Abbasiler döneminde, Emevi
hükümdarları zamanında hertürlü nimet bulundurulmuş.
Zaten Selçuklular gelmiş onlarda güzel hizmetler etmişler
ve en güzel hizmeti son olarak Osmanlılar yapmıştır. Şimdi;
Allah (c.c.) öyle güçlü devletler ortadan gidince toprağın
altından petrol çıkarıvermiş o petrol sebebiyle bütün yollar
oraya doğru çevrilmiş, ve 4 mevsimin nimetide orada
toplanıyor. Yani bir Japon kendi ülkesinde kendi malını
görmeden oraya gelir. Para için gelir öyle diyelim, orada
kim yararlanıyor? Orada müslümanlar yararlanıyor. Gönül
isterki müslümanlar kendileri yapsın.
"Kimde inkar ederse" Yahu ne işiniz var Arabın orada ne
yapacaksiniz çölün ortasında. Allah bunu farz kılmamış
canım, gibi sözlerle inkara yönelecek olursa Allah bütün
alemlerden müstağnidir. Yani Allah'ın onun ibadetinede
ihtiyacı yok. Müminin ibadetinede ihtiyacı yok. Size hac
yapın demişse sizin menfaatinizedir. Yoksa Allah'ın
menfaatine değildir derken.
Alem: mümin kâfir hepsini içine alır. Allah müminden de
müstağnidir, kâfirden de müstağnidir. Müminin ibadetine de
ihtiyacı yok kâfirin ibadetine de ihtiyacı yoktur. "Kim
sapıtırsa sapıklığı kendi zaranna-dır". Günümüzde Kabei-
muazzamanın büyük hizmetleri var. Türkiye de bir araya
gelemiyenler, Cezayir de bir araya gelemiyenler, Pakistan
da, Hindistan da bir araya gelemeyenler, Hacda bir araya
geliyorlar. Şu anda basın yayın özellikle haber ajansları
genelde gayri müslimlerin, gayri müslimler içerisindede
yahudilerin tekelinde. Bizim haber alma organlarımız dahi
onlardan haber alıyor. Ama hac nedeniyle hiç değilse orada
15 gün dünyanın çeşitli yerlerinden gelmiş müslüman
mücahit liderlerle bir araya gelip doğrudan görüşme
doğrudan bir plan proje çizme imkanına sahip oluyorlar.
Onun için Allah'ın ayetlerinden bir ayettir. Bu ayette
Rabbim "Orada apaçık ayetler vardır" demişte saymaya
girmemiş. Su kıtlığı yok, nimet kıtlığı yok. İnsan kıtlığı yok
ve çeşitli vesilelerle mücahitlerin, müslümanlarm oraya
gelip orada birbirleriyle konuşma tanışma imkanları var. Bu
da Allah'ın ayetlerindendir.657[137]

(98) Deki « Ey kitaplılar, yaptıklarınıza Allah şahit iken ne


diye Allah'ın ayetlerini inkar edersiniz?» 658[138]

(99) Deki « Ey kitaplılar siz şahit olduğunuz halde onda


eğrilik bulmaya çalışarak iman edenleri niçin Allah
yolundan alıkoymaya çalışıyorsunuz? Allah
yaptıklarınızdan gafil değildir.
Yaptığınız işin yanlış olduğunu bile bile bu insanları doğru
657[137]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/96-101.
658[138]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/101.
yolda olduğunu bildiğiniz halde niçin bunları doğru yoldan
alıkoyup eğri yollara saptırıyorsunuz? Allah
yaptıklarınızdan gafil değildir.
Yahudi ve hristiyanlar günümüzde geliştirilen araştırma
metodlan ile ellerindeki Tevrat ve İncile baktıklarında
kitabın tahrif edilmiş olduğunu görüyorlar. Ellerindeki
İncil'in dört tane olması tahrif olduğunu gösterir. Ayrıca
dört İncil arasındaki farklılıklar, çelişkiler de tahrif
olduğunu gösterir,
Londra British Museum'daki miladi dördüncü asırdan kalma
Sina dağı eteklerinde bulunan Mısır da ele geçen İncil
parçaları ile günümüzdekiler arasında korkunç farklar
olduğunu araştırmacı ilim adamları gördüler. Ama Bakara
suresinin 109 ncu ayetinde açıklandığı gibi hasetlerinden
İslâm dinine girmedikleri gibi, girenlerinde yolunu
saptırmak isterler.
Müslümanların yolunu saptırarak kendi seviyesizliklerine
indirebileceklerine inanırlar.
Allah (c.c.) en büyük zulmün bu olduğunu Lokman
suresinde önüçüncü ayetinde açıklamış, dinden
döndürmenin adam öldürmekten daha kötü olduğunu
Bakara suresinin 217 nci ayetinde haber vermiştir.
Adam öldürmekten daha kötü olduğunu şöyle açıklayalım:
İsrail başbakanı Filistinli bir çocuğu fırına atıp yaksa beş
dakika acı duyar. Daha sonra ölür, Allah bilir belkide
karınca ısırması kadar bir acı duyar onu bilemeyiz. Ama
aynı başbakan annesini ve babasını yakarak öldürdüğü
kundakdaki çocuğu alıp besleyip büyütse Yahudi, Hristiyan
veya Ateist olarak yetiştirse, ona dünyevi bütün imkanları
sağlasa bu çocuğa yaptığı kötülük anne ve babasına yaptığı
kötülükten fazladır. Çünkü bu çocuğun
ebediyyen cehennemde yanmasına sebep olmuştur.
Cehennemde yanmamak için gelen ayete kulak
verelim. 659[139]

(100) Ey iman edenler, eğer kitaplılardan herhangi bir gruba


boyun eğerseniz sizi imanınızdan sonra kâfirler olarak geri
çevirirler.
Yani yahudi ve hristiyanlardan hiçbir gruba itaat
edilmeyecek, boyun eğilmeyecek. Görüntüleri ne olursa
olsun. İster çiçek şeklinde isterse köpek şeklinde
görünsünler, ister Hümanist, ister Kominist, ister Ateist, is-
ter mason, ister demokrat, isterse çevreci rolünde görünsün
sen görüntüye aklanmayacaksın.
Bir insan günümüzde halâ Yahudi, Hristiyan, Ateist veya bir
başka necasetle dopdolu ise görüntüsü onun içindeki zehri
hafifletmez. Ona itaat ederseniz göz, kulak ve diğer
duyularınızdan zerkedeceği küfür zehriyle ebediyen
cehennemde yanmanıza sebep olurlar. Onların nasıl kâfir ol-
duklarına şaşıyoruz. 660[140]

(101) Size Allah'ın ayetleri okunurken ve Allah'ın rasülü


aranızda iken nasıl inkar edersiniz? Kim Allaha sımsıkı
sarılsa o doğru yola iletilir.
Tevrat, İncil, Zebur ve diğer sahifeleri tasdik eden,
onlardaki peygamber kıssalarının doğrusunu bildiren,
geçmişden haber verirken gelecektende haber veren kapı
çalmanın adabından devlet yönetimine kadar herşeyi bize
bildiren"Kur'an ayetleri size okunup dururken siz nasıl kâfir
oluyorsunuz? Bu ayet bizede sorumluluk yüklüyor.
Günümüzdeki basın yayın organlarının tamamını kullanarak
dünya insanına Kur'anı okuyup anlatmalıyız, ondan sonra bu
ayeti okumalıyız.«Peygamber aranızda iken nasıl kâfir
oluyorsunuz?»
Bugün peygamberimiz aramızda yok. Bu ayeti nasıl
659[139]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/101-103.
660[140]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/103.
anlayacağız? diyenlere cismiyle yok ama hadisleriyle bizim
aramızda, gönlümüzün en derin yerinde o vardır.
İbadetlerimizdeki sünnetlerle, muamelatı mı zdaki
sünnetlerle bizi yönlendiren Allah'ın rasülüdür.
İstanbul hukuk fakültesinde ceza kanununu anlatan bir
öğretim görevlisi, "şüpheden sanık yargılanır" kaidesini
aşıkane bir şekilde anlattıktan sonra "Arkadaşlar bu kaideyi
bulan batılı hukukçu bence ayı fethedenden daha büyüktür"
deyince benim islâm hukuku derslerime katılan bir öğrenci
"sayın hocam o bahsettiğiniz kaide peygamber efendimizin
sözüdür" der. Bunun üzerine öğretim görevlisi hadisin
metnini ve kaynaklarını getirmesini ister. Öğrenci
Tirmizinin Ebvabül-Hudud bab 2 deki, İbni Macenin Hudud
5 deki hadisi ile Suyutinin el-eşbah ve-n-nezairinde 136 ncı
sahifede naklettiği hadisleri metinleriyle beraber yazıp ver-
diğinde alır ve teşekkür eder.
Şimdi biz bu ayeti onlara okuyoruz: Allah'ın Rasülü
aranızda hadisleriyle yaşıyorken siz nasıl olurda kâfir
oluyorsunuz. Kâfirlerin uyanıklarının Allah Rasülünün
hadislerinden alıp, kendine mal edip size sattığı şeyleri
alıyorsunuz. Bu sizin öğrendiğiniz ilmi araştırma
metodlanna da uymaz. İlk kaynak dururken ikinci
kaynakdan nakil yapılmayacağını bildiğiniz halde ve o
Allah Rasülünün hadisleri aranızda iken kâfirlerin sözüne
bakarak nasıl kâfir oluyorsunuz? Bize ikinci bir sorumluluk,
Allah Rasülünün hadislerini de bu insanlığa öğreteceğiz.
"Kim Allaha sanlırsa, yani Allah'ın kitabına sanlırsa doğru
yola götürülmüştür" Doğru yola gitmiştir demiyor. Gitmek
kişinin kendiliğinden olur. Ama götürülmüştür.
Hidayet edilmiş demek başkası tarafından yapılıyor,
Rabbim tarafından yapılmış oluyor. Bizim için en büyük
nimetlerden biridir. Kur'ana sımsıkı sarılan dosdoğru yola
kavuşturulmuştur. Hani insanlar yolu bilemezse sorar.
Özellikle bilmediğiniz mahallelerde gidiyorsunuz bir yer
arıyorsunuz. O mahallenin sakinlerine soruyorsunuz ve
sakinlerden birisi, dosdoğru yürüyeceksin orda filan numara
diyor. Bu güzel yol göstermedir. Yol gösterenin vasfıda
önemlidir. Sormak istediğinizde 4-5 tane adam var şöyle bir
bakarsınız herkes kendi kültürüne, yaşma, yapısına yakın bir
adama sorar, ve ona yakın hisseder kendini. Çok değer
verdiği bir insan yol gösterecek olursa "filan bana yol
göstermişti" der burada bize yol gösterende bütün insanları
sevdiklerimizi yaratan Allahdır. Kim Allah'ın kitabına
sımsıkı sarılacak olursa o doğru yola ulaştırılmıştır. Yani
Rabbim tarafından ulaştırılmıştır. Hani körlerin elinde
değnek olur değneği ilede bazen yolunu bulamaz bir hayır
sever koluna girer veya kolundan tutturur karşı tarafa
geçiriverir.
İnsanın neyi nasıl yapacağını, şaşırdığı dönemler olur.
Günümüzde de bu tür şaşkınlıklar çoktur. Neyi nasıl
yapalım konusunda müslüman şaşırıyor. Özellikle ticari
hayata atılan müslüman şaşırıyor, ne yapayım diye şaşırıyor,
bir hoca efendiye gidiyor fetva soruyor o'da fetva budur"
diyor. Öbür hoca efendiye gidiyor fetvası öyle değil
böyledir" diyor. Adam helal lokma yemek istiyor.
Kazanmakta istiyor ama hem kazanmak, hemde helal
olmasını istiyor ve tereddüdde kalıyor. Peki bu tered-düd
hocalarımızdanmıdır? hayır, bu hocadan değildir. Ya, altı
cihetten üzerimize pislik yağdıranlardandır kabahat. Ve biz
çare arıyoruz, niye biz çare arayalımki? tertemiz bir
dünyada yaşamak dururken, tertemiz altı cihetten insanlara
çiçek kokusu gibi helal nimetler akın etmesi gerekirken
niçin haramlara mecbur ediliyoruz? Haramlar yağarken
haramlar arasından mekruhunu arama mecburiyetinde
bırakıyorlar bizi. Kabahati hocalarda bulmayacağız.
Hacımızada da bulmayacağız. Birbirinize de bulmayın. Hani
iki adam geliyor birisi diyorki "Hocam hayatım boyunca iki
ev yaptım. Birinde oturuyorum. Birininde kirasıyla
geçiniyorum. Bunu elli bin liraya kiraya verdiğimde 50
binlira beni bir aylık yaşatıyor idi. Aradan beş sene geçti
ikiyüzbinl İraya çıktı arkadaş 200 binlira bana getiriyor
bu sene. 1990 yılında bu ikiyüzbinlira bana yetmiyor. Ve bu
adam çıkarsa ben evimi 800.000 liraya verebilirim. Her ay
bu adam 600.000 liramı yiyor ve ben zor durumdayım"
diyor. Bu evsahibi haklı öbürü anlatıyor: "Hocam ben bunun
evine girdiğimde 100.000 lira maaş alıyordum 50.000
lirasını veriyordum 50.000 lirasıyla geçiniyordum, şimdi
ikiyüzbinlira veriyorum, maaşımda 500.000 lira 200.000
lirasını veriyorum 300.000 li-rasıylada geçmiyorum. Bu
adam benden istiyor 800.000 lira 500.000 lira maaş
alıyorum. Sekiz yüzbinlira benden kira istiyor" diyor.
Kiracıda haklı, hayatta bu ikisine hiç kızmayacaksınız. Ya
kime kızmalıyız? 50 bin lirasını küçülten ekonomik sisteme
kızmalıyız. Belirli bir şahsı hedef almıyorum, sistemin
gereği bu. Onun için genellikle şahıslar üzerine yönelmek
yerine, yanlış hangi kanaldan geliyorsa onun üzerine
yönelinmelidir. Pislik hangi kanaldan akıyorsa pisliğin
üzerine yönelmelidir. 661[141]

(102) Ey iman edenler, Al la hd an sakınılması gerektiği


gibi sakının ve ancak müslüman olarak can verin.
Birbaşka ayeti kerimede de «Gücünüz yettiği oranda,
Allahtan sakının» buyuruyor Allah (c.c.) Bu ayeti kerimeyi
biraz tefsir eder mahiyettedir. Bunu sahabeden Abdullah
İbni Mesud'a "Allahtan nasıl sakınılması gerekiyorsa öyle
sakının" ayetinden ne anlıyorsun? demişler. "Allaha itaat
edip isyan etmemek, Allahı zikredip unutmamak Allaha
şükredip küfretmemek"dir demiş. "Ancak müslüman olarak
ölün" Bir hoca efendi yıllar önce şöyle mana verdi bana bu
ayeti kerimeye "Rabbim bize diyorki bu ayette: "Müslüman

661[141]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/103-106.
olarak gelin gerisine karışmayın" diyor dedi ve çok hoşuma
gitti benim.
Müslüman olarak bu can, bu tenden ayrılabilmişse, o bana
yeter. Gerçekten de bu dünyadan mü'min olarak Rabbimin
huzuruna varmayı başaracak olursa, günahlarının çokluğuna
hiç aldırmasın. Rabbim onları af edecektir. Ama günahları
işlemeye devam etmesin. Çünkü günahlar mü'min olarak
ölmeyi engeller. Yani burada ne kadar günah işlersen işle
anlamında değil. Çünkü günahları azaltıp iyilikleri
çoğaltmak suretiyle mü'min olarak ölmeye gayret etmemiz
gerekiyor. Sizinle beraber gidecek olanda amelinizdir.
Yoksa ürettiğiniz, biriktirdiğiniz mallarınız bazan çok
hayırlı evlatlarınıza kalabilir. Bazanda çok şerli evlatlarınıza
kalabilir ve eyvah dersiniz, keşke o malları bırakmasaydım.
Çünkü malımızın üzerinde ki faiz, fuhuş, rüşvet, şarap,
bütün yapılanlardan sizinde amel defteriniz kapanmıyor.
İyiliklerde kapanmıyor, kötülüklerle arkadan devam ediyor.
Birinin yaptığından öbürü sorumlu tutulmaz, ayeti kerime
var. 662[142] Ama kişi malı bırakırken biliyordu nerede
kullanılacağını ve çocuğuda öyle yetiştirmiş. Oğlum yiyiver,
oğlum içiver, oğlum geziver, oğlum hertürlü menhiyyatı
yapıver diye yetiştirivermişse onunda yaptıkları devam
ediyor. Çünkü Peygamber efendimiz "Kim bir kötülük icat
edecek olursa o kötülük devam ettiği müddetçe onunda
günah hanesine işlenir" diyor. Tabi bunun akside var.
"Kimde iyi bir âdet ortaya koyacak olursa o adet devam
ettiği müddetçe onunda amel deferi devam eder" 663[143]
Mesela bu İstanbul şehrine ilk medreseyi yapan kişinin
kıyamete kadar sevabı devam eder. İstanbul şehrinde ilk
meyhaneyi kuran adamında amel defteri kapanmamıştır
devam ediyor. 664[144]

662[142]
En'am 164
663[143]
Ebu Davud Mukaddime 44, İbni Mace Mukaddime 14
664[144]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/106-107.
(103) Hepiniz topluca AHahın ipine (Kur'ana) sımsıkı
sarılın, parçalanmayın. Allanın size olan nimetini hatırlayın.
Hani siz birbirinize düşman idinizde o kalblerinizi birleştirdi
ve onun nimetiyle siz kardeş oldunuz. Ve siz ateş çukurunun
kenarında idinizde o sizi kurtardı. Allah doğru yola
gelesiniz diye ayetlerini işte böyle açıklar.
«Topluca Allanın ipine sarılınız» Bu ifade güzeller güzeli
bir ifadedir. Hepiniz Allanın ipine sarılınız manasıda vardır.
«Siz Allanın ipi olan Kur'anın bütün ayetlerine sanlınız»
manasıda vardır.
Tefsirdeki metodumu biliyorsunuz. Burada dilbilgisi, sarf,
nahiv ilmi öğretmiyorum. Bazı arkadaşlar medreselerde
okutulan Kadı Beydavi, Ce-laleyn gibi tefsirlere benzer
yüklem, özne, tümleç, zarf, sıfat, hallerden bahsetmediğimiz
için "bu nasıl tefsir dersi?" diyor.
Ben bu sarf, nahiv dilbilgisi ilmini öğrendim. Tefsir dersime
hazırlanırken onlardan yararlanıyorum. Ancak buraya derse
devam edenler Anayasa mahkemesi üyelerinden, üniversite
hocalarından, askeriyeden, basından, eğitimden, sarrafından,
terzisinden avutakından, manifaturacısına, yayıncısından,
oyuncusuna kadar herkesimin devam ettiği yer öldüğünden
dilbilgisi dersi değil tefsir dersi veriyoruz. Dikkat edenler
ayetlere manâ verirken dilbilgisi kurallarını gözettiğimi
görürler.
Medreselerimizde son zamanlarda bu ayetlerin manası
üzerinde durmak yerine kelimeler ve cümle yapıları
üzerinde durulmaya devam edilmiştir. Doğu medreselerinde
yirmibeş sene ders okuyan ve okutan değerli bir hoca efendi
"Ben Kur'anın manasıyla İstanbula geldikten sonra ilgi-
lendim" diyor.
n Mehmet Akif merhumda aynı şeyden şikayetçi:
"Bilirmisin bu garib ümmetin nedir hali? "Yehafü"
sıygasının çıngıraklı i'lali!
Akif merhum hem durumumuzu anlatıyor, örnek verdiği
kelime olan"Yehafü" "Korkar" manasınadır.
Yani Kur'anın manasını anlatmanın suç olduğu dönemlerde
Kur'andaki kelimelerin yapılışı, fiillerin çekilişiyle
ilgilenilmiş.Kendisinden yararlandığım Türkistanlı
Celaleddin hoca efendi (Allah sevdiği kullardan eylesin)
"Sarf ve Nahiv dilbilgisi ilmi yemeğin içindeki tuz gibidir.
Fazla olursada hiç oîmazsada tadı olmaz. Kur'anı anlayacak
kadar öğreneceksin." demişti."Hepiniz Allanın ipine
sarılınız"Askeri tatbikatlarda gecenin zifiri karanlığında
bilinmeyen bir vadide bir bölüğü nehrin öbür tarafına
geçirmek için yüzme bilenler karşı tarafa geçip bir ağaca ipi
bağlarlar. İpin öbür ucunu da öbür tarafa bağlarlar. Yüzme
bilen, bilmeyen bu ipe sarılarak kurtuluşa erebilir.
Okyanusta batan gemiden geride kalanlara ilk yetişen
helikopter onlara ip uzatır. O ipe tutunan kurtulur.
Nefsimizin, şeytanımızın, şeytanlaşmış insanlarımızın
zehirlenmeye çalıştığı günah bataklığından Allanın ipi olan
Kur'ana sarılarak kurtulabiliriz.
Rabbimiz "Sakın dağılmayın" buyuruyor. "Sürüden ayrılanı
kurt kapar" İslâm toplumundan aynlanıda günah bataklığı
kendine çeker."Allanın ipi olan Kur'anın bütün ayetlerine
sanlınız"Ayetler arasında ayırım yapmayın. "Şu ayet
çağımıza uygun bu ayet uygun değildir" demeyin.Lâle,
çağımızın estetik anlayışına uygun ama, sümbül uygun değil
diyormusunuz?Bir hukuk profesörü "Kur'ana inanırım ama
bazı ayetleri çağımıza uygun değildir. B indörtyüz sene
öncesine aittir" dediğinde "uygun olmayan bir ayet oku"
dediğimde okuyamamıştı.
"Milyonlarca sene önce tabiatı yaratan Allahin
yarattıklarından çağı-
miza uymayan bir çiçek veya böcek varmı? İlim adamları
fizikçi, kimyacı, bioloji alimleri böyle birşey söylüyorlarmı?
söylemediklerine göre milyonlarca sene önce yarattığında
hata etmeyen Allah bindörtyüz sene öncesinde
peygamberine vahyettiği sözünde mi hata edecek"
dediğimde "bu fikrin, bütün dünya hukukçularına
duyurulması gerekir" demişti.
"Allah'ın tabiat ayetlerinden olan güneşi kabul ediyoruz ama
havayı kabul etmiyoruz" demiyoruz.
Bizde Allanın teşrii kanunu olan Kur'anm ayetlerinin
hepsine birden inanıyor ve onu hayatımızda yaşamaya
çalışıyoruz.
"Allanın ipi olan Kur'ana hepiniz sarılınız"
Biriniz sarılıpda diğerleriniz seyretmesin. Herkes kendisi
sarılarak kurtulmaya çalışsın.
Bazıları şeyh efendilerin eline sarılmanın yeterli olacağına
inanır. Bazılarıda şeyhin eline sarılan halifesinin eline
sarılmayı yeterli görür.Hayır, herkes bizzat kendi eliyle
Kur'ana sarılacak. Şeyh efendilerin eli, bizi toplum içinde
kaybolmuş halde iken bulup, elimizden tutup Kur'ana
götüren eldir.
Çağımızda bazı sapık cereyanlar tasavvuf maskesi altında
hareket ediyorlar. Kur'anın tefsirini okumayı yasaklayıp
kendi kitaplarının okunmasını emreden, Kur'ana değil
kendisine sımsıkı sarılmayı emreden insanlar var.
Şerlerinden Aîlaha sığınırız.
Allahin size olan nimetini hatırlayın. Hani siz düşmandınız.
Allah sizin kalplerinizi birbirinize sevdirdi ülfet ettirdi.
"Kitap telif etti" deriz. Telif etmek ne demek? Kitap telif
eden adam roman yazıyorsa, bilimsel bir kitap yazıyorsa,
dini bir kitap yazıyorsa, ne ise yazdığı kitapta o konu ile
ilgili bütün delilleri, bütün malzemeyi bir araya getiriyor.
Yani birbirlerine uygun olan yerlere koyuyor. Buna telif
diyoruz. İnsanların gönüllerini telif etmekte insanların
mizaçlarına uygun bir şekilde birbirleriyle kaynaştırmadır.
Allah (c.c.) diyorki: "Siz birbirinize düşmandmızda, Allah
birbirinizin gönüllerini kaynaştırdı. O Allanın nimetiyle ki o
nimetten
kasıt islâmdır. O islâm nimetiyle sizi dost yaptı, kardeş
yaptı. Bir ateş uçurumunun ağzına kadar gelmiştinizde
Allah sizi oradan kurtardı. Hani Medinei Münevvere'de Evs
ve Hazreç kabileleri birbirlerine gayet has-mane
münasebetleri sürdürüyor. Yıllardır birbirlerini öldürüp
duruyorlardı. Derken Peygamber efendimiz oraya geliyor,
bir taraftanda müslüman oluyorlar ve derken Evs ve Hazreç
kabilelerinin tamamı müslüman oluyor. Peygamber
efendimizde devletini o iki kabile ve birde Mekkeden hicret
eden insanlarla Ensar ve Muhacir dediğimiz bu insanlarla
kurdu. Yıllardır birbirlerine düşman olan bu insanların
arasını parayla deveyle bulmak mümkün olmamıştı. Ama
parasız ve pulsuz islâm nimetiyle insanların gönülleri bir
araya getirilivermiştir. Allah (c.c.) bunu Enfal suresinin 63
cü ayeti kerimesinde "Allah seni kendi yardımı ve
müminlerle kuvvetlendirdi. Ve onların kalplerini birbirine
ısındırdı." buyrulur. Peygamber efendimize diyorki:
"yeryüzünün bütün nimetleri senin olsaydı ve onu o
insanlara dağıtsaydm onları kendine ısındıramaz,
birbirierinede dost yapamazdın." Onları yani iki düşman
kabileyi veya iki düşman devleti barıştırmak istersiniz.
Rabbim diyorki "Yeryüzünün hazinelerini bunlara
dağıtsanız aralarını bulmanız mümkün değildi." Ama islâm
nimetiyle araları bulunmuş. Ne kadar güzel ifadelerdir.
Günümüzde biz birbirimizi sevdik diyoruz. Şimdi burada
cemaat olarak birbirimizi seviyoruz. Ben size hepinize her
perşembe akşamı birer altın vererek bir yerde toplausaydık
bu kadar sevemezdik birbirimizi. O zaman içimizden bir
kısmı derdi-ki 'beni filan ile denk tuttun.
Mesela dersimize iş yerinden gelenler var. Dükkanın sahibi
ile dükkanda çalışan delikanlı beraber geliyorlar. Amiri ile
memur buraya beraber geliyorlar. Amir derki beni öbürü ile
niye bir tuttun? Veya dükkanın sahibi derki yahu bu
yanımda çalışan çocuğu benimle beraber tutuyor buda
olmazki canım buda yapilmazki diyor. İnsanın hatırına bu
gelir. Para ile insanları gönüllemeniz zordur. Para ile
insanlara takla attırmak kolay gönlünü kazanmak zordur.
Adam senin önünde takla atarda seni sevmez. O ayrı bir şey.
Senden yararlandığı oranda takla atar. Yararlanmadığı za-
man sırtını dönerken hançerleyebilir. Sevmek ayrı birşeydir.
O parayla olmuyor işte. Onun için değil öyle 5-10 altına
"yeryüzü senin olsaydıda
dağıtsaydın bu insanların gönüllerini böylece
ısmdiramazdın" diyor. Ne güzel söylüyor rabbimiz. "İşte
Allah size ayetlerini böylece açıklar olaki bu ayetleri
okursunuzda doğru yolu bulursunuz diye" günümüzde de
"parayla saadet olmaz" diye şarkıya bile geçmiş parayla
gönül almak olmuyor. İnsanı belki geçici bir müddet satın
alma oluyorda gönlünü satın almak, o olmuyor, onun için
insanların gönlünü kazanabilmenin yolu, o insanların
gönlünü yaratan Allah'ın dediğini tutun yasakladığından
kaçının ve hayatınızı ona göre ayarlayın. Dostda düşmanda
derki "yahu bu adam dürüst bir insan" yani size karşı
düşmanda olsa bir itimadı olur. Bir güveni olur. 665[145]

(104) Sizden hayra çağıran, iyiliği emreden, kötülükten


yasaklayan bir cemaat olsun. İşte kurtuluşa erenler onların ta
kendisidir.
Sizin aranızda bir ümmet bulunsun. O ümmet ne yapacak?
Hayra insanları çağıracak, iyiliği emredecek, kötülüklerden
yasaklayacak, koruyacak. İşte kurtuluşa erenlerde bunlardır.
Birbaşka ayeti kerimede "Biz sizi orta bir ümmet kıldık"
diyor Allah (c.c.) (Bakara 143)' yani en hayırlı ve orta bir
ümmet kıldık diyor. Şimdi bu islâm ümmetinin dünyada
yaşayan bütün insanlardan hayırlı olduğuna dair bu ayeti

665[145]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/07-112.
kerime vardır. Bir başka ayeti kerimede "İyiliği emretmek
ve kötülükten menetmek için çıkarılan en hayırlı
ümmetsiniz" diyor Allah (c.c.) 666[146] Buna benzer Yahudiler
hakkında da ayet nazil olmuştur. Bakara suresinin tefsirinde
geçmişti. 667[147] Ey beni İsraiübenim size olan nimetimi
hatırlayın. Ben size nimetlerimi verdim ve sizi alemler
üzerine üstün kıldım" diyor. Üstünlükleri nereden? yahudi
ırkından olmaları nedeniyle değil. Hz. Musaya iman
etmeleri, Tevrata göre hareket etmeleri nedeniyle üstün
kılınmıştır. Hristiyanlar hakkında da Ali imran 55 nci
ayetinde de Hz. İsanın talimatı doğrultusunda hareket
edenleri kıyamete kadar üstün kılacağını zikrediyor Allah
(c.c). Ama o İncile, o Tevrata, O Musaya ve O İsa
aleyhisselama karşı gelmeleri; sen bunu bilmiyorsun, biz
daha iyi biliriz, diyerek dine bidatları sokmaları neticesinde,
onlar değerlerini kendileri kaybettiler. Allah (c.c.) bizim
içinde en hayırlı ümmet olduğumuzu ifade ediyor. Ama eğer
Kur'ana sımsıkı sarılıp, Resulünün yolundan gidersek.
Yoksa ben müslümanim deyipte bütün menhiyyatı yaparsak
bu hayırlı ümmet olamayız. Çünkü hayırlı ümmetin
vasıflarını sayıyor Rabbimiz; Bütün insanları hayra davet
edecek. Hayırdan kasıt islamdır. Hayırlı bir ümmet olmak
için iyiliği emredecek, iyilikten kasıt nedir? Allah (c.c.)'un
helal kıldığı ve emrettiği şeyler. Münkerden kasıt Allah'ın
yasak ettiği şeylerden sakınmaktır. Bu üç görevi yerine
getirecek olursa "İşte onlar kurtuluşa erenler onlardır" diyor.
Bazı hadisi şeriflerde, özellikle veda haccında okumuş
olduğu veda hutbesinde kadınlar mizada iyi davranın derken
"bi-1-ma'rufi" ifadesiyle kullanılmış. Kadınlarınıza güzel
davranın, onları maruf olan şekilde yedi-riniz, giydiriniz ve
meskenini temin ediniz diyor. Şimdi bu "marufu" arkadaşın
biri "Örfe uygun" olacak diye terceme etmiş ve buda
666[146]
Ali İmran 110
yaygınlaşmış. Aslında yanlış bir ifadedir bu. Ma'ruf: Allah
(c.c.) emrettiğidir. Sağlam aklın güzel gördüğüdür. Münker:
Allah (c.c.)'un yasakladığıdır. Orada "örfe uygun" diye
terceme edilecek olursa feminist toplumun örfü ile
magandaların, kazak erkek toplumlarının örfü ayrı ayrı olur.
Rabbimiz neyin meşru hukuki, neyin meşru olmadığını
belirleme hakkını erkek veya kadına bırakmamıştır.
Eşler arasında hakkı ve haklıyı taraflardan biri belirlemez.
Hakları Cenabu Hak belirler.
Aralarındaki ihtilafda hakemlik yaptığım bir ailenin her
ikiside "Bu evde benim dediğim olmuyor" diye şikayet
ettiklerinde bende evlerde levha halinde asılan ve
Efendimizin hadisi şerifinden alınan «Allah'ın dediği olur»
sözüyle orta yolu bulmuştum. "Bu levhadan duvarınıza
birtane asacaksınız her ihtilaflı konunuzda Allah'ın dediğine
müracaat edeceksiniz" demiştim.
Uluslararası anlaşmazlıkların, harplerin, terörün temelinde
de. "Benim dediğim dedik, çaldığım düdük" mantığı yatar.
Yönetim müslümanların eline geçerse söz müslümanların
olmaz. Bütün insanlar tarağın dişleri gibi eşittirler ve
Allah'ın sözüne muhatapdır-lar. Kim daha fazla Allah'ın
kelamına bağlılık gösterirse o Allah'a daha fazla
yaklaşır.Ma'ruf ile münker'i iyiyle - kötüyü, meşru olanla
meşru olmayanı insanlar belirlemeye kalkarsa beş milyar
insan sayısınca iyi veya kötü tarifi ortaya çıkar.
Bu günkü kanunlara göre, polisin vesika verdiği kadın zina
yaparsa meşru, vesikasız yaparsa fuhuş yapmış olur.
Birisi birinin cebinden bin lira çalarsa hırsız olur, başka
birisi devletin cebinden milyarları götürürse işbilen,
işbitiren adam olur.
İyi ile kötüyü belirleme hakkını insanlara verirseniz iş
karışır. Müslümanlar dünyadaki hukuki, siyasi, ahlaki
karışıklıkları önlemek için Allah'ın emrettiklerini insanlara
duyurup yapılmasını isteyecekler. Allah'ın
yasakladıklarımda öğretip yapılmasını
engelleyecekler. 668[148]

(105) Kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra ayrılığa


düşen ve parçalananlar gibi olmayın. En büyük azap işte
onlaradır.
Apaçık deliller geldikten sonra ihtilafa düşenler her
peygamberin karşısına dikilmişlerdir. Hz. Musa Tevratı
getirdiğinde eski geleneklerini, çıkarlarını bırakmayanlar
oldu.
Peygamber efendimiz apaçık Kur'an ayetlerini puta
tapanlara, yahudi ve hristiyanlara okuduğunda hemen iman
edenler olduğu gibi çıkarlarını korumak için ihtilaf
edenlerde oldu.
Günümüzde kominizmin devrildiği, kapitalizminde bostan
korkuluğu gibi ayakta durduğu bir zamanda gözler İslama
yöneldi. Ancak bazı imansızlar İslama kara çalmaya
başladılar. Bu bir ihtilafdır.
Bazı müslümanlarımızda islâmı Kur'an ve sünnetten veya
Kur'an ve sünneti bilenlerden değilde çağdaş zalim
diktatörlerin baskısı altında cahil bırakılan bağrı yanık
insanlardan öğrendikleri için ihtilafa düşmekte-ler. Bağlı
olduğu kişinin görüşlerine uymayan ayetleri kabul etmeyen
insanlarımız var.
Şimdi siz bu durumda olan insanlara hemen "kâfir" damgası
vurmakta acele etmeyin.
Müslümanlar, yönetimden uzaklaştıkları günden beri birçok
keşmekeşliğin içindeler. Koministliği benimseyenler
kendilerine Kur'andan delil getirdiler. Kapitalizme,
hümanizme, laikliğe, sapık herşeye sapanlar sapıklıklarına
Kur'andan delil getirdiler. Onun için Kur'andan bir ayet
okuduğunuzda karşınızdaki insan "sormam lazım" diyorsa

668[148]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/112-114.
bunu hoş görüyle karşılayın. 669[149]

(106) O günde bir kısım yüzler bembeyaz, Dır Kismı ise


simsiyahtır. Yüzleri simsiyah olanlara gelince (onlara):
«İmandan sonra inkarım ettiniz? inkarınızdan dolayı tadın
azabı» (denir). 670[150]

(107) Yüzleri bembeyaz olanlara gelince onlar Allah'ın


rahmet (cennet)'indedirler ve orada ebedi kalıcıdırlar. 671[151]

(108) İşte bunlar Allahin ayetleridir. Onları sana hak olarak


okuyoruz. Allah alemlere zulmetmek istemez.
Bu dünyada neyi ekerseniz o çiçeklenecek. Dikeni eken
dikene, çiçeği eken çiçeğe kavuşacaktır. Öbür dünyada, bu
dünyadaki amellerinize göre yüzünüz kara veya beyaz
olacak. Burada yüz kararmasından kasıt siyahlığı veya
beyazlığı değil, yanlız mahcup olma ile ilgilidir diyorlar.
Hani "Şöyle şöyle oldu bir anda yüzüm kararıverdi." Peki o
anda siyahla-şıyormu sizin yüzünüz? hayır siyahlaşmıyor da
mahcup olduğumuzdan dolayı bu ifadeyi kullanıyoruz.
Batılılar Afrika'da zencilere bu ayet-i kerimeyi tanıtmışlar.
O gün insanların bir kısmının yüzü beyaz, bir kısmının siyah
olacaktır diyor müslümanların kitabı. Siz bu dünyada da
karasınız, öbür dünyada da karasınız" diyorlarmış. Ayetin
kastı bu değil. Kişi yaptığı amellerle karşı karşıya gelince,
mahcup olması ve orada kötü duruma düşmesidir. Onlar ne
kadar iftira ederlerse etsin Bilali habeşi simsiyah kapkara,
kupkuru bir adam, ama o bizim efendimizdir. İstanbul cami-
lerinde her cuma günü ruhuna fatiha gönderilir. Birçok
insanımızın adıda Bilaldir. Batılının bu kadar
propagandasına Bilali sevmemiz çocuklarımıza Bilal adını
669[149]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/114-115.
Bak: Bakara 213, Şura 14, Beyyine 4
670[150]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/115.
671[151]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/115-116.
koymamız batılının milyarlık propagandasını altüst ediyor.
Zenci olan, bu günkü ateistlerin ataları tarafından yakalanıp
köle yapılan, pazarlarda satılan Hz. Bilali Habeşi (R.A.) yi
sevmek bizimde yüzümüzün aklanmasına sebep
olacaktır.Yüzünün güzelliğine önem veren, bunun için
astronomik paralar harcayanlar eğer bunu haramlara tuzak
olsun için yapıyorlarsa şunu bilsin-lerki yüzlerine sürdükleri
her malzeme ahirette kararmasına sebep olacaktır. 672[152]

(109) Göklerde olanlarda, yerde olanlarda Allah'ındır. Bütün


işler ancak Allah'a döndürülür.
Bunlar Allah'ın ayetleridir. Ölümlü insanların sözleri
değildir. Ölümlü insanın sözleride ölümlüdür. Bazı insanlara
geçici olarak etki eder ama zamanla tarihe karışır.
Tarihe karışan, tarih olan, tarih bile olamayan insana ait
düşünceler değildir bu ayetler. Tarihi yaratan, tarih yazan,
yazdıranları yaratan ve öldüren Allah'ın ayetleridir."Allah,
alemlere zulüm dilemez."
Allah'ın tabiata koyduğu, tabiat kanunlarında zulüm yoktur.
Dondurucu soğukları yaratan Rabbimiz orada sıcak tutan
giyecekleride yaratmıştır. Soğukda, sıcak tutan elbiseyi
giymeyen kendine zulmetmiştir.
Allah herşeyi dengeli yaratmıştır. Dengeyi pisliğiyle bozan
insan, hem kendine hemde diğer yaratıklara zulmetmiştir.
Allah indirdiği teşrii kammîarıylada kimseye zulüm
istememiştir.
Islârna karşı duran toplumların uyguladığı kanunlar
ibnelerin, lezbi-yenlerin, travestilerin, köşe dönenlerin,
katillerin, hırsızların, teröristlerin, iki yüzlülerin,
şahsiyetsizlerin sayısını çoğaltıyor. Bunlar ve bunların
ürettikleri maddi ve manevi hastalıklarda alemlere zulüm
oluyor.Bu ayeti kerime, Kur'an-ı Kerimde birçok yerde

672[152]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/116-117.
tekrarlanır. "Yerde ve gökte her ne varsa Allah'a aittir.
Bütün işler ona döndürülür." Bu surede ve özellikle
okuduğumuz ayeti kerimelerde müslümanların Allah'a
sımsıkı sarılması gerektiğini, müslümanların arasından
Hayra davet eden, iyiliği emreden, kötülükten alıkoyan bir
topluluğun olması gerektiğini anlatır ve ondan sonrada
ifrada düşen insanlar gibi olmayın diye uyarır.
Daha sonrada yerde gökte her ne varsa Allah (c.c.)'e aittir,
kâfirlerde onundur, müminlerde onundur, dağlarda, taşlarda,
kuşlarda, yıldızlarda, denizlerde herşey ona aittir. Yani
Allah'ın mülkünde Allah'ın sahip olduğu mülk üzerinde
duruyorsunuz. Bastığınız yere baktığınız yere dikkat edin.
Bunlar Allah'ın mülküdür. Bu Allah'ın mülkünede Hıyanet
etmeyin anlamıda vardır. Hani kendi mülkünüzü gözünüz
gibi koruyorsunuz. Evinizi barkınızı koruyorsunuz.
Özellikle kendinize aitse. Kiraliksa, biraz es geçiyorsunuz
Kiracı olduğunuz yerlerede özen gösterin. Kendimize ait
mülkümüze babamıza ve anamıza aid mülkümüzede
gözümüz gibi bakıyoruz niye? bize kalacak diye Halbuki
Alah (c.c.) diyorki "Yerin ve göğün mülkiyeti Allah'a aittir.
Bizi anamızı ve babamızı yaratan O, canımızı yaratan O,
anamızın babamızın mülkü neki geçici bir mülkiyettir. Bun-
lara değer veriyoruzda, anamızı ve babamızı ve elimizde
geçici mülkiyet olarak tuttuğumuz mallan yaratan Allah
(c.c.)'ün mülkünede daha fazla değer vermemiz gerekiyor.
Yani tabiatta herşeyi gediğine koymak gerekiyor. Tabiatta
israf etmemeye tabiat üzerinde Allah (c.c.)'e isyan etme-
meye dikkat etmemiz gerekiyor. Rabbim şöyle devam
ediyor. 673[153]

(110) Siz insanlar için çıkarılan en hayırlı ümmetsiniz.


İyiliği emreder, kötülükten yasaklar, Allah'a iman edersiniz.

673[153]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/117-118.
Kitaplılarda
iman etse idi onlar için daha hayırlı olurdu. İçlerinden iman
edenler vardır. Çoğunluk fasıktir.
Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz diyor
Allah (c.c.) yani topyekûn müslüman ülkesine söylüyor
bunu ilk nazil olduğunda peygamber efendimiz ve
arkadaşlarına bu ayeti kerime bu müjdeyi veriyor. İnsanlar
için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz diyor. Sonra tabiin
de aynı hitabı buyuruyor ve şimdide bize "İnsani ar için
çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz, iyiliği emreder, kötülükten
alıkoyarsımz ve Allah'a iman edersiniz" diyor. Yani hayırlı
ümmet olmanın şartları bunlar hani "Ben müsîüman oldum.
Kelimei şahadet getirdim. Rabbimde benim hakkımda,
müslümanlar hakkında en hayırlı ümmetsiniz demiş.
Yeryüzünün en hayırlı insanı biziz" demek doğru değildir.
Çünkü Rabbim "iyiliği emreder kötülükten alıkoyarsımz ve
Allah 'c.c.)'e iman edersiniz" diyor. Allah'a iman ediyoruz
ama iyiliği emretmiyor, kötülüktende alıkoymuyorsak üç
şartdan birini yerine getirmiş oluyoruz. Böylelikle en hayırlı
ümmet olma vasfını da kaybedebiliriz. Üçünüde yerine
getirmemiz gerekiyor. Nasıl? iyiliği emrederiz. (Önce
kendimize) Hiç değilse kendimize sözümüz geçmelidir.
Çocuklarımıza eşimize anne ve babamıza en yakın-
larımızdan başlamak suretiyle komşularımıza, ve onların
yaptığı kötü şeyleri onlara yanlışlığını bildirmek suretiyle
mani olmak tarafına gidebiliriz. Hani islâm hukukunda
ihkakı hak yoktur. Yani bir insanın bir müslümanın suç
işleyen bir adamı bulduğu yerde cezalandırma hakkı yoktur,
Bunu devlet yapar. Ama müslüman toplumda herkes dinin
ayakta durması için kendisini görevli bilir. Çünkü Bakara
suresinin daha ilk; ayetlerinde "işte size doğru yolu
gösterecek olan kitap bu. Bunda hiç şüphe yok ve bu
muttaki insanlara yol gösteren kitaptır" diyor Allah (c.c.)
Muttaki de: Emirleri yerine getiren, yasaklardan kaçınan,
emirleri yerine getirmek için gayret sarf eden ve
yasaklardan da kaçınılması için gayret eden. Yani yalnız
kendisi yerine getirmekle görevini yerine getirmemiş
oluyor. îslârni bir devletin yürürlükte olması için üzerine
düşen görevi yapıyor. Ondan sonra başkalarmında aynı şeyi
yapması için gayret sarfediyor. Onun için Allah (c.c.)
"Kuntum" demiş. Hani davul sesi gibi geldi bana. Ben ayeti
okurken cihad davulunun sesini duyar gibiyim. Sahabei
kiramın bir çoğu arab yarımadasının dışına çıkmamıştı.
Mutlaka ticaret kervanlarıyla çıkanlar var ama onlar
azınlıktadır. Mekke ve çevresinde deve çobanlığı koyun
çobanlığı ile ömrünü geçiren insanlar müslü-man olduktan
sonra bu ayeti kerimede kendilerine indikten sonra kalple-
rinde bu ayet davul gibi ötmeye başlamış ve taa
Azerbeycari'a ve taa güney Afrikaya kadar ve Kuzey
Afrikaya kadar gidivermişler. Allah'ın emirlerini ve
yasaklarım, ve Allah'a imanın oralara kadar ulaşmasına se-
bep olmuşlardır. Bu içten olan bir davuldur.
Mutlak surette bu dıştan olan cenk davullarıda etkiliyor.
Osmanlının mehteran takımı günümüzde bazı merasim
geçitlerinde vuruyor. Bazıları diyorki "Hocam orada mehter
takımını gördüm tüylerim diken diken oldu" diyor. "Allah
yoluna cenk edelim" diyerek yürüyorlardı diyor. Kim
söylüyor? gayreti diniyeside yerinde olmayan arkadaşlar
vurarak gidiyorlar ama bu bile insana dıştan ürperti veriyor.
Fakat atalarımızın sözü vardır. "Dökme su ile değirmen
dönmez" derler. Yani dışardan etkilenme ile bu iş olmaz.
İçten coşması gerekiyor. Kişinin içten coşması içinde bu Ali
imran suresinin 160. Ayet'i kerimesini iyi bilmeli, en hayırlı
ümmet olduğuna inanmalı, ama onunda üç şartı var. Allah'a
iman edecek, tabi Allah'a imanın içerisinde imanın şartları
var. İyiliği emredecek ve kötülüklerden alıkoyacak.
"Eğer kitap ehli - yani yahudi ve hristiy ani arda müslüman
olsalardı onlar için daha hayırlı olurdu" diyor. Geçmişte İsa
aleyhisselama inen kitaba, Musa'ya (a.s.) inen kitaba inanan
insanlar birde, Efendimize (a.s.v.)'a inen kitaba inanmış
olsalardı onlar için daha hayırlı olurdu diyor. "Onlar
içerisinde bir kısım mümin olanlar vardır. Yani Yahudiler-
dende hristiy anlardan da bir kısım müslüman olanlar vardır.
Ama çoğunluğu ise fasıktır" diyor. Fasık itaattan çıkan
manasına gelir. Hani müslümana da günah işlediği zaman
fasık kelimesi kullanılır. Allah'ın yasaklarını çiğneyen bir
adamada "Fasık" denilebilir ama burada kasdedilen yan-hz
yasakları çiğneyen değil imanımda reddeden kişilerin yani
burada kâfirler kasdedilmiş. Çoğunluğunun fasık kalacağını
Allah (c.c.) haber veriyor. Günümüzde biz şuna kesin
inanıyoruz hepiniz inanıyorsunuz. Bende inanıyorum
mutlak surette Allah (c.c.) Ayet'i kerimesinde "Tamamen
din Allah'ın dini oluncaya kadar, yeryüzünden fitne, dinden
döndürme, işkence zulüm kalkıncaya kadar Allah yolunda
harp ediniz" diyor. Olmayacak şeyi Allah emretmiyeceğine
göre bu olacaktır. Bunun anlamı bütün dünya insanı
müslüman olacak anlamında değildir. Yalnız yeryüzünde
islâmm hakimiyeti sağlanacak. Ehli kitapda zimmi vatandaş
olarak, yani o müslüman devletin gayri müslim vatandaşı
olarak, o devlet içerisinde islâmmda kanunlarına riayet
etmek kaydı ile yaşıyacaklardır. Yani müslümanlar
hakimiyeti elde ederler ama bu hakimiyet altında onlarda
yaşarlar. Rabbimiz buyurur..674[154]

(111) Onlar size ezadan başka zarar veremiyecekler. Eğer


sizinle harp ederlerse size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra
onlara yardım edilmez.
Yani çoğunluğu fasık olacak ama iman edenlerde olacak.
Peki iman etmiyenler bize zarar veremezlermi? "Size zarar
veremezler" Hocam, hiçmi zarar vermezler? Eziyet olabilir.

674[154]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/118-121.
Yam gayri müslimlerin, ehli kitabın, yahudinin ve
hristiyanın müslümana eziyet etmesi olabilir ama tamamıyla
müslümanlara uzun müddet zarar vermesi söz konusu
değildir. Eziyet niçin? Eziyette insanlar arasında iyi ile
kötüyü birbirinden ayırt etmek için hani saf altınında
içerisinde karışık olduğundan eritiyorlar. Ateşde
yakıyorlarda arıtıyorlar. Posasından ayırıyorlar. Yazık
değilmi yahu altını ateşe atıyorsunuz denilebilir. Ama
posasından arınması için ateşe girmesi gerekiyor.
Müslümanlarmda içindeki pisliklerden münafıklardan
temizlenmesi gerekir. Müslümanlarda bir ikbal
gördüklerinde müslüman görünen yani müslümanların eline
imkan geçtiğinde müslümanların yanında olan ama
müslümanların elinden imkan gidince onların yanından
uzaklaşan münafıkların ayırt edilmesi için bazen eziyetler
olabiliyor. "Eğer onlar sizinle harp ederlerse size sırt dönüp
kaçarlar. Sonra onlara
yardımda olunmaz"
İman etmediği halde islâm devletinin nimetlerinden
yararlananlar devletin küçücük sarsıntısında hemen saf
değiştirirler. İslâm devletinin tökezlemesi aramızdaki
münafıkların ortaya çıkması içindir. Medinede efendimiz
Mekkelilerle Hendek harbine başlayınca münafıklarla
çevredeki yahudiler hemen anlaşmayı bozmuşlar ve
kâfirlerin safına geçmişler. Ama onlardanda yardım
görememişler. Efendimiz o yahudileri cezalan-
675[155]
dırmıştır.

(112) Onlar her nerede olursa olsun onlara zillet damgası


vurulmuştur. Ancak Allah'ın ipine ve insanların ipi (sözü)ne
sarılanlar müstesna. Onlar Allah'dan bir gazaba uğradilarda
üzerlerine aşağılık damgası vuruldu. Bu, onların Allah'ın

675[155]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/121-122.
ayetlerini inkar ve peygamberleri haksız yere öldürmeleri
sebebiyledir. Ve yine bu isyan etmeleri ve aşırı gitmeleri
sebebiyledir.
Nerede bulunurlarsa bulunsunlar onlara zillet damgası
vururuz diyor Allah (c.c.) Bu zillet özellikle yahudilere
vurulmuştur. "Ama hocam bunlar devletlerini kurdular.
Dünyaya hükmediyorlar" denebilir.
Kapalı çarşıdan bir yahudi delikanlısı İsrail'e gider orada
evlenir.
Gerdeğe girer bir bakarki gelin odasında iki otamatik silah.
Yemek salonunda iki silah. Oturma odasında birkaçtane.
Tuvalette bir tane silah. Geline bunun sebebini sormuş,
gelin "Bu kara çocukların ne zaman nereden saldıracağı
belli olmaz" demiş.
Her an evinin içine bir silah namlusunun uzanacağını
düşünerek Amerikanın çıkarlarını korumak için bekçilik
yapmakdan daha zelil birşey olmasa gerek.
Dünyanın en eski milleti olan bu yahudiler dürüst ve doğru
bir siyaset yapabilselerdi bu gün dünyanın en kalabalık
milleti olurlardı. Ancak kötü siyasetleri nedeniyle hep
kendilerinin katliamına sebep olmuşlar ve ispanyol
çingenelerinin nüfusuna erişememişler.
Yahudilerin bu zilletten kurtulmalarının iki şekilde olacağını
Allah (c.c.) bu ayetinde haber verir. Ya Allah'ın ipine sarılır
kurtulurlar. Yani müslüman olurlar. Veya müslüman bir
devletin himayesine girerler.
1992 yılında yahudilerin İspanya da hristiyanlar tarafından
topluca öldürülmelerinden kurtarılarak Osmanlılar
tarafından İstanbula taşınmalarının 500 ncü yılını kutladılar.
Onları hristiy ani arın öldürme yok etme faaliyetinden
Osmanlı kurtan vermiş tir.Şimdi ise Amerika kuruyuveriyor.
"Osmanlı, yahudileri kurtarmış ama İspanya daki
müslümanlara yardım elini uzatmamış" diyenler Barbaros
Hayreddin paşanın hatıratını okusunlar. Hayreddin paşa
hatıratında seksenbin müslümam gemilerle Kuzey Afrikaya
taşıyıp yerleştirdiğini söyler.
O müslümanlan İstanbula getirmenin hiçbir faydası yoktu.
Kuzey Afrikada islâmın güçlenmesi, yeniden Avrupaya
yürümesi için oraya yerleştirmiş.
Yürüyüş başlamıştır, Cezayir'den İslâmın gür sesi geliyor. O
ses Pa-ris'de yankılanıyor. Üçmilyon müslüman Fransa'nın
içinde faaliyet gösteriyor.
"Osmanlı bu yahudi mikrobunu İstanbul'a taşıyarak içimize
niçin aldı" diyenler bilsinlerki önce islâmi ve insani
görevimiz mağdura, mazluma yardım etmektir. Sonra
doktorların dediğine göre vücudda zararlı mikrop olmazsa
hastalanırmışız. Faydalı mikropların çalışması zararlı
mikroplar olduğu içinmiş. Yani sağlam bir vücudda zararlı
mikroplarda fayda veriyor, insanı uyanık tutuyor çalışkan
yapıyor.
Devlet bünyesinde iyi insanlar tasfiye edilince zararlılar
faaliyete geçtiler.
Hz. Musaya önce iman edip sonra ihanet ettiklerinden bu
yana devlet kurup izzetlerini koruyamamışîar. Bu gün devi
etçikleri yle çölü yeşerttiler deniyor ama Amerika bir sene
para yardımı yapmasa yeşeren o çöl kavrulur. Dolarla
sulanıyor. Bekçilik ücreti alıyorlar.
Bu aşağılık damgasının vurulmasına sebep Allah'ın
ayetlerini inkar etmeleri ve kendilerine gönderilen
peygamberlerini öldürmeleri, isyan edip haddi aşmalarıdır.
Biz bu ayetleri bu günkü yahudilere okuduğumuzda onlar
bize "şimdi biz peygamberini öldürüyoruzda bu ayeti bize
karşı okuyorsunuz" derlerse biz derizki "Atalarınızın
öldürdüğü, Öldürmeye teşebbüs ettiği suçları var. Siz
öldürmediniz ama Tevrat'ınızda nakledilen bu öldürme
olaylarını havralarınızda okumakla tasvip ediyorsunuz.
Katili tasvip edip alkışlamak suça ruhen iştirak etmekdir.
Hırsıza köşe dönücüye hayranlık duymak aynı suçu ruhen
paylaşmaktır" diye cevap veririz.
"Bazı insanlar biz sizin yaşınızda iken şöyle kaçardık böyle
içerdik" deyip yalanlan ve günahları anlatırlar. Ne demektir
bu? Yani şimdi yapa-mıyorsam ihtiyarlığımdan dolayı
yapamıyorum. Midem rahatsız olduğu için içemiyorum
derler. Yani aynı şeyi tasvip ediyorlar. Aynı günahı yap-
tığından dolayı işlememiştir ama tasvipten dolayı günaha
girmektedir. O-nun için dünyanın öbür tarafında yapılan bir
işkenceyi tasvip etmiyece-ğiz. Haberi duyunca üzülmemiz
gerekiyor. Kim olursa olsun. Bir gayri müslimde olsa
zulmedilmişse o adama o adamın tarafından mazlumun
yanında yerimizi almamız gerekiyor, İster müslüman olsun,
ister komi-
nist olsun, ister ehli kitaptan, olsun ister Çinli olsun, ister
Japon olsun. "Hocam bizimle ne ilgisi var? Bu adamlar
Allah'ın ayetlerini inkar etmişler, peygamberleri
öldürmüşler ve onlara isyan etmişler, haddi aşmışlar.
Rabbimde bunlara zillet damgası vurmuş. Vurduysa vurdu,
bizimle ne ilgisi var?" Sizde Allah'ın ayetlerini inkar
ederseniz sizde peygamberlerin öldürülmesine geçmişteki
öldürülmelerine gönülden razı olursanız am-mada iyi
etmişler yahu, peygamberler insanların yolunu engellemişler
gibi tasvipkar bir tavır içerisine girerseniz Sizde Allah'a
isyan eder Haddi aşarsanız aynı damga sizede vuruluverir.
Hani çok anlatılır çeşitli gazetelerde İngiliz lordlar
kabinesinde lord'un biri kürsüye gelmiş ve demişki
"müslümanları mağlup edebilmenin bir yolu şu ellerindeki
Kur'an-ı almaktır" demiş. Türkiyede de Abdullah Cevdet
içtihad dergisi çıkarmış. Osmanlıyı çökertmek için neler
yapalım diye anket düzenlemiş ve Paris'ten gelen bir cevap
"Kur'an-ı kapa kadını aç" demiş ve o uygulanmış yıllardır.
Bu Kur'an kapanıverince rabbimde bizim üzerimize zilleti
vuru-vermiştir, Yani bu yeni değil. Kur'an dan uzaklaşmak
hareketi eski tarihlerde başlamış. Sünneti seniyyeden
uzaklaşma hareketleri başlamış ve Rabbimde zillet
damgasını vurmuş. 676[156]

Islah'ın Manası: Yalnız insanlar tevbe ederlerse ki Kur'an-ı


Kerim'in bir çok yerinde "İman ederlerse vede yaptığı
hataları düzeltirlerse" buyurulur. Ali İmran 89ncu ayetinde
«İman eden vede bozduğunu düzelten» diye geçmişti. Adam
emekli general olduktan sonra camiye geliyor. Yıllarca
askeriyede kalmış ve emekli olduktan sonra gidecek yer
yok. Camiye gelmiş. Dernek başkamda olmuş gelip gidip
emir veriyor. Onun İslahı kendi sahasında olur.
Kunduracının ıslahı kendi sahasında olur.
Manifaturacmınki, Sarrafmki, Avukatınki kendi sahasında
olur. Hani Bursa'da bir öğretmeni anlattılar bana matematik
öğretmeni imiş. Bursa lisesinde yıllarca imansızlığı ateistliği
anlatmış. Emekli olduktan sonra islâmi çizgi ye dönmüş.
Tevbe etmiş. Birtanesi demişki senin tevben Ulu camide
teşbih çekmekle olmaz. Bu ayete uygun olarak "Senin
tevben o çocukların isimlerini tesbit edip o çocukları nerde
bulursan bulabildiğin kadarı ile söylediklerinin yanlış
olduğunu duyurmaktır" Ve bu adam bu işe girmiş. Hala sağ
dediler. "Liseye gidip o zamanki talebelerin listesini
çıkarttırmış sağolsun müdürde vermiş. Gidiyor diyorki:
"yavrum, çocuğum ben size şöyle şöyle demiştim ya. Yanlış
onlar." Çoğunluk diyormuş ki "Hocam biz seni zaten gavur
diye biliyorduk sözüne hiç itibar etmiyorduk
dinlemiyorduk." "aman kuzum iyi etmişiniz" diyormuş ama
bir kısımda diyormuşki çok azda olsa "Hocam o zamanlar
aydın bir kişiydin fakat ecelin yaklaşınca bazı şeylerden
korkmaya başlamışsın örümcek kafalı olmuşsun sen"
diyorlar. Onlarada üzülüyor ama görevini yerine getiriyor,
İşte yani ıslah budur. Bozduğunu düzeltmektir. Bizde

676[156]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/122-125.
bozduğumuzu düzeltmekle görevliyiz bu günlerde. İnşallah
Allah'ta bizi başarılı kılar. 677[157]

(113) Hepsi bir değildir. Ehli Kitapdan dimdik ayakta duran


bir topluluk vardırki onlar geceleri secdeye kapanarak
Allah'ın ayetlerini okurlar. 678[158]

(114) Allah'a ve ahiret gününe iman ederler, iyiliği emreder,


kötülükden yasaklarlar ve hayırlarda birbiriyle yarışırlar.
İşte onlar sahillerdendirler.
Bunlar hepsi böyle değildir. Yani Yahudi ve Hristiyanlara
bakarken böyle hepsini denk görmeyin. Bunların içerisinden
bir ümmet vardır, Allah'ın emirlerini yerine getiren ve
gecenin bir anında Allah'ın ayetlerini okuyan ve Allah'a
secde eden insanları vardır. Yani ehli kitaptan da
müslümanlan vardır.
Yani bir adam ehli kitaptır deyipte müslüman olduktan
sonrada bu adama ehli kitap idi, Yahudi idi, hristiyandi
sakın bu kelimeyi kullanmayın mesela günümüzde
Türkiye'de şöyle bir şey vardır, "bunun aslı dönme imiş"
yani dönmelik diye birşey var. Türkiyede bu konuda
yazılmış kitaplar var. Yazılmış makaleler var. Siz şuna itibar
edin, adamın şimdiki hali bizim için önemlidir. Şu anda bu
adam dinime sımsıkı sanlmışsa anasının yahudi olması
babasının yahudi olması bizi ilgilendirmiyor. Peygamber
efendimiz zamanında bir harpte gayri müslimlerden bir
çocuk öldürülmüş, efendimiz; "harp esnasında ağaçları
kesmiyeceksiniz, zirai mahsullere zarar vermiyeceksiniz
hayvanları öldürmiyeceksiniz, çocuklara
dokunmayacaksınız, Hanımları öldürmiyeceksiniz, kiliseden
dışarı çıkmayan papazlara zarar vermiyeceksiniz sizinle
harp için karşılaş anlarla harp edeceksiniz" demesine
677[157]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/125-126.
678[158]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/126.
rağmen bir çocuk öldürülmüş. Peygamber efendimize
durum arz edildi üzüldü, yüzü kıpkırmızı kesildi kızdı, ben
size yasaklamadım mı? dedi biri dedi ki "Ya rasülellah kâfir
çocuğuydu diyerek savundu. Demişki "hepiniz gavur
çocuğu idiniz" öyle değilmi sahabenin hepsi gavur çocuğu
idi. Yani bir zamanlar puta tapan insanlardı bunların
babaları kendileride puta tapan insanlardı. Yalnız bir siyasi
dönme vardır. Onlara dikkat edilsin. Hani gerçekte
müslüman olmadıkları halde zarar vermek için faaliyet
gösteren Ermeni bir teşkilat Türkiyede vardır. Ama birde
gerçekten Ermeniymiş müslüman olmuş. Benim tanıdığım
delikanlı var. İslâmi faaliyetlerde çok aktifdir. Talebeleri
toplayan ve onlara islâmi hizmetler veren yöneten, bizim
buna "Anan Ermeni idi. Baban Ermeni idi" demeye
hakkımız yoktur. Bunlara dönme demeyiz hani dönme
aslında dönmüş anlamında denebilirde fakat dönmelik ayrı
bir ifade tarzıdır Türkiyede. Hatta Arapça kitaplara bile
dönme kelimesi geçmiş, bunların içerisinde. Allah'ın
ayetlerini okuyan, dinimin emirlerini yerine getiren ve
Allah'a secde eden insanlar vardır. Şimdi Yahudi ve
hristiyanları cennete sokmak istiyen bazı kişiler bu ayeti de
kendilerine delil getirirler. Halbuki biz daha tefsirimize
başlarken Kur'an-ı tefsir ederken ilk önce Kur'anın diğer
ayetlerine müracaat ediyoruz demiştik. Yani bu ayette geçen
bir hükmü anlıyabilmemiz için bunu açıklayıcı mahiyette
başka ayetler varmıdir diyoruz.
Bu ayeti kerimede ehli kitaptan kasdedilen; "müslüman
olmadan Tevratı okuyan, Allah'a secde eden ve Allah'ın
emirlerini Tevrattaki şekliyle şimdi yerine getiren kişilerdir
diyenler mi doğrudur? Yoksa benim biraz önce verdiğim
mânâdaki "ehli kitaptan müslüman olmuş, Allah'ın
ayetlerini okuyan Allah'a secde eden kişiler mi?"
Benimkiside bir iddia. Öbürününkide bir iddia. Öyleyse
Rabbimiz yine Ali İmran suresi 199ncu ayeti kerimesin de
yani bu surenin içerisinde "mutlaka ehli kitaptan öyleleri
varki Allah'a mutlaka iman ederler. Size indirilene iman
ederler yani Kur'.ana iman ederler. Onlara indirilenede iman
ederler, yani Tevrata, İncile de iman ederler. Allahtan
korkarak ikisine de iman ederler az para karşılığında
Allah'ın ayetlerini satmazlar. Onların ücreti mükafatı
Rableri katmdadır" diyor. Aslında bu ayeti kerimede de yani
113ncü ayeti kerimede, bu günkü yahudiler cennete
gidecektir diye bir anlam çıkmaz. Çünkü devam eden 114
ncü ayeti kerimede. Bu ehli kitaptan olup, Allah'ın ayetlerini
okuyan ve secde edenler, "Allah'a ve ahirete iman ederler"
buyrulur. Buda bizim delilimiz. Ama öbürüde iddia ediyor
diyorki "bende diyorumki "Yahudilerin cennete gitmesi için
Allah'a ve ahirete seksiz iman etmesi gerekir" diyorum.
Ama ayet devam ediyor. "O ehli kitaptan olan insanlar
Allah'a ve ahirete iman ederler iyiliği emrederler, kötülükten
alıkoyarlar ve iyi işlerde birbirleri ile yarış yaparlar
koşuştururlar" diyor. İyiliği emredip kötülükten alı koymak
neye göre? Birşeyin iyiliğini veya bir şeyin kötülüğünü kim
tesbit eder? Eğer insan tesbit eder dersek hepimizin aklı
vardır ve hepimiz eşit bir şekilde dünyaya gelmişiz.
Birbirimizin diğerine üstünlük hakkı yoktur. Öyleyse benim
iyi dediğim bir şeye sizin hepinizin iyi deme mecburiyeti
yok.
Eğer biri çıkar benim dediğim doğrudur derse firavunlaşır.
İstersen bu yönetimin adına demokrasi desinler veya
cumhuriyet desinler. İş öyle değil bir adam çıkar derseki
"iyileride ben belirlerim, kotüleride ben belirlerim, yasakları
ben koyarım, müsaadeleri ben veririm" diyorsa sistemin adı
ne olursa olsun işte despotluk budur, krallık budur. Ama
bunu insanların gözünde güzel göstermek için çeşitli zaman
içerisinde he-r devlet kendine göre, her devlet kendi
halkının anlayışına uygun yumuşak kelimeler kullanmışlar.
Biz şunu diyoruz "Bütün insanlar Allah katında bir
tarağın dişleri gibi eşittirler" Birinin diğerine hükmetmesi
yoktur. İyi bildiğini kabul ettirme hakkıda yoktur, kötü
bildiğini kabul ettirme hakkıda yoktur. Senin kadar benimde
aklım var. Sen benden akıllı olabilirsin ama senden
akülısıda var.
Öyleyse onun aklına uyman gerekiyor. Bunuda kim tesbit
edecekti. Ölçüsü yok bu işin. Öyleyse iyiliği ve kötülüğü
belirleyen insanların akıllarını yaradan Allah (c.c.) tür.
İyiliği emreden kötülükten yasaklayan O yahudi insanlar
müslüman olan insanlardır. Hem 199 cu ayetin açıklama-
sıyla "onlar size indirilen kitaba yani Kur'an-ı Kerime iman
ederler. Birde kendilerine indirilen kitaba iman ederler. Yani
Tevrata ve İncilede iman ederler diyor Allah (c.c.) Onlarda
bizim kardeşlerimizdir. Hani hem Kur'ana iman etmiş
hemde İnciîe, Tevrata iman etmiş insanlar. Bizim
kardeşlerimiz çünkü imanın şartlarından bir tanesi de hem
Kur'ana iman etmek, hem İncile, hem Tevrata, Hem Zebura
iman etmek ve hemde diğer sahifelere iman etmek
mecburiyetidir. Yoksa müslüman olamayız. 679[159]

(115) Hayırdan ne yaparlarsa ondan mahrum


bırakılmayacaklar. AHah sakınanları bilir.
Hayırdan ne yaparlarsa yapsınlar. Allah katında hiç zayi
olmayacaktır. Yani yaptıkları iyilikler geçersiz
olmayacaktır. O iman etmiş insanların yaptıkları iyilikleri
burada şöyle yorumlayanlarda var. Hani bir insan ehli
kitapken iyi imiş. Ehli kitap ama dürüst insanmış. Ve İslama
girmiş. Islama girmekle müslüman oluyor geçmişte yaptığı
iyiliklerde hesabına işleniyor. Kötülükler siliniyor. Çünkü
"islâm geçmişi siler" diyor peygamber efendimiz
(A.S.V.) 680[160] Hani sahabeden Amr b. As. müslüman
olmadan önce gelmiş. Yaman adammış. Müşrik devlette
679[159]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/126-129.
680[160]
Ahmed, Müsned 41199, 204
pisliklerin hepsinide o yönlendiriyor. Mekke devletinin
bütün pis işlerini o yönetiyor. Uluslararası münasebetlerde
de öyle. Müslümanlar Habeşistana hicret ettiklerinde
oradaki müslümanların hepsinin kollarına kelepçe vurup
iade edilmesi için gönderilen elçilerden biri de o. Ama
sonradan efendimize inanmış tabiki, demişki "Yarasulallah
öyle pislikler işledimki bunların tevbesi olmaz"
Efendimizde demişki "İslam geçmişi siler" ve bunun üzerine
müslüman olmuş. İslama da çok büyük hizmetleri olmuş ve
Mısır valiliği yapmıştır. Şerefle şanla adaletle orayı
doldurmuştur. Yani geçmişte yaptıkları hayırlı işler
müslüman oldukları takdirde inkâr olunmaz diyor. Ve
müslüman olduktan sonra yapılan bütün hayırlar onların
lehine işleyecektir.
Allah muttaki insanları bilmektedir. Yani dış görüntüye göre
davranan riyakar insanlarla gönülden yapan insanları Allah
(c.c.) bilmektedir.681[161]

(116) Şüphesiz inkar edenlerin, ne malları ne de evlatları


AHah-dan hiçbir şeye karşı onlara fayda sağlayamaz. İşte
onlar ateş ehlidirler ve onlar orada ebedidirler.
Kafirlerin malları ve evlatları Allah katında onlara hiçbir
şekilde fayda vermez. Şimdi mallarından kasıt ekonomik
güçleri diye tefsir edilir. Evlatlarından kasıt askeri güçleri
diye tefsir edilir. Peki niye "malları ve evlatları" deniliyor.
İnsana en yakın olan kişinin kendi evladıdır. Ve de kendi
malıdır. İstediği gibi tasarruf edebilecek durumda hazırdır.
Yani orduları, evlatları gibi kendilerine bağlı bile olsa
müşriklerin orduları kendi devlet başkanına evladı gibi bağlı
olsa ekonomik gücünüde kendi malıymış gibi tasarruf
edecek güçde olsa bile, sağlam müminler karşısında hiçbir
şekilde Allah katında onları o mal ve ordular koruyamaz

681[161]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/129-130.
diyor.
Bundan sekiz sene önce Afganistana giren Rusya'ya
yıkılacaksın deseydiniz inanmazdı. Müslümanlar bunu
diyorlardı. Bazı müslümanlar Rusyanın sonu olacaktır bu"
dediler. Ama o günün bazı büyük başları ve kalbur üstü
insanları inanmadılar. "Rusya haa, üç gün içinde
Afganistanın işini halleder yazık olacak ordaki müslüman
soydaşlarımıza ve dindaşlarımıza" diyorlardı. Onlarda
diyorki size yazık olacak böyle düşünmenizden dolayı size
yazık olacaktır. Geldiler inşallah çok hayırlı şeyler göre-
ceğiz. Evlatları gibi orduları olsa, malları gibi ekonomileri
olsa ki mallan gibi değildir. Bir tasarrufta bulunması için
parlementerlerin izni çıkması lazım. Rayından çıkması
lazım bu kadar olsa bile Allah katında onlara fayda
vermiyecek.
Onlar cehennem odunudurlar cehennem yaranıdırlar. Orada
ebedi kalıcıdırlar. 682[162]

(117) Onların bu dünya hayatında harcadıklarının durumu,


kendilerine zulmeden topluluğun ekinlerine isabet edip onu
yok eden kavurucu rüzgarın durumu gibidir. Allah onlara
zulmetmedi. Ancak onlar kendi kendilerine zulmettiler.
Onların bu dünya hayatında infak ettiklerinin durumu.
Şiddetli soğuk olan bir rüzgarın durumu gibidir. Kendilerine
zulmeden bir toplumun zirai mahsullerine esmiş ve onları
helak etmiştir. Hani Anadoluda ayaz vurdu denir. Yani
kaysılar çiçek açarlar, mahsule dönüşecekken. O esnada bir
şafak vaktinde gecenin bir anında, dondurucu bir poyraz
eser. Ağaçlar ve dallarında çiçekler sabah güneş doğuncaya
kadar dayanırlar. Güneş doğup ısımverdiği vakit
kuruyuverirler. Rabbim onu anlatır. Yani şiddetli soğuk bir
rüzgar zirai mahsullere estiğinde nasıl zarar veriyorsa işte

682[162]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/130-131.
onlarında dünyada infak ettikleri mal öyledir. Çiçek açar
gibidir. Yani imansızlıkları yolunda yaptıkları tasarruf, yani
verdikleri mallar onlara çiçek açar gibi görünür. Gece
verecek gibi görünür ama sonu hüsrandır.
Amellerinin boşa gitmesiyle Allah onlara zulmetmez.
"Ancak onlar kendilerine zulmetti" diyor Ali imran
suresinin bu 117 ci ayeti kerimesi çok önemli "Ancak onlar
kendilerine zulmetti" diyor. "Efendim Allah bana zulmetti,
Allah beni cezalandırdı, Allah bana şöyle yaptı böyle yaptı"
değil. Onlara bu ayeti kerimeyi cevap olarak vereceğiz.
"Allah kuluna zulmetmez kişiler kendilerine zulmederler"
bizim köye bir hoca gelmişti. Ben ilk okula gidiyorum.
Nasıl bir hoca idi bilmiyorum. Yalnız vaaz etti gitti. Fakat
birşey ezberimde kalmış. Bir adam Kıbnsa gitmiş. Orada
çok ezalar cefalar çekmiş ve orda ölmüş. Ölürkende ağacın
kabuğuna yazmış. "Kuluna zulmederse mevlası kuluda,
boylar Kıbrıs Adası" Sonradan oraya gelen bir adam altına
yazmış. "Kuluna asla zulmetmez mevlası, kulunun çektiği
kendi cezası". Peki hocam tüm insanların başına gelenler
mutlaka kendi yaptığımıdır? oda değil, Peygamber
efendimizin bir müjdesi var müslümanlarm başına gelen
bela ve musibetler rahmettir. Bir çok günahına keffaret
olurda ondan. Yani ahirette o günahların cezasını çektirmez
Rabbim. Bu dünyada o bela ve musibete sabrederse ki, onun
için vermiştir. Kuluma bunu veririm, o da sabreder,
kıyamette, cehennemde azap etmeden cennete gönderir.
Ama kâfirin başına gelenler ise bela ve musibet ona azaptır.
Ahirettekini hiç hafifletmiyor. Birde bu dünyada çekiyor, iki
taraflı azaptır diyor peygamber efendimiz (A.S.V.) 683[163]

(118) Ey iman edenler, kendinizden olmayanı sırdaş


edinmeyin. Onlar size kötülük yapmada kusur etmezler.

683[163]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/131-132.
Sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların (size olan) kinleri
ağızlarından taşmaktadır. Göğüslerinin gizlediği ise daha
büyüktür. Size ayetleri açıkladık eğer akıl ederseniz.
Ey iman edenler, yani şu anda bizleriz; sizden olmayanları
kendinize sırdaş edinmeyin, "bitane" batın kelimesinden
türemiş, türkçedeki "kardeş" kelimesi karındaş kelimesinden
türetilmiş bir kelime derler. Karındaş kelimesinden kardeşe
dönüşmüş. Ağabeyinize ve küçüğünüze kardeş diyorsunuz.
Niçin? aynı karından geldiğiniz için karındaşsınız. Bu keli-
mede yani "batın" arap dilinde karın manasına geliyor.
Sizden olmayanı, mümin kardeşleriniz gibi kendinize kardeş
ve sırdaş edinmeyin. "Onlar size düşmanlıkta hiç kusur
etmez" diyor. Ne güzel ifade. Sizi zayıflatmakta, size
düşmanca münasebetlerde, kusurları olmaz. Ellerinden
gelen her şeyi yaparlar, "sizin sıkıntıya düşmenizi severler"
Yani bir müslüma-nın sıkıntıya düşmesini isterler. Severler
ve sevdiklerinden dolayı isterler. Bunları nasıl tanıyalım?
Bize düşmanlıkta kusur etmeyen, ve bizim sıkıntıya
düşmemizi isteyen, bu insanları sırdaş edinmeyelim de peki
nasıl tanıyalım. Rabbim onu tarif ediyor bize "onların
düşmanlıkları, dudaklarından dökülüverir" Hani "kişinin
kimliği dilinin altındadır" diye bir söz vardır. Hani derler ya
"Ağzındaki baklayı çıkar bakayım" yani o bakla çıktımı
kimliğini tanıyorsunuz. Onun için imansız kesimin bir aleni
konuşmaları vardır, ona dikkat edin. Birde özel konuşmaları
vardır onlara da dikkat etmek gerekir. İkisi bir araya geldiği
takdirde ortaya çıkar kimlikleri. Bakara suresinin başında
ondördüncü ayette «Müslümanlarla karşılaştıkları zaman
bizde iman ettik bizde sizin gibiyiz» derler. Şimdi bunu
aldık bir tarafa koyduk, Ama kendisi gibi şeytan heriflerin
yanma vardığında onunla başbaşa kaldığında gizli
toplantılarında valla biz sizinle beraberiz" derler. Peki orda
ne demişdin diye sorarlarsa "biz müslümanlarla alay
ediyorduk, dalga geçiyorduk, oylarım alıyorduk gibi şeyler
söylerler. Ağızlarından çıkan kelimelerden onların kişiliğini
ortaya çıkarıyor Rabbim ama «Gönüllerindeki taşıdıkları kin
ise daha büyüktür» yani dillerindeki gönüllerindekini ifade
edebilmiş durumda değil. Biz size ayetleri açıkladık. Eğer
aklınız başınızda ise" diyor Rabbim. Eğer aklınız başınızda
ise yani dostun kim, düşmanın kim, düşmanın gücü nedir,
düşmanın taktiği nedir, ağzındaki nedir, gönlündeki nedir?
onları bildirdik size aklınız varsa diyor Rabbim. Yani bir
ayette anlattık gerçi bunu, hani 3 - 4 satırlık bir ayeti
kerimede ama, sizin aklınız varsa anlayıverin
manasınadır. 684[164]

(119) İşte siz, onlar sizi sevmezken onları seven ve


kitapların hepsine iman edenlersiniz. Onlar size
rastladıklarında «İman ettik» derler. Yalnız kalmcada size
olan kinlerinden parmaklarının uçlarını ısırırlar. Deki:
«Kininizle geberin» şüphesiz Allah göğüslerdeki özü
hakkıyla bilir.
Sizler onları seversiniz ama onlar sizi sevmez. Siz kitapların
tamamına iman edersiniz. Kur'ana iman edersiniz İncile de,
Tevrata da, Zebura da sahifelere de iman edersiniz. Sizinle
karşılaştıkları zaman "Bizde iman ettik" derler. Kendi
aralarında başbaşa kaldıklarında kinlerinden parmaklarını
ısırırlar. Sizi görünce iman ettik derler. Şu anda yani 1990
yılının ..Eylül, Ekim, Kasım, Aralık aylarında parmak
ısırıyorlar. "Yahu bunlar nerden gelmiş buraya? Bizim
fakültede şu kadar namaz kılan var" diyor. Öbürüsü "yahu
bizim fakültede sizinkinden de fazla. Bunlar aydanmı gel-
diler. Nerden türediler diyerek parmak ısırıyorlar. Rabbimde
«Kendi aralarında başbaşa kaldıklarında sizin aleyhinize
olarak parmak uçlarını ısırırlar. Deki onlara «Kininiz
içerisinde boğularak ölün» Allah gönüllerde geçenleri bilir.

684[164]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/132-134.
Yani başbaşa kaldığınızda gizli gizli konuştuğunuzda size
çıkar yolu yok. Dışta mümin görülüp, içte gavurluk
yapmanın size faydası yok. Allah dişınızıda bilir,
gönlünüzden geçenide bilir. Yine onları tarif ediyor
bize. 685[165]

(120) Size bir iyilik dokunsa onları tasalandırır. Size bir


kötülük dokunsa onunla neşelinirler. Eğer sabreder ve
sakınırsanız onların hilesi hiçbir şeyle size zarar veremez.
Şüphesiz Allah yaptıklarını kuşatmıştır.
Size bir iyilik dokunsa. Yani devlet olarak, şahıs olarak,
millet olarak yücelirseniz, onları kötü duruma düşürür, yani
üzülürler. Eğer başınıza bir bela ve musibet gelecek olursa
bu sefer sevinirler. 1400 sene önce nazil olmuş ayetler ama
günümüzdeki insanın fotoğrafını bize veriyor. Sizin
fotoğrafınızı veriyor. Müslümanların yücelmesinden
adamlar üzüntüye gark oluyorlar. Hani ölmüş putlarına
gidip, oralarda boyun bükmek suretiyle yardım talebinde
bulunuyorlar.
Parmak ısırmaktan, ölmüşlere çabut bağlamaktan ve
onlardan yardım talebinde bulunmaktan kendilerini adam
yerine koymadılar bu güne kadar biz yokuz dediler. Onun
içinde yapacakları başka bir şey yoktu. Ama sizin başınıza
bir musibet gelecek olursa önada sevinirler. Müslümanlar
falan yerden atılmış. Müslümanlar filan yerden kovulmuş,
manşetten veriliyor. Şu kadar namaz kılan insan ordudan
atıldı. Birinci sayfadan sevindirici haber bu. Ama rabbim
bize dönüyor şimdi. «Eğer sabrederseniz yani bela ve
musibetler gelecektir ama buna sabrederseniz. Allahdan da
sakınırsanız onların planlan ve tuzakları size hiçbir şekilde
zarar vermez. Allah onların bütün yaptıklarını kuşatmıştır»
yani Allah'ın mülkü içerisinde yapıyorlar. Allah'ın bilgisi

685[165]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/134.
içerisinde yapıyorlar bu işi. Bize yürü diyen O, bize destek
vereceğinide söyleyen O, öyleyse onların yaptıkları size
zarar vermez. Onun mülkünde onun bilgisi dahilindedir.
Ama bize iki şart var. Biri sabretmek, biride Allahtan
sakınmak.. Sabretmek eve çekilip, kapıları kilitleyip,
pencereleri örtüp, Hatta pencerelere demirden kapaklar
yaptırıp içerde «ya sabır» «ya sabır» demek sabır değildir.
Bu kabirdir bu evi kabir yapmaktır. Sabır; bir yüke
tahammül etmektir. Şöyle düşünün; At arabasıyla cephane
taşıyan bir insanın atma yükü taşımak için omuz veriyor. O
anda düşmana karşı hamle yapılacak öyle bir hal gelirki,
atında bir dayanma noktası var, çekim gücü vardır. O
bitmek üzere. Ama adam da bitmek üzere fakat cepheyede
varmaya çok az kalmış işte orada «bittim öldüm» derseniz
yıllarca çektiğiniz emek boşa gider arabada tekeriyle
beraber başladığımız yere döner. 50 senenin gerisine tekrar
gidiyorsunuz. Fakat o esnada Allah deyip bir daha hamle
yapacak olursanız zaten tümseği aşıverdimi inişe geçiyor.
Her yokuşun bir inişi vardır. Ayeti kerimenin aslı «Her
zorluğun bir kolaylığı vardır. Ama tefsircilerimiz her
zorluğun iki kolaylığı vardır. Çünkü iki kere zorlanmış •iki
defa tekrar edilmiş derler. 686[166]

(121) Hani sen müminleri savaş için duracakları yerlere


yerleştirmek için erkenden ailenden ayrılmıştın. Allah
herşeyi işitendir, herşeyi bilendir.
Efendimiz, Uhud harbine çıktığında muharipleri harp
edecekleri yerlere yerleştirir. Bu, insan olarak Efendimizin
aldığı tedbirdir. Herşeyi en iyi işiten ve bilen Allandır.
Biz üzerimize düşeni yaparız. İslamın dünyaya tebliğ
edilmesi için Paris, Londra, Newyork, Moskova, Tokyo gibi
yerlere adamlarımızı yerleştiririz. Hemde ayetin işaretine

686[166]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/135-136.
uygun olarak erkenden yerleştirmeliyiz. Yarın çok geç
olur. 687[167]

(122) Hani sizden iki takım, Allah yardımcıları olduğu


halde, çözülüp geri çekilmeyi istemişti. Müminler ancak
Allah'a tevekkül ederler.
Uhud harbine katılan bin sahabeden üçyüz kadarı münafık
idi. Düşmanı görünce Medineye geri kaçtılar. Bunları gören
bir kısım müslümanda da gevşeme başladı. Ama
Efendimizin dirayetli ve gayretli ve konuşmasıyla harbden
kaçmadılar. Dost olarak Allah'ı bildiler ve ona tevekkül
ettiler.
Günümüzde bizimle birlikte olanlardan karşı tarafa geçenler
olursa moralinizi bozmayınız. Bize Allah yeter.
Karşı tarafın askeri ve ekonomik gücünden de korkmayın.
Siz bütün orduları yaratan Allah'a güveniyorsunuz.688[168]

(123) Andolsunki siz Bedirde düşkün bir durumda iken


Allah size yardım etti. Allahdan sakınınki şükredebilesiniz.
Bedir harbinde müslümanlar 313 kişi idiler. Müşrikler ise
950 idiler. Allah'ın yardımı ile az topluluk, çok topluluğa
galip geldi.
Bugün dünya nüfusuna bakarsanız "bir müslümana yine
ancak üç kâfir düşer. Daha fazla olsalar, Efendimizin ilk
islâmı tebliğe başladığı gün gibi dünyada tek başına olsan
yine korkmaycaksın. Çünkü "Korkna" diyen Allandır.689[169]

(124) Sen müminlere «Rabbinizin indirilen üçbin melekle


yardım etmesi yetmezmi?» diyordun.
Az ve zayıf zamanlarda Allah, melekleriyle müminlere
yardım ettiğini açıkça ifade ediyorda nasıl yardım ettiklerini

687[167]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/136.
688[168]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/136-137.
689[169]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/137.
açıklamıyor.
Bir kısım alimlerimiz meleklerinde harbettiğini yazarlarken,
bir kısmı Meleklerin harbetmediğini ancak belirli
işaretleriyle görünerek müminleri yüreklendirdiklerini,
kâfirleride korkuttuklarını yazarlar. Bu ikinci görüş ayetin
ruhuna daha uygundur.
Bir çok harpde birmüslümanm elli kadar kâfiri esir alıp
getirdiğinde «Bir kişiye niçin esir oldunuz» diye
sorulduklarında «Bir kişi değildi yanında beyaz elbiseli çok
insan vardı» diye anlatılan olaylarda bu ikinciyi doğrular.
Meleklerin yardıma geleceğine, yardımın Allah'dan
olduğuna imanımız vardır. 690[170]

(125) Evet, eğer siz sabreder ve sakınırsanız, düşmanda size


ansızın gelirse Rabbiniz size nişanlı beşbin melekle yardım
edecektir.
Eğer sabredip Allahdan sakınırsanız, Bedir'de üçbin melek
gönderen Allah Uhud'da beşbin gönderir. Yardımın gelmesi
sabra ve sakınmaya bağlı.
Allah'ın emirlerim yerine getiren, yasaklarından kaçınan ve
herşeye sabreden mümine Allah yardım eder.
Uhud'da mağlup olmaları, okçuların sabredemeyip
yerlerinden ayrılmaları ve Efendimizin emrini
691[171]
tutmamalarının sonucudur.

(126) Bunu Allah size müjde olsun ve kalbleriniz bununla


mutmain olsun diye yaptı. Yardım ancak güçlü ve hüküm
sahibi Allah kalındandır. 692[172]

(127) (Allah bu yardımı) Küfredenlerin ileri gelenlerini


kessin yahut onları tepetaklak getirsinde isteklerine

690[170]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/137-138.
691[171]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/138-139.
692[172]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/139.
kavuşamadan dönüp gitsinler diye (yaptı).
Allah'ın emriyle Meleklerin yardımı, müminlere
müjdelemek, onları yüreklendirmek, kâfirlerin sonunu
getirmek eli boş döndürmek içindir.
Uhud harbinde Efendimizin mübarek dişi kırılınca
Buharinin sahihinde bildirdiğine göre Efendimiz sabah
namazı farzının ikinci rekatında rükudan kalkınca "Allahım
filana, filana la'net et" diye dua edermiş bunun üzerine şu
ayet nazil olmuş. 693[173]

(128) İşden hiçbirşey sana ait değildir. Allah onların ya


tevbeleri-ni kabul eder veya zulmettiklerinden onlara azap
eder. 694[174]

(129) Göklerde olanlarda yerde olanlarda Allah'a aittir.


Dilediğini bağışlar. Dilediğine azap eder. Allah
bağışlayandır, esirgeyendir.
Buharinin 695[175] Müslimin 696[176] de rivayet ettiklerine göre
harpde yaralanan Efendimiz, kâfirlere beddua edip
"peygamberini yaralayan toplum nasıl felah bulur" deyince
Allah (c.c.) bu ayeti indirmiş.
Yaşayan hiçbir kimseye isim vererek lanet etmeyeceğiz.
Filan müslüman olmaz veya olmasın demiyeceğiz. "Bütün
iller Allanın bütün kullarda Allah'ındır" 697[177]
O dilediğini afveder, dilediğine zulümleri sebebiyle azab
eder.
Allah (c.c.) kimi afvedip, kime azap edeceği konusunda
peygamberine bile yetki vermemiştir. Gafur ve Rahim olan
odur. 698[178]

693[173]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/139.
694[174]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/139.
695[175]
Meğazi 21
696[176]
Cihad 103
697[177]
Ahmed h. Hanhel Müsned-i 166
698[178]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/140.
(130) Ey iman edenler faizi kat kat olarak yemeyin.
Allah'dan sakının. Umulurki kurtulursunuz.
Uhud harbini anlatan ayetlerin hemen ardından faizi
yasaklayan ayet geliyor.
Müşrikler ve münafıklar Uhud harbinde Allah'ın dinine
karşı harbe-diyor, onun insan hayatına ve gönlüne hakim
olmasını engellemek için Allah'a ve Rasülüne karşı harp
etmişlerdi.
Uhud harbini anlatan ayetlerin hemen ardından faizin
yasaklanması, faiz yiyenlerinde Allah'a ve rasülüne harp
etmiş olduklarına işaret eder.
Bakara suresinin 276 ncı ayetinde mümin olduğu halde faize
devam edenlerin Allah'a ve rasülüne harp ilan ettiklerini
haber veriyor.
Zina eden, hırsızlık yapan, içki içen kişilerin yaptıklarının
büyük günah olduğu afvedilmediği takdirde cehennemde
azabı tadacağı bildirilir ama Allah'a harp açmak olduğu
söylenmez.
Bunlar bireysel suçlardır. Ama faiz bütün bir milleti
ilgilendiren, paranın değerini düşüren, enflasyonu artıran
zenginle fakir arasındaki mesafeyi açan toplumsal günahtır.
Ayetteki "faizi kat kat yemeyin" ifadesi Türkçedeki "bıçağı
sağa sola fazla sallama" ifadesinde olduğu gibi bu işi yapma
manasmdadır. Yoksa az olursa ye manasında değildir.
Riba: Arabın dilinde fazlalık, yükseklik manasınadır. Düz
arazi üzerindeki tepeyede arap Ruba der. Dağın en yüksek
yerine denir.
Yüz altın verip yüz altın alabilirsiniz. Yüzbir altın alırsanız
bir fazlalıktır. Yüz altın yüz altının dengidir. Bir altın o
düzlük üzerine fazlalıktır.
Faizin faydalarını anlatan proflarımiz var. Doğru devletin ve
milletin zararına olarak faizli kredilerden yararlanarak
altmış milyon insan içinden altmış zengin faydalanmaktadır.
Proflanmiz onların danışmanlığını yaparak ek ücret
almaktadırlar.
Dünyada ve ahirette kurtuluşa ermenin yolu faizi bırakıp
takva üzere bir hayat sürmektir.
Faizli para dünyada bana hertürlü nimeti sağlıyor
diyenlere: 699[179]

(131) Kafirler için hazırlanan ateşten sakının.


Faizin haramhğmı inkar eden kâfir olur. Faizin haramlığını
kabul edip isyan ederek faiz yiyen günahkar olur. Biz iki
haldende sakınalım. Kafirler için hazırlanan cehennemden
bu canlarımızı koruyalım.
Faizle bağa, bahçeye, köşke arabaya sahib olabiliriz ama
çiçeklerden, içeceklerden zevk almaz hale gelip öleceğiz.
Sonu gelmez hayatımız içinde yatırım yapmalıyız. 700[180]

(132) Allah'a ve peygambere itaat edin. Umulurki Rahmete


kavuşturulursunuz.
Biz Rabbimizin rahmetine muhtacız. Irmakların kuruduğu,
ekinlerin kavrulduğu, sütlerin çekildiği zamanda, rabbimizin
rahmetine muhtacız.
Derdini anlatamayan bir aylık çocuklarımızın sıhhatli
büyümesi, seksenlik ihtiyarlarımızın imanla ölmesi ve
mahşerin dehşetinden kurtulması için Rahmanın rahmetine
muhtacız.
Rahmanın rahmetine kavuşmanın yolu Allah'a ve Rasülüne
itaat etmekle olur.
Kul kanunlarına itaat ederek Allah'a isyan edenler Rahmete
kavuşamazlar.
"Biz Kur'anı tanırız sünnete itibar etmeyiz" diyen iyi niyetli
ama Kur'an kültürü olmayan kardeşlerimize de bir uyarıdır
bu ayet.
Allah'a itaat ediniz demek onun Kur'anda bildirdiklerini
699[179]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/140-141.
700[180]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/141-142.
yerine getirmek demektir.
Rasülüne itaat ediniz demek sünnete sarılınız demektir.
Bazıları Ra-süle itaatdan kasıt Kur'andır diyerek sünneti
reddederken cahiliiklerinide sergilerler. Bu konuda
tefsirimizin birinci cildin 34-35-36 ncı sahifelerin-de yeterli
cevap verilmiştir.
Bir pire için yorgan yakanlar olduğu gibi, uydurma
hadislerle islâm dinini anlatanlara kızarak, sahih hadisleride
reddedenler çıkabiliyor, Muhaddisler bu dinin
süvarileridirler. Abdurrahman b. El Cevzi, Celaleddin
Suyuti, Aliyyülkari gibi zatlar sahih hadisler içine
karıştırılan uydurma hadisleri teker teker pirinç içinden taş
ayıklar gibi temizlemişler.
Tertemiz iki kaynakdan kuvvet alarak dünyada devlete,
ahirette cennete doğru koşunuz. 701[181]

(133) Rabbinizin mağfiretine ve sakınanlar için hazırlanan


genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşuşun.
Koşmayan yok. Doğan her canlı her nefes alışında hedefe
bir nefeslik yaklaşıyor.
Askerde koşarken koro halinde bir marşı okuduğumuz gibi
bu koşu-dada imansızlar koro halinde La ilahe Allah yok
diyorlar. Müminlerde İllallah Allah vardır diyerek
koşuyorlar.
Müslümanların ayrı ayrı isimler altında bu yarışı
sürdürmeleri yüz tane güreş takımının ayrı kulüpler adı
altında yarışması gibi. Yüz takım birbiriyle yarış yaparlar
ama her takımdan gelen birinciler Milli takımı oluştururlar.
İşte müslümanlanmızm bu dünyada devlete ahirette Cennete
doğru koşmaları rekor kırmak içindir.
Rekor kırmak için bir ayak arkanızdan birinin gelmesi
şarttır. Çelme takmadan hayırda yarışacağız. 702[182]
701[181]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/142-143.
702[182]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/143.
(134) Onlar bollukda ve darlık d a (Allah için) harcayanlar,
öfkelerini yutanlar ve insanları afvedenlerdir. Allah iyilik
yapanları sever.
Cennete kavuşmak için koşan mütteki insanlarda aranan
şartlar:
1- Muttaki olacak haramı helali bilecek, içini hak için,
dışını halk için süsleyecek.
2- Varlıkda, yoklukda, iyi ve kötü halde, zenginlikte,
fakirlikte, has-talıkda sağlıkda, sahip olduğu imkanlardan
dağıtacak.
Zengin mal varlığından, fakir lokmasının yarısını, doktor
şifalı ellerini, general omzunda taşıdığı rütbesini, profesör
unvanını ve ilmini insanların islâma göre yaşaması için iyi
günlerde dağıtacak, "müslümanım" demenin suç olduğu zor
günlerde de dağıtacak.
3- Kinini yutanlar.
Allah'ın aslanı Hz. Hamzayı şehid eden, karnını yarıp
ciğerini çıkaran vahşi, müslüman olunca Efendimiz kinini
yutmuş, Vahşiyi afvetmiş-tir.
Efendimiz, ashabına "pehlivan kimdir" diye sormuş.
Ashabıda "herkesi yenen" diye cevap vermişler. Efendimiz
"Hayır Hakiki pehlivan kızdığı zaman nefsine hakim
olandır" buyurmuş. 703[183] Kızgınlık alevinin nasıl
söndürüleceğini Efendimiz şöyle tarif etmiş: "Gazap
şeytandandır. Şeytan ateşdendir. Ateşi su söndürür. Sizden
biri kızdığı zaman abdest alsın" 704[184]
Hadislerde öğülen kızmayan adam değildir. Kızan ama
kendine de
hakim olan adam öğülüyor. İslama saldırırlarken kızmayan
adamı cehennemde kızdırırlar.
Efendimiz islâma uymayan söz ve davranışları gördüğünde
703[183]
Buharı, Edeb, 102 Müslim, Birr 106
704[184]
Ebu Davud, Edeb 3, Müsned-ü Ahmed 4/226
o konuda konuşurken yüzünün kızardığım boyun
damarlarının şiştiğini haber verirler.
Fakültesinde, kışlasında, dairesine islâma yapılan saldırılar
karşısında sessiz kalanların dillerini yakarlar.
4- İnsanları afvedenler. Allah (c.c.) bizleri yaratıyor. Göz
veriyor, gönül veriyor. Ruhumuza cesed elbisesi giydiriyor.
Cesed elbisemizi et, damar ve sinirlerle dokuyor. Tad alma
duyusu veriyor. Tad alacak şeyler veriyor.
Bütün bunları veren Allah kendisine karşı yapılan kötü söz
ve davranışları şirk hariç dilerse afvedeceğini
bildiriyor.705[185]
Biz olmadık bir şeyi yaratıp verecek durumda değiliz.
Afvedeceğimiz insanlarla, bizim iyiliğimizde sınırlıdır.
Afvetmek bizim derecemizi yükseltir. Cennette köşkler
yapılmasına sebeb olur. Bu dünyada gönül rahatlığı
kazandırır.
Efendimiz "Kim cennette kendisine köşk yapılmasından
derecesenin yükseltilmesinden mutlu olursa kendisine
zulmedip haksızlık yapanı af-vetsin, vermeyene versin,
gelmeyene gitsin" buyurmuştur. (Ibni Kesir, Hakimin
Müsledr ek'inden)
5- İhsanda bulunan iyilik yapan, annesine, babasına,
çocuklarına, eşine, çevresine, yaratılmışlara iyi davranan
Rabbini görür gibi kulluk yapan. Her hareketinin Rabbi
tarafından görüldüğünü, işitildiğini, kayda geçildiğini bilen
ve Rabbinin rızasına uygun iş yapan.
6- Yaptığı kötülüklere tevbe eden. 706[186]

(135) Ve onlar kötü birşey yaptıklarında yahut kendilerine


zulmettiklerinde hemen Allah'ı zikrederler ve günahlarının
bağışlanmasını isterler. Günahları Allahdan başka kim
bağışlar? Onlar yaptıklarında bile bile ısrar etmezler.
705[185]
Nisa 48,116
706[186]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/144-145.
Günahsız insan olmaz. İnsanın değeri, günahı işledikten
sonra Rabbi-nin tevbe kapısını çalmasındadır. İlk insan ve
ilk Peygamber Hz. Adem yasak meyveyi yedikten sonra
Rabbim ona nasıl tevbe edeceğini öğretmiş ve o'da eşiyle
beraber Rabbena, Zalemna Eneüsena Ve İn-Lem Tağfir
Lena Ve Terhamna Le Nekünenne Min-El-Hasirin diye dua
ederek istiğfarda bulunmuştur.
7- Günahlarda ısrar etmezler. Kul olması, nefis taşıması
nedeniyle yanılıp hataya, günaha düştüğünde orada kalmaya
veya kötülüğü savunmaya başlamaz.
Günümüzde birçok insan bulunduğu parti, kulüp, loca gibi
yerlerin kötülüğünü bildiği halde orada kalmakta ısrar
etmekte ve cennete doğru yarışdan geri kalmaktadır.
Günümüzde fahişe kelimesi zina eden kadın anlamında
kullanılıyor. Onuda içeriyor bu kelime ama, ayeti
kerimedeki kullanış şekli o değil. Fahişe: Günah işleyen
erkek yada kadın, bu günah ne olursa olsun. Namazı terk
etmek bir fuhuştur. İçki içmek bir fuhuştur. Yalan söylemek
bir fuhuştur. "Allah münkeri ve fuhşiyatı yani kötülüklerin
hepsini yasaklar" diye imam efendi her cuma hutbeden
sonra ayet okuyarak iner. Ayetteki fahşada, buradaki
fahişede Allah (c.c.)'un yasakladığı herhangi bir şeyi
yapmaya fuhuş diyoruz.
Bir insan herhangi bir günahı işlerse nefsine zulmeder.
Nefsine zulmetmekte aynı anlama geliyor. Rabbine isyan
etmek demek, kişinin kendisine zulmetmesi demektir.
Çünkü cehennemde kendi kendini yakıyor. Ümitsizliğe
düşmek yok. Rabbim onu bize bildiriyor. Yani bir insan kö-
tülüklerin bir çeşidini veya bir kaç çeşidini yapmış olabilir,
nefsine zulmetmiş olabilir. Bunlar bunu yaptıktan sonra
Allah'ı hatırlarki bunun tefsirinde La İlahe İllallah der
sonrada günahlarına istiğfar ederse afvolunur. Ama bizde
bunu söylerken asıl istiğfar, kişinin yaptığına yürekten
pişman olmasıdır. İstiğfarın beş şartı vardır. 1. yürekten
pişman olacak 2. dilden istiğfar edecek Estağfirullah
diyecek. 3. Daha önce vermiş olduğu zararı telafi etme
imkanı varsa telafi edecektir. Hani bir insana iftira
etmişsiniz sonra pişman olunmuş, pişman olunca istiğfarınız
yalnız estağfirullah estağfirullah demek değil, kimin
yanında iftira etmiştir. Filanın yanında o adama varacak ve
diyecekki "filan zaman filan hakkında ben şöyle demiştim
ya, evet ona ben iftira atmıştım doğru değildir" diyecektir.
İşte istiğfar budur diyorlar. Yani yapılan günahın cinsinden
olacaktır istiğfar. Yoksa adamın malını gasbetmiş sonra
eline teşbihi almış istiğfar etmiş. Böyle istiğfar istiğfar
değildir diyor alimlerimiz. Onun istiğfarı malın sahibine
aynıyla vermek aynı, yoksa son ödediği andaki değeri ile
ödemekdir. Bundan 50 sene evvel 50 lirayı zorla alanın
şimdi 50 lirasını vererek istiğfar yapamaz. Şu anda parası
kaç lira ediyorsa okadar milyon lirayı o adama verdikten
sonra Rabbime yönelecek ve Estağfirullah diyecek.
Allahtan başka kapısı çalınacak, af dilenilecek başkası ;
yoktur. Onun için filan efendi, veya filan adam veya filan
şahıstan günah affının olmadığına işaret eder Rabbim.
Halbuki kiliselerde papazların belirli bir yeri var.
Tahtalardan şebeke halinde onun arkasına geçiyor, adam
geliyor günahlarını anlatıyor. Ben şunları şunları işledim
diyor. Oda "hepsini afvet-tim" diyor. Bir daha yapma kerata
adam diyor ve adam çekip gidiyor. İslam dininde imam
efendi, Hoca efendi, müftü efendi, şeyh efendi kendi
derdiyle meşguldür. Onun için camide biz bir araya
geldiğimizde hep beraber İyyake Na'büdü Yarabbi biz
hepimiz beraber sana ibadet ederiz Ve İyyake Nesteıyn
Ancak senden yardım talebinde bulunuruz diyoruz, yani
imam efendi de yardım talebinde bulunuyor, cemaatte
yardırnı talebinde bulunuyor ve benim dinimin islâm dininin
güzel ve özel taraflarından biride kişi işlediği günahı
kendinden başka kimseye anlatmıyacaktır. Şeyhinede
anlatmıyacaktır, hocasmada. 707[187]

(136) İşte onların mükâfatı, Rablerinden bağışlanma ve


altından ırmaklar akan cennettir ki orada ebedi
kalacaklardır. Amel edenlerin mükafatı ne güzeldir.
Takva sahibi, iyi ve kötü halinde infakda bulunan, kinini
yutan, insanları afveden, iyilik yapan, kötülük yaptığında
istiğfar eden günahîarm-da ısrar etmeyenler Allah tarafından
afvedilirler ve ebedi olarak cennete konulurlar.
seksen senelik ömrünüzü huzurlu geçirmek için ev, işyeri,
araba aldığınız gibi kabirden sonrası içinde hazırlık
yapınız. 708[188]

(137) Muhakkak sizden önce nice sünnet (şeriat, olay)lar


geçmiştir. Yeryüzünde gezinde (peygamberleri)
709[189]
yalanlayanların sonunu görün.

(138) Bu insanlar için bir açıklama vemuUekiler için yol


gösterme ve öğüttür.
Senden öncede birçok adetler, gelenekler, geldi geçti.
Dünyada devlet, ahırette cennet yolunda koşan birçok insan
geldi geçti. Hüsran yolunda da giden insan geldi geçti. İyi
halde de kötü halde de infak eden insanlarda geldi geçti.
Peyniri şişenin içerisine koyup dışardan yalayarak ekmek
yiyen cimri insanlarda geldi geçti. Toplayanda geldi geçti.
Dağıtanda öldü, isyan
eden firavunda öldü. Allah (c.c.)'e itaat ve ibadette meşgul
olan Musa Aleyhisselamda öldü öyleyse "yeryüzünde
yürüyün dolaşın, dini yalanlayanların akıbetleri ne olmuş bir
bakın" diyor.
Yani gezilere gittiğimizde, seyahetlere çıktığımızda birazda

707[187]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/146-148.
708[188]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/148.
709[189]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/148.
bu taraflarına bakın. Sultan Ahmed meydanına
çıkıverirseniz orada bir tane taş dikili. Kocaman bir taş kaç
ton geldiğini onun ehli tahmini hesap yapabilir. Ama birkaç
tır ancak taşır. Romalılar tarafından, Mısırdan buraya kadar
getirilmiş oradan buraya gelinceye kadar binlerce kölenin
kanma mal olmuş. O sanat eseridir diye dikilmiş. Ama sanat
eseri insan kanına bu-lanmamalı. Ama zalimler ordusu
dikecek olursa bunu bin tane değil on-bin tane kölenin kanı
akıtılır.
Romanın haşmetini ortaya koymak için o oraya dikiliverir.
Bizimde abidelerimiz var Süleymaniye gibi Sultan Ahmet
gibi ama bu günün profesörleri doktora tezi, doçentlik tezi
olarak yayınlamışlar, ustanın ve amelelerin aldığı maaş
üniversitedeki profesörün aldığı maaştan fazla yani
Süleymaniyede çalışan işçinin aldığı maaş profesörün aldığı
maaştan fazla.
Herkesin gönlü alınmış gönülsüz bir taş koyulmamaya
dikkat edilmiştir ve birde bunlar yalnız dikilmiyorlar hizmet
görüyorlar. Ecdadım hizmetle sanatı bir araya getirmiş.
Topkapı sarayının önünde çeşme var. Harika birşey. Yazısı,
hat sanatı harika, yapılışı harika, mimarisi harika, bunları
harika olsun diye yapmıyorlar, yanan yüreklere su serpsin
diye yapmışlar.
Yani bir çok faydayı bir araya getiriyorlar. Ama bir kaç yıl
önce be-yazıtın oraya dikmişler şöyle dikenli mikenli bir taş
bakarken insanın yüzünü rahatsız ediyor taş insana batıyor,
gözümüze batıyor. Bir defa ruhumuza batıyor ve birde
durup dururken orda çayır çimen bitecekken onu dahi
öldürüyor. Çayır çimenin bitmesine bile bir metrekarede
engel oluyor. Onun için gezerken birazda ibretle bakmalı.
Kimler neler yapmışlar bu yapmanın neticesinde ne
olmuşlar? Helak olup gitmişler. O güçlü Romanın devamı"
olan Bizans müslüman Fatih ve onun imanlı askerlerine,
kaleye sığınıp her tarafı surla çevirmelerine rağmen teslim
olmuşlar.
Dinimizi yalanlayanlatın akibetlerini görmek üzere
dolaşmamızı emrediyor Allah (c.c.) Yaz tatilinde
Antalya'ya, Muğlaya gidenleriniz varsa veyahutta
Erzuruma, nereye giderseniz gidin oralarda geçmişlerin
yaptıklarına bu günde bakmak gerekiyor. Bu insanlara bir
açıklamadır, beyandır yol göstermektir. Muttaki insanlarada
nasihattir diyor Allah (c.c.) Elektrik direklerinde asılı olan
ölmüş insan başının resmi vardır. Bu direğe çıkan öldü,
sizde çıkarsanız ölürsünüz demektir. İşte Ad, Semud
kavminin harabeleri, firavunun piramitleri, Romanın
tiyatroları zalimlerin de sonu olduğunu Hatırlatan, sizde
zalim olmayın diyen açık beyanlardır. Sessiz
710[190]
vaizlerdir.

(139) Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer mümin iseniz mutlaka


en üstün sizsiniz.
Bu ayeti kerime bize moral veren ayetlerden birtanesidir.
Ali imran suresinin 104 ve 110 ncu ayetlerinin hükmünü
yerine getirirsek en hayırlı ümmet oluruz. Bunu yerine
getirmezsen hayırlı ümmet vasfını biz yitiriyoruz. Şöyle
demiyeceğiz. "Efendim Allah'a çok şükür müslümamz onun
içinde en hayırlı ümmet biziz" peki ama müslüman ol-
duğunu ispat etmen gerekiyor. Ne ile 1- İmanla. Allah'a çok
şükür iman ettik değil mi? 2- İyiliği emredeceğiz. Rabbimin
Kur'an-ı Keriminde emrettiklerini emredeceksiniz. Yalnız
yaşayacaksınız demiyor, "iyiliği emrederler" diyor. Yoksa
evlerinde yaşarlar demiyor. Öyle birşey olsaydı evlerinde
yaşarlar kendi başlarına, dağ başlarına çekilirler ve orada
eşiyle çocuğuyla tek başına dini yaşarlar derdi.
Böyle birşeyi Rabbim bize emretmemiş. Evvela yaşanacak
sonrada iyilik dışarıdaki insanlara emredilecek, vede

710[190]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/148-150.
kötülükten alıkonacak. Yani yasaklanacak, Ne ile? el ile, dil
ile yasaklanmaya devam edilecek. Bunu yapacak olursak
bizim hayırlı ümmet olduğumuzu haber veriyor. Buradaki
ayeti kerimede "en yüce sizsiniz eğer müminseniz" tabiki
müminliğin şartları yerine getirildiği takdirde yüce olanın
biz olduğumuzu, yüce oluncada "üzülmeyinizde
gevşemeyiniz de" diyor Allah (c.c.) A'raf 179 nen ayetinde
kâfirleri tanıtırken "Onlar hayvanlar gibidirler. Hayır
hayvanlardanda aşağıdırlar" diyor.
Kâfirlerin hayvanlardan aşağı olduğunu haber veriyor.
Niye? Sivrisinek insanın kanını emiyor, sömürücüdür, ne
kadar emer, patlaymcaya kadar emiyor. Ama kâfir bir
sömürücü ise, kendi karnını şişiriyor, yakınlarının karnını
şişiriyor. 7 nesli sonra gelecek olan torunun ada birşeyler bı-
rakabilmek için bütün dünya insanının sömürüyor. Hayvan
kendi cinsinden bir hayvanı öldürür arna o kadar. Hani Kurt
acıkınca sürüye girer karnı doyuncaya kadar parçalar 1, 2, 3,
5 sürünün tamamına gücü yetmez, yapamazda. Ama insan
imansız olacak olursa düğmeye basıvermek-le Japonyada
180 bin insanı yok ediveriyor. Afrika insanları açlığa terk
ediliyor.
Ellerindeki bütün yer altı ve yerüstü madenlerini sömürüp
bitirdikten sonra onları açlığa terk ediverebiliyor. Onun için
"Hayvanlardan aşağıdır" diyor Allah (c.c.) Mümin ise en
yüce insandır. Kendimiz değerimizi bileceğiz. Kafirleride
kuyuya düşmüş hayvanlar gibi görüp onları kurtarma yoluna
gideceğiz. Aman yarabbi, bu insanlar bulunması gereken
yerden, aşağıya düşmüşlerdir.
Bunların buradan kurtarılması gerekir diyerek bir ananın
yavrusuna olan merhameti gibi merhametle onları
kurtarmaya gayret sarfedeceğiz. Kendimizi hakir
görmemeye dikkat edelim. "Müslümanlarla olmaz. Bizimle
bu iş yürümez hocam. Bunu bir Ermeni yapsaydı daha iyi
yapardı. Yahudi yapsaydı daha iyi yapardı veya hristiyan
olsaydı bu işi daha iyi becerirdi" demiyeceğiz. Bu böyle
değil, bu güne kadar sizler ticarette yani müslüman insan,
Anadolu insanı ticarette, sanayide başarılı olamamış-sa bu
sizin başarısızlığınızdan değil.
Yıllarca adı Yusuf, Süleyman Cavid olana İthalat ihracat
izni verilmez Yasef olana verilir, Salamon'a, David'e
verilirdi. Abraham olana verilir, ibrahim olana verilmez.
Ama bazı insanımızı tanıyoruz, müslüman bu gün
Amerika'ya gidiyor "Yarın Tayvan'a gidiyorum, diyor iş
yapmaya başlıyor.Ve bakıyoruz ki Yahudi ile Ermeni var,
onlarla kıran kırana mücadelesini veriyor. Yeni yeni önünüz
açılıyor sizin önünüz açılıyor.
Daha önce açıktı Osmanlı döneminde Viyanadan Çine kadar
ticareti müslümanlar ellerinde tutuyorlardı. Son 150 sene
içerisinde yahudiler biraz ileriye atıldılar. Osmanlının ticaret
hayatım araştırmış olan üniversiteden biri şunları anlatıyor.
"Osmanlı "hassa" tacirleri ile bu işi yaparlardı ve hassa
tacirleride 20 sene ticari hayatta dürüstlüğüne,
müslümanlığına, islâmdaki ticaret hukuku bilgisine sahip,
insanlar arasından seçiliyor ve onlara o yetki veriliyor.
Çünkü gittiği yerde hem ticaret yapacak, hemde dinini
yayacak o .insan devleti adınada görev yapacak"
O dönemde Ermeni Hristiyan ve Yahudi ne yaparmış?
demircilik işlerini yaparlarmış, kömürcülük işlerini
yaparlarmiş mahalle arasında eskicilik yaparlarmış, inşaat
işlerini onlar yaparlarmış. Onun için İstanbul-da birçok
binanın yapıcıları Ermeni ustalarıdır, bu bizim için izzettir
zil-led değildir. O zaman bu işlerde onları uğraştırırlarmış.
Fiîimciler bizden iyi biliyor bu işi 1920 li yılların filmini
çevirenler mahalle arasında eskicilik yapan adamı genelde
yahudi bir adam yaparlar. Yani onlar yapıyordu bu işi ama
müslüman olanlar sermayeye sahip ticarete sahip insanlardı.
Fakat işi tersine çeviri verdiler.
Onlar o işleri yapmaya başladılar. Bu sefer mahalle arası
satıcılığını, limonculuğunu, hammallığını ve eskiciliğini
Anadoludan gelmiş insanlara verdiler. İşi tersine
döndürdüler. Ama yeniden tersine dönmeye başlıyor. Siz
biraz daha gayret edeceksiniz. Biraz daha çalışacağız. Yani
müminin yüce olduğunu yüce işlerde uğraşması gerektiğini
iyice gönlümüze iman gibi yerleştirmeniz gerekiyor. Allah
(c.c.) Ayeti kerimede bize bunu vermek istiyor. "Hocam
bela ve musibetler içerisindeyiz belimizi doğrultamıyoruz,
yok mağlup durumdayız dersek Rabbim: 711[191]

(140) Eğer size bir yara değmişse o topluluğada benzeri bir


yara değmiştir. O günleri biz insanlar arasında dolaştırır
dururuz. Bu, Allah sizden iman edenleri belirtmesi ve sizden
şehitler edinmesi içindir. Allah zalimleri sevmez.
Burada Uhud'u misal vermiş. Uhud'da müslümanlar mağlup
duruma düşmüşler Rabbim diyorki, size şu anda bir yara
isabet etmişse daha öncede onlara yara isabet etmişti. Yani
Bedirde de onlar mağlup olmuşlardı. Şimdide siz mağlup
oldunuz. Bu günleri insanlar arasında evirir çeviririz diyor
Allah (c.c). Yani galibiyetle mağlubiyetler, insanlar arasında
evri-lir çevrilir. Terazinin kefesi gibi düşünürsek bazen
müslümanlar yücelerde, kâfirler aşağıda zillette, bazen
müslümanlar aşağıda, kâfirler yukarıda.
Bu tökezlemeler, mağlubiyetler, müminler arasındaki gerçek
müminlerle münafıkları birbirinden ayırmak vede sağlığında
diliyle eliyle Allah'ın şahidi olanların sonunda kanlarıyla
şahidlik yapmaları içindir.
Şehid, kanıyla şahidlik yapan insandır. 712[192]

(141) (Bu) iman edenleri temize çıkarması ve kâfirleri


azaltması içindir. 713[193]

711[191]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/150-152.
712[192]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/152-153.
713[193]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/153.
(142) Yoksa siz Allah içinizden cihat yapanları belirtmeden
ve sabredenleri belirtmeden cennete girivereceğinizi mi
sandınız? Allah müminlerin arasındaki münafıkları ayırd
etmek için bazan mü-minlerede yenilgiyi tattırır.
Müslümanlar yenilince münafıklar güçlülerin yanına
geçerler. Böylece altının ateşde erimesiyle altın olmayan
maddelerden arıtıldığı gibi müslüman toplumda arıtılmış
olur.
Birde müslüman insanın kendi iç dünyasında arınma
temizlenme meydana gelir. Rasülün sözünü tutmayan
okçuların yerlerini terketmele-rinin nelere malolduğunu
görürler ve en basit gibi gördükleri sünnete dahi sarılırlar.
Günümüzde Bulgaristandaki nıüslümanları bize bağlayan
iki sünnettir. Biri çocukların sünnet olması. Diğeri
isimlerinin müslüman olması. O kadar baskıya karşı bu iki
sünnet onların müslüman kalmasını sağlamıştır.
"Kafirleri azaltması için" ifadesinin doğruluğuna tarih
şahiddir. Haçlı seferleri müslümarilar üzerine her
gelişlerinde birçok hristiyanın müslüman olmasına sebeb
olmuşlardır.
Afganistan'a giden Rus askerlerinden bir çoğu müslüman
olur. Son olarak Somali'ye giren Amerikan askerlerinden
müslüman olanları gördük televizyondan.
Irak'a karşı körfez harbine katılan Amerikalı subay bir
kadında benim yanımda şehadet kelimesini söyleyerek
müslüman oldu.
Ülkesinde iken islâm aleyhine kitaplar okuyarak filimler
seyrederek islâm hakkında yanlış bilgi edinenler
Müslümanlarla karşı karşıya gelince gerçeği anlıyorlar.
Öldürmek üzere olduğu kâfir şehadeti getirince kılınanın
havada kaldığını, öldürmediğini, müslümanın hedefinin
öldürmek veya sömürmek olmadığını görüyor.
Sizin aranızdan Allah yolunda cihad edenlerle sabredenleri
ortaya çıkarmadan cennete girivereceğinizimi
zannediyorsunuz diyor Allah (c.c.) insan bol günlerinde
rahat günlerinde hava atabilir, bir devleti vardır. Herkes o
devletin himayesi altında mutlu bir hayat yaşıyorlar.
Herkesin maaşı devlet başkanının maaşıyla denk. Asgari
ücret ona göre ayarlanmış. Kimse kimsenin gönlünü
kırmıyor herkes kendi işinde dürüstçe hareket ediyor. Yani
yeryüzünü cennet eylemişler. Dış düşmanlarda onlardan
endişe duyuyorlar. Topkapı sarayına gidip görürseniz orada
Çin devlet başkanının gönderdiği hediye Avusturya
devletinin gönderdiği hediyeler var. Aman ağam bize
değme, himayende gölgende bizde yaşayalım gidelim
diyorlar. Böyle bir dönemde cihat ayetleri okununca herkes
"böyle bir durum olacak olsa, harp olsa, şöyle asardıkta,
böyle keserdik felan derler.
Ama harpde kelle alışverişinin olduğu yeri görüverecek
olursa işte o zaman durum değişiyor. Hani Uhud için gelen
1000 kişiden 300 kişi geriye dönüp kaçmıştı. Mevlana
anlatıyor: Daha önce anlattım tahmin ediyorum. "Cenk
davulunun her vuruluşunda şehirde bir şeyh efendi,
"çocuklar yine küçük cihada çıkıyorlar" diye dalga geçerdi
onlarla. Yani Şeyh büyük cihat yapıyormuş. Beyefendi
kendiside o cenke gitmeyi küçük cihat olarak görüyor ve
hafife alıyordu. Birgün gidip onların küçük cihadını şöyle
gülümseyerek seyretmek isdedi ve komutana bildirdi.
Komutan: Aman efendim zati alinizin bulunması bizim için
moral olur, bizim için nimet olur dedi onuda ata bindirdiler.
Harp meydanına vardılar bir girdi-lerki öyle zannettiği gibi
küçük cihada benzemiyor bu iş. Kelle alıyorlar kelle
veriyorlar.
Şeyh efendi korkusundan yere, diz üstü kapandı
seyrediyordu ama bakmaya bile yüreği dayanmadı, neyse
müslümalar galip gelmişler. Komutan gelmiş şeyh efendi
yerde kapalı aslında komutan yine iyi niyetli "şeyhimiz
secdede dua ediyor bize" diyor. Aslında şeyh efendi
korkudan uzanıyor oraya Dediki efendim sizde gazi olmak
istersinizdir. Şu kâfirin birini sağ getirdim bir kılıç vurun,
bunuda siz öldürün diyor. Komutan kılıcı şeyhin eline verip;
"Çadırın arkasına götürüp orada vurun " diyor. Aradan biraz
zaman geçince, şeyhin çadırın arkasından dönmediğini gö-
rünce yanına gidiyorlar. Birde ne görsünler! Kâfirin eli bağlı
olduğu halde şeyh efendi altda, kâfir üstte boğuşuyorlar.
Şeyh efendiyi kurtarmışlar.
Ne oldu demişler. Valla derman kalmadı demiş." Bu bir
anlatımdır olmuş yada olmamış önemli değil. Şimdi bu
hafife alınmaz. Peygamber efendimizin; o hani biz şimdi
küçük cihattan büyük cihada dönüyoruz dediği Bedir
harbinden sonradır. Madem bu hadise sığınmak istiyorsa
biri günümüzde buyursun evvela Bedir harbini yapsın.
Ondan sonrada büyük cihada dönsün. (Hadisi zayıf senedle
Beyhaki rivayet etmiştir.)
Peygamber efendimizin dediği gibi yapılması gerekiyor.
Yani onun için Allah (c.c.) sizin içinizden cihad edenlerle
sabredenleri ortaya çıkarmadan önce cennete
girivereceğinizimi zannediyorsunuz buyuruyor. Rahat olan
herkes oturduğu yerden hava atabilir. Bende yaparım, bende
ederim diyebilir ama, iş başa düşünce o zaman iş değişir. O
zaman yiğit insanlarla korkak insanlar kendilerini ortaya
koyuverirler. İyi zamanda korkak insanlar, yiğit olarak
görünebilirler. Onun için Allah (c.c.) bunları ortaya
çıkarmak üzere bazen bela ve musibetlerin müslümanlara
verildiğini ifade ediyor.
Hani günümüzde müslümanların böylesine mağdur olduğu
bir dönemde öne atılanlar kendilerinin yiğitliklerini ortaya
koymuş oluyorlar. İleride bunlar, başarılı olabilirlerse,
geriden gelenler, en ön saflara geçebilirler. Allah (c.c.) ayeti
kerimesinde, Mekke'den, Medine'ye Mekke'nin fethinden
önce cihad edip, hicret edenlerle, Mekke'nin fethinden sonra
cihad edip hicret edenler bir değildir diye bir ayeti kerime
var. (Hadid 10) Yani Mekke fethedilmeden önce
müslümanlar zayıftılar. Bu zayıf döneminde cihat edenlerle,
daha sonra Medinede devlet kurulduktan sonra hicret edip
cihad edenler denk olamamışlardır. Yani zor günlerde des-
tek olmak gerekiyor.714[194]

(143) Andolsun siz ölümü onunla karşılaşmadan önce


temenni ediyordunuz. İşte siz ona, bakarak gözlerinizle
gördünüz Şimdi Uhud harbi anlatılıyor. Hani Peygamber
efendimiz istişare ediyor diyorki; bakın düşman gelmiş
Medinenin kenarında, 5 millik mesafede Uhud denilen
yerde karargahını kurmuş. Bizimle harp etmek istiyorlar. Ne
dersiniz nasıl harp edelim? deyince sahabeden Bedir'e
katılanlar ve katılmayanlar çoğunlukla demişlerki "Ya
Rasulellah Uhuda kadar çıkalım meydan harbi verelim ve
onlara dünyalarını gösterelim" demişler.
Aslında peygamber efendimizin niyeti Medinede kalmak.
Çünkü düşman ordusu 3 kat fazla. 3000 kişiyle gelmişler.
Medinede kalacak olursa Evler bitişik yapılı o gün için
şehrin kenarı evlerle çevrili belirli yerlerden girilecek. Eski
şehirlerin giriş kapıları vardır. Düşman giriş kapılarından
girecekler. İçerden pencerelerden atılanlarla bir zayiat
verdirilir. Sonra içeriye girdiklerinde erkekler caddelerde
harp ederken, kadınlar ve çocuklar damdan taş atmak
suretiyle, yine düşmana zarar verebilirler. Yani kadınlarda
çocuklarda bu işe müdahale ederler.
Ama sahabe demişlerki Yaresulellah şöyle göğüs göğüse bir
harp edelim. Rabbim ona karşı "onlarla karşılaşmadan önce
siz ölümü arzu ettiniz" buyuruyor. Yani "harp meydanda
olsun, ölürsek şehit olalım kalırsak gazi olalım dediler, ve
onları siz gördünüz, gözlerinize gördünüz diyor. Allah (c.c.)

714[194]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/153-156.
karşılaşmak istediniz karşılaştınız ve neticeyide gördünüz.
Peygamber efendimiz bunu tefsir ederken kendisi diyorki
"Düşmanla karşılaşmayı istemeyin ama eğer karşılaşacak
olursanızda kaçmayın sebat edin diyor"715[195] Yani biz
islâmi hizmetimize hiç ara vermeden yarış yaparcasına
yürüyeceğiz. "Hocam ben bu davada yürürken karşıma bir
ayı adam çıksa haddini bir bildiriversem" demeyin.
Biz dövmek için gitmiyoruzki. Yani bağcı geliverse adamı
bir dövüversem öyle bir şey yok. Biz diyoruzki islâm bütün
insanların hayatına hakim olmalıdır. Bu hakim olma gayreti
içerisindeyken ben karşımada kimsenin çıkmasını istemem.
Ama çıkarsa o zaman geriye gitmek yok. Hızını kesmekte
yok. Yine devam. Adam engel oluyorsada çiğneyip geçecek
karşı tarafa. Yani geriye dönmek yok. Fakat düşmanı
temenni etmekte yok. Uhud harbinde müslümanlar mağlup
duruma düşünce zayıflama başlayınca kâfirlerden bir tanesi
bağırmış Muhammedi öldürdüm, Muhammedi öldürdüm,
Muhammedi öldürdüm deyince düşman tarafı biraz daha
cesaretlenip vuruyor bu seferde rnüslümanlarda bir gevşeme
başlıyor münafıklarda Medineye doğru koşmaya başlıyor
müslümanlar içerisinde münafık olanlarda var onlarda
Medine'ye doğru koşmaya başlıyorlar. Allah (c.c.) onu
hatırlatıyor bize onlarada bizede hatırlatıyor. 716[196]

(144) Muhammed peygamberden başka birşey değildir.


Ondan öncede peygamberler gelip geçmiştir. Eğer o ölür
veya öldürülürse ökçelerinizin üzerinde gerimi
döneceksiniz? Kim iki ökçesi üzerinde geri dönerse Allaha
hiçbir şeyle zarar veremez. Allah şükredenlerin mükafatını
verecektir,
Muhammed ancak bir elçidir ondan öncede nice elçiler gelip
geçmiştir. Yani Muhammed öldü, diye gevşemek yok. Daha
715[195]
Buhari Cihad 112
716[196]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/156-158.
öncede peygamberle: geldi ve o peygamberlerde öldü. Buda
ölecek. Bu peygamber ölünce bu dava duracak mı?
durmayacak. Eğer O peygamber ölürse veya öldürülürse
ökçeleriniz üzere geriyemi döneceksiniz. O bir
peygamberdir. Diğer peygamberler gibi oda ölecektir.
Ölünce dininizdenmi döneceksiniz? diyor Allah (c.c.)
Kim ökçesi üzere geldiği yere geri dönerse hiç bir şekilde
Allah'a zarar veremez. "Allah şükredenlerin ecrini yakında
verecektir" diyor Allah (c.c.) Yani dininden dönen adam
dinine zarar vermiyor. Bazıları "şu adam müslüman gibi
göründü sonra müslüman olmadığı ortaya çıktı. Bize ümit
verdide sonra vaz geçti" gibi sözlerle müslümanlar bazan
üzülürler. Dinimiz adam kaybetti veya dinimiz zarar gördü
değil. Dinimiz zarar görmez. Dinimiz Allah'ın
himayesindedir. Din onundur. Kelamını kıyamete kadar
koruyacaktır. Biz hizmet etmezsek bir başka toplum müslü-
man olur ona hizmet ettirir. Rabbim, Maide 54 ncü ayetinde
Bir toplum dinden dönecek olursa Allah bir başkasına
kulluk ettirir müslüman eder. Onlara hizmet ettirir. Onlar
Allahı sever, Allah onları sever diyor. Yani bir adam dinden
dönerse o adamın dinden dönmesi dine zarar vermez. Ancak
kendine zarar verir. 717[197]

(145) Hiçbir kimseye Allah'ın izni olmadan ölmek yoktur,


(o öüüm) suresi belli bir yazıdır. Kim dünya nimetini isterse
ona o nimetten veririz. Kimde ahiret sevabını isterse ona o
nimetten veririz. Biz şükredenleri yakında mükafatlandırırız.
Hiçbir nefis için Allah'ın izni olmadan ölmek yoktur. Yani
herkes Allah'ın izni ile belirli bir zamana kadar yazılmış
olan eceline kadar yaşar ve Allah'ın izniyle ozaman ölür.
Belirli bir zaman vardır. Rabbim tarafından yazılmış. O
zaman gelmeden Allah'ın izni olmadan hiçbir kimsenin

717[197]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/158-159.
ölmesi kendi elinde değildir. Ama bazen adam 15 tane 20
tane hapı yutmuş ve ölmüş. Eceli o zamanmış onunda
ondan. Yani o adamın eceli o anmış. Ölümüne kendisi sebeb
olmuş. Öbürüsüde yolda giderken kalbi duruvermiş oda
ölmüş. Onun eceli o zamanmış. Yani eceli gelmemişte
berikisi daha uzun yaşayacakmışta, şu kadar hapı atmışta
ecelini öne almış böyle birşey söz konusu değil. Allah'ın
izni olmadan o belirli gün gelmeden kimse kendisini
öldüremez kimse ne zaman Öleceğini bilmediği için bu
bizim meçhulümüz. "Çok sıhhatli adam" diyorsunuz.
"Maşallah demir gibi adam" diyorsunuz, sonradan bir
duyuyorsunuzki adam ölmüş. "Dün beraberdik çay içmiştik,
sapa sağlamdı adam hatta filan adamın hastalığından söz
açılmıştı o yarma çıkmaz falanda demişti. Ama sağlam
adam gitti. Yarma çıkmaz denilen adamda onun cenazesini
gördü. Ayeti kerime de Nisa 78 nci ayette «Nerede olursanız
olun Ölüm size yetişir. En yüksek burçlarda kalelerde bile
olsanız» diyor. Ölümden kaçmaya gerek yok. Bunu
dememizede gerek yok. Çünkü bu güne kadar, bu kadar
tıbbi gelişmelerin olmasına rağmen ölümün önüne
geçilememiştir. Doktorlarında böyle bir iddiaları yok.
Ölümü önleyeceğiz diye iddiaları yok. Ama Türkiyede
batıyı bilmez doğuyu bilmez bazı imansız kesim "oda
olacak oda olacak" diyorlar. Dünya kurulahdan beri
olmamışta, şimdimi olacak? Sonra ilim adamı söylemiyor
bunu sen söylüyorsun. 718[198]

(146) Nice peygamberlerin yanında birçok Ribbiyyûn


(Rabbe kul oîan Alimler) savaştılarda, Allah yolunda
kendilerine isabet edenden dolayı ne gevşediler, ne yıldılar,
nede boyun eğdiler. Allah sabredenleri sever.
Nice peygamberler vardırki onunla beraber Rıbbiyyûn olan

718[198]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/159-160.
yani Rabbine ibadette devam eden alimler onunla beraber
harp etmişlerdir. Allah yolunda kendilerine isabet eden bela
ve musibetler karşısında hiç zaafa düşmediler gevşemediler,
zayıflamadılar, alçalmadılarda. Allah sabredenleri sever.
Yani siz harp edeceksinizya sizden önce peygamberler harp
etti. O peygamberlerin yanında Allah'ın has kullan
Ribbiyyûn'da harp ettiler. Onlarında başına bela ve
musibetler geldi. Acaba bu bela ve musibetler sadece bize
mi? Başımızda peygamber olsaydı veya başımızda bir veli
insan olsaydı onun duası yüzü suyu hürmetine acaba
kılıçlarımız 70 -adım uzayıp kâfirleri pırasa gibi doğrayıp ve
silahlarımız onların
soyuzlarına veya apollolarına karşı daha güçlü hale
gelirmiydi diye düşünmeye gerek yok. Bu ayeti kerime
bunu ilan ediyor. Peygamber efendimizin komuta ettiği
Uhut harbinde müslümanlarda mağlup olmuşlar. Niçin?
içerisindeki çürük adamları ortaya çıkarmak için. Yani
münafıklık yapanlar ortaya çıksın, şehit olanlar belirsin,
mücahit olanlar ortaya çıksın. Yani Bedirde hepsi galip
gelince münafıklarda koşuşuverdiler. Bizde ganimetten
birşey koparalım diye. Ama mağlup olunca "zaten biz
akılsızlık yaptık delilik yaptık bunun peşine geldik" diye
bağırmaya başlayan münafıkları ortaya çıkarmış oluyor.
Yani peygamberlerin veya veli insanlarında bulunduğu
harplerdede müslümanlar mağlup olabilir. Öyle bir
mağlubiyet esnasında böyle bir musibet esna-s-.ıda
gevşemezler zayıflamazlar vede alçalmazlar. Allah
sabredenleri sever ve hemen akabinde onları başarıya
götürür. Saf bir cemaat, gerçekten Rabbi için hareket eden
bir cemaat olmuştur. Allahta onları zafere
719[199]
ulaştıracaktır.

719[199]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/160-161.
(147) Onların dedikleri ancak şu idi: "Ey Rabbimiz, bizim
günahlarımızı ve içimizdeki aşırılıklarımızı bağışla,
ayaklarımızı sabit kıl, kâfir topluluğa karşı bize yardım et.
Kıbrısa harbe gidip gelenler memlekette hava atarlar. Din
yolunda mücadele edenler bütün bela ve musibetlere göğüs
gerenler, hava atmak yerine diyorlarki: "Yarabbi senin dinin
yolunda, kusurlarımız oldu. Cihat ettik cihat ederken
kusurlarımız oldu. Bizi affed yarabbi günahlarımızı affet
yarabbi. Bu islâmı cihatta yaptığımız bir kısım işlerde
israfta bulunduk. Hani şu parayı burda değerlendirmemiz
gerekirken, bir yanlışlık yaptık hata ettik şuraya şu kadar
asker sevketmek gerekirken 100 sevkedeceğimize 200
şevkettik israfda bulunduk yaptığımız işlerdeki şü israftan
dolayı bizi affet yarabbi. Ayaklarımızı yerde sabit kıl. Yani
kaçma mehli verme yarabbi. Ve kâfirlere karşı bize yardım
et yarabbi" diye dua
ef*iler. Bizde cihad faaliyetinin hemen ardından
hatalarımızın afvını isteyelim. 720[200]

(148) Nihayet Allah onlara dünya nimetini ve ahiret


sevabının güzelliğini verdi. Allah iyilik yapanları sever.
Allah muhsinleri yani iyilik yapanları sever. Sözünde iyilik
yapan, davranışında iyilik yapan, insanlara iyi davrananları,
Allahi görür gibi ibadet yapıp onun huzurunda isyan
etmeyenleri Allah sever. Şimdi Rab-bim bize dûan'm
adabını öğretiyor. İnsan Rabbine dua edecektir. Dua ile ilgili
birçok hadisi şerif ve ayeti kerimeler vardır. Rabbinize dua
ediniz diye ayeti kerimeler var. Dua edin kabul edeyim diye
ayeti kerimeler var. Ama duanın nasıl okunacağımda
örnekleriyle öğretir. Bakınız peygamber ve etrafındaki
insanlar Allah için cihad ediyorlar ve bu cihad neticesinde
hapishanelere atılmak, sürülmek, öldürülmek, işkenceye tabi

720[200]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/161-162.
tutulmak gibi olaylarla karşı karşıya gelince Yarabbi biz
kusur ediyoruz galiba, afvet yarabbi, ayaklarımızı kaydırma,
geriye adım atmayalım yarabbi, bize yardım et diyorlar.
Yani fiilen yapılması gerekeni yapmışlar. Ondan sonrada
dua etmişler ama bizimkisi daha evlenmeden, "Yarabbi kara
kaşlı kara gözlü bir oğlan isterim" diyor. Adam önce
evlenecek, evlenikten sonra bu duayı yapacak. Tarlaya
tohum atmadan buğday istenmez. Yarabbi şöyle buğday
isterim diye, önce tohum atacaksın, gerekeni yapacaksın,
süreceksin, sulayacaksın, gübresini vereceksin yağmurlama
ile sulayacaksın ondan sonra "yarabbi Afettan koru, rızkı
bol ver" diye dua edeceksin. Tohum atmadan meyve
istenmediği gibi fiili olarak cihad faaliyeti yapmadan
Rabbimden yardım istemek olmaz. Çünkü örneğini burada
vermişler.

(149) Ey iman edenler eğer inkar edenlere itaat ederseniz,


sizi ökçeleriniz üzerinde geri çevirirlerde, siz kayba
uğrayanlara dönersiniz.
Yani dünyadaki müslümanlara yaptırılmak istenen nedirki?
never-mek istiyorlar. Diyorlarki "gelin siz bu işten,
müslümanhğmızdan vazgeçin. Nasıl vazgeçelim?
"Avratlarınızı açın" diyorlar. Geriye döndürürler asıl
gericiler onlar. Cahiliye döneminde de kadınlar açıktı yani
onlar gibi açılın diyorlar. Kafirlere itaat ederseniz sizi geriye
döndürürler, diyor Allah (c.c). Ne güzel ifade!
Adam diyorki "gelin müslümanliktan vazgeçin peki ne
olacak? Efendim ibnelerin adedini çoğaltalım diyorlar.
Nereye döndüreceksiniz. Taa Lut kavminin bir adetini
geriye getireceklermiş. "Geliniz müslümanliktan vazgeçin"
ne olacak? Faize cevaz verin Bunu peygamber efendimiz
gelmeden önce Mekkenin kâfirleri zalimler en kötü şekliyle
yapıyorlardı. Oraya geç i verecekler.
Yani bütün pisliklerin kaynağı geçmişte var. Bunlar oraya
geriye döndürme faaliyetidir. Rabbimde onu diyor:
«Eğer kâfirlere itaat ederseniz sizi ökçeleriniz üzerine geriye
döndürürler» O günden bu güne kadar, bir merhale aldınız.
Ama geriye döndürmek istiyorlar. Eğer bunuda yaparsanız
eli boş olarak dönersiniz. Yani hüsrana uğramış olarak,
zararda olarak dönersiniz diyor Allah (c.c).Hani imandan
birşey kalmıyacak olursa, Rabbimin huzuruna varacak
hiçbir şey yok. Ebedi cehennemi kazanmak zararların en
büyüğüdür zaten. 721[201]

(150) Hayır sizin dostunuz Allandır. O yardım edenlerin en


hayirlısıdır.
Yani kâfirlerde yardım eder diyenler var. Yardım eder ama
nasıl yardim eder? Kasabın koyuna yem verişi gibi yardım
eder. Kasap koyununa bakıyor hemde eliyle arpa yediriyor.
Çünkü karşılığın da daha fazla et elacağını düşünüyor. Yani
kâfirin şu andaki yardımı kasabın koyuna yardımı gibi bir
şeydir. Yardımı Allahtan umacağız ve kendi gayretimizle el-
de etmeye çalışacağız. Bunu yaparsak ne olur. 722[202]

(151) Hakkında delil indirmediği şeyleri Allah'a ortak


koşmaları sebebiyle kâfirlerin kalblerine biz korku salacağız
onların barınağı ateştir. Zalimlerin varacağı yer ne kötüdür.
Allaha şirk koşmaları sebebiyle kâfirlerin yüreğine bir
korku salarız diyor Allah (c.c). Yani şöyle ilmi dirayeti,
medeni cesareti yerinde bir müslüman toplum ortaya
çıkacak olursa Rabbimde kâfirin yüreğine korku salacağını
ifade ediyor. Allaha çok şükürler olsunki bu olmuş galibaki
Avrupada bütün siyasi mahfellerde Türkiyedeki, Arap
alemindeki, Endo-nezyadaki, Amerikadaki, Japonyadaki,
İngilteredeki, ve Avrupadaki müslümanlar konuşuluyor. Ya
bu adamlar eğer eline fırsat geçirecek olurlarsa Dünyayı
721[201]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/162-163.
722[202]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/163-164.
müslüman edecekler ve ne yapalım ne edelim onlara bir fon
verelim" diyorlar. Niye korksunlarki bu adamların yanında
silah yokki, Toplu iğne bile taşımıyorlar bu adamlar.
Bunlardan ne endişe ediyorsunuzki. Demekki Rabbim
yüreklerine korku salmaya başlamış. Bu bizim lehimizedir.
Bunu biraz daha güçlendirmemiz, yani dini faaliyetlerimize
islâmi faaliyetlerimize biraz ağırlık vermemiz gerekiyor.
O şirkleri konusunda Allah (c.c.) bir delilde indirmedi yani
Müşrik olmaları konusunda ellerinde bir delilde yok.
Delilsiz olarak bilinçsiz bir şekilde Allah'a ortak koşuyorlar.
Demek ki yüreklerine korku giriyor ve onların sığınağı
cehennemdir. Ateştir ve zalimler için ne kötü bir
yerdir.723[203]

(152) Andolsun, Allah size verdiği sözde durdu. Hani siz


Allah'ın izniyle onları öldürüyordunuz. Öyleki size
sevdiğiniz zaferi gösterdikten sonra gevşediniz (verilen)
emirde çekiştiniz ve isyan ettiniz. İçinizden kimi dünyayı
istiyor, kimide ahireti istiyordu. Sonra sizi denemek için sizi
onlardan geri çevirdi (bozguna uğrattı). O sizi muhakkak
bağışladı. Allah, müminler üzerine fazl (nimet-ihsan) sahibi-
dir.
Allah vaadini doğruladı. Allah'ın izni ile siz onları
öldürdüğünüzde Allah'da vaadini yerine getirdi. Sonra siz
gevşediniz.
Uhut harbinde Abdullah bin Ubey bin selül denen
münafığın nezaretinde 300 kadar münafık var. Bunlar geriye
dönüp harp meydanlarından kaçıp giden insanlar. Ve harp
başladıktan sonrada müslümanlar arasında peygamber
efendimizin öldü haberi yayılıverince ki Efendimiz yaralan-
mışdı Ön diş dediğimiz bizim o dişi kırılmış ve şu şakağı
yara alınış. Miğferinden iki tane halka demekki miğferinde

723[203]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/164.
halka varmış. O iki halkada şu şakağına saplanmış.
Peygamber efendimizin kanları akıyor orada bunu görünce
öldürdüm öldürdüm diye bağıran bir adam bunu duyurunca
müslümanlar içerisinden bir kısmı buna inanmış.
Peygamber öldükten sonra bu iş bitti diye onlarda
Medine'ye doğru koşmaya başlamışlar. Rabbim bunu
anlatıyor. Siz orda dağıldınız. işler konusunda birbirinizle
çekişmeye başladınız ve isyan ettiniz sevdiğiniz şeyi size
gösterince beraber isyan ettiniz.
Yani sevdiğiniz orada ganimetti. Ganimeti görüverince bir
kısım sahabede ganimet üzerine koşmaya başladı
Peygamberimiz "burada durun" demesine rağmen orda
durmamışlar. Yani cepheyi terk etmişler içimiz-
den bir kısmı dünyalık peşine koşturdu. Bir kısmımızda
ahiret için koşturdu diyor.
Yani bir kısmıda "ölürsek peygamber efendimizin yanında
Öleceğiz" demişler. Etrafında pervane olmuşlar efendimiz
yara alınca, yapayalnız kalmalarına rağmen peygamber
efendimizi terk etmemişler. Okçular tepesinde, orada birkaç
tane sahabe efendimiz bize Ölsekte öldürülsekte burdan
ayrılmamamızı emretti ayrılmayız demişler. Bunlar ahireti
isteyen insanlar. Dünyayı isteyen insanlarda yerlerinden
dağılıverdiler.
Gerçekten samimi olarak tevbe edenleri afvettiğini Allah'ın
müminleri üzerinde lütuf sahibi olduğunu ifade ediyor. Yani
orda biraz gevşeyen, biraz peygamber efendimizin sözünü
tutmadığından ötürü mağlubiyete sebeb olan, insanlarda
afvedilmişlerdir. Allah'ın ve Resulullahın afvettiği ba
insanları biz günümüzde afvedeceğiz. Hani günümüzde de
çeşitli yerlerde bazı islâmi hizmetler yaparken çok iyi niyetli
olmasına rağmen hizmete zarar veren insanlar olabilir.
Niyeti gayet samimi ise, bu zararı iş bilmezliğinden dolayı
yapıyorsa o insanlar afvedil m elidir. Uhut'ta harbin kaybına
sebeb olan sahabelerin afvedildiğine dair, "Allah (c.c.) sizi
afvetti" diyor. Öyleyse iyi niyet olduğu nisbette yapılan
hataları, kendi aramızda afvedeceğiz ve yine onlarla beraber
hizmete devam edeceğiz.
Mekke'nin fethinde sahabelerin hepsi hazır bulundular. Yani
Uhutta, efendimizin emrini harfiyyen yerine getirmeyen,
okçular tepesini terke-den sahabelerde Mekke'nin fethinde
büyük hizmetler verdiler. Bir hatasından dolayı bir insanı
kendi haline terketmek akıl karı değildir. Rabbi-miz
yardımcımız olsun. 724[204]

(153) Hani siz kimseye bakmadan uzaklaşıyordunuzda


peygamber arkanızdan çağırıyordu. Sizi keder üstüne
kederle cezalandırdı. (Allah'ın sizi bağışlaması) elinizden
gidene, başınıza gelene üzülme-yesiniz içindir. Allah
yaptıklarınızdan haberdardır.
Müslümanlar mağlup duruma düşünce bir kısmı Medine'ye
doğru, bir kısmıda Uhud dağının tepesine doğru kaçmaya
başlamışlar. Bunların içinde gerçekten sahabe olanlar var.
Birde münafık olanlar var. Zaten münafıklar işi biraz daha
abartıyorlar. Allah (c.c.) size keder üstüne keder, üzüntü
üstüne üzüntü verdi. Niçin? Size isabet eden bela ve
musibetlere üzülmeyesiniz ve daha önce kaybettiklerinize
de üzülmeyesiniz diye, gam üstüne gam verdi diyor. Öyle
şiddetli bir üzüntü verdiki daha üzülecek şeyiniz kalmadı.
Hani bir insan ençok sevdiğini kaybetse, arkasından bir
başka sevdiğini kaybetse, üzüntüsü artmaz. En şiddetli
dereceye gelmiştir. Üzüntüsü artmaz. Öyle bir gam verdiki,
Allah rasülünün öldü haberinden daha büyük üzüntü haberi
olamazdı. Allah yapmakta olduklarınızdan haberdardır. Ne
yapıyorsanız Allah (c.c.) onlardan haberdardır diyor. 725[205]

(154) Sonra kederin ardından sizin üzerinize güvenlik, uyku


724[204]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/164-166.
725[205]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/166-167.
indirdi ki o sizden bir grubu örtüyordu. (Yani görevi yerine
getirmenin güvenliği ile rahat uyuyorlardı) Bir grupda kendi
dertlerine düşmüşler, Allah hakkında cahiliyye dönemi
zannı gibi haksız bir zanna kapılmışlar ve "bu işden bize
birşey varmış" diyorlar. Deki: "İşlerin hepsi Allah'a aittir"
sana açıklamadıklarını kendi içlerinde gizliyorlar. "Bu işte
bizimde bir şeyimiz olsaydı burada öldürülmezdik" diyorlar.
Deki: "Şayet sizler evlerinizde olsaydınız, ölüm kendisine
yazılanlar öldürüleceği yere çıkıp gidecekti. Bu, Allah'ın
göğüslerinde-kini imtihan etmesi ve kalblerinizdekini
temizlemesi içindir. Allah göğüslerin özünü hakkıyla bilir.
Size bu gamdan sonra bir emniyet, güven, huzur verdi ve bir
uyku verdi ki sizden bir kısmınızı bürüdü O uyku,
uyuyuverdiniz. Ordaki insanlardan bir kismıda, kendi
başlarının derdine düştüler ve Allah hakkında cahiliye
dönemindeki gibi zan içerisinde bulundular. Cahiliye döne-
mindeki zan: Allah'ın insanlara yardım etmiyeceği, Rasulün
ve müminlerin evlerine katiyyetle dönemiyeceği zannı
vardı. Sizin içinizden bir kısımda bu zannm içerisine düştü.
Yani Uhut harbinde öyle bir hale geldiler ki, burada
Peygamberde ölecek, müminlerde ölecek, evlerine dönüş ol-
mıyacak zannı içerisine girdiler. Allahın şimdi burada nimet
olarak. Müminlere verdiği bir şey var, uyku. Harp esnasında
uykuda Rabbimin büyük bir nimeti imiş. Hani askerler
akşama kadar harp ediyorlar. Derken akşamleyin karşılıklı
ateşkes uyguluyorlar. Tabi harptir bu. "Harp hiledir"
askerler bir tarafta dinlenirken yinede nöbetçiler vardır.
Onlar uyumayacaklar. Uykuya müsade edilenlerin,
uyuyamamasi bir beladır. Allah (c.c.) diyorki işte orada size
uykuyu bir nimet olarak verdik. Ya sabaha kadar
uyuyamasalardı. Sabahleyin ne olacaktı? Daha perişan
olacaktı. Allah (c.c.) sizin üzerinize orada uykuyu indirdi.
Harp esnasında uyku rahmandandır. Namaz esnasında uyku
ise şeytandandır. Harp esnasında uyku deyincede fiili
harpde değil, ateşkes yapılmış herkes cephesine dönmüş
nöbetçiler, gözcüler yine gözcüler olarak duruyorlar; ve
Askere uyuma emri verilmiş. O esnada endişeli olanlar,
korku içerisinde olanlar, gözüne uyku girmeyenler, sabaha
kadar uykusuz kalacak olursa, sabahleyin harp etmeye
dermanı kalmaz. O esnada Allah (c.c.) onlara uyku vermek-
le, onlara en büyük nimetini vermiş oluyor. Allah hakkında
kötü zanda bulunanlar. Yani Allah bunlara yardım
etmeyecek Peygamberde ölecek müminlerde ölecek. Bunlar
memleketlerine dönmeyecek diyenler diyor-larki, bu işler
konusunda bizimde bir hakkımız yokmudur diyorlar. Deki;
İşler Allah'a aittir, kendi içlerindeki niyyetlerini sana
açıklamadan gizliyorlar. Diyorlarki "Eğer bu iş konusunda
bizede bir söz düşseydi burada biz öldürülmezdik" diyor
münafıklar. Yani peygamber efendimiz (A.S.V.) daha önce
Medineden çıkmadan önce Ashabın ileri gelenlerini topladı,
münafıkların başımda çağırdı, ne yapalım dedi? Mekkeden
3 bin asker Uhudun oraya kadar gelmiş bizimle harp etmek
istiyorlar. Görüşünüz nedir diye sordu. Şimdi münafıklar
diyorlarki eğer bu konuda bizede söz düşseydi, biz fikir
beyan etseydik, bizim dediğimiz tutulsaydı biz orada
ölmezdik diyorlar. Peki onların fikirleri ne olacaktı
tutulsaydı eğer. "Canım dininizden dönüverin. Biz
Mekkelilerle düşman değildik, siz ir Jslüman oldunuz,
ondan dolayı geldiler bu adamlar buraya 3 bin tane adamın
buraya gelmesinin sebebi sizin müslüman oluşunuzdur.
Dönün dininizden, sizde kurtulun bizde kurtuluverelim o
zaman bizde ölmezdik diyorlar. Habibim onlara deki Eğer
siz evlerinizde olmuş olsaydınız Öldürülmek kendisi
hakkında yazılı olan kişilere ölüm gelir onlar kendi öl-
dükleri yerlere seriliverilirlerdi. Yani Türkçesi şu onlar
evlerinde olmuş olsalardı bile ölüm gelince bulundukları
yerde ölürlerdi. Hani bunu teyid eden başka ayeti kerimeler
var. "Onların eceli geldiği zaman bir an ileriye gitmez bir an
geriye kalmaz" diyor, Allah (c.c). Bir başka ayeti kerime,
"Nerede olursanız olun ölüm size yetişir" diyor. (K.Kerim
Nisa 78) Göğüslerinizdekini imtihan etmek ve
kalplerinizdekini ortaya çıkarmak içindir bunlar. Allah (c.c.)
göğüslerde olanı bilir. Yani niyetlerinizi gizle-seniz bile bu
sözlerinizde ne kasdediyorsanız Allah içinizden geçenleri
dahi bilir. Günümüzde de "şunu şöyle yapmasaydı
ölmeyecekti diyoruz." Bunu söylemeyeceğiz. Bunu böyle
yapmamalıydı diyelim. Yani yaptığı bir iş onun tedbirine
muhalif bir iş ise onu böyle yapmamalıydı demeliyiz. Adam
yolun ortasından giderken araba gelip çarpmış biz şunu
söyleyeceğiz "bu yolun ortasından gitmemeliydi" Çünkü
görevimizdir. Yani
yolun ortasından gitmemek, tedbir almak bizim
görevimizdir. Ama bunu yapmasaydı ölmezdi diyemeyiz.
Çünkü bu sabah televizyon haberi olarak duydum. "100
sene yaşamanın yolu" diye adam kitap yazmış kendiside 42
yaşında ölmüş. Bütün dillere tercüme edilmiş. Türkçeye de
tercüme edildi mi bilmiyorum. Adam Türkiye ye gelmiş
kitap imzalamış. Bir Türk şairide "Yaş otuzbeş yolun yarısı"
demiş ama yolun yarısında vefat etmiş, yani ne zaman
öleceğimizi bilemiyoruz. İnsanlar sabaha kadar ölü nün
başında beklemişler. Sabahleyin sağlam olan ölmüş
Yatakdakide ölenin cenazesine kalkmış bu İŞ böyledir, biz
tedbir almakla görevliyiz. Ama harpten kaçmak tedbir
değildir. Hani Türk şairi Abdürrahim Karakoç "kaçarken
vurulup yere düşenin bir kanına tükür, birde leşine"
diyor.726[206]

(155) Şüphesiz iki ordu karşılaştığı gün sizden yüz çevirip


kaçanları yaptıkları şeyleri bir kısmından dolayı şeytan
onların ayaklarını kaydırmak istemişti. Muhakkak Allah

726[206]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/167-170.
onları bağışladı şüphesiz Allah bağışlayandır. Halimdir.
O iki toplumun birbiriyle karşılaştığı günde geriye kaçanlar,
yani Uhud'da müslümanların ve kâfirlerin bir araya
geldiklerinde geriye kaçanlar, onların daha önce yaptıkları
bir kötülükten dolayı, şeytan onların ayaklarını kaydırdı
diyor. Yani şeytan durup dururken adamın ayağını
kaydırmaz manasınadır. Yani şeytanda sapa sağlam adamın
ayağım kaydırmaz bunu bilin. Mutlak surette kişinin biraz
kötülüğe meyli başlar, şeytan yardımcı olur ona. Rabbim
burada onu ifade ediyor.
Şeytan: Onların ayağını kaydırdı ama ne ile? yaptıkları bazı
şeylerle kaydırdı diyor. Yani şeytan sapa sağlam bir adama
hayatta zarar veremez. Çünkü Rabbim "şeytanın tuzağı,
hilesi, planı programı gayet zayıftır" diye haber
veriyor. 727[207] Ama insan oğlu kendi nefsi emmaresiyle ha-
reket etmeye başlar, kötülüğe doğru meyledecek olursa
şeytanda onun önünü kolaylaştırıverir. Ayağının altına
kaipuz kabuğu koyuverir. Veya muz kabuğu koyuverir.
Veya kadın koyuverir, veya para koyuverir. Çeşitli şeyler
koyuvermek suretiyle ayağını kaydırır.
"Allah onları afvetti" yani buna rağmen Allah onları afvetti.
"Allah afvedicidir, halimdir" kullarına yumuşak muamele
eder diyor. Şimdi bunlar öyie güzel ayatlerki Bir harpte
peygamberimizle bulunacaksınız, Peygamberimiz buradan
hiç ayrılmayacaksınız diyecek, ayrılacaksınız. Harpte
mağlup olmaya sebep olacaksınız buna rağmen Allah (c.c.)
afvedecek, Demekki Allah'ın afvımn rahmetinin,
gazabından fazla olduğunu burdan görüyoruz. Yani
günahlarımızın büyüklüğünden hayatta hiç ümitsizliğe
düşmiyeceğiz. Endişe edeceğizde, ümitsizliğe
düşmiyeceğiz. Böylesine bir büyük günah, biraz zor
bulunur. Yani Peygamber gözünüzün önünde O diyorki

727[207]
Nisa 76
"buradan ayrılmayın" sözü tutulmuyor, mağlup olmasına
sebej oluyorlar. Buna rağmen Allah (c.c.)'deıı O sahabeler
af dilemişler "Ya rabbi biz hata ettik" demişler Allah (c.c.)te
onları afvetmiştir. Çünkü Al lah gafurdur. Allah (c.c.)
halimdir diyor Rabbimiz. Bu tekrarlanmış oldı yukardada
geçti 152 nci ayeti kerimede burada 155 cı ayeti kerimede yi
ne tekrarlandı yani bu işin kesinlikle afvedildiğini teyid
ediyor Allal (c.c.) 728[208]

(156) Ey iman edenler. Yeryüzünde dolaşırken veya harbe


gide kardeşleri hakkında «Eğer bizim yanımızda olsalardı
Ölmezler ve ö dürülmezlerdi » diyen kâfirler gibi olmaym.
Allah bunu onları kalblerine hasret olsun için yaptı. Allah
diriltir ve Öldürür. Alla yaptıklarınızı hakkıyla görür.
"Eğer bizim yanımızda olsalardı ölmezlerdi öldürülmezlerdi
de" Uhut harbinde 70 kadar şehidimiz vardır. Ve bunların
başındada pehlivanların piri Kz. Hamza vardır. Peygamber
efendimiz (a.s.v.) amcası ve Medineden çıkmayan imansız
münafıklar var, "Eğer bizim yanımızda olsalardı ölmezlerdi,
öldürülmezlerdi de" diyorlar. Allah (c.c.) bunu onların
kalplerine bir hasret yapmak için yaptı. Allah'dır dirilten
Allah'dır öldüren. Yani burada sahabelerin şehit olmasından
dahi kalplerinde bir keder üzüntü, korku, belirenler yinede
imansızlar olmuştur. Öldüren Allandır kâfirler değil. Tetiği
çekmek mutlaka insan tarafındandır, kılına vurmak mutlaka
insan tarafındandır. Bombanın düğmesine basmak mutlaka
insan tarafındandır. Ölümü meydana getiren sebeb insan,
ama sebebi yaratan Allah (c.c.), düğmeye basılan eli yaratan
Allah (c.c), atılan kurşunla karşı tarafta ölümü meydana
getiren yine Allah (c.c.)tür. Hani 12 Eylül öncesi gazeteden
bir haber okumuştum İstanbulda caddede işte felan gruptan
birisi, felan gruptan bir delikanlıya tabanca ile ateş ediyor,

728[208]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/170-171.
yaralıyor hastaneye kaldırılıyor. Doktorların raporu bir
milim yukardan gitseymiş ölecekmiş. O ölmemiş. Fakat
aynı yerde, silahın sesinden hanımın biri ölmüş. Yani silah
taak deyince orada kadının biri oluvermiş. Kalp varmış
ölmüş diyorlar. Yani birinin eceli gelince kalp sebep
oluveriyor takıltıdan ödü patlıyor. Öbürüsününde bir milim
daha yukarı çıkmadığından dolayı yaşıyor. Demekki
öldürende Allah (c.c), dirilten de. 17 tane hapı yutmuş ama
bir mucize kabilinden hastanede kurtarılmış. Doktorlar
diyorki, bu bir mucizedir. Yoksa bu hapın üçtanesi yarım
saat içerisinde öldürmesi gerekirken 17 tanesini yutmuş 3
saat sonrada hastahaneye getirilmiş karnını yıkamışlar vede
kurtulmuş. Bunu çeşitli vesilelerle görüyoruz. Hani
doktorların veya fizikçilerin hesabına göre Boğaz
köprüsünden atlayan bir insan şu kadar mesafe var, insan
kilosu budur. Bukadar mesafede hani o yukardan düşen
insanın hacmine ve kilosuna göre hesabı yapılıyor. Ve adam
ölmesi gerekiyor. İki sene Önceydi birisi hem düşmüş
hemde yüze-!rek kenara çıkmış. Bir başkasıda ölmüş yani
eceli gelen ölmüş eceli gelmeyen orda tam ayağının üzerine
düşmüştür. Tam tepenin üzerine düş-j muştur veya tam o
esnada.suyun dalgalanması filan ama biz biliyoruzki
öldürende Allah (c.c.) tür, diriltende O dur. Burada şunu
inkar etmiyoruz yani bir zehir vardırki"dirhemini yiyen it
kudurur" derler hani bir dirhemi
bir insanı Öldürecek güçtedir. Öldüren Allah (c.c.) derken O
zehri yaratanda Allah (c.c.) tür. Yani sebebi yaratan Allah
(c.c) olunca, senaryoyu yazan O, sahneyi yaratan O, kainatı,
yerzünü yaratan O, sahnemizi güneşle ve ayla ışıklandın
veren O, rol onun ve oyun onun. Tabi burada insanın iradesi
söz konusu yalnız. Hayvanlar gibi değiliz insanlar iradele-
rinden sorumludurlar. Allah (c.c.) yapmakta olduklarınızı
görür diyor Rabbim. 729[209]

(157) Andolsun eğer Allah yolunda öldürülür veya


ölürseniz, Allah'ın mağfiret ve rahmeti onların
topladıklarından daha hayırlıdır.
"Eğer Allah yolunda öldürülseniz veya ölürseniz" şimdi bu
ifade ne gazel. Bazı insanlar diyelimki, Kurrai Kiramdan
Gönenli Mehmet efendi bir kılıç darbesiyle, bir silahla
öldürülmüş değil. Şehit muamelesi yapmadık ona. Ama
Allah (c.c.) diyorki eğer Allah yolunda ölürseniz yani şehit
olursanız veya öldürülürseniz yani Allah'ın yolunda ölmek
demek illa şehit olmak demek değildir. O yoldan giderseniz
o yolda iken ölürseniz veya öldürülürseniz Allah katından af
ve rahmet vardır sizin için oda müşriklerin topladıklarından
o münafıkların topladıklarının tamamından daha hayırlıdır.
Yani evlat edinmişler, mal edinmişler veya mülk edinmişler
ganimetlere konmuşlar. Münafıklar çeşitli şeyler elde
etmişler ya onların topladığından, Allah katından size
verilen af ve rahmet sizin için daha hayırlıdır. Öyleya
herkesin bir mukadder eceli var. Bu değişmeyecek buna
kesin bir imanımız var ben kendimi çok zorlamış imdir.
Yani bir kere iman ediyorum.İman etmek ayrı bir şey hayata
tatbik etmek ayrı bir şey o, ecel bir dakika ileri gitmez ,bir
dakikada geri kalmaz. Onu çocukluğumda öğrettiler sonra
ayeti kerimeyi de okuduk, ayete uygunmuş. Bu yeterli değil
bunu günlük hayatımızada nakşeder hale getireceksiniz. Bu
da çok tekrarla olur. Bir zalime karşı bir şey
söyleyeceksiniz. Ayet aklınıza gelmelidir. Bir kötülüğe
müdahele edeceksiniz bu akla gelmelidir. Hani ecel bir an
ileri gitmez,bir an geri kalmaz vah vah keşke yaşasaydı bu
olaylara karışmasaydı. Müslüman çocuklardan daha ne şehit
edilenler oldu. Yahu keşke karışmasaydı bilmem ne

729[209]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/171-173.
etmeseydi demeyelim, o adam zaten o saatte ölecekti. Hiç
değilse iyi yolda öldü.Yani vah vahine yani şimdi niye vah
vah ediyorsun ki? Vah vah işte münafıkların dediğidir. Bu
münafıklara vah vah olsun için oldu diyor.Rabbim yoksa
mümin zaten ölecekti ki Halit bin Velid radiyallahu anh
katılmadığı harb yok, daha önce müşriklerin safında harp
etti. Uhut'ta Peygamber Efendimizi de mağlup duruma
düşüren o. O okçular tepesinde süvari birliği ile saldıran
Peygamber Efendimizi ve Eshabını arkadan vuranda o. Halit
bin Velid güçlü bir komutan sonra müslüman olmuş
Peygamber Efendimizin (a.s.v.) genel kurmay başkanlığını
yapmış, bütün harplere katılmış ve nihayet yatağında Ölmüş
Allah rahmet eylesin. "Ben yatağımda ölecek adammıyım,
develer gibi yatağımda ölecek adammıyım." Bana kılmamı
verin, kaldırın beni" demiş. İki kişi koltuğuna girmiş
kaldırmışlar ayak üstü, (cenazesi yıkanırken görülmüş,
vücudunda şöyle bir el kadar yarasız yer yoktu.) Ve kılmcını
havaya kaldırdı ve ayak üstü vefaat etti diyor. Ben yatağa
dönmem demiş ve ayak üstü ölmüş Halit bin Velid ayakta
eceli gelmiş sonra yere serilivermiş o zat şunun için
anlatılır, eğer yara almakla harbe girmekle ölünseydi Halit
bin Velid ölürdü. Ama yatağında ölmüştür onun için ölüm
korkusuyla gayreti diniyeniz sizi geri bırakmasın nasıl olsa
mukadder olan günde öleceksiniz bu kesin öyleyse yahu ben
gitmesemde şu çocuğumunda, torunumunda evlenmesi için
geriden gelecek oğlu varda, ondan bir de torunu olacakmış,
önada acaba evlilikte düğün parası ve bir ev yapmak için
mal biriktirsek mülk biriktirsek, bilmem ne yapsak
olmazmıydıki derler. Allah yolunda Ölmek kâfirlerin
milyarlarca altınından daha değerlidir.730[210]

(158) Andolsun ölsenizdeöldürülsenizdeşüphesiz Allah'ın

730[210]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/173-174.
huzurunda toplanacaksınız.
Başka yerde toplanmayacaksımzki, şimdi iki ayet ardarda
bakın bi-
rincisinde yani (Şimdi biz Kur'an-ı Kerimde ayetlerin
sıralamasına, kelimenin önce gelmesi sonra gelmesini nazarı
itibara alarak manâ veririz.) 157 nci ayeti kerimede. Eğer
Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz diyor. Hemen 158
nci ayeti kerimesinde Eğer ölür veya öldürülürseniz. Bi-
rincisinde öldürülür veya ölürseniz ikincisinde ölür ve
öldürülürseniz mutlaka Allah'ın huzurunda toplanacaksınız
manâsı var. Bundan şunu anlıyoruz Allah yolunda yatağında
ölenin ecriyle, Allah yolunda harp meydanında ölenin
sevabı denktir. Şehit mutlaka değerlidir ama şehidin bu
dünyada iken muamelesi farklıdır. Biz mesela bazan
münafık insanada, kâfir insanada günümüzde şehid
deyiveriyorlar. Devrim şehidi, filan şehidi diyorlar.
Katiyyen kişinin niyeti o işi yaparken Allah rısazı değilse
şehid olmaz. Yaptığı işte hedefi gayesi Allah rızası değilse o
şehit olmaz. Ama Allah rızası doğrultusunda iki arkadaş
Allah için iş yapıyorlar. Birisi o yolda öldürülmüş, Öbürüde
yatağında Ölmüş. İkisininde Allah katında mükafatı aynıdır.
Bu iki ayeti kerimeden bunu anlıyoruz. 731[211]

(159) Allah'ın rahmetinden dolayı sen onlara yumuşak


davran-dın. Şayet sen kaba, katı kalbli olsaydın onlar
muhakkak çevrenden dağılır giderlerdi. Onları bağışla,
(Allah katında) bağışlanmalarını dile ve onlarla iş
konusunda müşavere et. Bir kerrede karar verdin-mi Allah'a
tevekkül et. Şüphesiz Allah tevekkül edenleri sever.
Uhud harbinde Efendimizin emrine muhalefet eden, yerinde
durmayan, harbin kaybedilmesine Efendimizin mübarek
dişinin kırılmasına se-beb olan sahabelere yapılan muamele

731[211]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/174-175.
anlatılıyor.
Rabbimizin rahmetiyle peygamber efendimiz onlara
yumuşak davranmış.
Demekki kalbimizde taşıdığımız yumuşaklık ve katilıkda
Allah'dan-dır. Yalnız bu yumuşaklığı kendi insanımıza,
katılığıda kâfirlere karşı kullanacağız.
Tevbe suresinin 73 ve 123 ncü ayetlerinde Tahrim suresinin
9 ncu ayetinde, fetih suresinin 29 ncu ayetinde kâfirlere
karşı katı ve güçlü olmamızı emrereder. Ama müminlere
karşı ipek kadar yumuşak ve afvedici olmamız istenir.
Günümüzde afvedemediğimiz müslüman grupların
aleyhinde söylenenlerin hiçbiri Uhud harbinde yapılan
hatalar kadar büyük değildir. Buna rağmen Rabbimiz
peygamberine emrediyor "onları afvet ve onlar için bana af
talebinde bulun" diyor.
Allah'ın kontrolünde olan peygamber efendimizin istişareye
ihtiyacı yokken, istişare ettiği insanlar açık hata yapmışken
Rabbimiz "onlarla istişare yap" diyor ve bize örnek olması
emrediliyor.
Cum'a suresinin onbirinci ayetinde Medinede Efendimiz
Cuma günü hutbe okurken, ticaret kervanının sesini
duyanların mescidde efendimizi ayakta bırakıp dışarıya
çıktıklarını haber verir.
Medinenin ilk yıllarında islâm eğitiminin tamamlandığı bir
zamanda meydana gelen bu olaydan dolayı Allah rasülü
onları afvetmiştir.
Çatık kaşlı, asık suratlı, keskin dilli olmayacağız. Kendi
haklarımızı afvedeceğiz. Allahında müminleri afvetmesi
için istiğfar yapacağız. Kendimizi istişareden uzak
görmeden yapacağımız işleri çevremizde ehil insanlara
danışacağız.
İstişareden sonra karar verildimi, artık Allah'a tevekkül edip
yürüyeceğiz.
Tevekkül edenleri Allah sever. Tevekkül kişinin yapacağı iş
konusunda kendisine düşen görevleri gücü yettiği kadar
yerine getirdikten sonra Allah'a tevekkül etmektir. Yani
tarlaya tohumu atıp sulayıp ilaçladıktan sonra Allah'a havale
etmesidir.
Cihad için iç ve dış hazırlığını yaptıkdan sonra Allaha
güvenerek yü-rümeside tevekküldür. 732[212]

(160) Eğer Allah size yardım ederse artık sizi yenecek


yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa ondan sonra size kim
yardım edebilir? Müminler ancak Allaha tevekkül etsinler.
Allah size yardım ederse, size galip gelecek yoktur" Allanın
bize yardım etmesi için Muhammed suresinin yedinci
ayetinde "Eğer siz Allanın dinine yadım ederseniz. Allah
size yardım eder" buyrulur. Allahın yardım etmesi için
bizim İslama hizmet etmemiz gerekir. Buradaki ayet onu ta-
mamlıyor. "Eğer size Allah yardım edecek olursa, size galip
gelecek yoktur. Peki bu nasıl olacak yani Allahın dinine
yardım nasıl olacaktır?
Bu dinin devlet olması için herkes gücü oranında
sorumludur. Allahın kendisine verdiği akü, beden, mal,
mülk, diploma, makam, unvan, rütbe gücünü islâm için
seferber eden insan öldürülür ama mağlup edilemez.
Eline, ayağına kelepçe vurulur ama iç dünyasına girilemez.
Ben bu Türkiyede koministlik için yirmi yaşlarında
üniversitede canından geçen insanları gördüm. Aynı
insanlar otuz yaşlarında kapitalist oldular, kırk yaşlarında
Amerika hesabına çalıştılar, elli yaşarında ne olacakları belli
değil. Buna karşılık ben seksen sene Kur'ana hizmet ederek
Rabbinin huzuruna yürüyen Gönenli Mehmet efendiyi,
yetmiş senedir Kur'ana hizmet eden, halen aşere takrip
tayyibe okutan Abdurrahman Gürses hoca efendiyi tanıdım
elhamdülillah.

732[212]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/175-177.
1930 ve 40 lı yıllarda bunlara yapılmadık kalmadı. Hapse
atıldılar, işkenceye tabi tutuldular ama gönül ülkelerindeki
imanın baharına küfür rüzgarları yol bulamadı. Tek başına
peygamber efendimizle başlatılan Hz. Hatice validemizle
yürütülen bu islâm davası günümüzde canı ve malıyla
davaya sahip çıkanlarla yürüyecektir. Bu yolda ölseler
kanlarıyla şahidlik yapmış olurlar. Yaşasalar dilleriyle
şehadet getirerek şahidlik yapmış olurlar.
Allah yardım etmezse kimse yardım edemez.
Kıbrıs harbinde gördük. Amerika, Yunanistana
"arkandayım.Kıbrısa sahip ol" dedi. Amerikaya güvenerek
saldırıya geçti. Türkiyede saldırıya geçince Yunanlı geri
çekildi. Amerikaya "hani yardım edecektin niye gelmedin"
deyince
"Benim kaçtane bakanım günde kaç yere söz verir, öğleden
önce verilen sözlerden öğleden sonra dönülür. Başıyın
çaresine bak" anlamında cevap alır.
Yardım va'dinden dönmeyen Allandır. Öyle ise müminler
yalnız Allaha tevekkül etsinler. 733[213]

(161) Hiçbir peygambere hıyanet etmesi yaraşmaz. Kim


hıyanet ederse kıyamet günü hiyanet ettiği şeyle gelir, sonra
herkese yaptığının karşılığı ödenir. Haksızlığa
uğratılmazlar.
Bedir harbinde ganimetlerden eksilme olduğu görülünce
münafıklar ile islâma yeni girenler "peygamber almıştır"1
gibi sözler edince bu ayet nazil olur.
Ayette yalnız bizim peygamberimiz değil hiçbir
peygamberin haksız yere kimsenin malını almayacağını
açıklar.
Bizde o peygamberin ümmeti olarak mümin veya kâfir kim
olursa olsun haksız yere hiç kimsenin malını almayacağız.

733[213]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/177-178.
Haksız yere kazandığımız arazi, altın çek ve senetler kıymet
gününde ateş olup boynumuza dolanacaktır. 734[214]
Ebu Davud, İmara 10 ve 55 nolu bablannda "yönetici olan
kişi evi yoksa ev edinsin, bekarsa evlensin, hizmetinde
çalışacakları alsın. Bunun dışında aldıkları ya hıyanettir
veya hırsızlıktır" hadisini rivayet etmiştir.
Günümüz yöneticilerinin "kulakları çınlasın" demeyelim
kulakları duysun, gönülleri iman etsin diyelim.
Kişi yaptığının karşılığını görecektir. 735[215]

(162) Allanın rızasına uyan kişi, Allanın gazabına uğrayan


ve yeri cehennem olan gibimidir?. O cehennem ne kötü
dönüş yeridir.' 736[216]

(163) Onlar (Allahm rızasına uyanlar) Allah katında derece


derecedir. Allah yaptıklarını hakkıyla görendir.
Gayemiz Allanın rızasını kazanmak. Bu dünyada bile
insanların sevgisini kazanmak isteriz. Bizden insanların
nefret etmesini istemeyiz. Halbuki bizi seven veya nefret
eden kişide bizim gibi bir insan
Bize can veren, kan veren Allahımızm sevgisini kazananla
gazabını kazanan denk değildir. Biri cennete öbürü
cehenneme gidecektir. Cehennem ise yatakların en
kötüsüdür. Müminler amellerine göre cennette derece derece
yükselirler.
kâfirlerde küfür ve isyanlarına göre cehennemde
derecelenirler, iyilik sahibi kâfirle, kötülük sahibi kâfirin
cehennemdeki yerleri farklıdır.737[217]

(164) Andolsun Allah; daha önce apaçık bir sapıklık içinde


olan müminlere, aralarından Allanın ayetlerini okuyan,
734[214]
Bak Ahmet, Müsned 4/140, 202,5/341, 344
735[215]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/178-179.
736[216]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/179.
737[217]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/179.
onları temizleyen ve onlara kitap ve hikmeti öğreten bir
peygamber göndermekle iyilikte bulunmuştur,
Alîahın en büyük nimetlerinden biride bizim iki dünyadada
cennet hayatı yaşamamız için bize yol göstererek, kitabı ve
hikmeti öğretecek bizi günahın pisliğinden temizleyecek
peygamber göndermesidir.
Yoksa bizde sapıklardan olurduk.
Günümüzde "sapık" denince küçük çocuklara tecavüz edip
öldüren, yok etmek için ateşde yakan veya parça parça
ayıran kişi akla gelir.
Bu tür sapıkların zarar verdiği çocuk sayısı sınırlıdır, onu
geçmez sonunda yakalanır. İmansız yöneticilerin eğitim
yoluyla insanları hristiyan, yahudi, kominist, ateist
yapmaları en büyük sapıklıktır. Çünkü milyonlarca insanın
Cehenneme gitmesine sebeb olurlar.
Bize peygamber göndererek sapıkhkdan temizleyen Allaha
hamdolsun. Bize bu dünyada nasıl yaşanacağını bizzat
örnek olarak öğreten Ra-sülünede salatü selam
getirelim. 738[218]

(165) Onlara (Bedirde) iki kat uğrattığınız musibetten biri


kendinize uğrayınca mı "Bu nereden"" dediniz. Deki: "O
kendinizdendir. şüphesiz Allah herşeye kadirdir.
Uhud'da mağlubiyeti tadanlara Bedirde ki galibiyet
hatırlatılıyor. "Bu bizim başımıza nereden geldi" diye hayret
ediyorlar. Yardımcımız Allah, Komutanımız Rasülullah. Biz
niçin mağlup olduk? sorusuna cevap "mağlubiyetiniz sizin
kendinizdendir" Yani Rasülün sözünü tutmadınız okçular
tepesini terkettiniz mağlup oldunuz anlamındadır.
Günümüzde müslümanlar başarısızlıklarını kendilerinden
bilmelidir. Üniversitedeki öğretim görevlisi "ben dışarda
daha çok para kazanırım" diyerek üniversiteden ayrılırsa,

738[218]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/179-180.
okçuların yerinden ayrılıp mağlubiyete sebeb olmaları gibi
iş yaparlar. 739[219]

(166) İki topluluğun karşılaştığı günde başınıza gelenler


Allah'ın izniyledir ve müminleri belirtmek içindir.740[220]

(167) Münafıklarıda belirtmek içindir. Münafıklara gelin


Allah yolunda harp edin yahut savunma yapın denildi de
onlar: «Şayet biz harbetmesini: bilseydik size uyardık»
dediler. O gün onlar imandan daha çok küfre yakındılar.
Kalblerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlar. Allah onların
gizlediklerini onlardan daha iyi bilir.
izinsiz bir yaprak yere düşmez. Toprağın içinden bir dane
izinsiz çiçeğe dönüşmez.
Uhud'da müslümanların mağlubiyeti de Allah'ın izni iledir.
İçlerinden kimlerin hakiki mümin olduğu ortaya çıkmıştır.
Münafıklarda altın içine karışmış posa gibi ayrılıvermiştir.
Uhud'dan kaçan münafıklara "geliniz Allah için harbediniz
yurdunuzu savununuz" denildiğinde "Savaş olacağını
bilseydik size uyardık" diyerek müminleri aldatmaya,
münafıklıklarını gizlemeye çalışırlar ama Allah onların o
halleriyle imana değil küfre daha yakın olduklarını haber
verir.
Düşman yokken asıp kesenler, düşmanla karşılaşınca boyun
eğenler gibi olmayın. 741[221]

(168) Onlar oturarak kardeşlerine "Eğer bizi dinleselerdi


öldürülmezlerdi" dediler. Deki: "Eğer doğru söylüyorsanız
haydi ölümü kendinizden savın."
"Bize itaat etselerdi ölmezlerdi" diyor münafıklar.
Günümüzde de "Bosna'da Ali îzzet Begoviç Sırplara

739[219]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/180-181.
740[220]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/181.
741[221]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/181-182.
uyuverseydi, domuzu yiyip, içkiyi içiverseydi bu kadar
insan ölmezdi" diyorlar. Peki bu sözleri söyleyenler de
ölüyor. Şimdi ne olacak.
Münafık kaçarken kalbi durup ölüyor, mümin Allah için
çarpışırken kurşunla kalbi parçalanıyor. îkiside ölüyor.
Ancak mümin Cennet'e uçuyor, kâfir Cehenem'e
yuvarlanıyor. 742[222]

(169) Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma.


Bilakis diridirler, Rableri katında rızıklandırıhrlar.743[223]

(170) Allah'ın onlara fazlu ihsanından verdiğiyle


sevinçlidirler ve onlara arkalarından henüz katılmayanlara
"Onlara (şehitlere) hiçbir korku yoktur ve onlar mahzunda
olmazlar" diye müjde vermek isterler. 744[224]

(171) Onlar, Allah'dan bir nimet ve fazlu ihsanım ve


şüphesiz Allah müminlerin mükafatını zayi etmeyeceğini
müjdelemek isterler.
Tefsirimizin birinci cildinin 304-308'nci sahifelerinde
anlatmaya çalıştığımız gibi şehidler diridir. Allah katında
rızıklandırılırlar.
Bu surenin 157 ve 158'nci ayetlerin de işaret edildiği gibi
Allah yolunda ölenlerle eceli gelmeyip geride kalanların
sevabı denktir. Ölenler geride kalanların Cennetlik halini
görerek sevineceklerdir.
Bu gün Bosna'da yüzbinlerce insan hristiyan batı tarafından
öldürüldü. Enkaz arasında buldukları çocukları doğum
yapmayan ailelere verdiler ve hristiyan olarak yetiştiriyorlar.
Şimdi sorarım size anne-babasıyla birlikte hristiyan bombası
altında şehid olan çocuk mu daha şanslı, yoksa babasının ve

742[222]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/182.
743[223]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/182.
744[224]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/182.
annesinin katillerinin evinde çok lüks bir hayat yaşayan
hristiyanlaştırılan çocuk mu daha şanslı.
Şehid olan çocuk ölürken karınca ısırması kadar bir acı
duyar ve Cennet'e uçar. Ama hristiyan olarak lüks bir hayat
içinde yaşayan büyüyen çocuk işe ölünce ebedi Cehennem'e
yuvarlanır. 745[225]

(172) Kendilerine yara isabet ettikten sonra Allah ve


Resulün çağrısına uyanlar, iyilik yapanlar ve sakınanlara
büyük mükafat vardır.
Mümin, zor günlerin adamı olmalıdır.
Seksenlik ihtiyarda olsa Ebu Eyyup el Ensari gibi Allah için
İstanbul'a kadar cihad ruhuyla dipdiri yürüyebilmelidir.
Cenk davulu vurduğunda ölüm döşeğinde bile olsa kalkma
azminde olmalıdır.
Uhud'un ikinci gününde Efendimiz Mekkeli müşrikleri takip
etmek istediğinde o yaralı halleriyle katılanlar öğülmüştür.
Harpten kaçıp da bugün kovalamaya katılmak isteyenleri de
Efendimiz kabul etmemiştir. 746[226]

(173) Onlara (müminlere) insanlar: "Şüphesiz düşmanınız


olan insanlar sizin için kuvvetlerini topladılar. Onlardan
korkunuz" dedi de bu onların imanını artırdı ve onlar:
"Allah bize yeter o ne güzel vekildir" dediler.
Uhud'dan sonra Bedir'de tekrar karşılaşma teklifinde
bulundular. Zaman yaklaşınca Ebu Süfyan'ın gözü korktu
casuslar göndererek güçlerini abartılı olarak yaydılar.
Müslümanlar korksunlarda Bedir'e gelmesin istiyorlardı.
Efendimiz 1500 arkadaşıyla Bedir'e kadar gitti. Sekiz gün
orada bekledi. Ebu Süfyan'ın vazgeçtiği haberini alınca
Medine'ye döndü.
Ebu Süfyan'ın yaptığını günümüzde Amerika yapıyor. Basın
745[225]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/183.
746[226]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/183-184.
yayın organları aracılığıyla olmayan gücünü bize
duyuruyor.
1955 yıllarında Toros'larm eteğinde kuş uçmaz kervan
geçmez bir köyde biz çocuklar arasında "Amerika'nın elinde
bir silah varmış oradan düğmeye bassa bizim köyü yok
edermiş" diye konuşurduk.
Ajanları ile bizim körpe dimağlarımızı köreltirlermiş.
Allah'a çok şükür babam beni ilkokuldan sonra Arapça
öğreten kursa verdi de bu ayetle karşılaştım.
Bütün dünya insanı biraraya gelseler, hepsinin elinde atom
bombası olsa müminin imam biraz daha artar, eksilmez.
Bosna'dan gelen bir profesörümüz "70 sene komünist rejim
altında
dinden uzaklaştırıldık. İsmen müslümandık ama birçok şeyi
inkar ediyorduk. Ancak Sırplar'ın, Amerikan silahları,
Alman uçakları, Fransız planlan, İngiliz yardımlarıyla
üzerimize saldırmasıyla bizimkiler aslına döndü ve
aslanlaştı" diyor.
Birleşmiş Milletler'i de arkasına alan Amerika blöf yaparak
dünyayı sömürüyor. Şu anda direnen yalnız Müslümanlar
kaldı.
Müslümanlar'da "Hasbünallah ve ni'mel vekil" diyerek her
bölge ve kıtada yedi veren çiçeği gibi açıyorlar.747[227]

(174) Bunun üzerine hiçbir kötülük dokunmadan ve fazlu


ihsan ile geri döndüler ve Allah'ın rızasına uydular. Allah
büyük fazlu ihsan sahibidir.
Düşmanın çokluğunu duyunca imanları kabaran ve Bedir'e
kadar gelen ashab düşmanla karşılaşmadılar ama ticaret
kervanlarıyla çok kârlı alışverişler yaptılar. En önemlisi de
Allah'ın rızasını kazandılar. 748[228]

747[227]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/184-185.
748[228]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/185.
(175) İşte o şeytan ancak kendi dostlarını korkutur (veya
dostlarının topladığını haber vermekle sizi korkutan ancak
şeytandır). Onlardan korkmayın benden korkun eğer mümin
iseniz.
Bugün kâfir güçlerin ekonomik, siyasi ve askeri güçlerini
hergün radyo, televizyon ve basın aracılığıyla yaymaya ve
insanlara korku salmaya çalışanlar şeytanın ordusuna girmiş
ve şeytanlaşmış insanlardır.
İran'da, Amerikan Büyük Elçiliği'ndeki casuslar bir sene
rehin tutuldular. Amerika hiçbir şey yapamadı.
Dört uçakla en eğitimli askerlerini kurtarma operasyonu için
gizlice gönderdi. Ama dört uçak birbirine çarparak yere
düştü ve sağ çıkan olmadı. Nerede bunların gücü?
Beyrut'ta müslümanların elindeki rehineleri on sene aradı,
yerlerini bulamadı, nerede o haberalma örgütünün gücü?
Daha geçenlerde Irak Haberalma Örgütü'nü çökertmek için
milyarlarca dolara malolan bomba patlattı. Bağdat
televizyonunun ses sanatçısının evine rastgeldi. Nerede
güdümlü mermileri?
Olimpiyat şampiyonalarında Amerikan kalesine bir gol girse
yüz ülkeden yüzbin insan sahada sevincinden ayağa fırlıyor.
Nerede siyasi gücü?
Romanın orduları Hz. İsa'nın havarilerini korkutamadı.
Bizans'ın orduları da Hz. Muhammed'in ashabını
korkutamadı.
Bizi de günümüz kâfirleri korkutamamalı. Korkumuzu
yalnız Allah'a tahsis edelim. Bütün orduları yaratan
Allah'dır. Ona güvenelim. 749[229]

(176) Küfre koşanlar seni üzmesin. Onlar hiçbir şeyle


Allah'a zarar veremezler. Allah onlara ahirette bir pay
vermemek ister. Onlara büyük azap vardır.

749[229]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/185-186.
Kâfirlerin küfür yolunda birbirleriyle yarışması bizi de
üzüntüye düşürmesin. Küfürde kendi aralarında yarış
yapıyorlar. Rusya diyorki ben senden kâfirim. Oda diyor ki
hayır ben senden daha çok kâfirim. Daha
nasıl birbirleriyle yarışıyorlar? Biri "Allah hiç" diyor yani
yok diyor. Birisi de "Allah üç" diyor , böylece yarış yapmış
oluyorlar, aralarında ve müslümana da zarar vermektede
yarış yapıyorlar.
Böyle yapmaları seni sakın üzmesin. Onlar hiçbir şekilde
Allah (c.c.)'a zarar veremezler. Allah onlar için Ahiret'te bir
payın olmamasını murat eder. Yani ahirette cennetten,
cennetin nimetlerinden, mahşerin ferahlığından hiçbirşeyin
olmamasını murad ediyor. Onlar için büyük azap vardır.
Hz. Ademden kıyamete kadar gelecek bütün insanlarki Bir
hadisi kndside bütün insanlar bir muttaki insanın kalbi gibi
olsalar veya kâfir bi-r insanın kalbi gibi olsalar ve bir araya
gelseler Allaha hiçbir şekilde faydada veremezler, zararda
veremezler anlamında bir hadisi kutsi: Hz. Ademden
kıyamete kadar gelen bütün insanlar, maazallah kâfir
olsalar, Allah'ın dinine ve Allah'a zarar veremezler. Burada
ifade Allaha zarar veremezler. Bunun içinde Allah'ın dinine
zarar veremezler manâsı vardır. Çünkü birçok yerde "Allah
yolunda" bazı yerlerde de "Allah için" ifadeleri vardır. Allah
için olanda Allah'ın dini için kasdedilmiştir. Çünkü bir
başka ayeti kerime öyle tefsir etmiş. Buradada Allah'ın
dinine zarar veremezler. Zaten Allaha zarar veremezler.
Allah'ın dininede zarar veremezler.
Yani bütün dünya kâfirleri küfürlerinde yarış etseler.
Allahın dinine zarar veremezler. Buna gözlerimizle şahidiz.
Aradan 1400 sene geçmiş müslümana zarar vermişler ama
Allah'ın dinine zarar verememişler. Hamdolsun Kur'an-ı
Kerim peygamber efendimiz (a.s.v.)'a indirildiği gibi bize
kadar getirilmiş en büyük nimette zaten burası. Efendim,
Rabbim koruyacak onu, Rabbim kullarıyla korur onu.
Kulları içersinden seçdiği insanlarla korur ve günümüze
kadarda gelmiştir. Kafirler onu değiştirmek için, tahrif
etmek için, tebdil etmek için, içimizden insanlara manâlarını
tahrif ettirmek için bütün gayretlerini sarf etmelerine
rağmen netice alamamışlar, Allah'ın dinine bir zarar
verememişler. Bize zarar vermişler ama asıl (orjinal) olunca
insanların kurtulması mümkündür. Aslına zarar verilincede
insanların kurtulmasıda zor.
Tevratla, İncil tahrif ediliyor. Ondan sonra çok iyi niyyetli
insanlar gelmesine rağmen, asıl bozulunca ona tabi olanda
ister istemez bozuluyor. Aslımız sağlam bizim, Kur'an-ı
Kerimimiz olduğu gibi bize kadar gelmiş. Ona sarılırsak
yüceleceğiz ondan ayrılacak olursak veya elimizi koparacak
olursak, sarılmayacak olursak biz zarar göreceğiz. 750[230]

(177) İman karşılığında küfrü satın alanlar Allah'a hiçbir


şeyle zarar vermezler. Onlara acıklı azap vardır.
İmanı verip küfrü satın alan kişiler hiçbir şekilde Allah'a
zarar veremezler. Hani günümüzde devamlı ilan ediyor
adamlar. Adı müslüman, babasının adı müslüman anasının
adı da müslüman. Efendim işte çocukluğumuzda biz de
müslümandık ama şimdi gavur olduk da demiyorlar. "Ateist
olduk" diyorlar. Tabi bu iki sene öncesinin modasıydı, oda
geçti bu sene pek rağbette değil, iki sene önce biraz rağbette
idi. 3 sene önce başka bir ifade kullanmışlardı o tutmadı,
ateistiz dediler o da pek rağbet görmedi, böylelikle yok olup
gidiyorlar.
Kelaynak kuşları gibi. Bazı kesimler nesilleri tükenmesin
diye destek veriyor. Bazı programların hazırianmasında,
bazı işlerin yapılmasında bol paralar verilmek suretiyle
devamları sağlanıyor, ben kelaynak demiyorum çünkü kuşa
benzetilmiş olur. Çünkü "hayvandan aşağıdır" diyor Allah

750[230]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/186-188.
(c.c). Hayvana benzetmek bile zordur. Allah (c.c.) diyor ki:
İmanı veripte küfrü satınalan kişiler Allah'a hiçbir şekilde
zarar veremezler. Zararı kime olur. Kendisine olur. Nasıl
olur? Adam Avrupa'dan 200 milyon liraya kazan
getiriyormuş. Cenazesini yaktırmak için. Bir kere 200 mil-
yon lira zarar ediyor. Kendisine zarar veriyor. Sonra bizim
hocaların da faydalan oluyor.
Hoca efendiler kürsülerden, bu imansızlar Cehennem'de
cayır cayır yanacak diyorlardı. Bunlarda biz ahirete
inanmayız, ateş yok yanmakta
yok diyorlardı. Milletin gözüne gösteriveriyorlar şimdi. Bak
hocaları iiikâr etmeyin bu dünyada başladı bunların yanması
diyerek kendileride millete gösteriveriyorlar. 751[231]

(178) Kâfirler kendilerine tanıdığımız süreyi sakın


kendilerine hayır sanmasınlar. Onlara ancak günahlarını
artırmaları için süre tanıdık. Onlara alçaltın azap vardır.
Kâfirler, onlara vermiş olduğun mühletin kendileri için
hayırlı olduğunu zannetmesinler. Hani bu dünyada adam
imansız, ateşe tapıyor, puta tapıyor, kendine tapıyor, birşeye
tapıyor. Buna rağmen sıhhati yerinde, başı ağrımıyor.
Bakıyor mahallesinde dinine çok bağlı adam hastalık ge-
çiriyor. Adamın kendisinin hiç başı dahi ağrımıyor.
Maddi durumuna bakıyor. Müslümamn maddi durumundan
da iyi. Kendi mahallesinde biri ile mukayese yapıyor ve
kendi kendine diyorki ben doğru yoldayım yani Allah diye
birşey yok, eğer olsaydı buna yardım ederdi ki en fazla
ibadet yapana bu hastalığı vermezdi ve bu parayı da buna
daha fazla verirdi, gibi tilki oyunları ileri sürerek kendi
amelini kendisine güzel göstermeye çalışıyor. Allah (c.c.)
diyor ki; kendilerine mühlet verdiğimiz insanlar, bunun
kendileri için hayırlı olduğunu zannetmesinler.

751[231]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/188-189.
"Onların günahlarını artırmaları için bu fırsatı onlara
veriyorum" diyor. Kişi azabını artırıyor. Yani bu işte devam
ettiği müddetçe kendi günahını ve kendi günahının
arkasında kendi azabını artırıyor. "Onlar için alçaltıcı azap
vardır."
Firavun 400 sene yaşamışta başı ağrımamış derler.
Kur'an'dan değil hadisten değil. Fakat Musa (A.S)'la
firavunun kıssaları anlatılırken hoca efendiler ağızlarından
birşeyler söyleyivennişler. Doğru diyemem çünkü, kur'an ve
sahih sünnetin bildirmediği şeyleri doğru demek doğru
değildir.
Fakat bir vakayı günümüzde olan olayları açıkladığı için
anlatıyorum, doğru olduğu için değil. Güya Musa (A.S)
demiş ki; Yarabbi bu gavur diyorsun, buna karşı beni
peygamber gönderiyorsun. Mücadelemiz de devam ediyor.
Bizim başımız ağrıyor bunun başı ağrımıyor demiş. Demiş-
ki, kulumun üzüntülü ve kederli anlarındaki duasını kabul
ederim, yanık sesiyle yapılan duaları kabul ederim,
üzüntüleri dua gibidir istiğfar gibidir. Onunda demiş
hastalanıpta inlemesi benim rahmetimi çeker, onun için
başına ağrı veriyorum demiş. Bunu Mahmut hoca anlattı,
hadismiş demiyeceksiniz. Hastalık anında şikayet durumuna
düşmeyeceğiz. Yarabbi senden geldi diyecek ve hastalığa
ikramda bulunacağız. İlaçlarla ikramda bulunacağız.
Çünkü dinimizde asıl olan sıhhattir. Bizim görevimiz sıhhati
korumaktır. Hastalık geldiğinde de "O Rabbimden geldi ne
güzel misafir" diyerek bir an önce gidebilmesi için
Rabbimin tabiata indirmiş olduğu ve Kur'an'ında indirmiş
olduğu ilaçları kullanmak suretiyle alel acele göndermek
bizim görevimizdir. Bunu yaparsa kişi hem tedavisinden
dolayı sevaba giriyor, hem sabrından dolayı sevaba giriyor
ve günahlarının da dökülmesine sebep oluyor.752[232]

752[232]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/189-190.
(179) Allah müminleri, sizin üzerinde bulunduğunuz halde
bırakacak değildir. Neticede pisi, temizden ayıracaktır.
Allah size gaybı bildirecek de değildir. Ancak Allah
peygamberlerinden dilediğini seçer (ve ona gaybı bildirir).
Allah'a ve Rasulüne iman ediniz. Eğer îman eder,
sakınırsanız size büyük mükafat vardır.
Şimdi bir müslüman toplum var. O müslüman toplumda
herkes camiye geliyor. Herkes namaz kılıyor, zekat veriyor.
İbadet yerinde ama bun-lann içerisinde münafıklar var.
Kâfirin güçlü olduğunu hissettiği an dö-nüverecekler bu
adamlar. Bunların ortaya çıkması gerekiyor. Bunların ortaya
çıkması için de arada bir böyle bela ve musibet gibi görülen
harpler ve darpler geliverir. Allah (c.c.) diyor ki, iyi ve
kötüyü ayırt etmeden müslümanları kendi hallerinde
bırakacak değiliz. Allah size gaybı bildirecek değildir.
Gaybı bildirecek hale de getirecek değildir. Yani gaybı bile-
meyeceksiniz manâsına gelir. Gaybı mutlak kılacakta
değildir. Yani şöyle bakıverdiğimizde insanlara şu münafık,
bu müslüman diyebilecek bir gözde vermeyecektir. Bu
bizim için bir nimettir. "Yahu hocam keşke bize bir özellik
verseydi ve o özelliğimizle biz yürürken gezerken,
otururken münafıkla mümini ayırtedebilseydik" derseniz?
Allah öyle bir şeyin olmayacağını bildiriyor. Fakat bildirdiği
insanlar olacak. Ancak Allah (c.c.) peygamberlerden
dilediğini seçer. Yani şöyle tefsir etmişler, gaybı ona Allah
bildirir. Peygamberler yine gaybı bilmezler. Bildirileni
bilirler. Hani İsa (A.S)'ın, Yusuf (A.S)'ın hayatı anlatılırken,
orada gayba ait verdikleri bilgiler var. Allah (c.c.)' o olayı
onlara bildirir, onlarda bilir. Bildirmezse, onlar "Bende sizin
gibi insanım" derler.
Hani Şeyhsadi Şirazi anlatır: Yakup (A.S)'a sormuşlar, yahu
şurada şehrin kenarındaki kuyunun yanında oğlunu
göremedin, bilemedin de Mısır'da kokusunu aldın. Aradan
yıllar geçince bu nasıl iştir.? Demişki; peygamberliğin
mucizesi şimşeğin çarpması gibidir. Rabbim çakıverdimi
görürüz, söyleriz. Çakmayınca bizde sizin gibi gaybın
karanlığı içerisindeyiz demiş. Peygamberlere bildirildiği
vardır ki, Peygamber Efendimiz (A.S.V) münafıkları teker
teker bilirdiler.
Siyer kitaplarında, hatta vefatına yakın Huzeyfe (R.A)
bildirmiş. Demişki, Huzeyfe: filan adam münafık, filan
adam münafıktır. Peki bildirmemesinin hikmeti nedir. Bir
kere adamların ortaya çıkmamaları nedeniyle kendilerinin
müslümanl ardan olduğunu göstermek için, devamlı
yaranma faaliyetindeler.
Bundan müslümanlar yararlanıyor. Peygamber Efendimiz'e
geliyorlar "Vallahi Allah şahit olsun ki sen Allah'ın
Resulüsün" diyorlar, devam eden âyeti kerime diyor ki:
"Habibim onlar, sana yalan söylüyorlar" diyor. Peygamber
Efendimiz bunları biliyor, bildiğini bildirmiyor, yani mü-
nafığın kim olduğunu biliyor da o münafığa sen münafıksın
demiyor. Hani bir harp için geri kalan münafıklar sonra özür
beyan etmek için geldiklerinde özürlerini kabul ediyor, ama
aslında onların münafık olduğunu biliyor. Böylelikle
zararlarından emin oluyor. Allah (c.c.) size Allah gaybı
bildirecek değildir. Yani münafıklar kimdir şu, şu, şudur
demiyor. Bu bizim için nimettir.
Herkese bakı verdiğinde şeklini tanıdığımız gibi, içini de
görebilmiş olsaydık dünya çekilmez olurdu. Yahu sofrada
oğlunun içinden geçeni görüvermiş olsan, hanımının içinden
geçeni görüvermiş olsan ve senin karşında duran canım
ciğerim diye bağrına bastığın arkadaşının içinden geçeni
görüversek biraraya gelemeyiz. Aynı sofrada yemek
yiyemeyiz. Aynı caddede yürüyemeyiz, herkes elleri tetikte,
bellerinde tabanca böyle birbirlerini öldürmeye yönelik bir
hareketin içerisine geçerler. Allah bunu ne güzel gizlemiş.
Settaruluyub olan Allah (c.c.) bunlarıda gizleyivermiş. Hani
içimizdeki yemeğimizin değişmiş halini öylesine gizlemişki
hiç koku vermiyor dışarıya. O yaratmış olduğu deriyle içteki
kanı ve pisliği örtüyor.
Halbuki açıkta olmuş olsa biraraya gelmemiz mümkün
değildi. Rab-bim öylesine bir kapak koymuşki boğazımıza,
kokusu da dışarıya çıkmıyor. Sırlarımızda öyledir. Eğer
tuvaletteki gibi çıkıverecek olursa biraraya gelemeyiz. Ama
Rabbimiz kâfirin, münafığın tarifini yapıveriyor. Yani
röntgenini çekmiş ve bize gösteriyor. Şu sözü söyleyenler,
şöyle hareket edenler, sizin düşmanınızdır diyor. Allah'a ve
resullerine iman ediniz. Eğer iman eder ve de Allah'tan
sakınacak olursanız sizin için büyük mükâfat vardır.753[233]

(180) Cimrilik yapanlar Allah'ın fazlu kereminden verdiğini


kendileri için hayır sanmasınlar. Bilakis onlara bu serdir.
Kıyamet günü o cimrilik yaptıkları şeyle zincire
vurulacaklardır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah
yaptıklarınızdan haberdardır.
Cimri adama Allah mal vermiş, mal üstüne mal yığmış,
cimri adam zannetmesin ki bu kendisi için daha hayırlıdır.
Rabbim diyorki, "Hayır, o kendisi için daha şerlidir." Nasıl
şerli olur. O cimrilik yaptığı şeyler onun boynuna bir ateşten
gerdanlık gibi dolanır. Yani dünyada cimrilik yaptığı
kazanıp dağıtmadığı mallar onun boynunda bir yük olarak
mahşer gününde gelir ve Cehennem'de de ona ateş olurlar.
Yani; hani Yunus Emre âyeti kerimelerden okuyup
okuyupta "Kişi ateşini bu dünyadan götürür" diye ifade
edivermiş.
"Yetim malını yiyenler, karınlarına ateş doldururlar" yani
Cehen-nem'deki ateşini bu dünyadan götürüp gidiyor.
Sırtından götürüyor karnından götürüyor. Cimrilik yapanlar
mal biriktirirken aslında sırtına yük biriktiriyor. Kıyamet

753[233]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/190-192.
gününde belini doğrultamıyacağı cehenneme doğru sırt üstü,
yüz üstü götüreceği mallarını azabını ve ateşini götürüp
gidiyor. Hani hocanın biri anlatıyor. Koyunun kulağına
birisi "sen ot yiyorsun besleniyorsun ama etini kasap
bekleyip duruyor, derini birisi ceket yapacak, yünündende
biri çorap örecek, sen kimin namına çalışıyorsun?" dese
birakıverir otlamayı.
Şimdi günümüzdede bazı insanlar yemiyor, giymiyor, hep
topluyor. Dünyanın en zengini ben olayım diye. Halbuki o
yaptığı topladığı şeyleri bu dünyada yiyemiyor. Rabbim
öyle bir şey veriyorki. Buzdolabında su içmek isteyene
buzdolabından su içmeyi yasaklıyor. Doktoru "Sakın ha
buzdolabından su içmeyeceksin diyor. Adam yiyecek, yağlı,
etli, butlu, şeyler üretiyor. Doktorlar sakmha "elini
sürmeyeceksin" diyor. Adama "dağıt" diyorsun dağıtamıyor.
Ye diyorsun doktor yedirmiyor. Bu dünyada iken yükünü
sırtına taşımış gidiyor adamlar. Rabbim bu dünyada iken
yüklemiş sırtlarına bunu. Yani bunu gören göz için, bu
dünyada azabı başlamış bu adamların. Ahiretteki azabı
dünya ile mukayese edilecek durumda değil tabiki. Yerin ve
göğün mirası Allah'a aittir. Yani bizim babamızdan mal
kalmıştır bizim gibidir, ama o bizim değildir. O da bizim ço-
cuğumuza kalacaktır derken, birgün herşey fani olup, Allah
baki kalınca, mirasın tamamıyla Allah'a ait olduğu, herkes
tarafından ayan beyan görülecektir. Günümüzde de
görülüyor.
İstanbulun tapusu bir zamanlar Bizans imparatoruna aitti.
Derken Fatih geldi "Ver bakayım tapuyu dedi aldı. Ondan
sonra onun çocuğuna kaldı, ondan sonra onun adamlarına
kaldı derken, size kaldı. Ama sizden sonrada başkalarına
kalacak. Her gelen bir avuç götürebilşeydi dünyadan, dünya
kalmazdı. Kimse birşey götüremeden tekrar geldiği yere,
yani topraktan gelmişti toprağa dönüyor. Toprakta ayda,
güneşte onundur. Öyleyse Allah'ın mülkünden alıyorsun,
zaten buradan alıyorsunuz, buraya veriyorsunuz. Mülk
Rabbimin yani kendinizin malından birşey verdiğiniz yok.
Cimri adam akşam olunca mum yakmadan yatarmış. Birgün
misafir gelmiş, akşam olup ev kararınca mumu yakmış.
Mumdan bir damla düşermiş adamın gözünden iki damla
düşermiş. İşte bunlar bu dünyada azab çekiyorlar.
Dünyada meyve vermeyen, çiçek açmayan, gölgesi olmayan
ağacı kesip ateşte yakarlar.
Vermeyen insanda, kendi ateşini kendisi toplar gider.
Cimriye "camnımı malımmı?" demişler önce canımı alın
demiş.
Cimriye "yiğit insanı tarif et" demişler O"yiğit kıtlık
yıllarında kadınların açlıkdan çocuk düşürdüğü, çocukların
feryadının arşa çıktığı bir zamanda yüreği titremeyen
insandır" diyerek kendisini tarif etmiş.
Allah cimrilikten bizi korusun cömertlerden eylesin. Allah
yaptıklarınızdan haberdardır diyor. Allah (c.c.) 754[234]

(181) AndoIsunki Allah, "şüphesiz Allah fakir biz zenginiz"


diyenlerin sözünü işitti. Biz onların dediklerimde haksız
yere peygamberleri öldürmelerimde yazarız ve yakıcı azabı
tadın deriz.
Burada yahudileri kasdediliyor. Allah için borç para verin
karzı hasen yapın diyen Bakara suresinde geçen 245'nci
ayeti kerime nazil olduğunda "Allah bizden borç istiyor.
Demekki, Allah fakir, biz zenginiz" diyorlar. Halbuki Allah
(c.c.) Allah için borç verinizden kasıt, mümin kardeşine
vermek insana vermekdir. Yoksa Allah (c.c.) bu yerlerin,
göğün, kainatın, altının, gümüşün yaradam onun hiçbir şeye
ihtiyacı yoktur. Yağlı kazan, yağlı kazana taşmasın, yağlı
kazan yağsız kazana taşsın diye emrediyor, ve bunlar
diyorlar ki "Allah fakirdir, biz zenginiz" işte bundan dolayı

754[234]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/192-194.
hesaba çekecek ve yakıcı azaba sokacak ve birde
peygamberlerini öldürmelerinden dolayı azaba sokacak.
Bugünki yahudiler "Biz öldürmedik ki, öldürmüşse bile
ecdadımız öldürmüşlerdir". Peki Tevrat'ınızda olan o
öldürme olayını siz tasvip ediyor musunuz? Tevrat'ınıza
iman ediyorsunuz. O öldürme olayını da tasvip ediyor
musunuz? Eeee haklıydı bizim ecdadımız. Haa haksız yere
öldürülen bir insan ve onu öldüren şahsı diğerleri tasvip
edecek olursa günahını paylaşıyorlar demektir. Maide
Sûresi'nin 32'nci ayetinde "Haksız yere bir kişi bir adam
öldürürse, bir nefse karşılık olmaksızın -yani kısas
olmaksızın- yeryüzünde de fesat çıkarmamış olsa buna
rağmen bu adam Öldürülürse o bütün insanları öldürmüş
gibidir." buyurur. Yani suçsuz yere bir adam Öldürdü mü o
adam bütün insanları öldürmüş gibidir.
Bu insanların tamamı devlete yetki vererek o insanın
cezalandırılmasında destek olmalıdırlar. Hepsine tecavüz
yapılmış sayılır bu. Hani ammenin hukuku var diyoruz ya,
amme hukuku taalluk etmiştir. Buna hu-kukullah diyoruz.
Peygamberin haksız yere öldürülmesi sebebiyle bugünkü
yahudilerde o öldürme olayını tasvip ettikleri için, onun
suçuna iştirak etmiş oluyorlar, ve azabı tadacaklardır. Biz
Hz. Adem'den günümüze kadar mümin olsun, kâfir olsun
haksız yere öldürülen hiçbir olayı gönülden tasvip
etmeyiz.755[235]

(182) Bu sizin kendi ellerinizin takdim ettiğinin karşılığıdır.


Şüphesiz Allah kullarına zulmedici değildir.
Cehennem'e bu yahudiler arılıyorlarsa, yaptıkları
sebebiyledir. Allah kişi yapmadan birşey vermez onlara.
Hani suç ile ceza arasında denklik vardır ya, Allah (c.c.)
buna işaret ediyor. Yaptığınızın karşılığını bulacaksınız.

755[235]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/195-196.
Yoksa zulmedici değildir. Zulüm zaten haddi aşmaktır. Yani
onların suçundan fazla ceza vermek bir zulümdür. Eksik
verebilir çünkü affedicidir. Mümin günahından dolayı
Cehennem'de yanabilir. Rabbim affet-memiştir. Ama Allah
(c.c.) şirk hariç diğer bütün günahları avf edeceğini bildirir.
Yaptığı bir iyiliğin karşılığını 10 kat, 700 kat ve daha
fazlasıyla mükafatlandıracağını bildirir. Mümin için bu,
kâfir için ise yaptığının tam karşılığını verecektir. Ve ona
zulüm etmeyecektir. Fazladan ceza vermeyeceğini Allah
(c.c.) bu âyeti kerimesiyle haber veriyor.Tefsir derslerimize
İlk nazil olan Alak suresinden başladık.
O zaman gördük ki, ilk sûrelerde ilk âyetlerde Cehennem
üzerinde fazla duruluyor. Biz de her yazımızda her
konuşmamızda makalemizde, t hitabımızda, buna biraz
değinmemizde fayda vardır. "Cemaatı kaçırırız hocam"
diyorlar. Bizde Cehennem'i gündeme getirmeden Cenneti
gündeme getireceğiz, Cennet'in nimetleri Kur'an-ı Kerim'de
fazla anılıyor. Ama Cehennem'de ara ara veriliyor. Çünkü
bu insanların kursaklarına giren haramların geriye çıkması,
Cehennem korkusuyla olabilir. "Cennet'in nimetleri
veresiye, Ben peşine bakarım, veresiyeye bakmam" diyor.
Ama
Cehennem'in alevinin korkusu yüreğine giriverecek olursa
durum değişebiliyor. Onun için deneyin, hep haramla,
rüşvetle, imansızlıkla uğraşan insanlara, oğlum bunun
ahirette yanması vardır. Katran kazanlarının içerisinde, ateş
tabutlarının içerisine gireceksin, yanacaksın deyin. "Fazla
derine dalmayalım" diyor, adam. Yüreğine bir korku
giriveriyor. Onun için bazı inşalara bunların
756[236]
hatırlatılmasında fayda vardır.

(183) "Şüphesiz kendisini ateşin yediği kurban getirilinceye

756[236]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/196-197.
kadar hiçbir peygambere inanmamayı Allah bize emretti"
diyenlere deki: "Benden önce size apaçık delillerle ve sizin
söylediğiniz (kurbanca peygamberler geldi. Eğer doğru
söylüyorsanız niçin onları öldürdünüz?"
İmansızlar inkârlarına gerekçe arıyorlar. Maide Sûresi'nin
27'nci âyetinde anlatılan kurbanın kabul edilmesi olayında,
kurbanı ateşin yaktığı haber verilmekte.
Yahudiler aynı olayın tekrarlanmasını istiyorlar. Halbuki
kendi okudukları muharref Tevrat'ta istedikleri mucizeyi
gösteren peygamberleri öldürdüklerini yazar. 757[237] Kur'an-ı
Kerim yahudilerin o mucize gösteren peygamberleri
öldürdüklerini haber veriyor.
Tevrat'ta yazmayan şeyi varmış gibi söyleyen, kendi
peygamberleri hakkında yalan söyleyen, Allah'ın âyetlerini
yalanlayan Yahudiler'den doğru söz beklemek, veya sizi
doğrulamasını istemek hata olur.
"Hocam yahudi ile alışveriş yapıyorum. 20 senedir çeksiz,
senetsiz, açık hesap milyarlar dönüyor. Hiç sözünde
durmadığını görmedim" diyen bir hacı geçenlerde
hastahaneye kaldırılmış. Yirmibeş sene dürüst çalışan
yahudi kendisi dericileri, oğlu da sarrafları büyük miktarda
para toplayarak İsrail'e uçmuşlar. Hacıyı da hastahaneye
kaldırmışlar."
Rabbime ve peygamberime inanmayan insan bana inanmış
hiç önemi yok.
Sizi çok sevdiğini söyleyerek ticari, siyasi çıkar peşinde
olanlara dinimi seversen, kitabımı seversen veririm
deyiniz. 758[238]

(184) Eğer seni yalanhyoryarsa,senden önce deliller


sahifeler ve aydınlatıcı kitap getiren peygamberlerde
yalanlanmıştı.Peygamber
757[237]
Bak 1 Krallar 18,19
758[238]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/197-198.
Efendimiz teselli ediliyor. Yalanlanan yalnız sen değilsin.
Senden önce kitap getiren sahifelerle gelen peygamberler de
yalanlanmış ti.
Bu âyet bize de moral veriyor. Kavmi arasında 950 sene
kalan Nuh (A.S)'a inanmışız biz. Bizi yalanlasalar ne çıkar.
Kovsalar, hapse atsalar, ateşe atsalar ne çıkar. Ateşin
içinden İbrahim gibi devlete geçmek var. Yusuf gibi
hapishaneden devlet başkanlığına geçmek var. Denizin için-
den Tih Sahrası'nda Musa gibi devlet kurmak var.
Yerinizden yurdunuzdan çıkarırlarsa Medine'de devlet
kurmak var. 759[239]

(185) Her can ölümü tadacaktır. Kıyamet günü


yaptıklarınızın karşılığı mutlaka ödenecektir. Kim ateşten
uzaklaştırılıp cennete gir-dirilirse o kurtulmuştur. Dünya
hayatı aldanma metaından başka bir
şey değildir.
Dünya yaratıldığında kaç Jonsa, şimdi yine o kadardır.
Üzerine beş milyar insan bindi ağırlaştı denemez. Çünkü o
beş milyar insan, topraktan yetişen şeylerle o hale geldi.
Ölünce topraktan aldıklarım geri verecek, herkes ölümü
tadacak, akıllı adam, kurtuluşa eren adam, kazançlı adam
Cehennem'den paçayı kurtarıp Cennet'i kazanabilen
adamdır.
Ölümden korkmayın ölüm için amel hazırlamaya
bakın. 760[240]

(186) Andolsun ki, mallarınız ve canlarınızla imtihan


edileceksiniz ve sizden önce kitap verilenlerle Allah'a ortak
koşanlardan birçok üzücü şeyler işiteceksiniz. Eğer sabreder
ve sakınırsanız şüphesiz bu işlere karşı bir azm (karar ve
sebat alâmeti)dir.
759[239]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/198.
760[240]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/198-199.
Mallarımız, çocuklarımız ve canlarımız bu dünya salonunda
imtihan sorularımızdir.
Düşmanlarımızda bizi imtihanda başarılı olmasınlar diye
radyo, televizyon ve basın yoluyla sataşan, yanıltan, eziyet
eden eııgellerimizdir.Mallarımızı helâl yoldan kazanıp
Kur'an'm belirttiği yerde harcayalım. Çocuklarımızı Cennet
delikanlısı olacak şekilde tertemiz yetiştirelim.Canlarımızı
haramlardan uzaklaştırıp Cennet'e hazırlayalım. Bunun için
bütün zorluk ve mahrumiyetler karşısında yılmadan
yürüyeceğiz. Yürürken Allah'ın emirlerini gözeterek
yürürsek işlerin en büyüğünü yapmış oluruz. 761[241]

(187) Hani Allah, kitap verilenlerden, "onu insanlara


açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" diye söz almıştı.
Onlar onu arkalarına attılar ve az bir para karşılığında onu
sattılar. Ne kötü bir alışveriş yaptılar.
Tevrat'ı gizlememeleri, insanlara apaçık anlatmaları için
Allah, kitap ehlinden söz aldığını, ancak kitap ehlinin
sözünde durmayıp âyetleri para karşılığında sattıklarını
haber verir. Söz alma olayını Tevrat, Tesniye 4/2, 6/4, 9'da
anlatır.
Rabbimiz bu haberi bize bildirirken bizim de aynı duruma
düşmememizi ister. Günümüzde âyetleri laik ve
demokratların hoşuna gidecek şekilde yorumlayanları
gördük. Bunları da din adına yaptıklarını söylüyorlar.
Neuzübillah. 762[242]

(188) Yaptıklarıyla sevinen, yapmadıklarıyla övülmeyi


sevenleri, azaptan kurtulacak sanma. Onlar için acıklı azap
vardır.
Allah'ın âyetlerini, makam, mevki, para veya işkenceden
kurtulma karşılığında hakim güçlerin hoşuna gidecek
761[241]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/199-200.
762[242]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/200.
şekilde yorumlar yapanlar, bu yaptıklarıyla ne kadar
öğündüklerini, bende gözlerimle gördüm. Yaptıklarıyla
gururlandıkları gibi yapmadıklarıyla öğülmekten de
hoşlanıyorlar. Onların bu itibarlı durumlarına bakarak
aldanmayın, onlar Allah'ın azabından kurtulamazlar. 763[243]

(189) Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'a aittir. Allah,


herşeye kadirdir.
Mülk Allah'ın, O herşeye gücü yeter. Öyle ise ne diye
Allanın dinini yayma bahanesiyle bozuyorsunuz. Dinimi
yürürlükten kaldıranlara İslam'a ulaştıracağız diye, İslam
dinini eğip büküyorsunuz? Bu adamlar dinin doğrusuna
inanmıyorlar. Senin eğrine mi inanacaklar?764[244]

(190) Şüphesiz göklerin ve yerin yaradılışında, gece ile


gündüzün birbiri ardından gelişinde akıl sahipleri için
âyetler (ibretli deliller) vardır.
Dünya yaratılahdan bugüne kadar geceyle gündüz ardarda
geliyorlar ve saniye ileri veya geri kalmıyorlar.
Dünyada en pahalı saat hata yapıyor, ama geceyle gündüz
hata yapmıyor. Göklerde ve yerde yaratılanlar arasındaki
dengede Allah'ın varlığını ve de birliğini anlatmaktadır.
Tabiiki bunu anlamak için akıl sahibi olmak lazım. Allah'ın
yarattığı maddelerle ve Allah'ın verdiği akılla uzay aracı ya-
pıp ay'a gittiği halde Allah'ı bir, peygamberi hak, Kur'an'i
kitap olarak kabul etmeyen adama akıllı demek mümkün
değil.
Hiçbir zaman sönmeyecek olan Cehennem ateşine hızlı
yetişebilmek için araç yapmak akıllılık değildir.
Akıllı insan, aklının Allah tarafından yaratıldığını, araçların
ana maddelerinin Allah tarafından yaratıldığını, Allah'ın
koyduğu tabiat kanunlarına uyarak ay'a gittiğini kavrayan ve
763[243]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/200-201.
764[244]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/201.
hızlı olarak Cennet'e koşan insandır.
Tabiat kanunlarında hiçbir eksiği olmayan Allanın Kur'an'da
indirdiği kanunlarında da eksikliğinin olmayacağım bilendir
akıllı adam.
İnsanların yaptığı ampulün patladığı gibi insanların yaptığı
kanunların da çatlayacağını, Allah'ın yaktığı güneş gibi
Allah'ın Kur'an'daki kanunlarının kıyamete kadar
parlayacağını düşünendir akıllı adam. 765[245]

(191) Onlar (akıl sahipleri) ayakta, otururken, yanları


üstünde (yatar) iken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin
yaradılışı hakkında düşünürler: "Ey Rabbimiz, sen bunları
boşuna yaratmadın, sen münezzehsin, bizi ateşin azabından
koru." (derler)
O akıllı adamlar, canına ten elbisesini et ve damarlarla
dokuyup giydiren, gören göz, işiten kulak veren Allah'a
şükür makamında ayakta, oturarak, yattığı yerden zikir
yapar ve yaratılanları tefekkür eder.
Namazını ayakta kılamazsa oturarak kılar. Oturamazsa
yattığı yerden kılar. Yaratılan herşey bir veya birçok
hikmete binaen yaratılmıştır. En sevmediğimiz domuz, onun
da tabiatta gördüğü hizmetler vardır. Boşuna birşey
yaratılmamıştır.
Ya Rabbi, seni teşbih ederiz. Seni noksan sıfatlardan tenzih
ederiz. Sen bizi ateşin azabından koru. 766[246]

(192) Ey Rabbimiz, şüphesiz sen kimi ateşe sokarsan onu


rezil etmiş olursun. Zalimlerin hiçbir yardımcıları yoktur.
Allah'ın yardım etmediğine kimse yardım edemez. Ahirette
zalimler Cehennem'e atıldıklarında alçalmanın, rüsvaylığın
en kötüsüyle karşılaşacaklardır ve sonu gelmez zamanlarda
yanacaklardır.
765[245]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/201-202.
766[246]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/202.
Mümin ise bu dünyada en kötü belalarla karşilaşsa bile
ömrünün bir sonu vardır. 767[247]

(193) Ey Rabbimiz, gerçekten biz "Rabbinize iman edin"


diye imana çağıran çağırıcıyı işittik ve iman ettik. Rabbimiz,
bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi
iyilerle beraber öldür.
Dünyanın en sapa yerinde kum yığınlarının çevrelediği ot
bitmeyen arazi üzerinde Allah adına insanları çağıran
davetçinin sesi 1400 seneyi delerek çok şükür bize kadar
geldi ve bizde hamdolsun Amenna inandık, iman ettik diye
dil ile ikrar, kalp ile tasdik ettik.
Uydu aracılığı olmadan, hoparlörsüz, mikrafonsuz 1400
sene öncesinin davetçisinin sesini bize ulaştıran Allah'a
hamdederek, İslam'i hizmetlerde yapamadıklarımız için,
yaptıklarımızdaki hatalarımız için ondan af istiyoruz.
Günahlarımızı affetmesini ve bizi iyilerle beraber iyi şekilde
öldürmesini istiyoruz. 768[248]

(194) Ey Rabbimiz, peygamberlerine karşı bize


vaddettiklerini bize ver ve bizi kıyamet gününde rusvay
etme. Şüphesiz sen sözünden dönmezsin.
Ve duamıza devam ediyoruz. Ey Rabbimiz bize vadettiğin
Cennet'i ver. Kıyamet günü bizi rusvay eyleme.
Rabbimiz dua etmemizi istiyor. Nasıl dua edeceğimizi de o
öğretiyor. 769[249]

(195) Rableri onlara şöyle cevap verdi: "Şüphesiz ben


birbirinizden meydana gelen, sizden erkek ve kadından amel
eden hiçbir kimsenin amelini boşa çıkarmayacağım. Hicret
(göç) eden, yurtlarından çıkarılan, benim yolumda eziyet

767[247]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/202-203.
768[248]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/203.
769[249]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/203.
çeken, harpeden ve öldürülenlerin kötülüklerini mutlaka
örteceğim ve mutlaka onları, Allah katından bir mükafat
olmak üzere altından ırmaklar akan Cennet'lere koyacağım.
Mükfatın güzeli Allah katındadır."
Rabbinıiz dua edenin duasının kabul edileceğini, amellerin
zayi olmayacağını, bunları kabul ederken erkek-kadin
ayrımı yapmayacağını, bizim birbirimizden olduğumuzu
haber verir.
Allah katında erkek-kadın ayırımı yoktur. Herkes ameli,
itilası oranında Rab'bine yaklaşır. Tahrim Sûresi'nin on ve
onbirinci âyetlerde firavunun kâfir olduğunu hanımının
iman ettiğini, Nuh ve Lut'un peygamber olduğunu,
hanımlarının kâfire olduğunu haber verir.
Hicrette, cihadda, Allah yolunda eziyette, o yolda ölme ve
öldürmede Allah tarafından mükafatlandırılacağım ve
herkesin yaptığının karşılığını en güzel şekilde alacağını
haber verir. 770[250]

(196) Kâfirlerin ülkelerde refah için dolaşması sakın seni


aldatmasın. 771[251]

(197) Az bir faydalanmadır. Sonunda sığınacakları yer


Cehennem'dir. O ne kötü bir yataktır.
Zuhruf Sûresi'nin 33-34'ncü âyetlerinde açıklandığı gibi
kâfirlerin evlerinin çatısı merdivenleri, kapıları gümüşten
olsa ve altınla da süslense mümin insan ceylan avına
giderken serçeye bakmadığı gibi Cennete doğru yürürken
kâfirin küfrüne imrenmeyecek ve kendini altınla kandırma-
yacak. Altına sahip olsun ama geminin su üzerinde
giderken, suyu içine alırsa battığı gibi dünya üzerinde yürü,
altının gümüşün üstünde yürü fakat gönlünün içine

770[250]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/203-204.
771[251]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/204.
alma. 772[252]

(198) Ancak Rablerinden sakınanların (gelince) onlara


Allah katından ziyafetler, içinde ebedi olarak kalacakları
altından ırmaklar akan Cennetler vardır. Allah katında
olanlar, iyiler için daha iyidir..
Kâfirlerin elindeki imkânlara imrenip küfre eğilmeyen
imanında sabit kalan, takva üzere hayat yaşayan müminlere
Rabbimiz, altından ırmaklar akan Cennet'te ikramda
bulunacağım ve o ikramm sonunun germeyeceğini, devam
edeceğini, Allah katından verilenlerin kâfirlerin
elindekilerden daha hayırlı olduğunu haber verir.
Günümüzde bu 196'ncı âyete riayet etmeyen birçok insan
var. Batının elindeki teknolojinin getirdiği sosyal refaha
bakarak kendi dininden uzaklaşanlar var. Rabbimiz bizi bu
konuda uyarıyor.773[253]

(199) Şüphesiz kitaplılardan Allah'a büyük saygı göstererek,


Allah'a, size indirilene ve kendilerine indirilene inananlar
vardır. Onlar Allah'ın âyetlerini az bir para karşılığında
satmazlar. İşte onların
mükafatı Rableri kalındadır. Şüphesiz Allah hesabı çabuk
görendir.
Ehli Kitab'ın Cennet'e gitmesinin yolunu gösteriyor
Rabbimiz. Peygamber Efendimiz'e indirilen ve bir de
kendilerine indirilen kitaba iman eden Allah'a huşu içinde
itaat eden, ve de Allah'ın âyetlerini para karşılığında
satmayanların Cennet'e gideceğini haber verir.
Tefsirimizin 1/143'ncü sahifede de açıkladığımız gibi
"Bugünkü Yahudi ve Hristiyanlar Cennet'e gidecektir"
diyenler kendileri bir cennet yapmışlarsa oraya alsınlar.
Ancak Allah'ın Cenneti'ne, Allah kimleri ne şartla alacağını
772[252]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/204-205.
773[253]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/205.
bildirmiş. Bu âyette de Peygamber Efendimiz'e indirilen
kitaba imanı şart koşuyor. 774[254]

(200) Ey iman edenler, sabredin, sabır yarışı edin, (ehli


İslam sınırında) vatanı savunun, Allah'tan sakının ki,
kurtuluşa erişesiniz.
Sabredin, ibadetleri yerine getirirken sabredin. Haramlardan
kaçınırken sabredin. Elinizi bir defa uzatsanız sülaleniz
haram yoldan zengin olacak, ama sabredin. Harama el
uzatmayın. Bir imza atsanız veya boyun eğseniz haramiler
sizi altına boğacak ama sabredin. Helalini isteyin.
"Sabırda yarış edin" Timur'a sormuşlar; "Herkesi mağlup
ediyorsun. Yıldırım Beyazıd'ı bile yendin, bu nasıl oluyor?"
demişler. Timur, soran adamın parmağını kendi ağzına
almış. Kendi parmağını da karşısındakinin ağzına vermiş.
İkiside ısırmaya başlamışlar. Soran adamın parmağı
acıyınca 'aaaaa' diye bağırmış. Timur kendi parmağını
kurtarmış ama Timur karşidakinin parmağını ısırmaya
devam etmiş. Biraz sonra bırakmış ve 'işte harp budur.
Sabretmeyen kaybeder. Bağırman benim parmağıma fayda
verdi.'" demiş.
Küfürle mücadelemizde son ana geldik, sabredin.
Ve de birbirinize kenetlenin.Bir binanın tuğlaları gibi
birbirinizi tutarak kendinizi koruyun. Siyasi, ekonomik, her
sahada birbirimize bağlılığımızı göstermeliyiz.
Rabıta: Mü'minlerin önce gönüllerini birbirine bağlayıp
iyivekötü durumlarda aynı anda ayrı yerlerde aynı tepkiyi
göstermeleridir
Rabıta:Mü'minlerin canlarını, mallarını, unvanlarını,
rütbelerini, birbirine kenetleyerek İslama hizmet yolunda
kullanmaktır.
Kurtuluşa ermek için içimizi Hak, dışımızı halk için

774[254]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/205-206.
süslemeliyiz. Bu dünya yüzünde dikenli arazide yürüyen
insanın ayağına diken batmasın diye dikkat etmesi gibi
gözümüzün, gönlümüzün, dilimizin, elimizin, kulağımızın
haramlara bulaşmaması için dikkatli yürümeliyiz. Allah yar-
dımcımız olsun. Amin. 775[255]

775[255]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/206-207.
NİSA SURESİ

Medine'de nazil olmuştur 176 ayettir.


Kadınlar sûresi diye bilinen bu sûre, İbni Mesud ile İbni
Abbasi sevindiren vebizede ümit veren 40,31,48,64,116
nolu ayetleri bize bildiren sûredir. Mirası helal yollardan
yemenin yollarını öğreten sûredir. Dostla düşmanı
belirleyen ve bunlara karşı tavrımızı öğreten sûredir.
Nisa "kadınlar" manâsına geliyor. Kadın sûresi diye
Türkçe'ye tercüme edilebilir, ama isimler genelde tercüme
edilmez. Hani adın ne? Ali, Türkçe karşılığı olarak yüce
diyor muyuz? demiyoruz. Adın Mustafa, nedir Türkçe
karşılığı? Seçilmiş, süzülmüş. Seçilmiş veya süzülmüş
demiyoruz, Mustafa diyoruz. Genelde bütün dünya
dillerinde tercüme yapılırken isimler, şahıs isimleri, köy
isimleri tercüme edilmiyor. Şehir isimleri tercüme
edilmiyor. Onun için biz de yine Nisa sûresi diye
isimlendireceğiz bunu. Fakat kadın manâsına geldiğini
bileceğiz.
Bazıları kitap yazmış günümüzde, "kadının adı yok" diye.
Bizim kitabımızda kadının adı var! Nisa Sûresi diye bir sûre
onlar adına isimlendirilmiş; onun dışında erkeklere hitap
eden bütün âyetler, kadınlara da hitab etmektedir. Ve
müştereklik vardır. Bütün âyetler hem erkekler, hem de
kadınlara yöneliktir. Kadınların haklarını özellikle bildiren
bu Nisa Sûresi ve Nûr Sûresi'nde ağırlık kadınlar
hakkındadır. Yani bizim kitabımızda kadının adı vardır.
Çünkü ilk insan nesli Hz. Âdem (a.s..v) ve Hz. Havva
validemizden türemiştir. İkisi de bizce anne ve babadır. Ve
biri peygamber, biri de peygamber eşidir. İkisi de saygıya
layık insanlardır.
İman ediyoruz, ve ikisine de saygı gösteriyoruz. Allah (c.c)
birinci âyet-i kerimesinde; "Ey insanlar!" buyuruyor.
Kur'an-i Kerim'de iki türlü hitab vardır insanlara; "Yâ
eyyühennâs" der veya "Yâ eyyühellezine amenu' der.
Amenû diye başlayan âyet-i kerimelerde; daha ziyade mü-
min topluluğa hitap eder. O mümin topluluğa, emirler,
yasaklar veJıaber-ler verir. "Yâ eyyühennâs" dediğinde ise;
hem mümin toplum girer, hem de inanmayanlar girer. 776[1]

(1) Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan da eşini


yaratan ve her ikisinden pekçok erkek ve kadını (yeryüzüne)
dağıtan Allah'dan sakının. Kendisiyle birbirinizden istekte
bulunduğunuz Allah'dan ve akrabadan da sakınınız.
Şüphesiz Allah, üzerinizde gözeticidir.
Şimdi bu âyeti-i kerimede yani; Nisa Sûresi'nin birinci âyet-
i kerimesine, bütün dünya insanı muhatabdır; "Ey insanlar!"
Yani Araplar, Türkler, Çerkezler, Lazlar, Japonlar, Ruslar,
Amerikalılar, İngilizler, Afrikalılar. Asyalılar,
Antartikalılar... Dünya üzerinde yaşayan ve ergenlik çağma
gelmiş her insana, kadın ve erkek ayırd etmeksizin diyor ki
Rabbim:
«Sizi yaratan rabbinizden sakınınız!» emrine karşı
gelmekten sakınınız, yasaklarını çiğnemekten sakınınız.
Öyle bir Rab ki O; «Sizi bir tek nefisten yaratmıştır». Bir
tek candan yaratmıştır sizi. Yani burada iki türlü nimetini,
bize bildiriyor Rabbimiz. Bir, kudretini bildiriyor. Bir tek
candan sizi çoğalttı. Böyle bir güce, itaat edin, iman edin,
onun emir ve yasaklarına riayet edin der. Bir de Allah sizi
bir tek nefisten yarattı. Yani, siz hepiniz birlikte bir babanın
çocuklarısınız, kardeşsiniz. Bu kardeşliğinizi hatırlayın ve
hep beraber sizi yaratana ibadet ediniz. Ondan sakınınız.
Onun dışındakilerden değil!
Takvayı daha önce dersimize devam edenler bilirler. Hani
dikenli arazide yürümek gibi. Yalın ayak dikenli arazide
dikenlere basmamak için insan yürür ya, işte takva bu

776[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/209.
demişler... Yani insanoğlu, bu caddeler- , de, evlerde,
dairelerde, kışlalarda yürürken; dili, eli, beli harama değme-
den yürümesine de takva denebilir. Allanın haramlarına
değmeden yürümektir.
«O Allah, o bir candan onun eşini yarattı» Yani, Hz.
Âdem'den Hz. Havva validemizi yarattığına dikkat çekiyor.
Doğrudan âyet-i kerimede açık ifadelerle bu yok. Yalnız,
açık ifade şu: sizi bir tek candan yaratan Rabbinizden ittikâ
ediniz, sakınınız. O bir tek candan onun eşini yarattı, diyor.
Tefsircilerimiz o bir tek candan kasıt, Hz. Âdem'dir, onun
eşinden kasıt da Hz. Havva vâlidemizdir. Peki bunu
tefsirciler kendileri mi uydurur? Hayır. Bunu da onlar
Peygamber Efendimiz (a.s.v)'ın hadis-i şeriflerinden alırlar.
Peygamber Efendimiz Aleyhisselâtü Vesselam, âyet-i keri-
me ışığında; Hz. Havva'nın, Hz. Âdem'in kaburga
kemiğinden yaratıldığını haber vermiştir. 777[2] Hemen bütün
hadis kitaplarının rivayet ettiği bu hadisi, Batılı ilim
adamları doğrulamadığından, bir kısım Batıya imanı İslam'a
imandan önde gelenler inkâra yöneldiler.
"Efendim İsrailiyattanmış. Tevrat'tan geçmiş" diyorlar.
Tevrat'ta geçen birçok şey var ki Kur'an'da da geçer.
"Efendim akıl kabul etmezmiş" Topraktan Hz. Âdem'in
yaratıldığına inanan bu akıl, bir canlının parçasından Hz.
Havva'nın yaratıldığına haydi haydi inanır. Meniden insan
yaratıldığım görüyoruz.
"Efendim, Allah başka şeyden yaratamaz mıydı?" Bu
sorunun sonu gelmez. Hz. Âdem'i ağaçtan yaratamaz mıydı
diye de sorulabilir ve sorular devam eder.
Yarın. Batılılar Rabbimizin bu âyetle («Ondan eşini
yarattı») işaret ettiği Efendimizin de açıkladığı bu olayı ilmi
metodlarla ispata başladıkları zaman, bu hadise ve âyete ilk
sarılacak olanlar da onlar olacak.
777[2]
Hadis için Buhari, Enbiya I, Müslim, Rada 62-65, Ahmet Müsned 518, 151, İbni Mace Taharat 75,
Ebu Davut Nikah 15 ve diğer kaynaklar.
Ayet-i kerimede, «İsa'nın yaratılışı; Âdem'in yaratılışı
gibidir.» 778[3] İsâ (a. s) nasıl babasız dünyaya gelir diye, o
günün Yahudileri iftira ederler, Hz. Meryem validemize...
Allah (c.c) diyor ki; "Peki, siz isa'ya böyle itiraz
ediyorsanız, ilk insan nasıl yaratıldı? Âdem nasıl yaratıldı?
Bunun yine anası var. Ben İsa'yı anası varken babasız
dünyaya getirdim. Yani, onu ben yarattım. Peki, Âdem'in
yaratılışına inanıyorsunuz, topraktan değil mi? Evet.
Öyleyse topraktan yaratılan bir insana inanıyorsunuz, anasız
babasız insana inanıyorsunuz da, buna niye inanmıyorsu-
nuz?" gibi bir ifadeyle, Allah (c.c.) «Adem'i, Allah
topraktan yarattı.» «Ona ol dedi. O da oluverdi.» diyor.
Günümüzde derslerimize devam eden sevdiğim bir ahbabım
der ki; "Hocam, bizim yakın bir dostumuz var. Herşeye
inanıyor da, Hz. Adem'in topraktan yaratıldığına inanmıyor,
bunu bir görüştürelim seninle." dedi. Görüştük, TRT'den
kemancılıktan emekli olmuş. İyi bir insan, gönlü hoş bir
insan ama, aklı buna takılmış kalmış. Buna âyet okumanın
anlamı yok. Yani anlamaz. Anlaması mümkün değil. Hani,
adam Allah'ı inkâr ediyormuş, karşısındaki de, "Yahu nasıl
inanmazsın, kul hüvallahu ehad" diyormuş. Öbürü de
diyormuş ki, "Yahu ben Özünü inkâr ediyorum, sen sözünü
bana delil getiriyorsun" diyormuş. "Şimdi buna âyet
okumayayım" dedim. Dedim ki; "Sen evine git, bir tane
domates al, yaz gününde şöyle elinde bir sık ve ondan sonra
koyuver oraya. Üç gün değme. Üç gün sonra var onun
yanına. Ne göreceksin! Yüzlerce sinekçik göreceksin
üzerinde. Bir sinekçiğin yaratilma-sıyla, bir insanın
yaratılması; zorluk bakımından bizce, insanlık alemince,
ilim alemince aynıdır. Yani, ilim âlemi bir tek sinekçiği
yaratabilse, insanı yaratabileceğine hükmedecek. Çünkü
orada bir cân var. bütün mesele o canın o tene

778[3]
Âl-i İmran, 59
verilmesindedir. Orada binlerce sinekçiğin domatesin üze-
rinde belirivermesini görüyorsun değil mi? görüyorsun. Peki
buna niye itiraz etmiyorsun? Yani domatesten böyle pırt
diye canlı çık'iverir mi diye niye söylemiyorsun? Çünkü
görüyorsun da ondan. Yumurtanın içinden civcivin
çıkıverdiğini hep görüp durduğumuzdan bize normal bir
olay gibi geliyor. Ama hiç görmemiş bir insan için çok
fevkalâde bir olaydır bu. Allah (c.c) da ilk zamanda Hz.
Âdem'i topraktan yaratmış. Nasıl ki, topraktan bembeyaz
gülü, nasıl ki topraktan mor menekşeyi, nasıl ki topraktan
kırmızı karanfili yaratıyor, Allah (c.c). Nasıl ki biz hepimiz,
babalarımızın, menisinin beş milyonda biri kadar olan,
küçücük bir suyun şekillenmiş haliyiz. Nasıl oluyor? Allah
(c.c)'ın tabiata koymuş olduğu kanunlar doğrultusunda
oluyor. Tabi televizyonun dili ile doğa yapıyor. Bizim
dilimizle Allah yapıyor bunu. Özellikle imansızlar Allah
yapıyor demeyi sanki yasaklamış gibidir.
Geçenlerde bir tanesi de yazı yazmış. Efendim, din dersi ile
diğer dersler arasında çelişki var. Din dersi, herşeyin
yaradılışının Allah olduğunu söylüyor, diğer kitaplar da
doğa olduğunu söylüyor. Onun için din dersi okullardan
kaldırılsın! Çocuklar çelişkiye düşürülmesin diyor. Bunu
profesör yazmış! Gazetenin birinde, kocaman Devlet
parasıyla profesör olmuş bu adam, bu memleketin ekmeğini
yemiş, suyunu içmiş; Avrupa'lara, Amerika'lara bu
memleketin parasıyla gitmiş ve geriye dönmüş. Avrupa
adına ajanlık yaparak, insanları imansızlaştırma yolunda
çalışıyor.
Tabiat diyelim; nedir tabiat? Üzerine bastığımız topraktır
tabiat. Nedir tabiat? Aldığımız havadır, güneştir. Onlar eğer
bir çiçeği yaratacak güce sahip olsalardı, bizi üzerlerinde
gezdirmezlerdi.
Allah (c.c) ondan, yani o candan eşini yarattı. «Ve o
ikisinden (yani o bir erkek ve bir kadından) birçok erkek ve
kadını (yeryüzüne) yaydı.» diyor Allah (c.c). Yani
yeryüzünde şu anda dünyanın neresinde bir insan varsa, beş
milyarın üzerindeki bu insanların hepsi bir anayla bir
babadan dünyaya geldiler.
«Allah'tan sakının», iki defa okuduk yukarıda, «Bir tek
nefisden sizi yaratan Rabbinizden sakının.» Burada ise
Allah (c.c)'dan sakının ki; O Allah, adıyla birbirinizden
istekte bulunursunuz.
"Yahu, Allah aşkına" diyorsunuz ya, işte o anlamdadır bu.
Veya hani, "Kardeşim benim borcum var! On milyon lira,
Allah aşkına ver" diyorsunuz. Hani kendi aranızda
isteklerde bulunurken Allah'ı aracı yapıyorsunuz ya; işte o
Allah'dan sakının. Daha kimi aracı yapıyorsunuz? Bir de
yakınlığımızı ileri sürerek istekte bulunuyorsunuz ya. İşte
ondan da sakınınız.
Allah'dan ve bir de aracı olarak kullandığınız akrabalık
ilişkilerinden de sakının. Yani bu akrabalık ilişkilerim
koparmaymız diyor Allah (c.c) Erhâm. Rahim kelimesini
biliriz. Ana rahmi deriz, rahim kelimesini kullanırız.
Rahîm kelimesini de biliriz. Çünkü
bismillahirrahmânirrahîm. Errahîm; Allah (c.c)'ın Esma-i
Hüsnâ'smdan bir tanesidir. Allah (c.c) hadis-i kutsisinde
buyuruyor ki; «Ben rahîmim». Rahm ile Rahîm aynı kökten
yani kelime olarak aynı kökten çıkmıştır. Allah (c.c)'m
rahmetine lâyık olmak isteyenler, sıla-i rahme riâyet
etsinler, gözetsinler. Yanı, yakın akrabalarını gözetsinler.
Öncelikle aynı rahimden geldiklerini gözetsinler.
Yani kardeşlerini, dayılarını, halalarını, teyzelerini,
amcalarını, akrabalarını, kardeşlerini. Oğlan kardeşlerini ve
kızkardeşlerinin haklarını gözetsinler. «Kim, akrabaları ile
ilişkilerini düzeltirse Allah'la olan ilişkilerini düzeltir.»
«Kim akrabaları ile alâkayı keserse, Allah da ondan alâkayı
keser.» diyor Peygamber Efendimiz (a.s.v) 779[4]
Kur'an-ı Kerîmi; bir çoğunuz okumaya başladı, Bir kısmınız
ise okumasını biliyor. Manâsı anlaşılmak için indirilmiş.
Anlaşılmak için değil yalnız. Anlaşılanı tatbik etmek için
indirilmiş kitaptır. Aile hayatımızı toplum hayatımızı, devlet
hayatımızı kendisine göre düzenlememiz için, Allah (c.c)
Kur'an-ı Kerîm'i indirmiş.
Bu surede, insanın yakınlarıyla olan ilişkisini, insanın eşiyle
olan ilişkisini, insanın rabbiyle olan münasebetlerini ve
insanın insanlarla olan münasebetlerini ve insanlar
içerisinde, hani sefih insanlar yani, malını haram yollarda
saçıp savuran insanlar olursa; hukuken onlara neler yapıl-
ması gerektiğini ve yetimlerin haklarını belirleyen bir
sûredir bu Nisa Sûresi.
«Allah sizin üzerinizde gözeticidir» buyuruyor. Yani,
yaptığınız her şeyi, söylediğiniz her kelimeyi, attığınız her
adımı ve baktığınız her yeri bilmektedir. Öyleyse, güzel
düşünelim. Güzel söyleyelim. Güzel görelim ve
güzelliklerin yayılması için gayret sarf edelim. Herşeyin
iyisine dikkat edelim.
Hani uzun yollara giderken radar var! diyoruz ya. Radarın
Arapça adı da Rakîb veya Rasîd'dir. Burada da Allah (c.c)'ın
isimlerinden biri de Rakîb'dir. Yani, murakabe altında tutan,
insanın bütün hareketlerini ve davranışlarını gözeten
mânâsına geliyor.
Nasıl ki, radara, yoldaki cihaza yakalanmayalım. Doksanı
geçersek ceza vermeyelim diye sürat sınırını aşmıyorsak,
Allah (c.c)'ın koymuş olduğu haramlar yasaklar vardır. O
yasaklan aşmadan ömür yolculuğunu bitirecek olursak,
yarın öbür dünyada, trafik memuru gibi karşımıza çıkacak
olan melekler tarafından hesaba çekilmeyiz. Haddi aşacak
olursak; onlardan dolayı, cezaya çarptırılacağımızı Allah

779[4]
Buhari, Edeb 13
(c.c) bize haber veriyor.780[5]

(2) «Yetimlere mallarını veriniz, iyi ile kötüyü


değiştirmeyiniz. Mallarını, mallarınıza katarak yemeyiniz.
Şüphesiz bu, büyük bir günahtır.»
«Yetimlere mallarını veriniz.» O, hani bir baba ölüyor. Vasî
olarak bazen en yakını ona vasî veya velî oluyor. Eğer
bulunmazsa; «Ben velîsi olmayanın, velîsiyim.» diyor. 781[6]
Peygamber Efendimiz (a.s.v). Devlet ya kendisi doğrudan,
veya bir adamı o yetimin malına velî kılar, vasî kılar. O da
bülüğa, hani ergenlik çağına erinceye kadar onun malını
korur, gözetir, işletir. Allah (c.c) onların mallarını veriniz.
«İyi ile kötüyü değiştirmeyiniz.» Hani, yetimin malı çok
değerli. Ama caddenin üzerinde babasından kalmış bir
dükkanı var.
Orada onun sermayesi işletilmesi gerekiyor. Velînin de
dükkanı var. Ama çok tenhâ bir yerde, Kendi mallarım ana
caddenin üzerine, yetimin mallarını geri caddeye hani
burada hîle-i şer'iyye kullanılıyor. Yani, Ya-rabbi işte yirmi
metrekarelik dükkanı vardı, benim de yirmi metrekarelik
dükkanım vardı. Benim malım oraya onun malı oraya
değiştirdik. Değişen birşey yok. Peki, değişen bir şey yoksa;
seninki dükkanında kalsaydı ya. Niye değiştirdin? Allah
(c.c) «İyi ile kötüyü değiştirmeyin.» yani, kendi kötülerinizi
verip, onun iyilerini almayınız. Veya kendi malınız sizin
için en helâl olanıdır. Bir de bu mânâ var. Kendi mallarınızı
yemeyip de, yetimin güzel görünen malını yerseniz, o sizin
için haram olduğundan o size kötüdür. Öbür dünyanızı
perişan edecektir.
Öyleyse, az da olsa kendi'malınızı yiyiniz. Yetimin malı
güzel görünse de siz haksız yere alacak olursanız, o sizin
için haramdır.
780[5]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/210-214.
781[6]
Ahmed, Müsned 4/133,50
«Mallarını (yani yetimin mallarını) kendi mallarınıza
katarak yemeyin.»«Bu büyük bir günahtır.» diyor Allah
(c.c). Burada şahıslara hitâb eder gibi ama, topyekün
insanlara hitâb ediyor Rabbim. Topyekün insanlara hitâb
ederken; bir, şahısları fert olarak teker teker ilgilendiriyor.
Böyle bir durum başınızda ise; mesela; ağabeyiniz vefat
eder, çocukları sizin himayenizde kalır. Mesela;
ağabeyinizle beraber bir dükkanı işletiyordunuz. Kardeşiniz
veya ağabeyiniz vefat etti. Aynı dükkanı işletiyorsunuz,
ağabeyiniz sağ iken şartlar nasılsa, Öyle işletmeye devam
edeceksiniz. Çocukların haklarını koruyacaksınız. Ferd
olarak yapacağımız şeyler bunlar. Bir de, bu âyet-i
kerîmeden anlaşılan devleti yönetenlerde insan olmaları
nedeniyle devlete yönelik işlerdir. Onlar da yetimin
haklarını ve mallarını korumakla aynı şekilde
görevlidirler. 782[7]

(3) «Yetimler hakkında adaletsizlikten korkarsanız,


hoşunuza giden kadınlardan ikişer ikişer, üçer üçer, dörder
dörder nikahlayın. Eğer yine adaletsizlikten korkarsanız, bir
kadın veya elinizin sahip olduğu yeterlidir. Bu
zulmetmemeye en yakındır.»
«Eğer yetimlere adalet yapamamaktan korkarsanız» adil
davranamayacağınızdan korkarsanız;
«Sizin için kadınlardan hoşunuza giden iki, üç, veya dörder
tane alınız.» Burada âyet-i kerîmenin tefsirinde şöyle
diyorlar: Cahiliye döneminde bir insan himayesine yetimleri
aldığında; yetim, kız ise onun malına tamah ederek
evlenmeye kalkıyor, Zorla evlenmeye kalkıyor. Yani, yetimi
besleyip büyütüyor. Yetim onunla evlenebilecek durumda,
yani nikâhı engelleyen bir hal de yok, "Madem ben seni
besledim, büyüttüm, malını da bugüne kadar yönettim. Malı

782[7]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/214-216.
da bol bunun, ben bunu zorla kendime alırım ve malıyla da
geçinir giderim", diyen insanlar var. Şimdi burada adalet
yapamayacaklar tabiiki. Çünkü malına göz dikerek bu işi
yapıyor. Eğer böyle bir durumda olursanız, onlarla değil,
hoşunuza giden diğer kadınlarla evlenin, yani malı hoşunuza
gitti diye onlarla değil. Hoşunuza giden diğer kadınlarla
evlenin. İki tane alın, üç tane alın veya dört tane alın. Eğer
adalet yapamamaktan korkarsanız o zaman bir tek kadınla
evleniniz. Veya sahip olduğunuz cariyelerle evleniniz diyor
Allah (c.c). Türkiye'de İslâm, İslâmî iktidar, şeriat denilince,
Batı'ya göre yetişti-
rilmiş aydınımızın ilk hatırına gelen şey dört evliliktir.
Anadolu'da vaizdim. Bir köye konuşmak için gittim,
kahvede konuşmamız gerekiyor. Cami cemaati az. Muhtar
ve köyün imamı ile kahveye gittik. Kahvede lüksler
(aydınlatıcı) var, elektrik yok. Tabii lüks lambasının
ışığında konuşuyoruz. Herkes oyunu bıraktı. Fakat masanın
birinde dört tane delikanlı bırakmadılar, devam ettiler. Ben
de müdahale etmedim. Etsem durdururum, ama müdahale
etmedik, oynasınlar dedik. Konuşurken, bir tanesi hem
oyunu oynuyor, hem de diyor ki; "Ne diyorsun yani; İslam
iktidar olsun da, bir adam dört kadınla mı evlensin? Dört
kadının dört tane, kayınvalidesi olur. Biz birinin dırdırım
çekemedik" diyor adam. O zaman dedim ki; "Kes şu
kumarı. Bırak onu." dedim. Bıraktı, "Dön bu tarafa", döndü.
Dedim ki, "Bir kere konuşmamız evlilik üzerine değil. Yani
konuyla ilgisi bile yok. Sen niye bunu söyledin? Peki!
benim de sana sorum var" dedim. "Muhtara soralım, köyün
nüfusu kaç?", "Yüzaltmış" dedi. "Küçük bir köy. 160
nüfuslu bir köy. Kaçı erkek, kaçı kadın?" dedim. "75'i erkek,
85'i kadın". Şimdi ona döndüm. "Bugünkü sisteme göre 75
erkeği 75 kadınla evlendirebilirsin. Geriye kaldı 10 kadın,
ne yapacaksın?" dedim. "Hiç düşünmedim" dedi adam.
Senin zaten görevin düşünmemek. Kumar oynamak
düşünmeyi önler. İçki içmek düşünmeyi önler. Onun için
geri kalmış ülkelerde bunlar çok fazla işleniyor. Üçüncü
dünya ülkeleri birinci sırada geliyormuş bu tür içki
tüketmede. Özellikle adamları içiriyorlar, düşünmesinler
diye. Ama sana bu aklı verenler düşünmüşler. Onlar pek boş
değiller. Yani sana bu fikri veren adam düşünmüş. Onlar da
iki kısma ayrılmış. Bir kısmı diyor ki; "Biz fuhşa karşıyız.
Sosyal bir devlet kuralım. Sosyal bir devlette 75 erkek 75
kadınla evlenir. Geriye kalan 10 kadına devlet eli ile evler
yaparız. Ona devlet eli ile geçinebileceği kadar bol miktarda
maaş bağlarız. Yani onu kimseye muhtaç etmeyiz" diyor.
Onların yanıldığı nokta şurası: İnsanın ihtiyacı yemek,
içmek değildir. Allah (c.c) fıtratımıza vermiştir. Erkek
kadına karşı meyyal, kadın da erkeğe karşı meyyaldir.
Yemek, giymek gibi, içmek gibi, uyumak gibi insanın da
derdini açacağı, bağrına başını yaslayacağı bir eşe ihtiyacı
vardır. Kadının da erkeğe ihtiyacı vardır. Bu 10 tane kadmm
bu ihtiyacını nasıl karşılayacaksınız. İşte bu noktada
bugünkü Batı âlemi ve (Türkiye de, medeni hukukunu
oradan almıştır.) Türkiye de dahil olmak üzere, çıkar yolu
her kazaya bir genelev yapmakta bulmuşlar. Bir zaman
parlamentoda; (Onbin nüfusu bulan bütün kasabalara dahi
genelev açalım" diyen parlamentoya bu milletin oylarıyla
seçilmiş bir insan teklifte bulunmuştur. Bu bir zarurettir
yalnız. Adama "cık cık" deyip ayıplamayın. Yani bu sistem
böyle devam ederse bu, bu sistemin zaruri neticesidir. Ma-
dem ki, bu insanlar tek evlilikte zorunlu hale getiriliyor.
Türkiye nüfusunda kadın erkekten fazladır. Dünya
nüfusunda da kadın erkekten fazladır. Harpler de erkekler
üzerine dönüp dolaşıyor. Yedi yıllık İran-Irak harbinde
bütün erkekler telef olmuştur. Ve kadınları kalmıştır. Ve
kadınların erkeğe ihtiyacı var. Böyle bir ortamda Batı çıkış
yolu olarak genelevi açılsın bunlara demiş. Genelevi
açılıyor, her tarafa genelevi açmış. Genelevler yeterli
olmayınca da sokak üzerlerinde kendini satışa arz eden
kadınları devlet eliyle teşvik ediyor
Hani Türkiye'de yüksek tahsilini bitirmiş bir bayan
anlatıyor. Müfettiş bir bayan, "Yolda bekliyorum diyor.
"Elimde çanta, teftişe gideceğim, bekliyorum. Taksi gelip
düt deyip duruyor yanımda. Bakıyor bana gidiyor. Ben bir
taksi bekliyorum onunla gideceğim. Yani beni oradan
alacak bir taksi var. Bir taksi, beş taksi, on taksi olmuş...
Birini durdurmuş! "Yahu yavrum, siz niye düdük çalarsınız"
demiş. "Abla, burada o yollular bekler de onun için çalarız"
demiş. "Yani, o yollular bekler, sen o yollulardan değilsen,
git ileride bir yerde bekle, burası pek tekin bir yer değil"
demiş.
Bu yetkililer tarafından teşvik edilmiyor belki, ama müsaade
edilmesi teşvik edilmesi anlammadır. Ve bunların teşhir
edilmesi, teşvik edilmesi anlam in adır. Ve bunları
müslüman insanın önünde tutulması teşvik edilmesi
anlammadır. Ve bunların yıldız kabul edilmesi ve insanlara
böylece lanse edilmesi o işi devlet eliyle teşvik ediyorlar
anlamını taşımaktadır. Tabiki sistemin gereğidir yalnız bu.
Yani buradaki insanlara, şahıslara düşman olmayacaksınız.
Efendim, hani hoca efendi şu başbakanı kast ediyor, bu
başbakanı kast ediyor.. Hiçbirini kast etmiyorum. Sistemin
gereği bu. Kim olursa olsun; sistem böyle devam edecekse o
sistemin zaruri neticesi bu olacaktır. Bu olmasın
istiyorsanız, geminin rotasını çevireceksiniz. Hani, rota eğer
Rusya'ya doğru, veya Washington'a doğru çevrilirse, bunlar
olacak demektir. Allah'ın kitabına doğru çevrilirse o zaman
ol-
mayacak demektir. Allah'ın kitabına doğru çevrildiğinde,
rotanın başında günahkâr bir insan olsa bile o gemiye
binilir. Hani, bir hadis-i şerif vardır; "Günahkâr bir insan
veya iyi bir insan olsa da, müslümanın ardında namaz
kılınır" buyurulur. 783[8]
Efendimiz buyurur: "Benden sonra bir çok kişi sizi
yönetecek, iyiler iyilikle, günahkârlar kötü yönetecek. Onlar
hakka uygun yönettiği müddetçe siz itaat ediniz." (Ibni
ceriri taberi) Rota, kitaba göre ayarlanmış da; adam onu
sürerken bazı günahlar işliyor. Kendi şahsını ilgilendiriyor,
toplumu değil. Ama öbür tarafta rotayı Washington'a veya
Rusya'ya göre ayarlamış, ehli-i tarîk bir arkadaşı da kaptan
yapmışlar. Bu ne olursa olsun gece kâim, gündüz sâim
olsun, hiç değeri yok bu adamın! Allah katında da insanlar
katında da bunun değeri yoktur. Yani, mesele insanlar
meselesi değil, mesele sistemler meselesidir.
İslam dinine giren İngiliz şarkıcı Yusuf İslam, Türkiye'ye
geldiğinde basın tarafından epeyce gündemde tutuldu.
Üniversitede öğretim görevlisi bir doçentimiz ona
tercümanlık yaptı. Gazetecilerden dil bilenleri, kendileri
röportaj yapıyor. Bilmeyenlere de aracı oluyor. Dinime
düşman gazetelerden bir tanesi geldi. Fakat Yusuf İslam
uyanık. Gazetenin ne niyette olduğunu biliyor. Mesela;
Muhabir geliyor diyor ki; "Ben filan gazetedenim" diyor.
Yusuf İslam biliyor, o gazetenin nasıl faaliyet yürüttüğünü.
Demiş ki, "Seninle bir şartla röportaj yaparım" gülerek dedi.
"Söylediklerimi aynen y ayini ayac aks an yaparım" dedi. O
da dedi ki; "Söz veriyorum. Aynen yayınlayacağım. Peki!"
Sordu. Birinci sorusu; "Girdiğiniz bu İslam dininde bir
erkeğin dört kadınla evlenmesine ne diyeceksiniz? Yani
bunun mantığını nasıl kabul edeceksiniz? Siz, bir Batılı
aydın şarkıcı, sanatkâr insan olarak bunu nasıl kabul
ettiniz?" O da diyor ki; "Ben müslüman olmadan önce
binlerce İngiliz kadınıyla yattım, kalktım. Siz o zaman gelip
de bunu niye yaptın? ayıp be adam! Bin tane kadınla yatılır
mı? diye niye sormadınız...? Şimdi Allah'a çok şükür

783[8]
Ebudavut, Salat 64
müslüman oldum ve bir tek kadınla evliyim. Yani böyle de
devam ettirme niyetindeyim. Ve tek kadınla evliliğime ve
Kur'an-ı Kerîm'de de; eğer adil davranama-yacaksanız tek
kadınla evlilik,o teşvik ediliyor âyet-i kerîmede. Fakat dörde
kadar evlilik zaruri haller olduğunda. Mesela adamın karısı
ellisine gelmiştir. Felç olmuştur. Kadınlık görevini
yapamamaktadır. Ne yapsın.
Bugünkü sisteme göre boşasın diyor. Boşasın da ne yapsın!
Anası ölmüş, babası ölmüş, gidecek yeri yok. Bakacak
kimsesi yok. Dinim diyor ki; "Ona yine aynı eski hanımın
gibi değer vereceksin. Sayacaksın, seveceksin. Eğer
zarureten ihtiyaç hissediyorsan; bir başka kadınla da
evlenirsin. İkisine de âdil bir şekilde davranacaksın" diye
cevap verir. Bir kilo et birine aldın mı, bir kilo eti öbürüne
de alacaksın. Yediyüz elli gram olmayacak! İkisininki de
dengeli olacak.
Gönülden sevgiye gelince; o ayrı. Ona siz sahip olamazsınız
diyor Allah (c.c). Yani gönülden sevgide adalet
yapamazsınız. Elinizde değil bu. Bundan dolayı da günaha
girmezsiniz. Bu çocuklarınız için de böyledir. İki tane
çocuğunuz, beş tane çocuğunuz vardır. Yedi tane çocuğunuz
vardır. Bunlardan birini veya ikisini, gönülden fazla
seversiniz. Bunda, gönlünüze hâkim olamazsınız. Sevgiye
hâkim olunmaz. Yani bir adam, kızını veya oğlunu
sevmişse, niye sevdin denmez. Bu ayrı bir iş. Orada hâkim
olunamayan iştir. Allah bunu böyle yarattığı için, Allah
orayı mazur görüyor zaten. Fakat bu sevginin dışta
görüntüsünde âdil davranmalısınız. Onun için bir oda
vermişsek, onun için de yine aynı derecede bir oda, onun
odasına birşey alınmışsa aynı değerde onun odasına da
birşey alınacak. Dış görüntüsünde adalet. Onun yatağında
bir gece yatılmışsa, onun yatağında da bir gece yatılacaktır.
Eğer bunlara riâyet edilecek maddi veya bedenî gücünüz
yoksa, o zaman tek kadınla evlenin diyor Allah (c.c).
Bugünkü sistem, genelevlerle ve birçok sokakları, hani
Batı'ya gidenler bilirler, belirli bir şehrin KÖln'ün veya
Amsterdam'ın veya Paris'in belirli sokakları vardır. O
sokaklarda ayaküstü kendini satan, hayvan pazarında
hayvanların satıldığı gibi kadınlar kendilerini satmak üzere
belirli yerlerde dururlar. Ve kendilerini satarlar. Sistemin
gereği budur. Dinim ise; her can Allah'ın yarattığı değerli
bir varlıktır düsturuna sahiptir,
«Adem oğullarını yüce ve şerefli kıldık» diyor. Şerefsiz bir
duruma düşmesine mânı oluyor. Böylece, razı değildir,
Allah (c.c). Böyle zor durumda kalındığı durumlarda
erkeklerin o kadınları da himayelerine alması gerektiğine
ruhsat vermiş bu âyet-i kerîmeyle Allah (c.c). Günümüzde,
hani geçenlerde kadın konusunda, bekâret konusunu
tartışmışlar, kendi aralarında. Efendim, müslüman kesimin
bekârete önem vermesi çağdaş
değilmiş. Onu böyle diyeceklerine; Allah'ın bekâret zarım
yaratması çağdaş değil, ilme aykırıdır, deseler daha iyi
olurdu. Yani kendi açılarından iyi olurdu. Madem ki, bu
vardır, kirpik vardır ve yerinde güzeldir. Kaş vardır ve
yerinde güzeldir, kazısınlar kaşlarını! Ne Önemi varki.
Kazısın kaşlarını öyle gezsin. Birini kazısın, biri kalsın da
yürüsün. Veya kiprik-lerini kırpsın da yürüsün! Allah (c.c)
neyi yaratmışsa bizim için güzeldir ve değerlidir. Bekâret
bizim için bir edep hâyâ göstergesidir. Ama tamamen de
değildir. Bir hastalıktan dolayı, bir ameliyattan dolayı
bekâret zarım kaybeden bir kızımızın; kaybetmeyen
kızımızdan zerre kadar farkı yoktur. Burada kaybedilen,
fuhuşla yırtılan bekâret zarı değil. Onun iffeti
kaybedilmiştir. İnsanlığı kaybedilmiştir. Ve onun için değer
vermiyoruz. Yoksa bekâreti; herhangi bir vesileyle,
hastalıktan veya ameliyattan dolayı kaybedilirse, kızımız
hiçbir şey kaybetmez. Peki, bunu niye bu sene gündeme
getiriyorlar?
Geçen sene gündeme getirmediler, evvelki senelerde yoktu
bu gündemde. Şöyle, kendi aralarında mutlu
olamıyorlarmış. Yani imansız bir kız; gönlünce yaşıyor,
kendisi gibi imansız bir oğlanla. Sonunda evlenmeye karar
verince; parası bol, zengin, bir de müslüman olan erkek arı-
yorlar. Yine Mercedes'i olsun, evi olsun. Fakat biraz da
dinine bağlı olsun. Açıklığına karışmasın. Ama dinine de
bağlı olsun diyor. Niye? Dinine bağlı olan avradı
boşamıyormuş. Bunu, Adalet Bakanlığı'nın danışmanı olan
Adalet Bakanlığı Müsteşarı televizyonda söyledi. Dünyada
en gerilerdeyiz boşanma konusunda. Televizyonda spiker
soruyor; "Bunu neye bağlıyorsunuz?" "Halkımızın
müslüman olmasına bağlıyoruz" diyor. Müslüman kesim en
az boşananlardandır. En çok boşananlarsa, dinine
inanmayan veya dinine fazla ilgi göstermeyen kesim. Daha
fazla boşanıyor. Bir artisti bazıları takip ederler. Yedi
kocasını sayarlar. Bir sene içerisinde bunlar olmuş bitmiştir.
Onun için her naneyi yedikten sonra mutaassıp değil ama,
dinini seven, milyarder bir koca anyorlardır. O da bekâret
arıyormuş. Babasından kalma bir namus anlayışı var, onu
arıyormuş. Vay efendim, biz iyi koca bulacaktık da
bekâretimizi kaybettik, onun için almıyorlar bizi. Bu çağdaş
değildir gibi geçen gün kadınlar kendi aralarında bağırıp
çağırmışlar. Biz, her halükârda dinine inanan insanlar-
la, yeniden dinine dönen insanların geçmişleriyle zerre
kadar ilgilenmiyoruz. Peygamber Efendimiz (a.s.v); «İslâm
geçmişi siler» buyuruyor. Mekke'de iken Peygamber
Efendimiz (a.s.v) aleyhinde şarkılar söyleyen pavyon kadını
Saarra isimli bir kadın, bir kıtlık senesinde Medine'ye geli-
yor. Efendimiz'in devlet kurduğu Medine'ye. Durumunu arz
ediyor. Efendimiz, Saarra'yı Mekke'den tanıyor, şarkıcı.
Şarkıları da Efendimiz aleyhinde yazılmış. Müstehcen
şiirleri şarkı halinde, erkekleri eğlendirmek üzere okuyor.
Yaşının biraz geçkin olması ve kıtlığın da yüzgöstermesi,
Bedir'de Mekkelilerin mağlûb olması nedeniyle şarkıcılara
pek önem verilmemiş. Kadın Efendimiz'e geliyor.
Efendimiz, yine yardım elini ona uzatmış. Deve vermiş ve
ona bir sene yiyebileceği kadar buğday vermiş. Mekke'ye
göndermiş. Ve ö kadın, Peygamber Efendimiz Mekke'ye
girdiği, feth ettiği yıldan itibaren müslüman olmuş. Ve Hz,
Ömer dönemine kadar müslümanca yaşamış bir kadın. Ve
bizim sahabî kadınlarımızdan-dır. Yani İslam geçmişi siler.
Bu tür kadınlara, geçmişlerini kendileri söylemesinler, biz
de geçmişleri hakkında tek kelime zaten bilmeyiz, ve onları
dile getirmeyiz. Hani bekâret zarı ile uğraşacaklarına, o zan
yaratan Allah (c.c)'ın ahkâmına boyun eğseler daha rahat
ederler. Ayete devam edersek.
«Bu, zulmetmemek için (kadınlara) en yakın yol budur.»
Yani kadınlara zulmetmemek için en yakın yol, bir tek
kadınla evlenmektir. Rab-bim, bir kadın almayı teşvik
ediyor. Dört kadına da izin veriyor. Türkiye'de, bu Batı'ya
göre yetiştirilmiş insanlarımız bunu bilmiyorlar. Dinin emri
gibi kabul ediyorlar. Tek kadın teşvik ediliyor. Dört kadına
da ruhsat, izin veriliyor, emredilmiyor. 784[9]

(4) «Kadınlara mehirlerini gönül hoşluğuyla veriniz. Eğer


onlar mehirierinden size güzellikle birşey verirlerse onu
afiyetle yiyiniz.»
Evlenirken, nikâh akdi yapılırken veya nikâh akdinden önce
rnihir tesbit edilir. Âzamisi yani en yukarısı yoktur. Yani
rakam olarak yoktur.
Asgarisi vardır. Efendimiz (s.a.v) döneminde en az verilen
mihir iki koyun alabilecek kadar paradır. Bu asgarisi, en
azıdır. Çoğu ise bir koyun da olur, beş koyun da olur,
beşyüz milyon da olur. Onun sınırı yoktur. O kendi
aralarındaki gönül rızasıyla yaptıkları anlaşmaya bağlıdır.

784[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/216-222.
Ama yine Efendimiz, «Kadınların en hayırlısı mihri kolay
olanıdır» buyuruyor. Ve kendi kızı Fatıma validemizin
mihri öyle ahım şahım birşey değildir.
Eğer kadınlar kendilerine vermiş olduğunuz mihri, size yine
tekrar hediye olarak iade ederlerse, onu da afiyetle
yiyebilirsiniz diyor Allah(c.c).
Yani iki gönül bir olduktan sonra samanlık saray olur derler
ya; iki gönül bir olduktan sonra kadının mihri helâl olur. O
zaman evde, paradan dolayı çekişme meydana gelmez. 785[10]

(5) «Allah'ın size yönetmeniz için verdiği malları, sefihlere


vermeyiniz. O mallardan onları yediriniz, giydiriniz ve
onlara güzel söz söyleyiniz.»
Sefih insanlara mallarınızı vermeyiniz. Sefih; kârını
zararından ayırt edemeyen ve malını meşru olmayan
yollarda saçıp savuran adama denir. Sefih; İslam hukuku
yürürlükte olmuş olsaydı, bu âyet-i kerîmeye göre; hani
Hilton'da bir gecede şu kadar şişe patlatmış, şu kadar içki
parası vermiş denilen adamların malına devlet el koyar.
Devletin malına, zimmetine geçirtmez. Yine adamın
malıdır, fakat o adamın o mal üzerindeki tasarrufunu önler.
Oraya devletin de o adamın da razı olabileceği bir velî, bir
kayyim tayin eder. O adam aklını başına alıncaya kadar,
onun adına devlet, o malı yönetiverir. Yani gayri meşru
yollarda malın saçıp savrulmasını böylelikle engeller.
Buradan şu hüküm çıkar; Herkesin İslam hukukuna göre
mülk edinme hakkı vardır. Ama herkes kendi malına, bu
mal benimdir diye istediği gibi haram yolda tasarrufta
bulunamaz. Meşru yollarda tasarrufta bulunur.
Malının tamamını çok hayırlı bir müesseseye, İslam yolunda
verebilir. Ama, bunu gayri meşru bir yolda kullanma
hakkını dinim ona vermez. O malda, toplumun, hakkı

785[10]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/222-223.
vardır. Onun için, yönetimini devlet kendisi üstleniyor. Ve o
adam adına yönetiyor. Yalnız, hani dinimde komünistlikte
olduğu gibi mala el koymak yoktur. O şahıs adına devlet, o
malı yönetiyor. O adam derse ki; "Ben bu işleri yapmaktan
vazgeçtim. Aklımı başıma aldım, bu tür şeylere bir daha
girmeyeceğim." dediği ve bunu da ispat ettiği taktirde, yine
o malı kendisine iade ediliyor. Onun için Allah (c.c),
«Onların mallarını vermeyin» dememiş. Mallarınızı sefih
insanlara vermeyiniz ki; Allah sizi onlar üzerine yönetici
kılmıştır. Kayyım kılmıştır. Onların malını siz yönetin. Bu
arada onları da aç bırakmayın tabi. «O mallarından onları
rıziklandırınız» yani o adamın eski durumunu da na-zar-ı
itibara alarak. Yani malın sahibi olarak evini işçilerini,
kendi yediğini içtiğini de gözetleyerek, yani sosyal
durumunu da nazar-ı itibara alarak, onun geçimini temin
ediniz. «Onları (sosyal durumuna uygun bir şekilde)
giydiriniz» «Ve onlara güzel sözler söyleyiniz.» Yani kırıcı
da ol-mayınız, mallarım yönetirken diyor Allah (c.c). 786[11]

(6) «Yetimleri ergenlik çağına gelince deneyin; Eğer


onlarda olgunlaşma görürseniz, mallarını veriniz, zengin
(veli veya vasi) yetimin malından yemesin. Fakir olan (veli
veya vasi) ise uygun şekilde yesin. Yetimlerin mallarını
kendilerine verdiğinizde, onlar üzerine şahit bulundurun.
Hesap sorucu olarak Allah yeter.»
Yetimlerin mallarını yönetiyorduk ya; yetimlerin mallarını
yönetirken, çocuklar büyümüşler, ergenlik çağına gelmişler.
Onları ergenlik çağına geldiğinde deneyin. Eğer onların
rüştüne erdiği konusunda siz bir kanaat sahibi olursanız
mallarım kendilerine teslim ediniz. Hani daha önce geçti;
yetimin bir dükkanı vardı, kendi dükkanınız da vardı. İkisini
de çalıştırıyorsunuz. Yetim adına çalıştırıveriyorsunuz.

786[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/223-224.
Çalıştırıvermenin karşılığı olarak siz mutlaka takdir edileni
alıyorsunuz (ki âyet-i kerîme şimdi gelecek) ve derken,
çocuk buluğ çağma ermiş, ergenlik çağına gelmiş. Bu arada
deneyin. Nasıl deneyin? Dükkanın başında onu bırakıyor-
sunuz. Almasına, satmasına, çeklere, senetlere imza
atmasına bakıyorsunuz. Herşeyi düzenli götürüp gidiyor.
Yani, bana ihtiyaç kalmamıştır dediğiniz bir anda, malını
kendisine iade ediniz, yani veli ve vasilikten çekiliniz.
Onun malını saçıp savurarak yemeyiniz. Onun
büyümesinden korkarak, onun, çocuğun büyümesinden
korkarak saçıp savurarak mallarını yemeyiniz.
Yetimin varisi veya velisi olan kişi zenginse, iffetli
davransın, onun malından yemesin. Yani Allah rızası için
onun malım yönetiversin.
Eğer yetimin mâlına bakan kişi fakirse haddi aşmadan
ma'rufa uygun şekilde yiyebilir.
Yetimler ergenlik çağma gelip, kendi mallarını
yönetebileceği kanaati hasıl olunca mallarını teslim ediniz.
Mallan teslim ederken şahidler huzurunda yapınız.
Yaptığınız hukuka uygun olsun. Gönlünüz de rahat olsun.
Hile yapar, hukuka da uydurursanız bilinki, Allah (c.c)
hesaba çekmede yeterlidir.787[12]

(7) «Anne, baba ve akrabaların miraslarında erkeklere pay


vardır. Kadınlar için de az veya çok belirli pay vardır.»
Allah (c.c); «Namazı kılınız» diye emretmiş, fakat kaç rekat
kılınacağını öğretmeyi Rasul'üne bırakmış.Mirasda
varislerin paylarının ne kadar olacağını ise Kur'an açık açık
belirtmiş.Çünkü miras yoluyla kişiler haksızlık yaparak
haram yerlerse, haramla beslenen vücudun ibadeti de kabul
edilmez.Cahiliye döneminde kadınların mirastan payı yoktu.
Bu âyet-i kerîme ile erkekler ve kadınların mirastan az veya

787[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/224-225.
çok pay alacaklarını haber verir.Günümüzde hâlâ cahiliye
âdetlerine uygun hareket ederek kız çocuklarına mirastan
pay vermeyenler var.
"Hocam, biz kızları gönüllüyoruz. Tarladan dükkandan
vermiyoruz ama parayla gönüllüyoruz" diyenlere "siz
paylarını ellerine tapusuyla teslim edin. Sonra onlar
satarlarsa alın." diyorum. "Başkasına satarsa" diyenlere,
"İşte o zaman Şuf a hakkınızı kullanarak onların sattığı
paradan mahkeme kararıyla siz satın alırsınız. İslam
hukukunda 'zarar etmek de yok, zarar görmek de yok."
diyoruz. 788[13]

(8) «Mirasın taksiminde (varis olmayan) yakın akrabalar,


yetimler ve düşkünler hazır bulunurlarsa onları da
rızıklandırın ve onlara güzel söz söyleyin,»
Taksim esnasında ölenin yakınlarına, çevredeki yoksullara
ve yetimlere de birşeyler vererek gönüllemeli.
Anadolu'nun bazı yörelerinde bu âyet uygulanıyormuş ama
birçok yerde uygulanmamaktadır. Uygulanmamasının
sebebi dört mezhebe göre de onbirinci âyetin bu âyeti
neshetmiş olmasıdır. Onun için bunlar feraiz kitaplarına
girmemiştir.
Ama siz hukuki bir hak olarak olmasa bile ölüyü hayırla
yadetmeleri için birşeyler veriniz. Mesela, babanızı çok
seven bir yakınına saatini verseniz, öbürüne teşbihini
verseniz, paltosunu bir fakire giydiriverseniz iyi olur. Hz.
Ebu Bekir vefat ettiğinde oğlu Abdurrahman ile kızı Aişe
anamız bu âyetin hükmüne uymuşlar. 789[14]

(9) «Arkalarında zayıf çocuklar bıraktıklarında bunların du-


rumlarından korkanlar (başkalarının çocuklarına vasi veya
veli olduklarında onlara haksızlık etmekten) çekinsinler.
788[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/225-226.
789[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/226.
Allah'dan sakınsınlar ve doğru söz söylesinler.»
Bütün âlemin çocuklarını kendi çocukların gibi bileceğiz.
Öldüğümüz zaman senin çocuklarına nasıl davranılmasını
istiyorsan Öyle davranacaksın.
Malı taksim ediyorsan haksızlık yapmayacaksın. Veli veya
vasiy ol-nıuşsan iyi ve dürüst davranacaksın. Çocuklarına
farklı muamele etmeyeceksin. 790[15]

(10) «Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, ancak kendi


karınlarına ateş yemiş olurlar ve yakında aleve atılacaklar.»
Harun-u Reşid kardeşi BehlüTe; "Nereden geliyorsun?"
demiş. O da; "Cehennem'deri geliyorum" diye cevap vermiş.
"Cehennem'in ateşi nasıl?" diye sormuş, o da; "Orada ateş
görmedim" demiş. "Nasıl olur?" deyince, "Herkes ateşini bu
dünyadan götürüyor" diye cevaplamış.
Al-i İmran'in 180'nci âyetinde de açıklandığı gibi bu
dünyada kazandığımız haram mallar ateş olup boynumuza
dolanacak, karnımız da ateş olacak.
Bir insan güle oynaya kendini yakmak için odun toplarsa,
ona deli deriz ve tedavi etmek için gönüllü gitmezse zorla
hastaneye yatırırız.
Tevbe Sûresi'nin 34 ve 35'nci âyetlerinde altın ve gümüşün
toplayıp infakta bulunmayanlar için o altın ve gümüş
Cehennem'de kızdırılıp alınlarına, sırtlarına ve böğürlerine
basılacağını haber verir.
Haram, helal demeden köşe dönmek için ticaret, siyaset,
alavere, dalavere herşeyi yapanlar ve televizyonda da
gülerek boy gösterenler birbirleriyle yarışırken, ben şu kadar
odun topladım, ben senden fazla odun
topladım diye birbirleriyle yarıştıklarını görüyor, onlara
üzülüyor ve ıslahı için Rabbime dua ediyorum. 791[16]

790[15]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/227.
791[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/227-228.
(11) «Allah, evlatlarınız hakkında erkeğe, iki kadın hissesi
kadarını tavsiye eder. Eğer kadınlar ikiden fazla iseler
terikenin üçte ikisi onlarındır. Eğer kadın tek başına ise
yarısı onundur. Eğer ölenin çocuğu varsa anne ve
babasından herbirine terikenin altıda biri vardır. Şayet
ölenin çocuğu yoksa, anne ve babası ona varis olur. Annesi
için üçtebir vardır. (Bu hisseler) yaptığı vasiyyet ve borcu
yerine getirildikten sonradır. Babalarınız ve çocuklarınızdan
hangisi faydalı olmakta size daha yakındır bilemezsiniz.
Bunlar Allah tarafından belirlenmiş hisselerdir. Muhakkak
Allah doğruyu en iyi bilen ve emirleri en sağlam ve hikmetli
olandır.»
Dünyada dinime sataşmak, İslam'ın Batı'da yayılmasını
engellemek için yetiştirilen müsteşrikler ordusunun en fazla
istismar ettiği âyetlerden biride budur.
"Kadın erkek eşitliği istiyoruz" diyorlar. Güreşte, boksta,
koşuda," jimnastikde, sporun bütün dallarında erkeklerle
birlikte yarışacağız demiyorlar. Rekorlar belli, Hiçbir dalda
öne geçebilmiş değiller.
Biz ikisinin ayrı ayrı yaratık olduğunu yarış tır ılm aması
gerektiğine inanırız. Lale ile sünbül, gül ile karanfil
yarıştırılmaz.
Bunları ayrı ayrı yaratan R.abbimiz, özellik ve güzelliklerini
de ayrı yaratmış ve onların fıtratına uygun emirler, hak ve
görevler vermiştir.
Kadının mirastaki yeri olarak birtek şey biliyorlar o da
oğlan iki, kız bir alır hükmüdür.
Halbuki kadının anne olarak aldığı ayrıdır, ölenin hanımı
olarak aldığı ayrıdır. Kız kardeşi olarak aldığı ayrıdır. Kızı
olarak aldığı ayrıdır.
Kızı olarak da üç durum sözkonu sudur;
1. Eğer ölenin oğlu ve kızı varsa oğullar iki alır, kızlar
oğulların yarısını alır.
2. Eğer ölenin oğlu almazsa, kız da bir tane ise malın
yarısını alır.
3. Eğer ölenin oğlu olmazsa, kızlar da birden fazla iseler
malın üçte ikisini aralarında eşit şekilde bölüşürler.
İşte bu âyet-i kerîmede Rabbimizin koyduğu kanun budur.
Bunu yürürlükten kaldıranlar, inkâr edenler olduğu gibi,
hakim güçlere yaranmak için 1400 sene sonra İngiliz dilini
öğrenerek tefsir doçenti olanlar, İngiliz mantığıyla
yürürlükten kaldıranlarla inkâr edenlerin doğru yolda
olduğunu ispata çalıştılar.
İslam'ın bu hükmünü bugünkü yaşantıya bakarak
değerlendiriyorlar.
İslami bir yönetimde çarşıda dilenen insanı gören devlet
yetkilisi onu araştırır, gerçekten dilenme durumuna
düşmüşse devlet başkanının aldığı maaş kadar hazineden
aylık verir.
Her insanın sosyal ihtiyaçlarını devlet karşılamak
mecburiyetindedir. Fakirler, miskinler, yolcular, borçlular,
devlet tarafından korunmalıdır. Televizyonda gösterip
"Kocamızın eline bakmak istemiyoruz" dedirtiyorlar. Bu
program iş çevrelerinin çıkarınadır. Bu kapitalistler çalışan
kadına az ücret verirler kimse ses çıkartmaz. Bu kapitalistler
çalışan kadına cinsel tacizde bulunurlar. Bunu da
yayınlarlar. Yapılan anketlerde yüzde altmışının cinsel
tacize uğradığını, bu yüzde otuzun da patrona "evet" dedi-
ğini ahlaksız bir dergi yayınladı.
Kocasının elinden para almak istemeyenler, başkasının
elinden birçok tavizle para alma mecburiyetinde kalıyorlar.
Hepsi için söylemiyorum. Yüzde kırkı da namusuyla
çalışıyor. Benim karşı çıktığım şey, "Kocamızın elinden
para almak istemiyoruz" sözüdür. O el senin elindir. Senin
elin de onun elidir. Siz tek viicud oldunuz. "Sen" ve "Ben"
yok artık."Afiyet olsun yârim, sen yedikçe ben doydum",
mısrası bizim İslam kültürünün mahsulüdür. Bu rejim içinde
yetişenler de "Ben yiyeyim sen bak, otur" mantığını
geliştirdiler.
Dinimiz mirasta kadına yarım vermişse, evlilik hayatında
bu, yiyecek, içecek, giyecek ve sağlık masraflarını erkeğe
yüklemiş.
Farzedin ki, bir adam öldü, dört kızı bir oğlu kaldı. Ölen
adamın altı dükkanı var. Bunları İslam hukukuna göre
bölüşecekler. Oğlana iki dükkan, kızlara birer dükkan
verilir. Kızlar evlenirler. Bakımları kocaya ait ve dükkanı
kendine ait. Oğlan evlenir. İki dükkanı var ve aldığı
hanımının bakımı da oğlana ait.
Şimdi sorarım, hangisinin durumu daha iyidir?
Boşanan malı mülkü olmayan kadınlar bugünkü sistemde
olduğu gibi, herkesin malı olmaya terkedilmezler ve devlet
onların asgari geçim parasını verir ki, onun da sının devlet
başkanının maaşıdır.
Babanın mirastaki durumu üç haldedir;
1. Baba, ölenin oğlu veya oğlunun oğlu ile bulunursa altıda
bir alır.
2. Baba, ölenin kızı veya oğlunun kızı ... ile bulunursa
altıda biri aldıktan sonra varislerin hissesi de verildikten
sonra asabe olarak artanı alır.
3. Baba, Ölenin çocuğu veya çocuğunun çocuğu olmazsa
diğer varisler hisselerini aldıktan sonra asabe olarak artanı
alır.
Mesela bir adam ölüyor, geriye hanımı ve babası kalıyor.
Hanım malın dörtte birini alır. Geriye kalan dörtte üçü
ölenin babası alır. Annenin mirastaki durumu da üç
haldedir;
1. Eğer ölenin çocuğu veya oğlunun çocuğu veya kardeşi
varsa anne altıda bir alır.
2. Eğer ölenin çocuğu veya oğlunun çocuğu veya
kardeşlerinden biri bulunmazsa üçte bir alır.
3. Eğer ölenin çocuğu, oğlunun çocuğu veya kardeşlerinden
biri bu-, lunmaz da, ölenin eşi ve babasıyla bulunursa
Ölenin eşi hissesini aldıktan sonra kalanın üçte birini alır.
Mesela adam ölmüş, dört dönüm arazi bırakmış. Geriye
hanımı, annesi ve babası kalmış, hanımı dörtte bir hissesini
alır. Geriye üç dönüm kaldı. Bu üç dönümün üçte birini
anne alır. Geriye iki dönüm kalır. İki dönümü de asabe
olarak baba alır.
Baba, erkek olarak yine anneden fazla aldı. Ama annenin
bakımı babaya aittir.
Mal taksimine geçilmeden önce;
1. Ölenin evinde başkasına ait olan emanet veya ödünç
alınan eşyalar sahiplerine verilir,
2. Kabrine milyarlık masraflar yapılmadan, cimri de
olmadan teçhiz ve tekfini yapılır.
3. Borçları ödenir.
4. Vasiyyetleri malının üçte birini geçmiyorsa yerine
getirilir. Sonra taksimine geçilir.
İslam'ın miras hukukuna sataşanlar bugün uygulamakta
oldukları kanunlarla anne ve babalara zulmediyorlar.
Binbir zorluklar içinde oğlunu veya kızını okutuyor. Çocuğu
İstanbul'da evleniyor. Zengin oluyor. Anne ve babasını
yanına alıyor. Bir müddet sonra çocuk oluveriyor. Milyarlık
zengin oğlanın hanımı ve bir çocuğu olduğu için bugünkü
hukuka göre anne ile baba hiçbir şey alamıyor. Tarlasını
tapanını satan anneyle baba tekrar köye dönüyor ve komşu-
ların vereceği ekmeğe muhtaç ediliyor.
Rabbirniz ise "Babalarınız ve çocuklarınızdan hangisi size
fayda bakımından yakındır bilemezsiniz" buyurur.
Biz bu miras hukukunun hikmetine girmeden Allah'dan bir
farz olarak kabul edip iman etmişiz.
İslam'ın miras hukukunu insanlara duyuralım. Ben, bu
rejimin harbiyesinde okumuş, çok itibarlı makamlarda bu-
lunmuş değerli bir insana İslam'ın miras hukukunu anlattım.
Ardından bugün köşe dönücülerin ağızlarının suyunu
akıtacak kadar yüksek rakamlı bir parayı hak sahiplerine
dağıttığını gördüm. 792[17]

(12) «Eğer ölen kadınlarınızın çocuğu yoksa, miraslarının


yarısı sizindir. Şayet onların çocukları varsa,vasiyyetveya
borçların ödenmesinden sonra geriye kalan malın dörtte biri
sizindir.
Eğer sizin çocuğunuz yoksa geriye bıraktığınız malın dörtte
biri kadınlarınızındır. Şayet çocuğunuz varsa yaptığınız
vasiyyet veya borçlarınızdan arta kalanın sekizde biri
onlarındır.
Eğer bir erkek veya kadına kelâle olarak (baba veya evladı
olmadan) varis olunursa, (anadan) erkek veya kız
kardeşinden herbirine altıda bir vardır. Eğer kardeşler ikiden
fazla olursa vasiyeti ve borcu ödendikten sonra kimseye
zarar vermeden üçte bir de ortaktırlar. Bunlar Allah'dan bir
vasiyyettir. Allah âlimdir, halimdir.»
Kocanın mirastaki durumu iki haldedir:
1. Ölen karısının çocuğu veya oğlunun çocuğu yoksa malın
yarısını alır.
2. Ölen karısının çocuğu veya oğlunun çocuğu olursa dörtte
bir alır. Kadının mirastaki durumu iki haldedir:
1. Ölen kocasının çocuğu veya oğlunun çocuğu ... yoksa
dörtte bir alır.
2. Ölen kocasının çocuğu veya oğlunun çocuğu ... varsa
sekizde bir alır.
Ölenin birden fazla hamım olması birşey değiştirmez.
Herkes dörtte bir veya sekizde bir hissesini alır.
Kelâle: Baba veya çocuğu tarafından varisi olmayıp anne bir
kardeşleri varis olan kişiyedir. Veya aynı kişiye varis olan
anne bir, kardeşlerine kelâle denir. İkisi de doğrudur.
Anne bir kardeşlerin mirastaki durumu üç haldedir:
1. Eğer ölenin babası, baba tarafından dedesi, oğlu, kızı

792[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/228-231.
veya oğlunun oğlu veya kızı yoksa anne bir kardeş de bir
tane ise mirastan altıda bir hisse alır. Bu kardeşin kız eya
oğlan olması birşey değiştirmez.
2. Birinci durumda açıklanan anne bir, kardeşler birden
fazla olursa, mirasın üçte birini alırlar. Bu durumda erkekle
kadın eşit olarak üçte bir paylaşırlar.
3. Ölenin oğlu, oğlunun oğlu ..., kızı, oğlunun kızı, babası
veya dedesi olursa mirastan birşey alamazlar. 793[18]

(13) «İşte bunlar Allah'ın koyduğu kanunlardır. Kim Allah'a


ve Resulü'ne itaat ederse onu altından ırmaklar akan
Cennet'e koyacaktır. Orada ebedi olarak kalacaklardır. İşte
büyük başarı budur.»
Tabiatta herşeyin kanunu ve sının vardır. Gözümüzün
görme sınırı vardır. Çınar ağacım büyüme sınırı vardır.
İnsan boyunun uzama sınırı vardır. Dünya yörüngesinin,
yıldızların sınırı vardır. Sınırı aşan herşey zulmetmeye
başlar.
Türkçe'de "Haddini bil" diyoruz ya, işte bu âyette geçen
hudut kelimesiyle aynı köktendir. Allah'ın da insanlar için
çizdiği helal ve haramı ayırt eden bir sınırı vardır.
Ramehürmüzinin "Emsal-ül-Hadis" isimli eserinin 84'ncü
sahifesinde Ibni Ömer'in, Efendimiz'den rivayet ettiği hadise
uygun olarak "Mümin kazığa bağlı at gibi" olmalıdır.
Helaller sahasında gönlünce dolaşmalı,
haram sınırına yaklaşmamalı.
Günümüzde yönetimler Allah'ın sınırlarını, kanunlarım
kaldırıp kendileri ithal kanunlar edinmişler: 794[19]

(14) «Kim Allah'a ve Rasulü'ne isyan ederse ve sınırlarını


aşarsa, onu ebedi olarak ateşe sokar. Ve onun için alçaltıcı
azap vardır.»
793[18]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/232-233.
794[19]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/233-234.
Maide Sûresinin 44, 45 ve 47'nci âyetlerini yanlış tefsirler
yaparak İslam hukukuna harp açanları kurtarmaya çalışanlar
ve hocalaşanlar, bu âyetin elinden nasıl kurtaracaklar acaba?
Allah'ın âyetlerini çıkarlarımız karşılığında satmayalım.
Belki bu siyasiler, size inamyordur ve siz de onları
saptırıyorsunuzdur. O zaman sa-pıttıranların cezası iki kat
olur.795[20]

(15) «Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara sizden dört şahid


isteyin. Eğer şahidlik yaparlarsa, ölünceye kadar veya Allah
onlara bir çıkış yolu verinceye kadar evlerde tutun.»
Fuhuş: Söz ve davranışların en çirkinine denir, Bu âyette
kinaye yoluyla zina kasdedilmiştir. Zinanın çok kötü bir
davranış olduğunu ifade etmektedir.
Nur Sûresi'in ikinci âyeti nazil olmadan bu âyet nazil olmuş
ve zina eden bir kadının suçu dört adil, müslüman, erkek
şahidle ispat edildiği takdirde ölünceye kadar veya Allah bir
çıkış yolu verinceye kadar evlerde hapsedilmesini emreder.
Ölünceye kadar haps edilmeyeceği ne işaret ediyor daha
sonra gelen cümle.
Allah da çıkış yolunu Nur Sûresinde göstermiş ve zina eden
erkekle zina eden kadının suçları dört şahidin şehadetiyle
sabit olunca, yüzer değnek vurulur demiş.
Niçin dört şahid? Dört kişinin aynı anda aynı suçun fiilen
işlenmesini görmek mümkün değil ki? denebilir.
Önce şu bilinsin ki, İslam hukukunda gaye cezalandırmak
değildir. Hatta, hakim "şüpheden yararlanarak cezayı
kaldırır" 796[21]
Peki hanımının zina ettiğini gören koca bunu dört şahidle
ispat etmesi mümkün değil. O zaman ne olacak? Nur
Sûresi'nin altıncı âyeti, kocanın hakim huzurunda mülaane
yapması ile hanımından ayrılır (Bak. Nur 6). Bu kocanın
795[20]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/234.
796[21]
Bak. Tırmîzi, Hu-dud 2-5, Ebu Davud, Salat 114
şehadetiyle eşler boşanırlar ama kadın, had cezasıyla ce-
zalandırılmaz.
Çünkü âyette istenen dört şahid bulunmamıştır. O takdirde
suçu sabit olmamıştır. Niçin boşanıyorlar? Hanımının zina
ettiğini iddia eden bu hususta Allahm lanetine bile razı olan
bir erkekle, o kadının birarada kalmasının ne anlamı
olur?797[22]

(16) «İçinizden bu fuhuşu yapanların her ikisine de eziyet


ediniz. Eğer tevbe ederler ve durumlarını düzeltirlerse
onlara eziyetten vazgeçin. Elbette Allah tevbeyi kabul
edendir, Rahmidir.»
Bu sûrenin onbeşinci ve onaltmcı âyetleri Nur Sûresi'nden
önce nazil olmuştur. Zina eden erkekle kadına hakimin
takdir edeceği ta'zir cezasıyla eziyet edilmesi emredilmiştir.
Nur Sûresi'nin ikinci âyeti nazil olunca ikisine de denk ceza
indirilmiş ve hapis cezasıyla eziyet cezası kaldırılmıştır.
Mücahid ise, bu âyetten kasdedilen iki kişi, cinsel ilişkide
bulunai iki erkektir demiş.
Hz. Lud Aleyhisselam'a iman etmeyen milletin, kötü adeti
batının siyasi, sanatçı ve tüccarı arasında yayılmaya
başlayınca, onlara benzemeye çalışanlardan birkaç kişi de
İstanbul'da duyulmaya başladı. Bunların sayısını çoğaltmak
için özel gayret gösterenler televizyonu araç olarak kul-
lanmaktalar.
Bugün bize düşen, bu yaptıklarının yeni birşey olmadığını,
binlerce yıl önce bir milletin bundan helak olduğunu
hatırlatıp, tevbe etmelerini sağlayıp durumlarını düzeltmeye
yardımcı olmaktır. 798[23]

(17) «Bilmeden kötülük yaptıktan sonra hemen tevbe


edenlerin tevbesini kabul etmek ancak Allah'a aittir. Allah
797[22]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/234-235.
798[23]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/235-236.
onların tevbesini kabul eder. Allah Alimdir, Hakimdir.»
Benim mealde "bilmeden" diye tercüme ettiğim "cehalet"
kelimesidir. Bilmeden günah işlenir mi? Bugün herkes
inkârın, faizin, zinanın, kumarın, hırsızlığın, gıybetin günah
olduğunu bilir ve bilerek yapar.
Bilmek yapmak demektir. Kitaptan yüzme dersi alan,
yüzmenin bütün kurallarını bilen biri, denize düşerse veya
atlarsa bilmesi onu kurtaramaz.
Biz kötülükler içinde yüzen insanların bunu cehaletinden
yaptıklarını bileceğiz ve Rabbimiz katında tevbe kapısının
açık olduğunu söyleyeceğiz. 799[24]

(18) «Ölüm kendilerine gelinceye kadar kötülük yapıp da,


ölüm anında "ben şimdi tevbe ettim" diyenle, kâfir olarak
ölenlerin tevbesi kabul değildir. Biz onlara elem verici azap
hazırladık.»
Âyet-i kerîmede "ölüm gelinceye kadar" ifadesinin
zamanını belirlemek üzere Peygamber Efendimiz "Can
boğaza gelmedikçe Allah, kulun tevbesini kabul eder"
buyurmuş. 800[25]
Peygamber Efendimiz, "Doksan dokuz insanı öldürdükten
sonra papaza gidip tevbesinin kabul edilip edilemeyeceğini
sorduğunu, "Hayır" cevabını alınca papazı da öldürüp sayıyı
yüze çıkaran,sonra bir ilim ehline gidip yüz kişiyi
öldürdüğünü tevbesinin kabul edilip edilmeyeceğini
sorduğunu, onun da "Allah'la kişinin tevbesi arasına
kimsenin giremeyeceğini, filan şehîre gitmesini" söyler. O
salih insanların ülkesine doğru giderken ecelinin geldiğini,
rahmet melekleri ile azap meleklerinin çekiştiğini, insan
şeklinde bir meleğin gelip iki şehir arasını ölçmelerini, han-.
gisine yakınsa ona göre muamele yapılması gerektiğini
söylediğini, arasının ölçüldüğünde tevbekâr katilin bir karış
799[24]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/236.
800[25]
Tırmîzi, Daavut 98, İbni Mace, Zühd, 30, Ahmet, Müsned 2/132, 153, 3/425
salih insanların olduğu şehire yakın olduğunu ve
affedildiğini haber verir," 801[26]
Biz bu hadis-i şeriften, kulun günahı ne kadar büyük olursa
olsun Allah'ın affedebileceğini anlıyoruz. Bir de ecelin
gelişine kadar tevbe kapısının açık olduğunu anlıyoruz.
Ancak tevbe yeis halinde kabul edilmez, yani bu âyete göre
can boğaza gelmiş dayanmış, işte o anda kabul edilmez
demişler.
Tırmîzi'nin Daavad 106'da rivayet ettiği bir hadis-i kudsiye
göre kişinin günahı gökyüzüne (Ayyuka) çıksa, yeryüzünü
dolduracak kadar günah işlese, şirk olmadığı müddetçe
istiğfarla Rabbine dua edip, affını ümit etse Allah'ın onu
affedeceğini müjdeler.
Allah'dan ümit kesmeyeceğiz, ancak Allah affedicidir,
diyerek ona isyan etmeyeceğiz. 802[27]

(19) «Ey iman edenler, kadınlara zorla varis olmak size


helâl değildir. Apaçık fuhuşla gelmedikçe onlara
verdiğinizin bir kısmını götürmeniz için onları
sıkıştırmayın. Onlarla hoşça yaşayın. Eğer onlardan
hoşlanmıyorsanız, umulur ki Allah hoşlanmadığınız şeyde
birçok hayır kılmıştır.»
Cahiliye döneminde kocası ölen bir kadın anne-baba evine
gitmeden önce biri ona sahip çıkarsa onun malı olurmuş.
Kocasından kalan malıyla beraber istemediği bu adama
geçermiş.
Veya yetimin malı vardır. Onu zorla nikahına alarak malına
sahip olunurmuş.
Bugün aynı cahiliye dönemini yaşayan zengin aileler.
Holding imparatorluklarını birleştirmek için tarafların oğlu
ile kızım çağdaş zorlamalarla birleştiriyorlar. "Siz nikahı
kıyın da sonra ikiniz de gönlünüzün çektiğıyle yaşayın,
801[26]
Müslim, Tevbe 47, Buhari, Enbiya 54, Ahmed, Müsned 3/86
802[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/236-237.
teninizi başkalarına verin ama malınızı vermeyin" diyorlar.
Rabbimiz bu ayeti kerimeyle malına varis olmak için zorla
kadın alınmayacağını haber veriyor. Yani yasaklıyor.
Severek aldığınız eşlerinize gönül hoşluğuyla verdiğiniz
mihir ve hediyeleri de geri almayınız diyor.
Ancak açık bir fuhuş meydana gelmişse mihri geri isteme
hakkı doğuyor. Eşlerimizle hoş geçinmemiz isteniyor.
Tarafların ikisine de bu emir vardır. Hoşunuza gitmeyen bir
huyu varsa hemen ayrılmanız gerekmez. O hoşa gitmeyen
huyun gerisinde çok güzel şeyler gizli olabilir. Bademin
kabuğu çok serttir ama içi gayet tatlıdır. "Dikensiz gül
olmazmış". Denizde inci mercan gibi değerli hazinelerin
yanında timsahlar vardır.
Yani bir huyunu sevmediğiniz eşinizden sevecek bin huy
bulabilirsiniz. 803[28]

(20) Eğer bir eşi bırakıp yerine başka bir eş almak


isterseniz, Ona (birinciye ) yüklerle altın vermiş olsanız bile
hiçbir şeyi geri almayınız. Apaçık günaha girerek ve iftira
ederek mi geri alacaksınız?
Dinimiz evlenmeyi kolaylaştırmış. Bu günkü rejimde
yirmidört saatin onaltı saatinde evlenemezsiniz. Nikah için
gün ve saat verilecek, o güne kadar evlenemezsiniz.
Dinimize göre yirmidört saatin her saatinde evlenebilirsiniz.
Belirli devletin ta'yin ettiği şahıs veya yerde değil, dilediği-
niz yerde iki şahid huzurunda evlenilebilir.
Boşanmada kolaylaştırılmıştır. Ancak bugün mahkemelerde
boşanma davalarını açanlar islam hukukuna iman edenler
değildir. İslam hukukuna iman edenler eşlerini Allah'ın bir
emaneti olarak görür ve korurlar. Medeni hukuka iman
edenler hayvan alır satar gibi değiştiriyorlar.
Dinimiz, boşanmaya karar vermiş kişinin bunu iyilikle

803[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/237-238.
yapmasını, hanımına iftira yaparak boşamamasmı ister. Ve
onlara verdiği mihir ve hediye tonlarca altın olsa bile geri
alınmasını yasaklar. 804[29]

(21) Nasıl geri alacaksımzki? Birbirinize karıştınız. Onlar


sizden sapasağlam söz almışlar.
Birbirinizle sarmaşdolaş olduğunuz eşinizle birgün
ayrılmaya karar verdiğinizde, ayrılırken bile güzel aynim.
Verdiğiniz mihir ve hediyeleri almayın. Nasıl alırsınız? Çok
iyi günleriniz oldu. Birbirinize karıştınız. Yani sarmaş dolaş
oldunuz ve nikah akdi yapılırken Allah'ın huzurundc sizden
söz almışlardı.
Allah'ın kelamı sözlerin en güzeli. Severek aldığınız,
bağrınıza bastığınız eşlerinize verdiğiniz mihir ve hediyeler,
tonlarca altın olsa bile boşanırken geriye almıyacaksınız
buyuruyor.
Yani tonlarca altın- eşinizin bir gülümsemesine denk
değildir.
Milyonlarca dolar, mark, lira, riyal, yen gibi paralar ağaçdan
yapıl' Bir ağaca veya bin ağaca eşinizi değişemezsiniz.
Hatta İslam hukukuna göre kadının zülfünün teli terazinin
bir tarafına konsa öbür tarafına da dünyanın bütün altını,
gümüşü, yakutu, elması, incisi konsa zülfünün teli ağır gelir.
İslam hukukunun yerine batıdan ithal edilen medeni
hukukun gölgesinde kadın ticareti, genelevlerde kanunların
gölgesi altında yapılmaktadır.Kadınlar ve erkekler
onurunuzu korumak için islam dinine sanlınız. 805[30]

(22) Babalarınızın nihakladığı kadınlarla evlenmeyin.


Geçmişte olanlar hariç. Çünkü bu fuhuştur ve kötü bir
yoldur.
En büyük anarşi hukuk. İslam hukuku Cahiliye dönemini
804[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/239.
805[30]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/239-240.
sona erdirirken o dönemde meydana gelen hakların bir
kısmını devam ettiriyor.
Mesela Cahiliye dönemi hukukuna göre babasının
hammıyla yani analığıyla bir kişi evlenebiliyordu. Bu ayet
bu kanunu yürürlükten kaldırıyor. "Ancak geçmişte olanlar
müstesna" diyerek geçmişte yapılan evliliklerin
feshedilmesini, yani ayrılmalarını emrediyor. Ancak o
dönemde meydana gelen çocuklar miras hukukundan doğan
haklar kabul ediliyor.
Yani analığıyla evli olanlar boşanacaklar. Ama o evlilikten
doğan çocuklara sahip olacaklar. Bu ayet ilan edildiği
günden itibaren yürürlüğe girmiştir. Analıklarla
evlenilmeyecek.
Babanın nikah yaptığı, nikâh yapıp gerdeğe girdiği, veya
zina ettiği kadınla oğlu, torunu evlenemez.
Eskiden "koministim" diyen şimdi koministliğinden utanan
ve ateistim diyen bir kaç imansız bu konulan da gündeme
getirip "niçin evlenilmesin" diyerek Ebu Cehil'in cehalet
devrini geri getinnek istemişlerdi.
Ama Allah'a hamdolsun fıtratı temiz insanlar islam tarafını
seçtiler ve bu gün gündemde islam vardır. 806[31]

(23) Size, anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz,


halalarınız, teyzeleriniz, oğlan kardeşinizin kızları, kız
kardeşlerinizin kızları, sizi emziren süt anneleriniz ile süt
kardeşleriniz, hanımlarınızın anneleri , gerdeğe girdiğiniz
kadınlardan olan ve evinizde bulunan üvey kızlarınız- Eğer
gerdeğe girmemişseniz o üvey kızlarla evlenmenizde bir
günah yoktur. Kendi sulbünüzden olan oğulların hanımları
ve iki kız kardeşi bir nikahda birleştirmeniz size haram
kılındı. Geçmişte olanlar hariç. Şüphesiz Allah günahları
örtendir, esirgeyendir.

806[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/240.
Ayeti kerimede zikredilenlerle evlenmek haram. Ancak
ayetin işareti yoluyla babaanne, anneanneler ve yukarıya
doğru ne kadar giderse haram olduğuna delalet eder.
Kızlar ve torunlar aşağıya doğru ne kadar giderse gitsin
haramdır. Yani bir kişi torununun torunuyla evlenemez.
Halalarınız ister babadan, ister dededen olsun evlenmek
haramdır. Teyzeleriniz ister anneden, isterse anneanneden
olsun evlenmek haramdır. Oğlan veya kız kardeşinizin
kızları, torunları ve onların torunları haramdır. Süt anneler
ve süt kız kardeşler haramdır. Buharinin Nikah 20, 21 de
rivayet ettiği "Doğumun haram kıldığını sütte haram kılar"
Hadisi ile Müslim Rada 1 de rivayet ettiği "Neseb yoluyla
haram olanlar süt yoluyla da haram olurlar" hadisine göre
süt baba, süt anne, süt hala, süt teyze gibi yukarda
sayılanlar, süt yoluylada haram olurlar. İstisnaları için fıkıh
kitaplarına bakınız.
Hanefi fakihlerinden Ebu Yusuf ve Muhammed'e göre ilk
iki sene içinde emerse süt kardeşi olur.İmam Ebu Hanife'ye
göre ilk otuz ay içinde emerse süt çocuğu olur ve haramlik
sabit olur. Hanefilere göre, bu emmenin az veya çok olması
farketmez.
"Emenin, emzirene nefsi haram. Emzirenin, emene nesli
haram" kaidesi bir çok şeyi anlatır, ama siz bu konularla
karşı karşıya geldiğinizde, İslam fıkhını iyi bilen birine
sormayı ihmal etmeyiniz.
İki kızkardeşi aynı anda nikah altında tutmak da haram. Bir
adamın hanımı ölse, hanımının kız kardeşiyle evlenebilir.
Boşadığı hanımın kız kardeşiyle evlenebilir. Ancak ikisiyle
birlikte evlenemez. Geçmişte böyle bir evlilik olmuşsa birini
boşayacak.
Gelinleriniz de haram kılınmıştır. Oğlunuz ölse veya
boşansa gelininizle evlenmeniz size ebediyen haramdır. O
sizin kızınız gibidir. 807[32]

(24) Birde evli kadınlarla nikah (anmanız size haram kılındı.


Ancak harp esiri olarak elinizin altında olanlar müstesna.
İşte bunlar Allah'ın bir yazısı olarak haram kılındı. Bunların
dışındaki kadınlar-
da namuslu ve zinadan kaçınanlardan mallarınızdan
(mihrînizi vererek) aramanız size helal kılındı. Onlardan
hangisinden nikahla fay-dalanmişsanız, onların farzdan
ücretini 'mehrini) veriniz. Mehri takdir ettikten sonra
aranızda anlaşırsanız size bir günah yoktur. Ma-hakkak
Allah bilendir, hükmünde hikmet sahibidir.
Savaş esiri olarak ele geçen cariye kadınlar kendi ülkesinde
iken evli olsa bile esir düştüğü yerden esir mübadelesi ile
veya fidye ile geri isten-memişse veya esir alan taraf esirleri
iade etmemiş ve bir gazinin eline verilmişse o gazi, o
kadınla evlenebilir. Esaret, nikahın da kopmasına sebeb
olmuştur.
Bunun dışında evli kadınla nikahlanılamaz.
İçinde bulunduğumuz İstanbul gibi büyük bir şehirde bir
kadınla erkek evlenseler, sonra kadının evli olduğu ortaya
çıksa sorumluluk kadına aittir,
Bu esir kadınlarla evlenmek cinsel ta'ciz değildir. Ta'ciz
Bosna'da Sırpların müslüman kadınları ordusuna teslim
etmesidir. İslam hukukunda ise iadesi hiçbir yoldan mümkin
olmayan esirler gazilere teslim edilir. Birtek gaziye teslim
edilen kadın yalnız onundur. O gazi de onunla evlenmek
için bir hayız - aybaşı müddeti bekleyecektir. Yani hukuka
uygun hareket edecektir.808[33]

(25) Sizden kim namuslu mümine kadınlarla nikahlanmaya


gücü yetmezse ellerinizin altınaki mümin cariyelerinizden
807[32]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/241-242.
808[33]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/242-243.
alsın. Allah imanınızı daha iyi bilir. Sîz birbirinizdensiniz.
O halde fuhuş yapmadan gizli dost edinmeyen namuslu
kadınlardan sahiplerinin izni ile mehirlerini güzellikle
vererek onları nikahlayınız. Namuslarıyla yaşarlarsa (ne
güzel) Eğer evlendikten sonra fuhuş yaparlarsa olara
(cariyelere) hür kadınların cezasının yarısı vardır. Bu
(cariyelerle evlenme izni sizden günaha girmekten korkanlar
içindir. Sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır. Allah
günahları örtendir, esirgeyendir.
Cariyeyle evlenen hür bir erkek, o kadının Hz. Adem'in
çocuğu olduğunu, kendisi gibi aynı yerden geldiğini bilecek,
ev, elbise, yiyecek, içeceklerinde yani nafakasından ayırım
yapmadan verecek.
Zina etmeyen dost edinmeyenlerden seçecek eşini.Çünkü
temiz erkekler temiz kadınlara, temiz kadınlar temiz
erkeklere layıktır.Ancak zina edenlerden tevbe edip
durumunu düzeltenler de temiz sayılırlar. İbni Mace, Zühd
30 da Efendimizden rivayet ettiği bir hadise göre "günahına
tevbe eden, günah işlemeyen gibidir" buyurur.
Cariye zina ederse cezası hür kadının cezasının yarısıdır.
Yani elli değnek vurulur.
Zinaya düşmekten kendini alikoyabilen kişinin cariyeyle
evlenmesinden evlenmemesi daha hayırlıdır.
Bu ayet ve bundan önceki ayette "o evlendiğiniz kadınlara
ücretlerini-mihirlerini veriniz" cümlesini yanlış
yorumlayarak Mut'a nikahına fetva çıkaranlar olmuş ama
Ashab ve tabiinin çoğunluğu bu ücretten kasıd mi-hirdir
demişler. 809[34]

(26) Allah size bilmediklerinizi açıklamak, sizden


öncekilerin yollarını göstermek ve tevbelerinizi kabul etmek
ister. Allah bilendir hükmünde hikmet sahibidir.

809[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/243-245.
Kur'an-ı Kerim'in tamamını okuduğumuzda yemek yemenin
adabını, kapı çalmanın adabını komşuluk ilişkilerini,
uluslararası ilişkileri devlet yönetimine kadar herşeyi
açıkladığını görürüz.Havada kanat çırpan kuşa kadar herşey
hakkında bize bilgi verir.Geçmişten iyi ve kötü Örnekleri
haber vererek kötülükten uzaklaşıp iyiliğe yaklaşmayı
öğretir.Bu arada yaptığımız hatalar için de tevbe etmemizi
ister. Eğer tevbe edersek, tevbeleri kabul edeceğini
bildirir. 810[35]

(27) Allah tevbelerinizi kabul etmek istiyor. Şehvetlerinin


peşinde gidenler ise sizin büyük bir sapıklığa meyletmenizi
isterler. Şehvetine uyanları yalnız zina edenler anlamına
almayın. Allah'ın emir ve yasaklarına karşı çıkıp kendi
nefsinin ürettiği kanun, tüzük, yönetmelik, fikir, ideal gibi
şeylere uyanlardır.
Çağımız zinasız olmaz deyip de genelevler açıp zina için
vesika verenler, faizsiz ekonomi olmaz diyerek, zenginlere
fakirleri kul köle yapanlar, "yabancı dostlarımızla içki
içmezsek olmaz" diyerek sarhoş olup ülkelerinden geçenler,
şehvetine uyan sapıklardır. Bu sapıklar ellerindeki güçleri
kullanarak insanları da zorla saptırmak için çok çalışmışlar
ama başarılı olamamışlar. Allaha hamdolsun. 811[36]

(28) Allah sizin sorumluluklarınızı hafifletmek ister. Çünkü


insan zayıf olarak yaratılmıştır.
Allah emir ve yasaklarında bizim gücümüzü esas almış ve
gücümüzün üstünde yük yüklememiştir.
Nefis verip güzeli yaratıp da evlenmeyi yasaklayarak zina
yapmayın dememiş. Zina etmeyin, evlenin demiş. Zayıf
yaratılışımızla evlilik müessesesi olmasaydı biz
dayanamazdık. Buna rağmen günaha girenlere tevbe
810[35]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/245.
811[36]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/245-246.
kapısını açık bırakmış. 812[37]

(29) Ey iman edenler, mallarınızı aranızda batıl yollarla


yemeyin.
Ancak aranızda rızanızla yaptığınız ticaret müstesna.
Nefislerinizi öldürmeyin. Mahakkak Allah sizi çok
esirgeyendir.
Müminin nzkı helal olmalıdır. Helal rızıkda ticaret, ziraat,
sanayi, veraset, bağış gibi İslam hukukuna uygun yollarla
olur. Hırsızlık,.rüşvet, faiz, aldatma, yalan söyleme
yollarıyla birbirinizin mallarını yemeyiniz.
"Nefislerinizi öldürmeyin" yani intihar etmeyin, veya
başkalarının canı da canınız gibidir. Haksız yere adam
öldürmeyin anlamındadır. Maide suresinin 32 nci ayetinde
haksız yere adam öldürmenin bütün insanları öldürmüş gibi
olduğunu haber verir. 813[38]

(30) Kim haddi aşarak, haksızlık yaparak bunu yaparsa,


yakında biz onu ateşe yaslarız. Bu, Allah'a çok kolaydır.
Geçimini haram yollardan temin eden, insana değer
vermeyip haksız yere öldüren aslında her hareketiyle
kendini cehenneme biraz daha yaklaştıran insandır.
Bütün orduları ve teknolojileri ile ülkeleri sömürenler,
sömürüye karşı duran insanları öldürenler iyi bilsinlerki
Allah'ın huzuruna teker teker gelecekler. Dünyaya teker
teker geldikleri gibi hesaplarını da tek başlarına
vereceklerdir. Hepsinin hesabını görmek de Allah'a gayet
kolaydır.814[39]

(31) Eğer siz yasaklandığınız günahların büyüklerinden


kaçınırsanız, bizde sizin kötülüklerinizi örter ye sizi değerli

812[37]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/246.
813[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/246-247.
814[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/247.
bir yere yerleştirırız.
Büyük günahlar, Kur'an ve sahih sünnetin bize haber
verdikleridir. Kur'an-ı Kerim'de bir kötülüğü anlattıkdan
sonra "kim onu yaparsa Cehenneme girer" "Allah'ın la'neti
ona olsun" "Biz onu Cehenneme atarız" gibi tehdid
ifadesiyle haber verilenler büyük günahdir.
Hadisi şeriflerde ise "el Kebairu seb'un" büyük günah
yedidir diye başlayıp onları sayan hadisler vardır. Buhari'nin
şehadet 10, istitabe 1 de Müslim, iman 143 de rivayet ettiği
hadislerde ve İbni Kesir'in bu ayetin tefsirinde rivayet ettiği
hadislerde, şunlar büyük günah olarak bize öğretilmiş ve
sakınılması istenmiştir.
1- Allah'a şirk koşmak. Tabiatta cereyan eden kanunları
tabiat kendiliğinden yapar demek tabiata tapınmak
demektir. "Bu su, bu çağlayan bu çiçek tabiatın bize
bağışıdır" diyen kişi yer tanrısına tapmıyor demektir. Tabiatı
ve tabiat kanunlarını yaratan Allah (c.c.) a inanması şarttır.
İnsanlara doğruyu ve yanlışı iyiyi ve kötüyü, helal ile
haramı öğreten Allah'ın teşrii kanunu olan Kur'an-ı kabul
etmeyip kendisi gibi bir insanın emir ve jyasaklarma öncelik
tanıyan kişi Allah'a ortak koşmuştur.
2- Anne babaya zulmetmek, gönlünü kırmak.
3- Haksız yere adam öldürmek.
4- Faiz yemek.
5- Yetim malı yemek.
6- Harpden kaçmak.
7- İffetli mümin erkek ve kadınlara zina iftirasında
bulunmak.
8- Yalan söylemek, Yalancı şahidlik yapmak.
9- Rızık endişesiyle çocuğunu öldürmek.
10- Komşu kadınıyla zina etmek.
11- İçki içmek.
12- Namazı terketmek.
13- Allah'dan ümit kesmek.
14- İslam toplumundan ayrılmak.
15- Hırsızlık yapmak.
16- Gıybet yapmak.
17- Hicretten sonra İslamın medeniliğinden bedeviliğe
dönmek.
Büyük günahları anlatan özel kitaplar vardır. O kitaplarda
yüzlercesi sayılmaktadır. Efendimizin hadislerinde en
önemlileri bildirilmektedir.
Bugün dünyanın her tarafında can alan, orman yakan evler
yıkan anarşinin temelinde Allah'a ortak koşmak vardır.
Devletim diye ortaya çıkan insanlar, kanunlar hazırlıyorlar,
asker ve polis gücüyle bütün insanları sekiz - on kişinin iyi,
dediğine "iyi" kötü dediğine "kötü" dedirtmeye zorluyorlar.
İnsanlar yaratilışdan hür doğdukları için bir başkasının
koyduğu kanunlara takılmak istemiyor. Her kanun koyucu
da kendi çıkarlarını ön plana alıyor, ve çıkar kavgaları
başlıyor.
Allah'a ortak koşmayanlar; bütün akılları Allah'ın
yarattığını, onun koyduğu kanunlara uymanın kimseyi
rencide etmediğini, yaratana itaat edilmesi gerektiğini,
yaratılmış karşısında eğilinmediğini söyler ve inanırlar.
Bu büyük günahlardan kaçınılsa, insanlar arasında zengin
fakir çatışması da ortadan kalkar.
Büyük Millet Meclisi yolsuzlukları araştırma komisyonu
başkanı "yolsuzluk yapan, köşe dönen, bankaları soyan yüz
kişinin çalıp çırptığı parayla Türkiye'nin bütün köylerine
yol, su elektrik ve hastahane yapılabilir" diyor.
Bunlar küçük hırsızlar. Bir de küçük devletlerin altın,
gümüş, fosfat, petrol, orman yeraltı ve yerüstü
zenginliklerini çalan Amerika ve onun suç ortağı İngiliz,
fransız ve diğer kafir ülkelerin fakir bıraktığı ülkeler.
Bu suçların başı şirk. Sonra diğerleri gelmektedir.
Biz büyük günahlardan vazgeçer, pişmanlık duyar, af
talebinde bulunursak, Allah küçük günahlarımızı
bağışlayacağını ve iyi yerlere yerleştireceğini bildirir.
Bu dünyada da iyi yere yerleştirir, dünya da devleti, ahirette
de Cenneti verir. 815[40]

(32) Allah'ın, sizi kendisiyle birbirinize üstün kıldığı şeyleri


istemeyiniz. Erkeklere kazandıklarından bir pay vardır.
Kadınlarada kazandıklarından pay vardır. Allah'dan
fazlasını isteyin. Muhakkak Allah herşeyi bilendir.
Erkek kadın olmayı istemesin. Kadın erkek olmayı
istemesin. Güreşde, halterde, koşuda, güzellikde, akılda,
şiirde, mimari de dünya birincisi olayım demesin. Allah'ın
kendisine verdiği özellikleri işletsin. Allah'ın yarattığı
insanlar arasındaki farklılık insanlık için rahmettir.
Hepimizin aklını, gücünü, anlayışını, sevgisini, nefretini
aynı ölçüde yaratsaydı dünya çekilmez olurdu.
Bir gül veya denize bakan beş milyar insan, aynı kelimelerle
aynı şiiri yazardı.
İki güreşçi ölünceye kadar birbirini yıkamazdı. Beş milyar
insan koşuya başlama isteğini aynı anda duyar, koşar ve
aynı dakika, saniye ve salisede varırlardı.
Hepsi aynı rengi sever, aynı planda ev yapar, aynı şeyleri
yer ve aynı anda cinnet geçirirdi. Yani ayrı özelliklere sahip
olmamız dengeyi sağlıyor. Anadolu insanı bu ayeti "Her
akıl bir olsa koyuna çoban bulunmazdı" diye atasözü
halinde türkçeleştirmişler. Kadının iyiliklerinin karşılığı
kendine aittir, kötülüklerinin cezası da kendine aittir. Erkek
için de aynıdır. Allah katında değerleri aynıdır. İmanları,
ihlasları ve amelleri oranında Allah'a yaklaşırlar.
Kadının kazandığı kendinedir. Erkeğin kazandığı da
kendinedir. Kadın ve erkek birbirinden bağımsız olarak
mülk edinip işletebilir. 816[41]

815[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/247-250.
816[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/250-251.
(33) (Erkek ve kadından) her biri için ana, baba, akraba ve
yeminlerinizin bağladığı kişilerin miraslarından hisse tayin
ettik. Onlara hisselerini veriniz. Muhakkak Allah herşeye
şahiddir.
Erkek ve kadının varis olarak durumlarına göre mirasta
payları vardır. Bu surenin 11, 12, ve 13 ncü ayetlerinde bazı
varislerin paylarını açıklamıştık. Burada bir de anlaşmalı
varis olan mevla-ı muvalattan bahsediyor.
Cahiliye döneminde başka ülkeden gelen, varisi olmayan
veya nesebi belli olmayan bir insan diğerine "Sen benim
mevlamsın. Ölürsem malım sana kalsın. Suç işlersem
malicezalarımaortak olursun" diyor. O da kabul ediyordu.
İslam dini bunu da düzenledi. Bu müessesenin yalnız, garip
kimsesiz insanların lehine düzenleyerek kabul etti. Miras
konusunda aralarındaki sözleşmeyi hak sahipleri haklarını
aldıktan sonra yürürlüğe koydu.
Mesela: vela sahibi biri ölünce Eshabi feraiz asabeler,
mevle-ı-ataka, zevil erham haklarını aldıktan sonra kalan
maldan hissesini alır. 817[42]

(34) Allah bir kısmınızı diğerlerinize üstün kılması,


erkeklerin mallarından infak etmeleri sebebiyle erkekler
kadınlar üzerinde kaimdirler. Saliha kadınlar, itaat eden,
Allanın koruduğu gibi (kocasının malını ve namusunu)
yokluğunda koruyan kadınlardır. Geçimsizliklerinden
korktuğunuzda onlara nasihat edin, yatakda yalnız bırakın,
onları döğün. Eğer size itaat ederlerse aleyhlerinde başka
yol aramayın. Muhakkak O çok yüce, çok büyüktür.
Yazıları ve davranışlarıyla farkına varmadan dinime savaş
açanlardan biri bana Kur'anda" erkekler kadınlar üzerinde
hakimdir" diye bir ayet var mı?" dediğinde hayır böyle bir
ayet yok. Ayette "erkekler kadınlar üzerinde kaimdirler"

817[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/251-252.
diye geçer. Kaim, Kayyum, kayyim, Kavvam kelimeleri
aynı kökden türemiştir.
Ayakta tutan, kıvamına getirip onu koruyan, yöneten
manalarına gelir. Vakfın mütevellisine "Kayyım" denir. Bu
kayyim vakfı kendi istediği gibi yönetmez. Vakıfın
şartlarına uygun hareket eder. Aile ocağının kıvamında
devam etmesi için Allah (c.c.) kadının ve erkeğin hak ve
görevlerini belirlemiş. Kimse diğerine gayri meşru bir emir
verme veya yasak koyma hakkına sahip değildir. Bu ailede
erkeğin görevi, Allah'ın belirlediği hak ve sorumlulukları
yürürlükte kılma sorumluluğunu ergenlik çağına gelmiş aklı
başındaki erkeğe vermiştir.
Peygamber Efendimiz, "Allah'a isyan olan işlerde kadın
kocasına itaat etmez" buyurmuş. 818[43]
Allah'ın emir ve yasaklarına ters düşen isteklerde
bulunamaz. İstekde bulunursa kadın itaat etmez.
Evin içinde erkeğin sözü veya kadının sözü olmaz. "Allah'ın
dediği olur. Allah'ın emir ve yasaklarının olmadığı günlük
işleri aralarında danışarak, konuşarak hallederler.
Bu yönetme hakkının doğuş sebebi olarak, çoğunlukla
erkeklerin kadınlara oranla daha güçlü ve dayanıklı
olmalarından ve evin geçiminin kocaya ait olmasından
kaynaklandığını haber verir.
Saliha kadınlar, Allah'a gönülden itaat eden, kocasının
yokluğunda malını ve namusunu koruyan kadınlardır.
"Ben saliha olmak istemiyorum" deyip geçimsizlik başlatan
kadınlara gül gibi yüz, bal gibi sözlerle nasihat etmeli.
Nasihat fayda vermediği zaman da yatakda üç günü
geçmemek kaydı ile ayrı durmalı. O da fayda vermiyorsa
yüzüne vurmadan, kemiğini kırmadan, vücudunda iz
yaptırmadan, doktorun cinnet hjalindeki hastasını kendine
getirmek için vurduğu gibi dövülür.

818[43]
Buhari Nikah 94
Ayette dövmeyi üçüncü sırada zikretmiş. İyi bir insan bu
üçüncüye fırsat vermemelidir. Peygamber Efendimiz aynı
anda dokuz hanımla yaşadı, ama hiçbirine tokak vurduğu
rivayet edilmemiştir.
Tokat kişinin çarelerinin bittiğini, güçsüzlüğünü gösterir.
Sekiz yaşındaki kızım Şifa'ya fena halde kızıp ilk defa tokat
vurmaya karar verdiğimde bu ayet beni engellemiştir.
Kabahat çocukda değil bende. Çare tükenmemeli, nasihatin
bin şekli varsa kullanılmalı dedim ve ondan sonrada hiç
vurmadım.
Ayette kadın geçimsizlik yaparsa diyor. Ya erkek
geçimsizlik yaparsa ne olacak? bu konuda ayet var mı?
Evet bu surenin 128 nci ayetinde "kadın, erkeğin
geçimsizlik yapmasından veya yüz çevirmesinden korkarsa,
aralarını bulmalarında günah yoktur. Sulhetmek hayırlıdır"
anlamında ayet nazil olmuştur. Yeri gelince
819[44]
açıklanacak.

(35) Eğer aralarının açılmasından korkarsamz, erkeğin


ailesinden, bir hakem, '
kadının ailesinden bir hakem gönderin. Eğer aralarını sulh
etmeyi isterlerse Allah aralarında başarı kılar. Şühesiz Allah
herşeyi bilendir. Herşeyden haberdardır.820[45]

Hakemlik

Eşler arasında uyumlu geçim esasdır. İki ten bir can


olmalıdır, ancak ikisinin de insan olması nedeniyle bazı
tatsız olaylar olabilir.
İslam hukuku insan oğlu için inmiştir. Romanlarda, pembe
bulutlar üzerinde, hayal ülkesinde yaşayanlara inmemiştir.
Onun için mevcud inJ sanın meselelerine çareler sunar.
819[44]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/252-254.
820[45]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/254.
Bu ayette eşler arasında ayrılığa götüren bir geçimsizlik baş
gösterirse, hakim erkek ve kadın tarafından iki hakem tayin
ederek aralarının bulunmasını ister.
1400 sene önce nazil olan bu ayet İsviçre'den ithal edilen
medeni hukukla ortadan kaldırıldı. İsviçre kantonlarında
yetişen bu hukuk Anadolu bozkırlarında aileler arasında
huzursuzluk meyana getirdi. Yetmiş sene sonra tekrar
İslamın hakem usulü gündeme geldi. Geldi ama yine yanlış
geldi. Ayeti kerimede hakemlerin biri erkek tarafından biri
de kadm tarafından olması isteniyor. Çünkü bunlar
ailedendirler. Tarafların çocukluğunu, yetişme tarzlarını,
isteklerini, beklentilerini bilirler. Kendilerinden bir parça
olduklarından önemserler.
Hakemler eşlerden aldıkları vekalete göre yetkilidirler.
Islaha veya boşanmaya vekalet almışlarsa ona göre hareket
ederler. Hakim, hakemlere yetki vermişse Hanefi fıkhına
göre arabulmaya yetkilidir. Boşamaya yetkili değildirler.
Malikilere göre ise hem ıslaha hemde boşamaya yetki-
lidirler, 821[46]

(36) Allah'a ibadet ediniz, Ona hiçbirşeyi ortak koşmayınız,


ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın
komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda
kalmışa, ellerinizin altında olanlara iyilik yapın. Muhakkak
Allah kibirleneni, böbürleneni sevmez.
İnsanî ilişkilerin İslamileşmesi lazım, Yunus Emre:
"Yaradılmışı severiz yaradandan ötürü" diyor. İyi bir
müslüman olabilmemiz için önce Allah'a kulluk yapmamız
gerekir. Kanun koyucu yalnız odur. Onun yetki
verdiği Rasülüdür. Kitap ve sünnet ışığında yürüyen devlet
başkanıdır. Allah'a başkaldırıp "ben de kanun koyarım"
diyenleri Allah'a ortak koşmayın.
821[46]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/254-255.
ibni Kudame, Muğni 81172
Allah'ın yarattığı, bizim yaratılışımıza sebeb olan anne
vcbabamıza iyilik yapmamız emrediliyor.
Allah'a itaat eden, ana babaya, müslüman komşuya,
müslüman olmayan komşuya, yakın ve uzak komşuya,
yakın arkadaşa, yolda kalmışa ve elinizin altındakilere iyilik
yapmakla emrolunduğunuza göre, bütün insanlara iyilik
yapmakla emrolunuyoruz.
Ev komşusu, asker arkadaşı, okul arkadaşı, gurbet arkadaşı,
velhasıl görüştüğümüz herkes komşu veya arkadaş oluyor
ve biz bunlara iyilik yapmakla emrolunmuşuz.
İyilik ise duruma göre değişir. Tatlı bir dil, gülen bir yüz
iyilik olduğu gibi, borcuna, derdine, ölüsüne, doğumuna,
düğününe yardımcı olmak da iyiliktir.
Günahkarı günahından vazgeçirmek, müslüman olmayana
İslamı tebliğ etmek en büyük iyiliktir.
İmam Ebu Hanife (r.a.) nin Yahudi komşusu evinin çöpünü
her gece Ebu Hanife'nin kapısı önüne dökermiş. Ebu Hanife
de her sabah süpürüp çöplüğe atar ses çikarmazmış.
Talebelerine söylese yahudinin işini bitirirler, ama
söylemez. Yıllar böyle geçer, sonunda yahudi havradaki
hahamla Ebu Hanife'nin arasında mukayese yapar ve
müslüman olur. Şahsımıza yapılanlara sabredelim.
Hakkımızı helal edelim. Fakat İslama yapılan saldırıda sabır
olmaz. 822[47]

(37) O (kibirlenip böbürlenen) ler, cimrilik yapıp insanlara


da cimriliği emreden ve Allah'ın kendilerine fazlından
verdiğini gizleyenlerdir. Biz kafirler için alçaltıcı azab
hazırladık. 823[48]

Cimrilik

822[47]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/255-256.
823[48]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/256-257.
Otuzaltıncı ayette herkese eli ve gönlü açık bir mümin
anlatıldı.' Bu ayette ise "ben Allah'dan daha iyi kanun
koyarım. Onunki bu çağa uymaz, benimki çağdaş kanundur"
diyerek kibirlenen ve bunu konferans, panel, açık
oturumlarda böbürlenerek anlatanlar, kendileri cimri
oldukları gibi başkalarına da cimriliği emrederler.
Eskiden cimriler peyniri şişenin dışından yalatırlarmış.
Şimdi eline şişeyi de vermezler. Televizyondan dünyanın
dört bucağındaki nimetleri gösterirler. Sonra da bu nimetlere
şu zorba devletin askerlerinin koruması altında filan despot
şirket sahibidir diye armasını gösterirler.
Maun suresinde hergün bu tür insanların siyasetini okur
dururuz: "Dini yalanlar, dine inanmaz, yetimi azarlar,
fakirin doyurulması için teşvik etmez. İhtiyaç sahibinin
ihtiyacını karşılamaz."
Bosna Hersek'de üçyüzbin insan Hristiyan dünyanın
kurşunlarıyla sefalet içinde ölürken, Hristiyan ülkelerde kişi
basma harcanan dolar, su elektrik, kağıt, süt ve etin istatistik
rakamları kabarık ilan edilir.
Cimriye sormuşlar "yiğit insan kimdir" demişler. "Açlıktan
çocuklarının feryadı Arşı titretirken yüreği titremeyen
insandır" diye cevap vermiş. Buna göre en yiğit insan
Hristiyan Amerika ve Avrupadadır.
İslam alemindeki halkın Bosna Hersek için yüreği yanıyor.
Para topluyor. Yerine ulaştıramıyor. Gitmek istiyor, yollar
kapalı. Yavrusunun yanışını çeresizlik içinde seyreden anne
gibi yüreği yanıyor.
Eh o kafirlerin de yanacağı günler gelecek.
Muhammed suresinin 38 nci ayeti kerimesinde "cimrilik
yapan kendisine cimrilik yapmış olur" buyurur.
İslamın i'lası için malından cömertlik yapmayanlar, malın
tamamını kafirlere kaptırınca anlıyorlar.
Üzerinde secde ettiği vatanın kafirler tarafından
çiğnenmemesi için canından cimrilik yapıp cepheye
gitmeyenlerin, evine kadar düşman gelip canlarını aldığında,
cimriliğin cezasını çeker.
İşçisine karşı cimrilik yapan iş yeri yanınca uyanır.
Cimrilik bir tür hastalıktır. Tedavisi gerekir. Buhari'nin
Humus 15 de rivayet ettiği bir hadisde Efendimiz
"cimrilikden daha kötü hangi hastalık vardır?" buyurur. 824[49]

(38) Onlar mallarını insanlara gösteriş için harcarlar, Allah'a


ve ahiret gününe inanmazlar. Şeytan kime arkadaş olursa o
ne kötü bir arkadaştır.
Cömertlik müslümana aittir. Kafir insan mal varlığını
insanlara dağıtabilir mi? Kur'an-ı Kerim evet diyor. Kafir
insan, insanları Allah yolundan alıkoymak için tonlarca
altınını harcar. Enfal suresinin 36 ncı ayetinde Rabbimiz
bize bunu haber verir. İnsanları dinden döndürmek için mal-
larını harcayacaklarını ama sonuçda mağlup olacaklarını
haber verir.
Bu gün Bosna Hersek'de Avrupa, Amerika ve Rusya'nın
Sırplara yaptığı silah, yiyecek yardımı tonlarca altını
buluyor. Niçin? sorusuna ise "Avrupamn ortasında
müslüman devlet istemiyoruz" diye cevap veriyorlar.
Bir de tıp merkezlerine, eğitim ve öğretim kurumlarına
büyük miktarda yardım yapan kafirler var.
Bunlar da insanlık için verirler. İnsanlardan "aferin"
mükafatı plaket veya madalya alırlar.
Müminler ise insanlara, hayvanlara ve tabiata yaptıkları
iyiliklerinin karşılığını Allah dan almak üzere yardım
ederler. 825[50]

(39) Allah'a ve ahiret gününe inanıp, Allah'ın onlara rızık


olarak verdiğinden infak etselerdi, ne olurdu sanki? Allah
onları bilmektedir.
824[49]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/257-258.
825[50]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/258-259.
Gösteriş için malını hayır yollarında dağıtanlar ne olurdu
Allah'a ve ahirete inanarak Allah için verselerdi. Büyük
miktarlarda malı, parayı dağıtıyor ama, ahirette karşılığını
göremiyor. Çünkü mükafatı verecek olan Allah'ı inkar
etmiş. Mükafat olarak verilecek olan cenneti inkar etmiş.
Gösteriş için cömertlik yapanlar ahirette karşılığını
istediklerinde, Allah (c.c.) onlara "siz iyiliği "cömert adam"
desinler diye yaptınız. O söz size söylendi karşılığını
aldınız" buyuracak 826[51]

(40) Muhakkak Allah zerre kadar zulmetmez. Eğer iyilik


olursa onu kat kat artırır ve katından büyük mükafat verir.
Lokman suresinin onaltıncı ayetinde yapılanların hardal
tanesi kadar bile olsa ve o taş içinde gökte veya yerde olsa
Allah'ın huzuruna getirilip değerlendirileceğini haber verir.
Bu ayette ise "zerre ağırlığında" diye ifade edilmiş. Yani
küçüklükte ne kadar küçük olursa olsun iyilik ise kat kat
sevabını alır. Kötülük yapmış ise yaptığının karşılığım
görür. Çünkü Allah kimseye zulmetmez. Yapmadığı suçdan
cezalandırmadığı gibi, yaptığı suçun tam karşılığını verir.
Lokman suresinin onaltıncı ayetinde; yaptığın, kaya içinde,
gökte ve yerde de olsa Allah'ın huzuruna getirilir diyor, bu
ayetten hareketle atalarımız iyilik yap denize at. Balık
bilmezse Halik bilir, demişler. Biz müs-lüman olarak denize
balığa, gökyüzüne, kuşlara ve insanlara Allah için iyilik
yapmaya devam edeceğiz. 827[52]

(41) Her ümmetten bir şahid getirdiğimizde, sen de onlar


üzerine şahid getirdiğimizde (halleri) nasıl olur?
Hiç kimse şahidsiz değildir. Hiçbir toplum da peygambersiz
değildir. Nahl suresi otuzaltınci ayette her ümmete

826[51]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/259.
Müslim emarat 152, Tirmizi Zühd 48
827[52]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/259-260.
peygamber gönderildiğini haber verir. Peygamberlerin
asrında yaşamayan bizlere de o peygamberlerin varisleri
olan alimler şahidlik yapacaktır. Şeyhul Kurra
Abdurrahman Gürses hoca efendi, peygamber efendimize
indirilen Kur'an-ı Kerimi eksiksiz fazlasız bu çağın
insanlarına okutmaktadır. Değerli müfessirlerimiz ingilizce,
almanca, fransızca, rusça, Japonca arapça ve Türkçe bütün
dillerde tefsirini yaparak şahidlerden olmaya
çalışmaktadırlar.
"Avustralyamn en ücra bir köyünde İslamdan hiç haberi
olmayan kişinin durumu ne olacak?" diye soru sorarak
müslümanları sıkıştırmaya çalışan batı kafalı bir insan
cahilliğini ortaya koyar. Çünkü Kur'an-ı Kerim İsra suresi
onbeşinci ayetinde cevabı verilmiştir.
Avustralya veya Antartikadaki adamı bırak. Caminin
minaresinin karşısındaki evde oturupta İslamdan haberi
olmayan senin durumun ne olacak? O müezzin günde beş
defa çağırdığına şahitlik yapacaktır.
Ayrıca namaz kıldığınız yer, hayırlı işler yaptığınız
mekanlar, yaptığınız zikrullahı işiten eşya da size şahitlik
yapacaktır.
Nur suresinin yirmidördüncü ayetinin haber verdiğine göre
dillerimiz, ellerimiz ve ayaklarımızda yaptıklarımıza
şahidlik yapacaktır. 828[53]

(42) Kâfir olanlarla, peygambere isyan edenler o gün toprak


olmayı arzu edecek. Allah'dan bir sözü dahi
gizleyemeyecekler.
Nebe suresinin son sahifesinde de ifade edildiği gibi kâfirler
suç ve cezalarıyla karşı karşıya geldiklerinde toprak olup
gitmeyi arzu edecekler ama olamayacaklar. Toplum içinde
suçu ortaya çıkan bir adam da durumunu anlatırken "öyle

828[53]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/260-261.
utandımki yeryanlsa yere girecektim" der.
Dünyada ve ahirette utancından yerlere girmek isteyen bir
adam durumuna düşmemek için kâfirlik ve isyan
hastalığından kurtulmamız lâzım.
Ağzınızdan çıkan her kelimeye dikkat ediniz. Hakkı ve
halkı rencide etmesin. "Sözler havada yok olup gidiyor. Elle
tutulur birşey değildir" demeyin. Allah katında ağzınızdan
çıkan her kelimenin hesabını vereceğiz.
En'am suresinin yirmiüçüncü ayeti, müşrikler, müşrik
olmadıklarım söyleyecekler diyor. Yani küfrünü gizlemeye
çalışacak ama herşeyi konuşturan Allah kişinin dilini, elini
ve ayaklarını konuşturarak suçunu itiraf edecek.829[54]

(43) Ey iman edenler, sarhoşken söylediğinizi bilinceye


kadar, yolculuk hali müstesna yıkanincaya kadar cünüpken
namaza yaklaşmayın. Eğer hasta olur veya yolculuk üzere
olursanız veya sizden biri heladan gelirse, veya kadınlara
dokunur da su bulamazsanız temiz toprağa teyemmüm
ediniz; yüzlerinize ve ellerinize meshediniz. Muhakkak
Allah çok afveden, günahları örtendir.
Sigara tiryakisine sigarayı bıraktırmak için hergün bir sigara
azalttırıyorlar. 20,19,18,17,16;15 sonunda bir ve son.
Uyuşturucu mübtelasmı tedavi ederlerken de bu metod
uygulanıyor.
Toplumda içki içmemenin ayıp olduğu bir dönemde onlara
peygamber olarak gönderilen Efendimiz ilk anda içkilerine
ses çıkarmamış. İlahi tebliğ metodunda öncelikli olanlardan
başlanmış. Önce kişinin sağlam bir imana sahip olması
gerekir, sonra namazla cemaatlaşma, sonra cemaata zarar
verenlerin giderilmesi doğrultusunda ayetler nazil oldu.
Medine'de İslam devleti kurulduktan sonra Bakara suresinin
219 ncu ayetiyle içkinin günahının ticari faydasından daha
829[54]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/261.
Bak Fussilet 20.21
fazla olduğunu bildiren ayet nazil olunca bir kısım sahabe
hemen içkiyi bırakmış. Sonra bu ayetle "Sarhoşken namaza
yaklaşmayın" yasağı gelince birçoğu yine bırakmış. Çünkü
öğleyin içseler ikindi namazı var. İkindi vaktinde içseler
akşam namazı var. Birçoğu bırakmış bir kısmı içmeye
devam etmiş.
Maide suresinin 90 nmcı ayeti nazil olunca içki tamamen
yasaklanmıştır. Sahabenin geçilmez büyüklüğü buradadır.
Allah ve Resulünün yasakladığı bir şeyi anında son
vermeleridir.
Günümüzde bir kısım müslümanımız "inşallah, maşallah,
Allah kerim" ifadeleriyle yasaklan çiğnemeye devam
ediyorlar.
Bugünden itibaren alkollü içkilere son. 830[55]

Teyemmüm

Teyemmüm: Temiz toprakla yüz ve elleri dirseklere kadar


meshet-mektir.
"Temiz toprak" ifadesinin içine taşın her çeşidi girer.
Mermer, akik, firuze girer. Halı elbise üzerindeki toz
üzerinde teyemmüm yapılır.
Önce niyyet eder, sonra iki elini toprağa vurur, sonra iki
eliyle yüzünü mesheder. İkinci defa ellerini toprağa vurur.
Sol eliyle sağ elini dirseğe kadar mesheder. Sağ eliylede sol
elini dirseğe kadar mesheder.
Sudan bir mil, yani üç kilometre uzakta bulunan bir insan
cünüpse veya abdestsiz ise teyemmüm ile cünüplükden
çıkabilir. Teyemmüm ile ibadetini yapar.
Fıkıh kitaplarımız bir mil demişler. Meşakkatsiz ibadet
etmek gerekir. Ama hasta olan kişiye doktoru su
değdirmemesini emretmişse veya mahkum camdan

830[55]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/262-263.
dışardaki suyu görüyor fakat ulaşamıyorsa veya hasta suya
ulaşamıyorsa teyemmüm ederek namazını kılacaktır. 831[56]

Dünyanın En Temiz İnsanı Müslümanlardır.

Siz bulunduğunuz şehirde İslam yaşamayan kesimin en


gözde şık. bayanım seçseniz, sonra günde beş vakit namaz
kılan herhangi bir hanımı alsanız ve her ikisini ikindi
vaktinde bir labaratuarda yüzünü tahlil yaptırsanız, namazını
kılan kadın temiz raporu alır, öbürü pis raporu alır. Çünkü
namazını kılan hanım sabah, öğle ve ikindi namazlarında
üçer defa-
dan dokuz kere yüzünü yıkadı. Öbür bayan ise yalnız
makyajını tazeledi.
Doktorlarımızın açıklamasına göre insan vücudunda
milyarlarca hücre ölüp dirilmede. Makyaj ise o ölü
hücrelerin vücudda yapışıp kalmasına sebep olmakta.
Güzel kokular sürünmeye gelince, müslüman kadın ve erkek
bunu sünnettir diyerek sürünür ve ibadet kaydıyla yapar.
Peygamber efendimiz "Eşimin benim için süslenmesinden
hoşlandığım gibi, ben de onun için süslenmekten
hoşlanırım" buyurur. 832[57]

(44) Kendilerine kitapdan bir pay verilenleri görmedin mi?


Sapıklığı satın alıyorlar ve sizin de yolu sapıtmanızı
istiyorlar.
Fahişe, yaptığı işin kötü olduğunu bilirmiş. Ancak bütün
kadınların fahişe olduğunu söyler ve öyle olmasını arzu
edermiş. Çünkü herkes fahişe olursa kendisine fahişe
gözüyle bakılmayacak ve "fahişe" denmeyecekmiş.
Bugünkü ehli kitap yani Yahudi ve Hristiyan ilim adamları

831[56]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/263.
832[57]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/263-264.
Ebu Davud K. Nikah
yollarının yanlış olduğunu biliyorlar. Ancak hasedlerinden
İslam yolunda olanlarında kendileri gibi cehenneme çıkan
sapık yollara girmesi için "Birleşmiş milletler"i kurmuşlar
ve bu yola girmeyenleri de Nato askerleriyle öldürmeye
yönelmişlerdir.
"Ama hocam bunlar bize ekonomik ve askeri yardım
yapıyorlar. Başarılı öğrencilerimizi ülkelerinde eğitiyorlar.
Bunlar bizim düşmanımız değil, dostlarımizdır"
833[58]
diyenlere:

(45) Allah düşmanlarınızı daha iyi bilir. Dost olarak Allah


yeter. Yardımcı olarak yine Allah yeter.
Atalarımız "domuz derisinden post, kâfirden dost olmaz"
demişler.
Ekonomik ve askeri yardım yapan kâfirlerin emellerinin ne
olduğunu anlamayan kalmadı. Belediye zabıtası mahallerin
başıboş köpeklerine belediye bütçesinden ekmek yardımı
yaparak zehirliyor. Oltaya takılan yemle balık tavada
kızartılabiliyor.
Bunlar bizi, kasabın koyunu sevdiği gibi severler ve
ekonomik yardım yaparlar. Şeker hastasına baklava
yedirerek iyilik yaparlar. 834[59]

(46) Yahudilerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden tahrip


ediyorlar. Dillerini eğerek dine saldırarak "işittik, isyan
ettik. Dinle, dinlenil meyesice. Bizi de güt"dediler. Keşke
onlar "işittik, itaat ettik, dinle ve bizi de gözet" deselerdi
onlar için daha hayırlı ve daha doğru olurdu. Ancak
küfürleri sebebiyle Allah onlara rahmetinden uzaklaştırdı.
Onun için onların çok azı dışında iman etmezler.
"Bizi güt" diye tercüme ettiğimiz Rama kelimesini
Efendimize hakaret olarak kullanıyorlardı.
833[58]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/264.
834[59]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/265.
Yahudilerin insanlığa düşmanlıkları, peygamberleri
öldürmelerinden, Tevratı tahrif etmelerinden, konuşurken
lastikli kelimeler kullanmaların-
dan, peygamberi dinlememelerinden, dinlenmesini de
engellemelerinden kaynaklanıyor.
"Bugünkü Yahudilerin suçu ne? Bunlar peygamber
öldürmediler. Hz. Muhammed (s.a.v.) zamanında
yaşamadılar. Ona lastikli kelime söyleyerek hakaret
etmediler" diyenler, Yahudilerin bugünlerde sinagoglarında
okunan Tevratlarmda "Ele geçen her adamın gövdesi delik
deşik edilecek ve tutulan her adam kılıçla düşecektir.
Çocukları gözleri önünde yere çarpılacak, evleri yağma
edilecek, karılan kirletilecek ırzlarına tecavüz edilecek"
"Çocukları tutup kayaya çarpan ne mübarektir." 835[60] diye
yazmakta ve bu emride Filistinde uygulamaya koymaktalar.
Yahudilerin bu huylarından dolayı laneti hakettikleri
haberiyle Rab-bimiz bizi uyarıyor.
Lastikli konuşmalara son verelim. "İzindeyiz" sözüyle
bazılarını memnun edenlerle, gizlice evlerde bunu
açıklayarak "ayının izindeyiz yakalayacağız" diyenler, iki
tarafın da işine yaramayan insanlardır.
Biz yahudilere inat her yatsı namazından sonra Bakara
suresinin son iki ayetini okur ve "işittik ve itaat ettik Ey
Rabbimiz afvını isteriz dönüş sanadır" deriz. 836[61]

(47) Ey kitap verilenler, bir kısım yüzleri silip arkalarına


çevirmeden, veya sebt (cumartesi) halkına lanet ettiğimiz
gibi onlarada lanet etmeden yanınızdaki (kitabı) doğrulamak
üzere indirdiğimize
(Kur'ana) iman ediniz. Allah'ın emri yerine gelmiştir.
Tevratın içindeki batıl arasında ışıldayıp duran Hak
kelamım doğrulayarak, batılın içinden çekip çıkaran Kur'an-
835[60]
Tevrat işaya 13/14, Mezamiri 37/9, Zekeriya 14/2
836[61]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/265-266.
ı Kerime iman etmeleri istenmektedir.
Eğer iman etmezlerse yine yüzsüz ataları gibi yüzlerinin
silineceği ve maymun karakterine bürünecekleri bildiriliyor.
Ve gerçekten yüzsüzlükte dünya birincisidirler.
Maymunlaşmaya gelince, huyları da aynen maymun.
Afrikada avcılar maymun avlamak için ağzı dar çömlek
içine fındık koyup ormana bı-rakırîarmış. Maymun gelir
çömleğin içine elini uzatır fındığı avuçlarmış. Elinin içi dolu
olunca çömleğin ağzından çıkmazmış. Maymun da fındığı
sevdiğinden bırakamazmış ve avcı onu yakalarmış.
İşte yahudi de aynı. Altını, markı, doları görünce
dayanamayıp atlıyor. Ama her asırda onu yakalayan
Buhtunnasırlar, Hitler çıkıveriyor.
Yahudiler cumartesi gününün görevlerine riayet etmedikleri
için taklidcilikten kurtulamadılar. Müslüman Türkler de
batının isteğine uyarak cumayı değiştirdiklerinden
taklidcilikten kurtulamadılar.
"Yalnız cumadan ne olur?" demeyin. İnsanın şahsiyeti en
küçük tavizle yıpranır. Vücuda giren küçücük mikrop
gibidir taviz. 837[62]

(48) Muhakkak Allah kendisine ortak koşulmasını


afvetmez. Bunun dışmdakileri dilerse afveder. Kim Allah'a
ortak koşarsa büyük bir günahla iftira etmiş olur.
Kur'an-ı Kerimde üzerinde en fazla durulan birinci konu
Allah'a iman ve O'na şirk koşmama konusudur.
Şirk, çiçeğin köküne dökülen asit gibidir. Şirk kana giren
öldürücü mikrop gibidir. Küçüklüğüne bakmayın
milyonlarca amelinizi götürebilir. Onun için birinci
derecede imanımıza sahip olacağız ve Allah'a şirk
koşmayacağız.
Öyle ise şirk ne demektir? Şirketi bilirsiniz, iki veya daha

837[62]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/266-267
fazla kişi bir araya gelerek orktaklaşa iş yaparlar. Ortaklar
hisseleri oranında o şirkette söz sahibi olurlar.
Allah'a şirk koşmak ise, bu dünya, gökyüzü ve bütün
yaratılmışlar üzerinde Allah'dan başka yaratıcının varlığım
kabul etmek, Allah'a ortak koşmaktır.
Bugün Türkiye'de "Bu çocuklar ve çiçekler tabiatın bize
hediyesidir" diyenler bilinçsiz bir şekilde Allah'ın yarattığı
tabiatı ilahlaştırarak Allah'a ortak kabul ediyorlar. Eski
Yunanda iyilikler ilahı, kötülükler ilahı, aşk tanrıçası gibi
Allah'a ortaklar edinirlerdi.
Günümüzde bir kısım düşünürler insanın kendi kanına,
kalbine, gözüne kulağına hakim olamadığım, bir tek
hücresini yaratamadığını, beyninin sırlarını çözemediğini
görünce, "bunları ben yaratamadığıma göre tabiat hiç
yaratamaz" diyerek Allah'a iman etmeye mecbur kaldı.
Ancak bunların içinden bir kısmı "Allah yeri göğü yarattı,
çiçeklerle donattı, ama insanların idaresini insana bıraktı"
diyerek Allah'ın kanunlarını kaldırarak, kendisim,
yaratmadığı insanı yönetmeye kalktı ve başına terör belasını
satın aldı.
Dünyanın her tarafında devlet yönetimine baş kaldıranların
ortaklaşa söyledikleri birşey var: "Siz hangi üstünlüğünüzle
bizi yönetme hakkıriı elinizde tütüyorsunuz."
Sosyalist ülkelerdekiler sosyalizme başkaldırırlar, kapitalist
ülkelerdekiler kapitalizme başkaldırırlar. "Bu kuralların
doğruluğunu sizden başka kim söylüyor? yanlış diyenleri
cezalandırma hakkını ve cezasını yöntemini belirlemeyi size
kim veriyor? diyorlar ve silaha sarılıyorlar.
Bunlar da üçüncü bir yanlış grup olarak ortaya çıkıyorlar.
Bunlar da: "Bizim dediğimiz dedik çaldığımız düdük"
diyerek bir başka şirk ortamı oluşturmak istiyorlar.
Bir hukuk profesörü "Hocam Kur'an bindörtyüz sene önce
indi. O gün şartlarına uygundu. Günümüz şartlarına uygun
değil" dediğinde:
-"Tabiat kanunlarım Allah milyonlarca yıl önce koydu, o
günün şartlarına uygundu. Günümüzde bu çiçeğin açması,
bu kuşun uçması, bu güneşin doğması, ayın batması
yirmibirinci asra uygun değil diyor muyuz.
Fizik, kimya, biyoloji bilginleri tabiat kanunlarında bir
eksiklik veya fazlalık bulabiliyorlar mı?
-Hayır.
-"Öyle ise milyonlarca yıl önce koyduğu kanunlar çağımıza
uyuyorsa, bindörtyüz yıl önce indirdiği kanunlar da bize
uygundur" deyince, "bunun duyurulması lâzım hocam"
demişti.
Bugün televizyonda bakan veya genel müdürler konuşurken
"şunları bunları yapmamız lâzım ama anayasa, kanunlar ve
tüzükler müsait değil. Değiştirmemiz lâzım" diyorlar. İki
sene önceki hükümet bunları bağlamış. Bunlar değiştirilince
kendilerinden sonra gelecek olanı bağlamak üzere kanunlar
yapacaklar.
Bunlar art niyetlimi ki bunu yapıyorlar? Hayır. Bir çoğu iyi
niyetlerle yapıyorlar ama yarını yaratmadıkları için yarının
hangi sorunları getireceğini bilemiyorlar, Yanlışları Allah'ın
kanununa boyun eğmeyerek başkalarının koyduklarına
boyun eğmelerinde.
Şirk: "Allah kanun koyar ama, ben de koyarım" diyerek
Allah'a kendisini ortak koşmaktır.
Şirk: "Allah kanun koyar ama, filanın koyduğu kanunlar
Allah'ın koyduklarından daha güzeldir" diyerek o filanı
Allah'a ortak koşmaktır.
Böyle inanan insanlar, bu inançlarından dönmedikçe
yaptıkları bütün güzel işleri ona fayda vermeyecektir. Allah
şirki afvetmez. Onun dışında-
ki bütün büyük günahları Allah dilerse afveder. Burada
biraz durmalı.
Günümüz de yeni yeni bazı şeyleri duymaya başladım. Kırk
yıldır haram yemeyen biri "Bir defa günaha girsem ne
olur?" demiş beş kilo altın değerinde parayı birkaç kişiden
dolandırıp bir ev ve araba aldıktan sonra Kabeye tevbe
etmeye gitmiş.
Kur'an-ı Kerimde 838[63] "Ancak tevbe ettikten sonra durumu
düzeltenler" deniliyor. Bu ayete dayanarak alimlerimiz
"tevbe günahın cinsinden olur" demişler.
Yani zimmetine haksız yere mal geçiren, hırsızlık,
dolandırıcılık, soygun, gasp, rüşvet gibi yollarla haramdan
mal kazananların tevbesi o mal varsa aynısını, yoksa en
sonverdiği andaki değerini ödedikten sonra Allah'dan af
talebinde bulunmalıdır.
Kul hakkıyla Hakkın huzuruna varmamaya dikkat
edelim. 839[64]

(49) Kendilerini temize çıkaranları görmedinmi? Hayır,


Allah kimi dilerse onu temize çıkarır. Onlar iplik kadar
haksızlığa uğratılmazlar.
Yahudiler ve hristiyanlar kendilerini Allah'ın çocukları ve
sevgili kulları olduklarını iddia ediyorlar. 840[65]
Peygamberleri ve adaleti emreden doğru insanları
öldürmelerinin sebebi kendilerinin cehennemde sayılı
günlerde yanacaklarına sonra çıkacaklarına
841[66]
inanmalarındandır.
Allah (c.c )bu ayeti kerimesiyle kimsenin kendini temize
çıkaramayacağını, Ancak Allah'ın temize çıkaracağını haber
veriyor.
Her suçlu kendisinin suçsuz olduğunu söyler ama, Allah
herkesin ne yaptığını bilir ve herkese yaptığının karşılığını
verir. Kimseye fitil kadar, zerre kadar zulmetmez.
Peygamberler ve peygamberlerin cennetle müjdelediği
insanların dışında hiçbir kimse "ben cennetliğim demesin.
838[63]
Bakara 160, Ali İmran 89, Nur 5
839[64]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/267-270.
840[65]
Maide 18
841[66]
Ali İmran 20-24
Veya filan cennetliktir demesin. Ama "Müminler
cennettedir. Kalbinde zerre kadar imanı olan cennete
gidecektir" Hadislerini söylesin. 842[67]

(50) Bak Allah'a karşı nasıl yalan uyduruyorlar? Apaçık


günah olarak bu yeter.
Ellerindeki dünyevi imkanlara bakarak kendilerinin Allah'ın
sevgili kulu ve çocukları olduklarım söyleyenler, Allah'a
iftira yapmaktalar. Günah olarak bu yeter onlara.
İslam ve iman nimetini tadanlar da, Allah'a
hamdetmelidirler ve Allah'a kul olmaya layık olmak için
çok çalışmalıdırlar. "Allah beni cennete koymayıp da şunları
mı koyacak" diyenler cehenneme giderler. Allah
korusun.843[68]

(51) Kitapdan biraz pay verilenleri görmedin mi? Puta ve


Allah'a kaldıran put adamlara iman ediyorlar ve kâfirler için
"bunlar iman edenlerden daha doğru yolda" diyorlar. 844[69]

(52) İşte onlar Allah'ın kendilerine lanet ettiği kimselerdir.


Kime Allah lanet ederse, ona sen yardımcı bulamazsın.
Kendilerine kitap verildikten sonra onu tahrif eden,
peygamberlerini öldüren bu yahudiler kendilerine yeni yeni
ilahlar edindiler ve onlara tapındılar.
Bir tarafda Allah'dan geldiğini iddia ettikleri Tevrat, diğer
tarafda put adamların koyduğu protokollar. Böyle hakkı
batılla karıştırdılar.
Karışık bir imansızlıkla etraflarına bakınca kâfirleri
müslümanlara tercih ettiler de, Allah'ın lanetini hakettiler.
Yahudiler eskiden öyle imiş. Ya şimdi nasıl?
Şu andaki yahudiler dünyanın her tarafında yaşayan

842[67]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/270-271.
843[68]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/271.
844[69]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/271-272.
kâfirlerin hepsini müslümanîardan üstün görürler ve onlara
yardım ederler.
Amerika'da şeytana tapanlarla, Tibette fareye tapanları dahi
müslümanlara tercih ederler. Niçin?
Hak dinin İslam dini olduğunu bildiklerinden vede haset
ettiklerinden. Yani bu din bize gelmeliydi. Bizim
dışımızdakilere geldi diyerek düşmanlık yapıyorlar. 845[70]

(53) Yoksa onların bu mülkde bir payımı varmış. O takdirde


onlar insanlara bir çekirdek bile vermezler.
Allah'ın hükümranlığında ortağı yoktur. Peygamberliği
dilediğine verir. Bu konuda hiçbir insanın isteğinin etkisi
yoktur.
Yaradılmışlar üzerindeki tam hakimiyet Allah'a aittir. Biz
kanımıza
kalbimize hakim değiliz. Allah'ı inkâr eden Ateist ve Atarit,
Allah'ın verdiği dille inkâr eder. Onun verdiği elle inkârını
basın yoluyla Allah'ın kullarına duyurur.
Kendi kanının akmasına etkisi olmayan bir insan, Allah'ın
kanunlarına karşı kanun koyup insanlar üzerinde hükmetme
tarafına giderse, bir kısım insanlara, çekirdeğin üzerindeki
zarı bile fazla görür. Bugün batının uygulaması bu ayeti
doğruluyor. Batı toplumu fazla beslenme neticesinde ölüyor.
Eski korsanlar organize olup devlet kurarak adına Amerika,
İngiltere gibi isimler vererek, Afrika ve diğer kıta
insanlarını soyup soğana çevirip gitmişler. Ellerindekini,
toprak altındakileri aldıkları gibi şimdi içkiden, viskiden,
şampanyadan parçalanan ciğerlerini yenilemek için başka
insanları canlı öldürüp ciğerlerini söküp götürüyorlar.
Rabbimin emrine uyalım. İnsanı insanın insafına
bırakmayalım. 846[71]

845[70]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/272.
Bak bu surenin 54ncü ayeti ve Bakara 109
846[71]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/272-273.
(54) Yoksa Allah'ın fazlından insanlara verdiğine haset mi
ediyorlar? Biz ibrahim ailesine kitap ve hikmeti verdik, ve
onlara büyük bir mülk verdik.
Bu ehli kitap herşeyin en iyisine kendilerinin layık olduğuna
inandıklarından yeryüzündeki nimetlerin kendilerine ait
olduğunu iddia ettikleri gibi gökyüzü nimetinden olan
kitabın, peygamberliğin ve hikmetin de kendilerine ait
olduğunu iddia ediyorlar.
Kendilerinden başkasına peygamberlik gelince de hemen
hased ediyorlar.
Bugünkü yahudi ve hristiyanlar da 1400 sene önceki
atalarının yolunda devam edip hasetlerini sürdürüyorlar.
Filistinde kimsesiz bıraktıkları çocukların Allahu Ekber
demeleri karşısında küçüldüklerini, ezildiklerini hissediyor
ve hristiyan imparatoru Amerikadan müslüman çocukları öl-
dürmek için yardım istiyor.847[72]

(55) Onun için onlardan bir kısmı ona iman etti, bir kısımda
ondan yüz çevirtti. Tutuşmuş cehennem ona yeter.
Yahudi insandır. Hristiyan insandır. Allah'ın yarattığı yüreği
taşımaktadır. Aklını başına alanlar büyük ticaret yapıyor ve
yalnız yetmiş seksen senelik hayata aldanmayıp ölüm
sonrasına da yatırım yapıyorlar.
Hz. Musa'yı, Hz. İsa'yı gönderen Allah Hz. Muhammedi de
gönderdi. Tevrata, İncile, iman ettiğimiz gibi Kur'ana da
iman ettik diyorlar. Kur'an nazil olurken iman eden yahudi
ve hristiyan olduğu gibi günümüzde Amerika, İngiltere,
Almanya, Fransa gibi ülkelerde İslamın yayılışı kâfirleri
korkutmaktadır.848[73]

(56) Ayetlerimizi inkâr edenleri yakında ateşe yaslayacağız.


847[72]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/273-274.
848[73]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/274.
Derileri pişdikçe azabı tatsınlar diye başka deriyle
değiştireceğiz. Muhakkak Allah Azizdir, Hakimdir.
Cehennemdeki kâfirlerin cezasında hafifleme yok. Af yok.
Ceza müebbeddir. Bazı müslümanlarımız dahi Kur'an
okumadan hristiyan mantığıyla "cehennemde ceza ruhidir
bedensel değildir" deyiveriyorlar.
Bu ayeti kerimede bu iddia çürütülüyor. Derileri her
yanışında yeniden tazeleniyor. Yanıp bitmiyor.
Günümüzde Ateistin biri "Cehennem insan haklarını ihlal
ediyor" diyor. Dikkat edin bu ülkenin insanı batının
kusmuğunu beyninde taşısada, ben ateistim diyerek
şöhret.olmaya çalışsa da farkına varmadan ağzından
cehennem inancı olduğu ortaya çıkiveriyor.
Bunlar rejimin çıldırttığı insanlardır, yardıma ihtiyaçları var.
Lütfen bu insanların tedavisi için Kur'an reçeteleri
uygulayın.849[74]

(57) İman edip ameli salih işleyenleri ise, yakında orada


sonsuza kadar kalmak üzere, altından. ırmaklar akan
cennetlere koyacağız. Orada onlara tertemiz eşler vardır. Ve
onları koyu gölgeye koyacağız.
İman ve imanın çiçeği olan ameli salih işleyenler, yanmanın
ve donmanın olmadığı, çiçeklerinin solmadığı, sevgililerin
ihtiyarlamadığı, her an yepyeni bir güzellikle göründükleri
cennette ebedi kalacaklardır.
Ebedi yaşanan yerde usanılmaz mı? Sorusuna "Tecellide
tekrar yoktur" diye verilen cevap ne kadar güzel.
Dünyada her nefesimiz bizi ölüme yaklaştırır. Doğup batan
her güneş bizim ağzımızın tadından birşeyler götürüp
ihtiyarlığa yaklaştırıyor.
Cennette ise her an yeni bir güzellik, tazelik ve tadla
karşılaşılacaktır. 850[75]
849[74]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/274-275.
850[75]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/275-276.
(58) Muhakkak Allah size emanetleri ehline vermenizi,
hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah
bununla size ne güzel öğüt veriyor. Muhakkak Allah işitici
ve görücüdür.
Vaaz veren hoca "Kur'anda herşey var" demiş.
Dinleyenlerden biri "saatim bozuldu Kur'ana bir bak ne
diyor" deyince hoca bu ayeti okur ve bir saatcıya gitmesini
söyler.
İnsanı baytara muayene ettirmiyoruz. Bu konuda
oylamayada gitmiyoruz. Okuma yazma bilmeyeni okula
öğretmen tayin etmiyoruz. Bunun öğretmenliğini halk
istiyorsa öğretmen yapalım diye oylamayada gitmiyoruz.
Filan köydeki üfürükçüyü tıp fakültesine dekan yapalım mı
diye oylamaya sokmuyoruz.
Altmış kişilik otobüsü yolculardan kim sürsün diye yolcular
arasından oylamayla şoför seçmiyoruz ve ehliyetli şoföre
canımızı emanet ediyoruz. 851[76]

(59) Ey iman edenler, Allah'a itaat ediniz. Peygambere ve


sizden olan emir sahiplerine itaat ediniz. Herhangi bir şeyde
çekişirseniz, eğer Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız
onu Allah'a ve Rasu-lüne havale ediniz. Bu daha hayırlı ve
sonuç itibariyle daha güzeldir.
Elli sekizinci ayette adaletle hükmetmemiz isteniyor. Peki
kişi nasıl adil olabilir? İnsanların akılları, parmak çizgileri
kadar farklıdır.
Herkese göre adalet anlayışı ayrılır. Beş milyar insan varsa
beş milyar ayrı anlayış var demektir. Bosna'da, Filistin'de,
Keşmir'de, Afganistan'da milyonlarca müslümamn hristiyan
silahıyla ölmesine, batının adalet anlayışındaki farklılık
sebep olmuştur.

851[76]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/276.
Onun içindirki Allah (c.c.) doğruyu bulmak için Allah'a ve
Rasulüne ve bu ikisi doğrultusunda yöneten müslüman
devlet başkanına itaat etmemiz emredilmektedir. İhtilaf
olduğunda insanların akılları kadar ileriyi görebilen sınırlı
kanunlara sıkışıp kalmayıp doğrudan Allah'ın kanunlarına
müracaat edilirse sonucun daha güzel.olduğu haber
veriliyor. 852[77]

(60) Sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman


ettiklerini iddia edenlerin Tağut (put adamlar) önünde
muhakeme olmalarını istediklerini görmedin mi? Halbuki
onları inkâr etmekle emrolun-muşlardı. Şeytan onları uzak
bir sapıklığa düşürmek ister.
Allah'a iman ettiğini, fakat çağdaş putların koyduğu
kanunların daha güzel olduğunu söyleyen münafık kâfirleri
haber veriyor. Tağutun kanunları güçlünün yanındadır.
Çıkar çevreleri de dünyevi çıkarları için inanmadıkları
kanunları koruyarak, kula kul olmayı ve Allah'a isyan
etmeyi tercih ederek, ahireti satıp dünyayı satın alıyorlar ve
böylece tamamen sapıtıyorlar. 853[78]

(61) Onlara "Allah'ın indirdiğine ve Rasule gelin" dendiği


zaman, münafıkların senden tamamen uzaklaştığını
görürsün.
Allah (c.c.) günümüz münafıklarının röntgenini bize
sunuyor. Bugün müslümanlar bu münafıklara "geliniz Allah
ve Rasulünün emir ve yasaklarma uyunuz.Batının peşinden
yetmiş sene gittîniz bir arpa boyu ilerleyemediniz”
denildiğinde sineğin gülden kaçtığı gibi müslümanlardan
uzak durmaya çalışıyorlar.854[79]

852[77]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/276-277.
853[78]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/277.
854[79]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/277-278.
(62) Nasıl? Elleriyle yaptıklarından dolayı başlarına bir
musibet geldiğinde, sonra "Biz ancak iyilik yapmak ve arayı
bulmak istemiştik" diye yemin ederler.
Ancak başlarına bir bela gelince de yaltaklanırlar, kâfirler
gibi açık ve mert düşman değiller. Cami ile kilise arasında
kalan iki yüzlüler, bir oraya bir buraya koşarak iki taraftan
da faydalanacağız derken, iki tarafı da kaybediyorlar. 855[80]

(63) Onlar öyle kişilerdir ki, Allah onların kalplerindekini


bilir. Sen onlardan vazgeç ve onlara va'zet. Onlar hakkında
beliğ (az,öz, ve etkili) söz söyle.
Münafık, iki yüzlülüğünü müslümanlardan gizlese bile
Allah'dan gizleyemez. Bize düşen görev, onları bilip
bilmezlikden gelerek nasihat etmek az, Öz, ve etkili sözler
söyleyerek münafıklık hastalığından onları kurtarmak. 856[81]

(64) Biz gönderdiğimiz her peygamberi Allah'ın izni ile itaat


olunsun için gönderdik. Keşke onlar nefislerine
zulmettiklerinde sana gelselerdi de, Allah'a istiğfarda
bulunsalardı da, Peygamber de onlar için istiğfar etseydi.
Muhakkak Allah'ı tevbeleri kabul edici ve merhamet edici
olarak bulacaklardı.
Günümüz münafıklarına düşen görev; hemen münafıklıktan
vazgeçip Allah'ın kitabına, Rasulünün sünnetine dönerek
geçmişi için Allah'a tevbe etmekdir.
Müslümanlara düşen görev ise: yıllarca müslümanlar
aleyhine çalışan bir insanın İslama girmesine sevinip
geçmişi için istiğfarda bulunmaktır.857[82]

(65) Hayır, öyle değil. Rabbine yemin olsun ki, onlar


aralarındaki çekişmede seni hakem tayin etmedikçe ve senin

855[80]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/278.
856[81]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/278.
857[82]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/278-279.
verdiğin hüküme yüreklerinde sıkıntı duymadan teslim
olmadıkça iman etmiş olmazlar.
Allah'a ben de yemin ederimki bugün Allah'a kitaba iman
ettiğini söyleyerek müslümanları kandırıp makam ve mevki
elde edenler, o makama gelince, biz ancak batı kanunlarına
uyarız, Kur'an bindörtyüz sene önce inmiştir, zamanı
geçmiştir diyenler de kâfir olurlar.
Allah'a çok şükür biz bu tür insanlardan değiliz. Ancak
ayetin devamında aleyhimize hüküm çıktığında gönül
rahatlığıyla kabul etmemiz istenmektedir.
O şanlı ecdadımız bunu ifade etmek için "Şeriatın kestiği
parmak acımaz" demişler. 858[83]

(66) Eğer onlara "nefislerinizi öldürünüz veya ülkenizden


çıkınız" diye yazmış olsaydık, çok azı müstesna onu
yapamazlardı. Eğer onlar kendilerine va'z edilen şeyi
yapmış olsalardı onlar için daha hayırlı ve yerleşmesi daha
sağlam olurdu.
Allah (c.c.) İbrahim peygambere (s.a.v.) oğlunu kesmesini
emreder. O da alır bıçağı kesmeye kalkar. Oğlu İsmail'de
babasına "Babacığım emrolunduğunu yap" diye boynunu
gösterir. Rabbimiz de İbrahim'ine kesmesi için koç gönderir,
ama İbrahim'i de dost edinir. Sevdiği için her-şeyini
vermeye hazır olandır dost.
Biz canlarımızı ve mallarımızı Allah için vermeye hazır
olmadığımız müddetçe dünyada devlete ve izzete, ahirette
cennete varmamız mümkün değildir. 859[84]

(67) O zaman onlara tarafımızdan büyük mükâfat


verirdik.860[85]

858[83]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/279.
859[84]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/279-280.
860[85]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/280.
(68) Ve onları muhakkak dosdoğru yola çıkarırdık."
Allah'ın dini doğrultusunda can ve malını verenler,
karşılığında cennet satın aldıklarından ticarette kazançları
çok fazla olur. Ücretleri çok büyük olur ve Allah onlara
dosdoğru yolu verir.861[86]

(69) Kim Allah'a ve Rasulüne itaat ederse işte onlar Allah'ın


kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddıklar, ve
şehitler ve salih-lerle beraberdirler. Onlar ne güzel
arkadaşlardır. 862[87]

(70) İşte bu Allah'dan bir Iütufdur. Bilen olarak Allah yeter.


Bu dünyada bile hırsızlar, katiller, sapıklar, sarhoşlar,
yankesiciler, soyguncularla beraber olmak istemeyiz. Aynı
apartmanda oturmak sıkıntı verir, iyi ve temiz insanları
ararız.
İnsanların en değerlisi peygamberlerdir. Sonra onları diliyle,
canıyla,
malıyla tasdik edenler, sonra şehitler, sonra salihler gelir.
Ahirette bunlarla beraber olmanın yolu Allah'a ve Rasulüne
itaattan geçmektedir. Ahirette bunlarla beraber olmak da
Allah'ın mü'mınlere bir lütfudur. Allah (c.c.) az amellerimizi
çok kabul ederek lütfundan, kereminden, rahmetinden bize
bunlara komşu olmayı nasip edecektir.
Çakalların gölgesinde zillet içinde yaşamaktansa, kâfirlere
komşu olarak yaşayıp onların artığıyla rahat gibi görünen
alçak bir hayatı çekmektense, izzet içinde ölüp şehidler
kervanına katılmak daha değerlidir.863[88]

(71) Ey iman edenler, kendinizi koruyacak önlemler


(silahlar v.s.) aliniz. Gurup gurup harbe çıkınız veya

861[86]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/280.
862[87]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/280.
863[88]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/280-281.
topyekün seferber olunuz.
Düşmanımız. İnsanların İslama giden yolunu
engelleyenlerdir. Allah'ın yarattığı canları Allah'a isyan
ettirerek cehennemdeki ateşe atanlardır.
Bir toplumu sapık eğitim yollarıyla topluca ateşe atan,
dinsizlerdir. Bunların zararsız hale getirilmeleri için ilmi
dirayete, medeni cesarete sahip insanlar yetiştirmek
görevimizdir.
Suyun yumuşaklığından çiçekler, çemenler, ağaçlar anlar.
Demiri yumuşatmak için, denizleri dökseniz yumuşamaz.
Demiri ateşle eritir, çekiçle döğerseniz istediğiniz şekli
verirsiniz. İşte bir kısım kâfirler de katı demirler gibidir.
Kur'an'ı ve insanları kâfirleştirerek cehenneme atmaya
kalkarsa, onu da engellemek için silaha sarılmir. 864[89]

(72) Muhakkak içinizden öyleleri vardır ki ağırdan alır da


geri kalır. Eğer size bir musibet gelirse "onlarla beraber
olmadığım için Allah bana lütfetti" der.
Müslümanlar arasında kendini gizleyen münafıklar,
müslümanlarla beraber İslamî hizmete koşmada ağır
davranırlar. Müslümanlar, kâfirler tarafından yakalanır,
cezalandırılırlara ağır davrandıklarına, müslüman-larm
arasında bulunmadıklarına sevinirler. Müslümanlar ise
bulunamadıklarına üzülürler. 865[90]

(73) Eğer size Allah'dan bir nimet isabet ederse, sanki


sizinle onlar arasında hiç bir sevgi yokmuş gibi "Keşke ben
de onlarla beraber olsaydım da, büyük ganimetler elde
etseydim" diyecektir.
Münafığın bu hastalığa tutulmasının sebebi, ahirete
inanmayıp herşeyin bu dünyada olduğuna inanmasıdır. Para,
şan ve şöhret kimin tarafında ise o tarafa koşar.
864[89]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/281.
865[90]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/281-282.
Bu dünyada top gibidir. Kafirlerle Mü'minler arasında elden
ele geçip durur. Kâfirlerin devlet kurduğu çok görülür ve
halen de vardır. Ancak münafıkların kurduğu bir devlet
yoktur.
Onlar ne onlardan, ne bunlardandırlar. İki sürü arasında
gezip dururlar. Camii ile kilise arasında ömür bitirirler. 866[91]

(74) Dünya hayatını verip ahireti satın alanlar artık Allah


yolunda harbetsin. Kim Allah yolunda harbeder, öldürülür
veya galip gelirse yakında ona büyük mükâfat vereceğiz.
Asıl yurt olarak ahireti kabul eden mü'minler, bu dünyayı
geçici ve ahiret için bir tarla kabul ederler. Burada
ekdiklerini biçeceklerinden, ahi-rette karşılaşmak istedikleri
şeyleri ekerler.
Allah'ın dininin hakimiyeti yolunda en değerli canlarını
vermekden kaçınmazlar. Allah (c.c.) dini uğrunda canını
verenlerin veya gazi olanların büyük mükâfatla
karşılaşacaklarını haber veriyor. 867[92]

(75) Size ne oluyor ki: Allah yolunda ve "Ey Rabbimiz,


ahalisi zalim olan şu ülkeden bizi çıkar. Bize tarafından bir
dost gönder ve bize tarafından bir yardımcı gönder" diyen
zayıf bırakılmış erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda
çarpışmıyorsunuz?
Müslümanlar yeryüzünde insanlara iyiliği emretmek
kötülükten alıkoymak için çıkarılmış en hayırlı ümmettirler.
Bundan rahatsız olan, "hayat yalnız dünya hayatıdır" diyen
kâfirler, tarih boyunca peygamberleri ve ümmetlerini
öldürmeye teşebbüs etmişler ve bir kısmını öldürmüşler, bir
kısmını yerinden yurdundan göçe zorlamışlar. Çocukları
öldürmüşler, yaşlıları yakmışlar.
Geçmişde yapmışlar da, günümüzde yapmıyorlar mı?
866[91]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/282.
867[92]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/282.
Günümüzde ikibinli yıllara yaklaşırken medeni diye
tanıtılan batılı hristiyan devletler elbirliği yaparak,
Avrupa'nın ortasında Bosna'da bir milyona yakın insanı
çocuk, kadın, genç, ihtiyar ayırımı yapmadan Öldürüyorlar.
Akrebin görevi sokmak, ateşin görevi yakmaktır. Allah
(c.c.) bize yardım etmemizi emrediyor. Müslüman
olmakdan başka suçu olmayan bu insanların feryadını
duymamızı ve onları yakmak için benzin döken elleri
kırmamızı emrediyor.
O müslümanlara yardım elini uzatan onların velisi oluyor.
Veli olmak isteyenlere bir fırsat, buyurun mazlumlara,
müstez'aflara yardım ediniz. 868[93]

(76) İman edenler Allah yolunda çarpışırlar. Kâfirler ise


Tağutlar (put adamlar) yolunda çarpışırlar. Öyle ise siz
şeytanın dostlarını öldürünüz. Muhakkak şeytanın hilesi
zayıftır.
Toprak parçası için savaşılmaz. Irkçılık yolunda savaşılmaz.
Ancak üzerinde secde ettiğimiz, Allah'ın kanunlarını icra
ettiğimiz bir karış toprağın da düşman geçmemesi için
canımızı veririz. "Biz Allah için harbe-deriz" derken niçin,
nasıl, kime karşı ne zaman harbedeceğimiz bizi yaratan
Allah (c.c.) belirler. Onun koyduğu kuralları aşmayız.
Kâfirlerde tapındıkları insanların kanunlarının ayakta
kalması için savaşırlar. Onun uğrunda mallarını harcarlar.
Çünkü çıkarları putlarının hakimiyetiyle kaimdir. Onun
yıkılmasını istemezler. Ancak onların hile, tuzak, plan ve
programlarının gayet zayıf olduğunu, örümcek ağına ben-
zediğini ve o zulüm ağını parçalayıp temizlememiz
gerektiğini emreder. 869[94]

(77) Görmedin mi? Onları ki onlara (harpden) "ellerinizi


868[93]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/283.
869[94]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/283-284.
çekin, namazı dosdoğru kılın, zekatı verin" denilmişti. Ne
zamanki onlara harp farz kılındı, bir de bakmışsın ki
onlardan bir kısmı Allah1 dan korkar gibi veya daha fazla
insanlardan korkmaya başladılar. Ve onlar "Rabbimiz bize
harbi niçin farz kıldın? Yakın bir zamana kadar
geciktirseydin" dediler. Deki: Dünya malı azdır. Allah'dan
sakınanlar için ahiret daha hayırlıdır. İplik kadar dahi
haksızlığa uğratılmayacaksınız.
Düşmanın yokluğunda atıp tutanlar, mangalda kül
bırakmayanlar, Allah bize de harp emri verse de kesip
biçsek diyenlerden korkulur.
Gül "ben güzelim, ben güzelim" diye bağırıp durmaz. Açar,
koku saçar, bülbülü kendine aşık eder ve güzelliğini bülbüle
söyletir.
Gerçek er kişiler de yiğitliğin destanını yazdırırlar. Para
karşılığında destan okuyan adam gibi olmazlar. Laf
yapmazlar, iş yaparlar. İnsanlardan korkmazlar. İnsanları
yaratan Allah'dan korkarlar. Allah'dan kurmayanlar da
Allah'ın yarattıklarından korkarlar.
Allah'ın yazdığından başkasının olmayacağına inanan; ölüm
gelince nerede olsa ona yetişeceğini bilen bir müslüman,
Allah'dan başkasından korkmaz.
Harbi istemez ama, kaçınılmaz olunca da geri durmaz.
"Zamanı değil" maskesi arkasına sığınmaz. 870[95]

(78) Nerede olursanız olun, velevki yükseltilmiş burçlarda


olun ölüm size ulaşır. Onlara bir iyilik isabet ederse "bu
Allah tarafındandır" derler. "Eğer onlara bir kötülük isabet
ederse "Bu sendendir" derler. Deki: Bunların hepsi
Allah'dandır. O kavme ne oluyor ki neredeyse hiçbir sözü
anlamıyorlar.
Deniz ortasında yapılan tarihi kız kulelerinin efsanesinde

870[95]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/284-285.
hep Ölümden kaçanların hikayesi vardır. Uzayda hava
geçirmez çelik zırhlar içinde her türlü ihtiyacı
karşılayabilecek uzay gemileri yapılsa bile ışığın, havanın
giremediği yere ölümün gireceğini haber veriyor Rabbimiz.
Harpden korkmayın. Ölüm yalnız harp meydanlarında
değildir.
Yatağında ölenlerin sayısı harp meydanında ölenlerden
daima fazladır. Hayır da şer de Allah'dandır. Bu bizim iman
esaslarım ızdandir.
Dini için cephede düşmanla savaşmakdan kaçan, ölümden
kurtulmuş değildir. Düşman, kaçanın evine kadar gelir,
kaçanın eline kazmayı verir, kabrini kazdırır, sonra öldürür.
Eceli gelenin çaresi kaçmak değildir.871[96]

(79) Sana gelen her iyilik Allah'dandır. Sana gelen her


kötülük de sendendir. Biz seni insanlara peygamber olarak
gönderdik. Şahid olarak Allah yeter.
Hayır ve şerrin Allah'dan olduğuna iman ediyoruz. Bu
ayette ise hayrın Allah'dan, kötülüğün kendimizden olduğu
bildiriliyor. Arada çelişki var gibi ama çelişki yoktur.
Çünkü ateşin yakması için Allah'ın koyduğu tabiat
kanunlarının olması şart. Ateş olsa benzin olsa da hava
olmasa yangın olmaz. Kötülüğün oluşması için kişinin
hevası olması şart. Bu, Allah'ın koyduğu kanun olması
nedeniyle, hevayı da Allah yarattığı için "hayrı da şerri de
yaratan Allah'dır" diyoruz. Günaha girilecek şeyle iradeyi
bir araya getiren insan olması nedeniyle kötülük insana
nispet edilmiştir. 872[97]

(80) Kim peygambere itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur.


Kim de yüz çevirirse... Biz seni onlara muhafız
göndermedik.
871[96]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/285-286.
872[97]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/286.
Elçiye gösterilen hürmet, onu gönderene hürmet sayılır.
Peygambere itaat, onu gönderen Allah'a itaat kabul
edilmektedir.
Biz peygamber efendimizi Allah'ın kulu kabul ederiz. O bir
insandır, ilâh değildir. Ancak getirdikleri Allah'dan olması
nedeniyle ona itaat bize farzdır. Günümüzde batı etkisi
altında kalan bir kısım müslümammız "Allah'a itaat ederiz
ama, Rasulüne itaat etmeyiz. O da bizim gibi insandır" gibi
ilmi, mantıki dayanağı olmayan sözler söylüyorlar.
Eğer Allah'a itaat ediyorsanız buyurun Allah (c.c.) "Rasule
itaat edin" Rasule itaat Allah'a itaattir buyuruyor.
Mademki O da bizim gibi insandır diyorsunuz. Buyurun siz
de onun gibi konuşun. Bindörtyüz senede eskimeyen,
modası geçmeyen, zamanla sınırlı olmayan sözler edin. 873[98]

(81) İtaat ettik" derler. Senin yanından çıktıklarında ise


onlardan bir kısmı senin söylediklerinden başkasını planlar.
Allah onların planladıklarım yazar. Sen onlardan vazgeç,
Allah'a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.
İsrail oğullarından bir kısmını haber verirken "işittik ve
isyan ettik" dediklerini bildirir.
Münafıkların karakteri her dönemde aynıdır.Peygamber
Efendimize de "itaat ettik" diyorlar ama yanından çıkınca,
Efendimizi öldürmek, düşmana teslim etmek için zararlı
mescit yapmakdan Bizansla işbirliği yapmaya kadar her
türlü tuzağı kuruyorlar, ama kurdukları tuzağa kendileri
düşüyorlar.
Müslüman her işinde Allah'a tevekkül eder. Allah ise
onların plân ve programlarını bilmektedir. 874[99]

(82) Onlar Kur'anı düşünmüyorlar mı? Eğer Allah'dan


başkası tarafından olsa idi onda birçok çelişki bulurlardı.
873[98]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/286-287.
874[99]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/287.
Onlar Kur'anı okusalar, okuduklarını düşünseler, geçmişde
nice peygamberlerin en güçlü zalim devletlere galip
geldiğini görecekler. Böylect yabancı devletlerle işbirliğine
son verecekler.
Onlar Kuran üzerinde biraz kafa yorsalar, Kur'anın emir ve
yasaklar arasında uyum olduğunu, haberlerle çelişmediğini
görecekler.
Bugünkü kanunlar insan tarafından konulduğu için, ahlaki
kurallari; emirler, emirlerle yasaklar arasında çelişki vardır.
İçki imali, satımı, içilmesi, içilen yerlerin korunmasıyla
ilgili kanunlara karşı içkiyle mücadele eden kanunlar da
vardır. Allah'ın kitabında çelişki yoktur. 875[100]

(83) Onlara emniyet veya korkuya ait bir haber geldiğinde


onu yayıyorlar. Eğer o haberi peygambere ve onlardan olan
emir sahiplerine götürselerdi, onların içinden o haberden
mana çıkaracak olanlar onu bilirdi. Eğer Allah'ın Iütfu ve
rahmeti olmasaydı çok azınız müstesna siz şeytana
uyardınız.
İslami bir devlette bütün müslümanlar devletinin devamı
için gözcü, bekçi, koruyucudurlar. Mütteki insanın ta'rifinde
bu vardır. Devletinin ayakda durması için her an uyanık
olan insan demektir.
Devletinin çıkarına veya zararına olan olay veya haberi
duyduğunda hemen onu yetkili birimlere bildirmelidir.
Halka bildirerek paniğe sebep olmamalıdır. Devletin yetkili
birimleri, açıklamakta fayda görürlerse onlar
876[101]
açıklarlar.

(84) Allah yolunda harbet. Sen ancak kendinden


sorumlusun. Mü'minleri de teşvik et. Olaki Allah, kâfirlerin
gücünü engeller. Kuvvet ve cezalandırmada Allah daha
875[100]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/287-288.
876[101]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/288.
şiddetlidir.
Fitne ateşine benzin dökenlere, zulm edenlere, insanların
imanını alıp cehennem ateşine atanlara, yeryüzünde fesad
çıkaran, yerde ve gökyüzünde dengeyi bozan, tabiattaki
ormanları ve mahsulleri değiştirenlere karşı harbet. Tek
başına olsan da harbet. Sen kendinden sorumlusun.
Mü'minleri de harbetmeye teşvik et.
Bir kişinin harbetmesinden ne çıkar demeyin. Bir örümcek,
Mekkeli müşriklerin gözüne perde çekerek Efendimizi
korumuştur. Fil suresinde okuduğumuza göre Ebabil kuşları
filleri yenmiştir.
Bugün milyarı aşan müslümanların peygamberi tek başına
tebliğe başlamıştı. Hz. Musa kardeşi Harun'la, Hz. İsa tek
başına başlamış, kendi çağlarının kâfirlerine galip
gelmişlerdir. 877[102]

(85) Kim güzel bir şefaatta bulunursa, aracı olan için de bir
hisse vardır. Kim de kötü bir şefaatta bulunursa, onun için
de bir hisse vardır. Allah herşeye Kadir ve Razik'dır.
İyiliğe öncülük yapan, hayıra yol gösteren kişi onu yapan
gibi sevabını alır. Seksendördüncü ayette kendisi harbeden
kişinin mü'minleri de teşvik etmesi istenmektedir.
Başkalarını teşvik edince de sevap alır.
Kötülüğe öncülük yapan kişi o kötülüğün her yapılışın da
onu yapmadığı halde günaha girer.
Günümüzde politika sahasında dinime düşman olanlara, oy
vererek destek verenler, o politikacının yaptığı icraatlardan
nasibini alır.878[103]

(86) Bir selamla selamlandığmızda, ondan daha güzel selam


verin veya aynıyla karşılık verin. Muhakkak Allah herşeyin
hesabını yapandır.
877[102]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/288-289.
878[103]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/289.
Selam, çekirdeği çiçeğe dönüştüren bahar yeli gibidir.
Selam karanlığı aydınlığa çeviren ışık gibidir. Elle tutulmaz,
gözle görülmez ama insanlar sevgilerini selama sararak
karşıdaki mü'minin gönlüne gönderirler.
Rabbimiz selam verilmesine işaret ederken selamın
alınmasını emrediyor. Selamı rastgele almak değil, selamı
verenden daha güzel almamızı emrediyor.
Selamı güzel alma, hareketlerimiz ve sözlerimizle olur.
Selam verene yüzünüzü çevirerek, gülümseyerek yürekden
cevap veriniz ve o "selamün aleyküm" demişse siz de "ve
aleykümüsselam ve rahmetullah" deyiniz.
Kâfirlere selamın nasıl alınacağını Taha suresinin
kırkyedinci ayetinde "es-selamü ala menittebealhûda" "
Selam hidayete tabi olanlara" şeklinde verilmesi
öğretilmektedir. 879[104]

(87) Allah Ondan başka ilah yoktur. Onda şüphe olmayan


kıyamet gününde, sizi mutlaka toplayacaktır. Allah'dan daha
doğru sözlü kim var?
Bu dünyada bizi yaratan Allah, yaşatan Allah, yönetenimiz
de Al-lah'dır. Biz buna iman etmişiz. Vücudumuzu,
Adana'dan gelen domates, Erzurum'dan gelen peynir,
Edirne'den gelen ayçiçeği, Ayvalık'tan gelen zeytinyağı,
Karaman'dan gelen bulgur, Rize'den gelen çay, Yemen'den
gelen kahve, Afrika'dan gelen muzdan toplayan Allah (c.c.)
kıyamet gününde yine toplayacaktır. Allah söylerse sözlerin
en doğrusunu söyler. 880[105]

(88) Size ne oluyor ki, onların yaptıklarından dolayı,


Allah'ın tepe taklak getirdiği münafıklar hakkında siz iki
guruba ayrılıyorsunuz? Siz, Allah'ın saptırdığını mı yola
getirmek istiyorsunuz? Allah kimi sapıtırsa sen ona yol
879[104]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/289-290.
880[105]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/290.
bulamazsın.
Dinde münafık olanlar kesinlikle kâfirdirler. Bakara
suresinin 8-13ncü ayetlerinde fotoğrafları bildirilen
münafıklar, mü'minleri gördüklerinde "biz de iman ettik
derler" Kâfirlerin yanına varınca da "müslümanlarla dalga
geçiyoruz" derler.
Günümüzdeki münafıklar da meydanlarda, televizyonlarda,
Allah, Maşaallah, İnşaallah, Ktfr'an, İslam gibi kelimeleri
kullanırlar, halkın huzurunda mushafı öperler ama, Kur'amn
ahkamını icra etmek üzere iki kişi bir araya gelseler, örgüt
kurmuşlar diye cezalandırıyorlar.
Bunlara göre müslümanlarımız da iki guruba ayrılıyorlar.
"Bunlara kâfir demeyin bakın kitabı öptü. İnşaallah dedi"
diyorlar. Öbürleri de "Kur'ana karşı harp açan bu insanlar
hacca da gitse, seneyi oruçlu geçirse kâfirdirler" diyorlar.
Rabbimiz bizi uyarıyor ve bu münafık kâfirler yüzünden
ayrılığa düşmememizi emrediyor. 881[106]

(89) Onlar kendileri inkâr ettikleri gibi sizin de inkâr


etmenizi ve onlarla denk olmanızı isterler. Onlar Allah
yolunda hicret edinceye kadar, onlardan dost ve yönetici
edinmeyiniz. Eğer yüz çevirirlerse onları yakalayın, nerede
bulursanız onları öldürün. Onlardan dost ve yardımcı
edinmeyin.
Fahişe, yaptığı işin kötü olduğunu bildiği halde herkesin
fahişe olmasını istermiş. Çünkü herkes fahişe olursa
kendisine fahişe denmez.
İşte kâfirler, hristiyanlar ve yahudiler kendi sapık
inançlarının farkındalar. Müslümanların sahip olduğu İslâm
dininin doğru ve hak olduğunu bilirler ama, hasetlerinden
müslümanlarm da kâfir olmasını isterler.
Masonik kulüplerden biri Müslüman bir noteri kulübün

881[106]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/290-291.
üyesi olmaya davet eder. Noter de müslüman olduğunu ve
İslamı yaşadığını söyleyince, davet eden kişi, "kulübümüzde
din ayırımı yoktur. Dileyen dilediği yere tapınır" diye cevap
verir.
Dikkat edin. Kendi dinlerine güvenleri olmadığından,
şeytana tapanlar, fareye tapanlarla kendi dinlerini eşit
tutanlar, Müslümam da oraya davet ederek İslam dinini de
onların alçak seviyesizliklerine düşürerek eşit olmak
isterler. 882[107]
İyi bir koşucu önde giderken, çelme takıp ayağını kıran
tembel koşucuya madalya verilmez. Okuyarak cehaletten
kurtulup yükseleni, aşağıya doğru çeken şahıs alkışlanmaz.
İnsanları cehenneme atan sapık yöneticilerin karşısına
dikilip "bu insanların cennete giden yolunu kapatıyorsunuz"
dediklerinde, onları da kendileri gibi cehennem zebanisi
yaparak eşitlik sağlamaya çalışanları nerede bulursanız
öldürünüz. Onları yönetici dost edinmeyiniz. 883[108]

(90) Ancak sizinle onlar arasında andlaşma olan millete


sığınanlar veya sizinle ve kendi milletiyle harp etmekden
yürekleri sıkılanlar müstesna. Allah dileseydi onları sizin
üzerinize musallat eder ve onlar sizinle muhakkak harp
ederlerdi. Eğer onlar sizden uzak durur, sizinle savaşmaz ve
sizinle barış yapmak isterlerse, onların aleyhine olarak Allah
size bir yol vermemiştir.
Müslüman eline kilınç alıp kâfir kesen insan değildir.
Peygamber efendimizin yirmi üç senelik peygamberliği
döneminde iki buçuk milyon kilometre kare toprak
fethedildi. Bu süre içinde harp meydanında öldürülen kâfir
sayısı 150 kişidir. 884[109]
Biz öldürmek için gelmedik. Haksız yere bir kişi öldürenin

882[107]
Bak: Bakara 109
883[108]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/291-292.
884[109]
Bak: Hz. Peygamberin savaşları S.8 Prof M. Hamidullah. İstanbul 1962
bütün insanları öldürmüş gibi olacağını, Kur'an'dan 885[110]
okuyor ve iman ediyoruz.
Bu ayet kâfir olduğu halde müslümanlara karşı harp
açmayan, harp açanların yanında yer almayan, tarafsız
kalan, müslümanlarla andlaşma yapanlara dokunulmaması
gerektiğini bildirir. 886[111]

(91) Diğerlerini de hem sizden hem kendi kavminden emin


olmak isterken bulacaksınız. Ne zaman fitneye
döndürülürseler, başaşağı atılırlar. Eğer sizden uzak
durmazlar, barış andlaşması yapmazlar ve ellerini sizden
çekmezlerse, onları hemen yakalayın. Nerede bulursanız
öldürün.İşte bunlar üzerine sizin için apaçık delil verdik.
Tarafsızlığını koruyanlara dokunulmaz. Ancak insanları
dinden döndürmeye katılırlarsa, bu tür sapık faaliyetlere
balıklama atlarlarsa, sizden uzak durmaz, andlaşmaya
yanaşmaz, ellerini sizden çekmezlerse o sizi öldüren,
dinsizleştirmek isteyen, yerinizden yurdunuzdan etmek
isteyenleri yakalayın öldürün.
Bir tane kurd'a acıyıp bırakıveren insan, binlerce kuzu'ya
acımıyor demektir. 887[112]

(92) Bir mü'minin bir mü'minî öldürmesi yakışmaz. Hata ile


olan müstesna. Kim hata ile bir mü'mini öldürürse mü'min
bir köleyi hürriyetine kavuşturması ve diyetini ölünün
ehline vermesi gerekir. Ancak ölünün ehli bağışlarsa (diyet
vermez). Eğer ölen sizin düşmanınız olan milletten ise vede
mü'minse bir mümin köle azad etmek gerekir. Eğer aranızda
anlaşma olan bir millettense, ehline diyet verilmesi ve
mü'min bir köle azad edilmesi gerekir. Eğer (köleyi) bula-
mazsa Allah katında tevbenin kabulü için ardarda iki ay

885[110]
Maide suresi 32nci ayetten
886[111]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/292-293.
887[112]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/293.
oruç tutması lazımdır. Allah, Alimdir, Hakimdir.
Mü'min bir insanın bir başka mü'mini öldürmesi yakışmaz,
vede öldüremez. Çünkü o mü'min onun din kardeşidir. Kişi
kardeşini öldürmediği gibi, din kardeşini de öldüremez.
Ancak hata ile olan müstesna. O elde olmayan bir şeydir.
Allah, hata ile yapılanları afveder. Ancak öldürme olayı kul
hakkına da girdiğinden ölenin varislerine kan bedeli
dediğimiz diyetini ödeyecek ve bir tane de mü'min köle
azad edecektir. Eğer mü'min bir köleyi bulamazsa ardarda
iki ay oruç tutar.
Eğer öldürüien mü'min, müslümanlara düşman bir toplumun
arasında yaşıyorsa, vatanı ayrı olduğundan diyet gerekmez,
ama mü'min bir, köle azad eder.
Eğer öldürülen andlaşma yaptığınız bir toplumdan ise, hem
diyeti verilir, hem de mü'min bir köle azad edilir.
Mücadele suresinin üçüncü ayetinde, zıhar yapan birinin bir
köle azad etmesi gerektiğini söyler. Burada ise kölenin
mü'min olması gerektiği özellikle vurgulanır.
İmamı Şafii mutlak, mukayyede hamledilir der ve zıhar
yapanın da mü'min köle azad etmesini bildirir. 888[113] İmam
Ebu Hanife ise, sebebler ayrı olunca, mukayyed, mutlakı
takyid etmez der ve hata ile mü'mini öldüren, mü'min bir
köle azad eder. Zıhar yapan ise köle azad eder. Yani köle
isterse kâfir veya mü'min olsun farketmez. Çünkü ayette
yalnız "bir köle" ifadesi kullanılmıştır. 889[114]

(93) Kim bir mü'mini haksız yere (öldürülmesini helal kabul


ederek) kasden öldürürse, cezası ebedi cehennemdir. Allah
ona gazap ve la'net etmiştir ve ona büyük bir azab
hazırlamıştır.
Bilerek, planlayarak, haksız yere bir mü'mini Öldürmek
büyük günahlardandır. Allah (c.c.) bu öldürmenin dehşetini
888[113]
Bak: el ümm 5/270
889[114]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/293-295.
bize bildirmek için ebedi cehennemlik olduğunu, Allah'ın
gazabını ve lanetini üzerine çektiğini bildirir.
İnsanlar, insanların yaptığı tarihi, alçıdan heykelleri bile
kırmaktan kaçınırlarken, bizler Allah'ın yarattığı canlı,
seven, okşayan, gülen, ağlayan insanı nasıl kırarız.
Allah (c.c,) Furkan suresi 68-70 nci ayetlerinde haksız yere
adam Öldürmenin cezasının ebedi cehennem olduğunu
haber verdikten sonra tevbe edip ameli salih işleyenler
müstesnadır diyor. 890[115]

(94) Ey iman edenler, Allah yolunda cihad için


yürüdüğünüzde iyice araştırın. Siz dünya hayatının malını
isteyerek, size selam verene "sen müslüman değilsin"
demeyin. Ganimetlerin çoğu Allah ka-tmdadir. Daha önce
siz de öyle idiniz de Allah size ihsanda bulundu. İyi
araştırın. Muhakkak Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
Dünyevi çıkarlar için insan öldürülmez. Dünyanın bütün
altın ve gümüşü, incisi, mercanını verseler, karşılığında
haksız yere adamın öldürülmesini isteseler, dinen caiz
değildir.
Hristiyan batı ülkeleri bin dolara adam öldüren kiralık
katillerle dolup taştığı gibi, devletleri de para karşılığında
silah satmak için ülkeler arasında harpler çıkarırlar.
Bir kişinin söz ve davranışlarından kâfir olduğu ortaya
çıkmadıkça onun selam vermesi, kelimei tevhidi söylemesi
müslümanlığına işaret eder.
Kişilerin kalbini bilmemiz mümkün değildir. Ancak diliyle
Lailehe illallah dediği halde, yaptığı işlerle İslama karşı
harp açmışsa, her vakit namazda camide görsek yine de
kâfirdir. Araştırmadan karar vermek yok. 891[116]

(95) Mü'minlerden özürsüz olarak oturanlarla, malları ve


890[115]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/295.
891[116]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/295-296.
canlarıyla Allah yolunda cihad edenler eşit değildirler.
Allah, malları ve canlarıyla cihad edenleri, oturanlar üzerine
bir derece üstün kıldı. Allah, her birine güzellik (cennet)
va'detti. Allah, mücahidleri oturanlar üzerine büyük
mükâfatta üstün kıldı. 892[117]

(96) Kendinden dereceler verdi, bağışladı ve esirgedi. Allah


bağışlayıcı ve esirgeyicidir.
Dağ doruklarından çağlayarak akan, ağaçların, çiçeklerin
canına can katan su ile, bataklıkta durduğu yerde kokan su
eşit değildir.
Dünya üzerinde insanları dinsiz eğitim yoluyla cehennem
ateşine atan, insanların elindeki tabii kaynaklan almak için
yakıp yıkan, zulm e-den insanlara karşı cihad eden ile,
özürsüz cihada katılmayıp oturan mü'min aynı değildir.
Allah, imanları sebebiyle her ikisine de cenneti va'detmiştir
ama, mükafatları aynı değildir. 893[118]

(97) (Mücahidlere katılmayarak) kendilerine zulmedenlerin


canlarını melekler alırken "Nerede idiniz" (niçin
mücahidlerle beraber değildiniz?) dediklerinde "Biz
yeryüzünde güçsüzdük" dediler. Melekler de "Allah'ın arzı
geniş değilmiydi? Oralara hicret etseydiniz ya" dediler. İşte
onların sığınağı cehennemdir. O ne kötü dönüş
yeridir. 894[119]

(98) Ancak (mücahidlere katılmaya) yol bulamayan, çareye


gücü yetmeyen erkeklerden, kadınlardan ve çocuklardan
güçsüz olanlar müstesna. 895[120]

(99) Allah'ın onları afvetmesi umulur. Allah afvedici ve


892[117]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/296.
893[118]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/296-297.
894[119]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/297.
895[120]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/297.
bağışlayıcıdır.
Özürsüz olarak cihada katılmayan mü'minler, imanları
sebebiyle cennete gireceklerdir. Ancak cihad vaktinde geri
kalmalarının cezasını da çekecekler. "Güçsüzdüm" demek
mazeret değil. Hiçbir kimse malı, mülkü, anası babası,
parası, hürriyeti olmayan Hz. Bilal-i Habeşi'den daha
güçsüz olamaz.
O Bilal, Allah'ın mülkünün genişliğini gördü, Medine'ye
hicret etti, Efendimizle birlikte harplere katıldı ve bütün
müslümanların efendisi oldu.
Ancak hicrete gücü yetmeyen, cihada çıkacak bir yol
bulamayan müslümanlar, erkek, kadın ve çocuklar bu azabı
tatmayacaklar.
Allah'ın onları afvetmesi umulur. Çünkü Allah kişilerin
kaldıramayacağı yükü yüklemez. 896[121]

(100) Kim Allah yolunda hicret ederse yeryüzünde


yerleşecek çok yer ve bolluk bulur. Kim evinden Allah'a ve
Rasulüne muhacir olarak çıkarsa, sonra da ona ölüm
erişirse, muhakkak onun sevabı Allah'a düşer. Allah,
bağışlayıcı ve esirgeyicidir.
Allah için yerinden yurdundan, baba ocağından, yar
kucağından ayrılıp başka yerlerde İslamı yaşayıp tebliğ
etmek isteyenlerin en fazla düşündükleri şey, başını
sokacağı ev ve karnını doyurmaktır.
İşte Allah (c.c.) o konuda teminat veriyor. İaşe ve ibate için
endişe duymamalarım söylüyor, geçmişden örnekler de
veriyor.
İbrahim (s.a.v.), kâfir devletin en üst düzeyde bir
yetkilisinin oğlu iken, Allah'ın emrini yerine getirmek için
bir elindeki balı, öbür elindeki yağı bırakarak hicret ediyor
ziraata hiç de elverişli olmayan Mekke'ye yerleşiyor. Allah

896[121]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/297-298.
(c.c.) da onu susuz bırakmıyor ve zemzemi fışkırtıyor.
Hz. Musa firavunun sarayındaki zuîme dayalı bolluğu
bırakıyor ama, Allah çölde onları bıldırcın eti ve kudret
helvasıyla ve bir taşdan fışkırttığı su ile besliyor,
Mekke'den hicret eden mü'minlere hiç tanımadıkları Habeş
Kralı, önce ülkesinin kapılarını açıyor, sonra gönül kapısını
açarak müslüman oluyor.897[122]

(101) Yeryüzünde sefere çıktığınızda eğer kâfirlerin sizi


belaya sokmasından korkarsanız, namazı kısaltmanızda bir
günah yoktur. Muhakkak kâfirler sizin için apaçık
düşmandırlar. 898[123]

(102) Onların arasında olup onlara namaz kıldırdığında,


onlardan bir kısmı seninle namaz kılsınlar, silahlarını
alsınlar. Secdeyi yaptıklarında (yani birinci rekatı
kıldıklarında) arka tarafınıza geçsinler. Namaz kılmayan
diğer kısmı gelsin ve seninle namaz kılsınlar ve
hazırlıklarını ve silahlarını alsınlar. Kâfirler, sizin
silahlarınızdan ve eşyanızdan gafil olmanızı ve üzerinize
birden saldırmayı isterler. Eğer yağmurda bir eziyet olsa
veya hasta olsanız silahlarınızı bırakmanızda size bir günah
yoktur. Harp hazırlığınızı yapınız. Muhakkak Allah, kâfirler
için alçaltıcı azap hazırlamıştır.
Kâfir karşısında namazın nasıl kılınacağını Allah (c.c.)
genişçe anlatıyor. Beş vakit namaz için yalnız emir vardır.
Ancak düşman karşısında kılınan namazı bize tarif ediyor.
Bu da bize namazın ve cemaatin önemim anlatıyor. Düşman
karşısında bile olsanız namaz kılınacak, cemaata
katıhmlacak, silahlardan uzak durulmayacak.
Bu milleti önce dinden, namazdan uzaklaştırmaya, sonra
harp sanayi-inden soğutmaya çalıştılar.
897[122]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/298-299.
898[123]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/299.
Ayetten fakihlerimizin anladığı namaz kılma şekli şudur.
Komutan orduyu iki gruba ayırır. Bir grup imamın ardına
durur, öbür grup düşmana karşı durur. İmam birinci grupla
namazın yarısını kılar. Birinci grup düşmana karşı gider
ikinci grup gelir, imamla beraber namazın geri kalan yarısını
kılar ve imam namazını tamamladığı için selamı verir.
Düşman karşısındaki o birinci grup, dilerlerse yerlerinde,
dilerlerse namaz kılınan yere gelerek namazlarından kalan
kısmı okumadan tamamlar. Çünkü bunlar "Lahık" dirlar.
İkinci grup da dilerlerse yerlerinde, dilerlerse namaz kılman
yere gelerek namazlarında kıraeti yerine getirerek
namazlarını tamamlarlar. Bunlar "Mesbuk" oldukları için
okurlar. "Siz silahı bırakın, zikire ve namaza bakın" diyenler
bu ayetleri yeniden okusunlar. Zikir yaparken, namaz kı-
larken silahı bırakmama emrini unutmasınlar.
Bu ayette ta'rifi yapılan bu namazı peygamber efendimiz
yirmidört defa kıldırmış. 899[124]
Bu namazı, bizim çağımızda, Rus ordularını sekiz sene
süren savaşda mağlup eden bir avuç Afganistan mücahidleri
dağ doruklarında kıldılar ve zafere ulaştılar. 900[125]

(103) Namazı kıldığınızda, ayakta, oturarak ve yan üstü


yatarak Allah'ı zikrediniz. Korkudan emin olduğunuzda
namazı dosdoğru kılın. Muhakkak namaz belirli vakitlerde
farz kılınmıştır.
Namazdan sonra zikir yapmanın şekli yoktur. Yolda
yürürken, ayakta dururken, otururken, yatarken Allah'ı
zikrederiz. 901[126]

(104) Kâfirleri araştırmada gevşek davranmayın. Eğer siz


acı çekiyorsunuz, sizlerin acı çektiği gibi onlar da acı

899[124]
Bak: Merakıl-felah ve Reddül muhtar, ibni Abidin 1/570
900[125]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/299-300.
901[126]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/300-301.
çekiyorlar. Onların Allah'dan ümid etmediğini siz ümid
ediyorsunuz. Allah herşeyi bilendir. Hakimdir.
Düşmanı takipde gevşeklik göstermeyin. Her an denetiminiz
altında olsun. Gözlerinizi üzerlerinden ayırmayın. Harp
esnasında acı duymanız, takip esnasında yorulmanız sizi
gevşekliğe sevketmesin. Acı karşılıklıdır. Yorgunluk da
öyle. İki güreşçinin güçleri, kuvvetleri, teknikleri denk olsa
uzun müddet güreşseler ikisi de yorulur ve gevşeklik
gösteren kaybeder. 902[127]

(105) Allah'ın gösterdiği doğrultuda insanlar arasında


hükmede-sin diye sana kitabı hak ile indirdik. Sakın hainler
tarafında olma.
Ayeti Kerime, Kur'anı Kerimin niçin indirildiğini bize haber
veriyor. İnsanlar arasında hükmedilmesi için gönderilmiş
Adalet, Adil olan Allah'ın gösterdiği doğrultuda olursa
adalet olur. Yoksa adaletin ne olduğunu belirlemek
insanlara bırakılırsa, insan sayısınca adalet olurdu.
Allah (c.c.) peygamber efendimize bile Allah'ın gösterdiği
doğrultuda hükmetmesini emretmektedir.
İnsan aklıyla yazılan kanunlar, insan aklı gibi noksandır.
Akıl akıldan üstündür. Eksik akıllı birilerinin koyduğu
kanunla daha akıllı birini yönetmeye çalışmak doğru
değildir.
Terazinin kilosunda eksiklik olursa o teraziyle en dürüst
insan satış yapsa haksızlık yapar. Onun için önce adalet
terasizi eksiksiz olmalıdır. O eksiksiz adalette herşeyi
yaratan, yaşatan, yöneten, bilen, duyan, gören, Allah'ın
gösterdiği Kur'ani adalettir.
Haklı olan kişi yahudi olsa, haksız olan da babanız olsa ve o
babanızda Kur'an öğreten biri olsa, yine de haklının yanında
olmamızı, hainlere arka çıkmamayı emreder. 903[128]
902[127]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/301.
903[128]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/301-302.
(106) Allah'dan af talebinde bulun (istiğfar et) Allah
yarlığayıcı esirgeyicidir. 904[129]

(107) Kendilerine hainlik yapanları savunma. Muhakkak


Allah hainlik yapanı, günah işleyeni sevmez.
İbni Hacer-il Askalani "el-İsabe fi temyiz is-Sahabe" isimli
eserinde sahabeler arasında zikrettiği fakat müslümanlığı
konusunda söz edildiğini söylediği Tu'me bin Ubeyrik
çaldığı bir zırhı yahudinin evine emaneten bırakır.
Çalıntı mal yahudinin evinde bulununca yahudi, malın
Tu'meye ait olduğunu emaneten bıraktığını söyler. Ancak
Tu'me bunu inkar eder. Tu'me'nin yandaşları da Tu'me'yi
tasdik ederler ve yahudiyi hırsız durumuna düşürürler.
Peygamber efendimiz hükümünü vermede acele etmez.
Derken bu ayetler nazil olur ve yahudinin suçsuzluğu Tu'me
münafığının iftiracı ve hırsız olduğu ortaya çıkar,
Allah'ın adaletine bakınız. Müslüman kıyafetindeki hırsızı
teşhir ediyor, haklı olan yahudiyi temize çıkarıyor.
Peygamber efendimize de "Allah'a istiğfar et" diyor. Yani
senin gönlünden yahudi bunu yapar diye geçen düşüncene
de istiğfar et diyor.
Günümüzde çok büyük miktarda rüşvet, soygun yapan
yolsuzlukla yolunu bulanlar yetkili yandaşları, bakan
arkadaşları veya yoldaşları tarafından temize çıkarılıyor ve
günah keçisi birini bulup cezayı ona yükleyi-veriyor.905[130]

(108) Gece vaktinde Allah'ın beğenmediği sözü


konuşurlarken Allah onlarla beraberdir. İnsanlardan
gizlerler, Allah'dan gizlemezler. Allah onların yaptıklarını
kuşatıcıdır.
Evlerinde, parlamentolarında, localarında, klüplerinde,
904[129]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/302.
905[130]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/302.
müslümanla-nn aleyhine kurdukları tuzakları, planlan,
ördükleri çorapları insanlardan gizleyebilirler ama Allah'dan
gizleyemezler.
Babalarına, ve dayılarına dayanarak milletin hakkım yiyip
soru bile sorulamaz ama Allah onlara her nefesin, her
adınım, her lokmanın hesabını soracaktır. 906[131]

(109) Haydi dünya hayatında onları (hainleri) savundunuz.


Kıyamet gününde Allah'a karşı onları kim savunacak veya
kim o hainlere vekil olacak?
Bu dünyada hainleri, haksızları savunan olabilir. Ama
ahirette Allah'ın huzurunda, yönetici put insanlar
yönettiklerinden kaçıp kurtulmaya çalıştığında, babanın
oğula fayda veremediği bir zamanda o hainleri kim
savunacak.
Kimse savunmayacağına göre, canını seven canım
cehennemden korusun. Allah'a, kitabına iman etsin ve
Rasulünün yolunda yürüsün. 907[132]

(110) Kim kötü iş yapar, yahut kendine zulmeder, sonra da


Allah'dan af talebinde bulunur, istiğfar ederse, Allah'ı
afvedici ve merhamet edici olarak bulur.
Hainlere, suçlulara, soygunculara ilan ediliyor. Geliniz
yaptıklarınızdan vazgeçiniz. Tevbe ediniz. Allah günahları
gizleyen ve merhamet edendi edendir.
Peygamber efendimizin arkadaşlarının birçoğu müslüman
olmadan önce birçok suçu işleyen insanlardı. Katiller, yer
altı dünyasının babalarıydılar. Çünkü küfür sisteminde
yaşamak, öyle olmasını gerektiriyordu.
Ancak İslama girdiler. Tevbe ettiler. Eski yanlışlarını
düzelttikleri gibi başkalarının da yanlışına izin

906[131]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/303.
907[132]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/303.
vermediler. 908[133]

(111) Kim günah işlerse, işlediği kendine zarar verir. Allah


herşe-yi bilendir. Hakimdir.
Çalan, çırpan, iftira eden, inkâr eden, yalan söyleyen,
başkasına zarar verip kendine fayda sağladığım zanneder.
Halbuki, yaptığı günah kendini dünyada rezil eder, ahirette
yakar.
İnsan ahiretteki ateşini dünyadan götürür. Boğazınızdan
geçen her lokmanın ahirette sizin için ateş olup olmaması
sizin elinizde. Onu helalden kazanırsanız, o lokmanın
enerjisini Allah yolunda kullanırsanız, ahirette cennette güle
dönüşür. Haram lokma ise ateşe dönüşür. 909[134]

(112) Kim hata veya günah işlerse, sonra o günahı günahsız


birine atarsa, iftirayı ve apaçık günahı kendine yüklemiş
olur.
"İstiğfar" yaptığın suçu Allah'a itiraf ederek özür dileyip af
edilmesini istemektir.
Suçu işleyip itirafdan kaçınan, daha sonra onu bir
başkasının üzerine atan kişi kendi sırtına iki kat yük
yüklemiş demektir. İşlediği suçun yanında bir de suçu
başkasına yükleme günahını yüklenmiş olur. 910[135]

(113) Eğer sana Allah'ın fazlı ve rahmeti olmasaydı onlar


seni sapıtmayı kasdetmişlerdi. Onlar ancak kendilerini
sapıtırlar. Sana hiç bir şeyle zarar veremezler. Allah sana
kitabı ve hikmeti indirdi. Bilmediklerini sana öğretti.
Allah'ın sana olan fazlı büyük oldu.
Bu surenin 106-107 nolu ayetlerinde açıklandığı gibi,
işlediği hırsızlık suçunu Yahudiye atan insan nerede ise

908[133]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/303-304.
909[134]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/304.
910[135]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/304.
Allah Rasulünü yanıltıyordu.
Ama Allah'ın lutfu keremi ile ayetler indi. Yahudinin
suçsuzluğu ortaya çıktı.
Yahudi kâfirdir. Cezasını Allah ahirette verir. Ancak adalet
ise işlenmeyen suçdan hiçbir insanı cezalandırmaz. Allah o
kâfiri temize çıkarıyor. Günümüz müslümanları buna çok
dikkat etmelidirler.
Kadı Şureyh'in huzurunda Hz. Ali ile bir yahudinin davası
görülür. Tararların sözlerine göre yahudi haklı çıkar. Kadı
Şureyh, Hz. Ali'nin aleyhine hükmünü verince, yahudi
hayretler içinde kalır ve Kadı Şureyh'e "Hakim bey, ben
yalan söyledim. Gerçek Alinin dediği gibidir. Sen Ali'nin
hakimisin. Nasıl olsa Ali'yi haklı çıkarırsın diye düşündüm
ama, yanılmışım. Böyle bir adalete iman edilir" der ve
müslüman olur.
Atalarımız "yiğidi öldür ama hakkını yeme" derler.
Yahudiyi Kudüs'ten çıkar ama yahudiye borcun varsa
ödememezlik yapma. 911[136]

(114) Onların fısıldamalarının bir çoğunda hayır yoktur.


Ancak sadaka vermeyi, iyilik yapmayı insanlar arasını
düzeltmeyi emreden fısıldaşma hariç. Bunları Allah'ın
rızasını kazanmak için yapanlara yakında büyük mükafaat
vereceğiz. 912[137]

(115) Kim kendisine yol apaçık belli olduktan sonra Rasule


karşı gelir ve mü'minlerin yolundan başkasına giderse, biz
onu yöneldiğine kavuştururuz ve cehenneme yaslarız. O ne
kötü bir dönüş yeridir.
Loca veya klüplerde biraraya gelip başbaşa verip
fısıldayarak müslü-manlar aleyhine tezgah kuranlar; babanız
öldü, anneniz öldü. Loca kurucunuz öldü. Şimdi hesap
911[136]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/304-305.
912[137]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/305.
veriyor. Siz de öleceksiniz. Keşke fakirlere, evsizlere,
elektriksizlere yardım edecek planlar kursaydımz.Ma'rufu,
yani-Allah'ın kitabını insanlara duyurmanın yollarını
konuşsaydınız.
İşçilerle işverenlerin, amirle memurun, karıyla kocanın,
devletle milletin arasını bulacak işleri fısıldaşsaydınız daha
iyi olurdu. Allah katında mükafatı büyük olurdu.Rasulün
yolundan ayrilıp put insanların peşinden gidenler, ahirette
onunla beraber yanacaklar. Ona göre ahirette kiminle olmak
isterseniz bu dünyada onunla dost olunuz. 913[138]

(116) Allah, kendisine ortak koşulmasını asla afvetmez.


Şirkin dı-şındakileri dilediği kişiler için afveder. Kim
Allah'a ortak koşarsa (Allah yolundan) çok uzak bir
sapıklığa sapar.
Bu âyet-i kerîmenin bir benzeri daha önce geçmişti. Yine
Nisa Sûresi'nin 48. âyet-i kerîmesi aynı. Sonunda bir
farklılık vardır.
Kur'an-ı Kerim'de tekrarlar vardır. Bazı âyetler aynen tekrar
edilir. Yeri geldikçe. Bazen kıssalarda tekrarlanır. Meselâ
Musa (a.s)'ın kıssasının bir bölümü, (Bakara Sûresi'nde)
anlatılırken. Bir başka sûreye geçiyoruz. (Tâhâ Sûresi'nde)
yine bir tekrar vardır. Bir (Errahmân) sûresinde (Fe bi eyyi
âlâ-i rabbikûme tükezzibân) diye tekrarlar vardır.
Bu tekrarlar o konunun önemine binaen tekrarlanmış oluyor.
İnsanın gönlüne yerleştirilmesi için tekrarlanmıştır.
Günümüzde, kitap yazma tekniği olarak bazı ilim
adamlarının geliştirmiş oldukları teknikler, metodlar vardır.
Onların metoduna uygun yazılmamıştır, Kur'an-ı Kerim.
Ona göre indirilmemiştir. Onun içindir ki, bu tür metodlara
alışmış olan bir kısım okumuş-yazmış takımımız, Kur'an-ı
Kerim okunduğunda o teknik ve metodları göremeyince,

913[138]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/305-306.
güya bir eksiklik bulduğunu zannediyor. Olmaz böyle şey,
diyor. Peki neye göre olmaz?.. Bu tekniği veya metodu
bulan kişinin kurallarına uymadığı için olmaz.
Ama, mesela bu kitap yazma teknikleri ve metodları
konusunda da insanlar ittifak etmiş değiller. Düzeltme
doğruymuş. Bir başka ekole göre böyle olmalıdır, ihtilafı
günümüzde de devam edip gidiyor.
Allah, İnsanların koydukları kurallara tâbi değil, insanlar
Allah'ın koyduğu kurallara tâbi olmak için yaratılmışlardır.
Onun için Allah (c.c) Kur'an-ı Kerim'inde bazı âyetleri
tekrarlamıştır. Önemine binaen tekrarlamıştır. Meselâ, Nisa
Sûresi'ni 48. âyet-i kerimesinde Allah, "Mutlaka Allah, O'na
şirk koşulmasını affetmez.", "Kendisine şirk koşulmasını
affetmez.", "Bunun dışındaküeri ise dilediğini
affeder."buyurur. Yani şirk haricinde, dileğince bütün
günahları affedeceğini bu âyet-i kerimeyle Allah (c.c)
bildirmiş.
48. âyet-i kerimede bildirmiş. Ama bu âyet-i kerimede de
yine aynı âyeti burada da tekrarlamıştır. Dikkat edersek
âyet-i kerimelerin geldiği yerleri âyet-i kerimesinde ehl-i
kitaba iman telkin ediliyor. Kendilerinden önce Yahudilerin
düştükleri kötü sonuçlara düşmemeleri Allah (c.c) tara-
fından uyarılıyor. Arkasından da "Allah şirk hariç bütün
günahları affeder" diyor. Yani insanlar yaptıkları
kötülüklerden dolayı, Allah benim günahlarımı affetmez.
Affetmeyeceği boyutlara ulaşmıştır. Benim günahlarım öyle
afla, merhametle silinmez, gibi bir ümitsizliğin içerisine gir-
memesi için.
Burada da; "Kim Allah Rasulü'nün ve müminlerin dışında
başka bir yola uyarsa onu cehenneme gönderir" diyor ve
arkasından da «Allah dilerse, dilediğinden bütün günahları
affeder» diyor Allah (c.c).
Peki şirki niye affetmiyor. Şirk; Daha Önceki derslerimizde
de tekrarladık bu konuyu. Şirk kelimesi, şirket kelimesi,
müşterek kelimeleri aynı kökten türemiş. Şirket veya daha
fazla kişinin bir müessesede ortak olmasıdır. Şirk de; Allah
(c.c)'ın yarattığı bu kâinat üzerinde Allah'dan başkasının söz
sahibi olduğunu kabul etmek şirktir. Şirkin tarifi bu. Bu
kâinatta, bu âlemde, Allah'ın yarattığı bu yer ve gökte
Allah'dan başkasının söz sahibi olduğunu kabul etmek, ne
demektir? bunun yönetiminde 2 kişi var demektir. Birini
Allah yönetiyor, birini de bir başka ilâh yönetiyor demektir
ki; buna şirk diyoruz. Bunu Allah (c.c) kafiyyetle affetme-
yeceğini ifade ediyor.
Hem de kuvvetle, te'kidle söylüyor. (İnallahe) (İnne)
kelimesi genelde tekid için kullanılıyor, Kat'iyettle
affedilmez, diyor Allah (c.c). K'im Allah'a şirk koşarsa; yani
bu kâinattaki yönetiminde, Allah'ın dışında birinin de söz
sahibi olduğunu kabul ederse. «Çok kötü bir sapıklığın
içerisine düşmüştür.» diyor. «Çok uzak bir sapıklığın
içerisine düşmüş olur» diyor Allah (c.c).
Yani sapıklık deyince genelde bizde, «İşte sapığın biri
çocuğa tecavüz etti. Sapığın biri bir adam öldürdü. Sapığın
biri filan yerden bir malı çaldı, gasbetti» gibi. Sapık deyince
milletin aklına basının diliyle; çocuğa tecavüz eden, adamı
haksız yere öldüren veya adamın elinden zorla alıp kaçan
gibi, daha ziyade zorla tecavüz edene sapık diyorlar, basın
dilinde.
Doğru o bir sapıktır. Ama asıl sapıklık Allah'a giden yolu
bırakıp, başka yola gitmektir. Hâkimiyetin ve otoritenin
yalnız ve yalnız Allah'a ait olduğunu kabul etmeyip, Allah
yanında bir başkasına da hükmün ait olduğunu kabul
etmektir. Halbuki âyet-i kerime «Hüküm kayıtsız şartsız
Allah'a aittir. Yalnız ona ibadet yapmamızı emretmiştir
Allah (c.c) » diyor.914[139]

914[139]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/306-308.
(117) Müşrikler ancak Allah'dan başka, dişi tanrıçalara
taparlar ve ancak inatçı şeytana taparlar.
Yani dişi ilâh, Türkçe (tanrıça) diye ifade edilmiş.
"Tanrıçalara da ibadet ederler" diyor. Bir kısım ehli kitap;
"Allah melekleri kendisine kız edindi. Melekler Allah'ın
kızlarıdır" gibi iftirada bulunmuşlar, Kur'an-ı Kerim bunu
haber veriyor.
Buranın tefsirinde diyorlar ki, Mekke'deki müşriklerin
putları olan (Lât, Menat ve Uzza) daha ziyade dişi tanrıçalar
idiler. Ve onlar önünde
hükümlerini icra ediyorlar. Onlar önünde bayramlarını
merasimlerini yapıyorlar ve onların önündeki fal okîarıyla
hangi adam haklı, hangi adam haksız olduğu konusunda
kararlar veriyorlardı. Allah (c.c) da «Onlar dişi ilahlara dua
ederler, onlara yardım talebinde bulunurlar ve onun doğru
hüküm vermesini isterler.»
«Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmış, hiç ibadeti olmayan
şeytana onlar dua ederler, ona çağırırlar» diyor Allah (c.c).
(Mürid) kelimesini de Türkçe'de çok kullanırız diyor,
Elmalılı merhum (Men mered) kelimesiyle. Arapça'dan
geçmiş olan, şeytanın sıfatı olan (mürid)i Türkçe'de de
(mered) olarak kullanmışız diyor.
Arapça'da (merad) hani (ot bitmeyen arazi) mânâsına
geliyor. Kendisinde tüy bitmemiş kadın, mânâsına
kullanmış Arap. Burada (şeytan-ün merid) ise, kendisinde
ibadetten-itaatten hiçbir şey bulunmamış. Yalnız isyan var,
iftira var, fasıklık var, her türlü pislik var. Ama ibadetten,
tâattan, iyilikte, güzellikten hiçbir şey üzerinde
bulunmayana (merid) diyorlar. (Merad adam) da Türkçe'de
belki o anlamdan geçmiştir, bilemiyorum.
"Onlar tanrıçalarına dua ederler ve şeytana dua ederler,
şeytan'dan yardım talebinde bulunurlar" diyor.
Yasin Sûresi'nin 5. sayfasında da Allah (c.c) «Ey beni
Âdem, ben sizden söz almadım mı, Şeytana tapmayınız
diye. O sizin için apaçık bir düşmandır. Ve ancak bana
ibadet ediniz diye söz almadım mı» diyor Allah (c.c)
Peki günümüzde şu soru gelir. Hocam, şeytana ibadet
yapmayız kî biz. Veya kâfirler bile şeytana ibadet yapmazlar
ki. Veya kâfirlerin bir kısmı şeytana inanmaz ki, denilebilir.
Hani bir kısım ateistler derler ki, "Ben Allah'ada inanmam,
şeytana da inanmam" der. Zaten onu sana veren şeytan.
- Oğlum şeytan diye birşey yok, diyen şeytan. Allah diye
birşey yok, diyen de şeytan. Yani sen şeytanın etkisi altında
kalmışsın zaten. Böylelikle bu sözüyle şeytanın yolundan
gittiğini göstermiş oluyor kişi.915[140]

(118) Allah onu rahmetinden uzak kıldı. O da "Muhakkak


kullarından bir pay elde edeceğim" dedi.
Lanetin Türkçe karşılığı; "Allah o şeytanı rahmetinden uzak
tutmuştur" diyor Allah (c.c). Yani bizim Türkçe'de (lanet)
kelimesi (ilenç) ilenme olarak geçer. Bazıları böyle
anlamışlar. Diyorlar ki; "Hocam Allah ilenir mi?" diyor. Bir
kere sen (lânet)i yanlış anlamışsın. Kur'an-ı Ke-rim'deki
(leâne) kelimesi Allah'ın rahmetinden uzak oldu
manasınadır.
Peygamber Efendimizin (a.s.v)"leanellahü" diye başlayan
hadis-i şerifleri vardır. Ve bazı kötülükleri sayar onun
arkasından. Orada derki; "Bu kötülükleri yapan Allah'ın
rahmetinden uzak olur" diyor. Veya "Allah'ın rahmetinden
uzak olsun" manasınadır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in
söylemiş olduğu bu hadis-i şerif.
Yoksa ilenmek, hani kocakarıların ağızlarını rastgele
sallayıp, veya (cadı karılar) diyelim. Yoksa yaşı ilerlemiş
çok değerli ihtiyar annelerimiz varki, ağızlarından hep
rahmet kelimesi çıkar. Benim bir ara evinde oturduğum bir
hacı anne vardı da, ağzı hep rahmetle dolu kelimelerle

915[140]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/308-309.
meşguldü.
- Ooo kuzum, ayağın cennete varsın inşaallah. Ooo!
Kâbelerde gezersin inşaallah. Öyle güzel laflar bilirdi. Ama
yaşı da 90'm üzerindeydi.
Bazı cadaloz veya dini-diyaneti bilmeyen kadınların ilaçları
değildir. Buradaki lanet, yapılan kötülüklerden dolayı
Rabbimin rahmetinden uzak kalmasıdır, şeytanın veya
şeytanın doğrultusundaki insanların.
"Şeytan Allah'ın rahmetinden uzak kalınca, lanetine
müstehak olunca dedi ki Rabbime; 916[141]

(119) (Şeytan diyor:) Elbette onları sapıtacağım. Onlara boş


arzular vereceğim. Onlara emredeceğim hayvanların
kulaklarını yaracaklar. Yine emredeceğim Allah'ın
yarattığını değiştirecekler. Kim Allah'dan başka dost olarak,
şeytanı dost edinirse apaçık zarardadır.
"Senin kullarından bir kısmından belirli olan nasibimi
mutlaka alacağım" diyor. Yani bu insanlardan bir kısmını
saptıracağım. Madem ki, ben onların yüzünden Allah'ın
rahmetinden uzaklaştım. Yani uzaklaşmasının sebebi;
Bakara Sûresi'nde geçmişti. Allah (c.c) «bu Âdem'e secde
et» dediğinde secde etmekten kaçınmıştı. Hatta ileride
gelecek. Secde etmemesinin gerekçesini de söylüyor.
O mantık kullanıyor, kuru mantık. İlme dayanmayan. Sırf
hokkabazlık, (mantık da demeyelim de hokkabazlık). Laf
kalabalığı, mugalâta dediğimiz şeyler. Diyor ki; "Ya rabbi,
sen beni ateşten yarattın, onu topraktan yarattın. Ateş,
topraktan daha yücedir. Yüce olan yüce olmayana secde
etmez" diyor. Böylelikle Allah'ın rahmetinden uzak kalıyor.
Âlimlerimiz diyorlar ki; Yalnız secde etmemesinden dolayı
uzaklaş-tırılmamıştır. Eğer Allah (c.c) şeytanı yalnız secde
etmemesinden dolayı uzaklaştıımiş olsaydı, bu müslüman

916[141]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/309-310.
toplumun tamamı helak olurdu.
Öyle ya, bugün 5 vakit namazımızı birçoğumuzun kıldığına
inanırım ama, kılmayanımız veya bazen kaçıranımız
olmuştur. Şeytan bir secdeden dolayı uzak tutulmuş.
Müminler de öyle olabilirdi. Asıl uzaklaştırılmasına sebep o
değildir, diyorlar.
Ya? (Hani hem kel hem fodul) diye bir tâbir vardır ya.
Secdeyi yapmadı ama, secde yapmamayı da savunmaya
kalktı bu sefer, işte rahmetten uzak kalması burdandır
diyorlar.
Hani insan suç işlese de, suç işlediği kişiye karşı da "Kabul
suç işledim" dese affedilir. Ama, "Bunu yaptım, yaparım da,
yine de devam ederim bu işe. Çünkü ben bu işte gayet
haklıyım. Ben bu adamı öldürme hakkına sahibim." diyecek
olursa; bu söz öldürmekten veya çalmaktan daha büyük bir
suçtur. Çünkü budaha sonra gelecek bütün cinayetlere kapı
açmaktır.
"Onun için; şeytan da bundan dolayı uzak tutulmuştur"
diyoı âlimlerimiz.
O da diyor ki, "Madem ki ben bu insanlar yüzünden Allah'ın
rahmetinden uzak tutuldum, ben de onlara tuzaklarımı
kuracağım. Onlardan belli bir kısmını kendi tarafıma
geçireceğim. Geçiremediklerimin amelinden alacağım,
çalacağım. Malından çalacağım. Aklını-fikrini çalacağım.
Yani onlardan birşey almaya kıyamete kadar devam
edeceğim."Allah (c.c) bize şeytanı tarif ediyor;
"Şeytanın tuzağı gayet zayıftır" diyor.
Ben bu âyet-i kerimeyi okurken, sanki ilk defa
okuyormuşum gibi irkildim. Amanyarabbi! Bu nasıl olur.
İnsanları azdıran insanları yoldan saptıran genelde şeytanın
vesvesesi. Peki burda.da "şeytanın hilesi gayet zayıftır"
diyorsun. Ama izahında demişler ki, başarısı şeytanın
güçlülüğünden değil, yaptığı hileler ve tuzakların
devamlilığındanmış. Devamlı Yılmak bilmiyor. Size
namazınızı kılmamanız için,,size iyilik yapmamanız için,
size dininizin ihyası için, bir cihad faaliyetine girmemeniz
için, 40 yerden 40 tane mantık oyunu getiriverir. Vervese
veriverir.
Siz herbirini aştığınızda o biraz pusar ama, yine yolunda
devam eder. Ömür boyu devam eder. Yolda, namazda,
evinizde, yatağınızda devamlı size vesvese veriverir.
Yarın ticarette şöyle yapıverirsen köşeyi dönersin. Böyle
yapıverirsen şu parayı elde edersin, gibi gayri meşru yollar
teklif ediverir. Siz dersiniz ki;
(Euzübillahimineşşeytanirracim). "Senin yoluna
uymayacağım" dersiniz. Biraz durur, ama arkasından, "Ya!
öyle ama, işte şu şu işleri de yapıverirsen sen de eller gibi
olursun" deyiverir. Yani devamlı bize hile ve tuzaklarını
kurmaya yönelik olduğundan başarısı oradan geliyor.
Peygamber Efendimiz (a.s.v) de ümmetine demiş ki;
"Amellerin en değerlisi az olup, devamlı olanıdır" diyor.
Hani sizde diyorsunuz ya! "Oğlum sebat lâzım, sebat"
diyorsunuz. Hani işte sebat lâzım, ibadette sebat lâzım,
dostlukta sebat lâzım, herşeyden sebat gerekiyor.
Devam ediyor şeytan, "Onlardan bir kısmını alacağım.
Onları sapıtacağım. Onlara bu dünyada erişilmez idealler
vereceğim. Onlara emredeceğim ve hayvanların kulaklarını
dildireceğim, kestireceğim ve onlara yine emredeceğim de,
mutlaka onlar Allah'ın yarattığım değiştirecekler" diyor
(şeytan). Allah (c.c) şeytanın tuzaklarını haber veriyor
aslında bize. Beş tane teker teker açıklamaya çalışalım.
"Sapıtacağım" Nasıl sapıtır? İnsan hayatta herşeyde iki
alternatifle karşı karşıya kalır. Evinize rızk getireceksiniz,
Ailenizi besleyeceksiniz.
Bu insanın midesine giren herhangi bir yiyecek madde,
helâl olsa da - haram olsa da vücudunuzu ayakta tutar,
insanın kamım doyurur veya. Siz, ekmeğinizi Allah'ın emri
üzerine, helâlinden kazanmak zorundasınız. Ama haram da
getirirseniz ekmek gelmem demez, çocuklar yemem demez.
Yenen de haram olduğundan dolayı bedene beslemem
demez. O zatında değil, ona insanın kazandırdığı sıfattadır,
kötülük. Meselâ elma ağacından bir tanesini satın aldınız,
kopardınız helâldir. Elma sahibi sırtını donuverdi vede siz
satın almadan kopardınız o haramdır. Aynı elle aynı dalda
iki elma alıyorsunuz. Birini paranızla alıyorsunuz o helâldir.
Birini de adam görmeden alıyorsunuz o da haramdır. İkisi
de besleyicidir bunların.
Şeytan, daima çalmayı, almayı, gaspetmeyi emreder.
Erkeğin kadına olan ihtiyacı, kadının da erkeğe olan ihtiyacı
vardır. Bunu meşru yoldan karşılamak da, gayrı meşru
yoldan karşılamak da vardır. Fakat şeytan hep gayri meşru
yolu cazibeli hale getirmiştir. Orada sapitacaktır.
İtikat; Allah'a, kitaplara, meleklere, ... iman en doğru
yoldur. Ama orada da o çeşitli şüpheler verme suretiyle,
itikatta da insanları saptırma tarafına gitmektedir. Çok
mantıklı cümleler buluveriyor onlara. Hani Allah'a,
kitaplara, ahirete, ... imanda, imansızların da mantığının
bayağı güçlü olduğunu, başka mantıkla da çabuk yıkılacak
kadar da zayıf olduğunu çeşitli misallerle anlatmaya
çalışmıştık.
Şeytan onlara diyor ki; (Cenabı Allah'a diyor ki) "Ben
onlara erişilmesi mümkün olmayan idealler vereceğim."
Meselâ, (ileride de gelecek) Yahudiler diyor ki, "Allah bizi
ahirette birkaç gün yakacaktır. Hatta tefsirlerde 7 günden
fazla bizi yakmayacak-tır" diyorlar onlar. Onların ideali o,
Allah bizi 7 günden fazla yakmayacaktır. Veya biz şöyle
soylu-böyle soylu milletiz. Dünyanın galibi biziz, biz
olacağız diyorlar. Bunu da şeytan onlara dedirtiyor.
Bu âyet-i kerimenin tefsirinde, Peygamber Efendimiz (s.a.v)
(ki biraz sonra bu konuyu biraz daha açıcı bir âyet-i kerime
gelecek);
Ne sizin idealleriniz, hayalleriniz, kuruntularınız, ne de ehli
kitabın idealleri, hayalleri, kuruntuları gerçektir. Yani biz
yüceyiz, yükseğiz demekle olmaz. Ya ne ile olur? İşle olur,
yani o işin yapılmasıyla olur. Allah bizi seviyor demekle
olmaz. Allah'ın seveceği işi yapmakla olur, anlamına
geliyor.
Ama bunlar okumadan âlim, gezmeden seyyah, evlenmeden
çocuk sahibi olmak, tohum atmadan, buğday beklemek gibi
kuruntuların içine sokuverir. İnsanlar bazen; bu konuda
romanlar, hikâyeler yazmıştır. Efsanesi bile geliştirilmiştir.
Bir görünmez adam oluverseydim diye film bile
çevirilmiştir.
Müslüman olanı da olmayanı da aynı hayali kuruyor.
Müslüman olan; hocam işte bir görünmez adam olsaydım.
Bu imansızlığı körükleyen adamların yanına giriverseydim,
onlar toplantıda iken şöyle iki tıktık vuruverseydim filan.
Olmayacak şeylerin peşinde koşulmaz. Onun olacak yolu
Peygamber Efendimiz (a.s.v)'in yoludur. Gideceksin ve
adamın karşısına görünen şeklinle çıkacaksın, edebi
dairesinde durumu arzedeceksin. Karşılığında çeşitli belâ ve
musibetler gelebilir, rahmet de gelebilir. Bazen hani Musa
(a.s) gibi denizi geçme mecburiyetinde kalırsın. Bazen
İbrahim (a.s) gibi ateşe düşme mecburiyetinde kalırsın.
Bazen Yusuf (a.s) gibi hapishaneden devlet makamına
geçmek mecburiyetinde kalabilirsin.
Ama peygamberlerin metoduna uygun olarak yapılır.
Görünmez adam olmayla filan bu işler yapılmaz. Böyle bir
temenniyi ancak şeytan verir. Bunu verdirir, verdirir sonra
da görünmez adam olamayınca bu iş biter.
Bizim oralarda anlatırlardı. Bu işin yalanı ve pala vrası
şöyle; Efendim bahar mevsiminde ilk gördüğün yılanı
öldüreceksin. Öldürdün. Başını keseceksin, toprağa
gömeceksin, ağzına da bir tane kuru fasulye koyacaksın.
Fasulye bitecek, sulayacaksın ve o fasulye kuruyacak. Onun
fasulyelerini teker teker ağzına alacaksın. Aynaya da
bakacaksın. O fasulyelerden bir tanesi var içinde. Ağzına
koydun mu görünmez adam oluyorsun. Kaç tane fasulye var
100 tane. 100 tanesini teker teker ağzına koyacaksın,
deneyeceksin. Ondan sonra böyle geçip gideceksin.
Bu tarih boyunca; sadece bizim toplumumuzda değil.
Eskiden Yahudi, ve hıristiyan toplumunda da, olan
uydurma, kendi gücüne güvenmeyip, başka güçler
aramaktan kaynaklanan ümniyyelerdir.
"Ve ben onları (insanlara) mutlaka emredeceğim.
Hayvanların kulaklarını da yaracaklar" diyor.
Bunun efsanesi de şöyle. Cahiliye döneminde Mekkeli
müşriklerin yavrulayan develeri, (yavrusunu 5 veya 6 kesin
bilemeyeceğim) 5 veya 10 tane yavru yaparsa, mukaddes bir
deve kabul ediyorlar. Ondan sonra o deveye yük
yüklemiyorlar, kesmiyorlar, etini yemiyorlar, vadiye sürüve-
riyorlar. O dilediği yerde yer, içer, gezer böyle bir deva
olurmuş. Belki Hindistan'ın ineği de zamanında öyle bir
inekmiştir. Sonradan tapınılan inek oluvermiş.
Allah (c.c) böylesine 3-5 yavru yapmakla, 10 boduk
yapmakla hiçbir şeyin mukaddeslik kazanmayacağım,
herşeyin yaratılış gayesi doğrultusunda kullanılması
gerektiğini bildirirken, şeytan diyor ki, "Bu size 10 tane
yavru vermiş, bunda bir ilâhilik vasfı var. Öyleyse buna yük
yükleme-yin, binmeyin, sütünü sağmayın, bundan sonra
kendi halinde yaşasın" diyor. Bunda şeytanın ne çıkarı var?
Tapınma meylini Allah (c.c)'dan yaratıklara doğru
yönlendiriyor. Allah (c.c)'dan başka; yaratma, yönetme,
yaşatma ve insanlara kutsiyet verme hakkına sahip olan, hiç
bir kuruluş, şahıs, dernek, vakıf ve parti yoktur.
"Ve yine o insanlara emredeceğim ben" İşte burasıda,
günümüzde en çok gündemde olan, çevrecilerin de el attığı
bir konu vardır. Efendim yeşili koruyalım, tabiattaki
dengeyi muhafaza edelim. Gibi çalışmalar vardır. Tabiattaki
dengeyi bozma konusunda ilk faaliyet şeytandan geliyor.
İnsanların aklına da bunu ilk defa sokan şeytandır. Yani
denizin kirlenmesi, havanın tozlanması, bulanması, efendim
yukarıdaki ozon tabakasının delinmesi, tabiattaki birçok
zararlı varlıkların ve zararsızların ölmesi zararlıların
çoğalması şeytanın insanlara verdiği vesveseden
kaynaklanıyor.
Hocam nasıl olur bu...? Düşünün bu, bir yere, bir köyün
kenarına kurşun fabrikası kurulmuş. Köylünün hepsi
zehirlenmişler, çocuklar sakat doğmaya başlamış. Halbuki
bu fabrika köyün, yakınına değil de, köye daha uzak bir
dağın yamacına kurulabilirdi.
Ama şeytan diyor ki, oğlum oraya kurarsan şu kadar masraf
edersin, masraf artar, elektrik çekeceksin, yol yapacaksın
oraya kadar. Bu kadar
masrafa katlanma. Ver köyün muhtarına veya başkasına şu
kadar rüşvet, işini hallet diyor. Bu şeytanın vesvesesidir.
Halbuki bu tesis kurulurken beraber arıtma tesisleri de
kurulabilir. Batılı diyor ki; bu tesisler daha yeni gelişti.
Tabii batılı başlattı bu şeyleri, Anadolu'daki bir köyün
yakınına bu fabrikayı kurma fikrini de veren yine batılıdır.
Bu işin maliyetini düşürmenin yolu, elektriğe ve suya en
yakın yere kurmaktır. Arıtma tesisi kurmak için ek bir tesise
gerek yok. Bu işi hallet. Nasıl hallet? Elini biraz çalıştırıver
yetkililere diyor. Yetkililer de kendi parası hesabına,
insanlarına canına değer vermiyorlar. Neticede sakat ço-
cuklar, olmaya başlayınca, sızlanma dönemi başlıyor ama
yine tedbir alınmıyor.
Şeytan, ben onlara emredeceğim. Tabiatta Allah'ın yarattığı
şeyleri değiştirme konusunda diyor. Âlimlerimiz bunu böyle
izah etmişler. "Allah'ın yarattığını değiştirmek". Yani tabiat
kanunlarını değiştirmekle, gayesi doğrultusunda değil, onu
tam aksi istikamette kullanmak suretiyle yapılacağını
emredeceğim diyor.
İşte onu içine alıyor zaten. Yani bunun tefsirinde şöyle
açıklama yapmışlar. O gün için cinsiyet değişikliği yok.
Bunun tarihi yeni değil. İbnelik (homo seksüellik) ta Lût
(a.s)'ın kavminin başlattığı bir şeydir. Kur'an-ı Kerim bunu
haber veriyor. İlk defa Lût (a.s)'ın kavminde bu pislik zuhur
etmiş diyor. Kavmi deyince, ona iman etmeyen kavimler.
Bakara Sûresi'nde geçti, onun tefsirini yaptık. O inanmayan
toplum diyor ki, Yahu bu adamı çıkaralım, sürelim buradan.
Bu temiz bir adam, diyorlar. Yalnız o dönemin imansız,
aynı zamanda ibneleri (homo seksüelleri), çağımızın
ibnelerinden biraz daha insaflılar. Diyorlar ki, bu adam
temiz bir adam.
Lût (a.s); "Yahu yapmayın. Bakınız o kadar kızlarımız var.
Allah (cc) kızı erkek için, erkeği kız için yaratmış" deyince.
Lût (a.s)'ı anlıyorlar bunlar.
"Yahu bu dürüst bir adam. Toplumun içinde bu olmaması
gerekir, bunu sürgün edelim" diyorlar. Yani dürüstlüğünü
kabul ediyorlar. Sürecekler ama dürüstlüğünü kabul
ediyorlar. Temiz insanlar bunlar diyorlar.
Onların lideri bir ara o çok satan gazetelerden birinide bir
sayfa de-
meç verdi. Bunu yapmamak çok gericilik-yobazlıktır dedi.
Yaa! Hele hele yüksek tahsilini yapmış da, bunu
yapmamışsa bu çok ayıp birşey diyor. Yani bunlar, onlardan
da daha bir pisi gayri.
Allah (cc) "Onlar Allah'ın yarattığını değiştirecekler"
derken, bir böyle tefsir ediyorlar, bunu misal veriyorlar. Bir
de insanı kadın yapmayı yasaklar diyor.
Şeytan bunu emreder diyor. Meselâ Osmanlı'da savunulması
mümkün olmayan şeylerden bir tanesi. Osmanlı deyince
tamamında değil tabii. Yani bir Osman Bey, Orhan Bey, bir
Fatih döneminde yok bu. Daha sonraki dönemlerde "hadım
ağalığı" türetilmiş. Yani sarayın içiyle uğraşacak
hadımağalan (onların rızasıyla tabii). Adam demiş ki
sarayda yağlı ballı yaşayayım da bu erkeklik uzvum da
gitsin, demiş, hadımlığa razı olmuş. Ama dinine uygun bir iş
değildir. Dinim bunu yasaklamıştır. İnsanın hadım
yapılması, yani hayasının alınıp erkekliğinin yok edilmesi
dinen yasaklanmıştır, haramdır.
Tefsir kitaplarında; bunu yapan, yani erkeklerin ibnelik
yapmasını, bu âyetin tefsirinde. Bir de erkeklerin hadım
edilmesinin yasak olduğunu yazar. Şeytan bunları emreder
diyor. Çağımızda yazılan tefsirlerden birinde de (doğum
kontrolü) yapmayı da yazar. Burada birşey geliyor yalnız.
Eğer müslüman bir doktor, âdil, sahasında uzman bir doktor
derse ki; "Eğer hamile kalırsa ölüm tehlikesi ile
karşılaşırsın" derse, onun engelleme hakkı vardır. Nitekim
benim köyümden bir kadın Hollanda'da vefatı bundan
olmuştu. 5-6 tane doğum yaptı. Doktor "doğum yapma, sen"
demiş. Onlar ya dinlemediler, ya engelleyemediler
bilmiyorum. Hamile kal-wmış,ve bir gün vefat etmiş.
Bizim fakihlerimizde; eğer böyle bir gerekçe doktor
tarafından kendilerine bildirilmişse doğum kontrolü yaparlar
diyor.
Daha önce söyledim galiba. Bizim orada Hoca efendiye
Allah (c.c)'a ve Peygamber (s.a.v)'e inanmayan biri gelmiş
demiş ki; "Yahu hoca doğum kontrolüne ne diyorsun?",
"Kontrolü yapayım mı yapmayayım mı?" demiş. "Yap"
demiş hoca. "Ulan hoca aydın bir hoca olduğun belli olu-
yor" demiş. "Başkalarına soruyorum olmaz, diyorlar" demiş.
"Oğlum kim dedi sana bunu?", "Filan, filan dedi", "Yanlış
konuşuyorlar oğlum yap, sizin gibi imansızın nesli
ürememesi lâzım. Yılandan yılan yavrusu doğar" demiş.
"Sizin yumurtalarınızın kırılması lâzım. Ama bizim
olanların yere düşmemesi lâzım. Bize haramdır, ama siz
devam edin, nesliniz tükensin" demiş.
Öyledir yani, meselâ Almanya, Fransa nüfusu devamlı
azalıyor. Adamların endişeleri, yapmış oldukları hesap,
bilgisayarları ile yapmışlar. Tahmini hesapları 2020 yılında
Türkler otomatikman Reisicumhuru seçeceklermiş. Yani
Türkler'den seçecekler. Nüfus o kadar artıyor. Onlar doğum
yapmıyor "güzelliğim bozulmasın" diye.
Tarih boyunca da birçok devlet doğum kontrolü neticesinde
yok olmuştur. Bu konuda batıda yapılmış kitaplar vardır.
İsimler vardır. Filan devlet doğum kontrolü yaptı ve bunu
yapmayan filan devlet bunları teslim aldı diye isimleri ve
tarihleri dahi vardır.
"Allah'ın yarattığını mutlaka değiştireceklerdir" diyor. Bu
insan, hayvan, tabiat üzerinde, deniz, hava ve heryerde
tabiattaki Allah (c.c)'ın fıtratta yarattığını olumsuz yönde
değiştirmeyi emreden şeytandır.
Aslında günümüzde çevrecilik filan yeni birşey zannedilir.
Çevrecilik 1400 seneden beri müslümanlarda vardır. Nasıl
vardır? Müslümanlar bunun eğitiminden geçerler.
Çevrecilik eğitiminden geçerler. Her hacca giden adam o
toplum içinde güçlü olarak kabul edilir değil mi. Hem be-
deni gücü yerinde, ekonomik gücü yerinde ve itikadı ve
ameli yerinde, kültür seviyesi de yerinde olan insanlar hacca
giderler. İhramlı oldukları müddetçe bir canlının canını
alamazlar. Bir canlıyı öldüremezler yasaktır. Nedir bu?
Canlının canına değer vermeyi daha önce öğreten dinim, ih-
ramlı olduğu müddetçe tatbikatını da yaptırıyor.
Hani askerde masalarda eğitimi verirler. Sonra dışarıda
birde tatbikatını yaptırırlar ya, öyle bir tatbikat. O ihramlı
olduğu müddetçe birtek yaprağı koparmama eğitiminden de
geçer. Eğer bir yaprak koparırsa sadaka verecektir. Bir canlı
öldürürse onun büyüklüğüne küçüklüğüne göre sadaka
verecek veya kurban kesecektir. Mutlaka keffaretini
ödeyecektir. Yani ihramlı olduğu sürece canlı öldürmeme ve
koparmama eğitiminden geçen müslümanlar, 1400 sene
evvelinden bu hareketi başlatmışlar.
Şimdi bir kısmı iyi niyetlidir ama bir kısım insanlar da kötü
niyetlerle ele almışlar. Geçende bir ağaç kesilmiş, orada
oturma eylemi yapmışlar. Binlerce arabanın geçişini
engellemişler o gün akşama kadar. Fakat aynı
adamlar yılbaşında kesilen devrilen çamlara ses
çıkarmayacaklar. Böyle adamlar kendileri çam devirecekler.
Yani bunların yeşile saygılarının sahte olduğunu ocak
ayında göreceğiz. Yine yeşile saygıyı biz gösteriyoruz.
Rabbimin yarattığı, Rabbimi zikrediyor diyoruz.
Ayette geçtiği gibi, "Yerde ve gökte ne varsa Allah'ı teşbih
eder" inancımız var bizim. Yerdeki çayırın Allah'ı teşbih
ettiğine inanıyoruz. Sarkan bir dalın Allah'ı zikrettiğine
inanıyoruz. Zikreden bu dervişlerin arasında yürüyoruz biz.
Dağlar ve taşların Allah'ı zikrettiğine inanıyoruz.
Dağlar ile taşlar ile çağırayım mevlam seni, diyen Yûnus
bunu anlayan insandır. Âyetin doğrultusunda söylüyor yani.
"Kim Allah'dan başka, şeytanı dost edinecek olursa, o
apaçık bir zarardadır" diyor Allah (c.c). Yani dost olarak
Allah yeter. Hani şair; "Allah yeter, geri kalanı ise hevestir"
demiş.
Peki Allah'ı sevince diğerlerini sevmez miyiz? Yaratılanı
severiz, Yaratan'dan ötürü. Allah'ı seven, Allah'ın kullarını
da sever. Allah'ın yarattıklarını sever. Allah'ı sevenleri
sever. 917[142]

(120) Şeytan onlara vaadde bulunur. Onlara boş arzular


verir. Şeytan onlara ancak aldanmayı va'deder.
"Şeytan ancak onlara vaadeder"(Gurur); Şu gururlanma
dediğimiz şey değil. Türkçe'deki (gurur) da aynı kökten
gelmiş ama, Türkçe'deki gururlanma, kibirlenme anlamında
anlaşılmış.
Arab'ın dilinde (gurur) aldanma mânâsına geliyor. Hani
"Kim bizi aldatırsa bizden değildir." hadis-i şerifleri,
(aldanma).Şeytanın vaadi ancak insana aldanma elde ettirir.

917[142]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/310-319.
Şeytan, "şöyle olacaksın, böyle güzel kazanacaksın köşeyi
döneceksin. Böyle güzel kadına sahip olacaksın, araba
sahibi olacaksın, şu işi yapıver canım. Ondan sonra tevbe
edersin. Daha yaşın genç. 50'sinde tevbe edersin. Canım
yaşın daha genç. Baban rahmetli 90 sene yaşadıydı. 80'ine
gelince yaparsın." Şimdi bunu söyleyen çok adam var değil
mi?
Bazı ibadetleri söylediğinizde, işte hocam 40'ına, 50'sine
veya 6Ö'ına bir varalım da; hani namaz, hac, tevbe gibi
ibadetler için belirli bir yaşa gelelim de... diyorlar.
Ama birçok hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.v)
gencin ibadetiyle, yaşlının ibadetinin denk olmadığını ifade
ediyor.918[143]

(121) İşte onların yeri cehennemdir. Ondan kurtulacak yer


bulamazlar, diyor Allah (c.c).
Şimdi ahirette şeytanla, şeytana tâbi olanların karşı karşıya
geleceğini haber verir Rabbim. 919[144] "Orada şeytanla,
şeytana uyanlar yanyana gelirler. Bunların hepsinin
cehennemlik olduğu kendisine bildirilince; (Vay! Ulan bizi
sapıttın. Hani bu işleri yaparsanız cennete gidersiniz
diyordun) Bizim yaptıklarımızı bile süsliiyordun. Âyet-i
kerimelerinde Rabbim; "Amellerini onlara güzel gösterdi"
diyor. Olur mu amellerini güzel göstermek.
Günümüzde de bazı insanlar; Allah (c.c)'a, Peygamber
(s.a.v)'e inanmam ama ben şöyle, şöyle hayırlı işler
yapıyorum. Eğer cennet varsa ben gitmeyeceğim de kim
gidecekmiş. Benim kalbim tertemiz."
Bunlar insana şeytanın verdiği mantık oyunlarıdır, sözlerdir.
Onların amelini süsleme faaliyetidir bu. Orada da şeytanın
bu söylediklerinin boşa çıktığını görüverince adam;
aklanmış durumuna düştü. Bu duruma düşen adam ne
918[143]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/319-320.
919[144]
İbrahim Sûresi'nin 22. âyetinde
yapar? Alır eline bıçağı yürür üzerine. Orada bıçak yok ama
kinle üzerine yürür. O da der ki, niye benim üzerime
geliyorsunuz? Allah size birşey vadetti, ben de vadettim
size. Allah cenneti vadetmişti. Niye onun sözünü tutmadınız
da benim sözümü tuttunuz. Sizi zorla alacak gücüm de
yoktu benim. "Sizin üzerinizde otoritem de yok benim."
Yani elinizden, boynunuzdan tutup, yapacaksın bu işi.
Rüşvet alacaksın, zina edeceksin, hırsızlık yapacaksın.
Siyasetçi olup da bu milleti perişan edeceksin diye, senin
boynundan da tutacak değildim ben. Ben senin amelini
süslüyordum. Ama o işi yaptırma gücü yoktu bende.
Öyleyse ben sizi çağırdım. Siz de geldiniz, gelin dedim,
geldiniz. Kendinizi ayıplayın, beni ayıplamayın" der.
"Kendinizi ayıplayın, beni ayıplamayın" diyor şeytan,
şeytan kendisini kurtarır mı? O da gider cehenneme de.
Orada mümine hiçbir fayda yok.
"İman edip ameli salih işleyenlere gelince. Onları altından
ırmaklar akan cennete ebedi olarak koyarız" diyor Allah
(c.c).
Şimdi geliş yerine bakın âyet-i kerimenin. Yukarıda şeytan;
"Onlan saptıracağım, tabiattaki dengeyi bozduracağım.
Allah'ın yarattığını bozduracağım. Onlara erişilmez
hayaller, kuruntular vereceğim" diyor. Kâfirin yaptığı
bu. 920[145]

(122) İman edip ameli salih işleyenlere gelince, onları


altından ırmaklar akan cennetlere ebedi olarak koyacağız.
Allah doğrulukla va'dediyor. Allah'dan doğru söyleyen kim
vardır?
Tabiattaki dengeyi korumak ameli salihtir. Bir şehir
kurarken, evlerin planlarını dinime göre yapmak ameli
salihdir.

920[145]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/320-321.
Hocam şehrin planında da dini kurallar olur mu? Olur,
Köyünüzde babanızın evini gözünüzün önüne getirecek
olursanız. Bütün camlar kıbleye yöneliktir. Eski evlerin
camları kıbleye yöneliktir. Şu 25-30 senelik evleri
demiyorum. Eski evlere kapıdan girip cama doğru döndünüz
mü evinizde kıble orasıdır.
Ama İstanbul şehrine geldiniz. Bir kısmınızın kıblesi kapıya
doğru. Eve girecek olan varsa önünden geçeceğim diye
giremez. Bir kısmının kıblesi köşeye doğru. Bu arsa
tasarrufundan dolayı filanı değil. Oranın planını çizen
mühendisin iş bilmezliğinden kaynaklanıyor. Kıble şu taraf-
tır diye yolları ona göre çiziverdi mi bütün evlerin kıblesi,
kıbleye geliverir. Ama biraz ters çizdi mi yollarını bütün
evler ters gelir. Ecdadımız, bütün yolları camiye çıkarmış.
Fatih'te en az 30 tane yol vardır. Fatih Camii'ne çıkar. Bu bir
ameli salihtir. Ama günümüzde bütün yollar, büstün oraya
çıkar. Veya bankanın oraya çıkar. Namazınızı dikkatle
kılmak ameli salihtir. Planınızı güzel çizmek ameli salihtir.
Evin düzenini güzel yapmak ameli salihtir. Konuşmayı
düzeltmek, tabiatta dengeyi korumak, o da ameli salihtir.
"Bunları yapanları ebedi olarak, altından ırmaklar akan
cennete koyacağız" diyor Allah (c.c). Çünkü bunların bu
dünyadaki yeri güzel. Burada yüzü güzel olanlar ahirette de
güzel yerlere layıktır buyurmuş Rabbim. "Allah'ın vaadi,
gerçektir." "Allah'ın sözünden daha doğru sözlü kim vardır"
diyor Allah (c.c).
Yani şeytan da size birşey söylüyor ama, Allah'ın sözünden
daha doğru sözlü bir insan da yoktur. Cin de yoktur, şeytan
da yoktur.
Hani günümüzde bazı insanlar da, koyduğu bazı kurallarla
çok doğru sözler söylüyor gibiler.
O gün için insanlar: "Yahu fevkalâde güzel söylemiş bu
adam". Veya mesela kanunlar konusunda, bu adam da
hakikaten aklı başında bir hu-kukçuymuş, güzel ifade etmiş
ve"Efradını cami-ağyânnı manî kaide koymuş, denebilir.
Ama aradan birsene geçtikten sonra, onun birçok eksiklerini
birbaşka hukukçu ortaya çıkanverir. İki sene sonra bir
başkası çıkıve-rir, hatta bir seneye kalmıyor. Hani anayasa
hukukunu yazan Orhan Kaptıkaçtı; kabul edildikten bir
hafta sonra dedi ki; "Değiştirilmesi gereken yerler var" Yani
bu adam hâin mi değil mi?
Değil, adam yazdıktan bir hafta sonra baktı ki; yahu şu
virgül surda olmayacak, burada olacaktı. Virgülden ne olur?
Hani bildiğiniz bir cümle vardır. "Oku da adam ol, baban
gibi eşşek olma" veya "Oku da adam ol baban gibi, eşek
olma." Virgüle misal bu veriler çoğunlukta.
Bu hukukta da böyledir. Virgülü buraya atarsanız, filana
100 milyar lirayı kaptırabilirsiniz. Buraya atarsanız paşaya
kaptırırsınız. Buraya atarsanız paşanın yaverine
kaptırırsınız. Yani bir virgülle mana değişebilir.
Adam evine gelir bir düşünür. Olmadı, tüh, keşke değiştir
şeydik, der. Olmadı derken dürüstçe davranıyor. Peki
değiştir deyip, değiştirsek, kabul edilse, yine yetersiz kalır.
İnsandır devamlı tazelenmektedir. Onun için biz
"Sübhânallah"diyoruz. "Allah'ı eksik sıfatlardan tenzih
ederim." "Onu kemâl sıfatlarla muttasıf kılarım"
manasınadır.
Yani kemal sıfatlarla muttasıf olan Allah (c.c)'dır.
İnsanlarda bu yok. Kemal sıfatı yok insanlarda. En kemâl
sıfatına 35-40 yaşında geldi derken, o gün geriye düşüyor,
İhtiyarlama başlıyor. Beli kamburlaşıyor, gö-
zü fersizleşiyor. Öbür gün çocukluk hali gibi yiyemeyen,
içemeyen, altını tutamayan bir ihtiyar haline tekrar
dönüveriyor.
Öyleyse bunun düşünce yapıcı da aynen böyle ilerler ve
geriler. 921[146]

921[146]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/321-323.
(123) "iş sizin boş arzularınıza uygun değildir. Ehli kitabın
boş arzularına da uygun değildir. Kim kötülük yaparsa
onunla cezalanır. Allah'dan başka dost ve yardımcı
bulamazlar.
Vay efendim; Yahudiler diyorlarmiş ki, En büyük Musa
(a.s)'dir. Onun yolundan gidenler cennete gider. Öbürü
diyor; Müslümanlar diyor ki; En büyük Peygamber
Efendimiz fa.s.v), Hıristiyanlar diyor ki; en büyük İsa (a.s)
biz önce geldik, bizim kitabımız, peygamberimiz sizden ön-
ce. Müslümanlar da; Bizim peygamberimiz sonuncudur vs.
gürültü.
Allah (c.c) diyor ki; "Bunlarla olmaz bu iş" Ya? "Bunların
yolundan gitmekle olur." Yani kuru gürültüyle. "Biz âhir
zaman peygamberinin ümmetiyiz. En son kitabı okuyoruz.
Amel etmedikten sonra... Bal, bal, bal demekle ağzımız
tatlanmıyor. İllâki yemek lâzım. "Kim bir kötülük yaparsa,
ondan dolayı cezalandırılır."
Yeni yaptığınız öğünmeleriniz, kuruntularınız size fayda
vermez. Kötülüğü yaptınız mı cezalandırılırsınız."
"Allah'dan başka ona bir dost veya yardımcı bulamaz."
Bu âyeti kerime diğer ayetlerden çağrışım yapıyor. Meselâ
116. âyeti kerime "Şirk hariç, dilerse Allah bütün günahları
affeder" âyeti kerimesi; için "Benim için Kur'an'daki en
sevimli âyet budur" demiş Hz. Ali Efendimiz.
Bütün âyetler sevimlidir de. Bu genel af ilanı gibi birşeydir.
Fakat en şiddetlisi de demiş Hz. Aişe validemiz; Hz. Ebu
Bekir'de de aynı kanaat var. Bu âyettir demişler. "Kim bir
kötülük yaparsa onunla cezalandırılır. Ondan dolayı
cezalandırılır ve o kişi katında Allah'tan başka bir yardımcı,
bir dost da bulamaz". Sahabe; Ya Rasulullah, kötülük
yapmayanımız yok bizim, demiş. Madem ki insanız, İnsan
olmamız hasebiyle mutlaka
elimizden, dilimizden, gözümüzden, gönlümüzden bir
kötülük çıkıyor, demiş.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) de demiş ki; "Allah (c.c)
kulunu sevince, birçok günahının bu dünyada affedilmesi
için bazı şeyler verir ona" Meselâ bir ayağının ağrıması, bir
günahınızın keffareti olarak gidiverir. Tabii ona sabr
ederseniz.
"Allah'ım bana vereceğine, o kadar gâvur vardı, onlara
vermedin niye bana verdin..." gibi şikayette
bulunmayacağız.
"Ya Rabbi, bunu bana vermişsin, ben bunun tedavisiyle
uğraşayım. Bunun gıdası da, ilaçladır, bu bir misafirdir.
Bunun şöyle iyice ilaçla karnını bir doyurayım Ya Rabbi,
senin Peygamberin de doktora gitmiş tedavi olmuş, tedavi
olmamızı öğütlemiş. Onun gıdasını vereyim. Misafire
hürmette kusur etmeyeyim" diye dua etmemiz gerekiyor.
Hastalıklara da hürmette kusur etmeyin. Yani, onun da
gıdaları vardır. Doktorların verdiği ilaçlardır. Fakat bilin ki,
hem tedavi oluyorsunuz, hem de bir günahınızın affına
sebep oluyorsunuz. Ayağınıza batan diken, günahınızın
affına sebeptir. Hadis-i şeriftir bunlar. Fakat tutup da yalın
ayak dikenlerin üzerinde yürümek yok. 922[147]

(124) Erkek ve kadınlardan kim mümin olarak salîlı amel


işlerse işte onlar cennete girerler zerre kadar zulüm
edilmezler diyor Allah (cc). .
Yani Allah (c.c); ameller ve amellerin karşılığı olan
sevaplarda erkek-kadın olmadığını bu âyet-i kerimeyle ifade
ediyor. 124. âyet-i kerime.
Yani bir erkek, "Efendim erkek kadından üstündür. Meselâ
öğle namazını erkek de kadın da kılsa; erkeğin sevabı,
kadının sevabından fazladır" Yok öyle birşey.
Mü'min olarak erkek veya kadın iyi ameller işlerse; iyi

922[147]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/323-324.
amelin değer kazanması için şart mümin olmaktır. Hani
filan adam Allah (c.c)'a, Peygamber (a.s.v.)'a inanmıyor
ama, bir milyon dolarını şöyle bir hayır müessesesine
vakfetmiş, edebilir. Yani böyle insanlar var görüyoruz. Peki
bu karşılığını görmeyecek mi orada? diyor. Rabbim
kimsenin hakkını yemez. Rabbim sorar? "Kimin için
yapmıştır kulum?" Senin için, diyemez. Yalan söyler.
Orada herkesin içi-dışına "iç-dış oluverecektir." Herkes
içinde gizlediklerini dışında görüverecektir. Gizlemek
mümkün değil yani. "Senin için yapmamıştım Ya Rabbi!"
"Kim için yapmıştır?" "Desinler, için yapmıştım" Kim
desinler? İnsanlar. İşte o insanlar burada. Mahşer yerinde
böyle duruyor, git onlardan al karşılığını. Onlar için
yaptıysan onlardan al buyrulacak. Ama Allah (c.c.) rızası
için bir adam bir fakirin çırasını yakmak için bir kibrit çakı-
vermişse, Allah onun yolunu cennete kadar aydınlatır. O
kibrit yüzünden.
Bir insan bir garibin ayağına batmış bir dikeni ayağından
Allah rızası için çıkarıverse, Bir doktor bir garibin
ayağından batan bir iğneyi çıka-rıverse, bunu da Allah rızası
için yaparsa; Allah ona diken için Cennet'te gül bitiri verir.
Ne yaparsanız yapın, Allah rızası için yapın. Yardım
ediyorsunuz, borç veriyorsunuz Allah rızası için. Borca mal
veriyorsunuz, Allah rızası için, "Hocam ticaret için
yapıyoruz". Yahu siz Allah rızası için yapın da, hem ticaret
yapın hem de sevap alın. 923[148]

(l25) Güzel işler yaparak yüzünü Allah'a teslim eden, hiçbir


puta tapınmayan İbrahimin dinine uyan kişiden dince daha
güzel kim vardır. Allah, İbrahimi dost edinmiştir.
Yani iki insan hayır yapıyor. Birisi Allah rızası için-yapıyor,
diğeri desinler diye yapıyor. Biri ilan ediyor, birisi gizliyor.

923[148]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/324-325.
Gizleyen, iyilik yapan ve bu iyiliği yalnız Allah için
yapandan daha güzel olan kim vardır. "Hiçbir puta
tapınmamış, İbrahimin dinine tâbi olandan, daha güzel dini
olan kim vardır?" (Yani yoktur manâsına geliyor.) "Ve
Allah İbrahimi dost edinmiştir" diyor Allah (c.c.) Niye
İbrahimi dost edinmiştir? "İbrahim (a.s.) ateşe atıldığında,
Allah (c.c.) ateşe emir verip ateşin gülistana döndüğünü",
haber veren ayeti kerimenin tefsirinde İbn-i kesir ; (Senedi
hafif zayıf olmasına rağmen oraya rivayet edilmiş, haberle
ilgili olup itikadı zedelemediği için kabul edilmiş.) Hadisi
şerifte diyorki: "Ateşe atıldı, havada giderken Cebrail (a.s.)
geldi, dile benden ne dilersen dedi. Oda dediki "Ben Allah'a
tevekkül ettim, sana tevekkül etmedim, ve Allah (c.c.) de
onun ateşini gülistana çevirdi" diyor.
İşte dostluk burdan geliyor. Yani Allah (c.c.)'den başka
yardım edecek birini tanımamak, ondan başka kimseden
yardım istememek. Biz bunu yapıyoruz, derken; Yarabbi,
ancak senden yardım talebinde bulunuruz. Öyle Cebrail'den
veya günümüzde filan efendiden, Falan devletten, filan
kurtarıcıdan, carttan curttan değil. Yalnız ve yalnız senden
yardım talebinde bulunuruz, diye fatiha suresinde en güzel
şekilde Allah'a bağlılığımızı ifade ediyoruz.
Bunu dille yaptığımız gibi, ateş hattında da yapabilirsek.
İbrahim (a.s.) ateş hattında bunu yapmış, bizde onu
yapabilirsek, dostluğunu mutlak surette gösterir.
Birde, "oğlum filana git onlar yardım elini uzatsınlar. Ne
olur ne olmaz" diyenlerimiz var. Bu Allah ya görür ya
görmez demektir. Allah korusun.
Yani burada esbaba tevessül etmeyeceksiniz anlamına değil.
Esbaba tevessül edeceksiniz.
Yani yapılması gereken, kulun yapılması gerekeni
yapacaksmızda. O kul onu yaparken şunu bileceksiniz.
Rabbim yardımını gönderir ama filanın eliyle gönderir. Hani
herşey Allahtan diyormuş birisi, herşey Allahtan derken bir
gün imansızın biri gelmiş ardından bir tokat atmış . Buda
Allah'tan demiş. Vuran adam yani, Oda Allah'tan bana
kızma demiş. Bu sefer diğeri kızgın bir şekilde bakmış.
- Ee niye baktın? Madem Allahtan olduğunu biliyorsun.
- Biliyorumda, bu Allah'ın kullandığı pis el kimin eli diye
baktım demiş.
Herşey Allahtandır. Ama bir işini yaparken, yaptırırken,
kendi kanu-
nu gereği, birşeyi diğerine sebeb kılıyor. Ateş yakıcıdır ama
yakma özelliğini ona, O vermiştir. Onunla biz evimizi
ısıtıyoruz, yemeğimizi pişiri-yoruz. Ateşin zatından dolayı
değil, Allah'ın ona verdiği özellikden dolayı bu
oluyor. 924[149]

(126) Göklerde ve yerdekiler Allah'a aittir. Allah herşeyi


kuşatıcıdır.
İlmi ile kuşatmıştır, kudreti ile kuşatmıştır. Yani, yahu ben
böyle bir duruma düşersem Allah görürmü görmezmi,
bilirmi bilmezmi." Allah, kainatı kuşatmıştır. Denizin 10 bin
metre 15 bin metre derinliğinde küçücük zerre kadar
yaratıklar varmış. Bazan televizyondan gösteriyorlar. Allah
onun da rızkını ayağına gönderiveriyormuş. Onu dahi
ilmiyle ve kudretiyle kuşatıyor, Rabbim, ki gönderiyor onun
rızkını ayağına. Öyleyse: Nereye gidersek gidelim, nerde
olursak olalım, Allah ilmiyle ve kudretiyle bizi kuşatmıştır,
kâfiride kuşatmıştır.
Öyleyse; bu tabiatta yürürken, İslami hizmetler için
yürürken yalnız olmadığımızı hissedelim. Yürüyorsunuz,
sizi, yolu, kâfiri ve ekonomik güçleri ve ordularını, herşeyi
Rabbim kuşatmış. Onun mülkünde Rabbim yürü demiş.
Hatta koş demiş. "Allah'ın rahmetine ve cennetine doğru ko-
şunuz."

924[149]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/325-327.
Yarış yaparken karşındaki düşmanın gücüne bakıp ta
yarışından geri durma. Allah herşeyi kuşatmıştır,
bilmektedir. O gücüyle de, ilmiyle de herşeyi kuşatmıştır.
Tabii ayağını bastığın yer Rabbimi zikrediyor. Gördüğün
şey Rabbimi zikrediyor, öyleyse yalnız değilsin.
Kur'an-ı Kerimin üslubu bu, değişiveriyor konular. 925[150]

(127) Senden kadınlar hakkında fetva istiyorlar. De ki,


kadınlar ve mirasdan kendilerine farz olanı vermediğiniz ve
nikahlanmayı arzu ettiğiniz yetime kadınlar, çocuklardan
çaresiz olanlar ve yetimler için adil davranmanız hakkında
size okunan ayetler hakkında Allah hükmünü açıklıyor.
Hayırdan ne yaparsanız, şüphesiz Allah onu bilir.
"Size daha önce okunan (ki Nisa suresinin baş tarafında
okunanlardır) 2.3. ayetlerde; kadınlarla evlilik konusunda,
mihir konusunda ve yetimlerin haklan konusunda, Allah
(c.c.) ayet-i kerimelerini bize bildirmişti.
Yetimin de vasisi olarak bir adam görevlendirilir, yetim bir
kız çocuğu büyüyor, bakıyor ki malı güzel ve zengin. Ee
kendisi de güzel. Kızın gönlü olmadan kendisiyle
evlenmeye zorluyor Bu yasaktır, bakıyoruz ki malı fazla, kız
güzel değil, kendisi almıyor, başkasıyla evlenmesine mani
oluyor. Çünkü evlenirse malıyla beraber başkasına
gidecektir. O maldan kopmak istemiyor. Yani bu tür
konularda Allah'n hükmüne göre hareket edilmesi
konusunda. Yetimin rüşdünü isbat edince malının geri
verilmesi gerektiği konusunda, O kadınların rızasını alarak
onlarla evle-nilmesi, gibi konularda Allah c.c'ün bize
bildirdiği ayet-i kerimelere göre hareket ediniz. Yetimler
konusunda da adaletle hükmetmelerini Allah (c.c.) daha
önce size okumuştu. "Eğer hayırdan herhangi bir şey
yapacak olursanız, Mutlaka Allah (c.c.) o yaptığınız

925[150]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/327.
hayırları bilir" diyor Allah (c.c.) 926[151]

(128) Eğer kadın, kocasının dikbaşhlığından veya yüz


çevirmesinden korkarsa, aralarını bulmaya çalışmalarında o
ikisine hiçbir günah yoktur. Anlaşmak daha hayırlıdır.
Nefisler cimriliğe hazırlanmıştır. Eğer iyilik yapar ve
Allah'dan sakınırsanız, muhakkak Allah yaptıklarınızdan
haberdardır.
Yani her insanın mayasında cimrilik vardır. Fakat eğitimle
bu cömertliğe dönüştürülmüştür. Cömertlik de fıtridir.
Cömertlikle- cimrilik, sevmek ve nefret etmek, korkmak.
Bunlar fıtratta beraberimizde verilir. Ama bu; eğitim
kanalıyla ya adil olunur, ya zalim olunur.
Hani Hz. Ömer (r.a.) bıçak gibi bir adam. Kültürü nedeniyle
zaîim olmuş. Ama sonra müslüman olmuş adil olmuş.
İnsamn fıtratında cömert olmak ta cimri olmak da var.
Eğitim nedeni ile bu maya cömertliğe yönlendirilir. Veya
şeytanın fakirliği vaadetmesi nedeni ile de cimriliğe yön-
lendirilir.
İnsanın mayasında korku vardır. Rabbimin nimetidir dedik.
Ama eğitim yoluyla korkulacak şeyler çoğaltılır. Dünyada
evlenmeme korkusu, fakir olma korkusu, çocuğunu
evlendirememe korkusu, nedeni ile adam her türlü haramı
işleyebilir. Bu sefer korku o yöne yöneltir. İnsanlar korku
nedeni ile Allah'ın dinine hizmet etmeyebilir. Rabbim,
"İnsanlardan korkmayın, Allah'dan korkun ayeti
kerimesiyle, korkunun yönünü gösterir ve açıverir.
İnsanların nefisleri cimriliğe hazırlanmıştır. Yani cimrilik de
vardır insanın mayasında. "Eğer ihsanda bulunursanız,
Allah'dan sakınırsanız. Allah yapmakta olduklarınızdan
haberdardır" diyor Allah (c.c.)
Burada konu şu. Kadın kocasının kendisinden yüz

926[151]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/327-328.
çevirmesinden korkarsa, sulh anlaşması yapmalarında bir
günah yoktur diyor. Sulh yapmalarıda daha hayırlıdır. Boş
anabilirler de. Ama sulh yapmaları daha hayırlıdır.
Şimdi, tefsirlerde der ki; Hatta örnekte Peygamber
Efendimiz (a.s.v.)'ın hanımı Şevde (r.a.) misal olarak
verilmiş. Şevde (r.a.) ihtiyar bir kadındı. Peygamber
Efendimizle evlendiğinde. Bir müddet evli kaldı-
lar ve daha da ihtiyarladı. Yani kadın olarak kadınlık
görevini yerine getiremiyordu. Yani yatakta kadınlık
görevini yapamaz durumda idi. Şevde (r.a.) validemiz,
Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'a Demiş ki; "Ya Rasulal-lah!
bütün hanımlarının arasında adaleti gözetiyorsun. Yani
birgün benim yanımda, birgün öbürünün yanında
kalıyorsun. (Bu arada şu hatırlarına geliyor bazılarının.
Efendim, Peygamber Efendimizin 9 hanımı vardı. Birinci
hanıma 9 gün sonramı sıra gelecek? Bu zulüm olmaz mı.
Yani genç bir kadına 9 gün sonra sıra gelmesi ona zulüm
olmaz mı, diye soru geliyor. Birçok hadisi şerifte görüyoruz
ki peyhamber efendimiz (a.s.v.) bir gecede bütün kadınlarını
dolaştığı da vardır.) Ya Rasulallah, ben ihtiyar bir kadınım,
kadınlık görevini yapamıyorum. Benim gecemi en genç olan
Hz. Aişe'ye veriyorum" diyor. Beni boşama yeter ki, diyor.
Yani ben senin himayende, senin nikahın altında ve senin
evinde kalayım. Ama beni boşama diyor. Bu bizim
Örneğimiz.
Adam hammıyla mutlu günler yaşamışlar. 40'ına gelmişler.
Derken bir hastalık nedeni ile hanım kadınlık görevini
yapamaz olmuş. Doktora gitmişler. Bazi ameliyatlar
olmuşlar. Kadın, kadınlık görevini yapamaz olmuş. Ne
yapalım şimdi. Erkeğe ömür boyu kadın yüzü görmeden
yaşa arkadaş mı diyelim. Değil. Burada kadını muhayyer
kılıyoruz biz.
Erkeği de muhayyer kılıyoruz. Adam evlenmek isteyebilir.
Ama evlenme mecburiyetinde değil. Derse ki: Hayatım ben
buna razıyım, bundan sonra kadın görmesemde olur. Ben
senin kokunda yaşar giderim, derse. Dinim onu zorlamıyor.
Ama adam ben evlenmek istiyorum diyor. Hanım da diyor
ki; ben senin eşin olarak kalmak istiyorum. Ama ikinci bir
kadınla da evlenmeni arzu ediyorum, der ve bu konuda bir
anlaşmaya varırlarsa, onlara bir günah yoktur, anlaşmaları
daha hayırlıdır diyor Allah (c.c.)
Burada şu konu akla gelir. Hocam hastalık sadece kadınlara
mı? Yani erkek hastalanmaz mı?Erkek de hastalanır. O da
Erkeklik görevini yapamaz hale gelebilir. Fıkıh kitaplarımız
der ki; o zaman kadın da müslüman hakime müracaat eder.
Doktordan alınan rapor üzerine, müslüman bir hakim, koca
boşamam derse bile, hakim boşadı mı, kadın bir başkası ile
evlenme hakkına sahiptir. Bunun bizim fıkıh kitaplarımızda,
Kitâbüttalâk bölümünde kadının boşama haklarının olduğu
yerlerde açıklaması vardır.
Yani dinimde, hukukumda hiç kusur yoktur, eksiklik te
yoktur. Eksik görenler kendi gözlerinin kusurlarıyla
görüyorlar. Meselâ bazen nezle grip gibi bir hastalığa
uğrarız da suyun hiç tadı yok dersiniz. Suyun tadı var da
senin ağzının tadı yok, dersiniz. İşte bu iş buna benzer.
Yani İslam hukukunda eksiklik bulan adamın kendi
gözünde bir sakatlık var. Veya basiretinde gönlünde bir
sakatlık var. Rabbim bir konuya daha dikkatimizi çekiyor.
Bazı kitaplarda okusanız bulamazsınız bunu. Günümüz
insanoğlu bugüne kadar yazmış ama, bazı şeyleri 1400 sene
evvelinden efendimiz, insanın gönlüyle ilgili, sevmekle
ilgili, aşkla ilgili ifadeleri en son şekliyle bize bildirilmiş.
"Bütün gücünüzle hırslı davran-sanız bile kadınlar arasında
eşitlik sağlamayı başaramazsınız" diyor Rabbim. Gönülde
ama, gönülde bunu sağlayamazsınız diyor. Çünkü insanoğ-
lunun gönlü birini fazla sever. Bu anne ve babasıyla da
böyledir. Ya annenizi babanızdan ya da babanızı annenizden
fazla seversiniz. 2 tane çocuğunuz var. Arasında 1 yaş fark
var. Birini diğerinden fazla sevebilirsiniz. Günah değil bu,
günah olanı; dış görüntüde adaletsiz davranmanız-dır. Hani
biri kız biri erkek 2 çocuğunuz var. Birini bir dizinize, birini
bir dizinize oturtacaksınız. Onlara çaktırmayacaksınız ama
birini fazla sevebilirsiniz. Çünkü gönlünüze siz hakim
değilsiniz.
Hatta Peygamber efendimiz Ya Rabbi, işte benim elimden
gelen bu. Yani hanımlarına ve çocuklarına muamelelerini
birgün arzederken, benim elimden gelen gücümün yettiği bu
Ya Rabbi, diyor.
Gönlünüze hakim olamazsınız. Ama dış görüntünüze hakim
olursunuz. Ama içinizden annenize başörtü almak geçti. O
esnada babanıza da bir kazak veya bir çorap alın. Babanıza
bir çorap aldığınızda annenize de bir sakız alın. Yani dışta
dengeyi sağlayın. İçte onu sağlayamazsınız. 927[152]

(129) Ne kadar uğraşırsanız (uğraşın) kadınlar arasında adil


olmaya gücünüz yetmez. Öyle ise tamamen birine meyledip
öbürünü askıda (ne dul, ne evli) gibi bırakmayın. Eğer arayı
düzeltir ve sakınırsanız muhakkak Allah hataları örten ve
merhamet edendir.
Yani annenizi fazla sevip te babanızı bırakıvermeyin. İki
evli bir insan hanımlarından birini fazla sevip hep onda
kalarak, diğerini kocasız-mış gibi bırakivermek, o da doğru
değildir. Yapmayın diyor Rabbim. "Eğer aralarını bulur ve
Allah'dan da sakınacak olursanız, Allah affedicidir,
merhamet edicidir." 928[153]

(130) Eğer eşler ayrıhrlarsa, Allah geniş nimeti ile her birini
diğerine muhtaç kılmaz. Allah herşeyi kuşatandır,
Hakimdir.
Zengin kılar derken, illa ayrılanlar zengin olacak anlamında
927[152]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/328-331.
928[153]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/331-332.
değil, yani herkesin başının çaresine bakacak bir yolu,
Allah'ın onlara vermesidir.
Kadın erkekten erkek de kadından müstağni olur. Allah öyle
bir imkân verir. Nasıl verir? Canım onlar tanımadan evvel
20 sene ayrı ayrı yaşamadılar mı? Yani kadın erkeği
bulmadan önce 15,20 sene yaşamadı mı? Yaşadı. Öyleyse
ayrıldıktan sonra da birbirlerine muhtaç olmadan, bu
Allah'ın mülkünde yine onlar yaşamaya devam eder. Fakat
ayrılmama taraftarıdır ayet-i kerime.
"Allah hükmünde hikmet sahibidir, güçlüdür, herşeyi
kuşatmıştır ve zengindir." "Yerdeki ve göktekiler Allah'a
aittir."
Yani kadın da erkek de endişe etmesin. Bir araya gelirlerse
de ayrıhrlarsa da, yine itaatlarına devam. Allah yerdeki ve
göktekilerin sahibidir. O sahibi olunca, kişi de sahibine
teslim olursa, sahibi de onu ihmal etmez. 929[154]

(131) Göklerdekiler ve yerdekiler Allah'a aittir. Andolsun ki


sizden önce kendilerine kitap verilenlere ve size Allah'dan
sakınmanızı tavsiye ettik. Eğer inkâr ederseniz iyi bilinki
göklerde ve yerdekiler Allah'a aittir. Allah Ganidir,
Hakimdir. 930[155]

(132) Göklerde ve yerdekiler Allah'a aittir. Vekil olarak


Allah yeter.
Yani Allah'ı inkâr ediyorsunuz ama, binlerce onun yarattığı
ile karşı karşıyasınız. Onlarda onun, sen de onunsun. Yani
sen kimin mülkünde kimi inkâr ediyorsun. Kimin verdiği
dille kimi inkâr ediyorsun. Yani bu ateistler, Gavurum
derken dilini kendi yaratabil şeydi, biraz hak verme imkânı
olurdu. Ama Allah'ın verdiği dille, Allah'ın verdiği akılla
kelimeleri buluyor, ve Allah'ı inkâr ediyor. Yerde ve gökte
929[154]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/332.
930[155]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/332-333.
ne varsa O'nundur ve O'nun mülkünde bu adamlar inkârda
bulunuyorlar. "Övülmüş olan da Al-lah'dır ve zengin olan da
Allah c.c.'dür."
"Yerde ve gökte ne varsa Allah c.c'ündür." Nedim bir şiir
yazmış da, Osmanlı döneminde. (Ey Nedim-Ey Nedim....)
diye devam ediyor. Her mısranm başında Ey Nedim! le
başlıyor, ve devam ediyor şiir. Herhalde biraz bıkkınlık
veriyor gibi olmuş; Kendisi demiş ki:
"Hoştur tekellümün dile Ey Nedim!Gulûyu şişe de gulgul
müsün nesin?" diyor.
Şişe ağzı dar olur. Yaz gününde ve Ramazan gününde
yüreğinizin yandığı bir anda şişeden bir su dökün bakalım.
Böyle Lik, lık, lık, lık.... eder. Aynı şeyi tekrar ediyor ama
çok tatlı bir ses diyor. Şişenin çıkardığı sese gul gul
diyorlarmış Osmanlı döllerinde. Şimdi ayet-i kerime tekrar
gibi geliyor ama, konuya öyîc uygun düşüyor ki: tekrar
değil aslında. Şelâle bir sesi bir daha çıkarmazmış hiç. Ama
aynı gibidir. Çıkarmıdığını nerden biliyoruz. Dinlemeye
doymuyorsunuz da ondan.
Bülbül aynı öter gibidir ama bir öttüğünü bir daha
ötmezmiş. Eğer bir öttüğünü bir daha ötse kimse bülbül
taşımazmış. Kasete alıp istedikleri zaman dinlerdi. Birgün,
iki gün derken. Bıkkınlık veriyor. Ama bülbül taşıyanlar
bıkmıyorlar. Çünkü böyle verilmesi ve vurulması gereken
yerde, ayetlerini indiriveriyor.931[156]

(133) Ey insanlar! Allah dilerse sizi giderir, başkalarına


yetirir. Allah buna kadirdir. 932[157]

(134) Kim dünya sevabını isterse iyi bilsinki dünya ve ahiret


sevabı Allah katımladır. Ailah herşeyi işitendir,

931[156]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/333.
932[157]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/334.
görendir. 933[158]

(135) Ey iman edenler! Kendiniz, anne-babanız ve


akrabanız aleyhinede olsa Allah için şahidlik yaparak adaleti
yerine getirenlerden olun. İster zengin ister fakir olsun
farketmez. Allah onlara daha yakındır. Adaletten yüz
çevirerek nefsin arzusuna uymayın. Eğer dilinizi eğer veya
yüz çevirirseniz iyi bilinki Allah yaptıklarınızdan
haberdardır.
Allah c.c bu ayeti kerimesinde Adaletten ayrılmamayı ve
adaletle şahitlikleri yerine getirmeyi istemektedir.
Hayatımızda, insanlar arasındaki münasebetlerimizde bize
çok önemli ve bizi perişan eden bir hastalığımıza dikkat
çekiyor.Bu ayeti kerimesinde rabbim şöyle buyuruyor.Ey
iman îdenler!
"Adaletle kaim olun. Allah için şahitlik yaparak, adaletle
kaim olun. Adaleti kaim kılın. Şahitliğinizi adaletle yerine
getirin. Adaleti ayakta tutun. Adalet ayakta değilse adaleti
getirin."
Üç tane hüküm bir arada bu ifadelerde.
1- İnsanlar adalete muhtaç. Yalnız insanlar değil, tabiattaki
herşey adaletle kaim. Yer ve gök adaletle kaim diye bir
ifade vardır. Allah (c.c.) de bize "Adaleti yerine getiriniz.
Adaleti kaim kılınız derken (Kavvam) kelimesi ile ifade
etmiş. Yani; adaleti yerine getiren adamlar bulun siz. Adalet
yoksa tabii ki. Memleketi zulüm almışsa zulmü kaldırmak
ve zulmün yerine adaleti getirmek, top yekûn
müslümanlarm asli görevleri olduğunu ifade ediliyor.
"Peki adalet gelmişse, onun devamını sağlayıcı olun" diyor.
Allah (c.c.)Yani müslümanlar adaleti kaim kıldıktan sonra,
adil bir devlet (İslam Devleti) kurduktan sonra görevlerini
yerlerine getirdiler. Çiftçisi çiftinde, işçisi işinde, esnafı

933[158]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/334.
dükkanlarında, memuru dairesinde, kendi maişetiyle meşgul
olurken, herkes kendi işiyle meşgul olurken; gözünün bir
ucuylada adalete el uzamyormu, uzanmıyormu bunu
dikkatle gözetecektir,
Yani bir müslüman devletin bütün teb'ası, adaletin ayakta
durma-sıyla görevlidir.
Bunlar (mütteki) diye tabir ettiğimiz insanlar. Adaletin
ayakta durması için herkesin kendini görevli bilmesi, birde
kendisine verilen görevi yerine getirmesi.
"Bana verilen görevi yerine getirdim tamam" demekle
olmaz . Herkesin kendine verilen görevi yerine getirdikten
sonra, başkasının da görevini yerine getirmesini isteyecek,
tavsiyede bulunacak, nasihatta bulunacaktır.
Allah için şahitler olarak, şahitleri ananızın- babanızın hatırı
için ve komşu hatırı için. (Yahu şimdi olayı gördük, şahitlik
yapmazsak ayıp olur) gibi bu türden şahitlik yapmayacağız.
Yalnız ve yalnız Allah (c.c.) rızası için şahitlik yapılacak.
Bir başka ayet-i kerimede934[159] "Şahitliklerinizi Allah için
yapınız"diyor Allah (c.c.)
Yoksa filanın hatırı için yapmazsan ayıp olur, diye şahitlik
yapılmaz. Yalnız ve yalnız Allah'ın kullarından birtanesinin
bile, haklarının kaybolmaması için şahitlik yapacağız.
Peygamber efendimiz (a.s.v.) "Şahitlerin en hayırlısı
istenmeden şahitlik yapandır." diyor.
Hani bir olayı gözünüzle gördünüz, fakat davacı adam sizi
tanımıyor, adresinizi bilmiyor. Davalık olmuşlar ve sizin de
adresinizi veremiyor, (Evet benim olayı gören bir adam
vardı, ama bilemiyorum" diyor. Sizde bunu biliyorsunuz. O
insan sizi çağırmadan gidip, "Evet ben olayı gördüm veya
duydum, olay şöyle cereyan etmişti." diye şahitliği
yapacaksınız.
"Velevki bu şahitliğiniz zararınıza olsa bile, zatınızın

934[159]
Talak suresi Ayet 2
zararına olsa bile. "Anne ve babanızın aleyhine olsa bile"
Anne veya babanızın bir yabancı adamla, (hani Türkiyede
en sevimsiz adamlar yahudilerdir) yahudiyle
kavgalaşmıslar. Anne veya babanızın yahudiye vereceği var.
Babanız inkâr ediyor. Yahudiye diyor ki: "hadi ulan yahudi,
namussuz kâfir. Ben senden almadım böyle bir parayı veya
altını vs." diyor. Fakat babanız bu parayı biliyorsunuz ki
aldı.
Anne ve babanızın aleyhine bile olsa, şahitliği adaletle
yerine getireceksiniz. "Akrabalarınızın aleyhine bile olsa."
Sıralama da güzel. Evvela can'dan başlıyor. Kendi
aleyhinize olsa da , anne-babanızın aleyhine olsa da, daha
geride akrabalarınızın aleyhine de olsa, "şehadetle adaletten
ayrılmayın" diyor Allah (c.c.)
Devam ediyor yine. "O kişi isterse zengin olsun, isterse
fakir olsun, Yine adaletten ayrılmayın ." "Allah o fakire de,
zengine de sizden daha yakın, ona yardımda o daha layık.
Siz kime yardım etmeye kalkıyorsunuz)
"Hani Türkiyenin en zengin adamıyla, en fakir adamı, sizin
gözünüzün önünde kavga ettiler. Haksız olan fakir. Bu
durumda; "Ulan elime düştün hani, göstereceğim sana"
deyipte, fakirin tarafında yer alıp, zenginin aleyhinde
olmayacağız. Zengin düşmanlığıda yapmayacağız.
Onun haksızlığı varsa, ayrıca alın onu, ta midesinin içindeki
haramı çıkartın, ayn.
Ama bu olayda biri haklı biri haksız. Haklı olanın hakkı
teslim edilecektir ve adaletle şahitlik yapılacaktır, orada.
Veya zengin haksız, fakir haklı. Bu sefer de zenginin
parasının hatırına onun tarafını tutup, fakiri haksız çıkarma
tarafına gidilmeyecektir.
Efendim (Ben burada fakiri korudum hocam. Her ne kadar
fakir haksızdı ama, fakiri koruduk, hani zenginden birkaç
milyon alıverdik, mahkemeye gitmesin dedik ve alıverdik.)
O fakire cehenneme gitmesi için haram lokma alıverdiniz ve
kendiniz de cehenneme layık oldunuz.
Olmaz bu, haklıya hakkı verildikten sonra, daha önce
işlemiş olduğu haramları ayrıca ondan alınır. Yani haksiz
olduğu yerde müdahele ederseniz, o adamda sizin zatınıza
olan düşmanlık değil, dininize olan düşmanlık başlar. Veya
var olan düşmanlığı artar.
"Adaletsizlik yapmada veya adalet yapmada kendi
arzularınıza tabi olmayınız"
Yani, eğri ile doğruyu siz kendiniz belirlemeye
kalkmayınız." diyor Allah (c.c.)
"Eğer kıvırırsanız, olayı gördünüz, biliyorsunuz da ama,
oraya varınca hakim huzurunda dilinizi eğip, (avul yavul
yapıp) Türkçe karşılığı; kıvırırsanız, Veya şahitlik
yapmaktan yüz çevirirseniz, Yani (Ben görmedim bilmem)
derseniz."Mutlaka Allah sizin yapmakta olduğunuz herşey-
den haberdardır." diyor Allah (c.c.)
Birgün o mahkeme-i kübra'da mutlaka bu gizlediğiniz veya
kıvırdığınız olayları orada rabbimin huzurunda tekrar ikrar
ettikten sonra, cezasını da çekeceksiniz diyor Allah (c.c.)
Anlatabildim mi, bilmem. Yani insanların kesesi veya
kasası veya size olan yakınlığı, sizi adaletten hiçbir şekilde
ayırmamalıdir. Anneniz ve babanızın aleyhin Mte olsa,
kendi aleyhinize de olsa, akrabalarınızın aleyhinede olsa,
hakkı belirlemede siz kendi mantığınızı değil haklı olanın
hakkını vermekle görevlisiniz.
(Efendim biliyorum, bu adam haklı bu adam haksız ama,
haklı adam çok zengin. Haksız adam çok fakir. Ben ifademi
biraz değiştirsem, bu garibanı da zengin ederiz) İşte bu
kendi arzumuza tabi olmak demektir. Kendi hevamza tabi
olmaktır.
Allah zengine de, fakire de sizden daha layıktır. Ona ne
lâzım olduğunu o daha iyi bilir. Öyleyse siz kendinizi
hevamza tabi olarak, kendi hevanızı kendinize ilah
edinmeyin.
Hani Allah (c.c.) bir ayet-i kerime de "Kendi arzusunu
kendisine ilah edineni (Gördün mü? yani gördün)
Yani ben hiçbir şeye inanmam. Allah'a da inanmam,
peygambere inanmam diyen adam, dinsiz değildir. Kendine
has bir dini vardır. Kendi aklı veya kendinden önce
beğendiği bir imansız onun ilahıdır. Onun fikriyatı
doğrultusunda gider. Onun kitabini okur, ona göre mantığını
geliştirir. Onun da kendine göre batıl bir dini vardır.
Hani puta tapan, ineğe tapan, insanın nasıl ki tapındığı Önde
adamı vardır, bununda Önünde bir adam vardır. Hayır onları
da kabul etmiyorum derse, kendi istek ve arzularını,
herşeyin üstünde tuttuğundan; bu sefer ona tabi olmakta ve
kendisine ilah kabul etmektedir. Allah (c.c.) "Sakın hevaya
tabi olarak adaletten ayrılmayın" diyor.
Ve devam ediyor. 935[160]

(136) Ey iman edenler! Allah'a, Rasulüne, bu Rasulüne


indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman ediniz.
Kim Allah'ı, Meleklerini, Kitaplarını, Peygamberlerini,
Ahiret gününü inkâr ederse çok uzak bir sapıklığa
düşmüştür.
Yani Tevrata- İncile- Zebura ve diğer sahifelere de iman
etmemizi Allah (c.c.) emrediyor. Ama, burda şu soru
gelmiş. Alimlerimiz demişler ki, ("Ey iman edenler, iman
ediniz.") diyor.
Zaten iman etmişiz, yani niye "İman edenler iman ediniz ?
deniliyor.
Hakiki müminler için bu şunu ifade eder. İmanımızı kemale
erdiriniz. İman ettiniz de; imanınız biraz daha kuvvetlice,
sağlam, tam tekmil olsun.
Yani, konuştuğumuz insanlar müminler olsun. Dostlarımız
mü'minler olsun. Alışveriş yaptığınız insanlar, kâmil bir

935[160]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/334-338.
imana sahip olsun. Mahal-lenizdeki insanlar, komşularınız,
kâmil insanlar olsun. Sohbet ettiğiniz insanlar gelip
gittiğiniz insanlar, kız alıp verdiğiniz insanlar, kâmil
mü'minler olsun.
Böylece bir bakmışız ki;mahalleniz şehriniz topyekün
devletiniz mü'minlerden oluşuvermiştir, (Ey iman edenler
iman ediniz) derken; "İmanınızı kemâl noktasına, yani tam
olgunluğa erdiriniz" diyor Allah (c.c.)
Münafıklara bu ayet şunu demek istiyor. "Ey iman eder gibi
görünenler, gerçekten iman ediniz."Genelde bizim imanımız
"taklidi iman"dır Yani hepimizin imam taklidi'dir bizim,
Niye taklididir?Dünya'ya geldik. Biraz okuma yazma veya
kelimeleri anlamaya başladık. Annemiz- babamız bize dedi
ki; Allah vardır, birdir, şeriki-naziri yoktur. Hadi söyleyiver
bakayım. Kimin kulusun? Kimin ümmetisin? dediler. Bizde
öğrendik, iman ettik. Bu taklidi imandır. Yani annemizi, ba-
bamızı, mahallemizin hocasını taklid edersek, bizde iman
ettik. Bu ayetin manâsı şudur demişler. Böylece "Ey taklidi
yoldan iman edenler (Taklidi iman kötü değildir) Ama, Ey
taklidi olarak iman edenler, tahkiki olarak iman ediniz. Yani
sizde kendiniz araştırarak imanınızı takviye ediniz,
demektir.
Nasıl takviye edersiniz? Bu bilgilerinizi Kur'an ayetleriyle
teyid edersiniz, kuvvetlendirirsiniz. Bu bildiklerinizi,
tabiattaki Allah'ın ayetlerine bütün eşyaya bakmak suretiyle,
Rabbimin san1 atını orada görürsünüz ve, böylece aman Ya
Rabbi, ne güzel yaratmışsın, senden başkası bunu zaten
yapamaz, gibi taklidi imanımız, tahkika eriştirilir.
Yani Allah (c.c.) bize bunu demek ister. Yakın
dostlarımızdan bir tanesi Eski İslam Enstitüsünü ve de
Ankara Siyasalı bitirdikten sonra, İngiltereye doktora
yapmak için gitmişti. Doktorayı yaptı ve geldi. O anlattı
bana.
Londra'da camide oturuyoruz diyor. Caminin imamı var,
onunla beraber. Derken bir İngiliz girdi içeriye. İmama dedi
ki; "Ben müslüman olmak istiyorum." İmam onu misafir
etti. Ona izzet-ikram etti. Çay yaptı. Orada hazır olanlardan
ne varsa onlardan da ikram etti. Dinimizin güzelliklerini ona
bir daha arzetti. Yani Kelime-i şehadetle neyi söylediğini,
neyi kabul ettiğini biraz açıklayarak anlattı. Adam Kelime-i
şehadeti getirdi, ayrılacak.
Ayağa kalktı ve hocaya dedi ki; "Bu kapıdan kâfir olarak
girdim. Müslüman olarak çıkıyorum. Müslümanlar bir
kapıdan çıkarken nasıl davranırlar? diye imama sordu. (Yani
öyle yapacak o da.) İmam zekii tabi diyor. Derhal hatırına
geldi, demiş ki; camidesin, camiden çıkarken sol ayak
atılarak çıkılır. Sol ayağını at ve şu kelimeyi de söyle. Onu
ezberle-tiverdi diyor. (Bismillahirrahmanirrahim) diyerek
çık demiş.
Şimdi o camiden sol ayağını atarak ve besmele ile bize de
gülümseyerek çıktı. Sonra imamla bir daha görüştüm ben.
İmam demiş ki; Yahu ne güzel bir adama çattık böyle. O
akşam telefon etti bana "Ben yatıyorum müslümanlar nasıl
yatar?" demiş. O da demiş ki; Müslümanlar sağ tarafı
üzerine yatarlar, sırtüstü de yatarlar, sol tarafı üzerine de
yatarlar ama; yüz üstü yatmayı pek tercih etmezler.
Bunun birkaç duası da var ama sen yine
(Bismillahirrahmanirrahim) de. İlerde göstereceğim ama bu
gece (besmele) ile yat. İster sağ tarafına, ister sol tarafına,
ister sırtüstü yat, demiş.
Hoca demiş ki; "Gel Ali. (Arkadaşın adı Ali) ikimizde
birden bir şehadet getirelim, yeniden bir müslüman olalım"
demiş. Biz tuttuk, o imamla yeniden bir şehadet getirdik, ve
müslüman olduk yeniden. Yani bundan sonra yapacağımız
her işin; sünnette ve Kur'an da acaba nasıl yapılmış,
araştırarak yapalım diye karar verdik, diyor.
Yani yeniden müslüman olalım demenin anlamı budur.
Bundan sonra üniversiteye gittiğimizde hocaya karşı.
(Mesela orda mastır hocası var.) Mastır hocasına karşı
konuşurken hangi nezaket kurallarına riayet etmem
gerekiyor. Peygamber efendimize açıyorum, bakıyorum.
Peygamber efendimiz Ebu Cehil'e karşı nasıl davranmış.
Bunları okuyoruz ve ona göre hareket ediyoruz.
Efendimiz (a.s.v.) Mekke'de yürüyor. Mekke'deki kadınların
açıklığı bu günkünden açık. Şimdiki; (hani bir ara bir bakan
yüzü yanık bir bakan) altsız-üstsüzlük kanunu çıkarmıştı,
Kültür bakanı. Onun çıkardığı kanun 1400 sene evvel
yürürlükteydi Mekke devletinde. Hatta bunlar biraz
gerideler. Onlar yüksük dahi takınmazdı. Yani dünyada elde
edilen birşey takınmazdı. Belirli bir mevsimde yaparlardı
bunu. Yani Hac mevsiminde, o putlarının önünde bir
merasimleri var, birkaç gün devam ediyor. Orada; ayakkabı
yok, küpe yok, yüksük veya bilezik de yok. Yani dünyadan
elde edilen birşey yok. Böylece geziyorlardı.
Öyle bir ortamda Peygamber efendimiz (a.s.v.) gözünü nasıl
sakınıyordu? Kulağını nasıl sakınıyordu; bunlara dikkat
ediyoruz. Londra da gezerken biz de onlara riayet ediyoruz,
diyor o arkadaş.
Ayet-i Kerime buna uygun- Yani bunu açıklıyor bize "Ey
iman edenler. Allah'a, Rasulüne, Rasule indirdiği kitaba,
daha önce indirilen kitab-lara, iman ediniz" diyor.
"Kim Allah'ı , meleklerini, kitaplarını ve peygamberlerini,
ahireti inkâr ederse o çok uzak bir sapıklığın içerisindedir.
Çok derin bir sapıklığın içine düşmüştür diyor Allah (c.c).
Burada imanın tam beş şartını saymış, 6. şart olarak da
"Allah'a iman"ın içerisindedir. "Kadere iman" demişler.
Çünkü Allah'ın ilim sıfatı içinde oluyor bütün herşey. Onun
programı içerisinde olunca, kaderimiz zaten onun ölçüp
biçtiği şeydir.
Kader: ölçmek-biçmek, O'nun kânuna uygun bir şekilde
tatbik etmek, oluyor. O da Allah (c.c.)ün (ilim sıfatı) içinde,
tecelli ettiğinden, meydana geldiğinden, imanın 6 şartı
burada vardır. 5'ini zaten saymış. (Kader) de (Allah'a
iman)m içinde vardır. Kim bu imanın 6 şartını inkâr ederse,
"Çok derin bir sapıklığın içine düşmüştür." diyor. Allah
(c.c.)
Bir arkadaş Ankara'da, (yine İslam Enstitüsünden beraber
mezun olduğumuz) imamlık yapıyormuş, o anlatıyor.
"Hocam Üniversiteye yakın benim imamlık yaptığım cami.
(İsim de veriyor.) İşte filan Prof. Cuma'ya geliyor.. Fakat
"Ben Allah'a inanırım da, Peygambere inanmam " diyormuş.
Yahu ne diyeyim bu adama? diyor.
Dedim ki; "Sen niye namaz kılıyorsun? diye sorsana. Niye
namaz kılıyorsun? "Kur1 an-da Allah emretti de ondan."
Peki, niye sübhane rabbiyel azim- sübhane rabbiyel a'la-
Ettehiyyatü'yü niye okuyorsun. Bunlar Kur'an da değil. Hani
(semiallahülimen ha-mideh- Rabbena lekel hamd)
Bunlar Kur'an'da değiller. Bunları niye okursun sen?
Okurum. Bunlar peygamberin sözü. Peygamberin sözünü
okuyorsun, kendine inanmıyorsun. Olmaz böyle şey, Bu
saçmalık olurmu? diye anlatmasını istemiştim.
Allah (c.c.) bunların hepsine imanı şart koşuyor bize. Biz de
hergün yatsı namazımızın arkasından; "ve ileykel mesıyr"
Dönüş sanadır yarab-bi, demek suretiyle imanın 6 şartını
orada tekrar ediyoruz. 936[161]

(137) İman ettikten sonra kâfir olanları, sonra iman edip


sonra kâfir olanları, sonra kâfirlikte ileri gidenleri, Allah
onları affetmez ve onları doğru yola çıkarmaz.
Yani dönekler bunlar. Kur'an-ı Kerim'de 3 tür insan
olduğunu, Bakara suresinin daha ilk başında Allah (c.c.)
bize haber vermiştir. Bakara Suresi'nin ilk 5 ayeti mü'minin
sıfatlarım anlatıyor. Arkasından 2 ayet kâfiri tanıtıyor, onun
ardından gelen 13 ayette münafığı tanıtıyor.

936[161]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/339-343.
Dikkat edin. Münafığı 13 ayette tanıtıyor, kâfiri 2 ayette,
Mü'mini 5 ayet-i kerime ile tanıtıyor. Demek ki toplumun
bize en zararlı olanları münafıklar. Seni gördü mü
müslüman, kâfiri gördü mü kâfir.
Bu tür insanları (Allah bunları affetmeyecektir) diyor, kâfir
iman edince de iyi oluyor. Yani böyle inadına gâvur olanlar,
iman edince de çok iyi oluyorlar. Meselâ Hz. Ömer (r.a.)
Eline kılıcını alıp, bu peygamberi benden başkası öldüremez
deyip, yürüyen adam, Müslüman olduktan sonra ise, kılıcını
alıp, Kabe'nin önüne gelip; "Anasını evlatsız, hanımını
kocasız, evlâdını babasız bırakmak isteyenler çıksın karşıma
bakayım diye bilen bir insandır.
Yani günümüzde de; bu dinime fazlaca sataşan herifler var
ya, onlar bu tarafa gelecek olurlarsa, ne arslan adam olurlar
onlar.
Onun için onları böyle ziyaret ediverin. Gönüllerini alıverin.
Deyinki; "Yahu sen ne Ömer olursun ya" filan. Deyiverin
bakalım canım.Olmasa bile o söz onun içerisine bir nokta
gibi yerleşir. Bir çekirdek gibi yerleşir, zaman içerisinde,
belirli bir ortam bulunca o çekirdek de çiçek açıverir. Hatta
kelimeler, çekirdekler gibi de değildir.Çekirdekler ya açarlar
veya çürürler. Kelimeler öyle değil. Ya o gün açar veya bir
sene sonra açar veya bir kelime bir adamın yüreğinde 50 se-
ne durur, 50 sene sonra açar.
Onun için herkese olumlu sözler söylemeye devam edin.
"Senden ne müslüman olur ya." filan deyiverin. 937[162]

(138) Münafıklara müjdeleki onlara muhakkak acıklı bir


azap vardır. 938[163]

(139) Onlar ki Müminleri bırakıp kâfirleri dost ve yönetici


edindiler. İzzeti o kâfirlerin yanındamı arıyorlar? Şüphesiz
937[162]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/343-344.
938[163]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/344.
izzetin tamamı Allah'a aittir.
"İzzet Allah'a aittir, Rasulüne aittir, mü'minlere aittir." Yani
vakarlı bir hayat ancak mü'minlere aittir.
Bu dünya da bazı mahrumiyetlere katlansa bile, zillet
içerisinde yaşar. Belki bazı şeylerden mahrum bir şekilde
yaşar ama, izzetinden, onurundan birşey feda etmeden yaşar
mü'min. Ama o münafık: çıkarı nerede ise oradadır. Akif
merhum:
-"Arkasından takla attın, en dem'i bir şöhretin, diyor." En
alçak bir şöhretin bile arkasından takla attın, diyor. O günün
imansız yazarlarından birini dile getiriyor tabii ki.Bu ayet-i
kerimenin tefsirinde Peygamber efendimiz (a.s.v.) şöyle
buyurmuş."Kâfir insanlarla yakınlık kurarak kendisine bir
şeref, şan, paye ayıranların durumunu anlatmış. Hani,
günümüzde; en büyük kâfir oiarak; (daha onlardan büyük
kâfirler vardır da) siyasi sahada büyük olarak anlatıyorum.
Yoksa, en gâvur adam Bush veya Gorbaçov değil. Onlardan
daha şiddetli kâfir insanlar vardır. Fakat makam olarak da
bunlar en büyük ya; "Efendim onunla beraber filan gün bir
cevizin altında bir kahve içmiştik." demekle bu tür insanları
kastediyor. Peygamber efendimiz (a.s.v.)
"Kim kendisini 9 tane kâfir babaya nisbet ederse, (Yani
benim babam şöyle, filanca, falanca, filancalar) ama
bunların hepsi de kâfirliği ile meşhur adamlar. "Onlara
kendisini nispet ederse, 10. cusu o olur cehenneme
gitmekte" diyor. Onlarla beraber cehenneme gitmekte de 10.
cusu bu olur.
Hayatta kâfir bir babayla, kâfir bir Öğretici siyle, kâfir bir
komutanıyla, kâfir bir arkadaşıyla, iftihar edilmemelidir.
Hani benim çok namıssız bir arkadaşım var, dermişiniz. Bu
şehrin en hırsız adamı benim en. yakın dostumdur. Ailecek
gelir gideriz, diyebilirmisiniz bunu. Yahu hırsızın günahı
kendine aittir. Bir fahişenin günahı şahsını ilgilendiriyor.
Ama, bu otoriteyi elinde tutan kâfirlerin durumu topyekün
insanlığı ilgilendiriyor. Bunlara olan yakınlıktan, dostluktan
veya onlara olan sevgiyi belirtmekten Allah'a sığınmak
lâzım. 939[164]

(140) Allah'ın ayetlerinin inkâr edildiğini veya o ayetlerle


alay edildiğini duyduğunuzda, onlar bir başka söze
dalıncaya kadar onlarla oturmayın. Yoksa sizde onlar gibi
olursunuz. Muhakkak Allah, Münafıklarla, kâfirlerin hepsini
cehennemde toplayacaktır diye, size kitapda indirdi.
Yani onlar Allah'ın ayetlerini yalanlayan bir konuşma
yapıyorlarsa, Allah'ın ayetleri ile dalga geçiyorlarsa, o
mecliste oturmayın." diyor, Allah (c.c.)
Fakat onu bırakıp başka bir konuya geçmişlerse ayrı. Orada
da oturmanız gerekiyorsa, oturabilirsiniz. Fakat onlar
Allah'ın ayetlerini hafife alıyorlar ve inkâr ediyorlarsa siz de
orda oturuyorsanız "Siz de o takdirde onlarla berabersiniz"
diyor.
Gavur olursunuz. "Günahta veya gâvur olmada onlarla
berabersiniz" diyor. Allah (c.c.) Ne yapalım hocam.
Müdahele edersiniz. M. Akif merhum;
-Biri ecdadıma sövdümü kovarım.
Karşısındaki; kovamazsın ki!...
-Hiç değilse yanımdan kovarım, diyor.
-Onu da yapamazsın ki;
-Eh efendilik bende kalsın der, çeker giderim.
Allah (c.c.) bu yolu da açmış "Orada oturmayın!" Şimdi
burada oturmayın derken, (gidin!) anlamında almışlar bazı
arkadaşlar. Çekin gidin, anlamında almış bunu. Orada
oturmayın. Oturmayınca ne yapacağız, alaylı konuşan o ağzı
kapatacağız. Şöyle veya böyle kapatın. Ama kapatacağız.
Peki buna gücü yetmeyebilir. Evvelâ dille müdahele eder.
Ona da gücü yetmeyebilir kişinin. Müdahele edecek imkan

939[164]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/344-345.
da olmayabilir. Yani karşı taraf güçlüdür. Dille de müdahele
edemeyecek, elle de müdahele edemeyecek, o zaman
yapılacak şu, oradan çıkıp gidecektir.
Niye gidecektir, diyelim ki ben böyle bir yerdeyim. Benim
sevenlerimden olarak sizlerden biri de böyle bir mecliste
var. Ki böyle bir olay oldu. Bir düğün merasimi nedeniyle,
Hocam gelde bir konuşuver dediler. Gittim biraz 5-10
dakika geç kalmışız. Bir arkadaş konuşuyor. Hoca bir
arkadaşmış, o da ama öyle akü almaz şeyler anlattı ki,
hayretler içerisinde kalırsınız. Yani hadis uydurucuları bile
böyle bir şey düşünememişler, zaman içerisinde Peygamber
efendimiz hakkında.
Şimdi, seni sevenler orada. Hoca acaba bunu kabul
edecekmi, etme-yecekmi. Ondan sonra biz geleceğiz
kürsüye ya. Onu beklerler.
Peygamber efendimizin hadisleri 3 türdür diyoruz, değilmi?.
1- Kavli hadisleri. Söyledikleri.
2- Fiili hadisleri. Yaptıkları.
Peygamber efendimiz şunu şöyle yapmıştı diyoruz. Biz de
yapıyoruz.
3- Bir de onayladıkları takriri sünnet diyoruz.
Efendimizin huzurunda bir olay yapılıyor. Peygamber
efendimiz ona da ses çıkarmıyor, işte bu da sünnet oluyor.
Şimdi siz de bir yerdesiniz, müdahele etmiyorsunuz. Sizi
seven bir adam da der ki; "Ha doğru söylüyor bu adam
demek ki. Eğer doğru söylememiş olsalardı bu hoca müda-
hele ederdi. Müdahele etmediğine göre bu arkadaşlar doğru
söylüyorlar." imajı meydana gelir. Onun için mutlak surette
tepkiyi belirteceksiniz.
Ya dilinizle belli edeceksiniz, ya elinizle belli edeceksiniz
veya çıkıp gitmek suretiyle, Hocam öyle bir yer ki hani
hapishanedeyiz diyor adam. Hapishanede kovuşun
içindesiniz. Ama bir tane yok kovuşun içerisinde 10 tane
imansız var diyelim. Güçlüler de susturuyorlar da çıkıp
gitme imkânı da yok. İşte o zaman da kalben buğz
edeceksin.
Kalben buğz edeceksin. Başka yapacak bir şey yok gayri.
Buda imanın zaafına delâlet eder, demişler.
"Allah kâfirleri de münafıkları da, tamamını cehennemde bir
araya getirecektir." diyor. 940[165]

(141) Eğer Allah'dan size bir fetih olursa sizi gözetip duran
(Münafıklar) "Biz sizinle beraber değilmiydik" derler. Eğer
kâfirlerin bir payı olursa, (Münafıklar) "Size yardım edip
müminlerden korumadık mı?" derler. Allah kıyamet
gününde aranıza hükmedecektir. Allah, müminler aleyhine
kâfirler için asla herhangi bir yol vermeyecektir.
"O münafıklar; Sizi şöyle uzaktan gözetleyip dururlar."
Tabi günümüzde bir çok insan, münafıkça davranıyor.
Günümüzün kâfiride münafıkça davranıyor yalnız. Yani
açıkça hnstiyanım, yahudiyim, efendim budistim, diyen
insanlar da münafıkça bir tavrın içerisine girmişlerdir.
Şöylece müslümanları gözleyıp sahada, politikada başarılı
olursanız."Biz de sizinle beraber değilmiydik yani sizinle
beraberdik. Sizi destekliyorduk. Sizin tarafınızdaydık"
diyorlar. Amma "Eğer kâfirler tarafına bir pay olursa, Yine
derler ki gâvurlara; "Sizi galip getiren biz değirmiyiz.
"Mü'minlere karşı sizi koruyan biz değilmiydik." Onlar
hakkında size haberler veriyorduk, onların zayıf taraflarını
söylüyorduk. Sizin tarafınızda yer alıyorduk," diyorlar.
Onlar ne derse desin. "Allah kıyamet gününde sizin aranızı
açacaktır." Yani kâfiri, münafığı, mü'mini apaçık belli
olacak. Karışıklığa da gelmeyecekler.Kâfirlerde,
münafıklarda topluca cehenneme sürüp, mü'minleri cennete
koyacaktır.
Peki hocam öbür dünyada böyle olacak da, bu dünya'da

940[165]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/345-348.
müslümanlar hiç mi ayrılmayacak onlardan? "Allah
kâfirlere; mü'minler üzerinde hâkimiyet sağlamaya bir yol
bulamayacaklardır" diyor Allah (c.c.)
Zaman içerisinde bu ayet-i kerime ile, âlimlerimiz ve
tefsircilerimiz, epeyce meşgul olmuşlar. Bir kısmı demiş ki;
Elhamdülillah demişler. Çünkü Peygamber efendimiz
zamanında müslümanların kaybettiği yok, Uhud'un dışında.
Orda da toprak kaybı yok hiç. Harp sahasında bir yarı
mağlubiyet var. Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz.
Ali (r.a.) zamanında ve ondan sonra emeviler zamanında hiç
kayıp yok. Devamlı İs-lamm yükselmesi var. Yayılması var.
O zaman tefsircilerimiz; "Allah'a çok şükür bu böyledir
kıyamete kadar da böylece gidecektir." diyorlar.
Ama ne zaman ki müslümanlar mağlup duruma düşünce, o
zamanın âlimleri yeniden bu ayet-i kerimelere bakmışlar.
İmam Ebu Hanife Hz'leri diyor ki; "Her ne kadar
günümüzde kâfirler, müslümanlara hiçbir zaman galip
gelemiyorlarsa da, bu kıyamete kadar böyle devam edecek,
anlamında değildir." Bu şu anlamdadır.
"Kâfirler, mü'minlerin gönüllerine hâkim olamayacaklardır,
manasınadır. Yani mü'minin gönlündeki imanı
alamayacaklardır, manasınadır.
Ülkesini istilâ edebilirler. Evini işgal edebilirler. Ama
yüreğindeki imam, onu alamazlar. Hani Akif merhumun
"Alınır kal'a mı göğsündeki iman" diyor. Yani, ayet-i
kerime göğsündeki imanın alınamayacağına işaret eder
demişler. Ki. günümüzde de doğru olanı, İmam Ebu
Hanifenin bu söyledikleridir.
Çünkü, hani halkı müslüman olan ülkelerde, bu güne kadar
bakıyorsunuz, Osmanlının parçalanmasıyla beraber, halâ o
gün ingilizlerin başa getirdiği adamların çocukları devam
ettiriyor yönetimleri. Babadan oğula böyle devam edip
geliyor. Niye, sizin dedeniz Osmanlıyı iyi parçaladıy-di,
onun mükâfatı olarak sizin krallığınızı devam ettireceğiz,
diyorlar ve 250 bin askeri de oraya yığıveriyorlar.
Demokrasi tarafkarı olan insanlar, krallığı savunuyorlar.
Babalarının hayrına savunmuyorlar tabii ki.
Mü'min insanlar üzerinde hâkimiyetlerini
kuramayacaklardır.
Fakat iman şartıyla. İman şartı var yalnız. Biz gerçekte
ashabın imam gibi bir imana sahib olsak, böyle birkaç tane
insan çıkarabilmiş olsak, ben şu anda yeminle inanıyorum
ki, başarı sağlanır. Bu anda dahi başarı sağlanabilir.
Yani malını ve canını; (oran yok %10'u %20'si yok) Malını
ve canını Allah'ın dini yoluna koyabilecek sahabi ayarında
birkaç tane insan çıksın, bu iş başarılır. 941[166]

(142) Allah onlara oyun ederken, münafıklar Allah'a oyun


etmeye kalkarlar. Onlar namaza kalktıklarında tembelce
kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah'ı çok az
anarlar.
"Allah'a hile yapmaya kalkarlar, münafıklar mü'minlere de
hile yapmaya kalkarlar." Diyor Allah (c.c.)
Burada da "Münafıklar Allah'a hile yapmaya kalkarlar."
Halbuki; "Allah onların hilelerim ve tuzaklarını kendi
başlarına geçiriverir." Ayet-i kerimede; "Kötü tuzak kendi
sahibini yakalar" diyor Allah (c.c.) Bunlarda müslümanlara
hile yaptıklarını, aldattıklarını ve atlattıklarını zannediyorlar
ama, birgün kâfir müslüman olunca o münafığın iç yüzünü
müslümana söyleyiverir.
Hatta gâvur, müslüman olunca, gel bakalım deyiverir ve iki
taraftan da tokadı yeyiverir o tür insanlar.
Günümüzde de laf getirip götürenler, iki insanın arasını
açmaya çalışanlar, iki taraftan da güleryüz görseler de, her
iki tarafta ona iyi insan gözüyle bakmazlar kullanırlar.
Tuvalet taşı gibi lâzım olunca kullanır sonra atıverirler.

941[166]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/348-350.
Tuvalet kâğıdı gibi bu adamlar bunu, lâzım olunca yine
kullanır, atarlar. Tekrar lâzım olunca yine kullanır, sonra
yine atarlar.Onların o kadar değeri vardır. Allah c.c onlanda
güzel anlatıyor bize.Müslüman görünüyorlar. Müslüman
görününce, namaz kılması gerekiyor önce insanın. "Namaz
için kauçuklarında, tembel tembel kalkarlar, ağırdan
aldırırlar" Namazlarında insanlara gösteriş yaparlar. Hani,
bir adamın yanında namaz kılacak olursak 5 defa
(sübhanerabbiyel azim) der.
Efendimiz onu tarif ederken, o tür namazı "Horozun dane
topladığı gibi secdeye varırlar kalkarlar. Horoz daneyi böyle
alıyor ya Secdeye de onlar öyle gelirler giderler diyor. Bu
münafık namazıdır diyor. Peygamber efendimiz Ta'dili
Erkana riayetle namaz kılacağız.
"Allah'ı çok az anarlar. İnsanları görünce anarlar, insanları
görmeyince Allah'ı zikretmezler." 942[167]

(143) Bunlar arasında bocalayıp dururlar. Ne onlardandırlar,


nede bunlardandırlar. Allah'ın sapıttığına sen herhangi bir
yol bulamazsın.
Hani cami ile kilise arasında kalmış beynamaz derler bu tür
insanlara, Mevlana bunları anlatmak için şöylece bir hikaye
anlatıveriyor.
Eski bir kilisenin diyor, tavanı yok. (Yazlık bir kilise galiba
bu) Ama Meryem ana'nın heykeli var orada. Bir kuş hergün
gelirmiş onun tepesine çiş eder gidermiş. Buna fena
bozuluyor papaz ama, yakalayamıyorda. Aklı erenin birine
demiş ki; Yahu bıktım ben bu kuştan, ne yapayım ben buna
demiş. Demiş ki; heykelin yanı başına bir de şarap koy. Bir
gün gelir susadım diye ondan içer olduğu yere de yığdır
kalır demiş. Papaz keskin bir şarap koymuş oraya.
Gerçekten kuş gelmiş oraya pislemiş, sonra da şaraptan

942[167]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/350-351.
içmiş içmiş ve bayılakalnıış oraya. Papaz tutmuş. Demiş ki;
Madem ki müslümandın niye şarap içtin? Madem
hırıstiyandın niye heykele sıçtın? demiş. Senin hakkın
ölümdür, demiş boynunu koparmış atıvermiş. Allah (c.c.)
"İkisinin arasında gelir-gider" diyor.
"Ne o taraftan ne de bü taraftandır." Ve münafığı tarif
ederken "İki sürü arasında kalmış bir koç gibidir" diyor.
Münafık ne o taraftan ne bu taraftan.
Bir Hadisi şerifte; "o taraftan gelenler de toslarlar ona, bu
taraftan gelenler de" bizden değilsin diye buyrulur.
Efendimiz onu anlatıyor. Bu taraftan gelenlerde toslarlar
orta yerdekine bu taraftan gelenlerde toslarlar orta yerdekine
diyor işte münafık da odur. Ve bize yöneliyor Rabbim 943[168]

(144) Ey İman edenler, Müminlerden başka kâfirleri


yönetici dost edinmeyin. Aleyhinize olmak üzere Allah'a
açık bir belgemi vermek istiyorsunuz.
Burada, "dost edinmeyiniz" deyince, daha önce de söyledim
bunu, Yani mahallenizde bir tane hıristiyan var. Bir tane
yahudi var. Komşunuz ev komşunuz. (Bu insanla insani
münasebetlerinizi kesin) anlamında değil bu. Komşumuz,
hani eskiden köylerde birbirlerinden çay biter çay alırlar, tuz
isterler, ateş isterler. Yani karşılıklı komşular birbirlerine
olan ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyaçlar devam ettirilir.
Sabahleyin karşılaşılınca güler yüz gösterilir. Ama
müslümanlarla ilgili, diniyle ilgili, vatanla ilgili, üzerine
secde ettiğiniz vatanla ilgili hiçbir konu onunla konuşulmaz.
Sır verilmez ona. Dost edinilmez onlar.
Zaten o (veli) kelimesinden, "yöneticide edinmeyiniz"
manâsına da gelir bu. (Veli-Vali) o işi yöneten manâsına
geliyor. "Onları kendinize dost edinip, yönetici de
kılmayınız" diyor.

943[168]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/351-352.
"Böyle yapmakla, Allah katında kendinize bir hüccet, bir
delil mi yapmak istersiniz" Yani böyle yaparsanız Allah
(c.c.) kıyamette cezalandırır. Cezalandırma gerekçesi olarak
da, (Sen kâfirlerle dost oldun, mü'minlere düşman oldun)
der. Böyle dememek, böyle bir duruma düşmemek için"
"Kâfirleri kendinize dost edinmeyiniz" diyor Allah (c.c.)
Günümüzde bir kısım insanlar; bazı imansızlarla dostluğu,
iftihar vesilesi yapıyorlar. Çok yanlış ediyorlar. Şunu
bilsinler ki, samimi bir müslümanı hiç bir kâfirde gönülden
sevmez. Çıkarı varsa ancak, dost görünür.
Maddi çıkar olabilir bu. Makam mevki olabilir bu. Yani bu
tür çıkarları varsa dost olur. Yoksa gerçekten küfrüne iman
etmiş bir insan da, sağlam bir müslümanı sevmez. Sever,
şöyle sever. Hani bu adam da kendi inancının adamı.
Orda takdir eder ayrı, fakat onunla dost olamaz. Bir araya
gelemezler zaten. Hani birisi kumar oynamak istese, birisi
ibadet yapmak istese, aynı yerde ikisi de bir anda zevk
alamazlar. Birbirinden zevk almazlar bunlar.
Biri gıybet yapacak biri zikir yapacak. Aynı anda karşı
karşıya gelecekler. Birisi, (Lâilahe illallah) birisi de, ulan
(filan şöyle şöyle yapmış, filan böyle yapmış) diyecek. Yani
birbirinden zevk alamazlar ki, bu insanlar birbirini sevsinler,
olmaz böyle şey. 944[169]

(145) Muhakkak münafıklar ateşin en alt katımladırlar. Seri


on-iara yardımcıda bulamazsın. 945[170]

(146) Ancak tevbe edenler, durumlarını düzeltenler, Allah'a


sımsıkı sarılanlar, dinlerini yalnız Allah'a halis kılanlar
hariç. İşte bunlar Müminlerle beraberdirler ve Allah yakında
müminlere büyük mükâfat verecektir.
Kâfirliğinde ve münafıklığında, işlediği cürüm ne kadar
944[169]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/352-354.
945[170]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/354.
büyük olursa olsun, tevbe ettiği takdirde affa uğrar. Tevbe
pişmanlık duymaktır. Geç-
miştekine pişmanlık duymak. (O anda yaptıklarından
vazgeçtiğini ikrar etmek ve gelecekte de yapmamaya karar
vermektir demişler) tevbenin tarifi bu.
Yalnız tevbe etmekle olurmu? yani tevbe ettim. Filan zaman
şu kötülükleri yapmıştım, diyerek vazgeçtim Ya Rabbi!..
demek, yetmiyor. Devam ediyor ayeti kerime çünkü:
"Tevbe edenler, geçmişte bozduklarım düzeltenler."
Geçmişte bir bozgunculuk yapmış adam gidip onu
düzeltecektir. Hani bu ilerde, (Hûcurat suresi)nde gelecek.
Gıybetin affı nasıl mümkün olur diye. Orada tarifi vardır.
Gıybet yapmak haram. Büyük günahlardan. Hani bir adam
hakkında konuşmuşsunuz, (iftira etmişsiniz) filan adam
şöyle şöyle yapmış diyorsunuz, birinin yanında.
Sonra tevbe etmek istiyorsunuz. Tevbeniz aynı adamların
yanlarına varıp, (Ben filan zamanda, filan adamın aleyhinde
şöyle-şöyle konuşmuştum ya, ben o zaman iftira etmiştim.
Ben bu iftiramdan vazgeçiyorum.) diyeceksiniz. Tevbesi bu
diyor.
Yoksa elinize teşbihi alıp (estağfirullah) olmaz. O zaman
melekler; "Hadi bakalım fırla Cehenneme doğru"
deyiverirler adama.
Allah (c.c.) "Tevbe edenler ve de düzeltenler" Bir,kendi
haİlerirîi düzeltiyorlar. Birde geçmişte bozduklarım
düzeltiyorlar. "Allah'ın kitabına sımsıkı sarılanlar" daha
"Dinlerini yalnız ve yalnız Allah için yapanlar." Yani, katkı
yok. Başka dinlerin başka görüşlerin, başka
imansızlıklardan zerre kadar katkı yok.
Hani Türkçe de şöyle bir ifade kullanılır. (Halis altın)
diyoruz. Halis altın demek 999 milyemlik değil, 1000
milyem İçinde hiç katkı maddesi yok. Buna halis altın veya
som altın diyoruz. Aynen (halis) kelimesi kullanılmış
burada da.
"Dinlerini de Allah için halis kılıyorlar." Yani dini
konularda hiçbir vakit Allah'ın kelâmı yerine başkasının
kelamı tercih olmadığı gibi, Allah'ın kelâmı ile beraber
filanınkini de kabul etsek, o da olmaz.
O Altının içerisine gümüş veya bakır veya bir başkasını
katarak kalitesini veya ayarını düşürmek gibidir. O zaman
halis olmaktan çıkar. Halis altın olmaktan çıkar. Kalitesini
aşağıya doğru 22 ayara, 18 ayara, 14 ayara, 12 ayara kadar
düşürmüş oluyoruz biz bunu, Allah (c.c.) de "Halis olanlar,
dinlerinde halis olanlar" der. "İşte onlar da mü'minlerle
beraberdirler."
Yani bir münafık veya kâfir. Yaptığına tevbe edecek. Eski
yaptıklarını düzeltecek. Allah'ın kitabına sımsıkı sarılacak
ve dininde halis olacak. Bu biraz zor. Dininde halis olmak
biraz zordur.
Hayatımız boyunca bazı kişileri tanıdım. İmansız hayat
yaşamışlar. İslama da geçmişler. Mesela Rojer Gorudi
denen adam. Müslüman olduğunu söyledi. Dünyaya ilan etti
adam. Fakat yaşının 80 olması veya 70'in üzerinde olması
bundan sonra kitabı ve sünneti fazla okumaya , yani gerek
bedeni veya fikri veya zaman olarak ayıramaması nedeni ile,
söylediği sözler içerisinde yanlışlıklar devam edip gidiyor.
Eski kültürüne İslami bir kalıp bulmaya çalışıyor. Bu da
yanlış.
Yani eski bir kültürün ürününü, İslami kalıplar içerisine
sokmak, halis dini katkılı hale getirmek demektir. Som altın
olmaktan, som din olmaktan, halis din olmaktan işi çıkartır
o. Tabiiki kendisi açısından, yoksa benim dinime birşey
olmaz. Bu Allah'ın dini Peygamber efendimize indirildiği
gibidir. Kıyamete kadar da böyle devam edecektir.
Biz karışıklık yaparsak, kendi dinimizle yani kendi
inancımızla karışıklık yaparız. Kendi bulanık imanımızı
bize içirirler öteki dünyada. Yoksa Allah'ın dini yine halis
olarak kalacaktır. S. Sevri (r.a.),
"Söz kabul edilmez amel olmadan" diyor. Çok güzel bir
ifade bu. Efendim işte namaz şöyle efdaldir, böyle efdaldir
veya cihad şöyle değerlidir, böyle değerlidir. Veya şehitlik
Allah katında mertebesi çok yüksektir diyor.
Abdullah Cevdet ki, (O zamanlar Adûvvullah Cevdet
denmiş kendisine) Yani din düşmanı, Cevdet denilmiş.
Onun bir makalesini okumuştum, diyor ki, Birinci cihan
harbiydi. Birisi şehitlikle ilgili bir yazı yazmış. Çok güzel
yazmış ama diyor. Bu cağaloğlunun buralarda karşılaşı-
verdik, tebrik ettim kendisini diyor.
Demiş ki, yazını okudum, çok güzel anlatmışsın şehitliği.
Yani o yazıyı okuyan cepheye gider, demiş. "Allah size de
nasip etsin" demiş. Ben bu sözü söyleyince benim ölmemi
mi istiyorsun gâvur, dedi diyor.
Şimdi, bu tür sözdür işte. S. Sevrinin söylediği, bu söz kabul
edilmez, amel olmayınca.
-Anne ve babamı pek severim ben diyor. Ama senede bir
defa elini öpmeye gitmediği gibi yardım da etmiyor. Bu
nasıl sevgi ise..
-Namaz çok kıymetli bir ibadettir diyor da, kılacak zamanı
olmuyor arkadaşın. Bu sözlerin hiçbiri kabul edilmez, diyor.
-Mücahid olmak lâzım hocam mücahid. Allah mücahidleri
sever, cihad etmek lâzım. Diyor, fakat eli olmuyor
arkadaşın, zamanı olmuyor, bu işe.
Bunlar kabul değildir. Amele dönüşmedikçe. Peki amele
dönüşürse, amel kabul edilmez, ihlâs olmayınca, diyor.
Yani yaptığınız işi yalnız Allah için yapacaksınız. Filan
adam desin için yapmayacağız. Her ne yaparsanız yapın.
Çiçek ekiyorsanız Allah için ekin. Aman ya Rabbi!.. senin
bu toprağın, kara toprağın bembeyaz çiçeğe dönüşecek, bir
müslüman buna baktığında gönlü güzelleşecek, gözü
güzelleşecek, diye ekerseniz onun sevabı vardır. Hem eviniz
de çiçek açacak, hem sevaba gireceksiniz. Yani yaptığımız
her şeyde iyi niyetle Allah rızasını aradınız mı işler
güzelleşiyor.
İhias olacak. Peki ihlas da var. İhlâs da varsa yine kabul
edilmez, diyor Süfyanı Sevri. Ya, yaptığınız iş sünnete
uygun olacak.
Geçen gazetelerde bir haber. (Allah rızası için oğlunu
kesmiş.) Gazetelerin haberi doğrumudur değilmidir
bilmiyoruz. Yani gazete onu çarpıttı da mı verdi.
Çarpıtmadan mı verdi, onu bilemiyoruz. Ama öylede ola-
bilir, dengeyi yitirmiştir veya yanlış birinin eline geçmiştir
ki; ben öyle
bir insan tanırım. Hala yaşayan bir adamdır.
Yani yanlış insanın eline düşmek suretiyle de, böylece
insanlar dünyalarım da perişan ediverirler. Yapılan iş
sünnete uygun olacak. Orada da sünnete uymayan bir şey
var. Akşam şıh efendisi ona Allah'ı görmekle ilgili bir
konuyu sohbet yapmış.
Nasıl görülür? nasıl görülür?... derken, bir haller oldu. Uzun
bir haller oldu diyor.
Halbuki, birçok hadisi şerifte ve Allah (c.c.)'ün ayeti
kerimelerinde "Bu gözlerle görülmez" buyrulur.
"Şu gözler Allah'ı görmez." Ee cennette?. "O zaman apayrı
bir görüş verilir gözlere" diyor ehli sünnet, ama bu gözler
görmez. Çünkü bunun sınırı var. Görüş alanınızın sının var.
Allah (c.c.)'ün gücü, kudreti ise bütün yıldızlan, kâinatı
kuşatmış. Göz neyi görecek burada.
Yani yapılan iş ihlasla olacak. İhlas da sünnete uygun
olacak. Allah rızası için oğlunu keser veya oğlum günaha
girmesin diye gözünü çıkaran bir adam, öbür dünyada
hesabını verecektir. Çünkü yaptığı iş* iyi niyetli ama iyi
niyet haramı helâl kılmaz. Diye bir kaidemiz vardır.
"Allah mü'minlere yakında büyük nıükafaat verecektir"
diyor Allah (cc.) 946[171]

946[171]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/354-358.
(147) Eğer şükreder ve iman ederseniz Allah size azabı niye
yapsın? Allah şükrü kabul edendir, bilendir. 947[172]

(148) Haksızlığa uğrayan hariç Allah kötü sözün


yayılmasını sevmez. Allah herşeyi işiticidir, bilicidir.
Hayatta, size söylenen bir kötü sözü tekrarlamayın kimseye.
"Yahu bana filan adam şöyle dedi" demeyin. Mademki o
adam söylemiş birde siz duymuşsunuz: o adam başka yerde
de söylemiyor. Öyleyse bunu yaymayın.
Kendi yaptığınız bir kötülüğü de kimseye söylemeyin. Bir
hadisi şerifte; "Yaptığınız bir kötülüğü veya günahı kimseye
söylemeden, Rabbi-min huzuruna gelirseniz, Allah da öbür
dünyada bu günahı açmaz" diyor.
Yani ondan dolayı hesaba çekmeyecek ve cehenneme de
koymayacaktır, Hayatta yaptığınız bir günahı, işlediğiniz bir
cürmü, kendinizin dışında birine söylemeyin.
Buna dikkat çekiyor Rabbim. "Kötü sözlerin yayılmasını
Allah (c.c.) sevmez." Peki söylenince ne olur hocam?
Söylenince: Bir söylediğinizin günahı, bir işlediğiniz günah,
sizin söylediğinizden bir başkası da örnek kaptı. O da
yanlış. O da günah.
- "Haa! bizim zamanımızda bir küp içerdik de sarhoş
olmazdık" gibi laf üreten insanlarımız var.
- Bunu işiten delikanlı da acaba biz de içebilirmiyiz diyor.
Gidiyor bir küp de o içiyor.
Şimdi o ne kadar içmişse onun günahı var. Şimdi içmiyor
ama, delikanlılık döneminde bir küp içtiğini anlattı buna.
Bunu işiten delikanlı da gitti bir küp içti. O içtiği kadar yine
bu anlatana günah vardır.
"Mü'minlerin dışında kâfirleri dost edinmeyiniz" ayetinin
açıklamasında bir hadisi şerif var. Peygamber efendimiz

947[172]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/358.
"Kim Allah'a ve ahirete iman ederse, içki sofrasında
oturmasın" diyor. Hani biraz önce anlatmaya çalıştığım; "bir
imansızın Allah'ın ayetleriyle alay ettiği bir yerde oturma-
yınız." Orda oturmayacaksınız. İçki sofrasında da
oturmayacaksınız.
Ya onu engelleyeceksiniz ve yahut da kalkıp gideceksiniz.
Böyle bir durum. Yani orada, kötülüğe şahit olmamaya da
dikkat edeceğiz tabiki.
Kötülüğü söylemeyin; yayılmasına yardımcı olur.
Günümüzde basın-yayın birçok hayırlı işler yaptığı gibi,
birçok kötü şeyleri de yayıveriyor. İyi şeyleri yayıyor, nasıl?
Diyelim ki (bir ara televizyonda verilmişti.) Gaziantepte
emekli bir memur, Gece bir lokantaya gitmiş. Kardeşim sen
12'den sonra artan yemekleri ne yaparsın? Dökerim demiş.
-Bana ver onları. Ne yapacaksın? -Fakirler var onlara
dağıtayım, demiş.
Onları ordan aldım diyor 2-3 fakiri doyurdum. Derken öbür
lokanta derken öbür lokanta......bir araba aldım. Gaziantepte
150-200 kadar aileyi diyor, yatsıdan sonra dökülecek olan
yemekleri alıp onları doyuruyorum diyor.
Bunun verilmesi, başka şehirlerimizde de bu işin
yapılmasına sebep olur. Siz birşey yapmak istiyorsunuz da,
yapamıyorsunuz. Derken haa! bende bunu yaparım
diyorsunuz. Bu tür haberler yayümaîıdır.
İyi haberler yayümaîıdır. Ama kötü haberler size kadar
gelmişse sizde kalmalıdır. Sizden ileriye götürmeyin.
Hayatta götürmeyin. Çünkü o sözden alıp ta yapacak
insanlar vardır.
Ancak Rabbim. "Zulme uğrayanın feryad etme hakkı
vardır"diyor. Bir adam zulme uğramışsa o feryad eder. Buna
misal olarak Peygamber efendimize biri gelmiş.
-Ya Rasullellah! benim filan yerde evim var. Yanıbaşındaki
komşum bana eziyet ediyor, demiş. Kaç defa söyledim halâ
eziyetine devam ediyor. Peygamber efendimizde demiş ki;
"Eşyam yolun ortasına indir, gelene geçene söyle. Bu adam
bana eziyet ediyor" de bakayım.
O da eşyasını indirmiş yolun ortasına. Yahu nedir bu hal?
bu adam bana eziyet ediyor. Bıktım bunun komşuluğundan
diye birkaç kişiye söyleyince: Allah aşkına koy şu eşyaları,
bir daha yapmayacağım demiş adam.
Yani zulme uğrayan kişinin feryad etme hakkının olduğunu
bu ayet-i kerimeyle ifade ederken, Peygamber efendimiz bu
hadisi şerifiyle "Cihadın en efdalı, zalim bir devlet
başkanının karşısına geçip, onun zulmüne karşı adil sözü
söylemektir." diyor.
-Senin yaptığın yanlıştır, bu doğrudur. Ve Akif merhum bir
de misal veriyor. Emeviler zamanında bir zalim sultan,
kendisi serveti sağman içerisinde yaşarken, milleti kıtlıktan
ölüyor. Ağaçlar kuruyor, ineklerin sütleri kurumuş, eti
kemiğine yapışmış. Kıtlık sefalet almış yürümüş. Bir kafile
ile beraber bir çocuk da gelmiş. Çocuk kafilenin önüne
geçmiş. Evvela kafilenin ileri gelenleri anladılar durumu.
Fakat adam hiç yardım etmiyor, Çocuk ileri atıldı ve dedi
ki;
-Bu kadar servet eğer senin kendi malınsa, bu mal sana
fazla. Kendi ihtiyacın olanını al gerisini dağıt bunlara demiş.
Eğer bu servet bu insanlarınsa, yani milletinse, işte millet
buraya gelmiştir, mallarını iade et. Eğer bu mallar
Allah'insa, bu insanlarda Allah'ın kullandır, bu malı bu
kullara dağıt" dedi diyor. Adam da insafa geldi ve dağıttı
diyor. Akif merhum.
İşte cihadın en güzeli zalim sultanın Önünde feryad
etmektir. Arkasında değil önünde takla atıp arkasından
küfretmek iş değildir. Yüzüne karşı söylemektir asıl olan.
Allah (c.c.) de bunu bize ifade ediyor. (Akif merhum bu
hadisi şerifi şöyle vermiş.)
-Bir adam dursa da bir zalim imamın yüzüne -Adli emretse,
bu zalimde onun hak sözüne -İnkıyad eyleyecek yerde,
tutup kıysa ona
-O mücahid yazılır taa şühedanın başına. -Hamzadan sonra
gelen en şanlı şehit odur. -Hak için can verenin payesi elbet
budur. 948[173]

(149) "Bir iyiliği açıklar veya gizlerseniz veya bir kötülüğü


afvedersiniz, muhakkak Allah affedicidir herşeye gücü
yetendir. "
Ne güzel ifade, affedicidir herşeye gücü yetendir. Yani
herşeye gücü yettiği halde affedendir Allah (c.c). Zaten
affetmenin de değeri burdan geliyor. Adama sormuşlar adın
ne? Mülayim, oğlum mülayim olmazsan ne yapabilirsin
zaten. 30 kg.lık adamsın demiş.
Yani gücü yettiği halde affetmek, işte o yiğit insandır.
Peygamber efendimiz birgün sormuş arkadaşlarına. "Kimdir
sizce pehlivan? demiş. Ya Rasulallah herkesi yenen adam
pehlivandır. Demişler. O değil gücü yettiği anda, intikam
alabileceği bir zamanda hasmını afvedendir" diyor.
Bu konuda bir şiirde var, manzum olarak yazılmış. 3 kardeş
var. Babası demiş ki: "En güzel hediyemi 3 kardeşten birine
vereceğim. Gidin dolaşın bir iyilik yapın gelin. Hanginiz en
güzel iyiliği yapmışsa, işte ben ona en değerli mirasımı
vereceğim demiş." ve çocuklar gidip gelmişler.
-Birisi demiş. Baba ben filan adamdan borç para almıştım.
Kaç zaman sonra adam öldü. Varisleri de bende olduğunu
bilmiyordu. Yüklü de bir paraydı ama ben buna rağmen,
varislerine parayı verdim. "Eh iyi yaptın"
-Diğeri baba gemiyle gidiyorduk, anne ile çocuk güvertede
idiler, derken çocuk gemiden denize düşüverdi. Herkes
telaşlanıyor, bağırıp fer-yad ediyor ama kimse göze alıp
denize atlıyamadı. Ben atladım ve o çocuğu kurtardım. "Eh
insanlığa yakışanı yapmışsın" dedi.

948[173]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/359-362.
-Öbürü; Baba kanlı, kinli bir düşmanım vardı. Yıllarca beni
Öldürmek
için benim en zayıf tarafımı arayıp duruyordu. Ama birgün
dagbaşmda baktım ki, bir uçurumun kenarında uyumuş.
Şöyle ayağımla ıdversem düşecek ve ben de kurtulacaktım.
Ama itmedim onu. Elinden tuttum uyandırdım. Ve bir daha
böyle yerlerde yatma düşersin dedim.
Baba da dedi ki: Bu hediye sana aittir. Çünkü kini yutmak
kadar zor birşey yoktur. Gerçekten de O'dur. Ama Allah
(c.c.) "Kinlerini yutarlar" "İnsanları affederler" diye tarif
ediyor mü'mini. Bu Nisa suresinin şu ayetinde; kâfirlerin bir
başka mantığını söylüyor. 949[174]
(150) Allah'ı ve peygamberlerini inkâr edenler, Allah ile
Peygamberleri arasmı ayıranlar, bir kısmına İnanır, bir
kısmına inanmayız diyenler, iman ile küfür arasında bir yol
tutunmak isteyenler: 950[175]

(151) İşte bunlar gerçek kafirlerdirler. Biz kâfirler için


alçaltıcı azabı hazırladık. 951[176]

(152) Allah'a ve Peygamberlerine iman eden, onlardan


hiçbiri arasında ayırım yapmayanlara gelince işte onlara
yakında ecirlerini vereceğiz. Allah Gafurdur, Rahimdir.
O kâfirler Allah'ı inkâr ederler. Peygamberlerini inkâr
ederler. Allah ile peygamberleri arasını açmayı murad
ederler. (Bir kısmıda derki biz Allah'a inanırız da
peygambere inanmayız.) derler. (Biraz önce anlattığım
Profesörün dediği gibi, Ben Allah'a inanırım da peygambere
inanmam.) Rabbim onu da tarif ediyor işte. Kur'anda var
yani. Her tür adam ne söy-lemişse Kur'anda yeri vardır
diyorum. Birgün sonra çıkar . "Bir kısmına inanınz, bir

949[174]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/362-363.
950[175]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/363.
951[176]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/363.
kısmına inanmayız." Yani İsa'ya Musa'ya inanırız diyorlar.
Yahudiler İsa'ya inanmayız diyorlar. Hıristiyanlar; Musa'ya
İsa'ya inanırız da Muhammede inanmayız diyorlar. Bir
kısım insanlar da aradan bir yol tutarlar böyle. Hem mü'mini
hem de gâvuru memnun edecek bir yol ararlar.
"İşte gerçek gâvur bunlardır" diyor Allah (c.c.) Allah'ı inkâr
ederlerse kâfirdir. Peygamberleri inkâr ederse kâfirdir.
Peygamberlerden birini inkâr etse kâfir olur adam. Kur'an-ı
Kerimde ismi bildirilen peygamberler vardır. Bunlardan
birini inkâr etmek tümünü inkâr etmek gibidir.
Olurmu hocam? Olur. Şöyle olur hani suyu tahlil merkezleri
var. Hıf-zıssihha veya özel kuruluşlar gibi. Suyu tahlil
ediyorlar. Siz torosların eteğinden veya Bolu dağlarının
eteğinden çok tatlı bir sudan su aldınız. Çok temiz şişelerin
içine koydunuz. 25 tane şişeye koydunuz. 25 peygamber, 25
tane şişe. Diyoruz ya peygamberlerin hepsi Allah c.c'den
"Peygamberler arasında ayırım yapmayınız" Nerde ayırım
yapmayız? İçindeki söyledikleri ifadelerde. Ama şişe
değişik. İsa şişesi, Musa şişesi, Peygamber efendimiz
(a.s.v.) yani kalıp olarak değişiklikler var.
Fakat bunların getirdiği mesaj Allah kelamıdır. O kelam
sıfatında değişiklik yoktur. Şimdi siz 25 tane şişeyi hıfzıs
sinhaya veya bir özel kuruluşa götürüyorsunuz. Diyor ki şu
24 tanesi güzel de, şu varya hayatta ben bundan kötü su
görmedim diyor adam.
"Kardaşım, aynı yerden aldık, aynı şişeye koyduk. Yani ya
senin ilminde bir yanlışlık var. Ya aletinde bir bozukluk var.
Ya kafanda bir karışıklık var senin." Başka tarafa
götürüyoruz. Diyor ki 25'ide sağlam. Geriye götürüyor
şimdi, Hıfzıssıhhaya götürüyor diyelim. 25'ide sağlam aynı
su diyor. Yine o arkadaşa götürüyoruz. Diyor ki; Şu 24'ü
(inad ettiya gayri) sağlam da, şu bozuk. Bozuk dediği de,
daha Önce doğru dediği yalnız. O bir rakam biliyor. Hani
karga 2 rakam bilir 3cüyü bilmezmiş. 24' sağlam bir tanesi
bozuk diyor. Peki ama daha önce sen şu şişeye bozuk
diyordun, şimdi bu şişeye bozuk diyorsun. Sen rakamı
tutturuyorsun, suyu tutturamıyorsun, Niye? Suyun özelliğini
bilmiyorsun sende ondan.
Allah'ın kelamını özelliğini bilmiş olsan, İsa (a.s.)'ın
İnciliyle, Musa (a.s.)'ın Tevratıyla Kur'anı kerimin kelamı
arasında fark yoktur. Hepsi Allah kelamıdır bunların.
Peygamberler arasında ayırım yapmıyoruz biz. Ayıranlar:
gerçek kâfirlerde onlardır."Kâfirler için alçaltıcı azabı
hazırladık" diyor Allah (c.c.) "Allah'a ve peygamberlerin
hepsine iman edenler. O peygamberler arasında hiç bir
ayırım yapmayanlar. İşte onlara mükâfatlarını Allah
verecektir." "Allah affedicidir, Allah merhamet edicidir"
diyor Allah (c.c.) 952[177]

(153) Ehli kitap senden gökten kendilerine kitap indirmeni


istiyorlar. Bundan daha büyüğünü Musa'dan istemişlerdi.
"Bize Allah'ı apaçık göster" demişlerdide, zulümleri
sebebiyle yıldırım çarpıvermişti. Kendilerine apaçık deliller
geldikten sonra buzağıyı (ilah) edindiler. Biz bunuda
afvettik. Musa'ya apaçık saltanat verdik.
"Ehli kitap (Yahudi ve Hırıstiyanlardir ehli kitaptan kasıt)
sana gökyüzünden kitap getirmeni istiyorlar." Peygamber
efendimize mademki peygambersin, böyle kalitesi, yazısı,
kağıdı yeryüzünde olmayan gökyüzünden gelmiş bir kağıtta
bize getir diyorlar.
Yani peygamberliğini ispat etmek istiyorsan böyle bir kitap
getir bize diyorlar. Gökyüzünden insin. Senin dilinden
duymayalım biz bu işi diyorlar. Efendimiz buna üzülüyor
tabii ki. Ama Allah (c.c.) diyor ki: "Yani bu soru yalnız sana
sorulmadı. Adamlar Musa'ya bundan büyüğünü sordular.
Bize apaçık Allah'ı göster dediler. Biz bu gözlerimizle

952[177]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/364-365.
Allah'ı görmeden sana iman etmeyiz dediler. Bu ayeti
kerimenin tefsiri daha önce geçti. Hani günümüzde
diyorumya.. Yenilik adına, (düşünce planında yalnız
teknolojik sahada değil) düşünce adına yeni bir söz söyleyen
adam çıksın, diyorum.
Söylediği güzel bir şeyse, geçmişte bir peygamberin
dilinden izah edildiğini Kur'andan bulacağım. İddia
ediyorum bunu. Efendim eğer söylediği yanlış bir şeyse;
geçmişte kâfirlerin, şeytanların veya firavunun veya
nemrudun ağzından söylenmiş olduğunu Kur'anda
bulacağız. Günümüzde; efendim ben labaratuarda
görmediğime inanmam, Allah'ıda laba-ratuarda
inceleyemediğimize göre yoktur, deyiveren geri zekalının
biri yeni birşey söylemiyor.
1400 sene evvelinden Rabbim diyor ki; "Sen buna üzülme,
Yahudiler Musa'ya dediler aynı sözü" "Biz Allah'ı
apaçık 953[178] gözlerimizle görmeyince iman etmeyiz
diyorlar"Yani sana kitap indirmeni istiyorlar. "Onlar daha
ağırını, daha büyüğünü Musa dan istediler de "Onların
zulümleri sebebiyle onları yıldırım çarpıverdi" diyor Allah
(c.c.)"Apaçık Tevratm ayetleri kendilerine geldiği halde,
geldikten sonra da buzağıyı kendilerine ilah edindiler. Buna
rağmen tevbe ettilerde biz onları affettik" diyor Rabbim.
Yani bir adam çıkacak veya grup çıkacak, peygamberin
karşısına geçecek, o zaman Musa (a.s.)'a biz Allah'a
inanmayız diyorlar. Toplu halde inanmayız.
Niye? Bizim burda buzağıdan ilahımız var. Yahu hocam
bunlar olmuş mu acaba diye bazı adamların hatırına gelmiş
olabilir. Yani buzağıya bir adam tapar mı? Yahu
günümüzde de aynı şeye tapıyor insan. Biz Allah'ın
dediklerine inanmayız. Ama surda arkadaş var kendisi
yarına kadar ölse de şekli duruyor biz buna inanırız diyorlar.

953[178]
Bakara suresinin 33 ayetinde
"Biz Allah'a inanmayız ama buzağıya taparız" diyen
arasında bir fark var. Onun tapındığının hiç değilse eti yenir.
Ama buna rağmen Allah (c.c.) diyor ki; "Buna rağmen tevbe
ettilerde biz onları affettik" diyor. Yani Allah seni affetmez
diye kimseye söylemeyin. Ölmüş insansa söylenir. Bir adam
imansız gitmişse, (şunu deriz mesalâ. Firavunu Allah
affetmeyecektir.) deriz. Ama bir adam sağ olduğu
müddetçe, (Allah seni affetmez) sözünü hayatta sarf
etmeyeceğiz. "Ve biz Musa'ya apaçık hüccetler, deliller
verdik' diyor Allah (c.c.) 954[179]

(154) Söz vermeleri için Tur'u üzerlerine kaldırdık ve onlara


"Kapıdan secde ederek girin" dedik. "Cumartesi günü haddi
aşmayın" dedik ve onlardan sağlam bir söz aldık.
Ama bütün bunlara riayet etmediklerini biz Bakara suresinin
tefsirinde 50-55. o sıradaki ayetlerinde anlatmaya
çalışmıştık. 955[180]

(155) Sözlerini bozmaları, Allah'ın ayetlerini inkâr etmeleri,


haksız yere peygamberleri öldürmeleri sebebiyle ve
"kalblerimiz kılıflıdır" demeleri sebebiyle lanet ettik. Hayır,
onların küfürleri sebebiyle Allah, kalbleri üzerine mühür
vurmuştur. Onlardan ancak çok azı iman ederler. 956[181]

(156) Bir de inkâr etmeleri ve Meryem'e büyük bir iftira


yapmaları sebebiyle lanet ettik. 957[182]

(157) Allah'ın Rasulü, Meryem oğlu İsa'yı öldürdük


demeleri sebebiyle lanet ettik. Onu öldürmediler de
asmadılar da. Ancak onlara benzetildi. Onun hakkında
ihtilaf edenler şüphe içindedirler. Zanna uymaktan başka
954[179]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/365-367.
955[180]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/367.
956[181]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/368.
957[182]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/368.
onların hiçbir bilgisi yoktur. Onu yakinen öldürme-
diler. 958[183]

(158) Ancak Allah onu kendine kaldırmıştır. Allah Azizdir,


Hakimdir.
Onlar niye kalpleri mühürlenmiş, niye cezaya
çarptırılmışlar? "Küfürleri ve de Meryem'e iftiraları
nedeniyle" Meryem validemizi de, İsa (a.s.v.)'mı da
korumak bize düşüyor. Çünkü yahudiler Meryem validemi-
ze zina isnadında bulunuyorlar.
Hâlâ daha öyle devam edip gidiyorlar. İsa (a.s.) hakkında da
düşünceleri yine yanlıştır. Yahudilerin de o zaman da öyle
idi, günümüz yahu-dilerinin de kanaati hâlâ Öyledir.'
Yine yahudilerin şu sözü sebebiyle "Meryem oğlu İsa'yı biz
öldürdük demeleri yüzünden" buyuruyor. Yahudilerin
suçları sıralanıyor. Allah'ı apaçık görmeden inanmayız
dediler. Buzağıyı kendilerine ilah edindiler Allah'a cat-i söz
verdikleri halde, sözlerini bozdular Cumartesi gününün
kutsiyetini bozmayın dediğimiz halde çiğnediler.
Peygamberlerini öldürdüler. Kalbimiz kapalıdır dediler.
Meryem validemize iftira ettiler. Allah'ın rasulünü İsa (a.s.)'i
öldürdük dediler.
Bu sayılanlar, bunların cürümleri, suçlan. "Buna rağmen
tevbe ettiler de onları afvettik" Tevbe edenleri tabii. Halbuki
"onlar İsa (a.s)'ı öldüre-mediler" "Onu asamadılar da"
"Ancak onlara benzetildi" Yani tefsirlerde Isa (a.s)'a bir
insan benzetiliyor ve o adamı asıyorlar. Kendi adamlarından
birini. Hatta muhbir, jurnalciyi asıyorlar. Jurnalcinin şeklini
İsa (a.s.) gibi görüyor yahudiler ve devletin polisiye veya
zabıta güçleri onu milletin gözü önünde asıyorlar.
Yani jurnalcilerin, iki tarafı idare etmeye çalışanların
neticesi bu. Bu dünyada da bak asılıyor. Papazın kuşun

958[183]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/368-369.
kafasını kestiği gibi. Hem İsa (a.s)'ın yanında mü'min
görünen, hem de yahudilere onları jurnalliyen adamın kafası
kesiliyor. "Bu konuda ihtilaf edenler, şüphe içindedirler."
Bu konuda onların bir ilmi yoktur. Ne hrıstiyanların bir ilmi
var. Ne de yahudilerin bir ilmi var.
"Ancak zanna tabi olmaları vardı" Yani yakinen bir bilgileri
yok. Zan üzeredirler. "Yakinen onu Öldüremedüer." Yani
bizim öldürdüğümüz kesin İsa'dır deyip ispat da edemediler.
Şimdi Yahudiler eğer İsa'yı öldürmüş olsalardı, o gün için o
kadar hrıstiyan var. Onlar da gözleri ile görmeleri gerekirdi.
Baktılarki asılan adam İsa (a.s.) değil. Bu sefer onların,
sonradan gelen bir kısım dönekleri; "İlahın oğluydu kendi
yanına aldı" dediler. İlahilik vasfı verdiler.Bir kısmı da
öldürdük dediler, orda yanüdılar. "İkisininki de doğru bilgi
değildir" diyor Allah (c.c.) 959[184]

(159) Ehli kitapdan herkes ölmeden önce ona muhakkak


iman edecektir. O, kıyamet gününde onlara şahid olacaktır.
Bu ayeti kerime Hz. İsa'nın kıyamete yakın zamanda
dünyaya gönderileceğine işaret etmektedir. Ehli kitap olan
yahudi ve hristiyanların tamamının hz. İsa ölmeden iman
edeceğini haber veriyor. Şu anda yaşayanların bir kısmı
inkâr ediyor, bir kısmı da yanlış iman ediyor, ayette İsa
(a.s)'m Allah katına kaldırıldığını haber verdiğine göre
henüz ölmedi ilerde her canlı gibi o da ölümü tadacaktır.
Neredeyse tevatür derecesine çıkan hadislerin haber verdiği
İsa'nın inişi haberini teyid etmektedir bu ayet-i kerimenin
işareti 960[185]

(160) Yahudilerin zulmü ve Allah yolundan birçok kimseyi


alıkoymaları sebebiyle onlara helal kılınan güzel ve temiz

959[184]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/369-370.
960[185]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/370.
şeyleri haram kıldık. 961[186]

(161) Yasaklandığı halde faiz almaları ve batıl yollardan


insanların mallarını yemeleri sebebiyle (de haram kıldık)
kâfirler için acıklı azap hazırladık.
Allah (c.c.) birçok ayeti kerimesinde; kendi ahkâmına zıt bir
hüküm koyumıaması gerektiğini, kendisinden başkasına
itaat ve ibadet edilmemesi gerektiğini birçok vesile ile bize
emrediyor. Aksi istikamette bir şey yapmamızı da
yasaklıyor. Bu konuda geçmişten de örnekler veriyor. Ehli
kitabın 3 tane yapmış olduğu kötülüğe dikkat çekiyor.
1- Ehli kitabtan, yahudilerin. Özellikle (hâdû) kelimesiyle
yahudileri hedefliyor. Zulüm yapmaları sebebiyle.
Bir kendi nefislerine yaptıkları zulüm. Bir de çevrelerindeki
insanlara yaptıkları zulüm.
Başta zulüm; Allah'ı (c.c.) inkâr, Rasulüne karşı kötü niyet
besleme ve peygambere karşı verdikleri sözü yerine
getirmeme. Bunlar 1. derecede zulümdür. Bunları yaptıktan
sonra insan Allah'ın kullarına zulüm, haydi haydi yapar. 2.
derecede de insanlara yapılan zulüm geliyor.
Ama Allah (c.c.) her ikisini birden içine alacak şekilde,
"Zulüm yapmaları sebebiyle" diyor. Kendilerine
zulmetmeleri sebebiyle, insanlara zulmetmeleri sebebiyle ve
eşyaya zulmetmeleri sebebiyle, Allah'a ve peygambere karşı
gelmeleri sebebiyle ve bir de "Allah yolundan insanla-nda
alıkoymaları sebebiyle."
"Kendilerine yasaklanmış olduğu halde faizi yemeleri
sebebiyle, ve bir de insanların mallarını batıl yollardan
yemeleri sebebiyle onlara helal kılınan birçok şeyi haram
kıldık" diyor Allah (c.c.)
Dört tane suçlarını sıralayıvermiş. Zulüm, insanları dinden
alıkoyma hareketleri, faiz yemek ve bir de batıl yollardan

961[186]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/370-371.
insanların mallarım yemek.
"Batıl yollardan insanların malını" deyince; İslam
hukukuna, (o gün içinde Tevrat'ın hukukuna) yani Allah
(c.c.)'ün hukukuna uygun olmadan yapılan alışverişlerden
elde edilen kârlar da yine batıl yollardan elde edilmiş mal
demektir.
Yani; İslama uygun olmayan akitler, alışverişlerden elde
edilenler yine de batıldır. Ondan elde edilen malı yemek de
bir müslümana haramdır.
Ayrıca burada, rüşvet yoluyla başkalarının malını yemek de
anlaşılmış oluyor. Hakkı olmayan şeyi ele geçirmek ve
haksız yere yemek, manâsı da çıkıyor. "Bunları
yaptıklarından dolayı" diyor Allah (c.c.) "Kendilerine helal
kılınan bazı şeyleri biz onlara haram kıldık" diyor.
Bunu tefsircilerimiz şöyle açıklamışlar. Tabii daha önce
geçen, ve daha sonra gelen ayetlerle işi ele alarak. Al-i
İmran suresinde Allah (c.c.) "Bütün yiyecekler İsrail
oğullarına helaldi" "Tevrat indirilmeden önce kendilerine
beni İsrail bu yiyecekleri haram kıldılar." "Dedi ki o ehli
kitaba, (yani yahudilere) "Getirin Tevrat'ı," "Onu okuyun."
"Eğer doğru söylüyorsanız, buyrun okuyun" diyor Kur'anı
Kerim.
"Yani sizin Tevratınızda da bunlar yazılı değildir. Siz
bunların haramlığım kendiliğinizden uyduruyorsunuz"
diyor.
Bu ayete dayanarak; Kur'an-ı Kur'an'la tefsir ediyoruz ya:
Birinci derecede Kur'an ayetlerini tefsirde yolumuz,
metodumuz, Kur'an ayetiyledir. Burada, hani bu Nisa
sûresinin 160. ayeti kerimesinde; "Zulümleri sebebiyle helal
kılınan birçok şeyi onlara haram kıldık" diyor Allah (c.c.)
Peki nasıl haram kılınmış bu. Aslında Rabbim onlara haram
kılmadığı halde, onlar kendiliklerinden onu haram kılmışlar.
Buna bir örnek.de vermiş. İbn-i Kesir tefsirinde diyor ki,
Yakup, (a.s.) peygamberdi. Zaten Beni İsrail Yakûb'un
çocukları manâsına gelir. İsrail Yakûp (a.s..)'ın adıdır. Peki
Yakûp nedir öyleyse; Yakûp; ağabeysiyle beraber,
annesinden kiz doğmuştur. Yakûb kelimesi, arâbın dilinde
önden geleni takip eden manasına gelir.
Beni İsrail Yakûb'un çocukları manâsına geliyor diye daha
önce söylemiştik. Yani ehli kitaba "Ey! Beni İsrail" derken
Yumuşak bir ifade kullanıyor Kur'anı Kerim. "Ey
peygamber çocukları, aklınızı başınıza alın manâsında"
söylüyor Allah (c.c.)
Yakûb (a.s.) diyor; son zamanlarında yani: vefatına yakın
ihtiyarlık dönemlerinde, bazı şeyleri yememeye başladı.
Yani perhiz yapmaya başladı ve ölünceye kadar da bazı
şeylerden uzak durdu" diyor sıhhati açısından tabii ki.
Haram olduğu için değil, sıhhati açısından bazı şeyleri
yemedi Yakûb (a.s.)
Onun has mü'minleri o öldükten sonra, Yakûb (a.s.)
öldükten sonra "Peygamberimiz bunu yemezdi" diyerek
yememeye başladılar ve onların çocukları da aynı yolu takip
etti. Birgün geldi; "Bu bizim dinimiz de haramdır" demeye
başladılar. Derken: Allah'ın (helal) kıldığı şeyi, bunlar
kendilerine (haram) kıldılar.
Daha önce bir ayetin tefsirinde Allah (c.c.) şöyle
buyurmuştu: "Allah'ın çıkardığı, bu helal nimetleri kim
haram kılıyor" buyurmuş. Yani bir şeyin helal veya haram
oluşunu onu yaratan belirler. Yaratmayan o eşya hakkında
söz sahibi değildir. Onun iyiliğini veya kötülüğünü
belirleme hakkı Allah (c.c.)'ündür. Öyle olunca bu ehli
kitap; kendilerine haram olmayan şeyleri de, haram
kılıverdiler.
Bunu Allah (c.c.) bize haber vermekle, günümüzde bizim de
helal olan şeyleri, haram kılmamamız gerektiğine dikkat
çekmiş oluyor tabii ki.
En'am suresinde de buna benzer bir ayet var. Yani En'anı
suresinin 146. ayet-i kerimesinde "Tırnaklı hayvanları
kendilerine haram kılmaları nedeniyle daha sonra da Allah
(c.c.) onlara bu yiyecekleri haram kıldığını ifade ediveriyor.
Yani kişiler onun haramliğını kendileri istemiş oluyorlar
Allah (c.c.) bunları bize haber veriyor ki, Allah'ın helal
kıldıklarını, katiyetle haram kılmamaliyiz.
Tabiinden Hasan-ı Basri hz. leri zamanında bir tane adam
tatlı ye-mezmiş. Helvayı yemezmiş. Niye yemiyorsun?
demişler. "Efendim, dünya nimetidir, dünya nimetlerine
fazla meyletmemek lâzım. Onun için bunu ben nefsime
yasakladım" demiş.
Yani tatlı olduğu için. Tadı tatmamak için, öyle mi? demiş.
"Evet efendim" demiş. Öyleyse bundan sonra sen su içme
demiş. Çünkü sudan daha tatlısı yokki demiş.
Allah'ın helal kıldığı şeyleri, vücudumuza zarar
vermedikleri, sıhhatimize zarar vermedikleri müddetçe,
oranlı bir şekilde, haddi aşmamak kaydiyle müsade
edilmiştir. Haram koyma hakkı yalnız ve yalnız Allah
(c.c.)'e aittir. Ya peygamberler? Peygamberlere de Allah o
yetkiyi verdiği için vardır. Yani peygamberler de hani ayeti
kerime de "Peygamberler onlara pis olanları haram kılar"
diyor. Yani Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'a bu yetkiyi Allah
(c.c.) veriyor.
Peki ya mezhep imamlarımız?... Mezhep imamlarının helal
veya haram kılma yetkilerinin olmadığını kendileri
söylerler. Onların da fıkıh kitaplarını, yani kendi
ictihadlarını toplayan kitapları okursanız onlar derler '] ki;
"Helali veya haramı koyan Allah (c.c.)'dür" Ya bizim
yaptığımız; Onların koymuş olduğu, yani Allah'ın indirdiği
ayetler, Peygamber Efendimizin sünnet-i seniyyesi'nden
okuyarak, ümmeti Muhammed'e özet halinde bir şeyler
arzetmek içindir" demişler. Yani şu ayetten şu manâ çıkıyor,
bu hadisten bu manâ çıkıyor, diyerek o doğrultu da birşeyler
söylemisler. Ayet ve hadislerde bulamadıkları ve kendi
dönemlerinde karşılarına gelen bir kısım olayları da ictihad
etmişler.
Orada "haram" derken mesalâ daha önce birşey Allah'ın
ayetiyle haram kılınmış, Efendimizin sünnetiyle haram
kılınmış. Peki neden dolayı haram kılınmış:
Mesela, ayet-i kerimede "İçkinin, şarabın haram kılındığı
bildiriliyor." Peki şarap niye haram kılındı; sarhoşluk
vermesi nedeniyle, haram kılınmıştır. "Öyleyse sarhoşluk
veren şey yeni de icad edilmiş olsa 1994 yılında da
haramdır" demişler. Çünkü haram kılınmasının illeti
sarhoşluk vermesidir. "Öyleyse sarhoşluk veren herşey
haramdır" demişler. Tabii bu doğrultuda Peygamber
Efendimiz (a.s.v.)'ın hadisi şerifine de dayanmışlardır.
Yahudiler de zulümleri sebebiyle ve Allah'ın dininden,
Allah'ın yolundan insanları alıkoymaları sebebiyle. Yalnız
kendileri kâfir olmaları ile kalmıyorlar, başkalarının da
kendileri gibi olmasını istiyorlar. Hani daha önce
söylemiştik. Fahişe, fahişeliğin kötü olduğunu bilirmiş.
Ama bütün namuslu kadınların da fahişe olmasını istermiş.
Niye bütün namuslu kadınlar da fahişe olursa ona fahişe
denmeyecek. Ve kendisi rahat edecekmiş. Onun için kâfir
bir insan, kâfirliği ile kalsa zararı kendisinedir.
Ama öyle kalmıyor. Başka insanların iman üzerinde olması,
İslamca yaşaması insanlara batıyor. Mesela bazı insanlar var
ki; müslümanlarla hayatta karşılaşmazlar. Yediği yer
ayrıdır, eğlendiği yer ayrıdır, mahallesi ve apartmanı dahi
ayrıdır bu insanların. Oturdukları gezdikleri, tozdukları,
konuştukları, eğlendikleri, içtikleri, yazdıkları, çizdikleri
yerler tamamen müslüman toplumdan ayrıdır. Ama tutar iki
de bir müslümanların aleyhine (aman geliyorlar), diye
yazılar yazmaya kalkar. Niye; neyle farkına varıyor. Günde
5 defa ezan-ı Muhammedinin İstanbul semasında hani, hepsi
birden bir gulgule halinde vermeleri adamı endişeye
düşürüveri-yor. Ve bu adam yazma-çizme yoluyla da acaba;
bu adamların kendilerini engellemezsek de çocuklarını bu
dinden uzaklaştırabilimliyiz diye de 70 senedir uğraştılar.
Ama tam uğraşmazlar: (Allah onlara din nasip etsin) bize
fayda verdi. Onların yazılarına bakıp bakıp da, zulmünü
görüp görüp de dinine sarılanların adedi daha da
çoğahverdi.
Allah (c.c.) "Zulümleri sebebiyle ve dinden alıkoymaları
sebebiyle vede batıl yollardan insanların mallarını yemeleri
sebebiyle; onlara helal kılınan şeyler, iyi şeyler, onlara
haram kılındı" diyor.
Şimdi, öylesine 4 şeyki: Dört suç, yani Yahudinin işlemekte
olduğu 4 suç, ogün için 1400 sene öncesinden işlenen bu
suç, günümüzde de aynen işlenip durmaktadır.
Zulüm: son haddine varmıştır dünya genelinde. Ve insanlığı
dinden alıkoyma hareketleri eskisi gibi hapishane, işkence
yoluyla falan değil: makam verme, para verme, unvan
verme, bazı dünyevi imkânları önüne serme yoluyla
insanların yolu sapıtılıyor.
Baktılar ki; hani hapishane Yusuf (a.s.)'ı devlete götürüyor.
Baktılar ki ateş İbrahim (a.s.)'i devlete götürüyor. (Bunları
deneme yanılma yoluyla onlar da aklını başına aldı.)
Baktılar ki, sürgüne gönderiliyor Peygamber Efendimiz
(a.s.v.) gibi; 8-10 sene sonra gelip orayı fethediyor. Öyle
olunca sürgün, hapishane, ateşe atma gibi yollardan
vazgeçip, bu sefer Önüne para verme, makam verme, kadın
verme, yoluyla insanları İslami çizgiden alıkoymaya gayret
ediyorlar.
Bu yol öbürlerinden biraz daha başarılı oluyor. Ama Allah'a
senalar olsun ki, bunlara da boyun eğmeyen binlerce yiğit
insan, bu İslam insanları arasında çıkmaktadırlar. "Biz
kâfirlere yakıcı azabı hazırladık" diyor Allah (c.c.) Peki
yahudilerin hepsi mi böyle? Değil. 962[187]

962[187]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/371-376.
(162) Ancak onlardan ilimde derinleşenlerle müminlere,
sana indirilene ve senden önce indirilene de iman edenler,
namazı kılanlar, zekatı verenler, Allah'a ve Ahirete iman
edenlere işte onlara yakında büyük mükâfat vereceğiz.
Peygamber Efendimiz (a.s.v.) Medine de insanlara dini
tebliğ ederken, hemen etrafında olan yahudilerin, Abdullah
bin Selâm gibi insanlar, müslüman olmuşlardır. Bakmışlar
ki, Tevratta zikredilen Peygamber gelmiş ve onun mesajına
şöyle bir kulak vermişler. Tevratta zikredilen konular en
doğru şekliyle tahrifsiz bir halde burada bildiriliyor. Ve
hemen iman edivermişler.
Bunların sevabı iki kat olmuş.
1- Geçmişte hak yol üzere olmaya çalışıyorlardı. Niyetleri
iyi idi.
2- Bir de hak peygamber gelince hiç ısrar etmediler,
düşmanlığa girmediler, ve peygamber Efendimize iman
ediverdiler.
Peki, bu ayeti kerime: Yalnız geçmiş olayı mı bize
hatırlatır? Değil.
Günümüzde de gerçekten Tevrata ve incile, gerçekten
inanmış samimi ilim adamları diğerlerinden biraz daha
yakındır İslama girmeye.
Ama günümüzde bir kısım papazlar veya hahamlar da vardır
ki; sanki bir gerilla örgütünün lideri gibi veya yeraltı
örgütünün veya mafya babası gibi faaliyet yürütüyorlar. Bu
insanların incile veya Tevrata olan inançları da ona göre
olduğundan İslama kulak vermeleri mümkün değildir.
Meselâ, biz yani îslami ilimler sahasında araştırma yapan
arkadaşlarımız, bir çoğunu bilirim ki; İncili okumuşlardır,
Tevratı da okumuşlardır. Ama şu İstanbul şehrinde bir
papaz veya bir haham Kur'an-ı Kerimi Allah rızası için
değil, acaba ne var diye okumamıştır.
Efendim ben gördüm bir papaz Kur'andan bazı ayetler
biliyor. Biliyor ama kendi araştırması ile değil. Onun eline
de yine diğer papazlar tarafından yazılmış, Kur'an-i
Kerim'de bizden şöyle bahsediliyor diye yazılmış makaleler
veya kitaplar vardır. Yani bizi, yani Kur'an-ı Kerimi anlatan
batıda yazılmış eserler vardır, oradan bilir.
Böyle olmaz. Mesela bizim içimizden ki olmuştur zaman
içersinde. Hâlâ yaşayan insanlar da vardır.
Tevratinjalmutunve yahudilerin aleyhinde yazılmış kitaplar
da vardır bu memlekette. Onun içerisinden 1-2-5 cümle
almak suretiyle hücum kitaplarıdır, bunlar. Halbuki
okuduğumuzda, o Tevrattan aldığı o bir cümle Kur'an'da da
vardır. O da onun farkında değil. Yani adı Türk ve
Müslüman olan bu insan bunun da farkında değildir.
Oraya sataşmakla Kur'an'da bir ayete de sataştığının farkına
varmaz bu adam. Şimdi böyle bir kitabı okumakla, İncil ve
Tevrat hakkında bilgi edinmemiş olursunuz.Yanlış
yönlendirmiş olursunuz. Peki hocam biz de okuyalım mı?
Şunu diyeyim. Baştan sona Kur'an-ı Kerimin hangi ayet
nerededir. Hangi sure nerededir diyebilecek kadar bir
bilgiye sahip olduktan sonra okuyun. Size söylüyorum. Ama
bunu bilmeden başka bir kitabı okumanın anlamı yok yani.
Bu kendi kitabımız, kendi imanımız bu. Öbürlerine de iman
ediyoruz. Ama bu kitap diyor ki: "Onlar tahrif edilmiştir."
Öyleyse doğrusunu bundan öğrendik mi, diğerlerini okursak
zarar vermez.Ama doğrusunun ne olduğunu öğrenmeden
başka kitap okuyacak olursak; onlar bize zarar verir. Evvela
doğruyu öğrenelim. Sonra da yanlışa da ihtiyacım var,
diyerek okursak veya bir karşılaştırma için okuyayım
derseniz, bir insanın karşılaştırmayı yapabilmesi için, ikisini
de bilmesi veya ikisinden birini çok iyi bilmesi lâzım.
Öyleyse bizim Kur'an-ı Kerimimizi baştan sona tam
manâsıyla Öğrendikten sonra, manâsıyla beraber: "Ha! Bu
konuda ayet, falan suredeydi" diyebilecek hale geldikten
sonra o kitapları da okumanın hiç bir zararı yok.
"Onlar arasında ilimde rusûh bulanlar, ve iman edenler onlar
sana indirilene, senden önce indirilenlere iman ederler,
namazlarını kılarlar veya o namazlarını kılan meleklere de
iman ederler" manâsı da verilmiş ve "Zekatlarını verirler"
zekatlarını verirler derken "kendi bedenlerinin zekatlarını da
verirler, mallarının zekatlarını da verirler, Allah'a ve ahiret
gününe iman edenler vardır."
"İşte biz onlara yakında büyük mükâfat vereceğiz" diyor
Allah (c.c.)
Yani ehli kitapken müslüman olmuş insanların da
mükâfatının büyük olacağım haber veriyor. Öyle olunca
günümüzde çevremizde mesalâ işyerimiz veya dükkanımız
veya evimiz, bir kilisenin veya havranın yakınında ise ve
onun papazı veya hahamı ile tanışıyorsak, merhabalaşıyor-
sak, onlara biraz daha sıcak ilgi gösterecek, onlara kendi
kitabımız olan Kur'an-ı Kerimin tefsirini takdim ederek
faydalı olmaya çalışacağız.
Bak sizin hakkınızda; "İlim de derinleşmiş olanlar,
Kur'an'ada iman ederler, Tevrata da iman ederler, İncile de
iman ederler" diyor efendim. Siz de benim kanaatime göre
İncili ve Tevratı iyi bilen insansınız, yani bu ilim de bir
hayli derinleşmiş bir insansınız Allah (c.c.) böyle haber ve-
riyor.
"Ve iman ederseniz mükâfatınızın çok büyük olacağını
haber veriyor" diyecek olursanız insanoğlunun yüreğine bir
serinlik serpmiş olursunuz. Belki de bir çekirdek atmış
olursunuz ki: O da iman çiçeği halinde yeşeriverir. 963[188]

(163) Nuh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere


yahyettiğimiz;ibi sanada vahyettik. İbrahim'e, İsmail'e,
İsnak'a, Yakub'a Esbata (İbrahim'in torunlarına) İsa'ya
Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a, ve Süleyman'a vahyettik.
Davuda da Zebur'u verdik.

963[188]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/376-379.
Burda sayılan peygamberler; Nuh, İbrahim, İsmail, İshak ve
Yakup (a.s.) (vel esbadi) ve onun torunlarına (ve İsa ve
Eyyüb'e, ve Yûnûs'e, ve farûn'e, ve Süleyman) Bunların
hepsine bir vahy gönderdik. "Ve Davud'a da Zebur'u
verdik" diyor Allah (c.c.)
Ve devam eden yerde bir de Musa (a.s.)'ı zikrediyor. 12
peygamberin adı bu iki ayeti kerimede bildirilivermiş. Bu
kadar değil tabii kur'an-ı Kerim de 25 kadar peygamberin
ismi verilmiş. "3 tane peygamber midir, değil midir" diye
alimlerin şüphe ettiği, ihtilaf ettikleri (Üzeyir, lokman,
Zülkarneyn) onunla 28 tanedir. 28 tanesinin ismi verilmiş.
Bu ayet-i kerimeler de ise 12 tanesinin ismi verilmiş. 964[189]

(164) Peygamberlerden bir kısmını sana daha önce anlatmış


bir sim peygamberi de anlatmamıştık. Musa da Allah ile
konuştu. 965[190]

(165) İnsanların Allah'a karşı bahaneleri olmaması için,


müjdeledi ve sakmdırıcı olarak peygamberlere gönderdik.
Allah Azizdir, ıkimdir.
"Nice Peygamberleri sana daha önce anlattık." Yani "bu
ayetlerden geçen ayetlerde nice peygamberler hakkında
sana bilgi verdik. Hani; Adem (a.s.)'la, İsa (a.s.) hakkında,
İbrahim (a.s.) hakkında, İdris, Adem, Nuh, Hûd, Salih,
İbrahim, İsmail gibi peygamberler hakkında sana bilgi
verdik."
"Yine bir kısım peygamberler varki sana da onlar hakkında
bilgi vermedik." Yani peygamberler yalnız Kur'an-ı
Kerim'de adı geçenler değildir. "Sana bilgi verilmeyen
birçok peygamberler de gelmiş geçmiştir" diyor Allah (c.c.)
Peki hocam onlardan da bahsetseydi!.. Bu ayeti kerimenin
tefsirinde İbn-i Kesir'de epeyce hadisi şerifler verilmiş. Yani
964[189]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/379-380.
965[190]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/380.
yüzbinlerin üzerinde, hatta bir hadisi şerifte 1000 kere 1000
diyor. Yani 1 milyon manâsına gelen; (Araba 1 milyonu
ifade etmek istersen (elfi-elfin) dermiş;) 1000 kere 1000
peygamberin gelip geçtiği de ifade ediliyor, orada. Bu
hadislerin tamamından şunu çıkarmış alimlerimiz.
"Sayılarını bilemeyeceğimiz kadar çok peygamber
gönderilmiştir." Allah (c.c.) de sayı bildirmemiş zaten.
"Sana kıssalarını anlatmadığımız peygamberler gönderdik"
diyor Allah (c.c.) "Ve Allah Musa ile de konuşmuştur"
diyor. Bir kısmına vahy yoluyla, vahy ki; gizli bir ses, gizli
bir işaretle meramın anlatılmasına vahy deniliyor.
Musa (a.s.) ile doğrudan konuştuğunu ifade ediyor Allah
(c.c.) Peygamber Efendimiz (a.s.v.) 'in da Miraç'ta doğrudan
konuştuğunu öğreniyoruz. Kur'an-ı Kerim'in diğer
ayetlerinin tamamı Cebrail (a.s.) tarafından Peygamber
Efendimiz (a.s.v.) 'a bildirilmiş. Musa (a.s.) Tûr dağında
doğrudan Rabbimin kelamını almış.
Bu ayeti kerime ve diğer ayeti kerimeler buna işaret ediyor.
Peki niye göndermiş Allah (c.c.) peygamberlerini!...
"'Peygamberleri gönderdi, müjdeci ve de uyarıcı olarak."
Cennetle müjdeleyen, devletle müjdeleyen, ve zilletle
korkutan ve cehennemle korkutan peygamberleri gönder-
miş. "Müjdeci ve de uyarıcı olarak göndermiş Allah (c.c).
(Korkutucu ) olarak da bazı meallerde. Bazı meallerde de
(uyarıcı) olarak.
(İnzar) aslında sakındırmak- korkutmak manâsında. Yani;
korkutmak derken insanın, insanı korkutması gibi değil. Bir
insan bir yola gidiyor ve o yoldan gelmekte olan veya o
yolu bilen birisi diyor ki; "Yahu gitme o yola, onun ilerisi
yılanlı vadiye çıkar. Gitme o yola, o yolun sonu uçuruma
gider veya o yola gitme. O yolun çeşitli yerlerine tuzak
kuruldu. Ayı tuzağı kuruldu veya aslan tuzağı kuruldu.
Farkına varamazsın düşersin. Veya onun ilerisinde ateş
yakıyorlar ve de geleni atıyorlar" diye uyarma. İşte bu
uyarmadır.
Peygamberler ise bu dünyada insanların gittikleri yollara
bakıyorlar ve diyorlar ki: "Bu yoldan gidenin sonu
cehenneme varır. Bu dünyada zillete varır, öbür dünyada
cehenneme varır" diyorlar. Hani iki tane bir yol böyle
gelirken, ana rahminden çıkmış; bulûğ çağına ergenlik
çağına gelinceye kadar geliyor. Ergenlik çağma gelince
çocuğun önünde iki yol var.
Birisi sağa doğru gidiyor, cennete doğru, birisi sol yola
gidiyor, cehenneme doğru diyor. (Şimdi bu sağcılık -
solculuğun günümüzdeki ile ilgisi yok bunun.) Derken tam
bunun ortasında bir peygamber elinde kitapla diyor ki; "Şu
yoldan giderseniz dünyada devlet, ahirette cennete va-
rırsınız, ama bu yoldan giderseniz zillete uğrarsınız, ve
sonunda da cehenneme çıkıverirsiniz. "Ben sizi uyarmakla
görevlendirildim. Cenneti müjdelemekle, güzelliklerini
anlatmakla görevlendirildim" diyor Peygamberler. (Allah
rahman ve rahimdir) diyoruz ya (Bismillahirrihmanirrahim)
i çokça söylüyoruz ya; Rabbim imtihan için göndermiş bu
dünyaya bizi.
Onu ifade ediyor kendisi. Ayet-i Kerimesinde, ama imtihan
için bizi gönderen Rabbim bize kopye veriyor. Hani kopye
çekmek yasak okullarda. Fakat Rabbim kitap gönderiyor.
"Bu işi şöyle yapacaksınız, şu işi böyle yapacaksınız. Yani
imtihanda şöyle başaracaksınız" diyor. O da değil; o kitabı
bize açıklayıverecek, neyi nasıl yapacağımızı gösteriverecek
peygamberler de gönderiveriyor Allah (c.c.) Niye bunu
gönderiyor, peygamberlerini gönderiyor?
"Peygamberlerden sonra Allah'a karşı insanların delilleri
olmasın diye." Yani insanlar Ya Rabbi! biz cennetin
olduğunu nerden bilelim. Cehennemin olduğunu nerden
bilelim. Biz bunun haram olduğunu nerden bilelim ki.
Rüşvetin veya faizin haram olduğunu nerden bilelim ki" de-
mesinler diye peygamberler göndermiştir. Yani
peygamberler rüşvet haramdır, faiz haramdır, fuhuş
haramdır, içki haramdır, şirk en büyük hatadır, haramdır,
yani anasıdır her şeyin. Bunları belirlemek üzere peygam-
berler gönderiyor. Ki insanlar; "valla biz bunu bilemedik,
bize öğreten biri de olmadı" demesinler diye, diyor.
Biz bu ayeti kerimelerden şunu anlıyoruz ki: Tabii daha
başka ayet-i kerimeler var. Mesela İsra suresinde
"Peygamber göndermediğimiz insanlara biz azap etmeyiz"
diyor Allah (c.c.) "Her topluma bir hidayet rehberi vardır
gönderilmiştir" diyor Allah (c.c.)
İnsanlar itiraz ederken, itirazlarında haklı olmasınlar diye
Allah (c.c.) peygamberlerini göndermiş. "Allah herşeye
galiptir, güçlüdür, hüküm edicidir, hüküm göndericidir ve
hükmünde hikmet sahibidir." 966[191]

(166) Ancak Allah sana ilmi ile indirdiğine şahidlîk yapar.


Melekler de şahidlik yapar. Şahid olarak Allah yeter.
Kitabın hak olduğuna şahit de yine Allah (c.c.)dür. Çünkü
kelam onun. Kelam onun olunca nasıl şahitlik yapar? Kelam
onun olunca zaten şahitlik daha güzel oluyor. Çünkü;
kelamın Allah kelamı olması; Peygamber sözü olmadığını
ortaya çıkarıyor. Eğer peygamberin kendisi bunu söylemiş
olsaydı; (Cahiliyye döneminde o kadar şahit insan vardı.
Edip insanlar vardı. Peygamber Efendimizden edebiyatı
daha iyi bildiklerini iddia ediyorlardı bu adamlar. "O zaman
Muhammed öyle mi söylemiş, al biz de böyle söyleriz"
derler ve dengede olurdu. Yani iki insan birbirine benzer
güzel şiirler, güzel nesirler yazabilirler.
Ama Allah kelamının, diğerleriyle mukayese edilemeyecek
derecede farklı olması; bu kelamın Allah kelamı olduğunun
delili. Öyle olunca bu konunun böyle olduğuna Allah bizzat
kendisi şahit. "Melekler de şahitlik yaparlar" "Şahit olarak

966[191]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/380-383.
da Allah yeter." Yani günümüzde bütün dünya insanı,
dinimizi inkâr etse, Kur'an'ı kabul etmese, biz onlar adına
üzülürüz. Kitabımız adına üzülmeyiz, dikkat edin.
Kitabımızı inkâr edenlere kitabımız adına üzülmeyiz. Çünkü
bunun doğru olduğunun şahidi Allah'dır deriz. Bunun biz
ispatıyla uğraşmıyoruz. Biz şunun için uğraşıyoruz. Bu ayet
bu insanın gönlüne de girsin ve bu insanın canı cehennemde
yanmasın diye uğraşıyor, kabul etmeyene üzülüyoruz.
Aramızda fark bu. Hani günümüzde kendi hukuklarını
insanlara zorla kabul ettirmek isteyenler, ya bunu kabul
edin, ya bak ne kadar iyi yapılmış filan diye zorlamalar var.
Bizim bu konuda zorumuz yok. Bu konuda mahcubiyetimiz
yok. Bu konuda ezilmişliğimiz yok. Çünkü bu söz bizim
değil. Bu söz bizi yaratan Allah (c.c.)'ündür. Bunun şahidi
kendisidir. Bizim üzüntümüz bu söz bu insanların yüreğine
girmediğinden, iman etmediklerinden dolayı, bu insanların
canı yanacak. Bu can yanmamalıdır diye üzüntü duyuyoruz
o kadar. Benim için önemli de onun için diyorum. Yani
moral bakımından önemli bu, dünyada tek başına kalsa-nız,
bizler 5 milyar insan inanmıyor kitabınıza, şu tereddüdü
geçilmeyeceksiniz. "Acaba ben inanmıyorum ya, acaba ben
mi yamlıyorum ki," bu gönlümüzden hiç geçmeyecek.
Rabbim bu kitabın Allah kelamı olduğuna şahittir, ayeti
kerimesiyle o şahit. Öyle olunca onun şahitliği karşısında
onun yarattıklarının yalancı şahitliğinin hiç değeri
yoktur.967[192]

(167) İnkar edip Allah yolundan alıkoyanlar uzak bir


sapıklığa düşmüşlerdir. 968[193]

(168) İnkar edip zulmedenleri Allah afvetmemiştir ve onları

967[192]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/383-384.
968[193]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/384-385.
doğru yola da iletmez. 969[194]

(169) Ancak ebedi olarak kalacakları cehennem yoluna


iletir. Bu Allah'a çok kolaydır.
Yani onlar da yclsuz değiller. Her insanın gidecek bir yolu
vardır. Mü'minin yolu (sıraM müştekim) dir. Ve onu her
namazında (ihdinassıratal müstakim) diyerek tekrarlar
durur. Öbürününki de cehennem yoludur ve orada ebedidir
de. "Orada ebedi olarak kalıcıdır."
Hocam bu kadar, Hz. Adem'den günümüze kadar gelen bu
kadar kâfiri bu yolda Allah (c.c.) nasıl yürütür, nereye gider,
nerde toplar, nasıl bunları "atar.
"Bütün bunlar Allah için gayet kolaydır." Hz Adem'den bu
güne kadar gelen insanları bu dünya üzerinde doyuran
Rabbim. Gözümüzle görüp duruyoruz bunu işte. Hani kaç
insanın geçtiğinin hesabı yapılamamış. Yapılması da zor.
İmkansız hatta. Yani hz. Adem'den bu güne kadar kaç
milyon veya trilyon insan geçti bilinemiyor. Ama dünyanın
kaç ton olduğu belli. Her gelen bir avuç alıp götürseydi,
dünya biterdi. Ama olduğu gibi duruyor.Yani bütün bunlar
Allah için gayet kolay şeylerdir. Yaratan
O. Yaşatan O. Yöneten O. Ne mutlu mtislümana ki; bunun
bilincindedir ve yaratanına ve yaşatanına teslim olarak
müslümatı olmuştur. 970[195]

(170) Ey İnsanlar, peygamber size Rabbinizden hakkı


getirdi. Ona iman ediniz, bu sizin için hayırlı olur. Eğer
inkâr ederseniz, göklerde ve yerdekiler Allah'a aittir. Allah
Alimdir, Hakimdir.
Gerçek olana sarılın, gerçek olmayana sarılmayın. Doğru
olanı alın. Yanlış olanı değil. O peygamber doğru olanı
getirdi. Hak olanı getirdi, Rabbinizden "Öyleyse ona iman
969[194]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/385.
970[195]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/385-386.
edin de, size de hayırlı olsun" diyor Allah (c.c.) "Yani
faydalı olsun" diyor.
"Peki ya inkâr ederseniz, eğer o peygambere iman etmez de
onu inkâr ederseniz. Allah'a bir zarar vermeniz mümkün
değil." "Yerde ve gökte her ne varsa Allah (c.c.)'e aittir."
Yani sizin ibadetinize, sizin imanınıza Allah'ın ihtiyacı yok.
Bu kadar ısrarla sizin iman etmenizi istiyorsa, bu sizin
hayrmızadır.
Yoksa ne imanınız, ne ameliniz, hiçbir şekilde Allah'a fayda
vermez. "Kim İslâmi tercih ederse, hidayete girerse
kendinedir, Kim de sapıtacak olursa, sapıklığı kendi
zarannadır" diyor Allah (c.c.) "Allah herşeyi bilendir,
herşeye hükmedendir" diyor Allah (c.c.) Yani iman edeni
de, etmeyeni de edecek olanı da, etmeyecek olanı da
bilir. 971[196]

(171) Ey ehli kitap, dininizde haddi aşmayın ve Allah


katında gerçek dışında birşey söylemeyin. Meryem oğlu İsa
Mesih ancak Allah'ın Rasu lü. Meryem'e ulaştırdığı kelimesi
ve ondan bir ruhdur. Allah'a ve peygamberlerine iman
ediniz. Allah üçtür demeyin. Böyle demekten vazgeçin. Bu
sizin için daha hayırlıdır. Allah ancak birtek ilandır. Çocuğu
olmaktan münezzehtir. Göklerde ve yerdekiler onundur.
Vekil olarak Allah yeter.
Tabi ehli kitap derken; yahudi ve hırıtiyanlar derken, hitap
bize de var burada. Onlara hani (kızım sana derim gelinim
sen işit) taktiği var ya, Allah (c.c.) de onlara diyor ki:
"Haddi aşmayın. Dininiz konusunda haddi aşmayın"
Onun ruhunu, melek vasıtalarıyla İsa(a.s.)'ı ilka eden Allah
(c.c.)dür. Yani yaratıcısı Allah'dır. Öyleyse dininizde haddi
aşıpta, (Hay İsa Allah'ın oğludur, o 3 rabden bindir, ve biri
üçtür- üçü birdir) gibi şeylere girmeyin. "Allah'a iman edin."

971[196]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/386.
"Peygamberlerin hepsine iman edin." Yalnız Hz. İsa'ya
değil, bütün peygamberlere iman edin. "O ilah üçtür de de-
meyin" buyuruyor Allah (c.c.) "Bu batıl ve sapık
inançlarınıza son verin, sizin için hayırlı olur" diyor Allah
(c.c.)
"Mutlaka Allah bir ilahdır." "Onun için ondan bir çocuk
olmasını ondan tenzih ederiz." Yani Allah (c.c.)'ün çocuğu
yoktur. Olmamıştır. "Yerde ve gökte her ne varsa onundur."
Yani tüm kainattaki çocuklar, analar, babalar, kızlar,
gelinler, hepsini yaratan O. Dağları, taşlan, çiçekleri, kuşları
yaratan O. Ayrıca bir oğul edinmeye ihtiyacı yok ki.
"Güvenilecek dayanılacak, vekil olarak Allah yeter" diyor
Allah (c.c.)
Onlar, ehli kitap peygamberlerine imanda haddi aşmışlar.
Günümüzde de buna benzer olaylar olur. Peygamber
Efendimiz bu konuda bizi uyarmış "Hristiyanlar Meryem
oğlu İsa'yı haddi aşarak Öğdükleri gibi, siz de beni haddi
aşarak öğmeyin " diyor. "Allah'ın bana vermiş olduğu
makamı zikredin yeter" diyor. Yani o da nedir? (O Allah'ın
kulu ve rasu-lüdür.) ifadesi ile ifade edilmiş.
Yani peygamber Efendimizin bir rasullük rütbesi vardır.
Ama ondan önce kulluk rütbesi vardır. Yani bir anadan, bir
babadan dünyaya gelmiş, çocukken büyümüş, yürürken
düşmüş kalkmış, yemek yemiş, su içmiş bu dünyada ve yine
eceli gelmiş o da vefat etmiş. Kehf suresinin sonunda
özellikle uyarılıyoruz. "Deki insanlara!" "Ben de sizin gibi
bir insanım de onlara."
Peki, fark "Bana vahy geliyor" diyor Allah (c.c.) Yani
benim bir farklı tarafım, bana vahy gelmesindendir. Yoksa
bende sizin gibi insanım. Sakın ha beni ilahlık mertebesine,
ona yakınlık bir makama yükseltmeyin" diyor Peygamber
Efendimiz (a.s.v.)
Hıristiyanlar, Hz. İsa A.S.'a aşırı muhabbetten bu duruma
düştüler yalnız. Yani, o saf tertemiz insanlardan bir kısmı
benim peygamberim, ya peygamberden daha ileri, benim
ilâhım demek suretiyle ileriye gidiverdi-ler.
Günümüzde insanları severken de, yaşayan insanları, yani
şu anda Mahmut hocayı seviyorsanız, Mahmut hocanın hata
edebileceğini düşüneceksiniz. Günaha girebileceğini de
hesap edeceksiniz. Yani bu adam da günaha girer. Peki
günaha girerse bu adam ne yaparım. Muhabbetten ek-
siklik olmasın yine, sevginizden eksiklik olmasın. Uyarın:
yani bu yaptığın iş yanlıştır deyin.
Ama hocam benim şıhim yanılmaz, İşte bu, hırıstiyanların
Hz. İsa'ya söylediklerinin bir benzeridir. Yanılmaz diye bir
şey yok. Peygamber yanılmış. Allah (c.c.) uyarmış bunları.
Ayeti kerimesinde Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'ın bir
davranışı Rabbimin hoşuna gitmeyince azarlanıyor.
Peygamber Efendimiz azarlanıyor orada. Onun için;
Peygamberler büyük günaha girmez.
Ama yanılırlar. Yanılmaları neticesinde Rabbim tarafından
düzeltilirler. Peygamberler hatasız gitmişler öbür dünyaya.
Yani önemi burası. Hatasız gitmişlerdir. Hataları bu
dünyada iken düzeltilmiş Rabbim tarafından. Hatta bazıları
derler ki; hata demiyelim de (zelle) diyelim derler. Bu biraz
daha yumuşak kelimedir.
Ama büyük günah işlemezler. Onlar korunmuşlardır. Hz
Adem'den, peygamber Efendimize kadar olan bütün
peygamberler büyük günah işlememişler. Fakat kayma ki,
(zellenin türkçe karşılığı kaymadır.) Bazen kayma olur. O
da Rabbim tarafından düzeltilir. Kur'an-ı Kerim'de Yunus
(a.s.)'ın bir kayması var. Efendimiz de Yunus gibi olma diye
uyarılıyor. Yani Yunus peygamberin bir hatası bildiriliyor.
Sen de onun gibi olma diye de Peygamber Efendimizi de
uyarmış oluyor.
Onun için günümüzde yaşayan, sevdiğimiz insanların, insan
olduğunu hesap edeceğiz. Hatalarını gördüğümüzde
onlardan ayrılmayacağız.
Mesela bazı arkadaşlar tanırım bir efendiyle beraber
çalışmışlar, çalışmışlar derken aleyhine geçivermiş. Şimdi
başka bir efendi ile beraber öbürünün aleyhinde veryansın
ediyor. Kendisine dedim ki, "Bak aradan 1,2 sene geçmez
onun da aleyhinde aynen konuşursun sen. Çünkü dil
alışkanlığı yapmışsın, bu işte.
insanları, hani Mevlana'nın güzel bir sözü var. "Dostsuz
kalmış dün-ya'da hatasız dost arayan." Hatasız dost, hatasız
şeyh, hatasız ilim adamı, hatasız insan bulmak mümkün
değildir. Dost isek biz; hatasını şeyhimiz de olsa söylemek
gerekir.
Aman hocam şeyhe söylenir mi o? Niye söylenmesin ki. Hz.
Ömer şeyh gibi değil ki. Hz. Ebubekir şeyh gibi değil ki.
Bütün şeyhler Hz. Ömer- Hz. Ebubekir- Hz. Osman ve Hz
Ali'nin ayağının tozu olamaz. O hutbede iken, "aşağıdan
birisi valla varmayayım yanına ha!" deyiveriyor yani.
Yaptığın yanlışı düzeltirim diyor. Kilincımla düzeltirim
seni" diyor. Ve hesap soruyor. Ve o hesap soracak bir
topluma sahip olduğundan dolayı da Hz. Ömer Rabbine
hamdediyor.
"Aman ya Rabbi! böyle bir toplumu bana lütfettiğinden
dolayı sana hamd ederim" diyor. Ve o toplumla Kudüs'ü
alıyor, ve o toplumla İran'ı alıyor. Yoksa böyle kuzu gibi,
koyun gibi, insanlarla olmaz bu iş.
Koyunu bilirsiniz. Belki bir kısmınız bilmez de, bir kısmınız
bilirsiniz. Koyunlar giderken yolda, önden biri gitti mi,
özellikle yaz gününde öbürleri onların ayaklarının arasına
kafayı sokarlar ve giderler. Öndeki yolu görüyor, öbürleri
hiç yol görmez. Mesela tren yolunda, bazı kazalarda, işte
tren bir sürüye çarptı, 50 tane koyunu öldürdü, haberini hep
duyarız.
Fakat tren, bir keçi sürüsüne çarptı da, 50 tane keçi öldü,
haberini duyamazsınız. Niye! Her keçi ayrı yürür. Kendi
gözünü kendi kullanır. Ama koyunların hepsi bir gözden
hareket ederler.
Dinim de böyle bir şey yok. Peygamber Efendimiz (a.s.v.)
Uhud'a çıkacak. Toplamış arkadaşlarını. Gelin bakalım
demiş. Ne diyorsunuz?. Efendimiz (a.s.v.) Bedir harbinde
toplamış arkadaşlarını. Gelin bakalım harp esnasında, harbe
girecekler ne diyorsunuz? Ensardan birisi kalktı şöyle dedi.
Muhacirinden biri kalktı böyle dedi.Peygamber Efendimiz
A.S.V bunların hepsini özetledi ve kararını verdi.
Yani her insanın bir gören gözü, bir de basiret denilen kalb
gözü vardır. Bu basiretler de köreltilmemelidir. Bu ehli
kitap İsa A.S.'a olan fazla muhabbetlerinden, kendi
basiretlerini köreltmişler. Ve böylelikle kâfir
oluvermişlerdir. Seveceğiz derken gâvur olmuşlar. Tehlikeli
bir şey seveceğiz derken gâvur olmak. Niyet iyi idi. Yani
sapıtma gayesi ile filan olmuş değil bu. Gayet iyi niyetlerle
başlamış ama, imansızlığa dönüşüver-
miş bu iş. Peygamber Efendimiz burda bizim dikkatimizi
çekiyor. Sakın bana böyle birşey yapmayın diyor. Biz ona
salatü-selam getiririz. Ve "eşhedü enne muhammeden
abdühü ve râsulühü" deriz. Yani abdühü'yü ilave ediyoruz.
Kul olmasını hatırlıyoruz ve râsulühü diyoruz.
Efendim ezanda yok abduhü kelimesi. Râsulühü de yeter
zaten. (Eşhedü enne muhammeden rasulüllah) Muhammed
Allah'ın elçisidir. Elçi, yani insandır ilah değildir.
Ve bu ehli kitabın; Allah'ın oğul edindiği sözüne karşı
günde birkaç defa (Lem yelid velem yuled) diye reddiye
gönderiyoruz. Yani siz varya, akşama kadar okuduğunuz
surelerde aslında hırıstiyan- müslüman mücadelesini
gündemde tutuyorsunuz, "Allah doğmamıştır da,
doğurmamıştır da." Kendisinden bir çocuk, oğul olmadığı
gibi kendisi de doğmamıştır. Diyoruz. "Onun dengi ve
benzeri de yoktur."972[197]

972[197]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/387-391.
(172) Mesih de Allah'a yakın melekler de Allah'a kul
olmakdan kaçınmazlar. Kim Allah'a kulluk yapmaktan
kaçınır ve kibirlenirse Allah onların hepsini huzurunda
toplayacaktır.
Yani melekler ki; günah işleme durumları yok. Allah o
meyli vermemiş, meleklere. Onlar hep ibadet halindeler.
Günümüzde bir kısım insanlar türemiş. Geçende bir tanesi
dükkana kadar geldi adam. Genç bir delikanlı, "Hocam işte
ben hakikat arayıcısıyım." Eee. "Orda aradım-burda aradım
şimdi biryer buldum" diyor. O bulduğu yer Kur'an-ı,
Tevrat'ı, incil'i hepsini kaldı rıvermişler, orta yerden
başlarında bir adamın mesajları ile idare edip gidiyorlar.
"Allah'a yaklaşmak içindir herşey yakın olduktan sonra ne
gerek var" diyor. Yani biz Allah'ı bulmuşuz, onunla yakın
olmuşuz. Daha ondan sonra ibadete ne gerek var. Şeyhinin
sözü tabii bu.
Rabbim o tür sözlerin söyleneceğini de biliyor. Biz ki
insanız günah işleme meylimiz devamlı vardır. Yani
mescitte alnımızı secdeye koyduğumuz halde bile günah
hatırınıza gelebilir. Meleğin hatırına bu gelmez. "O melâike
bile Allah'a ibadetten uzak durmaz" diyor Allah (c.c).
Halbuki; hani bunlar mantiken doğru gibi sözler. Yaklaşmak
içindir bütün ibadetler. Yaklaştıktan sonra niye efendim
onun yanında ibadet yapacaksın diyor. Hani, bir de şöyle
söylüyor. "Mecnun Leylâ'ya aşık. Leylâ, leylâ, leylâ diyor.
Peki Leylâ'nın yanına vardıktan sonra da yine Leylâ, Leylâ,
Leylâ mı dersin?" diyor.
Hayır söylemeyi bırakır. Mantiken fena değil. Peki ama
Leylâ, Leylâ diyerek Leylâ'nın yanına varan kişi Leylâ'nın
yanına varınca onu bırakı-verir mi? Bir insan arzu ettiği şeyi
elde etmek için yollarını arar. Elde ettikten sonrada ona
yakınlığını devam ettirecek, işler yapar. Onun içindir ki
Allah'a yakın melekler, Allah'a ibadetten uzak durmazlar.
Tabi yaklaşmasının ölçüsü ne. İbadetini son zirveye
vardırmak. Yoksa mekân olarak yaklaşma değil. Yani bir
mekân yaklaşması değil. Zaman yaklaşması değil.
İbadetinde, taatında öyle ileri gidiyor, ve o yine ibadetine
devam ediyor ve makam ve menzilini artırıyor.
Bunlar hayallerinde belirli bir yer hedefliyorlar. Oraya
vardıklarını zannediyorlar. Kendilerini kandırıyorlar. Tabi
soruyu soran delikanlı yanımdan ayrılırken "Onların
hesabını görürüm hocam" diyerekten çıktı gitti.
Kim Allah'a ibadetten kaçınırsa, kibirlenirse, Allah onların
hepsini kendi katında huzuruna toplayacaktır." Kibirle
nenlerin hepsi, böyle uzak duranların hepsi, onun huzurunda
toplanacaklar yine hesap gününde.
Mü'minler ise onun hesabını bildiklerinden bu dünyada
toplanmaya çalışıyorlar. Yani Allah'ın huzurunda herkes
toplanacak mahşer günü. Biz ise, azaba uğramayalım diye
bu dünyada toplanıyoruz o kadar.' Namaz da bir araya
gelişlerimiz, hacda bir araya gelişlerimiz, hayır işlerinde
birbirimize yardım edişlerimiz, bu dünyada bir araya
gelmek ve toplanmak suretiyle, öbür dünyada Allah'ın
huzurunda cezalandırılmak için toplanmayı önlemek için.
Hani Yunus Emre "Gelin bugün yanalım, yarın yanmamak
için" diyor. Yani yarın öbür dünyada yanmamak için bu
dünyada bazı nefsin istediği şeyleri vermeyelim. Bunlar
belki bize sıkıntı verir ama, öteki dünyada da kişiyi
sıkıntıdan kurtarıverir. 973[198]

(173) İman edip ameli salih işleyenlere, Allah mükafatlarını


tam verecek ve bol nimetini artıracaktır. Allah'a ibadetten
kaçınıp kibir-lenenlere gelince onları acıklı bir azapla
cezalandıracaktır. Allah'dan başka dost ve yardımcı
bulamazlar.

973[198]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/391-393.
"İman edip ameli salih işleyenlere Allah (c.c.) onların
mükafatını, ücretini verir, ve kendi katından da artırır"
diyor. Yani adaletiyle muamele etmez Rabbim, rahmetiyle
muamete eder. Adaletiyle muamele: yaptığınıza karşılık
iyilik. Rahmetiyle muamele ise yaptığınızın karşılığını kat
kat vermek suretiyle, o yaptığınızın ücretini artırmaktır.
"Allah'a kul olmaktan yan çizen, kibirlen enlere gelince
Allah onlara acıklı bir azapla azap eder. Allah'dan başka
onlara bir yardımcı, bir dost da bulamazlar" diyor Allah
(c.c.)
Bu dünya da şefaatçi, aracı bulunabilir. Adam katil olur.
Yolunu bulur kurtulur, para verir kurtulur. Çeşitli vesilelerle
kurtulmaya çalışır Başarılı da olabilir. Ama, O Allah'a
kulluk yapmaktan kibirlenen kişiler, Allah katında hiçbir
şefaatçi, hiçbir yardımcı ve hiçbir dost da bulamaz.
Hani, bu kulluk yapmaya kibirlenenlerin Türkçe de bir
ifadeleri var. "Yiğidin alnı yere gelmez" ifadesiyle
kullanıyorlar bunu. Peki sana bu yiğitliği, bu endamı kim
verdi, Allah (c.c.) Kendin bir hücreyi yaratabilecek durumda
değilsin. O seni yaratan Rabbime bu vücut secdeye kapanır-
sa değer kazanır. Yoksa yiğitlikle ne ilgisi var ki. Bu itlik
gibi bir şey. Yiğitlikle ilgisi yok bunun. Sırtında et
taşıyorsun. Başka bir şey değil. 974[199]

(174) Ey insanlar Rabbinizden açık bir delil geldi ve size


apaçık bir nur indirdik.
Nûr ki: hani Türkçe karşılığı ışık diyelim. İnsanın önünü
aydınlatan ışık, Sizin önünüzü aydınlatan, bu dünyada
eşinize, çoluğunuza, çocuğunuza, dostlarınıza ve
komşularınıza, insanlık ailesine ve eşyaya karşı neyi nasıl
yapacağımız konusunda ışık veriyor size ve düşmanın her
türlü mantık oyunlarına karşı da Allah (c.c.) bir delil olarak,

974[199]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/393-394.
bürhân olarak ki; (bürhân-ı kati) Kâfirin bütün mantığının
kökünü kesecek şekilde de kitabını indirmiştir Allah (c.c.)
Bu Kur'an-ı Kerim'de, imansızların söyleyebilecekleri her
şeyin cevabı var. Yeri geldikçe söylüyorum. Kâfirlerin
söyleyebilecek yeni birşeylerinin olmadığını "Küfür
cephesinde yeni birşey yok" isimli eserimde
975[200]
açıkladım.

(175) İman edip, ameli salih işleyip, Allah'ın kitabına


sımsıkı sarılanları, yakında rahmetine ve bol nimetine
daldıracak ve onları dosdoğru yola ulaştıracaktır.
İman edenlere, İman edenler yeterli değil yalnız. Birçok
ayeti kerime de özellikle böyle dikkatimizi çekiyor Rabbim.
Burada bir farklı ifade kullanılmış.
"Allah'ın ipi olan Kur'an-ı Kerime sımsıkı sanlınız. Sakın
parçalanmayınız" diyor Allah (c.c.) Öyle olunca; bizim bu
dünya'da da mutlu cennet hayatı yaşayabilmemiz, ahirette
de cennet hayatı yaşayabilmemizi iki şarta bağlamış
Rabbim.
1- İman edeceğiz.
2- Allah'ın gönderdiği kitaba sımsıkı sarılacağız.
Sımsıkı sarılacağız demek... Böyle bağrına basıp ta götürme
anlamında, değil yani. Böyle sıkma değil. Başta ki
(Bismillahirrahmanirrahim) den, en sondaki, (minel cinneti
ven nâs) ayetine kadar. Namazından, imanından,
cihadından, orucundan, zekatından, kapı çalmanın
âdabından, miras hukukuna kadar, doğumdan ölüme kadar,
insana yöneltilen emir ve yasaklan yerine getirirse bir adam;
bu dünya'da devlet, ahirette cennet vardır, bu kişiye. 976[201]

(176) Senden fetva soruyorlar. Deki Allah, ketale (usul ve


furuu olmayan kimse) hakkında size fetva veriyor. Eğer bir
975[200]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/394.
976[201]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/394-395.
kişi ölür, çocuğu olmaz ve bir kız kardeşi olursa terikenin
yarısı onundur. Eğer kız kardeş ölür, oğlan kardeş ona varis
olur, kız kardeşin de çocuğu olmazsa oğlan kardeşi terikenin
tamamına varis olur. Eğer varisler iki kız (veya daha fazla)
olurlarsa onlara terikenin üçte ikisi vardır. Eğer varisler
erkek ve kadınlardan oluşursa erkeğe kadının iki misli
vardır. Saparsınız diye Allah size açıklıyor. Allah herşeyi
bilir.
Fetva kelimesi Arapçadan Türkçeye geçmiş bir kelime.
Burada da (Yufti) fetva kelimesinden türetilmiş bir kelime
"Size fetvayı Allah veriyor" diyor Allah (c.c.)
Burada şunu anlıyoruz biz. Birşeyin hükmünün ne
olduğunu; Allah (c.c.) bildirmişse, o konuda bizim
söyleyecek sözümüz yoktur, bitti. Onun zıttına bir söz
söylemek insanı bazen küfre götürür.
İnançsızca söylenecek olursa küfre götürür. Bilinçsizce
söylenecek olursa büyük günaha götürür insanı.
Bu konuda (kelâle) ki; kelâle: Bir adam ölüyor. Kadın veya
erkek önemli değil. Bir erkek veya kadın ölüyor. Varis
olarak baba-dede yok daha önce ölmüşler babası ve dedesi.
Aşağıdan çocuğu da yok. Oğlu veya kızı da yok. Peki oğlarî
kardeşi veya kız kardeşi var. Bu oğlan veya kız kardeşlere,
arabın dilinde mirasçı olarak (kelâle) ifadesi kullanılmış.
Yani peygamber Efendimize geliyorlar. "Ya Rasulallah!..
İşte filan adam öldü. Onun mirasçısı olarak babası yok.
Ölmüştü daha önceden. Dedesi yok. O da ölmüştü. Çocuğu
da olmadı bir hanımı var. Bir annesi var. Ama oğlan kardeşi
var, kız kardeşi var. Bu oğlan ve kızkardeşinin bunların da
mirastan payı var mı? Ya Rasulaîlah!.. diye soruluyor Pey-
gamber Efendimize.
Peygamber Efendimiz btf konuda kendisi cevap vermiyor.
Derken bu ayeti kerime nazil oluyor. "Sana kelâle hakkında
sorarlar. Onlara kelâlenin fetvasını Allah veriyor de." Yani
bu cevap Rabbim'den geliyor de, onlara.
Cevap şu. "Bir adam ölürse çocuğu da olmazsa, onun da bir
kız kardeşi varsa, (Bir erkek Ölüyor, çocuğu yok. Ama bir
kız kardeşi var.) O adamm malının, geriye bıraktığı malının
yarısı kız kardeşinindir."
(Şimdi şöyle düşünün) "Bir kadın ölmüş. O kadının oğlu
yok, kızı yok. Babası- dedesi de yok. Ama oğlan kardeşi
var. "O zaman onun çocuğu yoksa; o malın geriye kalanını
alır." Geriye kalanını alır demek şu: Mesela kadının kocası
var. Koca kendi hissesini aldıktan sonra, geriye kalanı oğlan
kardeşinindir. Kocanın hissesini Nisa suresinin baş tarafında
Allah (c.c.) belirlemişti. (Eğer çocuğu varsa 1/4 çocuğu
yoksa 1/2 alır.) "Eğer ölen kadının çocuğu yoksa, o zaman
yarıyı alır." "Eğer kadının çocuğu varsa o zaman 1/4 alır"
diye kocanın hakkı zaten belirlenmişti. Kocanın hakkından
sonra geriye kalanı oğlan kardeş alır. "Bir erkek ölür.
Çocuğu ve babası da olmazsa, ama kız kardeşleri 2 ve daha
fazla olurlarsa o zaman mirasın 2/3'sini alırlar."
"Eğer ölenin çocuğu- babası ve dedesi yoksa, (ama oğlan
kardeşleri ve kız kardeşleri var. Kadınlı erkekli varlarsa o
zaman, erkekler ve kadınlar; erkekler 2, kız 1 almak
suretiyle mirası bölüşürler." "Sapıtmayası-nız diye Allah
(c.c.) size mirası böylece açıklıyor." "Allah herşeyi bil-
mektedir" diyor Allah (c.c.)
Nisa suresinin başında da ifade ettiğimiz gibi; Allah (c.c.)
Kur'an-ı Kerim'inde, namazın rekâtlarım bize bildirmemiş.
Peygamber Efendimize havale etmiş, namazın rekâtlarını o
bildirmiştir.
Sabah namazının farzı 2 rekattır. Öğle namazının farzı 4
rekâttır, îkindininki 4 rekâttır. Akşamınki 3 rekâttır.
Yatsının ki 4 rekâttır diye Peygamber Efendimiz bize
bildirmiş.
Ama miras hukukunda varislerin hisselerini, paylarını Allah
(c.c.) bizzat teferruatına inerek kendisi bildirmiş. Önemine
binaen. Onun için:
insanların hayatında, özellikle Türkiyede ilk değiştirilen
kanunlardan bir tanesi de miras hukukudur.
Miras hukukunun değişmesi ile İslama göre malların
bölüşülmemesi nedeni ile bir çok insan onun-bunun malını
yeme durumuna düşmüştür.
Haram lokma da yüreğe girdikten sonra insanın
yapmayacağı şey azalır. Yani yapamayacağı şey kalmaz o
insanların.
Biz mümkün mertebe, miraslarımızı Allah'ın koyduğu
kurallar içerisinde bölüşmeye dikkat edelim.
Kanunlara uygun hale getirirsiniz. Hani, kardeşler
anlaştıktan sonra; mahkemeye giderler biz şurayı şöyle
yaptık, burayı höyle yaptık diye kabul ederler. Erkek
kardeşler olarak siz biraz daha şey olun. Yani, tabi kız
kardeşlerinize karşı biraz daha yumuşak, özellikle damatlar
olarak daha iyi davranın. Damatlar olarak çünkü kaybedici
durumdasınız. Kaybederken kazanacaksınız. Benim
tanıdığım, çok sevdiğim bir dostum; ben kendisine bunları
anlattıktan sonra, kayınbiraderine milyonlarca para iade etti.
Yani bundan 20-25 sene önce bugünkü kanunlara göre
bölüşmüşler ama, bu işin yanlış olduğunu anladıktan sonra,
hanımına diyor ki; Hamın bu senin malından şu kadar
milyonu (ki, çok büyük adettir bu) sen, senin kardeşinden
haksız yere almışsın. Bunu iade edelim. Rabbimizin emrine
uyalım gel deyip, geriye iade ediverdiler.
Şimdi öbürü de kerata biriydi, o da ısınmaya başladı birkaç
milyonu görünce beraber. "Yahu dinimiz böylemi imiş"
diyerekten ısınmaya başladı yani.
Onun için, İslâmm yaşandığı yerde hayat vardır. Bu
hayatımızı, bu dünyada iyi bir şekilde devam ettirdiğimiz
gibi Rabbim ahirette de cennetinde devam ettirsin
inşaallah. 977[202]

977[202]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/395-398.
MAİDE SURESİ

Medine'de nazil olmuştur 120 Ayettir 978[1]

(1) Ey iman edenler! Sözleşmelerinizi yerine getiriniz,


İhramlı iken avlanmayı helâl görmenin dışında, size
(Kur'an'da haramlığı) okunanlar hariç bütün davarlar helâl
kılındı. Allah dilediği gibi hükmeder.
İnsanın gönlünden geçenler dili yoluyla dışarıya çıkınca
sorumluluk başlar. Dilinize dikkat ediniz. Yumruğunuzun
etkisi kolunuzun ulaştığı yere varabilir. Dilinizden çıkan ise
dünyayı dolaşabilir. Sizden bin sene sonra gelene faydalı
veya zararlı olabilir.
Dilden çıkan söz yaydan çıkan ok gibidir. Geriye dönüşü
yoktur. Hayır sözü atarken dikkatli olunmalı. Çünkü ok
yalnız atıldığı yeri etkiler. Söz ise değdiği yeri etkilediği
gibi o yerin özelliklerini taşıyan her yere dokunur.
Onun için ey iman edenler, akidlerinizi yerine getiriniz.
Alışveriş akdi, barış akdi, nikah akdi, borç akdi, emanet,
vekalet, kefalet gibi her türlü sözlerinize sadık kalınız,
"Behime" arabın dilinde yırtıcı olmayan hayvanlar için
kullanılır. Yırtıcı hayvanlar için "es-siba' " kelimesini

978[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/399.
kullanır. Bu surenin üçüncü ayetinde yırtıcı hayvanların
haramlığını bu "es-siba' " kelimesiyle ifade etmiştir.
Arapçayı bilmeyen, Kur'an okumasını öğrenmeyen kişiler,
meal okuyarak, okuduğu meali yazan muhteremi mezheb
imamı edinerek, "Kur'anda haramlığı yazılı olanlar dışında
herşey helâldir" diyorlar.
Bunlardan biri bana gelerek En'am suresinin 145 nci
ayetinin mealim okuyor. Kendisine "bundan sonra
çalışmana gerek yok. Tuvalete gitme. Pisliğini camdan bir
kaba çıkar sonra ye" dedim. Haram yiyemem demedi, "içim
almaz" dedi. Ben de ona "benim içim de domuzu almıyor
ama bir hıristiyanın içi alıyor ve severek yiyor. Sen de
pisliğe alışırsın" deyince durakaldi. 979[2]

(2) Ey iman edenler! Allah'ın nişanelerine, haram aya,


(Receb, Zilka'de, Zilhicce, Muharrem) kurbanlıklara,
boyunlarına gerdanlık takılmış kurbanlık hayvanlara,
Rablerinden hoşnudluk ve fazlını isteyerek mescidi haramı
ziyaret edenlere hürmetsizlik etmeyin. İhramdan
çıktığınızda avlanınız. Sizi mescidi haramdan engelleyen
topluma olan düşmanlığınız haddi aşmanıza sebeb olmasın,
iyilik ve takvada yardımlasınız, günah ve düşmanlıkda
yardımlaşmayımz. Allah'dan sakının, Allah'ın cezası
şiddetlidir.
Bizler, Allah'a, Rasulüne, kitaplarına iman eden insanlar
olarak Allah'ın yarattıklarına saygı gösteririz.
"Yaradılmışı hoş gördük, Yaradandan ötürü."
Bütün iller Allah'ın ili, bütün kullar Allah'ın kuludur. Ayları
yaratan Allah bunlar içinden dördü haram, yani daha fazla
saygı gösterilmesi gereken ay olarak belirlenmiştir. Bunlar
Recep, Zilka'de, Zilhicce ve Muharrem aylarıdır.
Bu haram aylarda taa Hz. İbrahim'den beri harp edilmemeye

979[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/399-400.
dikkat edilmiştir. Biz buna dikkat ettiğimiz gibi diğer ay ve
günlerde de haksızlık yapmakdan, haksız yere kan
dökmekten kaçınacağız.
Allah için kurbanlık yapılan hayvanlar dahi diğer
hayvanlardan farklıdırlar. Onlara da önem veriniz.
Avlanmak mübahdır. Ancak ihramlı iken canlı bir hayvan
öldürülmez, yeşil koparılmaz.
İslâm toplumunun ileri gelenlerinin hac esnasında topluca
eğitimden geçmesidir. Canlı öldürülmeyecek, yeşil kop
anim ayacak. Günümüz çevrecileri konuşarak öğretirler.
İslâm dini ise önce öğretir. Sonra tatbiki eğitimini yaptırır.
Sizi mescidi haramdan kovanlara birgün mescidi harama
gelirlerse bu sefer siz kovmayın. Hele iman ederek gelirlerse
onları kardeş olarak karşılayın.
Tevbe suresinin 28 nci ayetinde müşriklerin pis olduğu, bu
yıldan sonra mescidi harama yaklaşmaları yasaklandıktan
sonra kâfirler Mekke'ye alınmamışlar.
Günümüzde buna yalnız nüfus cüzdanı ve pasaport üzerinde
dikkat ediliyor. Adı müslüman adıysa, gerekli vizeleri de
almışsa, Mekke'ye gidip mescidi harama da girebilir. Bu
adam isterse Amerika'nın emirlerini Allah'ın emirlerine
tercih eden ve ona azad kabul etmez bir köle olan yetkili
bile olsa farketmez.
Allah'ımız "iyilikde yarışın, takvada yarışın" diyor. Uluslar
arası siyasette İslâmın sesini duyurmada, eğitimi
İslâmileştirmede, üniversiteyi işgalcilerden kurtarmada,
okulların hepsini Kur'an-'a uygun hale getirmede,
insanlarımız arasındaki sevgiyi geliştirmede, maddi
imkanlarımızı dağıtmada yarışalım.
Yoksa rüşveti ben senden fazla aldım, ben üç köşe döndüm,
dört köşe oldum gibi kötülükde yarışı yapmayalım.
Rabbimiz Nisa suresinin onuncu ayetinde yetim malı
yiyenler, karnına ateş doldurmuş olur diyor. Karnına ateş
doldurma konusunda yarış yapan insan göremezsiniz. Ama
haram yiyenler bunu yapıyorlar. 980[3]

(3) Leş, kan, domuz, Allah'dan başkası adına kesilenler,


boğulmuş, (taş, sopa gibi şeylerle) vurularak öldürülmüş,
düşerek ölmüş, boynuzla, süsülerek ölmüş, yırtıcı
hayvanların parçalamasıyla ölmüş - ölmeden kestikleriniz
müstesna olup - putlar üzerine kesilenler ve fal oklanyla
kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar fasıkliktir.
Bugün kâfirler sizin dininizi (söndürmekten) ümidlerini
kesmişlerdir. Onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün
size olan nimetimi tamamladım ve din olarak size Islâmı
beğendim. Kim açlık içinde olursa günaha meyletmeden
bunlardan yiyebilir. Allah afvedicidir, merhametlidir. Ayeti
kerimede haram kılınanların bir kısmı bize bildiriliyor.
Leş: Kendiliğinden ölen, boğularak öldürülen veya ölen,
elektrik şokuyla öldürülen, başına birşey vurularak
öldürülen hayvanların eti yenmez. Ancak elektrik şoku
hafifçe, öldürmeyecek kadar verilir, sonra kesilirse eti yenir.
Hayvan zorluk çıkarmasın diye yapılır.
Kan: Hiçbir şekilde yenmez. Kan verme ve alma bunun
dışındadır. O tedavi içindir.
Mekkeliler cahiliyye döneminde kanı bağırsak içine
doldurup güneşde kurutup yerlermiş. Bu yasaklanıyor.
Günümüzde ise kanı hayvan yemlerinin içinde
kullanıyorlar. Bu yemi yiyen hayvanlar yenir.
Dibine gübre dökülen ve gübreyle büyüyen domatesi, biberi
yediğimiz gibi kan karışımıyla yapılan yemleri yiyen
hayvanlarda yenir.
Fıkıh kitaplarımızda temizleme yolları anlatılırken,
kimyasal değişime uğrayan haram helâl olur der ve misal
olarak Tuz gölüne düşen domuz, tuz olunca helal olur der.
Bindörtyüz sene önce haram kılınan kumarın dünyadaki

980[3]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/400-402.
zararmı bilmeyen kalmadı. Bunlar şeytanın pisliğidir.
Pislikden uzak durun.
Bu din eksiği ve fazlalığı olmayan tam ve mütekamil bir
dindir. Allah böyle ifade ediyor. İnsanlık tarihi de buna
şehadet ediyor. İnsanlar İslâmın dışında mutluluk aramak
üzere bindörtyüz senedir her sene kanun yaparlar, kanun
bozarlar. Daha kanunu yaparken karşıdakiler tenkid ederler.
Kararnamelerle tamir etmeye çalışırlar. Ama her kanun, ve
kararname onları yapanları bağlar.
Kur'an-ı Kerim'in ise beğenilmeyen, çağımıza uymuyor
denilen bir ayeti yoktur.
Allah ancak İslâm dininden razıdır. Günümüzde Batılıya
yaranmak için ağzını dağıtanlar Kur'an'ı ve bu ayeti yeniden
okusun. Al-i İmran suresinin 19 ncu ayetini "Allah katında
din, İslâmdır" ayetini yeniden okusunlar.
Suya düşen yılana sarılır gibi, aç kalan yukarda yenmesi
haram kılınan şeylerden başka yiyeceği bulunmayan kişi
ihtiyacını giderecek kadar yiyebilir. 981[4]

(4) Sana, kendilerine nelerin helâl kılındığını soruyorlar.


Deki: Temiz ve güzel olan şeyler size helâl kılındı, Allah'm
size öğrettiği şekilde yetiştirdiğiniz yırtıcı av hayvanlarımı!
tuttukları helâl kılındı. Sizin için tuttuklarını yeyiniz ve
(yırtıcı hayvanı gönderirken) üzerine Allah'ın adını anınız.
(Bismillah deyiniz) AHah'dan sakının, Elbette Allah'ın
hesabı çabuktur.
Allah'ın razı olduğu bu İslâm dini bize kapı çalmanın
adabından devlet yönetmeye kadar herşeyi öğretmektedir.
Avı nasıl yapacağız? Av hayvanını nasıl eğiteceğiz?
Eğitilmiş hayvanı ava gönderirken Bismillah diyeceğiz.
Bütün bunlar öğretiliyor. Çünkü hayatımızın bir parçasıdır
ve hukuki boşluk bırakılmamıştır.

981[4]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/42-404.
Fakihlerimiz ayet ve hadisler doğrultusunda, Kitabu-s-Sayd
başlığı altında maddeler halinde yazmışlar. 982[5]

(5) Bugün size, temiz ve güzel olan şeyler helâl kılındı. Ehli
kitabın yemeği de size helâldir. Sizin yemeğiniz de onlara
helâldir. İffetli mü'mine kadınlar ve sizden önce kendilerine
kitap verilenlerin, iffetli kadınları, mehirlerini verdiğiniz
zaman -zina yapmadan, gizli dost edinmeden- size helâl
kılındı. Kim imanı inkâr ederse ameli boşa gider. O ahirette
ziyan edenlerdendir.
Temiz ve güzel olanlar helâldirler. Üçüncü ayeti kerimede
haram kılınanlardan başka bir yemeği ehli kitapdan biri
hazırlasa yemeği yenir.
Hristiyan veya yahudi komşunuz yemeğe davet etse, domuz
değilse, koyun, sığır, tavuk gibi hayvanlar kesilerek
hazırlanmışsa onların yemeğinden yenebilir. Yahudi veya
hristiyan bir kadınla müslüman bir erkek evlenebilir. Ancak
müslüman bir kadın, müslüman olmayan bir erkekle
evlenemez.
Bu durum Allah'ın emridir. Aynı zamanda insana saygı
vardır bu emirde. Müslüman bir kız, yahudi bir erkekle
evlense ölünceye kadar inancına saldırı olacaktır. Çünkü
yahudiler Hz. Muhammed'e ve onun getirdiği Kur'an'a iman
etmezler.
Ama hristiyan veya yahudi bir kız müslüman bir ailede
hiçbir zaman rahatsız olmaz. Çünkü kocası ve ailesi Hz.
Musa'ya ve Tevrat'a, Hz. İsa'ya ve İncil'e iman ediyorlar. O
peygamberlerin adı anılsa salavat getiriyorlar.
Hz. Ömer zamanında müslümanlar hristiyan kadınlarına
rağbet edip müslüman kadınları bekâr kalınca Hz. Ömer
geçici olarak bu izni askıya almış.
Günümüzde bir kısım insanlarımızın daha da ileriye giderek

982[5]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/404-405.
gayri müslim kadınlara rağbet ederek eşlerini ihmal etmeye
başladıklarını duyuyoruz.
Bakara suresinin 221 nci ayetinde gördükki, kâfirin
kraliçesinden müslümanlardan her hangi biri daha hayırlıdır.
Bunu böyle bilelim. Zinadan, dost hayatından kaçınalım.
"Kör ile yatan, şaşı kalkar", kâfiri dost edinenin küfre
düşmesi daha çabuk olur. O zaman da amellerimiz boşa
gider. Allah korusun Amin. 983[6]

(6) Ey iman edenler! Namaza kalktığınızda yüzlerinizi,


dirseklere kadar ellerinizi yıkayınız. Başlarınızı mesnediniz.
Topuklara kadar ayaklarınızı yıkayınız. Eğer cünüpseniz
temizleniniz. Eğer hasta olsanız veya yolculuk üzere olsanız
veya tuvaletten gelmişseniz veya kadınlarınıza
yaklaşmışsanız, su da bulamamışsanız, temiz bir toprağa
teyemmüm ediniz, yüzlerinizi ve ellerinizi o toprakla
mesnediniz. Allah size zorluk çıkarmak istemez. Ancak sizi
temizlemek ve şükredesiniz diye nimetini tamamlamak
ister.
Bu ayeti kerimede abdestin dört farzı bildirilmekte. Eller
yıkandıktan sonra yüz yıkanır. Yüz: Yukarıdan saçların
bittiği yerden çenenin altı ile kulak yumuşaklarının arasıdır.
Dirsekler dahil olmak üzere kollar yıkanacak. Baş
meshedilecek, Mezhepler arasında mikdarında ihtilaf vardır.
Hanefilere göre başın dörtte birini meshetmek farzdır, ve
ayak topuklarına kadar yıkanacak.
"Ve ercüleküm" kelimesindeki kıraat farklılığından
hareketle şiiler, ayaklarını yıkamak yerine meshetmeleri
peygamber efendimizin ve ashabın uygulamasına uygun
değildir.
Ancak Şiilerin bu yanlışını esas alarak onlara karşı
Amerika'nın veya bir diğer kâfirlerin yanında yer almak da

983[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/405-406.
bizim yanlışımızdır.
Cünüplükten temizlenmek için ağzımızı, burnumuzun içini
ve bütün vücudumuzu su ile yıkamak hanefilere göre
farzdır. Bir kişi hasta olur, suyu kullanamazsa veya suyu
kullanması hastalığını artırırsa abdest alacağında veya
cünüplükten temizleneceğinde teyemmüm eder. Yolculuk
anında eğer su bulamazsa teyemmüm eder.
Rabbimiz teyemmümü de tarif ediyor.
Elleri toprağa vurarak önce yüzümüze sürüyoruz. Sonra
ikinci defa toprağa veya toprak cinsinden bir şeye vurarak
sol elimizle sağ kolumuzu, sağ elimizle sol kolumuzu
meshederiz. Allah'ın dini kolaydır. Yaşanması da kolaydır.
"Toprakla temizlik olur mu?" diyenlere efendimizin
Buhari'de rivayet edilen "mü'min pis olmaz" sözüyle cevap
veririz. Biz Allah'ın huzuruna hazırlanıyoruz. Abdest, gusul
veya teyemmüm bizi ruhen hazırlayan faktörlerdir. 984[7]

(7) Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Bir de "işittik, itaat


ettik" dediğinizde sizi bağladığı sözleşmeyi hatırlayın.
Allah'dan sakının. Elbette Allah sinelerdeki sırları bilir.
"Nimet kelimesi Kur'an-ı Kerim de din, dostluk, devlet,
doğruluk ve yiyecek maddeleri manalarında
985[8]
kullanılmıştır.
Medine'de Allah'ın lütfettiği devleti hatırlayın.
Birbirinize düşman iken kalblerinizi birbirine bağlayan,
beyaz insanla siyah insanı aynı safda ve sofrada birleştiren,
fakirken zengin eden, zelilken aziz eden, eğriyken
doğrultan, İslâm nimetini hatırlayın.
Ruhlar aleminde Rabbin varlığını, birliğini, yaratıcı, yaşatıcı
ve yönetici olduğunu ikrar etmiştiniz, dünyaya gelince
şehadet getirerek İslama biat ederek işittik ve itaat ettik
dediniz. Bunu unutmayın ve Allah'ın sevgisini
984[7]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/406-408.
985[8]
Bak Bakara 40 ncı ayetin tefsiri
kaybetmekten sakının. 986[9]

(8) Ey iman edenler! Allah için adaleti ayakta tutup


gözetenler olunuz. Bir topluma olan kininiz sizi
adaletsizliğe sürüklemesin. Adil olunuz. Bu takvaya daha
yakındır. Allah'dan sakının. Elbette Allah yaptıklarınızdan
haberdardır.
Allah için hakkı yerine getiriniz. Allah için kıyama kalkınız.
Allah için adaletle şahid olunuz.
Meclislerde, meydanlarda, salonlarda, kışlalarda, dairelerde,
karakollarda Allah'ın varlığı, birliği, eşi ve benzerinin
olmadığı, her yerde hazır ve gözetici olduğunu ilan ederek
şahid olunuz.
İnsanı insana kulluk yaptırmak için çalışanlara karşı
mücadele verin ve bu yoldaki çalışmalarınızı kanınızla
imzalayarak şehid olarak şahid olun.
Nisa suresinin 135 nci ayetinde ifade edildiği gibi
hakimliğiniz veya şahitliğiniz kendi aleyhinize, anne ve
baba ve akrabalarınızın aleyhine bi-îe olsa adaletten
ayrılmayınız.Bir kavme olan kininiz sizi adaletsizliğe
sevketmesin. Efendimiz(s.a.v.) Mekke'yi fethettiği zaman
daha Önce kendisine her türlü kötülüğü yapanları,
arkadaşlarını şehid edenleri, fahişelik, sarhoşluk, hırsızlık
yapanları afvederek İslâmi kanunlara uymasını istedi.
Takvaya en yakın hâl, adil olma halidir. Adaletimizle
ibâdetimiz denk olmalıdır. 987[10]

(9) İman edip ameli salih işleyenlere mağfiret ve büyük


mükâfat olduğunu Allah vadetti.
Adaletten sonra, iman edenlere Allah'ın va'dinden haber
veriyor. Adaletimiz iman ettiğimiz Kur'an'ın adaleti
olmalıdır. Kur'an'a göre davranırsak Allah katında
986[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/408-409.
987[10]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/409-410.
mükâfatım fazlasıyla göreceğiz inşallah. 988[11]

(10) Ayetlerimizi inkâr edip yalanlayanlar cehennem


yaranıdırlar.
Kâfir olup kendi haline yaşayanlar vardır. Bir de hem
kâfirdir, hem de küfrünü ilan edip onun yaygınlaşmasını
isteyenler vardır.
Küfrünün, zehrinin yayılmasını isteyenler karşılarında güneş
gibi apaçık olan İslâmi çamurla kapatmaya, zehirli
nefesleriyle söndürmeye çalışırlar ama, her üfürüşlerinde
cehennemdeki alevlerini artırırlar.
Adaletten bahseden ayetten sonra zikredilmesi, kâfirin en iyi
niyetlisinin bile adil olamıyacağma işaret eder. Çünkü
insanın aklı bütün akılları yönetecek ve en doğruyu bulacak
kapasitede değildir. Eğer öyle olsa idi şimdi hiçbir sorun
kalmazdı. 989[12]

(11) Ey iman edenler! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın.


Hani bîr topluluk ellerini size uzatmak istemişti de Allah
onların ellerini sizden alıkoymuştu. Allah'dan sakının.
Mü'minler ancak Allah'a tevekkül etsinler.
Efendimizi öldürmek üzere uzanan elleri Allah (c.c.)
dermansız hale getirmiştir. Küıncı tutacak gücü kendisinde
bulamamıştır. Bazı eller de efendimizin arkadaşları
tarafından kırılmıştır.
Eğer biz, Efendimizi kendimize örnek alır, onun imanı ve
amelini yaşamaya çalışır, bütün gücümüzle çalışır ve bütün
varlığımızla Allah'a güvenir ve tevekkül edersek Allah,
İslâm düşmanlarının yüreklerine korku salar. Yürek
korkarsa bilek titrer.990[13]

988[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/410.
989[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/410.
990[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/411.
(12) Allah, beni israil'den söz almıştı. Onlardan oniki
kumandan seçtik. Allah, onlara "ben sizinle beraberim"
dedi. Eğer namazı kılar, zekatı verir, peygamberlerime iman
eder, onlara yardımcı olur, Allah için güzelce borç
verirseniz elbette sizin günahlarınızı örterim ve elbette sizi
altından ırmaklar akan cennetlere koyarım. Bundan sonra
sizden kim inkâr ederse doğru yoldan sapmış olur.
Allah (c.c.) İsrail oğullarından aldığı sözleri, onlara verdiği
nimetleri Kur'an-ı kerimde birçok yerde tekrarlar. 991[14]
Burada İsrail oğullarının oniki komutanına ve onların
şahsında hepsine birden "ben sizinle beraberim" diyor.
Hz. Musa'dan emir alan ve Tevrat'a göre hareket eden on iki
komutana "Ben sizinle beraberim" diyor.
Günümüz komutanları da Kur'an'a göre hareket ederlerse
Allah onlarla beraber olur. Böylece bir atom bombasıyla
günahsız çocuklar, ihtiyarlar, kadınlar Japonya'da
öldürülmezler.
Filistin'de, Bosna'da, Keşmir'de, Afrika'da, Amerika'da her
sene milyonlarca insan imansız komutan ve yöneticilerin
dünyevi çıkarları uğruna öldürülmezler.
Rabbimiz cennete giden yolun, namazı kılmak, zekatı
vermek, peygambere iman edip onun getirdiği dine yardım
etmek, borçlulara yardım etmekden geçtiğini
992[15]
bildiriyor.

(13) Sözlerini bozdukları için onlara la'net ettik ve kalblerini


ka-tilaştırdık. Kelimeleri yerlerinden değiştirirler.
Kendilerine yapılan nasihattan paylarını unuttular. Onların
hıyanetini sen bilirsin. Onlardan çok azı hıyanet etmez.
Onları afvet ve yüzünü çevir geç. Muhakkak Allah iyilik
yapanları sever.
Geçmişte ve günümüzde insanların en katı kalblisi yahu
991[14]
Bak Bakara 83, Maide 70, A'raf 169, Bakara 63
992[15]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/411-412.
dilerdir. İnsanları toplu halde canlı olarak büyük ateş
çukurlarına atanlar onlar. 993[16]
Günümüzde kadınları çocuklarıyla beraber Filistin'de hapse
atıp, burada söylenmesi bile insanları rahatsız eden
işkenceleri uygulamışlardır.
Bütün bunlar katı kalblilikden kaynaklanır. Katı kalblilik de,
Allah'a verilen sözü bozmadan geçer. Allah'a verdiği sözden
dönen yahudi, insanlara verdiği sözü hiç önemsemez.
Allah'ın kitabını tahrif eden yahudi, dünyadaki olayları
haber ajanslarıyla duyururken tam tersinden vermekten
çekinmez.
Bütün yahudiler hain midir? Sorusunun da cevabı var bu
ayeti kerimede: "Onlardan çok azı hıyanet etmez."
buyuruyor. Peygamber efendimiz kendi döneminde yaşayan
Muhayrık isimli yahudiyi "Yahudilerin en hayırlısı
Muhayrıkdır" diyerek öğmüş. 994[17]

(14) Biz nasarayız" diyenlerden söz aldıkda, onlar


kendilerine apılan nasihattan paylarını unuttular. Biz de
kıyamete kadar aralama düşmanlığı ve kini salıverdik. Allah
yakında yaptıklarını onlara aber verecektir.
Hz. İsa aleyhisselam "Allah yolunda benim yardımcılarım
kimler-ir?" dediğinde Havariler, "Biz Allah yolunda
yardımcılarız" demişlerdi
Burada da "biz nasarayız" diyenlerden söz aldığını, ancak
sözlerin-en döndüklerini haber verir. Rabbirniz "İsa'nın
yardımcılarıyız diyenler" züyle haber veriyor, yani onlar
İsa'ya yardım edenler değil, yardım edi-oruz diyenlerdir
diyor.
Sözlerinden donen, nasihati unutan bu insanlar guruplara
ayrıldılar, irbirlerine düşman oldular. Ayasofya camiinin

993[16]
Bak: Bûruc suresi
994[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/413.
Ahkamü-1-Evkaf, Hassaf, 2
tarihini yazanlar, Ayafya kilise olarak görev yaparken iki
defa yakıldıktan sonra bugünkü aliyle taşdan yeniden
yapılmış. Daha sonra yakılamanıış, ama içinde bir atışma
anında üçbin beşyüz başka mezhepden hristiyan boğazından
kelerek öldürülmüştür.
Bugünkü hristiyanlar birlikte hareket ediyorlar. Ancak
bunlar müslü-iana karşı birlik oluyorlar. Yoksa kendi
aralarında paramparçadırlar, aşr suresi 13 ncü ayette,
Rabbimiz "onları birlikte zannedersin, kalbleri
ıramparçadır" buyurur.
Bunların birliktelikleri leş başında toplanan köpeklerin
birlikte olman gibidir. 995[18]

(15) Ey ehli kitap, sizin kitapdan gizlediğinizin bir çoğunu


size açıklamak ve bir çoğundan da geçivermek üzere size
peygamberimiz gelmiştir. Size, AHah'dan bir nur ve apaçık
bir kitap gelmiştir.
Papazlar ve hahamlar zaman içinde İncil ve Tevrat'tan bazı
ayetleri Kralların emirleri doğrultusunda halkdan gizlediler.
Bazı ayetleri yanlış yorumladılar.
Kur'an-ı Kerim ise bu ümmete faydalı olacakları açıkladı.
Önlerini aydınlattı. Bize düşen görev o haham ve papazların
yaptığını yapmamaktır. Allah'ın ayetlerini para, makam, şan,
şöhret karşılığında satmamaktır. 996[19]

(16) Allah, rızasına uyanları o kitapla selamet yollarına


ulaştırır, onları karanlıklardan Allah'ın izniyle aydınlığa
çıkarır ve onları dosdoğru yola iletir.
Allah'dan bir nur olan bu kitap küfrün, koministlik,
kapitalistlik, faşistlik......istliklerin çeşidinden İslâmın
aydınlığına çıkarır. Allah'ın razı olduğu dine uyanları
selamın yoluna ulaştırır. Selam: Allah'ın (c.c.) güzel
995[18]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/413-414.
996[19]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/415.
isimlerinden biridir. Daru-s-selam: Cennetin ismidir.
İslama uyan Allah'ın yolunda yürür, dünyada selamete erer,
barışa kavuşur.Ancak cennete ulaşır. 997[20]

(17) Yemin olsunki "Meryem oğlu Mesih Allah'ın


kendisidir" diyenler, muhakkak küfretmişlerdir. Deki: "Eğer
Allah Meryem oğlu İsa'yı, annesini ve yeryüzündekilerin
hepsini helak etmek istese kim Allah'a karşı bir şeye sahip
olabilir? Göklerin, yerin ve her ikisi, arasındakilerin
hükümranlığı Allah'a aittir. O, dilediğini yaratır. O herşeye
gücü yetendir.
Bazı müslümanlarımız Hrıstiyanlara "kâfir" kelimesinin
kullanılmasını hoş karşılamazlar. Hatta fikirlerini hakkı
batılla karıştırdıkları dergi ve gazetelerinden de ilan ederler.
Kur'an-ı okusalardi birçok ayette yahudi ve hristiyanlara
"kâfir" kelimesinin kullanıldığını göreceklerdi.
Hristiyanların "Meryem oğlu Mesih, Allah'ın kendisidir"
dedikleri, için kâfir olduklarım Kur'an haber verir. Bugün
papazların kilisede okudukları Yuhanna İncil'i 1/14 nde "ve
kelâm beden olup inayet ve hakikatle dolu olarak aramızda
sakin oldu. Biz onun izzetini, Babanın biricik oğlunun izzeti
olarak gördük" cümlesi de aynı şeyi tekrarlamakta.
Allah (c.c.) Meryem validemizi öldürüyor, Hz. İsa'yı göğe
kaldırıyor, kimse engelleyemiyor. Yine papazların okuduğu
matta 16/16 da "sen hay olan Allah'ın oğlu Mesihsin" diyor.
Biz ise "Lem yelid ve lem yûled" doğmadı, doğurmadı diye
iman ve ikrar ediyor ve bu ayette ifade edildiği gibi göklerin
ve yerin mülkiyeti de hükümranlığı da Allah'a aittir.
İçlerinden birini oğul edinmeye ihtiyacı yoktur. O zaman
sormak gerekir, niçin kız edinmedi. Biz bütün oğullar ve
kızlar Allah'a aittir diyoruz.998[21]

997[20]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/415-416.
998[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/416-417.
(18) Yahudi ve hristiyanlar "biz Allah'ın oğulları ve
sevgilileriyiz" dediler. Deki: "öyle ise günahlarınızdan
dolayı Allah size niçin azap ediyor? Hayır, siz onun
yarattıklarından bir beşersiniz. O dilediğini afveder, dileğine
azap eder. Göklerin, yerin ve herikisi arasın-dakilerin
hükümranlığı Allah'a aittir. Ve dönüş onadır.
Bakara 80'de yahudilerin "Biz cehennemde sayılı günlerde
kalacağız" dediklerini, yine Bakara 111 de "cennete ancak
yahudi ve hristiyanlar girecektir" dediklerim, burada da "biz
Allah'ın oğullan ve sevgilileriyiz" dediklerini haber veriyor.
Dost dostun dediğini tutar. Sevgili sevdiğinin işaretini emir
kabul eder. Sevdiğinden çok basit bir mendil gelse onu
dürer, büker kalbinin üstüne kor.
Bunlar Allah'ın gönderdiği peygamberleri öldürdüler,
kitapları tahrif
ettiler. Allahda onları maymuna, domuza çevirerek azap etti.
Madem Allah'ın oğulları idiniz niçin size azap etti?
Allah (c.c.) bunları bildirerek bunların bencilliğini kendi
peygamberlerini öldürdüklerini, Allah'ın kitabını bile
değiştirdiklerini haber vererek bugünkü yahudi ve
hristiyanlara karşı bizi uyarıyor.. 999[22]

(19) Ey ehli kitap, Peygamberlerin gönderilmediği bir


zamanda "bize cenneti müjdeleyen ve cehennemden
sakındıran bîr peygamber gelmedi" demeyesiniz diye size
açıklaması için elçimizi gönderdik. İşte size cenneti
müjdeleyen cehennemden sakındıran gelmiştir. Allah
herşeye gücü yetendir.
Allah (c.c.) Rahman ve Rahimdir. Rahmeti ile bizlerin bu
dünya salonundaki imtihanınıza yardımcı olsun diye
peygamberler göndermiş.
İmtihanda başarılı olalım diye kopye çekerek hayatımıza

999[22]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/417-418.
yön vermek üzere kitabını indirmiştir,
"Biz bilmiyorduk, bize peygamber gelmedi" denmemesi için
Allah (c.c.) Peygamberlerini gönderir. Yirminci asırda ise O
son peygamber, Muhammed (s.a.v.)'in getirdiği kitap ve
sünneti aramızdadır. Kur'an ve sünneti bilen peygamber
varisleri de İslâm dinini bütün dünya dillerine terceme
ederek görevlerini yerine getiriyorlar. 1000[23]

(20) Hani, Musa kavmine "Ey kavmim, Allah'ın sîzin


üzerinizdeki nimetini hatırlayın, aranızdan peygamberler
gönderdi, sizleri yöneticiler kıldı ve alemlerden hiç kimseye
vermediğini size verdi.
Firavun'un Rablık iddiası yaptığı, İsrailoğullarımn erkek
çocuklarını Öldürdüğü, yaşayanları köle gibi çalıştırdığı bir
zamanda Allah (c.c.) Hz. Musa'yı gönderir ve iman edenleri
kula kullukdan Allah'a kulluğa davet ederek, yönetim
kadrolarına getirir. Çölde en tatlı suyu içirir. Kudret helvası
ve bıldırcın etiyle besler.
Bizde günümüzde bu ekonomik, siyasi, ticari, kültürel
sefaletten, esaretten ancak Kur'anla kurtulup yöneticiler
olur, dünyanın nimetlerinden yararlanarak cenneti hak
ederiz. 1001[24]

(21) Ey kavmim, Allah'ın sizin için yazdığı mukaddes yer'e


girin, sırtınızı dönüp kaçmayın, yoksa zarara uğrayanlara
dönersiniz. 1002[25]

(22) Dedilerki: "Ey Musa, orada zorba bir kavim vardır.


Onlar oradan çıkmadıkça biz oraya katiyyen girmeyiz. Eğer
onlar oradan çıkarlarsa, biz gireriz.
Hz. Musa, kavmine Kudüs'e girmelerini emreder. Kavmi ise

1000[23]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/418.
1001[24]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/419.
1002[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/419.
yıllarca firavunun zulmü altında pısırık, korkak, ürkek bir
şekilde yetişmeleri sebebiyle Hz. Musa'ya itirazda
bulunurlar. Orada çok güçlü zorba bir millet vardır. Onlar
orada oldukça biz oraya girmeyiz. Eğer onlar, oradan çıkar-
larsa biz gireriz dediler. Hz. Musa'nın mucizelerini
gördükleri halde yine de korkularından kurtulamıyorlar.
Günümüzde iki bin sene sonra, Osmanlı hasta yatağında
yatarken bile Kudüs'e giremeyen bu yahudiler, daha sonra
İngiltere, Amerika ve Fransa'nın desteği ile Kudüs'ü işgal
ederler. 1003[26]

(23) Allah'in kendilerine İslâm nimetini verdiği, A ilah'dan


korkan iki er kişi şöyle dediler: "Onların üzerine kapıdan
giriniz. Oraya girince de siz muhakkak galip geleceksiniz.
Eğer iman ediyorsanız, yalnız Allah'a tevekkül ediniz. 1004[27]

(24) Musa'nın kavmi "Ey Musa, onlar orada kaldıkça bir


oraya
hiçbir zaman girmeyiniz. Sen ve Rabbin gidiniz ve onlarla
harbedi-niz. Biz burada oturacağız" demişlerdi. 1005[28]

(25) Musa: "Rabbim, ben kendim ve kardeşimden başkasına


sahip değilim. Bizimle fasık kavim arasını ayır" dedi. 1006[29]

(26) Allah buyurdu: "O mukaddes topraklar onlara kırk yıl


haram kılınmıştır. Onlar Tih çölünde şaşkın, şaşkın
dolaşacaklardır. Fasık kavim içinde üzülme.
Bu yahudiyle anlaşma yapılamaz. Yapılırsa anlaşmaya bağlı
kalması beklenemez. O zorba yahudi toplum arasından
ancak iki kişi Musa aley-hisselamın tarafını tutup halkı
iknaya çalışıyorlar ama ikna edemiyorlar.
1003[26]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/419-420.
1004[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/420.
1005[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/420-421.
1006[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/421.
Musa aleyhisselam Rabbine yöneliyor ve kendisi ile
kardeşine sözünün geçebileceğini, bu fasık toplumla
arasının açılmasını ister.
Bugün üçbuçuk milyonluk yahudi, Avrupa ve Amerika1
daki batılı ülkelerin, Rusya'nın ve Çin'inde desteği olmasına
rağmen, hersene Amerika'dan milyarlarca dolar para
gelmesine rağmen, en modern silahlara sahip olmasına
rağmen, sapan taşıyla atış yapan bir avuç müslüman yiğit
karşısında çaresiz kalıyor.
Kudüs, Hz. Musa zamanında Tevrat'a iman edenlere aitti.
Bugünde Hz. Musa'ya, Tevrat'a, Hz. İsa'ya, İncil'e, Hz.
Muhammed'e ve Kur'an'a hepsine birden iman eden
müslüir.anlara aittir.
Kudüs için kıyam başlamıştır. Karşı tarafda zorba Amerika
olsa da eninde sonunda müslümanlar Kudüs'e sahip olacak
ve tüm insanların ziyaretine açılacaktır.
Musa aleyhisselama uymamanın, zalim, zorba toplumdan
korkmanın cezası olarak Tih çölünde kırk sene şaşkın şaşkın
dolaşmışlardır.
Biz de Kur'an yönetiminden ayrıîalıdan beri şaşkın şaşkın
bu dünyada dolaşıp duruyoruz. Ne batılı oluyoruz, ne de
müşlüman olabiliyoruz.
Yüzümüzde sakal, başımızda fötr. Mankenler kilot
defilesinde podyuma besmele çekerek çıkarlar.
Siyasiler parlamentoda çiğ köfte yedikten sonra üzerine
Amerikan viskisi içip çiftetelli oynuyorlar.
Ceza yasasını İtalya'dan, Medeni hukuku İsviçre'den, usul
hukukunu Almanya'dan alan, ona göre yaşayan ve yalnız
cenazesinde İslama göre namazı kılman şaşkın bir millet
yapılmaya çalışıldık.
Allah'a çok şükürki halkımız hep müşlüman kalmayı
başardı. Şimdi Kur'an'a göre yaşamanın mücadelesini
veriyor. 1007[30]

(27) Onlara Adem'in iki oğlunun gerçek haberini oku. Hani


ikisi de Allah'a kurban sunmuşlardı, birinden kabul edildi,
diğerinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen
(Kabil) "Seni muhakkak öldüreceğim" deyince, Kardeşi
"Allah ancak sakınanlardan kabul eder" 1008[31]

(28) Eğer sen, beni öldürmek için elini uzatırsan, ben seni
öldürmek için elimi uzatmayacağım. Ben alemlerin Rabbi
Allah'dan korkarım. 1009[32]

(29) Dilerim hem benim günahımı, hem kendi günahını


yüklenir cehennem halkından olursun. Zalimlerin cezası işte
budur. 1010[33]

(30) Nefsi ona kardeşini öldürmeyi teşvik etti. Onu öldürdü


de zarara uğrayanlardan oldu. 1011[34]

(31) Kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermek üzere,


Allah toprağı eşeleyen bir karga gönderdi. "Yazıklar olsun
bana, kardeşimin cesedini gömme konusunda şu karga kadar
olmaktan aciz mi kaldım" dedi ve pişman olanlardan oldu.
Güçlüden korkup kaçan, zayıfı ezen, yakan, çarmıha geren
bu yahu-diye Adem'in iki oğlunun arasında geçen olayın
anlatılmasını ister Rab-bimiz.
Haksız kardeş, haklı kardeşini öldürmeye teşebbüs eder.
Allah (c.c.) haklı kardeşin kurbanını kabul etmekle
haklılığını ortaya çıkarmasına rağmen, zalimlerin "güçlü
olan haklıdır" mantığına sığınarak kardeşim öldürür.

1007[30]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/421-422.
1008[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/422-423.
1009[32]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/423.
1010[33]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/423.
1011[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/423.
Kardeşinin cesedini ne yapacağım bilemeyince karga ona
kılavuzluk yapar. Kılavuzunun karga olduğunu görünce
pişmanlık duyar. 1012[35]

(32) Bundan dolayı İsrail oğullarına şöyle yazdık: Kim


adam öldürmeyen, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayan bir
adamı öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de
bir cam diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibidir.
Elçilerimiz onlara apaçık delillerle geldiler. Bundan sonra
da onlardan bir çoğu israf ettiler.
Haksız yere akıtılan bir damla kan terazinin bir kefesine
konsa, öbür kefesine de dünyanın bütün altım, gümüşü,
incisi, mercanı konsa, bir damla kan ağır gelir.
Haksız yere bir adam öldüren kişi bütün insanlığı öldürmüş
gibidir. Yani yahudiler kendilerinden olmayanın kanını
helâl kabul ederken Tevrat'a da inanmadıklarını, tahrif
ettiklerini gösteriyorlar.
Müslümanlar; doğulular, batılılar, dünyanın herhangi bir
yerinde haksız yere birtek insan öldürüldüğünde bu
saldırının bütün insanlara yapılmış olduğunu kabul ederler.
Aslında bu ayeti "Birleşmiş Milletler" binasının kapısının
üzerine yazıp her dile terceme etmeli.
Bosna'da bir milyon müslüman hunharca öldürülürken
sırplar daha fazla öldürsünler diye müslümanlara silah
ambargosu koyup, supların eline silah veren hristiyan batı
bu hareketiyle inşaallah torunlarının müslüman olmasına
sebep olur.
Çünkü gelecek nesil dedelerinin bu günahı altında ezilirler.
Ezilmemek için müslüman olurlar.1013[36]

(33) Allah'a ve Rasulüne harp açanların, yeryüzünde


bozgunculuk yapmak için çalışanların cezası ancak ya
1012[35]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/424.
1013[36]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/424-425.
öldürülmeleri, ya asılmaları, ya ellerinin ve ayaklarının
çaprazlama kesilmesi veya yerlerinden sürülmeleridir. İşte
bu, dünyadaki rüsvaylıktır. Ahirette ise büyük azab
vardır. 1014[37]

(34) Ancak siz onları ele geçirmeden önce tevbe edenler


müstesna. İyi bilinki Allah afvedicidir, merhamet edicidir.
Meşru' Müslüman bir devlete baş kaldırıp silaha sarılanların
cezasından haber veriyor.
Ayette "Allah'a ve Rasulüne harp açanlar" deniyor. Allah'a
karşı harp açılamaz. Rasulü de dar-ı ukbaya intikal ettiğine
göre, harb Kur'an'ın ve sünnetin tatbikatına karşı yapılır.
İşte bu tür insanlar silaha sarılırlar ve pişman olmadan önce
yakalanırlarsa suçlarına göre cezalandırılırlar. Adam
öldüren öldürülür. Burada devletin afvetmesi veya
öldürülenin varislerinin afvetmesi söz konusu değildir.
Çünkü hukukullah vardır. Allahda cezayı bildirmiştir.
Eğer hem adamı öldürmüş hem de malım almışsa, öldürülür.
Sonra asılarak teşhir edilir.
Eğer adam öldürmemiş, fakat mal çalmışsa, çaprazlama sağ
eli ile sol ayağı kesilir. Bunlardan hiçbirini yapmamış,
yalnız müslümanlara gözdağı vererek korkutmuşsa
hapsedilir.
Günümüzde bir kısım Hümanist bu ayetin hükmünü ağır
bulup ten-kid ediyordu. Ancak bir kısım terörist bazı evleri
basıp çocukları öldürüp, bankaları soymaya başlayınca bu
teröristleri gizlendikleri inlerinde topluca imha etmeli diye
yazılar yazıyorlar.
İslâm devletine başkaldıranlar yakalanmadan önce pişman
olup teslim olurlarsa hukukullah düşer. Yani ayette
bildirilen cezalar uygulanmaz. Ancak kul hakkı baki kalır.
Şahıslara karşı işlenen suçlar şahıslar tarafından afv

1014[37]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/425-426.
edilmezi erse cezalandırılırlar. Afvedilirlerse hiç birşey
lâzım gelmez.
Günümüz ithal hukukda ise şahıslar yok kabul edilirler.
Devlet afvet-mişse şahısların yapacak birşeyi yoktur. 1015[38]

(35) Ey iman edenler! Allah'dan sakının, Ona vesile isteyin,


Onun yolunda cihad yapın ki kur tu lasınız.
İman, gönüle giren çekirdek gibi kök salar. Takva ise onun
dalları gibidir. O dallarda amel ve ihsan çiçekleri açması ise
Allah'ın sevgisini, rızasını kazanmaya vesiledir.
Gül, güzelliğini arz ederken güzel kokusu ile sinekleri
yanına yaklaştırmaz. Ona zarar vermek isteyenlere karşı da
dikenlerini kullanır.
Müslüman gül gibidir. Amel çiçekleriyle iyi niyetli insanları
kendine çeker. Art niyetliler ondan hoşlanmaz. Öldürmek
için gelenlere karşı da cihadını yapar. 1016[39]

(36) Muhakkak o kâfirler varya, eğer yeryüzünde olanların


hepsi ve bir o kadarı daha onların olsa da kıyamet gününün
azabından kurtulmak için fidye olarak verseler onlardan
kabul edilmez. Onlar için acıklı azap vardır. 1017[40]

(37) Ateşden çıkmak isterler. Halbuki oradan çıkacak


değiller. Onlar için devamlı azap vardır..
Allah'ı, Rasulünü, kitabını inkâr edenler bütün mal
varlıklarını değil, bütün dünyanın servetini, bir o kadarını da
fidye olarak verse cehennem azabından kurtulamaz.
Kur'an'a göre hayatını düzenleyen bir mü'min ise bir tek
lokmasının yarısını fakire verse, cehennemden kurtulup
cennete girmesine sebep olur.
Kâfirler hiçbir zaman cehennemden çıkamazlar. Bu ayet,

1015[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/426-427.
1016[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/427.
1017[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/428.
"Kâfirlerin cehennemde ebedi yanmasına aklım yatmıyor"
diyen müslümanlarımızın gönlüne bir küpe olsun. 1018[41]

(38) Hırsızlık yapan erkekle, hırsızlık yapan kadının ellerini


Allah'dan bir ceza olarak kesiniz. Allah Azizdir, Hakimdir.
Şeriat insan içindir. Önce insanın canını korur, insan
öldürmeyi yasaklar. Aklı korur, uyuşturucuyu yasaklar,
nesli korur, zinayı yasaklar, malı korur, hırsızlığı yasaklar.
Dini korur, dini engelleyecek dinsizliği ve onun pisliklerini
yasaklar.
Ergenlik yaşına gelmiş, aklı başında bir insan zaruret hali
yokken, bir şahsa ait ve korunmakta olan değerli bir maldan
on dirhem gümüş değerinde bir malı çalarsa hırsız kauaı
edilir.
Ayette belirtilen cezanın uygulanması için fakihler öyle
şartlar ileri sürmüşlerki nerede ise el kesme cezası
uygulanamaz haldedir. Efendimiz de Had cezalarını
şüphelerle kaldırın, buyurmuş.
İslâmda kötülüğü önlemenin çeşitli yollarından birisi vikai
tedbirler (önleyici tedbirler) ikincisi cezai tedbirlerdir.
Vikai tedbirler alınmadan cezai tedbirlere başvurulmaz.
İslâm hukukunun genel kaidelerinden biri "Nimet külfete
göredir, ganimet garamete göredir."
İslâm devletinde, vatandaşını korumaya gücü yetmeyen onu
cezalandırmaya da hakkı yoktur. Ülke dışında haram olan
şeyleri yeyip içeni İslâmi bir mahkeme cezalandıramaz.
Fıkıh (Hukuk) kitaplarımızda hırsızlık cezasının
uygulanabilmesi için şu şartların hepsinin bulunması
gerektiğini yazmışlar.
1- Hırsız akıllı olacak (delinin eli kesilmez)
2- Baliğ olacak (çocuğun eli kesilmez)
3- Çalınan şey mal olacak.

1018[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/428.
4- Çalınan şeyin değeri on dirhem (iki koyun karşılığı)
değerinden az olmayacak.
5- Açıktan değil gizlice çalınmış olacak.
6- Çalınan mal gizlenen korunan mallardan olacak.
7- Hırsızın çaldığı malda zerre kadar hissesi olmayacak.
Bu hukukçularımız devletin vikai tedbirleri aldığını herkese
iş veya aş'ın verildiğinin nazarı itibara alarak bu şartları
koymuşlar.
Yoksa Hz. Ömer (R.A.) vikai tedbirler alınmadan,
vatandaşların karnı doyurulmadan cezai müeyyidelere
gitmeyi yasaklamış ve açlık nedeni ile hırsızlık yapan birini
cezalandırmamış, açlık kıtlık yıllarında valilerine gönderdiği
tamimde hırsızlık suçlarından dolayı el kesilmemesini em-
retmiş 1019[42]
Peygamber (s.a.v.) Medine'ye varınca Mekke'den Medine'ye
göç eden muhacirlerle Medine yerlisi olan Ensar'ı birbirleri
ile kardeş yapmış, evlerini ve mallarını iki kardeş gibi
kullanmışlar.
Devletin ganimet gelirlerinin zenginler arasında dolaşıp
durmaması için yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlara
dağıtılmasını ister Rabbimiz. 1020[43]
Hz. Ömer asgari ücretin asgarisi olarak kendi maaşını ölçü
kabul etmiş. Ondan sonra sahabenin hizmet derecesine göre
devlet bütçesinden verilen maaşı arttırmıştır. Öleceğine
yakın "fırsatını bulursam Allah Ra-sulünün ve Ebu Bekir'in
yaptığı gibi ücretleri eşit yapacağım demiştir' 1021[44]
Bütün müslüman vatandaşların birbiriyle kardeş olduğu, en
az maaş alanın devlet başkanmınkine denk maaş aldığı bir
toplumda hırsızlık olmaz.
Devlet başkanı ile dağdaki çobanın midesinin aynı olduğu
kabul edilen bir sistemde hırsızlık olmaz.

1019[42]
.Bak. Beyhaki Sünen 8/278, Muvatta 2/748, Abdürrezzak Musannef 10/239
1020[43]
Haşr, 7
1021[44]
Tarihi Yakubi 2/153-154
Eğer olacak olursa, bu da hırsızın kendi ikrarı veya adil iki
erkek şahidin şehadeti ile sabit olursa, yukarda belirlenen 7
şartm yanında açlık zorunluluğu da yoksa, o zaman Kur'an-ı
Kerim'in Maide suresinin 37. ayetine göre hırsızlık yapan
erkekle hırsızlık yapan kadının yaptıklarına karşılık bir ceza
ve Allah'tan (başkalarına) ibret olması için ellerinin ke-
silmesini emreder. "Zaruri ihtiyaçları devlet tarafından
karşılanan akıllı, baliğ bir insan bunu yaparsa, bu, toplum
vücudundaki kanserli bir organ gibidir. Tedavisi mümkün
olmayınca kesilmesi gerekir" der İslâm dini.
Malı çalınan kişinin dava etmeme hakkı vardır. Malı çalınan
kişi dava ettikten sonra affetme hakkı yoktur. Bu
durumlarda hakimin affetme yetkisi de yoktur.
Ancak günümüz hukukuna "şüpheden sanık yararlanır" diye
geçen ve peygamberimizin diliyle "şüphelerle had cezalarım
kaldırınız." Hadisi şerifine uygun olarak şüpheleri sanığın
lehine olarak kullanır. 1022[45]

(39) Kim zulmettikten sonra tevbe eder, durumunu


düzeltirse, şüphesiz Allah, onun tevbesini kabul eder.
Muhakkak Allah bağışlayandır, esirgeyendir.
Zulümden sonra pişman olan, pişman olmakla yetinmeyip
bozduklarını düzelten, kırdıklarını tamir edenleri Allah
afveder. 1023[46]

(40) Bilmezmisinki göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'a


aittir. Dilediğine azap eder, dilediğini afveder. Allah herşeye
gücü yetendir.
Yaratılmışların en akıllısı insan. İnsanların hepsi bir olsalar
güneşi bir santim ileriye ilemezler. İnsan sayısından fazla
olan yıldızlara söz geçiremezler.

1022[45]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/429-431.
Bak, İslâm Hukuku Önemi, Özellikleri, Evrenselliği, Mahmut Toptaş s: 61/64 İstanbul 1991
1023[46]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/431.
Kendi kanlarında yaşayan canlıların sayısına, faydalı
mikroplarla zararlı mikropların savaşlarına hakim değiller.
İçimize ve dışımıza Allah hakimdir. Kanımızda kalbimizde,
saçlarımızda, tırnağımızda Allah'ın tabiat kanunları geçerli.
Öyle ise niçin hayatımıza onun ilahi kanunlarını
uygulamıyoruz? Allah (c.c), hayatında İslâmı uygulayanları
afveder, kâfirlere ise azab eder. 1024[47]

(41) Ey peygamber, kalbleri iman etmediği halde ağızlarıyla


"iman ettik" diyenlerle küfür içinde koşuşturanlar seni
üzmesin. Bir de yahudilerden yalana kulak verenler, sana
gelmeyen diğer bir toplum için casusluk yapanlar seni
üzmesin. Onlar kelimeleri yerlerinden değiştirirler. "Eğer
size şu (lehinizde hüküm ) verilirse alın, şu (lehinizde
hüküm) verilmezse almayın" derler. Allah birinin fitneye
düşmesini isterse sen Allah'a karşı hiçbir şey yapamazsın.
İşte onlar, Allah'ın kalblerini temizlemek istemediği
kişilerdir. Onlar için dünyada rüsvaylık vardır. Ahirette de
onlara büyük azab vardır.
Bakara suresinin 8-13 ncü ayetlerin de tarifi yapılan hasta
kalbli münafık insanlar, Efendimizin huzurunda "iman ettik"
diyorlar, ayrılınca da inkâra devam ediyorlar.
Küfrün karanlığının yaygınlaşması için koşuşturuyorlar.
İnsanların cehenneme doğru aceleyle koştuklarını gören
Efendimiz bu duruma üzülüyor. Rabbimiz üzül meme sini
istiyor.
Bugün haber ajanslarını elinde tutan yahudi hep yalan haber
uydurmakla meşgul. İslâm düşmanları lehine müslümanlar
aleyhine casusluk teşkilatıyla öğünüyor.
Müslümanların arasındaki ırk, bölge, mezhep, dil
farklılıklarından hareketle düşmanlık tohumu ekmeye
çalışıyor.

1024[47]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/432.
Bütün bunlara karşı üzülmeden, onların sözüne kulak
vermeden binanın tuğlaları gibi birbirimizi tutarakdan bu
İslâm binasını korumamız gerekir.
Yalancının mumu yatsıya kadar yanar. Yahudinin casusluk
teşkilatı kendisinin yıkılmasını hızlandırıyor.
Afrika'dan ve Rusya'dan İsrail'e nakledilen yahudilerin,
İsraildeki yahudilerin iğrenç hareketlerinden sonra
müslüman olmaları yetkilileri çılgına çeviriyor. 1025[48]

(42) Onlar yalana kulak verirler, haram yerler. Eğer sana


gelirlerse aralarında hükmet veya yüz çevir. Eğer onlardan
yüz çevirirsen sana hiçbir şekilde zarar veremezler. Eğer
hüküm verirsen aralarında adaletle hüküm ver. Şüphesiz
Allah adaletle hükmedenleri sever.
Bütün dünyada büyük çaplı rüşvetlerin arkasında hep
yahudi bulunmaktadır. Para karşılığında yalancı şahid
olurlar. Yalan haber yayarlar. Parayı verenin istediği
doğrultuda kamuoyu yoklaması yapıverirler.
Hakimler ise rüşvet alırlar, mahkum iseler rüşvet verirler.
Hep güçlünün yanında, zayıfın karşı sındadırl ar.
Hayberli bir zengin yahudi zina ettiğinde, cezalandırmak
istemedikleri için Tevrat'a baş vurmamışlar, efendimize
gelmişler. Efendimiz de Recme karar verdi. Tevratta Recm
olduğunu itiraf ettiler.
İslâm devletine tabii olmayan yahudilerin müracaatları
durumunda hüküm verip vermeme hususunda Efendimizi
serbest bırakmıştır. Ancak hüküm verilirse adaletle hüküm
verilmesini emrediyor. 1026[49]

(43) İçinde Allah'ın hükmü olan Tevrat yanlarında iken sana


nasıl hükmettirirler? Sonra bunun arkasındanda yüz
çevirirler. Onlar (Tevrata da) iman etmemişlerdir.
1025[48]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/432-434.
1026[49]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/434-435.
Tevrat'a iman ettiğini söylediği halde, inanmadığı
peygamberin hükmüne müracaat eden yahudinin Tevrat'a da
iman etmediğini haber veriyor Rabbimiz.
Günümüzde Kur'an'a iman ettiği halde Kur'an'a karşı
koyulmuş kanunlara müracaat edenlerin dikkatine okunur
bu ayet. 1027[50]

(44) İçinde hidayet ve nur olan (yol gösteren ve aydınlatan)


Tev-ratı şüphesiz biz indirdik. Allah'a teslim olan
peygamberler o tevratta yahudilere hükmederler. Allah'ın
kitabını korumakla görevli olan alimler ve Rabbaniler de
onun Allah'ın hükmü olduğuna, şahitlik yaparak o kitapla
hükmederler, insanlardan korkmayın benden korkun. Azıcık
para karşılığında ayetlerimi satmayın. Kim Allah'ın
indirdiğiyle hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta
kendisidirler.
Peygamberler ve onların yolundan yürüyen ilim adamları
kitabın ahkamını korumak ve onunla hükmetmekle
görevliler.
Papazlar, kırallardan korkarak veya para karşılığı Allah'ın
ayetlerini yanlış yorumlayarak, veya Tevrat'tan çıkararak
kâfir olmuşlardır.
Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyenler kâfirlerdir. "Bu ayet
yahudiler ve hristiyanlar hakkındadır bizi ilgilendirmez"
diyenler iyi bilsinlerki o mantıkla hareket edilirse Kur'an'da
bizi ilgilendiren ayet bulunmaz.
Çünkü ayetlerin bir kısmı yahudiler hakkında, bir kısmı
hristiyanlar hakkında, geri kalanda peygamber efendimiz
zamanındaki insanlar hakkındadır.
Tefsircilerimiz Kur'an'ın ayetlerinden "sebebi nüzul ayeti
tahsis etmez" kaidesini çıkarmışlardır.
Günümüzde de gücü yettiği halde Allah'ın indirdiği Kur'an-

1027[50]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/435.
la hük-metmeyenîerin, kâfir olduğunu haber verir. 1028[51]

(45) Tevratta onlara cana can, göze göz, buruna burun,


kulağa kulak, dişe diş, ve yaralara kısas yazdık. Kim
afvederse bu günahlarına keffaret olur. Kim Allah'ın
indirdiğiyle hükmetmezse işte onlar zalimlerin ta
kendisidirler.
Göz veya kulak hiçbir fabrikada seri olarak üretilmez.
Hiçbir toprak-da bitmez. Ancak Allah tarafından yaratılır.
Onun içindirki gözün karşılığı ancak göz olabilir. Bir göze
karşılık bütün dünya verilse azdır. Birinin canına kasdeden
kendi canını düşünsün. Birinin gözünü çıkarmak isteyen
kendi gözünü hatırlasın. 1029[52]

(46) Onların izinden Meryem oğlu İsa'yı ondan önce


gönderilen Tevrat'ı tasdik etmek üzere gönderdik. Ona,
içinde hidayet ve nur (doğru yolu gösteren ve aydınlatan)
olan ve ondan önce gönderilen Tevrat'ı tasdik eden,
müttakiîere hidayet ve nasihat olan İncil'i verdik. 1030[53]

(47) İncil ehli, Allah'ın onda indirdikleriyle hükmetsin. Kim


Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar fasıklann ta
kendisidirler.
Hz. Musa'dan sonra Hz. İsa'yı, Tevrattan sonra İncil'i
indiren Allah İncil ehline Allah'ın indirdiğiyle
hükmetmesini aksi takdirde fasıklardan olacaklarını bildirir.
Buradaki "fasık" kâfirler için kullanılan "fasik" dır.
Hz. İsa'dan sonra Hz. Muhanımed'i, İncil'den sonra Kur'an-ı
gönderen Allah Kur'an'a göre hükmetmeyenlerin de fasık
kâfirler olduğuna işaret eder. 1031[54]

1028[51]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/435-436.
1029[52]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/436-437.
Bak Bakara 178-179
1030[53]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/437.
1031[54]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/437-438.
(48) Biz, sana kitabı hak ile kendinden önceki kitabı tasdik
etmek ve onu korumak üzere indirdik. Onlar arasında
Allah'ın indirdiği ile hükmet ve hakdan yüz çevirerek
onların heva (kanun) larına uyma. Sizden herkese bir şeriat
ve yol verdik. Eğer Allah dileseydi, elbette
sizi birtek ümmet yapardı. Ancak size verdikleriyle imtihan
etmek için (şeriat ve yol) verdi öyle ise hayırlara koşun.
Hepinizin dönüşü Allah'adır. O, size çekiştiğiniz şeylerin
doğrusunu haber verecektir.Kur'an-ı Kerim de kendinden
öncekileri tasdik etmek, ahkamlarını korumak için
indirilmiştir. Kur'an'a uymamız ve ona karşı çıkarılan
kanunları reddetmemiz emrediliyor.
Bakara 145 de peygamber efendimize "Eğer bu ilim
geldikten sonra onların nevasına (kanunlarına) uyarsan o
zaman sen de zalimlerden olursun" diyor. Eksik terazinin
başına en dürüst adamı koysanız değişen bir-şey olmaz.
Haksızlık devam eder.
Şeriatlar arasında imani konularda fark yoktur. Ancak
hukuki konularda zamana, zemine ve insanların yapılarına
göre imtihan sorularında değişiklik olmuştur. 1032[55]

(49) Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet, onların heva


(kanun) larına uyma. Allah'ın sana indirdiklerinin bir
kısmından seni saptırmalarından sakın. Eğer yüz çevirirlerse
bilki Allah, onların günahları sebebiyle onları
cezalandırmak ister. Şüphesiz insanlardan bir çoğu elbette
yoldan çıkmıştır. 1033[56]

(50) Onlar cahiliye kanunlarının» istiyorlar? Şüphesiz iyi


bilen bir toplum için AHah'dan daha güzel hüküm veren
kim vardır.
1032[55]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/438-439.
1033[56]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/439.
Mantık oyunlarıyla aklımızı çalarak ve çelerek Allah'ın
kanunlarından ayırarak kendi kanunlarına döndürmek
isterler. Onlar cahiliye kanunlarını isterler. Çünkü haksız
kazanç peşindeler. Kanun koyanlar kaymak yiyerek
geçinmişler tarih boyunca. Onun için peygamberlere karşı
duranlar, genellikle yönetimde söz sahibi insanlardan
olmuştur.
İnsanın gözünün görme gücü, işitme frekansı olduğu gibi
aklımnda bir sınırı vardır. Kanun koyucuların en iyi
niyetlileri dahi kendi akıllarından bir kafes yapıp sonra halkı
o kafese veya kalıba sığdırmaya çalışıyorlar. Sığmayanları
da jandarma ve polis gücüyle zorla kalıba dökmeye, kafese
tıkmaya çalışıyorlar. İşle zulüm budur.
Kanunun bir maddesinden Reisicumhur, başbakan, bakan
şikayet ediyor, "Biz yapmak istiyoruz ama kanun müsait
değil" diyorlar.
Dünyayı yarattığında herşeyi yerli yerinde yaratan Allah'ın,
tabiat kanunları ilk yaratılışda nasıl taze ve canlı ise
bugünde taze ve canlı olduğu gibi, Teşrii kanunu da öyle
taze ve canlıdır. Ondan daha güzel hüküm koyan
yoktur. 1034[57]

(51) Ey iman edenler! Yahudi ve hristiyanlari idareci dost


edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostu ve idarecisidir. Sizden
kim onları idareci dost edinirse muhakkak o, onlardandır.
Allah zalim toplumlara yol göstermez.
Ayet gayet açık. Yahudileri ve hristiyanlan dost ve yönetici
edinmeyeceğiz. Binlerce yıllık tarih bunlara güvenin
olmadığını gösterdi.
Peygamberlerini öldüren insanları mı başımıza geçireceğiz.
"Efendim bu günkü yahudiler ve hristiyanlar farklı"
diyenlere cevabımız: Kitaplarında dedelerinin cinayetlerini

1034[57]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/440.
okurken onaylıyorlar mı? Cevap evetse bunlar da aynı ruhu
taşıyorlar demektir. Cevap hayirsa o zaman bunlar yahudi
veya hristiyan sayılmazlar. 1993 senesinde Yunanistan'ın
Atina şehrinden İstanbul'a gelerek, huzurumda şehadet
getirerek müslüman olan Ressam kadın "İncil'de gördüğüm
çelişkiler, papazlarda gördüğüm tutarsızlıklar, beni
hristiyanlıktan uzaklaştırdı" demişti.
Onlar birbirlerinin dostudurlar.
Buradaki "dost edinmeyiniz" den kasıt dükkan veya ev
komşunuz yahudiyle konuşmayın, çay içip, ikramda
bulunmayın anlamında değildir.
Peygamber efendimiz "Yahudilerin en hayırlısı
1035[58]
Muhaynkdir" buyurmuş.
Onları devlet başkanı, vali, hakim, komutan yapmayın
anlamındadır.
Kim onları bu makamlara getirirse onlardan sayılır. "Kişi
sevdiği ile beraberdir" buyurur Efendimiz. 1036[59]

(52) Kalblerinde hastalık bulunanların "Bize bir belâ


gelmesinden korkarız" diyerek onların (yahudi ve
hristiyanların) arasında koşuşturduklarını görürsün.
Umulurki Allah bir fetih veya kendi katından bir emir getirir
de içlerinde gizlediklerine pişman olurlar.1037[60]

(53) (Münafıklar açığa çıkınca) iman edenler "Bütün


güçleriyle mü'minlerle beraber olduklarına yemin edenler
bunlarını? derler. Bütün amelleri boşa gitmiş ve zarara
uğrayanlardan oldular.
Medine'de müslümanların fazla güçlü olmadıkları dönemde
münafıklar, hem yahudi ve hristiyanlarla hem de mü slü
mani arla hoş geçinmeye çalışıyorlar. Terazinin dili gibi kim

1035[58]
Bak: Ahkam-ül-Evkaf, Hassaf 4
1036[59]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/440-441.
1037[60]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/441-442.
ağır basarsa o tarafa meylediyorlar.
Şu günlerde müslümanlarda da güçlenme görülünce yıllardır
Allah demeyi bile yasaklayanlar, meydanlarda Kur'an-ı
Kerim'i öpüp başlarına koyuyorlar.
Akşamlan ise başkalarına "inanmayın biz onları
aldatıyoruz" diyorlar. Bunlar kendilerini kandırıyorlar.
Rusya, Çekoslavakya'yi işgal ettiğinde, Rusya'ya yardım
eden onbeşbin Çekoslavak aydınına madalya vereceği
yerde, hepsim kurşuna dizmiş ve "Milletine hayrı olmayanın
bize hiç hayrı olmaz" demiş.
Münafıklık bir hastalıktır. İlacı imandır.1038[61]

(54) Ey iman edenler! sizden kim dininden dönerse Allah


öyle bir kavim getirirki Allah onları sever, onlar da Allah'ı
sever- Mü'minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü
ve onurludurlar, Allah yolunda cihad yaparlar ve kınayanın
kınamasından korkmazlar. Bu, Allah'ın bîr lütfudur, onu
dilediğine verir. Allah'ın lütfü boldur, O herşeyi bilendir.
Allah, dinini kıyamete kadar koruyacaktır. Bu koruma işini
de insanlarla yapacaktır. Bir millet topyekün dinden
dönseler, din ortadan kalkmaz. Allah yeni bir toplumu
getirir. Onlar da o dine inanır. Allah onları sever onlar da
Allah'ı severler.
Allah'a olan itaatları sevgiye dayalıdır. Seven sevdiğinin bir
dediğini iki ettirmez. Hemen yerine getirir.
Mü'minler bir sevgi toplumu meydana getirirler. Medine'de
Ensar ile Muhacirler arasında meydana geldiği gibi
mallarını da birbirlerine ikram ederler. Birbirlerine karşı
uysal, yumuşak başlı olurlar. Ancak bu güzel toplumu
dağıtmak, dinden uzaklaştırmak, fitne tohumları atmak
isteyenlere karşı güçlü ve onurlu olurlar.
Müslümanım demekden ve İslâmi yaşamakdan çekinmezler.

1038[61]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/442.
Aleyhlerinde söylenen ve söyleneceklerden korkmadan
İslâmı açık bir dille açıklarlar.
İslâmın diğer insanlara da ulaşması için canlan ve mallarıyla
cihad ederler.
Batı ülkelerinde İslâmın hızla yayılması, yeni toplumların
bu İslâm kervanına katılacağının işaretidir. Biz dinimize
sahip olalım. 1039[62]

(55) Sizin dost ve idareciniz, Allah Rasulü ve rükû ederek


namaz kılıp zekât veren mü'minlerdir.1040[63]

(56) Kim Allah'ı Rasulünü ve iman edenleri dost ve yönetici


edinirse, şüphesiz Hızbullah işte o galip gelenlerdir.
Allah (c.c.) bizim dost ve yöneticilerimizin Allah, onun
Rasulü ve namazını kılan, zekâtını veren mü'minler
olduğunu bildiriyor.
Kâfire yaranmak için müslüman kardeşine müslüman
olduğunu çaktırmayan, ona yardım elini uzatmayan,
insanlarımız dikkat etsinler iman, kalb ile tasdik, dil ile
ikrardır. İkrarı olmayanı biz müslüman saymıyoruz.
Bakara 221 nci ayette mü'min bir kölenin müşrikden daha
hayırlı olduğunu haber verir.
Yani Rusya devlet başkanı ile Amerika devlet başkanı gönül
terazinizin bir kefesine konulsa, öbürünede makamı, parası
olmayan bir mü'min konsa mü'min ağır basmalıdır. 1041[64]

(57) Ey iman edenler! sizden önce kitap verilenlerden


dininizi oyun ve eğlenceye alanlarla kâfirleri dost ve
yönetici edinmeyin. Eğer iman ediyorsanız Allah'dan
sakının. 1042[65]

1039[62]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/443-444.
1040[63]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/444.
1041[64]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/444.
1042[65]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/445.
(58) Namaza çağırdığınızda onu oyun ve eğlenceye alırlar.
Bu, akılsız bir toplum olmalarındandır.
Dinimizi alaya alan, hicveden, karikatürize eden kim olursa
olsun, ister yahudi, ister hristiyan, isterse putperest ataist
veya ateist olsun, onları dost ve yönetici edinmeyeceğiz.
Ezanımıza karşı mücadeleyi tarih boyunca verdikleri gibi,
bu asırdada Türkçe okutarak, bazı yerlerde sesin kısılmasını
emrederek, gereksiz olduğunu söyleyerek hafife, alanları
başınızın üstüne çıkarmayın. 1043[66]

(59) Ey ehli kitap, sizin bizi cezalandırmanız, ayıplamanız


"biz Allah'a iman ettik bize indirilene, daha önce indirilene
de iman ettik, sizin çoğunluğunuz yoldan çıkmıştır"
dememîzdendir. 1044[67]

(60) Deki: "Allah katında yeri bundan daha kötü olanını size
haber vereyim mi? Allah'ın lanet ettiği ve üzerine gazap
ettiği, ve onlardan bir kısmını maymun, hınzır ve tağuta
(azgın kul'a) kul yaptı kişilerin yeri daha kötü, yolu daha
sapikdır.
Bugün müslümanların bir suçu var o da iman etmiş
olmalarıdır. Ondan dolayı Filistin'de, Keşmir'de, Sudan'da,
Bosna'da, doğuda ve batıda ıüslümanlar cezalandırılıyorlar.
İnsanların en kötü durumda olanı maymuna çevrilen
yahudiler, hınzıra çevrilenler ve kul'a kul olanlardır. 1045[68]

(61) Size geldiklerinde "iman ettik" derler. Halbuki onlar


küfür-girip küfürle çıkarlar. Onların gizlediklerini Allah
daha iyi bilir. 1046[69]

(62) Onların bir çoğunu günahda, düşmanlıkda ve haram


1043[66]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/445.
1044[67]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/445-446.
1045[68]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/446.
1046[69]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/446.
yemede yarıştıklarını görürsün. Ne kötü şeyler
yapıyorlar. 1047[70]

(63) Rabbaniler ve bilginler, onları günah sözlerden ve


haram yemekden engellemeli değilmiydi?. Ne kötü şeyler
yapıyorlar!
Gül bahçesine istemeyerek giren sineğin pis girip pis çıktığı
gibi, bu kâfirler de müslümana şirin görünmeye çalışır ama
kâfir girer, kâfir çıkar- Günah işlemede, haram yemede,
düşmanlıkta yarışırlar.
Bugün fuhuşevi açmak, köşe dönmek, fakirleri soymak
rüşvet alma ve verme büroları açmak kâfirlerin elinde
İstanbul'un vergi rekortmeni de fuhuştan para kazanan bir
hristiyan bayan. Diğer hristiyan, yahudi ve onlara
benzemeye çalışan "adı osmanlı ruhu yunanlı" insanlar da
onunla yarış yapıyorlar.
Hahamlar, papazlar ve bilginler de buna engel olmadıkları
gibi günahlarını çıkartarak suça ortak oluyorlar.1048[71]

(64) Yahudiler; "Allah'ın eli bağlıdır, cimridir" dediler.


Onların elleri bağlandı ve söylediklerinden dolayı lanete
uğradılar. Hayır, onun iki eli açıkdır, cömerttir. Dilediği gibi
infak eder. Sana indirilen, onlardan bir çoğunun azgınlığını
ve küfrünü artırır. Kıyamete kadar biz onların arasına
düşmanlık ve buğz bıraktık. Harp ateşini her yakışlarında
onu Allah söndürdü. Onlar yeryüzünde bozgunculuk için
koşarlar. Allah bozguncuları sevmez.1049[72]

(65) Eğer ehli kitap iman edip sakınsaydı, elbette biz onların
günahlarını örter ve elbette nimetleri bol cennetlere
koyarız. 1050[73]
1047[70]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/446-447.
1048[71]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/447.
1049[72]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/447-448.
1050[73]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/448.
(66) Eğer onlar Tevrat'ı İncil'i ve kendilerine Rablerinden
geleni ayakta tutsalardı, elbette üstlerinden ve ayaklarının
altından yerlerdi. Onların içinde orta yolu takip eden (Hz.
Muhammede ve ona indirilene iman eden) bir ümmet vardır.
Onlardan birçoğu ise ne kötü şeyler yapıyorlar.
Yahudiler yaptıkları kötülükler sebebiyle bir çok zorluklarla
karşılaşınca "Allah'ın eli bağlandı" diyerek suçu Allah'a
atıyorlar.
Allah, kendi hatalarım bildirmek üzere indirdiği ayetlerini
işittikleri zaman düşmanlıkları artıyor.
Rabbimiz onlara eğer Tevrat'a, İncil'e ve Kur'an'a göre amel
ederlerse yerden ve gökten gelecek nimetlerle
karşılaşacaklarını haber veriyor.
Yetmiş senedir batı ekonomisini öğrenip uygulamaya
çalışanlar, batıdan her geçen gün biraz daha geride
kalıyorlar.
İleride olan batı ise geride kalanlardan önce batıyor.
Sistemin gereği olarak uyuşturucu kullanımı ilk okula kadar
bulaşmış, AİDS hastalığı, parlamenterlerle, sanatçılardan
halka sirayet ediyor.
Hastalık bu sistemin en önünde olanlara bulaşıyor.
İçlerinde orta yolu takip etmek isteyen iyi niyetli
düşünürleri de var. Onlar bizim düşman evindeki
dostlarımızdır. Önce onları İslama kazanarak tedavi edip
onlarla diğerlerini kurtaracağız. 1051[74]

(67) Ey peygamber, Rabbinden sana indirileni apaçık tebliğ


et. Eğer bunu yapmazsan, onun elçiliğini yapmamış olursun.
Allah seni
insanlardan korur. Şüphesiz Allah kâfirleri doğru yola
iletmez.

1051[74]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/448-448.
Rasullük risaletin getirdiğini açıkça duyurmakla olur.
Mü'min olmak da iman ettiği şeyleri yaşayıp diğer insanlara
açıklamakdan geçer.
Düşmanın çokluğundan korkma, Allah rasulünü korumuş,
onun ümmetini de korur, ölürse şehid olur korunur. Kalırsa
mücahid olur korunur.
Mü'mine kimse zarar veremez. Ancak iki iyilikten birini
yapar. 1052[75]

(68) Deki: "Ey ehli kitap, Tevrati, İncili ve Rabbinizden size


indirileni ayakta tutmadıkça sîz hiçbir şey üzerinde
değilsiniz. Elbette sana indirilen, onlardan bir çoğunun
azgınlığını ve küfrünü artır. Sen o kâfirler için üzülme.
Dünyaca ünlü siyasileri, düşünürleri, sanatçılar!, sanayicileri
kabirlerinin içinde bir mum yakamazlar. Ölüm ötesine ışık
tutamazlar.
Öyle ise bunlar hiçbir şey değiller. Hiç bir şey üzerinde
değiller. Sonu gelmez senelere göre, seksen senelik hayatın
aydınlatılıp, uzun olan yolculuğu karartmak akıl kârı değil.
Öyle ise Allah'dan indirilenle iki dünyamızı
1053[76]
aydınlatalım.

(69) Şüphesiz iman edenler, yahudiler, sabiiler ve


hristiyanlardan kim Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve
ameli salih işlerse onlar için korku yoktur. Onlar üzülmezler
de.
Mü'min, yahudi, hristiyan, sabii, her ne olursa olsun Allah'a
ve ahire-te iman eder, ameli salihi de işlerse işte o cennete
gider.
Ameli salihi ise, onu kabul edecek olan Allah (c.c.) belirler.
En son olarak ameli salihin nasıl olacağını Kur'an-ı
Kerim'inde belirlemiştir.
1052[75]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/449-450.
1053[76]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/450.
Batıya şirin görünmek için eski papazların yaptığı gibi
ayetleri yanlış yorumlayanlar, bu ayeti tahrif etmek için
epeyce yorulmuşlar. 1054[77]

(70) Şüphesiz biz İsrail oğullarından söz aldık ve onlara


peygamberler gönderdik. Ne zaman bir peygamber onlara
nefislerinin hoşlanmadığı bir şeyi getirse bir kısmını
yalanladılar, bir kısmını da öldürüyorlar. 1055[78]

(71) Bir belânın gelmeyeceğini sandılar. Görmediler


işitmediler, sonra Allah onların tevbesini kabul etti. Sonra
onlardan bir çoğu yine görmediler ve işitmediler. Allah,
yaptıklarını görendir.
Karanlık gecede kendisine kandil getiren adamı öldürüp
kandili söndüren gerizekalı gibi bu yahudiler de iki
dünyalarını aydınlatacak ayetlerle gelen peygamberleri
öldürdüler. Zararı kendilerine oldu, kör gibi kalakaldılar.
Bela gelmeyeceğini sandılar. En büyük belâ imansız
kalmaktır. Ondan sonra gelen belâlar imansızlığın kendine
çektiği küflü çivi gibi öldürücüdürler. 1056[79]

(72) Andolsunki "Meryem oğlu Mesih, Allah'ın ta


kendisidir" diyenler kâfir oldular. Mesih "Ey İsrail oğulları,
benim Rabbim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a ibadet ediniz.
Kim Allah'a ortak koşarsa, Muhakkak Allah ona cenneti
haram kılar ve onun yeri ateşdir. Zalimlerin yardımcıları
yoktur" demiştir. 1057[80]

(73) Andolsunki "Allah üçün üçüncüsüdür" diyenler kâfir


oldular. Birtek ilahdan başka ilah yoktur. Eğer

1054[77]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/450-451.
Bak: Bakara 62
1055[78]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/451.
1056[79]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/451-452.
1057[80]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/452.
söylediklerine bir son vermezlerse onlardan kâfir olanları
acıklı azap şüphesiz dokunur. 1058[81]

(74) Halâ Allah'a tevbe edip ondan af talebinde


bulunmayacaklar mı? Allah afvedicidir, merhamet edicidir.
İsa aleyhisselam "Rabbim ve Rabbiniz Allah'a kulluk yapın"
dediği halde "Allah, Meryem oğlu Mesihdir" dediler ve
kâfir oldular. "Allah üçün üçüncüsüdür" dediler kâfir
oldular.
Eğer tevbe etmezlerse yaptıklarına son vermezlerse Allah'ın
azabı onları yakacak.
Biz Hz. Adem'in çocukları olarak bu insan denen
kardeşlerimizi ateşden koruyalım. Kör bir adam ateş
çukuruna doğru yürürse bütün işimizi bırakır onu kurtarırız.
Yahu! biz ahirete iman ediyoruz. Cehenneme iman
ediyoruz. Bu imansızlar, körler gibi ateşe doğru her nefesde
yaklaşıyorlar. Allah aşkına bunlara kurtarırken kendimizi de
kurtaralım. 1059[82]

(75) Meryem oğlu Mesih ancak peygamberlerdir. Ondan


önce de peygamberler gelip geçmiştir. Onun annesi
(Allah'ın ayetlerini) tasdik eden bir kadındır. İkisi de yemek
yerler. Bak, onlara ayetleri nasıl açıklıyoruz. Sonra yine bak
nasıl da çeviriliyorlar.
Meryem oğlu Mesih ilah değildir. Ancak Allah'ın rasulüdür.
Annesi dosdoğru bir kadındır. Burada yahudilerin Meryem
validemize attıkları iftiraya cevap da vardır.
Hem yeyip içen nasıl ilah olabilirki? Meryem de, İsa da
yeyip içen insanlardı. 1060[83]

(76) Deki: "Allah'dan başka size zarar ve fayda

1058[81]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/452-453.
1059[82]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/453.
1060[83]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/453-454.
veremeyenlere mi kulluk yapıyorsunuz? Her şeyi işiten ve
herşeyi bilen o Allah'dır. 1061[84]

(77) Deki:"Ey ehli kitap, haksız yere haddi aşmayın. Daha


önce sapıtan, bir çoğunu sapıttıran ve doğru yoldan sapan
toplumun hebası (kanunları) na uymayın. Yiyen, içen,
çarşıda gezen, nefes alıp veren, hastalanıp ölenden ilah
olmaz. Öyle birinin koyduğu kanunlarda canı gibi, teni gibi
zamanla eskir. Bunlar kendilerine bir fayda veya zarar
veremezlerki, başkalarına zarar veya fayda verebilsinler.
Allah'ın kanunlarım çiğneyerek haddi aşmayın. Birileri
haddi aşarak kendi kanunlarına sizi zorlarsa sakın onlara
uymayın. Sonra ateş yakıverir.
Bu dünyada yoldan çıkanların peşinden uçuruma arabamızı
sürmediğimiz gibi, Allah'ın yolundan çıkanların da peşinden
gitmeyin:
Daha önce de birkaç defa "Ya ehlel kitap" diye başlayan
ayetlerde açıkladığımız gibi: Allah (c.c.) Yahudi ve
Hıristiyanlara hitap ederken bizim; "Ey ehli kitap"
dememizi istiyor. "Deki ey kitap ehli!"
Yani hakaret değil, gönüllerini alıcı bir hitabettir bu. Siz ki,
kitabı tanıyorsunuz. Kitap hakkında bilginiz var. Tahrif
edilmiş de olsa, İncil ve Tevrat okuyorsunuz. Yani kitap
hakkında pek acemi değilsiniz, kitabı biliyorsunuz. Ey kitap
ehli! Kitab'a sahip olanlar! Kitabı sevenler! "Haksız yere
dininizde haddi aşmayın" diyor.
Arabın dilinde (ğulüv) yani (La tağlü) kelimesinin Arapça
aslı olan (ğulüv) kelimesi: Arabın dilinde; (Okun yaydan
çıktıktan sonra, hedefine doğru süratle gitmesine denilirmiş)
Şimdi o gün, ok için kullanılırsa, bugün için merminin veya
kurşunun silahdan veya namludan çıktıktan sonra suratla
hedefine doğru gitmesine (ğulüv) diyor Arap. Burada da

1061[84]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/454.
Rabbim; "Haksız yere dininizde haddi aşmayın" derken:
haklı yerde dininizde hizmet ederken, kurşunun namludan
çıkıp hedefine giderken gösterdiği sürati siz de gösteriniz
manası da vardır.
İmansız kesim haksız yolda namludan çıkmış kurşun gibi
gidiyor. Rabbim de "yapmayın bunu" diyor. "Dininizde
haksız yolda namludan çıkmış kurşun gibi, yaydan çıkmış
ok gibi gitmeyiniz"
Peki bunun karşıtı. Haklı yolda iseniz, İslam dini üzerinde
iken, tuttuğunuz yol da eğer o dinin emir ve yasakları
doğrultusunda ise: o zaman siz de namludan çıkmış kurşun
gibi, yaydan çıkmış ok gibi gidiniz, manâsı vardır. Bu ayeti
kerimenin zımnında.
"Sapıtmış, kendileri sapmış, başkalarını da saptırmış
insanların nevasına tabi olmayınız" diyor.
Hevayı tarif ederken; âlimlerimiz arapça olarak şöyle
"Kulluma elha-ke an Rabbike fehüve hevake" diye tarif
etmişler. "Seni Allah'dan alıkoyan herşey hevadır" diyorlar.
Burada da sapıtan ve başkalarını saptıran insanlar: Allah
(c.c.)'ün emirlerine itaattan insanları alıkoyup, kendilerine
itaata yönlendiriyorlar. Yani, bu kişiler, (feylezoflar)
Allah'ın emirlerine muhalif olarak kanun koyan kişiler.
Bunlar da kendi nevalarından koyuyorlar. Yani: benim
aklım bunu uygun görmüş diyor, onu yapıyor ve insanların
önüne sunuyor. Uymayanın başını vururum diyor. İşte bu
adam kendisi sapmış, başkasını da sapıtmış insandır. Allah
(c.c.)'de bu tür insanların hevasına sakın uymayınız, diyor.
Peki uyulursa ne olur?.. Bir tarafta Allah'ın ahkamı, öbür
tarafta Allah'ın ahkamına harp ilan etmiş insanların ahkamı.
Bir insan, Allah'ın ahkamını bırakır da, insanların koyduğu;
Allah'ın kanunlarına karşı koyduğu ahkama uyarsa ne
olur?.. 1062[85]

1062[85]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/454-456.
(78) İsrail oğullarından kâfir olanlar Davud ve Meryem oğlu
İsa'nın diliyle lanet olundular. İşte bu isyan etmeleri ve
haddi aşmaları sebebiyledir.
Ve tefsirlerde bunu, "Benî İsrail maymuna dönüştürüldü, İsa
(a.s.v.)'a o gün için isyan edenler de, hınzıra dönüştürüldü"
diye tefsir etmişler. Niçin? Allah'a ve Rasulüne isyan
etmeleri sebebiyle olmuştur.
"Allah kanun koymuş ama, bizim de kırallarımiz v'ar"
demeleri sebebiyle. Allah'ın emirlerini değil, kirallanmn
emirlerini tutmaları nedeniyle, bu cezaya çarptırılmışlar.
"Haddi aşanlar olmaları sebebiyle veya onlar böylelikle
haddi aştılar" diyor Allah (c.c.) 1063[86]

(79) Yaptıkları kötülükten vazgeçmiyorlardı ne kötü şey


yapıyorlardı.
Yani bir toplumda bir kısım insanlar kötülük yapıyor,
diğerleri o kötülüğü engellemiyorlar. İşte bundan dolayı
onlar, Allah'ın lanetine uğradılar. "Yaptıkları ne kötü
şeydir" diyor Allah (c.c.)
Bu ayeti kerimenin tefsirinde, müfessirlerimiz birçok hadisi
şerifi ard arda sıralayıvermişler. Hani bir ayeti kerime
vardır. "Öyle bir fitneden korunun ki, o fitne gelecek olursa
veya fitne sebebiyle azap gelecek olursa (Allah tarafından
azap gelecek olursa) yalnız fitneyi çıkaranlara dokunmaz
azap." Yani bu şuna benzer: Mahallede herkesin evi var.
Herkesin bağı var. Herkesin bahçesi var, çoluğu çocuğu var.
Bu insanlar çok dikkatlidirler. Evlerindeki bacalarına,
sobalarına, gazlı ocaklarına dikkat ediyorlar.. Ama bir tanesi
buna dikkat etmiyor. O insanın dikkatsizliği nedeni ile onun
evi yanarsa,. o evin komşuları da tedbir alınamadığı takdirde
hepsi birden yanar.

1063[86]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/456-457.
Ateş şöyle; "Yahu dikkatsizlik gösteren bu adam, ben bunun
evini yakayım. Şu dikkatli adamların evini yakmayayım"
demez. Ateş gelecek olursa hepsini birden yakar.
Allah (c.c.) de "O fitneden korunun ki, o fitneden dolayı bir
musibet gelecek olursa, yalnız o fitneyi çıkaranları yakmaz.
Ona gücü yettiği halde mani olmayanlara da azap isabet
eder."
Hani anlatırlar. Tabi ayet veya hadis olarak görmedim. Ama
bazı menakıb kitaplarında anlatılır. Lût (a.s.v.)'ın kavmi
arasında Lût (a.s.v.)'a iman etmiş, gecelerini ibadetle
geçiren çok salih insanlar vardı. Ama Lût (a.s.v.)'a yardım
etmekten kaçınıyorlardı. İman etmişler. Emredilenleri yerine
getiriyorlar. Yasaklara riayet ediyorlar. (Ferdi plânda
yalnız.) Bunu yapıyorlar. Fakat Lût (a.s.) diyorki; "Gelin şu
pislikle uğraşan adamlara, bizzat elimizle, dilimizle mani
olalım" dediğinde: Orada peygambere yardım etmiyorlardı,
Derken, Allah'ın azabı geldiğinde hepsi birden helak oldu
derler. Ama bu ayeti kerimeler daha açık bir şekilde bize bu
olayı aktarıveriyor. Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'ında "Benî
İsrail'in isyana daldığını, alimlerin engellemek isteyip fakat
engelleyemediğini, sonra alimlerin o kötülük yapanlarla içli
dışlı olmaya başladıklarını ve onların haramlarından onların
da yemeye başladığını, sonra da hep beraber isyana
daldıklarını ve Allah'ın lanetini hak ettiklerini" haber
veriyor.
Hani bu şuna benzer. Günümüzde de değerli insanlarımız
var. Pis işlerle uğraşan birisine, yaptığı işin yanlışlığını
anlatmak için ya evine, ya dükkanına veya bürosuna
gidiyor. O da diyor ki; aman ne güzel söyledin. Allah razı
olsun. Biz bu pisliğin içine daldık. Bizi kurtaracak adam
lazımdı, iyi ki geldin diyor. Aman sen hergün buraya uğra.
Oğlum! Ali abine bir çay söyle, yemek söyle. Derken; baktı
ki; yemek tatlı, çay tatlı. Büro da güzel. Hergün gidiyor ve
itibar görüyor.
Zamanla sineğin tastaki bala dalışı gibi. Yavaş yavaş önce
ayaklan, sonra kanatlan girer. Kurtulacağım dese de
kurtulamaz gayri. O onun içerisinde boğulur gider, ya. İşte
Peygamber Efendimiz (a.s.v.) buna işaret ediyor.
Evvela, kötülük yapanları engellemek isterler. Onların
yanına varırlar. Onların yediğinden yerler, içtiğinden içerler.
Birgün gelir, onlar da onun gibi oluverirler.
Günümüzde; Bizim elimize gelen tefsir kitapları, fıkıh
kitapları, genelde devlet yönetiminde görev almamış
alimlerin kitaplarıdır. Şu anda okunmakta olan en değerli
eserler yazan, mesela İmam Ebu Hanife Hz'leri, İmam Safi
Hz'leri, İmam Malik ve İmam Ahmed bin Hanbel Hazretleri.
Bunlar 4 mezhebin imamları, devlette görev almamış
insanlar. Zorlanmışlar. Hatta İmam-ı Azam Hz'leri
hapishanede dayak yiyerek şehid olmuş. Ondan sonra gelen
tefsir ve hadis kitapları da aynıdır.
Günümüzde görüyoruz ki, belirli makam veya mevkide
ücret alan kişiler, o insanların gayri meşru işlerine bazen
kılıf bulma ihtiyacı hissedip, fetvalar veriyorlar. Mesela bu
körfez meselesinde, Suud bir tarafta ulemayı topluyor. 400
tane ulemayı sıralıyor arka arkasına. Ben haklıyım diyor.
Saddam da topluyor. Onun 400'üne karşı 500 tane toplamış
o da. O da ulamış ulemayı ard ardına. Onlar da demişler ki;
Sen haklısın.
Her iki taraftan az çok bazı isimleri biliyoruz. Oraya gideni
de. Buraya gideni de. İslam aleminde. Genelde bir kısmı
ordan yararlanan, bir kısmı da burdan yararlanan,
ulemamizdır. Ama ulemamız bu karara muhalefet şerhi
koymuştur, çok sevdiğimiz insanlar. "Ben bu olaya şu ne-
denlerden dolayı bu fetvaya katılmıyorum" diye sevdiğimiz
saydığımız, eserlerini okuduğumuz bazı alimler, ben bu
fetvaya katılamıyorum diye iki tarafa da muhalefet şerhini
koyan değerli alim insanlar da bulunmuştur.
O zevata bakıyorum, oralardan maaş almayan insanlar. Yani
alın teriyle geçinen insanlardır onlar. Onun için Peygamber
Efendimiz bizim zayıf tarafımıza dikkat çekiyor. "Evvela iyi
niyetlerle gidersiniz, sonra onlarla beraber yemeye ve
içmeye başlarsınız. Sonra da onların yaptıkları kötülüklere
göz yumarsınız" diyor.
Ayeti Kerime'de de "Onlar yapılan bir kötülüğü
engellemezler" buyruluyor. 1064[87]

(80) Onların çoğunu kâfirleri dost yönetici edindiklerini


görürsün. Kendileri için nefislerinin yapıp gönderdiği ne
kötü şeydir. Allah onlara gazap etmiştir ve onlar azabın
içinde ebedi kalıcıdırlar.
Hani insan birine bir hediye takdim ediyor. Hediye takdim
ederken hediyesinin gücünün, kendi gücüyle orantılı
olmasına dikkat eder. Bir, kendi gücüyle orantılı olmasına
bir de karşıdakinin makamı, mevkii, unvanı, diploması her
neyse hoşlanıp hoşlanmayacağını da nazarı itibara alarak
takdim eder. Ama hediyede gaye; karşı tarafın gönlünü
almaktır. Sevgiyi muhabbetini karşı taraftakine bildirmeye
vasıta yapmaktır.
Peygamber Efendimiz de "Karşılıklı hediyeleşiniz.
Birbirinize karşı sevginiz artar" diyor.
Şimdi burada Rabbim, insanın kendisine karşı takdim ettiği
hediyeden bahsediyor. "İnsanların yaptıkları kendilerinedir.
Ve onlar kendilerine ne kötü şeyler takdim ediyorlar" diyor.
Hani biz kendimizin dışında, eşimize, babamıza, annemize,
dostlarımıza, kardeşlerimize, yakınlarımıza, komşularımıza
birşey takdim ederken güzel olmasına dikkat ederiz.
Halbuki kendimize takdim ederken ise, kötü şeyler takdim
ediyoruz. Rabbim onu ifade ediyor. "Kendilerine ne kötü
şeyler takdim ediyorlar" diyor.
Öyle ya. Bu dünyada yaptıklarımızın karşılığını, ahirette ya

1064[87]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/457-459.
ateş olarak veya çiçek olarak Allah (c.c.) bizim karşımıza
dikiverecektir. Öyleyse ateşi ellerimizle yakıp, ağızlarımızla
üflememeye dikkat edelim. "Allah onlara gazap etmiştir.
Ebedi azap da onlar içindir" diyor Allah (c.c.)
Neden dolayı? Kendilerine kötülük yaptıklarından dolayı.
Kendilerine kötü şeyler takdim ettiklerinden dolayı. Kâfir
insanları kendilerine dost ve yönetici edindiklerinden
dolayı, yapılan kötülüklere mani olma gücü olduğu halde,
mani olmadıklarından dolayı ve peygamberlerine isyan
edip, haddi aşmalarından dolayı Allah (c.c.) onlara gazap
etmiştir. Onlar da ebedi ateştedirler, diyor Allah (c.c.)
Demek ki; Hani Allah'ın gazabını anlatırken bazı batılılar,
Rabbi ta-
nıtırken Allah (c.c.)ü tanıtırken gazap olarak tanıttırıyor
genelde. Hani (ilahların gazabı) gibi romanlar bile
yazıvermişlerdir.
Allah (c.c.) Kur'an-i Kerim'de sayacak olursak, gazapla ilgili
ayeti kerimeler çok azdır. Ama rahmetiyle ilgili, (Gafur)
sıfatı, (Rahman) sıfatı, (Rahim) esmai hüsnaları, (Halim)
esmai hüsnası Kur'an-i Kerim'de çokça zikredilmektedir.
Hadis-i kutside kendisini bize tanıtırken; "Gazabımı
rahmetim geçmiştir. Rahmetim gazabımı geçmiştir" diyor
Allah (c.c.)
Peki bu azaba ve bu gazaba müstehak olmaları
kendiliklerinden kaynaklanıyor. Yapmamış olsalar bunları,
Allah (c.c.)de onlara o azabı vermeyecek, onlara gazap
etmeyecektir. Hemen ayet-i kerimesinde devam
1065[88]
ediyor:

(81) Eğer Allah'a, peygambere ve ona indirilene iman


etselerdi onları dost ve yönetici edinmezlerdi. Ancak
onlardan bir çoğu fasıklardır.

1065[88]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/459-461.
Demek ki insanın fasıklıktan kurtulabilmesi ve kâfirleri
;dost edinmekten uzaklaşabilmesinin yolu; Allah ve
rasulünü dost bilip, kılavuz olarak, rehber olarak Kur'an-ı
Kerimi almasıyla mümkündir.
Eğer Allah ve rasulünü dost edinmez, kendisine de yol
gösterici olarak Kur'an'ı rehber edinmezse mecburen
insanoğlu peşinden gidecek birini bulurmuş. Öyle ya,
Türkiye'de bunun numunesi görüldü. Allah'ın kitabı Kur'an-ı
Kerim kapatıldı. Topyekün insanlar değil millet olarak
kapatmadı ama, bazı etkili ve yetkili kişiler Kur'an-ı Kerimi
kapattılar. Ahkamını ortadan kaldırdılar. Bu sefer meydan
boş kalmıyor hemen. Derhal Allah'a iman yerine bir
başkasını ikame ediyorlar.
Allah'a imandan bırakılıyorsunuz ama buyurun buna iman
edeceksiniz. Allah'ın kelamı ortadan kaldırılıyor, bu sefer o
adamın veya o kuruluşların sözlerini: Buyurun buna göre
hareket edeceksiniz deniliyor. Allah (c.c): o kâfirleri dost
edinmemenin yolu Allah'a, onun rasulüne ve ona indirdiği
kitabına imandan geçiyor.
Yani bir insan şunu diyemez: "Ben Allah'a da inanmam,
Peygambere de inanmam, kitaba da inanmam. Ama kâfirleri
de kendime dost ve yönetici edinmem" diyemez bir adam.
Çünkü böyle bir insanın görülmüşü yok. Günümüzde de
böyle bir adam yok.
Mutlak surette: (Bakara suresinde geçmişti) ayet-i kerimede;
"Onlar Allah'ın kitabı Tevrati elleriyle şöyle arkalarına
atıverdiler" buyrulur. Peki atıverdiler de kitapsız mı kaldılar.
"Şeytanın okuduğuna tabii oluverdiler." Bu sefer adım adım
şeytanı takip ettiler ve şeytanın vahyine uydular,
vesvesesine uydular" diyor Allah (c.c).
Bu sefer bizim karşımızda 3 grup insanın olduğuna dikkat
çekiyor 82. ayet-i kerimede.
Müslümanın karşısına dikilen 3 grup insan vardır. Yani
yeryüzünde 2 grup insan vardır. Müslümanlar, müslüman
olmayanlar. Müslüman olmayanlar da kendi aralarında 3
gruba ayrılırlar. O, 3 grubu da Rabbim bu 82. ayet-i
kerimesinde şöyle haber veriyor: 1066[89]

(82) Elbette mü'nıinlere karşı düşmanlık da insanların en


şiddetlisi olarak yahudileri ve birde müşrikleri bulacaksın.
Mü'minlere sevgi bakımından en yakın olarak "Biz
nasârayiz (hristiyanız) diyenleri bulacaksın. Bu, onların
arasında keşişler ve rahipler olmasındandır. Şüphesiz onlar
kibirlenmezler.
"İnsanların düşmanlık bakımından müslümanlara en katısı,
en şiddetlisi, yahudilerdir. Sonra müşriklerdir." Halbuki bize
Türkiye'de şu öğretildi: Müşrikler denilince komünislerdir.
Veya budistlerdir. Hani Hind'in budistleri ve Rus'un
komünistleri, bunlar müşriklerdir. Rabbim, halbuki
müslümanlara; insanlar arasında en şiddetli düşman; 1.
derecede Yahudiler, 2. derecede müşrikler diyor.
Halbuki bize düne kadar, (Hani sirk varmış. Şehrin
meydanına gelmiş adam. Cambaz ipin üzerine çıkmış,
gösteri yapıyormuş. Şehirde de ilk defa sirk seyrediliyor.
Kadın- kız- çoluk çocuk dolmuşlar oraya seyrediyorlar.
Meydanda böyle. Çok kalabalak, sıkı da bir debdebe. Birisi
gelmiş kadının birisinin arkasına durmuş. Kadına sarkıntılık
yapacak. Kadın tam anlıyor sarkıntılık yapıldığını arkasını
dönecek; "Aaa! Cambaza bak cambaza" diyormuş. Kadın
çok heyecanlı yerinde cambazın. Cambaza dönermiş, O yine
devam eder. Kadın rahatsız oluyor, tam dönecek. "Aaa!
cambaz düşecek" diyormuş. Adam yine yaptığı kötülüğe
devam ediyor.
Şimdi Türkiye'de Yahudilerle- hırıstiyanlar bir olmuşlar.
Birgün bu millete; Aaa! Komüniste bak komüniste.
Komünistler geliyor. Diye diye bu hale getirdiler bizi.

1066[89]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/461-462.
Halbuki Türkiye'de saysan, "Ben gerçekten komünistim"
diyen toplam 50.000 kişiyi bulmaz. Yani inananı. Böyle
okuyup inanan bin kişiyi geçmez. Onların peşinden giden
gönül verenler de 50.000'i geçmez durumda insanlar.
Bir şehirde ki: Hocam işte bizi komünist yapan bu adam,
demişlerdi. Benim vaiz olarak gittiğim bir yerde.
Düzelenler; "Hocam bizi komünist yapan, üniversitedeki
profesörler değil, işte bu adam" dediler. Onun yanına da
gittiydik. Aynı benim gibi müslüman. Ama komünistliği de
benimsiyor ayrı. "Hocam katiyyen gavur olduğumu kabul
edemem ben, ama komünistiz biz" diyor. Müslüman da
ayrıca bu arada.
Yani Türkiye'nin garipliği bu. Fakat o tür garibanları bize
gösteriver-diler. Bu geliyor dediler ama asıl gelen başkası.
Asıl bizim işimizi bitiren başkasiymiş. Rabbim de bu ayet-i
kerime'de, (Şimdi ne yapacaklar, ne gösterecekler bize
bilmiyorum.) birinci derecede yahudiler, ikinci derecede
katı düşman müşriklerdir. Yani illaki Moskova'nın
konünistlerine, yahut Hindistan'ın Budistlerine gitmek yok.
Türkiye'de bir adam, " Allah'ın indirdiği kitap, kardaşım o
kitap 1400 sene evvel inmiş kitaba mı uyalım, yoksa şu
bizim ağabeyimizin sözüne mi uyalım. Ben buna uyarım"
diyorsa bu adam da müşriktir.
Peki bu 3'ünün içerisinde bize en yakını "Mü'minlere bunlar
içersinde sevgi bakımından, biz (Nasârayız) diyenlerdir."
Yani Hıristiyanlığında samimi olanlardır" diyor. Nasârayız
diyenler: hani Hz İsa (a.s.) sormuş. (Daha önce geçmişti
Bakara Suresinde tahmin ediyorum) "Allah'ın dini
konusunda bana kim yardım eder?" diye sormuş Hz. İsa
(a.s.), o kendisine gerçekten inanmış iman etmiş olan
insanlar dediler ki: "Allah'ın dinine yardım eden bizleriz"
demişler. Ondan dolayı onlara (Nasâra) denir. Yani Hz.
İsa'ya onun getirdiği İncil'e ve Allah'a (c.c.) gönülden iman
etmiş, mal ve canlarıyla, bütün varlıklarıyla, ona yardım
eden insanlara (Nasâra) deniyor.
Gerçekten biz (Nasâra)yız diyenler, günümüz de bize en
yakın olanlardır. Buradan şu yanılgıya düşmeyelim yalnız,
Hocam, Almanlar Hıristiyan, İngilizler Hıristiyan,
Fransızlar Hıristiyan, Belçikalılar, Hollandalılar Hıristiyan.
"Yani demek ki bize yakın olan bunlarmış" değil. (Biz
nasârayız) diyenleridir. Bize en yakın olan. Ben 1.5 sene
kaldım Fransa'da. İşçi olarak.
Benim gördüğüm birçok Fransız nüfus kütüğünde
Hıristiyandır. Hıristiyan bir aileden doğmuş ama, ateisttir.
Yani samimiyetle İncil'e inanan ve kiliseye giden ve Hz. İsa
(a.s.v.)'a inanan insan ben görmedim. Bir tane papaz
gördük. Papazla görüştük. O da bir alemdi tabii ki.
Çoğunluk demiyeyim. Yani oranlamasını bilmiyorum. Yani
şu kadarıdır diyemem. Fakat ateist çoktur. Çok ateist vardır.
Yani inanmıyor. Hıristiyanlığa da inanmıyor, İsa (a.s.v.)'a
da inanmıyor. Allah'a da inanmayan birçok insan var.
Peki yönetici kadroda var mı? Yönetici kadroda da vardır.
Yani İncil'e el basarak göreve başlayan insanlar arasında da
var. Peki ama niye basar o zaman? Eee gelenek görenek
öyle. Sonra da devlet hayatında, bir devletin .devlet
olabilmesi için bağlı olacağı bazı şeyler vardır. Hani, dil-
birliği, dinbiriiği sağlaması, insanların örf, adet ve
geleneklerine saygılı olması; yani toprak bütünlüğü, din
bütünlüğü, dil bütünlüğü gibi şeylere sahip olması gerekir.
Her ne kadar iç dünyasında bunları kabul etmese bile,
eğitimde-öğretimde, siyasal bilgiler fakültesinde onlara
bunlar öğretilir.
İnanmasan bile, eğer bir toplum kaplumbağaya tapıyorsa,
onların kaplumbağasına hürmet ve saygı gösterecen ve o
insanları öyle yönetecen, diye yetiştirirler adamları.
Rabbim, o hıristiyanları biraz açıyor bize. (Niye o insanlar
bize yakın. Onun gerekçesini anlatıveriyor Rabbim.)
"Onların arasında vardır." (Gıssis) Türkçeye keşiş diye
geçmiş. Keşişi kullanırız herhalde değil mi?
Kerem ile Aslı'nm sevdasında, Ash'nm babası bir keşiştir.
Onun için de Kerem onun arkasında dolanır durur. Yani
Hıristiyan ilim adamı. Keşiş. Türkçe Keşiş. Belki (Gıssis)
den geçmiş. Gıssis-Keşiş. Birbirlerine yakın kelimeler. Yani
telaffuzda yakın kelimeler. Türkçe Keşiş diye geçmiş
lugatçılarımız.
"Çünkü onların içinde İncil'i ve Tevrat'ı çok iyi bilen
Keşişler ve de bu dünya nimetlerinden kendisini sırf Allah
rızası için uzak tutan (Ruhban) lar vardır." "Ve onlar
kibirlenmezler de" diyor. Yani şimdi müslü-manlara en
yakın Hıristiyanlar ama; o Hıristiyanların özellikleri var.
Tevrat'ı ve İncil'i çok iyi bilen ve bu dünya nimetlerinden
istifade etmeyeceğim diye manastıra çekilen rahipler var ve
onlar kibirlenmezler, diyor. Ve yine devam ediyor
daha. 1067[90]

(83) Peygambere indirilenleri işittiklerinde hakkı


tanımalarından dolayı gözlerinden yaş aktığını görürsün.
Onlar: "Ey Rabbimiz, biz iman ettik, bizi şahidlerle beraber
yaz" derler.
"Peygambere indirileni işittiklerinde (Yâni Peygamber
Efendimize indirilen bu Kur'an'ı işittiklerinde) "Haktan o
bilmiş olduklarım görünce gözleri yaşla dolar" diyor.
Bunlar bize en yakını. Peki ama nerde bulalım şimdi bunu.
Yani Almanya'da o kadar Kur'an okuyanlarımız,
açıklayanlarımız var. Yalnız Almanya'da 3000 tane cami'de
Kur'an-ı Kerim okunuyor. Bu Kur'an'ı dinleyip de ağlayan
bir papaza, bir keşişe henüz rastlanmamıştır.
Yani bize yakın olanları budur. Yine onlar diyorlar ki;
(Rabbena-âmenna) "Ey bizim rabbimiz, biz iman ettik."
"Biz iman ettik bu Kur'an-ı Kerime. Dinledik ve iman ettik.

1067[90]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/462-465.
Bu Kur'an-ı Kerime, bizi de şahitlerden yaz." Yani, Allah'ın
var olduğu, bir olduğu Muhammedin onun rasulü olduğu,
Kur'an-i Kerimin Allah kitabı olduğuna şahitlik yapanlardan
kıl bizi ya Rabbi" diye dua edenler bize en yakın olanlardır.
Bazı arkadaşlarımız: Hani biz hep sarhoşu kötüleriz.
Sarhoşu ayıplarız. Efendim sarhoşun biri içki içermiş. Ee
niye içen bunu kardeşim. Kur'an-ı Kerim'de "Namaza
yaklaşma" diyor. "Ben de o emre uyuyorum, içiyorum"
demiş. Haa Niye namaz kılman? demiş adama. O da demiş
ki: (Namaza yaklaşmayın) diyor Allah demiş. Peki devamını
okusana demiş. Ben hafız değilim demiş. Devamında;
"Sarhoşken namaza yaklaşmayın " diyor Rabbim. O
sarhoşun mantığı olarak çok duyulmuş bir söz. Burada yine
bizim müslüman sarhoşlar da aynı takdiği kullanıyor.
Hoca!.. Avrupadaki hıristiyanlaıa (Gâvur) diyemezsin.
Onlar bizim yakın dostlarımızdir. Hele hele imansızlara
karşı. Ne buyuruyor Rabbim; "Onlar size sevgi bakımından
en yakın olanları Hıristiyanlardır" diyor Allah (c.c.) Maide
Suresinin 82. ayet-i kerimesinde.
Kardeşim ayeti tamamla. Ayeti devam et. Devamında ne
diyor."Onların içerisinde Tevrat'ı İncil'i gayet iyi bilen ve
kendini tamamen ibadete veren ve de kibirlenmeyen, ve de
Kur'an-ı Kerim ayetlerini dinlediğinde gözleri yaşla dolan,
iman eden" ve Rabbine: Ya Rabbi! bizi de İslâmın şahitleri
yap diyenlerdir size yakın olanlar" diyor Allah (c.c.)
Bu kısmını da oku dedin mi? "Valla hafız değilim, bana bu
kadarı pa-' pagan gibi ezberletildi" diyor o kadar. (Daha
devam ediyor onların sözü.) 1068[91]

(84) Biz , Rabbimin bizi saîihler arasına katmasını umup


dururken, bize ne oluyor da Allah'a ve bize hak olarak
gelene iman etmeyelim.

1068[91]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/466-467.
Böyle diyen kişilere: Yani Allah'a iman eden, Kur'an'a iman
eden, Ya Rabbi! salih kullarınla beraber bizi cennetine koy
diyen, Kur'an'ı okuyunca ağlayan, ve Rabbine iman eden,
kibirlenmeyen ve Tevrat'ı incil'i gayet iyi bilen ve
müslüman olmadan önce ruhbanlığına devam eden bu
insanlara, müslüman olunca, 1069[92]

(85) Allah onlara bu sözleri sebebiyle içinde ebedi


kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler verdi. İşte
iyilerin mükafatı budur. 1070[93]

(86) İnkâr edip ayetlerimizi yalanlayanlara gelince işte


onlarda cehennemin arkadaşlarıdırlar.
Şimdi yukarlarda ruhbanlardan bahsettiydi. Burada; daha
Önce (Ha-did Suresi) nde geçmişti. Ruhban'ııı tarifi, Hadid
suresinin son sahifesiy-di. Orada dünyadan el etek çekmiş
insanlar gayet samimi olarak yalnız. Hani dağlarınızda,
özellikle Anadolu'da olanlar bilirler. Dağların en zirvesinde
olur manastırlar. Manastıra çekilen bir papaz orada ancak
yaşayabileceği kadar yer. Yemeklerin tatlısını yemez.
Yalnız bir çorbayla yetinir veya bir-iki zeytin tanesiyle
geçinir.
Çiçek koklamaz. Çünkü dünya nimetleridir diye. Kadın
sevmez dünya nimetidir diye. Halâ da devam ediyor kadın
sevmedikleri. Fransa'da bizim uyanık bir arkadaşımız biraz
gönül vermiş, papaza, Yabancı dil öğreneceğim diyor.
Kimse öğretmiyor. SeVimli bir arkadaş. Kur'an'ı filan güzel
bilir. Arapçası da böyle çat pattır. İyidir.
Hafif şöyle yumuşak muamele ettim, diyor. Ulen bir tane
Türkü Hıristiyan yapacağım diye, benimle ilgilendi papaz
der. Derken bir ilkokul öğretmeni. Bana da baya ders
vermek üzere gönderdiler.
1069[92]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/467.
1070[93]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/467-468.
Milli eğitim gönderiyor. Kadına ek ücret veriyorlar. Tek
bana Fransızca derse veriyorlar. Bir sene devam etti. Belirli
bir seviyeye geldikten sonra, kadmı aldılar. Papaz bizzat
kendisi, gönülden geldiğini söyledi,fi-lan. Ondan sonra
teklifte bulunmuş buna. O da demiş ki: Valla bizim bur-da
hocamız var. Yakın bir şehirde. Onunla görüşün, benim
huzurumda konuşun hanginiz haklı ise ben o tarafa geçeyim
der.
Neyse gittik. Adamın evi kilisenin bitişiğinde. Bu katolik
olduğu için
evlenmeyenlerden. O günlerde tahmin ederim yaşı 35. Yani
genç birşey-di. 30-35 veya 35-40 yaşlarındaydı görüntüsü.
Sene 1974.
Onların kapıdan girdim, gösterdiği yere oturdum. O kapıyı
örttü. Baktım ki boydan-boya kapının arkasında Fransızların
o çok ünlü artistinin çok müstehcen bir fotoğrafı. Ama kapı
büyüklüğünde. Nerdeyse kapıyı kaplıyor. Seks yıldızı filan
diye tanıttıkları kadının fotoğrafı. Ooo! dedim güzel.....
Hadid Suresinin tefsirinde geçmişti. 27. ayet-i kerimesinde,
"Ruhbanlığı icad ettiler. İsa (a.s.v.) peşinden giden insanlar,
ruhbanlığı icad ettiler. (Bid'at icad ettiler) (Fakat çok iyi
niyetlerle yaptılar bunu.) Allah'ın rızasını kazanmak için
yaptılar ama ona da riayet edemeyiverdiler. Rab-bim fıtrata
karşı gelmemizi yasaklıyor bir kere.
Mesela bu ayet-i kerimenin tefsirinde, Mevdudi merhum
çok güzel misaller vermiş. Kendi kitaplarından. Yani
Hıristiyanların tarih boyunca yazdığı kitaplardan örnekler
vermiş. Rabbim yasaklamadığı halde, kendilerine
yasaklayan bu adamlar, kilisenin içerisinde binbir rezalet
yapma mecburiyetinde kaldılar. Çünkü fıtratlarında olan
şeyi gemleme tarafına gittiler. Buna da muvaffak
olamadılar,
Rabbim ona işaret ediyor zaten, Allah (c.c.) bize
(Ruhbanların durumunu anlattıktan sonra) yöneliyor ve
diyor ki. 1071[94]

(87) Ey iman edenler, Allah'ın size helal kıldığı temiz


şeyleri haram kılmayın ve haddi aşmayın. Allah haddi
aşanları sevmez.
Helallar sayılmaz diyoruz. Çünkü helallar sayılacak olursa
Kur'an musaf olarakyetmez Erik, kayısı, elma helaldir.
Mısır, buğday helaldir diye yeryüzündeki bütün nimetlerin
sayılması gerekir.
Bazen sorarlar. Hocam şu helal mi? Helal diyorum ben.
Kitapta yerini göster hocam, diyor. Peki elma helal mi?
Gülüyor. Eee ne gülen? Helal hocam. Göster bakayım bir.
Elmanın helalliğini göster bakayım. Yok. Haram olanlar
bildirilir, geri kalanlar helaldir. Haram olanlar da azdır. Az
olanlar bildirilir, çok olanlar; mesela, kitaplarınızda fıkıh
kitaplarında (orucu bozanlar) bildirilir. Orucu bozmayanlar
yazılmaz.
Fıkıh kitaplarında (orucu bozmayanlar) başlığı var da,
şüpheli olanları açıklar. Şüpheli. Aslında (orucu
bozmayanlar) maddesi olmaz. Niye? Oturmak orucu
bozmaz. Yürümek orucu bozmaz. El kaldırmak orucu
bozmaz. Göz kırpmak orucu bozmaz. O zaman 3000 ciltlik
kitap yazmak lâzım. Orucu bozmayanlar diye.
Orucu bozanlar bildirilir. Bir de orucu bozar mı, bozmaz mı
diye şüphe edilecek olanlar var. Onlar da bildirilir. Geriye
kalan orucu bozmaz. Şimdi size de bir soru sorulsa, Hocam
şöyle yapmak orucu bozar mı? denildiğinde: kitapta orucu
bozanlar arasında yazılmıyorsa orucu bozmaz o, bitti.
Siz dedinizki, bozulmaz kardeşim. Kitapta yerini göster.
Olmaz ki. Göz kırpmak orucu bozar mı? Bozmaz. Ee
öyleyse kitaptan göster yerini dersiniz.
"Allah'ın helâl kıldıklarını haram kılmayınız" Bir başka

1071[94]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/468-469.
ayet-i kerimede de "Kimmiş Allah'ın helâl kıldıklarını
haram kılanlar" diyor. Yani azarlama ifadesi vardır. "Haddi
de aşmayınız." "Allah haddi aşanları sevmez" buyuruyor
Allah (c.c.) Haddi aşmak ne demektir. Yani smırı geçmek
demektir bu. Sınır da Rabbimin koyduğu (Helâl ve haram)
çizgisidir.
Haram çizgileri belli. Bunu aşmayacaksınız. Aşmak şöyle
dursun. Bir Hadisi Şerifde; "Haram çizgisinin yakınında da
olmayın" diyor, Peygamber Efendimiz. Hani diyor,
koyunlarınızı güderken; bir otlağa gidiyorsunuz, fakat bir
adamın onun yakınında da ekini var. Veya bir orman ki,
yasaklanmış bir yer. Oranın yakınına kadar sürünüzü
götürseniz onların girmesine engel olamazsınız. Çobanlar ne
yaparlar. Sınıra biraz uzak
tutarlar. Komşunun ekinine girmesin diye.
Yok efendim çizgi vardır. Ben çizgide tutarım koyunu,
çizgide koyunu tutamazsınız bu sefer. Keçiyi hiç tutamazsın
zaten. Onun için Rab-bim; "Zinaya yaklaşmayınız."
Kur'an'da zina yapmayınız diye ayet yok. Yaklaşmayın
diyor.
Velinin birine sormuşlar. Efendim demişler; Böyle yaşı tam,
güzelliği tam bir sevgiliyle aynı evde geceleme zorunda
kalsanız, o da size doğru meylet se, elinizi değmeden sabah
edebilirmisiniz? demişler Şeyh Sadi (gülistan)mda diyor
bunu.
O da demiş ki; Allah beni öyle bir duruma düşürmesin
demiş. Allah'ın veli kullarından birinin dediği bu.
Onun için: bazı insanlar bu tür günahlara daldığında,
ayıplamayın. Ya Rabbi! Onu da bizi de bir daha böyle bir
duruma düşürme, diye dua ediniz. Ayıplamak olmaz.
Haddi aşmak, smıra yaklaşmakla başlar. Biz sınıra
yaklaşmayalım. Karşı karşıya geldiğimizde; ben kendime
güvenirim, demeyin. İslam Enstitüsünde okurken hiç
konuşmayan bir arkadaş vardı. 4 seneyi bitirdi gitti, hiç
konuşmazdı böyle. Bir garip oğlandı.
Ona soruyorlar birgün. Yahu demişler. (O günlerde de
mecliste millet vekili alınıp satılıyordu.) Panayır gibi. 5
milyona satılmış. Gazetelerde 10 milyona satılmış diye
yazılıp, isimler veriliyordu. Nazif e soruyorlar, Yahu Nazif
10 milyona sen dinini satan mı? diyorlar. Yatılıydı onlar. O
demiş ki;
-Valla satmam diyemem. Çünkü 10 milyonla imanımı karşı
karşıya hiç görmedim ben demiş.
Sonra gördüğümde, ulen Nazif dedim. 4 sene durdun durdun
da, 4 sene sonra durnayı gözünden vurdun. Kimsenin
söyleyemeyeceği sözü ettin dedim. Öyle ya, bak bugün bile
tekrar ediyoruz. 4 sene konuşulanların hiçbir lafını
tekrarlamıyorum ben. Ama Nazif in birtek sözü tekrar
ediliyor.
"Söz de silah gibidir" demişler. Öyle kolay kolay atışı
yapılmaz. Tutulur tutulur tam zamanında atılır. 1072[95]

(88) Allah'ın rızik olarak verdiklerinden helal ve temiz


olarak yiyin ve iman ettiğiniz Allah'dan sakının.
Allah'ın size rızk olarak verdiklerinden, helal olarak yiyiniz
ve de temiz olarak yiyiniz." Bir yediğimiz helal olacak.
Birde temiz olacak, diyor. Bu adamlar bize temizlik
Öğretmeye çalışıyorlar. Müslümana temizlik Öğretilmez.
Müslümanm yapısı temizdir.
Müslüman günde 5 defa elini yüzünü yıkayan adamdır.
Müslüman, peygamberin emrine uyarak dişlerini fırçalayan
insandır. "O Allah'dan sakının ki siz o Allah'a iman
ediyorsunuz." İman ettiğiniz Allah'dan sakınınız, diyor
Allah (c.c.) 1073[96]

(89) Allah sizi kasıtsız yeminlerinizden hesaba çekmez.


1072[95]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/469-472.
1073[96]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/472.
Ancak bilerek yaptığınız yeminlerden hesaba çeker. Bilerek
yapılıp bozulan yeminin keffareti: Ailenizi doyurduğunuz
yemeğin orta hallisiyle on fakiri doyurmaktır veya on fakiri
giydirmek veya bir köle azad etmektir. Kim bunları
bulamazsa üçgün oruç gerekir. İşte yemin ettiğinizde
yeminlerinizi bozmanın cezası budur. Yeminlerinizi koru-
yun. Şükredesiniz diye Allah ayetlerini size işte böyle
açıklar.
Allah (c.c.) 87. ve 88. ayet-i kerimelerinde: "Allah'ın helal
kıldıklarını haram kılmayınız. Haddi aşmayınız. Yani
helalları haram kılmak da haddi aşmak olduğu bildirilmiş
oluyor.
Allah'ın helal dediğine haram demek veya haram dediğine
helal demek haddi aşmak oluyor. Allah'ın temiz olarak,
helal olarak yarattıklarını da yeyiniz, dedikten sonra:
İnsanların hayat boyu çokça karşı karşıya kaldıkları ve
çokça tekrarladıkları yeminin ahkamını bildiriyor Allah
(c.c).
Yemin eskiden beri devam edegelen ve bütün milletlerin
hayatında olagelen şeydir. Yemin etmek günah değildir.
Çünki Kur'an-i Kerim'de Allah (c.c.) bizzat kendisi yemin
ediyor.
Birçok ayet-i kerimede Allah (c.c.) o anlatacağı şeyin
önemine dikkat çekmek üzere yeminler etmiştir. Kur'an-i
Kerimin Arapça olarak indirildiğini anlatırken, Rabbim,
(anlayasınız) ifadesini kullanıyor. "Anlayasınız diye böyle
(arapça olarak) indirdik" diyor ya. Bizim kullandığımız
kelimeleri ve tâbirleri kullanıyor Kur'an-ı Kerim'de.
Anlamamız için. Demek ki; insanoğlu yemin ediyor.
Hz. Adem'den günümüze kadar, insanlar sözlerini
kuvvetlendirmek için yemine başvurmuşlardır. Zaten
yeminin İslam hukukundaki tarifi de; kişinin birşeyi yapmak
veya yapmamak için sözünü kuvvetlendirmek
üzere kullandığı kelimelerdir, diye tarif edilmiş.
Sözünü kuvvetlendirmek için. Yapacağı veya yapmayacağı
şeyde kararını kuvvetlendirmek üzere başvurduğu yola
(yemin) diyoruz..
1- Bir, yemini mün'akidedir. O şu işi geleceğe yönelik
olarak yapacağım. Vallahi ve Billahi o işi yapacağım.
Allah'ın isimlerini kullanarak: (Vallahi ve Billahi)
(verrahmani verrahimi) de olur. İsimlerinden, esmai
hüsnasmdan herhangi birilerini kullanarak, Allah'a
dayanarak, Allah'ın adını anarak; "Şu işi yapacağım veya
yapmayacağım" diye yapmış olduğu yemine: (yemini
münakide) derler. Bunu yerine getirmesi zaruridir. Yani
yapacağım demişse yapmalıdır. Yapmayacağım demişse
yapmamalıdır. Ancak, eğer yapmayacağım dediği şeyler,
dinen doğru değilse, mesela; "Vallahi babam ve annemle
bundan sonra konuşmayacağım veya kardeşimle
konuşmayacağım veya komşusuyla (hani kızmışlar, vallahi
seninle bundan sonra konuşmam) demişse müslüman bu
yemini bozmalıdır.
Çünkü küs kalması, yemini bozmasından daha büyük bir
sorumluluk getireceğinden bu yemini bozması
gerekmektedir. Fakat yaptığı yeminler meşru ise; mesela
vallahi bundan sonra içki içmeyeceğim, zina etmeyeceğim,
sigara içmeyeceğim gibi yeminler etmişse buna riayet
etmesi gerekir. Buna (yemini münakide) diyoruz. Geleceğe
dönük bir işi yapma veya yapmama konusunda kişinin
yemin etmesine: (yemini münakide) deniliyor. Ve ayet-i
kerimede kelimesinden almışlar, yeminin bir çeşidide:
2- (Yemini Lağv)dır. Bunu da şöyle tarif etmişler. Kişi
yalan söylemek kasdıyla değil, doğru söylüyorum zannıyla,
"Vallahi ben onu gör-ı müştüm" geçen sene, veya
duymuştum gibi yemin ediyor. Fakat sonradan öğreniliyor
ki bu yanlışmış.
Fakat kişinin kasdında yalan yok. Bile bile bu yemini
yapmıyor. Yalan dâ söylemiyor. Böyle zannediyor idi.
Bundan dolayı keffaret de gerekmez. Sorumluluk da
gerekmez demişler.
3- Bir de (yemini ğamus)) vardır ki; (Ğamus) Arabın dilinde
(batmak) yani suya batmak manâsmdadır. (Yemini ğamus)
ise kişinin yalana batmasını gerektiren yemindir. Günaha
batmasını gerektiren yemindir. O da: görmediğini bildiği
halde (vallahi ben onu gördüm) yalan söylüyor. (Billahi ben
onu aldım.) almadı aslında. (Billahi söyledim) aslında
söylemedi. O biliyor yalnız. Söylemediğini bildiği halde.
Yaptığı halde yapmadım diyor. Yapmadığı halde yaptım,
diyor. Bu konuda yemin ediyor ve bu adam için keffaret
gerekmiyor.
Bu adamın istiğfardan başka yolu yoktur. Yani Rabbine
yönelip istiğfardan, af dilemeden başka yolu yoktur,
demişler. Burada hukuku belirtilen yemin (yemini
münakide) dir. Yani geleceğe yönelik olarak (vallahi ve
billahi) şu işi yapacağım demiş de yapamamışsa veya
yapmayacağım demiş de yapmışsa o zaman 3 türlü
keffaretini ödeme yolunu göstermiştir Rabbim.
1- Öncelik sırasına göre (önemine göre öncelik sırası
verilmiş.) En fakiri sabahlı ve akşamlı olarak doyuracak.
Tabii ki ayette (sabahlı akşamlı) demiyor. Ayette, en fakiri
doyuracak diyor. Bunu Hanefi Fakihleri; "Sabah ve akşam
yemeği olmak üzere 2 öğün yemek verecek şekilde en fakiri
doyuracaktır."
Nasıl? Yani yemeğin çeşidi nasıl olacak bu sefer. Hani
bazılarının yemeği vardır ki, bir adam 100.000 TL. la,
200.000 TL.la 300.000 TL. la yerine göre, yiyeceği
lokantaya göre veya yapan ustasına göre fiyatıda değişir
Rabbim onun da ölçüsünü vermiş. "Ailenize yedirdiğiniz
yiyeceğin ortasını" Hani bayram-seyran günlerinde fazladan
yedirdiğiniz değil. Veya dar günlerinizde az yedirdiğiniz de
değil. Orta halli Hani bir Ramazan yemeği gibi süslü püslü
değil ama, çok kıt da değil, orta halli, yani bir adamın 365
gününde ailesine ortalama ne yediriyorsa, ondan yedirmesi
diyor.
Fakihlerimiz Efendimizin hadislerinden hareketle asgari
ölçüyü bildirmişler. Bizim de bugünkü ölçü birimimize
göre, şöyle böyle l,666kg buğday,veya 3,333 kg arpa,veya
hurma veya üzüm veya bunları para olarak karşılığı verilir.
Fakat geçen sene Ramazan'da gördünüz. Ramazan'da
müftülükler, (sadakayı fıtr) ı lira olarak değerini ilan ettiler.
İlan eden müfti efendiler, İstanbul müftisi de diğer müftiler
de, fakihlerin fıkıh kitaplarında yazmış oldukları ölçü
birimlerini verdiler. Haklı olarak. Bir baktılar ki orda,
buğdaydan 1500 TL. hurmadan 60.000 TL.
Halbuki Peygamber Efendimiz (a.s.v.) zamanında 1.5 kg.
buğday verdiniz mi 3.33 kg hurma alabiliyorsunuz, 3.33 kg
arpa alıyorsunuz. 1,5 kg buğday veriyorsunuz 3.33 kg kuru
üzüm alıyorsunuz. Değerler böyle biri birini karşılıyordu.
Günümüzde buğdayın, özellikle Türkiye'de fazlaca yetişmiş
olması fiyatını düşürdü. Hurmanın Türkiye'de olmaması
hurmanın fiyatını artırdı. Bilemiyorum. Suud'da da bunun
tersi olabilir. Orada da buğday fazla, hurma aşağı olabilir,
bilmiyorum şu andaki durum nedir.
Fakat bize ölçü olarak Allah (c.c.) "Bu fakire verilenin
ölçüsünü şu kadar dirhem" dememiş. "Ailenize
yedirdiğinizin ortasını "demiş. Biz buna dikkat edelim.
Fakire, yemin keffaretinden dolayı verirken, oruç
keffaretinden dolayı da fakire birşey dağıtırken (mesela 60-
70-80'ine gelmiş. Oruç tutamaz hale gelmiş, Doktorlar
demiş ki, oruç tutamaz. Hakikaten annenize- babanıza
bakıyorsunuz oruç tutamıyor. Fakat ileride tutacağı yok.
Hastalık öyle bir hastalık. Bu sefer onun orucunun
keffaretini veriyorsunuz) keffa-reti verirken; (bir fakirin 1
günlük yiyeceği) ölçüsü sizin yiyeceğinizin ortası.
Bunu esas alıverin ve ona göre verin. Ama bana gelirseniz;
kardaşını bunun en azı 1500 liradır bu sene, azamisi 60.000
TL. diyoruz. Fakat 1500 lirayı verdiğimiz zaman, bu ayeti
kerimenin ruhuna biraz ters düşer gibi geliyor. Çünkü 1500
TL'la yemek yenmiyor. Bir ailede bir fert yemek yemiyor.
Hepsi Öğleyi de, hem sabahı, hem akşamı. Yani bir öğünde
yetmiyen parayı biz, iki Öğüne yetirmeye çalışıyoruz.
Başkası yerse yalnız. Kendimiz yersek yine icabına
bakıyoruz.
Veya "On fakiri giydirmeyi" Yeminin keffaretidir bu. "Bir
köleyi satın alıp, hürriyetine kavuşturmayı." Veya, bunları
bulamazsa bir kişi, kim bunları bulamazsa. Yani yedirecek
yok. Giydirecek yok. Yeminini bozmuş, köle azad etmek
için köle de yok, para da yok. O zaman, "Üç gün oruç
tutmak vardır."
Adam böyle yemin etmiş de, yahu hocam 3 gün oruç
tutsakmı acaba diyor. Çünkü keseden birşey gitmiyor.
Halbuki bu 4. sıradadır. Yani Kur'an-ı Kerim'de; nedense bu
halkımızın dilinde de bu 3 gün değil mi? Nolur yeminini
bozuver, 3 gün oruç tutuver diyor.
Kur'an-ı Kerim'de sıralamalara da alimlerimiz dikkat
etmişler. Birinci sırada 10 fakiri doyurmak. Çünkü açlıktan
önemli doyurmak. Bir adamı yükle gezdirirsiniz ama aç
gezdirmeniz mümkin değil. İkinci sırada giydirmek. 10 tane
fakiri giydirmek. Üçüncü sırada köle azad etmek. Dördüncü
sırada da oruç tutmak. Adam dördüncü sıradan başlıyor.
Çünkü keseye değmiyor 4. sıra.
"İşte yemin ettiğiniz'de yemininizden dönerseniz,
yeminlerinizin kef-fareti işte budur." Öyleyse burada
Rabbim keffaretini gösterince, yemininizi bozun anlamında
demiyor. "Siz yeminlerinizi koruyunuz." Bunun iki yönlü
manası var yalnız. Yemin etmeyiniz, bir kerre. Yani insanın
iç dünyasında yemin etme hakkı var ama, tasvip edilmiyor
bu. "Yemin etmeyiniz." "Hem de yemininizi koruyunuz"
ayetini böyle anlayacağız. Böyle alelusul yere silah
kullanılmaz. Silah gibidir. Silah da nedir? İnsanın kendi
yüzünü takviye içindir ama, adam tutup silahını sağa-sola
atmıyor. Attı mı tutması gerekiyor. Bir iş yapması
gerekiyor.
Bu yeminlerimiz de bizim özümüzden ve dilimizden
geliyor. Kolay kolay harcanmaması gerekiyor. Eğer
harcarsanız sözünüz de değerini kaybediyor.
Burada söz değer yitiriyor, aslında. Değerinizi siz kendiniz
yitirirsiniz. Eğer çok yemin ederseniz orada değeri siz
yitiriyorsunuz. (Valla-billa) nız yetmiyor. (Vallahi-billahi-
tallahi), o da yetmez bir gün. (Avrat boş olsun) demeye
başlar bu sefer. Avrat boşayan heriflerin avrat boşamalarına
sebep: Vallahi-billahi-tallahi'yi bitirmiş, ondan sonra sıra
avrat boşamaya gelmiş. Derken hani şeyde. Adamın cebinde
para bitince, meyhanede avradı koyayım derler ya, buna
benzer birşey yani. Avrat boş olsun deme de buna benzer.
Oraya gidiyor.
Rabbim de; "Yeminlerinizi koruyunuz." Evvela yemin
etmeyiniz. Böyle olalım bir. İkinci; yemin etmişseniz ve
meşru bir sebepten dolayı etmişseniz, yeminlerinizi
koruyunuz. Ama biraz önce de dediğim gibi yemininiz
meşru değilse, İslama uygun değilse, (Yani annemle-
babamla vallahi görüşmeyeceğim. Ölürsen ölüne
gelmeyeceğim) gibi yeminler geçersizdir. Onları derhal
bozmak gerekiyor. O yeminin keffaretini mutlak ödemek
gerekiyor.
Tabii yeminler, Allah'ın isimleri ile olur demişler. Yoksa
"Peygamberime yemin olsun ki," yemin değildir. "Kur'an-a
yemin olsun ki" yemin değildir, demişler bizim
fakihlerimiz.
Mutlaka Allah'ın Esma-i Hüsnasmdan biriyle olmalıdır.
Fıkıh kitaplarında geniş açıklaması var bunun. Kitabül
Eyman, (yeminler kitabı) bölümünde bu geçer.
"Allah'a şükredesiniz diye, Allah ayetlerini işte böylece
açıklar" Yani Allah bunu açıklıyor bize, şükretmemiz için.
Niye? İnsan yemin ediyor. Ahkâmını da bilmezse; "Ya ben
yemin ettim ne olacak benim halim" diye bir bunalıma
gidebilir. Dinine bağlı insanlar için söz konusu bu yalnız.
Bunun ahkamını da Rabbim verivermiş, böylece bir kolaylık
sağlanmış oluyor. Ahkamını yerine getirmekle rahata
kavuşuyor. Yemini bozmuşsa bir adam: 10 fakiri doyurur.
Rabbimin emrine göre hareket ettiğinden dolayı içindeki
sıkıntıyı atmış olur. Veya 10 fakiri giydirmekle. 10 fakiri
giydirmenin ölçüsü de demişler. Erkekler de göbekle diz
arasını kapatacak kadar, asgarisi bu. Göbekle-diz kapağı
arasını kapatacak şekilde bir elbise vermekle keffaret yerine
gelir. Kadınlarda ise, tesettüre riayet edecek şekilde.
Tamamını örtecek şekilde bir elbise alımverilecektir.
Bundan sonra, 90. ayet-i kerime de Allah (c.c.) içkinin,
kumarın fal
oklarının: şeytanın amelinden olduğunu ve de pis olduğunu,
kurtuluşa erebilmemiz için ondan sakınmamız gerektiğini
ifade ediyor ve, 1074[97]

(90) Ey iman edenler, şarap, kumar, putlar ve fal okları


şeytanın işinden olan birer pisliktir, ondan sakının olaki
kurtulursunuz.
Bunlar pistir, diyor. Pisliktir ve de şeytanın amelindedir.
Şeytanın amelindençlir. Şeytan bu işleri teşvik eder. Şeytan
bunları insanlara vesvese olarak verir. Öyleyse bunlardan
kaçının ki, kurtuluşa eresiniz. "Ondan kaçının ki kurtuluşa
eresiniz" diyor Allah (c.c.)
Çok değerli bir tefsir, Türkçeye tercüme edilirken:
buradaki"el ham-ru" hamru kelimesini (rakı) diye tercüme
etmişi er. Tefsir kitabı çok değerli ama, tercümeyi yapan
arkadaş (rakı) diye tercüme etmiş. Yanlışlığa düşmüştür.
Çünkü; âlimlerimizin bu ayet-i kerimede, bu (hamr)

1074[97]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/472-479.
kelimesi üzerinde birçok güzel sözleri vardır. O güzel
sözleri günümüzde bizim, rahat hareket etmemize sebeptir,
onların ihtilafları. (Hamr): demişler; üzümün, hurmanın bu
tür yiyecek maddelerinin böyle, durduğu yerde kabarması
ve köpük atıp acıma haline dönüşmesi ve içildiği takdir de
sarhoşluk vermesi.
Türkçe karşılığı buna (şarap) denmiş. İyi bir karşılık
bulmuşlar. Bizim çok eski Türk âlimleri bu ayet-i kerime'ye
mana verirlerken ona şarap demişler. Üzümden, hurmadan,
buğdaydan ve tür şeylerden yapıldığı için. Şimdi rakı, alkol
veya diğer maddeler aynı usulde yapılmıyormuş. Alkol
karıştırılmak suretiyle uyuşturucu özelliği verilen içkiler
imal ediliyor. Aradaki fark şu, İkisini de içmek haram.
Efendimiz (a.s.v.) (Küllü müskirin haram) "Her sarhoşluk
veren haramdır" Ne kadarı? "Çoğu sarhoşluk veren şeylerin
azı da haramdır" diyor Efendimiz (a.s.v.) Mikrop, insana
mikrop zararlı ise; bir mikrop kuyusuna düşmekle birtek
mikrobun, gözünüzden, dişinizden veya yaranızdan içine
girmesi aynıdır, insanın bütün vücudunu hasta
düşürebiliyor. Aynı şekilde "Çoğu haram olanın azı da
haramdır" diyor Efendimiz (a.s.v.)
Fakat fark şu. Yani şarap demenin şu faydası var. Mesela
günümüzde: Efendim kolonyayı kullanabilirrniyiz,
kullanamazmıyız? Münakaşası var. İspirtoyu
kullanabilirrniyiz. Yani vücudumuzda bir yaraya sürebilir-
miyiz? Veya vücudumuza dökülse ne olur? Gibi sorular
sorulduğunda; değerli ilim adamlarımız son dönemde,
demişlerki;
"Bazı haramlar vardır ki: "haram liaynihi" yani bizzat o
şeyin kendisi haramdır." Bazı haramlar vardır ki: başka bir
sebepten dolayı haramdır. "Kendisi haram değildir de başka
bir sebepten dolayı haramdır" diyorlar. Şimdi Rabbim
burada "şarap necistir, pisliktir" diyor. Alimlerimiz demişler
ki: "Rabbim şarap (hamr) kelimesini kullanmakla: o zaman
arabın dilinde üzüm hurma gibi şeylerden olana (hamr)
diyorlardı. Bunun bizzat kendisi, içilmesi de haram, elinize
döküldüğü zaman yıkanmadan namaz kılınmaz. Kendisi de
haram, kullanılması da haram."
"Öyleyse alkol, o sarhoşluk verdiğinden dolayı içilmesi
haram, ama üzerinize sürecek oluşanız namaza mani
değildir. Kolonya namaza mani değil. Ispirtonamazamani
değil" diyen, son dönemde yetişen âlimlerimiz çoğunlukta.
Tabii bunlar da kendiliklerinden vermiyorlar. Birşeyin zatı
haramdır. Yok başka bir sebepten dolayı haramdır. Şarabın
kendisi haramdır. Sarhoşluk vermesinden dolayı haram.
Bizzat kendisinin de (rics) olmasından dolayı (Ayet-i
kerimeyle) pislik olmasından dolayı kullanımı da haramdır.
Ama rakı veya diğer şeyler sarhoşluk vermesi nedeni ile,
(alkol) mesela haramdır. Mesela ispirto içen de sarhoş
oluyormuş. İspirto içen kişi sarhoşluk vermesinden dolayı
günaha giriyor. Büyük günaha giriyor. Ama üstüne
dökülürse namaza mani değildir, demiş alimlerimiz.
Mesela altın, erkeğe takılması haramdır. Onun zatı haram
değildir. (Haram liaynihi) (Haram liğayrihi) dediğimiz şey.
Ayniyle haram değil altın. Ama erkeğin takması haram.
Zatında haramlık yok. Erkeğin takması söz konusu olunca,
yani ziynet kullanımı söz konusu olunca haram oluveriyor.
Peki. Altun haram. Yani erkeğin kullanması haram. Peki bir
kişi al-tun yüksüğü taksa, namaz kılsa namazı olur. Çünkü
zatı haram değil onun. Zatı pislik değil.
Altun yüzüğü takan, Peygamber Efendimizin hadisine
binaen haramı işliyor. Fakat namaza mani değil. Bazı
arkadaşlarımız şöyle biliyor bunu. Erkeğin yüzük takması
haram mı? Haram Peki bir adamın üzerine şarap döküise
namaz kılabilir mi? Kılamaz. O haram olduğundan dolayı
kılamaz. Altun da haram. Erkeğin takması haram. Öyleyse
altun yüzüğü takınca onunda namazı olmaz. Fetvasına
gidiyor. Okumadan âlim olan. Gezmeden seyyah olan
arkadaşlar.
Şimdi Allah (c.c.) Kur'an-ı Keriminde birçok emir ve
yasakların niye verildiğinin hikmetini bizzat kendisi beyan
ediyor. Tamamını değil. Bir-iki hikmetini beyan ediveriyor.
Yani siz benim emrime uyun. Faydası şu. Siz benim
yasağıma uyun, faydası şu, diye faydalarından bir-iki
faydayı bildiriveriyor. Ama bazı emir ve yasaklar da var ki;
bize dünyadaki olan faydaları bildirilmiyor. O nedenle
birbiri ardına geliyor o ayetler. Bir faydası bildirilen yasak,
birde faydası bildirilmeyen yasak. İkisi de geliyor ardarda
bu sayfada.
İçkiden, kumardan, fal oklarından yani şans oyunlarından
hepsinin pis olduğunu, şeytanın işlerinden olduğunu ve
kaçınılması gerektiğini bildiriyor Allah (c.c.) ve bunlardan
bizi yasaklıyor.Niye? 1075[98]

(91) Şeytan, şarap ve kumarla, aranızda ancak düşmanlık ve


kin bırakmak, Allah'ın zikrinden ve namazdan alıkoymak
ister. Artık vazgeçtiniz değilmi?
Hakikaten sarhoş olan adamlar namaza gelemezler. Çünkü
yasak var. "Ne söylediğinizi bilebilecek duruma gelinceye
kadar sarhoşken namaza yaklaşmayın" diyor.
Allah rahmet etsin. Necip Fazıl Kısakürek, (kendisi yazdığı
için gıybet olmaz) Allah taksiratını affetsin. "Paris'te
güneşin nereden doğduğunu görmeden geldim."diyor. 2
sene kalmış. "Çünkü sabah güneş doğmadan önce
kumarhane kapanırdı. Evimize gelir yatardık. Gün batmcaya
kadar. Gün battıktan sonra gelir kumarhaneye sabaha kadar
kumar oynardık. Pariste 2 sene güneşin ne taraftan doğup ne
taraftan battığını göremeden geldim" diyor.
Tabi sonradan tevbe etmiş. İslami çizgiye gelmiş, değerli bir
büyüğümüzdür. Allah rahmet etsin. Yani namaza nasıl mani

1075[98]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/479-481.
olur. İşte böylece içki de kumar da mani olur bir. Allahı
zikretmeye mani olur iki. Aynı masaya oturmuş insanların
arasına düşmanlık atar. Olur mu hocam? Eee gazete
sayfalarında gördüğünüz bu değil mi canım.
Kumar masasında kaybeden insan çekti tabancasını
karşıdakini vurdu. Oyun ettin diye. Orada oyun ettin diye
vurdu. Veya oyunu oynadı kaybedince, parası çıkmayınca
adamı bıçakladılar. Gibi haberler.. İçki masasındaki olaylar
gibi adliyede çok olay var. İntiharlar da var ayrıca.
"Hala mı vazgeçmeyeceksiniz" diyor Allah (c.c.) Ve bunun
zararını biz günümüzde daha iyi görüyoruz. Devlet
kademelerinde üst kademeye doğru tırmanan çok değerli
arkadaşlarımız; "Hocam sofraya oturma mec-buriyetindesin.
Avrupa'dan Amerika'dan heyet gelmiş. İş görüşmeleri ya-
pılacak. Oturacaksın. Senden de bilgi ahr" diyor. Üst
düzeyde bir görevli. "Sen de orda efendim işte şu şu
hazırlıklarımız var, durumumuz budur" filan imza atacaksın.
Ama yemekte içmediğine dikkat ediyor adam. Soruyormuş,
niye içmedi o? diyormuş. İçenden korkmuyor, içmeyenden
korkuyor. İçenin başına çorap örmek kolay. İçmeyenin
başına çorap örüle-miyor. Adam ayık. Ne taraftan hangi
renkte çorap örüyor, onu anlıyor. Bu sefer oyuna
gelmemeye gayret ediyor. Gavur diyor ki: "Bu sefer imza
atmayalım. Gelecek sefer imza atalım. Ama ben gelinceye
kadar da o arkadaşı oradan kaydırıverin" diyiveriyor.
Yani müslümanlara böylesine zulüm? Yani içkinin kimlerin
lehine çalıştığını, şeytanın lehine çalıştığını gözümüzle
görüyoruz. Rabbim de zaten; "Şeytan bunu size vermiş, bu
şeytan içindir diyor.
Altmış kişilik otobüsü süren şoför sarhoş olursa otobüs ona
teslim edilmez. Yakalanırsa cezalandırılır ve yola devam
ettirilmez. Topyekün bir milleti devlet otobüsüne bindirip
götüren yöneticilere niçin içki yasağı koymadıklarını
açıklayamıyorlar. 1076[99]

(92) Allah'a ve peygambere itaat edin ve (isyandan) sakının.


Eğer yüz çevirirseniz iyi bilin ki, Rasulümüze düşen apaçık
tebliğdir.
"Eğer sırt çevirirseniz" Yani Allah'ın ve rasulünün
emirlerine sırt çevirirseniz iyi bilin ki, bizim rasulümüz,
elçimiz üzerine, düşen apaçık tebliğdir." Yani bu
peygamberin görevi size bunları duyurmaktır. O da duyurdu
bitti. O peygamber görevini yerine getirdi. Siz de duydunuz
ve ilerde mazeret süremezsiniz.
-Ya Rabbi biz bunun haram olduğunu bilmiyorduk ki, deme
durumunuz yok gayri diyor Allah (c.c.) Peki ama sahabe ve
günümüzde bir kısım insanlar diyorlar ki
-Ya biz bunu içtik. Oynadık. Biz bu pisliği yaptık. Ne
olacak bizim halimiz diyorlar. Rabbim ona da: "İman edip
ameli salih işleyenler, (Yani işlerini düzelten, namazını
kılan, hacca giden, zekatını veren İslamın bütün emirlerini
yerine getiren, yasaklara harfiyyen uyan kişiler için daha
önce yaptıklarından günah yoktur," Yani o defter
karıştırılmayacak gayri. Defter kapatılıyor. Allah (c.c.)
(gaffar veya gafur) ismi celaliyle orası kapatılıyor. İman
edince iman geçmişi siliyor.
Mekkeyi fethettiğinde, hepsini atfetmiştir. Bir de Amr ibn-il
As. Peygamber Efendimiz (a.s.v.).Vın yanma gelmiş: "Ya
rasulallah benim cahiliyye döneminde günahım çok
fazlaydı" demiş. "İslam geçmişi siler, yok eder" demiş. Yani
müslüman ol geçmiş pisliklerinden kurtul demiş.
Yahudiler mağlup edildiklerinde, orada da buna benzer bir
söz söylemiş Efendimiz. "İslam geçmişi siler, ancak borç
hariç" demiş. Yani bir yahudi müslüman olmuş, öbür yahudi
müslüman olmamış. O yahudinin bu yahudiden alacağı var.

1076[99]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/482-483.
Efendimiz borcunu öde demiş. Müslüman olan yahudiye
demiş ki: "O yahudiye olan borcunu öde." islam geçmişi
siler, günahları siler ama borç hariç, borcu iade et, de-
miş. 1077[100]

(93) İman edip ameli salih işleyenler, AUah'dan sakınıp,


iman edip ameli salih işlediklerinde, sonra sakınıp, iman
ettiklerinde, sonra yine sakınıp iyilik de bulundukları zaman
yediklerinde hiçbir günah yoktur. Allah iyilik yapanları
sever.
İman edip, ameli salih üzere olanların geçmişte yapmış
oldukları günahların affedileceği ancak, Tekrar, "İman edip
ameli salih işleyenler, (3 defa imanı, 3 defa takvayı
zikretmiş Rabbim), 2 defa da ameli salih işlemeyi tekrar
etmiş, birde (ihsan) makamına geçişi bildirmiş bize.
İnsanın en büyük varacağı makam (İhsan) makamıdır.
Yoksa reisi cumhurluk makamı değil. (İhsan) makamı.
Diğerleri geçici. Bu dünyada fayda verici. Ama ihsan
makamı dünyada da, ahirette de fayda verir.
Hani bazı insanlar vardır. Güler yüzlü, dinine çok bağlı,
tevekküllü insanlar. Fakir de olsalar, dünyada cennet hayatı
gibi yaşayan insanlar vardır. İhsan makamına ermiş adamlar
bunlar. Ahirette de durumları çok iyi olacaktır. Çünkü,
"Allah (mimsin) leri sever diyor." "İhsan sahibi olanları
Allah sever" buyuruyor Rabbim.
3 defa iman, 3 defa takvadan bahsetmiş ve 2 defa ameli
salihden 1 defa da ihsandan, en son ihsan. İman-ameli salih,
takva ve ihsan makamına yükselmek.
Nedir ihsan: Efendimiz (a.s.v.) ; cibril hadisi diye meşhur
olan bir hadiste: Cebrail (a.s.) Peygamber Efendimize İslamı
sormuş, imanı sormuş, (ki bu konuda imam-islamı vede
ihsanı şerheden üç tane kitapçığım yayınlandı.

1077[100]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/483-484.
İhsan,Allah (c.c.) ıi görür gibi ibadet yapmaktır." İşinde,
aşında, yürüyüşünde, oturuşunda, kalkışında, dinine hizmet
edişinde, çocuklarına hizmet edişinde, nefsine hizmet
edişinde, nefes alış verişinde Allah seni görüyor hissi
içerisinde işlerini güzel eylemek.
Aslında hasen, güzel manasına geliyor. Yani işleri güzel
eylemek. Anne babaya ihsanı emreder diyor, ayeti kerime.
Yani iyiliği emrediyor.
Dostlara, insanlara ve hayvanlara da iyiliği emrediyor. İşte
(ihsan) makamı bu.
Allah (c.c.)'e karşı, onun koltuğu altında olduğunu bilerek,
Allah'ın yarattıklarına karşı güzel muamele etmeye ihsan,
makamı diyoruz. Buraya geçmek için de: evvela iman, sonra
ameli salih, bu iman ve ameli sa-lih kişide refleks hale
gelirse takva olur o.
Gözümüz karşıdan gelen pisliğe karşı bizden emir almadan,
harekete geçiyor ya. İnsanın da davranışları hep iyiye göre
ayarlanıyor. Takva makamına ondan sonra da ihsan
makamına geçiş oluyor.
Bu 94. ayeti kerime de; hikmeti bize bildirilmeyen bir
yasaktan bahsediliyor. Hani Kur'anda bazı yasaklar vardır
ki; hikmeti bildirilmemiş. Burada hikmeti bize bildirilmeyen
bir yasak var. 1078[101]

(94) Ey iman edenler, Allah'ı görmeden ondan kimin


korktuğunu ayırdetmek için ellerinizin ve mızraklarınızın
ulaşivereceği avla sizi imtihan edecektir. Bundan sonra kim
haddi aşarsa onun için acıklı bir azap vardır.
Mutlaka imtihan edecek. Öyle bir av ki, o ava elinizi
uzativerseniz,1 tutabileceksiniz. Veya mızrağınızı atsanız
vurabileceksiniz. Öyle avlar var ama, o -avlan avlamama
konusunda Allah sizi imtihan edecek. Niçin? "Kim Allah'ı

1078[101]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/484-486.
görmeden ona iman ediyor ve ondan sakınıyor, onları ortaya
çıkarmak için. O biliyor, Rabbim de. Bize gösteriyor. Amel
defterimize geçirtiyor bunu. Bunları ortaya koymak için.
Hudeybiye musalahası
yapıldığı sene o umre yapılamamıştı ama, Hudeybiye
denilen yerde; tef-sircilerin ifade ettiğine göre, tavşanlar,
ceylanlar diyor. Şimdi Ceylan meylan yok orda. Fakat eski
tefsir kitaplarımızda ceylanların, şöyle yakınlarına kadar
geldiğini, hatta develerinin eşyalarının arasında artıkla-
rından yediklerini (yani çok miktarda demek ki av hayvanı
var) Hemen ayeti kerime de "Elinizi uzatıverseniz
tutacaksınız" veya mızraklarınızı atsanız vurabileceksiniz."
Böylesine avlar gelmiş ama; Rabbim diyor ki: "Kara avı
yasaklanmıştır." Niye yasaklanmıştır? Niyesi yok. Rabbimin
emrine uyup uymadığınız ortaya çıksın diye.
Hatta hanefi mezhebine göre; vursanız etini de
yiyemezsiniz. Ya ben bunu vurayım da cezasını ödeyeyim.
Zaten cezası geliyor. Cezasını da bildiriyor Rabbim.
Vurursanız cezası nedir? 1079[102]

(95) Ey iman edenler, ihramlı iken avı öldürmeyin. Sizden


biri bilerek avı öldürse cezası: sizden iki adil kişinin
kararıyla, öldürdüğü avm dengi bir hayvanı Kabede kurban
olarak kesmek, veya fakir-
Ieri doyurmak veya buna denk oruç tutmaktır. Bu yaptığının
cezasını tutmak içindir. Geçmişde olanları Allah afvetti.
Kim geçmişe dönerse Allah ondan intikamını alır. Allah
güçlüdür, intikam sahibidir.
Peki buna kim hüküm verecek. Devemi kesecek, koyun mu
kesecek, siğırmı kesecek. Bunun hükmünü kim verecek.
"Sizden adalet sahibi kişiler buna hüküm verecek." Şimdi
bazıları okumadan alim dediğimiz kişiler; (Türkiye'de var

1079[102]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/486-487.
bunlardan) Niyetleri iyi yalnız arkadaşların. Tanıştığımız
bazı arkadaşlar var. Niyet iyi de bilgi yok. Biz Kur'andan
başkasını bilmeyiz, sünnete bile itibar etmeyiz, diyenler var.
Yani niyeti iyi olduğu için biraz sevgim vardır bunlara.
Düzelebilir bunlar. Ayette diyor ki "Allah'a itaat ediniz,
rasulüne itaat ediniz."
Allah'a itaat ediniz demek Kur'ana itaat ediniz demektir.
Rasulüne itaat ediniz demek sünnete uyunuz demektir.
Burada Fakihlere de işaret var Rabbim tarafından fakihlerin
sözüne de itibar edilmesine işaret vardır. Çünkü bir adam
birşey öldürmüş. Onun karşılığında neyi kurban edecek
veya neyi keffaret olarak ödeyecek. Onu fakihler beyan
ediyor. Onun için bakarsanız haccm ahkamına, orada hacda
keffaretler bölümüne bakarsanız: Mesela bizim Türkiye'de
yazılmış ilmihal kitaplarında, "İşte bir ceylan öldüren bir
koyun keser. Bir tavşan öldüren şu kadar sadaka verir,
gibicesine öldürdüğü hayvanın- karşıtı da fıkıh kitaplarında
bildirilmiş. Kim bunlar? Adalet sahibi kişilerdir, ki: onların
hükmünün de geçerli olacağını ifade ediyor.
Helal olan bir yiyeceği Rabbim haram kılmış. Tavşanı,
geyiği veya ceylanı avlamak helaldir. Ama demiş ki bu bir
imtihandır. Emre itaatsizlik veya itaathlığı ortaya çıkarmak
içindir.
Rabbim zaten biliyor. Neyi ne yapacağımızı. Fakat bizim
itiraz edip etmeme durumumuz var ya. Bazıları sorarlarmış
imamlara. Efendim Allah bizim ne yapıp yapmayacağımızı
biliyormuydu? Biliyordu. Peki öyleyse dünya'ya getirmeden
bizi; Yani dünya'ya gelmeden. "Bu dünyada cennetlik
olacaktı, bunu cennete göndereyim. Bu kötü amel yapacaktı.
Bunu cehenneme göndereyim" deseydi ya. Niçin getirdi bizi
bu dünyaya?
Öğretmen 8 sene sonra," çocuklar ben sizin hepinizin
durumunu biliyorum. İmtihana gerek yok. Şu şu
arkadaşlarınız geçecek. Bu bu arkadaşlarınız kalacak." dese.
Kalanlar kabul eder mi? Yok hocam biz bir gece çalışırız,
kitabın hepsini ezberleriz. Sen imtihanı yap derler.
İmtihanı yapıyor. Tabii öğretmenin dediği çıkıyor aslında.
Onların bir gecede halledemeyecekleri sorular var. Geçenler
geçiyor. Kalanlar-kaliyor. Kalanların itiraz hakkı yok
oluyor, yalnız. Hocam beni niye bıraktın?diyenlere
defterlerinigösteriveriyor. Traşını gözünün önüne
indiriveriyor. İşte soru-işte cevap diyor.
Allah (c.c.) bizi eğer yeryüzüne getirmeden ahirette böyle
yapmış olsaydı. Yok ya Rabbi, beni getirmiş olsaydın, nasıl
olur, böyle nimetlerini göreceğim, senin ayetlerini
göreceğim, peygamberlerini göreceğim de isyan mı ederim.
Deli miyim diye itiraz ederdi. O da getiriyor. Bu dünyada
amel defterini dolduruyor. Öbür dünyada itiraz edecek
olursa, bak işte defter. Deftere bile itiraz olacağını haber
veriyor.
Deftere itiraz edecek olursa. Hani deftere bir bakıyor, kap
kara. Ben bunu yapmadım. Bu başkasının defteri, dediğinde
de; "Ellerini konuşturur. Dillerini konuşturur" diyor Rabbim
ayeti kerimede.
Yani imtihan içinde yasaklanmış olanlar vardır. Buna şöyle
dikkat çekelim. Bundan birkaç sene önce modaydı. İstanbul
da 10-15 sene önce vaizlerimizin bir kısmı vaazlarında
Cenab-ı Allah domuzu niye haram kıldı bilirmisiniz? Niye
haram kılmış? İçinde tirişin maddeleri varmış. O maddeler
de şu şu hastalıklara sebep olurmuş. Onun için haram kıl-
mış.
Kur'an-ı Kerim de böyle birşey yok. Peygamber
Efendimizin hadisinde de böyle birşey yok. Yasak
kılınmıştır, bu kadar. Niyesi yok. Yasak kılındığı için
yemiyoruz. Eğer üriğinden hareket edecek olursan, batılı der
ki, bizim icat ettiğimiz ilaçlarımız var. O ilaçla kaynattıkmi
o tirişin maddeleri tamamen Ölür. "filet ortadan kalkınca,
haramiık da ortadan kal-
kar." Kaidesi vardır, hukukumuzda. O illet kalkmıştır. Öyle
ise helal olmuştur, derse ne diyeceğiz. Yok öyle birşey.
Haram kılınmıştır. İmtihan için haram kılınmıştır. Tutan
tutsun. Tutmayan tutmasın.
Peki bunun benzeri. Mesela Bakara suresinin 249. ayeti
kerimesinde geçmişti. Tâlût, beni İsrail devletlerinden
birinin komutanı. Peygamberin ismi verilmiyor Kur'an-ı
Kerim'de . Peygamber kelimesi ile ifade ediliyor.
Yerlerinden, yurtlarından sürülmüşler, haksızlığa
uğramışlar. Benîi İsraili derleyip toplama görevini
üstleniyor Tâlût.
O insanların itiraz edenlerini saf dışı bırakıyor. Ama
kendisine katılanlarla o günün zalim komutam Câlût'a karşı
harbetmek üzere bir ordu hazırlıyor. Bunlarla yola çıkıyor.
Bir yere geliyorlar. Diyor ki;
"Allah sizi bir nehirle imtihan edecektir. Kim o nehirden
içerse benden değildir." Halbuki su hayattır ve helaldir." O
sudan içen benden ayrılsın. Kim ondan içmezse o
bendendir" diyor. Derken su ile karşı karşıya geliveriyorlar.
Bu susuz adamlar.
-Demişler ki, Allah'ın helal kıldığını hangi peygamber
yasaklamış, kitabımız da varmı bu. Tevratta varmı bu suyun
içilmeyeceği? Bu niye kendi kendine yasaklıyor. Suya
hücum.
Ondan sonra kendi arkadaşlarına, "için" dedi. "Ancak
avucuyla içmek üzere diğerlerine müsaade etti ve onlarla
Câlût'a karşı harbi kazandı da."
İlerde devam ediyor. Dâvud (a.s.) da var orada, Tâlût'un
ordusunda. "Dâvud Câlût'u öldürüyor, Neticede
müslümanlar zaferi elde ediyorlar. Burada" suyu haram
kıldım deniyor, yasakladım" diyor. Onlar kendilerinde değil
. Yani en zor anda komutanın emrine itaat edenle etmeyen
ayırt ediliyor. Burada da Allah'dan korkanla-korkmayan
ayırt ediliyor. Bu ayet-i kerimelerde.
Ayet-i kerimede; "Elinizin değiverdiği avlar. Mızrağınızı
kurşununuzu atıverseniz vuracağınız avlar, size haram
kılındı."
Elimizde olmayan şeylerin haram kılınmasında imtihanı
başarırız
biz. Ama elimizin altında olanda biraz zor. Anlatırlar.
Dağda bir derviş varmış. Evliya diye biliniyor. Bir de
şehirde derviş varmış. O da evliya biliniyor. Kunduracılık
yaparmış. Dağdaki derviş, şehirdeki dervişin yanma gelmiş,
Dağdan ona hediye olarak kar getirmiş. Mendilinin içine
sarmış getirmiş. Şehirdeki dervişin dükkanına girmiş. O da
ısınmak için dükkanında ateş yakmış. Karı korun üzerine
asıvermiş. Kerametini gösteriyor kar erimiyor. Halbuki
ateşin üzerinde karın erimesi ve mendilinde yanması lazım.
Derken bir bayan kundura almak için girer içeriye.
Kunduracı çıkarır kundurayı. Bayan kendi halinde
kundurayı giyerken, şöyle hafif topuğunun üzerine
sıyrılıvermiş donu. Topuğu görünce, dağdan inen dervişin
gözü kayıvermiş.ve kar erimeye başlamış. Şehirli derviş:
."Durdur karını-söndürüyor korumu" demiş. Yani dağda
dervişlik yapmak kolay. Şehirde dervişlik yapmak zor.
Rabbim de burada.; "Ellerinizin uzanıverdiğinde elde
edeceği, kurşununuzu ativerdiğinizde vurabileceğiniz bol
miktarda av olsa bile, Allah sizi denemek için bunu haram
kılmıştır" diyor ve bundan vazgeçmemiz gerekiyor.
Mesela ben, istesem de köşeyi dönemem. Elimde imkan
yok. Ama bazı insanlarımız var ki, istese elinde imkan hazır
köşeyi dönecek. Ama dönmüyor. O adamın sevabı fazla
benden. İkimizde birşey yapmıyoruz ama o elinde imkan
olduğu halde haramdır diye yapmıyorsa sevabı fazla.
Hz. Ömer'e sormuşlar. Efendim burada iki insan var. İkiside
günaha girmiyor. Ama birisinin elinde imkan varken
girmiyor, birisinin elinde imkan olmadığı için günaha
girmiyor. Bunların ikiside aynımıdır? (İkiside günah
işlemiyor yani) Demiş ki, elinde imkan olduğu halde günaha
girmeyenin sevabı var. İmkanı olmadığı halde günaha
girmeyenin sevabı da yok günahıda yok.
Şeyh Sâdii Şirazi'de bunu şöyle misallendirrniş. "Tevbe
günaha gücü yettiği anlarda yapılabilir" demiş. Adam
hırsızmış 80 sene hırsızlık yapmış. Kalelere kement atamaz
hale gelince; Ya Rabbi! bundan sonra yapmayacağım
diyormuş.
Ömür boyu zina etmiş. Birgün yapamaz hale gelince Ya
Rabbi! bundan sonra yapmayacağım diyormuş. Zaten
yapaman ki. Yani elimizde imkan varken kendimizi bundan
alıkoyuyorsak değeri var bunun.
Onun için. Buharide geçen bir hadisi şerif vardır. Hani
kişiler en iyi amellerini sayıyorlar. Peygamber Efendimiz
haber vermiş. Geçmişte bir toplumdan, yaptığı amelin en
iyisini şöyle hayalinden geçiriyor. Mesela bir tanesi diyorki.
"Böyle böyle bütün imkânları hazır. Bir eve kapandık ve
çok arzu ettiğim bir kadın, imkânsızlıklar içinde
kıvranırken, para vereceğim, mal vereceğim va'diyle evime
aldım. Kimse de görmüyordu. Yıllardır da arzu ediyordum.
Aman Ya Rabbi tam zina edeceğimde senin yasağın
hatırıma geldi ve bu işten vazgeçtim." diyor. O amelinden
dolayı kişinin duası kabul edildiğinden, Efendimiz (a.s.v.)
haber veriyor. 1080[103]

(96) Size ve yolculara yiyecek olarak deniz avı ve yemeği


size helal kılındı. İhramh olduğunuz müddetçe kara avı size
haram kılındı. Huzurunda toplanacağınız Allah'dan sakının.
Burada adam ihramını giyse. Yola koyulsa deniz hayvanını
avlamayı Allah (c.c.) helal kılmış. "İhramlı olduğunuz
müddetçe kara avını avlamak size haram kılınmıştır" diyor.
Denizde yaşadığı halde, uçabilen hayvanlar kara hayvanıdır.
1080[103]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/487-492.
Buhari,Edeb 5,Müslim,K.zikir, hadis no:2734
Yensin yenmesin haramdır avlanmaz. Ama Efendimizin bir
hadisi şerifinde müsaade edilen var. Mesela bize zararlı
olanlardan. Mesela karga ekine zarar veriyor. Akrep, yılan,
kuduz köpek gibi bunların 5 tanesini saymış Peygamber
Efendimiz. Bunların ihramlı iken de ihramsız iken de
öldürülmesine izin verilmiştir.
Buna kıyasla, zarar veren herşeyin öldürülebileceğini
alimlerimiz ic-tihad etmişler. Yani Efendimiz burada 5
tanesinin adını saymış ama, bunlara bakıyoruz ki, kişinin
malına veya canına zarar vermektedir. Öyleyse insanın
malına ve canına büyük miktarda zarar verenler öldürülebi-
lir. Ondan dolayı da keffaret gerekmez demişler.
"Huzuruna toplanacak olduğumuz Allah'dan sakının" diyor.
Başkalarından ne sakınacaksın. Başkalarının huzuruna
toplanmayacağız biz. Kıyamette kimin huzuruna
toplanacaksak, bugünde ondan sakınmamız gerektiğine
Allah (c.c.) dikkatimizi çekiyor.
Peki insanlar ihram giyerek hac veya umre için gittikleri
yerin nasıl bir yer olduğunu biliyorlarmı? 1081[104]

(97) Allah, Kabeyi, beyti haramı insanlar için Kıyam


(doğrulma, ayağa kalkma) yeri kıldı. Haram ayı, kurbanlığı
ve boynuna gerdanlık takılan kurbanlıkları da (kıyama
vesile kıldı) Bu, göklerde ve yerdekîleri Allah'ın bildiğini,
Allah'ın herşeyi bildiğini bilmeniz içindir.
Hani "kıyama kalktı" derler. Yani bir milletin dirilişine,
uyanışına kıyama kalkma derler. Namazın erkânından birisi
kıyamdır. Ayakta durmak Kabe de, insanların ayakta
durabilecekleri yerlerden biridir ve en başında gelenidir.
Dünyada ki insanların ayakta durabilecekleri ve yönele-
cekleri yer sadece Kabedir.
Efendim, Kabeyi Muazzamada bağınlırmıymış? Orada

1081[104]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/492-493.
feryadü figan edilirmiymiş? Slogan atılımııymış? Oraya
slogan atmak için gidilir. Kabeyi Muazzamaya slogan atmak
için gidilir. Hangi sloganın atılacağıda burdayken öğretilir.
(Lebbeyk Allahümme lebbeyk) diye, burada sloganı nasıl
atacağınız da öğretilir. "Ya RaBbi, senin davetine geldim
ben. Beni davet edenler var. Eskiden Rusya vardı. Şimdi
Amerika var. Onlar da davet ediyorlar ama, Ya Rabbi ben
senin davetine koştum geldim, "diye slogan atarlar.
"Senin ortağın yok. Ortaklık iddiasına kalkanlar var. Onları
reddederek geldim Ya Rabbi" diyerek slogan atmak için.
Hem de açıktan. Bağırarak. Hemde ayrı ayrı renklerden ayrı
ayrı dillerden olan insanların, bira-raya geldiklerinde
müştereken söylediği slogan budur. Orası kıyam yeridir.
Rabbim: bu 97. ayeti kerimesinde "bu beyti insanlar için
kıyam yeri kıldık" diyor. Aynı ifade ile. "O haram ayı ve
kurbanlıklara takılan gerdanlıkları da bunların alameti
kıldık" diyor.
Baş tarafta Maide Suresinin 1. ayetinde de buna değinmişti.
"İslamın şeairindendir" Yani, İslama has işaretlerindendir.
Diye bildirilmişti bunlar. Niye? "Allah'ın yerde ve gökte ne
varsa hepsini bildiğini, bilmemiz için. Allah herşeyi
bilmektedir" diyor Allah (c.c.) Ve devam ediyor.1082[105]

(98) İyi bilinki: Allah'ın azabı şiddetlidir, ve Allah


esirgeyendir,1 bağışlayandır.
Ve (hafe raca') arasında olacaksın derler ya. İşte bu
ayetlerden alınmıştır. Allah'dan: cehenneme bir kişi
düşecekmiş dense, o ben olurum diye korkulacak. Cennete
bir kişi gidecek dense "Allah beni gönderecek-' tir" diye
ümit edilecektir. 1083[106]

(99) Peygambere düşen yalnızca apaçık tebliğdir. Allah,


1082[105]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/493-494.
1083[106]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/494.
açıkladığınızda gizlediğinizide bilir.
Kendisine Rabbim neyi bildirirse onu bilir. Bildirmediğini
bilemez ama, açığa çıkardığımızı da, gizli tuttuğumuzu da
her ne varsa onu Allah (c.c.) bilir. 1084[107]

(100) Deki: "Pisin çokluğu tuhafına gitsede pis ile temiz


denk olmaz. Ey akıl sahipleri, Allah'dan sakınmki kurtuluşa
eresiniz.
Efendim çokluğa bak çokluğa, denir günümüzde. Oğlum
çokluk ne tarafta ise o tarafta ol denir. İslamda bu böyle
değildir. İsîamda çoğunluğun değil, hakkın yanında olmak
vardır.
Bir köy halkı, bir olmuşlar" Bu adama haksız "diyorlar.
Bakıyorsunuz ki: bir tek adam haklı. Niye haksız diyorlar?
O köyün tamamı geçimini hırsızlıktan temin ediyorlar. Bir
tek o adam yahu ayıptır o ettiğiniz, demiş. Onlar demişler
ki, yahu olur mu öyle şey. Bizim köyün en büyük adamı,
muhtarı en çok hırsızlık yapan adamdır. En yiğidimiz o. Sen
ner-den geldin akılsız herif. Çık şu köyden diyorlar.
Otobüse binenler şoförün kim olacağım seçimle
belirlemezler. Ehliyete bakarlar. Bin kişi ehliyetsize oy
verse bir kişide ehliyetli şoföre oy verse bir kişininki geçerli
olur.
Altmış kişilik otobüsdekilerin canını korumak için seçime
değilde ehliyete bakılırken bir milletin hayatıyla oynayacak
olan yöneticiler için ehliyete değilde niçin oy çokluğuna
bakılıyor.
İbneler oy çokluğuyla Hz. Lud aleyhisselamı şehirden sürüp
çıkarma kararı almışlardı.
Bakırköydeki deli hastahanesinde oylama yapılsa. Dense ki,
bütün doktorlar, hemşireler, hastalar, oylamaya katılacak.
Tabii hepsi insan. "Hastalara iğne vurulsun mu, vurulmasın

1084[107]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/495.
mı? Diye oylama yapılsa. Hangi taraf kazanır. Vurulmasın
kazanır.
Peki orada 300 tane hasta, 50 tane de görevli varsa, 50 tane
görevli vurulsun diyor. 300 hasta vurulmasın diyor.
Efendim memlekette demokrasi var. Bu hastalara bu ilaçlar
vurulmaz. Yok öyle bir şey diyor, Rab-bim. "Pis ile temiz
denk olmaz. Velevki pisliğin çokluğu hoşuna gitse bile."
Hani feministler diyor ki: Amerika da %80 kadınlar
kocasına varmadan önce bekâretini gideriyor. Bekâret zarını
gideriyor ondan sonra kocasına varıyor. %80. Şimdi oylama
yapılsa Amerika da: Bu serbest bırakılsın mı,
bırakılmasınmı diye. Serbest bırakılsın demişler.
Peki biz oraya gittik, yerleştik. Amerikan vatandaşı olduk.
Vatandaşlık kimliği aldık. Maazallah. "Valla kardaşım
çoğunluk bu tarafta. Ne yapalım. Hadi kızım sizde mi
diyelim. Olmaz böyle şey. Yani pislik pisliktir. Kim belirler
o pisliği. Allah ve rasulü belirler. 1085[108]

(101) Ey iman edenler, açıklandığında hoşunuza gitmeyecek


şeyleri sormayın. Eğer Kur'an indirilirken onlardan
sorarsanız size açıklanır. Allah onları affetmiştir. Allah
esirgeyendir, bağışlayandır. 1086[109]

(102) Sizden önceki toplum onları sormuştu da daha sonra


onlarla kâfir olmuşlardı.
Peygamber Efendimiz de; (ayeti kerime inmiş. Haccm
farziyeti konusunda) sahabeden biri sormuş. Ya Rasulallah!
Her sene mi? Şimdi gücü yetene hac farz kılınınca;
sahabeden biri her sene mi? diye sormuş. Efendimiz
susmuş. Yine her sene mi diye 3 defa sormuş. Bunun
üzerine bu ayet nazil olmuş derler. "Hükmü size
bildirilmemişse siz soruyu sormayın.
1085[108]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/495-496.
1086[109]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/496-497.
Peygamber Efendimiz demiş ki: "Eğer evet dersem her sene
farz olacaktı. Sizin de buna gücünüz yetmezdi" diyor. Yani
siz bildirilene uyunuz. Bildirilmeyen yasaklanmamıştır
zaten. Bildirilmeyen emredilmemiş-tir de zaten. Ve bir
genişleme vardır. Soru soruldukça (Hani derler ya, bu
içeriye girip çıkanlar. Ağzını ne kadar sıkı tutarsan, o kadar
rahat edersin, diyor adam.)
"Eğer ondan Kur'an nazil olurken sorarsanız, sizin için
açıklanır." "Allah o sorulardan dolayı sizi affetmiştir."
"Allah affedicidir, Allah yumuşak muamele edicidir. "
"Sizden önceki toplumlar peygamberlerine, bu tür sorular
sormuşlardır da sonunda kâfir olmuşlardır."
Ya Yunus (a.s.v.)'a sunuda yapsak mı, şöyle ediversek mi?
denmiş. O da peki edin. Peki kılın derken, zamanla zor
gelmeye başlamış. Ve zamanla terk etmeye başlamışlar ve
zamanla inkara gidivermişler. Olur mu öyle şey, demişler.
Kâfir oluvermişler.1087[110]

(103) Allah, Bahire, Şaibe, Vasile, Hamı (gibi batıl


inançları) meşru kılmadı. Ancak kâfirler Allah'a iftira
ederler, onların çoğu da akıl edemezler.
Şimdi bu kelimelerin teker teker manası. (Bahira): arabın
dilinde 5 defa doğum yapan ve 5. sinde erkek doğuran
deveye denirmiş. Bu olacak olursa. 5 defa doğum yapıyor. 5
senede beş tane yavru meydana getirdi. Boduk diyoruz.
Devenin yavrusuna. 5. side erkek deve olarak.Bu sefer
arabın adeti veya itikadı diyelim. Kulağım yarıveriyor,
damgalıyor ve salıveriyor. "Onu kullanmak bize haram"
diyorlar. Allah'ın helal kıldığı bu deveyi "kullanmak ve etini
yemek bize haram diyorlar."
(Şaibe) ise; "şu işim şöyle olursa, şu deveyi
kullanmayacağım" diyor. (Vasile) ise; "Koyunun dişisi

1087[110]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/497.
olursa kendilerine ahrlarmış. Erkek olurlarsa putlarına adak
adarlarmış. Peki ikiz olur da birisi erkek-birisi dişi olursa,
ikisinide putlarına adarlar, onlanda yemezlermiş. (Ham) da;
bir erkek devenin neslinden 10 tane deve meydana gelecek
olursa, o erkek deveyi salarlar, o dilediği yerde yer, dilediği
yerde içer. Kimse de ona müdahalede etmez. Hindistan
inekleri gibi. "Buna dokunmak haramdır" diyorlar mekke
müşrikleri.
Rabbim diyor ki, böyle birşey yok. Allah size bunları helal'
kılmıştır. 9 doğursa da, 5 veya 3 doğursa da, sizin
malımzdır. Binersiniz, yersiniz, kullanırsınız diyor.
Şimdi bu ayeti mealden okuyan bir arkadaş, " bununla
benim ne ilgim var?"der. Hakikaten ilk görünüşte öyle değil
mi, Yani günümüzde deve yok bir kere Türkiye de. Varda o
da güney illerimizde. Onu da tu-
ristik gayelerle besliyorlar. Bir de deve güreşleri için. Onlar
bile bunu yapmıyorlar. Böyle bir inançları yok onların da.
Peki bunun bize duyurulmasının anlamı nedir? Anlamı
şudur. Allah'ın helal kıldığı şeyi siz haram kılamazsınız.
Haram kıldığını helal kılamazsınız. Peki günümüzde biz
bunu birçok olayda yapıyoruz. Buna benzer olaylarda.
İslami bir devlette herkesin yurt dışına çıkma hakkı vardır.
Dünya'yı istediği gibi gezme hakkına sahiptir. Seyahat
özgürlüğü vardır. Ama bugünkü çağdaş dünya da ve bunun
arasında çağdaş Türkiye'de (Benim yeşil pasaportum var.
Ben aldım) Sizin yok birçoğunuzun. Ben o yeşil pasaportla
vizesiz Almanyaya, İngiltereye, Fransaya giderim. Mesela
uçağa vardım, biletimi alâım ve çıkıp gidiyorum. Burda
konsolosluklara varıp vize almıyorum. Ben damgalanmışım
şimdi burda, kanunlarda. Karşıdaki İngiliz veya Fransız
polisine pasaportumun rengi diyorki; yahu bu adam 15 sene
baş kaldırmadan, amirine itiraz etmeden itaat etmiş. 3.
dereceye inebilmiş. Bu yeşil pasaportu almış. Yani
dünyanın neresine giderse gitsin zararsız vatandaştır,
dokunulmasın. Zaten o zikredilen hayvanlar da
dokunulmazlık elde ediyorlar. Özelliklerinden dolayı.
Mesela, milletvekilleri dokunulmazlık elde ediyorlar.
Halbuki dinimde böyle birşey yok. Devlet başkanı, halifenin
dahi dokunulmazlığı yoktur. Suçu işledi mi kanun derhal
dokunur. Öyle bir şey yok. Yani hayvanlara dokunulmazlık
veriyormuş, Mekkeli müşrikler. Günümüzdeki kanunlar da
belirli şahıslar, (hani orda deve 5 tane 10 tane doğurursa
dokunulmazlık elde ediyor) günümüzde de bu adamlar şöyle
şöyle yaparsa dokunulmazlık elde ediyorlar.
65 yaşına geliyor adam. Diyorlar ki, sen 25 sene fiilen
çalışmışsın, yaşında 65'e gelmiş. Ayrılacan. Yahu arkadaş
ben bu işi yapacak güçteyim. Yani fazla bedeni kabiliyet
istemiyor. Ben bunu yaparım. Olmaaz. Senin kulağını
deleceğiz. Emekli sandığından veya sosyal sigortalardan
seni biz burdan dışarıya defedeceğiz.
Bu dinimin tasvip etmediği ve onun dışındakilerin
uydurdukları. Za-
ten "Allah'a yalan uyduran insanların icad ettiği şey,
bunların çoğu da ne yaptığını bilmeyen adamlardır, diyor
Allah (c.c.) Peki bu adamlara, yahu etmeyin
eylemeyin. 1088[111]

(104) Onlara Allah'ın indirdiklerine ve peygambere geliniz


dendiğinde, "Biz e atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey
yeter, derler. Ya ataları birşey bilmiyor ve doğru yolda
gitmiyorlarsa?
denilse derler ki; atamızın yolunda yürümek bize yeter,
diyorlar.
"Ya sizin atanız birşey bilmiyorsa, Ya atalarınız doğru yolda
değilse, onların gittiği yoldan gider de Cehenneme
giderseniz ne olur sizin haliniz" diyor Allah (c.c.) 1089[112]
1088[111]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/498-500.
1089[112]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/500.
(105) Ey iman edenler, size gereken kendinizi (ve
toplumunuzu) düzeltmektir. Siz doğru yolda olduğunuz
zaman sapitanlar size zarar veremez. Hepinizin dönüşü
Allah'adır. O, size yaptıklarınızı haber
verecektir.
Allah (c.c.) 104, ayet-i kerimesinde; bizim mücadeleci
olmamıza dikkat çekiyor. Müslüman müdaheleci insandır.
"Onlara yahu etmeyin, eylemeyin, gelin Allah'ın indirdiğine
ve Rasulüne geliniz denildiğinde: Onlar diyorlar ki: Biz
atalarımızı, babalarımızı ne yolda bulmuşsak o yolda yü-
rümek bize yeterli diyorlar."
Bir kısım insanımız, daha ziyade mizaç itibariyle uzleti
tercih eden insanlarımız. (Uzlet)in fetvasını bu ayetten
çıkarırlar. Yani eve kapanmayı ve evden hiç dışarıya
çıkmadan bu dünyayı geçirmeyi. Eski hıristiyan-lıkta,
manastıra çekilip, orada gül koklamadan ve dünya
nimetlerinden hiçbir şey tadmadan ömrü geçirmeyi tercih
eden insanların yolundan yürümeye gayret eden bir kısım
müslüman insanımız günümüzde de vardır. Onlar da
kendilerine delil ararlarken bu ayet-i kerimeyi de malzeme
olarak kullanırlar. Yani siz kendi nefsinize bakan, kendi
nefsinizle ilgilenin, diye anlıyorlar.
Başkalarının sapıtması, sizin hidayette olmanız sebebiyle
size zarar vermez. Siz kendi hidayetinize bakın.karışmayın,
katışmayın.
"Beni sokmayan yılan bin yaşasın. Ben evimde yaşıyorum
ya. İmansızlık, fuhuş, küfür gibi bütün illetler, bana zarar
vermez ya. Öyleyse benim kapıdan çıkıp, pencereden
bağırmama gerek yok. Ben kendi nefsimle meşgul
olacağım" diyenler bu ayet-i kerimeyi yanlış anlayarak
sarılıyorlar yalnız.
Biz ayeti kerimelerin tefsirini: birinci derecede ayetlerle
yapmaya görevliyiz. Abdullah bin Mes'ud R.A. öyle diyor,
bir ayeti kerimenin tefsirinde. "Öyle ayetler vardır ki; tefsiri
ayet nazil olmadan gelmiştir." Ben ilk defa rastladım
mesela: İbn-i Mes'ud R.A.'ın sözüne. Öyle ayetler vardır ki
diyor. "Tefsiri ayet nazil olmadan gelmiştir."
Yani (sebebi nüzul) dediğimiz şey var ya. Bir olay meydana
gelmiş. Olayın üzerine ayet nazil olunca, sahabe hepsi
birden anlayıvermişler
olayı. Çünkü daha önce olay belli. Olayın, doğrumu
yanlışmı olduğunu Allah (c.c.)'den bekliyorlar. Derken ayet
nazil olunca, ayetin tefsiri daha önceden yapılmış oluyor.
Yani anlaşılmıştı. Olay biliniyordu da. Ayet nazil olunca da
hükmü bize bildiriliverdi, bizde anladık.
Bir kısım ayetler ise, ayet nazil olduktan sonra manası,
tefsiri anlaşılır. Bir kısım ayetler de nazil olur. Ama tefsirine
zaman içerisinde ulaşabilir. Yani, zaman onu tefsir eder,
diyor İbn-i Mes'ud R.A.
Bu ayet-i kerime de. Biz bir önceki ayete bakıyoruz.
Müslümanın müdahalesi: evine çekil, manastıra çekil,
mescidin içine çekil, maddi durumunda yerindedir.
İnsanlara katışma, karışma. Beni sokmayan yılan bin
yaşasın, felsefesine sarıl. Allah'ın Kur'anda bütün
emrettiklerini yerine getir. Rabbimin huzuruna git.
Bir kere uzlete çekilmekle Rabbimin bütün emrettiklerini
yerine getirmen mümkün değil. Çünkü birçok ayeti kerime
çarşıyla ilgili. İnsanlarla muhatap olunca yerine getireceği
emir ve yasaklar vardır.
Öyleyse çıkmak ve insanlar araşma karışmak gerekiyor.
Onun için hani hafızlarımızın çokça okudukları "Gir
kullarımın arasına ve gır cennetime" buyuruyor Allah (c.c.)
Yani cennetin yolu, Rabbimin insanları arasından geçiyor.
Bu insanların arasında İslamı yaşamak ise: yine Peygamber
Efendimiz (a.s.v.)'m haber verdiğine göre; "Böyle bir
ortamda sabretmek, amelce avucunda kor taşımaya benzer"
diyor.1090[113]
Avucunuzda, hani bir meşe ağacı yanmış meşe ağacının
közü var. Biz onu taşıyabilmek için ateş küreği
kullanıyoruz. Elimizde taşımamız mümkün değil. Elde
taşımak mümkün olur bazen ama. Hani köylerde kül alırlar,
külün üzerine közü koyarlar. Böylelikle taşırlar.- Peki
Efendimiz (a.s.v.) "Elde kor taşımak gibidir" diyor. Böyle
bir ortamda İslamı yaşamak. Elimiz yanıyor diye atıversek
maazallah donarız. Tutuversek de ya~ nıyoruz. Yani hem
tutacağız, hem yanmamaya , nemde donmamaya dikkat
edeceğiz. Ama hiçbir vakit atmayacağız.
Bu ayeti kerimenin tefsiri birgün Hz. Ebu Bekir R.A. 'in
yanında ko-nuşuluyormuş. Hz. Ebu Bekir R.A. ayağa
kalkmış. Demiş ki: "Bu ayeti okuyorsunuz fakat manasını
yanlış anlıyorsunuz" demiş. Ben birgün peygamber
Efendimiz (a.s.v.)'ın yanında idim. Peygamber Efendimiz
şöyle buyurdu. "İnsanlar kötülüğü görür ve o insanları o
kötülükten alıkoymuyorsa, "Çok yakında Allah azabını
onlara genelleştirir, umumileştirir" diyor.1091[114]
Eğer kötülüğü görenler, insanları kötülükten
alıkoymuyorlarsa işte o zaman Allah azabını genelleştirir,
diyor. Bu hadisi şerifin asıl alındığı bir ayet-i kerime vardır.
"Öyle bir fitneden korkun ki; o fitne gelecek olursa özellikle
o fitneyi çıkaranlara isabet etmez. O fitneye göz yumanları
da içine alır."
Hani bir ateş yakılacak olursa, odunluk tutuşursa evin
tamamı da yanar. Bu insandır, ben bunu yakmayayım ,
demiyor ateş. Allah'ın azabı da geldiği vakit, hem fitneyi
çıkaranlar azaba uğruyorlar, hemde fitneyi engelleme
gücüne sahip olduğu halde o fitneyi engellemeyenleri de
aynı hesaba çekileceklerini, Allah (c.c.) ayet-i kerimesiyle
ifade ediveriyor. Bu ayet-i yanlış anlamamaya dikkat
1090[113]
Tirmizi, Fiten 73.Ehudavud,melahım,17
1091[114]
Müsnedi Ahmed h. Hanbel, 112,5.Tirmizi,Fiten,8
edelim.
Yani okuduğumuz meallerde de "Siz nefsinize bakın, siz
nefsinizin terbiyesi ile ilgilenin, başkalarının sapıtması size
zarar vermez." Biz böyle anlayacağız yalnız..
"Siz nefsinizle ilgilenin" demek; Allah'ın bütün emirlerini
ve yasaklarını yerine getirmek demektir. Emir ve
yasaklardan biri de nedir? İnsanları kötülükten alıkoymak.
Öyleyse Allah'ın emirlerini yerine getirin. Yerine
getirdikten sonra elbette zarar vermez, sapıtanların
sapıklıkları size. Biz görevimizi yapıyoruz.
Bu aynı şuna benzer. Bir devlet, devlet hayatını devam
ettirmek için,-hudutlarını da koruyor. Giren insanların
hastalıklı olup olmadıklarına dahi dikkat eder. Hastalıklı
olunursa (Karantina)ya alıyor.
Yok efendim biz, hem ülkemiz içerisinde, hem evimiz
içerisinde her türlü sıhhi tedbirlere baş vururuz. Ülkenin her
tarafına veba hastalığı gelmiş veya bir başka bulaşıcı
hastalık gelmiş. Ee ben evimi gül gibi tertemiz tuttuktan
sonra bana zarar vermez, diyemezsiniz.
Ya! Ayetin ruhuna uygun olarak: bir, tedbirimizi alıyoruz,
iki, doktor gibiyiz. Etraftakilerin hastalığının tedavisi için de
gayret sarfediyoruz. Bu gayretimizi sarf ettikten sonra, yani
iyiliği emredip, kötülükten insanları alıkoymak için
üzerimize düşeni yaptıktan sonra, saprıyorlarsa işte onların
sapıtması bize zarar vermez. Ama biz üzerimize düşeni
yapmayacak olursak, o zaman onların sapıtması da bize
zarar verir.
Şahsımıza vermese bile çocuklarımıza verir. Onlara vermese
bile torunlarımıza verir.
"Dönüş yeriniz Allah'adır." Allah (c.c.)'e dönüş
yapacaksınız hepiniz. Yani sapıtanlar da, hidayet üzere
olanlar da, dönüş yerleri Allah (c.c.)'ün huzurudur. Ve
orada; yaptıklarından herkese teker teker, iyi olana iyi,"İyi
olanlara iyilikleri, kötü olanlara kötülükleri, Allah (c.c.)
tarafından melekleri vasıtasıyla bildirilecektir" buyurduktan
sonra Allah (c.c.) Vasiyyetle ilgili bir konuya dikkatimizi
çekiyor. 1092[115]

(106) Ey iman edenler, sizden birinize ölüm geldiğinde


vasiyet anında sizden iki adil şahid gerekir. Eğer yolculuk
anında ölüm size isabet ederse, sizden başka iki şahid
olursa, o ikisini namazdan sonra alıkoyarsmız ve eğer
şüphelenirseniz "yakın akrabada olsa para karşılığında
yeminimizi satmayacağız, Allah'ın şahitliğini gizlemeyece-
ğiz. Yoksa bizler zalimlerden oluruz" diye Allah'a yemin
ederler.
Müslümanlar, ölümlerinin yaklaştığı anlarda mallarını,
borçlarını, vasiyyetini şahit huzurunda bildirmelidirler.
Bazen ihtilaflı konular oluyor. Adam birinden borç para
almıştır, veya birine borç para vermiştir. Senedi- çeki gibi
birşeyler olmamıştır. Şahit de yoktur. Çok miktarda paralar
şahidi ve senedi olmamasına rağmen, bu durumlarda
varislerine iade eden insanlarımız eksik değil ve epeyce de
var bunlar. Ama her halükârda müslüman malının
vasiyyetini yapmalıdır. Vasiyyet derken; vasiyyet bizde
şöyle anlaşılır. Malının bir bölümünü veya tamamını belirli
bir müesseseye veya şahsa: benim Ölümünden sonra bu
sana aittir, diye anılıyoruz. O değil yalnız. O da vasiyyetin
içine giriyor ama, vasiyet denilince; kişinin mallarını,
verilecek kişiyi, borçlarını-alacaklarını iki adil şahit
huzurunda bildirmesidir.
Bizim İslam hukukunda vasiyet: başkasına veya bir
müesseseye verilmek üzere yapılan vasiyet 1/3 ü geçmez.
Malının 1/3 ini sirayet etmez Meselâ malımın tamamını
filan şahsa ve filan kuruluşa vasiyet ediyorum, diyebilir.
Ama söz varislerinindir. Vefatından sonra varisleri

1092[115]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/500-504.
müdahale edip, biz mirastan payımızı isteriz derlerse, o
zaman onun vasiyeti malının 1/3 ine geçerlidir.
Şöyle diyelim. Bir adamın 90 milyon TL. parası var. 90
milyon liralık mülkü var. Tamamını vasiyet etmiş. Oğlu-kızı
veya varisleri de var ama, Adam ben varislerime mal
bırakmak istemiyorum. Malımın tamamını, filan vakfa, filan
kursa veya filan kuruluşa bağışladım diyor. Derken vefat
ediyor. Tabii devlet İsiâmi bir devlet. İslâm kanunları
cereyan ediyorsa, o zaman varisleri mahkemeye müracaat
ederler. Malın 2/3 ünü aralarında bölüşürler. Yani 90
milyonun 60 milyonunu bölüşürler. Eğer varisler razı
olmazsa. Ama varislerde; babamızdı. Allah razı olsun. Malı-
nı hayırlı bir yere vermişti, bizde kabul ediyoruz,dedilermi
babalarının vasiyeti doğrultusunda bu iş yürür.
"Eğer ölüm size sefer esnasında isabet ederse, o zaman sizin
dışınızda 2 kişiyi, şahid edin" "Sizin dışınızdan iki kişiyi"
alimlerimiz 2 türlü tefsir etmişlerdir.
1- O zaman şöyle demişler. Daha öncesinde. Yakın
akrabalar şahit olsun. (Ev ahalisi) ise akraba olmayanlardan
da şahit edebilirsiniz. Sefer esnasındasımz. Akrabanız da
yok, gurbettesiniz, vakitte gelmiş. Hastaha-neyeveya otelde
yatıyorsunuz veya misafirlikte bir evde kalıyorsunuz. Ölüm
de gelmiş çatmış. O anda vasiyyette bulunacaksınız. Kim
olacak. Orda akrabalarınızın dışında şahit olacaklar.
2- Veya alimlerimizin bir kısmı da şöyle almışlar.
Müslüman olmayanlardan da. "Sizin dışınızdan" kasıt
müslüman olmayanlar demektir.
Yani müslüman olmayan bir ülkedesiniz. Sefer
esnasındasımz. Orada gayrimüslimlerin de şehadetine itibar
edilir. Yani o gayri müslümanla-ra; "Benim filana şu kadar
borcum vardır. Filandan şu kadar alacağım vardır. Şu şu
mallarım yanandadır. Şu şu mallarım vardır. Bunlar şöyle
desin böyle desin" gibicesine vasiyetini yapar ve onları da
şahit tutar.
Bu ayeti kerimenin sebebi nüzulü olarak, şöyle denilir.
Sonra sahabe olmuş, müslüman olmuş, 3 kişi diyor ki: "Biz
Şam tararlarına sefer esna-sındayiz. Ben-i Seym'den birisi
sefer esnasında vefat etti" Vefat eden zat demiş ki. Bakın
ticaret kervanında şu mallarım var benim. Bu mallarımı
sayarsanız, dokümanını yaparsanız ve Medine'ye
döndüğünüzde bu malları çocuklarıma verirsiniz. Malların
dökümü budur, demiş.
Bunu rivayet eden diyor ki. "O günlerde müslüman değildik
biz. Malın içerisinde çok değerli bir gümüş kabı vardı,
diyor. Onu biz, kalanla ikimiz anlaştık. Onu satalım parasını
ikimiz bölüşelim dedik. Diğer mallarını varislerine iade
ettik. Fakat varisleri: (iki türlü rivayet var burada
1- O adam vasiyet etmiş, onlara ama, bir kağıda da
dokümanını yazmış, malın içerisine de koymuş. Ondan o
şahitlerin haberi yok. Onlar mallan iade etmişler. Diğerleri
malları açıp bakarken, bakmışlar ki o listenin içerisinde çok
değerli gümüş kabın da olduğunu görüyorlar, istiyorlar. Di-
yorlar kî, biz görmedik. Böyle birşey bize teslim edilmedi.
Bu olay üzerine Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'a durum
bildiriliyor. Peygamber Efendimiz onlara (yemin) ettirmiş.
O konuyu belirlemek üzere "Namazdan sonra onları
tutarsınız." Allah'a onlar yemin eder" (Eğer şüphe
ederseniz) tabii. Şöyle demek üzere. "En yakın akrabanız
bile olsa, yeminimizi para karşılığında satmayacağız." (Yani
yalan şahitlik yapmayacağız) diye yemin ettiririsiniz."
Allah'ın şahitliğini gizlemeyeceğiz. Eğer gizlersek, o zaman
biz de günahkarlardan oluruz" diye "Yemin ettirirsiniz"
diyor Allah (c.c.)
Yemin de etmişler bunlar. Valla biz böyle bir kap görmedik,
demişler. Sonra o kabın satıldığı ve çarşıda bulunduğu tesbit
edilir. Varisler demişler ki; Ya Rasulallah! işte mal. Bu
babamızın malıydı. Bunu çarşıda filanda bulduk. Sorduk,
filanla filan geldi. Bize sattı, dedi. Peygamber Efendimiz
(a.s.v.) bunun üzerine varislerine yemin teklif ediyor tabii
ki. 1093[116]

(107) Eğer bunların günaha girdiklerine vakıf olunursa,


onların yerine, hakkına tecavüz edilen tarafdan iki şahid
geçer ve Allah'a yemin olsun ki bizim şahidliğimiz onların
şahidliğinden daha doğrudur
ve biz haddi aşmadık, o takdirde biz zalimlerden oluruz diye
yemin ederler. 1094[117]

(108) İşte bu, şahidliği gereği gibi yerine getirmelerine,


yeminlerinden sonra yeminlerinin reddedilmesinden
korkmalarına en yakın çaredir. Allah'dan sakının ve
dinleyin. Allah fasık toplumu doğru yola iletmez.
Yüzaltincı ayet-i kerimede de "Eğer o ikisinin günah
işledikleri ortaya çıkarsa (Yani buna muttaki olunursa) o
zaman, Onların yerine bir başka iki kişi çıkar. Kimden?
mülk sahibi olan kişilerden, yani varislerden 2 kişi ortaya
çıkar. Allah'a yemin ederler. Bizim şehadetimiz, onların
şahitliğinden daha layıktır, doğrudur. Biz haddi de aşmadık
diye yemin ederler. Eğer biz de yalan söylersek o zaman biz
zalimlerden oluruz, derler diyor.
Yani o varisler, "Evet Ya Rasulallah bu kupa, gümüş kupa
bizim babamıza aitti. Diye şahitlikte bulunup yemin de
edince, onların yeminlerinin kabul edileceğine dikkatimizi
çekiyor. Allah (c.c.)
Tabii ki burada, gurbetle şahitlik yapanlardan ziyade, Ayet-i
kerimede de ifade edildiği gibi, Gayri müslimler. "Sizden
başkaları"
Şimdi bu tefsirlerde alimlerimiz iki görüş serdetmişler.
1- Gayri müslimler de kasdedilmiş olabilir.
2- Birde akraba olmayan, adam gurbettedir ama
1093[116]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/504-507.
1094[117]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/507-508.
müslümandır.
O da şahitlik yapmış olabilir. Fakat şüphe duyulursa, o
zaman varislerine de müracaat edilerek, onlara da yemin
teklif edilerek doğrunun ortaya çıkmasına gayret edileceğine
Allah (c.c.) dikkatimizi çekmektedir.
Bundan sonra yalan şahitliği yapanların, yalan şahitliği
yapıp yemin etmelerini de engellemiş olacak. Yani yalnız
onların şahitliğine itibar edilmeyecektir. Mülk sahiplerinin
de sözüne müracaat edilecektir, ayet-i nazil olunca: yalan
şahitliğinde yemin etmeyi de biraz engellemiş oluyor, ayet-i
kerime.
"O Allah'dan sakınınız ve1 dinleyiniz." Dinleyiniz derken
(itaat ediniz) tabii ki. Yani Allah'dan sakının ve Allah'ın bu
vasiyetle ilgili olan hukukunu dinleyin ve de itaat edin.
"Allah fasık toplumları doğru yola götürmez" diyor Allah
(c.c.) 1095[118]

(109) O günde Allah, peygamberleri toplayacak ve size


nasıl kargılık verildi diyecek. Onlar: Bizim bilgimiz yok,
gizlileri bilen şüphesiz sensin sen diyecekler.
"Allah bütün peygamberleri o mahşer gününde biraraya
getirir. Onlara der ki: Nasıl icabet olundunuz?" Yani benim
tebliğimi insanlara görürdünüz. Karşılığında nasıl bir icabet
gördünüz? red mi ettiler, kabul mü ettiler. Nasıl kabul
ettiler? Nasıl red ettiler? der peygamberlerine.
"Derler ki; Herşeyin en ince teferruatına kadar bizim bir
bilgimiz yok. Gaybları en iyi bilen sensin Ya Rabbi!"
Bizi gönderen sensin. Bize ayetler gönderen sensin.
Karşımızda inkar edenle, kabul edeni yaratan sensin.
Öyleyse bu işi en ince teferruatına kadar bilen yine sensin
Ya Rabbi!"
Bu peygamberlerin edebi. Ashabında bir edebi vardır. Hani

1095[118]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/508-509.
Peygamber Efendimiz (a.s.v.) onlara bazen soru soruyor. Şu
konu hakkında ne dersiniz? Birşey öğretmek istiyor. Hani
bu metod günümüzde eğitimde de kullanılıyor. Öğretmen
öğrencilerin karşısına geçiyor. Birşey anlatacak. Çok önemli
birşey. Çocukların hepsine birden, hepsinin dikkat kesilmesi
için; (şu konuda görüşünüz ne çocuklar?) diyor.
Derken bir öğrenci şöyle diyor, bir öğrenci böyle diyor.
Herkes dikkat kesiliyor. Derken öğretmen, en doğru olanını
söylüyor.
Peygamber Efendimiz (a.s.v.) da "Bu konuda siz ne
diyorsunuz?" Veya "Şu konuyu biliyormusunuz?"
dediğinde; Ashap da "Allah ve Rasulü daha iyi bilir ya
Rasulallahî" derler ve kulaklarını Allah rasulüne verirler.
Allah Rasulü de onun ahkamını beyan edermiş. Bu, ashabın
Efendimizden öğrendiği dinleme ve öğrenme adabı.
Burada da Allah (c.c.) Peygamberlerine soruyor.
Peygamberleri de diyor ki; "Bu konuda bizim bilgimiz yok.
Bildiğimiz birşey var ama, senin bilgin yanında yok
mesabesindedir. Sen koydun o bilgiyi bilensin Ya Rabbi!"
diyorlar. 1096[119]

(110) Allah şöyle demişti: "Ey Meryem oğlu İsa, sana ve


annene olan nimetimi hatırla. Seni Ruhul Kudüsle
desteklemiştik. İnsanlara hem beşikte hemde yetişkinken
konuşuyordun. Sana kitabı, hikmeti, Tevratı ve İncili
öğrettik. İznimle çamurdan kuş şeklinde yapıyor sonra
üflüyordunda iznimle kuş oluyordu. Anadan doğma körü ve
Abraş hastasını iznimle iyi ediyordun. İznimle ölüyü hayata
çıkarıyordun. Onlara apaçık mucizeler getirdiğinde israil
oğullarını senden defetmiştik. Onlardan kâfir olanlar "Bu
ancak apaçık bir sihirdir" dediler.
"Hani Allah (c.c.) demişti. Ey Meryem oğlu Isa! Sana olan

1096[119]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/509-510.
nimetimi hatırla. Senin annene olan nimetini de hatırla. Biz
seni Ruhül Kudüs le güçlendirmiştik. Kuvvetlendirmiştik.
Teyid etmiştik. Yani Cebrail le te-yid etmiştik. Sen
insanlara beşikte iken ve olgun çağında iken konuşmuştun."
(İsa (a.s.v.).'in beşikte iken konuşması daha önce tefsiri
geçmişti. Beşikte iken kendisinin peygamber olacağı ve
Allah (c.c.) tarafından kendisine kitap verileceğini insanlara
konuşmuştu da, o zaman etrafta birçok insaflı insanlar, İsa
(a.s.v.)'ın (Haşa) zina mahsulü olmadığını, Allah'ın bir
mucizesi, eseri meydana geldiğini inanmışlar ve kabul
etmişlerdi. Ama inkarcılar o günden bu güne kadar hala
inkârlarında devam edip gidiyorlar.)
Dikkatinizi çekerim. Yani Kur'an-ı Kerim'de Hıristiyanlarla,
Yahudiler hakkında çok bilgi verir Allah (c.c.) Çünkü,
bizim ençok karşı karşıya olduğumuz, muhatap olduğumuz
insanlar da yine Yahudilerle, Hiristi-yanlardır.
İsrail hep gündemdedir. Yahudiler gündemdedir de, bu güne
kadar Vatikan'ın papazı İsrail'i hiç gündemine getirmemiş.
Bu güne kadar. Dikkat edin hiç konuşmamış. Lehinde veya
aleyhinde konuşmamış. Gazetecinin biri demiş ki: "Yahu
nasıl olur. Bütün hıristiyan alemi İsraili des-
tekliyor. Siz hiç konuşmadınız bu güne kadar" O da demiş
ki: "Şaron bir tabirdir yahudilikte. oda barış manasına gelir.
İsrail üzerine düşen, o isme layık olmaktır" demiş ve bu
kadarla yetinmiş.
Yani içlerinde, Yahudilere karşı Hz. İsa'yı astılar diye
gerçek hıristiyanların kinleri dopdoludur. Asıl böyle
İslamiyet! iyi bilecek birkaç tane siyasi çıkıverecek olsa,
bunların aralarını çözmek çok kolay. İçlerinde kendileri
birbirlerine karşı, hani şöyle, leş etrafındaki köpeklerin
birliği vardır. Leş etrafındaki köpekler birlik halindeler. 10
tane köpek leş yiyor. Ulen adamlar ne kadarda birlik
halindeler diyorsun. Halbuki hepsinin midesi ayrı. Leş
bitince birbirine saldıracak durumdalar. Böyle bir haldeler
bu adamlar.
Allah (c.c.) İsa A.S'a "Sana olan nimetimi, annene olan
nimetimi hatırla. Seni Ruhûl Kudüs'le teyid etmiştik. Ve
çocukken insanlara konuşmuştun." Büyüyünce de
konuşmuştun." Büyüyünce de konuşuyor. İncili insanlara
anlatıyor.
"Hani ben sana kitabı yani İncil'i, hikmeti (ki hikmet bir,
anladığımız anlamdaki hikmet anlamına geliyor. Bir de
Efendimizin hadisi şerifine hikmet denilir.) Peygamberliği
vermiştik sana. Hikmeti öğretmiştik sana. Tevrat'ı
öğretmiştik vermiştik." (Tekrar hitabı tefsir mahiyetinde
İncil'i de zikrediyor.) "İncil'i de sana öğretmiştik."
Burada şuna dikkatimizi çekiyor tabii ki. Devam ediyor
zaten ayet-i kerime. "Hani sen çamurdan kuşa benzer birşey
yapıyordun. Benim iznimle yapıyordun. Senin o çamurdan
yaptığın kuşu üfürüyor, o da benim iznimle kuş oluyordu.
Doğuştan kör olanları iyi ediyordun. Alaca hastalığına
tutulmuş olanları iyi ediyordun. Benim iznimle. Ölüleri
çıkartıyordun, diriltiyordun. Benim iznimle" Dört defa (bi
izni) kelimesi geçiyor.
Yani hıristiyanlara şunuhatırlatiyor: "Evet İsa (a.s.) bunları
yapıyordu ama ilah değildir. Bir anneden dünyaya gelmiştir.
Onlarda yemek yerlerdi, onlarda çarşılarda yürürlerdi."
Çarşıda yürüyen yemek yiyen ilah olur mu?
-Kuşu canlandırıyordu ama benim iznimle. Hastaları ve
körleri iyi ediyordu ama benim iznimle. Alaca hastalığını
tedavi ediyordu ama benim iznimle. Ölüyü diriltiyordu ama
benim iznimle, diyor. Yani benim ona vermemle o mucize
gösteriyordu. O peygamberdi.
Buda Allah c.c'ün İsa A.S'a bir nimetidir. Onu hatırlatmış
oluyor.
"Sen o Benî İsraile apaçık delillerle geldiğinde, biz Benî
İsrail'den seni korumuştuk. Onların kötülüğünden seni
emniyette kılmıştık. Onu hatırla."
"O Benî İsrail'den gâvur olanlar dediler ki: Bu apaçık bir
sihirdir, dediler." Yani çamuru kuş haline dönüştürmek ,
Anadan doğma körleri, bizim doktorlarımız bunu tedavi
edemiyorda, bu mu açacak diyorlar. Bu yapıyorsa sihir
yapıyor diyorlar. Alaca hastalığını tedavi edemedi bizim
doktorlarımız. Bu mu tedavi ediyor. Ee diyor, o zaman sihir
yapıyor diyorlar.
Günümüzde de inançsız kesim, buna benzer laflar ediyorlar
ya. "Madem Allah vardır. Sultan Ahmed'i şöyle 500
yukarıya kaldırsın. Sonra geriye koysun görelim o zaman
inanalım." Be adam her gün Allah (c.c.) güneşi gökyüzüne
dikiveriyor. Ayı gökyüzüne dikiveriyor. Ona inanmıyorsun.
O da orda duruyor yani. Doğudan doğuyor, batıdan
batıveriyor. Böylesine evirip çeviriyor. Buna inanmadıktan
sonra daha ne getirsin Allah (c.c.)
Elini, gözünü gör. Bütün vücuduna bak. Bu topraktan beyaz
çiçeğin çıkışına bak. Sen bunlara inanmadıktan sonra yani
topraktan kuş mu olur? Hani bu vuruldu birtane imansız ya.
Bunlar vardır. Allah rızası için bu imansızlıkların kitaplarına
para vermeyelim. Hani bu yakında gittiğim yerlerde, bu
imansızın kitaplarından. Bir tane imansız dedi ki. Hocam fi-
lanın kitabını okudun mu? Ne güzel kitap diyor. Tam sizin
imansızlığınıza uygun bir kitap dedim. Size destek için
veriyor o kitabı. Fakat derken camide rastladım bir tane.
Hocam ya filanın kitabını okuyorum bu günlerde diyor.
Yani camide olan okuyor, bir de camide olmayan okuyor, o
imansızın kitabım.
Para vermeyin. Peki para vermeden okuma imkânınız olursa
yinede okumayın. Onu da söyleyeyim. Okumayın. Bu gibi
pislik deşelemek insana birşey kazandırmaz. Yani elinize bir
çöp alsanız da pislik karıştırsa-mz ne olur. Kokusu siner
üzerinize. Pisliğin kokusu dahi siner.
Peki onun söyledikleri, iftira ettikleri herşey Kur'anda var.
Mesela bunu da esas almış. Nasıl olur efendim çamurdan bir
kuş. Hani bu günkü ressamlar da çamurdan kuş yapıyorlar.
Bunu Kur'an haber verdiğine göre, İsa üfürmüş, kuş olmuş
uçmuş. Bunu kime yutturuyorsun diyor. (Kur'an-ı Kerim'de)
Peki amma ben geziyorum, sen de geziyorsun. Sen nerden
oldun, nasıl oldun? Doktora soracak olursak, babanın
bilmem pis yerinden inen bir meninin 5 milyonda birisisin.
Allah (c.c.) onları hergün imal ettiğini gösterip duruyor size.
Yani gayb olan birşey yok ki orta yerde.
Yumurtayı çocukluğumuz da biz şöyle yanlığına sıkarda
kıramazdık. Şimdi denemedim ama, çocukluğumuzda
kıramazdık. Bembeyaz kireçten bir kalenin içerisinden bir
canlının çıktığını anlatmış olsalardı o imansıza. Ama hiç
görmeden. Hiç hayatta yumurta görmeseydi. Tavuğu
getirselerdi o imansıza ve deselerdi bu tavuk var ya, Eeee!
Bu tavuk şu yumurtanın içinden çıkar. Deseydi aynı
imansızlığı yine yapardı. Aaa.. kime inandırıyon onu derdi.
İnsanoğlunun yaradılışı da zaten topraktan gelmiş. Biz bunu
temelde kabul ediyoruz. Rabbim" ol" deyince oluvermiş.
Öyleyse bir peygamberine de lütfü kereminden ol
deyivermekle; diyor zaten. Benim iznimle)
oluyor.Yoksa İsa (a.s.v.) kendiliğinden yaptığı birşey yok.
Rabbi-min izni içerisinde gerçekleşiveriyor bu.
Adamlar; hani mucize gösterse peygamberler, günümüzde
de bir veli çıksa keramet gösterse cevapları hazır. "Bu
apaçık bir sihirdir. Sihir yapıyor bu adam" der diyor
Rabbim. 1097[120]

(111) Hani havarilere, "bana ve peygamberime iman ediniz"


diye vahyetmiştimde onlar "Biz iman ettik, şüphesiz bizim
müslüman olduğumuza sahidolYa Rab ödemişlerdi.
Hani ben havarilere şöyle vahyetmiştim. (Yani gönüllerine
ilham etmiştim)'Bana iman edin ve benim rasulüme iman

1097[120]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/510-514.
edin." Yani Hz. İsa'ya da bana iman edin demiştim. O
havariler dediler ki. "Biz iman ettik. Ya Rabbi sen şahit ol ki
biz Müslümanlardanız."
Şimdi Hz İsa'ya inananlar müslümaudt diyoruz ya. Bu ayet-i
kerimelerden alıyoruz. Hz Musa'ya inananlar da
müslümandı. Hz Adem (a.s.v.)'a iman edenlerde
müslümandı. Yani Allah c.c'ün peygamberlerine iman
edenlerin hepsi müslüman idiler. Yani Allah'a teslim olmuş
insanlar idiler. Bunlar da, "Ya Rabbi sen şahit ol biz
müslümanlardanız. diyorlar.
Birbaşka yerde de. "Allah daha önce de sizi müslümanlar
olarak isimlendirmişti" diyor Allah (c.c.)1098[121]

(112) Havariler şöyle demişlerdi: "Ey Meryem oğlu İsa,


Rabbin gökyüzünden bize sofra indirmeye gücü yeter mi?"
O'da "Eğer iman ediyorsanız Allah'dan sakının" dedi.
Havariler demişlerdi ki, Ey Meryem oğlu İsa. Acaba Rabbin
gökyüzünden bize bir sofra indirmeye gücü yeter mi?
diyorlar." Şimdi halbuki bir önceki ayette dediler ki; "Ya
Rabbi biz Allah'a da iman ettik, İsa'ya da peygamber olarak
iman ettik. Şahit ol biz müslümanız." dediler ama şeytan
vesvesesini derhal atıyor. "Ya madem Allah'a iman
ediyorsunuz. Sorun bakayım gücü yetiyor mu, yetmiyor mu
İsa (a.s.v.)'a" Allah varsa gökyüzünden sofra indirsin" diyor.
-Ve bunlarda söylüyorlar." Ey Meryem oğlu İsa! acaba
senin Rabbinin gökyüzünden bizim üzerimize sofra
indirmeye gücü yeter mi?" diyorlar. Maddeperestlik yeni
değil. Materyalist felsefe yeni değil. Eskilerden bu güne
kadar sürüp gelmektedir. Maddeye tapınma işi.
Günümüzdeki imansızlar da: " Salavat getirmek , Fatiha
veya İhlas sureleri okumak karın doyurmuyor"diyorlar.
"Ya İsa, iman ettik ama, birde şu imanımızın karşılığını

1098[121]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/514-515.
görelim. Allah gökyüzünden bize bir sofra indirsin"
diyorlar. Dedi ki;" Eğer iman ediyorsanız Allah'dan sakının.
Bu tür sorulardan vazgeçin"
Muhterem cemaatım. Hani insan gördüğüne kanıksıyor
diyoruz. Hiç denizi görmemiş bir adama denilse ki, (Deniz
hakkında da bilgisi yok.) "Bir yerde şu vadi dolusu su var."
Olabilir. Sular aka aka orada toplanabilir. "Yalnız p suyun
içerisinde çeşitli canlılar yaşar. Onlar hiç hava almadan
yaşar" dense adama inandırmanız zor. Adama inat edersiniz.
-Yahu ben gittim gördüm. Balıklar var. Çeşitleri var ve
onlar hava almadan yaşar, dedin mi. Adam der ki; "Peki
senin kafanı suyun içine sokalım. Biraz yaşayabilirsen ben
de inanayım" der. "Yok Ölürüm ben." "Oğlum, işte
ordakiler de ölür. Öyle şey olmaz." O inad eder. Ama biz
görüp durduğumuzdan dolayı gayet tabiidir bu.
Aslında mucize istemeye gerek yok. Peygamber
Efendimiz'in ashabı Peygamber Efendimizden mucize
istememiş. Mucize isteyenler Ebu Cehil gibi herifler
mucizeyi görmelerine rağmen iman etmemişler. Gözümüzü
boyuyor bu bizim demişler.
Allah gökyüzünden sofrayı indiriyor ama sofranın sebepleri
iniyor. Gökyüzünden yağmurun inmesi bir nimet. Hatta
sular, hani fizikteki kanunlarla ilgilenen arkadaşlar diyorlar
ki: "İşte şu yükseklikten, şu kadar ağırlıkta, şu kadar
hacimde bir taş düşse, şu kadar meydanda şu etkiyi
meydana getirir. Bu kanun yağmur için geçerli değil"
diyorlar. Eğer o kanun geçerli olsaydı. O kadar yükseklikten
düşen yağmurun adamın beynini delivermesi gerekiyormuş.
Fakat şemsiye ile düşer gibi (adı rahmet) rahmet olarak
üzerimize düşüyor da acı vermiyor. Bu gibi değildir.
Bu da bir nimettir. Bizim üzerimize Rabbim tarafından
indirilen nimet. Bunun değerini şu günlerde anlamıyoruz
ama, evler içinden sular kesilip, gökyüzünden bir damla
yağmur düşmez her taraf kavrulmaya başlayınca o zaman
yağmur duası için ellerimizi kaldırırız tabii ki. 1099[122]

(113) Ondan yemek, kalblerimizin kanaat getirmesini, senin


bize doğru söylediğini bilmek, ve onu görenlerden olalım
istiyoruz dediler.
Diyorlar ki, Biz ondan yemek istiyoruz. Kalplerimizin de
kanmasını, mütmein olmasını istiyoruz.
Yani şu: "Söylediklerinin doğru olduğunu, kalbimizin
mutmain olmasını, ondan yememizi ve bu olaya da şahit
olmamızı istiyoruz. Sofra gelsin yiyelim o zaman iman
ederiz "diyorlar.
Allah'a hamdü senalar olsun ki, biz böyle bir anlaşma ile
müslüman olmuş değiliz. Yani Allah c.c'ün mevcut
nimetlerini elimizde, dilimizde, gözümüzde, gönlümüzde
görerek iman ediyoruz. Ağzımızın tadını alıver-se işimiz
bitiyor. Ağzımızda bir tad varya. Onu bazen hastalık
anlarında anlıyorsunuz. Hani aşırı üşütme, nezle ve grip
oluyorsunuz. Gül kokluyorsunuz kokmuyor. Ağzınıza en
tatlı suyu alıyorsunuz acı geliyor. O zaman anlıyorsunuz. Ya
bunu devamlı ahverdiğinizi düşünün. Doktorlar geri
getiremiyor. Doktor kendisi de aynı durumda. 1100[123]

(114) Meryem oğlu İsa "Allah'ım, Ey Rabbimiz,


gökyüzünden öyle bir sofra indirki öncekilerimiz ve
sonrakilerimiz için bayram olsun, sendende bir mucize
olsun. Bizi rızıklandır, sen rizık verenlerin en hayirhsısın"
dedi.
Meryem oğlu İsa diyor ki, Ey Allah'ım Ya Rabbi! bizim
üzerimize gökyüzünden sofra indir. Bizim evvelimize de
ahirimize de bir bayram olsun bu sofra. Senin tarafından da
bir delil-ayet olsun bu adamlara. Bize rızk ver Ya Rabbi.
Sen rızk verenlerin en hayırlısısın" diye dua ediyor. Yani
1099[122]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/515-517.
1100[123]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/517.
havarilerin isteğine uygun, Allah (c.c.)'den duada bulunuyor
sofranın inmesi için. Yalnız Allah (c.c.) diyor ki; 1101[124]

(115) Allah buyurdu: "onu size indiririm, ancak ondan sonra


sizden kim inkâr ederse onu alemlerde hiç kimseye
yapmadığını azabla azap ederim.
Yani sofra indiği halde inanmayanlara, hiç kimseye
yapmadığım azabı yaparım diyor.
Şimdi burada indiğini bildiren bir ayet yok. İndirilmediğini
bildiren bir ayet de yok. Alimlerimizden bir kısmı "İndirildi
ve bunlar içerisinden inkâr edenler oldu. Allah (c.c.) de
onları domuz şekline dönüştürdü" diyorlar. Tefsirciler diyor
yalnız. Ayette açık ifade ile böyle birşey anlatılmıyor.
Bir kısım alimlerimiz de; "İsa (a.s.) Ya Rabbi ben bunların
böylesine azap görmesini istemiyorum dedi ve indirilmedi"
diye tefsir eden alimlerimiz var.
Biz ayeti kerimedekine göre hareket edeceğiz. Allah (c.c.)
indiririm de kim bunu inkâr ederse , o zaman hiç kimseye
yapmadığım azabı onlara yaparım" diyor. Burada Allah
(c.c.) şuna da dikkatimizi çekiyor.
Nimet verilenler. Bol nimet verilenlerle az nimet
verilenlerin azabı değişik oVcaktır. Hani aklı bol olanla, aklı
az olanın hesabı bir olmayacaktır. Malı çok olanla, malı az
planın da hesabı aynı olmayacaktır. Makam ve mevkii
yukarıda olanla, aşağıda olanın hesabı da aynı olmayacaktır.
Biz güçlerimizden hesaba çekileceğiz. Akıl gücünden,
beden gücünden, para gücünden, makam ve mevki
gücünden, yani sahip olduğumuz imkânlardan hesaba
çekileceğiz. Allah (c.c.) bu ayeti bize naklediver-mekle,
geçmişte bir olayı bilesiniz diye değil.
Allah (c.c.) bize de sofralar indiriyor. Yağmurlar indiriyor.
Yeryüzünden nebatlar çıkarıyor ve bunun hakkını

1101[124]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/517-518.
vermemizi de istiyor. Bunun hakkını vermek, elde edilenle
orantılı olmalıdır. Bu nimetlerden yararlandığımız oranda.
Allah (c.c.) halka ve hakka hizmetimiz gücümüz oranında
olmalıdır. Eğer yapmayacak olursak, hesabımızın da öbür
dünyada şiddetli olacağına dikkatimizi çekiyor Allah
(c.c.) 1102[125]

(116) Allah, Ey Meryem oğlu İsa, insanlara "anam ve beni


AIIah'dan başka iki ilah edinin diye senmi söyledin"
dediğinde, O, "seni teşbih ederim, hakkım olmayan şeyi
söylemek bana yakışmaz. Eğer onu söyîemişsem sen
mutlaka bilirsin. Sen benim nefsimde olanı bilirsin, ben ise
sende olanı bilmem. Gizli olanları bilen ancak sensin sen"
dedi.
Bugünkü ellerinde okumakta oldukları herhangi bir kilisede
varsanız bir İncil alsanız, orada İsa A.S'a ilah dediklerini
İncil'in içerisinde görürsünüz. Bunlar kendilerine diyorlar
ki, "Bunu biz yazmadık ki, İsa'nın kendisi böyle diyor. "Ben
Allah'ın katında iken, onunla beraber iken, ben Allah'ın oğlu
olarak, ben ilah olarak," gibi cümleler geçiyor. İsa böyle de-
mişse, kendisinin ilah olduğunu söylemişse bize kabul
etmek düşer" diyorlar.
Günümüzdekiler. Şimdi biz onlara diyoruz. Bu ayet-i
kerimeden hareketle "Allah (c.c.) Meryem oğlu İsa A.S'a
diyor ki, "Sen mi söyledin onlara. Beni ve anamı ilah kabul
edin diye?" "İsa (a.s.) diyor ki Seni tenzih ederim Ya Rabbi,
Ben hakkım olmayan birşeyi söylemem mümkün değil.
Yani ben ilah değilim ki ilah olayım. Zaten ben bunu
söylemiş olsam, sen bilirsin onu. Söylediğimi bilirsin Ya
Rabbi!"
Aslında Allah (c.c.) İsa (a.s.v.) söylemediğini biliyor. Ama
İsa (a.s.v.) karşılıklı konuşmayı bize nakledivermekle

1102[125]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/518-519.
bugünkü hıristiyanlara mesaj veriyor. Yani Allah, böyle
birşeyi demediğini Allah (c.c.) biliyor da, İsa (a.s.v.)
dilinden söyletiyor. "Ben böyle birşey demedim." Deme
hakkına da sahip değilim zaten. Ben de bir kulum. "Ya
Rabbi sen benim içimde ne varsa bilirsin. Ama ben sende
olanları bilemem ki. Senin bildiğini ben bilemem. Ama sen
benim bildiğim ve içimde olan herşeyi bilirsin, Ya Rabbi!..
Sen muhakkak ki gaiplerin tamamını en iyi bilensin Ya
Rabbi!.."diyor İsa (a.s.) 1103[126]

(117) Ben onlara ancak: benim "Rabbime ve sizin Rabbiniz


olan Allah'a kulluk yapın" diye bana emrettiğini söyledim.
Onların arasında kaldıkça ben onlara şahîd oldum. Sen beni
alınca, onlar üzerinde gözetici sen oldun. Sen herşeye
şahidsin"
Dikkat edin şöyle dememiş. "Rabbinize ibadet edin"
dememiş de, "Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah (c.c.)'e
ibadet edin" "Onların arasında kaldığım müddetçe ben de
onlar üzerinde şahidim." "Ne zaman ki sen beni aldın, onları
gözetleyen sen oldun." Yani ben onların arasında kaldığım
müddetçe neyi kabul edip, neyi inkâr ettiklerini gördüm.
Şahitlik yaparım. Ama beni onların arasından aldıktan
sonra, onların ne yaptığı konusunda benim bilgim yok.
Sensin onların (rakibi) olan. Onları gözetleyen, onların ne
yaptığını bilen sensin Ya Rabbi!..
Yani şu anda İsa (a.s.v.), hıristiyanların ne yaptığını
bilmediğini, Ancak Allah c.c'ün bildiğini, bildiriyor
Rabbimiz bize.
"Sen herşeye şahitsin Ya Rabbi!" Yani yalnız hıristiyanlara
değil, herşeye, Yaratılan herşeye sen şahitsin Ya Rabbi!
İsa (a.s.v,) çok güzel (Zaten peygamberlerin her sözü güzel)
burada diyor ki: 1104[127]
1103[126]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/519-520.
1104[127]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/520-521.
(118) Eğer sen onlara azap edersen, şüphesiz onlar senin
kulların. Eğer onları afvedersen, şüphesiz sen Azizsin,
Hakimsin.
Burada İsa aleyhisselam Rabbinden rahmet istiyor.
-Ya Rab! Bunlara azap edersen bunlar senin kulların. Ama
sen onları affedersen, Sen herşeye gücü yetensin, sen
hükmünde hikmet sahibisin Ya Rabbi! Hükmedensin sen.
Hüküm sana ait. Herşeye galipsin. Ama affedersen o
hükmün içerisinde güzel olur Ya Rabbi."
Sevgili peygamberimiz bir gece sabaha kadar namaz kılar
ve her Fatiha okuyuşundan sonra bu ayeti oku. 1105[128]
Alemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz bir harp
.dönüşünde yeni müslüman olmuş bir kabileye uğrar. Ateş
yakmakta olan bir kadın ateş alevlenince yanındaki çocuğu
alev almasın diye kenara çeker sonra Efendimize "Allah
merhamet edenlerin en merhametlisi değil mi?" diye sorar.
Efendimiz "Allah daha merhametlidir" deyince kadın, "Peki
anne çocuğunu yakamaz" diye cevap verince, Efendimizin
gözlerinden yaşlar geldi ve "Allah ancak küfürde inad eden
kullarına azap eder" buyurdu. 1106[129] hadisi olarak rivayet
ettiği bu hadisi reddederek müminleri yakmakta İsrar eden
bir kısım insanlarımız Allah adına ahkâm kesebilirler. Bu
hadis diğer hadis kitaplarında yok diye bilirler. O
vakit 1107[130] hadisinde 1108[131] bir başka anlatım şeklinden
sonra Efendimiz "Allah bu anneden daha merhametlidir"
buyurur. 1109[132] Nolu hadisinde ise yavrusu için çırpınan
anne kuşu görünce Efendimiz "Allah bu anne kuşdan daha
merhametlidir" buyurmuş.
Cehennem zebanilerinin görevini haksız yere üstlenmeye

1105[128]
Bak,Ebudavud,Vitir,hadis no 1435,Tirmizi Vitir,hadis no 456 Müsnedi Ahmed b. Hanbel 6/47,138
1106[129]
İbnü Macenin Kitabü Zühd'de 35. Bab 4297 Nolu
1107[130]
Buhari'nin Kiîabül Edep 18. Bab 5628 Nolu
1108[131]
Müslim'in Kitab-tevbe 4. Bab. 2754 notu hadisinde
1109[132]
Ebu Davudun K. Cenaiz 1. Bab 3089
çalışan kardeşlerim Allah adına ahkâm keserek "Olmaz öyle
şey" derken üahlığa1 özendiklerinin farkındalar mı acaba?
Kur'an-ı Kerim'de Rabbimiz kendini bizlere
"Erhamürrahimın" Merhamet edenlerin en merhametlisi
olarak tanıtıyor.1110[133]"Allah'ın Rahmetinden ümidinizi
kesmeyin. Muhakkak Allah bütün
günahları affeder" 1111[134]"Rabbinin rahmetinden ancak
sapıtanlar ümid keser. 1112[135] buyurur. Sapıklardan
olmayalım.
Üstü açılmış müslüman bir kadının üzerini örtüvermek
dururken o nazenin tenini cehenneme kakıvermek,
midesinden oltaya yakalanmış çırpınıp duran politikacıyı
oltadan kurturmak yerine tavada yanmasına göz yummak,
kendi nur çeşmeleri, kurumuş yazarlarımızın kanallarından
küfrün kiri akarken onun kirde boğulmasına acımamak,
İslamlığa yakışmaz.
Hırsız malımızdan birşey çalmışsa, ondan önce biz kendi iç
dünyamızdan bir şeyler çalmışız demektir.
Fahişe (Bu tabir kadın ve erkek için birlikte kullanılmıştır)
vücudundan birşey vermeden önce toplum özünden birşey
vermiştir ki, onları ko-ruyamamıştır.
Efendimiz (s.a.v.) kendi aleyhinde şarkılar söyleyerek
Mekke müşriklerini eğlendiren iki kadını da Mekke
fethinden sonra affetmiştir. Hatta Sarra isimli biri Medine'ye
geldiğinde Rasulüllahdan yardım istendiğinde uzanan eli
boş çevirmemiştir. 1113[136]
Serçe kuşuna acıyıp, yavrularını tutan sahabiye yerine iade
ettiren, fahişeye yardım eden, günahkar bir kadının bir
köpeği sulaması sebebiyle cennetlik olduğunu
1114[137]
müjdeleyen binlerce kuzuya acıdığı için kurd'a silah

1110[133]
A'raf 71151, Yusuf 12164-92, Enbiya 21/83.
1111[134]
Zümer 39-53
1112[135]
Hicr 15/56
1113[136]
İbni Hişam 21397
1114[137]
Müslim K. Selam 154.
çeken çoban gibi binlerce mazluma acıdığı için zalimlere
karşı yeri gelince kılıç çeken ve zulümlerini engelleyerek
zalime de mazluma da yardım eden Peygamber Efendimizin
bu merhametini benimseyenler gülistan eder dünyayı.
Balıkesirin Edremit kazasına vaiz olarak gittiğimde camide
parmakların sayısı kadar cemaatla karşılaştım. Bazı aklı
erenlerle görüşüp konuştuğumda "Hocam biz bu kadar
değildik. Bir vaiz vardı, kürsüye çıkınca sırtını cehenneme
dayar ağzından üzerimize ateş lavları, kaynamış katranlar
akardı. Temmuz sıcağından caminin serinliğine sığınanlar
içeride
kebap olur çıkardı. Onun için millet dağıldı, gelmeyiverdi"
diye cevap verdiler.
Denizin serinliğinden, dağın çam kokulu rüzgarından, serin
imbat rüzgarından, daha serin ve rahatlatıcı olan İslamin
havasını estirmek, açık yerleri kapatmak kolay olmadı.
"Rahmeti her şeyi kuşatan" Rabbimin Rahmetiyle dopdolu
olabilseydim Mekke ve Medine'de Efendimiz döneminde
herkesin İslama girdiği gibi ben de tam başarılı olabilirdim.
Başarım, merhametim ve sevgim oranında olmuştur.
İmansız cennete gidilmeyeceğini herkesin bilmesi gerekir.
Ancak amellerin de cenneti garantilemediğini herkesin
bilmesi gerekir.
Mümin imanının gereği olan amelini yerine getirecek, fakat
ben amelimin karşılığını mutlaka cennette alacağım
diyemez. Çünkü amellerimiz Sadi Şirazi'nin dediği gibi,
alınıp verilen nefeslerin karşılığı olamaz. Her nefeste iki
şükür yapmalıyız. Biri giren nefes için, biri de çıkan nefes
için. O halde amellerimize değil Rabbimizin rahmetine
güveneceğiz.
Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde (2/323) rivayet ettiği bir
hadisi şe-rifde Ebu Hureyre, arkadaşı Yemamiye "Hiçbir
kimseye Allah seni affetmez, seni cennete koymaz deme"
dedi. Yemami de "Bu bizden birinin kızdığı zaman
arkadaşına söylediği kelimedir" deyince Ebu Hureyre "O
sözü söyleme. Ben Rasulüllahı işittim, şöyle diyordu: İsrail
oğullarından iki kişi vardı. Birisi ibadete düşkündü öbürü
nefsine zulmediyor, israf ediyordu. Bunlar dost idiler.
İbadete düşkün olan öbürünü devamlı günah işlerken görür
ve 'yapma1 derdi. Öbürü de 'Bırak beni, Rabbime yemin ol-
sun sen bana gözetici mi gönderildin?' derdi. Bu birkaç defa
tekrar edince ibadete düşkün olan 'Allah'a yemin olsun ki
Allah seni affetmez ve katiyyen cennetinde koymaz' dedi.
Bunların ikisi de ölünce Allah, günahkara 'Git ve benim
rahmetimle cennete gir' dedi. Diğerine ise "Sen misin her
şeyi bilen, sen misin benim yedimdekilere de gücü yeten?
Onu ateşe götürün' dedi. Efendimiz şöyle devam etti: 'Ebul
Kasım'ın nefsi elinde olan Allah'a yemin ederim ki o
(ibadete düşkün bir kişi) bir kelime konuştu ve iki dünyasını
da helak etti.”buyurdu.1115[138]

(119) Allah buyurur: "İşte bugün doğrulara doğruluklarının


fayda verdiği gündür.Onlara altından ırmaklar akan
cennetler vardır. Orada ebedi olarak kalıcıdırlar. Allah
onlardan razıdır. Onlarda Allah'dan razıdırlar. İşte bu büyük
bir başarıdır.
Doğruluk; bugünkü insanların zihninde, herkese göre ayrı
manâ taşır.
-Ben şu işi yaparım ama, bu prensiplerinden hiç
vazgeçmem. Yani bu işte doğruyum. Yani dürüstüm. Hırsız
bir arkadaşıma filan saatte filan yere gel beraber hırsızlık
yapalım dersem, o sözümden katiyyen vazgeçmem.
Doğruyum bunda diyor. Filan adamı soyalım. Rüşvetini şu
kadar alalım, dedim mi, katiyyen vaz geçmem. O kadar
doğruyum ki kimseye de söyleyemem. Arkadaşımı ele
vermem. Rüşveti beraber aldığımız arkadaşı ele vermem.

1115[138]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/521-525.
Doğruluk anlayışı bu adamın.
-Veya, fuhuş yapıyorsa. Fuhuş yaptığım kişilerin listesini
vermem. Çok dürüstmüş. (Hani bazı bölgede pezevenk
derler, bazı bölgede deyyus derler) Pezevenklik yapan
makam ve mevkilere bu işi yapıverenler. Bu işi
yapmişımdır, yaptırmışımdır. Kimlere yaptırdığımı kimseye
söylemem. Çok dürüst adamım.
Yani doğruluğun ölçüsü, kişilerin kendi kafalarına göre
ayrılır. Onun için bizim doğruluk ölçümüz ve anlayışımız;
Kur'an-ı Kerim'de Lût suresinde Rabbim; "Dosdoğru ol"
Peki neye göre. "Emrolunduğun gibi dos-
doğru ol."
Doğruluğun Ölçüsü; Allah c.c'ün çizdiği bir çizgi var.
Doğruluk ölçüsü olarak (Sıratı müstagim) diye ayet-i
kerimelerle belirlenmiş; hadisi şeriflerle açıklanmış bir
doğruluk anlayışımız var. Bizimkisi bu çizginîn ortasında.
Helal ve Haram çizgisinin ortasında devam edip gitmektir.
Bizim yapacağımız iş.
Rabbim de; "Doğru kişilere doğrulukları kıyamet gününde
fayda verir." Doğruluk:
1-İtikatta doğruluk. Eğrilik olmayacak. Allah vardır, birdir,
şeriki ve naziri yoktur. Yani Hz. İsa peygamberdir, ilah
değildir.
İlahdır dedik mi eğrilik başlıyor. Bu eğrilik içerisinde
olanlar kıyamet gününde hesaba çekilecektir. Doğrulukları
itikatta, amelde, ticari hayatta, İslam hukukuna uygun
olacak. Siyasi hayatında İslam hukukuna uygun olacak.
Veraset hukukunda İslam hukukuna uygun olacak. Evlili-
ğinde boş anmasında her türlü insani muameleleri İslami
olursa o doğruluktur.
Yoksa bunun dışında, her ne kadar akıl bunu güzel gösterse
eğrilik demektir.
Daha önce söyledik. Zenci annesini yerken hep doğru yolda
olduğuna inanıyormuş. Dermiş ki; "Beni 9 ay karnında
taşıyan, sonra sırtında taşıyan, yemeyip yediren, giymeyip
giydiren anamı ben toprağa verecek kadar zalimmiyim? Onu
yerim de karnımda taşırım" dermiş. Onunki de doğruluk
anlayışı.
Ama eğer bunu insanların aklına bırakıverecek olursak, hani
şu anda Hindistan başkanı, annesi öldüğünde kendi elleriyle
kibriti çaktı, annesini cayır cayır yaktı atıverdi. İyilik olsun
diye yaptı bunu. Adamın aklına göre en iyi doğruluk da bu.
Demek ki akla havale etmiyor. Nakle havale ediyor. Akıl da
o nakil doğrultusunda önünü görecektir. Bu doğrunun
üzerinde olanlara ne vardır. "Onlar için cennetler vardır" 8
cennet kapısı diyoruz.
"Altından ırmaklar akan cennetler vardır. Onlar orada
ebediyyen kalıcıdırlar." Cennetin spnu gelmeyecektir.
Milyon-kentrilyon-mantrilyon rakamlar her neyse akıp
gidiyor.
Hocam bıkılmaz mı? Allah (c.c.) insana öyle bir hal verir
ki? Bazen bir adamla bir dakika konuşmaya tahammül
edemezsiniz. Ama onunla 5 dakika kalma mecburiyetinde
iseniz, bitmez o 5 dakika gayri. Uzar da uzar. Ama çok
sevdiğiniz dostlarla bir arada olacak olursanız. Aaaa! vakit
ne de çabuk geçivermiş. 2 saat oturuvermişiz. Diyosunuz.
Halbuki, hani ifade güzel. Göz açıp kapayıncaya kadar 2
saat geçmiş diyorsunuz.
Allah (c.c.) öylesine güzel yaratmış ki cennetini,
milyonlarca sene geçiyor. O zaman soruluverse ne kadar
yaşadın? Valla göz açıp kapayıncaya kadar geçivermiş bu
kadar sene, denecek kadar güzel. Öylesine güzel bir yer ve
orada ebedi olunacaktır.
"Allah onlardan razı olmuştur. Onlar da Allah c.c'den razı
olmuşlardır." "İşte büyük başarı, büyük kazanç budur" diyor
Allah (c.c.)
-Filan varya çok büyük kazançlar elde etti 2 sene içinde
diyoruz. Ne elde etti? Milyarder oldu, diyor. Ne demek
milyarder? Şu kadar kağıdın üstüste yığılmasıdır. Onun
yararlanabildikleri nedir? 5 milyarlıktan yararlanmıyor o.
Midesi ve yiyebileceği belli. Bir adamın 10 milyarı, 100 tril-
yonu olsa, mide sınırlıdır. Elbise de sınırlı. İnsan bedeni en
kaliteli kumaştan, 365 tane alır. Günde 1 tanesini giyebilir.
Mide de 1 okka alır. Ondan sonra dünyanın en tatlısı olsa,
kusar adam. Başka yapacağı yok.
Yani insanın zevk alması sınırlıdır. Fark nedir? Yığmak.
Kağıt yığmak vardır. Birgün onlardan da zevk almaz hale
geliverir. Kağıtta hiçbir işe yaramaz. Kendinden sonra
varislerine kalır.
Allah (c.c.) diyor ki; "Asıl başarı, büyük kazanç, Allah'ın
rızasını kazanmaktır" diyor. Çünkü sonu gelmeyen bir
hayat. Her an tazelenen nimet. Yenenler pislik olarak değil,
gül kokusu halinde çıkar. Yani tuvalete gitmek yok. Yiyor,
yiyebildiği kadar. Gül kokusu halinde çıkıyor. Olur mu
hocam? Günümüzde dünyamız da bunu gösteriyor. Gül
tuvalete gitmez. Toprağı aşağıdan yer, gül kokusu olarak
yukarıdan verir. Renk olarak verir. 1116[139]

(120) Göklerin, yerin ve bunlardakilerin hükümranlığı


Allah'a aittir. O herşeye gücü yetendir.
İnandık ve tasdik ettik. Kanımıza , kalbimize sözümüz
geçmiyor.Her nefesde ecelimize yaklaşıyoruz.
Allahım,mülkde senin, hükümranlıkda senin. Bizi bize
bırakma .Bizi yolundan ayırma. Amin. 1117[140]

1116[139]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/525-527.
1117[140]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/528.
EN'AM SURESİ

En'am sureside fatiha suresi gibi Allah'a hamd ile başlıyor.


Kur'anı Kerimde beş tane sure (Fatiha, En'am, Kehf, Scbe',
Fatır) Allah'a hamd ile başlamaktadır.
Bu beş sureden anladığımıza göre bütün alemleri yaratana
hamd edilir, başkalarına hamd edilmez.
Yarattığını başıboş bırakıvermeyip ona bu dünya üzerinde
neyi, nerede, nasıl, yapacağını öğretmek için kitap
gönderene hamd edilir.
Bu beş sure gönderdiği kitapda hiçbir eğrilik olmayan, her
çağa hitap eden, insanlar arasında ayırım yapmayan,
bazılarına çıkar sağlayıp, bazılarını sefil etmeyen kitabı
indiren Allah'a hamdederek başlıyor.
Mekke'de nazil olduğu için her Mekki sure gibi Allah'a
iman, peygambere iman ve ahirete iman anlatılırken,
kafirlerin mantıklı gibi görünen sapık düşünceleri kuvvetli
delillerle reddedilmektedir
En'am: Deve, sığır ve davar cinsinin üçüne birden kullanılan
bir kelimedir ve "Neam" kelimesinin çoğuludur. Türkçede
kullandığımız "Nimet" sözcüğünden türemiştir. Deve, sığır
ve davar'da etleri, derileri, yünleri ve faydalanılan her
yerleriyle nimetlerin en güzellerinden olduğundan bu
hayvanlara en'am denmiş. Bu surenin 136 ve 138 nci
ayetlerinde En'am kelimesi geçtiği içinde bu sure En'am
suresi diye isimlendirilmiş. 1118[1]

1- Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve nur'u var


eden Allah'a aittir. Sonra kafirler, Rabierine (başkalarını)
denk tutuyorlar.
Yani, yeri yaratan O, göğü yaratan O, karanlıkları yaratan
O, aydınlıkları yaratan O; Bütün bunları bildikleri halde
Allah'tan başka ilah edindiler. Allah'a denk ilahlar kabul
ettiler, diyor. "Yadilûn" kelimesi arabm dilinde (Idl)
kökünden türemiştir. "Idl" kelimesi bir yükün dengine veri-
len isimdir. Deveye veya ata bir yük yüklediğimizde iki yük
dengeli olur. Türkler bir tarafına bir "denk" tabirini kullanır.
Araplar ise buna "Idl" derler.
Kafirlerde Allah (c.c.)'a karşı bir ilah edinmekle ona denk
birini kabul etmiş oluyorlar. Mü'minler ise bunu reddetmek
için günde bir kaç defa "Ve lem yekûn lehü küfüven ehad"
Onun bir dengi yoktur" diyerek bütün çağdaş putperestleri
reddederler. 1119[2]

2- O, sizi çamurdan yaratan, sonrada belirli bir süre


koyandır. Birde onun katında belirli bir süre vardır. Bundan
sonrada siz hala şüphe ediyorsunuz.
Kendisinin varlığım ve birliğini anlatırken, yeri göğü
1118[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/7.
1119[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/7-8.
yarattığını, aydınlığı ve karanlığı yarattığım, hepimizi
topraktan meydana getirdiğini ve her yaşayan canlıya bir
ecel tayin ettiğini ifade ediyor. Bütün bunları biz
gözlerimizle görüp durmaktayız. Burada "topraktan
yarattık" kelimesinden Hz. Adem kastedildiği gibi bütün
insanlarda kastedilmiş olabilir demişlerdir.
Çünkü hepimiz topraktan meydana geliyoruz. Her ne kadar
"meni"den geliyorsak da onunda aslı ötesi bir gıdadır.
Gıdalarda topraktan biten yiyecek ve içecek maddelerinden
meydana geliyor.
Ana rahminde küçücükken büyüyoruz, doğduktan sonra iki-
üç kilo olmamıza rağmen, topraktan bitenlerle bu hale
geliyoruz. Bütün vücudumuz topraktan alınmıştır. Allah
(c.c.)de "O sizi topraktan yarattı. Sonra da bir ecel tayin etti"
Yani hepimizin öleceği bir günü o belirledi. Kıyametin
günüde Allah kalındadır. "Ecel-ü Mü'semmayı" kıyamet
olarak tefsir etmiş alimlerimiz. "Ecel-ü Müsemma" da Allah
katındadır. Yani kıya-, metin ne zaman kopacağını Allah'tan
başka kimse bilmez. "Ecel insanların ecelidir. Ecel-i
Müsemma'da kıyamet, yani dünyanın, gökyüzündeki
yıldızların bütün varlığın ecelidir, demiş bir kısım
tefsircilerimiz; Bir kısmı da "ecel" normal olarak insanın
yatağında ölmesidir, "ecel-ü Müsem-ma"da her hangi bir
arızi sebepten dolayı, trafik kazası, vurulma gibi olaylardan
dolayı ölmesidir demişlerdir. Ama bu tefsir fazla rağbet gör-
memiş. Öylede olsa kişinin eceli değişmez diyorlar. Yani
kurşunla ölen "vurulmasaydı ölmeyecekti" zehirle ölen
"içmeseydi ölmeyecekti" veyahutta trafik kazası böyle
olmasaydı böyle olmayacaktı diyemeyiz. Allah
katındakişilerin eceli tekdir. Ecel geldiği vakit bazen
yatağında kalb sektesinden gider, bazen de trafik kazasından
gider. Veya bir başka sebepten gider. Bizim üzerimize
düşen görev; Allah (c.c.) bu canı, korumamızı istemektedir,
bu canı koruyacağız. Koruduğumuz takdirde sevaba gireriz.
Tedbiri almanın sevabı vardır. Tedbirler alındıktan sonra
takdir gelirse kişi günaha girmez. Mesela, yolda giderken
kaldırımdan gitmek icab eder. Ama kaldırımdan giderken
adamın birinin arabasının freni patlayıp kaldırıma çıksa ve
adamı duvara yapıştırsa adamı öldürmüş olur. Bunun
örnekleri çoktur.
Adamın eceli gelmiştir. Tedbirini aldığı için günaha
girmemiştir. Fakat ecelim gelmişse ölürüm, gelmemişse
ölmem deyipte yolun ortasından giden adam intihara
teşebbüsten günaha girer, eğer ölecek olursada intihar
günahına girer.1120[3]

3- O' göklerde ve yerde tek Allah'tır. Sizin gizlinizide


açığınızida bilir. Kazandıklarınızın hepsini bilir.
"Gökte ve yerde Allah odur" Yani gök ilahı ayrı, yer ilahı
ayrı değildir. Buna benzer eski türk ve yunan inançlarında
yer ilahı ve gök ilahı, şer ilahı, hayır ilahı diyerek ilahlar
türetmişlerdir. Bunu da iyi niyetlerle yapmışlardır. Bunu
yaparken kötü bir niyetleri yoktur. "Allah (c.c.) yücelerden
yücedir. O kötü şeylerle meşgul olmaz. Kötülükler yaratan
başka-sıdır" diyerek çok iyi niyetlerle çok kötü sonuçlara
varmışlar, "gökte de yerde de Allah (c.c.) O'dur " Yeri de
idare eden, göğüde idare eden O'dur.
Bir başka ayette "gönüllerinizden geçeni de bilir" der Allah
(c.c.) çıktakileri zaten bilir. O'na karşı "gizli" diye birşey
yoktur. Mesela evinizin en ücra köşesinde perdeleri
çektikten sonra günah işleseniz bile Allah (c.c.) onuda
bilmektedir. Niyetlerinizi, içinizdekileri bildiğine göre dışta
meydana gelen şeyler ne kadar kapalı olursa olsun onları
Allah (c.c.) bilmektedir. Ve kazandıklarınızı da bilir. Öyle
ise Allah (c.c.)'m hoşuna giden şeyleri kazanmamız
gerekiyor. Kötülüklerle meşgul olmamalıyız. İyi şeylerle

1120[3]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/8-9.
iyiliklerle meşgul olmalıyız. Haram rızıklar
kazanmamaliyiz, helal rıziklarla karnımızı, çocuklarımızı ve
çevremizi doyurmaya gayret etmeliyiz. 1121[4]

4- Rablerinin ayetlerinden bir ayet onlara geldiğinde ondan


yüz çevirirler. 1122[5]

5- Onlara hak geldiği zamanda o hakkı yalanladılar. Kendisi


ile (Müslümanları) alaya aldıkları haberler onlara yakında
gelecektir.
Peygamber efendimiz (s.a.v.)'e bir ayet nazil olduğunda
inkâr ediyorlar. Gerek ahiretle ilgili olsun gerekse
peygamber efendimizle olsun. Gerek kitabla, gerekse
Rabbimle ilgili olsun, ondan yüz çeviriyorlar ve bir de onu
yalanlıyorlar. Allah (c.c.) ayetlerinde ve peygamberimizin
(a.s.) hadislerinde yalanlıyanlarm kötü akıbetlerini
bildiriyor, onlar yine alaya alıyorlar. Allah (c.c.) onlara;
"alaya aldıkları şeyin haberi pek yakında gelecektir" diyor.
Peygamber efendimizin (s.a.v.) bu dini yayacağı, devletini
kuracağı ve yakın bir zamanda ümmetinin İstanbul'a kadar
gideceği Bizansı fethedeceği, Kudüs'ü fethedeceği,
efendimizin dili ile bildirildiğinde alaya almışlar. "Hayal
kuruyor demişler". Sen kim veya sana inananlar kim...!
Bizans kim veya İran kim? diyerek alaya almışlar. Ama
Allah (c.c.) onların alaya aldıklarının haberi onlara pek
yakında gelir diyor. Ve de gelmiştir. O alaya alan
Mekke'lilerin sahip oldukları bütün imkanları, yurtları ve
devletleri Peygamber efendimizin eline geçmiştir. Fakat
efendimiz peygamberliğin merhametini ve rahmetini
göstererek, hepsine evlerini, bağlarını, bahçelerini aynıyla
iade etmiş, "herkes sahip olduklarına tekrar yeniden sahip
olarak devam edecektir" demiştir. Şu anda Allah'ın ayetle-
1121[4]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/9-10.
1122[5]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/10.
rini yalanlayanlar İslamm, Japonyada, Malezyada,
Amerikada, Avrupada, yükselişini görünce kendi kötü
sonuçlarından korkmaya başladılar. 1123[6]

6- Onlar görmedilermi biz onlardan önce nice milletleri


helak ettik. Size vermediğimiz şeyleri yeryüzünde onlara
vermiştik. Onların üzerine bol yağmurlar indirmiştik.
Altlarından akan ırmaklar kılmıştık. Ancak günahları sebebi
ile onları helak ettik ve onların ardından diğer milletleri
yarattık.
Mekke'lüere olduğu gibi günümüz insanına da aynı hitap
geçerlidir. Mekke'lilere; "bilmiyorlar mı ki, daha nice
ümmetler helak ettik biz. O ümmetler ki yeryüzünde mekan
tutmuşlar devletler kurmuşlardır. Ve onlara bol nimetler
vermiştik, gökyüzünden yağmurlar iniyor, yeryüzünden
ırmaklar akıyor ve bol mahsuller elde ediyorlardı. Ama bu
bolluk içerisinde sunardılar R'abbe karşı geldiler de Allah
onları günahları sebebiyle helak etti. Onların yerine bir
başka ümmeti getirdi diyor Allah (c.c). Bir başka ayeti
kerimede de "Kim dîninden dönerse Allah bir kavmi getirir-
de, Allah o kavmi sever, o kavimde Allah'ı sever"
diyor.1124[7]
Burada bize anlatılmak istenen şu, insanların bu yüz
çevirmeleri bu dinin zayıflamasına işaret değil. Allah (c.c.)
bir toplum bu dinden yüz çevirirse, bir başka toplumun bu
dine yöneleceğini haber veriyor. Allah (c.c.) günahları
sebebiyle bir kavmi yok ederse onun yerine daha hayırlı bir
kavmi getireceğini haber veriyor. Zaman içerisinde bu tür
olaylar olmuştur. Hani araplardan bir kısmı Museylemetül-
Kezzab'a (Yalancı) peygambere tabi olarak irtidat etmişlerdi
ama beri tarafta İranlılar müslüman olmuş, Türkler
müslüman olmuş, Kürtler müslüman olmuş ve dinimize de
1123[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/10.
1124[7]
Maide 54
çok güzel bir şekilde hizmet etmişler.
Ama bunlar dinden dönecek olsalar (Allah muhafaza) Allah
bir başka kavmi dinine hizmet ettirir.
Bugün kendini güçlü gören kafirler, Roma'nın ve Roma'lı
askerlerin gücünü gösteren zafer taklarını , dikili taşlarını,
kalelerini görsünler ve onların yerlerinde Hz. İsa'nın
havarilerinin şefkatli nefeslerinin ne çiçekler açtırdığını
görsünlerde, aynı Allah'ın gönderdiği son peygamberinin
ümmetlerinin neler yapabileceğini anlasınlar. 1125[8]

7- Eğer sana, kağıt üzerine yazılı bir kitap indirmiş olsak ve


onu elleri ile tutmuş olsalardı bile yine de kafirler "bu
apaçık bir sihirden başka bir şey değildir" derlerdi. 1126[9]

8- "O'na bir melek indirmeli değilmiydi" dediler. Eğer biz


bir melek indirmiş olsaydık elbette hüküm verilir ve
onlarada fırsat verilmezdi.
Müşrikler peygamber efendimizin peygamberliğine ve
Kur'anın Allah'tan geldiğine inanmıyorlar. Diyorlar ki
"melek getirseydi de bizde meleği görseydik ya" Peygamber
efendimize sana inanmak için meleği de görseydik veya
melek onu bizim bilmediğimiz bir kağıtta yazılı olarak
getirseydi. Yani Cennetin kağıtlarından bir kağıda yazılmış
olarak yeryüzüne indirsin bizde görelim ve bakalım ki, kağıt
yeryüzünün kağıdı değil, kalem yeryüzünün kalemi değil o
zaman bizde O'na inanırdık" diyorlar.
Allah, (c.c.) diyor ki "Eğer biz onu bir kağıdın üzerinde
yazılı olarak indirseydik, o kağıdı da elleriyle tutsalardı,
tuttuktan sonra derlerdi ki bu sihirden başka birşey
değildir." Yani kişi iman etmedikten sonra, iman kişiye
nasib olmadıktan sonra mutlak surette bir bahane olur.
Feylezof Rıza Tevfik anlatır. "Alman Feylezoflanndan birisi
1125[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/10-11.
1126[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/11-12.
arkada-fimdı. Fakat ateistti ve hiçbirşeye inanmıyordu.
Çeşitli vesilelerle görüşmelerimizde onu inanmaya
çalıştırdımsa da inanmazdı. O günler de Ak-denizde bir
balık tutulmuş. Balığın üzerinde Allah ismi Celili tesbit
edilmiş, ve fotoğrafları çekilmiş. Bu olay dünya basınında
çok meşhur olmuştu. O fotoğraflardan birini ben de o
Almana gönderdim. Bunu nasıl yorumlayacaksın dedim.
Mektupla cevap verdi. "Bir maymunuda bir daktilonun
başına oturtsan ve günlerce tuşlarına vurdurmuş olsan
tesadüfen bir de Allah yazısı çıkar. İşte buda tabiatın
tesadüflerinden biridir." Feylezof Tevfik devamla şöyle
diyor: "İşte o zaman anladım ki Allah nasip etmeyince
etmiyor." Burada da Allah (c.c.) ona işaret ediyor. Yani
Kur'an-ı Kerimi kağıtlar halinde yazılı olarak indirseydi,
Mekkeli müşrikler yazıya baksalar, kağıda baksalar,
yeryüzünde yazılmış bir kağıt değildir deseler di, o zamanda
inanmayacak olanlar derlerdi ki "bu sihirdir, bize sihir
yapılıyor" derlerdi diyor Allah (c.c.)
Yani meleği indirmiş olsaydık, onuda görseler di buna
rağmen ona da inanmamış olsalardı o zaman onlara mühlet
verilmez helak olurlardı diyor Allah (c.c.) ve devam
ediyor.1127[10]

9- Eğer biz onu bir melek kılsaydık elbette o meleğide insan


suretinde yapardıkta düştükleri kuşkuya yine
1128[11]
düşürürdük.

10- Senden önceki peygamberlerle de alay edilmişti.


Onlardan alay edenleri alay ettikleri kuşatıvermişti.
"Eğer biz onu bir melek kılmış olsaydık. O'nu da erkek bir
insan suretinde kılardık," Allah (c.c.) tebliğini peygamber
efendimiz (s.a.v.) le değilde, bir melekle yapmış olsaydı,
1127[10]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/12-13.
1128[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/13.
yani Mekkede doğan büyüyen, annesi babası olan bir insan
değilde, Kur'an-ı kerimi melek getirmiş olsaydı, insanların
görebilmesi için mutlaka insan suretinde kılacaktık diyor
Allah (c.c). Yani melek, insan suretinde görününce olanlar
yine inkâr edeceklerdi.
Onun için üzerimize düşen görev insanlara İslam'ı
anlatmaktır. İman ettirmek değildir. İman bizim işimiz
değildir. Hidayeti veren Allah'tır. Biz vesile olmaya
çalışacağız. Yani Rabbimin kelamını insanlara ulaştırmaya
çalışacağız. Ondan sonrası kişinin kendi gayreti Rabbimin
hidayetidir. Bizim yapacağımız başka bir şey yoktur.
Müşrikler peygamber efendimiz (s.a.v.)'i alaya alıp, dalga
geçiyorlar. 1129[12]

11- Deki: "Yeryüzünde dolaşın sonra yalanlayanların


sonunun nasıl olduğunu görün."
Bu İstanbul şehrinde fazla dolaşmaya gerek yok.
Sultanahmet meydanını gezdiğimizde görüyoruz. Ta
Mısır'dan İstanbul'a kadar o dikili taşı götürebilecek kadar
güçlü bir devlet varmış. Onbinlerce kölenin kanına mal
olmuş o taşın oraya getirilmesi.Yine buna benzer zulüm
taşlan Ro-ma'da, İstanbul'da, Kudüs'te mevcuttur. Neticede
ne olmuş. Adamlar gitmişler eserleri kalmış ve adlan tarih
kitaplarında lanetle anılmışlar. Roma
ile ilgili film yapımlarında yüzbinlerce köle kullanıyor,
Batılı film yönetmenleri. Yüzbinlerce kölenin canına,
kanına malolmuş zulüm üzerine bir devlet kurmuşlar ve
neticede de yok olup gitmişler. Allah (c.c.) "Yeryüzünde
dolaşın ve bakın. Allah'ın dinini yalanlayanların akıbeti ne
olmuş" diyor ayeti kerimesinde. Mü'minler de kafirler de
yok olmuş.
Yani herkes ölüyor. Öyle olunca, asıl ticaret ahiret hayatını

1129[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/13.
garanti altına almaktır. O da iyi bir imana sahip olmakla
mümkündür. Her halükarda ölüm var. Ölüm var olunca da
sonunda gelecek olan hayatı kazanmak için gayret etmek
gerekiyor. Sonra gelen hayatı kazanmak için gayret edenler
bu dünyada da hayırla yadedilecekler. Hani Peygamber
efendimiz (s.a.v.)'m ismi, anıldığında Salatü selam
getiriyoruz. Hz. Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali için hepsine
"Radiyallahu anhüm" "Yani hepsinden Allah Razı olsun"
diyoruz. Yani onlar bu dünyada devlet kurmuşlar ve
insanları adaletle yönetmişler ama onlar da gitmişler.
Gitmişler ama geride çok güzel bir "ad" bırakarak bu
dünyadan göçmüşler. Bizim de geride rahmetle yad
edilmemiz için iyi bir isim bırakmamız Allah'ın ayetlerini
yalanlayanlara karşı mücadele vermemiz ve Rabbimin
huzuruna ak alınla pak yüzle çıkmaya gayret etmemiz
gerekiyor.1130[13]

12- De'ki: "Göklerde ve yerdekiler kimindir?" "Allah'ın dır"


de. O' kendisine rahmeti yazmıştır. Varlığında şüphe
olmayan kıyamet gününde sizi muhakkak toplayacaktır.
Kendilerine karar verenler iman etmezler.
Yerde olanlardan maksat dağlar, dağların içindekiler,
denizler, denizlerin içindekiler, ovalar, ovaların içindekiler,
yerin yedi kat merkezindekiler, gökyüzündeki yıldızların
tamamıdır. Bunlar kimin içindir. Bunların mülkiyeti Allah'a
aittir. Biz bunların hiçbirini kendi elimizle yaratmadık. Biz
yaratmadığımız gibi diğerleride bunları yaratmadı.
Yaradılmışların en mükemmeli olan insan, bu
tabiattakilerden bir zerre yaratmış değildir. İcad ettikleri
vardır. O da Rabbimin tabiatta yarattıklarının birinden bir
gram alıp, diğerinden beş gram alıp, bir başkasından dört
gram alıp bir araya getirmek suretiyle meydana

1130[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/13-14.
getirmektedir. Yani yoktan bir şeyi yaratma insana mahsus
değildir. O (yaratma) yalnız Allah (c.c.)'e aittir. Yerde ve
göktekilerin tamamı Allah'a aittir.
Bir hadisi kudside Allah (c.c), "Rahmetim gazabımı geçti"
buyuruyor, 1131[14] Bu ayeti kerimenin tefsirinde de Allah
(c.c.) arşı yarattığında orada "Rahmetim gazabımı geçti"
diye yazdı deniliyor. Burada da buna işaret vardır. "Nefsine
rahmeti yazdı" diyor. Kainat O'nun rahmeti içerisindedir.
Onun için Allah'ı insanlara tanıtırken, çocuklarımıza
tanıtırken, etrafımıza tanıtırken, öncelikle gazabıyla
tanıtmayacağız. Bir günlük veya bir saatlik hayatımızı
düşünmüş olsak Allah'ın rahmetinin bizi tamamiyle
kuşattığım, görüveriyoruz. Dilimizin hareket etmesi,
gözümüzün görmesi O'nun rabmetindendir. Kalbimizin
çalışması, kanımızın akması O'nun rahmetindendir.
Yediklerimizin, tadı, kokusu, tazeliği O'nun rahmetindendir.
Aldığımız hava O'nun rahmetindendir. Sevgilerimiz,
muhabbetlerimizin hepsi O'nun rahmetindendir. O, bizler
faydalansın diye vermiştir. Öyle ise Rabbimin rahmeti
gazabından fazladır. Fakat gazabı da vardır. Dinime yan
bakan, dinime karşı mücadele veren insanlara karşı
Rabbimin gazabı vardır. Ama Rabbimin rahmeti tabi olarak
(bize olduğu gibi) önada vardır. Yani kendisini inkâr eden
adamın dilini alıvermiyor, gözünü kör etmiyor, önada
rahmeti o konularda devam ediyor. Ama gazabıyla onu
kıyamet günün de cehenneme koyacaktır.
Allah'ın (c.c.) rahmeti gazabım geçiyor. Biz de Allah'a iman
ettiğimize göre bizim de rahmetimiz gazabımızdan ileri
olmalıdır. İnsanlara karşı davranışlarımızda merhametle
muamele etmeliyiz. Çocuklarımıza ve eşlerimize karşı
davranışlarımızda merhametle muamele etmeliyiz.
"Merhamet" kelimesi Türkçede "acımak" şeklinde tercüme

1131[14]
îbni Mace Mukaddime 13
edildiği için, bazıları "merhametini istemiyorum" gibi bir
ifade kullanıyor. Bu doğru değildir. "Merhamet dilencisi
değilim" gibi sözlerin 25-30 yıllık mazisi vardır. Hani
"körlere merhamet etmeyiniz, yardım ediniz" diyorlar. Ne
demektir bu? Biz babamıza merhamet ederiz, annemize de
merhamet ederiz, eşimize de merhamet ederiz. Onlarda bize
merhamet eder. Yani bu onlara acımak manasına değildir.
Gerçi acımak da vardır. Ama sanki bu karşıdakini
küçümsemek şeklinde anlaşılıyor. Bu yanlıştır. Peygamber
efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor. "Allah (c.c.) rahmeti yüz
parça etti, bir parçasını yeryüzüne indirdi. Bir kuşun
yavrusunu koruması "bir rahmet"in dağılmasmdandır.
Tavuğun yavrusunu korumak için aslana baş kaldırması o
"bir rahmet"in yer yüzüne dağılmasındandir. Allah (c.c.)
geri kalan 99 ile kıyamette mü'minlere rahmet
edecektir." 1132[15]
Yani bir tek rahmet yeryüzündeküerin birbirlerine karşı
merhametli olmalarına yetip artıyor. Öyle ise bu hadise ile
Rabbimizin rahmetinin genişliğine işaret ediyor. Bizde
merhametli olmaya devam edeceğiz. Çok kızmış olsak bile
merhametimiz, gazabımızdan fazla olmalıdır.
"Gelmesinde şüphe olmayan kıyamet gününde hepinizi
Allah (c.c.) bir araya getirecektir." Yani mü'min, kafir,
kadın, erkek, adil, zalim, hepsini bir araya getirecektir.1133[16]

13- Gecede ve gündüzde barınan her şey Allah'a aittir. O iş


iteridir bilendir.
Yani geceleyin, gündüzleyin bu tabiat üzerinde gökyüzünde,
yeryüzünde, gökyüzünün sakinleride, yeryüzünün
sakinleride Allah'a aittir. Yukarıda yeryüzüde, gökyüzüde
Allah'a aittir dedi. Burada da gökyüzünde ve yeryüzünde
yerleşen insanlar, hayvanlar, çiçekler, böcekler bütün
1132[15]
Buharı, Edep, 19: Müslim, Tevbe 17
1133[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/14-16.
yaratıklar Allah'a aittir. Öyle ise hala ne diye Allah'ın
mülkünde onun verdiği el, dil ve bel ile Allah'ı inkâr veya
isyana gidiliyor? 1134[17]

14- De ki: "gökleri ve yeri yaratan Allah'tan başka yönetici


dost mu edineyim? O yedirendir kendisi yedirilmeyendir."
De ki: "İslama girenlerin ilki olmakla emrolundum. Sakın
müşriklerden olma."
Yani yeri göğü yaratan O, yeryüzünde ve gökyüzünde
yaşayanların sahibi O, geceyi gündüzü yaratan O, karanlığı
ve aydınlığı yaratan O. Bunu bildikten sonra Allah'dan
başka dostmu edineyim? Madem ki yeri göğü ve içindekileri
yaratan O. Öyle ise hakiki dost Allah (c.c.)dır. Allah'ı dost
bildikten sonra O'nuda dost edinenleri dost edinmek gerekir.
Bunu Yunus Emre "Yaratılanı hoş gördük yaratandan
Ötürü" diyerek ifade edivermiştir.
"O yedirendir, yedirilen değil" diyor. Yani dost edindiğim
Allah (c.c.) yedirendir, yedirilen değildir. Kendisi kimseye
muhtaç değildir. Yemeğe, içmeye, giymeye muhtaç değildir.
Uyumayada muhtaç değildir. Öyle ise hakiki dost O'dur.
Kişi dost olarak O'nu alacak olursa, O her an onu korur.
Ama Allah'ı bırakır da insanlardan birini kendinize dost
edinecek olursanız, canınız ve malınız konusunda yalnız ona
güvenebilir, başkasına güvenemeyiz derseniz, güvendiğiniz
dürüst bile olsa her an sizi göremez, her an sizi kontrol
edemez, her an sizden haber alamaz. Allah ise, yeri ve göğü
O yarattığı için, herkesi O yedirdiği için dost edinilmeye
layık olan, herşeyimizle güvenebileceğimiz odur. Yediren
fakat yemeyen Allah'ı bırakıpda, hep yiyen fakat
yedirmeyen, ölümlü insanları dost ve yönetici edinmek
deliliktir. Aslında Allah'a baş kaldıranları insanlar bes-
liyorlar. Kafirler Allah'ın verdiği nimetleri toplayıp, Allah'ın

1134[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/16.
yarattığına verirler ve kula kul olarak kendilerini alçaltırlar.
Allah (c.c.) Hz. Peygambere diyor ki; "De ki: ben ilk
müslüman olmakla emrolundum." Aynı sözü bir başka
ayette İbrahim (a.s.) söylemişti. O "ilk müslüman benim"
demişti. 1135[18] Bu ümmet içerisinde de ilk müslüman Hz.
Peygamber efeudimizdir. Çünkü kitap O'na gelmiş,
Peygamber olarak o görevlendirilmiş, O'nun tebliği
neticesinde Hz. Ali (r.a.), Hz. Hatice validemiz, Hz. Ebu
Bekir, Hz. Zeyd iman etmişler. Onların ardından günümüze
kadar iman nimeti devam etmiştir. 1136[19]

15- De ki: "Eğer Rabbime isyan edersem büyük günün


azabından korkarım."
Bu söz Peygamberimize söylenmiştir. Bazıları bir ifade
kullanır. Söyleyen belli değil. Ancak Rabiatü'l-Adeviyye
söylemiştir diye bir rivayet vardır. Güya demiş ki "Ya Rabbi
eğer cehenneminden korktuğum için sana ibadet yapıyorsam
at beni cehennemine" diyorlar. Tahmin etmiyorum, yani bir
veliyye kadının böyle bir söz söylemesi, çünkü Kur'ana uy-
gun değildir. "Efendim eğer cennetine girmek için ibadet
ediyorsam koyma beni cennetine, bana seni gerek seni"
demiş derler. Halbuki ayeti kerimede "De ki: eğer rabbime
isyan edersem o büyük günün azabından kor-karım"de.
Bunu peygamber efendimiz söylüyor. Rabbim O'na
söylemesini emrediyor. Ve hergün namazın sonunda
okuduğumuz duada da "dünyada ve ahirette güzellik ver,
bizi cehennemin azabından koru Ya Rabbi" diye dua
ediyorsunuz. Bir başka ayeti kerimede "Yakıtı (Putperes)
insanlardan ve taşlardan meydana gelen o cehennemin
ateşinden korkunuz" diyor.1137[20] Onun için müslüman
Allah (c.c.)'ün cennetini ümid ederek, cehenneminden de

1135[18]
En'am 163
1136[19]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/16-17.
1137[20]
Bakara 24
korkarak Rabbine ibadet edecektir. "Efendim rızası için
ibadet ne olacak" derseniz zaten rızası budur. Rabbimin
rızası cehennemden korkmakta (çünkü cehennemi yaratan
o) cennetini istemektedir, (çünkü cenneti de yaratan o Zaten
rızasına kavuştunuzmu bu ikisi gerçekleşiyor. Bu ayette
Allah (c.c.) peygamberimize "Korkarım o cehennem
azabından" de diye buyuruyor. Allah'ın Halili dostu İbrahim
aleyhisselam "Beni naim cennetinin varislerinden kıl" diye
dua ediyor. 1138[21]

16- O gün kimden azab çevrilirse, muhakkak Allah ona


merhamet etmiştir. İşte bu apaçık bir kurtuluştur.
Bu dünyada da başarılı olmak için gayret edeceğiz ama, bu
dünyada başarılar ne kadar büyük olursa olsun bir sonu
vardır. Mesela bir insan kuş tüyü yatakta yatsa, kuş sütü ile
beslense sonu geliyor. Onun için biz şunu istiyoruz. "Ya
Rabbi dünyamızıda, ahiretimizide güzel eyle". Baı,ı zatlarda
"Ya Rabbi sana layık olanı bize ver" diyerek dua
ediyorlar. 1139[22]

17- Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, o azabı


Allah'dan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır
dokundurursa o her şeye gücü yetendir.
" Bir başka ayeti kerimede Rabbim "O hayrı men edecek
kişide yoktur" diyor. 1140[23] Peygamber efendimiz bir
duasında "Ya Rabbi senin verdiğine mani olacak yoktur"
diye buyurmuştur. 1141[24]
Bu ayeti kerime bize günlük yaşantımızda, İslamı yaymada
büyük moral veriyor. Şöyle ki Allah bir zararı bizim
aleyhimize olarak yazma-mışsa bütün insanlar bir araya

1138[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/17.
Şuam 85
1139[22]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/17-18.
1140[23]
Yunus 107
1141[24]
Buharı Ezan 155, Müslim Salat 194
gelseler zarar veremezler. Yani ben İslami tebliğimi
yaparken şunu şunu yaparsam, şöyle şöyle işler başıma gelir
diyerek düşünüp İslami tebliğden geri durulmam alıdır.
Veya ben bunu şöyle şöyle yaparsam, felan adamın gönlünü
alırsam şöyle netice alırım gibi batıl hesaplar da
yapılmamalıdır. Dinime göre doğru olan en güzel şekliyle
yapılmaya çalışılır. Onun arkasından Allah'ın murad ettiği
ne ise o olur. Zarar geliyorsa Rabbimdendir, kâr geliyorsa
da Rabbimdendir diyerek, serler geliyorsa imtihandır,
hayırlar geliyorsa Rabbimin lütfi kere-mindendir deyip yola
devam etmek gerekiyor. 1142[25]

18- O kulları üzerinde kahirdir. O1 hükmedendir, herşeyden


haberdar olandır. 1143[26]

19- Deki: "Şahit olarak hangi şey daha büyüktür?" Deki :


"Benimle sizin aranızda Allah şahittir, sizi ve kendisine
ulaşan herkesi uyarmak için bana şu Kur'an vahy olundu.
Allah'la beraber başka ilahların olduğuna sizmi şahitlik
yapıyorsunuz?" "Ben şahitlik yapmam de" "O ancak bir tek
ilahtır. Ve ben sizin ortak koştuklarınızdan uzağım de."
Yani bütün kullar yardım etmek için uğraşırlar, Rabbim
istemedikten sonra olmaz bu iş. Çünkü bütün kulların
üzerinde güç ve otorite sahibi Allah (c.c.)'dur.
Yani Allah (c.c.)'ün varlığına ve birliğine en büyük şahid
kimdir. Senin peygamberinin peygamberliğine en büyük
şahid kimdir diye sorulursa, deki en büyük şahid Allah
(c.c.)'dür.
Deki "Benimle sizin aranızda şahid Allah (c.c.)'dür."
ayetinin bir benzeri de Âl-i İmran suresindedir. Şöyle ki
"Allah, melekler ve ilim sahibi insanlar şahiddir.. " 1144[27] En

1142[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/18.
1143[26]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/18.
1144[27]
Bak, Al-i İmran 18
büyük şahid Allah (c.c.)'dür. Ayet-i kerimenin lafzı ve
manası, Kur'an-ı Kerimin Allah tarafından olduğuna işaret
ediyor. Kur'an-ı Kerimin ayetleri okunduğunda, Mekkeli
müşrikler "Bunu Muhammed isimli arap anne-babadan
doğma birisi söyleyemez" diye itirafta bulunuyorlardı. O
sebebten Allah bunun (Kur'anın) kendi katından olduğuna
kendisi şahiddir. Diğer yönden yarattıklarıyla buna şahiddir.
Şöyle ki Hz. Ali "baktığım her şey de Allah'ın eserini
görüyorum" diyor. Allah'ın gücünü ve kudretini görüyorum
diyor, Kur'an-ı Kerim vahyolundu. Neden? "sizi onunla
sakındırayım" diye. Yani Kur'an ayetleri ile başınıza nelerin
geleceğini, bu dünyada iman etmez, amel etmezseniz
neticede bu canınızın yanacağını, bir ateş çukuruna doğru
yuvarlandığınızı size duyurmak, bildirmek üzere (bu
Kur'an) bana vahyolunuyor. Yalnızca sizi (ashabı) mı
sakındırmak için? hayır, bu Kur'an-m ulaştığı tüm insanları
sakındırmak için. Günümüzde bize kadar gelmiş, kıyamete
kadar devam edecek. Bu Kur'an ayetleri kime ulaşmışsa
onları dünyanın bela ve musibetlerinden ahiretin
cehenneminden sakındırmak üzere Kur'an-ı Kerim ayetleri
peygamber efendimiz (s.a.v.)'e vahyolunmuştur.
"Allah'tan başka ilahlar olduğuna şahidlik edermisiniz. De
ki ben şahidlik yapamam" diyor ayet-i kerime. Öyle ya; bir
kısım insanlar Allah'tan başka ilah vardır deseler, biz buna
katılmayız. Niye katılmayız?Bakıyoruz ki: dünya
kurulahdan beri güneş, aynı güneş, ay, aynı ay, her sene
Ağustos ayının birinde aynı yerden doğar aynı yerden batar.
Dünya kurulduğundan bu yana bu böyle devam ediyor. Bir
saniye ileriye veya geriye gitmez. Eğer ilah bir kaç tane
olmuş olsaydı, birisi mutlaka bunun ayarını bozardı.
Hz. Adem'den bu güne kadar gül ağacı gül verir. Eğer ilah
birkaç tane olmuş olsaydı, Gül ağacından birkerede Lâle
biterdi. Bu olmamaktadır. Her şey düzenli bir şekilde devam
edip gidiyorsa bu tabiatta, yeryüzünde ve gökyüzünde
yaratıcının, yaşatıcımn ve yöneticinin tek olduğuna işaret
eder. Ben sizin gibi başka ilahları kabul edemem
buyruluyor. 1145[28]

20- Kendilerine kitap verdiklerimiz, oğullarını tanıdıkları


gibi onu tanırlar. Kendilerine zarar verenler ise iman
etmezler.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) ile O'nun getirdiği kitabı
yahudi ve hristiyanlar kendi evlatlarım tanıdıkları gibi
tanırlar. Bir kişi kendi evladını beş milyar kişinin içinde
görse tanır. Ehl-i Kitaptan olan yahudi ve hristiyanlar da
Allah'ın peygamberini, onun peygamber olduğunu tanırlar
diyor Allah (c.c). Nasıl tanırlar? Çünkü okumakta oldukları
kitapta O'nun vasfı bildirilmiş, adı bildirilmiştir. Oradan
tanırlar. Bir peygamberin geleceği Tevrat ve İncil'de
bildirilmiş ve sıfatlan orada zikredilmiştir.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) genç yaşta iken amcası Ebu
Talib'le beraber Şam'a doğru bir ticaret işi için gelirken,
"Busra" denilen yerde rahip "Bahıra" isimli bir adamla
karşılaşırlar. O rahip Bahîra peygamber efendimize
dikkatlice baktıktan sonra, Amcası Ebu Talib'e "bu çocuğu
geriye çevir. O'nu Busra'daki ve Şam'daki Yahudi bilginleri
görmesinler. Görürlerse buna tuzaklar kurup öldürmeye
teşebbüs ederler. Bunu geriye götür" demiştir. Ondan sonra
peygamber efendimiz oradan geriye dönmüş gelmiş derler
tarih kitapları. Yani O'nun şemailinden O'nu, kendi ço-
cuklarını tandıkları gibi tanırlar.
"Kendilerine yazık eden kimseler iman etmezler." Yani bu
gün ateistim diyen, Allah'a, peygambere inanmam diyen
imansızlar kendilerine zarar veren insanlardır diyor Allah
(c.c). Aynanın karşısına geçer güzelliğine bakar, ama o yüzü
yaratan birinin olduğunu düşünmez. Gözünün rengine bakar

1145[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/19-20.
hayranda olur ama o gözünün rengini kendisi veremez.
Kendi gözünün rengini kendisi verebilse, hanımının ve
çocuğunun gözünüde kendi rengine boyamak ister. Para
verip lens takar ama oda o kadar olur. Allah'ın yarattığı gibi
olmaz. Bunları d üşü nü verseler aslında iman ediverecekler,
ama bunların asıl meslekleri fazla düşünmemekdir. 1146[29]

21- Allah'a yalan iftirada bulunan yahut onun ayetlerini


yalanlayandan daha zalim kim vardır? Muhakkak zalimler
kurtuluşa eremezler.
Bu insanlara "siz zalimsiniz" desek, "benim kime ne zararım
olmuş ki, bu güne kadar kimseye bir tokat vurmadım,
kimsenin malını almadım ben" der. Keşke birilerinin malını
alsaydm veya bir adamın kulağını çekip tokat vursaydın.
Bunlar affı mümkün olan şeylerdir. Ama affı mümkün
olmayan şey yaratanı inkârdır. Allah'a karşı başka ilahlar
edinmek, Allah'a iftira etmektir. Allah'a iftira eden kişide en
zalim insandır. Allah'ın ayetlerini yalanlayan kişide en zalim
insandır. Allah'ın ayetlerinden maksat Kur'an ayetleri
olduğu gibi, tabiat ayetleride buna girmektedir. Onlarında
(tabiatın) yaratıcısının olmadığını, aslının bir maddeden
meydana geldiğini, o maddenin zaman içerisinde çeşitli
şekillere dönüştüğünü söylemek de (Allah'a bir iftiradır). Bu
şekilde düşünen insanlar zaman içinde bundan dönerek bu
inançsızlığın da temellerini ortaya konuvermişlerdir.
Bu surede dört yerde (21, 93, 144, 157 nci ayetlerde) Allah'a
iftira edenlerden daha zalim birinin olmadığını ifade eder.
"Zalimler felaha ulaşamazlar, kurtuluşa eremezler" diyor.
Bu dünyada erer gibi olurlar ama ahirette kesinlikle
eremezler. Ama bu dünyada da en fazla intihar edenler
Allah'ı inkâr eden insanlardır. Hatta bir ara intihar etmeyi
çok yüce bir tavır olarak kabul ettirmeye çalışmışlar. Yani

1146[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/20-21.
intihar eden insan en iyi insandır diyerek bir mantık ortaya
atıvermişler bu ataistler grubu.1147[30]

22- Birgün hepsini biraraya toplarız, sonra müşriklere:


"iddia etmekte olduğunuz ortaklarınız nerede?" deriz.
Dünyada iken Allah'a şirk koşmuştunuz. Onlar nerede?
Ateistler, türkçe ifadesiyle "Gavurlar" derlerki "efendim: biz
inanmıyorduk, başkaları gibi şirkte koşmuyorduk" derler.
Aslında onlarda tapmıyorlar. Onlarında kendilerine göre
yöneldikleri bir yer var. Biz peygamber (s.a.v.)'i peygamber
olarak kabul ediyoruz. O inançsız kesimde kendilerine göre
Yunandaki Epikür'den itibaren o silsileyi devam eden
peygamberleri vardır. Onlarda mutlak surette bu tabiatı
yorumlamak mecburiyetindeler. Tabiatın nerden meydana
geldiğini nasıl oluştuğunu kendilerine göre akıllarını
kandırmak için bir yorum getirmişler. İşte onların da dinleri
o dur. Onlarında ilahı Epikür veya Demoklites denilen
heriflerdir! O tür insanlar onların ilahı Allah (c.c.) de
diyecekki "Nerde sizin tapındığınız ilahlar?" 1148[31]

23- Sonra onların fitnesi "Rabbimiz Allah'a yemin olsun ki


biz müşrik değildik" demeleri olacaktır. 1149[32]

24- Bak! kendilerine nasıl yaîan söylüyorlar? Uydurdukları


şeyler onlardan ayrıldı.
Allah (c.c.) bir çok ayeti kerimede müşrik insanların bu
durumunu dikkatimize arzediyor. Amel defterleri
verildiğinde bu defter benim değil yanlışlıkla verilmiş bana
gibicesine kendi defterine sahip çıkmayacaktır. Burada da
"biz müşrik değildik" diyecekler. Ama Allah (c.c.) "eller
bize konuşur" buyurur. 1150[33]
1147[30]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/21.
1148[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/21-22.
1149[32]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/22.
1150[33]
Yasin 65
Dili ile müşrik olmadığını söyler, iyi insan olduğunu söyler
ama eli ne yaptığını, ayakları ne yollarda çalıştığım orada
konuşuverecektir, yalan söylemeleri kendilerine zarar
veriyor.
Bak "kendilerine nasıl yalan söylüyorlar ve o iftira ettikleri
şeylerle onlar ne kadar da sapıtmışlar. 1151[34]

25- Onlardan bir kısmı seni dinlerler. Anlamamaları için,


onların kalpleri üzerine bir perde kulaklarının içinede ağırlık
kıldık. Bütün ayetleri görseler bile, onlara iman etmezler.
Hatta senin yanına geldikleri zaman seninle çekişirler, bu
kafirler: "Bu evvelkilerin masallarından başka birşey
değildir" derler. )
Burada şu soru akla gelebilir. Bakara suresinin baş kısmında
"Allah onların kalblerini mühürlemiştir. Kulaklarını
mühürlemiştir. Gözleri üzerinde perdeler vardır" diyor Allah
(c.c.) Allah kişinin kalbini mühürle-misse kulun ne günahı
var. Burada da Allah onların kalplerini mühürlemisse,
kulaklarını sağır etmişse bu kulların ne günahı var, diye bir
soru kişinin aklına gelebilir.
Allah (c.c.) bir çok ayeti kerimede "yaptıkları günah
sebebiyle" diyor. "Yaptıkları kötülükler nedeniyle kalplerine
küf bağladı" diyor Allah(c.c.) 1152[35]
Kalpler yaratıldığında tertemizdir. Ama bir günah işleyince
günah onun kalbine, bir hadisi şerifte de ifade edildiği gibi
bir nokta halinde konar. İkinci günah, üçüncü günah ilk
günahın yanlarına konarak bir gün kalp her tarafı günahla
kapanmış bir hâl alıyor. Bunlarında kalplerinin
perdelenmesi bu şekildedir Allah perdeyi onların kalplerine
çekmiyor. Onlar kendi yaptıkları kötülükler nedeniyle,
Allah'ın ayetlerine karşı kendi kalplerine perde çekmiş
oluyorlar. Peki niye Allah kendisine nisbet ediyor "biz ona
1151[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/22.
1152[35]
Mudaffifîn suresi
perde çektik" diyor. Hayrı yaratan O, şerri yaratan da O.
Yani bir insan perdeyi çektiğinde içeri ışık geçmiyor. Işığın
perdeden içeri geçmemesi kanunu Allah'a aittir. Bu kanunu
koyan O'dur. Işık perdeden ileriye fazla geçemez. Göz
perdeden öbür tarafını göremez. Bu Rabbimin koyduğu
kanundur. İşte kişi perdeyi çekmekle Allah'ın tabiata koy-
muş olduğu kanunu yerine getirmiş oluyor.
Kişi günahkar olmakla Rabbimin ayetlerini anlamaz hale
geliveriyor. Mesela kendi hayatınızdan bunu çok iyi
anlarsınız. Hepimiz Mü'min insanız, yalnız günahımız var.
İlk başlangıçta Kur'an ayetlerini anlamak için uğraştığınızda
biraz ağır geliyordu. Zevk almaz halde idik. Neden? O
anlarda başka şeylerden zevk alıyorduk. Ama ısrarla üzerine
gidince aramızdaki perdeyi mümkün mertebe kaldırıyoruz.
Başka şeylerden zevk alma yerine Allah'ın kelamından zevk
almaya yöneliyoruz. Bu sefer gerçekten burdan zevk almaya
başlayıncaya bunu takibe devam ediyoruz. Yani bu bizim
istememiz, Rabbimizin vermesiyle oluyor. "İmansızlar bü-
tün ayetleri görseler de iman etmezler" diyor Allah (c.c.)
Onun için Rabbimin bir hidayeti, Rabbimin bir nimetidir.
Bize verildiğinden dolayı çok şükredelim. Diğer insanlara
da verilmesi için Rabbimize dua edelim.
"Kafirler derlerki: bu geçmişlerin bir uydurmasından
ibarettir." Yani bu Kur'an ayetleri, geçmişin tarihinden
ibarettir derler. Günümüzde de bazı imansızlar aynı şeyi
söylediler. Bir süre önceölen birisi daha önce "Kur'an'da
Uydurma Hikayeler" başlığını taşıyan bir yazı yazmıştı. Bu
söz yeni değildir. Yalnız ona da ait değildir. Ta Mekke
döneminde Peygamber efendimize (s.a.v.) de aynı şey
söylenmiştir, "Bunlar geçmişin uydurma hikayeleridir"
demişler. O günden bu güne çeşitli insanlar, çeşitli
vesilelerle bunu söylerler. Onlara çeşitli ayetleri delil olarak
getirseniz iman nasib olmayınca iman etmezler.
İmansızlarla bir yerde münakaşa etsek ve netice de bu adam
iman etmezse (üzülmemeliyiz.) Olmazsa olmaz. Burada ne
bizim kalitemiz düşer, nede onun kalitesi artar. İman çok
farklı bir olaydır. Peygamber efendimizi gördüğü halde Ebu
Cehil iman etmemiş. Musa (a.s.)'ı gördüğü halde Firavun
iman etmemiş. Burada Ebu Cehil iman etmedi diye peygam-
ber efendimizin kalitesi düşer mi? Düşmez. Bu tür
münakaşalarda Şeyh Sadî Şirazi şöyle diyor. "Eğer bir taş
bir altın kaseyi kırarsa veya bir billur kaseyi kırarsa ne taşın
değeri artar, ne de altın kasesinin değeri eksilir. Davul ile
ney aynı anda çalmaya başlarsa, davul neyi bastırır" diyor.
Onun için bir alim bir cahilin yanında gürültüye boğulursa
üzülmesin,diye (Şeyh Sadi) bunları söylüyor. Bunu şunun
için söylüyorum. Her türlü ayetleri, delilleri getirdiğimiz
halde iman etmeyen insan olacaktır. Efendimiz döneminde
olduğu gibi günümüzde de olmaya devam edecektir. 1153[36]

26- Onlar insanları Kur'andan men ederler, kendileride


ondan uzaklaşırlar. Onlar ancak kendilerini helak ederlerde
farkına varamazlar.
"O imansızlar insanları İslamdan uzaklaştırırlar. Kendileri
de uzaklaşırlar. Farkında olmadan kendilerine zarar
veriyorlar."
Ayet sanki günümüzü tarif ediyor. Onlar İslamdan insanları
yasak-, larlar, nehyederler. Kendileride uzaklaşırlar. Niye
kendileri uzaklaşınca insanlara da yasaklarlar? Bir kısım
insanlar İslama sarılacak olursa, kendileri açıkta kalacaklar.
Herkes uzak olursa kimse kimseye bir şey demez. Onun için
kendileri (%1'lik bile yoklar bu memlekette) dinden
uzaklaş-.tıkları gibi uzak görülmemek için bütün insanları
kendi taraflarına getirmek istiyorlar. İstekle kalmayıp
üstelik yasaklıyorlar. Yasaklar da müslü-manlara yönelik.
Bakınız imansızları yasaklayan bir tek kanun yoktur. T.C.

1153[36]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/22-24.
Ceza ve Medeni yasasında imansızlarla ilgili tek bir yasa
yoktur. Ama müslümanlarla ilgili birçok kanunlar vardır.
Halbuki memleketin de % 98'i müslürnan diyoruz. Bu ayeti
kerime de anlatıldığı gibi hareket ediyor bu adamlar.
"Onlar ancak kendilerini helak ederler." Ama helak
olduklarının da farkında değiller. Bu dünyada zarara
uğrayabilirler. Bu dünyada zarara uğramadan gidecek
olurlarsa, ahirette kesinlikle kendilerine zaten zarar
verecekler. 1154[37]

27- Onlar ateş üzerinde durdurulduklarında; "Keşke


dünyaya geri çevrilsek, Rabbimizin ayetlerini
yalanlamasaydik ve mü'minlerden olsaydık" dediklerini bir
görsen!..
Yani bu dünyada dinimi yalanlayan, insanları bu dinden
alıkoyanların ateşe atıldıklarında feryadı böyle olacak.
"Keşke dünyaya döndürülsek, bu ayetlere sımsıkı sarılsak
müslüman olsak ve Allah'ın ayetlerini yalanlamasak" diye
feryad edecekler diyor Allah (c.c). 1155[38]

28- Hayır daha önce gizledikleri kendilerine göründü. Eğer


dünyaya geri gönderilseler yasaklandıkları şeye yine
dönerlerdi. Muhakkak onlar yalancıdırlar.
"Daha önce gizlemiş oldukları şey onlara apaçık olarak
ortaya çıkıverecek. Onlar dünyaya geri çevrilseler bile, o
yasaklandıkları şeye tekrar dönerler. Onlar yalan
söylüyorlar.
Cehennemden bu dünyaya indirilseler, haydin bakalım bir
olan Allah'ın kitabına sımsıkı sarılın dense kendilerine ilk
anda sarılırlar. Bir kaç gün böyle devam ederler. Ondan
sonra yavaş yavaş bırakmaya, unutmaya başlarlar ve

1154[37]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/24-25.
1155[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/25.
neticede imansız hayatlarına dönerler. 1156[39]

29- Dediler ki: "Şu dünya hayatımızdan başka hayat yoktur.


Biz diriltilecek değiliz" İmansızların, ateistlerin üzerinde
durdukları konu Ahireti inkâr konusudur. Çünkü insanı
özellikle imansızları rahatsız eden o. Çünkü ölmedik insan
yok. En iyi doktor dahi ölüyor. Yani bütün mikropları bilen,
hastalığın nereden geleceğini çok iyi bilen doktorlar dahi
ölüyor. Hatta dünya istatistiklerinde en geç yaşta ölenler 1.
derecede doktorlar deniliyor. Yani onlarında eceli geliyor.
İster istemez kabire doğru gidiliyor. Adam yaptıklarını
gözünün önüne getiriyor korkunç. Öyle ise çıkış yolunu
inkârda buluyor. Ve "bizim hayatımız işte bu dünya
hayatıdır. Yarın öbür dünyada tekrar dirilmeyeceğiz"
diyerek biraz rahatlama tarafına gidiyor. Bazı insanlar
üzerinde bunu deneyebilirsiniz. Adama biraz ahiret-ten,
yaptığı işlerin yarın kendisine yılan olup tüm vücudunu
çepeçevre kuşatacağını anlativerin. Ateş olup karnının
içinde yanacağını söyîeyive-rin. Veyahutta cehennemin
içerisinde ateşte kendisinin yanacağını söyleyecek olursanız
adam "yahu bırakalım o konuları girmeyelim böyle ko-
nulara" deyiveriyor. Adam rahatsız oluyor. Niye? Karnını
faizle, rüşvetle, haram lokmayla, ömrünü dinime düşmanca
muamelelerle geçirmiş bir adam, belki dediğine inanmaz
ama bir de "Ya doğruysa" der rahatsız olur. Onun için
"Yahu geçelim, bu kadar derine dalmayalım" diyerek sizi
geçiştirmeye çalışır.1157[40]

30- Keşke sen onları Rablerinin huzurunda durduruldukları


zaman görseydin. "Bu diriliş doğru değilmiymiş? dedi."
Onlar "Evet Rabbimize yemin olsun doğruymuş" dediler.
Allah: "İnkarcı olmanız sebebi ile azabı tadın" buyurdu.
1156[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/25.
1157[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/25-26.
Yani kafirlikleri nedeniyle cehenneme doğru
gönderileceklerini Allah (c.c.) haber vermiş oluyor.
Allah ahirette peygamberiyle beraber haşrolan kullarından
eylesin, bu dünyada bizi cehenneme doğru götürmek
isteyenlerin şerlerinden emin eylesin.1158[41]

31- Allah'ın huzuruna çıkmayı yalanlayanlar zarar ettiler.


Hatta o saat ansızın onlara geldiğinde günahlarını sırtlarına
yüklenmiş olarak," Dünyada yapamadığımızdan dolayı
yazık bize" dediler. Dikkat edin ne kötü şeyler
yükleniyorlar.
"Kıyamet onlara ansızın geliverdiğinde" mealindeki ayetteki
kıyametten maksat, genel kıyamettir. Yani topyekün
insanların, hayvanların, yeryüzünün, gökyüzünün,
yıldızların, bütün kainatın yok olduğu saattir. Buna genel
kıyamet denir. Birde kişinin kendi saati, yani ölüm saati var-
dır. Her kişinin kendine has bir kıyameti vardır. Birde genel
olarak kainatın kıyameti var. Kişinin kendi kıyameti ansızın
geliverdiğinde, o imansızlar "derler ki: Orada yaptığımız
eksikliklere vah." Yani hasret çekerler. Niye şunları şunları
da yapıvermedik. Niye Allah'a iman etmedik, niye doğru
ameller işlemedik diye, hasret çekerler, eyvah derler ama
son pişmanlık fayda vermez.
"Onlar günahlarını sırtlarında taşırlar. İyi bilin ki onlar ne
kötü yük taşıyorlar" diyor Allah (c.c). Yunus Emre bu ayeti
kerimeyi şiir halinde ifade etmiş. "Herkes ateşini bu
dünyadan götürür" anlamında bir şiiri var. Yani ahirette
cehennem denilen vadi kupkuru bir yerdir. İnsanlar yaptık-
larıyla bu dünyadan kendi ateşlerini kendileri beraberlerinde
götürürler diyor. Allah (c.c.)'de ona işareten (belki) "Onlar
günahlarını sırtlarında taşırlar. Ne kötü bir yük O" diyor
Allah (c.c). Daha önce geçen bir ayeti kerimede "Yetim

1158[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/26.
mallarını yiyenler karınlarına ateş yemiş olurlar" diyor
Allah (c.c).1159[42] Yani kıyametteki ateşlerini kendilerini bu
dünyada yetim malı yemek suretiyle götürüp gitmiş
oluyorlar. 1160[43]

32- Dünya hayatı oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir.


Ahi-ret yurdu ise sakınanlar için daha hayırlıdır. Akıl
etmiyormusunuz..?
Bir kısım insanlar bu ayeti kerimeye bakarak tamamen
dünyadan el etek çekmeyi tavsiye etmişler. Bizim bu
konuda önderimiz Peygamberimiz (s.a.v.)dir O'nun dünyaya
bakışı bizim için önemlidir. O'ndan sonra gelen değerli
insanlar olmuştur. Fakat yaptıkları işler kendilerini ilgilen-
dirir. Hani İran'da değerli bir tasavvuf şairi yetişmiş. Adam
hem mutasavvıf nemde şairmiş. Ama ömür boyu ayağına
ayakkabı giymemiş. Ben canlı bir hayvanın derisine
basarnam diyerek (giymemiş.) Şimdi bu o şahsın kendi
yaşantısıdır. Müslümanları (onun yaşantısı) bağlamaz. İsla-
mi bir devlet de bu tür davranışlar sergileyen bir kişi
cezalandırılmaz. Ancak bu fikrini insanlara yaymağa
kalkarsa cezalandırılır. Peygamber efendimiz ayakkabı
giymiştir, mest giymiştir. Mest deriden yapılır. Bizim
önderimiz Peygamber efendimizdir. Öyleyse bizde giyeriz,
kullanırız. Efendimiz evlenmiştir, evliliği teşvik etmiştir.
Efendimiz yemiş, içmiş, ve "dünyadan bana güzel koku,
kadın sevdirildi ve birde gözümün nuru namaz"
demiştir. 1161[44] Güzel kokuyu sevdiğinden dolayıdır ki,
İslam tarihi boyunca güzel kokunun kaynağı, üreticisi,
dağıtıcısı, satıcısı genelde müslümanlar olmuştur. Parfüm
sanayiine batının girişi yenidir. 60 senelik bir tarihi vardır.
Ama 1400 senelik zaman içerisinde "misk" "esans" alım

1159[42]
Nisa 10
1160[43]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/27.
1161[44]
Nesai işretim Nisa I
satımı, üretimi, müslüman tacirler elinde gelişmiştir.
Dünya bir oyundur. Ama bu oyuncağı yaratan Allah
(c.c.)'dür. Öyleyse kötü değildir. Burada kötüleme
anlamında kullanılmamıştır. Bu oyuncağı iyi oynamanız
gerekiyor. Oyuncağında kendine özgü bir kuralı vardır. Bazı
kaliteli oyuncaklarla birlikte tarifesinin de verildiği gibi.
Dünyada bir oyuncaktır. Bu oyuncağı nasıl oynayacağımız
konusunda Allah (c.c.) de tarife göndermiştir. Kur'an-ı
Kerimin de bildirmiştir. Onun suyundan, havasından,
madenlerinden, ziraatından, insanlarından, hayvanlarından,
güneşinden, yıldızlarından nasıl faydalanacağımız, onlara
baktığımızda neler söyleyeceğimiz, onlara karşı nasıl
davranacağımız konusunu Allah (c.c.) ayeti kerimesiyle
bildirivermiştir. Bu ayette biz şu şekilde uyarılmaktayız.
Hani çocukların oyuna dalipta işini bırakıvermeleri varya,
işte bundan sakındırılıyoruz. Dünya bir oyuncaktır.
Oyuncağa dalarsanız ahireti unutuverirsiniz. Bu noktaya
dikkatimizi çekiveriyor. O'nun için Allah (c.c.) ayetin
sonunda "ahiret evi Allah'tan sakınanlar için daha hayırlıdır"
diyor. Müttakiler için ahiret yurdu daha hayırlıdır diyor
Allah (c.c).
Peki "daha hayırlıdır" demek ne ifade eder? Dünyanmda
kendine göre hayrı vardır. Mesela şu saaat bu saatten
kalitelidir diyoruz. Ne demek bu? Şu kalitelidir. Ama bu
şundan daha kalitelidir. Allah (c.c.) de "Allah'tan sakınanlar
için ahiret yurdu daha hayırlıdır" diyor. "Daha hayırlıdır"
demek, bu dünyanmda hayrını taleb etmemize işaret
etmektedir. Bu dünyayı ahirete bir "ekenek" haline
getirmemiz gerekiyor. "Dünya ahire-tin bahçesidir,
ekeneğidir." Ne ekersek onu biçeceğiz. Ayeti kerimede "İyi
kişiler iyi yerlere layıktırlar" diyor Allah (c.c.) Bu dünyada
iken evini, kendini, hanımını, çocuklarını, dostlarını iyi eden
kişi ahirette de iyi ve güzel şeylerle karşı karşıya gelecektir.
Yani bu dünyada ektiğini biçecektir kişi. "Halâ akıl etmez
misiniz, anlamaz mısınız?" diyor Allah (c.c).
Bu oyuncağı, bizden önce Hz. Adem (a.s.), Hz. Havva
validemizle oynadı. Kendileri gittiler ama dünya devam etti.
O günden bu güne kadar trilyonlarca insan bu oyuncakla
oynadı hepsinin ömrü bitti ama dünya devam ediyor. Bir
gün bununda sonu gelecektir. Çünkü "er-Rahman" suresinde
Rabbim "Her şey fanî Allah (c.c.) bakîdir" diyor. Öyle ise
geçici oyuncağa bağlanmayalım. Ama bu oyuncakla
oynamayalım anlamına da gelmez. Madem ki Allah (c.c.)
bunu oyuncak olarak yaratmıştır. Bu oyuncağı oynamanın
kuralını müslüman koysun. Müslüman bütün dünya insanına
desinki, "bu dünyadan şöyle yararlanılacaktır, bu dünya ile
böyle gönül eğlendirilecektir, bu dünyadın şöyle istifade
edilecektir ve şunlardan kaçınılacaktır." 1162[45]

33- Biz biliyoruz ki onların söyledikleri seni üzüyor. Onlar


seni yalanlamıyorlar, ancak o zalimler Allah'ın ayetlerini
inkâr ediyorlar.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) bu ayetleri insanlara arz
edince karşı taraf tabii ki inanmıyor inkâr ediyorlar.
Peygamber efendimiz buna üzülüyor.
Ebu Cehil Peygamber efendimize "seni yalanlamıyoruz, sen
40 sene aramızda doğru, dürüst, emin bir.insan olarak
yaşadın. Hiç yalanını görmedik. Sana yalan söylüyorsun
diyemeyiz. Ama söylediklerine inanmayız" diyor.
Günümüzde müslümanlar arasından bir kısım insanlar var.
Hocam kışlada, dairede, dükkanda veya esnaf arasında bir
tane imansız: adam var. Allah'a çok şükür birbirimizle iyi
anlaşıyoruz, seviyor beni diyor. Yani sen iyi insansın diyor
ve bana da güveniyor diyor. Ancak dinime inanmıyor diyor.
Ben müslüman kardeşimin ifade tarzına baktığımda o bu
durumdan memnun. Yani dinime küfreden bu adamın

1162[45]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/27-29.
kendisini övmesinden memnun. Peygamber efendimiz
(s.a.v.) kendisinin yalanlanıl-madiğim biliyor. Ebu Cehil
yüzüne karşı "sana yalan söylüyorsun demiyoruz, ama sana
da ve senin getirdiklerine de inanmıyoruz" diyor. Pey-
gamber efendimizde buna üzülüyor. Hatta Kehf suresinde
"bu söze yani Kur'an ayetlerine inanmamaları sebebiyle
neredeyse kendim helak edeceksin" diyor Allah (c.c). Biz de
bizim yalanlanmamızdan değil Allah'ın ayetlerinin
yalanlanmasından dolayı üzülmeliyiz. Adamlar bizim hakkı-
mızda kötü söyleseler bile dinim hakkında kötü
söylememeliler. Ama dinim hakkında kötü söyleyen, şahsım
hakkında iyi söyleyen adamı farkına varmadan sevme
durumuna geçiyoruz. Bu yanlıştır. Çünkü biz geçici, yok
olucu, toprağa dönücüyüz. Ama dinim kıyamete kadar
devam edecek. Şahsıma bir adam sövebilir ama dinime
sövmemelidir. Kitabıma sovmemelidir. 1163[46]

34- Senden önce de Peygamberler yalanlandılarda,


yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine sabrettilerde,
yardımımız onlara geldi. Allah'ın kelimelerini değiştirecek
yoktur. Peygamberlerin haberinden sanada geldi.
Daha önce de peygamberler gelmişti. O peygamberlerin
ümmetlerinden bir kısım insanlarda o peygamberleri
yalanlamışlardı. O peygamberler sabrettiler. O
yalanlanmalarına sabrettiler. Eziyete uğradılar. Çeşitli
işkencelere tabii tutuldular. Bazılarını yerinden, yurdundan
ettiler, sürgüne gönderdiler. Bazısını ateşe attılar. Bazısını
hapse attılar. Bazısının başına testereyi vurmak suretiyle
şehit ettiler. Kıl tarakların üzerine yatırmak suretiyle etlerini
paramparça ettiler.
Hatta bizim yardımımız onlara gelinceye kadar eziyete
uğradılar. Yardımımız geldi ve Allah (c.c.)'de onları üstün

1163[46]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/29.
kıldı. Mesela Nuh (a.s.) kıssasını Hûd suresinde Allah (c.c.)
haber veriyor. Kavmi onunla alay ediyor, dalga geçiyor ama
neticede Nuh (a.s.) devleti devam ediyor, öbür taraf çoluk
çocuğuyla yok olup gidiyor.
Musa (a.s.) yerinden yurdundan ediliyor, çölde yaşama
mecburiyetinde kalıyor ama neticede firavun gibi o günün
dünyasının en güçlü kralı, ordusu, danışmanları, ilim
adamları, profesörleriyle beraber yok olup gidiyor.
ibrahim (a.s.) ateşe atılıyor ama ateşe atanların sonu geliyor,
İbrahim'in (a.s.) zürriyeti ve dini günümüze kadar devam
edip gelmiş kıyamete kadar da devam edecektir. Allah (c.c.)
yardımını onlara verdiğini bildiriyor. Ama ne zaman? Onlar
ezalara ve belalara sabrediyor, sabırları patlama noktasına
geliyor, (ondan sonra Allah onlara yardımını gönderiyor.)
Hatta bir ayeti kerimede Allah (c.c.) "Sizden öncekilerin
başına gelenler sizinde başınıza gelmeden cennete
girivereceğinizimi zannediyorsunuz. Onların başına öyle
bela ve musibetler geldiki sarsıldılar. O hale geldiler ki,
bağırmaya başladılar. Yarabbi yardımın ne zaman dediler
de, yardımımız onlara erişti" buyuruyor. 1164[47]
Allah (c.c.) de müslümanlara çeşitli dönemlerde yardımını
göndermiş ama iyi ile kötü, mü'min ile münafık ayırd edilsin
için bazen bu bela ve musibetH günleri uzatmıştır. Altının
posasını içindeki altını ayırd edebilmek, saf altın elde
edebilmek için ateşe atıyorlar, eritiyorlar, orada al-tm ayrı
bakır veya gümüş veyahutta kurşun ayn yere
ayrılıveriyorlar. Ateşte kaynamadan bunlar birbirinden
ayrılmıyorlar. Onun için halis, gerçek müslümanlar ile
münafıklarında ayrılması için bazen bela ve musibetler
onların ateşi oluyor, ki hakikisi ile sahtesi birbirinden
ayrılsın.
"Allah'ın kelimelerini değiştirmek yok." Değiştirici bir kişi,

1164[47]
Bakara 214
makam, mevki, kuruluşta yoktur. Allah'ın vaad ettiği surette
galib gelecektir. Bunuda engelleyecek hiçbir güç,, hiçbir
otorite yoktur. Bu konu ile ilgili geçmişten örnekler var.
"Mutlaka sana o peygamberlerin haberleri geldi." Bir tarafta
kocaman devlet karşısında iki tane peygamber. Musa (a.s.)
ile kardeşi Harun (a.s.). Ve onlara iman eden bir avuç
müslümarî. Bunlar o günün zalim devletlerinin yerine İslâm
devletini kuru veriyorlar.
Peygamber efendimize bu tür teselliler gelmesine rağmen,
yani bunlar seni yalanlamıyorlar, bunlar Allah'ın ayetlerini
yalanlıyorlar, bunlar seni düşman olarak değil, Allah'ı
düşman kabul ediyorlar buyuruyor Allah (c.c). Buna rağmen
peygamber efendimiz (s.a.v.) o.insanların da müslüman
olması için çok gayret sarfediyor. Çeşitli planlar kuruyor.
Rabbim onu haber veriyor.1165[48]

35- Eğer onların yüz çevirmesi sana büyük geldi ise, yerde
bir delik açmaya göğe bir merdiven kurmaya ve onlara bir
ayet getirmeye gücün yetiyorsa haydi yap. Eğer Allah
dilemiş olsaydı onların hepsini hidayet üzerinde toplardı. O
halde sakın cahillerden olma.
Peygamber efendimiz, bunlara bir ayet, bir mucize
getiriversem bunların hepsi müslüman oluverse diyor. Ben
bu ayeti kerimeyi okurken Sultanahmed camiisi'ni de
görüyorum. Yani İstanbul'un bütün imansızlarını toplasak
Sultanahmed meydanına. Gerçi dolduramazlar. Desek ki bu
camiyi şöyle istediğiniz kadar kaldıracağım. Mesela 500
metre yukarıya kaldıracağım, sonra dagerisin geriye
koyacağım. Peki kaldırırsam iman edermisiniz? Hepsi derler
ki iman ederiz. İstisnasız hepsi bunu söylerler.
Çünkü kaldıramayacağınız kanaatindedirler. Peygamber

1165[48]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/30-31.
efendimizde insanların iman etmesini sağlayacak bu türden
bir, mucize arıyor. Rabbim "onların imandan yüz
çevirmeleri sana ağır geliyorsa, eğer seninde gücün
yetiyorsa (Rabbimin yardımı olmadan) yerin tabanına doğru
tünel kaz, oradan bir mucize getir" diyor. (Ama) iman
ettiremezsin" eğer Allah diîe-seydi onların hepsini iman
üzere toplardı."
Adamlar (imansızlar) bizden şunu istiyorlar. Sultanahmet
Camiini 500 metre yukarıya kaldır, Allah'a da, kitaba da
iman edelim. Peygamber (s.a.v.) den bu tür mucizeler
istemişler, Peygamber efendimizde mucize göstermiş.
Kur'an-ı Kerimde Peygamberimizin el işareti ile Ay'ı ikiye
böldüğüne dair ayet vardır. 1166[49] Ayrıca hadis-i şerifler bize
bu haberi doğrudan vermekteler. Bir diğeri parmaklarından
suyun akması, Peygamber efendimizin mucizelerinden
biridir. Bazen eşyanın konuşması taşların konuşması, ağacın
konuşması Peygamber efendimizin mucizelerindendir. Bunu
gördüğü halde adam, bize sihir yapıyor demişler. Şimdi
Sultanahmet Camiinin 500 metre yukarı kalkması mı
önemli, havada durdurması mı önemli yoksa bu dünyanın
durması mı. Ki bu dünya Sultanahmet camiinden
milyonlarca büyük olmasına karşı Rabbim onu top gibi
havada durduruveriyor. Bunuda okuryazar olmaları
hasebiyle biliyorlar. Dünya havada muallakda, kendisine
has bir yörüngede hiç şaşmadan yürüyor diyorlar.
Gökyüzüne baktıklarında görmüş oldukları güneş, dünyanın
milyonlarca defa büyüğüdür. Rabbim onu yukarıya
kaldınvermiş. Günde 12 saatta biz ona bakıp duruyoruz.
Onun kaldırılışına inanmayan bu adam, Sultanahmet
camiiinin kaldırılışına mı inanacak. Bir bahane bulacaklar.
Bunu kim bulacak? profesörleri. Ona da mutlak surette bir
(çıkar) yol buluvereceklerdir. Efendim gözünüz o anda

1166[49]
Kamer 1
şöyle ohiverdiydi, böyle oluverdiydi, atmosferden bir ışık
geliverdiydi, gözünüz kaydiydı, gözünüzün önüne bir resim
gelivermişti siz onu (Sultanahmet-i) aslında kalkmadığı
halde lazer ışınlarıyla kalkmış gördünüz gibi bir yorum
getiri-verirler. Adamların işi bu. İmana giden yolu
kapatmak. Zaten rutbeside yalnız onun için verilmiştir.
Biz insanların Islama girmesi için bütün malımızı, canımızı
harcarız. Harcamamız gerekirde. Allah yolunda
mallarınızla, canlarınızla cihad edin demek, bu insanların
imana gelmeleri, İslama girmeleri için canlarını
cehennemden korumaları için bizim canımızı feda etmemiz,
malımızı feda etmemiz anlamına gelmektedir. Biz buna
hazırız ama bunu yaparken Rabbimin koyduğu kurallar
içerisinde, Peygamber efendimizin sünneti seniyesine uygun
olarak yaparsak görevimizi yerine getirmiş oluruz. Yoksa
kendimize göre bir tebliğ metodu geliştirerek başarıya
ulaşmamız (mümkün) değildir. O zaman getireceğinizde
İslam olmaz. Bir söz vardır. "Usûl ne ise vusul odur." Yani
bir şeyde metod ne ise o metodun gereği olan şey ortaya
çıkar. Uçağa binmişsiniz, pilotun elindeki rota Moskova'ya
doğru ise, sizin nimetiniz ne kadar iyi olursa olsun, hacca
gidiyorum diyerek ihramda giyinseniz Moskova'ya
gidersiniz. Burada sizin iyi niyetiniz Mekke'ye götürmez.
Onun için "Usûl ne ise, vusul odur" derler. Yani bir yol
nereye giderse orayavarırsımz. Niyetiniz deki yer her ne
kadar başka bir yer olsa bile. 1167[50]

36- Ancak işitenler icabet eder. Ölülere gelince Allah onları


diriltir, sonra ona döndürülürler.
Allah (c.c.) kimlerin İslama gireceğini bize haber verir. Aklı
başında adamlar, söylenenin ne manaya geldiğini bilenler ve
söze değer verenler sana icabet ederler. Yani bu İslama

1167[50]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/31-33.
onlar karşılık verirler ve müslüman olurlar diyor Allah (c.c).
"Bu leşlere gelince, bu yaşayan ölülere gelince, Allah onları
kıyamette diriltir." Yani sen ölüye söz işittiremezsin. Bir
kısım imansızlar varki ayakta geziyorlar, haram-helal
yiyorlar, bu insanların kalbleri ölmüş, kulakları hak söz
işitmez hale gelmiştir. Hatta, hak sözü duymak bile
istemiyorlar. Kadının biri televizyonda diyorki "Burada
Allah'ı konuşmuyoruz" Akşamki o programı seyrettiğime
çok sevindim. Halil İbrahim Peygamberin memleketinden
bir insan. Kültür seviyesi ortada. Üniversiteyi bitirmiş, dini
(bilgi) seviyesi de orta, gayreti diniyyesi yerinde bir insan.
Öbür ikisi ise Türkiye'de entel kabul edilen üst düzey
takımından. Yani ulaşılmaz yıldızlan. Bu ulaşılmaz yıldızlar
bir müslümanın karşısında ne hallere düştüklerini gördüler.
O yayını yapmaktan bin pişman oldular. Bir iki sene onun
acısını unutamazlar. Şahsi olarak değerli fakat kültür
seviyesi bakımından sıradan bir müslümanımız onların en
üst seviyedeki şahıslarıyla bir konuyu münakaşaya otursa %
100 galip geleceğine ben kesinkez inanıyorum. Çünkü çok
üst düzeyde gördüğüm o tip adamlardan bazılarının ne kendi
sahalarından bilgileri var, nede bizim (din) sahamızda
bilgileri var. Ezberletilmiş bir kaç tane kelimenin ötesinde
bildikleri yok. Okumayada tahammülleri yok. Okusalar
veyahutta yazsalar yalnız o birkaç kelimenin ötesinde
bildikleri yok, okumayada tahammülleri yok. Bu konuda
şunlar yazılacak, bunlar söylenecek diyerek arabacının atı
gibi görmek istedikleri şeyleri görüyorlar. Onlara diyorlar ki
şurayı göreceksiniz. Bunun dışına çıkmayacaksınız diyorlar.
Çıkıverdimi adamın işi bitiyor. Cesur olun, cesaretli olun.
Herhangi biriniz en gözde insanlarıyla bir evde, bir salonda,
bir arabada, bir otobüste, bir uçakta, bir işyerinde, bir
dairede karşılaştığınız da sakın ha bu adam yüksek tahsilini
yapmış, beni mağlup eder, mahcup eder mi endişesini
duymayın.
Hayatta mü'min olmayan insandan endişe etmeyin. Allah
(c.c.) "Sakın gevşemeyin, üzülmeyin de eğer iman
ediyorsanız yüce olan sizsiniz" diyor. 1168[51]

37- Dediler ki: "O'na Rabbinden bir ayet indirilmeli


değilmiydi?" Deki: "Muhakkak Allah bir ayet indirmeye
kadirdir. Fakat onların bir çoğu bilmezler."
Yahu senin elin Rabbimin bir mucizesi sen bunu
görmüyorsan, gözün Rabbimin bir mucizesi bunu
görmüyorsan, koku alma duyun Rabbimin bir mucizesi
bunu arılamıyorsan, duyu organın olan bu kulak Rabbimin
bir mucizesi eğer bunu anlamıyorsan sana hangi mucizeyi
gelirsek de inanmayacaksın. Kendinde olanları gördüğün
halde inanmadıktan sonra dışarıdan bir mucize
getirildiğinde ne diyeceksin? Geçmiş peygamberlere
dedikleri gibi siz de aynı şeyi söyliyeceksiniz. Bu işte bir
sihir var, biz kandırılıyoruz, uyuşturuluyoruz gibi bir
ifadeyle yine inkâr tarafına gideceksiniz. 1169[52]

38- Yeryüzünde kıpırdayan hiçbir hayvan ve iki kanadı ile


uçan hiçbir kuş yokturki sizin gibi birer ümmet olmasınlar.
Biz Kur'anda hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonra Rablerinin
huzurunda toplanacaklardır.
Yeryüzünde kıpırdayan her canlı ki gözle göremeyeceğimiz
kadar küçük olanından, en büyüğüne kadar her bir canlı ve
gökyüzünde iki kanadıyla uçan herbir kuş, sizin gibi birer
ümmettirler diyor Allah (c.c). Yani bunları yaratan O,
Onlara kanat takıveren O, uçma meylini veren O. En ağır
bülbülü tartmışlar 25 gram gelmiş. Daha büyüğü yokmuş.
Ama 3 bin metre yüksekten uçarmış. O küçücük göğsüyle
binlerce kilometreyi aşabiliyormuş. Geçen sene vardığı yere

1168[51]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/33-34.
Al-i İmran 139
1169[52]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/34.
bu senede aynı izi takip ederek geliyormuş. Yani eski
yuvasını, eski vatanını yine arayıp buluyormuş. Bütün
bunlara bu hissi vereni gözlerimizle görüp durduğumuz
halde ne-
den iman etmezsiniz. Allah bütün bunları yaratmış. Başınızı
gökyüzüne kaldırdığınızda bunlar, yeryüzüne indirdiğinizde
binlerce hareket eden hayvanı göreceksiniz. Bütün bunların
rengini, sesini, rızkını, ecelini, doğum kanunlarını, ölüm
kanunlarını koyan Allah (c.c.)'a inanmadıktan sonra size ne
ayet getirilsin ki. Nasıl bir ayet getirilsin ki ona inanasınız.
"Sizin gibi ümmettirler" diyor Allah (c.c). Buna da biraz
değinmemiz gerekiyor. Yani bundan sonra bir kuşa taş
atarken onunda bir ümmet olduğunu hesab edelim.
Yeryüzünde zararsız bir canlıyı öldürürken, ayağımızı
basarken, bir karıncanın belini incitmemeye, ayağını
ezmemeye dikkat edelim. Mümkün mertebe onları da
öldürmemeye dikkat edelim. Tabi bize zarar vermediği
sürece. Acaba ezecekmiyim, ezmiyecekmiyim diyerek de
yolda giderken iğne kaybetmiş gibi yürümeyin. Acaba cağa-
loğlunda karınca varmı ki, ezermiyim ki diye düşünerek
değil, normal olarak yürür gidersiniz. Ezilirse de günaha
girmezsiniz. Ancak elinizde oynadığınız bir karıncayı sizede
zararı yoksa öldürmenin bir anlamı yoktur. Zararı varsa tabi
ki öldürebilirsiniz.
Onlarında bizim gibi bir ümmet olduğunu Allah (c.c) haber
veriyor. Peygamber efendimiz (s.a.v.)'de "mahşer de bütün
canlılarda geleceklerdir" diyor. Ve orada boynuzlu koyun,
boynuzsuz koyuna eğer vurup acıtmışsa, boynuzsuz koyun,
boynuzlu koyundan hakkım aldıktan sonra Allah onlara
toprak olun diyecek hepsi birden toprak olacaklardır. 1170[53]
Cennetlik veya Cehennemlik olmaları söz konusu değildir.
Ama toprak olacaklardır. Onların toprak olduklarını kafirler

1170[53]
Müslim, Birr 60
görünce "ah, nolaydı keşke bende toprak olsaydım"
diyecektir ama ona faydası olmayacaktır.
"Biz bu kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık" diyor Allah
(c.c) Yani bizim insanlar arasındaki münasebetleri
düzenleme konusunda, insanın Rabbiyle olan
münasebetlerini düzenleme konusunda, insanın eşya ile olan
münasebetlerini düzenleme konusunda hiçbir eksiğimizin
olmadığını bu ayeti kerime haber veriyor. Bazılarının
"efendim Kur'an-ı Kerim 1400 yıl evvelinin insanına inmiş,
o gün ziraai toplum vardı, insanlar kabile hayatı
yaşıyorlardı, bir insan en uzak yere gitmek istese, kendi şeh-
rinden öbür şehre giderdi, ihtiyaçlar sınırlıydı, bu ihtiyaçlara
karşılık vermek üzere Kur'an indirilmişti. "Ama günümüzde
ise insanlar dünya insanı oldular. Telefonu eline alsa
dünyanın öbür tarafıyla görüşüyor, konuşuyor ve meseleler
bölgesel değil evrensel oldu. öyle olunca Kur'an bu ihtiyacı
karşılayamaz" diyenlere Rabbim "bu kitap'da biz hiçbir şeyi
eksik bırakmadık" buyuruyor.
1400 sene sonrasını yaratan O, bu günü yaratan O, bundan
sonra gelecek olan yılları yaratan ve yıllar içerisinde
yaşayacak insanları ve hayvanları yaratacak olan O, kitabı
da indiren O olduğuna göre bu Kitap
bundan sonra gelecek yıllarında şartlarına göre indirilmiştir.
Ki o inkarcıların sözlerine Rabbim 1400 sene önce cevap
vermiş, "Biz seni bütün insanlara peygamber olarak
gönderdik" diyor. Yani bir kabileye, bir ziraat toplumuna,
bir mekke devletine değil, bütün insanlara peygamber olarak
gönderdik diyor Allah (c.c). 1171[54]
Kur'an-ı Kerim de aradığımız her derdin özellikle sosyal ve
ferdi hastalıklarımızın dermanını bulabiliriz. Ferdi
hastalıklarımız derken bundan bünyesel tıbbi hastalıkları
kastedmiyoruz.

1171[54]
Sebe'28
Tıbbi rahatsızlıkların devasını, ilacını insanların
bulabileceğini Rabbim biliyor. Kur'an-ı Kerim de insanların
bulabileceği konularda ayet-i kerimeler yalnız işaret
edilerek geçmişler, tafsilata girilmemiştir. Çünkü insan aklı
bunları bulur. Rabbimin koyduğu bu kanunlar içerisinde
gerekeni yapar. Ancak insan aya gider, fiziki, kimyevi,
keşifler yapar, ama hukuki kanunları kendi aklına göre
koyacak olursa bu olmaz. Hukuki sahadaki gelişmesi
insanoğlunun, fiziki sahadaki gelişmesi gibi olmamıştır.
Teknolojide fevkalade gelişen insanoğlu hukuk sahasında
ilerleyememiş-tir. Günümüzde de durum aynıdır. 1990
yılının Amerikasi, Japon'u teknolojide fevkalade ileri
gitmesine rağmen hukuki sahada ne yapacağını şa-
şırmaktadırlar. Geçenler de yeniden bir kanun çıkardılar.
Kanuna göre "adama öylesine işkence edeceğiz ki, öylesine
hakarete maruz kalacak ki hayatta karşılaşabileceği bütün
şeyleri bu adama vereceğiz. Bu adam dayanır hale
geldiğinde dışarıya salıvereceğiz" diyor. Bakalım netice ne
ve-, recek. Böyle bir kanunu yeni çıkardılar. Mutlaka
olumsuz netice verecektir. Çünkü fıtrata uygun değildir,
İnsan şahsiyetinin silinmesi kadar hayatta kötü birşey
yoktur. Burada şahsiyetin silinmesi söz konusudur. Yani
öyle bir silik adam yetiştireceğiz ki, dışarı çıkınca sövene
ses etmeyecek, dövene ses etmeyecek, hanımım alana ses
etmeyecek, çocuğunu aîana ses etmeyecek. Tabii ki bu
uygulamayı suçlular üzerinde yapacağız diyorlar. Netice de
olumsuz yönlerini ileride görecekler. Deneme-yanılma
usulüyle daima kötüye doğru gidiyorlar. Günümüzde de
televizyonda kendi kanunlarını kendileri-efendim şu kanuna
karşıyız kaldırılması lazım, bu kanuna karşıyız kaldırılması
lazım,diyerek eleştiriyorlar. Bazen bu gibi koyulan kanuna
karşı gelenler arasında kendi koyduğu kanuna karşı gelenler
de var. Aslında normaldir. Çünkü insanoğlunun aklı ileriye
doğru tahminler yapar, kesin kanunlar koyamaz. 1172[55]

39- Ayetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içindeki sağırlar


ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse sapıtır, kimi dilerse doğru
yola kavuşturur.
Buradaki "sağırdırlardan" maksat Allah'ın ayetlerini duymak
istemezler demektir. Yoksa gerçekten sağırdırlar anlamına
gelmez. Gerçekte sağır olmadığı halde Allah'ın ayetlerini
duymak istemeyen, duymamaz-lıktan gelen demektir. Hakkı
konuşmayan, "hakkın" hak olduğunu bildiği halde bunu
itirafa yanaşmayan insanlar karanlıklar içerisindedirler.
Allah "kimi dilerse sapıtır" yani saptırır onu. Allah (c.c.)'ın
saptırması içinde kişinin kendi yaptıkları amelleri önemlidir.
Allah (c.c), bir adam iyi iken onu saptırmaz. O insan
sapmaya meylediyor. Sonra günaha giriyor, ve Rabbimin
koyduğu kurallar içerisinde yaptığından dolayı, bu kanunları
da Rabbim koyduğundan "saptırma" işlemi de Allah (c.c.)'a
nisbet ediliyor. 1173[56]

40- Deki: "Siz hiç kendinizi düşündünüz mü? Eğer Allah'ın


azabı gelse veya kıyamet saati gelse Allah'tan başkasına mı
yalvarırsınız. Eğer doğru söylüyorsanız."
Allah'ı inkâr eden insanlar var Mekke toplumunda;
1- Allah'ı kabul eden ama Allah herşeyi yaratmıştır, fakat
yönetimi bize bırakmıştır diyen müşrikler var.
2- Allah yoktur. Tabiat kendiliğinden meydana gelmiştir.
Bu günkü ifadeyle ateistim diyen gavurlar var.
O dönemde de var, günümüzde de var. Rabbim özellikle
ateist (Yani biz Allah'a inanmayız diyenler) grubuna diyor
ki "De ki: Allah'tan bir azap gelmiş olsa, yani bir hastalık
gelse sabahlara kadar inim inim inlese-niz. Doktorlar en
1172[55]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/34-36.
1173[56]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/7.
uyuşturucu ilaçlan kullanıyor ama fayda vermiyor. Ve bütün
ümit ettiğiniz hastaneleri tek tek dolaşıyorsunuz ama tedavi
olamıyorsunuz. Ondan sonra kime yalvarırsınız" diyor
Rabbimiz.
Ömrünü Allah'ı inkârla geçirmiş Marks için söylenir. Ki
adam ömrünü, Allah'a inanmam, kitaplara inanmam diyerek
geçirmiş ve bunuda kitabına yazmış. Fakat ölürken "Allah"
diyerek bağırmış o azabın içerisinde.
Rabbim "Allah'tan başka kimi çağırırsınız" diyor. "Eğer
doğru söylüyorsanız." Eğer bu ilahlarımız, bu adamlarımız
doğru söylüyor diyorsanız. Yani bizim güvendiğimiz şu
hukukçuların koymuş oldukları kanunlar, Allah'ın koymuş
olduğundan daha iyidir diyorsanız, böyle başınıza bela ve
musibet geldiğinde niye bunlara bağirmıyor, çağırmıyor,
yardımı bundan istemiyorsunuz da Allah (c.c.)'dan
istiyorsunuz.
Hatırınıza "hocam Allah'tan başkasından da yardım
istiyorlar" diye bir fikir gelebilir. O arkadaşlar gezmek
istiyorlar, görünmek istiyorlar, basında, televizyonda
resimlerinin çıkmasını istiyorlar da ondan. Yoksa inim inim
inleseler sabaha kadar Allah'a bağırırlar Şikayet babından da
ona bağırırlar. "Benden başkasını bulamadın mı?" diyerek
şikayet ederken ona bağırırlar. Bağırır bağırır fayda
vermeyince döner "Yarabbi, Ya-rabbi" diyerek boyun
bükerek bağırırlar. 1174[57]

41- Hayır ancak ona yalvarirsmızda eğer o dilerse


istediğiniz şeyi verir. O zaman ortak koştuklarınızı
unutursunuz.
Allah'a karşı ortak koştuğu adamlar var ya, onları unuturlar
o esnada, yalnız Allah'tan yardım talebinde bulunurlar.
Belki Allah'ta -dilerse- onların o isteğini yerine

1174[57]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/37-38.
getiriverir. 1175[58]

42- Senden önceki ümmetlere peygamberler gönderdik.


Yalvar-sinlar diye darlık ve zorluk ile yakalayıp
cezalandırdık.
Yani sıhhati veren Allah'ın zararıda verdiğini görünce
sıhhati de verenin O olduğunu, zararıda verenin olduğunu
bilirlerde Allah'a boyun eğerler diyor Allah (c.c). Onun için
Mü'min sıhhati asıl bilecektir. Sıhhat asıldır. Hastalık
arızîdir. Yani sonradandır. Hastalık hiçbir vakit istenmez.
Ama gelecek olursa ona izzetü ikramda da kusur edilmez.
Ona izzet ikram nasıl olacaktır? yumuşacık bir yatak
sereceksiniz ki onunla beraber kemikleriniz bayram etsin,
ona ikram olarak ilaç, iğne, doktorun tavsiye ettiği temiz
yiyecekler ve doktorun tavsiye ettiği şeyleri uygulamak
suretiyle ona ikramda kusur etmeyeceğiz. Bir an evvel
gitmesi için gayret sarfedeceğiz. Buda hastalığa ikramdır.
Geldiği zaman hastalığında bazı faydaları vardır. Fakat
gelmesi hiçbir vakit istenmez. Ama gelecek olursa bir çok
insanın dönüş yapmasına sebep olur. Bir çok insanın dönüş
yapmasına sebep çocuğun ölmesidir. Bir kısım insanların
dönüş yapmasına sebep annesinin ölmesidir. Yani kimin
nerede nasıl İslama döneceğini bilemiyoruz. Dönüşü
sağlamışsa o insana o (hastalık veya ölüm) rahmet olmuş
demektir. Zaten ölüm gelecektir. O ölüm bile insana rahmet
oluveriyor. Bir insanın İslama yönelmesine hastalığı sebep
olmuşsa, o hastalıkta onun için bir rahmet olmuştur. İnsana
zarar verip rahatsız ediyor ama cehennemin azabından da
korunmasına sebep oluveriyor.1176[59]

43- Kendilerine bu darlığımız geldiği zaman yalvarmaları


gerekmez miydi? Ancak onların kalpleri katilaştı ve şeytan
1175[58]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/38.
1176[59]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/38-39.
onlara yaptıklarını güzel gösterdi.
Şeytan süslediği için Allah'a yönelmek yerine, yaptıkları
işlerin yeterli olduğu kanaatine varıyorlar ve dine karşı
kalpleri de katılaşıveriyor, diyor Allah (c.c). Yani her
hastalık mutlaka bir imansızın kalbini yumuşatacak değil.
Bir kısmının kalbini yumuşatmaya sebep oluyor, bir kısmı-
nın da kalbinin katılaşmasına sebep oluveriyor.1177[60]

44- Kendisi ile nasihat edilen (kitabı) unuttukları zaman


üzerlerine her şeyin kapılarını açrverdik. Kendilerine
verilenlerle sevinmeye başladıklarında onları ansızın
yakalayiverince birden ümitsizliğe düştüler.
Yani bir kısım imansızlar imansızlıkta devam ederken Allah
dünyevi bir çok nimetleri onlara verdik diyor.
Adamlar dünyevi her türlü nimetin içerisinde gark olmuşlar,
neşe içerisinde hayatın böyle gideceğini ve sanki
ölmeyeceklerini zannettikleri bir zamanda onlara bir azabı
ansızın getiriveririz de bütün ümitleri kırılı-verir, yıkilıverir,
diyor Allah (c.c). Onun için imansızın elindeki mala
bakarak imansızlığa özenmiyelim. Aslında yeryüzünün
bütün hazineleri müslümanlann ellerinde olmalı ve
müslümanların adaleti içerisinde dağı-
tilmahdır. Ancak imansızın elindeki mala bakarak
imansızlığından kaynaklandığı için imansızlığa
Özenmiyelim. Günümüzde bu türden bir çok arkadaşımızın
yanlış fikirleri var. Geçen birine telefon edip "yahu ne olu-
yor sende filan yere kaydolmuşsun" dedim, adam "abi valla
imansız filan olmadık ama biraz para meselelerini
hallediyoruz" diyor. İmansız bir cemiyete üye olmuş,
dünyevi meseleleri hallediyor. "Orada dünyalığımızı
düzeltiyoruz" diyor. Ama elinoğlu boşu boşuna vermez,
hesab ederek verir. Yoksa bu adam gelsin bizden yararlansın

1177[60]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/39.
diyerek beş kuruş para vermez. Onun hesabı yapılmıştır.
Böylesine-zayıf karakterli bir adam şimdilik para için gelir
zaman içerisinde aramızda kaybolur gider, hesabını da
yapmışlardır. Yani imansız kesimin elindeki paraya bakarak
imansızlık gözümüzde şeytan tarafından şirin gösterilmesin.
Bu hafta içerisinde Yeşilköy Hava Alanm'dan Kıbrıs'h bir
işadamı özel uçağa binerken oradaki görevliler içlerinden
"adamdaki saltanata bak be, vay anam vay, şöyle bir adam
oluverseydik" diye geçirmişler. Adamı bindirip
uğurluyorîar, derken İngiltere'de kodese giriyor, yani hapse
atıhveriyor.
Türkiye'nin en zengin adamı, her türlü nimet elinde, yani lab
dese su, lub dese bal. Her şey elinde. Bir eli yağda, bir eli
balda. Siyasilere gel dese geliyor, git dese gidiyor. Böyle bir
saltanat, derken hastahanenin önünde dolaşıyor. Bir çocuğu
olacak. Dünyanın en güzel çocuğu olacak. En güçlü çocuğu,
en sıhhatli çocuğu olacak. Neden? Çünkü gıda olarak her
türlü gıdasını aldı. Yiyecek, hava olarak en temizini aldı.
Hiç bir rüzgarın kirli hava getiremediği bir tepenin başında
çam ağaçlarının kokulan arasında yetişti. Yani dünyevi
şartlar olarak hazırlanan her türlü imkan vardı. Birden bire
gıdalar yetişmedi, doktorlar ek gıda verdiler. Ama sakat
doğdu. Onun için her rahatın,.ferahın içerisinde iken
arkasından onu üzecek bir halde geliverir. Yani hiçbir
zaman imansızın elindekine imrenmeyelim. Ama malı
almayalım anlamında değil, Mevlana'nın ifadesiyle bütün
mal müslümanın atı gibi olmalıdır veya bütün mal
müslümanın altında deniz suyu gibi olmalıdır. Yani denizler
dolusu altın kazanın ama gemi gibi üzerinde yüzmesini
bilin. Gemi bir gün "yahu bu deniz hep beni taşıyor, bir gün
olsun ben onu içimde taşıyayım" dese gemi kendisi batar.
Cebinizde, cüzdanınızda taşıyın fakat kalbinize sevgisini
yerleştirmeyin. Allah sevgisi, Allah'ı sevenlerin sevgisi ve
Allah'ın yarattıklarının sevgisi bize yeter. 1178[61]

45- Böylece zalim milletin sonu kesildi. Alemlerin Rabbi


olan Allah'a hamd olsun.
Yani kendi güçlerine, ekonomik güçlerine, askeri güçlerine
güvenerek Peygamber efendimiz (s.a.v.)'e "sen bu halinle,
üç beş tane insanla mı neticeye gideceksiniz. Güldürme
bizi" diyen insanların sonu geldi bir gün.
Bu ayeti kerime yalnız Peygamber efendimiz (s.a.v.)'in
hayatını anlatmak için indirilmiş değil, kıyamete kadar
müslümanları hafife alan insanların, "müslümanlar bunlarla
mı yücelecek" diyen insanların sonu yine bu hafife aldıkları
müslümanların eliyle olacaktır. 1179[62]

46- Deki: "Eğer Allah işitmenizi, gözlerinizi aliverse,


kalplerinize de mühür vuruverse, Allah'tan başka onu size
getirecek olan bir ilah varmıdır söyleyin." Bak biz ayetleri
nasıl açıklıyoruz da sonra onlar yüz çeviriyorlar.
Gözleriniz gerçekten görmese, kulaklarınız duymasa,
kalbleriniz mühürlense, delirseniz, denileni anlamaz olsanız,
çocuklarınızı tanımasanız, hanımınızı tammasanız, eş ve
dostlarınızı bilmeseniz "Allah'tan başka bunları size kim
geriye getirebilir." Doktorların iyisi ne diyor? Gereken tüm
araşırma ve tedaviyi yaptıktan sonra "Allah'tan ümit
kesilmez" diyor. Gerçekten de tecrübeli ve ilme saygılı
doktorlar bunu söylüyor. Fakat okulu yeni bitirmiş -bir
imansızsa- "tamam hemşerim bitti bu iş olmaz gayri" diyor.
Ama bitti dediği adam beş sene sonra karşısına
dikiliveriyor.
Konyalı bir esnafımız anlattı: Hocam Ankara Hacettepe'de
kanserden 6 ay yattım. Doktor fena bir adanı değildi. Dedi
ki: "Bak sen müslü-man, mütevekkil bir adamsın, bize göre
1178[61]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/39-40.
1179[62]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/40-41.
senin 2 aylık bir Ömrün kaldı. Git evinde yiyebildiğini ye,
giyebildiğini giy." Ben Konya'ya geldim. İsmail Hakkı
Erzurumînin kitabında "şunu iç" diye bir bölüm okudum.
İçmeye başladım. Ve iyi oldum. Bu olayı bana anlattığında
aradan 6 sene geçmişti. Ben 1975 yılında görüştüm
kendisiyle. 6 ay sonra doktorun yanma gitmiş, doktor
hayretler içinde kalmış, "yahu en son yazdığımız ilaç hangi-
siydi" demiş. Adamı ahiretten geldi zannediyor. O günden
bu güne 21 senedir adam yaşıyor.
O'nun için Allah diyor ki "bunları geriye getirecek kim
var?" Yani aklınızı ahverse, kulağınızın duymasını,
gözünüzün görmesini alıverse bunları kim getirecek.
Televizyonda bütün yarışmalarda birinci gelen âmâ kızı
İngiltere'ye gönderildi, ama tedavi olamadı. Yani gözlerini
açamadılar. O gün için para olarak ve tıbbî teknik olarak
herşey kullanıldı ama olmadı. Allah (c.c.) de onu diyor
"bunları alıvermiş olsa size bunu kim getirir?" Doktorlar
diyor ki şimdilik buna çare yok ama şimdilik. Fakat bundan
50 sene sonra buna da çare bulunabilir. O gününde kendine
göre tedavisi olmayan hastalığı olur.
"Sonra onlar nasıl yan çiziyorlar" yani yüz çeviriyorlar. Biz
onlara Allah'ın ayetlerini arz ediyoruz, onlar ise bu tür
ayetleri ve mucizeleri gördükleri halde Allah'ın ayetlerinden
yüz çeviriyorlar. Hani bir tek ayet, bir tek mucize
istiyorlardı...!! Rabbim mucizeleri sıralıyor. Gökyüzündeki
kuşlar, yeryüzündeki canlılar, kulağınız, gözünüz, gönlünüz
ve de aklınız Rabbimin birer mucizesi bunlar. Bütün bunları
anlattığımız halde, insanlardan bir kısmı varki, yine Allah'ın
ayetlerinden yüz çevirmektedir, diyor Allah (c.c). 1180[63]

47- Deki: "Eğer Allah'ın azabı size ansızın veya açıktan


geliverse kendiniz hakkında ne düşünürsünüz. Zalim

1180[63]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/41-42.
toplumdan başkası helak edilir mi?
Allah'ın azabı ansızın geliverse veya açıktan geliverse ne
yapacaksınız söyleyiniz bakalım. Birşey yapılacağı yok.
Hani haber olarak "Amerika'da falanca eyalette hızı saatte
250 km'yi bulan rüzgar evleri altüst ediverdi, çatılarını yere
vuruverdi, arabaları yoldan dışarıya atıverdi" diye okuyoruz.
Buyurun Amerikan teknolojisiyle bu rüzgarı engelleyiverin.
Yok. "Allah'ın azabı ansızın geliverse veya açıktan
geliverse" diyor. Yani meterolojinin "12 saat sonra saatteki
hızı 300 km'yi bulan rüzgar gelecektir" diye haber vermesi
gibi açıktan gelse ne tür tedbir alırız. Belki evlerimiz
üzerimize gelmesin diye açık bir meydana çıkarız. Bu tür
tedbirler alırız ama o azabı def edecek durumda değiliz.
Ama bütün bu bela ve musibetler içerisinde Allah'ın zalim
kulları helak olur diyor Allah (c.c.)j' Peki bu bela ve
musibetler geldiğinde oradaki müslümanlar ölmez mi? Olur
onlar da ölürler ama helak olmazlar. "Helak olmak" demek
bu dünyada azab duymak ahirette cehenneme gitmek
demektir. Yoksa böyle bir deprem de veya su baskınında
veya rüzgarın esmesinde bir şehirdeki zalim insanlarda
helak olurlar ve bu zalim insanların yanında çok alim in-
sanlar da ölürler. Ama helak olmazlar. Zaten herkesin eceli
gelmiştir. Eceli gelen ölüyor. Eceli gelmeyen ölmüyor.
Erzincan depreminde 38 gün sonra adam evin içerisinden
çıkarılıyor ve o adam yaşıyor. Bir yere kısılmış kalmış
açlığa dayanmış. 38 gün sonra adam çıkarılmış. Adamın
eceli gelmemiş o ölmemiş. Ama yambaşındakinin eceli
geldiğinden dayanamayıp ölmüş. 1181[64]

48- Biz peygamberleri müjdeleyici ve uyarıcı olarak


göndeririz. Kim iman eder ve durumunu düzeltirse onlara
korkuda yoktur. Onlar üzülmezler de.

1181[64]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/42-43.
Peygamberler dünyada devleti, ahirette cenneti müjdeliyor.
Bir de şunu derler peygamberler Bakın şu banttan giderseniz
bilinki bu bant (yol) fırına gider. Yani cehenneme gidip
yanacaksınız. Onun için bu banttan gitmeyin.
Şu yoldan giderseniz sonunda dünya devleti var ve onunda
ötesinde ahiret cenneti var diyerek cenneti müjdeleyen,
cehennemden sakındıran insanlar olarak gönderdik diyor
Allah (c.c.)
"Onlar için korku yoktur, onlar için üzülmekte yoktur" diyor
Rabbim. Bu dünyada korku yoktur. Ayrıca üzülmekte
yoktur. Öbür dünyada da korku yoktur. Üzüntü de yoktur.
Ama şart olarak iman edecek ve ima-nınında gereğini
yapacak. İman ettim deyivermekle kişinin kurtulamaya-
cağını Allah (c.c.) ayeti kerimesiyle haber veriyor. Bazen
biz burada ya-nılıyoruz. Bir kısım yayında özellik bizim
salak (sağcı) yayında "yahu filan profesör dediki: "Valla
Allah'ı inkâr etmek öyle kolayda değil" diyerek överek bunu
verir. Peki bu adam Allah'a iman ediyor mu? Anlaşılan o ki
ediyor. Peygamberimize gelince, adam inanmam diyor.
Kur'an'a da inanmam diyor ama Allah'ı inkâr biraz zor
diyor. Biz de bunu överek veriyoruz. Bizim gençliğimizde
gazeteler hediye olarak birşey dağıtıyorlardı. Amerikalı bir
ilim adamı "beni Allah'a götüren 8 şey" diye bir yazı yazdı.
O günün basınında bu çok yazıldı. Ayrıca broşür olarakta
yayınlandı." Filan balık filan yerde doğar, filan yerde ölür,
3000 km. mesafeyi nasıl geçer? Efendim eşek arısı kışın
yiyeceği çekirgeyi öldürmeden sokar uyuşturur, konserve
yapar kışın onu yer. Bütün bunları nasıl yapar. Bunları
yaptıran Allah'tır demiş. Bu Türkiye'de çok yayınlandı. Çok
tekrarlandı. Peki kardeşim bu adam müslüman olmuş mu?
Böyle demekle bu adam müslüman olmaz. Allah'ın
peygamberini, Allah'ın kitabını, tanımadıktan sonra, dinime
düşman olduktan sonra bu adama müslüman demek
mümkün değil. Televizyonda konu edilmişti. "İngiltere'de
tıp fakültesini bitirmiş, iş bulamamış. Avusturalyalı bir
adam Gazi Osman Pa-şa'nın doktorluğunu yapmış. Büyük
iltifatlara gark olmuş. Ve kendisine
hediyelerle birlikte Gazi Osman Paşa tarafından madalya
verilmiş. Sonra da Çanakkale harbinde bağrımıza kurşun
sıkmak için (Türkiye'ye) gelmiş. Hatıratına da yazmış.
"Orada madalya almam, burada kurşun sıkmama engel
değildir" demiş. Bir profesör bunu "büyük bir Türk dostu"
diyerek anlatıyor. Bu ne perhiz bu ne turşu. Bu adamları
Bakırköy'e götürsek geri çıkamazlar. Allah'tan ki
gitmiyorlar.1182[65]

49- Ayetlerimizi yalanlayanlara fasıklıkları nedeni ile azap


dokunacaktır.
Yani Allah insanlara azab etmez. Allah insanlara zulm
etmez. Ama insanlar kendilerine zulmederler. Fasıklıkları,
günahları, isyanları sebebiyle Allah (c.c.) onlara azab eder.
Yoksa durup dururken Allah insanlara azab etmez.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) insanları İslama davet ediyor.
O günün Bizans devlet başkanına, İran devlet başkanına,
Mukavkısa yazmış olduğu mektuplarda "eslim "teslem"
"Müslüman ol, "Kurtul". "Eğer müslü-man olursan Allah
mükafatını iki kat verecektir." Bir kendin Müslüman
olduğun için, bir de insanların müsluman olmalarına sebep
olacağın için" diyor. Ama gel sana devlet başkanlığı
vereyim, müsluman olursan cebini, veya heybelerini veya
hazinelerini altınla dolduracağım gibi vaadde bu-
lunmuyor. 1183[66]

50- Deki: "Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır


demiyorum. Gabıda bilmem ben size meleğimde
demiyorum. Ben, ancak bana vahy olunana uyarım." Deki:
1182[65]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/43-44.
1183[66]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/44.
"Görmeyenle gören bir olur mu? Düşünmüyor musunuz?"
Peygamber efendimiz insanlara yönelik, Ebu Cehil gibi
paraya tapan adamlara "benim yanıma gelirseniz bol paraya
erişeceksiniz. Zira ben Uhud'a "altın ol" desem altın olur.
Size de altın dağıtacağım demiyor. Allah (c.c.)'da
Peygamber efendimize "sakın böyle bir şey deme" diyor. Ve
ekliyor. "De onlara: "Allah'ın hazineleri benim yanımdadır
demiyorum size."
Peygamberler gaybı bilmezler. Ama bildirileni bilirler. Buna
dikkat edin. Peygamberler kendilerine bildirilen gaybı
bilirler. Bu konu Meryem validemizin hayatını anlatırken
geçmişti. Yusuf (a.s.) kıssasında da var ki Yusuf (a.s.) "Ben
sizin ne yiyeceğinizi sizlere ne geleceğini (daha gelmeden)
bilirim" diyor. Bunu Rabbim haber veriyor. Yani Rabbimin
peygamberlerine, has kullarına bildirdiğini bilirler.
Bildirilmeyeni bilmezler.
Türkiye de son günlerde gençliğimiz arasında bu konuda
tartışma var. "Peygamber gaybı bilir mi, bilmez mi?" Bir
kısmı bilir diyor, bir kısmı bilmez diyor. İkisi de bir
doğrunun iki tarafını almışlar. Peygamber gaybı bilmez
doğru. Bir kısmı onu almış ama hiçbir şey bilmez anlamında
kullanıyorlar. Diğeri ise -Peygamber efendimizin gaybdan
verdiği haberler var, ayrıca Allah'da Kur'anda bunu haber
veriyor- diyerek herşeyi bilir diyor. Fakat asıl olan, doğru
olan ise peygamberler kendilerine bildirileni bilirler. Allah
onlara bildirir. Onlar da bildirileni insanlara duyururlar.
Böylece gaybı bilmiş olurlar. Ama her an insanlara gaybını,
kainattaki "gayb" olan şeyleri peygamberler bilemezler.
Onlarda insandırlar. Farklılıkları ise Rabbim onlara
bildirirse onlar bilirler. Ayet açık "Ben gaybı bilmem, de
onlara1 buyuruyor Allah (c.c.).
Biz insanları İslama davet ederken "gel seni devlet başkanı
yapalım, bakan yapalım, milyarder edelim, geleceğini sana
söyleyiverelim, mutlak surette cennette olursun" deme
hakkımız yoktur. Müslümanm cennete gideceği doğrudur.
Ama müsluman olmuş birinin müsluman olarak Öleceğine
garanti veremeyiz ki. Onun için kimsenin sonuna garanti
veremeyiz. Biz diyoruz ki, şu Allah'ın kitabına sarılmakla
görevliyiz biz. Size de tavsiye ederiz. Buraya uy deriz. Biz
yalnızca bunu söyleriz.
Para için gelenlerde zaten hayır olmaz. Onun için insanları
İslama davet ederken para için gelmesini veya geleceğini
garanti altına alması şeklinde bir metod uygulamak yanlıştır.
Peki İslama niçin gelsin? Allah'a kul olabilmek için gelsin.
Allah'a kul olabilirse Rabbimde ona dünyalıkta veriverir.
Efendimizin tek başına olduğu dönemlerde Hz. Ebu Bekir
bütün mal varlığıyla efendimizin yanında yeralmıştır. O
günlerde ilerisi için bir garanti yok. Yalnızca cennet vaad
ediliyor. Fakat gün geliyor, en kritik dönemde yardım Hz.
Ebu Bekir (r.a.) efendimizin vefatıyla seçimle devlet
başkanlığına, halifeliğe getiriliveriyor. Yani hiçbir hesab
yapmadan dinime hizmet eden bir insanın dünyada devlete
de, nimete de, ulaşacağına Allah (c.c.) aveti kerimelerinde
işaret ediyor. 1184[67]

51- Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları


uyar, onlara O'ndan başka bir dost ve şefaatçi yoktur.
Umulur ki sakınırlar.
Bu ayet-i kerime Rabbimin huzurunda, bu dünyada olduğu
gibi; aman etendim şuna aracı olda şu paramla şu işimi
yapıver, diyen insanların öbür dünyada aracılarımnda,
Allah'tan başka yardımcılarının da olmayacağını haber
veriyor. O imansız zenginler Peygamber efendimize diyorlar
ki; Valla senin yanına geliyoruz, bakıyoruz ki, kapkara,
kupkuru, eski kölemiz Bilal senin sağ tarafında oturup
duruyor. Arkadaş madem peygambersin bu adamı niye

1184[67]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/44-45.
yanında oturtuyorsun. Biz onunla aynı seviyede oturamayız.
Bunları kov. Habbâb b. Eret gibi, Ammar bin Yasir gibi,
Suheybi Rumî gibi bu baldırı çıplaklar senin yanında oturup
durmasınlar. Bunları kov bizde senin yanına gelelim. Belki
müslüman oluruz." Bu insanın aklına biraz yatar gibi
görünüyor. Bizim aklımıza tabii ki. Peygamberimizin aklına
değil. Bir kısım arkadaşlarımız günümüzde bu yanlış taktiği
uyguluyorlar. Çeşitli yerlerde kisvesinden müslüman olan
birine sahip çıkmıyorlar. Neden? Ben buna sahip çıkarsam
buradakilere kendimi çaktırırım diye . Bu yanlış bir taktiktir.
Adam senin müslüman olduğunu biliyor mu? Biliyor. Senin
müslüman olduğunu bildiği halde sen o müslümana sahip
çıkmiyorsan adam senin hakkında hükmünü verir. "Bu
karaktersiz, şahsiyetsiz bir adam. Kendi adamına sahip
çıkmayan bu adam bana mı sahip çıkacak der" ama seni
kullanır. O ayrı. Yine canım ciğerim diyerek seni kullanır
ama değer vermez.
Bir vilayet müftüsü anlatıyor. "Vali beyle iyiyiz. Bütün
işlerim iyi. Yazışmalarımda falan bana kolaylık sağlıyor;
Bana da hürmet gösteriyor. Bir gün bayram münasebetiyle
bayramını tebrik etmek için makamına gittiğimde eşiyle
beraberdi. Mal müdürü ve diğer erkan vardı. Sıradan to-
kalaştık. Ama o gün daraldım. Çünkü hanımıyla da
tokalaşmak mecburiyetinde kaldım. Fakat ondan sonra Vali
bana pek iyi gözle bakmadı. Yazışmalarımız gecikiyor,
işlerimiz yürümüyor. Birgün gittim derdimi anlattım. Valla
vali bey geldiğinizde çok iyiydik. Ama işler biraz karıştı.
Neden oldu bu. Vali demişki. Her vali vilayete giderken o
şehirde etkili yetkili adamlar hakkında bilgi alır. Ben de
senin bu şehirde iyi bir adam olduğunu, değerli bir insan
olduğunu öğrendim. Saygı duyarım. Benim dini yönüm
fazla yok ama saygı duyarım bu tür insana. Seninle
düşüncelerimiz apayrı bizim. Fakat o gün (bayram günü)
diğerleriyle beraber sende tokalaştın (hanımla). O zaman
gözümden düştün sen. Sen kendi davanın adamı değilsin"
dedi. 1185[68]

52- Sabah akşam Rablerine dua ederek, onun rızasını


isteyenleri kovma. Onların hesabından sana bir sorumluluk
yoktur. Senin hesabındanda onlara bir sorumluluk yoktur ki
onları kovarak zalimlerden olasın.
Onların rızkını veren Allah (c.c), canını veren Allah (c.c),
yaşatıp büyüten Allah (c.c), senin rızkını da veren, Allah
(c.c). Şimdi o kafirler senin yanından, onların niye
kovulmalarım istiyorlar da. Sakın ha kovma.Peygamber
efendimize "eğer onları kovacak olursan zalimlerden
olursun" diyor Allah (c.c). 1186[69]

53- "Allah aramızdan şunlara mı nimeti layık gördü?"


demeleri için bir kısmını diğer bir kısmıyla imtihan ettik.
Allah şükredenleri daha iyi bilen değilimdir?
Kendini otoriter kabul eden o müstekbirler "Allah şunlara
mı nimet veriyor" demeleriyle biz onların bir kısmını
diğerlerine imtihan yaptık, buyuruyor. Allah (c.c).
Bu dine kim daha fazla hizmet eder, Allah (c.c.) daha iyi
bilir. Ammar b. Yasir'in, Bilal-i Habeşi'nin hizmeti 20. asra
kadar gelmiştir ama, Ebu Cehil lanetten başka birsev
kazanmamıştır.1187[70]

54- Ayetlerimize inananlar sana geldikleri zaman "size


selam olsun Rabbimiz kendi üzerine rahmeti yazdı. Sizden
kim bilmeyerek bir kötülük yapar sonra tövbe eder ve
durumu düzeltirse muhakkak o Gafurdur, Rahimdir" de.
"Selamün aleyküm" de diye kime deniyor, Peygamberime.
Peygamberim ki kainatın efendisi o gelen insanlara

1185[68]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/45-46.
1186[69]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/47.
1187[70]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/47.
"selamün aleykürn" diyecek.
Sizde yolda giderken selam verin. Benim kerata bir
arkadaşım vardı. Yolda giderken Mahmud hoca selam
verecek diye öyle bakardı. Halbuki fıkıh kitaplarımızda
şöyle bir soru vardır. Nerede sünneti işleyen, farz işleyenden
daha çok sevap alır? Bu selamdadır. Selam vermek sünnet,
almak farzdır. Ama peygamber efendimiz "selamı evvel
veren efdaldır" diyor. Hem selamın sevabını hemde
efdaliyeti kazanmak için hemde karşınızdaki insanın
gönlünü almak için selama evvel davranın.
Allah rahmet etsin Konya'da Haciveyiszade varmış.
Konyalılar bilirler. Ona, ondan önce kimse selam
veremezmiş. Biriyle karşılaştığında hemen çabucak selamı
veriverirmiş. Bir gün Konyalının biri hocanın geldiğini
görünce köşeye gizlenmiş hoca gelince hocadan önce selamı
vermiş. Hoca "haydi kazandın" diye cevap vermiş. Bizde
fazla sevap kazanmak için selam verelim, verilmesini
beklemeyelim. 1188[71]

55- Suçluların yolu açıklansın için ayetleri işte böyle


açıklarız.
Kafirlerin küfürlerini, pisliklerini öğrenmek için onların
küfür kokan kitaplarını okumaya ihtiyacımız yoktur. Allah
(c.c.) Ad kavminin, Semud kavminin, Firavun'un,
Nemrud'un, Karun'un fikirlerini Kur'an-ı Keriminde bize
bildirerek bugünkü kafirlerin düşüncelerini de özetini bize
açıkça bildirmektedir. Biz bu konuyu "Küfür cehpesinde
yeni birşey yok" isimli eserimizde bugünkü kafirlerin
söyledikleri ve yaptıkları kötü şeylerin daha önceki kafirler
tarafından söylenip yapıldığını ispat ettik, İdris'i tanımak
istiyorsanız Kur'an'i okuyunuz, İblis'i tanımak istiyoruz yine
Kur'an-ı okuyunuzsanız yine Kur'an'ı okuyunuz.

1188[71]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/47-48.
Daha önce geçen 52, 53, 54. ayeti kerimelerde Mekkeli
müşriklerin ileri gelenleri Peygamber efendimize (s.a.v.)
gelerek "bu fakir, kölelikten yeni kurtulmuş veya köle olan
insanlardan müslüman olanlar senin yanında olduğu
müddetçe senin yanma gelmeyeceğiz ve seni dinlemeyece-
ğiz" diyorlardı. "Bunları yanından kovarsan, yanına gelir ve
seni dinleriz" diyerek onların kovulmasını Peygamberimize
teklif ediyorlardı. Bunun üzerine Allah (c.c.) bu ayetleri
indiriyor. "Müslümanları yanından kovma, gece gündüz
Allah'ı zikreden, Allah'a ibadet eden ve yalnız O'nun rızasını
arayan bu insanları yanından kovma ve onları "selamün
aleyküm" diyerek karşıla" diyor Allah (c.c).
Peygamberlerin sonuncusu Peygamber efendimizin yanında
oturma şerefini elde etmiş olan o insanları Allah (c.c.)
böylece övmüş oluyor. Sühey b er-Rumi'yi, Bilal-i
Habeşi'yi, Ammar b. Yasir'i ayet aynı zamanda övmüş
oluyor.
Kur'an-ı Kerimde "Zeyd (r.a.)"ın dışında adı zikredilen
başka sahabe yoktur. Fakat işaret edilen sahabe çoktur. Yani
bu ayet filan sahabeyi veya filanları kastediyor gibi
ifadelerle ayetlerin hangi sahabeyi kasteddiği tefsirlerde
bize bildirilmiştir. Burada bu fakir olan insanlar Allah'ın
rızasını arayarak ona ibadet etmeleri nedeniyle Rabbim
onları 52. ayette övmüştür. 1189[72]

56- Deki: " Allah'dan başka yaşardıklarınıza kulluk


yapmaktan ben men olundum." Deki: "Ben sizin heva
(kanun)larınıza uymam, o takdirde ben sapıtmış olurum ve
ben doğru yolu bulanlardan olmam."
Bu ayeti kerimede Allah peygamberine, kâfirlere şöyle
demesini ve cevap vermesini istiyor. "Deki: sizin Allah'tan
başka tapındığınız bu ilahlara ibadet etmekten ben

1189[72]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/48-49.
yasaklandım" Yani siz Allah'tan başka, insanlara veya
ellerinizle yaptığınız bu putlara tapıyorsunuz ya, işte ben
onlara ibadet etmekten mani olundum, engellendim, ben
yasaklandım. Allah (c.c.) bana, onlara ibadet etmeyi
yasakladı. Yalnız ve yalnız kendisine ibadet etmemi
emretti" de.
Yine onlara deki "ben sizin uydurduklarınıza uymam." Yani
bu insanları yönetme konusunda, bu insanlara mutluluk
verme konusunda sizde bir şeyler uydurmuşsunuz. Siz
benim onlara uymamı istiyorsunuz. Ama ben sizin
uydurduklarınıza tabi olmam, uymam" de onlara. "Eğer
uyarsam o takdirde bende sapıtmış olurum." 1190[73]

57- Ben Rabbim'den olan apaçık bir delil üzerineyim. Siz


onu yalanladınız acele ettiğiniz azap benim yanımda
değildir. Hüküm an-ak Allah'a aittir. Allah gerçeği anlatır ve
o ayird edenlerin en hayırlısıdır.
Siz Allah'ın ayetlerini yalanladınız. Allah'ın ayetlerini
yalanlayanlar çin geçmişte cezalar verilmişti. Örneğin; Lut,
(a.s)'ın kavmine, Salih a.s.)'m kavmine, Nuh (a.s.)'m
kavmine, İbrahim (a.s.)'m kavmine, Musa a.s.)'m kavmine
cezalar verilmişti. Siz "hadi o ceza bize de gelsin"
diyorsunuz. Siz o cezaya acele ediyorsunuz. Ama sizin acele
ettiğiniz bu :eza benim tarafımdan değil. Yani sizi
cezalandırma güç ve otoritesine ıen sahip değilim. Geçmişte
de Lut (a.s.) onları (inanmayanları) cezalan-Iırmiş değildi.
Salih peygamber de cezalandırmış değildi. Nuh (a.s.)'da
:ezalandırmiş değildi. Allah'tır cezalandıran,
mükâfatlandıran da Allah c.c.)'dır. Onun için burada,
"Onlara deki: sizin acele istediğiniz o ceza )enim katımda
değil." Yani cezayı ben veremem, mükâfatıda ben veremem.
"Hakimiyet kayıtsız şartsız Allah'a aittir." Yani

1190[73]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/49.
cezalandırmakta Al-ah'a aittir. Sizi yaratan Ö'dur. Gözeten
O'dur. Öyleyse sizin amellerinizi ıesaba çekecek olan O'dur.
Onların kötüsüne ceza, iyisine, mükâfat vere-, :ek olan da
O'dur.
"O hakkı anlatır. Ve O hak ile batılı ayırd edenlerin en
hayırlısıdır." Yani insanlar hak ile batılı, haklı ile haksızı,
zalimle mazlumu ayırd etmek için bütün güçlerini
sarfetseler mutlak bir yerde hata edebilirler. Çünkü insanlar
hissi hareket ederler. Allah (c.c.) için hissi hareket etmek
yoktur. Ama insan hissi hareket eder. Onun için Peygamber
efendimiz (s.a.v.) huzuruna gelen davalı ile davacıya demiş
ki: "Allah'tan korkun! Biriniz daha güçlü mantık ve dil ile
haksızken haklı çıkabilir. Ve ben ona göre hüküm
verebilirim. Ama iyi bilsin ki haksız yere bir başka kardeşi-
nin malını elde eden cehennemden ateş elde eder." Onun
için insan -buna Peygamberler de dahil- ancak ellerindeki
delillerle hüküm verirler. Ama Allah (c.c.) insanların hem
dıştaki delillerini bilir, hem de içteki delillerini bilir.
Gönüllerinden geçeni bilir. Onun için hak ile batılı, zalimle
mazlumu, ayırd edenlerin en hayırlısı Allah (c.c.)'dır. 1191[74]

58- Deki: "Eğer acele ettiğiniz şey benim yanımda olsaydı iş


benimle sizin aranızda şimdiye kadar bitirilmişti. Allah
zalimleri daha iyi bilir."
Bu ayeti kerimenin tefsirinde Peygamber efendimiz
(s.a.v.)'den şöyle bir hadis rivayet edilmiş. Peygamber
efendimiz (s.a.v.) bir mescide girdi, ve orada namaz kıldı.
Namazdan sonra dua etti. Duadan sonra şöyle dedi:
"Rabbimden üçşey istedim, ikisini verdi birini vermedi." O
üç şeyi şöyle izah etti. "Yarabbi, bu insanlara, gökyüzünden
yağan yağmurla veyahut deniz taşması gibi suya gark olmak
şeklinde ölüm verme" dedim. Allah (c.c.) duamı kabul etti.

1191[74]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/49-50.
Yani bu ümmet suya gark olarak yok olmayacaktır.
"Yarabbi, kıtlıkla bu ümmeti helak etme dedim, onuda kabul
etti." "Yarabbi, bu ümmeti birbirine düşürmek suretiyle
helak etme dedim.
Onu kabul etmedi" buyuruyor. 1192[75] Ve bu en kolaydır.
Yani insanların birbirine düşmek suretiyle, birbirlerini
öldürmelerini önlemek kolaydır. Öbürleri zordur. Bazen
duyuyoruz. Hindistan'ın falan bölgesinde gökyüzünden
gelen bir hortum denizden aldığı suyu köyün üzerine olduğu
gibi indiriverdi. Ve köylüleri helak etti. Bu tür şeylere tedbir
almak, şiddetli esen rüzgara karşı tedbirler almak zordur.
Bir köyü veya şehri yok e div ere biliyor. Bunlara karşı
tedbir almak zordur. Ama mü'minler arasındaki fikri
ihtilaflarda kavgalara sebep olabilir, fakat neticede akıllı
insanların araya girmesiyle bu halledilebilir. Genelde Allah
(c.c.) insanların kendilerinin halledebilecekleri şeyleri
kendilerine bırakmıştır. Bu hukukta da, bu şekildedir. İslam
hukukunda da Kur'an-ı Kerim hukuki sahada maddeleri az
tutmuş. İnsanların kendiliklerinden bulamayacakları
(konuları) açıkça bildirmiş ama bulabileceklerini değerli
müslüman hakimlere havale etmiş onlara yetki vermiştir.
Zamanın gerekleri, örf ve adetin gereği doğrultusunda
hüküm vermelerini onlara havale etmiştir. Salahiyeti geniş
tutmuştur.
Aynı şekilde insanın toplum hayatındaki davranışlarını
düzeltmede de geniş salahiyetler vermiştir. Mesele burada
yağmur veya yangın veyahut-ta rüzgar gibi Allah tarafından
gelecek bela ve musibetlere karşı bir tedbirimiz olmaz ama
müslüman toplumun kendi aralarında ayrılıklar meydana
getirmek suretiyle kavgaya, kavganında harbe dönüşmesini
engellemek bizim elimizde. Kavgayı çıkarmakta elimizde,
kavgayı durdurmakta kendi elimizdedir. Onun için üçüncü

1192[75]
Ibni Mace, Fiten 91
kabul edilmedi diyor Peygamber efendimiz (s.a.v.). 1193[76]

59- Kaybın anahtarları onun yanındadır. Onları ondan


başkası bilemez karada ve denizde olanları O bilir. Düşen
her yaprağı O bilir. Yerin karanliklarındaki taneyi yaş ve
kuru hiçbir şey yokturki apaçık bir kitapta olmasın.
"Toprağın derinliklerindeki daneleri bilir." Hani incirin
danesi toprağın derinliğine, buğdayın danesini toprağın
derinliğine düşmüş. Bizde biliyoruz, ama sayısını
bilmiyoruz. Elle saçıldığı dönemde insan eline buğdayı
alıyor, saçıyor arazinin yüzüne. Bunları saçan kaç tane
olduğunu bilmez. Ne olacağını bilmez. Hangi tanenin bir
kuşun kursağına gideceğini bilemez. Hangi tanenin 70 tane
buğday tanesine dönüşeceğini bilemez. Hangi tanenin iki üç
çatal biteceğini, her çatalında iki üç filiz vereceğini, her
filizin de seksen doksan veya yüz tane buğday tanesi
olacağını bilmez. Ama Allah (c.c.) her daneyi biliyor. Yani
dünya üzerinde toprağa düşmüş veya dalında olan her
tanenin sayısını biliyor ve o her tanenin toprakta bitip
bitmeyeceğini, bir kuşa yem olup olmayacağını, bitenin ne
kadar biteceğini Allah (c.c.) biliyor.
"Yaş ve kuru ne varsa bu apaçık kitabdadır" diyor Allah
(c.c). Bu ayeti kerimeyi çok kullanırız. "Yaş ve kuru Kur'an
da vardır" derler. Bu ayetten alınmıştır. Yani 59. ayeti
kerimenin türkçe karşılığı "Yaş ve kuru ne varsa Kur'an da
vardır" şeklindedir. Veya "her ne ararsan Kur'an da vardır"
derler. İşte bu ayet-i kerimeden alınmış bir sözdür.
Hoca efendi konuşurken "herşey Kur'an da var" demiş.
Aşağıdan biri "hocam saatim bozulmuş, bak bakalım
neresinde bozukluğu" demiş. Hoca karıştırmış ve bulmuş.
"Eğer bilmiyorsanız ehline sorunuz" ayetini
okuyuvermiş. 1194[77] Kur'an-ı Kerim'in emrine göre sen bu
1193[76]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/50-51.
1194[77]
Nahl 43
saati saatçiye götüreceksin demiş. Çünkü Kur'an-ı Kerim
"ehline sorun, işi ehline verin" diyor, saatinde ehli saatçidir.
Hoca efendi o zekasıyla gerçekten çok ince bir şeye dikkat
çekmiş. Kur'an-ı Kerim'de saat şöyle tamir edilir diye ayet
yoktur. Ama "herşeyi ehline verin" dedin mi binlerce
meseleyi halletmiş oluyoruz. Bu devlet yönetiminden saat
tamirine kadar herşeye şamil bir ayet-i kerimedir. Zaten
Kur'an-ı Kerim'in güzelliği de oradadır. Belirli zamanla
kayıtlı değil. Eğer saat tamiri şöyle yapılır demiş olsay-dı,bu
saat yüzlerce yıl önce yoktu. O zaman bu ayet ne manaya
gelecekti? Veya halk o ayetten ne anlayacaktı. Yani bir şey
yok iken ondan bah-sedilse ne anlama gelir bu. Onun için
Allah (c.c.) öyle bir ifade kullanıyor ki; Peygamber
efendimiz döneminde adamın kum saati var, bozulmuş bu
ayeti kerime doğrultusunda kum saatini tamir eden adama
gider. Bu ayeti kerimeye göre herşey ehline verilir.
Şimdi "efendim kimyanın ve fiziğin formulleride varmıdır,
Kur'an-ı Kerim de" diye sorulsa yoktur diye cevap verilir.
Bizim okuduğumuz
kimya kitabındaki suyun sembolü olan H2o. Kur'anda
yazmaz. Çünkü Allah (c.c.) insan aklının bulabileceği
konulara yalnızca işaret eder. Yani suya işaret eder. Güneşe
işaret eder. Bir zatın ifadesine göre her şey önemine göre
Kur'an da yer alır. En önemlisi Allah (c.c.) dür. En çok
zikredilen Allah (c.c.) dür. İkinci derecede en önemli
insanın kendisidir. Onun için Kur'an-ı Kerimde -ikinci
derecede- ençok zikredilen -Rabbimden sonra- insandır.
Güneşinde birkaç defa adı Kur'an-ı Kerimde,geçmiştir.
Hakkın da bahis vardır. Ama teferruat yoktur. Niye?
İnsanoğlu o konuda bilgi geliştirecek kapasitede yaratılmış,
Rabbim tarafından. Öyle olunca teferruata girmiyor.
Türkiyedeki "herşey Kur'anda vardır" ayetinden hareketle
bir kısım iyi niyetli mücahid kardeşlerimizden şöyle bir laf
ürettiklerini duyduk. "Herşey Kur'anda vardır. Peygamberin
hadisine ihtiyacımız yoktur." Benim Rabbim Peygambere
itaat ediniz diyor. "Allah'a itaat ediniz, peygambere de itaat
ediniz." Bu ayeti kerimenin tefsiri geçti. Peygamber
efendimiz (s.a.v.)'inde haram kılma yetkisi olduğunu daha
önce bu ayeti tefsir ederken söylemiştik. Onun için
Peygamber efendimiz (s.a.v.)'e itaat, Allah'a itaattir. Bizim
asıl kaynağımız birinci derecede Kur'an-ı Kerim ikinci
derecede Peygamber efendimiz (s.a.v.)'dir.
"Kur'an-ı Kerim de herşey yoktur" diyenler de bir hadisi
şerifi delil getirirler. Bunlar daha ziyade hoca değiller. Hoca
olan arkadaşlar bunları söylemiyorlar. Hoca olmayan,
arapçasi olmayan Kur'an-ı Kerimi yalnız mealden okuyan,
hadisleri yalnız tercemelerden okuyan arkadaşlar diyor ki
Peygamber efendimiz (s.a.v.) Muaz b. Cebel'i Yemen'e
gönderirken sormuş. Muaz, orada bir davalık olayla karşı
karşıya gelirsen neye göre hükmedeceksin demiş. Muaz:
-Allah'ın Kitabına göre hükmedeceğim.
-Peki ya Allah'ın kitabında buîamazsan.
-O zaman Peygamberin sünnetine göre hükmederim.
-Onda da buîamazsan?
-O zaman içtihat ederim Ya Rasulallah demiş.
Peygamber efendimizde onu tasvib etmiş, hakkında güzel
dualar etmiş ve Yemen'e göndermiş.
Şimdi, arkadaşların hareket noktası "Ya Kur'an da
buîamazsan demiş Peygamber efendimiz, o da "Allah'ın
rasulünün sünnetine başvururum" ifadesidir. Yani Muaz b.
Cebel'in Kur'anda bulamadığı şeyler var.
Kur'anda bulamadığı şeyler var ki sünnete müracat ediyor.
Bu hadis onlara delil değil aslında. Hadisi şerifleri, eski
fıkıh kitablarımızı ve bugünkü hukuku yazanlarında
maddeleri yazarlarken dikkat ettikleri şeylerden biride bu
kelimeyimi kullanalım şu kelimeyi mi kullanalım, virgülü
bura-yamı atalım, şuraya mı atalım gibicesine dikkat
ediyorlar, ama yine de insandır hata edecek. Peygamber
efendimizde kelimeleri kullanırken çok dikkat ediyordu.
Yani Rabbimin kontrolünde olarak dikkat ediyordu. "Ya,
yoksa" demiyor, "Ya bulamazsan" diyor. Yani sen
bulamazsan manasına gelir bu. "Sünnette de bulamazsan" o
zaman "ictihad ederim" diyor. Muaz b. Cebel'in yapacağı
bu. Kur'an da bulamazsa sünnete, sünnette bulamazsa
kendisi ictihad makamında bir hakimdir ve kendisi davalar-
da ictihad edebilecek bir insandır.
Bu şuna benzer. Tabiatta Allah (c.c.) bizler için yarattığı
binlerce nimetler var. İnsanların görebildikleri sınırlı.
Toprağı görmüşler, onun üzerinde biten sebze ve meyveleri
görmüşler bunlardan istifade etmişler. Koyunun yününü
görmüşler, elbise yapmışlar, pamuğu görmüşler kumaş
dokumuşlar. Filan madeni filan adam keşfetmiş, filan
elementi filan adam bulmuş. Peki o buluncaya kadar tabiatta
yokmuydu. Vardı. Vardı da bulan adam yoktu. Bulan adam
geldi ve onu orada buldu. Bunun gibidir. Bu tabiat
ayetleridir. Bunlarda Kur'an ayetleridir. Kur'an ayetlerinden
de her çağın insanına Kur'an'ın söyleyecekleri vardır. Ama
onu o çağın insanı arayıp bulacaktır.
"Gaybın anahtarları Allah'ın elindedir." Yani "Gaybı"
Allah'tan başka kimse bilemez. Bildirdikleri müstesna. Yani
Rabbimin bildirdikleri vardır. Peygamberler gaybı
bildirilmedikçe bilemezlerdi. Ama bildirilecek olursa
bilirlerdi. Peygamber efendimizin (s.a.v.) gayba ait haberleri
vardır. Nedir onlar? Kendisine bildirilenler. -Şeyh Sadî
Şirazi Gülistan'ın da anlatır- Yakub (a.s.)'a sormuşlar.
Demişler ki oğlun Yusuf kaybolduğunda hemen köyün
kenarındaki kuyuya atmalarına rağmen orada onu bula-
madın. Ama yıllar geçtikten sonra birgün otururken (burası
Kur'an-ı Kerim de geçmektedir şu anda oğlum Yusuf un
kokusunu alıyorum demiş.) Mısır'dan kokusunu aldın"
demişler. O da "Peygamberlerin mucizesi şimşeğin ışığına
benzer, şimşek çaktımı görürüz, şimşek sönüverince bizde
sizin gibi oluruz" demiş Yakub (a.s.). Onun için
peygamberlere de gaybı "bildirme Rabbimin bir
mucizesidir. Bildirildi mi, bilirler. Bildirilmedi mi onlar da
bilemezler.
Biz gayba iman ederiz. Allah (c.c.) bize göre "gayb"dadır.
Görmeden iman ediyoruz. Melekler bizim için "gayb"dadır.
Sayılarını bilemiyoruz. "Rabbim meleklerin adedini
Allah'tan başka kimse bilmez, onun askerle^ rini Allah'tan
başka kimse bilmez."buyurur. Ama biz iman ediyoruz.
Cennet ve Cehennemi görmedik "gayb"dadır. Ama iman
ediyoruz. Onun
için "Bakara" suresinin başında Muttaki müslümanlar
övülürken "onlar gayba iman ederler," görmedikleri halde
iman ederler. Zaten bizim imanımızın değeri buradan
geliyor. Bir insanın yüzüne karşı onu övmeniz, ona saygı
göstermenizmi daha değerli, yoksa yüzyüze gelince fazla
iltifat etmiyor, fazla saygı göstermiyor ama gıyabınızda sizi
seviyor vede koruyor, bu mu daha değerli. Yani sizin
yokluğunuzda sizi seven ve koruyan adam sizin için daha
candan bağlı demektir. Biz Allah'ı ve onun cehennemini
vede cennetini görmeden iman ediyoruz. Bizim (mü'minler)
değerimizde buradan geliyor.
Lokman suresinin son ayet-i kerimesinde Allah (c.c.) bazı
şeylerin bilinemeyeceğini bize haber verir. O ayeti kerimeyi
tefsir mahiyetinde Peygamber efendimiz diyor ki; "Beş şey
vardır ki onu Allah'tan başkası bilemez." Bu ayeti kerime
halkımız arasında yanlış tanıtılmış. Gerçi tefsirler doğru
söylüyorda, halk kendiliğinden "bir şey bilirim" diyerek
tefsirlerimize bakmadan hareket ediyor. Ayrıca, bu halk
arasındaki yanlış anlama ayeti günün teknolojisiyle tefsir
etmenin zararlarıdır.
Lokman suresinin 34. ayeti kerimesinde, "Kıyametin ilmi
Allah katın-dadır." buyruluyor. Yani kıyametin ne zaman
kopacağının bilgisi Allah kalındadır. Yağmuru Allah indirir,
ve rahimlerde olanı Allah bilir. Bir adam yarın ne
kazanacağını bilemez. Evinizden çıktınız, işyerinize doğru
veya daireye doğru geliyorsunuz. Akşamdan kiminle
karşılaşacağınızı bilemiyorsunuz. Yarın yolda giderken ne
olacağını bilemiyorsunuz. Sabahleyin dükkanınıza gelen
misafirle çay mı yoksa,kahve mi içeceğinizi bile-
miyorsunuz. Kısaca yarının ne getireceğini bütün
teferruatıyla bilmeniz mümkün değil. "Hiç bir can nerede
öleceğini bilemez" diyor Allah (c.c). Yalnız dikkat edelim.
Burada bilemez diyor. "Kişi yarın ne kazanacağını bilemez
ve kişi nerede öleceğini bilemez" diyor Allah (c.c).
"Kıyametin bilgisi Allah kalındadır" dedikten sonra
"yağmuru indiren ve rahimlerde olanı bilen Allah (c.c.) dır"
diyor. (Ayet bu).
Hadisi şerifte de "gaybın anahtarları beştir ve onu Allah'tan
başkî kimse bilemez" diyor Peygamber efendimiz, Lokman
suresinin 34. ayet kerimesini okuyor. Hadisi şerifi Buhari
rivayet etmiş. Şimdi olduğu gib bir zamanlar müslümanlar
da ayetleri günün teknolojisine, günün bilgisi ne göre
yorumlama hastalığı vardı. Bu biraz aşağılık kompleksinden
kay naklanıyordu. Hala da devam ediyor. Televizyonda bir
haber duyarsınız Gökyüzünde kara delikler belirmiş, aman
şöyle oluyormuş, böyle oluyor muş, deodorantlardan
parfümlerden meydana geliyormuş gibi. Derkeı Kur'anla hiç
ilgisi olmayan biraz müslümanca geçinen bir adam eline he
men "gökyüzü yarılıverdiğinde" ayetini alıveriyor,
adamların o iddiaları na Kur'andan delil getirip bir kitap
yazıveriyor ve piyasaya sürüveriyor Kendisine sorulmuş.
Demişler ki sen bu konuda fazla ileri gidiyorsun ga
liba. Yarın ilende batının ilim adamları "Yahu biz geçen
sene söylediğimizde yanılmışız, iş öyle değilmiş" deyiverse
Kur'an-ın bu ayeti ne olacak. Sen bu ayeti onun iddiasına
yamadın, onu tastikçi gibi yaptın ayeti. Şimdi ne olacak? O
zaman adam "O zamanın hocası düşünsün" demiş.
Şimdi bu "İnsanlar bilemez" sözü ayette yok. Ayet şu
"Rahimlerde olanı Allah bilir." Yıllar önce bir arkadaş aldı
eline kalemi yazdı aklına geleni. O günlerde de tıbbi alanda
rahimlerde ki çocukların filmini çekip erkekmi dişimi
olduğu hususunu tespit imkanı yokmuş. Arkadaş "Kur'an-ı
Kerimimiz bunu 1400 sene evvelinden haber vermiştir.
Boşuna uğraşmayın. Bunu ileride bilmeniz de mümkün
değil" dedi. Diğer birçok ayet-leride buna delil getirdi ve
kitabını da yayınladı. Ama şimdi doktorlarımız "biliyoruz"
diyorlar. Yarın, daha iyi bilinir hale gelebilir. Ayeti kerime
"rahimlerde olanı Allah bilir" diyor. Burada erkeklik veya
dişilik diye bir ifade de yok. Yani, "erkek mi dişi mi onu
bilemezsiniz" anlamı ayette yoktur. Ana rahmine düşen
meninin ikiz,üçüz veya beşiz mi olacağını bilir. Mavi gözlü
mü, kara gözlü mü,kahverengi gözlümü olacak onu bilir,
ömrü ne kadar olacak (Allah) onu bilir. Alim mi olacak,
cahil mi olacak onu bilir. Mutlu bir insan mı olacak,
eşkiyamı olacak onu da bilir. Bütün bunlar bu ayetin
içerisinde vardır. İşte bunu insanlar bilemez. Peygamber
efendimizin (s.a.v.) hadisi şerifinde "İnsanlar onu bilemez"
den maksat odur. Yani o rahimlerde olanın bütün kaderini
insanlar bilemez. Ama bunu birisi mealde "erkek veya dişi
olduğunu Allah bilir" diye terceme etmiş. Bu kelimeler
(erkek veya dişi) ayette yok. 1195[78]

60- Geceleri sizi öldüren (uyutan), gündüzün ne iş


yaptığınızı bilen odur. Sonra belirlenmiş süre tamamlansın
için orada sizi dirilten O'dur. Sonra dönüşünüz O'nadir.
Sonra yaptıklarınızı o size haber verecektir.
Uykuya da "ölme" tabiri kullanılmış. Halk arasında "Uyku
küçük ölümdür" diye bir ifade dolaşır. Uyku halinde iken
yanıbaşımızda olan olaylardan habersiz bir şekilde

1195[78]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/51-56.
yatıyoruz. Gözümüze veya kulağımıza pamuk tıkamıyoruz
ama yanımızda konuşulanı duymuyoruz. Gerçi gözlerimizin
perdelerini kapatıveriyoruz. Ağzımıza bir şey verseler tad
almıyoruz. Uykusu çok hassas olanları bundan hariç
tutuyoruz. Çünkü onlar hafif bir dokunuşta uyanırlar. Ama
onunda uyanamadığı, sesi duymadığı ve tad alamadığı
dönemler olur. Çok yorgun olduğu zamanda uyumuş olduğu
uykular gibi. Onun için Allah (c.c.) uykuyu küçük bir ölüm
gibi bizlere ifade etmiş. "O'dur sizi geceleyin öldüren." Yani
geceleri uykuya daldıran Allah (c.c.) 'dür. Uyku dahi
O'ndandır. Çünkü geceyi yaratan O'dur. Nebe suresinde
"uykuyu istirahatgah kıldık, geceyi elbise kıldık" diyor
Allah (c.c.) Yani geceler üzerimize bir elbise gibi kapanıyor
ve onun içerisinde uyuyoruz, istirahat ediyoruz. Onun için
uyumayı da bize veren Allah (c.c.)'dür.
Bazı şeyleri bizden alıveriyor ve biz istirahat ediyoruz.
Yatarak istirahat etmiyorsunuz. Mesela ağır bir
yorgunluktan sonra evinize gelseniz, dinlenmek isteseniz,
fakat uykunuzu kaçırıverseler ve siz sabaha kadar sağa sola
dönerek gözünüzü yummadan işe gitseniz dinlenemezsiniz.
Şayet dinlenme yatma ise yattınız. Yani elinizdeki
kolunuzdaki faaliyeti durdurdunuz. Yalnız dinlenmek o
değil. İnsanoğlunun zihninin ve ruhunun dinlenmesiyle asıl
dinlenme oluyor. Adamın birisinin "iki dakika kestiriverdim
kendime geldim" dediği gibi. Doğrudur da. İki dakikalık
bazen beş dakikalık kestiriverme, beş saat uyumadan sağa
sola dönmeden dinlenmeden daha çok rahatlık verir insana.
Onun için Allah (c.c) bu uykuyu ölüme benzetmiş vede o
uykuyu vereninde kendisi olduğunu hatırlatmış. En tatlı
şeylerimizden biri, "çarşıdan alınmaz sepete konulmaz,
ondan da tatlı birşey olmaz" diye tarif ederler ya işte öyle.
Kendimize ait hiçbir şeyimiz yok bizim. Şöyle birşey bulup
buda bizim desek ve Rabbimin müdahelesi olmadan bunu
da biz yaptık diyebilecek hiçbir şeyimiz yok.
"Gündüzleri ne kazandığınızı Allah bilir" diyor Allah (c.c).
Yani he-lalmi kazanıyorsunuz, haram mı kazanıyorsunuz,
iyi bir ilim mi kazanıyorsunuz, kötü bir ilim mi
kazanıyorsunuz, insanlardan bedduamı alıyorsunuz, iyi
dualarım alıyorsunuz bütün bunları Allah (c.c.) bilir.
"Sonra gündüzde sizi diriltir. Yani gecenin uykusundan
gecenin ölümünden sizi kaldırır. Niçin? "O ecel-i
müsemmamz olan yani sizin için takdir edilen ecelin yerine
getirilmesi için"O uyku ölümünden Allah sizi diriltir.
Gecede, gündüzde ne yaptığınızı biliyor. Öyle olunca o
bildiklerini yani yaptıklarınızı kıyamet gününde amel
defterlerinizle size haber verecek olan Allah (c.c.) dır diyor
Rabbim. Yani yaptıklarınız kayda geçiyor, kötü amellerden
sakının demek istiyor ayeti kerime.
"Canım biz öldükten sonra dirilmeyeceğiz?" diyenlere de bir
uyandır bu ayeti kerime, Hergün Allah (c.c.) sende ölümü,
dirilmeyi yaratıp duruyor. Akşamleyin uykuda öldürüyor,
sabahleyin diriltiyor, işte bu sabahle-
yin kalkmanda mahşerdeki kalkman (dirilmen) gibi
birşeydir. Hergün bunu imansızlar da görüp duruyor ve
bunu kendisi de yapmıyor. Rabbimin koyduğu kurallar
içerisinde yürüyor. 1196[79]

61- Kullarının üzerinde hakim O'dur. Size koruyucular


gönderir. Sizden birine ölüm geldiğinde elçilerimiz onu
öldürür, onlar elden kaçırmazlar.
Damarlanmızdaki kan O'nun koyduğu kurallara göre hareket
ediyor. Saçımız O'nun koyduğu kurallara göre büyüyor veya
ağarıyor. Bütün vücudumuzdaki hücreler O'nun koyduğu
kurallara göre hareket ediyor. Yani vücudumuz üzerinde
hakim olan O. Eşya üzerinde hakim olan O.
Rabbimiz bizim yalnız irademizi serbest bırakmış. İradenize

1196[79]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/56-58.
göre isyan etmek veya itaat etmek sizin hakkınız. İman etme
veya küfür etme hakkınız var demiş ve ondan dolayida
hesaba çekeceğini bildirmiş. Yoksa bedenimizin üzerindeki
Allah'ın hakimiyeti devam ediyor.
"Sizin üzerinize koruyucu melekler gönderir" diyor Allah
(c.c.) İnfitar suresinde "sizin üzerinizde koruyucu melekler
vardır", "Yazan melekler vardır." (Yani amellerinizi yazan)
diyor Allah (c.c). Bir de "Hafaza melekleri vardır ki sizi
koruyan meleklerdir onlar. Rad suresinde de (11. ayet)
"Onun önünden ve arkasından onu takip edenler vardır ve
onu bazı kaza ve belalardan korur" diyor Allah (c.c).
Bizim bazı reflekslerimiz vardır. Hani karşıdan biri çöp atsa
veya rüzgarla bir çöp gözümüze doğru gelse kirpiklerimiz
bizden emir almadan anında kapanıverir. Bizden emir alsa
zaten çöpe karşı tedbirde gecikir. Refleks denilen şey.
Refleks bir kanundur. Yani Allah (c.c.)'in bizim fıtratımıza
verdiği bir kanun. Gözümüzde ve vücudumuzun birçok
azasında kendine has reflekslerimiz vardır bizim. Peki bu
kanunsa bu kanunu koyan vardır. Yani gözün karşıdan gelen
bir şeye karşı anında kapanması bir kanuna tabiidir. Öyleyse
bu kanunu koyan vardır O da Allah (c.c)'dir. Bir kanun
varsa o kanunu yürürlükte kılan görevliler vardır. Onlara da
biz "Hafaza Melekleri" diyoruz. İnsanı korumakla görevli
"Hafaza Melekleredir diyoruz.
Peki ama bazende bela ve musibetler de geliveriyor. Mesela
gözümüze de çöp kaçiveriyor, bazı insanın gözünü kör
ediveriyor veya hastalandırıyor. Zaten ayeti kerimede
Allah'ın takdir etmediği bela ve musibetlere karşı korurlar
diyor. "Yahfezunehu min emrillah"dan kasıt odur demişler.
Tabi bazıları için buna inanmak zordur. Çünkü meleği
görmüyoruz. Bildiğimiz bir şey olmadığından dolayı da
(birşey söyleyemiyoruz) "Bizi koruyan melek, eşyanın
gelişmesini, yağmurun yağmasını, çiçeğin büyümesini
sağlayan melekler vardır" der tefsir kitaplarımız. Bir kısım
insanların buna inanması zor. Adam "meleğe inanırım da
bunlara inanma nasıl olacak" diyor. Yahu o kendine has bir
alem. Öyle olunca kendine has bir yaşantısı vardır. Bize
düşen görev, Allah (c.c.) sizi koruyan melek var demişse
ona inanmaktır.
"Onlar o öldürme işinde kusur yapmazlar." Onlardan maksat
melekler. Yani adamın ölümünü bir saniye sonraya
bırakmazlar veya bir saniye önce öldürmezler. O melekler
öldürme işinde ileriye veya geriye alma şeklinde bir kusur
yapmazlar diyor Allah (c.c.)
Burada "teveffethu rusulünâ" diyor Allah (c.c). "Rusul"
"Rasul" kelimesinin çoğuludur. Çoğulla ifade etmiş ölüm
meleklerini. Ölüm meleği dememiş de ölüm melekleri,
elçileri demiş. Bir başka ayeti kerimede de "Melâiketü'l-
Mevt" diye ifade edilmiş. Ölüm melekleri deniliyor. "Azra-
il" kelimesi Kur'an-ı Kerim de isim olarak geçmez.
Peygamber efendimizin hadislerinde de bugüne kadar
görülmemiş. Yani Peygamber efendimizin dilinden de
"Azrail" kelimesi gelmemiş. En eski kaynak Hz. Ali'nin
oğlu Hz. Hüseyin (r.a)'in dilinden "Azrail can aldı" diye bir
ifade çıkmış, bu kelime oradan alınmış. Bizim Kur'an ve
sünnetimiz "Ölüm Melekleri" der. Ölüm meleği demez.
Naziat suresinde de "O can alıcı melekler" şeklinde çoğul
ifade edilmiştir. Akaid kitaplarında Azrail kelimesi vardır.
Azrail ölüm meleklerinin başıdır diye geçer. Bunları böyle
bilmediğimizden dolayı imansızın biri müslümammızı
sıkıştırdığında ona "Azrail bir tane mi? evet bir tane. Peki
bir yerde bir milyon adamı elekti-rik teline bağlasalar sonra
da ceryan verseler bir anda bir milyon adam ölse, Azrail
bunların hepsine nasıl yetişecek diyor. Diğeride, madem
örneği elektirikten verdin bende cevabım elektirikten
vereyim. İstanbul'un milyonlarca elektrik ampulü var.
Bunların hepsi yanıyor mu? Evet. Şarteli kapatan bir adam
milyonlarca ampulün ceryanım kesebilir mi? Keser. İşte
melekte milyonlarca adamın canını böyle alır. Diyerek
cevap verir. Böyle saçma bir soruya böyle saçma bir
cevaptır bu cevap tarzı. Bu cevaba saçma derken, aynı cevap
sevdiğin hocaların kitaplarında da vardır. Fazla
düşünülmeden verilmiş bir cevap. Aynı zamanda mantığa da
uygun. Bizim kaynağımız Kur'an ve sünnettir. Ayrıca çok
değerli alimlerimizin akaid kitaplarıdır. Akaid kitaplarında
"Azrail" tarif edilirken "Azrail ölüm meleklerinin başıdır"
diyerek tarifi yapılmıştır. Öyle olunca onun emrinde görevli
meleklerin olduğunu anlıyoruz. Mikailin emrinde görevli
melekler vardır, tabiat olaylarıyla ilgilenir. İsrafilin emrinde
de görevli melekler vardır. 1197[80]

62- Sonra onlar gerçek mevlalari olan Allah'a döndürülürler.


İyi bilinki hüküm ona aittir ve O hesap görenlerin en
çabuğudur,
"O hesab görenlerin en süratlisidir." Yani insanların
hesabını çabucak görüverir diyor Allah (c.c). Bu dünyada da
muhasebeciler vardır. Özellikle maliye muhasebecileri. Ama
onların işi bazen zor bazen de kolay olur. Anlaşmaya bağlı
bir iş. Ama Allah'ın (c.c.) hesabında öyle birşey yok. "Mal
fayda vermiyor evlad, ordular da fayda vermiyor." Şefaat
yok, arzu yok, hiçbir şey yok. Şefaat yok derken kâfirlerin
şefaatçisi yok. Yoksa ayete'l-Kürsiyde okuduğumuz
"rabbimin izin verdiği insanlar imanlı insanlara şefaat
edecektir. 1198[81]

63- Deki: "Gizlice yalvarıp yakararak "eğer bizi buradan


kurtarırsa elbette biz şükredenlerden olacağız" diye O'na
dua ettiğinizde karaninve denizin karanlıklarından sizi kim
kurtarır?"
Eskiden olduğu gibi şimdide denizin ortasında gemiler
1197[80]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/58-60.
1198[81]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/60.
giderken bazen ay doğmaz, yıldızlar doğmaz, her taraf
korkunç karanlık, özellikle de okyanusun ortasında kalmış
bir gemi, dalgalarda en son haddine varmış gemiyi beşik
gibi sallayıp duruyor. Batmak üzeredir. Böyle bir esnada
gemiler "S.O.S." gönderir. İmdat sinyali gönderirler.
İmdatta gelmez. Derken Allah'tan başka dua edecek kimse
kalmaz. Kaptan aman uşaklar balta getirin, kova getirin,
halat getirin derken kullanılacak bütün çareler bitince ne
getirelim efendim deyince Salavat getirin demiş. Ayette ona
işaret ediyor. Yani denizde veya karada karanlıklar
içerisinde bela ve musibetlerle karşılaştığınızda duaya
yöneldiğinizde Allah'tan başka sizi kim kurtarır?
Arap hurmanın tepesine çıkmış en uç noktasına varmış
geriye inememiş. Cemel gurban, Cemel gurban diyerek
bağırırmiş. Cemel deve demektir. "Yarabbi buradan
sapasağlam aşağıya birinecek olursam kıymetli devemi
keseceğim" demiş. Neyse uğraşarak inmiş. İnincede Cemel
mafiş demiş kaçmış adam. Bunlarda Yarabbi eğer buradan
bizi bir kurtaracak olursan sana şükredenlerden oluruz"
diyorlar. Ama insan tekrar rahata kavuşunca eski
sıkıntılarını unutuveriyor bu normaldir. Günlük hayatımızda
da bununla karşılaşırız. Şu işim şöyle olursa bir kurban
keseyim diyor adam ama o iş olduktan sonra işe boş veriyor.
Biz bunu şuradan anlıyoruz. Hocam benim 10 sene önceden
bir adağım vardı. Hemen kesmem gerekiyor mu? diyor.
Bizde yok ömrünün sonuna kadar kesebilirsin diyoruz. O iş
öylece gidiyor. Halbuki o esnada bundan kurtulur kurtulmaz
kesecekti. Ama hala kesmedi. Gerçi bunda art niyetli değil
ama bugün olmazsa yarın diyerek işi götürüyor.1199[82]

64- Deki: "Ondan ve bütün sıkıntılarınızdan sizi Allah


kurtarır. Sonra siz yine Allah'a ortak koşarsınız." 1200[83]
1199[82]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/60-61.
1200[83]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/61.
65- Deki: "Sizin üstünüzden ve ayaklarınızın altından
üzerinize azap göndermeye, sizi partilere ayırmaya,
birbirinize acıyı tattırmaya gücü yeten O'dur." Bak,
anlasınlar diye ayetleri nasıl açıklıyoruz.
Üzerimizden bir bela gelecek, bir ateş yağacaksa, bir azab
gelecekse onu yapacak olan Allah (c.c.) dır. Allah buna
kadirdir. Veya ayaklarınızın altından bir bela ve musibetin
gelmesi gibi ki Allah buna da kadirdir. Mesela ayağınızın
altındaki toprağın kayıp yok oluvermesi gibi. Toprak
kayması, zelzele ve depremler ayağımızın altından gelen
azabîardır. O'dur bunları yapmaya kadir olan.
"Yelbise" karıştırmak demektir. Hak ile batılı birbirine
karıştırmak. "Lebise" giydi manasınadır. Grublaşmayı size
giydiren yani grublaşma elbisesini size giydiren O'dur.
Yukarıda bu ayet-i kerime ile ilgili hadis vermiştik. 1201[84]
Peygamber efendimiz "Allah'a dua ettim ikisini kabul etti
birini kabul etmedi. Onlar,
1- Ümmeti Muhammedin toptan suda boğulması
olmayacaktır.
2- Topyekün kıtlıkla da yok olmayacaktır.
3- Fakat bu ümmet arasında grublara ayrılma ve birbirlerine
azabı
tadtırma olacaktır. Rabbim bu duamı kabul etmedi" diyor
Peygamber efendimiz (s.a.v.) Ama en kolayıda budur
diyerek işaret etmiş. Yani insanlar akıllarım başlarına alacak
olurlarsa bu belayı defetme imkanı vardır anlamında "en
kolayıda budur" diyor.
Günümüzde müslümanların arasındaki olan bu değildir.
Günümüzdeki "cı" ile biten grublar birbirlerine azabı
taddıncı değiller. Yani birbirlerine harb ilan etmiş değiller.
Kanlarına ve mallarına kastedmiş dururnda da değiller.

1201[84]
Bak: En'am 55
Bunlar hizmette birbirleriyle yarış ediyorlar. Çeşitli
kanallardan, çeşitli metodlarla herkes kendi doğrultusunda
aynı adrese doğru yürüyorlar. Biz herkesi kendimiz gibi
yapmak isteriz. Hatamız hurdadır. Halbuki hiçbirimiz tip
olarak benim gibi değildir. Güç olarakda benim gibi
değildir. Herkes benim gibi olmuş olsa dünya batar bu
yanlıştır. Rabbim madem akıllarımızı, bedenlerimizi ayrı
yaratmıştır. Öyleyse bu ayrı kabiliyetlerde ayrı hizmetler
geliştirecektir. Ama hepsinin adresi aynı olacaktır. Aynı
yere doğru yürüyorlarsa bu ayrılık sayılmaz. Nasıl ki biz
birbirimize farklı olmamıza rağmen ayrıyız diyormuyuz.
Yani sen ayrısın insan değilsin, ben ayrıyım insan değilim
demiyoruz. Madem ki insanız burda birlikteyiz. Ama
şekillerimiz ayrı. Bu gün için müslümanlarında grublara
ayrılmaları aynı şekildedir. Mesela askeriyede hava
kuvvetleri, kara kuvvetleri, deniz kuvvetleri, zırhlısı,
piyadesi hep birlikte fakat ayrı yöntemlerle savaş yapıyorlar.
Hedef düşmanı yenmek ama yöntem farklı farklı. Kimisi
havadan, kimisi karadan.
Türkiye'deki ve dünyadaki, müslümanlar hizmette
ayrılmışlar. Birisi üniversiteye sahip çıkmış, diğeri Kur'an
kurslarına sahip çıkmış, birisi de camilere sahip çıkmış. Bir
başkası da "yok canım bunların hiçbirisiyle olmaz, bu iş
dergi çıkarmakla olur" demiş, ona sahip çıkmış. Bir diğeri
de bu iş siyasetle olur demiş. Hepsinin ki doğru. Hepsi
organizeli hareket etseler istedikleri adrese doğrudan
varıverecekler.
Böyle çalışmalarının birçok faydalarından birisi şu. Adam
bir bakıyor ki binlerce çalışan var. Bunların hepsini karşıma
alacak olursam bunlar beni döverler. Ne yapayım? Bunların
içinde en faal olanı döveyim. En faal olanı döverken
öbürüne de fırsat vermesi gerekir. Ki oda öbürüne imkânlar
veriyor. Bazen şöyle bir itirazlar karşılaşıyoruz. "Hocam
falanca grub devletten şöyle yardım alıyor böyle yardım
alıyor diyor. Zaten ona o fırsatı vermese berikini dövme
imkanı olmazdı. Yarın ileride onu dövecek, fırsatı sana
verecek. Yalnız biz hepimiz uyanık olmalıyız. Hepsiyle
hizmet olur. Ben dergi çıkartırken, gazete çıkarana engel
olmamalıyım. Yurt işi yaparken, bu iş dergi almama mani
değildir. Bu işleri yaparken, siyasetle uğraşana yardım
etmeye bu işler mani değildir. Yani insan bir iş yaparken
öbürüne de yardım etmeye o yaptığı iş mani olmuyor. Bütün
bunları beraber yürütüverdikmi istenen adrese varmamız
daha kolay olur. . 1202[85]

66- O' gerçek olduğu halde kavmin onu yalanladı "ben size
vekil değilim" de. Madem ki yalanlıyorsunuz Allah'ın
azabımda tadacak olan sizsiniz, yarın Rabbimin huzuruna
varıpta sizi koruyucu görevinede sahip değilim. 1203[86]

67- Her haberin gerçekleşeceği zamanı vardır. Yakında


bileceksiniz.
Yani Allah'ın peygamberi kitabıyla gelip size "öleceksiniz
öldükten sonra bir kabre gireceksiniz, kabirden sonra sonsuz
bir hayata başlayacaksınız, o hayatta şu tip zararlara
uğrayacaksınız, cehennemin ateşine duçar olacaksınız"
diyor. Siz iman etmediğiniz gibi kabulde etmiyorsunuz.
Ama her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır. O zaman
gelecek siz de yaptıklarınızın karşılığını göreceksiniz. 1204[87]

68- (Eğlenmek için) ayetlerimize dalanları gördüğün zaman,


onlar bir başka söze dalıncaya kadar onlardan yüz çevir.
Eğer şeytan sana unutturacak olursa hatırladıktan sonra o
zalim toplumla beraber oturma.
İmansızlar bir araya gelip Allah'ın ayetlerini çekiştiriyorlar,

1202[85]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/61-63.
1203[86]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/63.
1204[87]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/63.
inkâr ediyorlar, tevil ediyorlar, dalga geçip alaya alıyorlar,
yanlış manalar vererek yönlendirme faaliyeti içerisine
giriyorlarsa onlardan yüz çevir diyor Allah (c.c).
Bu konuda daha önce bir ayeti kerime geçmişti. Orada biraz
daha şiddetli bir ifade var. "Eğer onların yanında kalır,
onların söylediklerini gönül rahatlığı ile dinleyecek
olursanız siz de onlar gibi imansız olursunuz.Bir yerde, bir
salonda, bir dairede her hangi bir makam veya mevki de
bulunuyorsunuz. Derken orada bazı etkili ve yetkili kişiler
Allah'ın ayet-leriyle "yahu Kur'an-ı Kerim de şöyle bir ayet
varmış ha ha" diyerek dalga geçiyorlarsa gücünüz yetiyorsa
engelleyiniz. Eğer gücünüz yetmiyorsa yapılacak iş hemen
oradan ayrılmaktır. Efendim öyle bir yerki ayrılmak
mümkin değil, o zaman gönülden buğz etmek gerekiyor.
Ayrılmak nasıl mümkün olmaz. Şöyle ki adamı hapse
atmışlar, hapiste de imansızla aynı hücrede kalma
mecburiyeti var. Kapılar kilitli gidecek yer yok. Hergünde
Allah'ın ayetleriyle dalga geçiyorlar. Orada yapılacak olan iş
gönülden bu işe katılmadığını bilerek, kızarak "Yarabbi
gücüm yetmiyor" diyerek razi olmadığını ifade ederse
mesuliyetten kurtuluyor.
"Eğer şeytan sana unutturacak olursa hatırladıktan sonra o
zalimlerle beraber oturma." Çünkü sende o zalimlerden
oluverirsin diyor Allah (c.c). 1205[88]

69- O kâfirlerin hesabından sana bir sorumluluk yoktur.


Ancak Allah'dan sakınmaları için bir hatırlatmadır.
Müttakilere kâfirlerin hesabından bir şey yoktur. Siz
görevinizi yerine getirir, "bakınız yaptığınız iş yanlıştır, ve
siz bununla dalga geçiyorsunuz günaha giriyorsunuz" gibi
uyarılarınızı yaptıkdan sonra Allah'ın onlara vereceği
cezadan sizin hesabınıza bir şey yok. 1206[89]
1205[88]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/63-64.
1206[89]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/64.
70- Dinlerini oyun ve eğlenceye alan ve dünya hayatının
kendilerini aldattığı kimseleri kendi hallerine bırak ve her
insanın yaptığının, kendisini helak etmemesi için Kur'an-la
hatırlat Allah'tan başka dost ve şefaatçi yoktur. Günahlarına
karşılık olarak hiçbir şey alınmaz. Onlar yaptıklarından
dolayı helak olmuşlardır. Onlar için kâfirlikleri sebebi ile
kaynar sulardan içki ve elim bir azap vardır.
Adam dünyaya dalmış, dünyaya aldanmış Allah'ın
ayetlerine, Allah'a, ahirete hiç önem vermeyen bu tür
insanları bırak.
Adam dünyaya dalmış gidiyor. Bu kazandığı yüzünden bari
helak olmasın. "Be adam, ev alıyorsun, bu ev senin üzerine
yarın ahirette ateş olur. Çünkü haramdan, soygundan,
rüşvetten, faizden alıyorsun sen bunu. Kendi kazancın
kendine ateş olacak" diye hatırlat,
Rabbimin "kişinin yaptığının kazandığının kendisini helak
etmemesi için ona hatırlat" diyor. Yani "şu boğazından
geçen lokma senin aleyhine oluyor. Çünkü bunda mazlumun
, yetimin hakkı var. Haksız yere elde etmişsin. Alın terin
yok senin bu işte. Ve sen karnını doyurmuyorsun bilakis
karnına ateş dolduruyorsun, cehennemini kendin
hazırlıyorsun" diye hatırlat.
Bazı insanların dini konulara girmemelerinin sebeblerinden
biriside budur. "Yahu karıştırma bunu" filan diyor adam.
Adamın karnı haramdan doymuş derken siz "cehennem
vardır, haram yiyenler yarın kıyamette yanacaktır" dediniz
mi, adamı içinden bir ateş alı veriyor. "Yahu karıştırma bu
işleri, ağzımızın tadını bozmayalım" diyor adam.
Cehennemi anlatan ayeti kerimeler, gözümüzle
görmediğimiz den dolayı bizi pek etkilemiyor. Ama kibritin
alevine kibrit sönünceye kadar parmağımızı tutamıyoruz.
Halbuki efendimiz (s.a.v.) "Cehennemden bir damla yere
düşse insanlar pis kokusundan yaşayamazlardı" diyor.
Böylesine korkunç dehşetli bir yer ve oranın kaynar
sularından- bunlarda normal su değil. Tefsirlerde ifade
edildiğine göre yanmış insanların irin gibi pisliği- onlara
içirilir. Tabi bunlar tanıtılırken bizim bildiklerimizden örnek
veriliyor. Yoksa bunlar değil. Bu dünyanın irini ve kanı
kaynatıldığında cehenneminkinin yanında hiç kalıyor. Ama
bizim bildiklerimizden hareketle rabbim size orayı tanıtıyor.
Bir ayet-i kerimede de "zakkum ağacından yiyeceklerdir"
diyor. Gerçekten zakkum değildir. Orayı anlatmak için bu
dünyada bilinenlerden hareket ederek anlatılıyor. Bilenleri-
niz vardır. Zakkumun bir yaprağını çiğnemek mümkün
değildir. 1207[90]

71- Deki: "Biz, Allah'tan başka bize fayda ve zarar


veremeyenlere mi yalvarahm? Arkadaşlarının "bize gel"
diyerek hidayete çağırdığı halde şeytanların sapıtması ile
yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşan kişi gibi, Allah bize
hidayet verdikten sonra topuklarımız üzerine gerimi
dönelim." Deki: "Yol Allah'ın yoludur. Biz alemlerin
Rabbine teslim olmakla emrolunduk".
Allah'tan başka şu fayda ve zarar vermeyen şeylere dua
eder, onlara çağıracak olursak Allah'ın verdiği bu hidayetten
sonra ökçesinin üzerinde seriye dönüverenler gibi oluruz.
Bunu Allah (c.c.) burada bir misalle an-Tatıyor. "Bir adam
arkadaşları ile beraber çölde yolculuk yapıyor. Derken
yoldan biraz sapmış. Çölde de yol en büyük nimettir. Su ve
yol çölde en önemli nimettir. Yolu bir kaybettin mi her taraf
birbirine benzer. Öyle bir esnada yolunu kaybetmiş bir
adama arkadaşları bağırıyorlar. Yahu Ali, Ahmet gel bu
tarafa. Ama o şaşkın adamın kulağına başka seslerde geli-
yor. Şeytanlar, şeytan gibi adamlarda "yahu yol bu
taraftadır" diyerek onlarda bağırıyorlar. İslama girdikten

1207[90]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/64-65.
sonra "bu tarafa gel, bu tarafa gel" diye bağrışma, çölde
kaybolmuş insana şeytanların "bu tarafa gel" diye ba-
ğırmaları gibidir diyor Allah (c.c.).
Günümüzde basın yayın yoluyla imanımızın önüne geçmek
için bağıran adamlar aynen onlar gibidir. Şeytan gibi
bağıran adamlardır. Ama Rabbim bir şeye dikkat çekiyor.
"Onların sesi kimin kulağına gider? Şaşkının kulağına
gider" diyor. Ama gerçekten iman etmiş ve imanı yolunda
emin adımlarla yürüyen adama onun sözlerinin hiçbir etkisi
yoktur. Onlara kulak vermiyor. Rabbim burada "Hayran"
kelimesiyle "şaşkın adama" çağırıyorlar diyor. Bir tarafta
arkadaşları "İ'tina" "gel bize" diyorlar. Öbür tarafta
şeytanlarda "bu tarafa gel, bu tarafa gel" diye bağırıyorlar.
Allah böyle bir misalle anlatmış.
"Siz beni Allah'tan başka putlara çağırıyorsunuz, Allah'ın
hukuku varken başka hukuklara çağırıyorsunuz sizin bu
çağırmanız şaşkın adamı şeytanların çağırması gibidir. Ben
imandan sonra küfre mi döneyim" diyor Peygamber
efendimiz (s.a.v.). Tabi bunları peygamber efendimizin
dilinden bizim dememiz gerekiyor.
"Biz alemlerin Rabbine teslim olmakla emrolunduk." Yoksa
alemin içinde yaşayan bir adama teslim olmak için
emrolunmadık. Allah (c.c.) Peygamber efendimize (s.a.v.)
böyle demesini emrediyor. Tâbi ki bizede emrediyor. Bizde
"Alemlerin Rabbine teslim olmakla emrolunduk" diye-
ceğiz. 1208[91]

72- Namazı dosdoğru kılın ve ondan sakının (diye


emrolunduk). Onun huzurunda toplanacaksınız.
O'na teslim olacaksınız, O'na namaz kılacaksınız, O'ndan
sakınacaksınız. Neden? Çünkü O'nun huzurunda
toplanacaksınız da ondan. O'ndan geldiniz, O'na dönüş

1208[91]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/65-66.
yapacaksınız. Öyleyse bu yolculuk esnasında O'nun
emirlerini yerine getirmek gerekiyor.1209[92]

73- Gökleri ve yeri hak ile yaratan O'dur. Ogün O' "ol" der
oluverir O'nun sözü gerçektir. Sûra üfürüldüğü gün mülk
yalnız onundur. Gizliyi de açığıda bilendir O' Hakimdir,
herşeyden haberdardır.
Dört melekten biride İsrafil (a.s.) dır. "İsrafil" Kur'an-ı
Kerim de isim olarak yoktur, ama peygamber efendimizin
hadisi şerifinde vardır. Burada "Sûra" üfüren manasında
kullanılmıştır. Biz ona "İsrafil" diyoruz.
Birinci üfürmede bütün insanların öleceği, ikinci üfürmede
topyekün insanların yok olacağı, üçüncü üfürmede de
insanların kabirlerinden mahşer yerine toplanacağını akaid
kitaplarımız bize haber vermektedirler.
"Sûr' nasıldır? Bilemiyoruz. Peygamber efendimiz bize tarif
etmeye çalışmış. Onun elinde bir boru vardır. Ve o borunun
bir boğumu, yerle gök kadar büyüklüğünü ifade eden
efendimizin sözleri vardır. Büyüklüğünü ifade ediyor.
Yoksa fotoğrafı çizilmiş, filan maddeden yapılmış gibi bir
ifadeyle tarif edilmiyor. Ama şuna inanıyoruzki "Sûra"
üfürülecektir. Bu ayet-i kerimeyle sabittir.
Ayrıca tefsircilerimiz, buradaki "Sûr" dan maksat "suret"
kelimesinden türemiş bir kelimedir ki insan vücududur,
insan suretidir demişlerdir. Ona göre "O günde bütün
cesedlere üfürülür" yani cesedlere can gelir manasını da
vermişlerdir.1210[93]

74- Hani İbrahimin babası Âzere1 "putları ilahlar olarak mı


kabul ediyorsun? Şüphesiz ben, seni ve kavmini apaçık bir
sapıklık içînde görüyorum" demişti.
Allah (c.c.) burada İbrahim (a.s.)'ın babasına ve
1209[92]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/66-67.
1210[93]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/67.
etrafındakilere, Allah'ın (c.c.) varlığını ve birliğini isbat
konusunda uygulamış olduğu akli ve mantıki delilleri bize
Öğretiyor.
"Hani İbrahim babasına demişti." Babası "Azer'e" demişti.
Tefsirlerde de babasının adı Azer olarak geçmekte ve
babasının put yapımcısı olduğu bildirilmektedir. O günün
kralı olan Nemrud'un putunu yapan ve meydanlara diken bir
sanatçıdır. Zalim, kâfir puta tapan bir devlet başkanın put
yapımcısı olursa bir adam, o adamın dünyalığıda iyi olur.
Yani köşeyi dönmüş olur. Put yapmaktan köşeyi dönmüş
olur. Böyle bol imkanlar
içerisinde yaşamış İbrahim (a.s.). Babasının zenginliği
içerisinde bir eli yağda, bir eli balda yaşarken Allah (c.c.)
O'nu peygamber olarak seçiyor ve kendisine Cebrail
vasıtasıyla peygamberliğini bildiriyor ve görevlendiriyor.
Böyle bir insan (İbrahim a.s.) peygamber olarak
görevlendirilecek olursa ilk yapacağı iş en yakınından
başlamaktır. Peygamber efendimize de Allah (c.c.) "en
yakın akrabalarını, kavim ve karındaşlarını sakındır
cehenneme gitmelerine engel ol, bu yolun cehenneme
gittiğini duyur" diyor. Önce yakınlar, sonra kabile, sonra
Mekke ve daha sonra bütün dünya insanına bu tebliğini
duyur diyor Allah (c.c).
Burada da İbrahim (a.s.) en yakınından yani babasından
başlaması bildirilince İbrahim (a.s.) diyor ki "sen ilahlar
olarak putlar mı ediniyorsun." Yani Allah'tan başka ilahlar
ediniyorsun diyor İbrahim (a.s.) babasına. Burada İbrahim
(a.s.) 'İlah" demiyor "İlahlar" diyor.
"Ben seni ve senin etrafındakileri, sana uyanları apaçık bir
sapıklık içinde görüyorum" diyor İbrahim (a.s.). Bu ayet-i
kerime'nin tefsirinde alimlerimiz; biraz ayeti ve hadisleri
tevil ederek, İbrahim (a.s.) gibi bir peygamberin kâfir bir
babadan gelemeyeceğini ifade ederek burada kastedilen
babası değildir amcasıdır demişlerdir. Çok iyi niyetli
müfessirlerimizden de bunu diyenler var. Yani İbrahim
(a.s.) babası kâfir put yapımcısı değildi. Ama ayette
"babası" diyor. Olsun. O zaman arablarda özellikle büyük
amcayada "baba" deme geleneği vardı. Ondan dolayı Allah
(c.c.) amcasını baba olarak göstermiş diyorlar. Ama bu
manaya biraz zorlayarak gidilmiştir. Böyle anlamak isteyen
bir alimimize ve müminimize biz "gavur oldun" demeyiz.
Çünkü biraz zorlamaylada olsa böyle tevil etmekte
mümkün. Fakat Allah'ın bize bildirdiği ayetten doğrudan
anladığımız ve sahabeninde anlayışından bildiğimize göre
bu İbrahim (a.s.)'m babasıdır. Zaten "Eb" kelimeside %99
baba için kullanılır. Öyle olunca burada müfessirlerimizin,
sahabenin ve tabiinin çoğunluğu İbrahim (a.s.)'ın babasıdır
diyorlar.
Aynı mantıktan hareketle peygamber efendimizin (s.a.v.)
babasının ve annesinin müslüman olduğunu savunan
alimlerimiz vardır. Saygı duyarım. Mesela Celaleddin
Suyuti'nin bu konuda uzunca bir makalesi vardır.
Peygamber efendimizin annesinin ve babasının müslüman
olduklarını açıklayan bir makale. Ama tevil ederken epeyce
zorlanmıştır. Bizde de ibn Kemal'in (Osmanlı'nın değerli
alimlerinden) bu konuda bir makalesi vardır. O da
peygamber efendimizin anne ve babasının müslüman olduk-
larını savunuyor. Fakat ayet ve hadislere dayalı hareket eden
ilim adamlarımızın çoğunluğu bunu reddetmektedir. Ayet
ve hadislerden delil getirerek müslüman olmadıklarım
öldükten sonra yani (peygamber efendimizin Anne ve
Babası vefat ettikten sonra) onlar için tebliğ durmuştur diye-
rek, bu işe karşı gelmişlerdir. Celaleddin Suyuti ise şöyle
demektedir. Peygamber efendimiz Rabbime dua etti, onları
kabirlerinde Allah diriltti, peygamberimiz onlara "anne-baba
ben peygamberim kabul ediyormusunuz" dedi onlarda kabul
ettiler. Böylelikle müslüman oldular" diyerek onları
müslüman yapmağa uğraşıyor.
Bu ayet-i kerimede de münakaşalar ve ihtilaflar var, ama biz
sahabeye tabiine ve o yolda giden imamlarımıza uyarız.
Onlar diyorlar ki: Ayet bize doğrudan "baba" kelimesini
söylüyor. Babası Azer'e "baba putları ilah mı ediniyorsun
seni ve sana uyan toplumu yani bu milleti ben apaçık bir
sapıklık içerisinde görüyorum" diyor İbrahim (a.s.).
Bir alimimiz karşı gelirken şöyle diyor. "Efendim babaya
karşı biraz saygılı olmak gerekir. Burada İbrahim (a.s.)
babasına biraz azarlayıcı bir ifade kullanmıştır" diyor. Ama
bu doğru değildir. Kur'an-ı Kerimde anne-babaya iyilik
yapılması gerektiğini ama şirk içerisinde olmayı istedikle-
rinde ise onlara uyulmaması gerektiğine dair ayet vardır.
Çocuğunda babasını uyarmak görevdir. Özellikle
peygamber en yakınından başlayacaktır. Peygamber
efendimizde en yakını olan amcası Ebu Talib, Ebu Leheb ve
diğer amca, hala, dayı ve teyzeleri ile ilgilenmiş, müslüman
olmaları için çok gayret etmiş. Olanlar olmuş, ama Ebu
Leheb gibi müslüman olmadan ölenler de olmuş. Ebu Talib
gibi gönülden olmayı isteyipte bir türlü olamamış insanlarda
olmuştur. 1211[94]

75- Böylece biz İbrahim'e göklerin ve yerin melekütünü


gösteriyoruz ki böylece yakinen iman edenlerden olsun.
Yani İbrahim (a.s.) yeryüzüne bakıyor; insanlar, çiçekler,
böcekler, taşlar, kuşlar, kâfirler, zalimler. Gökyüzüne
bakıyor, güneş, ay, yıldız. Bunların hepsi Rabbimin
koyduğu kanunlar içerisinde dönüp duruyorlar.
Bu Rabbimin saltanatını görmektir. Hani Hz. Ali (r.a.)
diyorya,. "gördüğüm herşeyde Allah'ın ilmini ve kurdetini
görüyorum ben" Yani gözümü açtığımda ilk olarak Allah'ın
gücünü, Allah'ın saltanatını görürüm Allah'ın ilmini
görürüm diyor.

1211[94]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/67-69.
"İşte böylece biz İbrahim'e gösterdik" diyor Allah (c.c.)
Demekki şuanda bizim görmüş olmamız bize Rabbimizin
bir lutfudur. Müslüman olmamız, olayları İslamca tevil
etmemiz, İslam'a göre yorumlamamızda Rabbimin bize bir
lutfudur. Onun için hamdü sena etmek gerekmektedir.1212[95]

76- Gece olunca bir yıldız gördü "İşte Rabbim" dedi. Fakat
yıldız batınca "Ben batanları sevmem" dedi.
Gece karanlığı bastırınca İbrahim yıldızı gördü gökyüzünde!
"Cenne" gizlenmek manasına gelir. Mesela "Mecnûn" aklı
gizlenmiş kişi manasına gelir. Yani deli olur. "Cinn" aynı
kökten gelir. "Gizlenmiş şey" manasına gelir. Deliye de
"Mecnûn" denmesinin nedeni, kişinin aklının yok ol-
masından dolayıdır.
Burada da "gece karanlık basınca yani aydınlık
gizleniverince, İbrahim (a.s.) yıldızı gördü. Dedi ki "işte
benim rabbim." Çünkü etrafındaki Babilliler yıldıza tapan
insanlardı. (İbrahim'in a.s.) karşılaştığı insanlar, yıldıza
tapıyor. Yeryüzündeki putlar yıldızları temsil ediyorlar.
Oğlak burcu, yay burcu gibi heykelleri de o türden şeyler.
Veya tapındıkları Nemrud'un heykeli ama daha ziyade
yıldıza tapınma hakim. Onun için misalide gökyüzünden.
Çünkü yeryüzündekilere insanın gücü yetince ilahlığı biraz
düşüyor. Yani bir ağaca Rabbim dese, adam, başka bir in-
sanda o ağacın tepesine çıkıyor, böylece Rabbinin tepesine
çıkmış oluyor. İlah biraz hafife alınmış, dolayısıyla
küçülmüş oluyor. Ama yıldıza erişmek mümkün değil.
Onun için Nemrud da demişki işte bizim ilahımız,oradan
bizi aydınlatıyor. Ben isteyince oluyor, istemeyince
olmuyor.
"Ne zaman ki yıldız batınca İbrahim (a.s.) dedi ki "ben öyle
batanları sevmem" Madem ki ilahtır dursun orada. Onu bir

1212[95]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/69-70.
başkası hiç itemesin. Eğer biri itiyorsa onu arayalım
bulalım, Ey ahali bundan ilah mı olur? diyor. 1213[96]

77- Ayı doğarken görünce "İşte Rabbim" dedi. Ayda batınca


"Rabbim bana yol göstermezse bende sapıtan milletlerden
olurum.
"Ayın doğduğunu görünce "benim Rabbim bu haa" dedi.
Onlar dediler ki "yahu madem yıldıza inanmıyorsun zaten
yıldızda küçük görünüyor, bunada mı inanmıyorsun" O da
"benim rabbim bu haa" diyor. O da batınca, eğer bana
rabbim yol göstermeyecek olursa bende sapıtmış top-
lumlardan olurum diyor İbrahim (a.s..) Yani bunu
reddediyoruz, sizin ta-pindıklarınızı reddediyoruz ama birde
yol göstermek gerekiyor. Rabbim burada bize dikkat
çekiyor. Hani kelime-i Tevhid de ne yapıyoruz biz? Lailahe
illallah. "Lailahe" dedikten sonra durmak yasak. Hemen
peşinden illallah" diyoruz, "ilahlar yok Allah vardır"
diyoruz. Burada da aynı. İnsanların gözlerinin önünde
ilahlarını, putlarını yıkıyorsunuz fakat yerine bir şey
koymuyorsunuz. Yaptığınız iş doğru değildir. Bomboş
gezen bir adamın hiçbir yere bağlanmamaktan taşa
bağlanması iyidir. Imansızıda bir taşa bağladığınızda hiç
olmazsa evirip çevirmesi kolay olur. Burada İbrahim (a.s.)
"Rabbim bana hidayeti vermezse yani doğru yolu göster-
mezse bende sapık toplumlardan olurum" diyor. Yani bende
aslında sizin gibi bir insanım. Fakat Rabbim bana
yol.göstermiştir. Yıldızı, ayı, yaratanın kendisinin olduğunu
bana bildirmiştir. Eğer bildirmemiş olsaydı bende sizin gibi
olurdum diyor. 1214[97]

78- Güneşi doğarken gördüğünde "İşte Rabbim" "Bu en


büyük" dedi. Güneşde batınca "Ey milletim ben sizin ortak
1213[96]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/70.
1214[97]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/70-71.
koştuklarınızdan uzağım" dedi.
"Güneşin doğduğunu görünce bu benim ;Rabbim haa" dedi.
Bu daha büyük. Yani yıldızlardan ve aydan da büyük. Bu
ilmi verilere ters değildir. Çünkü yeryüzünden bakıp
tapınanlann mantığına göredir. Rabbim Kur'an-ı Keriminde;
İbrahim'in kavmine "güneş yıldızdan daha büyük" dediğini
bildiriyor. Bu günkü ilim adamlarının vermiş olduğu
rakamlar doğrultusun da değil. Yeryüzünden bakıp ona
tapan yıldıznameye göre hareket eden insanlara göredir.
Öyle ya bizde yeryüzünden baktığımızda ay yıldızlardan
büyük. Ama ilim adamları diyor ki öyle yıldızlar var ki
binlerce "Ay"ı içine koyverseniz kaybolur gider içinde.
Aydan çok büyük olanlar var. Hatta öyle yıldızlar varki bir
güneşi değil binlerce güneşi içi^ ne atıverseniz koybolacak
yıldızlar var diyor ilim adamları. Öyle olunca
bu ayet-i kerimdeki büyüklükten kasıt buradan
(yeryüzünden) bakıp yıldıza, aya, güneşe tapan insanların
mantığına göredir. Aynı şekilde insanlara tebliğinizi
götürürken onun mantığını bilmeniz gerekmektedir. Onun
inandığı şeyleri bilmeniz gerekiyor ve onun kullandığı
mantık silsilesini cok iyi bilmeniz ve ona göre hareket
etmeniz gerekiyor. Burada İbrahim (a.s.) babasına
konuşurken ayrı, topyekün halka konuşurken ayrı, birde
ncmrudla konuşurken ayrı ifade kullanmış. Neden?
Ncmrud'un kültür seviyesi başka, elindeki imkanlar başka ,
halkın kültür seviyesi başka, babasının kijltür seviyesi bir
başka. Bizde insanlara hitap ederken kendi bildiğimizi
banttan okur gibi okumayacağız. Adamın gözünü, kaşını,
anlayıp anlamadığını, dinleyip dinlemediğini de kontrol
ederek, konuştuğumuzdan zevk alıp almadığını da hesaba
katarak konuşmamız gerekiyor.
Yusuf (a.s.) da, yanındaki putperest insanlarda yani devlet
başkanının hizmetinde bulunan insanlar herhangi bir suçtan
dolayı hapse girmişler. Yusuf (a.s.) la aynı yerde yatıyorlar.
Onlara diyorki; "Aynı ücrete bir patrona çalışmak mı daha
iyidir, yoksa bir kaç patronla çalışmak mı?" Tabii ki tek
patronun işinde çalışmak demişler. Adamın işi belli, onu
yaparsın bitirirsin. Diğeri türlü ise birisinin işini bitirmeden
diğeri "gel lan buraya bakayım" der. O bitmeden diğeri
çağırır. Darmadağın oluyorsun. Vücutda, akılda hepsine
dağılıyor. İşte diyor çeşitli ilahlara tapmak, yer tanrısı kabul
etmek, gök tanrısı kabul etmek (o günün devlet makamımda
dikkate alarak) efendim başbakanın emrini mi dikkatle
alalım, cumhurbaşkanı-nınkini mi dikkate alalım, firavuna
mı uyalım, avanelerine mi uyalım yoksa bir tek Allah (c.c.)
a mı uyalım derken o mısır kiptîsınin, komutanının ve devlet
başkanının emrinde çalışan insanlara hitap ederkende on-
ların durumunu itibara almıştır.
"Güneşte batınca dedi ki "ey benim milletim ben sizin şu
tapmakta olduklarınızdan uzağım. Bir başka yerde Allah
(c.c.) İbrahim (a.s.) ve ona iman edenleri bize örnek olarak
gösteriyor. "İbrahim'de ve İbrahim'e iman eden insanlarda
sizin için örnekler vardır" diyor. "Hani onlar milletlerine
demişlerdi ki: Biz sizden ve sizin tapmdıklarınızdan uzağız.
Ta ki iman edinceye kadar iman ederseniz sizinle beraberiz"
(Mümtehine 4) diyor. İbrahim (a.s.) ve ona iman edenler.
Burada "Taptıklarınızdan uzağım", O ayet-i kerimede ise
"hem taptıklarınızdan yanı kralınızdan, kanun
koyucunuzdan uzağız, hem de sizden uzağız. Çünkü onu
putlaştıran o hale getiren sizlersiniz" diyorlar. Bunu dedik
yeterli mi? Hayır. Bu güne kadar tefsir derslerini takib
edenler bilir. Kur'an-ı Kerim imansızın mantığını ve
kötülüğünü ortaya koyduktan sonra mü'minin ne yapması
gerektiğini de hemen anlatır. Günümüzde gayreti diniyyesi
yerinde olan birçok kardeşimiz küfre sövmesini iyi biliyor,
sövüyor, bazısı iyi hicvediyor,bazısı şiirle, bazısı nesirle
küfrü bombardımana tutuyor fakat biz ne yapalım sorusuna
cevap bulmaya fazla ağırlık veremiyor. Art niyet yok.
Yapımız, malzememiz bu. İmansızlığı çok iyi
öğrettiklerinden çok iyi reddetmeye çalışıyoruz. Ama İslam
kültürü bize fazla Öğretilmediğindcn söyleyeceğimiz yok.
Burada İbrahim (a.s.) diyor ki; "Bak güneşinize, ayınıza,
yıldızınıza, kralınıza tapmıyorum ben" ama "ben yüzümü
yeri ve göğü yaratan Allah'a (c.c.) yönelttim. Hiç bir puta
tapınmadan "Hanif'in manası hiç puta tapınmadan"
demektir. Buradan şunu anlıyoruz. İbrahim (a.s.) gençlik
döneminde de puta tapmamıştır. Çocukluk döneminde dahi
bu olmamıştır. Peygamber efendimiz içinde durum aynıdır.
Peygamber efendimizde 40 yaşına kadar o günün putlarına
ve putperestlerine meyletmemiştir. Rabbim onu fıtraten
temiz yaratmış öylece büyütmüş.
Bütün peygamberler hiç şirk pisliğine bulaşmadan büyük
günahlara da yanaşmadan büyümüşlerdir. 1215[98]

79- Şüphesiz ben, hiçbir puta tapmadan yüzümü gökleri ve


yeri yaratana çevirdim ve ben müşriklerden değilim.
Ben müşriklerden değilim. Yani Allah'a ortak koşanlardan
değilim.
Bu ayet-i kerimeyi okuduğumda bir olay aklıma geldi.
Müslüman ol-. duğu konusunda kesin bir bilgi olmayan bir
şahsı vatikan hristiyanhktan afaroz etmiş. Bunu dünyaya da
ilan etmiş. Çünkü bizim aramızda yaşıyor fakat kitaplarında
müslümanlan övüyor diyerek afaroz edilmiş.
Halil Cibran isimli bu şahıs kitabında şöyle anlatıyor.
"Mustafa isimli bir adam şehre geliyor. Şehrin ortasında
yüksek bîr yere çıkıyor ve şehrin insanları etrafına
toplanıyor. Herkes ona birşey soruyor. O da bir veya en
fazla iki sayfalık güzel cevaplar veriyor. Şehrin yargıcı ona
doğru geldi ve kanunlarımızdan bahset dedi. O da dedi ki;
kanun yapan sizler deniz kenarında oyun oynayan çocuklara

1215[98]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/71-73.
benzersiniz. Akşama kadar ellerinizle kumdan kaleler
yaparsınız ama akşamleyin de evlerinize giderken güle
oynaya kalelerinizi kendi ellerinizle kendiniz yıkarsınız.
Kanunları yaparsınız ama ilk çiğneyenlerde sizler olursunuz.
Sizler hayatın yumuşaklığını taşa çevirmiş ve mantık akıl
çekiçleriyle onu kendi mantığınıza göre yontmaya çalışan
insanlarsınız. Ona bir şekil verdikten sonra da insanlar ona
bağlanmaya zorlayan insanlarsınız. "Sizler güneşe sırt
çevirmiş adamlar gibisiniz. Hiç ömründe güneş görmemiş,
sırtı güneşe gelmû adam ne bilir? Güneş deyince adamın
hatırına gölge kaynağı gelir. Çünki hep gölgesini görüyor.
Sizler de hep aklınızın gölgesi olan kanunları gör muşsunuz.
Sonrada gölgesini ölçüp biçen adam gibi kanunlarınıza
şerhle:
yazan adamlarsınız. Ne olur yönünüzü güneşe dönünde
gölge kaynağı değil ışık kaynağı olduğunu görün" diyor.
Ben bunu okuduktan sonra aklıma bu ayet-i kerime geldi.
Belki adamda bu ayet-i kerimeden hareket etti. Fakat
bilemiyoruz. Çünkü arapçayıda bilen bir adamdı.
Amerika'da yaşamış ve bir otel odasında aç ve biilaç Ölmüş.
"Ben yönümü yeri ve göğü yaratan Allah'a yönelttim. Ve
ben müşriklerden değilim" diyor İbrahim (a.s.) Yani sırtını
Rabbine verenlerden değil gönlünü verenlerdendir. Ayette
yüz kelimesi ifade edilmiş, yüz insanın bütün haleti
ruhiyyesini ortaya koyan en güzel azamızdır bizim. İnsanın
eli ve ayağıda birşeyler söyler ama en fazla söyleyende
yüzdür. Yüz içinde yüzdür. Onun için art niyetli insanlar
batıda maske takarlar, gözünden renk vermemek için.
Sahtekar bir adam çok güzel sözler söyleyebilir. Fakat
gözleri onu ele verir. Ama adam gözlerinin kendini ele
Vermemesi için simsiyah gözlük takabilir. Bu arada her
siyah gözlük takan adam sahtekardır anlamı çıkarılmasın
bundan. Batıda bu iş maskelerle yapılıyor. Çünkü göz
yakayı ele veren en güzel azalardan biridir. Yüzde aynı
şekildedir. Yüz bütün vücudumuzu temsil ediyor. Eski
edebiyatımızda kullandığımız zikrü'1-cüz-iradetü'lkül yani
bir şeyin en küçük parçasını zikredip tamamını kasdetmek
gibi. Yani İbrahim (a.s.) diyor ki: "bütün vücudumla
yöneldim." Ama bunu ifade ederkende yüzünü söylemiştir.
Rabbime yüzümü çevirdim diyor. Çünkü yeri ve göğü
yaratan Allah (c.c.) dür. Ve ben müşriklerden değilim. Yani
Allah kanun koyar, Allah'ın yarattıklarıda koyar diyenlerden
değilim. 1216[99]

80- Kavmi onunla münakaşa yaptı. Dediki: "Allah bana


hidayet vermişken Allah hakkında benimle münakaşa mı
ediyorsunuz? Ben O'na ortak koştuğunuz şeylerden
korkmam. Rabbimin dediği şey müstesna. Rabbimin ilmi
herşeyi kuşatmıştır. Öğüt almayacakmısıniz.
"Kavmi de ona karşı çekişmeye başladı." Ona karşı
mücadele etti. Kur'an-i Kerim okumasını bilenler iyi bilirler.
Burada "ve hâaccehu" 4 elif miktarı çekilir. Sanki
çekişmeninde uzun sürdüğünü anlatır gibi. Ayetin okunuşu
bazen manayida ortaya koyar gibidir. Kavmide onunla
çekişmeyi uzattılar.
Her dilin kendine has güzelliği ve önemi vardır. Afrikada da
bir kavmin dilinin birşeye yaramadığı söylenemez. O
dillerinde kendine has güzellikleri vardır. Mesela ben;
Türkiye de Trabzon da bulunan ve lazca konuşan insanların
şiirlerinin, atasözlerinin Türkçeye kazandırılmasını isterim.
Kültçe konuşulan, yazılan, şiirler, yıllardan beri gelen
atasözleri var. Bize malolmamış kendi aralarında
konuştukları atasözleri var. Bir atasözü bir adamın ağzından
bir anda çıkıvermiş değil. Biri güzel birşey söyler, halkın
dilinde o sözün köşeleri alına alına bir güzel kalıba
oturtulur. Ve çok önemli mesajlar sunar. Yani iki günde

1216[99]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/73-74.
anlatılacak bir olayı bir cümle ile ifade eder hale
getiriverirler. Onlarında dillerindeki, atasözleri, şiirleri,
şarkıları, menkıbeleri, efsaneleri keşke Türkçe'ye
kazandırılabilse.
Arabın dilinde de kelimeler bazen manayı ortaya koyacak
şekildedir. Bakara suresinde geçmişti. "Yeşşekkaku. ve
yahrucu minhulmâu" Yahudilerin kalpleri taşlardan daha
katıdır. Çünkü taşlar içerisinde öyleleri vardır ki yarılırlar da
içerisinden sular fışkırır. Ama bunlardan bir şey çıktığı yok.
Rabbim burada "yeşşekkaku" kelimesini kullanmış diyor El-
malılı Tefsirinde. Sanki kelimenin kendisinde bile taşın
ayrılıp suyun akı-verdiği sesi var "yeşşakkaku" lafzında.
Burada da "etühâccûnî" kelimesi kullanılmış. Münakaşa
zaten biraz uzun olur birazda çekişmeli olur. Bu
kelimeninde okunması biraz zor kelimelerden biridir. "Siz
benimle Allah hakkında münakaşa mı ediyorsunuz". "O
Allah (c.c.) beni hidayete erdirmiş doğru yolda kılmış,
peygamberlik vermiş. Siz de gelmişsiniz bana o Allah
hakkında münakaşa ediyorsunuz. Bu şu demektir. Biz
imansız kesimle münakaşa yaparız. Ama onların imansızlığı
içerisinde yaparız. Yoksa imanımız konusunda zerre kadar
şüpheye düşmeyiz. Düşmememizde gerekir. Münakaşayı
kendi imanımız konusunda açmayalım. Yoksa imanımızda
şüphe vardır demektir. Şüphen varsa vazgeç bu işten. Şüphe
ile iman olmaz. Şüphe girdimi orada iman gidiyor demektir.
Biz öncelikle şunu söylüyoruz. Kur'an-ı Kerimden daha
doğru söyleyecek yeryüzünde bir kitap yok. Dünyanın bütün
ilim adamları, feylozofları, komutanlarını toplayıp süngüyü
de kafasına dayayıp iknaya çalışsalar: kardeşim benim
aklım ermez, dinlemek istemiyorum. Allah vardır, birdir,
şeriki, naziri yoktur, en güzel kitap budur, bitti der
dinlemem. Hocam şey biraz kapalı değilmisin denirse şöyle
derim. "Ballar balını buldum kovanım yağma olsun" diyor
Yunus.
Ballar balını bulduktan sonra daha ben kovanı ne edeyim ki.
Bu adamların kovan gibi içi boş, dışı süslü kelimeleriyle
niye ilgileneyim ki. Mantığımı belki yenebilirler ama
gönlümü yenemezler. Onun için Allah (c.c.) İbrahim'in,
(a.s.) hayatını verirken "Yahu siz benimle Allah konusunda
ne mücadele ediyorsunuz, O ki beni hidayete eriştirmiş."
Yani beni hidayete eriştiren Allah hakkında benimle
mücadele mi ediyorsunuz. Yani filanın evinde ilk defa bal
yedim tatlıydı diyorum. Hepiniz birden hocam bal tatlı
birşey değil diyerek itiraz ediyorsunuz. Bütün dünya insanı
bir araya gelse bu acıdır dese kulağıma gitmez. Çünkü ben
denemişim ve bunuda yiyorum.
Allah (c.c.) da İbrahim'in dilinden haber veriyor. İbrahim
(a.s.) diyor ki "Yahu Rabbim beni hidayete eriştirmiş ve ben
doğru yolu görmüşüm. Cenneti görüyorum. Sırat-ı
Müstakimden bakıyorum ileride mutluluk var. Şimdi biraz
meşakkat var ama, şu tepeyi aşınca yemyeşil bir vadiye
geçilecek. Bu ateş çemberini görüyorum. Nemrud bir ateş
çemberi yapmış buraya atacağım diyor. Ama ibrahim (a.s.)
şöyle bir bakmış, orada sular fışkırıyor etrafta kuşlar uçuyor,
çiçekler açıyor, herşey güzel. Nem-rud'un gözünde ateş,
İbrahim (a.s.)'in gözünde bir cennet var. Şimdi Nemrud'un
bütün adamları: yahu etme eyleme bak çocukluk arkadaşı-
mızsın, senide severiz gel şuraya girme, burası yakar deseler
İbrahim (a.s.) 'in ikna edilmesi mümkün değil. Çünkü
İbrahim (a.s.) bakıyor orası cennet. Bizim de imanımız
böyle olmalıdır. Yani bu sırat-ı müstakimde giderken ben
dünyada devlete ulaşırım, önümde ateş olabilir, hapishane
olabilir. Zaten engelleri aşmadan zafer yok. Ticari hayatta
da öyledir. Bir çok sıkıntılara katlanıyorsunuz. Anadoludan
İstanbul'a geliyor burada mezbelelik evlerde oturuyorsunuz
daha sonra bazılarınız rahata kavuşabiliyor. Yani her türlü
hayatta bu var. Bir engeli aşmak gerekiyor. Peygamber
efendimizde zaten "cennetin etrafı hoşa gitmeyen şeylerle
çevrili" diyor. 1217[100] Onları aştınız mı cennete
kavuşuvereceksiniz.
Siz Allah'a karşı Nemrud'u ilah kabul ediyorsunuz. Nemrud
ne emrederse onu tutuyorsunuz. Allah'ın dediğini
tutmuyorsunuz ama Nemrud'un dediğini tutuyor ve onun
gücünü bana gösteriveriyorsunuz. İyi bilin ki ben sizin
Allah'a karşı o şirk koştuğunuzdan korkmuyorum. "Ancak
Rab-bimin dilediği şey müstesnadır." Yani korkusuz
değilim. Rabbimden korkarım.
Peygamber efendimize sormuşlar. "Ya Resulallah
"müslüman korkak olur mu?" demişler. Peygamberimiz
"evet olur" demiş. 1218[101] Yani müslüman korkusuz olmaz.
Mesela bazı insanyılandan korkar, bazı insan akrebden
korkar, bazı insan bir başka canlıdan korkar. Bu
mü'minliğine bir noksanlık mı? Değildir. Ama kâfir
yöneticiden korkmamamız konusunda ayet-i kerime nazil
olmuştur da yılandan, akrepten, köpek gibi bazı zararlı
varlıklardan korkmamamız konusunda ayet nazil ol-
mamıştır. Yani haşerattan korkmak bize dünyada fayda
sağlar. Çünkü ona karşı tedbirimizi alıyoruz. Ama zalim ve
kâfir yöneticiden korkmak ahiretimizi yok ediyor. İki
dünyayı da zillete düşürüyor. Bu dünyada zillet içerisinde
bir hayat yaşanıyor. Öbür dünyada ise cehenneme düşme
tehlikesi vardır. Onun için onlardan korkmamamız
gerektiğini İbrahim (a.s.) diliyle ifade ediyor Rabbim.
"Allah ilmiyle horşeyi kuşatmıştır" diyor Allah (c.c). Yani
siz nerede olursanız olun, ne konuşursanız ne yaparsanız
yapın Allah herşeyi kuşatmıştır diyor. Bu ayet-i kerimeyi
okurken ve okuduktan ve dinledikten sonra imansız bir
insanın emrine zorlandığımızda diyeceğiz ki biz İbrahim'in
neslindeniz. İbrahim'in dinindeniz. O İbrahim ki tek başına
babası da dahil devlet başkanı ve put yapımcısı babasına
1217[100]
Müslim, Cennet 1
1218[101]
Muvatta, Kelam 19
karşı restini çekmiş ve sizin taptıklarınızdan ben
korkmuyorum demiş neticede de Allah (c.c.) onu
korumuştur. Nasıl korumuştur? Ateşe yakma özelliğini
veren Allah (c.c.) Akrebe sokma özelliğini veren Allah
(c.c.) dür. Zehire öldürme özelliğini veren Allah (c.c.)dır. O
özelliği Allah (c.c.) alıverdiği zaman o da taş gibi olabilir.
Zaten ayet-i kerimede "Ateş İbrahim'e karşı ılık olu-
vermiştir." Ne sıcak ve nede soğuk ılık bir cennet bahçesi
gibi bir hal alıverdiği ifade edilmektedir. Rabbim ateşten o
özelliği alıvermesiyle bu hal meydana gelmiştir. "Hala
nasihat almazlar mı?" Yani akıllarım başlarına almazlar mı?
diyor Allah (c.c). 1219[102]

81- Siz üzerinize, Allah'ın onun hakkında bir delil


indirmediği şeyi Allah'a ortak koşarken korkmuyorsunuz da
ben sizin ortak koştuklarınızdan nasıl korkayım? Eğer
biliyorsanız, (söyleyin) bu iki gruptan hangisi güvene
layıktır?
"Nasıl korkayım": Karşıdaki adam diyor ki; yahu kork.
Mesela Nemrud'un komutanlarından biri İbrahim'in babasını
tanıyor, çünkü put yapımcısı saygı değer bir insan. İbrahim
(a.s.) onların kucağında büyümüş. Diyorlar ki bak evladım
senin babanı severiz, senide severiz, sevimli bir çocuktun,
bundan, bunun şerrinden kork, sana zararlı çok şeyler
yapabilir. İbrahim (a.s.) diyor ki; "O sizin ortak koştuğunuz
putlardan nasıl korkayım ben". Niye korkayım ki. "Siz
Allah'a şirk koşmaktan korkmuyorsunuz" Yaradariınız O,
rızık vereniniz O, göz ve gönüllerinizi veren O, dilinizi
veren O, O putlar birşey vermedi size, siz O Allah'a ortak
koşarken korkmuyorsunuzda, ben benim gibi bir adamdan
mı korkacağım?
"Allah o putlara tapınmanız konusunda bir delilde

1219[102]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/74-77.
indirmedi." Yani siz buna tapın bu benim yarattığım bir
şeydir diye delilde yok. Kendiliğinizden Allah'a şirk
koştunuz. Siz korkmuyorsunuzda ben mi korkayım.
"Bu iki gruptan hangisi daha güven içerisinde olmaya
layıktır." Güzel ifadelerden bir tanesi, daha önce geçmişti
Yusuf suresinde. Yusuf (a.s.) "bir işçi için bir patrona mı
çalışmak iyidir yoksa birçok patrona çalışmak mı?" demişti.
İbrahim (a.s.) kim daha fazla güven içerisindedir diye soru-
yor. "Eğer aklınız eriyorsa buyurun söyleyin hangisi daha.
layıktır. Yani gökyüzünü yaratan, O kralı, sultanı, kanun
koyanı, Rabbime isyan edeni yaratan Allah (c.c), ben ondan
korkuyorum, siz ise Allah'ın yarattıklarından
korkuyorsunuz." Hangimiz daha güven içerisindeyiz diyor.
Tabii ki ibrahim (a.s.). Neticede de o olmuştur. Çünkü karşı
taraf helak olmuş, İbrahim (a.s.) da devletini kurmuştur.
Bizde İbrahimin milletindeniz. Millet kelimesi Kur'an-ı
Kerimde din olarak kullanılmıştır. İbrahim'in milleti derken
kastımız "din"dir. Yoksa millet olarak herkesin sahip olduğu
bir ırk vardır. İnsanın o ırka bağlı olmasıda ayıp değildir.
Filan ırktanım demek ayıp değildir.
Mesela: Müslüman olarak buraya gelen bir alman genci
vardı.- Bizde de misafir olmuştu. Arkadaşlar artık sen Türk
oldun diyorlardı. O da hayır ben Almanim diyordu. Fakat
ben müslüman oldum. Annem ve babam alman ama hala
gavur. Ben ise Almanım ama müslüman oldum. Alman,
Fransız, İtalyan, İngiliz, Arap Japon farketmez. Yeterki
müslüman olsun. O zaman bizim kardeşimizdir. irken ayrı
olmak ayıplanmayıda gerektirmez. Allah (c.c.) "tanışasmız
diye sizleri kabilelere ayırdı" diyor Hucura-at suresinde.
Yani ben arap ırkindanım diye tanıtıyor kendisini. Ben filan
yerdenim, ben de filan yerdenim. Ama hepsi müslüman. Siz
de aynı şekilde insanları kıyafetlerine göre ayırabilirsiniz.
Tanıdıklarınızı evin içinde çocuklarınızla konuşurken
filanlar derken mahallesinden ayırt ediyorsunuz. Yahu
bugün filan dostumuza gidelim. Nerdeki dostumuza? Sulta-
nahmetteki. Birçok dostunuz içerisinden birini ayird
edeceksiniz. Ne ile? Ya mahallesi ile, ya adıyla veya onun
kendine has bir özelliği ile ayirde-deceksiniz. Milletlerde
aynı şekildedir. Ya coğrafyasıyla, ya babasının veya
dedesinin adıyla. Bu ayıp değil. Ama imansız geçmişiyle
övünmek ayıptır ve günahtır. Vay be benim ecdadım
arasında şöyle bir gavur varmış diyerek övünmek ayıptır.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) "Kim kendisini dokuz tane
kâfir babaya nisbet ederse ve onunlada iftihar ederse ce-
henneme giderken onuncusuda o olur" diyor, kafirle iftihar
edilmez. 1220[103]

82- İman edip imanlarına zulmü karıştırmayanlar varya işte


güven onlar içindir. Ve onlar doğru yolu bulanlardır.
"O iman edenler" derken, iman edenleri tarif ediyor
Rabbim. İmanlarını zulümle karıştırmadılar. İmanlarına
zulmü giydirmediler, "lebise", giydi ve karıştı manasına
gelir. Örtmek manasına da gelmektedir. Altı badem üstü
şeker kaplı tatlıya da arap bu kelimeyi kullanmıştır. Bakara
suresinde "hak ile batılı birbirine karıştırmayın"1221[104]
derken de aynı kelimeyi kullanmıştır Allah (c.c), İmanlarını
zulümle karıştırmayan mü'minler. işte emniyet ye güven
onlara aittir. Ve onlar hidayete ermiş ve doğru yolu bulmuş
kimselerdir. İman etmenin bize sağlamış olduğu en önemli
şey zulmü tamamen hayatımızdan, düşüncemizden
uzakîaştırma-mızdır. Başta "zulüm" "şirk" dir demiştik
Allah (c.c.) "Asıl zulüm şirktir" diyor. Zaten zulüm de haddi
aşmak demektir. Tarifi de budur. Allah'a iman etmesi
gerekirken bir başka insana, onun koyduğu kanunlara uyan
adam haddi aşmıştır. Çünkü Allah'a itaat etmesi gerekirken
başkasına itaat ediyor ceza verirken Rabbimin koyduğu
1220[103]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/77-78.
1221[104]
Bakara 42
kurallara göre vermemiş, ondan daha fazla veya az vermiş,
dolayısıyla haddi aşmış demektir. Çünkü Rabbimin
koyduğunu kabul etmemiştir. Onu adil olarak kabul
etmediğinden kendisini bu konuda yetkili ve Allah'tan üstün
kabul etmiş oluyor, yine zalim olmuş oluyor. Dövmek
sövmek gibi şeylerde zulümdür ama onlar imansızlığın
insana kazandırdığı zulümlerdir. Asıl güven, imandan şirk
karışıklığını tamamen ortadan kaldırıp, sonrada sözlerinde
davranışlarında, hareketlerinde insanlara zarar vermekten
uzak olan insanlara aittir buyuruyor Allah (c.c). Bu
dünyadaki güvenlik onlara aittir. Ahirette emniyet içerisinde
olmak, rahat etmekte yine onlara aittir.
Bu gün kâfirler ekonomik ve askeri güç olarak bayağı
müslümanlar-dan ilerideler. Fakat dünyaya bakacak
olursanız hala en fazla endişeli olanlar yine imansız
kesimdir. Elinde her türlü silah var, her türlü ekonomik,
askeri gücü var ama tedirgin olan onlardır, rahatsız olan
onlardır. Körfez savaşı nedeniyle en yakın yer olarak
Türkiye'nin rahatsız olması gerekirken halk rahattır. Ama
adam İngilterede bütün programlarını, gezilerini iptal etmiş.
Adam Pakistana gidecek ise uçakta körfezin üstünden
geçecek ise uçağa binmiyor. Ne olur ne olmaz diyor. Yani
evinin içerisinde tedbirini almış. Gazetelerde haber olarak
çıkmıştı. Efendim bu hareket burada başlayacak olursa
Iraklı ve Libyalı ajanlar İngiltere'de, New-york'ta,
Londra'da, Paris'te askeri ve sivil hederlere karşı sabotaj
yapacaklar. Yapıp yapmayacağıda belli değil ama bu
haberler, korkunun yüreklerini sarmasına sebep oluyor.
Onun için adamların emniyeti bu dünyada da yok. Adamlar
ne yapacağını bilemiyorlar.
Geçenlerde çıkan bir gazetede şöyle bir haber vardı.
Efendim iman-
sızlar ve ateistler avrupadan kendi cesetlerini yakmak için
kazan getiriyorlarmış. Hocanın birine ne oluyor diye
sordum. "Vallahi iyi ediyorlar biz yakacak olursak müebbet
hapis verirler. Öldükten sonra yaksak bile müebbet hapis
verirler. Allah'tan ki kendi elleriyle, kazandıkları milyon-
larıyla masraf yapıp kendilerini bu dünyada yaktırıyorlar.
Hocalar olarak bizler camilerde vaazlarda, ahirette ateş var
yakacak diyoruz. Bunlar inanmıyorlar. Rabbim onların
eliyle ateşin bu dünyada da başladığını gösteriyor. Onların
ateşi daha bu dünyada başlıyor. Bu dünyada millet
imansızların yanacağını görecekler. Allah (c.c.) bu dünyada
kendilerini, kendi elleriyle yaktırıyor. Rabbime şükürler
olsun. Sunuda temenni edelim ki; o insanlarımız iman
etsinler ve bizim kardeşlerimiz olsunlar. Bu-nuda gönülden
isteyelim. 1222[105]

83- İşte kavmine karşı İbrahim'e verdiğimiz delil budur.


Dilediğimizin derecelerini yükseltiriz, muhakkak senin
Rabbin Hakim'dir herşeyi bilendir.
İşte bizim delillerimiz. Sana verdiğimiz delillerimiz. Senden
kasıt İbrahim (a.s.). İbrahim'in kavmine karşı İbrahim'e
(a.s.) verdiğimiz delillerimiz bunlar. Biz dilediklerimizin
derecelerini yükseltiriz. Yani İbrahim (a.s.)'ın derecesini
yükseltmeyi istemiş rabbim yükseltmiş. Ona iman edenlerin
derecelerini yükseltmeyi istemiş yükseltmiş. Nasıl
yükseltmiş? Daha önce Nemrud'un kölesi durumunda olan
insanlar bir gün gelmiş toplumun efendisi olmuşlar.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) döneminde kapkara, kupkuru,
kölelikten başka birşey yapmayan Bilal-i Habeşi (r.a.) ve
onun etrafındaki insanlar kainatın efendisi peygamberimiz
efendimiz (s.a.v.)'ın yanında oturma ve aynı kaptan yemek
yeme şerefine nail olmuşlar. O öyle bir peygamber ki bugün
dünyanın bütün reisicumhurları ve başbakanları bir araya
gelse ayağının tırnağı bile etmezler. Ayrıca kıyamete kadar

1222[105]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/78-80.
gelecek tüm müslümanlar da ona iman edecektir. Böyle bir
peygamberle beraber olma şerefine erişmişler. Rabbim olayı
gözümüzün önüne getiriyor. Ebu Cehil ile, Ebu Leheb'e bu
dünyada azab ediyor öldürüyor Allah'ü zülcelal. Bunlar o
dönem Mekkelilerin soylu insanları, yeraltı dünyasının
babaları. Ama beri tarafta köle olan bir insan efendiliğe
yükseltiliveriyor. Bu günümüzde de görülen olaylardandır.
"Senin Rabbin herşeye hükmeden, herşeyi bilen, hükmünde
hikmet sahibi olandır", diyor. Allah (c.c.) Hükmünde hikmet
sahibi olandır. Al-i İmran suresinin tefsirinde geçti. "Ya
rabbi mülkün sahibi sensin, mülkü istediğine verir,
istediğinin elinden alırsın, dilediğini aziz eder, dilediğini
zelil eder alçaltirsın."Gerçekten bunu günlük hayatımızda
kendi çevremizde görürüz. Bir adam ağa iken düşmüş, onun
yanında çalışan adam ağa elmuş. O ağası da onun, yanında
çalışmaya başlamış. Bu ferdi planda olduğu gibi devletler
hayatında da olur. 70 yaşındaki dedelerinize dünyanın en
büyük devleti hangisi diye sorsanız İngiltere der. Neden?
Onlar bizim yaşımızda iken İngiltere en büyük devlet idi.
Topraklarının üzerinde güneş batmazmış. Güneş batmayan
imparatorlukmuş. Japonya'da doğan güneş onun sömürgesi
üzerine doğuyor. Oradan Hindistan'dan, Afganistan'dan,
İran'dan, Filistin'den güneş dolanıyor. Güneş batmadan
buraları dolanıyor. Onun için güneş batmayan imparatorluğa
sahip denilmiş. Ama şimdi güneş doğmayan bir adanın
içinde sıkışmış kalmışlar. Ve Amerikadan talimat
bekliyorlar. Amerikanın her karar alışından 1 saat sonra
onlarda ayni kararı alıyorlar. Tokmak döğenin hık deyicisi
onlar. O hale geldiler. Bunlar bizim hayatımızda
gördüğümüz şeylerdir. Onun için Allah (c.c.) dilediğini
yükseltiyor, dilediğini de alçaltı-yor. Bizde dinimize sahip
çıkamaz hale gelince Allah (c.c.) bunun kadrini kıymetini
bilemiyorsunuz diye devleti elimizden alıvermiş.
İnsan anne babasının kadrini kıymetini öldükten sonra
anlıyor. Eyvaah filan zaman şöyle dediydim, keşke
demesiydim diyor. Ne zaman? Kaybolduktan sonra. Halbuki
şimdi sağ oluverse kabirden çıkıp beni çok istiyorsan işte
geldim dese bağrına basacak olsa, o gün, ertesi gün, üçüncü
gün bayram yapacak sonra alışacak ve eski haline dönecek.
Kaybedince değerini anlıyoruz her şeyin.
Devlette aynı şekilde. Kaybedince dinin değerini anladık.
Şimdi yarabbi bize bunu verecek olursan dört elle sımsıkı
sarılacağız. Katiyyen ihmal yapmayacağız. Kitap ve
sünnetinden ayrılmayacağız diye yürekten tövbe etmeye
başlar bu doğrultuda fiilen harekete geçecek olursak Allah
(c.c.) bunlar layık olur, bu işi yapar dedimi o izzeti bize
tekrar iade edecektir. İnşaallah. 1223[106]

84- Biz ona (oğlu) İshak ile (torunu) Yakub'u verdik hepsini
doğru yola ilettik. Daha önce Nuh'u da doğru yola ilettik.
Onun neslinden olan Dayud, Süleyman, Eyüp, Yusuf, Musa
ve Harun'u da doğru yola ilettik. İşte iyilik yapanları
böylece mükâfatlandırırız.
Biz O İbrahim'e hediye verdik. Neyi verdik? İshak ile
Yakub'u verdik. Hepsini hediye ettik. Daha önce Nuh'a da
hediye vermiştik. Burada sayıldığına göre hediyelerin en
güzeli salih evlat. Hediye olarak peygamberler veriyor
İbrahim ve Nuh (a.s.)'a "Onun zürriyetinden" derken "onun"
zamiri İbrahim'e veya Nuh (a.s.) gider. Nuh (a.s.) giderse
daha şümullüdür. Çünkü Nuh (a.s.) İbrahim (a.s.) dan da
önce. Bütün hepsini içine alır. "Onun zürriyetinden" derken
İbrahim (a.s.) kastedildi dersek buradan itibaren sayılan
peygamberler kastedilmiş olur.
Biz böylece ona hediye verdik. Zürriyetinden de, Davud'u,
Süleyman'ı, Eyyub'u, Yusuf u, Musa'yı, Harun'u ona hediye
olarak verdik işte iyilikte bulunanları, Allah'ı görür gibi

1223[106]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/80-81.
ibadet edenleri, ondan korkup başkalarından korkmayanları
böylece mükâfatlandırırız diyor Allah (c.c). 1224[107]

85- Zekeriyya, Yahya, İsa ve İlyas'ı da doğru yola ilettik


hepsi sa-lihlerdendi.
Zekeriyya, Yahya, İsa, îlyas'a da hediye verdik. Bunların
hepsi salihlerdendir. Zekeriyyası da, İsmail'i de, Yahyas'ı
da, İsa'sı da, İlyas'ı da Musa'sı da, Harun'u da, Yusuf u da,
Eyyub'u da Davud'u da, Süleyman'ı da. (aleyhimüsselatü
vesselam) 1225[108]

86- İsmail, Elyesa, Yunus ve Lud'u da doğru yola ilettik.


Her birini alemlerin üstünde kıldık.
İsmail, Elyesa, Yunus, Lud'u da hediye verdik. Bunların
hepsini bütün insanların üstüne üstün kıldık. 1226[109]

87- Onların babalarından çocuklarından ve kardeşlerinden


peygamberler seçtik ve onları dosdoğru yola ilettik.
Onların babalarından, çocuklarından ve kardeşlerinden ona
hediyeler
verdik. Babalarından salih insanlar kardeşlerinden salih
insanlar çıkmıştır. Onların içerisinden bir kısmını
peygamber olarak seçtik ve onları dosdoğru yola yönelttik.
Demekki bize verilenlerin en değerlisi, hediyelerin en
değerlisi salih evlattır. Hediye demek karşılıksız verilen
demektir.
Allah (c.c.) karşılıksız veriyor. Ondan sonra diyor ki; sen,
çocuğun, ve ailen, hepiniz bana şükredeceksiniz ve şu, şu
emirleri yerine getiriniz. Peki bunlar Rabbime mi yapılacak?
Hayır? Yaptıklarınız yine kendinize-dir diyor Rabbim.
Rabbimin gücüne güç katmak ilmine ilim katmak gibi

1224[107]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/81-82.
1225[108]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/82.
1226[109]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/82.
birşey söz konusu değil. 1227[110]

88- İşte Allah'ın yolu O'na kullarından dilediğini ulaştırır.


Eğer Allah'a ortak koşsalardı yaptıklarının hepsi boşa
giderdi.
Bu müşrikler, Allah'tan başkasının emirlerine uyuyorlar.
Bunların bir kısmı Allah'ı tanıyor ve diyorlar ki Allah yeri
göğü yaratmıştır, gerisini bize bırakmıştır. Benim ağam bizi
idare eder, diyen adam müşriktir. Bu adam iyi işlerde yapar
mı? Yapabilir. Bir yetimhane açar, yolda kalmışlara, dul
kalmışlara, mağdurlara, hastalara hastahaneler,
yetimhaneler, yollar, köprüler yapar. Yani topluma yönelik
hayır müesseseleri kurar. Ama Allah (c.c.) "onun yaptıkları
boşa gider" diyor. Rabbimi tanımadıktan sonra ücreti
kimden isteyecek. Onun için boşa gider diyor.1228[111]

89- İşte onlar kendilerine kitap, hüküm ve peygamberlik


verdik-lerimizdendir. Eğer onlar bu (kitap, hüküm ve
nübüvveti) inkâr ederlerse bunları inkâr etmeyen bir kavmi
onların yerine getiririz.
işte biz onlara kitabı verdik, hükmü verdik ve de nübüvveti,
peygamberliği verdik diyor Allah (c.c).
Musa (a.s.)'a Tevrat, Davud (a.s.)'a Zebur, İsa (a.s.)'a İncil,
ve peygamberimize Kur'an-ı Kerim ve diğer
peygamberlerede sahifelerin verildiğini anlatır kitaplar.
Mesela bu ayetin tefsirinde Fahreddin-i Razi "yukarıda ismi
geçen tüm peygamberlere kitap verilmiş fakat bize ismi
bildirilmemiş" diye bir açıklama yapar. Rabbim de "İşte biz
onlara kitap verdik" diyerek yukarıda geçen peygamberlere
kitap verildiğine işaret eder diyor Fahriddin-i Razi. Ama biz
efendimizin hadisi şerifinden duyduğumuza göre ve bize
ezberletilen 100 sahife ve 4 büyük kitaptır. 50 Şit (a.s.), 30
1227[110]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/82-83.
1228[111]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/83.
İdris (a.s.), 10 İbrahim (a.s.), 10 da Adem (a.s.)'a. Yani 100
sahife bu peygamberlere verilmiştir. "Hepsine kitap verdik"
ayetini bu hadise göre şöyle yorumluyorlar. Musa (a.s.)'a
indirilen Tevrat Harun (a.s.)'mda kitabıdır. "Önada kitap
verdik" derken Harun (a.s.)'da ona göre hareket ediyordu.
Süleyman (a.s.) da babası Davud (a.s.)'ın kitabına göre
hareket ediyordu. Yani bu indirilen kitaplar onlarında
kitaplarıdır diyerek tefsir etmişlerdir.
Yukarıdaki ayette Allah kitabı verdik, hükmü verdik, Allah
adına yönetmek için yönetimi verdik. Ayrıca hikmet olarak
peygamberlerin söylediklerini ve peygamberlik verdik.
Burada "peygamber"i ayrıca zikretmiştir Allah. Kitabı
verdik, peygamberliği verdik ve de "yönetimi o peygam-
berlere verdik" diyor Allah (c.c.).
"Eğer onlar bunu inkâr edecek olursa, kâfir olmayan bir
toplumu onları ele almak, onların hakkını gözetmek, onları
uygulamak üzere bir başka toplumu biz vekil kılarız" diyor
Allah (c.c.) Yani bu kitapların, bu peygamberlerin,
nübüvvetinin, onların hadisi şeriflerinin uygulaması ko-
nusunda kâfirler inkâr etseler bile Allah (c.c.) kâfir olmayan
toplumla bu işi götürür. Ama mü'minlerle götürür. Yeni
yetişme delikanlılardan birisi. Uç dört tane ayetin manasını
yanlış olarak ezberletmişler. "Namaza yaklaşmayın" gibi.
(Gayri müslimler bugünlerde çok çalışıyor. Delikanlıların
ellerine bunları broşür olarak vermişler.) Kur'an-ın bir
kısmına inanır bir kısmına inanmam, peygamberin sözlerine
ise hiç inanmam der gibi bir ifadeyle kendi fikriyatını
anlatıyor. O kadarda atak ki gördüğüne aynı şeyleri
söylüyor. Kur'an-ı Kerimde Allah "Kur'an-ı biz indirdik onu
biz koruyacağız" diyor. "Öyleyse Ashaba ne ihtiyaç vardı.
Allah bunu korurdu" diyor. "Oğlum sen Kur'an-ı hiç
okumamışsın ki" dedim. Allah "biz onu koruyacağız" diyor
ama ne ile koruyacak yine mü'min insanlarla koruyacak.
İhtiyaç mı vardı? O zaman getirmeseydi. Bizim gelmemize
de Allah'ın ihtiyacı yoktur. Yani bu Kur'an-ı Kerimeyi
korumayı Allah bize vermiştir ki bununla şereflensinler
diye. Biz buna elimizi, gönlümüzü, omuzumuzu vereceğiz.
Bizim işimiz Allah'ın kelamını ayakta tutmak değil. Kendi
omuzumuzu, elimizi gönlümüzü, aklımızı, şereflendirin
ektir. Biz bununla değer kazanacağız. Yoksa Allah'ın kelamı
devam edecektir. Buna kimse zarar vermeyecektir. Bir grup
irtidat edip dinden dönse, Rabbim Maide suresinde bir
başka toplumu getireceğini haber veriyor. "Bir kavim
dinden dönerse Allah onlardan daha hayırlı birini getirir,
dinine hizmet ettirir Allah onları sever, onlarda Allah'ı
sever" 1229[112] diyor
Allah (c.c.) Burada da Allah "Eğer bunlar Allah'ın
peygamberlerini, kitaplarını inkâr edecek olursa, inkâr
etmeyen, iman eden bir toplumu getirir de onu vekil kılar bu
dinin savunmasında" diyor Allah (c.c). Yani, Allah'ın
kelamı kıyamete kadar kalıcıdır. Bunun kalması için de
insanların şereflendirmek üzere, insanları hizmetine
sunmaktadır Allah (c.c).
Bizjıizmet etmesekte Kur'an Kalacaktır, hayata tatbik
edilecektir ama biz bunda bizim de tuzumuz biberimiz olsun
ve biz de şereflenelim istiyoruz. 1230[113]

90- İşte bunlar Allah'ın doğru yolu gösterdikleridir. Sende


onların yoluna uy. "Davetime karşılık ücret istemiyorum.
Bu alemlere öğütten başka birşey değildir." de.
İşte Allah'ın hidayet verdiği kişiler bunlardır. Onların
hidayetine uy. Burada emir peygamber efendimize ama aynı
zamanda bizede emrediliyor. Yani sende bu peygamberler
kervanının peşinden git. Peygamber efendimiz (s.a.v.) ahir
zaman peygamberidir, peygamberlerin en üstünüdür, en
efdalıdır diyoruz. Peygamber efendimizin üstünlüğü de
1229[112]
Maide 54
1230[113]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/83-85.
onların yolunda gitmekle oluyor. Bu hiçbir vakit
peygamberliğini düşürmez. Çünkü gittiği yol
peygamberlerin kendi yolu değil. Allah (c.c) "işte Allah'ın
hidayet verdiği kişiler onlar, sende onların gittiği yere uy"
diyor. Yani yol Adem (a.s.)'ın yolu değil. Yol Allah'ın yolu.
Arkasından Nuh (a.s.) inananları almış aynı yolda yürümüş.
Lut (a.s.) almış yürümüş, İbrahim (a.s.) almış yürümüş.
Peygamber efendimize de deniliyor ki sende bu ümmet
içerisinden mü'min olanları al ama aynı yolda yürü. Eğer bu
yolda giderseniz dünyada devlete, ahirette cennete
ulaşacaksınız.
Yahudiler kıskançtır. Muhammedin peygamber olduğunu
kabul edeceğiz ama biz Yahudilerden beklerdik demişler.
Yahudi olması lazımdı. Adamlar orada diretmişler.
Bizim bir kısım insanlarımızda "peygamberimiz Ahir zaman
peygam-beriyse biz öbür peygamberlerin izinden gitmeyiz"
diyorlar. Yahu yol onların yolu değil. Anlayış yanlış.
İnsanlarımızın mantığı gelişmiş olmadığından mantığı biraz
çalışan serserinin biri geliyor diyor ki "Benim peygamberim
peygamberlerin en üstünüdür. Miraçta benim peygamberim
Yahudinin peygamberi Musa'ya gidip akıl danışmaz. "
Buhari de bir hadisi şerif var. Peygamberimiz Musa (a.s.)la
görüşüyor orada istişare ediyor. Sonuç olarak 50 vakit
namaz 5 vakte Rabbimizin izniyle indiriliyor.
Benim peygamberim ahir zaman peygamberidir. Yahudinin
peygamberine akıl danışmaz.Mantığı yanlıştır çünkü o
yahudinin peygamberi değil ki. O Allah'ın peygamberi.
Peygamberimizde Allah'ın peygamberi. Bunlar şeker
pınarının suları gibidir. Fakat kap değişiktir. Sürahiler
değişiktir. Yoksa iç olarak Rabbimin kelamıdır. "De ki: Ben
sizden bu yaptığım tebliğin karşılığında ücret istemiyorum."
Kur'an-ı Kerimde çok geçen ayetlerden birisi budur. Bütün
peygamberler kavmine bunu söylemişlerdir. Allah'tan başka
ilah olmadığını söylemişler, kendilerinin peygamber
olduğunu söylemişler.
Bir insan pazar yerine gelip kürsü kursa ve "ey ahali bir
dakika" dese hemen aklım ıza acaba birşeymi satacak diye
gelir. Parasız bir şey düşünemez hale gelmişiz. Bu yeni
değil. Efendimiz zamanında da Süleyman (a.s.) zamanında
da Nuh (a.s.) zamanında da aynı şey var. Çünkü bu insanın
fıtratında var. Acaba bu adam Allah yallah deyip paramızı
mı almak istiyor, yoksa krallığamı göz dikti diye aklımıza
gelir. Nemrud da aynı şeyi söylüyor. "Yoksa benim yerime
mi göz diktin." Öncelikle peygamberler bu adamların
içinden geçen soruya cevap veriyorlar. "Bu yaptığımın
karşılığı olarak sizden ücret istemiyorum. Kalbiniz rahat
olsun. Ev, para istemiyorum. Ancak ve ancak iman etmenizi
istiyorum. Malınız ne ki. Siz gelmedikten sonra malınız
gelmiş ne faydası var. Ben sizin kendinizi istiyorum."İşte bu
bütün alemlere bir uyarıdır, bir hatırlatmadır" diyor
Allah(cc.)
Günümüzde buna biraz ağırlık vermemiz gerekiyor.
Özellikle iki müslümanımız bir araya gelse hocaların çok
yediğinden bahsediyor. Ben Hakkari'de askerlik yaptım.
Karamanlıyım İstanbul'a geldim. Türkiye'yi az çok
biliyorum. Karadenizin oralarada konuşmak için gittim. Her
tarafta konuşulan bir şey var. Hocalar çok yer. Adam "ye
hocam ye hocalar çok yer" diyor. Konya'da ağanın biri
mahallenin hocalarını davet etmiş Konya'da sofralar çok
mükemmel olur. Özellikle Meram'da. Tam sofraya
oturmuşlar ee.. "hocam ağanın bahçesine bir hoca girmiş,
birde bir camız girmiş, ağa aman hocayı çıkarın diye
bağırıyorumuş...!" Hoca sofradan çekilivermiş. Ağa ise
bunu gülüşelim diye anlatıyor. Hayrola hocam demişler.
"Evvela sizin gibi camızlar doysun ondan sonra biz
doyalım" diye cevap vermiş hoca. Biz yersek siz aç
kalırsınız. Önce siz bir doyun.
Hocalara bu söz nereden gelmiş. Ben bunu biraz araştırdım.
Yani hocaların çok yemek yeme olayını araştırdım. Bu
gerçek ama şu şekilde. Hepiniz köyden geldiniz. Özellikle
%95 iniz. Hepinizin köyünde Hatipler sülalesi vardır. Var
mı? Hele köy biraz büyükse mutlaka hatıplar sülalesi vardır.
Nedir O? Hatip; O köyde cuma namazı kıldırmak üzere
padişahtan ferman almış kişidir. Beş vakit namazı
kıldırmaz. Yalnız cumayı kıl-
dırır. Ve cumada hutbe okur. Dinimde hutbe devletin resmi
ilanlarının okunduğu yerdir. Şimdi resmi gazetede
yayınlanır. Kaç kişi resmi gazetede yayınlananları takib
eder. Aboneler. Abonelerde okumaz, alır gelir boş bir yere
koyar. Ben avukatınkileri gördüm, avukat açmamış. Kim
takib eder biliyormusunuz? Acaba bu çıkan kararnameden
ben nasıl fırıldak çeviririmde bankayı 200 milyar
dolandırırm diyen insanlar günü birlik resmi gazete takib
eder. Günlük olarak resmi gazeteyi didik didik eden Türkiye
de 100-150 kadar adam var. Onlar her tarafını okuyorlar.
Başka yerlerede bilgi satıyorlar. Efendi sen şu işle
uğraşıyorsun Yine kararname çıktı buradan 50 milyar
vurabilirsin. Ama beş milyarını alırım. Çünkü sana akıl
vereceğim. Alıyor beş milyarını ve adama da 50 milyar
kazandırıyor bu tür işle uğraşan adamlar var.
Dinimde devletin resmi kararları hutbeden okunur. Her
erkek müslü-manda cumaya gelme mecburiyeti olduğundan
toplum inandığı kanunları öğrenmek durumundadır. Orada
mecburen öğrenecektir. Orada Hatib de devleti temsil
ediyor. Devletin kararlan Rabbimin kararları doğrultusun-
dadır. Devlet hatibe imkan vermiş. Bol para vermiş. Hatip
köye gelen-gi-den ilim adamlarını, siyasileri, komutanları
misafir eder. Hatip_köyün bütün fakirlerini doyuran
adamdır. Evinde çorba, pilav, kurufasülye mutlak surette
akşama kadar kaynar yemeğin vakti yoktur. Sabah öğle diye
bir-şey yok. Siz ki en son dönemine rastladınız. Cumhuriyet
dönemi hatibine rastladınız. Avluları geniş olur. Bu
avlularda büyük kazanlarda yemekler pişerdi. Karnı acıkan
bir garib oraya gider hemen ona sofrası kurulur. Hatip
efendide gelen adamların gönlü olsun diye avluya kurulan
40 sofraya birer birer uğrar yarım kaşık alır. Neden?
Misafirler Hatip efendi de bizim sofradan yedi diyerek
memnun olsunlar diye. Derken biri yahu "bu hatip kırk
sofrada yer karnı doymaz" diyor.Yahu yerse kendi malı.
Sonra karnı doysun diye değil. Gelen misafirler rahat yesin
diye yiyor orada. Mesela bir yere misafir olarak gittiniz.
Sofrayı serdi adam. Gerçektende mükellef bir sofra serdi ve
kendisi sandalyenin üzerine oturdu buyurun dedi size. Rahat
edebilirmisiniz. Edemezsiniz. Adam gelir sizinle beraber
oturursa o zaman rahat edersiniz. 1231[114]

91- Allah'a layık bir şekilde onu takdir edemediler. "Allah


hiçbir insana birşey indirmemiştir" dediler. Deki: "insanlara
bir nur ve hidayet olarak Musa'nın getirdiği kitabı kim
indirdi? Siz O' kitabı parça parça yapıp bir kısmını açıklayıp
bir kısmını gizliyorsunuz. Sizin ve babalarınızın bilmediği
şeyler size öğretildi. (Kitabı indiren) "Allah" de. Sonra
onları daldıkları yerde oynamak üzere bırak.
Yahudiler, Hristiyanlar ve putperest kafirler bir araya
geliyorlar. Özellikle putperestler yahudilerden bilgiler
alıyorlar ve peygamber efendimize karşı öylece itiraz
ediyorlar. Yahudilerin daha önce geçmiş bir bilgileri olduğu
için onlara danışıyorlar veya onlar fitne ve fesadı çok iyi
bildikleri için danışıyorlar. Onlar müşriklere akıl veriyorlar
ve diyorlar ki "Allah hiçbir insana hiçbir şey indirmemiştir."
"Yani yeri göğü yaratan Allah, çiçekleri donatan Allah
tutupta insanlara mı birşey indirecek, böyle birşey
olmamıştır" diyorlar. Böyle demek suretiyle Allah'ı, Allah'a
layık bir şekilde takdir edemediler o imansız kesim.

1231[114]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/85-87.
Müslümanlar olarak bizde haddimizi biliyoruz. : "Ey bilinen
Rabbim biz seni sana layık şekilde bilemedik, Ey kendisine
ibadet edilen Allah (c.c.) biz sana layık ibadet
yapamadık."diyoruz. Biz Rabbimize, kendisini Kur'an-ı
Kerimde nasıl tanıtmışsa öyle iman etmeye çalışıyoruz.
İmansız kesim ise Allah'a imanı akıllarına göre şekillendin
veriyor. Yani onlar bununla Allah'a akıl veriyor ve ona yol
gösteriyorlar. "Allah hiçbir insana hiçbir şey indirmemiştir"
diyorlar. Allah (c.c.) diyor ki: "Biz indirdik" yeryüzünde
kafirler diyorlar ki "hayır indirmedin "işte böylelikle Allah'ı
takdir edemediler, ona layik-ı veçhiyle kulluk edemediler"
diyor.
Peki "hiçbir kimseye hiçbir şey indirmedi mi" diyorsunuz
siz? Evet diyor onlar. Rabbim diyor ki Peygamber
efendimize (s.a.v.) "De onlara; peki Musa'nın getirdiği nur
olan ve insanlara hidayet rehberi olan Kitabı kim indirdi.
Musa'ya (a.s.) da bir kitap gelmişti. Ve o kitab bir nurdu. İn-
sanların önünü ve arkasını aydınlatıyor. İnsanların bu dünya
da ne yapacaklarını gösteriyor ve insanları hidayete, yani
İslama çekiyordu. Peki öyleyse O kitabı kim
indîrdi?Yahudiler müşriklere akıl veriyorlardı. Allah hiç
kimseye birşey indirmez diyorlardı. Madem öyle
diyorsunuz. Peki Musa'ya kim indirdi? Musa'ya Allah'ın
indirdiğine iman ediyorlar. Fakat burada çelişkiye
düşüyorlar. Allah (c.c.) da bu tezat onların gözünün önüne
getirivermesini istiyor peygamber efendimiz (s.a.v.)den.
Siz ki o kitabı sahifeler haline, kitab haline getirdiniz bir
kısmını açıkladınız ama, çoğunluğunu insanlardan
gizlediniz. O günlerde matbaanın , olmaması, matbaanın
ötesinde hat sanatınında gelişmiş olmaması bu konuda
önemli rol oynamıştır.
Matbaanın olmadığı dönemlerde İslam aleminde
hattatlarımızın çokluğu nedeniyle bir kitabı İstanbulda bir
evde bulabildiğimiz gibi aynı kitabı Konya'nın filan
dağındaki filan evde de bulmak mümkündür. Aynı kitabı
Hakkari, Mısır, İskenderiye, Bağdat, eski Endülüsteki bir
alimin elinde de bulmak mümkündür. Bakıyoruz Bağdatta
yazılmış bir kitaba bir sene sonra Endüiüsten cevap
veriliyor. Filan zat filan kitabında şöyle demiş ama yanılmış
veya isabet etmiş gibi cevaplar veriliyor. Bunlardan şu
anlaşılıyor: Peygamber efendimizin emir ve irşadları
doğrultusunda Kur'an ve hadisi şeriflerin bol miktarda
yazılıp etrafa yayılması, birde Kur'an-ı Kerimin hafızadan
hafızaya nakledilmesiyle yaygınlaştırılmış, gizlenemez hale
getirilmiştir. Daha eski dönemlerde ise bu iş yalnız ha-
hamların elinde kalmış Hahamlarda işlerine geleni insanlara
duyurmuşlar, işlerine gelmeyenleri gizlemişlerdir.
Günümüzde de durum aynı. "Ayet-i kerimeler için sebebi
nüzulü hass olsada manası amm dır" diye bir kaide vardır.
Yani ifade ettiği mana emir veya yasağı umumidir. Bizi
ilgilendiriyor. Burada ayette Yahudiler kendilerine indirilen
kitabı sahifeler haline getirdikten sonra bir kısmını insanlara
anlatıp, çoğunluğunu gizlemeleri kötüleniyor. Günümüzde
de Kur'an-ı Kerim ayetlerinin bir kısmınmın insanlardan
gizlenmesi söz konusudur. . Ama bunlar ayet-i kerime
olarak sahifelerimizde vardır. Kur'an-m başındaki
besmelenin "ba" sından sonundaki "Nas" süresinin "sin"ine
kadar Kur'amn tamamı hafızlarımızın hafızasında ve
matbaada basılmış mushaflarımızın içerisindedir. Ancak
manasını açıklama konusunda gizleme söz konusudur. Buda
sistemli bir şekilde yapılmıştır. Birinci derecede Arapça'nın
yasak-lanmasıyla yapılmıştır, Kur'an-ı Kerimi
okuyabilirsiniz ama manasını anlamaya yönelik bir
çalışmaya girecek olursanız gözünüzü çıkarırız denilmiş.
Böylelikle gizleme sağlanmıştır. Köşede, bucakta, dağda,
mağarada öğrenen çok değerli hocalarımızın yüreğine
öylesine korku salınmıştır ki söylemeleri mümkün olmaz
hale gelivermişlerdir. Ama bütün bunlara rağmen Allah'a
hamdolsun ki çok değerli insanlarımız, hocalarımız, alim-
lerimiz de başlan pahasınada olsa söylemekten geri
durmamışlar, bize kadar getirmişlerdir.
Sizin ve babalarınızın bilmedikleri size öğretilmiştir. Siz ki
Peygambere karşı bu kitabın inmesini inkar için bir sürü
mantık oyunu oynuyorsunuz. Allah bir beşere birşey
indirmez diyorsunuz ama Musa'ya (a.s.) kim indirdi bunu?
Ki siz ve babalarınızın o kitapla bilmediklerinizi öğrendiniz,
size öğretildi. Kendiliğinizden değil bunu size Allah (c.c.)
öğretmişti, de onlara.
Peygamber efendimize (s.a.v.) Rabbimiz "Allah'tır", "o
kitabı indiren, Allah'tır o kitabı nur yapan, Allah'tır o kitapla
insanları hidayete kavuşturan, Allah'tır o insanlara
bilmediklerini öğreten" de onlara" buyuruyor.
Bu eğitim-öğretim metodlarından biridir. İnsanlara birşey
öğretirken
nasıl öğretileceği konusunda birçok metodlaf geliştirilmiştir.
Bu da onlardan biridir. Öğretmenin öğrencilerin karşısına
geçip evvela öğrencilere bir soru sorar. Şu konuda ne
diyorsunuz? der. Talebeler bu konu ne idi diye birbirleriyle
fısıldaşmaya başlarlar. Öncelikle talebe nezdinde ilgi
uyandırılıyor. Herkeste bu bilgi hakkında bir merak
meydana geldikten sonra yine öğretmen tarafından o konu
açıklanıyor. Evvela malı arzedip insanları iştahlandirdıktan
sonra satma gibi bir iş. Allah (c.c.) da bu tür bir metodu bize
kendisi veriyor. Evvela imansız kesime soruyu sorduruyor
sonra onlardan cevap beklemeden "de ki onlara bütün
bunları yapan Allah (c.c.) dür" buyurarak cevap veriyor.
Bu ayet-i kerimenin burasından yani "Kul Allah'ü"
sözünden sunuda delil getirmişler. Bir kısım alimlerimizin
kitaplarında okudum. Efendim yalnız Allah, Allah,
Allah.....diyerek zikretmek doğru değildir. Sahabeden böyle
bir zikir bize gelmemiştir diyorlar . Ama Allah'ı sıfatıyla
beraber, Allahu hayyün, Allahü kayyümün, Allahu vahidün,
Allahu aliyyün gibi veya el alimü, hüve Allah gibi veya
Lailahe illallah gibi bir cümle halinde zikir gerekir diyenler
var. Onlara karşı cevap verenler burasını delil getirirler.
Burada müstakillen Allah ismi celali Rabbimiz tarafından
bize verilmiştir. De ki "Allah". Yani onu indiren ve
insanlara yol gösteren, insanlara hidayeti veren Allah
(c.c.)dür. Yani ilavesiz, sıfatsız, habersiz, doğrudan,
müstakilen "Allah" kelimesi burada bize öğretilmiştir. Onun
için kişi eline teşbihini alır, veya yolda giderken Allah,
Allah, Allah, .... diyede zikreder gider. Peki ama ne manası
var? Şu manası var. Gördüğü her şeyi görünce Allah der.
Manası: " bunu yaratan Allah demektir. Bunun sıfatı da
beraberindedir. Bunu yaratan da Allah, bunu yaratan da
Allah, bunu yaratanda Allah, bunu bu hale getiren Allah,
bunu güzelleştiren Allah, buna bu sakatlığı veren Allah,
bunu yürüten Allah, bunu oturtan Allah gibi manalara gelir.
"Sonra bırakıver onları o durumlarında oynayıp dursunlar"
diyor Allah (c.c.) Kendi oyuncakları içerisinde kendilerine
bırakıver diyor Allah (c.c). Bir başka ayette "Mutlaka dünya
bir oyun ve oyuncaktan ibarettir" diyor Allah (c.c.) Öyleyse
biz bu oyuncakla oynamayız demeniz mümkün değil.
Ayağınızı bastığınız yer dünyadır. Oynuyorsunuz. Çocuğun
topa ayak vurduğu gibi sizde dünya topunun üstünde
duruyorsunuz. Futbolcunun biri topu bir yere koyup onun
üzerinde tek ayak ve çift ayak üs tünde durmaya çalışsa
buda oyunlardan bir oyundur. Bizde bu dünyanın üzerinde
yürüyoruz. Bu dünyanın üzerinde yatıyoruz. Evinize varınca
yatağınızın üzerine yatıyorsunuz. Bu bir oyuncaktır. Aslında
oyuncakla oynuyorsunuz. Öyleyse oyuncakla oynamak
yasak değil. Fakat her oyunun kendine has bir kuralı
olduğuna göre, Allah (c.c.) da bu dünya oyuncağı ile
oynamanın kuralını Kur'an-ı kerimiyle, peygamber
efendimizin (s.a.v.) hadisi şerifi ile bize bildirmiştir.
Bu oyunu biz bu iki kaynağın koymuş olduğu kurallarla
oynayacağız. Yani bu dünya oyuncağını alacağız ve bununla
gönül eğlendireceğiz. Yerken ağzımızı tadlandıracağız,
koklarken burnumuzu, görürken gözümüzü, duyarken
kulağımızı bütün nimetlerden meşru bir şekilde yararlan-
dırmaya çalışacağız.
Rabbim "onlar dini inkar ederken de oyun oynuyorlar. Bırak
oyunlarının içerisinde dalsınlar gitsinler" diyor. 1232[115]

92- Bu önce gelen kitapları tasdik eden ümmülkura


(Başkent) ve çevresindekileri uyaran, bizim indirdiğimiz
mübarek bir kitaptır. Ahirete imân edenler ona da iman
ederler. Ve onlar namazlarını korurlar.
Bu indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Kendinden öncekileri
tasdik edicidir. "Beyne yedeyhi" "Yed" arabın dilinde "el,"
"yedeyhi" "iki el" dir. "İki elin arasında" manasına geliyor.
Ama meallerde genelde kendilinden öncekileri tasdik
edicidir diye verilmiştir. Bu, burada bize bir sanatla ifade
ediliyor. Bir merasimde, merasim yetkilisinin önünden kıt'a
geçer. Onun elleri arasından, onun önünden geçti manasına
gelir. Sanki Hz. Adem'den peygamber efendimize (s.a.v.)
kadar geçen kitaplar Kur'an-ı Kerimden önce geçmeleri
nedeniyle onun önünden bir resmi geçit gibi geçiyorlar.
Kur'an-ı Kerimde onların içerisindekileri onaylıyor. Evet
İncil'de, Tevrat'ta Allah (c.c.)'ın kelamıdır. Zebur'da Allah'ın
kelamıdır. Diğer sahifelerde Allah'ın kelamıdır. Bunların
içerisinden o topluma bildirilen peygambere ve o
peygambere iman edenlere bildirilenlerin doğruluğunu
Allah (c.c.) tasdiklemek üzere Kur'an-ı Kerimi indirmiştir.
Şu andaki Tevrat veya İncil'in içindekileri değil. Kur'an-ı
Kerimin birçok ayetinde gördük ki Allah (c.c.) "Biz İncil'de
böyle yazdık, biz Tevrat'ta böyle yazdık diye bize haber
veriyor. Böylelikle Musa'ya (a.s.) indirilenler, İsa'ya (a.s.)

1232[115]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/87-91.
indirilenler Kur'an-ı Kerim tarafından doğrulanmış. Bu
doğrununda bizim tarafımızdan tasdik edilmeside
istenmiştir.
Daha niçin indirdik bu kitabı biz? Şehirlerin anası olan
bugünkü ifadeyle başkent olan Mekke'deki insanları
sakındırmak ve Mekke'nin etrafındaki şehirlerin ahalisini de
cehenneme giden yoldan, burası cehenneme götürür,
yanacaksınız diye sakındırmak üzerek bu mübarek kitabı in-
dirdik. Bu ayet-i kerimeden hareketle bir kısım imansızlar
özellikle batıdaki müsteşrıklar, bu ülkede de müsteşrıklara
kulak veren öyle bir insan türü var ki kendileri birşey
üretmezler. Doğru ve iyi yolda birşey üretmedikleri gibi
imansızlık dahi üretemezler. Çünkü para kazanmaktan, içki
içmekten ve başkası namına ulumaktan başka vakitleri
olmadığından adamların kendileri birşey üretmezler ama
üretilenleri tekrar ederler. Derler ki efendim bu ayet-i
kerime Kur'an-ı Kerimin Mekke insanına ve Mekkenin
çevresindeki insanlara indiğini söylüyor. Öyleyse
Muhammed Mekkelilerin ve Arapların peygamberidir, diğer
insanların peygamberi değildir. Ve bu ayet-i kerimeyi delil
olarak getirirler. Biz Kur'an-ı Kerimi, Kur'an-ı Kerimle
tefsir ederiz. Bakıyoruz ki Allah (c.c.) bir başka ayet-i
kerimede " Ey insanlar,ben Allah'ın Rasulüyüm ve sizin
hepinize peygamber olarak gönderildim" buyuruyor. 1233[116]
Bir başka ayet-i kerimede "Biz seni bütün insanî ara
peygamber olarak gönderdik" diyor Allah (c.c.). 1234[117]
Onların bu iddia ve iftiraları Kur'an-ı Kerim tarafından
yalanlandığı gibi, tadbiki ve fiili olarak da yalanlanmıştır.
Mesela burada Türk ırkından olup Türkçe konuşan insanlar
Muhammed (s.a.v.) iman ederler ve onun ismi anıldığı
vakitte, salatü selam getirirler.
Türk halkının efendimize inanması, İran halkının, İngiliz
1233[116]
A'raf 158
1234[117]
Sebe' 28
halkının, Alman halkının, Endonezyalıların, Çinlilerin
inanması, bu iddianın yanlış olduğunu sahte olduğunu
ortaya çıkarıveriyor. Daha efendimiz zamanında, bir taraftan
Habeşli Bilal, öbür taraftan Selman-ı Farisi Peygamber
efendimize (s.a.v.) iman edivermişlerdir.
"Ahirete iman edenler ona da iman ederler. Ve onlar
namazlarımda korurlar" diyor Allah (c.c).Ahirete iman eden
Kur'ana da iman eder. Ve onlar namazlarımda korurlar.
Günümüzde" Allah'a şirksiz, ahirete seksiz iman eden bir
yahudi veya hristiyanda cennete gidecektir" diye fetva
veren, gavurun ekmeğini yiyip kılıcını sallama
mecburiyetinde kalan insanlar var. Halbuki Rabbim burar da
"ahirete iman edenler ona da iman ederler yani bu kitaba da
iman ederler ve onlar namazlarımda korurlar" diyor Allah
(c.c). 1235[118]

93- Allah'a yalan iftirada bulunan veya kendisine hiçbirşey


vahy olunmadığı halde "Banada vahyolundu" diyen ve
"Allah'ın indirdiği gibi bende indiririm" diyenden daha
zalim kim vardır? Zalimler ölüm sıkıntısı içinde iken bir
görmüş olsaydın, Melekler ellerini uzatmış "çıkarın
canlarınızı ogün haksız yere Allah hakkında söyledikle-
rinizden ve onun ayetlerine karşı kibirlendiğinizden dolayı
alçaltıcı azapla cezalandırılacaksınız.
"Allah'a yalan uydurandan daha zalim kim vardır?"
Günümüzde zulüm ve işkence yapılıyor diyerek gazetelerde
boy boy yazılar yazılır, bu konuda açıkoturumlar,
sempozyumlar düzenlenir. Zulüm veya işkence deyince
karakolda adam dövme akla gelir hale gelmiştir. Bu bir
zulümdür. Ben bunu kabul ediyorum. Karakolda adam
dövmeyi, hapishanede çok kötü şartlar içerisinde insanlara
işkence etmeyi bir zulüm olarak kabul ediyorum. Fakat

1235[118]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/91-92.
Allah (c.c) diyor ki "Allah'a yalan uydurandan daha zalimi
kim vardır". Yani yoktur. Bu tür sorulara eski tabirle
"İstifhamı imkari" denilir. Olmadığını ortaya koymak için
söylenmiş bir soru şeklidir bu.
Kendisine hiçbir vahiy gelmediği halde banada vahiy
geliyor diyenden daha zalim kim vardır? Allah'ın
indirdiğinin benzerini bende indiririm diyenden daha zalim
kim vardır". Burada daha ziyade üzerinde durulan konu
Allah'ın (c.c.) Kur'anına nazire getirmeye çalışanlar, Allah
hüküm koyar ama bizde koyarız diyenler, hatta bizim
koyduğumuz Al-lah'ınkinden de iyi olur diyenlerden daha
zalimin olmadığıdır. Bize öğretilen türüyle dünyanın
neresinde bir zulüm yapılıyorsa bütün bunlar o adamlara o
yetkiyi veren kanunlar çerçevesinde yapılır.
İsrailli bir asker bir arap delikanlının kolunu taşla kırarken
televizyon bize bunu gösterdi. Bütün dünya
televizyonlarında da bu olay gösterilmiş. Bundaki amaç
bütün insanlar Yahudiye kin bağlasın diye midir, yoksa eğer
İsraillinin sözünü tutmayacak olursanız, İstanbul'a gelir
sizin çocukların kollarını da böyle kırar diyemidir belli
değil. Benim anlatmak istediğim orası değil. O bir
işkencedir zulümdür. Ancak o adama o yetkiyi veren, İsrail
kanunlarını koyan adamlar, müslüman bir delikanlıyı yatırıp
çiğneyerek öldürenlerden daha zalimdir. Çünkü oradaki
zalim tek başına bir askerdir. Eline bıçak alıp akşama kadar
adam öldürse ancak 100 veya 200 kişiyi Öldürür. Ondan
sonra yorulur kalır. Fakat kanun çıkaran parlamentodakiler
öyle bir kanun çıkarır ki; binlerce adamı adam öldürme
makinası olarak cepheye gönderirler. Müslümanların arasına
gönderirler. Onun için Rabbim zalim olarak fertleri ele
almıyor. Bir insanın sırtında sigara söndüren veya yakan
veya öldüren veya döven adamı esas almıyor. Fakat ona o
yetkiyi veren makamı esas alıyor. Ve onlardan daha zalim
birinin olmadığını ifade ediyor. "Allah'a yalan iftira edenler,
banada vahiy geliyor diyenler, Allah'ın söylediğinin
benzerini bende söylerim hatta ilerisini söylerim diyor
günümüzdekiler. Bunlardan daha zalim kim vardır. Eskiler
benzerini söylerim demişler. Günümüzdekiler daha ilerisini
söyleriz diyorlar. Hatta günümüzde ki imansız diyor ki;"
benim koyduğum kanunlar Allah'ın koyduğu kanunlardan
günümüz şartlarına daha uygundur" diyor. İşte bundan daha
zalimi yoktur. Çünkü bunun koyduğu kanundan bir adam
100 milyarı halkın elinden götürü verebiliyor. Adam 100
milyarı götürüp gidiyor, kimse hesap soramıyor.
Mahkemeler diyor ki; efendim bulursak elinden alacağız.
Adam harcamış. Orada burada rahat rahat yaşayıp gidiyor.
Peki bu adamın bunu yapmasına sebep beri taraftaki adamın
böyle bir kanunu çıkarıvermesidir. Asıl suçlu 100 milyarı
alıp götüren değil. Asıl suçlu ona bu zemini sağlayandır.
Adamların danışmanları genelde hukuk profesörleridir. Yani
bu dalavere çeviren adamların danışmanları genelde
kanunları yazan adamlardır. Onlar onlara danışmanlık
yapıyorlar. Efendim benim filan yerde koyduğum filan mad-
de varya oradan bir trilyon götürebilirsin. Nasıl? Şöyle
götürürsün, çünkü açık kapıyı ben bıraktım. Onun için esas
zalim zulmü yapan değil ona o imkanı hazırlayandır.
"Ah bir görmüş olsan o zalimleri ölüm halindeyken"
Ölümün sarhoşluğu gelmiş. Sekerat-ı mevt dediğimiz şey.
Türkçemize arapçası geçmiş. Ölümün sarhoşluğu diye
terceme edilebilir. Ama Türkçede pek bunu kullanmıyoruz.
Birde ölüm hali diyoruz. O halde iken bir görsen diyor rab-
bim. Melekler ellerini uzatmışlar, onlara azab ediyorlar. Ve
diyorlar ki, çıkarın canlarınızı haydin. Allah'a karşı haksız
olarak söylediklerinizin karşılığı olarak bugün azabın en
alçaltıcısıyla cezanızı çekin bakalım der melekler. Ve
onların canlarını vura vura bedenlerinden ayırırlar. Siz Al-
lah'ın ayetlerine karşı kibirleniyordunuz. Haydi bugün onun
karşılığı olarak azabını tadınız diyor o zalimlere. Yani
Allah'ın ayetlerine karşı kendi sözlerinizi ve kanunlarınızı
üstün görüyordunuz. Allah hakkında layık olmayan sözleri
söylüyordunuz. Bugün canınızı azabla alıyoruz der melekler
onlara ve döve döve alırlar. Bir başka ayette "dövmek", bir
diğerinde azab etmek diye ifade etmiş Allah (c.c). Eskiden
hocalarımız bu can alma işini Türkçeye terceme ederken,
dikenli bir çalıyla v.b. gibi şeyle bütün vücudundan, canının,
sıyrılıp çıkması gibi. Müminin ruhunun alınmasını da sade
yağın içerisinden kıl c<*kcı gibi ifade etmişler. Güzel birer
ifadedirler.
Burada şuna işaret var. "Ah sen bir görmüş olsaydın" diyor.
"Zalimlerin can verişini bir görseydin". Buradan ne
anlaşılıyor? Yani biz göremiyoruz. Gavurların nasıl
öldüğünü görmeyiz, ama filimlerde görürüz. Gülümseyerek
ölür adam. Ayet-i kerime de "ah bir görseydin demekle" gö-
remezsiniz demek var, mefhum-u muhalifiyle. Yani adam
dış görüntüsünde azab görmüyor gibidir. Fakat azabı aslında
görüyorda fakat biz göremiyoruz, olur mu bu Hocam?
diyorlar. Olur. Mesela rüyada yanıbaşı-nızda eşiniz veya
arkadaşınız uzanmış, yatıyor. Siz uyanıksınız. Hatta önada
bakıyor ve ne güzel uyuyor diyorsunuz. Derken o, hışımla
kanter içinde uyanıyor;"Yahu niye uyandırmadın beni"
diyor. Hayrola niye diyorsunuz: Yahu ormanda arslamn biri
peşime düşmüştü. O kovalar ben kaçarım, o kovalar ben
kaçarım. Derken tam kurtuldum deyip ağacın tepesine
çıktım. Oradan da bir kobra yılanı aşağıya doğru
inmiyormuymuş. Oradan atlayayım dedim. Aşağı taraf
ateşmiş. Neredeyse ölüyordum. Bağırdım duymadın mı?
Yok hayır duymadım. Hatta ben senin uyurken yüzüne de
bakıyordum diyor. Yani adam gözünüzün önünde gayet
rahatmış gibi fakat dünyanın yılanıyla, ateşiyle, akrebiyle
izah edemeyeceğimiz bir azaplada azaplandırılıyor. Fakat
dış görünüşde siz bunu hissetmiyorsunuz. Ki Rabbim "Ah
bir görmüş olsaydın" diyor Allah (c.c). Onun için bu
adamlar dünyada iken azabı tadmaya başlayacaklar. Kafirler
imansızlar ateşte yanacak demiştik ayet-i kerimelerle. İşte
ateistler kendi cesetlerini yaktırmak istiyorlar. 1236[119]

94- Sizi ilk defa yarattığımız gibi bize teker teker geldiniz.
Verdiğimiz nimetleri arkanızda bıraktınız. Aranızda Allah'a
ortak olduğunu iddia ettiklerinizi beraberinizde şefaatçi
olarak görmüyoruz. Aranızdaki bağ kopmuştur. İddia
ettiğiniz şeyler kaybolup gitmiştir.
Hocam cehennem de fena değilmiş hani diye bir mantık
vardır. Filan artist orada, filan şarkıcı orada, filan sazcı
orada olacakmış diye bektaşi vâri sözler söylenir.
Rabbim diyor ki; "dünyaya nasıl teker teker geldiniz orada
da huzurumuza teker teker geleceksiniz." O kadar güzel
ifadeler ki. Dünya ya gelirken kimin yanına geldiğinizi
bilmiyorsunuz. Tek başınıza geliyorsunuz.
Burada şu sözde söylenemez. Hatta peygamber efendimize,
Cehenne-
min zebanileri kaç tanedir diye sormuşlar, 19 diye cevap
vermiş. "Onun üzerinede 19 (zebani) var" dır diye ayet-i
kerime vardır. Sonradan peygamberliğini ilan eden
imansızın biri (19 melaike, zebani olayını) bundan hareketle
19 la ilgili kitap yazdı. Adamı Amerika'da evinde, boğarak
öldürdüler. Rabbim "cehennemde 19 zebani vardır" diyor. O
almış 19 rakamını oraya buraya uygulamış. Aynı kitap
Türkiyede de yayınlandı. Daha sonra yanılmışız diyerek bu
mantığı reddeden bir kitap daha yayınlandı.
Mekkeli müşrikler sormuşlar. Cehennemin melaikesi kaç
tane? 19 tane zebani vardır denilince, kardeşim, kardeşimin
çocukları, biz Ebu Cehil, Ebu Leheb ve bizim avenelerimiz
onların haklarından geliriz demişler. Bu günün Amerika'sı
ve Rusya'sı bugün bu silahlar elimizde olduğuna göre ve

1236[119]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/92-95.
akıldanelerimiz, profesörlerimiz de, generallerimiz de
beraber olduktan sonra 19 tane meleğin hakkından geliriz
diyebilirler. Allah (c.c.) dünyaya teker teker geldiğiniz gibi,
birbirinizi tanımadan, ayrı ayrı geldiğiniz gibi huzurumuza
da teker teker geleceksiniz, orada aranızda hiç ne-seb bağı
dahi olmadan geleceksiniz. "Onlar için (imansızlar) hesab
da yoktur. Bu benim anamdır bana yardım edecek, bu
kardeşimdir yardım edecek diye birşey olmayacak. Herkes
kendi başının çaresine bakacak.
Size vermiş olduklarımızı siz kendi arkanızda bırakıp
geldiniz. Onların sizinle beraber ortak olacağına yani
ahirette beraber olacağınızı zannettiğiniz şefaatçilerinizi de
biz sizinle beraber görmiyeceğiz. Yani bu dünyada iken
Allah'a ortak koştuklarınız yarın kıyamet gününde sizin be-
raberinizde olmayacak. Şefaatçi olarak kabul ettiğiniz onlar
şefaatçi olmayacaktır.
Aranızdaki bütün bağlar kopacaktır. Ve sizin iddia ettiğiniz
bütün batıl şeylerde yok olup gidecektir diyor Allah (c.c).
Bir başka ayet-i kerimede "orada uyulanlar kendilerine
uyanlardan uzak durup kaçtıklarında" diyor Rabbim. 1237[120]
Bir başka ayet-i kerimede uyanlar uyulanlar için:" Yarabbi
bu uyulanlar varya bunlar dünyada bizi sapılmışlardı bun-
ların azabını iki kat yap" diye dua edecekler diyor
Rabbim. 1238[121] Bir şahıs bu dünyada efendim ben filanın
yolundan da giderim diyecek olursa yarın o adam ona hiçbir
fayda vermeyecektir. Onu da o adam tanımayacaktır.
Yarabbi benimde yaratıldığımı gördükleri halde bana
uymuşlarsa benim ne günahım yar. O da öyle itiraz edecek.
Benim doğduğumu, öldüğümü gördükleri halde benim
söylediklerimi tutup senin emir ve yalaklarını çiğnemişlerse
benim bunda ne kabahatim var diye kendini kurtarma çabası
vardır. Ama Rabbim onlara iki kat azabını verecektir. Özel-
1237[120]
Bakara 166
1238[121]
Ahzab 67-8
likle önderler iki kat azabla azablandırılacak ama uyanlarda
uymanın cezasını mutlak surette çekeceklerdir. 1239[122]

95- Şüphesiz Allah taneyi ve çekirdeği çatlatan, ölüden


diriyi çıkaran, diriden ölüyü çıkarandır, İşte Allah bu..!,
nasıl oluyorda çevriliyorsunuz?
Peki teker teker gelip, teker teker gitmenin ve orada tekrar
dirilmenin örneklerini bu dünyada verebilir miyiz? Rabbim
"Mutlaka Allah (c.c.) taneyi, çekirdeği çatlatandır. Daneyi
mahsule dönüştürendir. Her tane toprağa müstakilleri girer.
Her tane topraktan müstakillen çıkar. Çiftçi bunu daha iyi
bilir. 100 tane buğdayı aynı yere gömse ve toprağını atsa,
100 tanesi ayrı ayrı durur. Bitişik dursalarda ayrı ayrıdırlar
ve yeşil filizlerini yukarıya verince yine ayrı ayrı çıkarlar.
Bitişik çıkarlar ama birbirlerinden ayrıdırlar. Bizim de
dünyaya gelişimiz ayrı, bu dünyada 5 milyar insan olarak
yaşasak bile kabir kapısından giderken yine ayrı ayrı gidece-
ğiz. Allah çekirdeği ve daneyi çatlatandır. Yani toprağın
içine gömülünce kaybolup gitmek yok. Nasıl ki milyarlarca
çekirdeklerde dağlarda toprağa düşüyor rabbim bunların
toprağa düşenlerini çatlatıp ota dönüştürüyor, sebze ve
meyveye dönüştürüyor. Hiçbirini görmemezlikten gelmiyor
ve göremez halde değildir. Aynı şekilde dünyanın neresinde
bir adam ölürse, nereye gömülürse nerede yansa duman
olup çıksa onları tekrar dirilte-cektir. Çünkü ölüden diriyi
çıkartandır. İncirin çekirdeğinden kocaman incir ağacı
çıkıyor. Yumurtadan tavuk meydana geliveriyor. Kafir bir
insandan müslüman bir insan doğuveriyor.
"Diridende ölüyü çıkarandır" Allah (c.c). Yani tavuktan
yumurtayı çıkartandır. Yemyeşil meyve ağacından onun ölü
olan çekirdeğini meydana getirendir. Çiçekler açıyor,
meyvaya dönüşüyor, meyvanın içerisinde tekrar ana madde

1239[122]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/95-96.
olan çekirdek meydana geliveriyor.
"İşte Allah'dan nasılda döndürülüyorsunuz? Yani bütün bu
gördüklerinizi yapan, eviren çeviren Allah (c.c). Nasıl
oluyorda ondan döndürülüyorsunuz? diyor Allah (c.c.)
Dönüyorsunuz demiyor. Döndürülüyorsunuz diyor. Allah'a
yönelmeniz gerekirken, sırtınızı Rabbimize çeviriyor, başka
insanlara çevriliyorsunuz. Yani etkileniyorsunuz.
Etkilenmeyiniz. Allah hepinizi ayrı ayrı yarattı. Aklınızı
ayrı yarattı, bedeninizi ayrı yarattı. Öyleyse aklınızı ve
bedeninizi başkasının elinde oyuncak olarak kullan-
dırmayın. "Nasıl oluyorda döndürülüyorsunuz" diyor Allah
(c.c). Öbür adam da senin gibi bir insan olarak yaratıldığına
göre onun emir ve doğrultusunda Rabbime sırt
çeviriyorsunuz. Nasıl saptırılıyorsunuz diyor Rabbim.
Burada:
1- Bizim ihmalimizden, kendi aklımızı, kendi bedenimizi
kullanmayışımızdan dolayı biz ayıplanıyoruz.
2- Bu insanları yönlendirenlerinde suçluluğu vurgulanmış
oluyor. Asıl suçlu olanında yönlendirici kadronun
olduğunuda Rabbim işaret ediyor. 1240[123]

96- Sabahı aydınlatan O'dur. Geceyi dinlenme zamanı ve


güneşi ile Ay'ı da hesap ölçüsü yapmıştır. İşte bu herşeye
gücü yeten herşeyi bilen Allah'ın takdiridir.
"Sabahın aydınlığını çatlatanda O'dur." Gecenin
kapkaranlığından birde bakıveriyorsunuz ki sabahın şafağı
atıvermiş. İnsanoğlununda ürettiği elektrik vardır. Ama
dünyanın her tarafını aydınlatmaya kalksanız yine de
şafağın aydınlığı kadar olamaz. Fakat Allah (c.c.) o karanlık
geceden bir aydınlığı çıkarıveriyor. Ayırmak ve çatlatmak
manasına gelen "Falık" kelimesiyle bunu ifade etmiş
Rabbim. "Sabahın aydınlığını çatlatan Allah'a sığınırım"

1240[123]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/96-98.
ayetinde de aynı kelime vardır.
Kur'an-ı Kerim genelde sabahın aydınlığına dikkat çeker.
Fakat bütün dünya edebiyatında ve resimlerinde hep gurup
söz konusudur. Yani güneşin batışı söz konusudur. Bir
fotoğraf veya resim sergisinde gurub mutlaka vardır.
Güneşin batışı vardır. Grubla ilgili nesir ve manzum eserler
vardır. Ama güneşin doğusuyla pek yoktur. Neden? Eskiden
vardı. Özellikle son zamanlarda bu sanatlarla ilgilenenler
İslam çizgisi dışında olanlardır. Onlarda gece yarısına kadar
içip, gece yarısından öğleye kadar uyudukları için hayatta
güneşin doğuşunu göremezler. "şuruk"u göremediklerinden
mecburen "gurub"u adamlar anlatacaklar. Halbuki "şuruk"
"gurub" dan daha güzeldir. Daha berraktır orada güneş.
Daha bir canlıdır. Çünkü "şuruk"ta çimler üzerinde çiğlerde
vardır. Bir başka manzara vardır ama ne yazık ki bir çok
sanatkar o anda sarhoşturlar.
Geceyi bir istirahatgah kıldı Allah (c.c). Güneşle ayıda
hesap kıldı. Yani hesap için alet kıldı. Gerçekten Hz.
Adem'den günümüze kadar insanoğlunun takvim görevini
güneşle ay yapmıştır. Evinizde takvimler var. Hergün bir
yaprağını yırtıyorsunuz. Bu size aittir. Bitişik komşunuz
sizin takviminizden istifade edemez. Ama Allah (c.c.) ay
takvimi ile hergün bir tane yırtıveriyor. Ayın biri olduğunda
hilal görünür ve biri olduğu anlaşılır. Eskiden bu çok iyi
bilinirdi. Biz şehirli olup takvim hayatımıza iyice girdikten
sonra buna pek önem vermeyiverdik. Rabbim aynen takvim
yaprağı yırtar gibi ay'ı yırtıyor yırtıyor büyüyor. Ve dolunay
haline geliyor. Sonra tekrar yırtmaya başlıyor ve en küçük
hale geliyor. Hz. Adem hesabını Ay'a göre yapardı.
Günümüzde hala bu devam eder. Peki ileride devam
etmeyecek mi? İleride de ona göre yapılacaktır. Rasathane
ve takvimi yapan merkezler yine takvimlerini ana takvime
göre yaparlar. Ana takvimde güneşle aydır. Güneş ve ay
takvim yönünden, gün ve ay hesaplamaları yönünden
değerini kaybetmiş değil. Rasathaneler yine takvim işini
onlara göre (güneş, ay) ayarlanacaklardır. İnsanların elinin
yazmasıyla şaşmalar meydana gelebilir. Ama Allah'ın (c.c.)
güneş ve ay'ında şaşma meydana gelmez. Bundan dolayı
bunlara göre ayarlama yapılır.
Bu herşeye gücü yeten, herşeyi en ince teferruatına kadar
bilen "Allah'ın" (c.c.) takdiridir. Elimizdeki takvimler bizim
hesaplarımızla yapılmış şeylerdir. Ama yanılmalar söz
konusudur. Güneş ve Ay takvimi ise herşeye gücü yeten ve
herşeyi en ince teferruatına kadar bilen, Allah'ın (c.c.)
takdiridir.
Hz. Adem, Hz. Havva ve onların çocukları takvimi ay ve
güneşe göre kullanmışlardır. Eskimeyen bir takvimdir
o..İnsanlar onu kıyamete kadar kullanmaya devam
edeceklerdir. Ama takvim başlangıcı olarak bir yeri esas
almak gerekiyor. Hz. Adem'le Hz. Havva validemiz
buluştukları günü esas almışlar. Yeryüzünde buluştukları
günü esas almışlar. Bir çocukları dünyaya geldi. Bu
çocukları kaç yaşında? Buluştuğumuzdan 2 yıl sonra
dünyaya geldi. Peki ne zaman evlendiler? Buluştuğumuzdan
20 sene sonra gibi. Buluştukları günü esas alarak hesapları
devam ettirmişlerdir. Sonra Nuh (a.s.)'m tufanı tekrar tarih
başlangıcı olarak kabul edilmiş. Tufan olmuş. Cudi dağına
yerleşmişler, hayat başlamış. Derken çocuk dünyaya gelmiş.
Kız çocuğu kaç yaşında? Tufan olduktan 1 sene sonra
dünyaya geldi. Tufanda bir sene önce şöyle olmuştu,
tufandan 20 sene sonra gibi.,Tufan olayım esas almışlar.
Sonra Musa1 (a.s.) in Mısır'dan çıkışı esas alınmış. Hatta
peygamber efendimiz Medine'ye gittiğinde Yahudilerin hala
o takvimi kullandıkları-, m ve aşure günü oruç tuttuklarım
görmüş. Neden bu orucu tutuyorsunuz? Demişler ki bu gün
Musa'nın Mısır'dan çıktığı ve kurtulduğu gündür.
Peygamber efendimiz demişki "Ben Musaya sizden daha
layığım." deyip aşure gününün bir öncesi veya bir sonrasıyla
oruç tutmaya başlamıştır. 1241[124]
Daha sonra İsa (a.s.)'m doğum günü tarih başlangıcı'olarak
alınmış. Günümüze kadar devam eden o. Ancak nasıl ki
İncil'de tahrifat yaptıkları gibi bu tarih konusunda da birçok
tahrif meydana gelmiş zaman içerisinde. Miladi 300-500
yıllarında toplanmışlar aralarında 50-60 senelik ihtilaflar
var. O ihtilafları kaldırmışlar. Tefsirlerimizde o ihtilaflardan
bahseder. Selman-ı Farisi diyor ki; Peygamber efendimiz
Hz. İsa'dan 560 sene
sonra dünyaya geldi. Bir başkası 540 sene sonra dünyaya
geldi diyor. Biri diyor ki 600 sene sonra dünyaya geldi.
Yani peygamber efendimiz döneminde hristiyanların kendi
aralarında Hz. İsa'nın doğumunda birlik sağlanmış- değil.
Şam'lılar 440 sene diyorlarsa, İran'daki hristiyanlar 460 di-
yor, öbürüsü 480 diyor. Hesapta bu tür farklılıklar var. Son
düzenlendiğinde bu ihtilafları ortadan kaldırmışlar hayali bir
şekilde şöyle olsun diyerek onun üzerine bina edip
getirmişler.
Müslümanlarda Peygamber efendimizin hicretini esas
almışlardır. Peygamber efendimizin sağlığında hicretinden
itibaren halk bunu kullanmaya başlamış. Bazısı derler ki Hz.
Ömer zamanında olmuştur. Evet Hz. Ömer zamanında
resmiyet kazanmış. Devletin başkanı Hz. Ömer diyor ki, bu
günden sonra yazışmalarınızda tarih yazacak, esas olarak
hicreti esas alacaksınız. Ama gayri resmi olarak bu Hz.
Peygamber efendimizin sağlığında kullanılmış.
Peygamberimizin baldızının oğlu Abdullah Medi-neye
hicret günü dünyaya gelmiş. Sonra sorulduğunda hicret
günü dünyaya geldi diyorlar. Ona göre hesap yapıyorlardı.
Ama resmen kullanılmıyordu. Ta ki Hz. Ömer döneminde
ülkeler fethedilmiş, bir tarafta Yemen, bir tarafta
Azerbaycan olunca yazışmalarda ihtilaflar meydana gelmiş.

1241[124]
Buhari K.es-Savm,Bab sıyamü yevmi Aşüra
Hz. Ömer bir tamim yayınlamış ve şu, şu işler şaban
ayından itibaren geçerlidir. Ebu Musa el-Eşari mektup
yazmış. Ya Ömer geçen senenin şabanımı, bu senenin
şabanı mı, gelecek senenin şabanı mı? Hangi senenin
şabanından itibaren geçerlidir emriniz. Bunun üzerine Hz.
Ömer bir komisyon topluyor. Bu komisyonun içerisinde,
Abdurrahman b. Avf, Hz. Osman, Hz. Ali gibi ileri gelen
insanlar var. Hz. Ali'nin teklifi üzerine peygamber
efendimizin Mekke'den Medine'ye hicretini tarih başlangıcı
kabul edelim demişler. Rabiulevvel ayının 8'in de efendimiz
Mekke'den çıkmış. Bir pazartesi günü çıkmış. Fakat
Rabiulevvel ayım başlangıç olarak almamışlar. Seneyi
almışlar. Ay olarak Muharrem aymm 1 ni esas almışlar.
Çünkü eskiden beri Araplar yılbaşı olarak Muharrem ayını
kabulediyorlar. İnsanların o bilgisinede bir zarar gelmesin
diyerek bunu esas almışlar. İnsanların bildiği bir şey kolay
kolay atılmıyor. Peygamberimiz şöyle buyuruyor "İslam'da
cahiliye döneminin iyileri ilede amel edilir." Cahiliyye
dönemi bir metod geliştirmiş ise ve bu metodda İslama
muhalif değil ise o aynen alınır ve ona göre hareket edilir. O
zamanda 1 Muharremi yd başlangıcı olarak bütün araplar
kabul ediyorlar.
Türkiye'de takvim değişitirildi. Aradan 60 sene geçti hala bu
insanlar oğlu dünyaya geldiğinde ramazan koyar, şaban
koyar, recep koyar, muharrem koyar. Bütün bunlar eski
aylardandır, ama aralık, mart, nisan diye çocuğuna ad
koymaz. Yani millet bunu kendi bünyesine sindirmemiştir.
Mecbur olduğu için Öğrenmiştir. Ama sindirememiştir.
Öğrenmekle insanın iç dünyasına sindirmesi ayrı şeydir.
Mecburdur. Madem bu ülkede yaşayacaktır. Senet alacak,
senet verecektir, çek alacak, çek verecektir. Mecburdur onu
öğrenmeye. Bu zorunlu öğrenmedir. İman ederek öğrenme
değildir. Ama öbürüne iman etmiş, benim tarihim demiş ve
tarihinin aylarım çocuklarına isim olarak verivermiştir.
Birçok çocuklarımızın ismide Kadir'dir. Kadir gecesi
dünyaya gelenlere Kadir ismini koyuvermislerdir ama 23
Nisanda dünyaya gelene 23 Nisan ismini koymamışlardır.
29 Ekimde dünyaya gelene Cumhuriyet adını
koymamışlardır. Bu iş zorlada olmaz. Zorla güzellik
olmaz. 1242[125]

97- Karanın ve denizin karanlıklarından yolunuzu bulmanız


için yıldızları sizin için yaratan O'dur. Bilen kavim için
ayetleri biz açıkladık.
Şimdi burada şöyle bir şey akla gelebilir. Bazı meal
okuyanlar var. Bunların kültürüde çok az, yalnızca Kur'an
kültürü değil, dil bilgisi kıtlığı da var. Bir adamın Türk dili
hakkında bilgisi yoksa, İngiliz dili hakkında da bilgisi
yoksa, Arap dilinin özelliği hakkında da bilgisi yoksa
Kur'an-ı Kerimi okuduğu zaman eksik manalar verebiliyor.
Kur'an-ı Kerimde diyor ki "Karada ve denizin
karanlıklarında yani karanlık gecelerde yol bulaşınız diye
Allah sizin için yıldızları yarattı." Meal okuyan adam diyor
ki "aa yıldız yalnız gece karanlığında yolumuzu bulmak için
mi yaratılmış." Öyle bir şey demiyor ayeti kerime. Sen öyle
anlıyorsun. Mesela siz oğlunuza deseniz ki "yavrum elektrik
evimizi aydınlatmak içindir." Şimdi siz bu sözle şunu
söylemek istiyormusunuz. Bu elektrik ısıtmaz. Tabii ki
hayır. Bu elektirk ısıtırda, yükde kaldırır, başka işlerde
görür, adamda öldürür. Siz, bu elektrik ışık verir yavrum,
derken diğerlerini inkar mı ediyorsunuz. Hayır. Türk dilinde
de bu gibi ifadeleri biz kullanmaktayız.
Allah (c.c.) burada yıldızın faydalarından birini zikredip
geçiyor. Bir başka yerde de bir başka faydasına değinecek.
Mesela Mülk suresinde "Dünya semasını yıldızlarla
süsledik" diyor Allah (c.c). Orada da süs olarak zikredilmiş

1242[125]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/98-101.
yıldızlar. Gerçekten bir bakıyorsunuz masmavi bir gecede
masmavi bir gökyüzüne papatya tarlası gibidir. Mavi bir
halıda papatyalar bitmiş gibi size gülüyor. Tabi İstanbul'da
göremezsiniz. Çünkü 365 günün gecesinde hava kirlidir.
Ama anadoluda görebilirsiniz. Evinize süs olsun diye para
vererek lambalar alıyorsunuz. Allah (c.c.) para vermeden,
elektrik parasıda ödettirmeden, dünya semasını
süsleyiveriyor. Orada da bir faydasından bahsediliyor. Daha
birçok faydası var. Onuda ilim adamları araştırsın dursun.
"Bilen toplumlar için işte ayetleri biz böyle açıkladık" diyor
Allah (c.c.). Bu bilenler için bilmeyenler kulaklarım tıkar,
gözlerini yumarlarsa ne yapalım. Allah (c.c.) biz bunu
bilenler için açıkladık diyor.1243[126]

98- Sizi bir tek candan yaratan Allah O'dur. Sizin için bir
yerleşme ve emaneten kalma yeri vardır. (Ana rahmi ve
dünya veya dünya ve kabir gibi) Anlayan bir kavim için
ayetleri biz açıkladık.
Allah'ın sıfatlarını anlatıyor bize. Onu nasıl inkar edersiniz
ki, O bir çekirdeği çatlatıp çiçekler, meyvalar, meydana
getirir, gecenin karanlığından aydınlığı çıkarır, size geceyi
istirahatgah kılar, ay ve güneşi size hesap için yaratmıştır,
yıldızlarla yol bulabilesiniz diye yıldızları yaratmıştır, sizi
birtek rîefisten yani Hz. Adem'den 5 milyara ulaştırandır.
Hz. Adem'den bu yana türde de kaybolma yok. İnsan nesli
ağzıyla, gözüyle, eliyle, kalbiyle, saçıyla, tırnağıyla aynen
babasının suretinde devam ediyor; "Al-i İmran'ın başında "O
Allah ki sizi rahimlerde dilediği gibi şekil verir" ayetini
anlatırken tefsir etmiştik. "Yusavvir" "Sara" kelimesinden
türetilmiştir. "Aslına dönmüş olarak" şekil veren
manasınadır. "Yusavvi-rukum" size şekil verir manasına
ama "sara" kelimesinden türediği için aslına dönmüş olarak

1243[126]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/101-102.
şekil verir manasınadır. Yani babanıza, ananıza, Hz. Adem'e
benzeyerek size şekil veren manasınadır. 1244[127]

99- O'dur gökyüzünden suyu indiren onunla her çeşit bitkiyi


çıkardık. Ondanda yeşilliği çıkardık. Ondan birbirinin
üstüne binmiş taneler çıkarırız. Hurma tomurcuğundan
birbirine yakın salkımlar, üzüm bağları birbirine benzeyen
ve benzemeyen zeytin ve narlar çıkardık. Meyve verdiğinde
ve olgunlaştığında bakınız İşte bunlarda iman edenler için
deliller vardır.
"Gökyüzünden suyu indiren O'dur." Hocam gökyüzünden
suyun inmesi, güneşin doğmasıyla suyun buharlaşması ve
gökyüzüne çıkmasıyla olur. Peki kardeşim gökyüzüne nasıl
çıkmış? Taşı atıyorsun geriye düşü-yorda bu yağmur niye
yukarıya çıkıyor. Efendim iyice inceliyor ve hava içine
girerek yukarıya çıkıyor. Peki incelten kim bunu? Güneşin
doğmasıyla suyun buharlaşması bir kanun mu? Evet. Peki
bu kanunu koyan kim? Bugünkü kanunlar içinde bir adam
arıyorsunuz. Araştırıyorsunuz ve neticede filan adam
yapmış diyorsunuz. Bu kanunu koyan, o gökyüzüne buharı
çıkaran, orada bulutlara dönüştüren, sonra onları soğuk bir
tabakada suya dönüştürüp geriye damlatan ve dolu hale, kar
haline getiren O'dur. Yani Allah'tır.
Herşeyin nebehatmı onunla biz çıkardık. Yani o yağmurla
yeryüzünden nebehatı biz çıkardık. Ve o nebeattan biz
yemyeşil filizler çıkardık. Ve o filizlerden de üstüste gelmiş
daneler çıkardık diyor, Allah (c.c). Bir daneden filiz,
filizden üstüste gelmiş daneler. Biz çocukluğumuzda sa-
yardık, yerimizin kalitesine göre bir buğday tanesinden 60-
65-70 tane buğday çıkardı. 100 buğday çıkacağı konusunda,
da bir ayeti kerime vardır.
Ve o yeryüzünden biz hurmalar çıkardık. Onun dallarından

1244[127]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/102.
da yere doğru sarkmış salkımlar vardır. "Dâniye" yaklaşmış
manasına gelir. Size doğru yaklaşmış salkımlar vardır.
Görenler bilir. Hurmalarda hurma olunca dallar aşağıya
doğru sarkar. Meyvalarda da aynı şey olur. Elma ağacında
elma çok olduğu zaman dallar insana doğru sarkar. Buyurun
buyurun manasına gelir. Her ne kadar ağırlık olduğu için
sarkıyor, bu bir kanundur denirse ki doğrudur ama aşağıya
doğru sarkmasıyla bize yaklaşmış oluyor. "Tal" arapçada
"dal demek. Allahu alem,.. Türkçemize de buradan
geçmiştir. Bizde dal diyoruz. Yani hurmayı yaratan O,
hurmada dal yaratan O, dalın üzerinden salkım yaratan O,
salkımıda insanlara doğru takdim edip yaklaştıran da O'dur.
Üzüm bahçelerini yaratan O, zeytin ve narı yaratan O,
birbirine benzer vede benzemez nimetleri yaratan O, şekil
bakımından, tad bakımından, ağaç bakımından, ot
bakımından birbirine benzeyenler ve benzemeyenler olarak
her çeşidi yaratan Allah (c.c.) dür. Bu konuda Ra'd suresin-
de de bir ayet-i kerime var. 4. ayet. "Yeryüzünde birbirine
yakın topraklar var, bahçeler var, üzüm bahçeleri, ziraat
bahçeleri, hurma bahçeleri, çatallı çatalsız. Aynı su ile
sulanır. Ama yemede tad bakımından bir kısmını diğerine
üstün kılarız diyor Allah (c.c.) Toprakları aynı, suları da
ayni ama elmada tatlı, Limonda ekşi çıkıyor diyor Allah
(c.c).
Bu imansızların işi çok zor. Her şeye bir izah bulmak için
adamlar dabalayıp duracaklar. Garibanların başka yolları
yok. Biz diyoruz ki aynı topraktan beslenen, aynı su ile
sulanan, aynı havayı alan bu nimetin birisini tatlı, birisini
ekşi çıkaran Allah (c.c.) dır. Bunu söylüyoruz ve rahat
ediyoruz. Öbürüsü yok bunu tabiat yapar diyor. Tabiat
dediğin nedir? Bu toprak, bu su, bu hava, bu güneştir diyor.
Yahu bu bunu yapacak güçte-midir? Evet diyor. Ben
değilim ama. Peki toprakını akıllı benmi akıllıyım? İnsan
akıllıdır; Yaratılmışların en akıllısı insandır diyor. Onu
kabul , ediyor.
Peki ben yapamıyorum da bu kara toprak nasıl yapıyor?
Yapar diyor. Eğer bunu yapsa bu insanları üzerine bastırmaz
ve başka tarafta gez deyiverir adama. Olur mu öyle şey.Geri
zekalı bu herifler canım. Geri zekalılıklarından kendilerini
dünyada yakacaklar.
Meyvayı verdiğinde ve olgunlaştığında onun meyvasına
bakınız. Mesela olgunlaşmış kırmızı güzel bir elma.
Öylesine kırmızı ki, bir kadının yüzüne sonradan sürdüğü
kırmızılıkla, 15-16'na gelmiş birazda mahcup bir tavır almış
bir kızın yüzünde beliren kırmızılığın farklı oluşu gibi. El-
manın kırmızısıyla, ressamın kırmızısı da hiçbir zaman aynı
değildir. Van gog'un güne bakan çiçeği resmi milyar liraya
satılmış. Adam bir bakmış ki tabiattaki kendisininkinden
binlerce defa güzel. Adam çıldmvermiş. Adam deli olarak
ölmüş. Kulaklarını filan kesmiş. Bu dünyadan deli gitmiş.
Resmi güzeldir, o ayrı. Ama resim bir dondurma sanatıdır.
Halbuki çiçek her an tazedir, her an hareket halindedir.
Öbürüsü ise o hareketin binlercesini bir anda dondurmadır.
Bunu sanatkar anlıyor. Vangog'a tapanları anlamıyor.
Vangog anlıyor bu işi. Fakat V.angog bu iş bizim ya-
pacağımız iş değil deyip kulağını Rabbimin kelamını
duymayınca işe yaramıyor diye, kesmiş zarfın içine
koymuş, sevgilisine göndermiş.
İman eden o toplumlar için işte bunda sizin için ayetler
vardır diyor Allah (c.c). Yani bu ağaçların aynı topraktan,
aynı sudan beslenmelerine rağmen ayrı ayrı çıkışları, ayrı
bir şeye dönüşüşleri, renklerinde kokularında, tazeliklerinde
ve tadlarında ayrı oluşlarıda sizin için ayettir. Yani Allah'ın
varlığına ve birliğine delildir.1245[128]

100- Cinleri Allah'a ortak koştular. O cinleri Allah

1245[128]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/102-104.
yaratmıştı bilisizce Allah'a oğullar ve kızlar uydurup iftira
ettiler.Onların yakıştırmalarından Allah yücedir.
O imansızlar cinni Allah'a ortak kıldılar. Bir kısmıda
şeytana taparlar. Dünyanın en medeni milleti diye tanıtılan
Amerika da şeytana tapanlar derneği kurulmuş. Türkiyede
de hazırlığı var. Yakında müracat ederlerse şaşırmayın.
Adam Allah'a iman edemeyince bir şey bulacak. Yasin
suresinde Allah (c.c.) "Ey insanoğlu; şeytana tapma diye
ben sana söylemedim mi?" diyor. Vallahi hocam şeytana
tapan birisini görüp sorsakşeytanı önüne alıp ona
tapıyoimusun desek hayır diyecektir. Doğru. Zaten tapınma
denilen şey onun verdiği vesveseye uymaktır. Tapınma
denilen şey şudur. Günümüzde biri çıkarda; Allah'ın kelamı
böyle diyor ama, benim ağam şöyle diyor, bu daha doğrudur
ve daha haklıdır diyorsa o adam o ağasına tapıyor demektir.
Tapınma budur.
"Allah onları yarattı." Cinleride Allah yarattı, onlanda Allah
yarattı. Ve Allah için onlar, bilgisizce Allah'a kız veya oğul
isnad ederek iftirada bulundular. Mesela Allah'ın oğlu var
dediler. Hristiyanlar hala bu iftiraya devam ediyorlar. Hz.
İsa Allah'ın oğludur diyorlar. Yahudiler hala "Üze-yir
Allah'ın oğludur" diye iftiraya devam ediyorlar. Biz Üzeyr
salih bir zattır diyoruz. Hatta peygamberdir diyen
insanlarımız var. Çocuklarımızın isimlerinden Üzeyr
olanlarda vardır. Onlar ise hala Üzeyr Allah'ın oğludur
diyor. Günümüz yahudileride buna devam ediyorlar. Allah'ı
bütün bunlardan tenzih ederim, Allah yücelerden yücedir.
Allah onların anlattığı şekillerden yücedir. Onların vasfettiği
şeylerden yücedir,
İmam-ı azam hazretleri çok değerli, çok zeki bir ilim adamı.
Müced-did, müetehid. Benim övmemle yücelecek bir insan
değil. Binlerce, milyonlarca insan onun peşinden gitmekle
zaten onu övmüşler. Diyor ki O; Yahudisi, hristiyanı,
putperesti aynı kalıbın adamlarıdır. Aynı tipte insanlardır
bunlar.
Hocam ayrılıklar var. Günümüzde Amerikayı seven bir
kısım müslüman kardeşlerimiz var, toz kondurmazlar. Ayet-
i kerimede onlar hakkında kafir kelimesi kullanılıyor. Hatta
"İnsanlar içerisinde müslümanlara en şiddetli düşman
yahudilerdir" diyor Allah (c.c). Yani putperestlerden de
şiddetli düşmandır onlar. Ancak Rabbim onlara bazı
muameleleri müsade etmiş, o ayrı. Ama kafir ve
müşriktirler. Allah'a oğul isnad ettimi bir adam, onun işi
bitti demektir. Kafir ve müşriktir O. Ama Allah müslü-
manlara onların kızını almaya, yemeğini yemeye müsade
etmiştir.
Imam-ı Azam hazretleri bunlar hepsi aynı şekilde kafirdir
diyor. Aralarındaki fark ise şudur. Birisi eline birşey almış
dünyanın en değerli incisi benim elimde diyor. Bakıyorum
elindeki üzüm tanesi. Diğeri eline birşey almış o da
dünyanın en değerli incisi benim elimde diyor. Fakat onun
elindeki de ayva. Öbürüsü de dünyanın en değerli incisidir
bu diyor, elinde topraktan yapılmış yuvarlak birşey var. Bu
adamlar bir yerde birle-
şiyorlar diyor İmam-ı Âzam hazretleri. O da inciyi
tanımama da birleşmek. Bunlar inciyi tanımamakta
birleşiyor. Yahudisi, hristiyanı, putperesti Allah'ı
tanımamakta birleşiyorlar.(el-Alim ve-1-müteallim) Nasıl?
Allah'ı tanıtırken Allah'ı tanımamakta birleşiyorlar. Nasıl
tanıtıyorlar? Allah'ın oğlu var diyorlar. Yahudiler Üzeyr
Allah'ın oğlu diyor, hristiyan-lar İsa Allah'ın oğlu diyor.
Öbür tarafta "buda"ya Allah'tır diyor. Üçü bir yerde
birleşiyorlar. O da Allah'ı tanımama. Hayallerine göre bir
Allah inançları var. Onun için Allah "Allah'a nasıl
inanılması gerekiyorsa öyle inanmalılar" diyor.
Türkiye'de bir kısım insanlar var. Benim müslüman
olmasına biraz sebep oluverdiğim biri var. Diyor ki; hocam
çevreden insanlar geliyor bana diyorlarki seni görmeye
gelmedik, seni müslüman eden adamı, Mah-mud hocayı
görmeye geldik. Eski kominist arkadaşlarım beni ziyarete
geliyorlar. Seni görmeye değil seni müslüman eden hocayı
görmeye geldik demişler. Bu kızmış. Ben müslüman
değilmiydim demiş. Bu adam koministlerin o şehirdeki
birinci derecedeki şahsı. Bu adam diyor ki "Ben müslüman
değilmiydim" Gerçekten bu adamın daha önceden
müslüman-lığmda şüphesi yoktu. Türkiye de bu tipten çok
adam vardır. Bir tarafta müslümanhk sağ cebinde durur.
Ona sözde ettirmez. Ama sosyal nedenlerden dolayı
fakirliğin kalkması için, herkesin eşit seviyeye gelmesi için
koministliğin gelmesi lazım diyen bir fikir geliştirdiler. Ama
bizde bunlara vurduk damgayı. Kominist olan
müslümanlıktan çıkar dedik doğru. Bu işi şuurlu olarak
yapanlar var. Bunların sayısı 500'ü geçmez. Yani komi-
nistliğin müslümanlıktan ayrı bir din olduğunu bilenler var.
Bunlar ise bilmez. Daha önce anlatmıştım. Bir adam
koministlik adına kahvehane taramaktan 8 sene yatmış
çıkmış. Sonra 8 sene daha aldı. Şimdi onun için yatıyor
içeride. Çıkınca kayınbiraderleri dayamışlar tabancayı
adamın kafasına, boşa kız kardeşimizi niye beklesin senin
yolunu demişler. Belediye nikahımız yok diyor. Oğlum var
10-12 yaşında . O da zoru görünce boşamış. Boşadıktan
sonra da biri demişki git Mahmut hocaya sor. Bana geldi.
Oğlum dedim koministlikten girdin ma'dem neden avrat
boşamayla uğraşıyorsun. Hocam ben rnüslümanım diyor.
Niye böyle yaptın? O ayrı. Verdiler cebime parayı, verdiler
elime tabancayı fakirdik bu işleri yaptık. Fakat biz
müslümanız. Bu türden insanlar var.
Farzetki biri "ben senin dininden değilim" dese, diyor
İmam-ı Azam hazretleri Adama yine soracaksın. Bundan
neyi kastediyorsun. Adam diyor ki bu Kur'an-ı"cebinde
taşıyacak olursan kurşun geçmez. Karşısındaki de " Vallahi
senin dininden değilim" diyor. Bu adam böyle söylüyorsa
bu müslamanlıktan çıkıyor anlamına değildir. Senin bir din
anlayışın var: Yanlış. Ben ondan değilim diyor adam.
Türkiye'de çok derbederlik var.
Bir camiye vardım. Bir hacı devamlı namaz kıldığı halde
camiye. Hocaya sordum. Niye gelmez camiye, O yok.
Vallahi hocam kolundan tuttum attım dışarı dedi. Hayrola
yahu dedim. Caminin önünde otururken diyor "oğlum ne
uğraşıp duruyorsun bu memlekete şeriat gelmez" demiş. O
da namazını kıldırtmadan tutmuş kolundan, kapıdan dışarıya
atmış. Senin hacılığında, namazında, orucunda, bu güne
kadar ne yaptıysan hepsi gitti, defol hadi demiş. Namazdan
sonra ben hacının evini gittim. Hacıyı dinledim. Diyor ki
"hocam bunlarla gelmez." Hacınm anlatmak istediği oymuş.
Ulan birşey yaptığınız yok sizinle mi gelecek diyormuş o.
Bunu inkar babında söylemiyor. Bunların hali diyor İmam-ı
Azam hazretleri şuna benzer. Bir adam insanların karşısına
geçse ben eşşeğim, ben eşşeğim dese siz o adama eşşeksin
dermişiniz demezsiniz. Onun için bu adamlar yanlış ifade
ediyorlarsa o ifadelerinden kastının ne olduğunu da sorun
diyor.1246[129]

101- Gökleri ve yeri örneksiz yaratan O'dur. Onun nasıl


çocuğu olur? O'nun bir hanımı yok ki O' herşeyi yarattı. O
herşeyi bilendir.
"Bedi' " modelsiz olarak yapan manasına geliyor. Allah'ın
esmaül hüsnasından biridir. Gökleri ve yeri modelsiz olarak
yaratan O'dur. İnsanların bugün televizyon, teyp, radyo gibi
yaptıkları herşeyin daha önce yapılmış bir modeli görüp
ondan yaptıkları ortadadır. Efendim daha güzelini yapmış.
Ama daha önce gördüğü ona fikir veriyor. Camilerimize
baktığımızda Osmanlılar, Selçuklulardan, Selçuklularda,
Abbasilerden, onlarında Emevilerden etkilendiği

1246[129]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/104-107.
görülecektir, Onlarda yani Emevilerde daha öncekilerden
etkilenmiştir. Diğer camiler üzerinde Ayasofyanın etkisi
vardır. Hristiyanlar tarafından yapılmıştır ama Mimar Sinan
üzerinde Ayasofyanın etkisi vardır.
Allah (c.c.) bu kainatı, bu çiçeği, bu böceği, bu insanı
yaratırken daha önce birşey yoktu. O kainatı modelsiz
olarak yarattı. Önemli olanda bu zaten.
"Onun nasıl çocuğu olur" Yahudiler Üzeyr onun oğludur,
Hristiyanlar Isa onun oğlu diyor. Onun nasıl çocuğu olur.
Onun için bir eş yokki onun çocuğu olsun. Herşeyi O
yarattı, O, herşeyi bilendir" diyor Allah (c.c).
Bizim işçi ile Alman şef aynı fabrikada çalışıyorlar, dini
konulara girmişler. İsa Allah'ın oğlu mu? Oğlu. Nereden
oldu. Meryem'den oldu. Yahu nasıl olur bu? Bizimki Allah
ne kadar büyük demiş. O çok büyük demiş. Bizimki bana
bir tarif et Allah ne kadar büyük, dünyadan büyük mü?
demiş. O dünyadan büyük demiş. Yıldızdanda mı? Evet.
Güneşten! Evet. Bütün yıldızlardan ve güneşten büyük
diyormuş şef. Bizim ki sormuş; deve mi büyük pire mi
büyük? Demiş ki; deve büyük. Peki deve ile pire birleşip
pire meydana gelmiş desem deyince bizim ki; O olmaz lan
gerizekalımısın sen demiş. Ulan demiş bütün kainattan
büyük olan Allah'a inanıyorsun. Meryem ne kadardı? senin
anan veya benim anam kadardı. Bu iş olur mu? deyince şef
kalakalmış. Allah (c.c.) biryerde onu diyor. "Onun nasıl
çocuğu olur? Ona layık bir eş yok ki." Yani Rabbime layık,
rabbim kadar büyük, rabbim kadar güçlü, bilgili bir eş
yokki, onun şeriki ve naziri yokki çocuk olsun diyor Allah
(ç.c). O herşeyi yarattı, O herşeyi bilmektedir diyor
Rabbimiz.1247[130]

102- İşte O Allah sizin Rabbinizdir. O'ndan başka ilah

1247[130]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/107-108.
yoktur. Herşeyin yaratıcısıdır. O'na kulluk ediniz. O'
herşeyin üzerinde vekildir.
Bu ayet-i kerimede Allah yine kendisini tanıtıyor. 101.
ayette yeri ve göğü modelsiz bir şekilde yaratanın kendisi
olduğunu ve onun için bir çocuk, onun için bir arkadaş da
olmadığını, herşeyi onun yarattığını, herşeyi onun bildiğini
ifade ettikten sonra "İşte sizin rabbiniz bu" diyor. Yani sizin
rabbiniz herşeyi bilendir, herşeyi yaratandır, yarattığını
modelsiz yaratandır. Daha önce biri yaratmış da onun
benzerini yapmış gibide değildir. İnsan modelsizdir, çiçek
modelsizdir, böcek modelsizdir. Daha önce olmadığı halde
Allah (c.c.) onları yaratmıştır. Bu ifadenin anlamı şudur.
İnsanoğlu bu günkü uzay araçlarını, uçakları yapıyorlar.
Ama bunun temelinde ilk insanın tekeri yapması
yatmaktadır. İlk insan tekeri yapıyor. Tekerin üzerinde
eşyasını taşımaya başlıyor. Sonra sığırını, atını, öküzünü
onun önüne koşuyor. Derken bugünkü merhaleye geliniyor.
5000 yıl içerisinde bu hale geliyor. İnsanoğlunun tekeri
icadıyla bugünkü havada. uçuşu arasında binlerce yıl
geçiyor. Allah (c.c.)'ın gücünü ona göre mukayese ediniz.
İnsanoğlu bugün yaptıklarıyla bir yarasanın kabiliyetine
ulaşmış değil. Bir kartalın kabiliyetine ulaşmış değil. Bu
kadar ince, bu kadar güzel ve de canlı. Yakıtı kendisinden.
Kendisi topluyor, kendisi öğütüyor ve kendisi dışkı haline
getiriyor. Ayrıca hayvanların özellikleri ile ilgili batıda,
doğuda ve Türkiye'de terceme edilmiş, yazılmış özel ki-
taplar vardır. İlk defa yaratıyor ve öyle yaratıyor. Yani
yaratılışında tekamül yok eşyanın. Bazıları Allah'ın (c.c.)
gücüne fazlaca inanamadıkların-dan dolayidırki tekamül
nazariyesini geliştirmişler. İnsanın maymundan geldiği
hikayesini bize anlatıveriyorlar. Halbuki tabiatta
gördüğümüz herşey onların ortaya atmış oldukları iddianın
yanlışlığını ortaya koyuyor. Biz Allah'ın bize öğrettiğini
söylüyor ve diyoruz ki; "Rabbimiz herşeyi örneksiz,
modeJşiz yaratmıştır. Herşeyi yaratan O'dur ve O herşeyi
bilmektedir."
"İşte. size işaret ediyorum rabbiniz budur"' diyor Allah (c.c).
Ondan başka ilah yoktur. O herşeyin yaratıcısıdır. Öyleyse
ona ibadet ediniz, ona kulluk yapınız. Onun emirlerini tutup,
yasaklarından kaçınınız. Herşeyi yaratan O olunca ibadet ve
kullukta ona yakışır. Yoksa Allah'ın yarattığı herhangi
birşeye kulluk yakışmaz. Çünkü oda bizim gibi yaratıl-
mıştır.
"Herşeyin vekilide O'dur." Vekil bir başkasının işlerini
üzerine alan manasına geliyor. Bu işte filan benim vekilim
diyoruz. Allah (c.c.) bizim vekilimiz. Nasıl? Yaratanımız O,
bütün vücudumuzdaki sistemi, kalbimizi, kanımızı
yaratanımız O, yöneten de O, öyle olunca bu işlere biz ken-
dimiz müdahele edemediğimize göre, Allah (c.c.) yaptığına
göre O bizim vekilimizdir. Bizim vekilimiz olduğu gibi
herşeyin vekili de O'dur. Çiçeğin topraktan çamur yutması,
yukarıda koku vermesi onun koymuş olduğu kanunlar
içerisinde olmaktadır. Allah'ın (c.c.) verdiği gıdayı almakta
ve onu bir başka şekle çevirmektedir.1248[131]

103- Gözler onu göremez, O gözleri görür. O latif (Herşeye


nüfuz eden gözle görülmeyen insanlara Iütufda bulunan) dır.
Herşeyden haberdardır.
Peki ama bütün bunları yapan Allah (c.c.) nerede? "Gözler
onu kavra-yamaz" idrak edemez. Türkçede de idrak
kelimesini kullanırız. İdrak: bütün teferruatı ile anlamak
demektir. Yani işin künhüne vakıf olmak demektir eskilerin
deyimiyle. O işin en ince teferruatına kadar bilgi sahibi
olmak demektir idrak. Allah (c.c.) da diyor ki; "gözler onu
idrak edemez". Yani O Allah'ı (c.c.) şu sınırlı gözler idrak
edemez.

1248[131]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/108-109.
"O gözleri idrak eder." Çünkü bütün gözleri O yaratmış.
Bütün gözleri gören O, bütün gözlerin mahiyetini bilen O.
Sırf göz konusunda ihtisas yapan, profesör olan
doktorlarımız var. Onlarla görüşseniz bile, onlar diyorlar ki;
göz hakkında daha ulaşamadığımız çok derin alanlar var.
Araştırmalar devam ediyor. Göz mütehassısı olan
doktorumuzun söylediği budur. Şu anda bilemiyoruz, ama
ileride yapacağız diyor. Yani bizimde bilgimiz gelişecek, bu
konuda çeşitli ilaçlar ve tedavi yollarıda geliştireceğiz diyor.
Allah gözleri bilir, görür ama gözler onu idrak edemez diyor
Allah (c.c). Bu ayet-i kerimeden yola çıkarak Hz. Aişe
validemiz Peygamber efendimiz (s.a.v.)'rn Allah'ı
gördüğünü yalanlıyor . Diyor ki; Peygamber bu dünyada
iken Allah'ı görmedi. Kim peygamber Allah'ı gördü derse,
peygambere indirileni yalanlamıştır. Yani Kur'an-ı
yalanlamış olur. Çünkü Kur'an-ı kerim de "gözler onu
göremez, idrak edemez, O gözleri idrak eder" buyuruluyor.
Bu Hz, Aişe validemizin görüşüdür.
Yine sahabeden Abdullah bin Abbas (r.a.) peygamber
efendimiz gözüyle değilde, gönlüyle gördü diyor. Miraç
gecesinde gönlüyle gördü diyor. Ama sahabeden bir tanesi
sormuş peygamber efendimize; Ya Resu-lallah miraç gecesi
Rabbini gördün mü? Efendimiz de "ben onu nasıl göreyim
O bir nurdur" demiş. 1249[132] Yani görmediğini ifade etmiş.
Fakat tasavvufla meşgul olan, tasavvuf tarafı ağır basan bir
kısım ilim adamlarımızda, bu idrak kelimesinden yola
çıkarak, "gözler onu idrak edemez" diyor. Ayet-i kerime
"göremez" demiyor. Onun için peygamber efendimiz (s.a.v.)
rabbini görmüştür. Ama künhüne vakıf olacak şekilde
görmemiştir. Bunu misal olarakta şöyle anlatmışlar. Mesela
gözünüzü gökyüzüne çevirdiğinizde ay'i görürsünüz. Ama
ay hakkında bilgimiz yok bizim. Yani ay hakkında bilgi

1249[132]
Müslim İman 291
verecek kadar görmüyoruz. Ay'ı görüyoruz da ay hakkında
bilgi verecek kadar görmüyoruz. İşte aynı şekilde
peygamber efendimiz miraç gecesinde Rabbini gördü. Ama
onun hakkında kuşatıcı bilgi verecek kadar görme değildir
bu. Gökyüzüne baktığınızda gökyüzünü görüyor musunuz?
Evet. Peki kaç tane yıldız var. Bilemiyorsun ki. Yıldızlar
nasıl birşey? Onuda bilemiyorsunuz. Ama gökyüzünü
gördüm diyorsun. Aynı şekilde Allah'ı (c.c.) da peygamber
efendimiz gördü. Ama onu bize tarif edecek şekilde
mahiyetini kavrayacak şekilde değil diyerek izah etmişler.
Ahirette görüleceği konusunda ehl-i sünnet ittifak ediyor.
Cennette müslümanlar, mü'minler, Hz. Adem'den kıyamete
kadar gelecek olan ve cenneti hak eden müslümanlar Allah'ı
görecektir diyorlar ve ayetten de, delil getirmişler. "O gün
mü'minlerin yüzleri ayın 14'ü gibi parlak olacaktır. Ve aynı
zamanda da rablerine bakıcı olacaklardır. Yani rablerini
göreceklerdir." diyor Allah (c.c). Bu ayetten hareket ederek
ehl-i sünnet, Allah'ın cennette görüleceği konusunda ittifak
etmişlerdir. Yalnız Mu'te-zili kardeşlerimiz ahirette
görülmeyecektir demişler. Bu konuda da kelam kitaplarında
epeyce münakaşalar vardır. Fakat biz ehl-i sünnetten olarak,
sahabenin çoğunluğu, tabiinin çoğunluğu, aynı konuyu
benimsediklerinden yani cennette görülecektir. Bu ayet-i
böyle yorumladıklarından dolayı biz öyle kabul ediyoruz.
Peki o zaman nasıl görülecektir? Bir kere orası bu aleme
benzemiyor. Gözlerimizin görüşüde benzemeyecek. Onun
için yiyecekler, içecekler, giyecekler, görecekler bu dünyada
hayale hatıra gelmeyecek şekilde daha güzel, gözlerimizde
gönüllerimizde de ona
göre bir değişiklik olacaktır. Gözlerin görüş alamda bu
dünyadaki gibi belirli frekanslar içerisinde
1250[133]
olmayacaktır.

1250[133]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/109-111.
104- Muhakkak size Rabbinizden basiretler geldi (gönül
gözü ve gönül gözünü açan Kur'an geldi.) Kim görürse
kendisi için görmüş olur. Kimde görmezse kendi
zararmadır. Ben sizin üzerinizde bir bekçi değilim.
Basiretin çoğulu Besair. tefsirinde de Allah, size deliller
geldi diyerek açıklanmış. Gözlerinizi açacak ayetler,
hüccetler geldi. Öyleyse "kim görürse kendisi için görmüş
olur. Kim de gözünü yumarsa İslama karşı kendi zararına
olur. Ben sizin üzerinize bekçi değilim." Koruyucu değilim.
Çok güzel ayet-i kerimeler. Doktor hastasını çağırıyor.
Hasta gelip doktora diyor ki: Efendim iki gözümde
görmüyor, bende katarak varmış. Doktorda aynı teşhisi
koymuş ve ameliyat etmiş. Gözleri açılmış. Fakat adam iki-
üç yıldır gözleri kapalı olarak gezdiğinden dolayı aydınlığa
gözünü açmamakta direniyor. Doktoru aç kapaklarını diyor,
adam açmıyor. Aynen öyle birşey. Bu ayet-i kerimeyi
anlarken benim gözümün önüne bu olay geldi.
Allah size hangisi doğrudur, hangisi yanlıştır, hangisi
helaldir, hangisi haramdır, hangi yol cennete gider, hangi
yol cehenneme gider gibi yollar göstermiş. Yani önünüzü
açmış, basiretinizi açmış. Şimdi gözünü açan, gönlünü
İslam'a açan bu ayetler doğrultusunda giden kişi, bunu
kendisi için yapmış olur. Ve neticede kendisi kazanmış olur.
Kimde bu kadar deliller ayetler, ameliyatlar olmasına
rağmen gözlerini kapatacak olursa, o zaman zararı
kendisinedir. "Ben sizin üzerinize bekçi değilim."
Yani adamın gözlerini ameliyat etmişsiniz, adam gözlerini
kapatmakta diretiyor. Siz bu sefer koltuğuna gireceksiniz.
Ayet ben koltuk değneği değilim manasına geliyor. İşte
ayetler, işte yol, bu yol cennete gider, bu yol cehenneme
gider, Şu iyidir, şu kötüdür. Bunlar size verilmiştir. Bundan
sonrasıda irade etmek size aittir. Dileyen cennet yoluna,
dileyen cehennem yoluna gider. Ve ben tutupta sizin
elinizden yok buraya gideceksiniz diye zorlayıcı değilim
diyor Allah (c.c). 1251[134]

105- "Sen ders almışsın" desinler diye, bilen kavimlere, onu


açıklamak için ayetleri işte böylece açıklarız.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) 40 yaşında peygamberliğini
ilan edince ve o insanlara Allah'tan gelen ayetleri bildirmeye
başlayınca" hahamlardan duymuş, onlardan bize
aktarıyor"demişler. Allah (c.c.) buna işaret ediyor. Bir kısım
insanlar; sen ders almışsında bize anlatıyorsun desinler diye
ayetlerimizi böyle açıkladık. Yani peygamber efendimiz
(s.a.v.) o günün insanlarının duymadığı bilmediği konulara
giriyor. Yalnızca o günün insanının değil, bu günün
insanının bile. Allah'ın (c.c.) ayetleri peygamber
efendimizin peygamberliğinin şahididir. Çünkü 1400 yıl
önceki insanların koymuş olduğu kanunlardan günümüze
kadar gelebilenleri var. Bugün bunları okuduğunuzda ne
kadar basit şeylerle uğraştıklarını görürsünüz.
Bugünün kanun yapıcılarının uğraştıkları gibi. Bugün
koydukları kanunun yarın yürürlükten kalkma
mecburiyetinde olduğunu görüyoruz. Halbuki peygamber
efendimiz (s.a.v.) rabbinden getirdiği ayetler 1400 sene
evvelkisi kadar güzel. Buda gösteriyorki, bu Allah'ın (c.c.)
kelamı, peygamber efendimizde bunu bize taşıyan elçidir.
Böylesine güzel şeyleri aktarınca Mekkeli müşrikler; yahu
bu adam bizimle beraber büyüdü, bunları nereden biliyor?
Öyleyse bunları başkalarından öğrenmiştir diyorlar. Yani
Şam'daki papazdan veya Medine'deki yahudilerden ders al-
mıştır diyorlar. 1252[135]

106- Rabbinden sana vahyolunanl^ra uy. Allah'tan başka


ilah yoktur. Müşriklerden yüz çevir.
1251[134]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/111.
1252[135]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/112.
"Rabbinden sana vahyolunana uy diyor Allah (c.c). Yani
Mekkeli müşriklerin kanunlarına değil, Medine'deki
yahudilerin kanunlarına da değil, sana rabbin tarafından
vahyolunana uy. Yani Kur'an-ı Kerime uy."
Ondan başka ilah yoktur. Yani Allah'ın (c.c.) vahyine uy.
Çünkü senden başka ilah yoktur. Bugünkü ve Mekke
dönemindeki müşrik insanlardan bir çoğu kendileri gibi
insanların uydurduklarına uyuyorlar. Halbuki onlar ilah
değiller. Yani yaratıcı değiller. Kendileri ve akılları Rabbim
tarafından yaratılmış. Sınırlı akıl verilmiş insanlara. Yarını
göremeyen, yarının ne getireceğini bilemeyen bir akıl
verilmiş insanlara. Onun için Allah (c.c); Rabbinden sana
gelen vahye uy, ondan başka ilah yoktur diyor. Ondan başka
yaratan, ondan başka yaşatan, ondan başka, yöneten yoktur.
Ve müşriklerden de yüz çevir.
Müşrik denilince milletin hatırına bazen Allah'a inanmayan
kimse geliveriyor. Katiyyen bunu böyle anlamayacağız.
Zaten bu derse devam edenler bunu biliyorlar. Şirket
kelimesiyle "Müşrik" kelimesi aynı kökten geliyor. Bundan
türemiş olan "müşterek" kelimesini türkçede kullanıyoruz.
Şirket; iki veya daha fazla kişinin aynı işyerinde hisseleri
oranında söz sahibi olmalarıdır. Yani ortaklık kuruyorlar.
Eskiden şirket denilirken şimdi ortaklık kelimesiyle bu ifade
ediliyor. Allah'a şirk koşmak için başta Allah'ı kabul etmek
şart. Adam Önce Allah'ı kabul ediyor. Ayet-i kerimede
Allah (c.c.) "Mekkeli müşriklere yeri-göğü kim yarattı diye
sorsan, Allah yarattı" derler diyor. Ancak Allah'ı kabul
ettikten sonra ona ortak koşuyorlar. Müşriklik buradan
geliyor. Onun içindirki bazı hukuki muamelelerin dışında
biz yahudiyi, hristiyanı, putperesti aynı kabul ediyoruz.
Kur'an-ı Kerim müşrik kelimesini ehl-i kitap için kullanıyor.
Kafir kelimesini de kullanıyor ehl-i kitap için Kur'an-ı
Kerim. 1253[136]

107- Eğer Allah dilemiş olsaydı onlar müşrik olmazlardı.


Seni onlar üzerinde bekçi kılmadık. Sen onlar üzerinde
vekilde değilsin.
Melekleri nasıl ki Allah'tan başkasına ibadet etmezler,
emirlerini yerine getirirler ve isyan etmezler şeklinde
yaratılmıştır. Melekler "emrolu-nanı yerine getirirler başka
birşey yapamazlar.
İnsanlanda Allah dileseydi öyle yaratırdı. Ama Allah (c.c.)
insanları en güzel şekilde yarattığını, eşref-i mahlukat
olduğunu ifade ediyor. Bunu kazanması için bir imtihandan
geçmesi gerekiyor. Sahte altınla, som altın birbirleriyle yarış
ediyorlarmış. Sahte altın, ben hakiki, som altınım diyormuş.
Bir sürü gürültü koparıyormuş mahkemenin önünde. Hakiki
altın kendisini savunamamış. Utancından kendisini
savunamamış. Hakime demişki; hangimizin hakiki
olduğunu ayırt eden ateştir. Ne olur, iki-mizide ateşe at.
Ateşe atınca belli olmuş. Som altun olduğu gibi som olarak
çıkıyor. Katışığı olan ise yansını kaybediyor, diğer yarısı
olduğu halde ateşten çıkıyor. Yani fazla söze gerek yok,
ateş hangimizin som altun olduğunu açığa çıkarır diyor.
İşte insanlar içerisinden değerli olanlanda ayırt eden bu
dünya hayatımızdaki imtihammızdir. Allah (c.c.) da imtihan
için yarattığını zaten birçok ayet-i kerimelerinde ifade
etmiştir. "Biz seni onlar üzerine bekçi kılmadık" diyor Allah
(c.c). "sen onlar
üzerinde vekilde değilsin". Yani onlardan sen sorumlu
değilsin. Senin üzerine düşen görev rabbinden gelenleri
onlara anlatmaktır. "Sana duyurmak düşer, bize de hesaba
çekmek düşer" diyor Allah (c.c).
Kur'an-ı Kerimde "sana duyurmak düşer dedikten" sonra da,

1253[136]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/112-113.
duyurmanın yollan öğretiliyor. Çeşitli ayet-i kerimelerde
tebliğin metodlarını Allah (c.c.) haber vermiş.
Hocalarımızın bize çokça duyurduğu "rabbinin yoluna
hikmetle çağır, güzel vaazlarla, güzel nasihatlarla çağır, en
güzel şekilde onlarla mücadele et" ayetidir. 1254[137] Diyelim
ki o gün için Bizans'a ve İran'a İslam'ı tebliğ için yola
çıktınız. Biz harb etmek niyetinde değiliz, zorla insanlara
İslamiyeti de kabul ettirmek istemiyoruz, zaten rabbim bunu
yasaklıyor ama, bizim tebliğimiz İran'daki insanlara ulaşma-
lıdır. Kudüs'teki, İstanbul'daki, Roma'daki insanlara
ulaşmalıdır. Bunu engellerseniz, engelinizi ortadan
kaldırırız. Yani İslam'ın harbi vardır. Bu konuda ayet-i
kerimeler vardır. Günümüzde batıya şirin görünmek için;
efendim İslam'da savunma harbi vardır, hücum harbi yoktur
diyor bazı insanlarımız. İkiside yoktur aslında. İslam'da
dinimin yayılması söz konusudur. Karşı taraftaki insan
harbetmesin, engel olmasın, bizde yolumuza devam edelim.
Şimdi bu batı kafa yapısına şartlanmış bazı insanlara
hoşgelmeyebilir. Diyoruz ki; mülk rabbimindir. Bunu kabul
ediyormusunuz? Evet der. İnançsızı dahi bunu kabul eder.
Yani kainatı Allah tarafından yaratıldığını kabul eder. Peki
inşamda yaratan O mu? Evet O. Bu insanlara Rabbim
peygamber göndermiş, Kur'an göndermiş ve bu insanların
neyi nasıl yapacağını öğretmiş. Diyor ki; benim kelamımı
insanlara ulaştırın. Biz ulaştıracağız. Mülk onun ise, bu
insanlarda onun ise, emri de O veriyorsa bizim görevimiz
ulaştırmaktır. Bu batılı kültüre göre yetişmiş adam diyor ki;
bu başka devletlerin içişlerine karışmak olur. Yahu başka
devlet nasıl olmuş. O adam gelmiş benim evimin yanıbaşına
taş dikmiş, burdan bu tarafı benim devletim diyor. Burası
benim idi. Olsun ben yeni taş diktim, buradan bu yanı benim
diyor. Peki ben geçecek olsam. O zaman içişlerime

1254[137]
en-Nahl 125
karışmak olur diyor. Yahu bu mülk benim . Bu mülk
rabbimin. Eğer devlet bazında ele alacak olursak meseleyi.
Bir zamanlar Osmanlının idi. Şimdi hep siz gelip işgal
ettiniz. Yok hayır benim çizdiğim yer benimdir. Benim
dediğim dedik çaldığım düdüktür diyor adam. Yani adamlar
belir-liyor sizin nerede duracağınızı nereye kadar
gideceğinizi. Yani bu durum o insanlara ilahlık vasfı
veriyor. Böylelikle kendilerini ilahlaştırıyorlar, Allah (c.c.)
yeryüzünü insanlar için yarattığını Bakara suresinde
"Yeryüzünde ne varsa sizin için yarattı "(Bakara 29)diyerek
haber veriyor. Mülk onundur. Diyor ki; burası bütün
insanlık içindir. Öyleyse sınır için iki tane taş konulur. Bir
tarafı gavurların sınırıdır, diğer tarafı da müslümanla-rındır.
Bu kadar olur. Gavurlar kendi aralarında böleceklermiş,
bölsünler. O ayrı bir durum. 1255[138]

108- Allah'tan başkasına dua edenlere sövmeyiniz. Sonra,


onlarda bilgisizce haddi aşarak Allah'a söverler. Böylece her
ümmete amellerini süsledik. Sonra dönüşleri Rablerinedir.
Ve yaptıklarını onlara haber verir.
Bu ayette de Rabbim yine bize bir davetin metodunu
öğretiyor.
Allah'tan başka insanların dua ettiği çağırdığı ilahlarına
sövmeyiniz. Yani insanların ilahına sövmeyiniz. Eğer siz
insanların Allah'tan başka tapındıklarına söverseniz, onlarda
bilgisizce, düşmanlıkla sizin Allah'ınıza söverler.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) "anne ve babalarınıza
sövmeyin" demiş bir gün sahabeye. Demişler ki; Ya
rasulallah biz zaten sövmeyiz. Neden bunu söylediniz.
Demiş ki, siz başkasının anne ve babasına söversiniz,
onlarda sizin anne-babanıza söver, işte bu kendi anne ve
babanıza sövmektir. 1256[139]
1255[138]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/113-114.
1256[139]
Müslim İman 145
İnsanların tapındıkları putlar vardır. O putlarına
sövmeyeceksiniz. 108. ayet-i kerimeye uygun olarak onların
putlarına sövmeyeceksiniz. "Siz onların putuna söverseniz,
onlarda sizin Allah'ınıza söver" diyor" Allah (c.c). Peki
hocam niye bu adamlar bu putlarına taparlar. Rabbim "biz
her ümmete, her millete amellerini süsledik" diyor. Her
insan kendi yaptığını güzel görür. Kendi tapındığını güzel
görür. Kendi bağlı olduğu kanunu güzel görür, onu koyanı
güzel görür.
"Sonra dönüşleri rablerinedir. Allah onlara yaptıklarının
hepsini birer birer haber verecektir" diyor Allah (c.c).
Allah'tan başkasına tapan bu insanlar Allah'a dönecekler.
Kendi tapındıklarına değil. Tapmdıklarıyla beraber
cehenneme sevk olunacak bu insanlar. Rabbimde onlara
yaptıklarının hepsini haber verecek. Yani melekleri
kanalıyla yazdırmıştır. Gerçi Rabbim kendisi biliyor ama
meleklerine de kaydettiriyor. Neyin nerede söylendiğini,
neyin nerede yapıldığını meleklerin kaydettiğine 1400
seneden beri iman ediyoruz.
İnsan kendine güvendiği an yok oluyor demektir. Yani beni
yıkacak yoktur dediniz mi yıkılıyorsunuz demektir. Dünya
pehlivanı olmuş pehli-
van bile beni yenecek yoktur diye yan gelip yatmıyor. Eğer
güreşe, spora devam edecek ise antremanlarma yine devam
ediyor. Adam dünyadaki sporla ilgili gelişmeleri takip
ediyor. Eğer takip etmezse gider. Çünkü karşı taraftakiler
yeni bir oyun geliştiriverirler. Ve böylelikle yıkarlar. Onun
için Şeyh Sadî Şirazî Gülistanında der ki; karşındakini zayıf
görünce bıyığını burma, iyi bilki her gömleğin altında bir
kemik, her kemiğin içinde bir ilik vardır.1257[140]

109- Eğer onlara bir ayet (Mucize) gelirse muhakkak ona

1257[140]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/115-116.
iman edecekleri konusunda bütün güçleri ile emin ettiler.
Deki "Ayetler Allah katındandir. O ayetler geldiği zaman
iman etmeyeceklerini siz nasıl bileceksiniz.
Müşrikler bütün güçleriyle yemin edip diyorlar ki; eğer
onlara da bir ayet gelecek olursa, yani bir mucize gelecek
olursa ona iman edecekler. Hem Vallahi hem billahi şöyle
şöyle bir mucize gösterecek olursan biz sana iman edeceğiz
diyorlar Mekke'li müşrikler.
"Deki: ayetler ve mucizeler Allah katındadır." Yani ben
mucizeyi gösteremem size. Peygamberimiz (s.a.v.) istediği
zaman mucize gösterememiş. Hani istediği an ayet
getirememiş. Hatta peygamber efendimizin bir fetret dönemi
vardır. Vahiy geldikten bir müddet sonra vahiy kesilive-
riyor. Mekkeli müşrikler diyorlar ki; Muhammedin Rabbi
Muhammedi bırakıverdi.
Ayetlerin gelmesi rabbimdendir, mucizelerin
peygamberimize veril-meside Rabbimdendir. Rabbim
verdikten sonra peygamber efendimiz mucizeleri göstermiş
onlara. Ama iman etmeyen yine de iman etmemiş. Buna
rağmen yeminle diyorlar ki; biz yemin ederiz ki eğer bize
mucize gösterirsen biz iman edeceğiz.
"Deki; ayetler ve mucizeler Allah kalındadır.
"Müslümanların bağrı yanık. Kafirlerin müslüman olmaları
için çok arzulular. Çünkü o gün için iman etmeyenler bir
kısmının anası, bir kısmının babası, bir kısmının da kardeşi,
bir kısmınında dayısı, amcası. Yani müslüman olmuş bir
sahabi müslüman olmayan amcasının, müslüman olmayan
babasının müslüman olması için dünyada ondan daha çok
arzu ettiği bir şeyi yok. Onlar gönüllerinden diyorlar ki;
keşke peygamberimiz onların istedikleri mucizeleri
gösteriverse. Rabbim diyor ki; siz nereden bilirsiniz. Size
kim birşey his-settirdiki. Onlara mu'cizeler gelsede onlar
iman etmez diyor Allah (c.c.).
Yani siz bir mucize göstermesini arzu ediyorsunuz ama,
mucize gelsede iman etmeyecek olanlar iman etmezler.
Çünkü peygamber efendimizin (s.a.v.) getirdiği ayetlerin
bizzat kendisi mucize. Ayrıca peygamber efendimizin ayetin
işareti, hadisi şeriflerin doğrudan delaletiyle Ay'ı ikiye
yardığı haber veriliyor. Onu da gördükleri halde
peygamberimize sihir yapıyor demişler. Yine birçok ayet-i
kerimede "eğer onlara mucize olarak ölüler konuşturulmuş
olsaydı, onlar gökyüzüne çıkarılmış olsaydı, peygamber size
sihir yapıyor derlerdi" diyor. Bir başka yerde ifade ediliyor
bu. Eğer biz onları yeryüzünden alsak gökyüzüne doğru bir
mucize olarak çıkarsaydık, peygamber sihir yapıyor derler
yine de iman etmeyenler iman etmezdi diyor Allah (c.c).
Hani gökyüzünde güneşi gördüğü halde iman etmeyen
adama ne diyelim biz. O da bir mucizedir. Ay bir mucize,
yıldız bir mucize. Gökyüzünde bunları birbirine
değdirmeden devam ettiren Allah'ın (c.c.) her yarattığı ayrı
bir mucize. Eline baksa eli mucize, gözüne baksa gözü
mucize insanın. Bunlara iman etmedikten sonra ne mucizesi
getireceksin ki bu insanlara.
Efendim bunlara alışmışız. Alışmadığımız bir şey olsun.
Alışmadığınız bir şey getirdiğinizde itirazları hazır. Sihir
yapıyor. 1258[141]

110- Onların kalplerini ve gözlerini çeviririz. Evvelce iman


etmedikleri gibi (yine iman etmeden) Biz onları azgınlıkları
içerisinde gelip gider halde bırakırız. 1259[142]

111- Eğer biz onlara melekleri indirseydik, ölüler onlara


konuşsaydı herşeyi onların önünde toplasaydık. Allah
dilemedikçe onlar yine iman etmezlerdi Ancak onların
birçoğu bilmez.
Bu ayet-i kerimede yine iman etmeyeceklerine dair. Biz
1258[141]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/116-117.
1259[142]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/117.
onlara melekleri indirsek, ölüler onlara konuşsa ve onların
önünde herşeyi toplayıp bir araya getirsek Allah'ın
dilediklerinin dışındakiler yine de iman etmezler. Ancak
onların birçoğu cahillik yapar diyor Allah (c.c). Yani melek-
ler kendi suretlerinde gelmiş olsalar, Allah (c.c.) onların
ölülerini diriltiverse; ne istiyorsun? "Annemi, dirilt, annesini
ve babasını diriltiverse veya daha önce gelip geçmiş herşeyi
onların önüne toplayıverse yine iman etmeyenlerin iman
etmeyeceğini" Allah (c.c.) bu ayet-i kerimesinde haber
veriyor.
Feylezof Rıza Tevfik yazmış. "Bir alman feylezof ahbabım
vardı diyor. İmansızdı, ateistti, yani gavurdu. Çeşitli
delillerle ona Allah'ı ispat edemedim. O günlerde üzerinde
Allah kelimesi yazan bir balık gündemde idi. Batılılar
fotoğraflarını çekmişler. Dünya basınında da çıkmıştı.
Basında çıkanlardan bir tanesini alman profesöre
gönderdim. Buna ne diyeceksin dedim. Şöyle cevap verdi.
Bir maymunu daktilonun başına oturtsanız ve rastgele
vurmasını öğretseniz. Bir milyon defa vurduktan sonra
mutlaka bir Allah kelimesinide tesadüf eseri yazar. İşte buda
bu tesadüflerden biridir. Diyor ki feylezof; o zaman Allah'ın
(c.c.) ayetini anladım. Bu kadar ayetleri gördükleri halde
yine iman etmeyenler iman etmez. Bizde gözümüzle
gördük. Topkapı müzesine koymuşlar. Ağacın üzerinde
besmele var. Fakat önünde bu bir besmeledir diye bir yazı
yok.
Televizyonda ağaç üzerine profesörlük yapmış bir arkadaşı
çıkardılar. Çoğunuz görmüştür. Diyor ki; efendim ağacı
çekmek için takılan zincirler varya, işte onların izidir o.
Bizim köyümüz orman bölgesidir ve çam ağaçları vardır.
Bizde onları ev yapmak için keseriz. Doğru bağladığımız
zincir vurur ama bu etki 1 cm. ve 2 cm. olur. Bir ağacın
ortasına kadar etki etmesi mümkün değil. Belki etki edebilir
ama zincir ağaca uzunlamasına takılmaz. Dolayısıyla
uzunlamasına etki etmez. Oradaki yazı ise uzunlamasına
verilmiş. Neticede yine aynı şey. Feylezof Rıza Tevfik'in
dediği gibi. İman etmeyen yine iman etmiyor. Gerçi bizim
için iman etmek ağa-"a besmele yazılmasından değil ağacın
yaratılması bizim için yetiyor. Asıl mucize bu topraktan
çamuru yiyip gül ağacının güle dönüşmesidir. Gül
yaprağının üzerinde Allah yazılı olması beni hiç
ilgilendirmez. Yani imanımız konusunda artış sağlamaz
bize. Çünkü biz gülü yaratana iman etmişiz. Ve her
bakışımızda "fesubhanallah" demişiz. Acaba bunlar iman
edermi diye uğraşıyoruz biz. 1260[143]

112- Böylece biz, lıer peygambere insan ve cin şeytanlarını


üuşr man kıldık, aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler
fısıldarlar. Eğer rabbin dilemiş olsaydı onu yapamazlardı.
Onları ve iftiralarını bırak.
İşte böylece biz her peygamber için biz düşmanlar kıldık.
Kimlerden? İnsan şeytanlarından ve cin şeytanlarından.
İnsanlarında şeytanları var, cinlerinde şeytanları var. Bunu
buradan anlıyoruz. " Ş ey atine 1-in si" "insanların
şeytanlarından" Şeytan kelimesi, kelime olarak
söylendiğinde hatırımıza: Euzüdeki şeytan ki siz buna
sabahleyin evinizden çıkarken söyleyeceksiniz.
Euzübillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim
diyeceksiniz. Ya Rabbi şeytanın şerrinden sana sığınırım.
Bunlar hangi şeytanlar.
1- Gerçekten iblis denen şeytandan sana sığınırım.
2- Şeytanlaşmiş adamların şerrinden sana sığınırım yarabbi
diyerek çıkıyorsunuz. Bu ne demektir. Kendinizi uyanık
hale getirdiniz şimdi. Bunu dil alışkanlığı ile yapmayacağız.
Bunu söylerken manasımda düşünürseniz tedbir alırsınız.
Gazeteyi okurken, malınızı satarken, mal alırken gelecek

1260[143]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/117-118.
olan bir şerre karşı hazırsınız. Yani boksörün veya
karatecinin tavır aldığı gibi evden çıkarken pis insanlara
karşı tavır almış olarak çıkıyorsunuz.
Yalnız bizim değil diğer peygamberlerinde cin ve insan
şeytanlarından düşmanları vardır. "Onların bir kısmı
diğerine sözleri süsleyerek söyler. Onu yaptığı işlerde
aldatmak üzere güzel sözler söyler. Şeytanlar birbirlerine,
İblis olan şeytan insanların kulağına, gönlüne vesvese verir.
İnsandan şeytanlarda birbirlerine bazı şeyleri telkin ederler.
Günümüzde gazetelerde okuyoruz. Adamlar "Yahu
müslümanlar filan yeri ele geçirmiş" diyorlar. Fethetmiş
demiyorlar. Aslında fetihtir bu. Bu birbirlerine haber
vermedir. Ne ile haber veriyor? Sanat adı altında haber
veriyor. "Zuhrufe'l-kavli" bu. Sanat adı altında sözü
süsleyerek söylüyor. Adam şiir yazıyor dinime sövüyor,
nesir yazıyor dinime sövüyor, roman yazıyor dinime
sövüyor, hikaye yazıyor dinime sövüyor. Yahu kardeşim
yapmayın bunu dediniz mi? Yahu sanat bu diyor. Sanata mı
karşısın diyor. Ve ekliyor bunlar sanat düşmanı diyor. Yahu
dikeni övmenin anlamı yok, gülü övünde sanat diyelim.
Yaratanı övünde sanat diyelim. Ayının armudu övdüğü gibi
armudu övmeyin. Armudu yaratanı övünde sizin dediğinize
sanat diyelim.
"Eğer Rabbin dilemiş olsaydı bunları yapamazlardı. Onları
ve onların iftira ettiklerini de bırak." Yani onlarıda bırak
birbirlerine vesveselerini versinler, yaptıkları iftirada seni
yolundan alıkoymasın.
Günümüzde müslümanlarımız buna biraz fazla takılıyorlar.
İmansızın biri dinime sataşan bir kelime söyleyiveriyor, bir
ay gazete ve dergilerimiz ona cevapla sayfalarını israf
ediyorlar. Buda bir israftır. Rabbim "onları ve onların iftira
ettiklerini bırak, sen söyleyeceğine bak" diyor. Peygamber
efendimizden (s.a.v.) Ebu Cehil benim hakkımda şöyle
demiş diye bir hadis yok. Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde
35.000 hadis vardır
derler. Buhari'de tekrarsız 4.000 hadis vardır derler.
Müslimde de 4000 kadar hadis vardır. Bunlar ve diğer hadis
kitaplarının tamamında Ebu Cehil benim hakkımda böyle
demiş ona ben şöyle cevap veriyorum diye bir hadis yok.
Acaba Ebu Cehil hiç ağzını açmadı mı ki. Hergün iftira
üretiyorlar bunlar. Efendimiz (s.a.v.) eğer onlara cevap
verme yoluna bir girmiş olsaydı tebliğe zaman kalmazdı.
Binlerce kafir binlerce iftira üretiyor. Hepsine cevap verme
durumunda kalacaktı. Binlerce adamın size iftira ettiğini
düşünün ve sizde kendi mesajınızı sunun. Mesajınızı
sunarsanız binlerce insandan size kulak veren insanlar
çıkacaktır. Ama iftiraya cevap vermeye yönelecek olursanız,
mesajınızı söyleyecek zaman bulamazsınız. Allah (c.c.)-
"Onları da iftiralarını da bırak, sen yoluna devam et" diyor.
Bu konuda Bediuzzaman hazretlerinin bir sözü vardır.
Evimin yandığı haberi geldi diyor bize anlatmak için . Ben
çoluğumu çocuğumu kurtarmak için evime doğru
koşmuşum. Yolda giderken düşmanlarımdan biri karşıma
çıkmış bana küfrediyor. Dövebilecek gücüm var. Ne
yapayım şimdi? Adamla mı uğraşayım yoksa evime mi
koşayım. Evine koşacaksın. Çünkü çoluğunu çocuğunu
kurtaracaksın. Onun gibi bir devletin dini imanı elden
gidiyor ve siz bir kaç tane iftira yapan adamla uğraşıyorsu-
nuz. Biz tamamen bu dini yanlış anlayan bu insanlara en
güzel şekilde dinimizi tanıtmaya çalışacağız, anlatmaya
çalışacağız. 1261[144]

113- Ahirete iman etmeyenlerin gönülleri ona (yaldızlı


sözlere) meyi etmesi ve hoşlanması ve yaptıkları suçları
kazanmaya devam etsinler için Fısıldar.
Bu ayet-i Rabbim bir önceki yani 112. ayete atfetmiş. "Her

1261[144]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/118-120.
nebî için insanlardan ve cin şeytanlarından düşmanlar kıldık
ki onların bir kısmı diğerine aldatmak için güzel sözlerle
vesvese veriyor. Rabbin dilemiş olsaydı bunları
yapamazlardı" Niye yapıyorlar? Ahirete iman etmeyen kişi-
lerin gönülleride onlara meyletsin, onlardan hoşlanmasın
için. Ve kazandıklarını tamamıyla yani günahlarını
toplasınlar diye. Biz onlara bu mühleti verdik diyor Allah
(c.c). 1262[145]

114- O' size kitabı apaçık indirmişken, ben Allah'tan başka


hakem mi ararım? Kendilerine kitap verdiklerimiz onun
rabbin tarafından hak ile indirildiğini bilirler. Sakın
şüphecilerden olma.
Yani bizim bu insanlara söyleyivereceğimizi söyleyiveriyor
rabbim. Diyorlar ki gelin filana uyalım, filanın dediklerini
tutalım, yasaklarından kaçınalım. Yalnızca günümüzdekiler
değil. Mekke döneminde ki müşriklerden tutunda,
günümüze kadar gelen bütün kafirler, aynı şeyi söylüyorlar.
Bizde onlara En'am suresinin 114. ayetini söyleyeceğiz.
Yahu Allah bize apaçık kitabım indirdiği halde ben
Allah'tan başka hakem mi kabul edeyim, hakem mi
arayayım? Yani Allah'tan başka hakim mi arayayım? O ki
hükmünü koymuş. Kur'anla iyilikleri emredip, kötülükleri
yasaklamış. Haramı ve helali bildirmiş. Şimdi ben onu
bırakayımda Allah'tan başka kanun koyucu mu arayayım?
"Kendilerine kitap verdiğimiz kişiler bilirler ki o hak ile,
hukuk ile rabbin tarafından indirilmiştir. Sakın ha şüphe
edenlerden olma." Allah peygamberin (s.a.v.) şahsında bize
diyor. "Sakın ha şüphe içerisinde olma." Ehl-i kitaptan bile
insaf sahibi olanlar Kur'an-ı Kerimin rabbin tarafından
indirildiğini bilirler. İman ederler demiyor, bilirler diyor.
İman edenleri var tabii. Ama ehl-i kitaptan olanlar bu

1262[145]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/120.
kitabın Allah katından olduğunu ve gerçek olduğunu
bilirler. Sakın sen şüphe edenlerden olma diyor Allah (c.c.).
Daha önce tefsiri geçmişti. "Hayır, rabbine yemin olsun ki
onlar ihtilaf ettikleri konularda seni hakem tayin etmedikçe
iman etmiş olmazlar. 1263[146] İmammıza dikkat edelim.
Peygamber efendimizi hakem tayin etmedikçe iman etmiş
olmazlar. 60. ayettede "şu insanları görmedin mi. Onlar
rabbe iman ettiklerini iddia ederler. Allah'a iman ettiklerini
iddia ederler. Sana indirilene iman ettiklerini iddia ederler,
senden önceki indirilenlerede iman ettiklerini iddia ederler.
Yani Kur'ana iman ettik diye iddia ederler, Tevrat'a, İncil'e,
Zebur'a iman ettik diye iddia ederler ama, Allah'a isyan eden
kafirin önünde mahkeme olmayı isterler. Allah'ın emrine
göre değil, Allah'ın emrine muhalif olarak hükmeden
adamın önünde mahkeme olmak isterler. Halbuki o tağutu
inkar etmekle emro-lunmuşlardı. Yani onu kabul etmeyiz
diye bağırmaları için emrolunmuş-lardı" diyor Allah
(c.c). 1264[147]

115- Rabbinin sözü doğrulukta ve adalette tamdır. Onun


kelimelerini değiştirebilecek kimse yoktur. O1 herşeyi
işiten, herşeyi bilendir.
"Rabbin kelimesi doğrulukla ve adaletle sona erdi." Yani
rabbin kelimeleri adildir, rabbin kelimeleri doğrudur.
"Allah'ın kelimelerini değiştirecekte yoktur." O günden bu
güne kadar bu Kur'an-ı Kerim ashabın elinde nasıl ise, bizim
elimizde de aynen öyle kıyamete kadarda bu böyle devam
edecektir.
"O herşeyi işiten, O herşeyi bilendir" diyor Allah (c.c.).
Yahu hocam Kur'an-ı Kerime iman ediyoruz, onunla da
amel etmek isteriz ama, bugün insanların önünde demokrasi
diye birşey var. Bu sistemde insanların çoğunluğu neye
1263[146]
Nisa 65
1264[147]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/120-121.
karar veriyorsa ona göre hareket edilmesi gerekiyor. Bu da
dünyada yaygınlaştırılmak isteniyor. İnsanlar hakk'a tâbi
olurlarsa halkın görüşü bizim için geçerlidir. Onun için
İslam hukukunda örf adet nass gibidir. Nassın olmadığı yani
Kur'an ve Hadisin olmadığı yerde, Kur'an ve Hadis'e ters
düşmeyen örf ve adette hukuk kaidesi olarak alınır. Burada
halkın görüşünün muteberliği bizim hukukumuzda 1400
yıldan beri kabul edilmiştir. Örf ve adet hukuki bir kaide
olarak alınmıştır. Ancak bir şart koyulmuş. Örf ve adet
Kur'an ve sünnete ters düşmeyecek. Yaratıcısının emrine
muhalif olmayacak, yasağına da ters düşmeyecek. İkisine
ters düşmediği takdirde halkın örfü adeti hukuk kaidesi
olarak alınır. Halkın örfü adeti nereden çıkar? Onun
kültüründen, yaşantısından meydana 1265[148]

116- Eğer yeryüzündekiierin çoğunluğuna uyarsan seni


Allah'ın yolundan sapıtırlar. Onlar ancak zanna uyarlar.
Onlar ancak yalan söylerler.
" Aman efendim insanların çoğunluğu bu tarata gidiyorlar"
diyerek, o tarafa gidecek olursan seni Allah'ın yolundan
alıkoyarlar. Bütün dünya şu anda televizyon ve basın
kanalıyla insan fıtratına ters düşen şeylerin yaygınlaşması
için uğraşıyor. Bu memlekette de ibnelere hürriyet verilsin
diye televizyonda programa çıkıyorlar. Yakında da
partilerini kuracaklarını söylüyorlar. Buna destek var.
Efendim Avrupa topluluğuna girebilmeniz için şeyinizin
adedini şu kadar çoğaltacaksınız. Bu sefer özendirme
faaliyetine girişiliyor. Ne olacak dünyada? Efendim bütün
insanlar bunu aptı. Bizde mi yapalım? Tek kişi kalsak
müslüman olarak dinimizden
ayrılmayız. Çünkü o insanı da, beni de yaratan Allah (c.c.)
bu iş kötü demiş mi? Öyleyse kötüdür. İyi dediği iyidir,

1265[148]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/121-122.
Rabbimin iyi dediğine 5 milyar insan kötü dese taviz yok.
Biz böyle dediğimizde karşı taraf bize katısınız dememeli.
Biz katı olmuyoruz. Makalesinde biri yazmış. Eğer Tür-
kiye'de Kur'anı istermisiniz diye bir oylama yapılsa % 98
kazanır. Ama buna hiçbir vakit girmeyeceğiz diyor adam.
Buda çoğunluğun despotizmi olur diyor. Madem
çoğunluğun dediği olur diyorsunuz. Neden çoğunluğun
dediğine sen uymuyorsun ki, bunlar kendilerini kelek kesen
olarak kabul eden adamlar.
"Bunlar ancak zanna uyarlar" diyor rabbim. Zan: kişinin bir
şeyin doğrumu yanlış mı olduğu konusunda kanaat beyan
edemediği ama doğru olduğu kanaatin ağır olduğu şeydir.
Yüzde yüz doğru zan ise %50-60 oranında doğrudur. Zan
olması için yarıyı geçmesi lazım. Burada rabbim onlara
biraz pay veriyor. Yani kafirlerin hepside art niyetli değildir.
Dünyada kanun yapan adamların hepsi art niyetli yani bu
insanları ifsat edelim, şöyle şöyle yazalım da böyle bozalım
gibi değiller. Çok iyi niyetli adam. Ama adamın yetiştiği
kültüre, edindiği bilgiye göre bu koyduğu kanun bu
insanların işine yarar. Peki efendim ne kadar eminsiniz.
%50-60 diyor. Kesin demesi mümkün değil. Çünkü insan
hayatı devam ediyor. Her gün yeni olaylar yeni meseleler
çıkıyor ortaya. Bugün koyduğu kanun için yarın sabah
keşke böyle yazmasaydım diyor adam. Onun için "Ve onlar
ancak zanna tabii olurlar veya yalana tabii olurlar yalan
söylerler" diyor Allah (c.c). 1266[149]

117- Yolundan sapanı en iyi bilen rabbindir. O1 doğru yolda


olan-larıda en iyi bilir.
Yani İslam yolundan insanları kim alıkoyuyor en iyi
şekliyle Allah (c.c.) onu bilir. Veya Allah'ın yolundan kim
sapıtmış, onları en iyi bilen Allah (c.c.) dır.

1266[149]
.Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/122-123.
Allah'ın yolundan gidenleri de yine en iyi bilen Allah
(c.c). 1267[150]

118- Eğer Allah'ın ayetlerine inanıyorsanız, üzerine Allah'ın


adının anıldığı hayvanlardan yiyiniz.
Şimdi burada hatıra şu gelebilir. Efendim yukarıda
anlatılanlardan sonra bu besmele ile kesilenleri yiyiniz
meselesi nereden çıktı. Kur'an-ın metodu bambaşka. Bir
bakmışsınız Allah'a imanı anlatıyor, birde bakmış
siniz kafirin karakterini anlatıyor. Derken hemen arkasından
besmele ile kesilenleri yiyiniz diyor, onun arkasından şarap
içmeyiniz diyor, onun arkasından hanımlarınıza güzel
muamele ediniz diyor. Yani konudan başka konuya geçiyor
gibi. Peki nasıl olsaydı? Diyelim ki Allah (c.c.) burada
yalnız şarabı anlatsaydı, şarabın aleyhindeki ayetleri uzun
uzun vermiş olsaydı, bende burada verip veriştirmiş
olsaydım size; yahu hocam burada içen yokki veya varsada
bir kişi var, bir kişinin yüzünden binlerce kişiyi aynı konuda
niye sıkıp duruyorsun ki derdiniz.
Allah'ın (c.c.) her ayet-i kerimesinde herkesin alabileceği bir
bölüm vardır. Şurada herkesin kendine göre meselesinin
çözümü vardır. İçinde bulunduğu bir meselesi veya yârına
yönelik bir problemi vardır. Onun için ayetlerde birbirine
geçiş vardır. Bu şuna benzer. Bir fabrikanın dişlileri gibidir.
Küçüğü, büyüğü aynı anda çalışır vaziyettedir. Böylece
birbirine geçmiş çeşitli konular bir bütünlük oluşturuyor.
Onun içindir ki bir bölümü ile amel edip diğer bölümünü
bırakacak olursanız netice alamazsınız. Dişlinin birini
kırsakda öbürlerinin tamamını sağlam tutsak, nasıl ki o
fabrika çalışmaz, bunun gibi Allah'ın (c.c.) ahkamının bir
kısmına iman edip bir kısmına iman etmesek velev bir ayet
dahi olsa mazallah fabrika durur. Yani İslam hayatı anında

1267[150]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/123.
duruverir, kafirin hayatına dönüverir. Velev ki adam alnını
seccadeden hiç kaldırmasın velev ki bir ömür boyu oruç
tutsun adam, velev ki adam her sene hacca gitsin, arada bir
kaç defa umre yapsın. Ama Allah'ın ayetlerinden birini
inkar edecek olursa, fabrikada bir dişlinin kırılmasıyla
topyekün fabrikanın durduğu gibi bu adamın müslümanlık
hayatı durur. 1268[151]

119- Size ne oluyorki üzerine Allah'ın anıldığı hayvanları


yemiyorsunuz. Çaresizlik hali dışında size neleri haram
kıldığını Allah sizlere açıkladı. Birçok kişi bilgisizce
hevalarına uyarak sapıtıyorlar. Senin Rabbin haddi aşanları
en iyi bilendir.
Tefsirlerde bu iki ayet arasındaki teması şöyle açıklamışlar.
Bize göre kendiliğinden ölmüş bir hayvan eti yenmez. O
günün Mekke müşrikleri yiyorlarmış. Bu günün
müşrikleride yiyor. Bugün batıda yiyorlar. Adam ahırına
varmış birde bakmış ineği ölmüş. Hemen baytarını çağırı-
yor, tahlilini yaptırıyor, sıhhi yönden bir zararı olmadığını
tesbit ettirince onu yiyor. Veyahut kendisi kesmeden
öldürüyor ve yiyor. Bize göre bu haramdır. Şimdi münakaşa
şurada. Mekkeli müşrik ile bugünün müşrikleri diyorlar ki;
yahu siz kendiliğinden öleni niye yemezsiniz. Yani baytarın
muayene ettiği ve zararlı birşeyin bulunmadığı ölü hayvanı
neden yemezsiniz. Allah'ın öldürdüğünü yemiyorsunuz
kendi öldürdüğünüzü yiyorsunuz diyorlar bize. Bu da bir
mantık ürünü. Allah (c.c.) ayet-i kerimede ona cevap
veriyor. Üzerine Allah'ın isminin anıldığı şeyleri yiyiniz.
Size ne oluyorda üzerine Allah'ın isminin anıldıklarını
yemiyorsunuz. Allah sizeneleri haram kıldığını ve mecbur
kalındığında neleri yiyebileceğinizi açıklamış.
Birçok insan kendi görüşleri hevaları doğrultusunda

1268[151]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/123-124.
sapıttılar. Bilgisizce sapıttılar. Yani adam kendi mantığıyla
hareket ederek sapıttı. Allah'ın öldürdüğünü
yemiyorsunuzda kendi öldürdüğünüzü neden yiyorsunuz?
Bu bir mantık oyunudur. İşte insanlardan bir çoğu bilgisizce
kendi hevaları doğrultusunda sapıttılar diyor Allah (c.c.)
Günümüzdeki imansızları şöyle gözünüzün önünden bir
geçirin. Yani ben gavurum, ateistim diyen insanlar genelde
bilgisiz insanlar. Mantığını kullanıyor ama okumuyor adam.
Ama hocam okuyor. Okuyorda arabacının atı gibi okuyor.
Okunması gerekeni öğretmişler ona. Filan, filan, filan
imansızın kitaplarını, filanın romanlarını, filan, filan
hikayeciği okuyacaksın. Bunların hepsi imansız. Be adam
50-60 senedir bu memlekettesin. Bu insanların yetiştirdiği
hayvanın gönünü ayakkabı olarak giydin, kanın onlardan,
gönün onlardan, sırtındaki yününde onlardan. Bu adamların
elindeki kitabı-da bir okusana. Ona vakit bulamadı bu
arkadaşlar. Bunlar bilgiden kaçıyorlar. Rabbim de,
bilgisizce kendi görüşleriyle insanların bir çoğu sapıttı
diyor.
"Senin rabbin haddi aşanları en iyi bilendir" diyor Allah
(c.c). 1269[152]

120- Açık günahıda gizli günahıda bırakın. Muhakkak


günahı işleyenler yaptıklarının karşılığında yakında
cezalandırılacaktır.
Yani kimsenin görmediği, bilmediği, ileride duyamayacağı
bir durumda köşeyi dönmek mümkün olur ise sakın onu
yapmayın. Bir başka günahı işlemek mümkün ise sakın onu
da yapmayın. Çünkü Allah (c.c.) görüyor. 1270[153]

121- Üzerine Allah'ın adı anılmayan hayvanlardan yemeyin.


Çünkü o fasıklıkdır. Muhakkak şeytanlar sizinle mücadele
1269[152]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/124-125.
1270[153]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/125.
etmeleri için dostlarına fısıldarlar. Eğer onlara itaat
ederseniz Muhakkak siz de müşriklerdensiniz.
Bir adam koyununu keserken; besmeleyi çekmiyorum gerek
yok diye terk etmiş ise o yenmez. Ama müslüman unutmuş.
Müslüman adam besmele ile kesileceğinide biliyor, bunada
imanı var ancak bıçağı alır almaz hemen kesmiş bu yenir.
Unutarak besmeleyi terk ettiğinde yenir. Şimdi
mezbehanelerdekini bilmiyoruz. Çekip-çekmediklerini.
Bilmediğimiz yerlerde besmele çekip yemekle emrolunduk.
Peygamber efendimize (s.a.v.) "Ya rasulallah bize et getirdi
bir komşumuz. Ama bunlar daha yeni müslüman oldu.
Besmeleyi çekip çekmediğini bilmiyoruz demişler.
Besmeleyi çekin ve yeyin demiş" Peygamber efendimiz
(s.a.v.). 1271[154]
Halkının çoğunluğu müslüman olan bir ülkede yeriz.
Araştırmakda görevimiz değildir. Besmeleyi çekiyor mu
çekmiyor mu? Dudağı kıpırdı-yormu, kıpırdamıyor mu?
(c.c.) ehl-i kitabın nimetlerinin bize helal olduğunu, tertemiz
hanımlarıyla evlenebileceğimize ruhsat vermiş. 1272[155] "Ehl-
i kitabın yiyecekleri sizin içinde helaldir, sizin yiyecekleri-
nizde onlar için helaldir."
Türkiye'de Kur'an ve sünneti fazla bilmeyen ama çok
sevgisi olan insanımız vardır. Yani Kur'an ve sünnete çok
fazla sevgisi olan ama Kur'an ve sünneti hayatta
öğrenmeyen insanlarımız vafdır. Konferans için gittiğim bir
yerde arkadaşlar; hocam biz zeytin yemekten alıkonulduk,
eti zaten yemiyoruz da geçenlerde bir kadın hoca geldi,
zeytin yemeyi yasakladı, kadınlarımıza anlatmış onlarda
bize anlattılar dediler. Neden? Zeytin tatlandınlırken
içerisine fare veya kedi düşüp ölüyor. Özellikle fare çok
düşüyor. Hangisine düşüp hangisine düşmediğini
bilmediğimizden dolayı, işin içine şüphe girdiğinden,
1271[154]
Buhari K. Tevhid Bab es-süalü bi esmaillah
1272[155]
Maide 5. ayet.
şüpheli şeylerden kaçınmak gerektiğinden yemiyoruz.
Peynir de aynı. Peyniride yiyemiyoruz hocam. Niye?
Peynirin mayasının içerisinde falan feşmekan varmış. O
bacımızın niyeti çok iyidir. Kim ise bilmiyorum ama mutlak
surette niyeti iyidir. Fakat yaptığı iş buradaki imansızın
yaptığı işten biraz daha tehlikelidir. Bu yanlıştır. Farenin
düştüğü şey yenmez desin. Bu tamam. O zaten fıkıh kitap-
larımızda var. Ben bir seneye yakın Edremit'te kaldım. Çok
güzel şeyler yapılmış. Havuzların üzeri tel ile kapatılmış.
Çok güzel teknik şeyler yapılmış. Farenin orada bulunması
mümkün değil, bulunsa bile düşmesi mümkün değil. Onun
için hakkında kesin bilgimiz olmayan konularda hüküm
vermekten biraz kaçınalım.
"Allah'ın anılmadığı şeyi yemek fısktır." Yani günahtır.
Taattan çıkmaktır, isyan etmektir. Şeytanlar kendi
dostlarına, sizinle mücadele etmeyi fısıldarlar. Yani
müslümanlarla nasıl mücadele edeceklerini kafirlere
şeytanlar fısıldayıverir.
"Eğer onlara itaat edecek olursanız o takdirde sizde müşrik
olursunuz." Çok kritik ayet-i kerimelerden biriside budur.
Eğer onlara inanacak olursanız müşrik olursunuz demiyor
Rabbim. Eğer şeytana ve şeytanların avanesi olan bu
insanlara itaat ederseniz, o zaman müşrik olursunuz. Bunu
böyle tefsir etmişler. Adam Allah'a inanıyor. Kur'an-a da
inanıyor, peygamberede inanıyor. Fakat şeytan insanların
yaptığı kanunları beğeniyor. Kur'an-a imanımız var ama bu
arkadaşın dedikleri günümüz şartlarına daha uygun diyor.
İşte o zaman adam müşrik oluyor. O adam Allah'a eş
koşmuş oluyor. Yani Allah bu işi yapamamış, bilememiş,
eksik bırakmış bu arkadaş tamamını yapmış. Allah'a iman
ediyor ama bu arkadaşta fena biri değil hatta daha güzel
diyor, ve o adamı Allah'a şirk koşmuş oluyor.1273[156]

1273[156]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/126-127.
122- Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisi ile yürümesi için nur
verdiğimiz kimse karanlıklar içinde çıkamayan kimse
gibimidir. işte böylece kafirlere yaptıkları süslenmiştir.
Ölü iken dirilttiğimiz yani cahil iken alim yaptığımız ve ona
yolda yürürken nur olsun diye kitap verdiğimiz insan mı,
yoksa karanlık içerisinden hiç çıkamayan insan mı daha
doğru yoldadır. Hangisi daha iyidir? Yani önünde kandili
olan, bir aydınlık yolda giden mi, yoksa karanlığın
içerisinde kalakalan mı? İkisi bir midir? diyor Allah (c.c).
Yani iman eden, Kur'ana göre hareket eden karanlık gecede
elinde kandil olan gibidir. Kafir ise karanlığın içerisinde
yapayalnız kalakalmış kişidir.
İşte kafirlere de yaptıklarını böylece süsledik diyor Allah
(c.c). Burada şu hatırımıza geliyor. Yahu hocam karanlıkta
kalmayı kim ister. Karanlıkta hep böyle durmayı istermi
insan. Rabbim diyor ki; kafire o küfrü süslü gelir, güzel
görünmeye başlar. Adam kendi karanlığımda aydınlık gibi
insanlara takdim etmeye kalkar ve bunda da başarılı
olduğunu zanneder. Yani o durumundan da memnun olur.
Bu şuna benzer. Yarasaya gel gözlerini açalım bak dünyada
güneş var, ay var demek gibi, halbuki o durumundan
memnun. Bu arkadaşlarda küfürlerinden memnunlar, pislik-
lerinden memnunlar. İmansızın birisi şöyle diyor:" Eğer
müslümarilar iktidara gelecek olursa ki buna fırsat
vermeyin- İslamiyet fitneyi sevmez. Sizinde geliriniz,
yaptığınız, tuttuğunuz herşey fitne olduğuna göre sizin
kökünüzü kazırlar." Böyle adamlar var memlekette. Yani
yaptıkları işin namıssızlık olduğunu biliyorlar. Fakat şunu
bilmiyorlar. Müslümanlar gelecek olursa onları yok
etmeyecek. Peygamber efendimiz (s.a.v.) Mekke'yi
fethettiğinde hepsine birden ilan etmiş. Biraz öncesine kadar
yaptığınız bütün suçlardan affedildiniz demiş. Bundan sonra
kitaba uyacaksınız demiş ve başarılı olmuştur. Yani biz
ifsad etmek için gelmedik, ıslah etmek için geldik.Kafirlerin
küfürlerine son verdikleri anda afvolunacaklarını haber verir
Rabbimiz. 1274[157]

123- Böylece her şehirde hile yapmaları için ileri gelenleri o


şehrin suçluları kıldık. Onlar ancak kendilerine hile
yaparlarda farkına varamazlar.
Allah (c.c.) 122. ayet-i kerimede, kafirlerin yaptığının
kendilerine güzel göründüğünü, gösterildiğini haber veriyor.
Bu 123. ayet-i kerimede de aynı konuyu açıklamak üzere
konuya devam ediyor. Böylece kafirlere yaptıklarını
güzeîleştirdik diyor ve "yine böylece her şehirde, o şehrin
ileri gelenlerini meydana getirdik." Kur'an-ı Kerim de
"ekâbir" kelimesi geçmekte. Türkçemize bu kelime olduğu
gibi aynı manayı taşıyarak geçmiş. Türkçe de "O
ekâbirandandır" diyoruz. "Şehrin kötülükte ileri gelenleri."
"Mücrimîhe" ifadesiyle o şehrin kötülükte, kötülük yapmada
ileri gelenlerini ortaya çıkarırız. Neden? "O şehirde
insanlara planlar kursunlar, tuzaklar kursunlar, kötülükler
yapsınlar diye" O şehrin günahkar ekabirleri ancak
kendilerine kötülük yaparlar, kendilerine tuzak kurarlarda,
kendilerine tuzak kurduklarının da farkına varmazlar diyor
Allah (c.c).
Bir başka ayet-i kerimede "bir toplum kendisini
değiştirmedikçe Allah o toplumu değiştirmez" buyuruyor
Allah (c.c.). 1275[158] Yani bir toplum zulme meyletmedikçe
Allah onların başına bir zalimi getirmez. Toplum zulmü
sever, alkışlar hale gelince Allah onların basmada bir zalimi
musallat ediverir.
Allah (c.c.) bu ayet-i kerimelerinde onu ifade ediyor bize.
Yani bir şehrin helak olması için o şehrin helaki hak edecek

1274[157]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/127-128.
Bak Enfal süresi 38
1275[158]
Ra'd 11
işler yapması gerekiyor. Helakin da gelmesi için onların
basma en zalimlerini en kötü günah işleyenlerini yönetici
olarak kılıyor, ondan sonra onların başına bela ve musibetler
geliyor. Rabbim bir başka ayet-i kerimede "Her topluma
peygamber gönderdiğinde o şehrin ileri gelen ekabiran
takımı peygamberlerin getirdiğini inkar ettiklerini
söylüyorlar" diye buyurmaktadır.(Sebe'34) Yani
peygambere karşı duruyor o şehrin ileri gelenleri.
Burada "karye" kelimesi kullanılmış. "Karye" normal bir
metinde geçecek olursa "köy" olarak terceme edilir. Fakat
burada peygamberlerin gönderildiği yer kastedilince ve
Mekke-i Mükerremeye de Allah (c.c.) "Ümmü'l-kur'a" gibi
"karye" kelimesini kullandığından dolayı "şehir" diye
terceme edilmiş. Şehirden kasıt şehrin oturanlarıdır. Yani
bir millettir. Bir Millete bir peygamber gönderdiğinde o
milletin ileri gelen günahkar takımı ise, o peygamberin
getirdiklerini inkar ediyorlar. İnkarları sebebiyle halkın
kendilerini desteklemeleri içinde onlar planlar, tuzaklar ku-
ruyorlar ve halk da onları destekliyor, böylece o ileri gelen
ekabiran takımı kurmuş oldukları tuzaklarla aslında
peygambere tuzak kurduklarını zannediyorlar. Bir
müslümana tuzak kurduklarını zannediyorlar ama farkına
varmadan tuzakları kendilerine oluyor diyor Allah (c.c).
Bu ayet-i kerime günümüz devlet yöneticilerine yönelik bir
ayettir. Yani günahkar ekabiran takımı halkın onayı ile
oralara kadar gelirler. Böyle bir toplum, aynı günahları
yapmasalar bile yapacak kapasiteye gel-, mislerdir. Bir
günahkar, bir zalim, bir toplumun başına geçti. Bunu köy
muhtarı olarak ele alırsak. Köy muhtarı olarak o millet
tarafından seçiliveriyor. Bu sefer bu adam köyün elindeki
malları, yapmış olduğu sahte evraklarla, kendisinin elindeki
mührede dayanarak kendi zimmetine geçiriyor. Bazı büyük
günahları da işleme tarafına gidiyor. Aslında bu hile ve
tuzaklarla kendi zimmetine mal geçiriyor gibidir fakat Allah
(c.c.) diyor ki; yaptığı kötülük kendisinedir, ama yaptığının
farkına varamaz o. Nasıl olur? Eh dört sene sonra vatandaş
uyanır, onu tekrar muhtar seçmezler. Kötülüğün biri bu.
Veya garibanlardan bir tanesi alır tabancasını vurur. Yani
kendi kanına kendisi kasdetmiş oluyor. Kendi istikbalini
kendisi söndürmüş oluyor. Allah (c.c.) da ona dikkat
çekiyor. "O günahkar ekabiran takımı yaptıkları tuzaklara
ancak kendileri tutulurlar, ama bununda farkına varmazlar
onlar" diyor Allah (c.c). 1276[159]

124- Onlara bir ayet geldiğinde "Allah'ın rasullerine


verilenin benzeri bizede verilmeden asla iman etmeyiz."
Allah peygamberliğini nereye kılacağını bilir. Suçlulara
Aliah katında bir alçaklık ve yaptıkları hilelerden dolayı
şiddetli azap dokunacaktır.
Yani o melek o peygambere gelip bir ayet getiriyorsa, aynı
melek bize de gelsin. Neden Mekke'nin içerisinde annesi
çocukken ölmüş, babası çocukken ölmüş bir garibana
geliyor melekte, bizim gibi ileri gelen insanlara gelmiyor.
Malsa bizde fazla. Saltanat, güç, kuvvet, kabile ise bizde de
var. Öyleyse niye bize gelmiyorda ona geliyor. Ona gelen
bizede gelmedikçe iman etmeyiz diyorlar. Bir başka ayet-i
kerimede ise, o eka-biran takımı, Allah'la karşılaşmayı
ummayanlar yani ahirete inanmiyan bu takım diyor ki; o
melek bize de gelmeli değilmiydi? Veya bizde Rab-bimizi
görsek ya! Madem ki Rab vardır, melekle kitap gönderiyor.
Öyle ise o melek bizede gelsin, bize de getirsin o ayetleri
veya biz Rabbimizi görelim diyorlar. Allah (c.c.) cevabım
veriyor onlara. "Allah peygamberliği kime vereceğini daha
iyi bilir." Yani Allah'ın peygamberliği vereceği şahsı siz
tayine kalkmayın. Allah peygamberliği kime verecek, onu
daha iyi bilir. Yani peygamber efendimizin (s.a.v.) bu iş için

1276[159]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/128-129.
yaratıldığını Allah biliyor ve ona veriyor bu peygamberliği.
Peygamberimiz bir hadisi şeriflerinde 1277[160] "Kabileler
içinde en değerli bir kabileden geldiğini, evler içerisinde en
hayırlı bir evde doğduğunu ve insanların da en hayırlısı
olduğunu ifade ediyor. Bu kendisini kendisinin meydana
getirmesinden değil. Allah'ın (c.c.) insanlar içerisinden onu
süzüp çıkarması ve onu peygamberlikle görevlendirmesi
nedeniyledir ki ta Hz. İbrahim hatta Hz. Adem'den beri
sürüp gelen silsile neticesinde peygamber efendimiz (s.a.v.)
saf, temiz peygamberliğe layık bir halde yaratılmış ve
kendisine de peygamberliğini vermiştir.
Bu ekabiran takımından mesela Mekke müşriklerinden Ebu
Cehil bize niye verilmiyor diyorlar. Size niye verilsin ki?
İşlemediğiniz büyük günah kalmamış. Peygamber
efendimize (s.a.v.) 40 yaşma kadar peygamberlik
verilmemiş ama Allah (c.c.) onu büyük günahlar işlemekten
de korumuş. Peygamber değilken. Bilmiyor neyin ne
olduğunu ama günaha
girmemiş peygamber efendimiz (s.a.v.). Puta tapınmamış.
Fıtraten putlardan nefret ettirilmiş. Mahiyetini bilmiyor işin
ama. Fakat bu puta tapmayı sevememiş ve merasimlerinede
hiç katılmamış. İnsanların söylediği yalandan nefret etmiş.
Emanete hıyanet etmemiş, zina etmemiş, içki içmemiş.
Fıtrat müsade etmemiş buna. Aslında Allah (c.c.) müsade
etmemiştir. Onun için Allah peygamberliğini kime
vereceğini daha iyi bilir.
Günah işleyenlere Allah katından bir zillet bir alçaklık
yakında isabet edecektir. Yapmış oldukları o planlar ve
tuzaklar sebebiyle şiddetli bir azab ve Allah katında bir
alçaklık o günah işleyen kişilere olacaktır. Burada günah
işleyenlerden kasıt daha ziyade kafir, yani toplumu yön-
lendiren ve günahta öncülük yapan ekabiran takımını

1277[160]
Tirmizi C. 4. S. 292
kastediyor Allah (c.c). O gün Ebu Cehil ve avanesi bu işi
yaparken günümüzde de zinayı, fuhşu, faizi, rüşveti,
inkarcılığı (başta inkarcılığı), inkarcılığın davet ettiği her
türlü kötülüklerde öncülük yapanları bu işi yapmaktadırlar.
Bunlar bu yaptıkları kötülüklerle başta kendilerine kötülük
yapıyorlar. Çünkü bu dünyada ceza çekmeseler bile ahirette
mutlak surette ebedi cehenneme atılacaklardır. Bir de bu
dünyada yönlendirdikleri bu insanlar tarafından da
cezalandırılabilirler bu adamlar. 1278[161]

125- Allah kimi doğru yola iletmek isterse göğsünü İslama


açar. Kimide saptırmak isterse sanki göğe çıkıyormuş gibi
göğsünü sıkar ve daraltır. Böylece Allah, iman etmeyenlerin
üzerine pislik kılar.
Şimdi burada da "kime Allah hidayet etmek isterse veya
kimi sapıtmak isterse ifadeleri" bazen yanlış anlaşılıyor.
Yani insanları Allah sapıtıyor gibi bir mana çıkıyor. Çeşitli
ayet-i kerimelerden anlıyoruz ki, Allah insanları yaptıkları
kötülükler nedeniyle sapıtıyor. Daha önce tarifimiz şöyle
idi. Tabiinden bir zat öyle tarif ediyor. İnsanlar
yaratıldığında kalpleri böylesine elimiz gibi açıktır. Yani
Allah'ın kelamına doğru açık yaratılır. Fıtrat üzere yaratılır
der hadisi şerifte de. Akıl- baliğ olup bir günah işlerse
kalbinde hafif kapanma olur. 2. günah biraz daha kapatır. 3.
günah, 5. günah, 10. günah derken birgün kalp kapanır. İşte
bu günahları işlemek suretiyle kişiler kendi kalplerini
kendileri kapatmış oluyorlar. Rab-bimde "onların yaptıkları
kötülükler nedeniyle kalplerine küf bağladı" diyor. 1279[162]
Yani kalp çok saf, temiz, pırıl pırıl iken yapılan günahlar
nedeniyle üzeri küf bağlıyor ve altı görünmez hale
geliveriyor. Ne oluyor bu sefer? Gönlünde bir daralma
meydana geliyor.
1278[161]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/130-131.
1279[162]
Mutaffifin 14
"Dayyık" dar demek. "Haracen"kelimesini ise Hz. Ömer
bedevinin birine sormuş. Genelde bedevilere sormuşlar.
Elimizdeki lügat kitapları Ahmed b. Halil döneminde
yazılmaya başlamış. Tabiinin ileri gelenlerinden Ahmed b.
Halil bu işi başlatmış sonra Kisaî devam ettirmiş. Ahmet b.
Halil'in kitabı 5-6 sene önce ilk defa yayınlanmaya başlandı.
"Kitabu'1-Ayn" diye İslam Tarihinde ilk yazılan lügat
kitabıdır. Çok önemlidir. Sonraki bütün lügat kitapları
ondan yararlanmışlardır. Onların önemli tarafı şudur.
Efendimize (s.a.v.) en yakın dönemde bu kelimelerin ne
manaya geldiklerini kaydettiler. Çünkü kelimelerde zaman
aşımıyla manada da aşınma meydana geliyor. Onun için
kelimelerde mana aşınması meydana gelmeden bu zatlar
kelimelerin manalarını arap o anda nasıl anlıyordu diye
çölleri dolaştılar, her kabileyi gezdiler, her çadırda misafir
oldular ve onları dinlediler. Bu adamlar bu kelimeyi nasıl
kullanıyor diye tetkik ettiler. Bu uygulama Hz. Ebu Bekir,
Hz. Ömer (r.a.) zamanında da olmuş. Hz. Ömer bu ayeti
okumuş. "Hara-cen" kelimesi "darlık" manasına geliyor.
Çölden gelen bir bedeviye sormuş. "Haraç" deyince senin
aklına ne gelir demiş. Bedevi demiş ki; efendim "haraç"
ormanı çok sık olan bir yerde en ortada olan ağaca denilir.
Yani diğer ağaçlardan, dikenlerden insanın oraya varması
zor olduğundan dolayı o ağaca biz "haraç" deriz. Hz. Ömer,
"ayetin manasını şimdi anladım" demiş.
İmansızında kalbi öyle bir haldeki, iman onun kalbine
varamıyor. Amelleri etrafa pislik saçtığından dolayı iman
onun kalbine varamadığı için Allah (c.c.) bu kelimeyi
kullanmış.
Bir de "sanki o imansız gökyüzüne çıkıyormuş gibi daralır"
ibaresi ayette yer alır. Eski tefsirlerimiz de şöyle denir.
Gökyüzüne çıkmak nasıl ki zordur imansızında imana
gelmesi öyle zordur. Günümüzdeki bazı alimler ise bunu
şöyle tefsir ediyorlar. Ayrıca o mana doğrudur. O günün
şartlarında gökyüzüne çıkmak nasıl ki zordur, bunların
gönlüne imanın girmeside öyle zordur, diye verilen mana
doğrudur. Ancak suda vardır. 1400 sene evvelinde Allah
(c.c.) bu ayeti bize indirmekle tabiatta mevcud bir
kanununda açıklamasını yapıvermiştir. İnsanlar yükseğe
doğru çıktıkça oksijen azalıyor ve nefes alıp verme
zorlaşıyor, göğüs daralıyor. Buna da işaret etmiştir ayet-i
kerime. "Allah onların kalplerini daraltır. Nasıl daraltıyor?
Sanki onlar gökyüzüne çıkıyormuş gibi."
Dağcıları bazen televizyonda gösterirler. 2000-3000 veya
belirli bir metreyi çıktıktan sonra oksijen tüpü takıyorlar.
Oksijen azlığından dolayı nefes alıp vermeleri zorlaşıyor.
Allah (c.c.) o günün insanları bunu bilmez iken bu ayet-i
kerimesiyle insanların yeryüzünden yukarıya doğru
yükseldikçe göğüslerin daralacağını, oksijenin azalacağımda
haber veri-vermiş diyorlar. Günümüzdeki yazarın görüşüne
tamamen katılınmayabi-lir. İnsanoğlu Hz. Adem'den bu
güne kadar dağlara çıkarlar. Madem ki dağ vardır, insanda
vardır. Öyleyse insanlar dağa çıkarlar. İnsanlar bu iniş ve
çıkış esnasında yükseğe çıkmakla nefesinin daraldığını
bilirler. Mesela biz hiçbir kitabı okumasak bile yüksek yere
çıktığımızda kulağımızda bir basıncın olduğunu, belirli bir
seviyeden aşağı inince basıncın gittiğini görüveriyoruz.
Yutkunmakla veya başka birşey ile kulağımızdaki basıncı
gideriyoruz. İnsanlarda tarih boyunca bunu tatbik ede ede
bilirler. Onun için ayet-i kerimeyi o günün insanı bu türde
anlamış olabilir. Yani çağımızda bu işi ben anladım, ben
izah ettim diyen hoca efendinin anladığını o günün insanı da
anlamış olabilir. Çünkü Uhud dağının tepesine de çıksanız
kulağınıza bir basınç geliyor. 1280[163]

126- İşte Rabbinin dosdoğru yolu, öğüt alan kavim için

1280[163]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/131-133.
ayetleri açıkladık. 1281[164]

127- Onlar için Rableri katında "Dâr-us-selam" vardır.


Yaptık larından dolayı onların dostu Allah'tır.
Allah'ın bu sırat-ı Müstakim üzere olan kulları ve Allah'ın
ayetlerin den vazu nasihat alan kullan için "dâr'us-selam"
vardır. Yani selame yurdu vardır ki bu cennettir. Rableri
katında daru's-Selam vardır.
Allah'tır onların dostu. Yaptıkları iyilikler sebebiyle Allah
onları] dostudur diyor Allah (c.c). Yani Allah'ın dostluğunu
kazanabilmemi için Allah'ın (c.c.) gösterdiği doğrultuda
amel etmemiz gerekiyor. 1282[165]

128- Hepsini biraraya topladığı gün "Ey cin topluluğu


insanlardan birçoğunu kandırdınız." der. Cinlerin
insanlardan olan dostları, "Rabbimiz, biz birbirimizden
yararlandık. Ve senin, bizim için koyduğun vaktin sonuna
ulaştık" diye cevap verirler. Allah şöyle buyurur. "Yeriniz
ateştir, Allah'ın diledikleri hariç orada ebedi kalacaksınız."
Şüphesiz Rabbin hakimdir. Herşeyi bilendir.
O günde onların hepsini bir araya getirir toplar. Kıyamet
gününde.
Ey cin topluluğu (cinlerin inanmayan topluluğu
kastediliyor) İnsanlardan epeyce kişileri sapıttınız. Yani
adedi çoğalttınız siz. İnsanlardan bir çoğunu kendinize
çekmek suretiyle çoğaltınız
Onların insanlardan olan dostları diyorlar ki; Ya Rabbi!
bizim bir kısmımız diğerinden faydalanmıştır. Ve böylece
biz senin bize takdir ettiğin vakte kadar ulaştık. Yani
ecelimiz geldi, huzuruna geldik diyorlar.
Allah (c.c), bu dünyada insanları sapıtmak için kendisini
görevli bilen ve böylece hizmet eden şeytanı ve şeytanın
1281[164]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/133.
1282[165]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/133.
insanlar arasından kendi safına çektiği insanları ve bu
insanlarında kendi aralarında birbirlerine imansızlığı
aşıladıkları, bu imansızlığı aşılama neticesinde
birbirlerinden faydalandıklarına dikkatinizi çekiyor. Sonra
da diyor ki; Allah (c.c.) "Sizin yeriniz ateştir. Orada ebedi
olarak kalacaksınız Allah'ın diledikleri müstesna. Allah'ın
diledikleri müstesnadan kasıt, iman etmiş ama şeytanın
sözüne uymuş onun tarafında amel etmiş. Yani
Allah'a,Rasulüne, kitaplara iman etmiş fakat şeytana uyarak
bazı günahlarda işlemiştir. Buda affa uğramazsa cehenneme
gider" ama Allah'ın dilemesiyle, imam sebebiyle o
cehennemden çıkar. Ebedi değildir. Senin rabbin hikmet
sahibidir, hükmedicidir ve herşeyi bilicidir.
Allah (c.c.) şeytanı tarif ederken bazen şeytan, bazen iblis
kelimesiyle ifade etmiş, bazen cinn kelimesiyle ifade etmiş
ki; cinn den kasıt, bazı yerlerde müslüman olan cinlerdir
bazende cinlerin içerisinden inanma yanlardır. Şeytan Hz.
Adem'e (a.s.) secde etmemesi nedeniyle, kibirlenmesi
nedeniyle ebediyyen Allah'ın rahmetinden uzak tutulmuş.
Allah (c.c.) birçok ayet-i kerimede bunu haber verir.
Rahmetten uzak tutulması yalnız Hz. Adem'e secde
etmeyişinden değil. Eğer böyle olmuş olsaydı.1 bugün
insanlarda, müslümanlarda ibadet etmemeleri nedeniyle
aynı duruma düşmeleri gerekirdi. Şeytan diyor ya; ben bir
defa secde etmedim, si/ ise günde beş defa secde
etmiyorsunuz. Biz buna rağmen affedileceğimiz
ümidindeyiz. Şeytan ise affedilmemiş. Şeytan secde
etmediğinden dolayı affedilmemiş değil. Secde etmeyişinin
gerekçesini göstermiş. Demiş ki; sen onu topraktan yarattın,
beni ise ateşten yarattın. Ben daha değerliyim" diyerek
secde etmediğini ifade etmiştir. Biz ise öyle demiyoruz. Ge-
rekçemiz olarak tembelliğimizi ileri sürüyor ve Allah'tan af
talebinde bulunuyoruz. Şeytan inadında ısrar ediyor. Değerli
olan değersin olana secde etmez demekle Allah'a (c.c.) şunu
demek istiyor. Sen yanlış bir iş yapıyorsun.
Yani burada şeytanın rahmetten uzak kalması secde
etmeyişinden değil, Allah'a (c.c.) secde etmeyişinin
gerekçesini söylerken birçok şekilde Allah'a cehalet isnad
etmek ve kibirlenmek gibi şeylerde bulunduğundan
dolayıdır. Onun için günümüzde bir insanın ömrü sarhoşluk
ve ayyaşlıkla geçmiştir ama Allah affetsin diyor adam.
Biride vardır ki hiç ağzına koymamıştır ama içkide haram
mı olurmuş canım, çağımızın gereği bu diyor. Allah sarhoşu
affeder imanından dolayı. Affetmediği takdir de cehenneme
girer yaptığı kötülüğün karşılığını çeker ve yine cennete
gider imanı sebebiyle. Ama ağzına bir damla koymayan ve
haram mı olurmuş diyen kişinin cennet kokusunu alması
dahi mümkün değildir. Çünkü Allah'ın (c.c.) bir yasağını
çiğnememiş, yasağın yanlışlığını savunmuştur. Allah'a (c.c.)
karşı kendisi başkaldırmış durumdadır bu adam. Yani Al-
lah'a (c.c.) bu işi sen bilmiyorsun demeye getirmiştir böyle
demekle.
Şeytanlar insanlardan kendi taraflarına adam çekiyorlar.
Çocukluğumuzda oyun oynardık. 5 kişi bu tarafta, 5 kişi
karşı tarafta, en önde güçlü olan durur, arkasındaki belinden
tutar, arkasındaki onun belinden tutar, o onun belinden
tutarak karşı tarafa adam vermemeye çalışırlar. Karşı tarafta
aynı şekildedir. Adam kapmaca oyunu. Birini kopardımı o
da öbür tarafa geçer yardımcı olur. Aslında hayatta insanla
şeytanın mücadeleside bu. Hz. Adem'le şeytan bu
mücadeleye başlamış ve Hz. Adem çocuklarını arkaya almış
karşılıklı çekişmeye başlamışlar. Bu insanlar içerisinden
şeytan kendi tarafına epeyce adam çekiyor. Rabbim de ona
işaret ediyor. "İnsanlardan epeyce kendi tarafında adam
çoğalttın." İnsanlarda kendi aralarında birbirlerini
saptırdılar. Birbirlerini saptırmakla birbirlerinden
faydalandılar. Aynı şekilde günümüzde imansız kesim
birbirini tutuyor. Adamların bu güne kadar yönleri, partileri
ayrıydı. Biri sağda, biri solda.
Türkiye de sağcılık, solculuk, müslümanlıkla ölçülmüyordu.
Amerika'yı tutan sağcı, Rusya'yı tutan solcuydu Türkiye de.
İki taraftada sarhoş olabiliyor insan. Sağcıdır içer, solcudur
içer, iki tarafta da Allah'ı inkar eden yardır. Allah'a inanmaz
ama sağcıdır. Yani Amerikan siyasetini güder. Öbürüsüde
Allah'a inanmaz ama o da Rus siyasetini güderdi. Şimdi bu
insanlar Rusya'da koministlik çökünce ateistlikle bir araya
geliverdiler. Ve birbirlerine de yardım ediyorlar. Eskiden
karşı karşıya gelip yazı yazan adamlar, günümüzde ikisi
beraber bir araya geldiler müslümana karşı, müslüman
hareketlere karşı yazılar yazmaya, belirli yerlere akıl
vermeye, sinyal vermeye devam ediyorlar. Rabbim de
burada "Onların insanlardan olan dostları diyorlar ki; Ya
Rabbi bizim bir kısmımız diğerimizden faydalandı. Ne
zamana kadar? Ecel bize gelinceye kadar biz birbirimizden
faydalandık. Yani imansızlığında dünyada favdasım kördük,
faydalanmaya çalıştık. Ama ecel gelince beraber Rabbim
buyurun ebedi yeriniz cehennemdir diyerek cehenneme
onları gönderivermiş. 1283[166]

129- İşte böylece yaptıkları sebebi ile zalimlerin bir kısmını


diğerinin üstüne musallat ederiz.
Zalimleri, zalimler üzerine dost ve yönetici kıldık diyor
Allah (c.c). Daha öncede söylenmişti. Bakara suresinin
tefsirinde, Allah (c.c.) İbrahim (a.s.)'a diyor ki; ben seni
insanlara imam yani yönetici kılacağım. İbrahim (a.s.) dua
ediyor. Yarabbi bu imamlık görevi çocuklarımda da devam
etsin. Allah diyor ki; benim bu ahdim yani imamlık
makamım zalimlere ulaşmaz. Zalimler o makama
gelemezler diyor. 1284[167] Yani adil bir toplumun başına
zalim yönetici olamaz. Burada şu anlaşılmasın. Zalimler
1283[166]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/133-136.
1284[167]
Bakara 124
yönetici olamaz. Bu değil. Ayetin manası öyle değil. Adil
bir toplumun başına zalim yönetici olamaz. Bu ayet-i
kerimeyle de onu açıklıyoruz. Zalimlerin bir kısmını diğer
bir kısmına yönetici ve dost kılarız, yaptıkları sebebiyle.
Yani bir toplum kötülük işleyecek ve o toplumun başına da
Allah (c.c), Onların en zalimini yönetici olarak kıldın
verecektir. Onun için Mişkatü'l-Mesabih kitabının, kitabü'l-
Emara bölümünün, en son hadisi şerifi olan hadisi kudside,
Allah buyuruyor ki; "zalim sultanlara sövmeyiniz, bana
tevbe ediniz. (Yani bir köşeye oturup Allah filan zalime
lanet etsin, falan zalimi kahretsin gibi sövgüleri bırakın.) Siz
bana tövbe ediniz diyor. Bana tövbe edin ki bende onun
alnından tutup yere vurayım" diyor. Ben o hadis-i kudsiyi
görünce bu tövbeyi araştırdım sahih bir hadistir. Daha önce
açıkladığımız gibi Nevevi merhum tevbe günahın cinsinden
olur diyor. Yani o zalimi başa getiren insanlar evlerine
oturupta ona sövmekle onu oradan indiremezler. Nasıl onu
oraya getir-mişlerse tevbe etsinler. Yani getirdikleri gibi onu
oradan götürsünler, anlamındadır. İstiğfar budur. Yani
günahın cinsinden yapılacaktır. Tevbe-lerde. Zalimlere
kızmaktan ziyade kendimize kızmamız gerekiyor. Biz ne
yaptık ki? Ayet-i kerimede olduğu gibi. "Yarabbi bizim
içimizdeki sefih insanların yaptıkları kötülüklerden dolayı
bizide helak edermisin?" 1285[168] Bir toplumda sefihlere fırsat
verilmezse onlar kötülük yapamazlar zaten. Bir başka ayet-i
kerimede "O fitneden, o bela musibetten korunun ki, o
gelecek olursa yalınız zalimlere isabet etmez" 1286[169] Yani
öyle bir fitne fesad dönemi gelir ki o zaman yalnız zalimlere
gelmez, o bela ve musibet. Zalimleri gücü yettiği halde
durdurmayan kişilerde aynı cezayı hak ederler, aynı belaya
onlarda düşerler" diyor Allah (c.c). 1287[170]

1285[168]
A'raf 155
1286[169]
Enfal 25
1287[170]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/136.
130- "Ey cin ve insan topluluğu, size ayetlerimi anlatan,
karşılaşacağınız bugün hakkında uyaran, sizin aranızdan
peygamberler gelmedi mi?" Dediler ki: "Biz kendi
aleyhimize şahidiz." Onları dünya hayatı aldattı. Kafir
oldukları konusun da kendi aleyhlerine şahitlik yaptılar.
Diyorlar ki; biz kendimize şahidlik yaparız. Evet geldi
manasına geliyor. Evet biz bu işe şahidlik yaparız ki, bize
Allah'ın ayetlerini açıklayan ve bizi ahiretin azabından
sakındıran peygamberler geldi. Mülk suresinde de "size
nezir gelmedi mi? Yani cehennemin var olduğunu orada
yanacağınızı bildiren biri gelmedi mi? Derler ki, evet bize
uyarıcılar geldi ama biz yalanladık ve Allah hiç birşey
indirmemiştir dedik. Yani peygamberleri yalanladık biz
diyorlar. Yani suçlarını kabul ediyorlar.
Dünya hayatı onları kandırdı. Aslında yalanlamanın sebebi
dünya hayatıdır. Dünya metaldir. Ve onlar dünyada iken
kafir oldukları konusunda kendi aleyhlerine şahidlikte
bulundular diyor Allah (c.c). Bir başka ayet-i kerimede de
(Mesela Yasin suresi) "O günde ellerini ve ayaklarını
konuşturacağını ifade ediyor Rabbim?" Bazı insanlarda
yaptıkları kötülükleri inkar tarafına giderlermiş. O zaman da
Allah (c.c) ellerini konuşturuyor, ayaklarını konuşturuyor.
Yani bu bir sorgulamadır. Mesela bazı kişiler bu tür ayetleri
yanyana getirmişler Kur1 anda çelişki var demiş imansızlar.
Yani batıdan bir kısım müsteşrik çıkıyor Kur'an-ı Kerimden
bazı ayetleri bir araya getiriyor diyor ki, Kur'an'da çelişki
var. (Nasıl? Burada kafirler "evet biz gavurduk diye şahidlik
yapacaklar diyor" ama bir başka yerde de inkar edeceklerini
söylüyor. Ve o zamanda Allah onların ellerini ve ayaklarını
konuşturacağını söylüyor diyorlar.) Bizde diyoruz ki evet
çelişki var gibidir ama asıl çeliş ki senin sorgulamayı bilme-
menden kaynaklanıyor. Allah (c.c.) Hz. Adem'den son
insana kadar orada insanları sorgulayacak. Sorgulamada
insanlar denk değildir ki bu dünyada da. Bazısı ben bu
cinayeti işledim suçum neyse çekeceğim diyor. Oluyor
böyle davalar. Hatta adamı öldürüyor ve ondan sonra
savcıya gidiyor silahı ile beraber teslim oluyor. Savcı bey
böyle bir cinayet işledim gereğini yapın diyor. Yaptığımdan
pişmanım, veya pişman değilim diyor. Yani suçunu
doğrudan itiraf ediyor. Bir kısmıda Türkiye'nin en değerli
avukatlarını tutuyor ve temize çıkmaya çalışıyor ve inkar
ediyor. Aynı şekilde ahirette bir kısım insanlar yaptıkları
suçları itiraf ederken bir kısmıda inkar tarafına gidecektir.
İnsanlar farklı farklı olduğu gibi sorgulama karşısında
verecekleri cevaplarda farklı olacaktır. Onun için burada
bahsedilenler doğruluyorlar. Evet yarabbi peygamberler
geldi ama biz onları yalanladık ve dünyada iken kafir olduk
diyorlar.
Kafir olmalarının yegane sebebide burada ayetin işaret
ettiğine göre dünya hayatının onları aldatmasidır. Çok
önemli bir durum. Yani küfrün kaynağında, yalanın
kaynağında, iftiranın kaynağında, fuhşun kaynağında,
rüşvetin kaynağında, faizin kaynağında dünyanın insanı
aldatması yatmaktadır. Kafir inanmıyor. Niye? Özellikle
yöneticiler Allah'a inanacak olurlarsa saltanat elden gider.
Kendi dediği olmaz Allah'ın dediği olacaktır. Onun için
özellikle bütün peygamberlere karşı gelenler o toplumun
ekabir denilen kısmıdır. Çünkü Allah'ın hakimiyeti gelecek
olursa hakimiyetlerine son verilecek. Öyleyse saltanat elden
gitmesin diye peygamberlere karşı durmuşlar bu adamlar.
Ve bu adamlar bir kısım dünyevi zevklerinden fedakarlık
yapacaklar. Yani binlerce kadınla zina etmek yerine birtek
hanımıyla geçinmek mecburiyetinde kalacak, milyarlık
rüşvetlerden mahrum kalacaktır. Bu tür dünyalıklardan
mahrum kalmamak için adamlar imansızlık veya amelsizlik
yolunu tercih ediveriyor.
Biz şunu hesap edelim. Bir hadisi şerif bunu güzel tasvir
etmiş. "Çölde susuz ve ekmeksiz olarak nerdeyse ölmek
üzere olan bir kafileye güzel elbiseli, karnının doygun
olduğu belli, susuz olmadığıda anlaşılan bir adam geliyor ve
diyor ki; ne yaptınız niye yürümüyorsunuz? Diyorlar ki;
develerimizin otları bitti ve biz burada kaldık. Adam, siz ne
tarafa gideceksiniz diyor. Onlarda bu tarafa gideceğiz
diyorlar. Adam diyor ki; siz bu tarafa gitmeyin de şu tarafa
gidin. Bakın şurada bir tepe varya, o tepenin arkasında
bizim köyümüz var. Oraya gelin misafirimiz olun, sizin
karnınızı doyuralım, yüzünüzü güldürelim, develerinizi de
besleyelim de ondan sonra yolunuza devam edersiniz.
Onların başka alternatifi yok, kabul edecekler.
Yürüyebilecekleri dermanları da var. Küçük bir tepenin ar-
kasına kadar yürüyebilirler. Hakikaten varıyorlar, orada bir
köy var. Ve o köylüler onları güzel misafir etmişler,
sulamışlar, develerini de beslemişler. Adam demişki; bakın
bana inandınız, buraya geldiniz kamınız doydu yüzünüz
güldü. Ben size diyorum ki, şu karşı büyük dağ varya onun
arkasında ise bizim köyümüzün birkaç kat büyüğü bir şehir
vardır. Ve orada sizin alış-veriş yapacağınız, yaşayacağınız,
mesken tutacağınız çok değerli bir yer vardır. Buyurunuz
oraya götüreyim sizi dediğinde. O insanlar o köyde kalmayı
tercih edip orada kaldılar diyor. İşte insanların dünyaya
bağlı kalıp ahirette cenneti inkar etmeleride, peygamberlerin
sözüne1 uymamaları da buna benzer" diyor peygamber
efendimiz (s.a.v.).
bu dünyaaa nimetler var, su var, deniz var, kadın var,
yiyecek var, içecek var, giyecek var. Peygamberler diyor ki;
evet bunlar var ama bunları Allâh yarattı. Birde kabirden
sonra bir hayat var ve orada ebedi saadet var. Oraya da
buyurun dediğinde, yok biz peşin olanını alırız, veresiye ile
çalışmayız, aklımız ermez bu işe deyip inkar tarafına
gidiveriyor-lar. Gitmekle kendilerine zarar veriyorlar. 1288[171]

131- İşte böylece zulüm sebebi ile, halkı gafil bir şehri
Rabbin (Peygamber göndermeden) helak etmez.
Allah'ın (c.c.) peygamber göndermesinin sebebi, bir milleti,
bir şehir halkını zulmederek helak etmemek içindir. Onları
peygamberlerden gafil olduğu halde zulmederek helak
etmemesi içindir. Yani Allah zalim değildir. Eğer
peygamberler göndermeden bir şehri helak etmiş olsa, o
zaman derlerdi ki; Yarabbi biz seni nerden bilelim ki, senin
kitabın gelmedi ki, peygamberin yol göstermedi ki diyerek
bir mazeret bildirebilirlerdi. Rab-bim onlar gafil olup, gafil
iken yani peygamberlerden habersiz iken helak edipte,
zulümle helak etmek dilemedi. Yani peygamber gönderdi,
onların mazeretleride ortadan kalktı.
Tarih boyunca Hz. Adem'den peygamber efendimize
gelinceye kadar Allah (c.c.) her topluma peygamber
gönderdiğini "Her millete, her şehre Rabbin bir peygamber
gönderdi" ayetiyle işaret ediyor. " 1289[172] Allah her ümmete
peygamberi mutlaka göndermiştir. Şu mesajla göndermiştir
ki; Allah'a ibadet ediniz, tağuttan kaçınınız." "Biz peygam-
ber göndermediğimiz hiçbir topluma azab etmeyiz" diyor
Allah (c.c). Bu 131. ayet-i kerime de bu ayetlerin manasını
ifade etmiş oluyor.
Bazı imansız kesim diyor ki; niye bütün peygamberler
yalnız ortado-ğuda gelmiş? Yani Filistinde gelmiş, Eski
Mezopotamya'da gelmiş, Mekke, Medine, Şam ve Bağdat
dolaylarında gelmiş. Tarihin en eski devirlerinden beri
olduğu gibi günümüzde ve bundan sonra kıyamete kadar
yerleşim merkezi olarak dünyanın en değerli yeri Akdenizin
çevresidir. Kıyamete kadarda bu böyle devam eder. Çünkü
buralar dört mevsimin yaşandığı yerdir. Mesela Almanya'ya
1288[171]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/136-139.
1289[172]
Ra'd 7,Şuara 208
giden işçilerimize bakın. Buradan esmer giderler, oradan
beyaz beyaz gelirler. Güneş kolay kolay doğmaz oraya.
Onun için yerleşime çok fazla elverişli bir yer değil. Onun
içindir ki yaz tatilinde eline para geçen Almanya, ya
İspanya'ya, ya Yunanistan'a, yada Türkiye'ye geliyor. Veya
yine akdeniz sahillerindeki diğer yerlere geliyor. Ortadoğu
Hz. Adem'den günümüze kadar yerleşim merkezi olarak
gelmiştir. Tarihi eserlerden bu bellidir. Anadoludaki,
Iraktaki, Mezopotamya havzasındaki, Filistin'deki,
Kudüs'deki, Mısır'daki tarihi eserlerden de anlıyoruz ki
buralar en eski yerleşim merkezidir. Peygamberlerde
insanlara geldiğinden, insanlarda oralara yerleştiğinden
peygam-
berler oralara gönderilmiştir. Efendim Japonya'ya
peygamber gelmişmi-dir? Zaman içerisinde eğer insanlar
oraya yerleşmiş ise orayada peygamber gelmiştir. İsmi
nedir? Bilmiyoruz, Kur'an-ı Kerimde 25 kadar, üç ta-neside
ihtilaflı 28 kadarının ismi verilmiş. Diğerleri ise isim olarak
bildirilmemiş ama hepsine biz iman ederiz diye hergiin
"Amenerrasulü"yü,Bakara suresinin son iki ayetini okuruz,
"bütün peygamberlere iman ederiz ve peygamberler
arasında da ayırım yapmayız" deriz. 1290[173]

132- Herkesin yaptığına göre dereceleri vardır. Rabbim


yaptıklarından gafil değildir.
"Derece" mü'minler için söylenir genelde. Yani müminlerin
yaptığı amellerden dolayı dereceleri vardır. Kişilerin
imanına ve ameline göre derecesi vardır. Allah karındadır
bu. Bunu biz bilemeyiz. Biz bu dünyada şu adamın derecesi
şu adamdan üstündür diye söylemeyiz. Derecelerin durumu
Allah katındadır.
Allah onların yaptıklarından da gafil değildir. Kafirlerinde

1290[173]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/139-140.
derekeleri vardır. "Derecenin" karşılığı "dereke" Derece
yukarıya doğru yükselen, dereke ise aşağıya doğru inen
manasına geliyor. Kafirlerinde derekeleri vardır. İsyanına
göre, küfrüne göre aşağıya doğru derekesi iner. Cehennemin
en alt tabakasında firavun ve onun yandaşları vardır, der
tefsir kitaplarımızdan bir kısmı. Onlar hem inkarcıdır, hem
amelsizdir, hemde inkarcıların öncüsüdür, tağutlarm
lideridir diye en alt tabakadadır. Ondan sonra yukarı
tabakalarına doğru onlarda dereceleniyorlar. Yukarıya doğru
dereceleniyorlar. Aşağıya doğru derekeleniyorlar. Ayet-i
kerimede "Münafıklar ateşin en alt derekesindedir" diyor
Allah (c.c).1291[174]

133- Rabbin zengindir. Rahmet sahibidir. Dilerse sizi


götürür, sizden sonra dilediğini getirir. Sizi bir başka
kavmin soyundan getirdiği gibi.
Senin rabbin ganidir, zengindir ve rahmet sahibidir. Buraya
kadar, geçen bölümde imansızlar imansızlıklarını
cehennemde, mü'minler amellerinin karşılığım cennette
bulacaklardır, derken ve insanların iman etmesini, amel
etmesini isterken Allah'ın ihtiyacı olduğundan değildir.
Onun
için Rabbim sizin zekat vermenizden müstağnidir. Yani
zekatınıza ihtiyaç yok, namazınıza ihtiyaç yok, orucunuza
ihtiyaç yok. Sizin namaza ihtiyacınız var, sizin zikre
ihtiyacınız var, sizin oruca, sizin hacca , sizin ibadete, sizin
kulluğa ihtiyacınız var. Yapan kendine yapıyor, yapmayan-
da kendi aleyhine yapmıyor. Buna rağmen Allah rahmet
sahibidir. Yani ganidir ama rahmet sahibidir de. Kur'an-ı
Kerimde Rabbimin rahim olduğu, rahman olduğu, rahmet
sahibi olduğu çokça işleniyor. Buna rağmen rahmet
sahibidir. Yani imansızlık hariç diğer günahlarınızı
1291[174]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/140.
Nisa 145
affedebilir. Ne tür günah olursa olsun imansızlığın dışında
şirkin dışındaki diğer günahlar Rabbimin rahmetiyİe
silinebilirler.
Eğer Allah dilerse sizi giderir. Sizin yerinize, Allah dilediği
bir başka toplumu getirir. Sizi diğer bir toplumun
zürriyetinden meydana getirdiği gibi.
Bu din bizimle yürür, bu dini biz ayakta tutarız, biz
olmasaydık gibi sözler söylemeyeceğiz. Bazen deriz ki;
ecdadımız Osmanlılar olmasaydı, Selçuklular olmasaydı bu
din bu hale gelmezdi, bu duruma gelmezdi. Bu gibi sözler
söylemeyeceğiz. Şöyle diyeceğiz. Ecdadım Osmanlılar ve
Selçuklular bu dine hizmet etmekle kendileri
kazanmışlardır. Dine birşey kazandırmamışlar. Ecdadımız
bu davaya omuz vermekle kendisini yü-celtmiştir. Yoksa
yüce olan din Allah'ın dinidir. Rabbim buna dikkat çekiyor.
Sizi bir başkalarının zürriyetinden getirdi. Babandan sen
geldin, baban başkasından geldi, o başkasından geldi. Nasıl
ki bunu yapmaya Rabbim kadirdir. Bu dini omuzlamak
içinde sizi giderir bir başka toplumu bu dine hizmet etmek
üzere getirir. Bu bir başka ayette de geçer. "Kim dininden
dönerse Allah (c.c.) onun yerine daha hayırlı bir toplumu
getirir. Yani müslüman olurlar. Allah o toplumu sever, o
toplumda Allah'ı sever" diyor Allah (c.c). Onun için biz
sununla iftihar edelim. Yarabbi bize bu dine hizmet etme
şerefini verdin. Yoksa bu din bizimle şereflenmiş değildir.
Biz bu dinle şereflendik diyerek Rabbimize şükretmemiz
gerekiyor. Yoksa "eğer bu din bizimle şereflendi" diyecek
olursak Rabbim diyor ki; sizi gideririm başka bir toplumu
getiririmde onlar Allah'ın dinine hizmet ederler.1292[175]

134- Size vaad olunanlar muhakkak gelecektir siz


engelleyemezsiniz. 1293[176]
1292[175]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/140-141.
1293[176]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/141.
135- Deki: "Ey kavmim bütün imkanlarınızla yapacağınızı
yapın, bende çalışacağım. Yakında, Bu yurdun sonucunun
kime ait olduğunu bileceksiniz. Şüphesiz zalimler kurtuluşa
ermez."
Deki; Ey benim halkım, milletim! Siz mekanlarınızda,
makamlarınızda, rütbelerinizde ne yapmanız gerekiyorsa
yapın, bende yapacağımı yapacağım. Yakında bileceksiniz.
Bu yurdun akibetinin neticede kimin olacağını yakında
sizde bileceksiniz. Bu iki dünyaya da şamildir. Burada "dar"
kelimesi kullanılmış, "yurt" manasına geliyor. Ahirette
cennet bu dünyada da vatan dediğimiz şeydir. Bu yurdun
akibetinin kime ait olacağını sizde bileceksiniz. Zalimler
kurtuluşa ermezler diyor Allah (c.c).
Yani herkes üzerine düşeni yapsın. Kafirler yapıyor deyipte
feryad etmenin anlamı yok. Peygamber efendimize talimat
var. Ey toplum, millet elinizden geleni yapın ama bende
yapacağım. Yani siz bir tarafta imansızlığınızı sürdürün,
bende bu tarafta imani faaliyetlerime devam edeceğim. Ve
neticede kimin başarılı olduğunu sizde göreceksiniz bende
göreceğim. "Nûn" suresinde "yakında sende göreceksin
onlarda görecekler" diyor Allah (c.c). Bizde günümüzde
aynı ayet-i kerimeleri okuyacağız. Siz yaptığınız kötülükleri
yapın ama bizde yapacağız. Yoksa onların yaptıkları
kötülükleri ayyuka çıkararak bağırmakla ömür
geçirmeyeceğiz. Bizde üzerimize düşeni yapacağız. Bizde
üzerimize düşeni yaparsak o zaman sonucun müslümanların
lehinde olduğunu onlarda görecekler bizde göreceğiz. 1294[177]

136- Allah'ın yarattığı ekinlerden ve hayvanlardan Allah'a


pay ayırdılar, anlarına göre dediler ki: "Şu Allah içindir,
suda Allah'a ortak koştuklarımız içindir." Putları için olan

1294[177]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/141-142.
Allah'a ulaşmıyor. Allah için olan ise putlarına ulaşıyor ne
kötü hüküm veriyorlar.
Ziraattan ve hayvanlardan yaratılanlardan ve meydana
getirilenlerden bir kısmını Allah için kıldılar. Dediler ki;
kendi iddialarına ve iftiralarına göre "şu Allah içindir, suda
bizim Allah'a ortak koştuklarımız şirk koştuklarımız
içindir." Bu şöyle imiş. Mahsullerini kaldırdıklarında ko-
yunlarını, develerini ve sığırlarını çoğalttıklarında ikiye
bölerlermiş. Şunlar putlarımız içindir, şunlarda Allah içindir
derlermiş. Yani mallarını ikiye bölüyorlar. Putları için
olanlarda dikili taşlar için değil. Dikili taşlar sembol. O
dikili taşlan diken ve o insanları yöneten insanlara
veriyorlar. O günün devlet yöneticisi veya putların önünde
görev yapan kâhinleri, bu günün ifadesiyle hristiyanhktaki
papazları.
Papazlar zaman içerisinde milletin bütün malını
sömürmüşler kendi zimmetlerine geçirmişler. Onlarda aynı
şekilde. Bunlar putlarımız içindir, şunlarda Allah içindir
diyorlar. Yani Allah'a iman ediyorlar. Zaten Allah'a şirk
koşuyorlar diyebilmek için evvela Allah'ı kabul etmeleri
şart. Allah'ı kabul edecekler ki ona ortak koşacaklar.
Müşrik, Allah'ı inkar eden adam manasına değil. Allah'ın
varlığını kabul ediyorda ona şerik koşuyor. Bir başkasıda
Allah gibi hükmeder, bir başkasıda Allah gibi yasak koyar,
bir başkasıda Allah gibi bizi yönlendirir ve yönetir diyerek
kabul eden adama müşrik deniliyor. Burada da bu insanlar
bir tarafta Allah'ı kabul ediyorlar, öbür tarafta da bizi
yöneten Ebu Cehil ve avenesidir, Da-ru'n-Nedve'dir diyorlar
ve mallarının bir kısmını oraya bir kısımmı da Allah'a
adıyorlar.
Putları için ayırdıklarını Allah'a vermiyorlar. Ama Allah
için ayırdıklarını sonunda yine putlarına veriyorlar. Ne de
kötü hükmetiyorlar diyor Allah (c.c).
Bu ayet-i kerime bende şunu çağrıştırdı. Günümüzde de
müslüman-lar çok iyi niyetlerle İslama hizmet edelim,
davaya hizmet edelim derler. Mesela üç arkadaş bir şirket
kurmuş. Şirketin % 30'u birinin, % 30'u diğerinin, % 30'uda
üçüncü şahsın. Geriye kaldı % 10. Hocam bu % 10'uda
İslama hizmet için kullanacağız diyorlar. Bunu çok iyi
niyetlerle söylü-yarlar. Burdaki müşriklerin söylediği gibi
söylemiyorlar. Ama yapılan iş yanlıştır. Yani % 10 Allah'a
adayacağız, % 90 ise kendimize adayacağız. Bu yanlış bir
şeydir. Ayet-i kerimede Allah (c.c) "canlarıyla vede malla-
rıyla Allah yolunda cihad ederler derken" canın ve malın
cihada seferber edilmesinden bahsederken % 10 gibi bir
ayırım doğru olmasa gerekir. Bu mahmızını tamamı Allah
için gerektiği zaman verilecek şekilde gerektiği miktarda
vereceğiz. % şu kadar senin % şu kadar benim ama Allah
için gerektiğinde ne kadar gerekiyorsa vereceğiz, bunun
sınırı yok diye kurulmalıdır. Çoluğumuzu çocuğumuzuda
geçindireceğiz. Aynı zamanda %10'u nereye
harcayacaksanız, böyle bir miktar ayırmaksızın aynı yere ne
lazım ise vereceksiniz. Bu %5 olduğu gibi % 95 de olabilir.
Yani bütün varlığımız Allah'ın dinine hazır durumda
olmalıdır. 1295[178]

137- İşte böylece Allah'a ortak koştukları putlar


müşriklerden bir çoğuna çocuklarını öldürmeyi güzel
gösteriyor. Böylece hem kendilerini alçaltsinlar henıde
dinlerini karıştırsınlar. Eğer Allah dilemiş olsaydı onu
yapamazlardı. Bırak onları ve yaptıkları iftiraları.
Onların tapındığı kişiler- Bakın kişiler diyorum. Çünkü
genelde put denilince bizim aklımıza cansız olan taş ve
ağaçlar gelir. Bu ilkokul, ortaokuldaki şartlanmalar netice
sindedir ki; okullarda "Mekke döneminde insanlar putlara
taparlardı. Yani önce taşları elleriyle yontarlardı sonrada

1295[178]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/142-143.
onlara taparlardı" diye öğretilirdi ve hâlâ aynı şekilde
öğretilmektedir. Buraya dikkat edin. İşte böylece
müşriklerden bir çoğuna, onların Allah'a ortak koştukları
evlatlarını öldürmeyi güzel gösterdi. Şimdi insanların el-
leriyle yaptıkları putlar böyle bir şey yapabilir mi? Yani
meydana dikilen bir taş insanlara çocuk öldürmeyi güzel
gösterebilir mi? Gösteremez. Ama Rabbim "güzel gösterdi"
diyor. Öyle olunca bu bir insandır. Yani Allah yerine bir
başkasını ilah kabul ediyorlar. Allah kabul etmezler aslında.
Çünkü o ölümlüdür bunu biliyorlar. Onun dediklerine uyup
Allah'ın dediklerini reddetmekte Allah'a ortak koşmuş
oluyor bu adamlar. İşte o adamlarda insanlar konuşmalarıyla
evlatlarını öldürmeyi güzel gösteriyor. Niçin? Onları helak
etmek için. Yani o toplumu helak etmek için bunu güzel
gösteriyor. Dahası, onların dinlerini karıştırmak için.
Eskiden beri çocuk öldürme faaliyeti devam ediyor. Ta en
eski tarih olarak firavun dönemini biliyoruz. Firavun
döneminde ayeti kerimeyle ifade edildiğine göre "Firavun
erkek çocuklarını öldürüyor kız çocuklarını sağ bırakıyordu"
diyor Rabbim. 1296[179] Böylelikle beni İsraiün erkeklerinin
öldürülmesiyle, onların kendisine baş kaldırması önlenmiş
oluyordu. Çünkü bu tür başkaldırılar daha ziyade
erkeklerden oluyor, bu erkeklerin öldürülmesi suretiylede
beni İsrailin başkaldırması engellenmiş oluyor.
Daha sonra Mekkeli müşrikler çocuk Öldürüyor ama daha
ziyade kız çocuklarını öldürüyorlar. Çünkü göçebe bir hayat
yaşıyorlar. Kendilerince bildikleri en iyi şey birbirlerine
hava atabilecekleri yiğitlikleri. Yiğit adamında kız çocuğu
mu olurmuş inancı var. Olursa kimseye göstermeden
kaybedebiliyor bir kısmı, tamamı değil. Bazı arkadaşlarımız
tarih kitaplarından bunu okuyorlar. Efendim Mekke
müşrikleri kız çocuklarını öldürürlerdi. Okuyan şahıs tutup

1296[179]
Bakara 49
bunu bir makale konusu yapıyor ve ondan sonra karşı
taraftan şöyle bir itiraz geliyor. Peki öldürürlerdi de nesilleri
nasıl türerdi bunların? Öldürenleri vardı. "Li kesirin mine'l-
müşriki-
ne" buyuruluyor ayette. "Bir kısmı" manasına gelir "min".
Yani müşriklerden bir kısmı yalnız. Tamamı öldürmüyordu.
Her doğan kız çocuğu öl-dürülseydi o zaman nesil biterdi.
Bütün bunlara rağmen kız çocuğunu öldürmeyen çok insan
da vardı. Hatta çoğunluk öldürmüyor. Ama bazıları
öldürüyorlardı. Öldürtenlerde o insanları yönetenler idi.
Günümüzde de aynı şekilde bu insanları, yönetenler
çocuklarını öldürmeye özendiriyorlar. Efendim öyle bir şey
yok denilirse. Bu Türkiye de kanun çıkmıştır, ana rahminde
iken doktorların cinayet işlemesine dair kanun çıkmıştır.
Evli veya bekar karnı biraz şişmeye başlayan hemen doktora
gidiyor, doktor onun kamından alıveriyor ve bundan da
sorumlu tutulmuyor. Aslında yaptıkları ilmede aykırı. Bir
taraftan bize çocuk ana rahmine düştüğü andan itibaren
canlıdır derler. Meninin o hareketliliği olmasa rahmi
bulamayacak Oraya kadar yürüyerek gitmiş rahme
yerleşmiş. Kendine has bir canlılık var. Onu öldürüyor.
Onun için ayet-i kerimede "kız çocuklarının niçin
öldürüldükleri konusunda (kıyamet gününde) kendilerine
soruluverdığinde" buyurulur.1297[180] Yavrum seni kim
öldürdü, niye öldürdü diye soruluyor çocuklara. Öldürenin
yüzüne bile bakılmıyor. O cezalandırılacak. Çocuğun gönlü
alınıyor. Sahabeden biri efendimize sormuş. "Ya rasulallah
biz müslüman olduk, bunu yapmıyoruz ama azil yapıyoruz"
demiş. Yani meniyi dışına akıtıyoruz. Peygamber
efendimizde "işte buda gizli bir öldürüş tuv" 1298[181]
deyivermiş. Hocanrben çeşitli yerlerden fetva aldım, sordum
filan böyle dedi demiydim. Bu konuda özellikle araştırma
1297[180]
Tekvir 8
1298[181]
Müslim K,Nikah 141,İbnü Mace K.Nikah 61
yapan Ebu'1-Ala el-Mevdudi (rahmetullahi aleyh) "Doğum
Kontrolü) diye bir kitabı var. Merak edenler onu alsınlar.
Orada konu ile ilgili bütün hadisleri ve fetvaları toplamış,
karşılaştırmış, hadislerin daha sahihini daha zayıfından ayırt
etmiş ve neticede hükmünün olumsuz olduğunu vermiştir.
Yani efendimiz de, sahabe de bu işe pek olumlu
bakmamışlar.
Peki bu yöneticiler bu çocukların niye öldürülmesini
istiyorlar? Farkına varmadan onları helak etmek için.
Fransızlar ve Almanlar kendi toplumlarını çocuklarının
doğumunu engellemek suretiyle helak etmişlerdir. Adamlar
feryad, figan halindeler. Türklerinde doğum kontrolü
yapmalarını istiyorlar. Eğer yapılmadığı takdirde 2020
yılında Almanya'da seçimleri Türkler kazanacak. Başbakanı
Türkler seçecek, cumhurbaşkanını Türkler seçecek. Bunun
hesabı yapılmış. Fransa'da da aynı durum var. Öyleyse
kendi toplumunu helak ediyor bu adamlar çocukların
öldürülmesi sebebiyle. Efendim ekonomik nedenlerle. Bu
mazerette netice vermemiş. Çocuğu olmayan kadın sevecek
bir şey aramış ve neticede köpeği bulmuş. Fransa'da
9.000.000 köpek besleniyormuş. Köpek çocuğun yerini
alıyor. Köpeğin masrafıda çocuğunkinden çok fazla.
Mamasından tra-şına kadar çocuğun masrafından daha fazla
geliyor. Türkiye'de de köpek besleyen kadınların çoğuna
baktığınızda, çoğunun çocuk doğumu yapmamış kadınlar
olduğunu göreceksiniz. Sevme bir ihtiyaçtır. Kadın kucağın-
da bir şeyi sevme ihtiyacı hissediyor çocukta yapmayınca bu
sefer küçük bir köpek alıyor. Büyük köpek olmayışı da
oradan kaynaklanıyor. Niye büyük köpek beslemiyor da
küçük köpek besliyor? Çocuğu kucağında taşımaya ihtiyacı
var kadının. O ihtiyacını köpekle giderme tarafına gidive-
riyor. Almanyada da 30.000.000 kayıtlı köpek varmış.
Bunların şeceresini gösteren nüfus cüzdanlarıda varmış.
Televizyona geçipte iki çocuktan fazla yapmayın, bak ben
yapmadım diyen adam Türkiyenin en zengin adamıdır. Yani
ekonomik nedenlerden dolayı olsaydı onun yapması
gerekirdi. 1000 tane çocuk meydana gelse bile onun malı
onları besler. Yani mesele, ekonomik değildir. Mesele si-
yasidir. Bugün doğum kontrolü daha ziyade siyasidir. Yani
bu üçüncü dünya insanları doğum kontrolü yapmazlarsa
zaman içerisinde batı onların işgaline uğrayacak ki, netice
ona doğru gidiyor.
Allah dilemiş olsaydı, onlar bunları yapamazlardı. Onları ve
onların iftira ettiklerini bırak diyor Allah fc.c).
Yönetici müşrikler onlara çocuğu öldürmeyi güzel
gösteriyorlar diyor. Erkek adamın erkek oğlu olur. Bu
İslami bir tabir değildir. Hatta Kur'an-ı Kerimde "onların
kızı oldu diye kendilerine haber verildiğinde,
müjdelendiğinde adamın sinirinden, öfkesinden yüzü
simsiyah kesilirdi"
diyor Allah (c.c.) 1299[182] Kız çocuğu ile erkek çocuğu
eşittirler. Bir kısım imansızlarda ben damadımı görmek
istemiyorum diyor. Konya'da bir adam (ben adamı
görmedim de yaşlan 70-75'in üzerinde iki tane kızını
gördüm) kızlarını hayatta evlendirmemiş. Buda cahiliyye
dönemi huyudur. Zaten İslami yaşantısı yokmuş. Adama
feylezof diyorlar. Müslümanlara söver dururmuş.
Bu işi nasıl güzel gösterirler? nasıl süslerler? Günümüzde
güzel gösteriyorlar. Bir mecliste karşılaştığım biri bana
"ekonomik nedenlerden dolayı çocuk yapmamak lazım"
diyor. Senin kaç tane? dedim. Yedi tane dedi. Durumun
nasıl? dedim. Çok iyi dedi. Adam yan sanayici imiş. Bir
adamı göstererek peki bu adamdan sen dahamı akıllısın?
Yok o daha akıllı. Bak bu 3 çocuk yapmış (Allah vermiş)
ama hala alın teri ile geçiniyor. Sen yedi tane yapmışsın
ama yarı sanayici durumundasın. Yani 7 tane yapmak seni

1299[182]
Nahl 58
fakir duruma düşürmemiş. Anadolunun bir vilayetinden
İstanbul'a iki delikanlı gelmiş, evlenmişler. Birinin beş
çocuğu olmuş fakirliği devam ediyor ama birinin hiç
olmamış. Acaba o zengin mi olmuş. Öyle birşeyde yok. Ben
kendi şahsi hayatımdan bilirim. Evlendiğimde yarının
ekmeği ne olacak diye düşünüp duruyordum. Allah bir
çocuk verdi, biraz rahatladık. Maddi yönden de rahatladık.
İki çocuk verdi biraz daha rahatladık. Bir daha verdi biraz
daha rahatladık, bir daha verdi biraz daha rahatladık. Bir
daha verdi biraz daha rahatladık. Ben bunu kendi hayatımda
yaşamışken başkasına niye inanayım. Rabbim
ayetinde"Kıpırdayan canlının rızkı Allaha aittir"
diyor.1300[183] Peki hocam bu köprü altındakilerin rızkı.
Başkaları onun elinden ahyor. Biz onu engelleyeceğiz. Yani
devlet olarak müslüman olarak yapacağımız, başkalarına;
sen bunun rızkını niye aldın diye soracağız. Rabbim ayet-i
kerimesinde "hasadı yaptığın .gün ona hakkını ver"
diyor. 1301[184] Bunların hakkım vermemişler. Bu adamların
hakkını gasbetmişler. Ondan dolayıda onlar köprü altına
gelivermiş. Köprü altına düşmeyi engellemek gerekiyor.
Yoksa doğumu engellemek değil. İnsan adedince ekmek
üretmeli. Adam yüz tane ekmek üretmiş., millete diyor ki;
yüz tane ekmek var 100 tane çocuk doğurun diyor. Bu
yanlış. İnsan adedince ekmek üretmeli, yani ekmek insana
tabii olmalı. İnsan ekmeğe tabii olmamalı. Çünkü
yaratılmışların en değerlisi insandır.1302[185]

138- Onlar zanlarında dediler ki; "Bunlar dokunulmaz


hayvanlar ve ekinlerdir. Bu (putların nasibi olan) hayvanlar
ve ekinler yasaktır. Onları bizim dilediklerimiz yer." Bu
hayvanların sırtları haramdır. "Binilmez, yük vurulmaz."

1300[183]
Hud 6
1301[184]
En'am 141
1302[185]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/143-147.
Allah'a iftira ederek bir kısım hayvanları (keserken) üzerine
Allah'ın adını anmazlar. Yaptıkları iftiradan dolayı Allah
onları cezalandıracaktır.
Allah (c.c.) 136. ayet-i kerimesinde insanların; kendi
akıllarına göre kendi mantıklarına göre ürettikleri mallardan,
zirai mahsullerden ve hayvanlardan bir kısmını Allah için,
bir kısmını da putları için ayırdığını haber veriyor. Bu işi
allayıp pullayıp kendilerine göre hukuki ve mantıki
gerekçeler buluyolar, bir sisteme oturtuyorlar tabii ki. Yani
bizim şu anda ayet-i kerimeden anlayiverdiğimiz gibi değil.
Kur'an-ı Kerimin bize haber veriş şeklinde; "Onlar zirai
mahsullerden ve hayvanlardan ikiye ayırıyorlar, ürettik
lerini, şunlar Allah içindir, şunlarda putlarımız içindir."
"Allah'ın ortakları" için diye ayırıyorlar. Bunun gerekçeleri
de var kendilerine göre.
Günümüzde devletlerden, özellikle Allah'a iman
etmeyenlerden aym şekilde mallarını ilahları için ve bir
kısmını da Allah için ayırdıkları vardır.
Nasıl ilahları için ayırdılar? Allah'a inanmayan insanlar,
Allah'a inanç yerine geçecek şekilde bir insan türetme
mecburiyetinde kalırlar. Tabiat boyu, yani insanoğlunun
yaratılışından bu güne kadar, bir tarafta peygamberlerin
çizgisinden giden insanlar Allah'a iman etmişler ve mal-
larını Allah yolunda harcamışlar. Allah'a iman edemeyen
insanlar da; Allah (c.c.)'ün yerine geçebilecek (kendilerine
tabii ki) bir ilah türetme mecburiyetinde kalmışlar. Yani 20.
asırda böyle bir şey yok denmez. 20. asırda da insanlar
böyle bir ilah türetiyorlar ve mallarından ayırdıkları bir
kısmını, o'nun korunması ve o'nun kanunlarının geçerli
olması için o yolda harcıyorlar. Allah (c.c.) buna
dikkatimizi çekiyor. Ve diyor ki, bu 136. ayet-i kerimede.
"İşte bunlar, deveden, koyundan, sığırdan ve keçiden ve
zirai mahsullerden olmak üzere, ayrılmış olanlardır" Yani
bunlar kullanılmazlar. Bunlar ancak bu ilahlarımız için
harcanırlar. "Onu kimse yiyemez." "Ancak bizim
dilediklerimizi yer." "kendi iddia ve zanlarına göre. Bizim
bildiklerimizin dışında kimse bunu yiyemez. Bizim
putlarımızın hakkıdır" diyorlar
Peki putları için olanı: "Ha! onu da bizim dilediklerimize
veririz." diyorlar. Enteresan. Yani ürettikleri maldan bir pay
alıyorlar, şu Allah için, şu putlarımız için. Sonra Allah için
olanı da putları için harcıyorlar. Peki bu putları için
harcanacak olanı nereye veriyorlar. Onu da biz belirleriz
diyorlar. "Ancak bizim dilediklerimiz, ondan yiyebilirler."
Diyorlar ki: hani bugünkü sistemde, 20. asırda bazı
insanlara belirli yetkiler verip, şu kadar parayı ancak sen
harcayabilirsin. Bu harcadığından dolayı da kimse bir soru
sormayacakdır, gibi şeyler ayrılır. Ve onun diledikleri yer.
Allah (c.c.) devam ediyor. "Bir kısım hayvanların sırtına
binmeyi haram kılarlar."
"Ve bu koyun, keçi, sığır ve devenin üzerine besmele
çekmeyi haram kılarlar." Diyorlar ki; "Kesilirken buna
besmele çekilmez. Allah'ın kestiği mi daha helaldir, sizin
kestiğiniz mi daha helaldir. Onun için buna besmele
çekilmez.
"Allah için veya putlar için ayrılmıştır. Bunlara besmele
çekilmez. Şunların da üzerine binilmez, haramdır" diyorlar.
Bu cahiliye döneminin adetlerini Rabbim bize bildiriyor.
Özellikle develerinin bir kısmını, belirli bir zaman sonra,
ayınveriyorlar. Tabii o zamanın da, ne zaman olduğunu
tefsir kitapları bize bildiriyor,ayrı. Mesela "efendim 10 adet
doğum yapan bir deve, 10'unda da erkek doğur-muşsa şöyle
olur. On'unda da dişi doğurmuşsa böyle olur." Ondan sonra
buna kimse dokunamaz, bu Allah içindir, bu salını verilir,
gibi batıl inançlar var.
Bunun eti yenmez, sırtına binilmez gibi batıl inançlar var.
Bunları haram olarak belirtiyorlar. Allah (c.c.) buna
dikkatimizi çekiyor. Buna dikkatimizi çekerken, bizimle ne
ilgisi var? gibi soru hatıra gelebilir. Yani bizim günümüzde
deve yok. Koyun keçi var bizim insanımız Türk insanı için,
biz burada sırtına binilir veya binilmez münakaşası
yapmıyoruz. Eti yenir veya yenmez münakaşası
yapmıyoruz. Peki ayetin bizimle münasebeti ne oluyor? Bu
ayetin bize mesajı ne oluyor denildiğinde:
Allah (c.c.) hemen devam ediyor. "Onları yapmış oldukları
bu iftiralardan dolayı, Allah onları yakında
cezalandıracaktır" buyuruyor Allah (c.c). Yani şu helaldir,
şu haramdır yetkisinin Allah'a (c.c.) ait olduğunu,
insanlardan biri veya birkaçı, çıkıp bazı şeylerin helal, bazı
şeylerin haram olduğunu belirlemeye kalkacak olursa,
bunun Allah'a iftira olduğunu ve bunun mutlaka
cezalandırılacağını Allah (c.c.) haber veriyor. Yani kanun
koymanın doğrudan Allah'a (c.c.) ait olduğuna dikkat
çekiyor Rabbim. 1303[186]

139- Dediler ki: "Şu hayvanların (Bahira, şaibe, Vasile ve


hâm'in) karınlarındaki (yavru) Iar, yalnız erkeklerimize
aittir, kadınlarımıza haram kılınmıştır. Eğer ölü olarak
doğarsa onlarda ortaktırlar." Bu yakıştırmalarının cezalarını
Allah onlara verecektir. O Hakim'dir, herşeyi bilendir.
"Helal veya haram koymak Allah'a aittir, insanlara ait
değildir. İnsanlar yapacak olurlarsa Allah'a iftira etmiş
olurlar" diyor. Ve yine cahiliye dönemi insanının
davranışını bize sergiliyor ve diyor ki; "Şu hayvanın
karnmdakiler, yalnız erkeklerimiz içindir. Kadınlarımıza ait
değildir." Yani koyunun, keçinin, devenin, sığırın karnında
olan şeyler dünyaya gelince yalnız erkeklere aittir,
kadınların bundan bir payı yoktur diyorlar.
Bu şuna da dikkat çekmiş oluyor. Kadının cahiliye
döneminde miras-da payı yoktu. Yani babası veya annesi

1303[186]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/147-149.
öldüğünde veya kocası ve oğlu öldüğünde, onun kalan
maldan payı yoktur. Buna da dikkat çekmiş oluyor.
Develerde zaten yok. Onun karnında olan da, zaten sığırın
ve devenin karnından gelince bunların mirasdan payı
yoktur. Ancak; tamamen yoktur da demiyorlar. "Ancak ölü
olarak dünyaya gelirse, o zaman kadınların da ondan payı
vardır." Ölü olarak dünya ya geleni de yiyorlar. Orada
kadınlara da ölmesin diye bir pay ayırıyorlar.
"Allah onların bu, (Yani erkeklerin haklan şudur. Kadınların
hakları budur) gibi tanımlamalardan dolayı Allah (c.c.)
onları cezalandıracaktır. "O herşeye hükmedicidir ve herşeyi
en iyi bilendir" diyor Allah (c.c).
Geçende bir profesör konuşmuş bu kadın hakları ile ilgili,
bir sempozyumda. Bizim dışımızda yapılmış birşey tabii.
Yani bu açık oturumu veya sempozyumu yapanlar. İslam'a
biraz daha varalım diye yapılmış birşeydir. Orada
profesörün bir tanesi bir cesaretle "işte demiş Efendimiz
Muhammed geçmişe oranla kadınlara büyük bir hak
sağlamıştır" deyivermiş. Pek hoş karşılanmamış tabii. O
kadarcığı bile hoş karşılanmamış toplantıda.
Bu tür insanlarımız aslında ben ismen söylememe gerek
yok..Tanıyorum kendisini. Bir defa görüştüm. Gönlü
müslümanlarla beraber aslında. Çıkarı müslümanlarla
beraber olmadığı için. Yani müslümanlar ona bir çıkar
sağlamadıkları için, çıkarı hep o taraftan olduğu için, onların
yanında durur, onların yanında konuşur. Onların hoşuna
gidecek sözler bulur. Ama sözlerimle gavur olmayayım diye
dikkat eder. Bu tür garip insanlarımız vardır.
Yâni kendi memleketinde, kendi insanlarının arasında,
(Kendi memleketi deyince) Rabbimin mülkünü
kastediyorum. Ve çoğu müslüman insanlar arasında,
imansız azınlığın vermiş olduğu çıkarlar nedeniyle biraz
yamularak konuşuyor bu insanlar. 1304[187]

140- Beyinsizce bilinçsiz olarak çocuklarını öldürenler ve


Allah'a iftira ederek Allah'ın onlara vermiş olduğu rızkı
haranı kılanlar muhakkak zarar etmişlerdir. Muhakkak onlar
sapıtmışlar ve doğru yolu bulamamışlardır.
ayet-i kerime dünyada demiyor. Ahirette de demiyor.
"Evlatlarını bilgisizce, beyinsizce öldürenler ve Allah'ın
onlara rızık olarak verdiğini Allah'a iftira ederek haram
kılanlar, zarara uğradılar." "Saptılar" böylelikle. "Ve onlar
doğru yolda da değiller" diyor Allah (c.c).
Dünyada zarara uğradılar. İnsanlara mantıki olarak bazı
şeyler ileri sürdüler. Dediler ki; "Efendim dünyanın belirli
şeyleri vardır. Yüzölçümü bellidir dünyanın. Dünyadaki
bütün ziraatçılar da, dünyada bütün ziraata elverişli yerleri
ölçtüler, biçtiler. En randımanlı şekilde, zirai mahsul yeti-
şecek araziler ekilebilmiş olsa bile, bu dünya; şu kadar
milyar insana yeterlidir. Bu konuda Avrupa'da kurulmuş
imansız bir dernek bile vardır. Türkiye üniversitelerinden de
oraya üye olan insanlar var. Oranın işi bu dünyanın geleceği
ile ilgili raporlar hazırlamak. Bazı kitaplarını Türkçeye de
tercüme etmişler.
Efendim, bu insanların şu kadar kömüre ihtiyaçları var. Bu
insanların şu kadar elektriğe, suya ihtiyaçları var. Ama
insanların ihtiyacı olan şeyler dünyada sınırlı. Toprak sınırlı.
Yeniden toprak üretmeniz mümkün değil. Efendim petrol
sınırlı, kömür sınırlı. Herşey sınırlı, belli oluyor. Buna
rağmen insanlar üreyecek olurlarsa, insanlar birgün açlıktan
topyekün ölecekler diyor ve korkunç bir tablo önümüze çizi
veriyorlar.
Bunlar bir tarafta. Fakat öbür tarafta da bir kısım insanlar da
diyorlar ki; yoo bu öyle değil.

1304[187]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/149-150.
Diyor ki; hocam aslında dünyada açlık diye birşey söz
konusu değil. Şu anda bile elimizde imkanlar var. İleriki
yıllarda da zirai bir araziyede ihdiyacımız yok. Yani ekin
ekip göğe bakmaya da ihtiyaç yok gayri diyor. Şu ağaçları
koy önüme ben onları ekmeğe çeviriveririm. Ete de çeviri
veririm. Elimizde şu kadar mikrop var. Bu mikroplarla şöyle
yaparız, böyle yaparız, ve uzun izahlar yapıverdi.
Ben size şöyle demiştim. "Ekmek adedince insan
yetiştirmek yerine, insan adedince ekmek yetiştirmeye
çalışalım biz." Rabbim buyuruyor. "Yeryüzünde kıpırdayan
her canlının rızkını Allah verecektir" diyor. Nasıl verecek
onu biz bilemeyiz.
Öldürmediğimiz, önünü salıverdiğimiz nesilden biri çıkar.
Zaten batıdaki ilk buluşların temeline bakın. Zaruretlerden
kaynaklanmış. Adam birşeye sıkılınca onun arayışı içine
girmiş. O arayışın neticesinde bazı buluşlar elde edilmiş.
Eğer Edison'un babası da bugünkü Türkiye'deki ve
Avrupadaki insanların aklına uysaydı da doğum kontrolüne
riayet etmiş olsaydı ve Edison doğmamış olsaydı biz
elektiriktcn bu kadar yararlanamayacaktık belki de. Onun
için çocuğun önünü salıvereceksiniz ama ufkunu
daraltmayacaksınız. Bütün mesele orada.
Ufkunu daraltmadınız mı, adam elinize bir tane boru verir.
Havayı ekmek olarak yutturur mu yutturur. Ege üniversitesi
profesörlerinden bir tanesi diyor ki; şu kadar mısır
tarlalarında mısırı alındıktan sonra sapı kalıyor, şu anda
bizim onu çeşitli gıda maddelerine çevirecek gücümüz var,
diyor.Yani bu konuda Türkiye'de de, batıda da çeşitli
merhaleler katedilmiş durumda.Netice; bunları doğrudur
diye anlatmıyorum. Şunu anlatmak istiyorum ben. Allah
(c.c.) yarattığının rızkını beraberinde verecektir. Her çağın
rızkıda kendine göre değişik olabilir. Onun için rızik
endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyiniz diye, "İsra Sure"
sinde "Rızık endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin." "Onları
da sizi de nzıklandıran biziz" diyor Allah (c.c).
Yani siz, şu anda rızkınızı yiyorsunuz. Biliyormuydunuz ki;
mesela istanbul'da olacaksınız. Şu işi yapacaksınız. Bunları
yiyeceksiniz. Hatırınızdan hayalinizden geçmeyen şeylerle
karşı karşıya geliyorsunuz. Bazen zor elde ediyorsunuz.
Ama bazen de hiç hatırınıza gelmeyen kolaylıklar da
önünüze seriliveriyor. Nasıl yaratır? diyeceğiz ya. 1305[188]

141- Çardaklı ve çardaksiz bahçeleri, yenmeleri çeşit çeşit


olan hurmaları ve ekinleri, birbirine benzeyen ve
benzemeyen zeytinleri ve narları yetiştiren O'dur. Meyve
verdiği zaman meyvelerinden yiyin, hasat günüde hakkım
verin. İsraf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.
"O bahçeler yapandır." "O bahçeler de çardaklı veya
çardaksız" Hani bazı ağaçlar vardır ki çardak gibidir.
Mesela üzüm ağacı, çardak haline gelir. Veya bazı meyveler
de böyle yukarıya doğru yükselir sonra meyvelerini geriye
doğru salar. Elinizi uzatıp alıverirsiniz diye yakından yakın-
dan olur.
Bazıları böyle çardaklıdır. Bazıları da böyle çardaksız bir
şekilde yukarıya doğru çıkar. Mesela bir hurma ağacı.
Ulaşmak bir meseledir ona. "Çardaklı veya çardaksız
bahçeler yapan odur." "Hurmayı yaratan odur, zirai
mahsulleri yaratan odur." "Yemeleri çeşit çeşit olan zirai
mahsulleri ve hurmayı inşa eden ve yaratan odur." "Zeytini
ve narı yaratan odur." Birbirine benzeyen ve benzemeyen
nimetleri yaratan odur" diyor Allah (c.c).
Yani yeryuzunue tızkmede "İnsana ancak çalıştığının
karşılığı vardır" diyor Allah (c.c). Yani siz çalışın.
Neticesinde ise bu kara topraktan, çardaklı-çardaksız
bahçeler, hurmalar, çeşitli renkte zirai mahsuller, yemesi ve
de rengi birbirine benzeyen-benzemeyen çeşitli tatda ve

1305[188]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/150-152.
renkte meyveler, zeytinler ve narlar yaratıveren
Rabbimizdir.
Bu topraktan bunları bitiriyorsa Rabbim, bundan sonrada
bunları daha çok bitirir. Bunlardan başkalarını da (sizin
gayretinizle) bitirir, ve yine de sizi doyurur. Onun için "Rızk
endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin" diyor Allah (c.c).
"Bu meyvelerin meyvesi olduğu zaman meyvelerinden
yiyin. Yalnız yemekle kalmayın, yalnız kendinizi
düşünmeyin." "Hasat gününde de hakkını verin." O
meyvenin hakkını verin.
Meyvenin hakkını vermek demek, o ürettiğiniz mallarda
onu üretmeye gücü yetmeyen fakir insanların hakkı vardır.
O fakirin hakkıdır. Ayet-i kerimede "O meyvanm hakkım
verin" diyor. Fakirin hakkını verin, dememiş. Buradaki
zamir (bazen zamirler) yukarıda zikredilen isme gider.
Diyorsunuz ki; Ahmet efendi geldi-gitti dedikten sonra, O
konuştu diyorsunuz. O'ndan kasıt Ahmet efendidir. Çünkü
adı yukarıda geçti.
Burada fakirin adı yukarı da geçmedi. Onun için zamir
meyveye gider demişler, "Meyvenin hakkını verin" diyor
Allah (c.c.) Meyvenin hakkı da bu işi kazanabilecek güçte
olmayan fakirin midesine düşmek. Onun gözüne, gönlüne,
kanına, canına gıda vermek ve onu güçlendirmektir. Yani
ürettiğiniz malda başkalarının da hakkı olduğunu da
hatırınızdan çıkartmayın.
Bir başka ayet-i kerimede de Rabbim; "Fakirin hakkı
olarak"(Zari-yat 19) ifade ediyor. Yani başkalarının da
bizim kazandıklarımız üzerinde hakları olduğunu ifade
ediyor. Yani zekatınızı verirken: sakın ha! "Bu benim
malımdı da ben veriyorum. Yani bu adamın bu işte hiç
hakkı yokken ben veriyorum, veya malınızın öşrünü
verirken, ben bu malı bu adama veriyorum bunun hakkı
yokken" demeyin. O adamın hakkı vardır.
Eğer vermiyorsanız o adamın hakkını gasbetmiş
oluyorsunuz. Zekatı ve öşrü vermemekten ayrıca hesaba
çekileceğimizi bilelim. "Sakın israi etmeyiniz" diyor Allah
(c.c). "O israf edenleri sevmez." buyuruyor.
Kur'an-ı Kerimde 17 yerde israfla ilgili ayet-i kerime vardır.
Bunlardan 4 tanesi yeme-içme-giyme ile ilgilidir. Yani
insanların tabiattan ürettiklerinin israf edilmemesi
konusundadır. Geri kalan 13 tanesi ise (insanın israf)
edilmemesi ile ilgilidir.
Bakara suresinde 29. ayetinde geçmişti. "Yeryüzünde her ne
varsa Allah sizin için yarattı" diyor. Elektrik-su insan için
yaratılmış. Ekmek insan için yaratılmış. Bütün yediğimiz-
içtiğimiz-giydiğimiz, kullandığımız şeyler insan için
yaratılmış. Bunları israf etmeyeceğiz. Doğru ama. ' Bütün
bu şeyler insan için yaratılmışsa herşeyden önce insan israf
edilmemelidir.
İnsanın da israfı; (Hani ekmeğin israfı nasıldır. Yenmesi
gerekirken çöplüğe adılması israftır.) İnsanın da Cennete
gitmesi gerekirken cehenneme gitmesi israftır. Onun için en
büyük israf budur. Allah (c.c.) Kur'an-ı Keriminde (daha
çok insan) israfının yapılmaması ile ilgili ayet indirmiştir.
Bu dünyada iken Rabbimin insana vermiş olduğu nimetleri
değerlendirmemek bir israftır. Bir insanda fevkalade cevval
bir zeka varsa, öbüründe fevkalade bedeni bir kabiliyet
varsa. Öbüründe sanata, ticarete bir . kabiliyet varsa. Bunlar
değerlendirilmeden gidiyorsa, keşfedilmemiş madenler gibi
yokolup gidiyorlar.
Madenler yine ileride değerlendirilirler ama bu insanlar
ölünce, bu dünyada değerlendirilmeden gidiyorlar.
Maazallah birde imanı elinden alınmışsa o da Cehennem
çöplüğüne atılmış olduğundan dolayı israf edilmiş
oluyo.1306[189]

1306[189]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/152-154.
142- Hayvanlardan yük taşıyacak ve (yününden) döşek
yapılacakları yaratan O'dur. Allah'ın size rizık olarak
verdiklerinden yiyin. Şeytanın adımlarına uymayın.
Şüphesiz o sizin için apaçık bir düşmandır.
Daha ... Allah neyi inşa eti, yarattı. " koyundan, keçiden,
sığırdan ve deveden de hayvanlar yarattı." Niçin. "Binek
olsun için, yük taşımak için ve de onların etinden
derilerinden, yünlerinden, faydalanmak için Allah size
hayvanları yarattı diyor" Allah (c.c).
Nahl Suresi"nin 66. ayet-i kerimesinde "Allah hayvanların
karnı içinden, kan ile pislik arasından, sizin için, içimi gayet
hoş olan süt çıkarmaktadır" diyor Allah (c.c).
Hani koyun-keçi-sığır ve devenin sütünü sağıyoruz ya;
geldiği yere bakıyoruz, bir tarafta kıpkırmızı kan var. Bir
tarafta gübresi var, hiç hoşa gitmeyen kokusu ile beraber.
Ama içimi ve kokusu da gayet güzel olan sütü Allah (c.c)
bir taraftan çıkarıveriyor. Hani şair;
Oluklar çift birinden nur akar, birinden kir... der ya! İşte bu
gibi. Bir tarafta kıpkırmızı kan, bir tarafta bembeyaz süt.
Yemyeşil çayırdan bembeyaz sütü çıkarıveriyor, öbür tarafta
da dışkısı ayrıca çıkıyor. Onun da tabii ki ayrıca faydası var.
Bir başka ayette yine Nahl Suresinin 86. ayetinde de
"Onların yününden, kılından, (bizim Türkçede bir yün var
birde kıl vardır) (Arabın dilinde ise devenin yünü için ayrı
bir kelime kullanmış, koyunun yünü için ayrı bir kelime
kullanmış ve keçinin kılı için ayrı kelime kullanmış.) Ayet-i
kerimesiyle bizim genelde kullandığımız yün ve kılı da
yatak-elbi-se ve çeşitli şeyler için kullanasınız diye Allah
(c.c.) bunları da yarattığını haber veriyor.
"Allah'ın size rızk olarak verdiğinden yiyiniz." "Şeytanın
adamlarına uymayınız." "O sizin için apaçık bir düşmandır"
diyor Allah (c.c).
Yani şeytanın adamlarına uymaktan kasıt şu. Şeytan
Allah'ın size helal kıldıklarını, çeşitli mantık oyunlarıyla
haram kılma tarafına gider. Size vesvese verir.
Allah'ın haram kıldıklarını da; canım bundan ne haram
olacak. İnsanlara ne zararı var. Bak Avrupalılar içki içiyor,
domuzu yiyor da birşey mi oluyor. Sen de yesen-içsen ne
olur? gibi vesveseler verir. Sakın ha şeytanın adımlarına
uyma diyor Allah (c.c). 1307[190]

143- Sekiz çift yarattı. Koyundan iki, keçiden de iki. Deki:


"Erkekleri mi haram kıldı, yoksa iki dişiyi mi? Yahut iki
dişinin rahimlerinde olanı mı haram kıldı. Eğer doğru iseniz
bir ilimle bana haber verin, 1308[191]

144- Deveden iki, sığırdan da iki çift. Deki: "iki erkeği mi


haram kıldı yoksa iki dişiyi mi? Yahut iki dişinin
rahimlerinde olanı mı haram kıldı? Bunu Allah size vasıyyet
ettiğinde hazırmıydımz. Bilgisizce insanları sapıtmak için
Allah'a yalan iftira edenden daha zalim kim vardır.
Muhakkak zalimler topluluğuna doğru yolu göstermez.
Yine yukarıdaki ayet-i kerimenin uzantısı olarak geliyor.
Yani 138. ve 139 ayet-i kerimelerdekilerin bazılarını helal
bazılarım haram kıldıklarını ifade etmişti ya. Deki erkeği
haramdır, dişisi helaldir. Veya dişisi haramdır-erkeği
helaldir. Veya karnındaki ölü doğsa da bizim için helaldir,
gibi kaidelerinizi nerden aldınız ki... Allah (c.c.) böyle bir
emir mi verdi de siz ondan mı duydunuz? hayır!.. Bunun
dişisi helaldır-erkeği haramdır. Veya 10 sene doğum yapan,
10 senenin sonunda yenmez, sırtına binilmez, gibi
getirdiğiniz kaideler tamamen sizin uydurduğunuz şeylerdir.
İl imsiz olarak insanları sapıtmak için, Allah'a iftira eden
kişiden daha zalim kim vardır? diyor Allah (c.c.) Tabii bu
soru ama. Bu soruyla; olma-dığıkasdediliyor.
(buna"İstifhamı inkar" denilir). Yani Rabbim bundan daha
1307[190]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/154-155.
1308[191]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/155.
zalim kim vardır? derken; daha zalimi yoktur demek istiyor.
Burada şuna da dikkat çekiyor. Helal ve haram koyma hakkı
Rabbimin. Bir insan veya bir grup da çıkar, bizde helal veya
haram koyarız, derse... Bunlar zalimler içerisinde en
zalimleridir. Bunlardan daha zalimleri yoktur.
Çünkü bunlar kafirdir. Allah (c.c.) de "Kafirler zalimlerin ta
kendileridir" buyuruyor. Ve "Allah zalim toplumları da
hidayete erdirmez" diyor.
Yani bir toplum zulmünde devam ederken, Allah o zalim
toplumu hidayete erdirmez. Evvela zulümden vazgeçmeleri
ve'Rabbime yönelmeleri gerekiyor. Allah (c.c.) de o zaman
onlarrhidayeteerdirecektir tabii ki.
Günümüzde insanlara zulmeden insanlar, daha ziyade
kendilerini ilah yerine koyan insanlardır. Bugün ortadoğuda
binlerce insanın kanı akıyorsa, gözyaşı akıyorsa, analar
inliyorsa, yavrular aç ve sefil kalıyorsa böylesine zulümlere
giriftar oluyorlarsa, bunların yegane sebebi; dünyayı ancak
biz yönetiriz. Allah'ın bu işte müdahelesi yoktur diyen
zalimlerin, sırf şahsi ihtiraslarını tatmin için yaptıklarının
neticesidir.
Onun için haksız yere bir insanı almış, kulağından çekmiş,
tokadı vurmuş, dövmüş, veya hapse atmış, bu zulümdür
ama, inşam buna iten asıl içinde taşıdığı imansızlık veya
zayıf imanlılıktır.
Onun için Allah (c.c.) bu tür Allah'ın yerine geçmeye
çalışan, Allah'ın haram koyduğu gibi ben de haram koyarım,
helal koyduğu gibi bende helal koyarım diyen insanlardan
daha zalimi yoktur. Amerikalı hukukçu Alvarez denen bir
adam Amerikan yasalarım hazırladığında o gün gerekçe
olarak da şöyle demiş. "Çok yakın bir zamanda bütün dünya
devletleri bu bizim kanunlarımızı uygular hale gelecektir"
diyor. O bundan 50-60 sene önce bunu söylemiş. Ama
bugünkü adam diyor ki: Yeni bir dünya meydana
getiriyoruz, herkes kendini ona göre hazırlasın diyor. Yani
kovboy kanunlarına göre hazırlasın kendisini ayarlasın.
Zaten 3. dünya ülkelerinin her tarafına sigara reklamı olarak
yerleştirdik. İtiraz eden olursa, (orada atın sırtında bir de ip
var) onunla yakalar ve asarım diyor adam. Böyle bir
zalimlik. Allah (c.c.) onlardan daha zaliminin olmadığını
ifade ediyor.
Ama zalimlerin yapmış olduğu zulüm kendisini de yakalar.
Başkalarına da zarar verir de, başta kendisini de yakar.
Rabbim: "Kötü tuzak sahibini yakalar" diyor.
Günümüzde de bunu görüyoruz. Yahudiler kendi ürettikleri
füzelerle vuruluyorlar. Fransanın üretmiş olduğu silahlarda-
şimdi kendi üzerlerine çevrilmiş durumdadır. Kendi
tuzaklarına kendileri düşmüş oluyorlar.1309[192]

145- Deki: "Bana vahy olunanlar arasında yiyen kimsenin


yiyecekleri arasında leş, akıtılmış kan, pis olan domuz eti,
yahut Allah'dan başkası için boğazlanan bir fasıklığm
dışında haram kılınmış birşey bulmuyorum. Kim mecbur
kalırsa haddi aşmadan "başkasının hakkına" tecavüz
etmeden yiyebilir. Çünkü Rabbin Ğafur'dur, Rahim'dir.
Bu ayeti kerime son zamanlarda çok konuşulur oldu.
Geçende de TV'de bir iktisat profesörü din adına konuşuyor.
Türkiyede herşeyin ihtisasına önem verilirken din adamının
ihtisasına önem verilmez. Herkes konuşur. Adam doktordur
din adına konuşur. Bildiğinin mütehassısıdır. Bildiği kadar
konuşsun ayrı. Hesaba çekeni olmadığı için bilmediği şey-
leri de konuşur. Yani İslami bir devlet olsa gel bakalım
hemşerim sen ne-
ye konuştun bu konuda? Sen haddin olmayan konuda neye
konuştun? derler.
Bugün de derler. Mahmut hoca çıksa da tıp sahasında
konuşsa 2. gün haklı olarak gel bakalım hoca sen nesin ki bu

1309[192]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/155-157.
sahada konuşuyorsun? denilir. Ama şunu verebilirim. Dini
sahada Peygamber efendimiz (s.a.v.)'in tıpla ilgili sözlerini
ben naklederim de, doktorlarımız onu değerlendirirler. Ama
ben tıp sahasında bilgim yokken konuşmam nasıl ki, doğru
değildir. Bir başkasının da çıkıp, bu ayet-i kerimeyi alıp
Allah (c.c.) Kur'an-ı Keriminde: haram kıldıkları belirlidir,
diyor. Ve meali de okuyor. "Yiyen bir insana yemesi haram
olarak bana vahyolunanda şunlardan başkasını bulamadım.
O da "Ölü" "Akıtılmış kan" "Domuz eti" "Çünkü bu bir
pisliktir." "Kendisiyle Allah'dan başkasına kesilerek günaha
girilen" Bu dördünün dışında Kur'anda haram kılınmış
başka birşey bulamıyorum de" diyor ayet-i kerime.
Şimdi bu böyle olunca diyor. Yeryüzünde bize haram
kılman 4 şey vardır, bunun dışında haram kılınan birşey
yoktur diyor.
Bir kere Kur'anın kelimesine bakmış olsa "Yemek" kelimesi
var. Yiyen bir insan için bunlar haram. Ama yine K.
Kerimde Maide suresinde "Hamr" yani şarap kelimesi var.
Birde şarap girdi. 4 tane idi burda birde şarap giriyor. Şarap
deyince sarhoşluk veren herşey olarak alacağız.
Bunu bazıları efendim bu şaraptır deyip rakıya fetva
çıkartıyor. Çünkü Peygamber efendimiz (s.a.v.) "Her
sarhoşluk veren haramdır" diye onu açıklamıştır. 1310[193]
Kur'an-ı Kerimde Allah (c.c.) 1311[194] "Onlar peygambere
uyarlar. O peygamber ki, Onlara iyiliği emreder, ve kötülük-
ten alıkoyar. "O peygamber onlara temiz olanları helal kılar"
"Ve onlara pis olanları da haram kılar" o peygamber der.
Yani Peygamber efendimiz (s.a.v.)'a Rabbim yetki veriyor.
Şimdi yetkiyi o verince haram ve helal kılan yine Allah
(c.c.) dür. Yani şu kaide yanlış değildir. (Haram ve helal
kılma yetkisi yalnız Allah'a aittir) sözünü duyarsanız, itiraz
etmeyin.
1310[193]
Müslim K.Eşribe 73
1311[194]
Araf Suresi 157, ayetinde
Bazıları bunu demagoji'ye getiriyor. Haram ve helal koyma
hakkı Allah'a aittir diyorsun, Öyleyse peygamber? Rabbim
Araf suresininl57. ayetinde peygambere yetki verdiğini
söylüyor. Başkasına bu yetki verilmiş değildir. İmam Ebu
Hanife Hz. lerine de verilmiş değildir yetki. Diğer
müctehitlere de bu yetki verilmiş değildir. Peki onlar da bazı
görüşler belirtmişler. O nedir.
Haa! Onlar kıyas yapmışlar. Demişler ki, mesela Maide
Suresinde "Yırtıcı hayvanların parçalayıp öldürdüğü de
yenmez" diyor. Öyle olunca şuna işaret ediyor Rabbim: "Bu
yırtıcının kendisi de yenmez. "Yırtıcı hayvanlar yenmez"
diyor.
Peki filan hayvan yırtıcımı değil mi? tşte orada mezhepler
arasında farklılık meydana geliyor. Mesela diyelim ki bize
göre kedi eti haramdır. Hanefiye göre. Çünkü tırnaklıdır ve
fareyi dişi ile parçalayıp yiyen hayvandır. Ama mezhep
imamlarından Veysiye göre eti yenir diyor. Çünkü ehli
hayvandır yırtıcı hayvan sayılmaz vs. gibi kendisine göre
gerekçeleri var.
Yani mezhep imamları: Allah (c.c.)'ün ayet-i kerimelerdeki
ve peygamber efendimizin.(s.a.v.)'ın sünneti ve hadislerinde
verilen hükmün illetlerinden hareket ederek birşeyi
başkalarına kıyas yaparak bir hüküm getirmişlerdir. Yoksa
helal veya haram koyma hakkı doğrudan Allah'ındır. Allah
(c.c.) de Rasulüne yetki vermiş, Peygamber efendimiz
(s.a.v.) de bazı hayvanları hadisi şeriflerinde ismen
zikrederek şu hayvan helal, şu hayvan haramdır diye bize
bildirmiştir.
Bildirilmeyenler ise illetlerinden hareketle kıyas yapılarak
haramlığı veya mekruhluğu konusunda sahabiden veya
tabiinden veya daha sonra gelen müctehid imamlar,
hükümlerini bildirmişlerdir.
"Kim mecbur kalacak olursa" "Günaha girmeksizin haddi
aşmaksızm yer." Yani ayakta kalabilecek kadar mecbur
kalınca o haramdan yer.
Günümüzde bu nasıl olur. Hani Avrupa'da bazı işçilerimiz
hapse giriyorlar. Diyelim ki orada domuz etinden başka
birşey vermiyorlar. Bir-gün ikigün yemedi. Baktı ki
kuvvetinden düşüyor, o zaman ihtiyacını giderecek kadar o
haramdan yiyecektir. "Senin rabbin affedicidir vede mer-
hamet edicidir" buyrulur.
Fakihlerimizden bazıları diyorlar ki: günümüzde cereyan
eden olayların bazılarının fetvaları fıkıh kitaplarında yok.
Yok değil. Fıkıh kitaplarını okumadığımızdan biz bunu
konuşuruz. Alimlerimiz bundan 500-600 sene önce insan
mecbur kalınca yanında ölmüş bir arkadaşının etini de yer,
demişler. Ama canlıyı öldürmeye hakkı yoktur der. Çünkü
ikiside eşit şartlardadır.
Ben seni öldüreyimde ben seni yiyeyim, veya sen beni öldür
de beni ye, gibi gönülden rızada olsa bu iş olmaz derler.
Ama biri ölmüş. 1-2-5-10 gün beklemişler. Baktılarki
olmuyor, kurtulamıyorlar. Orada ölen birinin etini yeme
fetvasını vermişler alimlerimiz. Bu zaruriyete giriyor tabii
ki. 1312[195]

146- Yahudilere bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık.


Sığır ve koyunun sırtları karınları ve kemiklerine yapışan
yağları hariç iç yağımda haram kıldık. Bunu azgınlıkları
sebebi ile onlara ceza kıldık. Biz doğru söyleyenleriz.
Bunun tefsiri daha önce geçmişti. Buna benzer,Ali Imran
Suresinde, "Allah onlara herşeyi helal kıldığı haldejsrail
kendi nefisine bazı şeyleri haram kılmaları sebebiyle, Allah
da onlara haram kıldı" diyor.Ali Imran suresinde geçmişti
bu ayet 93
Yani Allah'ın helal kıldığını, kendilerine haram kılmışlar.
Bunun başlangıcını da orada şöyle izah etmiştik. Yakup

1312[195]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/157-159.
(a.s.) bir hastalığı esnasında, helal olan bazı şeyleri
yememeye; hani bir yerde perhiz yapmaya başlamış ve
öylece de vefat etmiş. Onun vefatından sonra onun
yolundan giden, güya dinine çok bağlı olan insanlar
peygamberin yemediğini bizde yemeyelim diye devam
ettirmişler. Birgün gelip haram hale dönüşüver-miştir.
Allah'ın helal kıldıklarını haram kılmak yok. "Allah'ın
insanlar için çıkardığı zinetleri, nimetleri kim haram
kılarmış? diyor Allah (c.c.)
Bizim canımız istemeyebilir. Ama canımız istemedi diye
birşeyi haram kılma tarafına gitmeyeceğiz, Hasan-i Basri,
duymuş ki bir adam tatlı (Palize) yemiyormuş. Demiş ki;
niye yemiyorsun? Efendim tatlı nimetleri nefsim fazla
çekiyor bende nefsime haram ettim. Nefsimi gemlemek için
yaptım demiş. O da demiş ki: öyleyse su içme sen bundan
sonra. Çünkü sudan daha tatlısı yok ya.
Onun için Allah'ın helal kıldıklarını, (efendim zühd-takva
nedeniyle) kendinize maazallah haram kılacak olursanız,
cennetin kokusu dahi alınamaz. Ama yememe ayrı şeydir.
Mesela, ben filan yiyeceklerden hoşlanmıyorum.
Hoşlanmıyorum demekle, haram demek ayrıdır. 1313[196]

147- Eğer seni yalanlarlarsa deki: "Rabbiniz geniş bir


rahmet sahibidir. O'nun azabı suçlu toplumlardan geri
çevrilmez."
Kur'an-ı Kerim'de bu güne kadar şunu gördük ki, Allah'ın
rahmeti, merhameti çokça işlenmektedir. Biz bunları
anlatamadık insanlara. Yani bugünün insanlarına Rabbimin
rahmet, merhamet, mağfiret sahibi olduğunu Kur'an-ı
Keriminde bunları çok işlediğini biz anlatamadık insanlara.
Onun içindir ki, bir kısım insanlara Allah hakkında veya
Allah inancı hakkında bilgi vermeye kalktığımızda, sanki

1313[196]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/159-160.
hastalıkları, harpleri, darpları yaratan ve insanların hepsini
cehenneme sokmak için yaratan gibi bir tasvir verilmiş.
Allah (c.c.) böyle tanınıyor veya böyle tanıtılma tarafına
gidiliveriyor.
Halbuki Rabbim bu kadar anlatımdan sonra,
peygamberlerine diyor ki: "Eğer seni yalanlayacak olurlarsa,
de ki Rabbinizin mağfireti çok geniştir." "Ama suçlu
toplumları cezalandıracak olursa da kimse onu engel-
leyemez."
Yani bu yaptıklarınızdan dolayı cezalandırmak isterse bunu
engelleyemezsiniz. Ancak Rabbimin mağfireti geniştir.
Bunu da bilesiniz.
İbrahim (a.s.) "Kim bana uyarsa o bendendir." diyor. "Kim
de bana isyan ederse (dağa atarım-cehenneme gönderirim
demiyor) O Allah affedicidir, merhamet edicidir"
diyor. 1314[197]
İsa (a.s.) da buna benzer. Rabbime yöneliyor Ya Rabbi!
"Eğer bunlara azap edecek olursan onlar senin kulların,"
diyov.
Rabbimin rahmetini çekme olayı var. "Eğer sen onları
affedecek olursan, sen zaten affedicisin, merhamet edicisin"
diyor. Rabbimin rahmetini çekiyor kullan üzerine.
Yasin suresinin de 2. sayfasında; üç tane delikanlı bir şehre
İslamı anlatmak için gelmişler. Oradan bir insan bunların
mesajını kabul edip müslüman olmuş. Toplumun önüne
çıkmış. Yahu bu adamlarla niye uğraşırsınız. "Ey benim
milletim, bu adamlara uyun." "Bu adamlar sizden parada
istemiyor. Makam-mevki de istemiyor. Bu adamlara niye
uymazsınız," "Beni yaratan Rabbime yöneleceğim. Yine
ona döneceğim, niye ibadet yapmayayım" derken; adamı
linç etmişler. O linç edilirken de Rabbim ona cennetini
göstermiş. "Gir cennetime" O esnada adamın söylediğini

1314[197]
îbrahim36
naklediyor Rabbim. "Rabbimin beni affettiğini, bana
ikramda bulunduğunu, cennetine koyduğunu keşke şu beni
öldürenler biliverselerdi."
Böyle bir merhamet dünyanın hiçbir tarafında yok. Yani o
başı eğilmiş, linçe uğramış adam diyor ki; "Şu beni
öldürenler, ah benim müslüman olduğumdan dolayı cennete
girdiğimi bir biliverselerdi de onlar da
müslüman olsalardı" isteğinde bulunuyor.
Yani müslümanın rahmeti bu kadar geniş. Tabii
müslümanın rahmeti de, Rabbimin "Rahman ve Rahim"
sıfatından tecelli ediyor. Yalnız bunu yanlış anlayan bazı
insanlar var.
Merhametten maraz doğar, diye halk arasında bir söz var.
Çok yanlış bir sözdür bu. Merhametten maraz doğmaz.
Maraz, hastalık manasına gelir. Fakat merhameti yanlış
anlamayalım biz. Merhametten kasıt ihmalkarlık ise ilgisi
yok. Yani bir adamın yaptığı kötülüklerden dolayı uyarıl-
mamasını merhamet sanıyorsanız, bunun merhametle hiç
ilgisi yoktur.
Merhametten maraz doğmaz. Allah merhamet sahibidir.
Rahman ve Rahimdir. Rabbimin merhametinden de hiç
maraz doğmamıştır. İnsanların merhametinden de maraz
doğmaz.
Yani müslüman, bir karıncayı ezemeyecek kadar merhamet
sahibi ama insanların İslam'a giden yolunu engellemeye
çalışan adamın engelini ortadan kaldıracak kadar da
merhametlidir. O engeli kaldırmak da merhamettir.
Merhameti yanlış anlama var bizde.
Allah (c.c.) geçmiş toplumlardan bir kısmını rüzgarla, bir
kısmını bir sayha ile, bir kısmım yerin altını üstüne
getirmekle helak etmiş. Neyinden? Merhametinden... Çünkü
o insanlar, o peygambere itaat eden insanlara
engelliyorlardı. îman edenlere işkence ediyorlardı. Onların
neslinden gelecek olanları da imansız yetiştirmek için gayret
sarfediyorlardı. Rabbimin o yaptığı da merhamet eseridir.
Beri taraftaki müslümanlara rahmettir o.
Kurdun bir tanesi ağıla 1000 koyunun içerisine girmiş
parçalayıp duruyor. Çobanda gelmiş yakalamış dövüyor. Ay
yazık, kurda yazık oluyor dermiyiz. 1315[198]

148- Müşrikler şöyle diyecekler: "Eğer Allah dileseydi


bizde babalarımızda müşrik olmazdık. Hiçbir seyide haram
kılmazdık." Onlardan öncekilerde böyle yalanladılarda
azabımızı tattılar. Deki:
"Eğer yanınızda bir bilgi varsa onu bize çıkarın. Siz ancak
zanna uyarsınız ve siz ancak yalan söylersiniz.
Bu peygamber efendimiz zamanındaki müşriklerin söylediği
bir sözdür ama, bu kubbenin altında söylenmedik
kalmamıştır. Günümüzdeki imansızlar da buna benzer
şeyler söylerler.
Allah (c.c.) varmı? var. Bir mi? bir diyoruz. Herşeye hâzır
ve nazır mı? evet diyoruz. Peki Allah dileseydi bu
imansızlara bu fırsatı vermezdi, diyor. Bu fırsatı vermişse;
yani bugün dünyanın en güçlü ordusuna parasına sahip
olmuşsa demek ki bunlar doğru yoldalar.
Bu adamlar Allah'ın kanunlarına uymayıp kendileri kanun
koymuşlarsa, zaten burada da; "Biz birşeyi haram
kılmazdık." yani kendiliğimiz-den-birşeyi haram kılmazdık,
dilemeseydi. Biz bu kanunları koymuşsak, belirli bir yere de
gelmişsek, Allah'ın buna izni vardır demektir, diye bir
mantık oyunu getiriyorlar.
Allah (c.c.) diyor ki: Daha önce de bunu söyleyenler vardı.
Yani Şuayb (a.s.)'ın Salih (a.s.)'m Hûd (a.s.) ve Nuh (a.s.)'ın
kavmi de aynısını söylüyordu." "Valla senin etrafındakiler
bizim en rezillerimizdir." K. Kerimde "Görüşü kıt fakir ve
rezil insanlar senin etrafında." Allah bu mülkü, saltanatı bize

1315[198]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/160-162.
vermiş. Allah bizden razı olmasaydı bunları bize verir-miydi
diyenler helak olmuştur. Rabbim "Azabımızı tatmışlardır"
diyor.
Peki niye veriyor? Haa!.. mühlet veriyor, diyor. "Rabbimin
adaletinde imhal vardır ihmal yoktur" diye tabir edilmiş,
eski eserlerde. Mühlet verir, ihmal etmez. Mühlet verir, belli
bir zamana kadar. Azabını artırm-caya kadar.
"Deki: Sizin katınızda bir bilgi mi var da onu çıkarıyorsunuz
bize? Yani bu haram koyma hakkını Allah size verdi de
bizim haberimiz mi yok? Siz onu çıkarın ortaya. Allah bu
yetkiyi mi verdi size. Sizin bu müşrikliğinizden Allah razı
mı. Siz ancak zanna uyarsınız ve siz ancak yalan şeyler
peşinde gidersiniz" diyor Allah (c.c).
Zanna uyarsınız diyor Rabbim. Zan; bizim akâid
kitaplarında ifade edildiğine göre, (Hani birşey hakkında
şüpheye düşmüşsünüz. Doğruluğu veya yanlışlığı
konusunda kesin kanaatiniz yok. Fakat doğruluk %50'yi
geçiyor. Yani zan'm yarıyı geçmesi gerekiyor. Yandan
aşağıya düşerse zaten o şüphe oluyor.
Rabbim diyor ki; "Siz zan üzeresiniz, zanna tabii
olursunuz." ama bu katiyet ifade etmiyor. Yani kanaatiniz
doğrultusunda bu işin doğruluğu hususunda zan
üzerindesiniz. Yani % 55-60 doğru. Bugünkü hukukun
mantığı da bu zaten.
Adamlar maddeler halinde birşeyler yazıyorlar, tam böyle
onaylanıyor, meclisten çıkıyor. Kanunu hazırlayanlar,
Eyvaah!...Şu cümleyi şöyle yazsaydık keşke. Niye diye
sorarsa basın mensupları; "Çünkü bu virgülü buraya
attığımızdan filan 100 milyarı götürebilir. Noktayı şuraya
koyduğumuzdan dolayı filan şu kadar götürebilir.
Peki yeniden yazmak üzere onlara iade etseler ve yeniden
yazsalar. Yine onaylandıktan sonra, Eyvaah!... yine olmadı.
Şu da ilave edilmeliydi veya şu çıkarılmalıydı. Normal bu.
Yani bize de size de yazdırsalar aynıdır. Çünkü yarının ne
getireceğini biz bilecek değiliz. Onun için bakan veya genel
müdür çıkıyor karşınıza; efendim şu işler de yapılacaktır,
ya-pılmasıda gereklidir ama, mevzuat müsait değil, diyor.
Değiştirilmesi lazımdır diyor,
Kardeşim bunu geçen sene siz kendiniz çıkardınız ya.. Veya
50 sene önce çıkaranlar da sizin kadar akıllıydı ya.. Onlar
geri zekalımıydı, yooo... Bunlarda akıllı insanlardı. Yani
burada kabahat bu insanın yaptığında değil. Kabahat insanın
Rabbine baş kaldınşindadır. Yoksa kim olursa olsun yaptığı,
yarın tenkide uğrayacaktır. Akıl akıldan üstündür
çünki. 1316[199]

149- En üstün delil Allah'a aittir. Eğer dilemiş olsaydı


hepimizi doğru yola iletirdi. İnsanlığın getirdiği deliller
yeterli değildir. Ben sizi ikna edebilirim, mantığımla hareket
edersem bir konuda ikna ederim ama, eve gittikten sonra
Eyvaah!... Bu mantığım da şöyle bir yanlış var derim.
Sizde beni ikna edersiniz. Veya benim ikna ettiğim konuda
evinize gidince düşünürken, hoca beni şöyle şöyle ikna etti
ama şu tarafında eksik hoca. Hatalı. Benim mantığımdan
yalnız. Söz benimse, bana aitse bunun yanlış olma ihtimali
vardır.
Ama söz Rabbime aitse veya Peygamber efendimize
(s.a.v.)'in vahy hadislerindense o zaman yanılma yok.
Yanılma var gibi görüyorum. O yanılma senin aklındaki
yanılmadır. Edindiğin kültür seni yanlış yönden,
yönlendirmiştir ve sen ayet veya hadisi yanlış görüyorsun.
Hz. Mevlana talebesine; oğlum şu taraftaki bardağı al gel
demiş. Gitmiş 2 tane bardak var orda. Efendim hangisini
getireyim demiş. Oğlum orda bir tane bardak var demiş.
Efendim burada iki tane bardak var demiş. Oğlum bu ev ve
bardak benimse orda bir tane bardak var. Talebe de, efendim

1316[199]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/162-164.
bu gözde benimse orda iki tane bardak var demiş. O'da bir
çekiç alıyor, birine bir vuruyor, öteki de kırılıyor. Meğer
adamın gözü şaşıyırmış.
Yani ayet veya hadisde eksiklik veya yanlışlık bulanların
kendi çağı nın kültürü adamın aklına basmış, aklını
yamultmuş. Bu sefer doğruyı yanlış görmeye başlıyor.
Yanlışlık ordadır.
"Allah dilemiş olsaydı (doğru) hepinizi hidayete erdirirdi"
diyor Ama o zamanda imtihan ortadan kalkardı. İyi ve kötü
insanın ayırtedil mesi olmazdı.
Rabbim iradeyi vermiş. Bu iradeyle bir de kopye vermiş.
Yalnız bu günkü öğretmenler gibi değil. İmtihan
sahasındasımz. Saha bütün dünya Bu imtihanın konusu da;
yiyeceğiniz, içeceğiniz, giyeceğiniz, konuşaca ğımz,
duyacağınızla ilgilidir. Ama kopye olarak size bir
peygamberle ki tap gönderiyorum diyor. Şöyle
yapacaksınız. Orada Rahman ve Rahin olan Rabbim yardım
ediyor.
Yani sizin hepiniz kendi aklına göre hareket etsin demiyor.
Şunla helaldir, şunlar haramdır, şu yoldan gidilecektir, diye
yol da gösteriyoı Yani peygamberi ve onlarla gönderdiği
kitaplarıyla Rabbim kopye veri yor. 1317[200]

150- Deki: "Haydi Allah'ın bunlara haram ettiğine dair


şahitli yapacak şahitlerin izi getirin." Eğer şahitlik ederlerse
sen onlarla bt raber şahitlik yapma. Ayetlerimizi yalanlayan
ve Ahirete iman etmt yenlerin neva " kanun" larına uyma.
Onlar Rablerine eş tutmaktalaı
Şimdi, ayet-i kerime çok yönlü. Bir tarafta onların helal
veya harai koyma hakkının olmadığını ortaya koyuyor. Peki
o haram veya helal kc yan adamları çağır. Bir grup halinde
gelseler. Şunlar helaldir, bunlar h; ramdır deseler ve bunlara

1317[200]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/164-165.
kendi akıllarınca gerekçeler de getirmiş olsal; bile, sakın haa
tek başına olsan bile; onlarla birlikte, evet şunlar helaldi
şunlar haramdır deme.
Yani tüm dünya insanı birgün bir araya gelse Domuzun eti,
sütü, k; m hususunda Türkiye ve Amerika laboratuarlarında
araştırıldı. İnsan vi cuduna zerre kadar zararlı bir madde
yoktur ve bu haram değildir desele sakın ha onların
dediklerine sen katılma" diyor Allah (c.c).
"Ahirete iman etmeyen o kişilerin, nevasına uyma. Onlar
Rablerin-den yüz çevirmişlerdir" diyor.
Rabbinden yüz çevirmiş, ahireti inkar etmiş ve Allah'ın
helal kıldıklarını haram kılma yetkisini kendinde görmüş
insanlara, sakın uyma diyor Allah (c.c).
Buna uyarsak ki onların gittiği yere gidilir. Maazallah o da
cehennemdir. Peygamberlere uyarsak dünyada devlet,
ahirette cennete varmak vardır.Allah peygamberlerin
yolundan devam ettirsin.1318[201]

151- Deki: "Geliniz Rabbinizin sîze haram kıldıklarını ben


okuyayım: O'na hiçbirşeyi ortak koşmayın, Anne babaya
iyilik yapın, fakirlik korkusu ile çocuklarınızı öldürmeyin.
Sizi de onları da biz rı-zıklandırırız Kötülüklerin açığmada
gizlisine de yaklaşmayın. Haksız yere Allah'ın haram kıldığı
cana da kıymayın" Akıl edersiniz diye Allah bunları tavsiye
etti.
Allah (c.c.) Efendimiz (s.a.v.)'e emrediyor. Tabii onun
şahsında bize emrediyor. "De ki; geliniz. Rabbinizin size
neleri haram kıldığını size okuyayım" de onlara. "Allah'a
hiçbir şeyi ortak koşmayın." "Anne ve babaya da iyilik
edin." "Fakirlik korkusuyla evlatlarınızı da öldürmeyin"
"Sizide biz rızıkl andırıyoruz onlan da" "Kötülüğün gizlide
olanına da, açıkta olanına da yaklaşmayın." "Aklınızı

1318[201]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/165-166.
başınıza alasınız diye Allah (c.c.) böylece size vasiyet eder,
emreder "^Devam ediyor 152. ayet-i kerimesiyle. 1319[202]

152- Yetimin malına yaklaşmayın. Ancak ergenlik çağına


ulaşıncaya kadar güzel bir şekilde (yönetmek için) yaklaşın.
Ölçüyü ve tartıyı adaletle yapın. Hiçbir kimseye gücünün
üstünde yük yüklemeyi-niz. Akrabanız dahi olsa
konuştuğunuz vakit adil olun. Allah'a olan sözünüzü yerine
getirin. Öğüt alasınız diye Allah bunları size vasiy-yet etti.
Yani baştan beri: Allah'a ortak koşulmayacak, anne ve
babaya iyilik yapılacak, fakirlik korkusuyla çocuklar
öldürülmeyecek, fuhşun-kötülü-ğün gizlisine de, açığına da
yaklaşılmayacak, haksız yere adam öldürülmeyecek,
yetimin malına haksız bir şekilde yaklaşılmayacak, ölçü ve
tartılar adaletle yerine getirilecek. Bütün bunlar zor mu?
Rabbim; "Biz bir şahsa ancak gücünün yettiğini yükleriz"
diyor.
Yani bizim emir ve yasaklarımız, sizin gücünüzün içindedir.
Gücünüz yetecek durumdadır. "Konuştuğunuz vakit adaletle
konuşun." "Velev ki en yakın akrabanız da olsa adaletten
ayrılmayın." "Allah'a olan sözü yerine getirin." "Nasihat
alırsınız diye Allah (c.c.) böylece nasihat ve vasiyet eder"
diyor Allah (c.c).
Daha (vav) lı atıf yaparsak yine devam ediyor. Peygamber
efendimize söylemesini istediği sözleri... Ve yine devam
ediyor. "İşte benim dosdoğru yolum." Peygamber efendimiz
insanlara söylüyor bunu. "O yola uyun." "Şu diğer yollara
uymayın." "Sizi o Allah'ın yolundan paramparça eder."
"Sakınırsınız diye Allah (c.c.) size işte böylece emreder"
diyor Allah (c.c).
Bize burada emredilenler, biraz önce saydığımız 7 maddeye
ilaveten: (Konuştuğunuz vakit akrabanızın aleyhine bile olsa

1319[202]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/166.
adaletten ayrılmayın) (Allah'a olan sözlerinizi yerine getirin)
diyor. Ve 9 emir bu ayet-i kerimede bildirilmiş oluyor.
Bu dokuz emrin birincisi Allah'a şirk koşmamaktır.
Yasaklarla-emir-ler içiçedir burada. Yani yapmayınız,
kılmayınız dediklerine yasak, yapınız, ediniz dediklerine de
emir diyoruz. Burada Rabbim yasaklarla emredilenleri içice
vermiş.
Evvela kendisine hiçbirşeyi ortak koşmamamız isteniyor.
Niye... Çünkü daha önce tefsiri seçmişti. 1320[203] Allah'a şirk
koşmadan onun huzuruna varan kişinin diğer günahlarını
Allah dilerse affedecektir. Şirk hariç bütün günahlar
affedilebilir. Yalnız affedilmeyen günah şirktir.
Kul hakkı filan. Bunlar gönüllenir. Yani öbür tarafta
Rabbim tarafın-
dan alacaklı kişi gönüllenir. Haksız olan kişi kıyamet
gününe mü'min olarak varmışsa, orada Rabbim alacaklıyı
gönüller. Yine de öbür kulunu affeder. Ama affı olmayan
tek günah şirktir. Hatta peygamber efendimiz (s.a.v.) Öyle
demiş. "Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayın" "Paramparça
edilseniz, asılsanız, veya yakılsanız bile Allah'a şirk
koşmayın" di-yoi.(İbni Kesir bu hadisi İbni ebi Halemden
nakleder.)
Yani Allah'a iman etmenin karşılığında, ceza olarak size
bedeninizi paramparça edecek olsalar. Veya asacağız
milletin önünde, günlerce asılı olarak kalacaksın deseler,
İbrahim (a.s.)'a dendiği gibi şu ateşle yanacaksın deseler,
yine de Allah'a şirk koşmayın diyor peygamber
efendimiz(s.a.v.).
Hatta birgün Efendimiz (s.a.v.)'ın yanında oturuyorlar.
Efendimiz (s.a.v.)'a soru soruyorlar. Efendimiz ; "Allah'a
şirk koşmadan, huzuruna giden insanın Allah dilerse diğer
günahlarını affeder" der. Orada bulunan EbuZer Gıffari

1320[203]
Bak Nisa 48
(r.a.) demiş ki: "Zina etsede mi affeder?" demiş. "Evet zina
etse de affeder, dilerse" Tekrar sormuş. "Zina ve hırsızlık
etse de mi affeder?" "Evet zina ve hırsızlık etsede affeder?"
"Ebu Zer'in burnu sürtülsün, Allah dilerse yine de affeder"
demiş peygamber efendimiz (s.a.v.).(Müslim K.îman
154,Buhari K.cenaiz 1)
Öyle olunca bizim hayatta en fazla dikkat edeceğimiz:
birinci derecede sahip olacağımız şey imanımızdır. Allah'a
hiçbir şeyi ortak koşmamaya dikkat edeceğiz ki: tefsirimiz
boyunca biz buna dikkat ettik. Yani anlatmaya, üzerine
varmaya çalıştım. Yalnız ben varmaya çalışmadım. Allah
(c.c.) hemen hemen her suresinin her bölümünde "Allah'a
şirk koşmayınız" diyor. Yani en önemli sermayemiz
imanımız olması gerekiyor. Buna iyi sahip çıkmamız
gerekiyor.
Daha önce anlatmısızdır. Şirk ortak koşmaktan gelir. Şirket
kelimesi de aynı kökten gelir. İki insan beraber bir dükkan
açmışlarsa adi ortaklık kurmuşlardır. 5 kişi bir araya gelip
anonim şirketi kurmuşlar. Yani 5 veya daha fazla kişi bu
işte söz sahibi oldukları için şirket denilmiş.
Yerin göğün yani hep yaratılmışların yönetiminde Allah'dan
başkasına söz hakkı vermek, Allah'dan başka bir otoriteyi
kabul etmek şirk koşmaktır. Onun için imanımıza çok
dikkat edeceğiz. Allah'ın emrine muhalif kim ne emir
verirse versin kabul etmeyeceğiz. Rabbimin yasak koyduğu
konuda kim ne derse desin, yani aksi istikamette söz
söylemiş, kanun koymuş veya bilmem ne etmiş, Rabbime
muhalefet ettiğinden dolayı kabul etmeyeceğiz. Kabul
edersek bu insanın, kralın, şahın veya padişahın söylediği
haklıdır, daha doğrudur, insanların menfaatma daha uy-
gundur, derse bu adam şirk içerisine girmiş olur. O övdüğü
kişi onun putu olur ve Allah (c.c.)'e ortak koşmuş olur. Buna
dikkat edeceğiz.
Ondan sonra da anne ve babalarımıza da iyilik etmeye
çalışacağız. Birkaç yerde Rabbim, "Bana şükret, anne ve
babana da teşekkür et" diyor Allah (c.c.) 1321[204] îsra
suresinde de ayet 23 de "Allah ancak kendisine ibadet
etmemizi emreder. Başkasına ibadet etmemizi yasaklar.
Birde anne-babaya iyiliği emreder" Yani Allah (c.c.)'ün
haklarının arkasından anne-babanın haklan getirilmiş, ayet-i
kerimelerde. Onun için anne ve babalarımızın gönüllerini
almaya çok dikkat edeceğiz.
Nasıl? Yine ayet-i kerime beyan etmiş, "Öf bile demeyin"
Değil öyle emrine karşı gelmek, söylediklerini yapmamak,
üzmek, gönlünü kıracak şekilde "üff" bile demeyin. Bir kış
gününde aynanın karşısına geçip bir üf deyin bakayım.
Aynanın yüzünde buhar meydana gelir. Kendinizi gö-
remezsiniz. Yani anne ve babaların gönülleri aynadan daha
hassasdır.
Şair "gönül bir aynadır, toz istemez" demiş. Anne-babaların
gönlü, diğer insanların gönlü gibi de değildir. Çünkü onlar
Rabbimin dilemesi içerisinde onları meydana getirdiler.
Besleyip büyüttükleri için diğer insanlar gibi de olmaz
onların gönülleri daha hassas olur. Rabbim burada bir
sınırlama getirmiş yalnız. "Anne ve baban eğer sana karşı
mücadele veriyorsa" "Bana ortak koşman hususunda
mücadele veriyorlar ise." Yani: Anne-baba müslüman
değilse ve müslüman olmuş çocuğunun müslü-manlıktan
çıkması için mücadele veriyorlarsa, işte o zaman "Onlara
yalnız o konuda itaat etme."
Onlara itaat etmemeyi genelde anlamayacağız. O konuda
onlara itaat etme. Onlar müşrik de olsa gönlünü almaya
gayret edeceğiz. Hatta fıkıh kitaplarında şöyle ifade
etmişler.
Oğlum beni kiliseye götür derse götürmez. Baba-anne
hristiyan-yahudi vs. ise de oğlum beni puthaneme götür

1321[204]
Lokman 14
dese götürmekle mükellef değil. Ancak sürüne sürüne
gitmiş anne veya baba, kilisenin önünden haber göndermiş.
Çocuğum gelsin beni götürsün demişse oraya gidip sırtına
alıp getirecek.
Oraya günah işlemeye götürmek yok. Ama oradan getirmek
var. Ölçü bu. Üff demeyeceğiz. Puthanesine gitmişse geri
getirme işleminde de ona yardımcı olacağız. Allah'a şükür
ki, böyle birşey başımızda değil. En şiddetlisi ile
söylüyorum bunu. Anne ve babalarımız şirk hariç bize ne
teklif ederlerse etsinler, (isyan hariç, hani şu günahı işle
derse oda tutulmaz) Yani şu günahı işle, gel oğlum iç,
beraber içelim diyor baba.
Yeni nesilde görüyoruz biz bunu. Yeni nesil müslüman.
Sapasağlam yetişiyor hamdolsun. Babası ve annesi ile
anlaşamıyorlar. Aynı içki sofrasına, üniversitede okuyan bir
çocuk, üniversitede islamı tanıyınca, sofraya oturmamaya
başlayınca aralarında ikilik meydana gelivermiş. Burada
babasıyla içki sofrasına oturmamaya yine devam edecektir.
Ama bunlar beni içki sofrasına oturmaya zorluyorlar diye
alakayı da kesmeyecektir.
Ülkemizde doktorasını yapıp giden Koreli bir genç Cemil
ismini almış, müslüman olmuş. İyi bir müslüman. Ben
görüştüm ve kendisinden dinledim.
Babam diyor, putperest budist profesör. Arkeoloji
profesörüdür üniversitede. Bir akşam annemle-babama
müslüman olduğumu anlatmıştım. Bunu duyunca" bu evden
çık ve bir daha gelme" dedi, diyor. Çok sertti. Eve
katılmayacağımı bildiğim için doğru üniversitenin yurduna
yerleştim. Fakat 4 yıl boyunca her cumartesi bir mektup
yazdım babama. Kabul etmediği için görüşmedik ama 4
sene boyunca her cumartesi mektubumu yazdım, diyor. Hiç
cevap gelmediği halde düzenli olarak toplam 208 mektup
yazmış. O mektuplar benim diploma merasimine gelmeyi
sağladı, diyor. Dekan da ayrılığı duymuş onunda yardımı ile
diploma merasimine geldi. Şimdi iyiyiz. Gerçi müslüman
olmadılar üzülüyorum, fakat eski katılığı yumuşatabildik
diyor.
Onun için ileride müslüman olmasına da sebep olabilir.
Nasip nedir bilinmez. Bizim üzerimize düşen evlatlık
görevini yerine getirmektir.
Kur'an-ı Kerimde daha ziyade anne ve babalara itaati ve
iyiliği emreder de evlatlara iyiliği ve şefkati fazla emretmez
Rabbim. Öyle bir ayet yok. Niye.. Onu bizim fıtratımıza
koyuvermiş.
Hz. Adem ile Hz. Havva validemizin annesi ve babası
olmadığından insanlarda sevgi daha ziyade evladına doğru
gidiyor. Onun için evladınızı sevin-evladmız için şunu
yapın, bunu yapın demeye gerek yok. Zaten bütün insanlar
evlatları için çalışıyorlar.
Ama anne ve babaya olan sevginin emredilmesi gerekmiş
ki; Allah (c.c.) bunu bize emretmiş. "Fakirlik nedeniyle
çocuklarınızı öldürmeyiniz."
Burada ise; fakir bir hayat yaşıyorsunuz. Derken çocuk
dünyaya gelmiş. "Fakirlik nedeniyle çocuklarınızı
öldürmeyin."
Yani ikisininde kapısı kapatılmış oluyor. Birincisi; adam
zaten ben fakirim, kendimi zor geçindiriyorum, birde
çocuğu nasıl geçindireceğim diyerek çocuğu öldürmesin.
Birde adamın durumu iyi. Ya şimdi durumumuz iyi
geçiniyoruz ama, iki-üç çocuk olacak olursa bizim
durumumuz kötüleşebilir, diyerek engellemeyin. İki ayet bu
iki kapıyıda kapatmış oluyor. Niye "Sizi de onları da
rızıklandıran biziz" diyor Allah (c.c).
Bu türden bir ayet-i kerime geçen haftalarda geçti. Avukat
arkadaşla-
rımızdan biri dedi ki; Hocam bu Afrikada ki aç insanlara da
Allah nzık vermiyor mı ki., dedi.
Allah can taşıyan herşeye ve herkese rızık vereceğini "Hud"
suresi ayet 6 da bildirmiş. "Kıpırdayan her canlının rızkı
Allah'a aittir" diyor. Yalnız insan değil burada (Dabbe)
debbeden gelmiş bir kelime. (Debbe) de hareket eden,
debelenen her canlının rızkını mutlak surette verdiğini Allah
(c.c.) ayet-i kerimede ifade ediyor. Nasıl veriyor ama.
Bir kısım insan kendi eliyle koluyla hareket ederek
kazanıyor. Birini diğerine vesile kılıyor. Mesela bu
belgesellerde gösteriliyorlar. Denizin 10 bin metre
derinliğinde, bir küçük hayvancık. Parmak ucu kadar. Hatta
tırnak üstü kadar. Bu burada taşın üzerinde doğar ve ölür.
İsmini bilmediğimiz bir canlıya gösteriyor. Ve 10 bin metre
derinlikten başka yerde de yaşamaz.
Yerinde durur da, küçücük hayvancıklar ona doğru yürürler.
Güzel bir kokusu vardır. O kokuya aldanıp giderler, o da
ağzını açar yutuverir, diyor. Rızık öylece gidiveriyor.
Rabbim rıziklandırmak isteyince Amerika'daki veya
İngiltere'deki şarkıcının yüreğine birşeyler veriyor. Şarkıcı
çıkıyor New York'da, Londra'da ve başka başka yerlerde
şarkılar okuyor ve toplanan parayı fakir insanlara
gönderiyor.
Türkiye'deki insanlara bir gayret veriyor. Haydi Afrika'daki,
Afganistan'daki Bosna'daki insanlara yardım edelim
deniyor. Yardım toplanıyor ve gidiyor. Ona rızık gidiyor.
Yalnız burada insanların bir sorumluluğu var.
Yani O Afrika'daki insanlarada Rabbim katında bazı şeyler
sorulacak. Rabbim diyecek ki; "Ben seni rızıklandırdım .
Rızkını gönderdim. Ancak sen niye bu yola tevessül ettin.
Senin ayağının altına, altın-gümüş-fosfat-bakir madenlerini
koydum. Senin başının üstüne dünyanın en yeşil, en uzun
ağaçlarını koydum. Ama kendi ülkene sahip çıkamadın.
Avrupalı-Amerikalı kovboylar geldiler, ormanlarını kestiler.
Altındaki madenlerini de senin ellerine söktürdüler ve
çektiler gittiler. Sen niye yurduna sahip olamadın."
Hadisi şerifte Peygamber efendimiz (s.a.v.) "Toprağı için
mücadele verirken ölen şehittir" diyor. 1322[205] Tabii burada
kastedilen müslümandır. Ülkeden topraktan kasıt da İslam'ın
hakim olduğu ülkedir.
-"İslam'ın hüküm sürdüğü bir ülkenin bir karış toprağına
kasıt olmaması için mücadele verirken. Veya kişinin
kendine ait arazisi var. O arazide 1 metre toprağı başkaları
gelip kapıyor. Orada o toprağı vermemek
için mücadele verirken ölürse şehittir der.
Onun için burada adamlar topraklarına, altınlarına yeraltı ve
üstü zenginliklerine sahip olmamanın cezasını bu dünyada
çekiveriyorlar. Onlar bizden biraz daha şiddetli şekilde
çekiyor. Yoksa ona benzer bir azabı bu ülkenin insanları
olarak biz de çekiyoruz.
Daha önce söylemiştim. Birgün Uludağın tepesine
çıkmıştık. Orada (velfrom) diye bir maden. Orada el kadar
da bir parça bana verdi oranın yetkilileri. Altın renginde
sapsarı pırıl pırıl parlayan bir maden.
Neye yarıyorda bilmiyoruz hocam ama gönderiyoruz.
Yalnız Amerika'nın işine yarıyormuş. Nükleer enerjide veya
başka işte kullanılıyormuş. Yalnız oranın işine yarıyor dedi.
Kaç para kazanıyorsunuz? İşte bilmem birkaç milyon dolar
kazam-yormuş. Be adam onu Mahmutpaşa'dan birkaç tane
esnafımızda verirdi. Dursun, ileride sana lazım olur. O
kadar parayı toplasak biz cemaatimizden toplayıveririz.
-Evlatlarınızı da rızk ve fakirlik endişenizden dolayı
öldürmeyiniz" diyor. "Onları da sizi de biz nzıklandınrız."
Fuhşun ki; "fuhş" çok anlamlı bir kelime. Fuhşu biz yalnız
zina için kullanırız. Arabın dilinde ise kötü olan herşeye
"fuhş" kelimesi kullanılır.
Yani kötü söz söyleyen, (Peygamber efendimiz (s.a.v.) "Ya
Aişe ! kötü söz söyleme " derken kötü söz anlamında
"fahişe" kelimesini kullanmış.

1322[205]
Ahmet b. Hanbel Müsned 221,223
Yine Kur'an-ı Kerimde fakirliğe düşme endişesi ile
insanların cimrilik yapması "fuhş" olarak nitelendiriliyor.
Küfr zina kötü söz "fuhş" olarak nitelendiriliyor. Rabbim
de, "Fuhşun gizlisine de açığın ada yaklaşmayınız." İnsanlar
içerisinde alenen yapmayınız. Mesela bazı insanlar var ki:
insanlar içerisinde kötü söz söylemeyi alışkanlık haline
getirmiş.
Bazı tiyatrocular, dinime sataşmayı sanat diye yutturmuşlar.
Sanat yapıyoruz diyor adamlar.
"Açıktan ve gizliden olanına da yaklaşmayınız" Tek
başınıza evinizin bir köşesinde bir fuhşu yapma imkanına
sahip olsanız da işte orada da yapmayınız. "Yapmayınız"
değil. "Yaklaşmayınız."
Yani Kur'an-ı Kerimin güzel bir üslubu, Allah (c.c.)'ün bize
öğrettiği bir konuşma adabı bu. "Zina etmeyiniz" diye bir
ayet-i kerime yok Kur'an-ı Kerim de. "Zinaya
yaklaşmayınız" var. 1323[206]
Burada da "fuhşa yaklaşmayınız" Şirke, kötü söze- büyük
günahlara yaklaşmayınız diyor.
"Haksız yere Allah'ın haram kıldığı cana da kıymayınız"
Daha önce tefsiri geçmişti. "Kim bir-insanı haksız yere
öldürürse, o bütün insanları öldürmüş gibidir" diyor.
Yani dinimizde adam öldürmenin sorumluluğunun ağırlığını
ifade ediyor. Günümüzde yaşayan Profesörlerden birisi
birisi ceza hukukuyla ilgili bir kitap yazmış. Orada insafla
bir kelime kullanmış. Diyor ki:
-Dünya da gelmiş geçmiş ceza yasasıyla ilgili hiçbir
hukukçu böyle bir söz söylememiş, diyor. Böylesine güçlü
bir ifade söyleyememişlerdir. Yani, "Kim haksız yere bir
insanı öldürürse, o bütün insanları öldürmüş gibidir" ayet-i
kerimesi için söylemiş.Ayetin devamında:
"Kim de bir insanın dirilmesine sebep olursa yaşamasına

1323[206]
îsra 32
sebep olursa, o bütün insanların yaşamasına sebep olmuş
gibidir" diyor Rabbim. 1324[207]
Peki (haksız yere öldürmeyiniz diyor) haklı yere öldürmek
ne oluyor o zaman... Onu ayet-i kerimelerden ve peygamber
efendimizin hadisi şeriflerinden aldığımız ve anladığımız
kadarıyla:
Haksız yere adam öldüren kısas sebebiyle öldürülür. Eğer
öldürülenin varisleri affetmezse. Bir adam bir adamı haksız
yere öldürmüş. İslam hukukuna göre gereken bütün şartlar
yerinde. Adam öldürmüş diye de hemen kısas cezası
verilmez. Hukukumazda onun da şartlan var. O şartların
hepsi yerine gelmiş. Bu adam bunu aklı başındayken, çocuk
ve deli değil, taammüden öldürmüş. Haksız yere öldürmüş.
Kısas gerekiyor ancak öldürülenin varislerinden herhangi
birinin affetmesi o adamın öldürülmesini engeller. Yani
dinimde affetme yetkisi zarar gören tarafa verilmiştir.
Bugünkü hukukta ise devlet ben affederim diyor. Yahu
arkadaş suç bana karşı işlendi, sana ne.. Yoo ben affederim
diyor. Evinin karşısına 2 sene sonra tekrar çıkartırım sende
onu öldür diyor.
Böyle demiyor kanun da, bu anlama geliyor yalnız. Onun
için her affın arkasından gazetelerde bir yazı okursunuz.
Hapishaneden çıktı ve hasımları tarafından öldürüldü.
Kocaman bir kanlı resim.
Haksız yere adam öldüren eğer affedilmezse öldürülür. Evli
iken zina eden öldürülür. Bu hadisi şerifle sabiuir. 1325[208]
Müslümana karşı öldürmek üzere gelen, harbeden. Yani
İslamın engellenmesi için müslümana karşı harb açmış
üzerine doğru geliyor. O da öldürülür.
Müslüman bir ülkededir. Müslüman olan bir devlet
başkanına karşı haksız yere başkaldırmış. Haklı yere değil.
O da öldürülür. Yine Peygarnber efendimizin hadisi
1324[207]
Maide 32
1325[208]
Müslim K. diyat 6
şerifiyle sabittir ki; İslam dininden dönen kişiye tevbe teklif
edilir. Neden dolayı döndüğü sorulur. O konuda ikna edici
alimler onun yanma gönderilir. Buna rağmen ısrar ediyorsa,
bu adam da öldürülür. Bu beş maddeden dolayı adam
öldürülebilir. Bunun dışında "Haksız yere adam
öldürülmez" diyor Allah (c.c). Haklı olan yerler de bu 5
maddedir.
"Aklınızı başınıza alasınız diye Allah böylece emreder"
diyor Allah(c.c.)
"Yetimin malına da yaklaşmayınız." Bu konuda (Nisa
Suresinde) geçmişti. Baş taraflarında. (6. ayetinde) Yetimin
malının nasıl korunacağını söylemiştir.
Babası ölmüş. Malı kalmış az veya çok. Çok olabilir, az
olabilir. Yönetim işi de kolay veya zor olabilir. Eğer hemen
yakınlarından vasisi varsa onlar üzerlerine alırlar. Eğer
yakınları yoksa İslami bir devlette mahkeme bir vasii tayin
eder.
Peygamber efendimiz "Velisi olmayanın velisi benim"
der. 1326[209] Yani İslamda da velisi-vasisi olmayanın velisi-
vasisi devlettir. Devlet orada, şehrin tanınmış, hakyemez,
güleryüz gösteren, iyi bakacağına inanılan kişiyi ona vasi
tayin eder. Onun malların yönetimini üzerine alıyor.
Rabbim onu açıkladıktan sonra, yine Nisa Suresinin 10.
ayet-i kerimesinde: "Yetimlerin mallarını haksız yere
zulümle yiyenler, karınlarına ateş doldururlar" diyor Allah
(c.c).
Bu ayet-i kerimesinde de "Yetimin malına kötü bir şekilde
yaklaşmayın, iyilikle yaklaşın." İyilikle yaklaşın ne
demektir.
Ayrı yönetmek zor olabilir. Kendi malınıza katın. Hisseler
belli olsun ve kendi malınız gibi o malı da koruyun.
Çocuğun malının artmasını sağlayın kendi malınız gibi.

1326[209]
Ahmet b. Hanbel Müsned 41133
Neticede çocuk, "Ergenlik çağına gelinceye kadar devam
ettirin. Ergenlik çağına gelince, şahitler huzurunda (Nisa
suresinin 6 ayetinde) malını kendisine iade edin" diyor
Allah (c.c).
"Ölçü ve tartıda adaletli davranın" diyor. Metre ile ölçenler
veya terazinin başında olanlar veya ölçekle alıp verenler
buna dikkat edecekler. Asıl önemli olan da sözlerinin
ölçüsüne dikkat edecekler.
Yani ölçü ve tartılarınıza dikkat ediniz, adaletli davranınız
derken sözlerinizi de gramla dirhemle ölçerek söyleyin. Asıl
en hassas terazi bu olmalıdır. Efendim lafın terazisi yok
demeyin. Lafın terazisi kendi gön-lünüzdür.
O söz size söylense ne yaparsınız. Bunu böyle düşüneceğiz.
Yani sözün terazisini anlamak için. Anadoluda bir söz
vardır. (Dirhemini yiyen it kudurur) derler. Yani sözün bir
dirhemini yese bir kurt kudururmuş. Yani sözün ağırlığını
ifade için. Bu tür sözlerden uzak duracağız bir ker-re.
Bu sözün ağırlığını ölçebilmemizin yolu, o sözü o adam
bize söylese ne yaparız? Öldürürüm... Ha!.. Öyleyse o adam
da seni öldürebilir. Öyleyse bundan vazgeç. Bu işten sen
hoşlanmayacaksan o da hoşlanmayacak demektir.
Sözleri de ölçüye ve tartıya vurarak konuşacağız.
Tartılarımıza, ölçülerimize ve metrelerimize de dikkat
edeceğimiz gibi.
Bazı hacılarımız hac'dan geldikten sonra dükkana çocuğunu
bırakıyor, gelmiyor. Kendisi gitmiyor. Hayrola hacım
diyorsun. Hocam işte herşeyden el-eteği çektik. Yani bu işi
oğlum idare ettirsin diyorsun Öylemi? Öyleyse daha önce
senin yaptığın o üç kağıtçılığı bundan böyle oğlum yapsın
demektir bu. Böyle olmaz. Tam esnaflık yapacağı bir zaman
adamın. Hacca gidip geldikten sonra asıl terazinin başına
onu bırakacaksın. Metrenin -paranın başına onu
bırakacaksın aslında..
Çünkü o güne kadar belki, mesela 5-10 gram kalın kağıt
kullanarak ete kilo bastırıyordu, çeşitli işler yapıyordu.
Hacca gidip gelince korktu ya, işte tam terazinin başına
geçeceği zaman. Adam çekiliyor, oğlunu sürüyor
Cehenneme doğru. Bu yanlış. "Konuştuğunuz zaman
adaletle konuşun. "Velev ki en yakınınız da olsa" Bu yine
Nisa Suresinin 135. ayetinde şöyle geçmişti. "Ey iman
edenler! adaletle kaim olun. Adaleti yerine getirin. Adaleti
yerine getiren hakimler olun. Allah için. Velev ki bu
adaletiniz kendi aleyhinize olsa bile."
Yani söylediğiniz söz aleyhinize olacak, söyleyin. Veya
anne babanızın aleyhine bile olsa. Anne-babanızla
komşunuz ihtilaf etmişler. Sizi de çağırdılar. Biliyorsunuz ki
bu işte anne ve babanız haksız. O zaman; o (haksızsın)
sözünü söylemekten kaçınmayacaksın.
"Akrabalarınız olsa da" "O ister zengin, ister fakir olsun"
Hani bu ayetin tefsirinde demiştik.
Türkiye'nin en zengin adamı ile en fakir adamı, bir konuda
ihtilaf etmişler. Dinlediniz ki: fakir olan adam haksız.
Maddi bir mesele var. Siz orada arkadaş sen haksızsın
diyeceksin.
Adamın zenginliğine bakıp ta: Yahu bu adam parasını
sayamaz. Bu garibandan 100 bin lirayı ne isteyip duruyor.
Gerçi haklı da. (Hani adam mal almış borcunu ödememek
için bahaneler uyduruyor. Sizi de hakem tayin ettiler. Siz o
zaman "sen haklısın zengin efendi" diyeceksiniz.
"Haksız olan sensin fakir efendi, bu borcunu ödeyeceksin."
Ödeyecek gücüm yok derse. O zaman dönüp buna mühlet
tanı diyeceksiniz. Çünkü o faizle ilgili ayet-i kerimeyi
anlatırken rabbim: Eğer fakir iseler, onlara mühlet verin"
diyor Allah (c.c.). 1327[210]
Yani önce adama hakkı teslim edilecek. Sonra o zenginden
bağışlanması da istenebilir. "Bak haksızlığını kabul etti.

1327[210]
Bakara 281
Ama sende bağişlayiver" temennisinde de bulunulabilir ama
bir lira da olsa adalet yerini bulmalıdır. Paranın miktarı
önemli değil adelet yerini bulmalıdır.
Hz. Ömer (r.a.) zamanında Medine'deki Mescidi Nebevi
genişletilmek isteniyor. Hz. Ömer demiş ki: bakın buraya
sığmıyoruz genişletelim. Herkes razı.
Fakat evler mescidin duvarına dayalı (evler öyleydi zaten,
Peygamber efendimizin hanımlarının kaldığı evler mescide
dayalı. Hatta kapının biri mescide açılıyor.) istimlak
başlatılıyor.
Peygamber efendimizin amcasının oğlu Abdullah ibni
Abbas'm da evi mescide dayalı. Diğer istimlak işini hep
halletmiş. Abdullah'ı çağırmış. Abdullah'a demiş ki: biz
camiyi genişletmek istiyoruz. Hayırlı olsun demiş o da.
-Senin orayı da katmak istiyoruz.
-Ben vermek istemiyorum efendim demiş.
-Bak ne kadar istersen verelim,
-Malım satılık değil benim, demiş.
-Mescidin dışında daha güzel bir ev yapalım seni oraya
taşıyalım.
-Ben caminin yakınında olmak istiyorum. Eski şekliyle
istiyorum.
-Demiş ki: istimlak ederim.
-Eğer dinim, devlet başkanı olarak bu yetkiyi veriyorsa,
buyur et.
Hz. Ömer sahabinin ileri gelenlerini, İslam hukukunu iyi
bilen danışma meclisini toplar. Konuyu görüşürler. Bu
hususta Peygamber efendimizden duyduğunuz birşey var
mı? der.
Sahabiden biri der ki: "Kim bir karışlık yeri haksız yere
zimmetine geçirirse, o kıyamet gününde 7 kat yerin altında
onu yük olarak taşıyarak gelir" dedi efendimiz der. O zaman
Abdullah'ı çağırıp demiş ki:
-Tamam biz mescidi genişleteceğiz. Senin evin yerinde
kalacak.
-Peki öyleyse ben de bağışlıyorum demiş. 1328[211]
Yani adalet yerini bulsun. Yani devlet başkanı istediği gibi
halkın malına-canına-parasına kendi malıymış gibi
hükmetmesin, diye bunu yapmıştır. Hz. Abdullah ibni
Abbas.
O güne kadar neleri bağışladı İslam için. Şehitlik nasip
olmamış ama canını vermiş. O malı haydi haydi verirdi ama
Hz. Ömer'e, diğer sahabelere ve bize de bir kaideyi
böylelikle öğretmiş oldu.
"Allah'a olan ahdinizi yerine getiriniz." Yani ben sizin
rabbiniz değil-miyim dediğinde; hepimiz evet Ya Rabbi sen
bizim rabbimizsin dedik. O Rabbe kulluğumuzu devam
ettirelim, "Ya Rabbi rasulünü işittik, Kur'an-ı işittik ve ona
itaat.ettik dedik. (Amenerrasulü'de hergün okuyoruz bunu.)
Bu bir sözdür. Öyleyse itaatınıza devam ediniz. "Böylece
Rabbiniz nasihat alasınız diye emreder" diyor Allah (c.c).
Birgün kum üzerinde Peygamber efendimiz arkadaşlarıyla
oturuyormuş. Kumun üzerine birşey çizmiş. Sonra o
çizginin sağ tarafına iki çizgi çizmiş. Sonra soluna iki çizgi
çizmiş. 5 tane çizgi çizilmiş oldu. Orta çizginin üstüne
parmağını basmış ve demiş ki: 1329[212]

153- Muhakkak bu benim dosdoğru yohimdur, ona uyunuz.


Başka yollara uymayın sizi Allah'ın yolundan ayırır.
Sakınasmız diye AHah bunları size tavsiye etti.
Bugün Allah'a giden yol insan adedincedir ama bütün yollar
Kur'an ve sünnet ölçüsü içinde olacaktır. Allah (c.c.)'ün yolu
bu dünyada devlete, ahirette cennete doğru çıkar.
Ama imansız kesimden insanlar da yollar gösteriyorlar bize.
Aman benim yoluma gel. Aman benim yoluma gel. Son
günlerde gündemde yine aynı yol meselesi var.
1328[211]
Bak: Ebu Davud şerhi el-Menhel 4/50
1329[212]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/166-177.
Efendim ortadoğuya gelmemizin sebebi şunu bunu
kurtarmak değil. Yeni bir dünya meydana getirmek. Bu şu
demek; gönlünüzdeki imanı alıp, imansızlığı ekmek üzere
geldik, demek. Bugüne kadar özellikle orta şarktakilere
bizim aramızı hep uzak tutan hep sizin gönlünüzdeki iman.
Bunu alacak olursak, sizde bizimle beraber olacaksınız.
Yeni bir dünya oluşturmak üzere buraya geldik diyorlar.
Yani yol teklifi çok. Bugüne kadar Türkiye de Batı tipi veya
Rusya tipi imansızlık yarışı vardı. Birisi pes dedi. Ben
vazgeçtim bu işten. Öbürü bu sefer güç kazandı. Ama Allah
(c.c.)'ün yolu Peygamber efendimiz (s.a.v.)'dan bugüne
kadar, 1400 senelik zaman içerisinde, çeşitli zalimler, çeşitli
haçlı orduları tarafından, söndürülmek için her türlü gayret
sarfedilmesine rağmen, dinimiz bugüne kadar gelmişse,
kıyamete kadar gideceğinin işaretidir. Allah (c.c.) de bu
konuda zaten garantisini veriyor. 1330[213]

154- Sonra iyilik yapanlara nimeti tamamlamak, herşeyi


lamak, yol göstermek ve rahmeti tamamlamak üzere
Musa'ya kitabı verdik. Umulurki Rablerine kavuşmaya iman
ederler.
Yani, Kur'an-ı Kerim de tarif edilirken de zaten "Kur'an-ı
Kerimin mütteki insanlara yol göstermek için indirildiğini,
aynen Tevrat'ın da insanlara yol göstermek, insanlara
rahmet olarak indirilmiş. Ve Tevrat vasıtasıyla insanlar,
Musa (a.s.) vasıtasıyla ahirete iman etsinler, Allah'a iman
etsinler diye herşeyi açıkladık diyor.
"Onu açıkladğımız gibi Kur'an-ı Kerimde de; ahirete iman
etsinler, doğru yolu bulsunlar, Allah'a iman etsinler için
herşeyi açıkladık" diyor Allah (c.c). 1331[214]

155- İşte buda indirdiğimiz mübarek kitaptır. Ona uyun, Al-


1330[213]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/177-178.
1331[214]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/178.
lah'tan sakının ki merhamet olunasınız.
Yani Allah (c.c.) kendisine uymamız için mübarek kitabı
indirdiğini, buna uyduğumuz takdirde rahmete
kavuşacağımızı ifade ediyor.
Daha niçin indirdiğini; "Bizden önce Yahudilerle-
hristiyanlara yani iki taifeye kitap indirilmiş, bize kitap
indirilmedi ki., demeyeceksiniz diye." "Biz onların
eğitiminden de gafiliz bilmiyoruz. (Yani İsa'ya indirilen
İncil'i ve Musa'ya indirilen Tevrat'ı da bilemiyoruz) O iki
toplum kitap indirilmiş. Ya Rabbi bizi mesul tutma. Bize
kitap göndermemişsin ki... demeyesiniz diye." 1332[215]

156- "Kitap ancak bizden önce (yahudi ve hristiyan) iki


taifeye indirildi. Biz onları öğrenmekten gafildik"
demiyesiniz diye (Kur'an-ı indirdik).1333[216]

157- Yahut "Eğer bize kitap indirilmiş olsaydı biz onlardan


daha doğru yolda olurduk" demiyesiniz diye (indirdik).
Rabbinizden apaçık delil hidayet ve rahmet geldi. Allah'ın
ayetlerini yalanlayan ve ondan yüz çevirenden daha zalim
kim vardır? Allah'ın ayetlerinden yüz çevirenleri bu yüz
çevirmeleri sebebi ile azabın en kötüsü ile cezalandıracağız.
"Rabbinizden size apaçık, hüccet deliller geldi. Ayetler
geldi ve size hidayet ve rahmet olarak olarak geldi Allah'dan
gelen bu ayetler."
"Allah'ın ayetlerini yalanlayandan daha zalim kim olabilir."
"Ondan yüz çevirenden daha zalim kim vardır."
"Ayetlerimizden yüz çevirenleri biz, en kötü azapla
cezalandırırız. O yüz çevirmeleri sebebiyle."
Daha Önce de geçti. "Zalim" deyince gözümüzün önüne
bazı zorba insanlar gelir. Ama asıl zalim: Kur'an-ı Kerimin
tarifiyle dine inanmayan insandır. "Kafirler zalimlerdir"
1332[215]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/178.
1333[216]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/178-179.
diyor Rabbim.fitafcara 254) Burada da Allah'ın ayetlerini
yalanlayan ve Allah'ın ayetlerinden yüz çevirenden daha
zalim kim vardır? Yani yoktur.
Günümüzde dinime inanmayanlar, inanıyorum deyip te
Canım Kur'anın ayetlerinin zamanı mı? Kur'an 1400 sene
önce nazil olmuştur. Bizim için mübarek kitaptır da... Onun
için günümüz meseleleri pek bunda işlenmemiştir. Veya
günümüz şartlarına uygun değildir diyenler de, aynı zalim
kafirlerdir. Diğerleri ile aralarında fark yoktur bu
insanların. 1334[217]

158- Onlara meleklerin gelmesini yahut Rabbinin gelmesini


veya Rabbinin bazı ayetlerinin gelmesinimi bekliyorlar?
Rabbinin ayetlerinden bir kısmı geldiği günde daha önce
iman etmemiş olanların veya imanında içinde bir hayır
işlememiş olanlardan hiçbir kimsenin imanı ona fayda
vermez. Deki: "Bekleyin bizde bekliyoruz."
Yani: madem Allah sana gönderiyor. Bize de gelsin melek,
(başka ayetlerde geçmişti) sana gelen melek bize de gelse
ya!.demişlerdi. Veya Rabbin gelsin biz görelim, iman
edelim.
Hani Musa (a.s.)'a söyleneni diyorlardı. Musa (a.s.)'ın kavmi
ona diyorlardı ki; Ya Musa, "Allah'ı apaçık bir şekilde
görmeden iman etmeyiz sana diyorlar. " 1335[218]
Burada da ona benzer şeyler var. "Ya Rabbin gelsin veya
ayetlerden bazıları bize de gelsin iman edelim" onu
beklerler adamlar.
Rabbinin bazı ayetleri, birgün onlara da gelir" "daha önce
iman etmeyenlere o ayetler geldiğinde yaptığı iman fayda
vermez."
Bu şunu anlatmak istiyor. Hani peygamber efendimizi
mucizeleri vardı. Diyorlarki biz de yapabilelim, bazı ayetler
1334[217]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/179.
1335[218]
Bakara 55
bize de gelsin ki bizde yapabilelim ve iman edelim. Veya
Rabbini biz görelim veya melek bize de gelsin.
Rabbim, melekle kendisi konusunda birşey demiyor onlara.
Yani Rabbinde gelecek demiyor. Melek de gelecek demiyor.
Ancak bir kısım ayetlerimiz gelecektir. Yani işaretlerimiz
alametlerimiz. Ki buna; Hadisi şerif te (kıyamet alametleri)
diyor.
Onlara birgün kıyamet alametleri gelecek. Ama o alametler
belirmeden önce iman etmeyenler alametler belirince iman
ederlerse, onlara imanın faydaları yoktur diyor. Bu konuda
birçok hadisi şerif rivayet edilmiş. Peygamber Efendimizin
"Güneşin batıdan doğduğunu gören herkes iman edecek
ama, o iman onlara fayda vermeyecektir." Kıyametin ale-
metleri olarak birçok hadisi şerifler vardır.
Güneş batıdan doğunca; "Ha! müslümanların dediği
doğruymuş, amenna...." diyecekler. Tıpkı Firavunun
denizde boğulurken; "Beni İsrail'in iman ettiğine ben iman
ettim" dediği halde imanının kabul edilmemesi gibi 1336[219]
Rabbim diyor ki, bunların da imam kabul edilmeyecektir.
"Daha önce imanı ile hayır kazanmamış olanlar (Yani imanı
doğrultusunda amel-i salih yapmamış) iman etmemiş kişiler,
kıyamet alametlerini gördükten sonra iman etmeye
kalkarlarsa, o iman on lara fayda vermeyecektir."
Yahudi, CNN'in sahibi basma demeç vermiş. Demiş ki: "Bir
müslü-man ve ehl-i salibin savaşını görüntüledim. Belki
kıyameti görüntülemek de bize nasip olur" diye demeç
vermiş.
Kıyameti görüntüleyecek. Kim seyredecek bilmiyorum tabii
ki. Zaten melekler bütün hallerimizi görüntülüyor.
Meleklerin bütün yaptıklarımızı yazdıklarını Allah (c.c.)
birkaç ayet-i kerimesinde haber veriyor. Kayda geçiriyorlar,
görüntülüyorlar. Eğer kişi inkar edecek olursa; Yaptığı olayı

1336[219]
Yunus 90
nasıl -ne zaman yaptığını mekanı ile beraber gözünün önüne
getiri verecekler.
"Yapmış olduklarınızı bir kayda geçiriyoruz" diyor Allah
(c.c.). 1337[220] Bir başka ayette de buyruluyor ki: "Her şahsın
yanında melek vardır ki: "Konuşulan her sözü kaydedecek
bir meleğin olduğunu" Allah (c.c.) haber veriyor.
"Deki onlara" "Bekleyin" "Bizde bekliyoruz" "Birgün
gelecek ki kim haklı siz de onu göreceksiniz" diyor. 1338[221]

159- Dinlerini parça parça edip partilere ayıranlar varya işte


sen onlardan değilsin onların işi ancak Allah'a aittir sonra
Allah onlara yaptıklarını haber verecektir.
Eskiden yahudiler parça-parça olmuşlar. Hristiyanlar da
parça parça olmuşlar. Günümüzde gerçi Katolik-
Ortadoksluk-Protestanlik-Anglikan-lık gibi 4 ana gruptur
yalnız. Onlarında kendi içerisinde ayrı görüşte olanları
vardır. Bunlar böylesine parçalanmişsa da, sen bu
parçalanmadan sorumlu değilsin.
"Onların işleri Allah'a aittir." "Allah onların yapmakta
olduklarını, kıyamet gününde teker-teker kendilerine
bildirecektir."
Allah'ın kitabını nasıl bozduklarını, incil'i nasıl tahrif
ettiklerini, nasıl bu insanları paramparça ettiklerini, nasıl
Tevrat'ı tahrif ettiklerini Allah
onlara haber verecektir. Sen onlardan sorumlu değilsin. Ya!
Sen bunlardan sorumlusun, işareti vardır burada. Yani sen
bu ümmet-i Muhammed'den sorumlusun. "Bunlara Allah'ın
kitabını ulaştırmaktan sorumlusun sen" diyor Allah (c.c).
Bizde geçmişte olanlarından sorumlu değiliz. Biz
insanımızın geçmişinden de sorumlu değiliz. Bazı tarihi
konularda araştırma yapan arkadaşlarla görüşüyoruz.
Yazıyor, hediye etmek için de getiriyor. Efendim Türkistan
1337[220]
Casiye 29
1338[221]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/179-181.
nasıl elden çıktı. Dedim okumam bunu. Niye dedi?
Türkistan nasıl ele geçer diye bir kitap yazarsan onu
okurum. Ne yapayım çıkmış bir kere artık.
Ama Türkistan nasıl ele geçer. Amerika-İngiltere nasıl
müslüman edilir diye kitap yazarlarsa onu okurum. Bugüne
ve yarına yönelik kitaplar okuyalım. Bugünümüze ve
yarınımıza birşeyler verin. Biz geçmişin kafirini anlatmakla
mükellef değiliz. Geçmişin velilerini anlatmakla da
mükellef değiliz.
Vay efendim Hasan-ı Basri hazretleri (ki sevdiğimiz bir
insandır.) Ayakkabıları eskimezdi. Hep uçardı. Onun
iyilikleri o günün insanı içirt geçerli. Gerçi ictihadları,
kitapları günümüze kadar gelmiş, bizler için faydalı. O
yönünü ele al. Ayakkabısının eskimemesi bize lazım değil.
Bize Hasan-ı Basri hazretlerinin rivayet ettiği hadisi şerifler,
ayet ve hadislerden çıkartmış olduğu hukuki ahkam bizi
ilgilendiriyor. Yani o görüşler bizim yarınımıza ışık tutacağı
için faydalıdır.
Ama bundan 300 sene önce yaşamış bir kafir şöyle
zalimmiş. Ne yapacaksın. Çağında bir zalim var. İnsanları
ve müslümanlan inim inim inletiyor. Sen ondan sorumlusun.
O dönemin hocası veya halkı da, o dönemin zaliminden
sorumlu.
Rabbim, "Onlar geçmiş bir toplumdur, onların yaptıkları
kötülükler de onlaradır," "Onların yaptıklarından siz
sorumlu değilsiniz" diyor Allah (c.c).
Ama bugünün insanının yaptığından sorumluyuz. Bugünün
zaliminin yaptığından sorumluyuz. Bugün bir alimin
tavsiyesine uymamanında sorumluluğunu da
1339[222]
taşıyacağız.

160- Kim bir iyilik yaparsa onun için on katı vardır. Kim

1339[222]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/181-182.
kötülük yaparsa ancak misliyle cezalandırılır. Onlar zulm
olunmazlar.
Günah işleyenin cezası günahı karşüiğındadır. Yani suç ve
ceza denkliği vardır dinimizde. Ama iyilik yapanın karşılığı
en azından 10'dur. 700 katına ve daha fazlasına gideceği
konusunda ayet-i kerime vardır. Ama bir iyilik yaptınız. En
az 10 verilecektir. Ama 700 katı veya daha fazlasına da
ayetten işaret vardır.1340[223]
Bu konuda Ahmed b.Hanbel müsnedinde4/345 bir hadis
rivayet etmiş. Peygamber efendimiz (s.a.v.) "İnsanlar 4
kısımdır diyor.
1- Dünya ve ahirette de mutlu olanlar. Yani dünyada
çoluğu-çocuğu ile mutlu bir hayat yaşamış. Dine hizmet
etmiş. Ahirete gitmiş oradada cennete gitmiş.
2- Dünya ve ahirette de mutsuz. Bu da kafir.
3- Dünyada mutlu, ahirette mutsuz. Bu da her türlü
imkanları elinde olan zengin kafir.
4- Dünyada mutsuz ahirette mutlu.
Yani insanlar 4 kısımdır diyor peygamber efendimiz (s.a.v.).
Zulüm: Arabın dilinde haddi aşmak manasınadır. Kafir
zalimdir. Çünkü Allah'a itaat yerine insana itaat ediyor.
Allah'ı en büyük kabul etmesi gerekirken; Başka insanları
veya devletleri veya tabiatı en büyük kabul ediyor.
Böylelikle haddi aşıyor. Her sahada zulm yazılır.
Burada da zulm, bir insana ceza verilecek. İslam hukukunda
Rabbi-min belirlediğinin üstünde ceza vermek zulümdür.
Altında ceza vermek yine zulümdür. Kur'an-ı Kerim'in
belirlediği suçlar vardır.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) onların ölçüsünü koymuş.
Kızım Fatı-ma yapsa aynı cezayı verirdim, demiş. Yani
peygamber efendimizin yetkisinde hafifletmek yok.
Kur'an-ı Kerimde Rabbimin belirlediği suçların cezası

1340[223]
Bakara 261
vardır. Onu hafifletmek peygamber efendimizin
salahiyetinde değil. Onun yetkisi olmazsa, hiçbir hakimin
yetkisi içerisine girmez böyle şeyler.
Ama Kur'an-ın ve Sünnetin belirlemediği, hakimin yetkisine
bıraktığı (ki biz buna tazir cezalan diyoruz) Orada hakim
karşısındaki insanın hangi cezadan anlayacağını hesap
ederek, onun makamına, kültürüne,' şahsiyetine göre
cezasını hafifletir, artırır veya bir başka ceza verme cihetine
gidebilir. Suçu engelleyici ceza verecektir. Yoksa hadi
bakalım sen oraya gideceksin, şu kadar yatacaksın değil.
Veya 2 seneden 5 seneye kadar, (oğlum benim karşımda
biraz saygılı dur, 6 sene veririm haa..) Mesela kararlarda
okursanız. "İyi hali görüldügünden naşi" 2 seneye veya
teciline karar verilmiştir" diyor. Hakime karşı saygısız
davransaydı, bağırıp çağırsaydı 6 seneyi verecekti. 1341[224]

161- Deki: "Rabbim beni doğru yola, değerli ve devamlı


dine, hiçbir puta meyi etmeyen ibrahim'in dinine iletti. O
müşriklerden değildi.
Yani adamlar diyorlar ki; "gel bizim dinimizden ol. Vazgeç
bu davadan (Hani bir teklif vardır.) Seni Mekke devlet
başkanı yapalım, güzel kadın verelim, en zengin seni
yapalımda. Karşılığında bu işten vazgeç."
Peygamber efendimiz de; "bir elime güneşi, bir elime ayı
verseniz vazgeçmem." Çünkü; ben kendimi
görevlendirmedim ki.. Yani vazgeçme yetkisi benim elimde
değil. Buna cevap. Deki onlara, "Beni bu doğru yola
Rabbim yöneltti" Yani ben kendiliğimden gitsem, hadi
döneyim. Ama beni Rabbim yöneltti.
Peki, bu yolda baktım ki babamız İbrahim de gitmiş. O da
müşrik değildi. Öyleyse ben nasıl müşrik olurum.
Niye İbrahim? Daha önce söylemiştik. Çünkü İbrahim

1341[224]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/182-184.
(a.s.)'ı Yahudiler de Hritiyanlarda sever. Dünyanın her
tarafında İbrahim (a.s.)'ı tanırlar.
Müşrikler de, bir zamanlar Kâbeyi inşa edenin de İbrahim
isimli bir peygamber olduğunu biliyorlardı. Onun için
birçok insan adı da İbrahim di.
Onun için "Rabbim İbrahim'in dini olan dosdoğru dine beni
yöneltti ve oda müşrik değildi." Tabi peygamberliğimize
olan emir bize de emirdir. Günümüzde, yahu benim yola
gel, benim yola gel. Bak bizim iki tane ağamız bize dünyada
neyi nasıl yapacağımız hususunda yol tayin ediyorlar. Oraya
uyalım diyenlere biz diyeceğizki. 1342[225]

162- Deki: "Benim namazım, ibadetim fi lamın, kurbanım


yasanım ve ölümüm alenilerin Rabbi olan Allah
içindir). 1343[226]

163- O'nun ortağı yoktur. Ben böyle emroluridum ve ben


müslü-manların ilkiyim.
"Ben böyle yapmakla emrolundum." Ben kendiliğimden
yapmıyorum. Bana böyle emrolundu. İşte böylece
emrolundum ben."
Peki; zorla mı yapıyordu peygamber efendimiz? diye birşey
akla gelebilir. Buna cevaben "Müslümanların da ilk Öncüsü
benim. Birincisi benim de onlara" buyrulur.
Şimdi ben burdan dönemem Rabbim emrediyor. Bu yolu
gösteren de O. Bu diğer peygamberlerin hayatı anlatılırken
de çok geçti Kur'an-ı Kerimde. "Müslümanların ilkincisi-
evvelkisi benim."
Biz de insanlara bir iyiliği duyururken, onun öncüsü
olmazsak pek faydalı olmaz. Haydi yardım edelim. Kendisi
vermezse olmaz. Konya'da Hacı Veys Zade (Allah rahmet
eylesin) Konya'yı o hale getiren o. Görmedim ama çok
1342[225]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/184.
1343[226]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/184.
duydum. Yaptığı eserleri gördüm. İmam Hatipi, İslam
Enstitüsü nü-Kur'an Kursalarını vs. yapan o. Herşeyi yapan
o. Malvarlığı olarakda maaşı var. Para toplanırken cübbesini
çıkarıp bende bunu verdim, deyip hakikaten de verirmiş
ama. Derken bu işler olmuş.
Yani birşeye öncülük yaparsanız faydalı olur. Peygamber
efendimiz (s.a.v.) harpte öncülük yaparmış. Harbediniz,
diyor ama geride durmuyor. Yani iman edenleri öne sürüp te
kendisi bir tepeden bakmıyor efendimiz.
Hz. Ali gibi bir Allah'ın Arslanı diyor ki; Harbin en şiddetli
zamanında sıkışırsak peygamber efendimizin yakınına
sığınırız. Yani efendimizin şecaatim anlatıyor. Hz. Ali ki;
gerçekten korkusuz bir yiğit. O bile diyor ki: En sıkışık
zamanda efendimizin yanma sığınırız bizde diyor. 1344[227]

164- Deki: "O herşeyin Rabbi iken ben Allah'dan başka


Rab'mı arayayım? Kişinin kazandığı yalnız kendisinedir.
Yük taşıyan başkasının yükünü taşımaz. Sonra dönüşünüz
Rabbinizedir. Hakkında ayrılığa düştüklerinizi o size haber
verecektir.
Bir teklif var ya... Gel birgün seninkine , birgün bizimkine
veya 1 sene senin rabbine, 1 sene bizimkine ibadet edelim.
(Kafirun'da vardı onların cevabı) Biz sizinkine tapmayız.
"Sizin dininiz size bizim dinimiz bize, de. "diye cevap
veriliyor.
Burada da onlara cevap. "Ben Allah'dan başka Rab mı
arayayım?" "O herşeyin rabbi olduğu halde başka Rab mı
arayayım?"
Böyle olduğu halde siz bana Ebu Cehil'in kanunlarına uyun
diyorsunuz. Ebu Cehü'i de yaratan o. Öyleyse ben niye sizin
söylediklerinizi rab kabul edeyim ki..
"Her nefsin yaptığı kendi aleyhinedir." Yani, cezanın

1344[227]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/184-185.
şahsiliğini anlatan ayet-i kerime bu. "Kimse kimsenin
suçunu yüklenmez ve bu yüzden cezalandırılmaz" diyor
Rabbim bu 164. ayet-i kerimesinde.
"Dönüşünüz sonra yine Rabbinizedir." "İhtilaf ettiğiniz
konuları Allah (c.c.) size haber verecektir. "Yeryüzüne
halifelerivarisleri yapan odur." "Size verdikleri konusunda
sizi imtihan etmek için, birbiriniz üzerine derece farklılığı
veren de odur."
Yani insanlar arasında farklılığı meydana getiren,
peygamberler arasında da derece farklılığı var. Onu da veren
Allah (c.c.) 'dır. İmtihan için.
"Rabbinin azabı çok şiddetlidir." "O Allah (c.c.) affedicidir
ve de merhamet edicidir" diyor. 1345[228]

165- Sizi yeryüzünün halifeleri yapan size verdiği şeylerle


sizi imtihan etmek için bir kısmını diğerlerine derecelerle
üstün kılan O'dur. Muhakkak senin Rabbin cezası çabuk
olandır. Ve O' Gafur'dur, Rahim'dir.
Bakara suresinin başlarında; Rabbim Adem (a.s.)'ı
yaratacağını, anlatırken: "Yeryüzünde bir halife
yaratacağım" diyor. Adem (a.s.)'ın yaradılış gayesi
yeryüzünde halife olmak.
Halife; asılın yerini tutmak üzere gelen. (Harf) arka demek.
Arkasından gelen manasına geliyor, halife.
Allah (c.c.)'ün ahkamını yeryüzünde icra etmek üzere
görevlendirilmiş insanoğlu. Onun için burada da (Halifenin)
çoğulu (Helaif) Yeryüzünde halifeler kılmak, yeryüzünde
varisler kılmak üzere Allah (c.c.) sizleri yarattı. Verdikleri
konusunda imtihan etmek için de birbirinizden farklı yarattı
diyor Allah (c.c).
Yani bedeni, akli ve görüş farklılıklarımız bile bizim için
hayırlıdır. Biz başkasındaki üstünlüğü temenni etmeyeceğiz.

1345[228]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/185-186.
Başka ayet-i kerime de; "Başkasında olan farklılığı siz
istemeyin."Herkesin kendine has bir üstün tarafı var. O
madeni geliştirmeye çalışın.Burada da farklı yarattığını
haber veriyor. Yeryüzünde Allah'ın ayetlerini icra edilmesi
için görevlendirildiriyor. Rabbimiz görevini ifa edenlerden
eylesin. 1346[229]

A'RAF SURESİ

Mekke'de Nazil Olmuştur İki Yüz Altı Ayettir. 1347[1]

1- Elif, Lam, Mim, Sad.


Hurufu mukatta dediğimiz bu harflerle başlayan surelerin
sayısı yirmi dokuzdur. Ve bu harflerin sayısıda ondörttür.
Bu harflerle başlayan surelerin ilk ayetleri Kur'an-i
Kerimden bahsetmektedir.
Bu harflerle başlamak ;"Kur'an-ı Muhammed kendisi
uydurdu" diyenlere meydan okumadır. "Buyurun Kur'an bu
harflerden meydana gelmiştir. Siz bu harfleri biliyorsunuz.
Kur'an-in bir benzerini sizde getirin" demektir.1348[2]

2- Onunla uyarman ve mü'minlere öğüt vermen için sana bir


kitap indirildi. Sakın bundan dolayı yüreğinde bir sıkıntı
olmasın.
Bu kitap, sana Allah'dan indirildi. İçinde geçmiş ve
gelecekle ilgili haberleri, ahkamı insanlara duyururken
yüreğin sıkılmasın. Tebliğ ettiğin şeyleri insanlar
1346[229]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/186-187.
1347[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/189.
1348[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/189.
yalanlarlarsa sakın üzülme ve sıkılma çünkü ayetler Allah'a
aittir. Ve onlar Allah'ın ayetlerim yalanlamaktadırlar.
Bu ayet günümüzde bizim göğsümüzü açıp genişletiyor.
Batının şeytani mantığına esir olan, dinide çok seven bir
kısım kardeşlerimiz, İslami ilimlerde araştırma yapanlarımız
bazı ayetleri okumaktan, tefsir etmekten kaçınmaktalar.
Ahkamını veya haberini sorduklarında olmadık tevillere
yönelmektedirler.
Muhterem okuyucu, insanların düşünceleri çağlarına ve
kültür oranlarına göre değişir. Biz Kur'an-ı insanlara
uydurmakla görevli değiliz. Biz insanların gönüllerini,
mantıklarını ve davranışlarını Kur'ana göre şekillendirmekle
görevliyiz. Yanlış yolda olanları uyaracağız. Mü'minlere
nasihata devam edeceğiz. 1349[3]

3- Rabbinizden size indirilene uyun. Onun dışındakiler! dost


edinerek onlara uymayın. Ne kadarda az düşünüyorsunuz.
Kur'an-ı Kerimde Tezekkür ve Tefekkürle ilgili birçok ayet
nazil olmuştur. Düşünmeden hareket edenler ayıplanmış tır.
Kafirler Allah'ın verdiği akıl ve dil ile Allah'ı ve kitabını
inkara yöneliyorlar. İşte bu en büyük düşüncesizliktir.
İnsanı yaratan, yediren, yöneten Allah'ı bırakıpda Allah'ın
yarattığı insanın akimin salgısına uyanlar düşüncesiz
insanlardır. İnsanın aklı, gözü gibi, kulağı gibi sınırlıdır.
Sınırlı aklıyla milyonlarca insanın aklını ikna edecek kanun
koyamadığını yaşanan tecrübelerden anlıyoruz.
Dünyanın her yerinde kanundan, adaletten şikayetler var.
Birkaç insan kendi akıl ve kültürlerinden kanun kalıplan
koyuyorlar ve bütün in-sanlanda o kalıba girmeye
zorluyorlar. Kalıba girmeyenleri cezalandırıyorlar,
Rabbimiz, o tür insanları dost ve yönetici edinerek uymayın,
Allah'ın indirdiğine uyun diyor. 1350[4]
1349[3]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/189.
1350[4]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/190.
4- Biz nice şehirleri helak etmişizdir. Azabımız, onlara
geceleyin veya gündüz uykularında gelivermiştir.
Düşüncesiz toplumların sonu budur. Toplumu yönlendiren
yöneticilerin bir çoğu iyilik yaptığını zannederek, kanunlar
koyup insanları yönetiyor. Birkaç sene sonra kanunun kötü
sonuçlarını görüyor ve yeniden değiştiriyor. Ülke yazboz
tahtası haline geliyor ve sosyal hastalıklar patlak veriyor.
İşte toplumun helakma sebeb olanlar bunlardır.
Rabbimiz Şuara suresinin ikiyüz sekizinci ayetinde, uyarıcı
gelmeden bir toplumu helak etmeyeceğini haber verir.1351[5]

5- Azabımız onlara geldiğinde onların davaları "gerçekten


biz zalimler idik" sözünden başkası olmadı.
İşişten geçtikten sonra pişmanlık fayda vermez. Zamanında
yapılmayan itiraf veya pişmanlık yok sayılır. Bu surenin
yirmi üçüncü ayetinde bize öğretildiği gibi biz bu dünyada
iken suçumuzu itiraf edip af talebinde bulunmak için Allah'a
istiğfar ediyoruz. 1352[6]

6- Kendilerine peygamber gönderilenlere muhakkak


soracağız. Peygamberlere de soracağız.
Allah (c.c.) herşeyi bilmesine rağmen kafirleri azarlama
açısından "Biz size peygamber göndermedik mi?" diyerek
sorguya çekecektir. Türkçede de "Ben seni uyarmadım mı?"
diye sorarız. Uyarıcı peygamberi Allah gönderiyor. Kafirler
inkar ediyor cezalandırılıyorlar. Allah (c.c.) yinede onlara
suçun kendilerinde olduğunu hatırlatmak ve kendisinin lütuf
ve kerem sahibi olduğunu bildirmek için soruyor.
Peygamberlerine de "tebliğ ettiniz mi?" diye sorar.
Peygamber efendimiz veda hutbesinde yüzbinlerce ashabına
konuşma yaptıktan sonra; "tebliğimi yaptım mı?" diye
1351[5]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/190.
1352[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/190-191.
sormuş. Ashap "evet" deyince efendimiz üç defa "şahid ol
yarab, şahid ol yarab, şahid ol yarab" demiştir. Ayrıca
peygamberlere "siz bunlara tebliğinizi yaptığınızda size
nasıl karşılık verdiler?" diye de sorulacak. 1353[7]

7- Muhakkak onlara (olanları) bir ilimle anlatacağız. Biz


onlardan gaib değildik. Yazıcı melekler olup bitenleri
yazıyor. Onların bütün hal ve hareketleri kayda geçiyor,
yaptıklarını inkar etseler, Allah onların ellerini konuşturur.
Ayaklarını konuşturur. Allah herşeyi bilmektedir. 1354[8]

8- Gerçek tartı o gündür. Kimin tartıları ağır gcnrse, işte


kurtuluşa erenler onlardır.
Kasalarımıza ve keselerimize haram paralar koyarak
yükümüzü ağırlaştırmayalım. Midemize haram yiyecekler
indirerek cehennemde yakacak çoğaltmayalım.
Günahlarımızı hafifletmeye, sevaplarımızı ağırlaştırmaya
çalışalım. 1355[9]

9- Kimin tartısı hafif gelirse işte onlar, ayetlerimize


zulmetmeleri sebebiyle kendilerine yazık edenlerdir.
Kafirlerde iyilik yapabilirler. Hastahane, aşhane, yurt,
yetimevi, okul gibi sosyal tesisler kurabilirler.
Ancak para kazandıran aklı ve eli, kalb ve kanı veren Allah'ı
veya ayetlerini inkar ederse amelleri boşa gider ve eli boş
olarak Rabbinin huzuruna varır. 1356[10]

10- Yemin olsun ki, sizi yeryüzünde biz yerleştirdik ve size


orada maişetler kıldık. Nede az şükrediyorsunuz.
Ayağımızdaki gön'ü yaratan O, sırtımızdaki yünü yaratan O,
dama-nmizdaki kanı yaratan O, üzerinde yurt edindiğimiz
1353[7]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/191.
1354[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/191.
1355[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/191-192.
1356[10]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/192.
vatanı yaratan O. Bize ne oluyorda O'nu tanımamakta İsrar
ediyoruz. Biz geri zekalı değiliz. Deliler sorumlu değiller.
Ancak akıllı olduğu halde, aklını yaratılanlara kullanıpda,
yaratanı inkara yönelirse bunun durumu delidende kötüdür.
Bir çiçek ücram edene teşekkür ediyoruz. Nasıl oluyorda
bunca nimeti veren Allah'a şükretmeyelim. 1357[11]

11- Yemin olsunki sizi biz yarattık. Sonra size şekil verdik.
Sonra meleklere: "Adem'e secde edin" dedik. Hemen secde
ettiler. Ancak iblis secde etmedi. O secde edenlerden
olmadı.
Bakara suresinin otuzdördüncü ayetinde açıkladığımız gibi
Adem'e yapılan secde Allah'a yapılmıştır. Çünkü emri veren
O'dur. Bugün biz günde beş defa Mekke-i Mükerremedeki
Ka'beyi Muazzamaya dönüyoruz. Bu dönüşümüz Allah'ın
emrini yerine getirmek içindir.
Canımız, tenimiz, kanımız, gözümüz, kulağımız Allah'ın
kanunlarına göre hareket ederken ve bu kanunlara uyduğu
oranda görev ini yerine getirirken biz niçin iblis gibi isyan
edelim? 1358[12]

12- "Sana emrettiğim halde, secde etmemen için seni


alıkoyan ne?" dedi. "Ben ondan hayırlıyım. Sen beni ateşten
yarattın, onu topraktan yarattın" dedi.
Şeytan, mantığının kurbanı oldu, görüntüye aldandı.
Topraktan yaratılan kabın içindekini göremedi. Kendini
üstün gördü.
Şeytanın yanılması gibi insanda yanılabilir. Kabın içindeki
hazineyi görmeden kabı kırabilir. Ancak Allah (c.c.) şeytanı
uyarıyor ve "Adem'e secde et" diyor. Şeytanın kafir olması
secde etmemesinden değildir. Allah'ın emrinden kendi
emrini ve aklını üstün görmesindendir.
1357[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/192.
1358[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/192-193.
Günümüzde günah işleyen mü'minlerle, Allah'ın emir ve
yasaklarım beğenmeyip emir ve yasak koyanlar eşit
değildirler, Birincisi günahkardır afvı umulur. İkincisi ise
kendi aklını Allah'dan üstün görmesi nedeniyle
kafirdir.1359[13]

13- "Hemen oradan (cennetten) in. Orada büyüklenmek sana


olmaz. Haydi çık. Muhakkak sen alçaklardansın.
Bu surenin birinci ayetinde açıkladığımız gibi, Kur'an
ayetlerini okurken sıkılmamamız gerekir. Bugün Allah'ı
inkar edenlere, Allah'ın ayetlerini beğenmeyenlere,
peygambere hakaret edenlere "Alçaklar" diye bir başlık
altında bu kafirleri açıklasak, ilk tepki kafası batıyla, gönlü
İslamla dolu insanımızdan gelir. 1360[14]

14- "Dirilecekleri güne (kıyamete) kadar bana mühlet ver"


dedi. 1361[15]

15- "Muhakkak sen mühlet verilenlerdensin" buyurdu. 1362[16]

16- "Beni azdırmana karşılık, elbette bende onları sapıtmak


için senin doğru yolun üzerine oturacağım. 1363[17]

17- "Sonra onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve


sollarından muhakkak geleceğim ve sen onların
çoğunluğunu şükredici bulmayacaksın" dedi. 1364[18]

18- Kınanmış ve kovulmuş olarak radan çık onlardan kim


sana uyarsa muhakkak sizin hepinizi cehenneme
dolduracağım.
1359[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/193.
1360[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/193-194.
1361[15]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/194.
1362[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/194.
1363[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/194.
1364[18]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/194.
Eski düşman dost olmaz. Düşmanı dost edinen beladan
kurtulmaz. Birileri size kötülük yapsa, bir dostunuzda o
kötülük yapana karşı size yardım etse, o dostunuz da ona
düşman olur. Daha sonra siz, kötülük
yapmaya devam eden düşmanla dost olup, dostunuza karşı
düşman olsanız, size ne denir?
İşte Allah (c.c.) şeytana emretmiş Adem'e secde etmesi için.
Şeytan Adem'i düşman kabul etmiş ve ona secde etmemiş.
Allah (c.c.) da şeytanı rahmetinden uzaklaştırmış.
Şimdi bir kısım insanlar düşmanı olan şeytanla işbirliği
yaparak Allah'a isyan etmekteler. Bu ayetlerde geçen
konuşma, Hicr suresi 36-38 nci ayetlerde ve Sad suresi 79-
81 nci ayetlerde de geçmektedir.
İnsanların dirileceği zamana kadar mühlet istemesi üzerine,
Allah (c.c.) ona mühlet verdiğini açıklıyor. Kurtubi,
tefsirinde İbni Abbas'a dayanarak, "o secde etmeyen
şeytanın, birinci Sur'a kadar ölmeyeceğini nakleder. Ancak
Hicr ve Sad surelerinde "bilinen vakte kadar sana mühlet
verildi" açıklamasına dayanarak bu bilinen vaktin, Allah
tarafından bilinen vakit olduğu, şeytana diriliş gününe kadar
azap edilmeyeceği konusunda mühlet verildiği anlamınada
geldiğini, Beyzavi tefsiri işaret eder.Peki niçin bizim doğru
yolumuz üzerinde pusu kurmasına izin verdi?
Mükafatlar basan oranındadır. Fare bile bu soruyu
soranlardan daha akıllı.
Fareye demişler "Eğer şu delikden çıkar bir metrelik yeri bir
dakikada geçer ve şu deliğe girersen bir kilo peynir
vereceğiz."
Fare sormuş "O bir metrelik yolda kedi veya tuzak var mı?"
Hayır demişler. Fare "Mesafe küçük ama mükafat büyük
ben bu yarışmaya katılmam" demiş.
"Cennet sevilmeyen (engeller) lerle çevrilmiştir" buyurur
sevgili peygamberimiz. (Müslim, Cennet 1)
Engelli yollardan mücadele vererek, mükafatın en büyüğüne
kavuşmak gerekir. Hicr suresinin kırkıncı ayeti , muhlis
kullarına şeytanın hiçbir zarar veremeyeceğini, ancak azgın
ve sapkınlara yaptıklarını güzel göstereceğini haber
verir. 1365[19]

19- Adem, sen ve eşin şu cennete yerleşin, dilediğinizden


yeyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın yoksa zalimlerden
olursunuz.
Allah'ın emir ve yasaklarına muhatap olmada kadın ile
erkek eşittirler Yasak meyvenin ne olduğunu Kur'an-ı
Kerim bildirmediğinden adı önemli değil. Önemli olan bu
dünyada bize yasaklananları yememek ve yapmamakdır.
Bu ayet-i kerime insanlığın eğitiminin cennette başladığına
işaret eder. 1366[20]

20- Kendilerinden gizlenen avret yerlerini onlara açmak için


şeytan onlara vesvese verdi ve dedi ki: "Sizin melek
olmanızı veya burada sonsuza değin kalanlardan olmanızı
engellemek için Rabbiniz size bu ağacı yasakladı." 1367[21]

21- "Ben size nasihat edenlerdenim" diye onlara yemin


etti. 1368[22]

22- Böylece onları aldanmaya doğru sarkıttı. Ağacı


tattıklarında, onlara avret yerleri açılıverdi. Cennet
yapraklarından üzerlerine örtmeye başladılar. Rableri onlara
"Ben sızı agaçdan yasakla-mamışmıydım ve şeytan sizin
için apaçık bir düşmandır dememiş miydim?" dedi.
Yasağı çiğnemenin insanda meydana getirdiği etkilerden
birine dikkatimiz çekiliyor. Yasaklanan meyvadan yenince

1365[19]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/194-195.
1366[20]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/195-196.
Bak:Bakara 35, 1/125
1367[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/196.
1368[22]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/196.
Adem (a.s.) ile Havva validemizin avret yerleri açılıveriyor
ve hemen yapraklarla örtmeye çalışıyorlar.
Demekki daha önce örtülü idiler.
Günümüzde altsız ve üstsüz çıplak dolaşanlara bakıyoruz
çoğunluğu domuz eti yiyip şarap, rakı, şampanya, viski gibi
sarhoşluk veren içkileri içenlerdir. Uluslararası köşeyi
dönenler, haram-helal tanımayanlardır.
İkisinin birlikte ağaçtan tattıklarını haber vererek birlikte
hareket ettiklerini, kabahati birinin üzerine yüklememek
gerektiğine işaret etmiş ve asıl düşmanın şeytan olduğunu
açıklamış. Bazılarının "Adem cennette o meyveden
yemeseydi şimdi cennette olacaktık" sözü Kur'an-ın ha-
berine göre yanlıştır.
Çünkü Adem (a.s.) yaratılmadan önce yeryüzünde yapacağı
hilafet görevi belirlenmiş ve daha sonra Adem
yaratılmıştır. 1369[23]

23- Her ikisi "Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik, eğer


sen bizi afvetmez ve bize acımazsan, biz hüsrana
düşenlerden oluruz."
Belkide yeryüzünde yapılan ilk dua ve tevbedir. Allah (c.c.)
Adem atamızın şahsında hatadan nasıl dönüleceğini
öğretmektedir.
Allah, Rahman ve Rahim olduğundan kullarının
kirlenmesini istemez. Kirlenenlerinde temizlenmesi için dua
ayetlerini indirmiştir.
Bizde bugün Allah'a karşı işlediğimiz suçların afvı için
Allah tarafından Adem (a.s.) öğretilen bu duayı
okuyalım. 1370[24]

24- "Birbirinize düşman olarak inin. Bir zamana kadar

1369[23]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/196-197.
Bak: Bakara 30
1370[24]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/197.
yeryüzünde sizin için yerleşecek yer ve geçinmek
vardır." 1371[25]

25- "Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan


çıkarılacaksınız" dedi.
O yaratıyor, O indiriyor. Bu dünya gemisine O bindiriyor.
Dört mevsim limanlarına dünyamızı uğratıyor. Bu
mevsimlerde çeşitli yiyecekleri O ikram ediyor, insan
oğluna ne oluyorki, bir gemiye binse geminin kurallarına
uyar. Geminin kalkış saatinde gelir. Kendi kamarasına
biner. Yemek saatlerine dikkat eder. Başkasının yerine
oturmaz.
Peki aynı insan bu dünya gemisine binince bu geminin
Rabbimiz tarafından koyulan kurallarına niçin uymaz acaba.
Kurallara uymama konusunda bize sürekli vesvese veren
şeytanın insanlara düşman olduğunu haber veriyor. Bu
ayette "birbirinize düşman olarak inin" denmiş. Kimin kime
düşman olduğu açıklanmamış, ama bu surenin 22 nci
ayetinde düşmanın şeytan olduğu vurgulanmıştır.
Bakara suresinin 28 nci ayetinde de açıklandığı gibi Allah
(c.c.) bizi bu dünyaya getiriyor sonra öldürüyor. Daha
sonrada ahirette hesap vermek, mükafat veya cezaya
çarptırılmak üzere diriltileceğimizi haber veriyor. Ahireti
inkar etmek için şeytanın maskarası olanların durumu 1372[26]
açıklanmıştı. 1373[27]

26- Ey Adem oğulları, muhakkak size çirkin yerlerinizi


örtecek ve sizi süsleyecek elbise indirdik. Takva elbisesi ise,
işte o daha hayırlıdır. İşte bu Allah'ın ayetlerindendır ve
öğüt almaları içindir.
Yasaklan çiğnemek insanın ar damarını çatlatır. Ar damarı

1371[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/197.
1372[26]
Bakara 28 de
1373[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/197-198.
çatlayanlar ise çıplak gezmekten rahatsız olmazlar. Tevbe
kişinin çatlayan ar damarını yeniden dikmektir. Yasak
meyveyi yeyince üzerlerinin açılı-verdiğini ve ağaç
yapraklanyla örtünmeye başladıklarını 19-20 nci ayetlerde
haber vermiştir.
Ar daman çatlamayanlar tekrar örtünürler. Ancak asıl örtü
takva örtüşüdür. Allah'ın gözetimi altında olduğunu
hisseden, bilen inanan bir insanın eli, ayağı, gözü, kulağı
günahdan uzaklaşır, işte bu takva elbise-sidir.
Ancak son zamanlarda, İslamı üzerinden atamamış, batının
küfrünü tutamamış bir kısım insanımız batılı gibi yaşayıp,
İslamı da dilinden düşürmeyip, bu ayeti alarak "asıl olan
takvadır, gönlün temiz olsun" diyerek açılmaya fetva
çıkarmaya çalıştılar.
Rabbimiz ayetinde, önce elbisenin indirildiğini haber
veriyor. Sonra takva elbisesinden bahsediyor. Biz içimizi
Hak için, dışımızı halk için temiz ve güzel tutacağız. 1374[28]

27- Ey Âdem oğulları, şeytan sizin anne ve babanızın çirkin


yerlerini onlara göstermek için onların elbiselerini soyarak
cennetten çıkardığı gibi, sizide fitneye düşürmesin. O ve
onun kabilesi sizi, sizin göremeyeceğiniz yerden görürler.
Muhakkak biz şeytanları, iman etmeyenlerin dostu kıldık.
Onaltıncı ayette açıklandığı gibi şeytan insanların yolu
üzerinde pusu kurmuştur. Rabbimiz bizi uyarıyor. O şeytan,
atanız Adem'i ve eşini kandırdı. Elbiselerinden soydu.ve
cennetten çıkarılmaya sebep oldu. Aynı şeytan sizinde
elbiselerinizi soymak, fitneye düşürmek ve cennetten
uzaklaştırmak ister.
Bu beladan kurtulmanın yolu sağlam mü'min olmakdan
peçer. Çünkü şeytan mü'min olmayanların dostudur. 1375[29]

1374[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/198-199.
1375[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/199.
28- Bir kötülük yaptıklarında "biz atalarımızı bunun
üzerinde bulduk, Allah'da bize onu emretti" dediler. Deki:
"Allah asla kötülüğü emretmez. Bilmediğiniz şeyleri Allah'a
mı söylüyorsunuz?"
Günümüzde belirli yerlerde, altsiz ve üstsüz, anadan üryan
dolaşanlar bununla çağdaşlıklarını vurgulamak isterler.
"Küfür cehpesinde yeni birşey yok" kitabımızda
açıkladığımız gibi, bu çağın kafirleri çıplaklıkta, Mekke
müşrik devletinin insanlarının yaptığını tekrarlıyorlar.
Mekkeli müşrikler "biz elbiselerimizle günahlar işledik.
Onlarla tavaf yapamayız diyerek çırıl çıplak Ka'beyi tavaf
ediyorlar ve bu yaptıklarımda Allah'a havale ediyorlardı.
Günümüzde birçok insan "Allah dilemeseydi ben adam
öldürmezdim, hırsızlık yapmazdım. O diledi ben yaptım"
diyorlar. Bunların sözü-., de yine Mekkeli müşriklerin
"Allah dileseydi biz müşrik olmazdık" 1376[30] sözüne benzer.
Allah hiçbir kötülüğün yapılmasına emir vermez. Ancak o
kötülüğün yapılmasına izin verir. 1377[31]

29- Deki; "Rabbim adaleti emretti. Her secde yerinde


yüzünüzü doğrultun, dini ona halis kılarak, ona dua edin.
Sizi yarattığı gibi döneceksiniz.
Sözlerinizde davranışlarınızda adil olun. Adil olmanın
ölçüsüde Kur1 an olmalıdır. Müşrikler, hırsızlar, köşe
dönenler, fahişeler yani kötülüklerle meşgul olan herkes
yaptığı işi kendi akıl terazisinde tartarak yapıyor ve o adil
oluyor. Adil olmak için Allah'ın indirdiği ölçülere riayet
edilmelidir.
Bakara suresinin 145 nci ayetinde peygamber efendimize
"Eğer sen, sana gelen ilimden sonra onların heva (kanun)
larına uyarsan o takdirde sende zalimlerden olursun"
buyurur.
1376[30]
En'am 148
1377[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/199-200.
Yani eksik teraziyle en doğru insan birşeyler tartsa
zulmetmiş olur. Kişinin şahsi dürüstlüğü, terazinin
yanlışlığını düzeltmediği gibi, eğer insanların koyduğu
kanunları peygamber bile tatbik etse yanlış netice
verir.
Secde yerlerinde bütün varlığınızla Allah'a yöneliniz.
Nerede olursanız olun. Afrika'dan Ka'beye, Japonya'dan
Ka'beye, Kuzey Kutbundan Ka'beye yönelin.
Günde beş defa Ka'beye yönelirseniz siyasi, ticari, ahlaki
yaşantınızda kaybolmazsınız.
Bütün işlerinizi Allah için yapacak ve gösterişten
uzaklaşacaksınız. Yaptığınız Kur'an ve sahih sünnete
uyacak. 1378[32]

30- Bir kısmına hidayet verdi, bir kısmı da dalaleti haketti.


Çünkü bunlar Allah'ı da bırakıp şeytanları dost edindiler ve
kendilerini hidayette sandılar.
Şeytanları dost edinenler dalaleti, sapıklığı hak ettiler.
Allah'ı dost edinenlerede Allah hidayeti lutf etti.
Allah hiçbir kulunu zorla sapıtmaz. Kul kendisi azar. Azan
insanda yaptığının iyi olduğunu zanneder. Böyle
zannetmese zaten kafir olamaz. 1379[33]

31- Ey Ademoğulları, her mescide varışınızda güzel


elbiselerinizi alınız. Yeyiniz, içiniz fakat israf etmeyiniz.
Çünkü o israf edenleri sevmez.
Yeryüzü mescid olduğuna göre daima güzel ve temiz
giyinmeye, güzel görmeye, güzel konuşmaya, güzel
davranmaya dikkat edelim.
İsraf deyince, hatırımıza elektrik düğmesine basmak,
çeşmelerimizin lastiğini değiştirmek, ekmek artıklarını
atmayrp tirit yapmak gelir. Bütün bunlar israfdır. Ancak,
1378[32]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/200.
1379[33]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/200-201.
israf edilen şeylerin değerine göre israf önem kazanır.
Mesela bir gram altını atıvermekle bir dilim ekmeği
atıvermek aynı şey değildir. Gözümüzde altının israfı daha
büyüktür.
Yaratılmışlar içinde en değerli yaratık insan olduğuna, yerde
ve göktekilerin insan için yaratılıp, insana hizmet ettiğine
göre, asıl israf edilmemesi gereken şey İnsan'dır. 1380[34]
İsraf: "İnsanın yaptığı şeylerde haddi aşmasıdır" diye tarif
edilmiş. (El müfredat, Rağıh israf maddesi) Rabbine ibadet
etmesi için yaratılan insanın, isyan etmesi haddi aşmaktır.
Dünyadan cennete doğru uzayan sıratı müstakimden çıkıp,
cehenneme doğru yol alması haddi aşmaktır, israfdır.
Sıratı müstakiymde, insanlara kılavuzluk yapan
peygamberlere uymaması, onların kılavuzluğunu reddetmesi
kendini israftır.
Kur'an-ı Kerimde insan israfından bahseden ayetler,
yiyecek, içecek maddelerinin israfından bahseden
ayetlerden fazladır. Çünkü güneş ve güneş enerjisi, su
enerjisi, toprak ve ürünleri, deniz ve ürünleri hepsi insan
için yaratılmış, öyle ise hiçbir şey israf edilmemeli
yaratıldığı gayenin dışında kullanılmamalı, özellikle de israf
edilmemeli.
Kur'an-ı Kerime göre "Nesyen mensiyye olmak" unutulup
gitmek de bir israfdır. Rabbini unutanların unutulacağı,
böylece israf edenlerin cezalandırılacağı haber verilir. 1381[35]
İnsanlık tarihinde tanınan en eski insan Hz. Adem (a.s.)dır.
Sonra diğer peygamberler. Kabil, Firavun, Nemrud gibilerin
unutulmaması ise Allah'ın gazabına uğrayanlardan bir
kaçının teşhir edilmesiyle insanların aynı duruma düşmesini
Önlemektir. Onlarında Kur'an da teşhiri elektrik direklerine
asılan, çarpılmış insan kafası iskeleti gibidir. Başkalarını
sakındırmak içindir.
1380[34]
K. Kerim Bakara 2129 İbrahim 14/32
1381[35]
K. Kerim Ta'ha 2011261127
Kendi canına acımayıp, inkarla israf eden kafirler bu
dünyada unutularak cezalarını çektikleri gibi ahirette
cehenneme atılıp, orada ebediyyen kalmalarıyla cezalarını
çekecekler.
Dünyanın hiçbir devletinde devlet başkanının onbin tane
arkadaşının adı, doğum tarihi, ölüm tarihi ve hizmetleri
tesbit edilmiş değil. Ama peygamber efendimizin
arkadaşlarından onbinden fazlasının adını, doğumunu,
hizmetlerini ve ölüm tarihiyle yerini bilmekteyiz. (Elisabe,
üsd-ül-Gabe, el-istiab, Tabakan ibnisa'd gibi eserlere bak)
Onlar Rabbini unutmayınca Rabbimiz onların adını
kıyamete kadar koruyacaktır ve onlar rahmetle anılmaktadır.
Kendimizi israf etmeyelim Rahmanın kullarına rahmetle
bakalım da rahmetle anılalım.
Kur'an-ı Kerim israfcı insanlardan bir kısmının da
yeryüzünde bozgunculuk yapan, İslah etmeyenler olduğunu
ve onlara katiyen itaat edilmemesi gerektiğini şöyle haber
verir:
"Yeryüzünde bozgunculuk yapan İslah etmeyen israfcıların
emrine itaat etmeyiniz." 1382[36]
Eşlerin arasını bozan, ürettikleri pisliklerle havanın,
toprağın, denizin dengesini bozan, gül gibi insanların
ahlakını bozan, çiçeklerin rengini solduran, insanlara itaat
etme. Onlar insan israfı yapmaktalar. Bir araya geldiklerinde
"benim elimdeki silah iki milyon insan Öldürür, seninki bir
milyon öldürür yarışı" yapmaktalar. Rabbimiz onlar için
"Kalbleri hasta" 1383[37] tabirini kullandıktan sonra "onlara
bozgunculuk yapmayın denildiği zaman, onlar: biz ıslah
ediyoruz derler. İyi bilinki onlar bozguncuların ta
kendisidirler. Ancak (hasta olmaları sebebiyle) bunu
farkedenıezler" buyurur. 1384[38] İnsan israfında kapitalistlerle

1382[36]
K. Kerim Şuara 261151
1383[37]
K. Kerim Bakara 2/10
1384[38]
K. Kerim Bakara 2111-12
aynı olan koministler ekmek israfını kendilerine slogan
yaptılar. Ekmeği üreten ve ona sahip olan insandır. O halde
asıl israf edilmemesi gereken şey insandır.
İnsanların düşünme ve fikir beyan etme haklarını ellerinden
alan ve "Ben size kendi görüşümü gösteriyorum ve sizi
doğru yoldan başkasına götürmem" 1385[39] diyen ve kendi
emirlerine uymayanları öldürmeye teşebbüs eden ve bir
kısmını öldüren firavunu, israfcı olarak niteler Kur'an-ı
kerim. 1386[40]
Peygamberi inkar edenlerin, 1387[41] Kur'ana inanmayanların
müsrif olduğunu 1388[42] haber verir Rabbimiz. Kılavuzu takip
etmeyen, cehalet ve küfür bataklığına çakılıp boğulan insan
kendisini israf etmiştir.
Rabbimiz "Kadınlarınız sizin için tarladır" buyurmuş.
Tohumunu tarlaya atmayan, erkeklerle ilişki kuran ve Hz.
Lut (a.s.)'a inanmayan topluluk hakkında da israfcı
kelimesini kullanmaktadır Rabbimiz. 1389[43] Bugün aynı
melaneti işleyenler bunu medeniyet adına yapıyorlar.
İlaçlarla, tarlaya atılan tonumu çürütenler, tohumu naylon
torbalara dolduranlarda aynı israfı yapmaktadırlar.
Edison'un babasıda bu israfı yapsaydı, bu kitabı ancak mum
ışığında okuyabilirdik.
Yüz seneden beri "Efendim tırnak kesmenin adabından
devlet yönetmenin adabına kadar her sahada doktora tezleri
hazırlanmadan hedefe varılmaz" teranesini tekrarlayıp
duranlar, yirmi bir yaşında İstanbul'u fethetmesi,
Ayasofya'yı açması gereken gençlerimizi Ayasofya'nm mi-
marı, ve mimarisi ve hattatları üzerine doktora tezleriyle
meşgul eden zihniyet, insan israfı yapıyor demektir.
Eğer Akşemseddin'de Fatih'e aynı sözleri söylese idi,

1385[39]
K. Kerim Mümin 40129
1386[40]
K. Kerim Mümin 40/28
1387[41]
K. Kerim Mü'min 40134 Yasin 36/19
1388[42]
K. Kerim Zuhruf 4315
1389[43]
K. Kerim Zariyat 51/34
İstanbul bugüne kadar fethedilmezdi.
Mısır'ı fetheden Amr b. As, İstanbul'u fetheden Fatih Sultan
Muhammed Ezher Üniversitesinin veya İstanbul'da yapılan
doktora tezlerini okumaya başlasalar yüz senelik ömürleri
okumaya yetmez. Ömür biter okuma bitmez.
Bu da bedenlerin ve beyinlerin israfıdır. "Allah israf
edenleri sevmez.
Bunlar yapılsın mı? sorusunu soranlar var. Evet yapıl in ama
eline kalem ve kitap verilen Ebu Hureyre ile müslüman olur
olma? ehne ki linç verilen Halid b. Velid, müslüman olunca
hemen elçi olarak gönde rilen Amr b. as gibi
değerlendirilsin insanlarımız.
Harbiye'ye gitmesi gerekeni müzisyen olmaya, resim
kabiliyeti olanı, puan kırbacıyla doktor olmaya, şairi
baytarlığa zorlamak, o insanımızı israf etmek
demektir. 1390[44]

32- Deki; "Allah'ın kullan için çıkardığı temiz, hoş zinet ve


rızı ki ar d An bir kısmını haram kılan kimdir?" Deki;
"Bunlar, dünya hayatında iman edenlerindir. Kıyamet
gününde ise yalnız onlarındır." Bilenler için ayetlerimizi
böylece açıklıyoruz.
Bu dünyadaki nimetleri Allah (c.c.) kendi kulları için
çıkardığını ifade ediyor. Peki kafirler Allah'ın kulu değiller
mi? Sorusunun cevabını ayet-i kerime hemen veriyor ve
"dünya hayatında bu nimetler iman edenler içindir" diyor.
Yani çiçekleri, böcekleri, denizleri, yıldızları Allah (c.c.)
kendi kulları için yaratmış. Bu kullar arasındaki, kanını,
kalbini, aklını, dilini, elini, kolunu yaratan Allah'ı inkar eden
kafirler ise davetsiz, izinsiz destursuz zorbalar gibidirler,
Yalnız buradan şu hatıra gelmesin. "Yahudiler dünyanın
kendilerine ait olduğunu, diğer insanların birer inek gibi

1390[44]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/201-204.
yahudilere hizmet etmesi gerektiğine inanırlar.
Müslümanlıkda böyle mi? denmesin. İslamiyet bir ırkın dini
değildir. Yahudilikten dönen Abdullan b. Selam, İranlı
Selman, Suheybi Rumi, Habeşli Bilal (r. an Mim) «ribi ayrı
ırkdan insanlar İslama girerek şereflenmişler.
Yeri göğü yaratan, çiçeklerle, nimetlerle donatan diyorki;
"bu nimetler, bana ve benim gönderdiğime iman
edenleredir" diyor. Kafirler, Allah'ın mülkünde Allah'a karşı
gelerek haksız yollardan mal kazananlardır. Ahiret nimetleri
ise yalnız mü'minleredir. 1391[45]

33- Deki; "Rabbim ancak açık ve gizli kötülüğü, günahı,


haksız yere tecavüzü, hakkında hiçbir delil indirmediği
halde Allah'a ortak koşmanızı ve bilmediğinizi Allah'a
nîsbet etmenizi haram kıldı."
Yaratıcısına isyan eden, yaratılmış insanlardan birinin
koyduğu kanunlara itaat eder. O yaratılmış insan, gizli
yerleri göremeyince, kapalı kapılar ardında kanun koyucular
bile bir çiğnemlik yiyecek için koydukları kanunu çiğnerler.
Ama Allah'a ve onun indirdiğine inananlar Allah'ın herşeyi
bildiğini ve gördüğünü kötülüğün gizli ve açığını haram
kıldığını bildiklerinden bilgi ve imanları onların koruyucusu
olurlar.
Allah'dan başka kimsenin birşeyi haram veya_helal kılma
hakkı yoktur. Yaratılmışlar üzerinde hüküm verme hakkı
yaratana aittir. Peygamberler bu yetkiyi Allah'dan
aldıklarından onların hükmüde Allah'ın hükmü kabul edilir.
Allah'ı insanlar tarif ederlerse yanılırlar. İnsan kendisini bile
tarif edebilmiş değildir. Allah kendisim, indirdiği kitaplarda
nasıl tarif etmişse biz öyle iman edeceğiz.
Günümüzde "Allah'a imanımız var. Kur'ana imanımız var.
Ancak bindörtyüz sene öncesinin kanunlarıyla toplumu

1391[45]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/204.
idare edemeyiz" diyenler kendilerine göre bir ilah tarifi
yapıp ona iman ediyorlar.
"Biz bindörtyüz sene önce var olan buğdayı bu çağda
yiyemeyiz, . bindörtyüz sene önceki koyunun etini yemek
çağdaşlığımıza yakışmaz" demiyorlar. 1392[46]

34- Her ümmetin bir eceli vardır. Onların eceli gelince bir
saat gecikmez, öne de geçmez.
Bakara suresinin 213 ncü ayetinde "ümmet" Kur’anı
Kerimde hangi manalara geldiğini açıklamıştık Burada aynı
inanç ete fmda toplanan insanlar kasdedilmiştir. Bugünkü
ifade ile her milletin bir eceli vardır.
Osmanlı devletinin kuruluşu, büyümesi ve üç kıtaya dal
budak salması, çınar ağacına benzetilerek anlatılmıştı.
Her çınarın bir ömrü olduğu gibi her devletinde bir ömrü
vardır. İnsanın görevi ömrünü iyi değerlendirmektir.
Devletlerin ve milletlerin görevide her anını iyi
değerlendirip, Rabbinin huzurunda mahcup olmanı akdır.
İnsanın ölümüne sebep çeşitli hastalıklar olduğu gibi
toplumların ölmesinede başta inkar hastalığı ve onun
ürettiği fuhuş, israf, anarşi, kirlilik ve diğer hastalıklar sebep
olmaktadır. 1393[47]

35- Ey Ademoğulları, eğer size aranızdan ayetlerimizi


okuyacak peygamberler gelirse, kim sakınır ve amelini
düzeltirse onlara korku yoktur ve onlar üzülmezler.
Allah'ın (c.c.) peygamber gönderme zorunluluğu yoktur.
Ancak kullarına olan rahmeti gereği eğer peygamber
gönderirse kullara düşen görev o peygamberin söylediğini
yapmak, karşı gelmekden sakınmakdır.
Tabiidirki peygamberde Allah'ın ayetlerini anlatır. Yoksa,
kendi helvasına çağıran insanlara uymak, uyan insanlar için
1392[46]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/204-205.
1393[47]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/205-206.
en büyük zillettir.
Biz Aziz olan Allah'ın ayet1erine uyarak izzeti bulacağız.
İzzete kavuşan mü'min, Allah'dan korktuğu için Allah'ın
yarattıklarından korkmaz. Kıyamette de mahzun
olmaz. 1394[48]

36- Ayetlerimizi yalanlayıp, onlara karşı kibirlenenler


varya, îşte onlar cehennem yaranıdırlar ve orada ebedi
kalıcıdırlar.
Allah'ın ayetlerini yalanlayanlar var. "Bu ayetleri
Muhammed uydurdu" diyenler. "Bunlar Allah'ın ayetleridir.
Ancak günümüzde geçerli değildir. Bizim kanunlarımız
topluma daha faydalıdır" diyerek kendi aklını Allah'dan
üstün görüp kibirlenenler o geri zekalarıyla kendilerini.
cehenneme odun yapmaktalar."
Günümüzde müslümanlar arasında türeyen bir kısım
insanlarda Al-îah'dan daha merhametli olduklarını ortaya
koymak için "kafirler cehennemde ebedi olarak
kalmayacaklar. Çünkü ayette "Haüdine" diyor, "Ebeden"
demiyor. Cennetlikler için ise "Halidine fiha ebeden diyor
diye iddia ediyorlar.
Buyursunlar Ahzap suresinin 64-65 nci ayetlerini, Cin
suresinin 23 ncü ayetlerini okusunlar ve kafirlerin
cehennemde ebediyen kalacaklarını görsünler.
Cennet ve cehennem kimsenin tekelinde değildir. Onları
yaratan Allah (c.c.) oraya kimlerin gireceğini, nasıl
gireceğini insanlara Kur'an-ı Kerimin bildirmiştir 1395[49]

37- Allah'a karşı iftirada bulunan veya O'nun ayetlerini


yalanlayandan daha zalim kimdir? Onlara kitapda yazılı
olan payları (dünyada) erişecektir. Canlarını almak için
elçilerimiz onlara geldiklerinde Allah'dan başka taptıklarınız
1394[48]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/206.
1395[49]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/206-207.
nerede? diyecekler. Onlarda "bizden kaçtılar" diyecekler ve
kafir oldukları konusunda kendi aleyhlerine şahidlik
yapacaklar.
Yukarda 31 nci ayette dünya nimetlerinin mü'minler için
olduğunu, yani yönetimini ele geçirip adaletle yönetilmesi
gerektiğini ifade etmiştik. Burada kafirlerin de bu dünyada
kendilerine takdir edilen paylarının olduğunu ifade ediyor.
Onların canlarını alanlardan bahsederken "elçi"miz
demiyorda "elçilerimiz" diyor. En'am suresinin 61 nci
ayetinin tefsirinde İbrii Kesir, "ölüm meleğinin"
yardımcılarının olduğunu İbni Abbas'dan nakl ediyor.
Biz "zalim" deyince döven, söven, mal gasbeden, işkence
yapanı hatırlarız. Halbuki bu kötülükler, bir zalimin içindeki
zulmün dışa yansımasıdır.
Asıl zalim, Allah'ın ayetlerini yalanlayan, yürürlükden
kaldırandır. Allah'ın ayetlerini yürürlükden kaldıran, ahireti
inkar eden adam zalimdir. Onun yaptıklarıda
1396[50]
zulümdür.

38- "Sizden önce geçen cin ve insan ümmetlerinin içinde


ateşe girin" der. Her ümmet (ateşe) girdiğinde kardeşine
la'net eder. Hepsi oraya varınca sonrakiler öncekilere "Ey
Rabbimiz bizi işte bunlar sapıttı. Onlara ateşin azabını kat
kat ver" derler. "Herkes için kat kat vardır, ancak siz
bilmezsiniz" der.
"Kötü bir adeti topluma yerleştirenler, bilsinlerki o kötü adet
işlendiği müddetçe her işleyenin günahının benzeri ilk adet
edenede yazılır." 1397[51]
Küfrün önderleri silah zoruyla, parayla, eğitim yoluyla
insanları İs-lamdan uzaklaştırmanın cezasını kat kat
çekeceklerdir
Ahzap suresinin 68 nci ayetinde açıklandığı gibi kafir
1396[50]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/207.
1397[51]
Müslim, ilim 15.
yöneticilere uyanlar ahirette "Rabbimiz onlara azabı iki kat
ver" diye dua edecekler.
Yöneticiler dikkat etsinler. Yönetici olmayanlarda eşi,
dostu, çocukları üzerinde kötü bir etkide bulunursa o etkinin
cezasını kat kat çekecektir. 1398[52]

39- Öncekiler; sonrakilere "sizin bize hiçbir üstünlüğünüz


yoktu. Kazandıklarınıza karşılık azabı tadın" derler.
Küfrün veya günahın öncüleri, kendilerine uyanlara, yani
arkalarından gelenlere; "niçin biz iki kat azap
çekecekmişiz.? Sizde bizimle beraberdiniz" diye itiraz
edecekler.
Saffat suresinin 28-32 nci ayetleri, yöneticilerle onlara
uyanların ahirette yapacakları konuşmayı verir. Yöneticiler
"Bizim sizin üzerinizde bir nüfusumuz yoktu. Siz azgın bir
toplumdunuz" diyecekler. Sonrada evet biz azgın idik sizide
azdırdık diyecekler. Böylece kafir yöneticiler hem kendi
azgınlıklarının cezasını hem de azdırdıklarının cezasının
benzerini çekecekler. Aman dikkat edin. Kötü yönetici veya
kötü örnek olmayın. 1399[53]

40- Muhakkak ayetlerimizi yalanlayanlara ve onlara karşı


kibir-lenenlere göğün kapıları açılmaz. Deve iğne
deliğinden geçmeden cennete giremezler. İşte suçluları
böylece cezalandırırız.
36 nci ayette Allah'ın ayetlerini yalanlayıp o ayetlere karşı
kibir-lenenlerin cehennem yaranı olduğunu haber vermişti.
Önemine binaen tekrarlandı. Çünkü dünyada zulüm,
işkence, gasp, darp, harp, kan, gözyaşının tamamı Allah'ın
ayetlerini reddetmenin ve kibirlenmenin neticesidir.
Allah'ın ayetlerini yürürlükten kaldırıp, kendi aklının
salyasını Allah'ın ayetlerinden üstün görenlerin iyi amelleri
1398[52]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/208.
1399[53]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/208-209.
dahi Allah'a yükselmez. Kocaman deve iğne deliğinden
geçemediği gibi bu kafirlerde cennete giremeyecekler.
Mü'mine karşı cesaretli, kafire karşı merhametli, sapık bir
bilgin çıkıpda "efendim bu ayet kafirlerinde cennete
gireceğine delildir. Deve kesilir, günümüz teknolojisi ile
iplik haline getirilir, iğneden geçer böylece kafirlerin de
cennete girmesi müjdelenmiş olur" demesin. Rabbimiz
kafirlerin cennete gitmeyeceğini ifade etmek için bu olmazı
misal vermiş. "Deve" demiş. İplik dememiş. İplik haline
gelince deve olmaktan çıkar. 1400[54]

41- Onlar için, cenennemaen yaıaK ve usııerınueue onu


vaıuu. işte zalimleri böylece cezalandırırız.
Parmağınız kibritin ateşine bile dayanamazken, bu nazik
vücutlarımız ateşten döşekle, ateşten yorganın içine nasıl
girecek. Allah'ım mü'minleri ateşin azabından koru.
Bakara suresinin 254 ncü ayetinde "Kafirler zalimlerin ta
kendisidir" buyruluyor. Her kafir zalimdir. Ama her zalim
kafir değildir.1401[55]

42- İman edip ameli salih işleyenler. Kişiye ancak gücünün


yettiği kadar yükleriz. İşte onlar cennet yaranıdırlar. Onlar
orada ebedidirler. 1402[56]

43- Gönüllerinden kini çıkaracağız. Ayaklarının altından


ırmaklar akar. "Bizi buraya kavuşturan Allah'a hamdolsun.
Eğer Allah bize hidayet vermeseydi, biz doğru yolu
bulamazdık. Muhakkak Rabbimizin elçileri gerçeği
getirmiştir" diyecekler. "Yaptığınız amellere karşılık işte
mirasçısı kılındığınız cennet" diye nida olunur.
İnsanoğlu, bu dünyada bir ev, bir bahçe, bahçesinde meyve

1400[54]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/209.
1401[55]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/209-210.
1402[56]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/210.
ağaçları, güller ve bir havuzu olması için ömrünü veriyor.
Gençliği gidiyor. Gölgeden, meyveden, yağdan, baldan zevk
alamaz yaşa gelince bunlara sahip oluyor ama dünyaya
doyamadan ölüyor.
Bir gülü dünyanın tamamından daha değerli olan, cennette
altından ırmaklar akan köşklere insan sahip olmak istemez
mi?
Cennetin Kur'an-ı Kerimde tarif edilen özellik ve
güzelliklerini 1/110 ncu sahifede Bakara suresinin 25 nci
ayetinin tefsirinden okuyunuz. Öleceksiniz. Cenneti
kazanacak işler yapınız. 1403[57]

44- Cennet yaranı, cehennemliklere; "Biz Rabbimizin bize


va-adettiğini gerçek bulduk. Sizde Rabbinizin size
vadettiğini gerçek buldunuz mu?" diye bağırırlar. Onlar
"evet" derler. Aralarında bir i'lancı " Allahk'ın la'neti
zalimler üzerine olsun" diye bağırır. 1404[58]

45- Onlar, Allah'ın yolundan alıkoyanlar ve yolun eğriliğini


isteyenlerdir. Ve onlar ahireti inkar edenlerdir.
Dünyada iken insanları doğru yoldan çevirip eğri yollara
sevke-den, gönüllerdeki imanı çıkarıp küfrü yerleştirmeye
çalışan, körpecik çocuklara Rabbini değilde, Rabbimizin
yarattığı insanı en büyük olarak tanıtanlar, cehennemde
Allah'ın onlara va'dettiğiyle karşılaştıklarında yapacak
birşeyleri kalmamış olacak. 1405[59]

46- İki taraf arasında perde vardır. Sûrlar üzerinde her iki
tarafida simalarından tanıyan adamlar vardır. Henüz cennete
girmeyen ve girmeyi uman bu adamlar cennet yaranına
"Selamün aleyküm" derler. 1406[60]
1403[57]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/210.
1404[58]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/210-211.
1405[59]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/211.
1406[60]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/211.
47- Gözleri ateş ehline doğru çevrildiğinde "Rabbimiz, bizi
zalim kavimle beraber kılma" derler.
Hadid suresinin onüçüncü ayetinde cennetle cehennem
arasında sûr olduğunu haber verir.-Bu sureyede "A'raf"
denmiştir. Sevabı günahından ağır gelenler cennete, kafirler
ve günahı sevabından ağır gelenler cehenneme girecekler.
Mü'minler günahının cezasını çektikten sonra cennete
geçeceklerdir.
A'rafta, kalanlar ise gün ahiyi a sevabı denk olanlar,
günahlarının cezasını orada çekecekler. Bir tarafta
cehennemin dehşetli sahnelerini seyrediyor, öbür tarafda
cennetin güzelliklerini seyrediyor. Sûr üzerindeki mü'min
cehennem ateşinde yanmaz, ama Buharının1407[61] rivayet
ettiğine göre efendimiz, "o adamın cehennem kokusundan
zehirleneceğini, alevinden rahatsız olacağım" haber veriyor.
Allah korusun cehennem alevi yakacak, dumanı zehir-
leyecek, öbür tarafa baktığınızda cennet ırmakları arasında
koyu gölgelerde, ipekli koltuklara dayanmış insanlar ve
nimetler göreceksiniz. Buda azaptır.
Camın arkasındaki sevdiğine kavuşamayan insanın acısı
gibi danada şiddetli. İşte bu azabida tatmamak için
sevabımızı artıralım. 1408[62]

48- Sûr üzerindekiler, simalarından tanıdıkları adamlara


"Topluluğunuz ve büyüklük taslamanız size fayda vermedi"
derler. 1409[63]

49- "Allah hiçbir rahmete bunları erdirmez" diye yemin


ettikleriniz (müstez'aflar) bunlarmıydi? derler. O
(müstez'aflara) "Giriniz cennete, size korku yoktur, siz

1407[61]
k. ezan babı fazlı-s-sücud da.
1408[62]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/211-212.
1409[63]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/212.
üzülmeyeceksinizde" buyurur.
Askeri güçleri, ekonomik güçleri, siyasi güçlerinin
kendilerine fayda vermediğini gördüler. En'am suresi 94 ncü
ayette herkesin ahi-rete teker teker geleceğini haber verir.
Beraberinde ancak yaptıkları olacaktır.
Mali gücü olmayan mü'minleri, alaya alan kafirler "Allah
bunlarımı cennete koyacak? Bizim gibi hatırlı, zengin güçlü
kuvvetli insanlar varken, bunları cennetine koymaz diyenler,
o mü'minlerin cennete girişini görecekler. 1410[64]

50- Cehennemlikler, cennet yaranma; "üzerimize su veya


Allah'ın size verdiği rızıkdan akıtın" diye çağırırlar. "Allah
onları kafirlere haram kıldı" derler. 1411[65]

51- Onlar dinlerini, oyun ve eğlence edindiler. Dünya hayatı


onları kandırdı. Onların bugünü unuttukları ve ayetlerimizi
inkar ettikleri gibi bizde onları unutuyoruz.
Şeyh Sadi Şirazi "Gülistan" isimli eserinde; develerinde
altın, gümüş, yakut yüklü olan bir tacir çölde susuzluktan
ölmüş ve kum üzerine "Bir bardak suya bütün varlığımı
verirdim" diye yazmış diyor.
"Gelin bugün yanalım yarın yanmamak için"
Yarın yanmamak için, yarın üzerimize su dökün diye ,y al
varmamak için bu dünya hayatında hakka ibadet, halka
hizmetle devam edelim. 1412[66]

52- iman eden bir topluma rahmet ve hidayet olsun için, biz
onlara kitap getirdik ve onu bir ilimle açıkladık. 1413[67]

53- Onlar ancak sonucun ne olacağına bakıyorlar. O gün so-


nucu gelir. Daha önce onu (ahireti) unutanlar "Rabbimizin
1410[64]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/212.
1411[65]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/213.
1412[66]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/213.
1413[67]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/213.
elçileri şüphesiz bize gerçeği getirmişlerdi. Bize şefaat
edecekler varmı ki bize şefaat etsinler, yahut dünya geri
çevrilsede yaptıklarınızdan başkasını yapsak" derler.
Muhakkak kendilerine yazık ettiler ve uydurdukları şeylerde
onlardan kaybolup gittiler.
Allah (c.c.) kitabını kendi indiriyor ve yine kendisi
açıklıyor. Ama bu açıklamada bir ilim üzerine oluyor. Sure,
ayet ve kelimelerin manalarını, ahkamını öğrenmek için
mutlaka bir ilme ihtiyaç var.
Herhangi bir sanatı öğrenmek için bile sanatkarın yanında
çalışmak gerekir. Rabbimizin kelamını anlamak içinde ön
hazırlık ilmi gerekir.
Kafirler ahireti inkar ediyorlar. "Ne zaman diye alaylı bir
şekilde soruyorlar. Birgün mutlaka başlarına gelecek, beni
filan kurtarır dediklerinde çaresizliğini görecek ve "keşke
bunların peşinden gitmeseydim" diyecek.
Ne mutlu Allah'a ve ahirete iman edenlere. 1414[68]

54- Şüphesiz Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan,


sonra arşı üzerine istiva eden, gündüzü, durmadan
kovalayan geceyle bürüyen, güneşi, ayı ve yıldızları emrine
boyun eğdiren Allah'dır. İyi bilin ki yaratma ve emretme
ona aittir. Alemlerin Rabbi Allah'ın şanı yücedir.
Bizim yaratıcı, yaşatıcı ve yönetici olarak iman ettiğimiz
Rabbimiz yerleri ve gökleri yaratmıştır. Geceyi gündüze
katmıştır.
Dünyadan milyonlarca kerre büyük olan güneşi yaratmış,
yakıtını hiç eksiltmemiştir. Allah'dan başka ilah edinenler, o
ilahın sözlerini Allah'ın kelamına tercih edenlerin ilahı bir
sinek bile yaratamazken nasıl olurda ona boyun eğerler.
Emretmek yaratana aittir. Yaratmayan, ancak yaratılan
birinin aklının salyasını Allah'ın kelamının üstünde tutan

1414[68]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/213-214.
insanlar, insan dışkısını yiyenlerden daha adice bir iş
yapmış olurlar.
İnsan dışkısı yiyenler zararı bu dünyada olur. İnsan aklının
salgısını Allah'ın kelamından üstün tutanlar iki dünyada da
zarar görürler. İstiva konusunda imamı Malikin dediğini
derim. "İstiva ma'lum, keyfiyeti meçhuldür" Bu konuda soru
sormakta bid'attır.
Sınırlı olan akıl sınırsız olan Allah'ı düşünemez. Düşünse
bile kendi sınırları içinde düşünür. Büyüklerden biri
"Gönlüne ne gelmişse Allah onun dışındadır."1415[69]

55- Rabbinize yürekden, için için dua ediniz. Şüphesiz o


aşırı gidenleri sevmez.
Bakara suresinin 186 ncı ayetin de açıkladığımız gibi dua
ederken bütün varlığımızla yürekden dua etmeliyiz. Dilimiz
dua ederken yüreğimiz, kalbimiz ve kalıbımızda bu duaya
katılmalıdır. Rabbimiz bize bizden daha yakın olduğundan
dua ederken bağırıp çağırmaya gerek yok. 1416[70]

56- Düzeltildikden sonra yeryüzünde bozgunculuk


yapmayın. Korkarak ve ümit ederek O'na dua edin. Şüphesiz
Allah'ın rahmeti muhsinlere yakındır.
Toprağı insan kanıyla ilk kirleten, babası ve peygamberi Hz.
Adem'e isyan eden Kabil'dir. Çocukları topluca Öldüren,
kendini tanrı ilen eden Firavundur.
İnsanların hür iradelerine gem vuran ve insanları kendi
doğrultusunda yönetmeye çalışan, başkaldıranları
işkencelerle öldüren Nemrut, Karun, Haman, Ebucehil gibi
adamlardır.
Bugünde aynı yolda yürüyen kafirler insanların beyinlerini
kirlettiler, kalblerine kilit vurdular. Çıkarları için havayı,
denizleri ve karalan kirlettiler.
1415[69]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/214-215.
1416[70]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/215.
Silah ticareti yapacağız diye milletleri birbirine düşürdüler.
Silahlan bitince barışçı rolünde ortaya çıktılar.
Biz ifsad değil, İslah erleriyiz.Yaptığımızı Allah'ın rızasını
ümit ederek, gazabından korkarak yaparız. Biliriz ki
Allah'ın rahmeti, Allah'ı görür gibi ibadet eden, güzel gören,
güzel yapan, güzel dağıtan insanlar üzerinedir. 1417[71]

57- Rahmetinin önünde müjdeci olarak rüzgarları gönderen


O'dur. Ağır bulutları yüklendiğinde onu ölü ülkeye gönderir,
onunla su indirir ve onunla meyvelerin her çeşidinden
çıkarırız. İşte ölüleride böylece çıkarırız. Umulurki ibret
alırsınız. 1418[72]

58- Güzel ülkenin bitkisi Rabbinizin izniyle (güzel ve bol)


çıkar. Kötü olamnki ise zor çıkar. Şükreden bir kavim için
ayetlerimizi biz böyle açıklarız.
Kur'an-ı Kerimde ayetlerin Allah tarafından indirildiği
"Enzele" kelimesiyle ifade edildiği gibi yağmurun
bulutlardan Allah tarafından indirildiği de "Enzele"
kelimesiyle açıklanmıştır.
Yağmur ölü toprakları diriltip çiçeğe ve meyveye
dönüştürdüğü gibi, Kur'an ayetleri de ölü kalblerin ve
toplumların dirilmesine medeniyet meyveleri vermesine
sebeb olur.
İşlenmiş güzel topraklarda yağmurun bereketi daha fazla
olduğu gibi, şirk ve isyandan temizlenmiş canlarda Kur'an
nimetini gösterir.
İşlenmemiş gen topraklar gibi olan insanlara Kur'an ayetleri
okunduğunda, çorak topraklarda biten otlar gibi verimsiz
olur.
Onun için önce insanlar suya hasret topraklar gibi Kur'ana
olan ihtiyacını bilecek. Toprağın yarılıp ağzını açarak
1417[71]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/215-216.
1418[72]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/16.
yağmuru beklediği gibi kalbini ve kulağını Kur'ana açacak.
Anadoluda yağmurun bir adida rahmettir. "Rahmet yağdı"
derler. Ecdadımız kelimeleri seçerken bile Kur'anı olmasına
dikkat etmişler.
Rahmet yağarken bülbül ile akrep ayırımı yapmaz. Her
ikisinede yağar ve ikisinede rahmet olur. Bülbülün gülüne
güzellik katar, akrebin zehrini azaltır. Rahmeti bol olan
bölgelerin akrebi insanı sokarsa fazla zarar vermez. Çöl
akrebi sokarsa Ölümüne sebep olur.
Rahmet peygamberinin, rahmet ümmetide rahmet gibi
yağacak. Mü'min, kafir, salih, asi, günahkar ayırımı
yapmadan Allah'ın rahmet damlası gibi olan ayetlerini her
gonüle yağdıracak ölü toprakları yeşertecek.
Yağmur yağmadan Önce rahmeti müjdeleyen rüzgarların
estiği gibi günümüzde de çarşılarda, camilerde, kışlalarda,
dairelerde, üniversitelerde, karakollarda Rabbimin rahmet
rüzgarları esmeye başladı.
Toprağın bağrına cemre düşünce toprakdaki çekirdekler
rahmetle çiçeğe dönüştüğü gibi, bu dünyanın bağnnada
İslamin cemresi düştü. Kur'anm altıbin küsur rahmet
ayetiyle bu gönüllerdeki "elest" bez-minden gelen "Bela"
çekirdeğini bir çatlatırsak seyredin siz çiçeklenmeyi. 1419[73]

59- Şüphesiz Nuh'u kavmine peygamber olarak gönderdik


ve şöyle dedi: "Ey kavmim, Allah'a kulluk ediniz. Sizin için
ondan başka ilah yoktur. Büyük günün azabının sizin
üzerinize olmasından korkuyorum." 1420[74]

60- Kavminin ileri gelenleri "Biz seni apaçık bir sapıklık


içinde görüyoruz dediler. 1421[75]

1419[73]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/216-217.
1420[74]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/217.
1421[75]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/217-218.
61- "Ey kavmim, hiçbir sapıklık yok. Ben ancak alemlerin
Rabbinden bir elçiyim." 1422[76]

62- Size Rabbimin mesajlarını ulaştırıyorum. Size nasihat


ediyorum ve sizin bilmediklerinizi -Allah tarafından
biliyorum. 1423[77]

63- Sizi uyarmak için, sakınmanız ve merhamete


kavuşmanız için sizden bir erkeğe, Rabbinizden bir zikir
gelmesine mi şaştınız? 1424[78]

64- Onu yalanladılar. Bizde onu ve gemide beraberinde


olanları kurtardık ve ayetlerimizi yalanlayanları suda
boğduk. Şüphesiz onlar kör bir kavim idiler.
İnsanlığın ikinci babası olarak bilinen Nuh (a.s.)'ırı islami
mücadelesi bizim için en güzel örneklerden biridir. Ankebut
suresinin ondördüncü ayetinde Nuh (a.s.)'ın kendi kavmi
arasında dokuzyüz elli sene kaldığını yinede tebliğden
yılmadığmı haber verir.
Bizler, bir insana bir defa tebliğe gitsek ve reddedilsek
ikinci defa varmaya çekiniyoruz, utanıyoruz. Nuh (a.s.)
yılmadan, usanmadan dokuzyüz elli sene devam etti.
Bütün peygamberlerin ortaklaşa söyledikleri kelime Allah
dan başkasına kulluk etmeyin" cümlesidir. Bizde kelime-i
tevhidi söylerken aynı şeyleri tekrarlıyoruz.
Peygamberler, ümmetlerinin yanmaması için büyük gayret
göstermişlerdir. Kafirin canının cehenneme girmemesi için
kendi canlarım tehlikeye atmışlardır. Bizde o peygamberlere
inanmış insanlar olarak İslami tebliğ ederken, cehennemle
korkutup, cennetle müjdelememiz gerekir. 1425[79]

1422[76]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/218.
1423[77]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/218.
1424[78]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/218.
1425[79]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/218-219.
Geniş bilgi için bak Nuh suresi ve Hûd 25/49.
65- Ad kavmine de kardeşleri Hûd'u gönderdik: "Ey
kavmim, Allah'a kulluk yapın. Sizin için ondan başka ilah
yoktur, sakınmazmısıniz?" dedi. 1426[80]

66- Kavminin ileri gelen kafirleri: "Biz seni beyinsiz olarak


görüyoruz ve seni yalancılardan sanıyoruz" dediler. 1427[81]

67- "Ey kavmim bende beyinsizlik yok. Ben ancak alemleri


Rabbinden bir elçiyim" dedi. 1428[82]

68- "Size Rabbimin mesajlarını ulaştırıyorum ve sizin için


güvenilir bir öğütçüyüm" 1429[83]

69- "Sizi uyarmak için sizden bir erkeğe Rabbinizden bir


zikir gelmesine mi şaştınız? Hatırlayın, hani sizi Nuh
kavminden sonra onların yerine getirmişti ve sizi yaratılışça
daha fazla kılmıştı. Allah'ın nimetlerini hatırlayın ki
kurtuluşa eresiniz. 1430[84]

70- Dediler ki: "Sen bize bir tek Allah'a kulluk yapmamız
ve babalarımızın taptıklarını bırakmamız için mi geldin?
Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi va'dettiği azabı
getir" 1431[85]

71- "Şüphesiz Rabbinizden sizin üzerinize bir pislik ve


gazap vaki oldu. Allah'ın haklarında hiçbir delil indirmediği,
sizin ve babalarınızın isimlendirdiği (put) isimleri hakkında
benimle çekişi-yormusunuz? Bekleyin. Bende sizinle

1426[80]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/219.
1427[81]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/219.
1428[82]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/219.
1429[83]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/219.
1430[84]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/220.
1431[85]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/220.
birlikte bekleyenlerdenim" dedi. 1432[86]

72- Onu ve beraberindekileri tarafımızdan bir rahmetle


kurtardık. Ayetlerimizi yalanlayıp iman etmeyenlerin
sonunu kestik.
Tarih boyunca kafirlerin mantığı aynı. Dünyalığı iyi olanlar
akıllı, kötü olanlar akılsız. Kazancını paylaşanlar akılsız,
toplayıp kimseye koklatmayanlar akıllı. Cömertler akılsız,
cimriler akıllı.
Allah'a kulluk yapanlar akılsız, kula kulluk yapanlar akıllı.
Yazın yaylalarda, kışın sahillerde saraylar yaptıran,
insanlara acımayan, köşklerini, bağ ve bahçelerini
mazlumların kanı, ahnteri ve gözyaşıyla sulayanlar, bu
yaptıklarının yanlış olduğunu, bunu yapmaya devam
ederlerse şiddetli azabın içinde düşeceklerini haber veren
peygambere "beyinsiz" diyorlar.
Bizler Nuh gibi, Hûd gibi Allah'ın bizlere gönderdiği
kitabım bu kafir, zalim, cimri insanlara tebliğe devam
edeceğiz. 1433[87]

73- Semud kavminede kardeşleri Salih'i gönderdik. "Ey


kavmim, Allah'a kulluk yapın. Sizin için ondan başka ilah
yoktur. Rabbinizden size apaçık belge geldi: Bu Allah'ın
devesi sizin için bir mucizedir. Bırakın onu, Allah'ın
yeryüzünde yesin, Ona kötülükle dokunmayın, yoksa acıklı
bir azap sizi yakalayıverir. 1434[88]

74- Hatırlayın, hani sizi Ad kavminden sonra onların yerine


getirmiş ve sizi yeryüzüne yerleştirmişti de, siz ovalarında
köşkler, dağlarında evler yaptırıyordunuz. Allah'ın
nimetlerini hatırlayın ve yeryüzünde karışıklık çıkararak

1432[86]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/220.
1433[87]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/220-221.
1434[88]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/221.
bozguculuk yapmayın. 1435[89]

75- Kavminin ileri gelen müstekbirleri, onlardan iman eden


müstez'aflara: "Salih'in, Rabbi tarafından peygamber olarak
gönderildiğini biliyormusunuz? dediler. Onlarda: "Şüphesiz
biz, onunla gönderilene iman ediyoruz" dediler. 1436[90]

76- Müstekbirlerde: "Bizde sizin iman ettiğinizi inkar


ediyoruz" dediler. 1437[91]

77- Dişi deveyi kestiler ve Rablerinin emrine karsı geldiler


ve "Ey Salih, eğer sen peygamberlerdensen haydi bize
va'dettiğin azabı getir" dediler. 1438[92]

78- Bunun üzerine onları bir sarsıntı ahverdide evlerinde


dizleri üstünde yığılıverdiler. 1439[93]

79- Salih onlardan yüz çevirdi ve: "Ey kavmim, ben


Rabbimin mesajını size tebliğ ettim ve size nasihat ettim.
Ancak siz nasihat edenleri sevmiyorsunuz" dedi.
Salih peygamberin de kavmine söylediği, diğer
peygamberinki gibi; Allah'a kulluk yapmalarıdır. Canlarının
cehennemde yanmaması için dünyada tedbir alıp Allah'ın
nimetlerine Allah'ın öğrettiği şekilde şükretmelerini
öğretmiştir.
Allah'ın verdiği ellerle, binalar, bahçeler yaptıklarını
bunların Allah'ın nimeti olduğunu, Allah'ın mülkünde
Allah'ın verdiği el ve akılla Allah'a baş kaldırmamaları
gerektiğini söylemiştir.
Müstekbirler Allah'ın verdiği el, ayak, can, ten ve akılla

1435[89]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/221-222.
1436[90]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/222.
1437[91]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/222.
1438[92]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/222.
1439[93]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/222.
Allah'a karşı gelip kendini üstün görenler dünyevi
çıkarlarının zedeleneceğini görünce Salih (a.s.)'ı yok etmek
için geceleri gizlice planlar hazırlamışlar Allah'ın mucizesi
olan deveyi kesmişler. Ama Allah'ın azabından
kurtulamamışlar.
Bu kıssaları okuduğumuzda bizler dünyanın şu anda en
güçlü devletlerinin küfür hareketlerine karşı dururken
bizlerin başarılı olacağını müjdelemektedir.
Şu anda müslümanların aleyhinde plan, program hazırlayan,
tuzaklar kuranların, tuzaklarına kendilerinin yakalanacağını
öğreniyoruz ve yolumuzda durmadan yürüyoruz. Salih'in
devesi için bak. 1440[94]

80- Lut'u da peygamber olarak gönderdik. O, kavmine:


"Alemlerden hiç kimsenin yapmadığı hayasızlığı mı
yapıyorsunuz?" dedi. 1441[95]

81- Siz kadınların dışında, erkeklere şenvetıe Gerçekten siz,


israf eden bir toplumsunuz.
Her peygamberin hayatı ve mücadelesi bizim
karşılaşabileceğimiz olaylara ışık tutmaktadır. Lut (a.s.)'ın
kavmi bu günkü dünyamızda batıda hızla yayılmakta olan
ibneliği ilk defa başlatmışlar ve yaygm-laştırmışlar.
Lut (a.s.)'ın "Hiç kimsenin yapmadığı" sözünden anlıyoruz
ki bu hayasızca yapılan pislik daha önce yapılmamış.
Erkekler kadınları bırakıp, erkeklere yönelmesiyle kadınlar
arasında da lezbiyenliğin yayılması hızlanır.
Bugün çağdaşlık adına savunulan bu pislik gericiliğin en
gerisinde kalmaktadır ve bu pislikde müşriklerden
kaynaklanmaktadır. Onun için Lokman suresinde "Şirk en
büyük zulümdür" buyurulmuş.

1440[94]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/222-223.
Kamer 27, Şems 13.
1441[95]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/223.
Rabbimiz, Lut (a.s.)'m kıssasını bize nakletmekle
çağımizdaki kafirler ve o kafirliğin ürettiği eşcinsellik,
lezbiyenlik, travestilik gibi hastalıklarla mücadele edip
tedavi etmemiz gerektiğine işaret eder.
Tabiidirki hasta olupda, hastalığından haberdar olmayanlar,
alkol komasına girdiği halde yine alkol isteyenler gibidirler.
Kendilerini tedavi edene düşman olurlar. 1442[96]

82- Kavminin cevabı: "Onları yurdunuzdan çıkarın. Çünkü


onlar temiz kalmak isteyen insanlarmış" demek oldu.
Sinek gülden hoşlanmazmış. Kargada bülbülle aynı kafesde
kalmaya dayanamamış. Eşcinsellerde temiz insanlarla aynı
şehirde yaşamak istemiyorlar ve onları sürmek istiyorlar.
Geçen günlerden birinde, bir televizyon programında ibne
olmayan bir şoförü, eski bir mülkiye müfettişi neredeyse
stüdyodan koyuyordu. Bir dövmediği kaldı. Kafirler her
dönemde aynı şeyi yaparlar ve aynı şeyi söylerler. Biz
bunların yeni hiçbirşey yapmadıklarını ve söylemediklerini
"Küfür cephesinde yeni bir şey yok" isimli eserimizde
delilleriyle açıkladık. 1443[97]

83- Bunun üzerine hanımı dışında Lut'u ve ailesini


kurtardık. O, (hanımı) geride kalıp helak olanlardan
oldu. 1444[98]

84- Onların üzerine (azap) yağmuru yağdırdık. Bak


suçluların sonu nasılmış.
İslami mücadelenizde karşınıza dikilenler arasında eşiniz
olabilir. Aldırmayın yürüyün. Eşiniz, çoluk, çocuğunuz,
malınız, rütbeniz, şöhretiniz sizin Allah'a giden yolunuzda
size engel olmasına izin vermeyin.

1442[96]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/223-224.
1443[97]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/224.
1444[98]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/224.
Yıllarca Lut (a.s.)'a eş olan hanımı kafirlerin yanında yer
alıyor ve onlarla birlikte helak oluyor. Bu nasıl bir gözki
aydınlıkta kör oluyor ve karanlığı tercih ediyor. 1445[99]

85- Medyen (halkınada) kardeşleri Şuaybı peygamber


olarak gönderdik. "Ey kavmim, Allah'a kulluk yapın. Sizin
için ondan başka ilah yoktur. Size Rabbinizden bir belge
geldi. Ölçü ve tartıyı tam yapınız. İnsanlara eşyasını eksik
etmeyin. Düzelttikten sonra yeryüzünde bozgunculuk
yapmayın. Eğer iman ediyorsanız, bunlar sîzin için daha
hayırlıdır" dedi.
İnsanlara "altın tartarken terazisine dikkat edin, benzin
satarken sayacınızı kontrol edin, müdürlük yaparken köşeyi
dönmeyin, bakanlığı köşe dönme yeri olarak görmeyin"
demeden önce "Allah'a kulluk edin, Allah'dan başkasını
ortak koşmayın" dememiz gerekir.
Allah'a ve ahirete inanmayan biri, için bunlan hangi güç ve
kuvvet engelleyebilir? 1446[100]

86- "Allah'a iman edeni korkutarak, Allah yolundan


alıkoyarak yolun eğilmesini isteyerek bütün yollara
oturmayın. Hatırlayın, bir zamanlar azdınızda sizi çoğalttı.
Bakın bozguncuların sonu nasıl oldu.
Şuayb (a.s.) zamanındaki kafirler gibi, günümüz kafirleri de
eğitim kurumlarının başına oturarak, İslarn inancını
kötüleyerek, kafirliğin pisliğini güzel göstererek insanların
İman'a giden yolunu kesmeye çalışıyorlar.
Basın yayın organlarının başına oturarak bu imansızlık
propagandasını yapanlarda, Şuayb (a.s.)'a iman etmeyen
kafirlerin yolunu izlemektedirler.
Bir kısım kafirler, müslümanı yolundan çeviremeyince;
kuzu postuna bürünmüş kurdun, sürünün arasına girerek
1445[99]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/224-225.
1446[100]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/225.
onların önüne geçip kurtlar sofrasına doğru sürüyü
götürdüğü gibi müslüman kılığına girmiş, yerli ve yabancı
müsteşriklar eliyle İslamı çağa uydurma adı altında eğmeye
çalışıyorlar.
Bu tür insan her çağda vardır. Bunları görüpde ümitsizliğe
düşmeyin. Şuayb (a.s.)'ı takip edin. 1447[101]

87- İçinizden bir grup benim kendisiyle gönderildiğim şeye


iman ediyor, bir kısımda iman etmiyor. O halde Allah
aramızda hükmedinceye kadar sabredin. O hükmedenlerin
en hayırhsıdır.
Herkes kendisinin haklı olduğunu iddia ettiği, hakka karşı
kulakların tıkandığı, aydınlığı görmemek için gözlerin
kapandığı bir zamanda söylenecek en güzel söz: "Bekleyin"
sözüdür. Bu söz iki taraf içinde geçerlidir.
"Bekleyin görecektir duranlar yürüyeni, Bekleyin gelecektir
sönmez, pörsümez yeni" denilecek. 1448[102]

88- Kavminin ileri gelen müstekbirleri "Ey Şuayb, seni ve


seninle beraber iman edenleri yurdumuzdan çıkaracağız
veya siz bizim dinimize döneceksiniz" dediler. (Şuayb):
"İstemesek demi?" dedi. 1449[103]

89- "Allah bizi, dininizden kurtardıktan sonra eğer geriye


sizin dininize dönersek Allah'a karşı yalan uydurmuş
oluruz." Rabbimizin dilemesi dışında bizim, sizin dîninize
dönmemiz bize yakışmaz. Rabbimizin ilmi herşeyi
kuşatmıştır. Biz Allah'a güvendik. Rabbi-miz, bizimle
kavmimiz arasını hak ile aç. Sen açanların en hayırhsı-sın.
Haksız zorbaların başvurduğu tek şey güç ve kuvvettir. İlmi
ve imanı olmayanlar haklı olmak için kuvvete başvururlar.

1447[101]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/225-226.
1448[102]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/226.
1449[103]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/226-227.
Şuayb (a.s.)'a karşı söyleyecek birşeyleri olmayan
müstekbirler, onu zorla dinsizliklerine döndürmeye
çalışıyorlar. Başaramadıkları takdirde sürgün edeceklerini
söylüyorlar.
İman edenler yılmadan yürüyecekler. Sürgün etselerde
üzülmezler. Onlar ışık gibidirler. Nereye giderlerse orayı
aydınlatırlar. Her il Allah'ın ili, her kul Allah'ın kuludur.
"Bu yolki hak yoludur. Dönme bilmeyiz yürürüz" derken
"İnşaallah" demeyide unutmamalı. Bizim iman üzerinde
durmamız Allah'ın bize bir lütfudur. Bunu unutmayalım.
Şuayb (a.s.)'ın diliyle Rabbimiz bize bir hatırlatma
yapıyor.1450[104]

90- Kavminin ileri gelen inkarcıları: "Eğer Şuayb'a


uyarsanız şüphesiz siz zararda olursunuz" dediler. 1451[105]

91- Bunun üzerine onları bir sarsıntı alıverdide yurtlarında


diz üstü çöküverdiler.
O günkü kafirlerin söyledikleri bugünkülerin söylediklerinin
aynısı. Bir kısım babalar, İslamı seçen oğluna müslümanca
yaşarsa zarar görebileceğini söylüyor. Terfi edemezsin,
profesör olamazsın, kredi alamazsın tehdidiyle dinden
uzaklaştırmaya çalışıyorlar.
Halkı müslüman olan ülkelerle işbirliği yapan devletlere de
ambargo ile zarar verme tehdidi savuruyorlar. Ama Allah
(c.c), o tehdit savuranların, yurtlarında diz üstü çöküp
kaldıklarını haber vererek kafirlerden korkmayıp Allah'dan
korkmamız gerektiğini bildiriyor.
Gelin, çökertilmeden önce kendi rızamız ile Rabbimizin
huzurunda rükû ve secde ederek diz üstü çökelimde, iki
dünyada İslam'ın izzetiyle yaşayalım. 1452[106]

1450[104]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/227.
1451[105]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/227.
1452[106]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/228.
92- Şuayb'ı yalanlayanlar, sanki o yurtta hiç
tayaaıanmaiiuşım gibi oldular. Zarar görenler, Şuayb'ı
yalanlayanlar oldu.
Makamlar, mevkiler, mallar, evlatlar, unvanlar gitti.
Müslümanlara zarar vermek isteyenler zarara uğradı.
Yükseklerde uçanlar alçaldı. Hafife aldıkları, alay ettikleri,
korkutmak istedikleri yüceldi, yükseldi. 1453[107]

93- (Şuayb) onlara yüz çevirdi ve: "Ey kavmim, şüphesiz


ben size Rabbimizin mesajlarını tebliğ ettim. Size nasihat
ettim. Şimdi-ben kafir bir kavme nasıl üzülürüm" dedi.
"Kendi düşen ağlamaz" Bir Allah kulu, bir toplumu uyarıyor
İleri gitmeyin, düşersiniz diyor. O kafirler o Allah kulunu
dinlemiyorlar ve kendilerini helak edecek işler yapıyorlar.
Sonunda helak oluyorlar.
Şöyle düşünün, bir grup veremli, Aidsli, Kuduz insanlar
toplum içine karışıyor ve herkese hastalık bulaştırıyorlar. Ne
yaparsınız? "İnsan haklan var. Serbest dolaşıp istediklerini
yapabilirlerini, dersiniz yoksa önlemek için polis ve
doktorları üzerlerinemi gönderirsiniz.
Uzun bir mücadele sonunda ele geçiremediğiniz bu grup
birgün kendi aralarında toplantı halinde iken ev göçüyor ve
hepsi birden helak oluyor. Bu durumda üzülürmüsünüz?
Başımızdaki ur'u doktor kesip attığında, ağzımzdaki çürük
dişi söktüğünde ne yaparsınız?
Şuayb (a.s.) "Kafir bir kavme nasıl üzülürüm" demiş. Bizde,
iman ettiğimiz o peygamberin dediğini deriz. Ancak helak
olmadan önce bütün gücümüzle kurtarmaya çalışırız. 1454[108]

94- Biz peygamber gönderdiğimiz her ülke halkını, Allah'a


boyun eğsinler diye şiddet ve sıkıntıyla
1453[107]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/228.
1454[108]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/228-229.
yakalamışizdir. 1455[109]

95- Sonra kötülüğün yerini iyilikle değiştirdik. Öyleki onlar


çoğaldılar ve: "Atalarımıza sıkıntı da, saadet de
dokunmuştu" dediler. Bizde ansızın, onlar farkında olmadan
onları yakalayıverdik.
Rahim olan Allah (c.c), asi kullarının canlarının
cehennemde yan-maması için, peygamber gönderiyor, kitap
indiriyor, zengin yapıyor, fakirleştiriyor.
Güç, kuvvet, servet, ve saltanatın Allah'a ait olduğunu
göstermek için bazen veriyor, bazen alıyor. Mü'min
zenginken hamdediyor, sabrediyor. Fakirken yine
sabrediyor ve hamdediyor.
Güç ve otoritenin Allah'a ait olduğunu "La havle vela
kuvvete illabillahil Aliyyil Azim" diyerek itiraf ediyor.
Kafirler ise, herşeye tabii açıklamalar getirerek, insanların
Allah'a yönelmesini engelliyorlar. "Geçmiş zamanlarda da
atalarımız bazen zengin olmuşlar, bazen fakir olmuşlar. Bu
ekonomiyi bilip, bilmemeyle ilgili bir olaydır" diyerek
ilahlaştinlmışlar. Allah'a boyun eğmekten kaçınanlar
Allah'ın yarattıklarına boyun eğmişler. 1456[110]

96- Eğer o ülkeler halkı iman edip sakınmış olsaydı onlar


üzerine gök ve yerin bereketlerini açardık. Ancak
yalanladılar. Bizde onların kazandıkları (kötülükler)
sebebiyle yakalayıverdik. 1457[111]

97- O ülkeler halkı azabımızın geceleyin onlar uyurken


gelivermeyeceğinden eminler mi? 1458[112]

98- Yahut o ülkeler halkı, azabımızın kuşluk vakti onlar


1455[109]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/229.
1456[110]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/229-230.
1457[111]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/230.
1458[112]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/230.
oynaşırken gelivermeyeceğinden eminler mi? 1459[113]

99- Allah'ın planından emin mi oldular? Allah'ın planından


ancak hüsranda olanlar emin olurlar.
Peygamber efendimiz ihsanı tarif ederken; "Allah'ı görür
gibi ibadet etmendir. Her ne kadar sen Allah'ı görmüyorsan
da Allah sem görüyor buyurmuş. Allah bizi görüyor.
Arkadaşlar! Fotoğraf stüdyosunda poz verdiğinizi düşünün.
Kendinize çeki düzen verirsiniz değil mi?
Bizlerde hayatımızın her saniyesinde Rabbimiz tarafından
görüldüğümüzü, iş itildiğimizi bilir ve iman edersek
kendimize çeki düzen veririz.
İmanımızı en değerli varlığımız kabul eder ve
kaybetmemek, düşürmemek, kafirlere çaldırmamak için
gözümüzü dört açarız.
Bu ayetler kafirleri tehdid ederken, bizlerede umut
vermektedir. Her kafir kavmin sonu geldiği gibi günümüz
kafirlerininde sonu mutlaka gelecektir. 1460[114]

100- O ülkelerin halkından sonra yeryüzüne varis olanları


(bu musibetler) doğru yola ulaştırmadı mı? Dileseydik
günahları sebebiyle onlarada musibet verirdik ve
kalblerinede mühür vurduk da onlar işitemezler. 1461[115]

101- İşte bu ülkelerin haberlerini sana anlatıyoruz.


Gerçekten onlara peygamberleri apaçık delillerle geldiler.
Daha önce yalanlamaları sebebiyle iman etmediler.
Kafirlerin kalbleri üzerine Allah mühürü işte böyle vurur.
Bulunduğumuz şehirlerde, zalim Romalı yöneticilerin,
zulme dayalı güçlerini gösteren abideler var. Pers
imparatorluğunun, ateşe tapanların, Atinalı putperestlerin

1459[113]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/230.
1460[114]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/230-231.
1461[115]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/231.
yerlerinde yellerin estiğini, ancak "Saffat" suresinde
açıklandığı gibi bütün peygamberlere selam gönderildiğini
görüyoruz.
Kafirlerin yolundan gidenler yaptıkları kötülük sebebiyle
kalbîerini küf bağladı ve sonunda kalb iyilik ve güzelliklere
kapanıyor.
"Efendim Paris, Londra, Waşington'da oturan kafirler
güzelliğe ve güzel sanatlara bizden daha fazla önem
veriyorlar" denebilir.
Bosna'da, Filistin'de, Çeçenistan'da, canlı canlı insanları
evlerinde yakan bu insanlar, buralardan çalıp götürdükleri
madenlerle galerilerini süslerken güzelliklerini sergilemek
değil, katil ve hırsız olduklarını sergiliyorlar. 1462[116]

102- Çoklarını sözünde durur bulmadık. Onların çoğunu


fasık-lar olarak bulduk.
Kalbinin atışını, kanının akışını sağlayan, Allah'a olan
sözünü inkar eden bir kafir, insana verdiği, topluma verdiği
sözü haydi haydi inkar eder.
Akşam söz verip sabaha döneklik yaparlar. Bizler
müslümanlar olarak her halükarda kafire bile söz versek
sözümüzde duracağız. Ancak kafirin her an ihanet
edebileceğini aklımızdan çıkarmayacağız. Allah'a ihanet
eden kuluna daha çabuk ihanet eder. Tabii ki Allah'a ihanet
eden kendine ihanet etmiş olur.
İçlerinde sözünde duranlarında olabileceğine ayette işaret
vardır. 1463[117]

103- Sonra onların ardından Musa'yı ayetlerimizle Firavun'a


ve ileri gelenlerine gönderdik de o ayetlere zulmettiler
(inkar ettiler). Bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir

1462[116]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/231-232.
1463[117]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/232.
bak. 1464[118]

104- Musa: "Ey Firavun, şüphesiz ben, alemlerin Rabbinden


gönderilen bir peygamberim" dedi. 1465[119]

105- "Allah'a karşı doğruyu soylemek benim üzerime bir


hakdır. Size Rabbinizden belge ile geldim. İsrailoğullarını
benimle beraber gönder."
Bütün peygamberlerin görevi, insanları kula kulluktan
kurtarıp, Allah'a kul yaparak gerçek hürriyete
kavuşturmaktır.
Yıllardan beri Firavunun emri altında inleyen insanları,
özellikle İsrailoğullarını kurtarmak ister. 1466[120]

106- (Firavun): "Eğer gerçekten bir belge getirmişsen ve de


doğru söyleyenlerden isen haydi getir o belgeyi"
dedi. 1467[121]

107- Asasını bırakıverdi. Birden apaçık bir ejderha


oluverdi.1468[122]

108- Elini çıkardı, birden bakanlara bembeyaz oluverdi.


Her söylediğiniz doğru olsun . En doğru ve en güzel sözde
Allah'a aittir. Öyle ise söyledikleriniz Allah kelamı olsun
veya gücünü Allah kelamından alsın.
Hz. Musa'nın elinde mu'cize olarak asanın yılana dönüşmesi
varsa, bugün bizim elimizde de her çağda tazeliğini ve
canlılığını koruyan Kur'an-ı Kerimimiz var.
Hz. Musa'nın nur gibi parlayan mucizevi eli varsa, bizimde
elimizde nur gibi parlayan sünneti seniyyemiz var.

1464[118]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/232.
1465[119]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/232.
1466[120]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/232-233.
1467[121]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/233.
1468[122]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/233.
Hz. Musa'nın asası, firavunun sihrini yok ettiği gibi, bizim
iman ettiğimiz Kur'anda çağdaş kafirlerin karanlık
felsefelerini yok eder. 1469[123]

109- Firavunun kavminin ileri gelenleri "şüphesiz bu bir


bilgin büyücüdür" dediler. 1470[124]

110- "Sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Ne


1471[125]
emredersiniz?"

111- Dediler ki: "Onu ve kardeşini alıkoy ve şehirlere


toplayıcılar gönder. 1472[126]

112- Bütün bilgin büyücüleri sana getirsinler.


'Hırsız, herkesin hırsız olduğunu zannedermiş. Yalan
dolanlarla toplumu yönetenler herkesi yalancı zanneder.
Firavun, Hz. Musa'nın söylediklerinden saltanatının
sallanmakta olduğunu anlayınca profesörlerini çağırtıp
sallanmakta olan saltanata payanda olmalarım ister. 1473[127]

113- Büyücüler Firavuna geldiler; "Eğer biz galip gelirsek


bize muhakkak ödül vardır" dediler. 1474[128]

114- "Evet. Şüphesiz siz yakınlardansınız" dedi.


Bizler yaptığımızın karşılığını Allah'dan beklediğimiz gibi,
kafir bilginlerde Firavundan mükafat beklemekteler.
Firavunda onlara yakınlarından olacaklarını vadediyor.
Günümüzde Başbakan ve bakanların yakını olabilenlerin
tonlarca, altına sahip olduklarını gördük. Ancak bizler
dilediğini Aziz eden, dilediğini Zelil eden Allah'ımızın o
1469[123]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/233.
1470[124]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/234.
1471[125]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/234.
1472[126]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/234.
1473[127]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/234.
1474[128]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/234.
insanların en aşağıların aşağısına düştüklerini, zillet içinde
süründüklerini de gördük. Aziz olan Allah'a sarılıp onun
yakınlarından olmaya çalışalım. 1475[129]

115- "Ya Musa, ya sen atarsın veya biz atanlardan olalım"


dediler. 1476[130]

116- "Atın" dedi. Attıklarında insanların gözlerini


büyülediler dehşete düşürdüler ve büyük bir sihirle
geldiler. 1477[131]

117- Biz Musa'ya "Asanı bırak" diye vahyettik. Birde


baktılarki onların uydurduklarını yutuyor. 1478[132]

118- Hak meydana çıktı ve onların yaptıkları boşa


gitti. 1479[133]

119- Orada mağlup oldular ve alçalmiş olarak


döndüler. 1480[134]

120- Bütün büyücüler secdeye kapandılar. 1481[135]

121- 122- "Biz alemlerin Rabbine, Musa ve Harun'un


Rabbine iman ettik" derler.
Elinizde Kur'an, gönlünüzde iman varken hiçbir kafirle
yarışmaktan çekinmeyin kaçınmayın. Hak batıla daima
galip gelir.
Ne bilirsiniz ki karşınıza çıkan en güçlü kafir bilginler sizin
aracılığınızla secdeye kapanacaklar.

1475[129]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/234-235.
1476[130]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/235.
1477[131]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/235.
1478[132]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/235.
1479[133]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/235.
1480[134]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/235-236.
1481[135]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/236.
Çağımızda sihirbazlar insanları eğlendiren insanlardırlar.
Firavun zamanındakiler ise yönetimi ayakta tutan zinde
güçler idiler. Onun için Firavun hepsini toplayarak Musa
(a.s.)'a karşı çıkardı. Ama kendisi zarar etti.
Günümüzde müslüman öldürmek üzere Afganistan'a gelen
Rus askerlerinden müslüman olanları gördük. Somali'ye
müslüman öldürmek için gelen ve müslüman olan
Amerikalı askerleri gördük. Yetmiş yıl imansızlık yolunda
kitaplar yayınlayanların Kur'an-ı okuyunca müslüman
olduklarını ve eski yayınlanan kitaplarını ortadan
kaldırdığını gördük. 1482[136]

123- Firavun: "Ben size izin vermeden iman ettiniz öyle mi?
Şüphesiz bu halkı şehirden çıkarmak için şehirde
planladığınız bir tuzaktır. Yakında anlarsınız" dedi. 1483[137]

124- "Elbette ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama


keseceğim. Sonra hepinizi asacağım."
Kafirlerin her dönemde başvurdukları yol, kesmek, asmak,
yakmak, hapsetmek, sürgün etmekdir. Ama her defasında
kazanan müslümanlar olmuştur. Sürgün edilenler Fatih
olarak dönmüşler.
İmanın lezzetini tadanlar, kafirlerin azabım hissetmezler.
Gül koklarken dikene aldırış etmezler. Firavunun
tehditlerine karşılık veriyorlar. 1484[138]

125-126- "Şüphesiz biz Rabbisnize dönücüyüz. Sen,


Rabbimizin ayetleri bize gelince iman ettiğimizden bizden
intikam alıyorsun. Ey Rabbimiz bizim üzerimize sabır
boşalt ve bizi müslüman olarak öldür" dediler.
Amerika'da, Rusya'da, Hindistan'da öldürülen

1482[136]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/236.
1483[137]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/236.
1484[138]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/237.
müslümanlarm birtek .suçu var, oda Allah'ın ayetlerine iman
etmek ve o ayetlerle zalimlerin zulmüne son vermek,
çıkarlarını zedelemektir.
Ancak müslümanlar bir kerre imanın tadını tattıkdan sonra
ölümün ve işkencenin acısını hissetmezler. En fazla karınca
ısırması kadar hissederler. 1485[139]

127- Firavun'un kavminin Heri gelenleri: "Musa'yı ve


kavmini yeryüzünde bozgunculuk yapması, seni ve
ilahlarını terketmesi için mi bırakacaksın?" dediler.
(Firavun) "Onların oğullarını öldüreceğim, kızlarını sağ
bırakacağım. Biz onların üzerinde üstün güce sahibiz" dedi.
Mekke'de peygamber efendimizi öldürmeye karar veren
müşriklerde "eğer sürgün ederlerse, daha çok insanı ikna
ederek üzerimize gelir" diye düşünmüşlerdi.
Firavunun ileri gelenleride aynı endişeyi taşıyorlar ve
İsrailoğulla-rından iman edenlerin erkek çocuklarım
öldürüyorlar.
Günümüzde kafirler İslam alemindeki çoğalmadan, İslamın
güçlenmesinden ve batıdaki yayılışından endişelenmeye
başlayınca doğum kontrolü ilaçlarını parasız veriyorlar.
Firavun yalnız erkek çocuklarını öldürürken, bunlar ayırım
yapmadan engelliyorlar.
Korkunun ecele faydası yok. Yarasa güneşe gözlerini
kapatınca dünya kararmıyor. Kafir nura çamur atsa nur
balçıkla sıvanmıyor. 1486[140]

128- Musa kavmine: "AHah'dan yardım isteyin ve sabredin.


Şüphesiz yeryüzü Allah'a aittir. Ona kullarından dilediğini
varis kılar. Sonuç müttekilerindir.
Biz beş vakit namazımızda bu emre uyarak günde kırk defa
"ve iy-yake nesteıyn" Ancak senden yardım isteriz diyoruz.
1485[139]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/237.
1486[140]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/237-328.
Eğer ibadetleri yapmaya, haramlardan kaçınmaya ve
müşriklerin eziyetlerine sabredersek sonunda kazananın biz
olacağına iman ediyoruz.
"Sabreden derviş muradına ermiş" 1487[141]

129- Dedilerki: "Sen bize gelmeden öncede, geldikten


sonrada eziyet edildik". (Musa) "Umulurki Rabbiniz
düşmanınızı helak edecek sizi yeryüzünde halife kılacak ve
sizin nasıl amel edeceğinize bakacak" dedi.
Çile bizim kaderimiz mi? Bizim günahımız ne? Niçin
kafirlere vermiyorsun? gibi sorular Allah'ın rahmetinin
nerede olduğunu bilmemekten kaynaklanır.
Yazın yandıran sıcağı, kışın donduran soğuğu olmasa
yeryüzü zararlı mikroplardan geçilmez olurdu. Belâlar
güneşin yakıcı sıcağı gibi. Güneş, meyvelerin
olgunlaşmasını sağladığı gibi, belâlarda insanları ol-
gunlaştırır.
Belâlar ve sıkıntılar ilaç gibidir. İnsandaki mevcud
hastalıkları tedavi eder, gelecek hast'ahklara engel olur.
Müslümanlar hep galip gelselerdi, hiç .mağlup olmasalardı,
bütün Firavunlar Musa kesilirdi. Allah (c.c.) Enfal 37, Al-i
îmran 139-144 ncü ayetlerde iyilerle kötüleri ayırdetmek,
şehitler edinmek, sabırlıları ortaya çıkarmak için belâları ve
sıkıntıları verdiğini haber veriyor.1488[142]

130- Belki öğüt alırlar diye Firavun ve çevresini yıllarca


kıtlık ve ürün eksikliğine uğrattık.
Hastalık, kıtlık, harp gibi umuma ait veya toplumların aklını
başına getirmesi içindir. Doktor, hastasının ayıkması için
hafifçe tokat vurduğu gibi, bir toplumun uyanması için de
Allah (c.c), toplumun veya ferdin elindeki imkanlarını
alıverıyor.
1487[141]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/238.
1488[142]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/238-239.
Böylece alanında, vereninde Allah olduğunu insanlara
gösteriveriyor. 1489[143]

131- Onlara bir iyilik geldiğinde "bu bizim için" derler.


Eğer onlara bir kötülük isabet ederse Musa ve
beraberindekilerin uğursuzluğu sayarlar. İyi bilinki onların
uğursuzluğu ancak Allah katın-dadır. Ancak onların bir
çoğu bilmez.
Bolluğu kendilerinden, kendi ekonomi bilgilerinden,
teknolojiye uyduklarından, isabetli kararlarından bilirler.
"Biz biliriz, biz yaparız" derler. Ama kıtlığı,, darlığı ise
müslümanlardan bilirler.
Günümüz kafirleride aynı şeyi söylüyorlar. "Eğer şu
İslamcılar olmasa idi biz avrupalı olacaktık ve rahat
yaşayacaktık" diyorlar.
Avrupalı ekonomik refahı yakalamış ama, oğlu aids
hastalığından hastahanede yatıyor. Kızı uyuşturucudan
tedavi görüyor, kadını başkasına gitmiş. Bunlar bu dünyanın
cezası, ya ahiret nasıl olacak. 1490[144]

132- Onlar (Musa'ya) bizi büyülemen için hangi mucizeyi


getir-sende biz yinede sana inıan etmeyiz, dediler.
133- Bunun üzerine ayrı ayrı mucizeler olarak üzerlerine
tufan, çekirge, haşerat, kurbağa ve kan gönderdik. Büyüklük
tasladılar ve suçlu bir kavim oldular.
Şiddetli yağmurlar ve sellerin neler yıktığını önüne geleni
silip süpürdüğünü görüyoruz. Çekirge ordularının mahsulü
nasıl yiyip bitirdiğini yirmi birinci asra girerken de
görüyoruz. Ekinlerin özünü yiyip bitiren haşerat, bastığı ve
oturduğu her yerde kurbağa, içtiği suyun kana dönüşmesi
bütün bunlar ne büyük musibet ya Rabbi.
müslümanın eline aldığında kan'ın suya dönüştüğünü
1489[143]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/239.
1490[144]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/239-240.
anlattıkdan sonra bizim sözlerimizde nil nehrine benzer.
Müslümana tatlı su, kafire kızıl kan görünür" der. 1491[145]

134- Azap üzerlerine çökünce "Ey Musa, sana verdiği söz


üzerine Rabbine bizim için dua et. Eğer sen bu azabı bizden
giderirsen sana iman edeceğiz ve İsrailoğullarını seninle
beraber göndereceğiz" derler. 1492[146]

135- Onlara gelecek olan azabı bir müddet kaldırınca


hemen sözlerinden cayarlar. 1493[147]

136- Ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil olmaları


sebebiyle bizde onlardan intikam aldık ve denizde boğduk.
Belanın içinde saadeti, acı ilacın arkasındaki saadeti
görmeli. Kıptilere belâ ve musibetler gelince Musa (a.s.)'a
gelip Rabbine dua etmesini istiyorlar.
Rabbimiz iman etmeyecek olanları bildiği halde onlardan o
belâları kaldırıyor. İman etmedikleri herkes tarafından
bilinince onları suda boğuveriyor.
Bizlerden af dileyen, dua isteyen, yardım isteyen insanlara
müslüman olurlar ümidi ile yardım edeceğiz. Gerekli tedbiri
aldıktan sonra onlara fırsat vereceğiz. 1494[148]

137- O daha Önceleri Müstez'af haline getirilen kavmi,


mübarek kıldığımız yerin doğusuna ve batısına varis kıldık.
Sabretmeleri sebebiyle Rabbiyin güzel sözü İsrailoğullarma
tamamlandı. Firavun ve kavminin yaptığı ve yükselttiğini
yerle bir ettik.
Firavunun ülkesinde ona kul, köle olarak onun koyduğu
kanunlara uyarak kendi şahsiyetlerini yok etmektense, çölde
Allah'a kul olup hür yaşamayı tercih eden bu ümmeti Allah
1491[145]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/240-241.
1492[146]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/241.
1493[147]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/241.
1494[148]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/241.
(c.c), bu dünyada da mükafatlandırdı ve bulundukları yerin
doğusunu ve batısına Allah'ın kanunlarıyla hükmedip adalet
dağıttılar.
Peygamberlerin hepsine iman eden bu Muhammed
ümmetide çağdaş Firavunlara boyun eğmez yalnız Allah'ın
kanunlarına göre hareket ederlerse şiddetli bir imtihandan
sonra firavunların zulme dayalı saltanatlarına son
verirler. 1495[149]

138- İsrailoğullarım denizden geçirdik. Putlarına tapınmakta


olan bir kavme geldiler. "Ey Musa, onların ilahı gibi bize de
bir ilah yap" dediler. O: "Cahillik eden bir kavimsiniz"
dedi. 1496[150]

139- Şüphesiz onların (puta tapanların) içinde bulundukları


(sapıklık) yok olucudur, yaptıkları da batıldır.
Cahil bir toplumu eğitmek zor. Askerden yeni gelen bir er
sivil hayata alışıncaya kadar gördüğü her subaya selam
verme ihtiyacını hissedermiş.
Firavun'un zulmünden, Firavun gibi bir put adamdan
kurtulan bu İsrailoğullanndan bir kısmı, puta tapan bir
kavim görünce eski hastalıkları depreşiveriyor.
İçkiyi bırakan bir sarhoş, temiz hayata alışmakta iken yolu
meyhanenin önünden geçerse hastalığı anında depreşiyor.
Onun için İslam toplumunda her ferd diğerinin koruyucusu
ve gözeticisidir. kardeşinin cehennem ateşine düşmemesi
için kendisini tehlikeye atar.
Puta tapanların, yani Allah'ın koyduğu kanunlara karşı
duranlara uyanların, yaptıkları herşey boştur. 1497[151]

140- (Musa): "O, sizi alemlere üstün kılmışken, Allah'dan

1495[149]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/242.
1496[150]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/242.
1497[151]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/242-243.
başka size ilah mı arayayım?" dedi.
Başta Musa gibi bir peygamber; "kitap alarak Tevrat'ı veren,
Firavun1 a karşı galip getiren, denizi yol eden, çölde
bıldırcınla besleyen Allah'ı bırakıp da ölümlüler arasında
birinemi kulluk yapayım?"
diyor.1498[152]

141- Hani biz, size azabın en şiddetlisini yapan, oğullarınızı


öldürüp kızlarınızı sağ bırakan Firavun'un hanedanından sizi
kurtarmıştık. Bunda size Rabbinizden büyük bir imtihan
vardır.
Güreşde yenmeyene, koşuda en önce varmayana, okulda
başarı sağlamayana ödül diploma verilmez.
Allah'ın kitabını gelecek nesillere taşıyacak olanlarda çeşitli
imtihanlardan geçiriliyorlar. Kafir yönetimlerin neler
yapabileceğini Firavun'un uygulamasından görüyorlar ve
hiçbir zaman küfre yönelmemeye karar veriyorlar.
Firavun, beni İsrail'in çoğalmasını Önlemek için erkeklerini
öldürüyor. Kadınlarını sağ bırakıyor. Kadınları köle gibi
alıp kıptilere vererek, doğan çocuklarında kipti olacağını var
sayarak hareket ediyor. Ama hesaplan tutmuyor ve
Rabbimin dediği oluyor.
Günümüzde müslümanların nüfusunun artmaması için iç ve
dış düşmanlar her çareye baş vuruyorlar. Ancak biz Hz.
Musa'ya iman edenlerdeniz. Allah bu ümmetide kafirlere
karşı galip getirecektir. İnşaallah. 1499[153]

142- Musa ile otuz gece sözleştik ve onu on ilavesiyle


tamamladık. Böylece Rabbinin belirlediği vakit kırk geceye
tamamlandı. Musa, kardeşi Harun'a: "Kavmimin içinde
benim yerime geç, İslah et ve bozguncuların yoluna uyma"
dedi.
1498[152]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/243.
1499[153]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/243-244.
Peygamber efendimizin Medine'ye hicret ettikten sonra
dokuz sene her ramazan ayının yirmisinden itibaren bayram
namazına kadar Mescidde i'tikafı vardır. Halkdan
ongünlüğüne uzaklaşıp Hak ile halvet olup oradan aldığı
enerji ile halka yeniden dönme olayı.
Hz. Musa Kırk gün Rabbiyle halvet olmaya, vahiyler
almaya giderken kardeşi Harun'u yerine görevlendirir.
Otorite boşluk kabul etmez.
Peygamber efendimiz vefat ettiğinde daha mübarek vücudu
defnedilmeden müslümanlar devlet başkanı olarak Hz.
Ebubekir'i seçtiler ve Efendimiz, Halifenin başkanlığında
defnedildi.
Allah'ım sen bu başsız ümmete rahmet et. 1500[154]

143- Musa belirlenen vakitte geldi ve Rabbi ona konuştu.


(Musa): "Rabbim, bana gösterde seni göreyim" dedi.
(Rabbi): "Sen beni göremezsin. Ancak şu dağa bak, eğer
yerinde durursa sende beni görürsün" dedi. Rabbi o dağa
tecelli edince onu paramparça etti. Müsada düşüp bayıldı.
Ayıklığında: "Seni tenzih ederim. Sana tevbe ettim ve ben
iman edenlerin ilkiyim" dedi.
En'am suresinin yüzüçüncü ayetinde Rabbimizin bu
dünyada görülemeyeceğini haber verir. Kıyamet suresinin
22-23 ncü ayetlerinde ise ahirette mü'minlerin göreceğine
işaret eder. 1501[155]

144- (Allah) "Ey Musa, seninle konuşmamla, mesajlarımla


seni insanlar üzerine seçkin kıldım. Sana verdiklerimi al ve
şükredenlerden ol" dedi. 1502[156]

145- Biz ona öğüt olarak herşeyi ve herşeyin tafsilatını

1500[154]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/244.
1501[155]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/245.
1502[156]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/245.
levhalara yazdık. "Onu kuvvetle al. Kavmine en güzelini
tutmalarım emret. Fasıkların yurdunu size yakında
göstereceğim.
Musa (a.s.) Tevrat'la, İsa (a.s.) İncirle insanlar arasında
seçkin olmuşlardır. Bir adıda Mustafa olan efendimizde
Kur'anla seçkinler zümresinin sonuncusu olmuştur.
Günümüzde Kur'ana sarılanlarda bu toplumun seçkin
insanları olurlar. Dünyada devamlılık sağlayanlar Allah'a
kulluk yapanlardır. Günümüzde hiçbir insan Firavun adını
çocuğuna isim olarak vermez; Kimse çocuğuna Ebu cehil
demez. Ama yeryüzünde milyonlarca Adem, İbrahim,
Musa, İsa, Muhammed isimleri vardır. Buda bize günümüz
kafirlerinin gidici, mü'minlerin kalıcı olduğunu gösterir. O
fasık-ların yurtlarında Allah'ın kitabıyla amel edildiği
günleri göreceğiz insaallah. 1503[157]

146- Yeryüzünde haksız yere büyüklenenleri ayetlerimden


çevireceğim. Bütün ayetleri görselerde onlara iman
etmezler. Doğru yolu görseler bile onu yol edinmezler.
Azgınlığın yolunu görseler onu yol edinirler. İşte bu onların
ayetlerimizi yalanlamalarından ve ondan gafil
olmalarındandır.
Kendini kitapdan müstağni sayanlar, kendi görüşünü
Allah'ın kelamından üstün görenler kendilerini köreltmek
için perde örenlerdir.
Hasta insanın ağzı, çoban çeşmesinin tatlı suyunu acı
zannettiği gibi, kendi zehirli fikirleriyle büyüklük
hastalığına tutulanlarda, Allah kelamına uymazlar.
Azgınlarla beraber olurlar. 1504[158]

147- Ayetlerimizi ve alıirete kavuşmayı yalanlayanların


amelleri boşa gitmiştir. Onlar ancak yaptıklarıyla
1503[157]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/245-246.
1504[158]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/246.
cezalanırlar.
Bir önceki ayet-i kerimede, kibirinden hakka teslim
olmayan, sapık yollarda dolaşan insanlardan bahsetmişti.
Allah'ın ayetlerini yalanlayanlar, inanmayanlar kendileri
gibi insanların yoluna tabii olunca yoldan çıkarlar.
Ahirete inanmayanların rezaletin akıl almaz çeşitlerini
yaptıklarım çağımızda biz gözlerimizle gördük de Allah'a ve
ahirete imanımız biraz daha kuvvetlendi. 1505[159]

148- Musa'dan sonra Kavmi, zınetıennaen Doguren Dır


Duzagı heykeli edindiler. Onun kendileriyle konuşmadığını
ve onları doğru yola ulaştırmadığını görmediler mi? Onu
ilah edindiler ve zalim oldular.
İnsan Rabbine olan inancını yitirdi mi Rabbinin
yarattıklarından ilah edinmeye kalkar. Çölde yolunu
kaybeden insan için bütün yönler yanlıştır. Her tarafa
bilinçsizce gidip gelme izleri şaşkınlığının işaretidir.
İnsanlarında elleriyle yaptıklarına tapmalarıda onların
şaşkınlığının işaretidir. 1506[160]

149- (Başları) ellerinin arasına düşürülüpte sapıttıklarını


gördüklerinde: "Eğer Rabbimiz bize merhamet etmez ve
afvetmezse biz elbette hüsrana uğrayanlardan oluruz.
İnsan yaptığı işin kötü ve zararlı olduğunu anlayınca
düşünmek için başını iki elinin arasına alır ve kara kara
düşünür.
Bu ayette Rabbimiz, "ellerinin arasına düşürüldüğünde"
diyor. Yani bizi düşünmeye sevkedeninde Rabbimiz
olduğunu anlıyoruz. Bizlerde yıllarca Rabbimizin yolundan
ayrıldık. Başkalarının yolunda yürümeye zorlandık. Allah'a
hamdolsunki İslam milleti olarak bu yolların çıkmaz yol

1505[159]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/246-247.
1506[160]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/247.
olduğunu anladık ve sırat-ı müstakiyme geri döndük. 1507[161]

150- Musa kavmine kızgın ve üzgün olarak dönünce:


"Benden sonra geride ne kötü olmuşsunuz. Rabbinizin
(azab) emrinimi acele ediyorsunuz?" dedi. Levhaları bıraktı
ve kardeşinin başından tutup çekmeye başladı,
(kardeşi):"Anamın oğlu, bu kavim beni zayıf buldu.
Nerdeyse öldüreceklerdi. Düşmanı bana güldürme ve beni
zalim kavimle birlikte kılma" dedi.
Kızmak ve üzülmek insanlığın Özellikîerindendir.
Peygamber efendimizin kızdığı vakit, yüzünün kızardığı,
boyun damarlarının kabardığı haber verilir.
Kızmayan, üzülmeyen, heyecanlanmayan insanlardan
tarihin seyrini değiştiren bir kahraman çıkmamış: Musa
(a.s.), Allah'ı bırakıp puta tapman bu kavmi suçlamadan
önce, kendi yerine bıraktığı kardeşi Harun (a.s.) suçlamış ve
saçını başını yolmuştur. Sonrada: 1508[162]

151- "Rabbim, beni ve kardeşimi afvet. Bizi rahmetine koy.


Sen rahmet edenlerin en merhametlisisin" dedi.
Puta tapman kavmi. Azarlanan Harun (a.s.).Burada
Rabbimiz, Musa (a.s.)'ın davranışı ile devlet yöneticilerinin
sorumluluğuna dikkat çekmiştir. Dua ederken ise önce
kendisinin afvedilmesini istemiştir.
"Künhül Ahbar" isimli eserin 79 ncu varakda naklettiğine
göre Kırımdaki kötü vezir ulemaya zulmetmiş. O alimlerden
biri olan Mevlana Seyyit Ahmet b. Abdullah İstanbul'a gelip
durumu Fatih Sultan Muhatnmed'e anlatır.
Fatih, veziri Mahmut paşaya: "Gördiinmü paşa, bir vezir bir
ülkeyi nasıl rezil ediyor" der. Mahmut paşa cevabı hemen
yetiştirir; "Padişahım, ülkeyi rezil eden vezir değildir. Onu
oraya tayin eden padişahtır" der.
1507[161]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/247.
1508[162]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/247-248.
Musa (a.s.), yöneticilerin herşeyden sorumlu olduğuna
dikkatimizi çekmektedir. 1509[163]

152- Buzağıyı tanrı edinenler Rablerinden bir gazaba ve


dünya hayatmdada zillete uğrayacaklar işte iftiracıları biz
böylece cezalandırırız.
Puta tapanların ilk zilleti, bu değerli başlarını elleriyle
yaptıkları karşısında eğmeleridir. Sonra o elleriyle yapıp
taptıklarını korumak rçin kanunlar çıkarıp memurlar
atayarak para harcamalarıdır.
Onun, yani put insanın koyduğu kuralların, çağa uymaması
neticesinde "her sahada ilerleyememek yerinde saymak da
zilletin bir başka boyutudur. 1510[164]

153- Kötülükler yapıp, sonra pişman olup iman edenler,


şüphesiz senin Rabbin afvedendir, merhamet edendir.
Pişman olup iman ettikten sonra, affedilmeyecek günah
yoktur. Yani mü'min olanın affedilmeyecek günahı yoktur.
Yeterki tevbe etsin.
Kafirin de iman edince afvedilmeyecek günahı yoktur. Kul
hakkına gelince, onuda Rabbim hak sahibini razı eder yine
afvedilir. 1511[165]

154- Musa'nın kızgınlığı geçince levhaları aldı. Bir


nüshasında Rablerinden korkanlar için hidayet ve rahmet
vardır. 1512[166]

155- Musa, buluşma zamanımız için kavminden yetmiş


adam seçti. Onları bir sarsıntı ahverince "Rabbim,
dileseydin onları ve beni önceden helak ederdin. İçimizdeki
beyinsizler yüzünden bizi helak edermisin? Bu senin bir
1509[163]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/248.
1510[164]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/248-249.
1511[165]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/249.
1512[166]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/249.
imtihanındır. Onunla dilediğini sapıtırsın. Dilediğini
hidayette kılarsın. Sen bizim velimizsin. Öyle ise bizi
bağışla, bize merhamet et. Sen bağışlayanların en
merhametli-sisin" dedi.
Mutlu anlarımızda sarılacağımız Allah'ın kitabıdır. Kızgın
anlarda sığmağımız yine Allah'ın kitabıdır. O bize iki
haldede yol gösterir. Beni israilin puta tapınma günahından
arınmaları için Musa (a.s.) kavminin içinden yetmiş kişi
seçerek Tur dağında Allah tealadan af talebinde bulunurlar
ve bir daha isyan etmeyeceklerine söz verirler. Musa (a.s.)
duasına devam eder. 1513[167]

156- "Bu dünyadada ahirette de bize iyilik yaz. Şüphesiz biz


sana yöneldik." (Allah) (c.c): "Azabımı dilediğime isabet
ettiririm. Rahmetim herşeyi kuşatmıştır. Onu (iyiliği)
sakınanlara, zekatı verenlere ve ayetlerimize iman edenlere
yazacağım" dedi.
Ümmeti Muhammed olarak bizlerde, hergün beş vakit
namazlarımızda Bakara suresinin 201 nci ayetinde bildirilen
duayı okuyoruz ve Rabbimizden dünyada ve ahirette iyilik
vermesini istiyoruz.
Musa (a.s.)'da aynı şeyi istiyor. Rabbimizde iki dünyada
iyiliğe kavuşmak için Allah'dan sakınmamızı, zekatlarımızı
vermemizi, Kur'anın bütün ayetlerine iman etmemizi şart
koşuyor ve devam ediyor. 1514[168]

157- Onlar, yanlarında olan Tevrat ve İncil'de yazılı


buldukları Ümmi, peygamber, Rasule uyarlar. O
(peygamber) onlara iyiliği emreder, kötülüğü yasaklar,
temiz şeyleri helal kılar, pis şeyleri haram kılar, iyiliklerden
alıkoyan yüklerini ve üzerindeki bağları kaldırır. Ona iman
edenler, ona saygı gösterenler, qna yardım edenler ve
1513[167]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/249-250.
1514[168]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/250.
onunla birlikte olan nur'a uyanlar, işte kurtuluşa erenler
onlardır.
İşte iki dünyayı cennet eylemenin reçetesi bu iki ayet-i
kerimedir.
Rabbimizin rahmetinin, gazabını geçtiğini, rahmetinin
herşeyi kuşattığını bilmek ve inanmak bize gönül rahatlığı
kazandırır ve herşeyin gerisinde bir teselli pınarının aktığını
biliriz.
Zekatla sosyal dengeyi sağlayıp zengin-fakir çatışmasını
önlemek. İnsanların düşünce ürünlerinden etkilenmeden,
doğrudan Rabbinin vahyinden konuşan Ümmi peygambere
uymak, sapıklıklardan uzaklaşmak gerekiyor.
Hep iyiliği emredip, kötülükleri yasaklama cesaretini
gösteren, medeni cesareti yerinde insan olmak. Helallere
yaklaşıp haramlardan uzaklaşmak, insanların iyi yollara
gitmesini engelleyen ticari, siyasi, şöhret, makam, mevki,
bağlarından kurtarmak.
Yalnız bunlarla yetinmeyip, o peygamberin yolunda giderek
saygısını gösterip, onun getirdiğini yaşayıp yaşatarak, ona
yardım etmek ve o nurun aydınlığında yürümek. İşte
kurtuluş reçetesi,
Bu ayet, "ben hadisleri referans olarak kabul etmiyorum"
diyen, batılı müsteşrikler karşısında bozguna uğramış,
Kur'andan habersiz garibanlarımıza çok şeyler
1515[169]
söylüyor.

158- Deki: "Ey insanlar, ben Allah'ın sizin hepinize


gönderdiği elçisiyim. Göklerin yerin mülkü yalnız ona aittir.
Ondan başka ilah yoktur. O yaşatır ve öldürür. Öyle ise
Allah'a ve Ümmi peygamber Rasulüne iman ediniz. O da
Allah'a ve onun kelimelerine iman etmektedir. Ona uyun ki
doğru yolu bulaşınız.

1515[169]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/250-251.
Uzay araştırma merkezlen, deniz bilimleriyle uğraşanlar,
zoologlar, jeologlar v.s. bütün ilimle merkezlerinden
yükselen çağdaş ilmi buluşlar, Allah'ın (c.c.) milyonlarca
sene önce yarattığını anlamaya
çalışmaktalar.
Yirmi gramlık bülbülün, minnacık göğsünden fışkıran
musiki nağmeleri üzerine araştırmalar devam etmekte. Allah
(c.c.) ise o bülbülü milyonlarca sene önce yaratmıştı.
İşte biz böyle bir Allah'a teslim olmuşuz. Onun gökte ve
yerdeki tabiat kanunlarındaki düzeni ve her çağa
uygunluğunu gördükten sonra, Kur'an ahkamına uymaya
karar vermişiz. 1516[170]

159- Musa'nın kavminden hakka götüren ve o hak ile adil


davranan bir ümmet vardır.
Yüzelli beşinci ayette Musa (a.s.) kavminin içinden yetmiş
kişiyi seçerek Tur'a gittiğini öğrenmiştik. Yüz altmışıncı
ayettede oniki gruba ayırdığını haber verir. Bu topluluklar
gerçekden insanları hakka götüren ve Tevrat ile hükmederek
adaletli mü'minler idiler.1517[171]

160-Onları (İsrailoğullarını) oniki torun olarak ümmetlere


ayırdık. Kavmi ondan su istediğinde Musa’ya: “Asanı taşa
vur” diye vahyettik. Ondan oniki pınar fışkırdı.Her insan
topluluğu su içeceği yeri öğrenmiş oldu. Bulutla üzerlerini
gölgeledik ve üzerlerine kudret helvası ve bıldırcın indirdik,
"size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yeyin"
(dedik). Onlar bize zulmetmediler, onlar ancak kendilerine
zulmettiler.
İnsanları yönetimde gruplara ayırmak, grup liderleriyle
temasları devam ettirmek, eğitim, sağlık ve bütün sosyal ve
siyasal ilişkileri onlar aracılığıyla temin etmek
1516[170]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/251-252.
1517[171]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/252.
peygamberlerin sünnetidir. Ayrıca halkdan herhangi bir
insan her an peygamberini görüp sorununu anlatma
imkanıda vardır.
Musa (a.s.), Firavunun sarayında yağlı ballı hayatı yaşarken,
yalnız Allah'a kulluk yapmak için Mısır'dan çıkınca, Allah
onu mahrum bırakmamıştır. Çölde kavurucu sıcaklarda
bulutları gölge için göndermiş, bıldırcınları o çöle sevketmiş
ve kudret helvasıyla beslemiştir.
Kurana inanan mü'min insan, şartların kötülüğü seni
yolundan alıkoymasın. Mantığın yanıltmasın. Tevekkülüne
zarar vermesin. Ateşin içinde İbrahim'i yalnız bırakmayan,
kuyudan Yusufu kurtaran, denizden Musa'yı geçiren Allah,
kulunu yalnız bırakmaz. Ama nasıl? deme.Yürü. 1518[172]

161- "Şu şehirde oturun, dilediğinizden yiyin "afvet" deyin,


kapıdan secde ederek girin ki, hatalarınızı afvedelim. İyilik
yapanları artıracağız" denildiğinde; 1519[173]

162- Onlardan zalimolanlar; sözü, kendilerine başka şekle


değiştirdiler. Bizde zulmeder olmaları sebebiyle onlar
üzerine gökten azap gönderdik.
Bakara suresinin 53-59 ncu ayetlerinde tefsiri geçen bu
ayetler bize dağbaşlarma değil, şehire yerleşip medeni
olmaya işaret eder.^ehıme secdeden uzak kalmamaya, af
dilemeye devam etmeye ve Allah m kelamını, çağdaş
kafirlerin keyfi için yanlış yorumlar yapmama konusunda
bizi uyarır.
İsrailoğulları çöldeki eğitimlerinden sonra Mısır'a veya
Kudüs'e yerleşmişlerdi. Allah'ın ayetlerini değiştirdiler.
"Afvet" manasına gelen "Hıt-ta" kelimesi yerine buğday
manasına gelen "Hmta" dediler. Yani bize iman değil,
ekmek lazım dediler. Bugünkü materyalistlerin söylediğinin
1518[172]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/252-253.
1519[173]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/253.
öncülüğünü yaptılar.
Bizlerde Allah'ın ayetlerini atıp kafirlerin kanunlanna boyun
eğdiğimiz günlerden beri pisliğin her çeşidine
bulandık.1520[174]

163- Onlara deniz kenarındaki şehirden sor. Hani onlar


cumartesi gününde (yasağı çiğneyerek) haddi aşmışlardı.
Hani onlara balıkları cumartesi günlerinde akın akın geliyor.
Cumartesi olmayan günlerinde ise geliniyorlardı. İşte fasik
olmaları sebebiyle böylece imtihan ederiz.
Günler ve aylar hakkında hükmü, günleri ve aylan yaratan
verir. Cumartesi günleri yahudilere avlanmayı yasaklayan
Allah (c.c), cumartesi günleri onlara bolca balık göndermiş.
Bunlara dayanamayan Yahudiler cumartesi günü balıklan
havuzlara almışlar ve pazar günü avlamışlar. Böylece
Allah'ı aldatmaya çalışırken kendilerini aldatmışlar ve
Bakara suresinin altmışbeşinci ayetinde ifade edildiği gibi
maymuna dönüştürülmüşler.
Bizler de cuma gününü değiştireliden beri maymun gibi
batının taklitçiliğinden kurtulamadık. 1521[175]

164- Onlardan bir topluluk "Allah'ın helak edeceği veya


şiddetli bir şekilde azap edeceği kavme niçin va'z
ediyorsunuz?" dediklerinde: "Rabbine karşı özür beyan
etmek için ve sakınırlar ümidi ile (va'z ediyoruz)
dediler. 1522[176]

165- Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında; kötülükden


alıkoyanları kurtardık ve zulmedenleri fasıkhkları sebebiyle
kötü bir azapla yakalayıverdik.
Günümüzde olduğu gibi. Musa aleyhişselamm kavmide üç

1520[174]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/253-254.
1521[175]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/254.
1522[176]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/254.
gruba ayrılmış.
1- Zalimler
2- Mücahidler
3- Nemelazımcılar.
Mücahidler zalimleri zulümden vazgeçirmek için yiğitçe
mücadele verirlerken, nemelazımcı müslümanlar; "Bırakın
şu kafirleri. Allah onları helak edecek, bunlarla uğraşmaya
değmez" diyorlar.
Allah (c.c.) zalimlerin cezalandırıldığını, mücahidlerin
kurtarıldığım haber veriyor ama nemelazımcılar hakkında
hiç bilgi vermiyor. Bahsedilmeye bile değmez insanlar
olduklarına işaret ediyor.
Enfal suresinin yirmibeşince ayetinde "öyle bir fitneden
sakınınki o yalnız zalimlere isabet etmez" buyurur. Demekki
zalimlere ses çıkarmayanlarda aynı zalimler gibi
cezalandırılıyorlar.
Biz Rabbimiz katında sorumlu duruma düşmemek için
görevimizi yerine getireceğiz ve insanları uyarmaya devam
edeceğiz. 1523[177]

166- Yasaklandıkları şeye karşı geldiklerinde onlara;


"Aşağılık maymun olun" dedik.
Bakara suresinin altmış beşinci ayetinde açıkladığımız gibi
yahudiler cumartesi günü deniz avı yasak olmasına rağmen
yasağa riayet etmemeleri ve Allah'ı kandırmaya kalkmaları
nedeniyle maymuna dönüştürülmüşler.
Müfessirlerimiz maymuna dönüşmeleri konusunda şeklen
mi? yoksa karakter olarak mı? nıaymunlaştıklannı
tartışmışlar. Çoğunluğu şeklen maymun olduklarını
söylemektedir. 1524[178]

167- Hani Rabbin kıyamet gününe kadar onlara (yahudilere)


1523[177]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/255.
1524[178]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/255.
en kötü azabı tattıracaklar göndereceğini ilan etmişti.
Şüphesiz Rabbin cezası çabuk olandır. Ve şüphesiz o
bağışlayandır, rahmet edendir.
Musa (a.s.)'ın yanında hür yaşamayı bırakıp Firavun'un
köleliğini özleyen, bıldırcın etini bırakıp sarımsak isteyen,
Allah'ı bırakıp altından yaptıkları buzağıya tapman bu
yahudiler üzerine Allah (c.c), her asırda bir devleti
göndererek cezalandırmış. Ama hala akıllanmayan bu ya-
hudiler yine dünyayı yangına vermeye devam ediyorlar.
Belâlarım bekliyorlar ve çabuklaştmyorlar. 1525[179]

168- Onları yeryüzünde ümmetlere ayırdık. Onlardan bir


kısmı salih, bir kısmı (salih) değil. Onları iyilikler ve
kötülüklerle imtihan ettik. Umulurki (dine) dönerler.1526[180]

169- Onlardan sonra yerlerine kitaba varis kötü kişiler geçti.


Şu deni dünyanın mallarını alıyorlar ve "yakında
bağışlanırız" diyorlar, Mallarının benzeri bir mal daha gelse
onuda alıyorlar. Allah'a karşı hakdan başka birşcy
söylemeyecekleri konusunda içindekilerini okudukları
kitabın sözü alinmamışmiydı? Sakınanlar için ahiret yurdu
daha hayırlıdır. Akı! edemiyormusunuz?
"Allah kerim", "Allah afveder" gibi doğru sözler eğri yolda
ağızlara sakız yapılmaktadır. Yahudilerin haramzadeleride
her türlü haram yollardan mal toplarken afvolunacaklarına
inanarak haram yiyorlar. Sonra yine harama devam
ediyorlardı.
Günümüzde bir kısım müslümanlarında kafir yahudi ve
hristiyanlara
özenerek haram yollardan köşeyi döndükten sonra hacca
giderek temizlenmeye çalıştıklarını görmekteyiz. Allah ise
bu mantıkla hareket edenlerin cezalandırıldığını haber
1525[179]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/255-256.
1526[180]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/256.
vermektedir. 1527[181]

170- Kitaba sımsıkı sarılan ve namazı dosdoğru kılanlara


gelince, şüphesiz biz ıslah edenlerin ecrini zayii
etmeyiz. 1528[182]

171- Hani dağı bir gölgelik gibi üzerlerine kaîdırmıştıkda


onlar üzerlerine düşüverecek zannetmişlerdi. "Size
verdiğimizi kuvvetlice alın ve içindekileri düşünün.
Umulurki sakınırsınız."
Bakara suresinin 93 ncü ayetinde bu olay daha açık ifade
edilmiştir. Allah yahudilerden söz alırken Tur dağını
tepelerinin üzerine kaldırarak onlara gücünü göstermiş ama
dağ yerine varınca sözlerinden dönüvermişler.
Buda bize zorla iman olmayacağım anlatmaktadır. İman
gönül işidir. 1529[183]

172- Hani Rabbin Adem oğlunun sırtlarından zürriyetlerini


almış ve kendilerine şahid kılmıştı. "Ben sizin Rabbiniz
değilmiyim" (demiştide) "Evet (sen bizim Rabbimizsin)
şahidiz" demişlerdi. Kıyamet gününde "Biz bundan
habersizdik" demiyesiniz diye. 1530[184]

173- Veya "daha önce babalarımız Allah'a ortak


koşmuşlardı, bizde onlardan sonra gelen nesiliz, batıl işler
yapanların yüzünden bizi helak mı edeceksin" demeyesiniz
diye (şahid tuttuk).
Çocukluğumuzda;
- Kimin kulusun?
-Allah'ın.
-Ne zamandan beri?
1527[181]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/256-257.
1528[182]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/257.
1529[183]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/257.
1530[184]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/257.
-Kalü belâ dan beri.
-Kalü belâ neye derler?
-Allah'ü azimüşşan bütün ruhları halkeyledi ve sual eyledi.
"Ben sizin Rabbiniz değirmiyim" dedi. Bütün ruhlar "bela"
dedi. İşte o günden beri müslümanım, diye öğretilirdi.
Bu bilgi Kur'ana uygun bir ilimdir. Allah (c.c.) bütün
ruhlardan yaratıcı, yaşatıcı ve yönetici olarak yalnız ve
yalnız Allah'ı kabul edeceğimiz konusunda söz almıştır.
Türk şairi Ruhi:
"Sanman bizi kim şı rai engürle mestiz -
Biı ehli harabatdanız metsi elest'iz".
Bizi üzüm şarabı sarhoş etmiş zannetmeyin. Biz "elest"
hitabıyla sarhoş olmuşuz diyerek tasavvuf şairlerinin
şiirlerindeki şarabın üzüm şarabı olmadığını, Allah (c.c.)'m
hitabıyla sarhoş olduklarımda ifade etmiş oluyor.
İbnül Farid'de arapça şiirinde 1531[185]
"Biz üzüm çubuğu yaratılmadan sevgilimiz olan Allah'ın
zikrini içtik de şevk içinde sarhoş olduk" buyuruyor.
Allah (c.c.) kıyamete kadar gelecek her insandan söz
almıştır. Birileri çıkıpda "ben hatırlamıyorum" diyebilir.
Çocukluğumuzda altı aylık iken annemizin söylediklerini,
gülücüklerini hatırlayan varmı?
Annelerimizin bizlere bir günlükken gösterdiği" sevgi ve
şefkatin bizim şahsiyetimizin gelişmesinde etkili olduğunu
öğreniyoruz ama, bhs günlükken bize gösterilen şefkati
hatırlamıyoruz. Ancak etkisini, damgasını taşıyoruz.
İşte bütün insanlardaki iyiye, güzele doğru meyil, o
sözleşmenin etkisiyledir. 1532[186]

174- İşte biz ayetleri böyle açıklarız. Umulurki


(sapıklıklarından) dönerler. 1533[187]

1531[185]
Divan 2/144.
1532[186]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/257-259.
1533[187]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/259.
175- Onlara kendisine ayetlerimizi verdiğimiz kişinin
haberini oku. O kişi bu ayetlerden ayrıldıda, şeytan ona
uydu ve azgınlardan oldu.
Allah (c.c.) ayetlerini apaçık indirdiği halde, bir kısım
insanlar onu öğrenmesine rağmen, bilgisi onu iman üzerinde
tutamıyor ve imandan sıyrılıp çıkıyor. îman ilimsiz olmaz
ama ilimde insanı iman üzere tutmaz.
Her imanlı insan ilimli insandır. Her ilimli insan imanlı
değildir. Onun için Rabbimize dua ederek kalbimizde imanı
sabit tutması için yalvaracağız.
Ayetleri bildiği halde kafir olanın adını Rabbimiz bize
bildirmemiş. Önemli değil. Biz "İdrisleri" bilelim, sevelim.
"İblisleri" bilmesek de ölür. Önemli olan ayetleri okuyarak
kafir olup şeytamda kendine uyduranlar gibi
1534[188]
olmamak.

176- Dileseydik onu bu ayetlerle yükseltirdik. Ancak o


yeryüzünde ebedi kalmaya kalktı ve kendi arzulanna uydu.
Onun durumu kö-
pegın durumuna benzer. Üzerine varsa dilim sarkıtıp solur,
bırakıversen yine dilini sarkıtıp solur. İşte ayetlerimizi
yalanlayan kavmin durumu bu. Bu yaşanmış olayı onlara
anlat. Umulurki düşünürler.
Bugün yazarlarımızdan, konuşmacılarımızdan biri,
imansızlara, Allah'ın ayetlerini yalanlayan ve kendi
kuruntulanna uyanlara "Köpeklee-er!" diye bağırsa ilk
olumsuz tepki müslümanlara karşı şiddetli, kafirlere karşı
yumşak davranan, batıya olan imanı Kur'anın önüne geçen,
batı karşısında imanı bozguna uğrayan müslümanlarımızdan
gelir. Sonra köpekler koro halinde "hev hev leşirler."
Evet köpek gibidirler. Karnını doyursan dilini yine çıkarır

1534[188]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/259.
"açım" der! Aç kalınca da aynı şeyi söyler. Dünyanın en
zenginleri bir araya geliyorlar, dernek kuruyorlar ve oradan
sömürülecek, semirilecek yerler arıyorlar.
İnsan fıtratında var olan imanını Kur'anla ortaya
çıkarmazda, aksine inkarla üstünü kapatırsa insanlıktan
çıkar köpekleşir.
Yükselmek isteyen yüce olan Allah'ın ayetlerine sarılsın.
Alçalmak isteyen şeytanın yolu olan kominizm, kapitalizm,
ateizm, ataizm gibi yollara düşsün.1535[189]

177- Ayetlerimizi yalanlayanların ve kendilerine


zulmedenlerin durumu ne kötü.
Kafirler bu durum ayetleri yalanlayarak düştüler. Her kafir
zalim olunca bunlar ilk önce kendilerine zulmettiler. İnsan
gözünü attılar, köpek gözü taktılar.
Çok uluslu şirketleri birliğinin başkanı "dünya bir çarşıdır.
O çarşıda bizim mallarımız satılır" diyor. Köpek de bütün
dünyayı leş olarak hayal edermiş. Rüyasında da her yerde
kemik görürmüş. Ne kötü. 1536[190]

178- Allah kime hidayet verirse o doğru yolu bulmuştur.


Kimide saptırırsa, işte onlar zarardadır.
Hayrı ve şerri yaratan Allah (c.c.)'dir. Hidayeti ve sapıklığı
yaratanda odur. Kul ne isterse, Allah (c.c.) verir. Kula hür
irade vermiştir. Sapıklığı isterse Allah'da yaratır. 1537[191]

179- Yemin olsunki cehennem için cin ve insanlardan


birçok kişi yarattık. Onların anlamayan kalbleri, kendisiyle
göremedikleri gözleri, kendisiyle işitemedikleri kulakları
vardır. Onlar hayvanlar gibidirler. Hatta danada sapıktırlar.
İşte onlar gafillerin ta kendisidirler.

1535[189]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/259-260.
1536[190]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/260.
1537[191]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/260-261.
Allah'ın verdiği kalble Allah'ı tanımazsa, Allah'ın verdiği
gözle nimetleri, güzellikleri görüpde yaratanını
görmezlikten gelirse, Allah'ın yarattığı kuş seslerini, şelâle
sesleri dinleyen kulaklarını Allah'ın kelamına kaparsa işte
bunlar hayvanlardan daha sapık olurlar. Hayvanlar
görevlerini yerine getirirler. Bunlar ise görevlerini bırakıp
yasaklandıkları şeyleri yapıyorlar.
Burada ayet yanlış anlaşılmasın. Cehennem için yaratılanlar
belirli şahıslar değildir. Bu ayette sayılan suçlan
işleyenlerdir.
Kafirleri hayvandan daha aşağıda görünüz. Bazı arkadaşlar
makam mevki sahibi kafirlerin yanma İslamı tebliğ için
gittiklerinde sıkıldıklarını, içlerinde bir daralma meydana
geldiğini söylüyorlar.
Ben onlara "tavuğunuzun yanma varırken sikılırmısınız?
Bunlar hayvandan aşağıdırlar" diyorum. Yalnız bunlar
insanlık derecesinden hayvanlık derekesinin altına inmişler.
Kuyuya düşen koyununuzu kurtarmak için gösterdiğiniz
gayretin bin katını bu tür insanları küfür bataklığından
kurtarmaya sarfediniz. 1538[192]

180- En güzel isimler AUah'a aittir. Ona bu isimlerle dua


ediniz. Onun isimlerinde inkara sapanları bırakınız. Yakında
yaptıklarınızdan dolayı cezalandırılacaklar.
İnsan eşyaya isim verirken isim o eşya hakkındaki bilgisini
yansıtır. Bilgi yanlışsa verdiği ismide yanlıştır. Hristiy ani
arın Allah hakkındaki bilgileri tahrif edilince Allah'a "baba"
adını vererek yanlışlarını ortaya koydular.
Bizler Allah'ı kendi hayal hanemizin sınırlan içinde düşünüp
öyle isimler verenlerden değiliz. Çünkü bizim aklımızinda;
hayalimizinde bir sınırı vardır.
Allah kendisini hangi isimlerle tanıtırsa, Rasulü hangi

1538[192]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/261.
isimlerini bize bildirirse, biz de o isimlerle çağırır ve dua
ederiz. 1539[193]

181- Yarattıklarımızdan hak ile doğru yola ileten ve hak ile


adil davranan bir ümmet vardır.
Kıyamete kadar bu devam edecektir. İslamın adaleti üç
kıtada insanlara huzur sağlamıştır. Bir devlette olmazsa bir
şehirde, orada da olmazsa bir köyde, oradada olmazsa bir
ailede, oradada olmazsa bir müslümanda adaletini
sürdürecektir. Fetih suresinde ise bütün dinlere üstün
geleceği haber verilmektedir. 1540[194]
Er veya geç bu kafirlerin zulme dayalı saltanatı sona erecek
ve islamin adaleti gelecektir. 1541[195]

182- Âyetlerimizi yalanlayanları bilmedikleri yönden helake


yaklaştıracağız. 1542[196]

183- Onlara süre tanıyorum. Şüphesiz benim tuzağım


sağlamdır.
Kutuplarda buzlar üzerinde ayı avlayan avcılar ustura, jilet
gibi keskin demirleri buza çakarlar üzerine kan sürerlermiş.
Ayı gelir o kam yalamaya başlarmış. Keskin demir dilini
kanatırmış ama kanın tadı bıçağın acısını bastırırmış.
Sonunda ayı kansız kalır ve yere yıkılır, avcıda gelir
yakalar ve derisini yüzermiş.
Damak zevkine aldanıpda midesini patlatan obur insan
gibidir şimdiki kafir yöneticiler. Kanını yalayan ayıdan
beterdir, bu zulüm üzerine saltanat sürenler. Bilemedikleri
yerden yıkılacaklar. Ne zaman yıkılacaklar? Allah'ın
tanıdığı süre bitince. 1543[197]

1539[193]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/261-262.
1540[194]
Fetih 28.
1541[195]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/262.
1542[196]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/262.
1543[197]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/262-263.
184-Arkadaşlarında hiçbir delilik olmadığını düşünmediler
mi? O ancak apaçık bir uyarıcıdır.
Peygamber efendimizi onların arkadaşı olarak ifade ediyor.
Öyleya kırk sene arkadaşlık yaptılar. Onu tanıyorlar.
Sıhhatli, dengeli, akıllı, kahraman, güvenilir bir arkadaş
olduğunu biliyorlar.
Peygamberliğini ilan edince "deli" demeleri anlamsız.
Düşünüverseler deli olmadığını anlayacaklar. Nelere
çağırdığını düşünseler peygamber olduğunu kabul
edecekler. 1544[198]

185- Göklerin ve yerin Melekutuna (bağlı olduğu yönetime)


Allah'ın yarattığı şeye ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine
bakmıyorlar mı? Bundan sonra onlar hangi söze
inanacaklar? 1545[199]

186- Allah kimi sapıtırsa ona yol gösteren olamaz. Onları


azgınlık lan içine bırakırda bocalayıp dururlar.
Allah'ın ayetleriyle yola gelmeyenler bizim sözlerimizle
yola gelmezler. Akıl akıldan üstündür. Allah ise herşeyin
üzerindedir. O yücelerden yücedir.
Kalbi yaratan O. Ayeti indiren O. O'nun ayeti, O'nun
yarattığı kalbe
girmezse bizim sözlerimiz hiç fayda vermez.
Biz İslamı anlatırken Allah'ın ayetlerini sunacağız insanlara.
Hidayeti veren O. Ondan olmazsa kimse hidayet
veremez. 1546[200]

187- Sana kıyametin ne zaman kopacağını soruyorlar. Deki:


"Onun ilmi Rabbim katandadır. Onun vaktini ondan başka

1544[198]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/263.
1545[199]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/263.
1546[200]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/263-264.
kimse açıklayamaz. O (kıyametin gizli olması) göklerede
yerede (insanlara, meleklere cinlere) ağır geidi. O size
ansızın gelir. Sanki sen biliyor-muşsun gibi sana sorarlar.
Deki: Onun ilmi Ancak Allah katındadır. Ancak insanların
birçoğu bunu bilmezler.
Kıyametin vaktini Rabbimiz Rasulüne bildirmediğine göre
günümüzde rüyasında görenlere, ilham geldi, filan sene
kopacak diyenlere aldan-mayalırn.
Biraz sonra kopacakmış gibi hazırlıklı olalım. Cihada
çıkacak müca-hid gibi, gerdeğe girecek damat gibi hazırlıklı
ve dikkatli olalım. Eksik zinetimiz olmasın, üzerimizde
kusur bulunmasın. 1547[201]

188- Deki: "ben Allah'ın dilediğinden başka kendime fayda


ve zarar verme gücüne sahip değilim. Eğer ben gaybı
bilseydim çok hayır elde ederdim ve bana kötülük
dokunmazdı. Ben iman eden bir kavim için ancak bir uyarıcı
ve müjdeciyim."
Ne güzel değil mi? Peygamberler dahi gaybı bilemezler.
Allah bildirirse bilirler. Eğer ben bilseydim bana zarar
dokunmazdı buyuruyor.
Uhud'da neyin nasıl olacağı bildirilseydi sonuç böyle
olmazdı.
Peygamberler bildirileni bilirler, bildirilmeyeni bilmezlerse
peki bazı insanlar müridlerinin yirmidört saatin her
saniyesini nasıl biliyorlar? 1548[202]

189- O, sizi bir tek nefisden yarattı. Ondanda sükûn bulsun


için eşini yarattı. Eşini sarınca eşi hafif bir yük (nutfe)
yüklendi. Ve onu (rahminde) gezdirdi. Ağırlaşmca ikisi
Rablerine dua ettiler. "Eğer bize salih bir (çocuk) verirsen
biz şükredenlerden olacağız." (dediler).
1547[201]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/264.
1548[202]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/264-265.
Yaratılışımızın seyri anlatılıyor. Evvelimiz toprak, sonra
meni, sonra kan ve can. Sonra yine toprak. Topraktan biten
ot gibiyiz. Kara toprak yeşil yaprak sonra yine kara toprak.
Nebe suresinin son ayetinde ka-fir"keşke toprak olsaydım"
der. Topraktan tekrar dirilip ahirette hesap vermek var.
İnsanoğlu ilmin ışıklarım gökyüzüne dayadı ama binlerce
sene önce yaratılan insanı bu ilimle topraktan yaratamıyor.
Her açık gibi görünenin arkasında bir gayp perdesi var.
Rahimlerde olanın kaderini, nefsini, ömrünü, v.s. çok şeyini
bilemiyoruz. Öyle ise ellerimizi Allah'a kaldırıp salih çocuk
vermesi için dua edelim.
Salih çocuk bedenen, ruhen, dinen Allah'ın rızasına uygun
çocuk demektir. Ancak: 1549[203]

190- Onlara salih bir çocuk verince Allah'ın onlara verdiği


konusunda O'na (Allah'a) ortak koşmaya başladılar. Allah
onların ortak koştuklarından yücedir.
Bu ayette kast edilenler evlenipde çocuk isteyen ve sonra o
çocuğu Allah'dan değilde, kendilerinden, dedelerden,
yatırlardan bilenlerdir.
Hz. Adem'le, Hz. Havva'nın afvedildikleri Bakara 37 nci
ayette haber verilmişti. Hz. Adem'le, Hz. Havva'nın
yaratılışı ve çocuk istemelerinin hemen ardından geldiği için
bazı kişiler yanılmışlar ve Hz. Adem'le. Havva'nın şirk
koştuğunu söylemişler. Halbuki bu ayetin en son kelimesine
baksalar "Yüşriktin" kelimesi çoğul olarak verilmiştir.
Önceki ayette Hz. Adem'le Havva tesııiye (ikil) olarak
verilmişler. Bu ayette önce ikil sonra çoğul verilmiş. Yani
evlenen eşler : çocuğa Allah'dan isteyipde sonra Allah'ın
yarattıklarından bilen herkes Allah'a ortak koşmuş
oluyor. 1550[204]

1549[203]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/265.
1550[204]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/265-266.
191- Kendileri yaratılan ve hiçbir şey yaratamayan şeyleri
mi ortak koşuyorlar?1551[205]

192- Onlara hiçbir yardımda bulunamazlar. Kendilerinede


yardım edemezler.
Put insanlar hiçbir şey yaratamazken, kendine yardım edip
hastalığını gideremezken, ölümünü geciktiremezken nasıl
olupda başkalarına yardım etsin.
Ecelinin sonu gelen, beyninin pili biten, gözünün feri sönen
insanların nasıl olurda koyduğu kuralların sonu gelmez.
Allah ki evveli ve ahiri yoktur. Onun İçindirki onun
indirdiği kanunlarında sonu yoktur. 1552[206]

193- Eğer siz onları doğru yola çağırırsanız size uymazlar.


Onları çağırsanızda sussanizda aynıdır. 1553[207]

194- (Kafirler) Allah'dan başka taptıklarınız sizin gibi


kullardırlar. Eğer doğru söylüyorsanız onlara çağırında size
cevap versinler.
Biz kimlerin iman edip, kimlerin iman etmeyeceğini
bilmediğimizden, can taşıyan her yaştan her insana İslamı
tebliğe devam edeceğiz.
Kafirlere de şunu söyleyeceğiz: "Bu sizin kanun, kural ve
ilkelerine bağlanıpda Allah'ın kanunlarını terkettiğiniz
putlar size fayda veya zarar verebilirler mi?, Çağırsanız
cevap verebilirler mi? diyeceğiz. Aklıda gözü gibi, kulağı
gibi sınırlı güce sahip olan bu insanları niçin
ilahlaştırıyorsunuz? diyeceğiz. 1554[208]

195- Onların kendisiyle yürüyebilecekleri ayakları,


kendisiyle tutabilecekleri elleri, kendisiyle görebilecekleri
1551[205]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/266.
1552[206]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/266.
1553[207]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/266.
1554[208]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/266-267.
gözleri yahut kendisiyle işitebilecekleri kulaklarımı var?
Deki: "Ortaklarınızı (putlarınızı) çağırın sonra bana tuzak
kurun ve bana fırsat da vermeyin" 1555[209]

196- Benim dostum kitabı indiren Allah'dır. O, salihlerin


dost ve yardımcısıdır.
Gören gözler, tutan eller, harap olmuş türap olmuş.
Çağrınıza cevap vermiyor. Bütün putlarınızı çağırın, bütün
plan, tuzak, programlarını belirleyin ve bana uygulasın ne
çıkar? Benim dostum Allah dır. Müminlerin mütevellisi,
dostu, yardımcısı, yöneticisi Allah'dır. 1556[210]

197- Allah'dan başka taptıklarınız size yardıma güçleri


yetmez, kendiierinede yardım edemezler. 1557[211]

198- Eğer siz onları doğru yola çağırırsanız duymazlar.


Onları sana bakarken görürsün halbuki onlar görmezler.
Bu surenin 192 ve 193 ncü ayetlerine benzerler. Ancak
kelime farkı var. Geçen ayetlerde "size uymazlar" derken
burada "duymazlar" buyuruyor. Zaten duymayanlar, Allah
kelamına kulaklarını kapatanlar Kur'ana uymazlarda. 1558[212]

199- Afvı al. Ma'rufu emret ve cahillerden yüz çevir.


Allah afvedicidir. Afvı sever. Bizde afvedici Allah'ın
kullarıyız af-vermeliyiz. İyiliği emretmek kötülüğü
yasaklamak üzere çıkarılmış hayırlı ümmetiz.
Cahillerle sonu gelmez çene çalmalara dalmayız. Cahilleri
küfrün karanlığından çıkarmak için aydınlığa çıkaralım.
Fakat karanlıkda kalıp çene çalmayalım. 1559[213]

1555[209]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/267.
1556[210]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/267.
1557[211]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/268.
1558[212]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/268.
1559[213]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/268.
200- Şeytan sana bir vesvese verirse Allah'a sığın. Şüphesiz
o işi-ticidir, bilicidir. 1560[214]

201- Şüphesiz sakınanlara şeytandan bir vesvese geldiğinde


hemen hatırlarlar ve birde bakmışsın ki onlar (hatayı)
goruverırler.
Şeytandan ve şeytanlaşmış insanların süslü planlarından,
vesveselerinden sığınacağımız tek şey Allah'dır. Bize
Allah'a isyan için bir teklif geldiğinde hemen Allah'ı
hatırlayıp ona sığınmalıyız ve Euzübillahimi-nes-
şeytanirRacim demeliyiz. 1561[215]

202- Onların (kafirlerin) kardeşleri onları sapıklığa çeker.


Sonrada (sapıkhkda) kusur yapmazlar.
Amenna ve saddekna. Günümüzde kafirlerin, kafirleri nasıl
yanlarına alıp koltuklarına girip cehennem ateşine doğru
koştuklarım ve bu yolda çelme takmadıklarını gözlerimizle
gördük.1562[216]

203- Onlara bir ayet getirmediğinde "uyduruvermeli


rîeğilmiy-din" derler. Deki: "Ben ancak Rabbimden bana
vahyolunana uya-ram. Bu (Kur'an) Rabbinizden
basiretlerdir, (gönlünüzün gözleridir) iman eden kavim için
hidayettir, rahmettir."
Ayeti gönderen Allah, getiren Efendimizdir. Kafirler,
tabaktaki nimeti görüpde göndereni düşünmeyen basireti
kapanmış kişilerdir.
Rabbimiz Kur'anın, kalblerin gözünü açacağını, yol
göstereceğini ve rahmet olacağını bildiriyor. Basireti
körelmiş kişiler, çağın her türlü kolaylığını elde ederek
insanların bütün işlerini zorlaştınyoıiar. Çünkü rahmet ve

1560[214]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/268.
1561[215]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/268-269.
1562[216]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/269.
merhametten mahrumlar. 1563[217]

204- Kur'an okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki


rahmet olunasınız.
Cessas, Ahkamül Kur'an isimli eserinde bu ayetin tefsirinde
imafn namazda okurken cemaatın susup dinleyeceğini
emretmektedir der ve bu konuyla ilgili hadisleri sevkeder.
Biz namazda susup dinlediğimiz gibi namaz dışında da
dinieyip amel etmeye gayret edelim. 1564[218]

205- Rabbini içinden yalvararak ve korkarak ve gizlice


sabah akşam zikret ve gafillerden olma.
İçinden zikretmek, Allah'ın ayetlerini kainattaki
yarattıklarım Allah'ın azamet, kudret ilmini düşünmektir.
Zikretmek, fikretmektir. Zikretmek dua etmektir. Zikretmek
Kur'an' okumaktır. Onunda usulü erkanı vardır. Sağıra
bağırır gibi değildir. 1565[219]

206- Şüphesiz Rabbin katında olanlar ona ibadetten


kibirlenmezler onu teşbih ederler ve ona secde ederler.
Nurdan yaratılan, emredileni yapan, isyan etmeyen melekler
Rabbi-mize ibadette kibirlenmezlerse teşbihlerine ve
secdelerine devam ederlerse bizim gibi günahkarlar daha
çok ibadet etmemiz gerekir. 1566[220]

1563[217]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/269.
1564[218]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/269-270.
1565[219]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/270.
1566[220]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/270.
ENFAL SURESİ

Medinede Nazil Olmuştur Yetmişbeş Ayettir


Bize Enfal suresini indiren, ganimeti bu ümmete helal kılan,
dostlar arasındaki kara perdenin kaldırılmasını emreden,
dünyayı ateşe veren, kirleten, insanları toplu ateş
çukurlarına (cehenneme) atmak için, devlet adı altında
cinayet şebekeleri kuranlara karşı mal ve canımızla cihada
etmeyi emreden, biz gayret gösterirsek, insanların ateşe
düşmemeleri için bize yardım vadeden Allah'a ham dolsun.
Alemlere rahmet olarak gönderilen, rahmeti gereği bu
zulüm çetelerine karşı kılma çeken, Bekir’de, bu
devletleşmiş çeteye ilk dersini veren Allah resulü
Muhammedî (s.a.v.)'e salata selam olsun.
Onu yalnız bırakmayan, "sen denize dalsan birlikte bizde
dalarız" diyen Ashabına, o yolun yolcusu olan tüm
ümmetine ve sizlere selam olsun. 1567[1]

1- Sana ganimetleri sorarlar; deki: "Ganimetler Allah'a ve


Resulüne aittir. Eğer siz müzmin iseniz, Allah’san sakının,
aranızı düzeltin, Allah'a ve Resulüne itaat edin.
Bedir, müslümanlann kafirlerle yaptığı ilk savaştır. İlk defa

1567[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/271.
bu savaşda ganimet elde ediyorlar. O güne kadar ganimetle
ilgili ayet nazil olmadığından, sahabe kendi aralarında
ictihadda bulunuyorlar. Bir kısmı ganimetin ileri safta
çarpışanlara ait olduğunu, bir kısmı peygamberimizi
korumak için çevresinde harbedenlere ait olduğunu, bir
kısımda topladığının kendisine ait olduğunu ileri sürüyordu.
Bunun üzerine bu birinci ayet her konuda olduğu gibi bu
konudada hüküm vermenin Allah'a ve Resulüne ait
olduğunu bildiriyor ve bu surenin kırkbirinci ayetinde de
taksimin nasıl yapılacağım öğretiyor.
Dünya nimetlerim paylaşmak aranızın bozulmasına sebep
olmasın. Altın, gümüş ve paranın her çeşidi topraktan çıkar
ve kabir kapısının bu tarafında kalır. Dostluklarınız İslamm
çizdiği doğrultuda olursa cennette devam eder.
Farzedinki çıkar çatışması meydana geldi. Hemen dostlar
araya girerek, Allah ve Rasulünün hükmünü bildirecek ve
aralarını düzeltecek. 1568[2]

2- Mü'minler o kimselerdir ki, ancak Allah anıldığı zaman


kalbleri ürperir, Allah'ın ayetleri okunduğunda imanları
artar ve Rable-rine tevekkül ederler.
Türk dilinde bir bağlama edatı olan "ancak" kelimesi
"sadece" "yalnız" manalarında kullanılır. Meani ilminde
"Kasr" anlatılırken ancak manasına gelen "innema" edatı
açıklanır.
Kısaca: "Allah anıldığı zaman ancak mü'minlerin kalbi
ürperir" diye anlamak mümkündür. Birde "Mü'minlerin
kalbi ancak Allah anıldığı zaman ürperir" diye anlamak
mümkündür.
Emrini tutamadığında, yasağı çiğnediğinde veya isyana
meylettiğinde Allah'ı hatırlayıp ürperendir mü'min. Allah'ı
zikrederken ona layık temiz bir kalb ve tertemiz bir dil ve

1568[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/271-272.
helalla beslenmiş bir ten'le zikir yapamadığı için kalbi
ürperendir mü'min.
İmanlarının artması konusunda "îmanları kuvvetlenir" diye
açıklayıp imanın artıp eksilmeyeceğini söyleyen değerli
imamlarımız ile "her ayet inişinde iman edilecekler
artar"diyen imamlarımızla, "iman artar ve eksilir" diyen
imamlarımızın ihtilaflarında, çok az ifade farklılığının
dışında hilaf yoktur.
Tevekkül: Tarlaya tohum atmadan mahsûl için Allah'a
tevekkül edilmez. Evlenmeden çocuğun doğup büyümesi
Allah'a havale edilmez. Allah (c.c.) Rasulüne bile "bir işe
azmettikten sonra Allah'a tevekkül et" diyor. 1569[3]
Bir iş yapmayı tasarladığında o işin uzmanlarına soracaksın.
Gerekli işlemleri yapacaksın sonra Allah'a havale edeceksin.
Yani: Ziraat mühendislerinin tavsiyelerine uygun tohumu
alacaksın. Uygun zamanda ekeceksin. Sulama ve
ilaçlamasına dikkat ettikten sonra Allah'a tevekkül
edeceksin.
Ziraatta hiç ilgilenmeyen, nasırlı ellerin ürettiğini sömürerek
geçinen bir kısım imansız gavurlar: "sulama sistemini
kurduktan sonra rtiçin Allah'a tevekkül edecekmişim"
deyiverir. Yandaşları tarafmdanda alkış alabilir.
Ancak hiçbir çiftçi buna katılmaz. Önce müslüman çiftçi
tevekkülün sevap kazandıracağını bilir ve tevekkül eder.
Sonra Allah dilemezse bir damla yağmur yağdırmaz. Yeraltı
suları çekilir. Sulama aletleri işe yaramaz hale gelir ve
mahsul kurur. Veya yağmuru fazla verir mahsûl çürür, veya
dolu vurur.
Tevekkül eden mü'minle tevekküle inanmayan kafir aynı
işlemleri yapsalar, sonunda ikisininkide kurusa, çürüse veya
dolu vursa, mü'min tevekkül sevabını aldığı için kazançlıdır.
Ve de stres hastalığından uzak olur. Her ikiside iyi mahsûl

1569[3]
Al-i İmran 159
alsalar, mü'min fazladan olarak tevekkül sevabı alırki o
dünyalara değer. Mehmet Akif Merhum: Safahatında, fatih
kürsüsünde şöyle der:
Şeriatın ikidir en muazzam erkanı; Kiminki öyle müezzeb
değildir imanı; . Ayırmaz onları, bir addedip tevessül eder,
Açıkça söyleyelim: Azm eder, tevekkül eder. 1570[4]

3- Namazlarını kılarlar ve omara verdiğimiz rızkdan infak


ederler.
Bakara suresinin üçüncü ayetinde açıklandığı gibi, imandan
sonra namaz, namazdan sonra zekatıda içine alan, "infak"
gelmektedir.
Ne zaman mü'min insan tarif edilse bu üç esas birbiri
ardınca zikredilir. İnfak, insanlar tarafından verilsede, insan
verenin Allah olduğunu hatırlamakta. 1571[5]

4- İşte onlar gerçek mü'minlerdirler. Onlar için Rableri


katında dereceler, mağfiret ve çok değerli rızik vardır.
Profesörlük, generallik, bakanlık, başkanlık gibi dereceler
insanlar tarafından verilir alınır. Bu derecelerin, terfilerin,
makamların faydası geçicidir. Üniversitelerden aldığımız
şehadetnamelerde geçicidir.
Kabirde ve mahşer gününde melekler insanların makam ve
mevkilerine, aldıkları şehadet namelerine göre değil,
getirdikleri şehadet kelimesine ve Allah'dan aldıkları
derecelere önem verirler. 1572[6]

5- Rabbin seni hak uğrunda evinden çıkardığındaki gibi


(ganimet taksimindede) mü'minlerden bir grup hoşnut
değillerdi. 1573[7]

1570[4]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/272-273.
1571[5]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/273.
1572[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/273-274.
1573[7]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/274.
6- Hak, ortaya çıktıktan sonra, sanki göz göre göre ölüme
sürük-leniyorlarmış gibi hak konusunda seninle mücadele
ediyorlar.
Mekkeli müşrikler, müslümanlara güçlü bir darbe vurmak
için, önce ekonomik güç elde etmek amacıyla Ebu Süfyan
başkanlığında bir heyeti ticaret için Suriye'ye gönderirler.
Haber Medine'ye ulaşında Efendimiz kervanın önünü
kesmek için hazırlıklar yaparken daha Medine'den çıkmadan
Mekke'lilerin askeri bir harekata kalktığı haberi gelir.
Bunun üzerine Efendimiz, kervan tarafına değilde, askerler
tarafına yürüme emri verir. O güne kadar hiç harp etmeyen
ashapdan bir kısmı, bunun göz göre göre ölüme gitmek
olduğunu öne sürer. Halbuki hak olan Rasulün söylediği
idi. 1574[8]

7- Hani Allah size iki taifeden (kervan ve ordu) birinin size


ait olduğunu va'detmiştide siz ise silahsız olan (kervan)ın
size ait olmasını istiyordunuz. AUah'da kelimeleriyle hakkı
açığa çıkarmayı ve kafirlerin kökünü kesmeyi
istiyordu.1575[9]

8- Taki suçlular istemesede, hak gerçekleşsin ve batıl yok


olsun.
Allah onlara ikisinde birini va'detmişti. Kervan tarafına
giderlerse kervanı elde edecekler, ordu tarafına giderlerse
orduyu mağlup edecekler.
Efendimiz tercihini yapmış orduyu seçmişti. Ama bir kısım
sahabe bunun ölüme gitmek olduğunu söyleyip kervan
tarafını tercih ediyordu.İşte altıncı ayette "seninle mücadele
ediyorlar" diye bildirilen olay bu idi.
Ashabın büyüklüğü mücadele yapmamasında değil. Allah
Rasulünün kesin tavrını öğrendikten sonra tam teslim olup
1574[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/274.
1575[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/274-275.
"sen denize dalarsan bizde dalarız" demesindedir. Ashabın
bu sözü deniz kenarında yaşayanlar için bir anlam ifade
etmez. Ama çölde yaşayan ve babası ölürken yaptığı
vasiyyetler arasında "topuğundan yukarıya çıkan suya
dalma" sözüyle büyüyen bir çöl insanı bu sözü söylüyorsa
veremeyeceği hiçbir şeyin olmadığını ifade eder.
İşte bizim efendilerimiz diye sevdiğimiz yıldızlarımız
bunlar. Onlar sermayeden vazgeçip orduyla, silahla
karşılaşmayı istediler ve başardılar.
Günümüz müslümanlanndan ben kırk senedir. "Önce para,
para, para, para" diyenleri görüyorum. Birçoğu para yolunda
parelendi. Bir çoğu parçalandı. Kafirlerle içli dışlı oldu.
İçerde ve dışarda kafirlerle büyük ticari ilişkilerde bulundu
ve eski dostlarından uzaklaştılar. Önce kafirlerle
hesaplaşmayı seçenleride, göz göre göre kendilerini
tehlikeye atmakla suçladı. 1576[10]

9- Hani siz Rabbinizden yardım istemiştiniz de O da size


"şüplesiz ben size ardarda gelen bin melekle yardım
edeceğim" diye duamızı kabul etmişti.
Müslimin Cihad 58, Ahmed b. Hanbel'in Müsned 1/30 da
rivayet etliğine göre peygamber efendimiz "Allahım va'dini
yerine getir. Eğer ehli İslamdan olan bu topluluk helak
olursa yeryüzünde sana ebediyen kulluk
yapılmaz" diyerek Rabbinden yardım ister .Bu surenin
yedinci ayetinde Rabbimizin yardım va'dettiğini okumuş
öğrenmiştik. İşte peygamber efendimiz o va'di hatırlıyor ve
yerine getirilmesi için Rabbine yalvarıyor.
Rabbimizde binlerce melek göndereceğini bildiriyor. Al-i
îmran suresinin 124-125 nci ayetlerinde önce üçbin, sonra
beş bin meleğin, mü'minleri müjdelemek ve kalblerini
mutmain kılmak için gönderildiğini haber verir. 1577[11]
1576[10]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/275.
1577[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/275-276.
10- Allah bunu (meleklere yardımı) müjdelemek ve
kalblerinizi mutmain kümak için yaptı. Yardım ancak
Allah'dandir. Allah herşe-ye gücü yetendir, herşeyi bilendir.
Allah'ın melekleriyle mü'minlere yardımı Kur'anla sabittir.
Meleklerin nasıl görev yaptıkları konusu ihtilaflıdır. Ayetin
sonunda bize öğretilen: yardımın yalnız ve yalnız Allah'dan
olduğunun unutulmamasıdır. Çünkü melekleri yaratanda,
gönderende Allah'dır.
Ayette açık bir şekilde ifade edilen yardım mü'minleri
müjdelemek ve kalblerini mutmain kılmaktır.
Çocukluğumuzda kavga ettiğimiz mahalle arkadaşlarımıza
rastladığımızda ağabeyimiz yanımızda olursa biz üstün
gelirdik. Onun ağabeyi yanında olursa o üstün gelirdi.
İşte melekler mü'minleri yüreklendirirken, kafirlerin
yüreklerinede korku salıyorlardı.
Bu surenin 48 nci ayetinde açıklandığı gibi, Bedir harbinde
şeytan, kafirleri harbe kışkırtıyor. Sonra kafirlerin
görmediğini görüyor ve korkudan kaçıyor. 1578[12]

11- Hani emniyette kılmak için size uyku vermişti. Sizi


onunla tertemiz yapmak, şeytanın pisliğini (vesveseyi)
sizden gidermek, kalblerinizi (Allah'a) bağlamak ve onunla
ayaklarınızı sabit kılmak için üzerinize gökten su indirmişti.
Siz Allah yolunda yürüyün. Yardım nereden, nasıl gelecek
diye endişe etmeyin. Allah yardım etmek istedimi melek
gönderir, kafiri gönderir, rüzgar gönderir, yağmur gönderir.
Kafirler üzerine taş yağdırır, denizi dondurur, ateşi gülistana
döndürür, hapishane kapısından devlete kapı açar, çölde
bıldırcın eti yedirir, kumlar arasından zemzem fışkırtır. Yani
sayamayacağımız kadar yardım eder.
Bedir'de suyun başına kafirler yerleşir. Mü'minler tedirgin,

1578[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/276.
sabaha kadar bu tedirginlik sürerse sabahleyin bitkin bir
halde harp edemezler.
Ama Allah (c.c.) onlara uyku veriyor. Ne büyük nimet!...
Sabahlara kadar yatakda kıvrandığınızı düşünün, uyku sizin
için büyük nimet oluverir. Bedirde sabah namazına kadar
uyuyan sahabe dinç olarak kalkıyor. Yağmur yağmış,
kapları dolu. Abdest ve gusül abdestine yetiyor. Yağmurla
kum sertleşmiş. Ayaklar kaymıyor. Kalbler şeytanın
binlerce vesvesesine kapalı, Allah'a bağlanmış. 1579[13]

12- Hani Rabbin meleklere "şüphesiz ben sizinle beraberim


Mü'minleri sabit kılın. Ben kafirlerin kalblerine korku
salacağım Artık onların boyunlarına ve parmaklarına vurun"
diye vahyetmişti. 1580[14]

13- İşte bu Allah'a ve Rasulüne muhalefet etmeleri


sebebiyledir. Kim Allah'a ve Rasulüne muhalefet ederse
şüphesiz Allah'ın cezası şiddetlidir. 1581[15]

14- İşte bu sizin (azabınız) onu tadınız. Şüphesiz kafirler


için ateşin azabı vardır.
Kafirlerin yüreklerine korku salması, Rabbimizin en büyük
yardımlarından biridir. Buharı 1582[16] 'de verdiği hadise göre,
efendimiz bir aylık yolun uzağmdaki kafir, zalim, mücrim
insanların yüreğine korku salmakla yardım olunduğunu
haber vermektedir.
Haşr suresinin ikinci ayetinde de kafirlerin hiç hesap
etmedikleri yerden Rabbimizin yardımının geldiğini ve
kafirlerin yüreklerine korku salındığını haber vermekte.
Günümüzde askeri, siyasi ve ekonomik güce sahip olduğunu
ileri süren, kendini büyük gören müstekbir devletler, dünya
1579[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/276-277.
1580[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/277.
1581[15]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/277-278.
1582[16]
Cihad 122
üzerinde "bir avuç" diye ifade ettikleri şeriatci müslümanlan
yok etmek için bakanlık ve başkanlık düzeyinde toplantılar
yapıyorlar.
Yüreklerine korku girmemişse "bir avuç" insandan niye
endişe ediyorlar? Onlar bilirlerki küçücük elektrik ampulü
salonun kocaman karanlığını yok eder. 1583[17]

15- Ey iman edenler, kafirler toplu halde iken


karşılaştığınızda onlara arkanızı dönmeyin.
Türkçede bir deyim vardır: "Sırtını dönmeye gelmez." Yani
öyle bir haindirki, yüzüne karşı güler, sırtını döndüğünde
hançeri saplar veya kurşunu sıkar.
îşte kafirlerde öyle. Tarih boyunca müslümanlann
himayesinde yasavan eavri müslimler müslümanların
zayıfladığı veya bir düşmanla savaşa tutuşduğu zaman,
arkadan bıçaklamalardır.
"Arkanızı dönmeyiniz" kaçmayınız manasınadır. Önce bir
müslüman hiçbir zaman düşmanla karşılaşmayı
istemeyecektir. Efendimiz: "Düşmanla karşılaşmayı
istemeyiniz. Karşılaştığınız zamanda sebat ediniz
(kaçmayınız)" buyurur. 1584[18]
Müslüman; dünyadaki bütün insanları, herşeyi yaratan
Allah'a imana ve onun koyduğu kurallara göre davranmaya
davet edecektir. Hep yürüyecek ve bütün insanların dost
olmasını, düşmanların bile dostça gelip, Allah'a teslim
olmalarım, bu canlarım cehennemde yakmamalarını iste-
yecektir.
Ancak eğitim yoluyla çocukları kandırıp ateşe atma mafyası
insanları cehenneme gönderme çetesi karşısına devlet
olarak, dernek olarak diki-lirse kaçmayacak, sebat edecek ve
yoluna yürüyecek. Engeli aşmasını bilecek ve hedefine
varacak. İster şehid olarak, ister fatih olarak. Değişmez. Her
1583[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/278.
1584[18]
Buhari, Cihad 112- Müslim, Cihad 19
iki haldede kazanmış demektir. 1585[19]

16- Savaşmak veya bir başka birliğe katılmak için


ayrılmanın dışında, kim o günde sırt dönüp kaçarsa
muhakkak Allah'ın gazabına uğrar ve onun yeri
cehennemdir. O ne kötü bir dönüş yeridir.
Düşmanla karşılaşıldığı zaman kaçmak yasak ve haram.
Ancak harp taktiği gereği geri çekilme, düşmanı oyuna
getirme gibi gayelerle olursa veya bir başka müslüman
birliğe katılmak için olursa yasak ve haram değildir.
Günümüzde imansızlarla silahsız bir harp yapılmakta.
Bugünün silahlan makam, mevki, maddi, siyasal ve sosyal
imkanlardır.
Yıllarca imam-hatip mezunlarını üniversiteye almadılar.
Onlarda yılmadı geri dönmedi. Haziranda okulundan mezun
oldu. Eylül ayında lise diplomasını aldı. Yani bir başka
birlik elbisesini giydi ve yürüdü.
Yirmibeş sene sonra bir avuç imansız yeniden uyandı. Ama
müslümanlar heryerde. Burunlarının dibinde. Çeşit çeşit
birlikler halinde. 1586[20]

17- Onları siz öldürmediniz. Ancak onları Allah öldürdü.


Attığın zaman sen atmadın. Ancak Allah attı. Mü'minleri
güzel bir imtihanla denemek için (yaptı). Allah herşeyi
işitendir, herşeyibilendir.
Bu dünya üzerindeki halimiz, karıncanın dönen değirmen
taşı üzerindeki hali' gibidir.
Dünya, Allah'ın koyduğu kanunlar içinde dönüyor.
İnsanoğluda bu dünya üzerinde-doğuya, batıya, güneye ve
kuzeye gidiyor. Kendi iradesini kullanıyor ama dünyanın bu
dönüşü o insanı bir yere doğru götürüyor.
İrademizle elimizi kaldırıyoruz, kalemi alıyoruz. Birşeyler
1585[19]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/278-279.
1586[20]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/279.
yazıyoruz ama elimizi yaratan, inci gibi kelimeler dizen
beynimizi yaratan, kanımızı ırmak gibi akıtan Allah (c.c.)
dır.
Bu seven, döven, veren, isteyen eli yönlendiren
niyetlerimizden sorumluyuz, Tetiği çeken el'dir. Ancak
karşıdakini Öldüren Allah'dır. O "Mümiit" tir. Öyle ise
insan niçin sorumludur? "Haksız yere cana kıymayınız"
yasağına uymadığı için sorumludur.
Bu ayet kulların yaptığını tamamen ortadan kaldırmıyor.
Bazılarının dediği gibi "hiçbir şey yok Allah var"
felsefesinin yanlışlığım, Allah bu ayetinde bize haber
veriyor, "onları siz öldürmediniz" derken "siz" diyor ve
kendisinden ayırıyor. "Sen atmadın" diyor ve efendimizi
kendisinden ayrı biri olduğunu ifade ediyor.
Eğer o yanlış anlayanların dediği gibi olsa o zaman "Namazı
sen kılmadın, Allah kıldı, orucu sen tutmadın, Allah tuttu."
diye devam eder giderdi.
Biz şunu bileceğiz, her lütuf ve kerem Allah'dandır. Az
topluluğun çok topluluğa galip gelmesi Allah'ın izni ve
yardımıyladır.
Sahabenin güzel bir imtihanıdır. Her sahabeye üç kafir
düşmekte. Önce bir çekinme var. Sonra Allah'a güvenip
yürümek var, ve zafere ulaşmak.
Buradaki denemenin neticesi Allah tarafından önceden
bilinmektedir. Ayetin sonunda bu vurgulanır. Ancak
çalışkan öğrencilerin durumunu öğretmeni bildiği halde
öğrencilerin durumunu kendilerine bildirmek, onları
yüreklendirmek için imtihan yapıp yeni derslere yöneltmesi
gibi birşey.
İmtihan salonuna (dünyaya) kabul edilmek, her insan için
büyük şerefdir, İmtihan salonunda yardım gören
mü'minlerden olmakda en büyük şerefdir. 1587[21]

1587[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/279-281.
18- İşte böyle. Allah şüphesiz kafirlerin tuzaklarını
zayıflatır.
Bütün dünya kafirleri bir olsalar, binlerce, milyonlarca plan,
program, tuzak hazırlasalar bütün bu tuzaklarını Allah'ın
mülkü üzerinde, Allah'ın verdiği akıl ve ellerle kuracaklar.
Allah'da mü'minlerle beraber olunca zafer mü'minlerin
olur. 1588[22]

19- Eğer zafer istiyorsanız işte size zafer geldi. Eğer


(inkardan ve inaddan) vazgeçerseniz sizin için daha hayırlı
olur. Eğer (kafirliğe) geri dönerseniz, bizde (mü'minlere
yardım için) döneriz. Sizin topluluğunuz ne kadar çok
olursa olsun hiçbirşeyle size fayda vermez. Şüphesiz Allah
mü'minlerle beraberdir.
Kendilerini haklı gören Ebu Cehil, zaferin de kendilerine ait
olacağını zannediyordu. Haklı olan insanın veya devletin
haklı olmasından dolayı sahip olduğu bir gücü vardır. İşte
Ebu cehil kendi mantığı içerisinde kendilerinin haklı
olduğuna, müslümanlann anarşist, ayırımcı, olduğuna
inanıyordu.
Aynen günümüzdeki kafirlerde kendilerine karşı gelen, "biz
size değil, bizi yaratan Allah'a itaat ederiz" diyen
mü'minlere "Radikal", "fundamantalist", "anarşist",
"ayrılıkçı" tabirlerini kullanıyorlar ve yok etmeye
yöneliyorlar.Bedirde kendini haklı gören Ebucehil geberdi
ve ordusu mağlup oldu. Günümüz kafirlerini de aynı akıbet
bekliyor.1589[23]

20- Ey iman edenler, Allah'a ve Rasulüne itaat ediniz.


(Kur'ani) işitip dururken ondan yüz çevirmeyiniz. 1590[24]

1588[22]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/281.
1589[23]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/281.
1590[24]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/281-282.
21- İşitmedikleri halde "işittik" diyenler gibi olmayınız.
Günümüz kafirleri Kur'anı bir defa okumadıkları halde
televizyondan ahkam keserken "Kur'anı okudum, Yuhanna
bölümünde şöyle diyor" dedikten sonra batılı bir kafirin
sözünü naklediveriyor.
Beyninde kimin kusmuğu varsa ağzından onu saçıveriyor.
Okumadığı halde, dinlemediği halde "okudum"
deyiveriyor.Ah! bir dinleselerde insanlığa geri
1591[25]
dönseler.

22- Şüphesiz Allah katında canlıların en şerlisi aklını


çalıştırmayan sağır ve dilsizlerdir.
Duyma ve konuşma özürlü insanlarımız kasdedilmemiştir.
Peygamber efendimizin en değerli arkadaşlarından biride,
a'ma olan Abdullah b. Ümmü Mektum'dur. Burada kast
edilen sağırlar, hak söze karşı kulağını tıkayanlardır.
Günümüzde Allah kelamına karşı kulaklarını tıkayanlar
kendi heva-lanyla hükmedenler vatandaşlarının bir kısmını
uyuşturucu kurbanı, bir kısmını fuhuş kurbanı, bir kısmını
sapık, bir kısmını köşe dönücü yaptılar.
Onun içindirki, hakka karşı kulaklarını tıkayan insan, bu
saydığım kötülükleri yapmasa bile, onların yapılması için
ortamı hazırladığından bunların hepsinden daha şerlidir.
Irza tecavüz eden, sonrada öldüren bir sapığın zararı bir
veya birkaç şahsa olurken, Kur'ana karşı tavır alan
yöneticiler milyonlarca insanı cehenneme atmak için gayret
gösterdiklerinden daha zararlı ve daha sapıktırlar.
Akıllarımda çalıştırmıyorlar. Bir çiftçi tarlaya attığı
tohumun ne olduğunu bilmeden atmaz. Haydi oyuna geldi,
Amerikan mısın diye kandırırlar. Tarlaya attı ve diken çıktı.
Bir daha ekmez.

1591[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/282.
Bunlar, yıllardır bu küfür sisteminin yanlış üretim yaptığını
gördükleri halde, akıllan vanpda hakka dönemiyorlar. 1592[26]

23- Eğer, Allah onlarda bir hayır olduğunu bilseydi,


muhakkak onlara işittirirdi. Eğer onlara işittirmiş olsaydı,
şüphesiz onlar yüz çevirerek dönerlerdi.
Buradaki: "İşittirmek" anlatmak manasınadır. Herşeye
olumsuz gözle bakan, sesleri karamsar bir kulakla dinleyen,
gördüklerini kendisine maddi çıkar sağlayanlar ve
sağlamayanlar diye iki gruba ayıran kafir insanlarda hayır
olmadığını bildiği için İslamı onlara işittirmedi. Kirli kadına
güzelim gelinlik giydirilmediği gibi, kalbi küfürle kararmış
insanada İslam giydirilmez. 1593[27]

24- Ey iman edenler, sizi .diriltecek şeye davet ettiğinde


Allah'a ve Rasulüne icabet ediniz. İyi bilinki, Allah kişi ile
kalbi arasına girer. Ve şüphesiz onun huzurunda
toplanacaksınız.
İman dirilişin adıdır. Mü'min insan, diri insan demektir. Ölü
kalbini Allah'ın ayetleriyle sulamış, amel çiçekleri açmış
insan demektir.
Kafir ise, Rabbin yarattığı kalbden Rabbin sevgisini
çıkarmış, kendisi gibi bir kafirin kara gölgesine tapınmış,
Rabbin rahmet damlalarını engellemiş ve ölmüş insandır.
Allah ve Rasulü bizim iki dünyada da güzel hayat
yaşamamızı istemektedirler.
O Allah (c.c.) bize bizden daha yakınken biz ondan
uzaklaşmayalım Gönlümüzden" geçeni biz bilmeden o bilir.
Çünkü O bize jahdamanmız-dan daha yakındır. Ve mutlaka
onun huzurunda toplanacağız. 1594[28]

1592[26]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/282-283.
1593[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/283.
1594[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/283.
25- Öyle bir fitneden sakmınki (gelince) sizden yalnız
zalimler isabet etmez. İyi bilinki Allah azabı çetin olandır.
İmam Buharı Sahih'inin- "Kutabü-ş-şirketin" altıncı babında
Nu'man b. Beşir (r.a.) den rivayet ettiği bir hadisde,
peygamber efendimiz şöyle buyurmuş: "Allah'ın koyduğu
sınırları koruyan, günahdan sakınanla, sınırı aşıp, günaha
girenlerin durumu, Kur'a ile gemide yer bulan topluluğun
durumuna benzer. Bir kısmının Kur'ası geminin üstüne bir
kısmının Kur'ası geminin altına düştü.
Geminin altında olanlar, susadıkları vakit yukarı çıkıp
(nehrin tatlı suyundan) içiyorlardı. Sonunda "niçin yukarı
çıkıp yukardakilere eziyet verelim? buradan bir delik açalım
ve yukardakilere eziyet etmeyelim" dediler.
"Eğer, alttakiler kendi hallerine bırakılırsa hepsi helak olur.
Eğer engel olurlarsa hepsi kurtulur."
Efendimiz ne güze ifade etmiş değil mi? "Bana ne", "Beni
sokmayan yılan bin yaşasın" "Her koyun kendi bacağından
asılır" sözlerine değer vermeyin. Siz ayete iman
ediyorsunuz. Ayette de, zalimler yüzünde bir belâ gelirse
yalnız zalimlere gelmeyeceğini, zalim olmayanlarında helak
olacağını haber veriyor.
Şoförün sarhoş olmasının zararı yolcularada olacağından,
sarhoşken otobüs sürdürmüyorlar. Halbuki sürse zararı
altmış kişiye dokunur.
Ama milyonlarca insanı devlet arabasına yükleyip götüren
yöneticiler ise, milyonlara zarar verirler. Eğer yolcular
müdahele etmezlerse "yapan kendine yapar" derlerse devlet
arabası ahlaken, iktisaden, siyaseten çökerse altında millet
kalır.
Ateizm, kominizin, faşizm gibi kafirlikten kaynaklanan bu
pislik yollar, hastalıklar gibidir. Eğer engel olunmazsa
herkese bulaşır. Filan devlette "kolera" hastalığı varmış bizi
ilgilendirmez. Batı medeniyeti "Aids" diye isimlendirilen bir
hastalık üretmiş bizi alakadar etmez diyemiyoruz.
Kolera, aids gibi bulaşıcı hastalıkların bol olduğu yerlerden
gelenler gümrükde kontrolden geçiriliyor. İşte fitnede
yeryüzünde hastalıkların tamamından daha tehlikeli, daha
öldürücü ve yakıcıdır.
"Fitne" arabın dilinde altım ateşte eritip has altın ile karışık
maddeyi birbirinden ayırmaya denir. Buradan hareketle
insanı cehennem ateşine sokmaya sebep olan imansızlığa,
imansızlık propagandasına, insanları dinden alıkoymaya,
cennete perde olan dünya malı ve evladına da fitne
denmiştir. Bakara 217 de fitne, "İslama giden yolu kapatma"
olarak açıklanmıştır.
insanları ateşe atarak yakmak isteyen kurum ve kuruluşlara
Karşı du-tün gücümüzle mücadele edeceğiz.
Ahmed b. Hanbel'in Müsned 4/192 de Adiy b. Umeyra'dan
rivayet ettiği bir hadiste peygamber efendimiz "Allah bir
grubun yaptıklarından dolayı toplumun hepsine azab etmez.
Ancak o grubu yaptıklarını gördüklerinde engellemeye
güçleri yetiyorken engellemiyorlarsa Allah o gruba-da, o
toplumada azab eder" buyurur.
A'raf 164 ncü ayette Allah (c.c.) mü'minleri iki gruba
ayırmış. Birinci grup kafirlere nasihat eden, onları
kötülükten, kafirlikten vazgeçirmeye çalışanlar.
İkinci grub ise kafilerle ilgilenmeyen, "nasıl olsa Allah
onları yakacak. Biz karışmayız" diyenler. Allah birinci
grubu kurtardığını, kafirleri cezalandırdığını haber veriyor.
O ikinci grubu hiç zikretmiyor. Alimlerimiz bu ikinci
grubunda azap görenler arasında olduğunu
1595[29]
söylüyorlar.

26- Hatırlayın. Yeryüzünde azıcık müstez'aflar idiniz.


İnsanların sizi kapıvermesinden korkuyordunuzda O sizi
barındırdı, yardımıyla sizi kuvvetlendirdi ve güzel şeylerle

1595[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/283-285.
sizi rızıklandirdı. Taki şükredesi-niz.
Mekke müşriklerinin arasından, her an kapilıvermeye hazır
bir avuç müslüman, zayıf görülüyordu. Evrensel İslamı
bütün dünyaya taşıyacaklarına kafirlerden kimse
inanmıyordu. Ama Allah (c.c.) onlara yardım etti.
Medine'de devlet kurdurdu. Maddi ve manevi rızıklarla
onları besledi.Günümüz kafirlerinin askeri ve ekonomik
gücü bizi korkutmamah. Allah'a güvenmeli ve
yürümeliyiz. 1596[30]

27- Ey iman edenler, Allah'a ve Rasulüne hainlik yapmayın.


Bile bile emanetlerinizede hainlik yapmayın.
Allah'a hıyanet emirlerini terkedip yasaklarını çiğnemekle
olur. Rasulüne ihanet onun sünnetini terk edip başkalarım
Örnek ve önder kabul edip onun izinden gitmekle olur.
Bizler birbirimizin koruyucusu ve gözetici siyiz. Komşunun
malı, canı, ırzı, namusu size emanet, sizinkide ona
emanettir.
Bu Kur'an-ı kerim hepimize bütün insanlığa emanettir.
Bu.bizim emanetimizdir. Emanete hıyanet
1597[31]
edilmemelidir.

28- Bilinizki mallarınızda, evladınızda fitnedir. Şüphesiz


Allah katında büyük mükafat vardır.
Beni Kureyza yahudileri Hendek harbinde andlaşmalarmı
bozarak kafirler tarafında yerlerini aldılar. Hendek harbide
başarıyla sonuçlanınca efendimiz "ikindi namazını Beni
Kureyza yurdunda" kılınız emrini verdi. 1598[32]
Beni Kureyza yirmibeş gün muhasara altında tutuldu. Ebu
Lübabe b. Abdilmünzir görüşme yapmak üzere gönderildi.
Beni Kureyza sordu: "Muhammedin bizim hakkımızdaki

1596[30]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/285.
1597[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/285-286.
1598[32]
Buharı K. Meğazi.
hükmü ne olabilir?" Ebu Lübabe eliyle boğazını işaret etti,
sonra yanlış yaptığını anlayarak hemen geri döndü.
Mescidin direğine kendisini bağladı ve peygamber
efendimizin çözüp afvetmesini bekledi. Sonra Tevbe
suresinin 102 nci ayeti nazil oldu. Tevbenin kabul edildiği
bildirildi. 1599[33] Müslümanların sırlarını düşmana
söylemekde hıyanettir. Günümüzde bir kısım insanlarımız
basın yayın yoluyla müslümanlarm hakkında söylenmemesi
gerekenleri kafirlere açıklayıveriyorlar. Bu bir ihanettir.
İbni Kesirin tefsirinde haber verdiğine göre Ebu Lübabenin
Beni Ku-rcyzada malı olduğundan dolayı böyle yapmış.
Hatip ibni Ebi Beltea da Mekke fethinin hazırlıklarını bir
mektupla bildirmek istemişti ama efendimiz durumu
öğrendi ve mektubu yoldan döndürdü.
Günümüzde bir kısım insanlarımızda şirketleri, sermayeleri,
üniformaları, unvanları elden gitmesin diye kafirlerle
beraber hareket ederek ihanet ediyorlar. İyi büsinlerki bu
mallar ve çocuklar birer imtihandırlar.1600[34]

29- Ey iman edenler, eğer Allah'dan sakınırsanız o size


furkanı (iyilikle kötülüğü ayırdederek nuru) verir,
kötülüklerini örter ve sizi afveder. Allah büyük lütuf
sahibidir.
Gönül aynası takva ile sırlanır, amelle cilalanırsa en küçük
bir tozu dahi belli eder. İyi ile kötüyü ayırt eder. Efendimiz
"iyilik güzel ahlaktır. Kötülük ise gönlünü rahatsız eden ve
insanların öğrenmesini istemediğin şeydir" buyurmuş. 1601[35]
Yine efendimiz sahabeden Vabisa (r.a.)'ya "iyilik gönlüyün
rahat ettiğidir. Kötülük gönlünü rahatsız edendir. İnsanlar
sana ne kadar fetva verselerde sen yinede kalbine danış"
buyurmuş. 1602[36]
1599[33]
Bak el-fusulfi siretir-Rasul 174 ibni Kesir
1600[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/286.
1601[35]
Müslim K. Birr bab 5 hadis 14
1602[36]
Ahmed b. Hanhel Müsned 41228
Tabiidirki burada kalbine danışacak olan takva sahibi
mü'min insanlardır. Yoksa kalbi kararmış kafirlerin nefsi
haram lokma yemeden kudu-ramaz. Günahlar kötülükler
onların iftihar vesilesidir.
Birgün bana "bira içmek haram mı?" diye soran bir
müslümana "Sabahleyin içtiğin sütü niçin sormuyorsun?"
dedim. Yani bu mü'min kardeşimizin kalbi süt için hiç
rahatsız olmuyor, ama bira için rahatsız oluyor-da onun için
soruyor.
Aslında bütün mü'minlerin bu makama erişmeleri gerekir.
Eğer bu makama erişirsek kalbimiz duyduğu, gördüğü
şeylerden olumlu veya olumsuz etkilenir. İyiyle kötüyü ayırt
eder duruma gelirse, bütün dünyadaki müslümanlar
telefonsuz, telsizsiz, uydusuz, birbirinden habersiz bir halde
iken dünyada gelişen iyi ve kötü olaylara anında aynı
tepkiyi gösterirler. 1603[37]

30- Hani o kafirler seni hapsetmek, öldürmek veya


çıkarmak için tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kurarlar,
Allah'da tuzaklarını bozar. Allah tuzak kuranlara karşılık
verenlerin en hayırhsıdır.
Efendimizin etrafında İslam nurunun her geçen gün biraz
daha yayıldığını gören Mekke müşrikleri Mekke
parlamentosunda bir araya gelerek durumu görüşürler.
Hapis etmeyi teklif edenler olur. Taraftarlarının onu
kurtarmak için mücadele vereceklerini düşünürler ve bu
teklifi reddederler.
"Sürgüne gönderelim" derler. Gittiği yerdeki insanları imana
sokar diye kabul etmezler ve öldürmekte karar kılarlar. Her
kabileden eli kı-lınçlı biri gelecek ve topluca Efendimizi
öldürecekler.
İbni Hişam'm siret 1/483 ünde haber verdiğine göre, kafirler

1603[37]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/287.
kapının önünü tuttular. Efendimiz aralarından geçip gittide
onlar göremediler.
İşte günümüzde de bir kısım kafirler hayallerinde
geliştirdikleri müs-lümanlara karşı savaş verirlerken, o
sevgili peygamberimizin ümmetinden birçok insan, o kafirin
imkanlarından yararlanarak gelişirde haberi olmaz. Siz
Allah'dan sakının. Bu kafirlerden korkmayın. 1604[38]

31- Onlara ayetlerimiz okunduğunda "şüphesiz işittik.


Dilesek aynısını bizde söyleyebiliriz. Bu ancak öncekilerin
efsaneleridir" dediler.
Ayet nazil olduktan sonra bindört yüz sene geçti. O günden
bugüne kadar milyonlarca şair,edip kafir geldi geçti ama
Kur'anın bir suresinin benzerim getirmedi.
Günümüzde edebiyat ödülü alan kafir arab dil bilginleri,
ellerindeki bilgisayarlanda kullanarak bu işe giriştiler, ama
başarılı olamadılar.
Çok değerli bir sanat eserini görünce herkes hayran hayran
bakıp sanatkarı tebrik ederken karnı ağrıyan, hasid, kaba
saba bir insanın "nesi varmış bunun, ben bundan daha iyisini
yaparım" demesinden daha kötü bir söz bu. 1605[39]

32- Hani "Ey Allah, eğer bu senin katından bir hak ise,
haydi üzerimize gökyüzünden taş yağdır veya bize acıklı bir
azap getir" demişlerdi.
Günümüzde "Allah varsa beni çarpsın" diyenler veya
"Haydi Allah'ın seni kurtarsın" diyenler İşte bu kafirlerin
yolundan yürüyenlerdir.
Bunlar Arslamn kafasına komrpda arslana meydan okuyan
kara sinekler bibidirler. Allah'ın mülkünde onun verdiği
ayakla gezerler, onun verdiği°gözle görürler ve onun verdiği

1604[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/287-288.
1605[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/288.
dille onu inkar ederler. 1606[40]

33- Sen aralarında iken Allah onlara azap etmez. Onlar


istiğfar ederlerken de Allah onlara azap etmez.
Allah (c.c.) Nuh'u gemiye bindirdikten sonra kafirleri helak
etti. Musa'yı denizin karşı tarafına geçirdikten sonra
Firavunu helak etti. Lut'u şehirden çıkardıktan sonra imansız
ahlaksızları helak etti.
Bir toplumun içinde gerçekten salih bir insan varken veya
bir toplum, yaptıklarından pişman olup Allah'a af talebinde
bulunurken, Allah o toplumu helak veya azap etmez. 1607[41]

34- Onlar Mescidi harama layık olmadıkları halde Mescidi


haramdan (mü'minleri) alıkoyanlara Allah niçin azap
etmesin. O (Mescidi haram) nun mütevellileri ancak
müttekilerdir. Ancak onların birçoğu bilmez. 1608[42]

35- Onların Beyt (ullah) yanındaki duaları, ıslık çalmak ve


el çırpmakdan başka birşey değildir. Küfrünüzden dolayı
tadın azabı.
Bakara suresinin 217 nci ayetinde ve Maide suresinin 2 nci
ayetinde haber verildiğine göre Mekke'li müşrikler,
müslümanları Mekke'ye girmek ve Ka'beyi tavaf etmekden
alıkoyuyorlardı.
Kendilerini Ka'benin hakimi kabul ediyorlardı. Ka'benin
sahibi Allah (c.c.) Ka'benin hizmetkarlarının mütteki
insanlar olduğunu ve o kafirelerede azap geldiğini haber
verir.
Hem onlar Ka'beye layık değiller. Hz. İbrahim'in yolunda
değilde, kendi uydurdukları ıslık ve el çırpmayla ibadet
ettiklerini zannediyorlar.

1606[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/288-289.
1607[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/289.
1608[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/289.
Günümüzde inkarın her çeşidini yaşayan gruplarında, kendi
sapık anlayışlarına göre dinleri ve merasimleri var. 1609[43]

36- Şüphesiz kafirler, mallarını Allah yolundan alıkoymak


için harcarlar. Yakında yine harcayacaklar. Sonra bu onlara
yürek acısı olacak, sonrada mağlup olacaklar. Kafirler
cehennemde haşrolacaklar. 1610[44]

37- Pis'i temizden ayırmak, pis'i üstüste koyup yığarak,


hepsini cehenneme atmak içindir. İşte onlar hüsrana
uğrayanların ta kendisidirler.
Günümüzdeki kafirlerin, müslümanlan yok etmek için
harcadıkları paralara hayret etmeyin, şaşırmayın. Ahirete
imanı olmayanlar bu dünyadaki zulme dayalı saltanatlarının
haram nimetlerinden mahrum olmamak için ellerinde
avuçlarında ne varsa veriyorlar.
Ancak Bedir harbi öncesi, büyük bir kervan hazırlayan
Mekke parlamentosunun birçok üyesinin Bedir'de
gebermesi, Ebu Süfyan'ın askeri ve ekonomik gayretlerinin
boşa gitmesi, kafirler için yüreklerinin yanmasına sebep
olduğu gibi günümüz kafirlerinin şimdi yürekleri
parçalanıyor. Harcadıkları parayamı yansınlar, kaybettikleri
mevzileremi yansmlar, Is-lamın gelişmesinemi yansınlar?
Nisa suresinin 76 ncı ayetinde, mü'minlerin Allah yolunda
savaştığını, kafirlerinde Tağut yolunda savaştığını haber
verir. Tağut ki Allah'a başkaldırandir. Allah'a kul olamayan,
kula kul olanlar, o kul yolunda savaşıp mallarını o zayıf ve
ölümlü kulun ilkelerini korumak için harcarlar. Harcarlar
ama sonunda hem mallarına yanarlar hemde kendileri
yanarlar.
Bedir harbi, Uhud harbi gibi savaşlar mü'minîerle kafirleri
birbirinden ayırd eden, safları belirleyen şaşmaz ölçülerdir.
1609[43]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/289-290.
1610[44]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/290.
İslam güçlü iken bütün Firavunlar Musa kesilir. Ancak
küfürle iman çarpışması anında ateşde, altınla bakırın
ayrıştığı gibi münafıklar kafirlerin yanında yer alırlar.
Üstüste binmiş inek pisliği gibi bir topluluk oluştururlar.
Günümüzde bu tür toplulukları "Kahrolsun şeri'at" diyerek
yürüyen bir avuç insancıklar olarak görmekte ve cehenneme
doğru koştukları içinde üzülmekteyiz. 1611[45]

38- Kafirlere şöyle: "Eğer (kafirlikden) vazgeçerlerse


geçmişteki (yaptıkları) afvedilir. Eğer tekrar (kafirliğe)
dönerlerse Öncekilerin kanunu geçmiştir. (O kafirlerin
başına gelenler bunlarada gelecektir)."
İslam'ın saba rüzgarı gibi serinleten ve yeşerten ılık nefesini
hisseden bir kısım suçlular, zalimler, despotlar, köşe
dönücüler, fuhuş tacirleri soruyorlar: "Bize ne
yapacaksınız?"
Onlara bu ayet-i kerimeyi okuyun. Efendimizin Mekke'yi
fethettiğinde Mekkelilerin tamamını afvettiğini
1612[46]
söyleyin.

39- Fitne (küfür,şirk) kalmaymcaya ve (yaşanan) dinin


tamamı Allah'ın oluncaya kadar onlarla harbedin. Şayet
(kafirliğe) son verirlerse şüphesiz Allah onların yaptıklarını
görür.
Bu surenin yirmi ikinci ayetinde, canlıların en şerlisini
"hakka karşı kulaklarını tıkayan ve hakkı söylemeyenler"
olduğunu haber vermişti.
A'raf süresinin 179 ncu ayetinde "kafirlerin hayvanlardan
dahada aşağı olduğunu" haber vermişti. İnsanlar kendilerine
zarar veren, kanını emen bit, pire, tahta kurusuyla mücadele
eder. Yine insanlar zirai mahsullerine zarar veren haserat
ilede mücadele
1611[45]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/290-291.
1612[46]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/291.
Allah (c.c.) bu ayet-i kerimesinde, insanları yakanlarla
mücadele edilmesini emreder. İnsanları çeşitli usullerle
yakan bazı insanlara "sapık" damgası vuruluyor ve gerekli
hukuki ceza veriliyor.
Yönetime gelen kafirler ise; yönettiği insanların İslamla
şereflenmesini engelleyerek onları toplu halde cehennem
çukurunda yakmak için sevketmektedir. İşte Rabbimiz, biz
müslümanlara bu yakma işine engel olmamızı
emretmektedir.
Bakara suresinin 256 ncı ayetinde "dinde zorlama yoktur"
buyurmuş Rabbimiz. Yani tabancayı alıp kafirin başına
dayayıp "müslüman ol ey kafir" demek dinen yasaktır, iman
etmek önce gönül işidir. Ancak aynı ayet-i kerimenin
devamında "Gerçekten doğruluk ile sapıklık birbirinde
ayrılmıştır" buyurur. Yani dünyanın her tarafındaki
insanlara îslamı duyurmak, gerçeği öğretmek bizim
görevimizdir.
Kafir bir ülkede doğup büyüyen, İslam adına hiçbir şey
duymayan veya İslamı karalayıcı sapık şeyler duyan
insanlara, gerçek ile sapıklığı öğretmek için onları sapıtan,
onları yakmak için eğitim kurumlan kuranlardan, O
insanları kurtarmak için müslüman cihad eder kıtal yapar.
Bizim sevgili peygamberimiz, soğan ve sarımsak yiyen
kişinin Mescide gitmesini yasaklamıştır. 1613[47] Yenmesi he-
lal olan bir yiyeceğin kokusu insanları rahatsız ettiğinden,
onları yediği vakit kokusu gidinceye kadar insanlara karışıp
rahatsızlık vermesi yasaklanmıştır.
Ya bu karaları, denizleri ve gökyüzünü kirletenler ne
olacak? Bakara suresinin 205 nci ayetinde, "kafirler
yönetime geldiklerinde yeryüzünde ziraatı da, nesli de helak
etmek için çalışacaklarını" haber verir.
Sarhoş anne ve babaların içtiklerinden çocuklarının da

1613[47]
Buharı Ezan 160, Et'ıme 49
etkilendiklerini doktorlar haber vermekte. Yahudi, hristiyan
ve putperest toplumlarda, fuhuş yoluyla Aids hastalığı,
sanatçıları, siyasileri, hatta okul çocuklarım dahi tehdit
etmektedir.
İşte bütün bunları önlemek için cihad. Bazı müslüman
aydınlarımız, batıyı İslamdan daha fazla bildiklerinden,
batıdaki İslamın kötü imajını güzel göstermek için, İslam
dışı sözlerle İslamı tanıtmaya çalıştılar ve bu çalışmalarını
"İslamda savunma harbi vardır" diye özetlediler. Bu açık-
lanması gereken doğru bir sözdür. Ancak doğruluğu şöyle
açıklayabiliriz: müslüman öldürmek için değil, yaşatmak
için vardır. Peygamber efendimiz yirmiüç senelik
peygamberlik hayatında, iki milyon dörtyüz bin (2.400.000)
kilometrekare toprak fethetmiş. Bütün harplerde harp
meydanında iki tarafdan ölenlerin sayısı ikiyüz
kırkdır. 1614[48]
Müslüman; dünyadaki bütün insanların, kendilerini yaratan
Rabbi tanımaları, vücutlarım, kalblerini ve kanlarım idare
eden Allah'ın koyduğu kurallara göre hayatlarını yaşayarak,
bu dünyada fuhuştan, yalandan, hır-sızlıkdan, kumardan,
sarhoşlukdan uzak kalıp ahirette yanmamaları için İslamı
bütün insanlara ulaştırmak mecburiyetindedir.
İşte; bu tebliğ için faaliyete geçtiğinde, karşı taraf
engellemeye kalkarsa kendisini savunur. Yoksa bazılarının
zannettiği gibi İslam devleti kendi içinde İslami eğitimini
yapar, komşu kafir devlette kendi halkına ateşe nasıl
atılacaklarının yolunu öğretir, gerçekleri değil sapıklıkları
öğretir, en cazibeli erkek ve kadınları ön plana çıkararak
insanları inkara ve ahlaksızlığa özendirir. İşte müslüman
ülke buna müdahele eder. Yoksa ancak, kafir devlet
saldırırsa savunma harbi yapar saçmalığını reddeder İslam.
Müslüman bir devlet, komşu devletinde, diğer devletlerin de

1614[48]
Bak: Hz. Muhammed Hamidullah, Hz. Muhammed'in savaşları
halkına, İslamı ulaştırmak için tebliğ yollarının hepsini
uygular. Buna kimse mani olamaz. Olmaya kalkarsa
misliyle karşılık verilir. 1615[49]

40- Eğer yüz çevirirlerse, iyi bilinki Allah sizin mevlanızdır.


O, ne güzel mevla, ne güzel yardımcıdır.
Kafirlerle mücadelede, mevlamz ve yardımcınız Allah
olunca korkmayın. Çünkü kafirleri yaratanda O'dur. 1616[50]

41- Eğer Allah'a, hak ile batılın ayrılma gününde iki


topluluğun karşılaştığı (Bedir) günde kulumuza
indirdiğimize iman etmişseniz, bilinkî ganimet olarak
aldığınız herşeyin beşte biri Allah'a, Rasulüne, yakınlara,
yetimlere, miskinlere ve yolda kalmışlaradır. Allah herşeye
gücü yetendir.
Ayet-i terime, ganimet taksimini genel hatlarıyla ve beşte
birinin bu sayılanlara verileoeğini ifade etmekte, geri kalan
beşte dördün de harbe katılanlara dağıtılacağını işaret
etmektedir.
Teferruat ise fıkıh kitaplarımızda açıklanmıştır. Peygamber
efendimizin uygulamasına bakarak fakihlerimiz en küçük
teferruata inmişlerdir. Ayette beşte birin verileceği yerlerden
olan "Akrabalar" dan kasıt peygamber efendimizin
akrabalarıdır, Haşim oğulları ile Abdulmuttalip oğullarına
beşte birin, beşte biri verilir. 1617[51]

42- Hani siz (Bedirgünü) vadinin yakın kenarında, onlarda


uzak kenarında kervanda sizin aşağınızda idi. Eğer
sözleşnıiş olsaydınız, sözleşme yerinde ihtilafa düşerdiniz.
Ancak helak olanın açık delille helak olması, yaşayanında
açık delille yaşaması için, Allah'ın kararIaştırılan emrini

1615[49]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/291-293.
1616[50]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/293.
1617[51]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/293-294.
yerine getirmek için (sizi buluşturdu). Şüphesiz Allah
herşeyi işitendir, herşeyi bilendir. 1618[52]

43- Hani Allah onları sana uykunda azıcık göstermişti. Eğer


onları sana çok gösterseydi çekinirdiniz ve iş'de çekişirdiniz.
Fakat Allah sizi selamette kıldı. Şüphesiz o gönüllerdekini
bilir. 1619[53]

44- Hani karşılaştığınızda onları size az gösteriyordu, sizide


onların gözünde az gösteriyorduki, kararlaştırılan işi yerine
getirsin. Bütün işler Allah'a döndürülür.
Bedir harbinde iki tarafında yerlerini almaları, birbirlerini
azıcık görmeleri hep Allah'ın(c.c) iradesi ve kudreti içinde
olmuştur.
İki tarafda birbirlerini harbin başlangıcında azıcık
görmüşler. Harp başladıktan sonra ise melekler gönderdiğini
kafirlerin yüreklerine korku saldığını 9-10 ve 11 nci
ayetlerde haber verir.
Al-i İmran 13 ncü ayette haber verildiği gibi,. Allah
müslümanları çok gösterir. Azlığımızla korkmamalıyız. Bu
dinin ilk tebliğcisi efendimiz tek başına idi. Onun getirdiği
Kur'an ve onun yaşadığı sünnet bizim elimizde. Eğer bizler
bu iki elmas kılıçla gönüllerdeki kir ve pası temizlemeye
yönelirsek Allah (c.c.) bizlerede nice Bedirler nasip
eder. 1620[54]

45- Ey iman edenler; bir toplulukla karşılaştığınızda sebat


ediniz, Allah'ı çok anasmızkı kurtuluşa eresiniz.
Ebu Davud'un 1621[55] rivayet ettiği bir hadise göre; "Efen-
dimiz düşmanla karşılaşmak isteğini yasaklamıştır".
Gayemiz düşmanla karşılaşmak değil. Düşmanlarla dost
1618[52]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/294.
1619[53]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/294.
1620[54]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/294-295.
1621[55]
K. Cihad 89 da
olmaktır. Onların hepsi müslüman olsunlar ve dostlarımız
arasına girsinler.
Ancak bütün dünya insanına İslamı anlatırken, düşmanla
yani o cehenneme insan sevkeden sapıklarla karşı karşıya
gelinecek olursa, orada sebat edilecek ve bir adım geriye
atılmayacak. Ancak bu surenin onaltıncı ayetinde
açıklandığı gibi taktik gereği geri adım atılabilir. 1622[56]

46- Allah'a ve Rasulüne itaat ediniz. Birbirinizle


çekişmeyiniz. Yoksa korkuya kapılırsınız ve kuvvetiniz
gider. Sabrediniz. Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir.
İki kişi çekişirken ikiside kendisinin haklılığını söylüyor ve
kendi dediğinin olmasını istiyordu. Bende kendilerine
"Allah'ın dediği olur" diyerek söze başladım.
Rabbimiz önce "Allah'a ve Rasulüne itaat ediniz" diyor.
Zaten bu gerçekleşirse sen-ben olmaz. Allah'ın dediği olur.
Sen ben ortadan kalkar. "Biz" olursa kuvvetimiz dağılmaz.
Atalarımız "Biz, biz olursa, biz geçmez bize" demişler.
Kur'an ve sünnetten koparsak, kendi görüşlerimize göre
hareket edersek, herkes ve her millet kendisinin haklı
olduğunu, bu kaynaklan kendisinin yönetmesi gerektiğini
ileri sürer ve çekişme başlar. Çekişme başlayınca yüreklere
korku girer. Yüreklere korku girince insanın dizlerinin bağı
çözülür ve zayıf düşer. 1623[57]

47- (Bedir kuyusuna doğru gitmek üzere) çalım satarak,


insanlara gösteriş yaparak ve Allah yolundan alıkoyarak
yurtlarından çıkanlar gibi olmayınız.
Müslümanlara karşı ekonomik güç elde etmek için, Şam'dan
dönen kervanın salimen Mekke'ye doğru gittiğini haber
almalarına rağmen Ebu-cehil komutasındaki ordu
müslümanlarla karşılaşmak üzere davullar çalar, dansözler
1622[56]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/295.
1623[57]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/295-296.
oynatarak Bedir'e doğru yürümüşlerdi.
Lokman-i Hakime: "Edebi kimden öğrendin?" diye
sorduklarında: "Edebsizden öğrendim" cevabını vermiş.
Peygamber efendimiz Mekke'yi kan akıtmadan
fethettiğinde, Mekke'ye girerken devesinin üzerinde dimdik
oturmamış. Secde eder gibi devenin boynuna doğru eğilerek
Mekke'ye girmiş. Gusül abdesti almış. Dört rekatlı fetih
namazı kılmış.
Allah (c.c.) bizi uyarıyor. Şımarmak, gösteriş yapmak yok.
Fetihden sonra Allah'a şükretmek ve yapılan hatalar için af
talebinde bulunmak var. 1624[58]

48- Şeytan onların yaptıklarını onlara süslemiş ve "Bugün


size galip gelecek yoktur ve ben sizin yanınızdayım"
demişti. Fakat iki topluluk birbirlerini görünce, iki topuğu
üzerinde (geri) dönüp "şüphesiz Ben sizden uzağmve ben
sizin görmediğinizi görüyorum.Ben Allah'dan korkarım.
Allah'ın azabı şiddetlidir" demişti.
Bedir'de şeytan, insan suretinde Mekke'li müşriklerle harbe
katılmış. Onları harbe teşvik etmişti. Ancak iki taraf harb
için yerlerini alınca, şeytan melekleri görüyor ve
korkusundan kaçıp gidiyor.
Günümüzde, düşmanların birbirlerine destek verdiklerini
görüpde onlardan korkmayın. 1974 yılında Amerika
Yunanistan'a "seni destekleyeceğim Kıbrısı işgal et"
demişti. Harb kızışınca, Akdenizin sıcak sularında
gemilerinden seyretmekten başka bir şey yapamadı. Kendi
çıkarlarının zedeleneceğini gördü ve kaçtı. 1625[59]

49- Hani münafıklarla, kalblerinde hastalık olanlar "Bunları


(mü'minleri) dinleri aldattı" demişlerdi. Kim Allah'a
tevekkül ederse şüphesiz Allah Aziz'dir, Hakim'dir.
1624[58]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/296.
1625[59]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/296-297.
Müşrikler mü'minleri azıcık görünce Medineli münafıklar
ile Mekke'de müslüman olmakla kafir kalmak arasında
tereddüt edenler "Bunları dinleri aldattı" diyorlar ve
müslümanların sonlarının geldiğini zannediyorlardı. Ama
yanüdilar. Asıl onları kafirlikleri aldattı. Herşeyi kendi kafir
mantıklarıyla açıkladılar. Allah'ın yardımım hiç hesab
etmediler ve mağlup oldular.
Günümüzde bu münafıkların mantığıyla hareket edip
Cezayir'de, Filistin'de, Pakistan'da, Mısır'da, Türkiye'de
yiğitçe İslamı yaşamaya çalışan müslümanlara
"yanılıyorlar" diye karşı gelenler var.
Kul olarak gücümüz oranında tedbirimizi alacak, sonra
takdiri Allah'a havale edip ona tevekkül edeceğiz. 1626[60]

50- Melekleri kafirlerin yüzlerine ve arkalarına vurarak


canlarını aldığını ve "yakıcı azabı tadınız" (dediklerini) bir
görseydin.Birçok âyet-i kerimede ölüm meleklerinin,
kafirlerin canlarını alırken şiddetli azap vererek aldıklarını
haber verir. Burada Bedirde Öldürülen kafirlerin canlan da
böyle azab edilerek alınmıştır.
Günümüzde mü'minlerden ve kafirlerden acı çekerek ölenler
olduğu gibi, mü'minlerden ve kafirlerden gülümseyerek
ölenlerde vardı.
Görüntü sizi aldatmasın. Şair "içerim yanıyor, dışarım serin"
diyor.
Uykudaki insan rüyasında işkence görür ama el-kol hiç
hareket etmez. İşte gülümseyerek ölen kafirinde iç
dünyasında nelerin olup bittiğini biz bilemeyiz. Allah (c.c.)
nelerin olduğunu haber veriyor ve biz iman ediyoruz. 1627[61]

51- Bu, daha önce ellerinizle takdim ettiğiniz şeyler


sebebiyledir. Yoksa Allah kullarına zulmedici değildir.
1626[60]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/297.
1627[61]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/297-298.
Kafirlerin ölürken duydukları azapta, Ahiretteki azaplarıda
kendi yaptıklarının karşılığıdır. Allah zerre kadar
zulmetmez.
Günümüz kafirlerine ve mü'minlerine ahireti, cenneti ve
cehennemi çokça hatırlatınız. Bir kibritin ateşine
dayanamayan insana, cehenneme nasıl dayanacağını
sormalıyız.
Yaptıkları her kötü davranışın ateşe dönüştüğünü ve
kendisini yakacağını hatırlatmalıyız. 1628[62]

52- (Bunların gidişatı) Firavun hanedanı ve onlardan


öncekilerin gidişatı gibidir. Onlar Allah'ın ayetlerini
yalanlamışlardıda Allah onları günahlanyla
yakalayıvermişti. Şüphesiz Allah güçlüdür, azabı şiddetlidir.
Askeri ve ekonomik gücüne rağmen Firavun sularda
boğuldu. Ad ile Semud gitti. Lut kavmi yok oldu. Roma'nın
zalim orduları Hz. İsa'nın havarilerinin sıcak nefesleriyle
eridi gitti. Cengizin orduları müslüman olup kurtuldular.
Ebucehil geberdi gitti.Günümüz zalimleri mi payidar
olacaklar? 1629[63]

53- İşte bu böyledir. Onlar kendilerini değiştirmedikçe


Allah verdiği hiçbir nimeti değiştirmez. Allah işitendir
bilendir.1630[64]

54- (Bunların gidişatı) Firavun hanedanının ve onlardan


öncekilerin gidişatı gibidir. Rablerinin ayetlerini
yalanladılarda bizde günahları sebebiyle onları helak ettik
ve Firavun hanedanını suda boğduk. Onların hepsi zalim
idiler.
"Zulm ile abad olanın sonu berbat olur" demiş atalarımız.

1628[62]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/298.
1629[63]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/298.
1630[64]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/299.
"Alma mazlumun ahım, çıkar aheste, aheste."
Firavun ve daha önce geçen kafir yöneticiler, Allah'ın
ayetlerini inkar ettiler, kendi kanunlarıyla insanlara
zulmettiler ve Allah'da onlara azabını gönderiverdi, 1631[65]

55- Şüphesiz Allah katında canlıların en şerlisi kafirlerdir.


Onlar iman etmezler.
A'raf suresinin 179 ncu ayette, Furkan 44 ncü ayette
kafirlerin hayvanlardan daha sapık olduğunu haber veriyor.
Bugünden sonra kafirleri hayvana benzetmeyin. Hayvana
hakaret olur. Kafirleri kendinizden üstün görmeyin,
kendinize hakaret olur. Onların yanma varırken
tavuğunuzun yanına varır gibi rahat olun ve komplekse
kapılmayın. 1632[66]

56- Onlarla andlaşma yaptıkdan sonra andlaşmaları her


defasında onlar bozarlar. Onlar sakınmazlar.
Allah'a olan andlaşmasım bozup Allah'a kullukdan vazgeçip
kula kul olan kafirler hiç müslümanlara olan sözlerini
tutarlar mı?
Beni Kureyza yahudileri, Efendimizle saldırmazlık
andlaşması yapmalarına rağmen, hendek harbinde Mekke'li
müşriklerin yanında yer aldılar. 1633[67]

57- Eğer onları harpde yakalarsan, (onlara verdiğin ceza ile)


onların arkasındakileri dağıt ki ibret alsınlar.
Hayvanlardan daha aşağı olan, hep hainlik yapan,
andlaşmayı bozan bu kafirleri öyle cezalandırki onların
dışında size düşman olanlarada ibret olsun. 1634[68]

58- Eğer bir kavmin hıyanetinden korkarsan sende aynı


1631[65]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/299.
1632[66]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/299.
1633[67]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/299-300.
1634[68]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/300.
şekilde andlaşmayı at. (andlaşmanın bozulduğunu bildir).
Allah hainleri sevmez.
Andlaşma yaptığınız düşmanın, andîaşmayı bozduğunu
hissettiğiniz zaman hemen saldırıya geçmeyin. Önce o
andlaşmayı bozduğu için sizinde andlaşmayı kaldırdığınızı
bildirin. Allah hainleri sevmez. 1635[69]

59- Kafirler (azabımızdan kurtulup) geçtiklerini


sanmasınlar. Şüphesiz onlar aciz bırakamazlar.
Dünyada devlet kuran, saltanat süren kafirler, durumlarına
bakarak Firavun gibi helak olan kafirlerin başına gelenlerin,
kendi başlarına gelmeyeceğini zannetmesin.
O sahip oldukları güç ve otorite, Allah'ı aciz bırakmaz.
Dünyanın en güçlü devletlerinin Allah'ın rüzgarı, yağmuru,
depremi önünde nasıl çaresiz kaldıklarını görüyoruz. 1636[70]

60- Onlara gücünüz yettiği kadar bağlı atlardan kuvvetler


hazır-layınki, onunla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı,
Allah'ın bildiği, sizin bilmediğiniz onlardan başkalarını
korkutasınız. Allah yolunda ne harcarsanız size tam olarak
verilir. Ve siz haksızlığa uğratılmazsınız.
Geceyle gündüz, acıyla tatlı, siyahla beyaz kıyamete kadar
varolacağı gibi mü'minle kafirde kıyamete kadar var
olacaktır ve birbirleriyle mücadele edeceklerdir.
Onun için hayvanlardan aşağı olan kafirlerin topluma ve
çevreye zarar vermemesi için mü'minin imam, ilmi, cesareti,
ekonomisi, askeri hazır olmalıdır. Sulh zamanlarında bu
gücü hazırlamak kafirin saldırısını caydırır. Sizin
tanımadığınız düşmanlar sizden korkarlar. Bizim
düşmanlarımız Allah'a düşman olanlardır. 1637[71]

1635[69]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/300.
1636[70]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/300-301.
1637[71]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/301.
61- Eğer barışa meylederlerse sende meylet ve Allah'a
güven. Şüphesiz Allah işitendir bilendir.
Barış manasına gelen "es-selm" kelimesi dinimiz olan
İslamın köküdür. Biz barışı sağlamak için varız. Kafirler ise
Kur'anın ifadesi ile ihtilaf çıkaranlardır.
Biz yaratılan her insanın Allah'a teslim olmasını ve canını
cehennemden kurtarmasını istiyoruz. İnsanları cehenneme
sevkeden sapıklar çetesiyle mücadele ederiz. Eğer karşılık
verirlerse harp eder yine engelleriz. Eğer barış isterlerse
hemen meylederiz. 1638[72]

62- Eğer sana hile yapmak isterlerse şüphesiz Allah sana


yeter. O seni yardımıyla ve mü'minlerle destekledi. 1639[73]

63- Onların (Evs ile Hazrecin) gönüllerini birleştirdi. Eğer


sen yeryüzündekilerin hepsini harcasan onların gönüllerini
birleştiremezdin. Fakat Allah onların arasını birleştirdi.
Şüphesiz O Aziz'dir, Hakim'dir.
Barış andlaşması imzalayıpda harp hazırlığı yaparlarsa,
böylece sana oyun, hile yapmaya kalkarlarsa hiç korkma,
endişe etme Allah'da sana yardım eder. En büyük yardımı
ayrı dil, ayrı renk ve ayrı ırkdan insanların yüreklerini İslam
nimetiyle birbirine bağlamasıdır.
Yıllarca harp eden Evs ile Hazreci kardeş yapan Allah (c.c.)
bu düşman kardeşleri yahudilere karşı İslamda birleştirerek
Efendimize yardım etmiştir.
Günümüzde Kafkaslar'da Rusya'ya karşı, Bosna'da bütün
batıya karşı mücadele veren müslümanlara yardıma giden,
Afrika'h, Türk, Arap, İngiliz, Pakistanlı, İran'lı, Afganlı,
Filipinli, Malezyalı bütün müslü-manlar birbirlerinin
dillerini anlamıyorlar ama gönülleri ile konuşuyorlar.
Namaz için Allahü Ekber dendiğinde hepsi anlıyor. İşte bu
1638[72]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/301.
1639[73]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/302.
Allah'ın bize büyük yardımıdır.
Yıllarca "müslümanlarda bir ordu oluştursun" diye
temenniler ve nutuklar kağıt üzerinde vardı. Ama kafirlerin
akılsızca müslümanlara saldırmaları, tabii olarak "seyyar
İslam ordusunu" oluşturdu.1640[74]

64- Ey peygamber, Allah sanada, mü'minlerden sana


uyanlarada yeter. 1641[75]

65- Ey peygamber, Mü'minleri harbe teşvik et. Eğer sizden


sabreden yirmi kişi olursa ikiyüz kişiyi mağlup ederler. Eğer
sizden yüz kişi olursa kafirlerden bin kişiyi mağlup ederler.
Çünkü onlar anlamaz bir toplumdur. 1642[76]

66- Şimdi, Allah sizde zayıflık olduğunu biidide sizden


(yükü) hafifletti. Eğer sizden sabreden yüz kişi olursa ikiyüz
kişiyi mağlup ederler. Eğer sizden bin kişi olursa ikibin
kişiyi Allah'ın izniyle mağlup ederler. Allah sabredenlerle
beraberdir.
Allah (c.c.) Rasulüne yardımını devamlı yapmış. Birtek kişi
iken, ikiye, üçe, bine ve yüzbinlere ulaşmış. Mekke, Medine
ve arap yarımadasında küfrün, şirkin kökü kazınmış.
Allah (c.c.) peygambere uyan mü'minlere de yardım
edeceğini haber verirken mü'minleri de iki guruba ayırmış
oluyor. Allah'ın yardımının gelmesi için çalışma şeklimizin,
usulümüzün peygamber efendimizin sünnetine uyması
gerekir. Eğer Ashabı kiram gibi davranırsak bizden bir kişi
kafirlerden on kişiye bedeldir.
Ayette "yirmi kişi ikiyüz kişiye galip gelir, yüz kişi bin
kişiye galip gelir" derken aynı denge korunmuş oluyor. Yani
bire on. Tekrarlanmasının hikmeti, sayının çoğalmasıyla
1640[74]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/302.
Bak Ali Imran 103
1641[75]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/302-303.
1642[76]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/303.
oranın artmayacağını ifade eder. Yani bir milyon müslüman
on milyona galip gelir demektir.
Ancak mü'minlerde zayıflık başlarsa o zaman durum değişir
ve bir mü'min anrak iki kafire bedel olur. Müfessirlerimiz
müslümanlar kendilerinden iki kat fazla düşmandan korkup
kaçarlarsa günaha girerler demişler. İki kattan fazla olursa
durum değişir.
Ama siz imanınızı, sünnete uygunluğunuzu artırın, ruhen ve
bedenen güçlenin ve on kişiye bedel hale gelin.
Kafirler ne yaptığını bilmeyenlerdir diyor Rabbimiz. Ne
yaptığını bilmeyen kalabalığın içine şuurlu on kişi girse
hepsini dağıtır. Çünkü bu on kişi birbirini tanır ve ne
yaptığını bilir. 1643[77]

67- Yeryüzünde ağırlığını koyuncaya kadar hiç bir


peygambere esir sahibi olmak yaraşmaz. Siz dünya malını
istiyorsunuz. Allah ise ahiret yurdunu istiyor. Allah Aziz'dir,
Hakim'dir. 1644[78]

68- Eğer Allah'ın daha önce yazılmış bir kitabı olmasaydı


elbette aldığınız (fidyeden) dan dolayı size büyük bir azap
dokunurdu. 1645[79]

69- Elde ettiğiniz ganimetten helal ve temiz olarak yiyin.


AI-lah'dan sakının. Şüphesiz Allah Gafurdur, Rahimdir.
Müslümanın gayesi kafir öldürmek değil, Allah'ın
hakimiyetini sağlamaktır. Onun içinde müslüman ağırlığını
koyacak ve kafirin küfrünü durduracak. Bunu yaparken
Bedir'de olduğu gibi kafirler silahla karşına çıkarlarsa
güçlerini tamamen yok edinceye kadar.savaşılacak. Savaş
esnasında ganimetlere dalıp düşman bırakılıvermeyecek.

1643[77]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/303-304.
1644[78]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/304.
1645[79]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/304.
Rabbimiz Muhammed suresi ayet 4 'de düşmanla karşı
karşıya gelindiğinde boyunlarına vurmamızı emreder.
Ağırlığınızı hissettirdikten sonra esir edilmelerini emreder.
Önce esir alalımda, fidye karşılığı salıverelim, diye
düşünülmeyecek. Önce kafirlerin gücü kırılacak, sonra esir
edilecek. Allah'ın Muhammed süresindeki yazdığı fidye
gerçekleşmiş oldu.Kafirlerle mücadele ederken, hedef
kafirin gücünü çökertmek olsun. Dünyevi çıkarlar olmasın.
Allah ahiret yurdunu kazanmamızı istiyor. 1646[80]

70- Ey peygamber, elinizdeki esirlere deki: "Eğer Allah'ın


ilmine göre kalblerinizde bir hayır varsa sizden alınan
(fidye) den daha hayırlısını (hidayeti) size verir ve sizi
bağışlar. Allah bağışlayandır, rahmet edendir.
Kafirin esir olması ölmesinden, kendisi için daha iyidir.
Ölürse ce henneme yuvarlanır. Kalırsa fidye verir kurtulur.
İslama girerse cehennemden kurtulur, hemde dünyada küfür
hayatı yaşamaktan kurtulur ve Allah onu bağışlar.
Efendimizin amcası Abbasda esirler arasında idi. Fidye
vermek ona zor geldi. Müslüman oldu hem hidayeti
kazandı, hemde dünyalık kazandı. 1647[81]

71- Eğer sana hainlik yapmak isterlerse, onlar daha öncede


Allah'a hainlik yapmışlardı. Allah onları (mağlup etme)
imkanını size verdi. Allah herşeyi bilendir, hükmedendir.
Bedir'den önce Allah'ı inkar ederek ihanet edenleri sana esir
eden Allah'dır. Bundan sonra ihanet ederlerse yine esarete
düşerler. Biz hain olmayalım. Hainlerdende
1648[82]
korkmayalım.

72- Şüphesiz iman edenler, hicret edenler, malları ve

1646[80]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/304-305.
1647[81]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/305.
1648[82]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/305.
canlarıyla Allah yolunda cihad edenlerle onları barındıranlar
ve onlara yardım edenler birbirlerinin dostlarıdırlar. İman
edipte hicret etmeyenler, hicret edinceye kadar sizin onlara
hiçbir şekilde velayetiniz yoktur. Eğer din konusunda sizden
yardım isterlerse, sizin yardım etmeniz gerekir. Ancak
aranızda andlaşma olan bir kavim aleyhinde değil. Allah
yaptıklarınızı görür,
İslam devleti sınırlan içinde yaşayan müslümanlann velayeti
devlete aittir. İslam devleti dışındaki müslümanlann velayeti
İslam devletine ait değildir. Ancak onlarla İslam kardeşliği
vardır. Onlara yardım eder. Ancak bu yardım o devletle
yapılan sözleşmelere ters düşmez.
Özetlersek İslam devletinde yaşayanlar İslam devletinin
dışında yaşayanlardan sorumlu değildir. Ancak İslam
devleti kapılarını bütün müslümanlara açmış ve bütün
müslümanların hicret etmesini istemişse o zaman hicret
etmeyenlerden sorumlu değildir.
Günümüzde ise hicret edilecek veya hicret etmelerini
isteyecek bir İslam devleti olmadığından dünyanın her
tarafındaki müslümanlar birbirlerinin dostudurlar ve güçleri
oranında birbirlerine yardım etmekle görevlidirler. Bizler
Türkiye'deki mazlumlara da, Keşmirdekileride,
Filitsin'dekilerede, Bosna'dakilerede, Amerika'dakilere de,
Kafkaslardakilerede, Filipinler'dekilerede gücümüz oranında
malımızla, canımızla, duamızla yardım edeceğiz. 1649[83]

73- Kafirlerde birbirlerinin velisidirler. Eğer siz bunu


(yardımı) yapmazsanız yeryüzünde fitne ve büyük bir fesad
olur.
Kafirler birbirlerini tutarlar ve desteklerlerken siz birbirinize
yardım etmezseniz yeryüzünde fitne çıkar. Kafirler
müslümanlan dinden döndürürler. Dünyanın adalet

1649[83]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/305-306.
göstergesi, doğruluk ayar merkezi müslümanlar olmazsa
büyük bozgunlar ve bozulmalar meydana gelir.
Şu anda dünya üzerinde müslümanlannetkinlig azalıvaince
en güçlü ve gelişmiş kabul edilen toplumlaida fuhuş ve
uyuşturucunun getirdiği bela ve hastalıklar dünya insanım
tehdid ediyor. Harp meydanlarında ölenden fazla, medenivet
hastalığından ölüyor insanlar. 1650[84]

74- İman edenler, hicret edenler, Allah yolunda cihat


edenler ve onları barındıranlar ve yardım edenler, işte onlar
gerçek mü'minlerdir. İşte onlar için mağfiret ve tükenmeyen
rızık vardır. 1651[85]

75- Bundan (Hudeybiyeden) sonra iman edipte hicret


edenler ve sizinle beraber cihad edenler, işte onlar
sizdendirler. Akrabalar (mîrasda) Allah'ın kitabında
birbirlerine daha yakındırlar. Şüphesiz Allah herşeyi
bilendir.
Yetmiş ikinci ayette, muhacirlerle ensarm birbirlerinin velisi
olduğunu haber vermişti. Sahabe bunun verasete kadar
varabileceğini düşünmüşlerdi. Zaten mallarının yarısını
muhacirlere bağışlamışlardı. Birbirlerine o kadar
bağlanmışlardıki neredeyse varis olacaklardı. İşte bu ayet-i
kerime verasetin akrabalıktan kaynaklandığını açıkla-
maktadır. İman eden, hicret eden, cihad eden mü'minlerin
gerçek mü'min oldu ğunu, bağışlandıklarını haber verirken,
Ashabın özelliği ve güzelliği vur gulanmış ve o özellik ve
güzelliğe ulaşmak için İman, hicret ve cihac gösterilmiş.
Allah bizleride bağışlanan gerçek mü'minlerden eylesin.
Amin. 1652[86]

1650[84]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/306-307.
1651[85]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/307.
1652[86]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/307.
TEVBE SÜRESİ

Medine'de Nazil Olmuştur Yüzyirmîdokuz Ayettir.


Bu sürenin isimi Tevbe süresidir. Kafirlere birkaç kerre "Fe
inta-bü"diye başlayan adetlerde kafirlere af i'lanı vardır.
Ayrıca 104 ncü ayette Allah bütün kullarının tevbesini kabul
edeceğini bildirir. Onun için "Tevbe" süresi demiştir.Bu
sürenin bir üsmme "Berae" süresidir,
Berae, Türkçe û'e haini ben ondan beriyim. Yani ondan
biraz uzaklaşmak manasına geliyor.. B^rigel, yani o
adamdan uzaklaş manasına geliyor. Uzak durmak. Yanı'
offunla olan ilişkiyi kesmek manasınadır. Meallerde ise bir
kısmında Be.tatür diye arapçasıyla yazılmış.Bir kısmında ise
"Ültimatom" diye tercüme1- edilmiştir. Fakat burada konu
şu: Peygamber efendimiz (s.a.v.) Medine de devletini
kurduktan ve güçlendikten sonra ve Mekke'yi de feth
ettikten sonra Tebük seferim de yapıp, Bizanslılarada,
müslümanlann gücü gösterildikten sonra Hicretin
dokuzuncu yılında Peygamber (s.a.v.) efendimizin bizzat
kendisi hacca gitmemiş yerine vekaleten Hac emirliğini
yapmak Çizere Hz. Ebu Bekir (r.a.) tayin etmiş ve
göndermiş. O gittikten sonra Bu erae suresi nazil olmuş.
Bunun üzerine peygamber efendimiz Hz. Ali'yi çağırmış.
Bu sureyi kendisine okumuş ve hemen hacca hazırlanıp
gitmesini ve orada bütün insanlara bu sureyi okumasını
istemiştir. Hz. Ali de pey;gamher efendimizin Kasva adlı
devesine binerek Hz. Ebu Bekirin yanına varıyor. "Ben
geldim Allah Ra-sulü gönderdi" diyor. Hz. Ebu Bekir de
sormuş. "Emir olarak mı geldin. Memur olarak mı geldin?
Hz. Ali: "meı"nur olarak geldim" demiş Yani emir sensin.
Ancak Allah'ın rasulü bu suniyi okumamı istedi demiş. Hz.
Ebu Bekir'in rivayetinde Hz. Ali (r.a.) Hicretin 9. yılı
zilhicce ayının 10. günü, yani Kurban Bayramı günü
Arafatta sonra Mina da daha sonra Mekkede bütün insanlara
bu ültimatomu okuyor.1653[1]
5/ insanlar, iyi dinleyin ve iyi duyunki Allah bize şunları
bildirmekledir. Kafir katiyyen cennete gidemeyecektir. Bu
günden sonra müşrik feabeye gidemeyecektir. Çıplak olarak
Kabei muazzama tavaf edilmeyecektir. O güne kadar
müşrikler çıplak olarak tavaf ediyorlarmış. Eskiden beri
tavaf geleneği var onların ama dünyalık hiçbir şey
bulunmasın üzerinizde diyorlar. Yaili biz Rabbimizdeh
geldiğimiz gibi Rabbimizih önüne varırız Kabenin Önünde
demişler. Hatta yüksüklerini o zaman toT puklarına
takarlarmış hamallarını, kollarındaki bileziklerini dahi
çıkarırlar, ve öylece tavaf ederlermiş. O gün Hz. Ali "Bu
günden itibaren Kabe-j de çıplak olarakta tavaf
edilmeyecek. Üçüncü madde bu. Dördüncü madde olarakta
bugüne kadar Peygamber (s.a.v.) efendimizle anlaşma
yapanların anlaşması müddetine kadar devam edecektir.
Ama anlaşma yapmayanlar ise dört ay kendilerine mühlet
verilmiştir. Bu dört ay içerisinde yâ gelecekler Allah'ın
rasulüyle yeni anlaşmalara girecekler veya çekip gidecekler.
Veya İslama girecekler. Bu bir yerde bu surenin özeti
gibidir. Bu Hz. Ali'nin orda ilan ettiği 1. ayet-i kerimeden
başlıyoruz. 1654[2]

1653[1]
Bak Siretü İbni Hişam 4/157,Deailnnübüvve Beyhöki 5/293
1654[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/309-310.
1-Kendileriyle andlaşma yaptığınız müşriklere Allah ve
Rasu-lünden bir ültimatomdur. 1655[3]

2-Yeryüzünde dört ay daha doUşuıız iyi bilinki siz Allah'ı


aciz bırakamazsınız ve Allah kafirleri rifcvay edecektir.
Dört ay yeryüzünde dolaşın yıni dört aylık müddetiniz var,
iyi bilinki siz Allah'ı aciz bırakamazsın^. Yani Rasulüne
galip gelemeyeceksiniz, müslümanları mağlup
edemeyeceksiniz. Bu dini yeryüzünde yok edemeyeceksiniz,
bunu iyi bilin Ve mutlaka Allah kafirleri rüsvay edicidir
diyor Allah (c.c). Bu haca ekber gününde Allah ve
Rasulünden insanlara duyurudur Yani Allat ve Rasulü
müşriklerin dostu ve yardımcısı değildir, bunu da ilan ediyo
Allah (c.c). Şimdi burada alakaları kesilmiş oluyor. Yani ey
müşrikler puta tapanlar Yahudiler, Hristiyanlar, şimdi
burada şunu da söyliyelim. Bu müşrik kelimesinin içerisine
Yahudi ve Hristiyanlarda giriyorlar. Bunu nerden anlıyoruz.
Bu ayet-i kerimeler nazil olduktan sonra Yahudi ve
hristiyanlarında Mekke-i mükerremeye sokulmaları
yasaklanmıştır. Yani "müşrikler pistirler ve o mescidi
harama yaklaşmasınlar" ayet-i kerimesi Hristiyan ve
yahudileri içine almış. Peygamberimiz bunu yorumlarken
onlarıda içine almış, demek ki müşrik kelimesi onlarada
kullanılabiliyor. 1656[4]

3- Allah ve Rasulünün, müşriklerden uzak olduğu haccı


ekber günü insanlara bir duyurudur. Eğer pişman olursanız
bu sizin için daha hayırlıdır. Eğer yüz çevirirseniz iyi bilinki
siz Allah'ı aciz bırakamazsınız. Kafirleri acıklı azapla
müjdele.
Ekber kelimesi bizim insanımız tarafından şöyle bilinir. Bu
sene haccı ekbermiş derler. Arafa günü aynı zamanda
1655[3]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/310.
1656[4]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/310-311.
cumaya rastlarsa haccı ekber denir. Ama Kur'an-1
Kerimdeki Haccı ekberden kasıt, eskiden beri umreye haccı
asgar derlerdi. Yani küçük hac derlermiş. Gerçek hacca da
Haccı ekber derlermiş, onun için Haccı ekber ifadesinin
sebebi hac olduğunu, umre olmadığını açıklamak içindir.
Allah ve Rasulünden bu haccı ekberde insanlara bir
duyurudur. O da Allah ve Rasulü müşriklerden beridir. Yani
onlarla dost değildirler. Onların yardımcısı da değildir. Peki
onlarla olan ilişki kesilirse ne olur.
Hani günümüzde de kitap yazılmış "El Velau vel Beraü"
diye değerli bir ilim adamı yazmış Türkçeye de tercüme
edilmiş dost ve düşmanlar Allah'ın dostları ve Allah'ın
düşmanları mü'minin dostu ve müminin düşmanları
anlamına gelebilecek, Yani kimleri dost edineceğiz kimleri
düş-man edineceğiz ayet ve hadislerden çıkartarak bu
verilmiş Yani o "El Velau vel Beraü" kelimeleri de zaten
Kur'an-ı Kerimden alınmış kelimelerdir. Eğer tevbe edecek
olursanız, pişman olursanız o sizin için daha hayırlıdır. Yani
tevbe sizin için hayırlıdır. Eğer yüz çevirirde isyanınıza,
küfrünüze ve şirkinize devam ederseniz iyi bilinki (ve yine
cümle geldi yukarda da buradada iyi bilinki) siz Allah'ı aciz
bırakamazsınız. Yani Allah'ın rasulüne galip gelemezsiniz.
Müslümanları mağlup edemezsiniz. Ve bu dini de yok
edemezsiniz. Bunu iyice aklınıza sokun. Kafirlere acıklı
azabı müjdele diyor Allah (c.c.) Hani müjdele kelimesini
kullanmış. Aslında müjdelemek bizde Türkçede de
kullanırız. Müjdelemek iyi olayları haber vermek yani oğlu
askerden gelenin annesine babasına koşarak gelirler "oğlun
askerden geliyor" diye müjdelerler. Veya şu beklemekte
olduğun güzel şey efendim o oldu diye haber veriliyor.
Müjde iyi şeylerde iyi haberlerdedir. Burada iyi değil
halbuki. Cehennemin azabını onlara müjdele ama bizim
türkçedeki cümle kuruşumuz böyle. Arapça da ise "müjdele
onlara" diyor. Kafir tam sevinecek ne gelecek acaba diye,
acıklı azabı müjdele onlara, yani azabın şiddetini
vurgulamak için müjdele kelimesini kullanmış Allah (c.c).
Peki bu dört aylık mühlet tanıma, hepsi için geçerli mi?
müttaklieri sever. 1657[5]

4- Ancak kendileriyle anlaşma yaptıklarınız müstesna hani


bir devletle veya bir kabileyle bir anlaşma yapmışsınız
diyelim ki on seneliğine saldırmazlık paktı imzalanmış.
Karşı tarafta şartlara riayet ediyor. Onu şöyle ifade ediyor.
O anlaşmalar üzerinde hiçbir noksanlık yapmıyorlarsa, yani
anlaşmadaki şartlara riayet ediyorlarsa. Sizin karşınızdaki
bir başka adama da yardım etmiyorlarsa, müslümanlara
sözlerinde durma mecburiyeti vardır. Rabbim buna dikkat
çekiyor, anlaşma yaptıklarınızla olan anlaşmaya dikkat
ediniz ve riayet ediniz. Onlar bozmadıkları müddetçe veya
onlar senin zararına aleyhine harbe kalkmış birine yardım
etmediği müddetçe anlaşmayı bozmayın. Hani peygamber
efendimiz Medine'nin çevresindeki Yahudilerle anlaşma
yapmış, saldırmazlık paktı imzalamışlar ama, Mekkeli
müşrikler peygamber efendimizi ve müslümanları boğmak,
topyekün müslümanları öldürmek üzere Medine'nin
kenarına geldiklerinde bu sefer onlar Mekkeli müşriklere
yardım etmişlerdir. Bu doğrudan peygamber efendimize
saldırı olmasa bile dolaylı olarak saldırı demektir. Burada da
Rabbim buna dikkat çekiyor. Sizin zararınıza olacak şekilde
bir başkasına da yardım etmemişlerse, o zaman onların an-
laşmasını müddeti sona erinceye kadar tamamlayın. Allah
sakınanları, münv.ki olanları sever buvunır Rabbim.
Bu dört aylık müddet de müslümanların kafirlere saldırması
haram kılınmıştır. Yani mühlet veriyor peygamber
efendimize Allah (c.c.) onlara mühlet ver dört ay
düşünsünler taşınsınlar. Akdini bozanlar yani anlaşmasını

1657[5]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/311-312.
bozanlar anlaşmayı tamamlamak için gelsinler. Anlaşması
olmayanlar anlaşma yapmaya gelsinler, iman etmek
isteyenler, iman etsinler. Bu dört aylık zaman içerisinde bir
fırsat tanınıyor onlara. Ne yapacakları konusunda karar
vermeleri için bir zamandır bu. Adam anlaşmaya
yanaşmayabilir. Müslümanda olmam diyebilir. Hasmane
münasebetini devam ettireceğim deme hakkı da var. Kafirin
o zaman da çekip gitme hakkı var. Çünkü o dört ayın
bitiminde onlar cezalandırılacak. Kimler? Anlaşmaya
yaklaşmayanlar, sulh anlaşması yapmayanlar, müslüman ol-
mayanlar. Nedeni ise devletin içerisinde dinime düşman
adam barındırılmaz, islam devletinde gayri müslimler yaşar.
Mesela Yahudiler ve Hris-tiyanlar 600 senelik Osmanlı
tarihi içerisinde bu İstanbul şehrinde ve Osmanlının hakim
olduğu yerlerde yaşamışlar. Ancak bir anlaşma karşılıklı bir
zimmet anlaşması var. Yani zimmilik hakları vardır onların.
Onlar kendi görevlerini yerine getirecekler. Devlette onlara
karşı olan sorumluluğunu yerine getiriyor bu bir karşılıklı
anlaşmadır. 1658[6]

5- Haram aylar çıkınca, müşrikleri bulduğunuz yerde


öldürün. Onları yakalayın, hapsedin ve her gözetleme
yerlerine onlar için oturun. Eğer tevbe ederler, namazlarını
kılarlar ve zekatı verirlerse yollarını serbest bırakın.
Şüphesiz Allah Gafurdur, Rahimdir.
Bu tür anlaşmaya yanaşmayanlara gelince o dört ay da
geçince dine hasmane münasebetlerini devam ettirenleri, o
zaman o müşrikleri nerede bulursanız öldürün, onları
yakalayınız evlerinde veya kalelerinde veya kabilelerinde.
Etraflarım bir sur ile çevirmişlerse onları muhasara altına
alın. Onların geçit yerleri nereler ise oraları tutun. Bir
müddet önceydi, yazarın biri bu ayeti kerimeyi aldı bir

1658[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/312-313.
dergide yayınladı. "Efendim Kur'an-ı Kerim merhamet
peygamberinin, efendim rahmet dolu kitabıy-mış filan
diyorlar sakın inanmayın. Kur'an-ı Kerimde (burayı da verdi
Tevbe suresinin 5.ayeti kerimesinde) kafirleri nerede
bulursanız Öldürün diyor" Yukarıyı okumuyor. Yukarda
anlaşma yapanlar müstesna anlaşma yapanların anlaşma
müddetine kadar onlara fırsat tanıyın. Yeni an-
laşmalar için haklar tanıyın deniliyor. Oraları görmüyor
adam.
Halbuki ayet-i kerime bütün yollar kapanmış adam İslami
bir devlette yaşıyor. Müslüman ol olmuyor. Zorlayamayız.
Yani müslüman olmuyor zorlayamayiz. İsteriz cam
gönülden arzu ederiz. Müslüman olmasını ama müslüman
olmuyor adam o zamanda bağrına silahı dayayıp "müslüman
ol" diyemeyiz. Çünkü daha önce geçti dinde zorlama
yoktur. 1659[7] "Ben senin vatandaşın olarak kalacağım. Ve
üzerime düşen sorumlulukları yerine getireceğim" dese ta-
mam. Aksi durumda işte o zaman Allah (c.c.) bunlar dine
karşı harp etmiş demektir. Ve bu adamları nerde bulursanız
öldürün diyor.
Peki adamı tam kaldırdınız tabancanın tetiğini çekeceğin
anda keli-me-i şehadeti getiriveriyor adam. Rabbim,
namazını dosdoğru kılarsa zekatını da verirse o zaman onun
yolunu serbest bırakın diyor. Yani müslüman olmuştur. O
kardeşimiz olmuştur. Hani çocukluğumda duymuştum,
köyümüze gelen hoca efendi anlatmıştı. Hz. Ali (r.a.)
kaldırdı kılıcı adamı tam vuracak, adam Lailahe illallah
dedi. Hz. Ali'de bıraktı kesmeyi. Olay doğru hocamız doğru
söylemişte, benim o zaman çocuk aklım şöyle demişti. O
zaman harp olmazki. Lailahe illallah dese kurtulacak. Bu
sefer arkadan vuracak. Yani müslümanın aldanmaması
gerekir bunun bir çıkış yolu olmaması lazım demiştim kendi

1659[7]
Bakara 156
kendime. Ama islam öyle değil işte. Müslümanlar derhal
onu kendi saflarına alıyorlar, duruma göre ya harp
ettiriyorlar karşı tarafa veya geride elinde silahı olmadan
hizmet gördürülüyor. Yani düşman safında kalmasına
müsaade edilmiyor. Zaten Lailahe illallah Muhammedün
rasullüllah diyen adam beri tarafa gelecektir. Eğer iyi güven
sağlanmışsa harp ettirilir ihtiyaç vardır. Yoksa geri tarafta
hizmet veriliyor. Rabbimde zaten bunu teyid ediyor. Eğer
tevbe ederlerse yeterli değil, namazı da dosdoğru kılarlarsa
o da yeterli değil. Zekatlarımda verirlerse diyor Allah (c.c).
O zaman onları serbest bırakıverin. Allah affedicidir
merhamet edicidir.
Hani o zaman Allah affetse bile ben af edemem diyen
olabilir. Yahu Allah'ın merhametinin yanında senin
merhametin ne olur ki be birader. Peygamber efendimiz
rivayet ettiği bir hadisi şerifte "Allah merhameti, rahmeti
yüz parçaya ayırdı. Birisini yeryüzündeki yaratılmışlara
verdi diyor. Geri kalan doksan dokuzu ile kıyamette
mü'minlere merhamet edecektir" buyuruyor. (Buhhari
K.Edeb 19Müslim K.Tevbe 17) Yani yeryüzündeki bütün
insanların ve canlıların merhameti o yüz parçadan bir
parçaya ancak denk düşüyor. Onun için Allah'ın (c.c.)
Gafurur Ra-hiym olduğunu hiç unutmayacağız. Ama buda
tenbelliğe sevk etmiyecek bizi. 1660[8]

6- Eğer müşriklerden biri senden yanma gelmek isterse onu


yanına alki Allah'ın sözünü işitsin. Sonra onu güven içinde
olduğu yere ulaştır. Bu onların bilgisiz bir toplum
olmalarındandır.
Eğer müşriklerden herhangi birisi senden komşuluk
talebinde bulunursa "İsticar" kelime olarak komşuluk
talebinde bulunmak. "Ya rasulel-lah bende müslüman

1660[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/313-314.
olayım, Veya yakınında olayım affet beni" derse onun
komşuluk hakkını ver onu affet. Allah kelamını işitebilsin o
da. Yani bir insan müslümanlara yakın olmayı istiyorsa ona
o yakınlık hakkını verin ki müslümanın yanında yakınında
olursa bir insan ne işitecektir? Allah'ın kelamını işitecektir.
Doğruluk işitecektir o adama bu fırsatı verin sonra onu
güvenli olduğuna inandığı yere kadar ulaştır. İşte bu onların
bilmez bir kavim olmalarındandır diyor Allah (c.c). Yani işi
bilmemelerinden kaynaklanmaktadır. Gerçeği hakikati
bilmemelerindendir.
Günümüzde dükkan komşularınız olabilir. Hani ermeni
olabilir, mm olabilir, yahudi olabilir. Ev komşularınız
olanlar var dükkan komşularınız olanlar var. Bu ayetin
ruhuna uygun olarak adamlar bir gün kıyamette, "Ya rabbi
ben bununla otuz sene komşuluk yaptım da bana Allah'ın
kelamından tek söz söylemedi" derse, biraz hesaba
çekilirsiniz onu söyleyeyim. Yani İslami gerçekleri seninle
konuşmam. Benimle havadan sudan konuşurdun. Benim
gönlümü kırmamak için yapardın diyebilir, gönlünü
kırmamışsın ama bütün vücudunu kırmışsın. Cehenneme
gönderilmesine engel olanlardan biri olabilirsin. Belkide
senin tebliğin ona ulaşıp fayda verebilir, vermemiş olsa bile
biz sorumluluktan kurtulmuş oluruz. Onun için
komşularımızla gayri müşlim bile ilgilenelim.Hepimiz
günahkarız hani günahı açıktan yapanlar vardır, birde
gizliden yapanlar var. Milletin gözündekiler genelde açıktan
yapanlardır. Hani şairin biri öyle demiş Farsça şiirinde.
"Eğer her haram şey şarap gibi insanı sarhoş etmiş olsaydı
insanlar caddelerde sallanarak giderdi." Herkes sarhoş
olurdu, onun için çevremizdeki insanlar mümkün mertebe
bizim bildiğimizden faydalanmalıdırlar ve ağzımızdan da
Allah kelamı çıkmalıdır genelde, yani akşama kadar bin
kelime konuşmuşsaniz bu bin kelimenin içerisinden 501'i
İslama yönelik olmalıdır hiç değilse diyorum yani. 501
derken hiç değilse yani yüzde elli biri olsun hiç değilse
diyorum. 1661[9]

7- Mescidi haramda andlaşma yaptıklarınızın dışında


müşriklerin Allah ve Rasuiü katında nasıl andlaşması olur?
Onlar sizlere doğru davrandıkça sizde onlara dürüst
davranın. Çünkü Allah müt-takileri sever.
Bu ayet İslami bir devletin devletler arası anlaşmaları
düzenleyen ayeti kerimeler ama siz bunu ferdi olarakta alın,
her türlü tapu noter karşılıklı senet veya sözlü
anlaşmalarınızda anlaşma şartlarına riayet edin. Hani bazı
arkadaşlar hakem olmam için gelirler. Bundan beş sene
evvel, üç sene evvel veya bir sene evvel iki arkadaş bir
araya gelmişler. Para birinden çalıştırma birinden, birinin
parası var o işi yapacak kabiliyeti yok, birinin kabiliyeti var
o işi yapacak parası yok. Ortak olmuşlar. İşte yüzde elli
senin, yüzde elli benim. Veya yüzde otuz senin, yüzde
yetmiş benim gibi neyse anlaşmaları. İş iyi gidivermiş bol
para kazanmaya başlamışlar. Şimdi diyorki parası olan,
hocam benim param olmasaydı bu bir şey yapacak değildi,
yani ben hisseyi arttıracağım diyor. Yani yüzde elli değilde
yüzde altmış benim paramla kazandı. Öbür taraftaki diyor
ki, hocam benim aklım olmasa bilgim olmasa bunun parası
ne olacaktı. Bankada bekleyecekti diyor. İkisi de haklı
olabilir ama hak ilk yapılan anlaşmadadır, ona riayet
edilmelidir. Efendimiz (s.a.v.) buyurur. "Müslümanlar ilk
anda koydukları şartlara rivayet etmelidirler."1662[10]
sonradan birinin lehine, birinin aleyhine gelişmiş olabilir.
Fertleri anlaşmalarına güzel riayet etmiş olsalar onların
devleti de zaten anlaşmalara riayet eder. Fakat burada
hemen hatıra şu gelmesin bugün birleşmiş milletler
kararnamesine bizde imza attık. Bizde aynı şeyi yapmamız
1661[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/315.
1662[10]
Buhari Kîcara 14 ,Tirmizi K.Ahkam 17
gerekir. Bu hatıra gelmesin. Birleşmiş milletlerde beş tane,
belalı beşler vardır. Bu benim koyduğum isimdir. Yani
resmi hukuki ismi, "daimi üye" beş tane. Amerika, İngiltere,
Fransa, Rusya ve Çin. bunlar daimi üyedir. Yüzelli tane
devlet İsraili kınayalım diye karar alsalar bu beşinden bir
tanesi kınamayalım dese kınanmaz. Bu beşinin ittifakı
lazım, bir olayda karar alınması için ittifak etmesi lazım.
Diğerlerinin şöyle almış, böyle almış hiç ilgilendirmiyor.
Yani gelmesenizde olur, biz anlaşabilirsek size bildiririz
deselerde olur.
Beşinin ittifak ettiğine diğerleri de zaten uyuyorlar.
Genellikle boyra da "onlar dosdoğru oldukları müddetçe
olun Allah müttekileri sever. Yani müttekmın de tarifi
istiyor. Böylelikle mtttteki insan ne demek, filan adam çok
yapılmış olur, görmeyeyim diye. O neki insan sayimaz.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) en mütteki adam muttekımsa,,
sayıim batar harp ferine bakard,, ordular düzenlerdi.
Ordunun bizzat en önde kılıç kuşanırdı, harp ederdi. Mütteki
insanın tarifi Burada bir kaç yerde geçmişti. Bakara
suresınınılk beş ayetin- teki kısanın tarifi" beş tane vasfı
sayılıyordu orada bu vasıf devam vasrflan arasında ki, bin
de dost doğru olmaktır Yanı sözünün eri olmaktır diyelim,
burada sözünün en olmak anlaşmalar sözleşmelerdir yada
sözünü yerine getirmektir.1663[11]

8- Nasıl olabilir? Eğer onlar size galip gelseler sîzin


hakkınızda yakınlıkda gözetmezlerdi, and lasın ayıda
gözetmezlerdi. Kaİbleri kaçınırken ağızlarıyla sizi memnun
etmeye çalışırlar. Onların çoğu fasıktır.
Yani daha önce zimmet anlaşması karşılıklı bir anlaşma var
ortada, ama riayet etmiyor. Akrabalık bağlarımız var.
Mesela müşriklerden birisi müslüman olmamış, oğlu

1663[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/316-317.
müslüman olmuş, adam oğlunu öldürmek için geliyor. Bedir
harbinde olduğu gibi.
Çünkü gençler daha çabuk müslüman olmuşlar. Mekke de
babaları biraz diretmişler. Hz. Ebubekir müslüman oluyor,
babası müslüman olmuyor daha sonra olmuş ayrı. Hz. Ömer
müslüman oluyor, babası müslüman olmuyor yani gençler
daha çok müslüman olmuşlar, babalan müslüman olmamış
ve bunlar amcaya, dayıya, teyzeye karşı Bedir harbinde
karşı karşıya gelmişler ve akrabalık bağlarımda gözetmiyor
bu kafirler.
Gelirler senin yanma dil dökerler dilleriyle seni hoşnut
ederler ama kalpleri söylediklerinden uzaktır. Yani
kalplerinde tuttukları, dilleriyle söylediklerinin aynı
değildir. Onların çoğu fasıktır diyor Allah (c.c.) ve Onları
yine tanıtıyor. Peki niye gavur oluyor bu adamlar. Çünkü
pey;amberin mesajına kulak vermiyorlar. Allah'a,
peygambere iman etmiyorlar.1664[12]

9- Allah'ın ayetlerini az bir paraya sattılarda Allah'ın


yolundan alıkoydular. Gerçekten onların yaptıkları ne kötü
şeylerdir.
Onlar az para karşılığında Allah'ın ayetlerini satıyorlar ve
insanları Allah'ın yolundan alıkoyuyorlar. Yani deniliyorki
biz Allah'a, peygambere, ahirete iman edersek, bugüne
kadar bizim sistemimiz faiz üzerine kurulmuş. Bizim
sistemimiz fuhuş üzerine kurulmuş. Bizim sistemimi-miz
şarap üzerine içki üzerine kurulmuş ve bizim vücudumuz
alışmış biz bunlara nasıl alışalım diyorlar. Bu durumda
Allah (c.c.) onlara dünyevi geçici zevkleri uğruna Allah'ın
ayetlerini sattılar diyor. Onlar ne kötü yapıyorlar. Yaptıkları
ne kadar da kötü diyor Allah (c.c.). 1665[13]

1664[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/317-318.
1665[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/318.
10- Onlar mü'min hakkında yakınhğıda andlaşmayıda gözet-
mezler. İşte asıl saldırgan onlardır.
Bu haddi aşanlar akrabalık bağı, gözetmiyenler anlaşmalara
riayet etmiyenler, karşılığında Allah'ın ayetlerini satanlar
dilleriyle insanları hoşnut edipte gönülleriyle düşmanlık
besleyenler onlardır.1666[14]

11- Eğer pişman olurlar, namazı kılarlar ve zekatı verirlerse,


dinde kardeşinizdirler. Bilen bir kavm için ayetleri
açıklıyoruz.
Yani babanızı öldürmüş adam hani Peygamber efendimizin
amcası Hz. Hamzayı (r.a.) öldürmüş. Öldürende öldürtende
bir gün geliyor keli-me-i şehadet getiriyor. Müslüman
oluyor, dosdoğru namazı kılıyor, zekatını veriyor, tevbe
ediyor ve Rabbim diyor, işte o takdirde onlar sizin
Bir tanesi babasını tanıtıyor. Dine inanmayanlardan biri,
yaşıyor hala. Babasını anlatıyor şiirinde." Dosttu ellerimiz,
düşmandı gönülleri-miz."Babam hafız bir insandı, ama
benim gavur olmama o kadar üzüldü diyor ve onuda
anlatıyor. Dosttu ellerimiz taki bu geldiğinde hoş geldin
diyormuşta ondan sonra yüzüne pek bakmıyormuş,
düşmandı gönüllerimiz der. Şimdi bu insanların ağızlan dost
olur ağızlarıyla sizi hoşnut ederler, hoşunuza gidecek sözler
söylerler ama yürekleriyle size düşmanlık beslerler ve
elleriyle dilleriyle söylediklerinin zıddını emr eder gönülleri
o adamların. Ama bu adamlar müslüman olurlarsa
namazlarını kılarlar ve de zekatlarını verirlerse o zaman
onlar bizim din kardeşimiz oluverirler.
Buradan şunu anlıyoruz biz dinimizdeki düşmanlık adamın
içindeki küfre yöneliktir. Çünkü kafirlik bütün pisliğin
kaynağıdır ana merkezidir. Peki o adam ondan
temizleniverecek olursa o zaman o adam bizim can

1666[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/318.
kardeşimiz kan kardeşimizden ilerde din kardeşimiz
oluverir. Bazılarına günümüzde düşmanlık yapmaları başka
sebeplerden oluyor. Hani bu güne kadar koministim
diyenler kapitalistin parasına düşmanlık yapıyor Sende niye
olsun, bende olsun diyor. Peki alsakta bu arkadaşa versek
bunu fakir bıraksak bu sefer o da bankaya koyuyor o
kominist oluyor buda kapitalist oluyor anarşi böyle devam
ediyor. Eğer düşmanlık hasmane münasebetler dünyevi
çıkarlar nedeniyle olacak olursa bunun önünü alması
mümkün değil aman insanları kötülüğe sevk eden bir
hastalık var adamda, hani doktor hastasının hastalığına
düşmandır. O hastalığı nasıl olurda bundan uzaklaşürayım
diye uğraşır. Müslümanda imansızın yüreğindeki imansızlık
hastalığına düşmandır. Eğer onu ahverecek olursa o adam
derhal onun din kardeşi oluverecekür. 1667[15]

12- Eğer andlaşmalarından sonra yeminlerinden dönerler ve


dininize dil uzatırlarsa, küfrün önderleriyle savaşın. Çünkü
onların yeminleri yoktur. Belki vaz geçerler.
Burada dikkatimizi şuna çekiyor: Kafir bir milletin
halkından daha ziyade o milleti kötü yola sevk eden
önderleriyle harp edin diyor.Taş atana kızmayın, taş attırana
kızın. Kuklaya ateş etmeyin, kuklayı oynatana ateş
edin. 1668[16]

13- Yeminlerini bozan, peygamberi sürgün etmeye çalışan


toplumla savaşmazmısımz ki size karşı önce onlar
başlamışlardı. Yoksa onlardan korkuyormusunuz? Eğer
iman ediyorsanız kendisinden korkmanıza en layık olan
Âllah'dır.
Küfrün önderleriyle harp ediniz diyor. Hani scud füzelerini
yapan yahudiymiş. Scud füzeleri İsraüin üzerine atılmaya
1667[15]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/318-319.
1668[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/319.
başlayınca adam fer-yad ediyormuş "vay babamı öldüren
füzeleri ben yaptım" diye. Adamın yaptığı füze bugüne
kadar kaç insan öldürdü bilmiyoruz. Bu körfez harbi
nedeniylede öldürmeye devam ediyor. Bundan sonrada hani
diğer milletlerin kendi aralarındaki harplerinde devam
edecek. Bu işe karar veren kişiler binlerce adamın
öldürülmesini sağlamış oluyor. Onun için daha ziyade alet
olan insanlara yönelik değil, o ortamı oluşturan önderlere
yöneliktir.
Yani Ebu Cehil'in kendisine, Ebu Süfyaıı'a, Ebu Leheb'e
yönelik hareket edilmesini istiyor. Yoksa Ebu Cehil emrinde
elli tane, yüz tane silahlı adam var. Ama emri Ebu Cehil
veriyor. Onun emrindekilerle uğraşmamayı, asıl bu kişiyi
yönlendiren adamla harp edilmesi gerektiğine dikkatimizi
çekiyor. Yani maşayla değil maşayı tutan adamla uğraşacak.
Yani Hacivatla Karagözü oynatan adam vardır. Kuklacı,
kuklada hacivat hep tokat atıyor ve sizde yeter be deyip
tabancayı çekip Hacivata kurşun siksanız, hacivatı dejiş
deşik yapsanız o yine yapacak çünkü yukarda ipini çeken
adam var. Ayet-i kerimede de küflün önderleriyle yani ipi
çeken adama ateş edin diyor.
Ne oluyor yeminlerini bozan topluma karşı niye harp
etmiyorsunuz. Peygamberi Mekke'den çıkarmaya azm eden
karar veren bu adamlarla niye harp etmiyorsunuz. İlk defa
harbe onlar başladığı halde niye harp etmiyorsunuz..? Tabii
tereddüt edenler olmuşta ondan. Yani peygamber
efendimizle (s.a.v.) beraber katılalımmı katılmayalım mı.
Yahu karşımızdaki işte her ne kadar olsa da analarımız,
babalarımız, dayılarımız, yengelerimiz filan diyenler var.
Rabbinı diyor ki, nasıl olur. Bu adamlar anlaşmaları
bozdular. Peygamberi yerinden yurdundan sürdüler
çıkardılar. Harbide ilk defa onlar başlattılar. Niye harp
etmiyorsunuz. Yoksa onlardan mı korkuyorsunuz. Eğer
iman ediyorsanız korkmaya onlardan Hal™ lavık olan Allah
(c.c.)'dır. Yahu onları yaradan Allah, sizi yaradan
Allah. Siz Allah'ın yarattığından korkuyorsunuzda Allah'ın
kendisinden niye korkmuyorsunuz? Allah onlara sizin
elinizle azab eder. Hani Allah onların haklarını avucuna
verir deriz. Allah onları cezalandırır deriz. Ve-yahutta şöyle
dua ederiz. İşte şu dinimiz düşmanlarını kahret Ya Rabbi.
Birde sıcacık odanın içinde çay kaynıyor bir taraftan
namazın arkasından Ya Rabbi kahret bu düşmanları diyoruz.
Ya Rabbi bizim keyfimizi bozma al eline kılıcı veya topu
sen onlarla harp et. öyle olmaz.
Allah onlara azap edecek ama sizi sebep kılacak, sizin
ellerinizle onlara azap edecek. Yoksa Allah (c.c.) durup
dururken kafir bir toplumu helak etmemiştir. Katiyyetle
böyle birşey yok. Ama hocam Lut kavmini helak etti. Doğru
Lut kavmini helak etti ama orada Lut (a.s.) ve ona iman
eden saf müslümanlar mücadele veriyorlardı. Onlar
mücadele verirken Rabbim onlara yardım ediyordu. Nuh
(a.s.) karşısında kafirler var. Ama Nuh (a.s.) ve ona iman
edenler mücadeleyi verirlerken Rabbim onlara yardım etti.
Yoksa peygamber yok, onun ümmeti de yok bir yerde top-
lanmış gavurlar Allah'a isyan ediyorlar ama öyle bir
toplumu hiç helak etmemiştir. Yani onların karşısına hak
budur gerçek budur diye dikilecek bir müslüman olması
gerekiyor o müslümanda çıkarsa Allah o müslümanın eliyle
ona azap eder. Ama hocam adedimiz az. Kıvılcım ormanın
büyüklüğünden korkmaz diyor Mevlana. Sen kıvılcım
olmaya bak. Kıvılcım ormanın büyüklüğünden korkmaz.
Sen ışık olmaya bak. Işık karanlığın çokluğundan
korkmaz. 1669[17]

14- Onlarla savaşınki Allah, onlara sizin ellerinizle azap


etsin, onları rezil etsin, onlara karşı size yardım etsin ve

1669[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/320-321.
iman eden toplumların gönüllerini ferahlatsın. 1670[18]

15- Kalblerinin öfkesini gidersin. Allah, dilediğinin


tevbesini k? bul eder. Allah alimdir, hakimdir.
Allah onları rüsvay etsin siz onlarla harp edin ki Allah
onları rüsva etsin, onlara karşı Allah size yardım etsin.
Allah'ın size yardım etmesi için ne yapacaksınız mesela siz
yük kaldıracaksınız. Bizim oralarda yük Ya Allah dive
başlarlar sarılırlar. Peki eliyle tutmasada böyle dursa, Ya
Allah dese kalkarını yük? kalkmıyor. İşte yattığımız yerden
yaptığımız dua da budur. Ya Rabbim düşmanlara karşı bizi
galip getir. Durduğun yerden Ya Allah deyip yükü
kaldırmak gibi birşey, olmaz öyle şey. Rabbim olmaz diyor
bu Tevbe suresinin 14. ayet-i kerimesinde daha Mü'min
kavmin göğüslerine şifa versin . Yani yüreklerini serinletsin
diyor.
Öyle ya yerinden yurdundan olmuş müslümanlar, gözünün
önünde anası öldürülmüş, babası Öldürülmüş. Hani Ebu
Cehil gibi herifler diyelim ki Ammar b. Yasir'in annesini
babasını gözünün önünde öldürmüşler ve birgün harp
meydanında karşısına çıktığında orada bir müslüman kar-
deşinin, düşmanın başını vurması berikini rahat ettiriyor.
Yani müslüma-nın gönlü serinliyor böylece. Tabi öncelikle
Müslüman, olsun babamızı öldüren dahi olsa kardeşimiz
olsun. Ama müslüman olmaz düşmanca münasebetine
devam ederse daha binlerce anne ve babayı öldürmesi en-
gellenir. Eskiden köylerde tilki gelir tavukları perişan
ederdi. Derken birisi tilkiyi yakalar, mahalle sevinirdi,
Tavuklarını tilkiden kurtardı diye, yani geçmişinden dolayı
değil gelecek tavuklara zulmedemeyecek öldüremeyecek
diye sevindiler. Onun için yüz tane bin tane kuzuyu perişan
etmeye gelen kurt eğer çoban tarafından öldürülecek olursa

1670[18]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/321.
bütün kuzular sevinir. Çobanda sevinir kuzular kurtuldu
diye onun için kafirin öldürülmesine şu yönden sevinilir. Bu
adam diğer müslümanların öldürülmesine fırsat
bulamayacak diye sevinilir. Yoksa keşke iman ederek
gitseydi diye gönlümüz arzu eder. Bunun içinde Allah (c.c.)
müslümanların kalplerindeki kini giderdi. Allah dilediğinin
tevbesini kabul eder. Allah her şeyi bilendir. Allah'tır
hükmeden ve hükmünde hikmet sahibi olan. 1671[19]

16- Yoksa sizi, içinizden cihad edenleri, Allah'dan,


Rasuiünden ve mü'minlerden başkasını dost edinmeyenleri,
Allah bilmeden bıra-kıhvereceğinizimi sandınız? Allah
yaptıklarınızdan haberdardır.
Allah sizin başınıza bazı imtihanlar verecek o imtihan
nedeniyle1 kim mücahidmiş kim mücahid değilmiş o ortaya
çıkacak kim Allah'ı, RasUlünü ve mü'minleri seviyor, o
ortaya çıkacak. Kimde Allah'ın rasu-lünün, mü'minlerinin
dışında başkalarını dost ediniyorsa onlar ortaya çıkıyor.
Günümüzde bu ayet-i kerimeyi daha iyi anlıyoruz.
Biz müslüman insanız. Türkiye'deki müslümanı, Irak'taki
müslüma-nı, Kuveyt'teki müslümanı, Suud'taki müslümanı,
Emirliklerdeki müslü-manları tutuyoruz, Afrika'daki
müslümanı tutuyoruz. Endonezya'daki, İran'daki,
Filipinler'deki müslümanı tutuyoruz. Dünyanın neresinde bir
müslüman varsa onu tutmakla görevliyiz. Çünkü peygamber
efendimiz (s.a.v.)" Bir vücudun azaları gibisiniz, birine
diken battığında bütün vücut acı duyar" 1672[20] dediği gibi
vücudunuzda dünyanın öbür tarafında bir müslümanın
ayağına, bir devletin ayağına diken batsa müslümanın
burada acı duyması gerekiyor.
Rabbim bu 16. ayet-i kerimeyle içinizden mücahid olanları
ortaya çıkarmadan Allah'ı rasulü ve mü'minlerin dışında
1671[19]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/321-322.
1672[20]
Buharı K. E'deb 37, Müslim K.Birr 66
kişileri dost edinenleri de ortaya çıkarmadan, ,yani hainleri
ortaya çıkarmadan müslümanların dostlarını ortaya
çıkarmadan serbest bırakılacağınızımı zannediyorsunuz
diyor. Bir başka ayet-i kerrnede îman ettik deyivermekle
insanlar kurtulacağının» zannediyor diyor. 1673[21] Rabbim.
İmtihan edilmeden olmaz yani iman imtihan edilmeli. Ben
iman ettim mü'minim Kur'ana iman ediyorum,
Elhamdülillah demek yeterli değil. Hani saf alnınla, karışık
altın yarışıyorlar. Ben senden daha değerliyim diyor. Saf
altın da öyle ise ateşe girelim kardeşim gel ateşe girelim
kimin ak kimin pak olduğu ortaya çıksın ateşe girince saf
altın yine altın olarak çıkıyor ama içinde gümüş karışık,
olan bakır karışık, altın ise 100 gr. olarak giriyor, 30 gr.
olarak çıkıyor. Yani ateşte ortaya çıkıyor doğru olanla, saf
olanı, karışık olanı. Mü'mininde iyi olanıyla, kötü olanı,
sağlam ölamyla çürük olanı böyle belalı mihnetli günde
ortaya çıkıveriyor. 1674[22]

17- Müşrikler, kendi küfürlerini görüp dururken Allah'ın


mes-cidlerini onarmaları yaraşmaz. Onların amelleri boşa
çıkmıştır. Ve onlar ebediyyen ateştedirler.
Kendilerinin kafir olduğuna kendileri şahitlik yaparken
müşriklerin Allah'ın mescidlerini imar etmeleri yakışmaz,
olmaz öyle şey. Yani mescidleri tamir etmek mescid
yapmak mescid açmak kafirlerin hakkı değildir. Görevli de
değildir. Şimdi burada Mekkeli müşrikler şunu iddia edi-
yorlar. Yıllardır Kabe'yi koruyan biziz. Bunu koruma hakkı
da bizimdir. Mekke feth edildikten sonra da aynı müşrikler
diyorlar ki Yıllarca benim dedem dedemin dedesi Kabe'yi
koruyordu.
Efendim sulama işlemini Hacıların su ihtiyaçlarını, Kabe'nin
temizlenmesini, örtüsünü biz üstleniyorduk diyorlar. Yani
1673[21]
Ankebut 2
1674[22]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/322-323.
bu payın kendilerine verilmesini istiyorlar. Siz
inamyormusunuz, Rabbime ve Peygamberine ve Allah'ın
kitabına inanmıyorsunuz. Öyleyse siz kendi kafirliğinize
kendiniz şahidsiniz. Kafir ve müşrik olanlarında bu
Kabe'nin imarıyla ilgilenme hakkı yoktur. Müslüman
olanlara gelince peygamber efendimiz aynı sülaleye vermiş.
Çünkü uzmanlığa da dikkat ediyor. Demiş ki daha önce bu
sülale bu Kabe'nin temizlik işlerini yapıyordu, bu şeref
onlara "aitti, yine devam ettirecekler. Bu sülalede Kabe'nin
su işlerine bakıyordu. Bunlar bu şerefi yine devam
ettirecekler. Gönülden istiyorlar çünkü onlar. Kafir mescid
yaparmı, Medine'de yapmış. Hac suresinde gelecek, Mescidi
Dırar diye bildirilmiş, zararlı mescid, yani müsl umanları
parçalamak üzere, yani Bizansın para desteğiyle Medine'de
mescid yapılmış. Münafıklar tarafından. Yani müslüman
olmadığı halde müslüman görünen münafıklar tarafından
mescid yapılmış. Onun için kafir yardım eder-mi etmezmi?
Osmanlının son zayıflama döneminde, Anadoluyu gezerse-
niz görürsünüz. Amerikalılar tarafından kolej açılmış,
Kayseri'de var, Talaşta var çeşitli yerlerde hastahane
yapmışlar veya okul yapıvermişler. Oradan ajanlık yapmış
adamlar. Hani bu tür insanlar bu tür cami bile yapsalar
bunların cami yardımı nedir..? Daha önce de söyledim deniz
kenarında balığa yem atan adamın durumu gibidir. Balıklar
seviniyor ha ne iyi adam bunlar bize yardım ediyorlar diyor.
Sen oltayı yutta bir görelim. İşte onların amelleri boşa
gitmiştir. Ve onlar ateşte, Cehennemde ebedidirler. 1675[23]

18- Allah'ın mescidlerini, ancak Allah'a ve ahiret gününe


iman eden, namazı kılan, zekatı veren ve Allah'dan başka
kimseden korkmayanlar onarır. İşte hidayete ermişlerden
olması ümit edilenler bunlardır.

1675[23]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/323-324.
Siz hacıları sulamayı Mescidi haramı tamir etmeyi, Allah'a
ve ahire-te imanla beraber mi kabul ediyorsunuz? Allah
yolunda cihad edenle aynı mı kabul ediyorsunuz? Hani
Mekkeli müşrikler bugüne kadar Kabe'yi biz temizledik
gelen hacılara suyu biz verdik diyorlar. Yani bizim yap-
tıklarımız boşa mı gidecek diyorlar. Bu ayet-i kerime aynı
zamanda şuna da değiniyor: İnsanların çıkarı için şu kadar
hizmet etmiş bir adam,1 ölürken mal varlığını hastahaneye
veya köprü yapımına veya bir sosyal tesise vakf etmiş.
Bunun karşılığını görmeyecek mi? Rabbim bu mal varlığını
nereye bıraktı kim için bıraktı, Allah için mi? Yani
karşılığını ücretini Allah'tan alırım diye mi bıraktın?diye
sorar. Fakat inanmıyordun ki diyor. Öyle ise benden niye
istiyorsun mükafatını kim için yapmışsan ondan
isteyeceksin. İşte insanlar, mahşer yerinde, bunlardan al,
kim kime verecekse orda hiç bir kimse kendisinden bir
şeyin karşı tarafa geçmesini istemeyecektir. Onun için
mescidlere hizmet, topluma hizmet, Allah'a ve ahiret
gününe imandan geçiyor. Bu iman olursa yaptığınız her şey
iyi hanenize, sevap hanenize işleyecektir, Rabbimiz
yardımcımız olsun.
Kendilerinin kafir olduklarına şahit oldukları halde Allah'ın
mescitlerini kafirlerin müşriklerin imar etmesi yakışmaz.
Yani bu iş müşriklere düşmez. Mescidleri imar etmek
müşriklere düşmez. Çünkü onlar kendilerinin kafir
olduğunu söylüyor. Süddi (r.a.)ye "Efendim bunların müşrik
olduğuna dair nasıl şahidlik yapar" diye sormuşlar o da
diyorki" Peki siz bir yahudiye "sen necisin" dediğinizde
"yamıdiyim" demez mi? Evet ya-hudiyim der. Peki
hristiyana sorsanız "sen necisin" deseniz o da "hristi-yanım"
der. İşte bu adam kendisinin müşrik olduğuna; kafir
olduğuna şahitlik yapıyor diye açıklama getirmiş. Yani ayet-
i kerimede Rabbimiz kendilerinin kafir olduğuna yine
kendileri şahit olduğu halde Allah'ın mescitlerini imar
etmek müşriklere yaraşmaz buyuruyor. Ve onların amelleri
boşa gitmiştir) "Ve onlar ateşte ebedidirler" diyor Rabbim.
Peki mescidleri kim imar eder? Onu da 18. ayet-i
kerimesiyle" "Mescidleri imar eden Allah'a iman edenler,
meleklere iman edenler.
Ahireti iman edenler, ve namaz kılanlar, zekatını verenler ve
Allah'tan başka kimseden korkmayanlar. Yalnız Allah'tan
korkanlar mescidleri imar ederler.
İmardan kasıt tabii ki, bir yapmaktır, bir de mescidleri
şenlendirmektir. Peygamber efendimiz (s.a.v.) mescidlerin
amirleri mescidleri imar edenler, şenlendirenler Allah'ın has
kulu mü s lüm ani ardır diyor.Kesir, Abd h. Humeyd in
müsnedinden naklediyor) Peygamber efendimiz: "Sürünün
kurdu olduğu gibi Şeytan da insanın kurdudur.Kurt sürüden
ayrılanı kapar.Ayrılmakdan sakının. Camiye ve cemaata
huymm. 1676[24]

19- Siz hacıları sulamayı Mescidi maramı ta'nıir etmeyi


AHaha ve ahirete iman eden ve Allah yolunda cihat eden
gibimi kabul ediyorsunuz? Allah katında bunlar eşit
değildir.Allah zalimler topluluğun hidayete erdirmez.
Burada konu edilen yalnız müşrikler ama günümüzde biz
kendi aramızda uygulamaya kalkarsak ayet-i kerimeyi
mescid yapan çok değerli kardeşlerimiz var. Ama camiden
cemaat çekiliyor. Yeni gelen neslin camiye giden yolu
engelleniyor. Bazı yol kesen adamlar var. Eskiden dağlarda
gezen eşkiya varmış. Şimdi şehire inmiş. Adamlar
üniversitede, parlamentoda veya çeşitli yerlerde durmuşlar
yol kesiyorlar. Milıi.eğitim bakanlığında insanların İslama
ve imana giden yollan kesiliyor. Bu adamlara yönelik
faaliyette bulunalım getirin şu patronlarınızı buraya katkıda
bulunun denildiğinde, camii yapmayı diğerlerinden üstün
1676[24]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/324-325.
Ahmet b. Hanbel, Müsned 512 33,243
görenlerimiz var. Allah (c.c.) bu ayet-i kerimede, bütün
paranızı götürseniz orda hacılara su dağıtsanız, hayır
işleseniz veya Kabe-i Muazzama yıkılmış, yeniden
yapacağız deseniz onun sevabı bir insanın müslüman olması
için yapılan yatırıma denk olmuyor. Hatta bir hadisi şerifte
Peygamberimiz (s.a.v'ı Hz. Ali'ye demiş: "Ya Ali senin
elinle bir insanın İslama girmesi, yeryüzü dolusu Altunu
veya yeryüzü dolusu kızıl develeri tasadduk etmenden daha
hayırlıdır." (Buharı Sahih,K.Cihad Babü fazli men esleme
ala yedeyhi racüliin) Onun için Allah (c.c.) burada Allah
katında Allah yolunda cihad etmekle, cami yapmak ve
hacılara su dağıtmak denk değil buyuruyor. Yalnız burada
şunu söyleyeyim. Ayet-i kerimenin nüzulü aslında Mekkeli
müşrikler içindir. Yani doğrudan kast edilen Mekkeli
müşriklerdir. Fakat burada parasını, Allah'a ve ahiret günü-
ne iman ettikten sonra, mescid yapmaya harcayanlarda
karşılığım görecekler. Ancak Allah yolunda cihad etmekle
onu yapmak denk olmadığını bilsinler. Al-i İmran suresinin
200 ncü ayet-i kerimelesinin tefsirinde geçmişti. Abdullah
bin Mübarek daha ziyade hadisciler tarafından çok bilinir.
Abdullah bin Mübarek hadis sahasında ileri gitmiş bir hadis
ravisi-, dir. Kendisinin hadis kitaplanda vardır. Arapça
olarak yayınlanmıştır. Bir hac esnasında diyor. Tarsus
dolaylarında Allah yolunda cihad ediyorduk zaten bir sene
ilim tahsili talebe okuturmuş bir sene Allah'ın dininin
yayılması için talebeleriyle beraber küffar ülkesi üzerine
gidermiş. Bir sene gelir yine ilim öğretirmiş bir sene yine
cihad edermiş. Yine bir cihad esnasında hacılar hacca
gitmeye hazırlanmışlar bir tanesi gelmiş Abdullah bin
Mübareğe ben hacca gidiyorum bir isteğiniz var mı demiş?
O da demiş ki: Şu mektubu al kardeşim Fudayl b. îyad'a ver
demiş. Fudayl b. lyad tabiin'in büyüklerindendir ve
Tasavvuf erbabının çok değer
verdiği ve bütün İslam aleminin değer verdiği bir insandır.
Mektubu götürmüş ve ona vermiştir. Mektup şiir halinde
başlıyor:
"Ey Ka'bede ve Mescidi Nebide Allah'a ibadet eden zat,
eğer sen bizim ne yaptığımızı görmüş olsaydın ibadetle
oyun oynadığının farkında olurdun.
Ey yanaklarını göz yaşlarıyla boyayanlar, bizim
göğüslerimiz kanlarımızla boyanmakta. Ey atını batıl
yollarda yoranlar, bizim atlarımız düşman üzerine saldırı
gününde yorulur.
Misk kokuları sizin olsun. Bizim kokularımız atların
nallarından çıkan kıvılcımlarla güzel toz
kokusudur................"
Fudayl b. lyad demiş ki mektubu getirene "postacıya ücret
vermek gerekir" demiş. Sana ücret olarak Allah rasulünden
bana rivayet edilen bir hadisi anlatayım: Ebu Hüreyre
rivayet ediyor: Bir adam "Ya rasülel-lah bana öyle bir amel
öğretki ben onunla Allah yolunda cihat edenlerin sevabını
alayım dedi.Effendimiz:"Hiç ara vermeden namaz kılıp,hiç
yemeden oruç tutabilirmisin? diye sorunca:"Ya Rasülellah
ben zayıfım gücüm yetmez" dedi. Efendimiz: "Nefsim
elinde olan Allaha yemin ede-rimki gücün yetseydi bile
yinede Allah yolunda cihat edene ulaşamazdın." buyurur.
"Allah zalim toplumlara hidayet etmez" buyuruyor zalim
toplumlara yol göstermez, hidayet vermez ama zalimlikten
vaz geçerlerse onlarda müslüman olurlar. 1677[25]

20- İman edenler .hicret edenler ve Allah yolunda mallan ve


canlarıyla cihad edenler Allah katında derecesi en büyük
olanlardır .işte onlardır kurtuluşa erenler.
Bu 20. ayet-i kerimeyi hatırınızda tutuverin yani cihadın
üstünlüğünü anlatan bir ayet-i kerime "iman edenler Allah
için hicret edenler hicret baktıki bir yerde Rabbimin bütün

1677[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/325-327.
emir ve yasaklarını yerine getirme imkânı kalmamış ama
duymuş ki filan yerde Allah'ın bütün emir ve yasaklarını
icra etmek mümkündür.Oradan diğerine hicret etmek
Müslü-manın üzerine görevdir. Ama bu Kaldığı yerde görev
gereği kalıyorsa o başka. Yani ben burada kalmakla daha
faydalı olacağım çevreme de faydalı olacağım diyerek
kalıyorsa o ayrı ama bütün imkanları elinden alınmışsa o
zaman hicret eder. Hicret edenler malları ve de nefisleriyle
Allah yolunda cihad edenlere, Allah katında derecelerin en
büyüğü vardır. Yani bu yapılan işler Allah katında
derecelerin en büyüğüdür. Daha bundan büyük derece
yoktur anlamında bir ayet-i kerimedir bu.
İşte kazananlar onlardır diyor Allah (c.c), başarılı olanlar
onlardır diyor Allah (c.c.) deyince bu faiz alıp verenlerle
ilgili değildir. Kazanan, başaran anlamındadır. İşte faizciler
onlardır. Yani başarılı olanlar kazananlardır. Ama
günümüzde başarılı olanlar yine faizciler yani faizci, çokça
yiyen adamları ne başarılı adamlar iş biliyor, iş bitiriyor,
köşeyi çabuk dönüyor ve kazanıyor. Köşeyi çabuk
döndüğünden dolayı mesela biz çocukluğumuzda dönerdik
oyun oynardık. Dönerdik dönerdik ve başımız dönerdi bu
sefer bütün evler dönmeye başlardı. Adamlarında başı çok
döndüğünden etrafındakileri de dönek görmeye başlıyorlar.
Yahu dönek olan sensin etrafındaki insanlar değil.
Rabbim kazananlar onlardır diyor. Başarılı olanlar onlardır
diyor. Bir başka ayet-i kerimede "Kim Cehennemden
uzaklaştırılır Cennete ko-yulursa kazanan odur" diyor Allah
(c.c.). 1678[26] Biz buna başarılı adam diyoruz, işte bizim de
elli senelik, altmış senelik hayatımızda süratli bir yükselme
yapipta, cehenneme düşmektense hem bu dünyayı güzel
hem de ahire ti güzel eylemek gerekiyor. Rabbim, o Allah
yolunda malları ve de canlarıyla cihad edenlerin hakkında

1678[26]
Al'i îmran 185
derece bakımından en üstün ve en büyük hatta "üstün"
kelimesinden ziyade "En büyük" ifadesi kullanmış. "Allah
katında derecelerin en büyüğü". Rabbim onlara rahmetini ve
rızasını müjdeliyor, yani onlardan hoşnut olacağını
müjdeliyor. İçinde nimetleri olan daimi nimetleri olan
Cennetini müjdeliyor Allah (c.c). Ayet-i kerimelere bakacak
olursak, ayet-i kerimeler de Rabbim Cenneti istememizi
istiyor, eğer Kur'anla konuşacaksak Rabbim "Yakıtı insan
ve taşlardan olan Cehennemin ateşinden sakının"
diyor.1679[27] Veya "Ya Rabbi bize dünypja güzellik ver,
ahirette güzellik ver, bizi cehennemin azabından koibbi"
diye nasıl dua edeceğimizi öğretiyor. 1680[28]

21- Onlara Rabierî, bir rahmet, hoşnutluk ve içlerinde bol ve


ebedi nimetler olan cennetleri müjdeler.1681[29]

22- Orada sonsuza değin kalıcıdırlar. Muhakkak büyük


mükafat Allah kalındadır.
Burada da Rabbim Allah yolunda cihad edenlere Rahmetini
müjdeliyor rızasını hoşnutluğunu müjdeliyor. "Bana seni
gerek seni" derken Yunus Emre yanlış etmiyor. Rabbimin
rızasını kazanan Cennetine girecekti. Öyle ise Cennet son
duraktır. Burada da Rabbim, zaten sıralamada birinci
derecede rahmeti ve ikinci derecede rızası ve hoşnutluğu ve
onlar için cennet üçüncü derecede ve sonrada orada ebedi
kalacaklar, yani şu kadar milyon veya şu kadar milyar veya
şu kadar trilyon sene yaşanacakta ve sonra orada hayat sona
erecek diye birşey yok. "Ama hocam insan gördüğü şeylere
bakmaktan usanır yediği şeyleri tatmaktan usanır,
kokladıklarından da usanır? ama öyle değil. Hani her an
yeni birşeyle karşı karşıya kalır yani gördüğü, tattığı,

1679[27]
Bakara 24
1680[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/327-328.
1681[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/328.
duyduğu şeylerde her an değişiklik vardır ve her an bir
başka farklılık ve güzellik vardır. Allah (c.c.) çeşitli ayet-i
kerimelerde bunu bize haber veriveriyor. 1682[30]

23- Ey iman edenler, eğer babalarınız ve kardeşleriniz


imana karşı küfrü severlerse onları dost edinmeyiniz. Sizden
kim onlardan dost edinirse onlar zalimlerin ta kendisidir.
Evliya, velinin çoğulu, veli de hani Türkçe de kınandığımız
vali kelimeside ordan geliyor. Vali; halkını dostça seven
yönetici anlamına geliyor. Allah (c.c.) "onları yönetici ve
dost edinmeyiniz diyor. Babanız bile olsa, babanız dininize
düşmansa, kardeşiniz dininize düşmansa sakın ha onu
kendinize dost ve yönetici edinmeyiniz" diyor. Değil falan
partinin başkanı, onları geç, baban dahi olsa, oğlan kardeşin
bile olsa madem ki dine düşmandır onu dost edinmeyeceğiz.
Peki hocam edinirsek ne olur. Rabbim cevabını veriyor.
"Sizden kim onları kendisine dost ve yönetici edinecek
olursa işte onlar zalimlerin ta kendisidir." Yani müslü-man
bile olsa, çünkü ayet-i kerime müslümanlarla ilgili.Bizi
yaratan olduğu için bizim neye fazla meyi edeceğimizi de
gayet çok iyi bildiğinden en zayıf noktaları bize
bilidiriveriyor burada. 1683[31]

24- Deki: "Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz,


eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, düşmesinden
korktuğunuz ticaret ve hoşlandığınız evler, size Allah'dan,
Rasulünden ve Onun yolunda ci-haddan, daha sevgili ise o
halde Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah fasik
topluluğa hidayet vermez.
Günümüzde dinden uzaklaşmıyoruz. Allah'a hamd ve
senalar olsun da İslami çizgiden uzaklaşıyoruz. Yani
dinimiz olarak Allah'a imanımız var diyoruz, Peygambere
1682[30]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/329.
1683[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/329.
imanımız var diyoruz, Kur'an-a imanımız var da yani
Kur'an-ı kerim okutmak için Kur'an kursları açalımda, ama
uygulamasına gelince içindeki emir ve yasakların zamanı
değil, yani zamanı geçti demiyor onunda zamanı var yavaş
yavaş diyerekten başkalarının emir ve yasaklarını hayatına
tatbik eden müsîümanlarımiz var. Peki bunları buna iten
nedir? Dünyevi çıkarlar. Ticaretine zarar gelmesi
endişesi.kesada uğramak Türkçe'de kesad kelimesini de
kullanırız değil mi? Kesada uğradı, gibi aynı ayet-i
kerimeden alma kesad; azalacağından korktuğunuz
ticaretiniz, Allah ve Rasulünden daha sevimli oluverirse di-
yor Allah (c.c). Kur'an-ı Kerimeyi okurken birazda bunlara
dikkat edin, kendinizde gelişsin bu meleke.
Hoşunuza giden meskenler Allah ve Rasulünden daha
sevimli geliyorsa, yahu hocam vallahi kendi arazim ama işte
ruhsat vermiyorlardı, yaptık yıktırmasınlar diye o adamlara
gidiyoruz şirin görünüyoruz diyor adam. Yani filan yere
gidiyoruz, oraya şirin görünüyoruz, maddi destek
sağlıyoruz, adamların dinsiz faaliyetlerine yardım da
ediyoruz diyor. Niye? Ev yıkılmasın diyor köşk vari küçük
bir villa yaptırmış, elden gitmesin diye. Rabbim bizim böyle
en zayıf noktalarımızı vermiş burda. Allah ve Rasulünden
birde Allah yolundaki cihaddan daha sevimli ise o zaman
bekleyin. Allah'ın işi başınıza gelinceye kadar, bu iki türlü
anlaşılabilir. Birincisi eceliniz gelinceye kadar bekleyin
kıyamette bunun cezasını mutlaka göreceksiniz, ikincisi bu
dünyada da ceza görebilirsiniz bu dünyada cezasını görenler
var, bu dünyada cezasını görmemişse ahi-rette mutlak
surette müşlümanların yanında olmamanın cezasını kişi
ödeyecektir. 1684[32]

25- Şüphesiz Allah size birçok yerde ve Huneyn gününde

1684[32]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/330-331.
çokluğunuzla böbürlendiğiniz halde çokluğunuz size hiçbir
fayda vermediğinde, ve yeryüzü geniş olduğu halde size dar
geldiğinde ve arkanızı dönüp kaçtığınızda size yardım etti.
Ayet-i kerimede Allah (c.c.) "birçok yerde Allah size
yardım etmiş zaferi vermişti" buyuruyor. Huneyn gününe
gelince orada siz çokluğunuzdan dolayı, öğünmeye
başlamıştınız, yani çokluğunuz hoşunuza gitmişti, ama
çokluğunuz size fayda vermedi. Huneyn günü, Huneyn
savaşı diye geçer. Bu peygamber efendimizin gazveleri
arasında Mekke'nin fethinden sonra o sene Mekke civarında
tüm müşriklerden bir grupla, ki onlardan güçlü, harp
etmesini bilen bir toplum, yer olarak Taifle Mekke arasında
bir vadide yerleşmişler onlarla harp ediliyor. Müslümanların
sayısı 12 binin üzerinde ve ilk defa böylesine çok bir
orduyla harbe katılıyor müslümanlar diyorlar ki yahu biz
Bedir de 330 kişiyle galip geldik. Burada 12 bin kişiyle
bunları teperiz biz demişler. Ama gitmişler mağlup
olmuşlar. Rabbim "sizin çokluğunuz, sizin hoşunuza gitti
ama size çokluğunuz fayda vermedi. Rabbimdir size yardım
eden". Rabbim bunu vurgulamak istiyor aslında. 1685[33]

26- Sonra Allah, Rasulüne ve Mü'minlere sekinetini


(güveni) indirdi. Görmediğiniz ordular indirdi ve kafirleri
cezalandırdı. işte kafirlerin cezası budur.
Allah ve Rasulünün çevresindeki bir avuç müslüman
Huneyn gazvesini kazandılar. Çoklukla kazanmadılar
peygamber (s.a.v.) çevresindeki kesin rakam verilmemekle
beraber 200,300 kadar sahabeyle Huneyn gazvesi başarıyla
neticelenmiştir. 12 bin kişiyle neticelenmeyen ve bozguna
uğrayan sahabe, Efendimizin (s.a.v.) etrafındaki bir avuç
müslümanla başarıya ulaşılmıştır.
Yani Rabbim şunu diyor: Azlığınızdan korkmayın

1685[33]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/331.
çokluğunuzla öğünmeyin. Rabbimdir size yardım eden,
bunu vermek istiyor.Günümüzde bir avuç bosnalı müsîüman
bütün hristiyan aleminin desteklediği sırp orduları
karşısında şanlı bir direniş göstermektedir. Çeçenler
kendilerinden yüz kat fazla olan Ruslara karşı imanlarını
koruyorlar. 1686[34]

27- Sonra Allah, bunun ardından dilediğinin tevbesini kabul


eder. Allah mağfiret ve rahmet edendir.
Bundan sonra Allah dilediğinin tevbesini kabul eder, yani
ordan kaçanlarda pişman olmuşlar tabii. Ya Rabbi biz
çokluğumuza güvendik, kaybettik, kaçtıkta kaçmamızdan
dolayıda sana tevbe ederiz. Çokluğumuzla övünmemizden
sana tevbe ederiz, yardımı ancak senden taleb ederiz diye
Rabbime yönelince, Allah (c.c.) de onlardan dilediğini af et-
tiğini haber veriyor. Allah af edicidir, Allah merhamet
edicidir diyor. Yani bizde bu duruma düşebiliriz
günümüzde, bazı durumlarda bu kadar paramızla bu kadar
insanımızla niye yapmıyalım değil mi? Rabbim bizimle
olduktan sonra neden başarılı olmayalım, dilimizi buna
alıştıralım. Yani Rabbimin dinine iman etmişim onun
dininin yayılmasını istiyorum. Öyle ise onun yardımına
güvenelim, çokluğumuza güvenmeyelim, biz çok olmaya
çalışalım, ama çokluğa güvenmeyelim. Biz Rabbimize
güvenelim çünkü tevekkül edenler ancak Allah'a güvenirler.
Allah'a tevekkül ederler buyuruyor Rabbim.
"Ey iman edenler şu seneden sonra Mescid-i Harama
yaklaşmasınlar." Bu ayet-i kerime hani peygamber
efendimiz (s.a.v.) Tevbe suresinin başında da açıkladığımız
gibi 'Mekke'nin fethinden sonra Hz. Ebu Bekir'i (r.a.) bir
hac için emir tayin ediyor, onu gönderiyor ve arkasından bu
Tevbe suresi nazil oluyor. Bunun üzerine Peygamber

1686[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/331-332.
efendimiz Hz. Ali'yi çağırıyor. Bu sureyle git ve orada
bütün insanlara bunu ilan et bu emredilen ve yasaklanan
şeyleri açıkla diyor. Hz. Ali (r.a.) da bütün insanlara,
müslüman olan ve olmayanlara bu sureyi özet halinde
insanlara duyurayor. Bu duyurulanlardan bir taneside
şu: 1687[35]

28- Ey iman edenler, şüphesiz müşrikler neces (pislik)


dirler. Bu yıllarından sonra Mescidi harama yaklaşmasınlar.
Eğer fakirlikten korkarsanız, Allah dilerse yakında kendi
lütfundan zengin edecektir. Şüphesiz Allah, herşeyi bilendir.
Hükmünde hikmet sahibi olandır. ,
Burada müşriklerden kasıt Yahudiler, Hristiyanlar ve puta
tapanlardır. Hani bazı arkadaşlar efendim Amerikalı
ağabeylerimize müşrik diyemeyiz diyorlar. Bunu gazetede
de yazıyor herif. Yahu Allah diyor da ben niye demiyeyim.
Adamın damarına dokunuyormuş. Filistin'de çocukların
kolunu kıran, anasını çocuğun gözü önünde yakan İsrailliye
müşrik diyemeyeceğiz. Yahu Rabbim diyor. Rabbim kimin
mü'min olduğunu, kimin müşrik olduğunu beyan eder.
Rabbim de diyorsa ki bu adam müşriktir, öyle ise bizde
deriz, daha önce de dedik.
Allah, Meryem oğlu İsa'dır diyenler kafirdir diyor. Yok
efendim ehli kitaba öyle birşey diyemez. Yahu Rabbim
diyor. Müşrikler pistirler.
Ama hocam, görüyoruz adanılan. Hatta ülkemize gelenleri
renkli televizyondan görüyoruz pırıl pırıl adam, elbisesi
temiz, yüzü temiz, saçı temiz, hatta evinde banyo yapmış
uçağa binmiş derken havaalanından beş yıldızlı otele
götürüyorlar. Hemen bir duş alıyor yine pırıl pırıl, oniki
saaat önce banyo yapmıştı, oniki saat sonra yine banyo yapı-
yor adam. Yani biz buna nasıl pis deriz.

1687[35]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/332.
Rabbimde bu hususta nedenleri istemiyor ki o elbiseleri pis
demiyor, adamların içi pis, ruhu pis diyor. Hangi yetkili
batıdan gelipte üçüncü dünya ülkelerini ziyaret etmişse,
mutlaka orada bir fitne, fesat var, bir çatışma başlıyor, orada
bir kargaşa başlıyor ve ihtilal ve inkılaplar oluyor o ülkede
binlerce insanın kanı ve gözyaşı birbirine karışıyor, yani
Maltada toplandılar, Afganistanı işgal etti, sonra İngiltere'de
toplandılar Saddamı İran'a vurdurdular, ondan sonra petrol
meselesini çıkardılar daha dünyanın çeşitli yerlerinde neler
oluyor da bize hani konumuz olmadığından ilgimiz
olmadığından dolayı duyurulmuyor. Afrikanın ortasıda
zaten dünyaya kapalı, Allah'a açık.Hergün beş altı tane
Filistinli öldürülüyor kılımız kıpırdamıyor da, çocuğun
birinin kolu yaralanmış İsrail'de, veya kuş ölmüş
televizyonda ayağa kalkıyor. "Mescid-i Harama yaklaş-
masınlar şu seneden sonra Mescid-i Harama yak
laşmasmlar." Peki bu Mescid-i Harama yaklaşmayacak
olurlarsa ne olur? Ekonomik yönden Mekke halkına bir
zarar gelebilir endişesi vardı. Çünkü Mekke halkının
toprağına bir tohum atsanız birşey bitmez çünkü kupkuru.
Ayet-i kerimede İbrahim (a.s.) Ya Rabbi ben zürriyetimi
hanımımı çoluğumu, çocuğumu ziraata hiç te elverişli
olmayan yerde iskan ediyorum. Yani Mekke'nin ziraata
elverişli olmadığını ibrahim (a.s.)'m diliyle ayet-i kerime
bize bildirmiş. Onların geçimi Yemen'den Şam'a kadar ve
Hindistan'a kadar olan tacirlerin uğrak yeri olması, Hac
mevsiminde gelen insanların karşılıklı alış verişlerinden
elde ettikleri gelirler. Peki Yahudi Hristiyan ve puta
tapanlar.hareme sokulmayacak olurlarsa Mekke insanın da
bu sefer maddi sıkıntıya düşme korkusu var.
Rabbim ona da cevap veriyor. "Eğer fakirlikten korkacak
olursanız, dilerse Rabbim yakında kendi lütfuyla zengin
eder." İşte çok yakın zamanda Mekke insanı Yahudi ve
Hrisuyanların gelmemesi neticesinde daha fazla zengin
olmuşlardır. Azerbeycandan ta Fas'a kadar müslüman-lar
hakim olmuşlar ve Mekke, Medine mutlu bir hayat yaşamış.
Derken Osmanlıların yani Türklerin müslüman olması ve
Harem-i Şerife verilen önem üzerine buradan gönderilen
Surre alaylanyla gönderilen paralarla oranın insanlarının bir
sene yiyeceği, içeceği, giyeceği ve hac masrafları tamamıyla
ecdadımız tarafından karşılanıyor.
Hacca gittiğimde, Riyad üniversitesinde öğrencilerin kaldığı
yurtta iki gece kaldım. Talebeden biri "yıllarca bizi
sömürmüşsünüz" diyor. Oğlum dedim Suud petrolü bulali
ne kadar oldu. Yakın. Yani Osmanlıdan ayrıldıktan sonra
İngilizlerin emriyle, Osmanlıdan ayrıldıktan sonra petrol
buralarda bulundu ve işlemeye başlandı değil mi? Evet.
Yani biz petrolünüzü sömürmedik sizi sömürmedik.
Petrolünüzü Amerika ile İngiltere sömürüyör şu anda evet.
Peki daha önce biz ne götürmüşüz, kummu götürmüşüz?
yani Süleymaniyeyi yapmak için çölden kum mu götür-
müşüz? Ne vardı ki..? Çocuk dura kaldı hakikaten ne
vardıki? Hiç düşünme fırsatı vermiyor ki İngiliz yönetimi
veya Amerikan yönetimi or-daki insanlara. Sömürmüşler
sizi diyor o kadar.
Gerçekten bir kafire karşı tavır alınmak zarureti varsa
tavrınızı alın. Maddi sıkıntıyı düşünmeyin. Allah (c.c.) onun
daha fazlasını vereceğini vaad ediyor. Ama bunu Allah
rızası için yapacaksınız, yaparken şüphe içerisinde
olursanız, verirmi vermez mi acaba derseniz o zaman
vermeyebilir. Kesinlikle seksiz şüphesiz böyle
inanacaksınız. Şüphesiz ki Allah her şeyi bilendir ve Allah
hükmünde hikmet sahibidir. 1688[36]

29- Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve ahirete iman


etmeyenlerle, Allah ve Rasulünün haram kıldığını haram

1688[36]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/332-334.
saymayanlarla, hak dini ile dinlenmeyenlerle, küçülerek
elleriyle cizye verinceye kadar harbediniz.
Efendim batıya sevimli görünmek için gayret gösteren çok
değerli hocalarımız vardır. Dinimizde savunma harbi vardır,
diye kitaplar yazılmıştır bu ülkede, yani "gelirse vururum
savunurum gelmeyecek olursan sen orada ben burda
yaşayalım, birbirimize karışmayalım" düsturları bizim
dinimizde vardır, diyenler var. Niçin bunu diyor. Yıllarca
batı demiş "yahu siz barbarsınız siz saldırgan bir
toplumsunuz ta Viyana'ya kadar gelmişsiniz ne işiniz var ta
buralara kadar" demişler. Bu sefer bunu sile-bilmek için bir
kısım hocaların eline bir kalem vermişler, yazın buraya bir
şey, biz yayınlarız demişler ve yayınlamışlar. "Dinimiz
kendi toprakları dışındaki topraklardaki insanlarla ilgisi
yoktur. Onlara gitmez gelmez iç işlerine karışmaz".
Dinimiz bütün dünya devletlerinin iç işlerine karışır. Niye
karışır, şimdi insana biraz ters gibi gelir. Dünya
Rabbimindir. Bunda şek şüphe varmı? yok. Yeryüzünde
gökyüzünde yaradılan her şey Rabbimindir, O yaratmıştır
çünkü. Kur'an-ı, İncil'i, Tevrat'ı, indiren Rabbimdir. En son
Kur'an-ı indirdiğini, diğerlerini nesh ettiğini ifade eden de
odur. Bu dinin dünyada yayılmasını emredende O'dur. Öyle
ise bir müslümanın üzerine düşen görev, ayağını
koyabileceği bir vatan edindikten sonra, hemen yakınındaki
vatan üzerindeki kalan insanların da, bu İslam nimetinden
faydalanması için oraya gitmesidir. Harp yapmak
istemiyoruz ama diyoruz ki, benim insanlarım gelecek senin
ülkende İslam'ı yayacaktır ve buna müdahele etmiyeceksin.
Ederim derse. Haa o zaman devlet başkanına dilini keserim.
Yıllardır bu milleti Cehenneme gönderme şebeke kurmuş-
sunuz, devlet kurmamışsınız ki. cehenneme insan gönderme
şebekesi kurmuşsunuz. Bu imansız haüvjo oirn ha irisin
sapık bir inancın hiç bir insana yayılmasına taraftar değilim.
Aids.verem, veba(veya kolera gibi hastalıkları taşıyanlar
nasıl toplumun selameti için karantinaya alımyorl arsa,
küçücük çocukları öldürüp yakan sapıklar cezalandırılıyorsa
körpecik beyinleri eğitim yoluyla önce kafirleştirip sonra
cehennem ateşine atanlarda cezalandırılmalıdır.
Ayet-i kerime (29. ayet-i kerime) "Allah'a ve ahirete iman
etmeyenlerle harp edin. Allah'ın ve Rasulünün haram kabul
ettiklerini haram kabul etmeyenlerle harp edin. Kitap
verilenlerden yani Yahudi ve Hristi-yanlardan hak dini
kabul etmeyenlerle harp edin. Ne zamana kadar? Ya
müslüman olurlar ki biz müslüman olmaya zorlayanlayız
çünkü gönül işidir, o zaman da zillet içerisinde, elleriyle
cizyelerini ödeyinceye kadar, vergilerini İslam devletine
ödeyinceye kadar harp edin" diyor Allah (c.c).
İslam dini ancak savunma harbine izin veriyor diyenler. Ya
bu ayet-i kerimeyi Kur'an dan çıkaracaklar veya bu ayete
iman edecekler. Bir tek ayete iman etmemek mazallah
adamı dinden eder. Onun için dikkat edelim hatta "cizyeyi
ödeyinceye kadar" cümle bitmemiş "zillet içerisinde
ödeyinceye kadar" diyor. Bu ayete uygun olarak Hz. Ömer
feth ettiği yerlerde, ehli kitaptan olan yahudi ve
hristiyanlarla, bir de ateşe tapan mecusilerle, puta tapanlarla
yapılan anlaşmalarda vatandaşlık anlaşması yapılıyor.
Canınız korunacaktır, malınız korunacaktır, vergi olarak
cizye ve haraç, ödeyeceksiniz yani adam başına cizye,
mahsulünün orantısında ödeyeceksiniz, atın güzeline
binmeyeceksiniz. Bunu günümüzün diliyle kullancak
olursak Mercedes'e binmeyeceksiniz İstanbul sokaklarında
.Hocam 20. asırda bu olur mu? Yahudi, müslümana
Mercedes'e binme fırsatını vermemiş, kanunen yasak yok.
Ama bütün ekonomik imkanlar adamların elinde,
müslümanlar yeni yeni mücadele veriyorlar, gayret ediyorlar
da bazı imkanlara sahip oluyorlar, ithalat, ihracat servisine
bundan 20 sene, 25 sene önce müracat edenlerden Yasef
müracat ederse alıyor, Yusuf müracaat ederse alamıyor.
Abraham müracaat ediyor alıyor, İbrahim alamıyor böyle
bir hal. Giydiğiniz elbise müslümanlarin elbiselerinden
güzelolamıyacak yani müslümanlar imrenmeyecek. 1689[37]
Bu ayet-i kerimenin tefsirinde İbn-i kesir'de uzun bir
anlaşma var. Şimdi bu zimmi vatandaş muamelesiyle ilgili
de çağımızda da batıya yaranma kitapları da yazılmıştır.
Kur'an, Hadis ve Sahabenin tatbikatına değinilmeden son
dönemlerde Osmanlının yıkılma dönemlerinden bazılarım
örnek vererek bak işte falan Yahudi şöyle itibarlıydı, filan
hristiyan böyle itibarlıydı. Dinimiz hatta ehli kitabı,
müslümandan üstün görürdü demeye getiriyorlar. Şu sinema
yapımcıları var ya bizden biraz daha uyanık gibi geliyor.
1900 lü yılların filimlerini çevirecek olurlarsa mahalle
aralarında eski eşya alıp satanları genelde Yahudi tipli
adamlardan yapıyorlar ve Yahudi şivesiyle konuşturuyorlar
sinemacılar. Tamircilik işini onlara yaptırıyorlar. Film icabı
bir tamirci varsa o ya ermeni-dir, ya rumdur, ya bilmem ne,
gerçekten öyleymiş yüz sene evvel yüz sene önce inşaat
işleri genelde ermenilerin ellerinde onun için ermeninin biri
İstanbul'un binalarını kimler yaptı konusunda bir kitap
yazmış. Temizlik işçileri için yine o tipten insanlar bu işi
yapıyor. Bu kuyumculuk gibi, tamircilik gibi, ayakkabı
tamirciliği gibi işleri daha ziyade Yahudiler yapıyor. Ticaret
ile cihadı müslümanlar yapıyor. Parayla, kılınç müslümanın
elinde tutuluyor.
Şu anda yahudi ve hristiyanlarm elindeyse (devir değiştikten
sonra) bu imkan onların eline geçti, devir değişti. Şimdi
müslüman mahalle arasında lağımcı, filan vilayetin filan
kazasından gelenler. Limoncu filan vilayetin filan
mahallesinden gelen, Anadolu insanı bunlar ve Mahmut pa-
şanın hammalları da filan vilayetin filan kazasından
gelenler. Anadolu insanı, adı Ali Velidir, Osmandır,

1689[37]
Sünen-ü Beyheki 91335,202
Kerimdir. Kanun değişmiş, durumda değişmiş. Yani
düzelmek istiyorsa şahsen fert olarak kendimizi düzeltmekle
beraber durumuda değiştirmek gerekiyor, şahsi durumunuzu
değiştiremezsiniz katiyetle, yani ben bu işten kurtulayım
deseniz kendiniz kurtulsanız bile aileniz kardeşiniz, veya
köylünüz aynı zilletin içerisinde devam eder. Rabbim
devam ediyor : 1690[38]

30- Yahudiler: "Üzeyr, Allah'ın oğludur" dediler.


Hristiyanlarda: "Mesih, Allah'ın oğludur" dediler. Bu,
onların ağızlarıyla söyledikleridir. Daha önceki kafirlerin
sözlerine benzerler. Allah onları kahretsin. Nasılda
döndürülüyorlar.
Bazıları 'bunlara gavur demeyelim, müşrik demeyelim"
diyorlar Yahu bunlar "Uzeyir Allah'ın oğludur" diyorlar.
Bunların ağızlarıyla söyledikleri söz işte budur. Daha önce
aynı sözü söyleyenlere benziyorlar, yani bunlarda yeni bir
söz söylemiyor, bu kafirlerden daha önce bunu da
söyleyenler vardı. Yani küfrün geliştirdiği yeni bir küfür
yok daha önce de gelişmiş olan, yapılmakta olan
söylenmekte olan küfrün tekrarını yapıyorlar. 1691[39]

31- Onlar Allah'ın dışında hahamlarını ve papazlarını Ve


Meryem oğlu Mesih'i Rab edindiler. Halbuki tek ilaha
kullukla emro-lunmuşlardı. Ondan başka ilah yoktur.
Onların ortak koştuklarından münezzehtir.
Bu ayet-i kerimenin tefsirinde bir hadisi şerif rivayet
etmişler. Adıy bin Hatem hristiyanlıktan müslüman olmuş
bir insan, hatta Peygamber efendimizin yanına Ya
Rasulüllah ben bu ayet,i kerimeyi okudum hristiyanlar
papazlarını, ilim adamlarını kendilerine Rab kabul ederler
diyor. Ee ben hristiyandım, biz papazlarımızı kendimize
1690[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/334-337.
1691[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/337.
Rab, ilah kabul etmeyiz diyor. Efendimiz sormuş peki
demiş. Allah'ın helal kıldığı bir şeyi papazınız haram
kılsaydı kabul edermiydiniz? Ederiz demiş. Peki Allah'ın
haram kıldığı bir şeyi helal kilsa kabul edermiydiniz? Ederiz
demiş. İşte Rab kabul etmek budur demiş. 1692[40]
Yani Kur'an-ı Kerim de Allah'tan başka Rab kabul etmeyin
dediğinde bize, biz kendi kendimize böyle bir şey
yapmıyoruz ki demiyelim. Allah'ın haram kıldığı bir şeyi
günümüzde bir adam bir kuruluş helal kıldım derse ve
müslümanlarda onu kabul ederlerse bu müslümanların
Rabbı olur o adam veya o kuruluş. Allah'ın helal kıldığı bir
şeyi günümüzde bir insan veya bir grup haram kıldım derde
bir grup insanda evet doğrudur hakikaten isabetli karar
alınmış der bunun haram olmasında fayda vardır, Allah'ın
helal kıldığı şeyi haram olmasında fayda var diyecek olsa,
işte o kişiler veya o kişi o insanların Rabbı olur. Yani
müşrik olurlar. Onun için bundan çok sakınacağız Allah'ın
Kur'an da haram kıldığına karşı haram kılan insanların
bütün görüş ve söyledikleri geçersizdir diye inanacağız, öyle
düşüneceğiz. Mesela içkiden misal verelim, içkiyi içen
adam Allah af etsin diyor. Bu adam müslüman kalmış. Al-
lah'dan başka Rab da kabul etmemiştir kimseyi. Biride hiç
içmemiş, midesine koymamış. Yahu ne iyi adamsın
maşallah yani dinin yasakladığı için içmiyorsun öyle değil
mi? diye soruyorsunuz. Yok yahu öyle şey mi olur, mideme
dokunuyor da onun için içmiyorum. 20. asırda bu haram mî
olurmuş, hangi çağda yaşıyorsun arkadaş diyor. Bu adam
gavurdur. Obürüsüde Allah'a peygambere iman etmişte
içiyor ama "ne yapalım Allah affetsin" diyor ve onu Allah
affeder inşaallah.
Allah'tan başka yaratan, yaşatan ve yöneten yoktur. O
müşriklerin şirk koştuklarından Allah'utenzih ederim. Yani

1692[40]
Tirmizi,Ebvabü tefsiri! Kur'an Hadis No:3094
onların Allah hakkında "Söylediklerini kabul etmem red
ederim. Yani noksanlık yoktur onda. Herşey en yüksek
noktasındadır, kemal noktasındadır diyoruz. 1693[41]

32- Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek isterler. Kafirler


hoşlanmasalarda Allah nurunu tamamlayacaktır.
Yani Allah'ın dinini yok etmek isterler. Nur kelimesiyle
ifade edilmiş İslam. Allah mü'minlerin dostudur onları
karanlıklardan, zulumattan nura çıkarır. Yani insanın evvela
gönlünü aydınlattığı, dünyasını aydınlattığı için nur
kelimesiyle ifade edilmiş İslam dini. Bunlarda İslamın nu-
runu söndürmek isterler; ağızlarıyla söyledikleri sözlerle,
yaptıkları iftiralarla, yazdıkları şiirlerle, dinin aleyhinde
yazdıkları romanlarla, kitaplarla, makalelerle,
konferanslarla, seminerleriyle, sempozyumlarıyla her türlü
faaliyetleriyle, Allah'ın dinini söndürmek isterler. Kafirlerin
hiç hoşuna gitmese de Allah nurunu tamamlar. Allah onların
söndürmek için üflediklerini geriye çevirir diyor. 1400
seneden beri bütün dünya kafirleri iş birliği yapmışlar. Onun
için Bizans imparatorluğu, İran imparatorluğu iş birliği
yapmış her üfleşiylerinde söndürecekleri yerde ışığını arttır-
mışlar. Hani bazan ateşi yandırmak içinde üfleriz. Yani daha
iyi yansın diye de üfleriz. Onların söndürmek için
üflemeleri bizim ışığımızın daha fazla yanmasına sebep
olmuştur. Hani bunlar müslümanlara saldırıyorlar,
müslümanlan hapse atıyorlar, müslümanları dövüyorlar
filan, şikayet ediyoruz ya. Demir dövüldükçe sağlamlaşır.
Müslümanlarda şu günlerde dövüldükçe güçleniyorsa biraz
da o sebepten yani son 30 -40 senedir müslümanlar her
geçen gün artıyorlarsa ve biraz daha sağlamlaşıyorlarsa
sebebi odur.
Şeytan olmasaydı diyorlar, şeytan olmasaydı ne olurdu?

1693[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/338-339.
Adem oğlu uyurdu. Şeytan olmamış olsaydı hayatta
mücadele diye birşey olmazdı. Kırlangıç kuşu-na demişler
ki niye böyle uçarken zik zaklı uçuyorsun. "Ben belanın' bir
altından bir üstünden uçarım" demiş. Yani eğer atmaca
korkusu olmamış olsaydı. Kırlangıç hantal bir kuş olurdu.
Uçamazdı fazla uçma kabiliyeti gelişmezdi. Onun içindir ki
onun böyle cevval uçması atmaca korkusundandır. Onun
için biz de kafir korkusundan değil, dinimizi kaybetme
korkusundan dinimize her geçen gün biraz daha sarılıyoruz.
Her nefes alışımızda, her adımımızı atarken sağ adımla
çıkmamızın sebebi adet değil, o her an dini hatırlamak
adetidir. Sağ adımla evden çıkacaksınız dininize
bağlılığınızı ortaya koyuyorsunuz.
Bismillahirrahmanirrahim diyorsunuz. Dininizle olan bağı
kesmiyorsunuz, unutmuyorsunuz hiç.Selamün aleyküm
diyorsunuz. Allah'ın selam ismiyle hitap ediyorsunuz. Yine
Allah'ı hatırlıyor ve hatırlatıyorsunuz. Yani bütün faali-
yetlerinizde din içerisinde olduğunuza gayret
1694[42]
gösteriyorsunuz.

33- O, hidayet ve hak din ile bütün dinlere üstün gelmesi


için Ra-sulünü gönderendir. Müşrikler hoşlan masalarda.
Peygamberini hak dinle gönderen Allah (c.c.) bu ayet-i
kerimesi ile İslam dini bütün dinlerin değer itibariyle bir
kere üstünde olduğunu ve hakimiyeti de sağlayacağını
müjdeliyor. Bütün dinlere bağlı olan insanların, İslam
adaleli altında yaşayacağını da bu ayet-i kerime müjdeliyor.
Yani İslamın dünya hakimiyetini müjdeleyen ayetlerden bir
tanesi budur. 1695[43]

34- Ey iman edenler, şüphesiz hahamlardan ve papazlardan


bir çoğu batıl yollardan insanların mallarını yerler ve Allah
1694[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/339-340.
1695[43]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/340.
yolundan ahkoyarlar. Altın ve gümüşü toplayıpda, Allah
yolunda dağıtmayanlara acıklı azabı müjdele.
Burada Allah (c.c.)'ünün iki yönlü mesajı var. Bir Ehl-i
kitap hakkında bilgi veriyor Rabbimiz. Papazların durumu
hakkında bilgi veriyor. Kendi tarihlerinden biliyoruz. Para
karşılığında günahları affettiklerini biliyoruz. Allah (c.c.)
bunu haber vermesi bizim de bu durumlara düşmememiz
içindir. Bir hoca, şeyh veya ilim adamı, hiçbir kimse için
cennet garantisi veremez. Ancak mü'min olarak ölmüş olan
cennete gider.
Birgün cami önünde bir şahıs hayır müessesesi için makbuz
karşılığı para topluyor. "Haydi cemaat cennetten parsel
alıyorsunuz" gibi şeyler söylüyordu.Bu doğru değil. Sanki o
makbuz tapu. Olmaz öyle şey. Ancak mü'min olarak ölen
cennete gider. "Sizi de Allah cennete koymayacakta kimi
koyacak?" sözü yanlış. 1696[44]

35- O gün bunlar üzerinde cehennem ateşinde kızdırılır ve


onlarla'yüzleri, yan tarafları ve sırtları dağlanır. "İşte
kendiniz için topladıklarınız. Topladığınızı tadınız" (denir)
Bu dünyada iken toplayıp, dağıtmayanlar o topladıklarıyla
azap edilecekler. Vücudlar yanar yanar dökülür. Allah tekrar
tazeler.
Ebu Zer Gıfari yanında yarma birşey bırakmamış. Dinimiz
hakkını vermek kaydıyla mal biriktirmeye de müsaade
etmiştir. Bu ayetler sadece yahudi ve hristiyanları değil
bizide ilgilendirir.Mal biriktirirken ileride sizi yakacak
olanları biriktirmeyin.Nasüki bağrınıza yılanı basmıyor-
sunuz, işte ahirette yüzünüze yanlarınıza sırtınıza alev olup
yakacak haram mallardaan sakınınız. 1697[45]

36- Gökleri ve yeri yarattığı günden beri Allah'ın kitabında,


1696[44]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/340.
1697[45]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/341.
Allah katında ayların sayısı onikidir. Bunlardan dördü
(Recep, Zilka'de, Zilhicce ve Muharrem) haram aylardır.
İşte doğru (devaml ve düzenleyici) din budur. Orada (o
aylar içinde) kendinize zulun etmeyin. Müşrikler sizinle
topyekün harbettiği gibi sizde müşriklerle harbedir). Bilinki
Allah müttekilerle beraberdir.
Recep, Zilka'de, Zilhicce ve Muharrem ayları haram aylar
olarak ka bul edilmiştir. Cahiliye döneminde de bu aylara
riayet edilmiştir. Recef ayı umre ayı olarak kabul ediliyordu.
Bu dört ay, haram ayı olarak İslan da da devam ettirilmiştir.
Medeniyetten uzak yerlere de gitseniz aylar 11 dir. Hafta 7
gündür. Her yerde aynıdır.
Bütün insanlığın kültürünün temelinde din vardır. Bu şunu
gösterir Bütün insanlarda aynı kökten, kaynaktan meydana
geliyor. En sapık din le, İslam karşılaştırıra birleşen yönler
olduğuda görülür. Birleşen husus
lar nereden kaynaklanıyor? Peygamber neslinden
geldiğindendir. Hak dinden kalan hususların o sapık
dinlerde de kaldığını ve bütün insanların Hz. Adem'den
geldiğini gösteriyor.
Allah müttekilerle beraberdir. Yani bütün emirleri yaşayıp,
yasaklarından kaçanlarla beraberdir. Aklımıza şu geliyor.
Harpler oluyor. Müslümanlara neden yardım gelmiyor
diyoruz. Allah, müslümanlarla, hakiki müslümanlar ayrılsın
diye tehir edebiliyor. Allah müttekilerle beraberdir diyor
Rabbim. 1698[46]

37- Bu haram ayların hürmetini başka aylara geciktirmek


küfürde artış yapmaktır. Kafirler onunla sapıtılır. Allah'ın
haram kıldığını helal kılmak, Allah'ın haram kıldığı sayıyı
çiğnemek için bir sene helal kılıyorlar, bir sene haram
kılıyorlar. Yaptıklarının kötülüğü onlara süslendi. Alkıh

1698[46]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/341-342.
kafir topluma hidayet vermez.
Kendilerine göre ayı evirip çeviriyorlar. Olur mu bu
demeyin. Bu zamanla batılılarda da olmuş. Namazımızı
güneşe göre, orucumuzu ve haccı ifa etmede ay takvimine
göre yapıyoruz. İki takvimi de kullanıyoruz. Dinimiz
evrensel bir din. Bütün insanlar bu tadı tadsın isteniyor.
Onun için dolanır durur.
İnsan akla hayale gelmeyen pislikler yaparken "Bir insan
bunu nasıl yapıyor?" deniyor. Şeytan ona yardım ediyor.
Kedi aç kaldı mı yavrusunu yer. Yerken gözünü kapatır. Bir
filozof şöyle izah ediyor. Güvercine saldırıyorum diye
yavrusuna saldırıyor ve yiyinceye kadarda gözünü aç-
miyor.Böylece o gövercin yemiş olu yor. Kafirlerde
küfürlerinden kayr naklanan uyuşturucu kullanımını,
ibneliği, lezbiyenliği soygunu, köşe dönmeyi, ihaneti,
çağdaşlık ,işbilme, işbitirme olarak isimlendirerek gövercin
eti niyetiyle kendi canlarını cehennemde yakmaya
çalışıyorlar. 1699[47]

38- Ey iman edenler, size ne oluyor ki, "Allah yolunda


birlikte harbe katılın denildiğinde yere doğru ağırlaştınız.
Ahirete karşılık dünya hayatınamı razı oldunuz? Dünya
hayatının geçimliği ahirete göre çok azdır.
Tebük seferini anlatıyor. Peygamber efendimiz (s.a.v.)'m
Bizansla ilk karşı karşıya geldiği seferdir. Mü'min olan
herkesin bu sefere katılmasını istiyor efendimiz. 1700[48]

39-Eğer birlikte harbe katılmazsanız, sizi acıklı bir azapla


cezalandırır ve sizin yerinize bir başka toplumu getirir. Ona
hiç bir şeyle zarar veremezsiniz. Allah herşeye gücü
yetendir. 1701[49]

1699[47]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/342.
1700[48]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/342-343.
1701[49]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/343.
40- Eğer siz ona yardım etmezseniz, Allah ona yardım
etmişti. Hani ikinin ikincisi iken kafirler onu çıkarmıştı. O
ikisi mağarada iken arkadaşına "Üzülme Allah bizimle
beraberdir" demişti. Allah'da ona sekineyi (güveni) indirdi
ve sizin görmediğiniz ordularla onu kuvvetlendirdi.
Kafirlerin (küfür) kelimesini alçaktı. Allah'ın kelimesi işte o
çok yücedir. Allah Azizdir, Hakimdir.
Mekkeli müşrikler biraraya geliyorlar, ne edelim diyorlar.
Sürgün edelim. Daha güçlenir diyorlar. Hapsedelim. Bütün
akrabaları her gün bizimle harbederler. Öldürelim diyorlar.
Ev kuşatılıyor. Efendimiz Hz. Ebu Bekir'le (r.a.) beraber
Mekke'den çıkarlar. Peygamber efendimizin (s.a.v.)
yatağına Hz. Ali yatıyor. Allah (c.c.) iki kişiyken onlara
yardım ediyor. Efendimizle Hz. Ebu Bekir Sevr'de
mağaraya gizleniyor. Orümcek ağ örüveriyor mağara
ağzma. 1702[50] Bize günümüzde neyi nasıl yapacağımızı da
Öğretiyor bu ayetler. Herkes nerede bulunuyorsa İslam'ı saf
şekliyle anlatmak ve yaşamakla görevlidir. Allah (c.c.)
yardım edecektir. Efendimize ve Hz. Ebu Bekir'e (r.a.)
yardım ettiği gibi. 1703[51]

41- Hafif ve ağır olarak topluca harbe katılın. Mallarınız ve


canlarınızla Allah yolunda cihad yapın. Eğer bilirseniz bu
sizin için da-' ha hayırlıdır.
Mısır'ın ünlü ediplerinden Mustafa Lütfü adında bir zatın
harp hutbesi vardır. Libyada, Fransızlara karşı mücadele
edenlere diyor ki: "Eğer arslanlar gibi savaş meydanında
çarpışmadan kaçarsanız, düşmanlarınız cephedekileri
öldürdükten sonra gelip ellerinizdeki kazmalarla mezarla-
rınızı kazdırıp, canlı canlı sizi toprağa gömerler" diyor.

1702[50]
Bak: Beyheki. Delailünnübüv e 2/482, İbni Sa'd, Tabakat 5/229
1703[51]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/343-344.
Onun için kaçmak çıkar yol değil. 1704[52]

42-Eğer yakın bir menfaat ve orta bir yolculuk olsaydı sana


uyarlardı, ancak meşakkat onlara uzak geldi. "Eğer
gücümüz yetseydi sizinle beraber (harbe) çıkardık" diye
yemin edecekler. Kendilerini helak ediyorlar. Allah
biliyorki şüphesiz onlar yalan söylüyorlar.
Tebuk Medine'den yanılmıyorsam 400 km. yaz günü.
Hurmaların olgunlaştığı bir zamanda izin isteyenler olmuş.
Efendimiz izin vermiş. 1705[53]

43- Allah seni af etsin. Doğru söyleyenler sana


açıklanıncaya kadar ve yalan söyleyenleri bitinceye kadar
onlara niçin izin verdin? 1706[54]

44- Allah'a ve ahirete iman edenler, malları ve canları ile


cihad etmemek için senden izin istemezler. Allah,
müttekileri bilir. 1707[55]

45- Ancak Allah'a ve ahirete iman etmeyen, kalbleri


şüpheye düşen ve şüphe içinde bocalayıp duranlar izin
isterler.
1400 sene evvelki münafıkların halini dile getirmekle,
bugün içinde ibret almamız isteniyor. Kimi mal ve
canlarıyla hizmet ederlerken, kimi de hele bir emekli
olayım, para sahibi olayım, hizmet edeyim diyorlar. Allah
şu andaki gücümüzden sorumlu tutuyor bizi. Mevcud
gücümüzden sorumluyuz biz. Yarına yönelik plan kurulur
ama işi yarına tehir etmemeli. Her zamanın kendine has bir
ibadet zamanı vardır.Sizin elli yaşında yapacağınız
hizmetler elli yaşın sorumluluğun u karşılar. Şu anda bu-
1704[52]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/344.
1705[53]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/344.
1706[54]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/344-345.
1707[55]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/345.
lunduğunuz yaşdayapmamz gereken hizmetleri hiç bir
zaman telafi edemezsiniz. Ancak tevbe edersiniz. 1708[56]

46- Eğer (cihada) çıkmak isteselerdi onun için hazırlık


yapsalardı. Ancak onların katılmasını hoşgörmedi, onları
alıkoydu ve onlara: "oturanlarla (çocuk ve kadınlarla)
beraber oturun"dendi. 1709[57]

47- Eğer sizin içinizde harbe çıksalardı, aranızda


bozgunculukdan başka birşeyi artırmazlardı ve sizin için
fitneyi isterlerdi. İçinizde onlara kulak verecekler vardır.
Allah, zalimleri bilendir.
Çevremizdeki insanlara dikkat edeceğiz. Yalnız
çekinmeyeceğiz. Kafir için en zararlı söz "Lailahe
illallah'tır" biz bunu minarenin tepesinden söylüyoruz.
Bizim gizli veya gizlenecek sözümüz yoktur. Kimseden
endişe etmeyin. Haber almak için gelende müslüman, anası,
babası müslümandır. Şu şudur. Bu budur diye dilimizi
kısmayalım. Yoksa cehennem var.
Efendimiz miraç gecesinde dilleri ateşten makaslarla
kesilenlerin, hakikatleri söylemeyenler olduğunu
1710[58]
belirtmiştir.

48- Onlar daha öncede fitne çıkarmak istemişler ve senin


hakkında birçok işler çevirmişlerdi. Nihayet hak geldi ve
onlar istemeselerde Allah'ın emri üstün geldi.
Tebuk seferine hareket ettiğinde münafıkların müslüman
göründüğü halde müslüman olmayan insanların mazeretler
ileri sürerek bu Tebük seferine katılmamalarını anlatıyor.
Peygamber efendimize münafıkları anlatırken aynı zamanda
ayet-i kerime bize bugünün münafıklarının da iç dünyasının

1708[56]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/345.
1709[57]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/345.
1710[58]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/345-346.
filmini bize arz ediyor. Rabbim"Daha öncede fitneyi arı-
yorlardı. Fitne araştırıyordu bunlar senin için çeşitli işler
entrikalar çeviriyorlardı. Sonunda hak geldi Allah'ın işide
ortaya çıktı. Onların hoşuna gitmedi. Onların hoşuna
gitmediği halde Allah'ın emri geldi. Allah'ın işi ortaya çıktı,
hakikat apaçık ortaya çıkıverdi1 'diyor. Yani onların
münafıklığı ortaya çıktı. Onlar sizin Tebük'e gidip Roma'lı
askerler tarafından mağlup olacağınızı ümit ediyorlardı, ama
onların dediği olmadı. Hak batıla galip geldi orada sizin
mağlup olmadığınız sağ salim memleketinize evlerinize
döndüğünüz ortaya çıktı. Ve birde onların münafıklığı
ortaya çıktı. Tabi onlar bundan hoşlanmadılar. Kendi
münafıklıklarının ayet-i kerimelerle anlatılmasından da
hoşlanmadılar. Sizin galip gelmenizden de
1711[59]
hoşlanmadılar.

49- Onlardan bir kısmı: "Bana izin ver ve beni fitneye


düşürme" der. İyi bilinki onlar zaten fitneye düşmüşlerdi.
Şüphesiz cehennem kafirleri kuşatıcıdır.
Onlardan biri sana diyor ki bana izin ver, yani Tebuk
seferine gitmeyeyim bu harbe katılmayayım diyor.
Gerekçesi de var beni fitneye düşürür. Ced b. Kays isimli
münafık bayağı ileri gelen bir münafık Peygamber
efendimiz (s.a.v.) 'e geliyor. Ya Rasulüllah ben günaha
girmek istemiyorum. Ama Romalı kızların güzel olduğunu
söylüyorlar. Ben oraya gidersem kendimi günahtan
koruyamam. Yani şimdi imansızlığını söylese olmaz, çünkü
mü'min görünüyor adam. Harbe gitmeyişinin gerekçesi
olarak, çok mütevazı, dininize bağlı, Takva sahibi de,
takvasının zedeleneceğinden korktuğu için harbe
gitmediğini ortaya koyuyor. Hani günümüzdebir kısım
insanlarımızda buna benzer bir laf ederler. "Efendim

1711[59]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/346.
mahviyyet gerekir mahviyyet" bu tasavvufta bir terimdir.
Yani kişinin kendisini yok gibi hissettirmesi; Varlığım
insanlara hissettirmeden İslamı yaşayacak fakat bu
yaşadığını insanlara hissettirmeyecek yani İslamı yaşadığım
insanlara hissettirmeyecek niye işin içine riya girmesin diye.
Onun içindir ki müslümanların faaliyet gösterdiği çeşitli
derneklerde vakıflarda, kuruluşlarda, kurumlarda yer
almıyorum efendim gösteriş gibi oluyor. Oraya gitmek
gelmek meydanlarda AUahu Ekber diye bağırmak çeşitli
işler yapmak riyaya girebilir onun için o tür yerlerde ben gö-
rünmemeye dikkat ediyorum. Uzleti tercih ediyorum
diyorlar. Onlar öyle diyorlar. Ama peygamber efendimiz
"İslam'ın ruhbanlığı cihadladır" diyor.1712[60] Yani her
şeyden el etek çekmek mi istiyorsun mütevazi olmak
riyadan kaçınmak mı istiyorsun buyur cihad et diyor. Bir
adam kendisini cihada vermişse maldan, candan vazgeçmiş
demektir.
Şimdi ortada Ya Rasulüllah fitneye düşmemek, büyük
günah işlememek için ben bu Tebuk seferine katılmak
istemiyorum bana izin ver diyor. Tabii ki Peygamber
efendimizde izin vermiş onlara. Ama Rabbim efendimizi de
uyarıyor. Asıl fitnelemekle onlar fitnenin içerisine düşü-
yorlar. Yani büyük günahı fitnelemekle elde ediyorlar diyor
Rabbim. 1713[61]

50- Eğer sana bir iyilik isabet ederse, onlar bozulurlar. Eğer
sana bir musibet isabet ederse "biz (savaşa katılmamakla)
daha önceden tedbirimizi aldık" derler ve sevinerek döner
giderler.
Eğer sana bir iyilik isabet ederse, müslümanlar devlet
olarak, fert olarak rahata kavuşurlar, zaferi elde ederler,
ekonomik yönden güçlü olurlar, devletlerini kurarlar ve halk
1712[60]
Ahmet b. Hanbel Müsned 3/82,266
1713[61]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/346-347.
olarak rahat bir hayat yaşarlarsa münafıkları kötü duruma
düşürürler. Yani münafıklar kendi iç dünyalarında yıkılırlar
üzülürler adamlar kahrolurlar, ama eğer sana bir görev
isabet edecek olursa; Biz tedbirimizi daha önce almıştık
derler ve sevinirler ve evlerine sevinerek dönerler. Yani eğer
sen Tebuk'e gittiğinde orada Romalılarla yaptığın harpte
mağlup olsaydın o zaman diyeceklerdi. Biz tedbirimizi aldık
canım arap askerleri Romalı askerlere galip mi gelecek ke-
sinlik le olmaz biz bunu biliyorduk. Onun için gitmedik, oh
gitmemekle ne iyi etmişiz deyip sevineceklerdi diyor Allah
(c.c.) Peki ne diyelim bunlara? 1714[62]

51- Deki: "Bize ancak Allah'ın yazdığı isabet eder. O bizim


mev-lamizdir. Mü'minler ancak Allah'a tevekkül etsinler"
Yani başımıza iyilik gelirse üzülüyorlar müslümanlarm
başına kötülük gelecek olursa o zaman da oynuyorlar
seviniyorlar. Cevap olarak deki bize ancak Allah'ın takdir
ettikleri gelir. Allah'ın takdirinde eğer zafer varsa o gelir.
Allah'ın takdirinde eğer şehitlik varsa o gelir. O bizim
dostumuz, efendimiz, yaratıcımız, yöneticimizdir.
Mü'minler ancak Al-îah'a tevekkül etsinler diyor Allah (c.c):
onlara yine cevap. 1715[63]

52- Deki: "Siz, bizim hakkımızda iki güzellikden (gazilik


veya şehidlikden) başkasını gözetleyemezsiniz. Biz ise
bizim ellerimizle Allah katında bir azabın size isabet
etmesini gözetliyoruz. Gözetleyin. Bizde sizinle beraber
gözetleyenlerdeniz".
Yani kafirlerin mü'minler hakkında isteyebilecekleri iki şey
vardır. Başka şey yok. Bizde sizin hakkınızda iki şeyin
gelmesini bekliyoruz. Ya Allah'ın azabı gelir başınıza Allah
kendisi azap eder ahirette veya bu dünyada bela veya
1714[62]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/347-348.
1715[63]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/348.
musibetlerle veya bizim ellerimizle size azap eder. Yada
bizi galip getirir, size azap eder. Size her halükarda azap
var. Sizde bizini hakkımızda iki şeyi istiyorsunuz ama
ikiside güzel bizim için diyor, o da ya bizim mağlup
olmamızı, o harpte ölmemizi istiyorsunuz. Bu bizim için
iyidir, şehitlik veya ölmezsek galip geleceğiz, o da zaferdir.
O da bizim için iyidir. Yani siz bizim hakkımızda ne
düşünürseniz düşünün o bizim için iyidir diyor. Çünkü
Ölürsek şehidiz, kalırsak gaziyiz. Zaferi elde ediyoruz. Her
ikisi de müslüman için ideal istenilecek bir şeydir diyor.
Allah (c.c.) onun için hani şair "Ne varlığa sevinirim, ne
yokluğa yerinirim" diyor. Yani müslüman varlıkta
sevinmez, yoklukta yerinmez. Hani yine bir Tasavvuf şairi
şiirini söylerken "Narında hoş, nurunda hoş" diye biter şiirin
sonu.
Gülü yaratanda.Allah (c.c.) Bize Allah'tan ne isabet ederse
bu Allah'ın bizim hakkımızda yazdığıdır. Bize düşen görev,
var olan bedeni gücümüz, akıl gücümüz, diploma gücümüz,
karar gücümüz, her türlü Allah'ın bize lütfettiği güçlerimizi
Allah'ın dini konusunda kullanmaktır, kullandıktan sonra o
yolda şehit olmuşsunuz. Devlete erişemediniz ama
kaybetmemişsiniz, kazandınız siz veya o izzete eriştiniz,
devlete vardınız, yine kazandınız. Yani müslümanın hayatta
kaybetme diye bir endişesi yoktur. Kaybetme endişesi
İslami hizmette üzerine düşen görevi yapamamak, hakkı
kaybetmektir. Bu görevi yaptıktan sonra şehit oldun he-
define varmış olursun. Hani peygamber efendimiz (a.s.) bir
hadisi şerifinde ifade ediyor. "Öyle peygamberler geldi geçti
ki bir ömür boyu Islama davet etti de ona inanan tek insan
olmadı." Böyle peygamber gelmiş geçmiş. Peki o
peygamber görevim yapamadı mı? Buhari.,K. ttb.hadis;
5351. Hidayet Rabbimdendir. O peygamber görevini yaptı
ve Rabbimin huzuruna kavuştu. Bir kısım peygamberleride
öldürdüler diyor. Ayet-i kerimenin tefsirinde daha önce
geçmişti. O gün peygamberi öldürdüler diyor. O peygamber
erişemedi mi hedefine peygamber hedefine erişti ama Allah
(c.c.) öyle ise neye gönderdi. Allah (c.c.) gönderir o toplum
yarın kıyamet gününde Ya Rabbi doğru nedir? Eğri nedir?
Biz bilmiyorduk. Bak bu Muhammedi gönderdiğin gibi bize
bir Peygamber gönder-şeydin. İsa'yı gönderdiğin gibi bize
de bir peygamber gönderseydin biz de iman ederdik,
demesinler diye Allah (c.c.) o topluma peygamber gön-
dermiş, ama karşı taraf iman etmemiş, iman etmediği gibi
peygamberlerini de öldürmüşler.
Bu peygamber yine de başarılıdır. Biz o peygamberle Hz.
Musa, Hz. İsa efendimiz arasında peygamber olmaları
yönüyle hiç ayırım yapmadığımızı her yatsı namazımızdan
sonra "Biz Allah'ın peygamberleri arasında ayırım
yapmayız" diyoruz. Yani bu ayet-i kerimeleri okurken bizi
teselli ediyor ki biz üzerimize düşeni yapalım. Yani kafirlere
karşı üzerimize düşeni yapalım. Yaptıktan sonra mağlup
olma diye bir şey yok.
mek vardır ama mağlup olma diye bir şey yoktur
müslümanlıkta. Peygamber efendimiz (s.a.v.), diyelim orada
Uhud harbinde mağlup durumda harbi kaybetmişti ama
sonunda yine kazanan müslümanlar olmuştur. Rabbim daha
önce de bir ayet-i kerimede ve geçmişti. Tevbe suresinin 14.
ayet-i kerimesinde ve bu 52. ayet-i kerimede "Siz bizim
hakkımızda ne düşünürseniz düşünün bizim için iyiliktir o"
buyruluyor. Bizim diyelim Tebük harbinde Romalılara karşı
mağlup olduğumuzu ve orada hepimizin şehid olduğunu
düşünün, şehidlik bizim için cennete kestirmeden gitme
yoludur. Bizim için iyidir. Peki buna alternatif ne olur, galip
gelme olur. O da bizim için iyidir. Yani siz ne kadar
beyninizi kötü yönde kullansanız bu düşündüğünüz bizim
lehimize olur diyor ayet-i kerime. Biz sizin hakkınızda ise
ya Allah'ın size azap etmesini veya Allah (c.c.) bizim
elimizle size azap etmesini veriyor. Yani Allah bizim
ellerimize, kollarımıza güç verecektir. Ya biz azap edeceğiz
veya Allah (c.c.) size azap edecektir diyor Rabbim.
Bekleyin. "Biz de sizinle beraber bekleyeceğiz. "Görelim
mevla neyler neylerse güzel eyler."
Bu Tevbe suresinin 14. ayet-i kerimesinde ise "onlarla harp
ediniz" "Allah sizlerin elleriyle onlara azap etsin" Yani
Allah'ın (c.c.) geçmiş toplumlara gökyüzünden bazı taşlar
yağdırmak suretiyle veya ateş indirmek suretiyle, toprağın
altını üstüne getirivermek suretiyle azap ettikleri olmuş.
Ama bu toplumlar ise yani peygamber efendimizden sonra
gelen toplumlarda ise mü'minlerin eliyle olacak bu iş. Allah
kafirlere dünyada azabı tattıracaksa o azap mü'minlerin
eliyle olacaktır. Yani biz gökyüzünden melek
beklemeyelim. Melekle Rabbim yardım eder ama yeryü-
zünde Allah'ın dinini hakim kılmak için çıkan bir tek şahıs
bile olsa bir mü'minin olması gerekir. Allah o mü'min
insana yardım eder. Yoksa insansız olmuş olsaydı, niye
insanları yaratsın ki Allah (c.c), Melekler zaten diyorlardı ki
Bakara suresinin baş tarafında otuzuncu ayette "Ya Rabbi
seni teşbih ederiz, seni takdis ederiz" bu adem oğlunu
yaratmaya ne gerek var, diyorlardı melekler 1716[64]

53- Deki: "Gönüllü veya gönülsüz infak edin, sizden asla


kabul olunmayacaktır. Çünkü siz fasik bir kavim
oldunuz." 1717[65]

54- Sadakalarının kabulünü engelleyen: Allah'ı ve Rasulünü


inkar etmeleri, namaza tembel tembel gelmeleri ve
istemiyerek infakda bulunmalarıdır.
Sizin verdikleriniz kabul değildir. Niye? "Çünkü siz fasık
bir toplumsunuz" "Onların infaklarımn kabul edilmemesi
Allah'ı inkar etmele-rindendir, peygamberini inkar
1716[64]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/348-350.
1717[65]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/350.
etmelerindendir. Münafıklar Allah'a ve peygambere
inanmıyorlar inanmış gibi görünüyorlar. İşte inanmadıkla-
rından dolayı verdikleri kabul edilmiyor.namazı kılmıyorlar,
kılarlarsa bile tembel tembel kılıyorlar.Tadat gibidir namaz.
Askerin sayılması için bora çalınıyor. Toplanılıyor orda işte
filan filan burda, diyerek içtima yapılır. Namaz da
müslümanların tadatıdır. Günde beş defa ezanla beraber
çağrılıyorlar ve orada sanki sayım için hizaya durulur.
Münafıklar gelmezlerse münafıklıkları, kafirlikleri ortaya
çıkacak ve onun için böyle istemeye istemeye namazlarını
gönülsüz kılmalarından dolayıdır. İnfakta bulunuyorlar ama
verdiklerinden hoşlanmayarak gönülsüz gönülsüz ve-
riyorlar. İşte bundan dolayı onların vermiş oldukları infak
yani sadakalar Allah katında kabul edilmiyor. Sadakaları
kim kabul edecek? Allah (c.c). Öyle ise başta Allah'a iman
etmek gerekiyor. Bunun sevaplığım , kim anlatıyor, bize
ahiretten kim naklediyor, peygamber efendimiz öyle ise ona
iman etmek gerekiyor. Ondan sonra verilirse, Allah (c.c.)
tarafından kabul edileceğini ifade ediyor Rabbim. Ama
adamlar harbe gitmemekle hani Türkiyede şöyle bir söz
vardır. Efendim Osmanlı döneminde Yahudiler, Hristiyanlar
harbe alınmamışlar, çocukları askere alınmamış, harbe
alınmamış onlar mal mülk sahibi olmuşlar derler. Bu
Osmanlının son dönemlerinde doğrudur. Fakat Osmanlının
daha önce güçlü olduğu dönemlerde doğru değildir. O
dönemlerde de zengin olan yine müslümanlardır. Cihadı
yapan, ilim faaliyetini yapan, zenginliği, ticareti de elinde
tutan müslümanlardı. O dönemde Yahudi ve Hristiyanlara
da bir görev verilmişti. İnşaat gibi yapı işlerini onlar
yapıyor. Hatta halen yaşayan Ermeninin biri İstanbul'daki
tarihi binaları yapan ermenilerin bir listesini çıkardı, kitap
halinde yayınladı.
Öyle veya böyle ticaret müslümanların elinde, siyaset
müslümanların elinde. Hizmeti de bu insanlara vermiş.
Kur'an kaldırılıp, batıdan onların istediği kanun gelince ters
dönmüş bu sefer siyasetle ticareti onlar, limon satmayı,
hammalhk yapmayı küçük çaplı iş yapmayı onların ürettiği
mallan evirip çevirip satmayı bizimkilere veri vermişler.
İnşaat işçiliğini karadenizlilere vermişler veya ustalığı
onlara vermişler. Ona göre de Türkiye'de vilayetlerimizi bile
ayırmışlar. Kasaplığı filanca kazaya vermişler. Buna göre
işleri müslümalara devredivermişlerdir. Rabbim "eğer o
münafıklardan, kafirlerden zengin insanlar görecek olursan
onların malları da evlatları da seni imrendirmesin." Hatta
halk arasında konuşulur, münafıklığı ile köşeyi döndü gitti
be. Şimdi biliyoruzya bunu "herif köşe dönücü" deniliyor.
Adam her partiye yaranmak için oraya gidi-
yor, buraya gidiyor, hangisi iktidara gelmişse onların
yanında takla atıyor. Yağ kuyruğuna giriyor, yağ çekiyor
herif köşeyi dönüyor. 1718[66]

55- Onların mallahda evlatlanda seni imrendirmesin. Allah,


bu mallar ve evlatlar yüzünden onlara dünya hayatında azap
etmek ve kafir olarak canlarının çıkmasını ister.
Yani kafir olarak ölmelerini ve bu dünyada o mallan ve
evladları sebebiyle de azap görmelerini murad ediyor Allah
(c.c.) Bu dünyada malının çokluğundan dolayı azap gören
insanlar var. Yani davası halen devam eden filan öldürüldü,
filanın çocuğu kaçırıldı, filanın işçileri şöyle yaptılar gibi
olaylar. Adamlar sıkıntıdalar. O çok büyük zenginler her
yerde geziyor gibidirler ama tabancayla bekleyen birçok
korumaları arasında yaşıyorlar. Allah öyle bir hale
düşürmesin çok zor. 1719[67]

56- Onlar, sizden olduklarına dair Allah'a yemin ediyorlar.


Halbuki onlar sizden değildirler. Ancak onlar korkak bir
1718[66]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/350-352.
1719[67]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/352.
kavimdirler. 1720[68]

57- Eğer sığınacak bir yer veya mağaralar veya girecek bir
delik bulsalardı hemen oraya koşarak yüz çevirirlerdi.
Yani islam devletinin içerisinde yaşayan müslüman görünen
ama gerçekten müslüman olmayan bu adamlar, düşünün ki
daha peygamber efendimizin yanında, bizim yanımızda filan
değil, bizim halimize bakıp nefret edebilirler. Ama kainatın
efendisinin yönetteği bir devlette adamların gönülleri
imansızlık hastalığı ile dopdolu olduğundan peygamberin
devletinde değil yaşamak, bir sığınak bulsalar, bir mağara
bulsalar, bir delik bulsalar oraya girmeyi, o devlette
yaşamaya tercih ediyorlar. Bu biraz bizim aleyhimize gibi
hocam, halbuki İslam devletinde herkes canı gönülden orada
yaşamak ister öyle değil mi? hayatta gülün üzerine sineğin
konduğu hiç görülmemiş. Olmaz yani katiyyen olmaz. Onun
için
Mevlana, sineğe karşı tedbir olarak gül suyu ile evi temiz
tutmaktır der. Evi gül suyuyla tertemiz yaptınız mı zaten
orada yaşamaz çekip gider başka yerlere, pis yerler bulurlar
oralara yerleşirler. Bu adamların içi pislik dolu olduğundan
peygamber efendimiz (s.a.v.)'m yüzünü görmek is-
temiyorlar, sesini dinlemek istemiyorlar, devletinde
yaşamak istemiyorlar.
Şeyh Sadi Gülistan'ında anlatıyor. Bir bülbülle kargayı aynı
kafese koymuşlar. Bülbülün dili tutulmuş,
konuşamayıvermiş, ötemey i vermiş. Ama karga da diyor iki
ellerini birbirine oğuşturmuş sinirle Rabbine yönelmiş
ellerini kaldırmış "Ya Rabbi hayatta ne türlü bir kötülük
yaptım ki böylesine çirkin, böylesine kötü sesli, böylesine
kendini beğenmiş, biriyle aynı kafeste kalma cezasına
çarptırıldım?" demiş kargada bunu söylemiş. Şimdi kuşların

1720[68]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/352.
en güzeli ve en güzel seslisi bülbülün yanında rahat etmesi
gerekiyor ama kendi renginin karalığı bülbülün yanma ge-
lince daha kuvvetli oluyor ve rahatsız oluyor. Kendi sesinin
çirkinliği bülbülün sesinin yanında ortaya çıkıyor. Onun için
çok çirkin sesli bir adam çok güzel sesli bir hafızdan pek
hoşlanmaz. Ama güzel sesli bir hafız, güzel sesli başka bir
hafızı seviyor. Ve beraber hareket edip beraber oturuyorlar.
Şimdi burada da karga aynı şekilde bülbülden rahatsız,
sinekte gülden rahatsız, münafıklarda peygamber
efendimizin temizliğinden, dürüstlüğünden rahatsız. Lut
(a.s.)'ın münafık kavmi, yani kadınları bırakıp erkeklerle
ilişki kurmayı tercih eden kafirler diyorlar ki "Çıkarın
bunları bu şehirden sürgün edin. Bunlar temiz kalmaya
çalışan adamlar bunlar." 1721[69] Temiz kalmaya çalışan
adamları sürün bu şehirden diyorlar. Yani adamlar temizden
hoşlanmıyorlar. Temiz kalan peygamber ve ona iman
edenlerden hoşlanmıyorlar. Aynı şekilde bu adamlarda
efendimizin devletinde müslüman olarak rahat yaşamayı
istemiyor. Çünkü gönlü pislikle dopdolu bu
insanların.Günümüzde bir kısım mü si uman im iz kafire
yaranmak için alçalıyor ve onun seviyesine
iniyor.Peygamberimizin devletinden çıkmak isteyen bu
kafirlere bizim yaranmamız 'mümkin değil. 1722[70]

58- Bazıları sadakalar konusunda sana dil uzatır. Eğer


kendilerine verilirse hoşnut olurlar. Eğer verilmezse o
zaman kızarlar. 1723[71]

59- Eğer onlar Allah'ın ve Rasulünün onlara verdiğine razı


olsalardı ve "Allah bize yeter, yakında lütfundan Allah ve
Rasulü bizede verecek ve biz Allah'a rağbet ederiz"

1721[69]
A'raf 82
1722[70]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/352-353.
1723[71]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/353.
deselerdi (daha hayırlı olurdu).
Çekişme aslında burada kaş, göz hareketiyle meram anlatma
hareketi, peygamberle alay eden, kaş göz hareketleriyle onu
hafife almaya çalışanlar cehennemliktir diyor ayet-i kerime.
Yani kaş göz hareketleriyle veya sözle vede şakayla karışık
sataşmadır. Onun için sadakalar konusunda efendimiz
(s.a.v.)'la çekişiyorlar. Efendimiz sadaka mallarından
dağıtım yaparken* kendisine verilmeyen münafığın biri
efendimizin adil olmadığını söylemiş. Ali ah (c.c.)
sadakaların kimlere verileceğini hemen bir alt ayette haber
vermiştir. Eğer ve o sadakadan kendilerine verilecek olursa
peygamberden hoşlanıyorlar. Eğer verilmeyecek olursa bu
seferde kızıyorlar, gazaplanıyorlar adamlar. Eğer Allah'ın ve
Rasulünün verdiğine razı olsalardı. Keşke razı olsalardı.
Allah bize yeter deselerdi. Allah ve Rasulü kendi tarafından
kendi lütfundan bize yakında verecek, biz ancak Allah'a
yöneliriz. Allah'ı isteriz onun rızasını isteriz deselerdi onlar
için daha hayırlı olurdu. 1724[72]

60- Allah'dan bir farz olarak sadakalar, ancak fakirlere, düş-


künlere, onun üzerinde çalışan (memur)lara, kalbleri
ısındırılacak1lara, kölelere, borçlulara, Allah yolunda (cihad
edenlere) ve yolculara aittir. Allah herşeyi bilen hükmünde
hikmet sahibi olandır.
Dedikten sonra zekatın dağıtım yerlerini ifade ediyor Allah
(c.c). Şimdi peygamber efendimiz sadakaları zekatları
topluyor. Onları ihtiyaç sahiplerine, layık olanlarına dağıtıp
veriyor. Onlar bize de ver diyorlar. Halbuki verilecek yerleri
Rabbim ayet-i kerimede sadaka (ki burada kast edilen
zekattır), zekat fakirler içindir diyor. Mesakin miskinin
çoğulu,
miskin fakirden biraz daha alt olan kişi diye tarif edilmiş.

1724[72]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/354.
Fakir hiç değilse bir günlük yiyeceği olan, miskin ise hiç
olmayan. Hani Sultan Ahmet meydanında gezip dolaşan,
akşam yemeği konusunda garantisi olmayan adamlara
miskin derler. Zekat müessesesinde çalışan memurlar. Hani
İslami bir devlette zekat müessesesi vardır. Diyelim ki bir
bakanlığın bünyesinde veya zekat bakanlığı vardır. Sadaka
bakanlığı vardır. Onlar toplama işlerini dağıtma işleri
oradan görülmektedir.
Aslında zekat İslamda devlete verilir. Doğrudan İslam
devletine veriliyor. İslam devleti dağıtıyor. Peygamber
(s.a.v.) zamanında, Hz. Ebu Bekir (r.a.), Hz. Ömer (r.a.)
zamanlarında bu böyle işlemiş. Hz. Osman (r.a.) zamanında
şöyle bir şey denmiş. Bazı malları ki onlara bizim me-
murumuzun ulaşması mümkün değil. Kur'an dilinde ve fıkıh
kitaplarında mesela, emvali zahire, emvali batine der. Yani
kişinin bilebileceği mallar var. Devletin bilebileceği mallar
var. Devletin bilebileceği malların zekatı yine devletindir.
Devamlı İslam tarihinde bu böyledir. Ancak şahsın
bilebileceği malların zekatını ise şahsın kendisinin
vermesine müsade edilir. Ama asıl olan dinde zekatın
devlete verilmesidir. Zekatı devlet alır, onu bir fonda toplar
ve o fondan fakirlere, o devlette ne kadar fakir varsa bunlara
ihtiyacını giderecek kadar para verir. Peki o ihtiyacın oranı
nedir. Yaşı 65'e ulaşanlar şu anda ne alır? Bilen var mı? 65
yaş maaşı alanlar 30 bin lira.Bunu alan zenginse niye
veriyoruz. Fakirse niye 30 binlira veriyoruz. Dinim ayarla
masını şuna bağlamış. Yani bir fakirin havayici asliyesi
karşılanmalıdır. Havayici asliye arapça ifadesi, Türkçesi bir
oturacağı ev, kiraya değil mülkiyet olarak, bineceği bir
araba, Tür-kiyede en küçüğünden bir araba diyelim, kışlık
ve
yazlık elbisesi ve devlet başkanının yiyebileceği kadar
yiyecekten alabileceği bir pay. Ama devlet başkamnınki çok
fazla her fakire aynı verile-mezki. Ya onunki aşağı
indirilecek yada fakirinki yukarı çıkarılacak. Yani orta yolu
bulacak. Çünkü ikisinin midesi aynıdır. Dinimize göre
devlet başkanının midesi ile çobanın midesi, fakirin midesi
aynıdır, beden ölçüleri de üç aşağı beş yukarı aynıdır.
Tabii burada başkan için bu yalnız, diğer uzmanlık sahası
için maaşın sınırı yüksektir. Yani devlet başkanının ki azdır
İslamda. Devlet baş-kanınınkini asgari ücret belirler oranım,
ama bir hakimin, bir imamın, bir mühendisin, bir ordu
komutanının, sahasında uzman olan kişinin maaşı özel
konuşmaya tabiidir. Ama o konuşma devlet başkanın ınki s
inden aşağı olmayacaktır. Bunu bir gazeteci arkadaşa
anlattımda hocam devlet başkanlığına kimse heves etmez
diyor. Zaten heves yeri değil orası hizmet yeri. Oraya
sevabım çok olsun diye gidecek adam. Yani oraya rağbet
eden adam sevabım çok olsun diye gidecek. Çünkü yaptığı
her işin sevabı, normal insanların yaptığı işin sevabı gibi
değil kat kat oluyor onunkisi. Üçüncü sırada memurlar
gelirler. Sonrada kalbi İslama kazandınlmak istenenler.
Onlarada zekat müessesesinden para verilir. Yani İslam
devleti diyelim ki Rusya'da veya Japonya'da veya
Amerika'da İslama girecek veya girmeyecek ama tereddütte,
böyle bir adama bazı hediyeler verilip, gönlü İslama
kazandırılır. Fakat Hz. Ömer yok size demiş niye, çünkü
İslamın sizin gibi adamların gücüne konuşmasına ihtiyacı
kalmamıştır, vermiyoruz bundan sonra ve vermemişlerdir.
Bizim Hanefi alimleri diyor ki Müellefeyi Kulub'a zekattan
para verilmez. Niye çünkü onu Hz. Ömer kaldırmıştır ve
bunu sahabede kabul etmiştir. Onda icma hasıl olmuştur
derler. Fakat bir kısım alimlerimiz der ki. Hz. Ömer doğru
kaldırmışta gerekçe olarak şunu söylemiş "İslamın size
ihtiyacı kalmamıştır" onun için vermiyoruz. Ha ne demektir
bu. İslamın yine bu tür adamlara ihtiyacı olacağı dönem
gelirse hüküm bakidir. Yine müellefeyi Kulub'a verilir.
Fakirler, miskinlerden sonra bu zekatı dağıtma ve toplamada
görevli olan memurlarda maaşlarını o müesseseden alırlar.
Kalbi İslama ısındırılmak istenenlerle, köle azadında
kullanılır para. Yani dinde hep köleliğe sataşanlar bilsinler
ki dinin zekat fonundan para çıkar, kölelerini satın alır azad
eder. Bununla ilgili ayet-i kerime indirilmiştir. Yani bu
adamların koymuş olduğu sistemde köleye olan zulmü,
köleye olan hakir bakmayı ortadan kaldıran dinimizdir. Hani
daha önce tefsiri geçtiya. Hz. Bilal (r.a.) peygamber
efendimizin yanında oturunca Mekkeli müşrikler "senin
yanma gelmek istiyoruz ama köle ile aynı seviyede
oturamayız" diyorlar. Halbuki Hz. Ebu Bekir, Hz. Bilal
Habeşi'yi köle olarak satın almış ve azad etmiş, hürriyetine
kavuşmuş, o da peygamberimizin sevgilisi olmuş. Hergün
yanında duruyor, ezan-ı Muhammedisini okuyor ve ona
böyle yüzüne bakmaktan sevap alıyor, Bilal Habeşi.
Efendimizin yanında oturuyor o köleler.
Zekat, borçlulara veriliyor. İslamda kişilere garanti vermiş.
Bir müs-lüman senet vermiş, iflas etmiş ise, karşılığı
çıkmamışsa devlet onun karşılığında garantördür. Borçluya
vermek suretiyle karşı tarafa ödemesini sağlıyor, müessese
olarak. Burada Rabbim sadaka borçlulara verilir. Allah
yolunda olanlara verilir. Yani îslamın izzeti için, İslamın
devlet olması için gayret sarf eden insanlara verilir. Bu ordu
halinde, asker halinde olur. Bu talebe müesseseleri olur. Bu
onlara gerekli malzemelerin alımında onlara gerekli
kolaylığın sağlanması yani dininin devlet olması için gayret
gösteren her türlü şahıs, kurum, kuruluş neyse buralarda
kullanılır zekat. Yolda kalmış insanlara verilir. Hani
dükkanınıza geliyor bir adam diyor ki efendim ben
Erzurum'dan gelmiştim, Konya'dan gelmiştim paramı
çaldırttım veya param bitti, bana memleketime gidecek
kadar para gerekiyor. Siz ona çıkarıp veriyorsunuz ve
zekatınıza sayıyorsunuz. Bu adam isterse Konya'nın en
zengin adamı olsun hiç önemli değil, yolda kalmış bir
adama zekattan paranızı verirsiniz. O adam zenginde olsa
zekatınız geçerlidir. Tabi bunu İslam'da devlet yapıyor,
yalnız hani burada biz zekatı hep ferdi olarak verdiğimiz
için hemen hayalimizde bu canlanmıyor. Devlet verdiğinden
dolayı devletin zekat fonundan yolda kalmış insanları
memleketine götürecek kadar parayı verme zorunluğu var-
dır. Allah'tan bir farz olarak Allah herşeyi bilendir, Allah
hükmedendir. Hükmünde hikmet sahibi olandır diyor. 1725[73]

61- Onlardan bazısı peygambere eziyet ederler ve "O (her


söyleneni dinleyen) bir kulaktır" derler. Deki: "O sizin için
hayırlı biı kulakdir.Allah'a iman eder, mü'minlere inanır ve
sizden iman eden ler için bir rahmettir. Allah'ın Rasulüne
eziyet edenlere büyük azaj vardır. 1726[74]

62- Sizi hoşnut etmek için Allah'a yemin ederler. Eğer iman
edi yorlarsa Allah'ı ve Rasulünü hoşnut etmeleri daha
doğrudur.
Peygamber efendimizi üzerken, nasıl üzdüklerini Rabbim
haber ver yor. Şöyle derler "Yahu herkesi dinliyor bu"
diyorlar. Onların en hak: gördüğü adam, bir kere rengi zenci
olan Bilal-i Habeşidir. , Mekkelileri kendisi bize yakın
şimalidir. Yani arapların rengi bizimle beraberdir. E;
merimsidir. Bilal-i Habeşi, Habeşli zenci bir adam. Hakir
görülüyor, kıble olması yönüyle, birde siyah olmasıyla da
hakir görülüyor. Peygambt efendimiz onu biliyor. Bilal-i
Habeşi yi biliyor. Arkasında namaz kılaı ordusuna gelen,
cadde de karşısına dikilen biri laf etmek istediğine
"efendimiz dinliyorum." Hatta dinleyiş şeklini tarif ediyor,
şemail kitaj lan, şunu omuz arasındaki göğsünü o konuşan
adama döndürürdü diyo Yani adama değer verir. Kim olursa
olsun karşıdaki konuşan bir ada: oldu mu, o adama şu
1725[73]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/354-357.
1726[74]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/357.
göğsünü tamamen döndürürdü diyor. Ona da değ' vermiş
oluyor. Yani biz bunu hayatımızda tatbik etmemiz
gerekiyor, y ni konuşan ister imanlı ister imansız önemli
değil, konuşuyorsa adan
değer vereceğiz, böyle kendisine doğru döneceğiz. Yanlış
konuşuyor, o zaman yanlışını düzeltici konuşma yapacağız,
ama ona doğru yönelinecek. Efendimiz için "Bu herkesi
dinliyor" diyorlar. Onun dinlemesi sizin için hayırlıdır. O
hepinizi dinler. 1727[75]

63- Bilmedilermi ki, kim Allah'a ve Rasulüne karşı gelirse,


onun için içinde ebedi kalacağı cehennem vardır. İşte bu
büyük bir rüsva'yliktır.
Hani münafıklar geliyorlar "vallahi sana iman ediyoruz Ya
Rasullül-lah. Billahi de iman ediyoruz." Hani geçti ya 1728[76]
"Allah'a yemin ediyorlar. Biz sizdeniz diyorlar." Şimdi bana
içinizden biri deseki vallahi hocam seni çok seviyorum.
Billahi çok seviyorum, tallahi çok seviyorum, yahu durup
dururken bu adam bana bunu niye söylüyor, hani sevdiğinizi
söyleyin "seni seviyorum hocam"deyin bu olur. Bir
kardeşimize "seviyorum seni" denilir de, vallahide
seviyorum, billahide seviyorum, tallahide seviyorum, ee
seviyorsan seviyorsun, yani yemine ne gerek var, yani
yeminle teyid etmeye gerek yok diyoruz.
Şimdi bazıları peygamber efendimize yeminle geliyorlar.
Efendimiz onun yürüyüşünden anlıyor, bakışından anlıyor,
Hz. Ebu Bekirin kendisini sevdiğini bakışından anlıyor.
Yani Hz. Ebu Bekir yemin etmemiş. Peygamber efendimiz
(s.a.v.) münafıkları da dinlemiş. Vallahi Yarasu-lüllah, billa
yarasulüllah ben Tebük harbine katılamadım ama bugün ye-
tişirim, yarın yetişirim dedim yapamadım edemedim
diyerek çeşitli bahaneler söylemişler. Peygamber efendimiz
1727[75]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/357-358.
1728[76]
Tevbe 56
dinlemiş ve itiraz da etmemiş. Rabbim diyor ki onun
dinlemesi hayırdır sizin için aslında, ama o peygamber
aldanmaz, dinlerde aldanmaz. O Allah'a iman eder, mü'min-
lere güvenir, münafıkları dinler de inanmış gibi görünür
ama inanmaz, kime inanır mü'nünlere inanır. Mümini de
dinler, kafiri de dinler. Münafık yutturduğunu zanneder.
Ama peygamber (s.a.v.) mü'minlere güvenir, mü'min
insanlara inanır. "Sizden iman edenlere o bir rahmettir.
Allah'ın rasulüne eziyet edenlere ise yakışır acıklı azap
vardır" diyor Allah (c.c). Sizin için Allah'a yemin ederler,
sizin hoşnutluğunuzu almak için sizin hoşunuza gitmek için
yemin ederler. Vallahi de seviyorum seni, billahide
seviyorum, vallahi sizdeniz diye yemin eder. Ama eğer
mü'minlerse onlar Allah'ı ve Rasulünü razı etmek daha
layıktır. Allah ve Rasulü razı olmaya onlara daha layıktır.
Yani biz insanların razı olması için değil Allah ve
Rasulünün razi olması için insanlara iyi muamelede
bulunma-
nız gerekiyor. Allah ve Rasulünün razı olması için muamele
yaparsak kul da razı olur. Ama insanlar razı olsun diye
hareket edecek olursak insanların istekleri çeşitlidir. Herkesi
razı etmek için adamın insanlığından çıkması gerekiyor
onlar bilmedilermi ki. "Kim Allah ve Rasulüne karşı savaş
ilan ederse, Allah ve Rasulüne karşı kesinlikle sınır çizerse
ve sınırım kapatırsa, onun için ebedi cehennem vardır. Bu
da büyük bir rüsvaylıktır diyor Allah (c.c.)." 1729[77]

64- Münafıklar, kalblerinde olanı kendilerine haber verecek


bir sûrenin indirilmesinden korkarlar. Deki: "Siz alay edin.
Allah sizin korktuğunuzu çıkaracaktır.
Mü'minleri kandırmak için her çareye başvuran münafıklar
iki yüzlülüklerinin açığa çıkmasından korkarlar. Bunlar

1729[77]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/358-359.
cami ile kilise arasında kalan, çıkarı için bir o tarafa, bir bu
tarafa koşan, birgün iki tarafdanda kovulan tiplerdir.
Müslümanların karşısında Kur1 an öpen batılılar karşısında
viski içip gerdan kıranlar iki taraftada itibarı olmayan,
hizmet ettiği sürece kullanılan insan tipleridir.1730[78]

65- Eğer onlara sorsan: "Elbette biz (söze) dalar ve


şakalaşırız" derler. Deki: "Allah'la, onun ayetleri ile ve
Rasulü ilemi eğleniyorsunuz?"
Bunların ipleri pazara çıktığında kendilerini savunurken,
"oyun olsun için yapıyorduk" derler. Günümüzde dinime
imanıma saldıranlar peygamberime dil uzatanlar, sıkıştıkları
vakit, "Biz sanat yapıyorduk' diyorlar. Madem sanat
yapıyorsunuz tapındığınız putları konu edinin. Sizi ve bizi
yaratan Allah'ı alaya alarak sanat yapılmaz. 1731[79]

66- Özür dilemeyin. Eğer sizden (tevbe eden) bir gurubu


afvetsek bile suçlu olmaları sebebiyle diğer guruba azap
edeceğiz.
İslam'a çatan ifadelerden sonra "sanat yapıyorduk, oyun
oynuyorduk" gibi özürler, kabahatinizdende büyük. Özür
dilemeyin. Allah'dan af dileyin. İmandan sonra küfre
girenlerin kurtuluşu tevbe ederek tekrar imana dönmektir.
İnsanları kandırırlar ama Allah'ı asla kandıramazlar. 1732[80]

67- Münafık erkeklerle, münafık kadınlar


birbirlerindendirler. Kötülüğü emrederler, iyiliği yasaklarlar
ve ellerini kapatırlar (cimrilik yaparlar) Onlar Allah'ı
unuttular, Allah'da onları unuttu, (muamelesi yaptı.)
Şüphesiz münafıklar fasıklarin ta kendisidirler. 1733[81]

1730[78]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/359.
1731[79]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/359.
1732[80]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/359-360.
1733[81]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/360.
68- Allah, munafık erkeklere, münafık kadınlara ve kafirlere
orada ebedi kalmak üzere cehennemi va'detti. Cehennem
onlara yeter. Allah onlara lanet etmiştir ve onlar için
devamlı azap vardır
Bu Tevbe suresinde genellikle kafirlerden ziyade
münafıkların durumu bize bildirilmektedir. Efendimiz'in
(s.a.v.) bol günlerinde, rahat günlerinde gelip bizlerde
müslümanız diyen, onunla beraber namaz kılan,
Efendimiz'in (s.a.v.) dar günlerinde yanından ayrılıveren, bu
insanlar hakkında Rabbim bilgi verirken, bize aynı zamanda
bizim günümüzdeki yaşadığımız ortamdaki münafıkların
karakterinide bize bildirmiş oluyor. "Münafık erkeklerle
münafık kadınlar birbirlerindendir. Yani biribirleri-nin
yandaşlarıdırlar. Onlar kötülüğü emr ederler, insanları
iyilikten alı-koyarlar, ellerini sıkı tutarlar."
Yani cimrilik yaparlar. Münafığın dört vasfı sayılmış oluyor
böylece. Her gün namazımızda okuduğumuz "Maun"
suresinde de efendimiz (s.a.v.) mü'min görünen münafıklık
yapan insanların yetimi azarladığını, fakirin kamını
doyurmadığım, namaz kılarsa riyakarlık yaptığını, riya için
gösteriş için namaz kıldığını ve komşuluk münasebetlerinde
de aralarında birbirlerine bir malzeme için muhtaç
olduklarında, yardımlaşma yapmadıklarını ifade ediyordu
Allah (c.c.)
Burada da bu dört vasıflarını bize bildiriyor. Bunların
yaptıkları bu kötülüklerin cezası olarakta Rabbim, "Onlar
Allah'ı unuttular da Allah'ta onları unutmuş muamelesi
yaptı." Hani bir insan birini unutursa ne yapar, ona karşı
iyilikleri, ona karşı ziyaretleride tamamen ortadan kalkar ya.
Allah (c.c.) için unutma söz konusu değil. Ama unutulmuş
bir insana nasıl ki insanlar iyi muamele yapmazlar kötü
muamele de yapmazlar ama her türlü nimetler onlardan
kesilmiş olur Allah (c.c.) de bu münafıklara unutulmuş
muamelesi yapacaktır. Kıyamet gününde cennet ve onun
nimetlerinden hiçbir şeyden yararlanmayacaklardır.
"Münafıklar fasıkların ta kendisidir" diyor Allah (c.c.) ve
beş ayet-i kerime ile mü'minleri tarif ediyor. Bakara
suresinin ilk beş ayetiyle ondan sonra gelen iki ayet-i
kerimeyle kafirleri tanıtıyor. Ondan sonra gelen onüç ayet-i
kerimeyle münafıkları tanıtıyor. Bundan da şunu anlıyoruz
ki biz müslümanlar için en tehlikeli olanlar kafirlerden
ziyade münafık olanlardır. Onun için Rabbim münafıkların
vasıflarını birkaç surede birçok ayet-i kerimeyle tanıtıyor
bize. İyi anlasınlar, bilsinler ve bu insanların namaz
kıldıklarına aldanmasınlar, Allah peygamber dediklerine
inanmasınlar. Münafıklıkları nedeniyle bunları yaparlar
bunlar. Nerden anlayacağız..? İşte buradaki münafık
münafığı tutar, kötülüğü emr ederler. Yani yapmış olduğu
kanunlarda mutlaka insanlara zaraı verir. Onlar Rabbimin
yapmayın dediklerini yaparlar ve Allah'ın yapınız
dediklerini ise engellerler, mani olurlar vede cimrilik
yaparlar. Münafık erkeklere de, münafık kadınlara da ve
topyekün kafirlere, Allat ebedi olarak cehennemi vaad
ediyor. Ebedi olarak cehennemde kalacaklardır. Kur'an-ı
Kerim de münafık erkekler, münafık kadınlar, ve de kafirler
diye sıralamaya da dikkat çeker alimlerimiz. Mesela burada
Evvela münafıkları söylüyor, sonra kafirleri söylüyor. Yani
tehlikesinin önemine de dikkat çekmiş oluyor.
Birinci derecede müslümanlar için tehlikeli olan münafıklar,
ikine derecede tehlikeli olanlar kafirler olduğuna da bu
sıralama işaret etmi: oluyor. Onlar Cehennemde ebedidirler,
o cehennem onlara yeter diyo Rabbim. Allah onlara lanet
etmiştir. Yani rahmetinden uzaklaştirnııştır Daimi azab
onlaradır diyor Allah (c.c.) Bunlar sizden öncekiler gibidir
ler. Yani münafıklar yalnız peygamber efendimiz (s.a.v.)
dönemindi
yaşamış değildirler. Daha öncede münafıklar olmuş. Hani
Nuh (a.s.) döneminde de Nuh (a.s.)'a iman edenlerde var,
iman etmeyen kafirler var. İkisinin arasında gelip gidenler
var. Hani Rabbim ayet-i kerimesinde onlar hakkında
münafıklar kafirlerle müslümanlar arasında gelirler giderler.
Ne o taraftandırlar ne de bu taraftandırlar. İkisinden de
faydalanacaklarını sanıyorlar. Ama bazen ikisi tarafındanda
cezalandırılıyorlar. 1734[82]

69- Sizden öncekiler gibisiniz, onlar, kuvvetçe sizden daha


güçlü idiler. Mal ve evlad yönünden daha çok idiler. Onlar
nasipleri kadar faydalandılar. Sizden öncekilerin
nasipleriyle faydalandıkları gibi sizde nasibinizden
faydalandınız. (Batıla) dalanlar gibi sizde (batıla) daldınız.
İşte onlar, amelleri dünyada ve ahirette boşa gidenlerdir. İşte
onlar zarara uğrayanların ta kendileridir.
Dalmak nasıl olur? Sinek bakmış ki tabağın içinde bal var,
yukardan hemen kenarına konarmış.. Dermiş ki bu benim
neslime yeter. Yani benden sonra gelecek olan nesillere
yeter bu, evvela ön ayaklan ileriye doğru gider, sonra
hortumunu bala doğru uzatır, yemeğe başlarmiş. Yedikçe
dalarmış, yedikçe dalarmış, içerisine doğru ve ayakları da,
kanatları da tamamen balın içerisine batarmış. Tam karnı
doyarmiş, karnı do-yunce şimdi daha iyi uçarım karnım
daha iyi doydu, deyip te kanadım çırpmaya kalkınca
kanadını çırpamazmış. İşte insan oğlunun dünya ya dalması
böyle birşey. Ha bugün çıkarım. Yani dalarken iyi niyetlerle
dalıyor. Hocam şöyle bir ev alacak kadar birşey, yani bu
anlattıklarımı almayın yapmayın diye söylemiyorum, dikkat
edin yalnız. Hani daha Önce ifade ettim para cebinizde
duracak, şu göğüs kaburga kemiğinizin içerisine kalbinize
girmeyecek. Yani sevgisi kalbinizin içerisine girmeyecek,
cebinizde duracak. Yoksa bir araba alayım veya bir ev
alayım yeter. Ordan oraya taşınma olmuyor filan v.s. Bir de

1734[82]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/360-362.
dükkan aldınız, sonu gelmez, bir de deniz kenarında ev
alma, yazlık alma ihtiyacı hissedilir. Ondan sonra çocuğa bir
ev yazlık, bir araba gibi bütün bunlara dalınıp gidilirde, bu
dünya dan herşeyi elde edeyim denilir de, ahiretle ilgili
olarakta hiçbir şeye elimiz varmaz. İmanınız da var ayrıca,
yalnız yahu bunu da elde edelim dediğimiz için, ama hele şu
işleride bitireyim hele
bu işleride bitireyim diye devam eder gideriz. Mazaallah.
Rabbimde ona dikkat çekiyor onların daldığı gibi sizde
dalarsınız diyor. İşte onların amelleri dünyada da boşa gitti,
ahirette de boşa gitti. İşte zarara uğrayanlar onlardır diyor
Allah (c.c).1735[83]

70- Onlara kendilerinden öncekilerin, Nuh, Ad, Semud,


İbrahim'in kavmi, Medyen halkı ve mü'tefikatin (Lut'un
darmadağın olan kavminin) haberi gelmedi mi? Onlara
peygamberleri açık delillerle gelmişlerdi. Allah onlara
zulmetmedi. Ancak onlar kendilerine zulmetmişlerdi.
Onlardan öncekilerin haberi onlara gelmedi mi? Yani bu
insanlar Peygamberleri yalanlamaya yöneliyorlar. Kafirlere
yaranıyorlar ve dünya nimetlerine dalıyorlar, ahireti inkara
yöneliyorlar. Acaba onlara daha öncekilerin haberleri
gelmedi mi? ki Nuh'un kavmi, Ad kavmi, yani Lut (a.s.)'a
inanmayan Ad kavmi inananları var tabii ama çoğunluğu
inanmamış, Semud kavmi Salih (a.s.)'a karşı gelen Salih
(a.s.)'ı öldürmeye teşebbüs eden ve helak olan Semud
kavminin haberi, ve kavmi İbrahim , İbrahim (a.s.)'ı ateşe
atmaya teşebbüs eden ve de atan, o insanların akıbetinin ne
olduğu konusunda haber onlara gelmedi mi? Ve Ashab-ı
Medyen'e, Şuayb (a.s.)'a iman etmeyen ve ticaretle meşgul
olan, tartılarını ve ölçülerini kendi lehlerine çeviren, o
ticaret erbabı ki sonlan perişan olmuştur. Onlara, Allah'ın

1735[83]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/362-363.
azabı gelmişti, onların haberi bunlara gelmedi mi? Daha
evvelki tehlikeler ve büyük günah işleyen ve Lut (a.s.)'a
iman etmeyen, o ahlaksız işleri yapan insanların haberleri,
bu münafiklara,gelmedi mi? buyuruyor Allah (c.c.)
Hani Mevlana diyor ki bunlar neye anlatılır. Daha önce
anlatmıştım. Bu kavimlerin başlarına Allah (c.c.) bu
dünyada iken bela vermiştir. Bir kısmını şiddetli bir rüzgarla
yok etmiş, bir kısmını toprağın altım üstüne getirmek
suretiyle helak edivermiş, bir kısmını şiddetli bir gürültüyle
helak etmiş yok etmiş. Daha sonra gelenler onların düştüğü
o tehlikeli duruma, bu dünyada ki bela ve musibete,
ahiretteki belaya düşmesinler diye, Allah (c.c.) bunları bize
ibret olarak bildiriyor. Hanielektirik direklerinin üzerinde
kuru bir insan kafasının resmi vardır ve bir de çarpı vardır
üzerinde. Yani bu direğe çıkma ölürsün, daha önce birisi
çıktı ve
Öldü anlamındadır. Allah (c.c.) geçmiş toplumlardan helak
olanların durumunu bildirirken, Allah'a isyan ettiler ve bu
cezayı bunlar hak ettiler. Sizde aynı suçu işlemeyin diye
Allah (c.c.) bizi uyarıyor.
İşte Mevlana bunu bize daha iyi anlatabilmek için Arslan,
Kurt ve Tilki ava gitmişler diyor. Arslan tabii ki ormanların
sultam Şahıdır. Av neticesinde bir yaban öküzü, bir geyik,
bir de tavşan vurmuşlar. Arslan Kurd'a taksimi sen yap
bakalım demiş. Kurt demiş ki: Efendim şu yaban öküzü zat-
ı alinizin olsun, şu geyik benim olsun, şu tavşanda tilki
kardeşin olsun demiş. Arslan pençeyi bir atmış ve Kurd'u
öldürmüş, derisini başından çıkarmış. Bu sefer Tilki'ye
yöneldi, taksimi sen yap bakalım demiş. Tilki de; Efendim
şu geyiği sabah kahvaltısı yapsanız, şu yaban öküzünü de
öğle yemeği yapsanız, tavşanı da yatacağınızda çerez olarak
yeseniz demiş. Arslan yahu sen bu taksimi nerden öğrendin
demiş. Efendim Kürd'ün başına gelenler bana ders oldu
demiş. Mevlana diyor ki, Allah (c.c.) bütün dünyada ve
gökyüzünde var olan her şeyi yaratan odur. Öyle olunca
onun mülkünde Allah'ın dediği olur. Eğer biri çıkarda Allah
(c.c.)'ın taksimine isyan ederse başına gelecek bellidir.
Taksimlerden biri de nedir? İnsanlar içerisinde istediğini
peygamber seçmesidir. Allah (c.c), "Allah dilediğini halk
eder ve dilediğini seçer" diyor. 1736[84] kendisi hakkında
peygamber (a.s.), "peygamber olarak seçmişse biri kalkıpta
itiraz edecek olursa niye onu seçtin de bu Mekke'nin ileri
gelenlerinden veya şu iki büyük şehirden daha eşraftan olan
insanlara vermedin" diye itiraza kalkarsa Allah (c.c.) bu
dünyada da ahirette de amellerinin boşa gidivereceğini bize
haber veriyor.
Onlara da peygamberleri delilleriyle geldiler, mucizelerle
geldiler. Allah onları cezalandırmakla zulm etmedi. Onlar
kendilerine zulm ettiler, diyor Rabbim. Yani imansızlığı
tercih etmekle kendilerine zulm etmiş oldular. Öyle olunca
insanlar Cehennemde yanacak dediğimizde bizi Allah (c.c.)
yakmıyor. Bu ayet-i kerimeden anladığımız kadarıyla in-
sanlar kendi ateşlerini kendileri hazırlıyorlar ve kendi
kendilerine zulm etmiş oluyorlar. Şimdi bize mü'mini
tanıtıyor tekrar. 1737[85]

71- Mü'min erkeklerle, mü'min kadınlar birbirlerinin


dostlarıdırlar. İyiliği emrederler, kötülükden alıkoyarlar,
namazı kılarlar,
zekatı verirler. Allah'a ve Rasulüne itaat ederler. İşte onlara
Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah Azizdir, Hakimdir.
Mü'min erkeklerle mü'min kadınlar onlarda biribirlerinin
dostlarıdırlar. Yani mü'minin dostu mü'mindir. "Kafirden
dost, domuz derisinden post olmaz" demiş atalarımız. Yani
kafirden dost olmaz sözü ayet-i kerimelerden özetlenerek
alınmış bir cümledir. Domuzdan post olmaz sözü de
1736[84]
Kasas 68
1737[85]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/363-364.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) hadisinden alınmış bir sözdür
ayet ve hadisten alman ve atasözü haline getirilen bir şeydir.
Mü'minler-de iyiliği emrederler, kötülüklerden alıkoyarlar,
ve namazlarını dosdoğru kılarlar ve zekatlarını da verirler.
Allah ve Rasulüne itaat ederler. Burada mü'minlerin altı
vasfını sayıvermiş: 1- mü'minler birbirlerinin dostudur. 2-
iyiliği emr ederler, 3- kötülükten alıkoyarlar, 4- namazı dos-
doğru kılarlar, 5- zekatlarım verirler. 6- Allah'a ve Rasulüne
itaat edere-ler.
Münafığın dört vasfına karşı, müslümanların altı tane
vasfını sayıvermiş Allah (c.c). Mü'minler iyiliği emreder
derken, namazı emr eder, orucu emr eder, zekatı emr eder,
haccı emr eder. Mahalle arasında, komşular arasında bir
insana birisi saygısızlık yapıyorsa haklının yanında yer alır,
haksıza karşı derki haksızlık yapıyorsun ve öyle yapma der.
İyiliği emr eder. İnsanların yanlışlığını münasip bir dille o
insanlara duyurmak, iyiliği emr etmektir. Yanlışı
duyururken onun nasıl yapacağım söylemekte bizim
görevimizdir ve yapılan yanlışı engellemekte asli gö-
revlerimizdendir. Hani mahallede çocukluk arkadaşımız,
okul arkadaşımız, asker arkadaşımız, dükkan arkadaşımız,
ev arkadaşımız, daire arkadaşımız, tanıdıklarımız,
dostlarımız, yakınlarımız bunlar, mesela kötü yollara
düşüyor. Bizde kızıyoruz onlara, kızıyoruz da
engellemiyoruz. "Allah kahretsin sözümüzü
tutmuyor"diyoruz ve böylece onun kötü yola gitmesine göz
yummuş oluyoruz.
Rabbim ayet-i kerimesinde "engellerler, mani olurlar,
yasaklarlar" diyor. Onu, yani kötülüğü yasaklarlar,
engellerler. Nasıl engeller? Hadisi şerifte ifade edildiğine
göre elle engeller. Tutar adamı salmaz veya ona birşeyler
verir para verir yine o kötülüğü engeller veya döverek mani
olur. Yani bütün yollan denemiştir, mani olamamışsa eliyle
döverek mani olur. Ona gücü yetmezse o zaman diliyle
mani olur, ona da gücü yetmezse buğz eder demişler. (O da
buğz eder zaten hadisi şerifte yokda tercemede Türkçeye
tercemesinde buğz eder demişler). Ve yine güç yetmezse
kalbi ile mani olur derler. Buğz etmekte bunun içine girer.
Kalbiyle bu sefer düşünür yani aklıyla daha nasıl mani
olurum diyebilir veya başka şeyler ortaya dökülebilir. 1738[86]
"Namazlarını dosdoğru kılarlar." Mü'mini anlatırken
genelde bu hiç ihmal edilmiyor. Namazlarını dosdoğru
kılarlar. Çünkü namaz insanların dürüst olması,
kötülüklerden uzaklaştırması için en etkili ilaçtır. Ayet-i
kerimede Rabbim "namaz insanı kötülüklerden alıkoyar" di-
yor. 1739[87] Ama hocam bir tanesini biliyoruz, namaz kılıyor
ama bütün kötülükleri yapıyor? o insan namazına kalıbıyla
geliyor da kalbiyle gelemiyor. Kalbiyle dükkanda, evde
veya bir dalaverenin peşindedir. Ondan dolayı namaz o
insana faydalı olmuyor.
Demek ki namaz zalimlere baş kaldırabilmek için en büyük
araçtır. Hani Şuayb (a.s.)'a diyorlar ki Ya Şuayb
babalarımızın taptıklarını ter-ketmemizi sana namazınmı
emrediyor? diyorlar. 1740[88] Yani babalarımızın koyduğu
kanunlara uymayı engelleyen senin kıldığın namaz mı
diyorlar.(Enteresan yani Allah'ın bize bildirdiği bu
ayetlerden biride burda bence enteresan. Yani namaz bir
insanı nasıl alıkoyar ki onlar hiç itiraz etmiyorlar. Senin
namazın mı bizim babalarımızın koyduğu kanunlara
babalarımızın yolundan gitmeye mani oluyor burada. Çünkü
namaz müslümanları bir araya getiren halk halinde Hakkın
huzurunda tutan en önemli ibadetimizdir.
Bu ibadetimiz içerisinde Allah'ın kanununun maddelerini
ibadet olarak okuyoruz biz. Yani o kanun maddelerini
unutmayalım diye tekrarlayıp duruyoruz namazımızda.

1738[86]
Müslim, İman 78, Tirmizi ,Fiten U.
1739[87]
Ankebut 45
1740[88]
Hud 87
Dünyanın hiçbir yerinde kanun maddeleri ibadet malzemesi
olarak kullanılmaz. Yalnız bu müslümanlarda-dır. Kur1 an,
hem kanundur, hem de ibadetini onunla yapar. Günde beş
defa da tekrar eder. Ama hocam biz okuduklarımızın
manasını bilmiyoruz ki ne yapalım. Tabi bizi cehaletin
içerisine atıvermişler de ondan yoksa herkes okuduğunun
manasını bilmeli ve namazını kılarken de mana düşünülerek
namaz kılınmalıdır.
"Ve zekatlarını verirler." Yukarıda münafıkları anlatırken
onlar ellerini kapatırlar. Cimrilik yaparlar diyor.
Müslümanlar ise zekatlarını verirler. Yani cömert
davranırlar. Allah'a ve Rasulüne itaat ederler diyor Allah
(c.c). Münafıklar ise onlar Allah'a itaatten çıkarlar isyan
ederler. Mü'minler ise Allah'a ve Rasulüne itaat ederler. İşte
onlara Allah (c.c.) merhamet edecektir. Allah herşeye gücü
yeten ve Allah hikmet sahibi olandır. Münafıklara
Cehennemi vaad etmişti Rabbim mü'minlere de 1741[89]

72-.Allah, mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara, içinde


ebe-diyyen kalmak üzere altından ırmaklar akan, cennetler
ve adn cennetlerinde güzel meskenler va'detti. Allah'ın
hoşnud olması ise hepsinden büyüktür. İşte büyük başarı
budur.
İmansızın biri Türkiye'de derginin birinde yazıyor:
"Efendim cennette nimetler hep erkeklere vaad ediliyor"
diyor. Kur'an okumadığından tabi bu, halbuki Allah (c.c.)
"mü'min erkekler ile mü'min kadınlar bunun içerisine girer"
buyuruyor. Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar Allah'a ve
Rasulüne, Kur'an-ı Kerime ve içerisindeki bütün ayetlerin
ahkamına iman etmiş erkeklere, kadınlara cennette nimetler
ve çok güzel tertemiz köşkler vaad ediyor Allah (c.c).
Irmaklar vaad ediyor. Bu dünyada apartmanımızda susuz

1741[89]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/364-366.
yaşıyoruz, ama inşaallah Allah ahirette, "cennette kesintisiz,
devamlı akan, kokusuz" başka bir ayet-i kerimede "kokusuz
yani kötü kokusu yok rengi bozuk değil ve içenlere gayet
tatlı olan ırmaklar olduğunu haber veriyor. Mü'minlerin elde
edebileceği en büyük saadet Allah'ın (c.c.) rızasını
kazanmaktır. İşte büyük başarıda budur diyor Rabbim. Hani
insanlar arasında deriz ya "filan adam çok başarılı adam be."
Neymiş başarıldığı? Köşeyi dönmüş. Rabbim de yalnız
başarıdan değil büyük başarıdan bahsediyor bize, büyük
başarı Rab-bimin rızasını kazanmak ve devamlı olan
cennetteki köşkü ve bahçesini ve oralarda akan ırmakları
elde etmektir. Bu dünyada adam bazı köşk ve bahçeleri elde
edinceye kadar ömrünün en değerli vaktini geçirmiş, yani
ihtiyarlayınca elde etmiş. 80,90 yaşma gelmiş nefes darlığı
var merdiveni inip çıkamıyor ve birçok yiyecek maddelerini
yiyemiyor. Evinin rüzgarıda dokunuyor, yani tadı kaçmış.
Onun için Allah (c.c.) cenneti çok güzel tarif eder. Bir çok
ayet-i kerimede cennetin tarifi vardır, ve "insanoğlununda
tam zevk alacağı yaşta" olacağını hadisi şeriflerden çıkarmış
alimlerimiz. Yani 30 veya 33 yaşlarında olacaktır
derler. 1742[90]

73- Ey peygamber, kafirler ve münafıklarla cihad et ve


onlara sert davran. Onların yeri cehennemdir ve o ne kötü
dönüş yeridir.
Her insan dönüyor. Yani bu dünyaya gelipte dönmeyeni
yok. Herkes dönüyor ama dönüş yerinin iyisi var, dönüş
yönünün kötüsü var. Rabbim bizi uyarıyor, cehhennem ne
kötü dönüş yeridir diyor. Haber
veriyor yahu oraya dönmeyin. Yani bir yol var bu yoldan
giderseniz cehenneme gidiyor ve orası çok kötü bir dönüş
yeridir diyor. Ve onları o kötü dönüş yerine cehenneme
1742[90]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/366-367.
Bak:Tirmizi, Cennet, bab 12, hadis no:2584
gitmemeleri için Allah (c.c), Peygamber (s.a.v.) den
dünyada kafirlerin karşısına çıkıp, gitmeyin bu yoldan, sizi
salmam, münafiklarada bu yoldan sizi salmam, kılıcımı
çektim geçemezsiniz. Gitmeyin burada yanacaksınız diye
şiddetle muamele etmesini istiyor. Bu sert davranış aslında
kafirler için bir merhamettir. Onların kendilerini ateşe
atmamaları için bir uyarıdır.
"Allah'tan bir rahmetle sen onlara yumuşak davrandın. Eğer
katı kalpli asık suratlı olmuş olsaydın etrafından
dağilıverirlerdi" buyuruyor.1743[91] Tabi bu ayet-i kerimeyi
alıp bir kısım insanlarımız efendim kafirlerede yumuşak
davranmamız gerekir derler. Orası mü'minler içindir, o ayet-
i kerime "Uhud harbinin akabinde, eğer sen onlara yumuşak
davranmamış olsaydın katı davransaydın, etrafından
dağılıverirlerdi" diyor. Yalnız şöyle, bu ayet-i kerimeyi
okuduk, sabahleyin komşularınızın gavurları, hristiyanı,
ermenisi, yahudisi var, onlara çatık kaşlı olmak değil.
İnşaallah onların müslüman olması için cihad edeceğiz.
Cihad kılıçla olduğu gibi kalemle olur cihad sözle olur. Ci-
had, onun mantığını, aklını,gönlünü kazanmak ve Allah'ın
kelamını onlara duyurmakla olur ve bunu yaparken
müslüman zayıflığından değil güçlü olduğuna inandığından
yapmalıdır.
Birisi bir adama sormuş adın ne? demiş. Mülayim demiş.
Adam söyle 50-60 kilo ağırlığmdaymış. "Oğlum mülayim
olmasan ne yaparsın bana" demiş. İnsanlara karşı güzel
sözlerle İslamı tebliğ ederken, Müslüman güçlü olmalıdır.
Güçlülüğünü karşı taraf bilmelidir. Bunu bildikten sonra
müslüman yumşak muamele etmelidir. Burada da ayet-i
kerime peygamber efendimiz (s,a..v.) Tebük seferinde
Bizanslılara galip geldikten sonra dönüşte bu ayet-i kerime
nazil olmuştur. "Kafirlere karşı cihad et, münafıklara karşı

1743[91]
Ali Imran 159
cihad et." Münafıklara karşı cihad daha önce yapılmıyordu.
Çünkü Medine devleti daha biraz güçsüzdü. Onun için
münafıkları karşısına almak istemiyordu peygamber
efendimiz. Yani birçok kafir, münafıkları müslüman olarak
biliyordu. Şimdi onlara karşı, peygamber efendimiz bir
mücadele vermiş olsa, şöyle denecek;" Muhammed kendi
adamlarıyla harp ediyor." Bu endişeden dolayı Tebük
seferine kadar münafıklara karşı peygamber efendimiz
yumuşak davranmış, yalan söylediklerinde, inanmamış
aslında da inanmış görü-nüvermiş.
Derken Mekke müslüman olmuş, Medine müslüman olmuş,
etraf kabileler müslüman olmuş, Hayber fethedilmiş. Tebük
seferine çıkılmış ve orada Romalılarla karşı karşıya
gelinmiş vede galip gelinmiş. Daha endişe edilecek birşey
kalmadı. Bu sefer münafıklara ya müslümanlığı-
nıza devam edin, müslüman olun, gerçekten müslüman olun
veya terk edin burayı denmiştir. Hani Tevbe süresinin
başında onlara dön ay mühlet diyorlardı. Dört aylık zaman
içersinde ya müslüman olursunuz veya çeker gidersiniz,
veya anlaşmalarınızı tazelersiniz. Çünkü bu ülkeye müşrik
giremez diyor ayet-i kerimede. 1744[92]

74- (kötü söz) söylemediklerine dair Allah'a yemin


ediyorlar. Şüphesiz o küfür sözünü söylediler, İslam
olduktan sonra kafir oldular ve erişemediklerine (cinayete)
yeltendiler. Allah'ın fütfundan, Allah ve Rasulünün onları
zengin etmesinden başka intikam almaya sebep yoktu. Eğer
tevbe ederlerse onlar için daha hayırlı olur. Eğer yüz
çevirirlerse Allah onları dünya ve ahirette acıklı bir azab-la
azab eder. Onlar için yeryüzünde bir dost ve yardımcıda
yoktur.
Peygamber'e (s.a.v.) yeminler ediyorlar Vallahi de demedik,

1744[92]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/367-369.
billa-hide demedik diyorlar. Ayet-i kerimede ne demedikleri
söylenmiyor. Yani münafıklar peygamber efendimizin
aleyhinde bir söz söylemişler. Peygamber'e (s.a.v.) durum
bildirilmiş. Efendimiz çağırmış bunları bu sefer yemin
ediyorlar. "Vallahi demedik, billahi demedik" diyorlar. Sa-
kın şüphe etmeyin, bunların yeminlerine inanmayın.
Müslüman göründükten sonra tekrar gavur oldular,
erişemediklerini elde etmeye gayret ettiler.
Tefsircilerimiz onların ne söylediğini bize nakl ediyorlar.
Ama mademki dedim ben kendi kendime Allah (c.c.)
bildirmiyor, bende söyle-meyeyim. Yani prensibime uygun
değil benim. Çünkü Rabbim de söylememiş zaten.
Rabbimde münafıklar şöyle dediler peygamberinize de-
miyor. Yalnız söylemedikleri konusunda yemin ettiklerini
haber veriyor bize. Öyle ise bende tefsirlerin yazdığını
söylemeyeyim diyorum. Niye?
Bir kitap yazılmış arap aleminde bu kitap bundan üç dört
sene önce Türkçeye terceme edilmiş. Kim terceme etti -belli
ddğil, kim bastı o da belli değil, ama bol miktarda parasız
dağıtıldı bu kitap. Küçük bir kitapçık. Bir gün sevdiğim bir
arkadaşımın dükkanında bu kitabı gördüm. Yahu bu kitabı
kim bıraktı? sabahleyin biri geldi bütün kitapçı dükkan-
larma birer paket bıraktı gitti diyor. Kitabı ben biliyorum,
kitap şiiliğin aleyhinde yazılmış. Fakat öyle şeyler var ki
Hz. Ömer (r.a.) hakkında bugüne kadar hiçbir kitapta yani
sünni veya şii kitabında görmediğim iftiralar var. Dedim ki
bunu götür git evinde yak, veya yok et. Yahu hocam Hz.
Ömer'e, Hz. Ebubekir'e böyle deniyorsa bu adamları
tanıtalım. Bakın şimdi burada Hz. Ömer (r.a.) aleyhinde bir
söz var, ağza alınacak gibi değil, bunu bir yazar yazmış olsa
bile, bunu yayan adam günaha girer.
Onlar Allah ve Rasulünün mü'minlere olan lutfu
kereminden dolayı müslümanlara karşı intikam almaya
kalkarlar. Yahu müslümanların sahip olduğu nimetleri
çekemeyiverdiler adamlar. Çünkü peygamber efendimiz
Medine'ye gelmeden önce Ev s kabilesi, Hazrec kabilesi
filan, sadece bir kabileden ibarettiler. Ama peygamber
efendimize sahip çıktılar. Kanını kanımız gibi koruyacağız,
canını canımız gibi koruyacağız, namusunu namusumuz
gibi koruyacağız, dininide yayacağız dediler, ve Efendimiz
Medine'ye hicret etti devletini kurdu. Derken o devlet
dünyanın en bol nimetlerine sahip oldu. O insanlarda o
nimetlerden yararlanınca münafıklar bu sefer parmaklarını
ısırmaya başladılar. Allah ve Rasulünün onlara lutfundan
dolayı onlarda müslümanlardan intikam almaya kalktılar.
Rabbim eğer yaptıklarına tevbe etmiş olsaydılar onlar için
daha hayırlı olurdu. Ama eğer onlar dinden yüz çevirirlerse
sırt döner giderlerse Allah onlara dünyada ve ahirette acıklı
bir azab ile azab eder. Yeryüzünde onlara bir dostta
bulunmaz, yardım edende olmaz di-.yor münafığa,
münafığa birgün gelir yeryüzünde dostta kalmaz. Günü-
müzde de münafıklar ne doğunun işine yarıyor, ne batının
işine yarıyor, ne gavurun işine yarıyor, ne de müslümamn
işine yarıyor. Ve böyle ka-lıveriyor insan.
Yani mü'mince davranmayı düşman bile takdir eder. Yani
bu adam benim düşmanım ama Vallahi inancında sağlam
der. Ama ne olduğu belirsizi kafir de dost kabul etmez.
Müslümanda onu dost kabul etmez. Rabbimde bize
onu.haber vermiş oluyor. 1745[93]

75- Onlardan bir kısımda: "Eğer o bize lutfundan (mal)


verirse elbette bizde sadaka vereceğiz, ve salihlerden
olacağız" diye Allah'a söz vermişlerdi. 1746[94]

76- Onlara lutfundan (mal) verincede ona cimrilik ettiler ve


dönerek yüz çevirdiler.
1745[93]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/369-370.
1746[94]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/370-371.
Günümüzde de adamın biri cami yaptırmış birisi de ah
çekiyormuş. Ah, vah benimde param olsa bir camide ben
yaptırsam diyormuş. Bir taneside kaç paran var demiş. Beş
binlira filan var,demiş. Yahu camiye bir süpürge lazım
demiş. Beş binliraya süpürge veriyorlarmış ver bakalım onu
demiş. Bu sefer adam yan çizmiş, yahu eve ekmek gidecek,
peynir gidecek, bilmem ne gidecek demiş. Bunun üzerine
diğeri ona eğer bir cami yapacak paran oluverirsede ev
almak istersin. Şimdi beş binlirayı veremeyen ilerde beşyüz
milyon lirayı hiç veremez deyivermiş.
Şimdi burada münafıklar öğünüyorlar. "Allah'ım sen bize
bol verseydin, bizde bol dağıtırdık ve bizde o zaman
salihlerden olurduk." Yani işi gücü bırakırdık, otururduk,
teşbihimizi çeker, salih insanlardan olurduk diyorlar ama
Allah onlara kendi kereminden bol bol verdiği vakit cimrilik
yaparlar, yüz çevirirler. Onlar dinden yüz çevirerek sırt dö-
nerler diyor Allah (c.c.) Bu ayet-i kerimenin tefsirinde
sahabeden Sa'le-be b. Hatib isimli birinden bahs ederler. O
Sa'lebe peygamber efendimize gelmiş. "Ya Rasulüllah
benim için dua etsende Allah bana bol mal verse" demiş.
Demiş ki "Sa'lebe şükrünü eda edebildiğin az mal, şükrünü
edemediğin çok maldan hayırlıdır" demiş. Israr etmiş. "Ya
Rasulüllah dua et çok mal sahibi olayım ben" demiş.
Peygamber efendimiz de dua etmiş. Derken koyunu arttı,
arttı, arttı ve Medine vadisi onun ko-yünlarıyla doldu
diyorlar. Birgün peygamber efendimiz zekatını almak üzere
iki tane zekat memuru gönderdiğinde durumu arz etmişler
efendimiz bizi buraya gönderdi demişler. O da demiş "Bu
bir cizyedir vermiyorum" Cumaya gelemeyivermiş. Beş
vakit namazı kılamayıvermiş. Peygamber efendimiz kızmış
sonra o da pişman olmuş zekatım getirmiş. "Ya Rasulüllah
ben hata ettim" demiş, ama peygamber efendimiz zekatını
almamış. Vefat ettikten sonra Hz. Ebubekir'e getirmiş hem
geçmiş senenin, hem bu senenin zekatını Hz. Ebubekir
demiş ki: Allah Rasulünün almadığım ben almam
demiş. 1747[95]
Ve o Sa'lebenin hayatı Doyunca ağlayarak ömrünü
geçirdiğini söylerler. Sağlam, samimi bir müslümandı
derler. Sa'lebe için o konuda yazılmış birçok kitaplar,
makaleler vardır, O zatın hayatı hakkında. Allah kişiye
gücünün yetebileceği kadarını teklif ediyor. Yani bir adamın
yüz lirası varsa yüz liralık sorumluluğu var, yüz milyonu
varsa yüz milyon liralık sorumluluğu var, yüz milyarı varsa
yüz milyarının sorumluluğu vardır. Yani çok zengin
olsaydım şöyle yapsaydım demeyin, çok zengin olmaya
çalışın o ayrı, ama diğer taraftan da bir şey yapmaya gayret
edin. 1748[96]

77- Allah'a verdikleri sözden dönmeleri, yalan söylemeleri


nedeniyle, kendisiyle karşılaşacakları güne kadar Allah
onların kalblerine nifak soktu. 1749[97]

78- Bilmedilermi ki Allah, onların sırlarını ve fısıltılarını


bilir ve Allah gaybları çok iyi bilendir.
Yalanları sebebiyle ve Allah'a vaad ettiklerini yerine
getirmemeleri sebebiyle Allah'a kavuşacakları güne kadar
Allah onların kalplerine nifakı sokuvermiştir. Yani münafık
etmiştir onları, onlar bilmiyorlar ki Allah onların gizli
konuştuklarını da açıktan konuştuklarımda, fısıltılarını da
bilir. Allah gaybları gayet iyi bilendir.1750[98]

79- Onlar (münafıklar) mü'minlerden (zekat dışı) gönüllü


sadaka verenlerle, gücünün yettiği kadar veren (fakirler) le
alay ederler. Allah onları maskaraya çevirmiştir. Onlar için
acıklı azap vardır.
1747[95]
Beyheki, Delail 51289
1748[96]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/371-372.
1749[97]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/372.
1750[98]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/372.
Hiç malı olmayan ancak gayreti olan insanlarla da dalga
geçiyorlar. Hani peygamber efendimiz Romalılara karşı
harp için hazırlanırken herkes birşeyler getirsin demiş.
Abdurrahman b. Avf (r.a.) kırk bin dinar getirmiş diyorlar
veya kırk okka altun getirdi diyorlar. Ya Rasulüllah buyurun
kırk okka altun. Sarraflar bilirler. Bir okka kilodan fazladır.
50 kg. getirdi ve buyurun Ya Rasulüllah dedi. İşte ayet-i
kerimede anlatılan
münafıklar, bol veren bu müslümanları görünce dalga
geçiyorlardı. Humeze varya ayet-i kerimede "o göz kırparak
alay edenler." Ha bu varya gösteriş için veriyor diyorlar.
Derken bir garibanda hiçbir şeyi yok. "Ya Rasulüllah bir
kilo hurma varmış evde onu da getirdim belki bir müslü-
manın biri ilerde kanma can verirde o da cihad eder" diyor.
Bu seferde çok az bir şey, diyor münafıklar. Fakat Rabbim
diyor ki Allah onları rüsvay edecek, Allah onlarla dalga
geçti. Yani o söylediklerine bin pişman oldular onlar. Acıklı
azap onlar içindir.1751[99]

80- Onlar için ister istiğfar et, ister istiğfar etme. Onlar için
yetmiş kerre istiğfar etsen Allah onları afvetmeyecektîr. Bu,
Allah'ı ve Rasulünü inkar etmeleri sebebiyledir. Allah, fasik
kavme hidayet vermez.
Münafıkların başı Abdullah b. Übey. (Fakat onun oğlu
Abdullah çok sağlam bir müslümandır). Bir harp esnasında,
peygamber efendimize hakaret etmiş, "Sen necisin? demiş,
daha dün geldin sen bizim yurdumuza" demiş. Hatta arabın
diliyle, bizim Türkçe de başka bir şekilde söylenir. Besle
köpeği seni ısırsın demiş. Kendi söylüyor bunu. Türkçe de
ise, "Besle kargayı oysun gözünü" diye ifade edilir. Bu
peygamber efendimize bildirilir. Efendimiz üzülmüş tabii.
Hz. Ömer: "Ya Rasulüllah müsade ette boynunu surda

1751[99]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/372-373.
indirivereyim" demiş. Efendimiz müsa-de etmemiş. Fakat
oğlu Abdullah Medine'ye gelir. Medine'nin giriş kapısında
durur. Herkes geçmiş, kendi babasına demiş ki;
"geçemezsin. Allah'ın Rasulünden özür dilemedikçe o izin
vermedikçe seni bu Medine'ye sokmam" demiş babasına
.Sonra Peygamber efendimizden izin is-tiyorda ondan sonra
içeriye almıyor ve demiş ki "Ya Rasulüllah eğer babam
öldürülecekse müsade edin ben öldüreyim." Niye? "eğer
başkası öldürürse ne de olsa babamdır. O müslüman
kardeşime içimden belki kin beslerim. Bir kafir yüzünden
müslüman kardeşime kin beslerim belki "demiş. Sonra
Abdullah b. Übey ölmüş, kendi eceli ile Ölmüş tabi ki,
peygamber efendimize bildirmişler. Efendimiz onun cenaze
namazım kıldırmış, sırf oğlunun gönlünü almak için,
Abdullah'ın o yiğitliğine karşı, onun gönlünü almak için,
kendi gömleğini çıkarmış o münafıkların başı ölüye de
giydirilmiş. Ve namazını da kıldırmış defnetmiş. Ama
Rabbim o münafıklar için "Allah'tan af talebinde bulımsan
da bulunmasanda, 70 kere af talebinde bulunsanda Allah
onları katiyyen af etmez" diyor peygamber efendimize. Niye
af etmeyecektir? Çünkü onlar Allah'ı ve Rasulünü inkar
etmişlerdir. Allah fasık toplumlara hidayet vermez diyor
Allah (c.c.).
Münafikun suresinin 6. ayet-i kelimesiyle Rabbim şöyle
demiş "onlar için istiğfar etsende etmesende denktir. Hiç
birşey yoktur. Allah hiçbir şekilde onları affetmeyecektir."
Mağfiret etmeyecektir. Bu ama 70 defadan fazla istiğfar
edeceğim diyerek peygamber efendimiz gidiyor ve o
münafığın cenaze namazını kıldırıyor. Münafıkların başı
Abdullah b. Selül'ün cenaze namazını kıldırıyor. Kendi
gömleğini ona kefen olarak veriyor. Namazı kıldırdıktan
sonra ise biraz sonra gelecek olan 84. ayet-i kerime nazil
oluyor.
"Onlardan ölen biri üzerine katiyyen ve ebediyyen namaz
kıldırma. Namaz kılma ve onlar için dua etme. Onların kabri
üzerine gelip durma" diyor Allah (cc.) Bu ayet-i kerime
nazil olduktan sonra peygamber efendimiz münafıklar ve de
kafirler üzerine cenaze namazı kılınmayacağım ve de
onların kabirleri üzerine durulmayacağını halkına ilan etmiş
oluyor. Müslümanlara ilan etmiş oluyor. Bazı hacca
gidenleriniz orda görürler, tam hacdan dönecekleri sıralarda
hacılarda, beyaz beyaz pamuklu dokumalar olduğunu
görürler. Yapılan şu. Mekke'den beyaz keten kumaş
alıyorlar, zemzem suyuyla yıkıyorlar. Onu getirecekler
burada kendileri için, babaları için, oğulları için kefen
yapacaklar. Yani zemzem suyuyla yıkanmış bezden kefen
yapacaklar. Değil zemzem suyuyla yıkanmış kefen,
peygamber efendimiz (s.a.v.)'ın sırtından çıkmış gömleği
giymek, kafire fayda vermez, münafığa fayda vermez.
Kişinin kendine fayda verecek olan, kişinin kendi imanıdır.
Eğer kişinin gönlünde iman olmazsa onun sırtına ne
geçirirseniz geçirin, Kabe toprağına sarsanız bile, efendimiz
(s.a.v.)'ın kabrine gömseniz, o adamın cehennem azabından
kurtulması mümkün değil, tıpkı münafıkların başı Abdullah
b. Ubeyd b. Selül'ün olduğu gibi. Peki niye dua edilmez
onlara. Allah ve Rasulüne küfr etmelerinden dolayı. Yani
küfrü Türkçedeki sövme anlamında değil inkarlarından
dolayı. Allah ve Rasulünü inkar etmelerinden dolayı, onlar
için yapılan istiğfar kabul edilmez. 1752[100]

81- Allah'ın Rasulüne muhalefet edip, geride kalıp


oturanlar, sevindiler. Allah yolunda malları ve canlarıyla
cihad etmekten hoşlanmadılar ve: "sıcaklarda topluca harbe
çıkmayın" dediler. Deki: "cehennem ateşi daha sıcak."
Keşke bilselerdi (de geride kalmasa-lardı.)
Peygamber efendimiz (s.a.v.)'ın cihad için Tebük'e gitmesi

1752[100]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/373-374.
esnasında ona muhalefet ederek geride kalanlar, o
kalışlarından dolayı sevinmeye başladılar. Yani peygamber
efendimiz ordusuyla Tebük'e gidecek. Tahmin ederim 400
km. aşılacak ve Tebük'te o günün Roma'lı yani Bizanslı
askerleriyle müslümanlar ilk defa karşı karşıya gelecekler.
Tebük seferi böyle olmuştur. Medine'deki münafıkların başı
ve diğer kafirler, yahudiler: "Muhammed kim, bu arap
insanı kim, dünyayı feth etmiş Bizanslı askerleri kim. Bu
adamlar kendi kendilerine ölüme gidiyorlar" diyorlar. Ve
efendimiz arkadaşlarıyla beraber Tebük'e doğru çıktıktan
sonra da kendi kendilerine çok seviniyorlar. Oh..!
katılmadık hiç olmazsa yoldaki kumun ateşinden, güneşin
ateşinden, hararetinden, yolun meşakkatinden kurtulduk, bir
de oradaki ölümden kurtulduk" diyorlar, seviniyorlar.
Malları ve canlarıyla Allah yolunda savaşmaktan hoşlanmı-
yorlar. Diğerlerine de diyorlar ki: Yahu şu sıcak günlerde
seferberlik yapmayın. Cihada çıkmayın diyorlar. Yani bu
günler harp edilecek gün mü? Yani yaz günü her taraf sıcak
eğer yapılacaksa beklesin serin günlerde yapılsın anlamında
bu sıcak günlerde seferberlik ilan etmeyin oraya gitmeyin
diyorlar. Allah (c.c.) diyor ki "söyle onlara cehnnemin ateşi,
hararet bakımından, bu yazın ateşinden daha şiddetlidir
buyuruyor.
Bunu açıklama babından peygamber efendimiz (s.a.v.)
buyuruyor ki; "Yeryüzünün ateşi cehennem ateşinin 70
cüzünden bir cüzdür. (Bölümünden bir bölümdür) ve bu da
deniz suyundan iki defa geçirildikten sonra yeryüzüne
indirilmiştir." 1753[101] yani cehennemin ateşi alınacak yer-
yüzünün denizlerinin içerisinden geçirilecek ve yeryüzüne
inecek ve bu haliyle ormanları yakan evleri şehirleri yok
eden ateş deniz suyundan geçirildikten sonra bu hale
geldiğini ifade ederken cehennemin ateşinin şiddetini beyan

1753[101]
Tirmizi, Cehennem 7, Muvatta,Cehennem 1,Müsnedi Ahmeî,2/313,467
ediyor. Peygamber efendimiz (s.a.v.) o ateşe karşı bu ateşi
tercih ediyor. Yani bu dünyada ki ateşe girinki o ateşe
girmeyesi-niz anlamındadır bu ayet. Hani Yunus Emre'de
şöyle ifade etmiş:"Gelin bugün yanalım-Yann yanmamak
için"Yani cehennemin ateşinde yanmamak için bu dünyada
İslam'ın tanıtılması, İslam'ın insanlara tavsiye edilmesi
İslam'ın adaleti içerisinde, insanların yaşatılması için
harekete geçelim.Ateşe doğru koşanları kurtarmak için
kendimizi tehlikeye atalım. Bu hareketin neticesinde yan-
mak olabilir. Bu dünyada İbrahim (a.s.) gibi ateşe atılmak
olabilir. Yusuf (a.s.) gibi hapse atılmak olabilir. Musa (a.s.)
ve Peygamber efendimiz (s.a.v.) gibi yerinden yurdundan
edilme sürgüne gönderilme olabilir. Bütün bunlar insana
ateş gibi yakıcı azab verir ama, bu azab cehennemin
karşısında gayet hafif kalır diyor Allah (c.c).
Ah keşke bir anlayabilseler diyor. Yani cehennem ateşinin
daha şiddetli olduğunu bir anlayabilselerdi diyor. Bu çok
zor birşey yalnız. Yani hem kolay hem zor. Hani bu dünya
da ateşin şiddetini, hararetini ancak elimizi değdirince
anlıyoruz. Yavrumuz, çocuğumuz veya torunumuz veya
kardeşimiz sobaya veya elektriğin yanmakta olan teline eli
deği-verse onun elinden önce bizim yüreğimiz yanar.
Halbuki aynı çocuk eğer İslami çizgide büyütülemez, kafir
olarak yaşar, bu dünyadanda kafir olarak gidecek olursa,
şiddetini tasvirde dillerin aciz kaldığı cehennem ateşinde
yanar. Peki bu dünyada yavrusunun eline ateşin değme-
sinden endişe eden baba, acaba cehennemde yanmasına
tahammül edebilir mi? edemez aslında. Peki niye o zaman
eğitimine fazla ağırlık vermez, İslami çizgide yürümesi için
gayret göstermez. O ahiret hakkında ki inancımızın
zayiflığmdandir. Zayıf bir şekilde olduğundan dolayıdır ki
çocuklarımızın ahiret için hazırlığına fazla dikkat etmeyiz
ama, bu dünyada sıkıntı çekmesin diye daha fazla gayret
ederiz. 1754[102]

82- Kazandıklarına karşılık az gülüp çok ağlasınlar. "Çok


ağlayınız az gülünüz" diyor Allah (c.c). Yani gideceğiniz
yer cehnnem olduğundan kafir ve münafıklar için diyor.
Tabii ki gideceğiniz yer cehennem, bu dünyanın şiddetli
ateşinden daha fazla şiddetli olan bir ateşe gideceksiniz, o
halde çok ağlayın az gülün. Bu kazanmış olduğunuz
günahlara karşılık olarak diyor.
Günümüzde bu ayet-i kerime bize şöyle bir mesaj verir.
Hani son elli altmış senedir. Bu memlekette İslama hizmet
etmesinden dolayı Cumhuriyetin ilk yıllarından beri tiaşi
koparılan, yani idam edilen, kurşuna dizilen çok hoca
efendiler olmuştur. Yani sayısı kesinlikle belli edilememiş.
Bugüne kadar 100 bin diyen var 200 bin diyen var. Yani
kesin rakam araştırmacının kendine göre değişiyor. Tabii bu
ilim adamları sıradan ilim adamları da değil. Köyümüzün
yalnız Kur'anını okuyu-veren hocalar değil. Çoğunluğu
özellikle seçilmiş. Bugünkü ifadeyle profesör o günkü
ifadesiyle Fatih dersiamlarından derler. Bu insanların boynu
vurulmuş onun yolundan gidenler sürgüne gönderilmiş veya
çeşitli işkencelere tabi tutulmuş. O dönemde bir kısım
müslümanlarımızda Allah'a çok şükür bana değmedi demiş
sevinmişler. Allah'a çok şükür
ben onlar gibi yapmadım ve bunlar başıma gelmedi, diye
sevinmişler. O günden bu güne kadar şiddeti birazdaha
hafifleyerek de olsa devam ediyor müslümanlara karşı
işkence yapmak. Günümüzde hani müslümamn bir tanesini
tutsalar götürüp hapse atsalar veyahutta dövseler işkence et-
seler, yahu o gün benide çağırmışlardı, Allah'a çok şükür
gitmemişim oraya diyor adam. Aynıdır yani, şimdi adam
diyor ki: Yahu hocam filan hocayı filanla beraber

1754[102]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/374-376.
oturuyorlarken gelmişler almışlar götürmüşler gitmişler
dövmüşler veya hapsetmişler. Öbürü diyor ki: Yahu hocam
tam o gün bende çağrılmıştım. Allah'a çok şükür ki ben
gitmemişim diyor ve ondan sonrada Allah yolunda cihad
etmeyi malıyla, canıyla ci-had etmeyi hoş karşılamıyor. İşte
bu adamda münafıkların o sayılan vasıflarım kendisinde
toplamış oluyor. Yani Allah (c.c.) bundan 1400 sene evvel
Medine'de geçen bir olayı nakletmek için Tevbe suresini
indirmemiş, o olayı naklediyor. O olayda münafıkların
sıfatlarını veriyor. Günümüzdeki münafığın sıfatına denk
düşüyor. Bunun filmini vermiş oluyor aslında bize. Öbür
tarafta çok değerli sahabenin sıfatlarını veriyor. Günümüzde
onun yolundan giden sahabenin fotoğrafını vermiş
oluyor. 1755[103]

83- Eğer, Allah seni onlardan bir gruba döndürürde, onlarda


(harbe) çıkmak için izin isterlerse deki: "Benimle asla
çıkamazsınız ve benimle asla düşmana karşı harp
edemezsiniz. Çünkü siz ilk defa oturmaya razı olmuştunuz.
Geride kalanlarla beraber oturun.
Allah seni onlardan bir gruba döndürmüş olsa, seninle
beraber harbe çıkmak için senden izin isterler onlar. Şimdi
Tebük seferinde peygamber efendimiz başarılı olunca tekrar
bir sefere kalkışacak olsa, peygamber efendimizden izin
istiyorlar. Ya Rasulüllah bizde gelelim seninle beraber, daha
önce katılmayanlara deki; "Sakın ha benimle beraber hiçbir
zaman bir sefere çıkmayınız istemiyorum ve benimle
beraber hiçbir düşmana karşıda harp etmeyin, sizin
yardımınıza benim ihtiyacım yok, münafıklığınız ortaya
çıkmıştır. Benim sizin gibi münafıklardan yardım almaya
ihtiyacım yok, sizinle bir düşmana karşı harp etmeye de
ihtiyacım yok. Çünkü siz ilk defasında oturmaya razı

1755[103]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/376-377.
oldunuz. Burada kalmaya razı oldunuz, Öyle ise yerinde
oturan kadınlarla ve yerinde oturan bu kötürüm insanlarla
beraber sizde oturun kaim." Yani sıhhatli in-
sansınız ama, yerinde oturup kalaniarla beraber sizde kalın
diyor Allah (c.c). Yani burada tevbeleri kabul edilmedi,
anlamında değil, adamlar münafıklıklarına devam ediyorlar.
Münafık olarak katılmak istiyorlar. Peygamber efendimiz
orada kabul etmiyor, kalın yerinizde diyor. 1756[104]

84- Onlardan ölen biri üzerine asla namaz kılma ve kabri


başında da durma. Çünkü onlar Allah'ı ve Rasulünü inkar
ettiler ve fa-sık olarak öldüler.
80. ayet-i kerimede açıkladığımız gibi peygamber efendimiz
(s.a.v.). Abdullah b.Übey b. Selül isimli münafığın ölmesi
üzerine Peygamberimiz cenaze namazını kildırmıştı. Bunun
üzerine bu ayet geliyor, "onun cenaze namazını kıldırma,
onların üzerine kabirleri üzerinde de durma. Bu ayet-i
kerime aynı zamanda kabir ziyaretinin caiz olduğuma
delildir. "O münafığın kabri üzerinde durma" diyor. Peki
münafığın kabri üzerinde durma deyince, münafık
olmayanların kabrinin üzerinde durulabileceğine delildir
demişler. Zaten peygamber efendimiz (s.a.v.) bir hadisi
şerifinde "Ben sizi kabir ziyaretinden men etmiştim yasakla-
mıştım. Ancak bundan sonra kabir ziyaretinde bulununuz"
buyurmuş. 1757[105] Başlangıçta niye yasaklamış peygamber
efendimiz? Çünkü kabir eskiden tapınma yerlerinden bir
yermiş. Bunu ortadan kaldırmak üzere Peygamber
efendimiz ashabına "kabir ziyaret etmek yasaktır" demiş.
Bir müddet yapmamışlar. İman gönüllerine tamamen
yerleşince, Allah inancı Kur'an doğrultusunda onlara bilgi
ve iman olarak yerleşince, bu yasağı kaldırmış ve ziyaret et-
melerini onlara müsade etmiş efendimiz (s.a.v.)
1756[104]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/377-378.
1757[105]
Müslim,Cenaiz 106, Mııvatta Dahaya 8
Fakat ziyaret ederken, ziyaret edeceğiz diye biz, yine "Ey
burada yatan zat benim için bir oğlan ver, benim için de bir
kız ver" demeyeceğiz. O türden bazı evliyaların hayatına
bakıyoruz. Yazık o da yaşadığı müddet içinde evlenmiş
fakat çocuğu olmamış. Yahu o adamın kendisinin bir
çocuğu olmamış, sana nasıl versin. Hiç bir kişi diğerine
evlat veremez. Hiç biri diğerinin derdini alamaz. Şâfi olan
yani şifayı veren Allah (c.c.) dür. Şefaat izni verecek olan da
Allah (c.c.) dür. Şefaat iznini verecek Allah (c.c.)
peygamberlerine ve efendim Allah'ın has kullarına veli
kullarına ameli salihi çok iyi olan hafız kullarına şefaat
iznini vereceğine dair hergün okuduğumuz Ayet-el Kürsi de
ancak kendi izni ile şefaat olacağına dair ayet-i kerimesini
indirmiş Allah (c.c).
Peki niye bu adamların namazı kılınmıyor? Çünkü onlar
Allah'ı ve Rasulünü inkar ettiler ve fasık olarak öldüler.
Fasık olarak ölen Allah'ı ve Rasulünü inkar eden bu
adamların namazının kılınmayacağı konusunda kesin ayet
bu. Bir zamanlar bir adam, Ankara'da basma demeç
vermişti. Demişti ki, Allah diye bir şey yok, insanlar
kendileri icad ettiler demişti. Dediğinden bir müddet sonra
da öldü adam geberdi. Maltepe camiine getirdiler adamı.
Tabii ki hoca efendi rapor almış, hoca efendi arazi olmuş
ben hastayım demiş veya izin almış. Yok öte hoca, beri
hoca, yok. Demişler ki bu Allah'a inanmazdı niye buraya
getirdiniz namaz kılan olmadı. Fakat avukatın birisi demiş
ki; ben bilirim kıldırmasını, kıldırmış sonra basında
duyduğumuz kadarıyla biri, senin abdestin yoktu yahu,
böylesi adamın böylesi namazı olur demişler. Ondan sonra
tedbir alındı, diyanetin dışında cenaze imamlığı icad edildi.
Fakat onları idare etmemesi gerekir. Burada bunların yaptığı
icraatı tasvip etmiyorum. İmansız varsa hoca demelidir ki
"adam imansız olduğundan dolayı küdırılmamalıdır."
Mesela bazı cenazelerin dayısı, kardeşleri, emmisi şöyle
gelip dikiliyorlar, namaz kılmıyorlar. Özellikle İmam
sorması lazım. Bu cenaze müslümansa gelin katılın, cenaze
müs-lüman değilse niye getirdiniz? Fakat şuna dikkat
ediyoruz yine de. Mesela oğlu imansızdır katılmıyor
cenazeye, orda bekliyor biz biliyoruz ki onun babası
müslümandır, o zaman yine kıldırılır. Yani orda beklediler
diye cenazesini kıldınlmamazlık yapılmaz. Biz kişinin
kendisini nazarı itibara alırız.
Zaten bu ayeti kerime nazil olduktan sonra peygamber
efendimiz ölen ve cenazesini kıldırmakta olduğu her kişi
hakkında sorarmış. Bu kimdi neyin nesiydi diye sorarmış ve
eğer müslüman olmadığını bilirse ölünüze istediğiniz
muameleyi yapın ve defn edin der, cenazeyi, kıldır-mazmiş
peygamber efendimiz vefatına yakın Medine'deki
münafıkların isim listesini Huzeyfe (r.a.)'a bildirmiş. Bu çok
ince bir siyaset aslında, efendimizin ince bir siyaseti,
diğerlerine bildirmiyor. Mesela Hz. Ebu-bekire, Hz. Ömer'e,
Hz. Ali'ye, Hz.Osman'a diğer sahabeye bildirmiyor.
Huzeyfe'ye bildiriyor. Huzeyfe değerli bir sahabe,
öbürleride değerli sahabe fakat ne hikmete binaendir
bilmiyoruz, Huzeyfe'ye bildiriyor o da kimseye bildirmiyor.
Fakat efendimizin ona bildirmesinin şu faydası var. O Hz.
Ömer veya Hz. Ebubekir veya Hz. Osman veya Hz. Ali on-
lardan birini vali, kaymakam olarak tayin edebilir. O zaman
Huzeyfe (r.a.) müdahale ediyor. Bunu tayin etme diyor. Bu
kadar. Hz. Ömer bakarmış, bir adam ölmüşse cenazesi
getirilmişse Huzeyfe o cenazeye katılmıyorsa Hz. Ömerde
cenazesini kıldırmıyormuş. Öyle bir durum varmış. Peki
niye ilan edilmiyor. Peygamber efendimiz bunu ilan
etseydiya, ilan etmenin zararı vardır. Çünkü herkesin
bilmesi zaruri değil o insanların hiç bilmemesinde fayda
var. Bilen birinin olması ve onların şerrinden korunulması
gerekir. Onu da peygamber efendimiz sağlığında, ondan
sonra Huzeyfe (r.a.) onların şerrinden devleti korumuş.
Günümüzde bunların benzeri masonlardır. Bir bakarız
onlara, yahu sen niye mason oldun? derseniz. "Vallahi
hocam dinimden imanımdan birşey kaybetmiyorum, parası
da bol, imkanlar var onun için oldum" diyor. O imkanlar
için girilir, ava giderken avlanılır buna dikkat eden yok.
Yalnız orada bu adama liste verilmiş, bu adamlar masondur
diye, bir bakmış ki bu adamlar pratikten zengin
oluvermişler. Pratikten profesör oluvermişler, pratikten
yükselivermişler, makam ve mevkileri elde etmişler. Adam
diyorki: bende yükselmek istiyorum, öyle ise bende buraya
gireyim diyor. Bu tür adamların ilan edilmesinin zararı
burda. Ya sevimli oluyorlar, ya çok korkunç görünüyorlar,
onlara karşı direnme gücünü yitiriyor. Hani müfettiş bir
arkadaş anlattı İstanbul'da çeşitli yerleri teftiş ediyorum.
Adam vardımmı masasının üzerine bilmem ne namussuz
şeyin amblemini koyuyor. Yani benimle uğraşma,
kulağından tuttummu filan yere atarım, anlamında
kullanıyor o amblemi diyor. Yani şimdi onlar ya korkunç
hale geliyor, ya sevimli hale geliyor. İkisi de zararlı,
korkulacak bir güç olmaları da zararlı, sevimli halde
görünmeleri de zararlı. Ama etkili ve yetkililer onları
bilecek, belini bükmesini de bilecek. 1758[106]

85- Onların malları ve evladı seni imrendirmesin. Allah,


onlarla dünyada onlara azap etmek ve kafir olarak canlarını
almak ister.
Sakın ha onların malları ve evlatları senin hoşuna gidip
meylini onlara doğru çekmesin. Allah onlara ellerindeki
imkanlarla bu dünyada azap etmek istiyor ve onların kafir
olarak canlarını almak istiyor. Yani onlar kafirken ölecekler,
ahirette ceza çekecekler bu dünyada da o mallarından dolayı
azap görecekler. Çeşitli şekillerde bunun tefsiri vardır. Yani

1758[106]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/378-380.
bu dünyada mal ve evladından dolayı azap görmesinin
çeşitli yorumu var. Mesela çok ünlü kafirlerden birinin oğlu
müslüman olmuş. Birinin kardeşi müslüman olmuş. Bedir
harbinde müslüman babayla kafir oğlu, müslüman oğulla
kafir baba karşı karşıya gelmişler. Bu onun için bir azaptır.
Ben yetiştireceğim Muhammed'e hizmet edecek, diye adam
bu dünyada yüreği yanıyor ve yine bir yakınının kılıcıyla o
Bedir harbinde eeberip gidiyor. Dünvada azap görüyor
adam veya dünyada iken peygamber efendimiz (a.s.)
devletini kurunca, o imansızları mağlupta edince, hani
çevredeki yahudilerin mallarına el koyup sahabe arasında
ganimet olarak dağıtınca o mallar bu dünyada da onlar için
azap oluveriyor. Bazen şöyle deriz efendim kafir dünyada
azap görmese ahirette görür. Kafirler hem bu dünyada azap
görsün, hem de ahirette azabı görsün. 1759[107]

86- "Allah'a iman edin ve Rasulü ile beraber cihad edin"


diye bir sure indiği zaman, onlardan servet sahibi olanlar,
senden izin isterler ve: "Bizi bırak, oturanlarla beraber
olalım" derler. 1760[108]

87- Geride kalanlarla beraber olmaya razı oldular. Kalbleri


üzerine mühür vuruldu. Onlar (leh ve aleyhlerine olanı)
iyice anlamazlar.
Bülün millet din için harbe gitmişler, geride o münafıklar
kalmışlar. Malları onlara ağırlık yapmış ve kalmaktan
hoşlanıyorlar. Nasıl hoşlanır derseniz. Diyelim ki
köyünüzdesiniz veya bir mahalledesiniz. Mahallede veya
köyde herkes vatan savunması için, din için, iman için
çıkmış. Yalnız kadınlar ve çocuklar kalmış derken 20,
30'unda bir delikanlı caddede nasıl gezer, köyün
sokaklarında, caddede hiç bir özrü mazereti yokken gezmesi
1759[107]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/380-381.
1760[108]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/381.
mümkün değil. Ama bunlar çok hoşnut bir haldeler, bir
yerdede sevinçliler. Peki nasıl güler bu adam. Tıpkı
Sultanahmette bazı deliler var onlar gibi gülerler, adam
hertarafı kapkara, elbisesinin herta-rafı yırtık kir pas
içerisinde millete bakıp hem güler hem gider. Akli dengeyi
yitirince ağlanacak haline bu adam gülüyor. Bu
münafıklarda bulundukları durumdan memnunlar. Niye
memnun? hani arap şair şöyle diyor:
"Alçağa, alçaklık gayet kolay gelir."
Namuslu bir insana "deyyus" deseniz adam küplere biner,
elinden gelse adamı döver. Fakat deyyus bir adama
"deyyus" deseniz adam güler geçer. Alçağa alçaklık kolay
gelir. Bunun örneği diyor arap şairi; Ölüyü ne kadar
dürterseniz dürtün acı veremezsiniz. "Adamın akli melekeşi
dumura uğrayıp anlamaz hale gelince, o yaptığı iştende
memnun olur, gülme tarafına bile gidebilir. İşte ateistler
deliler gibidirler Allah için onların tedavisi için mallarınızı
seferber edin. 1761[109]

88- Peygamber ve onunla beraber iman edenler ise mallan


ve canlarıyla cihad ettiler. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta
kendileridirler.
Ancak, Allah Rasulü ve onunla beraber iman edenler,
mallarıyla, canlarıyla cihad ederler. Hayır olan herşey, güzel
olan herşey onlar içindir. Dünya malının helali ve temiz
olanıda onlar içindir. Sevapta onlar içindir ve kurtuluşa
erenlerde işte onlardır diyor Allah (c.c.). Ayette "müflihun"
derken, yalnız ahirette kurtulanlar değil, bu dünyada da kur-
tuluşa erenler, mallarıyla ve de canlarıyla cihad edenlermiş.
Yoksa mal ve canıyla cihad etmezse insan bu dünyada da
huzursuz olur. Hiç değilse zillet içersinde yaşar. Bingazide
Mustafa Lutfi El Menfeluti, Trablusgarp da düşmanlara

1761[109]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/381-382.
karşı çarpışanlar için yazdığı bir hutbesinde diyor ki: Eğer
harp meydanında, cehpede yiğitçe çarpışarak ölmekten
korkar ve geriye kaçarsanız düşmanlarınız o cephede
kalmaz evlerinize kadar gelir ve sizi alır ellerinizle kabrinizi
kazdırır, sonra canlı canlı toprağa gömer diyor. Can ve
malıyla cihad etmeyen bir adam neticede böyle bir hayatı
yaşamayada razı oluyor demektir. 1762[110]

89- Allah onlar için, içinde ebedi kalacakları, altından


ırmaklar akan cennetler hazırladı, işte büyük başarı budur.
Şimdi bir arkadaşımız diyor ki: Hocam hep altından ırmak
akan cennet diyorsun. Şimdi sarraf adam, sarrafça düşünür,
altınla uğraşanlar, Yahu hocam bu "altın" böyle eriyipte su
gibi mi akıyor diyor. Vallahi hiç böyle düşünmemiştim, ama
sen sarraf olduğun için düşünmüşsün. Tabi öyle değil yani
ağaçların köklerinden, diplerinden, bahçelerde ve parklarda
çiçekler arasından şırıl şırıl akan ırmaklar vardır ya işte o
manaya geliyor. Yoksa maden olan altın değil, işte büyük
başarıda budur diyor Allah (c.c). Hani günümüzde insanlar
hakkında değerlendirme yaparken çok başarılı adamdır
diyoruz. Ne yapmış? Gelmiş İstanbul'a kısa zamanda köşeyi
dönmüş, ne başarılı adam be, filan diyoruz. Bu günün
insanının anlayışına göre bu insan başarılıdır. Doğrudur.
Ama bu başarısı ne kadar sürer, ondan ne kadar
yararlanabilir. Eğer hiç bir engel kalmazsa dünyevi bir
engeli olmazsa ölünceye kadar devam eder ve biter. Fakat o
da nedir 70 sene,80 sene, 90 sene ahiret hayatına göre hiçtir
o, yani sıfır denecek kadar bir rakamdır. Ee orada kaybetmiş
burada kazanmış bu adam şimdi başarılı değildir. Büyük
başarı ahirette cenneti elde etmekdir. Allah'ın (c.c.) dediğide
bu dur. Haramları yiyerek bedenini cehennemde yakmaya
hazırlayan insan başarılı insan değildir. 1763[111]
1762[110]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/382.
1763[111]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/382-383.
90- Bedevilerden özür dileyenler, kendilerine izin verilmesi
için geldiler. Allah'a ve Rasulüne yalan söyleyenler
oturdular. Onlardan inkar edenlere yakında acıklı bir azap
isabet edecektir.
"A'rab" kelimesi bedevi diye terceme edilir. Türkçede çölde,
yaşayan araplara a'rab deniyor. Fakat çölde yaşayan yalnız
araplar için söylenmez. Medeniyetten uzak kalmış herkese
a'rab denebilir, "sana onlara izin vermen için, o özür beyan
edenler yani Ya Rasuîüllah Tebük seferine katılmadık özür
dileriz, şöyle mazeretimiz vardı, böyle mazeretimiz vardı
diyen kişiler. Allah'ı ve Rasulünü yalanlayan ve olduğu
yerde oturup kalan kişiler kendilerine izin verilmesi için
sana gelirler. İşte o kişilere, onlardan kafir olanlara acıklı
azap isabet eder diyor. Yani cehennem azabı onlara isabet
edecektir. Mutlaka onları cehennemin azabı yakacaktır"
diyor Allah (c.c.)- Peki geride kalanlar harbe
katılmayanların hepsi böyle mi..? öyle değil diyor Rabbim
91. ayet-i kerimesinde. 1764[112]

91- Allah ve Rasulü için nasihat ettikleri takdirde zayıflara,


hastalara, harcayacak bir şey bulamayanlara, (cihada
çıkmadıkları için) bir günah yoktur. İyilik edenlerin
aleyhine bir yol yoktur. Allah gafurdur, rahimdir.
Zayıf olanlar, bedenen zayıf olanlar veya bir başka yönden
zayıf olanlar, hasta olanlar ve infak edecek birşey
bulamayanlar. Hani adam çıkmak istiyorda kendine yiyecek
bulamıyor ne yapacak, (bu ikinci yüzü). Yani adam hasta
ama hasta iken diyor ki: (ah keşke şu hastalığı Allah bana
vermeseydi bende gitseydim) etrafındaki insanlara, yahu ne
duruyorsunuz gün bugündür. Allah'ın dinin yücelmesi
günüdür. Böyle bir fırsat kolay kolay ele geçmez. Bende

1764[112]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/383.
hasta olmasaydım bende gitseydim diye insanlara nasihat
edenlerin gidememelerinden dolayı onlara bir günah yoktur
diyor Allah (c.c.). Hani şöyle misal vermiş. İki tane adam
var, ikisi de hasta ve İslam için cihada da katılamamışlar.
Biri diyor ki: "yahu hastalığımda amma isabet etti ha, hasta
olmasaydım cihada gitmem gerekirdi, o zamanda ölürdüm.
Hasta olduğumdan dolayı gitmedim bende günaha girmemiş
oldum. Oh ammada iyi oldu." Bu adam hem geride
kalmıştır, hem hastalanmıştır, hemde bu niyetinden dolayı
cehennemde azabını çekecektir. Öbürüsüde diyor ki: "Aman
ya Rabbi keşke hasta olmasaydım, bende katılsaydım bu
cihada diyor. Bu adam hem gitmiyor, hemde gitmediğinden
dolayı üzüntü duyduğu için sevabım da ayrıca alıyor. Çünkü
peygamber (s.a.v.) sefer esnasında arkadaşlarına demişki:
"geçtiğiniz her vadiden, attığınız her adımdan aldığınız
sevabı, Medine de kalan ve özrü olan kardeşlerinizde
alıyorlar" demiş. 1765[113] Yani cihada gidenler, her
yürüdükleri vadide, her attıkları adımda sevap alıyorlar.
Medine de gerçekte mazereti olupta katılamayan insanlarda
onların aldığı sevabı alıyorlar ama, Medine de kalanların
gönlü onlarla beraber olması kaydıyla, evet daha kimlere
günah yok. 1766[114]

92- Kendilerini (bineğe) bindirmen için gelipde: "sizi


bindirecek bir şey bulamıyorum) dediğinde infak edecek bir
şey bulamamanın üzüntüsünden gözleri yaş akıtarak geri
dönenlere de (günah yoktur).
Bir kısım sahabi geliyor, "Ya Rasuîüllah bizde Tebük
seferine katılmak istiyoruz. Ancak yürümekle oraya
varılmaz, eşyamızı taşıyacak veya bizim bineceğimiz bir
binek ver, bizde katılalım" diye gelenler varya, onlara sende
binek veremedin ya. Yani cihad için hazırlanması
1765[113]
MüsIim,Imara 159,Müsnedi Ahmet 31183
1766[114]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/383-384.
gerekenleri kendileri bulamıyorlar, sende bulamadın. O
takdirde o gidemeyenler için bir günah yoktur. Onlar geriye
dönüyorlar, yani harbe ka-tilamıyorlar ama üzüntülerinden
göz yaşlarını akıtarak geride kalıyorlar ve infak edecek
birşey bulamamanın acısını çekerek geride kalan bu adamlar
için günah yoktur diyor Allah (c.c). 1767[115]

93- Ancak zengin oldukları halde senden izin isteyenlere


(kınamak) için yol vardır. Geride kalanlarla beraber olmaya
razı oldular. Allah'da kalbleri üzerine mühür vurdu. Artık
onlar bilmezler
Peki günaha girenler kendileri zengin oldukları halde, "Ya
Rasulüllah bize izin versen de biz gitmesek olmaz mı"
diyenlerin aleyhlerine yol vardır.
Onlar geride kalanlarla beraber olmaktan hoşlandılar,
Allah'ta onların kalplerini mühürledi ve onlar da hiçbirşey
bilmezler, diyor Allah (c.c). 1768[116]

94- Onlar, geri döndüğünüzde sizden özür dilerler. Deki:


"özür dilemeyin. Size hiç bir zaman inanmayacağız. Allah
bize, sizin haberlerinizi bildirdi. Yakında Allah ve Rasulü
amelinizi görecektir. Sonra gizli ve açığı bilene
döndürüleceksinizde o size yaptıklarınızı haber verecektir."
"Onlar, geri döndüğünüzde sizden özür beyan ederler."
Şimdi Tebük seferinden Efendimiz geri gelmiş, bu sefer
münafıklar sıraya dizilmişler. Vallahi Ya Rasulüllah Özür
dileriz tam böyle çıkacaktım ama şöyle geciktim, böyle
geciktim, şöyle oldu, böyle oldu, hurma ağaçlarım, sularım,
bahçelerim, bağlarım, çeşitli çoluğum çocuğum, hanımım
gözümün önünde tüttü gidemedim. Özür dilerim diyerek
geliyorlar, "sakın özür beyan etmeyin. Biz size katiyyen
inanmayız, özür beyan etmeyin söylediklerinize inanmayız,
1767[115]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/384-385.
1768[116]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/385.
sizin haberlerinizi Allah bize haber verdi. Yani sizin iç
dünyanızı, niçin kaldığınızı, nasıl bir münafık olduğunuzu,
Allah bana ve bize haber verdi" diyor. Bize haber verdi yani
ayet nazil oldu bende öğrendim, benim ashabım da sizin iç
dünyanızı öğrendi. Böyle gelipte yemin billah ederek özür
beyan etmeyin, inanmayacağız sizin dediğinize, sizin
amellerinizi, Allah ve Rasulüde görüyor vede görecek,
gizliyi de açığı da bilen Allah (c.c.) huzuruna geri
döndürüleceksiniz ve o Allah sizin yaptığınız herşeyi, size
teker teker haber verecektir buyruluyor. 1769[117]

95- Onların yanına döndüğünüzde onlardan vazgeçmeniz


için Allah'a yemin edecekler. Onlardan vazgeçin. Şüphesiz
onlar pistir. Kazandıklarının cezası olarak varacakları yer
cehennemdir. 1770[118]

96- Onlardan razı olmanız için size yeınin ederler. Eğer


onlardan razı olsanızda şüphesiz Allah fasik kavimden razı
oimaz.
Size Allah adım vererek yemin ederler. Vallahi de billahi de
derler. Onlardan vazgeçmeniz, yani af etmeniz için size
Allah adını anarak ye-nun ederler. Yani Vallahi ,de şundan
dolayı geri kalmıştık billahide bumdan dolayı geri kalmıştık
ne olur bizi affedin cezalandırmayın diyorlar. Allah (c.c.)
diyorki "onlardan yüz çevirin", yani "affedin" demiyor-da
onlardan yüz çevirin, gerçi "affedin" anlamında da alan
tefsirciler var, onları geçin cezalandırmayın bundan dolayı
ama bilin ki münafıklıklarından dolayı yapmışlardır
manasıda var. Onlardan "yüz çevirin" yani dostluk
gösterisinde bulunmayın, bu mana biraz daha kuvvetli
çünkü ayetin devamı "onlar pistirler" diyor. Hani pisliğe
bakınca insanın yüzü böyle geri çevrilir ya, hoş olmayan
1769[117]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/385-386.
1770[118]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/386.
manzarayı gördüğünüzde içiniz; gözünüz büzülüyor, bütün
vücudunuz bile büzülüyor. Bütün hücreleriniz büzülüyor.
Aynen öyle, onlar pisliktir diyor onlardan yüz çevirin. Bu
manada, onların sığınağı cehennemdir, yaptıkları kötülükler
karşılığı olarak yerleri cehennemdir diyor Allah (c.c.)
Burada münafıklar için "o münafıklar pistirler." Daha önce
geçti bir ayet-i kerimede de müşrikler pistirler diyor. Fatih
Sultan Mehmet Hanın "Fetih name"sini Türkçeye terceme
ettim. 1453 yılında yazmış. Yani İstanbul'u aldığını,
tamamen üstünlüğün müslümanların eline geçtiği müjdesini
veren mektubu "Haber-i Sahih" isimli çok değerli bir tarih
kitapı naklediyor. Orada şunu görüyoruz. Onbeş kadar ayet-
i kerime kullanmış, kafirlere yönelik ayet-i kerimeler.
"Onlara karşı harp ediniz, onlara karşı cihad ediniz, onlar
pisliktirler" ayetlerim verdikten sonra "Cenab-ı Allah'ın
dediği gibi bizde askerlerimizi, toplarımızı tüfeklerimizi,
mancınıklarımızı hazırladık" diyor.
"O kafirlere karşı gücünüz yettiğince, kuvvet hazırlayın"
ayetine uygun olarak kuvvet hazırladık diyor. Yani sözüne
delil olarak ayetlerden getirmiş.
Günümüzde özellikle bir dergide bir makalesinde veya
konferansında İslami bir konuyu anlatacak adam, "Efendim
İskenderin de dediği gibi veya Aristonun ifade ettiği gibi
veya İngiliz yazar filanında söylediği gibi" diyor. Bu,
aşağılık kompleksinden kaynaklanıyor. Yahu onların en
güzeli benim tarihimde var, ayetimde var, hadisi şerifimde
var ve sahabe sözlerinde fevkaladesi var. Ama öyle bir hal
yerleşmişki ülkemizde Çiçeronun dediği gibi derseniz,
aydın müslümansınız, Hz. Ali'nin dediği gibi derseniz
gericisiniz. Hz. Ali ''Söylenene bak, söyleyene bakma"
diyor. Bu arkadaşlar kendi küçüklüğünden batılı bir yazarın
adını kullanarak büyümeğe çalışıyor.Gavurla fotoğraf
çektirmeye can atıyorlar. Bizde küçüklüğümüzü
anlıyoruzda, herşeyden daha büyük Allah (c.c.) kelamına
dayanarak büyümeğe çalışıyoruz. Aramızdaki fark bu. Fatih
Fetihnamesinde bir ona dikkat etmiş, birde "O konstantinin
içersindeki kafirlerle, onların tekfuru" diyor. Tekfurlarından
bahsederken, böyle hani bir pisliği evinizden tutup
atarsımzya, onu atarken halet-i ru-hiyeniz nasılsa aynen o
var. Fatihte kafir insana karşı bakış açısı bu, "bu alçak pislik
zümresi" diyor. "Bunlar İslam ülkelerinin ortasında kalmış
konstantiniye diye bilinen şehrin içerisine dolmuş bu pislik
zümresi bu müslüman halkının ortasında sevgilinin
yanağında çıkmış çıban gibi görünüyorlar. Bunlar dolunayın
içerisinde kara bir leke gibi bulunuyorlar. Bu pisliği
temizlemek bizim görevimizdir" gibi güzel ifadeler.
Allah rızası için kafire bakarken böyle bakılır. Biraz böyle
bakın,hani hayvanat bahçesinde gezerken domuzu
görüyorum bakamıyorum şahsen, diğerlerine bakıyoruz.
Kendi kendime diyorum, Yahu buda bir canlıdır. Ama
bunda inancımızdan kaynaklanan bir iğrençlik var. Domuz
bir Alman çocuğu için hiç iğrenç değildir, domuz Onun için
sevimlidir de. Müslüman, domuza bakarken nasıl
iğreniyorsa, Amerikan devlet başkanı bile olsa, Rus devlet
başkanı bile olsa kafire bakarken bu iğrenmeyi içinde
taşımalıdır. Hucurat suresinde Rabbim "Allah küfrü size
çirkin gösterdi" diyor. Eğer küfür ve kafir gözünüzde çirkin
gözükmüyorsa, imanınızın zayıflığına işaret olunur. Birçok
müslüman Fatih o kafiri Öldürüp pislikten temizlediğinden
dolayı iftihar ediyor ve bir müslüman kardeşine bunu
müjdeliyor. Öbür tarafta günümüzde bir gavurla arkadaş
olmak bazen adama öğünç vesilesi oluveriyor. Rabbim
şöyle buyuruyor: "onlar sizin onlardan hoşnut olmanız için
yemin ediyorlar. Rabbinizde diyorki; Eğer onlardan
hoşlanırsanız onlardan razı olursanız, iyi bilin ki Allah fasık
kavimlerden razı olmaz." Yahu hocam bu adamlar hiç
sevilemezmi yani sevdiremezmiyiz. Rabbim kesin hükmünü
vermiş. "Yahudilerle hristiyanların dinine girmediğiniz
müddetçe bu adamlar sizi sevmez sizden hoşnut olmazlar
diyor 1771[119] Onların yolundan gitmediğiniz müddetçe
sizden hoşnut olmaları mümkün değildir" diyor Rabbim.
Günümüzde de bunu bazı yetkililer ifade ederler. "Yahu bu
adamlarada hiç yaranamadık hala aleyhimize yazıyorlar
çiziyorlar. Halbuki ne kadar gittikte, Vallahi sizinle
beraberiz, billahi sizinle beraberiz" dedilerde yine de diyor
ki; adam, "olmaz bizim dinimize girmediniz" diyor. 1772[120]

97- Bedeviler küfür ve nifakda daha şiddetli ve Allah'ın,


Rasulü üzerine indirdiğini bilmemeye daha uygundurlar.
Allah herşeyi bilen ve hikmetle hükmedendir.
Bedeviler küfür ve nifakta, münafıklıkta en şiddetli
adamlardır. Bedevilerin bir kısmı tamamı değil. Çünkü
ilerde onların içindende çok iyi insanlar olduğunu ifade
edecek Rabbim. Fakat iyi olanlar Allah'a ahire-te iman
ediyorlar, namazlarını kılıyorlar, verdiklerini Allah'a
yakınlaşma vesilesi kabul ediyorlar. Kültürlerini imanla
geliştirmiş kişiler ve sevimli insanlar ama bedevidirler. Yani
Allah'ın Rasulüne indirmiş olduğu Kur'an ahkamını
bilmemede de en cahil adamlar bunlar.
Şimdi bedevinin tarifi yapılmış oldu Bedevi deyince;
arkasına devesini almış devesinin yularını tutmuş kaba saba
bir adam aklımıza getirirler bizim. Bedevi, İstanbul şehrinde
de dünyaya gelebilir. İstanbul'un böyle en saygı değer
mahallesinde büyüyebilir. İstanbul'un en imkanlı ortaokulu
ve lisesinde okulunu bitirir. En gözde üniversitesinden
mezun olur, ondan sonra profesör veya milletvekili olur,
bakanda olur da bedevilikten kurtulamaz adam. Niye
kurtulamaz? Allah'ın, Rasulüne indirdiği ahkam hakkında
bilgisi yoktur. Böylece bedevinin tarifi yapılıyor. Bu bedevi
günümüzde İslam hukukunu bilmiyorsa ki, siz bir çoğunuz
1771[119]
Bakara 120
1772[120]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/386-388.
bilmesenizde inanıyorsunuz. "Rabbim ne demişse doğrudur"
diyorsunuz, en güzelini yapıyorsunuz. Yalnız Öğrenmeye
devam edeceğiz. Berikisi hem iman etmiyor, hem de
bilmiyor adam. Yani "hem kel, hem fodul" diyoruz ya
ikiside var adamda. Bu adam işte bedevidir. Yoksa insanın
bedevi olması için illa bir çölde yaşaması gerekmiyor.
Çünkü Rabbim sıfatım vermiş; hem kafirlikte ve
münafıklıkta en şiddetli, hem-de Allah'ın ahkamını bilmiyor
bu adamlar. Allah herşeyi bilendir.1773[121]

98- Bedevilerden öyleleri vardirki yaptığı infakı (hayrı)


zarar sayar ve size musibetlerin gelmesini beklerler. O kötü
musibet onlar üzerine olsun. Allah herşeyi işitendir,
bilendir.
Bedevilerden bir kısmı Allah yolunda verdiğini sanki bir
ceza veriyormuş gibi kabul eder. Yani zekat ver diyorlar.
Böyle zorlanarak veriyor adam. Yani suçsuzken ceza
veriyormuş gibi bir hal olur onda ve bekleyip dururlar
müslümanların başına bir bela musibet geliversede
kurtulsam falan, ama en kötü musibetler ve belalar onların
üzerine olsun. Tabi "devair" kelimesi, "daire" kelimesi
böyle dönüp dolaşan bela ve musibet için kullanılmış. Yani
"müslümanların başına bela gelmesini beklerler dururlar"
diyor. Yani günümüzde de şu kadar zekat vermelisiniz
denildiğinde "Allah benimle mi kazandı onu" diyor adam.
Bunu vermeyi bir ceza veriyormuş gibi görür. 1774[122]

99- Bedevilerden öyleleri vardirki, Allah'a ve ahiret gününe


iman eder, infak ettiğini Allah'a yakınlık ve Rasulünün
duasını vesile sayar. İyi bilinki bu onlar için yakınlıktır.
Allah onları rahmetine (cennetine) girdirecektir. Şüphesiz
Allah Gafurdur, Rahimdir.
1773[121]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/388-389.
1774[122]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/389.
Ayet-i kerimede o anda ismi geçenler Medine'nin etrafında
kabile hayatı yaşayan yani çöl hayatı yaşayan insanların
içerisinde "öyleleri de var ki; Allah'a iman eder, ahiret
gününe iman eder. Allah için vermiş olduğu şeyleri Allah'a
yakınlaşma vesilesi olarak kabul eder, ve peygamberimize
(a.s.) dua olarak kabul eder, salavat olarak kabul eder. İyi
bilin ki; o Allah yolunda verdikleri, onlar için bir
yakınlaşma vesilesidir." Yani verdiklerimiz bizi Allah'a
yaklaştırır. Allah çok yakın bir zamanda rahmetine
sokacaktır. "Allah mağfiret edicidir." Yani kişinin gü-
nahlarını gizleyicidir. "Allah (c.c.) merhamet edicidir."
Kişilerin azıcık amelleri karşılığında çok mükafatlar,vererek
cennetine koyandır diyor Allah (c.c.) kendisini tarif ederken,
Kur'an-ı Kerim bundan 1400 sene evvel insanını tarif
ederken, günümüz kafirinin veya münafığının veya
müslümanının tarifidir aynı zamanda, Kur'an-ı Kerim'in
üslubunu görüyoruz. Medine veya Tebük seferini filan ben
söylüyorum, yani tefsirlerden alarak. Kur'an, Tebük seferini
demiyor Medine de demiyor. Medine etrafmdeki bedeviler
demiyor o genel isimler kullanıyor, genel kelimeler
kullanıyor. Çünkü 1400 sene evvelinin bedevisi, ikibin
yılının bede-visiyle aynı karakteri taşıdımı tamamdır. Onun
için Rabbim hani peygamberlerin hayatını verirken genelde
şehirlerine, anne ve babalarının ve de doğdukları tarihlerine,
öldükleri tarihlerine önem vermez. Ancak olayın seyrine
önem verir. Çünkü o olay günümüzde de cereyan edecek
kafamız takılı kalmasın oraya diye.
Kendilerinde yararlandığımız hoca efendiler var. Alırlar bizi
sahabe hayatını anlatmaya giderler, veya bir tabiinin
hayatından anlatırlar. Çokta güzel anlattıklarından dolayı
bizi duygulandırırlar. Vatandaş orda kendinden geçer, hoca
efendi de kendinden geçer. Adam kendine gelince şöyle bir
bakar ki, cihad edecek ama, biraz önceki manzarada cihad
eden sahabenin altında deve var, belinde kılıç var, başında
sarık var, ve yürüdüğü yer kumdu, adam kendine geldikten
sonra cami havlusuna veya camiden çıkıyor kapının önüne,
dışarısı asfaltta deve yok araba var, kılmç yok adamların
belinde tabanca var, Vallahi her halde biz o zaman gelsek
iyi olurmuş. Deveye binerdik, kılıncı alırdık harp ederdik
diyor. Fakat ayet-i kerimenin üslubu böyle değil, ayet-i
kerime genelde insanların tavırlarını, söylediklerini
nakleder, vasıtalarını bize nakledmez vasıta mallarınız ve de
canlarınızla der develerinizi demez, mallarınızla der o mal
bugün araba, yarın herkesin evinin balkonuna konmuş heli-
kopter veya diğer uçak olabilir. Belkide bir uzay aracı olur,
yani bunlarla Allah yolunda cihad ediniz. Ayet-i kerimenin
anlamı bu, fevkalade güzeldir. Bu güzellik doğrultusunda
hareket etmeye çalışalım. Rabbi-mizden yardım talep
edelim. Allah yardımcımız olsun. 1775[123]

100- Muhacirlerden ve Ensardan önde gidenler ve iyilikle


onlara uyanlar, Allah onlardan razı olmuştur. Onlarda
Allah'tan razı olmuşlardır. Onlar için, içinde ebediyen
kalacakları ve altından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte
büyük başarı budur.
Allah (c.c.) ashabı kiramın af edildiklerini bu ayet-i
kerimesiyle ifade ediyor. Ashab-ı kiram seçkin bir
topluluktur. Allah onlardan razı olmuştur. Onlarda Allah'tan
razı olmuşlardır. İfadesiyle Allah (c.c.) bizlerin ashaba dil
uzatmamamız konusuna işaret etmiştir. Günümüzde Kur'an-
ı Kerim okumayan ama ben Kur'andan başkasını da
tanımam diyen insanlarımızda vardır. Kur'an okumazlar
okurlarsa da böyle rastgele bir okuyuşla otobüsle giderken
okumayı yeğleyen insanlar vardır. "Ashapta bizim gibi insan
değil mi, onlarda bizim gibi adam değillermiydi..? Niye biz
onların görüşlerine itibar edelim, niye onların dokunul-

1775[123]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/389-391.
mazlığı olsun ki.?" gibi sözler söylüyorlar.
Eğer Kur'an-ı Kerimde ashabın af edildiği konusunda
ayetler olmamış olsaydı, peygamber efendimizin (a.s.)
ashap hakkında çok değerli hadis-i şerifleri olmamış
olsaydı. Bu tür söylenen sözlerin mantıken doğruluğunu
kabul ederdik. Fakat Allah (c.c.) Ensardan ve muhacirlerden
(Muhacir: Mekke'den Medine'ye peygamber efendimiz (a.s.)
talimatı doğrultusunda malını mülkünü evlad ve iyalini
dostlarını yakınlarını bırakarak sırf gayreti diniyyesinden
dolayı Medine'ye hicret eden insanlardır. Ensarda:
Medine'nin yerlileri olup Allah ve Rasulüne iman etmeleri
neticesinde Mekke'den, Medine'ye hicret eden kardeşlerine
iki göz evi varsa birini, iki dönüm tarlası varsa veya iki
dönümlük hurma bahçesi varsa veya iki hurma ağacı varsa
birini kardeşine verebilen insanlara diyoruz. Yani gelenlere
yardım edenler anlamında oluyor.) O muhacirlerle,
Ensardan ilk önce Allah yolunda yarış yapan, müsabaka
yapan ve öncelik hakkını elde eden insanlar, ve onları iyilik
yolunda takip edenler. Yani muhacir ve Ensar'ı takip
edenler, onların izinden gidenler, ama iyilik yolunda onların
izinde gidenler. Hani taklid dinen yasaklanmıştır. Kötüdür.
Ama iyiliği taklid iyidir güzeldir. Hani bir insanda Islami
hizmet gördünüz çok güzel oluyor o hizmet Kur'an ve sün-
net doğrultusunda yapılan bir hizmet gördünüz aynısını siz
kendiniz yapmak istiyorsunuz. Bu bir takliddir. Daha önce
yapılan bir insanın yaptığını yapmanız bir takliddir.
İşte Allah (c.c.) de "ashabı, yani muhacir ve ensarı ihsan
yolunda takip edenler onların yolundan gidenler varya Allah
onlardan razı olmuştur diyor ve onlarda Allah (c.c.) den razı
olmuşlardır.Ve Allah onlar için cennetini altından ırmaklar
akan cennetini hazırlamıştır ve onlar orada ebediyyen
kalıcıdırlar" diyor Allah (c.c.) Ve işte büyük basan büyük
kazançta budur diyor. Bu ayet-i kerimeler bir kaç defa
geçiyor. Her defasında da cenneti elde eden ahirette Allah'ın
rızasını kazanan kullar için söylenmiş bir ifadedir bu
demekki, bu adam başarılı bu adam köşeyi döndü, bu adam
kazandı dediğimizde biz cenneti ve Allah'ın rızasını
kazanmış olan insana bunu dememiz gerekiyor. Yoksa bu
dünyada yapılan hani köşe dönme ile elde edilen başarılar
insana geçici bir mutluluk verebilir, ve de geçici bir rahatlık
kazandırabilir. Ama onunda bir zaman elden çıkıverdiğini
düşünmek veya elden çıkmasa bile insanın kendisi bu
dünyadan çıkacaktır ve o elde ettiklerinden de uzaklaşacak-
tır.
Zaten Tevbe suresinin devamında gelecek sahabe için 117.
ayet-i kerimesinde "o zor saatlerde, zor anlarda Allah
rasulüne tabii olan Muhacir ve Ensar'ın tevbelerini Allah
(c.c.) kabul etmiştir" buyuruyor. Fetih suresinde de Allah
(c.c.) "o hudeybiye müsalahasmda peygamber efendimiz
(s.a.v.) 'in eline ellerini koyarak Ya Rasulüllah kanımın son
damlasına kadar seninle beraber Allah yolunda cihad
edeceğiz diye söz veren ve biat eden 1500 kadar ashaptan
razı olduğunu" ifade eder Böylece ashaba dil
uzatmayacağız. Ashap efendimiz (s.a.v.)'i mü'min olarak
gören kişi olarak tarif edilir. Yani bir adam kafir olarak
görmüş diyelim, efendimiz vefat ettikten sonrada müslüman
olmuş buna sahabe demiyorlar. Sahabeden saymıyorlar.
Bunun efendimizi mü'min olarak görmesi şarttır. Ayrıca
çocuk olarak görmüşse onları saymışlar.
Sahabe hayatını anlatan çok değerli eserlerde yazılmış hani
"el-isa-betü fi Temyizis Sahabe" İbn. Haceril Askalani,
"Üsdül Gâbe." Yani islam vadisinin arslanlan manasında
"Üsdül Gâbe" isimli bir eser yazılmış. İbni Sa'd tarafından
da "Tabakat"da birçok sahabenin hayatı verilmiştir. Biz
peygember efendimizin arkadaşlarından yirmibeş bine yakı-
nının nerde doğduğunu, nerde öldüğünü nasıl hizmetlerde
bulunduğunu, ne zaman müslüman olduğunu, hangi
hadisleri rivayet ettiğini biliyoruz. Gözünüzün önüne şunu
getirin 1400 sene evvelinde bir olay olmuş, efendimiz
peygamber olarak görevlendirilmiş ve ona yardım eden in-
sanlardan 25 bin tanesinin nerde doğup Öldüğünü, hangi
hadisleri peygamber efendimizden duyduğunu kaç yaşında
vefat ettiğini hangi senede müslüman olduğunu, hangi
harplere katıldığını biliyoruz.
Günümüzde şöyle elli sene, altmış sene evvel ölen
adamların en yakın silah arkadaşlarını araştırmaya
koyuluyorlar da büyük çoğunluğunu çıkaramıyorlar. Yani
günümüzdede herşey yazılıyor, bilgisayarlar devreye girdi,
kağıt kalem bol miktarda var, yazanlar çizenler var. Fakat
ashabın ve ondan sonra gelen tabiinin göstermiş olduğu bu
dikkat tarih boyunca dünyanın hiçbir medeniyetinde
gösterilmemiş. Yani diyelim Amerikanın vurulan devlet
başkanı Kennedy'nin en yakın arkadaşlarıyla ilgili kitap
yazılsa, görüştüğü tanıştığı 25 bin, hatta daha fazla yakını,
çevresi, amiri, memuru, bilmem neyi vardır bunları
hayatlarıyla birlikte çıkartamazlar. Yani sahabe ve ondan
sonra gelen tabiinin, yani imam-ı Ebu Hanife çağında
yaşayan insanların yaptığı hizmet varya, dünya tarihinde
eşine rastlanmayan bir hizmettir. Sahabenin hiç birine dil
uzatmayacağız. Günümüzde (Türkiyede de vardır) mesela
Hz. Muaviye (r.a.)'a dil uzatmaktan zevk alan insanlar
vardır. Peki uzatınca ne olacak yahu hak geri gelmiyorki.
Hz. Hasan veya Hz. Hüseyin geriye gelmiş olsa, yani biz
onların aleyhine konuşmakla onlar geriye gelmiş olsa
amenna, gelen bir şey yok. Alimlerimiz bu konuda hani
Kerbela konusunda Hz. Ali ile Hz. Muaviye (r.a.) arasında
geçen bu olay hakkında çok güzel ifedeler buyurmuşlar,
"Onlar kılıçlarını kana buladılar biz dillerimizi kana
bıılamayalım" diyorlar, ehli sünnet bir orta yol tutmuş. Ehli
sünnet olmasının özelliği burdadır, güzelliği hurdadır. Hz.
Ali'yi fazla severler yalnız onu söyleyeyim. Ehli sünnet Hz.
Ali'yi (r.a.), Hz. Muaviye (r.a.)'den fazla severler ve burada
da hata etmezler. Çünkü Hz. Ali, ilk müslümanlardandır.
Hz. Ali, efendimiz (s.a.v.)'ın yeğenidir. Hz. Ali, peygamber
(s.a.v.) damadıdır. Fatıma validemizin kocası, ciğerparemiz
Hz. Hasanla, Hz. Hüseyinin babasıdır. Efendimizin (s.a.v.)
yanma çocukken girmesi daha küfrün pisliği ile
pislenmeden efendimize teslim olması İslamın bize saf
şekilde gelmesinde büyük etkisi olmuştur. Kur'an-m
anlaşılmasında, bize nakl edilmesinde, hadislerin nakl
edilmesinde, İslamın saf haliyle bize ulaşmasında büyük
etkisi olmuş. Hz. Ali'yi fazla sevmemiz Hz. Muaviye (r.a.)
'a sövmeyi gerektirmiyor.
Bizim Ehli sünnet insanımız orta yolu şöyle bulmuşlar.
Anadoluda birçok insanımızın adı Hasan Ali'dir. Bir
çoğunun adıda Ömer Ali'dir. Orta yoldur bu aslında, yani
hem Ömer'i severiz, hem de Ali'yi severiz demektir bu.
Hepsine olan muhabbetimizi beyan etmek için isimlerimize
bile onları nakş etmişlerdir.
Bu Tevbe suresinin 100. ayet-i kerimesi yine Tevbe
suresinin 117. ayet-i kerimesi ve Fetih suresinin 19 ve 20.
ayet-i kerimeleri ashabın "Allah tarafından af edildiğini ve
onlardan Allah'ın razı olduğunu, onlarında Allah (c.c.) den
razı olduğunu" ifade eden ayet-i kerimelerdir. Ashap
arasında mutlaka farklılık vardır. Hani bu konuda hadisi
şeriflerde vardır. Mesela bir ifadede ashabın derece
bakımından en aşağı olanı demişlerdir. Derece bakımından
ashabın en alt derecede olanı daha sonra gelenlerin en üst
derece olanından üstündür diye ifade vardır. Yani evli-
yaullahtan birine Öyle demişler, "Efendim zatı alinizi biz
sahabeden biri gibi görüyoruz" demişler. Demiş ki
"Evliyanın en büyüğü sahabenin en küçüğünün atının
ayağından çıkan toza denk olamaz" demiş. Peki ne
özellikleri var denirse. Yahu dünya bir tarafta peygamber
(s.a.v.)'a düşman ve efendimiz tek başına, yani siz beş
milyar insana karşı bir peygamber gönderildiğini düşünün,
1400 sene öncesindesiniz ve O, peygamberim diyor. "Allah
beni peygamber olarak gönderdi" diyor ve insanların bütün
yanlışlarına karşı el kaldırıyor ve diyor ki "ben onu de-
ğiştireceğim" ve siz beş milyar insanın yanında değilde,
peygamber efendimizin (a.s.) yanında yer alıyorsunuz bu
demektir ki, beş milyar insandan gelebilecek bütün zararı
göğüsleyeceğim. Malıma, canıma, namusuma gelebilecek
olan bütün bela ve musibeti ben Allah için göğüsIüyorum
diyorsunuz. Ve sahabe bunu yapmış, zaten onun için ayet-i
kerimede inmiş yani, "onlar o zor an varya, o zor anda Allah
rasulüne tabii oldular, onun içinde Allah (c.c.) onları afetti"
diyor. Eğer bizde onların yolunda yürürsek onların komşusu
oluruz.1776[124]

101- Çevrenizdeki bedevilerden münafıklar vardın Medine


halkından da nifaka alışkın olanlar vardır. Onları siz
bilmezsiniz. Onları biz biliriz. Onlara yakında iki defa azap
edeceğiz. Sonra büyük bir azaba döndürülürler.
Etrafınızdaki bedevilerden olan münafıklar, ve Medine'nin
ahalisinden olan münafıklar, nifakta devam ettiler, nifaka
alışkanlık meydana getirdiler. Yani münafıklık onların huyu
karakteri oldu. Sen onları bilmezsin diyor. Yani münafıklık
öylesine vücutlarına, karakterlerine, davranışlarına sindi ve
öylesine kendilerini gizlediler ki, sen onları bilemezsin,
onları biz biliriz. Yakında biz onlara iki kere azap
çektireceğiz, azabı tattıracağız. "Onlara iki kereden" kasıt
demişler 1- bu dünyada münafıklıkları ortaya çıkacak, yani
Allah (c.c.) peygamberimize bildirecek, filan münafıktır,
filan münafıktır diye bilgi verecek. 2- böylece münafıklar
müslümanız diye geçinirken Medine devletinden almış olf
vnrHımi ardan mahrum olacaklar ve böylece iki defa azabı
görmüş olacaklar bunlar. Sonrada büyük azaba gönderilirler

1776[124]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/391-394.
diyor Allah (c.c.) Hani "yalancının mumu yatsıya kadar
yanar" diyorlar. Bakara suresinin ilk birinci sahifesinde
geçtiği gibi münafık kendisi gibi şeytan adamlarla bir araya
geldiklerinde ise biz onlarla dalga geçiyoruz. Biz sizlerle
beraberiz diyorlar. Ama sonra üçüncü sahifede devam eden,
ayet-i kerimelerinde ve ondan sonra devam eden ayet-i
kerimelerde, onların münafıklıktan elde ettiği dünyevi çıkar,
geceleyin yıldırım ışığında insan ne kadar yararlanıyorsa
işte bunların çıkarları bu dünyada bu kadar olduğunu
açıklıyor. Yani geçici bir ışıklanma, geçici bir faydalan-
madır. Birgün o da kesiliverir. Çünkü Allah (c.c.)
münafıkların kimler olduğunu peygamber (s,a.v.)'a
bildirmiştir. 1777[125]

102- Diğerleri günahlarını itiraf ettiler. İyi amelle kötüsünü


birbirine karıştırdılar. Belki Allah onların tevbesini kabul
eder. Şüphesiz Allah mağfiret ve rahmet edicidir.
Özellikle bu konu Tebük seferinde belirginleşir. Peygamber
efendimiz ashabına "haydin Tebük seferine katılıyoruz.
Gücü yeten, imkanı olan katılsın" buyurduğunda,
münafıklar çeşitli bahanelerle gitmediler. Bunların
içerisinde gerçekten mü'min olan insanlarda vardı. Onlar ha
bugün gideriz, ha yarın gideriz, ha şu hurma ağaçlan tam
olgunlaşmıştı, bunlanda toplayıverelim Öyle çıkarız,
diyerek geride kalanlar, sonrada "yahu Allah Rasulü çok
uzağa gitti yetişemeyiz, zaten sahabede bu olayda yeterli"
dediler. Yani harbi kazanırlar gibi iyi niyetlerle geride
kalanlar vardı. Onlar iyi amellerle kötü amelleri karıştırdılar
ama, gelip Allah Rasulüne itirafta bulundular. "Ya
Rasulüllah hiç bir bahanemiz yoktu biz hata ettik" diye
Tebük seferinden dönüşte efendimize durumu bildirdiler.
Ama münafıklar; Ya Rasulüllah Vallahi gönlümüz seninle

1777[125]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/394-395.
beraberdi ama şöyle, şöyle sebeplerden dolayı (bahçeye
kuyu kazacak-tım tam yarıya kadar inmiştim, onun için
gidemedim. Hurmayı ağacından indirecektim, onun için
gidemedim) diyorlar. Peygamberimizde onların
mazeretlerini kabul eder gibi görünmüş. Fakat afva
uğramamışlardır. Çünkü gitmeme sebepleri münafıklıktan
kaynaklanıyordu. Umulur-ki Allah onların tevbelerini kabul
eder, af eder. "Allah merhamet edicidir." "Allah günahların
üzerini örtücüdür" diyor Allah (c.c). Yani iyilikle kötülüğü
birbirine karıştıran bu tertemiz sahabeden oraya gitme-
yenler, Tebük seferine katılmayanlar, ama efendimize "Ya
Rasulüllah hiç bir mazeret ileri süremeyiz, bizi nefsimiz
alıkoydu bu işte biz Allah'tan affımızı talep ederiz, bizim
için de dua et" diyen sahabenin de af edileceğine
işarettir. 1778[126]

103- Mallarından sadaka alki onları temizleyip arındirasın


ve onlara dua et. Muhakkak senin duan onları yatıştırır.
Allah işitendir, bilendir. 1779[127]

104- Bilmedilermi ki, Allah kullarından tevbeyi kabul eder,


sadakaları alır ve Allah tevbeleri çok kabul edendir,
merhamet edendir.
Bu ayet-i kerime efendimize, "onların mallarından
zekatlarını al veya sadakalarını al, o malları almak suretiyle
onları temizlersin, hem mali olarak temizlersin hemde ruhi
yönden onları temizlersin ve onlar için dua et. Bu ayet-i
kerime bir mü'minin diğer mü'mine dua etmesine delildir.
Ayrıca peygamber efendimize emir var "onlar için dua et
senin duan onlar için bir huzur kaynağıdır" diyor.
Yani bir mü'min diğer mü'min kardeşi için dua etmeli. Hatta
şöyle denmiş, "günah işlemediğin ağızla dua et." Denilmiş
1778[126]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/395-396.
1779[127]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/396.
ki yahu günah işlemedik ağız bizde yok ki, nasıl yapalım
bunu? demişler ki; başkasına iyilik yap, o da senin için
"Allah razı olsun" derse, sen onun ağzıyla günah işlemedin
ya, işte bu günah işlemediğin ağızla dua etme budur
demişler. Yalnız daha önce bir ayet-i kerimenin 1780[128]
tefsirinde söylemiştim. Hz. Aişe validemizin prensibi tabi,
ayetin ruhuna uygun. Yapılan iyilikten sonra "dua et, dua
et"...demiyor. Mesela bizde bir gelenek halindedir. Birimize
"yahu ben bu iyilik karşılığında ne yapabilirim?" diye
sorulsa, sizde diyorsunuz ki "dua et canım, dua et" diyorsu-
nuz. Dua etmek yaptığınızın karşılığını almak demektir. Biz
karşılığı Allah'tan bekleriz, duadan değil. Peki, o dua
ederse? etsin o ayrı, ama siz söylemeyin. Bir dua eden hani
bir kardeşimiz bize bir iyilikte bulun-, muş, o iyiliğine karşı
biz ona dua edelim. Biz iyilikte bulunmuşuz o kendi
arzusuyla bize karşı dua etsin ama "benim için dua et"
demeyin.
Mesela bir dostunuz hacca gidiyor, biraz para bulunsun
yanında diyor sunuz. Biraz riyal veriyorsunuz, hayrınıza
verdiniz. Ondan sonra diyor sunuz ki, "Arafatta benim için
dua et" demeyin, bunu yaptığınız bir iyi Hğe karşılık
istemeyin. İyilik yapmadığınız birine benim içinde düa e
dersiniz. İyilik yaptığımıza "düa et" dersek ne olur? Hiç
birşey olmaz.
Bu ayette efendimiz (s.a.v.)'ın o geride kalan samimi
müslümanla için dua etmesini Allah (c.c.) efendimize emr
ediyor "onlara dua et, se nin duan onlar için huzur
kaynağıdır. Huzur verir onlara, sükûn verir diyor. "Allah
herşeyi bilendir, Allah herşeyi işitendir." Yani onların yii
reğindekini bilir. Sana gelipte işte şu sebepten dolayı
gidemedik diyen ler, gerçekten samimi olarak mı
söylüyorlar, seni kandırmak için rr söylüyorlar? bunu bilir.

1780[128]
insan süresi ayet 9
Seninde duanı işitir. Onlar bilmiyorlar mı ki A] lah
kullarının tevbelerini kabul eder.. 1781[129]

105- Deki: (dilediğinizi) yapın, Allah, Rasulü ve mü'minler


amelinizi görecektir. Yakında gizli ve açığı bilene
döndürüleceksiniz. size, yaptıklarınızı haber verecektir.
Tebük seferi uzunca anlatıldı, daha da anlatılmaya devam
edilece: yani bu bir iki sahife daha bu konuyu işliyor sure-i
celile. Geçmişte b olayın nakledilmesi değil bu geçmişte bir
olay nakl edilerek günümüze müslümanlar islami
faaliyetlere yürürken geride kalanlara uyandır b "Yahu
bunlar başarılı olamaz başaramazlar düşman pek güçlü.
Kafir gözü pek açık. Yani böyle bir ortamda yapacakları
birşey yok" diyeni re bir uyarıdır bu. Buna benzer bir olay
îmam-ı Ebu Hanife zamanını Zeyd. b. Ali isimli Hz. Ali
(r.a.) soyundan gelen şanlı bir yiğit o güni Emevi
hanedanına demiş ki "sizin bu yaptığınız İslama uygun
değildiı Yani devlet yönetiminiz İslama uygun değil bilakis
zıttır. Düzeltini halinizi düzeltmezseniz biz düzeltiriz
demişler ve baş kaldırmışla Bunlar tutmuşlar İmam-ı Ebu
Hanife Hz. lerinide da'vet etmişler "Sen katıl bize" demişler.
Bizim Hanefi fıkhına göre, Kur'an-ı Kerimin a kam
ayetlerini tefsir eden Cassas, Ahkam-ül- Kur'anında bize
bilgi ol rak verir. İmam-ı Ebu Hanife Hz. leri mektubu almış
ve demiş ki "az; mz, çok azsınız, doğmadan
boğulabilirsiniz. Bu kadar güce karşı, bu k çük güçle karşı
durulması mümkün değil size katılmıyorum" dem Şimdi
burasını günümüzde bir kısım müslümanlar malzeme olarak
ki lamyorlar. Bak diyorlar o zaman Hz. Zeyd b. Ali (r.a.)
kıyam hareket: başlatıyor. Bunun üzerine İmam-ı Ebu
Hanife Hz. leri malının yarış yardım olarak gönderiyor.
Şimdi daha önce kabul etmeyişi istişaredeki fikrini

1781[129]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/396-397.
beyandır. Yani katılmıyorum diye fikrini beyan etmiştir.
Ama karşı taraftaki değerli insanlar tabiin büyükleridir. O
zamanda İmam-ı Ebu Hanife Hz. leri düşmanın gücü ne
olursa olsun mü'minin yanında yerini almıştır. Malının
yarısını ki, çok zengin olduğu, söylenir. Fakat rakam
verilmiyor, malının yarısını yardım olarak gönderdi
diyorlar.
Yani yeryüzünün neresinde olursa olsun Allah için, Rasul
için, yani İslam dini için kıyama kalkmış bir insan,
gerçekten güven verici bir samimiyeti yüreğinde olduğunu
hissettiğimiz an, sayısı bir tek bile olsa ona yardım eli
uzatılacaktır. Geri kalınmayacaktır, hesap yapılmayacak vay
efendim bu bir tek kişidir. O zaman peygamberimize kimse
yardım etmemesi lazımdı, birtek kişidir diye. Onun
ümmetinden bir tek kişi kıyama kalkmışsa, o bir tek kişinin
samimiyeti ele alınacaktır. Ve ona ondan sonra yardım eli
uzatılacaktır. Geri kalınmayacaktır.
Ve birde kafirlerin ve münafıkların yaptıkları çok iyi
gözetlenecektir. Bu ayet-i kerime bize onunda işaretini
veriyor. 105. ayet-i kerimedeki onlara hani "ne yaparsanız
yapın ama, Allah sizin yaptığınız amelleri görüyor"
buyuruyor. Yani kafirini de, münafığını da böyle denetim
altında gözetim altında tutacaksınız. Hareketlerinden
haberdar olacağız. Yani Anadolu ifadesiyle şu İstanbul
şehrinde oturan müslümanlar, bu İstanbul şehrinde yerin
altındaki yılanların hareketinden haberdar olmalıdır.1782[130]

106- Diğerleri Allah'ın emrine havale edilmişlerdi. Ya


onlara azap eder, ya tevbelerini kabul eder. Allah bilendir,
hükmedendir. 1783[131]

107- Zarar vermek, inkarı yaymak, mü'minler arasında


1782[130]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/397-398.
1783[131]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/398.
tefrika çıkarmak, daha önce Allah ve Rasulüne harp açanın
(yolunu) beklemek üzere mescit edinenler var. Onlar "bizim
iyilikten başka bir isteğimiz yoktu" diye yemin ederler.
Allah şahiddirki onlar yalancıdırlar.
"Mescidi Dırar", Dırar Mescidi Türkçe "zararlı mescid"
diyelim. Kafirler, Roma Kayzer'inden de destek alan
münafıklarla birlikte Medine'nin kenarında mescid yaparlar.
Aslında bu, bugünün ifadesiyle "yabancı güçlerin haber
alma örgütü" olarak kurulmuş. Fakat müslümanların gözünü
boyamak için o haber alma binasının üzerine "mescid" tabe-
lasını asmışlar.
Ayet-i kerimenin tefsirinde Roma Kayzerinin desteği var
diyor. Gassan emiri Cebelenin desteği vardır. Bu mescidin
içerisindeki münafıklara ve bunun öncülüğünü yapan yine
Medine'nin etrafındaki, gerçekten hristiyan ilim
adamlarından birisidir. Medine'nin kenarına mescid
yapıyorlar orada münafıklar bir araya geliyorlar. Efendimize
de diyorlar ki "Ya Rasulüllah içimizde ihtiyarlar ve yaşlı
olanlar var, hasta olanlar var, cemaatle namaz kılmayı arzu
ederler ama, zat-ı alinizin Mescid-i Nebevisine gidip
gelmeleri onlara güç oluyor, zorluk oluyor. Onlarda camiide
cemaatle namaz kılsınlar için bizde Medine'nin kenarında
bir mescit yaptık, ne olur birgün lütfedip oraya gelip
mescidimizde bir namaz kılarmısınız..? Teberrüken yani, siz
orda namaz kılacaksınız ondan sonra orası bereketli olacak
bizde orada namaz kılmaya devam edeceğiz" demişler.
Efendimiz (s.a.v.) demiş ki "Tebük seferine katılıyoruz
Tebük seferinin dönüşünde görüşürüz" demiş. Tebük seferi
dönüşünde Allah (c.c.) bu ayet-i kerimeyi indiriyor.
Zarar vermek için mecsid edinenler, ve küfrü
yaygınlaştırmak için mescid yapanlar, mü'minler arasını
parçalamak için mescid yapanlar, daha önce Allah ve
Rasulüne harp edenleri gözetlemek için zararlı mescid
yapanların hepsi gelirler ve yemin ederler. "Vallahi biz bunu
iyi niyetlerle yaptık, billahi de biz bunu iyi niyetlerle yaptık.
Yani biz ihtiyarlarımız, sakatlarımız, burada namaz kılsınlar
diye yaptık" dediler ama o mescidi yapmanın gayesi;
müslümanlara zarar vermek.
Münafıkların münafık olduğu belli değil ya. Burada bir
mescid yapılmış o mescide katılan müslümanlar da var.
Şimdi oraya katılan müs-lümanlarla Mescid-i Nebevi deki
müslümanlar cemaat olarak birbirinden ayrıldılar. Birde
Allah'a ve Rasulüne harp eden insanlara karşı kulak vazifesi
görüyorlar. Rasathane ne yapar, Rasathane gökyüzündeki
yıldızları, ayı, güneşi gözetler. Bunlarda Allah Rasulünü ve
ashabını gözetleyip Roma Kayzerine, Gassan emirine
haberler ulaştırıyorlar ve Mekke'deki ve çevredeki
peygamberimizin ve dinimizin düşmanı olan kişilere bilgi
sızdırıyorlar. Yani haber alma örgütü olarak kurulmuşlar.
Ama örgütün binasının üzerine Mescid tabelasını
asıvermişler.
Efendimiz zamanında hem hocalık yaparlarmış, hemde
mescid yaparlarmış. Günümüzde mescid yapmıyorlar pek.
Mevcut mescitleri din aleyhinde kullanmak için gayret
gösteriyorlar. Bu söylediklerimle belirli şahısları göz önüne
getirmeyin, yani filan şahsı kast ediyor. Filan adamları kast
ediyor değilim. Genelde şahıslar geçici devam eden şey,
sistem denen şeydir. Sistem zamanla kurulurken; bu camiler
kanalıyla da insanlara kendimizi tanıtır, yine camiler
kanalıyla biz dini insanların gözünden düşürürüz diye
hesaplar yapmıştır. Ama hesaplan çok yanlış çıkmıştır.
Allah'a çok şükür çok değerli gayretli hocalarımızın bu
milleti uyarması neticesinde hesaplar yanlış çıkmıştır.
Bazı araştırma eserlerde yayınlandı. Bu son 150 senelik
zaman içerisinde Türkiye de kurulan kolejler, yani
avrupanın kurmuş olduğu kolejler; Mesela Kayserinin
hemen yukarısında Talas'da kolej kurmuş, Harputta kolej
kurmuş ve güneydoğu illerimizde kolejler kurmuş bu
adamlar, İstanbul'un göbeğinde Robert kolejini kurmuş, ve
halen devam eden çeşitli kolej ve liseler var. Çok insani
niyetlerle kurmuşlar ama neticede, nereye o müesseseleri
kurmuşsa, o milletin canına okumuşlar, o müesseseler
vasıtasıyla.
Hani Cezayir'de, Fransız harbinde görüyoruz ki, kızılhaç
yardım malzemesi götürüyor, ama içerisinde Fransızlara
silah götürüyor. Yani böylesine çok iyi insani niyetlerle
kurulu müesseseleri bilen küfür, kendi doğrultusunda
kullanmasını gayet iyi biliyor. Onun için dikkat edeceğiz.
Bu kafirlere hiçbir şekilde aldanmamaya gayret edeceğiz.
Yani Amerika gelse de dese ki; "biz sizin için İstanbul
şehrinde kendi paramızla dünyanın en büyük Camisini
yapıvereceğiz" derlerse kabul etmeyin. Kabul etmeyiz
hocam bizim elimizde ne yetki var ki, yardımların birçoğu
yetkili ve etkili yerlere geliyor ama 1928 yılında
Amerika'nın Boston kentinde Bizansı ihya Enstitüsü
kurulmuş.
Yani bu Fatih Sultan Mehmet'in çökerttiği köhne Bizans'ı
yeniden diriltmek için bir enstitü kurulur. Ve Enstitünün ilk
başkanı olarak o günün Türkiye Cumhuriyeti başkanına,
hükümetine yazı yazar. Ayasofya-mn bütün masraflarını
yüklenmek üzere tamirini yapmak istiyorum bütün para bize
ait der. Bizimkiler avantayı bulunca cup girmişler. Ve adam
gelmiş 1932'den 1934'e kadar tamiratını devam ettirmiş ve o
Wit-temore denen adam buradayken o günün
cumhurbaşkanı ile görüşüp, Ayasofyanın camiden müzeye
dönüştürme kararını aldırmış.(Bak, Prof.Semavi Eyice,
Ayasofya 20-21, Yapı ve Kredi yayınları istanbul 1986)
Kasap koyuna ot veriyorsa bu sevdiğinden değildir. 1784[132]

108- Hiçbir zaman onun (zararlı mescidin) içinde (namaza)

1784[132]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/398-400.
durma. İlkgünde temeli takva üzerine kurulan (Küba)
mescid içinde (namaza) durman elbette daha layıktır. Orada
öyle erkekler vardır ki onlar temizlenmeyi severler.
AHah'da temizlenenleri sever.
Çünkü Küba mescidi namaz kılmak için yapılmış bir
mescid. Takva üzerine kurulmuş tur. Mescidi dırar ise fesat
üzerine kurulmuştur. Öyle olunca takva üzerine kurulan
mescidde namaz kılmak öbüründen daha hayırlıdır. O takva
üzerine kurulan Küba mescidinde öyle yiğit insanlar var ki
onlar temizlenmeyi severler, bedenende, ruhende kirden,
pislikten, imansızlıktan ve şirkten, beladan, yalandan
gıybetten, iftiradan temizlenmeyi severler. Öbürleri ise
pislikten zevk alırlar. "Allah çok temizlenenleri sever"
buyuruyor Allah (c.c).
Küba mescidi tuğlalardan yapılıvermiş efendimiz
Mekke'den Medine'ye hicret ettiğinde Küba denilen vadiye
geliyor orada bir müddet konaklıyor ve orada Küba
mescidini yapıyor. Hacca gidenler bilir. Medine de ben
şahsen yürüdüm, 45 dakikada vardım. Gerçi şimdiki hali
çok güzel, yeni bir bina oturtularak yapılmıştır. Hattını da
güzel hat yazılarıyla tanıdığımız şehrimiz İstanbul'un çok
saygı değer hattatlarından, Hasan Çelebi yazmış. Allah
hayırlı bereketli uzun ömür versin. Mesaj olarak, tuğladan
veya çamurdanda olsa takva üzere kurulan mescidde namaz
kılmak, böyle som mermerden, som altından yapılmış,
zararlı, nifak üzerine kurulmuş, mesciddeki namazdan daha
hayırlıdır. Tercihimizi ona göre yapacağız. Şimdi burada şu
hatıra gelebilir. Hocam, günahkar bir kadın mescid yaptırdı
burada namaz kılınır mı kılınmaz mı? Veya avrupadan
kiliseler birliği, Türkiye de cami yapmak üzere, müslüman
kardeşlerimizden birine para verip, "git cami yap"dese.
Bunlarda namaz kılınırını? kılınır. Yönetim onların elinde
değil, yani yönetim müslü-manlarm elinde olmalıdır.
Burada karşı durulan mescidin zatı değil, karşı durulan
yönetimdir. Orada münafıklar faaliyet yürütüyorlar. Ve
onlar söz sahibidir. Beri tarafta ise müslümanlar
hakimdirler. Müslümanlar söz sahibidirler. Yani müslüman
alıp müslüman yapar, müslüman kendisi yönetirse ve başka
özel bir şartta bağlanmazsa namaz kılınır.
Hocam bu kafirler Cami yapmak için mü'mine yardım eder
mi? Eder niye etmesin? kafir mü'mine yardım eder. Tıpkı
deniz kenarında balıkçının oltaya yem atıp balığı beslediği
gibi. Balıklar hep birden se-vinirlermiş ulan bu kenarda
oturan adam ne iyi adam be. Tabii ki sonlarını
görememezlikten dolayı.
Kendisine olta atan adam için, bize hep yem atar, diye
sevinirlermiş balıklar. Çok iyi adam, çok cömert adam,
avucundan yediriyor bana, diye kuzuda kasabı pek
severmiş. "Kasab et derdinde, koyun can derdinde" derler.
Kasap onun etini sever aslında. Adamda balığın etini sever
oltaya yakalanıncaya kadar. O onun farkına varmaz. Onun
için kafirin elinden, yakalanacak şekilde birşey almamaya,
alacaksak bile güçlü olarak almaya dikkat edelim. Yani
kafirin elindeki haramdır diye birşey yok, güçlü oldumu
müslüman güçlü iken alır. Harp esnasında alınıyor ve
alınanlarla mescidde yapılıyor ve nıüslümanlarda rahatlıkla
yiyorlar, onu kullanıyorlar ve onların mülkü oluyor. Yani
bir mal kafirin elinde olduğundan dolayı pislik kazanmaz,
necasettik olmaz onda, zatı necis değil onun, o malın alış
şekli onu necis yapar. Çalmak onu pis yapar, gasp etmek
onu pis yapar. Hukukuna uygun bir şekilde almakla pis ol-
maz. 1785[133]

109- Binasını Allah korkusu ve Allah rızası üzerine kuran


mı hayırlı? yoksa binasını, yıkılmak üzere olan bir kenarın
ucuna kurup, onunla cehenneme yıkılan mı? daha hayırlı?

1785[133]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/401-402.
Allah zalim kavine hidayet vermez. 1786[134]

110- Yaptıkları bina (mescid) kalbleri parçalamncaya kadar,


kalblerinde bir şüphe olarak kalacaktır. Allah bilendir,
hükmedendir.
Kalplerinde bir şüphe üzere o binayı yapanların, binaları
devam eder, ancak kalpleri parçalanınca, o müstesna.
"Bunların kalpleri parçalanmadıkça" yani ölmedikçe manası
vermişler veya mü'm inler tarafından bunların bu zulmüne,
bu yaptığı ihanetine, bu başka güçler adına, haber almak
işinden vazgeçmek için, onların canına kıymadıkça bu
adamlar, bu yaptıkları kötülüklerden vazgeçmezler devam
ederler.
O binalarını bir şüphe üzere kurdular acaba müslümanları
kandıra-bilirmiyiz. Acaba kafir tarafından, Roma Kayzeri
tarafından mükafatlandırılabilirmiyiz. Onların getirdiği
güçlerle, bunlara galip gelebilirmi-yiz diye. Kesinde değil,
kanaatlerini şüphe üzerine kurmuşiardır. Peki bunların yola
gelmesi biraz zor, ancak ölüm bu kalplerindeki fesadı, kini
giderebilir. "Allah herşeyi bilendir." "Allah hükmedendir."
Bakara suresinin başında anlatılmıştı. Bakaranın ilk
girişinde, Mü'minler beş ayetle anlatılmış, kafirler iki ayetle
tanıtılıyor. Münafıklar onüç ayetle tanıtılıyor. Adam mescid
açıyor, adam sakal uzatıyor, adam şalvar giyiyor, adam sarık
sarıyor, adam bizden fazla rükûda, secdede üçten fazla
subhanerabbiyela'la diyor ama iç dünyasında ise inanmıyor.
Bu adamla işimiz biraz daha zordur. Onun için Rabbim
bunları çeşitli yönden fotoğraflarım çekip veriyor bize iç
fotoğrafları tabiiki nasıl davranırlar, nasıl konuşurlar, nasıl
yemin ederler, zor günlerde nasıl kaçarlar, ganimet
günlerinde nasıl koşarlar. Bütün bunları haber veri-yorki
günümüzde de buna benzer durumlarla karşılaşıyoruz.

1786[134]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/402.
Özellikle siyasette olur bunlar. Partinin ayağı sallanmaya
başladımı, "hani bir ge-midelindimi önce fareler kaçarmış
ya" öylece kaçmaya başlarlar. Hafif güçlenmeye başladımı
da hemen oraya doluşmaya başlarlar. İktidara kim gelecek
olursa onlardan da yararlanalım diye adamlar devamlı gün-
düz başka tarafta, gece başka tarafta görülüyorlar. 1787[135]

111- Allah, cennet karşılığında mü'minlerden canlarını ve


mallanın satın almıştır. Allah yolunda harbederler.
Öldürürler, öldürülürler. Tevrat, İncil ve Kur'an da hak
olarak yaptığı bir (cennet) va'dîdir. Allah'dan daha çok
sözünü kim yerine getirir? O halde onunla yaptığınız bu
alışverişe sevinin. İşte büyük başarı budur.
Hani "filan adam büyük tüccar" diyorlar, nerden biliyorsun
bu adamın büyük tüccarlığını? diyorum. "Diyor ki birinci
eldir." Yani Türkiye'nin en büyük iş adamı olan filanın
ürettiği malı, birinci elden bu adam alır.Yani bu ikinci
adamın büyüklüğü ticaret yapmış olduğu kişinin
büyüklüğünden geliyor. Amerika'daki filan müessesenin
veya Japonya'daki filan fabrikanın malının Türkiye'deki
distiribütörü bu adamdır diyorlar. Bu adamın büyüklüğü
doğrudan temasa geçtiği için, alışverişi onunla yaptığı
içindir.
Peki öyle ise müslümanlara deniliyor ki; En büyük ticareti
siz yapın. Fakat Türkiye ve dünyanın en zengin adamı ile
doğrudan ticarete girseniz bile büyük adam olamıyorsunuz.
Çünkü bütün bu zenginleri sermaye sahiplerini yaratan
Allah (c.c.) 'dür. Bize denilmiştir ki, ticaretiniz. Allah'la
olsun. Allah'ın yarattıklarıyla ticaret yapın, ama büyük ti-
caret yapmak istiyorsanız, Allah'la olsun. O'nunla ticaret
nasıl olur? Onunla can ve mal verilip karşılığında cennet
alınır. Yani bu dünyadaki ticaretle ne alınır. Aldığınızı ne

1787[135]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/402-403.
kadar yiyebilirsiniz, dünyanın bütün tatlı yiyecekleri
elinizde olsa mide sınırlı, fakat devamlı yenebilecek ve sonu
gelmeyecek bir hayatı almanın yolu mal ve canı Allah
yolunda vermektir. Peki bu verilen bizim sermayemiz mi?
Yok o da değil, buna şöyle misal vererek anlatılır. Baba
oğluna sermaye veriyor, ondan sonrada baba oğluna diyor
ki; bak şu malı verdim ki, şundan bana şu kadar ver demiş.
Zaten senin malıyın aslı ananm ve babanındır. Bu olay
babanın oğluna iyiliğidir aslında. Allah (c.c.) daha
merhametlidir. Çünkü babalardaki merhameti yaratan O dur.
Yani merhamet yüz parçaya ayrıldı, diyor peygamber
efendimiz, bir parçası yeryüzüne indirildi. Babanın annenin
yavrusuna olan merhameti, kedinin yavrusuna olan
merhameti, tavuğun civcivini korumak için arslana karşı
kanat çırpması o merhametin dağıtılmış şeklidir. Ama Allah
(c.c.) yüzde doksan dokuzuyla Ahirette mü'minlere
merhametle muamele edecektir.
Rabbimin merhameti daha fazla Rabbim can vermiş evvela,
sonra mal vermiş, sonrada demiş ki bunları bana ver ben
sana cennet vereyim. Onun için Allah (c.c.) ile alışveriş
yapmaya gayret edelim. Peki nasıl olacak bu dilde
söylemesi kolay. Rabbim devam ediyor. "Allah yolunda
harp ederler, kafirleri öldürürler, öldürülürler."
Günümüzde bir kısım arkadaşlar bu cihad faaliyetini hafife
almışlar peygamber efendimizin bir hadisini kendilerine
delil olarak almışlar. Efendimiz Bedir harbinden dönerken
ashabına demiş ki. "Küçük cihaddan büyük cihada
dönüyoruz" demiş. Şimdi bu hadisi bir kısmı inkar
ediveriyor. Bunlara tepki olsun diye, yani bu asker
kaçaklarına tepki olsun diye bu hadis doğru değil diyorlar.
Hadis Hatibi bağdadi tarafından "Tarihi Bağdat" isimli
eserinin onüçüncü cildinde 7345 sıra no da hayatı anlatılan
Vasıl b. Hamzanın rivayeti olarak kaydedilmiştir.Ehli bilirki
zayıf hadisler uydurma hadisler gibi değildir. Ancak bu
hadisi kendi isteği doğrultusunda yorumlayanlannki
yanlıştır. Efendim bizim ci-hadla ilişkimiz yok niye biz
büyük cihadla meşgulüz. Elimizde teşbihimiz var,
namazımız var, dükkanda işimiz var, işimizi yaparız,
paramızı kazanırız. Akşamleyin evimize geliriz namazımızı
kılarız, zikrimizi de yaparız. Büyük cihad bu, biz bunu
yapıyoruz diyorlar. Bunlara şöyle denir: hadis ne zaman
söylenmiş düşünsenize, efendimiz bizzat küçük cihadı
yapmış, sende bir yap canım, şu imansızın zararını biryoket.
Islah olanlar ıslah olsun, ıslah olmayanlarda defolsun gitsin,
ondan sonra geç büyük cihada. Yok o imansızlara bütün
yönetimi devrediyor. Ondan sonrada kapıları kapatıyor "ben
büyük cihadla meşgulüm" diyor.
Allah cennet karşılığında onların mallarını ve canlarını alır.
Şimdi Allah bu vaadini kesinlikle yerine getirir. Öyle ise bu
alışverişinizden dolayı birbirinizi müjdeleyin buyuruyor
Allah (c.c). İşte büyük başarı büyük kazanç budur diyor.
Biraz önce geçmişti böyle bir ayet-i kerime yine geldi. Yani
büyük kazanç, köşeyi dönme bu işte. Mal verip can verip
karşılığında cenneti elde etmektir. 1788[136]

112- Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, seyahat


edenler,(oruç tutanlar) rüku edenler, secde edenler, iyiliği
emr edenler, kötülüğü engelleyenler, Allah'ın sınırlarını
koruyanlar, (işte bu) mü'minleri müjdele.
Fatiha suresinde "Ya Rabbi yalnız sana ibadet
ederiz."diyoruz. Yalnız Allah'a hamd edenler yalnız Allah
için secde edenler , ilim için seyahat edersiniz, ticaret için
seyahatte bulunursunuz, ama ticarette Allah rızası için
olacaktır. Kafirlerin iyi veya kötü hallerini görüp ona göre
tedbir alabilmek için seyahat edilir. Tarihi olayları yerinde
incelemek için seyahat edilir. Ama hepsi dine hizmet etmek

1788[136]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/403-405.
gayesiyle, seyehat edenler rükû edenler, secde edenler,
iyiliği emr edenler, kötülükten alıkoyanlar, Allah'ın
hadlerini koruyanlar, Allah'ın haddi hudud dediğimiz
hududu Türkçede kullanırız biz "sizin köyle bizim köy
hudud" deriz. Yani sınırı anlamında. Allah'ın (c.c.) bir
hududu vardır.
Helal sınırı ile haram sınırını belirleyen sınırı vardır. Yap
dediği yapma dediği şeyler vardır. Biz yap dediklerini
yerine getireceğiz. Yapma dediklerinden kaçınacağız. Bunu
yaptıkmı Allah'ın haddini korumuş oluyoruz. Yani İslam
hukukunu korumak bizim görevimiz. Mü'minin sıfatlarından
bir tanesi İslam hukukunu korumaktır. Korumak derken
böyle Kur'an-ı Kerimi iyi bir kap içersine koyup, evin en
yüksek yerine asmak değil, tatbikata koymak gerek. Allah'ın
hududunu korumak, onun tatbikata geçmesini sağlamaktır.
Böylesi mü'minlere cenneti müjdele diyor Allah (c.c).
Başkalarının yolundan veya filanın izinden gitmek olmaz.
Onların plan ve programlarına uymak değil Ancak senin
çizdiğin yolda yürürüz. Sana itaat ve ibadet ederiz. Kim
bunlar? Hamdedenler. Ayetin manasında "İslam için oruç
tutanlar, seyahat edenler" diyor. İslam için seyahate teşvik
ediyor. "Deki onlara; "yeryüzünü şöyle bir dolaşın, Allah'ın
dinini yalanlayanların sonu ne oldu? bir görün. Bir
zamanların en güçlü devleti "Roma'nın" yerinde yeller
esiyor, Fatih gelmiş, bu pisliği temizleyivermiş. Yani
gezmenin manası ibret için olmalı. Burada Tevbe edenler ,
Tevbe etmek Rabbe yönelmek manasınadır. Yani "Tevbe ya
Rabbi, Tevbe ya Rabbi, Tevbe ya Rabbi" değil kelimenin
kökü kişinin Rabbine dönmesi manasınadır. Tevbe
kelimesinin yapısı itibariyle Türkçe karşılığı "dönüş
yapmak" bu dönüşü dillede ifade etmek yani "dönüşüm sana
ya Rabbi, sana dönüyorum Ya Rabbi." Yani arada bir işim,
aşım, eşim, seni bana unutturuyor. Hani işinizle
meşgulsünüz unutuyorsunuz derken "Tevbe Ya Rabbi"
diyorsunuz, bu bir dönüştür. Namaza geliş, işten Rabbe
dönüştür. Bu bir tevbedir aslında.
Derken işte alışveriş yaptınız geç kaldığınız anda
"Estağfirullah" ve "Sübhanallah" veya "Elhamdülillah"
demeniz Rabbe dönüştür. Yani insana Allah (c.c.) unutma
nimetini vermiş, unutmada bir nimettir. Unutma eğer
olmamış olsaydı hayat bir zindan olurdu. Öyle ya annenizin
ölüsü hiç hatırınızdan çıkmıyor. Babanızın, kardeşinizin,
amcanızın, dayınızın trafik kazası veya sizi bazı çok üzen
olaylar var, o gözünüzün önünde hiç gitmeden dursa işte o
zaman hayat bir cehenneme dönüşüverir. Onları
unutuyorsunuzda rahat ediyorsunuz, onun için unutmakta
Rabbi-min nimetlerinden bir nimettir demişler. Eğer hiç
unutma olmamış olsaydık, devamlı Allah'ı hatırlamış
olsaydık, Allah zaten o özelliği bize vermiş olduğundan
dolayı bizim hatırlamamızın önemi olmaz. Çünkü Allah
(c.c.) hep kendisini hatırlama özelliği vermiş bize, o
zamanda o özellik bizden değil. Rabbimden bize verilmiş ve
onunda değeri olmazdı, ama işi sevip işe, aşı sevip aşa, eşi
sevip eşe doğru yönelinip, o esnada "bu işimi, bu aşımı, bu
eşimi veren Allah (c.c.) dır" diye onu hatırlamak ona
dönmektir. Onun için bu en büyük tevbedir demişler.
Tabiiki tarihimizde bizim seyahat edenler çok önemlidir.
Birçok se-yahetnameler yazılmış. Mesela en meşhuru
Türkiye'de Evliya Çelebi Seyahatnamesi, şu anda efendim
ülkelerdeki vilayetlerdeki bölgelerdeki ilmi faaliyetler
nasıldır diye biri bir araştırma yapacak olsa "Evliya Çele-
binin Seyahatnamesini" okuyacaktır. Oralarda yönetim tarzı
nasıldı diye bir doktora tezi verseler, orada ekonomik durum
nasıldır diye bir araştırma yapacak olsa, Evliya Çelebinin
seyahatnamesini okuyacaktır. Oralarda insanlar arası
münasebetler nasıldır. Köprüler, hanlar, hamamlar, saraylar
yani sosyal tesisler nasıldır diye bir araştırma yapacak
olsanız yine Evliya Çelebi seyahatnamesi okunacaktır.
Tarihimizde Arapça olarak yazılmış seyahatnameler vardır.
İbn Ba-tuta seyahatnamesi gibi. Bunlar gitmişler görmüşler
gördükleri yerlerde devlet başkanlarının, komutanların,
alimlerin, halkın her yönünü görebildikleri kadarıyla
yazmaya çalışmışlar ve bize de aktarmışlar. Örnek olsun
diye kötülerin hayatım yazmışlar, onları yapmayasınız diye,
yani kötülüğü misallendirmişler şu adam, şu kötülüğü yaptı,
şöyle bir netice aldı, gibi kötülüğü önlemek için misal
olarak anlatılmıştır. Kültür tarihimizde en büyük seyahati
yapanlar hadiscilerdir. İmam-ı Buhari (r.a.) Buhara
kentinden çıkmış Mısır'ı, Suriye'yi, Irak'ı, Mekke ve
Medine'yi ve orada yaşayan hadis alimlerini gezer ve
onlardan onların Sahabeden, Tabiinden rivayet ettiği
hadisleri onlardan alırlar. O seyahatin neticesinde Kur'an-ı
Kerimden sonra efendimizin hadislerinin bize nakl eden en
değerli kitap olan Buhari, Müslim, Tirmizi, Nese-i, Ebu
Davud, İbn Mace, İmam-ı Malik'in Muvatta-i, Ahmen ibn
Hanbel'in Müsnedi, diğer mücemler ve müsnedler toplanmış
ve bize kadar nakl edilmiştir. Buda seyahatlerin neticesinde
elde edilmiş hadis kitaplarıdır.
Tefsir kitaplarında da öyle, Endülüste dünyaya gelen bir zat,
ta Mısır'a kadar ilim için geliyor ve orada epeyce bir ilim
öğrendikten sonra, Endülüs'e dönüyor. Mısır'dan Endülüs'e
kadar gidiyor. Mısır'dan Azerbaycan'a gidiyor. Yani böyle
bir ilim alışverişi ancak seyahatlerle müm-kin olmuştur.
Allah (c.c.) da mü'minlerin sıfatlarından bir taneside seyahat
edenler diyor. Dinimizin çok uzak ülkelere yayılmasında
birinci rolü tüccarlarınız üstlenmişlerdir. Hani Malezya'ya
biz ordular göndermedik, Filipinlere ordular göndermedik,
ama oralara kadar İslamı götürenler müslüman tüccarlar
olmuştur. Onlarda bu seyahatin neticesinde hem ticareti
halletmişler, hemde İslam'ın oralara kadar ulaşmasını temiş
etmişler.
Bunu günümüzde daha da iyi anlamaya başlıyoruz. Şu anda
Kazakistan'a, Azerbaycan'a, Türkmenistan'a, Tacikistan'a,
ve Moskova'ya, ve Kiev'e, Ukrayna'ya, çeşitli yerlere din şu
anda da tüccarlar eliyle gitmeye başladı. Yani oralara mal
satmaya giden insanlar oralarda görüştükleri
insanlarla hemen bir araya geliveriyorlar, müslüman
olduklarını söyleyi-veriyorlar. O tarafta dayım
müslümanmiş, dedem müslümanmış, veya bizde
müslümanmış iz gibi sözlerle başlıyor ve biraz daha samimi
hava oluşuncada çeşitli İsîami hizmetlere sebep oluyor o
görüşmeler. Gidişimizde gördük. Almanya'da İslamiyetin
gelişmesi hızlı ama, Hollandamn küçük olması nedeniyle
tahmin ederim ki neticeyi daha çabuk alacaklar işçilerimiz.
Yani Hollandamn müslümanlaşmasını bizde görürüz gibi
geliyor. Çünkü birçok kiliselerini satın almışlar, camiye
çevirmişler. Hollandamn nüfusunun az olması hanımlarının
doğum yapmaması, türk işçilerininde doğuma biraz hız
vermeleri neticesinde bir gün gelir oranın nüfus yoğunluğu
müslümanlar tarafında fazlalaşınca o zaman yönetimi ele
alırlar, hatta belediyelerde encümen azalığına seçilen çok
müslümanlarımız var. Belediye encümen azasıdır. Büyük
bir vilayette sakalıyla, şalvarıyla müslümanları temsil eden
encümen üyeleri vardır. Zamanla çoğunluk ellerine geçince
yönetimide ellerine alacaklardır.
Polis teşkilatına hızla giriyor. Müslümanlar hemde şuurlu
olarak giriyorlar, burayı elde edelim parası bol diyorlar.
Fabrikada işçi olarak çalış-maktansa polis olarak orada
çalışalım diyerek oraya giriyorlar. Ve işin hesabını yaparak
giriyor çoğunluk. Hani yahudiler dinine çok bağlı deriz ama
Hollanda'nın başkentin de birtek sinagogları var, yani
havraları var. Onuda işçilerimiz bastırmışlar parayı satın
almışlar. Haham biraz satmam demiş ama parayı gözünün
önünde birkaç defa gösterince beraber, zaten cemaat yoktu
demiş satmış bizimkilere. Bizimkilerde çok güzel cami
yapmışlar kıblesi de tam düz böyle eğri büğrü değil. Onlar
Kudüs'e döndüklerinden hiç yön değiştirme yapmadan
kıblesi de çok düzgün düşmüş ve Mekke-i Mükerremeye
doğru Kabeye doğru yöneliyorlar ve namazlarını öylece
kılıyorlar.
Bu arada oralara gelen mesela Bulgaristandan gelenler
olmuş onlarla görüştük. Bulgaristandan İslami cemaatların
lideri durumunda arkadaşlar, öğretim görevliliği yapmış,
gazetecilik yapmış olanlar. Dedilerki "vallahi birçok din
görevlimiz düne kadar Bulgar polisiyle çalışırdı. Bulgar
polisinin hizmetindeydi hocalarımız, düne kadar, Jivkof un
yıkılışına^ kadar polis olanlar imamlığa seçilirdi. Veyahutta
imamlığa seçilenleri polis yaparlardı. Yani polisle
irtibatlıydı. Gizli polisle irtibatlıydı ama mayası
müslümanya diyor o zamanki hizmetinde de ikili oynamış.
Yani Bulgar polisinin nasıl çalıştığını çok iyi bildiklerinden
şu anda da dinine çok iyi hizmet ediyorlar diyor. İslama çok
iyi hizmet ediyorlar. Yani fevkalade gelişmeler var.
İnşaallah çok iyi alışveriş, çok iyi gelişmeler olacak bu
gelişmelere sebep yine başlangıçta ekonomik, yani
işçilerimizin oraya gidişleri fakirlik nedeniyle çalışmak için
gittiler. Karınlarını doyurduktan sonra gönüllerini
doyurmaya başladılar. Bu seferde camii yapıp dernek
kurmaya başladılar, çeşitli dernekler kurmuşlar ayrı ayrı
arkadaşlar, ayrı ayrı gruplardan cami açmışlar. Birbirlerine
düşman gibi görünselerde Islamı vaşamada ve tanıtmada
yarış halinde olmaları nedeniyle o ayrılık bile Almanya'da,
Hollanda'da Fransa'da, faydaya dönüşüvenyor. Rekabet et-
meleri daha kaliteli din hizmeti sunmaya sebeb oluyor. Kim
daha kaliteli hizmeti sunarsa onun safında insanlar
birikecek, onların maddi desteklen oraya akacak, onun için
Türk çocuklarına sen daha fazla hizmet edeceksin, ben daha
fazla hizmet edeceğim, cemaati böyle kazanacağım dıyede
bir yarışa girmişlerdir. 1789[137]

113- Onların cehennem yaranı oldukları, onlara belli


olduktan sonra, yakınları bile olsa, peygamber ve
mü'minlere müşriklere istiğfar yapması yaraşmaz.
Bu 113. ayet-i kerimede müşrik insanların cehennemlik
olduğu Allah tarafından açıklandıktan sonra, yakın akraba
bile olsa, o müşrikler için istiğfar edilmemesini, anlatan
ayet-i kerimedir bu. Velevki yakın akrabada olsa diyor
Rabbim, yani müşrik olan, yani İslama inanmayan bir kişi,
ister anne olsun, ister baba, ister oğul, ister kız, ister dayı,
ister amca ve ister ne olursa olsun onlar için istiğfar
edilemeyeceğini Rabbim bu ayet-i kerimesiyle haber vermiş
bize Peygamber (s.a.v.) da amcası Ebu Talib için dua
etmekten alıkonmuştur. Çünkü müşrik olarak öldüğünden
amcası için dua etmemesi istenmiş peygamber
efendimizden. 1790[138]

114- İbrahim'in babası için istiğfarı, babasına verdiği soz


üzerinedir. Onun, Allah düşmanı olduğu İbrahim'e belli
olunca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz İbrahim yanık yürekli,
yumuşak huyludur.
Daha önce buna benzer bir ayet-i kerime geçti. 80. ayet-i
kerimesinde münafıklar için istiğfar etmemesi gerektiği
etsen bile fayda vermez, onlar için ister istiğfar et, istersen
etme. Onlar için 70 kere istiğfar etsen Al-
lah katiyyen onları af etmeyecektir buyuruyor. Yani
kafirlere ne kadar dua ederseniz edin af edilmeyecektir
diyor orada. Burada ise istiğfar etmememiz isteniyor. Peki
hatıra şu gelebilir. Allah (c.c.) Kur'an-ı Keriminde haber
veriyor İbrahim (a.s.) babası için dua etmiştir. Şuara sure-
sinde "Ya Rabbi babam sapıklardandı ne olur babamı af et"
1789[137]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/405-409.
1790[138]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/409.
diyor İbrahim (a.s.) Müşrik olan babasına dua ediyor.
Rabbim ona cevap olarak diyor ki yani hatırınıza böyle
birşey gelirse mesela müşrikler için dua etmeyin en yakın
akrabanız bile olsa. Peki ama İbrahim (a.s.) babası için yaptı
diye sorarsanız cevap veriyor.
İbrahim'in babasına olan istiğfarı, af talebinde bulunması
babasına vermiş olduğu bir vaadden dolayı. Babasına
İbrahim (a.s.) demişti ki: "Babacığım ben senin için Allah'a
istiğfarda bulunacağım" demişti Meryem suresinin 47. ayet-
i kerimesinde Rabbim böyle haber veriyor. Birde
Mümtehinen'in 4. ayet-i kerimesinde "Ben Allah'a senin için
istiğfarda bulunacağım" diyor İbrahim (a.s.) Babası da diyor
ki; "eğer bu imandan vaz geçmezsen, İslamdan vaz
geçmezsen, bu peygamberlik davasından vaz geçmezsen
seni taşlarız."
"Ateşle yakarız" diyor babası, ona karşı İbrahim (a.s.)'da
"baba yanlış yoldasın ama ben senin için Rabbime istiğfarda
bulunacağım" dedi. O vaadini yerine getirmek için diyor.
İbrahim (a.s.) "babamıda af et Ya Rabbi" diyor. Dua ettiğini
ama ne zamanki İbrahim (a.s.)'a açıklandı, babası Allah için
düşmandır, Allah düşmanıdır, o zaman ondan uzaklaştı ve
dua etmekten de vazgeçti. "Mutlaka İbrahim yanık yürekli
ve yumuşak huyludur" diyor Allah (c.c.) İbrahim (a.s.) için
birkaç defa kullanılmış bu Kur'an-ı Kerimde bir başka ayet-i
kerimede Lut'a (a.s.) inanmayan o ahlaksız toplumu,
melekler cezalandırmak için görevlendirildiğinde, İbrahim
(a.s.) yine onlarada "Ya Rabbi bunlara bir fırsat tanı" diye,
yani helak etme diye dua etmiş. Tabi dua kabul
edilmemiştir. Onlar için Rabbinin sözü hak olmuştur ve
onlar cezasını çekecektir dedikten sonra Rabbim böyle
diyor. "Mutlaka İbrahim yanık yüreklidir, yumuşak huylu-
dur. Rabbine yönelmiş bir insandır" diyor Rabbim. (Hud 74)
Yani İbrahim (a.s.)'m duası öğülüyor,yanık yürekliliği,
yumuşak huy-luluğu öğülüyor. Yanık yüreklilik şudur
günahkar veya müşrik bir insanı gördüğünde yüz çevirmek
değil, onun o haline üzülmektir. Üzülürseniz fayda
verirsiniz, o adama üzülmezde Allah kahretsin derseniz, o
adama fayda vermeniz mümkün değil ama yanıp
yakılmanız, bu insan böyle olmamalıydı derseniz işte o
zaman ona faydalı olursunuz. O insanda etki meydana
getirir. O insan size karşı güvenir ve sizin dediğinizi
tutabilir.1791[139]

115- Allah, hidayete erdirdikten sonra, sakınacakları şeyleri


açıklamadan, bir kavmi sapıtmaz. Şüphesiz Allah, herşeyi
bilicidir.
Yani Kur'an-ı Kerimde "hidayeti verende Allah'tır. Delaleti
verende Allah'tır", ayetleri var. Allah dilediğini saptırır,
dilediğini hidayete erdirir, İslama kavuşturur diyor ayet-i
kerimede. O ayet-i kerimelerin, bir yerde açıklaması
mahiyetinde onu şöyle anlıyor bazıları, zaman içerisinde
bazı gruplar demişlerki, vallahi mü'min olmakta, gavur
olmakta, bizim elimizde değil Allah'ın elindedir. Delil
olarak bu ayet-i getirmişler. Allah dilediğini saptırır gavur
yapar, dilediğini imana sokar. Ama bir ayet-i açıklamak
diğer ayetle olur diye bir kaidemiz var. Yani ayeti ayetlerle
açıklayacağız diyoruz. Rabbim bir başka ayet-i kerimesinde
de "kim İslam yolunu seçerse hidayeti isterse, kendi için
hidayete ermiş olur." "Kimde sapıtırsa ancak kendi zararına
olarak sapıtır." 1792[140] Yani kişinin kendi iradesiyle yaptığını
ifade ediyor. Kişiye hidayeti Rabbim veriyor neyi nasıl
yapacağım da öğretiyor. Yani peygamber ve kitap
gönderiyor ondan sonra kişi iradesiyle saparsa sapar, o
zaman sapıklardan olur o kişi. Mutlaka Allah herşeyi
bilmektedir buyuruyor. 1793[141]

1791[139]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/409-410.
1792[140]
İsra 15
1793[141]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/410-411.
116- Şüphesiz göklerin ve yerin mülkü Allah'a aittir. O
diriltir, O öldürür. Sizin için ondan başka dost ve yardımcı
yoktur.
Şimdi "mülk Allah'ın" diyoruz biz çokta kullanırız. Hatta
bazı evlerde "Ya Malik -el- mülk" yazar. Bazı seramiklerin
üzerinde "mülkün sahibi Allah'tır" yazar. Bazılarında latin
harfleriyle Türkçe olarak "Mülk Allah'ındır" diye
yazdırmışlar kapının üzerine birazda biz oturalım desen
olmaz diyor adam. Yahu sen Allah'ın kuluysan bizde
Allah'ın kuluyuz. Birazda biz oturalım diyecek olsan o
zaman tapusunu göstermeye kalkar tabii ki. Mülk
Allah'ındır diyoruz biz. Öyle ise mülk üzerinde söz sahibi o
olmalıdır. Bir taraftan Mülk Allah'ındır diyoruz. Yani
toprağı yaratan O, gökyüzünü yaratan O, güneşi yaratan O,
bizi yaratan O ama bu mülk üzerinde söz Allah'ın değil.
Birkaç tane arkadaşın, birkaç tane hukukçunun koymuş
olduğu kurallarla biz yönetilmek istiyoruz. Allah'a isyanın
başlangıcı buradan başlıyor zaten, Mülk Allah'ın deme
mecburiyeti var zaten, çünkü kendisi yaratmıyorya, öyle
olunca başkası yaratıyor, O başkasına, müslümanlar Allah
(c.c.) diyor. Öyle ise mülk Allah'ın ama, bu mülk üzerinde
bizim sözümüz geçer, diyen adamlar zorbadırlar. Asıl zorba,
despot insanlar, hakka tecavüz eden zalim insanlar. Onun
için, "Allah'ın indirdiği ile hükm etmeyenler zalimlerin ta
kendisidir" diyor. Maide suresinin tefsirinde
1794[142]
geçmişti. Zalimdir onlar, niye? sınırı aşmıştırlar.
Allah'ın koyduklarıyla değil adil olmak yerine kendi
koyduklarıyla insanlara zulm etmektedirler. 1795[143]

117- Muhakkak Allah, peygamberide afvetti, içlerinden bir


kısmının kalbleri kaymak üzere iken, zor saatte ona uyan
1794[142]
Maide 45
1795[143]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/411-412.
Muhacir ve Ensar'i afvetti. O, onlara çok şefkatlidir,
merhametlidir.
Tebük seferine katılan mü'minler var, katılmayan mü'minler
de vardı. Bu ayet oradan bahsediyor.Bu zor günlerde
peygambere tabii olan muhacirden ve ensardan olanlar var,
muhacir Mekke'den Medineye hicret eden deniliyor.
Ensarda Medine nin yerlisi olup hicret edenlere yardımda
bulunanlara diyoruz. Onları Allah c.c. afvetti, ama
Peygamber efendimizin ne kabahati vardıki peygamberide
afetti diyor. Bize bir uyan olsun diye. Bir kısım insanlar Hz.
Isayı fazla sevmelerinden ilahi aştırmaya gitmişlerdir.
Onlar, aşın muhabbetten olmuştur o kadar, fazla sevmişler
ki, "bizim peygamberimizin hata etmesi mümkin değil"
diyerek, bir gün gelmiş bu ilahtır demişler. Böylelikle aşırı
sevgiden ilahlaştırarak küfre girmişlerdir. Onun için
Peygamber efendimiz, "hnstiyanların Meryem oğlu İsa yi
övdükleri gibi beni övmeyin. Bana Allanın kulu ve Rasulu
deyin" âlyor. 1796[144] Onun için biz "Muhammed Allanın
kulu ve de elçisidir" diyoruz. Burada Rabbim Peygamberin,
muhacirin ve ensarın günahlarını af etti diyor.
Peki peygamber efendimizin zellesi neydi? Tevbe suresinin
43 ncü ayetin tefsirini yaparken peygamber
efendimize(s.a.v.) "onlara niçin izin verdin diye bir ayet-i
kerime nazil olmuştu. Yani Tebük seferine katılırlarken
Peygamber efendimiz, izin vermesinden dolayı azarlanıyor.
Peygamber efendimiz diyorki gücü yeten herkes Tebük
seferine katılacaktır. Derken birisi gelmiş vallahi Ya
Rasulüllah bundan dolayı şundan dolayı' ben gidemem.
Peygamber efendimizde izin veriyor sen gelme diyor. İzin
vermeyince ne olacak? o münafık yine çıkmayacak, ama
çıkmayıncada peygamberin emrine muhalefet etmiş olacak,
ve münafıklığı ortaya çıkacaktır.

1796[144]
Buhari, Enbiya 48
İşte Rabbimiz izin verdiği hatasını af etti peygamber
efendimizin ve muhacirin, ensarın ve geride kalan samimi
müslümanların. On tane kadar, hele hele üç tanesi, özellikle
üç kelimesiyle ifade edilmiş. Onlarıda Allah (c.c.) af
etmiştir. Çünkü Allah merhametlidir, Allah
1797[145]
şefkatlidir.

118- (Harpten) geride kalan üç kişiyi de afvetti. Geniş


olmasına rağmen yeryüzü onlara dar gelmişti. Canlan
kendilerini sıkmıştı da, Allah'dan yine Allah'a sığınmaktan
başka çare olmadığını anladılar. Tevbe etmeleri için Allah
onları afvetti. Şüphesiz Allah, tevbeleri çok kabul edendir,
merhamet edendir.
Daha geride kalan üç kişiyi af etti buyuruyor Allah (c.c.) Üç
kişi Ka'b b. Malik, Hilal b. Ümeyye ve Murare b. Rabia
isimli sahabeler, hiç bir mazeretleri yok. Tembelliklerinden
dolayı Tebük seferine katılamamışlar.
Hatta Ka'b b. Malik, şöyle anlatıyor: Maddi durumum
iyiydi. Peygamber efendimiz, "haydi sefere" dedi. Ben
dedim ki, benim durumum yerinde, tam gidecekleri gün
harekete geçsem hazırlanırım dedim, hazırlık yapmadım.
Ama onlar harekete geçtiler, ben attı, arabaydı derken,
Medine'de katılamadım onlara. Onlar yola çıktılar. Sonra
bende, yahu arkadan varmak Peygamber (s.n.v.) görmek,
utanmak gibi bir şeyler düştü içime, derken kendi
tembelliğimden ben bu işe katılmadım. Tabi Tebük
seferinden efendimiz başarıyla geri döndü. Münafıklar bunu
hiç beklemiyorlardı. Ve herkes özür dileyerek peygamber
efendimizin huzuruna vardı, "vallahi ya Rasulüllah şöyle
şöyle sebeblerim vardı, hanımım çok hastaydı, benim
karnım ağrıyordu, başım ağrıyordu hastaydım" gibi. Herkes
mazeret sürerek, yemin billah ettiler.

1797[145]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/412-413.
Tarihçilerimiz efendimiz bunların söylediklerin inanmış gibi
kabul etti. Yani inanmış göründü. Üç tanesi gelmişler
"vallahi ya Rasulüllah hiç ileri sürecek mazeretimiz yok.
Bizimki tembellikten olmuştur. Ne lazımsa cezasını çekelim
ya Rasulüllah dedi. Peygamber efendimiz dediki "bunlarla
konuşmayın" hatta selam bile alıp vermediler. Bu elli gün
devam etti diyor. Hatta 40. gün olduğunda peygamber
efendimiz hanımla-
rina haber göndermiş, "Kocalarınızla beraber aynı döşekte
yatmayın" buyurdu. "Allah Rasulünden ikinci bir emir
gelinceye kadar hanımımı babasının evine gönderdim"
diyor.
"Fakat dünya bize dar geliyor. Hatta ayet-i kerimede dünya
bu kadar geniş olmasına rağmen yeryüzü dar geliyordu"
diyor. Hani Türkçede bir atasözü vardır. "Çarık ayağı
sıkmişsa yolun geniş olmasının ayağa faydası yok" derler.
Hani ayakkabınız ayağınızı sıkmış her taraftan yara yapmış.
Bakıyorsunuz yol gidişil, gelişli çok geniş ve bu yolda
yürüyorsunuz. Yolun genişliği ayağınıza hiç faydası yok,
yeryüzü geniş ama insanlar, insanlarla mutlu olurlar. En
yakın hanımınız, dine olan bağlılığından dolayı, size karşı
tepki gösteriyor, çocukluğunuzdan beri arkadaşınız olanlar,
size selam verip, almıyorlar ve yeryüzü dar geliyor.
İslamın cezalandırma sistemlerinden bir taneside budur.
Yani toplumun tepki göstermesi ve kişinin emire bağlılığı
burda belli olur. Peygamber efendimize bağlılık burda
ortaya çıkmıştır. Bütün sahabe o en can ciğer olan
arkadaşlarına selam alıp vermemişlerdir. 50 gün devam
etmişKa'b şöyle devam etti: "Dama çıktım birşey
bekliyorum, hergün zaten birşey bekliyorum. Derken 50.
gün biri koşarak geldi müjde ey Ka'b, müjde ey Ka'b dedi ve
bu ayet-i kerimeyi okudu."
20. asırda, Kur'an ve sünnet doğrultusunda yürüyen muhacir
ve ensarın yolundan gidecek olursak, elbette "Allah
onlardan razı olmuştur, onlarda Allah'tan razı olmuşlardır"
diyor Allah (c.c). Yani Sahabenin iyi yolda olduğunu Allah
onaylıyor. Bu 117. ayet-i kerimede de Allah muhaciri ve
ensarı afvetti diyor. Fetih suresinde, Allah Hudeybiye de
biat anında ağacın altında Allah Rasulüne biat edenlerden
Allah razı olmuştur. Onlarda orada 1500 kişiler. Bu kadar
kişiden Allah razı olmuştur diye ayet nazil oluyor. Ayrıca
Haşr suresinin 8 ve 9. ayet-i kerimelerinde muhacir ve
ensarı Rabbim öğüyor. Ama günümüzde bir kısım
bilgisizler sahabeye saldırmaktalar. O zaman Kur'an'a da
muhalefet ediyorlar. Rabbimin kelamınada muhalefet etmiş
oluyorlar..1798[146]

119- Ey iman edenler, Allah'dan sakının ve sadıklarla


beraber olun.
Ittika'yı, daha Bakara suresinin başında ikinci ayetin
tefsirinde uzunca anlatmıştık. Eğer dünyada devlete gitmek
istiyorsanız sadıklarla beraber olacaksınız. Ahirette cennete
gitmek istiyorsanız sadıklarla beraber olacaksınız. Sadık, bir
Allah'ın kitabını tasdik eden adam ki, o kitap doğrultusunda
hareket eden adam sözleri ve davranışlarıyla dosdoğru
adam. Yani doğruluğun ölçüsü Kur'anla olacaktır. Yoksa
"hocam bu çok doğru adamdır, sözünün eri adamdır. Sana
içki ısmarlayacağım dedimi hiç sözünden dönmez" diyor.
Bu doğruluk değil ki. Yani cömertlik dürüstlük kötü yolda
değil, iyi yolda olur.
Bizim kendimizi koruyabilmemizin en iyi en kestirme yolu
sadık insanlarla beraber olmaktır. Yani bu İstanbul şehrinde
veya bulunduğumuz mahallede köylerde, kasabalarda, nerde
olursak olalım, dürüst insanlarla, îslami yaşayan insanlarla
beraber olursak kurtuluşa ereriz.
Almanya'da, Hollanda'da şu görülüyor. Mesela köyünüzden,

1798[146]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/413-414.
üç dört tane adam gitmiş, ikisi üçü İslama iyi sarılmış biri
sarılmamış sorun onun bulunduğu şehirde İslami faaliyetler
daha başlatılmadığından Cami kurulmamış, hoca gelmemiş
oraya ve onlar kendini içkiye vermişler ve Alman gibi
yaşamaya başlamışlar.
Yani sadık insanlarla bir arada olamamışlar, ama en berduş
adam müslümanların bol bulunduğu yerde yaşıyor ise o
çizgisini düzeltmiş. Epey keratalık yapmış, eroin pisliğine
kadar bulaşmış ama sonra müslümanların bulunduğu şehre
gelince şimdi caminin hizmetkarı olmuş, niye? Çevresindeki
insanlar gelip giderlerken, çay içerlerken, yarın filan yere
gideceğiz derken işin içine yavaşça girivermiş oluyor.
Dikkat edin çoluğunuzu, çocuğunuzu, hanımınızı en iyi
koruma yolu çevrenizi iyi insanlarla kurmaktan geçiyor.
Hani bazı arkadaşlar hocam vallahi hanımı kapatamıyorum.
Kapanmayida istiyor. Fakat ayıp olurmuş diyor. Yani ben
yirmibeş yaşına kadar açık gezmişim ben nasıl yapayım
diyormuş. Yani kabul ediyorda nasıl yapayım diyormuş.
Şimdi arkadaş soruyor ne yapsın ne yapayım hocam? diyor.
Dedim ki hanımı baş örtülü olanlarla dost olacaksın, hiç
başını ört deme, fakat akşamları mü'min dostlarınıza gidip
gelme birkaç kez devam ettimi göz ona alışır. Baş örtüsüne
alışır, sonra o hanımlardan birinden teklif gelir. Aaa ne ka-
dar güzel oldu..! derken giyer. Peki niye o giymemekte
diretiyor. Çünkü o arkadaşlarıyla beraber yaşamış, büyümüş
onlara karşı ayıp olacak. Peki örtünürse berikilere karşı ayıp
olmayacak, daha güzel olacak yani çevrenin önemini kendi
hayatınızdan biliyorsunuz. Çocuklarınızdan biliyoruz. Hangi
çocuklarla berbaber olurlarsa huyundan kapıyorlar.
Allah'tan korkma ile kuldan utanma, bir araya geldimi
günah engellenmiş olur. Ama bazı günahları, Allah korkusu
fazla kuvvetli olmaması nedeniyle bizi engellemeyebilir.
İkisi bir araya geldimi alıkoyabilir bizi kötülüklerden onun
için sadıklarla beraber olacağız.
Şimdi bu ayet-i kerimeyi bazı arkadaşlarımız günümüzde
sadıktan kasıt tarikattır deyiveriyorlar. Çok doğru olan,
istikameti olan Kur'an ve .Sünnete göre hareket eden şeyh
efendilerde sadıklardandırlar. Ama sadıklar yalnız şeyh
efendiler değildir. Anlatabildim mi bilmem. Yani sadıklar
yalnız şeyh efendiler değildir. Ama Kur'an ve Sünnet çizgisi
üzerinde yürüyen şeyh efendilerde sadıklardandır. Kur'an ve
Sünnet çizgisinde ise o insanla beraber olmak sadıklarla
beraber olmaktır.
Ama günümüzde birazda istismar edilerek kullanılıyor bu
ayet-i kerime, Kur'an da Yusuf (a.s.) için, o kadına yüz
vermediğinden dolayı dünyanın en güzel kadını, kapalı bir
oda arkasında "gel benimle gönlünün istediğini yerine getir"
dediğinde "Allah'tan korkarım" diyen Yusuf (a.s.)'t överken,
Rabbim: "O sadıklardandır diyor. Yani sadık insanın
özelliklerinden biride harama uçkur çözmemek olduğunuda
öğrenmiş oluyoruz. Bu insanlarla beraber olacağız
biz. 1799[147]

120- Medine halkinada, etraftaki bedevilerede, Allah


Rasulünden geride kalmak ve canlarını onun canına tercih
etmek yakışmaz. Bu böyledir. Çünkü onlar, Allah yolunda
isabet eden her susuzluk, yorgunluk, açlık, kafirleri
kızdıran, ayak bastıkları heryer ve düşmana karşı kazanılan
her başarıda onlar için salih amel yazılır. Allah iyilik
yapanların ecrini zayii etmez.
Medinenin etrafında çöl hayatı yaşayan bedevilerde, madem
ki müs-lümanız diyorlar, geri kalmaları yakışmaz. Allah
Rasulü ile beraber savaşa çıkmaları gerekir. Birde kendi
nefislerini Allah Rasulüne tercih etmeleride yakışmaz.
Peygamber efendimiz bir hadisi şerifinde "Beni anne
babanızdan ve nefislerinizden daha fazla sevmedikçe iman

1799[147]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/414-416.
etmiş olmazsınız" buyuruyor. 1800[148] Çok önemli, imanın
ölçüsünü bildiren hadislerden biri. Allah Rasulünü
kendimizden, anne ve babamızdan daha fazla sevmeliyiz
niye anne ve baba sevgisini bize öğreten O'dur. Mesela biz
anne ve babamıza saygı gösteriyoruz ama bir Alman
bizim kadar göstermiyor. Niye? o da bizim gibi bir insan, o
da bir anne ve babadan meydana gelmiş çünkü onun tahrif
edilmiş dini, böyle bir şeyi ona emr etmediğinden ancak
senede bir gün anneler ve babalar gününde bir hediye
götürmek suretiyle hatırlama kültürü vermiş.
Günümüzde Allah Rasulü yok, yani onun mübarek vücudu
yok aramızda, bu ayet bizi nasıl ilgilendiriyor? "Hocam,
Allah rasulü sağ olsay-dida hani canım canımız gibi
korusaydık" diyenler,bilsinlerki getirdiği kitap koyduğu
sünnet elimizde. Onu korumak onun canını korumak gibidir
diyoruz. Bugün bizde canımızdan daha aziz bileceğiz.
Allah'ın kitabı ile Ra sülünün sünnetini böylece
koruyacağız. Fakat sarhoş bizim zayıf tarafımızı iyi görmüş
karşısındakinin kitabına sövüyor. Çünkü kitabına söversem
bu bana vurmaz diyor. Avradına söversem ağzımı parçalar
bu benim diyor.
Mü'minlerin bu Tebük seferine gidişlerinde uğradıkları
susuzluk, yorgunluk, açlık ve bu yolda attıkları adım,
bastıkları her toprak kafirlerin kinini artırıyor. O yolda
edinmiş oldukları düşmanlıklar bunların ameli salihlerini
artırıyor. Bunun için Allah (c.c.)bunları bize emr etmiştir.
Yani Tebük seferini, cihadı bize emretmiştir. Bu yolda
müslümanlanın susuzluğa, açlığa katlanmaları, zorluğa
tahammül etmeleri ve nice vadiler aşmaları onların lehine
sevap yazılıyor. Kafirlerinde kinini arttırıyor nerdeyse
patlayacaklar.
Günümüzde de öyle değil mi.? Materyalist kafaya göre

1800[148]
Buhari, îman 8 Müslim, İman 69
yetişmiş adamlar şöyle diyorlardı. İnsanlar paraya mala
meyyaldırlar. Bütün kavgalar bütün harpler para için
olmuştur. Sermaye için olmuştur. İnsanlar aslında din falan
kabul etmezler. Paranın peşinden giderler. Diye felsefe
ürettiler ama baktılarki en fakir semtlerde camiler şehadet
getiren parmak gibi yukarıya doğru yükseli yükseliveriyor.
Caminin masrafına bir bakıyor birkaç milyar gitmesi lazım.
Bu fakir halktan nasıl çıkar, bu adamlar nasıl verir diyerek,
kendi karnı şişiyor bu sefer, eğer yazar takımından biri ise
karnındaki bütün kusmuğunu köşe başındaki bir yazısında
dile getiriveriyor adam. 1801[149]

121- Allah, yaptıklarının en güzeliyle mükafatlandırması


için yaptıkları küçük veya büyük (cihad) harcamaları ve
aştıkları her vadi onlar için yazılır.
Mü'mirilerin açlıkları, susuzlukları, İslam yolunda
düştükleri yorgunlukları dahi, kafirin kinini arttırıyor.
Mü'minin sevabını arttırıyor, ameli salih onlar için yazılıyor,
bu yolda sevaba yürüyorlar. Allah'ta iyilikte bulunanların
mükafatlarını zayii etmeyeceğini buyuruyor. "Az bir sada-
kada bulunsalar, çok sadakada da bulunsalar bir vadiyi aşıp
yürüseler onlar için yazılır." Allah, "onların yaptıklarını en
güzel şekilde mükafal-tandırmak içindir bu" diyor. Yani bu
harpler, bu Tebük seferinde bir yaz gününde mesafelerin
alınması, yüreklerin yanmasının sebebi nedir. Allah
dileseydi melekleriyle oradakileri müslüman yapardı.
Halbuki böyle bir seferde mü'minler, sadaka veriyor bir
kısmının mal varlığı az, ama az veriyor, bir kısmının çok,
çok veriyor.
Bedir harbine çıkmış, sıkıntılı anlar yaşamış, Uhud harbinde
ikinci dönemde mağlup olmuş, dişi kırılmış, yüzü
kanamıştır. Efendimiz ta Tebüğe kadar yürümüş, bazen

1801[149]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/416-417.
devesinin üzerinde bazende yaya olarak yürümüştür. O
yazın sıcağında gökyüzünün ateşi ile yeryüzünün ateşinin
arasında kavrulurcasına yürümüşler Niye? Allah'ın
mükafatına nail olabilmek için, Allah'ın dininin dünyaya
hakim olması için yürümüşlerdir.
Bizde yürüyeceğiz. Geriye kalanlardan olmayacağız. Zaten
bu Tevbe suresinin nüzul sebebi de bu, din mutlaka hakim
olacak, ama öncüler diye geçti ayet-i kerime önde gidenlerin
sevabı büyük olacak, geride kalanlar ise bu ayet-i
kerimelerle bir kısmı münafık bir kısmı da hatalı müslüman
olarak bize gösteriliveriyor. Günümüzde de İslam mutlak
surette gelecektir. Bugünlerde hizmet verenler öncülerdir.
Geride kalanlar yahu ekonomimizi bir düzeltelim, köşeyi bir
dönelim, parasız İslama davet olmuyor, hele bir
paralanalımda öyle İslama hizmet edelim. Çoluğu çocuğu
evlendirelim. Ondan sonra diyenler Tebük seferinde geride
kalanlar gibi geride kalan insanlardır. 1802[150]

122- İman edenlerin hepsinin sefere çıkmaları doğru


değildir. Dini iyi anlamaları ve kavimleri (harbrîen) geri
döndüğünde onları uyarmaları için her topluluktan bir grup
toplanması gerekmez mi?
Mesela Osmanlı bunu yaparmış. Bir taraftan cepheye
ordular gönderirken, bir kısım insanlarda medreselerde ilmi
tahsiline devam ederlermiş. Çünkü cepheye gidenlerin
tamamı ölebilir. Çok değerli ilim adamları orada
kaybedilebilir. Geridede yetişmeyecek olursa böylece din
yok
olur. Onun için bir kısmı cepheye gittiğinde bir kısımda
geride kalsın Allah'ın kitabını ve sünnetini öğretsinler
buyuruyor Rabbim ayet-i kerimesinde.
Bir böyle almıyor ayet-i kerimenin manası, birde Mekkenin

1802[150]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/417-418.
fethinden sonra insanlar gruplar halinde İslama giriyorlar.
Bir anda arap yarımadası İslama teslim olmuş. Ee din
öğrenmek istiyorlar. Halbuki daha önceki müslümanlar,
düşünerek taşınarak müslüman oluyorlar, adam gelip birden
girmiyordu. Araştırıyor, okuyor, okuyup araştırdıktan sonra
Allah Rasulünü dinledikten sonra kendi kendine diyorki;
"bak müslüman olacaksın ama bunun riskide var, Ölmek
var, işkenceye tabi tutulmak var, malından çoluğundan
çocuğundan, hanımından, evinden, yurdundan olmakta var".
Bütün bunların muhasebesini yaptıktan sonra gelip müslü-
man oluyor.
Bunların İslamı sağlam iyi. Fakat Mekke feth edilince filan
kabile top yekun Allah Rasulüne gelmişler demişlerki "biz
müslüman olduk." Fazla bir bilgileri yok, bilgi edinmek
istiyorlar. Mekke ve Medine'ye akın edecekler, bu sefer ayet
nazil oluyor. "Hepiniz top yekûn ilim için Medine'ye
gelmenize de gerek yok. Her toplumdan bir grup olmalı
değil mi? Geriye kavminin yanma döndüğünde onları
Allah'ın azabından sakındırmak için ve dini öğrenmek için
belirli bir grubun olması gerekmez mi..?" diyor Rabbim.
Yani şunu demek ister. Bütün köylerin üniversiteye gelmesi
gerekmez. Ama köyün imam ihtiyacından, doktor,
mühendis, ziraatçısına kadar ihtiyacı olanları merkezde
okutup sonra geriye getirmesi gerekir diyor. Yani bütün
insanlar doktor olsun olmaz bu, bütün in~ sanlar ziraat
miihendisiolsunbu da olmaz. Yani ihtiyacı karşılayacak ka-
dar herkes bir şey olsun. Rabbim onu ifade ediyor. Herkesin
Medineye toplu halde gelmesi olmaz. Çünkü orada işleri
kalır. Ve onların içerisinden bir grup gönderilecek, orada
efendimizin huzurunda dini İslamı öğrenecekler, sonra
kendi kavmi yanına dönecek, onlara neyin yapılıp, neyin
yapılmayacağını, itikadın, amelin nasıl olacağını onlara
Öğretecekler. "O vakit onlar böylelikle korunmuş ve
sakınmış olur" diyor Allah (c.c). 1803[151]

123- Ey iman edenler, kafirlerden size yakın olanlarla


harbedin. Onlar sizde kuvvet bulsunlar (görsünler), iyi
bilinki, şüphesiz Allah, müttekilerle beraberdir.
Yani ülkemizde İslami bir devlet var, devlet olarak en
yakınınızdan başlamak manası çıkar, birde müslümamm
diyen, ülkenin içinde adı müslüman kendi gavur olanlar
çıkar, onlardan başlayınız. Bir islam devleti, kendi içindeki
imansızlardan başlasın harekete İslami tebliğe ve onlara
karşı mücadeleye ve ondan sonra sınır olarak en yakınından
başlasın. Mesela peygamber (s.a.v.) devletini kurduktan
sonra, önce Medine ve onun etrafındaki insanlara yönelik
yapıyor. Sonrada arap yarım adası tamamen müslüman
olunca Tebük seferine çıkıyor ve ondan sonra gelen
sahabeler de Şam seferi, Irak seferi yani bir ülkenin kendi
içindekilere yönelik faaliyet gösteriyor. Birde islam
devletine komşu olan kafir devlete karşı faaliyet vardır. Peki
niye bu faaliyeti yapıyoruz.
Müslümanlarda yalnız hilim sıfatı galip değildir. Yani
yalnız koyun gibi yumuşaklık yok bunlarda. Bunlarda arslan
gibi şecaatta var. Bunuda gösterin diyor Rabbim. Hani M.
Akif merhum "Yumuşak başlı isem kim dedi uysal
koyunum. Kopar belki, fakat çekmeye gelmez boynum"
diyor.
Yani ben yumuşak başlı gibi görünüyorum ama, öyle biride
gelip, başıma ip takıp, kendi istediği doğrultuda çekip
götüremez. Müslüman koyun kadar yumuşak, aslan kadar
şecaatli olsun istiyoruz.
Allah (c.c.) Fetih suresinin sonuna doğru mü'minlere karşı
kendi aralarında merhametli ama kafirlere karşı gayet güçlü
kuvvetli, ve de şiddetli olmamız isteniyor. .

1803[151]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/418-419.
Fakat bakıyorsun günümüzde bazı insanlarımız mü'mine
karşı katı, gavura karşı gayet yumuşak görünüyor. Yanlış bir
politika bu, hani burda şiddetli görünüyor derken kaş
çatarak yürümek filan değil, yani gavuru görünce kaş
çatacağız anlamında değil, ayet-i kerimenin ruhu şöyle "bu
kültür bakımından benden güçlü, bileğiyle de benden güçlü,
bu adam şahsiyetiyle de benden güçlü bu adamla savaşılmaz
demelidir karşı taraf. İyi bilinki Allah müttekilerle
beraberdir. 1804[152]

124- Bir sure indirildiğinde, onlardan biri "Bu hanginizin


imanını artırdı?" der. Ancak iman edenlerin imanını
artırmıştır. Onlar müjdeleniyorlar.
Bir sure nazil olduğunda onlardan biri derki veya bazısı
derki yahu bu ayet hangimizin imanını artırdı diyor. Bu
günümüzde de şöyle deniyor, vallahi hocam ben Kur'an-ı
okudum hiçbirşey göremedim veya şu kanuda Kur'an ne
diyor diyorum onuda bilmiyor. Yani okuduğuda belli değil,
ama bunu söylüyor. Yalnız gavurun söylediğini söylüyor.
Bir sure nazil olsa müşrikler duyuyorlar da "yahu bu ayet
hangimizin imanını arttırıyor Allah aşkına" diyorlar. Ama
Rabbimde diyorki; "iman edenler varya onların imanı artar,
imanlarını artırır" o sure nazil olduğunda mü'min olan o
sahabiler, "bir yeni sure nazil oldu, şöyle, şöyle" diyor. Diye
birbirlerine sevinerek, o sureleri, o ayetleri nakl ediyorlar,
müjdeliyorlar. 1805[153]

125- Kalblerinde hastalık olanlara gelince, onların


pisliklerine pislik katmıştır ve onlar kafir olarak ölmüşlerdir.
"O kalplerinde hastalık olanlara gelince onların pisliğine
pislik arttırır o ayetler ve onlar kafir olarak ölürler" diyor
Rabbim.
1804[152]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/419-420.
1805[153]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/420-421.
Şimdi yağ bal iyi yiyeceklerdir, bal hemen hemen
yiyeceklerin göz-desidir. Fakat adam böyle mide zaafiyetine
uğramış, soğuktan ve de gıdasızlıktan hastaneye düşmüş, bir
adam siz bu adama yağ yediriyor sunuz kusuyor, bal
yediriyorsunuz kusuyor. Be adam biz sana iyi yarasın diye
yediriyoruz diyorsunuz. En iyi midenin dostu olan şeyler o
adama zarar veriyor. Doktor geliyor ders veriyor. Diyorki
yağm şu şu faydaları var, balında bu bu faydalan var. O
midesi zararlı olan adam yani zaaflıktan ve gıdasızlıktan ve
üşütmekten hastalanan adam, bu adama "yahu bu şeyler
faydalı olsa benim mideme fayda verir. Mideme girince
çıkıyor" diyor. Aynı bu hasta gibi bir sure nazil olduğunda,
gavurlarda birbirlerine bakıyorlar, yahu bu adama ne fayda
verir diyorlar. Rabbim diyor ki kalpleri hasta bunların,
kalpleri hasta olanların ancak pisliğini arttırır. Yani
imansızlığını kat kat yapar ve gavur olarak ölürler
onlar. 1806[154]

126- Görmüyorlarmı onlar, her sene bir veya iki kere fitneye
tutuluyorlar. Sonra tevbe etmiyorlar ve nasihat almıyorlar.
Onlar görmezlerini onlar senede bir veya iki defa imtihana
tabii tutulurlar. Sonra onlar tevbede etmezler, onlar nasihatte
almazlar. Allah'ı zikirde etmezler. İki veya daha fazla
imtihana tabii tutulurlarken adamlar, yani münafıklar şöyle
müslümanız böyle müslümamz diye hava atıyor-Iardıya,
Allah'ın rasulüde "Buyurun Tebük seferine deyince" aa
Tebük seferinde bir can pazarlığı var. Kılıçlar var, hani
Mekke'de, Medine'de gelip inanmadığı halde namaz kılmak,
o kolay ama, can vermek o zordur. İşte imtihana tabi
tutulmaları, böylelikle münafıklıkları, müslüman-lardan
ayırt edilmeleri budur.
Hani sahte altın parayla, hakiki altını ölçmek için sahte para

1806[154]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/421.
diyor-muşki, "ben senden değerliyim. "Altında diyormuş ki,
"iddia etmeye gerek yok gel beraber ikimiz ateşe girelim"
diyormuş, ateşe girince belli olur. Altın bir tarafa bakır bir
tarafa ayrılınca sahte altının sahteliği ortaya çıkıverir. Som
altinsa olduğu gibi giriyor, olduğu gibi çıkıyor. Hakiki
müslümanda böyle, zor günlerde böyle açlık, susuzluk,
yorgunlukla imtihan edildiğinde hemen yürüyor. Münafık
orada kalıveriyor. Onun için Allah (c.c.) "bunlar imtihan
edilirler" diyor. Günümüzde de insanların samimi olanla
samimi olmayanı buralarda imtihan edebiliriz. Mücahidliği
evde çay sohbetlerinde kimse elden bırakmaz. Gerçekten
parasıyla ve canıyla hizmet edenler ise belli oluyor. 1807[155]

127- Bir sure indirildiğinde birbirlerine bakarlar "sizi bir


gören oldumu" derler ve sıvışırlar. Anlayışsız bir toplum
olmaları sebebiyle Allah onların kalblerini çevirmiştir.
Bir sure indiği zaman efendimiz mesela, Medine mescidinde
veya evde veya sokakta veya herhangi bir topluluk
yerlerinde genelde halka okur. "Şöyle bir sure, şöyle bir ayet
nazil olmuştur" der. Oraya münafıklarda gelirler dinlerler.
Çünkü müslümanlıklarını onaylatmaları gerekir devamlı.
Efendimiz onları toplayıp o sureyi okuduğunda, münafıklar
birbirlerine bakarlar ve birbirlerine derler ki "müslümanl
ardan sizi görenler oldu mu?" Oldu. Yani geldiğimizi
onaylattık sonrada kaçarlar giderler diyor. Yani mescide
gelmekle bunlarda müslümân, dedirttikten sonra giderler.
Hani devlet dairelerinde veya bazı toplantılarda veya
işyerlerinde kapının önüne imza defteri bırakılır. Gelen
geldiği saati, adını ve imzasını yazar vede geçer içeriye.
Bazı uyanıklar imzasını attıktan sonra gerisin geriye
çıkarlar giderler. Münafıklarda peygamber efendimizin
meclisine geliyorlar, ayetleri şöyle dinliyor gibi yapıyorlar,

1807[155]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/421-422.
"ya Rasulüllah bak biz buradayız" dedikten sonra pır
gidiyorlar. Onu haber veriyor Rabbim. Peki bunları niye
haber veriyor.
Günümüzde de kendisinin müslümanlığını onaylatmak için
bir kısım insanlar, normal zamanda dinime düşmanca
hareket ederlerken seçimler yaklaşınca Cuma namazlarını
hiç küçük camide kılmazlar. Şöyle yüz kişilik, elli kişilik,
ikiyüz kişilik camiler var İstanbul şehrinde hiç orada
kılmazlar. Ya en büyük camide kılarlar. Niye? beş bin kişi
görsün, on bin kişi görsün İstanbula gelirlerse Ya
Süleymaniyede ya Sultan Ahmette kılarlar. Ankara'da
Kocatepe Camiinde kılarlar. Yada evine yakın veya
partisine yakın camide kılıp işine devam ediyor. İşte
Rabbimiz yalnız Mekke döneminin münafıklarını, Medine
döneminin münafıklarını anlatmak için ayet indirmiyor. Her
dönemin münafığının genel karakteri böyledir. Böylece
anlayışsız toplum olmaları nedeniyle Allah'ta onların
kalplerini çeviriyor. Ha Allah kafirin kalbini kendisi
çevirmiyor. Kafir kendi kalbini kendisi çevirecek işler
yapıyor. 1808[156]

128- Muhakkak içinizden size öyle bir Rasul geldiki sizin


sıkıntıya düşmeniz ona ağır gelir. Size düşkündür.
Müzminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir. 1809[157]

129- Eğer yüz çevirirlerse "Allah bana yeter" de. Ondan


başka ilah yoktur. Ona dayandım. O büyük arşın Rabbidir.
Sizin kendinizden size bir Rasul geldi. Yani insan cinsinden
bir Rasul. Meleklerden değil insan cinsinden bir Rasul,
"meleklerden bir peygamber gelmeli değilmi" diyor
müşrikler. Yahu meleklerden bir peygamber gelseydi ve
deseydi sakın ha kadınlarla haram yolda ilişkide bu-
1808[156]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/422-423.
1809[157]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/423.
lunmayın. Meleğe biz derdik ki, "senin erkekliğin yok
dişiliğin yok bu lafı sana söylemek kolay gelir." "Sakın ha
içki içmeyin" derse yeme iç-
me kabiliyeti olmayan meleğe biz derdik ki sen tatmamışsın
ki bunu, yani içmesini bilmezsinki" sana demesi kolay ama
"Bizim gibi bir insan peygamber olarak görevlendirildi"
diyor. Yiyen, içen, evlenen, doğan vede Ölecek olan bir
peygamber gönderildi diyor ve o nefis bakımından bizden
çok kuvvetli iken diyor ki, "zina yapmayın Allah böyle
buyuruyor ve ben yapmıyorum." Bakın diyorki "içki
içmeyin", diyor ki "faiz almayın" diyorki "rüşvet alıp
vermeyin," diyorki, benim ağzım var, benimki de tad alır
ama ben bunları yapmıyorum. Sizde bana uyun diyor.
Neslimizden gelmesi, yani insanın cinsinden gelmesi bizim
için bir nimet. "Sizin Allah'tan yüz çevirmeniz ona zor
geliyor", yani ağır geliyor diyor. Bizim isyanımız
Peygamber efendimize ağır geliyor. O, bize bizden fazla
üzülüyor. Günahımızdan veya mazallah küfrümüzden dolayı
niye üzülüyor? "O sizin üzerinize çok hırslıdır, düşkündür.
Hani anne ve babanın evladına olan koruma hırsından ve
düşkünlüğünden Allah ra-sulünün ümmetine olan hırsı daha
fazladır. O mü'minlere gayet şefkatli ve de merhametlidir.
Burada "Rauf" Allah'ın isimlerindendir ama bu ismi Allah
(ç.c.) peygamber efendimize vermiş. "Rahiym" ismi Allah
(c.c.)'ın isimlerindendir. Ama bu ismi peygamber
efendimize vermiştir. Onun için "Rahiym" isimli insan
olurmu olur. Ama bazen rahim var hani bazen Abdurrahim
derler bazende Rahiym derler. Rahiymde denebilir mi?
Denebilir.
Bu ayet onun delilidir. Çünkü peygamber efendimize
denmiştir, diye delil getirilmiştir . Sen bu kadar onların
üzerinde hırslı olmana rağmen, dikkatli olmana rağmen,
merhametli olmana rağmen, eğer onlar senden yüz
çevirirlerse; "Üzülme yine bütün dünya yüz çevirse, deki
bana Allah yeter". Yani dünyada tek mü'minsiz kalsanız
bütün dünya insanı mazallah Amerikanın köpeği olsa siz
yine korkmayacak ve diyeceksniz ki "Allah bana yeter".
Hatta bu ayet-i kerimenin tefsirinde şu haber bize nakle-
diliyor. İbrahim (a.s.) ateşe atılmış mancunukla havada
giderken Cebrail (a.s.) yetişiyor ve diyorki. Dile benden ne
dilersen o da demişki "Allah bana yeter, o ne güzel vekildir"
demiş. Yani sana, benim ihtiyacım yok beni yaratan O, beni
peygamber olarak gönderen O, öyle ise ben ondan yardım
talebinde bulunurum demiş. Rabbimde onun ateşini
gülistana çevirmiştir. O'ndan başka ilah yok, O'ndan başka
yaşatan, yaratan, yöneten yok, öyle ise o sana yeter. Ben ona
güvendim dayandım. "O büyük arşın sahibidir. Rabbidir" de
diyor Allah (c.c.) Tevbe suresi böylelikle bitmiş oldu. 1810[158]

1810[158]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/423-424.
YUNUS SURESİ

Mekkede nazil olmuştur yüzdokuz âyettir.


Bu sure; doksansekizinci ayetinde Yunus (a.s.)'m adı geçtiği
için "Yunus suresi" diye isimlendirilmiştir. Yoksa Yunus
(a.s.)'dan bahsetmemektedir.Eşyaya isim verirken güzel
isimler bulunur. Yaratılmışın tamamı Allah'a ait olduğundan
Allah'ın yarattıklarına isim verirken Allah'ın razi olacağı
isimler veriniz.
Çocuklarınıza, köy, şehir, kasaba, mahalle, sokak, çarşı,
meydan, dağ, ova, v.s. herşeye güzel isimler veriniz. 1811[1]

1- Elif-Lam-Ra. İşte bu Hakim kitabın ayetleridir.


Bu kitabın hakim olduğuna bizler şahidlik yaparız. "Hakim"
muhkem, yani sağlam ve hikmetli manasınadır.
"Muhkem bina" veya "Muhkem kale" dediğimizde dışardan
düşmanın girmesini engelleyen sağlam bina veya sağlam
kale kasdedilir. İşte bu Kur'anın ayetleride hakimdir,
hikmetlidir. Muhkemdir. Bindördyüz seneden beri kafirler
ona batıl sözler karıştırıp tahrif etmek için gayret göster-
mişler ama bir tek harf ilave edememişler ve bir tek harf
eksiltememişlerdir.
Hakiki inci tanelerinden meydana gelen teşbihin içine, sun'i
inci karıştırıldığında ehli hemen anlar. Aslında burada
Allanın ayetleri hakiki, tabii incidir. Anlayan gözlerde
1811[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/425.
önemli iyi bir kalb ve iyi bir kulak Allah kelamının yerine
konulmak istenen sözle Allah kelamının farkını farkeder.
Bizler bindörtyüz senedir aşılamayan, aşınmayan,
aşındırılamayan bu hakim kitabın ayetlerine iyi sarılır ve
onun koruma alanına girersek bizide kafirler aşamaz ve
aşındıramaz. İçimize girip hastalandıramaz.
Bu manası gayet muhkem zamanla aşınmayacak ayetlerle
dolu kitabın ayetleridir. Hem hikmet doludur, hemde
muhkemdir. Yani zaman içerisinde bu ayetin ahkamı bu
Kur'anın ayetleri aşınmazda, aşılmazda öylesine hikmet
dolu kitabın ayetleridir. Yani bir kısım insanların "Kur'an-ı
Kerim 1400 sene evvel nazil olmuş, o günün şartları için
gayet uygunmuş, insanlar birbirleriyle televizyon, telgraf,
telsiz gibi ulaşım vasıtalarıyla, yakından iletişim
sağlayamiyorlarmış. Belirli küçük bir havzada, küçük bir
şehrin ihtiyaçları için Kur'an-ı Kerim yeterliymiş" gibi söz-
ler söyleniyor. Allah (c.c.) bunların, böyle söyleyeceğini
bildiği için Rab-bim, "işte bunlar hikmet dolu ve aynı
zamanda zamanla aşınmayan ve aşılmayan muhkem kitabın
ayetleridir" diyerek sureyi celileye başlıyor. Yani
gönlünüzle iman ettiğiniz, bütün vücudunuzla emrini yerine
getirmeye çalıştığınız bu kitaba güveniniz. Bu muhkemdir.
Hakim olan Allah (c.c.) kelamı olması nedeniyle o da
Hakimdir. Allah (c.c.) nasıl ki, zamanla kayıtlı değildir.
Yani zaman onu eskitemez, zaman onun modası geçmiştir
dedirtemez. Aynı şekilde Hakim olan Allah (c.c.)'ın kitabı
olan Kur'an-ı Kerimde Hakimdir.
Mekkeli müşrikler peygambere hayret ediyorlar. Yahu
Allah insanlara peygamber gönderecekse, böyle bir yetimi
mi seçmiş bizim aramızdan? Yani seçecek adam mı
bulamamış. Abdülmuttalibin yanında yetişmiş, sonra Ebu
Talibin yanında yetişmiş bir yetim, malı mülkü yok, arkası
yok. Yani böylesine fakir ve yetim bir insanımı seçmiş
bizim aramızdan diye adamlar hayrette kalıyorlar. Allah
(c.c.) de bunu bize haber veriyor. 1812[2]

2- insanları uyar, iman edenleri Rableri katında yüksek


mertebe ile müjdele diye onlardan bir adama vahyetmemiz
insanlar için şaşılacak bir şey mi oldu ki, kafirler "şüphesiz
bu apaçık bir sihirbazdır" dediler.
Yani peygamber (s.a.v.)'ın olayını izah edemiyorlar. Yahu
bu adam peygamber olsa bunu değil bizi seçmesi gerekirdi.
Biz Mekke'nin soylu insanlarıyız, parlamenterleriyiz veya
babalarıyız. Bizi niye seçmiyorda böylesine bir yetimi
seçiyor diye hayret ediyorlar. Birde onun getirdiği ayetler
karşısında hayrette kalıyorlar. Öyle bir şey ki o ayetler
insanlara okununca bakıyorlarki, çocuk iman etmiş,
gencecik delikanlı onyedisin-
de, onsekizinde iman etmiş. Babasından, annesinden
ayrılmış. Veya babası iman etmiş, çocuklarını iman etmek,
üzere davet edip duruyor. Evin içerisinde cedelleşme
bağlamış, karısı müslüman olmuş, kocasını müslüman
etmeye uğraşıyor, veya kocası müslüman olmuş, hanımını
müslüman etmek için uğraşıyor.
Yani Mekke'nin evlerinde böylesine İslamla küfrün bir
mücadelesi var. Mekke'li müşriklerin akıllarının almadığı da
burası. Bu adamı biz hafife alıyoruz ama söylediğide
insanların arasını açıyor. Karıyla kocanın arasını, babayla
yavrusunun, anayla yavrusunun arasını açıyor. Öyle ise bu
bir sihirbazdır diyorlar.
Muhterem okurlar, tarih boyunca insanların, müslümanları
yıpratma konusunda geliştirdikleri metodlar hiç
değişmemiştir. Hani tarih içersinde Yusuf (a.s.)'ı zindana
atmışlar. İbrahim (a.s.)'ı yerinden yurdundan etmişler, ateşe
atmışlar. Musa (a.s.)'ı yerinden yurdundan etmişler, çeşitli
işkencelere tabii tutmuşlar, çeşitli peygamberleride şehit

1812[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/425-426.
etmişler. Ayrıca başarılı olamadıkları takdirde de "bu adam
bir delidir" deyivermişler. Veya "bu adam sihirbazdır"
demek suretiyle peygamberlerin etkisini hafifletme tarafına
gidi vermişlerdir.
Günümüzdeki kafirlerde onlardan pek geri değiller. Ama şu
anda dünyanın en soylu milleti olduğunu kabul eden vede
iddia eden ve bunu kabul ettirmek için bütün baskı
unsunlarını kullanan devletler, kendi ırklarının dışında bir
ırktan yüce, soylu, kahraman, ilim adamı, sanatkar insanın
çıkmayacağına inandıklarından dolayıdır ki onlarda
diyorlar: "bütün dünyayı etkileyen bu insan araptan mı
gelmesi lazımdı? Bizden gelmesi gerekirdi. Batı ırkından
gelmesi gerekirdi" diye adamların iddiaları var.
Türkiyede de bir kısım imansızlarında buna benzer sözleri
var. Peygamber niye Türklerden gelmedi? Peki peygamber
Türklerden gelseydi ne yapacaktın, iman mı edecektin sen?
Allah (c.c.) bir ayet-i kerimesinde kimden, kimi
göndereceğini seçmekte hür olduğunu ifade ediyor. "Allah
dilediğini seçer" diyor. Allah (c.c.) insanların aralarında be-
yazla siyah renkle bilmem neyle de ayırım yapmaya gitme
haklarının olmadığını, çünkü hepsinin Adem'den,
Adem'inde topraktan yaratıldığını peygamber efendimiz
(s.a.v.) haber veriyor. Öyle ise insanların birbirine karşı
üstünlük sağlayabilmeleri Allah'ın hukukuna saygılı
olmakla mümkündür. 1813[3]

3- Şüphesiz sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde


yaratan sonra arş üzerine istiva eden ve bütün işleri
düzenleyen Allah'dır. Hiçbir kimse şefaat edemez, ancak
onun izninden sonra (şefaat eder). İşte bu AHah'dır sizin
Rabbiniz. O halde ona kulluk yapınız. Artık
düşünmezmisiniz?

1813[3]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/426-427.
Mekkeli müşrikler saltanatlarının ellerinden gideceğinden
korkuyorlar. Yani Muhammed güçlenecek, kuvvetlenecek
bu ayetleri uygulama sahasına koyacak, o zaman biz
otoriteden uzaklaşacağız, devlet makamından uzaklaşacağız.
Bizim çıkarlarımız yok olacak. Zalimler olarak mazlumları
sömüremeyeceğiz, gasp edemeyeceğiz, çıkarlarımız zedele-
necek diye karşı duruyorlar.
Ve şöyle bir mantık geliştirmişler ki, günümüzde Türkiye'de
de bu bazı felsefe kitaplarında okutulur. Eskiden beri gelmiş
bir mantık. Yani inkarcılarda kendi inkarlarını bir zemine
oturtuyorlar. Ve diyorlarki; "Evet Allah var. Allah'ı kabul
ediyoruz. Allah yeri ve göğü yaratmıştır. Ama ondan sonra
bütün işleri evirip çevirmeyi bize bırakmıştır" diyorlar. Eski
Yunandan devam edip gelen inkarcıların felsefesi bu. "Allah
yeri ve göğü yaratır. Ama insanların yönetim işini ise
insanlara bırakır" demişler. Aynısı Mekkeli müşriklerde de
var.
Ama Allah (c.c.) onlara cevap olarak ta "Allah altı günde
yeri ve gökleri yaratmıştır ve işleride O idare etmektedir."
Nasılki kanımızın akışını o sağlıyor. Gözümüzün bakışım,
saçımızın uzamasını, tırnağımızın uzamasını O sağlıyor ki
vücudumuzda kaç hücrenin olduğunu, şu anda ilim adamları
toplansalarda sayabildikleri yok. Bütün bunların nasıl evirip
çevrildiği konusunda belirli kanunlar tespit ediyorlar, ama
binde birine ulaşıldığı yok.
Bütün bunları çeviren Allah (c.c.) diyor ki, madem ki
bunları çok düzenli devam ettiriyorum, ben sizin birbirinizle
olan münasebetleriniz konusunda da kanunlarımı indirdim.
Onlara ibadet edecek ve onları yürürlükte kılacaksınız diyor.
Mehmet akif merhum Rabbimizin yarattıkları karşısında
insanlığın keşfettiklerinin cılızlığını ne güzel anlatıyor:
Ulum'i şahikadan fışkıran süîun'i ziya Dayandı göklere lakin
yetişmiyor hala,
Bülend nüsha'i icadın ilk sahifesine. Bu ilk sahife müebbed
zalam içinde yine!
Birisinde zorunlu olarak Allah (c.c.) kanunları geçerli
tabiatta. Ama insanlara hür iradesini vermiş, demiş ki:
Kendi aranızdaki münasebetlerinizde, benim şu indirdiğim
hukuku uygulayacaksınız. Uygulamama hakkınız yok, ama
böyle bir serbestliğiniz var. Uyguladığınız takdirde bu
dünyada devlete ve izzete, ahirette de cennete kavuşursunuz
diye de müjde vermiştir.
O Allah yeri ve göğü yaratandır. "Altı günde" derken, bizim
bildiğimiz günlerdenmidir? Kur'an-ı Kerimde çeşitli
yerlerde Allah katında birgün, "sizin bildiğiniz bin güne
bedeldir". Bir başka yerde de "birgün elli bin güne
bedeldir," diye çeşitli yerlerde ayet-i kerimeler gelmiş. 1814[4]
Onun için alimlerimiz şöyle diyorlar: Gün dediğimiz şey,
bizim bildiğimiz güneşin doğumu, batımı ve ayla bilinen
gündür. Yani ay ve güneşe göre hesabım yaptığımız
yirmidört saate bir gün diyoruz biz. Peki ama yer ve gök
yaratılmadan önce gün olmadığına göre, burada bahsedilen
gün bizim bildiğimiz günlerden değildir demişler.
Yasin suresinin son ayet-i kerimelerinde "Allah birşeyin
olmasını istediğinde ol der. O da oluverir" der. Yani altı
kademede yaratılmasının da bir çok hikmetleri vardır. Biz
onları şu anda bilmekten adz durumdayız. Belki ilerde bazı
açıklamalar getirilebilir,
"Allah katında Allah'ın izni olmadan şefaat edecek kimsede
yoktur," Ayet-i kerimede Allah'ın izni olmadan şefaat
edecek kimse yoktur diyor. Peygamberler şefaat ederler ama
onlara şefaat iznini Allah (c.c.) verecektir. Allah (c.c.) şefaat
izni vermeden hiç kimsenin diğerine şefaat etme hakkı
yoktur.
Şu günümüzde de kullandığımız "aracı" tabiride bu
kelimenin karşılığıdır. Hani bazı yerlerde işlerin iyi gitmesi

1814[4]
Mearic 4- Ankebut l4
için bir adam aracılık yapıverir. Aracı Rabbim katında
yoktur. Bu dünyada iken bütün pislikleri işler, ama parası,
ama dayısı vasıtasıyla adam bu dünyada cezalandırılmadan
gidebilir. Rabbim o tip zalimlere söylüyor şimdi "Allah'ın
izni olmadan Allah katında kimsenin şefaatçisi olmayacak,
kimsenin aracısı olmayacak. Bu dünyada paranızla,
dayınızla birçok kabaharlarınızı, zulümlerinizi,
günahlarınızı, işkencelerinizi kapatabilirsiniz ama, Allah
katında bunların kapatılması mümkün olmayacaktır.
Ancak izin verdiği kişiler şefaat edecektir. Peygamber
efendimizde buyurmuştur. "Benim şefaatim ümmetimin
büyük günah sahibi olanlarınadır." 1815[5] Yani ümmetimedir
diyor. O Raşule ümmet olanlara peygamber şefaat edecektir.
O Rasule ümmet olmayanlara ise şefaat etmeyecektir.
Hergün ayet-el kürside de okuyorsunuz. 1816[6] "Onun izni ol-
madan kim şefaat edecekmiş?" diyor. Yani Rabbimin izni
olmadan kimse şefaat edemez. Peygamberlerin şefaat etme
hakkı vardır. Rabbim verecektir o izni. Salih insanları, ameli
iyi olan insanları, Rabbe yakın insanların şefaat
edebileceğine dâir hadisi şerifler vardır, Ancak şahıs olarak,
"şu adam şefaat edecektir" dememiz mümkün değil. Yani
benim şeyhim bana şefaat edecektir. Onu demeyin. Çünkü
Şeyhimizinde imansız gitme ihtimali olabilir. Onun için
hiçbir insan hakkında peygamberler hariç, peygamber
(s.a.v.) efendimizin bildirdiği insanlar hariç şahıs olarak Ali
efendi, Veli efendi, Osman efendi bilmem ne efendi bana
şefaat eder demeyin.
Şöyle diyelim: "Ya Rabbi şefaat izni verdiğin insanların
şefaatinden bizleri mahrum etme." diye dua edersek,
inşaallah onların şefaatine nail oluruz. Onların şefaatine nail
olabilmek için tabiiki onlarla tanışmak gerekir.
Ömrünü Kur'an-ı Kerim okutmakla geçiren çok değerli bir
1815[5]
Tirmizi,Sıfatül kıyame, bab 12
1816[6]
Bakara 255
hafızımızın yanma Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde yatarken
gittim. Tamşmazdık, kendisini Kur'an-ı Kerime olan
hizmetinden dolayı severdim. Yanma vardım, çok zor
konuşuyordu. Dedim ki: "Efendim sizin gönlünüzü hoş et-
mek için gelmedim. Siz beni tanımazsınız. Ancak Mevlana
Cami diyor ki: (Baharistan" isimli kitabında) "Ahirette
kişinin günahı ile sevabı denk olursa melekler birbirlerine
sorarlarmış -Allah (c.c.) talimatıyla tabii ki-sorun bakalım
yeryüzünde filan zatı tanırmıydı o. Yani yeryüzündeyken
onun çağında yaşayan, çok değerli hizmetleri olan insanı
tanırmıydı o. Eğer tanırsa o adama sorarlar, yani o iyi
hizmetleri olan zata sorarlarmış. "Sen bunu tanıyormusun?"
derlermiş. O da "tanıyorum" derse, bu günahlarınızı es
geçermiş ve hadi cennete doğru git dermiş." Dedimki bak:
"Benim günahım çok, öbür dünyada o aralıklarda dolaşırken
sana soracak olurlarsa "bu adamı tanıyormuydun" derlerse
tanımamazhktan gelme haa...." dedim. Çok hoşuna gitti,
gülümsedi. Allah rahmet etsin birkaç gün sonrada vefat etti.
Çok güzel hizmetleri vardı. Onun için çağımızda" dinimize
hizmet eden insanlarla beraber olmaya gayret edelim.
"İşte "sizin Rabbiniz." İşte sizi yaratan, işte sizi büyüten bu
Allah (c.c.) dür. Öyle ise "Yalnız ona kulluk yapın." Yahu
sizi yaratan, sizi büyüten Allah (c.c.) dururken niye onun
dışında onun yarattıklarına ibadet edersiniz.
İbadeti daha önce tefsir derslerime devam edenler bilirler.
"İbadet" yalnız namaz kılmak, oruç tutmak manasına
gelmiyor. Namaz ve orucumuz ibadettir, haccımız ibadettir
Ancak altıbin küsur ayetten bir kaçıdır
bunlar. Onun dışında ibadet Allanın (c.c.) emrettiklerim
yerine getirmek yasaklarından kaçınmak. Yani hukuk
olarak, kanun olarak doğrudan doğruya Allahm (c.c.)
kitabını kabul etmektir.
Rabbimde diyor ki: İşte bu Allah'tır sizin Rabbiniz. Yani
sizi besleyip büyüten O. Öyle ise "Ona itaat ediniz" onun
yasaklarından kaçınınız. Onun dışında başka adamların
emirlerini tutup yasaklarından kaçınma tarafına gidipte,
Rabbinize isyan etmeyiniz. "Nasihat almazmısınız?" Öğüt
almazmısmız? diyor Allah (c.c). 1817[7]

4- Hepinizin dönüşü O'nadır. Bu Allah'ın gerçek va'didir.


Şüphesiz o önce yaratır, sonra iman edip ameli salih
işleyenleri adaletle mükafatlandırmak için onu (ahirete)
döndürür. Kafirlere gelince onlar için küfürlerinden dolayı
kaynar sudan bir içki ve acıklı bir azap vardır.
Hepinizin varacağı yer odur. Yani bu dünyada emirlerini
tuttuğunuz, yolundan gittiğiniz adamlarda ölecek sizde
öleceksiniz. Onunla beraber yürüyeceksiniz Rabbinizin
huzuruna. Öyle ise bu kafirlerin emirlerini tutmayın. Allah
aşkına tutmayın. Bu heriflerin emirlerini değil Allah (c.c.)
'in emirlerini tutun. Ondan geldik ona dönüyoruz.
Yani yaradılış onun tarafından başlatılmıştır. Hani
günümüzde bir kısım insanlar varya efendim tesadüfen bir
yerde büyük bir patlama oluvermiş, gazlar haline
dönüşüyermişmiş, sonra gaz döne döne dünya oluvermiş.
Kimsenin müdahalesi yokmuş. Gökyüzünde de böyle
yıldızlar oldukları yerde dönü dönüvermişler. Yıldızlar
oluvermişler.
Tabi batıdaki adam bu kadar demiyor. Bu kadar basit
söylemiyor. O da kendince büyük izahlar getiriyor.
Kendince bundan ilerisine benim aklım ermiyor diyor.
Türkiye'deki inkarcı adam gibi değil. Adam inkarında yine
bir açık kapı bırakıyor. Diyorki "bak ben ilim olarak şuraya
kadar geldim, atomu parçaladım, maddeyi yok ettim ama
enerjiye dönüştü. Korkunç bir şey"diyor. Böyle hatırınıza
hayalinize gelmedik bir şey benim aklım burada dura kaldı
diyor.

1817[7]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/427-431.
O yine imansızlıktan imana açık bir kapı bırakıyor. Ama
beri tarafta tesadüfen oldu. Oysa tesadüfen bu güne kadar
birşey oldu mu? Bugüne kadar gördün mü? Yani şöyle bir
mermerin üzerinde durup dururken gülün biri çıkıvermiş.
Böyle bir şey olmuş mu? Derken maymundan bir insan
gelivermiş. Böyle bir tesadüf olmuşmu? Yok, olmamış.
Öyle ise bütün bunlar bir düzen içerisinde devam ediyorsa,
bunları böyle ince eleyip sık dokuyan böyle bir yaradan
vardır. Gel bunu kabul edelim, deyince "benim böyle derin
düşünmeye zamanım yok, fazla düşünmeye gerek yok"
deyip, adam geçinip gidiyor. Hayvanlar gibi demiyoruz,
çünkü hayvanlar; biraz daha kendi yaratılış gayeleri
doğrultusunda hizmetlerini yapıyorlar.1818[8]

5- Güneşi ışık, ayı nur yapan, senelerin sayısını ve hesabı


bilesiniz diye ona menziller takdir eden O'dur. Allah bunları
bir hakikat île yaratmıştır. Bilen bir kavim için ayetleri
açıklıyor.
"Nur'u" şöyle tarif etmişler; Nur'un parlaklıkta dereceleri
vardır. Mesela güneş doğmadan önce şafak açıyor, ortalık
biraz ağanyor. Biraz daha yükseliyor, o güneşin nurudur
derler. Her tarafta bir parlaklık var. Derken güneşin ışığı
suya doğuyor. Oradan duvarınıza yansıyor, o da bir nurdur.
Veya kendisi doğrudan vuruyor. Duvarda gördüğünüz ışıkta
bir nurdur diyorlar ama, güneşin kendisindeki ziyadır. Yani
güneşin ziyası deniliyor.
Allah (c.c.) "Güneşi ziya yaptı. Ayı da nur yaptı" diyor.
Ayın ışığını güneşten aldığı açıklandı. Yani Güneşin kendi
zatında ışık vardır. Ziya vardır. Ama ayınkisi ise ondan
yansımış bir nurdur diye açıklamalar getirmişler.
Yani bu ayet,i kerimeyle bugünün insanlarının vardığı
neticeye alimlerimiz daha önceden varmışlar, tefsirlerine

1818[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/431-432.
yazmışlar. Allah güneşi ziya ve kameri de nur yaptı, ve
onlara Ay ile güneşe menziller (yani ayın yörüngesinde
uğradığı yerler) takdir etti. Bununla senenin aylarını ve
günlerini hesap edersiniz ve hesabınızı tam tutabilesiniz
diye.
Muhterem okuyucu çok basit gelir ama bizim bütün
yaptığımız işler bir hesaba dayanır. Yani adam meyve mi,
elma mı yetiştirecek, sebze mi yetiştirecek, hesabı bilmek
mecburiyetindedir. Eylül ayında tohum atacağız. Yahutta
Ekim ayında tohum atacağız. Filan ayda süreceğiz, filan ay-
da hasılatı kaldıracağız. Ama bütün bu yiyecek, içecek,
giyecek gibi her-şeyimiz hesaba dayalı ve teknolojideki
hesap bizim anamızın, babamızın hesabından daha hassas
saniyelerle değil saliselerle yapıyorlar işi. Koşucuların ve
sporcuların bütün yaptıkları iş saliselerle yürütülüyor.Yani
bütün kainatta bizim çıkarımıza olan her şey hesab üzerine
dayalıdır.
Allah (c.c); Aya ve güneşe menziller takdir ettiğini
buyuruyor. Bununda hikmeti bizim aylan günleri hesap
yapabilmemiz, hesabımızı doğru tutabilmemiz içindir.
Şimdi biz vakitlerimizi ayarlayabilmemiz için saate
bakıyoruz. Bu saatlerimizde aya veya güneşe ayarlıdır.
Bizim saatlerimiz bozuluyor. Ama Allah'ın (c.c.) akrep gibi
duran güneşi, yelkovan gibi dönen ayı hiç bozulmadan
devam ediyor. Öyle olunca Allah (c.c.) bizim için nimet
olarak bir ayın ve güneşin ışığı ve ısısı özellikle güneşin
ısısı ve ışığı, ayın ışığı yalnız bunlarla kalmamış faydaları
yeryüzünde bütün ekonomimizin, sanayiimizin,
siyasetimizin bütün varlığımızın evlenmemizin,
boşanmamızın, ölmemizin, kalmamızın hesabını ay ve gü-
neş , akreple yelkovanı üzerine oturtuyoruz. Öyle ise
nimetlerin en büyüğündendir.
"Hesapsız adam" diyoruz. Yani hesabını kitabını bilmemek
o adam için ayıptır değil mi? Öyle ise bütün hesapların
temelinde de dakikalar, saatler, günler, aylar vardır.
Teknolojinin temelinde de o vardır, siyasetin temelinde de o
vardır.
Ayrıca bunların menzilleride insanların üzerinde etkilidir.
Ayın yeni halinde iken doğan eski halinde iken doğan
insanlar üzerinde etki meydana getiriyor. Köyde kalanlar
bilirler. Ayın eskisinde ağaç kesmezler. Evine ağaç
lazımdır. Hicri ayların 15'inden sonra kesmezler. Çünkü
ağaç kurtlanır derler. İnsanlarda da ekzaması olanlar iyi
bilirler. Onlarında ayın durumuna göre azdığı veya
yavaşladığı dönemleri olduğunu doktorlarımız
söyleyiveriyorîar. Denizlerdeki med ve cezir gibi
vücudumuzda da etkisi vardır.
Bütün bu etkiyi yaratan sebepleri de ısısını da, ışığını da
yaratan Allah (c.c). Hani ziyada hem ışık vardır, hem ısı
vardır. Nurda ise ışık vardır ısı yoktur derler. Güneşi ziya
yapmış, ayı da nur yapmış Allah (c.c).
Yeryüzünün ısıtılması için Allah (c.c.) güneşin yakıtının
tedarikini dünya insanına bırakıverseydi ne olurdu halimiz?
Bütün dünyayı atıversiniz güneşe sobanın içine atılan bir
yaprak gazeli kadar dayanır. Öyle ise Allah'a hamd etmek,
ona itaat etmek, onun dışında bütün hüküm koyan insanları
yıkmaktan başka çıkar yolumuz yoktur.
Allah, bütün bunları hak üzere yaratmıştır. Gerçek olarak
yaratmıştır
ve hiçbir şeyi boş olarak yaratmamıştır. Al-i İmran
suresinde tefsiri geçmişti. "Ya Rabbi sen boş birşey
yaratmadın" 1819[9] Burada da bunları bir hak üzere
yaratmıştır, boş yaratmamıştır. Allah bu ayetlerini bilenler
için açıklar diyor. İlim sahipleri için Allah ayetlerini açıklar
diyor. Allah'ın hem Kur'an ayetlerini anlamak için, hemde
tabii ayetlerini anlamak için ilme ihtiyaç var.

1819[9]
Ali İmran 191
Kitap okumaya başlıyorsunuz, Allah (c.c.)'ın kelamını
okumaya başlıyorsunuz. Öyle ise onu ciddiye almalıdır.
İmam-ı Malik (r.a.) peygamber efendimizin hadislerini
okuturken tertemiz elbiselerini giyinir, güzel kokularını
sürünür, andan sonra talebelerinin yanına çıkar, hadis-i şerif
dersini öyle başlatırdı. Onun içindir ki 1200 seneden beri
binlerce insan ona rahmetle dua okumaktadır. Okuduğu ve
okuttuğu hadise önem verdiğinden dolayı. Bizde Allah'ın
kelamına önem verirsek oda manasını bize açacaktır.
Evimize getirdiğimiz geline siz önem verirseniz, yüzünü,
duvağını açarsanız size gülümseyecektir. Ama duvağını
açmayacak olarsamz o da size gülümsemeyecektir. İşte
Allah'ın kelamını açar ona önem verirsek, o da manasını
bize açacaktır. 1820[10]

6- Gece ile gündüzün ihtilafında, Allah'ın göklerde ve yerde


yarattıklarında sakınan kavim için ayetler vardır.
Kolumuzdaki saate bile hakim olamıyoruz. Bir dakika ileri
gidiyor, beş dakika geri kalıyor. Böylece zamanlarımızın
ayarında bizi şaşkınlığa düşürüyor. Allah (c.c.) akrep ve
yelkovan gibi gökyüzüne asıverdiği güneşle, ay; dünyanın
kuruluşundan bugüne kadar bir saniye ileri gitmemiş, bir
saniye geri kalmamıştır. Bunların ard arda gelmeleri ve
birinin gelmesiyle öbürünün gitmesi ve dünya üzerinde bir
denge sağlamaları Al-lah'ın(c.c) ayetlerindendir. Ayet,
"birşeyin varlığına işaret eden" demektir. Hani yol
boylarında Mekke'ye giden yolu ve kilometresini gösteren
işaret levhaları vardır ya, işte tabiatta gördüğünüz,
duyduğunuz, dokunduğunuz, hissettiğiniz her şeyde Allah
(c.c.)'ın varlığına ve de birliğine işaret levhalarıdır ve
ayettirler. Yerde ve gökte gördüğümüz herşey, tuttuğumuz
herşey onun için bir delildir. 1821[11]
1820[10]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/432-434.
1821[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/434.
7- Bize kavuşmayı ümit etmeyen, alçak bir hayata razı olup
onunla tatmin olan ve ayetlerimizden gafil olanlar.. 1822[12]

8- İşte onların kazandıklarından dolayı sığınakları ateştir.


Onlar dünyada yapmış oldukları günah ve küfür nedeniyle
yollarının cehennem olduğunu Allah (c.c.) bize haber
veriyor. Ahireti inkar tarihte olduğu gibi günümüzde de
bulunmaktadır. Bunlar bu dünya hayatına razı olan ve
bununla huzur bulmaya çalışan insanlardır. Aslında
gönüllerinin en derin yerinde ahiret endişesi de yatmaktadır.
Ancak ahiret inancı bu dünyadaki çıkarlarını
engelleyeceğinden ve bu insanların haram lokmalarını
boğazlarında bırakacağından, Ahirete imanı terk tarafını
tercih etmişlerdir.
Düşünmemeyi ve okumamayı ve bu konunun
konuşulmamasını arzu etmektedirler. Çünkü lüks
salonlarında, haram lokmaları boğazlarına indirirken, ahiret
sahnelerinin en tatlı haram lokmalarını acıya çevireceğini
bildiklerinden dolayıdırki ahireti inkar tarafına
gidiveriyorlar. Bu konuda da kendilerine göre bir mantık
geliştiriyorlar. "Giden gelmiş mi? Gelipte haber vermiş mi?"
gibi basit sorularla kendi imansızlıklarını güçlendirmeye
çalışıyorlar. Aynı soru kendilerine de sorulabilir: "Peki
giden geldi de size haber mi verdi? Gitti biride ahiret
denilen şeyin olmadığını habermi verdi?" diye bizde
aynısını sorarız.
Bunun yanında yeryüzünde görmekte olduğumuz; bütün
çiçekler, ağaçlar, sebzeler ve meyveler ahiretin olduğunu
bize göstermektedirler. Çünkü onlar bahar mevsiminde
dünyaya geliyorlar. Güz mevsiminde ölüyorlar. Kardan
kefenlere bürünüyorlar ve toprağa gömülüyorlar. Sonrada

1822[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/434-435.
baharda yeniden İsrafilin Sur'u gibi bir bahar rüzganyla
yeniden başak veriyorlar ve dünyaya yeniden geliveriyorlar.
Bunlarda bize gösteriyor ki Allah (c.c.) insanları da İsrafilin
Sur'uyla birgün mahşerde diriltecektir.
Ahirete inanmayan insanlar mevsimlik böcekler gibidir.
Ağustos ayında dünyaya gelen böceklere "yahu bekleyin
ilerde kış vardır, onun ilerisinde de bahar vardır" denilse
hayatında hiç bahar ve kışı görmeyen bu sinekler bunu inkar
tarafına gidebilecekleri gibi, ahireti görmeyen bu insanlarda
ahireti inkar tarafına gideceklerdir. Allah (c.c.) mü'minlere
haber veriyor:1823[13]

9- Şüphesiz iman edip ameli salih işleyenlere imanları


sebebiyle Rableri onları altından ırmaklar akan naim
cennetlerine ulaştırır. 1824[14]

10- Onların oradaki duası: "Allah'ım sen bütün


eksikliklerden münezzehsin" (sözüdür). Sıhhat ve afiyet
dilekleri: "Selam"dır. Dualarının sonu ise: "Hamd alemlerin
Rabbinedir." (sözüdür).
Orada o cennetler alemindeki mü'minlerin duaları
"Sübhanekellahümme" dir. Yani "Ey Allah'ım seni teşbih ve
tenzih ederiz." derler ve orada kendi aralarında konuşmaları
da, sağlık temennileri de "Selâm" kelimesidir. Selam
kelimesini bu dünyada çok söyleyenler, Esmaiil Hüsnası
olan Allah (c.c.)'ın (Darüs Selam) diye isimlendirdiği
cennetine gireceklerdir. Duaların sonunda da
"Elhamdülillahi Rabbil alemin" diyeceklerdir. Yani dünyada
beş vakit namazında kırk defa "Elhamdülillahi Rabbil
alemiyn" diyenler alemlerin Rabbine hamd olsun ki Allah
(c.c.) vaad ettiğinin de ötesinde bize rahmetinden azıcık
ibadetlerimizin karşılığı olarak çok büyük nimetler vermiştir
1823[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/435.
1824[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/436.
diye Allah'a hamdü senalar edeceklerdir.
Gönüller arasındaki sevgi, gözle görülmeyen bir şeydir.
Gözle görülmeyen bir sevginin bir insandan diğer insana
nakledilmesi, yine gözle görülmeyen bir şeyle olmalıdır.
Yani bir vasıta ile olmalıdır ki, o da gönüller arasındaki
"selam" kelimesidir. "Selam" Allanın (c.c.) Esma-ı
Hüsnasındandır.
Haşr suresinin son ayetinde bildirildiği gibi Allah (c.c.)'m
Esmaül Hüsnasındandir. Mü'minleri İslama sokan onları
dünyada selamette kılan ve Ahirette de onları "Darüs
Selam"ma ulaştıran Allanın (c.c.) ismidir. Birgün akşama
kadar eğer bin kişiye selam verirseniz, Allah (c.c.)'rn
isminide bin defa zikr etmiş olursunuz. Ayrıca karşı tarafa
selametler dilemiş olursunuz. İnsanlar arasındaki kini nefreti
yok edebilecek en iyi ilaç selam vermekdir. En fazla küs
olduğunuz bir insana bir defa selam veriu niz. Belki sizin
selamınızı almayacaktır. Ama ikinci defa selam verdiğinizde
biraz gönlü yumuşamış olacaktır. Üçüncü selamınızda size
doğru
gönülsüz de olsa selamınızı alacak, dördüncüsünde ise
kucaklaşmayı sağlayacaktır bu selam. Onun içindirki Allah
(c.c.) bir başka ayet-i kerimesinde: "Bir selamla selaml
andığın iz zaman, size biri selam verdiği zaman siz, onun
selamından daha güzel bir şekilde veya aynı ile selamını
alınız" diyor. 1825[15]
Selam vermenin usulü hadisi şerifte de bize bildirilmiştir.
Küçüğün büyüğe selam vermesi gerektiğini, yürüyenin
oturana selam vermesi gerektiğini, vasıtalının vasıtasıza
selam vermesi gerektiğini, Peygamber efendimiz
bilâirmiş. 1826[16] Kadınlar, erkekler birbirlerine aralarında
selam verebileceklerini peygamber efendimiz (s.a.v.)'in
kendi hayatındaki tatbikatından da ayrıca öğrenmekteyiz.
1825[15]
Nisa 87
1826[16]
Buhari,Isti'zan 4
Selam da bir kelimedir. Kelimeler toprağa düşen bir tohum
gibidirler ama tohum gibi çürümezler. Bazen anında
çiçeklenirler, bazende elli sene gönülde durur, elli sene
sonra meyve verirler. Ud'un tellerinden daha fazla akorda
muhtaçdır sözlerimiz. Kendimizi ayarlarken karşımıza hayat
vermeliyiz. Hani şairler birbirleriyle atışmaya başlamadan
önce biri diğerine "ayak" veriyor. Mesela "gül" diyor, gül
üzerinden başlıyor şiir. Ona ayak tabir ediliyor. Ayak
vermemiz gerekiyor. Dostçamıyız, düşmancamıyız,
hayırmıyız, şermiyiz. Sözlerimizden Önce bir elçinin varıp
karşımazdakinin yüreğinde dostane bir ortam hazırlamalı.
Efendimiz (s.a.v.) buyurmuş. "Önce selam, sonra
kelam" 1827[17] Batılı bir yazar şöyle diyor: "Kim icad etti
bilmiyorum ama dünyanın en büyük icadı selamdır" Öyle ya
insanların yapmış oldukları arabalar, uçaklar, uydular her
türlü teknolojik vasıtalar insan içindir. Selam ise bütün
insanları birbirine bağlayan aralarındaki kini yok eden gö-
rülmez bir ilaçtır.
Yani evvela insanların gönlünü hoş eden bir ilaçtır. Gönlü
hoş olmayan her tarafı sızım sızım sızlayan bir insanı
dünyanın en konforlu bir vasıtasına bindirseniz ağrısını
dindiremezsiniz. İçi kinle, düşmanlıkla dolu bir insan
dünyanın en lüks köşkünde yaşasa rahat edemez, öyle ise
onun evvela gönlü tedavi edilmelidir. Selam olan Allah
(c.c.)'m İslamı gönlüne girmeli ve selamla o insan tedavi
edilmelidir. Kelamdan önce selamı tavsiye eden
peygamberin hadisi şerifinde, "Tokalaşmak kini yok eder,
hediyeleşmek düşmanlığı giderir" diyor.1828[18] insanlar
birbirine selamdan sonra efendimiz (s.a.v.)'m hadisine
uyarak ellerini uzatırlar ve dostça tokalaşırlar. Hani yine
hadisi şerifte bildirdiğine göre "İki mü'min tokalaşırken
onların tokalaşması güz mevsiminde ağaçlar üzerinden
1827[17]
Mişkatül Mesabih hadis no:4653
1828[18]
Mişkatül Mesabihin 4693
yapraklar döküldüğü gibi günahlarının dökülmesine
sebeptir" 1829[19] insanlar barışın sembolü olarak zeytin dalını
kullanmışlardır ve eli tavsiye etmişlerdir. Yani elin, elle
tokalaşmasını tavsiye etmişlerdir. Peygamber (s.a.v.) elle
tokalaşmayı bizzat kendisi
yapmıştır ve"Tokalaşın, tokalaşmak kini giderir, buyurmuş.
Zeytin dalı toprağın ürünüdür. Elimiz kendi canımız ve
kanımızın ürünüdür. Onun için elimizden daha güzel bir elçi
yoktur, ve selamımızdan daha güzel bir elçimiz
yoktur. 1830[20]

11- Eğer insanların hayrı acele istemeleri gibi Allah'da


şerr'de acele etse idi, onların sürelerini bitiriverirdi. Bizimle
kavuşmayı ümit etmeyenleri biz, azgınlıkları içinde bocalar
halde bırakiveririz.
Yani kafirlerin küfründen dolayı Allah (c.c.) onları anında
cezalandırmıyorsa onlara mühlet vermiş olmasındandır.
Yoksa onlardan haberdar olmadığı anlamına gelmez.
Onların bu dünyada cezası verilmezse, ahirette mutlak
surette cezalan verilecektir. Devam eden ayet-i kerimede,
insanların karakterine, hemen hemen herkeste bulunabilen,
kafirde daha fazla görülen bir hastalığına dikkat
çekiyor.1831[21]

12- İnsana bir zarar dokunduğunda yan yatarken, otururken


veya ayakta iken bize dua eder. Ondan zararı
kaldırdığımızda sanki ona dokunan sıkıntıya bizi
çağırmamış gibi geçer gider. İşte müsriflere yaptıkları böyle
süslü gösterildi.
Hani onulmaz bir hastalığa düşen, doktorlar tarafından ümit
kesilen, sabahlara kadar ağrısı dindirilemeyen bir insan her

1829[19]
Ebu Davud,Edeb 142
1830[20]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/436-438.
1831[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/438.
yere baş vurduktan sonra ümidi kesilince, karanlık geceleri
yaratan Allah (c.c.)'den başka dönecek kimseciğinin
olmadığını görünce ona yöneliyor. Allah, Allah, Allah diye
bağırıyor. Ama neticede birde bakıyorsunuz ki Allah onun
belasını, musibetini ve acısını alıvermiş.
"Onun belasını ve musibetini onun zararını giderdiğimizde
sanki ona birşey dokunmamış gibi bize olan ibadetinden,
duasından vazgeçiverir. Yani Allahı (c.c.) yine unutur,
günlük hayatına döner ve orada kendi hayatında kendince
hayalını düzenlemeye devam ettirir. Bunu yaparkende
kendine göre bir felsefe geliştirir tabii şeytanın yardımıyla,
o yapmış oldukları işlerde, müsriflere yaptıkları işler güzel
gösterildi" diyor Allah
(c.c). Yani her insan yaptığı işi kendisine göre bir felsefesini
yapar. Yani kendisini tatmin edecek bir mantık temellerini
bu konuda bulur. O temeller zayıf mı veya kuvvetli mi onun
için önemli değil. Kendisini ikna edecek bir vesveseyi bir
felsefeyi o icat eder, şeytan yardım eder. Allah (c.c.) de o
istedikten sonra bu kanunları halk eder. Ama Allah (c.c.)
geçmişten ibretli sahneler veriyor bize ve diyor ki. 1832[22]

13- Andolsun biz zulmettikleri için, peygamberleri apaçık


deliller getirdikleri halde iman etmedikleri için, biz sizden
önce nice çağlar (da yaşayan nesiller)ı helak ettik. İşte biz
suçlu kavmi böylece cezalandırırız. 1833[23]

14- Sonra sizin nasıl yapacağınızı görmemiz için onlardan


sonra yeryüzüne sizi halifeler yaptık.
Biz Halife kılınmışız zaman içersinde. Hz. Adem Allah'ın
halifesi olarak yaratılmış ve onun çizgisinde devam eden
bütün peygamberlerde yeryüzünde Allah'ın halifeleridir.
Peygamberleri takip eden bütün mü'minlerde Allah (c.c.)'ın
1832[22]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/438-439.
1833[23]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/439.
halifesidir. Halife kendisini seçen, kendisine o yetkiyi veren
Allah (c.c.) adına yönetimi ele alan kişi demektir. Öyle ise
biz Allah'ın (c.c.) koyduğu kurallar doğrultusunda, onun
mülkünde, onun kullarına, onun kanunlarına uygun olarak
insanları yönetmemiz için halife kılınmışız. Mümin her
halinde fotoğraf çektiriyormuş gibi düzenli hareket
etmelidir. 1834[24]

15- Onlara apaçık ayetlerimiz okunduğunda, bize


kavuşmayı ümit etmeyenler "Bize bundan başka bir Kur'an
getir veya bunu değiştir" dediler. Deki "Onu benim
kendiliğimden değiştirmem benim için imkansızdır. Ben
ancak bana vahyolunana uyarım. Eğer ben Rabbime karşı
gelirsem büyük bir günün azabından korkarım."
Peygamber efendimiz (s.a.v.)'ın getirmiş olduğu ayet-i
kerimeler, peygamberin kendisinden değil, Allah (c.c.)
dandır. Bizim çıkarlarımızı en iyi bilen Allah (c.c.)'dir.
Hangi şey bizim çıkarımızadır, hangisi zararınızadır.Onu da
o, daha iyi bilmektedir. Onun içindir ki vermiş olduğu her
emir ve indirmiş olduğu her yasak vede Kur'an-ı Kerimde
bildirmiş olduğu her haber mutlak surette bizim lehimizedir.
O emirlere uyarak yasaklarından kaçınacak olursak iki
dünyamızıda güzel eyleyeceğiz. İnsanların bazen
kendilerinden bulduğu kaideler, kurallar vardır mutlu
olabilmek için. Ama hayatımızda görüyoruz. Bir kısım
insanlar mutlu olacağım diye kendine göre bir yol takip
ediyor. Neticede bu dünyada bela ve musibetle karşı karşıya
kalıveriyor. Bazen namusundan oluyor, hanımından,
çoluğundan, çocuğundan oluyor. Malından, mülkünden
oluyor. Hayatından bile oluveriyor. Yani kişiler kendi
hayatlarının mutluluğunu kendilerinin koyduğu kurallar ve
programlar içersinde yapmaya kalkarlarsa yarının ne

1834[24]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/439.
getireceğini bilemediklerinden dolayı-dırki, bir çok bela ve
musibetlerle de karşı karşıya kah veriyorlar.
Mekkeli müşrikler ayet-i kerimelerin gelmesiyle
kendilerinin çıkarları zedeleniverince, o güne kadar
yapmakta oldukları pisliğin de meşru olduğu konusunda,
peygamber (s.a.v.)'dan ayetler istiyorlar. Ama peygamber
efendimize emir "Bunları ben kendiliğimden
söylemiyorumki, ben bana vahy olunana uyarım" de diyor.
Peygamber (s.a.v.).
Günümüzde de bize "Kur'an-ı kerim ayetlerinin yanında
Kur'an-ı Kerim ayetlerinden başka yine bizim sevdiğimiz
saydığımız insanların sözlerine de uyalım" diyenlere karşı
biz aynen peygamber (s.a.v.)'ın söylediği sözleri söyleriz.
Burda peygamberimiz "bana vahy olunana uyarım" diyor.
Bizde Biz peygamberimize vahy olana uyarız.- Yoksa
insanlara şeytanların vermiş olduğu vesveseye uymayız diye
yirminci asırda bu insanlara peygamber (s.a.v.)'ın cevabını
vereceğiz. Yine peygamber efendimiz cevap veriyor: 1835[25]

16- Deki: "Eğer Allah dileseydi onu size okumazdım ve onu


size bildirmezdim. Ben daha önce sizin aranızda bir ömür
boyu kalmıştım. Akıl etmiyormusunuz?
Ebu Cehlin nesli yok olmuş değil, Ebu Leheb'in nesli de yok
olmuş değil. Aynı şüpheyi taşıyan insanlar var. "Peygamber
kendiliğinden uydurdu. Arabistanda birkaç tane Yahudilere
ve Hristiyanlara ait kitapları okudu. Bizans'a, Şam'a kadar
geldi. Orada bazı papazlarla görüştü. Onlardan edindiği
bilgileri onlara nakl etti" diye yayın bile yapılmıştır. Yani bu
yayınlar batıda yapılmıştır. Bu yayınlar Türkiye'de bazı
imansızlar nez-dinde kabul görmüştür.
Halbuki şunu bilmezler ki peygamber (s.a.v.) çocuk yaşta
iken 12 yaşında Suriye'ye kadar gelmiştir. Hani bir çocuk

1835[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/439-440.
Türkçe'yi bilmese ve Türkiye'ye gelse, Türkiye'de Hukuk
Fakültesine 15 günlüğüne misafir olsa Türkiye'de okutulan
bütün hukuk kitaplarını ezberleyip gidipte bunu
memleketinde anlatabilir mi insanlara? Mümkün değil.
Peygamber (s.a.v.) 12 yaşlarında Suriye'ye amcasıyla bir
kervanla beraber geliyor. Rahip Bahire peygamber
efendimizi görüyor. Peygamber efendimiz hakkında Ebu
Taliple görüşüyor. Yani rahip, Ebu Talip'le görüşüyor. 1836[26]
Yoksa peygamber efendimizi görüyor ama onunla
konuşmuyor. Yani o kısa zaman içersinde bütün bir kitabın
bilgisini bir çocuğa nasıl aktarır. Madem o bilgi varmış
rahibin kendisinde neden söylemezmiş.
Onun için peygamber (s.a.v.)'a Mekkeli müşrikler de bu
kendiliğinden de uyduruyor diyorlar. Günümüzde bir kısım
imansızlarda aynı şeyi söylüyorlar. Peygamber
kendiliğinden o günlerde çok güzel şeyler söylemiş ama,
modası geçmiş gibi, imansızca söz söyleme tarafına
gidiveri-yorlar. Deki onlara:"ben sizin aranızda yıllarca
yaşadım" siz benim 40 yaşma kadar ki yaşantımı
biliyorsunuz. Yani kırk yaşına kadar sizinle aynı kültürün
etkisi altındaydım. Yani Mekke'de neler duyuluyorsa, söyle-
niyorsa, anlatılıyorsa bende onları duymakta ve onları
ezberlemekteydim. Yani benimle sizin aranızda bu 40 yıllık
yaşantımda bir fark yok, ancak fark surda, Allah (c.c.) ilerde
onu seçecek ya daha peygamberliğinden önce de korumuş.
Yalan söylememiş hayatında, iftira etmemiş, zina yap-
mamış, hayatta içki içmemiş, puta tapınmamış, ayrı bir
hayat yaşıyor insanlardan. Yine de hatırlatıyor. Mekke'li
insanlara "40 yıl sizin aranızda kaldım ben. Şimdi size sizin
duymadığınız sözleri söylüyorsam, daha önce bunları
ezberlemediğimi biliyorsunuz."
Yani ben ezberlemiş olsaydım sizde ezberlerdiniz. Aynı

1836[26]
Beyhaki, Delail 2/25
şehirde yaşıyoruz. Aynı insanları görüyoruz. Aynı insanlarla
tanışıyoruz. Öyle ise ben bunları kendiliğimden
söylemiyorum. Bunu bana Allah (c.c.) vahy ediyor. Bende o
vahyi size hatırlatıyorum. "Hala mı akıllanmayacaksınız?
Hala mı anlamıyorsunuz, akıl etmiyorsunuz?" diyor Allah
(c.c).
Bizde günümüzdeki insanlara aynısını söylüyoruz, ve
diyoruz ki: Peygamber efendimizin yaşadığı çağ bundan
1400 sene önceki çağdır. O çağdaki dünyanın çeşitli
yerlerinde yaşamış ilim adamları vardır. Rahipler, hahamlar
vardır, çeşitli kültürlü insanlar vardır. O insanlardan günü-
müze kadar kitabı gelebilmiş insanlarda vardır. Yani 1400
sene evvelinden Fransa'da, İngiltere'de, Almanya'da,
Rusya'da ve Çin'de, Hindistan'da, günümüze kadar gelen
kitaplar vardır. Buyurun o kitaplarda Kur'anın bir benzeri
varmıdır?
Yani eğer peygamber kendiliğinden uydurmuş olsaydı,
diğer insanlarla bir benzerlik meydana gelecekti. Mesela
Türkiye'de bir yazarın sosyal konularda yazmış olduğu bir
yazıyı alın, aynı konuda da İngiltere'de bir yazı yazılmıştır.
Bu adam ondan kopyamı etti. Hayır kopya da etmedi.
Çünkü aynı çağda yaşadıklarından, aynı sorunlarla karşı
karşıya geldiklerinden, bu sorunlara insanlar çıkış yollarını
bulurken birbirlerine benzerlik arzederler. Onun gibi
dünyanın çeşitli yerlerinde 1400 sene evvel yazılan kitaplar
da birbirlerine benzerlik arz ederlerken, Allah'ın kelamında
böyle bir benzerliğin olmadığını görüyoruz. Buda bize Allah
Rasulünün bize getirmiş olduğu kitabın, Allah (c.c.)
tarafından nazil olduğunu bildirmiş oluyor. Allah (c.c.)
devam ediyor: 1837[27]

17- Allah'a yalan uyduran ve onun ayetlerini yalanlayandan

1837[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/440-442.
daha zalim kimdir? Şüphesiz suçlular kurtuluşa eremezler,
Gazetelerin manşetlerinde hergüft işkence konusu da
işleniveriyor. Allah (c.c.) diyor ki: "Allah'a iftira atandan,
yalan iftira atandan daha zalim kim vardır. Onun ayetlerini
yalanlayandan daha zalim kim vardır" diyor. Bir başka ayet-
i kerimede "şirkin bizzat kendisi en büyük zulümdür"
diyor.1838[28]
Yani insanlar insana işkence ediyorlarsa iyi bilin ki
temelinde Allah'ın ayetlerini yalanlama vardır. Allah'a iftira
atma vardır. Şirk koşma vardır. O olmamış olsaydı insanlar
insana zulmedemezlerdi. Yaratılmışı yaratandan ötürü
severlerdi. Allah'ın yarattığı bir insan, bir can, bir kuş, bir
taş, bir çiçek veya bir böcek diye görmeye başlar. Bu sefer
insanlar Allah'ın yarattıklarına karşı merhametli
davranmaya başlarlardı. "Suçlular felah bulmaz" diyor Allah
(c.c.) Yani Allah'a karşı iftira edenler ve Allah'ın ayetlerini
yalanlayanlar onlar iflah olmazlar, kurtuluşa eremezler
diyor.1839[29]

18- Onlara Allah'tan başka fayda ve zarar vermeyenlere


kulluk yapıyorlar ve "Bunlar Allah katında bizim
şefaatçılarımızdır" diyorlar. Deki: "Göklerde ve yerde
Allah'ın bilmediklennimi haber veriyorsunuz? O onların
ortak koştuklarından uzak ve yücedir."
Burda günümüzde peygamberleri dışında insanlar hakkında
isim vererek şu zat bana şefaat edecek demeyeceğiz. Daha
önce bu sürenin üçüncü ayetinde bu konu geçmişti. İsim
vererek Ali efendi, Veli efendi, Kerim efendi, Osman,
Ahmet efendi bana şefaat edecektir demeyeceğiz.
Peygamberlerin dışında, şefaat etme hakkı bize Kur'an veya
Sünnette bildirilmemiştir. Ayet-i kerimede ve Hadisi şerifte
de; salih insanların, ilmi ile amel eden
1838[28]
Lokman 13
1839[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/442-443.
alimlerin,mücahidlerin, Kur'an-ı Kerimi manası ile kavrayıp
okuyan vede amel edenlerin yakınlarına şefaat edeceği
bildiriliyor. 1840[30]
Ama hafız efendinin bu dünyadan nasıl gittiğini biz
bilemediğimizden dolayıdır ki, "o zatta bize şefaat
edecektir" demeyeceğiz. Ancak "Ya Rabbi şefaat izni
verdiğin kişilerin şefaatından bizleri mahrum etme" derken
biz Rabbimize dua etmiş oluyoruz. Çünkü şefaat iznini de
verecek olan O. Burada müşrikler Allah'tan başkasına
tapmıyorlar, tapınırken de diyorlar ki: "Bunlar bizi Allah'a
götürendir. Allah katında bizim için şefaatçidirler" diyorlar.
Böylece kafir olmuş oluyorlar. Onun için böyle şahıslar
hakkında aynı şeyi söylemeyeceğiz.
Günümüzde de puta tapanlar vardır. Yani yalnız Mekke
döneminde puta tapınılmış değil, bazı filmlerde gösterilirler.
Ebu Cehlin, Ebu Süf-yan'ın,Ebu Leheb'in etrafındaki
avaneleri geliyorlar, Taşın önünde, böyle garip garip
merasimler yapıyorlar. Böyle bir şey yok. Onlara
tapınıyorlar ama onun taş olduğunu biliyorlar. Allah kabul
etmiyorlar. Bu Yunus suresinin 18. ayet-i kerimesinde
onlara ibadet ederlerken (Allah katında bunlar bizim
aracımızdırlar, şefaatçimizdirler) diyerek onlara saygı duyu-
yorlar, onlara ibadet ediyorlar. Onlar hakkında İbrahim (a.s.)
putperestliğin karakterini onlar hakkın böyle fotoğrafını
çekip veriyor bize, Allah (c.c.) ayet-i kerimesinde şöyle
bildiriyor. Bu putları siz kendinize ilah olarak ediniyorsunuz
ama şunun için: aranızda bir sevgi birliği olsun için
putları kendinize ilah kabul ediyorsunuz diyor. Yani
birliğinizi sağlayabilmek için bu putları kendinize ilah kabul
ediyorsunuz diyor. 1841[31]
Şöyle açıklayalım bunu: Şu cemaatten dört tane eli silahlı
çıkıyor ve diyor ki: "Tamam, hepiniz teslim olacaksınız ve
1840[30]
Tirmizi, Scvabül Kur'an 13Tirmizi,Fezailül cihad 25
1841[31]
Ankebut 25
bizim dediklerimize uyacaksınız" diyorlar. Sizin elinizde de
silah yok. Şimdi bir köye bir muhtar olurmuş, bir şehre bir
vali olurmuş çünkü "çatal kazık yere geçmez" derler.
Bunların dördünden birisinin ileri geçmesi gerekecek.
Hangisine olsun, biri olsa, öteki üçü itiraz eder. Öyle olunca
orta yere bir baş dikerler. "Bu başa tapınacaksınız.
Bayramlarınızı, seyranlarınızı, ibadetinizi, merasimlerinizi,
taatlerinizi bunun etrafında yapacaksınız. Bizim dediğimiz
yerde toplanacaksınız" derler.
Bütün devletlerin ve milletlerin hayatında bir yerde
toplanma ameliyesi olmuştur. Yani bütün bir millet bir
yerde toplanır. Milli birlik ve beraberlik kelimesi kullanılır
ya, milli birlik ve beraberliği sağlamak gerekir. Peki milli
birlik ve beraberliği sağlamak için adres vermemiz gereke-
cek. Diyeceksiniz ki Sultan Ahmet meydanında toplanalım.
Yani adres verirseniz toplanırsınız. Birlik içinde adres
vermek gerekiyor.
Biz diyoruz ki: "Hepiniz hep birlikten Allah'ın ipine sımsıkı
sarılınız." 1842[32] Yani birliğinizi Allah'ın kelamı etrafında
yapınız. Onun okunduğu ve anlatılmaya çalışıldığı
mescitlerde bir araya gelmeye çalışınız.
Peki Allah'ın kelamına inanamazlarsa filan ağanın dedikleri
etrafında toplanalım. Onun bulunduğu yerde bir araya
gelelim, gibi adres vermek meydana gelir ki, orasıda sizin
gibi ya bir insandır, ya bir inektir. Bir kuş veya bir taştır.
Onun için Allah'ın yarattığına tapılmaz. Allah'ın bizzat
kendisine ibadet edilir. Bütün yaratıklarda ona ibadet
etmekle mükelleftirler.
Yani Allah'a inanmayanların tapınma gayeleri insanların
şahsi çıkarlarım yerine getirmeleri için tezgahlanmış bir
olaydır. Başlangıçta putperestlik yoktu. Peygamberle
hayatımız başka idi bizim. 1843[33]
1842[32]
Al'i îmran 703
1843[33]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/443-444.
19- İnsanlar birtek ümmet iken ihtilafa düştüler. Eğer
Rabbinden bir söz geçmemiş olsaydı, ihtilafa düştükleri
konuda aralarında hüküm verilirdi.
Yani Adem (a.s.)'la başlayan ümmetin 10 sahifelik kitapları
var,peygamberleri, yazıları var. Dinleri günleri ve ibadetleri
yar. O azıcık ailenin Allah tarafından indirilmiş hukuku dahi
var.
Öyle ise toplu halde idilerde, sonradan dağıldılar.
Birbirleriyle ihtilaf ettiler. Bir peygamber ve kitabına
sarıldıkları müddetçe, birlik halindeydiler ama orta yere
çıkar hesapları girince, hani Kabil'in Habil'le olan kavgası
vardır. Habil diyor ki: "gel bu meselemizi, mahkemelik
olayımızı, Allah'ın kanunları çerçevesinde çözelim" diyor.
Kabil'de diyor ki: "Allah bana akıl vermiş, mantık vermiş.
Bir de bedeni güç vermiş. Ben kendi hakkımı kendim
alırım" diyor ve kardeşi Habil'i öldürüveriyor.
Allah'ın kanununa karşı ilk kanun çıkaran kişi Kabil'dir. İlk
kanda böylelikle akmıştır. Rabbime isyanla beraber
yeryüzünde kan akmıştır. Onun içindir ki, Peygamber:
(s.a.v.) "yeryüzünde haksız yere Öldürülen her insandan bir
günahta Kabil'e gitmektedir" diyor. Çünkü ilk adam öl-
dürmeyi o başlattığından dolayı.
Onun içindir ki, birlik sağlayabilmek için Allah'ın kitabına
yönelinmesi gerekir. Eğer insana yönelecek olursak, bu
sefer eli silahlı olan herkes kendisini kıble kabul edecektir.
İnsanların hepsinin kendisine yönelmesini, insanlara
verdiğini yutturmasını ve emrettiğini tutturmasını emretme
tarafına gidecektir ki, ayrıca o da bir put olup çıkacaktır.
"Eğer Allah (c.c.) geçmişte olan bir hükmü olmasaydı, bu
ihtilaf ettikleri konusunda Allah'ta onların hükmünü verirdi"
diyor. Yani cezalandırırdı ama Allah (c.c.) kafirlerin yapmış
olduğu suçtan dolayı hemen cezalandırmayacağını, yine bu
surede bize haber vermiştir. Onun için acele etmiyor. 1844[34]

20- "Ona Rabbinden bir mucize indirilmeli değil mi?"


diyorlar. Deki: "Gayb Allah'a aittir. Bekleyin. Bende sizinle
beraber bekleyenlerdenim.
İlk nazil olan ayet-i kerimelerde deRabbim müjde veriyor.
"Bugün güçsüz gibisin, etrafında sana iman edenler fazla
yok ama, yakında zaferi sende göreceksin, onlarda görecek"
diyor. Neticede 13 senelik bir zaman sonra da peygamber
efendimiz (s.a.v.) o güçsüz gibi görülen insanlarla devletini
kuruveriyor. Sonra kalan 10 seneki toplam 23 senelik zaman
içersinde ikibuçuk milyon m2 toprak üzerinde yaşayan
insanların gönüllerini feth ediveriyor.
Allah (c.c), Mekke müşriklerini peygamber efendimizden
mucize istemeleri konusunda çeşitli ayet-i kerimelerim
getirmiş. En'am suresinin 111. ayet-i kerimesinde "Eğer biz
onlara melek göndermiş olsak veya bir ölüyü diriltip
konuştursak veya herşeyi önlerinde onların toplasak, yine
iman etmezler." Bir başka ayet-i kerimede de 1845[35] "Gökyü-
zünden üzerlerine ceza olarak bir parça düşmüş olsa, derler
ki bu bir bulut yığınıdır". Veya "gökyüzünde üzerlerine kapı
açılmış olsa onlar oraya çıkmış olsalardı, bu seferde
sinirlendik herhalde, gözlerimiz sarhoş oldu, başımız
dönüyor herhalde diye inkar tarafına gideceklerdir" diyor.
Fecr suresinin 14 ve 15. ayet-i kerimesinde. "Bir ölüyü
konuştur s aydık ve her şeyi toplamış olsaydık, bir yere veya
gökyüzünden yazılı kitap indirseydik, Yani kağıdına
bakıyoruz, Türkiye'de basılmış kağıt değil, yazı olarakta
Türkiye'deki mürekkeplere benzemiyor. Fevkalade bir kağıt
üzerinde yazılı olarak bir kitap inmiş olsaydı- veya
gökyüzünden üzerlerine bir taş düşmüş olsaydı, yine de
iman etmeyecek olanlar, yinede iman etmezlerdi" diyor
1844[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/444-445.
1845[35]
Tur suresinin 44
Allah (c.c).
Muhterem okuyucu! aslında aklı başında olanlar gördükleri
her şeyin mucize olduğunu bilirler Hani İmam Ahmed bin
Hanbel'e sormuşlar: "Allah'ın varlığını ve birliğini ne ile
ispat edersin demişler" Demiş ki: "Yumurta ile. Yumurta,
içindeki civcive göre dünyanın en sağlam kalesidir, civcivin
zayıflığına göre, onun içerisinden bir canlının çıkacağını da-
ha önce bilmeyen adam inanmaz. Ama biz şimdi inanıyoruz.
Daha önce bilgimiz vardı ondan inanıyoruz bu işe. Hiç
denizi görmemiş, denizde balığın yaşadığını duymamış bir
adama; deniz var, içinde de binlerce canlı var denilse, adam
derki:"Gel senin başını suyun içersine sokalım, eğer beş
dakika durabilirsen bende inanayım." Ama denizin ke-
narında yaşayanlar denizde yaşayan bu canlıları biliyorlar ve
inanıyorlar. Niye? Gözleri hep görüp durduğundandır.
Bizim yaradılışımız bir damla sudan. Bakıyorsunuz bu
sudan; bilen, konuşan, gören,gülen, sanat eserleri meydana
geliyor. Allah (c.c.) koyduğu kanunlarla, insanların koyduğu
kanunlar arasındaki fark: Allah (c.c.) yarattığı bu insanla,
insanların meydana diktiği heykeller arasındaki fark gibidir.
Nasıl ki insan sever, okşar, büyür, konuşur, gezer, çalışır.
Öbürüsü ise olduğu yerde dikilir, sevmez, başına konan bir
sineğe "kış" bile diyemez. Ayrıca heykeli yapan insanın
elini,aklını,fikrini ve heykelin malzemesini yaratan da Allah
(c.c.)'dır. 1846[36]

21- Onlara dokunan bir zarardan sonra insanlara bir rahmeti


tattırdığımızda birde bakarsın ki ayetlerimize hile yapmaya
çalışırlar. Deki: "Allah'ın tuzağı daha çabukdur." Elçilerimiz
sizin yaptığınız hileleri yazıyorlar.
Bu yalnız müslümanlarda değil, dünyanın her tarafında aynı
imiş. Doktordan fayda gelmemiş, doktorlar üzerine düşeni

1846[36]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/445-446.
yapmışlar. Tedavi edemeyip, acıyıda dindirememişler. Bu
sefer putuna yalvarmış, putuda yardım edememiş. Bu sefer
karanlık gecelerde karanlık geceyi getiren, gündüzü getiren
kim ise ona yöneliyor "Allaaah" diyor. Ama ne zaman
belası ve musibeti kalkıyor, tekrar isyanına dönüveriyor bu
imansızlar.
Allah (c.c) diyor ki:"Siz Allah'a hile mi yapıyorsunuz?
Allah'ın oyunu sizin oyununuzdan daha süratlidir. (Bizim
elçilerimiz (yani meleklerimiz) bütün yapmakta
olduklarınızı yazmaktadır) diyor. Yani ağzınızdan çıkan her
kelime ve mesaj, elinizde meydana gelen her hareket,
dilinizle söylenenler, ayaklarınızla yaptıklarınız, gönülden
geçirdikleriniz, herşeyiniz kayda geçiyor.
Nasıl ki video filmlere almıyor, bir insanın hayatıda
melekler tarafından kaydediliyor. Hocam 60 senelik bir
adamın hayatı hep kaydedilse cami dolusu kasetle dolması
lazım. Öyle değil Allah'ın meleklerinin kendine has yazım
şekli vardır. Nasıl ki bilgisayarların içinde küçücük diskete
kocaman kitaplar koymak mümkün.
Günümüzde teknoloji bunu göstermiştir. Allah'ın
melekleride kaydederler, nasıl kaydederler? Bilemem.
Ancak incir çekirdeğinin içine incir ağacının dallarını,
yapraklarını, meyvelerini nasıl Allah sıkıştırmışsa, yazmışsa
işte meleklerde insanların yaptıkları herşeyi öylece
kaydederler.
Öbür dünyada kötü bir defterle, kötü bir amelle karşılaşmak
istemiyorsak bu dünyada güzel söz söyleyelim. Ellerimizi
dövmek yerine, sevmede kullanalım. Ayaklarımız hep
dinimize hizmet eden işlerde yürüsün. Gönlümüzde dinimin
devlet olması için birşeyler düşünsün. Ayaklar ve ellerde o
doğrultuda hareket etsin.1847[37]

1847[37]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/446-447.
22- Sizi karada ve denizde yürüten O'dur. Hatta siz gemide
olduğunuzda ve onlar (gemiler) içindekileri hoş bir rüzgarla
alıp götürdüğü ve içindekilerin mutlu olduğu bir anda
gemiye bir kasırga gelipde dalgalar her tarafdan onlara
geldiğinde ve onlar çepeçevre kuşat ıldiklarını
sandıklarında, dini yalnız ona halis kılarak Allah'a dua
ederler ve "Eğer bizi bundan kurtarırsan şükredenlerden
olacağız" (derler.)
Hocam gemiyi, arabayı, uçağı biz icad ettik dersek, Allah
(c.c); aklımızı kendisinin verdiğini, bütün bu uçağı, gemiyi,
arabayı, v.s. daha önce Allah'ın (c.c.) yarattıklarına bakarak
elde ettiğimizi biliyoruz.
Hani suyun üzerinde bazı şeylerin yüzmekte olduğunu
görünce, insanoğlu Nuh (a.s.)'la beraber gemiyi de icad
edivermiştir. Allah (c.c.) herşeyde bize öncülük yapıveriyor.
Akıl veriyor ve bununla tabiattaki kanunları keşfetmemiz
için de yollar göster i veriyor.
Yani insanoğlunun bir kısmının bolluk zamanında Allah'ı
unuttuğunu, ama darlık zamanında Allah'a sarıldığını işaret
ediyor Allah (c.c). Bir kısım insanlar böylesine
daraldıklarında, karanlık bir gecede her taraftan kasırgaların
estiği, dalgaların gemiyi boğmaya başladığı bir anda, insa-
noğlunun tedbir olarak almış olduğu her şeyi kullandıktan
sonra, çıkar yol bulamayıp çaresiz kalınca, Allah'a (c.c.)
ihlasla dua ettiklerini haber veriyor ve insanlar orada şöyle
bağırırlarmış. "Eğer bizi buradan bir kurtaracak olursan biz
bundan sonra sana şükredenlerden olacağız. Ya Rabbi" diye
de dua ederler.
Hani sıkışınca "Ya Rabbi bir kurtulacak olsam kurban
keseceğim, oruç tutacağım, şu kadar fakiri doyuracağım"
gibi vaadlerde bulunur insanoğlu. Ama asıl faydalı olanı bol
zamanlarda düa etmektir. 1848[38]

1848[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/447-448.
23- Onları kurtardığımız zaman birde bakarsın yeryüzünde
haksız yere taşkınlık yaparlar. Ey insanlar, taşkınlığınız
kendi aleylıûıi-zedir. (Taşkınlığınız) alçak bir hayatın
menfaati gibidir. Sonra dönüşünüz bizedir. Bizde size
yaptıklarınızı haber vereceğiz.
Adam hurma ağacının tam tepesine çıkmış inemeyivermiş,
gözü kararmış neredeyse düşecek oradan bağırıyormuş:.
"Ya Rabbi Cemel kurban, cemel kurban" dermiş. Yani
burdan sağ salim inecek olursam deveyi kurban edeceğim
dermiş. Fakat aşağı sağ salim inince "Cemel mafiş" demiş
kaçmış. Yani deve yok, vermem, kesmem derler. Anadoluda
bazı yörelerde "Cemel mafiş" diye kullanılır bu. Aynen bu
tür insanların karakterini Allah (c.c.) de haber veriyor.
Yani insanlar arasında bir kısmı var ki, Allah'ı ancak zor
günlerde hatırlarlar. Belalı günlerde, sıkıntıya düştüklerinde
hatırlarlar. Ama sıkıntıları gidiverecek olsa yine azgınlığa
dönüş yaparlar. Allah (c.c.) de buyuruyor ki: "Ey insanlar
sizin azgınlığınız kendi nefsinize zarar verir. Taş-kmlağımz
size zarar verir. Allah'a zarar vermez ki.
Hani bolluk zamanında, saltanatı elde ettiğinde, büyük
nimetlere, paraya sahip olduğunda, üne, makama sahip
olduğunda azgınlık yapacak olursa kişi yine kendisine zarar
veriyor. Çünkü insanoğlunun hayatı sınırlı 60, 70,80 sene
yaşıyor, sonunda gidiyor. Sonu gelmeyen bir hayata
başlıyor. Bütün bir Ömür boyu makamını, mevkiini,
parasını, pulunu, saltanatını elinde tutsada o hal içersinde
ölse bile o makamın, paranın, pulun insana kazandırdığı
rahatlık sınırlıdır.
Hani şu anda biz, yaşımız 30 da, 40 da, olanlar "yahu keşke
80 seneyi rahat yaşasakda ondan sonra ne olacaksa olsun"
diyebiliriz. Ama seksenlik bir ihtiyara sorun bakalım, bir
ömrü rahat geçirmişse bile, acaba o seksen senesinden
memnunmudur? Seksen senesi bitmiştir onun için, hiç bir
değeri yoktur. Ondan sonra gelecek olan saatler, aylar ve
günler onun için önemlidir. Yani yaşanan hayat yaşanmamış
gibidir.
Onun içindir ki geçici olan hayatında refah içersinde, ferah
içersinde olmasını, nimet içersinde olmasını arzu edelim,
temenni edelimde, dua edelim. Ama bu hayatımızında
cennette devam edecek şekilde olmasını Allah (c.c.)'dan
temenni etmemiz gerekiyor.
Yani Allah (c.c.) bu ayetleri bize örnek olarak verirken,
dünya hayatına meyletmeyin diye vermiyor. Dünya hayatı
sizi Allah'a ibadetten, Allah'a kulluktan alıkoymasın. Yoksa
bu dünyada azgınlığınız kendi zararı-nizadır. Allah'a hiç bir
şekilde zarar veremezsiniz diyor.
Bunlar dünya hayatının metaidır. "Meta'ın" arabın dilinde
bir manası da: (Kur'an-ı Kerim nazil olduktan sonra bizim
ashabı takip eden Tabiin dönemi çok bereketli bir
dönemmiş. Sahabeden almış oldukları ayet-i kerimeleri ve
hadisi şerifleri doğru bir şekilde anlamak için, hemen arabın
dilinin lügatini yazmaya başlamışlar. Kelimelerinde ne
manaya geldiğini bilebilmek için çöllere düşmüşler. Hani
Kisai gibi zatlar, çeşitli lugatçılanmız çöllere düşmüşler.
Çöldeki arabın dilinde bu Kur'anda geçen kelime ne manaya
gelir diye araştırmışlardır. Bunlardan bir tanesi bir çadırın
kenarında otururken lügat hazırlıyor adam. Halk hangi
kelimeyi ne manada kullandığını öğrenmek istiyor.) Mesela
burada diyelim ki: (Meta1) kelimesi ne manaya gelir.
Gerçi Xürkçemizde kullanırız biz bunu (Meta1) meta'mı
şöyle yaptım. "Emtia" olarak hukukta da terim olarak geçer.
"Emtia-eşyalar", meta-eş-ya manasında arabın dilinde.
Kur'anda bunun ne manaya geldiğini bilebilmek için Kur1
an nazil olduğunda arap onu ne anlama kullanıyordu, onu
bilmek lazım. Onu bilmek için de dili bozulmamış arapların
bu kelimeyi nasıl kullandığını bilmek lazım, onun için
lugatçılar çöllere gitmişler. Hatta Kisai (H. 119 -189) çölde
arapların yanında kaldı. Orada lügatim yazıp ondan sonra
talebelerine de yazdırmış oldu. Bir gün annesi çocuğa
bağırmış. Meta' nerde? demiş. Çocukta demiş ki: "Köpek
geldi ve meta'ı aldı ve dağa doğru gitti, yükseldi"
deyivermiş. Meta' dediğine baktım ben gördüm. "Meta"
dedikleri: "bulaşık kabini yıkadıkları bez" diyor. Bulaşık
bezine Meta1 diyorlar diyor.
Bu dünyada elde ettiğimiz nimetlerin tamamı güzel ve leziz
yemekleri yerken yemekleri yıkayan o bulaşık bezine
bakmak istemezsiniz. Yemeklere bakmak istersiniz çok
güzel şekilde dizilmiş, sofraya getirilmiş, karnınız açsa
ağzınız sulanarak yiyorsunuz, gözünüzde ondan zevk alıyor,
dilinizde ondan zevk alıyor ama onu yıkayan bezden zevk
almıyorsunuz.
Aynen cennet nimetlerinin yanında bu dünyada
kazandığınız en iyi nimet bulaşık bezi gibi bir şeydir. Bu
manayada bu ayet-i kerimede işaret vardır. Yani ahiretteki
nimetlerin nasıl olduğunu izahı bize düştü. Hani birşeyi
insana öğretmek, tarif etmek için bilmediği birşeyi bildiği
şeyle tarif ederler.
Ama cennette hiçbir şeyi görmedik bilmiyoruz. Bize
cennetteki nimetler, bu dünyada bildiğimiz nimetlerle tarif
ediliyor ama onlar değildir hiçbir vakit. Oradaki apayrı bir
şeydir. Bu dünyada elde ettiğimiz nimetler onun yanında
bulaşık çaputu gibi şeydir. Halbuki bu para ve parayla elde
ettiğimiz şeyler gözümüze çok iyi gözüküyor. Güzeldir de
ama bir başka güzelin yanına koyduğumuz da bunlar çirkin
kalıveriyor.
Bu ayetteki "dünya" kelimesi "hayat" kelimesinin
sıfatıdır.Onun için "alçak hayat "manasına gelir. "Dünya
hayatı" diyede mana verilir.1849[39]

1849[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/448-450.
24- Bu alçak hayat gökten indirdiğimiz bir suya benzer ki
onunla insanlar ve hayvanların yediği birbirine karışmıştır.
Hatta yeryüzü süslenip püslendiğinde, onlar ona kadir
olduklarını zannettiğinde, gecede veya gündüzde emrimiz
ona gelirde, biz onu biçilmiş hale ge-tiririzde dün hiç
yokmuş gibi olur. Düşünen kavim için ayetlerimizi biz işte
böyle açıklarız.
Dağlara, baharla beraber sanki yemyeşil bir halı serilmiş
gibi olur. O halının üzerinde papatyalar ise insana
gülüveriyor. Onların arasında hayvanların ve insanların
yiyeceği sebzeler, meyveler ve otlar çıkıveriyor. "O yeryüzü
kafirlerinden bir kısımda bu işleri kendilerinin yaptığını
zannederler."
Hani memleketimizde genelde çiftçilerimiz inanmıştır. Şu
memlekette ben ataistim diyen, Allah'a inanmam diyen
insanlar, genelde çiftçilik yapmayan insanlardır. Yani bir
çiçeğin veya buğdayın başağının nasıl ekilip, nasıl bittiğini,
nasıl sulandığını, nasıl emek verildiğini bilmeyen
insanlardır.
Dünya genelinde de toprakla uğraşanlar daha ziyade dinine
bağlı insanlardır. Çünkü bir yaratıcının gücünü daima
görmektedirler. Ama bir kısım imansızlar bu yeryüzündeki
olanların kendileri tarafından yapıldığını zannederler.
Hani şöyle bir şeyde geliştirmişlerdir. Çiftçilikle ilgisi
olmayan bir adam "ne ekin ekerim, nede göğe bakarım"
diyor. Veyahut "efendim ben yağmurlama sistemiyle
gökyüzünden yağmuru indiririm. Sondajla yeryüzüne sular
çıkarırım yinede Rabbe yalvarmam" deyiveriyor. Bunu
çiftçilik yapan demez. O bilir ki Allah dilerse yağmuru bol
verir çürütür, hiç vermez kurutur. Toprağın derinliklerindeki
suyuda çekiyor.
Hani Tebarake suresinin en son ayet-inde "Toprağınızın
derinliklerindeki suyu çekiverse Allah (c.c.) size bu parlak,
berrak suyu kim getirir." diyor. Allah (c.c.) den başka
getirecek kimsede yok. Bu insanlar bu işleri kendileri
yaptığım zannediyor. Yani toprağa tohumu attım, sulama
sistemimi kurdum, gübresinide yaptım. Bu bana aittir kimse
zarar veremez. Ben mahsulümü kaldıracağım der.
Ama, "Gecede veya gündüzde emrimiz yerine geliverirde,
onu biciveririzde dün hiçbirşey yokmuş gibi oluverir" diyor
ayet. Hani bazen dolu geliverir. Dolu yağdı yerle bir
ediverdi deriz. Bazen bir tarafa olur, bir tarafa olmaz,
sınırdan çizer. "Herşey yemyeşilken emrimiz gecede ve
gündüzde geliverirde sanki orada hiçbir şey yokmuş gibi
oluverir,"
"İşte düşünen toplumlar için ayetlerimizi böylece açıklarız
diyor Allah (c.c). Genelde sayıları az insanlarımız Allah'a
imandan ziyade Avrupa'ya iman ederler. Batıya iman eder.
Hele hele Amerika'ya seksiz şüphesiz iman ederler. Aaa bu
Amerika'da olsa idi çoktan halledilirdi. Ameri-kada bu
böyle meydana gelmezdi önceden tedbirlerini alırlardı.
Herşeyin ölçüsü Amerika'ya göredir.
Ama Allah Amerika'nmda güçsüzlüğünü gösteriverdi.
Efendim saatte 200 km'yi bulan bir rüzgar Kaliforniya'da şu
kadar çatıyı aldı, şu kadar evide yıkrverdi. Şimdi Türkiye'de
olsaydı bu, o binde bir olan kişiler. Ooo Amerikada olsaydı
rüzgarın önüne set çekerlerdi adamlar derler. Amerikada bir
fırtına oluyor, memleketin her tarafını kar felce uğratıyor,
kasıpkavuruyor, hayat felce uğruyor. Yani o binde birlik
insanların ilah diye tapındığr insanlar o herşeye kadirdir.
Oher yerde hazır ve nazırdır. O her şeye rızık verir diye
oraya iman etmeye başladılar ama onlarda televizyonda
arabaların kala kaldığını evlerinin yıkılıverdiğini, devletin
çaresiz kaldığını, yardım elini uz atamadığını, uçaklarını
oraya gönderemediklerini televizyon haberlerinden
görüveriyoruz.
Allah (e.c.) onu ifade ediyor. "Ve yeryüzünün sakinleri
zannederki ona güçlerinin yettiğini zanneder " ama hiçte
güçlerinin yetmediğini bir-gün görüverirler. Bir dolu geliyor
tamamen hasadı biçip atıveriyor. İnsanoğlu bakıp
üzülmekten başka hiçbir şey yapamıyor. Öyle ise teknik ne
kadar ileri giderse gitsin sığınılacak yegane yaratıcı Allah
(c.c.) dır. 1850[40]

25- Allah "darus-s-selama" (cennete) çağırır ve dilediğini


doğru bir yola ulaştırır.
Bu dünyaya baktığımızda karada yürüseniz tehlike var.
Denize girseniz tehlikesi var, havada uçsanız tehlikesi var.
Yeryüzünde yaşasanız rms-talik kapma, mikrop kapma,
ölme tehlikesi var. Hele hele ihtiyarlığa mani olamama hali
var. Hani insan genç olarak hayatının devam etmesmrister.
Ama hiç mani olamıyor. Simsiyah saçlarının beyazlaşmasını
istemez ama hiç farkına varmaz.
İhtiyarlığımızı veren, gençliğimizi alan çeşitli hastalıklara
müptela kılan ve bir günde öbür dünyaya götüren Allah
(c.c.) Selam ülkesi ne davet ediyor. Orasıda cennettir. Yani
selam ülkesi demek ihtiyarlığın olmadığı, fakirliğin
bulunmadığı, yandırıcı sıcağın, dondurucu soğuğun ol-
madığı, gönüllerin istediği her şeyin bulunduğu bir cennet.
İhtiyarlık yok, hastalık yok, insanı üzücü, gırgır, vırvır,
zırzir hiç bir şey yok, rinsanları rahatsız eden hiç birşey yok.
Ama insanoğlunun gönlünün arzu ettiği herşey var. Onun
için (Darüs Selam) yani insanoğlunun hoşlanmadığı şey-
lerden beri olan bir yurda Allah (c.c.) insanları davet ediyor.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) bunu şöyle ifade etmiş bize
"Hani bir devlet başkanı ülkesinde bir bina inşa eder ve o
şehrin insanlarını o binada yemeğe davet etmek için elçi
gönderir. Oraya gelenlerden hoşlanır, onları sever. Davetine
icabet edip katılmayanları da o sevmez. İşte Allah (c.c.) bu
İslam yurdunda, yani müslümanların yaşadığı ülkeye,

1850[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/450-452.
cennet evine Allah (c.c.) davet ediyor.(Ibni Ceriri Taberi)
Davetine aracı olarak peygamberlerini göndermiş.
Peygamber (s.a.v.) geliyor diyor ki: "Ey insanlar Allah sizi
cennet yurduna davet ediyor." Orada hastalık, ihtiyarlık,
ölüm, üzülmek, dert, keder, fakirlik, zillet, hiçbir şey yok.
Oraya sizi davet ediyor. O davete icabet eden, İslama giren,
islamca yaşayan insanlardan Allah (c.c.) razı oluyor.
Girmeyenlerden ise razı olmuyor.Günümüzde
Cumhurbaşkanının davetine katılmayı ayrıcalık kabul
edenler var. Cumhurbaşkanlarını,kıralları,şahları,padişahlan
yaratan Allanın daveti var,bu davete icabet ediniz. 1851[41]

26- İhsanda bulunanlara daha güzeli (cennet) ve daha


fazlasını (Allah'ın cemaali) vardır. Onların yüzlerini
karanhkda kaplamaz, alçaklıkda. Onlar cennet yaranıdırlar
ve orada ebedi kalıcıdırlar.
Peygamber (s.a.v.) "İhsan:Allah'ı görür gibi ibadet
yapmandır. Her ne kadar Allah'ı görmüyorsan da, o seni
görmektedir" diyor. Yani bundan sonra alışverişinizi
yaparken, metrenizle ölçerken, terazinizle tartarken, söz
terazinizi söylerken, yani sözünüzü de söylerken teraziniz
olması gerekiyor. İnsanlara her türlü muamelede
bulunurken, söylediğiniz sözün, yaptığınız işin, Rabbim
tarafından gözetlendiğini hesap edeceksiniz.
Tıpkı uzun yolda giderken, aman radara yakalanmayayım,
ilerde ceza ödemeyeyim diye tedbir aldığınız gibi, Allah'ın
sınırlarım aşmamak gibi söz, el, ayak terazinizde,
davranışlarınızda, herşeyinizle ihsan halin-
de olacaksınız.
Yani Allah (c.c.) gözettiğini, meleklerin yazdığını, kıyamet
gününde bunun hesabının verileceğini hesap etmemiz
gerekiyor. Eğer bunu yapacak olursak, dilimiz güzel sözler

1851[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/452-453.
söylüyor. Annemize, babamıza, çocuklarımıza,
komşularımıza, arkadaşlarımıza, meslektaşlarımıza, kısaca
Allah (c.c.)'ın yarattıklarına iyi davranıyorsak karşılığında
güzellik vardır diyor.
Rahman suresinde "İyiliğin karşılığı iyiliktir" Fazlasida var.
Bu ayet-i kerimenin tefsirinde Cennette mü'minler Allah
(c.c.)'m cemalini de, mekandan münezzeh olarak, cihetten
uzak olarak Allah (c.c.)'m cemalini göreceklerdir diye tefsir
etmiştir. "O gün yüzlerine bir ar, bir kara bulut, bir
perdelenme veya bir zillette isabet etmez. Yüzleri kararmaz
öbür dünya da. Yani bedenleri dik, alınları ak olarak Allah
(c.c.)'ın huzuruna varırlar" diyor.
Buradaki aklıktan kasıt şu bizim bildiğimiz beyaz renk
değil, eğer beyaz renk olmuş olsaydı, zencinin durumu ne
olacaktı. Müslüman zenci kardeşlerimiz var. Hani Bilal-i
Habeşi (r.a.) efendimizdir ama simsiyah insandır.
O Allah (c.c.)'m huzuruna bembeyaz yüzle varacak derken;
şu bizim beyazlık değil, insanın suçsuz hali vardır ya,
suçsuz haliyle insanların yanına çıkar ya, işte ona alnı ak
insan diyoruz. Mazaallah insanın aile hayatı lekeli olmuş
olsa caddelerde alnı ak, bedeni dik olarak yürüyemez.
Velevki adam yaratılışda bembeyaz insan olsa bile ona alnı
ak denmez. 1852[42]

27- Kötülükleri yapanlara gelince, kötülüğün cezası


misliyledir. Ve onları alçaklık kaplar. Onları Allah'dan
kurtaracak kimse yoktur. Sanki yüzleri gece karanlığından
parçalarla örtülmüştür. Onlar cehennem yaranıdırlar ve
onlar orada ebedi kalıcıdırlar.
Cezada denklik vardır. Suç ile ceza denk olmalıdır diyor
İslam hukuku ve bu ayet-i kerimeyi delil olarak almışlardır.
Kötülüğün karşılığı onun kadar bir kötülüktür. Yani öbür

1852[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/453-454.
dünyadaki cezası bu. Dünyada yaptığının tam karşılığı
vardır, fazla olmayacaktır. Afvetmek daha hayırlıdır.
"Ve onların yüzlerini zillet bürür. Allah'ın huzurunda onları
koruyacak ve savunacak biri de yoktur. 1853[43]

28- O gün hepsini toplarız. Sonra müşriklere "siz ve Allah'a


ortak koştuklarınız, yerlerinize...." deriz. (Tapanlarla
tapılanların) aralarını açarız. Ortak koşulan (tapılan)lar: "Siz
yalnız bize tapmıyordunuz" derler.
Yani aralarındaki perdeleri de kaldırırız. Tapanlarla
tapınılanlar karşı karşıya gelirler. "Orada tapınılan putlar
derlerki:"siz bize tapmıyordunuz ki" kendilerini kurtarmak
için böyle diyecekler.
Dikkat edelim bu dünyada Allah (c.c.)'ın dışında emrine
uyulan veya yasaklarına riayet edilen herkes bir puttur. Bu
şahıs olabilir, kuruluş olabilir, ne olursa ölsün. Allah'ın
emrine zıt bir emir koymuşsa, Allah'ın yasağına zıd bir
yasak koymuşsa ve önada gönülden bir insan bağlanmışsa
zorla bağlananlar ayrı, gönülden bağlanmışsa o adam veya
kuruluş put olur, ona bağlanan kişide putperest olur.
Öbür dünyada Rabbim bunları karşı karşıya getirtiyor.
Bunları taş olarak görmeyin efendim, cahiliyye döneminde
taşlara tapınırlarmış. Allah (c.c.) diyor ki: "Orada putlar
kendisine tapınanlara dönüyor diyorlar ki: "siz bize dünyada
ibadet yapmıyordunuz niye biz sizin yüzünüzden ceza
çekelim" diye bas bas bağırıyorlar.
Ama ilerde bir başka surede şöyle geçer. O put insana
tapanlarda diyorlar ki: "Ya Rabbi biz efendilerimize ve
yöneticilerimize büyüklerimize itaat ettik. Onlarda bizim
yolumuzu sapıttılar.
Ya Rabbi onların azabını iki kat yap. 1854[44] Bir, bizi
kendilerine tabii yaptıklarından, birde isyanlarından dolayı
1853[43]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/454-455.
1854[44]
Ahzab 68
azaplarını iki kat yap diye orada onlarda bağıracaklar."
Bunlarda cevap olarak "siz bize ibadet yapmıyordunuz ki"
diyecekler ama!.... 1855[45]

29- "Sizinle bizim aramızda Allah şahiddir. Biz sizin


tapmanızdan haberimiz yoktu."
Sizin ibadetinizden haberdar değildik. Yani biz geberip
gittikten sonra sizin ibadetinizin bize hiç faydası olmadı ki,
bize ulaşmadı ki diyorlar. Gerçekten de geberip gidenlerin
yolundan gidenlerin yaptıkları, o geberip gidene hiç fayda
vermiyor. Yahu o adam aynısını söylüyor. "Sizin
ibadetinizden, yani benim koyduğum kurallara uymanızdan
bana bir fayda olmadı. Bilakis zararınız oldu bize" diye
feryad ediyorlar. 1856[46]

30- Orada herkes geçmişte yaptıklarını deneyecek. Ve hepsi


gerçek mevlaları olan Allah'a döndürülürler. Ve (ilah diye)
uydurdukları şeyler yok olup gider.
Öbür dünyada neyi bulmak istiyorsak onu yapmaya
çalışalım. Yaptığımız amellerin iyisini bulmak, iyi şeyler
görmek istiyorsak, iyi şeyler yapalım. İyi şeyler yemek
istiyorsak, iyi şeyler yedirelim. Temiz şeyler giymek
istiyorsak, temiz şeyler giyelim vede giydirelim. Haram
veya pis şeyler yediğimizde, giydiğimizde,
konuştuğumuzda, kuşandığımızda, gördüğümüzde hiç bir
vakit bulaştırmam ay a dikkat edelim. Müşrikler ahireti
inkar ederlerken bir taraftanda Allah (c.c.)'ın dünyadaki
hakimiyetini inkar ederler. Allah (c.c.) bunlara karşı şöyle
dememizi emrediyor:1857[47]

1855[45]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/455.
1856[46]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/455-456.
1857[47]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/456.
31- Deki: "Sizi gökden ve yerden kim rızıklandınyor?
Yahud o kulaklar ye gözlerin sahibi kimdir? Ölüden diriyi,
diriden ölüyü kim çıkarır? İş(ler)i kim düzenliyor?" Allah"
diyyecekler. Deki: "O halde (Allah'dan) sakınmazmısmız?"
Bir zamanlar batılı bir profesör; "beni Allah'a inandıran
sekiz şey" diye sekiz tane tabiattan olayları nakletmişti. O
sekiz olayı bizim Türkiye'deki bir kısım yazarlarımız,
çizerlerimiz makalelerinde konu ettiler. HatÇa broşür
olarakta dağıtıldı. Acaba bu profesör o sekiz şeyden dolayı
Allah'a iman ettiği için gerçekten iman etmiş sayılıyor mu?
Mümkün değil. Çünkü Allah (c.c.) Mekkeli müşriklerin,
Allah'a iman ettiklerini, yani gökte ve yerde rızkın Allah
tarafından verildiğini, insanlara kulağı ve gözü Allah'ın
verdiğini, Ölüden diriyi, diriden Ölüyü çıkartanın Allah
olduğunu bu kainatta bütün evrilen çevrilen işlerin Allah
tarafından yaratıldığını kabul ediyorlar.
Onların kabul etmedikleri Allahın kulları üzerindeki
hakimiyetidir. "Allah yeri göğü yaratmıştır. Yönetimi ise
bize bırakmıştır. Biz kendi aramızda bir araya geliriz, kendi
çıkarlarımız doğrultusunda kendi kanunlarımızı da koyarız"
diyorlar ve böylelikle müşrik oluyorlar adamlar.
Yani yeri göğü yaratanı, çiçekleri donatanın o olduğunu
biliyorsu-nuzda hala kendi aklınıza tabii olurken "Allah'tan
sakınmazsınız" diyor onlara ve devam ediyor: 1858[48]

32- İşte gerçek Rabbiniz olan Allah budur. Hakdan sonra


sapık-hkdan başka ne vardır? Nasılda döndürülüyorsunuz.
Yani başkalarından Rab aramayınız. Sizin kanunlarınızı
koyuverecek, size doğru yolu öğretiverecek başka Rablar
aramayınız. Gerçek Rabbiniz sizi yaratan, gökyüzünü,
yeryüzünü yaratan, buradakilerin rızkını veren, ölüden
diriyi, diriden Ölüyü çıkartan Allah (c.c.)'dır.

1858[48]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/456-457.
"Gerçeğin dışında sapıklıktan başka birşey yoktur. Nasıl
oluyorda döndürülüyorsunuz" Yani gerçek Rabbiniz olan
Allah (c.c.)'den nasıl olu yorda döndürülüyorsunuz diyor
ayet-i kerimesinde. "Nasıl oluyorda dö nüyorsunuz"
demiyorda, "Nasıl oluyorda döndürülüyorsunuz" diyor.
Burada biz insanların zayıflığına dikkat çekilmiş oluyor.
Bizlerir birde yönetimin gücüne dikkat çekiliyor. Yani
insanlar sapıyorsa, saptın lıyor demektir. Saptıranda
yönetimi elinde tutan güçlerdir. Allah (c.c.) b: rinci sırada
sizi döndürenlere karşı mücadele verin. Yani sizin yolunuz
kesen ve sizin yolunuzu başka istikametlere yönelten
insanlar var. Si; döndüren insanlar var diyor. Ve bizi burada
uyarıyor. Birinci derecec kabahat tabii ki bizimdir ama,
ikinci derecede ise bizi döndürenlerindi İkimizinde suçlu
olduğunu, ikimizinde bu suçtan kurtulmamız gerektiği:
Allah (c.c.) bu ayet-i kerimesiyle ifade ediyor.1859[49]

33- Böylece yoldan çıkanlar için Rabbiyin söylediği:


"Onlar iman etmezler" sözü gerçekleşmiş oldu. 1860[50]

34- Deki: "Sizin Allah'a ortak koştuklarınızdan, yeniden


yaratacak sonra geriye iade edecek varmıdır?" Deki: "Allah
yeniden yaratır, sonra geriye iade eder. Nasılda
saptırılıyorsunuz."
İnsanların yönetiminde de Allah'tan başka birine yetki
vermeye şirk diyoruz. Bunu veren adama da müşrik diyoruz.
Allah (c.c.) soruyor şimdi. "Sizin Allah'tan başka o şirk
koştuğunuz o kişi acaba kainatta birşey yaratabilir mi?"
Yani Allah'ta kainatı yaratır ama bu ağabeyimiz, bu lide-
rimizde insanları yönetir dediğiniz o kişi, acaba kainatta
birşey yaratabilir mi? Bugüne kadar insanlar birşey
yaratmamışlardır. Bir buğday tanesi yaratılamamış, bir tane
1859[49]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/457.
1860[50]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/457-458.
toprak meydana getirilememiştir. Yoktan bir damla su
yapılamamıştır.
Bir çiçek insanlar tarafından yapılamamıştır. Gökyüzüne
Apollolan, soyuzları, gidiyor o da Allah'ın tabiata koyduğu
madenlerin işlenip bir araya gelmiş hali oluyor. Yoksa bir
tane toprağı yaratmak insanın kârı değildir. Böyle birşeyi
yapamayacağını kendileri de itiraf ediyorlar.
Allah (c.c.) adına yönetimi ele aldığını iddia eden putlar,
acaba birşey yaratabilirler mi? Yarattıktan sonra tekrar iade
edebilirler mi? Deki: "yaradılışı ilk defa yapan O Allah'dır."
Yani birşeyi yaradan sonra yarattığını iade eden Allah (c.c).
Bakıyoruz ki tabiatta baharla beraber çimenlerin arasında
rengarenk çiçekler açıvermişler, bir müddet insanlara güzel
kokularını sunduktan sonra güz mevsimiyle beraber
ölüyorlar. Kardan kefenlerin arasına bürünüyorlar.
Kabir hayatını yaşıyorlar, ama baharda İsrafil'in Sur'u gibi
bir bahar rüzgarı esince beraber toprağın bağrındaki
çiçekler, tekrar geçen seneki gibi aynı renkte, aynı tonda,
aynı kokuda tekrar iade ediliyorlar. Bütün bunları evirip
çeviren Allandır (c.c.)' 1861[51]

35- Deki: "Sizin Allah'a ortak koştuklarınızdan hakka


götüren varmıdır? Deki: "Allah hakka götürür. Hakka
götüren mi uyulmaya daha layıktır? Yoksa yol
gösterilmeden doğru yolu bulamayan mı (uyulmaya daha
layıkdır)? Size ne oluyor? Nasıl hükmediyorsunuz?
Hakka doğru insanları götüren mi kendisine uyulmaya
layıktır. Yoksa kendisi bile başkasının hidayetine muhtaç
olan mı kendisine uyulmaya daha layık olandır? Bu
insanoğlnki yarınının ne olacağını bilememekte, yarın sağ
kalıp, kalamayacağını, yarınının ne getireceğini
bilememekte ve insanları kendi görüşüne göre yöneltmeye

1861[51]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/458.
çalışmaktadır.
Bugün için görüyoruz. Dünyada fikir üreten, küfür üreten
bir çok insan beş sene sonra küfrünün ve fikrinin sapık
olduğunu, batıl olduğunu kendiside anlıyor, başkalarıda
anlamaya çalışıyor. "Ne oluyorda siz böyle
hükmediyorsunuz" Nasıl hükmediyorsunuz? Yani
insanoğluna yarınının ne getireceğini bilemezken nasıl tabi
oluyorsunuz? Herşeyi yaratan yarını, geçmişi, bugünü
yaratan, bütün insanları yaratan Allah'a (c.c.) niçin tabi
olmuyorsunuz? 1862[52]

36- Onların çoğunluğu zanna uyar. Zan ise hakdan hiçbirşey


kazandırmaz. Şüphesiz Allah onların yaptıklarım bilir.
İnsanların koydukları kurallar kesinlikle böyledir
denemiyor. Bir bakıyorsunuz, bugün çok doğru çok güzel
diye kabul ettiğimiz şey, beş sene sonra gayet yanlış olduğu
ve topluma zarar verdiği anlaşılıyor. Bu sefer değiştirme
tarafına gidiveriyorlar.
Mesela bugün bir bakan televizyonda konuşuyor, veya genel
müdür konuşuyor. Efendim şunları şunları yapacağız ama
kanunlar müsaade etmiyor. Veya mevzuat müsaade etmiyor.
Peki kanunlar ve mevzuuat bu adamın bu işi yapmasını
engellemesi için mi çıkmış? Hayır. Çıktığı zamanlarda gayet
faydalı olduğu zannediliyordu. Ama zaman içersinde za-
rarları ortaya çıkıverdi, değiştirmek için yine uğraşacaklar.
Yani insanoğlu kendi aklı ile koyduğu kurallardan kendi
etrafında bir tel örgü meydana getiriyor. Kendi kendisini
hapsediyor, ve kendi yapacağı hareketleri sınırlandırıyor.
Çünkü insanoğlunun düşüncesinin bir sınırı vardır.
İnsanoğlu ihtiyaçları ise her an yenilendiğinden o sınırın
dışında ihtiyaçlar meydana geliyor. Birinin aklını kanun
haline getirirseniz bütün insanların hayatını o adamın aklı

1862[52]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/458-459.
içerisine mahkum etmiş olursunuz,
Allah (c.c.) onların görüşlerinin, mancuum, ifade
etmediğini zanna tabii olduklarını haber veriyor. Gerçekte
ise hakikat karşısında zannın hiç bir değeri yoktur. Allah
(c.c) herşeyimizi bildiğine göre onun bize vermiş olduğu
emir ve yasaklara uyarsak, Hakkı bulmuş olur, adaletle
ihsan arasında yaşar dünyamızida cennet eyler, ahireti-
mizide cennet eylemiş oluruz. 1863[53]

37- Bu Kur'an Allah'dan başkası tarafından uydurulmuş


değildir.. Ancak o önce geçen kitapları tasdik eden ve kitabı
açıklayandır. Onda şüphe yoktur. Alemlerin
1864[54]
Rabbindendir.

38- Yoksa "Onu uydurdu"mu diyorlar? Deki: "Eğer doğru


söylüyorsanız onun benzeri süreler getirin. Allah'dan başka
gücünüzün yettiğini çağırın."
Yani bu Kur'an-ı Kerimi peygamber kendiliğinden
uyduruyorsa, buy-run sizde arapçayı biliyorsunuz. Arabm
edip insanları var, aranızda ünlü. şairleriniz var, şairlerinizi,
ilim adamlarınızı toplayınız ve o Kur'an surelerinden bir
surede siz meydana getiriniz diye Allah (c.c.) meydan oku-
yor. Hani Bakara suresinin baş tarafında geçmişti. Bakara
suresinin 23. ayet-i kerimesinde "Eğer kulumuza
indirdiğimiz ayetler konusunda şüphe ediyorsanuz, sizde
onun bir benzerini getiriveriniz." diyor Allah (c.c.)
Burada ise gücünüzün yettiğini çağırınız. İlim adamlarınızı,
şairlerinizi, ediplerinizi ne kadar bu konuda aklına müracaat
ettiğiniz, güvendiğiniz insanlar varsa onlanda çağırınız
diyor. O günün Mekke müşriğinin, çok edip ve şair olan
insanları, Kur'an-ı Kerimin belagatı ve i'cazı karşısında
hayretler içersinde kalmışlar.
1863[53]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/459-460.
1864[54]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/460.
Hatta birçok şair Kur'andan bir ayet-i kerimeyi okumak
suretiyle müslüman olmuştur. Mesela bir tanesi Nuh (a.s.)'ın
kıssası anlatılırken "Ey sema suyunu kes. Ey yeryüzü
suyunu çek" manasına gelen ayet-i kerimesini dinleyince
adam müslüman olmuş. Nuh tufanında her tarafı su almış,
bu esnada Allah (c.c.) peygamberi Nuh'u kurtarmak
istikümesini istiyor.
Bu emri veren ayet-i kerimeyi okuyunca, bir tane şair
müslüman oluvermiştir. "Bu kelimelerle, böylesine akıcı, su
şırıltısı kadar güzel, kulağa hoş gelen, dile hoş gelen kısa
kelimelerle çok mana ifade eden bu cümleyi kurmak benim
gibi şairin gücünün üstünde. Muhammed bunu haydi haydi
yapamaz. Bu ancak ve ancak Allah (c.c.)'ın kelamıdır" diyor
adam ve Kur1 anın edebiyatı karşısında secdeye
kapanıveriyor. O kadar güçlü şairleri olmasına rağmen
Kur'an-ı Kerimin bir benzerim getirmeye cesaret
edememişlerdir.
Fi Zilal-il- Kur'an-ı yazan, Allah'ın rahmetine şehid olarak
kavuşan, Seyyid Kutup merhum şöyle anlatır. "Birgün
Mısır'dan Amerika'ya gemi ile giderken Cuma günü, Cuma
namazını kılmayı isteyen müslüman yolcular bir araya
geldik, Cuma namazını kıldık. Ben hutbeyi okudum, sonra
Cuma namazım kıldırdım.
Fakat gemideki bütün yolcularda bizi seyrediyorlardı.
İçlerinden Yugoslavyalı bir dil bilimcisi bir bayan bana
doğru yaklaştı ve bana dedi ki; "sen hutbende ve namazında
hangi dilden konuştun." Dedim ki: "Arapça-dan konuştum."
Peki ama "Arapçadan başka da bir dillede konuştun." "Hayır
ben yalnız arapça konuştum" deyince, Onun, benim
konuştuklarım arasında, benim konuştuğum arapça ile
Allah'ın kelamı olan Kur'an-ı Kerimi birbirinden ayırd
ettiğini öğrendim.
Yani Allah'ın kelamı Kur'an-ı Kerimi okuduğunda benim
sözümden ayrı olduğunu kulak hassasiyeti ile anlıyormuş. O
zaman bu ayet-i kerimeyi biraz daha iyi anlamaya başladım
diyor. Seyyid Kutup (r.a.).
Yani peygamber (s.a.v.)'ın hadisi şeriflerim okusak, hemen
ardından da bir ayet-i kerimeyi okusak hassas kulaklar ikisi
arasındaki farkı kavrayabilecek durumdadırlar.Yani
elimizde okumakta olduğumuz Kur'an-ı Kerimi, o günün
müşrikleri, günümüzünde müşriklerinin dediği gibi
Mekke'de yaşamış bir insanın uydurduğu birşey değildir.
Olması mümkün değildir. Aklada uygun değildir.
Çünkü efendimiz 1400 sene evvelinden ayet-i kerimelerle
Öyle şeylerden bahsetmiş ki günümüz insanı daha bazılarını
yeni yeni kavrıyor. Bugün şunu kabul ederlermi 1400 sene
evvel bir adam çıkacak şöyle şöyle diyecek ve bu adamların
dedikleri 1400 senelik zaman içersinde de hep doğru
"çıkacak. Böyle bir insan gelmiş değildir. Ama ayet-i
kerime bunlardan haber veriyor. Öyle ise bu, insan
tarafından değil, Allah (c.c.) tarafından gönderilendir. Hani
hukuk olarak bile insanoğlu Allah'ın kelamından ayrılıp,
kendi aklını kendine put yapmaya başladığı andan itibaren
mesela bir ceza yasasında çeşitli hükümler koymuştu. Bir
dönemde zim
eden bir kadını, derisini yüzüp içine saman doldurup
meydana dikerek olarak cezalandırmış. Bir başka zamanda,
Yunanda gelmiş ki, en fazla zina eden kadının heykeli
yapılıp tanrıça olarak ilan edilmiştir. Bir başka zamanda
başka bir ceza uygulanmıştır.
Allah (c.c.) ise koymuş olduğu kurallarla her çağda,
insanların tedavisi yapılabilecek cezayı koymuştur.
Hırsızlığında, zinanında, adam öldürmeninde, rüşvetinde,
her türlü cezai müeyyidelerde Allah (c.c.)'ın ve O'nun vahyi
doğrultusunda hareket eden Rasulünün koydukları çağlar
boyunca eskimiyor, porsumuyor, buda ilahi olduğunun bir
delili oluveriyor. 1865[55]

39- Hayır, Onlar ilmini kavrayamadıkları, ve açıklaması


gelmeyen şeyleri yalanladılar. Kendilerinden öncekilerde
böylece yalanlamışlardı. Bak, zalimlerin sonu nasıl oldu.
Yani durup dururken Mekke'deki bu insanlar geri zekalımı
da Allah'ın ayetlerini yalanlıyorlar veya tamamen art
niyetlilerde onun için mi yalanlıyorlar? değil. İlmini
kavrayamadıkları şeyi yalanladılar.
Kur'an-i Kerimde öylesi şeyler veriliyor, öylesi şeyler
bildiriliyor, öylesi şeyler yasaklanıyor, öyle şeyler haber
veriyor ki, adamların aklı kavrayamamış. Çünkü kendi
sözlerine daha fazla güveniyorlar, kendi mantıklarına daha
fazla güveniyorlar, Allah'ın kelamını kendi mantığına
vuruyor, "olmaz böyle şey" deyiveriyor. Böylece yalanlama
tarafına gidiyorlar.
Yani kavrayamadıkları bir emir yasak veya haber geliyor. O
emir yasak veya haberi de açıklayamıyorlar. Peygamber
efendimiz açıklıyor, sahabe açıklıyor, ama bu adamlar kendi
kültürlerine, kendi mantıklarıyla bir tel örgüsü örmüşler o
tel örgünün içine girmeyen doğru değildir. İçinden dışarıya
taşanda doğru değildir, gibi bir mantığı benimsemişler, onun
için o mantık çerçevesi içerisine girmeyeni kabul etmeme
tarafına gidive-riyorlar
Günümüzde de inkarcıların mantığı aynıdır. "Bu benim
aklıma yatmıyor" diyor. Peki ama benim aklıma yatıyor.
Yani din senin aklın değil ki, milyonlarca müslümanın
aklına yatıyorda senin aklına yatmıyorsa, kabahat Allah'ın
ayetlerinde değil, senin kabının darlığındadır. Hani adamın
fındık kabuğu kadar bir kabı varsa hütün bir denizi inkar
etmesi mantık-
sızlıktır aslında "eğer bu su olsaydı benim kabıma sığardı.

1865[55]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/460-462.
Benim kabıma sığmadığına göre bu deniz su değil, göl gibi
birşey" diyor bu adamlar böyle söylemekle kendi akıllarını
ilahlaştırıyorlar.
Onun için Allah (c.c.) "Kendi arzusunu kendi düşüncesini,
kendi mantığını, kendini ilah kabul edeni gördün mü?" Yani
gördün diyor.1866[56]
İşte inkarcıların mantığı bu. Bu tür adamlar en büyük
despotturlar. En büyük zalim bunlardır. Çünkü bütün
insanların aklını kendi akıllarının altında görüyorlar.
"Benim dediğimdir en doğru olan, benim düşündü-ğümdür
en doğru olan, benim söylediğimdir en doğru olan, dediğim
dedik, çaldığım düdük" diyen herifler, Allah'ın ayetini inkar
edenlerdir. Onlardır despot olanlar.
Bunlar yalnız kendilerimi yapıyorlar değil. "Onlardan
öncekilerde yine aynı sebeplerden dolayı yalanlamışlardı"
Allah'ın ayetlerini. Yani Hz. İsa (a.s.), Hz. Musa (a.s.), Hz.
İbrahim (a.s.) zamanında o zamanın Nem-rudları ve
Firavunları aynı mantıkla hareket ediyorlardı. Diyor ki:
Musa (a.s.)'ııı karşisma dikilen kafir: "Ey ahali Musa'nın
dediğine bakmayacaksınız, onun dediğini tutmayacaksınız
vede duymayacaksınız, Ben kendi görüşümle neyi, nasıl
yapacağımı size gösteririm. Yani benim aklıma, benim
mantığıma uyacaksınız. Doğru yola da ancak ben götürürüm
sizi diyor.
Yani benim mantığıma uyarsanız, benim aklıma uyarsanız,
benim görüşüme uyarsanız, doğru yola gidersiniz, yoksa
Allah'ın gönderdiği Tevrat'a uyarsanız, doğru yolu
bulamazsınız diyor. Bu da aynı mantık. Allah (c.c.) de: "İşte
daha öncekilerde aynı şekilde yalanİamışlardı. Yani
kavrayamadıkları ye hatırlayamadıkları bilgileri inkar
tarafına gidiverdiler" buyuruyor.
Muhterem okuyucu! Bazı dökümlerin kalıplan var.

1866[56]
Casiye 23
Yanmayan demirden bir kalıbın içerisine erimiş altını
döktüler mi, nasıl desen istiyorsa öylece çıkıyor. Kalıp
sağlam olunca o kendine geleni kendi şekline göre
şekillendiriyor.
Ama naylondan bir kalıp olursa, demiri veya altını erittikten
sonra dökecek olursanız, onu parçalar. Şimdi naylon derki:
"yahu ne biçim şey. Bu kalıba dökülecek madde değil" diye
inkar tarafına giderse, mantıklı olur mu? İşte Allah'ın
ayetleride bu insanların beynine geldiğinde, aklı küçük
olupta alamazsa inkar tarafına gidişleri aynı şekilde olur.
Naylon marka bir akıl, naylon marka bir düşünce, naylon
marka bir beyin, bu beyin ile Allah'ın ayetlerini
kavrayamadı mı, adam inkar tarafına gidiveriyor.Yani
kavrayamadıkları şeyi "kavrayamadık" demedîlerde.
Yalanlama tarafına gittiler. Kavrayamadık derse adamın
küçüklüğü anlaşılacak. Küçüklüğünün anlaşılmasını
istemiyor, inkar tarafına gidiyor. Böyle olunca "İyi bak
zalimlerin sonu nasıl olacaktır." 1867[57]

40- Onların bir kısmı iman ediyor, bir kısmı iman etmiyor.
Rabbin bozguncuları en iyi bilendir. 1868[58]

41- Eğer seni yalanlarlarsa deki: "Benim amelim bana, sizin


ameliniz size. Siz benim yaptığımdan uzaksınız, bende sizin
yaptıklarınızdan uzağım.
Bu ayetin bir benzerim biz Kafinin suresinde onlara "Sizin
dininiz size benim dinim bana" diye cevap veriyoruz. Yine
Bakara suresinde Allah (c.c.) de "Onlar geçmiş bir
toplumdur. Onların yaptığı onlara, sizin yaptığınız size"
diyor geçmişler için.
Ama günümüzde yaşayanlar karşımıza dikilirler de, bizim
söylediğimiz ayetleri yalanlama tarafına gidecek olurlarsa,
1867[57]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/462-464.
1868[58]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/464.
Adamlara diyoruz ki: bekleyin. Sizin yaptığınız size, bizim
yaptığımız bize. Biz sizin yaptığınız, taptığınız putlardan
vede yapmış olduğunuz pisliklerden rüşvetinten, faizinden,
haramından, yalanından, iftirasından, fuhuşundan,
kepazeliğinden uzağız. Siz de bizim İslami hareketimizden,
eğer inkarınızda devam ederseniz, siz de bizden uzaksınız,
uzak durun bizden. Ama imana girmek istediniz mi kapımız
her zaman açıktır. 1869[59]

42- İçlerinden seni dinlemek isteyenler vardır. Akıllarını


çaliştırmıyorlarsa, sağırlara sen mi duyuracaksın?
Onlar, Seni dinlemek için geliyorda, Anlamak için
gelmiyorlar. Haili hayvanın ses dinlediği gibi bir şey.
Hayvanda kulağına bir ses geliyorda ne dediğini anlamıyor.
Aynı şekilde. Mesela bir vaizi bir müslüman dinliyor. Aynı
konuşmayı birde müslüman olmayan dinliyor. Müslüman
zevk alıyor, bu konuşmadan. Öbürüde diyor ki," bu neden
bahsediyor" diyor.
Sizde hiç ilgilenmediğiniz bir konuda bir adamı dinlemek
için gitseniz. Bu İstanbul şehrinde belirli yerlerde, çok
affedersiniz söylenemeyecek pisliklerin güzelliğini anlatan
merkezler var İstanbul şehrinde.
Benim komşularımdan bir tanesi gitmiş, dinlemiş gelmiş.
Bana anla-tıveriyor, anlatırken adam haya ediyor, bende
haya ediyorum. Yani hayalimize gelmeyecek pisliklerin,
gayet iyiliğini anlatıveren merkezler kurmuş adamlar ve
orada anlatıyorlar. Şimdi oraya girsek hicabımızdan yü-
zümüz kızarır, çıkıp gideriz. Yani terk ederiz, biz orada
sıkılırız.
Kafirde Kurânı dinlerken sıkılır. Çünkü kendi gönül
perdesini, kendi mantığıyla kapatmış adam. Ses geliyorda
mana gelmiyor. 1870[60]
1869[59]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/464.
1870[60]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/464-645.
43- İçlerinden sana bakanlarda var. Basiretleri körelmişşe
körlere sen mi yol göstereceksin?
Bunu tasavvuf şairlerinden biri şöyle ifade ediyor: "Halk
içre bir ayineyim." Yani halkın içinde bir aynayım. "Herkes
bakar bir an görür. Her ne görür kendi Özün." Aynada her
kim ne görürse kendi özün görür.
"Ger yahşi ger yaman görür."
Yani aynada kendinize baktığınızda aynadakini iyi
görüyorsanızda kendinizsiniz. Aynadakini
beğenmiyorsanızda gene kendinizsiniz siz. Çünkü bu
insanlarda kendi gözleri ile kendi mantıkları içerisinde
Efendimiz (s.a.v.)'e bakıyorlar görmüyorlar ama.
Peygamber efendimizede "görmeyenlere sen mi
göstereceksin" diyor Allah (c.c). Peki bunlar görmüyorlarsa
Allah bunların akıllarını perdelemişse Allah'ta mı kabahat?
Haşa. 1871[61]

44- Şüphesiz Allah insanlara hiçbir şeyle zulmetmez. Ancak


insanlar kendilerine zulmeder.
Çünkü Allah (c.c.) insanı yarattığında. Gönül aynası lekesiz
olarak yaratılmış, pırıl pırıl. Herşeyi iyi görmeye, iyi
duymaya, iyi yapmaya meyyal olarak yaratılmış insanoğlu.
Ergenlik çağma gelinceye kadar da bu böyledir. Onun
içindir ki dünyanın neresine giderseniz gidin. Mesela
Amerika'dan, Türkiye'den, Japonya'dan, Afrika'dan,
İngiltere'den hepsi beş yaşlarında birer çocuk alın. Bunları
bir eve koyuverin. Daha beş dakika geçmeden anlaşırlar ve
kendilerine göre bir oyun kurarlar, onlar. Halbuki dilleri
ayrı. Yani biri Türkçe konuşuyor, biri İngilizce konuşuyor
ama çocukça bir dil vardır. O da fıtratla getirilen safiyettir.
İki yaşındaki daha dili öğrenmeyen bir yaşındaki altı aylık

1871[61]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/465.
çocuklar, çocuklarla daha iyi anlaşıveriyorlar. Babalarla
konuşmuyorlar, ama çocuklarla konuşuyorlar. Fıtratta
getirdikleri temizlik, birbirlerini çekiyor ve de
oynaşıveriyorlar.
Bozulma akıl baliğ olduğu, ergenlik çağma erdiği andan
itibaren yaptığı her hareketin pisliğinden gönlüne bir damla
veya bir nokta geliyor. İnsanoğlununda gönlü pırıl pırıl
berrak iken, baliğ olunca ikinci günah, üçüncü günah,
beşinci günah, onuncu günah, yüzüncü günah derken ada-
mın kalbi kapanıveriyor.
Bakara suresinin başlarında, "Kalblerini mühürledi,
gözlerini perdeledi" diyor.1872[62] Ama perdelerin
dokumasını insan kendi yapıyor. Perdeleri kendi
amellerimizle, kendimiz dokuyoruz. Ve bir günde
geriliveriyor gözlerimizin önüne, hakkı görmüyoruz. Onun
için Allah (c.c): "Allah kimseye, hiçbirşey ile zulm etmez,
ancak insanlar kendilerine zulmederler"diyor. 1873[63]

45- Gündüzün bir saatinden başka kalmamışlar gibi onları


bir araya topladığımız günde onlar birbirlerini tanırlar.
Allah'la karşılaşmayı yalanlayanlar ve doğru yola
girmeyenler, zarara uğramışlardır.
Muhterem okuyucu! Allah (c.c.) insanları ahirette
toplayacağını ve insanların orada azabı görünce; "dünyada
çok az bir zaman kaldıklarım" hatırlayacaklarını haber
veriyor. Yani azabın dehşeti gelince, bu dünyada yaşadıkları
ömürlerinin sanki seksen sene değilde, şöyle gündüzün belli
saatinde, öğleye kadar veya öğleden sonra yaşamış gibi
olacaklar.
Yani acı herşeyi unutturur anlamında. Bu bazen dünyada da
olur.
Hani biz kendi aramızda konuşuruz. "Sana iyilik yaramaz"
1872[62]
Bakara 7
1873[63]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/465-466.
diyoruz. "Sana on sene iyilik yapsam, ama bir gün bir iğneyi
benden göremesen, hiçbirşeyi görmedim" deyiverirsin
diyoruz ya, veyahutta bir insandan öylesine bir kötülük
görülürki, yapmış oldukları iyiliklerin tamamı defterinden
siliniverir.
İnsanoğlununda bu dünyada yapmış olduğu inkar, iftira,
yalan, zina, her türlü pislik ahirette ateşini hazırladığından
ateşi ile karşı karşıya geliverdiğinden, dünyada yaşamış
olduğu hayatın bir değeri olmadığım orada görüverir.
Kur'an-ı Kerimde bu konuda bir kaç tane ayet-i kerime var.
Üç dört yerde ayrı ayrı. "Birgün veya iki gün veya bir saat
gibi zannedecekler" diyor.1874[64]
Mü'minler içinde bunun tam aksi oluyor tabii ki. Mü'min
imanı doğrultusunda yaşamışsa Rabbimin rızasını kazanmak
için, gayret sarf ederse bu dünyanın içinde gönlünü cennet
eyleyip, dışardaki insanlarla da bir cennet hayatı yaşamaya
gayret etmiş ve bu konuda mümkün mertebe başarılı olmuş
veya başarılı olma yolunda savaşını vermişse, ahiretteki
yerini ve nimetlerini görünce; bu dünyada çekmiş olduğu
çilenin tamamı bir anda yok ediliveriyor.
Hani bir insan hakkında kızarız, kızarız ama o insan bize bir
gülüm-seyiverse, veyahutta beklemediğimiz bir anda bize
iyi bir davranış içersine giriverse daha önce onun hakkında
duyduğumuz kanaatlerimiz silini-verdiği gibi. Mü'minlerin
bu dünyada çekmiş olduğu çileler cennetin nimetleri ile
karşı karşıya gelindiğinde bir anda siliniverecektir. O çileler
unutulmayacak ama bir günlük veya bir saatlikmiş gibi
geliverecektir.
"O gün insanlar birbirleriyle konuşacaklar da" Yani mahşer
yerinde bir araya geldiklerinde birbirlerini tanıyacaklar. Bu
anasıdır, bu babasıdır, bu komşusudur, bu dayısıdır, bu
amcasıdır, bu arkadaşıdır, bu camideki safta beraber namaz

1874[64]
Naziat 46,Ahkaf 35
kıldığı arkadaşıdır, veya bu meyhanede içki içtiği ar-
kadaşıdır veya şu beraber rüşvet işini hallettikleri
arkadaşıdır. Veya şu faiz işini hallettikleri arkadaşıdır, veya
şu insanlara zulmettikleri arkadaşıdır veya şu insanlara
zulmetmek için beraber kanun çıkardığı arkadaşıdır.
Yani bütün bunları orada tanıyacaklar. Ama bu tanışma
bizim cami önünde tanışma, evlerde tanışmamız gibi değil
ha. Beni bu hale düşüren sensin, beni cehenneme sevk eden
sensin, sen olmamış olsaydın ben buralarda olmamış
olacaktım diye çekişecekler. Yani birbirlerinden kaçar gibi
tanışacaklar ki Allah (c.c.) bunu ifade ederken: "O günde
kişi kardeşinden kaçacak" diyor. "Anasından ve babasından
kaçacaktır. Hayat arkadaşından ve çocuklarından
kaçacaktır" diyor. 1875[65] Yani insanın çocuğundan,
hanımından, annesinden, babasından kaçması mümkün mü?
Allah (c.c.) o günde onlar birbirlerinden kaçacaklardır.
Tanıyacaklar
ama beni bu yola düşüren babam ve anamdı. Benim bu
cehenneme girmeme sebep olan arkadaşımdı veya oğlumdu
veya komşumdu, onunla karşı karşıya geldiğimde bari bu
dünyada bana bunun belası dokunmasın diye birbirlerinden
kaçacaklardır.
Öyle ise kaçmayacak dostlar edinelim. Annelerimize,
babalarımıza, çocuklarımıza, hanımlarımıza,
arkadaşlarımıza, dostlarımıza ve komşularımıza sahip
olalım. İslami çizginin dışına çıkmamaları için gayret sarfe-
delim. O zamanda tanışacağız. Yasin suresinin beşinci
sahifesinde: "Onlar ve onun eşleri, yani kan koca, çocuklar,
yakınları, analar babaları bir araya gelecekler ve gölgeler
altında ve kanepeler üstünde, altlarından ırmaklar akar,
üstlerinden meyveler sarkar, öyle bir hayatı onların dostla-
rıyla beraber yaşayacaklarını" Allah (c.c.) bize

1875[65]
Abese 34,35,36
müjdeleyiveriyor buna erişebilmek için aynı güzel hayatı
birlikte yaşamak lazım. "Ahireti inkar edenler zarar
etmişlerdir ve onlar doğru yolu bulamazlar, hidayete ere-
mezler" diyor Allah (c.c) .
Muhterem okuyucu! Kur'an-ı Kerimde ağırlık olarak birinci
derecede Allah'a imandan, ikinci derecede ahirete imandan,
bahseder. Bir çok ayet-i kerime, ahiret imanını bize
hatırlatıp durmaktadır. Çünkü insanların bu dünya hayatında
en büyük mucizesi: bir işi yapmaya veya bir kötülükten
alıkoyan iç dünyasındaki müeyyidesi ahirete olan imandır.
Yeryüzündeki bütün sistemlerde polisin veya diğer güvenlik
güçlerinindegücünün yetmediği, sistemi elinde tutan
zorbalar mevcuttur. İşte bu zorbaların yegane korktukları,
Ahiret gününün gerçekleşmesi endişesine içlerinde hep taşı-
yorlar.
Onun içindir ki siz bir kısım insanlara, yahu ahiret var, soru
var, sual var, mahşer var, cehennem var, sırat var,
dediğimizde: "yahu şunlardan bahsetme geçelim başka
konuya" derler. Niye?
Hani haram bir lokma tam boğazından geçerken "yahu
ahiret vardır" derseniz o tatlı lokma ona zehir gibi gelir.
Yani ağzının tadını bozduğunuz için öyle konulara girmek
istemiyorlar adamlar. Yani hayatlarım tatlı bir şekilde
yaşarken tutupda cehennemden bahsetmek!... hani şöyle
ifade edelim bunu; Adamı bir bantın üzerine koymuşlar bant
adamı uçurumun ucuna doğru götürüyor. Veya ateşe fırına
doğru götürüyor. Hani ekmek fırını var ekmekler koyuluyor,
fırının içersinde dolanıp çıkıyor pişip çıkıyorlar. Fırının
içerisine adam bantın üzerine koyulmuş . Fırına doğru gi-
diyor; görüyor bu arada da bantın üzerindeki adam kendi
aleminde yani içki içiyor veya her türlü kötülüğü yapmaya
çalışıyor, yapabilir mi ateşi görüyorsa yapamaz.
Onun için Allah (c.c.) ayet-i kerimesiyle bize hep
cehennemi, Sırat-ı, hesabı ve oranın dehşetini haber veriyor
ki, haram yemeyin, yetimin malına el uzatmayın, komşunun
namusuyla oynamayın, faizi midenize
indirmeyin, rüşvetle işlerinizi halletmeyin, Rabbimin
kitabına karşı kitap icad etmeyin. Yoksa karşınızda
cehennem var diyor Allah (c.c).
Ama bu geçici dünyanın zevkini tadalım diyen insanlar,
cehennemden bahsedilen meclislere pek gelmeyi arzu
etmiyorlar, çünkü ağzımızın tadı kaçıyor diyor adamlar.
Allah (c.c.) de diyor ki onlarda orada kaybedecektir. Yalnız
orada dağil. Hani Kur'an-ı Kerimin ayetleri bize hep ka-
firlerin akibetinin yalnız cehennemde olduğunu söylemiyor
bu dünyada da oluyor. Onlara vaad ettiğimiz azabın bir
kısmını sana bu dünyada göstereceğiz.
Yani daha ilk nazil olan ayet-i kerimelerde Allah (c.c.)
"Onlar ne derlerse desinler, onların sözlerine sabret,
yolundan yürümeye davet et, neticeyi sende göreceksin,
onlarda görecekler" diyor. Daha Mekke'de peygamber
efendimiz (s.a.v.) bir kaç tane arkadaşıyla beraber İslamm
tebliğine uğraşırlarken hiç bir insanında bunların başarılı
olacağına inanmadığı bir dönemde Allah (c.c.)
peygamberine moral veriyor ve diyor ki; "Sende göreceksin
onlarda görecek" 1876[66]

46- Onlara va'dettiğimizin bir kısmını sana göstersek veya


seni vefat ettirsek de onların dönüşü bizedir. Sonra
yaptıklarına Allah şahiddir.
Peki peygamber efendimiz (s.a.v.) ölünce kurtulacaklar mı?
Hayır. Yaptıkları bütün amellerini görmekte olan, bilmekte
olan Allah (c.c.) vardır ki, o onların her haline şahittir. Yani
görücüdür diyoruz. Peygamber efendimiz Mekke'den,
Medine'ye hicret ediyor devletini görüveriyor. Kafirlerin
ummadıkları başına geliveriyor.
1876[66]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/466-469.
Kalem 5
Derken Mekke müşrikleri bütün ekonomik güçlerini bir
araya getiriyorlar, büyük bir uluslararası ticaret kervanı,
yani bugünkü tabiriyle büyük bir holdingler veya karteller
kuruyorlar, onun geliriyle müslümanların aleyhinde silah
sanayiini kuracaklar ve Medine'deki müslümanların
hayatına son Verecekler ama Allah (c.c.) onlar bir tarafta
tuzaklarını kurarken bir tarafta da peygamber efendimizin
(s.a.v.)'ın onlara karşı tedbirini alıyor ve Bedir harbinde
karşı karşıya geliyorlar ve Bedir harbinde bir kişiye üç tane
kafir düşmesine rağmen zaferi müslümanlar elde ediyorlar.
Böylece Allah (c.c.) peygamber efendimize (s.a.v.) bu
dünyada kafirle aleyhine vaad edilen azabı göstermiş
oluyor.
Devletini kurduruyor, devlet kurulduktan sonra kafirler ilk
defa mağlubiyeti tadıyorlar, peygamber efendimiz
karşısında ve efendimizde onların mağlubiyetini gözleriyle
görüyor. Sahabede tabiiki seviniyor, coşuyor, Allah vadini
yerine getirmiştir diyor. İmanları kat kat artıveriyor
böylelikle. Bu ayet-i kerimeler yalnız peygamber
efendimizin hayatını nakl etmek üzere nazil olmuş ayet-i
kerimeler değildir tabiiki. Onlarıda nakl eder ama onun
ümmeti olan insanlara da aynı Vaadde bulunuyor demektir.
Eğer ki peygamber (s.a.v.)'m çizgisi üzerinde yürüyecek
olursak, aynen peygamber efendimizin bu dünyada
kazandığı devleti ve efendimiz (s.a.v.)'ın ahirette elde ettiği
cenneti bizde kazanmış oluruz.
En nihayet bize de hitap eder. Allah'ın kafirlere vaad etmiş
olduğu azabın bir kısmını biz bu dünyada görebiliriz. Ama
tarih boyunca gökyüzünden melekler indiripte hiçbir zaman
yeryüzünde İslami devlet kurdur-mamıştır. Böyle birşey
olmamıştır. Yeryüzünden bir tek kişide olsa peygamber var
veya o peygamber çizgisinde yürüyen bir insan var. Yani
yeryüzünde devlet müslümaniar tarafından kurulur, insan
tarafından kurulur.
Yoksa sıcacık yataklar içinde yatarken: "Ya Rabbi şu
kafirleri kahret, Meleklerini gönder, onların boynunu
vurduruver. Bizde bu dünyada gül gibi yaşayalım gidelim"
diye düa edersek böyle birşey Hz. Adem'den günümüze
kadar olmamıştır. Ama müslümaniar Allah'ın
peygamberinin yolunda, islami hizmet için yürürlerse, (ayet-
i kerimelerle bildirmiş Rabbim.) Melekleri vasıtasıyla o
mü'minlere yardım eder. Ama mü'minlere yardım eder,
yoksa mü'minler olmadan Allah gökyüzünden melekler in-
diripte yeryüzünün İslahım hiç yapmamıştır. Yeryüzünün
İslahı için Allah (c.c.) Adem oğullarını yaratmıştır. Bizde o
çizgide yürüyecek olursak bugünkü kafirlerin akibetini
gözlerimizle görebiliriz. Ahirette de yine azaplarını ve azaba
duçar oluşlarını yine gözlerimizle görebiliriz. Görmeye
başladık gayri.
Her hangi bir gazeteyi şu günlerde alıversek gündemde hep
müslümaniar var. Biz değil, yani müslümaniar bahsetmiyor,
gazetelerde dinime düşman olan adamların, bahsettikleri hep
o.
Efendim doğuda Rusya çöktü, kominizin gitti.
Bulgaristan'da, Romanya'da, Çekoslovakya'da kominist
karşıtı güçler iktidarı ele aldılar. Rusya'da da adamlar
koministlikten istifa ettiler. Batının endişesi komi-nistlikten
kalktı. Koministlikten endişesi yok, şimdi yeni bir endişe
başladı diyor ve batı müslümanlara karşı kapılarını
kapatıyor ve en büyük endişe olarak ta islami görüyor
diyorlar. Amerika'nın burnunun dibinde kominist olan Küba
gidiyor ama Amerika'nın burnunun dibinde adedi, yüzde altı
olan Trinidatta müslümaniar yönetime el koydular. Küba
gidiyor ama "Amerika'ya bir üs olmak üzere, müslümaniar
yönetime el koydular, aman bir araya gelelim,
müslümanlara karşı nasıl tavır alınacaksa alalım" diyorlar.
Yüzde bir buçukluk adamlar. Türkiye'de bunların sayısı
yüzde bir buçuk gelir veya gelmez; Ama geri kalan yüzde
doksan sekiz buçuğu ise saf müslümandır. Hatalıdır,
günahkardır, onların doğrultusunda bazı ticari işlerini, siyasi
işlerini yürütmek için günaha giriyorlar ama, iç dünyasında
müslümanlığı bırakmamıştır. Bir çok insanlarımızla başbaşa
kalı-verdiğimizde şunu söylüyorlar: "Ne yapalım ticaretimi
veya siyasetimi yönlendirmek için bazı günahlara
giriveriyoruz" Ama müslümaniar güçlü olacak olsa yerimizi
onların yanında almaya hazırız diyor. Yüzdedok-san sekiz
buçuğu meydana getiren insanlardan, yüzde bir buçuğunun
sesi daha fazla çıkıyor.
Sineğin kanadını mikrofonun ağzına koyuverseniz bu
caminin içersini gürültüye verir. Onun gibi gürültüye
verişlerinden sakın güçlü olduklarını zannetmeyin, sineğin
kanadının vızıltısıdır bu insanların beynini ve midesini
bulandıran yazıları, sineğin kanadı kadar güçlerinin
olmadığı kanaatindeyim şahsen. Ama biz bazen
büyütüveriyoruz. 1877[67]

47- Her ümmetin bir peygamberi vardır. Onlara


peygamberleri gelince (onlar yalanladığında) aralarında
adaletle hükmoiunur ve onlar zulmedilmezler.
İmansızların devamlı sordukları bir soru: "Allah niye bütün
peygamberleri Otadoğuda göndermiş, Mısır'da, Irak'ta,
Babü'da, Mekke'de, Kudüs'te göndermişte, Amerika'da
göndermemiş?" Niye Japonya'da bir peygamber
göndermemiş?" Peki göndermemişliğini nereden
çıkarıyorsun ki, onu sen diyorsun. Yani göndermemiştir
diyen sensin. Kur'an-ı Kerim öyle bir ifade kullanmıyor.
Tam aksini kullanıyor. Rabbim ayet-i kerimede "Her
ümmetin bir peygamberi vardır" diyor.
Her ümmet için Allah (c.c.) tarih boyunca bir peygamber
göndermiştir. Hz. Adem'den Hz. Muhammed (s.a.v.) kadar

1877[67]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/469-471.
insanlar peygambersiz kalmamış. Nerde bir topluluk varsa o
topluma peygamber göndermiştir o çağda. Ama hani
diyelim ki Hz. İsa (a.s.) Kudüs'ün oralarda Nasıra'da
doğmuş, orada peygamberliğini yaymış üç tane havari ona
iman etmiş, üç tane yiğidide ta Antakya'ya kadar gelmiş
oradada islami anlatmışlardı. Yani peygamberi bir yere
gönderiyorda onun elçileri etrafa gidiyor.
Yani her topluma peygamberin gönderildiği konusunda
Allah (c.c.)"Her ümmete bir peygamber gönderilmiştir"
diyor.
Şimdi bir adam cehenneme gönderiliyorsa yaptığı amelin
karşılığı olarak gönderiliyor. Ceza fazla olarak verilmiyor.
Yani suç ile ceza arasında denklik vardır. Ama iyilikle
mükafatı arasında denklik yoktur. Allah (c.c.) iyiliğe karşı
on kat, yedi yüz kat sevap verilebileceğini, daha fazlasını
vereceğini ifade eden ayet-i kerimeler vardır.
Allah (c.c.) kimseye zulm edilmeyeceğini, yaptıklarının
karşılığını göreceklerini ifade ediyor. Tabii bunuda
peygamber gönderdikten sonra, hakikat kulağına eriştikten
sonra bu ayet-i kerimeden ve birde İsra süresindeki ayet-i
kerimesinden 1878[68] alimlerimizin çıkardığı manaya göre
peygamber gönderilmemiş, hiç bir peygamber sesi
duymadan bir insan bu dünyada yaşar ve ölecek olursa o
zaman Ebu Musa Eş'ari de veİmam Maturidi de "o kişinin
cennete gideceklerini" söylüyorlar. Arada bir nüans farkı var
ama ikiside neticede cennete gönderiyorlar.
Ama bir peygamberin gönderildiğinden haberdarlar, bugün
dünyada peygamberden habersiz kişi yok. Japonya'daki de
İslam'ın var olduğunu bir peygamberi, kitabı olduğundan
haberi var ve Kur'an-ı kerim Japonca'ya terceme edilmiştir.
İngilizceye tercüme edilmiştir. Bütün dünya dillerine
tercüme edilmiştir.

1878[68]
Isra 15
Türkiye'de de hatta bu konuda bir kitap yayınlandı. Kur'an-ı
kerimin bugüne kadar dünya dillerinde hangi dillere terceme
edildiğini, kimler tarafından terceme edildiğini, hangi tarihte
terceme edildiğini, kaç sayfa halinde olduğunu bildiren bir
merkez tarafından böyle bir kitap yayınlandı ki 120 tane
dilin üzerinde Kur'an-ı Kerim diğer dillere terceme edili-
vermiş. Yani haberdar değildir demek biraz zor.
Ancak onlar böyle bir mazeretle gelirken, bizede bir
meselede yükleniyorlar yalnız. Mesela Türkiye'de Türkçe
konuşan bu insanlar arasında, yüz senelik zaman içerisinde
küfründe kendine göre bir mantığı gelişmiştir. Tabii bu
mantık yalnız kendi ürettiği değil, batıdan da ithal edilmiş.
İmansızlığın veya yeni tabiriyle ateistliğin eski tabirle
gavurluğunda kendine göre bir mantığı var. O insanların o
geri zekalı veya kendini beğenmiş insanların mantığını
mağlup edecek şekilde de bunlar kaleme alınmış yazılmış.
Düşünün ki Türkiye'de bir garip çocuk, babası ve annesi
biraz islanıdan uzak yaşamış, öyle bir ailenin çocuğu olarak
dünyaya gelmiş. İlkokulda öğretmeni seçilirken gavur bir
öğretmeni tercih etmişler, özellikle aranmış, bulunmuş. Orta
okulunda, lisesinde öyle.Yani bu memlekette dinin kökünü
kazımak için açılmış özel okullarda okutulmuş. Ve üniver-
siteyi ona göre bitirmiş bir adam. Bu adam bize acıyor,
Allah rızası için değilde şeytan için bize acıy iv eriyorlar.
"Hala Allah'a inanıyorlar yazık, hala peygambere
inanıyorlar yazık" diye.
Biz onlara pek fazla acıyamıyoruz galiba, bizde onlara
acımamız gerekiyor. Onlara imansızlığın getirmiş olduğu,
gavurluğunun mantığını yıkıp yok edecek Allah'ın (c.c.)
vahyini duyurmakla görevliyiz. Efendim duyurmaya ne
gerek var ? ezanı duymuyorlar mı?derseniz, Ezan-ı
Muhammediyi dinlese ne yazar anlamadıktan sonra. Anlasa
ne yazar iman etmedikten sonra. Onun için bizim üzerimize
düşen görevler vardır.
Bu tür insanlara Allah'ın kitabı olan Kur'an-ı Kerimi
tanıtmamız gerekiyor. Yoksa onunla beraber mahşer yerinde
hesaba çekerler.. Belki onunkinden hafif olur ama,
imansızla mü'min denk olmayacaktır. Fakat bu insanlara
niye sahip çıkmadınız, Allah'ın kelamını niye bu insanlardan
gizlediniz. Bakara suresinde (Allah'ın ayetleri indikten sonra
onları gizleyenler Allah'ın lanetine ve lanet edebilenlerin
lanetine layık olurlar) diyor Allah (c.c). 1879[69] Yani bu
insanlara gizlemekte, söylememekte bir gizlemektir. Gidip
duyurmamak bir gizlemektir. 1880[70]

48- "Eğer doğru iseniz bu va'd (ettiğiniz azap) ne zaman"


derler. 1881[71]

49- Deki: "Allah'ın dilediğinin dışında ben kendi nefsime


bile zarar veya fayda verme gücüne sahip değilim. Her
ümmetin bir eceli vardır. Onların eceli geldiği zaman ne bir
an geri kalır, nede bir an ileri gider."
Yani benim gibi bir peygamber, kendisine Allah
dilemedikçe fayda verecek durumda olmazken, sizin
ahiretinizi, ne zaman, nasıl olacağını, niçin olacağım ben
size nasıl garanti edebilirim ki? mülk onun, varlık onun, her
şeyde hükmünü yürüten o, kanımızda canımızda hükmünü
yürüten o, öyle ise sizede yaptığınız ameller karşılığında
cezanızı veya mükafatınızı verir.
Millet olarakta fert olarakta baki değilsiniz. "Her ümmetin
bir eceli vardır." Yani herkesin bir sonu gelecektir. Bütün
insanlık toplumunun da bir sonu gelecektir. Devletlerin bir
sonu var, ama topyekün insanlık ailesininde bir sonu vardır.
"Onların eceli geldiği zaman bir an geriye gitmez bir an
ileriyede geçmez" diyor Allah (c.c). Bu ayet-i kerimeye göre

1879[69]
Bakara 159
1880[70]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/471-473.
1881[71]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/473.
biz, ecelin uzamayacağına, ecelin kısalmayacağına iman
ediyor, iddia ediyoruz. Ancak hatıra şu gelebilir. Doktor
arkadaşlarımız diyebilirler ki: "Hocam bazı araştırmalarla
görülmüştür ki, filan ülkede, hani yaşama ortalaması, ölüm
ortalaması altmış, yetmiş yaş dolaylarında iken, yemesinde,
içmesinde, aldığı havasında bazı önlemlerle bu seksen,
doksana çıkar gibi oluyor. Veya bazı arkadaşlarımız şöyle
diyebilir. Efendim kafkaslarda yaşayan bir aile, yaş
ortalaması, seksen, veya doksan, yüz, iken oradan buralara
göç etmişler gelmişler. Şimdi sekseni bulan ölüyor.
Altmışını, yetmişini bulan ölüyor. Yani yüze varmıyorlar.
Halbuki bunların dedeleri Kafkaslarda kalırken yüzü, yüz
yirmiyi buluyordu, buraya gelince ömürleri kısaldı denirse,
aslında hiç kısalmadı Allah (c.c.) bunların buraya geleceğini
biliyordu. Bunun eceli buydu. Onun orada yaşayacağını
biliyordu. Onunda eceli oydu. Doğru soğuk ülkelerde ölüm
yaşı biraz yüksek, sıcak ülkelere doğru bu biraz düşüyor.
Ekvatorda 55, 60 arasındaymış bu ecel yani sıcak ülkelerde
ecel biraz daha kısa oluyor.
Diyelim ki, buradan top yekûn bir aile çektiler gittiler,
kafkaslarm eteğinde bir köye yerleştiler. Onların
çocuklarının çocuklarının ömrü yüze çıkabilir. Yüz ona
çıkabilir. Bu ecelin uzaması değil Allah (c.c.) takdirinde bu
adamın babası dedesi burdan göçüp gidecek, oraya
yerleşecek onlar orda dünyaya gelecek ve onların çocukları
yüz on sene olarak belirlenmiş uzalma veya kısalma yine
söz konusu değil.
Yani havanın suyun yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz
şeylerin bedenimiz üzerinde etkisini görüp duruyoruz. Yahu
hocam görmedik olurmu öyle şey demeyin hepimizin
üzerinde kısa kollu gömlekli gezişimiz güneşin etkisinden
dolayıdır. Yani çevrenin bedenimizin üzerinde etkisini kışın
ve yazın görüyoruz. Bunların bedenin çabuk eskimesinde de
etkisi var. Bu eskimeyi önlerseniz bir müddet uzar. Ama
uzamamış oluyor. O Allah (c.c.) zaten bu adam tedbirini
alacak, şu kadar yaşayacak diye tayin etmiştir. Hani Hz.
Nuh (a.s.) 950 sene yaşadığını haber veriyor. 1882[72]
Peki 200 sene bir adamın yaşadığım görürsek bu uzatıldı
mı? uzatılmadı mı? Allah (c.c.) onun hayatını 250 sene
olarak veriveriyor. O insan için gerekli ilaçlar, hava, su
herşeyi ona göre ayarlandı da o öyle oldu. Yani uzama ve
kısalma yok.
Yalnız bu mantıkla hareket ederek katil gibi düşünmeyelim.
Katil de hakime sormuş. Hakim bey sen kadere inanırmısın?
İnanırım. Peki bu adamın eceli bir dakika ileri gitmeyecek,
bir dakika da geri kalmayacak,
ona da inamyormusun? İnanıyorum. Eee benim günahım ne,
bu adam zaten ölecekti. Bir katil mantığı bu. Eee bu adam
belki ölecekti. Ama Allah (c.c.) sana "haksız yere adam
öldürmeyin emrim vermiş sen yasağı çiğnemenin cezasını
çekiyorsun. 1883[73]

50- Deki: "Allah'ın azabı onlara gecede veya gündüzde


geliverirse suçlular hangisini acele isterler? Siz söyleyin."
Allah'ın (c.c.) Kur'an-ı Keriminde üzerinde en fazla durduğu
konu birinci sırada Allaha (c.c.) iman konusudur. Hatta
efendimiz bir hadis-i şerifinde (Kur'anın her harfinde
Allah'a itaat, Allah'a boyun eğmek, onun emirlerini yerine
getirip, yasaklarından vazgeçmek konusu işlenmektedir
diyor.) Her ayetinde değil, her harfinde Allah'a itaat ve
ibadet zikredilmektedir diyor peygamber (s.a.v.) 1884[74]
Ondan sonra ikinci derecede üzerinde durulan en fazla
konuda ahiret-tir. Yani insanın bir başlangıcı bir sonu
vardır. En fazla işlenen konuda başlangıcı yaratan Allah
(c.c.)'a iman ve ona itaat ve dönüşte varacağımız yer

1882[72]
Ankebut 14
1883[73]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/473-475.
1884[74]
Müsned- i Ahmed 3175
hakkında Allah bize bilgi veriyor. İman etmemizi istiyor,
imanımız oranında öbür dünyada iyi veya kötü hayat
yaşayacağımızı haber veriyor.
Onun için bu ayette "Rabbim (sor onlara)" Yani o gün için
Mekkeli ve Medineli insanlara, bugün içinse İstanbullu ve
dünyanın çeşitli yerlerindeki insanlara bu hitap vardır. O
gün için efendimiz söylüyordu. Bugün için o, efendimiz
(s.a.v.)'ın yolunda olanlaradır bu emir. Efendimize denmiş
ama bu emir onun şahsında aynı zamanda bizedir de.
Bize diyor şimdi; (deki) "Peki söyleyin bakalım görüşünüz
ne? ne diyorsunuz. Allah'ın azabı gecede veya gündüzde
geliverse ne dersiniz, ne yaparsınız, nasıl tedbir alırsınız?".
(Mücrimler ne kadar da acele ediyorlar, niçin acele
ediyorlar.) Hani yukarda geçmişti. 48. ayet-i kerimede (Hani
ne zaman o cehennemden vaad ediyordunuz, kıyameti
bahsediyordunuz. Oradaki hesabı kitabı söylüyordunuz)
Peki (ne zaman?) diyorlar. Allah (c.c.) da diyor ki: söyle
onlara "Niçin azaba acele ediyorlar, bir gecede veya
gündüzde gelecek olsa ne yapacaklar, söylesinler bakalım
görüşlerini bildirsinler" diyor Allah (c.c).
Muhterem okuyucu! Efendimiz (s.a.v.)'ın hicretinden
günümüze kadar 1400 küsur sene geçmiş fakat kıyamet
kopmamış. Bir kısım imansız kesim (hani kıyamet yakındı"
diyor. Hani insanların ölçü birimleri kendi aralarında
vermiş oldukları rakamlara göre oranlanır.
Ölüm yaş ortalaması 50 olan, 60 olan ülkeler var. Yani
orada insanlar 50 sinde, 60, 65 de ölüyor. Kırk yaşında bir
adam ölse "Genç yaşında öldü" demezler. Zaten elli, ellibeşi
normal olmuş.
Ama kafkaslarda 120 sene yaşayan insanlar varmış. 100
sene yaşayan insanlar varmış, ortalaması 90, 100 seneymiş.
Böyle bir ülkede 40 yaşında ölen bir adama ise genç yaşta
öldü, gencecik oluverdi derler. Çünkü ihtiyarları
90,100,120'ye varıyor. Böyle bir yerde 40 yaş gencecik bir
yaştır. Allah (c.c.) yeryüzünü yaratalı ne kadar olduğunu
rakamlar olarak bilmemiz mümkün değildir. Yani Kur'an-ı
Kerim bunu bize bildirmemiş. Tevratta ve İncilde bu
konuda bilgi verilmemiş. İlim adamlanda kesin rakam
vermiyor. Filan yerde bulunan fosil 100 milyon sene olduğu
tahmin edilmektedir gibi rakamlar veriliyor. Ama kesin bilgi
yok. 100 milyon, bir milyar senelik bir zamana karşılık.
1400 senelik zamansa çok yakın bir zamandır. Onun için
kıyametin yakınlığından bahsedilir. Belki bizim üzerimize
kıyamet kopmayabilir. Ama şahsen hepimizin kıyameti
kopacaktır. Ne zaman kopacaktır? Onu Allah (c.c.) burada
ki ifadesi ile kullanalım.
"Gecede veya gündüzde gelecek olursa ne yaparsınız". Hani
geçen Cuma gördüğünüz bir insanı bu Cuma
göremiyorsunuz. Veya ikindi üzere beraberdik, çayda içtik
ama adam ölmüş, kalp sektesinden ölmüş diyoruz. Gecede
veya gündüzde eceli geliveriyor. Bizde yarın yaparız, ihti-
yarlayınca yaparım, veya emekli olunca dinime olan
görevlerimi yaparım diye ilerki bir güne atacak olursak, o
zamanın geleceğini kimse bize garanti etmez. Kafirler
ahiretin gelmesini istiyorlar. Tabii inkar babında
söylüyorlar. "Hani o vaad ne zaman, doğru söylüyorsanız
hadi gelsin ya", yani Allah'ın azabından korkmadıklarını,
inanmadıklarını ifade etmek için bunları söylüyor. Rabbim
de: "Mücrimler (suçlular) niçin acele ediyorlar" buyuruyor.
Muhterem okuyucu! Adama bir sene hapis cezası veriliyor,
ve filan zaman da yatacaksın denildiğinde adam o günün
gelmesi onun için çok uzun oluyor. Hani iki ay sonra hapse
girecekse, iki aylık bir zaman göz açıp kapayıncaya kadar
geçiyor, çünkü gelmesini istemiyor. Niye? çünkü ondan
korkuyor. Çünkü katiyyetle biliyor ki o ceza bir gün gelecek
buna imanı sağlam, ahirete imanının sağlam olmaması
nedeniyle kişi suç işliyor. Eğer kişi adının Ali, Veli
olduğunu bildiği kadar ahiret hakkında da inancı olmuş olsa
suç işlemesi zorlaşır.
Mesela bir insanı yürüyen bir bantın üzerine yatırsanız ve
ilerde de bir fırının içersine götürülüyor. Yanmada en
sevdiği bir kadın, en sevdiği içkiler koyulmuş olsa, ama
bantın ilerisi bir fırına götürülüyor, adamda görüyor, her an
oraya yaklaştığını anlıyor ve imanda ediyor. Kurtuluşu da
yok, etrafını kapatmışlar, çıkması mümkün değil ne o
kadına el uzatabilir, nede o içkiden içebilir. Ne o faizi
yiyebilir, nede Rabbime karşı gelebilir o esnada.
Onun için kıyamet sahnelerini Allah (c.c.) arada bir bizim
gözümüzün önüne getiriyor. Namazı anlatıyor ardından
kıyamet sahnelerini getiriyor. Evliliği anlatıyor, ardından
kıyamet sahnelerini getiriyor. Ticareti anlatıveriyor, ardında
kıyamet sahnelerini getiriyor. Dostlarla, anne babayla
münasebetlerini anlatıyor yine ardından kıyamet sahnelerini
getiriyor.
Sizinde bu hayat bandınızda cehenneme doğru yol alırken
sizin oraya düşmenizi engelleyecek olan ananıza, babanıza
yaptığınız hizmet, dininize yaptığınız hizmet, dostlarınıza
İslami çizgide yaptığınız hizmet sizi kurtarır diye Allah
(c.c.)'de bize yol gösteriyor.
Onun içindir ki ahirete iman üzerinde Allah (c.c.) Kur'an-ı
Keriminde çok duruyor. Hepimizin imanı var, biz şüphe
etmiyoruz, fakat böyle gözle görülecek, elle tutulacak
şekilde değil. Ahiret vardır diyoruz da ateşe düşmekte olan,
uçuruma düşmekte olan bir adamın bir endişesi gibi bir
endişemiz yok, olanlarımız mutlak surette var ama bende
dahil olmak üzere tanıdığım birçok dostum da bu endişemiz
az, yoksa imanımız var. İmanımızda şüphe etmiyoruz biz,
fakat bu kuvvetli bir şekilde bizi her hareketimizde
yönlendirecek şekilde değil. 1885[75]

1885[75]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/475-477.
51- (kiyamet) kopdukdan sonramı ona iman edeceksiniz?
"Şimdimi (iman ettiniz) siz onu acele ediyordunuz,
(denecek)
Bu sürenin 90 ve 91 nci ayetlerinde Firavun ve ordularının
deniz de boğulurken iman ettiklerini ancak o anda imanın
kabul edilmedğini haber verir. 1886[76]

52- Sonra zalimlere: "Ebedi azabı tadın. Siz ancak


kazandıklarınızla cezalandırılıyorsunuz" denir.
Endişe etmeyin yaptıklarınızın dışında her hangi bir şeyle
cezalandırılmayacaksınız." Yani kişiler bu dünyadan Öbür
tarafa odununu kendisi götürür diyor. Şiir halinde söylemiş
Yunus Emre kişi kendi odununu kendisi götürecektir. Yoksa
sırtına alıp ardına alrp götürme değil yapmış olduğu ameller
ateşe dönüşecektir.
Allah (c.c.) ona işaret etmek için yaptıklarınızın
kazandıklarınızın dışında birşeyle cezalandırılmayacaksınız
demek istiyor. Hani suçta ve cezada denkliğin olduğunu
Allah (c.c.) bize haber veriyor. Ama iyilikte ve iyiliğin
karşılığı olan mükafatta denklik yoktur. Kişi bir iyilik
yaparsa Allah (c.c.) on katını, yediyüz katını, daha fazlasını
verir, ama kişi bir suç işleyecek olursa o suçun karşılığını
alacaktır.
Çünkü Allah (c.c.) kullarına zulm etmez. Kişi kendisine
zulm eder. Daha önce geçen ayet-i kerimeler de (Siz kendi
nefislerinize zulm ettiniz) diyor Allah (c.c). Nasıl?
Kendisini cehenneme götürücü işler yapmak suretiyle kişi
kendisine zulm ediyor.1887[77]

53- "O gerçekmidir" diye senden soruyorlar. Deki: "Evet,


Rabbime yemin olsun ki O şüphesiz gerçekdir. Siz onu
önleyemezsiniz."
1886[76]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/477.
1887[77]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/477-478.
Yani bu dünyada insanlar, epeyce teknolojide ileriye
gitmelerine rağmen, gökyüzünden geliveren bir rüzgar
dünyanın süper gücü diye bilinen bir devleti evlerini
binalarının çatılarını yok ediveriyor. Veyahutta gök-
yüzünden geliveren bir kar bütün hayatı felce uğratıveriyor.
Gökyüzünden gelen bir yağmur, Hindistan'da, Amerika'da,
bazı eyaletlerde şehri veya köyü götürüp gidiveriyor. Yani
bunun karşısında insanoğlunun acizliğini itiraf etmekten
başka da bir çıkar yolu kalmıyor. Hani depremler
konusunda yapacak önleyici tedbirler mutlaka alınması
gerekiyor. Din bunu emreder ama depremi durdurma işlemi
ise bayağı şimdilik gücümüz dışındadır.
Yani insanoğlunun acizliğini her an kendisi görüp durduğu
bu dünyada bile bunu görmesi lazım. Ahirette "Mülk o gün
tek olan ve herşeyi gücü altında tutan Kahhar olan Allah
(c.c.)'m olacaktır" Orada kimsenin ekonomik gücü, askeri
gücü hiç fayda vermeyecektir. Ancak selim bir kalp, yani
şirkten, pislikten, yalandan, iftiradan, gıybetten her şeyden
temizlenmiş bir kalp insana fayda verecektir.
Günümüzde de imansız kesim genelde müslümanların veya
insanların aklını bulandırmak için bu ahiret konusunun
üzerinde fazla duruyorlar, ahirete gidip gelen yok ya, onun
için adamlar bu konuyu istismar ediyorlar. "Canım gidip
gelen mi var, gelipte haber veren mi var?" deyiveriyorlar.
Hz. Ali demişki: "Hadi varsa" demiş. Yoksa benim zararım
yok, seninde zararın yok. İkimizde öldük toprağa girdik. Hz.
Ali bunu burda şüphe makamında söylemiyor. Ama o
adamın imansızın mantığı içinde kullanıyor cümleyi. "Ya
varsa" demiş, o zaman senin için bitik.
İşte bu arada insanların mantığına hitap edecek şekilde,
imansızlaşma merkezleri kurulmuş onlar şunu söylüyorlar:
"Doğru mu bu?" ahirete inanıyorsunuz. Yani doğru mu? gibi
bir ifade kullanıyorlar. Kendileri bu 20. asırda fazla
düşünmeyen kesimin aklına uygun inkar mantığı
geliştirmişler. Türkiye'de de bir dernek kuru vermişler. O
kadar etkililerki televizyonda da milletin karşısına çıktılar
böyle bir şeyin olmadığını söylediler. Bunlardan tefsir
dersine katılanlardan birine sorduk "Bu kötü insanların bu
dünyada yaptıkları yanlarına kâr mı kalacak?" sorusuna,
Hayır!., diyorlar, onlarında yanlarına kâr kalmayacak. Ya ne
olacak? deyince, yeniden dünyaya gelirken akreb, haşerat
veya yılan olarak dünyaya gelecekler. Peki iyi iş yapanlar,
dürüst iş yapanlar; o zamanda onlar eski tabirle kral, kraliçe
olarak gelecekler. Şimdi yeni tabirle onların yerine
oturanlar. Demokratik usulle seçilenler olacaklar, öyle
gelecekler diyorlar.
Dedim ki bakınız bu konuda küfründe kendine göre bir
mantığı var ama, yanıldığınız taraflar çok, onlardan bir
tanesi de (eğer senin dediğin olmuş olsaydı, yeryüzünde Hz.
Adem'den sonra nüfus artmamış olacaktı." Bir Adem var,
bir Havva var. İnanıyormusun, inanıyorum. Peki Havva
öldü yılan olarak dünyaya geldi. Adem öldü akbaba olarak
dünyaya geldi. Sonra bunlar ittifak ettiler kimseyi
sokmadıklarından dolayı öldüler, Allah mükafatlandırdı.
Kabil olarak geldi, öbürüde Habil olarak geldi, onlarda iyi
amel yaşadılar, bu seferde daha iyi olarak geldiler, yani o iki
nüfus artmaması gerekir. Ruh üretim merkezi var mı? yok.
Öyle ise nüfus artmaması lazım, hayvanların nüfusu da
artmaması lazım, insanların nüfusu da, ilk yaratıldığında ne
kadardı o kadar olması lazım deyince, dedi ki: "Hocam
teslim olmayayım da merkezime bir sorayım" dedi. Yine bir
perşembe geldiğinde dersten sonra sordum. "Yıldızlara
götürüyor-larmış, bir kısmımda ordan buraya
getiriyorlarmış". Yani yıldızlarda da hayat varmış, uzaylı
dostlarımız bir kısmını getiriyorlar, bir kısmımda
götürüyorlarmış.
Nüfus artışı yine yokmuşta. Yani bir çoğumuz bizim
gökyüzünden gelmişiz. Böylesine ipe sapa sığmaz şeyler.
Ama inkar ediyorlar tabii. Çünkü evvela düşünme ve okuma
melekesini yitiriyorlar. Maalesfe memleketimiz de topyekün
okuma melekesini bir gecede alınan kararla yok ettiler.
Dünya tarihinde böyle bir olay hiç bir devletin başına
gelmiş değildir. Yazı ihtilali, yazının değiştirilmesi, dünya
tarihinde Rus'unda, İngiliz'inde, Japon'un da, Çin'in de
efendim Avrupalısında, Amerikah'sında, dünyanın bir
devletinde bunun bir benzeri görülmemiş hiç, bir millete
diyorsunuz ki, hepinizi yarın sabah cahil kılıyoruz. Eski
kitapları da evi-
nizde bulunduracak olursanız cezalandırırız demişler. Ve
adamlarda çuvallara doldurmuş, belirli yerlere
defnedivermişler.
Bu insanlar kitaptan, okumaktan soğutulunca ne verirsen
ver. "Oğlum ölünce yılan olacaksın!!!" olacam abi. "Oğlum
Ölünce akrep olacaksın!!!" hazırım abi. Akrep gibi ruhu
insanlara verivermişler bu dünyada. Onun içindir ki
sokuyorlar. Komşusunu sokuyor, çeşitli vesilelerle zulm
ediyor. Kendi geçiminden, ancak kendi çıkarlarından başka
hiçbir şey düşünmüyor adam. 1888[78]

54- Yeryüzündekilerin hepsi kendisine zulmedene ait


olsaydı, onların hepsinifidye olarak verirdi. Azabı
gördüklerinde pişmanlıklarını gizlerler. Aralarında adaletle
hükmolunur veoniarazulmedilmez-ler.
Bu dünyada adam öldürüyorlar, sonra elindeki sermayenin
bir kısmını vermek suretiyle kurtuluveriyor. Zulm ediyorda,
zulmünün karşısında ceza çekmiyor. Bunu her hangi bir
gazeteyi bir hafta içinde okuyuverse-niz, filan şöyle şöyle
yaptı kurtarttı. Savcılık makamına vardı, bir kahve içti çıktı
diyorlar. Dünyada rüşvet, öyle hale geldi ki, sanki
meşrulaştı. Hatta benim memurum geçinmesini bilir,

1888[78]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/478-480.
devletine yük olmaz diye demeçler verilmiştir.
Yani normalinde rüşvet alınız, bundan dolayı sorguya
çekilmeyeceksiniz deniliyor. Bu dünyada da bu geçerli,
nerde geçerli? Islamm hakim olmadığı yerde geçerli.
Rabbim bu dünyada her şeyi yaratmış, tabiatta kendi
kanunları geçerli. Yani kanımızın ceryanında, kalbimizin
atışında, saçımızın beyazlaşmasında, ihtiyarlamamızda
Rabbimin tabiat kanunu geçerli, burada söz hakkı kimseye
verilmiyor.
Ancak bizim toplumsal faaliyetlerimiz ve, ferdi
faaliyetlerimizde, imtihan gayesiyle, Rabbim bize irade
etme hürriyetini vermiş. İrademizi vermiş. İyi yola
gidebilirsin, kötü yola da gidebilirsin demiş. İnsanlar bu
iradesinden sorumlu tutulacaklar. Onun içindir ki bu
yeryüzünde islamın hakim olmadığı yerde rüşvet, zulüm
işkence olur.
Hocam bizim ülkede olurda, Amerika'da olmaz, demeyin.
İşte televizyonda seyrediyorsunuz. Rüşvetsiz filim
çevirdikleri yok, zalimlikte zirvedeler. ama ağabeyimizi
bize iyi gösterdiklerinden dolayı gözümüze pek zalim
görünmüyor. Adam Panamaya giriyor, onbaşı iken general
yaptığı adamı düşürüyor, arkasına vura vura Amerika'ya
götürüyor. İyi yaptı diyorlar. Bizde iyi yaptı diyoruz.
Türkiye'de iyi yaptı diyor. Fiilen işgal etti. Savunanları ise
"orayı ıslah etmek için gitti". Ağabeyim diyor.
Allah (c.c.) diyor ki: "O nefsine zulm eden insanlar bütün
sahip oldukları şeyi verip o cehennemin azabından
kurtulmak isterler, ama hiç faydası olmadı. Çünkü ayet-i
kerimede de ifade edildiği gibi orada hiçbir mal, mülk,
evlad şefaatçi geçersizdir. Kafirlerin şefaatçisi çok olsa bile
geçersizdir. Ancak mü'minlerin Rabbimin izin verdikleri
kanalıyla şefaat edecek insanları olacaktır.
"Ve pişmanlıklarımda gizleme tarafına gideceklerdir".
Ateşli azabı gördüklerinde pişmanlıklarını gizleme tarafına
gidecekler. "Ve onlara adaletle hükmolundu ve onlar zulme
uğramayacaklardır", diyor Allah (c.c). Yani Allah (c.c.)
bana bu ateşi niye verdi, demek yok, yaptığımda, amel
defterinle eline veriverecek.
Hani İsra suresinde Allah (c.c): "herkesin ellerine amel
defterlerini takdim edeceğini (oku kitabını) denileceğini"
haber veriyor. Adam şöyle bir bakarmış deftere; "Ya Rabbi
yanlışlık var, bu benim değil başkasını bana vermişler"
diyebilecek. O zaman Allah (c.c.)" Yasin suresinde ifade
ettiği gibi "o zaman elleriyle ayaklarını konuşturacağını"
ifade ediyor. Ellerini konuşturuyor diyor ki: "Ben şöyle
şöyle yaptım" diyor. Ayaklar da "ben filan yere gittim"
diyor. Hocam nasıl konuşturur Allah (c.c.) diyor. Canım
insanoğlu plağın üzerine bir tane iğne koyuverince, içinde
ilahimidir, türkümüdür. Ne varsa koyuverdiği gibi Allah
(c.c.) parmak izleri üzerine kendine has iğnesini
koyuverdimiydi o kendine has, hangi suçu işlediğinizi,
kimlere karşı suç işlediğini, kimlere zulm ettiğini, kimlere
rüşvet verdiğini, kimlerden rüşvet oldığını, Allah'ın dininin
kitabının yok edilmesi için kimlerle böyle tokalaştığım bu el
söyleyiverecek.
Onun için ellerinizin aleyhinize şahidlik yapmaması için,
elinizi koruyun. Hani adam bir kötülük yapsa biride şahid
olarak görse adam çeker tabancayı ulan bana şahitlik
yaparsan şöyle şöyle yaparım. Aleyhine şahitlik
yapmayacaksın diyor. Sizde elinize deyin, suçu yapmadan
önce yapın. Yani bu ellerle kimseyi dövmemeye, mü'mini
dövmemeye, mü'mini sevmeye, bu eli Rabbimin dinini
korumaya kullanın, yoksa müslümanlara karşı kullanmayın.
Verici olsun, dağıtıcı olsun bu eliniz. Sevici olsun bu eliniz
ve gözlerde kulaklarda Allah (c.c.) iradesi doğrultusunda
hareket etsin.1889[79]

1889[79]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/480-481.
55- İyi bilin ki göklerde ve yerde olanlar Allah'a aittir. Yine
iyi bilin ki, Allah'ın va'di hakdir. Ancak insanların çoğu
bilmezler.
Şimdi ahiretin varlığını bize gösterirken dünyanın varlığını
gözümüzün önüne getiriveriyor. İyi bilin ki gökte ve yerde
olanlar Allah'a aittir. Yaradanı o. Siz neyi inkar
ediyorsunuz? Hani daha önce anlattığımı tahmin ediyorum.
Bu bizim yakında hatta cemaatımızdan birisi, bir başkası
için "hocambir adamın Allaha, peygambere, imanı var,
ahirete imanı var ama Hz. Adem'in topraktan yaratıldığına
imanı yok. (Olur mu öyle şey canım, mantar çıkar gibi
yeryüzünden adam çıkıverir mi?) diyormuş. Onunla biz
görüştük. Dedim ki "niye inanmıyorsun" yahu hocam bu
canlı bu topraktan çıkmaz diyorsun. Öylemi.
Bir yaz günüydü, peki evine git bir tane domates al onu ez
ve bıraki-ver. Üç gün sonra veya bir gün sonra sıcak
günlerde tekrar yanına vardığında, domatesin sıcaktan
çürüdüğünü üzerinde yüz ikiyüz iane sinekciğin olduğunu
görürsün. Nerden meydana geliyor, o çürümüş domatesten
meydana geliyor.
Efendim havada bir mikropla orda birleşti o, doğru, amenna
zaten Allah (c.c.)'ın toprağıyla Allah (c.c.) kendi tarafından
verdiği ruh birleşti insanda da. Domatesten yüz, ikiyüz ve
daha çok sineği yaratan Allandır. Etinizi bir yere
koyuverseniz içinden kurtçuk çıkıyor, yaz gününde her
tarafını kurt kaplar. Bir canlıdır o. Allah (c.c.)'da insanı
böyle bu topraktan çıkarıverir.
Allah (c.c.) ahiretin doğruluğunu, gerçekliğini söylemeden
önce yer ve gök Allah'a aittir diyor. Güz mevsiminde
toprağa çekirdekler düşüyor. İnsanın toprağa düşüşü gibi,
üzerine kardan kefenler buruyor. İnsanında kefene bürünüp
yattığı gibi, sonra bahar mevsimi geliyor, toprağın bağrına
cemre düşüyor ve toprağın bağrındakiler bu sefer yeniden
yeşerip çi-çekleniveriyor. Neye göre, Düşüşüne göre
çiçekleniveriyor yalnız. Elma ise elma olarak, karanfil ise
karanfil olarak, lale ise lale olarak çıkıyor.
Sizde öyle olacaksınız. Ameliniz neyle kefenlenmişse
onunla beraber çıkacaksınız. Yani amellerinizle beraber ya
kapkara veya bembeyaz. Bembeyaz çiçekler gibi
çıkaracaksınız veya sizin için söylemiyeyim, amelsiz
imansızlar için söyliyeyim kapkara kömür gibi cehenneme
odun olarak çıkacaklar. Allah o hale düşürmesin. O hale
düşmemek için de, bu dünyada tedbirini alan, Rabbine itaat
eden kullarından eylesin. Nasıl ki ahiretin olacağını bu
dünyada misal olarak Allah (c.c.) vermiş. Yani eşyanın
toprağa düşüşünü, ordan dirilişi ahiretteki dirilişimizin bir
misalidir bize, onları Rabbim öğretiyor.1890[80]

56- O diriltir ve o öldürür. Ve siz ona döndürüleceksiniz.


Türkçe'de şöyle ifade ederiz. "Hayy dan geldik, huu ya
gidiyoruz." Canım haydan gelen huya gider, gerçi kötü
anlamda kullanıyoruz ama, kelime olarak güzel bir
kelimedir. "Hayy" Allah m (c.c.) isimlerinden bir isimdir.
Hayat sıfatı onun sıfatıdır. Yani diri. Hay olan Allah
(c.c.)'den geldik. Huya gidiyoruz. O, Hay olan Allah
(c.c.)'den ona gidiyoruz diyoruz. Burada da o manayı ifade
ediyor. Dirilten O'dur, öldürende O'dur, ve siz ona
döndürüleceksiniz diyor Allah (c.c).
Aslında kıyametin gerekçeleri bunlar. Hani biz bu dünyada
hiç yok iken, doktorların ifadesiyle; en fazla büyüten bir
büyüteçle bakmış olsak, zor görebileceğimiz bir meninin
beş milyonda biri olan bir küçücük canlıdan meydana
gelmişiz. Allah ona kalem gibi kaşlar vermiş, göz, el, dil,
çizgiler vermiş. Hepimizin çizgisi ayrı ayrı.
Bunu yapan Rabbim ahirette insanı mı diriltmez. Dirilten

1890[80]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/481-482.
O'dur, öldürecek olan da O'dur. İnsanlar ancak öldürmeye
sebep olurlar. Yoksa, canı alan Allah (c.c.)'dür. Çünkü canı
veren Allah (c.c.) dür. Ona döndürüleceğiz. Onun dışında
bir yere gidecek olanda yok.
Adam ben ataistim diyor. Yani gavurun yeni Türkçesi. Ben
gavurum diyor. Nereye gideceksin? adı Ali, Veli olduğu için
müslüman kabristanına defnedecekler. Aslında müslüman
devlet olsa, bu tür adamlar, ben gavurum diye gazetede ilan
ettimi, o adamı müslüman kabristanına defn etmez. Nereye
defneder. Hristiyanlarınkine? Onlarda bizde de yer yok der-
ler. Yahudilerinkine defn edelim? Onlarda olmaz alamayız
derler. Ne yapacağız, bir yerde bir çukur bulacağız. Oraya
insanlara zarar vermesin, ölüsü kokmasın, etrafa mikrop
saçmasın diye oraya defn edilir.
Madem ki inanmıyorsun Rabbime, madem ki
müslümanlarm inancına saygı göstermemişsin,
müslümanlarm mahallesinde oturma, onların kazandığı
ekmekten yeme. Bu imansızın ayağındaki yün, bu
müslüman insanın koyunundan ve sığırından geliyor.
Damarmdaki kan bu müslüman insan m ürettiği yiyecek
maddelerinden geliyor. Bu insanlara saygı duymayan bu
adamın, aslında çekip gitmesi lazım. Veya kendilerine bir
köy, kendilerine göre geçim vasıtaları kurması ve ona göre
yaşamaları gerekirken, yününü, kanını müslümandan alıyor.
Müslümanın inancına doğrudan söğüveriyor, bu şahsiyetsiz,
karaktersiz, saygısız insanlar. 1891[81]

57- Ey insanlar, Rabbinizden size bir öğüt ve


gönüllerinizdekine bir şifa ve iman edenlere yol gösteren ve
rahmet gelmiştir.
Ey insanlar derken yalnız hedef olan, mü'minler değildir,
insan olarak bu dünyaya gelen herkes bu ayetin

1891[81]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/483.
muhatabıdır. Ey insanlar size Rabbinizden bir vaaz geldi.
"Mev'iza" geldi ki, Kur'an-ı Kerimdir. Yani insanlara vaaz
edilecek ayetler, nasihat edilecek ayetler bu Kur'an-ı Kerim-
le geldi. Göniüdekilere şifa olan bu Allah'ın kitabı size
geldi. Yol gösterici bu kitap, mü'minlere rahmet olan bu
kitap size Rabbiniz tarafından geldi diyor.
Allah (c.c.) Yine İsra suresinde "Kur'an-ın mü'minlere şifa
ve Rahmet olarak indirildiğini," bize haber veriyor.(7sra 81)
Neye şifa Kur'an-ı Kerim? Bir kere toplumsal
hastalıklarımıza şifadır. Gönüllerimizi sıkan, bir kısmımızı
delirten, bir kısmımız delirdiği halde delirdiğinin farkına
varamıyor. Aslında birçok kimsemizin hayatı öylesine
anormalleşmiş ki, herkes aynı anormalliğin içersine
girdiğinden adamların ne deliliği belli olmuyor.
Bu yazar, çizer takımı yaman adamlar, televizyonda bir
güldürü hazırlamışlar; Adam doktor, sıradan hastalan var,
bunların içinden en acil olanını arıyor. Birine soruyor,
"Senin neyin var?" "Efendim bacağım kırıldı!!" "senin ki
acil değil" diyor. "Efendim kulağım patladı!!" seninki acil
değil diyor. Bir tanesi "efendim bende şöyle şöyle hastalık
var!!" aa sen acilsin gel bakalım diyor. Virüslük hastalığı
varmış herifte, "oğlum yolda giderken bir on milyon bulsan
ne yaparsın?" diyor. "Efendin en yakın karakola teslim eder,
ordan da ilan ettiririm" diyor. Tamam bunlar alametleri bu
hastalığın diyor. "Oğlum şeyle bir krediyi, rüşveti eline ge-
çirecek olsan ne yaparsın?" diyor. Deikü: "almam efendim"
diyor. "Oğlum sen hastasın, acil hastasın tedavi olman
gerekir" diyor. Tedavi ediyor. Tabi güldürü içersinde tedavi
ediyor. Bu hastaya televizyon kanalıyla, eğitim veya diğer
tedavi yoluyla birşeyler verdikten sonra, soruyor. (Tabii
kıyafetide değişmiş.) "Oğlum yolda giderken on milyon
bulsan ne yaparsın?"!!! "kimseye çaktırmadan cebime
atarım abi" diyor. Çeşitli sorular aynı şekilde
cevaplandırıyor. "Peki tedavi oldun, hadi git tedavi param
öde" diyor. O da "ödeyecek göz var mı bende" diyor.
Şimdi bu adam delirdi aslında da fakat toplum topyekün
aynı kanatta olduğundan o akıllı, dürüst adam, deli duruma
düştü. Onun için delilerin bazı farkına varamayışımız, bizde
de aynı şeylerin oluşundan kaynaklanıveriyor. Böyle tavırlar
normal oluyor.
Bu tip ferdi ve toplumsal hastalıkların tedavisi için Allah
(c.c.) Kur'an-ı Kerimini indirdiğim bunun rahmet olduğunu,
bu hastalıktan kurtuluşun yolunu gösteren hidayet kitabı
olduğunuda Allah (c.c.) bizzat kendisi gösteriyor.
Ekonomik hastalığımızdan kurtulmak, zilletten kurtulmak,
filan adam "şöyle şöyle yapın, böyle böyle yapın diye
telefon etti" gibi, emil almak zilletinden kurtulmak için,
Kur'an-ı Kerime sarılmak gerekir. İktisadi konularda
ekonomik özgürlüğü sağlayabilmek için Kur'an-ı Kerime
sarılmak gerekir. Başkasının kitabına sarıldınızmi o kitabı
yazanın emrin tutmak mecburiyetindesiniz. Kitaba
sarılıyorsak Rabbimin emrini tutmal bizi zillete düşürmez.
Aciz olduğu için izzete götürür. Ama başkasmır emirlerini
tutacak olursak, zilletin içersinde devamını sağlar.
Kur'an-ı Kerim bedeni hastalıkların da şifasıdır.
Doktorlarımıza teda vi ettirirken (Ya Rabbi şifa ver) diyerek
duamızı esirgemeyiz. Am; Kur'an-ı Kerimin indiriliş gayesi
daha ziyade insanın insanla olan ilişkisi ni, insanın Rabbi ile
olan ilişkisini düzenlemek için indirilmiştir. Sosya
hastalıklarda, ferdi hastalıklarda kalktı demektir. Çünkü
birçok hastalık ya tabiatta olan münasebetimizde, hava
kirliliğimizde veya çeşitli vesile lerle olan ilişkimizde
vardır. Veya insanlarla çeşitli vesilelerle olan ilişki lerde
mesela senedimizde, çekimizde, v.s. çeşitli
münasebetlerimizd vardır. Birde Rabbimizle olan
ilişkilerimizden memnun değiliz. Yaptiğ: mız işten sonra
pişman oluyor, vicdan azabı çekiyoruz. O da bir hastalı! tır
ayrıca.
Yani bütün bunlardan temizlencbümenin en kısa yolu; Allah
(c.c.)' kitabım açmak, okumak, okuduğu doğrultuda amel
etmek ve onun hak miyetini sağlama yolunda bütün
enerjisini harcamak. Böylece insanoğlu sağ olur günler
görürse, bu dünyada rahat etmiş olur. Göremezse ahiret
rahat edeceğiz. 1892[82]

58- Deki: "Allah'ın lütfü ve rahmetiyle, ancak bununla


mutlu ( şunlar. Bu, onların topladıklarından daha hayırlıdır."
İnsan neye sevinir. Bir baba evde otururken, öbür tarafta
hanımı sa cılar içersinde kıvranırken birisi haber getiriyor,
diyor ki "bir çocuğu oldu. "Hani oğlan kız el ayağı düz
derler" Anadoluda, el ayağı düz sa lam bir çocuğun dünyaya
geldi, "hanımında sıhhati yerinde" denildi bir insan buna
sevinir.
Veya bir insan ticari hayatta bir beklentisi vardır, onun
haberi gelmiş şu işin şöyle oldu denildi ondan dolayı
seviniyor. Bir anne oğlunun askerden geliyor haberine
sevinir. Herkesin kendine göre çok fazla sevindiği şeyler
vardır.
Bunlar meşru olduğu oranda, sevinmek bizim için ayrıca
teşvik edilmiş. Sevap bile bahsedilmiştir. Sevinmenizde
gerekiyor, ama insanoğlunun en çok sevinmesi gereken şey
"İslam nimetine sahip olmasındandır" diyor Allah (c.c).
Allah'ın fazlına, keremine ve rahmetine sevinmemiz
gerektiğini bu ayeti-i kerime ile haber veriyor.
Yani Allah'mıza harridü senalar olsun ki bizi müslüman bir
aileden, müslüman bir babadan müslüman bir anneden
dünyaya getirmiş, müslüman bir çevrede büyümüşüz.
Allah'ın kitabı olan Kur'an-ı Kerimi okuyabiliyoruz veya
dinleyebiliyoruz. Yani okuma bilmeyenlerimizde dinlemek
bir nimettir. Bazı insanlarımız vardır ki dinleme nimetini

1892[82]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/483-485.
bile elde edemezler. Gelemezler, gelseler bile rahat
edemezler, dinleseler huzur bulamazlar. Bu tür insanlardan
olmadığımızdan dolayı, ayrıca sevinmemiz gerekiyor.
Bu Kur'an-ı Kerimin hayata tatbiki ki, onu görmedik,
yaşayanları kitaplardan okuyoruz. Yani İslaman hakim
olduğu dönemde toplumun ekonomik sahada birbirlerine
karşı nasıl yardım ettiklerini bazı kitaplarımızda şöyle
misaller var. Tabiinin büyüklerinden birisi için şöyle
anlatılır. Ona bir bayram günü gelmiş, yaklaşmış çoluğuna,
çocuğuna bir şey alacak durumda da değil. Maddi sıkıntısı
vardır. Bayramlık veya bayramda alınması gereken şeyleri
almamış, derken hanımda "çocuklarımız üzülecek, biz
üzüleceğiz, işte şöyle olacak, böyle olacak" demiş. Bunun
üzerine arkadaşına bir mektup yazmış. Öbür mahalledeki
arkadaşına çocuğunu göndermiş. O da ona bir kese para
göndermiş, bir kese o zatın evine parayı getiriyor. Ama bir
öteki arkadaşı çocuğu göndermiş biraz borç para istiyor.
Mevcut keseyi olduğu gibi çocuğa veriyor. Yani kendi
ihtiyacı olduğu halde öbürüne veriverdi. O ilk parayı
gönderen adam üçüncü arkadaşına oğlunu gönderiyor ve
"git oğlum biraz para iste amcandan" diyor. O da ona
gönderince para ilk sahibine geri dönmüş, o zaman anladı
diyor. O üçü bir araya geldiler o kesenin içindekini
bölüştüler diyor. Böylece bayramı mutlu olarak geçirdiler
derler.
Yani böyle bir anlayışa sahip bir toplum meydana
getirivermiş olsak herkesin namusu emniyette, herkesin
ticari, siyasi, ev hayatı emniyetli oluverir. İşte Kur'an
nimetine kavuştuğunuzdan dolayı seviniverdiniz. Şu anda
seviniyoruz, Kur'an-ı okuyoruz veya okuyanı dinliyoruz.
Ama manasını anlamaz ve yaşamaz isek bu şuna benzer
"Bize diyorlar ağzınızda balı çiğneyeceksin ama sakın
yutmayacaksın, yutarsan kanma, canına , tenine faydası
olur. Ağzından zevk alacaksın ama içine yutmayacaksın"
gibi bir ifade ile bunu veriyorlar. Veya fındığın kabuğunu
kırmadan yutmaya benzer bu iş. Yani son 50-60 senelik
zaman içersinde Allah'ın kelamını anlayabileceğimiz
arapçanın öğrenilmesinin yasaklanmasının yegane sebebi
Kur'an-ı anlamasınlar diyedir. Eğer onu anlamış ve birde
uygulama sahasına koymuş olsaydık, bu dünyamızda
ahiretimizde cennet oluverirdi. Allah (c.c.)'de işte bundan
dolayı yani böyle bir nimete dahi sahip olduğunuzdan dolayı
sevininiz. "Bu onların topladıklarından daha hayırlıdır"
diyor.
Hocam ben çalıştım çabaladım veya babamdan,
kayınpederimden miras olarak kaldı. Şu kadar hanım,
hamamım, ticari müessesem var diyor. Allah (c.c.)'da diyor
ki: "Bu İslam nimeti Kur'an onlara bütün topladıklarından
daha hayırlıdır" diyor. Onların topladıklarının tamamından
hayırlıdır diyor. Günlük hayatımızda bunların hayırlı
olduğunu görüveri-yoruz. Adam tam kayınpederin malına
gözdikmiş, böyle kaşının ortasına bakıyor. Ne zaman ölecek
diye, tam kayınpeder ölmüş birde bakmış ki kayınpederin
sağlığında kayınları malı üzerine geçirmiş, elleri boş kah-
vermiş garibanın veya tam malı eline geçirirmiş malı
hacizliymiş, karşı taraftan borç gelmiş veya gerçekten de
mal tam eline geçiyor ama öbür tarafta bir başka engel
önüne çikıveriyor.
Şu İstanbul şehrinde üzüntüsüz bir insan bulmak mümkün
değildir. Herkesin kendine göre bir üzüntüsü var. "Ama
hocam şu adam dünyanın sayılı zenginleri arasına girdi". Bir
dediği iki edilmiyor. Ama onuda şöyle alıverseniz karşınıza
alıp "senin ne derdin var? deseniz". Evimde yatalak kızımı
her görüşümde yüreğim ağzıma geliyor. Keşke bu
sıhhatinde olsaydı da bütün varlığım alınsaydı"
deyiverebiliyor. Onun için insanoğlunun bu dünyanın
tamamı kendine verilse hatta hadiste peygamber (s.a.v.)
şöyle buyurmuş. "Bir vadi i dolusu altını olsa, ikinci vadiyi
ister" buyuruyor. 1893[83] Yani Marmara denizi dolusu bir
altını olsa, Ege denizi dolusu bir altında karşıda dursa
orasıda benim olsa" diyor. Yani doyum sağlanmıyor. Bu
dünyada doyum sağlanmıyor.
Öyle ise mademki ölümlüyüz. Bu dünyada gücümüz
oranında bir mala sahip olmanın yegane gayesi şu olmalıdır.
"Bu malla ben Rabbimin dinine daha fazla hizmet ederim".
Mevcutla hizmet edip daha fazlasını kazanıp onunla hizmet
etmeye yönelik hareket edecek olursa bu insan yine
Kur'anm ve sünnetin doğrultusunda hizmet etmiş olur.
Hz. Ömer zamanında İran feth edilmiş. Bir imparatorluğa o
gün için son verilmiş. Oradan ganimet mallan Medine'ye
geldiğinde Hz. Ömer'in yanındaki sahabe şu ayet-i kerimeyi
okuyormuş. "Allah'ın fazlı, rahmeti ve keremi bu bize
ondandır, bundan dolayıda seviniriz". Ayetini böyle
anlamış, sahabe seviniyor. Yani mal geldi diye seviniyor.
Hz. Ömer demiş ki: "Ayet senin anladığın gibi değil,"
maldan dolayı sevinin diye değil, İslam nimeti, Kur'an
nimeti size verildiğinden dolayı sevinin. Çünkü ayetin
devamında, "bu islam nimeti Kur'an-ı Kerim onların
topladıklarından daha hayırlıdır"diyor.
Yani dünyanın tamamı terazinin bir kefesine konsa, Allah'ın
bir kelamı da terazinin öbür kefesine konsa, Allah'ın kelamı
ağır gelir. Çünkü Allah baki dünya fanidir, insanda fanidir.
Öyle ise fani olan şey ne kadar fazla olursa olsun. Allah'ın
kelamına denk olması mümkün değildir. 1894[84]

59- Deki: "Baksanıza Allah size rızık olarak ne indirdiyse


siz ondan bir kısmım haram, bir kısmını helal kıldınız."
Deki: "Allah size izin mi verdi? yoksa siz Allah'a iftiramı
yapıyorsunuz?"
"Deki onlara, ne diyorsunuz? Allah'ın indirmiş olduğu
1893[83]
Müsned-i Ahmed 5/218,3/247,5/117
1894[84]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/485-488.
rızıklar konusunda ne diyorsunuz?" Tabi rızıktan kasıt daha
önceki bölümlerde ifade ettiğim gibi rızık, yediğimize nzık
içtiğimize rızık, aldığımız havaya, kazandığımız ilme rızık,
kazandığımız paraya rızık, sahip olduğumuz sihha-te rızık
diyoruz.
Yani Allah'ın (c.c.) bize verdiği herşey rızıktır. Bedenin
bütün azaları Allah'ın (c.c.) bize vermiş olduğu rızıktır. Deki
ne diyorsunuz? Allah'ın size rızık olarak indirmiş olduğu
şeyler hakkında "siz onlardan bir kısmını haram bir
kısmımda helal kıldınız" onlara deki: "Allah'ını size izin
verdi, bunun haram veya helal olduğunu belirleme hakkını
size Allah'mı verdi de onlara"
Kur'an nazil olduğunda Mekkeli müşrikler bir kısım eşyanın
haram, bir kısım eşyanın helal olduğunu söylüyorlardı. Yani
bu helal haramı şöyle anlayalım. Bir kısım eşyanın
kullanılmasını devlet olarak yasaklıyorlar. Bir kısmının
kullanılmasını devlet olarak müsaade ediyorlardı.
Bugünde aynı şekil devam ediyor. Hani uluslar arası
devletlerin kendi iç kanunlarında veya uluslar arası kanunda
da kabul ettirilen bazı prensipler vardır. Şunun kullanılması,
alınması ve satılması yasaktır. Şunun alınması, satılması
yasak değildir. Gibicesine kanunla çıkıyor. Allah (c.c.)
diyor ki bu tür kanun koyanlara, yani bir şeyin haram veya
helal (Türkçesi yasak veya serbest) edildiğini yasak
olmadığını belirleme hakkını Allah size verdi mi? diyor.
Yani aksi şöyle olur. Bir şeyin yasak veya yasak olmadığını
belirleme hakkını Allah ve Rasulü belirler. Rasulü belirler
diyoruz. Çünkü Allah (c.c.) ona o müsadeyi verdiğinden
dolayı. Kur'an-ı Keriminde Allah (c.c): "Allah'ın ve
Rasulünün haram kıldığını haram saymayanlarla harp
ediniz" diyor. Böylelikle peygamber efendimizinde haram
ve helal koyma hakkının Allah tarafından verildiğini
görüyoruz.
Ama bu ayet-i kerimeyle onun dışındakilere verilmediğini,
Allah (c.c.) beyan ediyor. "Bu konuda Allah'mı size izin
verdi?" Yoksa Allah'a iftira mi ediyorsunuz? Yani bizde
haram koyma hakkı, yasak koyma hakkına sahibiz, bizde
helal koyma yani birşeyin yasaklığım kaldırma hakkına
sahibiz diyenler. Allah'a iftira eden insanlar olarak
nitelendirilmiş oluyor bu ayet-i kerime ile.
İnsan ve zaman genelde değişmiyorda kullandığı eşya
değişiyor. Teknolojisi değişiyor. Hani Mekke döneminin
vasıtası deve ve attı, katırdı merkepti, bugünün insanlarının
vasıtası uçaktır, gemidir, veya arabadır, taksidir. Ama insan
insandır. O günün insanı da biz Allah'ın kanununa göre
hareket etmeyiz. Kur'ana göre hareket etmeyiz, kendimiz
kuralları koyarız diyenler vardı. Günümüzde de, aynı
şekilde, aynen Mekke müşriğinin söylediğim söyleyenler
var. Kur'an geçersizdir. Biz kendi aramızda bir araya geliriz.
Kendi kurallarımızı kendimiz koyarız diyorlar ve Rabbimin
yasakladığının yasak olmadığını ilan ediyorlar.
Türkiyede de bu vardır. Mesela: içki yasağı. Allah (c.c.)
Maide suresinde kesinlikle "ki tefsirini yaptık geçtik" içki
yasaklandığı halde memleketimizde içki teşvik edilir.
Bilakis içmeyen insan terfii edemez hale gelmiştir. Hele
hele belli bir makamdan sonra yükselebilmenin yolu ancak
içmekten geçiyor. İçirmekten geçiyor.
Yani içmeyen insanlar anormal kabul edilmiştir. Halk olarak
değilde; belirli yerin yukarısında, bulutların üstüne çıktıktan
sonra daha yükseklere çıkmak isteyen bir insan orada içmek
mecburiyetinde kalıyor. Kumaı yasak değildir. Bazı yerler
gösterilmiş şuralarda oynanacaktır diye ama bunu teşvik
bile ediveriyor. Allah her ne kadar bunu yas aklamış şada
ber müsade ediyorum demektir.
Allah (c.c): "bütün kadınlar muhteremdir. Bütün erkekler
mükerrem-dir. Kerem sahibidir". Ama insanların bu
kerametini kaldırıp insanlanı namuslarını beş para edip
fuhşa teşvik ediliyor. Belirli yerlerde, belirl makamlar ve
belirli kanunlarda onları korumak üzere orada beklerler
Devletin gücü vardır. Hani genelevinin en yakınında karakol
vardır. Tür kiye genelinde genelevleri korumak üzere.oraya
en yakın yerde karakol lar vardır. Onları korurlar ne olur ne
olmaz diye.Yani bunlar rejimimizin alt yapısıdır. Onun için
korunması gereki dercesine. Yani haram olan herşeyi helal,
helal olan bazı şeyleride haram haline bilinçli olarak
getiriliveriyor.
Allah (c.c.) da diyor ki: "Siz bunları haram ve helal olarak
nasıl belirlersiniz. Allah'mı size izin verdi? Yoksa siz
Allah'a iftira mı ediyorsunuz? 1895[85]

60- Allah'a iftira edenler kıyamet gününü ne zannediyorlar?


Şüphesiz Allah insanlara karşı lütuf sahibidir. Ancak onların
çoğu şükretmezler.
İşte öbür dünyada karşılaşmak istemezmiyiz. Bunun
hesabını yapacak olursak biraz kendimizi kötülüklerden
alıkoyabiliriz. Yani kötülüklere karşı kendimizi fren vazifesi
görebilir. Bu dünyada dost olduğumuz insanla öbür dünyada
da dost olmayı istermiyiz.
Yani öbür dünyada da bununla beraber bir yerde bulunalım.
Bu nereye giderse bende oraya gideyim diyebileceğimiz.
İnsanlarla dost olmaya gayret edecek olursak dünyamızıda,
ahiretimizi de biraz düzeltme yolunda adım atmış oluruz.
Allah (c.c), bizim her adımımızın her işimizin her
düşüncemizin ne olduğunu bildiğini şöyle ifade
ediyor.1896[86]

61- Sen herhangi bir işde bulunsan onun hakkında


Kur’andan bir şey okusan ve siz hangi işi yaparsanız, siz o
işe daldığınızda biz sizin üzerinizde şahidiz. Yerde ve gökte
zerre ağırlığında birşey Rab-binden kaçmaz. Ondan daha
1895[85]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/488-490.
1896[86]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/490.
küçük ve ondan daha büyük olan her-şey apaçık bir kitapda
(yazılı) dır.
ihsanı tarif ederken, "Allah'ı görür gibi ibadet yapmandır.
Her ne kadar sen Allah'ı görmüyorsan da Allah (c.c.) seni
görmektedir" diyor peygamber efendimiz (s.a.v.) 1897[87]
Söyleyeceğimiz her sözün kayda geçileceğini hesap
ederseniz ağzımızdan kötü sözün çıkması zorlaşır.
Vuracağınızda veya döveceğinizde veya seveceğinizde bu
yapacağınız işin kayda geçtiğini hesap ederseniz işiniz biraz
daha kolaylaşır. Herhalükarda Allah (c.c.)'ün bize şahid
olduğunu, hayatımızı murakabesi altında tuttuğunu
hatırlayacak olursak, Allah (c.c.)'a karşıda, insanlara
karşıda, meleklere karşıda, cinlere karşıda kötü bir iş
yapmaktan sakınmış oluruz.
Araplar atom bombasını "Zerre" kelimesi ile ifade etmiştir.
Bizim Türkçemizde de Zerre miktarı diyoruz, buna zerre
kadar şu işten haberim yok. Zerre kadar bu işi yapmadım
filan. Zerre kadar ondan almadım gibi. Yani zerreyi biz
arapçadan almışız, mevcut bilgimizin, bildiklerimizin en
küçük parçasına Zerre diyoruz.
Allah (c.c.) bu kelimeyle diyor ki: "Yeryüzünde ve
gökyüzünde zerre kadar birşey dahi Allah'a gizli kalmaz.
Hatta ondan daha küçüğü diyor. Atomdan daha küçüğü de,
atomdan daha büyüğüde Allah (c.c.)'m Kitabı Mübininde
yazılmıştır diyor bu ayet-i kerimede.
Kitabı Mübinden kasıt bir kısım alimlerimiz levhi mahfuz
diyorlar. Bir kısım alimlerimizde şu okumakta olduğumuz
kitapdır demişler. Yine bu ayetlerde "Kitabün mübiyn" lafzı
vardır. Kasıt apaçık kitap manasına geliyor. Herşeyi
açıklayan kitap manasınada geliyor. Bir açıklığını ifade
ediyor. "Mübiyn" kelimesi birde açıklayıcılığım ifade ediyor
diyor. Yani herşeyi açıklayan şu kitabın içindedir. Zerreden

1897[87]
Müslim İman,Ebu Davud K.Kader
küçüğüde, zerreden büyüğüde bu kitapda vardır diyor Allah
(c.c). Peki hocam ama peygamber (s.a.v.) 1400 sene evvel
uçağın yani tayyarenin nasıl yapılacağını niye
söyleyivermedi, acaba Kur'andan okusaydida
söyleyiverseydi?
Muhterem okuyucu! Teknoloji insanların kültürü ve sahip
olduğu imkanlarıyla beraber gelişir. Benzin olmazsa;
kavuçuğu, plastiği bulamazsın. Yani hepsi birbirini
tamamlayarak gelir. Peygamber efendimiz (s.a.v.) uçaktan
bahsetseydi; bunlar olacak, demirden yapılacak, sizi ve
develerinizide içine koyacaksınız, onlarla havada uçup
gideceksiniz demiş olsaydı. O zaman efendimiz (s.a.v.)
hakkında şüpheler daha fazla artacaktı.
Hani insanlar birşeye hazır değilken o konuda birşeyin
söylenmeside doğru değil, onun için. Mesela günümüzün
teknolojisi bize bazı şeyleri şimdilik söylemiyor veya
söyleyemiyor. Ama 50 sene sonrasının insanları
çocuklarımızın veya torunlarımızın sahip olduğu imkanlarla
çok daha gelişme gösterebilir.
Nasıl ki deve ile hacca gitmeye, yaa gidilirmiydi? diyoruz
ya.. Şimdi 3 saatte gidiyoruz. Ne kadar kolaylık değil mi?
Ama yıllar sonra torunla-rımızbunabile nasıl bu meşakkate
dayanmışlar diye şaşıracaklardır.
Kur'an-ı Kerimde Hz. Süleyman (a.s.) ile ilgili bir olay var.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) Süleyman (a.s.) ile ilgili bu
olayı anlatıyor; Nemi suresinde ki, arada üçbin km.lik
mesafeden bir kadının koltuğu ile beraber bir gözaçık
kapayıncaya kadar getirildiğini haber veriyor. Kur'an bunu
haber veriyor. Bir göz açıp kapayıncaya kadar,Yemen'den,
Filistin'e Hz. Süleyman'ın huzuruna kadının oturmakta
olduğu koltuğunun getirildiğinden haber veriyor Rabbim.
Bu Süleyman (a.s.)'m mucizesini onun yanındaki zatın
kerameti olarak bildiriliyor. Türkiye'de yaşayan imansız-
lardan biri bu konuyu ele almış, efendim Kur'an-i Kerimde
müslümanlar böyle garib şeylere inanıyorlar diye.Muhterem
okuyucu! Akif in tabiriyle: .
"Şarka bakmaz, garbı bilmez, Görgüden yok vayesi, Bir
kızarmaz yüz, yaşarmaz göz bütün sermayesi."
Yani doğunun ilminide bilmez, batı ilminide bilmez.
Görgüden hiç nasibi yok, ama sahib olduğu şey bir utanmaz,
kızarmaz yüz diyor. Bütün sermayesi utanmayan ve
kızırmayan bir yüzü olan insanlar bunlar. Doğu-yuda
bilmiyorlar, batıyıda bilmiyorlar ve bunları
konuşuveriyorlar. Birgün bu gerçekleşecek olursa o zaman
onunda ömrü yetmeyecek tabii. Onun yolundan giden başka
bir imansız tabii başka yönden Kur'an-ı Kerime girmeye
çalışacak.
Ama efendimiz (s.a.v.)'a nazil olan ayetler devamlı
insanların ufkunu açmış. Hani Yusuf suresinde Yakub
(a.s.)'ın oğlu Yusuf un kokusunu (520 km.lik mesafeden
şimdiki hesaba göre) aldığını açıklıkla Kur'an-ı Kerim ifade
ediveriyor. Anında alıverdi diyor Kur'an-ı Kerim. Eğer
saatte 100 km. hızla esen bir rüzgarla gelmiş olsa 5 saatte
gelmesi lazım. Kur'an-ı Kerim kokuyu alıverdi diyor. Yani
bir ışık hızında veya ceryan hızında bu kokunun
almıverdiğini ifade ediyor.
Bu peygamberin bir mucizesidir. Mucizeye erişilemez ama
aynısı birgün yapılacak olursa mucizeninde değeri düşmez.
Çünkü peygamberler bu işi vasıtasız yaparlar, ama birgün
gelirde televizyonunuza bastığınızda, televizyonunuzda
gördüğünüz bahçenin çiçeklerinin renklerini gördüğünüzde
kokusunuda görecek olursanız şaşmayın.
Peki bunu yaparlarsa Peygamberin mucizesinin değeri düşer
mi? Düşmez, peygamberler vasıtasız yapıyor. Bugün
insanımız mademki ufku açılmıştır. Yakup (a.s.) oğlunun
kokusunu almıştır. Batı bunu bilir. Yani teknik sahada
araştırma yapanlar müslümanlann kitabında Yakup
peygamberin Yusuf'un kokusunu 520 km. lik mesafeden
aldığını yazıyor. Bu bir ilim adamının o doğrultuda
çalışmasına sebep olur. Peygamberine inanmıyor ama
binlerce milyonlarca insanın peygamberinin kitabında böyle
birşey varsa hele bir araştıralım. Bu yolda, bu doğrultuda
çalışalım
deyiveriyor.
Neticede birgün bu alamazsa,, bunun yolundan giden bir
başkası o da alamazsa onun yolundan giden bir başkası
birgün alır. Ama bu imansızın cltennemde yazdığ. kahr
yanma. Yanı dinime sataşan bu insanın yaptıg. kalır yanına,
başka birşey degü. 1898[88]

62- İyi bilinki Allah'ın velilerine korku yoktur. Onlar


üzülmezlerde. Zamanın velilerinden birine; "Efendim bizim
orda bir evliya havada uçarken gördük". "Vay canına, o
öyleyse adam olmaktan bıkmışta sinek olmaya özenmiş"
demiş. "Sinekte uçuyor yavrum. Eğer uçma ile velilik
olsaydı, sinek evliya olurdu" diyor. Allah'ın bir veli kulu
diyor bunu. "Ama efendim denizde yürürken de gördük biz
onu." Saman çöpüde denizin üzerinde yürüyor.
O zaman saman çöpü evliya olması lazım. Peki efendim
sizce evliya kimdir? demişler. "Adam gibi yeryüzünde
yürüyen, Allah'ın kitabına, Rasülünün sünnetine sımsıkı
sarılan adam evliyadır" diyor.
Allah mü'minlerin dostudur diyor. Peki mü'minlerde
Allah'ın dostu olduğuna göre Allah'a ve kitabına onun
Rasuîüne ve onun sünnetine sımsıkı sarılan adamlar
evliyadır! der.
îstanbulda ve anadolunun bazı yerlerinde pejmürde gezen,
elbisesini iki sene geçtiği halde yıkamayan, yüzüne su
almayan, milletten dilenecek kadar da aklı olmayan
bazılarına; "Hocam bu deli depildek geziyor ama, bu boş

1898[88]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/490-493.
değil diyorlar.
Muhterem okuyucu! Bunların evliyalıkla hiç uzaktan
yakından ilgisi yoktur. Allah'ın veli kulları bu toplumun
elbisesi bakımından en temiz giyinenidir. En temizi yani en
kaliteli kumaş demiyorum. En temiz giyineni . Allah'ın veli
kuludur, (mü'minlerden tabi) yani Kur'ana ve sünnete sımsı-
kı sarılmış ve elbiseside pırıl pırıl adam. Yoksa pis gezmez.
O pejmürdeler delidirler, veya meczubdurlar, onlara bakmak
bizim görevimizdir ve onlar bize emanettirler.
Onlar bizim işaret taşlanmızdırlar. Aklımızın değerini her an
bize hatırlatan insanlardır. Onun için para verin yani size
hatırlattığı için, Akıl nimetini size hatırlatıverdiğinden
dolayı. O insanlara yardım etmek, hamama götürüp banyo
yaptın vermek, elbisesini yıkayıvermek, onlara iyilikte
bulunmak ev temin etmek bizim görevlerimiz arasında. Ona
hizmet eden adam Kur'ana ve sünnete sarılarak onlara
yardım eden adamlar veli olur. Ama pis dolaşan insanlar
onlar veli olmazlar meczubdur.
Meczub olan insanda yaptığından dolayı sorumlu değildir.
Hani deli yaptığından sorumlu değildir, oda aynı. Yani
Allah'ın velileri, Allah'ın yeryüzünde kitabı kerimine
sımsıkı sarılan sünnetini yiğitçe koruyan adamlardır. Fakat
insanımızın anlayışı yanlış. Efendim işte harb esnasında
toprakta yatan veliler Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaşi
gibi zatlar kalkarlarmış kabirlerinden harp meydanına
giderlermiş. Kore'de askerlerimiz görmüş onlardan bir
ikisini diyor. Mevlana'yı görmüş, Yunus Em-re'yi görmüş,
Hacı Bektaşi Veli'yi görmüş veya sizin köydeki veliyi gör-
müş, tam böyle sıkış mışlar, Çin askerleri sarmış.
Bizimkilere Allah'ın velisi gelmiş, yardım etmiş. Bir
arkadaş "Yahu biz Amerika'nın namına harb ettik. Bunlar
Amerika'ya yardım ediyorlarda, Afganistan'da niye gö-
rünmezler" diyor. Filistin'deki çocuklara niye yardım
edivermezler. Bu bizim insanımızın kendi uydurduğudur.
Veliler sağ iken Allah'ın kitabına, Rasulünün sünnetine bir
söz söylenirse, müdahale olursa, kılıç çekilirse, Kur'an ve
sünnet yok edilmeye çalışılırsa ki yok edilmiş, yerine
getirmek için meydan yerine yürüyen, o doğrultuda hareket
eden insana Allah'ın veli kulları diyoruz. Yoksa miskin,
miskin dolaşanlara Allah'ın veli kulu demeyeceğiz. 1899[89]

63- Onlar iman ettiler ve korundular. "O Allah'ın veli kullan


iman ederler, Allah'tan sakınırlar. "Takvayı" daha önce izah
etmiştik. Bakara suresinin başında birinci ayetin tefsirinde
açıklamıştık. Dikenli arazide ayakkabısı olmayan bir
adamın dikene basmamak için dikkatle yürümesi varya, işte
bu yeryüzünde de gözüm harama değmesin, elim harama
dokunmasın, ayağım haram yollarda yürümesin diye
dikkatli, helal mıntıkaları arayarak yürümeye, takva diyoruz.
Bu takvayı yerine getirene de Allah (c.c.) izahına göre veli
insan diyoruz. Allah (c.c.) hepimizi, imanımız ve takvamız
neticesinde veli kullarından eylesin. Amin. 1900[90]

64- Dünya hayatında da, ahirette de onlara müjde vardır, Al-


lah'ın kelimeleri değişmez. İşte büyük kurtuluş budur.
Muhterem okuyucu! Yunus suresinin 62 ve 63. ayet-i
kerimelerinde Allah (c.c.) Allah'ın veli kullarının
hiçbirşeyden korkmadıklarını ve hiç-birşeyede
üzülmediklerini, onların yalnız Allah'a iman edip ona
güvendiklerini ve ondan sakındıklarım Allah'ın dışında
hiçbir kimseden korkmadıklarını haber veriyor.
Veli kullarının vasıflan bunlar. Korkmazlar, üzülmezler.
Hani dünyada kaybettikleri milyarlık sermayesi olsa, iflas
etse üzülmez veya karşısına din düşmanlarından kim ne
kadar silahı ile, askeriyle karşısına geçerse geçsin. Ondanda
endişe etmez. Çünkü en sonunda insana gelebilecek olan
1899[89]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/493-494.
1900[90]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/494.
zarar, ölümdür!!. Ölümde müslüman için şehitliktir.
Hani bir alimimizinde dediği gibi; "hapse atın" dediklerinde
"Elhamdülillah, herhalde hapishanede biraz dinlenip biraz
Allah'a nafile ibadetlerle meşgul olacağım" diye
sevinivermiş. "Sürgüne gönderin" dediklerinde ise
"fakirlikten şehir dışına çıkamamıştım, böylece başka bir
şehiri-de görmek nasib olacak deyivermiş". "Vurun
boynunu" denildiğinde de, "bir mü'minin nihai hedefi şehid
olmaktır. Herhalde buda gerçekleşecek" diye sevinmesi
neticesinde o zatı serbest bırakıverdikleri gibi.
Kişinin malından, canından, endişe etmesi olmazsa, hepsini
Allah'a teslim etmişse bu insan korkmaz. Onun içindirki,
Allah'ın veli kulları korkmazlar vede üzülmezler, onlar
Allah'a iman ederler ve Allah'tan sakınırlar diye tarif
ediverdi Rabbim bize.
Devamında "Bu dünya hayatında onlar için müjde, dünya
hayatı onlar için iyi geçecektir. Ahiretleri zaten iyi
olacaktır" diyor Rabbim. Ahirette yine onlar için müjdeler
vardır. Dünyada da müjdeler vardır. Ahirette de müjdeler
vardır diyor.
Allah (c.c.) Fussilet suresinin 30. ayet-i kerimesinde. "Bizim
Rabbi-miz Allah'tır diyen, sonrada O Allah'ın gösterdiği
Kur'an yolunda dosdoğru giden kişiler melekler onların
yanına iner ve korkmamaları, üzül-memeleri için, veya
korkmayınız, üzülmeyiniz derler." Müjdeler olsun size vaad
olunan cennet, diye melekler onları müjdelerler. Çeşitli
ayet-i kerimelerde ve Enfal suresinde Allah (c.c.)
müslümanlann sıkıntılı anlarında melekler indirdiğini haber
veriyor. Mesela Bedir harbini anlatırken Allah (c.c.) onlara
"bir kuvvet olsun, sekine olsun, yüreklerini sağlam tut-
maları, ayaklarını yerde sabit tutmaları için melekler
gönderdiğini" Allah (c.c.) haber veriyor.
Melekler mü'minlere yardım ederler ama nasıl yardım
ederler. Şekli hakkında bilgimiz yok, ama mü'minleri
yüreklendirmek ayaklarını sabit tutmak, yani geriye
kaçmalarını önlemek üzere meleklerin onlara yardım
ettiğini kesinlikle ayet-i kerimeler bize haber veriyor.
Fakat ölmüş velilerin yardım ettiği konusunda ayet veya
hadisi şerif yoktur. Menkîbelerde vardır. Hani Evliya
menkıbeleri anlatan kitablar vardır. Yoksa ayet-i kerimede
veya hadisi şeriflerde böyle bir şeyden bahsetmemektedir
Allah (c.c). Bu Veli kullara veli kullar deyince geçende
söylediğimiz gibi Yani havada uçan, denizden geçen
insanlar kasd edilmiyor. Kur'an ve sünnete göre hayatını
düzenleyen kişilere Allah'ın veli kullan deniliyor. Allah'a
iman eden ve ona nasıl ibadet yapılması gerekiyorsa
öylesine ibadetinde tabi olan Allah'ın veli kullarıdır. Onlar
korkmazlar. Yani "Efendim Amerika şöyle olmuş, Rusya
böyle olmuş. Şöyle silahlarıyla gelirmiş, bu kadar uçakları
varmış şöyle yapmış" diye duyduğunda yüreğinde korku
hissetmez.
Allah'ın dediği olur. Müslüman üzerine düşen görevi
yapmalıdır. Bunu yaptıktan sonra sorumluluktan kurtuluyor.
Öyleyse, Allah (c.c.) huzurunda sorumluluktan
kurtulmaktan daha büyük birşey olmayacağından kişi endişe
etmez. Üzülmezlerde, çünkü üzerlerine düşenleri yaparlar
onlar. Onun için üzülmezlerde böyle insanlara dünyada da
müjdeler vardır. Ahirette de müjdeler vardır diyor Allah
(c.c.) Enbiya suresi 103. ayet-i kerimesinde. "O büyük
korku, büyük sarsıntı onları üzmez, melekler onları
karşılarlarda. İşte vaad olunan budur derler." Bugündür
derler, yani cenneti onlara müjdelerler melekler.
Hadid suresi 12. ayetinde de "O günde sen mü'minleri
görürsün, ahirette mü'min kadmlarıda mü'min erkekleride
görürsün. Onların önlerinden, ve yanlarından nur görürsün.
Yani bir aydınlığın nurun olduğunu görürsün, o günde
cennet onlara müjdelenir. Cennetle onlar müjdelenir" diyor
Allah (c.c).
Allah'ın kelimelerini değiştirmek yok veya
değiştiremezsiniz. Bu dünyada Allah'ın kelimelerini
değiştiremediler, değiştirmeye güçleride yetmeyecektir bu
dünyada. Hz. Peygamber efendimize Kur'an nazil oldu-
ğundan bugüne kadar çeşitli insanlar ve devletler ilim
adamları veya vakıflar çeşitli kuruluşlar Kur'an-ın ayetlerini
değiştirme konusunda birçok gayretlere giriştiler, gayret
içinde bulundular, ama böyle birşeyi başaramadılar. 1901[91]

65- Onların sözü seni üzmesin. İzzetin tamamı Allah'a aittir.


O işitendir, bilendir. Peygamber efendimize (s.a.v.)'a bu
emir, onun şahsında bize emirdir. O kafirlerin söyledikleri
sözler seni üzmesin diyor Allah (c.c). Ne diyorlardı çeşitli
şeyler söylüyorlardı efendimiz (s.a.v.) için.
"Dürüst adamdı, doğru adamdı ama şimdi yalan söylüyor.
Eskiden çok güvenilen aklı başında oturaklı bir adamdı ama
ne oldu ise oldu, delirdi diyorlar. Eskiden böyle batıl işlerle
uğraşmazdı, ama şimdi sihirle meşgul olmaya başladı"
diyorlar. Böylelikle peygamber efendimiz (s.a.v.)'m
hareketini, küçültmeye, basitleştirmeye gayret ediyorlar.
Günümüzde de aynı değil mi? Biraz İslami hizmetlerde ileri
giden insanları evvela savcılığa sonra hapishaneye oradan
da bakırköye sevk ediyorlar. Bakırköye sevk ederken şu
hedef gözetiliyor, aslında adam deli değil ama ordaki
doktorlarla işbirliği yapılarak, bu arkadaşda biraz delilik var
dediniz mi ondan sonra ne derse desin o.
"Yahu yazık be iyi çocuktu ama demekki biraz kaçıklık
varmış. Biraz kaçıklık var dedirttikten sonra o adamın
söylediği sözün etkisinin olmayacağını hesab ediyorlar.
Mekke müşriğide aynı şeyi düşünüyordu ama, kendi
kazdıkları kuyuya kendileri düşüyor.
Mekke'nin müşriklerinden bir tanesi Necid taraflarına

1901[91]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/494-496.
gitmiş, o taraf-daDımat diye ünlü bir doktor varmış. Ona
misafir olmuş. Doktor sormuş, "Mekke'de neler olup
bitiyor" demiş. Demiş ki: "Muhammed'i (s.a.v.) tanırsın".
"Tammazmıyım, tanıyorum. Çok yiğit bir insan güvenilen
bir insan". Tabii ki peygamber olmadan önceki halini
tanıyor. Sözüne güvenilen, yiğit, temkinli bir adam.
Demiş ki: "Delirdi, çok seviyorduk ama cinlilere karıştı
abuk subuk laflar ediyor" Hemen doktor Dımat devesine
bindi ve Mekke'nin yolunu tuttu. Niye çok sevdiği
güvendiği bu yiğit adam hastalanmış tedavi edeyim diye
geldi. İlaçlarını aldı geldi. Peygamber efendimiz (a.s.v.)'la
görüştü.
Ama doktor Dınat kendisi tedavi oldu. Kafir olarak kapıdan
içeri girdi, müslüman olarak geriye döndü gitti. Ve kendi
kabilesininde müslü-man olmasına sebep oldu. Şimdi bu
adamın ve bu kabilenin müslüman olmasına sebep olan o
kafir. Yani peygamber efendimizi deli diye ilan eden kafir o
kabilenin müslüman olmasına da ayrıca sebep oluveriyor.
Onun için Allah (c.c) "Onların sözleri seni üzmesin, sakın
üzmesin" diyor." Aslında bize söylenen sözler bizim
onurumuzu kırıcı gibidir. Görevimizi engelleyici gibidir
ama Allah (c.c.) buyuruyor. "Bazı hoşunuza gitmeyen şeyler
vardır ki sizin için hayırlıdır. Bazen hoşunuza giden şey-
lerde vardır ki o da sizin için serdir diyor."
Mesela bu, İstanbulda ve bazı büyük şehirlerde dinimi yok
etmek üzere kurulmuş dernekler vardır. Sırf gayeleri, İslam
dininin dünya çapıtıdaki harekelini durdurmak üzere
kurulmuş kökü dışarda dernekler. Türkiye'de de
kurulmasına müsaade edilmiştir.
İşte bu demeklerden biri, o şehrin saygıdeğer müftüsünüde
davet ediyorlar. "Efendim birde bize konuşurmusun"
diyorlar. Peki niye sizin derneğinizde konuşayım ki? Ben
zaten konuşuyorum demesi gerekir. Ben camüde
konuşuyorum buyurun gelin. Bu insanlarla beraber yanyana
durun, omuz omuza verin orda dinleyin.
Şimdi o hoca efendinin oraya gitmek istiyor ve kendisini
şöyle kandırıyor. "Bu imansızlarada dini anlatacağım"
diyor. Ama öbür tarafta diyor ki: "bu hoca efendi buraya
gelmekle bu şehirde etkisini yitirecek" diyor. Onların hesabı
bizim hesabımızdan güçlü geliyor.
Onun için Mescidi Dırar'ı yapan adamlar, mescid yapmışlar
dinimi yok etmek için dernek kurar gibi. O zamankiler biraz
daha akıllı imiş. Mescid kurmuşlar peygamber efendimizi
davet etmişler. Ama peygamber efendimiz katılmamış
mescidlerine, "hele ben bir sefere hazırlanayım, sefer
dönüşü görüşelim" demiş. Sefer dönüşünde de iki üç
sahabeye; "gidin o mescidi yıkıp gelin" demiş, ve Allah
(c.c.) "oranın zararlı mescid" olduğunu Kur'an-ı Kerimi ile
haber vermiştir. "Onların söylediklerine üzülme. İzzet, güç,
kuvvet, galibiyet Allah'a aittir". Tamamı Allah'a aittir.
Yani sen Allah'a güveniyorsun. O sana yürü diyor, sen yolu
üzerinde yürürken yolun sağından ve solundan sana laf
atıyorlar. Şimdi çağımızda bir alim (Allah rahmet eylesin)
Bediuzzaman Said Nursi öyle derdi. "Duydum ki evim
yanıyor. Ben evime nasıl koşarsam çoluğumu çocuğumu
kurtarmak için; bu vatan üzerinde, milletin dini, imanı
yanıyor ona koşuyorum. Ben bu koşmam esnasında
yolumun sağından ve solundan bana laf atanlar var. Hiç
kulağıma gitmez" diyor.
Bu ayet-i kerimeyi açıklar durumdadır. "Onların sözü seni
üzmesin, yoluna devam." Gücün otoritenin tamamı Allah'a
aittir. Yücelik Allah'a aittir. Senin aleyhinde konuşulanları
işitiyor, ve ne söyleyeceklerini dahi Allah biliyor, sana yürü
diyen O, öyle ise yolda küfreden adama sataşmanın anlamı
yoktur.
Islami hizmetleri yaparken, gerek müslüman kesiminden
gerekse gavurlar, bugünlerde müslümanı müslümana
vurdurmaya çalışıyorlar. Müs-lümanın aleyhinde, müslüman
konuşuyor. Yolda yürüyorsunuz İslami hizmetinizde nerede
hizmet ederseniz edin bir yerde hizmet edin. Mutlak surette
gidiyorsunuz hizmet ederken yolun kenarından bir imansız
veya kandırılmış bir müslüman kardeşiniz size sövüyor.
Baktınız ki gücünüz yetiyor, dövmeye kalkmayın. Eğer
dövmeye kalırsanız, geç kalırsınız eviniz yanar, koşun ve
çocuklarınızı kurtarın. Aynı şekilde o adamlarla vakit
kaybetmeyin yürüyün bu memlekette din, iman Kur'ari yok
edilme faaliyetleri var. Onları kurtarmak için yolumuza
devam edeceğiz. Aleyhinizde söylenen sözlere laf
yetiştirmeye çalışmayacağız. Peygamber (s.a.v.) aleyhinde
hergün dedikodu ediyorlar. Hergün yeni planlar
uyduruyorlar, peygamberimiz onların söylediklerine cevapla
vakit geçirmiş olsaydı, tebliğe sıra bulamazdı. İslami
tanıtmaya fırsat bulamazdı. Çünkü onların sayısı daha fazla,
peygamber efendimiz tek başına, sonra iki kişi, sonra üç
kişi, söz yetişmez imansızlara. Efendimiz sadece kendi
mesajım yayıyor.
Onun için imansızların gazete yoluyla, basın yoluyla, surda
burda. Eğer cevap vermekle vakit geçirseydik, her hafta
cevap vermem gerekirdi ve Kur'an-ı da tanıyamazdık.
Kur'an bize ne diyor? Onu öğrenemezdik. Yolda doğruca
yürüyeceğiz, etrafımızdaki sataşmalara cevap bile verme-
yeceğiz. Kendi mesajımızı sunacağız. Eğer devamlı kendi
mesajınızı sunarsanız karşı taraf sizin çizginizde yürüme
ihtiyacı hissedecektir. 1902[92]

66- İyi bilin ki, göklerde ve yerde olanlar Allah'a aittir. AI-
lah'dan başkasına tapanlar o Allah'a ortak koştuklarına
uymuyorlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar ancak
yalan söylerler.
İnsanlardan korkma, insanların senin hakkındaki

1902[92]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/496-499.
dedikodularından da korkma, cinlilerden de korkma,
cinlilerin dedikodusundan da korkma. Çünkü yerdekilerinde
sahibi Allah, göktekilerin de sahibi Allah, yeri göğü yaratan
Allah, O Allah sana yürü diyor. Öyle ise insanlardan endişe
etme, onlardan korkma.
Hocam korkma diyorsun ama adam almış hançerini, almış
silahlarını, atom bombasını, efendim uçaklarım getirmiş
haremi şerife dayamış. Şu anda elin oğlu Kuveyt'i işgal etti
diye ayıplanıyor öbürüsü haremi şerifi işgal ediyor, Haremi
şerifi, kıble olarak döndüğümüz yeri işgal ediyor. Buna ne
yapalım hocam.
Muhterem okuyucu! Tarih çok şey göstermiştir. Dünyanın
en güçlü ordularından Roma ordusu, Hz. İsa (a.s.)'a inanmış
birkaç müslüman havarinin elinde müslüman olmuştur. Bu
biliniyor, tarih biliyor. Yani en gaddar roma ordusu bir kaç
tane Hz. İsa (a.s.)'a inanmış havarinin elinde müslüman
olmuştur. Ondan sonrada hristiyanlığa hizmet etmiştir. Adil
dönemleride olmuştur. Zalim iken adil oluvermişlerdir.
Dünyanın en güçlü ordusu, Cengizin ordusu İslam alemini
baştan başa yıkmış ama bir nesil sonra İslam aleminde
Cengizin torunlarından müslüman olmayan kalmamış.
Batının endişesi bu. Afganistan'a girdi, ordusunun bir kısmı
müslüman oldu döndü. Başına bela oldu şimdi. Rusya
Afganistan'a girdi, yıkıldı.
Şimdi Amerika onsekiz veya ondokuz eyalete parçalanacak.
Hepsi istiklalini ilan edecek, ondan sonra göreceksiniz.
Olmaz demeyin. İhtiyarlarımız bilir. Bundan 50 sene evvel
İngiltere güneş batmayan imparatorluğa sahipti. Ama şimdi
güneş doğmayan bir adanın içine sığındı, idare edecek bir
erkekde bulamadılar, bir kadının eline kaldı. Hiç şahsiyetleri
kalmadı adamların. Gel diyor Amerika, geliyor. Git diyor
gidiyor, köle gibi çalıştırıyorlar şimdi.
Ama bir zamanların imparatoru dünyaya hükmeden bir
osmanlı var birde o var. Osmanlı yıkılıyor o güçleniyor
böyle bir durumdan dedelerimiz onun yıkılacağına
inanmazlardı. Şimdi dedelerimiz ve babalarımız onun
yıkıldığını gördüler, aynı şekilde bizim de gözlerimiz gördü.
Önce Rusya yıkılıyor dense kimse inanmazdı ama yıkıldı.
Yıkılması tarihten de siliniyor anlamına değil bir başka
imansızlığa dönüşüyor ayrı.
Onun için bunlarında belki eceli geldi, silahı tutan adamın
yüreği vardır. Her silahı tutan bir bilek, her bileği
yönlendiren bir yürek vardır. Yürekde Allah (c.c.)'ın
elindedir diyor efendimiz (s.a.v.)
"Kalbleri evirip çeviren Allah'ım (c.c.) bizim kalblerimizi
iman üzerine sabit kıl diyor ptygamberimiz. 1903[93] Kalb
Rabbim tarafından evirilip çevriliyor. Silahı elinde tutan
adamın müslüman olması tarih boyunca çok görülmüş,
çevirmiş müslümana karşı silahı ama, yüreği müslümanda
birşey görüyor. Bu sefer kendisine ateş et diyen adama karşı
çeviriyor ve ona doğru ateş ediverdiği tarih boyunca çok gö-
rülmüş olaylardandır. Bu netice mutlak surette bizim
gözlerimiz tarafından da mutlak surette görülecektir.
Allah'dan başkasına tabii olanlar; onlar o Allah'a ortak
koştuklarına tabii olmuyorlar aslında. Yani Allah'dan başka
ilah edinenler aslında onlara tabi olmuyorlar. Onlar ancak
zanna tabii oluyorlar. Yani görüşleri katiyyet ifade etmiyor.
Kanunları kati şekilde adalet olma durumunda değildir.
Koymuş oldukları kanunlar, koyanların zannıdır. Yani biz
bu kanunla bu insanlara şu mutluluğu belki sağlarız diyor.
Kanun koyuyor. Sonrada eyvah hata etmişiz diyor. Bu
kanunun değişmesi lazım diyor.
Türkiye'de de anayasa oylanıyor. Bir hafta sonra anayasa
komisyonu başkanı, efendim bazı değiştirilmesi gereken
maddeleri var diyor. Bu anormal birşey değil, normal
birşeydir. İnsanoğlu düşüncesinde her an yenilik kazanıyor.

1903[93]
Müsned-i Ahmed 4/182
Dün iyi dediğine bugün kötü diyebiliyor. Normaldir. Çünkü
iyiliğide kötülüğüde biz belirlemeye kalkarsak her an
duyduğumuz, yediğimiz, içtiğimiz bizi etkiliyor. Bu
etkilenme neticesinde gelecek hafta iyi dediğimize kötü,
kötü dediğimize iyi diyebiliriz.
Onun için Allah (c.c.) iyiyi ve kötüyü suçu ve cezayı
belirleme hakkını kendisine tutmuş ve ona tabii olanlar
hakka tabii olurlar. "Ona tabii olmayanlarda zanna tabii
olurlar" diyor. Katiyyet ifade etmeyen ama her an
değişebilme ihtimali olan zanna tabi olurlar diyor ve
insanların tarihinde ceza yasasını takip edecek olursak bu
görülür.
Bir zamanlar hırsızlık yapanın derisini yüzmüşler, içine
saman basmışlar, şehrin meydanına ceza olarak asmışlar.
Bir gün gelmiş en iyi hırsızlık yapan, en yiğit insan
oluvermiş. Bir gün gelmiş üç sene hapis verelim demişler.
Bir gün gelmiş başımıza başkan yapalım demişler. Hepimi-
zin evlerini çalan bu adam başka devletlerin malımda iyi
çalar demişler. Yani ceza yasasında daima değişiklik olmuş
bir karar kıhnamamış. Allah'da "onlar zanna tabii olurlar ve
onlar ancak yalan söylerler" diyor. 1904[94]

67- Geceyi size sükûn bulaşınız diye, gündüzüde gösterici


kıldı. Şüphesiz bunda işiten kavim için ayetler vardır.
Gece ile gündüz bütün dünya insanı tarafından biliniyor ve
öyle bir bilgi ki kimse tarafından değiştirilemiyor. Yani
gecenin gelmesini engelleyemiyoruz. Gündüzün gitmesini
engelleyemiyoruz. Bu ikisinden misal veriyor, gücünü
gösterirken. Geceyi ve gündüzü size yaratan, gündüz ça-
lışınız, etrafınızı göresiniz diye gündüzü. Rahat edesiniz
diye de geceyi yarattı Allah (c.c). Adam diyor ki Hocam:
"Şimdi üç vardiye çalışmak çıktı. Geceleri her taraf

1904[94]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/499-501.
elektriklendi ve insanlar geceleride çalışıyorlar, gündüzleri
de uyuyorlar. Ve de dinleniyorlar.
Muhterem okuyucu! Çalışmayan bilmez. Üç vardiye
çalışmayan bir adam bu söze kanabilir. Yani istirahat yalnız
gecede olmaz hocam. Ayet-i kerime geceyi istirahat
edesiniz, dinlenesiniz diye yarattık diyor. Sabaha kadar
çalışıyor adam, gündüz akşama kadar dinleniyor diyor yani
ayet yanlış söylüyor gibi ifadeyi çıkartıyorlar buradan.
Uç vardiye şahsen ben çalıştım. Üç vardiye çalışırken daha
iyi anlar insan. Gündüz uykusu ne kadar karanlık odada
yatarsanız yatın, ne kadar serin ve sessiz olursa olsun
gündüz uykusu gecenin uykusunu tutmaz. Bu bizim
hayatımızla onaylanmış şekilde biliyoruz yani. Çalışanlar
bilir. Birde ilim adamları da söylüyor. Güneşin yeryüzüne
bırakmış olduğu etki ne kadar karanlık oda olursa olsun,
uykunuz gece uykusu gibi değildir. Geceleyin güneşin
gitmesiyle yeryüzünün havasında bir değişiklik meydana
getiriveriyor. O bizi dinlendiriyor. Gündüz ise ö havayı
bulmanız, yani o istirahat ettirici havayı bulmanız mümkün
değildir.
Kulağı duyan kavimler için, yani hakka karşı, yoksa kulağı
duyan derken sağır olmayanlar kastedilmiyor. Yani fiilen
kulağı sağırlık veya açıklık değil. Hakka karşı kulağı açık
kişiler için, ayetler vardır, deliller vardır. Bu ayetler kulağı
açık insanlara delildir. Onlara kılavuzluk yapar. Yoksa
kulağını kapatan insanlara Allah'ın (c.c.) ayetleride fayda
vermez.
Bizim oralarda ineğin yavrusu anasını sahibinden izinsiz
emmesin diye burnunun üzerine dikenli şey takarlar.
"Burunsalık" takarlarmiş. Annesini emmeye gittiğinde o
dikenler annesine batarmış, o da tekmeleyive-rir süt
vermezmiş. Burunsalıklı danaya ana süt vermediği gibi
niyeti kötü insanlara da Kur'an manasını açıvermez.
Güzelliklerini açıvermez. Kişi evvela gönlünü, kulağını ve
aklını Kur'ana açacaktır. İyi niyetle önüne oturacaktır.
Allah'da ayetlerini ona açacaktır. 1905[95]

68- "Allah oğul edindi" dediler. Haşa. Allah'ı tenzih ederim.


O zengindir. Göklerde ve yerde olanların hepsi onundur. Bu
konuda yanınızda hiçbir delil yok. Allah hakkında
bilmediğiniz şeyimi söylüyorsunuz?
Türkçeye de geçmiş. Halkımıza hocalarımız iyi
yerleştirmişler, inanılmayacak bir olayla karşı karşıya
kalıverdimi insan "Fe sübhanellah" diyoruz. İşte hocalarımız
halka bu ayet-i kerimeyi ve buna benzer ayet-i kerimeleri
söyleye söyleye dillerine nakşetmişler bunu. Allah oğul
edindi dedi kafirler. Müslümanlarda pes doğrusu iftiranında
bu kadarım beklemezdik. Anlamında mana verilmiş. Yine
bunu destekler mahiyette Allah'ı böyle eksik sıfatlardan
noksan sıfatlardan tenzih ederiz. Allah (c.c.) böyle birşey
edinmemiştir. O herşeye gücü yeter, herşeye sahib olan,
yani "zengin" kelimesi kullanılmış.
Yani bütün mülk onun iken, o mülkün üzerindeki bütün
insanlarıda o yarattığına göre ayrıca oğul edindi demenin ne
manası vardır. Yerde ve gökte her ne varsa onun, herşey
onun olduğuna göre bunun içerisinde,
yani bu insanlar arasından birini "Allah oğul edindi" demek,
neyin nesi oluyor. Bu konuda sizin yanınızda bir deliliniz mi
var da bunu konuşuyorsunuz? Bu konuda sizin hiçbir
deliliniz yok. Allah hakkında bilmediklerinizi siz mi
söylüyorsunuz diyor Allah (c.c).
Muhterem okuyucu! Tarih boyu insanlar ikiye ayrılmışlar,
inananlar ve inanmayanlar diye ikiye ayrılmışlar.
İnanmayan insanlar içinde gaddar zalim insanlar olduğu
gibi, bazen insaniyetini bozmadan kafir olarak yaşayanlarda
olmuştur. Onun için Allah (c.c.) bir ayet-i kerimesinde "Size

1905[95]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/501-502.
harb ilan etmeyen size zulmetmeyen sizi ülkenizden
çıkarmayan kafirlere dostça alışverişler yapmaktan,
komşuluk yapmaktan, Allah sizi alıkoymaz. Bu konuda size
yasak getirmez" diyor Allah (c.c).
Tarih boyunca kafirler kendi aralarında birlik sağlamak için
uğraşmışlar, birliği sağlayabilmek için birinin ortaya çıkıp
güçlü olması veya güçlendirilmesi gerekiyor. Güçlendirilen
bu adam insanlara hükmetsin kafirleri kendi etrafında
toplasın müslümanlara karşı mücadelesini versin. Tarih
boyunca çeşitli sebeplere baş vurmuş insanların
güçlendirilmesi konusunda ve ençok başvurulanlardan bir
tanesi padişah, kral veya şah ne ise yönetimin başı, bunlara
Allah'ın oğlu inancı verilmiştir. Mesela Japonya'da Kral
güneşin oğlu olarak kabul edilmektedir.
Buraya gelen Japon bir mühendise çok satan gazetelerden
birisi sormuş. Efendim hala yeni seçilen kralınızın güneşin
oğlu olduğuna inanır mısınız. Yani bu kadar teknolojiye
sahipsiniz bu kadar aklı başında adamsınız, "hala onun
güneşin oğlu olduğuna inanırmismız?" dediğinde
"inanıyorum" demiştir. Halkımla birlik sağlayabilmek için
mademki halkım buna inanıyor. Bende inanıyorum diyor.
Aslında ne demek istiyor. Gerçekte inanmıyorum, ama
birliği koruyabilmek için halkımın inandıklarına benimde
inanmak mecburiyetim var.
Onun için tarih boyunca gerçekte inanmasa bile inanmış
gibi görünerek, böylesine güçlendirilmiş birini çıkarma
ihtiyacını hissetmişler ve içlerinden birine demişler ki "bu
Allah'ın oğludur". Sonrada bazı toplumlarda güneşin
oğludur gibi inanılmış. Günümüze kadarda böyle gelmiştir.
Zaman içinde bazı değişikliklere uğramıştır. Bunlar,
seçilmiş toplumlarda, kalburüstü adamlar, yahutta
kendilerini elit zümre diye kabul etlikleri insanlar ortaya
çıkmış, onlar halkın isteklerinede bakmadan, kendilerinde
bambaşka güçler görmek suretiyle, halkı yönetme tarafına
gidivermişler.
Bu kafirler; Allah'ın (c.c.) insanlar üzerinde tatbik edilmek
üzere gönderdiği kitabı atıp, o insanların koyduğunu icra
makamına getirmeye gayret sarfetmişler. Günümüz
batısında bu sözler söyleniyor. Şu anda bir
çok davetlerde bu söz söyleniyor. Yani bu reisi
cumhurumuz veya devlet başkanımız veya başbakanımız,
"Allah'ın oğludur, güneşin oğludur," gibi ifadeler
kullanılmıyor ama, "bunlar kanun koruyucularımızdırlar, bu
kanun koyucularımızın dokunulmazlığı vardır" diyorlar. Biz
dokunulmazlığın yalnız ve yalnız Allah'a ait olduğunu
biliyoruz. Ayet-i kerimede "Allah yaptığından sorumlu
değildir. İnsanlar yaptıklarından sorumludurlar" diyor Allah
(c.c.)
Yani yaptığından sorumlu olmayan yalnız ve yalnız
Allah'dır İslam akaidine göre ama, İslam akaidine göre
kendini şekillendirmeyen toplumlarda, mecburen yönetimin
düzenli devam edebilmesi için bir kişi veya kişiler
çıkartmaları gerekiyor. Onlar dokunulmazlığı olsun, yani
biraz böyle ilahlaştırılma tarafına meylediliyor. Çünkü
yönetim böylelikle daha iyi yürüyor. 1906[96]

69- Deki: "Allah'a yalan uyduranlar kurtuluşa


eremezler."Allah buyurur. Deki onlara: "Mutlaka Allah'a
iftira eden yalancılar yalanı Allah'a iftira edenler felah
bulmazlar hayatta kurtuluşa ermezler. Bu dünyada felah
bulmazlar, ahirette de zaten hiç bulmayacaklardır. Ama bu
dünyada da o insanlar felah bulmazlar. 1907[97]

70- Dünyada biraz menfaat. Sonra dönüşleri bizedir. Sonra


inkarları sebebiyle onlara şiddetli azabı tattırırız.
Şimdi peygamber (s.a.v.) halka bunları duyuruyor. Kur'an
1906[96]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/502-504.
1907[97]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/504.
ayetlerini duyuruyor. Yerde ve gökte hakim olan Allah
(c.c.)'dır. (Geçen ayet-i kerimelerde) "herşeyi gören
Allah'dır. Bu kafirler zanna tabii olurlar, hakka tabii
olmazlar." Yani koydukları kurallar ve sizi yönettikleri
kanunların tamamı zandır, BÖylede olabilir, şoylede
olabilir. Hiçbir vakit gerçeği ifade etmezler. Gelin bu
zan'ndan hakka geçin, küfürden imana geçin diyor, fakat
karşıdakilerde diretiyor.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) bu direnme karşısında üzülür
tabii ki. Hani bir ayet-i kerimede Kehf suresinde "Nerde ise
kendini helak edeceksin" diyor Allah (c.c.) peygamber
efendimize. Gece gündüz çalışıyor, gayret ediyor ve nerde
ise kendini helak edeceksin fazla çalışmaktan, ve
üzülmekten diyor Allah (c.c). Ve ümitsizlik peygamber
efendimizde olmamış, ama olmaması içinde ayet-i kerimeler
nazil olmuş, hem peygamber efendimizin yüreğini
serinletiyor, hemde kafirlere bir tehdid oluşturuyor nazil
olan ayet-i kerimelerde.
Bu da insanlara tebliğde bir metod oluyor, bu ayet-i
kerimeler. İnsana bir gerçeği, doğruyu anlatıyorsun,
anlatıyorsun adam diyor ki öldürürüm, cezalandırırım, hapse
atarım, sürüm sürüm süründürürüm diyor
1908[98]
karşısındakine.

71- Onlara Nuh'un haberini oku. Hani O, kavmine


"Kavmim, eğer benim makamım ve Allah'ın ayetlerini
hatırlatmam size büyük geldiyse, ben Allah'a tevekkül ettim.
Siz ve ortaklarınız işinizi toplayınız. Sonra işiniz size tasa
olmasın. Sonrada bana hükmünüzü uygulayın ve bana
mühlet vermeyin."
Bu bir meydan okumadır. Nuh'un (a.s.) kavmi arasında 950
sene kaldığını Allah (c.c.) ayeti-i kerimesi ile haber veriyor.

1908[98]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/504-505.
Muhterem okuyucu! İmansızın biride geçen haftadan
evvelki hafta aynı ayet-i kerimeyi ele almış, nasıl olurmuş
efendim. Bilim bugün kabul etmiyor insanın 950 sene
yaşayacağını diyor, hangi bilim onun okuduğu kitap yani
onun okuduğu bir imansız kitap, 950 sene insanın
yaşayacağını kabul etmiyor. Öbür tarafta başka bir tıp
kitabını okuyorsunuz insanlar 150 sene 200 sene insanların
yaşaması için gayret sarfediyorlar diyor. Olabilir mi? Daha
önce bir vaazımızda da anlattık. Olabilir. O uzatma değildir.
Allah (c.c.) o tür insanların ömrünü o tür şartlara bağlı
olarak öylece uzun eylemiştir,.diye uzunca bunu
açıklamıştık. Yine Yunus suresinin tefsirinde. Akif Merhum
bunlar için:
"Şarka bakmaz, garbı bilmez, görgüden yok vayesi Bir
kızarmaz yüz, yaşarmaz göz bütün sermayesi." Yani doğu
ilimlerimde bilmez, batı ilimlerimde bilmez. İslami
ilimlerinide bilmez. Ancak bütün bunların sermayesi
utanmayan kizarmayan bir yüzdür diyor. Başka birşeyleri de
yoktur bu arkadaşların.
Nuh (a.s.) kavmi arasında 950 sene kalıyor ve onlara
peygamberliğini Allah'ın varlığını ve birliğini ahiretin
olduğunu bu dünyada neyi nasıl yapacaklarını Allah'ın
bildireceğini, insanların böyle birşeyi yapamayacağını.
Allah'ın koyduğu kurallar karşısında ayrıca kural koyarlarsa
zararı kendilerine olur. Hem bu dünya da zararı kendilerine
olur, hemde ahirette kendilerine olur, diye onlara hep
hatırlatıyor. Ama iman edenlerin adedi bir gemiyi
doldurabilecek kadar oluyor.
Bir gemilik müslüman ve onlar birgün ona bütün haşmetiyle
geldiklerinde planlar programlar tuzaklar hazırladıklarında
Nuh (a.s.) da diyor ki: "elinizden geleni geriye koymayın"
diyor. "Allah'a tevekkül ettim diyor." Şimdi bizde bu
kelimeyi çok kullanıyoruz ve güzeldir, kullanmaya devam
ediniz.
İşinizi düzenleyin, planlayın, her türlü ihtimalleri
değerlendirin, ayet-i kerimede bir işe evvela irade edeceksin
içinden sonra onun şartlarını hazırladınız mı azim bu oluyor.
Ondan sonra Allah'a tevekkül edip yürüyeceğiz.
Hani bir ticarethane açacaksınız, bütün şartlarını, planınızı,
paranızı, alacağınız yerleri, vereceğiniz yerler hepsini hesap
ediyorsunuz. Üç aşağı beş yukarı uygun düşüyor. O zaman
tereddüte gerek yok. Azimden sonra Allah'a tevekkül ediniz
ve yürüyünüz diyor.
Allah (c.c.) burada da peygamber efendimize, Mekke
müşriğine haber ver, Nuh'un haberini ver onlara Nuh'a
inanmayan insanların akibetini haber ver, Nuh'a inanan
müslümanların az olmalarına rağmen galibiyetini haber ver
diyor. İşte o azıcık müslümanlarda teknolojide öncülük yap-
mıştır. Nuh (a.s.)'ın nezaretinde, Nuh (a.s.) 'da Rabbin
nezaretinde her-şeyde öncülük yapıyordu. İnsanlara "Allah'a
tevekkül ettim" diyor ve Allah (c.c.)'ün emri doğrultusunda
gemi yapmayada girişiyor. Fakat gemiyi yapmadan, eline
silah almadan, ben Allah'a tevekkül ettim, buyurun gelin,
öldürebilirseniz öldürün deseydi olmazdı. Yani müslümanm
tevekkülü "ben Allah'a tevekkül ettim ecelim gelmişse
ölürüm, ecelim gelmemişse ölmem. "Ey kafir topluluğu
gelin beni öldürebilirseniz öldürün hadi bakayım. Ölürsem
şehidim, kalırsam gaziyim" şeklinde olmaz. Böyle bir
insana, Fahrettin Razi derki; "intihar etmiş muamelesi görür
o insan" diyor. Onun için tevekkül, esbabım hazırladıktan
sonra Allah (c.c.)'a tevekkül edilmesi gerekmekledir.
Şimdi bunu niye okuyoruz? Peygamber efendimiz Mekke
müşriklerine Nuh'un haberini veriyor. Ne olmuş neticede
Nuh (a.s.) galib, çok olan kavmi mağlub durumdadır. Öyle
ise bende size galip geleceğim. O kavmine meydan
okumuştu bende size meydan okuyorum, ifadesi var aslında.
Ey ahali gelin ne yapacağınız varsa görün sizden
korkmuyorum, elinizden geleni geriye koymayın değilde,
benim kardeşim Nuh öyle demişti ve neticede başarmıştı,
bende onun yolundayım yani peygamberler yolu aynı
yoldur. Benimde varacağım netice onun varacağı neticedir
diyor.
Aynı şeyi bizde diyoruz. Peygamber efendimiz (a.s.) Mekke
müşriklerine ne söylüyorsa, bugün bizde aynı şeyi
söylememiz gerekmektedir. Yani ey kafirler bütün
planlarınızı, programlarınızı, tuzaklarınızı, filolarınızı,
toplayın, bütün yandaşlarınızıda toplayın elinizden geleni
geriye koymayın demeliyiz.
Ama sağlam bir itikada ve o itikadı insanlara güzel bir
şekilde anlatacak dile ve bunuda koruyacak gerekli silaha
sahip olmamız gerekmektedir. Nuh (a.s.)'ı örnek olarak
verirken, o günün teknolojisi içersinde fevkalade ve en
büyük icadını da Nuh (a.s.) yapmıştır. 1909[99]

72- "Eğer yüz çevirirseniz, ben sizden her hangi bir ücret
istemedim ki. Benim ücretim Allah üzerinedir. Ben
müslümanlardan olmakla emrolundum."
Fakat bütün peygamberlerin halkına söyledikleri birşey var
birinci planda Allah'tan başka ilah olmadığını duyurmuşlar.
Adem (a.s.), Nuh (a.s.), İbrahim (a.s.), Musa (a.s.), İsa (a.s.)
peygamber efendimiz ve bütün peygamberler kavimlerine
kendi topluluklarına Allah'tan başka ilah edinmeyin yani
Allah'tan başka yaratan birini kabul etmeyin. Yaşatan birini
kabul etmeyin, yönetende kabul etmeyin. Yani sizin
yaratıcınız kim ise yöneticinizde odur. Sizin kurallarınızı o
koyar onun dışında kural koyucu kabul ederseniz onları
kendinize ilah edinmiş olursunuz. Onun aklı senin aklından
ileri mi? Olabilir. Ama senin milletin içinde öyle akıllı
vardır ki. 'Ondan daha akıllıdır. Öyle ise akıllarınızı bir kaç
tane adamın aklına kurban etmeyin dedikten sonra.

1909[99]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/505-507.
İkinci ve en önemli bir olaya dikkat çekmekte
peygamberlerin hepsi. "Bundan dolayı sizden ücret
istemiyorum. Benim ücretim Allah'a aittir." Yani Allah'tan
alırım ücretini, Kur'an-ı Kerimde bir surede birkaç tane
peygamberin hayatı arka arkaya verilir. İşte bu ayetlerde
Nuh (a.s.) "bundan dolayı ben ücret istemiyorum benim
ücretim Allah'a aittir". Salih (a.s.) "bundan dolayı ben ücret
istemiyorum. Benim ücretim Allah'a aittir" gibi bütün
peygamberlerin söylediği budur. Son peygamber efendimiz
(s.a.v.)'ın söylediğide budur.
Muhterem okuyucu! Öyle ise bizim günümüzde, yani 20.
asırda müs-lümanlara vede müslüman olmayanlara etkin
olamayışımızın sebebleri-nin birincisi: doğruları Kur'an-i
Kerimden Rabbimin ifade ettiği şekilde aktaranııyoruz.
İkinciside yaptığımız bu aktarmalar ve vazifeler karşılığında
insanlardan ücret istemek veya istenmese bile şöyle hediye
kabilinden verilenlere sevinmek. Bu bizi yok ediyor.
Şu anda dünya genelinde, yalnız Türkiye için
söylemiyorum. Müslümanların hizmetlerini yürütürken
işlerin ağır yürümesi öncülerimizin biraz ücrete karşı,
paraya karşı boynu eğik olmalarından kaynaklanmaktadır.
Onun için buna dikkatinizi çokça çekiyorum. Kur'an-ı
Kerimde peygamberler bizim örneklerimiz. O
peygamberlerin bizde en önemli olarak insanlara
duyurduklarından birincisi Allah'a itaat ve ibadet, ikincisi
aman ha, sakın ha beni yanlış anlamayın ben bu
yaptığımdan dolayı ücret istemiyorum demeleridir. "Yasin
suresinin 2. sayfasında da bir şehiri, müslüman yapmak
üzere gelen üç tane yiğit hakkında, orada müslüman insan
konuşuyor: onlara, "bu adamlara uyun sizden ücret
istemiyorlar, maaş istemiyorlar, uzun yolları kat ederek
buraya kadar gelmişler zahmete katlanmışlar, hapse
atmışsınız, onları bu adamlar sizden dünyalık birşey is-
temiyorlar ki niye siz bu adamları dinlemiyorsunuz? diyor".
Ve ora halkı, o zatı öldürüyorlar, tefsirciler "Habibi Neccar"
derler. Ayet-i kerimede ismi zikredilmez. Kur'an-ı Kerim de
birçok zatın ismini dahi vermez. Kehf suresinde Musa (a.s.)
ile yolculuk yapan bir zattan bahseder. Ama Salih bir adam,
iyibir insan der. Tefsire ilerimiz Hızır der. Anasının adı
nedir. Nerede doğmuş, nerede ölmüş hiç önemli değil
yaptığı iş önemli insanların.
O insanların diğer topluma vermiş oldukları hizmet önemli.
Onun için doğduğu tarih ile anasının adı, babasının adı
önemli değil. Peygamberlerin hiç birinin tabiiki bazıları
istisna çoğunluğun %99, %98'in peygamberlerin anasının,
babasının adıda Kur'an-ı Kerimde bildirilmez doğum
tarihide bildirilmez, pek önemli değildir. Asi olan getirdiği
mesajdır, islam tarihinde fazla böyle olaylara önem
verilmemiş. Verilen o peygamberin getirdiği mesajın bizzat
fert hayatına, toplum hayatına yansıtılması ve onunla
toplumun ısıtılması birinci plana alınmıştır. 1910[100]

73- Bunun üzerine onu yalanladılar. Bizde onu ve onunla


beraber gemide olanları kurtardık. Onları halifeler kıldık.
Ayetlerimizi yalanlayanları suda boğduk. Bak uyarılanların
sonu nasıl oldu!
Muhterem okuyucu! Günümüzde hani bizi kurtaracak olan
yegane gemide Allah'ın kitabı, peygamberin sünnetidir.
Müslümanlar bu ikisinin etrafında toplanırlarsa Nuh'un
gemisinde toplanan insanlar gibi bataklığın içinde
boğulmaktan kurtulurlar.
Ben İslamın içinde olmam ama, kafirlerin yaşantısmıda
yaşamam diyen, mü slüm ani ardan uzak kafirlerle beraber
ama onların pisliğinden de uzak yaşamayı tercih eden, bu
toplumda böyle bir insan var mı? Var. Müslümanlara selam
vermeyen, sohbet yapmayan, alışveriş dahi yapmayan, ama

1910[100]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/507-508.
içki içmeyen, zina etmeyen, faiz almayan adam tanırım.
Müslümanlarla bugüne kadar konuşmamaya yemin etmiş
gibi, hayatını öyle çizmiş adam, fakat kötülükleri de
yapmıyor, "efendim benim kendi insani bazı kavramlarım
var. Kendime göre bir anlayışım vardır. Ve bu iyilik
anlayışımı yaşarım ve ömrümüde böyle geçiririm" diyor. Ne
olur bunun hali?
Burnu pisliğe alışan sinek gibi tuvaletin en güzel kokulu yer
olduğunu isbat için vızıldar.
İnsanın kendi ürettiği çıkış yolları insanı koruyamaz, eğer
insanın kendi ürettiği çıkış yolları korumuş olsaydı bugüne
kadar insanlar kanun değiştirip durmazdı. Hergün
değiştiriyor, değiştirme ihtiyacı hissediyor ve bakan çıkıyor.
Efendim şunları şunları yapacaktık ama mevzuat müsait
değil. Kanunun değişmesi lazım, efendim bu kanunu
değiştirildikten sonra teklif sunacağız. Değiştirildikten sonra
bu iş böyle olacak dört sene veya bir sene sonra yeni bir
bakan geliyor, onun yerine değişiyor adam. Efendim kanun
müsait değil, geçen sene kanun çıkaran arkadaşlar bazı
yönleri eksik kalmış, bunu biz düzelteceğiz. Haksız laf mı
ediyor. Hayır hakh bir söz ediyor. Geçen sene bunu
koyanlar yeni senenin ne getireceğini bilemiyorlar.
Yeni senenin ne getireceğini, yeni seneyi yaratan bilir. On
sene sonranın ne getireceğini, onsene sonrasını yaratan bilir.
Yüz sene sonrasının ne getireceğini, yüz sene sonrasını
yaratan bilir. Onun için en iyi bilen Alim olan Allah (c.c.)
dır. Böyle bir toplumda kendimizi Kur'an ve sünnet
gemisini bindirecek olursak kurtuluşumuz mümkün
olacaktır.
Muhterem okuyucu! Bugüne kadar elli, altmış, yetmiş
senedir batıya, batı gemisine bindik. Yazını aldık ağam,
elbiseni giydik ağam dedik. Yediğini yedik, içtiğini içtik.
Hani içki alemleri yaptık, ama hala sen kapının önüne bizi
bağlamıyorsun diye de bas bas bağırıyoruz. 1911[101]

74- Sonra onların ardından birçok peygamberleri


kavimlerine gönderdik. Onlara ayetleri getirdiler. Daha
Önce yalanlamaları sebebiyle îman etmediler. İşte haddi
aşanların kalblerini biz böyle mühürleriz.
Hani Nuh (a.s.) vefat ediyor, yerine bir peygamber geliyor.
Yahu zaten biz Nuh'u kabul etmedik, bunu niye kabul
edelim. Felsefesinden hareketle diğer peygamberleri de
kabul etmeyenler oldu. Tamamı değil yoksa iman edenleride
oldu, "Nuh (a.s.) gemiden çıktıktan sonra yer yüzünde
İslami bir devleti kuruyor. Ancak Nuh (a.s.) vefat ediyor,
onlarda vefat edince içinde çok iyi niyetli insanlar
diyorlarki; yahu bu bizim "Yeuk" dediğimiz zaat, bu alim
zaat "Ved" dediğimiz, bu alim zaat "Yeğus," "Nesr,"
"Süva"' dediğimiz zaatlar, bunları unutmamak için bunların
heykelini dikelim demişler ve heykelleri dikilmiş. O nesil
onlara tapınmamışlar. İkinci nesil tapınmadı ama üçüncü
nesil, onları bu sefer ilahlaştınıverdi.
Muhterem okuyucu! Onun için Allah (c.c.) efendimiz
(s.a.v.)'a put yapmayı yasaklamıştır. Her ne kadar siz ilah
olarak onu kabul etmeseniz de, Allah inancını yitirmeye yüz
tutan toplumlar onların etrafında toplanıp onların etrafında
bayramlarını, seyranlarını icra etmeye başlayıveriyorlar.
Hani siz Cuma günü müslümanlar olarak biraraya gelirsiniz.
Onlarda kendi putları etrafında öyle merasimlerini icra
etmek suretiyle yine onlarda bir ihtiyaç karşılama cihetine
gidiveriyorlar. Allah (c.c.) "mühürleriz" derken Allah
mühürledi de onlar mecbur kaldılar anlamında değil. Yap-
tıkları küfürleri isyanları sebebiyle Allah (c.c.) onların
kalplerini mühürlediğini ifade ediyor. 1912[102]

1911[101]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/508-509.
1912[102]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/510.
75- Sonra onların ardından Musa ve Harun'u, Firavun'a ve
ileri gelenlerine ayetlerimizle gönderdik, onlar kibirlendiler
ve suçlu bîr kavim oldular.
Muhterem okuyucu! Allah (c.c.) efendimizi (s.a.v.)
peygamber olarak görevlendirdiğinde, nasıl bir durumla
karşılaşacağını kendisine bildiriyor. Yani daha önceden
hazırlıklı olmasını sağlıyor. Daha Yunus suresinin ikinci
ayet-i kerimesinde kafirlerin kendisini hafife alacaklarını
sihirbaz diyeceklerini ve insanların gözünden düşürmek için
ne lazımsa yapacaklarını haber vermişti, Kendi aralarında
bir insanın kendilerine peygamber olarak gönderilmesine
sataşacaklarını, "mademki peygamber gelecek, niye
zenginlerimizden gelmiyor da fakirlerimizden geliyor" gibi,
hayretler içinde kalacaklarım peygamber efendimize
(s.a.v.)'e haber veriyor.
Ve bu doğru yolunda yürürken karşısına çıkan engellerden
yılmaması gerektiğini, çünkü tarih boyunca böyle olduğunu,
Nuh (a.s.)'ında karşısına en yakın oğlunun çıktığım,
hanımının karşı geldiğini, veyahut çevresinde ki insanların
950 senelik bir zaman içinde iman etmediklerini haber
veriyor.
Arkasından bu ayet-i kerimelerde Allah (c.c.) ondan sonra
Musa (a.s.) ve kardeşi Harun (a.s.)'ın firavun'a ve firavun
çevresine peygamber olarak gönderdik diyor Allah (c.c).
Yani peygamber efendimize örnekleri çoğaltıyor. Yani bu
yolda, bela ve musibetlere duçar olan yalnız sen değilsin,
senden önceki peygamberlerde, bu tür bela ve musibetlerle
karşı karşıya geldiler, ama neticede zafer peygamberlerin
oldu.
Bak Musa ile Harun da firavun ve firavunun çevresindeki
insanlara peygamber olarak gönderilmişler, birde onlar
kibirlenmişlerdi, zaten günahkar idiler. Yine peygamberin
mesajına kulak vermemekle isyana devam ettiklerini Allah
(c.c.) haber veriyor. 1913[103]

76- Onlara tarafımızdan hak geldiğinde "Bu apaçık bir


sihirdir" dediler. Bizim tarafımızdan hak onlara gelince
doğrular onlara bildirilince, yani firavunun kanunlarına
karşılık, Allah'ın kanunu olan Tevrat gelince, firavunun
yanlış düşüncelerine karşı, Allah'ın (c.c.) doğru ayetleri
gelince dedilerki: "Bu apaçık bir sihirdir" dediler. Yani
Musa'nın beraberinde getirdiği bunlar sihirden başka birşey
değildir dediler. Eskiden beri bütün kafirleri baş vurduğu
metod bu. Peygamberlere veya peygamberlerin mesajını
getiren peygamberlerin tebliğini devam ettiren mücahid
insanlarda her dönemdeki kafirler aynı damgayı
vurmuşlardır.
Bunlar delidir veya bunlar sihirbazdır. Veya bunlar
arabozuyor. Zaten sihirden kasıtta, o hani sihir yaparak, kan
ile koca arasını açmak, sihir yaparak, baba ile oğul arasını
açmak işi ile uğraşırdı. Kafirler kendileri bu işle
uğraştıklarından Musa (a.s.)'a iman eden oğul ile inanmayan
babanın arası açıldığı için yahu bu sihir yapıyor diyorlar.
Hani Musa (a.s.)'a, hanım inanıyor, kocası inanmıyor. Bu
sefer aralarında kavga başlıyor, birbirleriyle çekişiyorlar,
ayrılmaya kadar gidiyor. İşte diyorlar, sihir karı ile kocayı
ayırıyor. Musa karı ile kocayı ayırıyor, bunun yaptığı bir
sihirdir diyorlar.
Halbuki sihirbazlar genelde devlet yöneticilerinin önünde
takla atmayı, onun önünde gösteri yapmayı, onun gönlünü
almayı çok arzu ederler. Onun önünde gösteri yapsın ve
karşılığında devleti yönetenlerden bahşiş alsın isterler. Onun
davetine katılmak onların canına minettir. Yani bir si-
hirbazın dünyaca ünlü bir sihirbazın bir devlet başkanının
huzuruna kabul edilmesi, onun huzurunda sanat icraa

1913[103]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/510-511.
etmesi, onun için en büyük bir övünç kaynağıdır.
Musa (a.s.), sihirbaz olsa firavunun önünde sihirini icra
etmekten şeref duyar. Halbuki o sihrini icra etmek değil
görevini icra ediyor. Görevini icra edincede karşılığında
bahşiş almak yok, para almak yok, boynunun gitmesi,
vurulması da söz konusu, ama peygamber efendimiz (s.a.v.)
hadisi şerifinde bildirdiği gibi "şehidlerin en faziletlisi, en
hayırlısı bir zalim sultanın önünde hakkı haykırıp ve orada
başı vurulan insandır" diyor. Yani zalimlerin suratına
yaptıkları işi, zulümü söylemek ve orada şehid olmak. İşte
peygamberlerde bunu bildiriyor. Firavunun karşısına
geçiyor, yaptığının ilahlık olduğunu ve günahların en
büyüğü olduğunu, ve bununla cehenneme gideceğini onu
uyardığını aklını başına alması gerektiğini, onun kendi
suratına karşı bu hakikati söylüyor. Öyle ise Musa (a.s.) bir
sihirbaz değil, Allah (c.c.)'ün kelamını insanlara duyuran bir
peygamberdir, ve o kelamı duyan yüreklerde de bir yeşerme
meydana geliyor, bu yeşermeler sinirin neticesinde değil
tebliğin neticesinde meydana geliyor.1914[104]

77- Musa: "Size gelen hak için böylemi söylüyorsunuz. Bu


sihir-midir? Sihirbazlar kurtuluşa eremezler" dedi.
Musa (a.s.)'a sen sihirbazsın denildiğinde cevab olarak diyor
ki: "Size hak böyle geldiğinde siz sihir mi diyorsunuz. Bu
sihir mi yani, şu benim yaptığım Allah'ın ayetlerini size
getirmem, okumam, zulümden vazgeçin, haklan yemeyin,
insanların haklarını iade edin, içki içmeyin, zina etmeyin,
birbirinizin malını çalmayın, birbirinizin kanına girmeyin,
haksız yere adam öldürmeyin gibi sözlerim sihir mi yani?
Halbuki sihirbazlar felah bulmazlar, başarıya ulaşmazlar."
Ben ki başarıya ulaşıyorum. Yani hergün başarıya doğru
gidiyorum. Sihirbazlannki bir gösteriden öteye gitmez. Ne

1914[104]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/511-512.
yaparlar televizyonda da seyrederiz veya bazı çadırların
içinde geliyorlar gösteri yapıyorlar. Orada bir anlığına
insanları hayretten hayrete düşürüyorlar ve orada da bitiyor
onların saltanatı, yani gösterisi 15 dakika devam ediyorsa,
saltanatı 15 dakika devam ediyor demektir. 15 dakika sonra
saltanatı bitiyor onun gösterimi bitti, saltanatıda bitti. Musa
(a.s.) diyor ki: "Bu sihirmidir. Sihir devamlılık arz etmez.
Benimkisi ise devamlılık arz ediyor. Ve ben başarıya doğru
gidiyorum. Öyle ise bu sihir değildir. Sihirbazlar başarıya
ulaşamazlar diyor Allah (c.c). 1915[105]

78- Onlar: "Sen, bizi babalarımızı üzerinde bulduğumuz


şeyden döndüresin de yeryüzünde büyüklük (devlet) ikinize
ait olsun diye mi bize geldin? Biz ikinize inanacak değiliz.
Bu sefer kavmi, yani o kiptiler, firavunun nimetlerinden
yararlanan, insanlara zulmederek kanma girenler, canına
girenler, namusunu kirletenler, o gurup diyor ki: "Siz
babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeylerden yüz
çevirmemizi temin etmek için mi geldiniz?" Yani bizim
babamızda böyle idi. Babamızda kan dökerdi. O da namus
kirletirdi. Babamızda zulmederek mallan zimmetine
geçirirdi. Rüşvet alırdı. Hırsızlık yapardı, soygunculuk
yapardı. Yani kıptilerin dışındaki insanların haklarının ol-
madığma inanır onların elindekini tamamını bize geçmesi
için gereken herşeyi yaparlar, bundanda vicdani bir
sorumluluk, üzüntü keder duymazlardı, bizde babalarımızın
yolunu takip ediyoruz. Babalarımızın dini üzerineyiz
diyorlar. Ya Musa sen gelipte bizi babalarımızın dininden
alıkoymak mı istiyorsun?, Atamızın yolundan bizi
alıkoymak mı istiyorsur diyorlar. Kur'an-ı Kerimde bu tür
ayet-i kerimeler çoktur.
Çünkü imansız kesimin mantığı bunun üzerine dayalı da

1915[105]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/512-513.
ondan iman sız kesimin mantığı şu eğer bizim gittiğimiz yol
yanlış olmuş ol saydı ba balarımızda aynı yoldan gitmezdi
dedelerimizde aynı yoldan gitmezdi Dedelerimiz,
babalarımız aynı yoldan gitmişlerse ve bu yol üzerine
dünyada saltanat kurmuşlarsa zulüm üzerine de olsa,
babalarımız ve dedelerimiz yaptığına göre bizde aynı yoldan
gideriz. Ya Musa senin babanda, deden de bu yolun
üzerinde idi. Yani sen bizi babamızın dedemizin yolundan
alıkoymak mı istiyorsun bunun arkasında, yeryüzünde
saltanatın size ait olmasını mı istiyorsun? Yani Musa (a.s.)
ile Harun (a.s.) firavunun saltanatına son veripde kendiniz
mi saltanatı elde etmek istiyorsunuz, Kral mı olmak
istiyorsunuz diyorlar.
Biz sizin ikinize iman etmiyoruz edicide değiliz diyorlar,
iman etmeyeceklerini böylece bildirmiş oluyorlar. Şimdi
Allah (c.c.) bunu bildirmekle, yani bu ayet-i kerimeyi
indirmekle peygamber efendimiz (s.a.v.)'a küfrün
mantığımda vermiş oluyor.
Bu ayet-i kerime de bize küfrün mantığını veriyor. Yani şu
andaki dünyada küfrün sembolü olan, yöneten insanların
mantığı aynı şekilde. Birleşmiş Milletler bu çizgi üzerinde,
Avrupa topluluğu bu çizgi üzerinde gidiyor. Bunlar bu çizgi
üzerinde giderken dünyada mutluluğu sağladıklarına göre
yol yanlış bir yol değil.
Bundan önce ingiliz imparatorluğuda aynı yol üzerinde
yürüyordu. Halkını mutlu ediyordu. Öyle ise bu yol yanlış
bir yol'değil, diye savunanlar aynı mantığı devam ettiren
insanlardır. Günümüzde de hani gazete köşelerinin her
hangi birinde, (bazı gazetelerde tabii ki) her hangi bir yazarı
alıverdiğinizde İslami kesime müslümanlara saldırırken
efendim batıda ne gördünüz, batı bu yolda ilerledi, uçağa,
gemilere, uzayda uydulara, evlerindeki konfor, yollarındaki
parlaklık, güzellik, düzenlilik, estetik bütün buna mı?
karşısınız diyorlar.
Muhterem okuyucu! Buna karşı değiliz. Buna müslümanlar
hiçbir şekilde karşı değil, bunun öncülüğünü müslümanlar
yapmışlar zaten, yani bizim halkımız bizim insanımız, her
ne kadar bunlardan uzak tutulmazsa da batılı biliyor. Yani
müslümanların ilericiliğe, sanata, estetiğe karşı olmadığını
buna öncülük yaptığını batıdaki ilim adamları da biliyor.
Her hangi bir ilim dalını alıverseniz, bu sahanın öncüleri
kimlerdirt denildiğinde, islam aleminden bir kaç tane ilim
adamı karşınıza isim olarak çıkıverecektir.
!
Müslümanların karşı oldukları şu; yeryüzünde, hani o gün
içinde Mısır'da firavunun sağladığı bir rahatlık var, halk
üzerinde özellikle kıptile-re. Kıptilerin binekleri en iyi binek
evleri en güzel ey, en serin ev ogünün şartları içinde
değerlendirecek olursanız çok ileri bir seviyede yaşıyor
kiptiler, firavunun ırkından olan insanlar onun ırkından
olmayan beni İs-railden olan ve peygamber soyundan gelen
insanlarada o günün en rezil hayatı yaşatılıyor. Kasıtlı
olarak ticaret ellerinden alınmış, ziraat ellerinden alınmış.
Ancak ziraat ve sanayide o günün sanaayisinde işçi olarak
çalışma, işçinin ücretimde yine kiptiler belirleyecek,
böylesine çalışarak, acıdıklarından değil, Ölürlerse işimizi
yapacak adam olmaz, demek suretiyle askeri bir ücret tesbiti
ile adamları çalıştırıyorlar. Ölmeyecek kadar
çalıştırıveriyorlar. O gününü insanının mantığı aynı
günümüzde devam ediyor. Adam diyor ki: "Senide bu
konfordan faydalandırırım ancak benim gibi yaşayacaksın,
benim gibi düşüneceksin."
Muhterem okuyucu! Şu Türkiye'de bu kadar ahlâki
bozulmamız bir kısım insanlarda olmasına rağmen,
Türkiye'de bir anket yapılsa denilsin ki: "Bak batıda evler
şöyle döşeli, su tesisatı, elektrik tesisatı ve elektriğin
getirdiği yemeye, içmeye, giymeye bulaşığa efendim yemek
yapmaya, çamaşıra, yani ev temizliğine ait fevkalade
gelişmeler var. Bunlarla evini donatacağız, kuş tüyü yatakta
ve kuş sütü ile besleneceksin böyle imkanlar sağlayacağız,
ama akşam yatağından hanımın canı istediğinde bir baş-
kasının yatağına gitme ahlakını da getireceğiz bunuda
beraberinde kabul edermisin?" denildiğinde ben şöyle
tahmin ediyorum, %95 kabul edilmez.
Yani dinine ve dininin ona kazandırmış olduğu namus
anlayışına ters düşen şeyi kabul etmez. Peki bunu kabul
etmezsen, eşinle beraber samanlıkta yatıp kalkacaksın
dediğinde derki, "iki gönül bir olunca, samanlık seyran olur"
efendim der. Bu tarafı tercih ediverir.
Yani firavunda kendi halkına, kendi imansızlarına, imkan
sağlıyor Müslümanların elindeki imkanları alıyordu.
Günümüzde de aynı şey var Zaten Musa (a.s.) ile firavunun
kıssasının Kuran-ı Kerimde çokça tekrarlanması 20. asırda
bizimkileri uyarmaya yöneliktir. 1916[106]

79- Firavun: "Bütün bilgili sihirbazları bana getirin"


dedi. 1917[107]

80- Sihirbazlar gelince Musa onlara: "Atacağınızı atın" dedi.


Firavun diyor ki: "En bilgin sihirbazları getirin bana" diyor.
Yani be nim devletim içinde sihirbazların en ünlülerini
getirin Musa (a.s.) ile kar şılaştıracak. Sihirbazlarla Musa
(a.s.) biraraya geldiklerinde Musa (a.s. dediki: "buyurun ne
yapacaksanız yapın, atın atacaklarınızı. 1918[108]

81- Onlar (iplerini ve değneklerini) atınca Musa: "Sizin


getirdiğiniz sihirdir. Şüphesiz Allah onu boşa çıkaracaktır.
Şüphesiz Allah )ozguncuların işini düzeltmez.
Onlar sihirlerini ortaya atınca, sizin bu getirdiğiniz sihirden

1916[106]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/513-515.
1917[107]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/515.
1918[108]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/515.
başka ıirşey değil. Allah bu sihiri boşa çıkaracaktır. Allah
bozguncu insanların işlerini düzeltmez. Sizin işiniz
bozgunculuktur. Ve bu bozgunculuk işinizde
1919[109]
düzeltmeyecektir."

82- Suçlular istemesede Allah sözleriyle hakkı


gerçekleştirecektir.
Allah kendi kelimeleriyle, yani Tevrat'ıyla, İncil'iyle,
Kur'an-ı Kerimiyle hakkı gerçekleştirecektir. Günahkarlar
ve suçlu insanlar beğenmeselerde hoşlarına gitmesede Allah
hak'ki gerçekleştirecek. Hakkın gerçekleşmesi demek, yani
zulüm saltanatına son verilecek, Allah'ın adaleti yeryüzünde
hakim olacaktır. Sihirle bu davayı yürütemezsiniz diyor Al-
lah (c.c.) Günümüzde bazı insanlar özellikle üniversiteyi
bitirmiş eski insanlarımız, yani ellisinde, altmışında olan
insanlarımız, Şöyle böyle kırk senedir prof. olan insanlar,
Bunlar rejimlere göre, hükümete gelen insanlara göre ağız
değiştirmişlerdir. 50-60 yılları arasında profesördü. "O dö-
nemde yapılan işler gayet güzeldi, fevkalade ilerliyoruz.
Allah başımızdan eksik etmesin, bütün bu yaptıkları batı
standartlarına uygundur" diyor. O günün radyosunda
konuşturulurdu.
Aynı adam 60 dan sonra yine radyodan "10 sene içinde bu
millet perişan edilmiştir. Yirmi sene geriye götürülmüştür,
yapılan işlerin hiçbirisi uygun değildir" diyor. Derken
devran değişiyor. 66'da aynı adam, "50 den 60'a kadar
fevkalade ilerlemeler vardı derken, beş senelik inkıtaya
uğradı ve şimdiki yapılan icraatlar tamamen batı
standartlarına uygundur. Aman halkımızı destekleyin
derken" 12 mart muhtırası yine onun göz ba-yıcılığı, kulak
bayıcılığı yapıyor bu insanlar. Derken 80, 90 yıllan yine
aynı.

1919[109]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/516.
Yani bu insanlarla firavunun sihirbazları arasında fark
yoktur yani. Eskiden padişahların meddahları olurmuş, o işi
yapıyorlar.
Bunlar tarihte hiç eksik olmamıştır. Firavun döneminde
sihirbaz diye isimleniyorlardı. Şimdi ki dönemde başka bir
isimle aynı şekilde yürüyorlar. Öyle ise yapılacak iş nedir.
Allah (c.c.)'ün ayet-i kerimesinde ifade ettiği gibi buyurun.
Sizde bütün sihir kabiliyetlerinizi ortaya koyun, karşı
karşıya gelelim, halkın önünde, halkın huzurunda tartışalım,
siz kendi imansızlığınızı bizde imanımızı icra edelim,
deseniz o fırsatı vermiyorlar. Firavun döneminde
veriliyordu. Dikkât edin ayet-i kerimeye firavun döneminde
veriliyor.
Ama dünya genelinde müslümanlara böyle bir fırsatı, basın
ve yayın yolu ile hele hele televizyon yoluyla bu fırsatı
katiyyen vermiyorlar. Efendim dini konuda Kur'an-ı
Kerimin ayetleriyle sizinle bir söyleşi yapacağız, din
programında altınada yazıyor, bunu gösterdikten sonra bil-
mem ne mühendisliğinden profesör olmuş filan zat, ayet-i
kerimeler üzerine dini sohbet yapıveriyor. Madencilik
sahasında profesör olmuş bir arkadaş dini sahada sohbet
yapıveriyor sizlere, veyahutta islami sahada yapmış ama.
namaz kılmaz, abdest almaz bir herif, size-dini sahada soh-
bet yapıveriyor. Adamlar özellikle seçilip getiriliyor.
Muhterem mü'minler yani sihirbazlarımızla, hakiki
müslümanlar karşı karşıya gelmesinler. O zaman sihirimiz
ortaya çıkar diyerek, karşı karşıya gelmemenin bütün
yollarım deniyorlar yalnız. Burada bunu söylerken şu
hatırınıza gelmesin. Yani mevcut olanlar yapmıyor
demiyorum. Mevcududa öyle, yirmi sene önceside öyle,
oluz sene önceside, elli sene öncesidc, yani mevcut tenkit
ediyor anlamında anlamayın, 50 senedir yaşayanınız, 60
senedir yaşayanınız, 70 senedir yaşayanınız var. O günden
bugüne radyoda verilenleri, televizyon çıktıktan sonrada
televizyonda verilenleri biliyoruz. Dini yayınlan ise 15
dakikadan, 20 dakikaya çıkardığımıza seviniyoruz. 1920[110]

83- Firavun ve ileri gelenlerinin fitnesi korkusundan


Musa'nın kavminden ancak bir zürriyetinden başka iman
eden olmadı. Çünkü firavun yeryüzünde çok üstün idi ve o
müsriflerdendi. Muhterem okuyucu! Dünyanın neresine
giderseniz gidin, islami bir
devlet yaymaya çalışırsanız hiç müslüman olmayan yerde
islamı yaymaya çalışın. İlk defa size kulak verecek olanlar
gençlerdir. Bu güne kadar 1400 senelik yaşantımızda
görülen bu. Peygamber efendimize ilk iman eden Hz. Ali
gencecik bir delikanlı, çocuk yaşta, Hz. Abdurrahman b.
Avf, Ebu Talha, Ubeydullah b. Cerrah, Hz. Hamza 25
üzerinde, diğerleri 20'nin altındadırlar. Yani ilk kırk tane
müslüman Hz. Ömer'le kırkıncısı olmuştur. Kırk
müslümanın yaş ortalaması 20 dir. Niye? Çünkü daha az
bozulmuşlardır da ondan daha az bozulduklarından dolayı
tebliğa en açık olan insanlar gençlerdir. İhtiyarın işi biraz
zor.
Orta doğuda dönen dolaplar müslümanın başında dönen
dolaptır. Hangisinin başına çorap örülüyorsa müslümanın
basma örülüyor yöneticiler imansız olabilir. Onlar namına
çalışabilir. Ama altdaki insanlar, aç bırakılan, susuz
bırakılan, ilaçsız bırakılan insanlardır.
Bunların durumu şuna benzer, bir adam zalimin köpeğine
"hoşt" demiş, taş atmış. "Vay nasıl atarsın" demiş,
tabancasını almış gelmiş, o köpeğine hoşt diyen adamda bir
ilkokula sığınmış, çocukları rehin almış. Diyelim ki
dışardaki eli kanlı zalim diyor ki, (yirmi milyonluk
kızılderili-yi öldüren bu nesil diyor ki:) "Çık dışarıya" O da
diyor ki: "Çıkmam elimde bu kadar çocuk var öldürürüm.

1920[110]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/516-517.
Peki öyle ise bende sana gelen suyu kesiyorum, yiyecek
maddelerimde kısıyorum. Çocuklar ölecek. Ölsün sen benim
köpeğime hoşt dedin. Sen benim köpeğime hoş dedin. Orda
yüztane öğrencinin, talebenin ölmesine güzyuman bu zalim
mi, daha zalim. Yoksa orada çocukları rehin alan, köpeğe
hoşt diyen adam mı daha zalim? İkisinde de zulüm var fakat
zulümde dereceyi bulmak için söylüyorum. 10 milyon, 20
milyon insanın aç ölmesine göz yuman bu insanlar mı
zalim? Yoksa bunları ben rehin tutuyorum diyen kişi mi
daha zalim?
Musa (a.s.)'a aynısı yapılmıştır. Ama başarılı
olamamışlardır. Firavun o gün için ona ambargoyu
uygulamış, erkek çocuklarım öldürüp, sizin neslinizi devam
ettirmeyeceğiz demişler. Ama neticede Musa (a.s.) galip ve
o zalim firavun mağlup oldu.
Tarih boyunca nice namussuz, imansız kesim Mekke'yi
Mükerre-me'yi işgal etmiş ve orayı tahrip etmek için
yönelmiş her defasında da kendileri mahvolmuşlardır. Allah
(c.c.) bu olaylardan bir tanesini "Fiil" suresinde
anlatıveriyor. Bugünün tankları yerine eskiden filleri
kullanır-larmış, bir binayı yıkıverecek, bir duyan
çekiverecek ve ilerisine gidiverecek ve altındaki adama oku
atacak kendisi iyi korunduğundan dolayı ok veya kılmç
kendisine yetişmeyecek ve düşman ordularının içinde
düşmanı tarumar edecek en güzel silah o gün için tank
mesabesinde filler kullanılıyordu.
O günün teknolojisi içinde Kabe'yi tahrip için gelenlerin
Rabbim tarafından helak edildiğini Allah (c.c.) bu ayet-i
kerimesi ile bize haber veriyor. Kıyamete kadar da Kabe-i
Muazzamanın korunacağını bu sure ile de garantilemiş
oluyor Allah (c.c.)- Körfez savaşında, güya krallığa karşı
olan, Demokrat Amerika, Suud'a çıkarma yapıyor.!!
Bahane, kralı korumak. Fakat esas amaç.
1-İslam aleminde gelişmekte olan İslamcı hareketi
durdurmak, yöneticilerini güçlendirmek, bak arkanızdayız
bunların hepsine vurun, çökertin demek.
2- Petrollere sahip olmak ve bu arada hristiyanm
müslümana galibiyetini Harem-i Şerifin bağrında haç
takabileceklerini insanlara gösterebilmek.
Muhterem okuyucu! Allah (c.c.) bizim dünya hayatında
mutlu bir hayat yaşamamız ve evlerimizi, caddelerimizi,
sokaklarımızı, şehirlerimizi ve vatan edindiğimiz bütün bir
yurdu cennet haline dönüştürmemiz için tarih boyunca
peygamberler ve peygamberi eriyle beraber de kitaplar in-
dirmiştir. Allah (c.c.) neyi, nerede, ne zaman, nasıl
yapacağımızı Kur'an-ı Keriminde bize bildirir. Emirler verir,
yasaklar koyar. Emirleri ve yasakları bizim yararımızadır.
Bu emir ve yasakların yerine getirilmesine kalkıştığımızda
karşımıza çıkacak güçlerinde olacağını haber verir. Önceder
uyarır Rabbirn. Siz bu dünyanın ıslahı için harekete
geçerseniz, karş güçlerde ifsat etmek için faaliyet
göstereceklerdir.
Bakınız Musa (a.s.) o günün toplumunu Allah'ın istediği
şekilde yö netmek üzere faaliyete başlayınca, çıkarları
zedelenen firavun karşısın; dikildi. Askeri, siyasi, ekonomik
tüm gücünü topladı ve Musa (a.s.)'ıı karşısına dikti.
Komutanlarına ve ilim adamlarına diyor ki: "Bütün plan
larınızı bir araya getirin, sonra karşımda saf bağlayın, yani
askeri ve ilin gücünüz ne ise planlarınız ne ise getirin ve bir
arada toplanın. Yüce olaı kazanacaktır. Bugün yani Musa ile
son kozumuzu paylaşacağız bugün di yor. Musa (a.s.)'da
onun ilim adamlarını mağlup ettikten sonra kavmin şöyle
diyor.1921[111]

84- Musa: "Kavmim, eğer Allah'a iman ediyorsanız ve eğer


mü; lümansanız yalnız O'na tevekkül ediniz." dedi.

1921[111]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/517-519.
Bu ayet-i kerimeden anlıyoruz ki Hz. Musa'ya inananlarada
müsli man diyoruz biz. Hz. İsa'ya inananlarada müslüman
diyoruz. Yani A lah'ın peygamberleri vasıtası ile gönderilen
peygamber ve o peygamberi kitabına iman eden bütün
müslü'manlar aynı derecede bizim kardeşimi; dir. Ve de
isimleri müslümandırlar. Yani Allah'a teslim olmuş insan m;
nasına gelen müslümandırlar.
Bu ayet-i kerimede de Musa (a.s.) kavmine diyor ki eğer
müslümansanız, Allah'a inanıyorsanız Allah'a güvenin,
Allah'a dayanın. Yani karşınızda firavunun ordularını ilim
adamlarını ve bütün işkence aletlerini görünce, ondan tarafa
meyletmeyin, yalpalamayın. Onu da ordularımda askerlerini
de, silahlarını da yaratan Allah (c.c.)'dır diyor. 1922[112]

85- "Biz Allah'a tevekkül ettik, Rabbimiz bizi zalim kavim


için fitne kılma."dediler.
"Tevekkeltü alellah" bu kelimeyi çokça kullanalım. Mesela
bugün üç defa, beş defa, on defa kullanırsanız yarında üç,
beş, on defa kullanacak olursanız dile yerleşir, dile
yerleştirirseniz çocuklarınızda duyar, onlarında kulağı aşina
olur. Sonra dili alışır. Hani dedelerimiz babalarımız bu
kelimeyi çok kullanırlardı. "Allah'a güvendim, Allah'a
dayandım'Tabii ki esbabını yerine getirdikten sonra. Hani
tarlaya tohum atmadan: "Yarabbi sana güveniyorum, sana
dayanıyorum" Konyadaki tarlalarımdan şöyle sarı
buğdaylardan, şu kadar ton istiyorum Ya Rabbi diyecek
olursak, bu tevekkülden dolayıda günaha gireriz. Böyle
tevekkül olmaz. Hani evlenmemiş adam Ya Rabbi şöyle bir
çocuk istiyorum, veya böyle bir kız istiyorum, bu konuda
sana güveniyorum Ya Rabbi diyen adamda ayrıca günaha
girer ve ayrıca kıyamette böyle tevekkül anlayışından
dolayıda hesaba çekilir.

1922[112]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/519-520.
Yani çocuk istemek için evvela evlenilir. Buğday istemek
içinde tarla sürülür, tohum atılır, yağmurlama sistemi
kurulur, ilaçlaması yapılır, gübrelemesi yapılır. Ondan sonra
Ya Rabbi sana havale ediyorum, sana güveniyorum denilir.
İmansızların biri şöyle diyebilir. "Ben toprağı sürdükten
sonra, suladıktan sonra, gübre yaptıktan sonra, ilaçlamasını
yaptıktan sonra Allah'a niye tevekkül edeyim. Niye Allah'a
güveneyim" der. imansızların bu kısmı bunlar genelde
çiftçilik yapmayanlardır. Bitkiyi İstanbulda saksı da gören
insanlardır. Çünkü çiftçi bir adam bunu diyemez. Her türlü
sistemini kurduğu halde Allah istemedikçe olmaz. Yağmuru
bol verir çürütür. Yağmuru hiç vermez kurutur. Sulama
sistemide yetmeyebilir. 100 metre 150 metre tabandan su
çekiliverebilir. Veya bir dolu ile beraber haşat ediverir.
Yerle bir ediverir. Onun için biz üzerimize düşeni yaptıktan
sonra Ya Rabbi sana tevekkül ediyoruz diyoruz.
Burada Allah (c.c.) tevekkülü, düşman karşısında istiyor.
Musa (a.s.) bakmış yanma, iman eden insan bir avuç. Karşı
taraf o günün en güçlü zalim diktatörü firavun ve orduları,
karşısına ordu bulamaz olduğundan dolayı harb edemez hale
gelmişler. Yani böylesine güçlü bir devlet ve orduları var.
Bugünün imkanları içinde Silahlanda var beraberlerinde bu
inanmış insanlar endişe duyuyorlar, korkuyorlar, sığınacak
yer arıyorlar. Musa (a.s.)'da diyor ki: "Eğer Allah'a iman
ediyorsanız Allah'a tevekkül ediniz. Onlarda imanlarını
ikrar ediyorlar. Hepsi birden Allah'a tevekkül ettik diyorlar.
Ama bir dua yapıyorlar, bu duayı bizde yapalım.
Böyle bir dua Mümtehine suresinde de var. Manası şu: "Ya
Rabbi zalim toplumlara karşı veya zalim toplumlar için bizi
bir imtihan vesilesi kılma ya Rabbi" diyor. Ordaki
mü'minler Musa (a.s.) ve ona iman edenler, Allah'a tevekkül
ettikten sonra diyorlar ki: "Ya Rabbi bizi zalim kavimlere
karşı bir imtihan malzemesi yapma" diyorlar. Bunun iki
türlü manası var.
Ya Rabbi müslümanız diye ortaya çıktık. Bizde bugün için
müslüma-nız diyoruz ve doğruyuz ve halka diyoruz, şu anda
biz ey dünyalılar. Bakın koministlik bugüne kadar insanların
derdine deva olur diye yıllardır uğraşıyorsunuz,
üniversitelerde kürsüler açtınız, profesörler bunun işlenmesi
için çeşitli devletlerin üniversitelerinde anlatmaya
koyuldular. Bunun doğruluğunu isbat etmek için
yüzbinlerce ordu, yüzbinlerce insanın beynini ezdi.
İnanmayanların beynini ezdi ama neticede boş olduğu orta-
ya çıktı.
Öbür taraf da onun karşısındaki kapitalizm o doğrultuda
gidiyor. Yani adamlar şikayetçilerde çıkış yolu
bulamadıkları için devam ediyorlar, ayrı düşünceleri. Yani
kendi içindeki düşünürleri bununda çıkış yolu olmadığını,
insanlara mutluluk vermediğini, maddi rahatlık ama
mutluluk vermiyor diyor. Paranın üzerine yatıpta
uyuyamazsın, eviniz dolu altınınızda olsa, yatsanız o size
uyku vermez. Yiyeceğiniz giyeceğiniz kullanacağınız şeyler
sınırlı, insanın midesi sınırlı, giyeceği elbise sınırlı ve
içeceği de sınırlıdır. İnsanın bunlarıda elde ettikten sonra,
kadın ihtiyaç hisset-mişse o da sınırlı. İnsanın bir gücü var o
da sınırlı. O da bitince ne olacak Yani her türlü ihtiyacını
karşıladınız, adam doydu fazla verirseniz adam kusar. Bu
sefer bu adamın tekrar huzur bulması için başka şeyler
arayacaktır. İşte o başka şeyleri diyoruz. Biz verebiliriz,
Yani bu insanların mutluluğunu temin edecek şeyi Allah
Kur'an-ı Keriminde bildirmiştir. Buyurun diyoruz
müslümanlar olarak. Burada sunuda diyoruz gayri. Ya
Rabbi bizi zalimler karşısında imtihan vesilesi kılma,
imtihan aleti kılma diyoruz.
Şimdi gözler müslümanlara çevrili. Bütün dünyanın gözü
müslüman-lara çevrildi. Bugüne kadar düşünürleri
çevrilmişti, şimdi siyasileri de gözlerini müslümanlar
üzerine çevirdiler. Türk askeri Kore'ye gitmiş ger: dönmüş.
Hani gidişi haklı değildi belki ama gitmiş, geriye gelmişler
Şimdi Kore'nin içinde bir tane camii ve orada müslümanlar
var Niye' Buradan giden Ali çavuş oradaki insanlardan bir
kaçma müslümanlığı an latıvermiş. Geldikten sonra o
adamlar kendi kendilerine çalışmışlar gayret etmişler bir
müslüman cemaat meydana getirmişler. Yani bir yere biri
girerse oranın kültüründen etkilenmemek mümkün değil
tabiiki.
İslam alemine haçlı seferleri ile girmişler, ama birçok
insanın müslüman olmasına sebep olmuşlar. Ve geriye
İslam hakkında bilgi götürüp gitmişlerdir. Şimdi gözler
müslümanların üzerinde hani şöyle biri gelse deseki bize:
"ben hristiyanım veya ateistim" dese adam bana İstanbul
şehrinde bir müslüman gösterin ben o adamı uzaktan takip
edeceğim, yemesi nasıldır, yürümesi nasıldır, konuşması
nasıldır, işi nasıl, dükkan ça-lıştırıyorsa, dükkana gelip
gidenlere muamelesi nasıl, satışı nasıl, çek ve senetlerine
sadakati nasıldır. Bütün bunları yani dini ile ilgili gayreti na-
sıldır. Bunları uzaktan gözleyeceğim dese kimi gösterirsiniz.
Anlatabildim mi bilmem?
Ayet-i kerime bunu anlatıyor aslında, ister Avrupa'dan biri,
ister Türkiye'den biri, dediki size: "Ben İslama
inanmıyorum. Fakat merakda ediyorum, araştırma gereği
duydum. Kitaplardaki güzel, herşey kitaplarda güzeldir.
Ama birde bunu tatbik eden adamı görmek istiyorum. Yani
İstanbul şehrinde bir müslüman göstereceksin, ben o adamı
uzaktan takip edeceğim, o adamın bütün faaliyetlerini
gözleyeceğim. Beğenirsem müslüman olacağım,
beğenmezsem müslüman olmayacağım dese bu İstanbul
şehrinde kimi gösterirsiniz. İşiniz biraz zor. Allah'a dua
ederken bizde bunu yapmamız gerekiyor.
Bunun için Rabbimize Musa (a.s.)'a iman eden toplum diyor
ki; "Ya Rabbi bizi zalimlere karşı imtihan vesilesi kılma."
Yani Ya Rabbi yaşantımızda eğiklik eziklik, bozukluk
olmasın, o adamlar bize bakıp dinden nefret etmesinler.
Yani imanımız ve amelimiz biribiri ile uyumlu olsun ki
dışardan bakan bir adam bizim yüzümüzden, gavurluğunda
devam etmesin manası vardır bu ayet-i kerimede. İkinci bir
manası vardır. Ya Rabbi biz bir avuç insan olarak dünyanın
en güçlü devletine ve devlet başkanına, hak namına baş
kaldırmış durumdayız. Eğer biz ezilecek olursak iki şey
ortaya çıkacaktır.
İki türlü insan vardır. Zaten bir kafirler grubu, kafirler grubu
diyecekler ki; eğer bu adamlar hak yolda olsalardı bize galip
gelmeleri gerekirdi bu bir avuç insanı mağlup ettiğimize
göre Allah destekliyor demektir. Ve bunları Allah
desteklemediğine göre bunlar doğru yolda demek değildir.
Onun için biz küfrümüze devam edelim diyorlar, bir kısım
müslümanlar-da var burada. Müslümanlar diyorlarki ya ne
karışıyorsunuz elin etlisine sütlüsüne gerçi bu adamlar zalim
imansız ama bu adamlarla da başa çıkılmaz ki. Kendin izi
ateşe atıyorsunuz.
Ayet-i kerimede de kendini bile bile tehlikeye, elinle
kendini tehlikeye atma diyor. Günümüzde kullanılan bir
kelimedir bu. Ayet-i kerimeyi
yanlış yönlendirerek ifade ediyorlar. Hani yiğiteesine küfre
karşı saldıran delikanlılarımıza diyorlar ki: "Yahu kendini
tehlikeye atıyorsun, kardeşim dünyayı sen mi
düzelteceksin?" diyor.
Muhterem okuyucu! Belki tersine dönen dünyayı, tersine
dönmesini durduramayız, ama kendimize olan güvenimizi.
Şahsiyetimizi yok etmeyiz, bu yolda yürüyecek olursak ama
küfür bütün hızıyla yürürken ben bunun önüne duramam
deyip, onun yanı başında yürümeye devam eden pisliğin
içinde boğulur gider. Bu dünyada pislik olur. Öbür dünyada
da pislerle beraber cehenneme doğru akar gideriz. Karşı
duracak olursak, eğer vade dolmuşsa, bu hareket
olgunlaşmışsa, bir müslümanın karşı duruş hareketi o
toplumun düzelmesine de sebep oluverir.
Hani Mısır'da bir hareket başlamıştı. Hasan el Benna, ile
Seyyid Kutup hareketi başlatmıştı. Bu insanların birisi bir
meydanda konuşurken bir kurşunla Amerikalı ajanlar
tarafından öldürüldü bir tanesi de idam edildi. Şehit oldular
ama eserleri bütün dünya dillerine tercüme edildi. Bütün
dünyada onların sesi ve nefesi insanları etkiliyor.
Hani İngiltere'de doktorasını yapmış, siyasal ve ilahiyat
mezunu bir arkadaşımız. (Doktora tezi de şu. İngilizler niye
müslüman olur? nasıl müslüman olur.) Dört sene kalmış,
doktorasını yapmış gelmiş. Şöyle an-latttı: "müslüman olan
insanlarla görüştüm; bu zatların, (Hasan el Benna, Seyyid
Kutup) eserlerini görmüşler, okumuşlar ve müslüman
olmuşlar.
Yani bir insan ölüyor, şehid oluyor. Ama bin tane insanında
dirilmesine sebeb oluyor. Onun için ölüm de yok olmak
demek değildir. Zillet içinde yaşamaktansa izzet içinde
ölmeyi tercih etmiş, ecdadımız bizi bu günlere getirmişler.
Bugünler deyince bugünkü halimizden memnun değiliz.
Çünkü zillet içinde yaşamak, onun bunun emriyle hareket
etmek, insanın izzetini zedelemiş durumdadır.
"Ya Rabbi, bizi zalimler karşısında zalimlere karşı, fitne
vesilesi, imtihan vesilesi kılma". Yani dostlarımız "demedik
mi sana" demesinler. "Demedim mi" sana demesinler. Yahu
dilini fazla uzatıyordun, vallahi seviyorduk ama. (söyleniyor
bu bazı hocalarımıza". "Hocam biraz azdiy-dı, hoca biraz
ileri gittiydi." Ne ileri gitmesi, geri kalıyordu da o çırpınıp
duruyordu. Geri kalmanın çırpınmasını yapıyordu. Ama
müslümanımız ayıplıyor, gavurdan önce müslümanımız:
"Hocam gittiği yol sağlam değildi." Niye sağlam değildi?
"İnançsıza karşı açıktan harp ilan etmişti." Ne yapsın yani?
senin gibi takla mı atsın, yağcılık mı yapsın.!!" 1923[113]

1923[113]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/520-523.
86- Katır kavimden bizi rahmetinle kurtar" dediler.
Muhterem okuyucu! Ayet-i kerime bütün bunlar: içine
alıyor. Ya Rabbi zalimlere karşı fitne vesilesi, imtihan
vesilesi kılma diyoruz ve devam ediyor dua. "Ya Rabbi kafir
toplumlardan bizi rahmetinle kurtar." İki ifade kullanılmış,
birinde kafir kavim var, diğerinde zalim kavim var. İçine
hem kafirler girer, hem de müslüman olduğu halde
müslümana veya müslümanın faaliyetlerine zarar veren.
Türkçeye de yerleştirdiler bunu. Aşırı dinciler ne demek?
Yani aşın dinci Türkiye de müslümanlan iki gruba ayırdı.
Televizyonu da, basımda "aşın dinci grub" diyorlar. Yahu
ne yapmış aşın dinci gurup? O da beş vakit namaz kılar,
buda beş vakit namaz kılar. Yani karşıtı ne olur, aşırı dinci
grubun karşıtı ne olur. Aşırı dinsiz grub olur.
Yani bununla bizimi kast ediyor. Müslüman kelimesi
yetiyor bize, aşırısı yok, gerisi yok. Yani ayet~i kerimede
müslüman kelimesinden daha güzel bir ifade olmadığını
Allah (c.c.) bize "Ben müslümanım demekten daha güzel bir
söz yoktur" diye ifade ediyor. Aşırı müslümanlığı kabul
etmiyoruz. Hiç birine, ilavede istemiyoruz. Ayet-i kerimede
"müslümanım" demek yetiyor bize buyuruyor. Müslümanım
demek ise Kur'an-ı Kerimin bütün ahkamını fiilen
hayatımızda yaşadığımız gibi etrafımızdaki insanların da bu
mutluluktan yararlanması için gayret göstermemiz
oluyor. 1924[114]

87- Musa'ya ve kardeşine: "Kavminiz için Mısır'da evler


yapın. Evlerinizi kıble yapın. Namazı dosdoğru kılın ve
mü'minleri müjdele" diye vahyettik.
Anadoludan gelenlerimiz ve eski İstanbullularımız
babalarınızın, dedelerinizin evlerini gözünüzün önüne

1924[114]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/523-524.
getirin, bütün pencereler kıbleye bakar. Köyünüzdeki evlere
bakın, pencereleriniz kıbleye bakar. Yani tesadüf değildir.
Bu ayet-i kerimenin, bir devletin milletinin evlerine, müh-
rünü vurmasıdır bu. Evlerin pencereleri kıbleye bakar, ve
babanızın evine, dedenizin evine gittiğinizde evleriniz de
kıble düz olur, pencereye karşı olur.
Ama şimdi İstanbul'da elli seneden beri yapılmış olan
evlerde ya giriş kapısına doğru namaz kılarsınız, yada
köşeye doğru namaz kılarsınız, veya sormak mecburiyetinde
kalırsınız. Bu evin kıblesi kardeşim ne tarafa? dersiniz.
Çarpık kıbleler vardır. Bu zaruret gereği değil, İstanbul'un
imarı ile ilgilenen insan, ruhsat veren insanlar eğer bu ayet-i
kerime doğrultusunda hareket ediverse, şu parseli kıbleye
doğru yapıverseler. Ama parseli köşelemesine yaparsa
bütün evlerin kıblesi köşeye gelir. Yani topraktan tasarruf
yapma diye birşey yok. Şöyle yol verme ile böyle yol verme
arasında değişiyor bu, evlerin pencerelerinin kıbleye
gelmesi. Aynı zamanda ay-dmlığada gelecektir. Tabii ki
hem kıbleye gelecek, hemde güneşe gelecek. Ama güneşe
ve kıbleye karşı sırt çevirdiğinizden dolayıdır ki evlerinizin
kıblesi dahi çarpıktır.
"Hat" yani güzel sanatlar, mimari her ne kadar elle
yapılıyorsada insanın iç dünyasının dışa yansımasıdır.
İnsanın içi iman ile dopdolu olursa, Kuranla dopdolu olursa
bir şehri yeniden kuracağında, şehrin merkezini Camii
yapar.
Dağlarda yapılan çeşmelerin yönüde kıbleye doğru
yapılırdı. Hz. Ömer Küfe şehrini ilk defa kurmuş.
Komutanına demiş ki: "Küfe denilen yerde şehir kur. Orası
askerin ve ilmin karargahı olsun demiş. Ve şehrin
merkezindeki küçük tepeciğin üzerine de mescid yap ve
oradan komutanına bir oku eline al, bir doğu tarafına at, bir
batı tarafına at, bir güneyine, birde kuzeyine at. Okların
düştüğü yere kadar olan yeri açık saha bırak ve ondan sonra
yakınına üniversiteyi, askeriye karargahını ve de kendi
komutanlık binanı inşaa et" ve ondan sonra caddeler ona
göre yapılıyor. Bütün yollar camiiye çıkar hale
getiriliyor.Bütün yollar camiiye çıkar. Şimdi bütün yollar
bankaya çıkar.
Muhterem okuyucu! Kur'an-ı Kerim evinizin planına kadar
ilgilenir. Kapı çalmasını öğretir, devleti yönetmesini öğretir.
Uluslararası andlaşmaların veya harplerin nasıl biteceğini ve
nasıl başlayacağını öğretir. Yani hadisin ifade ettiğiyle bir
sahabe öyle diyor. "Peygamberimiz bize her-şeyi öğretti.
Hatta tuvalette oturmamızı dahi öğretti" 1925[115] Tuvalette
nasıl taharet yapacağımızı peygamberimiz bize öğretti. Hani
girişi, sol ayağınızla gireceksiniz, sağ ayağınızla
çıkacaksınız. Efendimiz "taharetinizi bolca su ile
yapacaksınız" buyurdu. Orada oturmayida Öğretti, devlet
başkanlığında oturmayı da öğretti.
Allah (c.c.) Kur'an-ı Keriminde bizim toplum hayatımızda
muhtaç olacağımız her konunun izahını yapmıştır. İşle ilgili,
kültürle ilgili herşey onunla ilgili. Hani evinizde abdest
alacaksınız, biraz ihtiyarlarınız abdest alacağı lavaboya
ayağını kaldıramıyor. Niye acaba, içinizde mühendis
kardeşlerimiz var yani, bunun yukarıda olması ile aşağıda
olması. Aşağıda olunca ruhsat mı verilmez yok. Niye lavabo
yüksekte, insanın göğsü hizasındadır. Amerikalının ayak
yıkama derdi yok. Red Kit 50 senedir yaşıyor, hala
ayakkabısını çıkarmadı. Ayak yıkama derdi yok adamın.
Bizim günde beş defa ayak yıkama derdimiz var. Derdimiz
değil ibadetimiz var. Beş defa ayağını yıkayacak bu adamın
ayağını göğsü hizasını kaldırması ihtiyarlar için zor. Biraz
aşağıya yapıverse mühendisler ne olur yani.
Yani bu iş kültürle ilgilidir. Allah (c.c.) onu dahi veriyor.
"Evlerinizi kıbleye yönelik yapın ve namazlarınızı dosdoğru

1925[115]
Ebu Davud Taharet 4
kılınız. Mü'minleri müjdele, namazını kılan, evlerini kıble
yapan mü'minleri müjdele" diyor Allah (c.c.). Düşman
karşısında yani firavun karşısında Musa (a.s.)'m duruşunu
anlatırken Rabbim "namazınızı kılınız" diyor.
Yani firavun bütün ordusuyla Musa'nın (a.s.) karşısına
gelmiş, Musa (a.s.) kendi kavmine teselli veriyor. "İman
ediyorsanız Allah'a güvenin". Korkmayın bu heriften diyor
ve emrediyor. Namazlarınızı kılın, harb es-nasındayız,
namazlarımızı yarın kılsak olmaz mı? Namazınızı kılın,
daha önce geçen ayet-i kerimede "Allah'tan sabırla ve
namazla yardım talebinde bulunun" dıyor. 1926[116]
Muhterem okuyucu! Müslüman alemi tehlikeli günler
yaşıyor. Böyle bir günde bizim birliğimizi sağlayacak
yegane yerler mesciddir, yegane ibadette namazdır. Buna
sımsıkı sarılalım, elimizden birşey gelmezse, dilimizden
gelir. Dinimin düşmanlarını ya iman etmesi için, yada iman
etmedikleri takdirde de helak olmaları için Rabbimize dua
etmemiz gerekiyor. Çünkü Rabbim Musa (a.s.) burada dua
yapıyor. 1927[117]

88- Musa: "Rabbimiz, sen firavuna ve ileri gelenlerine bu


alçak hayatta süs ve nice mallar verdin. Rabbimiz, yolundan
(insanları) saptırsınlar diye mi (verdin)? Rabbimiz, onların
mallarını yok et, kalblerini sık ki, onlar acıklı azabı
görünceye kadar iman etmeyecekler. 1928[118]

89- İkinizin duası kabul olundu. Dosdoğru olun ve


bilmeyenlerin yoluna ikinizde uymayın.
Bu ayet-i kerime bize sunuda veriyor. Fıkhi hüküm olarak,
bir insanın dua edip arkasındakilerin amin demesine delildir.
Musa (a.s.) dua etmiş. Rabbim diyor ki: "ikinizin duasını

1926[116]
Bakara 45
1927[117]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/524-526.
1928[118]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/526.
kabul ettik. Yani Musa (a.s.) dus ederken Harun (a.s.) amin
demiş ve kabul edilmiş, onun içindir ki iman efendi dua
ederken biz amin diyoruz ya. Bazı arkadaşlarımız bunun
delil var mı? Kur'an-ı Kerimi okursan görürsün.
Kur'an-ı Kerimin Yunus suresi 89. ayet-i kerimesi, Yunus
suresi 88 ve 89 ayet-i kerimesinde Musa (a.s.)'ın dua ettiğini
Harun (a.s.)'ın amiı dediğini ve Rabbimin de kabul
buyurduğunu işaret veriyor Allah (c.c.) Böylelikle Fatiha
suresinde de imam diyor: "Ya Rabbi bizi şu sapık hris
uyanlarla, gazaba uğramış yahudilerin arkasından bizi
götürme, onları: yolunu istemiyoruz.
Yani Avrupa birliğine karşı slogandır bu. Buradan giden
yetkililer onlar zaten diyormuş. "Oğlum, sizdenim diyorsun,
benim gibi yiyorsur içiyorsun, giyiyorsun ama senin
halkının Cuma günü %75'i camiye gel yor, imam "Ya Rabbi
şu imansız hristiyanlarla, şu sapık yahudilerin ark; sından
biz gitmeyiz" diye bağırıyorlar. Git onların dilinden bu
kelime al, ondan sonra gel diye gönderiveriyorlar. Biraz
sizde fazla okuyuveriı Rabbimiz yardımcımız olsun.
Musa (a.s.) ile firavun karşı karşıya geldiklerini Musa (a.s.)
kavmin: biraz korku duyduğunu, fakat Musa (a.s.) kendi
kavmine Allah'a ime ediyorsanız Allah'a güvenin, Allah sizi
koruyacaktır dediğini ve neticec Musa (a.s.) Rabbine
yönelip, Rabbine de dua ettiğini ve kardeşi Harun'ı duaya
amin dediğini, Allah (c.c.)'ında onların dualarım kabul
ettiğini b: diriyor ve devam ediyor. 1929[119]

90- İsrail oğullarını denizden geçirdik. Firavun ve ordusu zı


metmek ve saldırmak için onları izledi. Sonunda boğulmak
ona ulaşinca: "İman ettim ki israil oğullarının iman
ettiğinden başka il yoktur. Bende müslümanlardanım" dedi.
Hz. Musa'ya inananlar Hz. Musa (a.s.) ile beraber bir gece

1929[119]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/526-527.
şehrin sına yani o devletin sınırları dışına çıkmayı ve orada
Allah'a ibadet etn yi isterler. Halbuki Mısır'da sarayda,
Musa (a.s.) bir eli yağda, bir eli b
da yaşıyordu. Sarayın içinde yetişmişti. Çocukluğundan
itibaren firavunun gözdeleri arasında idi, ama Allah (c.c.)
kendisine peygamberlik verince, hani her türlü yağ ve bal
içinde onun kulu olarak yaşamaktansa, kainatın yaratıcısı
Allah (c.c.)'m kulu olarak yaşamayı tercih edince, bütün
dünyevi imkanlardan mahrum oluyor, ama hürriyetin tadı,
balın tadından daha tatlıdır.
Muhterem okuyucu! Onun için Musa (a.s.) kendisine inanan
insanlarla beraber, hür bir şekilde Allah'ın ahkamını,
Tevrat'ı tatbik edebilmek için o devletin sınırlan dışına
çıkıyorlar. Yollan bir denize uğruyor. Bugünkü ifadeyle
Kızıl deniz deniliyor. Kızıl denizi geçiyorlar. Bir başka
ayet-i kerimede ifade edildiğine göre Musa (a.s.) denize
asasını vuruyor ve yol oluveriyor, yani su katilaşiveriyor,
yani su üzerinden atlarıyla yaya olarak karşı tarafa
geçiyorlar. Bu Rabbimin bir mucizesidir, bunlar ger-
çekleşiyor.
Bir kısım insanların günümüzde batıya yaranmak için akli
izahlar getiriyorlar: "Efendim o anda med ve cezir olayı
meydana gelmişti. Denizden su çekilmişti ve o kara haliyle
geçmişlerdi" gibi batıya yaranmak için bu tür izahlara
giderler. Biz hergün mucizeyi görmüyormuyuz, Allah bir
mucize olarak suyu donduruveriyor bu Rabbimin bir
mucizesidir. Ama çokça gördüğümüzden, önemli bir olay
olmaktan çıkıyor.
Burada şunu demek istemiyorum. Yani Kızıldenizin üzerine
de buz tuttu demiyorum. Allah (c.c.) Musa'nın (a.s.)
geçebileceği şekilde katılaş-tırdı, onlarda geçtiler. Bu
Allah'ın gücü ile hesap edilecek olursa zor bir iş değil.
Bunlara inanmamız için Allah (c.c.) birçok olayları
önümüze se-riveriyor. Suyun donma olayını gösteriveriyor
Allah (c.c). Bizim içimizdeki inkarcıların inkar ettikleri
olayı, bir başka şekliyle günümüzde yaşamakta olduğunu
gösteriveriyor, ama görecek göz gerekiyor. 1930[120]

91- Şimdi mi (iman ettin)? Halbuki daha önce isyan etmiştin


ve bozgunculardan olmuştun.
Kafir olarak ömrünü geçirip, can boğazına geldiği an ben
iman ettim diyen kişilerin tevbesini Allah (c.c.) kabul etmez
buyuruyor o ayet ile. Bu ayet-i kerimeye dayanarak bizim
akaid alimlerimiz akidemizi belirleyen Kur'an ve sünnet
doğrultusunda akidemizin nasıl olmasını gerektiğini bize
haber veren alimlerimiz şunu söylüyorlar.
Ümitsizlik anında yapılan iman fayda vermez. Yani adam
hayatının tamamını inkar ve isyan içinde geçirip yatağa
yatmış, yatakdayken can
boğaza gelmiş tevbe ettim diyor, ama gidiyor. Böyle
ümitsizlik anında yapılan tevbe kabul edilmez demişler. Ve
bu ayet-i kerimeleride delil olarak göstermişler. Bir kere
gerçekten iman etmediğini bu ayet-i kerimeden anlıyoruz.
1- Allah (c.c.) "Şimdi mi iman ediyorsun" derken imanının
kabul edilmediğini ifade ediyor.
2- "Beni İsrailin ilahına iman ediyorum" diyor. Allah'a
iman ediyorum demiyor. Yani onlar kabul ediyor, bende
kabul ediyorum gibi bir, küçültme ifadesi var demiş
alimlerimiz.
3- Bir insanın imanının sağlam olması için, Allah'ı (c.c.)
bize tanıtan peygambere de imanı şarttır. Burada Musa'ya
(a.s.) iman ettiğini ifade etmiyor. Beni İsrailin ilahına bende
iman ettim diyor. Birde yeis halinde, yani ümitsizlik halinde
söylediğinden dolayı, müslüman olmadığını, kafir olarak
Rabbinin huzuruna vardığını anlıyoruz. 1931[121]

1930[120]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/527-528.
1931[121]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/528-529.
92- Bugün senin (denizde boğulan) bedenini senden
sonrakilere ibret olsun için (denizden) kurtaracağız.
Şüphesiz insanlardan bir çoğu ayetlerimizden gafildir.
Milletlerin veya kavim halinde yaşayanların, yani kabile
halinde yaşayanların insanların genelde karakterinde şöyle
birşey vardır. Büyük insanları kahramanlaştırmak,
kahraman insanları ölümsüzleştirme meyli vardır. Hani bir
adam çok büyük kahramanlıklar yapmıştır. Yiğitlikler
göstermiştir derken ölmüştür ama halk onun hakkında
efsaneler uydurur. O öldü ama "filan adam filan dağda
görmüş, filan yerde filan adama yardım edivermiş
kaybolmuş" gibi kahramanlıklarını yaşatmak isterler.
Allah (c.c.) diyor ki: "seni senden sonrakilere öldüğünün bir
alameti olsun için bedenini sudan çıkardık ve koruduk
diyor. Bu ayet-i kerimenin tefsirinde çağdaş tefsire
ilerimizden bir kısmı şöyle demiş: "Oradan onlar çıkarıldı"
Bir kere çıkarıldığı konusunda geçmiş tefsircilerimizde,
çağdaş tefsire ilerimizde birleşiyor. Denizden çıkarıldığı ve
o insanın yani firavunun boğulup öldüğünü hem firavunun
taraftarları, hem de Musa (a.s.)'m taraftarları gördüler. Yani
"firavun ölmüştür" dediler.
Eğer öldüğü görülmemiş olsa idi, cenazesi insanlar
tarafından görülmemiş olsa idi, ayrıca hani firavun kendini
ilahlaştırmış "Ben sizin Rab-binizim" demiş. Ona tapanlar
bizim ilahımız kayboldu, yine o çeşitli yer-
Serde görünür ve bizi korur derlerdi. Müslümanlardan da
firavunun zulmünden korkanlar var. "Biz bu adamın
ölüsünü görmedik, birgün yine selir başımıza bela olur"
korkusu vardı. Allah (c.c.) ikisine de ayet olması için onu
denizin kenarına bir dalga ile atıveriyor, herkesde onu görü-
yor.
Çağdaş tefsircilerimiz diyor ki: "sonra onun taraftarları onu
aldılar mumyaladılar ve şu anda da Mısır piramitlerinin
herhangi birinde cesedi durmaktadır. Hatta isim vermiş filan
batılı araştırmacı onun cesedi üzerinde araştırmada tuz e ma
relerin ide yani, deniz tuzunun varlığını göstermiştir,
görmüştür diyor. Son bir iki sene içinde Türkiye de yapılan
bir yayında da Kızıl denizin kenarında yapılan bir kazıda bir
cesede rastlanmış ve o cesedin firavunun cesedi olduğu
tesbit edilmiş, gibi bir yayında yapıldı.
Biz ona veya buna inanma mecburiyetimiz yok. Ama şuna
inanma mecburiyetimiz var. Rabbim "biz senin bedenini
senden sonrakilere bir delil olsun için koruyacağız"
buyuruyor. Yani öldüğü herkese gösterilmiştir.
Güçlü ordulara sahip olan o günün dünya üzerinde tek
devleti olan firavuna karşı Musa (a.s.) Allah'ın ayetleriyle
yürüyor, kendince tedbirlerini alıyor. Düşmanın gücüne,
kuvvetine, ekonomisine, siyasetine aldırmadan, Allah'ın
yürü dediği yolda yürüyor ve neticede Musa (a.s.) galip ge-
liyor. Müslümanlar bundan bir ibret alıyorlar ve kafirin
gücünden endişe etmiyorlar. Ama gafil olan insanlar, hala
güce: saltanata, siyasete, otoriteye veya ekonomiye
tapınmaya devam ediyor. 1932[122]

93- And olsun ki biz İsrail oğullarını çok doğru bir yere
yerleştirdik ve onlara en temiz rızıklar verdik. İlim
kendilerine gelinceye kadar ihtilaf etmediler. Şüphesiz senin
Rabbın kıyamet gününde, ihtilaf ettikleri şeylerde aralarında
hükmedecektir.
1- Tevratm bütün ahkamı gelinceye kadar beraberdiler ama
Tevratın ahkamını yorumlamada biribirlennden ayrıldılar.
Bu ayet-i kerime yok bunu kasdediyordu, yok şunu
kasdediyordu diyerek biribirlerinden ayrıldılar. Bu olur mu?
Olur, Hani biraz önce okudum. Firavunun ayet-i kerimesine
dayanarak akaidde epeyce isim yapmış, Celaleddin Devvani
isimli bir zat, "firavun müslüman olarak ölmüştür" diyerek

1932[122]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/529-530.
bir kitap yazmıştır.
Ve bizim çok sevdiğimiz Hanefi fakihlerinden Aliyyül Kari
diye ismi bizce de meşhur bir alimde, çeşitli deliller ileri
sürerek "firavunun iman etmediğini" yazmış ve bu ayet-i
kerimeleri delil olarak kullanıyor, ikiside aynı ayet-i delil
olarak kullanıyor. Yani bir ayetten bir insan bu tarafa doğru
giden bir mana çıkarabiliyor, diğer bir insanda başka tarafa
giden bir mana çıkarabiliyor. Peki o zaman orta yolu
bulmak nedir?
Yani bu ayet-i kerimeden peygamber efendimiz (a.s.) ne
anlamış onu bilemeyiz. Yoksa Türkiycdc de adamın birisi.
Peygamberin (s.a.v.) bize getirmiş olduğu kitabın,
peygamberin kendi sözü olduğunu iddia etti. bu-nuda isbat
için Kur'an ayetlerini kullanan, bu adam bu memlekette
yaşadı ve geberdi gitti. Böyle anlamak murad ettikten sonra,
hani gülden gül yağı, gülden gül rcçcii yaparsınız. Gülü
ceketinize takarsınız. Bunların hepsi güzel şeylerdir.
Gülden zehirde yapabilirsiniz. Gülden zehir yapmak
yasaktır. Zehir yapılabilir, onunlada insan zehirlenebilir.
Ama onu yapmak yasaktır. Onun dışında gül yağıda, gül
suyuda, efendim gül demetide yapmak serbesttir. Yani iyiye
kötüye kullanmakta mümkündür.
Neşter ile insanı tedavi etmekte vardır. İnsanı kesmekte
vardır. "Aynı şekilde Allah'ın ayetlerini de kötü istikamette
kullanma durumuna giren insanlar ihtilafa giriyorlar".
Peki biz bunun doğrusunu anlayabilmek için bu ayet-i
kerimeden efendimiz ne anlamış? Bu ayet-i kerimeden
efendimizi gören sahabe ne anlamış. Buna dikkat etmemiz
lazım. Bizimde onların yolundan yürümemiz gerekmekte.
2- Mana olarak "ilim gelince" derken, Kur'an gelinceye
kadar yahu-diler peygamber efendimizin (s.a.v.) geleceği
konusunda birlik halinde idiler. Hristiyanlar İncil'de
okuyorlarki onları kurtaracak bir insan, bir peygamber
gelecektir. Buna inanıyorlardı. Ama peygamber {s.a.v.)
gelince, "olmaz sana inanmayız". Niye? "bir kere yahudi
ırkından değilsin demek suretiyle yine ihtilafa girdiler,
çünkü bir kısmı iman etti.
Hani yahudilerin hahamlarından Abdullah b. Selam
peygamber efendimiz (s.a.v.)'a geliyor, bazı sorular soruyor,
ve de iman ediyor. Diyor ki: "Yarasülullah benim
kavmimden insanlar gelecek, ben perdenin arkasına
gizleneyim, sen onlara sor. Abdullan b. Selam nasıl bir
adamdır de" Onlar gelmiş, peygamberimiz onlara demiş ki:
"Hahamınız Abdullah b. Selam nasıldır? "o bizim en iyi
insanımızır en derin adamımızdır, en iyi ibadetine düşkün
adamımızdır. Tcvrati en iyi bilen odur." Peki onun bana
iman ettiğini söylesem ne dersiniz? "inanmayız" derler.
"Diyelimki kendisini buraya getirdim ve o iman etti, ne
yaparsınız" "bizde iman ederiz" demişler. Abdullah b.
Selam Hahamımız iman ederse bizde iman ederiz. O arada
Abdullah b. Selam perdenin arkasından çıkıyor o da diyor
ki; kelimei şehadet getiriyor ve iman ediyor. Bu'sefer, "sen
delirmişsin deyip yine de iman etmeden gidiyorlar" yani
ihtilafa böylece girmiş oluyorlar.
Allah onların ihtilaf ettiği konuların en doğrusunu kıyamette
ayırt edecektir. Haklı ile haksızı kıyamette ayırt edecektir.
Bazı olaylar varki, adam kendi aklı ile bu ayet-i
yorumlamaya devam ediyorsa, geçmişten hiçbir sahabenin
ve peygamberin sözünü ben kabul etmiyorum diyorsa, buna
yapılacak hiçbirşey yok.
Bu adama doğruyu Allah (c.c.) ahirette gösterecektir ve
cehenemde yerini göstermek suretiyle, o da hakkı hakikati
öğrenecek ama, o da faydası olmayan bir yerde
öğrenecek. 1933[123]

94- Eğer sen, sana indirdiklerimiz hakkında şüphe içinde

1933[123]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/530-532.
isen, senden önce kitap okuyanlara sor. Yemin olsun ki hak
sana Rabbin-den geldi. Sakın şüphe edenlerden olma. 1934[124]

95- Sakın Allah'ın ayetlerini yalanlayanlardan olma, yoksa


hüsrana uğrayanlardan olursun.
Bir peygamberin geleceğini, o peygamberin insanlara
Allah'ın kelamını getireceği konusunda bilgileri var, onlara
sor. Yani bu yeni icad edilmiş bir peygamberlik, yeni
indirilmiş bir kitap değil, daha öncede buna benzer kitaplar
Rabbim tarafından gönderilmiş ve peygamberlerde
gönderilmiştir. Bir insan tarafından gelseydi şüphe etmek
üzerimize görevdi. Çünkü insan aklı belirli sınırı vardır. O
sınırların ötesine geçemez yarının ne getireceğini bilemez.
Yarın hakkında hüküm verirse yanılır insan. Ama bu hak
olan cenab-ı hakkın kelamı Rabbimden geldiği için, yarımda
yaratan O olduğuna göre, bu Rabbin gönderdiği kelam
konusunda şüphe etme. 1935[125]

96- Rabbiyin kelimeleri kendilerine hak olanlar, iman


etmezler.
İman etmeyenlere azab ahirette mutlaka vardır. Bazı
toplumlara da bu dünyada Allah (c.c.) azabını tattırmıştır.
Hani Lut (a.s.) kavmine azabı bu dünyada verip, helak ettiği
gibi, Âd ve Semud kavmine bu dünyada azabı tattırdığı gibi,
azabı tattırmıştır Allah (c.c). 1936[126]

97- Onlara bütün deliller gelmiş olsa bile onlar acıklı azabı
görünceye kadar (iman etmezler).1937[127]

98- (Azap geldikten sonra) iman edipde imanı kendisine


fayda veren bir memleket olsaydı, Yunus'un kavmi
1934[124]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/532.
1935[125]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/532.
1936[126]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/533.
1937[127]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/533.
müstesna. Onlar iman edince dünya hayatındaki rüsvaylık
azabını kaldırdık ve onları bir zamana kadar faydalandırdık.
Allah (c.c.) Yunus (a.s.)'a iman etmeyen bir topluma azab
edeceğini bildirince onlar korkularından iman etmişler,
imanlarındada samimi olmuşlar Allah (c.c.) de onlardan
azabı kaldırdığını ifade ediyor.
Bunlar azabla ilgili ayet-i kerimeler. Peygamber efendimiz
(s.a.v.' bütün insanların iman etmesi için çok büyük gayret
sarfediyor. HatU Rabbimiz ona: "nerdeyse kendini helak
edeceksin" diyor. 1938[128]

99- Rabbin dileseydi yeryüzünde kim varsa hepsi iman


ederdi. C halde insanlar iman edinceye kadar sen mi
zorlayacaksın.
"Dinde zorlama yoklur" diye Bakara suresinde 256 ncı
ayetin tefsirinde geçmişti. Yalnız bu ayet Türkiye de
istismar ediliyor. Dinde zorlama yoktur şu anlamda yoktur.
Adamı başına tabancayı dayıyorsun "İman et bakalım"
diyorsun bu yoktur. Çünkü iman gönül işidir. Adam
dilinden iman etlim dese de, gönülden irnan etmese, iman
etmiş sayılmaz bu adam. Ama müslüman bir devletle,
müslümanın Allah'ın bütün emirlerini yapma, yasaklarından
kaçma mecburiyeti vardır. Orada devlet onu zorlar. Namaz
kılmaya zorlar mı? Zorlar. Oruç tutmaya zorlar mı? Zorlar.
Bugün bir devlette yaşıyorsunuz devletin emirlerini yerine
getiriyor-sun, vergi kaçırmak için gerekeni yapıyorsunuz
ama birlanede muhasebeci tutuyorsunuz. Aman kanuna
yakalanmayalım diye. İslamda namaz bir emirdir. Zekat bir
emirdir. Oruç bir emirdir, yasakları vardır.
Bunlara riayet o devletin lebcasının bir ölçüsüdür. Onun için
o devletin emirleri ve yasaklan yerine getirilecektir. Ama
burada inanmayanlara "İman edeceksin" diye bir zorlama

1938[128]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/533.
yoklur. Ama tebliğe devam vardır. Efendimize diyor ki:
"Sana tebliğ vardır, bizede onları hesaba çekmek
vardır." 1939[129] Yani sen duyuracaksın, hesaba çekecek olan
biziz diyor.
"Sen dilediğine iman veremezsin, Allah dilediğine iman
verir." 1940[130] Sen veremezsin, senin görevin duyurmaktır.
İslamın bütün güzelliklerini, özelliklerini insanlara
anlatmaktır diyor.1941[131]

100- Allah'ın izni olmadım hiçbir kimse iman edemez.


Akıllarını kullanmayanları pislik İçinde bırakır. 1942[132]

101- Deki: "Hakin göklerdi: ve yerde neler var? İman


etmeyecek bir kiivmc ayetler ve uyarılar (ayda verme)
İbrahim alcyhisselamı yakmayan mucizevi ateş Nemrud ve
yandaşlarının müslüman olmasına fayda vermemişlir.
Musa"mn(s.a.v) mucizesi, İsa'nın fs.a.v.)mucizesi inkarda
direnenlere fayda vermemiştir. (gözünü kapalana ışık ne
yapsın?1943[133]

102- Onlar kendilerinden önce geçenlerin başına gelen (acı)


günlerin benzerini bekliyorlar. Deki: "Bekleyin. Bende
sizinle beraber bekleyenlerdenim.
Beklediler ve Mekkenin ellerinden gittiğini gözleriyle
gördüler.Kabirdeki azaplarımda gördüler ama feryatlarını
bize işiltiremediler.Ancak Allah (c.c.) onların pişmanlığım
bize haber vermiştir. 1944[134]

103- Sonra elçilerimizi ve iman edenleri kurtarırız.


1939[129]
Ra'd 40
1940[130]
Kasas 56
1941[131]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/533-534.
1942[132]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/534.
1943[133]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/534.
1944[134]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/535.
Mü'minleri kurtarmak üzerimize bir oldu. 1945[135]

104- Ey insanlar, benim dinimden şüphede iseniz, bende


sizin AIlah'dan başka taptıklarınıza tapmam. Ancak sizi
öldüren Allah'a kulluk yaparım. Ve ben mü'minlerden
olmakla emrolundum.
Öldüren ve dirilten Allah'dır.Müslumanların canına
kasdeden kafirin canını alacak olan da O olduğuna göre,
mü'minlere yardım edeceğini de va'dettiğine göre,bize düşen
görev Rabbimizc O nun istediği şekilde kulluk
yapmaktır. 1946[136]

105- Hanif olarak yüzünü dine çevir. Sakın müşriklerden


olma. 1947[137]

106- Allah'dan başka sana fayda ve zarar veremeyene dua


etme. Eğer yaparsan o zaman sende zalimlerden olursun.
Hiçbir puta ve put insana meyletmeden Allaha hiçbir
kimseyi ortak koşmadan Allah'ın huzuruna varmaya
çalışalım. Bu bize fayda veya zarar veremeyenlere dua eder,
onlardan yardım istersek bizde zalimlerden oluruz. Bozuk
terazinin başında dünyanın en dürüst adamida olsa haksızlık
yapar zulmeder. 1948[138]

107- Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa onu, ondan


başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır isterse onun
lütfunu geri çevirecek yoktur. (Allah) hayrını kullarından
dilediğine verir. O, bağışlayandır, esirgeyendir.
Manası apaçık olan bu ayeti peygamber efendimizin
Abdullah b. Abbasa söylediği bir hadisi şerifle anlamaya
çalışacağız. Efendimiz yeğeni Abdullaha buyurur:
1945[135]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/535.
1946[136]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/535.
1947[137]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/535.
1948[138]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/536.
"Delikanlı, sana bazı kelimeler Öğreteceğim. Allah için
koruki Allah'da seni korusun. Allah için koru ki onu
karşında bulasın. Birşey istediğinde Allah'tan iste. Bir
yardım istediğinde Allah'tan yardım iste. İyi bilki bütün bir
millet sana fayda vermek için toplansalar, Allah o faydayı
sana yazmamışsa, fayda veremezler. Eğer bir millet sana
zarar vermek için toplansalar, Allah'da o zararı sana
yazmarmşsa, sana zarar veremezler. Kalemler kaldırıldı,
sahifeler kurudu." 1949[139]

108- Deki: "Ey insanlar, size Rabbinizden hak geldi. Artık


hidayeti kabul eden kendisi için kabul etmiş olur. Sapitanda
kendi aleyhine sapıtmış olur. Ben sizin üzerinize vekil
değilim."
Biz hakkı cenabı haktan kullarına ulaştırmakla görevliyiz.
Kimseye zor kullanamayız. İman gönül işidir, ancak
karanlıklar içinde yaşayanlara, aydınlık bir yerlerinde var
olduğunu söylemek ve göstermekle görevliyiz. Hak ile batılı
gördükten sonra dileyen dilediğine gitme özgürlüğüne
sahiptir. 1950[140]

109- Sana vahyolunana uy. Allah hükmünü verinceye kadar


sabret. O hükmedenlerin en hayırlısıdir.
Biz bu özgürlüğümüzü, bize veren Allah'ın emirlerine
uymakta kullanacağız. Böylece Allah'a kul olup kullara kul
olmaktan kurtulacağız. İnşaallah. 1951[141]

1949[139]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/536.
Müsned-i Ahmed 1/293
1950[140]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/536-537.
1951[141]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/537.
HUD SURESİ

Kur'ân-ı Kerim'de yapılan sıralamaya göre 11. sûre olan ve


"Hûd" sûresi diye isimlendirilen içerisinde Nuh (a.s.), Hûd
(a.s.), Salih (a.s.), Lût (a.s), Şuayb (a.s.), Musa (a.s.), Harun
(a.s.)'ın hayatlarından bahsedilen bir sûrenin tefsirine
başlıyoruz. Yunus suresinden sonra Mekke'de nazil
olmuştur.
Kur'ân-ı Kerîm'de hemen hemen bütün âyetler, Allah (c.c.)'a
itaat ve ibadeti emreder. Hatta bu konuda Peygamber
Efendimiz bir hadisi şerifinde buyuruyor; "Kur'an'da
zikredilen her harfde Allah'a itaat etmek vardır. Her harf
Allah'a zikri, Allah'a itaati hatırlatır" diyor.1952[1] Onun için
bu sûrede de ağırlık Allah'a itaat etmek Allah'a ibadet
etmek, ahirete inanmak ve cezanın dehşetini gözlerimiz
önüne sermek ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'nı
Peygamberliğine iman etmek ve de Kur'an'a iman etmek.
Ağırlık buradadır. Bunları anlatırken bizim toplum
hayatında karşılaşacağımız benzeri birçok olaylara dair
bazen emirler verir, bazen yasaklar koyar, bazen
tavsiyelerde bulunur. Bazen de ahlakımızı güzelleştirici
âyetler arada gelir. Çünkü Peygamber'in göreviydi bunlar.
Sûre Allah'a iman, ahirete iman, Peygamber'e, kitaba
imandan bahseder denilince, sanki sûre diğerinden
bahsetmiyor gibi bir çağrışım yaptırmasın.
Karşılaşabileceğimiz her olaya işaretle doğrudan delaletle

1952[1]
Ahmet h. Hanbel, Müsned 3175
tavsiyeler, yasaklar veya emirler vermektedir.1953[2]

1- Elif, Lam, Ra. Bu, âyetleri sağlamlaştırman sonra


(Hikmetle hükmeden) Hakim, (Herşeyden haberi olan)
Habir tarafından açıklanan bir kitaptır.
Bu sûre de yine "Hurufu Mukattaa" harfleriyle başlıyor.
Daha önce Bakara sûresinde bu harflerin ne manaya
geldiğini kısaca açıklamaya çalışmıştık. Özetle şunu
söyleyeyim. Bu harflerle Allah (c.c.) yine bu sûrede, biraz
sonra gelecek olan : "Eğer bu Kur'an'm Muhammed tara-
fından uydurulduğunu söylüyorsanız, buyurun 10 sûre de siz
getirin" diyor, Hûd sûresinde.
Allah (c.c). buna benzer bir ayeti de Bakara sûresinde
veriyor "Eğer kulumuz Muhammed (s.a.v.)'e indirdiğimiz
âyetler hakkında şüphe ederseniz, siz de bir sûre yapın, sûre
getirin" diyor, Yani Kur'an'ın benzeri bir sûre de siz yazın.
Arapsınız, arabın dilini çok iyi biliyorsunuz. Arab'ın dili de
bu harflerden meydana gelir. Bunları da biliyorsunuz.
Buyurun öyle ise siz de bir benzerini getirin anlamındadır.
Bu bir meydan okumadır. Yani sûre, başlarken bu
harflerden meydana gelmiştir. Bu harflerden meydana gelen
böyle bir sûreyi siz söyleyemediğinize göre Muhammed de
söyleyemez. Öyle ise bu sûre ve bu âyetler Allah (c.c.)
tarafından indirilmiştir diyerek başlar.
İşte bu bir kitapdır. Bakara sûresinde de "İşte kitap budur"
diyordu. Yani bizim kitap deyince bundan sonra hatırımıza
Kur'an gelmelidir, buna kendimizi alıştıralım. Kitap aldım
dediğinde bir adam, sizin hatırınıza "Kur'an mı aldın?" gibi
gelsin. O bir başka kitap alınıştır. Mesela Matematikle ilgili
bir kitap, ticaretle ilgili bir kitap almıştır. Olabilir.
Ama kitap denildiğinde "Kur'an" hatıra gelsin ama
diğerlerinin ilave edilen ikinci bir kelimesi olsun. Yani

1953[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/9-10.
matematik kitabı coğrafya kitabı aldım, kimya kitabı aldım
gibi, ikinci tanıtıcı bir ifade bulunsun orada. Fakat kitap
denildi mi Kur'an hatıra gelmeli. Bugüne kadar yazılan tef-
sirlerde ve bizim İslâm alimlerinin nezdinde "kitab böyle
yazar" dediler mi Kur'an akla gelir. "Hadiste kitab" dedin
mi, Buharı hatıra gelir. Hanefi fıkhında kitap denildi mi
"Kuduri" diye Hicri 4. asırda yaşamış bir zatın yazmış
olduğu bir kitap hatıra gelir. Fıkıh dalında da o hatıra gelir.
Ama hadis de, fıkıh da kaynağını Kur'an'dan alır, öyle ise
kitap Kur'ân-ı Kerîm'dir.
Öyle kitap ki O, âyetleri gayet sağlam kılındı, Rabbim
tarafından. Yani lafız ve manayı hakkı ile ifade edebiliyor.
Bunu biz kendi aramızda konuşurken şöyle deriz.
"İçimdekini sana aktaramıyorum, kelimelerim yetersiz"
deriz. Akif merhum şöyle ifade ediyor:
"Benim de ruhu harabımda duyduğum hicran Duyulmadı
hala mızrabı lisanımdan."
Yani benim iç dünyam da duyduğum heyecanı şu dil
mızrabımla size anlatamadım diyor. Ama Allah kelamı öyle
değil. Allah (c.c.) bize anlatmak istediğini lafızlarıyla
anlatır, lafız da O'na aittir. Çünkü lafız-larıyla çok güzel,
lafızda ve manada denklik vardır. Bu yönüyle muhkemdir,
sağlamdır. İçine başkası tarafından söz katılmamıştır. O yö-
nüyle sağlam. Biz bu (ihkâm, tahkim) kelimesini
Türkçemizde kullanırız. İstihkâm. Mesela; askeriyede bir
birlik aynı kökten türemiş kelimedir. "İstihkâm taburu,
istihkâm bölüğü" gibi. Yine o sağlamlaştırmadan, işi
sağlama almadan gelen bir köktür o.
Allah (c.c.) âyetlerinin dizilişi, indirilişi, manayı ifade edişi
ve içine başka kelimeleri almayışı. Yani Peygamberin
sözünün dahi bu Kur'anın içinde birtek kelimesi, bir harfi
dahi yoktur,girmemiştir. Böyle birşey Kur'anın içine girerse
dışına atacak durumdadır. O derece de muhkemdir. Sonra
herşeyi sağlam yapan, yarattığında hikmetler olan,
herşeyden haberdar olan Allah (c.c.) tarafından
açıklanmıştır.
Kur'ân-ı Kerim bölümlere ayrılmıştır. Yani Bakara sûresi,
Al-i Im-ran sûresi, Nisa sûresi, Mâide sûresi,.... diye
bölümlere ayrılmıştır. Fasıllara ayrılmıştır. Bir de bunların
manası bir başka ayet-i kerimeyle açılmıştır. Onun için
başta dedik, Kur'ân-ı Kerîm'i tefsir ederken yine birinci
derecede Kur'ân-ı Kerîm'e müracaat edeceğiz. Yani Kur'an-ı
Kur'an'la tefsir etmeye çalışacağız. Sonra Efendimiz
(s.a.v.)'m hadisi şeriflerinden yardım alacağız, daha sonra
gönül vermiş ulemâ-i âmilin, sulahâ-i sâlihin dediğimiz
insanların görüşlerine müracaat edeceğiz dedik.
Allah'ın (c.c); kendi kelamını kendisinin açıkladığını, bu
ayet-i kerimede haber veriyor. Peki ama bunları niye
açıklayıveriyor? Yani helali ve haramı açıklayan geçmişden
bize öğütler veren bu kitabı niye açıklar, niye indirir?
Allah'dan başkasına ibadet, kulluk etmeyesiniz diye yapıyor
bunu. Kur'ân-ı Kerîm'in indiriliş gayesi de böylelikle bu
ayeti kerimede bildirilivermiş oluyor. "Allah'tan başkasına
kulluk yapmaya-sınız diye." Kulluğu daha önce anlattık.
Anlatırken evliliğimiz de, boşanmamız da, ticaretimiz de,
ziraatımız da, alışverişlerimiz de, her türlü
münasebetlerimizde; ölümümüz de, doğumumuz da, hukukî
olan bütün meselelerinizde Allah (c'.g.) hükmünü kabul
etmek ve O'nun emrettiğini tutup yasaklarından kaçınmak
ve Peygamberleri rehber bilip o yolda yürümek, Allah'a
kulluk yapmak demektir.
İşte Allah'dan başkasına itaat ve ibadet etmeyesiniz diye
Kur'ân-ı Kerîm'i Allah (c.c.) indirmiştir. Hani bazıları çıktı
bu memlekette Kur'ân-ı Kerîm'de kaç tane "vav" var.
Kur'ân-ı Kerîmde kaç tane "Kaf" var, Kur'ân-ı Kerîmde kaç
tane "Lam" var. Bu da bir hocalık oldu. Benim çok değerli
bir hocamın yanma biri gitmiş. "Duhâ sûresinde kaç tane
"Vav" var ?"demiş. Çok değerli tefsir, hadis ve fıkhı çok iyi
bilen hocam. Duhâ sûresinde kaç tane "Vav" olduğunu
bilmez, bende bilmem. Zahir hocası işte bilmez....! Duna
sûresinde kaç tane "Vav" olduğunu bilmez. Etrafın d
akilerde Konya'nın o değerli alimine "Vay be adamı hoca
bilirdik, meğersem cahilmiş" demişler. Şimdi bazı çevreler
tarafından bu yaygınlaştırılıyor. Hatta Amerika'da sahte bir
Peygamber tarafından da yaygınlaştırılıyor. Harfler üzerinde
durmak ve bütün milleti bununla meşgul etmek. Kur'ân-ı
Kerîm'de 70 bin defa "Cim" harfi var dese, sen de hayır o
kadar yok diye sayacaksın. Günlerce sayarken hanımınız,
çocuğunuz, kardeşinizden, döndünüz, unuttunuz. Ve adamın
dediği tutmadı, bir daha say. Delilere eskiden akıllandı mı,
uslandı mı diye pösteki saydırııiarmış, bize de böyle bir
saydırma verdi-ler.Fakat Kur'ân-ı Kerîm bu değildir.
Kur'ân-ı Kerîm'; ne emrediliyorsa tutmak , ne
yasaklanıyorsa vazgeçmek üzere indirilmiştir. Allah (c.c.)
bunu bildiriyor bize.
Allah'tan başkasına ibadet deyince bir hatıramı anlatayım:
Bir cuma günüydü Yunanlı, Atina'da oturan bir ressam
hanım Müslüman olmak istemiş, tesadüfen de bizi bulmuş.
Bir caminin önüne geldim, ikindi namazından sonra idi. Ve
onbeş yirmi kadar erkek aralarında bir bayan, telaşlılar.
Derken oradan hoca arkadaş beni gördü. Hoca geldi dedi.
Kendisi de iyi bir hoca, değerli bir hoca. "Hocam bu
Müslüman olmak istiyormuş" "Ama müftülük kapalı." dedi.
Yahu müftülükle ne alakası var bu işin? Yani müftülüğe
gitse daha iyi mutlaka ama kapalı zaten. Pazartesiyi bekle
demişler. Öyle şey mi olur demiş o da. "Hocam caminin
anahtarı var mı" dedim. Açtık, içeriye girdik.
Dedim ki; "Şu kelimeleri söylerken Müslüman olacaksın
sen" . Beraber söyleyeceğiz ama bunu sana söylemeden
önce (tabii İngilizce bilen bir arkadaş aracılık yapıyor. O da
güzel biliyormuş İngilizceyi. İngi-lizceyi biliyor da o da
"şehâdeti" bilmez..!!! "Neydi hocam" deyip bana döner.
Oğlum dedim "Evvela seni Müslüman edelim de ondan
sonra bunu Müslüman edelim" dedim) bu kelime ile neyi
söylediğini evvela bir anla. Demek ki daha önce İslâm'la
ilgili kitaplar okumuş. "Ben bugüne kadar çeşitli kitaplardan
okudum, sonra tabiata baktım, dağlara, denizlere, yıldızlara,
çiçeklere, böceklere baktım." dedi
Şimdi bütün bunları gördükten sonra, Bu "Şahadet"
kelimesiyle sen "Şahitlik ederim ki Allah'tan başka ilah
yoktur. Yani Allah'tan başka Yaratan yoktur. Allah'tan
başka Yaşatan yoktur. Allah'tan başka Yöneten yoktur. Bu
üçünü sayıyoruz. Yani dedim Özal da, Busch da, Gor-baçov
da bizim gibi insandırlar. Bizim üzerimizde hükmetme hak
ve selahiyetleri yoktur. Yalnız ve yalnız ona da, bana da
Allah (c.c.)'m hükmetmesi gerekir diyeceksin." Bu sefer kız
başladı ağlamaya, o ağlayınca bizim cemaati bir ağlama
tuttu. Öyle bir durum. Ondan sonraki kelimelere biraz daha
ağırlık verdik. Zira Hristiyanlıkta Hz. İsa (a.s.)'a haddinden
fazla olmuş ve muhabbet, tapınmaya dönüşmüş. "Abdühû"
kelimesi üzerinde de durduk. Allah (c.c.) Kur'ân-ı Kerîm'de
bunun üzerinde çok durur.1954[3]

2- Allah'dan başkasına kulluk yapmayasınız diye (açık-


lanmıştır). Şüphesiz ben sizin için onun tarafından
(gönderilen) bir uyarıcı ve müjdeciyim.
Enbiya sûresi 25. ayet-i kerimesinde "Senden önce
gönderdiğimiz bütün Peygamberlere şunu vahyettik. O da
Allah'tan başka Yaratan, Yöneten yoktur. Ancak bana ibadet
edin diye vahyettik."
Yani Musa (a.s.)'a, Adem (a.s.)'a, Nuh (a.s.)'a, İbrahim
(a.s.)'a bütün Peygamberlere gelen mesajlarda bu "Lâilâhe
illallah" vardı diyor ayet-i kerime. Yunus Emre'de:
"Dört kitabın manası, Lâilâhe illallah."

1954[3]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/10-13.
Diye özetlemiş. Özetlemiş ama ben bunu daha önce size
söyledim. Fakat bu seyahatim esnasında keratanın biri bunu
da saptırmış. Hocam diyor bana. Fetva alacak benden. "Dört
kitabın manası lâilâhe illallah değil mi" diyor. "Evet"
diyorum. "Öyle ise Kur'an okumaya ne gerek var? Al eline
teşbihi, Lâilâhe illallah deyiver."
Yani çok dikkat edeceksiniz konuşmalarınıza, ben de dikkat
edeceğim. Siz de konuşmalarınıza çok dikkat edeceksiniz.
Tevile imkân bırakmayın. Yani bir başka yanlış anlamaya
imkân vermeyecek şekilde konuşun. Kur'an öyledir. Hz.
Peygamber'in hadisleri de öyledir.
Efendimiz bir hadisi şeriflerinde "Musa'nın yanında Harun
nasılsa Benim yanımda da Hz. Ali öyledir." buyuruyor.
Hadis bu kadarla kalsa idi, çok yanlış mâna çıkardı. Çünkü
Harun (a.s.)da Peygamber.
(Musa'nın yanında Harun (a.s.) nasılsa benim yanımda da
Hz, Ali öyleIdir diyor. Bundan Ali de Peygamber manâsı
çıkar, fakat Peygamber (Efendimiz "ancak benden sonra
Peygamberlik yoktur." buyuruyor.1955[4] Yani Musa, Harun'u
ne kadar severse, ben de Hz. Ali'yi o kadar severim
anlamında söylemiş, benden sonra Peygamberlik yok
kaydını getirmiş, yanlış anlamayı önleme babında söylenmiş
bunlar.
Onun için biz de konuşmalarımıza dikkat edeceğiz. Bir de
Nahl 36. ayette, "Biz her ümmete, her topluluğa bir
Peygamber gönderdik. Niçin gönderdik? Allah'a ibadet
etsinler ve Allah'tan başka kendisini Rab yerine koyanlardan
kaçınınız diye Peygamberlik gönderdik diyor Allah (c.c).
Yani bugün Allah'tan başka kendi koyduğu kuralları bize
zorla kabullendirmeye çalışanlardan ve yürürlüğe koymaya
*zorl ay anlardan uzak durmamız için Peygamberin
gönderildiğini söylüyor Rabbim.

1955[4]
Ahmet b, Hanbel Müsned 3/338
"Ben sizin için Allah tarafından bir nezirim, uyarıcıyım ve
beşirim, müjdeciyim." buyuruyor Peygamber Efendimiz
(s.a.v.)-Yani Allah (c.c.) Peygamber Efendimize böyle
demesini istiyor. Ben size Allah katından bir uyarıcıyım ve
müjdeciyim.
Uyarıcı, bazı meallerde korkutucudur o da doğrudur aslında
ama, Arap bugün için şöyle kullanıyor. Bu alarm zili içinde
"İnzar" kelimesini kullanıyor. Yani bir olayın bir tehlikenin
habercisi anlamında aynı kelimeyi kullanıyor. Peygamber
Efendimiz (s.a.v.) de kendisini "Ben çıplak uyarıcıyım"
manasında Arab'ın dilinden konuşuyor. 1956[5] Tabii
çıplağın'üryan tercüme edilmesi iyi değil. Arab'ın dilinde bu
bir deyimdir. Deyimlerin tercümesi biraz zordur.
Arab'ın dilinde bu şudur. Olayın vahametini, şiddetini,
korkunçluğunu, anlatabilmek için bir adam yatağından
fırlayıp sokakta bağırıyor. Elbisede giyecek zamanı
kalmamış. İşte buna "Komşular uyanın, mahallede yangın
var" diyecek adam. Gerçekten yangı........ varsa elbise
giymesine zaman yok çıplak, veya Mekke'ye bir saldırı
olacak beş km. ileriden biri görmüş, onu haber vermek
üzere gelen adam atın üzerinde elbisesini çıkararak gelirmiş.
Çıplak olarak görülünce Mekke halkı da hemen faaliyete
geçermiş. Yani bu çıplak gelen bize çok büyük bir tehlikeyi
haber veriyor diye. Peygamber Efendimiz de kendisini o
adama benzetiyor. Diyor ki: "Ben çıplak uyarıcıyım" diyor.
Neden uyarıyor, eninde sonunda birgün öleceksiniz, kabir o
Cehenneme giden bir kapı olabilir. Cennete giden bir
bahçede olabilir. Sizi öyle bir ateşe düşmekten
sakındırıyorum. Kur'an'da Efendimizin bu oluşu,
Cehennemden sakındırışı ve de yani Cennetle, dünyada
devlet, ahirette Cennetle müj-deleyiverişi de Kur'ân-ı
Kerîm'de çok tekrarlanmıştır. 1957[6]
1956[5]
Buharı K.Rikak 36
1957[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/13-14.
3- Rabbinize istiğfar edesiniz, sonra tevbe edesiniz ki sizi
belirlenmiş zamana kadar güzel bir şekilde faydalandırsın ve
her fazilet sahibine lütfundan versin. Eğer yüz çevirirseniz
büyük günün azabının sizin üzerinize olmasından korkarım.
Rabbinize istiğfar etmek için, yaptıklarımızdan dolayı
Rabbimize yönelip "Ya Rabbi af talebinde bulunuyoruz, biz
bundan vazgeçtik, istemeyiz. Bundan sonra bunu
yapmayacağız, geçmişte yaptığımızdan dolayı pişmanız,
affını istiyoruz" diye tevbe edeceğiz. Sonra Ona tevbe
ediniz ki belirli bir zamana kadar sizi en güzel şekilde
ni'metlendirsin. Yani istiğfar, tevbe bize bu dünyada da
ni'metler bahşediveriyor Allah (c.c.) böyle haber veriyor.
Günümüzde bu ayet-i kerimeyi duyunca insanın aklına şu
gelebilir. Yani Rabbin diyor ki Allah'a istiğfar edin. Allah'a
ibadet edeceksiniz, Peygamberin olduğunu kabul
edeceksiniz. Cehennem'in den sakınacak, Cennetini arzul
ayacaksın iz ve yaptığınız kötülüklerden dolayı da Allah'a
istiğfar edeceksiniz, tevbe edeceksiniz. Eğer bunları
yaparsanız dünya hayatınız da güzel olacak diyor Rabbim.
Ama bazı şeytan mantığı ile hareket eden adamlar diyorlar
ki: "Vallahi hoca, İslânıî kurallara uyacak olursam elimdeki
gider benim, zaten biz bunu gayrî meşru yollardan elde
ettik. Bu rahata oradan kavuştuk, Müslüman kardeşlerimden
tanıdığım var. Beş vakit camiden çıkmıyor, üçaylar orucu
tutuyor. Ama maddi durumu da hiç düzelmiyor" diyor.
Söylediği bayağı mantıklıdır. Mantıklı gibidir, dış
görünüşte. Allah (c.c.) size dünyada güzel ni'metler
vereceğini vadediyor, ama Allah dininin hâkimiyetini de
şart koşuyor.
Yani bir kara parçası üzerinde Allah dininin hakim
olduğunu görürsek orada insanların mutlu olduğunu da
görürüz. Yoksa bir tarafta kâfir bir sistem hakim olacak,
onun içinde Müslümanlar ferdi olarak rahat edecekler,
mümkün değildir. Bu mümkün değildir. Zaten burada da
hep çoğul siğası ile söylüyor Rabbim. Rabbinize tevbe
ediniz.
Önce istiğfar ediniz. Sonra tevbe ediniz ki Allah sizi güzel
ni'metlerle ni'metlendirsin diyor. Dünya da, belirli bir
zamana kadar, ölünceye kadar ni'metler versin diyor. Ama
bunu çoğul halinde, yani bir millet olarak biz bunu
yapacağız. Ya Rabbi günahlarımıza istiğfar ediyoruz.
seksen senelik, yüz senelik bir küfrü deneme dönemimiz
vardır. Bundan biz netice alamadık, Ya Rabbi, biz bundan
dönüş yapıyoruz gayri. Neye dönüş? İslâm'a dönüş bu tabiri
kullanacağız. Geriye dönüş tabiri kullanmayacağız. Ne
demek geriye dönüş, Öyle birşey yok. Kur'ân-ı Kerîm'de de
Hadis-i Şerifte de öyle birşey yok. İslama dönüş var. Hani
Mehmet Akif merhum da:
"Kapılmak istemezlerse seylabı eyyama Rücu etsinler artık
şadın İslâm'a." der.
Yani tekrar İslâm'a dönüş yaparsak bize Allah (c.c.) yine
güzel ni'-metler vereceğini vaad ediyor ki zamanla vermiş.
Sahabe daha Mekke ve Medine'nin dışına çıkamazken,
tüccarları müstesna, orada bir çöl hayatı yaşarken bir de
bakmışsınız ki binlerce yıldan beri çölü aşamayan insanlar
Kudüs'ü fethetmişler, dünyanın en büyük imparatorluğu ki
iki imparatorluk var. Bizans, bir de İran imparatorluğu,
ikisine de son vermişler. İran'ın bütün sarayları ellerine
geçmiş, Azerbaycan'a kadar gitmişler ve orada Türklerin
Müslüman olmasına sebep olmuşlar. Türkler de, Müslüman
olduktan sonra "Kur'ân-ı Kerîm'i siz bugüne kadar taşıdınız,
bundan sonra da biz taşıyalım" demişler. Ta Viyana ka-
pılarına kadar varmışlar. Ona sarıldıkları müddetçe Allah
(c.c.) bu dünyada da güzel ni'metleri onlara bahşetmiş
vermiş. Ne zaman ki sırt çevirmişiz, Allah (c.c.) da bizim
elimizden bu nimetleri almış.
Ve Allah (c.c.) her iş yapana mükâfatını verir ama, yüz
çevirirlerse işte o büyük günün azabından sizin üzerinize
gelecek, büyük günün azabından ben korkarım diyor
Peygamber Efendimiz. Yani Peygamber Efendimiz'in
merhameti de vurgulanmış oluyor burada. Cehenneme gi-
decek olan başkası, kendisi değil ama Peygamber Efendimiz
(s.a.v.)'e öyle bir merhamet vermiş ki, zaten Kur'ân-ı
Kerîm'de de "Seni alemlere rahmet olarak gönderdik" diyor.
İnsanların Cehenneme gidişinde en büyük acıyı duyan da
yine Peygamberlerdir. Ben diyor, o büyük azandan, sizin
hakkınızda ben korkuyorum, diyor Peygamber (s.a.v.) 1958[7]

4- Dönüşünüz ancak Allah'adır. O herşeye gücü yetendir.


Gitmem diyeni yok hiç. Allah'ı inkâr eden var bu
memlekette, çok az kelaynak kuşları kadar da olsalar var da,
ölümü inkâr edeni hiç yok.
Çünkü babası öldü, anası öldü, dedesi öldü, yakınları öldü
gözleriyle gördü. Bir dönüş var. Onun için Kur'ân-ı
Kerîm'de isteyerek veya istemeyerek Allah'a itaatla,
ibadetten bahseder Rabbim. Biz mü'minler isteyerek,
kâfirler de istemeyerek giderler. Mevlana bunu açıklarken
derki: "Değirmen taşının üzerindeki iki karınca gibi mü'min
ve kâfirler. Değirmen taşının üzerinde iki karınca var,
değirmen taşı dönüyor. Karıncanın biri dönüş istikametinde
gidiyor. Kolay bunun işi. Öbürüsü ise inat olsun diye tersine
gidiyor. Dönüş istikametinde dönmüyor. Ama yine dönüyor
aslında, ama o, inat ettiğinden dolayı bu tarafa gittiğini
zannediyor." Yoksa bu imansızların hepsi eninde sonunda
Allah'a doğru gidiyor. Şöyle de bağırıyor: Ben senin
varlığını kabul etmiyorum. Etme ama geliyorsun, bana
doğru geliyorsun. Dönüşünüz Allah'adır. Ve O herşeye gücü
yetendir. Dikkat et uyanık ol, bu ogün için Efendimiz
(s.a.v.)'e, bugün içinde bizedir. 1959[8]
1958[7]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/15-16.
1959[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/16-17.
5- İyi bilin ki onlar (münafıklar) ondan gizlenmek için
göğüslerini eğerler. Yine iyi bilin ki onlar elbiselerine bü-
ründüklerinde de, gizlediklerini de, açıkladıklarımda (Allah)
bilir. O gönüllerin kendini bilir.
O kâfirler ondan gizlenmek için göğüslerini döndürürler,
eğerler. Peygamber Efendimiz'i gördüklerinde
görmemezlikten gelmek için sırt çeviriıiermiş veya gizli
yerlerde bir suç işleyeceklerinde önlerine eğilirler orada
yaparlarmış, gökten Allah görmesin diye.
Yine uyanık ol ki, onlar elbiselerine büründüklerinde de
göğüslerini böyle gizlenmek için döndüklerinde veya
eğildiklerinde de Allah onların gizlediğini de, açıkta olanı
da bilir.
Yani bu keratalar "Vay efendim eğilirsek Allah göremez "
öyle bir inanç da yanlış. Veyahutta yatağın içinde yani
yorganı üzerimize çekersek, üzerimize bir örtü örtersek
günahımızı göremez anlayışı içinde gizli yerlerde günah
işleyenlere Rabbim diyor ki: "Sizin açıkta yaptığınızı da,
gizli yaptığınızı da Allah bilir." O, değil onları, gönülden
geçeni de bilir. Gönülden geçeni bildikten sonra daha
gökyüzünde, yeryüzünde gizli kalan hiçbir şey yoktur. Hani
biz de gizliliği anlatmak için şöyle derler. "Karanlık bir
gecede kara taşın üzerinde yürüyen kara karıncanın ayağının
hareketini görür Allah (c.c.) "derler.
O gönülden geçeni bilir. Gönülden geçenin bize göre maddi
varlığı yok, onu bile bildiğine göre, Allah'a (c.c.) gizli
birşey yoktur. Onun için bazı insanlar yaptıklarını
insanlardangizliyorlar. Mesela hırsızlık yapan gizliden
yapıyor, zina eden gizliden yapıyor. Bazı suçları gizli yer-
lerde yapıyor insan ama bilsin ki nerede yaparsa yapsın
Allah'ın verdiği elle yapıyor. Allah'ın verdiği dille yapıyor.
Allah'ın verdiği bedenle yapıyor, onu yaratan da onun ne
yaptığını, ne düşündüğünü bilmektedir. İnsanlar bilmiş
olsalar bile cezalandırmaları azdır veya geçicidir. Allah
(c.c.) cezası daha şiddetlidir. Ondan daha çok korkmamız
gerekiyor. İnsanlardan fazla Allah (c.c.) dan korkmamız
gerekiyor.
Şimdi, peki, bildiğini nereden bilelim. Allah (c.c.) herşeyi
bilir diyoruz ya, bildiğini biz görelim. Yani mesela Allah
(c.c.) "Ölüleri ben diriltirim" diyor da İbrahim (a.s.) "Ya
Rabbi nasıl diriltirsin" Allah'a soruyor. "Yoksa iman
etmiyormusun" diyor İbrahim (a.s.)'a "Evet" diyor. "Ya
Rabbi iman ediyorum, Sen ölüleri diriltirsin ama ben de
şöyle gözümle göreyim de kalbim mutmain olsun"
diyor.(Bakara ) Belki bizim mantığımızla Peygamber
konuşuyor böyle. Yani bizim mantığımıza indiriyor olayı.
Rabbim de yine gönülden geçeni bilir. Onların gizli de ve
açıkta olanını bilir diyor. Peki bildiğini nereden
bilelim. 1960[9]

6- Yeryüzünde kıpırdayan hiçbir şey yoktur ki rızkı Allah'a


ait olmasın. Onların duracak yerlerinide, emanet bı-
rakıldıkları yeride bilir. Hepsi apaçık bir kitapdadır.
Yeryüzünde kıpırdayan hiç bir canlı yoktur ki rızkı Allah'a
ait olmasın. Yani kıpırdayan her canlının rızkını Allah (c.c.)
verir. Bu kadar mı, değil. Onların karargahını bilir. Yani
insanların evini, böceklerin hücresini odasını, veyahutta
kovuğunu bilir ve onların dolaştığı yerleri bilir. Ve onların
nerede öleceğini dahi bilir. Onların, insanın, çocuğun ana
rahmin de durumunu bilir. Doğunca nerelerde yaşayıp
öleceğini bilir.
Bunların hepsi herşeyi apaçık yazan Kitap'dadır diyor Allah
(c.c). Tefsirciler buna "Levhimahfuz" diyorlar. Bunu
gerçekten hayatımızda görüyoruz. Bu televizyonda bazen
belgesel yayınlanıyor. İşte filan denizde 10 bin metre

1960[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/17-18.
derinlikte tırnak büyüklüğü kadar bir canlı, taşın üzerinde
doğar orada ölür. Onun rızkını da Allah onun ayağına böyle
akıtır. Onda güzel bir koku vardır. Onun rızkı ona doğru
gelir, o da onu kapı verir. Böylece geçinir gider ve buna
benzer böyle çok canlı olduğunu görüyoruz.
Rabbim hepsinin rızkını ayağına götürüyor. Mehmet Akif
merhum, bu ayet-i kerimeyi tefsir ederken, Safahatında
bunu hocanın biri vaaz etmiş. "Herkesin rızkını Allah verir
demiş" diyor. Çalışmaktan bıkmışın biri de "Yahu Allah
madem verir, çalışmaya ne gerek var" demiş. Dağda bir
mağaraya gidip orada ömrünü çalışmadan geçirecekmiş. Gi-
derken bakmış ki yolda topal bir tilki açlıktan inliyor, ona
bakarken bir de bakmış karşıdan bir arslan kükreyerek
iniyor. Arslanın korkusundan bu adam ağacın tepesine
çıkmış, olayı oradan seyrediyor. Arslanın ağzında bir ceylan
varmış, yakalamış onu yamaçta yemesi zor olduğundan
sürüyerek getirmiş. Tilkinin yanına kadar gelmiş, düzlükte
yemeğe başlamış. Yemiş yemiş karnı doyduktan sonra
çekmiş gitmiş. Derken tilki de sürünerek bir adım
ilerisindeki ceylanın yanma varmış ve artığı da o yemiş.
Derviş demiş ki "Hocanın dediği doğru Allah tilkinin bile
rızkını ayağına getirdi" demiş. Çekilmiş mağaraya birgün
beklemiş, gelen giden yok. İkinci gün beklemiş, yine yok.
Üçüncü gün ağzı açlıktan köpürmeye başladı ve kendi
şuurunu kaybetmeye başladı diyor. Dördüncü gün böyle
açlıktan ne yaptığım, ne ettiğini bildiği yok. Hani insan
iyice hastalanırsa veya rahatsızlanırsa dengeyi kaybederse
sesler duymaya başlar. Böyle bir halde iken ses geldi. "Bre
arslan gibi eli kolu tutan adam! Niye arslan gibi davranıp
mal mülk kazanmıyorsun.?, topallar senin artığından yesin.
Sen kendin topal tilki gibi olmaya özenme Kalk sende
arslan gibi kazan da, kazanmayanlar senin artığından yesin"
diye bir ses kulağına geldi. Oradan çıktı çalışmaya başladı
diyor.
Yani insan çalışacaktır ve çalıştığının neticesinde rızkım
yiyecektir. O ayrı. Arap şairi güzel bir şiir söylemiş bu
konuda, diyor ki: "Ekmek gölge gibidir. Gölgenizin
peşinden ne kadar koşarsanız koşun ulaşamazsınız." Yani
güneş arkanızdan vursa önünüzde gölgeniz olsa, ayaklarımı
başıma vuracağım diye koşsanız ulaşamazsınız. Dönüverin
de gölge arkanızdan gelsin diyor. Yani gölgenin peşinden
koşmayın, tam ters istikamete yürüyün de gölge arkanızdan
gelsin diyor.
Ben de bu anlamda "Köleliğin alfabesi, hürriyetin elifbası"
isimli kitapçığımda buna benzer bir söz yani,
okuyuşunuzda, üniversitede, diğer okullarda, okurken,
ticaret yaparken, ne yaparsanız yapın, ekmek için yapmayın.
Hizmet için yapacağım deyin, hizmet için okuyacağım
deyin. Ama ekmek onun arkasından gelir ayrı.
İki çocuk düşünün, üniversiteye kaydolurken birisi diyor ki,
mühendis olacağım veya doktor olacağım veya ilahiyat
fakültesini bitireceğim hoca olacağım, işte bin ekmek elde
edebilecek maaş alacağım, bir milyon maaş alacağım veya
ikibin ekmek alabilecek maaş alacağım. Çocukları
okutmaya başladığımızda birinci sınıftan itibaren, "Aman
oğlum oku, oku da adam ol." Yani devlet çiftliğine yerleş.
"Ne olacak babt orada,?" "Ayda ikibin ekmek var oğlum"
diyor. Bu iki veya bin ekmeğe kaç yıl koşacak 15 yıl. İlk
okul, orta okul, lise ve üniversite onbeş yıl koşacak. Birinci
sene geçti maşaallah 14 sene, ikinci seneyi geçti 13 sene
kaldı. İşte 12 senen, 11 senen, 10 senen kaldı.....Derken
üniversiteyi bitiriyor. Koşucular 10 bin metreyi koştuktan
sonra ödül alıp kupa aldıkları gibi bu da 15 yılı koştuktan
sonra bin ekmeğe kavuşuyor.
Nasıl olsa buna kavuşacak adam, buna başlatılırken "Oğlum
bak hoca olacaksın ama bu İstanbul şehrini alıp Allah'ın
kitabım hâkim kılacaksın ona göre kendini yetiştir." Yani
her yönüyle bu insanları etkileyebilecek bir hoca ol. Kur'an-
ı iyi öğren, sünnet'i iyi öğren, diplomayı eline al. Ekmek
arkandan gelsin gölge gibi. Ama ekmeği hedefleyecek
olursanız, adam ekmeği alınca da durakalıyor, Fakat hizmeti
hedefleyecek olursanız hem hizmet eder, hem de ekmek
gölge gibi arkasından geliverir.
Hûd sûresinin 6. âyet-i kerimesini hiç unutmayacağız.
Herkesin rızkını Allah verir. Yalnız şart koşmuş,
"kıpırdayan her canlının" biz kıpır-dayıvereceğiz,zaten
çalışmalarımız kıpırdamakdır bizim. Rabbim En'am
sûresinin 38. âyet-i kerimesinde de "Yeryüzünde kıpırdayan
canlı yoktur ki, gökyüzünde iki kanadıyla uçan hiç bir kuş
yoktur ki, onlar da sizin gibi bir ümmettirler "buyuruyor.
Ümmet kelimesini kullanmış, yani bir toplulukturlar onlar.
Yine En'am sûresi 59. âyet-i kerimesinde "Toprağın
derinliklerindeki taneyi de Allah (c.c.) bilir. Ağaçtan düşen
bir yaprağı da Allah (c.c.) bilir."
Yani ağaçtan düşen yaprağı bilen, toprağın derinliklerindeki
taneyi bilen ve onu çiçeğe dönüştüren Allah'a (c.c.)
güvenmemiz yetiyor, bizim o yolda çalışmamız
yetiyor. 1961[10]

7- Hanginizin amelinin daha güzel olduğunu ortaya çı-


karmak için gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur. Arşı su
üzerinde idi. Eğer sen; "Siz öldükten sonra muhakkak
dirileceksiniz" dersen, şüphesiz kâfirler: "Bu ancak apaçık
bir sihirdir" derler.
Allah (cc)'ün Arşı su üzerinde idi. O Allah (c.c.) ki yeri ve
gökleri altı günde yarattı. Yeri ve göğü niçin yarattı?
"Hangimizin işinin, amelinin daha güzel olduğunu denemek
için, imtihan etmek için" kendisi bildiği halde, burasını
unutmayacağız kendisi bildiği halde.
Bazıları da; şöyle bir öğretmen emeklisi arkadaş gelmiş,

1961[10]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/18-20.
"Hocam, bildiği halde niye imtihan ediyor?" diyor. Yani
bizi alsaydı yaratmadan gönderseydi, ben yaratmadan da
senin Cehenneme gideceğini biliyorum, hadi Cehenneme,
ben senin Cennete gideceğini biliyorum hadi Cennete dese
idi olmaz mıydı bunları biliyor muydu? Biliyordu, öyle ise
getirmeye ne gerek var? diyorlar.
Okulda bir sene okuttuğun talebelere haziran ayının başında
desenki: "Yavrularım hepinizin sene içindeki durumunuzu
biliyorum. Şu yirmi kişiden on kişi sınıfı geçecek, derslerine
iyi çalıştılar. Diğer arkadaşlarınız ise kalacaklar, yani seneye
imtihana da gerek yok. Zaten imtihanı yapsam da
kalacaksınız, yapmasam da kalacaksınız" dersen, o on talebe
imtihanı ister mi istemez mi? Yani, tamam hocam biz bili-
yoruz durumumuzu. Kalalım derler mi demezler mi?
Tabiki demezler "Hocam imtihanı yap, başaran geçsin,
imtihanı başaramayan kalsın" derler, demek ki imtihanı
isterler. Peki imtihan oldular, gerçekten de kaybettiler. İşte
kaybedince itiraz hakkı gider, o zaman vay hocam ben
onluk yazdıydım da sen bana 3.5 vermişsin, o zaman
kağıdını çıkarır şu sorunun cevabı budur, bu sorunun
cevabını böyle yazmışsın der. Buna rağmen öğretmenler
bilirler itiraz olur. Hocam ben 9 tuk yazdım, sen 3
vermişsin, bana gıcık gidiyorsun, ondan yapıyorsun bunu
derler öğrenciler.
İnsanoğlu da ahirette, Kıyamette amel defterini görünce
şöyle bir bakacakmış: "Ya Rabbi bu yanlış, bu başkasının
defteri. Bu benim değil" diyecekmiş. Ama Allah (c.c.) "O
zaman ellerini konuştururuz" diyor. "Ayaklarını
konuştururuz." Yani o işleri yaptığına dair ayaklarını ve
ellerini konuştururuz diyor. 1962[11]
Bir de bu âyet-i kerime de bizim dikkatimizi çeken
"Hanginiz çok amel işleyecek, onu denemek için" demiyor.

1962[11]
Yasin 65
Rabbim "Hangimizin ameli daha güzel onu denemek için"
diyor. Demek ki biz amelimizin çokluğundan ziyade güzel
olmasına dikkat edeceğiz.
Bazı arkadaşları görüyoruz, biz bir rekatı kılmcaya kadar 4
rekatı kılıp oturuyor. Ne yapar, nasıl yapar, nasıl okur
mümkün değil. Yani akıl ermiyor bu işe. Bu arkadaş sabaha
kadar yüz rekat kılacağına öbür taraf da bir arkadaş 4 rekat
kılsın yeter. Yani bu hareketle yüz rekat kılacağına bir adam
4 rekatlı namazı kılsın, nafile namaz kılsın, yüz rekata değil
bin rekata bedeldir bu.
Bu durum her hareketimizde böyledir. Elbise dikiyorsunuz,
atölyenizde eğru büğrü gidiyor dikişleriniz. Ama 100 tane
çıkarıyorsunuz. 100 tane yapacağına 10 tane yap. Çünkü
adam defolu diye geri gönderir bu sefer bütün mallan.
Yani çok yapacağına güzel yap veya güzeli çok yap. Güzeli
çok yapmak yasak değil, ama güzel olması şarttır. Amellerin
güzel olması bu ticaretinizden, ziraatinizden, siyasetinizden,
ibadetinize kadar her yönüyle yapacağımız işin güzel olması
istenmektedir.
Kıyametten bahsedecek olursan, oradaki insanların
diriltileceğim, hesaplar görüleceğini, herkesin yaptığının iyi
veya kötü karşılığını mutlaka bulacağını bahsedecek olursan
o zaman da o kafirler; bu sihir yapıyor, bunun yaptığı apaçık
bir sihirdir derler diyor.
Günümüzde bu sihir kelimesini pek kullanmıyorlar da
günümüzün kâfirleri, ahirete iman etmeyenler, Türkiye'deki
kâfirler bu âyette bahsedilenlerden farklıdır. Niye anasında,
babasında ve çevresinde, farkına varmadan bir ahiret inancı
var. O zorla inkâra kalkıyor. Var olan bir-şeyi atmaya
çalışıyor. Eğer Cennetin güzelliklerinden, Cehennemin
dehşetinden bahsedecek olursan, ahirete inanmasa bile,
"yahu bu işi bırakalım fazla derine dalmayalım" derler.
Şöyle aleve düşü verecekmiş gibi bir hal alıyor. Yahu fazla
derine dalmayalım, bırakalım bu konuyu, geçelim başka bir
şeye deyiveriyor insan. 1963[12]

8- Eğer onlardan azabı sayılı bir ümmete kadar geciktir-sek


"O azabı tutan nedir?" derler. İyi bilinki onlara gelecek olan
gün onlardan geri çevrilemez ve kendisiyle alay ettikleri
(azab) da onları çepeçevre kuşatmıştır.
Belirli bir zamana veya sayılı milletler ve devletler gelip
geçinceye kadar onlardan azabı tehir edersek, şöyle derler
muhakkak. "Yahu bu azabı engelleyen nedir." Kıyametin
dehşetinden bahseden âyet-i kerimeler var, daha önce geçti.
Özellikle Mekke'de nazil olan âyet-i kerimeler Kıyametin
dehşetinden çokça bahsediyor.
Ama adam duymuşki ilk İslâm nazil olmaya başladığında
Kıyamet alametlerinden ve dehşetinden bahseden âyetleri
duymuş, aradan üç sene geçmiş, beş sene geçmiş kıyamet
kopmuyor. Derlerki: "Yahu bu niye gecikiyor, bunu
engelleyen nedir." "Uyanık olun, bilin ki onlara o
gün gelir. Onlardan geri çevrilmişde değildir. Yani bu
birgün gelecektir. Ve onların alaya aldıkları şey de onları
kuşatmıştır" diyor.
Yani Allah'ın azabı onları kuşatmıştır. Onlar Kıyametin
gelmeyeceğini, olmayacağını, vukuu bulmayacağını alaya
almışlar, dalga geçmeye başlamışlar. Allah (c.c.) da diyor
ki: "O gün bir gün gelir ve onlarda alay ettiklerinden dolayı
o günahları kendilerine bir ateş olarak etrafını çevirir" diyor
Allah (c.c). Bundan sonra insanoğlunun karakterine dik-
katimizi çekiyor.1964[13]

9- Eğer insana tarafımızdan bir rahmet tattırsak, sonrada onu


ondan çekip alsak şüphesiz o ümitsiz ve nankör olur.
İnsana bir güzellik, rahmet, bir hayır tattırmış olsak, sonra
da o hayrı, o mülkü, saadeti elinden çekip çıkarıversek bu
1963[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/20-22.
1964[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/22-23.
sefer o bir de bakıvermişsin çok ümitsiz ve de nankör bir
adam olmuş çıkmış. İyiliklei veriyorsun, makam, mal, mülk
her türlü ni'metlerin içinde yüzüp gidiyor. Derken bunları
alıverdi mi boynu bükük, herkese küskün, kırgın ve de
nankör, Allah'a isyankar, ne verdin de ne aldın ki, niye
aidiydi, ben: mi bulduydu gibi isyanlar başlar. Daha çok
kâfir kesimde. 1965[14]

10- Ve eğer ona dokunan zarardan sonra ni'meti tattır sak


elbette "kötülükler benden gitti" der. Şüphesiz o sıma rıktır,
böbürlenendir.
Kötülüklerden, fakirlikten, zarardan sonra Allah ona ni'meti
tattım sak şöyle der: Kötülükler benden gitti. Fakat o
şımarır, böbürlü ve k: birli bir adam olur çıkar. Fakirlikten
zengin olacak olursa şımarık ve d kibirli bir adam olur.
Kâfir için bu hani sonradan görmüş diyoruz. Türkçe
karşılığı; " sor radan görmüş, gök görmedik" diyoruz
Anadolu tabiriyle. Ama mü'mi kesimi de tarif ediyor Allah
(c.c). "Verdiklerimden dolayı şımarmay; smız.
aldıklarımdan dolayı da ümitsizliğe düşmeyesiniz diye"
diyor A
lah (c.c.).1966[15] Yani mü'min insan verildiğinde şımarmaz,
alındığında da üzülmez, nankörlük yapmaz. Bunu şöyle
özetlemiş şairimiz."Ne varlığa sevinirim, Ne yokluğa
yerinirim."
Bu âyetin Türkçe tercümesidir. Hadîd sûresinin 23. âyet-i
kerimesinin Türkçe tercümesi "Ne varlığa sevinirim, ne
yokluğa yerinirim" Bu çalışmayı engelleyen bir söz değildir.
Çalışılır. Çalışıyorsunuz, çalışıyorsunuz elinize bir ni'met
geçmiş, derken birgün kaybedilivermiş, değişen birşey yok.
Evinizi de, çoluğunuza, çocuğunuza, eşlerinize, dostlarınıza
yine gülümseyeceksiniz.
1965[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/23.
1966[15]
Hadid/ 23
Bakara sûresinde tefsiri geçti. Öylesine fakir insanlar var ki,
cahil insanlar, halden anlayan insanlar onu dıştan baktığı
vakit zengin zannederler. Ben dilencinin bile güzel elbise
giyenini severim. Bazen iş yerlerimize de gelir. Tam traşlı,
gravatmı takar, gömleği hep benimkinden beyaz olur, çok
güzel olur. Günlük nafakasını alır gider. Tahmin ederim
herkesten de almıyor. Belirli yerler var, geçimini temin
etmek için alıp gidiyor. Ütülü elbisesi, bizimki haftada bir
ütüleniyor. Herhalde yalnız yaşıyor. Sormam da ayak üstü
gelir alır ve gider. Sırf güzel elbisesi böyle pırıl pırıl olduğu
için biz de ona veriyoruz. Kimdir, neyin nesidir bilmeyiz.
Âyet-i kerimede Rabbim, cahil ona baktığında adamı zengin
zanneder, aslında adam beş kuruşa muhtaç, bir lokmaya
muhtaç. Yani burada aslında fakir övülüyor. Fakir zillet
içine düşmemelidir. O halde iken bile, ama bazıları da
"zekat verdik adama, şuna bak, şunun elbisesine
benimkinden iyi "diyor. Yahu sevin, seninkinden iyi ise
sevin. Allah'a çok şükür Ya Rabbi biz kazanıyoruz. Ve
bizden daha mağdur olanları bizden daha güzel giydiriyoruz
diye sevinmek lazım.
Böyle bir gönüle sahip olan insan, varlıkta sevinmeyen,
yoklukta yerinmeyen bir insan evinde de mutlu olur.
Dostları arasında da mutlu olur. Heryerde kalbi rahat olur.
Bu kâfirlerin vasıfları yani eline bir ni'met geçti mi şımarır
elinden ni'metler gidiverdi mi de azar nankör olur ve
herşeyden ümidini keser, kendini koyuverir. 1967[16]

11- Sabredip ameli salih işleyenler müstesnadır. İşte onlar


için mağfiret ve büyük mükafat vardır.
Ama sabredenler öyle değildirler. Yalnız sabır edenler değil,
güzel iş yapanlar, ameli sâlih işleyenler öyle değildirler.
Sabredip, yani gelen

1967[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/23-24.
bela ve musibetlere metanetle göğüs gerenler, ya o göğüs
gererken neyi nasıl yapacağını bilip ona göre hareket
edenler, yoklukta yerinmez, varlıkta sevinmezler. Allah
katında mağfiret, af onlaradır. Ve büyük mükâfatta onlar
içindir diyor Allah (c.c).
Yunanlı Müslüman olan ressam kıza dedim ki: "Bak biz
Muhammed'e iman ederiz. Ama nasıl?" "biz şahidlik
yaparız ki Muhammed (s.a.v.) Allah'ın elçisidir. Yani
Kur'anm bize ulaştırılmasında elçilik görevi yapmıştır. Ve
aynı zamanda bu insandır. Yani bir ana babadan dünyaya
gelmiş, çocukluk dönemi olmuş, büyümüş, evlenmiş, çoluğu
çocuğu olmuş, yavrularını bağrına basıp öpmüş, sevmiş,
çarşılarda dolaşmış, yemek yemiş ve insanları dine davet
etmiş, Kur'an-ı bize ulaştırmış ve birgün 63 yaşında vefat
etmiş. Muhammed'i (s.a.v.) böyle kabul edeceksin" deyince
biraz aklına yatmadı bu. Olur mu? dedi. Peygamber dediğin
böyle Allah'ın gücü ile güçlenmesi lazım. "O Hristi-
yanlıktan gelen bir inanç dedim. Biz böyle inanırız,
böylesine bir insan olmamış olsaydı, bize örnek olamazdı."
dedim.
"Bakınız İsa (a.s.)'yı size yanlış tanıttılar. Sen beğenmeyip
dininden çıkıyorsun. Niye? İsa (a.s.)'nın hayatını
yaşayabilecek gücün yok çünkü. İnsan üstü birşey olarak
tanıtıldı size. Sen de "yaşayamam olmaz bu, yaşayamam
mantığa ters düşüyor" diyorsun. Ama benim Peygamberim
mantığıma da ters düşmüyor, benim gibi evlenmiş, çocuğu
olmuş. Çocuğunun adı, benim çocuğumun adma benzer.
Kızımın adını Onun kızının adına benzettim ben, oğlumu
Onun oğlunun adına benzetmeye çalıştım. Yani herşeyimle
Ona benzemeye çalıştım ve bana zor gelen bir tarafı da yok.
Yani öyle bir seviye tutturmuşki Allah (c.c.) Rasulüne bizim
gibi insanların yaşayabileceği bir hayatı yaşatmış Ona ki
örnek olsun diye" deyince bu da hoşuna gitti tabiiki.
Efendimiz de bizim gibi bir insandı onun için burada âyet-i
kerime de "Ben de sizin gibi bir insanım diye bunlara duyur
"diyor. Bize, ilah-laştırmayın ama bana vahiy geliyor diyor.
Yani Peygamber Efendimiz'e vahiy geliyor, bizden farklı
tarafı bu, birçok farklı tarafı var ama insan olduğunu
unutmuyoruz. İnsan olduğu için Peygamber Efendimizin de
gönlü bazı olaylarda sıkışıyormuş. Yani gönül darlığı
oluyor. Nasıl, niye? Mekke müşrikleri sana inanmayız,
senin söylediklerin sihirdir diyorlar, bizi kandırıyorsun
diyorlar. Ahiret mi varmış canım diyorlar. Bütün bunları
öylesine tekrarlıyorlarki Peygamber Efendimiz'e bir âyei
nazil olduğunda gidip yine aynı adamlara anlatacağında
sıkıntı duyarmış. Ya Rabbi yine bunlar inkâr edecekler
diyor. Ama Rabbim uyarıyor.1968[17]

12- Onların "Ona bir hazine indirilmeli veya beraberinde bir


melek gelmeli değilmiydi" demeleri nedeniyle göğsün
daralacak belki de sana valıyolunanın bir kısmını (okumayı)
terkedeceksin. Ancak sen bir uyarıcısın. Allah herşeye
vekildir.
Onların sana madem bu Peygambermiş beraberinde
hazineleri de olsaydı, madem bu Peygambermiş, yanında bir
melek olsaydı da melek bize deseydi ki bu Peygamber,
deseydi ya! Yanında hazineleri yok, yanında melek de yok,
Peygamberlik iddiasında bulunuyor demelerinden dolayı
yüreğin sıkılıyor ve nerede ise bazı âyetleri onlara
duyurmaktan vazgeçeceksin diyor. Peygamber Efendimiz
(s.a.v.)'ın gönlünden bazı şeyler geçiyor, bunu söylesem
kabul etmeyecekler, şu âyet-i duyursam reddedecekler, şunu
söylesem bin türlü, kırk dereden kırk türlü su getirecekler
gibi düşünceler var. Rabbim diyor ki: "Senin görevin o
değil, senin görevin sana nazil olan âyetleri bu insanlara
duyurmaktır" Efendim mantığa uyar mı uymaz mı?

1968[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/24-25.
Mantığına uydursun bu adam. Siz niye Allah'ın ayetini onun
mantığına uydurmaya çalışıyorsunuz? Bu şuna benzer,
adamın naylondan bir kabı var, siz buna altından bir hilal
dökeceksiniz. Yahu bunun kabı almaz, yanar buna ben
dökmeyeyim öyle ise altım atıvereyim, öyle değil. Altını
atmayacağız, hilali biz yine yapacağız, onun kalıbını
sağlamlaştıracağız. Yani bu kalıb buna dökülmez diyerek,
elimizdeki altını atmak yerine, onun kalıbını sağlamlaştır-
mak en iyi yoldur.
Bu âyetler bu adamların mantığına uymuyor diye
söylemekten kaçınmak yok. Öylesine çok söyleyin ki
onların mantığı ayete göre ayarlansın. Adamların mantığı
bugün düne kadar komünistliğe ayarlanmıştı. Şimdi yavaş
yavaş dönüyorlar. Birden dönmesi zor, arkadaşlar tele-
vizyona çıkmış: "Vallahi efendim göçen komünistlik
değilde komünistliğin kötü uygulaması" diyor. Ne yapsın
arkadaşı da mazur görün. Çünkü 25 sene üniversitede
okuttu. Televizyonda konuşurken binlerce siyasal mezunu
onun önünde komünstliği öğrendiler. Televizyondan da
seyrediyorlar, hepsi sövmez mi televizyondan "ulan oğlum
sen bize öğrettiydin bunu" diyecekler diye, efendim göçen
komünstlik değil, göçen kötü uygulaması diyerek kurtarma
tarafına gidiyor arkadaşlar.
Şimdi bu arkadaşların beyni ki, Bulgaristan'daki
Müslümanların şu anda lideri durumunda bir zat buraya
geldi görüştük, ismini söylemeyeyim. O diyor ki: "Biz
Müslümanız, ama mantığımız komünist mantığı ile gelişti,
herşeyi ona göre değerlendiriyoruz. Türkler olarak
Müslümanız, fakat ayetin birçoğunu inkâr edecek
durumdayız, mantığımız ona göre geliştirildi.
Benim" Allaha İman ve Altı Esası" kitabımın tercemesini
yapmaya başlamış. "Bu güzel diyor. Bunda adamın aklında
belirebilecek sorunun cevabı var, ama ilmihal kitabında bu
yok. İlmihal kitapları da güzeldir. Müslüman için güzeldir.
Müslüman olmuş bir adama abdestin farzı dörttür. Şuraları
şuraları yıkayacaksın, ayağı mesh edeceksin veya topuğa
kadar yıkayacaksın. Ama bizim insanımıza abdestin faydası
anlatılmalıdır "diyor.
"Çünkü biz faydacılık dininden geliyoruz. Herşeyi ekmek
hesabıyla yapmışız bugüne kadar. Bundan ne çıkar sağlarız
diye yapmışız biz bu hesabı. Yani mantık olarak komünist
mantığı hala daha var. %99 bu ama inanç olarakda %99
Müslümanız orada %100', Müslümanız" diyor. Onun için bu
insanların mantığını düzeltmemiz gerek, yoksa Allah'ın
ayetini onların mantığına uydurmak iş değildir.
Sen her halükârda Allah'ın âyetlerini onlara duyur. Onlar ne
diyorlar? Madem ki Peygamber yanında hazineler olsaydı
veya melekler olsaydı diyor. Rabbim diyor ki: "Sen
uyarıcısın, sen görevini yap." 1969[18]

13- Yoksa "Onu (Kur'anı) kendisi uydurdu" mu diyorlar.


Deki: "Eğer doğru söylüyorsanız, haydin Aîlah'dan başka
gücünüzün yettiği herkesi çağırın ve onun benzeri uydurma
on sûre getirin."
Herşeye vekil olan, herşeyi yöneten, yönlendiren Allah
(c.c.)'dür. "Yoksa bu Peygamber bu Kur'an-ı kendisi
uyduruyor mu?" diyorlar. "Madem öyle Muhammed bu
sûreleri uyduruyor. Siz de on sûre uydurun bakalım bir,
hatta kendiniz de yapmayın. Eğer doğru söylüyorsanız
Allah'tan başka kimden yardım isteyecekseniz, onları da
çağırın. Onlarla beraber Kur'an'm bir benzerini yazın veya
on sûre benzerini yazın, veya bir sûre benzerini yazın" diyor
Allah (c.c).
1400 senelik zaman içinde bu yapılamamıştır. Yani
dinimizin güzelliği, özelliğinin, yüceliğinin delillerinden bir
tanesi de bu. Binlerce düşmanı var, milyonlarca düşmanı

1969[18]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/26-27.
var. Özellikle ilim adamlarından düş-
man yetiştirmiştir Batı. Müsteşrik dediğimiz, şarkiyatçı
diye, müsteşrik diye bilinen veya oryantalist diye bilinen
adamlar sırf bunun için yetiştirilir.
Yani İslâm Dini'ne neresinden girelim, Onu yok edelim diye
devlet bütçesinden para ayrılarak bu adamlar yetiştirilir. Ve
bu adamlar çok güzel Arapça'yı da öğrenmişlerdir. Arap
aleminde Arap olmadığı anlaşılmamış, bütün Arap alemini,
Suriye'yi, Mısır'ı, Kahire'yi, Ezher de ders vermiş, Suud'a
gitmiş, Suud'un o günkü krallarını Osmanlı'ya karşı
ayaklandırırken bu adamın Avrupalı olduğu bilinememiştir.
O kadar güzel Arapça biliyor, ama Kur'an'ın bir benzeri bir
sûreyi söyleyememişlerdir. Hatta bu konuda komisyonlar
kurulmuştur, ama başarılama-mıştır. Çünkü insan
unutkandır, zayıfdır. Geleceğin ne getireceğini bilmeyen bir
insan, kendisi bir kitap yazsa bile üçyüzüncü sayfaya geldi-
ğinde birinci, onuncu sayfada neyi nasıl yazdığını, bakarsa
bilebilir, bakmazsa unutabiliyor. Onun için hatalarla dolu
yaptıklarımız. Allah (c.c.)'ın âyetleri ise baştan sona kadar
birbirine uyumludur. 1970[19]

14- Eğer cevap veremezlerse bilinki o Allah'ın ilmiyle in-


dirilmiştir. Ve ondan başka ilah yoktur. Artık Müslüman
oldunuz mu?
Eğer sana cevap veremezlerse yani bunu yapamazlarsa, yani
Kur'an'ın bir benzerini, bir sûre dahi yazamazlarsa bilinki
mutlaka o Allah'ın ilmi ile indirilmiştir. Ondan başka ilah
yoktur. Bunu iyi bilin. Hâlâ Müslüman değil misiniz? Hâlâ
Müslüman olmayacak mısınız? Hâlâ neden Müslüman
olmaz siniz? diyor Allah (c.c). Bak yapamadığınızı an-
lıyorsunuz, Kur1 anın bir benzerini yazamıyorsunuz. Öyle
ise bunun Allah katından indirildiğini kabul edin ve

1970[19]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/27-28.
Müslüman olun diyor Allah (cc). 1971[20]

15- Kim dünya hayatını ve zinetini isterse onlara orada


amellerinin karşılığını veririz. Onlar orada eksik verilmez-
ler. 1972[21]

16- İşte onlara ahirette ateşten başka birşey yoktur. Orada


yaptıkları boşa gitmiştir ve amelleri batıl olmuştur.
Rabbim İsra sûresinin 15. âyet-i kerimesinde "Kim bu
dünya hayatım isterse ona bu dünyada istediğini veririz."
Adam çalışıyor, çabalıyor mülk ediniyor, para kazanıyor,
İstanbul'un en güzel yerinde bir köşk yapıyor. Allah ona;
"sen gavur olduğun için bunu sana yaptırmam," demiyor.
Yaptığının karşılığını adam alıyor. Rabbim diyor ki: "Kim
de ahireti isterse ona hem dünyayı, hem ahireti veririz"
diyor. Bazıları mü'minin dünya da gözü yoktur diyor.
Mü'minin dünya da gözü var. Dünya Mü'minindir,
Rabbim'indir. Dünyayı Yaradan Rabbim'dir. Yönetme
hakkını da Müslümanlara vermiştir. Öyle ise mü'min bu
dünyayı yönetecektir. Yönetince dünya mü'minin ahirette
mü'minin oluverecektir. İsra sûresinin 18. âyet-i
kerimesinde "Ahireti isteyene dünyayı da veririz, ahireti de
veririz" diyor Allah (c.c).
Peki ahireti isteyen nasıl ister, oturur evine beş vakit
namazına ilave nafile namazlar, oruçlar, zekatlar, haclar,
vs... dışarı ile ilgiyi keser sonrada "Ahireti isterim, Ya Rabbi
başka birşey istemem, Ya Rabbi." Bu adam Cehennemi
istiyor demektedir.
Rabbim'in mülkünde kâfir elini kolunu sallayarak geziyorsa,
bu müslümanım diyenin de gücü yetiyor da onun kolunu
şöyle bükmüyorsa bu adam belasını arıyor demektir. Evinin
içinde bela arıyor demektir. Ahiret yurdunu aramak o
1971[20]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/28.
1972[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/28-29.
değildir. Ahiret yurdu Peygamber Efendimiz gibi aranır.
Caddede aranır, camide aranır, evde aranır. Ahiret yurdu
tarlada aranır. Yani her yaptığınızı Allah rızası için yaptığı-
nızda Ahiret yurdunu arıyorsunuz demektir.
Kasas suresinin yetmiş yedinci ayetinde; Dünya nimetleri
içinde ahireti aramamız ve dünyadaki payımızı da
unutmamamız emredilmektedir. "Onların bu dünyada
yaptıkları ahirette boşa gider "diyor. Ne yapmışlarsa boşa
gider diyor Allah (c.c). 1973[22]

17- (Yalnız dünya zinetini isteyen) o kişi, Rabbinden bir


belge üzerinde olan gibi olur mu? Onu Allah'tan bir şahid
takip eder. Ondan önce önder ve rahmet olarak Musa'nın
kitabı vardır. İşte onlar o (Kur'ana) iman ederler. Bu grup-
lardan kim onu inkâr ederse, onun vadedilen yeri ateştir.
Bundan hiç şüphen olmasın. Çünkü o Rabbin tarafından bir
haktır. Ancak insanların birçoğu buna inanmazlar.
Allah'tan, Rabbin'den bir delil üzerine olan kişi mi? daha
hak üzerinedir? O kişiye ki Allah tarafından bir şahid
gelmiştir, (yani Kur'ân-ı Kerîm) gelmiştir. O Kur'an'dan
önce o Peygamberin Peygamberliğini doğrulayan ve o
günün insanlarına rehberlik ve rahmet olan Kitapda onun
Peygamberliği'ni müjdelemiştir. Böyle bir insan mı daha
hak üzerinedir yoksa diğerleri mi?
Yani Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve Onun ümmetinin
elinde Allah'ın âyetleri var, delilleri var. Allah'ın
Peygamberinin Peygamber olduğu konusunda Kur1 an var,
Onun Peygamberliğini müjdeleyen daha önceden geçmiş
Tevrat var veya İncil var. Yani kitaplar var, böyle bir
Peygamber mi daha hak üzerinedir, böyle bir ümmet mi
daha hak üzerinedir? İşte onlar o Kur'an'a iman ederler. Kim
bu Kur'an'ı inkâr ederse bu topluluklardan hizbin çoğulu,

1973[22]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/29.
Türkçe karşılığı parti, bu partilerden hangi kimse Allah'ın
Kitabı'nı inkâr ederse, onun varacağı randevu yeri
Cehennemdir.
Sakın bu Kur'an hakkında şüpheye düşme. O Rabbin
katından bir gerçektir, bir haktır ve hukuku belirlemek için
inmiştir. Ancak insanların birçoğu buna iman etmezler.
İman etmezler de ne yaparlar, kendiliklerinden birşeyler
uydururlar. Rabbim de diyor ki: 1974[23]

18- Allah'a yalan uydurandan daha zalim kim vardır. İşte


onlar Rablerine arz olunacaklar ve şahidlerde: "İşte
Rablerine yalan söyleyenler bunlardır" diyecekler. İyi bilin
ki Allah'ın la'neti zalimler üzerinedir.1975[24]

19- Onlar öyle zalimlerdir ki, Allah'ın yolundan ahko-yaıiar


ve o yolu eğriltmek isterler. Onlar ahireti inkâr edenlerdir.
Peki zalimler ne yaparlar, vasıflarını anlatıyor, İnsanları
Allah'ın yolundan alıkoy arlar. Zalimin tarifi bu. O Allah'ın
dininde eğrilikler ararlar. Yani Allah'ın dinini İslâm yolunu
eğriltmeye çalışırlar. Onlar ahireti de inkâr ederler. Zalimin
tarifi bu. Çok söylenmiştir. Asıl zulüm şirktir demiştim.
Âyet-i kerimede; asıl zulüm şirktir. Yani memlekette
işkence var, zulüm var diyorlar, bütün bu işkencenin,
zulmün, pisliğin kaynağı müşriklikten kaynaklanıyor.
İmansızlıktan kaynaklanıyor. Ve zalimlerin sıfatlarım
gösterirken Rabbim "Allah'ın yolundan insanları
alıkoyarlar." buyuruyor. Peki Nasıl.? Eğitim yoluyla
alıkoyarlar. Eğer takip etmezsen daha okula gönderdiğin ilk
gün başlar. 1976[25]

20- Onlar yeryüzünde Allah'ı aciz bırakamazlar ve onlara

1974[23]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/30.
1975[24]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/30-31.
1976[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/31.
Allah'dan başka dostlarda yoktur. Onlar için azap kat kat
yapılır. (Çünkü) onlar (dünyada iken hakkı) işitmeye güçleri
yetmedi ve onlar (hakkı) görmezlerde.
İşte onlar; o gavurlar varya o zalimler, Allah'ın dininden
alıkoymak için bütün askeri, ekonomik güçlerini
kullananlar, eğitim malzemelerin: kullananlar; yeryüzünde
Allah'ı aciz bırakamazlar. Yani Allah'ın kullarım bu işten
engelleyemezler. Ne yaparlarsa yapsınlar bu işten engel-
leyemezler ve bunun da şahidi biziz.
Yüz elli seneden beri bu memlekette özellikle de yetmiş
seksen seneden beri tamamen Müslümanlığı kaldırmak için
her türlü plan uygulanmasına rağmen Cağaloğlu'nun
göbeğinde üç yüz tane adam Kur'an'ı anlayacağız diye
hergün dairenin veya işyerinin yorgunluğundan sonra 7'den
8 30'a kadar burada bekliyor. Bunu gören imansızlar da
nasıl oldu da biz bu insanları engelleyemedik diye kendi
kendilerine hergün başlarım döğüp duruyorlar.
Rabbim de: "Onlar yeryüzünde sizi aciz bırakamazlar, taciz
edemezler. Allah'tan başka onlarında dostları yoktur. Yani
yöneticileri, yaratıcıları yok. Onların azabı ancak katlanır. O
dinden alıkoyma faaliyetinde bulunanların ancak azabı
katlanır. Müslümanları vazgeçirecek durumda değiller.
Ancak azâb katlanıyor, günahlarım çoğaltıyorlar. Onların
hakkı işitmeye de güçleri yetmez ve hakkı da göremezler"
diyor.1977[26]

21- İşte onlar kendilerini hüsrana sokanlardır. Onların


uydurduklarıda onlardan kaybolup gitti.
Onlar kendilerine zarar verenlerdir. Ne güzel âyetler. Yani
bütün bu programı takip edenler, dinden insanları alıkoymak
için planlar koyanlar, tuzaklar hazırlayanlar, ancak
kendilerine zarar veren insanlardır. Ve onların bütün

1977[26]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/31-32.
yaptıkları iftiralar da yok olup gitmiştir. Yani boşa gitmiştir
diyor.1978[27]

22- Şüphesiz onlar ahirette ençok hüsrana uğrayanların ta


kendileridir.
Hiç şüphesiz ahirette en zararda olanlar da bu tür
insanlardır. Hani bir gavur vardır. Kendi haline yaşar gider,
onun azabı hem gavurluk yapıp hem de insanları dinden
alıkoymak için bütün güçleri harekete geçirenlerin azabına
denk değildir. Bunlarınki, bu engelleyenin azabı kat kat olur
ve en çok zarara uğrayanlar da onlardır diyor Allah
(c.c). 1979[28]

23- Şüphesiz iman edip ameli salih işleyenler ve Rableri-ne


huşu içinde boyun eğenler, işte onlar Cennettedirler ve
orada ebedidirler.
Ancak o iman eden ve desâlih amel işleyenler Rablerine
yönelip gönülden O'na boyun eğenler, onlar Cennet
ehlidirler ve orada onlar ebedî kalıcıdırlar diyor Allah (c.c.).
Ve bir teşbih sanatıyla bu konuya son veriyor. 1980[29]

24- Bu iki grubun (kâfirle mü'minin) hali, köre ve sağırla,


görenle işitenin haline benzer. Bunların halleri eşitmi-dir.
Hala düşünmeyecekmisiniz?
Bu Müslüman grupla kâfir grubun durumu sağır ve körlerle,
işiten ve görenlerin durumu gibidir. Yani bir tarafta hem
işiten, hem gören bir adam, bir tarafta da hem sağır, hem de
kör bir adam. Sağır ve kör. Sağır hiçbirşey duymuyor. Kör
de hiç birşey görmüyor. Bu adam ne yapabilir? İşte kâfirin
durumu bunun gibidir diyor. Öbür tarafda mü'minin durumu
da hem gözü gören, hem de kulağı işiten adamdır.

1978[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/32.
1979[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/32.
1980[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/33.
Bunlar hiç birbirlerine denk olurlar mı, teşbih bakımından
birbirlerine benzerler mi, denk mi, değiller. Hâlâ mı
akıllanmaz, aklınızı başınıza almazsınız? diyor. Başka bir
âyet-i kerimede Rabbim "Görenle görmeyen bir değildir.
Işıkla karanlık bir değildir. Yakıcı sıcakla gölge de bir
değildir." buyurur. 1981[30]
Aynen nasıl ki karanlık da aydınlık aynı değildir. Mü'minle
kâfir de aynı değildir.Teşbih çok güzel, kafir karanlık
içindedir. Karanlıkta ne kadar bağırırsa bağırsın zararı
birinci derecede kendinedir. Kendi karanlığını artırır. Kendi
küfrünü artırır. Kendi günahını artırır. Müslümam zarar
vermez mi? Zarar da verir, ama Müslümam da, yolundan
alıkoymaz diyor Allah (c.c.) bu âyet-i kerimeleriyle.
Allah (c.c.) âyet-i kerimesiyle haber vermiş ve bunları
Peygambe Efendimiz'e kadar bildirdikten sonra bize de,
Efendimiz tebliğ ettikteri sonra, Allah (c.c.) bu olayların
yani dinden döndürme olaylarının dine giden yolu
engelleme olaylarının yanlız bu ümmete has olmadığını, ta-
rih boyunca çeşitli toplumlara gönderilen Peygamberlerin de
aynı olaylarla karşı karşıya geldiğini bir örnekle Allah (c.c.)
bize haber veriyor.
Ve de şöyle buyuruyor. 1982[31]

25- Andolsun ki biz Nuh'u kavmine Peygamber olarak


gönderdik. "Ben size apaçık bir uyarıcıyım" (dedi).
Biz Nuh'u da kendi kavmine gönderdik. O kavmine şöyle
demişti. "Ben size bir uyarıcıyım, apaçık bir uyarıcıyım"
demişti. Nuh (a.s.) geliyor ve kavmine "Ey kavmim ben size
bir uyarıcıyım" diyor. Uyarı şu: Hani alarm işareti diyoruz
ya, meselâ yeni kurulan fabrikalarda veya müesseselerde
herhangi bir zarar, herhangi bir kontak attığında bir engel
meydana geldiğinde yani normal seyrinde bir anormallik
1981[30]
Fatır 123
1982[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/33-34.
meydana geldiğinde o makinada bir düdük veya bir ışık
verirler. O ışık yanmaya veya düdük çalmaya başlar. Yani
bende arıza var diyor. Hani arabanın da ön göğsüne kırmızı
ışık koymuşlar, "Aman hocam diyor, şu yandığında arabayı
sağa çekeceksin ve bir metre dahi gitmeyeceksin" diyor.
Orada bir ışık yanar, birgün o yandı mı arabayı daha ileri
götürmeyeceksin, gerekeni yapacaksın, ona alarm diyoruz.
Arapçası "Nezir" dir. Yani uyarıcı.
Peygamberlerin hepsi nezirdir. Peygamber Efendimiz
(s.a.v.)'i tanıtan âyetlerde de nezir olduğu ve ilk nazil olan
âyetlerde de "kalk ve insanları uyar" diyor Allah (c.c.)
Yani insanlar topluca, beraber, birlikte, devlet olarak millet
olarak Allah'a isyana karar vermişler ve o doğrultuda
hayatlarını tüketiyorlar. insanlar ana rahminden gelip kabre
yani dünyanın tekrar rahmine düşmek üzere ki, ahirete
çıkar, o kabrin kapısı, oraya kadar yürüyorlar. Allah (c.c.)
rahmet ve merhametinden Peygamberler gönderiyor ve
Peygamberler uyarıcı, "ey ahali nereye gidersiniz, bu yolun
sonu ateşe gider, giderseniz de dönemezsiniz. Dönmek
isteseniz de başarılı olamazsınız" diye uyarmaya başlıyorlar.
Onun için her Peygamber kavmi için bir "Nezir" dir. Yani
uyarıcıdır. Alarm işareti veriyor, gittiğiniz yol yanlıştır. Bu
yol sizi dünyada sefahate ahirette de Cehenneme götürür
diyor.
Nuh (a.s.)'da kavmine Peygamber olarak gönderilmiş ve ey
kavmim, ben size uyarıcı olarak gönderildim. Bu gittiğiniz
yolun sonu Cehenneme varır diyor. Buradan şunu da
anlıyoruz. Tarih boyunca gelen Peygamberler, Peygamber
Efendimiz dışındaki Peygamberler genelde bölgesel
Peygamberlerdirler. Belirli bir bölgeye gönderilmiş ve
belirli bir millete gönderilmişler.
Hani âyet-i kerimelerle anlıyoruz ki, Nuh (a.s.), Hûd (a.s.)
kendi kavmine, milletine gönderilmiş yani belirli bölgede
yaşayan insanlara gönderilmiş, çünkü âyet-i kerimede Allah
(c.c.) "her toplumun, her milletin hidayet rehberi vardır."
diyor. Yani onlara Allah'ın kitabını tanıtacak, ahkâmını
tanıtacak bir görevli her dönemde görevlendirilmiştir. Allah
(c.c.) diyor ki Nuh'u da kavmine Peygamber olarak
görevlendirdik.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ise yine Kur'ân-ı Kerîm'de
bildirildiğine göre "Biz seni bütün insanlara Peygamber
olarak gönderdik"1983[32] veya "Biz seni bütün alemlere
rahmet olarak gönderdik" 1984[33] diyor Allah (c.c). 1985[34]

26- Allah'dan başkasına ibadet etmeyiniz. Şüphesiz ben,


acıklı bir günün azabının sizin üzerinize olmasından kor-
kuyorum (dedi).
Ben size uyarıcıyım demiş, sonra ne demiş "Allah'tan
başkasına ibadet etmeyin demiş. Nuh (a.s.). Ey ahali bunun
mefhumu muhalifinden şunu anlıyoruz. Ey ahali, siz sizin
gibi insanların emrine uyuyorsunuz. Sizin gibi insanların
yasaklarına uyuyorsunuz. Onlarla sizin aranızda ne fark var
ki? Onların size üstün gelen tarafı neki? Onların koyduğu
kurallara göre evlenmek, onların koyduğu kurallara göre iş
yapmak, koyduğu kurallara göre vergi vermek bu insanın
emrine bırakılıve-rilecek olursa insan zalim olabilir. Tarih
boyunca bugüne kadar Allat (c.c.) ahkâmı'mn dışında
hükümlerle hükmedenler bir vergi nedeni il< bile insanlara
zülm ediyorlar.
Allah Kur'ân-ı Kerîm'inde zekatı emrediyor, ama Peygambe
Efendimiz (sa.v.) onu da sınırlıyor, %2.5 (yüzde
ikibuçukdur) diyoi Yani Müslümanm bağlı olduğu devletine
vereceği vergi %2.5 dur diyoı Yoksa % 50 ye, %80'e %90'a
varan şeyi istemiyor. Çünkü o şahsı: kendi kazandığı
malıdır.

1983[32]
Sebe / 28
1984[33]
Enbiya / 107
1985[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/34-35.
Peki hocam devletin içe ve dışa karşı yapacağı masraflar, bu
devle hepimizin devleti derseniz. İslâmi bir devlette top
yekûn millet öyles: ne eğitilir ki malı Allah yolundadır.
Mallarınızla, canlarınızla cihad ed niz, mücadele veriniz
ayetinde canı da hazırdır, malı da her an o bağ olduğu,
inandığı devleti için hazırdır.
Nuh (a.s.) diyor ki: Bak bu adamların peşinden gitmeyin,
.yolunuz ateşe çıkar. Allah'tan başkasına itaat etmeyin,
yolunuz Cehenneme çıkar ve devam ediyor. O acıklı günün
azabından sizin adınıza ben korkuyorum diyor.
Muhterem okuyucu! Peygamberlere iman ettik diyoruz.
İmanımızda şüphemiz yok, ancak Peygamber'e iman ettim
demek bu kelimeyi söylemek demek değildir. Annemi
severim, babamı severim diyorsunuz, diyorsunuz ama
ziyaretine gidiyorsunuz. Eğer size muhtaç durumda ise
yiyeceğini, giyeceğini, kullanacağını, yatacağı, kalkacağı
yeri siz ayarlıyorsunuz, bunları ayarladıktan sonra da günde
bir defa olmazsada hafta da bir defa ziyaretine gidiyor, hayır
duasını alıyorsunuz. Bu annemi babamı seviyorum demenin
bir göstergesidir.
Ama bir adam annesine babasına hiç yardım etmese ve
ziyaretine gitmese tamamen alakayı kesse de "Ben annemi
babamı pek severim" dese kendi kendine yalan söylemiş
olur. Peygamberlere iman ettim demek Peygamberlerin
söylediğini söyleyip yaptığını yapmakla olur. Peki biz Nuh'a
(a.s.) iman ettik diyoruz. Adem (a.s.), İdris (a.s.), Nuh (a.s.)
diye sayıyoruz Peygamberleri. Nuh (a.s.)'a da iman ettik
diyoruz. Öyle ise o Peygamberlerin yaptığını, o
Peygamberin söylediğini söylemeliyiz ve bunu Allah'tan
başkasına itaat etmeyin ey insanlar günümüzde söyleyeceğiz
ve size gelecek olan azâbdan korkarım demeliyiz, çok güzel
bir ifade. Peygamberlerin hepsi o gün kendi döneminde
yaşayan kâfirin kendini sevmesinden daha fazla o kâfirin
canım seviyor Peygamber.
Yani şöyle diyelim isim vererek, Ebu Cehil kendi canını
sevmiyor kâfir, kendi canını da korumuyor da Peygamber
Efendimiz öylesine rahmet yüklü bir Peygamber ki Ebu
Cehil'in yerinin Cehenneme gittiğini görüyor ve Onun
önüne geçiyor, etme eyleme bu canı Cehennemde yakma
diye kıvranan Peygamber Efendimiz (s.a.v.), biz o
Peygamber'in ümmetiyiz, biz o Peygamberlere iman etmiş
insanlarız şu anda Türkiye genelinde ve dünya genelindeki
bütün imansızlara aynen Nuh'un (a.s.) dediğini diyoruz. O
acıklı günün azabından, Cehennemin ateşinden sizin adınıza
korkuyoruz. Sizin canınızın yanmasını istemiyoruz,
kıyamıyoruz size diye insanlara duyurmamız lazım, buna
çok ihtiyacımız var. Türkiyede Müslüman belirli bir kesim,
onların sayısı fazla kabarık değil ayrı. Hani %99 bir tarafa
bırakalım %1 lik bile yoklar. Binde bir kişi belki olurlar
bunlar.
Bunlara Müslüman öylesine takıldı ki Müslümanlar eğer
gelecek olurlarsa bizi kesecekler, doğrayacaklar, yok
edecekler diyor. Üniversitede doçent olan arkadaşım anlattı.
200 kadar doçent doktor imza atmışlar. Efendim Türkiye
Müslümanları gelişiyor, buna bir dur demeli diye . Basında
yayınlanmıştı. 200 kadar profesör diyorlar isimlerini de
veremiyorlar yalnız. Bizim kürsüden de bir doçent arkadaş o
toplantıda bulunmuş demişki: Niye böyle sen de imza attın?
Yahu gelecek olurlarsa keserler bunlar bizi diyormuş.
Arkadaş da "Kesilecek ismi yapıyorsun yoksa, yani bir
kötülük yapıyorsun da bu gelirse beni keser, o kanaatte
misin kendinden şüphen mi var ? "dedim diyor.
Bizim Peygamberlerimizin öğrettiği kelimeleri bunlara
duyurmak gerekiyor. Peygamberimizin kendi döneminde
Ebu Cehü'e söylediği sözleri duyurmamız gerekiyor ve
Peygamber (s.a.v.)'in Mekke'yi terkettiğinde Medine
devletini kurmuş, kendisini sürgün ettikleri Mekke'yi de feth
etmişdi S sene sonra Kaâbe'de insanlara şöyle konuşma
yaptı. "Benim size ne yapmamı bekliyorsunuz?" Karşısında
imansızlar dizilmişler, Peygamber soruyor ne yapmamı
bekliyorsunuz? diye sorduğunda karşısındakiler, "Sen kerim
oğlu kerimsin," yani dedeni tanırız, babanı tanırız ve Senin
ecdadının tamamını tanırız, soylu, yiğit cömert insanlardı,
Senden de onu bekleriz demişlerdi. Halbuki bu insanlar
daha Önce Peygamber (s.a.v.) böyle demiyorlardı, şimdi
boyun eğiyorlar, ama beklediklerini de Peygamberimizden
buluyorlar, Peygamber (s.a.v.) onların hepsine şöyle hitap
ediyor. "Hepiniz evlerinize dağdınız ve hepiniz hürsünüz"
buyuruyor.
Günümüzde dinime düşman olan bu insanların ıslah
olmalarını istiyoruz. Bunlara İslâm'ın rahmetini Peygamber
(s.a.v.)'m alemlere rahmet olarak gönderildiğini anlatmamız
gerekiyor. Gökyüzünden yağar yağmurun hem güle, hem de
dikene, hem bülbüle, hem de akrebe rahmet olduğu gibi
Müslüman neslin de hem imanlı, hem de imansız keşi me
rahmet olacağını, zalimi zulmünden vazgeçirerek rahmet
olacağın Mazlumun da zulmüne son vereceğinden dolayı
rahmet olduğunu du yurmamız gerekiyor. 1986[35]

27- Bunun üzerine kavminin kâfirlerinin ileri gelenleri "Biz


seni bizim gibi bir insandan başka birşey görmüyoru? Ve
bizim ayak takımımızdan ve basit görüşlülerden başkası nın
sana uyduğunuda görmüyoruz. Sizin bizim üzerimiz bir
üstünlüğüde görmüyoruz. Aksine sizi yalancılar sanıyoruz"
dedi.
Hûd sûresinde Allah (c.c.) bu okumuş olduğum âyet-i
kerimelerde Nuh (a.s.)'m hayatını bize anlatır. Ayrıca Nuh
sûresi diye de bir sûre vardır. Orada yine bu Nuh (a.s.)'ın
kıssasını anlatacaktır. Burada da hatırlatıyor.
Peygamberlerin kıssaları Kur'ân-ı Kerîm'de çeşitli sûrelerde

1986[35]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/35-37.
belirli kesitleri verilmiştir. Baştan sona şöyle başladı, şöyle
bitti diye bir sûrede anlatılmaz bir olay. Bakara sûresinde
gördük, Musa (a.s.)'ın Firavunla olan mücadelesinin belirli
bölümleri anlatıldı, diğer sûrelerde diğer bölümleri veya
aynısı anlatılacak. Niye, konuya uygun Peygamber (a.s.)'a
bir mesaj veriliyor ve insanlara birşeyi anlatması, o
anlattığını yapması, yaparken karşılaşabileceği olayları
bildiriyor, bunun bir benzerini de Musa (a.s.) hayatında
olduğunu şöyle başardığım veya Nuh (a.s.)'ın hayatında
olduğunu böyle başardığını bildirmek üzere tarihten de bize
olayları bildiriyor.
Bir ilim adamımızın da dediği gibi tarih insanın hafızası
gibidir. Eşimizi, işimizi, çocuklarımızı, .vb. şeyleri
hatırlamamız hafızamızla mümkün olur, Hepimiz 30 yıllık,
40 yıllık 60 yıllık hayatımızın bazı bölümlerini hatırlıyoruz,
hatırlamamız işlerimizin devamını sağlar. Bugün öğleye
kadar yapmış olduğunuz işlerinizi hatırlamazsanız iş biter,
hayat biter. Ondan sonra kime mal verdiniz, kimden mal
gelecek, kimden para gelecek, çocuğunuzu unutmuş olsanız,
karşınıza gelse bir canlı varlık gibi görüyorsunuz,
çocuğunuz olduğunu hatırlamıyorsunuz. İnsanın nasıl ki
yaşaması zorlaşıyor başkasının bakımına muhtaç oluyorsa,
insanların da devletlerin de hayatında, tarihini unutması,
bilmemesi hafızasını yitirmiş insanın durumuna benzer
demişler.
Hafızasını yitiren insan bir başkasının vesayetinde
yaşantısını devam ettirdiği gibi hastahanede doktor
nezaretinde kalması gerektiği gibi tarihini inkâr eden
insanlar da başka devletlerin nezaretinde yaşamak
mecburiyetinde kalırmış.
Onun içindir ki yıllardan beri kurtulamayışımızm, belimizi
doğrulta-mayişımızm yegane sebeblerinden biri, tamamı
değil sebeblerinden bir tanesi de biz tarihimizi inkâr ettik, şu
tarihten öncesini kabul etmiyoruz, tanımıyoruz diye
zamanla yetkililerin ağzından bütün dünya devletlerine
bildirilmiş. Şimdi onun acısı çok acı bir şekilde çekiliyor.
Allah (c.c.)'de Peygambere bir olayı anlatıyor örneğini ta
Nuh (a.s.)'dan getiriyor. Nuh (a.s.) kavmine diyorki: "Ben
sizin için ateşe girmenizden korkuyorum. Canınızın
yanmasını istemiyorum, Cehennem'de yanmanızı
istemiyorum, gelin bu yoldan vaz geçin."
Allah'tan başkasına tapınmayın yani Allah'tan başka kural
koyan, kanun koyan yoktur. O'na itaat edin, O'na ibadet
edin. Kendi aranızdan ilah türetip de ona tapınma tarafına
gitmeyin diyor. Nuh (a.s.) kavminin ileri gelenleri dediler
ki: "Sen bizim gibi bir adamsın, sana tâbi olanlar bizim ayak
takımımız, bu adamlar fazla ileri görüşlü değiller, basit sığ
görüşlü insanlar, yani toplumun fakir kesimi, okumamış
kesimi sana tâbi oluyor diyor. Toplumun ileri gelenleri
senin bize bir üstün tarafın da yok, senin bize üstün tarafın
yok. Sana uyanlar da ayak takımı, biz sana nasıl uyalım?
Biz sizi yalanlayanlardan zannediyoruz, öyle biliyoruz
diyorlar.
Muhterem okuyucu! Tarih boyunca Peygamberlerin verdiği
mücadele, şu insanlar arasında eşitliği sağlamaktır.: "Allah
katında herkes eşittir." Onun içindir ki Peygamber
Efendimiz'e (s.a.v.) indirilen ilk âyetlerden biri de "Yaratan
Rabbinin adıyla oku" dedikten sonra "O Allah insanı
Alak'dan yarattı" yani meninin ana rahmine tutulmuş şekline
"Alak" deniyor. Ondan yarattı. Bununla şu mesajı veriyor.
Allah (c.c.) insanlara. Hepimiz, işçiniz, iş vereniniz, o gün
için köle var. Köle simsiyah Bilal-i Habeşi ile servet sahibi
ve ?.ynı zamanda Mekke devletinin yöneticilerinden olan
Ebu Cehil'in kaynağı aynı yer, ana rahmine düşmüş bir
meniden meydana gelmiştir.
Öyle ise birbirinize hava atmaya, birbirinize üstünlük
taslamaya gerek yok diyor. İlk nazil olan âyet-i kerime Nuh
(a.s.)'un da kavmi öyle diyor, senin yanındakiler ayak takımı
insanlar, biz onlarla bir araya - gelemeyiz. 1987[36]

28- (Nuh): "Kavmim, Ya ben Rabbimden bir beyyine üze-


rine isem ve katından bir rahmeti bana vermiş de bu size
gizli kalmışsa? Söyleyin. (Ne olur sizin haliniz?) Siz onu
istemediğiniz halde biz sizi zorlayacakmıyız?" dedi.
Nuh (a.s.) diyor ki: "Ey benim kavmim, milletim, ne
diyorsunuz? Ben Allah katından bir beyyine ile bulunsam,
Allah katından benim elimde bir delil olsa "ki
Peygamberliktir bu" ve Allah kendi katından bana rahmet
verse ve bundan da sizin haberiniz olmasa yani gözleriniz
görmüyor bu Allah'ın rahmetini, Allah'ın bana olan vahyini,
Peygamberliğini görmüyorsunuz? Siz istemedikçe ben sizi
Ona zorlarmıyım" diyor. Ben sizi bana tâbi olmaya
zorlamam diyor, bize de diyor Allah (c.c.)- (Nuh'a (a.s.)
söylenendir.)
"Bana bir Peygamberlik verilmişse size duyuruyorum. Ama
bu Peygamberliğimi kabul etme konusunda sizi
zorlamıyorum" diyor. Bakara sûresinin tefsirinde geçmişti.
Allah (c.c.) bize "Doğru yol ile eğri yol birbirinden
ayrılmıştır. Dinde zorlama yoktur" diyor 1988[37] Allah(cc).
Bir insanın başına tabancayı dayayıp da "iman et" demek
dinen yasaktır. Çünkü iman gönül ile olan birşeydir. Zorla
sevgi olmaz, zorla da inanç olmaz. Zorla inançsızlık ta
olmaz. Onun için Allah (c.c.) imani konularda zorlamayın.
Allah (c.c.) ayeti doğrultusunda zorlamamamız
istenmektedir. Nuh (a.s.) aynısını söylemiştir. " Siz iman
etmedikçe ben sizi zorlar mıyım "diyor onlara. 1989[38]

29- "Ey benim kavmim, bu (tebliğime) karşılık sizden hiçbir


mal istemiyorum. Benim mükafatım Allah'a aittir. Ben iman

1987[36]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/37-39.
1988[37]
Bakara / 256
1989[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/39-40.
edenleri (fakirler) kovamam. Şüphesiz onlar Rab-lerine
kavuşacaklar. Ancak ben sizi cahillik eden bir kavim olarak
görüyorum."
Ey kavmim, ey milletim benim bu Peygamberliğimin
karşısında sizden mal da istemiyorum. Benim ücretim Allah
katındadır. Ben ücretimi Allah (c.c.)'tan alırım. Bunun
karşılığında malda istemiyorum sizden. Bu söz bütün
Peygamberlerin söylediği sözdür. Birçok yerde Allah (c.c.)
Peygamberlerin hayatını bize verirken İbrahim (a.s.) diyor
ki: "Bunun karşılığında ücret istemiyorum" Musa (a.s.)
diyor ki: "Bunun karşılığında ücret istemiyorum. Salih (a.s.)
aynı şekilde söylüyor.
Kur'ân-ı Kerîm'de çokça vurgulanmış, her Peygamberin
hayatında bu söz özellikle vurgulanıyor. Öyle ise
günümüzde de Müslümanların üzerine düşen bir görev var.
İslâm'ı tebliğ neticesinde o tebliğini paraya tebdil etmesin,
maddi çıkara tebdil etmesin, herkes geçimini kendi
bileğinin, kendi alnının teri ile kazanmaya çalışsın vede
İslâmî, hizmetini geçim vasıtası olarak yapmamaya çalışsın.
Bütün Peygamberlere iman ediyor, onların yolundan
gidiyoruz. Öyle ise bu insanlara tebliğin karşılığında
insanlardan para alınmamalıdır. Şahsi olarak para alınma-
malıdır.
Ben o iman edenleri yanımdan kovamam, şehrin ileri
gelenleri di-yorlarki Nuh (a.s.)'a: "Bak biz senin yanına
gelmek istiyoruz, ama şu ayak takımı insanlar sana iman
etmişler, onlarla biz aynı yerde otura-mayız. Onları
yanından kovarsan biz de senin yanına geliriz, sana da iman
edebiliriz." Ümitte veriyorlar ama Nuh (a.s.) diyor ki ben
onları yanımdan kovamam.
Onlar Rablerine kavuşacaklar, iman etmişler. Rabbim'in
yolundan giden bir insanı ben nasıl yanımdan kovabilirim?
Ben sizi cahil bir kavim olarak görüyorum, sözleriniz
cehaletinizin söylettiği sözlerdir diyor Nuh (a.s.).
Bize tarih kitaplarında okuturlar. Hindistan'ı tanıtırlarken,
Hind dinlerinde insanlar üç gruba ayrılırlar.
1- Brahmanlar, (kimse brahman olamaz)
2- Ordu takımı
3- çiftçilikle meşgul olanlar. (Bunlar böyle doğarlar, böyle
ölürler. Yani çiftçi takımından bir adam yönetime geçemez
yönetimdeki bir adam da brahman olamaz) diye tarih
kitaplarında okutmuşlardı. İnsanın olduğu yerde bu vardır,
İnsanlar arasındaki ayırım insanların olduğu yerde vardır.
Bunu ortadan kaldırabilecek yegane şe; bütün insanların bir
Allah tarafından yaratıldığını ve bu yaratılışta her kesin eşit
olduğunu kabul eden bir dine girmekle mümkündür.
20. asır oldu, Peygamber Efendimiz geleliden bu yana 1400
sent geçti ama dünyanın en medeni milleti Amerika'da
beyaz insan, siyal insan kavgası hâlâ devam ediyor. İsrail
de, (ki İsrail Yahudi olan zen çileri kendi ülkesine çekti)
zencileri Telaviv'deki Havraya almıyor. Irkı nız ayrı diyor,
"Biz beni İsrailiz, siz Beni İsrailden değilsiniz" diyor
Yahudi dinine girmişsiniz kabul de, beni İsrailden
olmadığınız için si: Telaviv'deki şu havraya
girmeyeceksiniz. Sizin için ayrı havra yapaca ğız dediler ve
yaptılar. Ve onlar yürüyüş yapmıştı. Televizyonda gös
termişti, niye ayırım yapıyorsunuz diye.
Bizde ise bindörtyüz seneden beri müezzinlerimiz iç ezanı
okuma dan önce "Pirimiz,efendimiz,üstadırnız Bilal-i
Habeşi'nin ruhuna" diye rek, fatiha okuyorlar. Eti kemiğine
yapışmış Habeşli bir zenci ve ayr zamanda köle olan Bilal-i
Habeş Müslüman olunca Hz. Ebu Beki (r.a.) satın almış
kâfirin elinden, "hürsün bundan sonra" demiş ve H; Ebu
Bekir'le yanyana oturmuşlar, beraber cenge gitmişler berabe
mescidde namaz kılmışlar, beraber kitap okumuşlar, berabe
Peygamber (s.a.v.)'in biri sağ tarafına, biri sol tarafına
oturmuş. Güni müzde bir işçi adam filan adamın yanına
varsın da koltuğuna otursur mümkün değil. Benim dinim
Bilal-i Habeşiyi bütün İslâm'a efendi kabı etmiştir.
Burada da "Ben kovamam, Allah'a inanmış insanlar sizden
yücedir. Onun için ben bu gariban takımını, ben bu ayak
takımı diyebildiğiniz bu insanları yanımdan kovamam"
diyor.
Dünyanın her tarafında insan ayırımı vardır. Türkiye'de de
vardır. Bazı insanların toplandıkları yere bir başkasının
girmesi yasak belirli yerler, eğlence yerleri vardır, Efendim
çalıştığı yeri vardır, yattığı yeri vardır. Mahallesine
giremezsin, çalıştığı yere giremezsin, eğlendiği yere de
giremezsiniz. Her yerde vardır bu. İslâm'ın hâkim olmadığı
her yerde vardır bu durum. Kıyamete kadar da olacaktır.
Yani bundan bin sene sonra insanlar şöyle medenî oldular,
böyle medenî oldular, mümkün değil. İnsanın yaşı, insanın
senesi ne kadar ileriye giderse gitsin bencilliği doğuştan
geliyor, beraberinde hasetliği -de, fesatlığı da geliyor. Ama
bunlar eğitimle düzeltilebiliyor. Hangi eğitimle? İnsanların
icad ettiği bir eğitimle değil. O bencillik meydana getirir.
Allah'ın (c.c.) koyduğu bir eğitim vardır ki, o eğitim
öğrenmekle olmaz, iman etmekle olur. O eğitimde iman ile
oluyor. Meselâ hepimiz okuduk okullarda, bu eğitime
inanarak okumadık, iman ederek okumadık. Okumamız
gerektiğini kabul ettik ve okuduk. İslâmda eğitim öyle değil.
Okuduğun şeye iman da şart. İman ediyorsun, gönlünde
bunu inkâr edersen gavur oluvereceksin inancı vardır. Böyle
bir eğitimden geçiyor ve o insan Allah katında en değerli
kimse, Allah'ın emirlerine ve yasaklarına en fazla riayet
edendir. 1990[39]

30- "Ey kavmim, eğer onları kovarsam bana Allah'dan


başka kim yardım eder? Siz hiç düşünmezmisiniz? 1991[40]

1990[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/40-42.
1991[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/42.
31- Ben size: "Allah'ın hazineleri yanmadadır" demiyorum.
Ben gaybı bilmem. "Ben Melek'im" demiyorum. "Göz-
lerinizin hor gördüğü kişilere Allah hiçbir hayır vermez"
demiyorum. Onların nefislerinde olanı en iyi Allah bilir.
(Eğer onları kovarsam) o takdirde ben zalimlerden olurum."
Düşünmez misiniz bana kim yardım eder? Allah'ın
hazineleri benim yanımdadır demiyorum. Şimdi
Peygamberler insanlara şöyle birşey de vaadetmiyorlar. "Ey
ahali benim yanıma gelirseniz zengin olacaksınız, şu kadar
mal kazanacaksınız" demiyor Peygamberler. Eğer böyle bir-
şey olmuş olsaydı, yani Peygambere iman eden adam ev
dolusu altına sahip olacak diye Allah bir kaide koysaydı,
zengin takımının hepsi en önde giderdi. Böyle birşey yok.
Peygamberler bize söylüyor bunu, bütün Peygamberlerin
müştereken söylediklerinden biri de bu. "Ey kavmim, size.
Allah'ın hazineleri yanımdadır" demiyorum. Yani gelirseniz
size para dağıtacağım, mal dağıtacağım, mülk dağıtacağım
demiyorum. "Ben gaybı da bilmiyorum." Yani hanginiz
iyidir, hanginiz kötüdür, sonu iyi olacak, sonu kötü olacak
bunu da bilmiyorum. "Ben meleğim de demiyorum." "Hani
sen de bizim gibi bir insansın" diyorlar. O da diyor ki:
"Doğru, ben melek değilim" diyor. "Hani sizin gözleriniz
hakir bir şekilde bakmıştı o adamlara, o ayak takımı
dediğiniz ama bana iman edenler var ya Allah katında
onların makamı iyi değildir de diyemem,"
"Allah onlara hayır vermez de diyemem. Allah onların
nefislerinde taşıdıklarını bilir. Eğer bu sözleri söylersem
yani bu ayak takımının Müslüman olmalarından fayda
gelmez dersem o zaman ben zalimlerden olurum" diyor Nuh
(a.s.). Yani bu ayak takımı dediği insanlar Rab-bine inanmış
insanlardır ve yücedirler, sizden değerlidirler. İman etme-
diğiniz takdirde, ama iman edecek olursanız siz de onlar
gibi Müslüman kardeş olursunuz. 1992[41]

32- Dediler ki: "Ey Nuh, sen bizimle mücadele ettin, mü-
cadelemizi de çoğalttın. Eğer sen doğrulardan isen haydi
bize vadettiğin azabı getir."
Devletin ileri gelenleri dedilerki: "Bizimle çok uğraştın, bizi
Allah'ın azabı ile korkutuyorsun ya hadi varsa getir bize,
Allah'tan azâb varsa bize getir" diyorlar. Doğru söylüyorsan
hadi getir diyorlar. Bu sözler günümüzde de söyleniyor.
Daha önce de geçmişti. Cemaatimden biri sormuştu, "Bizim
dairede biri var Allah'a inanmıyor, ateistim diyor. Ben de
böyle deme çarpılırsın dedim, o da varsa çarpsın dedi.
Hocam ne yapayım" diyor. Dedim ki bu eskiden beri
söylenir, aynı söz.
Burda da diyorlar ki; Allah'ın azabı çarpsın bizi diyorlar.
Yani bu söz yeni değil, küfür takımı da, ateist takımı da,
kâfir takımı da şeytandan bu yana ve de Adem (a.s.) den bu
yana, onların da bir mantığı gelişmiştir. Bu konuda kitaplar
vardır. İmansızlık mantığım geliştirmişler o konuda kitaplar
da yazılmıştır.
Bunlara Mevlana hazretleri diyorki: "Pirim sen sineğe
benzersin" Sinek aslanın başına konmuş, hani nerede, aslan
göremiyorum, eğer pençesi varsa, güçlü dişleri varsa
karşıma çıksın diyormuş. Mevlana diyor ki: "Sen sinekliğine
bakmadan aslana meydan okuyorsun, arslan-dan korkmak
bile bir yiğitliktir. Aslandan ceylanlar korkar, çünkü cey-
lanlar arslanın gücünü bilir. Sen ondan da mahrumsun yani
arslanın bilgisinden de mahrumsun. Korkmamak cesaret
değildir."
Hani iki yaşındaki çocuğunuz eline annesinin milini alıyor,
elektrik prizine sokmaya çalışıyor. Siz hemen koşuyorsunuz
ve çocuğu oradan çekiyorsunuz. Şimdi çocuğunuz elektrik

1992[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/42-43.
prizine mili soktuğunda cesur mu ?, değil. Cehaletinden
yapar bunu, bilmediğinden yapar. Peki siz elektriğe o mili
sokmadığınızdan dolayı korkak mısınız, hayır. Tedbirlisiniz
siz, yani birinin cesareti cesurluğundan, yiğitliğinden değil,
bilgisizliğinden kaynaklanır. Onun için geçmiş ecdadımız
"cahil cesur olur" diyor.
Allah'tan korkmak için bilgi gerekiyor. "Allah'tan bilgisi
olan alimler korkar." 1993[42] O'nun sıfatlarını bilenler, O'nun
gücünü, ilmini bilenler O'ndan çekinirler, O'na karşı
gelmekten haya ederler. Bu adam söylüyorsa, sineğin
aslandan korkmayışı gibi bir cesaretle, cehaletini göstermiş
oluyor. Ve Nuh (a.s.) devam ediyor. 1994[43]

33- Dedi ki: "Onu size ancak Allah dilerse getirir. Siz engel
olamazsınız." 1995[44]

34- "Eğer Allah sizi azdırmak istemişse ben size nasihat


etsemde nasihatim size fayda vermez. O sizin Rabbinizdir
ve O'na döndürüleceksiniz."
Eğer Allah sizi azdırmayı murad ederse, benim size olan
nasihatim size fayda vermez. Size iğva, etmesi azdırması,
sizin azgınlığı istemenizden kaynaklanıyor. Allah (c.c.)
onların kendileri azınca, kötülüğe doğru meyi edince Allah
ta onların kalbim meylettiriverdi diyor.
İnsanlar azgınlığı isteyince Allah da onlara onu veriyor.
Birisi düzgünlüğü istiyor, imam istiyor Allah (c.c.)'da ona
veriyor. "Siz isteyip, Allah ta azgınlığı size verecek olursa,
benim nasihatim size fayda vermez" diyor. Nuh (a.s.)
hakkında hepimizin az çok bilgisi vardır. Çünkü Nuh (a.s.)
ile ilgili bilgi bütün dünya edebiyatına geçmişti. Tevrat'ta,
İncil'de vardır. Kur'aıı'da da var. Bunlarda olması sebebiyle

1993[42]
Fatır / 28
1994[43]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/43-44.
1995[44]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/44.
dünyada Nuh'u (a.s.) tanımayan yoktur. Nuh (a.s.)'ın
gemisini duymayan yoktur. Allah (c.c.) bu olayın en
doğrusunu Kur'an'da vermiştir. Gemiye binerken besmele
çekilmesi emrediliyor ve Nuh (a.s.) bunu söyleyip gemiye
atlıyor. Gemiye bindiğinde de "Bizi kurtaran Allah'a hamd
olsun" diyor.
Yani dilimizdeki kelimeler yeni değil, Nuh (a.s.)'dan bugüne
kadar Peygamberlerin söylediği sözdür. Biz de bunları
söylemeye devam edelim. 1996[45]

35- Yoksa onlar "Bunu kendisi uydurdu" mu diyorlar? Deki:


"Eğer onu ben uydurmuşsam günahım benim üzerimedir.
Ben sizin işlediğiniz suçlardan uzağım."
Suçluluk psikolojisi ile Peygamber Efendimiz'i hikaye
uydurmakla suçluyorlar. Kendileri yaian soylemekden
çekinmedikleri için, Peygamber Efendimizi de kendileri gibi
görerek Nuh (a.s.) hakkında hikaye uydurduğunu iddia
ediyorlar.
Efendimiz de "Eğer uydurmuşsam günahım benim
üzerimedi'r" diyerek kâfirlere karşı sorumlu olmadığını,
Allah'a karşı sorumlu olduğunu ifade ediyor 1997[46]

36- Nuh'a vahyedildi "İman edenlerin dışında kavminden


kimse iman etmeyecek. O halde onların yaptıklarından
dolayı üzülme.
Bizler kimlerin iman edip, kimlerin iman etmeyeceğini
bilemeyiz. Biz herkese İslamı tebliğ etmekle görevliyiz.
Burada Allah (c.c.) Hz. Nuh'a burada görevinin bittiğini,
bundan sonra bu azgınlardan iman edecek kimse
kalmadığını ifade ediyor ve iman etmeyenler için veya "ben
görevimi iyi yapamadım" gibi bir halle üzülme diye Nuh'u
teselli ediyor.
1996[45]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/45.
1997[46]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/45-46.
Burada "üzülme" denilen bir Peygamberdir. Bugün bizler
her türlü hizmeti yaptıktan sonra yinede üzülmeliyiz,
tasalanmalıyız. Çünkü bizler Allah'ın bize verdiği mal, can,
akıl, makam, rütbe, unvan gibi güçlerimizi tam olarak
kullanmış değiliz. Birini kullansak öbürünü kullanamı-
yoruz. 1998[47]

37- "Gözlerimizin önünde ve vahyimizle gemiyi yap. Zul-


medenler hakkında bana birşey söyleme (yardım isteme)
çünkü onlar suda boğulacaklar."
Çocukluğumuzda terzilerin piri İdris (a.s.), gemicilerin piri
Nuh (a.s.), demircilerin piri Davud (a.s.) diye her mesleğin
mucidinin bir Peygamber olduğu öğretilmişti.
Buradanda anlıyoruzki "hukukumuz vahye dayandığı gibi,
sanayimizinde temeli vahye dayanmaktadır."
Rabbimiz bir tarafda Nuh (a.s.)'a toplum düzeni için âyetler
vahyederken öbür tarafda bir geminin yapımı içinde
vahyediyor. 1999[48]

38- (Nuh) gemiyi yapıyor. Kavminin ileri gelenleri ona her


uğrayışında onunla alay ediyordu. (Nuh onlara) dedi ki:
"Eğer siz benimle alay ederseniz, sizin alay ettiğiniz gibi
bizde sizinle alay ederiz,"
Bizler ateşin içinde İbrahim (a.s.)'a gülistanı yaratan, suyun
içinde firavun'a ateşi tattıran, hapishaneden Yusuf için
devlete kapı açan, saraydan Nemrut için Cehenneme kapı
açan, karada gemiyi yüzdüren Allah'a iman eder ve çağımız
kâfirlerine karşı moral buluruz.
"Karada gemi yüzer mi" diyerek alay ediyorlardı. Ama
Allah yerden ve gökden indirdiği sularla gemiyi
yüzdürdü. 2000[49]

1998[47]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/46.
1999[48]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/46.
2000[49]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/47.
39- Artık kendisini rüsvay edecek azabın kime geleceğini,
daimi azabın kimin başına ineceğini yakında
2001[50]
bileceksiniz.

40- Nihayet emrimiz gelip tandırda kaynayınca dedik ki:


"Her birinden ikişer çift ve aileni ve iman edenleri yükle.
Ancak aleyhinizde bulunanlar hariç. Onunla birlikte çok az
kişi iman etmişti.
Rabbimiz dilerse sular "tolu" olur. Dilerse "kar" olur.
Dilerse yerden sular fışkırır, dilerse ateşler lavlar fışkırır.
Dilerse ateş yanan fırından sular fışkırır. Onun yardımı hiç
hesap edilmedik yerden geliverir. Gemiye iman edenler
alınır. İman etmeyen evladından olsada o uzakdır. En uzak
olanlar iman edince en yakınlardan olurlar.
Herşeyden bir erkek ve bir dişi alındığı haberi daha ziyade
denizde uzun müddet yaşayamayan hayvanları içermektedir.
Çevrenin, hayvanların ve çevredeki dengenin korunmasında
örneklerimiz ve Önderlerimiz Peygamberlerimizdir.
"Aileni ve iman edenleri gemiye yükle" ifadesinden ailede
iman edenlerin dışında başka iman edenlerin de olduğunu ve
insanlık ailesinin onlarında devamı olduğunu haber
veriyor. 2002[51]

41- (Nuh) dedi ki: "Binin onun içine. Onun yüzmeside,


demir atmasıda Allah'ın adıyladır. Şüphesiz Rabbim bağış-
layandır, esirgeyendir."
İnsanı yaratan Allah, Ağacı, suyu yaratan Allah. Ağaçtan
gemi yapmayı düşünen aklı yaratan Allah, suya kaldırmayı
veren, hacmi ve özgül ağırlığını ve oranlan yaratan Allah
olunca geminin denizde yüzmesi de,demir atması da
Allah'ın adıyla olur. Gemici "Bismillahirrahmanirrahiym"
2001[50]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/47.
2002[51]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/47-48.
diyerek yüzdürür ve durdurur. Gemide Allah'ın koyduğu
tabiat kanunlarına göre hareket ettiği için onun adıyla
hareket etmiş olur. 2003[52]

42- O (gemi) dağlar gibi dalgalar arasında yüzerken Nuh


(a.s.) bir kenara çekilmiş olan oğluna (Kenan'a) seslendi:
"Oğulcuğum, bizimle birlikte bin ve kâfirlerle beraber
olma."
Baba yüreği oğlunun boğulmasına gönlü razı değil.
Kâfirlerle beraber olursa bu dünyada suda boğulacak,
ahirette de ateşte yanacak. Onun için "kâfirlerle birlikte
olma" diyor. Bizde çocuklarımızın kâfirlerle beraber
olmaması için gayret gösterelim. 2004[53]

43- (Oğlu) dedi ki: "Ben dağa sığınırım. O beni sudan


korur." (Nuh'da) dedi ki: "Bugün (Allah'ın rahmet
ettiklerinden başka, Allah'ın emrinden koruyacak, korunmuş
kimseler yoktur." ikisinin arasına bir dalga girdi ve o bo-
ğulanlardan oldu.
Teknolojinin zirvesinde olan devletler saatta 300 kilometre
hızla esen rüzgarda teknolojileriyle beraber Allaaaaah diye
bağırıyorlar. Allah'ın emri gelince kurtuluş yok. 2005[54]

44- "Ey yeryüzü suyunu yut, ey gökyüzü suyunu tut" denildi


su kesilde ve iş olup bitti. Gemi, Cudi üzerinde durdu.
Zalimler topluluğunada "uzak olsunlar" denildi (ve helak
edildi).
Nuh tufanının bölgeselini yoksa evrensel mi olduğu
konusunda ayet ve hadislerden kesin bir delil yok. Hedef
imansızları cezalandırmak olduğuna göre onlarda Hz.
Nuh'un kavmi olduğuna göre bölgesel olduğu anlaşılabilir.

2003[52]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/48.
2004[53]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/48.
2005[54]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/49.
Her ırkdan insanların tufan olayını bilmesi evrensel
olduğuna işaret etmez. Bu bilgi bütün insanların Hz. Nuh
ailesi ve ona iman edenlerden türediğini gösterir. 2006[55]

45- Nuh Rabbine seslendi ve dedi ki: "Rabbim, şüphesiz


oğlum benim ailemdendir. Şüphesiz senin va'din hakdır, ve
sen Hâkimlerin Hâkimisin."
Baba yüreği dedik. Canından, kanından bir parça ciğerparesi
için Rabbine yalvarıyor ama o konuda da doğru davranışın
nasıl olacağını Rabbimiz Nuh (a.s.)'m şahsında bize
öğretiyor. 2007[56]

46- (Allah) dedi ki: "Ey Nuh, o senin ailenden değildir. O


yaramaz bir işdir. O halde hakkında bilgin olmayan şeyi
benden isteme. Cahillerden olmayasin diye sana ben öğüt
veriyorum."
İman bağı kan bağınm önüne geçer. Biz İranlı Selmanı
Farisiye rahmet okurken Efendimizin amcası Ebu Leheb'e
"tebbet" okuyoruz.Bedir harbinde baba oğulla, kardeş
kardeşle karşı karşıya gelmiştir.
İbrahim (a.s.) babasıyla karşı karşıya gelmiştir. O
Peygamberler bizim örnek ve önderlerimiz olduğuna göre
dostlarımızı belirlerken kan grubuna göre değil, iman
grubuna göre belirleyeceğiz.
"Olur mu insan ciğerparesini bırakır mı?" denebilir. Ama
bizler, çürüyen dişlerimizi bizi acı içinde kıvrandırmasın
diye çekip atıyoruz. Kanserli organımız, diğer organımıza
da geçmesin diye kesip atıyoruz.
İşte imansız kişide diğerlerinin ebediyen yanmasına sebep
olacağından ayırmak uzaklaştırmak karantina altına alıp
ıslahına çalışmak gerek.
O salih olmayan bir amel, yaramaz bir iş olmuş. Yani
2006[55]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/49.
2007[56]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/49-50.
babasının ve Peygamberinin tebliği onda tutmamış.
Kâfirlerin kalıbına göre dökülmüş. 2008[57]

47- (Nuh) dedi ki: "Rabbim, hakkında bilgim olmayan şeyi


senden istemekden sana sığınırım. Eğer sen beni bağışlamaz
ve esirgemezsen ben kayba uğrayanlardan olurum."
Peygamber kendi oğlunu Cehennemin ateşinden
kurtaramazsa hiçbir veli, hiçbir kâfiri, hiçbir zaman ateşten
kurtaramaz.
Kâfir olan oğlu için dua eden Peygamber uyarılıyor. Ve o
Peygamber de Rabbinden bağışlanma istiyor ve tevbe
ediyor. Günümüzde nice kâfirleri Cennetlik yapmaya
kalkışan küstahlar gördük. 2009[58]

48- Denildi ki: "Ey Nuh, sana ve seninle beraber olan


ümmetlere bizden selam ve bereketlerle (gemiden) in.
(Seninle beraber olmayan diğer) ümmetleride
yararlandıracağız. Sonra bizden acıklı bir azap onlara
dokunacaktır.
Nuh (a.s.) ve ona iman edenlerin nesli bereketli olarak
çoğalırken yolunu şaşıranlar, sapanlar olmuş. Onlarada bu
dünyada Allah ni'metler vermiş. Bugünkü kâfirlere verdiği
gibi. Ama ahirette acıklı azabı tadacaklardır. 2010[59]

49- İşte bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir.


Bundan önce bunları sende, kavminde bilmiyordun. Sabret.
Şüphesiz sonuç müttekilerindir.
Nuh tufanı hakkında kısaca birşey biliniyordu. O da suların
çoğalıp insanların gemiyle kurtulduğu kulakdan kulağa
geliyordu, ama bunun bir iman-küfür çatışması sonunda
olduğu ve iman edenlerin kazandığı şeklinde değildi.

2008[57]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/50.
2009[58]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/50-51.
2010[59]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/51.
Ayet bizlere müjdeyi veriyor. Kâfirin sayısı, ekonomisi,
siyaseti, silahı ne kadar güçlü olursa olsun sonuç
müttakilerindir.
Hûd sûresinin 50. âyet-i kerimesi, bu sûreye bu ismi
verdiren bölümdür. Bu bölümde Hûd (a.s.)'dan bahsedildiği
için "Hûd" sûresi ismi verilmiştir. Ayrıca Hûd (a.s.)la ilgili
olarak "El Araf " sûresinde, "Eş Şuara" sûresinde, "El Ahkaf
" sûresinde ve diğer sûrelerde de bahsedilmektedir. Nuh
(a.s.)'dan sonra Hûd (a.s.)'m kıssasına geçiyor. Allah (c.c.)
bu kıssaları o günün Mekkeli müşriklerine anlatışının sebebi
ile bugünün müşriklerine anlatışının sebebi aynıdır.
Müşriklerin karakterleri değişmiyor. Kabilden beri devam
eden veya şeytanla başlayan, Kabil ile devam eden Ad,
Semud kavmiyle süre gelen ve günümüze kadar gelen
müşriklerin mantığı, karakteri, konuşma tarzları, dilleri
hepsi birbirine benzerlik arz ediyor.
Onun için Allah (c.c.) o günün Mekke müşriğine, bugünün
müşriği-ne hitaben birşeyler anlatırken Nuh (a.s.), Lût (a.s.),
Salih (a.s.)'ı bize anlatıveriyor. Müşrikleri anlatırken o
müşriklere hitap ediyor. Bu Peygamberleri anlatırken bize
hitap ediyor. Çünkü biz bu Peygamberlere iman etmiş
insanız. Ve onların yolundan gitmeyi arzulayan insa-
nız. 2011[60]

50- Ad kavminede kardeşleri Hûd'u (Peygamber olarak


gönderdik.) O (kavmine) şöyle dedi: "Ey kavmim, Allah'a
ibadet edin. Sizin için ondan başka ilah yoktur. Siz iftiradan
başka birşey yapmıyorsunuz."
Allah (c.c.) Ad kavmine Hûd Peygamber'i elçi olarak
gönderiyor. Ad kavmi şimdiki "Yemenle Aden" arasında
veya "Uman" arasında bulunan yerler de yaşamışlar. Âd
kavmi diye tarihe kaydedilmiş. İremhrini kuran 2012[61]
2011[60]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/51-52.
2012[61]
El Fecr / 6-7
Yemenle,Uman arasındaki Ahkafa yerleşen 2013[62] Yüksek
tepelerde kaleler kurarak dünyada ebedi kalacakmış gibi
davranan 2014[63] inkarları sebebiyle, yedi gece sekiz gündüz
esen şiddetli rüzgarla helak olan Ad kavmi budur.
"Ad" çok adi, çok eski, çok değersiz manasına da geliyor.
Türkçede kullandığımız "Adi" kelimesi de bu kelimeden
alınmış derler. Adi kelimesinin çok eski kalitesiz anlamında
kullanıyoruz biz. Arab'ın dilinden bize geçme bu kelime. Âd
kavmi zaman içersinde güçlü devlet kurmuş, güçlü binalar
yapmışlar, çok ta zulm edici bir toplum imişler ve Hûd
(a.s.)'a iman etmemeleri sebebiyle helak olmuşlar gitmişler.
Ancak tarihi kalıntıların bugüne kadar geldiğini tarihçiler
yazıyor. O topluma da Allah (c.c.) Hud peygamberi
gönderiyor. Her peygamberin dediği gibi ve ilk söylediği
gibi ilk ve en önemli şeyi söylüyor peygamberler. "Gelin
Allah'tan başkasına ibadet etmeyin, Ondan başka sizin için
bir ilah yoktur. Ey kavmim Allah'a kulluk edin, ondan başka
ilah yok yani ondan başka ibadet, itaat edilecek, emrine
boyun eğilip, yasaklarından kaçılacak bir başkası yok"
diyor. Diğer Peygamberler de aynı şeyi söylüyorlar. Yani
Hz. Adem'den Peygamber (s.a.v.)'e kadar gelen bütün
Peygamberlerin söylediği "Ey kavmim Allah'a ibadet ediniz.
Hani genelde teravih namazlarında bazı hocalarımız, birkaç
tane Peygamberin hayatını kısaca özetleyen âyet-i
kerimeleri çokça okurlar. Hepsinin müştereken söylediği
"Allah'tan korkmaları, Allah'a ibadet etmeleri, Allah'a itaat
etmeleridir" 2015[64] Burada Hûd (a.s.)'da Âd kavmine aynısını
söylüyor.
İbadeti ve ilahı açıklamaya ayrıca girmeyeceğim. Çünkü
bugüne kadar tefsirimizden anlaşıldığı gibi, hani bu adam
ibadetine düşkün deyince, yalnız namaz, hac, oruç, zekat ta

2013[62]
Ahkaf 121
2014[63]
Şuara 1128-135
2015[64]
Şuara / 160-180
inhisar etmiyoruz. Allah'ın bütün emrettiklerini yerine
getiren, yasaklarından kaçman kişiye, ibadet eden, çok
ibadet eden diyoruz. Yapılan işe de ibadet diyoruz.
Allah'a ibadet edin dedikten sonra sizin için Allah'tan başka
ilah yoktur. Yani bir emrine boyun eğilecek, yasaklarından
kaçınacak başka biri yoktur diyor. Biz de bu "Lâilâheillallah
Muhammedenrasûlüllah" kclime-i tayyibesinde, Allah'tan
başka ibadete layık olan birinin olmadığım, ancak ve ancak
Yaratanın, Yaşatanın ve Yönetenin O olduğunu itiraf
ediyoruz. Ezan-ı Muhammedi ile de ilan ediyoruz. Her
Peygamberin birinci derecede söylediği bu "Ey kavmim
Allah'a ibadet ediniz" İkincisi çok önemli Nuh (a.s.)'da da
geçmişti. 2016[65]

51- "Ey kavmim, ben buna karşılık sizden ücret istemi-


yorum. Benim ücretim ancak beni yaratana aittir. Hala
akıllan mayacakmısınz?"
51. âyet-i kerime'de "Ücret istemediğini ifade ediyor." Hani
bir toplumun karşısına geçseniz, bir şeyler anlatmaya
çıksanız. Mesela Sultan Ahmet'e doğru gidiyorsunuz. Bir
adam orta yerde sandalyenin üzerine çıkmış birşeyler
söylüyor ve etrafında da onbeş yirmi tane adam çevrelemiş
onu dinliyor. Hatırımıza hemen leke çıkarıcı bir ilaç mı
satıyor?. Yeni çıkmış bir ilacı bize satmaya mı çalışıyor?.
Yani mutlak surette para ile ilgili birşey aklımıza gelir.
Bu yalnız bizim hatırımıza değil bundan binlerce sene
öncesi insanının hatırına da bu gelmiş. Yani insanlık
çıkarcılığı, özellikle imansız kesim çıkarcılığı
düşündüğünden birisi Peygamberim diye ortaya çıktığında
birisi diğerine bıyık büküyor, acaba ne istiyor diye. Yani
Peygamberlik ayağından köşe dönmek istiyor diye kendi
hatırlarına geleceğini Peygamber biliyor veya Rabbim

2016[65]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/52-53.
bildiriyor. Onlara "Allah'a ibadet edin" dedikten sonra o
zihinlerindeki şüpheyi gideriyor.
Sakın ha hatırınıza sizden para isteyeceğimi, bir ücret, bir
karşılık, beklediğimi sakın hatırınıza getirmeyin, hatırınıza
gelmişse onu silin". Ben de aslında bir ücret istemiyorum
aslında ücretsiz iş yok ama benim ücretimi ben Allah
(c.c.)'den alacağım, siz benim bu İslâmî tebliğimi ücretimi
verecek durumda değilsiniz. Ancak beni Yaratan bunu verir.
Ben de ondan isteyeceğim diyor. Hâlâ siz akıllanmadınız
mı? Yani yaptığım bu işi Allah rızası için hiç hatırınızdan
hayalinizden geçiremez misiniz, başka birşey düşünemez
misiniz. Paradan başka birşey düşünemez misiniz.? Hani
özellikle fakir semtinde İstanbul, Ankara şehrinde,
Ankara'ya eskiden "Mabedsiz şehir" derlerdi eskiden yazar-
lar. Fakat şimdi öyle değil. Hani şehirlere köylerden büyük
bir akın başladı diye şikâyetler varya. Ankara'ya gittiğinizde
görürsünüz. Yeni kurulan bütün mahallelerde minareler
yükselivermiş. İmansızın mantığı buna yetmiyor. Diyor ki:
"Bu nasıl olur yahu" Hadi zengin semtler de olsa neyse,
fakat bu fakir semtlerde minarelerin yükselmesi. Yani ada-
mın havsalası almıyor bunu.
Çünkü adam herşeyi, Mevlana'nın taâbiriyle- öküzün karpuz
kabuğuna bakışı gibi değerlendirdiğinden, " bu olmaması
lazım" diyor, ama işte vaka yani oluyor. Minare yükselmiş
ve tahsisat yok, devlet engellemek için gerekeni yapıyor.
Sağolsun uyanık, Anadoludan gelen Müslümanlarımız
belediyenin arsası üzerine yapıyor, ondan sonra ba-
ğınveriyor, camiyi yıkıyorlar filan diye onlar da oy hatırına
susuyorlar. Oy hatırına yoksa yıkacaklar temelinden
sökecekler, ama oy hatırına seslerini çıkarmıyorlar. 2017[66]

52- "Ey kavmim, Rabbinizden mağfiret isteyin. Sonra ona

2017[66]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/53-54.
tevbe edin ki gökyüzünden size bol yağmur göndersin. Kuv-
vetinize kuvvet katsın. Suçlular olarak yüz çevirmeyin."
Yaptıklarınızdan dolayı Allah'a istiğfarda bulunun. Yani
bugüne kadar yaptığınız imansızlık Peygamber'e karşı
yaptığınız saygısızlık varya Allah (c.c.) affedicidir, afdan
ümidinizi kesmeyin. Allah'a istiğfar edin ve yaptıklarınıza
tövbe edin, istiğfarla tövbeyi ard arda getirmiştir. Birbirinin
aynı anlamındadır ama ikisi yanyana gelecek olursa;
1- Geçmişte yaptığınıza pişmanlık duyun
2- Bir daha yapmamaya karar verin. Bir de yaptıklarınızdan
dolayı Allahdan (c.c.) af talebinde bulunun.
Yani bir kötülüğü bırakıyorsunuz bir daha yapmamaya karar
veriyorsunuz, yeterli değil "Ya Rabbi, o bilmeden yaptığım
hataen yaptıklarım varya onları da af et" diye istiğfarda
bulunun diyor.
Şimdiki Yemen'in oralara Hûd (a.s.) Peygamber olarak
görevlendirildiği dönemlerde birkaç sene yağmur
düşmemiş, kıtlık almış yürümüş insanlar tedirginler ve
onlara diyor ki Hûd (a.s.) "Siz Allah'a tövbe edin, O'na
yönelin. Şu kendi aranızdan çıkmış insanların kanunları ile
bu memleketi yönetmeye kalkmayın. Allah'a ortak
koşmayın, yaptığınız kötülüklerden dolayı istiğfarda
bulunun da Allah size bolca yağmurlarını göndersin ve
kuvvetinize kuvvet katsın" yani güçlü bir millet idiler onlar.
Eğer İslama girecek olursanız kuvvetimize kuvvet katarız
sakın suçlu olarak İslamdan yüz çevirmeyin diyor Hud (a.s.)
Ad kavmine.
Buradan şunu anlıyoruz biz, kıtlık esnasında Allah'a (c.c.)
açılan eller yapılan dualar Allah katında kabul görme
ihtimali büyük. "Peygamber efendimiz (s.a.v.) bizzat kendisi
yağmur duasında bulunmuştur ve yağmur duası için çıktığı
yerde iki rekat namaz kılmıştır."
Yani bu âyet-i kerime'yle sabittir yağmur duası, bir de
Peygamber Efendimizin (s.a.v.) fiili tatbikatıyla vardır.
Birgün Efendimiz Medine'de Mescid-i Nebevi'de hutbe
okurken dışardan, çölden gelen bir insan "Ya Rasulüllah
otlar kurudu, koyunlar yavrularını beslemez oldu, insanlar
helak oluyor, hayvanlar ölüyor ne olur Rabbim'e dua
etseniz" dedi, Sahâbi diyorki (anlatan Ravi); "Peygamber
Efendimiz de. ellerini açtı ve şu duayı okudu diyor. (Duayı
orada rivayet ediyor hadis kitaplarımız) ve dışarıya
çıkmadan yağmur yağmaya başladı. Cuma günü biz namazı
kılıp dışarıya çıktığımızda yağmur yağıyordu diyor. İçeri
girdiğimizde hiçbirşey yoktu, dışarıya çıktığımızda yağmur
yağmaya başlamıştı. Bir hafta devam etti yağmur derken
ikinci cuma da yine birisi geldi "Ya Rasulüllah çok fazla
oldu" dedi, diyor. Peygamber Efendimiz yine dua etti. "Ya
Rabbi yağmuru zarar vermeyeceği yerlere yağdır, üzerimize
zarar verecek şekilde yağdırma" diye yine dua etti ve yağ-
mur durdu "diyor. 2018[67]
Şimdi İstanbul şehrinde de geçtiğimiz yıllarda eller
açılmaya başlayınca bir kısım imansızlar alay ettiler. "Açın
bakayım, Allah yağdıracak mı.? dediler. Ama yağdı.
Bizim Atikali'nin değerli imamı Ahmet Hoca diyor ki:
"Hocam, imansız diyorsun. "Gerçekten imansız doğrusu
Arapça ifadesi ile imansız ancak elifi biraz çekmek lazım."
"limansız" demek lazım, doğrusu o da, hoca diyorki;
"imansız deyip geçiyorsun" diyor. Yani kısa kesiyorum,
zaten adamların imanı kısa da onun içindir diyorum ben de.
Bu imanı kıt adamlar veya imanı olmayan adamlar hem
imana karşılar, dine karşılar, hem de bunlar ilme karşılar.
Bir kerre şunu bilmeleri lazım; tarih boyunca yapılan
yağmur duaları genelde yağmurun yağmasına sebep olmuş.
Haa öyleyse araştırmaları lazım, Batılı dostlarına, ahilerine
bunları rapor edecekler: Valla biz de sizin gibi inanmıyoruz,
ama ne zaman dua edilse yağmur yağıyor. Öyleyse bunu

2018[67]
Ebu Davud, İstiska hah; 3, İbni Mace, İkame; 154
ilmi yoldan araştırmanızı rica ediyoruz, istirham ediyoruz
diye yazsalar daha iyi olur. Daha ilme saygı göstermiş
olurlar bu adamlar.
Bir vakıadır, yağıyor ve bunu bizzat kendi gözlerimizle
şurada görüyoruz. Ne zamanki, hani ilim, yağmurla ilgili
araştırma yapanlar ne diyorlar ve biz de görüyoruz. Yağmur
genelde ormanın bol olduğu yere yağıyor, ormanın az
olduğu yerde, yeşilliğin az olduğu yerlere yağmur
yağmıyor. Niye? Onu çekiyor, ormandaki ağaçlar ve
çiçekler bulutları çekiyorlar, onlar boyunlarını büküyorlar,
yapraklarım böyle salıveriyorlar "yağdır mevlam su" diye
dua ediyorlar. Bu sefer de Rabbim bulutlarım o tarafa doğru
sevk ediveriyor. Yani onlar da dua ediyorlar, bir vakıadır
oluyor. Orada isteyen var, ihtiyaç hissedenler var ve
isteklerini Rabbim'e bildiriyorlar. Mutlaka Rabbim'in
koyduğu kanun var o cereyan ediyor.
Öyle ise biz de kanuna uygun hareket edelim biz de
isteyicilerden olahm. Kuşlarla, çiçeklerle, böceklerle Allah
(c.c.)'den isteyenlerden olalım. Bu 52. âyet-i kerime'yle
sabit ki istiğfar, Allah'a yönelme ve Allah (c.c.)'e dua-etme
yağmurun yağmasına sebeptir. 2019[68]

53- Dediler ki: "Ey Hûd, sen bize bir mucize getirmedin.
Biz senin sözün üzerine ilahlarımızı terketmeyiz ve biz sana
iman etmeyiz."
Biz senin bu sözün üzerine bu ilahlarımızı terk etmeyiz.
Bunlardan vazgeçmeyiz, ve sana da iman etmeyiz diyorlar.
Delil istiyorlar. Hani günümüzdeki insanların bir kısım
imansızların delil istediği gibi. Efendimizden (s.a.v.) de
istemişlerdi. Bir âyet-i kerimede geçmişti. "Onunla beraber
bir melek olmalı değilmiydi, veya Onun yanında bir hazine
olmalı değilmiydi" diyorlar. 2020[69] Aynı şekilde Hûd'un kav-
2019[68]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/54-56.
2020[69]
Hud 112
mi aynı şeyi istiyor. Salih'in kavmi de aynı şeyi istiyorlar.
Yani apaçık bilmedikleri, tanımadıkları bir mucize olsun, o
mucize ile onlar imana gelsinler. Bunu istiyorlar. Ama Allah
(c.c.) öyle mucizeler verse de onlar iman edici değiller
diyor. Çünkü daha Önce Musa (a.s.)'ın mucizesini gözleriyle
görenlerden bir kısmı iman etti, ama firavun ve onun çıkar
çevresi iman etmemekte yine direndiler. İsa (a.s.)'ın
mucizesini görenler, birçok imansız, imansızlığında devam
etti gitti.
Asıl mucize aslında ( hani evliyalardan keramet
aramayalım, ancak keramet haktır kabul edelim.) yine
evliyalardan birisi söylemiş. Yahu bizim orada filan evliya
uçuyor demişler. O büyük evliya demiş ki: "Yahu o sinek
olmaya özenmiş. Ama efendim o denizin üzerinde yürüyor.
Ee öyle ise o saman çöpü olmaya özenmiş" demiş. Saman
çöpü de denizin üstünde yüzüyor.
Demiş ki: "Evliyalık adam gibi yürümektir" Adam gibi
yürümek. Şu İstanbul şehrinde bir adam elini, dilini, gözünü
ve gönlünü haramla kirletmeden kimsenin şahsiyetiyle,
namusuyla, vakarıyla oynamadan yürüyebilmişse bu adam
20. asrın evliyasıdır. Peygamberler de kendi çağlarında
kimsenin namusuyla, şahsiyetiyle, vakarıyla oynamıyorlar,
ve helal yollardan nziklarını temin ediyorlar. İnsanın insana
kul olmasını önlemek için mücadelelerini veriyorlar. İşte bu
onların en büyük mu-cizesidir aslında. Yani insanca
yaşamak en büyük fazilettir. İnsanlar da diyorlar ki; 2021[70]

54- "Biz ancak ilahlarımızdan bazısı seni fena çarpmış


deriz." Hûd dedi ki: "Şüphesiz ben Allah'ı şahid tutarım.
Şahid olun ki ben sizin ortak koştuklarınızdan uzağım."
Hani günümüzde de buna benzer şeyler söylenir. Bazı
İslâmî hizmetlerinden dolayı çok değerli hizmetler verirken

2021[70]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/56-57.
içeri alınan bazı arkadaşlarımızdan dengeyi biraz kaçıranlar
olmuş. Mesela bedenen sakat-lanmıştır. Beynini
zedelemişler. Hapishanedeyken beyni zedelenmiş tanıdığım
insanlar vardır. Bunlara yapılan bir sinirsel harp neticesinde.
Yani baskı yaparak, çeşitli yol deneyerek bazılarını
Bakırköy'e alıp orada tedavi altında birşeyler verilmek
suretiyle, bazılarına da kaba kuvvetle bir şeyler yapılıyor,
dengesi kaçırılıyor. Ve ondan sonrada diyorlar ki: "Ya
gördün mü bizimkilerin yolundan, izinden gitmedin işte seni
çarptı" Kim çarptı, onun avaneleri çarptı diyorlar. Aynı
şekilde "bizim ilahlarımızdan bir kısmı sana kötü şekilde
çarpmış deriz. Başka birşey demeyiz" diyorlar.
Yani bu kadar imkanları, bu kadar kadını, bu kadar parayı,
bu kadar gayri meşru işleri terkediyorsun. Oğlum bu delilik,
sen delirmişsin diyorlar. Genelde de Peygamberlere
diyorlar. "Sen delisin" diyorlar. Öyle ya hani Peygamber
(s.a.v.)'e " Sen devlet başkanı olmak mı istiyorsun? buyur.
Mekke'nin başına getirelim, efendim zengin güzel kadınlarla
mı evlenmek istiyorsun? buyur Mekke'nin en güzel
kadınlarından sana bulalım. Zenginlik istiyorsan? en
zenginimiz yapalım. Ama Peygamberlikten vazgeç."
diyorlar. Yok bunların hiçbirini kabul etmezsen, En güzel
kadını kabul etmezse, zengin olmayı, kabul etmezse, devlet
başkanlığını, kabul etmezse ne olur bu adam? Bu adam
delidir diyorlar.
Ama kimin deli, kimin akıllı olduğu zaman içersinde ortaya
çıkıyor. Hani âyet-i kerimede tefsiri geçiyor. "Yakında
neticeyi siz de göreceksiniz, biz de göreceğiz" diyor. 2022[71]
Onlara cevap olarak Rabbim bildiriyor ve gerçekten de bir
gün geliyor. Mekke, Efendimiz (s.a.v.) tarafından feth
ediliyor. Ebu Cehil Bedir'de geberdiğinden göremedi ama
oğlu İkrime gördü. Oğlu güçlü bir komutandı. Müslüman

2022[71]
Kalem / 5
olmamak için şehri terk etti, fakat yoldan dönerek
Müslüman oldu. Müslüman olunca çok büyük hizmetler
verdi. Onun için bu imansız kesimin çocukları, İkrime gibi,
hizmet edecek ümidiyle gayret etmemiz gerekiyor. Yani
bunların tamamını bir kalemde silmeyip ümitvar olmamız
gerekir.
Hûd (a.s.)'da diyor ki onlara: "Ben Allah'ı şahit kılarım, sizi
de şahit kılarım ki sizin bu taptıklarınızdan Allah'a ortak
koştuklarınızdan ben uzağım" diyor. Bunu hemen hemen
bütün Peygamberler ifade ediyorlar. Hani İbrahim (a.s.)'m
örnek olduğunu bize bir âyet-i kerime haber verir. "İbrahim
ve Ona iman edenler sizin için örnektir" diyor Allah (c.c).
O Peygamberler müşriklere diyorlar ki: Biz sizden de sizin
taptıklarınızdan da uzağız, beriyiz" diyorlar. 2023[72] Şimdi
İbrâhm'i örnek kabul edenler ki biziz. Biz de çağımızın
putlarına vede putperestlerine şunu söyleyeceğiz;
"Taptıklarınızdan ve sizden beri-ğiz" yani uzağız. Burada da
Lût (a.s.) öyle diyor. "Allah'a ortak koştuklarınızdan ben
beriyim." Ben böyle şeyi bir göz açıp kapayıncaya kadar
dahi kabul edecek değilim. Allah'tan başka şirk
koştuğunuzdan ben beriğim." Öyle ise hani bizim
ilahlarımız sizi çarptı diyorlardı.? 2024[73]

55- "O Allah'dan başka (ortak koştuklarınızdan uzağım.)


Artak hepiniz bana tuzak kurun, sonra bana hiç göz
açtırmayın."
Peki, hepiniz biraraya gelin bütün planlarınızı, tuzaklarınızı,
programlarınızı, askerlerinizi, herşeyinizi bana uygulayın,
sakın mühlet de vermeyin. Türkçe karşılığı "elinizden geleni
geri bırakmayın" başka birşey değil. Vay bizim ilahımız
çarpmış, devlet büyüklerimiz seni perişan edecekmiş, bütün
bunları geriye bırakmayın diyor Lut (a.s.). Biz de aynısını
2023[72]
Mümtehıne / 4
2024[73]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/57-59.
söylememiz için Allah (c.c.) bize nakl ediyor. Aynen Hud
(a.s.)'a iman ediyoruz, onun yolundan yürüyerek aynı şeyleri
söylememiz gerekiyor. "Elinizden geleni geriye
2025[74]
bırakmayın" Peki sen kime güveniyorsun.?

56- Şüphesiz ben, benimde, sizinde Rabbiniz olan Allah'a


dayandım. Kıpırdayan hiçbir canlı yoktur ki onun alnından
tutmuş olmasın. Benim Rabbim doğru bir yol üzeredir.
Ben Allah'a güvenmişim. O Allahki hem benim, hem de
sizin Rabbiniz. Yalnız benim değil, sizi bir ana'dan ve
baba'dan dünyaya getiren, size bir damlacık su iken şekil
veren, sonra besleyip büyüten, bu gücü ve kuvveti veren
Allah (c.c.) varya..! işte o benim de Rabbim. Siz bu
ahilerinize, yani putlarınıza, yöneticilerinize sığınıyorsunuz,
ona güveniyorsunuz. Ben de Allah'a güveniyorum.
O Allah (c.c.) ki, kıpırdayan her canlının alnından tutan
odur. Bütün yaratıklar onun emrine uymaya mecburdur. "Ve
benim Rabbim'in emir ve yasaklan da dosdoğru yol
üzerindedir" Emirleri de, yasakları da güzeldir, "Sıratı
Müstakim" Rabbimin yoludur. Biz Sıratı Müstakim'i bili-
yoruz. Hergün okuduğumuz "Ya Rabbi bize dosdoğru
yolunu ver" Senden önce geçen Peygamberlerin yolunu ver
diye günde beş vakit namazımızda kırk defa tekrar ediyoruz.
Zaten Peygamber (s.a.v.) "Bu Hûd sûresi beni kocattı
(ihtiyarlattı)" demiş. Bir başka rivayette de hangisi diye
sorulduğunda; "Emrolunduğun şekilde dosdoğru ol)" ayetini
ifade etmiş.
Günümüzde de "Doğru yoldan gidelim.", "Allah doğru
yoldan ayırmasın" diye ifadeler var. Kim belirleyecek bu
yolu? Eğer ben belirleyecek olsam, içinizde benden akıllı
olabilir. Yani akıl akıldan üstündür. Öyle ise bir akıllının
emrine, bütün insanları onun emir ve yasaklarına mecbur

2025[74]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/59.
tutmayalım. Birini derebey yapıp öbürlerini onun kulu ve
kölesi yapmayalım.
Allah (c.c.)'ın emir ve yasaklan dünya ve ahiretimiz için en
doğru yoldur. Hani Hindistan devlet başkanı 800 milyon
kişiyi yönetiyor. Deli bir adam değir bu, ama bu kadar
insanı yöneten bu kişi annesi ölünce toprağa gömmüyor,
elleriyle yakıyor. Bu yaptığı eğrimi? Onun aklına göre çok
doğru. Öbür tarafta yamyam da anasını yiyor. Niye? Anamı
ben toprağa verecek kadar zalim değilim. Ben onu kanım da
taşıyacağım diyor. Yamyama göre mantıklı bir ifade, diğeri
de anam beni besleyip büyütmüş, devlet başkanlığına kadar
da getirmiş. Herşeyin pisini, kirini ateş temizler, anamında
kirini, günahlarını ateşle temizlerim. Sonra Ganj nehrinde
yıkarım onu diyor. Böylece yakıyor.
Londra Belediye Başkanı da şehri ısıtmak için ölüleri yakıp
ısıtalım diyor. Kendine göre mantıklı, ekonomik yönden
büyük katkısı olur diyor. Bütün bunları insana havale
edecek olursak bir başkası da başka türlü düşünür.
Rabbimiz bunları insanın mantığına havale etmemiş,
bunların yolunu göstermiş. Toprağa defnini göstererek en
doğru yolu Rabbimiz belirler bize. En doğru kanunu Allah
koyar. Yoksa insanlar belirleyecek olsa her on senede bir
düzeltmek için birinin çıkması gerekir.2026[75]

57- Eğer yüz çevirirseniz, artık ben kendisiyle gönderil-


diğim şeyi size tebliğ ettim. Rabbim sizden başka bir kavmi
sizin yerinize getirir ve siz ona hiçbir şeyle zarar veremezsi-
niz. Şüphesiz Rabbim herşeyi koruyandır.
(Eğer bu adamlar yüz çevirirlerse) Sırat-ı Müstakim'e
gelmezlerse, Eğer siz yüz çevirirseniz. Hûd (a.s.) diyor ki:
"Ben görevimi yerine getirdim. Size neyi ulaştırmam
gerekiyorsa o ulaştırılması gereken şeyi ulaştırdım. Böylece

2026[75]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/59-60.
görevimi yerine getirdim.
Allah (c.c.) 57. ayeti'nde, benim üzerime düşen görev Onun
size ulaştırmayı istedikleri şeyi size ulaştırmaktır. O
görevimi yerine getirdim. Eğer siz imansızlığınız da devam
ederseniz Allah (c.c.) sizin dışınızda, sizin yerinize başka bir
toplumu getirir. Sizin imansızlığınızın da Allah'a hiçbir
zararı olmaz. Hepsi imansız, ateist olsalar da Allah'a zarar
veremezler. Hepsi imanlı olsalar da Allah'a fayda
veremezler. Çünkü kişinin imam kendi lehine, imansızlığı
da kendi aleyhinedir. "Hidayette olanın hidayeti kendi
lehine, dalalette olanın sapıklığı da yine kendi aleyhinedir"
diyor.2027[76]

58- Emrimiz geldiğinde Hûd'un ve onunla beraber iman


edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık ve onları büyük
bir azâbtan kurtardık. 2028[77]

59- İşte Ad kavmi, Rablerinin âyetlerini inkâr ettiler. Onun


elçilerine isyan ettiler ve inadçı her zorbanın ardından
gittiler.
"Allah'ın âyetlerini yalanlayan Âd kavmi, işte onlar
Peygambere isyan ettiler ve inatkar, zorba yöneticilere
uydular" diyor. Yani helaki hak etmelerinin sebebi; Allah'ı
inkâr edip, Peygamberlere isyan etmeleri ve Allah'ın
kanunlarına karşı kanun icad eden zorba, inatkar yöne-
ticilere uymalarından dolayıdır. 2029[78]

60- Onlar bu dünyada da Kıyamet gününde de Ia'nete


uğradılar. İyi bilin ki Ad kavmi Rablerini inkâr ettiler. İyi
bilin ki Hûd'un kavmi olan Ad'a (Allah'dan) uzaklık vardır.
Yani Âd kavmi Allah'ın rahmetinden çok uzakta kalmışdır

2027[76]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/60-61.
2028[77]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/61.
2029[78]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/61.
diyor. En büyük azap aslında uzaklıktır. Peki Allah bize
uzak mı? Hayır. Allah bize bizden daha yakın. Hani bir
âyet-i kerimede "Kişinin şah damarından daha yakın
olduğunu" Allah (c.c.) bize haber veriyor. 2030[79] "Sensin
bize bizden yakın. Görülmezsin hicab nedir?"
Yunus da böyle ifade ediyor.Yani bize bizden yakınsın ama
arada bir perde var, biz seni göremiyoruz, diyor.
Allah (c.c.) mü'mine de, kâfire de aynı derecede yakın, ama
uzaklığını ifade ediyor. Sevmemek Allah'a uzaklıktır. Bazı
eşler aynı ev ve yatakta yatmalarına rağmen sevgi
eksikliğinden birbirlerine uzaktırlar ve onlar için bu en
büyük azaptır. Bazen de sevgi bağının çok kuvvetli
olmasından eşlerin biri burda, biri İngiltere'de olsa dahi
birbirlerini devamlı mektupla, telefonla v.s. iletişim
vasıtalarıyla arayarak birbirlerini mutlu ederler. Hatta
düşünceleri birbirleri için olduğundan rüyaları da çok kere
aynıdır, tşte bunlar yakındırlar.
Ama bu adam "Allah'tan uzak", Allah (c.c.)'ın rahmetinden
uzak, derken Allah (c.c.) sevgisinden uzak bunlar. Bak
burada diyor ya Hûd (a.s.) kavmine "Eğer iman etmezseniz,
Allah (c.c.) sizi helak eder, yerinize başka bir, iman eden
toplum getirir." Aynı şey bizde de var. Ayeti Kerimede
"Kim dininden dönerse Allah o toplumun yerine başka bir
toplum getirir." 2031[80] Yani iman ettirir. O toplum Allah'ı,
sever, Allah'ta o toplumu sever. Sever kelimesiyle ifade
ediyor ya, peki bunları severse ne demektir? Bunların
mefhumu, muhalifi, o iman edenlerden sevgisini kaldırır.
İmansızlara en büyük azap aslında Allah'ın sevgisini
kaybetmeleridir. Arkasından Cehennem azabı gelecek ama
birinci derecede en büyük acı ve elem Allah'ın sevgisini
kaybetmektir.
Ahkâf sûresinin 21. âyeti'nde, onların "Ahkâf" denilen yere
2030[79]
Kafi 16
2031[80]
Maide / 54
yerleştiklerini, Ad kavminin o gün dünyaca meşhur "İrem"
diye bir şehir kurduklarını Fecr sûresinin 6 ve 7. âyetleri'nde
fesatlık, azgınlık yaptıklarını fakat İrem şehrini
kurduklarını, bazı tefsirler bu şehrin teferruatına
da girer, O gün için dünyanın en ünlü İrem bağları,
bahçeleri diye ünlü bir şehrî kurabilmişler. Yüksek tepelere
sığınacak köşkler yaptıklarını Şuarâ sûresinin 128. ve 135.
âyetleri'nde haber veriyor.
Biz bu dünyayı istiyoruz. Rahatlık ise Ahirettedir. Cennet
hayatı istiyoruz ama Ahirette ki Cennete hazırlık olması için
bu dünyanın da Cennet olmasını istiyoruz. Bütün
Peygamberler de bunu öğretiyor insanlara. Hûd (a.s.)dan
sonra Allah (c.c.) Salih Peygamberin hayatına geçiveriyor.
Hûd (a.s.)'ın kavmi, Nuh (a.s.)'m oğlu helak oluveriyor. Nuh
(a.s.); "Ya Rabbi, Oğlum! diyor" Allah'ta; "Ey Nuh, oğlun
senin ailenden sayılmaz artık" Madem ki iman etmemiş,
senin ailenden sayılmaz.
Bunu Mevlânâ şöyle ifade etmiş. Diyor ki: "Dişiniz sizin en
değerli organlarmızdandır. Sizin için çok hizmet verir onlar.
Allı, kanlı, canlı olmanıza yardım ederler. Ama birgün gelir
dişiniz çürür ağrı yapmaya başlar. Duramayacak hale
gelirseniz, o kendinizden olan diş fayda vermeyecek hale
gelince çeker atarsınız. O sizden sayılmaz artık" diyor.
Çünkü içine kurt düşmüş onun. Sizin bir organınıza kurt
düşünce o artık sizin olmaktan çıkmıştır. Onu çekip atın
diyor. Gerçekten de çekip atıyoruz. Dişçiye gidip; yahu
bunu ben kırk elli sene taşıdım kıyamam diyemiyoruz. O
bize kıymaya başlayıp, sabahlara kadar inlemeler baş-
layınca, bu durumda biz ona kıyacağız.
İşte Nuh (a.s.)'ın oğlu, Lût (a.s.)'m hanımı, İbrahim (a.s.)'ın
babası böylesine içine imansızlık kurdu girenlerdendir.
Bunlar şunu anlatır bize. Mesela: Oğlunun çok iyi olması
babaya fayda vermez. Babanın çok salih bir insan olması,
imansız oğluna fayda vermez. Rabbim bunları anlatarak;
"Bak, Peygamber olan babanın oğluna faydası yok. Öyle ise
size de "ben müezzin oğlu, müftü çocuğuyum" demenin
faydası yok." Babaları evliya olabilir ama oğlu kâfir olabilir.
Tıpkı Nuh (a.s.)'dan kâfir bir oğul meydana gelebildiği
gibi. 2032[81]

61- Semud (kavmine) de kardeşleri Salih'i Peygamber


olarak gönderdik. Salih şöyle dedi: "Kavmim, Allah'a ibadet
ediniz. Sizin için ondan başka ilah yoktur. Sizi yeryüzünden
yaratan ve orada ömür geçirmenizi isteyen O'dur. O'ndan af
dileyin. Sonra ona tevbe edin. Şüphesiz benim Rabbim çok
yakındır, (duaları) kabul edendir."
Yukarda Hûd (a.s.)'m kendi kavmine söylediği sözün aynını
şimdi de Salih (a.s.), aynısını kendi kavmine söylüyor "Ey
kavmim; Allah'tan başkasını ilah edinmeyin, Ondan başka
sizin için ilah yoktur. Ne olur Allah'a ibadet ediniz." "Ey
kavmim" kelimesinde şefkat merhamet, yalvarma, yakarma
vardır. Ne olur Allah'a ibadet yapınız. Başkalarına değil,
sizin için Allah'tan başka ilah yok. Yani Allah'tan başka
sizin için kanun koyucu yok. Ne olur başkalarının
kanunlarına itaat etmeyiniz diyor. Hûd (a.s.)'da, Salih
(a.s.)'da aynısını söylüyor.
Bir kere mesajda birlik var. Efendimiz'de aynısını söylüyor.
Mekke'nin insanına ve bize de. Salih, Musa, İbrahim, Adem
(a.s.)'da hepsi aynı şeyi söylüyorlar. Birinci derecede bu,
ondan sonra söyledikleri kavimlerin mantığına göre
değişiyor. Hani tüccar bir kavme gönderilen Şuayb (a.s.)'m
ziraatla uğraşanlara söyledikleri ayrı, Yusuf (a.s.)'ın
hapishanedekilere söyledikleri şey ayrı.
Yani insanlara akılları oranında konuşun sözü varya,
insanlara akılları oranında konuşulacaktır. Yoksa adamın
anlamadığı bir dilde İslâm'ı anlatmanın bir faydası yok.

2032[81]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/62-63.
Burada da Salih Peygamber diyor ki: "Allah (c.c.) sizi
topraktan bu hale getirendir."
Yani Allah'a ibadete, Ondan başkasının kanunlarına
uymamaya davet ediyorum. Peki, davet ettiğinin sıfatını
öğretiyor şimdi. O Allah ki sizi topraktan inşaa etti. Yani
topraktan böylesine canlı, kanlı gören duyan, seven birini
yaratan Allah (c.c.)'ın kanunu mu güzel olur? Yoksa kendisi
yaratılan ve hiç bir şeyi yaratmaya gücü yetmeyen bir ada-
mın kanunu mu daha güzel olur.? Bunun mukayesesini siz
yapın.
Allah (c.c.) sizi bu topraktan yarattı ve üzerine de sizi
yerleştirdi. Burada imar yapıyor evler kuruyorsunuz. Yine
burada yaşıyorsunuz siz. Onun koyduğu kanunlar öylesine
güzel ve düzenli ki, öyle ise Onun emir ve yasaklan da aynı
derecede düzenli ve güzel. Ona ibadet ve kulluk ediniz.
Ondan af talebinde bulununuz. Sonra Ona sığınınız ve tevbe
ediniz.
"Benim Rabbim gayet yakındır ve dualara da cevap
verendir." diyor. Yani icabet edendir. Şimdi genelde Allah
(c.c.)'dan uzak yöneticiler, halkından uzak olurlar. Ta o
zamanda öyleydi. Yani Salih Peygamber dönemindeki kâfir
yöneticiler halktan uzak olurlardı. O günden bugüne kadar
ki yöneticiler aynı şekilde halkından uzak olmuşlardır.
Adam bir kurşun menzili genelde halktan uzak duruyor.
Polisler araya girerler, bir kurşun mesafesi kadar boşluk
bırakırlar yöneticilerle. Dünyanın her tarafında
Amerika'sından, Afrika'sına, Japonya'sından,
Rusya'sına kadar. Her tarafta halktan uzak tutulurlar. Onlara
karşı cevaptır bu. Benim Rabbim gayet yakındır ve benim
Rabbim isteklere cevap verendir, diyor. Siz bu yönetici
kadrodan istekte bulunuyorsunuz. Cevap aldığınız yok,
isteğinizi ulaştırabildiğiniz yok. Adamlar sizin aranızdan
çıkmış ama size uzak ve cevap verecek durumda değil. Bazı
şeylere cevap vermek istese gücü yetmez. Öyle ise Allah'a
ibadet edin, Ona istiğfarda bulunun tevbe edin ve Ona
sığının diyor. Salih Peygamber (a.s.).
Bir gazetenin birinde bir itiraz yazılmıştı. Şöyle: "İslâm'i bir
toplumda da devlet başkanı halkın içersinde yaşar ama işte
Ömer vurularak öldürüldü, Osman vurularak öldürüldü, Ali
vurularak öldürüldü" diyor. Peki bunların vurularak
öldürüldüğünü söylüyor da, Ömer'le, Osman zamanında kaç
tane vatandaş öldürüldü onu söylemiyor, yok. Bunların
zamanında vatandaştan öldürülen yok. Adalet öyle tesis
edilmiş ki öldürülen insan yok. öyle ise bunlar ne demek
istiyorlar.
Bunlar için "Halkın canı ile yöneticinin canı ayrı şeylerdir".
Kendi canı ile insanların canı ayrı şeylerdir. Yani bir tane
ateist öleceğine yüz bin tane Müslüman ölsün önemli değil.
Bugün İngiliz'in, İsrail'in yaptığı o. Bir tane askeri öldürüldü
mü en azından yüz ikiyüz tane çadırda yaşayan gariban
insanları gidip öldürüveriyorlar. Buna Amerika'sı, Avrupa'sı
aferin diyorlar. Birkaç tanesi kınayalım diyor. Amerika'sı
yahu fazla kınadık, kızardı kaldı adamlar, kınamayalım
diyor. Peki ağam kınamayalım biz "kınayı" geri aldık diyor.
Bunlar insanlar arasında ayrım yapıyorlar, biz ayırım
yapmıyoruz. Hz. Ömer'le, Bilal-i Habeşi'nin kanun
karşısında farkı yoktur. Biz öyle birşey isteriz ki devlet
başkanı ile çöpçüsünün arasında can farkı olmasın. Birkaç
tane çöpçü öldürüleceğine bir devlet başkanı öldürülsün.
Çünkü can olarak aynıdırlar, canın büyüğü küçüğü
yoktur.2033[82]

62- Dediler ki: "Ey Salih, sen bizim aramızda bundan önce
ümit beslenen biri idin. Sen bizim atalarımızın taptığına
bizim tapmamızı yasakliyormusun? Biz seni bizi kendisine
çağırdığın şeyden şüphe içindeyiz, kuşkulanıyoruz."

2033[82]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/63-65.
Sâlih(as)'ın halkı; "Yahu sen bizim aramızda bu
Peygamberlik iddiasından önce ümit veren bir adamdın"
Akıllı, basiretli, sağlam iradeli bir adamdın. Yani biz
senden, yarın öbür gün başımıza geçer bizi yönetir, diğer
kabilelere karşı bir üstünlük sağlar diye senin gücüne
kuvvetine, aklına biz hayrandık ve biz sana böyle bir niyet
için bakıp duruyorduk diyorlar.
Ama sen babalarımızın ibadet ettiği şeylerden bizi men
etmek istiyorsun. Yani biz atamızın izinden gideriz, sen bizi
atamızın izinden alıkoymak mı istiyorsun? diyorlar. Halbuki
biz seni başımıza yönetici olup atalarımızın izinden daha
fazla yürütecekken şimdi sen çıktın bizi atamızın izinden
alıkoyuyorsun diyorlar. Ve senin bizi davet ettiğin şey varya
biz o konuda şüphe içersindeyiz. Yani sen "İslâm, Kitap,
Allah'ın emir ve yasaklan" diyorsunya biz şüphe
içersindeyiz. Senin peşinden gelmeyiz, biz babalarımızın
gittiği yol üzere yolumuza devam ederiz diyorlar.
O gün öyle demişler, bugünün insanı da bundan başka
birşey demiyor. Babası oğluna; "oğlum sen ilk okulda iken
bayağı aklı başında bir çocuktun. Okulda hep birincilikle
geçiyordun, bu üniversitede neyin nesi bu İslamcılık?"
diyor. Hani burada da Salih(as)'a diyorlar: "Daha önce
senden birşeyler bekliyorduk, ümit ediyorduk, ümitlerimizi
kırdın oğlum sen bizim" diyorlar ya. Aynı şekilde baba
oğluna veya kızına diyor.2034[83]

63- (Salih) Dedi ki: "Ey kavmim, ne dersiniz? Eğer ben


Rabbimden bir beyyine üzerinde isem ve bana bir rahmet
vermişde ben de ona isyan edersem Allah'a karşı bana kim
yardım eder? Siz bana zararı artırmaktan başka birşey ya-
pamazsınız."
"Ey kavmim ben Allah'tan gelen bir delil üzere isem ve

2034[83]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/65-66.
Allah bana kendi katından bir rahmet vermişse ne
diyorsunuz? Eğer ben Allah'a isyan edersem kim bana
yardım eder.?" (Ki O Peygamber olarak görevlendirilmiş.)
Ben de sizin İsteğinizi tutsam, sizin yolunuzdan yürüsem, ne
diyorsunuz. Bana yardım edebilirmisiniz. Yani olaya bir de
böyle bakın diyor.
Hani bu şuna benzer. Hz. Ali için söylenir: Adamın biri
"Ben ahire-te falan inanmam" demiş. Hz. Ali o kadar
uğraşmışsa da ikna olmamış. Sonunda Hz. Ali demişki:
"Farzet ki ahiret yok" Yani senin mantığın içersinde
düşünelim bunu benim şüphem yok da, "Sen farz et ahiret
yok. Ben se bu dünyada "ibadet yapıyorum. Ben de
öleceğim, sen de. Ne zararım var benim?", Ee yok demiş
zararın." Zararı işte "üç bardak şa/ap içmedin, eşinden başka
gül koklamadın", bu zararı var yani. Peki demiş: "Ya ahiret
varsa", o zaman "Ben yandım" demiş.
Burada Hz. Ali'nin ki şüphe duymak değil, karşısındakinin
şüphesinden hareket etmektir. Dediler ya biraz önce, "Senin
bizi kendisine davet ettiğin İslâm varya? O konuda biz
şüphe içersindeyiz diyor. O da diyor ki: Hadi siz şüphe
içerisindesiniz. Ya bu gelenler doğru ise? ki ben şüphe
etmiyorum sizin açınızdan söylüyorum, ve ben sizin sözü-
nüze uyarak Allah'a isyan edersem bana o zaman kim
yardım edebilir. Ve bana zarardan başka bir ziyadelikte de
bulunamazsınız. Yani siz bana fayda veremediğiniz gibi
ancak zararımı arttırırsınız diyor Salih Peygamber kavmine.
Günümüzdeki insanlara da vereceğimiz cevap aynısıdır.
"Efendim İslâm'ın doğruluğu konusunda şüphemiz var?"
diyorlar. Bizim o imansızların batıl oldukları konusunda
şüphemiz yok. Kesinlikle sapıktırlar. Hani bazı imansızlar,
hocam bu biraz katı değil mi? diyor. Yani bak biz her fikre
saygılıyız. Sizin açınızdan sizin sözünüz doğru. Kendi
yaptıklarınızdan, geçen sene söylediklerinizi bugün
yalanlayabiliyorsunuz.
Bugün biraz mantıklı olarak "Yahu adam belki haklı"
diyebiliyorsunuz. Doğru kendi mantığınız içersinde siz
haklısınız. Çünkü akıl akıldan üstün, bunu kabul ediyorum.
Ama ben kendi aklıma göre hareket etmiyorum ki. "Aklımı
yaradan Rabbim Allah, vardır, birdir, şeriki benzeri yoktur.
Onun doğru dediği doğrudur. Onun yanlış dediği yanlıştır."
Ben buna iman ettikten sonra dünyanın bütün ilim adamları
profesörleri bir araya gelecekler. Allah (c.c.)'ın bir tek
yasağı için "yok canım öyle şey olmaz bunun ilmi yönden
şu faydaları vardır" deseler bile katiyyen inanmam.
Ama bugün bu yasaklan beğenmeyenler var. Mesela faizin
faydaları konusunda üniversite profesörlerinin hepsini
konuşturun, size bireı cilt kitap yazıverir adamlar. Ama
yönetim Müslümanların eline geçerse, Bu sefer aynı
adamlar size onar cilt faizin zararları ile ilgili kitap
yazıverirler. Yine Salih (a.s.) diyor ki: 2035[84]

64- "Ey kavmim, işte size bir mucize olarak Allah'ın dişi
devesi. Onu bırakın Allah'ın yeryüzünde yesin. Sakın ona
kötülükle dokunmayın. Yoksa sizi yakın bir azap yakalar."
"Bu sizin için bir ayettir, bir mucizedir. Bu Allah'ın devesi
sizin için bir mucizedir. Bırakın onu kendi haline o bu
Allah'ın mülkünde istediği gibi yayılsın, onu kötülükle
dokunmayın, yoksa çok yakın bir zamanda size kötülük
dokunuverir, azap alıverir" diyor.
Şimdi Salih (a.s.)'ın devesiyle ilgili çok şey anlatılır.
Tefsirlerimizde ama Rabbim burada "Yalnız bu Allah'ın
devesidir, sizin için bir ayettir" demiş, kimse o yöne
yönelmemiş. Tefsirlerimizde çok uzun bazen efsaneye varan
hikayeleştirilmiş uzun şeyler anlatılıyor. Genelde metodum
şu, Kur'an ve Sünnetin bildirmediklerine,yalnız
tefsircilerimizin anlattıkları masallara pek riayet etmemek

2035[84]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/66-67.
prensibimdir. Ama Kur'an ve de Efendimiz'in sahih hadisi
bir olay hakkında bilgi vermişse, isterse mantığıma ters
düşsün ben kabul ederim. Derim ki mantığım yanlış al-
gılıyor olayı, mantığım yanılıyor. Yoksa sahih hadis, sahih
haber yanılmaz.
"Bu Allah'ın bir ayetidir, onu kendi haline bırakın ona
kötülükle dokunmayın" diyor. Bunu şöyle alalım. O tefsir
kitaplarında uzunca hikâyeleşmiş şeklini ortadan
kaldıracağız. "Salih Peygamberin devesi var, bize de mucize
olarak Rabbim bunu verdi. Buna kötü niyetlerle doku-
nursanız başınıza bela gelir." diyor. Buna benzer Allah (c.c);
"buna yaklaşmayın" diyor. Adem (a.s.) ve Havva
validemize de "Şu ağaca yaklaşmayın, bu ağaca
yaklaşırsanız zalimlerden olursunuz" diyor. Peki o ağaç
haram bir meyve mi idi? Yok. Rabbim ona yaklaşmayı iste-
mediğinden yasak vardı.
Şimdi bazı kitaplarımızda yasakla haram aynı şey derler.
Yasak ayrı şey, haram ayrı şey ama genelde haramlar
yasaklanmıştır. "Ama her yasak haram değildir. Ama her
haram yasaktır." Ayrıca orada Hz. Adem ile Hz. Havva
validemizin yediği meyve haram bir meyve değil, hatta
tefsir kitaplarının ifade eltilerine göre o buğdaydır, elmadır,
incirdir derler. Ama hep bahsettikleri yememiz helal olan
ni'metlerdir.
Ama Rabbim yasak koymuştur. O ayrı, ama onlar onu
yeyince zalim oldular, yeryüzüne indirildiler. Yemeselerdi
Cennette kalacaklar mı idi? yine ineceklerdi, doğru.
Yemeselerdi yine ineceklerdi, doğru, niye?
Bakara sûresinde tefsirini yaptık. Meleklere dediki Rabbim:
"Yeryüzünde bir halife yaratacağım" diyor.2036[85] Yani Hz.
Adem'in yaratılışı yeryüzüne halife olmak üzeredir. Ama
yememiş olsaydı Cennette eğitimini biraz daha fazla

2036[85]
Bakara / 30
tamamlayacaktı diye tefsir edilmiş.
Yani eğitimde biraz eksik olarak indirildi. Ama yine de
Rabbine yönelerek dua etti, istiğfarda bulundu, dualarının
kabul edildiğini, Âyet-i kelimesiyle Allah (c.c.) af
edildiklerini haber veriyor.2037[86] Burada da Salih
Peygamber'in devesine kötü niyetle değerlerse azaba uğ-
rayacaklarını bildiriyor. Yani bu şuna benziyor: "Oğlum bak
şu pim'e değme patlar, siz zaten imansızlığınızla belayı hak
ettiniz de pim'inize kendiniz basabilirsiniz." Bu deveye
değerseniz başınıza bela gelir diyor. 2038[87]

65- Derken onu (deveyi) kestiler. (Salih) dedi ki: "Evle-


rinizde üçgün daha yaşayın" İşte bu yalan olmayan bir
va'ddır.
Rusya'da veya Amerika'da imansızlar çoğunlukta, orada
milyonlarca kişi bir araya gelip deveyi kesmeleri mümkün
mü? Hayır, ama Rabbim onların hepsi deveyi boğazladılar
diyor. Deveyi boğazlayan bir kişi veya ona yardım eden iki
kişi. Diğerlerinin, bunların deveyi boğazlamasını
onaylamaları o suça iştirak etmelerini gösterir. Onlar deveyi
boğazladılar, boğazlamaya katılmayanlar da gönülden "oh
iyi oldu" diye onayladılar.
Salih Peygamber diyor ki: "Madem ki deveyi kestiniz,
evinizde üç gün haydi gönlünüzce yaşayın. Allah'ın vadi
mutlaka gelecektir. Allah'ın vadinde hiç yalan çıkmaz"
diyor. Belanızı bulacaksınız artık bitti. Yani kendi pim'inizi
kendiniz çektiniz. Uyarıcı bir Peygamber olarak sizi
uyarmıştım. "Sakın" ha bu deveye dokunmayın" diye sizi
uyarmıştım diyor. 2039[88]

66- (Azâb) emrimiz geldiğinde Salih'i ve onunla beraber

2037[86]
Bakara / 37
2038[87]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/68-69.
2039[88]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/69.
iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. Şüphesiz
senin Rabbin kuvvetlidir, Azizdir.
67- Zalimleri korkunç bir sayha yakalayiverdi de onlar
yurtlarında çöküp kaldılar. 2040[89]

68- Sanki orada hiç yaşamamış gibi. İyi bilin ki Semud


kavmi Rablerini inkâr etmişti. İyi bilin ki Semud'a AIlah'dan
uzaklık vardır.
Sanki orada hiç yaşamamışlar gibi oldular. Yani evleri,
yurtları, sarayları, mallan, mülkleri yok oldu da, sanki orada
hiç ikamet etmemiş gibi oldular. İyi bilin gözünüzü iyi açın
ki o Semûd kavmi Rabbini inkâr etmişti.
Yani bize diyor Rabbim. "Gözünüzü açın, Rabbini inkâr
edenlerin akibeti öyle oldu". Bundan ibret alın ve o kavmi
Semûd Rabbinin rahmetinden uzak oldu, Allah'ın
sevgisinden muhabbetinden uzaklaştırıldı. Yani siz
Rabbimin sevgisinden uzaklaşmamak için inkârı değil,
imanı tercih edin. İsyanı değil ibadeti tercih edin. Yalnız bu
tercihle yerinilmeyecek tabii ki. Hani kurtulanlar kim, Salih
(as) ve Ona iman edenler ne yapıyordu onlar, o insanların
imana gelmesi için canla, başla mücadele veriyorlardı.
Bizim de kurtuluşa ermemiz için yalnız iman ettik
deyivermemizle kurtulamayacağımızı ifade ediyor. Ayet-i
kerime de "Yalnız iman ettik demekle kurtulacaklarını mı
zannediyorlar" diyor. 2041[90]
Şimdi Kur'ân-ı Kerîm'in çeşitli yerlerine serpiştirilmiş
Peygamberlerin hayatlarımdan birer yönü anlatılıyor.
Bu da bize şunu öğretiyor. Bunlar size hikaye olsun diye
anlatılmıyor. Bakın mesela Salih Peygamberin hayatı
burada var, bir başka âyet-i kerimede yine var. Fakat bu
sûrelerle farklı'yönleri, Salih (a.s.)'ın bir başka olayı bir
başka cevabı anlatılır. Allah'ın (cc) Hepsini bir sûrede ard
2040[89]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/69-70.
2041[90]
Ankebut / 2
arda vermeyişinin hikmetlerinden birtanesi, bize Kur'an-ı
masal kitabı olarak indirmemiştir. Mesela İbrahim (a.s.)
kıssasını baştan sona bir sûrede veriverseydi, biz de Onu
ezberieyiverseydik. O zaman siz bunu çocuklarınızı
uyutmak için masal kitabı yapardınız, olmaz.
Çeşitli yerlerde, çeşitli imansızların söyledikleri sözler veya
davranışlara karşı Peygamberler nasıl tavır almış devamlı
hatırlatılıyor. Mesela Kur'ân-ı Kerîmi baştan sona okuyan
bir insan Bakara sûresinde Musa (a.s.) kıssasını bir okur.
Eğer tekrarlanmayacaksa unutur. Âl-i İmran'da bir başka
yönüne dikkat çeker. Tâhâ sûresinde bir başka yönüne
dikkat çeker. Bir başka sûrede ise bir başka yönüne dikkat
çeker.
Kur'an-ı baştan sona okuyorsanız Musa (a.s.) ile, İbrahim
(a.s.) ile, Hûd (a.s.)larla vb. beraber olursunuz. Böylece
bütün Peygamberlerle haşir neşir olursunuz ve duruma göre
tavır alma taktiğini Öğretir Peygamberler bize. Diyelim ki
boks öğrenmek için gidiyorsunuz. Bunun diyelim yüz tane
oyunu var. Bir günde bütün taktikleri size öğretiyorlar mı.?
Hayır. Bugün şunu, yarın bunu öğreneceksiniz. Hatta
oyunların büyük bir kısmını birden öğrense bile diyor ki:
"Rakibin 10 senedir maç tecrübesi var." yani o taktiğin
çeşitli yerlerde uygulanabilirliğini de denemek gerekiyor.
Allah (c.c.) bu Peygamberlerin kâfirlere karşı taktiklerini
devamlı bize hatırlatıyor. Burada bir yönüne îbrâhim
(a.s.)'ın şahsında bir örneği veriliyor. 2042[91]

69- Elçilerimiz, İbrahim'e müjde ile gelerek "Selam" de-


mişlerdi. Ibrahimde onlara "Selam" demişdi. (İbrahim) hiç
vakit geçirmeden kızarmış bir buzağı getirdi.
Elçilerimiz yani meleklerimiz İbrahim (a.s.)'a müjde ile
geldiler, dediler ki: "Selam" diyorlar. Buradan şunu

2042[91]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/70-71.
anlıyoruz: Selamlaşmak çok eskilere dayanıyor. Sadece Hz.
Peygamber Efendimiz'e mahsus bir durum (sünnet) değil.
Ayette "Selamla selamlandığınız zaman, ona daha güzel
şekilde veya aynı ile selamla karşılık veriniz"
buyuruyor. 2043[92] Bu ayetten anlaşıldığı gibi Hz. İbrahim
(a.s.) zamanında da selamlaşma var. Melekler Hz. İbrahim
(a.s.)'a selam verince O da onlara selam veriyor. Bu ayetten
hareketle sünnete uygun selam "Selamün aleykümdür' Sa-
dece selam demekte yeterlidir, ama sünnete uygun değildir.
İbrahim (a.s.) denilince hemen akla Halil İbrahim sofrası
gelir. Hz. İbıâhime (a.s.) Melekler gelince hemen fazla
durmadan pişmiş bir danayı getirir, ve misafirperverliğini
ortaya koyar. Yani Peygamberler bizim her halükârda
örneğimiz. Her ne kadar günümüz şartları bu misa-
firperverliği ortadan kaldırmaya çalışsa da misafirperverliği
bırakmamak gerekir. Zira biz Peygamberlerin yolcusuyuz.
Türkiye'de son zamanlarda misafirperverliğin ölmesi biz
Müslümanlardan kaynaklanıyor. Zira bir hafta önceden
hazırlık misafir geldikten sonra da bir hafta temizliği bir
misafir için 10-15 gün zahmet çekiliyor. Bu böyle olmaz.
Misafire hazırlık değil, evde bulunan ikram edilir. Zaten
misafirin hafifi ağın yoktur. Ağır, hafif diye ayırdı mı? Me-
sele bitmiş demektir. Herkesi Allah'ın kulu olarak görmek
gerekir.
Bir de Hz. Peygamber' " iki kişinin yemeği üç kişiye, üç
kişinin yemeği de dört kişiye yeter " buyurmaktadır. 2044[93]

70- Onların (elçilerin) ellerinin ona (kızarmış buzağıya)


ulaşmadığını görünce onlardan hoşlanmadı ve içine bir
korku düştü. "Korkma biz Lût kavmine gönderildik" dedi-
ler. 2045[94]
2043[92]
Nisa / 86
2044[93]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/71-72.
Buharı, Mevakitü-s- salat 41
2045[94]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/72.
71- Hanımı (Sara) ayakta idi. Güldü. Bizde ona (Sara'ya)
İshâk'i, Ishâk'ın arkasından da (torun) Ya'kub'u
müjdeledik. 2046[95]

72- Hanımı dedi ki: "Vay bana, ben ihtiyar bir kadınım, şu
eşimde bir ihtiyardır, ben nasıl doğum yaparım? Bu ger-
çekten şaşılacak bir şeydir.
İbrahim (a.s.)'m hanımı, insan şeklinde gelen meleklere
"Hayret ben mi doğum yapacağım? Ben ihtiyar bir kadınım.
Kocam da ihtiyor." diyor. Rivayete göre Sara validemiz 90
yaşında, Hz. İbrahim 100 yaşında. Bizim bu ihtiyar
halimizle mi çocuğumuz olacak. Çok acaib bir iş, bü garib
bir olay. 2047[96]

73- (Melekler) dediler: "Allah'ın işinemi şaşıyorsun? Ey ev


halkı, Allah'ın rahmeti ve bereketi sizin üzerinize olsun. O
Hamiddir. (Övülendir) Mecid'dir, (iyiliği boldur). 2048[97]

74- İbrâhimden korku gidip sevinç gelince Lud kavmi


hakkında bizimle mücadeleye başladı.
İbrahim (a.s.)'dan korku gidince onların melek olduğu ve
kendisine bir çocuğu (İshak) olacağı müjdesi verildikten
sonra bu sefer. "Ya Rabbi Lût kavmini helak etme," diye
duaya başlıyor. Lût (a.s.)'ın kavmi ki kadınları bırakıp,
erkerlerle erkeklerin cinsel ilişki kurduğu bir kavim. İşte
İbrahim (a.s.) böyle bir kavmin helak olmaması için dua
ediyor. Ve Allah da Onu övüyor. İbrahim (a.s.) yumuşak
huylu yanık yürekli Rabbine yönelmiş Peygamberdir.
Allah (c.c.) İbrahim (a.s.)'a misafirlerin geldiğini ve
misafirlerin melek olduğunu, fakat İbrahim (a.s.)'m onları

2046[95]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/72.
2047[96]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/72.
2048[97]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/73.
bir insan gibi görüp ikramda bulunduğunu meleklerin
İbrahim (a.s.)'ı çocukla müjdelediğini ve Lût (a.s.) kavmini
helak etmek üzere görevlendirildiklerini söylerler. İbrahim
(a.s.) yumuşak huylu, yanık yürekli Allah'a gönülden bağlı
bir insandı. İçindeki yanık yürekliliği nedeniyle Allah'a
yönelir ve Rabbin-'den bu Lût kavmine fırsat tanımasını
ister, bu kadar pisliği işleyen bu imansızların helak
edilmemesini Rabbim'den niyaz eder.
Bu konuda bu âyet-i kerime'de İbrahim (a.s.)'dan korku
gidip kendisine de müjde verildikten sonra Lût kavmi
hakkında mücadeleye başladı diyor. Mücadeleden maksat
bir kısım tefsirciler meleklerle mücadele ettiğini, tabiiki
meleklerle yapılan mücadele Allah'la yapılan mücadele
demektir. Çünkü melekler kendiliklerinden bir iş yapmazlar.
Onun içindir ki Allah (c.c.)'dan emrinin tehir edilmesini
istiyor İbrahim (a.s.). Yani bu adamlar bu pisliği işliyorlar
ama, Ya Rabbi! ne olur bunlara bir tevbe fırsatı ver, yeniden
bir hak daha tanıyalım der. Allah (c.c.) kazanın geldiğini
yani Allah'ın emrinin onlar hakkında tahakkuk ettiğini,
bunların helak olacağını bu konuda niyazda ve temennide
bulunmaması gerektiğini İbrahim (a.s.)'a bildirdikten sonra
İbrahim (a.s.)'ı bize övüyor. 2049[98]

75- Şüphesiz İbrahim yumşak huylu, yanık yürekli, kendini


Allah'a verendir.
İbrahim (as)'ı övmekle Allah (c.c.) bize şu mesajı ulaştırmış
oluyor. Günaha giren insanlar ne kadar büyük günah
içersinde olurlarsa olsunlar sizin onlara karşı davranışınız
İbrahim'in davranışı gibi olmalıdır. Yumuşak ve de yanık
yürekli olmamız gerekiyor.
Yanık yürekli insan nasıl olur? Bu hadisi şerifde şöyle ifade
edilmiş: Bir harb esnasında esirler alınmış, esirlerin arasında

2049[98]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/73-74.
ihtiyarı var, genci var, kadını var, çoluğu çocuğu var, hepsi
var. Çocuklar kadınlar hepsi birbirine karışmışlar.
Peygamber Efendimiz Ashabıyla beraber o olaya bakıyor.
Kadının biri çocuğunu arıyormuş. O çocuğa bakıyor, bu
çocuğa bakıyor derken kendi çocuğunu buluyor, bağrına
basıyor. Sonra ona göğsünü verip emzirmeye başlıyor.
Peygamber Efendimiz diyor ki: "Şu kadını gördünüz,
çocuğunu bulan ve bağrına basan kadını gördünüz. Bu kadın
bu çocuğu ateşe atabilir mi? Atamaz Yârasûlellah. İşte Allah
(c.c.) de mü'min kullarına karşı bu kadından daha
merhametlidir." 2050[99]
Şimdi o kadının yavrusuna olan bir merhameti vardır. Onu
arayıp buluyor, bizim de insanlara karşı merhametimiz
böyle olmalıdır en azından. Yani bu insanlar ateşe
düşüyormuş da kurtarıyormuşuz gibi olmalıyız.
ibrahim (a.s.) gibi yanık yürekli olmalıyız. Yüreği yanık
olmayan insanın başkasına fayda vermesi mümkün değildir.
Yani insanlara İslâmî mesajımızı götürürken İslâmı
ulaştırırken şu gözle bakabilirsek, "Bu adam Cehenneme
doğru kendisini atıyor, bile bile atıyor. Ve ben bu insana
mani olmak için geldim. Elinden ve gönlünden tutayım, bu
adamın ateşe düşmesini engelleyeyim" diye geldim, diyerek,
gidecek olursanız insana, Allah ta nasip etmişse faydalı
olunur. 2051[100]

76- "Ey ibrahim bundan (Lût kavmi için yalvarmakdan)


vazgeç. Çünkü Rabbinin emri gelmiştir. Şüphesiz geri çev-
rilmeyen azap onlara gelecektir.
Ey İbrahim! Sen bu mücadeleden, yani Lût kavminin helak
olmaması için niyazdan vazgeç. Rabbinin emri mutlaka
geldi, yani bu kavmin helak olması konusunda Rabbin
emrini verdi. Bundan sonraki niyazın faydası yoktur. Onlara
2050[99]
Buharı, K. edep, hah 18
2051[100]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/74.
geri çevrilmeyen azâb gelmiştir, diyor Allah (c.c.)- Yani
bundan sonra hiçbir güç, Peygamber dahil, İbrahim (a.s.)'da
dahil bunlara gelen azabı giderecek, geri çevirecek bir güce
sahip değildir. Çünkü Allah (c.c.) emrini vermiştir. 2052[101]

77- Elçilerimiz (genç delikanlı şeklinde) Lût'a geldiklerinde


(oğlancı olan kavminin onlara zarar vermesinden) onlar
hakkında endişelendi, göğsü daraldı ve "bu zor bir gündür"
dedi.
Bir tarafta kendi kavmi, yani kendisine iman etmeyen
kavmi, Lût (a.s.)'ı inkâr eden, her türlü mesajına red cevabı
veren hatta Lût (a.s.)'la dalga geçen eğlenen adamlar. Öbür
tarafta Allah'ın elçileri yani melekleri insan suretinde
gelmişler, insan güzeli delikanlılar olarak Lût (a.s.)'m hüznü
ise, üzüntüsü ise; Kur'an'ın ifadesiyle kadınlarla cinsel
ilişkide bulunmayıp da erkeklerle bulunmayı icad eden bu
toplum, bu genç delikanlıları görünce benim eve hücum
edecekler bu sefer misafire sahip olamamanın, misafiri
koruyamamanın hüznünü taşıyor Lût (a.s.). Ve de yüreği
sıkışıyor, daralıyor ve diyor ki: "Bugün zor birgün, çok sinir
krizi geçirilecek birgündür" diyor Lût (a.s.). 2053[102]

78- Daha önce kötü işler yapan kavmi koşarak Lût'a gel-
diler. (Lût) dedi ki: "Ey kavmim, İşte kızlarım (kavmimin
kızları) bunlar sizin için daha temizdir. Allah'dan korkun,
misafirlerimin içinde beni rüsvay etmeyin. Aranızda aklı
başında bir adam yok mu?"
O kavmi, (yani Lût (a.s.)'m kavmi) Ona koşarak geldiler. O
gençlerin Lût (a.s.)'m evine girdiğini görünce onlar koşarak
geldiler. Onlar bundan önce de o pisliği yapıyorlardı, yani
ibneliği icad eden Lût (a.s.)'ın kavmidir. Lût (a.s.)'a
inanmayan bu inkarcılar ilk defa bunu icad etmişlerdi ve Lût
2052[101]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/74-75.
2053[102]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/75.
(a.s.)'dan misafirleri vermesini istiyorlar. Yoksa evinin
kapısını kırıp atacaklarını söylüyorlar.
Lût (a.s.) onlara diyor ki: "Ey benim kavmim, ey milletim!
İşte kadınlarımız, kızlarımız var. Yani kızlarım var derken
bir Peygamber kendi kavmindeki bütün kızları kendi kızı
gibi kabul ediyor, öyle nitelendiriyor. İşte kızlarım var,
Allah kızları sizin için yarattı. Siz ihtiyacınızı kızlardan
giderin, bu sizin için daha temizdir. Bunlar sizin için daha
temizdir. Niye pislikle uğraşıyorsunuz ki Allah'tan korkun
ve misafirlerin önünde beni mahcup etmeyin, beni rüsvay
etmeyin diyor. Yahu sizin aranızda şöyle aklı başında bir
adam yok mu? Yani bu işi engelleyecek iyi yola götürecek
hiç aranızda akıllı bir adam yok mu?" diyor Lût (a.s.)
onlara. Diyorlar ki o ibneler: 2054[103]

79- Dediler ki: "Sen de biliyorsun ki senin kızlarında bizim


hiçbir hakkımız yoktur. Sen bizim ne istediğimizi bili-
yorsun."
"Sende biliyorsun ki senin kızlarında, yani bu milletin bu
ümmetin kızlarında bizim bir alacağımız yok, bir hakkımız
yok." Yani bizim kızlarla ilişki kurmadığımızı biliyorsun,
kadınları sevmediğimizi biliyorsun. Sen bizim ne
istediğimizi gayet iyi biliyorsun. İsteğimizi ver diyorlar. Lût
(a.s.) kendi kendine sızlanıyor. 2055[104]

80- Lût dedi ki: "Eğer size karşı bir gücüm veya sağlam bir
sığınağım olsaydı..."
Keşke bunları defedecek bir gücüm olsaydı veya sağlam
sığınacak bir yerim olsaydı, Yani ya ben kendim doğrudan
bunları engelleyebilecek güce sahip olsaydım veya
sığınacak bir yerim olsaydı, misafirlerimle beraber
kendisine sığınacağım sağlam bir yerim olsaydı diyor Lût
2054[103]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/75-76.
2055[104]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/46.
(a.s.).
Şimdi günümüzde her türlü akımın daha önce işlendiğini
tefsirimizin bir çok yerinde söyledik. Çağımızda enson
çağdaş 21. asrın insanıdır diye bize takdim edilen küfür
akımlarının tamamının geçmişten örneği vardır. Bunlar bu
çağa yeni birşey getirmiyorlar, Fikir planında getirmiyorlar.
Teknolojide getiriyor, tekerlekten bugünkü teknolojiye
geçilmiştir. Ama fikir planında yeni birşey getirmiyorlar.
İmansızlığın her çeşidini getirsinler, söylesinler diyorum
bana. Kur'ân-ı Kerîm'de daha önce bunun ya Kabil
tarafından, ya Nemrut tarafından, veya Firavun tarafından,
ya şeytan tarafından veya bir başka imansız tarafından
söylendiğini, yerini göstereceğim diye iddia ediyoruz. Bu
konuda da 20. asır çağdaş insanı olabilmenin yollarından
biri de, (devletin çağdaş olabilmesi için) ibnesinin sayısının
şu kadara ulaşması gerekiyormuş. Ama çağdaşlıkla alakası
yok ta Lût (a.s.) kavmi de bunu yapmış ve bunun
neticesinde biraz sonra göreceğiz helak olmuşlar. 2056[105]

81- (Elçi melekler) dediler ki: "Ey Lût, şüphesiz biz


Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla ulaşamazlar. Gecenin
bir kısmında aileni yürüt, içinizden hiçbir kimse geriye
bakmasın. Hanımın hariç. Onlara isabet eden (azâb) ona
(hanıma) da isabet edecektir. Onlara (azâb için) va'dedilen
vakit sabah vaktidir. Sabah vakti de yakın değil mi?"
Rabbim tarafından topyekün helak edilmişler. Diyorlar ki,
(melekler diyor.) O delikanlı suretinde gelen melekler: "Ey
Lût biz senin Rabbin tarafından gönderilmiş melekleriz, biz
elçiyiz. Onlar sana hiç birşekilde ulaşamazlar. Ulaşsalar bile
zarar veremezler, biz seni koruruz.
Bu âyet-i kerimeyi bir başka yerde tefsir ederken bir başka
âyet-i kerime; "Allah (c.c). Kapının önüne kadar gelen ve o

2056[105]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/76-77.
melekleri isteyen, genç delikanlıları isteyen o toplumun
gözlerini o esnada kör ettiğini" ifade ediyor.2057[106] Sonra
devam ediyor Lût (a.s.)'a "Gecenin bir yarısında aileni bu
şehirden çıkar. Hiç biri şehirden çıktıktan sonra geriye
dönüp bakmasın, hanımın müstesna, hanımın helak olanlar
arasında olacaktır. Çünkü Lût (a.s.)'ın hanımı da Lût (a.s.)'a
inanmayanlar arasındadır.
Şimdi bu sûrede şunu gördük. Lût (a.s.)'ın hanımı Lût
(a.s.)'a inanmıyor. Nuh (a.s.)'ın oğlu Nuh (a.s.)'a inanmıyor,
İbrahim (a.s.)'ın babası oğlu İbrahim'e Peygamber olarak
inanmıyor ve bunlar imansız ölüyorlar. İbrahim (a.s.)'ın
babası, Nuh (a.s.)'ın oğiU; LQt (a.s.)'ın hanımı imansız
ölüyorlar. Bunlar bize şunu gösteriyorki kanbağı insanı
ahiret-te kurtarmaz. Ancak dinbağı kurtarır, o da İslâm dini
ile olursa. Hrıstiyanlıkla, Yahudilikle olursa olmaz.
Yahudilikle olmaz deyince Musa (a.s.) zamanındaki
Yahudilik insanı kurtarır. İsa (a.s.) zamanındaki Hrıstiyanlık
insanı kurtarır. Ama bugünkü saptırılmış şekliyle kurtarmaz.
Bugün insanları kurtaracak olan tek şey vardır, o da bütün
Peygamberlerin getirdiği, son Peygamber'in bize öğrettiği
İslâm dini ile bağlantımız varsa o bizi kurtarır. Yoksa
Peygamber çocuğu olmak veya Peygamber hanımı olmak
veya Peygamber babası olmak veya Peygamber
Efendimiz'in amcası olmak insanı kurtarmaz. Ebu Leheb
kurtulamamıştır. O da gavur olarak gitmiş ve Cehenneme
odun olmuştur. Leheb sûresi'ni hergün okuyorsunuz.
Âyet-i kerime'nin tefsirinde konu edildiğine göre onlar
gecenin yarısında çıkıyorlar, Lût (a.s.)'m kendisine iman
eden kızları vardır. Kızları iman etmiştir ve bir de sayısını
bilemiyoruz, birkaç iman eden insanları alıyor, şehirden
dışarı çıkıyor ve ondan sonra olan oluyor.
Hanımına o kavme isabet edenin aynısı isabet edecek,

2057[106]
Kamer / 37
hanımı da helak olanlar arasında olacaktır. Onların azabının
zamanı sabah vaktidir. "Sabah yakın değilmi?" diyor Allah
(c.c). 2058[107]

82- (Azâb) emrimiz gelince oranın üstünü altına getirdik.


Üzerlerine ard arda dizilmiş çamurdan taş yağmuru
yağdırdık.
Nasıl helak olduklarını anlatıyor. Bizim emrimiz gelince o
yerin altını üstüne getirdik. Ve onların üzerine pişirilmiş ard
arda taşlar yağdırdık, yağmurun yağması varya öyle
birşey.2059[108]

83- Rabbin tarafından işaretlenmiş (taşlar yağdırdık). Bu


(taş yağmuru) zalimlere uzak değildir.
Ateş gibi taşlar ard arda yağdırılıyor. Öyle taşlar ki Rabbin
katından da belirlenmiş şekliyle, yani şöyle tefsir etmişler:
Hangi taşın hangi kâfire vurup öldüreceği de belli, yani taş
şaşmıyor. Hangi kâfire belirlenmişse o kâfiri bulup onu
öldürüyor. Tıpkı günümüzdeki güdümlü mermiler gibi
"Böylesine işaretlenmiş olduğu halde taşlar yağdırdık
onların üzerine. Bu zalimlerden uzak değildir."
Bu tür helâklar, bu tür azâblar ve o taşlar bütün zalimlerden
uzak değildir. Tefsirciler toprağın altındaki lavların üstüne
çıktığını ve üzerlerine yanmış, pişirilmiş taşlar yağmak
suretiyle bu dünyada azâblarını çektiler. Yani yanarak
öldüler. Ahirette azâb çekmeye devam edecekler.
Bugünkü ibnelerle o günkü ibneler arasındaki fark şu: Onlar
biraz daha bugünkülere nisbetle saygılılar, biraz daha
uyanıklar. Ayetin bir başka yerdeki tefsirinde, O Lût (a.s.)'ın
kavmi diyorlar ki:"Bu Lût ile buna iman edenleri bu
şehirden sürüp çıkaralım, bunlar temiz adamlar" 2060[109] Yani

2058[107]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/77-78.
2059[108]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/78.
2060[109]
A'raf / 82
o zamanın ibnelerinin farkı bu. Lût (a.s.)'a iman edenlerin
temiz kaldıklarının şuurundalar. Ama bugün gazetenin
birine demeç vermiş ibnelerin başı, diyor ki: "Bu işle
ilgilenmeyen insanlar aslında anormaldir." Yani kendi
anormalhiğini diğerlerine nisbet ediveri-yor adam. Onun
için bugünkülerden onlar biraz daha insaflı. Bugünküler
biraz daha tedaviye muhtaç olanlardır. Bizim yapmamız
gereken bunları tedavi etmektir.
İslâmî bir devlet gelecek olsa bunları öldürür mü?
Öldürmez, İslâm hukuku, geçmişe şâmil değildir der.
Kur'an'da bu husus "İllâ mâ gad selef" diye okuduğumuz
âyetlerin hepsi, bu hüküm geçmişi şâmil değildir
manasınadır. Bir hüküm bildirilir "İllâ mâ gad selef" der,
geçen geçmiştir. Çünkü şu andaki şu memleketteki şu kadar
vesikalının olması, şu kadar hırsızın olması, şu kadar
ibnenin olması, bugünkü sistemin uygulanışının neticesinde
meydana gelmiştir. Yani bunlar kurbandır. Kurbanlar
cezalandırılmaz tedavi edilir. Ama bunları bu yola sevk
edenler eğer tevbe etmezlerse cezalandırılırlar.
Peygamber Efendimiz (a.s.) Mekke'yi feth ettiğinde bütün
suçluları affetmiştir. Ancak şu onüç kişi Kabe'nin Örtüsüne
sarılsalar yine de öldürün demiş. Mekke'ye saldırırken emir
vermiş bu onüç kişiyi nerede bulursanız öldürün demiş.
Efendim Kabe'nin içinde adam öldürülmez ya, Kabe'nin
örtüsüne sarılsa bile yine öldüreceksiniz demiş. Ama onlar
gizlenmeyi başarmışlar, göze görünmemişler, zaman içinde
Müslüman olmuşlar. Peygamber Efendimiz'e gelip "Ya
Rasurüllah ben filan adamım, Müslüman oldum" demişler.
Peygamberimiz de af etmiş. Çünkü tevbe edenlere, şehâdet
getirenler kılıç kalkmaz. İki tanesi öldürülmüş o onüç
kişiden. Onun için kurbanlar cezalandırılmaz. İnsanların bu
yola bilinçli bir şekilde sevk eden insanlar eğer tevbe
etmezlerse, suçlarını itiraf etmezlerse onlar cezalarını
çekebilirler.
Daha uzun başka bir sûrede Lût (a.s.) kavmi tekrar yine
anlatılıyor, niye anlatılıyor. Önemli olduğundan dolayı.
Çünkü Lût (a.s.) döneminde bu pislik türemiş. Bu mikrop
ondan sonra gelecek olan imansızlar tarafından da
yürürlükte kılınacağını Allah (c.c.) bildiğinden ara ara bunu
bize tekrarlamak suretiyle bunlardan korunmamız ve nasıl
davranmamız gerektiğini Rabbim öğretecektir bize. Onun
için fazla üzerinde durulan bir konudur. "Allah'tan
başkasına ibadet etmeyin. Yalnız Allah'a ibadet, itaat edin"
konusudur. Çünkü insanların karşısında en muhatap
oldukları konudur.
Birileri çıkıyor, Allah'ın kanunlarına değil benim
kanunlarıma uyacaksınız diyor. Rabbim de özellikle bunun
üzerinde çok durur her sûrede durur. Derken insanların
yemesi içmesi vardır, yediği vardır. Haram lokma üzerinde
çok durur ve insanın cinsel ilişkiye ihtiyacı vardır. O konu
üzerinde durur. Nisa sûresi'nde geçti. Nasıl evleneceğimiz,
kiminle evleneceğimiz, kiminle evlenmeyeceğimiz, o
konuları belirledi. Ve böyle bir sapma olacak olursa
bunların da nasıl düzeltileceği konusunda Allah (c.c.)
işaretler veriyor ve düzelmeyenlerin de bu dünyada da
cezaya uğradıklarını yalnız ahirete kalmadıklarını bu
dünyada uğradıklarını ifade ediyor.
Günümüzde de bu dünyada cezaya uğradıklarını geçen
seneki, evvelki seneki gazetelerde gördük. Bu dünyada
halen tedavisi tesbit edilemeyen, bulunamayan hastalığın bu
yolla ürediğini doktorlar söylediler. Tedbir almak için yollar
aradılar ve Batıda bu milleti hayran bıraktıkları, yani
batıdan birçok insana hayran bırakmışlardı. Televizyonda
görürsünüz, filan artist öldü diyor. Bu benim anam değil,
babam değil, bir ilim adamı değil, sanatkar değil. Neymiş?
AİDS'den ölmüş, bir Amerikalı artistmiş. Yani bu milleti
onlara hayran bıraktırdılar, bugüne kadar ve hepsi de sırayla
gidiyorlar. Geçende onların berberi de AİDS'den gitmiş,
gazetelerin yazdığına göre.
Onlar cezasını bu dünyada iken çekiyorlar, ama bu bizi
sevindirmez. Onlardan fazla yine de bizi üzer. Çünkü onlar
kurban. Bunlar Mındıkoğlu veya zındıkoğlu denen biri bu
işin aracılığını yapıvermiştir. Ve bunları kurban etmiştir.
Tabiiki devletin özel gayretiyle olmuştur. Niye özel gayret
gösteriyor devlet? Şu kadar ehliyetli adam olacak, şu kadar
su harcamamız olacak, şu kadar elektrik harcamamız olacak.
Avrupaya girebilmemiz için şu kadar kağıt harcaması, yani
fert başına şu kadar kağıt, fert başına şu kadar su, elektrik.
Nüfusa şu kadar oranda ehliyet olacak. Nüfus başına şu
kadar da ibnesi olacak deyince bunu artırmak için gereken
gayreti gösteri veriyorlar.2061[110]

84- Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı (Peygamber olarak


gönderdik.) Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a ibadet edin. Sizin
için ondan başka ilah yoktur. Ölçü ve tartıları eksiltmeyin.
Ben sizi hayır içinde (zengin) görüyorum. Herşeyi içine alan
(ahiret ) gününün azabından sizin için korkuyorum."
Şimdi de Şuayb (a.s.)'ın kıssasına kısaca değinecek Rabbim.
Burada da "Medyen halkına da onların kardeşi olan Şuayb'ı
gönderdik." buyuruyor. Yani aynı milletten olduğuna işaret
ediyor. Medyen halkından Şuayb isimli birini o halka
Peygamber olarak gönderdi Allah (c.c). Dedi ki: Ey benim
milletim Allah'a ibadet edin. Allah'a kulluk edin." Allah'a
kulluk edin deyince anlıyorsunuz, ibadeti yalnız oruç, hac,
zekat, namaza sıkıştırmıyoruz. İnsanoğlunun Allah'ın
emirlerinin tamamını yerine getirip yasaklarından
kaçınmasına ibadet diyoruz, kulluk diyoruz.
Yani İslâm hukukunda emredilenlerle, yasaklananları yerine
getirmeye biz ibadet diyoruz, kulluk diyoruz. Yalnız ve
yalnız Allah'ın emirlerini kanununu tatbik ediniz. O

2061[110]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/78-80.
Allah'tan başka sizin için hiçbir yaratıcı, yaşatıcı ve yönetici
yoktur. Niye Allah'tan başkasını yönetici seçiyorsunuz ki
başınıza Allah'ın emir ve yasaklan dururken bu bütün
Peygamberlerin müştereken söylediği ifadedir.
Daha önce Lût (a.s.) aynısını söylüyor, İbrahim (a.s.)
aynısını söylüyor, Nuh (a.s.) aynısını söylüyor. Ama sonra
devam eden bölümde her toplumun özel hastalığına dikkat
çekiliyor yalnız. Hani Lût (a.s.)'m kavminde, kavmine "Ey
kavmim Allah'a kulluk ediniz" dedikten sonra siz kadınlar
dururken niye erkeklere gidiyorsunuz diyor. Burada da Şu-
ayb (a.s.) Medyen halkına diyor ki: "Sakın ha ölçü ve
tartılarınızda noksanlaştırma yapmayınız." Çünkü Medyen
halkı o gün için Mısır, Yemen, Mekke ve Şam arasında
ticaret kervanlarının kesiştiği bir yerde bulunuyor. Yani
ticaretle geçimini temin eden bir millet Medyen halkı. Elleri
hep terazide ve Peygamber bunların en büyük hastalığının
da terazide eksik tartmayla olduğunu gördüğünden evvela
Allah'ın kanununa riayet edin diyor. Sonra da diyor ki:
"Sakın ha ölçü ve tartılarınızı eksik yapmayınız."
Hastalıkları bu onların.
Ben sizi hayır üzerine görüyorum ve sizin üzerinize herşeyi
kuşatan bir azabın gelmesinden korkuyorum diyor. Sizin
adınıza gelecek olan azâbdan ben korkuyorum. Daha önceki
Peygamberlerin de söylediği gibi size gelecek olan azâbdan
ben korkuyorum. Şöyle bir durum, adam arka arkaya
gidiyor. Siz bakıyorsunuz ki adam gitmiş, gitmiş bir
uçurumun kenarına gelmiş, atılmak üzere, arka arkaya
giderken adam korkmaz. Çünkü uçurumu görmüyor. Veya
kör adam giderken tam uçurumun kenarına gelmiş bir adım
daha atsa uçacak, adamın hiç korkusu yok. Çünkü uçurumu
görmüyor, ama siz korkarsamız. Velevki kör düşmanınız
bile olsa korkarsınız. Yani oraya düşmemesi için gayret gös-
terirsiniz.
İşte Peygamberler de, Peygamberlerin ümmetleri de azaba
düşmesinden korkarlar. Düşen insan korkmasa bile bunlar
korkarlar. Hani bir adam deseki size: ben Allah'ın azabından
korkmuyorum, atsın beni Cehennemine dese, bizim
yüreğimiz hoplamalı. Yahu düşüyorsun, diye korkmamız
lazım. Sen kör gibisin veya arka arkaya yürüyen adam gibi-
sin veya elektriğin çarpıcı olduğunu bilmeyen çocuğun
elektrikten tutması gibi tutuyorsun bu olayı, ama ben
korkuyorum. Anne korkuyor çocuğunun elektriğe
değmesinden. Aynı şekilde bizde korkuyoruz. 2062[111]

85- "Ey kavmim, ölçü ve tartıda adaleti yerine getirin. İn-


sanların eşyasını eksiltmeyin. Yeryüzünde bozgunculuk ya-
parak kötülük yapmayın."
Ey benim kavmim, ey benim milletim! Ölçü ve tartıyı
adaletle yerine getirin. Ne fazla olsun, ne eksik olsun, tam
adil olsun ölçü ve tartılarınız. İnsanların eşyalarında
eksiltme yapmayın insanların eşyalarını değersiz hale
getirmeyin manasına da geliyor. Eksiltme yapmayın, de-
ğersiz hale getirmeyin de ve yeryüzünde de bozgunculuk
yaparak koşmayın, bozgunculuk için koşmayın yeryüzünde
diyor onlara.
Eşya herşeye söylenebildi ifadedir. Türkçemizde de
kullanırız bunu, şöyle böyle şeyler deriz veya eşya deriz.
Eşya şeyin.........çoğulu, şeyler dedik mi eşyayı tarif ediyor.
Hefşeyi içine alan bir ifadedir eşya, öyle ise insanların sahip
oldukları şeyleri değersiz hale getirmeyin.
1- Malını değersiz hale getirmeyin.
2- Şahsiyetini değersiz hale getirmeyin.
İnsanı değersiz hale getirmeyin, harcamayın bu insanları,
israf etmeyin. İnsanların ve insanların sahip oldukları şeye
değer veriniz. Onlan değersiz hale getirmeyiniz, Alınterini
değersiz hale getirmeyin, hani çalıştığının karşılığını verin,

2062[111]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/81-82.
onların değerinin daha altında vermeyin manası var bu
tüccarlara. 2063[112]

86- Eğer iman ediyorsanız Allah'ın bıraktığı (kâr) sizin için


daha hayırlıdır. Ben sizin üzerinize bekçi değilim.
Allah'ın bu haram kıldıklarının dışında helal kıldıkları sizin
için daha hayırlıdır manası vardır. Eğer iman ediyorsanız,
"Helâl sahası insanın keyfine kafidir" demişler. Haram
mıntıkasına geçmeye gerek yoktur. Helal mıntıkası yetiyor
bize. Eş alacaksınız, kadına ihtiyacınız var, helâl
mıntıkasında arayacaksınız. Zinaya gitmeyeceksiniz.
Lokmanız gibi ihtiyaçtır bu, burdan bir lokmanın geçmesi
lazım, helal yollarla da bunu temin etmeniz mümkündür.
Harama gitmeyiniz. Ağzınızdan çıkan kelimeler güzel
olsun, çirkin sözlere, kötü sözlere tevessül etmeyin.
Yani helal mıntıkasında da insan keyfine göre yaşayabilir.
Allah onu ifade etmek ister. Allah'ın yasakladıklarından geri
kalanları sizin için daha hayırlıdır. Yani bunlar yasaklanmış
ama "bunlar yasaklanacak olursa biz ne ile geçineceğiz,
tartıyı teraziyi, ölçüyü, metreyi biraz sündürmezsek,
kendimize çekmezsek nasıl geçineceğiz? Veya bu işçilerin
ücretini biraz daha kısmazsak ne olur bunun sonu?"
demeyin.
Rabbim diyor ki: "Bunları vaptıktan sonra da geri kalanryla
siz geçinirsiniz, sizin için de o daha hayırlı olur. Eğer iman
ediyorsanız." İman etmiyorsa ayrı, yetişmez o zaman.
Çünkü helâl ile karnı doymaz. İman etmeyen bir adam
mutlak surette haram ister. Çünkü yakışmaz, helâl o mideye,
yakışmaz. Hani o tuvaletin kapısına gül takmak gibi birşey
olur. Veya gül koymak gibi birşey olur. İki koku birarada
olmaz ki. Ne yapıyor tiryakilerimiz sigara ile gidiyor
tuvalete, yani onun kokusunu o bastırsın diye. Oraya o

2063[112]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/82-83.
layık, başka birşey değil.
"Ben sizin üzerinize gözetleyici değilim", ben görevimi
yerine getiririm. Bu emir ve yasakları Rabbimden bana nasıl
bildirilmişse size ulaştırırım, sonra da sizi sorguya çekecek
değilim. Ben niye yapmadınız, niye yerine getirmediniz
diye zorlayacak değilim. Ben görevimi yerine getiriyorum.
Allahdan sakınmak sizin için daha hayırlıdır. 2064[113]

87- Dediler ki: "Ey Şuayb, senin namazın mı sana, ba-


balarımızın tapındığını terketmeyi, mallarımızda dilediğimiz
gibi yapmayı, bırakmayı emrediyor? Sen yumuşak huylu,
akıllı bîr kimsesin."
Namaz çok önemli, adamlar her türlü ibadetinize, dini
inancınıza saygı duyarlarda namazınıza saygı duymazlar.
Birçok yerde biz dini bütün adam isteriz. Dinine, inancına
saygılıyız derler de, o meclisde namaz kılınmasına
dayanamazlar. Bir arkadaşım anlattı; "Beni de mason
yapmak için geldiler" diyor. "Nasıl olur demiş, beni niye
çağırıyorsunuz buraya. Ben namazını kılan bir adamım,
dinine bağlı bir insanım." Zaten biz seni onun için
çağırıyoruz demişler. Biz dinine saygılı adamları isteriz,
dinsiz adam istemeyiz" demişler masonlar. Dedim ki;
"Doğru söylüyorlar. Dinsiz adam istemiyorlar. Ama
bunların Hindistan'da da şubeleri var. Hindistan'da da ineğe
tapanları isterler. O merkezde de biz dinsiz adam istemeyiz,
ineğe tapman gerekir" derler. Tibetin orada da fareye
tapanlar varmış. Bir ara gazetenin biri gitti, resimlerini de
çekti. Ordakilere de biz dinsiz adam istemeyiz, senin fareye
tapman lazım diyorlar. Tibeîin yöneticisine veya oradaki
yetkili insanlara diyorlar.
Şimdi bunu demekle, adam şunu demek istiyor; yani "Senin
namaz kılmanla, fareye tapman arasında zerre kadar benim

2064[113]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/83.
açımdan farkı yok. Gel fareye tapanla, sen, üyemiz ol."
Tabiki bu arada onunla yan yana gelmekle senin şahsiyetin
zedeleniyor. Peki girdiniz, namaz kılmanıza müsaade
ederler, ama oradaki toplantıda kılmanıza müsaade
etmezler, o meclisde namaz kılmanıza müsaade etmezler.
Merkezde kılmanıza müsade etmezler. Evde kıl, camide kıl,
bizim buraya geldiğinde kılamazsın, yer yok çünkü.
Şuayb (a.s.)'m namazına da, devamlı her Peygamber gibi
diyorlar ki: "Yahu senin namazın mı bu atalarımızın
yolundan gitmemizi engelliyor" diyorlar, veya malımızda
istediğimiz gibi tasarruf etmeyi engelleyen namazın mı
senin? Liberal ekonomi, serbest ekonomi denen şey, yeni
şey değil. Medyen halkı bunu daha önce yapmış . Aynı ifade
dilediğimiz gibi malımızı tasarruf ederiz, dilediğimiz
yönden parayı kazanırız. Köşe döneriz, avrat satarız,
kendimizi satarız, teraziye alt yaparız, üst yaparız, kim
nereden kazanırsa kazansın, kazandığını nereden kazandın
diye sormayız. Sen soruyorsun, bunu namazın mı emrediyor
diyorlar.
Serbest ekonomiyi daha önce Medyen halkı uygulamış.
Oğlum parayı kazan da nereden, nasıl kazanırsan kazan
demişler. Eskiden dilencilerde icazet alırlarmış. Şimdi
elbiseyi eski giyen tersine giyen çıkıyor dileniyor, yoksa
icazet almadan dilendirtmiyor. Aynı zamanda Mafya babası
olan dilencilerin babası dilendirtmiyor. Dilencilerin birisi bu
mafya babasına yıllarca hizmet etmiş, ondan icazet almak
için. Yıllar sonra birgün baba bu çömezi hamama götürmüş,
hamamda iyice keselenmiş. Sonra da dönüp; "Bir dileğin
var mı ?"demiş. Çömez de; "Ne olur bana da icazet verseniz
demiş. Ondan sonra ben de dilensem kendi adıma." O da
"pek sevdim seni, çıkınca vereceğim" demiş. "Tamam
dilenebilirsin gayri. Yalnız sana nasihatim var demiş. Kim
olursa olsun isteyeceksin. Yani bu paşaymış, bu ağayrnış,
bu reisi cumhur-muş, fakirmiş yok, isteyeceksin. Nerede
olursa olsun isteyeceksin, ne verirse versin alacaksın tamam
mı?" O da "Tamam efendim" demiş, elini açmış "Allah
rızası için demiş", dilenciler başına. Mafya babası şaşırmış
"Ulan bana da mı "demiş. "Efendim dedin ya kim olursa ol-
sun." Oğlum hamamda mı? "Efendim nerede olursa olsun."
"Ulan burada tastan başka birşey yok" demiş. "Efendim ne
olursa olsun" demiş.
Şimdi bugünün ekonomistleri de diyorlar ki, nerede olursa
olsun vuracaksın, çalıp çırpacaksın. Bakanlık koltuğunda,
ister otobüste yanın-dakini çarpacaksın, nerede olursa olsun,
kim olursa olsun. Baban varsa soyacaksın. Kim olursa
olsun, soyduğun, ne olursa olsun. "Alınmayacak
satılmayacak birşey yok"diyorlar. ve aynısını Şuayb (a.s.)'a
iman etmeyenler söylüyor. "Senin bu dinin, namazın mı,
malımızda istediğimiz gibi alma, satma, verme, kazanmayı
bize engelliyor" diyorlar. Sen önceden halim selim,
yumuşak huylu bir adamdın, ne oldu sana? Bizim köşe
dönmemize mani oluyorsun diyorlar.
Daha önce demiştik ya, bugün üretilen her türlü fikrin
geçmişte yaşanmışım Kur'an'da buluyoruz. Onun için
"hocam ben, tarih ile ilgili kitap okumak istiyorum" diyen
adam "Kur'an okusun. Hocam ben bu kış biraz kurgu
bilimle ilgili kitap okumak istiyorum derse Kur'an okusun.
Hocam ben felsefi akımları öğrenmek istiyorum derse
Kur'an okusun." Çünkü bu tür adamların ne söylediğini
Rabbim Kur'an'da haber vermiş.
Bu konuda kitap okumak istiyorum derseniz yine de Kur'an
okuyun derim. Çünkü yeni birşey yok. Düşünce planında
yeni birşey yok. Söylenen yeni birşey de yok. Müslüman
kesimin de söylediği yeni birşey yok. Söylediğimiz Hz.
Adem'den beri bütün Peygamberler vasıtasıyla söylene
gelmiş şeylerdir. Diyorki:2065[114]

2065[114]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/84-85.
88- (Şuayb) dedi ki: "Ey kavmim! Eğer ben Rabbîmden bir
beyyine üzerinde isem ve o bana kendisinden güzel bir rızik
vermişse, ne dersiniz? Size yasakladığım şeyleri (kendim
yaparak) size muhalefet etmek istemem. Gücümün yettiği
kadar düzeltmek istiyorum. Başarım ancak Allah iledir. Ona
güvendim ve yalnız ona yönelirim."
"Ey benim milletim, siz ne diyorsunuz? Ben Rabbimden bir
beyyine üzerine isem, bir beyyine ki kendinden gönderdiği
bir mesajla gönderiyor ve beni güzel bir rızikla
rızıklandırıyor." Yani hem Peygamberliği bir nzık olarak
kabul ediyoruz, hem de helâl azıklarla rızıklandırıyor.
Rabbim bu ni'metleri bana verdiği halde ben sizin sözünüze
uyup ta peşinizden mi gideyim? Harama mı dalayım? diyor.
Günümüzde de insanların bu imansız kesimin imanlı kesime
söylediği bundan başka birşey değil. İmanlı kesimin de
vereceği cevap aynen Şuayb (a.s.)'m dediği gibi olmalıdır.
"Ne yapalım yani, Kur'an böyle derken İslâm böyle
emrederken ben, sizin bu serbest ekonomi dediğiniz, liberal
ekonomi dediğiniz şeyi mi kabul edeyim?" Buyurun işte
örnek. Geçtiğimiz seneler içinde avrat ticareti yapan avrat,
İstanbul'da vergi rekortmeni olmuş ve kadının biri geçen
gazetede yurt dışında işte bilmem ne dergisine kapak
olmaya kabul edilmişte, yani fahişelikte eşi benzeri yokmuş.
Altında yazıyor gazete, "bunun bir benzeri görülmedi,
fahişelikte bugüne kadar. Ve yurt dışında Türkiye'yi temsil
edeceğimden dolayı çok mutluyum" diyor. Fahişeliği ki
söylemekten edep ederim.
Bize diyorlar ki: "Siz uyun, demokrasi var, demokrasinin
gereği olarak bak bunlar çoğunlukta siz uyun." Bakın 60
milyon küsur insan maazallah öyle olsa tek biz kalsak, değil
öyle, beş milyar insan öyle olsa, birtek biz kalsak; "Rabbim
böyle emretti" deyip burda kalmakla mükellefiz.
Yeni bir kitap yazılmış hoşuma gitti. Okumadım da adamın
kitabının ismini gördüm, "İlimde demokrasi olmaz" diyor.
Kitabın adı böyle,
çok hoşuma gitti. Müslüman bir adam yazdı. Ahmet Yüksel
Özemre diye değerli bir profesörümüz. İçeriği ne olursa
olsun isim çok güzel. İlimde demokrasi olmaz, dinde
demokrasi olmaz, imanda demokrasi olmaz. Yani Allah
birdir. Biz diyoruz ki iki milyar Hıristiyan Allah 3 dese,
oylama yapsak iki milyarı diyor ki 3, bende diyorum ki 1.
İmanda demokrasi olmaz. Yok efendim çoğunluk 2 milyar
insan 3 diyormuş. Rusya'da şu kadar milyon insan da hiç
yok diyormuş, . Hiç benim aklıma girmez. "Allah vardır,
birdir, şeriîki ve nazırı yoktur." Bizim diyeceğimiz budur.
"İmanda demokrasi olmaz", "hukukda demokrasi olmaz."
"Allah (c.c.)'ın emir ve yasağı doğrudur. Beş milyar insan
eğridir dese kabul etmem, çünkü beni Yaratan diyor ki bu
doğrudur.
İmanda demokrasi olmaz, ahiret vardır, gidip görmedik ama
Rabbim demiştir ki vardır. Bu kadar milyon veya milyar
insan yoktur deseler, "Vay efendim oylama yaptık, kardeşim
sen de gel buraya uy dese olmaz." Pislik üzerinde insanlar
birleşecek olurlarsa âyet-i kerimede diyor, onlara tâbi olma.
"Çoğunluk sapıklıkta devam ediyorlarsa, onlara uyma. Seni
yolundan sapıtırlar " diyor Allah (c.c). 2066[115]
Hani yasakladığım şeyler varya, onları yasakladığımda size
ben muhalefet etmem. Yani yasakladıklarıma ben kendim
de uyarım. Türk-çede bir tabir vardır; "Ele verir talkını,
kendi yutar salkımı." Bu yasaktır diye fetvayı verir, ama o
yasağı kendisi çiğner. Peygamber diyor ki: Şuayb (a.s.)
yasakladıklarıma ben de riayet ediyorum, yasakladıklarıma
kendim muhalefet etmiyorum. Yani emir ve yasakları ben
size söylüyorum. Ama önce fiilen kendi hayatımda tatbik
ediyorum. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) içinde Rabbim

2066[115]
Bak. Maide I 100, En'am I 116
"Sizin için Allahm Rasülünde güzel örnek vardır." 2067[116]
diyor. Yani bu emri Peygamberimiz nasıl yerine getirmiş,
fiilen kendi hayatında tatbik etmiş. Ona bakacağız, bu
yasaklardan nasıl korunmuş, Peygamber Efendimiz'e
bakacağız ve ona göre hareket edeceğiz. Yani ben
Peygamberim bu emir ve yasakların üstündeyim dememiş.
Peygamberler bizzat yaşayarak örnek oluvermişler. Ama
Peygamberliğin dışındaki sistemlerde ise adamlar kendi-
lerini bir üst tabaka olarak görüyorlar.
Meselâ Türkiye'de de vardır, dünyada da vardır bu adamlar.
Dokunulmazlığı var, siz bir adama bir tokat vurursunuz,
savcı el koyma hakkına sahip. Ama bir milletvekili gelip
size bir tokat vurursa savcı müdahale edemez. İçeri atamaz,
adamın herşeyin üstünde olma hakkı vardır. Kimden alıyor
bu hakkı? Kendileri icad ediyorlar, kendi kendilerine böyle
bir hakkı tanıyorlar.
Bizim Peygamberimiz diyor ki: "Ben de bu kanunlara
bağlıyım, yasakladıklarıma muhalefet etmem,
emrettiklerimi yerine getiririm. Gücüm yettiği kadarıyla
düzeltmeye çalışıyorum, düzeltmeyi istiyorum.
Gücümün yettiği kadar. Başarım Allah'tandır." Yani ben bu
işi başarır-sam benden değil, başarım Allah (c.c.)
tarafındandır. Çünkü birçok Peygamber gelmiş. Peygamber
(s.a.v.) Buhari'de rivayet edilen bir hadisi şerifinde bize
bildiriyor k;i öyle Peygamberler gelmişki, dünyada birtek
ümmeti olmamış. Yani Peygamber olarak gönderilmiş, bir
topluma anlatmış, görevini yerine getirmiş, eceli gelince
vefat etmiş. Rabbi-min huzuruna gitmiş, birtek ümmeti yok.
Böyle Peygamberler olmuş. Peygamberimiz bunu haber
veriyor.
Bu Peygamberlerle biz, Şuayb Peygamber arasında, bizim
Peygamberimiz arasında fark gözetmeyiz. Hergün yatsı

2067[116]
Ahzab / 21
namazında diyoruz. "Biz Peygamberler arasında ayırım
yapmayız." Bunlar aynı kaynaktan gelen sular gibidirler.
Yani değişirler, kaplar değişir ama kaynak aynı, kaynağın
suyu aynı. Kaplar değişik. Kaynak Rabbimden geliyor.
Gönderen O, ama hani sürahiler değişik olur. Değişik
sürahilerde sular ayrı şekil alırlar, ama su olmaları
bakımından aynı kaynağın suyudurlar.
Demek ki bütün peygamberler mesaj olarak "Allah'ın
mesajını" ulaştırdılar, ama çağları değişik ve çağlarda hitab
ettikleri insanların davranışları değişik. Farklılık buradan
kaynaklanıyor. Biz o Peygamberleri de başarılı olmuş
biliyoruz. Yani burada da Şuayb (a.s.); "Başarılı olursam,
başarım Rabbim'dendir. Başarısız olursam yine
Rabbim'dendir. Değişen birşey yok. Ben Ona güvendim ve
ben Ona yöneldim" diyor.2068[117]

89- "Ey kavmim bana karşı gelmeniz sakın sizi Nuh'un


kavmine veya Hû d'un kavmine veya Salih'in kavmine
isabet eden azabın bir benzerine sevketmesin. Lût'un kavmi
size pek uzak değildir."
Ey benim milletim! Ey benim kavmim! Bana muhalefet
ettiniz, beni kabul etmiyorsunuz, Peygamberliğimi
reddediyorsunuz, emir ve yasaklanma uymuyorsunuz. Bana
olan bu muhalefetiniz; sizden önce Nuh (as)'ın, Hûd (as)'ın,
Sâlih'(as)'m kavminin başına gelenlerin sizin de başınıza
gelmesine sebep olmasın.
Yani yaptıklarınız size öyle birşey kazandmyorki, daha önce
onu Nuh'un kavmi de kazanmıştı, o belâyı hak etmişti.
Hûd'un kavmi de, Salih'in kavmi de hak etmişti. (Burada
geçmişten misâl getirmek suretiyle halka birşeyler
öğretiyorsunuz) "kabul etmeyiz" diyorlar. Bakın kabul
etmezseniz daha önce Nuh (a.s.)'m Hûd'un (a.s.)'ın Salih'in

2068[117]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/86-88.
(a.s.) veLut (as)'ın kavimleri kabul etmedi, onlar da.helak
oldular. Onların başına gelenler sizin de başınıza gelmesin
diyor Şuayb (a.s.).
Lût.kavmi ki size pek uzak değil. Yani hem yurt olarak uzak
değil. Yurtlarını biliyorsunuz, görüyorsunuz. Hem de zaman
olarak uzak değil. Aralarında bu insanların dilden dile
anlatılan hikayesini biliyorlar. Lût (a.s.)'ın kavmi böyle bir
pisliği yapmış, Peygambere iman etmemişler, neticede yerin
altı üstüne gelmiş ve ateş halinde yanmışlar, yok olmuşlar
gitmişler diye biliniyor. Halk bunu biliyor. Medyen halkı
bunu biliyor. Bir de Lût gölünün yanma kenarına gidip
görüyorlar da.
Halen günümüzdeki araştırmacılar oradaki atılan taşların
farklı bir taş olduğunu tesbit ediyorlarmış arkeoloji
araştırmaları yapanlar. Lût gölünde de balık yaşamaz derler.
Kendine has bir özelliği olan bir su, Lût gölündeki su.
Peygamber Efendimiz de bazen oralardan geçerken "burası
neresi?" diye sorarmış."Geçmiş toplumların helak oldukları
filan yer" derlermiş. Konaklayacak olsa bile
konaklamazmış. Efendimiz; "Burada daha önce bir kavim
helak olmuş, uzak duralım"der çeker gider, başka yerde
konaklarmış Lût kavminin helak olduğu yerde hala ot
bitmez derler ve gölünde balık yaşamaz, balık değil hiçbir
canlı yaşamaz diyorlar. O günden bu güne kadar ibreti alem
olsun diye Rabbim onları karşımıza dikivermiş.
İnsanlık tarihi içinde. Ad kavmi, Semûd kavmi, Salih
kavmi, Firavun, Nemrut bunların helaki anlatılıyor. Bu
kadar mıydı? Hayır, tarih boyu Gavurun milyarlarcası
geçmiş. Ya bunlar neyin nesi,? bunlar bugünkü ifadeyle
söylüyorum;
Şimdi elektrik direklerinde bir ölmüş adam kellesi var. Ne
demektir bu, "buraya yaklaşırsan ölürsün." Yani daha önce
biri yaklaştı? Bu hale geldi, sende yaklaşma demektir. İşte
Nemrud'un, Firavun'un, Ad kavminin, Semûd kavminin bize
Kur'ân-ı Kerîm'de böylece iskeletlerini gösteriyor Rabbim.
Bunlar helak oldular, siz helak olmayın diyor.
Mevlânâ bir hikâye anlatıveriyor. Diyor ki: "Arslan, Kurt ve
Çakal ava çıkmışlar. Ormanda bir yaban öküzü, bir geyik ve
bir de tavşan yakalamışlar, öldürmüşler şöyle koymuşlar.
Arslan, Kurda demişki: "Sen taksim et bakayım" Üç tane
avcı var, üç tane av var. Kurt demiş ki: "Efendim şu yaban
öküzü zatı alinize olsun, şu geyik bana verilsin, şu tavşanı
da tilki kardeşe verelim" Yani herkesin boyuna uygun,
gücüne uygun taksim etmiş, ama Arslan pençeyi bir attı,
Kurdun derisini başından çıkardı alıverdi, öldürdü diyor.
Yani sultanın olduğu yerde senin ne haddine taksimi
yapmak. Tilkiye dönmüş taksimi sen yap bakayım
demiş. Tilki de "Efendim demiş, şu geyiği zatı aliniz sabah
kahvaltısı yapsa, şu yaban öküzünü öğle üzeri, öğle yemeği
yeseniz, yatarken de şu tavşanı çerez olarak yeyip yatsanız,
ben böyle uygun-gördüm" demiş. Arslan "Ulan bu aklı
nereden öğrendin" deyince Tilki "Efendim Kurdun başına
gelenler beni akıllandırdı" demiş.
Şimdi Allah'a (c.c.) karşı ilahlık taslayan, " Allah'ın
kanununa tabi olmam, benim kanunuma uyacaksınız." diyen
Firavun'un, Nemrut'un, Âd kavminin, Semûd kavminin
altını üstüne getirmiş Rabbim, sonra da bize demiş ki: "bak
bunlar bundan dolayı helak oldular, siz o hale düşmeyin"
diye bildiriyor. Yoksa hoşça sohbet yapın diye,
çocuklarınıza hikâye anlatın diye vermiyor bu
haberleri. 2069[118]

90- "Rabbinize istiğfar edin. Sonra ona tevbe edin. Şüphesiz


benim Rabbim çok merhametlidir, çok sevendir."
Rabbinize istiğfar ediniz. Sonra Ona tevbe ediniz ikisi bir
araya geldiğinde şu mana var. Geçmişte yaptıklarınızdan

2069[118]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/88-90.
dolayı Allah'tan af talebinde bulununuz ve o yap
tıklarınızdan şu anda vazgeçiniz, ileride de yapmamaya
karar veriniz.
Benim Rabbim gayet merhametlidir. Ve benim Rabbim
sevendir. Seven Allah (c.c.)'ün Esmâ-ül Hüsnası'ndan bir
tanesi de "Vedüd". Çok. güzel hattatlarımız Hattat Hamid
gibi, Hattat Hüseyin Kutlu gibi değerli hattatlarımız
yazmışlar. "Ya Vedüd" diye de yazmışlar "Ey yarattıklarını
seven Allah" dır. Burada da Şuayb (a.s.) benim Rabbim öyle
bir Rabdir ki; kullarını, tevbe edenleri sever ve onlara
merhamet eder. Tevbe edin, istiğfar edin diyor. Bir başka
âyet-i kerimede de "Na-suh tevbesi yapın"2070[119] der.
"Nasuh" Arabın dilinde "yamamak" manasına geliyor. Yani
günah işlemekle, tertemiz olan ar damarınızı çatlatmış
oldunuz, tevbe ile onu dikin, tekrar sağlamlaşürın manasına
geliyor.
Mevlânâ nasuh tevbesini de ayrıca bir hikâye ile
anlatıvermiş. Na-süh'u orada bir isim olarak almış. Nasuh
diye bir adam varmış. Kadınların avret yerlerine bakmak
pek hoşuna gidermiş. Birgün düşünmüş, taşınmış demişki,
en iyisi onun bunun camını gözetlemektense hamama tellak
olarak, kadınlar hamamına girsem der. Traşını tam olarak
yapmış. Kadın kıyafetine girmiş, çarşafa bürünmüş,
hamama gitmiş. Hamamcıya fakirim, garibanım kalacak
yerim yok. Burada ben pek güzelde dellaklık yaparım.
Sesini de inceltmiş, onlar da inanmışlar. Oradaki kadın
almış bunu dellak olarak. Birkaç gün dellaklık yapmış, ka-
dınları ovuvermiş, kirlerini temizleyivemiş.
Derken çok hatırlı bir kadının yüzüğü kaybolur. Hamamda
her taraf aranır, bulunamaz. Derlerki hamamdan kimse
çıkmayacak. Çalışanlar ve patron dahil herkes sıraya
girecek, herkes yoklanacak. Peştemalla-nn altına kadar

2070[119]
Tahrim / 8
bakılacak kadınlar tarafından. Derken Nasuh'ta sıraya
girmiş. Bütün kadınların her tarafı yoklanıyor. Peştemalların
altına bakılıyor. Nasuh 7. sırada. Birinci kadın yoklanmış,
yok. İkinci kadın yoklanmış, yok. Nasuh korkuyor. Tabiiki
erkek olduğu bilinirse başının vurulmasından korkuyor.
Şimdi onun haleti ruhiyesini düşünün. İşte tevbe böyle
olacak. Yani tevbe ederken Rabbimden başka birşey
düşünmeden tevbeye bütün vücudunuz katılabiliyorsa o
tevbedir. Şimdi bazıları namaz kıldıktan sonra dua ediyor.
Ağız dil ayrı şey söylüyor, göz ayrı şey görüyor, kulak
başka şeyler dinliyor. Tevbe böyle olmaz. Tevbeye
tırnağınızdan saçınıza kadar bütün hücreler katılmalıdır.
Nasuh orada ecel teri döküyor. "Ya Rabbi kadına mı, bir
daha bakmam, tevbe" diyormuş. Allah'tan ki 6. kadında
yüzük bulunmuş, Nasuh aranmamış. Nasuh o gün oradan
çıkmış, birdaha kadın yüzüne bakmamış. Bu tevbedir artık.
Na-suh'un tevbesi budur diyor. Biz de tevbelerimizi böyle
yapmalıyız. 2071[120]

91- Dediler ki: "Ey Şuayb, söylediğinin bir çoğunu anla-


mıyoruz ve biz seni aramızda zayıf görüyoruz. Eğer çevren
olmasaydı seni taşlayarak öldürürdük. Sen bize üstün de-
ğilsin."
Dediler ki: "Ey Şuayb biz senin söylediklerinin bir çoğunu
anlamıyoruz. Sen ne demek istiyorsun" diyorlar. Aynı sözler
günümüzde de bir Müslüman bir yerde birşey anlatmaya
kalksa orada böyle rejimin iyi yetiştirdiği adamlar vardır.
Sen ne demek istiyorsun hemşerim diyor. Sen ne
anlatıyorsun, ne anlatmak istiyorsun? Eğer biraz baskın
gelebileceğini anlayabilirse aynı ifadeleri kullanır. Ne
anlatmak istiyorsun, bir senedir, altı aydır. Anlaşılmıyor bile
dediğin diyor.

2071[120]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/90-91.
Doğru anlaşılmaz, çünkü bizim terimlerimize yabancı
kalmış adam. Herşeyi İngilizce konuşmaya can atmış bu
adamlar. Türkçe kelimeleri kullanmaktan utanır hale gelmiş.
T.R.T de muhabir olan, hem talebem, hem arkadaşım,
İstanbula ziyaretime geldiğinde anlatmıştı; "Gelirken,
otobüste Bolu dağlarının oradayız, yanımdakine işte çam,
ardıç filan ne güzel boyu var diyorum O adam demişki;
"hala köylü gibi düşünüyorsun, T.R.T. de muhabir
olmuşsun, ama bu Ardıc'ın bir İngilizcesi yok-mu? onu
kullansan" demiş." Ardıc'ın İngilizcesini kullanırsan aydın
olacaksın. Ardıç kelimesini kullanırsan hala köylülükten
vazgeçmiş olmayacaksın. Bana bunu söyledi adam diyor.
Böylesine sömürgecilerin köpekliğini izzet kabul etmiş
insanlar vardır. Şerefsiz insanlar bunlar ve bu insanlar bu
kelimelerle haşır neşir ola ola birgün bu adamlara "İman,
İslâm" kelimelerini kullandınız mı, neden bahsediyor acaba?
der. Gerçekten anlamaz hale geliyor insanlarımız.
Müslümana kulak vermemiş, anasını, babasını da dinleme-
miş bu adamlar Aynı şeyleri söylemiş oluyorlar.
İşte Şuayb Peygamberin kavmi de "Senin söylediklerinin bir
çoğunu anlamıyoruz. Biz seni aramızda zayıf görüyoruz.
Tek başına adamsın çiğneyiveririz. Eğer senin şu sülalen
olmamış olsaydı seni taşla öldürürdük, Sülalen varki
onlardan da bir kısmı bizim tarafımızda." diyorlar. Aynı şeyi
Peygamber Efendimize de söylüyorlar. Peygamber
Efendimiz'i öldürelim diyorlar. Toplanmışlar bir araya,
Kur'ân-ı Kerîm'de "Kâfirler bir araya geldiler, tuzak
kuruyorlar, planlar hazırlıyorlar seni haps etmek için,
sürgüne gönderelim veya öldürelim diye plan ku-
ruyorlar" 2072[121] Biri demiş öldürelim kurtulalım bu
adamdan. Ama demişler Haşim oğullan var bunların içinde
inananı var, inanmayanı var. İnanını, inanmayanı

2072[121]
Enfal 130
sülalemizden biri öldü diye karşı cephe alacaklar, sonu
gelmez harpler başlar, öldürmeyelim demişler.
Senin bu şekilde sülalen olmasaydı seni biz taşlayarak
öldürürdük diyorlar. Zaten yapacakları hiç başka birşey yok.
O günün imansızının da, bugünün imansızının da öldürmek,
işkenceye başvurmaktan . Çünkü mantiken aklen
verebileceği bir cevabı yoktur adamın. Cevap bitince silaha
sarılıyor. O dönemin gavuru da yapmış, bu dönemin gavuru
da aynı şeyi yapmaya devam ediyor.
Amerika'da bugüne kadar Müslüman liderlerden
öldürülenlerin sayısı çok kabarıktır. Bize duyurulanlar ve de
duyurulmayanlar vardır. Efendim her'türlü fikre açığız
diyorlar ama yalan söylüyorlar. Malcolm X ki; bir
zamanların mafya babası, Müslüman olur. Amerika'da
Malik el Şahbaz ismini alır ve adamı 16 kurşunla bir
konuşma esnasında şehit ederler ve katili hâlâ daha meçhul.
C.I.A. kendisi öldürdü derler. Onun yerini doldurmak üzere
Mısır'dan bir doktor gider İslâmi bilimler sahasında,
çoluğuyla, çocuğuyla beraber evi kundaklanır ve öldürülür.
Islâmı gerçek veçhesiyle tanıtan olacak olursa yaşatmazlar.
Ama Müslümanhkda bir festival hale getirilecek olursa
Türkiye'de Kültür Bakanlığı, kültür deyince ne anlar?
Folklor, lazlar titreyiverecek, efendim güney doğudaki
insanlarımız da halay çekecek. Kültürümüz bu seviyeye
indirilmiş.
Sen bizim aramızda değerli değilsin. Senin bir gücün de yok
bizim yanımızda diyorlar. Cevap olarak: 2073[122]

92- (Şuayb) dedi kî: "Ey kavmim, benim çevrem size Al-
lah'dan dahamı üstün ki O'nu (Allah'ı) arkanıza attınız?
Allah yaptıklarınızı kuşatıcıdır."
Ey benim milletim! Yahu size karşı benim sülalem Allah'tan

2073[122]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/91-93.
daha mı güçlü. Yani siz Allah'tan kurmuyorsunuz, benim
sülalemden korkuyorsunuz. Biz Şuayb'ı öldürürsek, sülalesi
bize gelir onlarla harb çıkar diyorsunuz. Yani sülalem
nedeniyle bana dokunmuyorsunuz. Bırakın bunu Allah daha
güçlüdür. Allah ki beni yaratmış, sizi yaratmış ve beni de,
sizi de sülalemi de öldürecek olan O. Niye Allah'tan
korkmuyorsunuz da sülalemden korkuyorsunuz? Siz
kavmimi önünüze alıyorsunuz, planlarınızı kurarken Allah'ı
arkanıza atıyorsunuz. Yani hesaba katmıyorsunuz. Siz bana
karşı plan, tuzak kurarken Allah'ı hesaba katmıyor, benim
kavmimi hesaba katıyorsunuz, diyor Şuayb (a.s.). Bize de
burada uyarı var. Günümüzde insanoğlu, insan olması ha-
sebiyle Rabbimin tabiata koyduğu kanunlar muvacehesinde
çalışacaktır, tedbir alacaktır. Ancak her türlü İslâmi
faaliyetinde Rabbinin kendisine yardım edeceğini, ayrıca bir
iman olarak yanında taşıyacaktır. Ama günümüzde
insanımızın bir kısmı şu hesabı yapıyor: "Hocam
imansızların elinde şu kadar asker var, şu kadar silah var, şu
kadar para var, şu kadar köpek var. Bunları üzerimize
salarlarsa biz ne yaparız?"
Akif in ifadesiyle
"Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz"
"Bu yol ki hak yoludur dönme bilmeyiz yürürüz."
Cehennem dediniz mi atom bombalarının hepsini
toplasanız, Cehennemden bir kıvılcım olması mümkün
değil. "Cehennemin bir damlası yere düşse, kokusundan ve
ateşinden yeryüzü durulmaz hale gelirdi "diyor Peygamber
(s.a.v.). Akif diyor ki: "Cehennem olsa, değil atom bombası,
şüyu, buyu Cehennem olsa göğsümüzde söndürürüz" bu yol
ki hakk yoldur, dönme bilmeyiz yürürüz. Ben yürürüm.
Karşımdaki ne olursa olsun yürürüm, öldürürler şehit
olurum. Yukarda geçmişti, "Kâfirler bizden iki şeyden
başka birşey istemezler ikisi de bizim için güzeldir." 2074[123]
O da ya gazilik, ya şehitlik diyor. Yukarda tefsiri geçti
bunun. Ama onlar ölürse Cehenneme, öldürülürlerse de
Cehenneme giderler, başka yolları yoktur.
Benim Rabbim sizin yaptıklarınızı kuşatmıştır. Yani
herşeyiniz Onun ilmi içerisinde cereyan ediyor. Rabbim
ilmiyle kudrediyle sizi kuşatmış onun dışında
kalmıyorsunuz ki, ben Rabbime güveniyorum. Siz asker
topluyorsunuz, ekonomik ve askeri gücünüzü
güçlendiriyorsunuz bana karşı, ama askeri gücünüz de,
ekonomik gücünüzde bütün planlarınız da, programlarınız
da Rabbimin kudreti içersinde, ilmi içersinde oluyor ve
Rabbim de bunun için bana yürü diyor öyle ise ben niye
yürümeyeyim? Planınız O'nun elinde, askerleriniz O'nun
elinde, Rabbimin elinde, O'nun gücü kuvveti içinde cereyan
ediyor bu olaylar. Öyle ise bana yürü diyen Rabbime ben
güvenirim, yürürüm. 2075[124]

93- "Ey kavmim, yerlerinizde yapacağınızı yapın. Bende


yakacağım. Yakında kendisini rüsvay eden azabın kime ge-
leceğini ve kimin yalancı olduğunu bileceksiniz. Gözetleyin,
bende sizinle beraber gözetleyiciyim."
Ey kavmim madem iman etmiyorsunuz haydi haliniz üzere
amel edin, ben de imanım üzere amel edeceğim. Siz
yaptığınızı yapın, ben de yaptığımı yapayım. Buna benzer
bizim bir dediğimiz var. "Sizin dininiz size, benim dinim
bana." (Kafirun suresi)
Yakında siz de bileceksiniz azâb kime gelecektir? Yalancı
kim olacaktır? Onu siz de yakında bileceksiniz, azâb kime
gelecek bileceksiniz. Yalancı kimmiş? bana yalancı
diyorsunuz ya, kendiliğinden uyduruyor diyorsunuz ya.
Yalancı kimmiş siz misiniz, ben miyim? onu da bi-
2074[123]
Tevbe / 52
2075[124]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/93-94.
leceksiniz. Gözetleyin, bekleyin, ben de bekleyip
gözetleyeceğim.
İlk nazil olan âyet-i kerimelerin bulunduğu sûre'de tefsiri
geçmişti. "Yakında siz de göreceksiniz, biz de göreceğiz,
onlar da görecekler diyor Rabbim. 2076[125] Hz. Peygamber
yalnız, yanında üç beş Müslümanla Kâfirler karşısında,
bununla da kalmayıp kafirler; "Bizans da bize yardım eder,
İran da yardım eder senin hiç şansın yok" diyorlar. Allah'ü
Teala da "sen de göreceksin, onlar da görecekler de onlara."
buyuruyor. Ve neticede de gördüler. Hz. Peygamber
sağlığında Arap yarımadası tamamıyla Müslümanlaştı.
Aradan 30 sene geçmeden İran ve Kudüs Müslümanların
eline geçti. 2077[126]

94- (Azâb) emrimiz gelince Şuayb'ı ve onunla beraber îman


edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. Zalimleri
korkunç bir sayha yakalayıverdi de onlar yurtlarında çöküp
kaldılar. 2078[127]

95- Sanki orada hiç yaşamamış gibi. İyi bilinki Semud


kavmi nasıl uzaklaştı ise Medyen içinde (Allah'dan) uzaklık
vardır.
Orada sanki hiç ni'met görmemişler, zenginlikler
tatmamışlar, ticaretler yapmamışlar, köşkler bina
etmemişler, bahçeler kurmamışlar, ırmaklar akıtmamışlar
gibi bir hale geliverdiler.
Semûd kavminin Allah'ın rahmetinden uzak olduğu gibi
Medyen halkı da Allah'ın rahmetinden uzak durmuştur diyor
Allah (c.c). Benim hatırıma şu geliyor. Nuh (a.s.).kavmi
denizde boğulmuş, Şuayb (a.s.)'ın kavmi bir gürültüyle, bir
sesle yok edilmiş. Sesle insanlar yok edilir mi? Yok edilir.

2076[125]
Kalem / 5
2077[126]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/94-95.
2078[127]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/95.
Ki ona sayha denir. Hani bağırma be adam, ödümü patlattın
derler. Yüksek frekanslı ses insanları öldürebilir. Tabii onun
yanında diğer azâb da var. Lût (a.s.)'ın kavmi yerin altı
üstüne gelmesi ve gökyüzünden pişmiş taşların yağmasıyla
helak edilmiştir. Firavun denizde boğulmak suretiyle helak
edilmiş, yok edilmiş.
Günümüzde bu kadar imansızlar, imansızlıklarını yaparlar
da böyle birşey olmaz diye hatıra geliyor. Yani Allah (c.c.)
niye Rusya'ya bunu yapmaz? Niye Amerika'ya böyle etmez,
niye İngilizlere böyle yapmaz. Her dönemin Peygamberinin
itikadda söyledikleri aynıdır da mesajda amelde
değişiklikler vardır. Mucizelerinde değişiklikler vardır.
Çünkü insanlar ilerledikçe bazı değişime uğrayarak
geliyorlar ve Peygamberler de o çağın insanının anlayışına
hitab ederek gönderili-yorlar. Her Peygamberin kavminin
azabı da çeşitli olmuş. Suda boğulan, ateşte yanan, yerin altı
üstüne gelen veya bir ses ve gürültü ile helak edilenler diye
ayrı ayrı olmuşlar.
Günümüz insanının belası da o günün insanlarına
benzemiyor. Bu da bir başka oluyor. Bundan 50 sene evvel
hiç yıkılmayacaklarmış gibi gÖrünen,ingiltere ve Rusya gibi
devletlerin bugün parçalandıklarını görüyoruz. Bu onlar için
bir azapdır. Çünkü mazlumları ahi kalmıştır.
Mazlumun duası reddedilmez. Peygamber (a.s.); "mazlumun
ahım almayın" 2079[128] demiş, geçmişten ibret almaya dikkat
edeceğiz. İtaat ve ibadete devam edeceğiz. 2080[129]

96- Şüphesiz biz Musa'yı âyetlerimiz ve apaçık delille


gönderdik.
97- Firavuna ve adamlarına. Ancak onlar firavunun emrine
uydular. Firavunun emri doğru değildir. 2081[130]

2079[128]
Buharı K. cihad 1180
2080[129]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/95-96.
2081[130]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/96.
98- (Firavun) Kıyamet gününde kavminin önüne düşecek ve
onları ateşe götürecektir. Vardıkları yer ne kötüdür.
Allah (c.c.) yukarıda Nuh (a.s.)'m, Şuayb (a.s.)'ın, Lût
(a.s)'ın, ibrahim (a.s.)'ın hayatından bazı bölümleri anlattı
bize derken Musa (a.s.)'ın hayatından da bir bölüme
dikkatimizi çekerek Musa'yı da âyetlerimizle Peygamber
olarak gönderdik. Ve apaçık bir sultan ile. Sultan kelimesi
mucize olarak terceme edilmiş. Sultan kelimesi sulta
dediğimiz otorite olarak da terceme edilmiş, ve Tevrat
olarak da tercüme edilmiş. Ayeti açıklar mahiyette Tevrat
veya mucizeler. Ki asasının göstermiş olduğu mucizeler
veya Musa (a.s.)'a sonunda sağlamış olduğu devlet otoritesi,
apaçık bir otoriteyi Musa'ya verdiğini de Allah bu âyet-i ile
ifade ediyor.
Musa'yı kime gönderdi? Firavun'a ve Onun çevresindeki
yönetici kadroya yönetici olarak gönderdi de insanlara halka
göndermedi mi? Genelde yönetici kadroya isim olarak
kullanılmış, öncelikle onlara duyurulduktan sonra zaten
halka duyuruluyor demektir. Hani Peygamber(s.a.v.) Bizans
devlet başkanı Heraklius'a mektup yazmıştır. Bu mektup
Heraklius'a yazılmıştirda halka yazılmamıştır anlamını ifade
etmez. Efendimiz, onun zatına mektup yazmakla bütün
halkına mektup yazmış sayılır. Yoksa bütün insanlara
mektup yazmak mümkün olmazdı onun için devlet
başkanına yazdığı, Heraklius'a yazdığı mektup bütün halka
yazılmış demektir.
Allah (c.c.) burada Musa (a.s.)'ı Firavuna ve Onun
çevresindeki yönetici kadroya Peygamber olarak
gönderdiğini, ama Firavun çevresindeki insanlar Firavun'un
emrine uydular. Halbuki Firavun'un emri onlar için doğru
yolu göstermiyordu. Doğru değildi, doğru yolu da gös-
termiyordu. Yani Peygamberin karşısında kendisini ilah
olarak insanlara takdim eden bir Firavun var. İnsanlara o da
birşeyler veriyor. Hani daha önce tefsiri geçmişti. Firavun;
"Ben size ancak doğru yolu gösteririm, benim gösterdiğimi
göreceksiniz. Ben sizi doğru yola götürürüm" diyor. 2082[131]
Doğru yola götürme iddiası ile Musa (a.s.) da geliyor ama
peygamber olarak gönderiliyor. Allah (c.c.) de diyor ki: O
çevresindeki insanlar Firavunun çevresindeki insanlar
Firavunun emrine uydular. Musa (a.s.)'m getirdiği mesaja
karşı geldiler. Bu dünyada Firavun küfrün öncülüğünü
yapıyor. Bu dünyada küfrün öncülüğünü yapanlar, kıyamet
gününde de milletinin önünde olacaktır. Firavun, başı o
çekecektir. Ve onları cehenneme götürecek." Evrede"
kelimesi "Verade"den türetilmiş ve suya gitme manasına
gelir. Suyun kaynağına varmak manasına geliyor. Allah
(c.c.) de bunları ateşin kaynağına götürdüğünü Firavunun
kendi etrafında kendisine inanan, kendisinin emirlerine itaat
eden kişileri su kaynağına götürmek yerine, ateşin
kaynağına götürdüğünü ve bu götürmede de Firavunun
öncülük yaptığını ifade ediyor. "O su yolu diye gidilip te
ateşle karşılaşılan yer ne kötü bir yerdir." 2083[132]

99- Burada (dünya) da kıyamet gününde de lanete tabi


kılındılar. Bu ne kötü bir vergidir!
Şimdi burada şunu görüyoruz. Firavun, Fecr suresinde, ifade
edildiği gibi kendisini ilahhk iddiasında bulunan bir adam,
bütün halkı kendi etrafına topluyor ve onların hepsine
birden "Ben sizin en yüce Rabbinizim" dedi. Yani putlar
zamanla yaşayan insanlardır. Yoksa ağaçtan, taştan, alçıdan
dikilipde işte bu ilahdır, bu Rab dır diye inanma olmamıştır.
Evet dikilenler vardır, ama o dikilenler daha önce ilah
olarak kabul edilmiş insanların suretidir. Temsilid ir.
Firavunların hala heykelleri günümüze kadar gelmiştir. Ama
insanlar o heykele tapınmıyorlar o heykelin asıl sahibi olana
2082[131]
Mümin 29
2083[132]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/96-97.
tapınıyorlar. İşte putçuluk oradan kaynaklanıp geliyor. Ve
Allah (c.c.) de onlar Firavunun emrine uydular, emrine
uymakla onu ilah olarak kabul etmiş oluyorlar. Bu kabul
etmenin neticesinde kimin arkasından girmişlerse ahirette de
onun arkasından gideceklerini 98. ayet-i kerimesiyle Allah
(c.c.) haber veriyor. 2084[133]

100- Bunlar sana anlattığımız şehirlerin haberlerindendir.


Onlardan bir kısmı hala ayakta, bir kısmı da biçilmiş ekin
gibidir.
İşte bunlar geçmiş şehirlerin haberleridir. Şehir anlamında
kullanılan kelime "Karye'nin" çoğuludur. Koy manasına da
gelir. Genelde Kur'anda özellikle baş şehirler kast edilir.
Şehirden kasıt şehrin sakinleridir demiş tefsire il erimiz.
"İşte bunlar geçmiş ümmetlerin haberleri" diye de tercüme
yapılacak olursa doğrudur. Ama ayet-i kerimede şehirler
kelimesini kullanmış işte o şehirlerin haberleri bunlardır.
Onları sana anlattık, Yani yukarda Hud (a.s.), Nuh (a.s.),
Salih (a.s.) Şuayb (a.s.) Musa (a.s.)'dan bazı bölümler sana
anlattık. O şehirlerden bir kısmı ayaktadır, vardır, kalıntıları
kalmıştır. Bir kısmı da yerle bir olmuştur. Yani hasat yeri
gibi olmuştur. Hani ekin biçilirde, ekinden eser kalma-
yıverir, bir zaman sonraya öylesine yok olup gidenler
olduğu gibi. O helak edilmiş şehirlerden ayakta kalanlar
vardır. Veya şöylede mana vermişler, onların içinden bir
kısmı helak olmuş. Hasat yeri gibi, bir kısmıda iman edenler
ayakta kalmışlardır. Hani Lut (a.s.)'m kavmini helak ettis de
iman edenleri kurtardı. Şuayb (a.s.) iman edenleri kur-
tarmıştır, ve diğer peygamberler için de aynıdır. Yani
Peygamberlere iman edenler ayakta kalmıştır. İman
etmeyenler de biçilmiş ekin gibi olmuşlardır. Her iki
yönüyle de mana doğrudur.

2084[133]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/97-98.
Peki bunlar neler işlemişler de Allah (c.c.) onların başına bu
zulmü indirmiş.? Bazıları "bunu niye verdi?" derler. Filan
vadide deprem olmuştur. Veya yanardağ patlamıştır, veya
başka bir olay olmuştur. Orada azab görenlere zulm edilmiş.
Allah tarafından zulmedilmiş gibi bir ima uyandırılır, basın
yayın yoluyla. Veya Lut (a.s.)'ın kavmi niye öyle olmuş,
Salih (a.s.)'ın kavmi niye böyle olmuş gibi. Hatta Allah
(c.c.)'ı zalim gibi tanıtmaya çalışırlar ki Kur'an-ı Kerimde
Rahim, Rahman sıfatı çok geçmektedir. Ona bakmazlar.
Rabbimin insanlara vermiş olduğu nimetlere, göz nimetine,
el nimetine, dil nimetine bakmazlar, bütün bunları göz
önüne getirmezler de bazı olayları gündeme getirerek, Allah
(c.c.)'ı haşa zalim olarak tanıtırlar.2085[134]

101- Biz onlara zulmetmedik. Ancak onlar kendilerine


zulmettiler. Rabbinin (azab) emri geldiğinde Allah'ı
bırakıpda tapındıkları ilahlar onlar hiç bir şekilde fayda sağ-
lamadı. Onlara zarardan başka birşey artırmadılar.
102- Allah kasabaların zatim halkını yakalayınca böyle
yakalar. Yakalamasida şiddetli ve elimdir.
Yani Lut'un kavmine de Şuayb'in kavmine de, Salih'in
kavmine de zulmetmedik. Onlar kendilerine zulmettiler.
Onların Allah'tan başka ilah edindikleri, Allah'tan başka
çağırdıkları ilahlar da onlara hiç fayda vermedi. Yani
Allah'tan gelen azabı def edecek hiçbir fayda vermedi.
Onlara Rabbimin emri gelince o ilahları onları kurtaramadı.
Hatta kurtarmanın ötesinde onlara helak olmaktan başka
birşey de ilave etmediler. Yani ilahları Allah'ın azabına
mani olamadığı gibi Allah'ın azabını artırdılar.
Bu yüz birinci ayet-i kerime bize kişinin başına ne gelirse
gelsin sebebin kendisi olduğunu ifade ediyor. Bir
Müslümanın başına bela geldiğinde bizim yorumumuz iki

2085[134]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/98-99.
yönlü olur.
1- Yaptığını çekiyor deriz. Ama herkes için bunu
söylemeyelim.
2- Rabbim imtihan ediyor deriz. Bir Müslüman için
söyleyeceğimiz budur. Bir insan bela ile mübtela olur, çok
çeker bu dünyada. Deriz ki: Rabbim imtihan ediyor. Bu
dünyada iken günahlarının affedilmesini istiyor. Rabbim
onun için belalar veriyor. Çünkü belalar insanın günahının
af olmasına sebep olur. Eğer sabr ederse, tabi ki mü'min için
söylüyoruz, "sabredecek olurlarsa" belalar, günahların affına
sebeb oluverir. Hani değerli bir halıya vurulan değneğe
benzetirler. Halının tozunun silkilmesi için değnek
vurulduğu gibi.
Allah (c.c.)'de kulunun ahirette azab çekmesini istemiyor,
cehennemde yanmasını istemiyor. Fakat günah da işlenmiş,
bu dünyada bazı belalar vermek suretiyle, o da sabrettiği
takdirde bu dünyada iken affediliyor, öbür dünyada ceza ile
karşı karşıya gelmiyor. Birinci planda biz müslüman için
bunu düşüneceğiz, ama bazen Rabbim kişinin yaptıklarına
karşılık olarak da belalar verir. Özellikle kafirler için; onlara
kendi yaptıkları sebebiyle o zulümlerin verildiği, söylenir.
Yani Rabbim zulmetmiyor yine.
Onlar kendilerine zulmettiler. Peygambere karşı gelmekle
adaletten ayrılmakla, Allah'a karşı kendini ilah ilan etmekle
kendilerine zulm ettiler diyor Allah (c.c). "Kendi düşen
ağlamaz" diyoruz ya, adam kendi kendini uçuruma atıyor.
Bize düşen görev insanları uyarmak, uyarmanın ötesinde
tutmak. Efendimiz (s.a.v.)'in bir hadisinde sizlerin
kemerlerinden tutuyorum, cehenneme düşmeyesiniz diye.
Yani İslama girmelerini istiyor zorla, zorla derken zor
kullanarak değil. Böylece gayret gösteriyor. Ama onlar
gidiyorlar.
Birgün efendimiz arkadaşlarıyla otururken birden demiş ki:
"Yetmiş seneden beri yuvarlanan bir kütük cehenneme
düştü." Sahabenin hiçbirşeyden haberi yok, hayret ettik
diyor. Sonrada öğrendik ki imansızlardan biri ölmüş, öldü
haberi gelmiş. Halbuki Hz. peygamber onun müslüman
olması için kaç defa evine varmış, islamı anlatmış ona.
Şimdi cehenneme düşünce kabahat peygamberimizde değil,
sahabede de değil. Onlar ellerinden geleni yaptılar. Allah
(c.c.)'de de değil. Rabbimde Kur'an indirdi. Peygamber
gönderdi, yanmamaları için. Ama biz yanacağız diye ısrar
ettiler. "Onlar kendilerine zulmettiler" diyor Rabbim.
Rabbinin cezalandırması böyledir. O şehir halkı ve şehir
zulmettiği halde o şehir halkını cezalandırması böyledir.
Onun cezalandırması çok şiddetli ve acıklıdır. Şimdi burada
hangisini kast ediyor? Hepsini. Çünkü yukarda dedi. İşte o
şehirlerin, başkentlerin haberlerini sana verdik. Yani Nuh'un
(a.s.) haberini, Lut'un (a.s.) haberini, İbrahim'in (a.s.) ha-
berini ve onların kavimlerinin helak oluşlarını sana haber
verdik. Yani birisi deniz suyu içinde boğulup gidiyor. Birisi
ateşte yanarak ölüyor, yok ediliyor. Bütün o imansız grub,
birisi bir sesle yok ediliyor. Tamamıyla şiddetli bir sesle
rüzgarla yok ediliyorlar. Bunların hepsi Allah katındandır.
Allah'ın cezalandırması ve Allah'ın cezalandirmasınında çok
şiddetli olduğunu haber veriyor. 2086[135]

103- Ahiret azabından korkanlar için şüphesiz bunda ibret


vardır. O, kendisinde bütün insanların toplandığı gündür. Bu
herşeyin hazır olduğu bir gündür.
Allah (c.c.);"Ahiret azabından korkanlar için bunda ibretler
vardır" diyor. Geçmişin haberlerini niye bildiriyor? Rabbim.
Bize burada hikmetini beyan ediyor. Yani geçmiş
peygamberlere inanmayan insanların kötü neticelerini, o
peygambere inananların, iyi sonuçlarını haber verişinin
sebebini anlatıyor.

2086[135]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/99-100.
Bir de bu surenin sonuna doğru 120, ayet-i kerime de haber
veriyor. Burada "ahiret azabından korkanlar için bu olaylar
birer ibrettir" diyor Rabbim. 120. ayette "senin gönlünü
sabit kılmak için, yani kararsızlığı gidermek, şüpheleri yok
etmek için geçmişdeki bu hikayeyi, kıssaları . sana
anlatıyoruz. Ve bir vaaz olsun, bu bir hatırlatma olsun diye."
buyurmaktadır.
Ahiret azabından korkma konusunda, bize bu nasıl deli1 ve
ibret olabilir.? Hani bir yolda yürüyorsunuz, özellikle dağcı
olur bu. Ormanlıkta yürürken, çalılıksa, dikenlikse ayağınızı
basacağınız yere dikkat edersiniz. Ayağıma bir diken
batmasın veya diken ayağımı yırtmasın diye dikkatli
yürürsünüz. Mesela deseler ki size: "Ormanda yürürken
dikkat et, gittiğiniz yerlerde, ayılar için. kurtlar için tuzak
kurulmuştur"..! o zaman daha çok dikkatli olursunuz..
Dikkatli basarsınız, böyle Önde giden adam bir çukurun
içine düşüvermiş olsa bir tuzak kurulmuştur demektir.
Peki çukur kazılmış hafif yapraklarla örtülmüş olsa, adam
da düştü. Gözünüzle gördünüz, sizde gelip oraya
düşermisiniz.? Elbette hayır. Çünkü onun düşüşünü
gördünüz. Aynı şekilde Allah (c.c.) de daha önce geçmiş
peygamberlerin ümmetlerinin düşüş şekillerini bize haber
veriyor. Düşüş şekilleri peygambere karşı gelmek, aşırı
derecede ticari sahada ahlaksızlığa düşmek. Mesela Şuayb
(a.s.)'ın kavmi ticarette hiçbir kural tanımıyor; tek şey
kazanmak. Lut (a.s.)'ın kavmi günümüzde de çağdaşlık diye
sunulan pisliğin içine düşmüşler ve Allah (cc.) onları
cezalandırdığını bize haber veriyor, bize de diyor ki, sizde
öyle bir duruma düşmeyin diyor.
O gün öyle bir gündür ki bütün insanlar o günde
toplanmışlardır. Kıyamet için toplanmışlardır. Ahirette azap
için toplanmışlardır. Hesap için toplanmışlardır. Ve o gün
herşeyin görüleceği birgündür. Hesaplar görülecek, melekler
görülecek insanlar birbirini görecek, herşey ortaya
dokülüverecek. Öyle bir günde bütün insanlar bir araya
gelecekler, karşılıklı haklar alınacak, verilecek ve
hesaplarını kendi defterlerinde görecekler. İşte o günün
azabından korkanlar için bu dünyada Allah'ın bize haber
verdiği olaylar birer ibretdirler.2087[136]

104- Biz onu ancak sayılı bir zamana kadar geciktiririz.


Biz o kıyameti sayıları belirli bir zamana kadar tehir ederiz
diyor Allah (c.c). Hani kıyamet ne zaman kopacak
bilemeyiz. Kimbilir,? "Allah (c.c.) bilir." Ondan başka
kıyametin ne zaman kopacağını bilen olmamıştır.
Peygamber (a.s.)'a bildirilmediği için bize de bildirilmemiş-
tir. Hatta hadisi Cibril diye bilinen bir hadisi şerif de
buyurmuş. "Burada sorulan sorandan daha bilgili değildir"
demiş.
Cebrail (a.s.)'da bilmiyor kıyametin ne zaman kopacağını.
Onun için bazı kişiler günümüzde bol miktardan Amerikan
parasıyla yayın yapan arkadaşlar var. Türkçe olarak 2280
yılında kıyamet kesin kopacak deyip kesin rakamlar veriyor.
Geçmişte de buna benzer hezeyanlar söylenmiştir. Bundan
1000 sene evvel yazılmış kitaplarda işte şu kadar zaman
içinde kopacak, şu kadar zaman içinde kopacak diye
hezeyanlar olmuş. Adamlar sağlıklarında yalancı
çıkmamışlar. Çünkü 2280 deyince 90 sene var daha, bu
yazanında yaşı 35-40 yaşlarında. Yani kendisi sağlığında
yalan çıkmayacak. Biz şuna inanırız, şu anda da kopabilir,
10 milyon sene daha geçebilir, bilemeyiz. Kesin rakam
vermemiz mümkün değil.
Tarih verenler yalan söylüyor. Bunu söyleyen ister şeyh
olsun, eğer hakiki şeyhse bunu söylemezler. Rakam
vermekten edeb ederler. Peygamber vermemiş ki, o kim
oluyor. Asıl şeyh olan insanlar haddini bilir. Onlar

2087[136]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/100-101.
vermezler ama haddini bilmeyen insanlar veriyorlar
rakam. 2088[137]

105- O gün gelince Allah'ın izni olmadan kimse konuşamaz.


Onların bir kısmı şaki (mutsuz) bir kısmı said (mutlu) dur.
Kıyamet birgün gelir, hesab ve kitap günü mutlaka gelir.
Rabbimin izni olmadan, kimse orada konuşamaz. Yani
burada yetkililerin önünde kişiler parasının gücü oranında
konuşulur. Reisi cumhurun, başbakanın yakınında kim olur.
Siyasi gücü veya para gücü olan insanlar olur ve onlar
teklifsiz söz almak istenildiğinde izin almadan da
konuşurlar. Ama Allah katında o gün hesap kitap
görülürken Allah'ın izni olmadan kimse konuşamaz. "Nebe
suresinin" sonundaki sayfada da bunu ifade ediyor Allah
(c.c). "Rabbimin izin verdiği ancak konuşabilir." Orada
Allah'ın huzurunda ancak Allah'ın izin verdikleri konuşur.
Buna meleklerde dahildir. O gün meleklerde ruhda Allah'ın
huzurunda saf bağlarlar, Allah'ın ancak izin verdikleri
konuşur. Allah'ın izin vermediği konuşamaz. Ve burada da
Allah'ın izin verdikleri konuşur demiyorda. Ancak Allah'ın
izni ile konuşurlar. Allah'ın izni olmadan kimse konuşamaz
diyor.
Bu hesap kitabı vermede veya Allah katında şefaat izni olan
peygamberler ve salih kullar olacaktır. Peki onlarda şefaat
izni alacaklardır. Yalnız şefaat etme hakkına sahip olan
peygamberler hemen böyle müdahale etme, hak ve
salahiyetleri yine yok. Onlara şefaat iznini Rabbim veriyor.
Hergün Ayet-el Kürside okuyoruz. İzni olmadan kimmiş o
şefaat edecek olan. Allah'ın izin verdikleri şefaat eder.
Yoksa bu imansız kesim veya putlar, put adamlar insanlara
şefaat edemezler. Ancak Allah'ın izin verdikleri olur ki o da
Allah'ın hoşnud olduğu insanlardır. İnsanlardan bir kısmı

2088[137]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/102.
Şaki'dir. Allah'a karşı gelmiş, isyan etmiş, mutsuzlar
grubudur. Bir kısmı da mutlular grubudur.
Yani mesut olmak Allah'a itaatten geçer, mutsuz olmak da
Allah'a isyandan geçer. Bu ayet-i kerimenin ifadesinden
bunu anlıyoruz. Ahireti gözümüzün önüne getiriyor
Rabbim. Ahirette insanlar iki gruba ayrılıyorlar. Mutlular
vede mutsuzlar. Mutlular; Allah'a ibadet edenler, itaat etmiş,
onun yolundan yürümüşler, cehenneme değil cennete gitme
beratım almışlar. Mutsuzlar da; cehenneme sevk edilen
insanlardır. 2089[138]

106- Şaki olanlar ateşdedirler. Onlar orada (nefes alıp


verirken eşek anırması gibi) yüksek ve alçak sesle nefes alıp
verirler.
"Zefir"; kişinin nefes alırken, cehennem alevlerini yutma
esnasında ses çıkarmasıdır. "Şehik", ise içeriye aldığı
alevlerin, yine alev şeklinde dışarıya çıkarken ses çıkarması.
Cehennemin alevlerini içine alıyor ve ses çıkartıyor. Ve
nefes çıkarırken de yine ses çıkartıyor. Oradaki nefes alış
verişlerini tasvir ediyor Allah (c.c). Günlük hayatımızda
hani başımızı yorganımızın içerisine soksak hiçbir taraftan
hava aldırmasak damlıyoruz. Neden kendi nefesimizden
darahyoruz. ilim adamlarımızın izahı, oksijen bitiyor.
Karbondioksidi çoğalıyor ve biz boğuluyoruz. Çünkü
mevcut temiz oksijeni bitirip pis karbondioksidi alıyoruz.
Zaten ateşte yanan bir insanın aldığı da böyle birşeydir Ama
ölmek yok yalnız. Orada ölmez ama mutlu bir hayatta
yaşamaz Ölümle yaşam arası bir hayat, ama azabı, acıyı
duyuyor. 2090[139]

107- Gökler ve yer var oldukça Rabbiyin dilediği (günahkar


mü'minler) hariç orada ebedidirler. Şüphesiz Rabbin
2089[138]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/102-103.
2090[139]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/103.
dilediğini yapandır.
Allah korusun ne kadar devam eder onların azabı. Orada
ebedi olarak kalırlar orada. Yer ve gök devam ettiği
müddetçe orada kalıcıdırlar. Ancak Rabbin dilediği
müstesna. Rabbinin dilediklerinden maksat cehenneme iki
tür insan gidiyor.
1- İmansızlar Allah'a, peygambere karşı gelmiş Allah'ın
ayetlerini inkar etmiş. Günümüzde Allah'a inanırım,
peygambere imanmam diyor. Beraber ilahiyattan mezun
olduğum bir arkadaşım, Ankara'da imamlık yapıyor. O
anlatmıştı; "Hacettepede bir profesör cuma namazını kılar;
"Ben Allah'a inanırım, peygambere inanmam" diyormuş.
Ben ne diyeyim " diye bana soruyor. Allah'a inanmış,
Cumayada geliyor ama peygambere inanmam diyor.
Namazı niye kılıyor o zaman, peygambere inanmayan bu
adam. Sübhanekeyi namazda niye okuyor.? Halbuki o
peygamberin söztidür,Tesbih!er Peygamberin sözüdür,
tahiyyat aynı şekilde peygamberin sözüdür. O zaman bu
adamda geri zekalılık var diyoruz.
Bir kısmı da peygambere inanır, Kur'ana inanır. Kur'anımız
der ama "içindeki bazı ayetlerin hükmü geçmiştir. Zamanı
geçmiştir 1400 sene evvelinde kaldı" der. Bunlar asılsızdır.
Bir ayetini inkar etmek, tamamını inkardır. "Bir kısmına
inanırlar da, bir kısmı inkar ederler" buyuruyor Allah'ü
teala. Bunlar ebedi cehennemdedirler.
2- Rabbimin dilediğini çıkardıkları ise müslüman adam,
ama günahkar adam. Allah (c.c.) mahşer yerinde o
günahlarım af da etmemiş. O günahı oranında cezasını
çekmesi gerekiyor. Cezasını çekmek üzere cehenneme
gönderiliyor. Sonra cezasını bitirince Allah (c.c.) onu tekrar
cennete alıyor. Rabbimin dilediği kişiler bunlar.
Şimdi bir kısım ismi büyük alimlerimizden ahiretin
cehennemin birgün gelip yok olacağını hataen söylemişler.
Çünkü İslam alimlerimiz tabiinden hiç buna iltifat eden
olmamış. Daha sonraları hicri 7 asrın başından itibaren
söylenmeye başlanmıştır bu sözler. Demişler ki: "Birgün
cehennemde yok olacak kafirlerde toprak olup gidecekler."
Yani cehennem yok olacak kup kuru hale gelecek. Bu ayet-i
delil getirmişler bu adamlar. Yer ve gök devam ettiği
müddetçe, yerde ve gökde birgün yok olacak, öyle ise
cehennemde yok olacak gibi bir ifade kullanmışlar.
Ama Allah (c.c.) buyurur; "Bu arz birgün gelir başka bir
arza dönüşür." Gökyüzünde başka bir semaya dönüşür.
Yani ahiretin kendine has bir arzı kendine has bir seması
olacaktır. İşte o devam ettiği müddetçe oda devam edecek,
sonu gelmeyecektir. Yani cennetin toprağı, cennetin taşı,
altını, gümüşü hani suları çiçekleri devam edecek ya, İşte
orası devam ettiği müddetçe cehennem devam edecektir,
diye mana vermişler, ayetide delil getirmişler, doğru olanı
budur demişler.
Allah dilediğini yapandır. Yani dilediğini yapma yetkisi
yalnız ve yalnız Allah'a aittir. Bizimde çok dileklerimiz var,
ama gücümüz yetmez. Dileriz ki şu kadar altınımız olsun,
bu bir istekdir, ama olmuyor. Dileriz ki saçımız ağarmasın,
ama olmuyor. Dileriz ki ihtiyarlamayalım, ama olmuyor.
Dilediğini yapma yetkisi yalnız Allah'a aittir. Dilediğini
yapan senin Rabbindir. Mutlaka senin Rabbin dilediğini
yapandır buyuruyor.
İnsanların kendilerine ilah olarak kabul ettikleri insanlar
kendi ölümlerine mani olamamışlardır. Öyle olunca kişinin
bedenide, aklıda ölümlü olunca onun ürettiği kanunlarda
ölümlü olur. Ama bir kısım insanlar onların peşinde gitmeye
devam ederek cehennemdeki ateşini artırıyorlar. 2091[140]

108- Mutlu kılınanlar ise gökler ve yer var oldukça, sonsuza


değin cennettedirler. Ancak Rabbinin dilediği müstesna.

2091[140]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/104-105.
(Günahkar müminler günahlarının cezasını Rabbimiz dilerse
çekeceklerdir) (Bu cennette ebedi kalış) kesintisiz bir ihsan
olarak (verilmiştir).
Şimdi yukarda 106. ayette; isyanı, mutsuzluğu şahsın
kendisine bağlıyor, kendi iradesiyle isyana gitmiş o mutsuz
olanlar. Allah'a isyan kelimesini kullanıyor. Mü'minlerden
bahsederken de ...mesut kılınanlar. Mesut olanlar değil,
"Mutlu edilenler" diyor. Yani bizi bu hale getiren, mutlu
kılan, iman üzerinde devamımızı sağlayan Allah (c.c.)dür,
buna hamd etmemiz gerekiyor.
"Sana bir iyilik isabet ettiğinde o Allah'tandır. Kötülük
isabet ettiğinde ise kendi tedbirsizliğinden, kendi
nefsindendir." Yani ikisinde de biz irademizi kullanıyoruz.
İyiliğe meylederseniz Rabbim yardım ediyor. Kötülüğe
meyi edersenez Rabbim yardım etmiyor. Kendi imkanla-
rınızla kötülüğü yapıyorsunuz. Burada da cennete doğru
sevk edilen, mesut kılman kişiler mesut kılınanlar, mutlu
edilenler diyor. Biz imanı tercih ediyoruz. Allah (c.c.) de
iman ve amel üzerinde oluşumuzda yardım ediyor. Bizim
sarf ettiğimiz enerjinin çok üzerinde Rabbim bize veriyor.
Onlar nerede, onlarda cennettedirler.
Onlarda cennette ebedidirler. "Yer ve gök devam ettiği
müddetçe, Rabbinin diledikleri müstesna." Yani Allah (c.c.)
cennetteki bize olan lütuflarmın ardı arkası gelmiyor. Bizim
elimizdeki imkanların ise ardı arkası gelir. Çünkü sayılıdır.
Dünyadaki nimetlerden ne istenir.?, ev, araba, yiyecek
maddesi şu şu maddeler vardır. Çok imkanı olan adamlar,
bu İstanbul şehrinde para sıkıntısı diye birşey duymayanlar,
hatta parasının hesabını kendisi yapamadığından 10, 20, 30,
tane muhasebecisini, para müdürlerini bu işe tahsis eden
adamların elde edemedikleri maddi nimet yok ama
onlarında peşinden koştukları çok şey var. Tulü, emel
dediğimiz şeyler varya, onlarında istekleri sona ermez ayrı.
Ama onlar maddi olmaktan ziyade biraz daha soyut
kavramların peşinde koşarlar.
Allah (c.c.) cennet nimetlerinin sonu gelmez, kesintiye
uğramaz. Allah'ın nimetleri onlara çeşitli hediyeler veriyor.
Peygamber efendimiz; "Gözlerin görmediği, gönüllerin
hayal edemediği" nimetlerin olduğunu haber verir. 2092[141]
Bu dünyada gördüklerimizden farklı çok şeyler var. İyilik
güzellik olarak neyi hayal edebilir bir adam. Bir ev hayal
etti bahçesiyle beraber. Onun içinde hanım hayal etti, bütün
güzelliğiyle beraber. Güzellik anlayışı nedir, gördüklerinden
hareketle bir güzellik çiziyor insanoğlu . Kendine hanım
seçecek, hayalinde bir hanım çiziyor. Nereden hareket
ediyor, duyduklarından, gördüklerinden, bildiklerinden.
Filanın kaşları onda olsa, filanın gözleri onda olsa, filanın
kirpikleri onda olsa. Böyle bir güzellik çiziyor. Ama
bildiklerinden hareketle güzellik çiziyor. Oturacağı evi,
bahçesini de yine bildiklerinden hareketle birşeyler istiyor.
Ama Allah (c.c.) ve efendimiz hadisi şeriflerinde bize
bildirmişlerdir ki, gözlerin görmediği, gönüllerin hayal
edemediği güzelliklerin olduğunu haber veriyor. Öyle
olunca oraya doğru biraz fazla hazırlık yapmamız gerekiyor.
Yani bu dünyadaki evlerimiz, arabalarımız, iş yerlerimiz,
dükkanlarımız, dairelerimiz için sarf ettiğimiz gayretin
fazlasını
oraya harcamamız lazım. Çünkü sonu gelen bir dünyadan,
sonu gelmeyen bir dünyaya doğru gidiyoruz.
Milyarlarca seneye karşılık 70 sene. Binde bir değil, 1
milyonda bir değil, 1 trilyonda bir değildir. Öyle olunca bir
insan aldığı nefesi Allah için almalı, verirkende Allah için
vermelidir. Yediği her lokmayı Allah için yemelidir.
Giydiği her elbiseyi Allah için giymelidir. "Allah için gi-
yiyorum, bu ''elbise ile Allah için hizmet edeceğim" diyerek
bu niyeti taşımalı. Ve attığı her adımda Allah'ın dinini

2092[141]
Buhari.Bediül Halk 8
hakim kılacağı bu adımlarla bu yolda yürümelidir.
Dükkanınada gitse, işyerinede gitse, bağına bahçesinede
gitse, nereye giderse gitsin hep bu niyetle hareket etmeli ki,
ahirette Allah'ın vaad ettiği makamına kavuşma ihtimali
artsın. 2093[142]

109- Şunların taptıklarının (batıl olduğun) da şüphe içinde


olma. Onlar ancak daha önceki atalarının taptığı gibi
tapıyorlar. Biz onların (azabtan) paylarını eksiksiz
vereceğiz.
Şunların ibadet ettiği ilahlar sonusunda şüpheye düşme.
Yani bunlar kesinlikle kendileri gibi zayıf, kendileri gibi
ölümlü birine ibadet yapıyorlar. Onlar daha önce babalarının
ibadet ettikleri gibi ibadet ederler. Yani imansızlar
kendilerinden önceki atalarının yaptığı ibadetin aynısını
yaparlar. Onun gibi yaparlar.
Bu konuda şüpheye düşme kesindir bunlar puta tapıyorlar
diyor. Şimdi bizde günümüzde bazı insanlara doğru
söylüyorsunda hocam beş vakit namazını geçirmiyor. Daha
önce vaizlik yaptığım bir şehirde Bir camiye gittim. Bizim o
taraflardan hemşerimiz biri gelmiş, emekli memur. Edremite
yerleşmiş hacıyada gitmiş, sakalda bırakmış. Ordan bir ev
almış deniz kenarında, orada yaşıyor. Beş vakit namazınada
dikkatli camide kılar, görüşür hoşbeş ederiz. Bir gittiğimde
camide yok, "nerede benim hemşerim.?"dedim. İmam dedi
ki: "Kolundan tuttum, camiden dışarı defettim onu" dedi.
Niye? Bugün caminin önünde oturuyoruz dedi. İslam
devleti, şeriat devleti filan bahsettik. Geç onu babam geç
demiş. Hala mı şeriat devletinden bahsediyorsun demiş.
İmamda kolundan tutmuş. Senin haccında, namazında senin
hiçbirşeyin kabul olmaz, boşuna yatıp kalkma deyip dışarıya
salıvermiş. Böyle namazdan sonra gittim hacının evine

2093[142]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/105-107.
anlattık, geriye getirdik imamla barıştırdık bunları.
Yani bu kanaatta olursa insan, hiç faydası yoktur. Ne var
yani güllük gülistanlık, halamı İslam istiyorsunuz diyorsa
bir adam, sabaha kadarda teneccüt namazı kılsa, akşama
kadar oruç tutsa, 365 gün oruç tutmuş olsa, "Allah'ın
kanunlarından bir tek maddeye karşı olarak başka bir
adamın kanunu beğeniyorum, bu daha güzel" diyecek olursa
dinden, imandan çıkar. O onun ilahı olur, buna dikkat
edelim. "Hiç şüphe etmeyin, burada sakın ha şüphe etmeyin
Allah'tan başkasına uyan adamlar aynen babalarının gittiği
yoldan gidiyorlar" diyor Allah.
Mesela diyelim ki adam şarabı içiyor ama "Allah affetsin"
diyor. Bu adam günahkardır. Yarın öbür dünyada cezasını
çeker, cennete gider mümin olarak ölürse. Ama öbür tarafta;
"Yok canım öyle şeymi olurmuş. Allah öyle demiş ama
günün şartlarını bilmeden söylemiş." derse dinden çıkar.
Seni yaratan, o günü yaratan O'dur. Günün şartlarını yaratan
O'dur. Niye bilmesin. İşte burada bunu inkarla Allah'ı
cehaletle sıfatlandırmak vardır. Yalnız isyan değil, işin içine
giren Allah'ın Âlim sıfatını, yani gelmiş ve gelecek her şeyi
bilmesini inkar vardır. Biz onların paylarını eksiksiz
vereceğiz diyor Allah (c.c). Yani bu imansızların nasibini,
payını eksiksiz vereceğiz. Bu yaptıklarının karşılığını ce-
hennemdeki azabından hiç eksiltme yapmadan karşılık
verilecektir. 2094[143]

110- Şüphesiz biz Musa'ya kitabı verdik onda hemon


ayrılığa düşüldü. Eğer Rabbinden (azabın geciktirilmesi
hakkında) biz söz olmamış olsaydı aralarında
hükmolunurdu. Şüphesiz onlar ondan (Kur'andan) kuşkulu
bir şüphe içindeler.
"Musa'ya kitap verdik." Yani Tevrat'ı verdi Allah (c.c).

2094[143]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/107-108.
Musa (a.s.) ve o tevratta ihtilaf edildi. Musa (a.s.)'m
sağlığında, Musa (a.s.)'m gösterdiği doğrultuda ona iman
edenler, hem iman ettiler, hem de amel ettiler. Ama zamanla
Musa (a.s.)'m vefatından sonra kendini ilim adamı olarak
takdim eden insanlar, kendi aralarında ayetleri yorumlamada
ve insanlara takdim etmede ayrılığa düştüler.
Allah'a hamdü senalar olsun ki dinimiz o kadar güzel
korunmuş ki. Rabbim korumuş tabi, (yukarda tefsiri
geçmişti). İçine girerseniz hayretler içinde kalırsınız İslam
alimlerinin gayretini 1400 sene evvelini düşünün
imkansızlıklarını düşünün. Yazma çizme konusunda neler
yaptıklarını düşünün araştırın ki batılı araştırmıştır bunu.
Avrupadaki insanların ağaç koğuklarında yaşadığı bir
dönemde 1400 sene evvelinde bizim İslam alimlerimiz;
"Kur'an arab diliyle nazil oldu. İleride Kur1 anın manasını
başkaları gelibde kötü bir şekilde yo-rumlamasmlar diye
kelimelerin manalarının neler olduğunu, şimdiden nazil
olduğu gündeki manasını belirleyelim" demişler, lügati
yazmışlar.
Batının tarihinde lügatçilik çok yenidir. Bizim tarihimizde
1300 seneliktir lügat. Kur'anı bize getiren kıraati seba
imamlarından imamı Kisai lügat yazmış. Ondan evvel Halil
b. Ahmed yazmışdır ki, Irak onu basıyordu. Ben sekiz
cildini gördüm, devam ediyordu. İlk lügat kitabını tabiin
yazmaya başlamış. Niye yazmaya başlamışlar? İleride biri
çıkar kelimelere yanlış ve kötü bir mana verir milleti
yönlendirir.
Kur'an nazil olduğu günde "Rayb" kelimesi şüphe manasına
gelirdi. Çünkü "cahiliye dönemi şairlerinden filan bunu
şiirinde şöyle kullanmıştır" diyerek lügat kitaplarını
hazırlamışlar, ve ihtilafı önlemişlerdir. İtikad da hiç
ihtilafımız yok bizim kimseyle.
İslam alimleri arasında mesela İmamı Şafii, imam Malik,
İmam Ahmet bin Hanbel gibi zatların ihtilafları var.
İhtilaflar açık. Kur'an ayetlerinde değil, Kur'an-ı Kerimin
lafızlarında ifade ettiğinde ihtilaf yok. İşaret ettiklerinde
peygamber (s.a.v.)'ın uygulamasında ihtilaflar var, oda
ihtilaf değil aslında ihtilafda bizim anladığımız anlamda
çelişki değil. İhtilafı bazıları çelişki gibi anlıyorlar. Bizim
ihtilafımızı; Peygamber (s.a.v.) diyelim ki namaz kılarken
"Allahu Ekber demiş, elini salmış" namazı öyle kılmış.
İmam Malik (r.a.) hadis rivayet ettiği sahabeler ve o
silsiledekiler bunu Hz. peygamberden görmüşler, namaz
kılarken ellerini salardı. Sahabeden biri kılmış mı böyle
kılmış. İmam Ebu Hanife (r.a.) Kufe'de yaşamış. Oraya
gelen sahabilerden ibni Mesud'da; "Ben peygamber
efendimizi namaz kılarken gördüm. Allahu Ekber dedikten
sonra ellerini bağlardı." İbni Abbas elini bağlarken gördü.
Diğer sahabe de elini salarken gördü, Yani Peygamber
efendimiz namazda ellerini hem salarak kılmış, hem de
bağlayarak kılmış.
Ama öğle namazının farzının rekat olması konusunda hiçbir
mezhep arasında ihtilaf yoktur. Bizim ana meselelerimizde
hiç ihtilafımız yok, "onlar ise ihtilafa düştüler" diyor. O
konuda ihtilafa düşürüldüler ve bir kısmı, "bu ayet Tevrat'ta
yoktur" diyerek çıkardı, bir kısmı da, "kralın hoşuna gitsin"
diye içine ayetler ilave etti. Ve günümüzde ellerindeki
Tevratta böyle.
Aslında bu bir suç ama, "eğer Rabbinin daha önceki geçmiş
bir kelimesi olmamış olsaydı aralarında hüküm verilirdi."
Yani dünyada Firavunun cezası gibi veya Nuh 'a
inanmayanların cezası gibi bir ceza verilirdi. Ama bunların
cezası ahirete bırakıldı diyor Allah (c.c). Veya bunların
cezalan konusunda bir hüküm verildi ki, o zaman gelmeden
ceza verilmez. Yani kıyamette cezalarını çekeceklerdir. Ve
onlar bu Kur'an konusunda şüphe içerisindedirler diyor
Allah (c.c). 2095[144]

111- Şüphesiz Rabbin, hepsine amellerinin karşılığını


verecektir. Çünkü o yaptıklarından haberdardır.
Rabbin onların amellerinin karşılığını, bütün amellerinin
karşılığını verecektir. Allah (c.c) onların yapmakta olduğu
şeylerden haberdardır. Onların cezası verilecek
yaptıklarından da haberdar. Şimdi bir Musa (a.s.)'m kavmini
ele alalım, birde günümüz kafirlerini ele alalım. Birde
peygamberin karşısındaki kafirler. O Allah (c.c.) onların
yapmakta olduklarından haberdardır. Bütün yaptıklarınında
karşılığını mutlaka verecektir. Amellerinin karşılığı olan
cezayı onlara verecektir. 2096[145]

112- Sen ve seninle beraber tevbe edenlerle birlikte


emrolunduğun gibi doğru ol ve aşırı gitmeyin. Çünkü O
yaptıklarınızı görmektedir.
Sen ey Habibim! Sen ve seninle beraber tevbe edenler
emrolunduğun gibi dosdoğru ol diyor. Rabbim yalnız;
"dosdoğru ol" demiyor. "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol"
diyor. Zaten efendimiz; (a.s.) "Hud suresi beni ihtiyarlattı"
buyurmuştur. Hûd suresi içindende bu ayet olduğu söylenir.
Yani biz doğru olacağız. Eşimize karşı doğruluk yapacağız,
insanlara karşı doğruluk yapacağız. Ama doğruluğu kendi
anlayışımıza göre değil , emrolunduğumuz gibi doğru
olacağız. Mesela bazılarımız; "Yahu şu adama bak doğruluk
yok ki" diyor. "Eğer bu bir adam olsa benim hakkımı
yemez" diyor. "Hayrola ne hakkı.?" diyorsunuz. "Ben bir
milyon lira maaşla çalışan bir memurum, bu adamın
Telefonunu bağlamaya geldim, adam bana çıkarıp 50 bin
lira vermiyor, Şu sakalından utansın" diyor. Yani Rüşvet
istiyor, normal görevini yapıyor. Telefon bağlamaya gelmiş,
2095[144]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/108-110.
2096[145]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/110.
şimdi adamın doğruluk anlayışına bak. Adamın rüşvet
verme-yişi eğriliğine işaret oluyor.
Yani doğruluk anlayışı (Allah'ın emrettiği doğrultuda
yapmazsa) şahsa göre değişir, her şahsa göre değişir. "Merdi
kıbdi sirkati ile övünür"
Yani yiğitliğini anlatırken, adam hırsızlığını anlatırmiş. Bu
atasözü haline gelmiş bazı insanlar arasında, adam
yiğitliğini anlatıyor; "Filan yere varıverdim, gecenin
karanlığında çalı verdim, sonrada köşeyi şöyle döndüm."
diyor. Şimdi onlara göre çalmayanın hiçbir değeri yok.
İnsan olarak değeri yok.
İşte insanlarda ahlak anlayışı böyle. Eğer belirli bi ölçünüz
olmazsa topluma göre değişir. Onun için Allah (c.c);
dosdoğru ol" ama nasıl .? "emrolunduğun gibi dosdoğru ol."
Yani doğruluk ölçüsünü peygamber efendimize de
vermemiş Rabbim. Bizzat Rabbim belirliyor peygamber
efendimizede diyor ki: "Buna uy sen" diyor. Daha Önce
anlattım, yamyam anasını yerken çok mantıklı felsefeyle
anlatıyor; "Anam beni 9 ay karnında taşımış, zorluklarla
dünyaya getirmiş. İki sene sırtında taşımış, yememiş
yedirmiş, giymemiş giydirmiş. Benimle ağlamış, benimle
gülmüş. Beni bu hale getirmiş. Anam birgün ölünce onu
toprağa defnedecek kadar zalim değilim, ben onu yerim
kanımda taşırım" diyor. Çok mantıklı, Öbür tarafda
Hindistan devlet başkanı Rajiv Gandi annesini yaktı. "Beni
bu hale getiren anamı toprağa veremem" diyerek. Sonra
Rajiv Gandinin kendisi de bir kurşunla gitti, onu da oğlu
yaktı. Televizyonda gördük, babasının cesedini zevkle, son
görev olarak yaktı. Deli mi bu adam,? değil. Onun
mantığına göre en doğrusu o. Yamyamın mantığına göre
anasını yemek, Rajiv gandinin mantığına göre en doğrusu
anasını yakmak.
Londra belediye başkamda bundan iki yıl Önce bir karar
çıkartmıştı. İzin verildiği takdirde ölüleri Londra'nın
ısıtılmasında kullanmak üzere yakacaklar. İsraf olmasın
toprağa gitmesin diyerek gayet mantıklı. Yani buna karşı
durmakta doğru değil, mantiken hareket edeceksiniz. O
zaman sende bir başka yer düşünürsün. Sende yakarsın
küllerini, kavanozon içine koyayım, batıda bazılarının
yaptığı gibi. Anamı mezarlıkta ziyaret edeceğime, evimde
ziyaret ederim. Buda mantıklı, öyle ise beş milyar insana
göre beş milyar doğru çıkar.
Biz bunları reddediyoruz, diyouz ki: "Bütün akılları, bütün
mantıkları yaratan Allah (c.c.) doğru yolu çizmiştir." Ona
"sıratı müstakiym" diyoruz. O yol üzerinden bugüne kadar
peygamberler yürümüşler ve pişman da olmamışlar.
Dünyada devlete varmışlar, peygamberler ahi-rette cennete
varmışlar, öyle ise biz de Rabbimin çizdiği çizgiden yürü-
yeceğiz ve Rabbim zaten diyor. "Emrolunduğun şekilde
dosdoğru ol." Sakın haddi aşma, isyana gitme, sen ve
seninle beraber tevbe edenler, sakın ha haddi aşmayınız.
Tuğyan dediğimiz şey ki, Allah'ın yerine kişinin kendisini
koymasına Tuğyan diyoruz.
O "Allah (c.c.) sizin yapmakta olduklarınızı görür"
buyurmaktadır. Hayat, ilim, semi, basar, irade, kudret,
kelam, tekvin diye Allah (c.c.)'ün sıfatı subutiyelerini
ezberletmişlerdi ya buralardan alınmadır. Basir sıfatı.
Şimdi Rabbim emrolunduğun şekilde, dosdoğru ol diyor,
peki bir Rabbimin emrettiği doğrular var, bir de zalimlerin
doğru diye takdim ettikleri var. Ona da dikkatinizi
çekiyorum. 2097[146]

113- Zalimlere meyletmeyin, sonra size ateş dokunur. Sizin


Allah'dan başka dostlarınız yoktur. Sonra yardım
olunmazsınız.
Sakın ha zalimlere meyletmeyin, zalimlere boyun eğmeyin.

2097[146]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/110-112.
Zalim kim? Haddi aşan adam, "zulüm, haddi aşmaktır" diye
tarif ediliyor. Zalim de, "haddi aşan adam." Yani adamın
haddi olmalı, "kişi haddini bilmeli" derler ya. Haddimizi
bilmek, gücümüz ne kadara yeter, aklımız ne kadara yeter,
gözümüz ne kadar görür. Paramız ne kadar yeret, bunları
bilmek insanın haddini bilmesidir.
Bunu bilmezde adam ben insanlara koyduğum kurallarla
hükmederim dedimi, ilahlık, yani kendi sınırını aştı. İlahlık
iddiasında bulundu. Rabbim diyor ki: "Sakın bunlara boyun
eğmeyin, bunlara meyilde etmeyin." Yani gönülden bu
adamları destekleme tarafınada gitmeyin. Allah'ın
kanunlarına karşı başka kanunlar koyan kişiler zalimdir. Ve
o zalimlere meyleden insanlarda onlarla beraber
haşrolunurlar. Hem boyun eğmeyeceğiz, nemde gönülden
meyletmeyeceğiz bu adamlara. Meyledersek ne olur, ateş
bizi tutuverir diyor, sizi ateş tutuverir. Ve Allah'tan başka
dostlar olmaz, sizin için Allah'tan başka dostlarınız olmaz.
Sizi kurtaracak kimse olmaz, size yardım da olunmaz diyor
Allah (c.c);2098[147]

114- Gündüzün iki tarafında (sabah-öğle-ikindi) ve


geçeninde (gündüze) yakınında (akşam-yatsı) namaz kıl.
Şüphesiz iyilikler kötülükleri giderir. Bu ibret alanlar için
bir nasihattir.
Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın yerinde
namazını kıl. Bu sabah namazı, yatsı namazı ve akşam
namazı işarettir derler. Yani üç vaktin farz kılındığını bu
ayet-i kerime ile belirlenmiştir derler. Diğer vakitler içinde
başka yerlerde ayetler var.
Beş vakit namaza doğrudan işaret eden, emreden ayetler ve
onu açıklayan hadisi şerifler vardır.
Mutlaka iyilikler kötülükleri götürür diyor Allah (c.c).

2098[147]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/112.
İyilikler kötülükleri götürür. Yani bir kötülük yaptınız ama
ardındanda bir iyilik yaptınız, iyilik kötülüğü götürür,
günahı götürür. Mesela insanın gönlünü kırıyorsunuz,
sonrada gönlünü almaya çalışıyorsunuz, alınıyorda bazen,
çoğunluklada alınıyor. Özür dilerim dediğinizde bir anda af
ediyor adam. Aynen istiğfarda Allah (c.c.)'den özür
dilemektir. Zaten "ya Rabbi bir hata işledim af et!l Derken
bu iyiliktir ve kötülüğü silip götürüyor.
Kötülüğü kötülükle defetmeyiniz. Kötülüğü iyilikle
defediniz. Ayet-i kerimede "iyilikle kötülük denk değildir,
buyruluyor. O kötülüğü en iyi şekilde def et"diyor
Rabbim. 2099[148] O kendinle arasında düşmanlık olan adam
varya, bakmışsın birgün sıcacık dost oluvermişsin diyor
Rabbim.
Yani bir adamla düşmansınız sakın ha yaptığı kötülüğe karşı
sizde kötülük yapmayın. Onun kötülüğünü iyilikle def edin.
Birgün gelir o sizin sıcacık dostunuz olur. Yaptığınız
kötülük aranıza girer bu sefer. Yarın yüzüne bakacağına,
akşamdan kötü söyleme derler. Bir hadisin anlatımıdır,
Türkçede efendimizin hadisinin Türkçeleşmiş şeklidir bu.
"Akşamdan yüzüne bakacağına gündüz kötü söyleme."
"Hani komşuyuz, şurada yüz yüze bakacağız" derler
anadoluda. Yüz yüze bakacağınız insanlara kötü söz
söylemeyin, yürekten çıkmaz. O kötülük yapmışsa iyilikle
def edin. Kendiniz kötülük yapmışsanız yine kendiniz
iyilikle def edin o işi. Bu nasihat alanlara bir nasihattir.
Nasihat kendisine fayda verenlere nasihattir. 2100[149]

115- Sabret. Şüphesiz Allah iyilik yapanların mükafaatını


zavii etmez.
116- Sizden önceki çağlarda yeryüzünde bozgunculuk
yapanları engelleyecek akıl sahipleri olmalı değil miydi?
2099[148]
Fussilet 134
2100[149]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/112-113.
Ancak onlardan kurtardığımız çok az kişi (engellemeye
çalıştı). Zalimler ise kendilerine verilen malın peşine
düştüler ve suçlu oldular.
Sizden evvelki çağlardan bakiyye sahibi kişiler olmalı
değilmiydi. Onlar insanları yeryüzünde kötülükten
alıkoysalardı ancak bu alıkoyma işlemini çok az kişiler
yapar. Onlar da bizim kurtardığımız insanlardır buyuruyor.
Şu "Bakiyye" kelimesini Türkçe'de de kullanırız biz,
"Askerden bakaya kaldı" derler. Bir de bu eski bakiyelerden
derler. Yani adam 70- 80 yaşına gelmiş, gelmiş iyi şeyler
düşünüyor, iyi şeyler tavsiye ediyor. Köyün akıl danışılan
adamıdır. "Yahu bu işi nasıl yapacağımızı filan adama
soralım. O eski bakiyelerdendir." deriz. Burada da yıllar
geçmesine rağmen en sona kalmış insana o kelimeyi
kullanıyoruz.
Mealler de ve tefsirler de "basiret sahibi" manasına almışlar.
Ama bakiyye kelimesini ancak bizim anladığımız anlamda
verelim. Yani geçmiş toplumlardan geriye kalan o
toplumlardan gördükleri azablardan ibret alan insanlar yok
mu aranızda.?. O insanlar, bu insanları kötülüklerden
alıkoysunlar. Yani geçmişin acı tecrübelerini bilen insanlar
yokmu ki aranızda bu insanlara nasihat etsinler de
yeryüzündeki bozgunculuğu önlesinler. Bunu az çok insan
yapar. Onlarda Allah'ın koruduğu insanlardır diyor.
Bugün için müslümanlardır, bugün için insanları
bozgunculuktan alıkoyabilecek yegane toplum. Allah'ın
koruduğu insanlardır. Biz koruduğu insanlarız. Bu konuda
yemin edebilirsiniz. Niye hiç değilse iman nimeti var,
dünyevi saadeti pek temin edememişiz ama Allah'a hamdü
senalar olsun ki iman nimetimiz var, ahiretti bir tutunacak
dalımız var bizim. İnşaallah imanla gideriz. Zalimler ise
dünya nimetlerine uyuverdiler, dünyada mal, mülk elde
edince nevalarına ve şehvetlerine uyuverdilerde suçlulardan
oldular diyor Allah (c.c). 2101[150]

117- Halkı iyi işler yaparken zulümle şehirleri helak etmek


senin Rabbine yaraşmaz.
Toplumsal değişmelerin kanununu bildiren ayetlerden
biridir bu ayet-i kerime. Rabbim hiçbir şehri, hiçbir milleti o
toplumun içinde is-lahcılar varken o toplumu helak etmez
manasınadır. Bir toplum helak olmaz, içinde o toplumu
düzelten insanlar var oldukları müddetçe. Günümüzde niye
bu helaklar olmaz. Şöyle şöyle, böyle böyle oluyor, ama o
toplumun içinde bunu iki yönlü izah ederiz.
O toplumun içinde İslah eden bir toplum var. Yani yetmiş
senedir bu memlekette yetkililer İslama karşı savaş
açmışlardı ama bu yetmiş senelik zaman içinde bu
toplumunn içinde bu dini ayakta tutmaya çalışan salih
insanlarda var olmuştur. Ama bazı toplumlarda hiç salih in-
san yok. Peki onlarda kanunlarını tamamlamamışlardır.
Hani bir yerden damlanın düşebilmesi için tam
olgunlaşması gerekiyor. Allah (c.c.) bir toplumu topyekün
yok edebilmesi için helak olmanın bütün kanunları olması
gerekir. O tamam olduğunda onu kimse onu
engelleyemiyor.2102[151]

118- Eğer Rabbin düeseydi bütün insanları bir tek ümmet


yapardı. Onlar ihtilaf ederek devam edecekler.
Şayet Rabbin dilemiş olsaydı, insanları tek ümmet yapardı.
Ama insanlar ihtilafa devam ediyorlar. Yani Rabbim
insanları İslama gelmeye zorlamaz, ama ister. Müslüman
olmanızı ister, ama zorlamaz. Zorlayacak olsaydı
peygamber göndermesine gerek yoktu. Mü'min olarak
yaratır, mü'min olarak devam ettirirdi. Birini de kafir olarak
yaratır, kafir olarak devam ettirirdi. O zaman peygambere,
2101[150]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/113-114.
2102[151]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/114-115.
kitap indirmeye ve imtihana da gerek kalmazdı. Cennet ve
cehenneme gerek kalmazdı. Rabbim insanları yaratıyor,
iradesini veriyor. İyiye de kullanabilirsin, kötüye de
kullanabilirsin diyor, da, iyiye kullanmanı istiyorum. İyiye
nasıl kullanacağını öğretmek üzere peygamber
gönderiyorum, kitapda veriyorum diyor. Ve buna rağmen
insanlar iradelerini kullanarak ihtilafa devam
2103[152]
ediyorlar.

119- Ancak Rabbinin merhamet ettikleri müstesna. Onları


bunun için yarattı. Rabbiyin: "Elbette cehennemi bütün cin
ve insanlardan dolduracağım" sözü tam yerine geldi.
Ancak Rabbinin merhamet ettikleri kişiler ise ihtilafdan
uzaklar. Onlar da müslümanlardır. Yani Hz. Musa
zamanında ki Musa'ya inananlar Hz. İsa (a.s.) zamanında
ona inananlar şimdi de Peygamber (s.a.v.)'e inananlar,
Rabbimin merhametine kavuşmuş insanlardır.
İşte onları bunun için yarattı. Yani imtihan için yarattı ve o
imtihanın neticesinde birgün bir kısmı cehenneme, bir kısmı
da Rabbimin rahmetine hak kazandı. "Rabbiyin-kelimesi
tamamlandı". Yani Rabbin kimlerin cennete kimlerin
cehenneme gideceğini biliyor. Kıyamete kadar gelecek
olanları da biliyor. Ve mutlaka ben cehennemi cinlerden ve
insanlardan çoğuyla dolduracağım diyor. Yani İnsanlardan
ve cinlilerden cehenneme gidecek olanlar da belli.
Şimdi inançsızlar şunları soruyor; madem belliyse niye
yaratıyor? Yaratmadan da gönderiverseydi olmazmıydı..?
Yani bu dünyaya gelmeden de madem biliyordu, imtihana
ne gerek vardı. Daha önce bunun cevabım çok verdik.
Çünkü çok soruluyor. Bunlara biz diyoruz ki; İmtihan
ettikten sonra not defterini ilan ediyor, ona bile itiraz ediyor
insanlar. Şimdi Rabbim; "ben sizi yarattım ama

2103[152]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/115.
yaratmasamda gavur olacaktınız." dese gavurun birine, O da
ahirette der ki "Olur mu Ya Rabbi..! senin gücünü,
kuvvetini, iradeni bildikten sonra, benim seni inkar etmem
mümkün değil. Ahirette inkarı böyle olacak insanın.
Onun için bu fırsatı vermemek için Rabbim bu dünyayı
yaratıyor. Yaptıklarını da meleklere kaydettiriyor ve öbür
dünyada da gösteriyor. 2104[153]

120- Peygamberlerin haberlerinden hepsini onunla senin


kalbini sabit kılmamız için sana anlatıyoruz. Bunda sana
hak, nıü'minlerede öğüt ve ibret geldi.
Biraz önce manasını vermeye çalıştığımız ayetten sonra bu
ayeti kerimede de Rabbim; işte sana bu peygamberlerin
haberlerinin tamamım anlattık. Onunla senin kalbini tesbit
ediyoruz, sabit kılıyoruz. Yani peygamber efendimize güç
veriyor. Peygamberlerin kıssası peygambere güc vermek
içindir. Yani bu Mekke'Iiler seni inkar ediyorlarsa iyi bil ki
Musa'yı da inkar ettiler, İbrahim'i de (a.s.) inkar ettiler.
Bunlar
sana işkence ediyorsa bil ki Musa'ya da, İbrahim'e de, Nuh'a
da hakaret ettiler, işkence yaptılar. Onlar sabretti, bunlar
seni yerinden, yurdundan sürüyorsa, o peygamberler de
yerinden yurdundan sürüldüler.
Yani neticede o peygamberlerin kazandığı gibi sen de
kazanacaksın diye peygamber efendimizin kalbini
kuvvetlendirmek üzere bu hikayeler Alla (c.c.) tarafından
ani atıl ıvermiştir. 2105[154]

121- İman etmeyenlere deki: "Yerlerinizde elinizden geleni


yapın, biz de yapacağız.
O iman etmeyenlere söyle, yerlerinizde dilediğinizi yapın.
Bizde yapacağız. Bugünkü makam manasına da gelir.
2104[153]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/115-116.
2105[154]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/116-117.
Bugün şu makamlarınızda, yani oturduğunuz otoriteyi elde
ettiğiniz yerler varya, bakanlık, başbakanlık, krallık, şahlık,
padişahlık. Dünyadaki yönetim biçimlerinin tamamına
şamil, şu makam ve mevkilerinizde imansızlık üzere yapa-
cağınızı yapın, bizde durmayacağız, bizde yapacağız. 2106[155]

122- Bekleyin. Biz de bekleyeceğiz.


Bizde üzerimize düşeni yapacağız. Bekleyin bizde
bekleyeceğiz, Yani netice bakalım kimin olacak. Sizin mi
olacak, bizim mi olacak bekleyin. Peki ne diyelim biz, biz
kazanacağız. Biz mutlaka kazanacağız, ama kazanmadan
kasdımız nedir. Cenneti elde etmek mi orada kazanacağız.
Hiç şüphemiz yok, fakat dünyada devlet, ahirette cennet di-
yoruz. 2107[156]

123- Göklerin ve yerin gaybi ( bilmek) Allah'a aittir Bütün


işler Allah'a döndürülür. O'na ibadet et. Ona dayaı ve güven.
Rabbin yaptıklarınızdan gafil değildir.
Dünyada devleti elde edecekmiyiz bilemeyiz belki biz
öliirüzde çocuklarımız görebilir. Onun için yeryüzününde,
gökyüzününde gayb bilgileri Allah'a aittir. Biz üzerimize
düşeni yaparız daha yukarda geçmişti. Kafirler bizim
hakkımızda ancak iki iyiliği isteyebilirler. Harb için kılınç
çekilmiş, orada ayet-i kerime diyor ki kafirler sizin
hakkınızda iki iyilik isteyebilirler. Öldürürler şehit yaparlar.
Mağîub olur kafirler sizi gazi yaparlar.
Yani müslümanın kaybetmesi diye birşey yok. îslami
çizgide yürüdüğü müddetçe öldürüiürse şehit oluyor, kalırsa
gazi oluyor. Her iki halde de cenneti kazanıyor, ama
dünyada devlet ilkesine ulaşır mı, ben ulaşır mıyım, sen
ulaşırmısm gaybın bilgisi Allah'a ait biz elde etmek için
çalışırız olursa bu olur, olmazsa cennet olur. Zaten hedef
2106[155]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/117.
2107[156]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/117.
cennet.
Bütün işler Allah'a döndürülür. Bütün işler kime
döndürülecekse ona ibadet yap. Ona tevekkül et, Allah'a
güven. Rabbin yaptıklarınızdan gafil değildir.
Mehmet Akif merhumda; "Allah'a dayan, saye sarıl,
hükmüne râm ol. Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar
yol." diyerek çok güzel ifade etmiştir. 2108[157]

YUSUF SÛRESİ

Hz. Yusuf (a.s.)'ın hayatını anlatan bu sûre Mekke'de nazil


olmuştur. Yusuf (a.s.)'ın hayatını anlattığı için "Yusuf
sûresi" adım almıştır.
Musa, İsa, İbrahim, Nuh gibi diğer Peygamberler birçok
sûrede anlatıldığı halde Yusuf (a.s.) yalnız bu sûrede uzunca
anlatılmış, diğerlerinde hiç tekrarlanmam ıştır.
Bu sûrede dünyada devlete, ahirette Cennete giderken engel
olarak karşısına, kardeşlerinin çıkabileceğini, onları aşarsa
güzel bir kadın engeli, onu da aşarsa maddi sıkıntı, fakirlik
engeli, onu da aşarsa hapishane engeli, onu da aşarsa
makam mevki engeli çıkabileceğini anlatır ve Rabbimiz bize
Yusufun bütün bu engelleri aştığı gibi bizim de aşmamızı,
aşabileceğimizi ister. 2109[1]

1-2- Bunlar, Kitabı Mübinin âyetleridir. Bu Kitabı


anlayasıniz diye Arabça olarak indirdik.
Bu okuduğumuz, iman ettiğimiz, herşeyimizden aziz
bildiğimiz Kur'ân bize herşeyi açıkladığı gibi kendisi de
mübindir. Açıkdır, açıklayıcıdır. Bizim Onu anlamaımız
için indirilmiştir. Arapça indirilişi anlamımız içindir. Çünkü
Allah'ın Rasulü Arapdır ve Arapça bilmektedir. Onun için
Arapça indirilmiştir.
2108[157]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/117-118.
2109[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/119.
Ayrıca Kur'ân nazil olduğunda Arap dili altın çağını
yaşıyordu, Halen dünyamız ediplerini etkileyen şairler o
dönemin şairleridir. Manası kapalı kelime kalmamış, şairler
şiirlerinde kullanmış ve halka mal olmuş. İşte böyle bir dille
nazil olduğu için manasını anlamak daha kolay olmuştur.
Cahiliye dönemi şiirini bugünlere kadar getirenler yine
müfessirle-rimizdir. Çünkü onlar Kur'ân'dan bir kelimenin
manasını -araştırırken bu kelime İmri-ül Kays'ın şiirinde
şöyle geçmiş ve şu manaya kullanılmıştır diye şahit olarak
kullanılmıştır.
Kur'ân Arapçadır. İçinde bazı kelimelerin Farsça, Türkçe,
Hindce, Habeşce olduğunu söyleyip bazı örnekler vererek
yabancı kelimeler de olduğunu iddia eden alimler varsa da
bu pek geçerli bir iddia değildir. Yaşayan her millet başka
dillerden kelime alır ve o kelimeyi kendi dil yapısına
uydurur.
Biz Kur'ân'ı anlamak için Arapçayı öğreneceğiz. Bugün
sömürge dili olan İngilizce'yi öğrenmek için en sağlam diye
bildiğimiz müslümanlann can attığını, milyonlar harcadığım
görüyoruz. Öğrendiği vakitte "Ben sömürgeci patronlarımın
dilini biliyorum" diyerek başkalarına hava atabiliyor.
Efendimiz Zeyd (r.a.)'a Yahudiceyi Öğrenmesi için verdiği
emri de kendisine dayanak kabul ediyor. Halbuki bilmiyor
ki Efendimiz bu emri yalnız Zeyd (r.a.)'a vermiştir. Bütün
Sahabe'ye vermemiştir. Devletin ihtiyacı kadar kişi
öğrenmelidir, o kadar. 2110[2]

3- Bu Kur'ânı sana vahyetmekle kıssaların en güzelini, (en


güzel şekilde ) sana anlattık. Halbuki daha önce sen bunları
bilmezdin.
Kıssalar "Bir varmış, bir yokmuş" masalları gibi çocukları
2110[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/119-120.
Bu konudaki hadisler için bak; Buhari K. Ahkam, bab-ü tercemetül hukkam. Ebu Davud K, ilim bah 12
hadis no;3645. Tirmizi, İsti'zan hadis no;2716, Müsnedi Ahmed 5/186. Müşkülül Asar, Tahavi 21421.
Müstedrek, Hakim 1175, 31422. bcyhaki Süneni Kübra 6/211.
uyutmak için, büyükleri avutmak için anlatılmamıştır.
Nerede, neyi, nasıl, niçin yapacağımızı öğretmek için Allah
(c.c.) bize örnekler vermiştir. Örneğimiz Peygamberler
olursa onların vardığı izzete ulaşırız. Yok eğer örneğimiz
rüşvetçiler, köşe dönücüler, babalar, hainler olursa zilletten
kurtulamayız.
Bizim tarihimiz Adem Peygamberle başlar. Diğer
Peygamberlerle devam eder. En doğru tarihde Kur'ân'ın ve
Sünnetin bildirdiği tarihdir. Onun içindir ki Allah (c.c.)
"Kıssaların en güzelini, en güzel şekilde sana anlattık"
buyurur.
İnsanların yazdığı tarihde yanılmalar çoktur. 1980 yılında
meydana gelen Oniki Eylül ihtilalini on sene sonra yazmaya
başladılar. Yazarların bir kısmına göre bunlar melek gibiler.
Bir kısmına göre de şeytanın ön ayağı. Bunların hangisine
inanacaksın. Şimdi biz gördüğümüz için kötülüklerini
biliyoruz. Ya yüz sene sonraki tarihçi hangisine inansın?
Tarih, bir milletin hafızası gibidir. Hafızasını kaybeden
adam herşeyini yitirdiği gibi, tarihini inkar eden, önderlerini
tanımayan da herşeyini yitirir. Bizim en doğru tarihimiz
Kur'ân'dadır. 2111[3]

4-5- Hani Yusuf, babasına "Babacağım ben rüyamda onbir


yıldızla, Güneş'in ve Ay'ın bana secde ettiklerini gördüm"
demişti de, Babası da "oğulcuğum! bu rüyanı kardeşlerine
söyleme, sana hile yaparlar. Çünkü şeytan insanlar için
apaçık düşmandır.
Büyük insanın rüyası da büyük olur. Çocukluğunda gördüğü
rüyalar, Onun ileride büyük olacağının işareti. Babası Yusuf
un da nübüvvet nurunu görmektedir. Kardeşlerinin
kıskanacağını bildiği için rüyayı kardeşlerine anlatmamasını
ister.

2111[3]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/120-121.
Şeytan, insanların düşmanıdır. Nuh'a karşı oğlu Ken'anı
çıkarmıştır. İbrahim'e karşı babasını, Lût'a karşı hanımını,
Yusuf a karşı kardeşlerini, Efendimiz'e karşı da amcasını
çıkarmıştır. Allah'ın salâtı ve selâmı o Peygamberlerin
üzerine olsun.2112[4]

Rüya

İleriye ait planlarınızı düşmanlarınıza açıklamadığınız gibi


ipucu dahi vermeyiniz. Uykuda gözsüz gördüğümüz bazı
şeyler var ki zamanla gerçek olduğundan, bilmediğimiz,
görmediğimiz yer ve şahısları uykuda gördüğümüzden, daha
sonra onları uyanık halde gördüğümüzden zaman içinde
rüyaya karşı Peygamberler, filozoflar, ilim adamları ilgi
duymuştur. Nedir bu görülen ve nedir bunu gören diye.
Doğru rüya ile karışık rüya arasındaki fark, doğru söz ile
yanlış söz arasındaki fark gibidir. Doğru sözle yanlış söz
kelime olarak, tasavvur olarak zihinde ikiside vardır. Ancak
hakikatte ise, yanlış sözün hakikati yoktur. Onun içindir ki
Efendimiz, "Güzel rüya Rahman'dan, kötü rüya
şeytan'dandır." (Buhari Ta'biri Rüya babı) buyurmuş ve
rüyanın üç çeşit olduğunu "Rahmanın müjdesi, şeytanın
korkutması, nefsin uydurması" şeklinde beyan etmiştir.
Rahmani olan rüyanın dört şekilde olduğunu ulemâmız
şöyle açıklamışlar. "Allah (c.c.)'ın uyuyan kişinin ruhuna
doğrudan telkini, görevli melekler kanalıyla telkini, salih
kişilerin ruhlanyla görüşmesi ve onların telkini, ruhun alemi
emire çıkıp orada bazı olacak olayları öğrenmesidir, (er Ruh
İbnü Kayyim)
İnsanın gönlü üzerinde meleğin telkini, şeytanın vesvesesi
olduğunu biliyoruz. Efendimiz "Şeytan kan damarlarında
dolaşır" 2113[5] buyurarak en ince kılcal damarlarımıza X
2112[4]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/121-122..
2113[5]
Buhari Ahkam 21
ışınlarının girdiği gibi girerek orada vesvese vererek kişiyi
kötüye sevk edebilir. Melek nurdan, şeytan ateşten
yaratıldığına göre ikisi de insanın içine nüfuz edip
yönlendirmeye çalışacaktır. Bugün bazı hastalıklar dışdan
ışıkla tedavi edildiği gibi, biz de içdeki bazı kötü
düşünceleri atmak için eûzü besmele ile şeytanın
vesveselerine karşı perde çekip, meleğin telkinlerine gönül
kapımızı açmalıyız.
Kur'ân-ı Kerîm'de rüya ile hulümden bahsedilmekte.
Rahmanı olanına rüya, şeytanî olanına "hulüm" deniyor.
Türkçede gece şeytan aldatmasına "ihtilâm" denmesi de bu
hulümden gelmektedir. Rüyanın tâbirini Peygamber yaparsa
doğrudur. İlim ifade eder. Peygamberlerin dışında kalanların
tâbiri ise kesin ilim ifade etmez ve bize delil olmaz. Yani
rüyamda Peygamberimiz içki içmeyi emretti deyipte o
rüyaya dayanarak içki içemez. Ama Kitap ve Sünnet'e
muhalif olmayan bir ibadeti emrederse veya birşeye işaret
ederse kişinin kendisi uyabilir.
Rüyanın tâbiri için belirli bir Öğrenim yoktur. Firasetle
bilinir. Kişinin gönül aynası lekesiz olursa bazı işaretlerden
bazı şeyleri anlayabilir.
Rüya ile gerçek arasındaki fark, hayal ile hakikat arasındaki
fark gibidir. Mesela ateş hayalde oldukça insanı yakmaz
ama hakikate dönüştüğünde yakar.
"Tâbir" kelimesi de mana olarak "geçmek" anlamına gelir.
Gönüller şekillerden o şekillerin ifade ettiği manalara
geçmektedir. İnsan duyduklarını dimağının hayalhane
bölümünde şekillendirir. Mesela telefondan aldığımız bir
soyut sese derhal şekil veriyoruz. Çünkü sesin sahibini
biliyoruz. Biz, mahiyetini bilmediğimiz birşey duysak,
mesela; "semender" deseler kelimeden başka birşey
canlanmaz. Semender bir kuştur deseler, derhal bir kanat
takarız. Ya serçe kanadı veya kartal kanadı takarız. Yani
bildiğimiz hayalhanemizde şekillendirip hafızamızda depo
ettiğimiz bir şekli derhal kullanırız.
İşte rüyada da insan ruhu bedenden ayrılır. Uyanıkken
ayrılmaz. Çünkü uyanıkken ihtiyaç daha çoktur. Uyuyunca
canlılık faaliyetini, nefsi hayvanı dediğimizi devam
ettirirken, Ruh ayrılır, âlemi emr denilen yere çıkar, orada
olacak olaylara şahit olur ve anında geriye gelir ve
hayalhaneye verir. Hayalhanesi de o gelen habere bildiği
şeylerden bir şekil verir. Mesela; kişinin düşmanla
karşılaşacağını âlemi emirde görse, o haberi hayalhane yılan
halinde veya köpek halinde şekillendirir.
Bu şekillendirme rüyayı görenin durumuyla ilgilidir. Bir
yılan terbiyecisi için yılan düşman olarak nitelendirilemez.
Bazı rüyalar da varki; gündüz gördüğü ve duyduklarını
rüyada tekrar etmektir. Bu nefsin kendi tekrarıdır. Herhangi
birşey beklenmez.
Ölmüşlerimizin ruhuyla rüyada görüşmek mümkündür.
Ancak verdikleri haberler yanlış da olabilir. Onların
suretinde şeytan görünebilir. Peygamber Efendimiz,
şeytanın kendi suretine giremediğini Peygamberimiz'i
görenin gerçekten Onu gördüğünü haber vermiştir.
"Salih kişinin gördüğü rüya Peygamberliğin 46 bölümünden
bir bölümdür" buyurarak rüyada bazı olayların önceden
bilinebileceğini ifade etmiştir. 23 senelik Peygamberliğin ilk
başlangıcı altı ay rüyada olunca altı ay 23 senenin 46 da
biridir. Ama rüya Peygamberlik değildir. Yine Efendimiz
"Zaman yaklaştığında mü'minin rüyası doğru çıkar" buyur-
muş. Zamanın yaklaşmasından gaye gece ile gündüzün denk
olduğu güz mevsimidir demişler. Yani güz mevsiminde
bütün yiyecek maddeleri tam olgun haldedir. Uykular
dengelidir. Beden ve ruh olgun ve doygun olursa rüyalarda
doğru olur anlamı çıkmıştır. Midesini tıkabasa doldurduktan
sonra uyuyanınki rüya değil kabustur.
Hakikati rüyaya benzetip, varlık diye birşey yoktur diyen bir
grup tarih içinde hep var olagelmiştir. "Rüyada yaşıyoruz
ama uyanınca herşey yok oluyor. İşte hakikatte öyledir.
Gördüğümüz, duyduğumuz şeyler bizim kendi
şartlandığımızdir." derler.
Halbuki hakikatte şartlanmadan duyduğumuz şeyler vardır.
Mesela iğne diyorlar batınca acıtacağını bildiğimiz için
kendimizi ona göre şartlandırıyoruz. Yoksa o acıtmaz. Buna
cevaben kişi birisiyle konuşurken arkadan gelen biri
habersiz iğne batırsa acıtır mı? Elbette acıtır. Demek ki,
şartlanmadan da acıtır. 2114[6]

6- Böylece Rabbin seni seçer ye sana olayların yorumunu


öğretir. Daha önce İbrahim ve İshak'a ni'metini tamamladığı
gibi sana da ni'metini tamamlar. Mutlaka senin Rabbin
Alimdir, Hâkimdir.
Peygamberlik insanların seçimiyle olmaz. İnsanları yaratan,
yaşatan ve yöneten Rabbin seçimiyle olur. "İlimde
demokrasi olmadığı gibi" dinde de demokrasi olmaz.
Bir tane ilim adamı, "Su H20 dan meydana gelir" dese,
milyonlarca insan da "Hayır biz bu görüşü kabul etmiyoruz"
deseler halkın sözü değil, alimin sözü doğrudur. Ama ucuz
politikacılara göre yanlışda ısrar eden çoğunluğun dediği,
doğrudur.
Yusuf (a.s.)'ı Mısır'a Peygamber olarak seçen Allah (c.c.)
dır.
Bugünkü toplumların, milletlerin de en hayırlısının
Muhammet Ümmeti olduğunu Allah (c.c.) haber
vermiştir. 2115[7] Yusuf (a.s.)'m Mısır'ı müslüman ettiği gibi
bu ümmet te dünyanın İslâm'a göre yönetimini
sağlayacaktır. înşaallah. 2116[8]

7- Muhakkak Yusuf ve kardeşlerinin kıssalarında soranlar

2114[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/122-124.
2115[7]
Al-i İmran 110
2116[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/124.
için ibretler vardır.
"İnsana dayanma ölür, ağaca dayanma kurur" demişler.
Yusuf gibi bir ay yüzlüye kardeşlerinin yaptığını
öğrendikten sonra insan, Allah'dan başkasına tevekkül
etmemeyi öğrenir. Bu kadar kötülükten sonra Yusuf un
kardeşlerini afvetmesi bize çok şeyler öğretir. 2117[9]

8- Kardeşleri birbirlerine demişlerdi ki: "Yusuf ve kardeşi


babamıza bizden daha sevimlidir. Halbuki biz bir toplu-
luğuz. Babamız apaçık bir dalâlettedir."
Yâkub (a.s.)'m, oğullan arasından Yusufla Bünyamin'i daha
fazla sevmesinin nedeni olarak; "bu ikisi kardeşlerin en
küçüğü olmaları ve annelerinin de ölmüş olmasıdır" derler.
İnsan otuz yaşındaki çocuğunu sever ama üç yaşındakini bir
başka sever. Ayrıca Yusuf (a.s.)'da Peygamberlik nurunu da
farketmekte Yâkub (a.s.).
Kardeşleri ise kendilerinin güçlü kuvvetli on kişiden
meydana gelen bir zorlu topluluk olduklarına dikkat
çekiyorlar ve babalarının kendilerini daha çok sevmesi
gerektiğine inanıyorlar. Çünkü güçlüler. Vurdukları yerden
ses getirirler. Hakkı kuvvette arayanların mantığı hep
aynıdır. Zayıfı ezen Avrupa'yı ve politikayı tarif ederken
Mehmet Akif Merhum: "Siyasetin kanı servet, kuvveti
satvettir, Zebunküş Avrupa bir hak tanır ki kuvvettir"
der. 2118[10]

9- Yusuf'u öldürün, yahut bir yere atın da babanızın yüzü


yalnız size kalsın (sizi sevsin). Bundan sonra (tevbe eder)
salihlerden olursunuz.
"Emekli olduktan sonra ibadet ederim. Kırkına varınca
düzelirim. Hele köşeyi bir dönelim, sonra tevbe eder, Hacca
varır gelir düzelir sâ-lihlerden oluruz" diyenlerin
2117[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/124-125.
2118[10]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/125.
söyledikleri de Yusuf un kardeşlerinin söylediğini tekrardır.
Kardeşlerini öldürecekler, bir yere atıverecekler, zorla
güzellik elde edecekler ve babalarının sevgisini
kazanacaklar, sonra da tevbe edip kurtulacaklar. Bu ham
hayallerinin yanlışlığını Rabbim ortaya koyuyor.
Doksan, doksanyedi ve yüzüncü âyetlerde, Yusufun önünde
saygıyla eğildiklerini, Yâkup Peygamber'e yalvarıp
Allah'dan kendileri için istiğfar yapmasını istediklerini ve
hatalarını itiraf ettiklerini haber verir. İstiğfar günahın
cinsinden olur. 2119[11]

10- Onlardan bir konuşmacı: "Yusuf'u öldürmeyin Onu


kuyunun dibine atın, gelip geçenlerden biri onu alır. Eğer
yapacaksanız (böyle yapın)" dedi.
11- (Hepsi Yâkub'un yanına gelerek) "Babamız! Sana ne
oluyor da Yusuf'u bize güvenmiyorsun? Oysa biz ona nasi-
hat edenleriz" dediler.
12- "Yarın Onu bizimle beraber gönder. Yesin, oynasın,
elbette biz onu koruruz."
13- (Yâkub) "Onu götürmeniz beni üzer ve sizin haberiniz
yokken onu kurdun yemesinden korkarım" dedi.
14- (Hepsi) dediler ki: "Biz güçlü bir topluluk olduğumuz
halde eğer Onu kurt yerse o zaman biz acizlerden oluruz."
Kardeşlerini kuyuya atmaya karar verenler babalarına "Bize
gü-venmiyormusun?" diyorlar. Böylece güvensizliklerini
ortaya koyuyorlar.
Bir adam durup dururken size karşı bu cümleyi çokça
tekrarlayıp duruyorsa oraya bir nokta koyunuz. Eşinize,
çocuklarınıza, dostlarınıza, yakınlarınıza "bana güven mi
yormuş un" diye bir soru sormayın. Güven verici
davranışlarda bulunun.
Yusufun kardeşleri öldürmekten vazgeçip kuyuya atmaya

2119[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/125-126.
karar verdiler. Ama babalarından Yusuf için izin alırken,
"Onu bizimle gönder (kırlarda) yesin, oynasın" diyerek
kandırmaya çalıştılar.
Kasap koyuna yemi eti için verir. Düşman Mescid yapıverse
içinde namaz kılma, o Mescid-i Dırar'dır. Önüne yem atılsa
bilki içinde olta vardır. Tuzak vardır.
Yakup (a.s.) "Onu kurdun yemesinden korkarım" dedi ve
oğullarının aklına yeni bir hile getirdi. Onun için düşmanın
hatırına gelmeyen hileyi hatırlatmayın.
Günümüzde yazar-çizer takımıyla siyasiler "Vay bu
Yahudiler şunu da yapar, bunu da yapabilir" derlerken hem
onların hatırına gelmeyeni getirirler. Hem de kendilerinin en
zayıf taraflarını söylemiş olurlar.
Bu konuda Alusi merhum "Ruhul Meani" isimli tefsirinde
Ebu-ş-Şeyhin tahriç ettiği îbni Ömer hadisini nakleder.
Efendimiz şöyle bu-yurmuş;"İnsanlara (yanlış) telkinde
bulunmayın, yoksa onlar yalan söylerler. Yâkub'un oğulları
kurdun insanları yiyeceğini bilmiyorlardı, Yakub telkin
edince; "Onu kurt yedi " diye yalan söylediler. 2120[12]

15- Onu (Yusuf'u) götürüp kuyunun dibine atmada hepsi


anlaştıklarında biz de Ona (Yusuf'a): Sen onların bu işlerini,
onların farkında olmadığı bir zamanda onlara haber
vereceksin diye vahyettik."
Hazreti İbrahim'i ateşe attılar. Hz. İsa'yı öldürmeye kalktılar.
Hz. Musa'yı yerinden yurdundan ettiler. Hz. Yahya'yı şehid
ettiler. Hz. Yusuf'u kuyuya attılar. Ama neticede kendileri
mağlup oldular. Doksanıncı âyette Yusuf (a.s.) kardeşlerine
yaptıklarını haber verince mahcup olmuşlar ve af talebinde
bulunmuşlar.
Yüce dağların başında yıldırımlar, şimşekler eksik olmaz.
"Belaların en çetini Peygamberlere gelir." 2121[13]
2120[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/126-127.
2121[13]
Buharı K. Merza 3
Kalpazanın evi soyulmaz, sarrafın evi soyulur. Meyvesiz
ağaç taşlanmaz, meyveli ağaç taşlanır. Çirkine hased eden
olmaz, güzeller kıskanılır.
İslâmi hizmetlerinizin karşılığı olarak sizi hapse atarlar,
ateşde yakarlar, sürgün ederlerse bu Allah katında değerli
olduğunuzun, insanlar katında önemli olduğunuzun
delilidir. 2122[14]

16- Akşam vakti ağlayarak babalarına geldiler.


17- "Ey babamız! Biz yarışmaya gittik, Yusuf'u malla-
rımızın yanında bıraktık. Onu kurt yedi. Biz doğru söylesek
bile sen bize inanmazsın" dediler.
18- Yusuf'un gömleğini üstüne yalandan (sürülmüş)
kanla getirdiler. (Yâkup) "Belki nefisleriniz sizi (kötü) bir
işe sürükledi. Bana düşen güzelce sabretmektir. Bu anlat-
tıklarınıza karşı yardım yalnız AHah'dan istenir" dedi.
Şimdi cinayetlerde polisler çeşitli yönlerden olaya bakarlar
ve neticede ipucu bulurlarya. onlar da mutlaka katil de bir
ipucu bırakirmış. Benim yakın komşumun kayınvalidesini
öldürmüşlerdi. Gazetelerde konu oldu, bundan 8-10 sene
öncesi. Ben Karaman'da idim. Sonra da yanyana aynı,
apartmanda komşu olduk. Katil bulundu dedi, nasıl bulundu
dedim. Aslında faili meçhul cinayetlere girmişmiş, adam hiç
iz bırakmadan gitmiş. Fakat komiser demişki polisin birine;
sivil elbise giy, o evin önünde gezerek oralarda dur. Bir
adam gelir, böyle birkaç defa geçer ve oraya bakarsa o
adamı yakala gel demiş. Ve o yolla bulunmuş onun katili.
Bir adam hergün bir kaç defa hergün geçer ve o eve de ba-
karmış, o polis de onu oradan almış, karakola götürmüş.
Sonra adam itiraf edip ben yaptım demiş.
Bu sûrede 10 kişi her türlü planı kurmuşlar, ama hatta kanı
da sürmüşler fakat Yâkub (a.s.) şöyle bir bakmış, âyette

2122[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/127-128.
yazmıyor, tefsir-
lerde yazıyor. "Ne merhametli kurtmuş, o oğlum Yusuf'u
yemiş de gömleğini yırtmamış." demiş. Halbuki dişi ile
parçalaması lazım, gömlek parçalanmamış, ama içindeki
Yusuf (a.s.) yenmiş. İnsana haset girince çok şeyler yaptırır.
Kardeşini feda ettirir, ama üzerindeki elbiseye
kıydıramazlar, elbiseyi almışlar gelmişler, daha sonra
elbiseyi giymişler. Yani haset denen şeyin insana
yaptıramadığı şey yoktur. Onun için dinimiz haset
karşısında tavır almıştır.
Hergün okuyorsunuz Felak sûresinde, hased eden insan
haset ettiği zaman o hased insanın şerrinden Allah'a
sığınırım. Nedir o şer. Hatırınıza, hayalinize gelmedik
şeyleri yapabilir haset adam. Öyle ise sığınacak şey nedir.
Sizin karşı tedbir almanız değil, "Ya Rabbi sana sığınırım"
demeli. Çünkü sizin aklınız belirli tuzaklara erer. Ama bin-
lerce adamın haset damarı ise yüzbinlerce şer üretir. Öyle
ise sığınılacak yer Allah (c.c). Onun için Felâk ve Nâs
sûresini Peygamber Efendimiz yatmadan önce yatağının
üzerinde okurmuş. Kâfirûn, İhlâs, Felâk ve Nâs sûresini
eline üfler ve de elinin ulaşabildiği yerlerine sürer
yatarmış. 2123[15]

19- Yolcu kafilesi geldiler ve sucularını (kuyuya) gön-


derdiler. O da kovasını (kuyuya) sarkıttı. (Yusuf'u görünce)
"Müjde! işte bir çocuk" dedi. Onu bir ticaret malı olarak
sakladılar. Allah, onların ne yapacaklarını biliyor.
Onu kuyuya atmışlar ya, oraya bir kafile geliyor. Yolcu ve
sakalarını, sucularını su için gönderiyorlar. O da kuyuya
kovayı atıyor ve bakıyor ki kovadan bir adam asılmış ve
bağırıyor. Bağırmış "Müjde size işte bir köle" demiş. Şimdi
o zaman zalimlik var, Peygamber mesajı ulaşmamış bir çok

2123[15]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/128-129.
adam isyan etmiş Peygamberlere. Bilek gücüne dayalı işler
yapıyorlar adamlar. Kırda, bayırda, çölde bir adamı
tuttularmı, bu köleymiş, köle değilmiş düşünmüyorlar.
Kırbaçlayıp satıyorlar. Adam bağırıyor ben köle değilim
diye ama zorla satılıp çalıştırılıyor. Böyle zalimce bir
sistem.
Günümüzde de aynı şekilde mevcut. Türkiye
televizyonlarında da gösterilen "Kökler" dizisinde, siyah
insanların Afrika'dan nasıl getirildiklerini ve Amerika'da
nasıl çalıştırıldıklarını anlatıveriyor ki bu hala devam
ediyor. Ama zulüm zinciri değişmiş, daha değişik metod ve
tekniklerle başka bürokratik zincirlerle aynı eylem devam
ediyor.
Boyunlarına zincir takmıyorlar da bürokratik zincirler,
engeller takıyorlar.
Onu eşyaların arasına gizliyo'lar ama Allah onların
yapmakta olduklarını biliyor. Onlar Yusuf (a.s.) köle bulduk
diye alıyorlar, eşyalarının arasına gizliyorlar ve satmaya
götürüyorlar. Rabbim de diyor ki: "Allah onların yapmakta
olduklarını da biliyor."
Yani bu günümüzde herhangi bir müslüman, evinden
alınıyor 15 gün bir yerlerde alakonuyor, nerede olduğu
bilinemiyor. Annesi, hanımı, babası, akrabaları dostları
bilemiyor ama Allah biliyor. Bunu bilin, burada bir hikâye
vermek değil amaç. Allah onların yapmakta olduklarını
bilir. Bazıları; "Ama hocam biliyor, bilmesine de orada
yardım gelmiyor" diyor. Yardım olayını biz nasıl
algılıyoruz.? Yani gökten biri gelecek "bu adama nasıl bu
işleri yaparsınız.?"diye hesap soracak sonrada kuş tüyü
yatak, kuş sütü ile orada besleyecek, böyle olmaz o zaman
Cennet'te beslemezler adamı veya Rabbimin koyduğu
kanunlar vardır. Dünyada sen onu işlememiş olursun.
Yusuf (a.s.)'ı atıyorlar, satıyorlar, kuyuya atıyorlar ama
yardım ulaşmamış gibi dış görünüşte ama yardım ulaşmış.
Nasıl mı.? İlerde devlete gidiyor yol. Bizim insan olarak
mantığımız, kâfirlerin de mantığı, Yusuf'a (a,s.) işkence
yapılıyor sanki. Yusuf (a.s.)'m durumu kötüye gidiyor.
Fakat Rabbim diyor ki: "Rabbin kimin ne olduğunu, neler
yaptığını biliyor. Sen dosdoğru bildiğin İslâmi yolda yürü,
bu yol nezarete uğrarsa da yürü, Musa (a.s.)gibi denize
uğrarsa da yürü, bu yol İbrahim (a.s.) gibi ateşe uğrarsa da
yürü, Yusuf (a.s.) gibi hapishaneye uğrarsa da yürü. Geri
dönme. Rabbin durumunu biliyor. Onun gözetimi altındasın.
Başına gelenlerin vardır bir hikmeti. 2124[16]

20- Onu belirli sayıda az bir paraya sattılar. Bu konuda


isteksizdiler.
Değersiz bir para karşılığında Onu sattılar onlar. Bu konuda
paraya değer vermediler. Para vermedikleri için de çok az
fiyata sattılar.
İki hırsız at çalmış, bir şehirden öbür şehire getirmişler.
Öbür şehrin at pazarı denilen yerde, büyük hırsız küçük
hırsızı göndermiş. "Bunu sat parasını al gel" demiş. At
güzelmiş, orada biri talip olur, üç beş altına anlaşırlar. Alıcı,
"benim ata binmem lazım" der, ata biner, biriki sağa sola
koşturur. Daha sonra da oradan bir gider, gidiş o gidiştir.
Küçük hırsız bekler bekler gelmiyor. Akşam büyük hırsızın
yanına döner. "Sattın mı atı.? der büyük hırsız. O da "evet"
der. "Kaça" diye sorar. O da "aldığımız fiyata" der. Şimdi
burada da onu ifade eder. Para vermedikleri için bu konuda
adamlar kanaatkarlar. "Zahid," sofilikte bir terimdir.
Dünyaya aldırmayan, meyletmeyen adamdır. Bunlar da
burada paraya meyi etmemişler. Çünkü para vermemişler,
daha önceden az para ile Onu satmışlar. Tefsirlerin ifadesine
göre 20 dirheme satmışlar. Satın alanın kim olduğunu
Rabbim bildiriyor 21. âyet-i kerimede. 2125[17]
2124[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/129-130.
2125[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/130-131.
21- Onu Mısır'da satın alan hanımına: "Onun yerini güzel
eyle. Belki bize faydası olur, veya onu evlat ediniriz" dedi.
İşte biz olayların yorumunu Ona (Yusuf'a) öğretmek için
Yusuf'u yeryüzüne yerleştirdik. Allah işinde galiptir. Ancak
insanların çoğu bilmezler.
Onu Mısır'da satın alan hanımına dedi ki, Onun makamını
iyi tut. Yani yatacağı yeri, oturacağı yeri, efendim yiyeceği,
içeceği, giyeceği, kuşanacağı yerler güzel olsun ve Ona
karşı tavrında güzel olsun. Makamını güzel tut Bunun. Ola
ki o bize bir fayda verir veya kendimize evlat ediniriz diyor.
Satın alan o günün devlet başkanının yardımcısı, devlette
ikinci adam. Kendilerinin çocukları yok, Onu kendimize
çocuk ediniriz veya bu çocuk bize fayda verir diyor.
Tefsirciler bunu şöyle izah etmişler. Yusuf (a.s.) diğer
insanlardan farklı. Bunun devlet başkanının yardımcısı
farketmiş, peki niye farklı.? Peygamber yanında yetişmiş
bu. Fevkalade kültürü var. Yürüyüşü, oturuşu köle gibi değil
onun için. Bu ince zevki olan devlet başkanının yardımcısı
bunun farkına varmış. Bu diğer kölelerden değil. Bu adamın
bize faydası olacak nezaket kuralını biz bundan
öğreneceğiz. Bu bize fayda verir diyor. Onun için hanımına
bunun makamını güzel tut, iyi olsun, iyi yesin, iyi otursun,
kalksın. Yani oğlumuz gibi davranalım. Olur ki bunu oğul
ediniriz.
Şimdi evlatlık edinme dinimizde var mı yokmu? diye soru
sorulur. Evlatlık edinmeyi açıklamak lazım. Bu tâbirle fetva
verilmez. Evlatlık edinme şudur. Nüfus kütüğüne onu evlat
olarak kayd ettirmedir. Bu dinen yasaktır. Yani bir
başkasına ait çocuğu kardeşinizin çocuğu da olsa kendi
kütüğünüze kayd ettirmeniz dinen yasaktır. Çünkü onu siz
varis yapıyorsunuz. Diğer mirasçılarınızdan mal
kaçırıyorsunuz. Hakkı olmayan şeyi ona veriyorsunuz, bu
yasaktır. Bunu yapmayın, haram işlemiş olursunuz. Ancak
evlat edinmekten kasıt filan yerden bir çocuğu alıp, besleyip
büyütmek bu yasak değildir.
Ben Sultanahmet'in önünden geçerken baktım ki iki tane
çocuk bırakmış gitmişler. İki ikiz çocuk, 20 günlük falan
hanımla ben buldum. İki tane biberon yanlarına koyulmuş.
Ama avlunun içine koyulmuş. Niye avlunun içine koymuş?
o kadın da biliyorki bu memlekette merhamet kırıntısı
kalmış birkaç adam varsa onlar da camidedir.
Niye meyhanenin önüne koymuyor, niye kerhanenin önüne,
kahvehane önüne, tiyatro önüne koymuyor.? Türkiye'nin
sayılı zengin ve de paralı okumuş zümresi olarak dem vuran
adamların gelip gittiği yerlere koymuyor da cami önüne
koyuyorlar.
O biliyor, o çocukları oralardan edindi, ama onlar bu çocuğa
bakmaz, merhameti yok bunların merhameti olan insanlar
varsa onlarda camidedir. Onun için camii önüne koyuyor.
İşte bu tür çocukları almak caizdir. Ergenlik çağma
gelinceye kadar kız ise size haram değil, oğlansa hanımınıza
haram değil. Ergenlik çağına geldimiydi de kız ise
evlendirirsiniz. Bir oğlan ile, oğlansa bir kızla
evlendirirsiniz. Ev ve diğer mal mülk sağlığınızda verirsiniz
ama ölümünüzden sonra mirasçı yapamazsınız.
Yusuf (a.s.) Yâkub Peygamber'in oğludur. Yâkub
Peygamber de İshâk Peygamber'in oğlu, Ishâk Peygamber
de İbrahim Peygamber'in oğludur. Yusuf (a.s.)
küçüklüğünden beri Peygamberliğe hazırlanıyor Rabbim
tarafından. Kendisi hazırlanmıyor.
Onun için oturuşunda, yürüyüşünde, arkadaşlar arası
münasebetlerinde diğerlerinden farklıdır. Her Peygamber
öyledir. Peygamberimizin de (s.a.v.) çocukluğu diğer
çocuklardan farklı. Yani bir dikkat çekiyor. Kendi üzerine
gençlik döneminde dahi diğer delikanlılardan farklı, diğer
delikanlılar içki içtikleri halde Peygamberimiz içmiyor.
Peygamber değil, diğer delikanlılar zina etmelerine rağmen
Peygamberimiz yapmıyor. Peygamber değil, bağlayan
birşey de yok aslında dış görünüşünde.
Ama Allah (c.c.) Peygamber olarak seçeceğinden
çocukluğundan itibaren Onu Peygamberliğe hazırlıyor.
Aynen Yusuf (a.s.)'ı da Peygamberliğe hazırlıyor. Kelime
olarak biraz düşük geliyor Peygamberliğe hazırlanıyor
derken, Yusuf un kendisi değil Rabbim Onu Peygamberliğe
hazırlıyor. Onun için kardeşleri de biraz buna hased
ediyorlar. Peygamber olacağını bilmiyorlar, ama bu
ayrıcalığa haset ediyorlar ve Onu babalarından izin alarak
şehir dışına götürüyorlar ve
bir susuz kuyuya, Anadolu tabiriyle kör kuyuya, suyu
olmayan kuyuya kör kuyuya atıveriyorlar. Çıkması mümkün
değil, fakat oradan geçmekte olan bir kervan Yusuf (a.s.)'ı
oradan bulur ve getirir, Mısır'da köle diye satarlar.
Orada da satın alan, Mısır devlet başkanının yardımcısı,
Kur'ân-ı Kerim de "Azizi Mısır" diye bildirilen, devlet
başkanının yardımcısı, Onu kendine satın alır. Tabii ki
kabiliyetli bir adam. Devlet başkanlığı yardımcılığına
gelmiş, adamın bakışı, görüşü diğer insanlardan farklıdır.
Yusuf (a.s.)'da bir fevkaladelik hissediyor ve Onu satın
aldıktan sonra hanımına da diyor ki: "Buna dikkat et, bunun
yatacağı yerini, içeceği herşeyi güzel yap ve bunu ileride
evlatlık olarak kendimize alırız." Demek ki evlatlarının
olmadığına da burada dikkat çekilmiş oluyor, veya bundan
faydalanırız diyor. Ve Rabbim Yusuf (a.s.)'ın Mısır'a yer-
leştirildiğini haber verir. Ve Ona rüyanın ve olayların
yorumunu öğrettiğini haber verir. 2126[18]

22- (Yusuf ergenlik çağına gelip) güç ve kuvvetine kavu-


şunca Ona hüküm ve ilim verdik, iyilik yapanları biz işte
böyle mükafatlandırırız.

2126[18]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/131-133.
Yaşı kemale erişince biz Ona Peygamberliği ve de ilmi
verdik. Hikmet diye tercüme edilmiş birçok yerde.
Peygamberlik olarak tefsir edilmiş. Onun için burada olduğu
gibi; Ona ilmi ve de hikmeti verdik diye de tercümelerde
kaydedilmiş. "Kemal" yaşı da tefsirlerde (olgunluk yaşı da)
30 olarak belirlenmiş, âyet-i kerime yaşı bildirmiyor. Ayet-i
kerime de "gücü kuvveti kemale erişince Ona hikmeti ve de
ilmi verdik. İyilikte bulunanları işte böyle
mükafatlandırırız" diyor Allah (cc).
Peki "Muhsin" oluşu nerden geliyor. Muhsini gayet iyi
biliyoruz. Allah'ı görüyormuş gibi ibadet yapmaktır. Her ne
kadar biz Allah'ı görmüyorsak da Allah bizi görüyor,
inancıyla hareket etmeye "ihsan" diyoruz. Bunu yapan
kişiyede muhsin diyoruz. Yusuf (a.s.)'ın nasıl muhsin
olduğunu yani Allah'ı görür gibi ibadet yapıp Allah'tan
sakındığını gösteren bir olayı naklediveriyor.
Yusuf (a.s.) azizin evinde, yani devlet başkanının
yardımcısının evinde dünya güzeli bir insan. Yusuf (a.s.)'ın
güzelliği dillere destan. 2127[19]

23- O'nun (Yusuf'un) evinde kaldığı kadın Ondan


(Yusufdan) nıurad almak istedi ve kapıları kapayarak:
"Haydi gel" dedi. O (Yusuf) "Allah'a sığınırım. Şüphesiz O
benim Rabbim benim yerimi güzel eyledi. Zalimler asla
iflah olmaz" dedi.
23. âyet-i kerimesinde Allah (c.c.) kadının evinde bütün
kapıları kilitledikten sonra Yusuf (a.s.)la yatmayı arzular ve
Yusuf (a.s.)'a haydi gel der. Bu "Ravede" kelimesi bütün
imkanları hazırladıktan sonra istekte bulunma manasına
geliyormuş. Yani kendisince şuh görünebil-mek, güzel
görünebilmek, cazibeli olabilmek için gereken herşeyi yapı-
yor. Sonra da dışardan gelecek olanların da girememesi için

2127[19]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/133.
kapıları kapatıyor ve Yusuf (a.s.)'a haydi gel diyor. Yani
benimle beraber yatağa yatalım der.
Yusuf (a.s.)'da Allah'a sığınırım. O benim Rabbimdir, O
benim makamımı güzel eylemiştir. Benim Rabbim, benim
makamımı güzel eyledi. Ben Allah'a sığınırım der. Zalim
insanlar iflah olmazlar, kurtuluşa eremezler diyor. Zalim
haddi aşan kişi demek diye daha önce tefsirini yapmıştık.
Zalimin tarifi; haddi aşmaktır. Hani haddi aşmak ne demek-
tir? Bir başka insana hakarette bulunmak, haddi aşmaktır.
Böyle bir-şeyi yapma hakkımız yok. Hani sınırı aşmak
diyoruz. Mesela tarlada iki komşunun tarlası vardır. Sınır
var, had dediğimiz o sınırı aşmak bir zulümdür, orada
toprakta zulümdür. Haksız yere tokat vurma o da bir
zulümdür. Çünkü vurmamaktır bizim aslî görevimiz, ama
vurmakda haddi aşmaktır. Allah (c.c.)'ün kanunları varken
kanun koymak zulümdür. Çünkü o haddi aşmaktır.
Yani Rabbimizin sınırını aşmaktır. Burada o kadın o

azizindir. Yani o devlet başkanının yardimcısınmdır. Bir

başkasının ona tecavüz etmesi haddi aşmaktır. Çünkü o sınır

o adama aittir. Onun haremine bir başkasının girmesi sınırı

aşmak demektir. Bu da zulümdür. Yani zulmü böyle

anlıyoruz biz. 2128[20]

24- Şüphesiz o kadın Onu arzu etmişti. Eğer Rabbinin


burhanını görnıeseydi Yusuf da o kadını arzu etmişti. Ondan
kötülüğü ve fuhşu gidermek için böyle yaptık. Çünkü O

2128[20]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/134.
ihlasa erdirilmiş kullarımızdandır.
Ve zalimler iflah olmazlar, kurtuluşa ermezler diyor. O
kadın, tabii tefsir kitaplarında Zeliha veya Züleyha diye
bildiriyorlar, ama Kur'ân-ı Kerim isim bildirmiyor. O kadın
diyor. Niye bildirmiyor. Çünkü böylesine bir Peygamber
adayını zinaya teşvik edecek ve kocasına ihanet edecek bir
kadının adı anılmaya değmez de ondan. Kur1 ân-1 Kerimde
ismi böylece verilmemiştir. Hikmetlerinden biridir tabii ki.
O kadın Yusuf (a.s.)'a meyletti. Bu ar abın dilinde zamirler
Önemlidir. Türkçe'de de zamir vardır ama Türkçe'de
zamirler erkek ve kadın için ayrı değildir. Mesela "O"
dediğimizde kadın için mi, erkek için mi olduğunu bilmeyiz,
Türkçede o geldi. Kim geldi. Erkek mi geldi, kadın mı geldi
ayıramıyoruz. Ayırmak için o kadın geldi veya o erkek geldi
dememiz gerekiyor. Ama Arapça'da o diyebilmek için erkek
için ayrı bir ifade var, ayrı zamir var. Kadın için ayrı zamir
vardır.
Şimdi tefsirciler burda ikiye ayrılmışlar bir kısmı diyor ki^
Yusuf da ona meyletti kelimesini tefsir ederken Ebus Suud
gibi o çizgide olan müfessiıierimiz diyorlar ki: Buradaki
meyilden kasıt, yani Yusuf (a.s.)'m ona meyli nefsinin tabii
olarak arzu duymasıdır." Tıpkı oruçlu bir insanın sıcak bir
günde ciğerlerinin yanması neticesinde soğuk suya olan
meyli gibidir. Soğuk bir suyu gördünüz, şırıl şırıl akıyor,
oruçlusunuz. Ağustos ayında öğle üzeri, ikindi üzeri,
ikindiye doğru ciğeriniz yanıyor. Ve böyle bir sürahinin
içinde de su görüyorsunuz. İster istemez gönlünüz o suya
meylediyor.
İşte Yusuf (a.s.)'m o kadına meyli de böyle bir meyildir.
Ama nasıl ki orucu bozmuyoruz Yusuf (a.s.) da kendisini
bozmamıştır. Nasıl ki biz suya meyletmemizden dolayı
günaha girmiyoruz. Yusuf (a.s.) da günaha girmemiştir diye
tefsir etmişler.
Bir kısmı bunu da kabul etmiyor. Arab'ın gramer kaidesine
onlarınki de. uygun düşüyor âyet-i kerimenin lafzından İki
tarafmki de anlaşılabilir. Mesela eğer Rabbinin bir âyetini,
delilini görmemiş olsaydı O da meyi edecekti manasın da.
Yani meyletmedi. Bir kısım alimlerimiz Yusuf (a.s.) o
kadına cinsel ilişkide bulunmak için meyletmedi; Niye?
Rabbimin âyetini gördü, "Rabbimin âyetini gördü" derken
gayri epeyce
laf edilmiş tefsirlerde. Yusuf (a.s.) Peygamber çocuğudur.
Peygamber eğitiminden geçmiş bir insandır, ve İbrahim
(a.s.)'a nazil olan sahifeleri bilmektedir. Çünkü İbrahim
(a.s.)'a sahifeler nazil oldu diyoruz ya Kur'ân-i Kerim de de
geçer. İbrahim'e indirilen sahifeler, ve Musa'ya indirilen
Tevrat'tan bahsediliyor. İbrahim'e indirilen sahifeleri biliyor.
Zaten zina; ilk Peygamber'den son Peygamber'e kadar
yasaklanmış bir şeydir, derken o âyetleri hatırına getiriverdi.
Ve derken o da meyi etmekten vazgeçti. Yani meyletmedi.
Bu âyetleri gözünün önüne geti-rivermekle o kadına
meyletmediğini söylüyor bir kısım müfessirlerimiz. Bu
mana anlaşılabilir, ama Ebus Suud çizgisinde olan ,
müfessirlerimiz ise onlar da diyorlar ki: "Yusuf (a.s.) da
insandır, ve o kadına karşı nefsani istekte bulunmuştur."
Tıpkı oruçlunun sıcak günde suya istekte bulunduğu gibi
ama kendini frenlemesini bilmiş. Rabbimin âyetleri gö-
zünün önüne gelmiş ve kendisini bu kötülükten
alıkoymuştur diyorlar. Gönlü istedi ama gönül gözü zinanın
kötülüğünü gördü.
"Onu kötülükten ve fuhuştan, yani zinadan alıkoymak için
böyle yaptık. Çünkü o bizim muhlis kullarımızdandır."
buyruyor. "Muhlisine" dememiş de, "Muhlesine" demiş
Rabbim. Yani İhlas kişinin kendisinden değil Rabbimin
kişiye vermesindendir demişler. Bizim; " Rabbim bize ihlas
ver" dememiz gerekiyor. Yani halis kullarından eyle.
Muhlis kullarından eyle, muhlesinden eyle, ihlası sen ver
dememiz gerekiyor. Çünkü Burada Yusuf (a.s.)'dan
bahsederken "Bizim halis, ihlas verdiğimiz
kullarımızdandır" diyor Allah (cx.)
Peygamberlerin insan olduğunu hiç unutmayacağız. Biz
kelimeyi şehâdetimizde (abdühü)'yü hiç unutmayız. O
Muhammed (s.a.v.) Allah'ın kulu olduğuna şahitlik yaparım
ve Onun elçisi olduğuna şahitlik yaparım diyoruz.
Efendimiz (s.a.v.) Allah'ın hem kuludur, hem de Rasulü'dür
diyoruz ya, insan olduğunu unutmuyoruz. Kur'ân-ı Kerim'in
birçok yerinde bu vurgulanır. Peki insanlara ben de sizin
gibi bir insanım ama, Peygamberler Allah tarafından
korunmuş insanlardır. Ve büyük günah işlemezler.
İşlemezler derken Rabbim onları korur. Rabbimin koruması
altına girmiş insanlardır onlar. Şimdi Yusuf (as.) bir istekte
bulunmuş, yiğitlik istekte bulunmamak değildir. Yiğitlik is-
tekte bulunulduğu halde günaha girmemekedir. Basra'dan
biri mektup yazmış. Hz. Ömer (r.a.) devlet başkanı, Basra
valisi mektup yazmış. "Efendim, bizim burada iki tür insan
var, ikisi de günaha girmiyor. Birisi gücü yettiği halde
günaha girmiyor. Birisi de gücü yetmediğinden dolayı
günaha girmiyor. Bunların Allah katındaki sevab durumu
aynı mıdır?
İki insan var, ikisi de zina etmiyor. Birisinin gücü yetiyor,
hem para gücü, hem de bedeni güç. Hem de imkanlar elinde
, yapmaya her an için müsait bir ortamdadır, ama yapmıyor.
Kendini frenliyor. Öbürünün de
böyle bir imkanı; ne para olarak, ne de bedenî kabiliyet
olarak imkanı yok. Yani ortam da buna müsait değil o da
yapmıyor. İkisinin durumu aynı mıdır. Demiş ki; yapmaya
imkanı olduğu halde yapmayan sevaba giriyor. Öbürünün ne
sevabı ne de günahı var. İkisi de yapmıyor imkanı yok,
zaten yapmıyor. Öyle olunca onun ne günahı var, ne de se-
vabı var. Ama öbürünün sevabı vardır diyor. Bunu
destekleyen haduk vardır. Buharide, mağarada kalan üç
insanın bir hikâyesi vardır, Önlerini taş kapamışdır. Ya
Rabbi! demiş. İşte şöyle şöyle bir kadına bütün imkanlar
hazırdı, kadın da kendini bana teslim etmişti. Ama se nin
korkundan dolayı ayaklarının arasından çekildim. Senin
korkurt (azametin) hatırıma geldi, çekildim geriye. Onun,
katında bir değer) varsa bu kapı açılsın Ya Rabbi demiş.
Kapı açıldı diyor. Şimdi yani imkan varken yapmamanın
sevabı vardır.
Yani yiğitlik istek duymamakta değil. Mademki insanız
istek duymak fıtratımızda vardır. Ama bu isteği gemlemek,
frenlemek ve bu isteği meşru yolda gidermek bizim
yiğitliğimizdendir. Buna örnek olarak Müslimde bir hadis
rivayet edilmiş 2129[21] Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'le
beraber oturuyorduk diyor. Sahâbe'den bir tanesi
yanımızdan, bir kadın geçti gitti. Efendimiz yanımızdan ay-
rıldı gitti. Bir müddet sonra tekrar yanımıza geldi,
saçlarından su damlıyordu diyor. Yani banyo yapmıştı.
Peygamberimiz Zeyneb validemizin evine gitti ve onunla
birleşmiş, banyosunu da yapmış geri gelmiş. Demişki bir
istekde bulunduğunuzda isteğinizi meşru yoldan halledin.
Yani evinize gidin, onun bunun peşinden koşturmayın.
Şimdi burada Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bunun şerhinde
Örnek olsun diye yapar, yoksa Peygamber Efendimiz o
geçen kadına istek duyduğundan dolayı değil. Orada istek
duyanları hissetti Efendimiz. Bakışlarından belli olur. Hz.
Peygamber'de bizzat örnek olsun diye evine kadar gitti ve
evinden banyosunu yapmış olarak geldi ve dedi ki; "bundan
sonra isteklerinizi böyle gideriniz."
Son günlerde dinimize sataşmalar bu yönde de yapılmakta.
Efendim müslüman kesim özellikle "İslamcı kesim cinsel
isteklerini baskı altında tutuyorlar" diyor. Biz baskı altında
tutmuyoruz. Biz kendi helalimizle bu isteklerimizi
gideriyoruz. Dikkat edilsin şu İstanbul şehrinde istatistik

2129[21]
Müslim, Nikah bab 12, hadis 9
yapılsın genelde ilk erken evlendirme olayları İslamcı
kesimdedir.
Yani baliğ olunca oğlunu, baliğa olunca kız çocuğunu
derhal evlendirmeye meylediyor. Yani İslamcı kesimden de
yine 25-30'una kadar evlenemeyen, evlendirmeyen,
imkansızlıkları olan insanlarımız var ayn. Ama mukayese
yaparsak, yani İslâm'dan uzak kesimle, İslâmi yaşayan
kesimin yüzdesine vuracak olursak bizde daha fazladır
erken evlendirme. Ve biz gemlemiyoruz, onlar gemliyorlar.
Yani cinsel istek-
lerini baskı altında tutan onlardır, biz değiliz. Biz helal
yoldan en iyi şekilde gidermeye gayret ederiz. Çünkü
Rabbim mademki yaratmış, ve bundan zevk alınması için
yaratmış, utanılması için değil. Rabbim, kadınlarda huzur
bulaşınız diye eşlerinizi yarattık diyor. Kendilerinde sükûna
ensesiniz, huzur bulaşınız diye sizden eşlerinizi yarattı diyor
Allah (c.c). Onun, için cinsel baskıda bulunanlar bizim
kesim değil karşı kesimdir.
Aman hocam şimdi birinin belki hatırına gelebilir. Vallahi
onlar gönüllerince yaşıyorlar.Biz
yaşayamıyorsak.....Geçenlerde gazetelerde
bir konu vardı. İzmir'de bir açık oturum düzenlenmiş,
üniversite tarafından yapılmış ve genelev kadınlarıyla da
yapılmış, açık oturuma onlar da katılmışlar. Ve onlarla bir
istatistik yapılmış kadınlara sormuşlar. Çeşitli sorulardan bir
tanesi, "Kızınızın da aynı yolda yürümesini is-termisiniz?"
Yani sizin gibi genelev kadını olmasını istemlisiniz. "Eğer
böyle olacağını bilirsem kendi ellerimle öldürürüm" diyor
kadın. Yüzde 99'u bunu söylüyormuş. Bir de orada sorulan
sorulardan bir tanesine verilen cevap;. Yani "siz erkeğe
doyuyorsunuz. Erkeğe doymayan kadın varsa o da biziz"
demişler Onun için yasak aşk yaşayanların tatmin olmaları,
huzura ermeleri, sükûn bulmaları mümkün değildir. Huzur
ve sükûn Nikâh'dadır. Yani eşlerin birbirlerini severek
birbirlerini sayarak birbirlerine hani mahremlerini
gizleyerek, kendi aralarında birbirlerine açıp dışa karşı
gizleyerek, ihtiyaçlarını giderecek en rahat, en doğru, en
güzel yol, nikâh yoludur. Yoksa hadisi şerifde ifade edildiği
gibi sifah yolu değildir. Nikâh yoludur. 2130[22]

25- Kapıya doğru koştular. Kadın, Yusuf'un gömleğini


arkasından yırttı. Kapının yanında kadının beyine
rastgeldiler. Kadın: "Ailene kötülük yapmak isteyenin
cezası nedir? Hapsedilmek veya acıklı bir işkenceden başka
(ne olabilir?)" dedi.
Kapıya doğru koştular ikisi birden. Yusuf (a.s.) kapıya
doğru kaçtı, bu kadından kurtulmanın yolu kaçmaktır dedi
ve kapıya doğru koştular. Arkadan Yusuf (a.s.)'ın elbisesine
tutundu ve elbise yırtıldı, ve kapının önünde efendi ile
karşılaşıverdiler. Kadının kocası da eve geliyormuş, kapıyı
açınca kapıda karşılaşıverdler. Yani suç üstü yakalandılar
ikisi
birden. Tabii ki suçlu, güçlü olmak ister. Derhal kadın dedi
ki: "Senin ailene kötülükte bulunmak isteyen kişinin cezası
nedir?" deyip kalmıyor. Bize bazı soru soranlar vardır.
"Hocam bunun fetvası şöyle değil midir?" Yahu arkadaş
sorma öyle. Yani bana soracaksan cevabını verme. Hocam
böyle, başka olur mu? diyor. Yani kendisi fetvasını ha-
zırlamış tasdik etmek üzere mühürletmek üzere geliyor.
Kadın da aynı, senin ailene kötülük murad eden kişinin
cezası nedir? Onun cezası hapis olunmak veya elim bir
azâb, işkence görmekten başka birşey değildir diyor. Yani
bunu ya işkenceye tabî tutacaksın veya haps edeceksin diyor
kadın.2131[23]

26- Yusuf: "O benden murad almak istedi" dedi. Kadının


2130[22]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/135-138.
2131[23]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/138-139.
ailesinden biri şahitlik yaptı ve: "Eğer Yusuf'un gömleği
önden yırtılmışsa kadın doğru söylemiş, Yusuf yalancılar-
dandır.
Yusuf (a.s.) diyor ki: "Benden cinsel ilişkide bulunmayı
isteyen bu. Bu kadın benden istekte bulundu diyor. Yusuf
(a.s.) kendisini savunuyor. Aileden biri şahitlik yapıyor,
bilir kişilik yapıyor. Şimdi burada iki türlü tefsir edilmiş.
Burada aileden bir kişi şahidlik yaptığını ifade ediyor. Ama
tefsirlerde diyor ki o gelen kocasının yanında bir adam daha
vardı. O arada Hâkimlik yaptı.2132[24]

27- "Eğer Yusuf'un gömleği arkadan yirtılmışsa kadın yalan


söylemiş. Yusuf doğru söyleyenlerdendir" dedi.
Dedi ki: "Eğer elbise önden yırtılmış sa kadın doğru
söylüyor, adam yalan söylüyor. Erkek kadına doğru saldırır,
kadın da kendini korumak için yakasından paçasından
tutarsa elbise önden yırtılır. Arkadan yırtılmış sa o zaman
kadın yalan söylüyor adam doğru söylüyor diyor. 2133[25]

28- Kadının kocası Yusuf'un gömleğini arkadan yırtılmış


görünce: "Şüphesiz bu siz kadınların tuzaklarindandır.
Gerçekten siz kadınların tuzağı büyüktür," dedi
Adam baktı ki, elbise arkadan yırtılmış. Arkadan adam
kendi elbisesini yırtamaz ki, dışarıya doğru yönelir arkadan
gelen kadın onu yırtar. Onu görünce bu sizin hilenizdir.
Kadınların hilesidir. Kadınların tuzağı çok büyüktür diyor
Allah (c.c). Kadın tuzağına düşürmesin derler. Adam şeytan
şerrinden, puştoğlan şerrinden, kahpe avrat şerrinden. Allah
korusun diye dua edermiş. Birisi de ya kadınların
tuzağından ne olacakmış, ne hilesi olacak demiş, başına bazı
şeyler gelmiş diye hikâyesi anlatılır. Hikâyenin bize en

2132[24]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/139.
2133[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/139. Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/
isabetli şekli, bize fayda verecek, bizi sakındıracak ve
nasihat olacak hikâyeyi, olmuş bir olayı Allah (c.c.) bize
haber veriyor. Allah (c.c.) kadınların tuzağından hepimizi
korusun. Burada kadınların tuzağı deyince bu olayda
kadınların tuzağı yoksa bugüne kadar okuduğumuz bölümde
müslümanlara karşı tuzaklar daha ziyade erkekler tarafından
kurulmuştur. Daha ziyade de itikadımızı zedeleyen itikada
imana giden yolu engelleyen tuzaklar kurulmuştur. O tuzak
tabii ki bundan daha şiddetlidir.
Çünkü bu kadının tuzağı insanı büyük günaha sokar. Ama
imansızların tuzağı Allah korusun, tutulanı Cehennem'e
ebediyyen atar, imansız yapar. O da bir tuzaktır. 2134[26]

29- "Yusuf, sen bundan vazgeç, Hanım sen de günahın için


istiğfar et. Şüphesiz sen hata edenlerden oldun" dedi.
Yani tuzağı erkekte yapar, kadın da tuzak kurar. Kocası
Yusufa dönüyor, Yusuf un doğru olduğunu, hatalı
olmadığını, hain olmadığını görür. "Ey Yusuf bundan
vazgeç, bu olayı unut. Yani orada burada bu olayı anlatma.
Kadına dönüyor, sen de yaptıklarına pişman ol. Sen hata
edenlerdensin " diyor kocası. Tabii ki kocasının imanı yok,
karısının da imanı yok. Yani bugünkü topluma uygun bir
hareket tarzı. Kocası hanımını bir başkasıyla cinsel ilişkide
bulunmak üzereyken yakalıyor ama , kabahatin kadında
olduğunu görüyor ve işi kapatmak istiyor. Yusuf (a.s.)'a
diyor ki; bırak unut sen diyor. Hanımına da diyor ki buna
pişmanlık duy, hata sendedir. Bir daha böyle şeyler yapma
diyor. Yani sineye çekmiş oluyor, kadınıyla beraber aile
hayatını devam ettirmek istiyor. Fakat olay şehirde
duyulmuş. Yalnız, Yusuf (a.s.) tarafından duyurulmuş değil.
Tabii ki o söz vermişse sözünü yerine getirir. Bir de
Peygamber eğitiminden geçmiş bir insan günahları yaymaz.

2134[26]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/139-140.
Allah (c.c.) "settarul uyub", yani ayıbları örtendir. Bir ismi
de "Settar" dır Rabbim,
bizim de aynı sıfatı almamızı ister. Peygamber Efendimiz
(s.a.v.) şöyle buyurur. "Kim müslüman kardeşinin ayıbını
örterse Allah 'da ahirette onun günahlarını örter" diyor.
Onun için hiçbir vakit günahınızı veya arkadaşlarınızın
günahını teşhir etmeyin. Fakat bu olay duyulmuş. 2135[27]

30- Şehirdeki bir kısım kadınlar: "Azizin (vezirin) hanımı


uşağından murad almak istemiş. Sevda onun yüreğini
sarmış, biz onu açık bir sapıklığın içinde görüyoruz" dediler.
Şehirdeki kadınlar şöyle fiskos yapıyorlar kendi aralarında.
Azizin hanımı yanında çalışan kölesi olan delikanlıyla
yatmak arzu etmiş. Onun aşkı sevgisi yüreğine kadar yer
etmiş. Biz onu çok açık bir sapıklığın içinde görüyoruz
diyor. Kadınlar zina etmesinden dolayı ayıplamıyorlar,
kölesiyle zina etmesini ayıplıyorlar. Öbür kadınlar da temiz
kadınlar değil, zinada bir yaygınlık var da köleyi hafife
alıyorlar. Köle ile zina etmenin ayiplığına dikkat çekiyorlar.
Ama köle denilen o Yusuf (a.s.) hakkında da bilgileri yok
görmemişler. Yusuf un güzelliği konusunda hiç bilgileri
yok. Diyorlar ki: "Yahu o fetasıyla, yani kölesi olan o,
delikanlıyla zina etmek istemiş bu apaçık bir sapıklıktır.
Yani olurmu öyle şey." Yüksek sosyete, yüksek sosyete ile
zina eder, köle ile zina etmez mantığı var. Bizim buraya
cemaate vaaza gelenlerden biri vardı. Hocam terlikçilik
yapıyoruz. Arabanın üzerinde terlikçilik yapıyoruz.
Vilâyetin birinde kız terlik almaya gelecek, annesi bağırıyor
kızım başını ört demiş. Anne bizim "terlikçi 11 diyormuş.
Ben oradan devamlı geçerim diyor. Yani bizim terlikçi
olunca örtmeye gerek kalmıyor. Yani öyle bir hal oluyor.
Başkasına karşı örtüyormuş kız, terlikçiye karşı örtmüyor.

2135[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/140-141.
Bizim bir hoca efendi vaazda diyor ki: "Ulan hanımlarınızı
bana gös-termiyorsunuz, hanımlarınıza da beni
göstermiyorsunuz, evinize vardığımızda ayrı odalarda
oturtuyorsunuz. Ama Bu sütçü ile tüpçü geldimi
hanımlarınız sabahleyin gece kıyafetiyle çıkıyor onun
karşısına" diyor. O sizin ananızın oğlumu, o da benden uzak
bir adam. Sütçü ile tüpçü neyin nesi yani? 2136[28]

31- Kadın o kadınların tuzaklarını işitince o kadınlara


(davetçi) gönderdi ve onlar için yaslanacakları yer hazırladı.
Her birine bıçak verdi ve Yusuf'a: "Çık karşılarına" dedi.
Kadınlar Yusuf'u görünce Onu (güzelliğini gözlerinde)
büyüttüler ve (meyve yerine) ellerini kesdiler. "Haşa, Allah
için, bu bir beşer değildir. Bu ancak güzel bir melekdir"
dediler.
Bu 31. âyet-i kerimede; o zina yapmak isteyen kadın,
kadınların kendi aleyhinde konuştuğunu duyunca, onların
hepsini evine davet etmek üzere bir davetçi gönderir. Ve
onların hepsine koltuklarım güzelce hazırlar, oturacakları
yerleri ve hepsinin eline meyve verir, ve de meyvelerini
kesmek ve soymak için bıçaklarını verir. Yani herkes
oturmuş, önünde meyve tabakları ve ellerinde bıçakları ve
meyve ellerinde. Derken Yusuf (a.s.)'ı çağırıyor. Çık onların
huzuruna diye, onların huzuruna çıkınca da hepsi birden
Onu gördüler ve Onun güzelliği karşısında hayretler içinde
kaldılar. Meyve kesecek yerde ellerini kestiler diyor ve
dediler ki: "Bu insan değil, bu ancak güzel bir melektir"
dediler. 2137[29]

32- Kadın: "İşte kendisi hakkında beni ayıpladığınız budur.


Gerçekten ben Ondan murad almak istedim, fakat o
namusunu korudu. Eğer o emrettiğimi yapmazsa muhakkak
2136[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/141.
2137[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/142.
hapse atılacak ve alçalanlardan olacak" dedi.
Bunu işitince, o kadın dedi ki: "İşte beni ayıpladığınız adam
Budur." Ben Onunla yatmak istedim ama o istemedi,
kendisini korudu o temiz kalmak istedi. Ama eğer bu benim
emrettiğim şeyi yapmazsa elbette O haps olunacaktır. Ve de
aşağılanmış bir insan haline getireceğim. Yani bunu yine
yapacağım, devam edeceğim.
Şimdi bunu şöyle görüyoruz, o günün insanı ile bugünün
insanı arasında, dinden uzaklaşanlar arasında tabii ki pek
ayırım olmadığını görüyoruz. Yani kadınlar bir yerde bir
araya geliyorlar. Şehrin ileri gelen yüksek sosyetesinin
hanımları bir araya geliyorlar. Şu tür insanla mı zina etmek
efdaldir, bu tür insanla mı zina etmek iyidir tartışmasını
yapıyorlar. Yani şu seviyeden bir erkekle mi, bu seviyeden
bir erkekle mi. Şöyle mi olmalıdır, böyle mi olmalıdır
tartışmasını yapabilecek kadar kendi aralarında çağdaş
kadınlar olmuşlar. Bunlar günümüzde de aynı şeyi savunan
hatta bunu Taksim'deki Atatürk Kültür Merkezinde bir
araya gelip, (zaten o işi konuşmak için ancak Atatürk Kültür
Merkezinde biraraya gelir ve orada tartışmasını yaparlar)
nasıl yapalım, nasıl edelim gibi tartışmalar yapıyorlar.
Değişen birşey olmadığını görüyoruz.
Yani bize şunu veriyor âyet-i kerime. Günümüzde bazı
arkadaşlar hocam dünya almış başım yürümüş, öylesine
ahlâksızlık yaygınlaşmış ki bizim bunları düzeltmemiz
mümkün değil. Bir ümitsizliğin içine giren arkadaşlarımız
var. Yani bir tarafta köşe dönücüleri görüyor, bir tarafta
siyasetteki dönekleri görüyor, bir tarafta fuhuşta, zinada ve
eşcinsellikte, beşcinsellikteki kötülükleri görüyor diyor ki:
"Bu toplumu bizim düzeltmemiz mümkün değil."
Peki Yusuf sûresini biz niye okuyoruz ki.? Yusuf sûresinde
Rabbim bize şu mesajı veriyor. Yusuf (a.s.) 'da Mısır'a
vardığında aynı şeyler işleniyordu; Bir tarafta puta tapan
insanlar kendinden önce ölmüş kralın kanunlarını
uygulamakta olan devlet yöneticileri ve ona tapınanlar,
Öbür tarafta ahlâksız kadınlar bir araya geliyorlar, hangi
erkekle kocalarını kandıracakları konusunda tartışmalar
yapıyorlar. Açıkoturumda hepsi koltuklarına oturmuşlar
tartışıyorlar ve senin zina etmek istediğini görelim bakalım.
Öyle şey olurmuymuş, köleyle olurmuymuş derken köleyi
görünce, haa hakikaten bizde yatarız bununla. O zaman ka-
dınlar tenkidlerinden vazgeçiyorlar.
Yani böylesine ahlaksızlığın ileri gittiği bir toplumu
düzeltmiş Yusuf (a.s.) bu sûrenin devamında düzelttiğini de
haber verecek Allah (c.c). Ve bunun da bize ibret olsun için
anlatıldığını ifade ediyor âyet-i kerimede. Yani sizin
çağınızda da bu derekeye inerlerse insanlar düzelmez diye
ümitsizliğe düşmeyiniz. Ama esbabına
2138[30]
sarılın,bırakmayın.

33- (Yusuf) dedi ki: "Rabbim; hapishane bana, onların beni


çağırdığından daha sevimlidir. Eğer sen bu kadınların
tuzağını benden geri çevirmezsen, ben onlara meylederim
cahillerden olurum."
Kadın; "Eğer sen benim dediğimi yapmazsan benimle
yatağa yatmazsan seni hapse attırırım, seni aşağılatırım"
diyor. Yusuf (a.s.)'da "Ey Rabbim bunların davet ettiğini
yapmaktansa hapiste yatmak benim için daha hayırlıdır."
İşte devlete gitmenin yolu bu. Bir tarafta dünya güzeli bir
kadın yatağa davet" ediyor. Eğer bunu yapmazsan hapisha-
neye atmayı vaadediyor. Ve mücahid insanın yapacağı
Yusuf (a.s.)'ın yaptığını yapmaktır. Bu kadının yaptığını
yapmaktan veya bu kadınların dediğini yapmaktan sa
hapishanede yatmak benim için daha sevimlidir diyor Yusuf
(a.s.). Ya Rabbi eğer sen onların hilesini benden çevirme-
seydin ben onlara doğru meyleder ve cahillerden olurdum

2138[30]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/142-143.
diyor. Yani Yusuf (a.s.) burada Rabbine şükrünü belirtiyor.
Ben bu derece yükselmişsem kadını değil de hapishaneyi
tercih edebilmişsem, kadın bütün şuhluğuyla gözümün
önünde ona el sürmemeyi başarmışsam bu senin
yardımmladır. Ya Rabbi eğer sen beni engellememiş
olsaydın ben bunu yapardım. Ya Rabbi ve bsn cahillerden
olurdum diyor.
Müstesna bir kadın geçip gitmektedir. Ve insan onu görür,
ilk görüş günah değildir. Ama ikinci bakış Peygamber
Efendimiz Hz. Ali'ye: "Ya Ali ikinci bakış, bakıştır." Bir
defa bakmak günah değildir. Bakmak deyince gidiyorsunuz,
karşıdan biri geliyor görüyorsunuz bu günah değil, ikinci bir
defa ulan ne malmış ya diye bakmak günahtır, veya onu
böyle köşeden dönünceye kadar zarar gelmesin diye göz
hapsinde tutmak günahdır.
Şimdi bir kısım insanımız bundan kendisini koruyabiliyor.
Bu korumasından dolayı Rabbine hamdetmesi gerekiyor.
Çünkü o Rabbimin ona verdiği bir haslettir. Yani on tane
insan bakıyor da biri bakmıyor sa, o birine Rabbimin lütfü
keremi vardır. Şuna dikkat çekmek isterim. Diyelim ki: "İki
kişiden biri bakıyor, birisi de bakmıyor ama riyakarca;
"Yahu bakarsam, bakıyor derler." diye bakmıyor. Allah
korkusu ile değil. Bakmamamız Allah korkusundan dolayı
olmalıdır.
Kişi;, bu "civarda tanınıyorum, bakacak olursam bu
cemaatten biri de görecek olursa, diye düşünecek olursa ve
ondan dolayı bakmıyorsa belki günaha girmez, ama
riyakarlığının günahını çeker de sevaba girmez. Sevabı
olmaz. Yani bizi bakmaktan, harama bakmaktan engelleyen
Allah'ın korkusu olması gerekiyor. Riyakarca insanların
korkusu değil, yani asıl yürekten bakmamayı, gönülden
bakmamayı temin etmeye gayret etmeliyiz.
Bu da Rabbimin yardımı ile olur, bizim de gayretimizle
olur. Eğer bunu başarabilmişsek Allah'a hamd etmemiz
gerekiyor. Yusuf (a.s.)'ın yaptığı gibi onların hilelerini
benden geri çevirmeseydin, yani beni engellememiş
olsaydın. Ya Rabbi ben onlara meyi ederdim. Ve o zaman
ben cahillerden olurdum. Sana hamd olsun, sen beni onlara
karşı korudun öyle ise ben de senin yolunda hapishaneye
gitmeyi onlarla yatmaya tercih ederim. Ve hapishane bana
daha sevimlidir diyor Yusuf (a.s.). Allah güzel insanlar
vermiş Osmanlı'ya. Güzel hizmetler de etmişler. İçerisinde
bazı yanlışlar yapanlar da olmuş ama genelde iyi insanlar
gelmişler. Bizim Türkiye'de araştırma yapanlarımız
insafsızca özellikle bu 72. sene, yani İslâm'ın kaldırılışının
72. yılını kutluyoruz. Bugün insanlar, bu 72 için tarih
yazanlar Osmanlının harem hayatına da el uzattılar, dil
uzattılar. Halbuki üniversite tarafından terceme edilmiş bir
kitap var. Üniversitede profesörün biri, Amerikalı birinin
kitabını terceme etmiş. Adam 1900 yıllarında Türkiye'ye
gelmiş, Osmanlı üzerine doktora yapmış, Diyor ki:
"Osmanlı da harem hayatı cariyelerin yetiştirilmesi
zevklerini tatmin için değildi. Padişaha şeyhul İslâm'a ve
veziri azama ve çeşitli insanlara kültürlü eş yetiştirmek için
açılmış bir okuldu diyor. Haremde bunlar dini eğitim
görürlerdi, İslâmi eğitim görürlerdi. Estetik, sanat, şiir,
edebiyat bütün bunların eğitimini görürlerdi ki, yedi iklimi
cihanı yönetecek olan insanın eşi de bu tür kültürlerden
mahrum kalmasın diye özel eğitimden geçerdi "diyor.
"Bir de genelde eşlerini cariyelerden seçmeleri, kardeşi,
dayısı, amcası, halası, teyzesinin oğlu olup da devlet
yönetiminde torpile, köşe dönmeye fırsat vermemek için
tercih edilirdi" diyor. Yani bir veziri azamın hanımı var ama
onun anası, babası, dayısı, halası, yok bilmiyor. Kime torpil
yapsın bu kadın. Sırf kocasının hizmetinde olmak,her sa-
hada kocasına yardımcı olmak, çünkü kültür seviyesi epeyce
yüksek bir kadın. İtikadı, ameli herşeyi fevkalâde bir kadın.
Birde bu insanlar öylesine güzel kadınlarla
evlendirirlermişki ileride kadınla vatanı satma tarafına
gitmesinler. Ve vatan da satmamışlar hiç, öylesine dünyaya
meyletmeme eğitimi verilmişki hani tenekelerle altun
verilmesine rağmen en son Abdulhamit ki en tenkid ettikleri
Abdulhamit bir karış toprağı veremem bin teneke altın
getirseniz bir karış toprak veremem ben. Çünkü orası kanla
alınmış, altınla satılmaz demiş.
Yani hepimiz yönetici olmaya talib olmalıyız. İslâm'ın
yöneticisi olmaya talib olmalıyız. Yusuf (a.s.)'ın
eğitiminden geçişini görüyoruz. Kadınla aldatma tarafına
giderler. Biraz sivrilirseniz bunun zaafı neresidir, kadındır.
Kadınla aldatmaya çalışırlar. Bunun zaafı nedir para, pa-
rayla aldatmaya çalışırlar. Para verirler. Hani Peygamber
Efendimiz'e teklif ettikleri gibi; "gel seni Mekke'nin en
zengini yapalım" diyorlar.
Tarih boyunca Yahudilerin oyunu hiç değişmemiştir. Para,
kadın. İnsanları aldatmak ve satın almak için bu ikisi
kullanılmıştır.
Yani Yusuf sûresini okumamızın sebebi, tarihi bir masalı
öğrenmek değil, bir Peygamber hayatını öğrenmek. O
Peygamberi kendimize örnek kabul edip yolumuza bir kadın
tuzağı çıkarsa ona meyletmemek. Yusuf (a.s.)'ın dediği gibi,
"ya Rabbi ben bu kadınla beraber olmaktansa hapishanede
yatmayı tercih ederim" deme durumuna yükselen insanlar
yönetimi elde edebilirler. 2139[31]

34- Rabbi Onun duasını kabul etti de kadınların tuzağını


Ondan geri çevirdi. Şüphesiz O işitendir, bilendir.
35- (Yusuf'un suçsuzluğu hakkındaki) delilleri gördükten
sonra onlara (vezir ve adamlarına) Yusuf'u bir zamana kadar
hapsetme fikri belirdi. 2140[32]

2139[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/143-146.
2140[32]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/146.
36- Yusufla beraber iki delikanlı daha hapse girdi. Onlardan
biri: "Ben rüyamda kendimi şarap sıkarken gördüm" dedi.
Bir diğeri de: "Ben de rüyamda kendimi başımda ekmek
taşırken gördüm. Kuşlar ondan yiyordu. Bize bunun
yorumunu haber ver. Biz seni iyilik edenlerden görüyoruz"
dedi.
Onunla beraber iki genç delikanlı daha hapse girdi. Hani
Türkiye'de bir kısım kardeşlerimiz özellikle Risalei Nur'u
okuyan, Bediuzzaman Hz'lerinin çizdiği yolda İslâm'a
hizmet eden kardeşlerimiz hapishaneyi "Medreseyi
Yusufiyye" diye isimlendirdiler. Yani "Yusuf (a.s.)'ın med-
resesi" diye isimlendirdiler. Bu konuda çok cesurca hareket
ettiler. Özellikle 50'li yıllarda, 6O'lı yıllarda çok cesurca
hareket ettiler. Yani o
günün mahkemelerinde söylemiş oldukları sözler, yapmış
oldukları savunmalar tarihde eşi az görünen savunmalardır.
Yazılmadı, çizilmedi ama tarihin isimsiz kahramanlarıdır
onlar. Yazılanlardan daha ziyade yazılmayanları çok
önemlidir. Hani bazıları da iki günlüğüne hapishaneye girer
ondan sonra 200 sayfa hatırat yayınlar. Onlardan ziyade
yazmayanların ki daha ziyade yiğitçedir. Bazen
duyduğumuz, gördüğümüz veya bir hâkimden dinlediğimiz
veya bir savcıdan dinlediğimiz bazı olaylar vardır. Bunlar
köylü Mehmet ağam gibidirler. İsimsiz kahraman olarak
yaşarlar. İsimlerini belli etmezler. Kepenek altında yatan
koç yiğitlerdir bunlar.
"Medreseyi Yusufiyye" demeleri pek hoşuma gider . Salisen
benim kendi prensibim de odur. Bulunduğunuz yeri hep
güzelleştirin. Şahsi hayatımız da evin birinden çıktık mı,
öbürüne hep "Allah sevmiş dilemiş de bu evi nasib etmiş"
diyoruz. Amma da güzelmiş evimiz diyor öbür evi
kötülüyoruz. Halbuki o evi daha önce çok övmüştünüz
onlara. Bunun faydası vardır, rahat ediyorsunuz. "Evimizin
önünden, veya arkasından yol geçer diyorsunuz, ya da
arkada bir ağaç gözüküyor" diyorsunuz. İstabul'da bir
yeşillik görmek bile bir ni'mettir. Yani bir güzel tarafını
bulun rahat edersiniz. Bazıları sinir üstüne sinir yapıyorlar,
Böyle evlerde oturulur mu, şöyle edilir mi, böyle edilir mı
diye.. Hani evin tabanında oturacak olursanız, en altta, yazın
serin, kışın sıcak olur. En üstte oturacak olursanız o
manzarası güzel olur dersiniz. Mutlak surette güzel bir
tarafını bulursunuz.
Hapishaneye mi attılar, O Yusuf (a.s.)'m medresesine girdik,
çıka-rıverdiler, Yusuf (a.s) gibi serbest bırakıldık, bu
sevinecek taraf. Üzülmek istiyorsanız. "Ben buraya girecek
adammıydım. Başkasını koyamazlar mıydı" diye bağır çağır
faydası yok, hiç faydası yok. Sinir sisteminizi tahrip
etmekten başka birşeye yaramaz. İçerideki insanlara faydalı
olamazsınız. Kendi vücudunuza zarar verirsiniz, dışarıya
çıkınca da faydalı olamazsınız.
"İki delikanlı girdi. Onlardan biri dedi ki: "Ben rüyamda
şarap sıkarken gördüm. Üzümü sıkıp şarap yapıyordum.
Ben bunu görüyorum." Yusuf (a.s.)'a anlatıyor. Öbürüde
diyor ki: "Ben başımın üstünde ekmek götürüyorum.
Başımın üzerine koymuşum tablayı, ekmek var, ekmek
götürüyorum. Ama kuşlar o tepemin üzerindeki ekmeği
yiyorlardı. Rüyamda bunu gördüm." diyor." Sen bizim
rüyamızın tevilini bize bildir. Biz seni iyi insanlardan
görüyoruz. Sen iyi bir adama benziyorsun, sen bizim
rüyamızı bir tâbir et bakalım diyorlar.
Buraya girmeden öncede yukarıda da bir arkadaş dedi.
"Vallahi ben rüyalar görüyorum, nasıl yapayım, rüya
kitabına mı bakayım filan diyor. Rüya kitaplarına bakmayı
tavsiye etmem, hayatta hiç rüya kitabı almayın. Rüya tâbiri
doğrudur, kabul. Çünkü âyet-i kerime ile sabit.
Peygamber Efendimizin tâbir ettiği rüyalar vardır.
Peygamberlerin tâbiri kesin bilgidir. Ama onun dışındakiler
kesinlik ifade etmezler. Yani bizim tâbir edeceğimiz rüyalar
kesinlik ifade etmezler.
Peki rüya tâbir namesi olan kitaplar, onlar da kesinlik ifade
etmezler. Onu yazan zat, hani Nablusi denen zat, başında
mukaddimesinde yazmış. Bu tâbirler kesinlik ifade etmez
diyor. Çünkü rüyayı görene göre değişir. Rüyayı gördüğü
mevsime göre değişir, rüyayı gördüğü vakte göre değişir.
Mesela seher vaktinde mi görmüş, akşam yatınca mı
görmüş, tâbir ona göre değişir.
Bu konuda da bir hikâye anlatılır. Adam rüyasında ateş
görmüş. Alev yükseliyormuş. O şehirde tanıdığı sâlih bir
adama gitmiş. Efendim rüyamda ben bir ateş gördüm demiş.
Nerede gördün? Filan yerde. Bulabilirmisin? Kendi
dağımızın filan kayanın bitişiğinde bir yerde. Bir balta bir
kürek almışlar gitmişler. Kazmışlar bir küp altın çıkmış. O
sa-lih zatla bölüşmüşler bunu, aradan altı ay geçmiş aynı
adam rüyasında bir başka yerde aynı alevi görmüş.
Sabahleyin uyanınca o adama gidip anlatıp da niye onunla
bölüşeyim demiş. Baltayı küreği alır gider. Oraya kazar
kazar, derken bir çuval çıkar, çuvalın içinde bir adam ölüsü.
Tam o çuvalla uğraşırken arkadan da polis iz sürüyormuş,
kan izi. İzi sürmüş gelmiş adamı orada yakalamış. Halbuki
daha önceden binleri adamı öldürmüşler, oraya getirmişler
gömmüşler, kaçmışlar. Adamı suç üstü yakalamış oluyorlar
şimdi. Götürmüşler adamı dövmüşler dövmüşler, adam ben
suçsuzum, rüyamda ateş gördüm de öyle gittim demiş.
Polisler sen onu bizim külahımıza anlat demişler. Neyse
Allah'tan o gün asıl katiller yakalanmış, adam serbest
bırakılmış.
Doğru o salih zatın yanma gitmiş ve durumu anlatmış, O da
"Ben rüyamda böyle bir ateş gördüm deseydin, ben sana
şunu derdim. Sakın ha o dağın yakınına dahi bugün gitme.
Demiş ki ne fark eder, aynı ateşi gördüm. Bak yavrum daha
önceki rüyayı bir kış gününde gördün. Kış gününde görülen
sıcak ateş hayra alâmettir, ama sen bu rüyayı ağustos ayında
gördün, ağustos ayında ateş pek hayra alâmet değildir
demiş.
Yani rüya görülen mevsimine, görüldüğü ana, gören adamın
açlığına veya tokluğuna, namazı kılıp yatması ile namazı
kılmadan yatmasına bağlıdır. Tâbirini yapacak olan sorar,
namazı kıldında mı yattın, kılmadan mı yattın? Karnın fazla
tokmuydu? Ne zaman yattın? Bunların sorusunu sorar da
ona göre tâbir eder. Yinede kesinlik ifade etmez.
Peygamberlerin dışında rüya kesinlik ifade etmez. Onun için
rüyaları uyandığınızda Rabbim hayra tebdil et, Rabbim
hayırlı eyle deyip bitirin. Peygamberimiz "elhayru lena ve-ş-
şerru li e'daina" dermiş. Hayırlar bize, serler kötülükler
düşmanlarımıza diye dua edermiş. Bizde aynısını
söyleyeceğiz. Ve illâki anlatmak istiyorsanız, Muhsin
gördüğünüz bir insana anlatın. Yani o mahallenizde
semtinizde en salih, en temiz insan varsa ona anlatın. Onun
dışındakilere de fazla anlatmayın. 2141[33]

37- Yusuf: "Sizin yiyeceğiniz yemek size gelmeden ben


onun yorumunu size haber veririm. Bu Rabbimin bana öğ-
rettiğidir. Ben, Allah'a inanmayan, ahireti de inkâr eden bir
kavmin dinini terkettim."
Yusuf (a.s.) diyor ki size yemek gelmeden önce ben onun ne
olduğunu size haber veririm. Size gelmeden önce size
gelecek olan yemekten haber veririm. Şimdi bu 37. âyet-i
kerimede Peygamberlere Rabbim tarafından bazı şeyler
bildirildi mi, Peygamberler de bilirler. Biz şuna inanırız.
Gaybı ancak Allah bilir. Gaybı Allah'tan başka kimse
bilemez, imanımız vardır. Ama Rabbim onu
Peygamberlerine bildirdi mi Peygamberler de haber verir.
Peygamber biliyor denmez bu sefer. Rabbim haber verince
size şöyle bir soru sorsalar, Peygamberler gaybı bilir mi?

2141[33]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/146-149.
Veya evliyalar gaybı bilir mi? Bilmez deriz. Ama Rabbim'in
bildirdiğini bilirler. O zaman yine gaybı biliyor olmazlar.
Çünkü bilen Rabbim, Ona bildiren Rabbim'dir. İtikadımız
zedelenmiyor yine, gaybı Allah bilir diyoruz, orada
zedelenmiyor. Fakat -bazı arkadaşlarımız aşırı
muhabbetinden; Konya'da bir arkadaş bana diyor ki,
mühendis bir arkadaş. "Hocam şeyhim 24 saatimi kontrol
altında tutuyor diyor. Gece sağıma dönsem bilir, soluma
dönsem bilir." Dedim ki bir şehâdet getirsen. Olmaz böyle
birşey. Onu yalnız Allah bilir. Yani bir insanın 24 saatini
yalnız ve yalnız Allah (c.c.) bilir. Onun dışında kimse
bilemez. Ama şöyle birşey olur mu? Çok salih bir zata sizin
durumunuzu Rabbim bildirmiş, gönlüne birşey doğmuştur.
O olur onu kabul ediyoruz. Hani bazen tam filanı anarken
filan geliverdi, hayatınızda olan şeylerdir. Bu tür şeyler olur
ama 24 saatinizin her anını bilen Allah (c.c). Başka bilen
yoktur.
"Bu ikisi Rabbim'in bana öğrettiğidir. Ben bir toplumun
dinini terkettim ki o toplum Allah'a iman etmiyor. Ve onlar
ahireti de inkâr ediyorlar." Allah'a ve ahirete inanmayan bir
toplumun dinini terkettim diyor. Kim onlar Mısır devletinin
yönetim sistemini terk etti. Onların dinsizlik dinini bıraktı.
Çünkü onlar Allah'a ve ahirete inanmıyorlardı diyor Yusuf
(a.s.). Ya peki ne yaptım? 2142[34]

38- "Atalarım ibrahim, Ishâk ve Yâkub'un dinine uydum.


Herhangi birşeyi Allah'a ortak koşmamız bize yaraşmaz. Bu
(iman) bize ve insanlara Allah'ın lütfundandır. Ancak
insanların birçoğu şükretmez.
Babalarım olan İbrahim'e İshâk'a ve Yâkub'a, Yâkub'un
dinine tabî oldum ben diyor. Şimdi rüyayı tâbir etmiyor.
Onlar tâbiri istediler. Ama sizin rüyanızı tâbir edeceğim ben

2142[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/149.
dedi, başka konuya girdi. Bize burada konuşmanın adabını
da öğretiyor.
Adamın biri geldi size her hangi birşey soruyor. Adama
bakıyorsunuz ki bu adamın bir yanlış tarafı var. Yani
imansızlık tarafı var veya müslümandır da o müslümanm
yapmakta olduğu bir hata vardır. Siz de onu biliyorsunuz
adamla karşı karşıya gelmişsiniz, birşey soruyor o sizi
dinleyecektir. Öyle ise münasib bir dille "bunun cevabını
vereceğim, İstediğini yerine getireceğim. Otur bakayım
şuraya/'diyerek. Durumu anlatıyor Yusuf (a.s.) gibi. "Ben
Allah'a ve ahirete inanmayan insanların dinini terk ettim,
terkettim ama dinsiz de kalmadım. İbrahim, onun oğlu
İshâk, onun oğlu Yâkub ki babamdır onların dinine tabi
oldum ki o İslâm dinidir. Allah'a herhangi birşeyi şirk
koşmak bize yakışmaz" diyor.
Yani bizi yaratan Allah'a ortak koşmak bize yakışmaz diyor.
Şimdi kendisiyle beraber içine alıyor onları, bak sizde
insansınız, bende insanım beraberiz. Yani size ve bana
yakışmaz veya burada o Peygamberlere de gider ama o
ikisine de gider. Bize Allah'a ortak koşmak yakışmaz.
Bu Allah'ın bir lütfü keremidir ve insanlara olan lütfü
keremidir. Yani Peygamberler göndermesi ve İslâm'ı
indirmesi Allah'ın bize ve insanlara olan bir lütfü keremidir.
Ancak insanların birçoğu Allah'a şükretmezler, bu nimetten
dolayı diyor. Ve o insanların mantığına göre bir konuşma
yapıyor. 2143[35]

39- "Ey hapishane arkadaşlarım, ayrı ayrı Rabler mi


daha hayırlı, yoksa hükmü altına alan birtek Allah mı?"
Ey hapishane arkadaşlarım! diyor. Hapishanenin de kendine
göre hani insanların mesleklerden dolayı arkadaşlığı vardır.
Asker arkadaşlığı vardır, okul arkadaşlığı vardır. Burada da

2143[35]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/150.
hapishane arkadaşlığı var. Aynen ifade ile Ey hapishane
arkadaşlarım diyor, Yusuf (a.s.). Yani ileride devlet başkanı
olacak ve de Peygamber olacak bir zatın hapishanedeki o iki
garip adama hitabı, ey hapishane arkadaşlarım diyor. Çeşit
çeşit Rab edinmek mi daha hayırlı.......kelimesini efendisi
olarak alacak olursak bir kaç tane efendiye hizmet etmek mi
daha hayırlı yoksa bir tek olan, herşeyi gücü altına alan
Allah (c.c.)'a ibadet etmek mi daha hayırlı, ona hizmet
etmek mi daha hayırlı? diye onlara soruyor. Bu adamların
ikisi de kölelik yapıyor. Padişahın kölesi. Birisi padişahın
şarapçısı, diğeri de aşçısı imiş. Bir suçtan dolayı içeri
atılmışlar, ikisi beraber. Şimdi bir adama itaat etmek mi
daha hayırlı, yoksa çeşitli adamlara hizmet etmek mi.
Elbette birine öyle ise bu adamlara niye itaat ediyorsunuz.
Siz herşeyi gücü altında tutan bizi yaratan ve bir tek olan
Allah (c.c.)'e ibadet etmek daha hayırlıdır diyor. Peki
Allah'tan başka ibadet yaptığınız kişilere gelince Allah'tan
başka şu ibadet ettikleriniz var ya sizin o ibadet ettikleriniz
ancak sizin ve sizden öncekilerin ve babalarınızın isim
verdiği ilahlardır bunlar. Yani siz bunlara tapmıyorsunuz ya
bunların tapınılmaya layık olduğu konusunda Allah bir âyet
indirmiş değil. Siz ve sizin babalarınız bir araya gelmişsiniz,
biz bu atamızın yolundan gideriz diyorsunuz.
Yani bunun ilahlığma izini siz veriyorsunuz. Bu ilah değil,
bunu ilahlaştıran sizsiniz diyor. Yoksa o da sizin gibi
anadan babadan doğmuş bir adam. Binlerce adam siz bir
oluyorsunuz onu tutuyor bir de ilahlık rütbesi veriyorsunuz
ve ona tapınıyorsunuz.
Ve adamlar dinliyorlar, hakikaten bu da bir anadan ve
babadan doğmuş bir adamMısır'da. binlerce köle o adamın
ayakta durması için çalışıyor. Babalan da aynı yolda
çalışmışlardı. Şimdi adam, kanun koyucu devlet başkanını
gözünün önüne getiriyor, Onun gibi ekmek yiyor, onun gibi
yürüyor, onun gibi birgün geliyor hastalanıyor da. Pekala ne
hakJa kanun koyuyor.? İşte ona dikkat çekiyor Yusuf
(a.s.) 2144[36]

40- Allah'dan başka tapındiklarınız sizin ve atalarınızın


adlandırdığı bir takım isimlerden başka birşey değildir.
Allah onlar (put) hakkında hiçbir delil indirmemiş tir.
Hüküm yalnız Allah'ındır. Yalnız Ona kulluk yapmanızı
emretti. İşte en doğru din budur. Ancak insanların bir çoğu
bilmezler.
Hâkimiyet kayıtsız şartsız Allah'ındır. Bu kırkıncı âyet-i
kerimedir. Hani kayıtsız şartsız hâkimiyet milletindir derler
de, millete vermezler yine de. Biz diyoruz ki hâkimiyet,
milleti de Yaratanındır. Bu milleti Allah yarattı, öyle ise bu
millet Allah'ın emrine uymakla görevlidir, hâkimiyet
kayıtsız şartsız Allah (c.c.)'ündür. Bu imanımızın ana
esasıdır. Ancak Ona ibadet etmemizi emretti derken yalnız
ve yalnız Ona ibadet etmemizi istedi.
İşte değerli, sağlam ve devam edecek olan din budur. Ama
insanların birçoğu bunu bilmez diyor. "Kayyım" değerli
manasına gelir, kıymetli de bu kelimeden türemiştir. Sağlam
manasına bozulmayacak olan din budur. Ve devam edecek
olan, Kıyamete kadar devam edecek olan din de Allah'ın
dinidir. Ama insanların birçoğu bunu bilmezler. Yani dinin
devamlılığını, dinin değerliliğini, dinin sağlamlığını birçok
insan bilemez diyor. Yusuf (a.s.) onlara. Ve ondan sonra
rüyalarını yorumlamaya geçiyor.
Burdan bize ipuçları veriyor Rabbim. İnsanlara hitap
ederken karşımızdakinin kültür seviyesini nazarı itibara alın,
anlayacağı dili de hesaba katın. Hani bir köye gitseniz dağın
tepesinde, Torosların eteğinde bir köyde bir şeyi
anlatacaksınız. O köyün şartlarını nazarı itibara alarak o
insanların bilgilerini de hesap ederek neyi bilirler, neyi

2144[36]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/150-151.
bilmezler, onları da hesap ederek meselenizi anlatacaksınız.
Misallerinizi onların anladığı ve bildiği şeylerden
anlatacaksınız. Hatırıma geldi, diyelim ki melekler
insanların amellerini yazar diyoruz. Kur'ân-ı Kerim'de sabit.
İnsanların iyi şeylerini de, kötü amellerini de kaydeder.
Günümüzün inkarcısı, inanmayanları diyor ki, Hocam o
yaza yaza bunların defteri bir camiyi almaz diyor. Nerede
taşırlar, omuzumuzda taşıyorlarsa ağırlık duymamız lazım.
Bu nasıl olur diyor adam. İstanbul'da oturana diyoruz ki
bakın bilgisajarlar var. Bilgisayarların disketleri var, bir
kasetin yarısının, yarısı kadar ince, onun içerisine kocaman
bir kütüphanenin kitabını kayd etmek mümkün mü?
mümkündür, insanoğlu bunu bir kütüphaneyi bir disketin
içerisine kaydedebilecek, yazım şekline getirmişse, insanları
Yaratan Allah meleklerine, kendine has bir yazım şekli ile
yazar bunu dedin mi o adam ikna olur. Ama siz bunu gider
Torosların büyük tepesindeki köyde "bir disketin içerisine
şu kadar bilgi alıyorlar" derseniz olmaz. Ya o zaman bir
incir çekirdeğinin içine, incirin bütün dallarını, yapraklarını,
kaç incir vereceğini, o çekirdeğin içine yazmış mı yazmış.
Köylü onu anlar. Çekirdeği ektin mi incir çıkar ve o büyür.
Onun bütün büyüklüğü 50 sene içinde kaç yaprak vereceği,
kaç tane meyve vereceği de yazar. Rabbim onun içine onu
sıkıştırmış sa meleklerde haydi haydi onu sıkıştırır dedin mi
onun aklına o yatar.
Yani insanların kültür seviyesini nazarı itibara alarak
anlatmaya dikkat edeceğiz. Burada da yukarıda geçmişti.
Şuayb (a.s.)'ın konuştuğu kişiler o günün uluslararası ticaret
yapan tüccarı. Onlara ayrı konuşuyor Şuayb (a.s.)- Burada
da kültür seviyesi gayet düşük iki tane köleye hitab ediyor
hapishanede. İnsanları hafife almakta yok, seviyelerine göre
hareket etmek var. Hafife almıyor, ulan bu köleden ne olur
demeyin. İki köleden ne olur? Mesela şöyle yapabilirdi, ben
Peygamber çocuğuyum, iyi eğitim görmüş bir insanım, ben
bunlarla mı konuşacağım deyip kenara çekilebilirdi ama o
zaman olmazdı. Peygamber çocuğuna yakışmazdı, O onlarla
sarmaş dolaş olmuş, hapishane arkadaşlarım demiş ve
onlara demiş ki; "çeşitli adamlara çalışmak mı daha iyi, bir
adama çalışmak mı daha iyi.?" Bir adama çalışmak iyi. Öyle
ise çeşitli Krallara bunlara itaat etmektense bir tek Allah'a
itaat etmek, ibadet etmek daha hayırlıdır değil mi
deyivermiş onlara. 2145[37]

41- "Ey hapishane arkadaşlarım! Sizden biriniz (rüyasında


şarap sıkan) efendisine şarap içirecek. Diğeri (rüyasında
başında ekmek taşıyan) ise asılacak ve kuşlar onun başından
yiyecek. Hakkında sorduğunuz iş kesinleşmiştir. 2146[38]

42- O ikisinden kurtulacağını zannettiği kişiye: "Efendinin


yanında beni (ona suçsuzluğumu) hatırlat" dedi. Fakat
efendisine hatırlatmayı şeytan ona unutturdu. Böylece
birkaç yıl hapishanede kaldı.
O padişahın sakisi, yani şarapçı basısı olacak olan adama,
kurtulacak olan adama dediki; Yusuf (a.s.) "Efendinin
yanına varınca beni hatırlat ona. Ama şeytan onu efendisine
söylemeyi unutturdu. Hapishanede senelerce kaldı. Arabın
dilinde küsur manasına gelir. 10 küsur deriz, 20 küsur liram
var deriz. Yani küsur 30'a varmayan 30'la 20 arası olan
rakama deriz, l'den 9'a kadar olan rakama küsur deriz. Küsur
sene, birkaç küsur sene kaldı. Birkaç sene diye de tercüme
edebiliriz. Hapishane de birkaç sene kaldı. Yani 10 değil,
tefsirciler 7 diye tefsir etmişler. 7 sene kaldı. Ve bundan
sonra yeni bir konuya giriyor.
Burada alimlerimiz bazı şeyler demişler. Yusuf (a.s.)
efendisinin yanına varınca beni ona hatırlat yani söyle,
hapishanede suçsuz yere yatan bir adam var diye ona söyle.
2145[37]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/151-153.
2146[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/153.
Bazı tasavvuf taraftarı ağırlığı olan âyetleri tasavvuf! gözle
tefsir edenler, bir de açık hadislerle tefsir eden alimlerimiz
var. Bir kısım alimlerimiz sarf nahiv kaidelerine dayanarak
tefsir edenler, burada diyorlar ki bunu demeseydi o kadar
kalmazdı diyorlar. Yani efendisinin yanında beni hatırlat,
benim suçsuzluğumu söyle. Efendisinden yardım
beklemeseydi de kendisini hep görmekte olan Allah'tan
(c.c.) yardım dilemiş olsaydı o kadar sene kalmazdı diye bir
yorum getirmişler. Ama Rabbimin takdiri öyledir. Ben aynı
sözü demiyorum.
Rabbim bize olayı böyle naklediyor, biz bu mantıktan
hareket ederek şunu deriz. Yusuf (a.s.) o yanındaki adama
kurtulacak olan adama diyor ki devlet başkanının yanına
vardığında benim burada suçsuz olduğumu söyle diyor
Rabbim de bize bunu haber veriverdiğine göre imansız
kesime gidecek olan bir insana varıp da bazı şeyleri biz de
söyleyebiliriz. Yani "bak sen reisi cumhura gidiyorsun veya
başbakanın yanma gidiyorsun. Bu memlekette
müslümanlara karşı şöyle şöyle zulümler işleniyor. Böyle
böyle işler yapılıyor bu adama söyle kulağına üfleyiver
bunu" demek günah değildir.
Onun için çeşitli insanlarla karşılaşırsınız. Dükkanınızda,
evinizde, işyerinizde, özellikle yetkili ve etkili olan
insanlarla karşılaştığınızda bunu söyleyin. Yani bu
memlekette müslümanlara ve de müslümanlar-dan sonra
İslâm'a zulm ediliyor. Müslümanlar yine her halükarda ya-
şayıp gidiyorlar da İslâm'ı gündemden kaldırmanın
yıldönümü kutlanıyor. Yani İslâm'adır, müslümanlara değil.
Evleniyorlar, mal sahibi oluyorlar, çoluk çocuk sahibi
oluyorlar, araba sahibi oluyorlar birşeyler oluyorlar. Ama
İslâm'ı gündemden kaldırmanın bayramı yapılıveriyor, bu
da duyurulmak. Mesela bazı tanıdığınız etkili yetkililere
söyleyip bu bayram o bayramdır deyin. Ya ama kötü
uygulaması vardı diyebilir o. O zaman siz kötü uygulamayı
savunmayın hayatta. Doğru, kötü uygulama vardı ama kötü
uygulayanları alıp, iyi uygulamaya geçilmeliydi.
Mesela diyelim ki çok güzel bir at. Arap atı derler, orta
asyadan getirdiğimiz bir at adamın altında. Ama üzerinde
kötü bir süvari var. Yani binicisi kötü. Hep böyle atın
kafasını çekip duruyor. Salıvermesi lazım aslında atın
kafasını. Şimdi ulan oğlum bu atı ne yapıyorsun, perişan
ediyorsun deyip te atı mı öldürmesi lazım. Hayır!.. O
biniciyi indirip o ata kendisi binip süvarilik yapması gerekir
ama yönetim öyle yapma-mış o zaman. Bu kötü sürülüyor,
kötü yönetiliyor demiş atı kesmiş atı-vermiş. Ondan sonra o
kötü adamla beraber yola yaya yürümüşler. Türkiyedeki
uygulama da buna benzer bir şey, bunların da duyurulma-
sında fayda vardır.
Yusuf sûresinin 43. âyet-i kerimesinden devam ediyoruz.
Yusuf (a.s.) kadının iftirasına uğrayarak hapse atılır. Hapse
attıranların başında tabiiki devlet başkanının yardımcısı var,
olayı az çok biliyor. Ama hanımının lekelenmesinden bir
başkasının lekelenmesini tercih ediyor (Yukarıda 28 ve29
uncu ayetlerin tefsirinde geçti). Adam; hanımını ve Yusuf
(a.s.)'ı ve oradaki bilirkişiyi dinlemesinin neticesinde
hanımının hatalı olduğunu, ona yaptığından dolayı pişman
olmasını emretmişti. Orada anlıyordu Yusuf (a.s.)'ın temiz
kaldığını, fakat bu şehre yayılınca Yusuf (a.s.)'ı hapse
attırıyorlar. Yusuf (a.s.) hapishanede iken de boş durmuyor.
Hapishanede arkadaşlarına birşeyler anlatmaya devam edi-
yor. Hapishane arkadaşlarından biri dışarıya çıkınca devlet
başkanının şarapçı basısı olacak. Zaten öyle gelmişti,
şarapçı başı iken bir suçtan dolayı içeri atılmış, çıkınca yine
şarapçı başı olarak görevini devam ettirecekti. Ona demişti
ki: "Dışarı çıkınca beni hatırla ve devlet başkanına da beni
hatırlat. Burada suçsuz yere bir adam yatıyor diye söyle" de-
mişti. O adam dışarı çıkınca Yusuf (a.s.)'ı unuttu. Şeytan
ona unutturdu. Aradan yıllar geçti. Devlet başkanı o günün
devlet kralı bir rüya görüyor. Rabbim bu rüyayı teferruatıyla
bize anlatıyor. 2147[39]

43- (Birgün) Kral dedi ki: "Ben (rüyamda) yedi semiz ineği,
yedi zayıf ineğin yediğini, yedi yeşil başakla, diğerlerini
kuru gördüm. Ey ileri gelenler, eğer rüya tâbir ediyorsanız,
benim bu rüyamı yorumlayın."
Melik derki, yani kral der ki: "Ben yedi tane güçlü, yani
yağlı, etli butlu yedi tane sığır rüyamda gördüm. O güçlü
kuvvetli, etli butlu yedi sığırı, yedi tane zayıf sığır öküz
yerken gördüm rüyamda." Aslında gö-
rünüşde güçlü olan, zayıfı yemesi gerekiyor ya rüya bu.
Rüyada yedi tane zayıf öküz, yedi tane güçlü kuvvetli öküzü
yiyip bitiriyor. Daha ne görmüş. "Yedi tane yeşil başak, bir
de yedi tane kuru başak gördüm" diyor. Yukarıya atfediyor
bazı tefsircilerimiz. "Yedi tane kuru başağın, yedi tane yeşil
başağı yediğini gördüm" diyor. "Ey benim çevremde olan
insanlar, (yani ilim adamları, rüya tâbircileri, ordu
komutanları, genelde padişahın çevresindeki yakınları için
söylenen kullanılan bir ifade) Ey çevremdekiler! Eğer rüya
tâbiri edebiliyorsanız, yapabiliyor-sanız, buyurun şu benim
rüyam konusunda bana bir cevap verin" diyor kral. Demek
ki rüya tâbirciliği yalnız Yusuf (a.s.) ile başlamamış, daha
Öncesinden de varmış. Yusuf (a.s.) rüyayı çok güzel tâbir
edebiliyor, ama rüya tâbiri insanlık tarihi kadar eskidir. Hz.
Adem'e kadar varır. Çünkü Hz. Adem'de bir insandı, insan
rüya görür. Bazı rüyalar günlük olaylarda karşımıza
çıkıveriyor. Gece rüyasını görüyoruz, sabahleyin aynısı
ayan beyan ortaya çıkıveriyor. Hayatımızda da oluyor
bunlar. Gerçi rüyayı görüp sabahleyin kalktığımızda tâbirini
bilemiyoruz ama sonra olayla karşılaşınca ben bunu
gördüydüm deyiveriyorsunuz. Bu kendi hayatımızda olduğu

2147[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/153-155.
gibi Adem (a.s.) da da olmuştur. Ve Adem (a.s.) da aynı
zamanda Peygamber olması nedeniyle tâbiri de güzel
yapmıştır. Rüya görmek ve rüya tâbir etmek insanlık tarihi
kadar eskidir. Buradan da anlıyoruz. Yusuf (a.s.) dan önce
rüya tâbirciliğinin olduğunu görüyoruz. Çünkü kral Yusuf
(a.s.)'ı tanımadan çevresindekilere diyor ki rüyamı eğer tâbir
edebilirseniz buyurun tâbir edin diyor. 2148[40]

44- Dediler ki: "Bunlar karışık rüyalar. Biz karışık rüyaları


yorumlayanlayız."
Onlar diyorlar ki: Bu karışık bir rüya biz böyle karışık
rüyanın tâbirini bilemeyiz diyorlar. Yani bunu tâbir edecek
durumda, değiliz diyorlar. Demek ki rüyayı tâbir edebilenler
var, tâbir edemeyenler var. Daha öncede izah ettiğimiz gibi
Peygamberlerin tâbirinin dışındaki rüya tâbirleri kesinlik
ifade etmezler. Hani ben rüyamda Peygamber Efendimizi
gördüm senin namaz kılmana gerek kalmadı artık diyorsa, o
gördüğü Peygamber değildir. Veyahutta rüyasında şöyle
şöyle gördüm ben böyle yapacağım. Buraya gelen
arkadaşlardan da rüyasına fazla önem verenler var. Hocam
gece gördüğünü gündüz tatbik edelim diyen arkadaşlar var.
Kesinlik ifade etmez bizim tâbirlerimiz. Mahmut hocanın da
tâbiri kesinlik ifade etmez, çok güvendiğimiz bir insanın
tâbiri de kesinlik ifade etmez. Yalnız Peygamberler "bu
rüyanın tâbiri şöyledir" demişse o çıkar ki Peygamber
(s.a.v.)'ın hayatında bu olmuştur. 2149[41]

45- (O hapishanedeki) iki kişiden kurtulanı bir zaman sonra


(Yusuf'u) hatırladı ve: "Ben size onun yorumunu haber
veririm. (Hapishanede Yusuf var) hemen beni Ona
gönderin" dedi.
O Yusuf (a.s.)'ın hapishane arkadaşlarından kurtulanlardan
2148[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/155-156.
2149[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/156-.
biri öldürüldü idam edildi. Birisi kurtuldu. O kurtulan kişi
var ya bir müddet sonra, uzun zaman sonra Yusuf (a.s.)'ı
hatırladı ve dedi ki: "Bu rüyanın tâbirini ben size haber
veririm. Yalnız bana müsaade edin, ben bir yere kadar
gideyim" dedi. 2150[42]

46- (Yusuf'un) yanına gelince): "Yusuf, Ey doğru sözlü,


yedi zayıf ineğin yediği yedi semiz inekle, yedi yeşil başak
ve diğerleri kuru olan rüyayı bize yorumla. Umarım ki
(rüyanın yorumu ile) insanlara dönerim, umulur ki onlarda
(senin kıymetini) bilirler."
Yusuf (a.s.)'ın yanına geldi. "Ey doğru sözlü insan! diyor.
Ey doğru sözlü Yusuf! yedi tane zayıf öküz, yedi tane güçlü
kuvvetli öküzü rüyada yemiş. Yedi tane kuru başak, yedi
tane yeşil başağı rüyada yemiş. Sen bu konuda bana haber
ver. Bu rüyanın tâbiri nedir bana söyle. Ola ki ben geriye
gider insanların yanına, Melik'in ve diğerlerinin yanına
varırım. Dolayısıyla onlara anlatırım da senin faziletini,
ilmini, değerini, kıymetini bu adamlar bilirler diyor. 2151[43]

47- (Yusuf) dedi ki: "Siz adetiniz üzere yedi yıl ekersiniz.
Ekini biçtiğiniz zaman yiyeceğiniz az bir miktarın
dışındakiIeri başağında bırakın."
Yusuf (a.s.); Ard arda yedi yıl bol miktarda zirai mahsul
elde edeceksiniz. Hasat zamanında topladığınız bu
mahsulleri olduğu gibi başağında bırakın. Tabii ki buğdayı
ve arpayı, ziraî mahsûlleri koruma me-todları o gün için
gelişmediğinden en iyi koruma yolu başağında bırakmak.
Hepimiz Anadoludan geldiğimiz için buğdayın başağını
biliyoruz. Başağında kalırsa çürüme önlenir. Kuruduktan
sonra hasat zamanında almıyor, başağıyla koyuluyor; depo
ediliyor. Öyle olunca iki buğday birbirine değmemiş aradan
2150[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/157.
2151[43]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/157.
hava geçmiş olacaktır, ve korunacaktır. Şimdi ise depolarda
dışardan rutubetin gelmesini, alttan üstten rutubetin
girmesini engelliyorlar. Ofislerin dışında da, ofisler dolunca
çelikten veya alüminyumdan yapılan depolar dolunca
Anadoluda, Konya'da bakıyoruz toprağa atıyorlar, toprağın
üzerine döküyorlar. Ama onunda en üst kısmına yine
buğdayın başağından elde ettikleri samanı döküyorlar.
Samanı döktükten sonra buğdayı Örtüyorlar. Yani yine bir
samanla koruma, başağıyla koruma tarafına gidiliyor
günümüzde de.
Onu başağıyla beraber bırakınız ama yediğiniz kadarını tabii
ki başağından çıkarırsınız. O sene yiyebileceğiniz kadarını
yersiniz, başağından çıkarırsınız, yiyemeyeceğiniz kadar da
olacak, bol miktarda olacak. O bol miktarda mahsulü ise
başağında bırakırsınız diyor. 2152[44]

48- "Bundan (yedi yıldan) sonra yedi kurak yıl gelecek.


(Tohumluk için) depolayacağınız az bir miktarın dışındaki,
önceden biriktirdiklerinizi (o kurak yedi yıl) yiyecek."
Ondan sonra yedi tane kıtlık senesi gelecektir. O zaman
daha önce hazırladıklarını yerler. Ancak o depo
ettiklerinizden bir kısmı müstesna hepsini yedi senede
yemeyin. Daha sonra tohum yapmak üzere bir kısmım da
ayırın. 2153[45]

49- "Sonra onun ardından da bir yıl gelecek ki orada in-


sanlar bol yağmura kavuşacak ve o yıl (meyve) sıkacaklar,
(hayvan sağacaklar)."
Sonra bu yedi kıtlık senesinden sonra gelecek olan senelerde
ise insanlara Allah bolca yağmurlar verecek, yağmurlu yıllar
ve bolca ürünün olduğu üzümlerden şıra'ların akıtıldığı,
ineklerden ve koyunlardan
2152[44]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/157-158.
2153[45]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/158.
sütlerin sıkıldığı seneler gelecektir. Yani bolluk yılları
gelecektir diyor Yusuf (a.s.). 2154[46]

50- Kral: "Onu bana getirin" dedi. Elçi Yusuf'a gelince


(Yusuf elçiye): "Efendinin yanına dön ve ona ellerini kesen
kadınların durumu nedir? diye sor. Şüphesiz benim Rabbim
o kadınların tuzağını bilir" dedi.
Şimdi adam bunu krala haber veriyor. "Efendim
hapishanede bir adam var, sizin rüyanızı böylece tâbir etti"
diye krala anlatıyor. Kral diyor ki: "Onu bana getirin, o
hapishanedeki adamı bana getirin" diyor. Elçi Yusuf (a.s.)'a
gelince elçiye "Rabbinin yanma dön" diyor. Bakın ne güzel
ifade. Kralın yanma dön demiyor. Burada şuna dikkat
çekiyor. Bir insan hangi insanın kanunu ile yönetiliyorsa o,
onun Rabbidir. Ayet sadece bize hikâye anlatmıyor. O
zaman bu şarabçı başı veya elçi kralın kanunlarına itaat
ediyordu. Kralın kanunlarına itaat ettiği için o adamların
Rabbi krallardır. Yusuf (a.s.) buna dikkat çekiyor. Rabbim
de bize dikkat çekiyor. Kimin kanununu tatbik ediyorsanız,
kanununu tatbik ettiğiniz sizin Rabbinizdir. Rabbine git
diyor. Çağırmak için geldi, hapishaneden kurtulacak ama
çıkmak istemiyor Yusuf (a.s.) Git rabbine yıllarca Önce
ellerini kesen o kadınların durumu ne idi.? O kadınlar
ellerini niye kesmişti.? O kadınları kral çağırsın senin rab-
bin; o kadınlara desin ki "siz bundan 8-10 sene önce bir
ellerinizi topluca kesmiştiniz, niye kesmiştiniz". Benim
Rabbim o kadınların tuzağını hilesini biliyor. Hanımı elini
kesiyor, niye kestiğini bilmeyen adamın kanunu ile
memleket yönetilir mi? Hanımının nerede gezdiğini bil-
meyen adamın kanunu ile memleket yönetilir mi? Buna
işarettir Yusuf (a.s.)'ın kıssası. Hanımın nerede kırıştırdığını
bilmeyen adam memleketi yönetme hakkına sahip değildir.

2154[46]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/158-159.
Git ona bir bir hatırlat diyor. 2155[47]

51- (Kral, kadınlara sordu): "Yusuf'dan murad almak


istediğinizde durumunuz neydi?" dedi. Kadınlar: "Haşa
Allah için biz Onun hiçbir kötülüğünü bilmiyoruz" dediler.
Kral kadınları topluyor. Yahu sizin durumunuz nedir. Yusuf
tan murad almak istediğinizde, yani Yusufla birleşmek
istediğinizde ne olmuştu, olay nasıl olmuştu, nasıl cereyan
etmişti diye kadınlara soruyor. Kadınlar diyor ki: "Haşa
Allah'a sığınırız. Biz Ondan hiç bir kötülük bilmiyoruz.
Yani bir kötülük yaptığını söylediğini bilmiyoruz" diyorlar.
Derken o başkan yardımcısının hanımı, Aziz'in hanımı diyor
ki: "Şimdi gerçek ortaya çıktı. O zaman istekte bulunan
bendim, o doğru bir insandır" diyor Yusuf (a.s.) için. O
doğru bir insandır. O gün Onunla yatma arzusunda bulunan
bendim. 2156[48]

52- (Yusuf): "Bu (soruşturmayı). benim Ona (azize)


yokluğunda hıyanet etmediğimi ve hainlerin tuzaklarını
Allah'ın başarıya ulaştırmayacağını bilsin için (yaptırdım
dedi)."
Bunu niye yapıyor Yusuf (a.s.). Onun cevabını veriyor. O
devlet başkanının yardımcısı Onun olmadığı bir zamanda
hainlik yapmadığımı bilsin için. Şimdi hanımının
konuşmasını kocası da duydu ya, kocası olmadığı bir
zamanda hanımına yaklaşarak hainlik yapmadığımı bilsin
için bu konuşmayı yaptım diyor, ve Allah hainlerin hilesine
hidâyet vermez. Yani Allah hainlerin hilesini doğru yola
iletmez diyor. Şimdi bu âyetin mefhumu muhalifinden şöyle
bir mana çıkmasın. Onun olmadığı bir zamanda Ona hıyanet
etmedim. Peki Onun olduğu bir zamanda ettim manası
çıkmaz. Onun olduğu zamanda zaten yapmam, Onun
2155[47]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/159.
2156[48]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/159160.
olmadığı zamanda yapmadığımda ortaya çıksın için. Bu
olayı istedi Yusuf (a.s.). 2157[49]

53- (Bu soruşturma ile) ben nefsimi temize çıkarmıyorum.


Çünkü nefis daima kötülüğü emredicidir. Ancak Rabbimin
esirgediği müstesna. Şüphesiz Rabbim Gafur'dur, Rahim'dir.
Peki Yusuf (a.s.)'ın gayreti bunun için, yoksa ben kendimi
temize çıkarmam, nefsimi temize çıkarmak için değil.
Çünkü Rabbimin merhamet ettiği müstesna. Rabbim'in
koruduğu müstesna nefis insana, daima kötülüğü emreder
diyor. Burada olayın ortaya çıkmasında gaye benim nefsim
gayet iyidir, nefsim çok temizdir, dürüsttür diye bunu ortay;
koymak için değil. Nefis eğer Rabbim'in merhameti ile
korunmuyor; nefis insana hep kötülük emreder. Yani biz
bazı kötülüklerden kendi mizi alıkoyabiliyorsak bu
Rabbimiz'in bize merhametidir. Bunu diyebil mek bile
Rabbim'in bize bir lütfudur. Benim Rabbim affedicidir,
merha met edicidir diyor Yusuf (a.s.). 2158[50]

54- Kral: "Onu bana getirin. Onu kendime has danışman


yapayım" dedi. Yusuf'la konuşunca (Kral): "Sen bugünden
(itibaren) katımızda mevki sahibi güvenilensin" dedi.
Bunu duyuncu Kral diyor ki: "Onu bana getirin, kendime
özel mü şavir yapayım." Onunla konuşunca kral dedi ki:
"Bugünden itibaren sei bizim yanımızda en yüksek makama
sahip bir insansın ve güvenilen bi: insansın" diyor. Yani
Mitün sırlarımızı sana açabiliriz, sana güvenebili riz ve sen
yüksek bir makam ve mevki sahibisin bu günden itibaren di'
yor kral. "Mekin" kelimesini Türkçede kullanırız. Biraz
Arapça deyin olarak geçmiş Türkçeye. "Şerefül mekan, bil
mekin" derler. Bir maka mm üstünlüğü o makamda
bulunanla bilinirmiş. Tabii bunu ecdadımı; söylüyor.
2157[49]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/160.
2158[50]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/160-161.
Şimdikiler bunu söylemiyor, eskiler diyorlar ki "Makamın
büyüklüğü veya küçüklüğü oraya oturan kişiyle büyür veya
küçülür.' Şimdikiler öyle değil şimdi şahıslar makamla
büyürler veya küçülürler Adamın kendi kabiliyeti yok ki,
adamı alıyorsunuz bakan yapıyorsunuz Vay anasına filan
diyorsunuz, adam iki gün sonra bakanlığı yitiriverd mi
kepaze bir adam olup çıkıyor piyasaya. Yani şahsi bir
özelliği yol* kişinin. Bunu siyasetnamesinde nizamiye
medreselerini kuran za Alparslan'ın oğlu Melik şah'a
yazıverdiği bir siyaset namesi vardır istanbul üniversitesi
yayınları arasında da çıkmış. Türkçe olarak çıkmı; aslı
Farsça'da orada yeni bir devlet başkanı diyor. Tabii bunu
Meliİ şah'a söylüyor akıl veriyor. Yani efendim diyor,
zamanla devlet başkanı, yönetimi ele alınca üst düzey
görevlilerinden birini makammdar alıyor, böyle önemsiz bir
makama verdi onu, fakat çok geçmeden c önemsiz makam
çok önemli makamlar arasına girdi. Yani orasının işlerim
çok güzel işler hale getirdi. Adını duyurmaya başladı o
makamında Bu sefer Padişahın tekrar gözüne girdi. Onu
yanına çağırıyor. Seni esk: görevine iade ediyorum, orada
fevkalade başarılarda bulundun diyor Efendim biz
bulunduğumuz makamı yükselten insanlarız, yoksa
makamla yükselen insanlardan değiliz diye cevap veriyor.
Burada ona da dikkat çekiliyor. Yani sen bu fevkalade
kabiliyetinle bizim nazarımızda yüksek bir makamı elde
ettin diyor kral. Ama Yusuf (a.s.) Peygamberdir gayri
kendisine Peygamberlik verilmiş. Onu hapishanedeki
konuşmalarından da anlıyoruz Peygamberlik
2159[51]
verildiğini.

55- (Yusuf, Krala) dedi ki: "Beni ülkenin hazineleri üzerine


(yönetici) kıl. Şüphesiz ben çok iyi korur ve (yönetmesini)

2159[51]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/161-162.
bilirim."
O da dedi ki: "Yani bana danışmanlık teklif etme. Beni
bütün yeryüzünün hazineleri üzerine söz sahibi kıl. ben bu
işi yapabilecek, koruyabilecek güce, idare edebilecek
bilgiye sahibim" diyor Yusuf (a.s.). Yani sen devlet
başkanlığından çekil ben yöneteyim bu ülkeyi diyor, yoksa
anlaşmaya girmek olmaz.
Bazıları bunu ortak yönetim şeklinde anlıyor, özellikle
Hindistan'daki bir kısım hint alimleri; Hindistan'da ortak
yönetim örnek gösterirler yönetim hinduların elinde. Yani
Gandi ve Onun soyundan olanlar devleti yönetirler ama
biriki bakanlıklarda müslümanlara verirler. Çünkü 100-150
milyonluk müslüman var orada. Şimdi 200 milyon oldu
diyorlar. Onun için bazı bakanlıkları veriyorlar. Şimdi
yönetimde bu bakanlıkları alan müslümanların hocaları da
bu âyeti delil getirerek "Efendim kafirlerle uyumlu bir
devlet kurulabilir. Bir kısım bakanlığı onlar, bir kısım
bakanlığı bizimkiler alabilirler. Böylece laik bir devlet
kurulabilir, yönetilebilir. Buyurun Yusuf (a.s.) maliye
bakanlığına tayin edilmişti" diyorlar.
İşte oranın etkisiyle Türkiyede de aynı sözler var ama Allah
rahmet eylesin Elmalılı Merhum, fevkalade cevap vermiştir.
Yusuf (a.s.) maliye bakanlığına değil, yeryüzünün hazineleri
yönetmeyi istedi derken; bir devletin hazinesinde buğdayı
da var, madeni de var, kömürü var, insanı var. Yani bir
devletin sahip olduğu herşey o devletin hazinesi sayılır.
Yoksa sadece hazine bakanlığı değil. "Hazain" diyor,
"Hazine" demiyor. "Hazine" tekildir, "Hazain" çoğuldur. Bir
ülkenin, bir devletin sahip olduğu güçdür. Sahip olduğu güç
nedir. Birinci derecede insan gücüdür, ikinci derecede mali
güç gelir. Ziraî mahsuller, toprak mahsulleri, madenler ve
diğer birimleri. Eğitimden askeriyesine kadar ülkenin sahip
olduğu herşeye "Hazain" denir. Bu konuda Mevdudi de
güzel açıklama yapmış. Tefhimul Kur'ân'ında, o da devlet
başkanlığını istedi diyor. Beni devlet başkanlığına getir,
dedi, diyor ve delil olarak da bazı âyet-i kerimeleri veriyor.
Mesela 72. âyette diyorlar ki: "Başkanımızın
bardağını, su tasım kaybettik" Yusuf (a.s.)'ı kasdederek,
Yusuf (a.s.)'a Melik tâbirini kullanıyor.
Eğer maliye bakanı olmuş olsaydı devlet başkanı tâbiri
kullanılmazdı. 72. âyet-i kerimeyi delil getiriyor. Yusuf
(a.s.) Maliye Bakanı değildi. Yusuf (a.s.) devlet başkanıydı
diyor 100. âyette. Annesi, babası, kardeşleri yanına gelince
onları, annesiyle babasını devlet başkanlığı koltuğunun
yanına, birini bir tarafına, diğerini bir tarafa aldı. Devlet
başkanlığının yanına aldı. Annesi ile babasını yanına
oturttu. Kardeşleri de karşısına geldiler ve Onun için saygı
ile huzurunda eğildiler diyor 100 âyette. Bunlar da
gösteriyor ki Yusuf (a.s.) devlet başkanlığına talib olmuştur.
Maliye Bakanlığına talib olmamıştır. Zaten hemen
arkasından devam eden 56. âyette arkadaşların böyle
anlamasını engelliyor. 2160[52]

56- Böylece Yusuf'u ülkeye yerleştirdik. Ülkenin dilediği


yerinde konaklardı. Biz rahmetimizi dilediğimize nasip ede-
riz, iyilik yapanların mükâfaatını zayii etmeyiz.
Böylece Yusufu yeryüzünde bir makam sahibi kıldık
yerleştirdik, yeryüzünde dilediği yerde yerleşip ev
kurabilme, yönetim hakkını kullanabilme imkanına sahipti.
Yalnız Maliye Bakanı olmuş olsaydı, dilediği gibi tasarruf
edemezdi. Yeryüzünde dilediği gibi yerleşme ve yönetme
hakkına sahipti Yusuf (a.s.). Dilediğimizi biz böylece
rahmetimize isabet ettiririz, rahmetimizle bunları ona veririz
ve iyilikle bulunan insanların mükâfatını da zayi etmeyiz
diyor Allah (c.c).
Şimdi bu 55. âyet-i kerimeden bizim alimlerimiz şöyle bir

2160[52]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/162-163.
hüküm çıkarmışlar. Devlet yönetimine talip olunmaz aslında
kaide budur. Yani bir makam bir mevki, bir devlet görevi
açıldığında oraya talip olunmaz, istekde bulunulmaz,
başkaları talib olur. Senin durumunu, ilmini, gücünü her
türlü kabiliyetini bilenler sana talib olmalıdır. Gel kardeşim
bu makama sen layıksın denilmelidir. Yoksa "talib
olunmamalıdır" kaidesi İslâm hukukunda geçerlidir. Devlet
başkanlığına talib olunmaz. Mesela Hz. Ebu Bekir
Peygamberimiz'den sonra devlet başkanlığına talip olmadı.
Toplandılar, Hz. Ebu Bekir de içimizden birini seçelim
diyor. Teklifler var, filanı seçelim, filanı seçelim diye. Hz.
Ömer (r.a.); yahu senden iyisini biz nereden bulalım derken
orada bulunanların hepsi birden demişlerki doğru
söylüyorsun. Hz. Ebu Bekir'den iyisini bulamayız ki
demişler ve Onu seçmişler. Hz. Ebu Bekir buna talip değil,
ama diğerleri Onun en iyi bu işi yönetebileceğini biliyorlar.
Ama demişler bu âyet-i kerimeyi delil getirerek kişinin
kabiliyeti hakkında diğerlerinin bilgisi yoksa o zaman
kendisini arz eder der ki, efendi burada Yusuf (a.s.) ben bu
işi koruyabilecek güçteyim, bu işi idare edebilecek bilgiye
sahibim. Beni devlet başkanlığına getirin diyor. Bu işi ben
yapabilirim. Yapabildiğini gösterdi zaten.
Yani bolluk yıllarında depolama sistemini ilk defa getiriyor
ve o kıtlık yıllarında o depodan harcamayı getiriyor. Milleti
sıkıntıya düşürmediğini ortaya koydu. Yani kişiler sizin
kabiliyetinizi bilmiyorlarsa abartmadan kendi kabiliyetinizi,
bilginizi arz edersiniz. Dersiniz ki: "Efendim ben şöyle
şöyle bilgiye sahibim, şu şu okullarda okudum. Şuralarda
deneyimim vardır. Benden daha kabiliyetli arkadaş varsa
onun olmasını isterim, ama yoksa benim durumum budur"
demek hakkına sahiptir. Müracaatında bunu yapar.
Ama bir arkadaşım diyor ki, "Bir yere genel müdür
alınacak, onu da yetki olarak bana verdiler diyor. Dediler ki
sen seç. 15 kadar müracaat var. Tabii ki bunu da duymuşlar,
görev alınmaz verilir ilkesini de duymuş 15'i de. Sırayla
hepsine nasılsınız diyorum? Hepsi de efendim benden daha
layık arkadaşlar var. 15'i de aynısını söyledi." Hepsini
birden toplamış, hepiniz de yalan söylüyorsunuz. 15'inizde
torpil yapmak için adam gönderdiniz. Eğer adam
göndermeseydiniz ve bunu söyleseydiniz size inanırdım.
Ayrıca torpil gönderip, sonra da karşıma geçip, efendim
benden daha layığı varsa onu tayin et diyorsunuz. Bana şunu
söyleyin, nerede okudunuz, ne yaptınız, nerelerden
tecrübelisiniz, bunları söyleyin de sizin aranızdan birini
seçelim dedik, diyor arkadaş. Yani samimi olarak
durumunuzu arz edersiniz. Değerlendirmeyi samimi
insanlara bırakırsınız.
Tabii bu İslâmi bir sistemdedir. Yoksa adamlar şimdi adama
iş arıyorlar. İşe adam aramıyorlar. Yahu bizim adamlar
seçim zamanında çok çalıştı. Bu arkadaşlara iş vermezseniz
dört sene sonra çalışmaz bunlar. Bunlara bir iş bulalım,
müdürlük icad edelim, bakanlık icad edelim, bu arkadaşlara
iş bulalım. Yapar mı yapmaz mı önemli değil. Öyle bir
yerde kendinizi tanıtın, ben bu işe talibim, ben bu işi
yaparım deyin. Çünkü daha kalitesiz insanlar oraya
ahnacaksa, sizden kalitesiz ise dikkat edin, sizden kaliteli ise
ve de sizin gibi müslümansa orada bu benden iyidir deyin.
ki demişler ve Onu seçmişler. Hz. Ebu Bekir buna talip
değil, ama diğerleri Onun en iyi bu işi yönetebileceğini
biliyorlar. Ama demişler bu âyet-i kerimeyi delil getirerek
kişinin kabiliyeti hakkında diğerlerinin bilgisi yoksa o
zaman kendisini arz eder der ki, efendi burada Yusuf (a.s.)
ben bu işi koruyabilecek güçteyim, bu işi idare edebilecek
bilgiye sahibim. Beni devlet başkanlığına getirin diyor. Bu
işi ben yapabilirim. Yapabildiğini gösterdi zaten.
Yani bolluk yıllarında depolama sistemini ilk defa getiriyor
ve o kıtlık yıllarında o depodan harcamayı getiriyor. Milleti
sıkıntıya düşürmediğini ortaya koydu. Yani kişiler sizin
kabiliyetinizi biliniyorlarsa abartmadan kendi kabiliyetinizi,
bilginizi arz edersiniz. Dersiniz ki: "Efendim ben şöyle
şöyle bilgiye sahibim, şu şu okullarda okudum. Şuralarda
deneyimim vardır. Benden daha kabiliyetli arkadaş varsa
onun olmasını isterim, ama yoksa benim durumum budur"
demek hakkına sahiptir. Müracaatında bunu yapar.
Ama bir arkadaşım diyor ki, "Bir yere genel müdür
alınacak, onu da yetki olarak bana verdiler diyor. Dediler ki
sen seç. 15 kadar müracaat var. Tabii ki bunu da duymuşlar,
görev alınmaz verilir ilkesini de duymuş 15'i de. Sırayla
hepsine nasılsınız diyorum? Hepsi de efendim benden daha
layık arkadaşlar var. 15'i de aynısını söyledi." Hepsini
birden toplamış, hepiniz de yalan söylüyorsunuz. 15'inizde
torpil yapmak için adam gönderdiniz. Eğer adam
göndermeseydiniz ve bunu söyleseydiniz size inanırdım.
Ayrıca torpil gönderip, sonra da karşıma geçip, efendim
benden daha layığı varsa onu tayin et diyorsunuz. Bana şunu
söyleyin, nerede okudunuz, ne yaptınız, nerelerden
tecrübelisiniz, bunları söyleyin de sizin aranızdan birini
seçelim dedik, diyor arkadaş. Yani samimi olarak
durumunuzu arz edersiniz. Değerlendirmeyi samimi
insanlara bırakırsınız.
Tabii bu İslâmi bit" sistemdedir. Yoksa adamlar şimdi
adama iş arıyorlar. İşe adam aramıyorlar. Yahu bizim
adamlar seçim zamanında çok çalıştı. Bu arkadaşlara iş
vermezseniz dört sene sonra çalışmaz bunlar. Bunlara bir iş
bulalım, müdürlük icad edelim, bakanlık icad edelim, bu
arkadaşlara iş bulalım. Yapar mı yapmaz mı önemli değil.
Öyle bir yerde kendinizi tanıtın, ben bu işe talibim, ben bu
işi yaparım deyin. Çünkü daha kalitesiz insanlar oraya
alınacaksa, sizden kalitesiz ise dikkat edin, sizden kaliteli
ise ve de sizin gibi müslümansa orada bu benden iyidir
deyin. 2161[53]

57- İman edenler ve sakınanlar için ahiret mükâfaatı daha


hayırlıdır.
Ahiretin ücreti daha hayırlıdır. Şimdi dünyadaki ücreti
Yusuf (a.s.)'a devlet başkanlığı ile verildi. Biz diyoruz
hemen hemen âyetlerin tefsirinde bazı arkadaşlarımızın,
hocalarımızın, hocalarımız aslında yanlış söylemiyorlar.
Hocalarımız diyorlar ki: "Ahiret için çalışın" diyorlar.
Dünyayı bırakın demiyorlar onlar. Dünya gavurun ahiret
mü'minin, bu yanlış işte. Bunu hocalarımız söylemez, ama
halkımız arasında nasıl olmuşsa o şekilde yerleşmiş.
Rabbim diyor ki: Yusuf (a.s.)'ı devlet başkanlığına
getirdikten sonra diyor ki: "İyilikte bulunan hep iyi davra-
nan kişilerin mükâfatını biz zayii etmeyiz. Bak başkanlık
verdik, ama iman eden ve Allah'tan çok sakınan insanların
ahiretteki mükâfatı daha hayırlıdır" diyor.
Bu dünyada bir sloganımız vardı. "Dünyada devlet, ahirette
Cennet," diyorduk ya işte burada dünyada devleti verdi
Yusuf (a.s.)'a. Ahirette ki Cennet ise daha hayırlı. Niye?
Devamlılık var. Yusuf (a.s.) kaç yıl kaldı bilemiyoruz, ama
belirli bir yaşa kadar kaldı. Yaşı konusunda 120 yaşında
vefat etti diyorlar. Diyelim ki 50 sene, 30 sene devlet
başkanlığı yaptı, ama sonunda vefat etti. Yani bu
dünyadakilerin sonu var, ahirettekinin sonu yoktur. Ahiret
mükâfatı daha hayırlıdır diyor Allah (c.c). Ama bu funyada
da Hz. Ömer'in dediği gibi bir hurmanın çekirdeğinin kâfirin
eline geçişi, müslümamn kontrolünde olacaktır. Bir hurma
çekirdeği kafirin eline mi geçecek, müslümamn kontrolünde
geçecektir. Yani İslâm'ın tanıdığı haklar içinde geçecektir.
İslâm'ın tanımadığı haklarla eline mal geçmesi
engellenecektir. Burada gayri müslim zengin olamaz değil,

2161[53]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/163-164.
onlar da zengin olurlar, ama çalışırlarken elde ederlerken
İslâmi kurallar içinde haksızlık yapmayacaklar Müslüman
hâkim olacak, onun hâkimiyeti altında çalışacaklardır. 2162[54]

58- Yusuf'un kardeşleri geldiler ve Onun huzuruna girdiler.


Yusuf onları tanıdı. Onlar ise Onu tanıyamadılar.
Derken Yusuf (a.s.)'m kardeşleri geldiler, kıtlık yılları
hüküm sürüyor, Yusuf (a.s.)da kıtlık yıllarında devlet
başkanlığını yürütüyor ve kardeşleri Yusuf (a.s.)'m
huzuruna çıkıyorlar. Yusuf (a.s.) onları tanıyor, ama onlar
Yusuf (a s.)'ı tanıyamıyorlar. Çünkü aradan yıllar geçti, bir
şekilde değişiklik var,. Hani bir çocuk delikanlı olmuş,
belirli bir oturaklı yaşa gelmiş, bir de hayal edemedikleri bir
olay var. Yani köle diye satılan devlet başkanı olacak.
Hatırlarından geçmez. Hele hele firavunlar zamanında
Mısır'a devlet başkanı olacağı, hayallerinden bile geçmedi.
"Onlar tanımadılar" diyor.2163[55]

59- (Yusuf) onların yüklerini hazırlatınca: "Baba bir


kardeşinizi bana getirin. Görüyorsunuz ya ben ölçeği tam
veriyorum ve ben konukseverlerin en hayırlısıyım."
Onlar hazırlıklarını yaptıklarında, yani yol hazırlığını yapıp
yüklerini sarıp yürüyeceğinde Yusuf (a.s.) dedi ki: "Baba bir
kardeşinizi bana getirin, yani Bünyamin diye tefsirlerde
yazar, baba bir kardeşler. Onu bana getirin. Ben sizin
yüklerinizi hakkıyla verdim, fazlaca ödedim ve ben
misafirperverlerin en hayırlısıyım diyor. Size iyilikte
bulundum, ikramda bulundum. Siz de ikinci gelişinizde
baba bir kardeşinizi getirin." Yusuf (a.s.)'m hem ana, hem
baba bir kardeşi, Onu bana getirin diyor.2164[56]

2162[54]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/164-165.
2163[55]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/165-166.
2164[56]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/166.
60- "Eğer Onu (baba bir kardeşinizi) bana getirmezseniz
size ölçek (le verilecek bir şey) yok ve bana da
yaklaşmayın" dedi.
Eğer Onu bana getirmezseniz o zaman size buradan yiyecek
maddesi yok ve bana da yakın durmayın, gelmeyin.
Yaklaşmayacaksınız, yani bugünkü ifade ile giriş izni vizesi
verilmez. Kardeşinizi de getireceksiniz. 2165[57]

61- Dediler ki: "Onu babasından istemeye çalışacağız ve


muhakkak yaparız."
Babasından istekte bulunuruz ve biz Onu yerine getiririz.
Yani senin istediğini yerine getiririz diyorlar. Yanında
çalışanlara dedi ki: "Bunların buğday karşılığında bize
ödedikleri parayı, yine denklerin içine koyun." Yani
develerine yükledikleri, hayvanların yükledikleri denklerin
içine koyuverin farkına varmasın onlar. Olaki onlar
memleketlerine, ailelerine vardıklarında oraya koyulduğunu
öğrenirler de ve tekrar geriye gelirler, tekrar mal alabilecek
paraları olur. İyilik gördüklerini de biliyorlar. Yani bu
devlet başkanı bize iyilik yapmış, paramızı geri vermiş biz
tekrar gidersek, tekrar bize parasız verir. 2166[58]

62- (Yusuf) memurlarına dedi ki: "(Buğday satın almak için


getirdikleri) mallarını yüklerinin içine koyun, belki
ailelerinin yanına dönünce farkına varırlar da yine gelir-
im. 2167[59]

63- Babalarına döndüklerinde dedilerki; "Ey babamız öl çek


(le verilen buğday) bize yasaklandı. Kardeşimizi bizimlı
beraber gönder de ölçek (le buğday ) alalım. Biz onu
koruruz" 2168[60]
2165[57]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/166.
2166[58]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/166-167.
2167[59]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/167.
2168[60]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/167.
64- (Ya'kub) dedi ki: "Daha önce kardeşini size emanf
ettiğim gibi bunu da size emanet edeyim mi? En iyi koruyaı
Allah'dır. O merhamet edenlerin en merhametlisidir."
O konuda size nasıl güvenirim, daha önce Onun kardeşi
konusunc güvendiğim gibi mi güveneyim. Daha öncede
Yusuf u götürürken ayı şeyi söylemiştiniz, ama Onu
koruyamadınız. Şimdi nasıl güveneyiı ben size. Allah
koruyucuların en hayırlısıdır. O merhamet edenlerin e
merhametlisidir buyuruyor. Bunu müezzinlerimiz çokça
okurlarya, hepimizin ezberindedir. Burada şuna dikkat
çekiyor; Yâkub (a.s.), çocuklarını korumak için gereken
gayreti gösteriyor, ama yine de koruyamıyor.
Merhametlilerin en merhametlisi Allah (c.c.) yani benim
merhametim Yusuf'un korunmasına yetmiyor. Sizin
merhametiniz de yetmez, sizin korumanız da Yusuf un
korunmasına yetmedi, benim korumam da yetmedi. Sizin
korumanız da Bünyamin'in korunmasına yetmez. Öyle ise
gerçek koruyucu Allah (c.c.)'dür.2169[61]

65- Yüklerini açınca sermayelerini kendilerine geri verilmiş


buldular. Dediler ki: "Ey babamız, biz ne istiyoruz? İşte
sermayemiz bize geri verilmiş. (Bununla) ailemize yiyecek
getiririz, kardeşimizi de koruruz, bir deve yükü de fazla-
laştırırız. Çünkü bu az bir ölçüdür, (bu yiyecek bize yet-
mez.) "
Eve gelip eşyalarını açınca paralarının geriye verildiğini
gördüler. Dediler ki: "Ya baba ne istiyoruz Allah aşkına, işte
bizim paralarımız tıize geriye verilmiş. Biz ailemizi
doyurur, kardeşimizi koruruz. Gönderirsen çocuğu bizimle
beraber, kardeşimizi koruruz. Ve hayvanlarımızın yükünü
de artırırız, eşyamızı yiyecek maddemizi artırırız. Bu kolay

2169[61]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/167-168.
bir yiyecek maddesi elde etme yoludur. Yani, kardeşimizi
bizimle gönder diyorlar. 2170[62]

66- (Ya'kub) dedi ki: "Onu bana getireceğinize dair Allah


adına sağlam söz vermediğiniz sürece Onu sizinle asla
göndermem. Hepinizin kuşatılması hariç. Ona sağlam söz
verdiklerinde (Ya'kub) "Allah söylediklerimize vekil (şahid)
dir" dedi
Diyor ki Yâkub: "Katiyyen sizinle göndermem. Siz elbette
Onu bana getireceğiniz konusunda kesin söz vermedikçe,
yani (tefsirinde) Allah'a yemin etmedikçe sizinle beraber
göndermem, ancak sizi kuşatan bir olay müstesna. Sizin
gücünüz dışında olan bir olay olursa o ayrı.
Onun dışında getireceğiniz konusunda bana yemin ederseniz
gönderirim diyor.
Onlar güvenlerini verdiler, yani yemin ettiler. Şu bizim
konuştuğumuza Allah vekildir. Yani güven duyacağım yer
yine Allah (c.c.)'dür siz 2171[63]

67- (Ya'kub): "Oğullarım, (Mısır'a) bir kapıdan girmeyin.


Ayrı ayrı kapılardan girin. Allah'dan (gelen) hiçbir şeyi
sizden def edemem. Hüküm yalnız Allah'ındır. Ben Ona te-
vekkül ettim. Tevekkül edenler yalnız Ona tevekkül etsin-
ler."
Dedi ki: "Ey benim oğullarım, bir kapıdan girmeyin."
Mısır'ın kapılan var, eski şehirler hep surlarla çevrili.
Mesela İstanbul şehrinde Silivrikapı, Mevlanakapı, Topkapı,
Ahırkapı, Bahçekapı gibi kapılar olduğu gibi eski şehirlerde,
tarihi olan şehirlerin tamamında kapılar vardır. Şehir o
surun içindedir. Hep harb, darb olduğundan dolayı hep şe-
hirleri genelde sur içinde yapmışlar. Yalnız İslâm müstesna.
İslâm tarihinde, yani Peygamber Efendimiz'den bugüne
2170[62]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/168.
2171[63]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/168-169.
kadar ve geçmişdeki Peygamberlerin kurduğu
medeniyetlerde şehrin dışı kalelerle çevrilmemiştir.
Peygamber Efendimiz'den bugüne kadar tarihimizi iyi
biliyoruz ya, bir tek şehrin dışına sur çekilmişliği yoktur.
Bizde gösterilemez filan şehir müslümanlar tarafından
kuruldu, ve etrafı da surla çevrildi denemez. Çünkü
müslümanların endişesi yoktur. Müslümanlar kimseye
zulmetmemişlerdir. Zulm edenler endişe duyarlar.
Günümüzde bütün dünya devlet başkanları bir kurşun
menzili uzakta dururlar, halkından ve gideceği yollarda bir
kurşun menzili alanında denetini altında tutular. Ne olur, ne
olmaz diye. Niye bu? Adamın yaptığı çok ta ondan.
Biryerden birinin ahi tutar. Bizim tarihimizde bu olmamış,
ancak harp taktiği olarak kaleler kurulmuş. Mesela
Rumelihisarı gibi, Anadoluhisarı gibi. Rumelihisarı,
Anadoluhisarı insanların kendilerini korumaları için değil.
Oradan boğaza hâkim olmak için Estergon kalesi gibi,
batıda da kurulmuş kaleler gibi. Bunlar bir harbin
tatbikatında o bölgeye hâkim olmak için kurulmuş şehri
korumak için değil. Zaten şehirlerimizin içinde kale yoktur.
Mısır'ın kenarı surla çevriliymiş. Ömer b. Abdulaziz
dönemin de valilerinden biri mektup yazmış. Devlet başkanı
Ömer b. Abdıüaziz'e demiş ki, şehrin etrafında daha
önceden imansızlar, hristiyanlar döneminde yapılmış surlar
yıkılıyor. Devlet bütçesinden biraz para ayırsanız da bu
şehrin yıkılmakta olan surlarını tamir etsek ve şehri bu
şekilde korusak demiş. O da cevap yazmış. "Şehri taştan
surlarla değil, adalet surlarıyla koru. İnsanlara
zulmetmezsen, kimse gelip de seni ve senin halkını rahatsız
etmez" demiş. Şimdiki tamiratlar korunma gayesi ile değil,
tarihi bir anıyı devam ettirme gayesi ile yapılıyor.
İstanbuldaki tamirler de, ama ecdada ait olanlara fazla önem
verilmiyor. Her tarafta görüyorsunuz yıkılmıştır, bir kısmı
da yıkılmak üzeredir. Bir kısmı tamamen kaybolmuş şöyle,
böyle 20 kadar mescid. Bu Eminönü'nde bir çok cami şimdi
han haline dönüşmüştür, otel olmuştur. Kimse bilmez ama
hristiyanlar-dan, bizanshlardan, filanın ebesi yüzüğünü
düşürmüş diye camiyi yıkıyorlar. Laleli'de anayol da iki
camii vardır. Bizans'tan kalma taşlar var diye camiyi
yıkmışlar, o taşlan ortaya çıkarmışlar.
Yâkub (a.s.) oğullarına diyor ki: "Oğullarım, gidin, 11 tane
kardeş, şehre girin ama 11'iniz hep birden aynı kapıdan
girmeyin. Çeşitli kapılara dağılın, çeşitli kapılardan girin"
diyor. Şimdi bunu böyle diyor da niçinini söylemiyor. Ey
oğullarım şehre bir kapıdan girmeyin, çeşitli kapılardan
girin diyor bu kadar âyet. Tefsircilerimizin biri der ki:
"Gürbüz, yakışıklı, eğitim görmüş Yâkub (a.s.)'m
denetiminde büyümüş, 11 kişi girecek olursa, nazardan
zarar görürler" diyor. Nazar değer bunlara. O tefsircinin
görüşü öyle. Bir başkası diyor ki: "On biriniz dikkat
çekersiniz, yani içerdeki bazı siyasiler, bazı insanlar size
zarar verebilirler" denmiştir. Hepsi doğrudur. Çünkü
açıklama yok, topluca girmenin mahzuru var, buna dikkat
çekiyor. Yâkub (a.s.), ayrı ayrı kapılardan girilmesini
istiyor. Bugün için değerlendirecek olursak bunu şu anda
Yeşilköy havaalanında 11 tane elinde yalnız valizi olan,
filinta gibi delikanlıya, şöyle 23,24 yaşlarında ve de Filistin
pasaportlu 11 delikanlı girsin bakalım ard arda. Kontrolden
geçiyorlar, giyimleri, kuşamları yerinde, fiziki yapıları
yerinde, gözlerine bakıyorsunuz fıldır fıldır delikanlı bunlar.
Aynı zamanda Filistinli onlar. Tahmin ederim ki takibat
altına alınırlar. Hangi otelde kaldığı, kimlerle görüştüğü,
kimlerle temas kurduğu dikkat edilir. Ama İsrail'den gelecek
olursa zaten bizim dostlarımız bunlar deyip pek incelenmez.
"11 tane delikanlı girerken ayrı ayrı kapılardan girin" diyor.
Tahmin ederim bu yönüne de dikkat çekiyor Yâkub (a.s.),
ama yine bir incelik var.
Allah'tan gelecek olan herhangi bir bela konusunda musibet
konusunda da ben sizi Allah'a karşı koruyamam. Ben de
yeterli değilim. Çok güzel âyetler bunlar. Yani bizim böyle
çok olayımızı açıklayıveren âyetler bunlar, siz tedbirinizi
alın diyor. Yani ayrı ayrı kapılardan girin.
Bu tedbirdir ama kaderde ne var? aynı kapıdan girseniz de
aynı kaderle karşılaşabilirsiniz.
Çeşitli kapılardan girince de aynı kaderle karşılaşabilirsiniz.
Ama sizin göreviniz, benim görevim tedbir almaktır. Ayrı
kapılardan girin diyor. Şunu söyleyeyim bunu daha
açıklamak için. Bir adamın kaderinde trafik kazasından,
taksinin birinin gelip"benim kaderim böyleymiş, öyleyse
ben yolun ortasından yürürüm." diyemez. Hayır! Sen yolun
ortasından değil, kenarından, kenarından da değil
kaldırımdan yürüyeceksin, sen kaldırımdan yürü.
Kaldırımdan yürürken olaki arkadan birinin freni patlar,
arabası kaldırıma kadar çıkar ve seni duvarla beraber ezer,
yine ölürsün. Ama sorumlu olmazsın şimdi. Eğer yolun
ortasından giderken aynı araba gelip vursaydı sorumluydun,
öbür dünyada hesaba çekileceksin, niye Öyle öldün diye.
Canına sahib olmak için tedbir almadın diye. Yolun
kenarında ve de kaldırımda giderken gelip çarptı, so-
rumluluktan kurtuldun. Şimdi Yâkub (a.s.)'m dikkat
çektiğide burasıdır aslında. Kaderin de izahı vardır.
İnsanların tedbirinin, kaderin izahı vardır burada. Çeşitli
kapılardan girin ama başınıza birşey gelecek olursa sizin bu
tedbirinizin de faydası yok aslında. Hâkimiyet kayıtsız
şartsız Allah'a aittir. Birisi deseki milletindir, millet te zaten
Allah'ındır. Milleti yaratan Allah. Ben Ona güvendim.
Tevekkül edecek olanlar da yalnız Allah (c.c.)'e tevekkül
etsinler. İşlerini Ona havale etsinler, ne zaman? Tedbiri
aldıktan sonra Allah'a tevekkül etsinler diyor Yâkub (a.s.)
ve bunu da haber veriyor Allah (c.c). 2172[64]

2172[64]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/169-171.
68- Babalarının emrettiği şekilde (ayrı ayrı kapılardan
Mısır'a) girdiler. Bu (tedbir) Allah'ın (takdirinden) hiçbir
şeye faydası olmadı. Ancak Yâkub'un içindeki bir (teselli
için tedbir) ihtiyacını yerine getirmişti. Şüphesiz O, kendi-
sine öğrettiğimiz için ilim sahibi idi. Fakat insanların bir
çoğu bunu bilmezler.
Babalarının emrettiği yerden girdiler. Burdada yukarıyı izah
kabilinden onlar babalarının tarif ettiği yerden girdiler. Yani
ayrı ayrı kapılardan girdiler. Bu ayrı ayrı kapılardan giriş
alınan bu tedbir Allah'ın onlar hakkında tayin ettiği kaderi
değiştirmez, ancak babalarının onlara vermiş olduğu emri
yerine getirmiş olurlar. Yani tedbiri almış olurlar.
Babalarının sözünü tutmuş olurlar. Allah'ın kaderi ne ise o
olacaktır. O Yâkub bizim kendisine öğrettiğimiz ilimden
dolayı ilim sahibidir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.
Yani Yakup (a.s.) şöyle şöyle tedbir alın, ayrı kapılardan
girin, ancak bu tedbirinizde Allah'tan gelecek olanları
değiştirmez diyor. Bunu kim diyor? Yâkub (a.s.) diyor, o
nereden bilir? Rabbim ona öğrettiğinden dolayı bilir, ona
dikkatimizi çekiyor. Ama birçok insan ise bunu bilmez.
Şöyle şöyle olmasaydı o orada ölmezdi. Bunu insanlar
söyler, yani bilmeyen insanlar söyler. Yakup (as) tedbirin
taktiri bozmayacağını söyler ama kendi iç dünyasını tatmin
etmek içinde tedbir alınmasını oğullarına söyler.
Esna-ı Metalib Fi ehadisi Muhtelifetü-1 Meratib isimli
eserde, Deylemi'den naklen Metruk bir hadis rivayet edilmiş
"İza Eradellahü İnfaze Kazaihi" diye başlayan bu hadisi bir
türk şairi
"Hakimi Hükmü Ezel İnfaz İçin takdirini
Selbeder Erbabı Aklın Fikrini İdrakini" diye tercüme
edivermiş.
Bütün ihtimalleri; düşünürsünüz, en basit ihtimali
düşünemezsiniz, oradan gelir bu sefer beklemediğiniz şey.
Yani biz tedbiri almaya devam edeceğiz, fakat bu tedbirin
takdiri bozmayacağını iyi bileceğiz. 2173[65]

69- Yusuf'un yanına girdiklerinde Yusuf, kardeşini yanına


aldı ve "Ben senin kardeşinim. Onların (daha önce)
yaptıklarına üzülme" dedi.
Yusuf un yanma girdiklerinde kardeşi Ona doğru sığındı
Onu kucakladı, dedi ki: "Ben senin kardeşinim." Yusuf
(a.s.) o ana baba bir kardeşini kucakladı, bunların
yaptıklarından dolayı da üzülme, şimdi kardeşinim deyince,
geride 10 tane kardeşide duruyor orada, Sen Yusuf sun
bunlar sana neler yaptılar, derhal onlar gözünün önüne gel-
diya bunların yaptığından dolayı da üzülme. Yani onlar
adına sen üzülme diyor ve bana yaptıklarına da üzülme.
Benim adıma da üzülme, sen benim kardeşimsin
diyor.2174[66]

70- (Yusuf) onların yüklerini hazırlatınca su kabını kar-


deşinin yükünün içine koydurdu. Sonra (kafile hareket
edince) bir dellal: "Ey kervan siz hırsızsınız" diye
bağırdı. 2175[67]

71- Kervan onlara dönerek "ne kaybettiniz" dediler?


72- Dediler ki: "Melik'in su kabını kaybettik. Onu getirene
bir deve yükü var. Bende buna kefilim." 2176[68]

73- (Kervandakiler) Dediler ki: "Allah'a yemin olsuit-ki biz


buraya bozgunculuk yapmak için gelmedik. Biz hırsız da
değiliz. Bunu sizde biliyorsunuz."
74- (Melik'in adamları): "Eğer yalancılar iseniz onun
(hırsızın) cezası nedir?" dediler.
2173[65]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/171-172.
2174[66]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/172.
2175[67]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/173.
2176[68]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/173.
75- (Yusuf'un kardeşleri) dediler ki: "Kimin yükünde
bulunursa o (yük sahibi) onun (su kabının) karşılığıdır,
(alıkonulur)," 2177[69]

76- (Yusuf) öz kardeşinin yükünden önce onların yüklerini


aramağa başladı. Sonra öz kardeşinin yükünden su kabını
çıkardı. İşte Yusuf'a böyle bir çare öğrettik. Yoksa Yusuf'un
kendi kardeşini kralın dinine (kanunlarına) göre alıkoyması
yakışmazdı. Ancak Allah'ın dilediği (ni yapması yaraşır).
Biz dilediklerimizin derecelerini yükseltiriz. Her ilim
sahibinin üstünde daha alim biri vardır.
Şimdi bu konuyu biraz açalım. Kardeşler geliyorlar,
Bünyamin'i kardeşi olarak bağrına basıyor ve kulağına diyor
ki: "Sen benim karde-şimsin." Şimdi Yusuf (a.s.)
Bünyamin'i alıkoymak istiyor. Fakat her-şeyin de hukuki
olmasını istiyor. Yani devlet başkam hukuku çiğneyerek
kardeşini alıkoymak istemiyor.
Burada iki şey var. 1- Yürürlükte olan eski kralın kanunları
var. Birdenbire de kaldırılmış değiller. Yusuf (a.s.) devlet
başkam ama bir geçiş sürecini yaşıyorlar. Peygamberimiz'in
hayatında da olduğu gibi Peygamber Efendimiz Medine'de
devletini kurdu. Ama yönetim daha önce, kafir bir yönetim
idi, önce insanların bir çok hukuku, miras hukuku gibi, ceza
hukuku gibi, medeni hukuk gibi birçok şeyler eskiden
olduğu gibi devam ediyor. Niye.? âyet nazil oldukça, eski
hukuk yürürlükten kaldırılıyor. Mesela bir faiz sistemi
Peygamberimiz'in vefatına yakın Veda hutbesi esnasında
insanlara duyuruluyor. Yani o güne kadar yürürlüktedir faiz.
Yani Peygamber Efendimiz'in devletinde de geçmişten
gelen cahiliye hukukları, yeni hukuk sistemi Rabbim'den
gelip de insanlara duyuruluncaya kadar devam ediyor.
Yusuf (a.s.)'da da bu var. Devlet başkanlığına gelmiş,

2177[69]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/173-174.
yönetiyor ama kanunların birçoğu eski. Tamamıyla eski
sistem devam ederken Yusuf (a.s.) geliyor. Yusuf (a.s.)'da
tedrici olarak İslâm'ı yürürlükte kılacak onun için. Bir,
babası Yâkub'un dinine göre, yani İslâm dini yasasına göre
alıkoyması söz konusu, Bir de devlet başkanı olan daha
önceki devlet başkanı olan kralın kanunlarına göre
alıkoyması söz konusu.
Ama bir Peygamberin kendi şahsi meselesinde kralın
kanunlarını uygulaması bir Peygambere yaraşmaz. Bu sûre
bizim için çok şeyler veriyorki, önemlidir. "Melik'in dini"
diyor, kanunu yerine de . Yukarıda geçmişti devlet başkanı
ve kanun koyucu da "O itaat eden adamların Rabbidir." yani
Kanun koyucu alt taraftaki insanların Rabbidir. Ona iman
eden, onu tatbik edenler onu Rab edinmiş insanlardır diyor.
Burada da o kanunları kabul edenlerin, kanunlar dinidir. Bir
adam böyle Kur'ân-ı ve Onun hükümlerini arkasına
atıverirse, yeni tuttuğu kanunlar onun dini oluyor, dininden
çıkıyor. İslâm dininden, yeni bir dine giriyor. O da dinsizlik
dini oluyor. Melikin kralın kanunlarına göre kardeşini
tutması Yusuf (a.s.)'a yakışmazdı. Çünkü şahsi meselesi idi,
ama diğer meselelerde kralın kanunlarını uyguluyor oda
Rabbimin işaretiyle, Rabbimin dilemesi müstesna.
Rabbimin müsaade ettikleri var çünkü. Yeni kanunlar gelip
insanlara duyuruluncaya kadar otorite boşluklar kabul
etmeyeceğinden onlar yürürlüktedir. 2178[70]

77- (Yusuf'un kardeşleri): "Eğer bu çalmışsa daha önce


kardeşi de çalmıştı" dediler. Yusuf bunu içinde gizledi ve
Onu onlara açıklamadı, ve "Siz çok kötü bir durumdasınız,
Allah sizin anlattıklarınızı daha iyi biliyor" dedi.
Dediler ki: "Şimdi Yâkub (a.s.)'ın kanunu söylüyorlar.
Bünyamin'in hırsızlığı kesinleşince eğer bu hırsızlık

2178[70]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/174-175.
yapmışsa daha önce bunun kardeşi de böyle birşey yapmıştı
diyorlar. Halbuki Yusuf (a.s.) böyle birşey yapmamıştı. Ona
iftira atıyorlar, Yusuf (a.s.) kendisini onlara karşı gizledi ve
ortaya çıkmadı. Dedi ki: "Öyle bir kötü durumdasınız ki,
Allah sizin bu anlattıklarınızı biliyor." Yani benim hırsızlık
yapmadığımı biliyor ama sizin bu yaptıklarınızı biliyor ve
kendisinide ortaya koymadı. 2179[71]

78- "Ey Aziz! Onun ihtiyar bir babası var, Onun yerine
bizden birimizi alıkoy. Biz seni iyilik edenlerden olarak gö-
rüyoruz" dediler. 2180[72]

79- (Yusuf): "Biz eşyamızı yanında bulduğumuzdan baş-


kasını ahkoymakdan Allah'a sığınırız. O takdirde biz zalim-
lerden oluruz" dedi.
Yani birinin suç işleyip de, öbürünün cezalandırılmasından
dolayı biz zalim oluruz diyor. Tabii bize, bugün 20. asır da
mesaj veriyor. Diyor ki hani oğlu suç işlemiş, izini
kaybettirmiş alıyorlar, babası ile oğlunu, hatıratlarda boyuna
okuyoruz. Salaklardan ve solaklardan boyuna yayınlanıyor.
Hapishane hatıratları var, annesini alıyorlar, kız kardeşini
alıyorlar, hanımını alıyorlar, babasını alıyorlar ne
yapılacaksa birşeyler yapıyorlarmış onlara karşı ve bu sefer
bunu duyan oğlu veya dayısı, emmisi suçlu olan gelip teslim
oluyorlar, bir kısmı teslim olmuyor. Bunu yapan zalimdir.
Yani birisi suç işleyip de öbürünün bu ana-sıdır, bu
babasıdır, kardeşidir, emmisidir, halasıdır, teyzesidir diye
yapan kişi zalimdir. Yusuf (a.s.)'da onu söylüyor biri suç
işleyecek, öbürünü alacağız biz. O zaman biz zulmetmiş
oluruz diyor ve suçun şahsiliği pirensibini belirtiyor.2181[73]

2179[71]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/175.
2180[72]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/175-176.
2181[73]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/176.
80- Ondan (Yusuf'dan) umudu kesince fısıldaşmak üzere bir
kenara çekildiler. En büyükleri: "Babanızın sizden Allah
adına sağlam söz aldığını, daha önce de Yusuf hakkında
yaptığınız hatayı bilmiyormusunuz? Babam bana izin
verinceye kadar veya Allah hakkımda hükmedinceye kadar
ben bu yerden ayrılmayacağım. O hükmedenlerin en
hayırlısıdır." 2182[74]

81- "Babanıza dönün ve: "Babamız oğlun hırsızlık yaptı.


Biz görmedik. Ancak bildiğimize (su kabının onun yükün-
den çıktığına) sahicilik yaparız. Biz gaybin bekçileri deği-
liz." deyin.
Dikkatimize sunuyor Rabbim, bazı şeyleri mesela hırsızlık
yaptı diye bir adama doğrudan, gözünüzle görmediğiniz
müddetçe söylemeyeceksiniz. Kardeşleri diyorki, hırsızlık
yaptığını gözümüzle görmedik, öyle biliyoruz diyor. Hani
bir adamın malı çalınır, daha Önce tefsiri geçti. Bu bir
Yahudi ile ilgili bir olaydı. Bir adamın malı çalınıyor, o mal
Yahudinin evinde bulunuyor. Yahudiyi Peygamber
Efendimiz cezalandıracak. Ama bunun üzerine âyet-i kerime
nazil oluyor. Yahudinin suçsuzluğu, bir münafığın o malı
çalıp gizleyemeyeceğini anlayınca, yahudinin evine
emaneten koyuverdiği ortaya çıkıyor. 2183[75]
Mesela siz malın çalındığını biliyorsunuz sonra malınızın
filan adamın evinde veya dükkanında olduğunu gördünüz.
Adamın kendisi itiraf etmeden veya sözüne inanabileceğiniz
iki tane şahit ben gördüm bu adam bunu buradan aldı, kendi
evine götürdü demeden adama hırsız demeyin. Doğru
malınız çalındı, hırsızlık yapıldı deyin ama adam benim
malımı çaldı demeyin. Çünkü adam onu birinden satın
almıştır. Sizin malınızı hırsız filan yerde satmıştır, o adamda
satın almıştır. Yani adamı araştırmadan vay hırsız bu adam
2182[74]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/176.
2183[75]
Nisa suresi 105-113
diye adamın üstüne çullanmayın. Burada bu inceliğe de
dikkatimizi çekiyor.
Burada Buharının "Ehadisi Enbiyada" Ebu Hüreyre den
rivayet ettiği bir hadisi hatırladım. Efendimiz şöyle
buyurmuş; "Hz. İsa bir adamı hırsızlık yaparken gördü ve
"Sen hırsızlık yaptın mı?" dedi. Adam; "Ondan başka ilah
olmayan Allaha yemin ederim ki hırsızlık yapmadım." dedi
Hz. İsa; "Allaha iman ettim gözümü yalanladım" dedi. 2184[76]

82- "İçinde bulunduğumuz şehire (Mısır'a) ve birlikte


geldiğimiz kervana sor. Biz doğru söylüyoruz" deyin.
83- (Yâkub): "Her halde nefisleriniz size bir işi süsleyip
güzel göstermiş. Artık bana güzel bir sabır gerekir. Belki
Allah onların hepsini bana getirir. Şüphesiz O herşeyi bilen,
hikmetle hükmedendir" dedi.
Yâkub (a.s.) diyor ki: "Belki sizin nefsiniz böyle bir olayı
hazırlamıştır, süslemiştir. Yani yeni birşey
uyduruyorsunuzdur. Bana güzel, iyi bir sabır düşer. Ola ki,
ümid edilir ki Allah onların hepsini bana yakında getirir
diyor. Onu getirir demiyor, onları getirir diyor. Onlardan
kasıt Yusufundan ümidini kesmemiş. Bünyamin var bir de
en büyük oğlu var. Ola ki Allah; umulur o Allah'dan onların
hepsini bana getirir. O herşeyi bilendir, onlar yeryüzünün
neresindedir o bilir ve hükmünüde en iyi veren O'dur. En iyi
hükmeden de odur. 2185[77]

84- Yâkub onlardan yüz çevirdi ve: "Ey Yusuf'a olan


hüznüm" dedi ve tasadan gözleri ağardı. O kederini içine
atıyordu.
Bunlardan şunu anlıyoruz ki üzüntüden göz kör olabiliyor.
Doktorlarımızın bunu destekler mahiyette açıklamaları var.
Kişinin kederden, üzüntüden, yorgunluktan gözler hani uzun
2184[76]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/177.
2185[77]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/177-178.
müddet uyumamak, gözlerin kör olmasına zayıflamasına
sebeptir. Uzun müddet hüzün de aynı şekilde gözü yoruyor.
Uzun müddet okumak bilmiyorum bazılarını etkiliyor ama
Allah'a çok şükür beni etkilemiyor. Bazıları rahatsız olu-
yorum diyor. Ben tahmin ederim başka sebeplerden dolayı
olan rahatsızlığını okuma ortaya çıkarıyordun Yani okumak
onun gözlerini o hale getirmiyor. Başka sebeplerden gözü
rahatsız oluyor ve o rahatsızlığı okumakla yorulunca ortaya
çıkıyor. Ben böyle açıklama tarafına gidiyorum. Yani
üzüntüden gözün kör olabileceğini bu âyet-i kerime delil.
Yine üzüntüden başın ağarabileceğine başka bir âyet-i
kerime var. 2186[78] Ahiret hayatını anlatırken Rabbim o
günün şiddeti çocukların başını bile ağartacak şiddettedir.
Ahiret hayatı anlatılırken bundan alimlerimiz diyor ki, aşırı
üzüntü, aşırı keder, sıkıntılar insanın saçını da ağartır.
Bazıları da irsi olabilir. İrsi olan müstesna, üzüntünün saça
da etki ettiğini âyetten delil olarak alıyoruz.
Allah (c.c) Yusuf sûresi'nde Yusuf (a.s)ın hayatını
anlatıveriyor ve diğer sûrelerde bu konuya hiç değinmiyor.
Ama bir sûre baştan sona Hz Yusuf (a.s) hayatını anlatıyor
bize Yusuf (a.s.) ilgili yazılmış hikâyeler ve romanlar veya
çekilmiş flimlerin gerçekle ilgisi var ama zamanla tiyatro
yapıp veya filim çekilmesi nedeniyle biraz daha halkın
cazibesine arz edilmek üzere bazı ilaveler bazı değil de
epeyce ilaveler yapılmış bu konuda.
Bizim tek dayanağımız Kur'ânı Kerim'dir. Efendimiz (a.s.)
hadisinin dışında Kur'ân'm dışında ve bu doğrultuda
söylenmiş sahih senetlerin dışında hiçbir habere itibar
etmiyeceğiz. 2187[79]

85- (Oğulları) dediler ki: "Allah'a yemin olsun ki sen


Yusuf'u anarak hasta olacak veya öleceksin."
2186[78]
Müzemmil 17
2187[79]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/178-179.
Yusuf (a.s.)da devlet başkanı olur ve Yusuf (a.s.)ın
üzüntüsüden babasının gözleri kör olur. Bunun üzerine
kardeşleri diyorlar ki; "Allah'a yemin olsun ki senYusufu
hatırlamaya devam ediyorsun.' Yani Yusuf (a.s.) öldü,
Yusuf (a.s.) yok gayri diyorlar. Ama sen hale Yusuf u
hatırlıyorsun ve bu Yusuf sebebiyle sen onulmaz
hastalıklara yakalanacaksın, veya yok olup gideceksin
diyorlar babalarına. Yani bırak Yusuf u, artık Yusuf üzerine
ağlamayı, Yusuf üzerine hüzünlenmey: bırak, bak gözlerin
kör oldu. Ve iyi olunmaz hastalıklara tutulacaksır ve
sonunda da helak olacaksın sen diyorlar. 2188[80]

86- (Yâkub) dedi ki: "Ben kederimi ve hüznümü Allah'a


şikâyet ederim ve Allah'dan sizin bilmediklerinizi bilirim."
Yavrularımızın ölmesine maazallah kaybolmasına üzülürüz
Üzülmemek mümkün değildir. Çünkü Peygamber
Efendimiz (a.s.)'d. oğlu İbrahim'ine ağlamıştır. Hatta
sahâbe'den birisi "Ya Rasulüllal sende mi"" demiş. O da
demiş ki: "Ben de ağlarım, gönül ağlar, göz ya şarır. Biz
senin için ağlıyoruz ey İbrahim" demiş Peygamber
Efendimi: (s.a.v.). Ama yasaklanan nedir? Feryad etmektir.
İşte bunuda mı ala çaktın, niye aldın, bunu mu reva gördün?
başkalarını niye almadın gibi Allah'a isyan kabilinde feryad
ederek, figan ederek veya ağıt yakarak ağlamalar yasaktır.
Burada diyor ki: "Ben Yusuf üzerine ağlıyorsam,
üzülüyorsam, üzüntümü ve hüznümü Allah'a bildiririm.
Şikâyetim Allah'adır. Size bir-şey diyormuyum. Oğullarına,
yani oğullarını hiç çağırıpda işte Yusuf um için şöyle yapın,
böyle yapın diye bir istekde bulunmamış, veya onlara
durumunu arz etmemiş. Ama gözlerinin kör olması
nedeniyle çocukları ona diyorlar, kendini helak ediyorsun
baba diyorlar. O da diyorki, ben şikâyetimi Allah'a

2188[80]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/179.
yapıyorum ve sizin bilmediğinizi biliyorum diyor. 2189[81]

87- "Oğullarını, gidiniz ve Yusuf'la kardeşini araştırınız.


Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Allah'ın rah-
metinden ümidi ancak kafir topluluklar keser."
Ey oğullarım! gidiniz ve Yusufu kardeşinizi araştırınız.
"Tehassüs" kelimesi, "Tecessüs" kelimesinin mana
bakımından benzeri bir kelimedir. Tecessüs kötü şeyler
aramaya, casusda bu kelimeden türemiş Arapça bir
kelimedir. Tecessüsde insanların ayıbını aramak, gözlerle,
kulaklarla insanların eksik taraflarını, ayıp taraflarını hoşa
gitmeyen taraflarını aramaya Tecessüs denirki bu
yasaklanmıştır. Hucurat sûresinde Allah (c.c.) Tecessüs
yapmayınız, insanların ayıbını araştırmayınız, gizli sırlarını
ortaya çıkarmaya çalışmayınız diyor.
Tehassüsü ise emrediyor. Yani insanların iyi taraflarını
görmek, iyi şeyler araştırmak emredilmiştir. Burada da
Yâkub (a.s.) oğullarına Yusufu ve kardeşini araştırınız.
Türkçede kullanırız biz hissetmek kelimesini. Bu kelimeden
türetilmiş ve Türkçemize geçmiştir. Yani araştırınız ne ile ,
bizim hislerimiz nedir? Göz, kulak, dil, efendim burun ve
aokunma hislerimiz vardır. Gözünüzle, kulağınızla, elinizle,
herşeyi-nizle Yusufu ve kardeşini arayınız. Allah'ın
rahmetinden ümidinizide kesmeyiniz. Çünkü Allah'ın
rahmetinden ancak kâfirler ümid keser diyor Yâkub (a.s.).
Bu âyet-i kerimeyi Akif merhum Safahatında şiir halinde
şerh etmiş. "Atiyi karanlık görerek, azmi bırakmak, Alçak
bir ölüm varsa, eminim budur ancak. Dünyada inanmazdım,
hani görsem de gözümle, İmanı olan kimse gebermez bu
ölümle."
Yani ümitsizlik içinde ölmeyi geberme olarak kabul ediyor
Mehmet Akif merhum. Yani bu müslümanların tekrar

2189[81]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/179-180.
bellerini doğrultması mümkün değil. Yeniden
müslümanların devlet olması mümkün değil. İslâm'ın
yeniden insanlara tatbiki.kolay değil, olmaz gibi
ümitsizliklere düşmeyi Mehmet Akif gebermek olarak
değerlendiriyor.
"Dünyada inanmazdım, hani görsem de gözümle " İmanı
olan kimse gebermez bu ölümle Ey dibdiri meyyit, iki el bir
baş içindir. Davran sana ellerde senin, başda senindir."
Ne ile yapayım diyenlere cevap veriyor. İki el bir baş
içindir, bir başın varsa Rabbim iki tane de el vermiş. Bir baş
içindir, davransana, eller de senin, baş da senindir. Baş
senin el de senin öyle ise bir başını Allah yolunda
kullanacak iki tane de el vermiş Allah (c.c). Ümitsizliğe
düşme, çünkü ümitsizliğe düşenler ancak kâfirlerdir diyor
Allah (c.c.)
Dikkat edin Yusuf (a.s.)'ın kıssası anlatılıyor, ama bizim de
hayatımızda olayları iyi araştırmamız gerekiyor. Kimler,
neler, ne yapıyorlar, nerede yapıyorlar, nasıl yapıyorlar,
niçin yapıyorlar? Bunlar araştırılacak ve İslâm'ın iktidar
olmasından da hiç ümitsizliğe düşülmeyecek. 2190[82]

88- (Yâkub'un oğulları) Yusuf'un yanına girdiklerinde: "Ey


Aziz! bize ve ailemize kıtlık dokundu. Biz değersiz sermaye
ile geldik. Bize ölçek (le buğday) ver. Bize tasadduk eyle.
Şüphesiz Allah tasadduk edenleri mükâfatlandırır" dediler.
Yusuf (a.s)'ın kardeşleri tekrar mal almak üzere Yusuf
(a.s.)'ın yanma vardıklarında "ey devlet başkanı! Bizi ve
ailemizi kıtlık sardı, kuruttu ve biz sana değersiz mallarla
geldik." Yani elimizdeki paraların, senin vereceğin
karşısında fazla bir değeri yok. Burada derler ki yani
alınacak blan buğday yiyecek maddesi, verilen altın'dır,
gümüş'dür. Ama kıtlık senesinde altın ve gümüş'ün değeri

2190[82]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/180-181.
buğday kadar yoktur.
Hani Şirazi anlatır: Çölde insanlar susuzluktan oluyorlarmış,
ama kervanın çuvallarında da yakut, mercan, inci
yüklüymüş ve susuzluktan o kafile helak olmuş. Son ölen
adam kumun üzerine eliyle yazmış.
"Keşke bir bardak su verilseydi de bütün yüklerimizi ona
verseydik." Yani çölde bir çuval dolusu altın bir bardak su
karşılığında verilir mi? verilir. Burada da kıtlık yılları
var,her tarafta buğday yok, yiyecek maddesi yok ve
paralarıyla geliyorlar ama buğday karşısında değeri yok.
Çünkü yenmiyor. Sana değersiz mallarımızla geldik. Sen
bize yiyecek maddeleri ver. Ve sen bize iyilikde bulun. Yani
tasadduk et. Yani aslında senin verdiğin, para karşılığında
verdiğin bile bize bir sadaka gibidir. Veya sen bize fazla
fazla, paramızın karşılığının daha fazlasını da ver. "Sadaka
verenleri Allah mükâfatlandırır" diyorlar devlet başka-
nına. 2191[83]

89- Yusuf: "Siz cahilken Yusuf'a ve kardeşine ne yaptığınızı


biliyor musunuz?" dedi.
Yusuf (a.s.)'da diyorki: Hani bir zamanlar siz cahildiniz, o
zaman Yusuf a ve kardeşine ne yaptığınızı biliyor musunuz.
Sizin bir kardeşiniz vardı. Yusuf ve Onun da kardeşi vardı
bu ikisine neler yaptınız siz. Onu biliyormusunuz diye
soruyor. 2192[84]

90- (kardeşleri) "Şüphesiz sen Yusuf'sun" dediler. Yusuf:


"Ben Yusuf'um bu da kardeşim. Allah bize iyilik yaptı. Kim
sakınır ve sabrederse şüphesiz Allah iyilik yapanların ecrini
zayii etmez" dedi.
Şöyle Yusuf a dikkatli baktıktan sonra yoksa sen
Yusufmusun diyorlar ve "İşte ben Yusuf um ve bu da
2191[83]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/181-182.
2192[84]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/182.
kardeşimdir. Allah bize ni'metini lütfetti. Mutlaka kim
Allah'tan sakınır ve de sabr ederse muhakkak Allah (c.c.)
iyilikte bulunanların mükâfatını eksiltmez ve de zayii et-
mez" buyuruyor Rabbim. 2193[85]

91- (Kardeşleri) dediler ki: "Allah'a yemin ederiz ki


Allah seni bizden üstün kıldı. Doğrusu biz hata ettik."
Kardeşleri diyorlar ki: Allah'a yemin olsun ki Allah seni
bizim üzerimize üstün kıldı ve biz hata edenlerden olduk"
diyorlar. Bunu bizim şairlerimizden biri şiirinde kullanmış.
Aynen âyet-i kerimeyi yazmış.
"Zalimlere dedirir birgün Hz. Allah, Legad aserakellahu
aleynâ"
Zalimler her ne kadar zulümlerine devam ederlerse de
birgün o mazlumlara öylesine makam ve mevki verir ki,
zalimler o zulüm ettikleri mazlumların önüne gelirler ve
Yusuf (a.s.)'ın kardeşlerinin dediğini derler. "Legad
asarakellahü aleynâ" Bir zamanlar biz güçlüydük ama şimdi
sen güçlüsün ve Allah seni bize tercih etti. Seni bize üstün
kıldı derler, Allah (c.c.) diyor. Bunu aynı zamanda
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'da bu âyeti Mekke'nin fetihi
günü okumuş. Mekke'yi feth ediyor, 10 bin kişilik bir
orduyla Mekke'ye geliyor. Kan dökülmeden Mekke'yi feth
ediyor. Çünkü Mekke'li müşriklerin kılıncını tutacak bilek
kalmamış. Yürekleri korkunca, bilekleri de titreyince
kılıçlarını çekecek cesareti gösterememişler ve de Mekke'yi
bir kuşluk vakti kan dökmeden feth etmiş. Dört rekath bir
namaz kılmış Efendimiz (s.a.v.) bir kısım alimler diyor ki:
Bu dört rekatlı namaz kuşluk namazı diyenler, kuşluk
namazına delil olarak o hadisi getirirler. Bir kısmı da diyor
ki, buna fetih namazı denir.
"Allah'ın yardımı gelip ve fethi geldiğinde insanlar grublar

2193[85]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/182.
halinde İslâm'a girerler. Sen onları gördüğünde Rabbine
hamd et, Rabbini teşbih et" âyet-i kerimesine uygun olarak
fetih namazı vardır ve Peygamber Efendimiz de Mekke'yi
feth ettiğinde1 bu dört rekatlı namazı kılmıştır derler. Bu
bizim tarihimizde böyle. Saad b. Ebi Vakkas'da îran'ı
fethettiğinde İran sarayına girer ve o ipekli halılar üzerinde
Rabbine şükreder, iki rekatlı fetih namazı kılar. Allah'ın
yardımına karşı" şükür böyle olur. Peki imansız kesim ne
yapar, onlar da buna benzer bir iş yaparlar. Her hangi bir
başarılarının neticesinde onlar da ilahlarının huzuruna
giderler şöyle şöyle yaptık, böyle böyle yaptık dediğin
doğrultuda hareket ediyoruz. Ve onun için huzuruna geldik
diye kendi varlıklarını ve yaptıklarını ona arz ederler. Aynı
şekildedir, insanlık tarihinde imanla küfrün, mü'minle
kâfirin yaptığı birbirine benzer aslında. Kâfir de evlenir,
mü'min de evlenir. İkisinin de yaptığı aynı şey. Mü'min de
aynı işi yapıyor ama Rabbimin koyduğu kurallar içinde
yapıyor. Öbürü Rabbimin kurallarının dışında yaptığından
dolayı günaha giriyor. Müslüman da yiyor, kâfir de yiyor.
Mü'minin ki sevap oluyor, öbürü-nünki günah oluyor, O da
aynı şekilde. Bütün hareketlerimiz aslında bir ihtiyacın
neticesinde yapılmaktadır. Biz Rabbimizin huzurunda secde
ediyoruz. Onlar da başkalarının huzurunda secde ediyorlar.
Hz. Peygamber 4 rekatlı namazını kıldıktan sonra Mekke'ye
geliyor, Kabe-i Muazzama'nın kapısında halka varmış
oradan elini tutuyor ve insanlara; " Benden ne beklersiniz,
ne yapmamı bekliyorsunuz?" demiş. Onlar da demişler ki:
"Sen Kerim oğlu Kerimsin. Baban soylu, cömert iyi insandı,
sen de öylesin, deden de öyle idi senin. Senden iyilik-den
başka birşey beklemeyiz" diyorlar. Tabii ki bu yağcılık, ama
Hz. Peygamber hissi hareket edecek değil. Çünkü
Peygamberdir Rabbimin denetimindedir. Ve o diyor ki:
"Hepiniz evlerinize gidiniz. Hepiniz hürsünüz, ben kardeşim
Yusuf un dediğini derim, diyor ve 92. ayeti okuyor. 2194[86]

92- (Yusuf): "Bugün sizi kınamak yok. Allah sizi afvet-sin.


O merhamet edenlerin en merhametlisidir."
Bugün size geçmişinizden dolayı ayıplamak da yok,
cezalandırmak da yok" demiş Yusuf (a.s.) onlara.
Peygamber (s.a.v.)'da bunu hatırlatmış. Biz de bugünün
insanına hatırlatıyoruz bunu. Bu âyeti çokça duyurmamız
lazım.
Adamın biri bana diyor ki: "Hocam biz içki içiyoruz,
(Gazeteci, köşe yazarı adam) içkiden dolayı duydum 80
değnek vurulurmuş. Ben bin defa içmişsem 80 bin değnek
yemem lazım" diyor. Şeriata, İslâm'a karşı oluşlarının
sebebi buradan. Adam kendi içkisini hesab ediyor, 80 bin
değnek vuracaklar. Benim ölüm çıkar diyor. İçtiği içki var,
kuman var veya diğer kötülükler var. Bütün bunlardan
dolayı İslâm'a karşılar, gönüllerinden müslümanız diyorlar.
Ama gelmesini istemeyiz. Niye? Dayak yiyeceğiz diyor.
Bunu hatırlatıyorum.
Kur'ân-ı Kerim'de çok geçer "İlla ma gad selef" birçok
sûrede bu geçer. "Geçen geçmiştir" Yani İslâm geldiği
takdirde geçmişinden hesaba çekmez kişiyi. Kanun geçmişe
şamil değildir diye bugün de kullanılır. İslâm hukukunda bu
vardır "İlla ma gad selef" ile ifade edilmiştir.
Günümüz hukukunda da azçok bu vardır. Onun için İslâm
kendisinin döneminde işlenmediği suçlardan sorguya
çekmez. Hatta hukuk kaidesi de vardır. Yani sorumluluklar
yetkililerle orantılıdır diye tercüme edilebilir. İslâm
devletinde işlenmeyen bir suçtan dolayı onu hesaba
çekmiyor. Çünkü İslâm'ın ona olan engelleyici, önleyici
tedbirleri suç işlendiği zamanda yürürlükte olmadığından,
suç işleyen adamı da cezalandırmıyor.

2194[86]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/182-184.
"Allah sizi af eder. O merhamet edenlerin en
merhametlisidir" Yani bir Peygamber adayını kuyuya
atmaktan dolayı ümitsizliğe düşmeyin. Allah'ın af
etmeyeceği günah yoktur. Şirk hariç. Af etmeyeceği günah
yoktur. Öyle ise Allah af eder. Çünkü o merhametlilerin en
merhametlisidir. Demekki biz de merhametliyiz. Allah'ın
yarattıklarında da merhamet var. Onun içinde Müslim'de
Peygamber (s.a.v.)'in bir hadisi rivayet ediliyor. Allah (c.c.)
merhametini 100 parçaya ayırdı, bir parçasını yeryüzündeki
canlılara verdi. 99'u ahirette, mü'minlere kendisi merhamet
edecek. Yani rahmetin ve merhametin büyüklüğüne bakın ki
yeryüzündeki canlıların, yani kedinin yavrusunu korumak
için köpeğe meydan okuması vardır. Tavuk kendi yavrusunu
korumak için aslana meydan okuyor. Başka zaman korkar.
Ve insanoğlunun merhameti, diğerlerine karşı gösterdiği
merhamet, Rabbimin dağıttığı o bir merhametten herkesin
hissesine düşendir. Rabbimin merhametinin ahirette nasıl
olacağını ona göre mukayese etmemiz gerekiyor.
Bunlar bize şunu veriyor. Rabbim af ediyorsa biz niye af
etmeyelim. Yani Peygamberi öldürmeye teşebbüs etmiş
adamların af edileceğini Allah (c.c.) haber veriyor. Ama biz
diyoruz ki bazı isimler Türkiye'de ve dünyada yaşayanlar,
gündeme geldiğinde, "Hocam onu Allah af et-sede ben af
etmem" diyor. Bu söz büyük günahdır. Af edecekse bana ne,
sana ne. Cennet onun, af etmek onun, kul onun. Yani o
adam ne oluyor. Onun için biz, Allah (c.c.) insanlara bakış
açımızı nasıl belirtiyorsa nasıl bakmamız gerekiyorsa onu
öğrenelim. Ve ona göre hareket edelim.
Yine gazeteci arkadaşın dediği, "500 bin vesikalı kadın ne
olacak" diyor. "Af edilecek" diyorum. Herkese birer ev,
mümkün mertebe verilecek, bir sığınacak yer verilecek ve
geçimi tedarik edilecek devlet tarafından. Ve onlara
namusuyla, iffetiyle beraber yaşayabilecekleri kocalar temin
edilecektir. Yani onların evlenmesi teşvik edilecek ve de
onlarla izzetli, ve iffetli bir hayat yaşayacaklar. Peki bugüne
kadar yaptıklarından dolayı? Yaptıklarından dolayı hesaba
çekilmeyecekler. Çünkü bu rejimin pisliğidir bunların
yaptığı. İslâm'ın döneminde yapmıyorlar ki bunlar. Çünkü
İslâm onlara cezalandırmadan önce önlemini alıyor. O
önlemler alınmamış, bunlar itilmiş ve şimdi bunları fayda
vermediği kişileri cezalandırma hakkını kendinde görmüyor
dinim. 2195[87]

93- "Benim şu gömleğimi götürün ve onu babamın yüzüne


koyun, gözleri açılır. Ailenizle topluca bana gelin" dedi.
Kardeşlerine diyor ki: "Şu benim gömleğimi alınız ve onu
götürünz. Ve onu babamın yüzüne koyunuz gözü tekrar
görür. Görüşü geriye gelir diyor. Sonra da ailece hepiniz
bana geliniz" diyor. "Babamı da alın, diğer kardeşlerimi de
alın, çocuklarınızı alın, hanımlarınızı alın, hepiniz bana
gelin" diyor Yusuf (a.s.). Şimdi bizim Karaman bölgesinde,
baba askere gider veya gurbete gider, çocuk hastalanır.
Hastalığın adına da Ebilemiş derler manasını bilmezler.
Yani babayı özlemiş de hastalanmış anlamında kullanılıyor.
Biz burdan anlıyoruz ki Yâkub (a.s.) oğlunu özleyerek
gözleri kör olmuş. Apaçık ifade, yani bu doktorlarımızın bi-
lebileceği bir iş. Nasıl izah ederler, onlar izah etmeseler bile,
ben iman ederim bir kere böyledir bu. Bu iş böyledir de
onlar nasıl izah ederlerse bir izah getirmeleri gerekir,
araştırılması gerekir. Üzüntünün insan vücudu üzerinde
etkisi olduğunu zaten söylüyorlar. Göze de etki eder, diğer
bölgelerine de etki eder onu söylüyorlar da, kör olmuş bir
gözün üzerine özlediği insanın bir eşyası koyulduğunda
gözü açılıyor.
Burada Yâkub'un (a.s.) gözü açılıyor. Biz de de şöyle
yaparlar, o çocuk "ebilemiş" ya babasının elbiselerinden

2195[87]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/184-185.
birini üzerine koyarlar veya giydirirler, veya koklatırlar.
Belki bu âyettten hareketle bunu yapıyorlardı ama bu
böyledir, kesindir demiyorum. Âyetteki doğrudur da, bizim
köyün âdeti tıbbîdir diyemem. Onun için doktorlarımızın bu
konu üzerinde de biraz düşünmeleri gerekir. Yani bu hür
iradeli doktorlarımızın, yoksa batıya bağımlı
doktorlarımızın değil. Hani televizyonda bir ara
seyretmiştik. Kanser ilacıyla ilgili olarak; "Avrupalılar
kabul ederse kabul ederim" diyor. Profesör, sıradan bir
doktor değil. Avrupalılar kabul ederse kabul ederim diyor.
Böyle bir adamı kabul etmekte doğru değil. Doktor değil ki
profesör olmuşsun, belirli bir seviyeye gelmişsin. Sen de bir
mantığını kullan.
Biraz sonra gelecek âyet-i kerime İslâm'a gelişte bile
basiretle gelin. Gözü, körü körüne gelmeyin diyor. Yani hür
fikirli, hür iradeli, ilmi dirayeti, medeni cesareti yerinde
olan doktorların, arkadaşlarımızın bu hastalıkların
tedavisinde her hastalığın değil, özlenen özleyen bir insanın,
hani sevgilisini özlemiş, hanımını özlemiş, çocuğunu
özlemiş, babasını özlemiş, kardeşini özlemiş bir insan ondan
dolayı hastalanmış. Soğuktan hastalanmışın üzerine değil,
onun üzerine ne kadar ne getirirseniz getirin farketmez.
Tabii hastalığın sebebi ayrılık, hüzün. Bu hüzün sebebiyle
hastalığın tedavisi olur mu? Olabilir. Mecnun için söylerler.
Köpek görmüş, köpeğin elini ayağını kaldırır kaldırır
öpermiş. Hayrola niye öpüyorsun demişler. Leyla'nın
memleketinden geldi bu köpek. Olaki Leyla'nın ayak bastığı
yerlere bunun ayağı da değmiştir diye öpüyorum demiş.
Faydası olur mu? Ben olur desem belki siz anlayamazsınız
veya ben anlayamam. Ama aşık olan anlar. 2196[88]

94- Kervan (Mısır'dan) ayrılınca babaları (Ya'kub):

2196[88]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/185-186.
"Şüphesiz ben Yusuf'un kokusunu buluyorum" dedi.
Kafile Mısır'dan ayrılınca, yani Yusuf (a.s.)'ın yanında
kardeşleri Yusuf u tanıyorlar. Birkaç gün sohbet ediyorlar,
gömleğini veriyor kardeşlerine, babamın yanına gidin
gömleği gözüne bırakın. O görecektir. Tekrar ve tekrar siz
bana annem babam ve bütün ailenizle geliniz diyor.
Derken kafile merasimle uğurlanıyor, şehirden ayrılınca
Yâkub (a.s.) diyor ki: "Kenan ilinde sen abuk sabuk
konuşuyorsun demezseniz ben size birşey söyleyeyim: Ben
Yusuf un kokusunu alıyorum diyor. Aradaki mesafe benim
hesab edebildiğim kadar 520 km. mesafeden Yâkub (a.s.)
oğlu Yusufun kokusunu alıyor. Malum bugün televizyon
renkleri naklediyor, sesi de naklediyor, kendi görüntüsünü
naklediyor. Ama henüz kokuyu nakledemiyor. Ama
nakledeceğine inanırım, birgün gelip bunu da nakledeceğine
inanırım. Çünkü Allah (c.c.) burada kokunun bir yerden bir
yere nakledildiğini haber veriyor. Bu Yâkub (a.s.)'ında
Rabbimin bir mucizesidir.
Peki televizyonda kokuyu da naklederlerse Yâkub (a.s.)'ın
mucizesi, değerini kaybeder mi? Etmez. Çünkü Yâkub (a.s.)
vasıtasız kokuyu alıyordu. Bunlar bir elektronik akımla, bir
vasıta ile bu işi sağlayacaklar. Peygamber'in yaptığı bir iş,
tabii vasıtasız yapıldığından dolayı, hiçbir vakit mucizeler
geçilmeyecektir. Onu söyleyeyim. Yani tabiat kanunlarının
dışına çıkılarak yapılan iştir. Tabii o da Rabbim'in on lara
vermiş olduğu bir lütufdur o. Ama insanların yaptığı ise
tabiat ka nunları kullanılarak keşf edilerek yapılıyor ve
hiçbir vakit mucize geçi lemiyor. Ama bu âyet-i kerime
bizim veya Batılı ilim adamlarının uf kunu açar. Hani
diyorum ya Kur'ân-ı Kerim okuyun, her halükârda ne
okumak istiyorsanız, hangi dalda kitap okumak istiyorsanız
Kur'ân-Kerim okuyun. Bir kurgu bilim kitabı okumak
isteyen adam yine dt Kur'ân okusun. Çünkü Kur'ân-ı
Kerimde kurgu bilimcilerin hayal ede mediklerinin hakikat
olduğunu yazıyor Rabbim bize. 2197[89]

95- (Yanındakiler): "Allah'a yemin olsun ki sen esk


şaşkınlığın içindesin" dediler.
Diyorlar ki: "Allah'a yemin olsun ki, köylüler, şehirliler,
etrafındaki insanlar diyorlar ki, Allah'a yemin olsun ki sen
hala eski şaşkınlığın-dasın" diyorlar Yâkub (a.s.)'a. Çünkü o
Yâkub (a.s.) Yusufunu fazla seviyor ve Onun gitmesinden
dolayı hüznü devam ediyorduya, şimdi kokuyu alıyorum ya
Yusuf un kokusunu alıyorum derken diyorlar ki: "Yine sen
şaşkınlığın da devam ediyorsun. Yahu Yusuf dan ümidi kes
artık" diyor. Çevresindeki insanlar. 2198[90]

96- Müjdeci gelip onu (gömleği) yüzüne koyunca derhal


görmesi geri geldi. Yâkub: "Ben size : "Allah'dan sizin
bilmediklerinizi bilirim" demedim mi?" dedi.
Müjdeci gelince, müjdeci deriz. Biri askerden geldi mi
eskiden gören kişi koşarak gelir ve müjde müjde oğlun
askerden geliyor der. Tabii onlar da bir hediye verirler
müjdeciye. Müjdeci gelince o gömleği Onun, Yâkub (a.s.)'ın
yüzüne bıraktı, hemen gözü geriye geldi. Gözünün görmesi
geriye geldi. Ben size demedim mi, ben sizin bilmediğinizi
Allah'ın bildirmesiyle biliyorum demedim mi? diyor. Yani
Yusufun sağ olduğunu biliyordum. Ben ümidimi hiç
kesmedim. Siz ise, Yusufun öldüğünü zannediyordunuz,
ama sizin bilmediğinizi ben bilirim. 2199[91]

97- Dediler ki: "Ey babamız! Sen bizim günahlarımızın


bağışlanmasını dile. Gerçekten biz hata ettik." 2200[92]

98- Ya'kub: "Sizin için Rabbime istiğfar edeceğim.


2197[89]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/187.
2198[90]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/187-188.
2199[91]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/188.
2200[92]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/188.
Şüphesiz Gafurdur, Rahimdir.
Bu âyet-i kerime bize şunun da delilidir. Benim içinde dua
et diyoruz ya onun delilidir. Bazı arkadaşlar "herkes duasını
kendisi yapar, kimse kimseye dua edemez" gibi Kur'ân
okumadan fetva verirler. Bir insan diğer insana dua eder.
Dua etmesi için istekte bulunabilir. Yani
benim için Allah'a istiğfar et, benim içim de dua et diyorsun.
Hacc' gitmekte olana benim içinde orada dua et, Arafatta
dua et, Kabe'de du et diyorsunuz. Veyahut da sâlih
bildiğiniz zata, günahlarım çoktur be nim, benim için de
Rabbime istiğfar etseniz. Kendisi de edecek yalnıs sen yap
da ben yapmayayım anlamında değil. Yâkub (a.s.)'ın
çocuklaı edecekler de yani bizim varacak yüzümüz yok,
Rabbimize. Biz yine vz racağız da, hani bizim dualarımız
reddolunur.
Hoşuma gider ama kaynağını kesinlikle görmedim. Sağlam
hadi olarak görmedim. "Günah işlemediğin ağızla dua et"
demiş Allah (c.c Musa (a.s.)'a. Ya Rabbi demiş. Biz
ağzımızla günah işliyoruz, yani gi nah işlemedik ağzı nerede
bulalım. Bir başkasına iyilik yaparsan o d senin için dua
eder. Sen o ağızla günaha girmedin ya, o günaha girme
diğin ağızla dua etmek demektir. Yani insanlara dua ettirici
iş yaprm mız gerekiyor. Adam ömründe hiç iyilik
yapmamış, kimse ona dua e memiş, Ölünce kabir taşına
yazmışlar "Ruhuna fatiha deyin". Mez taşı ile dua istiyor,
bana yardım edin diyor. Öyle değil, bu dünyada 05 leşine
iyilik yapın ki sizin için binlerce ağız size dua etmiş olsm
İnsanlar etmese bile kuşların etmesi yine yeterlidir.2201[93]

99- Yusuf'un yanına girdiklerinde babasını ve annesin


kucakladı: "Allah'ın dilemesiyle güven içinde Mısır'a giri
dedi.

2201[93]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/188-189.
Yusuf (a.s.) Mısır'a devlet başkanı olduktan sonra kıtlık
yılları c atlatılınca Mısır'da tamamen emniyet temin edilmiş.
Kişi malını soka| koyuverse alıcısı yok, calicisi yok. Yani
öyle bir ortam meydana gelm bu şehre emniyet içinde girin.
Bu şehir emniyet altındadır, malınız en niyet altındadır,
namusunuz emniyet altındadır, güven içindedir diye Yusuf
(a.s.).
Bugün bakıyoruz teknoloji çağı ve insanlar birbirlerini daha
iyi tan yorlar, daha iyi anlaşıyorlar. Hani konuşa konuşa
tanışırmış insanlar; öyle konuşma ki, televizyon vasıtası ile
Amerikalıyla, Japonlu'yu Çiniyle konuşuyoruz anlaşıyoruz.
Daha bir emniyette olmamız gen kirken, Amerika ki
memlekette orada okuyan arkadaşlar belirli saattt sonra
Amerikalıların sokağa çıkamadıklarını, çıkarlarsa bile
canların emniyet altında olmadığını ifade ediyorlar. Hele
hele bazı sokakl daha belalı sokaktır diyorlar.
Ama binlerce yıl önce bir Peygamberin devlet başkanı
olduğu yer< herşey can, mal,ırz, namus emniyet altında
olduğunu âyeti-i kerimedt
görüyoruz. Bunu ne ile sağlıyor? Polis teşkilatıylamı? Değil.
Her fert kendi dinini korumakla görevli. Devletini
korumakla görevli hissettiği an emniyet sağlanıyor. Onun
için takvayı tarif etmiştik. Takva, yani muttaki insan vardır,
mü'min insan vardır. Mü'min insan; inanmıştır ve
emredilenleri yapmaktadır. Muttaki insan ise; kendisinin
farz olarak yapılması gerekenleri yaptığı gibi.
Misali şöyle verelim. Bir müslüman devlette, filan dairede
küçücük bir memur saat 8'de.n, 5'e kadar, 5'de bitince, tam
5'i doldurunca evine ayrılabilir. Günaha girmez. Bu mü'min
insanın yapacağı şeydir. Muttaki insanın yapacağı ise daha
burada yapılacak işlerim var. Yarın insanlar sıra
beklememeli, kuyruğa girmemeli diye işlerini devam
ettiriyorsa daireden çıktıktan sonra yolda giderken dinimin
hoşlanmadığı bir işi yapılırken görürse ona müdahale ederse
bu adam muttaki insandır. Her insan biribirinin
kontrolündedir.
Böyle bir ortamı meydana getirdik mi orada emniyet vardır.
Peygamber Efendimiz diyor ya; "çok geçmez bir insan
Aden'den, Hadramut'a kadar gider de, koyununu kurdun
kapmasının dışında hiçbirşeyden korkmaz." 2202[94] Dağdaki
kurta da birşey yapılamaz ya. Kurt belki koyunu kapar,
onun endişesi olur, ama onun dışında canına, malına , insan
tarafından saldın olacağı endişesi ona gelmez diyor. İslâm'ın
sağladığı emniyet. 2203[95]

100- Babasını ve annesini tahtın üzerine kaldırdı ve hepsi


Onun için (şükür) secdesine kapandılar. Yusuf: "Babacağım,
işte daha önceki rüyamın yorumu. Rabbim onu gerçek kıldı.
Beni hapisden çıkardığında şeytan, kardeşlerimle benim
aramı bozduktan sonra sizi çölden getirmekle Rabbim bana
iyilik yaptı. Şüphesiz Rabbim dilediğine lütfedendir. O
herşeyi bilen, hikmetle hükmedendir."
Anne ve babasını kürsi, yani devlet başkanlığı koltuğunun
yanına kadar kaldırdı, yükseltti oralara oturttu. Hepsi birden
Yusufa (a.s.) saygıyla selâm durdular. Burada "Secde"
kelimesini alimlerimiz saygı selâmında, yani devlet
başkanına gösterilen saygı, secdeye kapanma, yere eğilme
değildir diyorlar. Hafif şöyle eğilerek selamlamada bulun-
dular. Yusuf (a.s.) dedi ki: "Ey babacığım! benim daha Önce
gördüğüm rüyanın işte te'vili budur." Hani sûrenin başında
"Babacığım ben rüyamda 11 yıldız, ay ve güneşin secde
ettiğini gördüm demişti. Şimdi hatırlatıyor, daha önce
görmüştüm bu rüyayı. İşte o rüyanın te'vili budur. 11 tane
oğlan kardeş, bir anne, bir baba. Baba güneş gibi, anne ay
gibi, 11 tane oğlan kardeş yıldız gibi, Yusuf (a.s.)'ı saygı ile
selamlıyorlar.
2202[94]
Buharı, Menakıp 125
2203[95]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/189-190.
Efendimiz'in "Benim Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine
uyarsanız doğru yolu bulursunuz" diyor. ( Beyhaki ve
Deylemiden nakleden Keşfül Hafa l32 Fakat memlekette
çok iyi niyetli olup ta fazla Kur'ân ve Sünnet okumayan, işi
aklı ile halleden, çok zeki arkadaşlarımız var. Zamanlan yok
Kur'ân okumaya veya hadis okumaya. Ama yolda giderken
hep herşeyi kendi kafasına göre ayarlayıp, şeriat budur
diyerek hareket eden arkadaşlarımız var. Sonu iyi olacak
onların. Bu delikanlılık çağı geçince Kur'ân-ı Kerim'i
okumaya başlayınca durum değişecek tabii. Onun için
severim o kerataları. Şöyle bir aklına vuruyor, Sahabenin
birini sevmiyor ya; "olmaz bu. Benim Peygamberim böyle
laf etmez." diyor Yahu burada Yusuf (a.s.)'ın rüyası ile
Yusufu kuyuya atanlar yıldıza benzetilmiş. Müslüman
bunlar, Yusuf (a.s.)'ın kardeşleri de müslüman. Çünkü bu
Peygamberin çocukları ve yaptıklarını anlıyorlar, biz hata
ettik baba, bizim için istiğfar et diyorlar. Bunlar da Yusuf
(a.s.)'ın Ashabı oluyorlar, bu adamlar.
Ve Rabbim rüyamı gerçek kıldı. Beni hapishaneden
çıkardığında Rabbim bana iyilikte bulundu diyor. Beni
hapishaneden çıkardığında iyilikde bulundu diyor da.
kardeşleri 11 kardeş, babayla annede var yanında, beni
kuyudan Allah çıkardığında Allah bana iyilikte bulundu
demiyor. Niye? Kardeşlerinin hatasını hatırlatmıyor. Şimdi
Rabbinin ni'metlerini sayıyor, kendi üzerindeki ni'metlerini.
Rüyamı gerçek kıldı, hapishaneden çıkardı iyilikte bulundu
ve sizi çölden bana getirdi. Şeytan benimle kardeşlerim
arasına vesveseyi attıktan sonra sizi çölden getirdi Rabbim.
Ve bana iyilikte bulundu diyor. Ama o kuyuyu ha-
tırlatmıyor.
Şimdi sizde babanızın mirası nedeniyle veya babanız sağ ise
büyük ağabeyime veya küçük kardeşime parayı fazla verdi
de bana vermedi. Ona sermaye verdi de bana vermedi diye
kardeşlerinizle kavga etmiş olabilirsiniz.
Mutlaka barışacağız, barıştıktan sonra o günü
hatırlatmayacağız. Geçmişi unutun. Yani hatırınızdan
çıkarın diyemem, unutulmaz bazı olaylar çıkmaz ama onu
hatırlatmayın. Yani geçmişte biri hata etmişse
onu hiçbir vakit gündeme getirmemeye dikkat edin. Yusuf
(a.s.)'da başkalarının kendisine yaptığı kötülüğü söylüyor.
Beni hapishaneye attılar, oradan çıktım, bu Rabbimin bir
lütfü keremidir diyor. Dilediğine Rabbim latifdir, ince
muamele eder, yumuşak muamele eder Rabbim. O herşeyi
bilendir, hükmedendir, hükmünde hikmet sahibi olandır
diyor Yusuf (a.s.). Ve Rabbine dua ediyor. Yani bir insan
dünyalık kazanmış, devlet başkanı anne ve babası yanına
gelmiş. Kürsi yani devlet başkanlığı koltuğunun bir
tarafında babası, bir tarafında annesi, şöylece çevrili
kardeşleri oturmuş. Yani bir insanın hayatta arzu edeceği
her-şey var, para var, saltanat var, Peygamberlik var, eş var,
çoluk var, çocuk var, kardeşler... Hepsi karşılıklı
oturmuşlar. Böyle bir insan Rabbinden ne ister.? 2204[96]

101- "Rabbim sen bana mülk (ülke ve yönetimini) verdin ve


bana olayların yorumunu öğrettin. Ey göklerin ve yerin
yaratıcısı, dünyada ve ahirette benim dostum Sensin. Beni
müslüman olarak öldür ve beni sâlihler arasına kat" dedi.
Ey benim Rabbim! Sen bana saltanat verdin, yani otoriteyi
bana teslim ettin, yurt verdin, yurdun yönetimini bana
verdin, olayların ve rüyaların tefsirini bana öğrettin.
Genelde tefsircilerin bir çoğu rüya diye tefsir ediyorlar.
Rüyaların tefsirini bana öğrettin, aynı zamanda "eha-dis"
kelimesi "hadis"in çoğuludur. Olayların da yorumunu bana
öğrettin diyor. Öyle ya rüyaların yorumunu yaptığı gibi
olayların da yorumunu yapıyor Yusuf (a.s.). Bu işin neticesi
şuna varır. Bugün tedbirimizi alalım, 7 sene kıtlık, 7 senede

2204[96]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/190-192.
bolluk olacaksa ne demektir. 7 senelik bolluk zamanında
depolarda malları depo edip ilk defa toprak mahsulleri
ofisini kuran Yusuf (a.s.)dır. Ve onları 7 sene biriktirdikten
sonra kıtlık yıllarında harcamayı teklif eden ve bunu
başardıktan sonrada devlet başkanlığını bana teslim et, bu
işi yapacak otoriteye ve bilgiye sahibim diyen Yusuf
(a.s.)'dır Olayların yorumunu da Rabbimden en güzel şek-
liyle öğrenmiş.
Yeri ve göğü modelsiz olarak yapan. Önce biri yapmışta,
sen ona benzeterek değil, modelsiz yaratan Ö'dur. İnsanlar
sanatkardırlar, yazardılar, çizerdirler, heykeltraştır,
ressamdırlar. Fabrikayı kuran, motoru yapan adamı,
kendinden önce birinin yaptığını, Allah'ın yarattığını
kendine model seçiyor. Yani gemiyi yapan Nuh (a.s.) için
söylenir.
Hayvanın kaburgasını nazarı itibare alarak yaptığı söylenir.
Uçağı yapanlar da havada uçan kuşları kendilerine örnek
kabul ettiler. Bu kuş nasıl uçuyor, kanatla uçuyor. Hala
bütün uçakların hemen hemen bir çoğu tip olarak kuşa
benziyor, kanatlan var, gövdesi var, önü arkası ayakları var.
Yani insanların yaptığı herşey Allah (c.c.)'m yaptığından
mülhemdir. Ondan alınmadır. Allah (c.c.) yarattığının
modeli yoktur.
"Ya Rabbi dünyada da dostum ve yöneticimsin, ahirette de
dostum ve yöneticim sensin ya Rabbim. Son arzum nedir?
Ya Rabbi beni müslüman olarak öldür. Yani dünyada bir
devlet başkanlığı var. Mısır sultanlığı var, anne baba
yanında, herşey hazır ama benim senden isteğim, Müslüman
olarak Öldür, sâlihler arasına kat" diyor.
Bizim de isteyeceğimiz budur. Müslüman olarak ölmek ve
bu dünyada da ahirette de sâlih insanlarla beraber olmak,
öbür dünyada sâlih insanlarla beraber olmak, öbür dünyada
sâlih insanlarla beraber olmanın yolu bu dünyada sâlih
insanlarla beraber olmaktan, komşularımızı, dostlarımızı,
alışveriş yaptığımız insanları, beraber yürüdüğümüz in-
sanları seçerken dinine bağlılık oranına dikkat edelim. 2205[97]

102- Bu sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Onlar


işleri üzerinde toplanıp tuzak kurarlarken sen onların ya-
nında değildin.
Şimdi Yusuf (a.s.)'ın kıssası bitiyor ve Peygamber
Efendimiz (s.a.v.)'a yöneliyor. İşte bunlar gaybın
haberleridir. Sana biz Yusuf (a.s.)'m kıssasını anlattık ama
bütün bunlar gaybdan haberlerdir. Biz sana vahyettik, onlar
bir konu, bir iş üzerinde bir araya geldiklerinde ve onlar
Yusuf (a.s.)'a tuzak kurarlarken sen onların yanında
değildin. Yani bu konuda bilgin yoktu görmedin ama
görmüş gibi bir bilgi sahibi oldun, bizim sana vahyetmemiz
sebebiyle sen bilgi sahibi oldun.
Başında söylemiştik, yahudilerin Yusuf (a.s.)'in kıssası
hakkında bilgileri var. Şu anda yahudilerin okumakta
olduğu Tevrat'ta ve tekvin bölümünde Yusuf (a.s.)'la ilgili
bilgi verilir. Ama Kur'ân'a uyan tarafı var, Kur'ân'a
uymayan tarafları vardır. Mesela Yâkub (a.s.)'ı Peygamber
olarak pek göstermez. Cahil kaba saba önünü arkasını bil-
meyen bir adam olarak değerlendirilir, ve de Yusuf (a.s.)'la
ilgili hoşa gitmeyen ifadeler, hoşa gitmeyen durumlar. Bu
yahudilerin Yusuf (a.s.)'la ilgili bilgileri varya, Mekkeli
müşriklere sizinki Peygamber mi, evet Peygamberim diyor.
Peki öyle ise Yusuf hakkında ne biliyormuş söylesin
bakalım diyorlar. Yusuf u niye tercih ediyorlar, Yusuf
(a.s.)'ın yaşadığı yer Mısır. Mısır'la da Mekke halkının fazla
bir ilişkisi yok. Şam'la var, Şam'la alışveriş yapıyorlar,
Şam'dan Yemene var ticari alışverişleri. Mısır biraz sapa
geliyor, Mısır'la kültür alışverişleri yok. Peygamber
Efendimiz de Mısır'a gitmedi hayatında, Şam'a kadar geldi,

2205[97]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/192-193.
ama Mısır'a gitmedi. Oradan Yusuf (a.s.)'ı soruyorlar.
Ve Allah (c.c.) bu Yusuf sûresi'ni inzal ediyor ve
Peygamber Efendimiz'e Yusuf sûresi'ni baştan sona onlara
okuyuveriyor. Şimdi Peygamberimiz şöyle bir ümide
düşüyor. Ben bunların istediklerini getirdim, bunların hepsi
iman etmesi gerekir diyor, ama Rabbim diyor ki: 2206[98]

103- Sen ne kadar hırslı olsan da insanların bir çoğu yine de


iman etmez.
Sen ne kadar hırslı davranırsan davran, bunların birçoğu bu
insanların, bir çoğu iman etmezler diyor. Yani iman
dediğimiz şey apayrı bir olay. Biz bu günün insanlarına
İslâmı anlatırken çok hırslı olacağız, ayrı Efendimizin
hırsından bizde de olacak. Kehf sûresi'nde "Neredeyse
kendini helak edeceksin" diyor Allah (c.c). 2207[99] Peygamber
Onların müslüman olmamalarından dolayı üzüntüsünden
neredeyse kendini helak edecekti.
Peygamberimizin kendini helak edercesine üzüldüğünü ve
gayret gösterdiğini ifade ediyor. Biz ise şahsen kendim için
söylüyorum, böyle bir derdimiz yok. Yani bu insanların
müslüman olması için,
1- Bedeni gayret göstermiyoruz.
2- Evimizde bile düşünürken bunları düşünmemizde fayda
vardır. Ve müslüman olmamalarından üzüntü duymamızda
fayda vardır. Bizi etkiler ilerideki bir zamanda daha iyi bir
gayret göstermemize etkisi olur bunun. Ama neticede
müslüman olmadı görevimizi yaparız, sorumluluktan
kurtuluruz. Yani bazen ne yaptın yani on defa gittin, yirmi
defa gittin bir imansızın yanma İslâm'ı anlatmak için ne
oldu..? hiç, "bak ben gitmedim. İkimiz denkiz aynıyız"
diyor. Hayır, ikimiz aynı değiliz. Yirmi defa bir imansızın
yanına İslâm'ı anlatmak için gidenin sevabı artmıştır.
2206[98]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/193-194.
2207[99]
Kehf 16
Öbürününkü ise yerinde durmuşsa, ne sevap, ne günah
işlememişse zarardadır. Zaten o zarardadır. 2208[100]

104- Sen buna (tebliğine karşılık) onlardan her hangi bir


ücret istemezsin. O bütün alemlere bir nasihattir.
Yani bu İslâm, bu Kur'ân nasihatten ibarettir. Sen o
insanlara nasihatim yap, ama iman o ayrı birşey. Olmayacak
olan olmayacaktır. 2209[101]

105- Göklerde ve yerde nice mucizelere uğrarlar da yüz


çevirerek geçerler giderler.
Göklerde ve yerde nice, Allah'ın âyetleri vardır. O insanlar o

âyetlere uğrarlar, görürler, burunlarıyla koklarlar, gözleriyle

görürler veya kulaklarıyla duyarlar veya elleriyle tutarlar da;

onlar ondan yüz çevirirler. Yani Allah'ın âyetlerini

delillerini gördükleri halde yüz çevirirler, Allah'ın 2 türlü

âyeti vardır.

1- Tekvini âyetler ki tabiattaki âyetler denizi, yıldızı,


çiçekleri, böcekleri, dağı, ovası, hayvanı. Her çeşit ya-
ratılmış Allah'ın bir âyetidir. Âyet bir şeye işaret eden
anlamındadır. Her gördüğümüzde Allah'a işaret ediyor. Hani
çınarın yaprağı diyor ki bunu Amerika'nın teknolojisi ile
Japon'un teknolojisi, Çin'in teknolojisi bir araya gelse bir
daha yapamaz. Öyle ise bunu Allah yapar, onlar yaparlarsa
naylondan yapıyorlar. Öyle ise çınarın yaprağı diyor ki:

2208[100]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/194.
2209[101]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/194-195.
"Beni Allah yarattı, hep aynı şekilde yaratılıyorum." Yani
Hz. Adem'den bu güne kadar da şekil değiştirmediğine göre
Allah birdir, iki olsaydı zaten değişiklik olurdu. Kalın
yapardı, ince yapardı filan. Ama bütün bunları gördüğü
halde yüz çeviriyor bu insanlar.
2- Bir de Teşrii âyetler vardır ki Kur'ân'daki âyetlerdir.
Okuduğumuz, amel ettiğimiz, hayatımıza tatbik etmek için
çalıştığımız bu âyetlere de teşrii âyetler diyoruz. Öyle ise
biz insanlara İslâm'ı anlatırken bir Teşrii âyetler olan Kur'ân
âyetlerini bilerek anlatacağız bir de Tekvini âyetleri olan yer
ve gökteki âyetlerinden deliller getirerek anlatmaya
çalışacağız.
106- Onların çoğu Allah'a ortak koşmadan iman etmez-
ler.2210[102]

107- Onlar, Allah'ın azabından (herkesi) kaplayacak


olandan veya onlar farkına varmadan onlara ansızın geli-
verecek olan Kıyametten emin mi oldular.
Allah'ın azabının onları dürüvermesinden eminmidir onlar.
Yani Allah'ın azabı geliverebilir onlara gelmeyeceği
konusunda emniyet altında mıdırlar. Yani bir yerden
güvencemi aldılar ki Allah'ın azabının gelmesinden emin
haldeler veya ansızın Kıya metin kopuvermesinden eminler
mi? Onlar bilmeden farkına varmadan ansızın Kıyametin
kopuvermesinden emin midirler? Allah'ın azabı:
1- Bu dünyada bazı azâblar vardır. Nedir bu? Kâfirin
elinden saltanatın gitmesidir. Yönetimin kâfirin elinden
alınıp müslümana devredil-mesidir. Peygamber
Efendimiz'in Mekke devletinde olduğu gibi. Geliyor Mekke
devletinin saltanatına son veriyor ve bu günden sonra İslâm
burada tatbik edilecektir diyor. İnanmayan kâfirler için bu
bir büyük azâbdır. Ve Rabbim de bunu haber veriyor.

2210[102]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/195.
Onlara Allah'ın azabının gelmesinden eminler mi? Bak
burada Yusufu öldürmeye teşebbüs eden ve biz güçlüyüz
diyenler, biz güçlü kuvvetliyiz diyenler zayıf gördükleri
kardeşlerinin karşısında saygı ile eğildiler. Bu da onlar için
bir azâbdır. Gerçi bunlar iman ettikleri için kurtardılar. Veya
ölümlerinin gelmesinden eminler mi, Kıyametin
2211[103]
gelmesinden, kopmasından eminler mi?

108- Deki: "İşte benim yolum. Ben Allah'a basiretle da'-vet


ederim. Ben ve bana uyanlar da (böyle). Allah'ı teşbih
ederim. Ben müşriklerden değilim.
Bugün ne diyorlar? Gelin diyorlar, hepiniz beraber filan
arkadaşın gösterdiği yolda yürüyelim diyorlar. Yahu o
arkadaş da benim gibi bir anadan babadan dünyaya geldi
mi? Geldi. O da benim gibi yiyip, içi-yormu? Evet.
Öldümü? Öldü. Öyle ise niye onun gösterdiği yolda yürü-
yeyim ki o da benim gibi insan. Akıl akıldan üstündür, ben
ondan daha akılhysam ne olacak? Olsun, yine ben seni
dipçikle onun yolundan gömeşini bilirim. Biz öyle
demiyoruz. Biz diyoruz ki bu yol benim yomdur Yani
Allah'ın yoludur ve ben Allah'a davet ederim. Gelin Allah'ın
yolundan yürüyelim. Onun dediklerim.yapalım. Peki körü
körüne mi yürüyelim? Yook. Basiretle yürüyelim. Yani
yaptığınız işin farkında olarak yürüyelim. Hangi yolda
yürüyoruz? İslâm yolunda niye vuruyoruz. Dünyada
devlete, ahirette Cennete varacağız diye yürüyoruz. Ne
yapmamız lazım? Şunları yapacağız.
Yani yapacağınızı ve varacağınız yeri bilerek yapacaksınız.
Hani taklidi iman caizmidir? Bazı mezhepler caiz değil
diyor. Ama bizim Hanefi ve ehli Sünnetten bir kısım
alimlerimiz ki çoğunluk, Mukallidin imanı kabul diyor.
İmamı Ebu Hanife hazretleri de demiş. Taklidin imanı kabul

2211[103]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/196.
ama delillerinden anlayan adamın imanı gibi olacak diyor.
Yalnız bilgisi, bir hoca varki tüm imanın temellerini
Kur'ân'dan ve hadisden biliyor. Öyle iman ediyor, onun da
çocuğu okumamış, Kur'ân ve hadisi babasının iman ettiği
şeyleri aynen biliyor. Yani onun bildiği gibi biliyor. Âyetleri
bilmese bile iman edilecek şeyleri biliyor. Öyle bir iman
caizdir diyor. Yani o da bir basiret ile yürüme demek
oluyor. Ben Allah'a çağırırım; daha kimi? Bana tâbi
olanlarıda, yani biziz. Bana tabi olanlar da basiretle Allah'a
çağırırlar. Basiretle çağıracağız, hem kendimiz basiretli
olacağız, hem de insanları gel katıl katıl kalabalığın içine
bir. Müslüman bir adamı İslâm'a çağırırken git bakayım
şunların içerisine, öyle değil. Bunlar müslüman topluluktur
şunları şunları yapmak istiyorlar. Sen de katıl yani
yapacağın işi adama söyleyelim ne yaptığını bilsin. Allah'ı
bütün noksan sıfatlardan tenzih ederim ve ben müşriklerden
değilim diyor, dememizi istiyor Allah (c.c). 2212[104]

109- Senden öncede şehirler halkından kendilerine vah


erkeklerden başka Peygamber göndermedik, dolaşıp
kendilerinden öncekilerin akıbetini mı? Takva sahipleri
için ahiret yurdu daha Hala akıllanmayacak mısınız?
harek senden ÖnCe peygamberleri erkeklerden gönderdik.
Bu âyetler Peygamberlerden nic kadın olanı yoktur diye
delil getirmiş' butün Peygamberler erkeklerden
gönderilmiştir. Yani senden önceki Peygamberlerin hepsini
erkeklerden gönderdik. Biz onlara vahy ediyoruz. Şehir
halkından olarak, yani gönderilen Peygamberler
1-Şehir halkındandırlar.
2- Erkektirler.
Yani köylerden Peygamber gelmemiş, vadiye de göçebe
hayatı yaşayanlardan Peygamber olmamıştır. Niye? Bunun

2212[104]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/196-197.
izahım tefsirlerimiz yaparken, 1- insanlara gönderilecek
insanların çoğunluğu şehirde olur. 2- Hangi devlette olursa
olsun hangi millette olursa olsun kültür şehirde olur. Kültür
alışverişi şehirlerde olur. Peygamber de yepyeni bir kültür
insanlara sunacak onun yayılmasını isteyecek. Öyleyse
Peygamberler şehirlerden gönderilmiştir. Peygamber
Efendimiz'in bir hadisi şerifini bize nakl ediyorlar.
"Medeniyetten uzakta yaşayan, kabirde yaşayan gibidir"
buyurmuş. Sevban (R.A.)'ın rivayet ettiği bu hadisi, Buharı
"Edebüî müfredinde," Beyhaki "sünen-inde" rivayet
etmiş. 2213[105]
Yani kültürün varmadığı yerlerde yaşamak, kabirde
yaşamak gibidir diyor. Onun için çocuklarımızı efendim
köyden kurtardık Allah'a çok şükür. Ne yaptın buraya
getirince, bir fabrikaya işçi olarak verdik veya bir daireye
memur olarak verdik bunun için getirmeyin. Şehre getirin
ama burada İslâm kültürünü alacak ve insanlara yol
gösterecek diye getirin. Bu niyetlerle getirecek olursanız
hem dünyalık da alır, hemde sevaba girerler.
Onlar yeryüzünde dolaşmazlar mı? Yeryüzünde daha
öncekilerinin akibetinin ne olduğunu, nasıl olduğunu
görmezler mi? "İttika eden" Allah'tan sakınan kişiler için
ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hâlâ mı anlamayacaklar diyor
Allah (c.c). Yani Yusuf (a.s.)'ın makamı güzel, babasıyla,
kardeşleriyle, çocuklarıyla efendim dünya saltanatı ve de
malıyla mülküyle fevkalâde bir imkan Rabbim diyor ki;
"Ahiret yurdu muttaki insanlar için daha hayırlıdır." Çünkü
güz mevsimi geliyor yem yeşil ağaçlar çıplaniveriyor, güller
soluveriyor, herşey oluveriyor. Var olan şey yok oluveriyor.
Ve insanın hevesi içinde kalıyor ama Cennette istenen
herşey var ve de solmak, yorulmak ve korkmak endişe
etmek yok. 2214[106]
2213[105]
Bakınız, Keşfül Hafa 21 355
2214[106]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/197-198.
110- Peygamberler ne zaman (kâfirlerin imanından)
ümidlerini kesmiş ve yalan çıkacaklarını (Allah'ın yardımı-
nın gelmeyeceğini) zannettiklerinde onlara yardımımız geldi
ve dilediklerimiz kurtarıldı. Suçlu toplumlardan azabımız
geri çevrilmez.
Bu Bakara sûresi'nde geçmişti. Sizden öncekilerin başına
gelenler sizin başınıza gelmeden Cennete girivereceğinizi
mi zannediyorsunuz.? 2215[107] Onları belalar musibetler
öylesine sarmıştı ki hatta Peygamber ve beraberindekiler,
"Ya Rabbi yardım nerede" Yani yardımdan ümit keser bir
hale geldilerdi diyor. Orada ona bir işarettir. Yani insana
Rabbimin yardımı geliyor da ne zaman geliyor, böyle sabrın
son damlasına kadar gelmiş. Diyelim ki 1 tane değil 10 bin
tane kıldan yapılan bir ip vardır da bütün kıllar kopmuş,
kopmuş bir tek kıla kalmış. Ama asılıyorda; aşağıdan o da
kopuverse aşağıdan ateşe düşecek diyelim. Alt tarafınız ateş,
ipinizin bütün lifleri kopmuş, kopmuş bir tane kalmış.
Allah'ın yardımının geleceğine inanıyordunuz!.., "Senden de
gelmeyecek Ya Rabbi "dediniz mi? günaha girdiniz. O
halde iken bile "Rabbim beni korur mu? korur." İp kopar
havada yine korur. Ateşi söndürür. İbrahim (a.s.)'ın ateşini
güllük gülistanlığa çevirdiği gibi çevirir yine korur, veya
yakar ama ateşi bana hissettirmez yanabilirim de çünkü
yananda olmuş, ama ben acı duymam. Yanmaktan niye
korkalım ki acı duyup yanmaktan korkarız. Yani Rabbinin
yardımı gelir, azâbıda gelir. Azabını da geri çevirecek
yoktur.2216[108]

111- Gerçekten onların kıssalarında akıl sahipleri için ibret


vardır. (Kur'ân) uydurulan bir söz değildir. Fakat kendinden
öncekileri doğrulayan, herşeyi açıklayan, iman edecek bir
toplum için hidâyet ve rahmettir.
2215[107]
Bakara 214
2216[108]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/198-199.
Bu Peygamberlerin hikâyelerinde, hayat hikâyelerinde akıl
sahipleri için ibretler vardır. Bu Peygamberlerin kıssalarım
ocak başı sohbetleri yapsınlar, çocuklarını akşamleyin
uyutsunlar, hikâye olarak bassınlar, para kazansınlar gibi
değil, akıl sahiplerine ibret olsun diye Allah (c.c.)'ın
indirdiğini ifade ediyor. Bu uydurulmuş bir söz değildir
Kur'ân. Bu hikâyeler, kıssalar daha önce geçmiş olayların
tasdikidir. Ve bu Kur'ân herşeyin açıklamasıdır. Helalinizi
açıklar, haramınızı açıklar, geçmişinizi açıklar, geleceğinizi
açıklar, hayatta neyi nasıl yapacağınızı açıklar. Yani kapı
çalmanın adabından, devlet yönetmeye kadar, bütün
faaliyetlerinizi açıklayan kitaptır. Sapıklıktan hidâyete
çıkaran ve azabından merhametle kurtaran bir kitaptır.
Kime? İman edenler için diyor. İman edenler içindir. İman
etmeyenler için faydası pek yoktur.
Bu çok önemli Bakara sûresi'nin başında da geçmişti. Bu
kitapdir, Allah'dan gelmiştir. Allah'dan geldiği konusunda
hiç şüphe yoktur ve muttaki insanlara yol gösterir diyor bu
kitap. Burada da "Bu kitap her-şeyi açıklar, insanlara
hidâyettir. İman edenlere hidâyet ve rahmettir" diyor.
Günümüzde diyelim ki bugünlerde gündemde olan Rusya;
dese ki; biz zalim yönetimi, koministliği bıraktık ama
kapitalistliği pek beğenmiyoruz. Kur'ânı araştıracağız,
hoşumuza giderse tatbikata koyacağız deseler, ama iman
etmeyeceğiz deseler fayda verir mi? Vermez. İman
etmeyince olmaz. Hukuka kişi iman etmezse olmaz.
Kur'ân'da diyelim ki ceza yasası vardır. Yasalar uygulanıyor
ama otoriteyi tutan adam kâfirse kimsenin olmadığı yerde
istediği gibi hareket ediyorsa, rüşvet' alınca kimse hesaba
çekmeyecek durümdaysa, otoritesi yani makam ve mevki
varsa, yani dokunulmazlığı varsa ki bunlar da vardır.
İmansızların bütün yönetimlerinde bu var. O zaman
kanunlar kendiliğinden birşey yapamaz ki, yapmış olsa
Kur'ân-ı Kerim bizim evimizde birşey yapardı, duvarda asılı
duruyor, yapmıyor. Yani Kur'ân'da iman edilmeden
tatbikata konulacak olsa fayda vermeyecektir. Rabbim de
buna işaret etmiş oluyor. 2217[109]

RAD SURESİ

Rad suresi Kur'an-ı Kerim'in 13. süresidir. 43 ayet dir.


Surenin 13. ayetinde geçen "er Ra'd" kelimesinden dolayı bu
ismi almıştır. "Ra'd" kelimesi arabm dilinde; gök gürültüsü
anlamına gelir. Gök gürültüsü yağmurlu günlerde
özelliklede yaz aylarında çokça meydana gelen bir olaydır
Sure 13. ayetinde gök gürlemesinden bahsetmektedir. O
ayettede Allahu teala "gökgürültüsü de rabbini hamd eder"
buyurmakta.
Birde bu sure diğer bazı mekki sureler gibi hurufu mukatta
ile başlamaktadır. Zaten hangi sureye bu harflerle
başlanmışsa o surenin ilk ayeti Kur'an'dan bahseder. Bakara
suresi, Ali İmran suresi ve diğer surelerde olduğu gibi. 2218[1]

1- Elif, Lam, Mim, Ra. Bunlar kitabın ayetleridir. Sana


Rabbinden indirilen hakdır. Fakat insanların birçoğu
inanmazlar, "işte bu Kur'an'ın ayetleridir." Yani bu Ra'd
suresi de bu Kur'an'm ayetlerin-dendir. Bunun içinde size
verilen bir emir yasaklanan bir haber kesinlikle doğrudur.
Çünkü Allah kaündandır.
Günümüzde kendi basit mantığını çalıştıran siyasi
insanlardan biri televizyona çıkıp "Kur'an mukaddes
kitabımızdır. Güzeldir, ama 1400 sene evveline hitab eder,
yani zaman değişmiştir, zamanın değişmesi ilede
kanunlarda değişir. Kur'an'a sadece iman ederiz.
Günümüzde onu uygulamak mümkün değildir diyor. Bir
hukuk Profösörü de aşağı yukarı bu fikri teyid eden şeyler
2217[109]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/199-200.
2218[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/201.
söylemişti bana.
Zamanın değişmesi ile ahkam değişir. Tabiki bu islam
hukukunun kaidesidir. Ama örfe dayalı olan hukuk değişir.
Mesela: Eskiden insanlar çocuğunu terzinin yanma çırak
olarak verirdi. Terzilik öğrensin diye, birde terziye o zanaatı
öğretmesi için belirli bir miktar para verirdi. Ama örf
değişmiş, günümüzde çocuk terzinin yanına girerse terzi ço-
cuğa haftalık para veriyor. Bunlar mahkemeye müracaat
etseler baba "bu kişinin yanında çocuğum şu kadar çalıştı,
onun haftalığını vermesi gerekir" diye dava etse, terzide
"hayır efendim bu bana vermesi gerekir şu zamanda durum
böyle böyle idi, önceden öğretmesi için ustaya verilirdi"
iddiasında bulunsa. Bu ikisinin ihtilafının çözümü o günkü,
o yörede uygulanan örf dür. Örf ne ise ona göre muamele
edilir. İslam hukukunda örfün önde olabileceği. Yani Örfün
hukuka kaynaklık yapabileceği hususu vardır. İslam
hukukunda da günümüz hukukunda da durum böyledir.
Hukukun yetersiz kaldığı yerde hakimler örfe göre amel
edebilirler.
Hükümlerin değişebileceğini savunan Profösör arkadaşa
dedimki, "500 milyon veya milyar, ne ise? Ne zaman
başladığı bizce kesin bilinmeyen şu alemin kanunlarında
herhangi bir değişiklik varmıdır. Güneş doğudan doğup
batıdan batarken bunu değiştirip kuzeyden güneye doğru
batma şeklinde bir değişiklik varmı veya sineğin kanadı şu
kadar yüzyıl şu idi sonra şu şekle şimdi de bu şekle geldi
diye bir değişiklik olmuşmudur?" dedim. Dediki "ilkgün
konulan kanunlar ne ise hepside bugün yerli yerinde
durmaktadır" öyle ise bu kadar sene önce kanun koyan
Allah orada yamlmıyorda 1400 sene evvel indirdiği kita-
bındamı yanılsın dedim.
İşte bu birinci ayette bu kitabın ayetleridir. Kitabın da
rabbimden geldiği konusunda şüphe yoktur. Öyle ise
(kitabın) dedikleri kesinlikle doğrudur.
"Senin rabbinden sana indirilenler gerçektir, doğrudur.
Ancak insanların çoğu iman etmezler, onlar iman etmiyor
diye bu ayet yanlış olamaz.
İşte bu mantık yürüten insanları yaratanın "bu doğrudur"
dediği şey doğrudur. Zira o akıllı diye kabul ettiğimiz
siyaset, ticaret, her ne adamı olursa olsun isterse ilim adamı
olsun, onun bedenini de aklımda
yaratan Allah (cc) olduğu için "doğru olan şu rasulümüze
indirdiğimiz ayettir" diyor.
Yakın bir zamana kadar biz bunları anlatmada sıkıntı
duyuyorduk. Yani üniversitede bir Öğrencimiz veya bir
öğretim görevlimiz hüküm Allah'ındır dediğinde o
üniversitedeki imansız, unvanı kalabalık bir Prof. diyorki:
"Bu konuda filan düşünür filan kişi veya Marx daha iyi
biliyor."
Bu memkelette üniversitelerde 50 yıldır koministlik işlendi
şimdi de hepsi birden bu yanlıştır tezini savunuyorlar.
Böylelikle islamın savunduğu değerlerin gerçekliği ortaya
çıkmış durumda. Ama islam gerçeğinin ortaya çıkmaması
için Amerikan Ateistliğini ortaya çıkarmaya başladılar.
Kominizmin yıkılmaya başlamasıyla meydana gelen
boşluğu dolduracak ve kominist olan insanları tutacak onları
oyalıyacak bir çatı ve bir isim bulunması gerekir
düşüncesinde olanlar; basın yoluylada bunları filancada
ateist falancada ateist diyerek ilan ettiler. İnsanların çoğu
iman etmeselerde Allah'ın dediği doğrudur ve hüküm
Allah'ındır.
Şanı yüce olan Allah sadece kitab indirmez yani ayetleri
sadece kitapla mı indirir? Hayır. Allah ayetlerini tabiatla da
gösterir.2219[2]

2- Allah odur ki gördüğünüz gökleri direksiz yükseltti.

2219[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/201-203.
Sonra Arş üzerine istiva etti. Güneşi ve ay'ı emrinde kıldı.
Hepsi belirli bir zamana kadar akar gider. İşleri düzenler,
ayetleri açıklarki Rabbine kavuşacağınıza kesin inanasimz.
"O Allah (cc) gökyüzünü direksiz yükseltti. Sizde onun
direksiz olduğunu görüyorsunuz." Gökyüzündeki
milyonlarca yıldız Ay ve Güneşin ne sağında ne solunda
veya arka ve önünde direk yok her biri direksiz olarak uzay
boşluğunda hareket etmektedir.
Aya çıkanlarda dünyayı parlak bir ışık olarak görmektedir.
Dünyanında direği yok. Bilim adamlarının araştırmalarına
göre güneşin kendine has bir yörüngesi, ayın, dünyanın ve
diğer gezegenlerin kendine has bir yörüngesi olduğu, o
yörüngesinde deveran edip durduğu, biri diğerinin
yörüngesine geçmeden, tecavüz etmeden cazibe kanunu ile
dengenin sağlandığını belirtmektedirler.
"Sonra Allah (cc) arşa istiva etti" yani arşı da hakimiyeti
altına aldı. Keyfiyeti bizce bilinmiyen bir şekil ile Allah arşı
istiva etmiştir. Buradan bütün kainatı yönetmektedir.
Burada Allah'a bir zaman ve mekan izafeti söz konusu
yoktur. Ehli sünnete göre Allah zamandan ve mekandan
münezzehdir, uzaktır.
"Allah ayı ve güneşide kendi emrine amade kıldı." Boyun
eğdirdi. Yani onun emri doğrultusunda hareket eder kıldı.
Kanunu belirlidir. Hz. Adem (as) dan bugüne kadar
yörüngesinde hiç şaşmadan gelmiş kıyamete kadarda
bundan sonra devam edecektir. Ayetin devamında "Hepsi
belirli zamana kadar hareket eder. O belirli zaman
kıyamettir. O zamana kadar yörüngelerinde hareket ederler."
Tekvir suresinde belirtildiği gibi de "Birgün gelip güneş
dürülüverdiğinde ve yıldızlar dökülü verdiğinde... diye
devam eden ayetlerde kıyametin dehşeti anlatıveriyor.
Astronomi alimleri bugün yıldızın.biri yörüngesinden çıkıp
diğerine vursa, o öbürüne, oda diğerine, diğeride bir
başkasına, böylece zincirleme bir trafik kazası gibi kainat
bir anda kendi kendine mahvı perişan olur. Kıyamet kopar
diyorlar. Bu surede (Tekvir suresinde) de yıldızların
(birbirine girip) dökülüvereceğini ifade ediyor.
O Allah (cc) "bütün işleri o yönetir. Zerreden kürreye kadar
hepsinin yaşantısını, büyümesini, ölmesini, rüzgârın esmesi,
güneşin doğması..." hepsini evirip çeviren o Allah'dır.
Ayetleri açıklayanda odur. Açıklamasının gayesi, Allah'a
kavuşacağınıza yakınen iman edesiniz diye. Tabiattaki
ayetleri gösteriyor, yıldızları, ayı, güneşi gösteriyor.
"Herşeyin bir sonu gelecek, bende gideceğim öyle ise
mutlaka Allaha kavuşacağız" inancını vermek için Allah
(cc) ayetlerini açıklıyor.
Bu ayetlerle tabiattan deliller getirerek Allah'ın varlığına ve
birliğine inanmamızı istiyor. Yalnız bu değil, yani Allah'ın
varlığını, birliğini kabul etmek, ona inanmak yeterli
değildir. Mesela arı peteğinde lafzayı celalin çıkması gibi
olaylar kişiye imani noktada birer delil ve ona Allah'ın
varlığını, birliğini anlatan işarettir ama. Hz. Peygamber za-
manındaki Mekke müşrikleride Allah'a inanıyor, varlığını,
birliğini kabul ediyorlar. Bir surede belirtildiği gibi "Yeri ve
göğü kim yarattı.? diye soracak olursa, Allah
diyecekler." 2220[3] Ebu Cehil bile bunu kabul ediyordu ama,
o "Allah kainatı yarattı, işi bitti. Yönetimi bize bıraktı. Yani
dünyadaki hayatın kanunlarını, sistemini, ekonomisini biz
düzenler, biz istediğimiz gibi yaşarız" diyordu.
Bütün işleri evirip çevirme hakkı yalnız Allah'a aittir. Yanı
nasıl evlenilip evlilikte nelere dikkat edileceği, ekonominin
nasıl kurulacağı, günlük hayatın gerek ibadet, gerek beşeri
ilişkilerin nasıl düzenleneceği.- bütün bunları belirleme
hakkı Allah'a aittir.
°Buna böyle iman edilmedimi, iman tam ve kâmil olmaz.
Eskiden bazı filozoflar "Allah teferruatı bilmez, tabiatı

2220[3]
Lokman 25
yaratmıştır. Gerisi bize kalmıştır" diyorlardı bu
yanlıştır. 2221[4]

3- O, yeri uzatan, orada (yeryüzünde) dağlar ve nehirler


yaratandır. Her çeşit meyveden çift, çift yaratan ve geceyi
gündüze bürüyendir. Şüphesiz bunda düşünen toplumlar
için deliller vardır.
"Yer yüzünü döşeyen, küre halinde yaratan Allah (cc)'dır.
Onun üzerinde dağlar yaratan ve ırmaklar akıtan da odur."
Türkiye'deki Ağrı dağını, Torosları, Çamlıcayı yaratan odur.
Bir Çamlıca dağını İstanbullular yapacak olsa ömürleri
yetmez. O dağların aralarından ırmaklarıda akıtan odur."
Meyveleride çift çift yaratan odur.
Nasılki insan neslinin üremesi için, kadın ve erkek olmak
üzere çift yaratıldığı gibi meyvelerde erkek ve dişi olarak
yaratılmıştır. İşte arı, kelebek gibi uçan canlılar ve birde
Nisan rüzgarları bu erkek ve dişi olarak yaratılan
meyvelerin, çiçek açtığında döllenmesine yardımcı olan
vasıtalardır.
Çift yaratılmış olmasından maksat bazı alimlere göre erkek
ve dişi olması anlamına geldiği gibi, acı ve tatlı anlamına da
gelir veya renklerinin siyah -beyaz, sarı- kırmızı gibi çift
renkli yaratılmış olması, soğuk ve sıcak yani kış meyvesi
yaz meyvesi, gibi çift yaratılmış olması anlamına da
gelmektedir.
Ve O Allah geceyi de gündüze bürür. Yani Doğudan
başlıyan bir karanlık aydınlığı bürüyerek batıya doğru gider,
sabahda yine bir aydınlık doğudan bu sefer karanlığı
bürüyerek batıya doğru ilerlemektedir. İşte insanın buna
gücü yetmez. Dünyanın en gelişmiş sanayi ülkeleri bir araya
gelseler bütün imkân ve servetlerini bu iş için harcasalar bu
kanunların bir milimini bile değiştiremez.

2221[4]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/203-205.
İşte Allah'ın ısıtma ve ışık verme enerjisi Güneş, o kadar
büyük ki, yakıtı o kadar çok ki Dünyayı bütün herşeyiyle
güneşin içine atsak, bilim adamları "sanki yanan sobanın
içine bir defter yaprağını atma gibi olur" diyorlar.
İşte bunlarda düşünen kavim ve toplumlar için deliller
vardır. Düşünmeyenler için yoktur. Hani bazan kendi
aramızda bu adam güneşi görüyor, etrafımızdaki tabiat
olaylarını görüyor Allah'ın verdiği meyve ve sebzeleri yiyor
onları bir insanın meydana getirmesinin mümkün
olmadığını biliyor, ama hâlâ Allah'a inanmıyor diyoruz. İşte
bu ayetin mefhumu muhalifin de Allah, "bu ayetlerimizde
düşünmeyenler için ibretler yoktur" buyuruyor. Mevlana'mn
ifadesiyle de "öküzün gözünde karpuz kabuğu nasıl ise
tabiatta gördüğü faydalandığı şeyler de o kadardır. 2222[5]

4- Yeryüzünde birbirine komşu kıt'alar, üzüm bağları, ekin


tarlaları, çatallı çatalsız hurmalıklar vardır. (Hepsi) bir
(aynı) sudan sulanırlar (ama) yenmelerinde (tatlarını)
birbirinden üstün kılarız. İşte bunlarda aklı başında
toplumlar için ayetler vardır.
Aynı toprağın birine üzüm, diğerine hurma ve sebze
meyveleri ekin, bunlar aynı su ile de sulandığında, hava
aynı, güneş aynı olmasına rağmen tadları birbirinden
farklıdır. Hatta aynı ağacın meyvelerinin tadı bile güneş az
veya çok görme bakımından veya toprağının farklı
olmasından bile olgunluğu, tadı birbirinden farklıdır.
İşte bunları yapan Allah'dır. İnsanın bu söylediklerimizi
yapması mümkün değildir ancak, onun yapacağı toprağı
havalandırıp, sebze, meyve ve.fidanları toprağa atmak,
onların ihtiyacı olan gübre ve sula-rıda verip diğer işlemleri
de Allah'a havale etmek. Bunlar Allah'ın varlığına ve
birliğine delildir. İşte bunlar akıl edenler için birer ibrettir

2222[5]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/205-206.
alamettir.
Bir önceki ayette "düşünenler için" diyordu, bu ayetin
sonunda da "aklını çalıştıranlar için" diyor. Kişi aklını, mal
toplama yolunda, mal kazanma yolunda çalıştırıyor da; o
malı yaratanı düşünmüyorsa, bu yukarıda sayılanlar ona hiç
bir fayda vermez. 2223[6]

5- Eğer sen (onların iman etmemelerine şaşıyorsan) asıl


onların: "Biz toprak olduğumuzda yenidenini
yaratılacağız?" sözlerine şaşman gerekir. Onlar Rablerini
inkar ettiler. Onlar boyunlarında halka olanlardır. Onlar ateş
yaranıdır. Onlar orada (ateşte) ebedidirler.
Onların bu sözü yanında aynı topraktan çeşitli renk, tad,
koku ve güzellikte meyve ve sebzelerin meydana gelmesi
hayret edilecek şey değildir; Onlar ilahi kanunlar içinde
cereyan eden olaylardır. Ama bunların sözü ise hayrete
şaşmaya kayda değer şeydir.
Zira çekirdeğin toprağa düştüğünü gözüyle görüyor, o
çekirdeğin üzerinden kara kış geçiyor. İlkbaharın gelmesi ile
yeniden filizlenip sonra çiçeğe dönüşüyor, meyvesini verip
yazın gelmesi ile olgunlaşı-yor. Sonbaharın gelmesi ilede
çekirdek tekrar toprağa düşüyor bu bir defa değil yıllarca
böyle devam ediyor bunu görüyorda, tekrar dirilmeye
inanmıyor işte şaşılacak hayret edilecek şey budur.
12 Eylül 1980 ihtilalinde Mersin'in kazası Mut'da vaizdim,
oradaki askeri üst düzey komutanlarından biri, sokakta
gördüğünü hapse atmış, hapishane dolunca oranın tek
sınaması vardı, o sinamayıda sahibinden almış. Orayıda
hapishane olarak kullanıyordu. Bende onlara arasıra gidip
vaaz ediyordum. Orada imanın esaslarını anlattım. Ahirete
imana gelince, banka soyma suçundan yatan biri "hocam
bunu anlatmaya gerek yok, çünkü buna inanmak mümkün

2223[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/206.
değil çünkü, bir adam denize düşse, onu da balina yutsa, oda
balinada et olsa, onuda balıkçılar tutup parçalara ayırıp,
fabrikada özel ambalajlarla çeşitli ülkelere satsalar, bunuda
o ülkelerdeki 20 bin kadar adam yese, bu çeşitli ülkelerdeki
adamların kimisi yangında Ölse, kimisi trafik kazasında
kimiside denizde boğulup ölse, o balinanın yediği adam
nasıl diriltilecek?" diyor. İşte aynı sözü 2224[7] kâfirlerde
söylüyor "biz toprak olduktan sonra mı Allah bizi
diriltecek?" O banka soyguncusunun dediği de aynı, fakat
işi bir parçaya değilde 20 bin parçaya bölüyor, ama
ikisindeki hareket noktası, ikisininde mantığı aynı.
O banka soyguncusuna dedimki "sen Kur'an okurmusun?"
hayır dedi, baban okurmu? babam okur dedi. "Babanın
yanına gittiğinde ya-
sin suresinin son sayfasını aç ona okuttur." Orada 88-89.
ayetlerde Hz. Peygamber zamanında imansız biri çürümüş
bir kemik getirir de eliyle de onu ufalayarak "bu çürümüş
kemikten mi yaratılacağız?" der.
Allahu Tealada cevaben: "Hiç yok iken yoktan var eden, o
kemiği yaratan, çürüdükten sonra toplayacak olan da odur."
Bende o şahsa "sen bana dağılışı anlattın, denize atıp
balinaya yutturdun sonra onu duman ettin havaya uçurdun.
Bende sana senin toplanışını anlatayım dedim. Yaşını
sordum 35 olduğunu söyledi 35 yıl Önce sen bu dünyada
yoktun. Dünyaya geldin, baban bakkaldan, pazardan;
Adana'dan gelen domates ve karpuzu, Erzurum'dan gelen
peyniri, Trakya'dan gelen yağı, Rize'den gelen çayı,
Konya'dan gelen bulgum aldı, sende yiyip yiyip bu hale
geldin. İşte Allah (cc) seni böyle toplamış yani ilk topladığı
gibi tekrar toplar."
"İnsan oğlu bile televizyon aracılığıyla Havaya resim
veriyor öbür taraftan İstanbul'dan, Artvin'den, Muğla'dan,

2224[7]
Rad suresi 5. ayette
Hakkari'ye kadar her tarafta yayılan bu resimleri
toplayabiliyor da Allah niye bunu yapamasın?" deyince
"Pekala inandım hocam" demişti.
"İşte onlar rabbi inkar eden kafirlerdir." Ayette Rabbi inkar
edenler deniliyorda Allah'ı inkar edenler denilmiyor.
Adamlar Allah'ı inkar etmiyorlar, "Allah vardır, yeri, göğü
yaratan odur ama Rab değildir. Yani bizim sahibimiz bizim
terbiye edicimiz kanun koyucumuz değildir" diyorlar.
İnkarcılıkları buradan kaynaklanıyor.
"İşte onların boynunda zincirler vardır." Bu iki türlü tefsir
edilir. Yasin suresinde de vardır. "Onların boyunlarına
zincirler taktık."
Küfrünü açıkça ilan eden kâfirlerin günlük hayatta
boyunlarında herhangi bir zincir filan yoktur. Ama onlar
öyle manevi zincirle zincirlenirler ki rahmana secde
edemezler.
Hak meclislerine gelemezler zira o zincir ile gemlenir. Tıpkı
merkep, katır veya at gibi hayvanlar boynundaki yular veya
zincirle sırtındaki semer veya eğerine kısaca bağlandımı
boyunlarını uzatıp yerdeki çayırları yiyemezler sağa sola
gezinir boynu ve ağzı havada kalır. İşte Allah (cc) ayette
kâfirleri buna benzetiliyor.
Ayetin ikinci bir tefsiri de cehennemde ateşten verilecek
olan zincirdir. İşte onlar cehennem ashabından
cehennemliklerdendir. Orada onlar ebedi kalıcıdırlar. 2225[8]

6- (Kafirler) senden iyilikden önce kötülüğü (cezayı)


isterler. Halbuki onlardan önce benzerleri (Cezelandirilmiş
olarak) geçmişti şüphesiz Rabbin, zulümlerine rağmen
insanlara mağfiret sahibidir. Ve şüphesiz Rabbin azabı çok
şiddetli olandır.
Allahu Teala Kur'an-ı Kerim'in çeşitli yerlerinde daha

2225[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/207-208.
önceki kavimlerin başına gelen azabdan söz etmekte mesela
Nuh (as)'ın kavminin suda boğulması, Lut (as)'ın kavminin
başına taş yağması ve yerin altı üstüne gelmesi gibi olaylar.
Mekkelilerde işte böyle ceza ve azablarm bizede gelsin
diyorlar.
Onlar iyilikten önce kötülüğün gelmesini acele ediyorlar
"Haydi Allah varsa gökyüzünden bize taş yağdırsın bir azab
getirsin diyorlar. Kâfirlerin bu şekildeki istekleri
günümüzde de aynı daha önceki peygamberler dönemindede
aynıdır. Eğer Allah varsa bize azabını getirsin işte bazı
kardeşlerimiz böyle diyen insanlara ne cevap vereceğiz
diyorlar Kur'an bunlara cevabını vermiştir. Herşey Kur'an'da
mevcuttur. Fatır suresinin son ayetinde "Allah yaptıkları
yüzünden insanları hemen cezalandırsaydı hiç bir canlı
yaratık kalmazdı...."
Yine aynı "Ancak Allah'tan alim kullar korkar" ayetleriyle
bu işin sınırını çiziyor bilmeyen bir insan Allah'tan korkmaz
Allah'ı bilen insan Allah'tan korkar böyle isyan etmez.
Mevlana'da bu konuda şunu söylüyor. "Hayvanlar
toplanmışlar demişlerki aslandan bıktık artık aslanla
anlaşma yapalım günlük hakkı istihkakı ne ise onu söylesin,
o konuda anlaşalım. Ona göre bizde bu işi sıraya koyalım,
sırası gelen gitsin aslana yem olsun, sırası gelmeyenlerde
ormanda rahat yaşasınlar. Hepsi aslanın yanına gitmekten
korkmuş. Bu durumu bildirmek için sinek görevlendirilmiş.
Sinek uçmuş uçmuş derken bir yere konmuş oradan
bağırıyormuş "Nerede o aslan, çıksın benim karşıma
gelsinde pençeyi bende görsün, dişleri bende görsün"
diyormuş. Aslında o andada sinek aslanın başına konmuş
orada konuşuyormuş" Mevlana diyor ki; bil "Ey sinek
aslandan korkmak için ceylan olmak lâzım senin gibi
sinekler aslan hakkında bilgisi yokki korksun, korkmaman
cesaretinden değil bilgisizliğindendir." diyor.
Çocuğun elindeki tel çubuğu elektrik prizine sokması onun
cesaretinden değil, çocuğun bilgisizliğinden dolayıdır.
Kişinin Allah'tan korkması içinde Allah hakkında bilgisi
olması gerekir.
Daha önceki toplumlarda da bu tür ibret alınacak cezalar
geçmişti. Doğrusu rabbin Öyle rahman ve rahim ki
insanların bu tür zulümlerine rağmen, rabbimiz mağfiret
sahibidir.
Bir adam ne kadar zalim olursa olsun zulmünden döner
İslama girer vede tevbe ederse af edilmiyecek bir suç yer
yüzünde yoktur. Yer yüzünde işleten suçlardan Allah
katında af edilmeyen tek suç; Allah'a şirktir. Kelimeyi
Şahadet veya Kelimeyi Tevhid getirdi mi ,o da Affedilir.
Eğer iman etmez kelimeyi şahadet veya kelimeyi tevhid
getirmezse Rabbinin azabı çok şiddetlidir. Bu cezaları insan
yaşamayınca bilmez bu dünyada göstermesin Ahirettede hiç
yaşatmasın bu azablan bize. Hz. Ali (RA) buyuruyorki "Kişi
kendini günah işlerken cehennemin kenarında imişde
düşüverecekmiş gibi hayal etse, hayal edebilse o günahı
işlemez." 2226[9]

7- Kafirler: "Ona Rabbinden bir ayet (mu'cize) indirilmeli


değilmiydi?" derler. Sen ancak uyarıcısın. Her toplumun
hidayet rehberi vardır.
Hz. Peygamberden mucize istiyorlar, başka ayetlerde nasıl
mucize istediklerini açıklamıştı Allah Teala. "Onun yanında
hazineler olmalı değilmiydi." Uhud dağını altın yapsaydıda
bu iş altınla yürüseydi veya bir melek görünseydi de onunla
beraber gezip bu peygamberdir deseydi.
Aslında mantıklı gibi bu durum yani Peygamberin
peygamberliği başladığı andan itibaren 5 veya 6 ev dolusu
altını olsaydı, kâfirleri satın alsaydı.
Bu din işi, iman olayıdır, parayla, satın almayla alâkalı bir iş

2226[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/209-210.
değildir. Günümüzdeki bazı insanlarda bunu diyor, para olsa
filan kişiyi satın alır, onu dine kazanırız diyorlar. İslamın o
kimsenin satın alınmasına ihtiyaç yoktur iman etmesine
ihtiyacı vardır.
Günümüzde bazı kişilerde Müslümanların çok zengin
olması gerektiğini savunuyorlar. Bizde bu zengin olma
fikrine katılıyoruz, fakat aramızda bir fark var. O da
müslümanların hizmet için zengin olmasıdır. Hizmet için
değilse zenginliğin, ne İslama nede topluma faydası olur.
Benimle aynı ortamda büyüyen zamanında çocukluk
arkadaşım olan bazı kişiler Önceden gariban devlet memuru
idi, şimdi milyarlık adam oldu. Böyle imkâna kavuşmadan
önce bu arkadaşım namazım kılar, şeriat faliyetlerinde
bulunur, toplantılara katılır milyarı aştıktan sonra namazını
yine kılarda, böyle şeriat işleriyle artık alâkası yok. Para,
lazım olduğu zaman, çalışmak suretiyle Allah'ın inayet ve
yardımıyla temin edilir.
Allah Hz. Peygambere diyorki (sana altınlar vermemişsem
hazineler vermemişsem melek göndermemişsem sen
sıkıntıya düşme) senin görevin uyarıcılık yapmaktır. Her
toplumada bir hidayet rehberi gönderilmiştir.
Bazıları, bilhassa Türkiye'deki bir kısım inançsızlar niye
Peygamberler ortadoğuda Hicaz bölgesinde gelir, diğer
bölgelerde, ülkelerde yaşayanlar insan değil mi? İddiasında
bulunurlar. Onlara soruyoruz nereden biliyorsunuz
Amerika'da yaşayan insanlara peygamberin
gönderilmediğini? Bu ayette Allah (cc) "hsr topluma bir
hidayet rehberi gönderilmiştir" diyor.
Birde şu görüş vardır. Bugün yeryüzündeki batıl din
dediğimiz, ilkel din dediğimiz dinler, birer hak dinin
gelmesinden sonra ortaya çıkmış dinlerdir. 2227[10]

2227[10]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/210-211.
8- Allah her dişinin neye gebe kalacağını, rahimlerin neyi
eksiltip neyi artıracağını bilir. Herşey O'nıın (Allah'ın)
yanında bir ölçü iledir.
9- Gizli olamda açıkda olanıda bilir. Büyükdür,
Yücedir. 2228[11]

10- Sizden sözünü gizleyende, açıkdan söyleyende,


geceleyin gizlenende, gündüzün görünende eşittir. (Allah
için hiçbir şey farketmez hepsini duyar, görür bilir.)
Allah (cc), herşeyi bilir. Her hamile dişinin (kadının)
karnında taşıdığımda, O rahimlerin içindekilerden ne kadar
eksilttiğini ne kadar faz lal aştırdığını da bilir. Rahim
çocuğu her gün geliştirir. Meni olarak rahime dökülen
çocuk 9 ay 10 güne kadar büyür gelişir işte bu gelişmeyi
ayet kelimesi ile ifade ediyor.
Yine doğumdan ve hamilelikten önce kadın normalde adet
görmesi gerekirken bu adet görme olayı duruyor. Bu kan
çocuğa gıda olup bu seferde orası eksiliyor "Allah bunların
hepsini bilir. Rahimlerde cereyan eden olaylarıda bilir."
Alimlerimiz bu ayetle rahimlere dikkatimizi çekiyor zira o
incecik Karın zan rahim duvarı yazın sıcaktan kışın
soğuktan korur. Karanlık olup ışığı geçirmez bir yapıdadır.
Allah katında herşey ölçüye göredir. Koyulmuş bir kanuna
göre hareket eder. Rahimlerdeki çocukların erkek veya kız
olacağı sağlam veya sakat olacağım gibi herşey Allah
tarafından bilinir ve bir ölçü içinde takdir edilir.
"Açıkta olanıda gizli olanıda bilir. O en büyüktür ve en
yücedir."
"Sizden biriniz sözünü gizlesede açığa çıkarsada her ikiside
müsavidir." Yani Allah katında sözünü gizleyen ile açığa
çıkaran denkdir, eşittir. Geceleyin gizlenenle, gündüzün
açığa çıkıp yürüyen de onun ilminde denktir. Cibril

2228[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/211.
hadisinde Hz. Peygamber ihsanı tarif ediyor. "Allah'ı görür
gibi ibadet etmendir. Her ne kadar sen Allah'ı görmesende O
seni görür" buyuruyor.
Yani bunu şu örnekte daha iyi izah edebiliriz. Arabanızla
uzun yolda gidiyorsunuz, trafiğin koymuş olduğu
kurallardan en yüksek hız sınırı 90 km. yaklaştımı veya onu
biraz geçtinizmi hemen arabanızı yavaşlatıyorsunuz. Ama o
anda sizi uyaran ne bir kişi nede bir ses var fakat siz
biliyorsunuz ki Trafik bölge amirliği belirli yerlere koyduğu
radarlarla sizi gözetleyip, kuralı çiğnediğinizde ileride
sizden yasal cezasını alıyor. Ama siz radarın nerede
olduğunu görmüyorsunuz radar sizi görüyor.
İşte Allah'ında böyle kuralları kanunları sınırları var.
Ticarette şu kanunlara uyacaksınız, evlilikte bu kanuna,
devlete karşı görevlerinizde şu hususlara diye sınırları
vardır. O sınırı aştınızmı, Trafiğin radarı mesabesinde olan
ve ahirette de sizin önünüze yazılı olarak gelecek ve size
oku denilecek. 2229[12]

11- Allah'ın (her insanı) önünden ve ardından takip edip


Allah'ın emrinden/emriyle onu koruyan (melekleri) vardır.
Bir toplum kendisini değiştirmedikçe Allah onları
değiştirmez. Bir topluma (kötülükleri sebebiyle) azap
istedimi onu geri çevirecek yoktur. Onlar için Allah'dan
başka yardımcı dostda yoktur.
"O insan için önünde ve arkasında, onu ard arda takib eden
ve onu Allah'ın izni ile koruyan melekler vardır." melekler,
yemeyen içmeyen, erkeklik dişilikleri olmayan, uyumayan
Allah'ın emrine aynen uyup asla isyan etmeyen nurani
varlıklardır. "Beşinci ayetin tefsirinde bahsettiğim, banka
soyguncusuna" dedimki; "buradan çıktığında yine soy-
gunculuk yapacak mısın?" "hayır, artık meleklere iman

2229[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/212-213.
ediyoruz." "Daha öncede polis vardı" dedim. "Polisle,
savcıyla işimizi hallediyorduk, ama melek yemezmiş,
içmezmiş, rüşvet kabul etmez, erkeklik ve dişiliği yok,
erkek olsa kadın, kadın olsa erkek verirdik. Uyumazmış
uykusunda bu işi yapsak, işimiz zor bundan sonra
vazgeçeceğim" demişti.
Amellerimizi yazan "kiramen katibin" melekleri biri iyi
amelleri, di-ğeride kötü amelleri günlük yazarlar. Bazı
imansızlar nasıl yazıyorlar benim o kadar günahım varki
bunları yazmakla camiler dolusu defter eder diyor. Ama
insan bilgisayar denen bir aletin disketine bir kütühhane
dolusu kitabı doldurup onu disketin içine sığdırabiliyorsa,
keyfiyeti bizce bilinmeyen bir yazım da basittir, onu da
Allah(cc) meleklerine bu görevi yaptırır. Bunda şaşılacak
bir tarafı yoktur.)
Hafızamızda ortalama elli senedir gördüklerimiz,
duyduklarımız, yaptıklarımız yazılı ama beynimizde pek yer
işgal etmiyor. İşte bu Rabbimizin ilmi ve kudretinin eseridir.
Bir de bu ayette ifade edilen Hafaza melekleri vardırki: Bu
melekler de insanları çeşitli kaza ve belalara karşı insanları
korur ama başımıza gelecek takdir edilmiş, kaza ve belalar
hariç. însanları korurlar. Rüzgarlı bir havada karşımızdan
toz geliyor doktorların ifadesine göre, göz bu toz karşısında
beyinden emir alıp, göz kapak ve kirpiklerini ka-patıncaya
kadar hayli bir zaman geçer ve toz gözün içine girer
diyorlar. Onlar buna refleks dedikleri bir olayın neticesi
derler. Bu doğrudur. Buda Allah'ın koymuş olduğu bir
kanundur. Allah'ın bu kanıınlarınında bir uygulayıcısı vardır
oda meleklerdir.
"Zinnun-u Mısrı" diye bir zaat için şöyle bir olay anlatılır.
Özellikle tasavvuf erbabı daha çok anlatır bu zatı
muhteremi, evliyadan biri olarak kabul edilir. "Birgün Nil
kenarında geziyordum. Derken süratle giden bir akreb
gözüme ilişti, bende onu izlemeye başladım, bende onun
peşinden gittim, suyun kenarına geldi, suyun kenarında
kurbağa var, kurbağanın sırtına çıktı, kurbağada kendini
Nil'in sularına bıraktı ve ikisi birden karşıya doğru yüzmeye
başladılar, bende bir sandal kiralayıp onların peşinden
gittim. Karşıya geçtiler, akrep yoluna devam etti bende
peşinden derken bir ağacın dibine vardı. Ağacın dibindede
bir adam uyuyor, ona doğru da bir zehirli yılan saldırmak
üzere, akrep yılanın yanına varıp, ona zehrini akıtmaya
başladı, derken yılanda zehrini akrebe batırdı. İkisi birbirini
zehirleyip öldürdü, ama adamın bu olaydan haberi yoktu.
İşte bu Allah'ın hafaza melekleri vasıtası ile gerçekleştirdiği
bir olaydır. Adam zehirlenip ölmekten, bir akrebin gelip
yılanı öldürmesi ile kurtuldu." Günlük hayatımızdada buna
benzerleri vardır.
Buhari'de bir hadisde "Allahu Teala her bir insan için
koruyucu melekler kılmıştır. Bunlardan gündüz koruyanlar
ayrı, gece koruyanlar ayrı gece koruyanlarla gündüz
koruyanlar devir teslim işlemlerini sabah namazı ile ikindi
namazında yaparlar" buyrulmaktadır. Hadis bu kadar fakat
Anayolumuzda sabah ve ikindi namazlarından sonra teşbih
çekerken, cemaat safları bozmamaya gayret ediyor.
Sosyal olayları izah eden önemli bir ayettir. "Bir toplum
kendisini değiştirmedikçe Allah o toplumu değiştirmez." Bir
takım müslüman kardeşlerimiz ellerini kaldırıp Allah'a
yalvarıyorlar; "yarabbi işsizlikten, Ticaretteki
istikrarsızlıktan evimizdeki, mahallemizdeki huzursuz-
luktan, şikayetçiyiz, Yarabbi; bize akıllı veya eli değnekli
gönder, şu hayatı, düzeni, sistemi düzeltiversin" diye dua
ederler. Ama Allah Teala; "Siz kendinizi değiştirmedikçe bu
değişmez" buyuruyor.
Bir devletki; başbakanı ile çöpçüsü arasında herhangi bir
ayrım olmasa kanunlar karşısında birinin diğerine üstünlüğü
yoksa, fertlerinin hepsi de insani muamele görüyor hepsi
Kur'an'a göre amel ediyorlarsa. Ve yeraltı dünyası diye
birşey yok, mafya olayı yok, milletvekillerinin
dokunulmazlığı yok, (ki, islamda kişilere dokunulmazlık
hakkı tanınmaz, dokunulmazlığı olan Allah'dır. Allah
yaptığından sorumlu tutulamaz, diğerlerinin hesaba
çekilebilme durumu vardır.) 2230[13] yani çok huzurlu bir
toplum olsa, kötülüğe meyi etmedikçe -Allah'da onların
durumunu değiştirmez.
Aynı şekilde yukarıda saydıklarımızın tam aksi şartları
taşıyan bir toplum veya devlette kendi hallerini
değiştirmedikçe, iyiliğe meylet-medikçe, Allah'ta onların
durumunu kötülükten iyiliğe değiştirmez.
Bakara suresinde tefsiri geçmişti. Allah Teala İbrahim (as)
"Ben seni insanlara önder kılacağım" buyuruyor. İbrahim
(as) da bu teklifini kabul ediyor da, "Yarabbi bu yöneticilik
neslimdede devam etsin" diyor. Allah (cc) de "Benim bu
yöneticilik makamım zalimlere ulaşmaz" zalimler buraya
gelemezler buyurur. 2231[14]
Buradan zalimler devlet başkanı olamaz anlamı çıkmasın.
Rabbimin tasvib ettiği yönetici olamazlar. Yoksa zalimlerde
devlet başkanı olurlar. Fakat tarih boyu "adil bir topluluğun
başına zalim bir yönetici gelmemiştir."
Toplum zulme meyletmiş derken bir zalimde onların
ortasından sivrilip onların başına geçmiş. Bu şuna benzer;
bir çınar ağacı ki yaprakları sararmaya en tepedeki bir
yapraktan başlar, şimdi aşağıdaki yapraklar "biz yemyeşil
iken sen oradan nasıl sararıyorsun bu ayıp değilmi" diyebilir
mi? Aslında o ağacın bütün her tarafının onayını almadan, o
üstteki yaprak sararamazmış. Yani ağacın bütün bünyesinde
sararmaya meyi başlarmış. Ondan sonra da ilk defa sararan
da köke en uzak yerde olan, en tepedeki yapraktan
başlarmış.
Bu misalde olduğu gibi "Allah'ta toplum kendini
2230[13]
Enbiya 123
2231[14]
Bakara 24
değiştirmedikçe Allah o toplumun halini değiştirmez."
Toplumu Allah'ın emir ve yasakları doğrultusunda eğitmek
yoluyla değiştirmemiz lâzım, ABD'nin emirleri istekleri
doğrultusunda değil. Eğer ABD'nin emirleri doğrultusunda
hareket edersek Afyon'da Haşhaş üretimi yapmıyacağız.
Zira "Afyon" (Haşhaşın sakızı) Amerikan gençlerine zarar
veriyormuş. Afyon'Iu gençlere zarar vermiyor da
Amerikalılara mı zarar veriyor? Ey ABD sende gençlerini
"Afyonkarahisar'lı gençler gibi "imanlı" yetiştir kurtul bu
uyuşturucu belasından.!..
Allah bu insanların yaptıkları bu kötülükler neticesinde
onlara bir ceza bir zarar vermek istedimi, onuda kimse
engelleyemez. Allah'tan başka onları koruyacak onları
yönetecek hiç bir kimse yoktur. 2232[15]

12- Korku ve ümitle şimşeği size gösteren, yağmur yüklü


bulutları yaratan O'dur.
13- Gök görültüsü hamdiyle teşbih eder. Meleklerde
korkusundan (teşbih ederler). Yıldırımlar gönderirde onlar
Allah hakkında çekişip dururlarken dilediğine isabet ettirir.
O, pek kuvvetlidir.
Yağmur yüklü bulutuda yaratan odur. Yağmur bombası ile
yağmurun yağdırılıp yağdırılamıyacağı konusu hayli
tartışıldı. İlim dünyası ilim adamları bu yağmur bombası ile
yağmurun yağdırılabileceğini kabul ediyor, ama yağmur
yüklü bulutun olması gerekiyormuş. Yağmur yüklü bulutu
oluşturamıyor. Böyle bir bulut üstümüzden giderken mey-
veleri olgunlaşmış bir elma ağacındaki elmaların sallanarak
düşürüldüğü gibi düşürülmesinden ibarettir, bu olay
"Gökgürlemesi de Allah'ı hamd ile beraber teşbih eder."
yine başka bir ayette de "yaratılmış herşey Allah'ı teşbih
eder" Başka bir ayet-tede "yerde ve gökte her ne varsa

2232[15]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/213-215.
Allah'ı teşbih eder" buyrulur.
İlim adamlarına göre; çiçek sevildiğini, konuşulduğunu
biliyor. Çiçekler, cinayetlerin aydınlatılmasında
kullanılıyor. Bir evde cinayet olduğunda o evdeki çiçeğin
belirli aletlerin altına koymuşlar zanlıları geçirmişler tam
katil geçerken çiçek belirli dalgalar yayması suretiyle
zanlıyı bulmuşlar. Biz şuna inanıyoruz yaratılmış herşeyin
kendine has bir dili vardır, "yaratılan herşey Allah'ı teşbih
ederde siz onların dilinden anlamazsınız." buyrulur.2233[16]
"Gök gürlemeside Allah'ı teşbih eder." şunu söylemek
istiyor. Allah (cc), gök gürlemesi böyle Allah'ı teşbih
ederse, o kadar nimet içinde bulunan kâfirler siz niye iman
etmiyorsunuz?" Kâfirin suçunu az göstermek istiyenler
vardır. Aslında kafirin suçundan daha ağır bir suç yoktur.
Zira Bulut Allah'ı teşbih ederken, şimşek Allahı teşbih eder-
ken, onun teşbih etmemesi ben ateistim demesi onun
çiçeğede, böce-ğede, insana da onun yaratıcısı Allaha da
saygısızdır.
Ra'd suresi 1-13 ayetler arasında Allah (cc); kitabın
(Kur'an'ın) kendi katından indirildiğini; gökleri direksiz
olarak durdurduğunu, güneşi, ayı, yörüngesinde
döndürdüğünü; aynı toprak aynı sulardan renkleri, tatları,
kokuları, farklı olan meyveler çiçek ve sebzelerin meydana
getirildiğini; ve kafirlerin biz öldükten sonra mı? dirileceğiz
sözünün çok garib ve saçma, şaşılacak bir ifade olduğunu;
tabiata baktıklarında her mevsim ölüp dirilen çekirdek ve
çiçeklerin meydana geldiğini; Ana rahimlerinde ne kadar
büyüyüp ne kadar küçüldüğümüzü; Ve kaderimizin ne
olacağını dahi bilen olduğunu; Tabiat olaylarını evirip çe-
virdiğini, tabiatta plan herşeyin Allahı teşbih ettiğini, o
gökgürültüsünün dahi Allah'ın hamdi ile onu teşbih ettiğini
ifade eden ayetlerden sonra 14. ayette. 2234[17]
2233[16]
İsra 44
2234[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/216-217.
14- Gerçek da'vet (dua) Ona yapılır. Ondan başkasına dûa
(da'vet) ettikleri onlara hiçbir şeyle cevap veremezler.
Onların durumu, ağzına ulaşması için iki elini suya açan
gibidir. O su ona ulaşmaz. Kafirlerin duası (da'vetide ancak
sapıklıktır) boşa gitmiştir.
"Gerçek davet Allah'a aittir," Duyurulmakta veya gerçekten
dua Allah'adır. Yani herhangi birşey istiyeceğinizde yalnız
ve yalnız Allah'tan isteyin sadece ona dua edin; başkasına
dua etmeyin.
Burada iki mâna vardır. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi dua
yalnız-ve yalnız Allah'a (cc) yapılır. Filan tekkeye veya
türbeye gidip oradaki zat'a bana bir oğul ver, işimi düzelt,
bozulan ticaretimi düzelt, hastalıktan beni kurtar gibi dua
yapılmaz. Bunlar batıl olan, insanı imani açıdan tehlikeye
sokan bir davranıştır. Dua sadece Allah'adır. Saydığımız
şeyleri Allah'tan istemelidir insan.
İkinci bir mânasıda, insanları emirlerine ve yasaklarına
uyma daveti yalnız Allah'a aittir. Başkasının benim
kanunlarıma, benim emir ve yasaklarıma uyun deme yetki
ve selahiyeti yoktur. Ama böyle insanlar varmıdır? Allah
(cc) den başkasına dua edenlerin durumu bir benzetme ile
anlatılıyor. Bir dağın tepesinden bir ırmağa veya bir göle
elini uzatıp, su isteyen bir adamın eline nasıl su gelmezse,
Allah'ın yarattıklarından birşey isteyenlerin, ona dua
edenlerin elinede birşey geçmesi,
su isteyenin su istemesi boşa bir dilenme olduğu gibi,
onların duası boşunadır. Bu Allah'tan başkasına dua
edenlerin durumu.2235[18]

15- Göklerde ve yerdekiler isteyerek ve istemeyerek Allah'a


secde ederler. Onların gölgeside sabah akşam (secde

2235[18]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/217-218.
ederler).
"Yerde ve gökte var olan herşeyin isteyerek veya
istemiyerek Allah'a secde ettiğini haber veriyor." Hatta
yaradılmışlann gölgelerinin dahi sabah ve akşam Allah'a
secde ettiklerini haber veriyor. Yani Ağaç kendi secde ettiği
gibi ağacın gölgeside ona secde eder, zira gölgede bir
varlıktır o varlıkta kendi üzerine düşen görevini yerine
getiriyor.
Bu 15. ayet Hanefi fıkhına göre secde ayetidir. Arapça
metni okunduğunda secde yapılması gerekir. Bu ayetten
başka Kur'an'da 13 yerde daha secde ayeti vardır, onlarda da
aynı şekilde secde yapılır. Bu secdelerin yapılış gayesi ve
maksadı başka bir ifade ile secde yapması gerektiren durum
şudur. Bu ayette Allah (cc): "Yerde ve göktekilerin hepsi
Allah'a secde eder." buyuruyor. "Yarabbi biz de o
yerdekilerde-niz, bizde secde ediyoruz" diyoruz. Diğer bir
ayette "O kafirler secde etmekten kaçınırlar" buyuruluyor. O
ayet okunduğunda bizde diyoruz ki "onlar kaçınırsa, biz
secde ederiz" Yarabbi diyerek secde ediyoruz.
Alimlerimiz bu secde-i tilavet hakkında ne güzel bir şiir
yazmış
Bilin ondört yerde gelir secde Kur'an'da tamam
Yedisi farz üçü vacib dördü sünnet vesselam
Farzdır, Araf da Ra'd, Nahl Esra ve meryem Haccu Saad
Hem üçü Furkan Elif, lam, Mim, Hamım, ve vacihat
Nemi ve en-Necm, İnsikak, İkra sünnettir bunları
Müşkilin hal oldu bu üç beyitle ey şehriyar.
15. ayette Allah (cc) istiyerek veya istemiyerek secde
ederler buyuruyor. İnsanın dışındaki yaratılmışlar isteyerek
secde ederler insanlar içerisinde müminlerde istiyerek,
gönülden secde ederler. İnsan dışındaki varlıklar gönülden
secde ederler ve bunların secdeleri kendi hal ve lisanlarıyla
olur.
Mü'min insan her şeyin secde ettiğine inandığı için eşyayı
koparmaz, kiri etmez, ihtiyacı kadarını alır ve israf
etmez. 2236[19]

16- Deki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" (onlar cevap


vermesede sen) De: "Allah" (ve yine) deki: "Allah'dan başka
dostlar mı edindiniz? Onlar kendilerine bir fayda ve zarar
veremezler." Deki: Kör ile gören bir midir? Karanlıklarla
(şirk ile) nur (tevhid) bir midir.?"
Yoksa Allah'ın yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular,
onlara bu yaratılanlar birbirine benzedi de onun için Allaha
ortaklar mı edindiler?
Deki: "Allah herşeyin yaratıcısıdır. O tekdir, Kahhardir
(Herşey emri altındadır).
İnsanoğlu kendisi güneşi koltuğunun altına alıp dünyanın
etrafında döndürmüyor, veya yıldızları gökyüzünde tutma
eziyet ve zahmetine katlanmıyor. Onları belirli bir ölçü ile
gökyüzünde tutan, dünyayı güneşin etrafında zahmetsizce
döndüren biri olduğunu kabul ediyor da bundan ilerisini
kabul etmiyor.
Yani Allah herşeyin yaratıcısıdır. Herşeyi yaratmıştır. Ben
ilahım diyen yönetici firavun öldü, ölümünü engelleyemedi
yine nice kırallar vardı onlarda ölümden kurtulamadılar.
Allah insanları hukuk karşısında bir tarağın dişleri gibi eşit
yaratmıştır. Hz. Peygamber Hadisi şerifinde "İnsanlar
tarağın dişlen gibi eşittir" buyuruyor. Eskiden derebeylikleri
vardı şimdide demokrasi var diyorlar. Batılı bir bilim adamı
"tarihin her dönemi bir şekilde demokrasi ile yönetilmiştir"
diyor. Demokrasinin olmadığı dönem yoktur.
Şimdi insanlar birilerini seçme veya seçilme hakkını bir
kağıt ile kullanırken, eskiden de başı ile kullanıyordu 3-5
milyon tebası olan bir kral, "ben sizin kralımzım, beni kabul
etmeyenler başlarını kaldırsınlar" der. O, 3-4 milyon başını

2236[19]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/218-219.
aşağıya eğerek tasdiklerdi, yani isyan etmeyip onun
dediklerini yapmak suretiyle, baş işaretiyle onu kral seçmiş,
onu kabul etmiş oluyordu.
İşte şimdiki demokrasi ile eski demokrasi arasındaki fark
budur. Eskiden kılıcım çekiyor başınız ile işaret edin
deniliyordu, şimdi de herkes kâğıt ile bunu belirtsin yoksa
şu kadar para cezası var deniliyor. Hiçbir kimsenin diğerini,
kendi aklına göre yönetme hakkı yoktur "Hakimiyet
Allah'ındır. Ancak ve ancak Allah'a itaat etmeyi emretti
başkalarına değil "Görenle görmeyen bir olur mu?" Hiç
karanlıkla aydınlık bir olur mu?" Aydınlık geldimi
etrafımızı ve etrafımızdaki eşyaları insanları rahatlıkla
görüyoruz. Ama aydınlık gittimi, zifiri karanlıkta kalıyoruz.
Aynı şekilde insanların üzerinde Allah'ın kanunlarının
uygulaması gündüzün ışığının gelmesi gibi, insanların
kanunlarının uygulanması ise zifiri karanlığın ortalığı
kaplaması gibidir.
"Yoksa onlar, Allah'a ortaklarını koşuyorlar." "Şirk"
kelimesi, şirket kelimesinden türetilmiş bir kelimedir. Şirket
aynı müesseseye birkaç kişinin belirli oranlarda ortak
olması, söz sahibi olmasıdır. Allah (cc) "şirk haricinde
bütün günahları af edeceğini ama şirki asla af et-
miyeceğini" bildiriyor. 2237[20]
Şimdi dünyada şu kadar insanın canı yanıyor. Anneler
ağlıyor, çocuklar mahzun işer bu müşriklerin (şirk
koşanların) düzene hakim olmalarından kaynaklanıyor. Peki
bu müşriklerin şirke gönül bağlamalarının sebebi ne
olabilir? Bunu ayeti kerime şöyle açıklıyor. Acaba bunlarda
birşey yarattılarda yarabbi bilemedik senmi, büyüksün
yoksa şu bizim yarattıklarımız mı? Biz şaştık kaldık mı
diyorlar, halbuki böyle birşeyde yok.
"Deki herşeyin yaratıcısı Allah (cc) O Tekdir ve herşeye

2237[20]
Nisa 48
gücü yeten Allah (cc)'dır. 2238[21]

17- Allah gökyüzünden su (yağmuru) indirdide vadiler


kendi mik-darmca su akıttı. Sel de üste çıkan köpüğü
götürdü. Süs veya bir meta'a yapmak için ateşde
yaptıklarınızdada bunun benzeri köpük vardır. İşte Allah
hak ile batılı böyle bir misalle anlatır. Köpük yok olur gider.
İnsanlara fayda verene gelince o yeryüzünde kalır. İşte
Allah böylece misaller verir.
Allah rahmet olarak gökten yağmuru indirir, aynı şekilde
ayetlerimde indirir. Her iki şey içinde Enzele fiilini
kullanmıştır. Yağmur yağar, yağmur sularının doldurduğu
vadilerde suların üzerindeki köpüklerde kâfirlerin kanunları
gibi birşeydir. Yağmurlardır toprağa fayda veren, ekinleri
sulayıp, onların çiçek açmasını sağlayarak buğdayların
oluşmasına sebep olan.
İnsanlara faydalı olanda yağmur gibi onlara bereketler
dağıtan Allah'ın ayetleri ve kanunlarıdır. Fakat zaman
içindeki bazı insanların kanunları kafirlerin kanunları da su
üstündeki köpükler gibidir. Bu gün vardır, zaman içinde
kaybolur gider.
Aynı şekilde süs eşyası olsun diye altın ve gümüş madenleri
topraktan alınıp eritilir, eridiğinde asıl maden saf şekliyle
tabana çöker, onun üzerineki artık maddeler köpük halinde
olur onuda atarlar. İşte Allah'ın ayetleride Hakiki madenler
gibi altınlar gibidir. Ama insanların koyduğu madenler ise o
üzerindeki çerçöp gibidir. Onlar atılmaya mahkûmdur.
Allah'ın kanunları ile insanların kanunları arasındaki fark
Allah'ın yarattığı insan ile insanların plastikten yaptığı insan
heykeli gibidir. Yine Allah'ın yarattığı çiçek ile insanların
plastikten yaptığı çiçek arasındaki fark ne ise Allah'ın
ayetleri kanunları ile insanların yaptığı kanunlar arasındaki

2238[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/219-220.
farkda odur. Yani Allah'ın yarattığında bir tabiilik in-
sanınkinde ise bir sun'ilik vardır. 2239[22]

18- Rablerinin da'vetine uyanlara en güzel: (cennet) vardır.


Onun davetine uymayanlara gelince, eğer yeryüzündekilerin
tamamı onların olsa, bir o kadar daha olsa (cehennemden
kurtulmak için) muhakkak fidye olarak verirlerdi. İşte
hesabın en kötüsü onlaradır. Sığınakları cehennemdir. O ne
kötü bir yatakdir.
"Gerçek davet Allah'a aittir, davet etme hakkı Allah'ındır.
Allah'ın bu davetini kabul edenlere güzellikler vardır." Bu
ayetteki güzellikten maksad da cennet olduğu belirtilmiştir.
Bazı insanlar "Rabiatul adeviyye diye evliya bir kadının
"Yarabbi senin cennetin için ibadet ediyorsam beni
cennetine koyma" şeklinde dua ettiğini rivayet etmekteler.
Binlerce evliya bir araya gelse, bir peygambere denk olmaz,
zira Kur'an'da İbrahim (as) "Yarabbi beni cennetin
varislerinden kıl, cennetine koy" diye dua ediyor. 2240[23]
Peygamber cennete girmek için dua ederse, Rabbim de bize
"cenneti isteyin" diye öğretirse böyle bir sözün geçerliliği
zahirde yoktur. Zira ayette Yarabbi dünyada güzellikler
verdiğin gibi Ahirettede bize güzellikier (cenneti ver diye
dua etmemizi emrediyor.) 2241[24] Yine Allah: "Yakıtı
insanlardan ve taşlardan olan cehennemden sakının, korkun"
buyuruyor. 2242[25] Kişi cehennemden korkacak sakınacak
cenneti de Allah'dan taleb edecektir.
Allah'ın bu davetine icabet etmeyenler katılmayanlar,
cehennem azabım görünce, "keşke bütün mal varlığımızı bu
yolda feda etseydik" derler ama fayda vermez, onlar için
çok kötü bir hesap vardır ve yerleri cehennemdir orası ne
kötü bir yataktır.
2239[22]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/221.
2240[23]
Şuam 85
2241[24]
Bakara 21
2242[25]
Bakara 24
Bu ifadeler bizi cehennemi görmediğimiz için pek
ürpertmez ama ancak kişi şöyle küçük bir yangında malı,
canı, evladı kaldımı o zaman bunun ne demek olduğunu
biraz olsun hisseder. Hele dünya ateşi cehennem ateşinin
bin katı yıkanmışı, azabı, elemi azaltılmış bir ateştir. 2243[26]

19- Ancak R ah hinden sana indirilenin hak olduğunu bilen


kör (kimse) gibi midir? Ancak akıl sahipleri öğüt alır.
Sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kişi kör adam
gibimidir. Kör adam cadde de yürümesine diğer bazı
ihtiyaçlarını gidermede başkasına muhtaç. Gittiği
yerlerdende zevk aldığı yoktur. İşte görenle bu kör arasında
nasıl büyük fayda varsa sana indirilenlerin gerçek olduğunu
bilen ile bunu inkâr eden arasındaki farkda görenle
görmeyen arasındaki fark gibidir. Asıl ve gerçek kör gönül
gözü görmeyendir.
Ama bu farkı akıl sahipleri alırlar akıl sahibi olmayanlarda
bu ikisi arasındaki farkı anlamayacak durumda olanlardır.
Allah'a ibadet edemeyenler Allah'ın yarattığı insana itaat
etme tapınma mecburiyyetinde kalırlar. Bundan sonraki
ayette akıl sahiplerinin sıfatlarını açıklıyor. 2244[27]

20- Onlar ki Allah'ın ahdini yerine getirirler ve andlaşmayı


bozmazlar.
"Allah'a olan sözlerini yerine getirirler" yani ruhlar
aleminde Allah'a "evet" demişti ruhlarımız. Bütün ruhlar
orada Allah'ı tanıdı hepsi secde etti. Bu dünyaya gelince bir
kısmı ahdine, sözüne devam etti ki bunlar müminlerdir, bir
kısmıda ahdine devam etmedi bunlarda kafirlerdir.
İşte O akıl sahibi mümin olanlar sözlerine bu dünyada da
devam ederler ve "Allah'a verdikleri sözlerini bozmazlar"
anlamına geldiği gibi ikinci bir manada "Allah'ın yarattığı
2243[26]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/222.
2244[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/223.
kullarına karşı vermiş oldukları sözlerini bozmazlar."
Mehmet Akif Merhum için anlatılır birisi ile saat beşte O
adamın evinde buluşmak üzere randevulaşır. O da saat
dörde kadar evinde oturur. Havada çok yağmurlu fırtınalı
bir kış günüdür. Adam kendi kendine Ey Akif bu havada
senin Fatih'den kalkıp buraya gelmen mümkün değil der
evinden çıkar başka bir yere gider. Tam saat beşde Akif de
söz verdiği adamın evine gelir. Bakarki adam evde yok
ondan sonra onunla arkadaşlığını bozar. O ünlü edebiyatçı
olan adam; "Senin gelmiyeceğini zannederek gittim" der.
Akifde "Ben de senin beklemediğine darılmadım, benim
gelmiyeceğimi zannetme kanaatinde olduğuna küstüm. Sen
beni tanımamışsın beni tanımayan ile ben de dostluğu
devam ettiremem" der.
İşte bu bir sözü yerine getirmedir. Müslüman hem ruhlar
aleminde rabbine verdiği sözü, hemde dünyada Allah'ın
yarattığı kullarına vermiş olduğu sözü yerine getirmelidir.
İslam hukukunda söze itibar edilir, imza olayı yenidir.
Çağın icadıdır. Kişi bunu aldım, sattım, verdim dedimi o
onun malıdır. Kocalığa veya Hanımlığa "kabul ettim" gibi
kesin ifade eden lafızlar kullanıp, iki şahitlede işi
şahitlendirdimi iş bitmiştir, hukuk yerine sözleşme veya
sözleşmenin anlaşmazlığı ihtilafı ortadan kalkmış demektir.
Zira söz insanın ruhunun kültürünün şahsiyetinin ürünü
olarak ortaya çıkar. 2245[28]

21- Onlarki Allah'ın bitiştirilmesini istediği şeyi bitişdirirler.


Rablerinden korkarlar ve hesabın kötüsündede korkarlar.
"Allah'ın gözetilmesini istediği şeyleri gözetirler, sılayı
rahimi yerine getirirler." Sılayı rahim de Anne, baba, eş,
dost kimselerin gönlünü almakdır. Onları ziyaret etmekdir.
İhtiyaç anında yardım etmektir. Akıl sahipleri rablerinden

2245[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/223-224.
korkarlar ve Ahirette de kötü hesapla karşılaşmaktan da
korkarlar. Ahirette hesabın iyi olmasının yolu bu dünyada
günahları yüklenmeden Kur'an ve sünnete göre hareket
etmekten geçer. 2246[29]

22- Onlarki Rablerinin vechini arayarak sabrederler, namazı


dosdoğru kılarlar, onlara verdiğimiz rızıkdan gizli ve açık
onlara dağıtırlar, kötülüğü iyilikle giderirler işte onlar için
yurdun (hayırlı) sonucu vardır.
Akıl sahibi insanlar Allah (cc) rızasını kazanmak için
sabrederler, ibadetleri yerine getirirken ibadete sabr ederler,
ibadetleri yerine getirirken bir bela ile karsılasırsalar önada
sabr ederler.
7. Kötülüğü iyilikle giderirler. Bu vasıfları taşıyan kişilerin
gideceği yer: 2247[30]

23- Adn cennetlerine girerler. Babalarından, eşlerinden,


çocuklarından salih olanlarda oraya girecekler. Her kapıdan
onların üzerine melekler girerler.
Burada şuna işaret edilmiş Ameli çok iyi olan müslümanlar
cennete giderlerken "yarabbi babam nerede annem nerede?
Onlar cehennemde yanarken ben cenneti istemem yarabbi"
derse o salih olan kişinin annesi babası da, eşi ve
çocuklarıda (imanla gitmesi şarttır) onun yanma cennete
verilir.
Meleklerde onlara çeşitli kapılardan yanlarına girerler
ve 2248[31]

24- "Sabrınız sebebiyle size selam olsun. (Dünya) yurdunun


sonucu ne güzel (derler).
"Bu sabr etmenizin neticesi olarak size Allah'tan selam var

2246[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/224.
2247[30]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/224-226.
2248[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/226.
bu kaldığınız yer ne güzel bir yerdir." 2249[32]

25- Allah'ın ahdini sağlamlaştırdıkdan sonra bozanlar,


Allah'ın bi-tiştirilmesini emrettiği şeyi kesenler, yeryüzünde
bozgunculuk çıkaranlar... İşte la'net onlaradır ve (dünya)
yurdunun kötü sonucu onlaradır.
Allah'a olan sözlerini bozanlar, Allah'ın "sılayı rahim yapın"
dediği halde sılayı rahmi kesenler, yani bütün yakınlarıyla
doslarıyla ilişkiyi kesenler yer yüzünde bozgunculuk
yapanlar, yani yeryüzündeki insanIar arasındaki muhabbet
ve sevgiyi bozup, tabiattaki dengeyi bozanlar, onlar için
Allah'ın laneti vardır. Onlar için cehennemde çok kötü bir
yer vardır.
Bugün yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar Allah'a iman
etmeyenlerdir. Şu anda hava deniz ve çevre kirleniyorsa bu
imansızlar sebebiyledir. Zira çevreyi denizi havayı kirleten
insandır.
İnsan temiz olmazsa çevreside temiz olmaz, Önce insanların
elbisesi kalbi iç dünyası temiz olmalı ki o da çevresini temiz
tutsun.
Akdenizin filan yerindeki kablumbağalar için milyarlarca
lira har-canıyorda insan için harcamıyorlar...! Evet Hz.
Peygamber zamanında bir kadın sıcaktan ciğerleri yanan bir
köpeğe su verdiği için cennete gittiğini, Buhari'de
öğreniyoruz. Ama birinci derecede insan, insanı çiçek gibi
yaptımı, o da etrafını çiçek gibi yetiştirir.2250[33]

26- Allah rızkı dilediğine açar (dilediğine) kısar. Onlar


(kafirler) dünya hayatıyla sevindiler. Halbuki dünya hayatı
ahirete oranla bir geçinılikden ibarettr.
Tabiin dönemindeki bir dil bilimcisi, lügat hazırlarken
(bugünkü gibi yazılmış Iugat yoktu) seyahata çıkıyor.
2249[32]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/226.
2250[33]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/226-227.
Kabile kabile dolaşıyor. Kur'an'daki kelimelerin ne
manalara geldiğini araştırmış ve böyle bir araştırma
yolculuğunda bir kabileye varır. Anne çocuktan "rneta'ı" ge-
tirmesini ister. Çocukda bağırmış "Anne köpek geldi, metâı
aldı dağa doğru kaçtı" demiş. Bakmış ki köpeğin alıp kaçtığı
annesinin bulaşık yıkadığı kirli beze "meta" diyor. İşte
bundan hareketle dünyalık olan şeyler cennetin güzellikleri
karşısında ancak o kadının bulaşık yıkadığı kirli bez
gibidir.2251[34]

27- Kafirler: "Ona Rabbinden bir ayet (mu'cize) indirilmeli


değil-miydi?" derler. Deki: Allah dilediğini sapıtır, gönlünü
yönelteni de hidayette kılar.
Kâfirler derlerki "yahu bu peygamber olduğunu iddia
ediyor. Keşke birde mucizeler gösterse." Deki Allah
dilediğini sapıtır, dilediğini hidayete erdirir. Allah'a yönelen
kişiyi de hidayete erdirir." Burada bazı kardeşlerimiz bu
meseleyi yanlış anlıyorlar. Allah dilediğini sapıklıkta kılar
dilediğimde hidayete erdirir, yani ben seni ne yaparsan yap,
sapıklıkta kılacağım, gavur yapacağım, sende ne yaparsan,
nasıl hareket edersen et senide müslüman yapacağım
şeklinde anlarsak o zaman sorumluluk ortadan kalkar.
"Senin hükmün geçiyor Yarabbi beni kâfir yaptın" der.
Öbürüde "beni de müslüman yapmışsın" der.
Biz meselenin böyle olmadığını biliyoruz. Kâfir, küfre
doğru meyleder, Allah (cc) onu halk eder, onun o isteğini
yaratır. Sapıklıkta kılması, kâfir olması budur. Ama
"dilediğini sapıtır, dilediğini de hidayete erdirir" şeklindeki
kendi nefsine izafet etmeside bütün herşeyin yaratıcısı
olduğu içindir. Yani kul küfrü ister Allah'da onu yaratır. Kul
imanı ister, Allah'ta o kul için o imanı yaratır. 2252[35]

2251[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/227.
2252[35]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/227-228.
28- Onlarki iman ederler ve kalbleri Allah'ın zikri ile tatmin
olur. İyi bilinki kalbler ancak Allah'ın zikriyle tatmin olur.
Gözünüzü açın, dikkat edin Allah'ın zikri ile kalpler huzura
kavuşur. Başka yolu yoktur. Kalblerin mutmain olması,
huzura kavuşması için. Onun için subhanallah,
"Hasbunallahu venimel vekil" gibi zikirleri bolbol söylemek
lazım.
Bu zikirler yanan yüreğin üzerine dökülen bir soğuk su
gibidir. Onun galeyanını durdurur. Ruh ve sinir hastalıkları
mütehassıslarının birçoğu hastalarına namaz kılmayı, ibadet
yapmayı, boş zamanlarında da Allah'ı zikretmeyi tavsiye
ediyor. Başka bir doktorda hastasına siyan siyan kelimesini
günde 500 tane söylemesini emretmiş. Bende dedimki "bu
kelimenin herhangi bir anlamı varmı?" hayır dedi. Niye bu
kelimeyi tavsiye ediyorsun dedim. Dediki önemli olan
hastayı meşgul etmek . Bende "Allah demesini söyleseniz"
dediğimde, "bize onu öğretmediler bunu öğrettiler"
dedi. 2253[36]

29- İman edip ameli salih işleyenlere müjdeler olsun.


Görülecek yerin güzeli onlar içindir.
İman edip ameli salih işleyenlere ne mutlu veya müjdeler
olsun demektir. Birde "Tuba" cennetteki bir ağacın adıdır.
Yunus Emre'nin; Salınır Tuba dallan Kur'an okur hem
dilleri Cennet bağının bülbülleri Öter Allah deyu deyu
Bu şiirinde ki "Tuba" bir isim olarak alınmıştır. Hadisde de
"Tuba, cennette bir ağacın adıdır," diye zikredilmiştir.
Ayette "iman edip salih amel işleyenlere Tuba ağacının
altında gölgelenmek vardır" bir kısım hocalarımız "onlar
için varacakları güzel bir makam ve mevki vardır" diye
tefsir etmişlerdir.
Önemli bir diğer hususda iman ile salih amel ard arda

2253[36]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/228.
gelmiştir. Dikkate şayandır. İman gönülde olandır, amelde
gönülde olanın fiiliyata dökülmesidir. Fiiliyata dökülmeyen
iman sahibine pek faydalı olmaz. Kişinin evine oturup
"yarabbi bana para ver" demesi nasıl olmuyorsa kalbdeki
imanda amele dönüşmedikçe faydası az olur. 2254[37]

30- İşte böylece senide bir ümmete Peygamber olarak


gönderdik ki sana vahyettiğinıizi onlara okuyasın. Onlardan
öncede ümmetler gelip geçmişti. Onlar Rahmanı inkâr
ediyorlar. Deki: "O, benim Rabbimdir. Ondan başka ilah
yoktur. O'na güvendim. Dönüşüm onadır.
Seni bir ümmete bir peygamber olarak gönderdik, o
ümmetten öncede nice ümmetler geçmişti, onların devamı
olarak bir ümmet geldi. Onlarada seni peygamber olarak
gönderdik. Sana vahyettiğim ayetleri onlara okuyasın diye,
onlar rahmanıda inkâr ediyorlar.
İşte o ayetlerin özetide: Beni yaratıp yöneten ve besleyen
büyüten Rabbim Allah'dır. Ondan başka hiçbir yaratan ve
yaşatan vede yöneten yoktur demektir. Yunanlı bir ressam
müslüman olurken dedimki, "bak müslüman olacaksın,
kelime-i şehadet getireceksin şehadetin anlamı şudur.
"Allah'tan başka ilah yoktur. Dünyada hiç bir devlet
başkanı, kurum veya kuruluş bizim üzerimizde hükmetme
hak ve selahiyetine sahip değildir. Yaşatan ve rızık veren ve
öldüren Allah'tır." kelimeyi tevhid ve şehadetin anlamı
budur.
İşte "Kelime-i Tevhit" bütün kitapların ve Kur'an'ında
özüdür. "Beni yaratan yaşatan ve de yöneten Allah (cc)'tır."
Ona tevekkül ettim. Ona güvendim sığmak yeri de ancak ve
ancak odur. Tevbelerin affı için güvenilecek yardım
istenilecek af istenilecek olanda ancak ve ve ancak Allah
(cc)'dır. 2255[38]
2254[37]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/228-229.
2255[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/229230.
31- Eğer Kın 'anla dağlar yürütülseydi, yeryüzü parça parça
edilseydi, ölüler konuşturulsaydı (kafirler yine iman
etmezlerdi) işlerin hepsi Allah'a aittir. İman edenler
bilmedilermi ki, Allah dileseydi bütün insanlara hidayet
verirdi. Kafirlerin yaptıkları yüzünden başlarına ani bir bela
gelecek veya yurtlarının yakınına konacak. Allah'ın va'di
gelinceye kadar sürüp gidecek. Şüphesiz Allah va'dinden
dönmez.
Rad suresi 31 ayeti ile Mekke müşriklerinin mucize
istemelerine karşılık bir cevab veriyor. Mekke müşrikleri
Hz. Peygambere "mademki peygambersin geçmişte Musa
(as)'m mucize gösterdiğini duyduk, o denizi yarıp karşıya
geçmiş, asasını taşa vurup pınarlar akıtmış. İsa (as) ölüleri
diriltmiş, sende bize Mekke'nin iki dağı bizi çok sıkıyor şu
iki dağı yürütde bize geniş vadiler oluşsun. O dağların
arasından sular aksın ırmaklar aksın veya bu Kur'anla ölüleri
dirilt." Allah'da cevab olarak "bütün işler Allah'a aittir."
buyuruyor, yani mucizeyi vermekte vermemekte Allah'a
aittir. Hangi Peygambere hangi mucizeyi vereceğini, hangi
mucizenin hangi topluma faydalı olacağını Allah bilir. Musa
(as)'a İsa (as)'a yukarıda saydığımız mucizeler fayda
vermişti. Zira İsa (as) döneminde tıp ileride idi tıbbın aciz
kaldığı hastalıkları tedavi etmiş Mekke kâfirleri de İsa (as)
verilen bu mucizeyi Hz. Peygamberden isteyince Allah (cc)
"bütün işler Allah'a aittir." Hangi mucizeyi hangi kavme ve
hangi peygambere verileceğini o bilir. Bu tür isteklere Allah
"biz onların üzerine melek indirsek yani peygamberin
yanında melekler indirsek meleklerde bu peygamberdir
deseler, O peygamber onlara ölüleri bile diriltse ve onların
önüne ölülerini toplasa, iman etmiyecek olanlar iman
etmezler. Zaten peygamberin gönderilişi İlahi kitabı
okuması bir mucize eğer bunları görüp iman etmeyen insan
melek indirilse de peygamber ölüleri diriltse bile yine iman
etmezler."
Günümüzde, Allah'ın varlığına ve birliğine, tek hakim
olduğuna işaret eden pekçok delil vardır. Çiçekler, böcekler,
yıldızlar insanlar yağmurlar Allah'ın varlığına delil iken bu
yolu kapatmak için devamlı put perest ilim adamları bu
delillerin karşısına dikilirler. "Bu Allah'ın yapması ile değil,
onlar rüzgarın esmesi, bulutun bir birleriyle vurması ve
yıldırımın meydana gelmesi gibi.... sebeblerin
neticesindendir" diyor. Böyle insanlar, bugün olduğu gibi
bundan önceki ümmet ve milletler zamanındada vardı,
itirazlarıda aynıdır. Sadece ifadelerindeki bazı isim ve
kelimeler yer değiştirmiştir.
Mesela Peygamber ölüleri diriltse, hemen itiraz edenlerin
itirazı; bunu önce uyuttu daha sonra diriltti şeklinde olur.
Ama ayette "Allah ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkartır."
buyruluyor. Hergün görüp duruyoruz, yumurtadan canlıyı
canlıdan da ölüyü, yani tavuktan da yumurtayı çıkartıyor.
İman edenler şunu bilmezler mi ki; Allah(cc) dileseydi
bütün insanları müslüman yapardı, kimsede itiraz edemezdi.
Yani onlara hür iradeyi vermemiş olsaydı da müslüman
yapsaydı onları müslüman olarak yaşatır ve de müslüman
olarak öldürür. Kâfir olamazlardı, kâfirlik yapacak akıl
vermezdi.
Bu dünya hayatı imtihan dünyası olduğu için insana akıl ve
irade vermiştir. "İyilik yapmanız beni hoşlandırır kötülük
yapmanızda beni hoşlandırmaz. İyilik yapanın mükafatı
cennet, kötülük yapanında cezası cehennemdir" buyuruyor.
"Kâfirlerin yapmış oldukları kötülükler sebebiyle onların
başına bela ve musibet devam eder. Bu musibet onların
evlerinin ta yakınlarına kadar gelir. Allah'ın vadi kıyamet
veya ecelleri gelinceye kadar kâfirlerin başına Allah (cc)
belayı indirir. Allah vadinden asla dönmez."
Bu ayetin tefsirinde alimler Hz. Peygamber zamanında
peygamberin Mekke'yi feth etmesi o, kâfirlerin evlerinin
yanına kadar gelmesi Mekke'nin fethedilmesi kâfirler için
bir bela idi. Zira saltanatları ellerinden gitti. Hz. Peygamber
peygamberliğini ilan ettiği andan itibaren onların korktuğu
şey saltanatlarının ellerinden gitmesi idi nitekim bu da
başlarına geldi.
Bu durum sadece o günkü kâfirlere değil, günümüze kadar
ve bundan sonraki kâfirler içinde geçerlidir. Yani
müslümanlar gayret gösterecek olurlarsa kâfirlerin yaptıkları
kötülükler birgün başlarına müslümartların gelmesini sağlar.
Mü s lümanlarında başlarında durması onlar için bir
beladır. 2256[39]

32- Senden önceki peygamberlerlede alay edildi. Kafirlere


önce mühlet verdim sonra yakaladım. Benim azabım
nasılmış?
Bu ayetin bir önceki ayet ile ilgisini kuracak olursak; ayette
peygamber (as) "Birgün gelecek Mekkeyi fethedeceğim,
Allah adına Allah'ın hükmünü hakim kılacağım. Başınıza,
size göre bela olarak evlerinizin bağ bahçelerinizin yanına
kadar geleceğim" dediğinde kâfirler Hz. Peygamberi alaya
alırlar. İşte 32. ayet ile de Allah (cc) "sadece sen değil
senden önceki birçok peygamberde alaya alındı. O pey-
gamberlerle dalga geçenlere bir müddet mühlet tanıdım."
İşte günümüzde birçok müslüman; kâfirler Allah'ı ve
peygamberi inkâr ettiği halde Allah'da onlara birçok
imkânlar tanıyor" şeklinde bir itirazda bulunmak isterler
ama Allah çalışanın karşılığını verir. İkinci olarakta bu
ayette ifade edildiği gibi o imkânlar kâfirler için bir
mühlettir; Ayetin devamında "sonra onları (mühletten sonra)
alıveririz." Yani bulundukları makamdan aşağıya
alıveririz. 2257[40]

2256[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/230-232.
2257[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/232.
33- Her nefsin kazandığını gözetenemi (ortak koşuyorlar)?
Onlar Allah'a ortak koştular. Deki: "O ilahlarınıza isim verin
yoksa Allah'ın yeryüzünde bilmediği bir şeyimi ona haber
veriyorsunuz? Yoksa konuşmuş olmak için mi? Hayır,
kafirlere hileleri güzel gösterildide yoldan ahkonuldular.
Allah'ın sapıttığını doğru yola getirecek yoktur.
"Her şahsın, her nefsin ne kazandığı üzerinde kontrol altında
tutan mı? ilahhğa layıktır. Yoksa kendine malik olamayan
adam mı daha layıktır?"
Bizi yaratan, eşyayı yaratan, kainatı yaratan ve bfunları
yöneten odur. Allah (cc)'mı ilahlığa ibadete layıktır. Yoksa
kendisine bile hakim olmayan, ölümüne ve dünyaya
gelmesine katkısı olmayan, başı ağrısa durduramayan, karnı
ağrısa dindiremeyen mi? ilah olmaya daha layıktır.? Onlar
Allah'a ortaklar edindiler. Herşeyin hakimi halikı Allah (cc)
olduğunu hesab edemediler ve kendileri gibi olanları
ortaklar edindiler. "Deki ilahlarınızı bize tarif ediniz." Şayet
onlar bize aynı şeyi soracak olurlarsa bizim vereceğimiz
cevap Ayetel kursi ile olmalı yani "O Allah ki ondan başka
ilah olmayan ilahdır. O, haydır, diridir. Kendi nefsi ile kaim
olandır. Onu ne bir uyku nede bir uyuklama tutmaz..." veya
İhlas suresi ile "Deki O Allah birdir. Allah Sameddir..." Bu
ayet ve surede Allah'ın birçok zati ve subuti sıfatları
sayılmaktadır. Bunlardan "vahdaniyet" Allah'ın zatında sıfat
ve fiillerinde bir olması, "kıdem" başlangıcının olmaması
ezeli olması, "beka" sonunun olma-maması ebedi olması.
Yarattıklarına benzemez.
Bu ayete (33. ayet) dayanarakta biz diyoruz ki imansızlara,
şirk koşanlara; "Buyurun siz de ilahınızı, bize anlatın." İşte
"filanca adam" derlerse biz de "O bizim gibi bir anadan ve
bir babadan dünyaya gelen bir kişidir. O da birgün gelir ölür
ölümlü olan bir insanda ibadet edilmeye, tapılmaya layık bir
kişi değildir." "Siz Allah'tan başka ilah olduğunu
söylüyorsunuz yoksa Allah'a (böyle birinin varlığından
bilgisi yoktuda onumu?) haber mi veriyorsunuz." Şirk: Yer
ve gökteki Allah'ın hakimiyetine bir başkasını ortak
etmektir.
İşte bu alemde Allah'ın varlığına, birliğine işaret eden,
delalet eden alametlere, şahitlere rağmen; bu şirk koşanların
varlığı bu uzay çağı dedikleri asırda bile insanların taşlara
tapınması, onların huzurunda eğilmesi, birilerinin gidip o
taşlara hemen şikayet etmelerinin sebebi ne? derseniz, ayet
gayet güzel bir şekilde açıklıyor. "O kâfirlere o tuzakları
güzel gösterildi, zinetlendi, allandı pullandı, yaptıkları en
güzel bir iş gibi gösterildi ve böylecede Allah yolundan
ahkondular. Şirk ve imansızlık insana zehirli hap gibi
yutturulmaz, mantıkî yollarla kişiye güzelleşlirilir. Sevimli
hale getirilir. Mesela ahirete inanmayan bir kişinin "ahiret
ahire t diyorlar ben inanmıyorum gidip gelenmi var?" şek-
linde mantıki yorum yapması gibi. 2258[41]

34- Onlar için dünya hayatında azap vardır. Ahiret azabı ise
elbette daha zordur. Onları Allahdan koruyacak biri de
yoktur.
"Onlar için dünyada azab vardır." Yani dünya hayatındada o
kâfirler için azab vardır. Bu ayete göre "ahiret müslümanın,
dünya da kafirindir." Sözü yersiz uydurmadır. Zira ayetlere
ters düşdüğü gibi hadis-lerdede böyle bir şey yoktur.
Dünyada, ahiretde müminindir. Zira mümin bu dünyada
Allah'ın hakimiyetini sağlamak için görevlendirilmiştir.
Bakara suresinde Hz. Adem (as)'dan bahsederken onu
"yeryüzünde Allah'ın hükmünü icra edecek halife" olarak
belirtmektedir. Biz müslü-manların görevide babamız Hz.
Adem (as)'ın görevine devam "Allah'ın hükmünü hakim
kılmak" için çalışmak. Bizim bu hareketimiz kafirlerin bu
dünyada başlarına bela olacaktır. Ve de bu onlar için bir

2258[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/232-233.
azabdır.
Ahiretin azabı ise daha şiddetlidir. Dünya azabına benzemez
ve ahirette onları hiç koruyacak biri yoktur. Bu dünyadaki
kâfir toplulukları yine kâfir topluluklar müslümanlara karşı
korur yardımcı olur ama ahirette böyle bir yardım mümkün
değildir. 2259[42]

35- Muttakilere va'dolunan cennetin durumu şudur:


Altından ırmaklar akar, yemişide gölgeside devamlıdır. İşte
sakınanların sonu bu. Kafirlerin sonu ise ateştir.
Muttaki insanlarada vadedilen cennetin durumu şudur.
Altından ırmaklar akar, yiyecekleri devamlıdır yaz meyvesi
kış meyvesi diye birşey yoktur. Arzu olunan bütün nimetler
her mevsim istediği anda renkleri, kokulan, tadları cennete
ve cennetliklere layık.
Cennetin gölgeleri daimidir. Yani yazın sıcağı kışında
soğuğu yoktur. İnsanoğlunun fıtratının arzu ettiği bir
şekildedir. "İşte Allah'tan sakınan, Allah'ın emirlerini yerine
getirenlerin sonucu budur. Kâfirlerin akıbeti ise
cehennemdir."2260[43]

36- Kendilerine kitap verilenler (den İslama girenler) sana


indirilene sevinirler. Guruplardan onun bir kısmını inkar
edenlerde vardır. Deki: "Ben ancak Allah'a ibadet etmekle
emrolundum. Ona ortak koşmam. O'na çağırırım ve
dönüşümde O'nadır.
"Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, sana indirilen bu
ayetlerden dolayı sevinirler" yani ehli kitaptan (yahudi ye
hıristiyanlardan) Allah'ın ayetlerini duyunca sevinenler
olmuştur. İşte bizim beklediğimiz peygamber bu,
beklediğimiz kitapta budur diye sevinmişlerdir. Kabul
Ahbar, Abdullah b. Selam gibi yahudiler müsliiman
2259[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/233-234.
2260[43]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/234.
olmuştur.
Ayetlerin inişine sevinenler olduğu gibi bu ayetlerin inişini
bir kısmını inkâr eden guruplar topluluklarda vardır.
Ayetlerin yarısına inanıp bir diğer yansımda inkâr
etmişlerdir. Günümüzdede islamın şu emirleri çok iyide
fakat şunlara inanmayız diyen insanlar çoktur. Zira Kur'an'ın
şu ayetleri günümüz şartlarına cevap veremez şeklinde itiraz
etmektedirler. Bu sözleri şuurlu bir şekilde söyleyen insan
iman dairesinden çıkar. Bir ayeti inkâr Kur'an'ın tamamını
inkar gibidir. Deki ben Allah'a kulluk yapmakla
emrolundum. Ben sizi ona çağırır, davet ederim.
Müslüman her yerde diğer insanları, Allah'ın dinine onun
kelamı Kur'an'a çağırması gerekir. Müslüman olmayanlarda
Allah'tan başkasına davet ederler. Onun yolundan gitmeyi
izinden yürümeyi tavsiye ederler. Ama müsîümanın davet
edeceği tek yol ve merci Allah'ın yolu ve islamdır. Çünkü
bütün insanların dönüşü Allah'adır. Müslüman olsun
olmasın farketmez.
Allah'ın yolundan başkalarının yoluna çağıran insanların
hali; bütün ülkenin insanlarının kralın huzuruna giderken,
yolda birinin veya bazı kişilerin aralarında birine, "sen
bizim başkanımız, liderimiz ol" demesine benzer. Zira o
kendisine liderlik teklif edilen lider olarak kabul eden
insanında dönüşü Allah (cc)'adır. "ahiret gününde
kendilerine uy ulanlar, uyanlardan uzak durur." ayetinde
ifade edildiği gibi "Yarabbi ben istemedim bunlar benim
peşimden kendileri geldiler..."der. Uyanlarda; "yarabbi
bunların azabını iki kat et bizi kandırdığından dolayı ve de
kendisi ilahlık taslağından dolayı." 2261[44]

37- İşte biz Onu Arapça hüküm olarak indirdik. İlimden


sana gel-dikden sonra onların nevalarına uyarsan AHah'dan

2261[44]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/234-235.
sana bir veli veya koruyucu yoktur.
Bu ayetle şunu öğreniyoruz; Kur'an-ı Kerim bizim "hukuk"
kita-bımızdır. Bundan sonra böyle bileceğiz.
"Ey lıabibim, bu Kur'an'm bilgisi geldikten sonra sen onların
heva ve heveslerine uyacak olursan onların kanunlarına
uyacak olursan Allah katında senin için ne bir dost vardır,
nede seni koruyan biri vardır."
Bu ifadeler Allah rasulünün şahsında biz müminleredir. Hz.
Peygamberden müşrik ve kâfirlerin istek ve arzularına
boyun eğme diye bir olay meydana gelmemiştir. Allah
kanun olarak Kur'an'ı indirmesine rağmen inanmayanların
heva ve heveslerine uyarsanız Allah sizin dostunuz olmaz
ve sizi korumaz Allah'da korumadımı kimse ko-
ruyamaz. 2262[45]

38- Senden öncede peygamberler gönderdik. Onlar için


eşler ve çocuklar verdik. Hiçbir peygambere Allah'ın izni
olmadan mucize getiremez. Her ecelin bir kitabı vardır.
Yunanlı hıristiyan ressam kızın islamı. kabul etmesinde
kelimeyi şehadeti açıklarken Kelime-i Tevhidi tefsir ettim
ona "bak peygamberde bizim gibi bir insandır evlenmiştir,
ticaret yapmıştır. Bir anne ve babadan doğup çocukluktan
ihtiyarlığa kadar hayatın her kademesini bir insan gibi beşer
olarak yaşamıştır. Bizden farklı yönü vahye muhatap olması
ve peygamberlikle vazifelendirilmesidir" dediğimde
Hıristiyanlığın da etkisiyle biraz itiraz etmişti.
"Peygamberde biraz ilahlık olması gerekmezini" dedi
"gerekmez" çünkü İlah olarak Allah (cc) yeter. Sonra
yaratılmışların içinde ençok sevdiğimiz Hz. Muhammed'dir.
İnsan olduğunuda hiç bir vakit unutmayız.
Mekke döneminde müşriklerde itiraz etmişlerdi "bu ne
biçim bir peygamber, evleniyor, bizim gibi yiyor, içiyor.

2262[45]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/235-236.
Furkan suresi 7. ayette bunlara işaret edilmekte "yanında bir
melek olmalı değilmiydi" bu peygamberdir diye onu tasdik
etmeli veya yanında hazineler olmalı değilmiydi diye itiraz
etmişler.
Günümüzün imansizlanda Hz; Peygamber için çok
evliliğinden dolayı kadın düşkünü idi diye iftiralar atıp hatta
bu konuda kitaplar bile yazmışlardı. Eğer Hz. Peygamber
kadın düşkünü olsaydı ilk evliliğini 25 yaşında iken kırk
yaşındaki dul bir kadın ile yapmazdı. Ve de Hz Hatice
validemizde 50 yaşına kadar yaşamış olup o esnada ikinci
bir kadınla evlenmiştir. Hz. Hatice validemizin vefatından
sonraki evlilikleri birer siyasi vede dini tebliğ içindi.
Hz. İsa ve Hz. Yahya (as) dışındaki bütün peygamberler
evlenmişlerdir ve peygamberler Allah'ın izni olmadan bir
mucize ve bir ayet getirmeleri mümkün değildir. Her
ecelinde zamanında bir sonu vardır, bir son yazılmıştır. Yani
zamanla kayıtlı olan her şeyin sonu vardır. "Allah (cc)'hın
zamanla kayıtlı olmadığı için onun başlangıç ve sonu
yoktur." 2263[46]

39- Allah dilediğini siler ve (dilediğini) sabit kılar. Kitabın


anası O'nun yanındadır.
Ona, levhi mahfuz diyoruz Tevrat'ın, Zebur'un, İncil ve
Kur'an'ın da aslı levhi mahfuzdadır."
Bu 39. ayet hakkında tefsir alimleri hayli şeyler söylemişler
bunlar birbirini tamamlayıcı unsurlardır. Dilediğini yok eder
dilediğinide sabit kılar derken.
1. Allah dilediğinden ahkamı kaldırır. Yani tevrat ve incilde
var olan ahkamdan bir kısmını kaldırır. İmha eder yerine
yeni hükümler koyar veya o Tevrat ve İncil'deki bir kısım
ahlakımı devam ettirir.... ayetde "Tevrat'ta olan bir hüküm
Kur'an'dada sabit kılınmıştır" buyruluyor. Şu mantıkla

2263[46]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/236-237.
hareket ederek "Kur'an Allah'ın kelamı olduğu gibi Tevrat
ve İncil'de Allah'ın kelamıdır. Allah niçin Kur'an'ı
koruyorda Tevrat ve İncil'i niçin korumasın" diyorlar. Biz
de cevap olarak bu 39. ayeti sunuyoruz. Allah dilediğini
imha eder, dilediği ahkamıda sabit kılar diyoruz.
2. Allah dilediği dağlan sabit kılar dilediğini de yok eder
şeklinde açıklanmıştır. Bir başka alimde nice dağlar, ova
nice ovalarda dağ haline gelmiştir. Rabbim böyle
değişimlere uğratır.
3. Diğer bir alimde Allah dilediği .devletlerden bir kısmını
imha eder bir kısmını da sabit kılar. Yıkılmaz, bileği
bükülmez denilen roma imparatorluğu zamanla yok
edilmiştir. Rusya'da aynı şekilde bölünmüştür.
4. Diğer bir tefsirciye görede Allah dilediği insanı melekleri
vasıtasıyla imha eder. Dilediğinide bu dünyada belirli bir
vaktine kadar sabit kılar. 2264[47]

40- Onlara va'dettiklerimizin bir kısmını sana göstersekde


seni ö'l-dürsekde sana düşen ancak tebliğ etmekdir. Hesap
(görmekde) bize aittir.
Bu ayette bir Önceki ayet arasındaki alakadan hareketle bir
önceki ayeti şöyle anlamak mümkündür. "Allah dilediğini
yok eder dilediğini de sabit kılar" derken 3. maddede
söylediğimiz dilediği zalim devleti yok eder dilediği
devletide sabit kılar demiştik. İşte bu manayı bu kırkıncı
ayet destekler durumdadır. "Bizim onlara vaad
ettiklerimizden bir kısmını sana gösteririz." Yani kâfirlerin
sonu gelecektir, Mekke'yi fethedeceksin gibi vaadlerden bir
kısmını sana gösteririz veya göstermeden senin canını alırız.
Sen vefat edersin, senin için ey habibim netice önemli değil,
sana düşen görev sana indirilen kitabı onlara ulaştırmaktır.
Bize düşende onlardan hesab sormaktır. Sen görevini yap

2264[47]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/237-238.
insanlara mesajını ulaştır.
Bu ayet bize gayet güzel bir ışık tutmaktadır. Bazı
müslüman kardeşlerimiz soruyor Acaba islam devleti
kurulacakmı? diye "Biz islam devletinin kurulup
kurulmamasından değil, biz islamı tebliğ ve yeryüzünde
fitne kalmayıncaya kadar da cihadla emr olunduk" islam
devletinin kurulup kurulmaması Allah'ın takdirindedir. Kişi
malı, aklı, diploması ve canı ile Allah yolunda çalışmakla
mesuldür. Bu gayret içinde ölürse neticesi inşallah
cennetliktir. 2265[48]

41- Görmüyorlarmıki biz yeryüzüne geliyoruz ve onu


etrafından eksiltiyoruz. Allah hükmeder. Onun hükmünün
peşine düşecek (geri çevirecek) yoktur. O hesabı sür'atli
olandır.
Hükmü veren Allah'dır. hükmünde onu soruşturacak onu
takip edecek teftiş edecek hiçbiri yoktur. Allah (cc)'de
yaptığından sorumlu tutulmaz İslama göre dokunulmazlığı
olan tek varlık Allah (cc)'dür yaratılmışların ise makam ve
mevkii ne olursa olsun hiçbir kişi veya kuruluşun
dokunulmazlığı yoktur. İslam Tarihinde Hz. Ali (ra)'nin
yahudi ile ilgili bir hususta mahkeme önüne çıktığını Fatih
Sultan Mehmed'in yine bir yahudi ile ilgili mahkemesi buna
örnektir."Allah hesabı çok çabuk görendir." 2266[49]

42- Onlardan öncekilerde tuzak kurmuşlardı. Fakat bütün


tuzaklar Allah'a aittir. Her nefsin ne kazandığını bilir
(Dünya) yurdunun sonu kime aitmiş kafirler yakında
bilecekler.
"Ondan öncekilerde hile yapmışlardı. Tuzaklar kurmuşlardı
ama bütün tuzak ve hileler Allah'a aittir." Yani tuzak kuran
adamı yaratan Allahtır. Öyle ise Allah'a olan hile ve
2265[48]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/238.
2266[49]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/238-239.
tuzakları da boşa çıkaracak olan Allah (cc) dür. Kötü tuzak
sahibini yakalar.
Her nefis ne kazandığını bilir. Kâfirlerde ahiret yurdunun
kime ait olduğunu bileceklerdir.2267[50]

43- Kâfirler: "Sen peygamber değilsin" derler. Deki:


Benimle sizin aranızda Allah ve yanında kitap ilmi olanların
şahid olması yeter.
"Kâfirler derlerki sen peygamber değilsin." Onlar sana
peygamberliğinin şahidi nedir?" diyecek olurlarsa "sizinle
benim aramda şahid olarak Allah vardır. Şahid olarak Allah
yeter." Ben size kendimi peygamber olarak kabul ettirmek
mecburiyetinde değilim. Benim peygamberliğimi Allah'ın
onaylaması bana yeter. Ey kâfirler beni inkâr etmenizden
dolayı şahsım adına benim endişem üzüntüm yok. Benim
üzüntüm ahirette sizin kötü duruma düşmeniz, cehennemlik
olmanızdadır."
Milyarlarca insan beni beğenip alkışlasa ve ben Allah
katında sevilmesem benim için hiçbir değeri yoktur. Yine
Allah'ın beni sevip milyarlarca insanında beni kötülemesine
aldırmam.
Peygamber efendimizin peygamberliğine şahit olan kitap
sahibi insaflı ilim adamlarıdır. Yani Tevrat ve İncil'i okuyan
peygamberin gelmesini bekleyen insaflı din adamlarıda
Peygamber Efendimiz (as)'in peygamberliğine şahitlik
yapmışlardır. Birinci derecede şahid Allah(cc)'dir.
Öyle ise biz müslümanlığımızdan zerre miktarı şüphe
etmediğimiz müddetçe, bizim hakkımızda ne derlerse
desinler, arkamızdan söylenen şeylere üzülmeyiz. Ama
islam dinine kötü söz söylerlerse buna üzülür, "sizin
yanmanızı istemiyoruz" diyede karşı tarafa üzüntümüzü
belirtiriz. 2268[51]
2267[50]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/239.
2268[51]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/239.
İBRAHİM SURESİ

Kur'an-ı Kerim'in baştan 14. suresi olup 52 ayettir içinde


(35-41. ayetlerinde) İbrahim (a.s.)'in hayatından ve Onun
duasından bahsettiği için İbrahim Sûresi denmiştir. 28. ve
29. ayetleri Medine'de diğer ayetleri de Mekke'de nazil
olmuştur.
Bu sure de yine Hurufu Mukattâ diye isimlendirdiğimiz
harflerle başlamaktadır. Bu harflerle ilgili açıklama, Bakara
Suresi ve diğer Hurufu Mukattâ ile başlayan surelerde yeri
geldikçe yapılmıştır. 2269[1]

1- Elif, Lam, Ra, Rablerinin izni ile insanları karanlıklardan


(kafirlikden) Nura, (îman) herşeye gücü yeten övgüye layık
olanın (Allah'ın) yoluna çıkarman için bu sana indirdiğimiz
bir kitaptır.
Sure "Elif, lâm, râ," diye başlamış, bu harflerle başlamasının
hikmeti ise bilhassa Arapçayı bilen Arap müşriklerine "Eğer
Hz. Muhammed (s.a.v.) Kur'an'ı kendi uydurdu diyorsanız;
İşte Arap harfleri, Kur'an'ın bir benzerini de siz yapın. Onun
gibi bir sure ortaya siz de koyun bakalım, gücünüz yeterse"
diyor. Tabii bu meydan okuma sadece Arap müşriklerine
değil, Kur'an'a dil uzatan bütün dünya insanı-nadır. Bir Türk
itirazcısına da belki; "Sen Arapça'yı iyi bilmezsin ama
Bakara Suresinde ifade edildiği gibi.- senin gibi Kur'an'a
itiraz eden diğer Arap devletlerindeki Arap edebiyatını da
iyi bilenleri- şahidlerinizi çağırınız."
Bu harflerle başlayan surelerde Allah (c.c.) hemen Kur'an'ın
2269[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/241.
yüceliğinden veya Kur'an'ın nasıl bir kitap olduğu, niçin
indirildiği gibi konular üzerinde durmaktadır. Kısaca
Kur'an'dan, onun inceliklerinden ve Allah'ın kelamı
oluşundan bahsetmektedir.
Allah (c.c.) "Biz Onu Rablerinin izniyle küfrün
karanlığından imanın nuruna -aydınlığına- çıkarasın diye
indirdik" buyuruyor. Kur'an: harflerinden tılsım ve büyü
gibi şeyler yapmak için indirilmemiştir. Mezarlıkta
(insanlara) ölmüşlere okunmak için de indirilmemiştir.
Kur'an dirilere okunur. O okumadan meydana gelecek, hasıl
olacak sevap ise ölen insanların ruhuna bağışlanır.
"O nur ki.; Kendisine hamd edilen, övülen, herşeye gücü
yeten Allah (c.c.)'ın yoluna çıkarmak için, Onu Sana
indirdik. Ayetten şunu anlıyoruz ki; Allah'ın sirat-i
müstakiminden başka yolları da var.
İbni Mace; kitabının başında, anlatıyor: "Hz.
Peygamber(S.A.V.) birgün bir Sahabesiyle otururken eliyle
kumun üzerine bir çizgi çizdi, sonra o çizginin sağ tarafına
iki çizgi çizdi, sol tarafına da iki çizgi daha çizdi. Sonra
ortadaki çizginin üzerine elini basıp, "İşte benim dosdoğru
yolum. Bu yola uyunuz, şu diğer yollara sakın..! uymayınız.
Yoksa sizi param parça eder" buyurdu. Hidayet yolu tektir,
o da "İslamdır." Allah'ın koymuş olduğu yoldur. Onun
dışında ise insan adedi kadar da yollar vardır. Fakat
bazılarının etki alanı daha çok olduğu için diğerlerini de
etkileyip, küfürde bazı ekoller ve felsefi sistemler
kurabilirler.
Sırat-ı Müstakim yolu üzerinde olabilmek için müslümanın
Kur'an'ı okurken Ona iyi kulak verip, ailesi ve etrafındaki
diğer insanlarla münasebetler de Kur'an'ın emir ve yasakları
doğrultusunda hareket etmelidir. 2270[2]

2270[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/241-242.
2- Öyle bir Allah ki göklerde ve yerdekilerin hepsi onundur.
Çetin azapdan dolayı vay kafirlerin haline!
Kur'an bizi öyle bir ilaha davet ediyorki; yerde ve gökte her
ne varsa Onundur. Yani yerde ve gökte her ne varsa onları
Sırat-ı Müstakim'a götürmek için indirilmiştir. İnsanlar bu
Kur'an'a uydukları zaman Allah'a ulaşırlar. Fakat falanca,
filânca adamın peşinden giden-lerse onun gibi ölümlü bir
yolun neticesinde, onun gittiği yere gider. Avcının kar da iz
peşine düşüp avına ulaştığı gibi.
Şiddetli azabdan dolayı kafirlerin vay haline veya diğer bir
anlamı şiddetli azab olarak kafirlere "Veyil deresi"
vardır.2271[3]

3- Onlarki dünya hayatını ahiret hayatından daha çok


severler, Allah'ın yolundan ahkoyarlar ve onun eğrilmesini
isterler. İşte onlar çok uzak bir sapıklığın içindedirler.
Bu ayette kafirlerin özelliklerinden bahsedilmekte ve
denilmektedir ki: "Onlar dünya hayatını ahirete karşı
severler. Hakikaten günümüzdeki imansızlarında inanmama
sebeblerinden biri de dünya hayatını sevip dünyaya olan
bağlılığıdır." Bu dünyadaki cazibeler onu ahiret hayatını
inkara sürüklemekte yalan, içki kumar ve faiz, gıybet gibi
şeyler sanki serçe eti gibi geliyor ona ki serçe eti çok
lezizdir ama küçük olduğu için karın doyurmaz.
Gıybet; Hucurat Suresi'nde de bahsedildiği gibi, kardeşinin
ölü etini yeme gibidir. Gıybet eden insan kardeşinin
şahsiyetini yemiş demektir.
İşte İslâm'ı yaşamak, kafiri bazı bedeni zevklerden mahrum
bıraktığı için, Onu inkara yöneliveriyor.
Böylelikle de ebedi bir hayatı 60-70 yıllık bir ömre tercih
edip küçük tüccarlar sınıfına giriveriyor. Bunu Hz.
Peygamber, şu hadisi ile çok güzel bir şekilde açıklıyor;

2271[3]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/242-243.
"Çölde açlık ve susuzluktan baygınlık geçirmekte olan bir
kafileye bir adam gelir ve onlara derki; "Bakın buraya kadar
gelmişsiniz, biraz daha gayret ederseniz şu tepenin
arkasında köy var, orada su var, yiyecek var ve diğer
ihtiyacınız olan herşey var" Oraya kadar gelirler. Hakikaten
adamın dediği gibi orada hertürlü yiyecek, içecek ve diğer
ihtiyaçları olan herşeyi bulurlar. Ve O adam onlara burada
durmayın, şu dağın arkasında bir köy daha var, orasının
arazisi daha münbit ve orası daha güzeldir. O kafilenin
içinden bir kısmı bu adam çölde bize geldi söylediği çıktı,
bize yalan söylemedi. Burada da yalan söylemez deyip
arkasından giderler. Bir kısmı da, hazır biz bu nimeti
bulmuşuz oradaki ya var, ya da yoktur oraya gitmeyiz
derler." 2272[4]
İşte bu çöldeki adam, Peygamberdir. Onun arkasından
gidenler Ona inananlar, hazır nimetlerin içinde kalacağız
diyenler de bu dünyaya sıkı sıkıya sarılan inançsız
kafirlerdir.
Bu kafirler de, nasıl ki; hırsız adamın, bütün insanların
hırsız olmasını istediği veya ahlaksız kadının, bütün
kadınların ahlaksız olmasını istediği gibi davranıyorlar. Zira
herkes hırsız veya bütün kadınlar da ahlaksız olunca onlara
kimse hırsız veya ahlaksız demiyeceği gibi kâfirler de;
"Mü'minleri Allah yolundan alıkoyarlar ve O Allah yolunun
da eğri büğrü olmasını isterler."
Bu şekilde açıkça engelledikleri gibi, bazen de; "Bu yol
ortaçağ zihniyetinin yoludur. Fundamantalistlerin yoludur,
gericilerin yoludur" şeklinde İslamı tam bilmeyenlere de,
Onu kötü birşeymiş gibi göstermek suretiyle engelliyorlar.
Engellemelerin sebebi de Hak ve adaletten ayrılmayan
insanların çoğalıp yönetimi elde etmeleri, çıkar çevrelerinin
işine gelmiyeceğinden m et al anam ayacaklarından

2272[4]
Müsned-i Ahmet 1/267
dolayıdır.
Suçlu insan daima kendini güçsüz hisseder. Kafir de
Rabbine karşı kendini suçlu hissettiği için; "bir mü'min 10
kafire bedeldir." 2273[5] Onların üstesinden gelir. Fakat bugün
rnüslümanlar işi o kadar pısırıklığa vermiş ki; kafirler hem
suçlu hem de güçlü durumda. İşte onlar çok uzak bir
sapıklığın içindedir.2274[6]

4- Biz her peygamberi kavminin diliyle gönderdik ki; onlara


açıklasın. Allah dilediğini saptırır, dilediğini hidayette kılar.
O, Azizdir, Hakimdir.
Biz, gönderdiğimiz her peygamberi kendi kavminin lisanı
üzerine gönderdik. Musa (a.s.), kavmi hangi lisanı
kullanıyorsa o lisan üzerine, Hz. Peygamber de Arap bir
kavme gönderildiği için Arapça lisanı ile gönderilmiştir.
Onlara açıklaması için. Kur'an niye Türkçe değil de Arapça
diye itiraz edenlere şöyle demek lazım; eğer Peygamber
Türk ırkından birisi olsaydı Kur'an'da Türkçe lisanı üzerine
gönderilirdi. Zira ilk gönderilen insanlar dini iyi Öğrenmeli
ki; ondan sonra diğer kavim ve milletlere onlar sayesinde
yayılabilsin.
"Kendilerine açıklansın beyan edilsin diye" Duyurulan bu
ayet, Kur'an'ın diğer dillere de tercüme ve tefsir edilmesi
gerektiğine, bu tefsir ve tercümenin yapılabileceğine bir
delildir. Bazı alimler; "Kur'an'ın Arapça'dan başka hiçbir
dile tefsir ve tercümesi yapılmaz. Müslüman Kur'an'ı
anlamak istiyorsa Arapçayı öğrensin" derken bazı alimler de
bu ayeti delil göstererek "Kur'an'ın tercüme ve tefsiri
yapılmalıdır." fetvasını vermişlerdir. Kaşgarlı Mahmut'un
lügati da bu amaçla yazılmış ilk lügattir. 2275[7]

2273[5]
Enfal 67
2274[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/243244.
2275[7]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/244-245.
5- Biz Musa'yı kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve
Allah'ın günlerini hatırlat diye peygamber olarak
ayetlerimizle gönderdik. Şüphesiz bunda sabreden ve çok
şükreden herkes için ayetler vardır.
Andolsun ki biz Musa'yı da; ayetlerimizle ve Tevrat ile,
kavmini küfür karanlığından nura çıkarması için gönderdik.
Yukarıda birinci ayette Kur'an'ı açıklamıştı, aynı emirlerin
Tevrat'ta da olduğunu açıklıyor. Yani Tevrat ile Kur'an'ın
gönderiliş gayesinin aynı olduğunu ve bu ayetin emrinin her
iki kutsal kitapda da bulunduğunu belirtiyor. Onun için fıkıh
kitaplarımızda tahrif edilmiş bile olsalar diğer kutsal
kitaplara da abdessiz dokunulamayacağı hususunda fetva
vardır.2276[8] Evet tahrif edilmişlerdir ama, içinde yine tahrif
edilmeyen, bozulmayan ayetlerin bulunabileceğinden
dolayıdır. Mevdûdî tefsirinde, bu konuda uyum sağlayan
yerler ile, uyum sağlamayan yerler hakkında hayli örnekler
vermiştir. "O insanlara da, Allah'ın geçmişteki günlerini
hatırlat diye Tevratı gönderdik." Allah'ın günlerinden kasıt;
İbrahim (a.s.)'e, Nuh (a.s.)'a inanmayan insanların akıbeti,
yani başlarından geçen olaylardır.
Kur'an moral dolu bir kitaptır. Hakikaten inananlar Kur'an'ı
dikkatli okusalar moral kazanacaklardır. Zira İbrahim (a.s.)
Nuh (a.s.), Salih (a.s.), Hud (a.s.), Musa (a.s.), gibi
Peygamberlerin mücadeleleri ve bunun neticesinde
ulaştıkları zaferlerden bahsediyor. Biz müminlere de; sizler
de bunlara uyacak olursanız siz de o ümmetler gibi zafere
ulaşırsınız" diye moral veriyor bize. En güzel kıssalar
Kur'an'dadır. İşte bu kıssaları dikkatli okuyanlar için ibretler
vardır.2277[9]

6- Hani Musa, kavmine: "Allah'ın size olan nimetini

2276[8]
Fetevayı Hindiyye kenarında,Fetevayı Kadıhan 1/163
2277[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/245.
hatırlayın. O sizi firavun ailesinden kurtarmıştı. Onlar size
azabın en kötüsünü tattırıyorlar, oğullarınızı kesiyorlar,
kızlarınızı sağ bırakıyorlardı. İşte bunda Rabbinizden size
büyük bir imtihan vardır." demişti.
Hani bir zamanlar Musa (a.s.) kavmine demişti ki: (tabii ki
Mısır'dan çıktıktan, Firavun'un zulmünden kurtulduktan
sonra) "Allah'ın size olan nimetini hatırlayın, O nimetler ki;
Allah sizi Firavun ve Onun hanedanının zulmünden
kurtardı, onlar işkencelerin en kötüsü ile işkence
ediyorlardı. Nesliniz çoğalmasın diye erkek çocukları bo-
ğazlıyorlardı. Kadınlarınızı da kızlarınızı da sağ
bırakıyorlardı. Bunda Rabbinizden sizin için büyük bir
imtihan vardır." Bakara suresinde de geçtiği gibi Firavun
İsrailoğullarının erkek çocuklarını öldürür Musa (a.s.)'da
dünyaya gelince Allah'ın (cc) annesine vahyetmesi ile bir
sandık içine koyup Nil nehrine ulaşır oradan Firavun'un
adamları alır ve böylece Musa (a.s.) O'nun sarayında büyür.
Bazı müfessirler, Firavun'un adamları yani müneccimler;
"işte İsrailoğullarından bir erkek çocuk çıkacak senin
saltanatına son verecek şeklinde yorum yaparlar. Ama bu
diğer çoğu müfessirler tarafından kabul edilmeyen bir
görüştür. Firavun; İsrailoğullarının çoğalmaması gerektiğini
ve bir de daha önceden onların soyundan peygamberlerin
geldiğini biliyor. Yakub (a.s.)'ın neslinden bir peygamberin
daha geleceğini bildiği için bunu yapmıştı. Bugün ise,
çocukların boğazlanmasına gerek kalmadan, doğum
kontrolü ile bu boğazlama işi kendiliğinden
2278[10]
yapılmaktadır.

7- Yine hatırlayın ki Rabbiniz size şöyle bildirmişti: "Eğer


şükrederseniz bende size (nimetimi) artıracağım. Eğer inkar
ederseniz, şüphesiz azabım şiddetlidir."

2278[10]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/246.
Rabbiniz size ilan eder ve derki: "Eğer siz şükrederseniz
mutlaka ben de sizin nimetinizi artırırım." Bu nimetten kasıt
başta İslam nimeti, ibadet nimeti ve de dünya devleti de bir
nimettir. Ayet şunlara, şunlara diye bir kayıt koymayıp
serbest bırakmış ve de umumilik ar-zetmektedir. Sıhhate
şükredenin sıhhati artar. Servete şükrederseniz servetiniz
artar. İbadet nimetine şükredenin ibadeti artar. Yani öğleyi
kılana, ikindi namazını kılma kolaylığı sağlanır. Nafile oruç
tutana farz orucu tutma, kolaylığı sağlanır. İslami devlet
kuruldu ise onun da gücünü artırır.
"Eğer nankörlük yaparsanız, o zaman benim azabım gayet
şiddetli ve de çetindir." buyruluyor. 2279[11]

8- Musa dedi ki: "Siz ve yeryüzündekilerin hepsi inkâr


etseniz şüphesiz Allah zengindir (sizin şükrünüze ihtiyacı
yoktur) öğülmüştür. (sizin hamdinize ihtiyacı yoktur).
Musa (a.s.) dedi ki: "Siz ve yeryüzündekilerin tamamı
Allah'ı inkar edecek olursanız, Allah'a hiç bir zarar
veremezsiniz. Allah herşeyden zengindir. Ve de Hamd'a
layıktır." Müminlerin ibadet edip, Allah'a hamd etmesine,
Allah'ın ihtiyacı yoktur. Müminin ibadete ve itaata ihtiyacı
vardır.
"Allah için namaz kılıyorum" veya diğer ibadetleri
yapıyorum derken; "Allah için" lafzının anlamı, "Allah'a
vereceğim" anlamında değil de "Allah'a ibadet ediyorum,
başka ilahlara ibadet etmiyorum" anlamındadır.2280[12]

9- Sizden önceki Nuh Kavminin, Ad'ın ve Semud'un,


onlardan sonrakilerin haberi size gelmedi mi? Onları
AHah'dan başka kimse bilmez. Onlara peygamberleri
delillerle geldiler de onlar (öfkelerinden) ellerini ağızlarına
götürdüler ve: "Biz sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyi in-
2279[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/246-247.
2280[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/247.
kar ettik ve biz sizin, bizi kendisine çağırdığınız şeyden
şüphe içindeyiz" dediler.
"Size, sizden öncekilerin haberi gelmedi mi? Nuh'un, Ad ve
Semud kavimlerinin haberi gelmedi mi?, Allah'ı inkar ettiler
de, Allah'ın saltanatına zarar mı verdiler.? Biz de 20-30 yıl
önceki meşhur kafirleri biliyoruz o kadar gavurluk yaptılar,
Allah'ın mülküne bir zarar verdiler mi..!!! Ahiretteki
cehennemleri için bu dünyadan ateş toplayıp gittiler. Nuh
Kavmi, Ad kavmi, Semud ve onlardan önceki kavimlerin ki;
sayısını Allah'tan başka kimse bilmez. Onlara delil, ayet ve
mucizelerle peygamberler gönderildi. Onlar; "Ellerimiz
mesaja karşı, biz Allah'ı inkar ettik. Ve sizin bize
çağırdığınız o kitap var ya o konuda da şüphe içindeyiz"
dediler. 2281[13]

10- Peygamberleri dediler ki: "Gökleri ve yeri yaratan Allah


hakkında mı şüphe? O sizin günahlarınızı affetmek ve sizi
belirli bir zamana kadar tehir etmek için çağırıyor."
(kafirler) dedilerki: "Siz bizim gibi bir insansınız,
babalarımızın tapındıklarından bizi alıkoymak istiyorsunuz.
O halde bize apaçık bir delil getirin."
Peygamberleri dedi ki: Yeri ve göğü yaratan Allah (c.c.)
hakkında mı şüphe ediyorsunuz? O Allah sizi günahlarınızı
af etmeye çağırıyor. Gelin dine sanlın, İslam'a sarılın, kitaba
uyun böylelikle de günahlarınız af edilsin diye af etmeye
çağırıyor.
Sizi belirli bir zamana kadar tehir etmeye çağırıyor. Dediler
ki; "Sen de bizim gibi bir insansın. Sen bizi atalarımızın
ibadet ettiklerinden alıkoymak istiyorsun. Biz atamızın
izinden gitmek istiyoruz. Sen ise bizi onun izinden
alıkoymak istiyorsun." Bakın aynı şeyi yirminci asrın
modern insanları da söylüyor. " İzindeyiz." 2282[14]
2281[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/247-248.
2282[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/248.
11- Peygamberleri onlara dediler ki: "Biz de sizin gibi
insanız. Ancak, Allah kullarından dilediğine iyilik yapar.
Allah'ın izni olmadan bizim size bir delil getirmemize
imkan yoktur. İman edenler yalnız Allah'ı tevekkül etsinler."
Onların Peygamberleri, onlara dediler ki; "evet biz de sizin
gibi adamız fakat Allah (c.c.) kulları arasından dilediğine
nimet lütuf eder yani peygamberlik verir. Biz de onlardan
başkası değil, Onlardan biriyiz. Allah'ın izni olmadan, size
bir ayet ve mucize getirmeye bizim gücümüz yetmez. Biz
peygamberiz ama Allah dilemezse ayet getiremez, mucize
de gösteremeyiz. Bunu peygamberler söylüyor. Bazı
tasavvufcu kardeşlerimiz şeyhini överken, çok aşırı gidip
peygamberin de üstüne çıkarıveriyorlar. Şeyhim; benim
yatağımda sağımdan soluma döndüğümü bilir diyor. Bunu
peygamber bilemez, peygamber; "Biz, bize bildirileni size
bildiririz" diyor. Vahiy gelmeyen konularda biz de sizin
gibiyiz diyorlar.
Müminler yalnız ve yalnız Allah'a güvenip ona tevekkül
etsinler. Allah'dan sonra en çok sevmemiz gereken Hz.
Peygamber'dir. Ananızdan babanızdan eş ve
çocuklarınızdan fazla sevmedikçe tam iman etmiş
olmazsınız" buyuran Hz. Peygamber'e; Hamd etmek, te-
vekkül etmek yoktur. Hamd ve tevekkül yalnız Allah'a
yapılır.
Fakat büyük zatların kabirleri ziyaret edilerek, dilediğimizi
Allah'dan istemek şartıyla, bu büyük zaatlarında aracı
olması dileğiyle, onların yüzü suyu hürmetine diye dua
edilebilir. "Yusuf suresinde Yakub (a.s.)'un çocukları,
hatalarının af edilmesi için Yakub (a.s.)'a; dua etmesini
Allah'dan onların bağışlanmalarını istemesini
2283[15]
söylemeleri" buna bir delildir. Yakub (a.s.) bir

2283[15]
Yusuf 97
peygamber ve salih bir insandır. 2284[16]

12- "O bize yollarımızı gösterdiği halde biz niçin Allah'a


tevekkül etmeyelim? Elbette biz sizin bize yaptığınız
eziyetlere sabredeceğiz. Tevekkül edenler yalnız Allah'a
tevekkül etsinler."
Hem bize ne oluyor da, biz Allah'a tevekkül etmeyelim. O
bizim yolumuzu düzeltti, İslam gibi bir nimeti bize verdi.
Böyle bir İlaha biz niye tevekkül etmeyelim. Onların bize
vermiş olduğu eziyete elbette biz sabır edeceğiz. Yukarıdaki
ayeti teyid eder bir şekilde tevekkül edenler ancak Allah'a
tevekkül etsinler.
Fakat bugün bazı insanlar bunu yanlış anlayıp, tevekkülün
kişiyi miskinliğe sürüklediğini öne sürüyorlar. Safahatında
Akif; "Rizık mı kazanılacak.? Allah vekil, denizde gemi mi
yüzdürülecek.? Allah vekil, dağda koyua mu güdülecek.?
Allah vekil" diyenlere "sen kim oluyorsun, Hâşâ Allah'ı
kendine ırgat mı tuttun.? diyor" Tevekkül şudur; Sebeblere
sarıldıktan sonra, işin gerisini Allah'a bırakmaktır. Yani tar-
lasını sürüp, tohumu, gübreyi atıp gerisini de Allah'a
bırakmak, Ondan yardım beklemektir.
İnançsız diyor ki: Ben tarlayı sürüp, gübre attıktan sonra o
bana vermek mecburiyetindedir, tevekküle gerek yok diyor.
Ama Allah (cc) eğer vermemeyi irade etmişse, ekin çıkar,
olgunlaşır, tam hasat zamanı geldi mi, bir dolu ile o
başaktaki tanelerin hepsini toprağa geri indiriverir. 2285[17]

13- Kafirler, Peygamberlerine dediler ki; "Elbette sizi


yurdumuzdan çıkaracağız veya siz bizim dinimize geri
döneceksiniz." Rableri onlara (Peygambere) şöyle vahyetti;
"Elbette biz zalimleri helak edeceğiz."
14- "Onlardan (kafirlerden) sonra bu yurda elbette sizi
2284[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/249.
2285[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/250.
yerleştireceğiz. İşte bu benim makamımdan korkan ve vaâd
(azab)ımdan korkanlar içindir."
Kafir olanlar peygamberlerine dedilerki: "Elbette biz, sizi
topraklarımızdan, ülkemizden sürüp çıkaracağız veyahutta
bizim dinimize döneceksiniz," yani dinsizliğimize dönün.
Günümüzde de dine olan hizmetlerinden dolayı tutuklanıp
hapse atılanlara da aynı takdik uygulanıyor. "Ya bu
söylediklerini inkar eder bizim gibi olursun veya seni hapse
atarız, Orada çürür gidersin." Onun için her zaman ve
heryerde yeri geldikçe söylediğimiz şey Adem (a.s.)'dan
bugüne kadar küfür cephesinde de değişen birşey yok.
Rableri onlara; "Bu sözü söyleyen; yani sizi ya buradan
süreriz veya bizim dinimize girersiniz, diyen zalimleri"
helak edeceğiz diye vahyetti.
Ve (ey iman edenler) onlardan sonra sizi o yerde yerleştirir,
hakimiyeti size veririz.
İşte bu benim makamımdan korkan ve benim tehdidimden,
cehennemimden korkanlara mahsustur. İşte kafirler
müslümana zulmetti mi; müslüman da Allah'tan korkup, hiç
eğilmeden hak ve hakikati söyler, zulümüne de sabr ederse,
Allah(cc) onları helak edip onların yerine müslümanları
yerleştirir. Bunun örneklen önceki peygamberlerde, Hz.
Peygamberin hayatında ve Ondan sonra günümüze kadar
olan müslü-manlarda görülmüştür. Yukarıda da belirttiğimiz
gibi tek şart müslümanın Allah'tan korkmasıdır. İnsan ne
kadar eza ve cefa üretirse üretsin Allah'ın azabının üstüne
çıkamaz. 2286[18]

15- (kafirlere karşı) Fetih istediler, (sonunda) her inatçı


zorba zarara uğradı.
16- Arkasından cehennem vardır. İrin suyundan sulanır.
Onlar fetih isterler, açılmayı isterler fakat bütün inatçı

2286[18]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/250-251.
zorbaların emelleri boşa gider. O inatçı zorbaları
arkalarından Cehennem kuşatır ve onlara Cehennemde
yanmış insanların akan irinini su yerine içmek vardır.
Bunlar; Cehennem azabının şiddetinin ne denli büyük
olduğunu ifade etmek için, dünyada bilinen şeyler ile izaha
çalışmaktır. 2287[19]

17- Onu zorla yudumlamaya çalışır, fakat neredeyse


boğazından geçiremeyecek. Her yandan ona ölüm gelecek
fakat o ölmeyecek. Onun arkasından da büyük bir azap
vardır.
Onu yudumlar ama boğazından geçmez, yutmakta zorluk
çeker, bir başkasının kanından canından yanmış pislikleri,
ateş halinde yutmaya çalışır ve ölüm her taraftan gelir. Her
taraftan öldürücü azab gelir ama ölüm yoktur, ölecek
değildir. Bu azablarm arkasından daha şiddetli azab gelip
toslar, gelen darbeler ve azaplar bir önce gelenden daha
şiddetlidir.Yani katbekat azablarla azab edilirler.2288[20]

18- Kafirlerin amelleri, fırtınalı bîr günde rüzgarın


savurduğu kül'e benzer. Kazandıklarından hiçbir şeye
güçleri yetmez. İşte bu uzak bir sapıklığın ta kendisidir.
Rablerini inkar edenlerin durumu, amelleri çok şiddetli
rüzgarın estiği bir gündeki küle benzer. Yani Allah(cc), bu
dünyada iken; hem Allah'ı inkar edip hemde iyilik yapma,
fakir çocuklara yardım etmek, kanserli hastalar için
hastahaneler yapmak gibi, kişilerin iyi amellerini rüzgar
önünde ki bir küle benzetiyor. Nasıl ki rüzgarlı havada o
uçup giderse, ahirette de onların bu amelleri aynı şekilde
yok olup onlara bir fayda vermeyecekler ve o yaptıkları
iyiliklerden hiçbir şeye güçleri yetmeyecektir. İşte bu çok
uzak bir sapıklıktır.
2287[19]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/251.
2288[20]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/252.
Diyelim ki elektriği bulan insan için "Allah onu hiç mi
Cennetine koymayacak?" diyorlar. Cennet Allah'ındır
dilediğini oraya koyar. Ama hesap günü, mahşer yerinde
ona sorar; "niçin bu elektriği buldun.?" insanlık için "öyle
ise işte bütün insanlar burada, karşılığını onlardan al"
diyecek. Eğer "Yarabbi senin rızan için" derse, zaten o kişi
Allah'ı kabul etmiş demektir. Onun için yapılan en küçük işi
bile Allah rızası için yapmak gerekir.
Şeyh Şirazi öyle diyor; Adamın biri, rüyasında ölmüş olan
bir tanıdığını görür, Cennetteymiş; "ne yaptın da Cennete
gittin" demiş. O da; "filan zaman garibin birinin ayağına
diken batmıştı, ben de Allah rızası için çekivermişdim,
Allah'da o dikenden bana güller bitirmiş" der. Elbette bizim
inancımıza göre kişinin müslüman olması gerekir. 2289[21]

19- Görmedin mi ki, Allah gökleri ve yeri hak ile yarattı.


Dilerse sizi götürür ve yepyeni bir halk getirir.
Allah (c.c.) yeri ve göğü yine kendisinin yarattığına
dikkatimizi çekerek derki: Görmedin mi? yeri ve göğü Allah
(c.c.) hak üzere yarattı. Gerçek olarak yarattı. Hukuk
üzerine bir ölçü ve sistem dahilinde yarattı, batıl üzerine
ölçüsüz hukuksuz sistemsiz ve de boş bir gaye için
yaratmadı. 2290[22] ayette; "Ey Rabbimiz bu yer ve göğü batıl
üzere yaratmadın" şeklinde tefsiri geçmişti. Dilerse
Allah(cc) sizi giderir ve sizin yerinize yeni bir toplum
getirir. Maide Suresi'nde de "Sizden kim dininden dönerse
Allah o toplumu giderir onun yerine yeni bir toplum getirir.
O toplum Allah'ı sever" Allah'da o toplumu sever"
buyurulmuştur.2291[23]
Bu surede de bunun başka bir ifade tarzı geçti. 18. ayette
geçen "kafirlerin amellerinin tamamının yanmış ateşin

2289[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/252-253.
2290[22]
Al-i Imran Suresi' 191.
2291[23]
Maide 154
külleri gibi şiddetli bir rüzgarda nasıl yok olup gidiyorsa
kafirlerin de amellerinin yok olup gideceğini" belirtmişti.
İşte yeri ve göğü yaratan Allah herşeye kadirdir. Allah
dilerse; onların amellerini değil, kendilerini bile yok eder ve
onların yerine yeni bir kavim getirir. 2292[24]

20- Bu, Allah için zor değildir.


Bütün bunlar, yani yeni bir kavim getirme ve diğer şeyler;
Aziz olan Allah için zor bir şey değildir. 2293[25]

21- (Ahirette) Hepsi Allah'ın huzuruna çıkarlar. Zayıflar,


ımistekbir (önder)'lere: "Biz size uymuştuk. Şimdi Allah'ın
azabından birşeyi bizden giderebilir misiniz?" derler.
Onlar (önderler) derlerki: "Eğer Allah bize bir yol
gösterseydi biz de size gösterirdik. Şimdi sizlansakda
sabretsekde aynıdır. Sığınıp kurtulacak bir yerimiz yoktur."
Hepsi Allah'ın huzurunda toplanırlar. Bir filim şeridi gibi
mahşerdeki insanların halini anlamadan meydana gelmeden
nasıl olacağını gözler Önüne seriyor. Orada yöneticilere
uyan zayıf insanlar yönetici durumunda olan büyüklük
taslayanlara; "Dünyada iken biz sizin teba-nızdık. Size
uymuş sizin peşinizden gitmiştik. Siz bugün Allah'ın aza-
bından herhangi birşeyi bizden gidermeye gücünüz yeter
mi? Bizi koru-sanız ya" diye temenni de bulunurlar. O
büyüklenen yöneticiler derlerki; "şayet Allah bize doğru
yolu gösterirse biz de size gösteririz" derler. İbni Kesir bu
ayetin tefsirinde şöyle anlatıyor: Orada bu kafirler "Ya
Rabbi bizi kurtar" diye dua ederler. Dünyada müslümanların
dua ettiklerini hatırlayarak gözyaşı dökerler. Bunlar da
fayda vermeyince müstekbirler, büyüklenen yöneticiler;
"bağırsak da, sessiz kalsak da bizim için eşittir, bir çıkış
yolu yoktur. Beraber Cehenneme gideceğiz, son pişmanlık
2292[24]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/253
2293[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/253.
artık bize fayda vermeyecek" derler.
Bunlara uyanların insanlar olduğunu görmekteyiz, "Mekke
müşrikleri puta taparlardı" derken bizde onların taşlara
taptıkları şeklinde bir imaj uyandırdılar veya öyle ?maj
verilmekte. Aslında onlar; "kendi yöneticilerine taparlardı.
Yöneticiler açıkgöz insanlar olduğu için, Adam evinin
Önünde tapsa, adamı rahatsız edecekler. Onun için belirli
bir yere bir taş dikip onun önünde ibadetlerini, bayramlarını
yapmalarını istiyorlardı. İbrahim (a.s.)'da o puta tapanlara;
"Şu putları siz ancak kendi aranızda bir sevgi bağı ve birliği
oluşturmak için ilah edindiniz. Siz de bu ağaç ve taşlardan
bir fayda gelmiyeceğini biliyorsunuz" diyordu.2294[26] 20.
y.yılda da aynı şekilde devletleri yöneten çeteler, insanların
bir yerde birleşmesi, inandıkları bir şey etrafında
toplanabilmeleri için; lenin'lerin, Kari Marx'ların
heykellerini diktiler. İşte ahirette kendisine tabi olan
insanların tabi olduğu şey, taş değil, "yönetici" olan
kişilerdir.2295[27]

22- İş olup bitince şeytan derki: "Allah size hakkı va'dettî,


ben de size va'dettim ve sizeyalanciçıktım.Benim sizin
üzerinizde otoritem yoktu. Ancak ben sizi davet ettim siz de
hemen çağrımı kabul ettiniz. O halde beni ayıplamayın
kendinizi ayıplayın. Ben sizi kurtaramam, siz de beni
kurtaramazsınız. Beni, daha Önce Allah'a ortak koşmanızı
da kabul etmemiştim. Şübhesiz o zalimler için acıklı bir
azap vardır.
Emir yerine gelip, Allah'ın azabı o insanlara gösterilince,
şeytan onlara: "Allah size gerçeği vaad etti. Yani dünyada
Sıratı-mustakim üzerine olun, haram yemeyin, zina etmeyin,
Allah'ın dininde yüz çevirmeyin, peygamberlerini inkâr
etmeyin, bunlara uyarsanız cennete gidersiniz" dedi. "Ama
2294[26]
Ankebut 25
2295[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/254-255.
siz Allah'ın dediğini tutmadınız, benim bütün yalanlarıma
inandınız. Ben sizi çağırdım siz de koşup geldiniz, bana uy-
mayıp, gelmemiş olsaydınız ben sizi peşimde
sürükleyebilecek güçte değildim. Sizin vücudunuzda
Allah'ın dediği olur da benim dediğim olmaz. Siz benim
vaadlerime kandınız. Onun için kendinizi ayıplayın da, beni
ayıplamayın. Kendinizi kötüleyin, ben sizi kurtaramam siz
de beni kurtaramazsınız,"
Aynı şeyi yöneticiler de demişti. Bizim için kurtuluş yoktur.
Beni, kendisine ortak koştuğunuz Allah (c.c.)'a karşı ben de
inkar da bulunmuştum. Hz. Adem'in yaratılışında dikkat
edilirse şeytan Allah'ı inkar etmez, ama orada Adem'e secde
etmeden kaçınır. Sebep olarak "beni ateşten yarattın onu
topraktan yarattın. Ben ondan üstünüm, üstün olan daha
alçak olan toprağa secde edemez" diyor. Onun için "secde,"
bizim için önemli bir husustur ki, günde 40 rekat namaz
kılan insan 80 defa secde etmektedir.
Bazıları islamın namazına itiraz ederken, onu bir spor olarak
telakki ettiklerinden; o günün çöl insanı spor yapması
gerekirdi, bunu da namaz ile karşılıyorlardı ama bugün
sporun her türlüsü gelişmiştir, buna ihtiyaç yok demekteler.
Ama işin temelinde sadece spor yatmaz. Namaz başîıbaşına
bir ibadettir. Onun hikmet ve faydalarını saymak burada
mümkün değildir. Şunu da iyi bilsinler ki namaza dil
uzatanlar; günde kırk rekât namaz kılan 80 adet secde
yapıyor demektir. Ve de namazlarını usulüne tadili erkanına
uygun olarak kılan insana, spor dediğiniz bazı hareketleri
yapmakdan daha çok faydası vardır.
Müslüman namazını Allah'ın emri olduğu için kılar, şeytan
ise Allah'ın emrini beğenmeyip kendi aklını Allah'ın
emrinin önüne koyarak küfrünü açıklıyor.
"Zalimlere yakıcı elem verici bir azab vardır." Zalim
deyince insanlara eziyet edenler gelir, çeşitli işkenceler
yapanlar akla gelir. Bunlar da bir zulümdür ama en büyük
zulüm ve zâlim şirktir. Zalimde şirk koşandır. İşte hertürlü
işkence ve eziyet bu şirkten kaynaklanır, insanda iman ve
vicdan yoksa her türlü eziyeti yapar. 2296[28]

23- İman edip ameli salih işleyenler Rablerinin izniyle orada


ebedi kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetlere
girdirilirler. Orada selamlaşmaları "selam" (sözü) iledir.
İman yeterli değil, iman edip ve de imanı doğrultusunda
ameli salih yapanlar. Ameli salih ki, yürüyüşü, bakışı,
konuşması ve işitmesi gibi herşeyi güzel olana, İslama
uygun olana ayarlamaktır. İşte bu iman ve iyi ameli
birleştiren uyum içinde yapanlara, "altından ırmaklar akan
Cennetler" vardır. Irmak sıkça zikrediliyor, zira böyle akan
bir ırmak; insana ferahlık, rahat ve huzur verir. Her türlü
yiyeceğin ve de güller gibi, çiçekler gibi bitkilerin de tadını
getirir.
Orada müminlerin selamlaşmaları da SELÂM dır. Yani
melekler insanlarla karşılaştıklarında, müminler birbirleriyle
karşılaştıklarında selam diyeceklerdir. Yani esenlik içinde
olun, huzur içinde olun anlamına geldiği gibi selam Allah
(c.c.)'m bir ismidir. Her sabah namazlarından sonra
okuduğumuz "haşir" suresinin son üç ayetinde geçmektedir.
Ve bu üç ayette Allah (c.c.)'in 18 esma-i hüsnâsı vardır. Kişi
bu üç ayeti okuduğunda aynı zamanda Allah'ı bu 18 ismi ile
de zikretmiş olmaktadır. 2297[29]

24-25- Görmedinmi Allah nasıl bir benzetme yaptı? Güzel


bir kelime, kökü (yerde) sabit dalları gökte bir ağaca benzer.
Rabbinin izniyle meyvesini her zaman verir. Öğüt alırlar
diye Allah insanlara misaller verir.
Görmedin mi? Allah (c.c), güzel bir kelimeyi, nasıl bir misal
getirerek anlatıyor: Güzel bir söz, kökleri yerin tabanında
2296[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/255-256.
2297[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/256-257.
sabit, dalları da gök yüzüne doğru çıkmış, bir güzel ağaç
gibidir. Yani hergün söylenen, "Lailahe illallah
Muhammedün Rasulullah" kelimeyi tayyibesi diyoruz ya;
işte bu ayetten alınan bir ifadedir. Kelimeyi tayyibeden kasıt
ta; insan, gönlüne giren "kelimeyi tevhid" veya "kelimeyi
şehadettir." Ki bu güzel bir ağaç gibidir. İnsanın yüreğine
kök salar. Ağacın güzel dallar saldığı gibi bu kelimeyi
tayyibe de insanın elinden gözünden kulağından ve diğer
organlarından dışa doğru ameli salih çiçekleri açar.
İşte bu ağacın güzel dallar oluşturabilmesi için nasıl gıdaya
ihtiyacı varsa, işte bu gıda da ameli salihdir. Salih amel
olmadığı zaman artık imanın üzeri küf bağlar. Salih amelin
devam etmesi, imanın da küf bağlamaması için kişinin
çevresindeki insanları iyi seçmesi, iyi insanlarla oturup
kalkması, onlarla alışveriş yapması gerekir. Fakat bu
söylediklerimizin tam tersi insanlarla haşir neşir olursa, öyle
bir zaman gelir ki salih amel de gider, iman da gider böylece
o kişinin durumu şuna benzer. 2298[30]

26- Kötü kelimenin durumu da; toprakdan koparılmış, kararı


olmayan kötü ağaç gibidir.
Kötü söz, kötü kelime ve inkarcılık ise, kötü bir ağaç
gibidir. Kökleri yerin üzerinde, onun için ayakta duracak bir
derman da kalmamıştır. İmansızların durumu kökü toprağın
yüzünde olan ve de meyve veremeyen bir ağaç gibidir.
Halbuki iman ise güzel ağaçlar gibidir. Kökleri sağlamdır.
Tâ Hz. Adem (a.s.)'a kadar gider ve meyvesini de her an
verir. Günümüzde de müslümanlar meyvesini vermektedir.
Hz. Peygamber hadisinde; "Nasıl ki elbise eskir mü'minin
gönlündeki iman da eskir zamanla, imanlarınızı yemleyin"
buyuruyor.
İmanı yenilemek; "kelimeyi tevhidi!1 söylemek ve amele

2298[30]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/257.
hız vermektir. Kelimeyi tevhid Hz. Adem (a.s.)'den bugüne
kadar hep tek olarak ve de değişmeden gelmiştir. Bize kadar
ulaşmasında emeği geçenlerde bir öncekilerini tasdik edici
olarak gelmiştir. Ama kelimeyi küfür ise; günümüze kadar
hep birbirini tekzib ederek gelmiş ve de bu felsefecilerin
yazmış olduğu eserlerin, söylemiş olduğu sözlerin hesabını
tutmak mümkün değildir. 2299[31]

27- Allah iman edenleri dünya hayatında da, ahirette de


sabit bir söz üzerinde tutar. Zalimleri sapıtır ve Allah
dilediğini yapar.
Allah müminleri sabit bir söz üzerinde tutar. Bu dünyada
olduğu gibi ahirette de aynıdır. O sabit sözde; "Kelimeyi
Tevhiddir." Ahiretin kapısı olan kabir hayatında Münker ve
Nekir melekleri kişiye; Rabbin kim? Nebin kim? Dinin
nedir? gibi sorular soracak, işte orada kişi Kelimeyi
Tevhid'in ifade ettiği cevaplan verecektir.
Allah, zalimlerin yolunu sapıtır ve dilediğini de yapar.
Başka bir ayette de; "dilediğine hidayet eder dilediğini
sapıtır" buyruluyor.2300[32] Kur'an'ı Kur'an'la tefsir etmediniz
mi?, bir ayete de takılıpta kalmıhrsa; "Allah dilediğini
hidayete ulaştırıyor, dilediğini de sapıttırıyormuş" gibi bir
mana çıkar. Buna göre de Allah dilediğini müslüman,
dilediğini de kafir yapıyor olur. Ama bu İbrahim Suresi 27.
ayette ise "zalimleri sapıtır" diyor. Yani insanın kendisi
zulmü tercih ediyor, Rabbimiz de onun o kanununu
yürürlükte kılıyor. 2301[33]

28- Allah'ın nimetini (imanı) küfürle değiştiren, kavimlerini


de helak yurduna yerleştirenleri görmedin mi?
Allah'ın nimetini küfre değiştirenleri görmedin mi? yani

2299[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/257-258.
2300[32]
Ra'd 127
2301[33]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/258.
İsîamı bırakıp küfrü tercih edenleri görmedin mi? ve
kendilerine tabi olan insanları helak yurduna, Cehenneme
götüren adamları görmedin mi.? Bugün bu insanları biz de
görüyoruz. İnsanlar arasından bazı zalim ve cebbar insanlar
diğerlerini de etkisi altına alarak, Allah'a değil bana ibadet
edin, bana uyun diyor. Üstelik Allah'ın mülkünde, onun
vermiş olduğu nimetlerle fırsatlarla bunu yapıyor ve de
topladığı insanları cehenneme sürüklüyor.
Bu ayetler nazil olduğunda hitab Hz. Peygambere idi.
Bugün ise bu ayeti okuyup ona muhatap olan herkesedir.
Bize; "görmediniz mi.?" yani bu olayı ben size haber
veriyorum. 'Onu siz görmüş gibi bilin, kesin ve de doğru bir
bilgidir.' demektedir. 2302[34]

29- Yaslanacakları cehenneme (yerleştirdiler) O ne kötü bir


durak-dır.
Onlar Cehenneme atılırlar. Cehenneme yaslanırlar. O
cehennem ne kötü bir durak yeridir. 2303[35]

30- Onun yolundan saptırmak için Allah'a ortak koştular.


Deki: "Faydalanın (bakalım), sonunda dönüş yeriniz
ateşedir.
İnsanları Allah'ın yolundan sapıtmaları için Allah'a ortak
koştular. "Endâd"; birşeyin diğerinin benzeri demektir. Yani
Allah'a ortak edindiler, onun bir benzen vardır dediler.
Amaç insanları saprtmak için: Deki; onlara faydalanın
bakalım bu dünya nimetlerinden, sizin dönüp dolaşacağınız
yer cehennemdir. Ömrünüzün yettiği kadar dünyadan
faydalanın, sonunda dönüp dolaşıp varacağınız yer
ateştir. 2304[36]

2302[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/259.
2303[35]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/259.
2304[36]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/259.
31- İman eden kullarıma söyle: "Kendisinde alışverişin ve
dostluğun olmadığı (ahiret) günü gelmeden önce namazı
kılsınlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve
açık olarak infak etsinler."
İman eden kullarıma deki; namazlarını dosdoğru kılsınlar.
Kendilerine vermiş olduğumuz rızıktan Allah için gizli ve
açık olarak infakta bulunsunlar. Bu konu ile ilgili bir
açıklamayı da Bakara Suresi 3. ayetinde yapmıştık. Ayette
kazandıklarınızdan demiyor, "bizim size verdiğimiz
rızıklardan" şeklinde ifade edilmekte, insan nedir ki, kimin
mülkünde ne kazanacak.? O Allah'ın mülkünde onun verdiği
akıl, güç ve kuvvetle birşeyler yapar. Bir de gizli ve açık
olarak verilmesi istenmekte, açıkta verilmesinin hikmet ve
sebebi başkalarına örnek ve de onlara teşvik olsun diye,
gizli verilmesi ise riya olmaması için. Biz genelde gizli
vermeye çalışırız ama açıktanda verip diğer insanları da
hayra teşvik etmeli.
Bugün müslümanların "Karz-ı hasen" yani Allah rızası için
borç para verme müessesesi, bankalar yüzünden ortadan
kalkmış durumdadır, Bu banka öyle bir pislik ki tam köşe
başına oturup gelenin gidenin parasını alıp, yine diğer bir
.müslüman esnaf veya tüccara, iş adamına veriyor. Böylece
müslümanların sırtmdanda geçinip gitmekte. Bu Karz-
hasen müessesesinin tekrar canlandırılıp hayata geçirilmesi
gerekir.
Müslümanlar zekatlarını , kendisinde ne alış verişin, ne de
dostluğun olmadığı ^gün gelmeden Önce vermelidirler. O
günün ne zaman geleceği belirlî\değildir, her an gelebilir.
Sabah gelebilir, akşam gelebilir gece gelebilir. Her an ibadet
üzere bulunmalıyız. Öbür dünyada alış veriş yok, oradaki
insanlara rüşvet verilmez, dostluk ta yoktur. Herkes kendi
nefsini düşünüp kendi başının çaresine bakacak. 2305[37]

2305[37]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/260.
32- Allah; gökleri ve yeri yaratan, gökyüzünden su indiren,
o su ile size rizık olması için meyveler çıkaran, Allah'ın
emriyle denizde akıp gitmesi için gemiyi emrinize veren,
ırmakları emrinize verendir.
O Allah ki; yeri ve göğü yaratan Odur. Gökyüzünden de
yağmuru indiren Odur. O yağmur sebebiyle yer yüzünden
meyveler çıkaran Odur. Onun izni ile gemiyi denizde
yüzmesi için emrinizde kılan O'dur. Sizin emrinizde hizmet
etmesi için nehirleri emrinize veren odur. Nehirleri gemileri
emrimize veren ve de Gökyüzününden yağmuru indirdikten
sonra yeryüzünden meyveleri çıkarıp insanın emrine veren
Allah (c.c.)'dır.
İşte insanoğlu bunları alıp kullandıktan, faydalandıktan
sonra teşekkür edeceği yerde isyan ediveriyor. İşte bu isyan
eden insan bütün yaratılmışlara saygısızlık yapıyor
demektir. İşte çevre kirliliği olayının temeli imansız kafir
insanların çoğalmasıdır. İnançlı insan temizliğine de dikkat
eder imanın gereği olarak ta diğer yaratıklara zararlı olacak
iş ve fabrika ile uğraşmaz. 2306[38]

33- (Görevlerini) sürekli olarak yerine getiren güneşi ve ayı


emrinize veren, geceyle gündüzü emrinize amade kılandır
(Allah).
Adetleri üzere ikisi de hareket eder olduğu halde, ayı ve
güneşi de sizin emrinize kılan Allah (c.c.)'dır. Her ikisi bize
ışıklarım vermek suretiyle faydalı oldukları gibi, bu
Astronomi ile uğraşanlar, ay ve güneşin bize binlerce
faydası olduğunu ifade etmektedir." Ay ve güneşi emrimize
verdiği gibi, gece ile gündüzü de istifademize veren Allah
(c.c.)'dır. 2307[39]

2306[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/260-261.
2307[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/261.
34- Ondan istediğiniz herşeyin bir kısmını size verdi. Eğer
Allah'ın nimetini saymak isteseniz sayamazsınız. İnsan çok
zulmeden, çok inkar edendir.
Allah'tan istediğiniz herşeyi Allah (c.c.) size vermiştir. Yani
sizin ihtiyacınız olan herşey dünyada ve sizin vücudunuzda
mevcuttur. Bize o kadar yerli yerinde organ ve uzuvlar
vermiş ki; birinin yerinin başka yerde olması veya birinin
eksik olmasını düşünmekle bunların ne kadar
isabetli olduğu daha iyi ortaya çıkar. Mesala iç
organlarımızın da kollar, bacaklar ve burnumuz gibi dışarıda
olduğunu düşünsek... dehşete düşeriz.
Allah'ın size olan nimetlerini saymaya kalkarsanız onu
sayamazsınız, gücünüz yetmez. İnsanlık ne kadar ilerleme
kaydederse etsin, teknolojisini ne kadar geliştirirse
geliştirsin, bir göz nimetini bile saymaya kalkamaz. İşte
buna rağmen bir kısım insan gayet zulümkâr ve de
nankördür. Bu kadar nimeti gördüğü, bunları yaratması
değil kendisi sayamadığı halde, üstelik faydalandığı halde
Allah'a şükretmez Onun nimetlerine karşı nankördür. 2308[40]

35- Hani İbrahim şöyle demişti: "Rabbim, şu beldeyi


(Mekke'yi) güvenli kıl. Beni veçocuklarımı putlara
tapmaktan uzak tut."
Hani İbrahim (a.s.) demişti ki; "Ey Rabbim şu beldeyi yani
Mekke'yi emniyette kıl, beni ve benim zürriyetimden
gelecek olanları putlara tapınmaktan ve ibadet etmekten
uzak tut!" Bu bir peygamber duasıdır. Allah (c.c.)
Peygamberin lisanı ile bize nasıl dua edeceğimizi öğretiyor.
Bizde yarabbi evimizi yurdumuzu emin kıl çoluk
çocuğumuzu zürriyetimizi puta tapmaktan uzak tut diye dua
edebiliriz. Evimiz, yurdumuz emniyette olmadı mı, islami
yaşantının da olması dinin yaşanması da pek mümkün

2308[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/261-262.
olmaz.
Bugünün aydını ABD hayranı ama, amerika'yı gidip
görenler; "gece şu saatten sonra sokağa çıkmak mümkün
değil" diyorlar, zira adamlarda ahiret inancı yok, ahirete
inanmayan insan da bu dünyada yiyip içtiği, yaşadığı kâr
düşüncesinden hareket edeceğinden, mutlu olabilmesi için
ençok neyin yapılması gerekiyorsa onu yapıyor. Paraya mı
ihtiyacı var.? gidip adamın midesini deşip paralarını alıyor,
canı kadın mı istiyor.? rastgele birinin namusuna tecavüz
ederek bu ihtiyacını gideriyor.
Namusuna tecavüz harammış, başkasının parasını gasb
etmek gü-nahdır, inancı olmadığı gibi ahiret inancı da
olmadığından-, nasıl olsa bunları bana ahirette kimse
sormaz düşüncesiyle hareket etmektedir. 2309[41]

36- "Rabbim, onlar insanlardan bir çoğunu sapıttılar. Kim


bana uyarsa bendendir. Kimde bana isyan ederse şüphesiz
sen bağışlayansın, esirgeyensin."
Çünkü bu put adamlar insanlardan bir çoğunu sapıttırdı.
Cennete giden yolunu Cehenneme giden yol yaptı. "Yarabbi
bu insanlardan bana uyanlar bendendir. Kim de bana
uymayıp isyan ederse -cehennemine at demiyor bir
peygamber- sen af edicisin, merhamet edicisin" Hz.
Peygamber bu ayeti okur ve kardeşim Halil İbrahim böyle
dua etmiş buyurur. İsa (a.s.)'da "Ya Rabbi bu inanmayanlara
azab edersen, senin kulların" der. Biz de O imansızların
hidayete gelmesi için dua etmemiz gerekecektir. Hz.
Peygamber de "Allah'ım ümmetimi, Allah'ım ümmetimi
isterim" şeklinde dua etmiş ve de ağlamıştır. Allah (c.c.)
Cebrail (a.s.)'i gönderir "ümmetin konusunda seni hoşnut
kılacağız" der. 2310[42]

2309[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/262.
2310[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/263.
Buharı tevhid 136, Müslim iman 1326, Tirmizi kıyamet 110, Darimi mukaddime 18
37- "Rabbimiz, ben neslimden bir kısmını korunmuş eviyin
(Ka'be'nin) yanında ekin bitmeyen bir vadiye yerleştirdim.
Rabbimiz, namazı kılsınlar diye (oraya yerleştirdim). Sende
insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyleder kıl.
Onları meyvelerle rizıklaridır, umulurki şükrederler.
'Yarabbi Namazlarım dosdoğru kılmaları için şu hareminin
yanma, Kabeyi muazzamanın yanında, toprağında ziraat
bitmeyen yere çocuklarımdan yerleştirdim diyor.'
Tarihçilerin ifadesine göre İbrahim (a.s.) Babil'de Nemrut'un
karşısında idi. Babası Nemrut'un put bakanı idi.
Peygamberlik verilince Mekke'de ziraata bile elverişli suyu
olmayan bir yere geliyor ve çocuklarının Nemrut'a ibadet
etmesini engellemek, onların cehennemlik olmasını
önlemek için Onları Mekke'ye yerleştiriyor.
Bugün Müslümanlarda; maaşımız iyi de olsa, geçimimiz iyi
de olsa, dinimizi daha iyi yaşayabilecek yerlere hicret
etmemiz veya o mekanı terketmemiz gerekir. Zira bizim
yolumuz İbrahim (a.s.)'in yoludur. Biz onun milletinden,
Muhammed ümmetindeniz.
İnsanların bir kısmının gönlünü de onlara meylettir. Onlara
meyvelerden rızık olarak ver. İşte bu duanın bereketidir ki
hâlâ daha orada ot bitmeyen o yerde binlerce Müslüman
bulunmakta, binlercesi de orayı ziyaret edip memleketlerine
dönmektedir. 20. yüzyılda bile daha modern şehirler varken
oralara değil, insanlar bu kutsal topraklara yönelmekte orayı
ziyaret etmekte. Dini yönden denilecek olsa; Vatikan da bir
din merkezidir. Ama Dünyanın dört bir yanında yetişen her
türlü sebze ve meyve bu kutsal topraklarda, hemde hemen
hemen ilk defa orada bulunur. Aradığınız herşeyi orada
bulabilirsiniz. Avrupa modern olarak geçinir ama
Hollanda'ya ve diğer bazı Avrupa devletlerine karpuz,
patlıcan, vs. Türkler sayesinde gitmiştir. Ondan önce
adamlar patetes ve de domuz etinden başka birşey
bilmiyorlardı. 2311[43]

38- "Rabbimiz, sen bizim gizlediğimizi de açıkladığımızı da


bilirsin. Yeryüzünde ve göklerde hiçbir şey Allah'a gizli
kalmaz."
Yarabbi açıktan yaptığımı da, gizli yaptığımı da sen
bilirsin. Yeryüzünde de, gökyüzünde de Allah'a gizli kalan
hiçbir şey yoktur. 2312[44]

39- "İhtiyarlığıma rağmen bana İsmail'i ve İshak'ı hediye


eden Allah'a hamdolsıın" şüphesiz Rabbim duayı işitendir
(kabul edendir).
"Benim ihtiyarlığıma rağmen İsmail ve de İshakı bana veren
Allah'a hamd olsun." İsmail (a.s.) ile İshak (a.s.), İbrahim
(a.s.)'in ihtiyarlık zamanında dünyaya gelmiştir. "Bu
halimde iken bunları bana lütfeden Allah'a hamd olsun"
diyor. "Şüphesiz ki benim Rabbim duaları işitendir." 2313[45]

40- "Rabbim, beni ve neslimden olanları namazı dosdoğru


kılanlardan eyle. Rabbimiz, duamı kabul eyle.
İbrahim (A.S.),"Yarabbi beni de benden sonra gelecek olan
neslimi de namaz kılanlardan eyle."diye duada bulunmuştur.
Namaz çok önemli bir ibadettir. Savaş anında dahi namazın
nasıl kılınacağı Kur'an'da izah edilmiş, yine Kur'an, namazı;
"şüphesiz ki namaz kişiyi fuhşuyat ve münkerattan alıkor"
(Ankebut 145) diye ifade etmektedir.
İbrahim (a.s.)'da kendisinden sonra gelecek zürriyeti için;
putlara tapınmakdan uzak durmaları, namazı kılmaları ve o
beldenin güvenli olması için dua ediyor. Onun için
evlatlarımızın iyi yetişmesine, okullarda nasıl bir tahsil
gördüklerine dikkat etmemiz gerekir. M. Akif Safahatında;

2311[43]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/263-264.
2312[44]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/264.
2313[45]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/264.
Konya'da bir öğretmeni okuldan kovan köy halkım anlat-
makta. (Köy halkından evinde misafir olduğu kişi;
"oğlumun cahil kalmasına ben razıyım ama o şekilde dinsiz,
imansız yetişmesine razı değilim" der.). 2314[46]

41- Rabbimiz, hesabın görüleceği günde beni, anne ve


babamı ve bütün müminleri bağışla.
"Yarabbi dualarımı kabul buyur. Ey bizim rabbimiz beni
affet, an-memi ve babamı da affet" Babası kafir olduğu için
daha sonra İbrahim (a.s.)'in babası için dua etmemesi istenir
bu duası böyle bir yasaklamadan önceki yaptığı bir duadır.
Kişi kafir olan babasının bağışlanması için dua edemez,
fakat hidayete gelmesi için dua edebilir. O hesap gününde
Müminleri de affet Ya Rabbi. O mü'minler ki, Hz. Adem
(a.s.)'den bugüne kadar Allah'a, peygamberlere inanan ve
onun yolundan giden insanlardır. Yani Hz. Musa'ya, Hz.
İsa'ya, Hz. Nuh'a inananlar, salih amel işleyenlerdir. Biz
bunlara da iman (dua) ediyoruz.
En hayırlı din bizim dinimizdir. Her ne kadar bugünkü
Hrıstiyan ve Yahudiler bizi kabul etmese de 2315[47]

42- Zalimlerin yaptığından Allah'ı gafil zannetme. Ancak


onları (n azabım) gözlerin belerip kalacağı bir güne
erteliyor.
Sakınha..! zalimlerin yaptıklarından, Allah'ı gafil bilgisiz
habersiz zannetme. Allah bütün bu yapılanları görmektedir.
Dünyada müslüman kanının aktığını da kafir toplumların
rahat ve bolluk içinde olduklarını da, müslümanlarm
horlandığını da görmektedir. Kainatta olmuş ve olacak
herşeyden haberdardır olmaktadır.
O zalimlerin cezasını öyle bir güne geciktirir ki, gözlerin
şaşkınlıktan bakakalacağı, gözlerin belerip kaldığı bir güne
2314[46]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/265.
2315[47]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/265.
bırakır. 2316[48]

43- (O gün) başlarını dikerek koşarlar. Gözleri kendilerine


bile dönmez. Kalbleri ise bomboştur.
Azablarmı tatmak üzere koşturulacaklar, başları öne eğilmiş
ve de yukarıya doğru kamıtmış olarak. Korkudan fırlayan
gözleri kendine döndürülmeyecek kalbleri de bomboştur.
Tek düşüncesi ve gördüğü şey cehennem azabıdır. Annesini,
babasını, evladım, hanımını düşünecek, onlara bakacak
durumda değiller. 2317[49]

44- İnsanları kendilerine gelecek günün azabından sakındır


ki, (o gün) zalimler şöyle derler: "Rabbimiz, bizi yakın bir
zamana kadar geciktir de senin da'vetine katılalım ve
peygamberlere uyalım." (onlara) "Daha önce, sizin için
zeval yoktur diye yemin etmiyormuydunuz"(denir).
İnsanları öyle bir günden sakındır ki, o gün geldiğinde
zalimler; "Ya Rabbi bizim zamanımızı biraz daha tehir et,
senin davetine icabet edelim peygamberlerine uyalım"
derler. Ama kendilerine; "Daha önce, yok olmayız, böylece
devam ederiz diye yemin eden siz değilmiydiniz.?"
denilir. 2318[50]

45- Kendilerine zulmedenlerin yurtlarına yerleştiniz. Onlara


neler yaptığımız, sizin için ortaya çıktı. Sizin için örnekler
verdik.
Siz daha önce helak olmuş kavimlerin yurdu üzerinde
değilmiydiniz. Yani onların sonunun ne olduğunu, Ad
kavminin, Semud kavminin, Lut kavminin akıbetini
gördünüz. O nefislerine zulüm eden insanların mekanları
meskenleri üzerinde siz de oturdunuz. Onlara nasıl işlem

2316[48]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/266.
2317[49]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/266.
2318[50]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/266-267.
yaptığımız size apaçık belli olmuştur. Ve size birçok
misaller de vermiştik. Bütün bunlara rağmen hak yola
gelmemişseniz şimdi belli bir süreye kadar ertelemekle mi
doğru yolu bulacaksınız? Halâ mı akıllanmadınız? 2319[51]

46- Onlar tuzaklarını kurmuşlardı. Onların tuzakları dağları


yerinden oynatacak olsa bile onların tuzakları Allah'ın
kalındadır.
Onlar hilelerini yaptılar ama Allah'da onların hilelerini boşa
çıkardı. Diğer bir anlamı onların hileleri Allah katında yazılı
ve de saklı tutulmakta. Her ne kadar onların tuzakları
hileleri dağları yerinden oynatsa bile, yani bu imansız
kesimin gücü ne kadar büyük olursa olsun, dağlan yerinden
oynatabilecek kadar güce sahib olsalar bile ahirette bir
faydası olmaz. Müminin de gözünü korkutmaz "Onlar bütün
tuzaklarım yaparlar, Allah'da onların tuzaklarını boşa
çıkarır. Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır." 2320[52]

47- Sakın Allah'ı Peygamberlerine olan va'dinden döner


sanma. Şüphesiz Allah azizdir, intikam sahibidir.
"O halde sakın ha..! Allah'ın peygamberlerine verdiği
vaadinden, sözünden döndüğünü zannetme" vaadettikleri
zamanında ve yerinde söz verdiği gibi gerçekleşmiştir.
Şüphesiz ki, Allah güçlüdür. Ve intikam sahibidir.
İnançsızlardan da intikamını alır. 2321[53]

48- O gün yer başka bir yere, göklerde (başka göklere)


değiştirilir. Herşeye galip gelen bir Allah'ın huzurunda
toplanırlar.
O günde arz (yer) başka bir arza (yere), gök de başka bir
gökyüzüne değiştirilir. Yani bu alemdeki herşey başka
2319[51]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/267.
2320[52]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/267.
Al-i İmran 154
2321[53]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/267-268.
birşeye dönüştürülür. Ortaya yeni bir alem çıkar. Bütün
alemde bulunan herşey, Herşeye gücü yeten Allah (c.c.)'m
huzurunda toplanırlar. 2322[54]

49- Suçluları o gün, birbirlerine yaklaştırılmış olarak zincire


vurulmuş görürsün.
O zaman bütün suçluları o günde birbirine yaklaştırılarak,
zincire bağlanmış olarak görürsün. Yani insanlar suç
guruplarına göre, içki içenler, faiz yiyenler, zina edenler hep
biraraya toplanıp zincirlere vurulacak. İnsanların dünyada
suçlarına göre hapishanelere konulduğu gibi muameleye
tabi tutulacaklar. 2323[55]

50- Gömlekleri (kaynamış) katrandandır. Yüzlerini de ateş


bürümüştür.
Onlara öyle bir gömlek giydirilir ki, ateşte kaynatılmış
"katran" gibi. Katran denilen madde simsiyah çam
ağacından elde edilen bir maddedir. Nasıl ki; sıvı
maddelerin yoğunluğu farklı olduğu gibi onların ısınma ve
dışa ısı vermesi de farklıdır. Onun için katranın yakması da
sudan farklıdır. Tabiki bu bizim dünyada bildiğimiz
katran...! ahiretin katranı nasıldır? Allah bilir. Katran bir de
arabın dilinde eriyik bakıra da denilmekte ki; bakır
yüzeylerini de ateş bürümektedir.2324[56]

51- Allah herkese kazandığının karşılığını vermek için


(böyle yapar) şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir.
Herkesin yaptıklarının karşılığını vermek için yani katranı
kişi kendisi giyiyor. Cennetin ipeklerini giyen de bu
dünyada yaptığı iyiliklerin karşılığı olarak giyecektir. Yani
kişi giyeceğini de, yiyeceğini de bu dünyadan götürmekte,

2322[54]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/268.
2323[55]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/268.
2324[56]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/268.
kötü şey götüren, ahirette kötü azablar giyecek salih ameller
götüren de iyi şeyler yiyip ve de giyecekler.
Şüphesiz ki; Allah Hesabı çabuk görendir. "Hz. Ademden
bu güne kadar, şu kadar milyar veya tirilyon insan gelip
geçti bunların hesabı ne zaman görülüp de bana sıra
gelecek.?" demeyin. Allah (c.c), hesabı çabuk
görendir. 2325[57]

52- İşte bu (Kur'an) insanlara bir tebliğdir. Bununla


sakındırılsınlar, ancak Onun birtek ilah olduğunu bilsinler
ve akıl sahipleri öğüt alsınlar için (indirilmiş) dir.
işte bu insanlara, tehlikelere karşı bir uyarıdır. Bir
tebliğdir.!. Ahirette insanlara dünyadaki yaptıklarına göre
böyle muamele edilecek diye tebliğdir. Onunla insanları
ahiretin azabından sakındırmak için, O Allah'ın kendisinden
başka hiç bir ilahın olmadığını bildirmek içindir. Ve de akıl
sahiplerinin iyice düşünüp nasihat alması içindir. Gerçekten
akıl sahibi kişiler, Kur'an'a, Onun emir ve yasaklanna
uyar.2326[58]

2325[57]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/268-269.
2326[58]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/269.
HICR SURESİ

Daha önce belirttiğimiz gibi, Kur'an-ı Kerim'de surelerin


isimleri O suredeki bahsedilen konunun özeti anlamında
değildir. Mesela Bakara suresinde Musa (as)ın hayatından
bahsedilirken, bir ineğin kurban edilmesi olayından
bahsettiği için bakara suresi ismi verilmiştir. Bu su-redede
80. ayette Semud kavminin başkenti olan "Hıcr" halkından
bahsettiği için bu "Hıcr" ismi verilmiştir.
"Hıcr" kelimesi arabın dilinde alıkoymak, engellemek
manasına gelir. Onun için Türkçede kullandığımız "hücre"
kelimeside "hıcr" kelimesi ile aynıdır. Aynı kökten gelir.
"Onu hapishanede hücreye attılar" gibi, Dışarıdan insanların
içeriye girmesini, içeriden de dışarıya çıkmasını engelleyen
bir yerdir de onun için. Yine Arabın dilinde bir evin
odasınada hücre denir. Kuran-ı Kerim'de "Hucurat" suresi
var, orada da Hz. Peygamber (a.s.)'ın hanımlarının kaldığı
odalardan bahsettiği için bu isim verilmiş. Odalar
anlamında. Bir evin odalarından birine hücre denmesinin
sebebi oraya giriş ve çıkışı engellediği içindir.
Yine Kur'an-ı Kerim'de Akıl kelimesi hıcr olarak kullanılır.
" lizi hıcr" diye geçer "Akıl sahiplerine" anlamındadır. Akla,
hıcr denmesinin sebebi ise akıl kötülüğün insana girmesini
engellediğinden dolayıdır. Akıl sahibi insan kötü işler
yapmaz. Akıl kötülüklerden kişiyi engeller, ona kötülükleri
yapıyorsa aklı o kişiyi engellemiyor demektir veya aklı yok
denir.
Bu surede de yine Allah (c.c.) "Elif, Lam, Ra" diyerek
başlamış. Bunlara 'hurufu mukattaa' denir. Kesik kesik
okunduğundan bir kelime veya bir cümle olmamalarından
ayrı ayrı olmalarından dolayı.
Bakara suresinde de " Elif, Lam, Mim" in tefsirini yaparken,
Allahu Teala Arap edebiyatını çok iyi bilenlerine, aynı
zamanda günümüz insanlarına da meydan okumaktadır.
Günümüzdeki bazı imansızlar çıkıp Kur'an, Muhammed
(s.a.v.)'in kendisinden uydurduğu bir kitabtır diyorlar. Bu
iftirayı o günün insanları da yapmıştı. İşte Allahu Teala da
bu ve buna benzer surelerde Arab ediplerine, şairlerine, aynı
şekilde günümüz inkarcılarına öyle diyorsanız, sizde
Kur'an-ı Kerim'in bir benzerini ortaya koyun ve bu konuda
Allah'tan başka diğer yardımcılarınızda, bilginlerinizide
çağırın. Sizde arapsmız, arabın edip insanlarısınız çok ünlü
şiirleriniz ve edebi eserleriniz var. Kur'an'ın ana malzemesi
olan bu harflerde sizin, kelimelerde sizin buyurun.
"Kur'an'ın bir benzerini ortaya koyun."
Bir de sureye harflerle başlanmişsa o surede 1. ve 2. ayeti
kerimeler Kur'andan bahseder. Bu surede de; 2327[1]

1- Elif, Lam, Ra. İşte bunlar kitabın ve apaçık Kur'an'ın


ayetleridir. Ve manası gayet açık ve birçok hakikati
açıklayan Kur'an'ın ayetleridir. Yani hicr süresindeki ayetler
Allah'ın indirdiği kitabın ayetleri ve insanlara herşeyi
açıklayan en açık bir şekilde bahseden insanlara da
bilmediğini açıklayan Kur'an'ın ayetleridir.
Bundan sonra; kafirlerin Ölüm halinde ve bir de ahirette
cehennemi gördüklerinde yanıp yakılarak söylediklerini dile
getiriyor.2328[2]

2- Bir müddet sonra kafirler: "Keşke müslüman olsaydılar"


diye arzu ederler.
Çoğu kere kafirler keşke ne olaydı müslüman olsaydık
derler. Onlar müslüman olmalarını isterler. Tefsire il erin
ifadesi cehennemde yanarken kafirler müslümanların
cennete gittiklerini görürler; birde cehennemde günahkar
2327[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/271-272.
2328[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/272.
müslümanlar var, onlarında zamanla cehennemden çıkıp
cennete gittiklerini görecekler ve "keşke bizde müslüman
olsaydık" derler.
Bir çok hadis rivayet edilmiş bu konuda "cehennemde
kafirler günahkâr müslümanlara derlerki, hani imanınız size
fayda vermedi, sizde bizimle beraber cehennemdesiniz.
Bunun üzerine Allah (cc) oradaki müslümanları cennete
gönderir ve kafirler, "keşke bizde dünyada müslüman
olsaydık derler. Bizde bunlarla beraber kurtulsaydık" te-
mennisinde bulunacaklar ama son pişmanlık fayda vermez.
Bu Hz. Peygambere bir teselli kâfirlere de bir uyarıdır.
Sonra pişman olacaksınız şimdiden başınızın çaresine bakın
uyarışıdır. İmana gelin, eğer imana gelmezlerse. 2329[3]

3- Bırak onları. Yesinler, faydalansınlar, (sonu gelmez)


emel onları oyalasın. Yakında (gerçeği) bilecekler.
Bırak onları kendi hallerinde yesinler derken şöyle bir ifade
var. Nasılki merada hayvanlar kendi hallerine dilediği
yerden istediği kadar otlanırsa; işte bu kâfirlerde böyle bırak
onları onlarda kendi hallerine bu dünya nimetlerinden
yesinler. Haramdan yesinler şarab içsinler ne yaparlarsa
yapsınlar. Hayvanlar gibi yaşasınlar ama yaptıklarının karşı-
lığını bir gün görecekler ve bileceklerki yapmış oldukları
yanlış bir iştir.
Tabiki bu Hz. peygamber (as)'a; tebliği bırak, yönünde
değil. Kâfirun süresindeki "sizin dininiz size, benim
dinimde bana" ayetinde ifade edildiği anlamında değil. Yine
tebliğe devam edilecek.
Diyelimki adama islamı tebliğ ediyoruz. Adam bir türlü
inanmıyor, imansızlığında İsrar ediyor. Neredeyse sizi
imanınızdan edecek, ona "sizin dininiz size, benim dinimde
bana" deyip ertesi gün yine ona islamı tebliğe devam

2329[3]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/272-273.
edeceğiz, Çünkü kimin iman edip kimin iman etmiyeceğini
biz bilemeyiz. Peygamber efendimizde bilemez. Herkesin
iman edebileceği ümidi ile tebliğ yoluna devam edeceğiz.
İman etmezsede o da hayvanlar gibi bu dünyada yesin
ölsünki, ölüsü hayvanlar gibi olmayacak, cehennem azabını
görünce "keşke bende müslüman olsaydım" diyecek. 2330[4]

4- Hiçbir memleketi belli bir yazısı olmadan helak etmedik.


Biz hiçbir kenti helak etmedik ki: Onun için daha önceden
yazılmış bir vakit olmasın. Zalim milletleri ve onların
başkentlerini helak ederken, onların helaklarını ne öne alır
nede sona bırakırız.
Ancak zamanı tamamlanır. Nasılki; meyve dalından tam
olgunlaştıktan sonra düşerse veya bir su damlacığı tam
kıvamına geldikten sonra damlarsa, aynı şekilde
milletlerinde yok edilişi ve helak edilişinde onlara belirli
zaman tayin edilmiştir. Tabiki bu zaman içinde helak
olmanın kanunlarının gerçekleşmesi, yerine getirilmesi
gerekir.
İşte o kanunlar mesela geçmiş ümmetlerden Şuayb (as)'ın
Kavmi serbest ticaret, serbest ekonomi gibi mantıkla hareket
edip, ticaretin her türlüsünü meşru saymışlar.
İşte bunların bu şekildeki davranışları o milletin helakini
hazırlıyor. Bizde günümüzde bazen acele ediyoruz.
"Yarabbi ne olur şu Amerikayı tepe taklak getiriversen aynı
şekilde Rusya içinde söylüyorduk. Ama belirli bir sureci
doldurmadan," helak olmanın kanunları yerine getirilmeden
helak edilmiyeceğini bu ayet bildiriyor. Rusya'nın sürecini
doldurduğu gibi ABD de birgün olup o sürecini
dolduracaktır.
Bu milletlerin helaki, bir çınar ağacına benzer. Ne kadarda
kuvvetli rüzgarlar eserse essin yapraklan dökülmez. Ama bir

2330[4]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/273.
güz mevsimi geldimi artık çok hafif şiddetdeki bir rüzgarda
bile çınarın altı yapraklarla doluverir. İşte bu güz mevsimi
hava, güneş rüzgar gibi etkenlerle onun yapraklarının
dökülmesi zamanı helak olması zamanıdır. İşte milletlerde
böyledir. Onların helakında da bütün şartların oluşması ge-
rekir.
Yine bu ayetin; bir anlamda diğer bir tefsiri bakara
suresinde geçmişti. Orada İbrahim (as)'a Allahu Teala
"insanlara seni önder kılacağım" diyor. İbrahim (as)'da "bu
imamlık yöneticilik zürriyetimdede devam etsin" diyor.
Allahu Teala'da "bu yöneticilik makamına zalimler
ulaşamaz" buyuruyor. 2331[5]
Ama günümüzde; "zalimler yönetici oluyor" derseniz. Adil
bir toplumun başına zalimler yönetici olamaz. Hal böyle
olunca bazı şeylerden şikayet ediyorsak kabahat yalnız o
adamlarda değil, kusur top yekun o toplumu meydana
getiren insanlardadır da.
Yönetim de bulunup da beğenmediğimiz insanlar, bizdeki
haleti ruhiyenin şekillenmiş halidir. Bizlerin iç dünyası
milyonlarca insanın iç dünyası yönetimde bulunan insanda
şekillenip ortaya çıkıyor. Bundan dolayıda kusur tamamen
sadece o yöneticide değil aynı zamanda kusur biz
insanlardadır.
İşte Allah (cc) buna işaret ediyor. Bir ülkenin yada milletin
helak olması demek, o ülkenin topraklarını altını üstüne
getirmesi demek değildir. Gerçi tarih boyunca bazı
toplumların altını üstüne getirmiş ama, "helak" aynı
zamanda toplumdaki yönetimlerinde değişmesidir. Mekke
halkımda helak etmiş, onların zulüm saltanatına son vermek
suretiyle. Yoksa topraklarını altını üstüne getirme şeklinde
değil. 2332[6]

2331[5]
Bakara 1124
2332[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/273-275.
5- Hiçbir millet ecelini geçemez, ondan geride kalamaz.
(Milletlerde eceli gelince ölürler)
Bir toplumun bir milletin eceli ne Öne geçer nede bir saat
geriye kalır. Zamanı geldimi birden göçüverir. Mesela ben
diyorumki; Amerika'nın göçüşünü ömrü olan bu nesil
görecektir. İki sene sonra, 10 sene sonra veya 20 sene sonra
olurmu, olur.
Bu durumu birkaç yıl önce Rusya için söylediğimizde bize
gülüp geçerlerdi. Ama durum meydanda. Batıya el açar
duruma geldiğini bütün insanlık gördü. 2333[7]

6- (Kafirler) dedilerki: "Ey kendisine zikir (Kur an)


indirilen, şüphesiz sen delisin"
Bunu Peygamber efendimize söylüyorlar. Niçin böyle
diyorlar.? Zira Hz. Peygambere Mekke devlet başkanlığı
teklif edildi. Ama olmadı, kabul etmedi.
Tıpkı günümüzdeki bir adama bakanlık teklif edilip kabul
etmemesi gibi zira kanunlar buna müsait milletvekili
olmadığı halde dışarıdan bakan atanabiliyor. Şu günkü
insanların anlayışında bakanlığı red eden bir kimse delidir.
Zira o bakanlıkta köşeyi dönmek çok basit ve geçimin yolu
çok kolaydır.
Hz. Peygambere Mekke'nin en güzel kadınlarını teklif
ettiler, onu da kabul etmedi. Mekke'nin en zengini yapalım
dediler Hz. Peygamber onu da kabul etmedi. Onun için Hz.
Peygambere sen delisin diyorlar.
Günümüzdede bir kısım müslümanlara aynı ifade
kullanılıyor. Eline şu imkanlar geçti de yapmadı. Aslında
harama bulaşmadığı için akıllılık yapıyor.
Bu ayette Kur'an'a "Ez-zikr" kelimesi kullanılıyor. "Ey
kendisine zikir indirilen" şeklinde ifade ediliyor.
1- Kur1 anın kendisi zikirdir. Zira zikirlerin en efdalide

2333[7]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/275.
Kur'an okumaktır. İslam alimleri birkişi "tevhid kelimesi"
ile zikir yapsa mı? daha çok sevap alır, yoksa Kur'an-ı
Kerim okusa mı? daha çok sevap alır münakaşasını
yapmışlar. Netice olarak Kur'an okursa daha çok sevap alır
görüşüne varmışlar.
Efendimiz (s.a.v.); "Namazda Kur'an okumak, namaz
dışında Kur'an okumaktan efdaldir, Namaz dışında Kur'an
okumak ise teşbih ve tekbir getirmekten efdaldir."
buyuruyor. 2334[8]
2- Allahı hatırlattığı için Kur'an'a zikir denmiştir.
Zamanımızda bir kısım müslümanlara özellikle küfür
rejimleri tarafından "deli" damgası vurulmaya çalışılmıştır.
İslami gayreti olan insanlara, bilhassa onların bu gayretlerini
sıfıra indirmek, onları etkisiz hale getirmek için deli
damgası vurulmakta. Bazı müslüman doktorlarda bunun
gibi kişileri 3-5 yıllık hapislerden kurtarmak için böyle ra-
porlar düzenliyorlar.
Aslında böyle iyi niyetli insanlarda, müslümanlar aleyhinde
çalışanlara farkında olmadan yardım etmiş olmaktadır. Zira
gayretli bir mümini safdışı yapıp onu toplum nazarında
sıfıra indirmiş olmaktadır.
Birçok ayette Allahu (teala); Hz. Peygamberin deli
olmadığının üzerinde ısrarla durmaktadır. Eğer devlet
başkanlığını, Mekke'nin en zengini olmayı, en güzel kadınla
evlenmeyi reddediyorsa onunda bir , hedefi vardır.
Zira ileride Mekke'nin yönetimi Hz. Peygambere verilmiştir.
Bu Mekke halkının vermesiyle değil, Allah'ın lutfu ve kendi
gayreti ile olmuştur. Eğer onların vermesi ile olsaydı, Onlar
birgün o makamları geri alabilirdi. Bir kişiyi bir makama
getiren onu o makamdan da alabilme güç ve selahiyetine de
sahipdir demektir. Bunun için Hz. Peygamber buna razı
olmamaktadır. 2335[9]
2334[8]
Tefsir-u ibni badis s;31, Beyhaki şuab-ül iman 2/413 babün Fi Tazim-il Kur'andan naklen
2335[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/275-276.
7- "Eğer doğru söyleyenlerden idiysen bize melekleri
getirmeli değilmiydin?"
"Mademki peygambersin ve de söylediklerinde doğrusun
bize melek gelmeli değil mi?" Yani sana gelen melek bizede
gelmeli değilmi veya o sana gelen meleği bizde görsek ve
"bu ayetleri, buna ben getiriyorum" dese.
Başka bir ayette de Allahu Teala "onlara melek gelsede yine
iman etmezler" buyuruyor. Zira melek gelse insan suretinde
gelecek o zamanda ona bu melek değil insan
diyecekler. 2336[10]
Melek, asli şekli ile gelse, Melekler nurdan yaratıldığı için
bu imansızların gözlen onları görecek kapasitede değil, her
iki cihette de yine inkâr yönüne gidecekler. 2337[11]

8- Biz melekleri ancak hak ile (azapla) indiririz. O zaman


onlar korunup gözetilenlerden olmazlar.
Biz melekleri hak ile indiririz. Yani Melekler, ya
Peygamberlere vahiy getirir onun için iner. Veya bazen de
bir milleti yok etmek onlara azab etmek için inerler.
İşte o azab melekleri geldiğindede yeryüzündeki hiç bir
kimseye torpil geçilmez. İnanmayanlardan hiçbir kimseye
ayrıcalık tanınmaz. 2338[12]

9- Şüphesiz o zikri (Kur'an'ı) biz indirdik ve elbette onun


koruyucusuda biziz.
Çokça dile getirilip, vaaz konusu edilen bir ayettir bu 9. ayet
peki Kur'an nasıl korunur. Bundan 1400 sene önce nazil
olmaya başlamış; Peygamberimize nazil olduğu gibi de
günümüze kadar hiçbir değişiklik olmadan gelmiş. Bu gün
bazı batılı düşünürler Kur'an'ın bu şekilde hiç değişikliğe

2336[10]
Enam 19
2337[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/276-277.
2338[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/277.
uğramadan gelmesi olayına itiraz etmektedirler. Zira onların
mantığı bunu kavrayamamaktadır.
1400 sene önce söylenen bir filozofun, bir tabibin, bir
düşünürün sözü bize kadar gelmiştir; ama mutlaka bir
ilaveye bir eksikliğe maruz kalmak suretiyle değişime
uğramıştır. Siz bu Kur'an'ı nasıl korudunuz diye hayret
etmektedirler.
Bizde diyoruz ki; bakın Kur'an dilden geldi Cebrail (as)
Peygambere okudu, Hz. Peygamber de sahabesine okudu ve
sahabesi onu ezberledi. Sahabe de kendinden sonraki nesle,
o nesil (tabîn nesli) de kendisinden sonraki nesle okudu ve
böylece bu; nesilden nesile devam etti ve günümüze kadar
geldi.
Bugün benim elimde Abdurrahman Gürses hocamızın
icazetnamesinin sureti var. Diğer bir anlamda bu diploma
ama diplomadan farklı; ' diplomalarda sadece hangi
üniversiteyi kaçıncı derece ile bitirdiği yazılmaktadır. Fakat
O üniversitede bu bilgileri kimler verdi yazılı değildir. Ama
Abdurrahman hocamızın okuduğu hocası yazılı, onun
hocasının hocası da bu şekilde silsile yoluyla Hz.
Peygamber (as) ve Cebrail'e (as) kadar devam etmektedir.
İşte bu metodla biz, bu insanların nerede yaşadığını nerede
vefat ettiklerini nasıl bir yaşantı içinde olduklarını
bilmekteyiz. Bu icazet sadece Abdurrahman Gürses hocaya
ait değil. Endonazya da, İspanya'da, Cezayir'de, Mısır'da
yaşayan bir Kur'an Kariinin de böyle bir icazeti var. Bu
sistem batılının aklına yatmıyor.
Batılı diyorki ben sana bir söz söylesem o yanındakine oda
yanın-dakine söylese bu sonunda aynen ortaya çıkmaz
değişir diyorlar. Herşeyden önce müslümanlar Kur'an-ı
Allah kelamı olarak kabul etmişler, sahabeden 400 tanesi
işini gücünü bırakmış, Ashabı suffede Kur'an-ı devamlı
okumak ve onu öğrenmekle meşgul olmuş. Sahabe bütün
gücünü Kur'an'a vermiş ondan sonraki nesillerde de yine
Kur'an alimleri bu işe ömürlerini vermişler. Günümüzde bir
Abdurrahman Gürses, bir Gönenli Mehmet Efendi hocalar
ömürlerini Kur'an öğretmekle geçirmiş. Günlük
konuştukları kelimelerin % 60-70'i Kur'anla ilgilidir. Ya
Kur'an öğretir ya da Kur'an dinler... İşte böyle bir hal,
Kur'an bu gibi insanların gayretiyle günümüze kadar bu
şekilde gelmiş.
Rabbim "biz koruyucuyuz" diyor ama, kimlerle korur,
yarattığı kullarla korur. Korumak demek belirli yerde onu
muhafaza altına almak demek değildir. Bu ümmetin içinden
buna önem verecek insanların çıkması onların Kur'an-ı
öğrenip başkalarına öğretmesidir.
Kafirler bütün güçleriyle "Kur'an-ı Kerimi okutmayacağım,
okutanın boynunu vururum, hapishanelerde çürütürüm diye
tam 30 sene direnmiş. Ama o dönemde yine Kur'an-ı Kerimi
dağların tepelerinde okutabilecek insanları Allah devamlı
var etmiştir. İşte Allah'ın koruma şekli budur.
Bu koruma şekli sadece Türkiye'ye mahsus değil Rabbim
Sudan'da da, Mısır'da da, Moskof Rusya'sında da ki 1917
bugüne kadar devamlı Kur'anın aleyhine hareket etmesine
rağmen, oralarda Kur'an-ı Öğrenen ve öğreten, Arapçayı
azda olsa öğrenen ve öğreten insanlar var olmuştur.
Bugünde vardır. Kıyamete kadarda var olacaktır.
Bu ayete Ehli kitap tarafından şöyle bir itiraz var. Aslında
itiraz etmiyorlar. Diyorlarki Kur'an size göre Allah kelamı
mı? Evet Allah kelamı Tevrat ve İncil'de size göre Allah
kelamı değil mi? Evet onlarda Allah kelamıdır. Madem
öylede İncil ile Tevrat'ın tahrif edildiğine inanıyorsunuz
Allah onları niye korumamış? Biz korunduğuna inanıyoruz
diyorlar. İncilde Tevratta Tahrif edilmemiştir görüşündeler.
Bizde diyoruz ki madem bunu iddia ediyorsunuz Kur'an-ı da
kabul edin. Bu noktada Kur'an-ı kabul etmiyorlar.
Allahu Teala bu ayette Kur'an-ı koruyacağını vaad ediyor.
Yine Allahu Teala Maide suresi 44. ayetinde; Yahudi
hahamları ile Hıristiyan papazları Tevrat ve İncili korumak
için gayret ettiler çalıştılar tabi ki samimi olanları.
Allahu Teala o gün onlara havale ettiği için, onlardan bir
kısmı iyi niyetle bir kısırında kasıtlı olarak kelimelerin
yerlerini değiştirdiler, ilaveler yaptılar. Hakkın yanına
batılıda karıştırdılar. Ve böylelikle korunmadı. Rabbim
kendi kelamını zaten kendi korudu kendisi koruyor.
Korunmayan şey sayfalar üzerinde korunmamış tır.
Bizde müslümanlar olarak Kur'an-ı kollayacağız. Korumak
onu bağrımıza bir kitap olarak basmak değil içindeki ahkam
ile amel etmek, icra edilmesi demektir.2339[13]

10- Senden önce gelen ilk topluluklar içinde de


peygamber gönderdik.
11- Onlara gelen her peygamberle, onlar alay ettiler.
Hz. Peygambere teselli amacıyla "senden öncede biz çeşitli
toplumlara peygamberler gönderdik. Onlar kendilerine
gelen peygamberlerle dalga geçtiler, alay ettiler." Yalnız
alay edilen, deli denilen, yalan söylüyorsun diye iftira edilen
sen değilsin. Senden öncekilerede aynı şeyleri söylediler.
Durum bundan ibarettir hâl böyle olunca diğer peygamber
kardeşlerin gibi sende üzülme. O kardeşlerin bu davadan
vazgeçmediler. Musa (as), kardeşi Harun (as) ile o günün
devlet başkanı Firavun'a karşı çalıştılar gayret gösterdiler.
Sonunda onun saltanatına son verdiler. Durum böyle olunca
sende bu davana devam et denilmektedir.2340[14]

12-13- Biz böylece onu (alaya almayı) suçluların kalblerine


sokarız. Öncekilerin adeti (inkarları ve helakları) geçtiği
halde onlar yinede buna (Kur'an'a) iman etmezler.
İşte böylece Mücrim suçluların, kâfir günahkarların ki;
bugün suçlu denince günah işleyen, hırsızlık yapan akla
2339[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/277-279.
2340[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/279.
gelir. Asıl mücrim, suçlu iman etmeyenlerdir. İşte bu iman
etmeyenlerin kalbine, imansızlığı; inkârları sebebiyle
gerçekleştiririz de, iman etmezler. İmansızlıkları sebebiyle
de onlar, sanada senin getirdiğin kitaba da iman etmezler.
Daha önceki kâfirlerde peygamberlerine iman etmediği gibi,
bu imansızlardan bir kısmıda sana iman etmezler.
Evvelkilerinde durumu (sünneti) bu idi, sen üzülme tebliğ
yoluna devam et. 2341[15]

14-15- Onlara gökden kapı açsakda oradan çiksalardı:


Elbette şöyle derlerdi: "Muhakkak gözlerimiz bağlanmış,
belkide biz büyülenmiş bir toplumuz."
Onlar senden peygamberliğin konusunda; Daha önceki
ayetlerde belirtildiği gibi "melek gelsede görseydik veya biz
de gökyüzüne çıksaydık" derler. Halbuki onlara
gökyüzünün kapısını açsak ve onlarda oraya gündüz
gözüyle çıksalar, "bizim gözümüzü bu kaydırıyor gözle-
rimiz döndürülüyor, bize sihir yapıyor" derler.
Hz. Peygambere de imansızlar gelip şu ayı ikiye böl iman
edelim demişler, O'da mübarek işaret parmağıyla işaret eder
ayı ikiye böler; gözleriyle gördükleri halde sen bizim
gözümüzü boyuyorsun deyip iman etmediler." İnanmayan
yine inanmaz.
Hz. Peygambere iman edenler mucizesiz iman etmişler.
Sahabe mucize istememiş, hayatına yaşantısına bakmışlar
iman etmişlerdir. Tavuktan yumurtanın, yumurtanın içinden
de tavuğun çıkması, denizin
içinde balığın yaşaması, kuşun havada uçması birer
mucizedir. Bunları görüp inanmayana acaba hangi
mucizeleri getirip göstermek gerekir?
Fahrettin Razi 4 büyük imamın Allah'ın varlığını isbat eden
delillerinin hepsini bir arada tefsirinde zikretmişte... Bir

2341[15]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/279-280.
adamı bir kaleye haps etseler birgünde o kalenin bir duvarı
açılsa da dışarı çıksa ne denir buna dışarıdan bir adam bunu
açıverdi denir. Bir tavuk yumurtası ki insan bazan dikliğine
kırmakta güçlük çekiyor o boynunu tutamayan civciv o
yumurtanın içinden çıkıyor onu dışarıdan çatlatan bir güç
varki oda Allah'dır.
İmam Safi de dut yaprağını koyun yiyor et oluyor, ipek
böceği yiyor ipek oluyor; bir başkası yiyor süt oluyor, bir
başkası yedimi gübre oluyor. İşte bütün bunları evirip
çeviren yalnız Allah'tır. Bunlar bakacak gözler,
anlıyabilecek akıllar için birer mucizedir. Biz bunların
mucize olduğuna inanırız. 2342[16]

16- Biz gökyüzünde burçlar yarattık ve onu bakanlar için


süsledik.
Bunlar gökyüzüne bakmazlarını başlarını şöyle bir
gökyüzüne kaldırsınlar biz gökyüzünde burçlar yarattık.
Türkçemizde de kullanırız, bu burç kelimesini kalenin burcu
deriz, bu kalenin en yüksek ve sağlam yeridir. Eski
şehirlerde dış kale, iç kale, orta kale, iç kaleninde en yüksek
ve ortasında burç vardır orası enson alınabilen yerdir.
Astronomi ile ilgilenen alimlerimizde yıldız kümelerine ve
gökyüzü ile ilgili bazı şeylere burçlar demişler. Tabiki
burada bahsedilen burç ile astronomi alimlerinin
isimlendirdiği burçlar, bunlardır diyemediğimiz gibi
bunlarda değildir diyemiyoruz.
Gerek arstronomi gerekse bu ayette bahsedilen burçlarla
gazete köşelerinde bahsedilen burçlar arasında hiçbir alaka
yoktur ve o gazetelerdeki burçlarında hakikati yoktur.
Bu ayette Allahu Teala burç yarattığını ve bakan (görenler)
içinde biz onu süsledik diyor. Mülk suresinde de gözünü
döndür döndür bak gökyüzünde bir çatlaklık bir kusur ve

2342[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/280-281.
eksiklik görürmüsün ancak gözün sana yorgun olarak geri
döner buyurmaktadır.
Hakikaten gökyüzü kusursuz, eksiksiz bir şekilde yaratılmış.
Eksiklik ve kusur göremiyoruz; bize süslü geliyor. Tarih
boyunca bu böyle olmuş seyretmeye doyum
2343[17]
olmamıştır.

17-18- Biz onu (semayı) taşlanan her şeytandan koruduk.


Ancak kulak hırsızlığı yapanıda apaçık bir ateş parçası
peşine düşer kovalar.
ve o gökyüzünün burçlarını Allah'ın rahmetinden
uzaklaştırılmış şeytandan koruduk. O şeytanlardan kulağını
verip burçların ötesini dinlemeye çalışanlarada apaçık bir
ateş tabi olur ve onları oradan alı-verir. Mülk suresindede:
Biz gök yüzünü yıldızlarla süsledik ve onlardan bir
kısmımda şeytanları kovmak üzere yarattık.
Bu ayetlerin tefsirinde şeytanların cinlerin bu dünya insanı
için yaratıldığını ve dünyanın dışına çıkamiyacaklarmı
(belirli bir yere kadar) tabiki bu mesafeyi biz bilemiyoruz.
Yani burç denen yerler neresidir, dünyanın kendine has
yörüngesini idir, yörüngenin son sınınmıdır, bunu
bilemiyoruz. Fakat ayette ifade edilen şudurki; bu dünya ile
ilgili bir sınır var, oradan öteye şeytanların geçemiyeceğini
ve geçmeye çalıştıklarında da burçların onları
engellediğidir.
Bizim islam aleminin rasathaneleri pek güçlü değil;
Avrupalılar daha ziyade bu rasathanelere sahip. Bu ayetler
bu alimlere ulaştırılırsa herhalde onlar üzerinde daha çok
tesiri olur. 2344[18]

19- Yeryüzünü yaydık. Oraya dağlar koyduk. Orada


herşeyden ölçülü (nebatlar) bitirdik.
2343[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/281.
2344[18]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/282.
Yeryüzünü de insanlara yaydık ve orada sabit dağlar
kurduk; Yarattık. O yeryüzünde herşeyi ölçülü bir şekilde
yarattık çiçekleri ağaçları, ölçülü bir şekilde bitirdik insanlar
için.
Biıv çınar ağacı bir senede 2 metre, 2. senede 3 metre, 3.
senede 4 metre, 4. seneden sonra yerinde sayıyor. Eğer
ekildiği senenin hızı ile büyümüş olsa 300 yıllık bir çınar
İstanbul'un tamamını kaplıyacak durumda olur. Fakat
Allahu Teala çınara bir sınır vermiş. En iyi şartlar içinde iyi
hava ve su içinde belirli bir sınırı vardır. O sınırı aşmıyor,
diğer bitkilerin aynı şekilde bir sınırı var, O sınırı
aşamıyorlar. İnsanlar içinde boy da, kilo da, yaşama da bir
sınır var, o ne kadar çalışırsa çalışsın ne kadar spor yaparsa
yapsın, sınırı aşamaz.
İşte bunlar da Allah'ın bir mucizesidir. İnanmayanlar bizi
gökyüzüne çıkarsaydın diyorlar, gökyüzünede çıkarsak
onlar yine inanmazlar. Aklınız başınızda olsa
yeryüzündekilerine bakar, gökyüzündeki yıldızlara dahada
ilerisi kendinize bakar, kendinizde bulunan ilahi üs-
tünlükleri görür iman edersiniz. 2345[19]

20- Orada (yeryüzünde) sizin için ve rızkını


veremiyecekleriniz için geçimlikler yarattık.
ve sizin için yeryüzünde maişetler kıldık. Yiyecek, giyecek
gibi şeyler yarattık. Rızık vermediklerinizin maişetinide
yarattık. İnsan kendini besler ama onun dışında milyonlarca
canlı varki onların rızkını maişetini de Allah yaratır.
Denizde, havada, karada yaşayanların rızkını biz
vermiyoruz. İnsan bazen; işte şu kadar çocuğum olsaydı ne
yapardım diye düşünür, ama Allah milyarlarca canlının
rızkını veriyor. Herşey ölçü dahilinde.
Bugünkü insanların mantığında şu var. İngiltere'de derginin

2345[19]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/282-283.
birin de birisi makale yazmış. O makalede "şu kadar insan
var, şu kadar toprak var, bu toprakların hepsi ekilse bire yüz
verim alınsa, yani yapılan ziraatlar çok verimli olsa Nüfusu
10 sene içinde şu kadar hıza ulaşırsa yeryüzü bu insanları
besleyemez o zaman insanlar açlıktan birbirlerini yerler"
görüşünü savunuyor.
Fakat 19. ayette Allahu Teala: "Herşeyi ölçülü şekilde
bitirdik." Yani bu insanların ihtiyacı bugün şu kadarsa o
kadarı veriliyor. Bundan 50 yıl sonra dünyanın nüfusu 50
milyar olursa o insanların ihtiyacı olan rızkı Allah verir.
Zira O Rezzak dır; biz insanlara düşen görev; yeryüzünde ki
zulmü kaldırmaktır.
Daha önceden tefsin geçti. Davud (as) zamanında bir
adamın 99 koyunu, bir adamında 1 koyunu varmış. 99
koyunu olan 1 koyunu olan adama şu bir koyunuda bana
ver, senin 1 koyunu barındırman zor olur ona çoban tutsan
olmaz, otlatman ise tekbaşına müşkilat çıkartır diyerek
tartışırlar ve Davud (as)'m hakemliğine muracat ederler.
Davud (as)'a bir koyunu olan "Bu 99 koyunu olan, beni akli
yönden ikna etmek
istiyor. Haklı gibi de görünmek istiyor ben bunu kabul
etmiyorum" der. Davud (as) da "herkes hakkım gözetsin"
diyor. "1 koyunun sahibi bir koyuna 99 koyunun sahibide 99
koyuna sahip olsun" diyor. 2346[20]
Günümüzün ekonomik anlayışıda aynı, "verin şu küçük
tasarruflarınızı holdingler, şirketler, büyük patronlar
marketler açsınlar büyük kuruluşlar kursunlar." Necib Fazıl
bunu güzel ifade ediyor; "Allah'ın on pulunu bekleye dursun
on kul, Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul" İşte bu
ekonomik zulümdür. Bunun kaldırılması adaletin getirilmesi
bize düşen görevdir.2347[21]

2346[20]
Sad 22-24
2347[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/283-284.
21- Herşeyin hazineleri bizim katımızdadır. Biz onları ancak
belli bir ölçü içinde indiririz.
Herşeyin hazinesi bizim yanımızdadır. Ayın, güneşin,
suyun, havanın hazinesi bizim katımızdadır. Biz bunu belirli
oranda indiririz. Nereye Ne kadar yağmur ihtiyaçsa, oraya o
kadar yağmuru indirir. 2348[22]

22- Rüzgârları aşılayıcılar olarak gönderdikde gökyüzünden


su indirdik ve onunla sizi suladık. Onun hazinedarı siz
değilsiniz. Biz rüzgarları aşı olarak göndeririz.
Rüzgarın aşı yaptığını ayeti kerime 1400 sene evvelinden
vermiş günümüzdede ilim adamları bunu bize anlatıyorlar.
Meyve ağaçlarının çiçeklerinin aşılanması ve diğer
çiçeklerin aşılanması rüzgarın esmesi arıların bir çiçekten
öbür çiçeğe konması ile aşılanma meydana gelir. Allah
Teala "rüzgarları aşı olarak (aşıyapan) gönderdik ve
gökyüzünden yağmurlar indirdik. Onunla sizi sularız."
Gökten inen yağmurla biz sulanmıyoruz demeyin,
çeşmelerimiz ve göllerden gelen sular yağmur suyudur.
Memleketimizdeki kaynak suyunun dağların altına inip ora-
dan tekrar yeryüzüne pınarlar şeklinde çıkmasıdır ve onları
yağmurları depolayan siz değilsiniz yerin altında
depolayanda, gökyüzünde bulutlarda depolayan da Allah'dır
ve istediği yerede istediği kadar indirendir. O Allah 2349[23]

23- Şüphesiz biz, elbette biz öldürürüz biz diriltiriz ve biz


varis oluruz. (Herkes ölür biz kalırız)
Diriltende öldürende biziz. İnsanları dirilten ve öldüren
odur. Tekrar bu dünyadan götüren odur. "Herkesin varisi de
benim" diyor yani herkes ölür rabbim kalır. Rahman
suresindede "herkes fani, celal ve izzet sahibi Rabbinin zatı
bakidir" buyurmakta.
2348[22]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/284.
2349[23]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/284-285.
Varis kelimesi ölenden sonra kalana denir. Bütün insanlar
ölür Allah (cc) yine baki olarak kalır yani varis odur.2350[24]

24- Sizden önce geçenleride bildik, sizden sonra gelecek


olanlarıda bildik.
"Biz sizden önce geçenleri de biliriz." Yani şu anda biz
varız ya dünyada, bizden Hz. Ademe kadar geçenlerin
hepsini şu kadar yaşadı şu kadar ameli var şeklinde hepsini
bilir; kıyamete kadar gelecek olanlarında ne zaman nasıl ve
ne şekilde ve nerede geleceğini bilir.
İmansızlar bu noktada şu itirazı yapıyorlar "benim gelip
imansız olacağımı biliyordu, beni bu dünyaya niye getirdi"
diyor. Bizde böyle insanlara şunu deriz, "madem bu
dünyaya gelmek istemiyorsanız gidin bir eczaneye bir şişe
zehiri alıp içiniz bakalım" o zaman gidecekler mi? Tabiki
bunu da yapmazlar. Bir şişe zehir içmek kafirlere günah
olmaz, zira onların küfrü günah olarak onlara yeter. Onları
cehenneme götürmeye imansızlıkları yeterde artar bile.
Müslümanın zehir içmesi intihar etmesi büyük
günahlardandır.
Peki diğer bir açıdan bakarsak, dünyaya getirmeseydi de
direk "Ben seni dünyaya getirsemde, getirmesemde sonu
hep aynı olacaktı" diyerek cehenneme gönderseydi. O
zaman insan, olurmu yarabbi senin varlığını ve birliğini
nasıl tanımam" diye itiraz ederdi.
Yeryüzüne gelip, ahirete gidince günahları önüne getirilecek
şöyle bir bakıp itiraz edeceğini haber veriyor Allah cc. İşte o
zaman insanın elini konuşturur, ayaklarını konuşturur neler
yaptıklarını anlatırlar.
Allah geçmişide bilir, geleceğide bilir de niye insanları bu
dünya sahnesine getirir? İnsanların ahirette yapacakları
itirazı gidermek için Orada "yarabbi beni dünyaya

2350[24]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/285.
getirseydin orada salih kulun olurdum." dedirtmemek
için. 2351[25]

25- Şüphesiz onları toplayacak olan Rabbindir. O


hikmetle hükmedendir, herşeyi bilendir.
26- Muhakkak biz insanı kuru çamurdan, değişken
balçikdan yarattık.
Biz insanı Kuru çamurdan yarattık, "şekli, karılmış
olmaktan değişmiş çamurdan yarattık" kurumuş ama
pişmemiş çamur. Vurulduğu zaman ses getiriyormuş mesela
köyde kerpiç yapardık, çamuru kararlardı da birkaç gün
kendi haline bırakırlardı iyice özleşmesi için. İşte o özleşme
esnasında biraz şekilde değiştirir, rengide değişir. Hz.
Ademi "Biraz siyaha çalan rengi değişik bir çamurdan
yarattık.2352[26]

27- Cin'ni de daha önce, nüfuz edip zehirleyen ateşden


yarattık.
"insanoğlunu yaratmadan Önce, cinleri dumanı zehirleyici
bir ateşten yarattık, yani cinni ateşten inşamda topraktan
yarattı Allah cc.
Adamın biri hocaya gelmiş şeytan ateşten mi yaratıldı?
"evet" demiş. Adam tekrar, hoca o zaman ateş ateşi
cehennemde nasıl yakacak"? demesi üzerine hoca biraz
düşündükten sonra, yerden bir toprak keseği (parçasını)
almış adamın başına vurmuş, adamada "başını acıttı mi? der,
oda "evet" deyince bak topraktan yaratılana toprak nasıl acı
veriyorsa ateşten yaratılanada ateş aynı şekilde acı ve elem
verir" değil mi der. 2353[27]

28- Hani Rabbin meleklere demişti: "Ben kuru çamurdan,

2351[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/285-286.
2352[26]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/286.
2353[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/286.
değişken balçıkdan bir beşer yaratacağım."
Bu ayetlerin tefsiri için Bakara suresi 30-37. ayetlerinin
tefsirine bakınız. 2354[28]

29- "Onu düzeltip ruhumdan üflediğim zaman ona


secdeye kapanın"
30- Bütün melekler topluca ona secde ettiler.
31-Ancak İblis secde edenlerle birlikte olmaktan kaçındı.
32- (Allah:) "Ey İblis sana ne oluyorki secde edenlerle
beraber olmadın" dedi. 2355[29]

33- (İblis:) " Kuru çamurdan, değişken balçıkdan yarattığın


bir insana ben secde edemem" dedi.
"Simsiyah rengide değişmiş, çamurdan yaratılmış birine,
secde edemem dedi." İblis, şeytanın Allah'ın rahmetinden
kovulmasının sebebi yalnız secde etmemesi değil; eğer Öyle
olmuş olsaydı bir müslü-man bir vakit namazı geçirmiş
olmakla cehennemi boylar. Ebediyyen cehennemde yanmış
olması gerekirdi. Fakat af edileceğine dair birçok hadis var.
Namazımızı kaza edebiliriz veya tevbe edebiliriz. Zaten bu
surenin sonundada af edileceğine dair ayet var.
Şeytanın inadı secde etmemesinde değil, O secde
etmemesinin gerekçesinde. "Ben, topraktan yaratılana mı
secde edeceğim!! ben ateşten yaratıldım. Burada 'Allah'ın
emrinden, kendi aklının üstünlüğünü' ortaya koyuyor. İnadı
şeytanın buradadır.
İçki içen birisi, içtiği zaman günaha girer. "Niye içiyorsun
günah değil mi?" dediğin zaman "Allah affetsin ne
yapayım" diyor.
Bir de hiç içki içmeyen bir kişi ki "20. asırda yaşıyoruz, bu
yasak olur mu? mideme dokunuyorda onun için içmiyorum"
dedimi bu adam imansız, kurtuluşu yok cehenneme gider.
2354[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/287.
2355[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/287.
Zira Allah'ın içki içmeyiniz emrini beğenmediği ve kendi
aklını beğendiği kendini ilah kabul ettiği için. Böyle
insanların affedilme şansı yoktur. Fakat daha sonra tevbe
istiğfar eder tekrar şehadet getirirse başka, bu inancı taşıdığı
müddetçe bu kişinin affı yoktur. 2356[30]

34-35 (Allah) Dedi ki: "Çık oradan şüphesiz sen kovuldun"


"Şüphesiz kıyamet gününe kadar la'net senin
2357[31]
üzerinedir."

36-40- (İblis:) "Öyle ise onların dirilecekleri güne kadar


bana mühlet ver." dedi. (Allah:) "Haydi sen vakti belli güne
kadar mühlet verilenlerdensin" dedi. (İblis:) "Ey Rabbim,
senin beni azdırman karşılığında bende onlara yeryüzünde
(isyanı, inkârı) güzel göstereceğim ve hepsini azdıracağım."
"Ancak onların içinden ihlaslı kulların hariç"
Bu ayetleri tefsir ederken alimlerimiz güzel ifade
kullanmışlar. "Allah (cc) şeytanı senin yüzünden kovdu,
sende tutub da şeytanla dost olma." Bu şuna benzer, üç
kişiden ikisi kendi aralarında üçüncü arkadaşı için kavga
edib de kendisi için kavga edilen üçüncü kişinin diğeriyle
dost olup kendisi için diğeriyle kavga edenin ortada kalması
gibi bir şeydir. İşte bu seferde Allah'a karşı harp ilan etmiş
oluruz.
Bugün şeytanlaşmış insanlarda, kitaplarında, gazete ve dergi
köşelerinde haram olan şeyleri öyîe süsliiyorlarki, mesala:
Bir kadın kocası sağ iken kaç kişi ile zina ettiğini kitap
halinde yayınladı, kocasıda kalp sektesinden gitti. Kadın
fuhşunu öyle süslüyor ki ona bu durumu şeytan ilham
ediyor. Ona bu işi öyle süslüyor ki "yazda başkalanda bun-
dan istifade etsin" şeklinde kalbine vesvese veriyor. Ancak
bu vesvese Allah'ın salih kullarına geçerli olmaz. Allahu
2356[30]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/287-288.
2357[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/288.
Teala da buyuruyorki; 2358[32]

41- (Allah) Dediki: "İşte bana doğru olan dosdoğru yol bu


(ihlaslı kullarımın yolu) dur."
"Bu yol bana gelir. İslam yolu bana gelir. Bu yol
dosdoğrudur vede bana gelir. Bana gelmek istiyorsan islam
yolu üzerinde ol. İmansızlarla beraber cehenneme
gidecekseniz ki benim ona rızam yoktur. O da benim
yolumun dışıdır." 2359[33]

42- "Şüphesiz benim kullarım üzerinde senin otoriten


yoktur. Ancak sana uyan azgınlar hariç"
Şeytanın insan üzerinde saltanatı yoktur. Bu ayet bunun
delilidir. Şeytanın çarpmasından da korkmayın "Euzu
besmeleyi" çektikmi şeytanın işi bitmiştir. Ayette Allahu
Teala "Benim kullarımın üzerinde senin hakimiyetin
geçmez" buyurmakta "ancak sana uyan azgınlar ve sapkın
kişiler üzerinde senin saltanatın vardır. Yani şeytanın
oyuncağı olan insanlar vardır bu memlekette..... 2360[34]

43-44- Şüphesiz onların hepsine va'dolunan yer


cehennemdir. Cehennemin yedi kapısı vardır. Her kapı için
onlardan (azgınlardan) taksim edilmiş pay vardır.
Onların varacağı (onlar için vaad edilen) yer cehennemdir.
Hepsinin gideceği yer oradır. O cehennemin de 7 kapısı
vardır. 7 kapısından kimlerin gireceği ayrı ayrı taksim
edilmiştir. 2361[35]

45-46- Muhakkak müttekiler, cennetlerde ve


pınarlardadırlar. Oraya güvenle selametle girin.
Muttakiler de cennettedir ve orada baldan sütten ve hiç
2358[32]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/288-289.
2359[33]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/289.
2360[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/289.
2361[35]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/289-290.
insana ağır gelmeyen içecekler vardır. Oraya selametle
giriniz. Her türlü zarardan emniyet içinde olacaksınız, yani
bu dünyada hastalıktan, fakirlikten, ihtiyarlamaktan,
korkuyoruz. İşte bu dünyadakilerin hiç biri orada ol-
mayacak, kişinin gönlünün arzu ettiği şey olacak
orada. 2362[36]

47-48- Göğüslerin deki kini çıkarıp attık ve kardeşler olarak


karşılıklı koltuklar üzerindedirler. Onlara hiçbir zorluk
dokunmaz. Onlar oradan çıkarılacakda değillerdir.
Bütün cennettekiler birbiriyle kardeşdirler. Karşılıklı
koltuklara oturmuşlar, içlerinde kin ve nefretdende eser
olmayacak. Orada yorulma diyede birşey olmayacak. Cinsel
iktidarsızlık yok ve oradan çık-makda yok. O nimetlerin
sonu gelirmi diye bir endişede yok. 2363[37]

49- Kullarıma haber verki şüphesiz ben Gafur ve Rahiınİm.


"Kullarıma söyle ben bütün günahları af edeceğim,
müminlere merhamet ediciyim." Öyle ise bu ayete göre
günahlara devam etsekmi diye aklımıza gelebilir. Fakat
hemen bir sonraki ayettede Allah (cc): Şöyle buyurur: 2364[38]

50- Ve benim azabımda çok acıklı bir azabdır.


"Onlara haber ver azabımda çok şiddetlidir." Korku ile ümit
arasında yaşaması gerekir müslümanın; "Cennete bir kişi
gidecek deseler, o ben olabilirim," "cehennemede bir kişi
gidecekmiş" deseler, "o ben olabilirim" şeklinde hareket
etmesi gerekir. 2365[39]

51- Onlara İbrahim'in misafirlerindende haber ver. Bu


ayetlerin tefsiri için Hud suresi 69-81. ayetlerin tefsirine
2362[36]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/290.
2363[37]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/290.
2364[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/290.
2365[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/290-291.
bakınız. 2366[40]

52-54- Hani misafirler onun (İbrahim'in) yanına girince


"selam" demişlerdide (İbrahim) "Biz sizden korkuyoruz"
demişti. Onlarda: "Korkma biz sana çok alim bir çocuk
müjdeliyoruz" demişlerdi. (İbrahim:) "Benimi
müjdeliyorsunuz? İhtiyarlık bana gelip çatmışken siz benî
ne ile müjdeliyorsunuz?" dedi.
Allahu Teala bu surenin 51-54. ayetlerinde; daha önce "hud"
suresinde geçtiği üzere İbrahim (as)'a gelen meleklerle ilgili
olayın bir başka kelimelerle ifadesini burada veriyor. Bu,
Kur'an-ı Kerim'in kendisine has bir özelliğidir. Aynı olay
çeşitli ifadelerle yeri geldikçe tekrarlanır. En çok tekrar
edilen olaylarda insan oğlunun en çok karşı karşıya
gelebileceği olaylardır. Hangi olay fazla tekrar edilmişse; o,
olay insanların hayatında çokça tekrarlanan ve
müslümanların çokça karşı karşıya gelebileceği olaylardır.
Bu şuna benzer; biz bazen çocuğumuza bazı uyanlarda
bulunuruz. "Şu işi yapma bu işi yap," diye tembihte
bulunuruz. Bunu bir defa tembih etmekle yetinmeyiz. Yeri
geldikçe defalarca sık sık aynı şeyleri tekrar ederiz.
İşte bu noktada bazıları Kur'ana itirazda bulunurlar. Kur'an-ı
Kerim'de yer yer lüzumsuz tekrarların olduğu bunların
abesle iştigal olduğu; yersiz bir tekrar olduğu
düşüncesindedirler. Mesela Rahman suresinin bir ayeti
çokça tekrar edilmiştir. İşte bunu; bir nakısa, eksiklik olarak
addetmektedirler. Halbuki onların mantığına göre hareket
edilse yukarıda da belirttiğimiz gibi bir insan oğluna,
hanımına, arkadaşına; bababasma.... bir şeyin yasaklığını
yapılıp veya yapılmaması gerektiğini bir defa söylemesi
gerekir. Fakat durum böyle değil bir değil birkaç defa belki
her karşılaşma ihtimali oldukça (sayı önemli değil) tekrar

2366[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/291.
etmek mecburiyetinde kalırız.
İşte Allahü Tealada Kur'an-ı Kerim'inde bu şekilde yapmış
önemli gördüğü olay ve emirleri çok çok tekrar etmiştir.
Nedim'de şiirinde Nedim: Ey Nedim Ey Nedim Ey Nedim,
diye çok tekrarlamış kendiside bu tekrardan rahatsız olunca.
"Hoştur tekellümün dile Ey Nedim, Gulu-i şişede kul
kulmusun nesin" diyerek kendi sesini şişenin suyunu
boşaltırken çıkarmış olduğu sese benzetmiş. İşte rahman
suresinde de, yukarıda zikrettiğimiz ayetle önce nimetleri
sayıyor daha sonrada, "onları nasıl yalanlarsınız." fermanını
veriyor. Bu nimetleri nasıl yalanlarsınız her sayılan nimetin
arkasından bir tembih olarak zikredilmiştir.
Melekler Hz. İbrahim (as)'ın yanına insan suretinde gelirler
ve ona "selam" derler. İbrahim (as) da biz sizden
korkuyoruz der. Meleklerde: Korkma biz seni çok bilgili bir
çocukla müjdeliyoruz yani senin çok bilgili değerli bir
çocuğun dünyaya gelecek diyorlar. İbrahim (as)'da: Şu
benim ihtiyarlık halimde mi siz bana çocuk
müjdeliyorsunuz. Ben ihtiyar bir adamım. Hûd suresinde de
İbrahim (as)'ın hanımı diyorki; "Bu nasıl olur? ben ihtiyar
ve de kısır bir kadınım. Kocamda ihtiyar" dediğin de,
melekler; "Sen Allah'ın emrine teaccüb mü (hayret mi)
edersin.?" diyorlar. Bu surede de 2367[41]

55- "Sana hakikati müjdeledik. Ümit kesenlerden olma."


dediler.
"Biz seni bir gerçekle müjdeliyoruz. Söylediklerimiz
gerçektir. Senin bilgili alim bir çocuğun olacak," yani İshak
(as)ı müjdeliyorlar İbrahim (as)'a, sen ümitsizlerden
olma. 2368[42]

56- (İbrahim:) "Rabbinin rahmetinden sapıklardan başkası


2367[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/291-292.
2368[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/292.
ümit kesmez" dedi.
Rabbimin rahmetinden ümit kesenler, sapkın insanlardır
diyor. İbrahim (as); "Ben rabbimin rahmetinden ümidimi
kesmem fakat bir vakıa vardır. İhtiyar bir insanın ki,
hanımıda kısır, aynı zamanda yaşlı. Tefsircilerin ifade
ettiğine göre, hanımı 90, Hz. İbrahim (as) da 100 veya 120
yaşlarında 2369[43]

57-60- (İbrahim) dediki: "Ey elçiler daha başka ne işiniz


var?" (Misafirler dedilerki: "Biz suçlu bir kavme (ceza
vermek için) gönderildik." "Lut'un ailesi hariç biz onların
hepsini kurtaracağız" Yalnız (Lut'un) karısı müstesna onun
geride kalmasını takdir ettik."
Ey Allah'ın gönderdiği melekler sizin işiniz nedir. Ne
yapmak üzere geldiniz yalnız müjdelemek için mi? geldiniz,
yoksa başka bir iş içinmi geldiniz, biz suçlu o günahkar
toplum için geldik. Yani Lût (as)'ın kavmini helak etmek
üzere gönderildik. Lût (as)'a iman edenler müstesna onları
biz koruyacağız korumakla görevlendirildik. Ancak Lût (as)
m ailesinden hanımı müstesna, o geride kalıp helak
olanlardan olacak." 2370[44]

61-64- Bunun üzerine elçi (melek)ler Lut ailesine geldiler.


(Lût): "Siz tanınmayan bir topluluksunuz" dedi. (Melekler)
dedilerki: "Hayır, biz sana onların, hakkında şüphe
duyduğunu (azabı) getirdik" "Biz sana gerçeği getirdik. Biz
gerçekten doğru söylüyoruz"
Melekler Lût (as)'ın ailesine, yani evine gelince Lût (as) "siz
bilinmeyen bir insansınız siz kimsiniz nereden gelip nereye
gidiyorsunuz sizi tanımıyorum. Meleklerde biz sana seninle
çekişen kişiler varya onlarla çekiştiğin konunun tahakkuk
etmesi için geldik. Daha önceden Lût (as)ın kavmi "rabbin
2369[43]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/292-293.
2370[44]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/293.
helak edecekse etsin" diyorlardı ya işte sana itiraz eden
adamların haklı olmadığını göstermek için biz sana gerçekle
geldik ve biz sana doğru söyleyenlerdeniz. Biz Allah'ın
vadini gerçekleştirmek üzere gönderildik. 2371[45]

65- "Gecenin bir kısmında aileni yürüt ve sende


arkalarından git. Sizden hiçbir kimse arkaya bakmasın ve
emrolunduğunuz yere gidin."
Geceleyin sana iman edenleri ve aileni yola çıkar götür ve
onların arkasından yürü. Geriye kalanlar olacak olursa sen
onlarıda ileriye doğru it, helak olmasınlar. Şehirde
kalmasınlar ve onlardan hiç bir kimse geriye dönüp
bakmasın, Allah'ın size emrettiği yere kadar gidiniz. 2372[46]

66-71- Ona şu emri hükmettik ki: "Onlar sabaha çıkarlarken


sonları kesilmiş olacak" (Hepsi helak olacak.) Şehir halkı
sevinerek (Lût'un evine) geldiler. (Lût:) Dediki: "Bu benim
misafirimdir. Beni mahcup etmeyin" "Allah'dan korkun ve
beni rezil etmeyin" (Şehir halkı:) "Biz seni elaleme
karışmaktan yasaklamadikmi?" dediler. (Lût:) "Eğer
yapacaksanız işte kızlarım" dedi. (Erkeklerle birleşmek
yerine şehrin kızlarıyla evlenmelerini teklif etti).
Biz hükmümüzü bu konuda verdik, onların geride
kalanlarının sonları sabaha yakın kesilmiş olacaktır. Bundan
sonraki 67, 68-69 ayetlerde de Allahu Teala melekler
arasında geçen konuşmayı hatırlatıyor şehir halkı bugünkü
argo tabiriyle, ibne gurubu yani ahlaksız gurub; doğruca Lût
(as)'a gelirler ve birbirlerinede Lût (as)'ın evine iki tane
güzel adam gelmiş diye müjdeleyerek haber verirler.
Lût (as) da bunlar benim misafirim beni onların karşısında
rezil etmeyin. Benim evime kadar gelip, benim evimde
onlara tecavüze yeltenip, beni onlar karşısında rezil etmeyin
2371[45]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/293-294.
2372[46]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/264.
Allah'tan sakının der.
O ahlaksızlarda, biz sana daha önce söylemedik mi bu
insanlara karşı bizi yasaklama niye bizi, bu yaptığımız kötü,
ahlaksızlığımızdan alıkoyuyorsun diyorlar. Lût (as) da
diyorki: İşte benim kızlarım, yani benim kızım ve sizlerin
kızlarınız; Allah erkek için kadın yaratmıştır.
İşte o kadın ve kızlarla evlenin, bunlarla o ihtiyacınızı
giderin, eğer bir iş yapacaksanız, cinsel ilişkide
bulunacaksanız kızlarla, kadınlarla yapınız. 2373[47]

72-73- (Ey Rasûlüm,) ömrüne yemin olsun ki onlar


sarhoşlukları içinde bocalıyorlardı. Derken onlar güneşin
doğma vaktine girerlerken gürültü onları
2374[48]
yakalayıverdi.

74- Üstünü altına getirdik. Üzerlerine çamurdan pişmiş


taşlar yağdırdık.
O ülkenin, altını üstüne getirdik ve onların üzerine
çamurdan yapılmış taşlar (ki pişirilmiş tuğla şeklinde ateş
gibi taşlar) yağdırdık onları helak ettik. 2375[49]

75- Şüphesiz bunda işaretten anlayanlara ibretler vardır.


76- Şüphesiz o (şehrin harabeleri) yol üzerinde duruyor.
77-EIbette bunda iman edenler için ibret vardır.
İbret alanlar için bunların hepsi birer ibrettir diyor Allah
(c.c). Buda dosdoğru bir yol ve dosdoğru yola götüren bir
metoddur ve burada da müminler için ibretler vardır.
Günümüzün imansız kesimi, yeni tabiriyle ateistleri daha
ziyade de yönetici kadroda olanlar insanların dinden
uzaklaşmaları için gereken bütün siyasi, askeri, ekonomik,
güçlerini kullanıyorlar. Zira insanlar, inançtan soyutlanınca

2373[47]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/264-265.
2374[48]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/295.
2375[49]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/295.
istenildiği gibi yönetmek mümkün olacaktır. O zaman
insanlar sürü haline gelir ve birbirlerine olan bağlantıları ki
biz buna din bağlantısı diyoruz, o ortadan kalkar. Bu
bağlantı kalktımı artık kişiler arasında menfaat birliği-
meydana gelir. O da düzenli devam etmez. Bu bir leş
etrafında toplanan köpeklerin birliği gibi hepsininde amacı o
leşten bir pay almaktır. Bu olmadığı zaman oradaki birlik
çabuk dağılır,
Yine aynı bir bağda günümüzde futbol maçlarında
görülmekte. Aynı takım için aynı sallarda bir veya iki
saatliğine biraraya gelirler, maç bittikten sonra bu bağlılıkta
dağılır.
Kısacası ne ticari bağlılık, ne siyasi bağlılık, din bağlığı
kadar kuvvetli değildir. İnsanlar arasındaki menfaat bağının
en az olduğu yer dindir. Çünkü Allah tarafından gönderilen
bir iple bağlanıldığı için kuvvetli bir bağdır. Dünyada
devlet, ahirette de cennet çıkarı söz konusudur. Orası da
bölüşmekle bitmeyen bir nimettir.
Daha önce de belirtildiği gibi kitap okumak isteyenlere,
önce Kur1 an-ı Kerim'i okumalarını tavsiye ederiz.
Kur'an-ı Kerim'de geçen, Süleyman (as)'ın Belkis'in tahtını
getirmesi, Yakub (as)'ın oğlunun kokusunu duyması, birer
hakiki olay olarak kurgu konusunu teşgil etmektedir.
Yine fikir planında yeni birşey yoktur. Bugün fikir olarak
ortaya atılan herşeyin Kur'anda bir benzeri bir örneği
mevcuttur. Mesela Musa (as) zamanında kavmi; Allah'ı
açıkça göstermedikçe biz sana inanmayız" diyorlar.
Bugünün inşamda; "Tabanı tuvarda deneyemediğim şeye
inanmam" diyor her ikiside fikir alanında aynıdır. İfade tarzı
değişiktir. 2376[50]

78-79- (Şuayb'ın kavmi plan) Eyke halkı zalim idiler.

2376[50]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/295-296.
Onlardanda intikam aldık. İkiside (Lût kavminin ve Eyke
halkının harabeleri) apaçık yol üzerindedir.
"Eyke" bir şehrin adıdır. Şuayb (as)'ın peygamber olarak
gönderildiği şehirlerden birisi, oranın halkıda Şuayb (as)'a
iman etmiyorlar. Hud suresinde de geçmişti. Orada Şuayb
(as) onlara "gelin Allah'ın emirlerine uyun yasaklarından
sakının, hukuk olarak Allah'ın hukukuna bağlanın, alış
verişlerinizde terazilerinizi adaletle tutun. Haksızlık
yapmayın, sözlerinizi tutun, akidlerinizi yerine getirin" dedi.
Çünkü Şuayb (as) kavmi o gün için uluslararası ticareti
elinde tutan bir toplumdu. Her Peygamber gönderildiği
toplumun hastalığım tedavi ediyor Şuayb (as)ın kavmide
ticaretle meşgul oldukları için o konuda fazla emir ve
yasaklar var.
İşte bu konuda, Şuayb (as)ın kavmide, "senin namazın mı
bizim malımızda istediğimiz gibi tasarruf etmemizi
engelliyor" diyorlar. "Biz malımızda istediğimiz gibi
tasarrufta bulunuruz, sen bunu engelliyorsun."
Günümüzde de aynı şeyler söyleniyor kişi malında dilediği
gibi tasarrufta bulunmalı" derler. İslam hukuku mülkiyete
saygı duyar, ancak mülk birinci planda Allah'ındır. İkinci
planda da kullarındır. Ona kullanma hakkını vermiştir.
Dilediği gibi tasarrufta bulunamaz ancak çizilen belirli
kanunlar ve kurallar dahilinde kullanır.
Bunun meşru olması gerekir. Meşru olmayan yerlerde
kullanmaya başladı mı (Nisa suresinin beşinci ayetinin
tefsiri geçmişti) islam sefih olan kimsenin malına el koyar
bu islami devlettedir. Onun adına bir kayyum malını
yönetir, çoğalmasını sağlar, zira o kişinin malını çar çur
etmesi topluma zarar verir milli ekonomi dediğimiz
ekonomiye zarar verir.
İşte bugünkü bazı ekonomistlerimiz de Şuayb (as)'ın
kavminin dediğini aynen tekrar ediyorlar: "Biz serbestlik
taraftarıyız."
Allahu Tealada "biz onlardan intikamımızı aldık, onlar
helak oldular da onlardan sonra gelenlere bir örnek oldular,
örnekte öncü oldular" buyurur. 2377[51]

80-84- Gerçekden Hicr halkı da peygamberleri (Salihi)


yalanlamışlardı. Biz, onlara ayetlerimizi vermiştikde onlar
ayetlerden yüz çevirmişlerdi. Onlar dağlardan güvenli evler
yontuyorlardı. Derken onlar sabaha girerken gürültü onları
yakalayıverdi. Kazandıkları onlara hiçbir fayda vermedi.
Hicr ahalisi ki; Tebuk ile Medine arasına yerleşmiş çok eski
bir toplum. Allah (cc) Onlarada peygamber gönderir,ama
Onlar; peygamberlerini yalanlarlar. "Biz Onlara ayetler
gönderdik ama Onlar ayetlerimizden yüz çevirdiler." Fakat
Onlar güçlü insanlardi,taşları oyarak kendilerine evler
yapıyorlardı. Türkiyemizde de Toroslann eteklerinde bu tip
(taşları oymak suretiyle)yapılan evler vardır.Geçmişten
günümüze kadar gelebilmiş evler,Onlar san ki; Allanın
azabının başlarına gelmeyeceğini, helak olmayacaklarını
zannediyorlardı.
Fakat Allah onları taşlardan oyulmuş evlerinde bile helak
ettiğini bu surede anlatıyor. Bunu şunun için anlatıyor.
İmansızlar, elindeki askeri güce, silah üstünlüğüne bakarlar,
(körfez savaşında da bu apaçık görüldü) dünyanın her
tarafındaki mazlumların yüreklerin deki cesareti yok etmek
ve onlara korku salmaktı biz güçlüyüz silahımız var" şek-
linde propaganda yaparlar. İşte tam öyle biryerde Allahu
Teala, Hz. Peygambere; 2378[52]

85-Biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakiler! hak ile yarattık.


Kıyamet saati mutlaka gelecektir. Şimdi sen güzel muamele
et.
2377[51]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/296-297.
Hud 84-95
2378[52]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/297-298.
Hud 61-68
86-Çünkü senin Rabbin o yaratandır, bilendir.
"Birgün gelir kıyamet kopar, sen yine insanlara iyi muamele
ef'buyuruyor. İnsanlara iyi muamele edeceğiz yani
imansızla harbe girmenin dışında bütün ilişkilerimiz islami
olacak her durumda islami münasebetlerimizi korumaya
çalışmamız gerekir. "İnsani münasebet" sözü pek hoşuma
gitmiyor, hümanistlerin kullandığı bir kelime ama, islami
olmayan insani olamaz. Hümanistlerin insancıl anlayışı; bir
tek İsrailli veya bir İngiliz terazide bir Kefeye, Filistinlilerin
de hepsi bir kefeyedir. Biz münasebetlerimizin islami
olmasına gayret gösterip, insanlarında kültür yoluyla
fethedileceğine inanacağız. Zira tabancayı tutan bilek, bileği
yönlendiren yürek, (akıl) aklıda (yüreğide) yönlendiren
kelimelerdir.2379[53]

87- Yemin olsun ki sana tekrarlanan yediyi (fatiha suresini)


ve şu Kur'an'ı verdik.
Burada Allah'ın, kâfirin gücünü anlattıktan sonra, Hz.
Peygambere "biz sana fatiha suresini ve Kur'an-ı azimi
verdik" demesinin kafirin gücünü anlatmasıyla alakası
nedir? derseniz. Rabbim bize şunu veriyor aslında;
Peygamberin yanında ilk iman edenler bir kadın (eşi) Hz.
Hatice, Erkeklerden Hz. Ebubekir, çocuklardan Hz. Ali ve
kölelerden Zeyd (ra) var ama karşısında, Mekke devleti gibi
putperest bir devlet, Bizans gibi hıristiyan bir devlet, yine
ateş perest İran imparatorluğu ve Afrikaya hükmeden Habeş
imparatorluğu var. Bunlar arasında Hz. Peygamber bütün
insanlığa peygamber olarak gönderilmiş.
Aynı durumu günümüze göre değerlendirirsek, bir tarafta
Rusya-Varşova Paktı, diğer tarafta Amerika ve Nato Paktı,
işte Allahu Tealada peygamberimize "biz. sanada fatiha
suresi ile Kur'an-ı verdik" diyor.

2379[53]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/298-299.
Ne demektir bu. Yasin suresinin 2. sayfasını açarsak orada,
İsa (as)'a iman etmiş 3 mümin insan, Romaya islamı
anlatmaya gelir ve o, üç insan Roma'nın müslüman
olmasına sebeb olur. Tabiki başlarından birçok olaylar
geçer, hapishaneye atılırlar eziyetler çekerler. Sonunda
Roma'nın Hıristiyanlık dinini kabul etmesini -ki daha sonra
papazlar tarafından tahrif edilecek orası ayrı sağlamışlar. Bu
olay şunu ifade eder, tarih boyunca kalem hep silaha karşı
gelmiştir. O üç insan Roma'nın zulmünü adalete çevirmiştir.
İşte "Ey habibim o insanlar silahlara sahip iseler sen de
Kur'an'a ve Fatiha suresine sahipsin sanada biz bu ikisini
verdik" diyor. İşte bu işimizi gücümüzü bırakalım Kur'an'a
sarılalım anlamında değil, zaten Kur'an'a sanlsanız işinizi
gücünüzü bırakmazsınız. Ticaretinizi Kur'an'a göre yapar,
insanları İslama davet için çalışır, çalışan müslümanlar
olursunuz. Zira Kur'an bunları emrediyor.
Ders verdiğim talebe arkadaşlarıma diyorum ki, içinizden üç
kişiyi seçsinler, validen başlamak suretiyle, etkin olan
yöneticileri ziyaret etsinler, talebelerin durumunu
anlatsınlar, talebelerin İslama dönüş hareketinden
bahsetsinler, onlarında bu çalışmalara katılmasını sağlasın-
lar. Gitsinler yeraltı dünyasının babalarıyla görüşsünler.
"Bana bak efendi, bu kadar servet edinmişsin, senin
durumun Hz. Ömer'e benzer, zira o da; hem Mekke
hükümetinde parlementer hemde yeraltı dünyasının babası
idi. Onun müslüman olması ile çok şey değişmiştir. Bir
kurşunla gitmek yerine, eğer müslüman olursan tarihe
yazılırsın" şeklinde islamın tebliğ edilmesi gerekir.
Belki bunu kabul etmeyebilir. Kabul etmezse etmesin;
sözler çekirdekler gibidir. Çekirdek toprakta nasıl
yeşeriyorsa sözlerde aynı şekilde yeşerir çiçek verir meyveli
ağaca dönüşür. Belki çekirdek toprakta çürürde söz
çürümez.
İşte Kur'an-i Kerim'i okumanın anlamı budur. Tarihte
Cengiz'in orduları Moğolistan'dan kalkıp İran ve
Türkiye'nin yarısını işgal ediyor, taş üstünde taş bırakmıyor.
Fakat 50 yıla kalmadan müslüman olmadık adam kalmıyor.
Torunu Timur da islam dinine büyük hizmetler yapmıştır.
Gerçi Ankara'da Yıldırım Beyazıt'* dövdüğü için biz pek
sevmeyiz ama ilme aşık bir adam, büyük eserler yazdırmış,
ulemayı Herat'a toplamış ilim adamlarınında her isteğini
vermiş diyelimki adama eserlerinin nakli için 300 devemi
lazım hemen vermiş.
İşte orada bir araya gelen alimler kendi aralarında hayli ilim
alışverişi yapmışlar. İşte ölüden diriyi, diriden de ölüyü
çıkarır mealindeki ayetin tecellisidir bu. Müminden kafir
kafirden de mümini çıkarır. 2380[54]

88- Sakın onlardan bir kısmına verdiğimiz (dünyalık)


şeylere gözlerini uzatma. Onlara karşı üzülme. Müminlere
kanatlarını indir.
Onlara çift çift verdiğimiz ve dünyadan faydalandırdığımız
şeylere gözünü uzatma, yani imansızların elindeki imkanlara
imrenme, onlara o imkanlar geçti diye sen hüzünlenme sen,
müminlerle beraber ol, onlara yumuşak davran, kanatlarını
onlara ger.
Bize düşen tekbaşımıza da kalsak, "Allah vardır, birdir
şeriki ve naziri yoktur." Biz bunu demekle mükellefiz. Bu
konuda demokrasiye inanmıyoruz. Bak bu kadar hıristiyan
profösörü, doçenti, bilim adamı teknikte ileri gitmişler böyle
diyorlar, sen onlardan akıllı mısın deseler. Belki ben onlar
kadar akıllı değilim ama rabbim bana bunu bu şekilde
emrediyor vesselam İki olsaydı kavga ederlerdi, bunu
çocukluğumuzda bize iyi öğretmişler babalarımıza Öyle bir
kültür verilmişki kültürü bütün milletine mal etmiş
ecdadımız. Bize "Allah kaç" diye sorduklarında bizde "1"

2380[54]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/299-300.
derdik. Nasıl bildin? 2 delilinden biri "aklî," biri "nakli."
Aklîsi nedir dedilermi "iki olsaydı kavga ederlerdi" diye
öğretmişlerdir. İşte bu çocuk aklına iyi yerleşir onun
benliğine iyi siner.
Allahu Teala Hz. Peygambere, "sakın inanmayanların maddi
güçlerine bakıpta acaba deme, siyasi güçlerine bakıpda
acaba deme, onlara heveste etme, etrafındaki az olan
inananlara bakıpta üzülme" diyor. Zira Hz. Peygamberin
yanında kapkara kupkuru Hz. Bilal Habeşi, kabilesi yok
maddi gücü yok "sen onların üzerine kanatlarını ger."
Nitekim Hz. Peygamber onlara rahmet kanatlarımda germiş.
İşte Hz. Peygamberin insanlara bakış açısına uygun bir
toplum meydana getirilsin inanınki dünyayı fetheder. Bugün
bazı kardeşlerimiz, bu toplum ile olmaz der, hemen suçu
cemaate atar. Fakat biz hocalar kendimizde kabahat
bulmuyoruz, bu cemaati yönlendirecek hocaların olması
gerekir. Eğer biz bunları yönetecek durumda olmuş olsak
peygamber efendimizin o insanları yönettiği gibi o insanlara
kanatlarını gerdiği gibi kanatlarımızı gersek o insanlara
vurmayın, bize vurun di-yebilsek o zaman kurtuluş olur. Bu
zulümden felaha erişiriz. 2381[55]

89- Deki: "şüphesiz ben apaçık uyarıcıyım"


"Ben apaçık bir uyarıcıyım de." Ben sizi uyarıyorum, şu
yolun sonu cehenneme gider şu yolun sonuda cennete gider.
Bir tel veya elektrik direğinde elektriğin olduğunu bilen bir
kişinin, "o tel'e veya direğe dokunmayın elektrik vardır"
şeklinde uyarması kimse gibi Hz. peygamberde bir
uyarıcıdır. Uyarıcıya uymayan nasıl yanarsa, peygambere
uymayanda yanar. 2382[56]

90- (Müslümanları dağıtmak, isinim engellemek için


2381[55]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/300-301.
2382[56]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/301.
aralarında görev) taksimi yapanlara (daha önceki kavimlere)
indirdiğimiz azap gibi (bir azabı hatırlat)
91- Kur'an'ı parçalayanları (bir kısmına inanırız, bir
kısmına inanmayız diyenleri uyar)
92- Rabbine yemin olsunki onların hepsine soracağız.
93- Yaptıklarının hepsinden (soracağız) "Daha önce
kısımlara ayrılmış Yahudi ve Hıristiyanlara, încil ve Tevratı
verdiğimiz gibi. Biz sana Kur'an'ı ve Fatiha suresini verdik.
Onlar ki Tevrat ve İncili parçalara böldüler paramparça
ettiler."
Hıristiyanlık alemi 325'de İznik'de bir konsil toplayarak 300
İncilden 4 tanesini seçmişler günümüze kadar bu dört incil
gelmiştir.
İşte bu ayetleri Allahu Teala şunun için söylüyor. Onlar
parçaladılar siz parçalamaya yeltenmeyin. Zira "Onu biz
indirdik koruyacak olan da biziz" diyor. 1400 yıldan beri
bugüne kadar korunmuş, doğulu ve batılı bütün imansızlar
hücum etmelerine rağmen bu Kur'an'ı tahrif etmeleri
mümkün olmamıştır.
1960 yılların parlementerlerinden bazılarıda Kur'an'dan bazı
sözlerin çıkarıp Atasının sözlerinin konmasını teklif etmişti
ama.... Diyelim ki böyle birşeyi yapıp, bastırıp satmak
istese, insanlar bunu almaz.
Kur'an-ı parçalamaya kalkan kendini parçalar. Onların hepsi
yaptıkları şeylerinden dolayı sorguya çekilecek. Onlar, o
günün (peygamber zamanındaki) yahudi ve hıristiy ani an,
bugünün Allah'a karşı harp ilan edenleri; işte bütün
yaptıkları düşmanlıklarından dolayı hesaba çekile-
cekler. 2383[57]

94- Emrolunduğunu açıkça bildir. Müşriklere aldırma.


"Emrolunduğunu açıkça şöyle," sana gelen emirleri açıkça

2383[57]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/301-302.
ifade et, fısıltı ile müslümanlık olmaz. İslamın emirlerini
herkesin yanında, her durumda kimseden korkmadan,
çekinmeden açıklamak gerekir. "Aman şunları
söylemeyelim aramızda Ajan olabilir." demiyelim. Olursa
olsun, ister Mossat ister CİA ajanı olsun, önemli olan
açıklamaktır. Belki o da islamı öğrenmek için can atıyor,
onda da can var, o da bir ananın kuzusu.
Hz. Peygamber "şuna ayıb olur bu alay eder" demeden,
Allah'ın varlığını ve birliğini oradaki insanlara hiç kimseden
çekinmeden açıkladı. Bugün bizde bunu camilerin
minarelerinden günde 5 defa ilan ediyoruz.
"Müşriklerden de vazgeç" cümlesi meallerde "yüz çevir"
olarak verilmiş, yüzçevir, onlara iltifat etme, islamı
götürme, islamı onlara tebliğ etme anlamında değil. Onların
işkence ve iftiralarını hesaba koyma, onlara karşı içinden
kin tutma. Onlara selam verilmez, günaydın merhaba
denebilir, islamı münasebetler dahilinde hareket edilir. Her
fırsatıda değerlendirip onlara islam tebliğ edilir. 2384[58]

95- Alay edenlere karşı biz sana yeteriz.


Şahsen bana Cumhurbaşkanlığı, Genelkurmaylık gibi
makamlar kart verip, telefon verip, istediğin gibi konuş
deseler, daha değişik bir konuşma olur.
Halbuki bunlar bizim gibidir. İnsanın böyle güven
vermesine Önem veriyoruz da. Bu ayette Allah(cc); "O alay
edenlere karşı ben yeterim" diyor... buna pek o kadar önem
vermiyoruz gibime geliyor. Peki hocam Allah yardım eder
diyorsunuzda işte bu arkadaş 2 yıl hapis yatıyor. Sebebi ise
şu islami hizmetinden dolayı diyeceksiniz.
Kişinin islami hizmetinin ne zaman ve ne şekilde olacağı
belirli olmaz. Gönenli Mehmet hoca Denizli'de 6 ay hapis
yatar, orada kendi isteği iîe idamlıklar koğuşuna gider ve

2384[58]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/302-303.
orada hayli dini tedrisat yapar. Denizli çevresinde onun
yetiştirdiği birçok ilkokul mezunu imam vardır. İşte o
imamların yetişmesi için o hoca efendinin oraya girmesi
gerekir. 2385[59]

96- Allah la beraber başka ilah edinenler yakında


(gerçeği) bilecekler.
"O peygamberi alaya alan insanlar ki Allah'tan başka ilah
edinenlerdir." Dinimizi şu anda alaya alanlar, Allah'ı kabul
etmeyenlerdir. Ateistim diyen gavurlardır. Dinsiz
değillerdir, din olarak filanın kanunu, ekonomi olarakta
falanın ekonomisini kabul edeceklerdir.
Düne kadar Rusya koministlik kitabını kabul ediyordu
Gorbaçov yırtıp alıverdi. Şimdide Amerikaya ne olur bir
kitap yazıver diyorlar.
Yakında onlar bilirler. Onlara, ne boş insanlar olduklarını
dünyada da anlayacaklar, ahiret'te zaten anhyacaklar. 2386[60]

97- Yemin olsun biz biliyoruzki onların söylediklerine senin


göğsün daralıyor.
"Biz biliyoruz onların dediklerinden yüreğin sıkılıyor."
Tabiki Hz. Peygamberde bizim gibi bir insan, söylenenlere
rabbim üzülme diyor ama üzülecek kalp vermiş.
Efendimizin yüreği sıkılıyor. Rabbimde "biz bunu
biliyoruz" buyuruyor. Bundan rahatlamanın yolu: 2387[61]

98- Sen Rabbinin hamdi ile teşbih et ve secde edenlerden ol.


"Rabbini hamd ederek teşbih et ve secde edenlerden ol."
Namaz kıl, namaz insanı rahatlatır. Biz belki bunu
hissedemeyiz ama Hz. Peygamber en sıkıntılı anlarında
Bilali Habeşi'ye "Ezanı okuda şu namazı kılalım"

2385[59]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/303.
2386[60]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/303-304.
2387[61]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/304.
dermiş. 2388[62]

99- Yakın (ölüm) sana gelinceye kadar Rabbine ibadet et.


Günümüzde bazı sahte tarikatlar bu ayeti de delil getirerek;
"yakini bilgi gelinceye kadar rabbine ibadet et, yakini
bilgiyi elde ettikten sonra ibadet yapmaya gerek kalmaz"
diyorlar. Bu ayette; yakından maksat ölümdür. Ölümün
gelinceye kadar ibadet et demektir. Onun için hasta
yatağında yatan adam gücü ve şuuru yerinde ise namazını
kılacak. Şöyle hastaydı böyle hastaydı, abdest alacak
durumu yoktu olmaz. Teyemmüm yaparak yine de namazını
kılmalıdır.
Bu ayette sadece namaz zikredilmiyor (kulluk ibadet) zikr
edilmiş (ibadet kulluk) deyince de; Allah'ın kanunlarını
tanımak, islamın beş esası ve diğer bütün emir ve yasakları
da içine girer.
İslamda; Türkiye'de olduğu gibi köşeyi dönünceye kadar
kanunlara riayet ondan sonra riayet etmeme, milletvekili
olduğu zaman dokunulmazlığı vardır gibi birşey yoktur.
Herkes ölünceye kadar kanunlara riayet edecek, kulluk
görevini ve ibadetlerini yapacak, peygamberler dahil hiç
kimsenin dokunulmazlığı diye birşey söz konusu
değildir.2389[63]

2388[62]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/304.
2389[63]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/304-305.
NAHL SURESİ

Mekke'nin son dönemlerine doğru nazil olmuş.


Müslümanlara işkenceler epeyce yapılmaya başlamış,
tahammül göstermişler, dayanılmaz hale gelmiş,
Habeşistan'a hicret etmişler ve son dönemlere doğruda bu
"Nahl" suresi nazil olmuştur. Daha önce "igtera be tissa âtü
ven şeggal gameru" âyet-i kerîmeleri nazil olmuş, yani
kıyamet yaklaştı, sizin azap vaktiniz yaklaştı, anlamında
âyet-i kerîmeler nazil olmuş, ama bakmışlar ki kıyamet
koptuğu yok, azabın geldiğide yok, bunun üzerine
Muhammed (A.S.) Efendimize gelip; "Hani.! bizim kıya-
metimiz yaklaşmıştı, bize azap yaklaşmıştı, niye gelmiyor
Allah'ın azabı bize, madem ki hak Peygambersin, hadi
üzerimize taş yağsa ya" diye Efendimizle alay etmeye
başlıyorlar. 2390[1]

1- Allah'ın (müminlere zafer, kafirlere azab) emri geldi.


Artık onu acele istemeyin. Allah onların ortak koştukların-
dan uzaktır.
Kafirlerin Efendimizle alay etmeye başlamaları üzerine
Rabbim; "Etâ emrullahi fela testâcîlu, acele etmeyin, siz
Allah'ın azabını acele istemeyin, Allah'ın emri geldi."
buyuruyor. Yani hakkınızda hüküm verildi, manası verilmiş,
"Emrullahî"den kasıt, Allah'ın emri geldi. Yani Kur'ân'daki
emirler, yasaklar size bildirildi Siz Allah'ın azabını acele
etmeyin, yani siz bu emirlere uymadınız, yasaklarını
çiğnediniz. Siz o azaba acele etmeyin mutlaka sizin
hakkınızda o azap görülecek ve gelecektir. "Allah (cc),
onların Allah hakkında söylediklerinden münezzehtir,
temizdir ve onların şirk koştuklarından da yücedir."
Yani Allah'ı (cc) tanımayanlar, yaratılmışlar arasından bir

2390[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/307.
ilah edinmek mecburiyetinde kalıyorlar ve ona tapınıyorlar.
Allah (cc) di-yorki: Allah onların tapınmakta olduklarından,
onların şirk koştuklarından yücedir, buyuruyor. Çünkü
onların taptıklarını da yaratan Allah (cc) dür. 2391[2]

2- Kullarından dilediğine kendi emrinden bir ruh (vahiy) ile


Melekleri indirir. "Benden başka ilah yoktur, benden sakının
diye uyarınız" (der).
Hani Mekke'li insanlar Peygamber Efendimiz (A.S.)'m
peygamber olmasını da hafife alıyorlar. "Allah peygamber
gönderecekse niye seni göndersin ki, şu Mekke'nin ileri
gelen eşrafından bizler varız. Taifin eşrafından filanlar var.
Adamın sürü sürü develeri, sürü sürü koyunları, keçileri var.
Mekke'de, Medine'de Taif de çeşitli yerlerde, adı var şanı
var, bunların kabilesi var. Yani güçlü kuvvetli, paraya sahip
insanlar. Allah onlara peygamberliği vermiyor da sana mı
verecek.? Sen ki bir yetimsin, yani çocukken annesi ve
babası ölmüş, mali durumu da kötü olmuş bir insansın,a
yani Allah sana peygamberliği niye versin ki" diyorlar.
Aynen günümüzün insanının da söylediği gibi. Günümüzde
öyle insanlar vardır ki, hani "kepenek altında ne koç yiğitler
yatar" derler. Adamın islâmî bilgisi, Kur'ânla ilgili, hadisle
ilgili, fıkıhla ilgili fevkalâde bilgileri var ama maddi gücü
yok. Bu adam hakkında bir başkası "yok canım onda ne
olacak. Onun akli olsa parası olur" diyor.
Yani bir adamda aklın varlığıyla yokluğunun ölçüsü parası
üzerinedir. Mantîken doğru gibidir ama pratik hayatta bunun
doğru olmadığı da gözler önüne seriliveriyor.
Türkiye'nin en zengin iki insanının yanında çalışanlar,
onlardan bin kat daha zeki insanlar, fakat para bakımından
onun vereceği aylığa bağlı çalışmaktadır.
O günün insanı da, Efendimiz (s.a.v.) için peygamberliği

2391[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/307-308.
münasip görmüyorlar. Kur'ân-ı Kerîm; melekler vasıtasıyla,
Peygamber Efendimiz (A.S.V.)'a Allah(cc) tarafından
indirilmiştir. Kime indiriliyor? Allah'ın dilediği kişiye, öyle
sizin belirlediğiniz insana değil. Şu adamın fazla malı var,
şu adamın fazla siyasi itibarı var, buna indireyim, öyle
birşey yok. Allah dilediğine indiriyor.
Hani geçmişte gördük, Musa (A.S.) ki annesi korkusundan
evinden uzaklaştırma mecburiyetinde kalmış. Suyun
içerisinde bir sandalın içine koyuvermiş ve o da gitmiş.
Firavun'un evinde beslenip büyütülmüş bir insan. Kimi
kimsesi yok, yalnız Firavun'un himayesi altında büyümüş
bir insan. Onların mantığına göre hareket etmiş olsak yine
peygamberlik Firavuna verilmesi gerekir. Otorite elinde,
siyaset elinde, para elinde, ordulara sahip öyle bir insana
verilmiyorda, ordusu olmayan, silahı parası olmayan bir
insana veriliyor peygamberlik. Rabbim buna dikkatimizi
çekiyor.
En yüce makam peygamberliktir. O Peygamberliği yücelten
Allah'ın Ona verdiği kitap Kur'ân-ı Kerîm'dir. Öyleyse biz
iki dünyada da en yüce insan olmak istiyorsak Kur'ân-ı
Kerîm'i daha fazla öğrenmemiz gerekmektedir. Hz. Ömer
(R.A.) öyle demiş; "Ya mâ'şeral gurrâ" "Ey Kur'ân
okuyanlar! başlarınızı dik tutunuz, yolunuz size aydınlandı.
Yolunuz apaçık, Kur'ânla yolunuzu belirliyorsunuz.
Kafalarınızı, başlarınızı dik tutun ve insanlara muhtaç
olmayın, yük olmayın" diyor.
Yani Kur'ânla, din ticareti yapma tarafına gitmeyin.
Geçiminizi başka yollardan temin edin diyor Hz. Ömer.
(R.A.) (Nevevi,Et-Tibyan fi adab-ı Hamelet-il-Kur'an, El
bab-ül hamiş, fiadab-ı Hamîl-il- Kur'an)
Peygamberler, peygamber olarak görevlendiriliyor da, ne
söylüyor insanlara.? Ey ahali! Dikkat edin! Sakın
başkalarının yolundan gitmeyin. Ancak ve ancak bizi
yaratan Allah (cc)'a inanın ve O'nun sözüne güvenin ve
O'nun emrettiği ve yasakladığı şeylere dikkat edin ve riayet
edin ve yalnız Ondan sakının.
Yani "Fettegûn" ki çokça izah etmeye çalışmıştık, "ittigâ"
dedik. Hz. Ömer "ittaga" nedir? diye sormuş, Sahâbe'den
biri cevap vermiş; "ittiga", dikenli bir yolda yalın ayak
yürümektir. Dikenli bir yolda yalın ayak yürümeyi, köyde
yaşıyanlar iyi bilirler. Biz dikeni olmayan yere ayağımızı
basmaya çalışırdık, ayağımızı acıtmasın diye. Böylece gözü-
müz çok fazla dikkat kesilirdi.Normal gördüğümüzün
üzerinde görürdük. Dikkatimizi tamamiyle oraya
topluyoruz, ayağımıza diken batmasın diye.
İşte onun gibi bu dünya hayatında da gözün harama
değmesin, elin haramı tutmasın, kulağından kötü söz
girmesin, dilimden kötü söz çıkmasın diye dikkat etmeye
"ittigâ" derler. Yani insanın Kur'ân'a göre amel etmesine
"ittigâ" diyoruz. "Lâ ilahe illâ ene" imandır. "Fettegûni"de"
ameldir. Yani Allah (cc) bize; Önce iman etmeyi, sonra da
amel etmeyi emrediyor böylelikle. Günümüzde Allah'a
inanamayanlar her hangi bir insana inanıyorlar. Onun emir
ve yasaklarını tutuyorlar, O'nun izinden yürüyorlar. Halbuki
o insanda doğmuş, büyümüş ve ölmüş, o da Allah'ın
yarattığı birisi. 2392[3]

3- Gökleri ve yeri hak ile yarattı. Onların (müşriklerin) ortak


koştuklarından uzaktır.
Ama bizim emrini ve yasağını tutmaya yöneldiğimiz Allah
(cc) ise " gökleri ve yeri hak ile yarattı" yani bir hakikati
var. Gerçektir bunlar, bir hikmete binaen yaratılmıştır.
Gökyüzü yaratılmış ama binlerce faydası vardır. Yeryüzü
yaratılmış sayamıyacağımız kadar faydaları vardır. Yani
boşuna yaratılmamış. Boşuna yaratılan bir şey yeryüzünde
yoktur, diyor Allah (cc) Al-i İmran suresinde geçmişti bu,

2392[3]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/308-310.
"Ey Rabbimiz! Sen boş bir şey yaratmadın." 2393[4]
Hani bize göre en boş gibi görüneni 'domuz'dur. Ama
domuz'a dahi boş yaratıldı, demek günahtır. Onun etini,
derisini, kemiğini kullanmak haramdır bize. Yoksa o da
Rabbimin yarattığı yaratıklardan biridir. Tabiata faydası ne
kadardır? çiçekler ve böcekler üzerindeki faydası nedir?
tabiattaki dengeyi korurken nelere dikkat ediyor? hangi
görevleri yerine getiriyor? Onlar mutlaka ansiklopedilerde
yazılmıştır.
"Teâlâ amma yüşrikun" ikinci defa geldi. Yukarıda da
birinci âyet-i kerîmede de "ve teâlâ amma yuşrikûn" Allah
(cc) onların şirk koştuklarından yücedir. Yani onlar, Allah'ı
kabul ediyorlar, zaten şirk koşabilmek için Allah'ı kabul
etmek gerekir. Önce Allah'ı kabul ediyorlar, yeri ve göğü
yaratan olarak Allah'ı kabul ediyorlar ama diyorlar ki; Allah
yeri göğü yaratmış, çiçeklerle donatmış, işi bitmiş. Bizim
işlerimize karışmasın, bizim yaratıklar arasından şu
ağabeyimiz,, şu atamız var, bunun dediğini tutarız biz.
Allah'ın dediğini tutmayız diyorlar.
Şimdi bu ikincisi, Allah'a şirk, ortak oluyor. Bunları ortak
yapıyorlar. Bu yeryüzünde çiçekleri açtıran, rüzgarları
estiren Allah (cc) ise, insanları da yöneten bizim
ağabeyimiz, atamız, dayımız, amcamız veya filan
büyüğümüzdür, diyorlar, şirk koşuyorlar. Rabbim ondan
yücedir, niye? Onu yaratan O'dur da ondan. Yalnız insanın
bu ilahlığa.-kâlkîrıası, kendisini ilah gibi görmesi gayet abes
birşey veya insanın bir başkasını kendisine ilah kabul etmesi
de çok günah birşey. Çünkü 2394[5]

4- İnsanı nutfe (meni) den yarattı. Bir de bakarsın o açık


bir hasım kesilmiş.
5- Davarları da yarattı. Sizin için onlarda ısınmanızı
2393[4]
Ali İmran 191
2394[5]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/310-311.
sağlayan şeyler ve daha bir çok faydalar vardır. Onlardan bir
kısmını da yersiniz.
Adem (as), Havva validemiz ve de İsa (as)'m bir özel
durumu vardır: O'nun dışında ki bütün insanları Allah(cc)
meniden yarattı. İlim adamlarının ifadesine göre; bir
meninin, beş milyonda biri insana dönüşüyor. Doktorumuz
altmış milyon diyor. Altmış milyonda biri diyor. Bir
meninin altmış milyonda biri çocuğa dönüşeni. Yani
gözünüzle görmeniz mümkün değil.
Böylesi küçük, böylesine zayıf ve bir su iken, Allah seni
yaratıyorda; sen nasıl ilahlığa kalkışıyorsun.? Hani bir
meninin altmış milyonda birinden meydana gelen adam, bir
de bakmışsın ki büyüyünce Allah'a karşı apaçık bir düşman
kesilmiş, imansız kesilmiş. İmansız haline bakmıyor,
Anadolu'da öyle derler. "Haline bakmadan, Hasan dağına
oduna gider" derler. Yani geldiği yere bakmıyor,
küçüklüğüne bakmıyor, zayıflığına bakmıyor, Yaratanına
karşı düşmanlığa kalkıveri-yor. Düşmanlığa nasıl kalkar
şimdi günümüzde, inanmamakla kalkar.
Yani "Allah (cc) böyle demişse ben de böyle diyorum,"
kavganın başlangıcı ne ki, kavga ne? Sen böyle dersen ben
de böyle derim gibi. Bugünkü inkarcı da aynısını söylüyor;
"Allah bunu yasaklamışsa ben yasaklamıyorum, yasağı
kaldırıyorum" diyor. Bu Allah'a karşı bir düşmanlıktır.
Hani ağanın biri yolda gidiyormuş, herkes ayağa kalkıyor,
parası var, otoritesi var herkes ona saygı duruşuna
kalkıyorlar. Dervişin biri kalkmamış, köşenin başında
oturuyormuş, ağa gelmiş şöyle ayağının ucuyla dokunmuş;
niye kalkmıyorsun,? demiş. Niye kalkayım demiş oda.
Tanımadın mı beni,? demiş. Tanımaz olurmuyum ağam,
tanımaz olurmuyum. Busefer ağa; Ben kimim,? demiş.
Derviş de; "Vallahi evveline baktım bir damla su idin,
sonuyun da ne olacağını düşündüm kabirde toprağa düşünce
bir avuç ciife olacaksın." Sen önüne sonuna bakma, şimdiki
halime bak demiş Ağa. Şimdiki haline ne bakayım demiş.
Karnına bir bıçak vursam içinden gübre dökülür senin
demiş. Sen bir gübre arabasısm. Sırtında şu giydiğin kürke
gelince; (ayı postundan yapılmış bir kürk varmış,) onu
ayının biri on sene giydi, ayılıktan kurtulamadı demiş.
Hani Nasreddin hoca tenkid eder ya insanları, "ye kürküm
ye" diye hikayesi vardır. İnsanlara değer verirken, giydiği
kürke bakmayın, orftıızundaki rütbeyede hiç dikkat etmeyin,
cebindeki parasına, kasasına da önem vermeyin, makam
mevki, şan ve şöhretine de hiç itibar etmeyin, insanlığına
dikkat edin. En iyi insan da en iyi Müslüman olandır. Önce
Müslümanlığına, yani islâmî yaşantısına dikkat edeceksiniz.
O islâmî yaşayan adam ne olursa olsun ona fazlaca önem
vereceksiniz.
Beşinci ayette de; İnsanlara faydası için yaratılan
hayvanlardan bahsediyor. Yününden ve derisinden
yararlanıp, yatak, yorgan, elbise gibi şeyler dokuduğumuza
dikkatimizi çekiyor. Bir de ısınmada faydalanırsınız ondan
diyor. Yani tezeğinden faydalanılır, tırnağı kullanılıyor,
boynuzu başka bir işte kullanılır, hani eskiden bıçak sapları
onunla yapılırdı, boynuzu kullanılıyor, bağırsağı
kullanılıyor, gübresi kullanılıyor, kemiği kullanılıyor, kanı
kullanılıyor. Yani bir sığırın bir koyunun bir devenin,
kullanılmayıp ta şöyle atılıverdiği bir yeri yoktur. Vay biz
kullanamıyoruz, atıyoruz hocam, diyorsunuz da, ama başka
toplayanı var onun. Bir başkası geliyor, onları toplayıp
gidiyor. Yani bunları yaratan Allah (cc)
"Ve'l en'ame" derken yukarıya atfediyor, insanı yarattı,
hayvanı da sizin için yarattı Allah (cc). Peki yalnız yemek
içmekmidir insanoğlunun derdi. Yani böyle karnını
doyuracak, sırtına onun derisini giyecek veya yününden
elbise yapacak faydalanacak. Yani batıl ekonomik sis-
temlerde bazı faydacılık akımları vardır. İslâmiyette o
yoktur. Faydalanmak var ama yalnız faydacılık hakim
değildir bizde. 2395[6]

6- Akşam getirirken sabah salıverirken sizin için bîr güzellik


vardır.
O hayvanlarda sizin için güzellikler de vardır. Akşamleyin
yayılıp, evinize doğru gelirken, sabahleyin de yaylaklara o
hayvanlarınız giderken, onların çiçekler arasında, otlar
arasında gidişleri ve gelişleri ve yayılışları ve dönüşleri sizin
için ayrı bir güzel manzara oluşturur, diyor Allah (cc1).
Yani yalnız etine bakmayacaksın olayın, diyor. Hani
eskiden iyi misal veriyorduk, komünistlik yıkıldı da biz de
misal veremiyoruz. Eskiden hiç bülbülü görmemiş ve
duymamış komünist bir adama; bülbül çok güzel bir kuştur,
diye söylesen ne kadar eti çıkar derdi. Yani adam onu bir
tavuk gibi veya şöyle hindi gibi birşey istiyor ki etinden
yararlansın Halbuki on iki kilo gelen veya on üç kilo gelen
bir hindi'den, bülbül daha pahalı . Değer mi? değer. Niye?
Onun da kendine has güzel bir sesi güzel bir görüntüsü
vardır. Demek ki insanların mayasında yalnız faydacılık
yoktur.Yani güzel, estetik te hâkimdir.
Güzele karşı hayranlık, bizim fıtratımızda vardır. O fıtratı da
yaratan, gökyüzünü de yaratan ve gökyüzünü yıldızlarla
süsleyen Allah(cc)'dır.
İnsanı meniden yaratan, yani suya şekil veren Allah (cc), bu
insanın ısınması vede, yemesi içmesi için hayvanlar
yaratmış. Allah (cc), bu hayvanlarda bir de güzellikler
yaratmış, güzellik yaratmış ama, insanoğluna da güzelliği
algılayabilecek fıtrat vermiş. Bizim minibüs şoförleri de
yabana atılacak adamlar değiller. Adam minibüsün arkasına
yazmış: "Güzelliğin neye yarardı, şu bendeki göz olmasa,"
diyor. Yani karşı tarafın güzelliği neye yarar ki, bakacak ve
baktığından anlayacak göz olmasa. Yani bu anlayışı yaratan

2395[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/311-312.
Allah (cc). Buna dikkatimizi çekiyor.
Yani sevgilerimizi yaratan Allah, nefretimizi yaratan Allah
(cc)'dür.
Öyleyse bize düşen görev, sevgimizi yöneltme. Sevgi var
herkeste, nefrette var herkeste. Öyleyse sevgiyi biz,
Mevla'ya yönelteceğiz, başkalarının paraya yönelttiği gibi
yapmayacağız. Nefretimizi de biz kâfire yönelteceğiz.
Müslümana karşı değil. Nefretimizi dinimize düşman olana
karşı yönelteceğiz. Yoksa her insanda nefret vardır. İmansız
da ne yapıyor? Müslümana karşı yöneltiyor nefretini. Onda
da var nefret, bizde de var nefret. Öyleyse biz imansıza karşı
yönelteceğiz, o da dinine karşı yöneltiyor zaten. Bu
hayvanların bize faydası; bir yeme içme, bir derilerinden
vede diğer azalarından faydalanma, bir de manzara-i
umumiyelerinden faydalanmadır. 2396[7]

7- Canlarınızın yarısı tükenmeden varamayacağınız ülkelere


ağırlıklarınızı taşırlar.
O hayvanlarla eşyalarınızı taşırsınız. Onlar sizin
ağırlıklarınızı taşır, eşyanızı taşır. Bir ülkeden başka bir
ülkeye, o hayvanlar olmamış olsaydı, siz zorlukla
taşıyabilecektiniz. Allah'ın (cc) yarattığı bu hayvanlar size
taşıyıveriyor. Demek ki taşımacılıkta da kullanmamızı Allah
(cc) bildirmiş oluyor. Peygamber Efendimize bildirilmiş. Bu
bildirmenin ne faydası var, denebilir. Çünkü daha
öncedende kullanılıyordu. Yani âyet nazil olmadan öncede,
Mekke'de ve dünyanın her tarafında insanlar deveyi ulaşım
vasıtası olarak kullanıyorlardı. Allah (cc) tâ Hz. Âdem
döneminde, bu hayvanları yaratmıştı. Hz. Adem (A.S.)'a da,
Bakara sûresinde geçti (Bakara31) "Allah eşyanın ismini
tamamıyla Adem'e öğretti." Ayetin tefsirinde, Demişler ki:
Allah Hz. Adem'in fıtratına şunu verdi: Neyin, nerede nasıl

2396[7]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/312-313.
kullanılacağını verdi ona ve oda bütün ihtiyaçlarını bu
tabiattan karşıladı, diyor." "Mutlaka senin Rabbin çok
merhametlidir, çok rahimdir. Çok şefkatlidir." Yarattıklarına
dikkatimizi çekiyor. 2397[8]

8- Atları, katırları ve merkepleri siz binesiniz ve zinetle-


nesiniz diye (yarattı). Daha bilmediklerinizide yaratır.
"Allah (cc), Atı yarattı, katırı yarattı, merkebi yarattı, niçin?
onlara binesiniz ve size zînet olsun için yarattı. Hem
biniyoruz, hem de bizim zînetimiz oluyor, süsümüz oluyor.
Hani günümüzde, bunlar pek görülmüyor ama var, maddî
durumu yerinde olan, şöyle çiftlik yeri olan bir adam, hem
en büyük en kaliteli mersedes veya daha kaliteli bir arabayı
alıyor ona biniyor ama, mercedese para verdiği kadar da ata
para veriyor ve onun için bir ahır yaptırıyor, arada bir ona
biniyor. Yani atın kendine has bir güzelliği, bir süsü
olduğunu günümüzde dahi görüyoruz. Allah (cc) hem
binesiniz hem de size süs olsun diye atı, katırı ve merkebi
yarattı.
O gün için bu binekler varmış, Allah'da bunları söylemiş.
Haşa geleceğin ne getireceğini bilememiş olur mu..?
"Günümüzde, arabalar var,
tayyareler var, gemiler var, bunlardan bahsetmemiş. Öyle
ise Kur'an 1400 sene öncesinin kitabıdır" diyenler var.
Türkiye'nin en üst makamına gelmiş bir yetkili, bir hoca
arkadaşla görüştü, bizim sevdiğimiz hoca efendilerden
biriyle... Çağırtmış, Hoca görüştü geldi. Neyse, hocanın
karşısında mağlup duruma düşer, düşünce demişki: "Ama
bak, Kur'ân-ı Kerîm'de ne diyor?" Kur'ân-i Kerîm'de
Mücadele suresinde "zıhar" diye bir olay var. "Bir adam ha-
nımının bacağını, göğsünü, annesinin bacağına, göğsüne
benzetirse, bir köle azad etmesi gerekir" der. Yani hanımına,

2397[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/314.
senin göğüslerin annemin göğüsleri gibi der se, bir köle
azad etmesi gerekir, diye bir âyet-i kerîme var." Demiş,
"hadi bakalım biri bu günahı işlemiş olsa, nerde bulacak
köleyi.?" diyormuş. Kur'ân-ı Kerîm bunu indirmiş ama
günümüzde köle yok. Bir gün gelip de köleliğin kalkacağını
Kur'ân-ı Kerîm bilememiş diyor.
Hoca efendi demiş ki: "Efendim, sizi yönlendiriyorlar, daha
önce dedim, sizi yönlendiriyorlar dedim. Size bilgi verenler
eksik bilgi veriyorlar. O âyetin hemen alt satırında, eğer
köle bulamazsa altmış fakiri doyurur" diyor, âyet-i kerîme.
Şimdi altmış fakir bulamazmıyız? biz Türkiye'de demiş.
Beş milyon işsiz var, haydi birgün, yani bundan 20 sene
sonra 30 sene sonra, Türkiye'de ve dünya genelinde, zekat
verecek fitre verecek, fidye verecek adam kalmadı diyelim.
Dünya öyle bir seviyeye gelse, Ayet-i kerîmenin hükmü
kalkar mı? Kalkmaz. Üçüncü satırında, "o zaman 60 gün
oruç tutar" demiş. Âyet-i kerîmede 60 gün oruç tutar
buyuruyor. Bu güneş var olduğu müddetçe de Allah'ın günü
bulunur, deyince, ne içersin demiş. Soğuk bir su getirsinler
demiş.
Herkesin mayasında birşey var da, başkaları adamı
sapıtıyorlar. İnsanı başkası saptırıyor. Şimdi Allah (cc) atı,
katın, merkebi binesiniz ve size süs olsun için yarattığını
haber verdikten sonra "Allah sizin bilmediğiniz daha nice
vasıtalar yaratır," diyor. Yani ayet orda kalmamış Hocam ne
olurdu?
Mesela saysaydı size otomobil de verir Allah (cc), trende
verir, tayyare de verir demiş olsaydı. O zaman ayet-i kerime
bu kadar kalmaması lazım gelirdi ve kıyamete kadar
yapılacak vasıtaları sayması gerekirdi. Ozaman kitabın
hacmi bir şehre sığmaz ve yalnız isimler kitabı olurdu,
özetlemiş Rabbim. Bilmediklerinizi de yaratır. Peki bunları
saysaydı, bundan elli sene sonrasının adamı olan tefsircisi
derdi ki: Ooo hocam tren, uçak, gemi veya otomobil artık
deve gibi kaldı bu der. Yani "Allah sizin bilmediğiniz
binekleri yaratır." Ne zaman? Bin sene sonrasının bineğinin
nasıl olacağını hayal bile edemeyiz. Yüz sene sonrasının
hayal edemeyiz. Hatta teknoloji o kadar ileri gidiyor ki, beş
sene sonrasını hayal edecek durumda değiliz.
Onun için Allah (cc) her çağın kendi bineğinin
yaratılacağını haber veriyor. Ama hocam Allah yaratmıyor
ki,insanlar yapıyor, denilirse; İnsanlar yapıyor veya insanlar
yaratıyor diyebilmemiz için, İnsanın şöyle düz bir masası
olacak, hiç tabiattan birşey almadan yaparsa ben ona yarattı
derim. Yok filan toprağın altındaki demiri çıkartırsa, filan
yerden çelik alırsa, filan yerden petrolü kazar getirir se, filan
yerden bilmem ne kimyasal maddesini getirirde bunları bir
araya monte eder se, buna yaratma denmez. Buna keşif
denilir. İcat; bir yerde var olanı bulmaktır.
İnsanoğlunun yaptığı icattır veya keşiftir. Yoksa yoktan
yaratmak değildir. Yaradan, onlar yarattı diyorlarsa bile,
aklı veren Allah'dır (cc). İnsanoğlu kendi aklını kendi
yaratacak olsa neler yapacak. Mesela dünyanın güzellik
kraliçesi en zengin fizik bilginine gitmiş, demiş ki; -Fizik
bilgini de çok çirkinmiş gariban- "gel seninle evlenelim,
doğan çocuğumuz benim gibi güzel senin gibi akıllı olsun."
Bilgin de; ya tersi olursa? Yani benim gibi çirkin, senin gibi
gerizekalı olursa? Gerizekalı olmazsan bu teklifi bana
yapmazsın zaten, demiş. 2398[9]

9- Doğru yolu bildirmek Allah'a aittir. Ondan sapan da var.


Eğer Allah dileseydi sizin hepinizi hidayete erdirirdi.
Yollar Allah'a gider, diye de tercüme edelim. Doğru yolu
göstermek Allah'a hastır, manası da vardır. İnsanların insana
doğru yolu göstermesi mümkün değildir. Ama insanlar hain
midir? Yoo, yani doğru yol gösteren bir insan hain midir?

2398[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/314-316.
değildir. Çok iyi niyetle çalışan insanlar vardır dünyada.
Yani İngilizden de vardır, Amerikalısından da vardır,
Japonundan da vardır, İtalyanmdan da vardır. Türkünden,
Arabından, Aceminden de vardır.
Gerçekten iyi niyetlerle insanlara doğru yolu göstereyim
diye gayret gösteren insanlar vardır. Art niyetli değiller,
bütün malını mülkünü, servetini, şahmı şöhretini bu yola
koymuş adamlar vardır. Ancak, adamın aklı sınırlı, yarını
görecek durumda değildir. Kendince en doğru olanı
insanlara takdim etmektedir. İşte bundan giderseniz netice
daha güzel olur, diyor adam. Halbuki yarın bir başka durum
meydana geliyor. Adamın söyledikleri geçersiz hale
geliveriyor. Onun için doğru yolu insanın göstermesi
mümkün değil, doğru yol Allah'a aittir. Veya doğru yolu
göstermek Allah'a mahsustur.
Ama bir kısım yollarda vardır ki, o yoldan başka yola
meyletmektedir. Hani bir Allah'a giden yol vardır, birde bu
yoldan sapan yollar vardır. Bunu Peygamber Efendimiz
(A.S.) şöyle tarif etmiş; kumun üzerine bir çizgi çizdi, sonra
sağ tarafına iki çizgi çizdi, sonra sol tarafına iki çizgi çizdi,
sonra orta çizginin üzerine parmağını bastı ve dedi ki; "işte
benim dosdoğru yolum, bu yola uyunuz.""Şu yollara; yani
sağdaki iki yola soldaki iki yolu göstererek, şu yollara
uymayınız, yoksa yolunuz sapar. Sizi saptırır, sizi
paramparça eder," diyor 2399[10] ve 2400[11] Efendimiz bu ayeti
kerimeyi okumuş ve elini orta çizgiye basmış. Yani bütün
davranışlarımızda orta yolu takip etmek esastır.
Allah iki yol veriyor; Cehenneme giden yol, bir de Cennete
giden yol cehenneme giden yola gitmeyin diye uyarıcılar
gönderiyor, Cennete gidin diye insanlara müjdeleyici
gönderiyor, peygamberler gönderiyor yoksa Rabbim dilemiş
olsaydı hepimizi müslüman ederdi Yani bunları yaratmasına
2399[10]
İbni Mace Mukaddime 1l
2400[11]
En'am 153
ne gerek vardı.
Rabbim dileseydi hepimizi Müslüman ederdi. Ama o
zamanda imtihan denen şey ortadan kalkardı. Başarılıyla
baskısız ortadan kalkar. Başarılı insan mükâfatlandırılmamış
olurdu. Onun için Allah (cc) iki yoluda vermiş ama insana
iradesini de vermiş. İstediğin yola gidebilirsin fakat benim
istediğim yola uy, Cennete git. Bak, sana önde kılavuzlar da
gönderiyorum. Sana öncülük yapacak Peygamberi
gönderiyorum demiş. 2401[12]

10- Gökyüzünden size suyu indiren O'dur. Sizin için onda


içecek var ve ondan içinde (hayvanlarınızı) otlattığınız
ağaçlar vardır.
Gökyüzünden inen yağmurdan sizin için içecekler vardır.
Tatlı su kaynakları ve nehirler o yağmurlardan
oluşmaktadır. Yeryüzünde biten sebzeler, meyveler de o
yağmurdan oluşmaktadır. O meyve ve sebzelerin ağaçların
olduğu yerlerde siz hayvanlarınızı otlatırsınız diyor Allah
(cc).
Yani hayvanlarınızın otlaklarını yaratan O, oraya yağmuru
indiren o otlaklarda yiyecek otları yetiştiren de Allah
(cc)'tır. Mülk sûresinin sonunda da öyle diyor.
"Söyleyin bakalım Allah yerin tabanındaki suları çekivermiş
olsa, size bu akarsuları kim getirebilir." Yani İstanbul şehri
susuz kalıyor, insanların yapabileceği birşey yok,
teknolojiyle yapabileceği bir şey yok milleti bir ara
kandırdılar. Her tarafa afiş astılar, işte gökyüzünden yağmur
yağdırdık. Ee yağdırsana ondan sonra bir daha, Rabbimin
yağmuru geliyor, bulutlar hazır oluşuyor, o arada bir şeyler
atıyorlar. Buyursunlar, bütün dünya İsrail'in ihya olması için
uğraşıyor. Eğer bu fayda vermiş olsa, yoktan yağmur
yağdırmış olsa, israil'i suya boğacaklar yani, ama su yok.

2401[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/316-317.
Oraya yağdıramıyorlar. Yani şartlar oluşmadan o atılan
bombanın faydası yok. Yani yağmur gelecek bulutlarla
beraber gökyüzünde, size in sem mi inmesem mi,? diye
tereddüt ederken, in arkadaş diye bombayı o zaman
atıyorsun. Yoksa, o şartlar oluşmadan, o bombayı atmanın
da faydası yok. 2402[13]

11- O su ile sizin için ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve


her çeşit meyveler bitirir. Düşünen toplum için bunda ibret
vardır.
Yani herşey yağmura bağlı, ziraî mahsûllerin tamamı,
meyvelerin tamamı yağmurun yağmasına bağlı. Bunları da
yapan, bunları da yaratan Allah (cc) dür. Zeytini, hurmayı
ve üzümün adını zikrediyor. Ondan sonra da ve bütün
meyveler diyor Rab'bim. Peki niye bunları zikrediyor da
diğerlerini saymıyor? Bunlar bütün dünya insanı tarafından
bilinen meyvelerdir de ondan. Yani, üzüm dedim mi, Japon
bilir, Türk bilir, Arap bilir, Acem bilir, Avrupalının tamamı
bilir. Aynı şekilde zeytini bütün dünya tanır ve bilir. Ama
bazı meyveler vardır ki, yalnız Türkiye'de vardır, diğer
dünya ülkelerinde yoktur. Veya dünya ülkelerinin birinde
olan meyve yalnız oraya hastır, başkalarında yoktur. Onun
ismini vermenin anlamı yoktur. Çünkü Kur'ân evrenseldir.
Bütün dünya insanına indirilmiş; öyle olunca, kullandığı
isim ve kelime bütün dünya insanının bildiği bir kelime
olması gerekir. Onun için edebiyatta da kullandığımız
terimler, ıstılahlar bütün dünya insanının anlayacağı
ıstılahlar olmalıdır, kelimeler olmalıdır, öyle seçilmelidir.
Hani İbrahim'in bıçağı gibi keskin deseniz, bütün dünya
insanı anlar. Yani bir bıçağı tarif ediyorsunuz; romanınızda
veya şiirinizde, İbrahim'in bıçağı gibi keskin, derseniz,
bütün dünya insanı anlar. Çünkü İbrahim'i (a.s.) herkes

2402[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/317-318.
tanır. Ama bizim köylü, kara Ahmed'in bıçağı gibi keskin
diyecek olursanız kimse anlamaz. Kara Ahmed kim? Onun
bıçağı nasıl? Onu bilmez. Ama İbrahim (A.S.)'ı ve onun
bıçağını bütün
dünya insanı tanır. Yani evrensel kelimeler seçiyor Rabbim,
Öyleyse biz de kullandığımız üslubumuzda evrensel
kelimeleri seçmeye dikkat etmemiz gerekiyor. 2403[14]

12- Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı emrinize amade kıldı.


Yıldızlarda onun emriyle boyun eğdirilmişlerdir. Aklı ba-
şında olanlar için bunda ibretler vardır.
Yıldızlar da Allah'ın emri ile yine insanların istifadesine
sunuldu. Yani herşey insan için yaratılmış, insan da Allah'a
itaat, ibadet etsin için yaratılmıştır. Onun için, insanın
pahası çok büyük derler.
Hani maliyet vardır ya, her hangi bir malın maliyeti vardır,
fiyatı şu kadardır da, maliyeti ne kadardır? o malı üreten
maliyetini bilir. Peki insanoğlunun bir ferdi değil, hepsi yani
beş milyar insan varya; beş milyar insanın maliyeti,
insanoğlunun ürettiği kelimelerle ifade edilemez.
Rakamlarla ifade edilemez.
Çünkü insanoğlunun oluşmasında rüzgar, görevini yapıyor.
Toprak görevini yapıyor, güneş görev yapıyor, ay görev
yapıyor, yıldız görev yapıyor. Bütün bunlar insan için
yaratılmış. Yani böylesine maliyeti büyük bir fabrikanın
içinde biz üretiliyoruz. Ve Rabbim bu kadar masraf ediyor;
yani Rabbim için masraf yok ama biz bizim açımızdan
düşünüydoruzıbunu. Sırf kendisine ibadet eden bir kul olsun
için bunları veriyor.
Aklı başında olan insanın da; bu kadar masraflı fabrikada
üretildiğini bilip, kendisine bir değer vermeli. Bu, kendisine
verdiği değeri, kendisine Yaratan'a adamahdir. Ve malıyla

2403[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/318-319.
canıyla değerli olan varlığını da Allah'ına adamalıdır. Çünkü
malını yaratan Allah'dir, canını da yaratan Allah'dır. Onları
Allah'ın rızası yolunda kullanabilmelidir.
Aklı başında olan toplumlar için bunlarda ibretler vardır,
diyor. Yukarda; düşünen toplumlar için, burada da aklı
başında toplumlar için, ibretler vardır diyor Allah (cc).
Yarattıklarını anlatmaya devam ediyor: 2404[15]

13- Sizin için yeryüzünde çeşitli renklerdekileride (emrinize


verdi) şüphesiz öğüt alan toplum için bunda ibret vardır.
Yeryüzünde sizin için rengarenk şeyler yarattı, diyor
Rabbim. Rengarenk, "Elvan'ı" tiirkçede kullanırız, değil mi?
"Elvan çiçekleri takma başına" diye Karacaoğlanın bir
şiirinde var. Yani rengarenk, allı, morlu, yeşilli sarılı
renkleri başına takma diyor orda. Sizin için rengarenk şeyler
yarattı diyor Rabbim.
Yeryüzünde çiçek rengarenktir, yiyecekler rengarenktir;
Denizden çıkan mahsuller vardır, rengarenk, hayran
kalırsınız. Kapalıçarşıya gittiğinizde görürsünüz denizden
çıkan incisi var, mercanı var, yakutu var. Onlar su
ürünlerinin rengarenk çeşitleridir. Ki sahildeki
şehirlerimizin birçoğunda sırf deniz ürünleri satılıyor ki
rengarenktir. Denizin içine girmeye gerek yok, gördüğümüz
tabiat da rengarenktir herşey. Her yiyeceğin kendine has bir
rengi ve kendine has bir kokusu vardır. Böyle rengarenk
yaratan Allah (cc), sizin için yarattı, diyor.
"Bütün bunları zikreden, hatırlayan toplumlar için bunlarda
nasihat vardır, toplumlar için bunlar ibrettir diyor.
"Kav" bilirmisiniz, ağacın gövdesinde biter. Onu alırlar,
çakmak taşma vurarak eskiden ateş yakmak için onu
kullanırlardı. Bizim köyde sigara tiryakileri onu
kullanırlardı ben görüyordum. Kav gibi, elmanın kuru

2404[15]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/319.
ağacından Allah (cc) kavı bitirdiği gibi elmayı bitirebilirdi.
Sudan insanı yaradan, meni'den insanı yaradan Rabbim; o
ağacın kuru bağrından da elmayı bitirirdi ama öyle
yapmamış; evvela dallar yaş, yas dalların üzerinde
bembeyaz çiçekler, göz zevkini alsın, göz tadım alsın, onun
yanı başında yemyeşil yapraklar, ondan sonra koruğa
dönüşen elma, sonrada tatlanan elma, ama elma da renksiz
değil; beyaz elma. sarı elma, kırmızı elma, yeşil elma.
Böylece göz zevkini alacak. Yiyorsunuz, gaye yalnız karın
doyurma olmuş olsaydı, Rabbim koku vermeden, tatta
vermeden, hap gibi yapıverirdi, atardınız karnınıza do-yardi.
Tat alsın diliniz, burnunuz kokusunu alsın, gözünüzde
zevkini alsın diyor Rabbim. Yani "rengarenk" ifadesini
kullanıyor Allah (cc). 2405[16]

14- Ondan taze et yemeniz ve ondan giyeceğiniz süs eş-


yasını çıkarmanız için denizi (emrinize) müsahhar kılan
O'dur.
Aman ya Rabbi; bize rengarenk deniz ürünleri vermişsin,
onlarla süs eşyaları yapıyoruz, onların içerisinden balığın
çeşitlerini yaratmışsın, taze taze etlerinden yiyoruz. Nakliye
işlerimizi denizden yapıyoruz. En ağır tonajlar, hani uçakla
götürülemeyenler, gemiyle götürülüyor. Yüz bin tonluk, iki
yüz bin tonluk, üç yüzbin tonluk, günümüzde sekizyüzbin
tonluk gemiler yapılmıştır. Sekiz yüzbin tonluk gemiler.
Akıllara hayret verecek birşey.
Rabbim denize dikkat çekiyor. Yani ağırlıkların taşınması
konusunda denize dikkatimizi çekiyor ki, şu anda deniz
birinci derecededir, ağır yük taşımada. Onun için, yani süs
eşyaları, karnımızı doyuracak etler ve bir de eşyanızı, hani
ticaretinizi yapacak gemileri yüzdürmeniz için denizi
emrinize verdi, diyor Allah (cc). Bunlara bakıp bakıp şük-

2405[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/319-320.
retmemiz gerektiğini ifade ediyor. 2406[17]

15- Sizi sarsmasın diye yeryüzüne dağlar bıraktı, nehirler ve


yollar bıraktı. Doğru yolu bulaşınız.
Rabbimiz yeryüzünü yarattı, yeryüzünde dağları da yarattı
ama top gibi veya küre gibi dış yüzeyi dümdüz olarak değil.
Peki dümdüz olsaydı ne olurdu? Rabbimizin ifadesiyle;
Sizi sallamaması için yeryüzünde dağlan yarattı diyor.
Dağlar, denge unsuru oluyor. Bu günün ilim adamları da
öyle derler ya; dünyanın dönerken bizi sallamaması, hızlı
dönmesinden ve bir de dağların dengeyi sağlamasından
derler. Allah (cc)'de bizin çalkalanmamanız, yani olduğunuz
yerde sallanmamanız için dağlan denge unsuru olarak
yarattı.
Bu âyet-i kerîmeyi, dünyanın dönüşüne de delil olarak
getirmişler Ve birde dağların faydasına dikkat
çekmişler. 2407[18]

16- Alametler (yarattı). Onlar yıldızlarlada yolları bulurlar.


Daha düne kadar denizciler yollarını yıldızlardan takip
ederlermiş, şimdi ise diyorlar ki: "Yıldıza bakmıyoruz gayri.
Gökyüzündeki uydular, her yarım saatte bir veya istediğimiz
zaman bize yerimizi belirtiveriyorlar.
Hemen bulunduğunuz yeri öğrenmek istediğinizde; belirli
tuşlara bastınızmı, şu anda filan enlemde, filan boylamda
veya kendi tabirleriyle, filan yerdesin, diyorlar. Bu
teknelojiyi elinde tutan devletler ise gemilerden veya sattığı
malzemeyle ücretini almış oluyor. Gemicilere şunu
sormuştum; gökyüzü kapalı olsa, kapkaranlık bir gecede,
gökyüzünde bulutlar var, yıldızları da görmüyorsunuz. O
zaman ne yapacaksınız,? dediğimde, dedi ki; "zaten
günümüzde yıldıza bizim ihtiyacımız yok. Ama uydunun
2406[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/320-321.
2407[18]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/321.
ihtiyacı vardır, o ayrı. Yani o bize yerimizi belli ederken, o
yine gökyüzünün yıldızları ve yeryüzündeki belirli yerleri
esas alarak bize bilgiyi veriyor. Kaptan olarak yıldıza
ihtiyacımız yok."
Eskiden yıldızlarla yön tayini yapılırken, Rabbim'de ona
dikkat çekiyor ki; yani uydunun ayarlanması da
yeryüzündekine bilgi verirken, mutlaka sabit bir nokta esas
almazsa tarifi mümkün değil.
Herhangi birine evinizi tarif ediyorsunuz, ne diyorsunuz?
Genelde halkımız, filan bankanın biraz ilerisinde veya geri
sinde, (bunu demeyin sakın bir daha) öyle diyeceğinize;
filan caminin ilerisinde veya gerisinde; banka kadar cami
var. Türkiye'de, İstanbul şehrinde. Filan caminin altında,
filan caminin solunda, filan caminin ilerisinde, diye tarif
edeceksiniz. Yani bir yer tarifinde sabit bir yeri esas
alıyorsunuz. Aynı şekilde uyduda adres v.erirken mutlak bir
sabit noktayı esas alması gerekir ki, Allâhu-âlem oda yine
yıldızlardır.
Şimdi bu yıldızların bize bildirilen faydasından biri, bir
diğeri ise; süstür. Dünyamızın süsü... Hani Mülk sûresinde:
"Dünya semasını yıldızlarla süsledik," diyor Rabbim, süs
görevi yapıyorlar. Üçüncü bir görevleri ise "gökyüzüne
çıkmaya çalışan, şeytanlara mani oluyorlar," diyor Rabbim.
Alimler de yeryüzünün süsüdür diyorlar. Alimler de yıldıza
benzer. Peygamber Efendimiz: "Benim Ashabım yıldızlar
gibidir," diyor. Alimler de yıldızlara benzer, öyleyse alimler
yeryüzünün süsüdür. Alimler yeryüzünde; dinine sataşan
şeytanlara yıldız gibi kayarak onları yakarlar. Alimin
görevlerinden biride bu. Ve aynı zamanda alimler,
insanların küfür karanlığındaki yolculuklarında onlara ışık
tutarlar, onlara yol gösterirler. 2408[19]

2408[19]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/321-322.
17- Yaratan, yaratmayan gibi midir? Siz düşünmüyormu-
sunuz?
Yani siz niye Allah'a ortak koşup duruyorsunuz? Yahu,
yaratan, yaratmayan gibi midir? diyor Rabbim. Bir tarafta
yaradan, ki buraya İcadar yarattıklarını anlattı. Gökyüzünü
yarattı, yeryüzünü yarattı. Yeryüzüne sular indiren,
meyveler sebzeler yetiştiren, hayvanlar yetiştiren, sizin
nakliye vasıtalarınızı yapan, yeryüzünde çeşitli renk de
zînette eşyaları yaratan, zeytinden, hurmadan, üzümden ve
binlerce meyveyi ve sebzeyi yaratan Allah (cc), sizin
kendisine itaatinizi istiyor. Tutuyor insanlardan bir kısmı
yaratılmışa itaat ediyor. Hiç yaratanla yaratılan bir olurmu?
Yaratamıyan la yaratan bir olur mu?
Hâlâ mı nasihat almayacaksınız diyor. Peki Allah bunları
saydı, nimetlerini bize saydı , bu kadar mı? Rabbim: 2409[20]

18- Allah'ın nimetlerini saysanız, sayamazsınız. Şüphesiz


Allah Gafurdur, Rahimdir.
Allah'ın ni'metlerini saymaya kalksanız sayamazsınız, diyor
Rabbim. Bildiklerinizden hareket etseniz yine de
sayamazsınız.
Yani gördüğünüz alan içerisinde, mesela İstanbul'da doğup
İstanbul'da büyüyen bir adam, Allah'ın bu İstanbul
şehrindeki ni'metlerini saymaya kalksa, sayması mümkün
değildir. Yalnız kendi vücudun-dakileri saymakla bitiremez,
Rabbimizin ni'metlerini. Mutlaka Allah günahları
affedicidir. Ve de Rabbim merhamet edicidir.
Yani ola ki içinizden biri birinin peşinden gitmiştir, şirk'e
girmiştir veya iman etmiştir de amel etmemiştir. Ya ben
bittim zaten, bu güne kadar gavur olarak yaşamışım, ateist
olarak yaşamışım, komünist olarak yaşamışım, benim
günahım çok fazla demeyin. Allah affedicidir, Allah

2409[20]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/322-323.
merhamet edicidir, diyor Rabbim.
"Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmez ise onlar kâfirlerin tâ
kendileridir," diyor âyet-i kerîme. 2410[21]
Bir başka ayette de; "Kim Allah'ın indirdiğiyle
hükmetmezse, zalimlerin tâ kendisidir." Birinde de,
"fasıkların tâ kendisidir"diyor. Üç âyet ardarda geliyor.
Alimler, üçünü yorumlarken demişler ki: "Gerçekten insan,
Allah'ın kanunlarını beğenmiyerek, yeterli değil diyerek
tatbik etmez se; o kâfirdir." Beğeniyor.., iman da ediyor da,
"vallahi şartlar müsait değil, yani ben bunu yapıverecek
olursam boynuma vuruverirler, elimden bu otoriteyi
ahverirler, daha güzel hizmet etmem gerekir benim" filan
gibi nefsinin uydurduğu bazı vesveselerin peşinden gidecek
olursa, bu adam günahkârdır, zâlimdir, fâsıkdır diye izah
yapılmış.
Yani iman ediyor ki, bu Kur'ân en büyüktür, bunun ahkâmı
uygulanırsa daha iyidir. Buna inanıyor da, uygulama
tarafına gidemiyor. Buna mü'min deniliyor fakat zalim veya
fasık kelimesi de kullanılıyor.2411[22]

19- Allah gizlediğinizide açıkladığınizıda bilir.


20- Allah'dan başka çağırdıkları (tağutlar) yaratamazlar.
Onların kendileri yaratılıyor.
Onların Allah'tan başka ibadet ettikleri, çağırdıkları,
yalvardıklan kişiler, kendileri yaratılmışlardır. Onlar birşey
yaratamazlar ki diyor. Hani ey bu günleri bize
sağlayan.......... diyorlar ya, aynen..!!!
Allah'tan başka, çağırdıkları diyor. Çağırma bizde nedir?
"Ey Ali! gel buraya!" buna çağırma diyoruz işte. Allah'tan
başkasına çağırdıkları var ya, onlar birşey yaratamazlar. Bu
kadar yetmiyor mu? Onlar yaratılmışlar, yani kendisinin
ihtiyacı var. Yemeye ihtiyacı var, giymeye ihtiyacı var,
2410[21]
Maide 44
2411[22]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/323-324.
Allah'ın yarattığı rüzgara, havaya ihtiyacı var, Allah'ın ya-
rattığı göze kulağa ihtiyacı var. Yahu bu adama ne çağırırsın
ki, hani güzel bir söz vardır: "Kendisi muhtacı himmet bir
dede; nerde kaldı gayrı ya, yani başkasına, himmet
ede." 2412[23]

21- (O tağutlar) ölüdürler, diri değiller. Ne zaman


diriltileceklerini de bilmezler.
Onlar ölüdürler, diri değildirler. Şimdi burada, benim çok
üzerinde durduğum bir konu var ki, Kur'ân duruyor tabii,
benim de anlatmaya çalıştığım; hani "Mekke döneminde
putlar varmış, taşlara tapınırlarmış." denilir. Yok öyle birşey
tarifte. Rabbim, onların tapındıkları ölülerdir, diri değil
diyor. Yani bunların tapındıkları adamlar, canlıyrmş bir za-
manlar. Yani insana tapınma vardır, Tarih boyunca tapınma
insanadır.
Ama nasıl? Adam ölmüş gitmiş, öldükten sonra da tapınma
devam ediyor. Onun için Rabbim: "Onların tapındıkları
ölüdürler, diri değildirler." Ölmüş olanlar, ne zaman
diriltileceklerinide bilmezler." buyuruyor. Garibanlar
Kabirlerinde yatıp dururlar, azaplarını çekip dururlar. Ne
zaman dirütileceklerini dâhi, yani mahşerin ne zaman
kurulacağını da bilmezler, ama bu dünyada binlerce adam
"Eeey ...!" derler.
Bu hareketleriyle de O garibanın azabını artırırlar, azabını
arttırırlar çünkü biraz sonra da o konuyu açıklayan ayet-i
kerime var; (25. Ayet) "O, kendisine çağrılan ilah, Hem
kendi günahlarını yüklenir hem de sapıttığı adamların
günahını yüklenir," diyor âyet-i kerîmede. Şimdi onun
tefsiri gelecek. Yani milyonların işlemiş olduğu günahı hiç
eksilmez, bu adamın günahı eksilmez, ona tapman adamın
günahı günahtır, onda yazılı, ama bu adamın günahı kadar

2412[23]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/324.
da ona gider. Artık düşünü-verin günahını çokluğunu. 2413[24]

22- Sizin ilahınız birtek ilandır. Ahîrete iman etmeyenlerin


kalbleri inkarcıdır. Onlar müstekbirlerdir.
23- Şüphesiz Allah onların gizlediğinide açıkladığımda
bilir. O müstekbirleri sevmez.
Büyüklük taslayan, yani "kibirli" diyoruz buna. Allah;(cc)
kendisine karşı kibirleneni de, insanlara karşı kibirleneni de
sevmez. Kibir her halükârda, nerdeyse küfür olmuştur.
Kibirlenme insana karşı yapılmışsa büyük günahlardan,
Allah'a karşı kibirlenmek ise, şirk olarak değerlendiriliyor.
Yani Allah bu işi bilememiş dediğinde. Bu müşrikliktir işte.
Kâfir olmuştur bu adam.
Öbürüsü ise kendini diğer insanlardan üstün görme.
Kibirlenme dediğimiz şey: Kendini diğerinden üstün görme,
bu da büyük günahtır. Kimseden kendimizi üstün
görmeyeceğiz, çünkü kendimizi kendimiz yaratmadık.
Başka üstün gördüğümüz adamlar var ya, onu da o kendisi
yaratmadı.
Mesela ben bir saat yapsam, siz de bir saat yapsanız, ben
derim ki: Benim yaptığım saat seninkinden iyi, bunu deme
hakkım var. Benim ürettiğim konfeksiyon malı seninkinden
güzel, bunu deme hakkım var, ama "benim ürettiğim çocuk,
senin çocuğundan üstündür" deme hakkına sahip değiliz.
Çünkü bizim katkımız yok fazla. Yani gözünün renginde,
saçının telinde ve sayısında katkımız yok, bilmiyoruz ki
oğlumuzun saçının sayısını, yani katkımızın olmadığını
ifade ediyorum. Hiç bir şeyinde katkımız yok öyleyse,
kibirlenme tarafına gitmeyeceğiz, büyük günahtır. Allah
kibirlenenleri sevmez diyor Rabbim. 2414[25]

24- Onlara "Rabbiniz ne indirdi?" denildiğinde: "Eskilerin


2413[24]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/324-325.
2414[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/325-326.
masalları" derler.
Bu inkarcı güruha, bu kibirlenenlere, Rabbime karşı
kibirlenenlere sorsalar, deseler ki; Yahu Rabbiniz ne indirdi,
âyet olarak ne indirdi? denilse; vallahi geçmişlerin
masallarını anlatıyor o kitap, derler.
Mekkeli müşrikler; Peygamberimiz'e inanmayanlar var,
Mekke'nin dışından da gelip; "yahu, burada Peygamberim
diyen biri varmış, bir görmek için geldik, neler söylüyor?"
diyorlar. Mesela Mekke'ye gelince bir arkadaşın evine
misafir oluyor. Diyor ki; yahu burda biri peygamberlik
yapıyormuş, ne diyor bu adam? diye soruyor. Geç canım
dinlemeğe değmez, geçmişin masallarım anlatıyor, diyor.
Hikâye diyor, adam.
Aynı şeyi günümüzde de söylüyorlar adamlar hani kitap
olarak yayınlandı, bir imansızın kitabı, bazılarının da
makalesi yayınlandı, Kur'an-ı Kerim hakkında; "Efendim
geçmişin hikâyesi, Nuh'un hikâyesi, Nuh'un gemisinin
masalı, Lût'un masalı veyahutta Musa ile Firavun'un harbi
anlatılıyor." gibi şeyler söylüyorlar.
Harp anlatılmıyor bizde. Tarih kitaplarında harpler
anlatılırken nasıl anlatılır? Filanla filan arasında, filan yerde,
filan tarihte der. Masal böyle anlatılır. Ama Kur'ân-ı
Kerîm'de yer ismi verilmez, tarih verilmez, komutanların
anasının adı babasının adı da verilmez. Peygamberin
anasının adı babasının adı, Firavun'un veya düşmanların
anasının adı babasının adı, yani künyesi de verilmez. Peki
ne verilir? Onun sahip olduğu küfür mantığı verilir,
berikinin imanı ve ona karşı mantıklı verdiği cevaplar
Kur'ân-ı Kerîm'de haber verilir. Netice de peygamberlerin
galip geldiği bildirilir. Yani bize örnek olsun diye, tarihden
örnekler verilir. Yoksa, masal anlatılmaz bize... 2415[26]

2415[26]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/326-327.
25- Kıyamet gününde kendi günahları tam olarak, bilgisizce
saptırdıkları kişilerin günahlarından da yüklenmek için
(böyle derler). Dikkat et ne kötü şey yükleniyorlar.
Allah, onların gizlediklerini de, açıkladıklarını da bilir.
Niçin bunlar, bilginin ne faydası olacaktır? Yarın kıyamet
gününde, yüklendikleri bütün günahları çeksinler diye.
Yalnız kendi günahları değil, onların sapıttığı insanların,
bilgisizce sapıttığı insanların da günahlarını taşısınlar diye,
diyor.
Uyanık olun diyor şimdi bize de; "dikkat edin, uyanık olun,
onların o taşıdıkları günahlar ne kötü şeydir, Onların başına
ne kötü belalar getirecek, ne kötü azaplar verecek "diyor
Allah (cc).daha Rabbim bu konuya dikkatimizi çekiyor. Ve
ahirette olacak olan şeyi olmuş gibi gösteriveriyor.
Bakara suresi 166ncı Ayet-i kerîmesinde; "O gün uyulan
kişiler, uyan kişilerden kaçıverecekler."diyor. Yani küfrün
önderleri, kendisine uyan adamlardan kaçıverecekler. Yani
benim günahım bana yeter, bir de sizin yüzünüzden bana
günah gelmesin, nolur defolun gidin benim yanımdan diye
kaçıverecekmiş. Onlar da:
"Ya Rabbi! Biz, bizim efendilerimize ve ileri gelen
büyüklerimize uyduk, itaat ettik, bizim yolumuzu bunlar
sapıttı. Yolumuzu sapıtan bunlar " 2416[27] "Ya Rabbi bunların
azabını iki kat et. Bir kendinden dolayı, bir de beni
sapıttığından dolayı." diyecekler. Yani kaç adam ona
uymuşsa, o uyan adamların günahı kadar da o adama günah
ilave ediliyor.
İkisi de Cehenneme gidecek hocam, ne farkeder? Yani
günahının fazla olması ne farkeder? derseniz, Onun Azabı
şiddetli olur. İki tane kâfirdir, ama, hani bazen şöyle sorulur:
"Hocam bir kâfir var, Allah'a, peygamber'e inanmıyor ama,
insanlığı çok iyi bunların durumu aynımı? iyiliğin faydasını

2416[27]
Ahzab 67
görecek o. Cehennemde azabı, diğerinden daha hafif bir
yerde azap görecektir. Ama yaptığı çoğaldıkça onun azabı
da daha fazla şiddetlenecektir, mutlak surette.
Allah o tür insanlarla beraber olmaktan ve onlarla aynı yere
varmaktan ve onların ardından gitmekten bizi korusun.
Peygamberinin yolunda yürütsün ve onların vardığı yere
vardırsın. (Âmîn)
Peygamber Efendimiz aleyhisselatü vesselama o günün
imansızları, hatırlarına gelebilen her türlü işkenceyi
yapmaya yönelmişlerdir. Ona iman eden, arkadaşlarına da
ellerinden geleni geriye bırakmamışlardır.
İnsanlık tarihi işkence konusunda çok tecrübelidir. Tâ
Kabil'le başlamış, Yahudilerin Hristiyanlara ve daha sonra
Musa (A.S.)'dan sonra gelen peygamberlere isyanıyla
devam etmiş; yakma, yok etme, asma, denize atıp boğma,
ateşte yakma gibi çeşitli işkence aletlerini' geliştirmişler,
bugüne kadar getirmişler.
Şu anda dünyanın çeşitli yerlerinde insanlar işkence
görüyorlarsa, bu tarih içerisinde insanların geliştirdiği
işkencenin yirminci asırdaki görüntüsünden başka birşey
değil. Peygamber Efendimiz (A.S.)'a da aynı şeyleri
yapıyorlar. Rabbim, Efendimize ve bize diyor ki. 2417[28]

26- Onlardan öncekilerde (peygamberlerine) tuzak


kurmuşlardıda Allah onların binalarına temellerinden
(azabıyla) geldi üstlerindeki tavan üzerlerine çöktü. Azap
onlara hissedemeyecekleri yerden geldi.
Ve onların bilmedikleri, hissetmedikleri, akıl edemedikleri
bir yerden Allah'ın azabı onlara geliverdi, buyuruyor. Bir,
bilinen azap vardır. Yani insanların tahmin edebildikleri
azap vardır. Bir de tahmin edemedikleri azap vardır. Onun
için Allah (cc), bir onların tahmin edebildikleri yerlerden

2417[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/327-328.
azabını veriyor. Yani insanın tahmin edebileceği azap; evi
göçebilir, zelzele olabilir, yangın çıkabilir gibi şeyler vardır.
Bir de hiç hesap etmediği yerden gelenler vardır.
Mekkeli müşrikler hiç hesap etmiyorlardı. Bir gün gelip,
Peygamber Efendimiz (A.S.) güçlenir, arkadaşlarıyla
beraber bir devlet kurar ve onlarla gelip Mekke'yi fetheder,
hatırlarından ve de hayallerinden geçmiyordu. Çok şey
hesap ediyorlardı ama, hesap etmedikleri yerden, onlara
Allah'ın azabı geliverdi. Peygamber Efendimiz'e ihanet
eden, sözleşmeyi bozan Beni Nadr Yahudileri kalelerine,
evlerine, silahlarına ve adamlarına güvendiler. Allah
onların hiç hesap
etmedikleri yerden geldi. Onların yüreklerine korku saldı.
Bunun üzerine Yahudiler kendi evlerini kendi elleriyle
yıktılar.2418[29] Dünyadaki azaptır bu, iman etmeyenlerine
tabiiki. Ahiretteki azabı daha bir başka olacaktır. Onu da
beyan ediyor zaten, hemen yirmi yedinci âyet-i
kerîme'de. 2419[30]

27- Sonra kıyamet günü onları rüsvay eder ve derki: "Hani


uğrunda düşman olduğunuz ortaklarım nerede?1'.
Kendilerine ilim verilenler: "Şüphesiz rüsvaylik ve kötülük
kafirleredir" dediler.
Sonra kıyamet gününde onları rüsvây eder. Yani Türkçede;
"elâ-leme rüsvây olduk," derler ya öyle. Bir azabın içerisine
girer ve yaptığı işler yüzüne öylesine vurulur ki, orada hem
azabı çekiyor. Hem de fiili olarak azap çekerken, etrafında
kendini tanıyıp ta bakanlarına karşı rüsvây olmanın azabı bir
başkadır. Hani insan bir dayak yer, acı duyar ama, bir de
yaptığı bir kötülüğün, çok sevdiği ve duymasını istemediği
bir insan tarafından öğrenilmesinin verdiği azap vardır. İşte
Allah (cc) ikisini birden ifade ediyor: "hem azabı tadarlar,
2418[29]
Bak Haşr 2
2419[30]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/328-329.
hem de rüsvây olurlar kıyamet gününde."
Allah (cc), hani bana ortak koşuyordunuz, yani benden
başkasını benim gibi kabul ediyor, benim emirlerime
uyumuyor, onun emirlerine uyuyordunuz. Benim
yasaklarımı çiğniyor ama onun yasaklarını tutuyordunuz.
Hani nerede onlar,? Allah'a ortak koştuklarınız ve o konuda
benimle ihtilafa düştükleriniz nerede? Yani Allah'a baş
kaldırıp, beriki adamı tutuyordunuz, ilâh diye tutuyordunuz.
İlâh diye tutuyordunuz denince, "bugün için biz ilâh
tutmuyoruz" diyenler var. Halbuki Allah'ın emrine karşı bir
başkasının emrini, Allah'ın yasağına karşı bir başkasının
yasağını tercih eden adam, onu ilâh kabul etmiş demektir.
Hani onlar nerede? diye Allah (cc) sorar.
Kendilerine ilim verilenler der ki: bugün rüsvâylık ve kötü
azap ancak kâfirleredir.
Büyük günah işleyen Müslümanlar, kâfirlerle denk
olmayacaklardır. Hani büyük günah işleyenler, affa
uğramazlarsa, günahları kadar yanıp sonra Cennete
çıkacaklardır. Onların Cehennemde azap görecekleri yer de,
kâfirlerden yine ayrı olacaktır. Yani amelleri oranında bir
azabı orada görecekler. Burada kıyamet gününde rüsvaylık
da, kötü azap da kâfirlere aittir. Yalnız onlar o cezayı
çekeceklerdir, diyor Allah (cc).
Benim dikkatimi şöyle bir şey çekiyor Kur'ân-ı Kerîm'de.
Görüyoruz ki; birinci derecede Allah'a iman işleniyor, âyet-i
kerîmelerde ağırlık bu. İkinci derecede ahiret işleniyor.
Biraz fazla gibi geliyor bana, yani ahi-rete iman, daha fazla
çokça tekrarlanmış olması, acaba fazla mı geliyor? ama,
düşünüyorsun öyle değil.
Bakınız şimdi işyerlerinde, 'dairede, dükkanlarda hep
çalışıyorsunuz, niye çalışıyorsunuz? işte altmışına yetmişine
gelince, -yani kudretten düşünce, yapacak birşey
kalmayınca, tanınamaz hale gelince, elâleme muhtaç
olmayalım, elâleme avuç açmayalım, helal lokma yiyelim,
çocuklarımıza helal lokma yedirelim, gayreti vardır. Yani
çalışmasanız da bu ömür geçer. Çalışsanız da geçer. Çünkü
sınırlı birşey, en fazla yaşasak seksen sene, doksan sene, yüz
sene... Ama sonsuz bir hayata iman ediyoruz biz. Öyleyse o
hayat üzerine konuşmak, altmış senelik hayat üzerine
konuşmaktan fazla olmalıdır.
Akşama kadar dairenizde veya dükkanlarınızda,
işyerlerinizde ne konuşursunuz ki, çeklerin karşılığı
çıkmadı, senetler karşılıksız kalıyor. Efendim, filan yere
malı satamadık, filan adam söz verdi de almadı, işler kötü
gidiyor veya işler iyi gidiyor neyse, yani hep bu altmış
senenin içerisinde yapacağımız, yiyeceğimiz şeyi konuşu
veriyoruz. Memurlarımız da maaşların derecesi şu kadar
yükseldi, şu kadar geldi, bu kadar gitti, şunu ev kirasına,
şunu kasaba, şunu bakkala verdik, elimizde birşey kalmadı
hesabı oluyor. Yani, akşama kadar ağzımızdan çıkan
kelimeleri hesap etmiş olsak, yüzde doksanı, sekseni bu
dünyaya ait gibi geliyor. Halbuki sınırlı bîr dünya için yüzde
seksen, yüzde doksan hisse verilmemelidir. Çünkü sonu
gelmez bir hayata başlayacağız biz ölümle beraber. Öyleyse
ağırlık o tarafa olmalıdır. Rabbim dünyayı da bize anlatıyor,
dünya ile ilgili bir çok âyet-i kerîme var. Ama ahirete oranla
çok azdır.
Çünkü sonu gelmez hayat orasıdır, oraya hazırlık yapılması
gerekiyor. Ve orada köşk, orada bahçe, orada bağ, orada
çiçek, orada yiyecek, orada görülecek en güzel şeyleri nasıl
hazırlayabileceğimiz! Kur'ân-ı Kerîm'de bize tarif ediyor. O
kâfirleri de tarif ediyor Rabbim yirmi sekizinci âyet-i
kerîmesinde: 2420[31]

28- Kendilerine zulmedenlerin canlarını melekler alırken


"Biz hiçbir kötülük yapmadık" diyerek teslim olurlar. Hayır.

2420[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/329-330.
Şüphesiz Allah yaptıklarınızı bilir.
O, nefislerine zulmeden kişiler zulmettikleri durumda,
zulmettikleri halde iken melekler onların canını alıverir.
Zalimler zulmederlerken melekler onların canını alıverir.
Zalimler başkalarına zulmederlerken, aslında kendilerine
zulmediyorlar. Başkalarına işkence yapanlar aslında
kendilerine işkence yapıyorlar demektir. Başkalarının
ekmek kapılarını daraltırken aslında kendisinin ahiretteki,
Cennetteki ni'met kapısını daraltıyor demektir. Başkasının
elinden bir şeyi kaparken, ahiretteki ni'metini kaptırıyor
demektir. Hem de bir misliyle demiyelim bir milyon katıyla
da demeyelim, çünkü sonu gelmez hayatın, bu dünya ha-
yatıyla oranlamasında rakamlar yetersiz kalır.
Onun için Rabbim, "başkalarına zulmeden" ifadesi yerine,
"kendilerine zulmedenlerin canlarını melekler alırlar."
buyuruyor. Bu sefer ne yapar onlar? Meleklere teslim
olurlar, kaçmaları mümkün değil, der. Ve teslim olurken de,
hani polis kovalıyor adamı kovalıyor, polis yetişemediği
zamanlarda iyi kaçıyor adam. Üç saat beş saat kovalamaca
oynuyorlar, tam yetişti, "vallahi birşey yapmadım," diyor.
Hay oğlum yapmadıysan beş saattir niye kaçtın? Kâfirler de:
"Kötü birşey yapmadık biz" diyorlar.
Melek gelip: Yeter senin bu zulmün gayrı, deyip de canını
alırken, vallahi ben birşey yapmadım, diyormuş.
Evet, Allah sizin ne yaptığınızı bilmektedir. Yani sen ne
kadar inkâr edersen et, senin yetmiş senelik hayatında nasıl
koştuğunu nasıl kaçtığım, kime ne kötülükler yaptığını,
kime ne iyilikler yaptığını bilmektedir Allah (cc). İnkâr
etme veya ikrar etme işi değiştirmiyor buyuruyor. 2421[32]

29- İçinde ebedi olarak kalmak üzere cehennemin kapı-


larından girin. Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür.

2421[32]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/331.
Cehennem sahneleri Kur'ân-ı Kerîm'de çokça veriliyor da,
insan görmeyince fazla ürpermiyor. Hani daha çok filmlerde
görülür; Bir adamı bağlarlar bir bankın üzerine, derken bir
fırına atacaklar, firma doğru gidiyor, fırınında ateşini (filmin
kameramanı kabiliyetine göre) bütün dehşetiyle
gösterebiliyorsa, milyonlarca metre uzakta olan seyirciyi
bile ürpertiyor oradaki ateş, yani televizyondaki ateş
ürpertiyor insanı. Yakacağı filan yok. Düğmenizi
basıverseniz söndürebilirsiniz. ama ürpertiyor.
Allah'ın (cc) Cehennemde hazırladığı ateş ile bu dünya
ateşinin mukayesesi hiç olmaz. Hocalarımız, anlatımda
kolaylık olsun diye şöyle derler; Cehennemden bir alev
yetmiş defa suda yıkandıktan sonra çıkarılmış, derler. Bu
ifade benim hoşuma gider. Böyle birşey yok da aslında, yani
şiddetini anlatabilmenin yolu bu. Hocalarımızdan biri iyi
bulmuş bunu. Yetmiş defa suda yıkandıktan sonra
yeryüzüne çıkarılmış, bu evleri yakan, bir şehri tarumar
eden veyahut da şu kadar ormanı yakıp yıkan ateş te öyle bir
ateşin yetmiş defa suyla yıkanıp ta çıkmış halidir, derler.
Onun için "böyle bir ateş, ne kötü bir yerdir" diyor Allah
(cc), sakındırıyor. Orayı gözünüzün önüne getirdikten sonra,
kötülük yapmanız biraz zorlaşır. Hani geçmişte veli olarak,
evliya olarak tanınan bir zat varmış da, yine dürüst ermişliğe
yakın bir derecede bir kadın varmış, demiş ki; ben onu
baştan çıkarırım. Kötülük yapmak için gitmemiş ama iddia
etmiş kocasıyla. Kocası demiş ki: "Yahu o veli adamdır."
karısıda demiş ki: "Ben onu yoldan çıkarırım. Müsâde et
sen." O adamda müsâde etmiş.
Gitmiş, çeşitli nameler yapmış, O zat anlamış tabii, demiş
ki; "bak, bir insan bir ateş çukurunun kenarında olsa ve
oraya düşmekte olsa ve tam o düşme esnasında senin gibi
bir güzelle yatma imkanı olsa, acaba bu işi yapabilir mi?
demiş. Yapamaz demiş kadın. İşte ben kendimi öyle
hissediyorum. Yani Cehennemi görür gibiyim. Onun için
haram işlemekten kendimi sakındırıyorum ben." Yani beni
engelleyen bu bilgim, bu imamındır demiş. Sonra kadın
demiş ki: Allah razı olsun, biz de seni böyle biliyorduk.
Aslında olmak isteseydi ben yapmazdım bu işi, demiş
ayrılmış diye bir kitapçık ta yazar.
Ayet veya hadis değildir yalnız. Ayet veya hadis değil, bir
olay diye nakledenler. Yani bir insan ateşi görür gibi
Cehenneme iman ederse, o ateşte yanmaz. Çünkü
yapacağını ona göre ayarlar. 2422[33]

30- (Allah'dan) sakınanlara: "Rabbiniz ne indirdi?"


denildiğinde onlar "(Rabbimiz) Hayır (indirdi)" dediler. Bu
dünyada iyilik yapanlara güzellik vardır. Ahiret yurdu daha
hayırlıdır. Müttekilerin yurdu ne güzeldir.
"Hayır" kelimesi birçok manaya geliyor. Hayır; islâm
demektir. Hayır; nimet demektir. Hayır; herşeyin en güzeli
manasına geliyor. "Allah (cc) bize hayır indirdi" derler.
Yukarıda bir âyet-i kerîme de geçmişti 2423[34] kâfirlere
soruluyor: "Allah size ne indirdi?" Denildiğinde!
"Geçmiştekilerin hikâyesi indirildi bize" diyorlar. Yani
geçmişte olan olayları bize anlatıyor bu peygamber, bizi
uyutuyor gibi ifade kullanıyorlar. Bunu Mekke insanı
söylüyor. Mekke'de Peygamber Efendimiz (A.S.)
Peygamber olarak görevlendirildikten sonras Mekke
çevresindeki insanlar da duymuşlar. Meraklı insanlar
Mekke'ye geliyorlar, imansız insanlara soruyorlar; yahu bu
peygamber nelerden bahsediyor size diyorlar. Diyorlar ki:
Geçmişlerin hikayesini anlatıyor bize, masal anlatıyor
diyorlar.
Aynı adamlar iman eden insanlara soruyorlar. "Rabbiniz
size ne indirdi?" diyorlar "Bize Rabbimiz hayır indirdi,
Kur'ân-ı indirdi. Her türlü iyiliği o Kur'ânıyla bildirdi ve biz
2422[33]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/331-332.
2423[34]
Nahl 24
bu Kur'ân'a imanla hayatımızı değiştirdik, bütün saadeti
kazandık, böylece hayrın içerisine girdik" diyorlar,
Rabbimde diyor ki: Bu dünyada iyilik yapanlar, ihsanda
bulunanlar, ki ihsanı biliyorsunuz: Allah'ı görür gibi Allah'a
ibadet etmektir. Her ne kadar Allah'ı biz görmüyorsak da,
Allah bizi görüyor, inancı içerisinde hareket ederse bir
adam, sözünü, davranışını, yürüyüşünü, ticaretini, ziraatını,
memuriyetini, her türlü hizmetini, Allah için, Allah görüyor
diyerek hareket edecek olursa, o insana bu dünyada
güzellikler vardır diyor. Yani Mü slü m ani ar'in mükâfatı
yalnız ahirette değil.
Bu dünyada iyilik yapanlara, ihsanda bulunanlara, bu
dünyada iyilik vardır. Yani karşılığını alacaktır. Ama ahiret
yurdu ise daha hayırlıdır. Yani Rabbim'in ahirette vereceği
güzellikler, hayırlar, bu dünyadakilerden daha güzel ve daha
iyi olacaktır. Allah (cc); "Müttakî insanların yurdu ne
güzeldir," diyor. Bu, Cennetin, ahiretin ardından
geldiğinden, meallerde ve tefsirlerde genelde şu mana
verilmiş: "Ahiret yurdu müt-takîler için ne güzeldir"
denilmiş ama, Rabbim âyet-i kerîmede "ahiret" kelimesini
kullanmadan, "müttakî insanların yurdu ne güzeldir,"
derken, ikisini de ifade ediyor. Yanı "dünyada
Müslümanlar'in kurduğu yurt ne güzeldir. Ahirette
Müslümanlar'ın, iman eden müttakî insanların, Cennette
varacağı yurt ne güzeldir." buyuruyor.
Şöyle diyoruz biz; Dünya tarihinde, hele hele şu 1400
senelik zaman içerisinde insanların en mutlu olduğu dönem,
Peygamber Efendimiz (a.s.) Mekke'de kurduğu 13 senelik
devlette yaşayan insanların mutluluğudur, diyoruz. Fakat
günümüzün insanına bunu anlatmak biraz zordur. Adam der
ki: Yahu hocam, günümüzde evlerimizin her tarafı son
model döşeniyor. Sıcak suyu, soğuk suyu hemen anında par-
mağınının altında, ateş, kibrit yakmaya bile gerek kalmadı.
Çevirdi mi, tık, hatta çevirmeye gerek yok, elin vardı mı
sıcak su akıyor. Yani böylesine çeşmeler yaptılar
evlerimize. Böyle bir hayat günümüzde yaşanıyor, Diyelim
ki bu rahatlık bütün insanlara da umumileştirildi, ge-
nelleştirildi yine de yetmez. Mutluluk denilen şey, apayrı bir
şeydir.
Biz diyoruz ki; dünyada insanların en mutlu olduğu dönem,
"Asr-ı Saadet" dönemidir. Peygamber Efendimiz (A.S.)'ın
dönemine ve Ashabının yaşadığı döneme Asr-ı Saadet yani,
Türkçe karşılığı: "Mutluluk çağı" diyoruz. Niye mutluluk
çağı? Devlet başkanının evinde olan bir yiyecek, giyecek,
kullanılan eşyanın tamamı, halkın her .kesiminde var. Yani
en fakir insanın evinde, devlet başkanının evinde olanın
aynısı var. En fakir insanın sofrasında olan şey, devlet
başkanının sofrasında olan şeydir. Bu arada zenginler var
ayrı, ama mutlulukta fakirle, devlet başkanı mukayese
ediliyor.
Çünkü insanlar mutluluk denen şeyi parayla
yakalayamıyorlar. Mesela İstanbul'a geldiniz, dediniz ki:
"Ya Rabbi şöyle başımı sokacak bir yer istiyorum." (Sanki
başını sokacak bir yer buldun mu mutlu olacaksın.) Derken,
iki oda bir salon veya bir oda bir salonlu evi temin
ediyorsunuz. Bu arada parayı da iyi kazanmaya
başlıyorsunuz. Olmadı o evde dar geliyor. Üç oda bir
salonlu bir yer alıyorsunuz. Derken çoluk çocuk filan, para
da daha çok kazanılıyor, ama istekler bitmeyince mutlu
olamıyorsunuz.
Daha büyüğünü, daha büyüğünü temin ediyor yine mutlu
değil. "Vallahi çevremiz pek uygun değil," deyip mahalleyi
beğenmiyor bu sefer. Çocukların ahlâkı biraz bozulacak,
burayı değiştirmemiz gerekiyor. Sosyete semtine gitmezse
huzur bulamaz bu adam. Sosyete semtine gider, o semte
uygun araba alacaktır. Arabayı değiştirdi ama elin oğlu
bilmem kaç milyar liralık bir araba almış, gelmiş evin
karşısında. Aslında Müslüman'a lazım bu araba. Hocam bu
araba olsa, seni ben evine o arabayla getirip götürsem olmaz
mı? Niye bu namussuzlar binecek hep buna? Adam taktı
kafayı oraya, bunu da islâmîleştirecek gayri, peki tamammı
hayır. Yani, mutluluk denen şeyi yakalaması mümkün değil
adamın. Olamaz da.! rahatlık ayrı, mutluluk denen şey
ayrıdır.
Mutluluk denen şeyi Asr-ı Saadet'te Sahabe yakalamış. Hz.
Ömer, Efendimiz (a.s.)'a bakmış; yattığı yerdeki hasırın izi
Peygamber Efendimiz'in bedenine geçmiş. Hz. Ömer
ağlamaya başlamış, "Ya Rasûlullah, vallahi ben Bizans
devleti başkanıyla da görüştüm, İran devlet başkanıyla da
görüştüm, onların oturduğu kalktığı yerleri gördüm, sen
bizim efendimizsin, olur mu bu?" Yani böyle hasırın
üzerinde olur mu demiş. Efendimiz ne güzel cevap vermiş
ona. 2424[35] Şimdi Medine'nin en uzak köşesindeki bir fakir,
hasırın üzerinde yatar, huzursuz ölür ama, gelir ki
peygamberi de aynı şeyde yatıyor.
Bir gün zenginlik onlara da gelmiş, ama Peygamber
Efendimiz (a.s)'ın yediğinden bütün fakirler yiyebiliyor,
giydiğinden bütün fakirler giyebiliyorlar. Aynı hissi, aynı
heyecanı taşıyorlar. Bu insanlar mutlu olurlar. Ama korkunç
fark, bugünkü olduğu gibi, on kişinin yediğiyle, hani Allah
rahmet eylesin şairimiz üstad N. F. Kısakürek Öyle demiş
ya:
"Allah'ın on pulunu bekleye dursun on kul;
"Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul," diyor şair.
Yani böyle bir ortamda, insanların huzur bulması, rahat
etmesi mümkün değil. Rabbim: Muttaki insanların ülkesi ne
güzeldir, diyor. Müttakî insanların ahiretteki yurdu ne
güzeldir, diyor. Çünkü evine gelince, evinde pişenin
aynısından komşusunda da pişmesini isteyecektir, "komşuda
pişer, bize de düşer sözü" ondandır. Bunu zamanla

2424[35]
İbni Mace K. Zühd bab 11 Hadis 4153
ecdadımız sağlamaya çalışmış, gayret etmiş ve İslâm'ın
müttakî insanlarla yönetildiği dönemlerde sağlanmıştır. Ne
zaman ki müttakî olanlar orta yerden, güzel atlara binip
çekip gitmişler, o zaman bozulma başlamıştır. 2425[36]

31- Altından ırmaklar akan adn cennetlerine girerler. Onlar


için orada diledikleri vardır. Allah müttekileri işte böyle
mükâfatlandırır.
Onlar için Adn Cenneti vardır. Oraya girerler ve Onun
altından ırmaklar akar. O Cennet'in altından ırmaklar akar
ve orada insanların bütün istedikleri vardır. Meşru olan
bütün istekleri orada yerine getirilecektir. Bedevinin biri
sormuş: Ya Rasûlallah, devemi pek severim, deve de olacak
mı demiş. 2426[37] Evet olacak demiş, Peygamber Efendimiz;
Deve de olacak demiş. İnsanın hoşuna gidecek şey orada
olacaktır. Ama o şey bu dünyadakilerle kıyaslanmayacak
kadar güzeldir.
İşte Allah (cc) müttakî insanları da böyle mükâfatlandırır. O
müt-takî insanlar ki. 2427[38]

32- Melekler iyi insanların canlarını alırken: " Selam size,


yaptıklarınıza karşılık girin cennete" derler.
O, iyi söyleyen, iyi iman eden, iyi amel yapan, iyi işler
yapan, iyi şeyler düşünen, iyi şeyler gören insanların da
ruhlarını melekler alır. Melekler derler ki:
"Selâm sizin üzerinize olsun. Yaptığınız ameller sebebiyle
buyrun Cennete girin" derler. Bu âyetlerden, yukarıda
Cehennemliklerin durumu, burada da Cennetliklerin durumu
anlatılır. Bu âyetlerden ve Peygamber Efendimiz (a.s.)'m da
bir hadisi şerifinden hareketle demişler ki alimlerimiz; kişi
dünyada iken ahirette Cehennem veya Cennetteki yerini

2425[36]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/333-335.
2426[37]
Tirmizi Cennet 11
2427[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/335-336.
görürmüş. Tam ölüm esnasında mü'min Cennet'teki yerini,
kâfir de Cehennem'deki yerini görürmüş.
Âyet-i Kerîme de olduğu gibi, Kâfirlerin canlarını melekler
çok zorlukla, azap ederek alırlar. Bunu hocalarımız, eski
hocalarımız (çok yaman adamlarmış), çalı dediğimiz ağaçlar
vardır, her tarafı dikendir. "vennâziâti"yi; Bütün
vücudundan canını alırken, "bütün hücrelerinden dikenli bir
çalıyı çeker gibi alır," diye anlatmışlar. "Vennâşitâti'yide,"
"sade yağdan kıl çeker gibi" diye tarif etmişler. Bu âyetin
ifadesi değil ama, hocalarımız bu kolaylığı anlatacaklar;
neyle anlatacaklar? İnsanların bildikleriyle anlatacaklar.
Peki hocam ama diyor bir kısım insanlar, gavurun ölüsünü
biz görmedik ama, filmlerde gülerek ölüyorlar diyor. Yani
bunlar Cehennem'i görüyorlar mı acaba? Cehennemi görse
güler mi? diyorlar. Tabii ki film icabı gülerek ölürler.
Hakikatte nasıl öldüklerini, kaç yorgan gevdiklerini biz
görmüyoruz, bilmiyoruz. Ama şu vardır, evvela bir
uyuşturucu verseler bir insana ve uyuşturucu var iken,
uyuşturucu etkisini devam ettirirken ölecek olur sa, dış
görüntüde biz onun azap duyduğunu bilemeyiz. Acı
duyduğunu bilemeyiz. Adam ölür, büyük azap da duymak-
tadır ama, azap duyduğunu vücudundan, gözünden,
herhangi bir yerinden anlayamayız. Bu şuna benzer;
yatağında yatmakta olan adam, bakarsınız adam böyle rahat
rahat uyuyorve rüya görüyor, derken adam uyanıyor, diyor
ki sana: Yahu niye uyandırmadın beni? Hayrola! Yahu
arkama bir tane ayı düştü, o beni kovaladı ben kaçtım, o
kovaladı ben kaçtım derken bir ateş yığınına vardım,
geçilecek gibi değil, ya yanacağım, ya arkadan gelecek o
beni parçalayacak, derken uyandım. Veya yılan her tarafımı
sardı, beni boğmak üzereydi gibi.
Adamın tipine bakıyorsunuz, hiç yılan görmüş gibi değil.
Hiç ayı kovalamış gibi değil ama azap çekiyor. Yani bu tür
azap çekmeler olabilir. 2428[39]

33- Kendilerine (ölüm) meleklerinin veya Rabbiyin emrinin


gelmesin imi bekliyorlar? Onlardan öncekilerde böyle
yapmışlardı. Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendile-
rine zulmettiler.
Hani, Mekkelilere soruyorlar: Yahu bu peygamber ne
getiriyor size? Vallahi geçmişlerin hikayesini getiriyor bize,
diyorlar inanmıyorlar. Peygamber olduğuna inanmıyorlar.
Onlar melek bekliyorlar. Yani "melek gelmeli değil miydi?"
diyorlar. Bir başka âyet-i kerîmede: Bize Allah'ın meleği
gelmeli değil miydi? Melek ona geliyor, anlatıyor, o bize
anlatıyor. Rabbim; "onlar ancak Allah'ın bir meleğini
bekliyorlar veya Allah'ın bir emrini bekliyorlar, azabını
bekliyorlar." buyuruyor.
Yalnız bunlar değil bunu bekleyenler, bundan Öncekilerde
aynı şeyi yapıyorlardı,. Hz. İsa'ya inanmayanlar da, Hz.
Musa'ya inanmayanlar da, daha önce gelenler de aynı şeyi
yapıyorlardı. "Haydi Allah'ın azabı varsa gelsin, Allah taş
yağdıracaksa taşım yağdırsın bizim üzerimize, veyahutta
madem ki sen peygambersin, haydi sana âyet getiren meleği
biz de görelim" gibi itirazları daha öncekiler de yaptılar.
"Onlara Allah zulmetmedi, ancak onlar kendi nefislerine
zulmettiler" diyor. Yani, yarın ahirette bunlar Cehennemde
yanacaklarsa, bu dünyada azabı tattılar sa, yani Lût (A.S.)'m
kavmi yerin altı üstüne ge-livermesiyle yok oldular sa,
Firavun'un ordusu Firavun'la beraber denizde boğulup
kaldıy sa, Nuh (A.S.)'m kavmi yağan yağmurlarla boğulup
kaldılarsa, Allah zulmetmiyor onlara, onlar kendilerine
zulmediyorlar. Bu kâinatın yaratıcısını inkâr ediyorlar.
O'nun gönderdiği Peygamberle alay ediyorlar, hakaret
ediyorlar. Böylelikle, bu dünyada yaptıkları kendi üzerlerine

2428[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/336-337.
azap oluyor.
Peygamber Efendimiz'e inanmayan Mekke insanının
elinden kendi yurdu çıkıyor, onlara bir azaptır ama; Kendi
yurtlarının ellerinden çıkmasına sebep Mekke'nin kendi
insanıdır. O peygamberi peygamber olarak kabul etselerdi,
ona iman etselerdi, o zaman kendi yurtlarında mü'min
olarak yaşayıp gideceklerdi. Yani kendilerine kendileri
zulmediyorlar. 2429[40]

34- Yaptıklarının cezası onlara isabet etti ve kendisiyle alay


ettikleri şey (azab) onları kuşattı.
Yaptıkları kötülükler onlara isabet etti. "Eden bulur"
diyoruz ya işte bu. Yaptıklarının kötülükleri onlara isabet
etti. Aynen Türkçe'de kullanıyoruz. (Feesâbehüm) "Onlara
isabet etti," hani kurşunu attığınızda hedefe varır ya, onların
hedefine, yani canlarına varan kötülük, kendi amelleriyle
attıkları kötülüktür. "Ebu Cehil kuyu eşer, kendi kuyusuna
kendi düşer." Yaptığı kötülük kendisine dokunuyor.
Ve onlara alay ettikleri şeyler sebebiyle azap onları kuşattı
ve onlara azap indi diyor Allah (cc). 2430[41]

35- Şirk koşanlar: "Eğer Allah dileseydi ondan başka hiçbir


şeye biz ve babalarımız ibadet etmezdik. (Onun haram
kıldıklarından) başka hiçbir şeyi haram kılmazdık."
dediler. Onlardan öncekilerde işte böyle yaptılar.
Peygamberin üzerine ancak apaçık tepliğ vardır.
"Eğer Allah dilemiş olsaydı, Allah'tan başkasına biz ibadet
yapmazdık." diyorlar Yani, şu anda biz Ebu Cehil gibi, Ebu
Süfyan gibi, Ebu Leheb gibi adamların kanunlarına uyarak
yaşıyorsak, Allah buna izin veriyor demektir. Eğer Allah
buna razı olmamış olsaydı, Allah bunu dilememiş olsaydı,
biz bunlara tapınamazdık, bunların kanunlarını
2429[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/337-338.
2430[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/338.
uygulayamazdık.
Yani, Ebu Cehil'in, Ebu Süfyan'in, Ebu Leheb'in koyduğu
kanunlar; Allah'ın kanunlarına ters düşseydi, Allah bunu
kabul etmez, bunu yerle bir ederdi. Etmediğine göre Allah
bu işten razıdır, diyorlar. Mantık, aynen günümüzdeki
insanların da mantığı; Canım olur mu, bir kısmı Allah'ı
kabul ediyor ya, günümüzde yaşayanlar da Allah'ı kabul
ediyorlar. Allah dilemeden birşey olmaz. Biz bunu kabul
ediyoruz, doğru. Ama bize Akaid kitaplarında bu âyetleri
hülasa edivermişler. "Emâli" diye bir Akaid kitabımız
vardır. Manzum olarak yani şiir halinde yazılmış.
"Müridül hayri veşşerril gabîih" Allah, hayrı da diler, kötü
olan şerri de diler. Zaten Onun dilemesi olmadan birşey
olmaz. Ama hayra razı olur, serden hoşnut olmaz, razı
değildir. Hani Amentü'de diyoruz ya sonunda: "Hayrihî ve
şerrihî minallâhî Teâlâ"; hayır da Allah'tandır. Şer de
Allah'tandır, diyoruz. Bize mantık oyunu yapıyor müşrikler,
Allah dilemeden birşey olmaz değil mi? Olmaz, diyoruz.
Öyleyse bizim bu yaptıklarımızı Allah diliyor. Evet Allah
diliyor, "öyleyse biz yanlış yolda değiliz. Allah dilemeseydi
bize müsâde etmezdi" diyorlar. Evet, bu günde aynısını
diyorlar: Allah dilemeseydi biz bu işleri yapamazdık. Allah
müsâde ettiğine göre, bu işler caizdir diyorlar.
Peki ama hırsızlık yapana da, tam böyle elini uzatıp kasadan
parayı alacakken, Allah eline vurmuyor yani. Öyleyse Allah
ona razı mı oluyor? Adam bir başka kötülük yapıyor, orada
da mani olmuyor. Demek ki Allah (cc) imtihan dünyasında
serbest bırakmış insanları. Yoksa insanın iradesini almış
olurdu ki, o zaman imtihandan çıkardı bu iş.
Biz de bu kötülükleri yapmazdık Allah dilemeseydi,
diyorlar, babalarımız da yapmazdı.
Diyorki bak eğer Allah dilememiş olsaydı, Allah'tan başka
hiçbirşeye biz ibadet yapamazdık. Allah'ın yasağından
başka biz bir yasak koyamazdık, diyorlar. Yani, İlah'Iik
iddiasında bulunanlar, putlar, haram koyma yetkisini elinde
tutanlardır. Bu adamlar yasak koyuyorlarsa, Allah'ın
yasağından başka yasak koyuyorlarsa ve bunu da biz
uygulu-yorsak, Allah buna razı demektir, diye bir mantık
oyununu bize karşı kullanıyorlar.
Rabbim de diyor ki: "Daha öncekiler de aynı şeyi yaptılar"
diyor. Hani bu konuda küçük bir kitapçık yayınladım "küfür
cephesinde yeni birşey yok" diye. Orada bu âyetleri
topladım. Yani bu adamların, fikir planında, yaptıklarında,
ettiklerinde, söylediklerinde, feylesoflarından imansızlarının
her çeşidine kadar, ne söylüyor ne yapıyorlarsa, yeni birşey
yapmadıklarını Kur'ân-ı Kerîm'den delillerle vermiştik.
Peygamberlerin üzerine düşen, apaçık tebliğden başka
birşey değildir. Biz buna bir "belagat" deriz. Edebiyatta
kullandığımız, beyan, belagat kelimeleri kullanırız da,
belağ; onu ifade eder. Belağ: arabın dilinde, atın
mahmuzunu eline aldıktan sonra koşmasını süratlendirmek
için çekip salıverme işine de denirmiş. Belağ, arab'ın dilinde
bülğa kelimesi, uzun yola gidecek olan kişinin azık
almasına da denirmiş. Yani bu kelime bunların hepsini
içermektedir. Çok gayret gösterme ve anlattığını çok fasih
bir dille anlatmadır derler. Bunun hepsini içerdiğini
düşünelim,
Peygamberlere düşen meşakkatlere katlanmak, İslâm'ın
anlatılması için ata binip uzak mesafelere gitmek ve
anlatırken de edip olmaya dikkat etmek. Beliğ bir ifadeyle
yani, insanlara hem anlatırken açık olacak anlattığımız
mesaj, hem de güze) olacak.
Hani bazıları derki: Efendim, Söylediğin doğru olsun da
isterse odun gibi olsun. Bu yanlıştır. Söylediğiniz doğru
olacak, ama güzel olacak. Hem doğru olacak hemde o doğru
olan şeyiniz güzel ifade edilecektir. Odun gibi ifade
edilmeyecektir. Allah (cc), bize çiçeklerini verirken
güzellikler içinde, meyvelerini, sebzelerini verirken
güzellikler içerisinde veriveriyor. Onun için Rabbim:
Peygamberlerin görevi apaçık tebliğdir."buyuruyor.
Emretme veya yasak koyma hakkı Allah'mdır(cc)
Peygamberlerin bu hakkı varsa da Rabbim tarafından
verilen bir haktır. 2431[42]

36- Muhakkak biz her ümmete: "Allah'a ibadet edin, ta-


ğuttan kaçının" diye bir peygamber gönderdik. Allah onlar-
dan bir kısmına hidayet etti, bir kısmından dalalet hak oldu.
Yeryüzünde dolaşında yalanlayanların sonu nasıl oldu gö-
rün.
Biz her ümmete bir peygamber gönderdik diyor Rabbim.
Türkiye'de ve dünyada bir kısım imansız kişiler vardır ki,
Hocam filan yere de acaba peygamber gönderildi mi?
Japonya'ya peygamber gönderildi mi? Amerika'ya
peygamber gönderildi sorusunun cevabı bu 36. âyet-i kerî-
mededir.
Biz, her ümmete bir peygamber gönderdik diyor Rabbim.
Milattan önce, Hz. İsa (a.s.)'dan önce eğer Amerika'da adam
varsa orada da peygamber vardır. Veya peygamberin bir
elçisi vardır. Hani bizim Türkiye'ye bir peygamber gelmedi
ama, Mekke'de gönderilen Peygamber Efendimiz (a.s.)'in
elçileri vardır.
"El ulemâ ve rasetul enbiya" buyurmuş Peygamber
Efendimiz. 2432[43] Yani alimler, Peygamberlerin varisleridir.
Ondan ne nazil olmuş, ne sadır olmuş sa onu alırlar ve beri
tarafta dağıtırlar. Her ümmete peygamber gönderildi. Niçin
ama? Peygamberlerin görevlerinin bel kemiğini ifade ediyor
Rabbim.
Her ümmete Peygamber şunun için gönderilmiştir:
"Allah'a kulluk yapınız.Allah'a karşı baş kaldıran, sapkın ve
azgın insanlardan uzaklasınız, kaçınınız onlardan" diye
2431[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/338-340.
2432[43]
Ebu Nuaym, Deylemi ve Ibnü Neccar'dan naklen Levamiul Ukul 11567
peygamber göndermiştir Allah (cc). Anladık mı
peygamberin niçin gönderildiğini? Peygamber Efendimiz
(a.s.) bize, yalnız teşbih çekin, zikir yapın, "Lâilâhe illallah
Muhammedürrasûlullah" deyin, salavât-ı şerife'yi çok
getirin, -bunlar yapılacak ama- bunun için değil. Zaten bu
söylediklerimizin dille tekrarıdır. Allah'a kulluk yapılacak,
tağut'tan kaçınılacak. Kaçınılacak derken, kaçılacak değil,
ona itaat edilmeyecek. Karşı gelinecek ona. Peygamberlerin
gönderiliş gayesi bu. Özet bu.
"Tağut"; arab'ın dilinde azgın, haddi aşan, azgın insan yani,
kendi sınırında kalmayan, mesela taşmak diyoruz ya
"taşkın" kelimesi de bu kelimeyi ifade ediyor. Taşkın nedir?
Mesela kazan kaynarken, su taşıp sınırı aşıyor. Taşkın insan
da, kendi insan olarak yapması gerekenin dışına taşan kişi.
Kendisinin yapması gereken ne idi? Allah'ın yarattığı mekan
üzerinde, Allah'ın verdiği bu can ve ten ile Allah'ın verdiği
emir ve yasaklara riâyet etmekti. Ama bu taşkın diyorki:
Yok, ben bu kadar şaşkını bulmuşken niye Allah'a ibadet
yapacaklar? Bana ibadet yapsınlar diyor.
Taşkın adam, hep şaşkın adamları kullanır. O şaşkınlar da
onun emrinde geliveriyorlar, gidiveriyorlar. Zamanla şeytan
da onlara güzel gösteriyor yaptıklarını, ya hakikaten bu
arkadaşın görüşleri, bu arkadaşın fikirleri, bu arkadaşın
koyduğu kanunlar ne kadar güzel işimize yaradı, çıkar
çevrelerinin işine yarıyor ya ondan sonra ne kadar işimize
yaradı diye onlarda onu seviyor ve de destekliyorlar.
Onlardan bir kısmına Allah (cc) hidâyet verdi. İnsanlardan o
ümmetten ve bir kısmına da sapıklık hak oldu diyor. Yani
bir kısmıda yaptıkları kötülükler ve iradelerini kötüye
kullanmak sebebiyle sapıklık hak oldu. Peki sapıklık onlara
hak olunca, sapıklık hayatını sapkınca yaşayınca ne olur.
Rabbim diyor ki; ne olacağına dikkat edin.
"Yeryüzünde şöyle bir dolaşın, seyahat edin. Allah'ı
yalanlayanların, Peygamberlere inanmayanların
akibetlerinin ne olduğunu görünüz" diyor Allah (cc). Öyle
olunca hani bazen yurt içi veya yurtdışı seyahat-lara
çıktığınızda gittiğiniz yerleri ibretle, dikkatle seyredin.
Burada kimler yaşamıştır. Hani şu İstanbul şehrinde bile
gezdiğinizde Beyazıt'ta, Sultanahmet'te ve çevrede
görüverdiğinizde, Allah'a isyan eden insanların yaptıkları
hâlâ dikili. Dikilitaş mesela; Dikilitaş ki; on tane tır o taşı
taşıyamaz, o taş Mısır'dan getirilmiş, Ordan buraya ta-
şınıncaya kadar binlerce kölenin kanına mal olmuştur o.
kırbaç altında o insanlar can vermişler, oraya şaheseri
dikebilmek için. Onu göreceksiniz, zalimlerin zulmü olarak
dikilidir onlar.
Bizim de eserlerimiz var ama hemen yanıbaşmda
Sultanahmet camii Araştırıcılarımız araştırıyorlar.
Sultanahmet'te veya Süleymaniye'de çalışan işçinin aldığı
maaşlar biliniyor günümüzde. Kim araştırıyor üniversiteden
profesörler araştırıyor, araştıran profesörün maaşını
geçiyormuş; Vallahi diyor Süleymaniye'de çalışan işçi, bu-
günkü hesaba vuruyor, o günkü aldığı parayı yani o adam o
günkü aldığı altını bugün eline verivermiş olsanız,
profesörün üstünde maaş alıyor.
Yani bir tarafta zulüm abidesi bir tarafta da İslam'ın adaleti
içerisinde yapılmış bir şaheser. Teferruata girmiyorum.
Müslümanlar yalnız göze güzellik olsun diye değil aynı
zamanda ihtiyacı karşılasın diye de yapmışlar, ihtiyacı
karşılarken güzellikleri görsünler diye de yapmışlar bu işi.
Öbürünün ki yalnız â â nasıl diktiler ki bunu buraya
demekten başka yapacak bir şeyi yok. Ama onun da bir
faydası var, biz görelim.
Yalanlayanların akibetinin ne olduğunu görmek üzere
oraları seyretmenin de ayrıca faydası var.
Bunları dikenler bile bu dünyada kalamadılar. Allah'ın
azabına uğradılar. Öyleyse yalanlayanlardan
olmayalım. 2433[44]

37- Sen onların hidayetine hırslı olsanda Allah sapıttığına


hidayet vermez ve onlar için yardımcıda yoktur.
Sen onların İslâm'a girmesi için her ne kadar hırslı hareket
etsen de Allah, sapıttığı kişileri hidâyete erdirmez. Onlara
hiç yardım edecek olan da yoktur buyuruyor. Şimdi bu bazı
arkadaşlar diyor ki iman etmeyecek olana acaba biz fayda
verebilir miyiz? Yok fayda veremeyiz. İman etmeyecek olan
adama biz fayda veremeyiz. Ama kimin iman etmiyeceğini
biz bilemeyiz. Onun için bütün dünyadaki insanların kâfir-
lerin iman edeceği ümidini taşıyarak İslâm'ı tebliğ edeceğiz
biz. Hemen yukarıdaki 35. âyette Peygamberlere bütün
Peygamberlere ancak o islâm'ı ulaştırmak vardır. Yalnızca,
ulaştırmak vardır. Öyleyse bizim görevimiz ulaştırmaktır.
Hidâyet vermek değil, Vallahi hocam, filana gittim anlattım
anlattım adam reddetti. Reddetsin ikinci gün yine gitmek
görevimiz, üçüncü gün de, ölünceye kadar. O adamın canı
boğazından çıkıncaya kadar ümidi kesmeyeceğiz. Ve adam
öldü. Biz tebliğimizin sevabını alıyoruz. 2434[45]

38- Onlar yeminlerinin bütün şiddetiyle; "Öleni Allah


diriltmez" (diye) yemin ettiler. Hayır bu üzerine aldığı ger-
çek vaaddir. Ancak insanların birçoğu bilmezler.
Adamlar bütün güçleriyle, gayretleriyle Allah'a yemin
ederler, derlerki: "Allah öleni diriltmez" Yani ahireti inkar
cemiyeti, yeni kurulmuş birşey değil, günümüzde de buna
benzer ahireti inkar cemiyeti Vardır Türkiye'de TV ile biraz
daha hızlandırdılar işi. Kendilerini televizyona daha çok
getirebiliyorlar.
Efendim, Öldükten sonra kalıp değiştiriliyor, diyorlar.
Ankara'da bir asker arkadaşım var, köylüdür ama efe
2433[44]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/340-342.
2434[45]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/342-343.
köylülerden, Ankara'nın içinde bir dükkan açmış orada da
bir tanesi buna takmış, köylü bir delikanlı ama karşısına
durana laf ettirmiyor, yani mantığı fena değil.
Ben bir yanına vardım; yahu dedi burda herifin biri
îmanımızı çalmak için gayret gösteriyor, epey de aklı
başında, sununla bir görüştüreyim seni dedi. Gittik yanma
vardığımızda diyor ki; ona; "ey ruhu kaplumbağalarda hapis
olasıca, hadi konuşacaksan hocaya konuş" diyor.
Şimdi böyle bir cemiyet var arkadaşlar Beyoğlu'nun orada
yerleri de varmış bu garibanların, onlardan biri birkaç defa
geldi gitti bizim bu tefsir dersine. Dersten çıktıktan sonra
belirli yerlerde oturduk, aklı başında, edepli, terbiyeli bir
delikanlı. Dedim ki; bak âyetle filan ispat etmiyeceğim.
"Eğer biri ölüp biri yerine geliyorsa, yani bir adam öldü
suçluydu, mesela köşe dönücü bir bakandı, ölünce
kaplumbağa olarak geldi diye-lirnvPeki kaplumbağa olarak
dürüst yaşadı, ondan sonra tavşan olarak dünyaya geldi.
Tavşan daha iyi dürüst yaşadı, tekrar bir insan olarak geldi.
Sonra derken hırsız oldu, yankesici oldu bilmem ne oldu
filan, döndü dolaştı vs. Peki dünya üzerinde yaşayan
insanların sayısının arttığına inanıyor musun.? dedim,"
"inanıyorum" dedi. Yani evvelki sene dört milyar olan
nüfûs, şimdi beş milyar oldu. Beş milyar olan nüfus,
beşbuçuk altı milyar oldu, diyorlar. Yani "artış var mı.?"
var. Öyleyse bu insanlar nereden geliyor.? daha önce bir
milyardı. Bir milyar olmadan önce, beşyüz milyondu. 500
milyon olmadan önce 100 milyondu, bir milyondu derken,
Hz. Adem'e inanıyorsanız bir kişiydi.
Hz. Adem Öldü, Hz. Adem'in ruhu çocuğuna geçti diyelim
veya hanımı öldü kızına geçti veya oğluna geçti veya bir
kaplumbağaya geçti yani dünyanın nüfusu artmaması
gerekirdi.
Dünyada şu kadar vahşi hayvan var, şu kadar kuş var, şu
kadar kaplumbağa var, şu kadar ceylan var. Ama iki tane de
adam vardı. Adet değişmemesi gerekirdi ama değişti,
değişiyor artıyor boyuna, bunu nasıl açıklayabiliyorsunuz.?
dedim. Dedi ki; cemiyete sormam lazım ikinci hafta yine
buraya tefsir dersine geldi, dersten sonra biryer-lerde
oturduk.
Demişler ki; "Uzaydan gelenlerle artış sağlanıyor." Uzaylı
dostları hep onlar çıkarır zaten. Adamlar aynen bütün
güçleriyle yeminle derler ki; öleni Allah diriltmez. Yok öyle
birşey diyorlar. Niye; bu ahiret inancı üzerinde duruyorlar
da Allah'ı inkâr üzerinde durmazlar, çünkü büyük tepki
gelebilir. Allah'ı inkâr ederse müslüman kesimden büyük
tepki gelebilir.
Bütün dünyada Allah'ı inkâr biraz zorlaşıyor. Şöyle veya
böyle Allah'a inanma ihtiyacını hissediyor insanlar. Bunlar
da ahirete imanı ortadan kaldırmak için uğraşıyorlar, bunu
sağladılar mı ahlâksızlığın her çeşidi meşru olacaktır.
Madem ki hesaba çekilmek yoktur öyleyse yap yapabildiğin
kadar, vur vurabildiğin kadar, kır kırabildiğin kadar, yani
edenin ettiği yanma kalacak inancını yerleştiriyorlar.
Evet ahiret'te dirilmek Allah üzerine verilmiş bir vaad'dır,
bir haktır. Yani Allah (cc) ahirette dirilmeyi vaad etmiştir.
Ve Allah (cc) üzerine bir haktır. Yani olmaması mümkün
değildir ama insanların bir çoğu bunu bilmezler diyor Allah
(cc). 2435[46]

39- Hakkında ihtilaf ettikleri şeyi açıklamak ve kafirlerin


yalancı olduklarını bilmeleri için (diriltecektir).
Niye Allah (cc) ahireti yaratmış hesabı, kitabı, orada ihtilâf
edenlere yani vardı, yoktu, diyenlere göstermek. İman-
edenİer vardı diyorlar görecekler, inkarcılar da yoktu
diyorlar, onlarda görecekler ve bir de kâfirler yalanladıkları
şeyi yakînen bilsinler diye Allah (cc) vaadini ger-

2435[46]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/343-344.
çekleştirecektir. 2436[47]

40- Bir şeyi (n olmasını) dilediğimiz zaman sözümüz ancak


"Ol" dememizdir. O derhal oluverir.
Biz bir şeyi murad ettik mi, o konuda ol dedik mi oluverir,
diyor Allah (cc). Hani biz çok basitinden; bir elbisenin
yapılması için pamuk ekeceğiz, tohum ekeceğiz, bakacağız,
sulayacağız, büyüteceğiz, toplayacağız, harmanlayacağız,
eğireceğiz, dokuyacağız, dikeceğiz ondan sonra piyasaya
süreceğiz. Yani binlerce insanın elinden binbir meşakkatle
elde ediyoruz. Allah (cc) bütün kainatın yaratılışının yalnız
"ol" deyi-vermekle olduğunu ifade ediveriyor.
Rabbimin gücünü böylece hayal edebiliriz. Yoksa kendi
hayallerimiz en büyük deyince, hani benim oğlan soruyor,
küçücük yavrum; gemiyi görmüş te; "Baba Allah gemiden
büyük müdür?" Gözüne çok büyük göründü galiba. "Oğlum,
Allah en büyüktür" diyorum. Çocuk aklı, mukayese etmek
istiyor yani. İki yaşındaki çocuğun mantığı, gözüne büyük
görünüverince beraberinde gemiden büyük mü diyor. Gayrı
anlatmak zor, büyük diyeceksin, geçeceksiniz.
Oğlum bundan da büyük, bak şu Çamlıca varya, şu dağ var
ya ondan da büyük. Başka yolu yok onu anlatmanın.
Bununla biraz daha biz anlarız. Yani bütün bu kainat "ol"
deyiver-mesiyle olmuştur. O kainatın da inceliklerini
düşünün yani.
Hani bir çiçeğin oluşumundaki incelik o da "ol"
deyivermekle olmuştur. Ona göre Allah (cc) gücü hakkında
bilgimiz az çok genişler, yoksa yine Onun büyüklüğünü
kavramak, bu akıl bu idrakla biraz zor. 2437[48]

41- Zulüm edildikten sonra Allah yolunda hicret edenleri


dünyada güzel bir yere yerleştireceğiz. Ahiretin mükafatı ise
2436[47]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/345.
2437[48]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/345.
daha büyüktür. Keşke bilselerdi.
İşte bu 41. ve 42. âyet-i kerîmelerde Allah (cc): Allah
yolunda hicret eden kişiler zulme uğradıktan sonra Allah
yolunda hicret eden kişileri bu dünyada da güzel bir yere
yerleşir. Hani hutbelerimizde: İşte şöyle şöyle yaparsanız,
ahirette şu azapla, şu sevap vardır. Ahirette şu kadar makam
vardır, mevki vardır, filan. Hep ahireti hayallendiririz ama
öyle değil. Kur'ân-ı Kerîm dünyada da güzellikler vaad
ediyor. "Zulme uğradıktan sonra Allah için hicret eden
kişiyi bu dünya hayatında da güzel yerlere yerleştiririz"
diyor Allah (cc).
Mantîken olmayacak gibidir, ama şu dünya hayatında bile
görüyoruz. Bir yerden sırf Allah rızası için hicret eden
insanlar, eski yerinden daha rahat hayat yaşıyorlar. Zulme
uğradıktan sonra oradan hicret edip başka yere göç edenler
Allah rızası için göç edenler ki; burada Allah rızası vardır.
Allah yolunda hicret edenleri bu dünyada daha güzel bir
yere yerleştiririz diyor Allah (cc).
Hocam biz de hicret edelim mi? diye bazen soru soranlar
var. Nereye hicret edeceksin, niye hicret edeceksin?...!
Bizde Hicret edecek bir durum yok. Yaptığımız bir şey yok
çünkü. Yemeğimizi yiyoruz, elbisemizi giyiyoruz, onlar
susun dediklerinde susuyoruz, hatta konuşanı da
susturuyoruz, "aman hocam biraz ileri gitmiyormusun?"
diyerek.
İstanbul'un hocaları genelde cesaretlidir. Fakat Anadolu'dan
bir vilâyet müftüsü gelmiş, bizim buradaki bir müftü
efendiye anlatıyor; "Vallahi filan camideydim, imam
hutbede konuşurken ben kendimi gizledim, beni
görmesinler diye." Çünkü sen nasıl onu dinledin diye hesaba
çekerler.
Böyle bir korku yüreklere salınmış durumdadır. Bu
arkadaşın hicret etmesine gerek yok. Yani bu arkadaş
olduğu yerde kalsın, gider se korku götürür gittiği yere,
gittiği yere korku salarak gider. O kendi vilâyetinde
imamlarına ağzını açtırtmıyor. Buraya gelmiş bizim müftü
efendiyi korkutmaya çalışıyor; "Yahu senin imamın ne
biçim öyle" diyor. Onun hicret etmemesi, daha iyidir.
Rabbim; "Bu dünyada iyi yere yerleştiririz. Ama ahiretteki
ücret, mükafat daha büyüktür" diyor. Ama kime? "keşke
bilselerdi," diyor Rabbim. Keşke bilselerdi. Ahiretteki
hayat, ahiretteki mükâfat daha büyüktür.
Mesela Peygamber Efendimiz (A.S)'ın yanında iman
ettiklerinden dolayı sahabeler, çeşitli işkenceye tabii
tutuldular. Ammar bin Yâsir gibi. Bilal-i Habeşi gibi,
Suheyb-i-Rumi gibi... Bunlar gariban takım, kimi kimsesi
olmayan, arkası olmayan insanlar bunlar iman ettiler, zulme
uğradılar, dinlerinden dönmediler. Ama Medine'ye varınca
da, Peygamber Efendimiz (A.S.)'in, Kâinatın Efendisi'nin
yanında oturma, Onunla beraber aynı sofradan yemek
şerefini elde ettiler. Ve kıyamete kadar da "(R.A)'a" diye
dua aldılar onlar. Bu dünyadaki mükâfatları bunların.
Yahu böyle bir ni'met, yani Bilal-i Habeşi'nin o kapkara,
kupkuru kölenin edindiği makam bu. Biz; "Bilal-i Habeşi
(R.A.) efendimiz" diyoruz. Bu dünyada edindikleri
makamdır bu işte. Rabbim; "Bu dünyada güzel yerlere,
güzel makamlara onları yerleştiririz" diyor.
Bu ashabın herbirinin bir evi vardı, ailesi vardı, Medine
devleti içerisinde mutlu yaşıyorlardı. Öyle bir yere
yerleştirmiş Rabbim, bir de öyle bir makam vermiş ki,
kıyamete kadar millet Ona dua ediyor. Trilyonunuz olsa,
bunu sağlayamazsınız.
Bundan 50 sene evveli köyünüzün zenginlerini düşünün;
onu tanımayanlar, yarın birkaç sene sonra tanımayacak,
kimse bilmeyecek ve yok olup gidecekler o adamlar. Şu
anda Türkiye'nin en zengini o iki adam öldü mü, yüz sene
sonra adı, sanı silinir ancak arşivlerdeki yazılarda. "Bir
zamanların en zengin adamı bu iki kişiymiş miş" denilir.
Rahmet okuyacak hiç adamı olmaz onların. Yani
trilyonlarınızı verseniz, temin edemezsiniz bu işi.
Âyet-i Kerîme de zaten bunu söylüyor. "Eğer yeryüzü
dolusu altının olsaydı, bu insanların gönüllerini bir araya
getiremezdin" diyor. Kendini ve bu insanları birbirine
sevdiremezdin. Sizin hepinize para verseydim şurada ders
dinlemek için tutmam mümkün değil. Çünkü, birkaç
arkadaş diyecek ki; benimle Mahmut Hoca filanı aynı tuttu,
ona da on altın verdi bana da on altın verdi diye.
Efendimiz (s.a.v.); insanların rızasını kazanmak için değil
Rabbin rızasını kazanmak için çalışmış. Zaten Rabbin
rızasını kazanmak için çalıştınız mı insanların
maslahatınada uygun hareket etmiş oluyorsunuz. Severse
sevdirir Rabbim, severse sevdirir. Öyleyse onun seveceği
işleri yapmak gerekiyor. 2438[49]

42- Onlar sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir.


O muhacir olan yani zulmedildikten sonra hicret eden, bu
dünyada belirli makamlara yerleştirilen, dün güzel
makamlara yerleştirilen, ahi-rette büyük mükâfata kavuşan
insanlar; önce sabredenlerdir ve Rabb'e tevekkül edenlerdir
diyor Allah (cc).
Yani evvela sabrediyor, sonra da Allah (cc)'ye tevekkül
ediyor. Yani Rabbim'den başka dayanacak güvenilecek bir
yerin olmadığını yüreğine yerleştiriyor. Bu en güzel şekliyle
İbn Kesir'de rivayet edilmiş, çok hoşuma gider benim, hadis
biraz zayıfça ama olay hoş: İbrahim (as) mancınıkla ateşe
atılır, havada giderken Cebrail yetişir ve; "Dile benden ne
dilersen, sana nasıl yardım edeyim?" "Kurtar de kurtarayım"
diyor. İbrahim (as) diyor ki: "Beni peygamber olarak
gönderen Allah (cc)'tır, yardımı da Ondan beklerim ben"
diyor. Yani sende yaratılmışsın, benim gibi yaratılmıştan

2438[49]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/346-347.
yardım istemem ben, Rabbim'dir beni bu yola iten. Beni
koruyacak olan da Odur der. Rabbim de Onun ateşini
gülistana çeviriverir.
Mesela ev yapacağız mühendise ihtiyacımız var, işçiye ve
ustaya ihtiyacımız var, hepsini kullanacağız. Ama kesin
zaferi Allah (cc)'dan bekleyeceğiz. "Senden başkasından
yardım talep etmem, bunların hepsi sebeptirler. Sebepleri
yaratan Sensin ya Rabbi" deyip Ona yöneleceğiz.
Tabii sabrı daha önce anlatmıştık. Yalnız imansız caddeyi
işgal ediyor, devlet dairesini işgal ediyor, hani her şey elden
gidiyor, din elden gitmiş, devlet elden gitmiş, sen; "Allah
sabredenlerle beraberdir, sabır ver ya Rabbi" diyorsun. Bu
sabır değil gayri, bununki kabir gibi birşey. Sabır; Bakara
sûresinde geçmişti, Talût-ûn orduları iman etmiş o azıcık
ordu kılıçları çekmişler, harp düzeni almışlar, hertürlü
tedbire baş vurmuşlar, düşmanın çokluğuna da aldırış
etmiyorlar, tam harp başlayacak; "Ya Rabbi! Yüreklerimize
sabır ver" diye dua ediyor!ar. 2439[50] Sabır oradaki sabırdır.
Ateş hattındaki sabırdır, yoksa evlerde kapıları kilitleyip,
pencereleri Örttükten sonra, çarşıyı imansıza teslim ettikten
sonra, sabretmek, o sabır değildir. Çünkü, biraz sonra
imansız kapıyı da çalacak veya kıracaktır. 2440[51]

43- Biz senden Önce kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden


başkasını peygamber olarak göndermedik. Eğer bilmi-
yorsanız zikir (kur'an) ehline sorun.
44- (Biz o erkekleri) deliller ve kitaplarla (gönderdik) onlara
ne indirildiğini İnsanlara açıklayasın diye sana da zikri
(Kur'an'ı) indirdik. Taki iyice düşünsünler.
Eğer Allah'ın âyetlerini ve kitaplarını bilmiyorsanız bilene
sorun, mana bu. Fakat arkadaş şuradan alıyor: Eğer
bilmiyorsanız, zikir ehline sorun. Zikirden kasıt Kur'ân-ı
2439[50]
Bakara 249
2440[51]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/348.
Kerîm'dir. Yukarıda geçti ya, zikri Biz indirdik, yani
Kur'ân'ı Biz indirdik, Kür1 ân11 koruyacak olan da biziz,
diyor Rabbim.
Zikirden kasıt Kur'ân'dır. Öyleyse bilmediklerinizi Kur'ân
ehline sorun, diyor. Fakat okumayan kesim, okumadan
dervişlik yapmaya kalkı-yorlarlar ki, bunun için
büyüklerimiz, mezhep imamlarımız; "fıkh'ı öğrenmeden
tasavvufa giren "zındık" olur" diyorlar. Bir adam bir kere
fıkh'ını bilecek, nasıl namaz kılacağını, nasıl oruç tutacağını,
akâid'ini gayet iyi bildikten sonra tasavvufa girecektir
diyorlar.
Buradaki zikri, zikir ehli yani okuması yazması olmayan bir
arkadaş, zikrediyor ya, ona sorun, zikir ehline sorun diyor.
Ayet-i kerîmeye muhaliftir bu. Rabbimin kitaplarını,
Rabbimin kitabını bilene sorun. Eğer siz kitabı
bilmiyorsanız kitabı bilen kişiye sorun diyor Allah (cc).
Bir arkadaşım vardı. İngiltere'de filan tahsil yapmış, şöyle
biraz helal azıkla değil de haramla geçinen bir ailenin
çocuğuydu. İslama bir dönüş yaptı. Onun için
yayınlanmakta olan güzel kitapları da ona verdik, okurken,
camiye gitmeye başlayınca, orada Kur'ân okumasını bile zor
bilen, fazla bir fıkıh bilgisi de olmayan, babasından mı
kaldı, dedesinden mi kaldı, şeyhlik iddiasında bulunan
birisi; Bir şeyh'e sarılmadan Cennetin yolunu bulamazsın
demiş. Adam da zaten Cennete gidebilmek için herşeyi
yapıyordu. Bağlanıvermiş ona. Ve o arkadaş şu anda delidir.
O şehrin delisidir.
Niye böyle oldu? dedim. Bir akşam dedi, şeyhimiz Allah'ı
görmeyi anlattı bize, O kadar kendimi vermişim ki, ordan
çıktım eve kadar yürüdüm, nasıl görürüm, görürsem nasıl
görürüm, nasıl birşeydir ki, kafayı taktım, taktım, taktım ve
eve geldim, yattım. Yataktan bir ses geldi; "Kalk, Allah'ın
benim, gör beni," dedi diyor. Kalktım ve gördüm. Gördüm
ama o anda kafayı üşüttüm. Ben Şeytanı gördüm veya haya-
limi gördüm, ama gitti kafa diyor. Adam şimdi bunu anlatır
fakat delidir, elinde içki şişesiyle şehrin içerisinde dolanır.
Eski tanıdıkları beş on kuruş para verirler.yaşayıp gider. Bu
adam hâlâ yaşıyor.
Zikir ehli o değil, zikir ehli Kur'ân'ı tanıyan, Kur'ân'ı bilen,
manasını anlayan, Ona göre yaşayan ve zikir de çeken yani
"estağfirullahı'm, lâ-ilahe illallahı'nı, salavât-ı şerîfelerini"
de getiren, ama âyet Öyle dediği için getiren insanlardır
zikir ehli, Kur'ân'ı bilen kişi zikir ehlidir. "Bilmediğiniz
konuları Ona sorun" diyor Rabbim.
Bilmediğimiz şeyleri ehline'soracağız. Dini konularda.da
ehli kimdir? Kur'ân'ı en iyi bilendir. Ahkâmıyla bilendir
yalnız. Yani; bazı arkadaşlarımız var ki çok güzel okuyorlar,
hayranlıkla dinliyorum ve saygım da çok büyüktür o
insanlara, güzel okuduklarından dolayı. Ama hani, ne
okuduğunu da bilse çok daha iyi olacak.
Yani zikirden kasıt ne? Hemen âyet-i kerîme devam ediyor.
44. âyet-i kerîme'de; "sana zikri indirdik Biz" Yani Kur'ân'ı
indirdik biz, niye? "İnsanlara açıklaman için biz sana
Kur'ân'ı indirdik. Onlara indirilmeyen konularda o Kur'ân'ı
açıklayasin diye, sana zikri indirdik Biz. Ola ki böylece
akıllarını başlarına alırlar, biraz düşünürler" diyor Allah
(cc).
Şimdi bu kadar uyarıya rağmen hâlâ bu insanlar iman
etmiyorlar ama bunda bizim de günahımız var. Çünkü âyet-i
kerîme Peygamber Efendimiz'e yönelik ama Peygamberimiz
görevini yerine getiriyor. Görevini yerine getirmiş.
Tebligatını açık ifadelerle yapmış. Biz ise bazı gerçekleri
söyleriz de, dolandırarak söyleriz. Yani açıktan doğru
söyleyecek olursak belki filan maddeye takılır bu, diyerek
üstü kapalı, siz anlarsınız filan. Halbuki açık söylememiz
istenmektedir. Âyet-i Kerîmede. Peygamber Efendimiz de
apaçık söylemiş bütün gerçekleri, gidecekleri yerin iyi
olanını, kötü olanım da. Yapılacakları şunu yapacaksınız
diye onların anlayacakları dilde ifade etmiş.
Biz ise bunu yapmadık. Genelde camiye gelene yaptık.
Camiye gelmeyenler bizi tanımıyorlar, biz de onları
tanımıyoruz. Adam şöyle bakıyor sağından, solundan da;
"yahu Allah Allah, demek böyle mi düşünüyor
Müslümanlar" diye hayret içinde kalıyor. Yani böyle bir
kesim var bu memlekette. O adamlara İslâm'ın
götürülmemesinden dolayı ayrıca biz hesaba çekiliriz. Öbür
dünyada dayak atarlar bize. Onlara iki vururlarsa bize bir
vururlar. Onlara iki vururlar, siz niye gitmediniz diye bize
bir vururlar. Siz onlara niye anlatmadınız diye vururlar.
Anlattıktan sonra iman etmiyorlarsa Rabbim; 2441[52]

45- Kötü tuzaklar kuranlar, Allah'ın kendilerini yere


batırmayacağindan veya bilmedikleri bir yerden onlara
azabın gelmesinden emin mi oldular?
O kişiler, hani bütün kötülükleri işleyen, kötü tuzaklar kuran
kişiler; kendi ayaklarının altından, yeryüzünün Allah
tarafından alınıvermesin-den eminler mi.? Yani birgün
evlerinin yerle bir oluvermesinden emniyet içerisindeler mi?
diyor. Yoksa bilmedikleri yerden bir azabın gelmesinden
eminlerini bu adamlar ki; imansızlıkta devam edip
gidiyorlar.
O adamlar biraz emniyet içerisinde olduklarını
düşünüyorlar. Çünkü Allah'ın azabının nasıl geleceğini bu
adamlara biz anlatamadık. Bak bu imansızlığın devam
ederse Allah'ın azabı ansızın geliverir. Ansızın geliveren
nedir? Bir kısmı diyor ki; "hocam şöyle bir kırkma elline
kadar vur patlasın çal oynasın gideyim de ondan sonra bizde
birşey düşünürüz" Ya ansızın ecelin geliverirse...! bak
mesela kalp sektesinden gitmeler çoğaldı.
Ya kalp sektesinden ansızın gidersen tevbe etmeye veya

2441[52]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/349-351.
iman etmeye fırsat bulamazsan ne olacak.? Veyahutta hani
emniyet içerisinde, çoluğunla çocuğunla akşam yattınız, bir
depremle uyanamayabilirsin. Veyahutta ansızın hiç hesab
etmezken sabahleyin bir uyandın ki radyo ve televizyondan
bu günden itibaren, şu saatten itibaren Müslümanlar
yönetime elkoymuşlardır, diye uyamverirsen ne olur, ne
olur, burda hani hiç hissedemiyecekleri bilemeyecekleri,
tahmin dahi yapamıyacaklan bir yerden azabın onlara
gelivermesinden eminmi oluyorlar diyor Allah (cc). 2442[53]

46-Yahut dönüp dolaşırken onları (azabın) alivermesin den


(eminmi oldular?) Onlar (Allah'ı) aciz bırakamazlar.
47- Yahut onları korkutarak yakalayıvermesinden (eminini
oldular?) Şüphesiz Rabbin çok şefkatli, çok merhametlidir.
Veyahutta geziş esnasında bir seyahat esnasında iken,
veyahutta evinden dükkanına, dükkandan evine giderken,
yani hareket halinde iken Allah'ın onu ah vermesinden emin
mi.? Evden çıkıp geri dönmeme durumu var.
Yani böyle hareket halinde iken, gidipte gelememe, gelipte
gide-meme durumundan eminler mi o adamlar, O imansızlar
"Allah'ıda aciz bırakamazlar." Yani tedbir alıpta Allah'ın bu
azabının gelmesini engelleyemezler. Tedbiri nasıl alacak
diyelimki Fanus gibi çelikten birşey getirse kendisine Azrail
nasılsa buraya giremez gibi bir manide bulamazlar. Engelde
yapamazlar. Yani "en güçlü burçların içerisine de girseler
ölüm oraya ulaşır." diyor Rabbim âyet-i kerîmesinde. Yani
kâfirler çelikten, ses geçirmez, silah geçirmez, hava
geçirmez, mikrop geçirmez, çelikten bir ev kursalar içerisine
girseler, orayada ecel gelir. 2443[54]

48- Onlar Allah'ın yarattıklarından herhangi bir şeye


bakmadılar mı? Gölgeleri sağ ve sollarından sürünerek,
2442[53]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/351.
2443[54]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/351-352.
Allah'a secde ederek döner durur.
Allah'ın yarattığı herhangi bir şeye bakmazlar mı? O
herhangi bir şeyin gölgesi sağa sola meyledip duruyor bunu
görmezler mi? Bunlar niçin meyi eder? Eşyanın gölgesi
dağların ağaçların gölgesi Allah'a secde ederek Allah'ın (cc)
huzurunda küçüklüklerini ifade ederler. Yani bir ağacın yere
uzanan gölgesi, bir insanın yere uzanıveren gölgesi onun,
Allah'a olan secde halidir. İşte her yaratılmışın, her varlığın
kendine has Allah'ı teşbih etmesi vardır.
Yine başka bir ayettede "Siz onların teşbihini
anlayamazsınız. Varlık sahnesinde olup görülen ve
görülmeyen herşey Allah'ı teşbih eder." 2444[55] İşte bu ayet de
bu varlıkların görünen gölgeleri, onların secde hali
olduğunu ifade ediyor. Bir kısım alimler bu ayetin tefsirinde
diyorlar ki; herşey yaratılış doğrultusunda hareket ederse,
Allah'a ibadet ve itaatim yerine getirmiş olur.
Daha sonraki ayetlerde gelecek; Arı çiçekleri dolaşarak bal
yapması için yaratılmış. İşte onun çiçekleri dolaşması,
onlardan çiçek tozlarım toplaması ve bal yapması Allah'a
karşı olan bir teşbihidir. İşte insanoğlu da ilk yaratılış fıtratı
olan islam fıtratı üzerine kalsaydı. Aklı başına geldiğinde
inançsızların sözlerine kanmayıp ilk yaratılış üzerine devam
etseydi bu insanların her türlü hareketi Rabbime bir ibadet
ve teşbih olurdu.2445[56]

49- Göklerde ve yerdekiler gerek canlı olsun gerek melekler


olsun Allah'a secde ederler ve onlar kibirlenmezler.
"Yerde ve gökteki bütün canlılar, hareket edenler ve de
melekler Allah'a secde ederler." bu ayet ve Şura suresi 29.
ayetinden hareketle gökyüzünde meleklerin dışında canlı
vardır, diye zamanla alimlerimiz yazmış.
M. Akif Merhumun, Eşref edip beyle 1906 yıllarında
2444[55]
İsra 44
2445[56]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/352-353.
çıkardıkları "Sıratı Müstakim" isimli derginin
51,56,59,67,ve68. sayılarında o günün değerli ilim adamları
konuyu tartışmışlar. Özellikle Şura suresinin 29. ayeti
üzerinde durmuşlar. Bu tartışmaya Bolvadin'den,
Selanik'ten, Kars'tan ilim adamları makaleleri ile
katılmışlar.
Yerde ve gökdeki bütün canlılar ve de melekler
kibirlenmeden Allah'a secde ederler buyrulmakta. Tabi canlı
denince insan, hayvan ve en küçük bir hücre bunun içine
girer canlılık alameti hareket eden her-şeydir.
Hayatta en geri zekalı olarak gördüğüm insanlar Allah'a
Peygambere iman etmeyenlerdir. Bunlardan daha aşağılık
ve geri zekalı adam yoktur. Yaratılmışın tamamı Allah'a
secde ederken, bunlar etmezler. Dağlar taşlar ağaçlar kadar
hassasiyeti olmayan insanlardır. Rabbim;"Onların kalbi
taşlar gibi ve taştan da daha katıdır." Yine "Nice taşlar
vardır içinden sular fışkırtıp insanlara hayat veriyor"
buyurur. 2446[57]

50- Üstlerinden Rablerinden korkarlar ve emredildikleri


şeyleri yaparlar.
Bu canlılar ve melekler üstlerindeki Rablerinden korkarlar
ve emr olunanı yaparlar. Bazı alimler burada kast olunan
meleklerdir demiş-lerse de açık bir ifade olmamakla beraber
iman eden müminler ve melekler rablerinden korkar ve
emrolunanı yaparlar diye tefsir etmişler. Bu ayetin anlamı,
(meali) için birkaç meale baktım. Birinde "fevkle-rindeki
rablerinden korkarlar" diye yazılmış. Arapçada üst
manasında-dır. Bunu Türkçe olarak yazmış olsaydı;
"üstlerindeki rablerinden korkarlar" demesi gerekirdi. Ama
tenkid geleceğini hesab ediyorlar. Yahu Rabbim üstte mi?
gibi bir durum ortaya çıkacak halbuki Allahu Teala kendisi
2446[57]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/353.
Bakara 74
bizzat bu "üst" kelimesini kullanmış.
Elmalıh Merhumda güzel bir tevcih yapmış bu ayetle ilgili
olarak; "Müdür bey memurunun üstünde" denildiğinde,
memurun başı üstünde oturuyor mu anlaşılır? Elbette hayır
makam, mevki, yetki bakımından üsttedir diye anlaşılır. Bu
ayetteki "üst"den kasıtta örnekte olduğu gibi ki, Mülk
süresindeki ayetin tefsirinde de aynı şekilde bir yorum yapı-
yor. Makam mevki güç kudret ve otorite bakımından üstün
olan anlamındadır.
Allahu Teâlâ ki ilim, hakimiyet, semi ve basar bakımından
bizim kat kat üstümüzdedir ve mukayesesi mümkün
değildir. Bunu teyid eden Anadolu'da "üstümüzde Allah
vardır" tabiri ile de kastedilen yukarıdaki ifade edilenlerdir.
Bu tabir iki kişi arasındaki ihtilaf ve anlaşmalarda kullanılır.
Bunun anlamı şudur , Yaptığımız anlaşmaya bizden kat kat
gücü fazla olan Allah şahittir demektir.
Bugünkü Suud hükümetinin kurulmasında emeği geçmiş
Muhammed b. Abdullah isimli bir zat "Kitabu'-t tevhid"
isimli eserinde "AJlah semadadır" diyor ve Kur'an-ı
Kerim'den birçok ayeti kerimeyi de delil olarak getiriyor.
Türkiye'den Suudi Arabistana giden talebelerimize "söyle
bakalım Allah göklerde midir değil midir?" diye de sorarlar.
Biz onların iman dairesinden çıktıklarını iddia etmiyoruz
ama onlar bizim küfre düşdüğümüzü iddia ediyorlar ve
sebeb olarakta ayetleri inkar ediyorsunuz diyorlar. Zira
geçmişdeki alimlerimiz bundan kasıt ilim, otorite
üstünlüğüdür. Alimlerin çoğu da; "Allah bu konuda ne
demiş ise, biz onu kabul ederiz, düşünmeye ve yer tayin
etmeye gitmeyiz." demişler işin doğrusu da budur. İmam
Malikin sözüdür ki, diğer mezheplerde onu nakl ederler.
Ehli kıbleyi tekfir etmemek gerekir. Hele bu işte
mantığımıza dayanarak yapılan suçlamalar belki bazen ayet
dayandırmaya çalışırız ama belki ayeti de yanlış anlamış
veya ayeti kendi fikrimize dayanak, destekçi getirmiş
olabiliriz. Onun için kendi kanaat ve fikrimizi ayete göre
ayarlamamız gerekir. Ayeti kendi fikrimize göre
açıklamayacağız. 2447[58]

51- Allah dediki: "İki ilah edinmeyin O ancak birtek ikilidir.


Ancak benden korkun."
Allah buyururki; "iki ilah edinmeyin. Sizin ilahınız ancak
birtek ilah-dır. İki edinmeyin" diyor da ayette üç, dört, beş
niye denmiyor denilecek olsa Allah, ilahınız bir tek olandır.
İki dahi edinmeyin, tabi ki iki edinilmeyince üç dört beş
edinmeye de gerek kalmayacaktır. Ve "ancak benden
korkun sakının" diyor Allah (cc). Allah birdir iki ilah
edinmeyin deyip kalsaydı biz deriz ki; Yarabbi senin
varlığını birliğini tanıyoruz ama bu dünyada ilahiık
yapmaya kalkanlar var ellerinde de silah var, otorite, siyasi
hakimiyet, mal ve servet var. Yani bunlardanda biraz
korksak ne olur? Ben tek ilah olarak varım ikinci bir ilah
edinmeyin korkma konusuna gelince; "Ancak benden
korkun." Onlardan korkmayın, niye...? 2448[59]

52- Göklerde ve yerde ne varsa onundur. Din de devamlı


onundur. Siz Allah'dan başkasından mı korkuyorsunuz?
Yerde ve gökte ne varsa ona aittir, ondan başkasına ilah
diye sarılanlar ve ilah olarak kabul edilenler de ona ait ve de
onun yarattığıdır.
Küçük yaşta olan çocuk en güçlü en bilgili en başarılı
babasını bilip onun yanında kendim emniyette hissederse,
Allah'ın yurdunda gezen bir mümin de bu küçük çocuktan
daha emniyette olmalı ve kendini o şekilde hissetmelidir.
Zira herşeyi yaratan Allah'tan alıyoruz desdeği . Devamlı ve
lazım olan din Allah'ın dinidir. Tutunulması lazım gelen ve
devam edecek olan din Allah'ın dinidir. Siz Allah'tan
2447[58]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/353-355.
2448[59]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/355.
başkasından mı korkuyorsunuz? Bu insanlarda din
uyduruyor kanunlar koyuyor Yusuf suresinde geçmişti
Melikin dini diye tabir ediliyor. Mısır kralının kanunlarına
uymayı Melik'in dini olarak kabul ediyor ve Melike'de rab
kelimesi kullanılıyor.
Bu surede de Allah'ın bir cini var bu insanlarında bir dini
var yani inanmayanlarda bir din koymuşlar. Sakınha onları
ilah edinip onların dinine uymayın devamlı ve tutı nulacak
olan din Allah'ın dinidir.
Hz. Peygamber "Ben ve benden önceki peygamberlerin hali
bir güzel binanın haline benzer, bina çeşitli insanlar
tarafından yapılmış, bitmiş. Fakat enson tepe taşı kalrmş,
işte peygamberliğin son taşı da benim. Benimle beraber bu
din binası tamamlandı"2449[60] buyuruyor.
İşte bu tamamlanan din kıyamete kadar devam edecektir.
Bir başka ayette de; "Değerli olan kıymetli ve sağlam olan
din Allah'a aittir." buyruluyor ki, 2450[61] O da islam
dinidir. 2451[62]

53- Nimet olarak neyiniz varsa Allah'(hindir. Sonra size bir


zarar dokunduğunda ona yalvarırsınız.
Nimetten sonra insana zaman zaman zarar gelir. Nimet;
Allah tarafından verilen bu dünyada faydalandığı göz,
burun, el, kol, dil nefes almak, sağlık gibi.....İşte bunlardan
sonra insana bir zarar geldimi, sihatini kaybettimi, elini,
gözünü, kulağını kaybettimi o zaman Rabbine yönelir ve
onların değerini ancak o zaman anlar. Bu sefer de bas bas
bağırıp feryad edersiniz. 2452[63]

54- Sonra zararı giderdiğinde sizden bir kısmı Rablerine


ortak koşarlar.
2449[60]
Tirmizi Edep 77
2450[61]
Zümer 3
2451[62]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/355-356.
2452[63]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/356.
İşte burada insanın değişken halini anlatıyor ayeti kerime.
Bunlar imansız veya imanı zayıf insanlardır. Yoksa gerçek
müminler sabır ve tevekküle iyi sarılırlar. 2453[64]

55- Onlara verdiklerimize nankörlük etmek için (Allah'a


ortak koşarlar). Öyle ise eğlene durun yakında (gerçeği)
bileceksiniz. Onların Allah'a şirk koşma sebebi Allah'ın
nimetlerine nankörlük içindir. Nimetlerden faydalanın
bakalım ama yakında siz neyin nasıl olacağını bileceksiniz.
Yani nankörlüklerinizin, şirk koştuklarınızın sonucunu
mutlak surette göreceksiniz buyuruyor. 2454[65]

56- Onlara verdiğimiz rızkdan hiçbir şey bilmeyen


(ilahlarına) pay ayırırlar. Allah'a yemin olsunki yaptığınız
iftiradan sorulacaksınız.
Bizim onlara verdiğimiz azıklardan bir pay, hisse ayırarak,
Allah'a şirk koştuklarına verirler. O Allah'a şirk koştukları
şahıslar, taşlar veya kuruluşlar da verilenin mahiyetinin ne
olduğunu bilmezler.
İnkarcılar, gerek günümüz de, gerekse Mekke müşrikleri;
"benim Allah'a inanmış olmam, O'nun koyduğu ilahi
kanunlara uyma mecburiyetimi gerektirmez" diyerek, kendi
yaratılışının Allah tarafından yapıldığım kabul etse bile;
"insanın hayvanlar gibi özgür yaşama imkânı niye yoktur?"
diye itiraz ediyor.
Bugün bu tezi; eğitim öğretim yuvası olan üniversitelerin
hocaları söylüyor. Halbuki kendisinin o makamı işgal
etmesi, öğrencinin yanına nasıl girip, çıkacağını, nasıl sınıf
geçip, hangi durumda kalacağının kurallarını, kanunlarını
yazıyor. Kendisi bazı kanunlar koyuyor, onlara uyulmasını
istiyor. İlahi kanunlara uymaya gelince isyan ediyor.
Eğer hayvanlar gibi özgür yaşamak isterseniz sonucuna
2453[64]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/356.
2454[65]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/356.
katlanırsınız. Hayvanlar bir ahırda yem yerken güçlü olan
gelip öbürünü biraz boynuzladı veya itiverdimi onun yerine
kanuna yönetmeliğe uymadan Özgürce geçiveriyor. Peki
milyonlar vererek tapusunuda aldığın eve bir başkası zorla
gelse otursa ne yaparsın? İşte o zaman isyan eder.
İşte kendi menfaatleri doğrultusunda kurallar koyarlar ama
Allah'a isyan konusunda da yukarıda bahsettiğimiz gibi
mantıki yorumlar yaparlar, gayeleri Allah'a isyandır. İşte bu
onların geri zekalılıklarından kaynaklanır söylediğinin
arkasından neyin geleceğini bilmemekten kaynaklanır.
Kendilerine bir put ediniyorlar. Onun kanunlarına uyuyorlar
o kanunların yürürlükte kalabilmesi için mallarından bir
bölümünü ona veriyorlar. İşte bu, o putları edindikleri
dinleri için bir vergidir. O vergiyide Allah'ın verdiği
nimetlerden verirler.
Allaha yemin olsun ki şu yaptığınız iftiralardan dolayı
mutlaka hesaba çekileceksiniz sorgulanacaksınız. Allah'ın
sorgulaması polis şubelerindeki sorgulamaya benzemez.
Onun bu iş için görevlendireceği melekler vardır. 2455[66]

57- Kızları Allah'a mal ediyorlar. ("Melekler Allah'ın


kızlarıdır" diyorlar) Haşa o münezzehdir. Çok istedikleri
(erkek çocukları da) kendilerine mal ediyorlar.
Kızları Allah'a nisbet ediyorlar. Tarihe şöyle bakacak olsak
Mekke müşrikleri Melekler Allah'ın kızları derlerdi. Eski
Atina da tanrıçaları icad etmişlerdi. Güzellik tanrıçası Aşk
tanrıçası gibi... İşte bunları Allah'ın kızları olarak kabul
ediyorlardı. Ayeti kerime buna değiniyor. Kızları Allah'a
hoşlarına giden oğlanları ise kendilerine nisbet ediyor-
lar. 2456[67]

58- Onlardan biri kız çocuğuyla müjdelendiğinde yüzü


2455[66]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/357.
2456[67]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/358.
kapkara kesilir ve o çok öfkelidir.
Onlardan biri "kız çocuğun oldu" diye müjdeleniverse, yüzü
simsiyah kesilir ve o, kînini içine yutar. Ayetler müşriklerin
haleti ruhiyesini açıklıyor. Tabi bu Mekke müşriklerinde
olduğu gibi günümüzde de birisine "kızın oldu" denildiğinde
yüzü biraz burkulup "bir oğlan doğurtturamadım" dedi mi,
bilin ki o kişinin içinde de cahiliyyeden kalma bir damar var
demektir. Cahiliyyeden maksat ta bilgisizlik değil, küfür
cahili-yesi demektir. İnkârdan bir damar var demektir.
Hz. Bilali Habeşi'yi siyahlığından dolayı bazıları
ayıplamıştı. Hz. Peygamber de "sizde hâlâ cahiliyye daman
görüyorum" buyurmuş sahabede de işte bu cahiliye damarı
zaman zaman kabanyordu. Ama Hz. Peygamberden
aldıkları o terbiye ile o damarı da yok etmeye çalışıyorlardı.
Bizde de bu olabilir. İslami bir eğitimden geçmedik 7
cihetten üzerimize pislik akıyor. Ve o pislikle beraber
büyüyoruz mesela "erkek adamın erkek oğlu olur" gibi
şeyler köylerimize kadar yerleşmiştir. Peygamberimizin bile
4 kızı 3 tane erkek çocuğu olmuştur. Onun için çocuğun
erkek kız olması çocuğun olması veya olmaması bizim eli-
mizde olan bir olay değildir. Kimseyi ayıplamamak
gerekir. 2457[68]

59- Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden milletten


gizlenir. Onu alçak bir şekilde tutsunmu yoksa toprağami
gömsün! Dikkat edin ne kadar kötü hüküm veriyorlar.
O müjdelendiği şeyin kötülüğünden dolayı gizlenmeye
çalışır. Onu, aşağılık duygusu içinde yanında mı taşıyacak
yoksa toprağamı gömecek, bunu düşünür durur "verdikleri
hüküm ne kötüdür."
Gerek bu ayetlerin tefsirlerinde, gerekse son zamanlarda
Siret kitabı yazanlar veya bu konuda vaaz edenlerin içine

2457[68]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/358.
düştükleri bir hataya dikkatinizi çekerim. Diyorlar ki: "Hz.
Peygamberin Peygamberliği gelmeden önce, cahiliyye
devrinde imansızlar kızlarını diri diri toprağa
gömüyorlardı." Burada öyle bir ifade var ki, sanki bütün
insanlar böyle yapıyor gibi. Peki böyle yapıyorlardı da
onların nesli nasıl devam edip çoğaldılar. Bu kötülüğü hepsi
yapmıyordu. Ayette de; bütün müşriklerin bunu yaptığını
ifade etmiyor, "içlerinden böyle yapanlar vardı" diyor. 2458[69]

60- Ahirete iman etmeyenler için kötü örnek olmak vardır.


En yüce örnek Allah'a aittir. O herşeye gücü yetendir,
hükmedendir.
Kötü örnek (sıfat) ahirete inanmayanlar içindir. Yani
toplumun en kötü Örneği ahirete inanmayanlar içindir, her
durumda en ahlaksız insanlar ahirete inanmayanlardır. En
yüce örnekte Allah'a aittir. Herşeyiyle tam, bütün
eksikliklerden münezzeh olan, Kemâl sıfatlarla muttasıf ve
noksan sıfatlardan uzak olan Allah (cc)'dır. Bütün kötülükler
de ahirete inanmayanlardadır.
"O Allah, herşeye gücü yeten hüküm koyan hükmünde
hikmet sahibi olandır." Allah (cc) mülkünde hikmet sahibi
ve herşeye gücü yeter de niye kafirleri cezalandırmıyor?
Mesela bazıları "Allah varsa beni çarpsın" gibi sözler sarf
ediyorlar bunlar hakkında ne dersiniz?
Biz diyoruz ki, bu sözler daha Önceki devirlerde de
söylenmiş sözlerdir. Bunlar bu sözleri bilmediklerinden
dolayı söylerler. Mesela çocuk elektrik prizine parmağını
sokar, ona parmağım sokarken bunun öldüreceğini bilse
elini sokmaz, fakat bilmediği için bunu yapar. Anne babası
da onu engeller zira onlar elektriğin çarpıp onu öldüreceğini
bilir. Biz Allah'tan korkuyorsak, Allah'ın varlığına dair
bilgimizin olmasındandır. Onlarda korkmuyorsa Allah

2458[69]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/358-359.
hakkında bilgisi olmadığındandır.
Allah'ın böyle kafir kullarını küfürlerinden dolayı hemen
cezalandırmaması bir ilahi imtihan gereğidir. Eğer O, "varsa
beni çarpsın" diyen adamı anında cezalandirsa, anında azab
etse artık insanlar Allah'a korkularından dolayı iman ederler.
Kötülüğün kötü olduğunu bildiklerinden dolayı kötülük
yapmaktan sakınma yerine, kötülük yaptıklarında anında
cezalandırılmalarından korktukları için yapmazlar. 2459[70]

61- Eğer Allah insanları, zulümleri sebebiyle cezalandırmış


olsaydı yeryüzünde birtek canlı bırakmazdı. Ancak onları
belirli bir zamana kadar geciktirir. Onların eceli geldiği
zaman bir saat geri kalmaz ileri de gitmez.
Cezaların geri bırakılmasının sebebi tevbe etmeleri içindir.
Belki tevbe eder, zulüm ve kötülüğünden vazgeçer diye.
Zamanı da geldi rhi onlar ne bir an ileriye, ne de geriye
bırakılır. Ayette geçen zaman; bizim anladığımız bildiğimiz
saat manasındaki 60 dakika değil, zaman içerisinde "bir an"
dediğimiz şeydir.
Bazen şu husus çokça sorulur mesela: Kafkaslardan göçüp
gelip, burada Bursa'da yaşayan insanlar var. Diyor ki;
"benim dedelerimin Kafkaslardaki yaş ortalaması 100 idi,
şimdi ise burada insanlar ortalama 80 yaşma varmadan
ölüyorlar" diyor. Ecelde bir kısalma söz konusu mu?..
Dediği zahirde doğru, görünüşde ecelde bir kısalma var
gibi; ama Allahu Teala kafkasların iklim şartları ile
Bursa'nın iklim şartlarını bildiği için Kafkaslarda yaşayanın
ecelim ortalama 100 Bursa'da yaşayan insanların ecelini de
ortalama 70-80 olarak takdir ediyor.
İşte Rabbim o kişilerin dedelerinin Bursa'ya hicret
edeceklerini bildiği için dedelerden sonra gelen torunların
yaşlarını da, Bursa iklimi şartlarına göre takdir ediyor.

2459[70]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/359-360.
Meselenin açıklaması böyledir. Ama şunu iddia etseler "biz
levhi mahfuzda bunun yaşını 80 gördük, fakat biz tabanca
ile onun kalbine kurşunları sıktık adam 50 yaşında gitti"
deseler, böylece ecelin değiştiğini isbat edebilseler, oysa
levhi mahfuzdaki takdir edilen ecelin ne kadar olduğunu
öğrenmek mümkün değildir.
İşte "Kötü misal, sıfat ahirete inanmayanlarındır." ve
"Zulmedenleri Allah cezalandıracak olsaydı....." Şeklindeki
ayetlerden sonra Ecel ile ilgili ayetin zikredilmesinin sebebi
hikmeti. Ecel nedeniyle insanlardan korkulmam ası
gerektiğini ifade içindir. Şöyle yaparsam bu zalimler beni
öldürür, işte bu insanın öyle yapması mümkün değil. İmani
noktada bir
zayıflık söz konusu. Çünkü ecelin Allah'ın elinde olduğunu
ve Rabbim tarafından takdir edildiğine kesinlikle iman
etmiş olması gerekir.
Medine döneminde, Uhud Savaşı için münafıklar;
"gitmeselerdi ölmiyeceklerdi" 2460[71] derler. Peki
münafıkların savaşa gitmedikleri halde yatağında ölenleri
olmadı mı onlar niye öldü? Ama netice harbe giden Allarr
için ölüyor, diğeride yatağında kendi nefsi için ölüyor.
Abdulhamit döneminde "Ertuğrul" isimli bir gemi
Japonya'ya gönderilmiş. İçinde de her düzeyden ilim
adamları, askeriyeden yüksek rütbede elemanlar, sanatkarlar
varmış. Yeni evlenmiş Yüzbaşının biri de bu gemide
gitmesi gerekirken, bir torpil bulup geri kalır. Gemi gittikten
günler sonra, yüzbaşı da bir sandal keyfi için İstanbul
boğazına dolaşmaya çıkar. Bindiği sandalın içerisinde su
içerken, su genzine gider bir damla su da ölür. Defn ederler.
Aradan bir kaç gün sonra haber gelir; Japonya'ya giden filan
gemi (ki onunda içinde bulunması gereken), filan yerde
dalgaya tutuldu. Şu kadar kişi öldü. Araştırılır. Yüzbaşının

2460[71]
Al-i İmran 156
öldüğü gün ve saat ile aynı gün olduğu rivayet edilir. 2461[72]

62- Hoşlanmadıklarını Allah'a ma! ederler. "En güzel sonuç


onların" diye dilleri de yalan söyler. Şüphesiz ateş onlar
içindir ve onlar (ateş için) ileri sürülenlerdir.
"Hoşa gitmeyen şeyleri Allah'a nisbet ederler" yani
kızlardan hoşlanmıyorlar, O Allah'ındır diyorlar fakat dilleri
hep yalanı anlatır. Buna rağmen de ahirette cennet bizimdir
derler. (Bakara suresinde ifade edildiğine görede) kafirler
cehennem de biz bir kaç gün kalırız ondan sonrada cennete
gideriz diyorlar. 2462[73]
Cehennem bizi ancak sayılı günlerden başka yakmaz. O,
sayılı günlerde 6-7 gün olarak tefsir edilmiş. Yahudiler
dünyanın en seçkin kulları olduklarını 7 günlük bir
günahlarının olduğunu ileri sürüyorlar.
Zulüm belirli bir zirveye kadar ulaşır. Rabbim müsaade
eder. O zirveye ulaştıkları an da hiç hesab etmedikleri bir
yer ve zamanda onların zulmünü aşağıya indirir. Tarihte bu
çok görülmüştür. Telaviv'deki Yahudiler bugün bunun
farkındalar birgün bizim başımıza bir zulüm gelecek ama
nasıl gelir diye zaman zaman idarecilerini uyarır mahiyette
yürüyüşler yapıyorlar.
"Gerçekten onlar için cehennem vardır. Onlar cehenneme
gönderilmekte acele edilmiş kişilerdir. Yani çok acele
cehenneme ulaştırılacaklardır." 2463[74]

63- Allah a yemin olsun ki senden önce ümmetlere pey-


gamber gönderdik. Şeytan onlara yaptıklarını süsledi. O
(şeytan) bugün onların dostudur. Onlar için acıklı bir azap
vardır.
Allah'a yemin olsun ki, senden önceki ümmetlere elçiler

2461[72]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/360-361.
2462[73]
Bakara 180
2463[74]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/361-362.
gönderdik. Şeytan onların yaptıklarını süsledi. Şu günde de
şeytan onların dostudur velisi ve yöneticisidir. Onlar için
yakıcı azab vardır.
Bazen şöyle bir hayrete düşeriz; bu adamlar bu yaptıklarının
kötü olduğunu bilmiyorlar mı?. Allahu Teala bu ayette;
"şeytan onlara amellerini güzelleştiriverdi" buyuruyor.
Şeytan kafirlerin amellerini gü-zelleştirdiği gibi, müminlere
de güzelleştiriveriyor.
Hicri 7. Asırda "Abdurrahman ibnul Cevzi "diye bir alim,
"Telbisu-iblis" diye bir eser yazmış. Eserinde, şeytanın
tefsircilere hangi yollardan musallat olduğunu, fıkıhcılara
hangi yönlerinden yaklaştığını, ta-savvufcuları nasıl
aldattığını yazıyor. Hadisciye işte filan yerde hadis varmış
onu al, filan kaynaktan hadis al, gibi onu, o işlerle meşgul
edip ibadet ve taatini engeller diyor.
Türkiye'nin yetiştirdiği bir Profösör; Hadis ve kaynakları
konusunda dünyaca ün yaptı, ama bunları araştırmaktan
namaz kılmaya zamanı olmamış. Mevlana güzel anlatır;
"Bir fakir, kırk yılda kırk altını zor toplar. Derken bir vaiz
efendiden; "sadaka olarak verirseniz şöyle sevaptır "
sözlerini dinler, Adam vermeye niyetlenirken şeytan
devreye girer. "Bunlar için kırk yıl çalıştın, verme" der.
Adam da; "sen beni mi engellemek istiyorsun?" der ve her
birini birer gün arayla fakirlere dağıtmaya başlar. Şeytan
mani olamayınca, bu sefer de; "hepsini bir fakire versene"
der. Adam; "hani bana verme diyordun.?" Şeytan da; "Böyle
vermekle sen beni hergün öldürüyorsun, bunların hepsini
birgünde ver de bir defa öleyim" der."
Yani şeytanın insana geliş yollarına aklımızın hayalimizin
erişmesi mümkün değildir. O, insanın sağından, solundan,
önünden, arkasından, her tarafından çeşitli kılık ve şekilde,
insana musallat olur, vesvest verir. 2464[75]

2464[75]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/362-363.
64- Hakkında ihtilafa düştükleri şeyi onlara açıklaman yol
gösteren ve iman eden kavme rahmet olması için bu ki tabı
sana indirdik.
"Şu kitabı sana indirdik" daha Önceki ayetlerde; "insanlar
arasınd hükmedesin diye, kanun yapasın diye indirdik"
idi. 2465[76] Burad da "insanların ihtilaf ettikleri konuda
açıklık getiresin diye indirdik. Hangi konu olursa olsun dini
konu olsun, dünyevi konu olsun, hukuk konu olsun. İşte bu
konulardaki ihtilafı açıklayasın diye Kur'an-ı Kerir indirildi.
Bir de insanlara yol göstermesi için ve insanlara rahmet
olması içi indirildi. Peki insanlara nasıl rahmet olur.? İslama
göre yaşarlarsa ce henneme gitmeyecekler. İşte böylelikle
Kur'an onlara kendine uyup et henneme gitmelerini
engellediği için rahamet olacaktır. Onların ebec cehennem
ateşinde yanmasını engelleyecek. Düşünün ki; siz ateş
atılmak üzere olan bir adamın, atılmasını nasıl engellemeye
çalışırs; nız, Kur'an da kendine tabi olan mü'minleri ebedi
yanmaktan alıkoyacak.
Bir de Kur'anın insanlar arasındaki ihtilafı giderdiğini
unutmamam: gerekir. Bugün çoğu kişinin evinde hatta
imansızın evinde bile Kur'e var. Bazı cahil kişilerde cami
imamlarını evlerine götürüp senede b defa imamlara
okutturuyorlarmış bu yanlıştır. O Kur'an'ın sahifeleşm
şeklidir ona biz "mushaf" diyoruz. Asıl Kur'an; Fatiha'dan-
Nas sun sine kadar olan kısımdır. Onun yani Kur'an'ın her
zaman evlerimize okunması gerekir. Kağıt üzerine yazılmış,
sahife haline gelmiş olma değil. 2466[77]

65- Allah gökyüzünden suyu- indirdi de onunla öldükten


sonra yeryüzünü diriltti. Şüphesiz bunda işiten bir kavim
için bir ayet vardır.
2465[76]
Nisa 1105
2466[77]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/363.
Allah gökyüzünden yağmuru indirdi ve yeryüzü öldükten
sonra o yağmurla yeniden diriltti. Ahirete inanmayan geri
zekalı insanlar tabiata baksalar ölmüş çekirdekler yağmurun
yağmasıyla çiçekleniveriyor-lar. Güz mevsiminde ölüm
halini alan yeryüzü, baharın gelmesi, suların inmesi ile de
tekrar eski canlılığına kavuşuyor. İşte bunlar bize Ölümden
sonra dirilmenin canlı şahidi ve ispatım yapmaktadır. İşte o
ahirete inanmayanlar bunlara dikkatli baksalar ibretler
alırlar.
"İşte işiten toplumlar için bunlarda ibretler vardır. İşitene ve
anlayanadır, bu ibretler." 2467[78]

66- Davarlarda (Deve, sığır, koyun, keçi de) sizin için ibret
vardır. Onların karınlarından, dışkı ile kan arasından içenler
için, gayet kolay süt içiriyoruz.
67- Hurma ağaçlarının meyvelerinden ve üzümlerden içki
ve güzel rızık elde edersiniz. İşte bunda aklını kullanan
kavim için ayet vardır. Allah'ın yarattığı deve koyun sığır...
gibi hayvanlarda sizin için ibretler vardır. Sizi onun
karnındaki gübre ile kanın arasından gelen süt ile suluyoruz.
Öyle süt ki; içenler için katıksız, içimi gayet hoş. Bir tarafta
pislik bir tarafta kırmızı kan diğer taraftanda bembeyaz süt
var içimide gayet güzel. Buz dolabına yemek koyuyorsun
buz gibi olmasına rağmen kokuları birbirine karışıyor. Ama
sımsicak vücutta bunların kokulan hiç birbirine karışmıyor.
Renkleri farklı kan kırmızı, süt bembeyaz, gübre daha
değişik yani birbirine zıt olan şeyler hepsi bir arada.
67. ayetde, hurmanın ve üzümün meyvelerinden; sarhoşluk
veren içkiler edininebildiğiniz gib; çok güzel rızık da
edinebilirsiniz diyor. Bu ayet Mekke döneminde daha içki
haram kılınmadan nazil olmuş bir
ayettir. Ama dikkat çekiliyor içki yasağı olmamasına

2467[78]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/363-364.
rağmen. Burada içki kelimesi için "güzel" kelimesi
kullanılmamış, ama üzüm olarak pekmez olarak yemeğe şıra
olarak içmeye güzel kelimesi kullanılıyor. Ayet
yasaklamıyor ama hoş olmadığına dikkat çekiyor. Hz.
Peygamber asla içki içmemiş fıtratı bunu hiç sevmemiş.
Önce "içkinin zararı, faydasından kat kat fazladır," 2468[79]
ayeti nazil oldu ondan sonra "içkili iken namaza
yaklaşmayın. En sonunda da "içki, kumar, fal okları...
şeytanın amelindendir, Onlardan sakının." 2469[80] ayeti
gelmiştir. "Aklı başında olan toplumlar için bunlarda ibretler
vardır" diyor Allah (cc). 2470[81]

68- Rabbin, arıya şöyle vahyetti: Dağlardan, ağaçlardan ve


çardak (kovan)lardan evler edin".
Yukarıdaki örneklerde meyvelerden, bu ayette ise
canlılardan örnek veriyor Rabbimiz. "Arıya dağlarda,
ağaçların kovuklarından ve insanların yapmış oldukları
kovanlardan (çardaklardan) ev edin diye vahyettik."
An dağlardaki yalçın kayalar içindeki mağaraları ev edinir.
Bazen de ulu ağaçların içi boşalır onların içini ev edinir. İşte
insanlar onları buralarda buldumu kendilerinin yaptığı
kovanlara alıştırır. Onları kendine ev edinir. Bu ayette geçen
vahiyden maksat, onun fıtratına verilmesi, iç güdüsünün
verilmesi Onu da veren Allah'dır. Bir insan kalemi eline alıp
devamlı altıgen yapsa yaptığı şekillerdeki altıgenlerin açıları
farklı olur. Fakat arının peteğindeki milyonlarca altıgenlerin
hiç birinin açıları farklılık arz etmiyor hepside aynı. 2471[82]

69- "Sonra meyvelerin hepsinden ye de Rabbiyin yollarına


boyun eğerek yürü." Onların (anların) karınlarından çeşitli
renklerde içecekler çıkar. Onda insanlar için şiîa vardır.
2468[79]
Bakara 1219
2469[80]
Maide 190
2470[81]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/364-365.
2471[82]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/365.
Düşünen kavim için bunda ayet vardır.
Burada emirler müennes için yapılmış yani Kur'an 1400 yıl
önceden arı beyinin dişi olduğuna dikkat çekiyor.
Her hastalığa olmamakla beraber birçok hastalığın şifasında
kullanıldığını görüyoruz.
Eskiden buz dolabı yok iken taze eti muhafaza için bal içine
koyarlarmış 3 ay 6 ay tazeliğini muhafaza edermiş.
Adam çölde boğuluyormuş; "ne mutlu gölde Ölene," gölde
ölende; "ne mutlu çölde ölene" diyormuş. Altın kıymetli bir
maden, her taraf altın olsaydı, toprağımız altın olsaydı,
evleri, yollan altın ile yapsaydık, o zaman gram gram toprak
alır saklardık.
Düşünen kavimler için toplumlar için bunda ibretler vardı
65. ayette "işiten toplumlar için ibret vardır." 67. ayette
"aklını çalıştıranlar için ibretler vardır. 69. ayettede
"düşünenler için ibretler" vardır buyurulu-yor.
İşte filan düşünürle röportaj yaptık... O düşünse Allah'a
inanır. Düşünür dediğin Allah'ın varlığını birliğini kabul
edip ayette ifade edildiği gibi onun ayetlerini topluma
anlatan Allah'ın alamet ve nimetlerini topluma hergün
yansıtandır. Yoksa islamin aleyhine düşünceler üreten
düşünür değildir.
Ayet de; 'arı balında bizim için şifa olduğunu ifade ediyor.
İsra suresinde de Kur'an-ı Kerim'in şifa olduğunu belirtiyor.
Böylece Allah(cc); bize iki türlü şifa indirmiştir biri tabii
şifadır. Yiyecekler ve içeceklerin kullanım şekillerinin
anlatımıyla olan şifa, eczacıların yaptığı ilaçlar gibi. Bir de
toplumsal hastalıklara, hukuki hastalıkları bazen de ruhsal
hastalıklara şifa olmak üzere Kur'an'ı indirmiştir.
Eskiden hocalar kitap okurlardı hadis tefsir okuturlar kılı
kırka yarıp düşünüp inceledikten sonra fetva verirlerdi. Bir
yerde sohbet esnasında dedilerki; "hocam artık bal
yiyemiyoruz." Hayrola maddi sıkıntıdan mı? dedim. Hayır
hocam, geçenlerde bir bayan geldi balın haram olduğunu,
sebebi olarak da arının başkalarının bağ ve bahçesinden
çiçekler topladığını bununda kul hakkına girdiğini
söylediler. Böyle bir tutum yanlıştır.
Eğer neyin haram neyin helal olduğunu biz belirlemeye
kalkarsak çok iyi niyetlerle çoğu helal olan şeyler dahi
haram olabilir. Hz. Peygamber zamanında da arılar
başkalarının bağ ve bahçelerinden çiçekler toplar
başkalarının elma, kayısı, hurma ağaçlarına giderlerdi. Bu
Hz. Adem (AS) zamanında da aynıydı. 2472[83]

70- Sizi Allah yarattı. Sonra sizi o öldürecek. Bir kısmınızı


birşey bildikden sonra bir şey bilmez olsun diye ömrün en
reziline (ihtiyarlığa, çaresizliğe) döndürülür. Şüphesiz Allah
herşeyi bilendir, herşeye gücü yetendir.
Allah(cc) sizi yarattı sonra sizi öldürür. Yani yaratan da
öldüren de O'dur. Bir kısmınızı hayatının en zayıf, en rezil
dönemine kadar ulaştırır ve bildiklerini bilmez hale getirir.
Yani hiçbirşey bilmez hale gelmesi için böyle Ömrünün en
rezil zamanına kadar yaşatır. Bu azab olsun diye değil.
Müminin başına gelenlerin nedenleri için şöyle diyebiliriz.
Allah (cc) onun bazı günahlarını af etmek için rahmet olarak
vermiştir. Ahirette azab etmek istemediğinden bu dünyada
günahlarına keffaret olması için vermiş olabilir. Kıymetli
halının tozunun dökülmesi için değnekle vurulması gibi.
Bu ayette bize mesaj olarak şu veriliyor: Yaratan Allah,
öldüren de Allah (cc)'dır. Dünyaya gelme ile ölümümüze
kadar olan süre içinde bizim de bir gücümüz otoritemiz var,
bilgi, muhakeme ve mantığımız var. Biz de bu
vasıflarımızla Allah'ın kitabına muhtaç olmadan inkarcılara
karşı birşeyler yapamazmıyız? İşte Allah-u Teâla "En
bilgininiz birgün hiçbirşeyi ve geçmişini hatırlamaz hale
geliyor." buyuruyor. Dediğimiz durum söz konusu

2472[83]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/365-366.
oluveriyor.
İnsan Rabbimin ilmi gücü karşısında benlik iddiasında
bulunabilecek güçte değildir. En bilgin'en cahil, en akıllının,
ahmak duruma düşüverdiğini biz hayatımızda görüyoruz.
Öyle ise yaratan, öldüren, akıl ve ilmi veren O. Bunları da
dilediği kişiden dilediği zaman ve miktarda alan O'dur,
İnsan bunu kabul etmesi gerekir.
Allah herşeyi bilendir ve herşeye de gücü yetendir. 2473[84]

71- Allah rızik konusunda sizi birbirinize üstün kıldı.


(Rizikda) Üstün kılınanlar, ellerinin altındakilere; onlarla
rizikda ortak olsunlar diye rızıklarını vermiyorlar. Allah'ın
ni'metini mi inkar ediyorlar?
"Allah (cc) rızık konusunda bir kısmınızı diğerlerine üstün
kıldı." Herkesin mali ve rızık yönünden durumu birbirinden
farklıdır. Üstün kılınıp zengin olanlar kendi rızıklarını kendi
emri altında olanlara verici değildir. Yani kendi emri altında
olan insanların rızkını onlar vermiyorlar. Onlar takdir
etmiyor. Zenginler ile fakirlerin rızkının takdir edilmesi
konusunda ikisi de aynıdır, eşittir. Yani zenginin de fakirin
de rızkını veren Allah'dır. Zenginin işinde çalışan fakirin
rızkını zengin değil, Allah veriyor. O zengin sadece ortada
bir vesile ve sebeb olandır.
Bu ayeti bu şekilde anlayıp, tefsir edenler olduğu gibi,
özellikle kominizm fırtınasının estiği dönemde Kur'ana meal
yazanlar; (Türkiye'de olduğu gibi sosyalist Arab ülkelerinde
de kominizme şirin görünmek için) "Kur'an'da kominizmi
destekliyor" diye bu ayeti kendilerine delil getirmeye
kalkıştılar ve ayeti şu şekilde meal ve yorumunu yaptılar:
"Allah bir kısmınızı diğerinize rızık konusunda üstün kıldı.
Zengin olanlar fakir olanların rızkını vermiyor. Yani gasb
ediyor. Halbuki onlar bu rızık konusunda eşittiler." Yani

2473[84]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/367.
tabiattaki bütün eşyayı ortak kullanmaları gerekirken bir
kısım insanlar kendi zimmetine geçirdi. Çalışanların,
kölelerin mallarım onlara vermedi, kendileri biriktirdiler
diye mana verdiler.
Halbuki ayetin böyle bir mana ve anlama ihtimali
olmadığuırAllahu Teala şurada belirtiyor; "Allah bir
kısmınızı diğerine rızıkta üstün kıldı." Üstün kılan Allah'tır.
Nasıl ki üstün kılınan zengin malmda fakirin ortak olmasını
istemezse, Allah'da mülkünde başka bir ortak olmasını
istemez. Yani siz ey kafir zenginler; kendi kazandığınızda
nasıl ortaklarınızın olmasını istemiyorsanız. O halde O'nun
mülkünde O'na nasıl ortaklar edinirsiniz.?
Allah'ın yarattığı bir kulu ilah edinip, niye onun kanunlarını
Allah'ın kanunlarına karşı savunur ve böylelikle de ona şirk
koşarsınız.?
Böyle yapmakla Allah'ın nimetinimi inkar edersiniz.
Nimetleri yaratan O, O'nun nimetini yiyor başkasına ibadet
ediyorsunuz. Bu şuna benzer Anne babasının evinde yiyip
içip onun evinde yatıp babasının imkanlarından faydalanıp,
Ona hizmet edip hürmet ve saygı göstermesi gerekirken,
babasının sevmediği hoşlanmadığı veya düşmanı ile işbirliği
yapması, gibidir. 2474[85]

72- Allah, nefislerinizde sizin için eşler yarattı. Sizin için


eşlerinizden oğullar ve torunlar yarattı ve sizi güzel
rızıklarla besledi. Batıla inanıyorlarda Allah'ın nimetini mi
inkâr ediyorlar?
73- Göklerde ve yerde hiçbir rızka sahip olmayan ve
buna gücü de yetmeyen, Allah'dan başkasına ibadet ediyor-
lar.
Onlara gökyüzünden veya yeryüzünden hiçbir şeyle rızık
vermeye gücü yetmeyene ibadet ederler. Allah'tan başka

2474[85]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/367-368.
öyle bir ilaha ibadet ederler oysa O onlara ne yeryüzünden
nede gökyüzünden rızık verebilir. İkisinide yapamayana
tapınırlar. (O ilahlarının gücü hiçbirşeyede yetmez.)
Hani ilah diye seçilen insanlar; Allah'ın kitabına,
kanunlarına karşı, siz bizi yönetin, siz Allah'ın yerine bize
kanun ve kurallar koyun dediğiniz insanlarda, Allah'ın
azıklarından yiyorlar. Öyie ise Allah'ın rızkından yiyen
insanlara; "seni ilah yapalım, sen Allah'ın kitabı yerine yeni
bir kitab yaz da ona göre hareket edelim" demek Allah'ın
nimetlerine nankörlük yapmaktır. Bunu yaptığınız zaman
Allah'a eş koşmuş olursunuz. 2475[86]

74- Allah'a benzerler bulmaya kalkmayın. Çünkü Allah


bilir, siz bilmezsiniz.
"Allah'a eş koşmayınız." Diğer bir ayettede "onun bir
benzeri yoktur." 2476[87] Ve Allah'ın sıfatlarından biri de;
"Muhalefettin lil havadis" yani: Yerde ve gökte Dünya ve
ahirette yaratılmışların tamamına benzemez. Başkalarını
Allah'a, Allah'ı da başkalarına benzetmeyin. "Allah herşeyi
bilir siz bilmezsiniz." Bundan sonraki ayette putperestlerin
durumunu anlatıyor. 2477[88]

75- Allah, hiçbirşeye gücü yetmeyen, başkasının malı olan


köle ile kendisine tarafımızdan rızık verdiğimiz ve o
rizıkdan gizlice ve açıkdan infak edeni misal verdi. Hiç
bunlar denk olur mu? Allah'a hamdolsun. Onların birçoğu
bilmezler.
Allah bir köleyi misal veriyor hiçbir şeye gücü yetmeyen bir
köle var, öbür tarafda da Allah'tan güzel rızıklar edinmiş ve
rızıklar verilen kişi de gizli veya açık bir şekilde etrafa
sadakalar dağıtıyor. Hiçbirşeye gücü yetmeyen eli kolu

2475[86]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/369.
2476[87]
Şura 11
2477[88]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/369.
bağlı köle mi daha hayırlı...? Yoksa mal mülk kazanmış onu
da Allah yolunda gece-gündüz, açık ve gizli bir şekilde
sadaka veren adam mı daha hayırlıdır.? Elbette kazanan
daha hayırlıdır.
Bu iki kişi birbirine denk midir? Bunlar denk değildir. Denk
olmadığını, değil akıllı insanların bilmesi, SultanAhmet
meydanındaki deliler dahi bilir. Kimden para çıkar kimden
para çıkmaz bilirler ve onlara en iyi olan para verendir.
Allah (cc) de buyuruyorki; Allah size herşeyi veriyor her
türlü nimetlerini veriyor böylesine her türlü nimetini veren
mi daha hayırlı? Yoksa sizin gibi olan size hiçbirşey
veremiyen mi daha hayırlıdır? Bu hususta şunu söyleyecek
olursanız. Bazı imansız insanlar varki "onlar bize birşeyler
veriyor biz ona (kulluk) hizmet yaparsak karşılığını veri-
yor." derler O size kendi katından birşey vermiyorki
verdiklerini kendi yaratmıyorki Allah'ın yarattığı nimetleri
surdan alıp size veriyor. Allah (cc) verendir, yaratandır. Ona
hiç birşey denk olmaz. Allah'a hamd olsun imansızların
mantığı sona ermiştir. Ama onların çoğu bunu bilmezler.
Gerçeği, hakikati bilmez ve ondan başkasına kulluk etmeye
devam ederler. 2478[89]

76- Allah, biri dilsiz olan, hiçbir şeye gücü yetmeyen,


efendisine yük olan, nereye gönderse bir hayır getirmeyenle
adaleti emreden doğru yolda olan iki adamı örnek verdi. Bu
(köle öbürü ile) denkmidir?
Allah-u Teâlâ da bir misal daha veriyor. İki adamdan birisi
hiçbirşeye gücü yetmiyor aynı zamanda da dilsiz(yani tat ),
sahibi onu nereye gönderse iyi bir netice alamıyor. Dilsiz
olduğu için meramını ifade edemiyor ve bu adam sahibine
yük olmaktan başka birşey değil, işte böyle bir adamla,
adaleti emreden, dosdoğru yolda olan, her işi uygun düştüğü

2478[89]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/370.
şekilde yapan insan denk midir? Denk değildir.
Allah (cc) insanlara sıratı müstakimi veren, adaletle emr
edendir. İnsanoğlu ise dilsiz ve iş yapamayan adam gibidir.
Bu ikisi nasıl denk olur. Birbirine nasıl eşit olur. Öyle ise
Allah ile, Allah'ın yarattığı insanı kendinize ilah edinmek
suretiyle eşit tutmayın. 2479[90]

77- Göklerin ve yerin gaybi Allah'a aittir. Kıyametin işi bir


göz açıp kapama gibi veya daha yakındır. Şüphesiz Allah
herşeye gücü yeter.
"Yerin ve göğün gaybı Allah'a aittir." Gaybı Allah bilir.
Kıyamet gününün saati ne zamandır bilemeyiz. Ne kadar
sürer onu bize haber veriyor. "Bir göz açıp kapayıncaya
kadar veya ondan daha çabuktur."
Bazıları eğer kıyamet kopacak olursa, biz kıyamet kopmaya
başlayınca yıldızlar gezegenler birbirine girinceye kadar
"kelime-i şehadet ve Kelime-i tevhid" getirir, tevbe istiğfar
yaparız diyorlar. Ama Allah (cc), o kadar zaman tanı maz.
Bir göz açıp kapayıncaya kadar bu kısa bir süre içinde olur.
Bu iş böyle olur mu? Olur. Çünkü "Allah herşeye kadirdir
gücü yetendir." Mademki bu kainatın yaratılış "ol" emri ile
olmuştur. Yok oluşuda bir göz açımından daha kısa bir
zamanda gerçekleşiverecektir.
Büyük kıyametin ne zaman kopacağı bizce malum değil
fakat küçük kıyamet dediğimiz kendi kıyametimizin ne
zaman olacağını aşağı yukarı tahmin edilir. En azından 90-
100 veya 120-130 yıla kalmıyacağını biliriz önemli olan
büyük kıyamet ne zaman olacağım değil kendi kıyametimiz
için hazırlıklı olmamız gerekir. 2480[91]

78- Siz hiçbir şey bilmezken Allah sizi annelerinizin ka-


rınlarından çıkardı. Sizin için kulaklar, gözler ve gönüller
2479[90]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/371.
2480[91]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/371-372.
verdi ki şükredesiniz.
Bu ayet bize geldiğimiz yeri ve bize verilen nimetleri
hatırlatıyor. Siz hiçbir şey bilmezken annelerinizin
karınlarından çıkardı. Sizin için kulak, göz, dil ve kalbler
yarattı. Gözleriyle görsünler, dilleriyle tatsınlar, kulaklarıyla
işitsinler, birinci derecede nimetleri değil, nimetleri yaratanı
görsünler. Ayetin sonunda "şükredesiniz" ibaresi vardır.
Şükredesiniz dile kulak, göz, kalb ve dil verdik
anlamındadır.
Güzele bakmak sevap derler aslında, doğru bir sözdür fakat
güzel deyince bir çoğunun aklına kadın gelir. Kadında
güzeldir ama, çiçekte güzeldir, tabiatta güzeldir. Önemli
olan güzeli değil, güzeli yaratanı görebilmektir. Onu idrak
edebilmektir.
Şeyh Sadi Şirazi anlatır; Birgün caddeden bir kadın
geçerken dervişin birisi, "Allah "der ve bayılır. Daha sonra
arkadan akıllı biri gelir bakar ki derviş bayılmış, sorar; "niye
bayıldı?" işte yoldan bir güzel kadın geçmişti onu görünce
Allah'ı hatırladı ve bayıldı. Yalan söylüyorsunuz, bu da
yalan söylüyor. Niye? dediklerinde; "Allah'ın sanatını göre-
rek bayılmış olsaydı, bir çocuğun parmağını görünce de, bir
devenin boynunu görünce de, baygınlık geçirmesi lazımdı,
bu gerçekten kadının aşkı ile bayılmış" der.
Onun için gözler Allah'ın sanatının inceliklerini görecek
kulaklar; bu sanattaki duyulması gereken ses ahenk ve
musikiyi duyacak kalb hissedecek ki ondan sonra şükür
olayı olabilsin yoksa şükürün yerine gelmesi mümkün
değildir.
Resim galerisine gidip sergiyi gezdikten sonra ressama
teşekkür ve tenkitlerini çıkarken bildiriyor yoksa resimlerin
altına yazmıyor aynen insanda Rabbimin yarattığı bu
tabiatta gözleriyle görecekki ondan sonra rabbime şükür
edebilsin. Bunları bizim- için yaratmışsın sana şükürler
olsun şeklinde ifadesini bulabilirsin. 2481[92]

79- Gökyüzünün boşluğunda emrine boyun eğdirilmiş


kuşları görmüyorlar mı? Onları Allah'dan başka kimse
tutmaz. İşte bunda iman eden kavim için ayetler vardır. Bu
ayette de Allah gözlerin ne işe yaradığını değişik bir açıdan
an latıyor Görmezler mi? Kuşlara bakmazlarını, semanın,
gökyüzünüı boşluğunda süzülerek Allah'ın emrine itaat eden
kuşlara bakmazla mı? onlan Allah'tan başka kimse tutamaz
Allah'tır onları uçuran "işti bunda iman eden toplumlar için
ibretler vardır."
Şimdi bu ayette gökyüzünde kuşları tutan (yani havada
uçma im kanını veren) Allah (cc) olduğu ifade ediliyor.
1400 yılının evveli boyl idi. Ama bugün tabiat kanunları ile
izah ediliyor hava çekimi atmosfe basıncı, cisimlerin Özgül
ağırlığı, hacimleri suyun kaldırma kuvveti git şeyler bugün
bulunmuş bu olaylar bunlarla izah ediliyor.
Bunu kabul ediyoruz, fakat onlardan bir adım daha ileride,
bu tabii kanunlarının bir var edicisi olduğuna da inanıyoruz.
Mesela bir "6 anayasası, 82 anayasası" denildimi akla gelen,
o anayasayı bir yaz; nın, hazırlayanın, ortaya koyanın
olduğu kabul ediliyor.
İşte biz de inanıyoruz ki; tabiatta şaşmayan değişmeyen
nizam \ intizamlı bir kanun vardır. Onun da bir koyucusu
olması lazım. O' Allah'dır.
İşte bir insanın yazdığı kanunların yürürlükte devam
edebilmesi iç nasıl hakimler savcılar polis ve diğer kamu
kuruluşları çalışıyor: Allah'ın bu kanunlarının devam
edebilmesi yürürlükte kalabilmesi iç Mikail (as)ın
mahiyetinde sayısını bilemediğimiz melekler var.
Bu Allah'ın kanunlarının ilmi bir izahını yapabiliyorlarsa biz
bunh kabul ediyoruz zaten ecdadımızdan birçok alimde bu

2481[92]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/372-373.
konuda çalışmal yapmıştır. Allah'ın "Teşrii" ve de "Tekvini"
kanunları olmak üzere i kanunu vardır. Teşrî kanunu;
Kur'an-i Kerim'dir. Tekvini Kanunu'd Tabiat kanunlarıdır.
Teşrii kanunu tefsir etmek görevimizdir. İkisi Allah'ın
kitabıdır. İkisini de okumak ve insanlara açıklamak
görevimdir. Tekvini kanunlarımda ortaya çıkarmak-
keşfetmek yine bizim görevimizdir.2482[93]

84- Kıyamet günü her ümmetten bir şahid göndereceğiz.


Sonra kafirlere (özür dilemeye) İ2in verilmez. (Allah'ın rı-
zasını istemeye) fırsat verilmezler.
Biz her ümmete bir şahid göndeririz, yani Peygamber
göndeririz. Burada peygamberi "şahid" kelimesi ile ifade
ediyor. Peygamberler ümmetlerine şahiddir yani onlara
Allah'ın emir ve yasaklarının geldiğine Allah'ın varlığı ve
birliğine inanmaları gerektiğine şahiddir. Hatta veda
Hutbesinde Hz. Peygamber "tebliğ ettim mi? Tebliğ ettim
mi? Tebliğ ettim mi? diye üç defa tekrarlamış onlarda
Tebliğ ettin ya rasu-lallah diyerek duyduk işittik ve inandık
demişler ve peygamber (as) de Allah'ı şahid tutmuştur."
İşte O peygamberin ümmeti olarak biz de bugünkü insanlara
şahidiz Allah'ın varlığını birliğini Allah'ın kelamını
insanlara duyurursak şahidîik görevimizi yerine getiririz.
Duyurmayacak olursak onların cezalandırıldığı gibi biz de
cezalandırılırız.
"Her ümmete bir şahid yani peygamber gönderilince;
kıyamet gününde kafirlere özür beyan etmeleri için izin
verilmez. Senin varlığını ve birliğini bilmiyorduk, bize
anlatan olmadı bildirseydiler sana inanır ve diğer ibadet ve
itaatlerimizi de yerine getirirdik şeklinde bir itiraza izin
verilmez. Ve onlar cezaya müstahak iken mutluluğa
erdirilmezler. Cezalarını çekerler.

2482[93]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/373-374.
Bu ayetlerin tefsirinde alimlerimiz şu hususu izah
etmişlerdir ki; çoğu zamanda bize sorulan bir husustur.
Diyelim ki; Afrikanın ortasında bir kadın doğum yapsa
çocuğunu taşıyamaz bir duruma gelirde onu ormanın içine
bırakıverse Aslanın biri de gelip emzirse yani aslan sütü ile
büyüyüp hayvanlarla beraber yaşasa ve hiç insan görmeden
de ölse gitse bu kişinin durumu ne olur.? Maturidi
mezhebine göre; "Etrafına bakınıp bu güneşi düzenli bir
şekilde hergün aynı yerden çıkarıp, tekrar onun ters
istikametinde yok eden, mevsimleri peşpeşine sırasını
değiştirmeden devam ettiren biri vardır" diye aklını
kullanırsa cennete girer diyor. Eşari de; "o kimse direk
cennete girer" diyor. Allah (cc); "Peygamber
2483[94]
göndermediğimiz insanlara azab etmeyiz" diyor ayeti
kerimesinde. Bu alimlerde bu ayetlere dayanarak böyle bir
sözü söylüyorlar.
Günümüzde biz şahidîik görevimizi tam yapamıyoruz.
Eskiden ecdadımız bu işi iyi yapıyorlardı hatta müslüman
olmayan memleketlere gidip oradaki insanlara islamı
ulaştırıyorlardı. Ama bugün müslüman memleketinizde
islamdan haberi olmayan insanlar var.
Şöyle düşünün. Anne baba kafir, çocuğunu yetiştirecek
öğretmeni de Özellikle kafir olanım seçiyor. Baş örtülü
müslüman bir bayan veya müslüman bir erkekten de, yaban
eşeğinin aslandan kaçtığı gibi kaçı-
yor. İşte böyle şartlarda büyüyen bir çocuk Afrikada
hayvanlar arasında yaşayan çocuktan daha kötü durumdadır.
Zira Afrikada yaşayanın önüne. "Allah yoktur" diyen
çıkmaz. Ama bu saydığımız şartlarda büyüyen çocuğa heran
ve saat içinde devamlı küfür ve isyan telkin edilmektedir. Şu
okullara gitme gerici olur, yobaz olursun gibi telkinler.
Umreye gitmiştim, yanımdaki arkadaşlardan birisi ne hurma

2483[94]
Isra 115
ne de zemzem aldı, sadece Japon veya İtalyan malları aldı
dikkatimi çekti sordum "niçin böyle yapıyorsun?" Dedi ki;
hanımım beni Londraya gitti biliyor ve beni oradan gelecek
diye bekliyor. Şimdi zemzem veya hurma alırsam hanımım
üzülür. Duyulursa çocuğumu da kolejden almam gerekir
diyor. Adam etrafındaki insanların kendisini gericilik
damgası ile damgalamalarından korkuyor, hemde Kabe'de
ve diğer yerlerde ihlasla dua eden biri. Malesef bir kısım
müslümanların hali böyle çocukları da din adına birşey
bilmezler.
Ayette ifade edilen "Peygamber" kelimesi yerine bizde
kendimizi koyarak; bu imansızların okullarına,
meyhanelerine, gazinolarına, şirketlerine gidip islamı
anlatmamız gerekmekledir ki, Allah indindeki
2484[95]
sorumluluğumuzu yerine getirmiş olalım.

85- Zalimler azabı gördüklerinde onlardan azap hafifle-


tilmez ve onlara zamanda tanınmaz.7
86- (Allah'a) ortak koşanlar, ortak koştuklarını gördük-
lerinde: "Rabbimiz, işte bizim (sana) ortak koştuklarımız ki
senden başka dûa ettiklerimiz bunlar" dediler. Onlar (put
adamlar): " Şüphesiz yalancılarsınız" diye söz attılar.
Ahirette müşrik insanlar tapındıkları adamları görünce "Ya
Rabbi işte sana şirk koştuğumuz adam budur," diyerek
tapanlarla, kendisine tapilanlar birbirlerine düşerler.
Bu seferde O kendisine tapılan, onlara söz atar. "Siz yalan
söylüyorsunuz ben öldükten sonra benim heykelimi diktiniz,
benim heykelim gelin bana ibadet edin dedi mi Mze? Sizin
dediklerinizi duydu mu? sizin
yazdıklarınızı -Yanma geldik, huzuruna geldik diye- okudu
mu? Yarabbi bunlar yalan söylüyorlar." diyecek. Put
deyince- aklınıza, dikilmiş bir taş gelmesin. O dikili taşlar;

2484[95]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/375-377.
daha önce yaşamış insanları temsil eder, insanlar onları ilah
edinir. Yoksa taşa tapınacak kadar geri zekalı değil bu
insanlar. Mekke müşriği de taşlara tapınmamış o yonttukları
taşlar hayatta birini temsil eder kanunlarına uydukları birini
sembolize edermiş. 2485[96]

87- O gün onlar (müşrikler) Allah'a teslim olduklarını


bildirdiler ve (o gün) bütün uydurdukları onları bırakıp gitti.
Ve hepsi beraber olup tapanlarla tapılanlar, Allah'a teslim
olurlar ve iftira ettikleri şeylerde ortadan kalkıp yok olur
gider. Uydurdukları, güç kuvvet verdikleri, otoriter olarak
gördükleri şeyler, ortadan kalkar ve Allah'a teslim
olurlar.2486[97]

88- Kafirlere ve Allah yolundan alıkoyanlara bozgunculuk


yapmaları sebebiyle azap üzerine azap artırdık.
Allah'ı inkar eden ve insanları Allah yolundan engelleyen
kişilerin, Yaptıkları bu bozgunculuk sebebiyle, azabının
üzerine azabı artırırız. Bir kısım inkarcılar vardır kendi
halinde, başkalarına küfrü sirayet etmez, başkalarını
etkilemez. Bir de inkarcı vardır ki küfrü başkasına da sirayet
eder. Onların da inkarcı olması için gayret gösterir bu
insanlar. Birincilerine göre daha şiddetli daha tehlikelidir.
İşte bunların azabı üzerine azablannı artıracağını vaad
ediyor Allah (cc). Onun için ikisi arasındaki azablarında
farklılık vardır. İşte bu iki gurup ayette ayrı ayrı
zikrediliyor. 2487[98]

89- Kıyamet günü her ümmet içinde onlara kendilerinden


bir şahid gönderdiğimizde senide bunlar üzerine şahid ge-
tirdik. Sana bu kitabı herşeyi açıklamak, yol göstermek,

2485[96]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/377-378.
2486[97]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/378.
2487[98]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/378.
rahmet olmak ve müslümanlan müjdelemek için indirdik.
Bu ayet 84. ayetin bir benzeri gibidir. Her ümmete, her
millete, kendilerinden bir şahid gönderdik. "Seni de
kıyamete kadar gelecek bu topluma şahid (peygamber)
gönderdik" Hz. Peygamber kıyamete kadar gelecek olan
insanların şahidi olarak gönderilmiş ve her topluma kendi
cinsinden, yani meleklerden, cinlilerden değil; insan
cinsinden peygamber göndermiştir, "ve sana herşeyi
açıklamak üzere kitabı indirdik." Yani Kur'an'da başka bir
ayetin ifadesiyle "yaş kuru ne varsa Kur'an'da vardır." 2488[99]
Yani geçmişin ve geleceğin bütün bilgilerini Kur'an'da
bulabiliriz. Ama arayacak göz gerekir.
Hz. Peygamberin Yemene vali olarak gönderdiği Muaz b.
Cebel hadisi vardır. "Hz. Peygamber Muaz'a sorar "ey Muaz
gittiğin yerde insanlara ne ile hükmedeceksin" O'da
"Allah'ın kitabıyla" cevabını verir. "Ya Allah'ın kitabında
bulamazsan" "Hz. Peygamberin sünneti ile hükmederim"
"Ya onda da bulamazsan" "o zaman kendi rey'imle ictihad
ederim" diyor. 2489[100]
Bazıları İşte bu yukarıda zikrettiğimiz ayetle bu hadisin
birbirine ters düşdüğünü iddia ediyorlar. Aslında herhangi
bir terslik yok Hz. Peygamber ya Allah'ın kitabında "yoksa"
dememiş ya Allah'ın kitabında "bulamazsan" yani var da sen
bulamazsan demiş. İşte bu inceliği fark edemedikleri için,
ikisinin bir biriyle çeliştiğini iddia edip, ayeti değil de
hadisin uydurma olduğuna hükmederek meseleyi çözümle-
meye çalışıyorlar, fakat yaptıkları yanlıştır.
Diyelim ki; odanın içine toplu iğneyi düşürsek onu arayıp
bulamayınca; toplu iğne yok demek mi doğrudur? yoksa
toplu iğneyi bulamadık mı? demek doğrudur. Uranyum
madeni keşfedilmeden önce yokmuydu? Allah'ın bu alemi
yarattığı günden itibaren vardı, ama bir zaman geldi bir alim
2488[99]
Enam 159
2489[100]
Eu Davud K. Ahdiye hah 11. Ayrıca Şifa tefsiri 3/55, Enam 59
onu keşfetti işte Kur'andaki hakikatler böyledir.
Tabiki o uranyumu binlerce göz belki onu gördü ama onu
keşfeden göz daha değişik bir gözle gördü. Bazı
hakikatlerinde ortaya çıkması için zaman önemlidir. İşte o
hakikatler zamanın getirdiği olaylarla açıklanıveriyor.
"Hakikatleri açıklamak, müminlere müjdelemek, müminleri
doğru yola götürmek, onlara rahmet olmak üzere Kur'an'ı
indirdiğini" beyan ediyor. Allah (cc). 2490[101]

90- Şüphesiz Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya vermeyi em-


reder, fııhşiyatı ve kötülüğü yasaklar. Öğüt alasınız diye size
öğüt verir.
"Demek ki Allah adaleti adaletle emreder. İyiliğide iyilikle
emreder." Manada her ikiside mevcuttur arapça bilenler
bunu daha iyi anlayabilir. Biz ikisini birleştirip az önce
verdiğimiz sonucu çıkarıyoruz.
Günlük hayatımızda bu ayete göre hareket etmeli ve
yapacağımız bir iyiliği iyilikle yapmalıyız. Kaşıkla yemek
verip, sapıyla da göz çıkarma kabilinden olmamalı. Diyelim
ki; birine iyilik yapacağız ama bunu yaparken güler yüzle,
tebessümle yapmalı. İşte bu, iyiliği iyilikle yapmadır. Fakat
kaşları çatık, sinirli öfkeli, nahoş bir eda içinde yapılan
iyiliktir ama yapılış tarzı pek hoş değildir. Başka bir
ifadeyle; adama misk kokusu ile sarımsak kokusu koklatma
gibi bir durumdur.
Onun için Allah adaleti adaletli bir şekilde, iyiliği iyilikle
emreder. Yakın akrabayı gözetip, onlara yardımda
bulunmayı da emreder, fuhuştan yasaklar, fuhuş denince
akla zina gelir. Dille yapılan yalan iftira, sözden dönme,
cimrilik, kumar da dilin fuhuşudur. Arabın dilinde cimrilik
fuhuştur. Buna göre; "Allah sizi cimrilikten yalan
söylemekten iftira atmaktan zina yapmaktan kumar

2490[101]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/378-379.
oynamaktan yasakladı." Bütün bunları Allah yasaklıyor. Bir
de böyle haram olmayıp iyi de olmayan hoşa gitmeyen
şeyler vardır. Onları da yasaklıyor alimler. Onlara mekruh
demişler, müslümanın fuhuştan sakındığı gibi, hoş olmayan
münkerat-tan, haddi aşmaktan, zulmetmekten uzak durması
sakınması gerekir.2491[102]

91- Andlaşma yaptığınızda Allah'ın sözünü yerine getirin.


Sağlamlaştıkdan sonra yeminleri bozmayın. Çünkü Allah'ı
üzerinize kefil kıldınız. Şüphesiz Allah yaptıklarınızı bilir.
Söz verdiğiniz zaman Allah'a olan sözünüzüde yerine
getiriniz. Yani Allah'a söz verdiğiniz "Yarabbi senin sözün
üzerine devam edeceğim" dediğimiz zaman ki; ruhlar
aleminde "ben sizin rabbiniz değil-miyim" denildiğinde
bizde "Evet" demiştik. 2492[103] İşte bu bir sözleşmedir. Bu
sözleşmeyi yerine getirmemiz gerekir!
Birde insanlar arası sözleşmemiz vardır. Bunları da yine
Allah için yapıyoruz, bunlarıda yerine getirmemiz gerekir.
"Sağlamlaştırdıktan sonra yeminlerinizi bozmayın. Siz
Allah'ı kendi üzerinize kefil kıldınız. Yani Allah'ı şah id
tutarak yemin ediyorsunuz sakın ha böylesine yemin
ettikten sonra sözlerinizden dönmeyin yeminlerinizi
bozmayın. 2493[104]

92- İpliğini sağlamca eğirdikden sonra çözen kadın gibi


olmayın. Bir ümmet (kafirler) diğer ümmetten
(müminlerden) daha çok diye yeminlerinizi aranızda
(faydalı) bir giriş edinirsiniz. Ancak Allah sizi O (kafirlerin
çokluğuyla) imtihan eder ve hakkında ihtilaf ettiklerinizi kı-
yamet günü size muhakkak açıklar.
"Şu kadına benzemeyin." O günlerde Medine'de ahmak bir

2491[102]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/380.
2492[103]
A'raf 1172
2493[104]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/380-381.
kadın varmış, bu kadın yünleri ip haline getirir daha sonrada
tekrar yün haline getirirmiş ve ömrü öyle geçermiş. .
Sizinde bu dünyadaki yaşantınız', söz verip bozmanız
akşama kadar örüp de sabaha kadar çözüp eski haline
getiren kadına benzemesin "siz yeminleri kendi aranızda
hileye sebep kılıyorsunuz hilelerinizi yeminle
kuvvetlendiriyorsunuz." Böyle yapmayın ümmetin en güçlü
ümmet olması için yeminlerinizi hile vesilesi yapmayın
yeminle yalana tevessül etmeyin. Allah (cc) bunlarla sizi
imtihan ediyor. Kimin haklı kimin haksız olduğu yerleri
Allah kıyamet günü ortaya çıkaracaktır. 2494[105]

93- Eğer Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı. Ancak
o dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir ve siz
yaptıklarınızdan muhakkak sorguya çekileceksiniz.
Allah dilese idi sizi tek ümmet yapardı. Ümmetinizi
kabilenizi partinizi çoğaltmak içinde yalana ve yemine baş
vurmayın. Allah (cc) dilese idi Hz. Adem (as)'dan
günümüze kadar bütün insanları müslüman yapardı. Fakat
Allah dilediğini dalalette, dilediğini hidayette kılar siz
elbette yaptıklarınızdan sorulacaksınız.
Ayet yarım kalsaydı şu sonuç çıkardı Allah dilediğini
hidayete dile-diğinide dalalette bırakır, o zaman gavurun ne
günahı var Allah onu kafir bizide müslüman yapmış
sonucunu çıkardı ama ayetteki ifade devam ediyor.
"Siz yaptıklarınızdan sorulacaksınız" kişi kötülüğe
meyletmiş Rabbim de kötülüğün yollarını açmış, sapıtma
budur, dalalet budur. Kişi hidayete meyletmişse Rabbim de
ona o yollan açmıştır, işte hidayete erdirme olayı da budur.
Kul'un da cüzi iradesini kullanma durumu söz-konusudur.
Kul cüzi iradesi ile kesb eder Allah'da onu fiiliyata
geçirir. 2495[106]
2494[105]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/381.
2495[106]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/381-382.
94- Yeminlerinizi (fesada) bir giriş edinmeyin, yoksa sa-
pasağlam bastıkdan sonra ayak kayıverir, Allah yolundan
saptığınız için azabı tadarsınız. Sizin için büyük azap vardır.
Bu ayet, daha önce geçen 91. 92. ayetleriyle bağlantılı bir
ayettir. 91. ayette "Allah'a olan sözlerinizi ahidlerinizi
yerine getiriniz. Yeminlerinizi bozmayınız" Duyurulmakta
idi. Yeminini bozan kimselerin bozuş sebebi olarakta devlet
veya fert olarak toplumunu artırmak veya karşı tarafın
gücünü fazla görmesinden dolayıdır. Her iki haldede
yemininizden dönmeyiniz. Vermiş olduğunuz sözü yerine
getiriniz. Sözünüzüde yeminle tekid etmişseniz yeminleri-
nize sahip çıkınız. Anlaşmalarınıza sahip çıkınız idi.
Eğer yeminlerinize sahip çıkmazsanız, akşama kadar yün
eğirip, sabaha kadar onu tekrar geri söken kadının
durumuna benzersiniz, buyurulmakta idi. İşte bu 94. ayette
de bu konuya devam ediliyor.
"Yeminlerinizi aranızda hile vesilesi yapmayın" yani yemin
ederek adamı inandırıyorsunuz ama niyetiniz başka, böyle
yapmayın Eğer böyle yaparsanız, İslama ısınmış insanın,
ayağının kaymasına sebep olursunuz, veya insanları dinden
döndürmenin cezasını çekersiniz.
Bunun açıklaması şudur. Günlük hayatta çeşitli işlerle
meşgul oluyoruz. Mesela ticaretle uğraşan müslüman bir
kişiyi düşünün karşısındaki kişilere ticaretini artırmak için
yalan söylüyor, onları aldatıyor ve birde bu yalanını yeminle
kuvvetlendiriyor. Şimdi burada yalan söylediği için bir ceza,
yemin etmenin cezası, birde onun dinden dönmesine sebeb
olduğunuz için onun cezası vardır.
İşte çevresinde müslüman, güvenilir insan olarak bilinen
bazı kardeşlerimiz, "söz" verir, sözünde durmazlar. "Çek"
verirler zamanında çekinin karşılığı çıkmaz, karşısındaki
adamında biraz İslama meyli varsa sizin bu davranışınızdan
dolayı islamdan uzaklaşıyor. Bunu yapmakla da insanları
dinden alıkoymanın cezasını çekmiş olursunuz. Ve sizin için
büyük bir azab vardır, buyuruyor Allah (cc).
Bu ayet beni gerçekten etkiledi. Eğer bu tefsir dersleri
olmasaydı ben bu ayeti hatim yaparken, bir dini kitab gibi
okur, belki bu kadar anlamazdım. Hakikaten çok önemli bir
ayet, zira bugün günümüzde insanların İslama girmelerini
engelleyenlerin başında biz geliyoruz. Sözlerimiz,
davranışlarımız, hareketlerimiz, tavır ve işlerimiz insanların
İslama girmesini engelliyor.
Merhum M. Akif Almanya'ya gider oradaki gözlemlerini
"Berlin hatıraları" diye şiir şeklinde yazar. Batıyı anlatırken:
Onların işleri bizim dinimiz; dinleri de, bizim işimiz gibi
der. Biz günümüzde önce;
1- kendimizle (nefsimizle) mücadele edeceğiz.
2- İmansız kesimle mücadele edeceğiz onlara islamı
anlatacağız. İslamı götüreceğiz.
3- Müslümanım dediği halde yalanla dolanla köşe dönme ile
uğraşan insanlarla da uğraşacağız.
30-35 yaşlarında fabrikatör birisini anlattılar. Hergün beş
vakit namazını kılar ama fuhuşunda her çeşidini yapar
diyorlar. Daha önce tefsiri geçtiği gibi; "Namaz kişiyi
fuhuştan ve münkerattan alıkoyar." 2496[107] Eğer
alıkoymuyorsa o, artık bir eklem alışması dediğimiz bir
olaydır ki: Çocukluğundan itibaren ibadet kastıyla değilde
adet kasdıyla yapılan bir hareket olmaktan ileri gitmez.
Böyle insanlarada islamı anlatmalıyız. Zira bu, şahsi suç
olmakla beraber, kendi nefsine kötülük etmekte ve bir başka
insana da kötü örnek olmaktasın. Yani "hem namazını kılıp
hemde bu kötülükleri ya-pabilirmiş" kanaat ve imajını
uyandırmış oluyorsun. 2497[108]

95- Allah'a verdiğiniz sözü (Peygambere yaptığınız beyatı)


2496[107]
Ankebut 145
2497[108]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/382-383.
az parayla satmayın. Eğer bilirseniz Allah katındaki sizin
için daha hayırlıdır.
"Az bir para karşılığında Allah'ın ahdini satmayınız."
Allah'ın ahdinden maksat 1. Ruhların yaratılışında yanlız
Allah'ı "Rab" olarak kabul etmiştik ve söz de vermiştik. 2.
Bu dünyaya gelince de, bu sözümüzü "Allah'tan başka
ilahlar tanımamak" suretiyle bozmayıp sözümüze sadık
olmalıyız.
Az bir para karşılığında yapmamalıyız. Peki akla şu soru
gelse az bir para değilde çok para karşılığında yapsak.
Tabiin'in büyüklerinden birisi buna şöyle cevap vermiş
"Dünyanın tamamı bir tarafa gelse veya gökyüzünün
tamamı bir tarafa gelse "Allah'ın bir ayetine karşılık olmaz."
Hiçbir şekilde Allah'ın ayet ve ahdi satılmaz.
Bu adamlar size ne verebilirki Allah'tan başka Rab kabul
ettiğiniz adamlar size ne verebilir ki, onların verdiği.
Allah'ın verdiğinin yanında değeri çok azdır. Allah'ın
verdiği o sizin için daha hayırlıdır. İnsanlarda makam ve
mevki verilebiliyor ama Allah (cc) 96. ayetinde şöyle buyu-
rur:2498[109]

96- Sizin yanınızdakiler (dünyalık) tükenir, Allah katındaki


ise bakidir. Biz sabredenlerin mükafatını yaptıklarının en
güzeliyle vereceğiz.
"Sizin yanınızda olanlar birgiin bitip sona erer, yok olur.
Ama Allah katında olanların sonu gelmez." Bu dünyada
insan oğluna verilenlerin sonu vardır. Mutlaka bir gün son
bulur. Mesela para verilir ama bir gün gelir iflas eder,
makam mevki veriliyor. Daha sonra da o makam ve
mevkiden kedinin yavrusunu boğup yediği gibi verdiği
makamı geri alıyor. Böylelikle o makam birgiin olup son
bulmuş oluyor. Ama Allah'ın verdiği makam bitmez ve

2498[109]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/384.
sonda bulmaz.
İnsanların yaptığı küçük veya büyük hizmetleri vardır.
Küçük olsun büyük olsun Allah bu hizmetlerin de
mükafatını, en güzeline göre değerlendireceğini yani en
büyüğüne veya en küçüğüne göre demiyor. Düşününki iki
adam biri çok miktarda yardımda bulunuyor bulunurken de
hakaret vari sözler sarf ediyor, öbürü de onun belki 10 da
biri veya yüzdebiri nisbetinde daha az yardımda bulunuyor
ama güler yüzle tatlı dille veriyor. Hangisi daha muteberdir.
Tabiki az olsa bile, güler yüzle olan daha muteberdir. İşte
Allah katında da bu böyledir. İşin büyüklüğü veya
küçüklüğü önemli, değil en güzel olup olmaması önemlidir.
Mülk suresinde; "hanginiz amel bakımından daha güzel
olduğunu ortaya çıkarmak için" diyor. "Hanginiz daha çok
amel" demiyor. Mesela 100 rekat ne okuduğu, nasıl kılındığı
belirli olmayan namaz yerine, 4 rekat tadili erkan üzerine
kılman namaz daha hayırlıdır veya içi bozuk bin yumurta
yerine, sağlam bir yumurtanın daha iyi olması gibidir. 2499[110]

97- Erkek veya kadınlardan kim mümin olarak saiih amel


işlerse onu (dünyada) güzel bir hayatla yaşatırız ve onun
(ahirette) mükafatını yaptıklarının en güzeliyle veririz.
"Ameli salih" her işi güzel yapmaktır. Mesela ev planı
yapan mühendisin planını müslümanların rahat edebileceği
bir şekilde yapması ameli salihdir. Cadde planı yapan
mühendis de aynı şeye dikkat ederse ameli salih olur. Şehir
ve Cadde planında müslümanin rahatı nasıl olabilir
dersiniz...? caddeleri Öyle bir ayarlayıp evlerin
pencerelerinin kıbleye gelmesi, müslüman için rahattır ama
aksi olacak olursa; bugünkü İstanbul'daki çoğu apartman ve
binalarda görülen rezalet gibi olur.
Evlerin kıblesi ya tam köşeye veya odanın giriş kapısına

2499[110]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/384-385.
doğru oluyor. Buda o evde oturanlara devamlı bir eziyet ve
zahmettir. İşte İstanbul'un yeni kurulan mahalle ve
semtlerini çizen mühendis biraz müslüman olur da buna
dikkat ederse, bu da bir salih amel olmuş olur.
İşleri düzgün yapmak, teraziyi tam ölçmek ameli salihdir.
"İman'ın" dışa taşmış (çiçekleşmiş) şeklidir ameli salih.
"Bunu kim yaparsa, yapsın ister erkek ister kadın olsun
mümin olması şartıyla bu dünyada da güzel hayat yaşatırız"
diyor.
Bu konuda da birçok ayetler var. Bazıları; "dünya mümin'in
değil, mümin olmayan, inançsız insanların" diye
düşünmektedir. İnsanların
çoğu bunu böyle bilir. Ama ayet açık ve seçik "kim iman
eder, iyi amel işlerse, ona iyi bir hayat yaşatırız" buyuruyor.
Eğer müslümanlar dünyada zillet içinde iseler, bu da
imanlarının amele dönüşmemesinden kaynaklanan bir
durumdur.
"Ve yaptıklarını en güzeli ile mükafatlandıracağız"
buyuruyor, Allah (cc). Ayette geçen "iyi hayat yaşatırızdan"
maksat mutlu bir hayat yaşatırız. Yoksa fakiri zengin,
zengini de daha zengin yapar dünyalık her türlü imkanları
sağlarız anlamında değildir. İslamin en parlak dönemi olan
Hz. Peygamberin'de içinde bulunduğu "Asrı saadet dönemi"
fakirlerinde, zenginlerin de bulunduğu her iki gurubun
saadet içinde yaşadığı bir dönemdir. :
Yine biri mümin biride inanmıyan 4 nüfuslu aynı maddi
imkanlara sahip iki aile düşünün bunların 24 saatini gözlem
altında inceleyin gerçek mümin olan insanın evinde saadet
ve mutluluk öbüründe ise sitres ve sıkıntı olacaktır.
O zengin ve mümin olmayan insanların hiçbir sorunu yoktur
zannetmeyin. Maddi açıdan belki problemleri yoktur ama,
onların iç dünyası kendi kendisini kurdun yiyip bitirdiği gibi
yer kemirir bitirir. İşte filanca şu tabloyu aldı da ben niye
onu alamadım, falanca şuna sahib oldu da ben niye sahip
olamadım. İzmir'de bir doktor arkadaşım böyle birinin
kendisine muracat ettiğini ve köpeğinin mama
yiyemediğinden dolayı üzüldüğünü söylemiştir.
Yine basından okudum. Osmanlı paşası diye resimlen
satılan paşalar genelde Ermeni paşalarıdır. Müslüman
olanlar günahdır düşüncesiyle resim çektirmemişler. Şu
anda genelde Osmanlı paşaları diye satılanlar Ermeni
paşalarıdır. Tabi sosyete bunun pek farkında değil.
Anadolu'dan gelip kısa yoldan köşeyi dönen, boğazdan da
köşk satın alan bu insanlar: "kendisinin İstanbullu
olduğunu" iddia ederler. İstanbullu olduğunu iddiasının
güçlenmesi için, bir de dede lazım. İşte böyle bir resim
parayla alıp "benim dedem" diye anlatırlar. İşte zengin olup
imansız olan insanların hali de böyle.. 2500[111]

98- Kur'an okuduğunda (okumadan önce) koğulmuş


şeytandan Allah'a sığın. ("Euzû billahi inin eş şeytan
irracim" de)
Kur'an okumaya ve de bütün amellerimize başlarken çekilen
"Euzu besmelenin" alındığı ayettir. Bu ayetten alınarak
Kur'an okumaya başlıyoruz. İşte Kur'an'da herşeyin delili
var diyoruz ya.
Kur'an okumak istediğin zaman, "kovulmuş şeytanın
şerrinden Allah'a sığınırım de" diyor Allah (cc). İbni Mesûd
(r.a.) "Bu ayeti okuyunca Hz. Peygamberin yanında idim.
Ya Resulullah ben şöyle diyorum dedim, Peygamber
efendimiz de "Euzu billahi mineş şeytanir racim" şeklinde
okumamı söyledi" ibni Mesûd'da bize nakl etmiş bizde
böyle diyoruz.
Ayette bunun dille söylenmesi bizden istenmiyor "Kur'an
okuduğun zaman kovulmuş şeytanın şerrinden Allah'a
sığın" diyor. "Oku" demiyor.

2500[111]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/385-386.
Biz bunu yine her halükarda dille okuyacağız, ama ayette
bizden istenen sığınmaktır. Bu da Kur'an okumaya
başlarken gönlümüzden, Yarabbi kitabını okuyorum,
okumaya başlıyorum diye onu anlama, öğrenme niyetiyle
temiz bir kalb ve huşu içinde anlamına dikkat ederek
okumamız gerekmektedir. Aksi takdirde kafir de okuyor,
ama ben birşey anlamadım hocam diyor. Diğer taraftan
Kur'an'ı okumaya başlamadan Önce abdest alıp en güzel
elbiselerimizi güzel kokuları sürünerek okumaya başlamalı,
yukarıda işaret ettiğimiz gibi kalbimizden de şeytani duygu
ve düşünceleri atmamız gerekmektedir.
İmam Malik (Muvatta, isimli bir hadis kitabı vardır.) hadis
okutacağı zaman talebelerinin huzuruna çıkmadan önce, her
zaman gusul ab-desti alır, okutacağı odayı güzel kokularla
süsler, en güzel elbiselerini giyer öyle hadis dersi okutmaya
başlardı. Peygamberin sözleri için gösterilen hürmet böyle
işte, Allah'ın sözleri olan "Kur'an'i" okuyacağımız zamanda
abdestimizi alıp, edebimizi takınıp, kıyafetimize de dikkat
edip, şeytanın şerrinden de şeytandan da Allah'a sığınarak
okumalıyız.
Seyyit Kutub (rah) güzel bir benzetme ile Kur'an'i geline
benzetiyor. Kur'an, yüzündeki gelinliği severek canı
gönülden isteyerek okuyan insanlara açar ve onlara
gülümser. 2501[112]

99- Çünkü onun, iman edenler ve Rablerine tevekkül


edenler üzerinde otoritesi yoktur.
"İman edip, yanliz Allah'a tevekkül edenler üzerinde,
şeytanın hiçbir sultası yoktur." Yani bedeninde ve ruhunda
onu yönlendirme güç ve otoritesine sahip değildir diyor.
Onun için Allah'tan korkun, şeytan çarpmasından
korkmayın, ama şeytanın çarpması var mıdır. Bakara s

2501[112]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/386-387.
resinde faiz ile ilgili ayette vardır. 2502[113]
Gözle görülmeyen verem mikrobu, nasıl ağız veya kan
yoluyla ij sana girip onu mahvediyorsa, insanın bunu gözle
görmesi de mümki olmayacak kadar küçük olan bu mikrop
vucud içinde şartlan oluştukte sonra, insanı şeytan çarpmışa
döndüriiyorsa; işte şartları oluşmuş veya başka bir sebeble
"faiz yiyip cezayı hak eden insanlar içind Allah teala
şeytana müsade edip onları çarpacağını" beyan ediyoı
Şeytanın da bu çarpması kendine has bir olaydır. Ama
"Allah'a ima; edip ona tevekkül edenlerin üzerinde şeytanın
hiçbir sultası olmayaca ğım" beyan ediyor ayet. 2503[114]

100- Ancak onun (şeytanın) otoritesi onu (şeytanı) ken-


disine dost edinen ve onunla (Allah'a) ortak koşanlar
üzerindedir.
Şeytan, ancak onu dost bilen, ona itaat eden kişiler üzerinde
saltanatını sürdürür. Ve ona itaat ederek Allah'a isyan eden
ve şeytan sebebiyle müşrik olan insanlar üzerinde de
saltanatını sürdürür. Dikkat edecek olursanız şeytan çarpmış
denilen insanlar daha ziyade iradesi zayıf olan insanlardır.
Gerçek mümin kimlerin nasıl ve hangi sebebden dolayı
Allah'ın iradesi ve bilgisi dahilinde çarpılacağına onun
haricinde, hiçbir kişi ve gücün insanları çarpmayacağına
inanan insandır.2504[115]

101- Biz bir ayetin yerine bir ayet getirdiğimiz zaman ki;
Allah neyi indirdiğini iyi bilir- "Sen uyduruyorsun" dediler.
Hayır onların bir çoğu bilmez.
Bu ayetlerin yer değişiminden dolayı Peygamber Efendimiz
(as)'a müşrikler, "sen uyduruyorsun" derler. Halbuki Allah
neyi indirdiğini daha iyi bilendü.

2502[113]
Bakara 1275
2503[114]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/387-388.
2504[115]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/388.
Bu ayetin tefsirinde iki husus vardır. Birincisi diyelim ki:
Musa (as)'ın kıssasının belirli bir bölümü Ali imranda da
diğer bir bölümü Bakara suresinde veyahutta aynı olay
değişik kelime ve ifadelerle ayrı ayrı yerlerde anlatılıyor.
Mesela Musa (as)'ın Medyen'den Mısır'a dönerken soğuk ve
karanlık bir gecede hanımı doğum yapar ve ateşe ihtiyaçları
olur ve Musa (as) ailesine "siz burada durun bir ateş gördüm
oradan size bir parça ateş getiririm" derken Taha suresi 10.
ayette "Bigabesin" kelimesi kullanılmış aynı olay Kasas
suresinde "Cezvetin" kelimesi ile ifade edilmiştir. İşte
Mekkeli müşrikler bunu "sen kendin uyduruyorsun eğer
bunu Allah söylemiş olsaydı aynı kelimelerle bütün Musa
(as)'ın kıssasını birden anlatırdı" diyorlar.
İkinci olarakda, Kur'an ayetleri bir önce gelen ayetlerin
hükmünü aynı konuda gelen diğer ayetler tarafından ya
tamamen veya kısmen kaldırılmaktadır. Mesela içki ayeti
önce dikkat çekme, daha sonra dikkat çekmede açık açık
ifade, ondan sonra içkili iken namaza yaklaşmama en son
olarakta tamamen haram etme gibi. İşte buna benzer
ayetlerde de olduğu gibi "sen niye çelişkili konuşuyorsun.
Sen bu ayetleri kendin uyduruyorsun" diye itirazlar etmişler.
Allah (cc)'da bu ayette "halbuki Allah indirdiğini gayet daha
iyi bilir, ama onların birçoğu bunu bilmezler." Tevrat ve
İncilin hükmünün kaldırılıp yerine Kur'an-ı Kerim'in
getirilmesinin, yine Kur'an ayetlerinde de bazı ayetlerin
kaldırılıp yerine diğer ayetlerin getirilmesinin Allah katında
birçok hikmetleri vardır. Bunlar bizim içinde birer
rahmettir. İnsanlar bunu bilmezler.
Günümüzdeki imansızların bir de Kur'an'a şu yönden
itirazları var. Kur'an'ın sistematik olmadığını iddia
ediyorlar. Yani namazla ilgili ayetlerin arka arkaya olması
gerekiyormuş veya Musa (as) kıssası Yusuf suresinde
olduğu gibi değişik surelerde değil bir surede verilmeliymiş,
ceza ile ilgili ayetler bir arada verilseydi gibi...
Aslında bu pekte yabana atılacak cinsten olmayan ve de
mantıklı gibi görünen bir durumdur. Fakat onlar bizim kitap
anlayışımızı şartlandırdılar, diyelim ki üniversite de bir
doktora tezi yazacaksınız, mukaddime şurada olacak, fihris
şurada, dipnotlar bu şekilde, konular şu şekilde gibi, bir sürü
kural, ama Kur'an 1400 yıldan beri bütün insanlığa ışık tutan
bir kitap olduğu için, bir yerde namazdan bahsederken, he-
men arkasından kadınlara nasıl davranılacağım yazıyor.
Diğer biryerde müminlere mükafattan bahsederken, genelde
hemen arkasından kafirler içinde hazırlanan cezalardan
bahsediyor. İşte bunlar bu şekilde olduğu zaman bir
bütünlük arz eder ve bir fayda ortaya koyar. Diyelim ki;
salata çok leziz bir yemek çeşitidir ama, bu salatanın
malzemelerini sistematik olarak sıraya koysak, yani önce
kıvırcıkları yesek, arkasından domates, soğan, tuz,
vs.....gibi. Bunun mu tadı. lezzeti fazladır..? yoksa hepsi
kıyılmış, rengarenk karışmış, üzerine limonu, tuzu, yağı
ilave edilmiş, hem göze hemde damağa verdiği lezzet başka
olan mı?... İşte Kur'an'da bu şekilde sistematik değil gayri
sistematiktir. Tat ve lezzeti de o zaman ortaya çıkıyor.
Sistematiği Rabbimizin sistemidir.
Biz bu sistematikleşmenin diğer kitaplarda ilmi eserlerde
olmasına karşı çıkmıyoruz, fakat bunu Kur'an'a uygulamaya
kalkışmasınlar. 2505[116]

102- Deki: "İman edenleri sağlamlaştırmak, Müslümanlara


hidayet ve müjde olmak üzere onu (Kur'anı) hak ile
Rabbinden Ruhul Kudüs (Cebrail) indirdi."
Kur'an'ı sen uyduruyorsun diyenlere deki: "Onu Rabbimden
indiren hak üzerine ruhul kudusdur." Yani Cebrail (as)dır.
iman edenlerin, imanda sebat etmeleri için yani dayaktan,
işkenceden, sürülmekden, hapse atılmaktan, yılmadan iman

2505[116]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/388-390.
üzerine kalmalarını sağlamak için.
Neyi nasıl ve neden yapacaklarını öğretmek için ve
müslümanlara müjde vermek için indirilen bir kitabtır.
Bir de dünyada devleti ahiretde de cenneti müjdelemek
içindir. 2506[117]

103- Onların: "Ona (Muhammed'e) bir insan öğretiyor"


dediklerini biliyoruz. O kendisine saptıklarının
(Muhammed'e öğretiyor dedikleri insanın) dili yabancıdır.
Bu (Kur'an) ise apaçık arapçadır.
Biz onların "Kur'an'ı ona ancak bir insan öğretiyor"
dediklerini biliyoruz. Kafirler bu Kur'an'ı Muhammed'e bir
beşer öğretiyor iddiasında bulunuyorlar Kur'an Allah
katından değil bir insan bu adama öğretiyor diyorlar bunu
günümüzde aynı şeyi iddia ediyorlar. Üniversitelerin hukuk
fakültelerinde Roma hukuku bölümü vardır orada Roma
hukuku öğretirler islam hukuku bölümü yoktur ama
yenilerde konmaya başlandı isteyene orada islam hukuku
ana hatlarıyla öğretilmeye çalışılır. İşte bu Roma hukuku
bölümünde islam hukuku Roma hukukundan geçmiş
iddiasında bulunurlar.
Hz. Peygamberin çocukluğunda Suriye yolculuğu olmuş,
Busra kasabasında "Bahira" isimli bir papaz ile görüşmüştü
işte islam hukukunu orada ondan aldı diyorlar, yani "Küfür
cephesinde yeni birşey yoktur" Peygamber zamanındakilerle
bugünün kafirleri arasında hiçbir fark yok, aynı şeyleri
değişik şekillerde iddia ediyorlar.
Bu konuda bizim birşey söylememize gerek yok zira Kur'an
da Hz. Allah buna en güzel cevabı şu şekilde veriyor. ...
"Hani bir adam, Muhammed (as)'a öğretiyor diyorlardı ya
O, öğretiyor dedikleri adam, arab olmayan bir yabancı idi
Kur'an ise apaçık fasih bir arapça, bu nasıl olur." Yani rahib

2506[117]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/390.
Bahira Hz. Peygamberle görüştüğünde Hz. Peygamber 12
yaşlarında bir çocuk, onda peygamber alametleri var Ebu
Talib'c; "Bunu geri götür, yalıudiler görürlerse bu çocuğa
zarar verirler" demiştir.
Günümüzde ki bu kafirler de, Efendimizin bu görüşmede
Roma hukukunu aldığı ve Mekke'ye gelincede bunu
yaymaya başladığı iddiasındalar. Bu mantığa ve akla
uymayan bir husustur. Hukuk fakültesinde bir adam 4
senede zor öğreniyor, hemde öğreneninde öğretileninde di-
linin Türkçe olmasına rağmen zor öğreniyor.
Peygamberliğine inanmadıkları bir insan Bahira ile şöyle
dört veya beş saat içinde bütün Roma hukukunu bir çırpıda
öğreniverecek. Bugünün tekniği bilgisayar veya bilgileri
kayd edici aleti yok, ayrıca dilleri lisanları farklı, yani
bunların hepsi iftiradır.
Bu ayetin tefsirinde müfessirler diyor ki; "Cebr ErRumi"
Bizansdan gelmiş ve Mekke'de birinin yanında çalışan bir
köleymiş O Tevrat ve İncili iyi biliyormuş Mekkeli
müşrikler "Hz. Peygamber Onu dinliyor, dinliyor Kur'an'ı
ondan öğreniyor daha sonrada bize söylüyor." diyorlarmiş.
Allah (cc) de bu ayette Kur'an, hiç arapçayı sonradan
öğrenmiş bir yabancının lisanına diline benziyor mu? Kur'an
fasih bir aıapçadır.. 2507[118]

104- Allah'ın ayetlerine iman etmeyenleri Allah hidayete


erdirmez ve onlar için acıklı azap vardır.
105- Ancak Allah'ın ayetlerine iman etmeyenler yalan
uydururlar. İşte onlar yalancıların ta kendisidirler.
Bu yalanlan uyduranlar Allah'a iman etmeyenlerdir. Ancak
onlar yaparlar bu iftiraları. Allah'a iman edenler böyle
iftiraları yapamazlar. Çünkü Kur'an hakkında, onun sanatı,
mucizeliği hakkında bilgilen vardır. Bunun bir insan

2507[118]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/390-391.
tarafından ortaya konamıyacağını iman edenler bilir.
Birazda insaflı olanlar bilir.
Seyyit Kutub bir hatıratını şöyle anlatıyor: "Bir gün gemi ile
ABD ye yolculuk yaparken, gemide haylide araplar var, bir
cuma vaktiydi. (Seyyit Kutub'un Prof. olduğunu da
öğrenince) ona bir hutbe okuda cuma namazı kılalım
demişler ve geminin güvertesine çıkıp başlamışlar namaz
kılmaya, Seyyit Kutup farzdan önce arapça hutbe okur.
Gemideki insanlarda bunları çepe çevre kuşatıp seyrederler.
Hutbe bittikten sonra bir bayan yaklaşır, kendisini
tanıttıktan sonra Ona "Hutbeyi hangi dilde okudun" der oda
"Arapça okuduğunu" belirtir, kadın "ben dil konusunda
uzman bir kişiyim, hayır siz üç ayrı dilde okudunuz. Siz
konuştuklarınızı tekrar edebilirmisiniz" diyor. Ayetleri
okuduğum zaman "bu ayrı bir dil," onları açıklamaya
çalıştığımda "şimdi başka bir dilden konuşuyorsunuz"
Hadislerden konuştuğum, hadis okuduğum zaman "bu da
ayrı bir dil" diyor. Yani Ayetler ayrı, Hadisler ayrı, Seyyid
Kutup kendi lisanı ifadeleri ile konuşlumu ayrı oluyor.
İnsaflı ve de bu sahada uzman birisi Kur'anı diğer
lisanlardan şive ve lehçelerden apaçık fark edebiliyor.
Günümüz Türkiyesinde ki konuşanlar, bunu fark etmeyen
ne olduğu (Akif in dediği gibi) belirli olmayanlardır.
"Şarka bakmaz, Garbı bilmez, görgüden yok payesi Bir
utanmaz yüz, yaşarmaz göz büsbütün sermayesi" 2508[119]

106- Kim imanından sonra Allah'ı inkâr ederse ve göğsünü


küfre açarsa AMah'dan bir gazab onların üzerinedir ve onlar
için büyük bir azap vardır. Ancak kalbi imanla mutmain
iken inkara zorlananlar (kalbi imanlı iken diliyle inkar
edenler) hariç.
Kim, kalbi iman ile mutmain olduğu halde, (zorlanan hariç),

2508[119]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/391-392.
iman ettikten sonra Allah'ı inkar için zorlanırsa, zorlanırda
inkar ederse, kalbi de iman ile dopdolu olursa, yani insanın
zorlama ile güç gösterisi ile inkar etmesi isteniyor. Oda
bakıyor işin sonunda can tehlikesi var, o zaman küfür sözü
söyleme ruhsatı verilmiştir.
Bu ayetin nüzul sebebi de Ammar b. Yasir ve ailesidir.
Yasir'in Anne ve babasına akla hayale gelmiyen işkenceler
yaparak öldürürler ve islamda ilk şehid olan bir anne ile bir
babadır. Ammar'm gözleri önünde yapıyorlar bunu, bu sefer
sıra Ammara.gelince oda "sizin dediğiniz gibi olsun der" ve
kafirler onu öldürmezler. Bu olayı görenler Hz. Peygambere
gelip "Ammar kafir oldu" derler Hz. Peygamberde "Ben
Amman bilirim o tepeden tırnağa imanla doludur. İman
onun etine ve kanına işlemiştir" buyurur ve Ammar
ağlayarak Hz. Peygambere gelir Hz. Peygamber Ammar'a
"o halde iken kalbin nasıldı" diye sorar "kalbim imanla dop
doluydu ya Resulallah" dediğinde "seni yine zorlarlarsa yine
sen de onların söylediğini söyleyiver" buyurur. 2509[120] Bu
ayet bir ruhsattır. Dil ile inkar etmenin caiz olabileceğine bir
delildir.
Bu hayati tehlike olduğu zaman böyledir. Bir de azimet
vardır ki, Ammar'm annesi ile babasının yaptığı da odur. Bu
yolda ölünür, daha doğrusu küfürü icab ettirecek sözleri
söylememektir. Ruhsatı tercih eden de günaha girmez.
Yukarıda ifade ettiğimiz gibi can tehlikesi olması lazım.
Kimde göğsünü kalbini küfre açacak olursa Allah'ın gazabı
onun üzerinedir. Ve onlar için büyük bir azab vardır.
Zorlama yok iken göğüslerini beyinlerini kalblerini küfre
açan insanlar bunu niye yaparlar? İşte diğer ayet bunu gayet
açık bir şekilde ortaya koyuyor. 2510[121]

107- Bu, onların dünya hayatını ahiretten daha fazla


2509[120]
Hakim Müstedrek 3/357, Beyhaki Süneni Kübra 8/209
2510[121]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/392-393.
sevmeleri sebebiyledir. Allah kafir kavme hidayet vermez.
Onlar ahirete karşı dünyayı severler ve tercih ederler. Dünya
sevgisi kişide olmamalı. Dünya sevgisi ayrıdır. Dünyalık
şeyleri kazanmak ayrıdır. Mevlana bu durumu şöyle ifade
ediyor. "Denizin üzerindeki gemi gibi olun. Deniz para
gibidir. Gemide üzerinde yüzer. Para da dışınızda dursun.
Nasıl ki, gemide delik olur içine su girer zamanla batarsa
kişide deniz gibi dünya serveti ve malı içinde o şekilde batar
gider. Hz. Ömer (ra)'e sorarlar "hani zahid idiniz, dünyaya
meyletmiyordunuz. Şam'a kadar geldiniz, Irak ve Mısır'ı
aldınız. Azerbaycan'ı fet ettiniz." Hz. Ömer (RA) de; "mülk
Allah'ındır. Bu Allah'ın mülkünde Allah'ın kanunları
cereyan edecektir. Haksız yere bir hurma çekirdeğini dahi
vermeyiz." Burada kafire mal vermeyiz anlamında değil,
kafirde hakkını alırken "Kur'an'a göre" hakkı olacaktır.
Yoksa haksız yere bir hurmanın çekirdeğini dahi kimseye
kaptırmayız diyor.
Allah kafir toplumlara hidayeti göstermez Buradan şu
anlaşılmasın; Rabbim göstermiyor değil adam küfre
girdikçe İslama gözünü kapatır. Ve de hidayeti doğru yolu
görmez. 2511[122]

108- İşte onlar öyle kimselerdirki Allah onların kalbleri,


kulakları ve gözleri üzerine mühür vurmuştur ve onlar ga-
fillerin ta kendisidirler.
Bakara suresinde de "Allah onların kalblerini kulaklarını
mühürlemiş ve gözlerine de perde çekmiştir. 2512[123] Gözlerin
perdelenmesi "ben senin gözünü perdeledim, sen artık
göremezsin anlamında ve şeklinde değildir, yaptıkları
günahlar gözlerini perdelemiştir. Perdeleme günahlar
sebebiyledir.
Allah'a nisbet edilmesi ise rabbinin koyduğu kanunlar içinde
2511[122]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/393-394.
2512[123]
Bakara 17
olduğu için, yani Rabbim diyorki "suç işlerseniz neticesi
budur". Hadisde de ifade edildiği üzere "Bir gür ah
işlendimi, kalb üzerinde siyah bir nokta belirlenir. Günahlar
çoğaldıkça siyah noktalar çoğalır, siyah noktaların
çoğalması ilede kalb simsiyah olur ve küflenir.2513[124] Ve
kalb de böylelikle mühürlenir. Kalbin mühürlenmesi
sonucu, gözde artık hak ve hakikati görmez bir duruma
gelir.
Böylece de adam kendi gözüne perdesini kendisi çekmiş
demektir. Artık dini konulardan hak ve hakikatten zevk
almaz hale gelir veyahutta ahiret hayatı konuşulduğu zaman
"o konulara girmiyelim" diyor tıpkı gıdasızlıktan üşütüp
hastalanan adamın temiz ve faydalı gıdaları kustuğu veya
onlardan tiksindiği gibi kaçınır. Bize düşen görev bir doktor
gibi davranıp onu tedavi yönünü tedavi metodlarına uyarak
onu islam gıdalarına alıştırmaktır. 2514[125]

109- Şüphesiz onlar ahirette hüsrana uğrayacakların ta


kendisidirler.
110- Sonra şüphesiz Rabbin, işkenceye uğratıldıktan sonra
hicret eden sonra cihad edip sabredenlerin yanındadır.
Şüphesiz Rabbin bunlardan sonra Gafurdur, Rahimdir.
Bütün bela ve musibetlerle imtihan edildikten sonra hicret
eden, sonra Allah yolunda cihad eden, bütün eza ve cefalara
sabr edenler var ya, işte bütün bunlardan sonra Allah (cc) af
edicidir ve de merhamet edicidir.
Kur'an'da Gafur ve Rahim sıfatı çokça vurgulanıyor,
ümidimizi Allah'ın rahmetinden kesmiyelim diye. Kıyamet
gününde Allah'ın rahmetine çok muhtacız biz, o günde
mümin ile kafiri birbirinden ayıran müminin azıcık ameline
çok mükafatlar veren, Allah'ın rahîm sıfatına işte o günde

2513[124]
İbni Mace K. Zühd, hah 29,Hadis 4244
2514[125]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/394.
çok muhtacız. 2515[126]

111- O gün herkes kendi canını kurtarmak üzere gelir.


Herkese yaptığının karşılığı verilir ve onlara haksızlık
yapılmaz.
O günde herkes kendi derdine düşmüştür. Annesinin,
babasının, kardeşinin, oğlunun ve hanımının derdine
bakamaz. O gün insanlarda öyle bir bela ve .sıkıntı var ki bu
saydığımız insanlarla uğraşamaz Abese suresinde de; "Kişi
o günde kardeşinden, anasından, babasından, hanımından.
oğ]undan kaçar" buyruyor. 2516[127] Annesine bir kötülük
yaptıysa gelir hakkını alır. Babasının öğrettiği sıratı
müstakim yolunda gitnıediyse, gelir yakama yapışır.
Evlatlarına doğru hak ve hakikati onlara öğretmediyse sen
bize niye Öğretmedin diye gelip onların hesap
sormalarından davacı olmalarından kaçar.
İşte böyle bir günde Allah'ın rahmetine daha çok muhtacız,
o günde insanlara zulm olmaz. Herkese yaptığının karşılığı
verilir. Orada herkese işlediği günahın karşılığı kadar ceza
verilir. Ondan daha fazlası verilemez. İyilikler de ise
Rabbim yapılan iyiliğin karşılığını çokça verir. 2517[128]

112- Allah size güven içinde, huzurlu, rızkı heryerden bolca


ona gelen bir şehri örnek olarak anlattı. (O şehir halkı)
Allah'ın nimetlerine karşı nankörlük ettide Allah onlara
yaptıklarından dolayı açlık ve korkuyu tattırdı.
Mekkeli insanlar bir taraftan Yemen ticareti, diğer
taraftanda Şam ticareti yapıyorlar. Müslümanlar ise sıkıntı
içinde ve bu müşrikler diyorlar ki "biz hak yoldayız doğru
yoldayız zira müslüman olanlar sıkıntıda biz ise refah ve
bolluk içindeyiz bu da bizim doğru yolda olduğumuzu

2515[126]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/395.
2516[127]
Abese 34,35,36
2517[128]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/395-396.
gösterir."
Allah'da bu duruma şöyle bir misal veriyor. "O şehir
herşeyden emniyette, açlık korkusu yok ve durumları iyi.
Kendilerine güvenleri var, her taraftan nzıklarıda bol bol
geliyor, Ama Allah'ın nimetlerine nankörlük ettiler de
yapmakta oldukları şeylerden dolayı Allah onlara açlık ve
korku elbisesini giydiriverdi. Hz. Peygamber Medine
devletini kurar, bu sefer korku Mekkelileri sarar ve derken
açlıkta baş gösterir. Ve Peygamber Efendimiz (as) develerle
yiyecek maddesi gönderir. Ebu Süfyan'da bu yardım ile
"Hz. Muhammed gençlerimizin gönlünü çalıyor" diyor.
İşte o Mekkeliler yaptıkları şeyler sebebiyle bolluktan o
darlığın içine diişiiverdiler. Her ne kadar bu, Mekke'yi
anlatsada tefsir usulünde bir kaide vardır. "Sebebi nüzulün
has olması mananın umumi olmasına engel teşkil etmez."
Bu ayet günümüzde de uygulanır. Zenginlik içinde, Allah'ın
nimetlerini inkar ederek yüzen insanlar birgün tersine
dönüverir.
Devlet olarak ABD bütün dünyanın nimetlerini yiyor. Canı
fındık is-tedimi "oğlum Türkiye, şu kadar fındık arkasından
da şu kadar şeftali, pamuk vs. gönder, hemde bizimkinden
daha düşük fiyatla diyor. Canı da istemedimi, tamam sana
kota uyguladım....." diyorlar. Fakat bu çok geçmez birgün
gelir bu tersine dönüverir. Yaptıkları sebebiyle hani Rusya
gibi... 2518[129]

113- Şüphesiz onlara onlardan bir peygamber geldi, onu


yalanladılar. Bunun üzerine onlar zalimler iken azap onları
yakalayıverdi.
Onlara elçi geldi de onlar yalanladılar Allah'ın azabı (zalim
oldukları için), zulümleri sebebiyle onları alıverdi. Bizim
görevimizde, Peygamberin tebliğ ettiğini, onun görevinin

2518[129]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/396-397.
bir devamı olarak insanlara duyurmamız gerekmektedir.
İçlerinden iman edenler olabilir. Tabiki kafirler isyan
edecekler müslümanı cezalandırmaya kalkacaklar. Bu se-
ferde bu Allah (cc)'ın gayretine dokunur, kendi velisine eza
edene Allah da eza ve cefa eder, yani azabını ona
verir. 2519[130]

114- Allah'ın size verdiği rızıkdan helâl ve temiz olarak


yiyiniz. Eğer ancak ona ibadet ediyorsanız Allah'ın nimetine
şükrediniz.
"Nimetin 2 sıfatı vardır. 1. helal olması 2. temiz olmasıdır.
Televizyonda temiz olması konusunda toplumu uyarıyorlar
şu şekilde temizleyin, bu şekilde temizleyin diye. Ama helal
olup olmaması konusunda halka herhangi bir şuur
vermiyorlar AİDS 50 şekilde bulaşır. Ondan korunma yolu
zina etmemektir. Bu nimetin helal yolu nikahdır
demiyorlarda efendim prezervatif kullanmayı tavsiye
ediyorlar bir tane yetmezse iki tane kullanılması gerektiği
söyleniyor.
Mantık Öyle tersine dönmüşki, ev sahibi hırsız muamelesi
görüyor. "Zina etmeyin" deyiverse gerici olup sanki
hırsızlık suçu işlemiş ev sahibi durumuna düşmekten
çekiniyor. "Önce helal olmasına, sonrada temiz olmasına"
zira ayetteki sıralama o şekilde. Temiz olmayanından yersek
mikrop kapar bu dünyamız zarar.görür, ama haramından
yiyecek olursak bu sefer ahiret hayatımız mahvı perişan
olur. "Ancak Allah'a ibadet ediyorsanız, onun nimetlerine
şükredin" buyuruyor Allah (cc). 2520[131]

115- Size ancak ölüyü, kanı, domuz etini, Allhı'dan başkası


için kesileni haram kıldı. Kim (yemeye) mecbur kalırsa
(başkasının hakkına) saldırmadan, haddi aşmadan (yesin)
2519[130]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/397.
2520[131]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/397.
şüphesiz Allah Gafurdur, Rahimdir.
Allah size ölmüş olan (leşi) hayvanı, kesilmeden öldürülmüş
veya elektrik şokuyla öldürülmüş olanları, kanı ve domuz
etini haram kılmıştır. Bazıları ayette domuzuun eti
deniliyor, yağından söz edilmediği için yağı yenebilir
şeklinde görüşler beyan etmektedirler. Domuzun her şeysi
haramdır. Allah'tan başkası için kesilenler de haramdır.
Allah adına değilde, onun ismi anılarak ondan başkası adına
kesilenler. Mesela gelin eve gelirken veya ev inşaatına
başlamadan Önce kesilenler, Allah'ın ismi anılarak kesilip
yenebilir. Gelin eve gelirken kesilen gelin adına değil Allah
için onun rızası için böyle bir nimete kavuştuğundan dolayı
Allah'a şükür nişanesi olarak kesilir. Diğer hayırlı işler
içinde kesilenler bunun gibidir.
Yukarıda saydığımız yasaklar zaruret halinde haddi
aşmamak kaydıyla müsade edilmiştir. Kişi öyle bir yerde ki
domuz etinden başka bir yiyecek yok, ölmiyecek kadar
yiyebilir. Şaraptan başka içecek yok o zaman ölmiyecek
kadar şarabı içecektir. Doyasıya kanasıya değil. 2521[132]

116- Dilinizin yalan vasıflandırnıasiyla: "Şu helaldir, bu


haramdır" demeyin ki Allah'a yalan uydurmuş olursunuz.
Şüphesiz Allah'a karşı yalan uyduranlar felah bulmazlar.
Allah'a iftira ederek, dilinizin anlattığı, dilinizin döndüğü,
tarif ettiği şekliyle "şu helaldir, şu haramdır" demeyin. Yani
Helal veya haram koyma hakkı Allah'a aittir. İnsanların
böy]e bir hakkı yoktur, insanların Allah'ın yasakladıklarını
helale çevirme, helal koyduklarımda yasaklama hakkı ve
selahiyeti yoktur. Öyle bir kanun koyduklarında, ilahlık
iddiasında bulunmuş veya yapana inanılırsa o ilah kabul
edilmiş olur.
"Allah'a iftira isnad edenler, felah bulmazlar. Allah böyle

2521[132]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/398.
helal ve haram kanunları koymuş bizde bu kanunların aksini
koyarız bizimkide ondan güzeldir diyenler kurtuluşa
eremezler felah bulamazlar." 2522[133]

117- (Dünyada) azıcık bir faydalanma vardır. Acaklı


azab onlar içindir.
118- Yahudi olanlara daha önce 2523[134] sana anlattıklarımızı
haram kılmıştık. Biz onlara zulmetmedik. Ancak onlar
kendilerine zulmediyorlar.
Müşrikler şöyle bir soru sormuşlar. Burada haram olanlar
belirtildi, yahudilere bu yukarıda sayılanların dışında başka
şeylerde haram kılınmıştı. Enam suresi 146. ayetinde
"koyunun keçinin iç yağlarını da onlara haram kıldık" diye
bir ayet var tefsiri geçmişti. Bunlar ne idi? İşte bu ayet bu
soruya cevab olarak. Yahudilere haram kılınanları
anlattığımız ise; O kişilerin kendi nefislerine yaptıkları
zulmün neticesinde Allah'ın onlara olan bir cezasıydı.
Haram olmadığı halde haram kılmayı gerektiren işler
yaptılar. AllalVda onlara haram kıldı. 2524[135]

119- Sonra şüphesiz Rabbin, bilmeden kötülük yapan,


sonradajbunun ardından tevbe edip ıslah edenlere şüphesiz
Rabbİn Gafurdur, Rahimdir. Allah (cc) bu ayette de kişinin
bilmeden yaptığı kötülüklere sonra tevbe eder davranışlarını
hareketlerini düzeltirse yaptığı kötü ve yanlış hareketin
doğrusunu yaparsa o zaman af edeceğini bildiriyor.2525[136]

120- Şüphesiz İbrahim (tek başına) bir ümmetti. Allah'a


itaatkâr (batıla meyletmeyen) Hanif idi. Müşriklerden ol-
madı. İbrahim bir tek ümmetti, bir tek şahıs ümmetti yani
"bir mümin dünyaya bedeldir" diyoruz ya işte o budur.
2522[133]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/398-399.
2523[134]
En'am 146
2524[135]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/399.
2525[136]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/399.
Allah İbrahim (as) bir ümmetti ve Allah'a itaat edendi
küfürden İslama meyleden insandı ve o müşriklerden
değildi buyuruyor. 2526[137]

121- Allah'ın nimetlerine şükredendi. (Allah) onu seçdi ve


doğru yola iletti.
122- Ona dünyada güzellik verdik. Ahirettede şüphesiz o
salihlerdendir.
Tek başına dünyaya, bütün imansızlara meydan okuyan ve
tekbaşına bir ümmet olan İbrahim (as)'a dünyada güzellik
verdik buyuruyor. O da devlet olmadır. Ahirette de cenneti
verecek çünkü o salih insan ve peygamberdir. 2527[138]

123- Sonra sana: "İbrahim'in dinine hanif olarak uy, o


müşriklerden olmadı" diye vahyettik.
Yukarıda İbrahim (as)'ın tekbir ümmet olması anlatılmıştı.
Hz. Peygambere, sen de ibrahimin milletine (dinine) uy. O
müşriklerden değildir. İbrahim'in dinine uyun o tek bir
ümmetti, bizim de her birimiz tek bir ümmetiz, biraraya
geldiğimizde ümmetler topluluğunu meydana getirmiş
oluyoruz. Onun için Allah'tan başka hiçbir şeyden
korkmamalıyız. 2528[139]

124- Cumartesi ancak onun hakkında ihtilaf edenler üzerine


(farz) kılındı. Şüphesiz Rabbim kıyamet gününde ihtilaf
ettikleri konuda aralarında hükmedecektir.
Müşrikler soruyorlar "niye yahudilere cumartesi günü
mübarek gün oldu." "Onlar, o konuda ihtilaf ettiklerinden
oldu," buyuruyor. Yoksa Musa (as) onlara "sizin bayramınız
"cuma" gündür" dediği halde ihtilaf ettiler "Cumartesi
olsun" dediler. Bu ihtilaflarının sebebiyle böyle oldu.

2526[137]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/400.
2527[138]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/400.
2528[139]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/400.
Zaman değişiyorda düşüncesi değişmiyor. Rabbim de bu
ümmete "cuma" demiş ve de "cuma suresi" indirmiş. 1300
sene sonra biri gelmiş "cumayı kaldırdım," Pazara
döndürdüm" diyor. Ondan sonrada belimiz doğrulmuyor.
Tarihde Yahudiler yaptı, maymunluktan kurtulamadı. O
günden bu güne kadar Rabbim onlara "maymun olun"
demiş. Bizde bunu yapmışız taklidcilikten hâlâ
kurtulamadık, sebeplerinden bir taneside budur. Buna
rağmen boşmu duracağız? Hayır Rabbim; 2529[140]

125- Rabbiyin yoluna hikmetle, güzel öğütle da'vet et.


Onlarla en güzeliyle mücadele et. Şüphesiz Rabbin
yolundan sapanı en iyi bilendir ve o hidayette olanida en iyi
bilendir.
Hikmetle Allah'ın yoluna çağırın. Güzel nasihatla Rabbinin
yoluna çağırın ve en güzel söz olan Kur'anla onlarla
mücadele edin. Kırıcı olmadan, yüreklerini yaralamadan,
şahsiyet yapmadan, mantıklı, ilmi, nakle dayalı, oturaklı ve
de ikna edici bir usîubla onlara anlat. "Senin Rabbin; yolu
sapık olanla, hidayette olanı en iyi bilendir" diyor Allah
(cc). imansızlar müslümanlara zulm ederlerse kötülük
yaparlarsa harb ilan ederlerse müslümanlar ne
yapacaklar. 2530[141]

126- Eğer ceza ile karşılık verecekseniz, size yapılan azabın


benzeriyle cezalandırın. Eğer sabrederseniz elbette bu
sabredenler için daha hayırlıdır.
Eğer mutlaka cezalandıracaksanız ki; cezalandırmadan
başka yollar denenebilir. O zaman size ne kadar ceza
vermişlerse o kadar cezalandırın. Hz. Peygamber Amcası
Hamza'nın şehid edilmesini duyunca yemin etmiş. "Vallahi
billahi onlardan 70 tanesinin karnını deşeceğim" demiş
2529[140]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/401.
2530[141]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/401.
bunun üzerine bu ayet nazil olmuştur. Yani ayet
cezalandırıldığınız kadar cezalandırın sizden bir kişi ise siz
de onlardan katili cezalandırırsınız. Bunun üzerine Hz.
Peygamber keffaretini vermiştir.
Eğer sabredecek olursanız o, sabr edenler için daha
hayırlıdır. Sabret sana sabrı verend. 2531[142]

128- Şüphesiz Allah iyi korunanlarla ve iyilik yapanlarla


beraberdir.
Allah muttaki olanlarla ve muhsin olanlarla beraberdir. Yani
yapılan kötülüklerden dolayı üzülmeyiniz, gönlünüzde
daralmasın. Şeyh Sadi Şirazi diyorki: "Altın kaseye bir taşı
vursalar altın kase zedelenir. Ama bundan ne altının değeri
düşer, nede taşın değeri artar. Karga öterken bülbülün sesini
bastırır. Ama bülbül üzülmesin. Ne karganın değeri artar ne
de bülbülün değeri eksilir.2532[143]

2531[142]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/402.
2532[143]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/402.
ISRA SURESİ

Peygamber efendimizin Mekke'den, Medine'ye hicretinden


onsekiz ay önce Mescidi Haramdan, Mescidi Aksa'ya
yaptığı o harika geziden bahseden ayetle başladığı için İsra
suresi adını almıştır. 2533[1]

1- Kulunu bir gece Mescidi Haramdan çevresini bereketli


kıldığımız Mescidi Aksa'ya ayetlerimizden bazılarını göster-
mek için götüren (Allah, her türlü eksikliklerden) münez-
zehtir. Şüphesiz o işitendir, görendir.
İsra kelimesi sonu "Ya" harfi olan "Sera" kelimesinden
türetildiği kabul edilirse "gece yürütmek" manasınadır. Eğer
sonu 'vav'li olan "Serv" kelimesinden türetildiği kabul
edilirse 'yükseltmek' manasına gelir.
Allah (c.c.) kulu ve Rasulüne bazı ayetlerini göstermek ve
Onu teselli etmek için bir gece Mescidi Haram'dan, Mescidi
Aksa'ya götürür. Bu bölümüne İsra denir. Mescidi Aksa'dan
yedi kat semaya ve daha ötelere götürülmesinede Miraç
denir. İsra ayetle sabittir. İnkar eden kafir olur.
Yirmi yedi sahabenin ayrı ayrî rivayet ettiği İsra Mirac
hadisinin özeti şöyle:
Bir gece Efendimiz Mescidi Haramda iken Cebrail gelir,
Efendimizin göğsünü yarar, kalbini çıkarır, kalbi zemzemle
yıkadıktan sonra, iman ve hikmetle doldurur, eski haline
kor. Bir Burak getirir, onunla Beytül Makdise götürür.
Orada bütün peygamberlere namaz kıldırır. Sonra göğe
çıkarılır. Birinci kat semada Adem (a.s.)'la selam ve
merhabala-şır. İkinci kat semada Yahya ve İsa (a.s)larla
selam ve merhabalaşır.
Üçüncü kat semada Yusuf (a.s.) Dördüncü kat semada İdris
(a.s.). Beşinci kat semada Harun (a.s.). Altıncı kat semada

2533[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/403.
Musa (a.s.).
Yedinci kat semada İbrahim (a.s.)'la karşılaşır, selamlaşır ve
merhabalaşır.
Oradan Sidre-i Müntehaya götürülür. Orada zahiri ve batini
ırmaklar görür. Oradan Beyti Ma'mura geçer ve daima
ibadet eden melekleri görür. Elli vakit namaz farz edilir. Hz.
Musa ile istişare sonunda Rabbinin huzuruna yükselir ve
isteği üzerine Deş vakit namaza iner. En-Necm suresinde de
değinilen bu İsra ve Miraç olayı konusunda yirmiyedi
sahabenin rivayeti olduğunu Celalettin Suyuti "Kıtaf-ül-
Ezhar-il-Mütenasira fi-1-Ahbar-il Mütevatira" isimli
eserinde İsra ve Miraç hadisinin Mütevatir hadislerden
olduğunu haber verir.
isra ve Miraç olayını rivayet eden hadis kitapları: 2534[2]
Doldurulmuş bir akü arabayı hareket ettiriyor. Aküye
doldurulan enerjiyi biz görmüyoruz, ama yaptığı iş
nedeniyle inanıyoruz.
Binlerce ton suyun buhar olup gökyüzüne yükseldiği ,
ülkelerden ülkelere rüzgar atıyla geçtiğini ve takdir edilen
yere yağdığını görüyoruz. İçine gaz doldurulan balonun
havada uçtuğunu, içi hava dolu varilin deniz üzerinde
yüzdüğünü biliyoruz. Kalbi iman ve hikmetle dolu Allah
Rasulü Rabbinin istemesi üzerine yaptığı bu İsra ve Miraç'm
gerçekten meydana geldiğine yürekden inanıyoruz.
O Allah (c.c.) bize bizden daha yakın iken kulunu ve
Rasulünü taltif etmek için İsra ve Miracı gerçekleştirmiştir.
Ayette "Abdihi" kelimesiyle efendimizin bu İsra ve Miracı
ruhu ve cesediyle yaptığına işaret eder.
"Ruhuyla çıkmıştır" diyenler olmuş ama ayetin işaret ettiği
mana ruh ve bedenle gittiğidir ve ulemamızın çoğunluğu bu
görüşdedir. Ayette ifade edildiği gibi Rabbinin ayetlerini

2534[2]
Buharı K. Bed-ül-Halk Buharı K. Tefsir, Müslim K. iman ve Enbiya. Tirmizi K. Tefsir, Hadis 3130,
3462: Ncsai K. Salât, Müsnedi Ahmed 1/245, 259, 309, 342, 354, 374, 375, 2/282, 528, 3/120,148, 231,
239, 248, 377. Beyhaki Delail 2/106, İbni Sa'd 1/143.
görecektir. Bu görüşe gönül gözü ile başındaki gözde
katılırsa ikram tam olur. Rüyada tatlı yiyenle, uyanıkken
yiyen aynı tadı almaz ve rüyadakinin karnı doymaz.
Günümüzde batıya olan imanı Kur'anın önüne geçen bir
kısım müsteşrik tipi bilginlerimiz "rüyada olmuştur" diyerek
batının ayıplamasına karşı kendini savunma tarafına gider
ama İstanbul'da bir Özel lisede öğretmenlik yapan İtalyan
papaza öğrenciler sorarlar: "Muhammed göğe çıkmış, sen
inanılmışın?" denildiğinde, "Bizim gibi insanlar aya çıkıyor.
Allah'ın rasulü daha ötelere niçin çıkmasın?" diye cevap
verir. Bizimkiler papazada yaranamazlar. Hayatında hiç kuş
görmemiş bir adama kuşu tarif etseniz ve havada uçar
deseniz, bizim bu Miracı inkar edenler gibi direnecektir.
Mülk suresinde "O kuşları havada tutan Rahmandır" diyor.
Ten topraktan geldiğinden yer çekimine tabiidir. Can
Allah'dan geldiğinden O'nun çekimine tabiidir. Tenin
etkisinden kurtulan can, buharlaşan su gibi, Rabbin koyduğu
mucize veya keramet kanunları içinde yüzer durur. 2535[3]

2- Biz Musa'ya kitabı verdik ve onu "Benden başka vekil


edinmeyin" diye İsrail oğullarına kılavuz kıldık.
Müşriklerin inkar ettiği Hz. Ebu Bekir'in "O söylüyorsa
doğrudur" diye tasdik ettiği Miraç olayından sonra
müşrikler peygamber efendimizle dalga geçmeye başlarlar.
Bu ayeti kerime müşriklere Hz. Musa'yı, Onun kavmini ve
kavminin başına gelenleri hatırlatır.
Hz. Musa yol gösteren bir kılavuzdur. Ona uyanlar dünyada
firavunun köleliğinden kurtuldu, ahirette cehennemin
alevlerinden kurtuldu. Siz de vekil olarak Allah'ı kabul
ediniz. 2536[4]

3- Nuh'la beraber gemiye yüklediklerimizin çocukları! (Ey


2535[3]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/403-405.
2536[4]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/405-406.
insanlık ailesi). Şüphesiz O (Nuh) çok şükreden bir kuldu.
(Sizde çok şükredin).
Ey İnsanlık ailesi! Ey Nuh'un torunları. Tarih içindeki
gelişinize bakınız. Allah(cc); sizi Hz. Adem'le yere indirdi.
Hz. Nuh'la gemiye bindirdi. Tarih boyunca sonunda hep
iman edenler kazandı, inkar edenler kaybetti.
Siz, şükredenlerin neslindensiniz. Rabbinize
2537[5]
şükrediniz.

4- Kitapda (Tevratta) İsrailoğullarına şu hükmü verdik:


"Elbette siz yeryüzünde iki defa bozgunculuk yapacaksınız
ve büyük bir kabarışla kibirleneceksiniz. Kur"an-ı Kerim'de
gelecekten haber veren ayetler olduğu gibi Tevratta da Beni
İsrailin geleceğinden haberler veren ayetler vardı.
Allah (c.c.) en büyüktür. Kibirlenenlerin belini kırar,
saltanatlarına son verir. Beni İsrailde Rabbin nimetleri
içinde şükrederek yaşayacakları yerde nankörlük ederek,
şımaracaklannı, kabaracaklarım ve iki defa bozgunculuk
yapacaklarını Tevrat'ta bildirmiş.
Şu günlerde, Yahudilerin ellerinde okumakta oldukları
muharref Tevrat'ın İşaya bölümünde bu olayı hatırlatan
azgınlıklar ve cezalarından bahsedilmektedir.
Efendimiz ve ashabı azıcık iken çok sayıdaki müşrikleri
mağlup etmişlerdi. Mekke'nin fethinden sonra Huneyn
gazvesinde ise müslü-manlann sayısı kafirlerden çok olduğu
için bu Ashabı biraz kibire götürmüştü. Tevbe suresinin 25
nci ayetinde haber verildiğine göre bir ara mağlup duruma
düşmüşler, sonra Efendimizin sebat ve gayreti Allah'ın
yardımı ile tekrar galip geldiler. 2538[6]

5- O iki'den (iki bozgunculukdan)birincinin zamanı gel-


diğinde üzerinize güçlü kuvvetli bize ait kullar gönderdik,
2537[5]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/406.
2538[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/406.
onlar evlerinizin aralarına kadar girip araştırdılar, va'dde
gerçekleşmiş oldu.
Bu İki bozgunculukdan birincisi geldiğinde , yani putlara
tapıp, içkiler içip, zina edip, mallan talan ettiklerinde, kan
içip, faiz alıp, fakir ve mazlumları ezdiklerinde Allah (c.c.)
güçlü kuvvetli kullarını gönderip İsrailoğullarını
cezalandırdığım haber verirken bizide uyarıyor. Aynı suçları
siz işlerseniz sizde cezalandırılırsınız mesajı veriliyor. Bu
birinci bozgunculuk hangisidir diye bir araştırma yaparsanız
kesin bir bilgi edinemezsiniz. Kur1 an ve sünnette açık bir
ifade yok. Tevrattan ve İncilden araştırmaya kalkarsanız
İsrailoğullari tarihinin hep bozgunculuktan geçtiğini
görürsünüz ve hangisinin birinci, hangisinin ikinci olduğunu
ayırt edemezsiniz. Önemlide değil.
Önemli olan bozgunculuk yapanların yok edilmesidir.
Bakara suresinin 251 nci ayetinde "Eğer Allah insanların bir
kısmını, diğer kısmıyla savmasaydı yeryüzü fesada uğrardı"
buyurur.
Calutlar, Davutlar eliyle, Karunlar, Harunlar eliyle yok
edilmezse düzen bozulur. Bozgunculuk çıkaran
müslümanlar üzerine onlardan daha zalim birini niçin
musallat ediyor?
En'am suresinin 129 ncu ayetinde "İşte böylece yaptıkları
sebebiyle zalimlerin bir kısmını diğerinin üstüne musallat
ederiz" buyurur. Talut'un nasihatma karşı gelenler, Calut
zaliminin kılına altında can verirler.
Musa (a.s.) ile hür yaşamayı istemeyenler Firavunun zulmü
altında köle olarak can verirler.
Rabbimiz; bozguncuları cezalandırmak üzere gönderdiği
orduların müsliiman olmadıklarını da "Ibaden" kelimesinde
ki "tenkir tenvini" ile ifade etmiştir. Eğer onlar mümin ve
salih insanlar olsa idiler " Ibadena" kullarımızı gönderdik
derdi.
En son olarak Almanların ev ev dolaşarak yahudileri
toplayıp üç milyon kadarını yaktıklarını, yok ettiklerini
dünya gördü.
Hala aklı başına gelmeyen yalıudiler, Filistinde ve dünyanın
her tarafında bozgunculuğuna devam ediyor. Aklı eren
Yahudiler bu bozgunculuğun kendilerine yeni bir bela
getireceği endişesini duyuyorlar. 2539[7]

6- Sonra size onları yenme imkanı verdik. Mallar ve


oğullarla size yardım ettik. Sizi savaşçılar olarak en çok
kıldık.
7- Eğer iyilik yaparsanız, kendinize iyilik yapmış olursunuz.
Eğer kötülük yaparsanız, kendinize (kötülük yapmış
olursunuz). (O iki bozgunculuktan) sonuncusunun zamanı
geldiğinde (öyle kullarımızı göndeririz ki) yüzlerinizi
kötülesinler, ilk kez girdikleri gibi yine mescide (Kudüse)
girsinler ve yendiklerini mahvetsinler.
Hatiplerimiz cuma günü hutbede Nahl suresinin 90 ncı
ayetin okurlar: "Şüphesiz Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya
vermeyi emreder. Fuhşsiyatı ve kötülüğü yasaklar. Öğüt
alasınız diye size öğüt verir" diye hatırlatırlar. Hz. Ömer
"Adalet mülkün temelidir" demiş. Adelet ve ihsan arasında
hayat sürmeye çalışırsak bu bizim çikarımızadır.
Eğer toplumlar ekonomik, siyasi ve askeri gücüne
dayanarak bozgunculuk yapmaya devam ederlerse Allah
onları bir başka toplumun eliyle helak eder. İsrailoğullannm
tarihi için Mevdudinin Tefhimü-1-Kur'anma bakınız. 2540[8]

8- Umulurki Rabbiniz size merhamet eder. Eğer siz


(bozgunculuğa) dönerseniz, bizde (cezalandırmaya) döneriz.
Biz cehennemi kafirlere hisar (hapishane) yaptık.
Allah (c.c.) merhametinden peygamberler ve kitaplar
göndermiş. Doğru yolla eğri yolu bildirmiş. Eğri yolda
2539[7]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/407-408.
2540[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/408.
olanların bu dünyada da cezalandırıldığını, tarihi olaylardan
ders almayıp sapanların tekrar tekrar cezalandırıldığını
haber verirken bizleride uyarmaktadır ve Kur'an'a uymamız
istenmektedir. 2541[9]

9- Şüphesiz bu Kur'an en doğru yola iletir ve salih aıiıel


işleyen müminlere büyük bir mükafat olduğunu müjdeler.
10- Ahirete iman etmeyenlerede acıklı bir azab hazırladık.
(Bunuda kafirlere müjdeler.)
Toplumun refahı, saadeti ve huzuru üzerine kafa yoran, fikir
üreten iyi niyetli veya kötü niyetli herkes topluma bir yol
teklif etmiş ve etmektedir.
Zaman içinde bu yolların çıkmaz yol olduğu, denendikten
sonra anlaşıldı. Ama gidenlerden geri gelmeyen ve
cehennemi boylayanlar oldu. Rabbimiz en değerli, en doğru
ve en uzun süreli, kıyamete kadar geçerli yolun Kur'an yolu
olduğunu söyler. sBozgunculuk yapmamak, belalardan
sakınmak, cehennem hapishanesine düşmemek istiyorsak
dünyada devlete, ahirette cennete götüren Kur'an yolunda
yürüyelim. 2542[10]

11- İnsan hayra dua eder gibi şerre de dua etmekte. İnsan
pek aceleci oldu.
A'raf 70-77, Hud 32. ayetlerde de haber verildiği gibi
kafirler peygamberle alay ederek; "Eğer doğru söylüyorsan
haydi o vadettiğin azabı getir" diyerek acele azab
istiyorlardı.
Mekkeli kafirlerde efendimizden istiyorlardı. Serde acele
etmek doğru değil. Hayır mı, şer mi olduğu açık olmayan
konularda teenni ile yavaş hareket etmede hayır vardır.
Ancak Hz. Musa'nın dediği gibi Rabbin rızasını istemede

2541[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/409.
2542[10]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/409.
acele etmeli. 2543[11] Yarın çok geç olabilir. 2544[12]

12- Geceyle gündüzü iki ayet yaptık. Gece ayetini mahvet-


tik, gündüz ayetini gösterici kıldık ki; Rabbinizden bir nimet
arayasiniz, senelerin ve hesabın sayısını bilesiniz. Biz
herşeyi açık seçik anlattık.
Herşey Allah'ın var ve bir olduğuna ayettir. Elimizin çizgisi,
kader çizgimiz, ruhi zikzaklarımız, kanımızın akışı,
kalbimizin atışı Allah'ın var ve bir olduğuna ayettir.
Güneşin doğuşu, gecenin gelişi, güneşle herşeyin
görüldüğü, azıkların onda arandığı Allah'ın bir ayetidir.
Senelerimizi, aylarımızı, haftalarımızı, günlerimizi ve gün
içindeki zamanlarımızı teşbih etmek için bütün insanlığın
takvimini gökyüzüne asıveren, hergün takvim yapraklarını
hiç unutmadan açıveren birinin olduğuna ayettir geceyle
gündüz. 2545[13]

13- Her insanın (amel) kuşunu kendi boynuna takdik.


"Herkes kendi yaptığından sorumludur.) Kıyamet günü
onun için bir kitap çıkarırız ki; onu açılmış olarak bulur.
Yahudiler kendilerine yapılan katliam, sürgün, lalan, tahcir
gibi kötülüklerin arkasında hep Calut'u, Buhlunnasır'ı,
Neron'u, Hitleri aradılar. Yaşadığımız bu dünyada devletler
ve fertler başlarına gelen her felaketin arkasında bir kişi
veya kuruluş ararlarda hiç kendilerine kabahat bulmazlar.
Uhud harbinde Efendimizin harp taktiğini tam uygulamayan
Ashabı kiram mağlup duruma düşünce "Bu nereden
başımıza geldi" dediler. Rabbim: "Deki: O kendinizdendir"
buyurdu.2546[14] Rabbimiz: "Her insanın kuşunu kendi
boynuna taktık" buyurur. Siz iman çekirdeğini gönlünüze
diker, ellerinizden, dillerinizden, gözlerinizden amel
2543[11]
Taha 83
2544[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/410.
2545[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/410.
2546[14]
Al-i İmran 165
çiçekleri açtırırsanız gayb alemindeki kader kuşunuz bülbül
olur, kelebek olur gelir ve size konar.
Yok eğer ak ve pak gönlünüzü inkarla karartırsanız,
ellerinizden, dillerinizden, gözlerinizden, çarşılarınızdan
hırsızlık, rüşvet, öldürme, köşe dönme, kandırma, yalan,
aldatma, fuhuş pislikleri Ebu Cehil karpuzu gibi ortalığı
sararsa, kader kuşunuz sinek olup gelir üstünüze konar.
"İlim ma'ruma tabidir" cümlesiyle Özetlenen kader, veya
Mehmet Akifin:
"Şeraiti mevcud olupda meydanda Zuhura gelmesidir
hadisatın a'yanda"
diye ifade ettiği kader; bizim kader kuşumuza veya talih
kuşumuza kendimizi hazırlayıp, hayır veya şerri kendimize
kondurmamızdır. 2547[15]

14- "Oku kitabını. Bugün hesaptı olarak nefsin sana yeter."


Kıyamet gününde önümüze açılan amel defterimize bakıp
okumamız istenecek. Dünyada iken okuma yazma
bilmeyenler dahi amel defterini okuyacak. Yaptığı ve
unuttuğu herşeyi orada görecek utanacak, kendi kendini
hesaba çekecek. 2548[16]

15- Kim doğru yolu bulursa, kendisi için bulmuş olur.


Kimde sapıtırsa kendi zararına sapıtmış olur. Yük taşıyan
hiçbir kimse başkasının yükünü taşımaz. Biz bir peygamber
göndermedikçe (hiçbir kimseye) azab etmeyiz.
Onüçüncü ayetin tefsirinde insanlar kendilerini iyiye, güzele
layık hale getirirlerse talih kuşu güzel bir şekilde konar, kişi
kendini kötü bir şekilde geliştirirse talih kuşu sinek gibi
konar demiştik. Bu ayeti kerime de İslam yolunu seçen
kendisine fayda vermiş olur. İnkarı, ateistliği, gavurluğu
seçende kendisine zarar vermiş olur diyor.
2547[15]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/410-411.
2548[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/411.
"Hiçbir kimse başkasının yükünü taşımaz" cümlesi hem
dünyada, hem ahirette geçerli bir kaidedir.
İslam hukukunda babanın işlediği suçun cezasını çocuğu
çekmez. Suç ve cezanın şahsiliği, prensibi en güzel şekilde
ifade etmiştir.
Ahirette herkes kendi günahının cezasını çekecek. 2549[17]

Fetret Ehli

Hz. İsa ile peygamber efendimiz arasında kalan döneme


fetret zamanı denir. Bir de Hz. Muhammed (s.a.v.)
gönderildikten sonra dünyaya geldiği halde, insanlardan
uzakta islamın sesinin ulaşmadığı yerlerde yaşayanlara
fetret ehli denir. Alusi'nin ifadesine göre Hz. Muhammed'in
peygamberliği bir topluma haber olarak ulaşmış ama bu
haberi ulaştıranlar Hz. Muhammed'i çok kötü bir şekilde
deccal olarak tanıtmışlar. İşte bu haberi duyanlar da İslamın
sesini duymuş sayılmazlar.
Bu durumda olan, peygamber sesi duymayan insanlar
hakkında bu ayete dayanarak "cennetliktir" diyen
imamlarımızın yanında Hanefiler, Mu'tezililer aklı başında
olan, ergenlik çağına gelen her şahsın yaratıcıyı tanıması
gerekir. Eğer tanımazsa azab görür derler.
Bu ayet-i kerime, peygamber gönderilmeyen toplumlara;
Lut, Semud, Ad, Nuh kavminin başlarına gelenler gibi
dünyada iken azap edilmezler manasınadır. Veya akılla
Allah'ı tanımak mecburiyeti vardır. Peygamber
göndermediğimiz insanlara; Ahkama (Namaz, oruç gibi)
uymamaları nedeniyle azap etmeyiz anlamınadır derler.
Akıllı adam için herşey Allah'ın bir olduğuna delalet eder ve
İbrahim (a.s.)'ın 2550[18] akli delil getirmesini örnek
2549[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/412.
2550[18]
En'am suresi 76-77-78. ayetlerdeki
verirler. 2551[19]

16- Biz bir ülkeyi helak etmek istediğimizde şımarık zen-


ginlerine (itaatı)emrederiz, orada bozgunculuk çıkarırlar,
oraya (azab) sözü hak olur, bizde orayı yerle bir ederiz.
Bir insan tek başına kendisi Allah'a karşı sorumlu olduğu
gibi toplum olarakda bir vücudu oluştururlar ve bir tek insan
o toplum vücudunun bir parçası gibidir.
Vücudun bir parçası ağrıyınca bütün vücud ağrı duyar. Ama
beyin veya kalb bozulunca bütün vücud bozulur.
Rabbimiz toplumların bozulmasında ileri gelenlerin, şımarık
zenginlerin etkisinin büyük olduğunu haber verir.
Enfal suresinin yirmi beşinci ayetinin tefsirinde
açıkladığımız gibi sarhoş şoför, sarhoş pilot yolcuları
felakete götürdüğü gibi fasık, kafir yöneticilerde devlet
gemisini batırırlar ve içindekiler helak olurlar.
Ahmed b. Hanbel Müsned 4/192 de Efendimizden rivayet
ettiği bir hadisde birlikde bütün bu toplum içinden gücü
yettiği halde engel olmayanlar ahirette azap görürler, ancak
engel olmaya gücü yetmediği halde toplumla beraber yok
edilenler ahirette azap görmezler buyurur. Allah(cc); A'raf
suresinin 164. ayetinde toplumu üçe ayırmış:
1- Zalimler.
2- Mücahidler.
3- Neme lazımcılar.
Zalimler toplumu batırmaya çalışırken, mücahidler
kurtarmaya çalışır. Neme lazımcılar ise sessiz kalıp azabı
hak ederler. 2552[20]

17- Nuh'dan sonra nice nesilleri helak ettik. Kullarının


günahlarına Rabbinin haberdar ve görücü olması yeter.
Lut kavmi, Ad kavmi, Semud kavmi, firavun ve ona uyanlar
2551[19]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/421-413.
2552[20]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/413.
zaman içinde isyanları sebebiyle helak oldular. Çünkü
Rabbimiz onlara peygamber gönderdi, karşı geldiler ve iki
dünyalarını da harap ettiler.
Bizim de bu dünyamızı zillet içinde geçirmemizi
engellemek ve ahi-rette cehennemde yanmamak için,
ülkesini batıran önderlere uymamamız gerekir. 2553[21]

18- Kim bu çabucak geçici (dünya)yi isterse biz ona dün-


yada dilediğimiz kadar istediğimize çabucak veririz.
Sonrada ona cehennemi (yatak) kılarız. Oraya kınanmış ve
kavrulmuş olarak yaslanır.
19- Kim iman ederek ahireti ister ve ona yaraşır şekilde
çalışırsa, işte onların çalışmaları meşkur (makbul)dür.
20- Her birine, onlarda'dünyayı isteyenlerede) bunla-rada
(ahireti isteyenlerede) Rabbiyin bağışından veririz. Rabbinin
bağışı (hiç kimseden) engellenmiş değildir."
Ahmed b. Hanbel Müsned 1/267 de Efendimizden rivayet
ettiği bir hadisde ahirete inanmayanların halini çölde
kaybolan bir topluluğun kılavuz peşinden giderek bir
bahçeye su havuzuna varmalarına orada bir müddet
kaldıktan sonra kılavuzun daha güzel ve sulak bir bahçeye
götürmek istediğinde topluluğu ikiye ayrılıp bir kısmının
orada kaldığını, diğerlerinin kılavuza uyduğunu haber verir.
İşte yalnız bu dünyayı isteyen ve ahirete inanmayanlara
Allah (c.c.) dilediği kadarını vereceğini, ahirete inanan ve
orayı isteyenlerede her iki dünyada vereceğini haber
veriyor.
Biz dünyada yaptığımız her işin ahirette bize sevap olarak
verileceği inancı içinde çalışalım. 2554[22]

21- Bak nasıl onların bir kısmını bir kısmından üstün kıldık.
Elbette ahiret dereceler yönünden daha büyük ve üstünlük
2553[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/413-414.
2554[22]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/414-415.
bakımından da daha büyüktür. Bu dünyada insanlar
arasındaki üstünlük iki yönde görülür:
1-Maddi olarak fabrika, köşk, araba, uçak, tarla, bağ, bahçe,
altın gibi şeylerde üstünlük. Bu maddi sahada müminle,
kafir yarış ederse Rabbimin takdiri oranında birbirlerini
geçebilirler.
2- Manevi sahada üstünlük. İşte burada mümin daima
kafirin önündedir. Mümin insan izzeti, şerefi, namusu ile
yaşar. Oğul, kız, torunlarıyla İslami bir hayat yaşarken
pisliğin her çeşidinden korunmuş olur.
Almanya, Fransa, İngiltere, Amerika gibi ülkelerde maddi
imkanların doruğuna çıkmış insanın kendisinin
uyuşturucuya tutulduğu, oğlunun eşcinsel, kızının lezbiyen
ve aidsli olduğu, en ünlü sanatçı ve siyasetçilerinin aids
hastalığından öldüğü, Nato gibi en üst seviyedeki bir askeri
kuruluşun başına gelenin hirsızlıkdan hüküm giydiği
görülmekte. Ahiretteki üstünlükde yalnız iman ve amel
etkili olacaktır. 2555[23]

22- Allah ile beraber bir diğer ilah edinme, sonra kınanmış
ve kendi başına bırakılmış olarak oturakalırsın.
23- Rabbin kendinden başkasına ibadet etmemenizi ve anne
babaya iyiliği emretti. Eğer onlardan biri veye her ikisi
senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa onlara "öff" deme,
onları azarlama, onlara güzel söz söyle.
24- Her ikisinede rahmetten tevazu kanadını indir, (kucak
aç) ve "EyRabbîm, bunlar beni küçükken nasıl terbiye etti-
lerse sen de bunlara merhamet et" de.
Allah (c.c.) kendisine ibadet yapma ile anne babaya iyiliği
ard arda emretmiştir. Bakara 84 de Allah'a ibadet, anne
babaya ihsan emrediliyor. Nisa 36'da Allah'a ibadet
emrediliyor, şirk yasaklanıyor, anne babaya iyilik

2555[23]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/415.
emrediliyor.
En'am 151 de Allah'a ortak koşmak yasaklanıyor ve Anne
babaya iyilik emrediliyor. 2556[24] Allah'a ve anne babaya
teşekkür emrediliyor.
Onlara "Öff" demek yasaklanıyor. Kaş çatmak, çalım
satmak yasak. Onlar size çocukken şefkat ve merhamet
kanatlarını gerdikleri gibi şimdi bizlerde onlara şefkat ve
merhemet kanatlarım germemiz gerekir.
Ayet ibaresiyle "öf" demeyi yasaklarken delaletiyle
dövmeyi, azarlamayı yasaklıyor.
Anne-babaya iyilik yapılması konusunda birçok ayet
inmesine karşı çocuklarınıza iyilik yapın diye doğrudan ayet
yoktur. Ayetleri indiren Allah çocuk sevgisini anne-babanin
gönlüne bırakmıştır.
Hz. Adem'in anne-babası yoktur ama eşi ve çocukları vardır.
İnsanda eş ve çocuk sevgisi daha fazla gelişmiştir.
Edebiyatta İstiare-i temsiliye dediğimiz bir sanatla çocuğun
anne ve babasına şefkat kanatlarını germesi kuşun
yavrularını soğuktan, sıcaktan, düşmandan korumak için
kanatlan altına almasına benzetilmiş.
Anne babaya hizmet edilirken kuş tüyü kadar yumuşak
olmaya dikkat edildiği gibi, hizmet etmenizin ağırlığını
hissettirmemeye, kuş tüyü gibi hafif olmaya da dikkat
edelim.
Alın terini toprakla yoğurup buğdaya dönüştüren, alın
teriyle çeliğe su verip, karşılığını yiyecek giyecek ve
içeceğe dönüştüren babalarımız.
Ciğerinin kanını bembeyaz süte dönüştürüp bir şelale gibi
yavrusunun ağzına akıtan analarımız, Allah ve O'nun
rasulünden sonra sevilmeye en layık insanlardır.
Bir çiçeğin kendi dalını sevmesi gibidir bu sevgi. Bir dalın
çiçeğini beslemesi koruması gibidir bu şefkat.

2556[24]
Lokman suresi ayet 14 de
Baba, gül ağacının kendi bünyesinde gülü gizlice taşıması
gibi yıllarca taşıyor yavrusunu.
Sonra anne en değerli incileri boynunda taşırken yavrusunu
daha mahrem ve kalbinin en yakın yerinde severek taşıyor.
Gül renkli kanını yavrusunun damarlarına akıtıyor. Allah'ın
can verdiği yavrusuna dokuz ay kan veriyor.
Günümüzde bir kısım kan simsarları ölmek üzere olan
hastanın gözü önünde kan üzerine pazarlık yaparlarken, bir
kısım zalim diktatörler damarlarındaki kanı kara toprağa
akıtarak üretimi artırırlarken ana, karşılıksız olarak, severek
yavrusuna kan veriyor.
Yavrusu doğunca yemiyor yediriyor. Baba ise kuşlar gibi
kazancını akşam eve getirmek ve yavrularının sevincini
paylaşmak için çırpınıyor. Çocukken ayaklan ayaklarımız,
elleri ellerimiz, gözleri gözlerimiz, dişleri dişlerimiz oluyor.
Anne ve babanın dört ayağı, dört eli, dört gözü ve altmış
dört dişi bizim için çalışıyor. Onların bizim için yanan
yüreği üşüdüğümüz zaman sıcacık oluyor, yandığımız
zaman ise serinlik veriyor. Yananı serinleten, donanı ısıtan
böyle bir ateş başka hiçbiryer de icad edilmemiştir.
Kış gününde aynaya üfleseniz kendinizi aynada
göremezsiniz. Rabbimiz de; "Anne ve babanıza üff bile
demeyiniz" buyurur. 2557[25]
Denizlerin söndüremediği anne ve baba yüreğinin ateşini üff
demekle söndürenler kendisinin cehennemdeki ateşinin
alevlenmesi için üfürmüş olurlar. Müşrik anne ve babaya
bile ihsanda bulunmayı tavsiye (emir) eden Rabbim; 2558[26]
insanların gönül kapılarının İhsanla açılabileceğine işaret
etmiştir.
"Ve bil valideyni ihsanen" ile "gül gibi yüz" emrediliyor.
"Ve kul lehüma kavlen kerimen" ile de "bal gibi söz"

2557[25]
İsra 17-23
2558[26]
Ankebut 29-8
emrediliyor. 2559[27]

25-Rabbiniz içierinizdekini daha iyi bilir. Eğer siz salih-Ier


olursanız, şüphesiz o kendine dönenleri bağışlayandır.
Salih bir insan olmanın yolu Allah'ın emirlerini tutup,
yasaklarından kaçınmak, Anne ve babaya iyilik edip aile
yuvasını kuş yuvasından dahasağlam, sıcak, yumuşak hale
getirmekten geçer.
Fertlerin iç dünyaları güzel olursa aileler güzel olur. Aileler
güzel olursa devlet güzel olur. Devletler güzel olursa iki
dünyada güzel olur. 2560[28]

26- Yakınlara hakkını ver. Fakirlere, yolda kalmışada ver,


saçıp savurma.
27- Çünkü saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleri olurlar.
Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.
Mutluluk yayıldıkça çoğalır. Aile yuvasında yaşanan
mutluluklar dalga dalga etrafa yazılmalıdır. Yakın
akrabalara sevgi, saygı ve yardımlarımız esirgenmemelidir.
Fakirlere, yolda kalmışlara yardım edilmeli. Allah'ın kulu ve
Hz. Adem'in çocuğu diye bakmalı ve iman ettiğimiz
peygamberin çocuğu yolda bırakılmamalı.
Saçıp savuranlar yani malvarlığını haram yollarda
harcayanlar şeytanın kardeşi olurlar. Bu tür insanlardan
birine sormuşlar. Ençok duymak istediğin haber hangisidir?
Bu şeytanın kardeşi cevap vermiş. "Babamın öldürülüp,
katilinin yakalanması. Hem diyet alırım, hemde mirası
yerim" demiş. 2561[29]

28- Eğer Rabbinden umduğun bir rahmeti isteyerek (elin dar


olduğu için yardım edememek sebebiyle) onlardan yüz

2559[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/415-417.
2560[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/418.
2561[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/418.
çevirirsen onlara yumuşak söz söyle.
Gül gibi yüz, bal gibi sözle, seven ve okşayan elle vermek
kadar insanı mutlu kılan başka birşey çok azdır. Bazen
verecek bir şeyiniz olmayabilir. O zaman bal gibi sözle
sadaka verilmelidir. 2562[30]

29- Elini boynuna bağlanmış kılma (cimri olma), büsbütün


de yayma (israf etme), yoksa kınanmış ve pişman vaziyette
oturakalırsın.
Nisa suresi (ayet 37) ve Ali-i İmran (ayeti80)'de açıklandığı
gibi cimri, zararı önce kendisine verir. Yemez, yedirmez bir
ömür boyu kazanma, koruma ve kaybetme endişesini yaşar.
Balı kavanozun dışından yalayarak yer. Peygamber
efendimiz "cimrilikten daha kötü hangi hastalık vardır?"
der.
Akşam aydınlanmak için mum yakan cimri muma bakarmış.
Mumdan bir damla eriyip aktığında, cimrinin gözünden iki
damla akarmış,
Cimrinin hiç sevmediği kelimeler: Zekat, sadaka, infak,
davet, ziyafet kelimeleri imiş.
Küfe şehrinin en ünlü cimrisi, Bağdat şehrinin en ünlü
cimrisinin ölüm haberini duyunca taziyeye gitmiş. Birde ne
görsün ölen cimrinin evinde, bahçesinde yemekler yeniyor,
davullar çalınıyor. İşin aslını öğrenmek için cimrinin evine
girer. Meğerse cimrinin hanımı cömert bir adamla evlenmiş
ve Bağdadin fakirlerini doyuruyor. Bunun üzerine Kufe'lide
cömert olmuş. 2563[31]

30- Şüphesiz Rabbin rızkı dilediğine genişletir, dilediğine


daraltır. Çünkü O,kullarına haberdardır ,(pniarı) çok iyi
görür.
Cömertlik malı eksiltmez.. Pimilik-cimrilikde malı
2562[30]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/418-419.
2563[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/419.
eksiltmez. Malı çoğaltanda, eksiltende Allah (c.c). dır.
Yasin suresinin 68. ayetinde bildirildiği gibi bizim
vücudumuzu dahi çoğaltan ve eksilten Allah'dır. Her ne
kadar bizim yediklerimiz vücudumuzda etkili oluyorsada
yediklerimizi yaratan Allah, yeme iştahımızı veren
Allah'dır.
Eğer yalnız yeme ve içme ile insan güçlü kuvvetli olsa idi
sporun bütün alanlarında birinciliği zengin çocukları alırdı.
Zenginlikde öyle. zenginlik akılla olsa idi akıllılar zengin
olur, akılsızlar fakir olurdu. Ama bakıyorsunuz ki orta
zekalı bir adam zengin olmuş, çok zeki bir adam onun
memuru veya işçisi durumunda. Cenin ana rahminde iken
yediği, içtiği, ve kaloriferinin kalitesi daha dünyada
yapılmadı.
Çocuk dünyaya geldiği andan itibaren annenin memelerinin
musluğu görünmeyen bir el tarafında açılır ve tadı, tazeliği,
lezzeti, saflığı yeryüzünde bulunamayacak şekilde akmaya
başlar.
Hem de öylesine ayarlı ki; bir günlük bebeğin ihtiyacı olan
sütü, bir-günlükken veriyor. Bir aylık çocuğun sütü bir
günlük gibi değildir. Çünkü çocuğun gün ve aylardaki
ihtiyacına göre sütün katkı maddele-ride değişiyor.
Bir gün geliyor çocukda dişler çıkıyor ve çocuk yemeye
içmeye başlıyor, o zaman da annenin sütü kesiliyor.
Eğer anne sütü yemeyle veya içmeyle artsa idi, sütün
musluğu insanların elinde olsa idi, zenginlerimiz kafir
kadınları işçi olarak alır, bol bol yedirir, çocuk sütü üretir ve
mama yerine bol para ile satarlardı.
Anne sütünü akıtan ve kurutan Allah (c.c.) toprak ananında
sütünü akıtır veya kurutur. Bize düşen görevler:
Zekat vermek için zengin olmaya çalışmak. Zengin olmak
için ticaret, veraset, hediye, üretim veya ziraat yaparken
Allah'ın koyduğu helal ve haram sınırlarına dikkat
etmek. 2564[32]

31- Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyiniz. On


landa sizide biz rızıklandırjrız. Onları öldürmek gerçek-den
büyük günahdır.
Lokman suresinin en son ayetinde "kişi yarın ne
kazanacağını bilmez" buyuruyor. Hangi sokakda kiminle
karşılaşacağını, nereden çay içeceğini, kimden güzel bir söz
duyacağını, hangi dağ deniz veya çiçekden gelen havayı
nerede soluyacağını, kimleri görerek göz gıdasını alacağını
bilmez.
Yarın hakkında kesin bilgisi olmayan insan elli sene
sonrasının insanının gelip kendi ekmeğine ortak olup aç
kalacağından endişe ederek çocuklar daha doğmadan
öldürme tarafına gitmektedir.
Hz. Adem'den bugüne kadar gelen milyarlarca insan
dünyanın ancak bir karışlık toprağından yiyecek geçimini
temin etmiştir.
Hud suresinin altıncı ayetinde her canlının rızkının Allah'a
ait olduğu bildirilmekte. Zariyat suresinin 22. ayetinde de
semada( gökyüzünde de rızkımızın olduğu bildirilmekte.
Bundan yirmi beş sene önce Karaman şehri; benim
doğduğum Göçer köyünün mevsimlik elmasını yerdi. Şehre
yetmezdi. Hayvanlarla taşıdığımız elmalardan bir tanesini
şehir çocuklarına attığımızda kapışıve-rirlerdi.
Yirmi beş sene önce materyalistin biri hesap yapıyor. Göçer
köyünün elması yirmi bin nüfuslu şehre yetmiyor. Bu şehir
elli bin olunca ne yiyecekler?
Şimdi Karaman yetmiş bine ulaştı ama yurt dışına elma
ihraç ediyor. Allah'ın izniyle bir karışlık toprak, daha
nicelerini üretir ve doyurur.
Bu konuda; "İnsan enerjisi ve israfı" isimli kitabımın

2564[32]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/419-420.
30,31,32, ve 33. sahifelerinde şunları yazmıştım: 2565[33]

Ekmek Kavgası

Bülbül güzel bir kuştur deyince kaç kilo et çıkar diye


soranlar ve tabiatı karpuz kabuğu gibi görenler, karpuz
kabuğunun tükenivereceği endişesini çok yemelerinden
dolayı patlamak üzere olan midelerinde hissetmeye
başlayınca başkalarının elindeki kuru ekmeği de nasıl alır,
yedi nesil sonra gelecek çocuklarımıza nasıl bırakırız
hesapları yapmaya başladılar.
Dünyadaki ekilen ve ekilebilir alanların metre karesini,
metre kareden elde edilecek yiyecek ve giyecek
maddelerinin miktarını, bunları tüketecek insan ve hayvanın
sayısını, arazinin artmayip insan ve hayvanın artacağını,
birgün gelip bu arazilerin bu insanlara yetmeyeceğini ve
insanların toplu ölümlerle karşı karşıya kalacağını bildiren
ve bu ko-nudu endişe üreten merkezler, yeni birşey
getirmiyorlar.
Bin dört yüz sene öncesinden Rabbimiz, Kur'an-ı
Keriminde, şeytanın bizi fakir düşmekle korkutup cimriliği
emrettiğini haber vermektedir.
Rabbimize ve onun "mukiyt" ismine inanmayan nefsinin ve
şeytanın vesvesesine inanan Han fetzu isimli birisi, milattan
önce beşyüz yıllarında, "bir babanın beş çocuğu olsa,
onlarında beşer çocuğu olsa, babanın malı yirmi beş kişiye
yetmeyecektir. Dünyada Öyle birşeydir" demiş ve bundan
ikibin dörtyüz yıl önce ta o zaman dünyanın şimdiki gelecek
endişesini yaşamıştı.
Böyle söylerken olayları görmemezlikten gelmek
istediğimiz zannedilmesin. Dünyanın kaç ton olduğunu ne
kadarı ekilebilir, ne kadarının altın gümüş, fosfata, demir,

2565[33]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/420-421.
kömür olduğununda bilinmesini, bunların en ekonomik
şekilde işlenmesini (bizde isteriz. Bizim karşı olduğumuz
nokta) bunların işlenmesi (anında) yeterli miktarda
olmadıklarına bakarak kıtlık endişesiyle insanların ve
hayvanların öldürülmesine kalkışılmasıdır.
Ekmek sayısınca insan yetiştirmek değil, insan sayısında
ekmek üretimine taraftarız. "Ekmeği üretecek arazi sınırlı
olduğu içinde insanı da sınırlı bir şekilde üretmek isteyen ve
bu gaye ile doğumları önlemek için ya önüne torba takan
veya gelecek olanları dünyaya çıkmadan önce haplarla
kurşunlayanlar; cahiliyye döneminde kız çocuklarını diri
diri toprağa gömenlerden farklı olmaz ve onların da yolunda
olmuş olurlar, yine yeni birşey getirmiş olmuyorlar çünkü.
Efendimiz (s.a.v.)'e: "Ya Rasulüllah! Şimdi biz kız
çocuklarımızı Öldürmüyoruz. Ancak az yapıyoruz"
denildiğinde Efendimiz, "İşte o da gizli öldürmedir"
buyurmuştur.
Rabbimiz Kur'an-ı Kerimde; "fakirlik korkusuyla
çocuklarınızı öldürmeyin, onları da, sizi de biz
rızıklandırırız. Onları öldürmek büyük günahdır" buyurur.
Onları çocukları doğmadan boğmak yerine, doğan
çocukların bedenlerine ve akıllarına hareket versinler.
Rabbimiz; "Yeryüzünde kıpırdayıp hareket eden her
canlının rızkı Allah'a aittir" (Hud suresi 16) buyurmuştur.
Devletlere ve topluma düşen yeryüzünün tabii kaynaklarının
hesabını yapmadan, onları işlemeye koyulmadan önce
insanları ve onların maddi manevi, bedeni, akli ve ruhi
enerjilerini yaratılışlarına uygun bir şekilde harekete
geçirmektir.
Harekete geçen her beyin kendi çağının gıdasını, çağına
uygun şekilde çözecektir. Eğer Edison'un babası da çağında
doğum kontrolüne riayet etseydi, Edison doğmazdı, elektrik
bulunmazdı veya gecikirdi.
Peki sen bu sorunu nasıl çözersin? diyenler çıkabilir. Ben;
çağımın ve gelecek çağların sorunlarını çözecek, gözü ve
gönlü açık, bedenen, ruhen gelişmiş nesiller yetiştirmekle
sorumluyum. diyorum.
Bir zamanlar yeryüzündeki ağaçların hesabını yakıt olarak
onların tüketiminin hesabını yapanlar, "çok yakında
dünyada tek ağaç kalmayacak" demişlerdi. Ancak gören bir
göz, kömürü buldu. Derken bu kahinler kömür rezervlerinin
hesabını yaparken de petrol keşfedildi.
Petrolünde rezervlerinin hesabı yapıldı ve tükeneceği tarih
de belirlenip, insanları soğuk haberlerle üşütecekleri sırada,
güneş enerjisi haberi gönülleri ısıttı. Bundan ikiyüz sene
öncesinin insanına "endişe etme, yarın su gibi bir madde
ısıya dönüştürülür" denilse aklınızdan şüphe ederdi.
Ayrıca dünyanın kaç ton olduğunu ilim adamları haber
veriyor. Onların hesabına göre bugüne kadar topraktan
çıkan yiyecek, giyecek ve diğer kullanılan maddelerin bütün
senelerdeki ton rakamları top-lansa, dünyadan fazla gelir.
Öyle ise bunların nereden gelip nasıl şekil değiştirip, nereye
döndüğünü ve onu tekrar nasıl kullanabileceğimiz hesap
edelim.
"Ekmek sayısına göre adam değil, adam sayısına göre
ekmek üretelim." 2566[34]

32- Zinaya yaklaşmayınız. Çünkü o bir fuhuş dur ve kötü


bir yoldur.
Zinaya yaklaşmayın diyor da, "zina etmeyin" demiyor.
Furkan suresinin 68. ayetinde müminleri överken; "Onlar
haksız yere adam öldürmezler ve zina etmezler" buyuruyor.
Ne güzel terbiye metodu!
"Zinaya yaklaşmayın" yasağı, göz zinasını, el zinasını, dil
zinasını, insanları zinaya teşvik eden kitap, dergi, film,
bilgisayarlar yoluyla fuhuş internetlerine bağlanma gibi her

2566[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/421-423.
türlü yol kapatılır. Geniş bilgi için Nur suresi 2. ayete
bakınız. 2567[35]

33- Haksız yere Allah'ın haram kıldığı canı öldürmeyin.


Kim haksız yere öldürürse, onun velisine yetki vermişizdir.
Oda öldürmede aşırı gitmesin (kan davası haline getirip,
katilin yakınlarını öldürmeye kalkmasın). Çünkü o (veli şe-
riat tarafandan) yardım edilmiştir. Başta kendi canınız
olmak üzere hiçbir canı haksız yere öldürmeyiniz.!
Tarihi harabelerde bulunan, antika kabul edilen asarı atikayı
bulanlar onu kırmazlar. İpek gibi yumuşak fırçalarla
temizlerler ve yüksek fiyatlarla satarlar. Bu tür antika eserler
değerini yapımcısından ve yapıldığı dönemden alır.
İnsan ise bütün zamanları, mekanları ve insanları yaratan
Allah'ın eseridir. Ona daha fazla önem vermeli.
Bu insan neslinin korunması için insan nesline yönelik
saldırılara karşı cezalar belirlenmiştir. Bakara suresinin 178-
179. ayetlerinde kısas emredilmiştir.
Peygamber efendimiz "şu üç şeyden biri olmadıkça
müslümanın kanının akıtılması helâl olmaz:
1- Zina eden evli veya dul kişi
2- Kasden adam öldüren
3- Dinini terk edip cemaatten ayrılan (dinden dönen)"
buyurmuş.
Bütün dinlerin koruduğu cana kıyan, nesil bozan, dini
bozanlar cezalandırılıyorlar.
"Efendim cana kıymak yirminci asırda çağımıza yakışmaz"
diyenler şunu iyi bilsinler, kısası emreden Allah'dır.
Çağlanda, insanlarıda yaratan O'dur.
Bin tane kuzunun çayırda rahatça otlaması için bir tane kurt
öldürülür.
Bu Kur'an'a harp ilan edenler binlerce insanı öldürenleri,

2567[35]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/423.
öldürmeyelim diyenler insanlar arasında ayırım yapanlardır,
o binlerce cana acı-mayanlardır. Ve bundan sonrada
kıyılacak canları insan yerine koymayanlardır. Bir kurt için
bin koyun feda olsun diyen insan kurtlardır. 2568[36]

34- Yetim ergenlik çağına gelinceye kadar, yetimin malına


en iyi şekilde yaklaşın. Sözü yerine getirin. Çünkü sözden
sorumluluk vardır.
Nisa suresinin onuncu ayetinde; "haksız yere yetim malını
yiyenlerin kendi karınlarına ateş yemiş olduklarını" haber
verir. Allah(cc). Al-i İmran suresinin 180. ayetinde haram
yollarla kazanılan malların, hakkı verilmeyen malların,
kıyamet gününde ateş olup kişinin boynuna dolanacağını
haber verir.
Günümüzde bir insan kendini yakmak için meydan yerine
odun toplasa veya üzerine benzin dökse hemen müdahale
ederiz. Engel oluruz, hastahaneye götürür tedavi ederiz.
İşte bu haram yiyen, köşe dönen, çıkar sağlayan, görevini
kötüye kullanan, devleti soyan, yetimin hakkını yiyen
haramilerde kendi ateşini toplamaktadır. Onları başıboş
bırakmayalım, İslam şifahanesinde tedavi edelim.
Yetimin malından en iyi şekilde yararlanılabileceğini haber
veriyor. En iyiyi belirlemek Allah'a aittir ve Nisa suresinin
altıncı ayetinde bunu açıklamıştır.
Yetimin velisi veya vasisi, yetimin malını yetim adına
yönetir. Veli veya vasi zenginse, yetimin malından
yememesi tavsiye edilir. Eğer veli veya vasi faicir ise israfa
kaçmadan yetimin malından yer ve yetim ergenlik çağına
gelince şahitler huzurunda yetime malını iade eder. 2569[37]

35- Ölçtüğünüz zaman tam ölçün ve doğru terazi ile tartın.


Bu daha hayırlı ve sonuç itibariyle daha güzeldir.
2568[36]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/423-424.
2569[37]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/424-425.
Altın tartarken, buğday tartarken, elma tartarken terazinize
dikkat edeceksiniz ve doğru tartacaksınız.
Terazi, ölçü ve tartı yalnız bu yenip içilenlerde olmaz.
Gönül terazinizde doğru tartmalı. Sazın tellerinin ölçülü
sesler vermesi için akordu yapıldığı gibi gönül tellerime
akord edilmeli.
"İki kere düşün bir kere konuş" sözünde dilin dahi adalet
terazisiyle ölçülüp tartıldıktan sonra konuşulması
gerektiğine işaret vardır.
Allah(cc); er Rahman suresinin 5-9. ayetlerinde; "güneşin ve
ayın hesapla olduğunu, gökyüzününde bir ölçü içinde
bulunduğunu ve ölçü ve tartılarda haddi aşmamamız
gerektiğini vurgular "
Allah'ın adalet terazisi olanKur'anı bırakıp kendi akıl
terazisiyle tartan herkes haddi aşar. Belediyenin damgalı
terazisini bırakıp kendi yaptırdığı terazi ve kilolarla tartan
gibi olur.
Devlet kendisi Allah'ın adalet terazisiyle ölçüp biçtiği gibi
çarşılarda denetleyerek alıcı ve satıcıların tartılarımda
kontrol edecek.
Bu gerçekleşirse dünyaları güzel olur, ahiretleri cennet
olur. 2570[38]

36- Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme. Çünkü


kulak, göz ve gönül bunların hepsi ondan, (yaptığından)
sorumludur. Kulak, göz ve gönül, insanın en değerli org ani
andırlar. Ana rahminden dünyaya geldiğinde bu
organlarımız tertemiz olarak gelir. Ergenlik çağından sonra
her duyuş, her bakış ve düşünüş bizden birşeyler götürür
veya getirir.
Şair:
"Gözümün baktığına

2570[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/425-426.
Gönlümün aktığına
Kulağımın çaktığına
Estağfirullah tövbe" demiş.
Gözümüz haramın peşine düşmesin. Kulağımız yalana,
gıybete, iftiraya iltifat etmesin. Gönlümüz kayalar gibi
katılaşmasın Rabbin rahmet ayetleriyle yumşatılsın.
Gönlümüz batıl şeylere yaklaşarak küf tutmasın, zikrullah
ile Kur'anla cilalansın.
Gönlümüzde hazan yaprakları dökülmesin. Kur'an
gönlümüzün baharı olsun. Kur'an-ı Kerimde "Ülaike"
kelimesi ikiyüzdört defa geçmektedir. Hepsinde insanları
işaret etmektedir. Yalnız bu ayeti kerimede kulak, göz ve
gönüle işaret etmek için "Ülaike" kullanılmak suretiyle
bunlarında akıllıca kullanılmasına işaret edilmiştir. Her
organın ayrı ayrı hesaba çekileceği bildirilmektedir. 2571[39]

37- Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen ne yeri


yarabilirsin, nede boyca dağlara yetişebilirsin.
38- Bütün bunlar Rabbin katında kötü olan ve sevilmeyen
şeylerdir.
Efendimiz Mekke'yi fethettiğinde ilk yaptığı iş banyo
yaptıktan sonra dört rekatlı fetih namazı kılmak olmuştur.
Mekke'yi fethettik diye şımarmak, sokaklarda gösteriş
yapma yerine alnı secdeye koyup yüce Allah'ı teşbih etmek
vardır.
Sa'd b. Ebi Vakkas İran'ı fethettiğinde ipek halılara,
altınlara, kadınlara bakmadan alnını secdeye koyup
şükretmiştir.
Gören gözü, gülen yüzü yaratan Allah'dır. İnsan neyine
bakarak kibirlensin ki. Düşünen aklı, seven veya döven eli,
bazen bal akıtan, bazen zehir akıtan dili yaratan Allah'dır.
İnsan bunlardan birine güvenerek kibirlenmeye kalkarsa

2571[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/426.
akılsızlığını ilan etmiş olur.
İdris'ler de öldü İblisler de. Harun'lar da öldü, Karun'lar da.
Ölümlü insanın altmış yetmiş senelik ömründe açan başarı
çiçekleriyle büyük-lenmemelidir. Açan her çiçek soluyor
doğan her çocuk ölüyor.
Kibirli insanı Allah'da sevmez, kul da sevmez. 2572[40]

39- Bunlar sana Rabbinin vahyettiği hikmettendir. Allah'la


beraber ilah edinme. Yoksa kınanmış ve kovulmuş olarak
cehenneme atılırsın.
40- Rabbiniz size oğulları seçtide meleklerden kız (çocuk)
larmı edindi? Şüphesiz siz büyük bir söz söylüyorsunuz.
Bu surenin 22. ayetinde; "Allah ile beraber bir diğer ilah
edinme" yasağıyla başlayan ve kıyamete kadar her millet,
toplum ve fert için geçerli olan emir ve yasaklan
açıkladıktan sonra bu ayette insanlık yeniden uyarılıyor.
Allah'dan başka ilah edinme deniyor.
Bu uyanlar Rab'den gelen hikmetlerdir. Eşyayı olduğu gibi
tanımak ve onlara Allah'ın koyduğu tabii ve Kur'ani
kanunlarla yaklaşmak hikmetin ta kendisidir.
Müşriklerin çoğunluğu kız çocuğunu sevmezdi. Nahl
suresinin 58, ayetinde açıklandığına göre kız çocuğu
olduğunu duyan insanların yüzü kararır ve öfkelenirlermiş.
Aynı müşrikler melekleri Allah'ın kızları olarak tanırlar ve
Allah'a iftiraya yönelirlermiş.
Herşeyi o yarattığına göre ayrıca Hz. İsa'yı oğulu kabul
etmek, melekleri kızı kabul etmek küfürdür. 2573[41]

41- Biz, Öğüt alsınlar diye bu Kur'an da türlü şekillerle


anlattık. Ancak onların ürkekliğini artırıyor.
Rabbimiz rahmetinden bizleri uyarmak için Kur'an-ı
Kerim'inde emirler veriyor, yasaklar koyuyor, emre
2572[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/427.
2573[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/427-428.
uymayanların, yasakları çiğneyenlerin, Allah'a ortak
koşanların kötü sonuçlarını örnek vererek çeşitli şekillerde
açıklıyor. Ama nasibsizler bu örnekleri duydukları halde
Hak'dan ürküp kaçıyorlar. Aslandan ürkerek kaçıp, yine
aslanın kucağına düşen eşekler gibi oluyorlar ve bu dünyada
da Hak'dan kaçanlar yine onun huzurunda
2574[42]
toplanacaklar.

42- Deki: "Eğer onların dediği gibi O 'n un la beraber ilahlar


olsaydı o zaman elbette arş'in sahibine bir yol ararlardı.
43- O, onların dediklerinden münezzehdir, yücedir,
büyükdür.
Kendini ilah yerine koyan, "Allah yaratır ama ben
yönetirim" diyen firavunvari insanlar arşa çıkmamışlar. Hz.
İsa'ya ilahlık vermeye kalkanlar doğdukları gibi ölmüşler,
hastalanmışlar, acıkmışlar, bir tek ekmeğe ağızları sulanmış.
Kainatın düzenli işleyişi, ilahlık iddiasında olanların Ölüşü
Allah'ın yaratma ve yönetmede ortağının olmadığını
gösterir. Biz onların söylediklerini sübhanellah diyerek
günde beş vakit namazın ardında 165 defa reddederiz. 2575[43]

44- Yedi gök'le yer ve bunlardakiler O'nu teşbih ederler.


O'nu hamd ile teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ancak siz
onların teşbihini anlayamazsınız. Şüphesiz O, Halimdir,
(yumuşak davranır) bağışlayıcıdır.
Yaratılan herşeyin Allah'ı teşbih ettiğine inanmak eşyanın
kendine has dili olduğunu kabul etmektir. Günümüzde
(çiçeklerin dili) diye yapılan bilimsel araştırmalar eşyanında
kendine göre anlayışı ve ifade tarzı olduğunu ortaya
koyarken ayetin anlaşılmasına yardım ediyorlar.
Yunus Emre ise şöyle ifade etmiş;
Dağlar ile taşlar ile
2574[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/428.
2575[43]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/428-429.
Çağırayım mevlam seni.
Seherdeki kuşlar ile
Çağırayım mevlam seni. 2576[44]

45- Sen Kur'an okuduğun zaman seninle ahirete iman


etmeyenler arasına gizli bir perde çekeriz.
46- Onu (kur 'anı) iyice anlamalarını engellemek için
kalbilerine perde çeker kulaklarına ağırlık kılarız. Kur'anda
birtek Rabbini andığın zaman ürkerek arkalarına dönüp
giderler.
En güzel Allah kelamına bu kafirler niçin kulak vermezler,
niçin iman etmezler, neden kulaklarını kaparlar, diye
kendimize sorarız. İşte bu ve bunu açıklayan ayetler
nedenini ve niçinini haber verir.
Bir insanı dikkatle dinlerken öbürünü dinleyemezsiniz.
Halbuki kulağınız açık olduğu halde söyleneni
anlayamazsınız. İşte kafirlerde kulaklarını kendileri gibi bir
insanın sözüne çevirdiklerinden kulaklarına görünmez perde
çekilmiş olur. Bunu kafirlerin dilinden Fussilet suresinin
beşinci ayetinde kafirlere Allah'ı zikrettiğinizde kalbleri
tiksinir ama tapındıkları adamın adı anıldığında
sevindiklerini haber verir. Eh ne yapalım gübreyi s,even
böcekler olduğu gibi, çiçeği seven böceklerde vardır.
Kafirleri önce bulundukları pislikden uzaklaştırmalı.
"Lailahe" ile temizleyip, "İllallah" ile güzelleştirip
süslemeli. 2577[45]

47- Onlar seni dinlediklerinde neyi dinlediklerini, zalimler


fısıltı halinde konuşurlarken "siz ancak büyülenmiş bir
adama uyuyorsunuz" dediklerini biz daha iyi biliriz.
48- Bak (sihirbaz, deli, vs. demekle) seni kimlere benzettiler
de yoldan saptılar. Artık yol bulmaya güçleri yetmez.
2576[44]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/429.
2577[45]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/430.
Pislikde debelenenler bulundukları yerin kötülüğünü
kapatmak için güzelliklere çirkef atmak istemişler.
Efendimize deli demişler, sinirlenmiş demişler. Ama
tutmamış.
Günümüzde de o yolun yolcularına Radikal dinci,
fundamantalist kelimeleriyle hakaret edip etkisiz hale
getirmek istiyorlar, ama ataları Efendimizi güçlendirdiği
gibi, bunlarda müslümanlari güçlendiriyorlar. 2578[46]

49- Dediler ki: "Biz kemik ve ufahp toprak olduktan sonra


yeniden yaratılıp diriltilecek miyiz?"
50- Deki: "İster taş olun, ister demir olun (yinede
diriltileceksiniz)."
51- Yahut gönülünüz de büyük olan bir yaratık olun (yinede
diriltileceksiniz) "O halde bizi kim iade edecek" diyecekler.
Deki: "Sizi ilk defa yaratan (diriltecek)." Bunun üzerine
sana başlarını sallayacaklar ve "Ne zaman?" diyecekler.
Deki: "Umulur ki o yakındır."
52- O gün sizi çağıracak ve siz onun hamdi ile cevap ve-
receksiniz. Ve siz çok az kaldığınızı zannedeceksiniz.
Eski ateistlerden biri yani eski gavurlardan biri bana: "Bir
insan denize düşse, onu balina yutsa, balinayı balıkçılar
tutup bin parçaya bölse, bu balinayı yiyenlerin biri denizde
ölse, öbürü karada ölse, toprak olsa, biri yansa duman olsa,
bu denize ilk düşeni Allah nasıl toplayacak?" diye sormuştu.
Bende ona Yasin suresinin son ayetlerini anlatmış ve
kendisini hiç yokdan bu hale getirenin tekrar toplayacağını
söylemiştim. Kendisinin toplanmasını görmeyenler,
düşünmeyenler bu sözleri söylüyorlar. Ana rahmine
düşerken ki küçüklüğünü düşünse sonra dünyanın her
tarafından gelen hava, su ve gıdalarla nasıl büyüdüğünü bir
düşünse Allah'ın insanları nasıl toplayacağına inanır.

2578[46]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/430-431.
Ölümlü insan bile dünyanın bir ucundan verdiği ses, renk ve
görüntüyü öbür ucundan alıcı aletle topluyor. Allah'ın
yarattığı doğumlu ve ölümlü insan bunu yaparsa Allah niçin
yapamasın? dediğimde "Yapar hocam" demişti.
Kafirin mantığında, inkarında ve söylediklerinde her asırda
hiçbir değişiklik yok. Ben bu konuyu "Küfür cephesinde
yeni bir şey yok" isimli eserimde örnekleriyle
açıkladım. 2579[47]

53- Kullarıma söyle: (müşriklere) en güzel şeyi söylesinler.


Çünkü şeytan aralarını dürterek birbirine düşürür. Çünkü
şeytan insana apaçık düşmandır.
Mü'minler her sözü duyarlar en güzeline uyarlar. 2580[48]
Mü'minler en güzel sözü söylerler. Mü'minler en güzel
sözünde Allah kelamı olduğunu bilirler. 2581[49]
Mü'minler mücadele ederken en güzel şeyle mücadele
ederler. 2582[50]
En güzel söz Allah kelamı olması nedeniyle biz insanlara
Alîah kelamını anlatmalıyız. "Bana göre" derseniz
karşınızdakininde "bana göre" deme hakkının olduğunu
biliniz ve ses çıkarmayınız.
Akıl akıldan üstün olduğuna göre bir kafir sizden daha güzel
şeyler düşünebilir. Ama siz Allah'ın kelamını insanlara
sunarsanız bilinki o söz en doğru olanıdır. En güzel olanıdır.
Karşınızdaki o anda kabul etmese bile en doğru sözü onun
aklına nakşetmiş oldunuz.
Ancak siz kendi görüşlerinizle karşınızdakini o anda ikna
etseniz bile sizin gölüsünüz, sizin gibi ölümlüdür. Gözünüz
gibi ileriyi görmede kusurludur. Onun için her konuda
Allah'ın muradını, emrini, yasağını ve tavsiyesini bilip
insanlara aktarmamız emrediliyor.
2579[47]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/431-432.
2580[48]
Zümer 18
2581[49]
Zümer 23
2582[50]
Nahl 125
Şeytan sizi kendi fikirlerinizi süsler, cazip hale getirir ve sizi
konuşturur. Allah kelamı ile sizin aranıza girer. Siz Allah
kelamı anlatsanız, sizinle anlattığınız insan arasına girer ve
konuşmayı çekişmeye döndürmek ister. Siz şeytana fırsat
vermeyin. 2583[51]

54- Rabbiniz sîzi daha iyi bilir. Dilerse size rahmet eder,
dilerse size azap eder. Biz seni onlar üzerine vekil gönder-
medik.
55- Göklerde ve yerde olanları Rabbin daha iyi bilir.
Peygamberlerin bazısını, bazısına üstün kıldık. Davud'a
Zebur'u verdik.
Cennet Allah'ın tekelindedir. İnsanların tekelinde deildir.
Amelimize güvenmeyeceğiz, Allah'a güveneceğiz. Allah'ın
rızasını kazanmak için amellerimizi güzelleştireceğiz.
Allah (c.c.) peygamberler arasında da birbirine üstün
olanların varlığını haber verdikten sonra Davud (a.s.)'a
Zebur'u verdiğini haber ver-mekle bir insanın sahip olduğu
en değerli şeyin Allah kelamı olduğuna dikkatimizi çekiyor.
Davud (a.s.)'a devlet verdik demiyorda Zebur'u verdik
diyor. Kitap devlet kurar ama devlet kitap yazamaz. 2584[52]

56- Deki: "Onun dışında (Hanlığını) iddia ettiklerinizi


çağırın. Sizden zararı kaldırmaya ve değiştirmeye güçleri
yetmez.
57- O yalvardıkları (putlar) da hangisi daha yakın diye
Rablerine vesile ararlar. Rahmetini umarlar ve azabından
korkarlar. Şüphesiz Rabbiyin azabı korkunçdur.
Kendisi muhtaç olan, başı ağrıyan, ihtiyarlayan ve ölen
insanların sözlerini Allah kelamının önüne geçirerek onları
il ahi astıranlar bilsinlerki o tapındıkları ilahlarda şimdi
Rabbin rahmetini isteyip Rabbin azabı karşısındadir tir
2583[51]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/432-433.
2584[52]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/433-434.
titriyorlar.
Rabbimiz bizi uyanyoor ve Rabbimiz Allah'dan başka ilah
kabul etmememizi istiyor. 2585[53]

58- Hiçbir ülke yoktur ki biz onu kıyamet gününden önce


helak etmeyelim veya şiddetli bir şekilde azap etmeyelim.
İşte bu kitapda (levhi mahfuzda) yazılıdır.
Dünyaya kazık çakmak, ebediyen kalmak isteyenler bilsinki
kıyamet anında dağlar yün ipliği gibi atılacak, kimse
kalmayacak. Bu kafirler için ayrı bir azap olacak. 2586[54]

59- Bizi mucizeler göndermeliden ancak evvelkilerin ya-


lanlaması engellemiştir. Semud'a açık bir şekilde dişi deveyi
verdik de onlar (Semud'un kavmi) o deveye (boğazlayarak)
zulmettiler. Biz mucizeleri korkutmak için göndeririz.
Mekkeli müşrikler efendimizden Safa tepesinin altın'a
dönüşmesini, Mekke dağlarının kaldırılarak ziraata elverişli
hale gelmesini isterler. Allah (c.c.) Rasulüne "eğer dilersen
onlara istediklerini veririm. Ancak yinede küfrederlerse
daha öncekiler helak edildiği gibi helak olurlar. Eğer
dilersen onlara teenni ile muamele ederiz. Umulurki
onlardan hayırlı çocuklar çıkarırız" buyurur. Efendimiz de
"onlara teenni isterim" der ve bu ayet nazil olur. 2587[55]
Bu ayeti delil getirerek "Peygamberlerin mu'cizeleri yoktur"
diyenler Peygamberlerin Kur'anda bildirilen yüzlerce
mucizesini inkar edenlerdir.
Kur'an-ı Kerimde; Hz. İsa'nın ölüleri dirilttiği, hastalan iyi
ettiği, çamurdan kuş yapıp uçurttuğu bütün bunları Allah'ın
izniyle yaptığı 2588[56] bildirilir. Yine (Maide suresi!44.
ayetinde) Allah(cc); havarilerin; "gökden sofra insin"
isteklerini kabul etmeyip, "Eğer iner de ondan sonra da kafir
2585[53]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/434.
2586[54]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/434-435.
2587[55]
Ahmed b. Hanbel, Müsned 11258, Tefsir-ün-Nesai 1/655, Hakim Müstedrek 2/362
2588[56]
Maidesuresi 110. ayette
olursanız, alemde kimseye yapmadığım azabı yaparım"
buyurur.
Bu surenin 101, ayetinde Musa (a.s.)'a dokuz mucize
verildiği haber veriliyor. Ve bu mucizeler diğer surelerde
ayrı ayrı açıklanıyor. 2589[57]
Salih (a.s.)'a devenin verilişide bir mucizedir. Mucizeler
ikna etmek için değildir. Aklı olanları ikna için kitap yeter.
Mu'cizeler kafirleri korkutmak içindir. 2590[58]

60- Hani biz sana: "Şüphesiz Rabbin insanları kuşattı"


demiştik. Sana gösterdiğimiz rüyayı insanlar için bir fitne
(imtihan) kıldık. Kur'anda Ia'netlenen ağacıda (imtihan
kıldık.) Biz onları korkutuyoruz. Fakat bu onların azgınlık-
larını artırıyor.
Buruc suresinin 20. ayetinde; "Allah onları arkalarından
kuşatmıştır" buyurarak Rasulüne kafirlere karşı galip
geleceği müjdesini verir. Burada bu müjde hatırlatılır.
Efendimizin mi'rac gecesi gördükleri kafirler için ve kalbi
kaygan kişiler için bir imtihan olmuştur. Kafirler Mi'rac
gecesi meydana gelen Esra'yı inkar etmekle, kalbi kayganlar
tekrar küfre dönmekle imtihanı
kaybetmişler.
"Kur'anda Ia'netlenen ağaç" dan kasıt Duhan suresinin 43-
44. ayetlerinde bildirilen zakkum ağacıdır.
Sebe suresinin 62-67. ayetlerinde, cehennemin dibinden
çıkan bu ağacın bir imtihan olduğu bildirilir. Nasıl imtihan
olur?
Zakkum ağacı cehennemdeki günahkarların yiyeceğidir ve
cehennemin dibinden çıkar, haberine kafirler "Ateş yanan
yerden ağaç bitmez ki" diyerek inkar etmişler ve imtihanı
kaybetmişler.
Bizler suyun içindeki ateşi görenlerdeniz. Çakmak taşinın
2589[57]
Nemi 10-12, A'raf 130-133
2590[58]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/435.
içinde binlerce ormanı yakacak ateşi biliriz. Yasin suresinin
son ayetleri de; yemyeşil ağaçda ateşi yaratan Allah'ı bize
tanıtmaktadır.
Dikkat edilsin: Bu ayetlerdeki Zakkum ağacı ile tabiatı
süsleyen güzel çiçekli zakkum ağacı arasında bir alaka
yoktur. 2591[59]

61- Meleklere: "Adem'e secde ediniz" dediğimizde iblis


hariç hepsi secde ettiler. (İblis): "Ben, çamur olarak yarat-
tığın kişiye secde eder miyim?" dedi.
62- (İblis) dedi ki: "Şu bana üstün kıldığın (Adem'i) gördün
mü.? Eğer beni kıyamet gününe kadar geciktirirsen onun
neslinin pek azı hariç hepsini çenelerinden tutup sü-
rükleyeceğim."
63- (Allah) : "Git. Onlardan kim sana uyarsa bol bir ceza
alarak cehennem sizin cezanızdir" dedi.
Şeytan bir mantık oyunuyla yoldan çıkmış ve kafir
olmuştur. Şeytan kendisinin ateşten yaratıldığını, Adem'in
toprakdan yaratıldığını ileri sürerek secde etmekden
kaçınmış ve kafir olmuştur. 2592[60]
Toprakdan yaratılanda keramet olamayacağını ileri sürmüş
ve kendi kerametini kaybetmiştir.
Üstünlüğü en üstün olan verir. Makam, mevki, rütbe gibi
özellikleri bir üst makam verir. İnsanı mükerrem kılan
Kerim olan Allah'dır.
İnsanoğlu Kerim olan Allah'a değilde ateşten yaratılan
şeytana uyarsa cehennem ateşine girer. 2593[61]

64- "Onlardan gücünün yettiği kişileri sesinle yerlerinden


oynat, atlı ve yaya (asker) lerini onların üzerine yaygarayı
bas, mallarda ve evladda onlara ortak ol. Ve onlara (boş)

2591[59]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/436.
2592[60]
Bakınız: A'raf 12
2593[61]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/436-437.
vaadler yap. Şeytan onlara ancak aldanmayı va'deder.
Şeytan ve insandan olan şeytanlar atlarıyla, arabalarıyla,
uçaklarıyla, gemileriyle, uydularıyla her türlü askeri ve
ekonomik güçleriyle müslümanlar üzerine gelmek ve onlara
yular takarak çenelerinden çekmek isterler.
Mallarını Allah'a baş kaldıran putların zulüm kanunlarını
korumak için harcatarak mallarına ortak olurlar. Çocuklarını
dinsiz, ateist, gavur yetiştirerek çocuklarına ortak
olurlar.Ancak. 2594[62]

65- Benim kullarım (a gelince) senin onlar üzerinde otoriten


yoktur. Vekil olarak Rabbin yeter.
Gerçekten Allah'a kul olmuş insanlar üzerinde şeytanın
hiçbir sözü geçmez. Çünkü o Allah kulu, Allah için görür,
Allah için yürür, Allah için duyar, Allah için sever, Allah
için harbeder, Allah için yer, Allah için uyur, Allah için
sevinir, Allah için üzülür.
Şeytana giriş kapısı bırakmaz. Ezanla şeytanı kovar, oruçla
şeytanın giriş kapılarını daraltır ve kapatır.
Dayandığı ve güvendiği Allah olduğundan, şeytanıda Allah
yarattığından şeytandan korkmaz. Onun şerrinden Allah'a
sığınır ve Euzü billahi mineşşeytanir-Racim'i çok
söyler. 2595[63]

66- Rabbiniz O'dur ki fazlı (keremi) inde (rızik) arayasiniz


diye sizin için denizde gemiyi yüzdürür. Şüphesiz O size
çok merhametlidir.
67- Denizde size bir zarar dokunduğunda O (Allah'dan)
başka çağırdıklarınızın hepsi yok olur gider. (Allah) sizi
karaya çıkarınca (Allah'dan yüz çevirdiniz. İnsan çok nan-
kördür.
68- Kara tarafında sizi yere batırmasından veya üzerinize taş
2594[62]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/37-438.
2595[63]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/438.
yağdırmasından emin mi oldunuz? Sonra kendinize hiçbir
vekil bulamazsınız.
69- Yoksa sizi tekrar denize döndürüp üzerinize fırtına
gönderip nankörlük yapmanız sebebiyle boğmasından emin
mi oldunuz. Sonrada bize karşı sizin öcünüzü alacak bula-
mazsınız.
70- Muhakkak biz Adem oğullarını değerli kıldık. Karada
ve denizde onları taşıdık. Onlara güzel rızıklar verdik.
Yarattıklarımızın bîr çoğu üzerine üstün kıldık.
İnsanı yaratan Allah. Kainatı renk ve ışıklarla donatan
Allah. Denizleri ve gemileri yaratan Allah. Fırtınalar estiren
Allah. Deniz üstünde gemileri beşik gibi sallayan Allah.
Darda kalanları kurtaran Allah.
Denizde batmak üzere olanlara izinden gittiği insanlar
yardım edemez. Onlarda zaten yardım çağrılarından
(S.O.S.) cevap alamayınca Allah'a yönelirler.
Doktorlar "bizden bu kadar, gerisi Allah'a kalmış"
dediklerinde Allah'a yönelirler. İyi oluncada bir kısmı
Allah'ı tekrar unutur. Günümüzde bir çok insanın İslama
girmesine zor durumlardan Allah'ın onları kurtarması sebeb
olmuştur. Bizler ise zor durumda da, rahat halde de Allah'ı
anan, günde beş defa huzuruna varan müslüman-lanz.
Bizi diğer yaratıklara üstün kılan Kerim olan Allah'a kulluk
edelim. Şeytan gibi insanlara kulluk yaparak değerimizi
düşürmeyelim. 2596[64]

71- O gün bütün insanları önderleriyle çağırırız. Kimlerin


kitabı sağından verilirse, işte onlar kitaplarını okurlar ve
zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.
Kıyamet gününde önderlerimizin yanında olacağız. Ahirette
kimin yanında olmak istiyorsanız bu dünyada onun izinden
gidiniz. İzleyen izlediğine ulaşır.

2596[64]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/438-440.
Ahzap suresinin 67.(ayetinde kafir önderlerin peşinden
gidenlerin kıyamet gününde "Rabbimiz, biz beylerimize ve
büyüklerimize itaat ettik, onlarda bizi sapıttılar, Rabbimiz
onların azabını iki kat eyle" diyeceklerini haber verir.
Uyanlar böyle sızlanırlarken, uyulanlar bakın ne
söyleyecekler: "Benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu.
Ben sizi çağırdım sizde geldiniz. Beni kınamayın, kendinizi
kınayın." 2597[65] Mazeretler fayda vermeyecek. Çünkü her
tenin canı ayrı yaratılmıştır. Herkes kendisine verilenlerden
sorumludur. Her zalim önderin iki eli iki ayağı vardır. İki
elle milyonlarca insana zulmedemez. Ancak milyonlarca
insanın mayası bozulur, zulmetmeye meylederse Önderleri
onların iç dünyasının şekillenmiş haline dönüşür. Rabbimiz
buyurur: "Bir toplum kendini değiştirmedikçe Allah o
toplumu değiştirmez." 2598[66]

72- Kim bu dünyada (kalbi) kör olursa, o ahirette de kör


olacaktır, yol bakımından daha da şaşkındır.
Baş gözü görmeyen kör, bu dünyanın güzelliklerinden kısa
bir süre yararlanamaz. Ama mümin olarak ölürse, ahirette
sonu gelmez senelerde, cennetin güzelliklerini görecektir.
Gönül gözü kör olanlar ise dünyaya bakarken öküzün
karpuz kabuğuna baktığı gibi, kedinin bülbüle baktığı gibi
bakarlar ve zevk alırlar ama kısa bir ömrün zevkleri içinde
zevkleri yaratana bakmadan ölürler ve cehennemi boylarlar.
Baş gözü kör olan bu dünyada bir çukura düşse yine çıkar.
Ama gönül gözü kör olan kafir, ateist cehennem çukuruna
düşer, fakat çıkamaz.
Gönül gözü kör olanlar gözlüğün camına bakacağım
deyipde ileriyi görmeyenler gibidirler. Gözlüğün camı
Kur'anın yazısını göstermek içindir. Yazıya bakarsanız
görürsünüz. Cama bakarsanız göremezsiniz.
2597[65]
İbrahim 22
2598[66]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/440.
İşte kafirlerde yaratılanları görür. Ona bakarken yaratıcıyı
göremez. Hz. Ali (r.a.) "Yaratılan herşeyde Allah'ın ilmini
ve kudretini görüyorum" diyor.
Baş gözü dünyaya kapalı gönül gözü Allah'a açık Abdullah
ibni Ümmü Mektum, Gufran'da. Baş gözü dünyaya açık,
gönül gözü Allah'a kapalı, Ebu Cehil ise Hüsran'da. 2599[67]

73- Neredeyse sana vahyettiğimiz hakkında seni fitneye


düşürüp, vahyimizin dışında bize iftiraya düşüreceklerdi. O
zaman seni dost edineceklerdi.
(Nerdeyse müşrikleri imisin man yapmak için onlara ta'-viz
verecektin ve onların dostluğunu kazanacaktın. Kafirin
dostluğunu kazanmak, Allah'ın dostluğunu kaybettirir.
Ta'vizle bir yere varılmayacağı öğretilir.)
74- Eğer biz seni sabit kılmasaydık, onlara biraz meyle-
decektin.
75- O zaman bizde sana hayatında, ölümü kat kat (azab) ını
tattırırdık. Sonrada sen bize karşı hiçbir yardımcı bula-
mazdın. Kafirlerin taktikleri: Önce önemsememek. Biraz
sonra hakaret etmek, hafife almak, alay etmek, aşağılamak.
Daha sonra sövmek, dövmek, canına ve malına zarar
vermek, iftira etmek. Yakmak, sürgüne göndermek.
Hapsetmek, işkence yapmak. Hz. İbrahim'e, Musa'ya,
Yusuf'a, Nuh'a, İsa'ya, (s.a.v.)'a yapılanları Kur'andan
okuyorsunuz. Bütün bunlar Efendimize ve değerli ashabına
yapıldı. Sonuç alamayınca para teklif ettiler. Kadın teklif
ettiler. Devlet başkanlığı teklif ettiler. Yinede başarılı
olamadılar.
Efendimiz hiçbir ta'viz vermeden, tekliflerine dönüp
bakmadın yürüdü. O dünya güzeli insana dost olacakları
yerde düşman oldular. Gâvura Yaranamazsınız. Şeyh Sadii
Şirazi anlatıyor; Karga ile bülbülü aynı kafese koymuşlar.

2599[67]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/440-441.
Bülbül susmuş kalmış. Kargada ellerini ovuşturmuş, la
havle çekmiş ve "hey Allah'ım ne günah işledim de böyle
uğursuz, çirkin bir cüceyle aynı yerde kalma cezasına
çarptırıldım" demiş.
Son günlerde bizim kesimde gâvura yaranma, şirin
görünme, sırıtma operasyonları başladı. Kur'an-ı Kerim
müşriklerin neces=pislik olduklarını haber verirken 2600[68]
kafirler hayvanlardan da aşağıdır derken 2601[69] İslamcı
aydınlarımız gâvura yaranmak için "filan beyin kitabında,
falan beyefendinin dergisinde, feşmekanın panelde dediği
gibi" diye başlayan sözleriyle Ateist=gâvurcukların mikrop
kutusu kitaplarını, gencecik delikanlılarımızın tertemiz
yüreklerine yerleştirdiler.
Hiç birimiz Peygamber Efendimizden daha adil, daha
merhametli, daha şefkatli olamayız. Çünkü onun ahlakı
Kur'ana göreydi. Büyük bir ahlak üzerine idi.
Onun Medine devletinde yaşamakta olan münafık
kafirlerden haber verirken "Eğer bir sığmak, mağara veya
girecek bir yer bulsalar oraya çabucak giderler"
buyuruyor. 2602[70]
Yani rahmet Peygamberinin yönetiminden sıkıldıklarını
haber veriyor Rabbimiz.
Mü'min ışık gibidir. Kafir karanlık gibidir. Işık yanarsa
küfür ya nura dönüşür veya çeker gider. Veya kuytu bir
yerde gizlenir, nurunu söndüreceği zamanı kollar.
-Peki bu imansız kafirlerle ilişkilerimizi kesersek onları kim
kurtaracak?
-Hayır! İlişki kesilmesin. Onlara, doktorun hastasına baktığı
gibi bakınız. Aids, verem, veba, kanser hastalığı insanın bu
dünyasında geçici bir zaman için zarar verir.
İmansızlık hastalığı, insanın sonu gelmez senelerde

2600[68]
Tevbe 28
2601[69]
A'raf 179
2602[70]
Tevbe 57
cehennemde yanmasına sebeb olur.
Ateşe doğru koşan bir çocuk veya deli görseniz malınızı,
mülkünüzü, ibadetinizi, namazınızı bırakır onu kurtarmaya
koştuğunuz gibi, malınızı, mülkünüzü harcayın onların
imansızlıkdan kurtulması için gayret gösterin.
Namazlarınızın ardından dua edin. Saygın bir kişi olduğunu
söylerseniz imansızlığından memnun olmasını sağlarsınız.
Doktor hastasına "sen beyninden rahatsızsın. Hastahanede
yatacaksın ve seni tedavi edeceğiz" diyor. Hastada
hastalığını kabul eder, hastahanede .yatar, ilaçlan kullanırsa
fayda verir.
Bizimkiler, imansızı kendilerinden yukarıda görüyor.
Değerli yazar, düşünür, sayın gibi ifadelerle gayet sıhhatli
olduğunu söylüyor. Sonrada o sıhhatli adama faydalı
olacağını zannediyor ve kendisine hastalık bulaştırıyor.
Allah korusun bu hastalıklıda ölürse Kur'an'ın ifadesiyle
"Keşke filanı dost edinmeseydim" der. (Furkan 28) Gelin
eyvah demeden Allah diyelim. 2603[71]

76- Neredeyse seni yurdundan çıkarmak için rahatsız


edecekler. (Mekkeliler seni yurdundan çıkaracaklar.) O za-
man onlarda senden sonra (Mekke'de) çok az kalacaklar.
(Sen Mekke'yi fethedeceksin).
77- Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimizin ka-
nunu budur. Sen bizim kanunumuzda bir değişiklik bula-
mazsın.
Ok'un ileriye atılması için yay'ın geriye doğru çekilmesi
gerekir.
Hicret, birçok Peygamberin hayatında yaşanmıştır."
Efendimizi Mekke'den çıkmaya zorlamışlar. O Medine'ye
kadar yürümüş ama sekiz sene sonra Mekke'yi fethetmiş, ve
Rabbimizin bu ayetlerdeki va'di gerçekleşmiştir.

2603[71]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/441-443.
Olgun fikirlerin önüne duracak ordu icad edilmediği gibi,
kemale ermiş bir dini engelleyecek bir güç yeryüzünde
yoktur.Namık Kemal:
"Merkezi hake atsalarda bizi, Küre-i arzı patlatır çıkarız."
diyor.
Firavunların, Nemrudların, Neronların ateşi, işkencesi,
Peygamberlerin ve onların yolunda yürüyenlerin yolunu
kesememiş, kesmeye çalışanların ülkeleri ellerinden gitmiş.
Çünkü bu yolun yolcuları Mehmet Akif gibi:
"Cehennem olsa gelen göğsümüzle söndürürüz, Bu yol ki
Hak yoludur, dönme bilmeyiz yürürüz,diyorlar ve zalimlerin
zulmünü Allah'ın bütün illeri ve kullarından gidermeye
çalışıyorlar. 2604[72]

78- Güneşin (öğleyin) kaymasından, gecenin kararmasına


kadar namaz kıl ve sabah (namazının) Kur'anıni yerine getir.
Çünkü sabah Kur'ani (melekler tarafından) görülür.
79- Gecenin bir kısmında sana fazladan bir namaz olarak, O
Kur'anla teheccüd namazı kıl. Umulur ki Rabbin seni
Makamı Mahmud'a gönderir. Kafirlerin baskılarından
bahsettikten sonra namaza geçiyor. İlk nazil olan surelerden
Müzzemmil suresinde de gece namazına dikkat çekiliyor.
Gündüz uzun ve zor bir yolculuğa çıkılacak, çetin insanlarla
karşılaşılacak onun için namaz kılarak kişi kendisini
Rabbinin kela-mıyla doldurmalı.
Öğleyin güneş tam tepeden kayınca Öğle namazını, daha
sonra ikindi namazını, karanlık bastırınca akşamı, daha
sonra yatsıyı kılmalı. Gecenin yarılarında kalkıp teheccüd
kılmalı. Ebu Ümame (r.a.) Efendimizden şöyle rivayet
ediyor: "Gece namazını kılmamız gerekir. Çünkü gece
namazı geçmiş salihlerin adetidir. Gece namazı Rabbinize
yaklaşmakdır. Kötülüklerin keffareti, günahları

2604[72]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/443-444.
engelleyendir."
Secde suresinin 16-17. ayetlerinde geceleri yataklarından
ayrılıp cehennemden korkup, cenneti ümid ederek namaz
kılanların gözlerinin aydın olacağı ve Rabbin onlara neler
vereceğini kimsenin bilmediğini haber verir.
Sabah Kur'anı Efendimiz (s.a.v.) sabah namazının farzında
Kur'andan uzun sureler okurdu. O sünnete uymak için
imamlarımız birinci rekatta en az bir sayfa ikinci rekatta
yarım sayfa okurlar.
Efendimiz: "Namazda Kur'an okumak, namaz dışında
Kur'an okumakdan efdaldir. Namaz dışında Kur'an okumak,
teşbih çekmek ve tekbir getirmekden efdaldir"
buyurur. 2605[73]

80- Deki: "Rabbim benî doğru bir girişle girdir ve doğru bir
çıkışla çıkar. Bana katından yardım edici bir delil ve kuvvet
ver.
81- Deki: "Hak geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz batıl yok
olup gidecektir.
Bu surenin 76-77. ayetlerinde Efendimize yapılan
baskılardan ve bu baskıların sona erip baskı yapanların
baskına uğrayacaklarından haber veriyordu.
Rabbimiz, müşriklerin saltanatını sona erdirmek için
Efendimizi eğitiyor. Onun dua etmesini istiyor. Ve Dua ile;
girilecek, gidilecek bir yer, bir sığınak vermesini istemeyi
öğretiyor.
Böylece fetihler için dua yapılırken maddi, fiziki şartlarada
riayet edilmesi öğretiliyor.
Zalimlerin zulmüne, kafirlerin küfrüne son vermek için
Habeşistan'a veya Medine'ye hicret edilebileceğine ve
oralarda güç topladıktan sonra tekrar gelip batılın yok
edilmesi gerektiğine dikkatimiz çekiliyor.
2605[73]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/444-445.
Beyhaki Suab-ül-iman 21413, Babün fi Ta'zim-il-Kur'an. Bak: Tefsiri ihni Badis s: 31
Güneş gelince karanlık yok olur.
Işığın hızı saniyede 300 bin kilometre ise karanlığın hızıda
aynıdır.
Birileri evinizin ışığını söndürüverirse sabaha kadar
sövseniz ışığınız yanmaz. Ancak hemen kalkar, kibriti veya
çakmağı çakarsanız veya düğmeye basarsanız ışığınız gelir.
Siz Hakk'a sarılarak gelmeye bakın. Siz yağmur gibi gelin,
çoraklık kendiliğinden gider. Siz bahar gibi yeşerin,
kuraklık gider. Hak ile gelince, batıl gider. Efendimiz
Mekke'yi fethettiğinde Ka'be'deki putları devirirken "Hak
geldi batıl yok oldu" ayetini okuyordu. Ama gelmişti. 2606[74]

82- Biz Kur'andan mü'minlere şifa ve rahmet olan şeyleri


indiriyoruz. Zalimlerin ise ancak hüsranını artırır.
Bedeni, ruhi, ahlaki, toplumsal hastalıklarımızın şifasıdır
Kur'an. Bize kapı çalmanın adabından, devlet yönetmenin
kurallarına kadar herşeyi öğretir Kur'an. Kur'an'daki 114
sure; eczahanelerdeki ilaçların konduğu raflar gibidir.
Altıbin küsur ayet-i kerime o raflardaki ilaçlar gibidir. Bir
mü'min hangi ayetin, hangi surede olduğunu ve hangi
dertlere deva olduğunu bilmeli. Veya bilenlere müracaat
etmeli.
Yaratılan herşeye ayet dendiği gibi Kur'an-ı Kerimde her iki
durak arasındakine de ayet denir.
Bedeni hastalıklarımıza tabiattaki şeylerden yararlanılarak
ilaçlar bulunduğu gibi, ruhi, ahlaki, toplumsal
hastalıklarımızada Kur'an ayetlerinden şifa bulunur.2607[75]

85- Sana Ruh'dan soruyorlar. Deki: "Ruh Rabbimin emrin


dendir. Size ilimden pek az şey verilmiştir."
Ruh: Cesede hayat veren, hareket veren ve o topraktan
yaratılan ten'e anlayış veren can'dır. Türkçede buna '"can"
2606[74]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/445-446.
2607[75]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/446-447.
diyoruz ama nedir, nasıldır bilmiyoruz. Buhari'nin (K.
Tefsir, Bab-ü Yeselünek bölümünde) rivayet ettiği bir
hadise göre; Efendimize Ruh'dan sorarlar, bunun üzerine bu
ayet nazil olur.
Ana rahminde küçücük bir nutfe iken büyüyen, dokuz ay
sonra dünyaya gelen, topraktan aldıklarıyla büyüyen
insanın, teni topraktan geldiği için, toprağa bağımlıdır ve
yer çekimine tabiidir.
Can ise Rahman'dan geldiği için gıdası da Rahman'dan
gelir. O'da Allah'ın zamanla indirdiği kitaplar ve en son
indirdiği Kur'an-ı Kerimdir. Can kuşumuz bu cihana
sığmaz. Gördüğü, duyduğu herşeyden çabuk usanır. "Can
kuşu" sözüde efendimizin: "O serçe kuşu gibidir her zaman
uçarak yer değiştirmek ister" sözünden alınmıştır. 2608[76]
Can kuşu hep ötelere uçmak ister. Aya ayak basar, güneşe
uçmak ister. En güzel şiiri yazdığı an onu beğenmez,
yenisini ve güzelini arar. O aradığını bu dünyada bulamaz.
Onun aradığı cennetin güzellikleridir.
Galip dede:
"Bir şu'lesi varki şem'i canın Fanusuna sığmaz asumanın."
diyerek bu can mumunun bir anlık parlaklığına bu kainat
fanus olamaz der. Ama Allah dileyince bu ten'e sığıyor.
Ancak bu ten'de sıradan toprak yığını değildir. "Tin"
suresinde; "en güzel kıvamda yaratıldığı" haber verilir.
Topraktan süzülüp çıkarılan bu ten yine Galip dedenin:
"Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen Merdûm-i dide-i
ekvan olan Adem'sin sen." dediği gibi insan, alemlerin bir
hulasası, kaymağı ve kainatın gözbebeğidir. Onun içindir ki;
Haşr suresinin 21. ayetinde de ifade edildiği gibi yerin ve
göğün taşıyamayacağı bu Kıır'an, bu insana indirilmiştir.
Kainatın taşıyamadığını yüklenen, kainat fanusuna
sığmayan ışık. 84. ayette "herkes kendi yaratılışına göre
2608[76]
Bak: Şerhu Ayn-ül-ilim 21130. Hakim'in Müstedrek'inden ve Beyhaki'nin Şuabüî imanından
alınmış.
hareket eder" buyuruluyordu.
Şecaat, Hz. Ömer'in mayasında vardı. Müslüman olmadan
önce o şecaatini zalimlikde kullanıyordu. Müslüman olunca,
İslam adaletinin yerine getirilmesinde kullandı. îslam
insanın güçlerini yok etmiyor, yönlendiriyor.
İnkar etmek, kabul etmemek insanın mayasında var. İslam
insanın bu özelliğini insanları kendi koyduğu kanunlara
boyun eğmeye zorlayan tağutlara karşı kullanmasını
ister. 2609[77] Kafirler ise kendileri gibi bir insana kul olup
Allah'ı inkara yönelir. Bizler "can çıkmayınca huy çıkmaz"
atasözünü bu ayetlerden ve insanlık tarihinin deneylerinden
süzüp çıkarmışız. Ancak can çıkmadıkça, huyu güzele
alıştırmak, iki dünyanın güzellikleri içinde yaşatmak müm-
kün. "Elim, kolum, gözüm, kalbim" derken eli, kolu, kalbi
bir şeyin malı mülkü imiş gibi ona izafe ediyoruz. İşte o
ruhumuzdur. O görünmeyen ruh gidiverince trilyonlarca
hücreden meydana gelen insan, mıknatısı alınmış demir
tozları gibi dağılıveriyor.
İşte bu ruh Rabbimizin emrindendir ve O'nun emrindedir.
İşte bu ruh Rabbimizin işlerinden bir işdir. Bizim onun
hakkında edindiğimiz bilgi çok azdır. Ayrıca Ruh, Cebrail'in
adıdır. Kur'an-ı Kerimin bir adıda Ruh'dur. O bizim toplum
hayatımızın hayat kaynağıdır. Bizim dünya hayatımız
onunla olursa biz ona yaşamak deriz. Onsuz yaşanan hayata,
hayat demeyiz. 2610[78]

86- Yemin olsun ki eğer dilesek sana vah yettiklerimizi gi-


deririz. Sonra sen onu (geri almak için) bize karşı bir vekil
bulamazsın.
87- Ancak Rabbinden bir rahmetle (vahyi sende bırakdi)
Rabbinin lütfü senin üzerinde gayet büyükdür.
88- Deki: "Eğer insanlar ve cinler bu Kur'anın benzerini
2609[77]
Bakınız: Bakara 256
2610[78]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/448-449.
getirmek için birleşseler, birbirlerine arka çiksalarda bir
benzerini getiremezler."
89- Bu Kur'an'da; insanlar için her türlü misali anlattık.
Yine de insanların çoğu inkarda ısrar ettiler.
Bu ayet; Kur'an-i Kerim'i, Peygamberimizin kendisinin
uydurduğunu söyleyen kafirlere cevapdır. Dilersek bu
ayetlerin hepsini alırız, unuttururuz ve hiçbir şekilde bize
karşı bir harekette bulunamaz. Eğer Kur'anı Muhammed
kendisi uydurdu ise buyurun siz de bir araya gelin benzerini
yapın buyuruyor Rabbimiz.
Bakara suresinin 23. ayetinde açıklandığı gibi 1400 sene
içinde Kur'an'ın bir benzeri getirilemedi.
Bugünkü yaşayan kafirlere de meydan okuyor bu ayetler:
"Buyurun dünyadaki bütün dil bilimcilerini, dünya edebiyat
ödülünü almış arab ediplerini, bilgisayarlarınızı ve topyekün
teknolojinizi bir araya getirin ve Kur'an'ın bir benzerini
değil, bir suresinin benzerini yapın" anlamındadır.
Kur'anda emirler, yasaklar, tavsiyeler var. Emre uyanların
geçmişde iyi neticeler aldığı, inkar edenlerin helak olduğu
açıkça anlatılmıştır.
Okuduklarımızı, gördüklerimizi, duyduklarımızı,
hafızamızda saklamamızda Rabbimizin bize olan rahmeti,
merhametidir. Biz bu hafıza kuvvetimizi kendimizden
bilmeyelim. insan olarak öylesine acizizki ha-fızamızdakiler
bizim neremizde korunmaktadır, nasıl korunmaktadır.
İstediğimiz zaman o bilgi depomuzdaki kayıtlı olan seslerin
ve renklerin tonuna kadar herşeyi nereden nasıl çıkarıyoruz
onu dahi bilmiyoruz.
"Ben biliyorum" diyen serseri bir ilim adamı müsveddesi
hafızasını yitirince evinin yolunu bulamıyor, eşini ve
çocuklarını tanımıyor. Biz Rabbimizin fazlü keremini ve
rahmetini isteyelim. 2611[79]

2611[79]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/449-451.
90- Dediler ki: "Yerden bir pınar akıtmadan sana iman
etmiyeceğiz."
91- "Yahut hurmalardan ve üzümden bir bahçen olmalı ve
aralarından sular akıtmalısın."
92- "Veyahut iddia ettiğin gibi gökyüzünü parça parça
üzerimize düşüresin veya Allah'ı ve melekleri karşımıza
getiresin."
93- "Veyahut senin altından bir evin olsun, veya gökyüzüne
çıkmalısın. Okuyabileceğimiz bir kitabı bize indirmedikçe,
gökyüzüne çıkmanada iman etmeyeceğiz." Deki:
"Sübhanellah. (Rabbimi tenzih ederim) Ben ancak
Peygamber olan bir insanım."
İnsan bazen sevdiğini ilahlaştırır, yerdiğini ifritleştirir.
Mekke'liler Efendimizin Peygamberlik iddiasını duyunca,
Allah'dan ayetler getirdiğini öğrenince "haydi bahçelerin
olsun, içinden sular aksın, veya gök parçalanıp üzerimize
düşsün" derler.
Az ve öz bir cevap: "Ben elçi olarak gönderilen bir
insanım." Yani ilah değilim. Hiçbir şeyi yaratmaya gücüm
yetmez. îsra gibi, Mi'rac gibi, Ay'ın yarılması gibi
mu'cizeler de Rabbimin emri ve izniyle olmuştur. Bu
surenin 59. ayetinin tefsirine bakınız. 2612[80]

94- Onlara hidayet (Kur'an) geldiğinde insanları iman


etmekden alıkoyan "Allah bir insanımı Peygamber gön-
derdi" demeleridir.
95- Deki: "Eğer yeryüzünde sakin sakin yürüyen melekler
olsaydı, elbette onlara bir meleği Peygamber olarak in-
dirirdik."
96- Deki: "Benimle sizin aranızda şahid olarak Allah yeter.
O kullarından haberdardır, gerçekten görendir."

2612[80]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/451-452.
İnsanın peygamber olacağını akıllarına sığdıramıyorlar.
Bunda alışkanlıkların etkisi büyüktür. Hadis
profesörlerimizden biri diyor ki: "Doğup büyüdüğüm
mahallede oturuyorum. Namaz kılmak için camiye
gittiğimde imam gelmemişse, babamın yaşıtı olan mahalle
sakinleri bana "Ali Osman çık ezanı oku bakayım" derler.
Ben onların gözünde hala otuz sene öncesinin Ali
Osman'ıyım" der.
Yunanlı, Atina'da oturan ressam bir kadına şehadet
kelimesini anlatırken "Allah'dan başka ilah, (yaratan,
yaşatan ve yöneten) yoktur"u açıkladım. Kadın ağladı ve
tekrar etti. Peygamber Efendimizin
Peygamberliğini kabul etti ama Abdühü O, Allah'ın kuludur,
sözüne itiraz etti. Bu da Hristiyan kültürünün etkisidir.
Ben ona: "Kur'an'ın nasıl yaşanacağını biri bana göstermeli,
oda benim gibi insan olmalı. Yemeli, içmeli, evlenmeli,
çocuğunu sevmeli, kızmalı, sevmeli, komşu olmalı ki bütün
yaşantımızın örneği olmalı" deyince şehadetin ikinci
bölümünüde tekrarlayarak müslüman oldu.
Müşrikler: "Bize örnek ve önder olarak Rasul meleklerden
olsaydı" diyorlar. Eğer yeryüzünde melekler yaşasaydı elçi
olarak melek gelirdi. En'am suresi 9. ayette melek
gönderseydik yine size görünmek için insan suretine
girecekti. O zaman müşrikler yine itiraz edeceklerdi. "Biz
bir insanamı uyacağız" diyeceklerdi.
Meleklerin tarifinde: "Yemezler, içmezler, erkeklik ve
dişilikleri yoktur. Emredileni yaparlar, Allah'a asla isyan
etmeyen nurdan yaratıklardır" denilir.
Yemeyen ve içmeyen biri bir yasağı duyurduğunda kendisi
buna örnek olamazdı. İnsanlar "senin nefsin yok ki bu
yasakladığının tadını bilmiyorsun da ondan" derlerdi. 2613[81]

2613[81]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/452-453.
97- Allah kime hidayet ederse, işte doğru yolu bulan odur.
Kimi de sapıtırsa, sen onlar için Allah'ın dışında yardımcı
dostlar bulamazsın. Onları kıyamet gününde yüzüstü, kör,
dilsiz ve sağır olarak hasrederiz. Varacakları yer
cehennemdir. Cehennemin alevi yavaşladıkça alevini ar-
tırırız.
98- Bu, onların ayetlerimizi inkar etmelerinin ve "biz kemik
ve ufalıp toprak olduktan sonra yeniden yaratılıp
diriltilecekmîyiz" demelerinin cezasıdır.
99- Görmüyorlarmı ki gökleri ve yeri yaratan Allah onların
benzerini yaratmayada Kadirdir. Onlar içinde şüphesiz bir
ecel tayin etti. Zalimler inkarda ısrar ettiler.
Ayetleri yalanlayanlar, toz toprak olduktan sonra yeniden
dirilmeyi inkar edenler, göz ve kulaklarını Allah'ın
ayetlerine karşı kapatanlar, gönül kapılarını Hakk'm Nur'una
açmayanlar, kalblerini günahlarla küf-lendirenler Allah'ın
hidayetinden mahrum kalırlar ve kendi elleri ve dilleriyle
kendilerini cehenneme atarlar.
Herkes kendisine baksın. Boyuna ve kilosuna dikkat etsin.
Bir zamanlar ana rahmine düşen bir damladan bu hale geldi.
Bu gelişmede dünyanın her tarafından hava, güneş, yiyecek,
içecek maddeleri geldi ve sende toplandı. Bu dünyada seni
böylece toplayan Allah, ahirette yeniden toplar. 2614[82]

100- Deki: "Eğer Rabbimin hazinelerine siz sahip alsaydınız


in fak (tükenir) korkusuyla cimrilik yapardınız." Gerçekten
insan çok cimridir.
Fakir feryad ediyor: "Ah ah, keşke param olsaydı da
mahallenin fakirleri için aşhane açsaydım." Bu feryadı
duyan sorar: "Cebinde kaç liran var?" "İki ekmek parası
var" der. "Bir ekmek parasını şu fakire ver de sabah
kahvaltısını yapsın" deyince, fakir veremez. "Bir ekmeği

2614[82]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/53-454.
veremeyen, binlerce ekmeğe sahip olunca hiç veremez" der.
Cömertlik zenginlikle olmaz. Bir ekmeğini paylaşan insan,
zengin olunca yine paylaşır. Birtek ekmeği paylaşamayan
Rabbin hazinelerine sahip olsalar yinede cimrilik yaparlar.
Allah (c.c.) bu güneşin yönetimini bir insanın veya devletin
eline verseydi, yakıtı tükenir diye ışığını kısardı. İstediğini
yandırır, istediğini dondururdu.
Muhammed suresinin 38. ayetinde "cimrilik yapan, kendine
cimrilik yapar" buyurur. Yemez, yedirmez, ahirette de
yararlanamaz. 2615[83]

101- Biz Musa'ya apaçık dokuz mu'cize verdik. ( 1-Parlayan


el, 2- Çekirge, 3- Kurbağa, 4- Bit, 5- Kan, 6-Kıtlık, 7-
Meyvelerin az vermesi, 8- Tufan, 9- Asanın ejderha olması)
İsrail oğullarına sor. Musa onlara geldiğinde Firavun: "Ey
Musa, ben seni sinirlenmiş zannediyorum" demişti.
102- (Musa) dedi ki: "Sende biliyorsun ki bunları ancak
göklerin ve yerin Rabbi (göz ve gönül açan) basiretler ola-
rak indirdi. Ey Firavun, bende seni helak olmuş olarak gö-
rüyorum."
Bu mu'cizeler: 1- Asasının yılana dönüşmesi, 2- Elinin
parlaması 2616[84] 3- Tufan, 4- Çekirge sürüleri, 5- Bit, 6-
Kurbağa, 7- Kan, 8- Kıtlık, 9- Meyvelerin az vermesi 2617[85]
Musa (a.s.)'ın mu'cizeleri yalnız bunlar değildir. Burada
sayılanlar Firavun boğulmadan önce gösterilen
mu'cizelerdir. Firavun bunları sihir zanneder. Bütün
sihirbazlarını toplar. Onlar Hz. Musa'nın mu'cizesini
görünce secdeye kapanırlar ve "Musa ve Harun'un Rabbi
olan alemlerin Rabbine iman ettik" diyerek müslüman
olurlar.
Günümüzde de imansızlar, müslümanlann karşısına
2615[83]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/454-455.
Bak: Nisa, ayet 37,2/257
2616[84]
.Al-i îmran 113, Maide 83. ayetler bakınız.
2617[85]
A'raf 130-137
profesör, sanatçı ve entellerini çıkarıyorlar. Yakın temas
neticesinde yer değiştiriveriyorlar.
Firavunun helakmdan sonra Musa (a.s.)'uı birçok mu'cizesi
görülmüştür. Denizin yarılması 2618[86] taşdan on iki suyun
fışkırması 2619[87] Tur dağının kaldırılması 2620[88] çölün
gölgelenmesi, bıldırcın eti ve kudret helvasıyla
beslenmeleri 2621[89] ve başka mu'cizeleri vardır. 2622[90]

103- Derken onları ülkeden çıkarmak istedi, bizde Onu ve


beraberindekilerin hesini suda boğduk.
104- Ondan sonra İsrailoğullarına "Ülkeye yerleşin.
Ahiretin zamanı geldiğinde, sizi bir araya getirip toplaya-
cağız" dedik.
Hz. Musa'yı Mısır'dan çıkaran Firavun suda boğulduğu gibi
Efendimizi de Mekke'den çıkarmak isteyenlerin sonucunun
kendi aleyhlerine olacağı ve bu Mekke şehrini fethedeceği
müjdelenmiş oluyor. 2623[91]

105- Biz onu (Kur'anı) Hak olarak indirdik. O da hak olarak


indi. Biz seni ancak müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.
106- İnsanlara dura dura okuyasın diye biz Kur'an-i (ayet,
ayet) ayırdık ve onu parça parça indirdik.
Kur'anın yirmi üç senede, ayet ayet, sure sure inmesinin
sebebi, ayet ayet insanların gönlüne ve toplum hayatına
nakşedilmesi içindir.
Bırakın siz müslümanlardan bağlar, bahçeler, ırmaklar,
dolarlar, marklar, uçaklar istemeyi. Sizi yaratan Allah'ın
ayetlerine gönlünüzü açın. Sizde müslüman olun ve
müslümanlarla birlikte bu isteklerinizin gerçekleşmesi için
çalışın.
2618[86]
Bakara 50
2619[87]
Bakara 60
2620[88]
Bakara 63-93
2621[89]
Bakara 57
2622[90]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/455-456.
2623[91]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/456.
Bizlerde Müslüman olarak ayetler yeni iniyormuş gibi
gönlümüzü ayetlere açalım. Ağır ağır manasını anlayarak,
anladığı üzerinde düşünerek ve tatbikata koyarak
okuyalım. 2624[92]

107- Deki: "Siz ona ister iman edin, ister iman etmeyin.
Şüphesiz daha önce kendilerine ilim verilenler üzerine
okunduğu zaman çenelerinin üzerine kapanarak secde
ederler."
108- Ve derler: "Rabbimizi teşbih ederiz. Şüphesiz
Rabbimizin va'di yerine getirilmiştir."
109- Ağlayarak çeneleri üzerine kapanırlar, ve (Kur'an)
onların huşuunu artırır.
İster inanın, ister inanmayın. İlim sahibi olanlar bu kitabı
anlarlar ve secdeye kapanırlar. Siz okuyan, anlayan ve
düşünenlerden olun. Eninde sonunda bu kitabı kabul
edeceksiniz. Bizlerde günümüzde bu Kur'anı en güzel
tefsirleriyle papazlara, hahamlara, yöneticilere, ilim
adamlarına tanıtalım. Gerçekden ilim sahibi olanlar, din
adamlığında samimi olanlar Kur'anı kabul ederler 2625[93]
110- Deki: "İster Allah diye çağırın, ister Rahman diye
çağırın. Hangisi ile çağırırsanız bu güzel isimler onundur."
Namazda (okumayı) pek bağırma, fazlada gizleme. Bu ikisi
arasında bir yol izle.
Peygamber Efendimizin dualarına baktığımızda; Allah'dan
af istiyorsa "Afüvv" ismiyle dua ediyor. Rahmet istiyorsa
"Ya Rahman" diyerek istiyor.
Allah'ın Esma-ül Hüsna'sından olmak kaydıyla hangisiyle
dua ederseniz dua edin. Yalnız Esmaül Hüsna'nın
manalarını da bilelim. Düşmana karşı dua ederken Ya
Kahhar diye dua edelim. Afvımızı isterken Ya Gaffar, Ya

2624[92]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/456-457.
2625[93]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/457.
Al-i îmran 113, Maide 83. ayetler bakınız.
Settar diye dua edelim.
Namazda gizli ve açıkdan okunacak yerler, gizli okumanın
alt sınırı, açık okumanın üst sınırı fıkıh kitaplarında
belirtilmiş. Gizli okuduğunuzu kendi kulağınız duysun.
Yanınızdakini rahatsız edecek şekilde olmasın.
Açıkdan okurken size uyanın duyacağı kadar olsun. Size
uyan yoksa arkanızdaki birinci rekatta olanın duyabileceği
kadar olsun. Bitişik komşuya duyurmak için Kur'an
okunmaz. 2626[94]
111- "Çocuk edinmeyen, mülkünde (otoritesinde) ortağı
olmayan, acizlikden dolayı yardımcısı olmayan Allah'a
hamdolsun" de ve O'nu tekbir ile büyükle.
Ahmed b. Hanbel'in 2627[95] Muaz b. Enes'den rivayetine göre
Efendimiz bu ayete "Ayet-ül -ızz" dermiş.
Abdürrezzak Musannef'inde rivayet ettiğine göre
Peygamber Efendimiz Beni Haşimden konuşmaya başlayan
her çocuğa bu ayeti yedi kere okumak suretiyle öğretirmiş.
Aziz olan Allah'a bağlanarak izzetimizi kazanmak için
bende bugün çocuklarıma bu ayeti ezberleteceğim.
Ayetin başı ateistlere, "çocuk edinmedi" cümlesi yahudi ve
hristiyanlara, "acizlikden dolayı veli edinmedi" cümlesi
Allah'ın veli kullarını ilahi astıranlara bir cevap bir uyarı ve
da'vettir.
"Onu tekbir ile büyükle" cümleside çağdaş kafirlerin "en
büyük filandır" sloganlarına karşı doğruyu haykırmamız
istenmektedir.
Teşbihle başlayan sure hamd ile devam edip tekbir ile sona
erdi. "Allahü ekber. Lailahe illallahü vallahü ekber. Allahü
ekber ve lillahil hamd" diyor ve El hamdü lillah diyerek
Kehf suresine başlıyoruz. Allah bizi göz açıp kapayıncaya
kadar kendimize bırakmasın. 2628[96]

2626[94]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/458.
2627[95]
Müsned 31439
2628[96]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/458-459.
KEHF SURESİ

Mekke döneminin sonlarına doğru, müşriklerin zulmünün


en ağır ve şiddetli bir zamanında nazil olmuştur.
Müslümanlar zulmün, işkencenin, baskının altında
daralıyor, bir çıkış yolu arıyordu. İşte böyle bir dönemde
"Kehf suresi" nazil olur.
Bu sure; bir taraftan müslümanlara hitap ediyor ve teselli
veriyor.
Yedi mücahidin kafir bir devlete karşı baş kaldırışını, hiç bir
kimsenin hesap edemediği yerden Rabbimizin onları
koruduğunu, onları koruduğu gibi, sizi de koruyacağını
bildirir. Öbür taraftan kafirlere hitap ediyor ve "Ashabı-
Kehf i öldürmeye, yok etmeye çalışan kafir devletin bunda
başarılı olamadığı gibi, bu müslümanlara karşı siz de
başarılı olamayacaksınız mesajı verilir.
Şu anda biz de bu sureyi okurken aynı mesajı alalım ve ilgili
yerlere aynı mesajı verelim.
Yine bu sure de dünya zinetinin geçici olduğu vurgulanır.
Ahireti istememiz emredilir. Ancak Zulkarneyn gibi Allanın
salih kulunun, dünyanın doğusuna ve batısına hakim olup
Allahın adaletini yaydığını ve bununda "Rabbinin rahmeti
olduğunıTsÖylediğini bize haber verirken, bu değersiz
dünyayada müslümanların İslam adaleti içinde hakim ol-
ması gerektiğine dikkat çeker.
Herşeyin Allahın dilemesiyle olduğunu,onun için İnşaallah,
Maşaallah ve La kuvvete illa billah kelimelerini dilimizden
eksik etmememiz gerektiğini bize bildirir.
Buyurun sureyi birlikte okuyalım.
1- Kuluna kitabı indiren, onda hiçbir eğrilik koymayan
Allah'a hamdolsun.
Kur'ân'da 5 sûre Elhamdülillah diye başlar. Ve bu
âyetleriyle Allah'ın ni'metleri övülür. Allah'a hamdü senalar
yapılır. Yememiz, içmemiz ve giymemizde yani bize verilen
bütün ni'metlerde Allah'a hamd etmemizi gerektirir. Bu
ni'metlerin en büyüğü biz insanlara Kitab'ın indirilmesidir.
Onun için bize bu Kitab'ı indirdiğinden dolayı hamd ediyo-
ruz. O Kitap'ta hiçbir eğrilik kılmadı. Yani Kur'ân'ın
lafızlarında eğrilik yoktur. Manasında eğrilik yoktur.
Ayetlerin manalarında birbirleriyle çelişkili, birbirini
yalanlayan bir durum yoktur. Bugün düşüncede en güçlü
insanlar^ yazdığı söylediği ve savundukları fikirlerde bir
Önceki veya sonraki düşünce ve fikirlerine aykırı
davranabiliyor veya o günkü şartlarda böyle düşünmüş, bu
fikri savunmuştum ama şartların değişmesiyle veya şu şu
nedenlerden dolayı bundan vaz geçiyorum, şu fikrimi veya
hatta önceki fikrimi tekrar kabul ediyorum şeklinde
açıklama ve beyanatlarda bulunabiliyor. Tabiiki insan
olması hasebiyle...
Allah'ın ahkâmında da bir eğrilik yoktur. İnsanların ahkâmı
ise bu gün içinde gözlerimizle görüyoruz. 1924 Anayasası
196O'ta değiştiriliyor, 1960 Anayasısı da 1980'de
değiştiriliyor. Şimdi de 80 Anayasası'na itirazlar ediliyor.
İtiraz edilmesi normaldir. Fakat yine İlâhî kanunlara göre
değil de insanların düşünce ve görüşlerine göre yapılması
anormal bir olaydır. 1980 Anayasası oya sunulup kabul gör-
dükten sonra, onaylandıktan sonra, devrin cumhurbaşkanı
Anayasa Mahkemesi'ni ziyarete gider ve orada bir konuşma
yapar ve Anayasa Mahkemesi üyelerinden birisi kabul
edildiği haftalar içinde bazı maddelerinin değiştirilmesi
gerektiğini kendisine söyleyince "Koruyacak olan sizsiniz,
ilk değiştirilmesini savunan da yine sizsiniz der".
İnsanları kendilerinin yaptığı kanunlarla yaz boz tahtası
olarak kullanma yerine, onları Allah'ın Kelamı Kur'ân'a
çevirmek lazım. Bugün avukatlarımızın, yeni çıkan
kanunları, içtihad kararlarını sıraya dizip ezberlemekten canı
çıkıyor. Avukatın biri bir kira sözleşmesindeki ihtilaftan
dolayı haksız olduğu halde davasını üstlendiği kişiye eğer o
şu içtihad kararını bilmiyorsa, haberi yoksa biz kazanırız.
Yoksa kayb
ederiz diyor. Müvekkili haksız olduğu halde, avukat karşı
tarafın, hasmın o son içtihad kararını bilmediğinden
faydalanarak davayı kazanır. Buradan şu anlaşılıyor.
Hukuku bile hukukçular bilmiyor, belirli kanunlardan ve
ictihadlardan habersiz.
Ama insanlığa mal olmuş 1400 yıldan beri hiçbir hükmü
değişmeyen Kur'ân ise herkes tarafından bilinmektedir. Eğer
O hayata hâkim olursa insanlar arasında problem, anarşi,
terör ve kargaşa kalmaz, temiz bir toplum, güvenilir bir
toplum ortaya çıkar.
2- Kendi katından şiddetli bir azab ile korkutması iman edip
ameli salih işleyenleri güzel mükâfat ile müjdelemesi için
dosdoğru olarak
(indirdi)
Kur'ân-ı Kerim'de var olan dört sekte'den biri de bu
âyettedir. Durakta durmayıp vasıl yapmak isteyen bir kişi,
nefesi kesmeden sesi keserek durması gerekir. Bunu şunun
için yapar "ivecen"den sonra "kayyimen" kelimesi gelmiştir.
Buna göre "Onun dilinde eğrilik kılmadı, âyeti vasıl ile
okunup sekte yapmadığı zaman da "O Kur'ân'ı, doğru
kılmadı" manası çıkar. Yani O, Kur'ân'ı eğri de kılmadı,
doğruda kılmadı anlamı çıkar. Halbuki durum böyle
değildir. "Kayyimen" kelimesi birinci âyetteki "Kitap"
kelimesinin halidir. Mana "Dosdoğru olarak, Kitab'ı kuluna
indiren Allah'a hamdolsun" şeklindedir. "Kâyyim"
kelimesinde dosdoğru anlamına geldiği gibi, anlamı
yukarıda belirttiğimiz gibidir. Bir de Kayyim: yönetme
anlamına da gelir. O zaman da "İnsanları
yönetmek için kuluna Kitab'ı indiren............" şeklinde olur.
Kayyim,
devamlı manasına gelir, buna göre de "Kıyamete kadar
devam edecek. Kitab'ı kuluna indiren Allah'a hamd olsun"
şeklinde olur.
Bazı insanlar gelir, Allah'ın Kitabının hükmünü bu ülkede
kaldırır. Şu ülkede kaldırır da yeryüzünden kaldırmaya gücü
yetmez Kıyamete kadar devam edecektir. Ne tarihdeki haçlı
seferleri, ne de doğudan gelen Cengiz Han'ı ve ne de
günümüzün Cengizleri bu işin sonunu getirmeye güc
yetiremez.
Kur'ân'ı Öğretenlere eziyetler etmişler asıp idam etmişler,
ama başkaları çıkıp Kur'ân'ı öğıetmiş, İslâm'ı anlatmış
günümüzde de öğretimi devam ediyor Elhamdülillah.
Kendi katında şiddetli bir azapla insanları sakındırmak ikaz
etmek için indirdi. Yani ileride çok şiddetli bir azap vardır.
Oraya düşmeyin diye Kitabını uyarıcı olarak indirdi.
İnsanların durumu zor yola çıkmış bir kişinin hali gibidir.
Yol ilende ikiye ayrılıyor. Biri emniyetli, uçurumu ve
tehlikeleri yok. Diğeri de tehlikeli uçurumlar, gece zifiri
karanlığı ve çeşitli tehlikelerle dolu. İşte Kur'ân sonunda
çetin azap ve tehlikeleri olan bir yola gidilmemesi içirt
insanları uyarıyor.
Salih amel işleyen mü'minleri de iyi ve güzel mükâfatla
müjdelemek için Kitab'ını indirmiştir. Yukarıda verdiğimiz
yol misalinde Allah emniyetli yola giden mü'minleri de
ahirette Allah'ın Cennetine varacaklarım, gözlerin
görmediği, gönüllerin düşünemediği güzel ni'metlere ka-
vuşacaklarını müjdelemek üzere Kur'ân'ı indirmiştir.
3- Orada ebediyen kalacaklardır.
Yani Cennette ebedî olarak kalmak vardır. Bu dünyadaki
şeyler son bulucudur. Kişinin bahçeye diktiği güller bir gün
gelip son bulabiliyor. En sevdiği annesi, babası, evladı
kendinden ayrılabiliyor, ebedî devam etmiyor. Veya kendisi
onlardan ayrılıyor. Ama Cennetteki ni'metler ebedîdir
sonsuza kadardır. Sıcağı yakmaz, soğuğu yok, insanı
üşütmez. Yaşlanma ve ihtiyarlama yok.
4- "Allah çocuk edindi" diyenleride korkutmak için (kitabı
indirdi)
Buradaki Mesaj da Hrıstiyanlaradir. Onlar Hz. İsa (a.s.)'ya
^a§" langıçta fazla muhabbet ve sevgilerinden dolayı, Onu
ilahlaştırmışlar-dır. Onun için Hz. Peygamber
"Hrıstiyanların Meryem oğlu İsa (a.s.)'yı aşın derecede
sevdikleri gibi beni de sevmeyin buyurmuştur.(7?»/îan K.
Enbiya 48) Peygamber'i canımızdan anne ve babamızdan
çok seveceğiz (Buharı K. İman 7) ama Onun insan olduğunu
hiç hatırımızdan çıkarmayacağız. Sevelim derken ona ilahhk
makamı vermeyeceğiz. Arab'ın dilinde ilah; yaşatan,
yöneten anlamındadır. Allah'tan başka da yaratan, yaşatan
ve yöneten yoktur. Mutlak hâkimiyet Allah'ındır.
Kaside i bürde de:
"Muhammed'de bir insandır. Sıradan bîr insan değildir.
Bilakis o yakut taşı, insanlar ise değersiz bir taş gibidir,"
Bu surenin sonunda belirtildiği gibi.; "Deki; ben de sizin
gibi bir beşerim ancak bana vahyolunuyor." Allah rasulü de
bir insandır. Bu 4 âyet ile Hrıstiyanlara bir reddiye
yapılmaktadır.
5- Bu konuda onlarında atalarınında hiçbir bilgisi yoktur.
Ağızlarından çıkan söz çok büyüktür. Onlar ancak yalan
söylerler.
Bilerek yapmıyorlar, bu konuda ne Tevrat ne de İncil'de
âyet yoktur. Onlar fazlaca muhabbetten Hz. İsa (a.s.)'ya
insan demeye dilleri varmıyor ve bu sefer de buna ilahdır,
yan ilahdir. Şeklinde münâkaşalar yapmışlar. İlah, hem
üçdür, hem de tekdir şeklinde insan aklının almayacağı
şekilde izahlar yapmışlar.
Biz bilgisizce insanlar hakkında bile söz söylediğimizde
utanıyoruz hatta "büyük lokma ye de büyük laf etme, büyük
lokmanın zararı boğaza mideye olur" diyoruz. Ama büyük
lafın kişinin kendi şahsına, evladına ve karşısındaki
insanlara zarar olur. Ayetin devamında da Allah (c.c.)
"Onların ağzından çıkan bu kelime ne büyük oldu." Kelime
olarak yani hata olarak ne büyük bir hatadır. Allah'a ortak
koşmaktır.
Bütün hacıların, hocaların ve Allah'a şirk koşmayan
müslümanların bütün hatalarını toplasak Yahudi, Hnstiyan
ve dinsiz imansız insanların hataları daha fazla gelir. Elbette
bizim Müslüman hacı hocanın da hatası vardır. Ama bir tek
Hrıstiyan'ın hatasına denk olmaz, zira Müslümanın hatası
ameldedir, diğerlerinin hatası temeldedir.
6- Bu söze inanmazlarsa sen onların arkasından üzülerek
belki kendini helak edeceksin.
6. âyet ile Hz. Peygamber'i anlatıyor; öyle bir peygamber ki
"Onu anamızdan, babamızdan kardeşimizden, canımız ve
malımızdan daha çok sevmedikçe iman-ı kâmile
ulaşmamızın mümkün olmadığını bildiren" bir peygamber:
"Bu Kur'ân'a iman etmemelerinden dolayı sen onlara olan
üzüntünden neredeyse kendini helak edeceksin." Yani bu
imansızlar, Allah'ın verdiği lisan ile Onu inkâr edip Onun
verdiği ellerle iş yaptıkları halde bu adamlar niye iman
etmezler diye, Hz. Peygamber fazlaca üzülüyor oturduğu
yerden değil, çarşı-pazarlarında dolaşarak tek tek her birine
İslâm'ı anlattıktan sonra üzülüyor, öyle anlatıyorki gündüz
hayalinde gece düşünde İslâmın insanlara duyurulmasını
istiyor. Üzülmekten nerede ise kendini helak edecek. Bu
âyette bunu anlatmak suretiyle Hz. Peygamber'in İslâm için
nasıl çalıştığını bize anlatıyor. Hz. Peygamber; işkence ve
eziyet gören Müslümanlara üzüldüğü kadar eziyet edenlere
de üzülüyor. Zira eziyet gören Müslüman sonunda Cennete
gidecek, bu dünyanın geçici eziyetlerinden kurtulacak. Ama
küfür eden imansız ise ebedî hayatını mahvu perişan
etmektedir.
Hz. Peygamber; "zâlim kardeşine de mazlumun kardeşine
de yardım et" buyuruyor, Sahabe, "mazlumu anladık, zâlime
nasıl yardım edeceğiz.?" dediklerinde; Hz. Peygamber,
zâlimi zulmünden vazgeçirmek ona yardım etmektir
buyurdu.(Buharı K. Mezalim hah 4) Zulm eden insanların
zulümlerini anlatma yerine bu sahada kitap yazarak onların
zulümlerini işkencelerini ifşa etme yerine, onlara zulmün
kötülüğünü işkencenin kötülüğünü anlatan kitaplar yazıp,
hadisdeki zâlime yardım onu zulmünden vazgeçirmektir,
diye ifade edilen hususu hayata geçirmek daha uygun olur.
Hz. Ömer de Mekke döneminde eziyet eden zulüm eden bir
insandı ama Müslüman oldu. Ondan sonraki insanlar Onu
hep hayırla yâd ettiğini, hayır dua ile andığını bu zâlim olan
insanlara hatırlatmak gerekir. Hatırlatmakta fayda vardır.
7- Hangisinin daha güzel amel edeceğini denemek için
yeryüzün-dekileri ona bir süs kıldık.
Yeryüzündeki eşya ve varlıklar biz insanlara ziynet olarak
yaratılmıştır. Çiçekler bir ziynettir. Altın, gümüş, yakut.....
birer ziynettir.
Geçenlerde Van Gogh'un bir ayçiçek resmi 5 milyon dolara
satıldı. Tabiatta bulunan bir eşyanın sahte kopyası, hakikisi
değil, çekirdeğini çıkarıp yemek mümkün değil, sahtesine 5
milyon dolar veriyor ama aslına fiyat biçmek mümkün
değil. Aslının Sahibi sadece kendisine ibadet edip kırkta biri
olan zekâtı vermemizi istiyor.
Allah'ın yarattığı kötü olmaz. Al-i İmran sûresi'nde âyetin'de
tefsiri geçtiği gibi altın, gümüş ve kadınlar ve diğer
metaların ona güzel gösterildiğini, kullanılması gerektiğini
de Allah'ın koyduğu kurallar içinde,
mesela kadının nikâh kuralı ile altın, gümüş gibi eşyaların
ticaret, alışveriş yoluyla elde edilmesi gerekir.
İşte bunları insana vermesinin sebebi amel bakımından
hangisinin daha güzel olduğunu imtihan etmek için. Bazıları
bu hususu yanlış anlıyor. Sanki Allah bilmiyordu da bizi
imtihana tabi tuttu. Bu yanlış bir düşünce ve yanlış bir
bilgidir. Mülk Sûresi'nde; "Hiç o, yarattığını bilmez mi?" Bu
imtihanı kendisi bilmediğinden dolayı değil, imtihanı yapıp
güzel amel yapanla yapmayanı ortaya çıkarıp bize
göstermek içindir. Yoksa bizi imtihana tâbi tutmadan nasıl
olsa kimin Cennete kimin de Cehenneme gideceğini bildiği
için Cennete veya Cehenneme götürseydi insan itiraz ederdi.
Kaldıki imtihan olduğu halde insanoğlu bu Kitab benim
değil diye itiraz edecek. Yasin Sûresi'nde belirtildiği gibi,
"O gün kişinin elleri ayakları konuşturulup ağzı da
mühürlenecektir." (Yasin 65)
8- Ve elbette biz yerin üzerindekileri kupkuru toprak
yapacağız.
Bu âyetler ahirete imana bir delildir. Birgün bahar mevsimi
ile her tarafı yemyeşil yapan, zîynetlendiren Allah, daha
sonra kış ve sonbahar mevsimlerinin gelmesi ile kupkuru
çorak hale döndürdüğü gibi bu dünya hayatından sonra da
âhireti var edeceğini, bu dünyayı kupkuru hale getireceğini,
düşünen akıllar için bize haber veriyor. Böylelikle de âhiret
hayatının varlığını ispat etmiş oluyor.
9- Yoksa sen Ashab-ı Kehfi ve Rakımı bizim ayetlerimizden
şaşılacak bir şeymi sandın.
Bu âyet'ten itibaren de Ashâb-ı Kehf hakkında bilgi veriyor.
Yalnız bundan önceki bölümde Ashâb-ı Kehf hakkında bir
ön hazırlık yaptı, sayıları kesin olmamakla beraber
tefsircilerin bildirdiğine göre 7 tane insan "zamanın zâlim
sultanına itaat etmeyip, Allah'a itaat ederiz" deyip, ölüm
tehlikesi ile karşı karşıya gelince bir mağaraya çekilip orada
309 sene kalmışlar.
Müslüman olarak insanın hatırına bir kişinin böyle bir
mağarada hem de 309 yıl kalması aklen mümkün olmadığı,
düşünülebilir ama Allah (c.c.) Mü'minin de kâfirin de
hatırına böyle birşey gelmeden önce imansızların ürettiğinin
yalan olduğunu iftira olduğunu, Allah'ın yeryü-
zünde çeşitli ni'metleri bitirip insanlara ziynet yaptığını, ama
birgün gelip onları kupkuru hale getireceğini anlatıyor.
Daha sonra da olayı anlatmaya geçiyor. Tabiattaki olaylara
dikkatimizi çektiğinden dolayı tabiatı dikkatli incelersek
olayı daha iyi anlarız. Zira sonbaharda yere düşen bir
çekirdek Mart, Nisan aylarına kadar aşağı yukarı 3-4 aya
yakın bir zaman toprakta kalıp üzerinden bir kış geçiyor,
boy ve büyüklük açısından meseleye baktığımızda 3-4 ay
toprakta kalan bir çekirdek ilahi kudretle, ondan kat be kat
büyük olan insanın da 309 yıl toprakta kalması insanın
mantığına en azından ters gelmez. Yine Anadolu'da ayrık
otu denilen bir ot cinsi yedi yıl topraktan uzak kaldığı halde
tekrar toprağa düştüğünde yeşeriyor çimlenip eski halini
alıyor.
Doğum, ölüm olayı görmeyen Afrika ortalarında bulunmuş
bir adama, sen dünyaya nasıl geldin denilip ona sen önce bir
su idin sonra bak şöyle bir kadının karnında 9 ay 10 gün
kaldıktan sonra 3-4 kiloluk bir bebek olarak dünyaya gelip,
sonrada 80-90 kiloluk adam oldun deseler her halde o
adama herşeyi yutturdunuz fakat bu konuyu yuttura-
mazsmız. demesi gibi bir şeydir. Bu gün Ashâb-ı Kehf
olayı, aslında etrafta gördüğümüz bütün olaylar birer
mucize. Bu Ashâb-ı Kehf de her zaman görmediğimiz
mucizelerdendir. Onun için bazı insanların aklına yatmıyor.
"Sen mağarada kalan insanlar ve O mağaranın kapısında
olan yazıları bizim acaib olaylarımızdan mı zannettin?"
Yani olağan üstü akıl almaz bir şey mi zannettin? Yani öyle
acaib bir olay değil, benim gücüm için de acaib birşey değil,
çünkü tabiattaki binlerce olay bunun bir benzeridir.
10- Hani o delikanlılar mağaraya sığınmışlar ve "Ey
Rabbimiz bize tarafından bir rahmet ver ve şu işimizde bize
bir kurtuluş yolu hazırla" demişlerdi.
Biz kâfir devlet başkan na başkaldırdık, onun gazabından
senin rahmetine sığındık, şu işimizdede bize çıkış yolu
hazırla. Yani bu işten nasıl çıkış yapacağız? Sana
sığınıyoruz, şu bizim işimizi kurtuluşa erdir.
Allahu Teâlâ Kur'ân'da peygamberlerin ve sâlih zatların
dualarını veriyor ve böylelikle de bize nasıl dua
edeceğimizi, dua etmenin adabını öğretiyor. Dua memleketi
düşman istila edip Müslüman da evine çekilip, kapılarını
kapatıp, Yarabbi, şu düşmanları kahreyle, demesi değildir.
Aksine kişi bu duasından dolayı da muaheze edilir.
Dua onçe, sebeplere sarılıp ondan sonra Allah'ın azametine
sığınarak kişinin aczini itiraf ederek istek ve hacetini
bildirmesidir. Bu âyet'te bu yiğit delikanlı gençler zâlim
hükümdara baş kaldırmışlar, karşılıklı mücadele verilmiş.
Allahın mesajını da o adama ulaştırmışlar. Ondan sonra da
şehirden çıkıp mağaraya sığınıp, sonunda da Allah'a dua
edip ve Allah'dan çıkış yolu istemişler.
11- Bunun üzerine bizde onların kulakları üzerine senelerce
(perde) vurduk (uyuttuk)
Mağaranın etrafındaki insanların, çobanların çanlarından,
köpeklerin havlamasından rahatsız olmasınlar diye tefsir
edilebilir. Bazı insanlar sese karşı çok hassas olduklarından
dolayı, yatarken kulaklarına birşeyler bağlayıp o şekilde
yatarlarmış, çok hassas olduğundan dolayı..!
12- Sonra iki tarafdan hangisinin kaldıkları süreyi daha iyi
hesap ettiğini bilmemiz için onları uyandırdık.
13- Onların haberini doğru olarak sana biz anlatacağız.
Onlar Rablerine iman etmiş gençlerdi. Bizde onların
hidayetini artırmıştık.
Onların hikâyesini sana gerçek yönüyle biz anlatacağız.
Yahudi ve Hristiyanlar'dan bilgi almana gerek yok. Bu
konudaki olayın gerçek yönünü sana biz anlatacağız.
Onlar bir gençler topluluğu idi. Rablerine iman ettiler ve biz
de on--ların hidâyetini artırdık imanları kuvvetlendi.
14- Onların kalblerini bağladık (sağlanılaştirdık. Birbirine
bağlı kıldık.) ve kıyama kalkıp şöyle dediler: "Bizim
Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbidir. Ondan başka hiçbir
ilaha dûa etmeyiz. Yoksa saçma sapan konuşmuş oluruz."
Ve onların kalblerini güçlendirdik, metin kıldık, birbirine
bağladık. Kıyama kalkdıklannda, bizim Rabbimiz, yerin ve
göğün Rabbidir. Biz Ondan başka hiç bir ilaha çağırmayız,
dua da etmeyiz, itaat ta yapmayız. Eğer biz Allah'tan
başkasına ilah olarak çağıracak olursak o zaman haddi aşmış
oluruz. Sınırı geçmiş oluruz. Allah Teâlâ bize şunu veriyor,
burada onların kalbleri birbirine kenetlenmiş, birbirine
bağlanmıştı. Ve onlar devlet başkanına "yerin ve göğün
Rabbi bizim Rabbimiz'dir. Biz yeri ve göğü Yaratanı Rab
kabul ederiz. Eğer Ondan başkasını çağıracak olursak
yoldan çıkmış haddi aşmış oluruz" dediler.
Biz de kalbleri mi zi birbirimize kenetlemeliyiz. Bir
Müslümana yapılan hakaret ve eziyeti diğerleri de
hissetmeli Hz. Peygamber (s.a.v.)'de hadisinde,
Müslümanlar bir vücudun azaları gibidir" buyurmaktadır.
(Buharı K. Edep 27) Toplu kıyamın öncesi kalblerin önce
birbirine bağlanmasından geçmektedir.
15- "İşte şu bizim kavmimiz AHah'dan başka ilah edindiler.
Onlara karşı apaçık bir delil getirmeli değillermiydi. Allah'a
karşı yalan yere iftira edenden daha zalim kim vardır."
O ilah dedikleri de bizim gibi bir insan, anne ve babadan
doğdu. Bizim gibi yiyip içiyor, ve de bizim gibi birgün gelip
Ölecek. "Allah'a yalan uydurandan daha zâlim kim vardır?"
Yani Allah'a yalan uydurandan daha zâlim bir kimse yoktur.
Bazen insanlara eziyet eden, bu dünyada onları sıkıntılara
duçar eden kişiler ve yapılan işlemi zâlim ve
zülüm olarak değerlendiririz. Evet bunlar birer zulümdür.
Yapanlar da zâlimdir. Ama kalbinde iman taşımayan ve
Allah'a üstelik iftira eden bu saydığımız işleri yapandan
daha zâlimdir.
16- Mademki onlardan (kafirlerden) ve AHah'dan başka
ibadet ettiklerinden ayrıldınız mağaraya sığmınki Rabbiniz
rahmetinden size yaysın ve işinizde size kolaylık hazırlasın.
17- Güneş doğduğu zaman Mağaralarının sağ tarafına
yöneldiğini görürsün. Battığı zaman sol tarafdan makaslar
geçer. Onlar mağaranın geniş bir yerindedirler. İşte bu
Allah'ın ayetlerindendir. Allah kimi doğru yola iletirse o
doğru yolu bulmuştur. Kimide sapıtırsa artık ona yol
gösterecek bir dost bulamazsın.
Güneşin etkisinde kalmıyorlar tam güneş etkileyip
yakmıyor, tamamen de kesilip güneşten alınacak gıdayı
engellemiyor, ışıksız da kalmıyorlar. Bir önceki âyette sizin
için lazım olacak size fayda verecek malzemeyi size
hazırlayacaktır buyuruyordu. İşte bunlardan birisi güneşin
etkisinden korumak ve onun ışığından da faydalandırmak. O
Allah dilediğini hidâyette kılar. Kime hidâyet Sıratı
Müstakim vermişse o doğru yoldadır. Kimi de sapıtmışsa
onun için yol göstererek bir dost yardımcı bulunmaz.
18- Onlar uykuda iken sen onları uyanık sanırsın. Biz onları
sağa sola çeviririz. Köpekleride ön ayaklarını kapının
eşiğine uzatmıştır. Eğer onları görseydin elbette onlardan
kaçarak dönerdin ve onlardan için korkuyla dolardı.
Demek ki nefes alıp veriyorlardı. Biz onları bir sağa, bir de
sola döndürüyorduk. Yani hep sağ tarafta kalsa altı çürür;
sağına soluna dönmek suretiyle altlan da çürümeden
duruyorlar. Köpekleri de onların ayaklarını uzatmış
mağaranın önünde yatıyor. Eğer sen onların üzerine
geliverseydin korkarak kaçardın ve yüreğin korku ile
dolardı. Sahabe Hz. Peygamber'e sorar: Müslüman insan da
korkar mı? Efendimiz de, evet! buyurmuştur.(Muvatta
Kelam 19)
Şimdi bu âyet'te Hz. Peygamber'e hitaben "Eğer sen o
mağaradaki-lerini görmüş olsaydın korkardın, yüreğin korku
ile dolardı ve geriye kaçardın. Hz. Peygamber için bu
söylendiğine göre demekki insanda korku olayı vardır.
Korkusu olmayan yalnız Allah'dır. Korkuyu da Yaratan
O'dur. Kişide korkunun olmaması hayra alâmet değildir.
Aklî dengesi yerinde yoktur. Yiğitlik korkuyu yenmektir.
Korkaklık korkuyu yenmemektir.
19- Birbirlerine sorsunlar diye onları uyandırdık, içlerinden
bir sözcü: "Ne kadar kaldınız?" dedi. "Birgün veya bir
günün birazı kadar kaldık" dediler. "Ne kadar kaldığınızı
Rabbiniz daha iyi bilir. Şimdi içinizden birini şu gümüş
paranız ile şehre gönderinde hangi yemek daha temizse ona
baksın ve ondan size bir yiyecek getirsin. Çok çabuk,
dikkatli ve nazik davransın ve sizi hiçkimseye
hissettirmesin.
» Ayet bir olayı hikâye ediyor o da şudur.
Mağaraya sığınan gençler
orada uyanıyorlar ve kendi aralarında soruyorlar, ne kadar
kaldık diye, kimi, birgün, kimisi de bir günden daha az, bir
kışımı da diyorki; bizim burada ne kadar kaldığımızı en iyi
bilen Allah'dır. Şimdi en iyisi birimizi şehre gönderelim. En
temiz ve helal yiyeceklerden alsın demişler. Git bize ekmek
al gel demiyorlar, yiyecek maddelerinin en temiz ve helalini
getir diyorlar.
Kişi en aç olduğu zamanda bile yiyeceği gıda maddesinin
helâl olup olmadığına bakması gerekir. Zira gıda maddesi
temiz olmadı mı kişiyi hasta eder, hastaneye gitmesine
sebeb olur. Ama helâl olmadığı zaman kişinin Cehenneme
gitmesine ebedî hayatının mahvolmasına sebep olur. Âyet
bize işte bu mesajı veriyor.
Ayrıca; nazik davransın, ince davransın ve kimseye
çaktırmasın, bizim hakkımızda kimseye bilgi vermesin
buyuruyor. Şimdi bazıları da bu âyeti kendilerine delil
getirerek kâfire karşı kişi imanım saklayabilir sonucuna
varıyorlar da bu yanlış bir metoddur. Buradaki gençler
zâlim hükümdara karşı açıkça "bizim Rabbimiz yerin ve
göğün Rabbi olan Allah'dır" fermanını açıkça söyleyip
ondan sonra da ceza almamak için kaçmışlardır ve nazik
davranması uyarısında bulunuyorlar arkadaşlarına, nazik
davranmak da bizim imanımız gereğidir.
20- Şüphesiz eğer onlar sizi ele geçirirlerse ya sizi taşla
öldürürler veya sizi dinlerine döndürürler. O vakitte
ebediyen kurtuluşa eremezsiniz.
21- Allah'ın va'dinin gerçek olduğunu ve kıyamet
konusunda şüphe olmadığını bilmeleri için onları tanıttırdık.
(Halk onları tamdı ve böylece öldükten sonra
diriltileceklerini daha iyi anladılar.) Onların işini ara-
larında tartışıyorlardı. (Bir kısmı) "üzerlerine bina yapın"
demişlerdir. Rableri onları daha iyi bilir. Onların işleri
üzerine galip olanlar (iman edip yönetimi elinde tutup
Ashab-ı Kehf'i tanıyanlar) ise: "Mutlaka onların üzerine
mescid yapacağız" dediler.
Burada âyet teferruata girmiyor. Onların kim olduğunu
insanlara öğrettik. Aradan 309 sene geçtikten sonra şehre
inince paranın üzerinde, geçmiş krallardan Kral
Dekyanos'un resmi var. Şehir halkı adamı, bir hazine
bulduğunu sanarak devrin kralına götürürler. Fakat
meselenin iyi yönü o zâlim Kral Dekyanos'un saltanatı sona
ermiş o toplum Hrıstiyan olmuş yani Müslüman olmuşlar ve
bu insanlar hakkında kulaktan dolma bilgileri de
olduğundan dolayı mağaranın yanına giderler.
O şehire giden genç te oraya girince yedisi de orada ölür. O
durumu gören şehir halkı münakaşa etmeye başlarlar. Bir
gurup bunların anısına bir bina yapalım dedi. Onların Rabbi
onların kimliğini daha iyi bilir. Onların durumuna vakıf
olanlar ise elbette onların yanına mescid yapacağız derler.
Bu âyetten hareketle Türkiye ve dünya genelinde
Müslümanların şöyle bir münakaşası vardır. Ölülerin
bulunduğu yere mescid yapılmaz, orada namaz kılınmaz;
kendilerine delil olarak Hz. Peygamber'in "Kabirleri mescid
yapmayınız, kabirlerini mescid yapan Yahudi ve
Hrıstiyanlar'a Allah lanet etmiştir." hadisleridir.(Buhari
K.Salat 48, K. Cenaiz 62)
Bir kısmı da bu âyet delildir. O zamanın Müslüman
insanları bu Ashâb-ı Kehf in mağarasına mescid yaptılar.
Hz. Peygamber vefat edip, Hz. Aişe Validemiz'in evine defn
edilince Hz. Aişe Validemiz, evinde namaz kılmıştır. Yine
Kabe'de Makamı îbrâhim etrafında Allah için namaz
kılıyoruz. Yani "peygamber ve veli insanların anıları olan
yerde Allah'a namaz kılmak caizdir derler." Her iki tarafın
delilleri de kuvvetlidir. İbadet sadece Allah'a yapılır. (Şifa
Tefsiri cilt 1/249)
22- "Onlar üç kişidir, dördüncüleri köpekleridir" diyecekler.
"Beşdir, altıncıları köpekleridir" diyecekler, (ikiside) gaybı
taşlıyorlar. "Yedidir, sekizincileri köpekleridir" diyecekler.
Deki: onların sayısını Rabbim daha iyi bilir. Onları pek azı
bilir. Onlar hakkında açık (deliller) dışında münakaşaya
girme ve onlar hakkında kimseden hiçbir şey sorma.
Bu Ashâb-ı Kehf sadece bizim dinimizde değil bütün dünya
edebiyatlarında "yedi uyuyanlar" diye mevcuttur. Bu
konuda yazılan ilk eserin miladi 5. asırda yazıldığını
kaydeder Mevdûdî. Daha sonra Batı dillerine tercüme
edilmiş. Batılılar Ashâb-ı Kehfin kendi memleketlerinde
olduğunu iddia ederler. Bizim ülkemizde de Efes, Tarsus,
Maraş gibi vilayetlerdedir iddiasında bulunulmaktadır.
Dikkat edilmesi gereken husus; Allah (c.c.) yer bildirmiyor,
tarih bildirmiyor, sayıları konusunda da kesin açık bir bilgi
vermiyor. Alimlerimiz yedi olduğu görüşündeler. Zira
âyette Yahudi ve Hrıstiyanlar 3 idi 4'üncüleri köpekleriydi,
5 idi 6'ıncıları köpekleri dedikten sonra, onlar gaybı
taşlıyorlar dedikten sonra yediydi 8'incisi köpekleriydi
dedikten sonra, onlar gaybı taşlıyorlar demiyor. îşte buradan
sayılarının yedi olduğuna bir işarettir, deniliyor. Kur'an ve
sahih sünnetin açıkça bilgi vermediği konularda yahudi ve
hıristiyanlara geçmişle ilgili tarihi bilgileri sormamamız
istenmektedir. Çünkü onlarda gayba taş atıyorlar. (Ahmet B.
Harihel, Müsned 61395)
Sayı önemli değil önemli olan çalışmaktır. Allah'ın dini için
gayret göstermektir. Kendi hesabımızı yapacağız ama
Allah'ın da hesabını unutmayacağız.
23- Hiçbir şey için "bunu yarın muhakkak yapacağım"
deme.
Bu âyetin anlamı halkımızın dilinde yer etmiş halkımıza
malolmuş her konuşmasında yapacağını vaadettiği bir işin
yapılması için, "inşaallah yapacağım, inşaallah geleceğim,
inşaallah söyleyeceğim" şeklindedir.
Geçmişte âlimlerimiz bu İslâm kültürünün yerleşmesi için
çok gayret göstermişler, Kur'ân ve sünneti hayata
nakşetmişler, örf ve adetlerimizin güzel olanlarının hemen
hemen tamamı Kur'ân'dan veya hadisten hayata
geçirilenlerdir. Hatta sözlerimizin, şiirlerimizin birçoğu âyet
ve hadislerden alınmıştır.
Allah (c.c.) bu âyet-i kerimeyi Peygamber (s.a.v.) şahsında
bize herhangi birşey için, bunu yarın yapacağım, inşaallah,
Allah dilerse, de.
Yani inşaallah (Allah dilerse anlamında) demeden, bu işi
ben yarın yaparım deme. İnşaallah de ondan sonra yap. Zira
Allah dilemedi mi insan hiçbirşey yapamaz. İyilik te
kötülük te yapmamız mümkün değildir.
Ayetin nüzul sebebi olarak ta Hz. Peygamber Efendimiz'e
Ashabı Kehf hakkında soru sorarlar, Hz. Peygamber de
yarın size bilgi veririm der. Bunun üzerine 15 gün Vahiy
gelmez ve onbeş gün sonra Kehf sûresi nazil olur ve sûre
içinde hem sorulanların cevabı var hem de Peygamber
Efendimiz'e; inşaallah demeden, yarın şu işi yaparım de-
mediği için uyarı vardır. Buna da Efendimiz'in şahsında biz
de uyarılı-yoruz. Çünkü yapacağımız zaman akıl ile
yapıyoruz. Akıl ile yapacağımız işlerde Allah'ın ilmini,
iradesini unutmamamız gerekir. Zira akim bir sınırı ve gücü
vardır. Onun ilerisine gidemez. Onun için biz de yapa-
cağımız işlerde inşaallah demeden yapmamamız, söz
vermememiz gerekir. Yeryüzüne, cinlere, rüzgara
hükmeden Süleyman aleyhisselam birgün; "Bu gece bütün
kadınlarımı dolaşacağım ve onlardan kahraman, kılıç
kuşanan bir oğlum olacak"der ama İnşallah demez. Dokuz
ay sonra sakat bir çocuk doğar...! (Nesai, Süneni kübra babü
iş retinnisa hadis 149, Buharı K. Eyman 3, K, Keffarat 9,
Müslüm K. Eyman 25, Buharı K. Enbiya 40) Halbuki elleri,
kolları kesik bir insandan, çok sıhhatli çocukların dünyaya
geldiğini görüyoruz. Bunlarda bize gösteri-yorki; Herşey
Allanın dilemesiyle oluyor. Diyelim ki inşaallah demeden
yaptık, veyahutta söz verdik, işte o zaman da:
24- Ancak Allah dilerse (yaparım de) unuttuğun zaman
Rabbini an ve deki: "umulurki Rabbim beni doğruya bundan
daha yakın bir yoldan ulaştırır.
Unuttuğun zaman hatırına geldiğinde Rabbini zikret. Veya
unuttuğun zaman Rabbini hatırla. Bazen insan koyduğu bir
eşyayı nereye koyduğunu bulamaz. İşte o zaman
Fesübhânellah, nereye koydum bilemedim der. İşte bu âyet-i
kerîmenin gereği ile amel etmedir. Fakat zamanla diline
yerleştirildiğinin farkına varmaz. Bununla ifade edilen şey
bütün herşeyin yaratıcısı Allah'tır. Unutmayı da hatırlamayı
da yaratan Allah'tır. Öyle ise Onu an, Onu zikret ki sana
hatırlama kuvveti versin demektir.
Âyette iki mâna vardır. Birincisi inşaallah demeyi unuttuğun
zaman hatırladığında inşaallah de, ikincisi de; birşeyi
unuttuğun zaman Rabbini zikret, Onu an demektir.
Deki; olaki Rabbim bundan daha doğru bir yola daha yakın
bir yere beni ulaştırır. Bir iş yapmak isteyip te
gerçekleşmediği zaman sonucunun hayırlı olduğunu bile
zannetse kişi ola ki Rabbim bundan daha hayırlısını bana
verecek daha hayırlısını nasib edecektir demelidir. Geçmişe
üzülmenin, hayıflanmanın bir faydası yoktur. Testi
kırıldıktan sonra çocuğu dövmenin ve üzülmenin bir anlamı
olmadığı gibi.
25^ Onlar mağaralarında üçyüz yıl kaldılar. Dokuzda ilave
ettiler.
Onlar mağarada üçyüz sene kaldılar ve dokuz sene daha ona
ilave ettiler. Tefsircilerin bir kısmı bu Ashabı Kehfin
mağarada 300 sene kaldıkları görüşünde iken, birkısım
tefsirciler de 309 sene kaldıkları görüşündedir. Başka bir
müfessir gurubu da bu iki görüşü uzlaştırıcı bir mahiyette
güneş takvimine göre 300 sene Ay takvimine göre de 309
sene diyor. Zira her 35 senede bir yıl alan ay takvimi 300
senede 9 yıl alır. Yani güneş yılı 300 yılı gösterirken ay yılı
da 309 yılı gösterir. Şemsî yılın 365, Kamerî yılın da 354
gün olmasından kaynaklanmaktadır.
Güvenilir tefsircilerde Ashabı Kehfin ne kadar kaldığının
sayısını adedini biz bilemeyiz. Bu söz Allah'ın kelamı değil
münakaşa edenlerin sözüdür. 26. âyette ise Allah (c.c);
26- Deki: "Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir.
Gökleri ve yerin gaybı ona aittir. O ne güzel görendir, o ne
güzel işitendir. Onların Allah'dan başka dostu yoktur. O
hükmüne hiçbir kimseyi ortak yapmaz.
Onların ne kadar kaldığını Allah bilir. Kur'ân'daki tarihî
olayları incelediğimizde meselâ Ashabı Kehfin isimleri
yazılı değil yer ve zaman belirtilmemiş. Sadece yaptıkları
anlatılmış, sünnette de aynıdır. Önemli olan yaptıklarıdır.
Bize de gerekli olan yapanların isimleri yeri zamanı değil,
önemli olan yapılan şey ve ibret alınması gerekli olan
yönüdür.
Hz. Peygamber bu yedi gencin isimlerini hadislerinde
zikretmemiş fakat bazı tefsir kitaplarında mevcuttur. Bu da
israiliyat dediğimiz Yahudilerden tefsirlerimize girmiş bir
bilgidir. Bazı kitaplarda bunların isimlerini Yemliha,
Mekselina, Mislena, Mernüş, Debernüş, Şazenüş,
Kefeşdadayüş, Kıtmir diye yazılıdır. Bunun doğruluğunu
kabul de etmiyoruz, red de etmiyoruz. Hz. Peygamber;
"Onları tasdik etmeyin tekzib de etmeyiniz" buyuruyor.
(Ahmet B. Hanbel Müsned 61395 ve 3/338, Buharı K.
I'îisam 25 ve Tevhid 42 Ahdürrezzak, Musannef 6/109-114)
Yerin ve göğün kaybı yani onların kaç yıl kaldığı Allah'a
aittir. Allah (c.c.) bilir. Diğer bilmediğimiz herşeyi Allah
bilir. O ne güzel görendir! Ne güzel işitendir! Ondan daha
güzel göreni, Ondan daha güzel işiteni yoktur. Onlar için
Allah'tan başka bir dost bir yönetici de yoktur. O Allah
(c.c.) hükmünde, ahkâmında, hâkimiyetinde bir başkasını
ortak koşmaz. İnsanlar Ona başka şeyleri şirk koşsa ortak
olarak kabul etse de O asla hiçbir zaman hiçbir neden ve
gerekçeden dolayı kendisine şerik edinmemiştir. İnsanların
şirk koşması da Ona asla zarar veremez. Mü'min insan da bu
hususa riayet eden kişi olması gerekir.
27- Rabbiyin kitabından sana vahyolunam oku. Onun
kelimelerini değiştirecek yoktur. Sen ondan başka sığınak
bulamazsın.
Kur'ân'ın lafzını korumak Allah'a aittir, ahkâmını korumakta
biz insanlara düşüyor. Kur'ân günümüze kadar yazılarla
değil hafızlar vasıtası ile geldi. Lafızları yanlış basılı
Kur'ân'ı piyasaya sürüp insanları yanlış yönlendirebilirler.
Ama Abdurrahman Gürses gibi bir hafızın beynindeki
bilgileri ortaya koyup da beyninden, zihninden kazıyacak
durumları yoktur.
Kur'ân'ın ahkâmının korunması da insanlarladır. Fakir,
zayıf, güçlü, kuvvetli, zengin insanlarla bunu
gerçekleştirmeli.
Sadece gençliğe önem verip ihtiyarlara ve de ayrıca
kadınlara pek önem vermeme düşüncesi, aslında yanlış bir
harekettir. Bir gurub kimse de çıkıp ihtiyarlara ve kadınlara
yönelik çalışmalar yapıp bu canların da Cehenneme
gitmesini önlemeleri gerekir.
Fakat imansızların bir mantığı vardır. Birşey olacaksa
zengin ve güçlü olanlarla olur. Hz. Peygamber'e müşrikler
gelirler, biz Senin yanma gelmek Seninle beraber oturmak
istiyoruz, ama şu etrafındaki
köleleri, fakir insanları yanından uzaklaştır. Ondan sonra
gelelim. Günümüzde de bu aynıdır. İnsanın kıyafetine
insanın sosyal mevkiine bakarak değer veren kişiler vardır
bu memlekette. Aynen Ebu Cehil gibidirler. Hz.
Peygamber'e Allah (c.c.) buyuruyor.
28- Nefsini, sabah akşam rızasını dileyerek Rablerine dua
edenlerle beraber tut. Sen dünya zinetini arzu ederken
gözlerin onlardan kaymasın. Bizi anmakdan kalbini gafil
kıldığımıza, hevasına uyana ve işi hep aşırılık olana uyma.
Sabah ve akşam Allah'ın rızasını isteyen ve Rablerine dua
eden, Ona yalvaran kişilerle beraber sabret. Yoksa o kâfir
insanlarla beraber değil, onların hatırına bunları feda etme,
gözlerin onlardan kaymasın, onların üzerinden gözlerini
ayırma, yani zengin olanlarla beraber olup fakir olanları
yanından tard etme. Yani dükkanımızda bir fakir, gariban ile
oturuyor konuşuyor çay içiyorsunuz, derken zengin, hatırı
sayılır biri daha geldi, başladınız onunla konuşmaya.
Onunla daha fazla ilgilenip ilk önceki garibana hiç iltifat
etmiyor ona doğru gözünüzü kaydırmıyorsunuz. İşte bu
gözün kaymasıdır. Kişinin bu şekilde zengin olan kimseye
gözünün kayması, ona fazla iltifat etmesinin sebebi âyetin
ifadesiyle, Dünya ziynetini istemesinden dolayı bunu yapar.
Ali Çelebi:
"İmrenme görüp meyveyi bağın ümeranın
Kim sular onu gözleri yaşı fukaranın" der.
Yani zenginin elindeki o taze meyveler, fukaranın göz yaşı
ile sulanmıştır. Sen zengine imrenme, gözünü ona dikme
diyor.
Kalbini Allah'ın zikrinden gafil kıldığımız kişilere itaat
etme. Yani Allah'ı anmayan, Allah'ın emir ve yasaklarına
riayet etmeyen kişiye itaat etme, zikirden kasıt Kur'ân-ı
Kerîm'dir. Kur'ân'dan kalbini gafil kıldığımız kişiye itaat
etme. Bir adam Kur'ân'a iman ediyorda Onun, emir ve
yasakları günümüz şartlarına pek uygun değil, onun için biz
insanların yaptığı kanunlara göre amel ediyoruz diyorsa bu
kişiye itaat edilmez. Çünkü o kendi nefsinin uydurduğuna
itaat etmektedir. Onun işi
aşırı gitmektir. İşlerinde aşın giden, Allah'a isyan eden,
kendi koyduğu kurallara uyan ve Kur'ân'dan kalbi gafil olan
kişiye sakın itaat etme. Bu tablo sanki günümüz insanının
filmini gösteriyor. Yani itaat edilmeyecek özellikleri taşıyan
insanı anlatıyor.
29- Deki "O hak Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin,
dileyen kafir olsun. Biz zalimlere öyle bir ateş hazırladıkki
duvarları onları kuşatmıştır. Eğer su isterlerse yüzleri
haşlayan erimiş maden gibi su ile yardım edilirler. O ne
kötü içecek ve ne kötü bir siğınakdır.
Hak, sizin Rabbiniz kalındandır. Hukuk Rab'tendir. Yani
Hukuk insanın yaptığı değil, hukuk Rab'ten gelendir ve
Rabten gelenin doğrultusunda olandır. Mesela Kur'ân ceza,
ticaret, evlenme, boşanma gibi hususların genel hatlarını
çizer, sünnet onu açar, yeni hükümler kor. Daha sonra da
İslâm müçtehidlerini her asırda serbest bırakır. Herkes
çağının ihtiyacını Kur'ân'm doğrultusunda karşılar. Trafik
ile ilgili Kur'ân'da hüküm var mı derler. Trafik ile ilgili
hadislerimiz mevcuttur. Meselâ yoldaki eziyet veren taşı
kaldırmak imanın bir şubesinden buy-rulmuştur. (Buharı K,
Hibe 35) Yoldaki taşı kaldırmak ile yoldaki insanların zarar
görmeyeceği bir şekilde arabayı park etmek aynıdır.
Hukuk, Rabbimiz tarafından gelmiştir. Dileyen iman etsin
dileyen de inkâr etsin. Kimse de zorlanmaz. Allah'tan gelen
hukuka uyup uymama konusunda serbestir. Fakat zalimlere
öyle bir ateş hazırladık ki onların duvarları onları tamamıyla
çevirmiş ihata etmiştir. Kadının koluna bilezik taktığı gibi,
kâfirleri de ateş, bilezik gibi çepeçevre çevirmiştir. Ne tarafa
kaçmaya çalışırsa çalışsın o ateş çemberinden kurtuluşu
yoktur. Yanıp kül olma da yoktur. Yanarken de
susayacaktır. Susuzluktan dolayı su istiyecek olursalar o
zaman yüzleri paramparça eden maden eriğiyi su olarak
verilir onlara. O ne kötü bir içecektir ve ne kötü bir
dayanaktır. Dünya suyu harareti söndürürken, Cehennemde
verilen su da onları paramparça eder. Fakat elemin, acının
devam etmesi için ölmek yok, acı duyması devam etmesi
için.
30- Şüphesiz iman edip amel-i salih işleyenlerin güzel
amelinin mükafatını biz zayi etmeyiz.
İman edip sâlih amel işleyenlere gelince, mutlaka onlar için
biz iyilik yapanların amellerini zayi etmeyiz. İyilik
yapmaktan kasıt Cibril hadisinde geçtiği gibi orada her ne
kadar biz Allah'ı görmesek te o bizi görüyormuş gibi; ibadet
etmektir. Birşey yapacağımız zaman, birşey yiyeceğimiz
zaman, bir yere gideceğimiz zaman her halükârda Allah'ın
bizi gördüğünü bilerek bu şuur ve inançla hareket etmek
gerekir.
Böyle hareket edince kişinin elinden iyilik akar, gözlerinden
sevgi muhabbet akar, ağızdan kötü kelime yerine iyi
kelimeler çıkar. İhsan makamı denilen makam da budur.
İyilik yap Onların amelleri zayi edilmeyip karşılığı verilir.
31- İşte onlar için altından ırmaklar akan adn cennetleri
vardır. Orada altın bileziklerle süslenirler. Koltuklara
dayanmış olarak ince ve kaim ipekden yeşil elbiseler
giyerler. Ne güzel bir sevap ve ne güzel bir sığınakdır.
Kişi, ben zîneti, süsü, ipekli elbise giymesini sevmem
diyebilir. Ama aslında herkes ziyneti sever, ziynet diye
belirli bir şeye kendini şartlar da onu sevmez. Yoksa o da
ziyneti sevmektedir. Onun da kendine göre ziynet anlayışı
vardır. Son günlerde inançsız kesim arasında yeni bir gurub
türedi. Biz, milyarlarca mal varlığımız olduğu halde, biz
ziynete karşıyız diyenler var. Ama onların giyimi de
kendilerine göre bir ziynettir.
1960'lı yıllarda Avrupa'dan bir sanatçı gelmişti. Saçlarını
kazıtmıştı. O günlerde Türkiye'de gençler arasında saç
kazıtma modası başladı. 1970-74 yıllarında da saç uzatma
modası başladı. Ben saç uzatana da saçı kazıyana da
kızmam, her ikisi de sünnettir. Ama bunu sünnet niyetiyle
yapması gerekir.
Her insanın bir ziynet anlayışı vardır. Zîynet anlayışı
olmayan belki aklî dengesi olmayan delilerdir. Cennette,
Allah her insanın isteği doğrultusunda zîynet verecektir. Hz.
Peygambere bir bedevi Cennette deve de olacak mıdır?
Efendimiz (a.s.v.)'de, evet deve de olacaktır diye cevap
verdi. Hiçbir gözün görmediği, hiçbir insan zihninin hayal
bile edemediği ziynetler ni'metler vardır.
O ne güzel sevabtır. Karşılıktır ve oradaki olanlar da insana
ne güzel malzemedir. Eviniz güzel yiyecekleriniz güzel,
etrafınızdaki nesneler güzel olacak, insanın yiyip içtikleri
rahatsız etmeden hafif güzel koku şeklinde çıkıp gidecek.
Bunu böyle söylediğimiz zaman inançsızlardan şöyle bir
itiraz yükselmekte. "Olur mu, öyle insan her istediğini
yiyecek daha sonra da boşaltım ihtiyacı duymadan bunlar
hafif güzel kokulu ter gibi çıkacak.? mümkün değil" diyor.
Ama dünyadaki benzerlerini de unutuyor. Mesela dünyada
çiçekler kökleriyle toprağı yiyor etrafa da güzel kokular
saçıyor, hem de boşaltım yapmadan. Yine insanın topraktan
elde ettiği gıda maddelerini yediği zaman onlar da insanda
güzel saç ve karşı cinsini etkileyecek güzel kokular olarak
ortaya çıkmaktadır. İşte bunlar bu, dünyada böyle iken
âhirette niye olmasın?
32- Onlara iki adamı misal olarak anlat: Onlardan birine iki
üzüm bahçesi verdik, etrafını hurma ağaçlarıyla çevirdik ve
iki bahçe arasi-nada ekin bitirdik.
33- Her iki bahçede meyvelerini verdi. Hiçbir şeyi eksik
etmedi. Aralarındanda ırmak akıttık.
34- Onun (adamın) başka geliride vardı. Konuşurken
arkadaşına dediki: "Ben malca senden fazlayım, adam
yönündende senden güçlüyüm."
35- O kendisine zulmederek bahçesine girdi, "Bunun
(bahçenin) sonsuza değin yok olacağını sanmam" dedi.
İmansız insanın, malına güvenip üstünlük taslaması, imanlı
insanın da ona karşı nasıl tavır alması gerektiğine bir örnek
vermekte Allah (c.c.) 32. âyette.
Onlara bir misal ile iki adamı anlat. O iki adamdan birine
üzüm bahçeleri vermiş, her ikisinin de etrafını hurmalarla
donatmış, aralarında da ekinler bitirmiştik. İki bağın ikisi de
yemişlerini vermiş hiçbirini eksik bırakmamıştık.
Aralarından bir de nehir (geçirmiştik) fışkırtmıştık.
O, fakir olan arkadaşına birgün demişti ki; mal bakımından
da, ordu bakımından da ben senden daha fazlayım diyen
var. Bahçesine, kendisine zulm ederek girdi. İfade gayet
güzel, bahçesine girip görünce kibirlenip gururlanıyor
benim bir benzerim yok diyor. Bugün de bunu ticarethanesi,
bankası, veya parti bürosu olarak da anlayabiliriz.
Ve dedi ki; ebediyen bu saltanatın benden gideceğini
zannetmiyorum. Yani elindeki bu imkan ve saltanatın veya
o malın ebediyen kalacağını zanneder. Veyahut ta mahkeme
kadının mülkü zanneder. Beni buradan alacak güç ve otorite
yoktur der. Bu sadece inançsızlarda değil bazen inanan
Müslümanlarda da vardır. Birkaç makale bir iki de kitap
yazdı mı, artık benden daha üstün kimse yoktur zehabına
kapılır kişi.
Allah bu âyetlerle şu mesajı vermek istiyor. Allah'a tevekkül
edeceksiniz, başka hiç kimseye tevekkül etmeyeceksiniz.
Anne, baba, arkadaş, tanıdık beni korur, bana torpil geçer,
belki bu dünyada dünya menfaati için size torpil geçer ama,
âhirette Allah'ın izni ile izin verdiği kimseler hariç kimse
sizi kurtaramaz.
36- "Kıyametin kopacağımda sanmam. Eğer Rabbime
döndürülür-sem bundan daha iyi bir yer bulurum."
Ben Kıyametin olacağını da pek zannetmem. Eğer Rabbime
geri çevrilecek olursam yani ölüp de Rabbimin huzuruna
varacak olursam bu dünyadakinden daha hayırlısını
bulurum.
Gerekçe olarak da; Rabbim bu dünyada sana vermemiş,
lâyık olsan sana da verirdi. Bu dünyada lâyık olamayan öbür
dünyada da lâyık
olamaz.
Arkadaşı onunla konuşurken ona diyor ki:
37- Arkadaşı ona konuşarak dediki: "Seni toprakdan sonra
meniden yaratan sonrada seni adam yapan Rabbini inkarmi
ediyorsun?"
Seni topraktan yaratan sonra meni'den yaratan -ki topraktan
Hz. Âdemi yarattı sonra da bizi meni'den yarattı- sonra da
insan haline getiren Allah'ı mı inkâr ediyorsun? Dikkat
edilecek olursa zengin Allah'a inanıyor. Ben birgün
Rabbime döndürülecek olursam diyor. Buradan anlaşılıyor
ki Allah'ın varlığını kabul ediyor. Müslüman arkadaşı da;
seni meni'den yaratan sonra da sana insan şeklini veren
Allah'ı mı inkâr ediyorsun diyor. Bunun manası yani sen
Allah'ın varlığını kabul edip Onun kitabındaki hükümlerini
inkâr ediyorsun demektir.
38- "Fakat O Allah benim Rabbimdir. Ben Rabbime hiçbir
kimseyi ortak koşmam."
Müslüman olan diyor ki ancak o Allah benim Rabbimdir ve
ben Rabbime hiçbir kimseyi ortak koşmam. Bunu Allah'ı
inkâr edene karşı söylenince sen Allah'a ortak koşuyorsun
demektir.
Yine namussuz adama "beni bırak ben Allah'tan başkasına
tapmam deyin ondan başkasına itaat etmem deyince. Adama
sen yaparsın bu işi ben yapmam" demektir.
39- "Bahçene girdiğinde - Maşaallah La Kuvvete illa billah
-Allah'ın dilediği olur. Allah'dan başka hiçbir kuvvet
yoktur." demen gerekmezmiydi. Sen beni mal ve evlatça
kendinden az görsende.
Maşallah deseydin. Bu Allah'ın dilemesi ile meydana
gelmiştir. Allah'ın dedidği olur, deseydin bu bahçe bu
ağaçlar bu sularla bu hale gelmişse Allah'ın dilemesi ile
olmuştur. Allah dilemeseydi olmazdı deseydin Allah'ın güç
ve kuvvetinden başka güç ve kuvvet yoktur. Ağaca büyüme
güç ve kudretini kişiye fidanı dikme güç ve kuvvetini veren
Allah'tır. Eğer sen beni mal ve evlat'bakımından az
görüyorsan bunları bu şekilde yapan Allah'tır. Senin
maşaallah demen gerekirdi.
Burada Allah-u Teâla bir zengin ile,bir fakiri karşı karşıya
getirip örnek olması için karşılıklı konuşturuyor. Zenginler
ile fakirler arasındaki diyalogun nasıl olması açısından.
Bazen bugün günümüzde bazı Müslüman kardeşlerimizde
Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Türkiye'ye getirilip
reklamı edilen komünistliğin etkisi ile zengin kesime karşı
aşırı bir düşmanlık besleyip onları devamlı kötü gözle
bakma alışkanlığı var. İşte eline alıp silahı şu şu zengin
hacıları şu şekilde mallarını İslâm için elinden alacaksın gibi
fikirler üretmeler bunun bir görünümüdür.
İslâmı tebliğde her kesime gidilip her kesimin eksik olduğu
yönlerinden girilerek İslâm tebliğ edilmeli. Yani Şuayb
(a.s.) zamanında onun kavmi uluslararası ticareti ellerinde
tuttuğundan dolayı ölçü ve tartıyı eksik yapıyorlardı. İşte
Müslüman zengine de gidildiğinde önada Allah'ın bu
âyetlerde söylediği daha doğrusu fakir Müslümanın
lisanında söylettiği sözleri söyleyip onu İslama davet
edilmeli. Kazandığın mal seni ebedîleştirmez. Allah'ın
dilemesi ile bunlar oluyor. Onun gücü ve kuvveti üzerinde
hiçbir güç ve kuvvet yoktur. Malın hakkı olan zekâtı da ver
şeklinde olması gerekir.
40- "Umulurki Rabbim senin bahçenden daha hayırlısını
bana verir ve (senin) bahçen üzerine gökyüzünden onun
hesabını görecek azap gönderirde kupkuru toprak oluverir."
(Zengin olana fakir mü'min diyor ki) belki Rabbim bana
senin bahçenden daha hayırlısını bana bu dünyada verir.
Çalışır kazanır senden de daha zengin hale gelirim. Senin
bahçenede bir yıldırım düşer herşey yerle bir olur. Sanki ona
hiç ot bitmemiş hale geliverebilir. Zaman zaman görülür
Allah çeşitli afetlerle tarlanın bahçenin birini yerle bir edi-
yorda hemen yanmdakine hiçbir şey olmaz bilhasa
yazmevsimlerindeki dolu aynı tarla içinde bile çizgi gibi
çizergider.
Eldeki nimete bakıp da gururlanmaya gerek yok aksine
şükretmek gerekir.
41- "Veya suyu çekiliverirde bir daha arayıp (bulmaya)
gücün yetmez.
Veyahutta senin suyun toprağın altına çekilirde geri
getirmeye gücün yetmez tekrar aramayada gücün yetmez.
Mülk sûresi sonuncu âyette de sularınız çekiliverse
akarsuları size kim getirir buyurulmakta.
42- Meyveleri (azapla) kuşatıldı. Çardakları yere çöktü.
Oraya harcadıklarına (üzülerek) ellerini oğuşturmaya ve
"keşke Rabbime hiçbir kimseyi ortak koşmasaydim"
demeye başladı.
Ayetler o kadar güzel bir şekilde insanın psikolojik
taraflarını ortaya koyuyor ki burada kişinin servetine,
saltanatına bakarak insanları hafife alması anlatılıyor.
Servetine bahçesine girerken ki iç dünyası gururlanması ve
bunun neticesinde nefsine yapmış olduğu zulüm dile ge-
tiriliyor. İşte bu duygu ve düşüncede inançta olan insanın
kendisine servetine bir felâket geldiğindeki haleti ruhiyesi
de âyette güzel bir şekilde izah edilmiş. Ah! keşke Rabbime
hiç kimseyi ortak koşma-saydım" diyor. Demek ki gurur,
insanları hor görme dünya zevklerine aldanma gibi her türlü
pislik müşriklikten şirkten kaynaklanıyor. Onun
içinde Allah(cc) Lokman sûresinde; "Şirk en büyük
zulümdür." buyurur. Şirkten daha büyük zulüm yoktur.
Afrika'daki binlerce insan açlık zulmü içinde kıvranıyorsa,
bu müşrik Avrupa ve ABD'nin dünyayı emelleri
doğrultusunda ki sömürülerinden kaynaklanmaktadır.
Dünyanın neresinde bir gözyaşı varsa mutlaka bunların ve
benzeri müşrik devletlerin bir parmağı vardır ve onların bir
müdahelesinden kaynaklanmaktadır
43- Allah'dan başka ona yardım edecek bir topluluk yoktu.
Kendi kendinide kurtaramadı.
Allah (c.c.) onun malını saltamtım elinden aldığında ona
yardım edecek Allah'tan başka hiçbir kimse yoktur ve o
kimsedende yardım görmez.
44- Bu durumda velayet, hak olan Allah'a aittir. Sevap
yönündende sonuç yönündende en hayırlı olan O dur.
Gerçekten yardım etmek Allah'a aittir. Yönetmek ve yardım
etmek. O Allah (c.c.) Sevab bakımından en hayırlısıdir ve
sonuç bakımından da en hayırlı sonuçlar Allah'a aittir.
45- Onlara dünya hayatının örneğini şöyle anlat: (Dünya
hayatı) gökden indirdiğimiz su gibidir. Onunla yeryüzü
bitkileri birbirine karıştı (yeşerdi sonunda) rüzgârın
savurduğu çerçöp haline geliverdi. Allah herşeye kadirdir.
Onlara duya hayatımda bir misal ile anlat Dünya hayatı
gökyüzünden yağan bir yağmur gibidir. Yağmurun yağması
ile yeryüzünde çiçekler otlar biter her taraf yemyeşil
rengarenk olur. Derken rüzgarın önüne katıp götürdüğü ot
kırıntıları haline gelir.
İşte Kıyamet günü dünyanın da bütün güzelliği böyle yok
olup gidecektir. Günlük hayatımızda da bunun yok olup
gittiğini görüveriyoruz. Nimetlerimiz yok olup gitmezse bile
nimetlerin ortasından biz yok olup gidiyoruz. Bu şuna
benzer toprak bize daima nimetlerini veriyor ama birgünde
deniz kenarında olta ile balığa yem vererek onun oltaya ta-
kıldığı gibi bizide oltasına takıp alıp gidiyor.
Yine dünya bir oyun sahnesi gibidir. Her gelen canlı bu
sahnede bir rol oynayıp gidiyor. Ama Allah'ın koyduğu
kurallara göre oynayan sevab alıyor. Kendi kurallarına göre
oynayanlara da Cehennem...
Allah herşeye gücü yetendir.
46- Mal ve oğullar dünya hayatının süsüdürler. Geride kalan
salih ameller Rabbin katında sevapça daha iyi amelce daha
hayırlıdır.
Mal ve çocuklar dünya hayatının süsüdürler. Bazıları bu
âyeti yanlış anlayıp sanki mal ve çocukları kişiyi Allah'tan
uzaklaştıranlar olarak görmüş o şekilde anlamışlardır.
Allah-u Teâla âyette mal ve çocuklar dünya hayatının
süsüdür, ziynetidir, biz bu ziynetten yararlanacağız ve
ziynetlerimizin iyi korunması gerekir. Bunlar Allah'tan birer
emanettir ve emanetleri iyi bir şekilde koruyup tekrar
Rabbimize iade etmemiz gerekir.
Malımızda bir zînettir onuda içine haram karıştırmamak
zekâtını ve sadakasını vererek ayrıca Allah'ın hoşnut olacağı
yerlerde harcayarak onu korumak gerekir. Salih olan, baki
olan Allah katında daha hayırlıdır.
47- O gün dağları yürütürüz ve sen yeryüzünü çırılçıplak
görürsün. Onların hiçbirini bırakmadan toplayacağız.
O günde dağlan yerinden oynatır yürütürüz. Birde
bakmışsın yeryüzü apaçık ortada dağı yok ağacı yok,
ormanı yok, böylece yeryüzü çıplak bir halde olur.
Ve bütün Hz. Âdem (a.s.)'rîan Kıyamete kadar gelecek olan
en son insanı orada toplarız ve hiçbir insanı da bırakmayız
kendi haline bırakmayız. Dünyaya gelen her can mahşerde
bir araya gelecektir.
48- Saf, saf Rabbine arzolunurlar. Şüphesiz sizi ilk defa
yarattığımız gibi bize (malsız mülksüz) geleceksiniz. Oysa
siz size bir zaman tayin etmediğimizi sanmıştınız.
Rabbinin huzuruna saflar halinde arz olunarlar. Hz. Âdem
(a.s.)'ın mü'mirileri onun safında Hz. Peygamberin
mü'minleri, onun safında biz sizi nasıl ilk defa yaratmişsak
huzurumuza öyle geleceksiniz. Burada iki vecih vardır.
Birincisi teker teker geleceksiniz. Yani bu dünyaya teker
teker geldiğimiz gibi ana rahminden o günde kabir
rahminden teker teker mahşere gideceğiz. Orduların
korucuların yardımcıların faydası yoktur.
İkincisi anne rahminden nasıl hiçbirşey olmaksızın çıplak
isek ahi-rette de aynı şekilde çıplak olarak haşrolacağız. Hz.
Aişe validemiz bu âyet hakkında orada utanmayacak mıyız
diye sorunca Hz. Peygamber; "herkes kendi derdine
düştüğünden diğerini görmeyecektir." buyuruyor. (Buhari
K. Rikak hadis 6527, Müslim K. Cennet bahü fenaid-dünya,
îbni Mace K. Zühd hadis 4276)
Oysa siz, size vaad olunanın tahakkuk edeceği bir zaman
tayin etmediğinizi sanmıştınız değil mi?
49- Kitap konulur. Kitabın içindekilerden suçluların
korktuğunu görürsün, (suçlular) "Vay bize, şu kitaba ne
oluyor ki büyük, küçük hiçbir şey eksiltmeden sayıp
döküyor" derler. Onlar yaptıklarını hazır bulacaklar. Rabbin
hiçbir kimseye zulmetmez.
Kitap sunulur, herkesin kitabı kendine verilir, bütün
dünyada yaptıkları kayıtlıdır. Suçlular korkarak günahlarını-
kitaplarını görürler ve derler ki; bu kitaba ne oluyor, büyük-
küçük hiçbirşey bırakmamış ve yaptıklarını o defterde hazır
bulacaklardır. Rabbin hiç kimseye zulm etmez, hiçbir şeyi
de eksiltmez, aynı ile verir.
50- Hani Meleklere: "Adem'e secde edin" demiştikde
İblis'den başkası hemen secde etmişlerdi. O cinlerdendi.
Rabbi'nin emrinden çıktı. O size düşman olduğu halde beni
bırakıp onu ve neslini dostlar mı ediniyorsunuz? Zalimler
için ne kötü bir değiş tokuşdur.
Bu âyet-i kerîmede Allah (c.c.) meleklerin Hz. Adem (a.s.)
için saygı secdesi üzerinde duruyor. Bu olay bir çok sûrede
tekrar edilmiştir. Tekrar edilme sebebi olarak ta 1. Bize
ençok vesvese veren Şeytan'dır. Yani çokça zikrediliyor ki
düşmanınızı iyi tanıyın demektir. İkinci olarakta bu daha
önceki âyetlerde Allah (c.c.) Müslüman bir fakir ile isyan
edenin zenginin durumunu misal ile anlatıyor.Onun
akabinde bu olaydan bahsedilmiş, daha önceki âyetlerde ise
kendilerine göre zengin ve saygın insanların Peygamber
Efendimiz (a.s.)'a, fakirlerle beraber oturduğun müddetçe.
Senin yanma gelmeyiz, köleleri yanından kovarsan geliriz
demişlerdi. İşte bunları anlattıktan sonra İblisin, Hz. Âdem
(a.s.)'a olan düşmanlığına tekrar geri dönüyor.
Hani Biz meleklere; Adem'e secde edin, demiştik de bütün
melekler Âdem'e secde ettiler. Ancak İblis secde etmedi. O
cinlerdendi ve Rabbinin emrinden dışarı çıktı, Rabbine
isyan etti.
Bazı insanlarımız anlatırlar, Şeytan meleklerin reisi idi;
derler bu doğru değildir. Bu daha ziyade, tasavvuf
erbabıyım diyerek cahilliğini örtmek isteyen ve insanları
sapıtan müteşeyyihler tarafından; bu zahir ilmidir, bu da
bâtın.ilmidir. Biz zahire değil, bâtın ilmine itibar ederiz diye
kendini şeyh göstermeye çalışanlar tarafından
uydurulmuştur. Ama âyet gayet açık. Şeytan cinlerdendir.
Şeytan size düşman olduğu halde siz Onu ve Onun
zürriyetini kendinize dost mu edindiniz? Bu âyet Şeytanın
da neslinin ürediğine işaret ediyor. Halbuki o sizin düş-
manınızdır. Zalimler için ne kötü bir bedeldir.
Yani Allah'ı kendilerine dost edinmeleri gerekirken,
kendilerini Yaratan ni'metler veren Allah'ı dost edinmeleri
gerekirken hiçbir şey verememenin de ötesinde insanı
Cehenneme götüren bir Şeytanın vesvesesine uyup Onu dost
kabul eden kişi ne de bir kötü karşılık, bedel, almıştır.
Bu şuna benzer; Kendinin dünyaya gelmesine vesile olan,
her zorluklara rağmen büyüyüp beslenmesine, yetişmesine,
gelişmesine yardımcı olan babayı bırakıp tanımadığı üstelik
onu kötü yollara sevk eden ona kötülüğü emreden birisini
baba edinmesi gibi birşeydir. Herşeyi Allah (c.c.) verdiği
halde Allah'ı dost kabul etmeyip Şeytanı kendisine dost
kabul eden kişiye deli demekten başka birşey söylenemez,
hem de sorumlu bir deli.
51- Ben göklerin ve yerin yaratılışında ve kendilerinin
yaratılışında
onları şahit tutmadım. Saptıranları kendime yardımcı
edinmedim.
Ben* o Şeytanı ve Onun zürriyetini ve bu insanların dost
kabul ettiklerini göklerin ve yerin yaratılışına şahid
kılmadım, yani bu adamlar birşey yaratamazlar, bunlar
yeryüzünün ve gökyüzünün yaratılışında bulunmadılar,
bunlar da yaratıldılar. Kendilerinin yaratılışını bile gör-
mediler. Bunlar insanlara nasıl dost ve yönetici olur?
Buradaki dost, dünyadaki oturup konuştuğumuz arkadaşlık
ettiğimiz kişi anlamında değil, "veli" kelimesi kullanılmıştır.
Yönetimi kendisine verdiğiniz ve bu benim hakkımda en
doğruyu düşünür en iyiyi yapar dediğiniz kişidir dost.
Veli kelimesi, Vali kelimesi olarak ta Türkçemize geçmiş.
Vali; şehrin yönetimini eline alan ve o halkın da ona
güvendiği kişrdir.
Bazıları, Şeytanı lanetlediğini, Euzü besmele çektiklerini
söylerler ama onun dediğini de yaparlar. Onun dediğini
yapan her ne kadar ona lanette etse, Euzübesmele de çekse,
onun yolundan gidiyor demektir. Hani bazı kötü işlerle
meşgul olan insanların bizim açımızdan hakaret kabul
edilen bazı sözleri sarf etmesi onların dostluğunu
bozmuyorsa, aynı şekilde Şeytana lanet yağdıran insanlar da
onun dediklerini yaptıkça Şeytanla olan dostluğu devam
eder.
52- O gün (Allah) der: "Bana ortak olduğunu iddia
ettiklerinizi çağırın." Çağırdılar fakat cevap vermediler. Biz
onların arasına teklikeli bir uçurum kıldık.
Allah-u Teâla âhirette kâfir ve müşriklere, "Bana ortak
koştuğunuz putlarınızı çağırın" ilahlık iddiasında
bulunduğunuz o ilahlarınızı çağırın. Onlar da o şirk
koştukları kişileri, putları, atalarını çağırırlar; biz sizin
izinizden peşinizden gidiyorduk derler. O ilahlar da onlara
karşılık veremez. Ve Allah onlarla şirk koştukları arasına bir
uçurum koyar.
"Mevbigun" Cehennemde bir yerin adı. veyahut ta tehlikeli
bir alan anlamındadır. Yani ikisi arasında korkunç bir
uçurum vardır. Birbirlerine yardım edecek durumda
değiller. Şöyle hayal edilebilir: Kendisine ilah olarak tapılan
put adam ile o put adama tapanlar Cehennemde ateşin içinde
yakılır ve aralarında da ateşten meydana gelmiş daha
korkunç bir alev var. Birbirlerinin seslerini duyuyorlar,
çığlıklarını duyuyorlar ama ne tapanlar ilahlarına yardım
ediyor, ne de ilahları tapanlarına yardım edebiliyor. Bir
kendinin yanma acısı, bir de kendi arkasından gelenlerin
yanışının feryadını duyma acısı vardır. (Nahl suresi 25)
53- Suçlular ateşi görürler ve oraya kendilerinin düşeceğini
bilirler. Kaçacak bir yerde bulamazlar.
Suçlular Cehennemi görürler ve oraya kesinlikle düşecekler
de bilirler. Cehennem suçluların önünde durur, amel
defterleri de pek iç açıcı değil, hiçbir tane iyi amel yok;
etraflarına bakıp kurtarıcı ararlar. Hiç onları oradan
kurtaracak birini de bulamazlar. Malın, evladın, orduların,
hizmetçilerin hiç fayda vermeyip ancak sâlih amellerin
fayda vereceği bir yerdir orası. Orada Allah'tan başka
sığınılacak hiçbir sığmak yoktur.
54- Yemin olsunki biz bu Kur'anda her çeşit misali insanlar
için açıkladık. Ama insan herşeyden daha fazla cidalci
olmuştur.
Allah (c.c.) insanlar için bu Kur'ân'da, herşeyi misallerle
açıkladığını ifade ediyor. Örnekler vererek, geçmiş
ümmetlerden bahsederek âyetleriyle emir ve yasaklarını
açıklamıştır. Örnekler vererek anlatmasının gayesi, bizim
daha iyi anlamamız, zihnimize yerleşmesi içindir. İki
insanın olayını veya bir peygamberin başından geçen bir
olayı anlatarak o misallerle beraber bize bazı emir ve
yasaklar da bildiriliyor.
Bir zinanın kötülüğünü, Yusuf (a.s.)'ın kıssasında, ölçü, tartı
ve ticarette dürüst davranmamanın kötülüğünü Şuayb
(a.s.)'m kavmi ile anlatıyor. Allah'ın emirlerine uymanın
neticesini ise oğlunu Allah'ın emri ile kurban olarak kesme
girişiminde bulunan kulu Hz. İbrahim (a.s.) kıssası ile
anlatıyor. İşte bütün bunlar, bizim zihnimizde birer obje
halinde daha iyi kalması içindir. Biz de davet
konuşmalarımızda bu metodu uygularsak daha etkili oluruz.
Daha sonra âyet. insanın bir sıfatına dikkat çekiyor; insan
çok mücadele edicidir buyuruluyor. Allah'ın o kadar ni'met
vermesine rağmen, Rabbine karşı ne verdin der. Ayette
"insana çalıştığının karşılığı vardır." İnsan ne kadar çalışırsa
onun karşılığını alacaktır. Ama mücadeleci olunca da; ne
verdin.? der, isyan eder. Mücadelecinin Türkçe karşılığı
çekişkenliktir.
Bu çekişkenlik bize Allah tarafından verilmiş bir sıfat ve
özelliktir. İnsan bunu kendisi üretmez. Yine bunun gibi, inat
etme, korku gibi şeyler de insanın birer sıfatı olup iyi yönde
kullanılırsa ni'met, kötü yönde kullanılırsa külfet olur.
Mesela; inat, Allah'a olan ibadetleri yerine getirmemek için
kullanılırsa külfet, ama Allah'ın dinini yayma ve Ona ibadet
etme yolunda kullanıldığı zaman ni'met olur.
Mücadeleci olma da Allah için olursa ni'met, ama Allah'ın
vermiş olduğu ni'metleri az görüp Ona isyan mahiyetinde
olursa bu da külfet olur. El gibidir. El dövmek için de
kullanılır, sevmek için de kullanılır. Dövmek için
kullanılırsa külfet, sevmek için kullanılırsa ni'mçttir.
Bunlarda aslolan kalptir. Kalb neye niyet ederse amel de
ona göre muamele edilecektir.
Efendimiz birgün kızı Hz. Fatıma ile damadı Hz.
Ali'yi(R.A.) ziyaret eder ve gece namazını kılıp
kılmadıklarını sorar. Hz. Ali; "Nefsisniz Allahın elinde O
kılmamızı dilerse bizi gece uyandırır" deyince Efendimiz
dizine vurarak; "İnsan herşeyden daha çok cidalci olmuştur"
ayetini okuyarak geri döndü. (Buharı K. Teheccüd hadis
1127,K.Tefsir 4724, K. Tevhid 7465, Müslim K. Salatül
Müsafirin 2061775)
Evet nefsimiz Allahın elinde ancak, akşam yatarken
kalkmaya niyet etmek o saatte uyandırılmamızasebeptir.
55- Onlara hidayet geldiğinde insanları iman etmekden ve
Rabferine istiğfar etmekden alıkoyan şey ancak evvelki
(ümmet) lere ait sünnetin (adetullahın) kendilerinede
gelmesini veya azabın onlara önlerinden gelmesi(ni
beklemeleri) dir.
Bu âyette Allah (c.c), insanların niçin iman etmediklerini
açıklıyor. Kendilerine hidâyet rehberi geldiği halde insanları
imandan alıkoyan şey nedir? dersiniz: Allah Teâla âyette,
"Onlara daha önceden geçmiş kişilerin başına gelenleri
beklemelerindendir. Açık bir azabın gelmesini
beklemelerindendir." Peygamber, âhiretin azabı ile
korkutuyor, bakalım azabı getirsin, taş yağdıracaksa
yağdırsın. Nuh (a.s.) zamanında insanların Tufan'da
boğulduğu gibi boğulsunlar da bir de biz görelim. Geçmiş
kâfirlerin yaptığının aynısını tekrar edip bunları görmek için
Allah'ın Peygamberine Onun getirdiği hidâyet rehberi
Kitab'a iman etmezler, işte bu onların imanını engelleyen
şeydir.
56- Biz peygamberleri ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak
göndeririz. Kafirler ise hakkı batılla gidermek için mücadele
ederler. Ayetlerimi ve uyarıldıkları şeyle alay ederler.
Allah'ın azabını peygamberler getirmez. Peygamberleri,
sadece insanlara müjdeci ve gittikleri yolun tehlikelerini
söylesin, onları uyarsın diye göndeririz. Kâfirler ellerine
batılı alırlar, hakkı yok etmek için mücadele ederler ve
Allah'ın âyetleriyle ve Onun sakındırdığı şeylerle alay
ederler, sakındırdığı şeyler arasında kıyamet vardır, kabir
azabı, Cehennem ve Cehennemdeki çeşitli azâblarla,
adamlar dalga geçerler.
Hakkı kaldırıp onun yerine batılı getirmek için gayret sarf
ederler, günümüzde olduğu gibi. Hz. Peygamber zamanında
ve Ondan önceki Peygamberler zamanında da bu hak-batıl
mücadelesi vardır; bundan sonra da yine devam edecektir.
Tâ kıyamet gününe kadar. Devamlı, hak ile batıl birbirini
götürme gayreti içindedir. Bugünün kâfir devletleri
Türkiye'nin neslinin tükenmesi, doğum kontrolü için bütün
masrafları karşılamakta, Müslümanların neslinin
çoğalmaması için. Amaçları Müslümanların sayısının
azalması yani hakkın ortadan kalkıp batılın
hâkim-üstün olması içindir.
Yine, küfür topluluğu olan NATO da bugüne kadar düşman
güçleri hep kırmızı rengi ile temsil edilirken, bugün artık
düşman kuvvetlerin rengini yeşile çevirdiler. Bu yeşil
İslâm'ın yeşilidir. Askerlikte bir hedef gösterilir ve askerin
hedefe koşması istenir. Gösterilen hedefe asker ulaşır.
İnşallah bunlar İslâm'ı hedef gösterdiler birgün olur
hedefleri olan İslâm'a ulaşırlar. Tarihte hep böyle olmuş,
hedefe ulaşılmış, düşmanca tavırlarının sonunda Müslüman
güçlenmiş, kendilerinin kurduğu hile ve tuzaklara kendileri
düşmüştür.
57- Kendisine Rabbinin ayetleri hatırlatıldığında ondan yüz
çeviren ve ellerinin öne sürdüğünü unutan kişiden daha
zalim kim vardır? Biz onların kitabı anlamamaları için
kalbleri üzerine örtüler, kulaklannada ağırlık kıldık. Onları
hidayete çağırsanda bu durumda ebediyen hidayete
eremezler.
Allah'ın âyetleri kendisine hatırlatıldığında, Onun
âyetlerinden yüz çevirenden daha zâlim kim vardır?
"İnsanları Allah'ın mescidinden alıkoyan ve mescidleri
tahrip eden daha zalim kim vardır" şeklinde Kur'ân'm birçok
yerinde 57. âyete benzer bir şekilde zalim tarif edilmiştir ki
Türkiye'de bu yaşanmış, camiler boşaltılmış, içine
askeriyenin atları için samanlar doldurulmuş, şu
Eminönü'nde de birçok caminin yerine hanlar yapılmıştır.
Şimdi bazı insanların yapmış olduğu kanunlar
düşünülmeden, fıtrata uygunluğu araştırılmadan, ilahî vahye
dayanmadan yapıldığı ve yıllarca yürürlükte kaldığı için
insanlara eziyet vermekte, zulmetmektedir. Fakat o kişiye;
Allah'ın şu emirleri şu kanunları var, bunları da bir düşün
dendiği zaman hemen ondan yüz çevirmektedir. İşte bu
kişiden daha zalim bir kişi yoktur. Diyelim ki üç beş kişiye
çeşitli eziyetler ederek onlara zulmeden kişinin zulmü ençok
bu kişilerin ölümüne kadar sürer, ondan sonrada son bulur.
Fakat insanları kötü bir yola sevkedip
Allah'ın kanunlarından uzaklaştıran bir kişi üç-beş değil
yıllarca ve nesiller boyu insanlara zulmetmiş olur.
İşte Allah'tan Onun âyetlerini anmaktan yüz çeviren o zalim
kendi elleriyle yaptıklarını da unutur. İnsan bu kadar zalim,
insan bu kadar zulmünden sonra nasıl rahat eder diye hayret
eder. Âyetin ifadesiyle, yaptığı zulmü unutur da ondan
dolayı vicdanı rahat eder. Binlerce yetimin hakkını haksız
yere yer, milyonlarca insanın kazancını haksız yollardan
gasb eder, daha sonra da oturur gece âlemlerinde onu yer.
Masaya oturduğu zaman onun hesabını yapmaz. Gasb
ettikten sonra da yaptıklarını unutur. Sanki alınteriyle
kazanmış gibi gönül hoşnutluğu içinde hareket eder.
Yine, insanları Allah'ın kanunlarından yüz çevirtenler de
bunları sanki çağdaşlaşma, medenîleşme adına yapmış
edasıyla, yaptıklarını unutup kendilerini millete süslü
göstermeye çalışır. Biz onların kalpleri üzerine kilitler
vurduk ve kulaklarını da sağır yaptık. Söyleneni anlamazlar,
kulakları da hak sözleri duymazlar, duydukları zaman da ra-
hatsız olurlar.
Nasılki pisliğe alışmış sinek, gülün üzerine konmaz, konsa
bile üzerinde fazla durmadan hemen çekip giderse, âyetin
tarif ettiği inançsız insanlar da Allah'ın âyetlerinden yüz
çevirir kendilerine âyetler okunduğu zaman rahatsız olur.
Zira o insanlar pislik içinde yaşayıp pisliğe alışmış
kişilerdir.
Soğuktan midesini üşütmüş insan nasılki her yediğini
kustuğu gibi, hak olan sözler kendisine verildikçe o da
devamlı kusar, ama nasıl onu tedavi etmekten doktor yüz
çevirmeyip onun tedavisi için çalışırsa, biz de bu insanların
tedavisi için daima gayret gösterip onlardan vazgeç-
memeliyiz. Onlar bizden yüz çevirse bile biz onlardan yüz
çevirmeden, bıkmadan, usanmadan İslâm'ı onlara
anlatmalıyız. Âyette, "Rabbinin yoluna öğüt ve hikmetle
çağır, onlarla en güzeliyle mücadele et" buyu-rulmakta.
(Nahl 125)
58- Rabbim Gafurdur, rahmet sahibidir. Eğer onları
yaptıklarından dolayı cezalandirsaydı elbette onlara azabı
çabuklaştırırdı. Fakat onlar için belirlenmiş bir zaman
vardirki ondan başka hiç bir sığınak bulamayacaklar.
Senin Rabbin rahmet sahibidir ve günahları örtendir.
İnsanların gii-j nahı ne kadar büyük olursa olsun... Ondan
sonrasını Rabbine bıraksın*: O Allah günahları örter ve
rahmet sahibidir. Allah, insanların yapmış olduğu
günahlarından dolayı onları hesaba çekivermiş olsaydı,
onların azabını çarçabuk verirdi. Fakat onların kendilerine
tanınmış bir müddeti vardır. Yani ölünceye kadar insanlara
çoğu kere fırsat tanır. Mühlet verir, sonunda ihmal etmez.
59- İşte bunlar zulmettikleri zaman helak ettiğimiz kentler.
Onların helaki için belirli bir zaman tayin ettik.
İşte, bu şehirleri, başkentleri halkının zulmetmesi sebebiyle
helak ettik ve helak zamanına bir vakit tayin ettik. Geçmiş
toplumlardan helak edilenlere bir vakit tayin edilmiş
vakitleri geldiği zaman helak edilmişlerdir. Bugünkü
imansızlıkların da helaki için zamanı vardır. Kimin ne
zaman helak olacağını Allah bilir. Küfür devam eder fakat
zulüm devam etmez. Tarihte hiçbir zulüm devleti, devamlı
olmamıştır. En kısa zamanda helak olup gitmiştir. Devam
etse idi, zulüm üzerine kurulu olan Roma İmparatorluğu
devam ederdi. Ama Hz. İsa (a.s.)'ın 4 tane havarisine yenik
düşmüştür.
60- Hani muşa, delikanlısına "Ben iki denizin birleştiği yere
varıncaya kadar durmadan gideceğim veya uzun yıllar
gideceğim" demişti.
61- İkisi iki denizin birleştiği yere varınca balıklarını
unuttular. Balık denizde bir deliğe doğru yolunu aldı.
Buharı ve Müslimde geçen bir hadisde de Hz. Peygamber
bu âyeti tefsir ederken şunları söylemiştir. Birgün Musa
(a.s.) insanlara hitab ederken aralarından biri sormuş, en
âlim kimdir? Musa (a.s.) da benim, der. —Aslında en âlim;
herşeyi bilen Allah'dır demesi gerekirdi— Bunun üzerine
Allah (c.c.) Musa (a.s.) vahy eder senden âlim benim
kullarım vardır. Musa (a.s.) da Yarabbi, ben o kulun ile
görüşmek isterim der. Allah (c.c.) görüşmek istersen yanma
bir yoldaşım ve azığına, tuzlanmış bir balığı al, iki denizin
birleştiği yere kadar var. Orada
balık canlanıp denize kaçacaktır. Balığın canlanıp denize
kaçtığı yerde benim sâlih kullarımdan birini bulacaksın; o,
sana öğretecektir.
Musa (a.s.) da o delikanlıyı yanına alır. Ayetin ifadesiyle
delikanlı, Hz. Peygamber'in hadisinde de Yûşa (a.s.)'dır.
İman etmiş bir gençtir. Tuzlanmış balığı alıp yola çıkarlar.
Bir yere kadar gelir orada dinlenmek için otururlar. Dinlenip
kalktıktan sonra yürürler. Bir müddet sonra Musa (a.s.)
yanındaki delikanlıya azığımızı getir, uzun bir yol yürüdük
yorulduk, yemeğimizi yiyelim der.
Genç Yûşa (a.s.)'da Şeytan bana söylemeyi unutturdu. Hani
biz kayanın yanında oturmuştuk ya, o zaman balık canlandı
ve de denize girdi. Girdiği yerde de büyük bir delik açtı
gitti. Bunun üzerine Musa (a.s.) da aradığımız yer orasıdır
der ve izleri üzerine geriye dönerler ve o kayanın yanında
bir adamın oturmakta olduğunu görürler.
O adama, "Rabbimin sana öğrettiği bu Ledunnî ilimden
bana da öğretir misin?" der. O Sâlih Kul da, sen
sabredemezsin, demesi üzerine Musa (a.s.) da, inşallah beni
sabr edenlerden bulacaksın der ve beraber yürürler. Derken
bir gemiye binerler gemiciler bunlardan ücrette almaz.
Gemiye binince, Hızır (a.s.), geminin tahtalarını da sökmeye
başlar. Musa (a.s.); Hızır (a.s.)'a, "sen ne yapıyorsun?
adamlar bizden ücret almadı, sen ise onların gemisini mi
batıracaksın?" Hızır (a.s.) da; "ben sana, sabredemezsin
demedim mi?" Musa (a.s.); özür diler, bir daha
yapmıyacağım der.
Derken biraz daha yürürler. Gemiden indikten sonra sokakta
çocuklarla oynamakta olan bir çocuğu görürler. Hızır (a.s.)
varıp çocuğu öldürüverir. Musa (a.s.) bu sefer bilerek kızar.
Suçsuz yere çocuğu öldürdün deyince, ben sana demedim
mi, sen sabredemezsin diye? Musa (a.s.), bir daha yaparsam
aramız açılsın der ve yollarına devam ederler. Bir köy
halkına varırlar, oradaki insanlar öylesine kaba saba insanlar
ki misafir kabul etmezler, bunları evlerine almazlar, yiyecek
maddesi de vermezler. Köyden dışarı çıkıp giderken bakarki
bir duvar yıkılmak üzere, hemen Hızır (a.s.) o duvarı tamir
eder. Musa (a.s.) Hızır (a.s.)'a, hiç olmazsa bunun
karşılığında ücret alsaydın der ve Hızır ^a.s.) şimdi
ayrılacağız, bu üçüncüsü der ve bunların hikmetlerini anla-
tır.
Geminin tahtalarını tahrib etmiştim ya, kralın biri korsanlık
yapıp iyi olan bütün gemileri eline geçiriyor ve bu kişilerde
gemilerini savunacak durumda değiller bu gemiye doğru
geliyorlardı, ben gemiyi ayıplı hale getirdim ki korsanlar
gemiyi beğenmesinler, bu garip çocukların elinden bu
gemiyi almasınlar diye yaptım der.
İkinci olarak çocuğu öldürmüştüm. Büyüdüğü takdirde kâfir
olacağını biliyorum, Rabbim bana bunu öğretti. Onun
annesi ve babası da salih
iki insandı, eğer çocuğu öldürmese idim anne ve babası da
çocuklarına olan muhabbetlerinden onun yolundan
gideceklerdi, onun için öldürdüm.
Üçüncü olarak, o tamir ettiğimiz duvar iki yetime aitti ve
altında babalarının sakladığı bir hazine vardı. O duvar
yıkılsaydı bunu köy halkı alacaktı. Çocuklar buluğ çağına
gelinceye kadar yıkılmasın diye de o duvarı düzelttim. İşte
bütün bunlar, Rabbimin bana öğrettiği ilimledir der. Hz.
Peygamber de; keşke kardeşim Musa (a.s.) biraz daha sabr
gösterseydi de Hızır (a.s.)'in hikmetlerinden biz de istifade
etseydik buyurur. (Buharı K. ilim hadis 74, 78, 122, K. icara
2267. Müslim K. Feıail hadis 2380. Tirmizi K. Tefsir hadis
3149, 3385. Ebu Davut hadis 3984. İbni ebi Şeybe
Musannef 10/219-220. Hakim Müstedrek 21574)
62- Orayı geçince delikanlısına "Kuşluk yemeğimizi getir.
Biz bu yolculuğumuzda gerçekden yorulduk." dedi.
63- (Delikanlı) "Gördün mü? Biz o kayanın yanına
sığındığımızda ben balığı unuttum. Onu söylememi bana
Şeytan unutturdu. Şaşılacak şekilde denizde yolunu aldı"
dedi.
64- (Musa) "İşte aradığımız o" dedi. Bunun üzerine izlerini
takip ederek geri döndüler.
65- Tarafımızdan kendisine rahmet verdiğimiz ve
katımızdan bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kul
(Hızın) buldular.
66- Musa ona "Doğruyu bulmam için sana öğretilenden
bana öğretmen için sana tabi olabilir miyim?" dedi.
67- (Hızır) "Sen benimle beraber olmaya sabredemezsin"
dedi.
68- "İlmini kavrayamadığın şeye nasıl sabredeceksin?"
Buradaki âyetler üzerinde âlimlerimiz çok durmuş. Zira
Musa (a.s.) Ulü-1-azm peygamberlerdendir. Şimdi burada
Allah'ın Peygamber'i bilgi bakımından daha üstün Hızır
(a.s.)'a tâbi oluyor. Buradan şu çıkıyor kişi ne kadar âlim
olursa olsun, bilmediği konuda kendisinden üstün olan
kişilere tâbi olması gerekir. Bir sahada ihtisas sahibi ise
makamınız ve mevkiniz ne olursa olsun, ihtisas sahibinin
ihtisasına önem verin. Efendim ben Allah'ın sevgili ve veli
kuluyum. Allah'ın Peygamber'i soruyor da veli kulu niye
sormasın.
İlmi Ledunnî Hızır (a.s.)'a verilmiş. Peygamber diyenler
olduğu gibi, buradaki âyette salih kul olarak ifade edilmiş ve
velinin kerameti haktır. Ayetle sabittir. Süleyman (a.s.)'ın
yanındaki bir âlimin, Belkıs'ın tahtını gözaçıp kapamadan
daha kısa bir sürede getirdiği gibi.
Fakat kerametine dayanarak, Allah'ın haram kıldıklarını
helâl, helâl kıldıklarını da haram kılıyorsa o da melanet olur.
Diğer alınacak bir ders de, çok güvendiğiniz insanlara bazen
soru sormadan teslim olmak gerektiğine bir delildir. Mesela
İslâmî bir faaliyet yapılacak, yıllardır tanımışsınız, o güne
kadar hiç bir aksi hareketini görmediğiniz bir kişiye de
belirli konularda hiç soru sormadan ona teslim olunması ge-
rektiği gibi...
Ayette Musa (a.s.); Hızır (a.s.)'a ben sana tâbi
olabilirmiyim? dediğinde, Hızır (a.s.) da; Sen
sabredemezsin. Nasıl sabır edersin ki, hakkında bilgin
olmadığı yüreğinin kavrayamadığı konuda nasıl sabr
edersin? diyor. Bakın bir peygamber sabredemiyor.
Günümüzde de İslâmî düsturları söylediğimiz zaman adam
diyor ki bunları benim aklım almıyor. Tabiiki almaz. Son 70
yılda Türkiye'de sunî bir kültür geliştirdiler. Tıpkı altın;
ocakta eritilip, istenilen şekli vermek için kalıba
dökülüyorsa, işte böyle naylon akıllı insanlara da
74- İkisi yürüdüler. Bir oğlan çocuğuna rastgeldiler. Hemen
o çocuğu öldürdü. (Musa): "Bir can karşılığı olmaksızın
tertemiz bir insanı öldürdünmü? Muhakkak sen kötü bir iş
yaptın" dedi.
75- (Hızır): "Ben sana benimle sabredemezsin demedim
mi?" dedi.
76- (Musa): "Eğer bundan sonra herhangi bir şeyden
sorarsam artık benimle arkadaşlık etme. Muhakkak benim
tarafımdan ma'zur olmaya eriştin.
Tabi bir iki daha suç işleyince Allah ayıbını gizlermiş
üçüncü işlediğinde ayıbını ortaya çıkarırmış. Hz. Ömer
zamanında birisi hırsızlık suçundan yakalanmış ve halifenin
huzurunda yemin etmiş ilk defa yapıyorum diye. Hz. Ömer
de, yalan söylüyorsun, ilk defa işleseydin Allah senin bu
ayıbını ortaya çıkarmazdı der. Adam, haklısın ey halife; ger-
çekten de bu benim 3. işleyişim, der.
77- İkisi gittiler, nihayet bir köy halkına vardılar ve köy
halkından yiyecek istediler, onları misafir etmekden
kaçındılar. Orada yıkılmak isteyen bir duvar buldular ve
(Hızır) onu düzeltiverdi. (Musa): "Eğer isteseydin bir ücret
alırdın" dedi.
78- (Hızır): "İşte bu benimle senin aramızın ayrılışıdır. Sana
o sab-redemediğin şeylerin yorumunu yapacağım" dedi.
79- (Deldiğim) Gemiye gelince, o denizde çalışan
yoksulların idi. O gemiyi ayıplamak istedim, çünkü
arkalarında her (sağlam) gemiyi zorla alan bir kıral vardı."
80- "(Öldürdüğüm) çocuğu gelince: Onun annesi ve babası
mümin idiler. O ikisini azgınlık ve küfrün sarmasından
korkduk."
81- "Rableri onlara O çocukdan temizlik yönüyle daha
hayırlı merhametçe daha yakın birini versin istedik."
82- (Düzelttiğim) duvara gelince: O, şehirdeki iki yetim
çocuğun idi. O duvarın altında o iki çocuğa ait bir hazine
vardı. Babaları salih biri idi. Rabbin o iki çocuğun ergenlik
çağına erince hazinelerini çıkarmalarını istedi. (Bunlar)
Rabbinden bir rahmet olarak (gerçekleşti). Ben bunları
kendiliğimden yapmadım. İşte o sabredemediğin şeylerin
yorumu budur.
Bu âyetlerden hareketle düşünmeliyiz, ilim için en uzak
yollara gidilmelidir. Musa (a.s.) yanına bir delikanlı alıp
uzun yollar katederek ilim öğrenmeye gidiyor. Kendisinden
mertebe bakımından aşağıda olan Hızırın yanma gitti. Zira
Hz. Musa Peygamber, Hızır (a.s.) da Salih bir kul.
Sahabe ve ondan sonra gelen asırlardaki Müslümanlar, ilim
için yolculuklar yapmışlar. Sahihi Buhari'nin yazan îmam
Buharı, Buhara'da doğmuş olmasına rağmen bütün İslâm
âlemini karış karış gezmiş. İlim için yapılan yolculukların
adım başı sevabı vardır. Alimlerin ilim için seyahat edilmesi
gerektiğini, Kur'ân'dan da delil olarak Musa (a.s.)'ın ilim
için uzun yollar katetmesi gösterilir. Yine Hz. Peygamber
(s.a.v.), "İlim yolunda olana, melekler kanatlarını gerer"
buyuruyor. (Ebu Davut K. ilim 1, Tirmizi ilim 19)
İlmi Ledunnî, Allah'ın dilediği kullarından Kur'ân ve
sünnete muhalefet etmeyenlere verilen vehbî bir ilimdir. Bu
ilme lâyık olabilmenin şartı sünneti yaşamak ve sünnetin
ötesinde de mekruh olan şeylerle dahi meşgul olmamaktır.
Bu hususları yapabilmek için başka ilim gerekir. Hz. Musa
(a.s.) zahirde itirazlarında haksız da değil. Zira kendisine
verilen Şeriatta kişinin haksız yere öldürülmesi haramdır.
Yine başkasının malına kasıtlı bir şekilde zarar vermek te
haramdır.
Ama bazı olayların da arkasındaki hikmeti biz
kavrayanlayız. Mesela, bir taşın altında kalarak adamın
ölmesi gibi. Hz. Musa ile Hızır (a.s.)'ın olayı bize bazı
olayların arkasında hikmetlerin var olduğunu ve bu
olayların zahirine bakıp ta karşı tavır almamamız, daha
dikkatli ve temkinli olmamız içindir.
Mesela, doktor, bütün hastalarına tatlı servisi yaptırır da iki
hastasına bu tatlıdan verdirmez. Dışından bakıldığında
anormal bir olaymış gibi gözükür bu davranışı. Fakat
içindeki hikmeti araştırılırsa meselenin öyle olmadığı O iki
hastanın şeker hastası olduğu, tatlı vermemenin daha iyi
olduğu ortaya çıkar.
Türkler Orta Asya'da iken kıtlığın, kuraklığın olması ve
oradan etrafa göç etmeleri, Araplarla karşı karşıya
gelmesine Müslüman olmalarına sebep olur. Milâdî 900
yıllarına kadar İslâm'ı getiren Arapların elinden bu sefer
Türkler alırlar İslâm'ı ve Viyana'ya kadar iletirler. İşte bu
kuraklık ve kıtlık İslâm'ın yayılmasının bir hikmetidir.
Yine Türkiye'nin ekonomik açıdan zayıf düşmesi 3 milyon
insanın. Batı'ya iş için gidip orada çalışırken İslâm'ın da
ileride Batı'dan doğmasına sebep olacak bir olaydır.
Biz yaptığımız işi islamın kuralına uygun yapalım. Netice
olumlu veya olumsuz olursa, her iki halde de biz sevabımızı
alırız. Bizim hayır gördüğümüz şer, şer gördüğümüz hayır
olabilir.
83- Sana Zülkarneyn'den soruyorlar. Deki: "Size ondanda
bir haber okuyacağım."
Zülkarneyn Kıssası da bizim için ibretlerle doludur. Ashabı
Kehf i Zülkarneyn kıssasında okurken, Allah'ın bunları
geçmişten birer hikâye kabilinde bize hoş vakit geçirmemiz
için indirdiğini düşünmemeli, içinde bizim için nice ibretler
vardır.
Daha önceki âyetlerde de anlatıldığı gibi Ashabı Kehf de 7
tane delikanlı devrin hükümdarına Allah'ın varlığını birliğini
anlatırlar, onların Allah'a inanmaları gerektiği tebliğini
yaptıktan sonra öldürülmekle tehdid edilince mağaraya
sığınırlar ve orada üçyüz küsur yıl kalırlar.
Buradan, Kur'ân'da anlatılan daha önceki Müslümanlar ve
bu Ashabı Kehf de de olduğu gibi hep zahmetler, eziyetler,
savaşlar, sıkıntılar, içindemi yaşadı? diye bir soru akla
gelebilir. Müslümanlar her zaman azınlıkta her zaman eziyet
gören olarak yaşamamışlar. İşte böyle yaşamadıklarının bir
delili olarak Allah-u Teâla, Zülkarneyn kıssasını bize
anlatıyor. Zira o Allah adına bütün dünyaya hâkim olmuş
biridir.
Yine Peygamber olarak ta Süleyman (a.s.)'da dünyaya
hâkim olmuştur. Süleyman (a.s.)'m Peygamberliği Kur'ân'ın
ifadesiyle kesindir. Fakat Zülkarneyn'in Peygamber
olduğuna dair herhangi bir işarete rastlanmamaktadır.
Alimlerimiz Zülkarneyn gibi Üzeyir Lokman (a.s.)'ın da
Peygamber olup olmamaları konusunda ihtilaf etmişler.
Zülkarneyn Arabm dilinde iki yönlü veya iki boynuzu olan
anlamındadır.
1. olarak Zülkarneyn'i Doğu ile Batı'yı yönettiğinden dolayı
bütün dünyayı Doğusu ile Batısı ile yönetimi altında
bulundurduğundan dolayı Zülkarneyn denmiştir.
2. olarak Zülkarneyn Osmanlıca'da kullanıldığı gibi
Zülcenaheyn; iki yönlü anlamında, yani maddî ve manevî
ilimleri bilen kişi. Zülkarneyn de bu anlamda olup, o
da maddî ilimleri, yani devletin nasıl yöneticileğini,
askerin nasıl eğitileceği gibi hususları hem de bu dünya-
dan sonraki manevî âlem dediğimiz Âhiret âlemini de
bildiği için Zulkarneyn denmiştir.
84- Biz Zülkarneyne yeryüzünde büyük bir kudret
hazırladık ve ona herşeyin sebebini verdik.
Biz onu yeryüzüne yerleştirdik, yeryüzünde yönetimi ona
verdik. Mekkennakelimesi; Mekan, makam sahibi yaptık,
vatan sahibi yaptık demektir. Bir devletin devlet olabilmesi
için önce insanın üzerinde yaşayabileceği bir vatanın, toprak
parçasının olması gerekir, bu vatandır. Vatandan sonra insan
unsuru gelir, insanlar olmalı ki onlar üzerinde yönetim
yapılabilsin. Bu yönetimi de gerçekleştirecek vatan üzerinde
yaşayan insanlar tarafından seçilmiş bir idarecinin olması
gerekir. Ona bir vatan verdik, yönetimi tatbik edeceği bir
yer verdik. O yönetimi devam ettirmesi için de ona her
sebebi lütuf ettik. O sebebden kasıt birinci derecede ilimdir.
İkincisi kudret, güç, yönetim bilgisini insanlar üzerinde
uygulayabilecek otoriteyi, bir de bunları yerine getirebilecek
âlet, yani teknik imkanlar...
Eskilerin ifadesiyle ilmî dirayet, medenî cesaret, bunları
uygulayabileceği âleti, teknik imkanları Zülkarneyn'e
verdik.
Bunları anlatmakla beraber Allah-u Teâla bize kıssa
anlatmıyor, bunun yanısıra devlete giden yolun veya elde
edilmiş bir devletin devam etmesi için önce devlet bilgisinin
olması daha sonra medenî cesaret ve de teknik imkanlar âlet
ve edevatın olması gerektiğini de bize bildiriyor. Bunlar
birbirini tamamlayan üç önemli ana unsurdur. Biri olmadan
diğerlerinin bulunması çok zordur. Diyelim devleti
elegeçirmiş ise bunu yönetme kabiliyeti, medenî cesareti
olan, âletleri de olan bir devlet başkanı bilgisi yoksa, devleti
istediği ve istenilen şekilde yönetmesi mümkün değildir.
Yine bilgisi var, medenî cesareti var, gerekli âlet ve organlar
yoksa bu sefer de bilgisi olmayan devlet başkanı gibi eli
kolu bağlı bir şekilde kalır.
85- Derken sebebe sarıldı.
86- Güneşin battığı yere vardığında güneşi kara balçıklı bir
su kaynağında batarken buldu. Bu balçıklı suyun yanında
birde kavim buldu. Dedikki: "Ey Zülkarneyn, onlara ya azap
edersin veya iyilikle tutarsın."
Burada olay, Zülkarneyn'in bakışı içinde anlatılıyor. Allah
(c.c.) tarafından Zülkarneyn tefsircilerin ifadesine göre
bugünkü Fas devletinin yani Afrika'nın en batısına kadar
gitti ve oraya kadar varınca yani denize kadar varınca,
vardığı zaman da güneşin batış zamanı idi. Bilhassa bulutlu
havalarda okyanus güneşin batışı ve havanın bulutlu olması
hasebiyle sanki bir siyah çamuru andırır bir hal arz
ediyordu. İşte Zülkarneyn, okyanusun kenarına gelince
güneş sanki kara çamuru andıran bir siyahlığın içinde batıp
gidiyor bir vaziyette olduğunu görür, Allah (c.c.)'de bunu
Zülkarneyn'in görüşü ve Onun bundaki anlayışı algılayışı ile
anlatıyor.
Biz dedik ki: "Ey Zülkarneyn..." Zülkarneyn'e peygamberdi
diyenler, âyetin bu kısmını delil olarak gösteriyorlar. Çünkü
Allah (c.c.) Zülkarneyn'e şöyle dedi diyor Kur'ân, Allah da
Peygamber-leriyle konuşur diyorlar.
Allah (c.c.) o yeri fetheden bir komutan olarak Zülkarneyn'e
bir yetki veriyor. Dilersen onları cezalandırır, dilersen de
onlara iyilik edersin şeklinde serbest bırakıyor.
Bu şekildeki serbestlik Musa (a.s.)'ın Tevrat'ında vardır.
Zülkarneyn'in Peygamber olmadığını ileri sürenler de,
Zülkarneyn'e Allah hitabı değildir, demektedirler. Mesela,
biz günlük konuşmalarımızda Allah, Kur'ân'da şöyle şöyle
söylüyor bize, dediğimizde direk hitap bize mi hayır, ama
Hz. Peygamber'in şahsında bizedir. İşte buradaki durum da
Hz. Musa (a.s.)'ın şahsında Zülkarneyn'edir. Zülkarneyn
azâb etme ile iyilik yapma arasında serbest bırakılıyor.
Muhayyer kılınıyor.
Günümüzdeki imansız veya imanı olup da amelsiz olanların,
Müslümanlardan korktuğu bir yön var o da
cezalandırılmaktır. İçki içene 80 sopa vurulacağını; 1000
defa içene de 80 bin sopa vururlar, hırsızlık yapanın elini
keserler, zina edene de 100 sopa veya evli ise recm cezası
gibi cezalar verirler korkusuyla suçlular hepsi bir ağızdan,
hepsi
bir olup, "Müslümanları iktidara yürütmeyelim"
düşüncesindeler. Müslümanlar iktidarı elde eder, yönetimi
ele geçirirseler yapacakları şey Kehf Sûresi 86. âyetine göre
amel etmek olacaktır. Dilerlerse azâb edip dilerlerse de
cezalandırmayıp iyilikte bulunabilirler.
Müslümanlar, Hz. Peygamber'in Mekke'yi fethettiğinde
müşriklere yaptığı ile Zülkarneyn'in yaptığı gibi yapması
gerekir. Zira ;
87- (Zülkarneyn) dediki: "Kim zulmederse ona azap
edeceğiz, sonra O Rabbine döndürülür ve ona bilinmedik bir
azapla azab eder."
Zülkarneyn dediki, bundan sonra haksızlık edene gelince
onu cezalandıracağız. Yani Zülkarneyn yönetimi elimize
aldık, bundan sonra haksızlık edenleri haddi aşanları
cezalandıracağız, ama geçmişi affediyoruz. Kanun geçmişi
şâmil değildir. Bundan sonra olacaklar için geçerlidir. Hz.
Peygamber'in yaptığı da budur. Sonra o Rabbine gönderilir
de bunun üzerine Allah ona müthiş bir azâb eder.
Tanımadığı bilmediği azâbla azâb eder.
88- "Amma her kimde iman eder ve salih amel yaparsa ona
güzel mükâfat vardır. Ona emrimizden kolay olanı söyleriz.
Kim de iman eder ve de iyi işlerde bulunursa, sâlih amel
yaparsa, sâlih amel; elinden, gözünden, gönlünden, dilinden
imanın dışarıya çıkmasıdır. Yani işinde, evinde, caddesinde
yürümesi, üzerindeki giyiminin düzenli ve temiz olması gibi
bütün güzellikler ve bunların İslâm'a uygun olmasıdır.
Ameli sâlih, sadece namaz ve diğer ibadetler değil, bunlar
birer ameli sâlihin parçasıdır. İşte bu sâlih amel işleyenler
için en güzel mükâfat vardır. Hüsnâ; en güzel manasına
geldiği gibi Cennet manasına da gelir. Ve biz ona yakın
zamanda kendi işlerimizden en güzelini söyleyeceğiz. Yani
bizim işlerimiz zor değil, kolaydır. Yapılması mümkün olan
emirlerdir.
Halkımız arasında, bu din kıldan ince, kılıçtan keskin
şeklinde bir kanaat vardır, bu yanlıştır. Zira bu
uydurulmuştur. Sanki İslâm'ın yaşanılması yapılması çok
zor olarak gösterilmektir. Aksine, İslâm'ın yaşanılması çok
kolaydır. Yaşanamayacak, yapılamayacak hiçbir emri yok-
tur ve bugüne kadar da bütün emir ve yasakları yaşanmış
uygulanmıştır. Hz. Peygamber de bizzat önce kendi
nefsinde yaşamış ve bütün
İslâm hukukunu kendi zamanında bir peygamber ve devlet
adamı olarak uygulamıştır.
89- Sonra sebebe sarıldı.
90- Güneşin doğduğu yere varınca Onu öyle bir kavmin
üzerine doğarken bulduki onlar için güneşin önüne hiçbir
perde kılmamiştik.
Sonra tekrar sebeplere sarıldı (yine bir yol tuttu) başka
taraflara doğru yöneldi. Güneşin doğduğu yere vardı. Bugün
biz günümüz coğrafyasına göre konuşuyoruz daha öncesi
nasıldı? neler, ne zaman, nasıl değişti? biz bilemiyoruz.
Zülkarneyn Asya'dan yoluna devam edip bugünkü Asya ile
Amerika kıtasını birbirine bağlayan Bering Boğazı geldi
(buranın o zamanlar kapalı olup da daha sonradan açıldığı
şeklinde kanaat var.) Belki de Zülkarneyn bu boğazdan
Amerika Kıtası'nı da geçip yine Atlas Okyanusu'na tekrar
geldi diye anlamamıza âyette herhangi bir mani yoktur.
Zülkarneyn Doğu'nun da en uç noktasına varınca orada
güneşin bir toplum üzerine doğduğunu ve toplumu güneşten
engelleyecek hiçbir şeyin olmadığını görür. Müfessirler
bunu; güneşten kendilerini siper edecek çadır kurma ve ev
yapma gibi şeyleri de öğrenememiş bir toplumdu şeklinde
tefsir etmişlerdir.
91- İşte böyle Biz Zülkarneynin yanındaki bilgiyi
biliyorduk.
İşte böylece, onun yanındaki bilgi onun elindeki âlet ve
asker sayısını tamamını biz biliyoruz. Müfessirler burada;
Allah Zülkarneyn'in gücüne, kuvvetine ve bilgisine dikkat
çekiyor.
92- Sonra yine sebebe sarıldı.
93- İki şeddin önünde neredeyse hiçbir sözden anlamayan
bir kavim buldu.
Sonra sebeplere sarılarak başka yöne gitti. Tefsirciler de
kuzeye doğru gittiğini belirtiyorlar. Bazı müfessirler de;
Kur'ân'da ismi zikredilen kişinin, büyük İskender olduğu,
önce batı'ya, sonra doğu'ya, ondan sonra da Güney'e indi
daha sonra Kuzey'e yöneldi diye yorumlar yapmışlar.
Tefsirlerde; Peygamber ve sâlih zatların kıssalarını
anlatırken, (daha önce belirttiğimiz gibi) Allah-u Teâla'nın
biz Müslümanlar için nelerin bilinmesi lazım geldiği
kadarıyla bilgi verdiğinden dolayı tarih ve yer isimleri
belirtilmemiş. Zülkarneyn için de aynı şeyler söz konu-
sudur. Bu, ileride gelecek bazı araştırmacılar için âyetin
yalın, sade, tefsirsiz anlatılmasını gerektirir. Onun için biz
açıklamalarımızda dayanaksız dedikodulara pek girmek
istemiyoruz.
Lokman Sûresinin son âyetinde, Allah (c.c); "Rahimler de
olanı Allah bilir.". buyurdu, şeklinde geçmektedir, meal
yazanlar bunu "Rahimlerde olanı, parantez açıp (erkek mi
kız mı olacağını) Allah bilir" şeklinde tercüme etmişler.
Ayetin metninde, Arapça ibaresinde "erkek mi? kız mı?"
kelimeleri yoktur. Bu daha önceki tefsir yazanların kanaati.
Tıbbın bu kadar ilerlemediği devirlerde yapılmış bir görüş,
yorumdur. Biz, rahimlerde olanı Allah bilir diyeceğiz.
Zülkarneyn olayında da aynı durum geçerlidir.
Tâ ki iki şeddin arasına ulaştı ve onların önünde bir
toplulukla karşılaştı. Onlar söz anlamaz cinstendi. Yine
dilleri ayrı idi. Onlar Zülkarneyn'in Zülkarneyn'de onların
dilini bilmiyorlardı.
94- Dedilerki: "Ey Zülkarneyn, Ye'cuc ile Me'cüc bu yerde
bozgunculuk yapıyorlar. Bizimle onlar arasına sed yapman
için biz sana bir vergi verelim mi?
Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki iki dağ geçidi diye
bilgiler verilmiş.
97- Onu aşmaya güçleri yetmedi, onu delmeyede güçleri
yetmedi.
O Sed'din üzerinden aşmaya güçleri yetmedi. O şeddi
delmeye de güçleri yetmedi.
Bize de düşen şey Bakara Sûresi'nde belirttiğimiz gibi
Allah-u Teâla kahramanların ismini verir, anne-baba
isimleri, zaman ve gerektiğinde de yer isimlerini açık ve net
olarak bildirmez. Mesela Lût (a.s.)'ın annesinin babasının
ismini söylemez. Bir Nuh (a.s.)'ın anne-babasının ismi de,
olayın ne zaman ve nerede gerçekleştiği de belirtilmez.
Önemli olan olayın geçtiği yer ve zaman değildir. Önemli
olan verilen kıssadan alınacak dersler, kahramanın İslâmî
tavır ve tutumu, Allah'a olan bağlılığı gibi hususlardır.
Zülkarneyn olayında da Yecüc ve Mecüc hakkında âyet ve
hadislerde kesin bir ifade yok. Kim olduğu da belirli değil,
fakat bunun Türkler olduğunu söyleyenler olduğu gibi,
Çinliler diyenler, Ruslar diyenler, şeklinde çeşitli yorumlar
yapılmaktadır.
İnşaallah çok yakın bir zamanda İslâm-Müslümanlar
dünyanın yönetimine el koyacaklar. Bu Kırıkkale silahla,
askerî güçle değil. Her Müslüman kendi bölgesine sahip
çıkarak yani İngiltere'deki Müslümanlar İngiltere'ye
Japonya'dakiler Japonya'ya sahip çıkarak olacaktır deniliyor.
Günümüz Müslümanları Zülkarneyn'inde ötesine geçip
bütün dünyaya hâkim olacaklardır. Zira Zülkarneyn sadece
karalara hâkim olup denizlere hâkim olamamıştı, şimdi ise
hem denizlere, hem kara, hem de hava diğer bir tabirle
uzaya da hâkim olacaklardır.
98- (Zülkarneyn) "Bu, Rabbimden bir rahmettir. Rabbimin
va'di geldiği zaman onu (şeddi) dümdüz eder. Rabbimin
va'di gerçekdir." dedi.
Bu Rabbimin bir rahmetidir dedi Zülkarneyn. İnsanoğlu
daima güçsüz aciz olduğunu hisseder ve bir başarı elde
ettiği zaman bir takım insanlar giderler ilah diye taptıkları
şeyler önüne gidip orada huzurun-
dayız, yolundan gideceğiz, senden aldığımız güçle devam
ediyoruz, derken inananlar da Allah'a hamd ve sena eder.
Burada Zülkarneyn (a.s.)'ın böyle bir duada bulunduğunu
görüyoruz, başarısından dolayı kendini Allah'a teslim edip
bu benden değil, Rabbimin bir rahmetinden bu böyledir,
şeklinde aczini ve Ona olan şükrünü belirtiyor.
Rabbinin va'di geldiği zaman Kıyamet geldiği zaman bunu
yerle bir eder ve Rabbimin va'di gerçektir. Mutlaka bir gün
gelecek (va'di) gerçekleşecektir.
Bu âyetin tefsirinde bir hadis-i şerif zikrederler. Kıyamete
yakın zamanlarda Yecüc ve Mecüc diye bir insan topluluğu
çıkıp yeryüzünde fesat tohumlan ekeceklerdir. Bu hadis
sahihdir. Yorumunda bazı Müslüman kardeşlerimiz hatalar
yapmakta, hadisle pek yakından alakası olmayan biri bu
Kıyametle ilgili hadisleri topladı bir hesap kitap yaptıktan
sonra 1989 yılında Kıyametin kopacağını söylüyordu. 89
yılı oldu birşey olmadı, dedi 90 yılında kopacak. 90 yılında
da birşey olmadı. Peygamber'ine kesin bilgi vermeyen
Allah'ın Kıyâmeti'nin ne zaman kopacağı konusunda kesin
tarih verenler elbette yanılacaktır. Yine âyet Yecüc'ün ve
Mecüc'ün kim olduğunu kesin bir ifade ile belirtmemişki.
Yecüc ve Mecüc'ün kimler olduğunu bilmemiz bize faydalı
olsa idi Allah (c.c.) bildirirdi.
99- Onları o gün birbiri içinde dalgalanır halde bırakmışız.
Sur'ada üfürülür ve onların hepsini toplarız.
100- O gün Cehennemi kafirlere gösteririz.
O gün insanların bir kısmını diğerleri üzerinde dalgalar
halinde bırakırız ve derken Sur'a üfürülmüş ve böylece
onları bir araya getiririz. Hz. Adem'den en son insana kadar
hepsini biraraya toplayıveririz ve Cehennemi o gün kâfirler
için açarız, onlara arz ederiz.
F:33
101- Onların gözleri beni anmakdan perde içinde idi ve
(Kur'am) dinlemeyede tahammül edemiyorlardı.
Cehenneme arz olunan kimseler benim zikrime, yani
Allah'ın kitabına Kur'ân'ına karşı gözlerini perdelemiş
kimselerdir. İslâm'a gözlerini, kapatmış İslâm'ı görmezlikten
gelmiş insanlardır. Cehenneme ar-zolunurlar ve İslâmı
Kur'ân'ı dinlemeye işitmeye de tahammülleri yoktur.
İslâm'dan ve Kur'ân'dan rahatsız olurlar. Şeytanın kaçtığı
gibi Kur'ân'dan kaçarlar veyahut ta elinde imkanı varsa onun
susturulması için gayret sarfederler.
102- Kafirler beni bırakıpda kullarımı dost üd ineceklerini
mi sandılar? Şüphesiz biz cehennemi kafirler için konak
olarak hazırladık.
O kâfirler benden başka kullarımdan kendisine dost ve
yardımcı olacak birinin varlığını mı zannediyorlar? Kıyamet
gününde mahşerin dehşetli anında o tapındıkları ki onlar da
benim yarattığım kullanmdır. Onlardan fayda geleceğini mi
zannediyorlar? Bugün peşindeyiz, izindeyiz dedikleri kişi
Kıyamet gününde onlara şefaatçi mi olacak? Biz, kâfirler
için yer olarak Cehennemi hazırladık. Varılacak yer, inilicek
yer olarak onlara cehennemi hazırladık.
103- Deki: "Amelleri en fazla boşa gidenleri haber vereyim
mi?"
104- Onların dünya hayatındaki çalışmaları boşa gitmiştir.
Onlar ise güzel yaptıklarını zannediyorlar.
O, amelleri boşa giden, ziyana uğrayan kişiler, amelleri
dünya hayatında iken boşa giden insanlardır.
Bunun iki türlü anlamı vardır.
Onların amelleri, onları dünyada sapıttırmıştır. İkinci anlamı
da dünyada yapmış olduğu ameller Âhirette boşa gitmiştir.
Âhirette hiçbir karşılık görmeyeceklerdir. Dünyada ne kadar
iyilik yaparsa yapsın, hangi vakfa ne kadar bağışta
bulunursa bulunsun, sonuç aynıdır. Yine en çok sorulan soru
işte elektriği bulan adamın durumu ne olacak? Bu kadar
insanlığı karanlıkta yaşamaktan kurtardı. Elektriği bulan
adam; yolda giderken herhangi bir kişinin yol üzerine
bırakılmış bir eşyayı bulması gibidir. Binlerce insan o
yoldan geçti onu göfemedi, arkadan birisi geldi, yola daha
değişik bir gözle bakarak diğerlerinin farkede-mediği o
eşyayı görüp attı. Binlerce insan da bu dünya yolunda
yürüdü fakat içlerinden biri tabiattaki eşyaların arasındaki
ilişkiyi daha değişik bir gözle gördüğü için onu ortaya
çıkardı. Elektiriği yoktan var etmedi; varolan birşeyi
herkesin gözüyle görebileceği bir hale getirdi.
O kâfirler çok iyi şeyler yaptıklarını zannederler. Her kafir
kötü niyetli değildir. Çok iyi niyetlerle koydukları
kanunlar,yönetmelikler akıllarının gücüyle orantılıdır.
Akıllarıyla yaptıklarını yine akıllarıyla yüceltirler. Ancak
birkaç sene sonra bir de bakarlarki milyonlarca fahişe, ibne,
katil, aidsli, sarhoş, eroinman, soyguncu sokakları işgal
edivermiş. İyilik yaptığım zanneden bu insan, yaptığının
boşa çıktığını görüveriyor.
105- İşte onlar Rablerinin ayetlerini ve ona kavuşmayı inkâr
ettilerde amelleride boşa gitti. Kıyamet günü onlar için
hiçbir ölçü tutmayacağız.
"Habita" kelimesi Arab'ın dilinde karnı şişip daha sonra da
adamı ölüme götüren bir hastalık için kullanılır. Bu
hastalığa da yakalanan kendisinin sıhhatinin gayet iyi
olduğunu zannedermiş. Amelleri boşa çıkacak olan
kâfirlerin durumu da bu karın hastalığına yakalanan, kimse
gibi amelleri boşa çıkacak fakat farkında değiller.
Kendilerinin ürettiği medeniyet te kendilerini ortadan
kaldıracak durumda, fakat farkında değil bugünün Batı'sı.
Kıyamet gününde onlar için hiçbir tartı ikame etmeyiz. Yani
imansızın terazide iyi ameli tartılmaz. îman etmedikçe
hiçbir iyiliği lehine yazılmaz.
106- Kâfir olmaları, ayetlerimi ve peygamberlerimi alaya
almaları sebebiyle işte onların cezası Cehennemdir.
İnkâr edenlerin işte cezası Cehennemdir. Onlar, âyetlerimi
ve Peygamberlerimi alay edinirler. İşte onlar için Cehennem
vardır. İşte kâfirlerin durumıf böyledir. Mü'minlere gelince;
107- Şüphesiz iman edip salih amel işleyenlere firdevs
cennetleri konak olmuştur.
108- Orada sonsuza değin kalacaklar ve oradan çıkmak
istemeyecekler.
İman edip sâlih amel işleyenler için konaklama yeri olarak
yerleşim yeri olarak Firdevs Cenneti vardır. Orada ebedî
olarak kalacaklardır. Bir yerde ebedî kalan insan oradan
bıkıp usanmaz mı? diye akla bir soru gelebilir. O, Cennetten
hiç te ayrılmak istemezler. Çünkü hergün bir yenilik, hergün
bir değişiklik tadına da doyum olmadan devam edip gider
Âhiret hayatı.
109- Deki: "Eğer Rabbimin kelimeleri için deniz mürekkep
olsaydı Rabbim'in kelimeleri tükenmeden elbette deniz
tükenirdi. Yardım için bir o kadar daha (deniz) getirsek
(yinede deniz tükenir kelimeler tükenmezdi.)
Günümüzde üniversitelerde doktora tezleri yapılmakta,
konular enine boyuna tartışılmakta, sayfalar dolusu kitaplar
yazılmakta. Mesela insanın gözündeki kılcal damarlar için
500 sayfalık bir tez yazılmakta, yine denizin 10 bin metre
derinliğindeki bir kayanın üzerine yapışarak doğmuş ve bir
santimetre büyüklüğünde bir canlı için; orada üç yıl yaşar ve
ondan sonra ölür, acıkınca da şu maddeler onun koku-
sunu alır, ona doğru gelirler o da onları kapıp yiyiverir.
Buna bir doktora tezi yaptırılsa 500-600 sayfalık yazı
yazılır, bir santimlik bir canlı için bu kadar bir sayfalar
dolusu yazılırsa "Kün" emri ile meydana gelen bu âlem için
kimbilir ne kadar sayfalar yeterli olabilir?
Denizin kendisi için deniz yetmez, deniz kaç damladan
meydana gelmiş? Onu yazacaksın bir damladaki canlıları,
onların özelliklerini, sayılarını yazmakla bitmez.
Bu Kur'an ayetlerinin tefsiri de yazmakla bitmez. 1400
senedir tefsir yazılmış. Kıyamete kadarda yazılacak ama
hiçbir kimse bitiremeyecek.
110- Deki: "Bende ancak sizin gibi bir beşerim. Ancak bana
şöyle vahyolunuyor: "Sizin ilahınız ancak birtek ilandır."
Kim Rabbine kavuşmayı arzu ediyorsa salih amel işlesin ve
Rabbinin ibadetine hiçbir kimseyi ortak etmesin.
Kehf Sûresinde de Allah-u Teâla geçmişten ve tabiattaki
olan olaylardan bahsediyor. Tabii bunları bildiren insan,
acaba insanüstü, tabiatüstü harikulade, ilahlık derecesine
yakın biri midir? Aklımıza gelebilir. Ama âyet açık bir
şekilde ifade ediyor. "Ben de sizin gibi bir adamım. Bunu
tefsir ederken bir tasavvuf şairi;
"Muhammed (s.a.) de bir insandır. Bizim gibi değil, hani
çakıl taşlan arasındaki yakut nasılsa, Muhammed, insanlar
arasında aynen öyledir. Çakıl taşlan da taşdır. Yakut ta
taştır. Ama Yakut'un değeri başkadır. Muhammed (a.s.) bir
insandır fakat değer bakımından diğer insanlardan
farklıdır."der.
İşte benim farkım "bana vahiy olunur. Sizin ilahınız,
yaradanımz, yaşatanınız ve de yöneteniniz bir tek olan
ilahdır. Kim Rabbi ile karşılaşmayı, Rabbine kavuşmak,
Onun huzuruna açık alınla varmak istiyorsa sâlih amel
yapsın, her işi İslâm'a uygun olsun. Rabbine kullukta bir
başkasıyla- şirk koşmasın.
Elhamdülillah Kehf Sûresi'nin tefsiri bitti.
MERYEM SURESİ

Bu sure Habeşistan hicretinden önce nazil olmuştur.


Müslümanlar Hıristiyanlığın hakim olduğu Habeşistan'a
hicret ettikleri zaman, Mekke devleti elçi gönderip;
mültecilerin iadesini istemişti. Kral, mültecileri yanma
çağırıp dinlediğinde; bunların adi suçlu olmadıklarını, fikir
ve inançları sebebiyle ülkesine geldiklerini anladı ve onları
Mekke'ye iade etmedi.
Mekke devletinin temsilcileri, bu mültecilerin Hristiyanlığa
hakaret ettiklerini söylediler. Kral muhacirleri dinlemek
üzere huzuruna çağırdığında muhacirler adına konuşan
Ca'fer b. Ebu Talip, (Hz. Ali'nin kardeşi Ca'fer) bu surenin
başından itibaren kırk ayet okudu.
Kralın huzuruna girerken eğilmeyen, sorulan somlara eğip
bükmeden Allah'ın ayetleriyle cevap veren bu muhacirler
kral tarafından iltifat gördüler. Elçiler ise elleri boş olarak
geri geldiler. 2629[1]
Günümüz Hristiyanlarına da Hz. Ca'fer gibi eğilmeden, eğip
bükmeden Kur'an ayetlerini okuyalım. Hz. İsa'nın
peygamber olduğunu, Allah olmadığını, Allah'ın oğlu
olmadığını duyuralım. 2630[2]

1- Kaf, Ha, Ya, Ayn, Sad.


Kur'an-ı Kerim'rîeki yüzondört sureden, yirmi dokuz
surenin başında bu tür harfler gelmiştir. Bu yirmi dokuz
surenin başında gelen harflerin sayısı da ondörttür.
Bununla şöyle denilmektedir: "Bu Kur'an sizin bildiğiniz bu
harflerden, kelimelerden meydana gelmektedir. Eğer bu
Kur'an Muhammed'in sözüdür diyorsanız, buyurun bütün
dilcilerinizi, ilim adamlarınızı çağırın bu kelime ve harflerle
siz de bir sure getirin."
2629[1]
Bak: Sireti İbni Hişam 1/360, Delailün-Nübüvve, Beyhaki 21293
2630[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/7.
Bu bir meydan okumadır. 1400 sene içinde Kur'an'dan bir
surenin benzerinin yapılamaması, ilende de
yapılamayacağının ifadesidir.
"Biz yazarız, yaparız" diyenlerde hiç durmasınlar. Çağın
bütün bilgisayar teknolojisinden de yararlansınlar ve bir
sure meydana getirsinler. Bekliyoruz. Getiremezlerse
secdeye kapanıp iman etsinler. 2631[3]

2- Bu, Rabbinin Zekeriyya kuluna olan rahmetini


hatirlatmasidir
3- O, Rabbine gizli bir seslenişle yalvarmıştı.
4- "Rabbim, benim kemiklerim gevşedi ve baş ihtiyarlık
aleviyle bembeyaz oldu. Rabbim, sana dua ile hiçbir zaman
mutsuz olmadım" demişti.
Zekeriyya aleyhissclamin hayatından bir bölüm bize
anlatılırken, bize mesaj sunuluyor.
O Rabbine gizlice dua ettiği gibi, bizler de dualarımızı
yanan bir gönülle sessizce yalvararak dua edeceğiz. Dua
etmek de Rabbint kuluna bir rahmetidir. Elini Allah'a
kaldırıp diliyle dua edip haliyle ve kal-biyic "Amin"
diyemeyen nasipsizlere bakın da dua etmenin bile bir
rahmet olduğunu anlayın.
Dua edenin bahtsız ve mutsuz olmayacağını bildirir.
İstenilenler ya anında verilir, veya gecikmeli olarak verilir.
Veya istenilen verilmez de size daha faydalı olan verilir.
Şeker hastası doktordan baklava ister. Doktorda ona acıtıcı
iğne verir. Ancak doktorun verdiği faydalı olur. 2632[4]

5- "Doğrusu ben, arkamda benim yerime kalacak


yakınlarımdan korktum. (Bu görevi üstlenemezler)
Hanımımda kısır. Bana tarafından bir veli bağışla."
6- "O (Veli) bana ve Ya'kub oğullarına varis olsun. Rabbim
2631[3]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/8.
2632[4]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/8-9.
onu razı olduğun biri yap."
7- "Ey Zekeriyya, biz sana bir oğul müjdeliyoruz. Adı
Yahya. Daha önce ona bir adaş kılmadık" dedi.
"At ölür kalır eğeri, yiğit ölür kalır değeri" demişler.
Rabbinizden çocuk isterken, sizin değerlerinizi koruyacak,
Allah'a kul, Rasulüne ümmet olacak birini isteyin. Bu mallar
kime kalacak demeyin. "Bu mallar İslami yolda nasıl
korunacak. İslami hizmette nasıl kullanılacak" deyin.
Peygamberlerin mirasına varis olacak alim ve amil insan
yetiştirelim de Rabbin rızasını kazanalım.
Zekeriyya aleyhisselama, "Yahya" isimli ve eşi benzeri
görülmedik, duyulmadık bir çocuk vereceğini
2633[5]
müjdelediğinde:

8- (Zekeriyya) Dedi ki: "Rabbim, benim için bir oğul nasıl


oltır? Hanımım kısır, ben de çok ihtiyarladım."
9- "Öyle fakat Rabbin buyurdu ki: O bana kolaydır. Daha
önce sen hiçbirşey değilken ben, seni yarattım."
10- (Zekeriyya) "Ya Rab, bana bir işaret ver" dedi. (Rabbi)
"Senin işaretin, sapasağlam olduğun halde üç gece (ve
gündüz) insanlarla ko-nuşmamandir" buyurdu.
11- Mihrapdan kavminin karşısına çıkıp "Sabah akşam
teşbih ediniz" diye işaret etti.
Bütün peygamberler insan olmaları nedeniyle davranışları
da tabiidir. Zekeriyya(a.s.); "Yaşlı bir erkekle, kısır bir
kadından nasıl çocuk doğar" derken tabii davranıyordu.
Buharı; (K. Ehadisi enbiya bölümünde) Hz. İbrahimi
anlatırken Efendimizin; "İbrahim'in: "kalbim mutmain olsun
için ölülerin diriltil-mesini gözlerimle görmek istiyorum"
sözünü onayladığını ve "ben de aynısını söylerdim" dediğini
anlatıyor.
Ama o yüce peygamberler Allah'ın mucizelerini gördüler ve

2633[5]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/9-10.
bizlere de gösterdiler.
Rabbimiz kısır bir kadının doğum yapmasının ötesinden
örnek veriyor: "Sen hiçbir şey değilken ben seni yarattım"
diyor.
Herkes kendini düşünsün. Küçücük bir su parçasından,
nutfeden bu hale nasıl getirildiğini düşünsün. Sizler de kısır
kadınları görünce çalımsatmayın.
Zekeriyya aleyhisselam doğumun olacağına dair bir işaret
isteyince; "üç gece ve gündüz konuşmaması" bunun işareti
olduğu söylenir.
Ağzımızdaki et parçasının konuşması Rabbimizin izniyledir.
Tat (dilsiz) insanların ağzında da clil var ama konuşamıyor.
Konuşmakta olan dil'in üç günlüğüne konuşamamasi bize
şunu gösteriyor: Dilimize, kalbimize, kanımıza hakim olan
biz değiliz, bizi yaratandır. 2634[6]

12- Ey Yahya kitabı kuvvetle tut (dedik) ve O'na çocukken


hikmeti verdik.
13- Taraflınızdan bir sevgi ve temizlik (verdik) ve O çok
muttaki oldu.
14- Anne ve babasına iyilik yapandı. Baş kaldıran bir zorba
değildi.
15- Hem doğduğu gün, hem öldüğü gün, hem de diri olarak
kaldırılacağı gün O'na selam olsun.
Temizliğini koruması, Zekeriyya aleyhisselama varis olması
ve Allah'a hizmeti hakkıyla yürütebilmesi için, kitaba
sarılması gerekir.
Kişi kitaba sanlırsa Hakkı çok sever. Hakkı sevdiği için de
halkı çok sever. Ama bu sevgiyi de Allah verir. Bu surenin
doksanaîtıncı ayetinde; sevginin, Rahman olan Allah
tarafından iman edip, ameli sa-lih işleyenlere verileceğini
haber verir.
2634[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/10-11.
Bu konuda Al-i İmran 38-41 nci ayetlere bakınız. Şifa tefsiri 2147
Sevgiyi Allah herkese vermiştir. Ancak insanlar o sevgiyi
paraya, mala, mülke, makama, unvana çevirir. îman edip
ameli salih işleyenler ise önce Mevlayı, sonra Leylayı sever.
Allah'ı seven, Anne babasına iyilik yapan bir insanın despot
olduğu, anarşist çıkdğ] hayatta görülmemiştir.
İslaım yaşayan bir ailede dünyaya gelmek bir mullulııkdur.
Öyle bir aifede büyümek de ayrı bir nıutlulukdur ve
müslüman olarak ölmek en büyük saadettir.2635[7]

16- Kitapda Meryem'i de an. Hani O ailesinden ayrılıp


(Ma'bedin) doğusunda bir yere çekilmişti.
17- Onlarla kendi arasına bir perde çekti. Biz de O'na
ruhumuzu gönderdik ve ona düzgün bir insan şeklinde
göründü.
Günümüzde sünnettir diye, Ramazanın yirmisi sabahından,
bayram namazına kadar erkeklerin mescid'de, kadınların
evlerinde i'tikafa çekildiği gibi, Hz. Meryem validemiz de
Ma'bedin doğusunda bir odaya ibadet için çeki Emiş ve
görünmemek içinde bir perde çekmişti.
Orada Rabbi ile halvette iken insan şeklinde birisini gördü.
O Allah'ın gönderdiği Cebrail'di. 2636[8]

18- (Meryem) dedi ki: "Ben senden Rahman (olan Allah)a


sığınırım. Eğer sen çok muttaki isen (bana dokunma)"
19- "Ben ancak sana bir oğlan vermek için (gelen) Rabhinin
elçisiyim" dedi.
O tertemiz annemiz, Meryem validemiz, gelenin melek
olduğunu bilmediği için gelenin şerrinden Allah'a sığındı.
Bizler de her durumda "Euzü billahi mineşşeytanirracim"
diyerek Allah'a sığınacağız.
Gelen melek, Meryem validemize bir oğlunun olacağını

2635[7]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/11-12.
Bak: ayet 33
2636[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/13.
müjdeleyince: 2637[9]

20- (Meryem): "Benim çocuğum nasıl olur? Bana bir insan


dokunmadı ve ben bir iffetsiz de değilim" dedi.
21- Öyle. Fakat Rabbin buyurdu ki: "O bana göre kolaydır.
O'nu insanlara bir mu'cize ve bizden bir rahmet kılmamız
için (yaratacağız). O kesinleşmiş bir iş oldu.
Bu çocuk bir mu'cizedir. Tertemiz bir anneden babasız
olarak dünyaya gelmiştir. Buna aklı yatmayan o günün
Yahudilerine ve bu günün bütün kafirlerine, Rabimiz Al-i
İmran suresi 59 ncu ayetinde; İsa'nın durumunun Adem'in
durumu gibi olduğunu, Adem'i de topraktan yarattığını
haber vererek cevap verir.
Hz Adem'in topraktan yaratıldığını kabul eden biri için,
babasız olarak bir kadından Hz. İsa'nın bir mu'cize olarak
Allah'ın emriyle yaratıldığını kabul etmek daha kolay olur.
Mu'cizelere aklı yatmayan, batıya iman eden, şarka
bakmayan, garbı bilmeyen bir kısım müslümancıklarımızm,
bu konuda akli açıklamalar getirmeye çalışmakla ne kadar
gülünç olduklarını gördük. 2638[10]

22- Meryem ona hamile kaldı ve onunla uzak bir yere


çekildi.
23- Derken doğum sancısı onu bir hurma dalına götürdü.
(Meryem): "Keşke bundan önce ölseydim ve unutulmuş
gitmiş olsaydım" dedi.
24- (Ruh) O'na altından şöyle seslendi: "Üzülme, Rabbin
senin alt tarafından bir su arkı meydana getirdi."
25- "Hurma dalını kendine doğru silkele, üzerine olgun taze
hurma düşsün."
26- "Ye, iç, gözün aydın olsun. Eğer insanlardan birini
görürsen: "Ben Rahmana oruç adadım, bugün hiçbir insanla
2637[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/13-14.
2638[10]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/14.
konuşmayacağım" de.
Meryem validemiz kendisine erkek elinin değmediğini, bu
çocuğun Rabbin emriyle olduğunu biliyordu. Ancak onun
bildiklerini Yahudiler bilmiyordu. Onun İçin çok üzgündü.
Gözlerden uzak bir yere çekildi. Ölmüş ve unutulmuş biri
olmayı yaşamaya tercih ediyordu.
Burada ioptumun insan üzerindeki baskısının ağırlığım
Meryem validemizin "Keşke bundan önce ölseydim"
sözünden anlıyoruz.
"Eller ne derler?" veya "Herkes ne der?" ata sözümüz bu
toplum baskısını ifade eder. Ve bundan keramet sahibi
Meryem validemiz bile etkilenir.
Rabbimiz ona kuru ağaçdan yaş burmayı verir. Susuz
yerden ırmak akıtır. Meryem validemiz bunları görür. Susuz
yerden su akıtan, kuru ağaçdan hurma çıkaran Allah, bekâr
Meryem'den çocuk yaratır.
Çocuk doğunca kendisine iftira eden, hakaret yapan,
ayıplayan insanlara cevap vermez. Konuşmama orucu tutar.
Yaratanın cevap vermesini ister. 2639[11]

27- Derken O'nu yüklenerek kavmine getirdi. Dediler ki:


"Ey Meryem, muhakkak sen büyük bir şey getirdin."
28- Ey Harun'un kardeşi, senin baban kötü biri değildi.
Annen de iffetsiz değildi."
29- (Meryem) çocuğu işaret etti. Onlar: "Biz beşikdeki
çocukla nasıl konuşuruz?" dediler.
Meryem validemize, "Ey Harun'un kardeşi..." diye hitap
ediyorlar ve ayıplıyorlar.
Bu ayet nazil olduktan sonra bir gün, Muğıre b. Şu'be
Necranda iken, kendisine; "Kur'an da Meryem'e "Harun'un
kardeşi" deniliyor. Hanınla İsa arasında kaç sene okluğunu
biliyormusunuz?" diye sorarlar. Muğıre b. Şu'be,

2639[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/15-16.
Efendimizin yanma gelip olayı sorunca, Efendimiz:
"Onların kendilerini peygamberler ve salih insanlarla
isimlendirdiklerini haber verseydin ya" diye cevap
verir. 2640[12]
Günümüzde bile Yahudilere İsrailoğullan deniyor. Lakabı
İsrail olan Yakup aleyhi sse lam la bunların arasından
binlerce yıl geçti.
Meryem validemiz kendisinden hesap soranlara cevap
vermedi ve çocuğa işaret etti.
Babasız çocuğun doğmayacağını söyleyen bu insanlar yeni
doğan çocuğun konuşmayacağını biliyorlardı, ama çocuk
İsa konuştu. 2641[13]

30- (Kundaktaki İsa): "Ben Allah'ın kuluyum. O bana kitap


verecek ve beni peygamber kılacak" dedi.
31- "Nerede olursam beni mübarek kıldı. Yaşadığım sürece
bana namaz ve zekatı tavsiye etti."
32- "Anneme iyilik yapmayı da (tavsiye etti) ve beni baş
kaldıran bir zorba yapmadı."
33- "Hem doğduğum gün, hem öldüğüm gün, hem de diri
olarak kaldırılacağım gün bana selam olsun.
34- İşte Meryem oğlu İsa hakkında çekişip durdukları şeyin
doğ sözü budur.
AI-i İmran suresinin 46 ncı ayetinde, Hz. İsa'nın çocukken,
beşikte iken konuştuğunu haber vererek bunun da Rabbimin
bir mu'cizesi olduğunu anlıyoruz.
Hz. İsa'ya ve ümmetine Namazın ve zekatın farz olduğunu
öğreniyoruz. Annelere iyilik yapmanın emredildiğini ve
O'nun zorba değil, bir peygamber olduğunu öğreniyoruz.
Alusi "Rub-ul-Meani" isimli tefsirinde; bu surenin onbeşinci
ayetini açıklarken, Ahmet b. Hanbelin "Kitap-üz-
Zuhd"ıinden naklen Hasan-i Basri'nin şu haberini nakleder:
2640[12]
Tefsir-ün-Nesai 2/29
2641[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/16-17.
"Teyze çocukları olan Yahya ile İsa bir araya geldiklerinde
Yahya İsa'ya: "Bana dua et. Çünkü sen benden daha
hayırlısın" deyince İsa da Yahya'ya: "Hayır, sen bana dua et.
Çünkü sen benden hayırlısın, çünkü Allah sana selam
ediyor, ben ise kendime selam ediyorum" diyor.
İki peygamber olan iki teyze oğlunun diğeri hakkındaki
hüsnü zanlan ve tevazuları ne güzel.
İşte Meryem oğlu İsa hakkında söylenenlerin en doğrusu, bu
Kur'anın haber verdiğidir. Bugünkü dünyamızda bir milyara
varan Hristiyan dünyasına biz bu ayetlerle
2642[14]
yaklaşmalıyız.

35- Çocuk edinmek Allah'a yakışmaz. Onu tenzih ederim,


ti'r işi yapmaya hükmettimi, ona "Ol" der O da oluverir.
36- Şüphesiz Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir.
Onun içîn O'na ibadet ediniz. İşte bu dosdoğru yoldur.
Avrupadaki müslümanlarla dini münazara yapan
Hristiyanların çıkmazı burası. Allah'a çocuk isnat etmeyi ne
kendilerine kabul ettirebiliyorlar, ne de başkalarına kabul
ettirebiliyorlar.
Müslümanların inancı ne güzel: O Allah sizin de Rabbiııiz,
benim de Rabbim. Hz. İsa bunu söylüyordu. 2643[15]

37- Hizipler kendi aralarında ihtilafa düştüler. Büyük günün


duruşmasından veyl o kafirlere.
38- Bize geldikleri gün ne güzel işitirler ve ne güzel
görürler, Ancak bugün zalimler açık bir sapıklığın
içindedirler.
39- Onlar gaflette iken ve onlar iman etmezken, onları
hasret gü nüne ve işin bitirileceği zamana karşı uyar.
40- Şüphesiz yeryüzüne ve üzerindekilere biz varis olacağız.
Ve bize döndürülürler.
2642[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/17-19.
2643[15]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/19.
Hristiyanlar ise guruplara ayrıldılar ve ihtilafa düştüler.
Ama Hz. İsa'nın yolundan ayrılanlara cehennemin "veyl
deresi" vardır.
Bu dünyada hakkı görmeyen ve hak söze kulaklarını
kapatanlar cehennemi apaçık görecek ve uğultusunu
işitecekler.
Zalimleri, gafilleri ve iman etmemekte direnenleri o
pişmanlık duyulacak günü hatırlatmak ve uyarmakla
görevliyiz. Yani bu insanların yanmaması için onların canını
onlardan daha fazla korursak böylece kendimizi de korumuş
oluruz.
Herşey fani, Allah baki. Ona döneceğiz. Tertemiz
geldiğimiz hu dünyadan Rabbimize dönerken zulüm, şirk,
inkar, ateisttik, fuhuş, yalan, haram şeyler yüklenmemeye
dikkat edelim. 2644[16]

41- Kitap'da İbrahim'i de an. Şüphesiz O çok doğru biriydi,


peygamberdi.
42- Babasına şöyle demişti: "Babacığım, işitmeyen,
görmeyen ve sana hiçbir faydası olmayan şeylere niçin
tapıyorsun?"
43- "Babacığım, sana gelmeyen bir ilimden bana geldi,
hemen bana uy ki, seni dosdoğru yola ileteyim."
44- "Babacığım, şeytana tapma. Çünkü şeytan, Rahman'a
isyan etti."
45- "Babacığım, sana Rahmandan bir azabın
dokunmasından ve senin şeytana dost olmandan korkarım."
Bütün peygamberlerin sıfatlarından biri de "Sıdk" yani
doğruluk sıfatıdır. O peygamberliğin yolundan giden
bizlerde de bu özellik olmalıdır.
Tebliğ en yakından başlıyor. Puta tapan babasını çok
sevdiği için "Babacığım" diye söze başlıyor ve puta

2644[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/19-21.
tapmaktan vazgeçmesini istiyor. Günümüzde her baba,
anne, çocuk aynısını yapmalı, yakınlarını puta tapmaktan
alıkoymalıdir.
Rahman'a isyan eden ve şeytana uyan insanın varacağı yer
cehennemdir. Senin için korkuyorum dediğinde: 2645[17]

46- (Babası): "Ey İbrahim, sen benim ilahlarımdan yüzmü


çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen elbette seni taşlarım.
Uzun müddet benden ayrıl git" dedi.
47- (İbrahim): "Selam sana. Senin için Rabbime istiğfar
edeceğim. Şüphesiz O bana çok lütufkârdir" dedi.
48- Sizi ve Allah'dan başka tapdıklanmzı bırakıyorum ve
Rabbime dua ediyorum. Umulur ki, Rabbime dua ile mutsuz
olmam.
İşte müslümanla kafir arasındaki fark bu: Babasıyla oğul
arasında din ayrılığı var. Oğlu babasına merhametle
yaklaşıyor, kafir baba ise oğluna taşla yanaşıyor.
Peygamber olan oğlu babasına "Selam" diyor ve onun için
Allah'dan afvetmesini istiyor, baba ise oğluna "defol git"
diyor.
Günümüzde İslami çizgiye giren gençlerle babaları arasında
geçen olaylar bu habere ne kadar benziyor!
Yine de İbrahim aleyhisselam putlara tapmamak için hicret
ediyor.
Habeşe hicret öncesinde bu ayetlerin inmesi mü'minlerin
yanan yüreklerine su serpiyor. 2646[18]

49- (İbrahim) onlardan ve Allah'dan başka taptıklarından


ayrı lınca, O'na (oğlu) İshak'ı ve (torunu) Ya'kub'u verdik,
ve herbirini pey gamber yaptık.
50- Onlara rahmetimizden verdik ve Onlar için yüce bir
doğruluk dili verdik. (Doğrulukda dillere destan eyledik)
2645[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/21-22.
2646[18]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/22-23.
Allah için hicret edeni Allah zayi etmez. Ot bitmeyen
Mekke vadisinde susuz bırakmaz ve zemzemi verir. Oğlu
İshak'la, İsmail'i verir ve peygamber yapar. Torunu Ya'kubu
da peygamber kılar. Hayrın nerede olduğu bilinmez. Biz
emre uymakla görevliyiz. Hayır Allah'ın kitabına
uymaktadır.
Küfre boyun eğmediği için kıyamete kadar bütün insanlar
tarafından hayırla yad edilmiş, doğruluğu, cömertliği,
misafirperverliği dillere destan olmuştur.
Hiçbir müslüman ne pahasına olursa olsun Tağut'a boyun
eğmesin. İbrahim aleyhisselamm yolundan yürüsün. Allah
O'na hayırlı evlat ve salih cemaat verir. 2647[19]

51- Kitap'da Musa'yı da an. Şüphesiz O, ihlasli idi, bir Rasül


ve bir Nebi idi
52- Biz O'na Tur'un sağ tarafından seslendik ve O'nu
bizimle konuşması için yaklaştırdık.
53- Ve rahmetimizden kardeşi Harun'u O'na peygamber
olarak bağışladık.
Tağut'a boyun eğmemek için hicretten bahsedilir de, Musa
aleyhisselam anılmaz mı? Hz. Musa ihlaslı idi. Her
Peygamber ihlashdir ama, her ihlaslı Peygamber değildir.
Bu ihlaslı Peygamber Allah yolunda hicreti göze alınca
Allah kendisine ilılasla bağlanan kulunu mahrum etmedi.
"Tih" çölünde bıldırcın eti, kudret helvasıyla besledi. Çölün
ortasında bir kayanın on iki yerinden su fışkırttı ve kardeşi
Harun'u da Peygamber olarak ihsan etti. 2648[20]

54- Kitap'da İsmail'i de an. Şüphesiz o sözünde sadık idi. O


bir Rasul ve Nebi idi.
55- Ehline (ailesine ve kavmine) namazı ve zekatı
emrederdi. Rabbi katında makbul îdi.
2647[19]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/23-24.
2648[20]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/24-25.
Bizim önder ve örneklerimiz ard arda yıldızlar gibi gönül
dünyamıza parliyorlar. Sözüne sadık İsmail aleyhisselam.
Allah'ın yoluna baş koyan, namazı ve zekatı emreden ve bu
Özellikleriyle Rabbini ra.zi eden İsmail aleyhisselam.
Biz de onun gibi "bu baş, bu yola kurban olsun der" ve
namazı dosdoğru kılar zekatı verir ve bunları emredersek
biz de Allah'ın razı olduğu kervana katılırız. 2649[21]

56- Kitapta İdris'i de an. Şüphesiz O çok doğru bir


peygamberdi.
57- Ve biz Onu yüce bir makama yükselttik.
İdris aleyhisselamın üç özelliğini Kur'an-ı Kerim bize
bildirmektedir. Burada "Sıddık" olduğunu ve "Peygamber"
olduğunu haber verir. Enbiya suresinin 85 nci ayetinde
"sabırlı" olduğunu haber verir. Doğruluktan ayrılmayan,
doğru olanı tasdik edip destekleyen, bu yolda her Lürlü
bela, musibet ve zorluğa sabreden, göğüs geren
Peygamberin, yüce bir makama yükseltildiğini Rabbimiz
haber veriyor.
Bizim de iki dünyada makamımızın yükselmesi için doğru
dürüst iman eden, doğru amel yapan ve bu yolda sabreden
bir insan olmamıza dikkat çekiliyor ve örnek olarak îdris
aleyhisselam veriliyor.
Buhari; (Kitahussalat haIde) Peygamber efendimizin Mi'rac
gecesi İdris aleyhisselamla görüşüp merhabalaştığını haber
verir. Diğer sahih rivayetlerde îdris aleyhisselamin
dördüncü kat semada peygamber efendimizle
merhabalaştığını haber verir.
"İdris" kelimesi çokça okuyan, ders yapan manasına
gelmektedir. Taberinin rivayet ettiği hadisi şerifte Ebu Zerr-
il-Gıfari (r.a.) peygamber efendimize sorar; "Ya Rasulellah,
Allah kaç kitap indirdi?" Efendimiz de; "Yüz sahife ve dört

2649[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/25.
kitap indirdi. On sahife Adem (a.s)'a, Elli sahife Şit (a.s.)'a,
Otuz sahife İdris (a.s.)'a, On sahife İbrahim (a.s.)'a, Tevrat,
İncil, Zebur ve Furkan." dedi. 2650[22]
"Mevarid-üz-Zam'an ila Zevaidi ibni Hibban'in" 94 nolu
hadisi olarak rivayet edilen bu hadis için ibni Hibban; sahih
olduğunu ravilerinin sika olduğunu söyler.
Elimizdeki Tevrat'ta; 2651[23] 'Hanok' olarak bahsedilen ve
Adem'in oğlu Şifin beşinci nesilden torunu olduğu
kaydedilir. Bu konuda Kur'an ve sahih sünnette bilgi
verilmediği için, îdris aleyhisselamla ilgili hurafaya
inanmayacağız. 2652[24]

58- İşte bunlar, (bu adı geçen peygamberler) Adem'in


neslinden, Nuh ile birlikte taşıdıklarımızın neslinden,
İbrahim ve İsrailin neslinden, kendilerine hidayet
verdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerden olan ve Allah'ın
kendilerine (dünya ve ahiret) nimeti verdiği kimselerdir.
Onlara Rahmanın ayetleri okunduğu zaman ağlayarak
secdeye kapanırlar.
Bu surede adı göçen bu peygamberler Allah'ın kendilerine
dünya ve ahiret nimeti verdiği peygamberlerdir. Onları
Allah seçmiştir. Onlar bizim seçilmiş örneklerimizdir.
Bizim yaşantımızın her yönü onlardan birinin yaşantısına
uymaktadır. Onlar o olayları nasıl aşmışlarsa, biz de onlar
gibi yapalım diye bize peygamberler örnek verilmiştir.
Günümüzde bizi sapıtmak için insanların seçtiği bazı
ahlaksızlar örnek olarak reklam edilmektedir. Allah (c.c.) da
bizim örneklerimizi kendisi seçmiştir.
Rahmanın ayetleri okunduğunda onların secdeye kapandığı
gibi biz de bu ayeti okuduğumuzda o peygamberlere uyarak
tilavet secdesi yaparız. 2653[25]
2650[22]
Tarihıt-t-Taheri 1196, Zikru viladeü Havva şişen. Dar-ül-Kütüh-ihümiyye, Beyrut 1987
2651[23]
Tekvin hah 5/21-24 de
2652[24]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/25-27.
2653[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/27.
59- Onlardan sonra yerlerine öyle kötü bir nesil geldi ki
onlar namazı terkettiler, nefsin isteklerine uydular.. Onlar
yakında (cehennemin) Gayyasına uğrayacaklar.
İslam toplumunun bozulmasının başlangıcı namazı
aksatmak, sonra terketmekle başlıyor. Sonra nefsin arzu ve
isteklerinin ardı arkası kesilmiyor. Pislik çukurunun
kenarına konan sinek gibi önce ağzını pisliğe dayıyor, sonra
ayaklan ve kanatlan farkına varmadan pisliğe dalıyor. Karnı
doyup da uçmak istediğinde battığının farkına varıyor ama
kurtulamıyor ve cehennemin "Gayya" deresini boyluyor. O
derede yanan insanların kan ve irinlerinin kaynamış hali
vardır.Niçin namaz? Sorusuna Rabbimiz cevap veriyor:
"Şüphesiz namaz, fuhuşdan ve her türlü kötülükten
alıkoyar." 2654[26]

60- Ancak tevbe edip imana gelen ve salih amel isteyenler


müstesna. Onlar cennete girecekler ve hiçbir şekilde
haksızlık yapılmayacak.
61- O adn cennetine ki, Rahman onu kullarına gıyaben
va'detmişti. Şüphesiz onun va'dettiği gelecektir.
Hepimiz beşeriz, şaşabiliriz. Nefsimizin arzularına uyarak
birçok çılgınlık yapmış olabiliriz. Namazı terketm iş izdir.
Ancak bu andan itibaren tevbe eder, pişman olur, iman
tazeler ve yeniden salih ameller yapmaya başlarsak,
cehennemin gayyasında yanmaktan kurtulup cennete
gireriz. 2655[27]

62- Orada boş bir söz işitmezler. Ancak "Selam" (işitirler).


Onlar için orada sabah-akşam rızıklar vardır.
63- İşte O cenneti biz, kullarımızdan muttaki olanlara miras

2654[26]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/27-28.
Ankehut 45
2655[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/28-29.
kilanz.
Cennette kulağınıza gelen her ses gönlünüze huzur verecek,
güven sağlayacak. Orada gönül tellerimizi rahatsız edecek
kötü, katı, çirkef söz işitilmeyecek.
Tabii ki öyle bir cennete layık olmak için, bu dünyada
dilimizi kötü, küfür, şirk, inkar sözlerinden arındıracağız.
Kulaklarımızı da hak söze ve Hakkın sözüne
alıştıracağız. 2656[28]

64- Biz ancak Rabbîn'in emriyle ineriz. Önümüzde,


arkamızda ve bunların arasında olanlar O'na aittir. Rabbin
asla unutkan değildir. (Cebrailin efendimize gelirken
gecikmesi Rabbin emriyledir.)
65- O, göklerin, yerin ve ikisinin arasındakilerin Rabbidir.
O halde O'na ibadet et ve O'na ibadetinde sabret. Sen O'na
(Allah adıyla çağrılan) bir adaş biliyormusun?
Cebrail'in efendimize gelişi, gidişi, vahiy getirişi, haber
verişi, gecikmesi hepsi Rabbin izni ve emriyledir. Melekler
emredileni yaparlar. Meleğin gecikmesi Rabbinin
emriyledir. Rabl?in unutucu değildir diyor.
Yeri göğü yaratan, kanımızı her hücremize ihtiyacı kadar
akıtan Allah (c.c), hiçbir şeyi unutmadığını her an bize
göstermektedir. Öyle ise bu düşen görev, O Allah'a kulluk
yapmak, ibadet üzerinde sabretmek, O'na ortak koşmamak,
Allah'a ortak olduğunu söyleyenleri tanımamak ve onların
arkasından gitmemektir.2657[29]

66- İnsan diyor ki: "Öldüğüm zaman mı diri olarak


çıkarılacağım?"
67- Daha önce hiçbir şey değilken bizim onu yarattığımızı
düşünmez mi?
Kendi yaratılışım düşünmeyen fikirsiz, şuursuz ve akılsızlar
2656[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/29.
2657[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/29-30.
ahiret-teki dirilişi inkar ediyorlar. Ölüp toprak olduktan
sonra dirilmeyi kabule yanaşmıyorlar.
Halbuki bu fikirsiz kendisine bakıverse ya. Bir zamanlar
yoktu, derken bir damla meniye Allah şekil verdi. Topraktan
yetişen yiyecek maddeleri kendisinde toplandı bu hale geldi.
Yani kendisi topraktan toplandı. Nasıl bu dünyada Allah
onu topraktan toplayarak bu hale getirmişse ahirette de öyle
toplar. 2658[30]

68- Rabbine yemin olsun ki, onları ve şeytanları


toplayacağız ve onların hepsini cehennemin etrafında diz
çökmüş olarak hazır tutacağız.
Eh inkar etsinler bakalım. Şeytanlarla beraber cehennem
ateşinin etrafında diz üzerine çökmüş halde iken, ahiretin
gerçek olduğunu anlayacak ama faydasız. 2659[31]

69- Sonra da her toplumdan Rahmana en şiddetli karş. gelen


hangisi ise çekip çıkaracağız.
70- Sonra o cehenneme yaslanmaya en layık olanı biz
biliriz.
Kafirlerin cehennemdeki yerleri de farklı olacak. İnkarcı
ama, iyi niyetli, hayırsever kafirle, isyancı zulümden
hoşlanan, dünyayı ateşe veren, kan akıtan, gözyaşıyla
sulatan kafirlerin yeri aynı olmayacak. Rahman olan Allah'a
isyanda şiddetli olanlar diğerlerinden ayrılacaklar. Kimlerin
cehenneme layık olduğunu Allah daha iyi bilir.2660[32]

71- Sizden herkes oraya varacaktır. Bu, Rabbinin


kesinleşmiş bir hükmüdür.
72- Sonra müttakileri kurtarırız ve zalimleri diz üstü
bırakırız.

2658[30]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/30-31.
2659[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/31.
2660[32]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/31-32.
Bu iki ayet her kafirin cehenneme gireceğini, müttakilerin
ise kurtarılacağını ifade ettiği gibi, her insanın cehenneme
uğrayacağını, ancak müttakilerin kurtarılacağını ifade eder.
"Her insan cehenneme uğrayacaktır" diye mana verenler;
günahları affedilmeyen mü'minlerin, cehennemde cezalarını
çekinceye kadar kalacaklarını, daha sonra cennete
gideceklerini, günahları afvedilenler ise; cehennem
üzerinden sırat köprüsünden geçerken uğramış olacaklarını,
ama bu geçiş esnasında hiçbir elem ve ızdırap
hissetmeyeceklerini söylüyorlar.
Zaten Rabbimiz de; zalimlerin kalıp, müttakilerin
kurtarılacağını haber veriyor. Bir çok ayeti kerime de; Allah
dostlarına korku ve hüzün olmadığını açıklıyor.
Efendimiz, Rıdvan ağacı altında, kendisine biat edenlerin
hepsinin inşaallah cehenneme girmeyeceğini haber
verdiğinde, Hafsa validemiz, 71 nci ayeti okur. Efendimiz
de cevap olarak 72 nci ayeti okur. 2661[33]

73- Ayetlerimiz onlara açık açık okunduğunda kafirler iman


edenlere şöyle derler: "Bu iki guruptan hangisinin makamı
daha iyi ve mevkii daha güzeldir?"
Bugünün kafirleri de, bindörtyüz sene öncesinin kafirleri
gibi "Siz Allah'ın ayetlerini okuyorsunuz. Siz Allah'ın
kulusunuz, işte haliniz. Biz Amerika'nın kuluyuz, işte
halimiz. Bakın biz sizden daha zenginiz ve refah içindeyiz"
diyorlar. Bizim onlara cevabımız: 2662[34]

74- Biz kendilerinden önce mal ve gösterişde daha güzel


olan nice çağlar (da kavimler) helak ettik.
75- Deki: "Kim dalalette ise, Rahman onun süresini uzatsın.
Kendilerine va'dolunan azap veya kıyameti gördüklerinde

2661[33]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/32-33.
Müslim fezaili Sahabe Hadis Nu: 2496
2662[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/33.
kimin mekanca daha kötü ve orduca daha zayıf olduğunu
bilecekler."
Amerika'nın kullarını, Allah'ın kullarından üstün görenlere
bu ayetleri okuyoruz. Tarihde diğerlerinden daha güçlü,
zalim, kafir ve zengin devletlerin şimdi yerlerinde yeller
estiğini hepimiz görüyor ve biliyoruz.
Sizin de sonunuz gelecek. Bu dünyada mağlubiyet azabını,
kıyamet günü cehennem azabını tadacaksınız.
Bu sözleri söyleyen Mekke müşrikleri; aradan çok zaman
geçmeden Mekke'nin fethedildiğini gördü. Malları
hakkındaki hüküm ise, fakir gördükleri Allah'ın kulu ve
Rasulü olan Hz. Muhammed'in kararına kaldı. 2663[35]

76- Allah hidayete erenlerin hidayetini artırır. Baki olan


salih ameller Rabbin katında sevapça daha hayırlı sonuç
bakımından daha iyidir.
Eski putperest toplumların mezarlarından; hala günümüzde
yiyecek, giyecek ve içecek maddelerinin kaplan
çıkarılmaktadır. Ölüleri kabirde yesin diye, mezara en
sevdiği yiyecek ve içecekleri, en değerli yüzük ve bilezikleri
cesetle beraber koyarlarmış.
Biz de yanımıza birşeyler almak istiyoruz. Ama bizim
aldığımız; toprakda çürümeyen, küflenmeyen, yıpranmayan
iman ve baki olan "salih amellerimizi" almaktayız.
Kafirlerinkini antikacılar bulup çıkarıyorlar. Ama
mü'minlerin imanım sağlığında çıkaramamışlar ki, ölünce
çıkarabilsinler. Allah cümlemizi imandan ve salih amelden
ayırmasın. Amin... 2664[36]

77- Ayetlerimizi inkar eden ve "(kıyamette) elbette bana


mal ve evlad verilecek" diyenleri gördün mü?
78- O gayba mı muttali oldu?veya Rahman'ın katından bir
2663[35]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/33-34.
2664[36]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/34-35.
söz mü aldı?
79- Hayır..! Biz onun söylediklerini yazacağız ve onun için
azabı uzattıkça uzatacağız.!
80- Onun söylediği (mal ve evladı)nı biz alacağız ve o bize
tek başına gelecek.
Habbab b. Eret anlatıyor: Demircilik yapıyordum.
Müşriklerden As b. Vail'de alacağım vardı. Alacağımı
istedim. As: "Muhammed'i inkar edersen veririm. Yoksa
vermem" dedi. Ben de: "Hayır. Vallahi sen ge-berinceye ve
ahirette diriltilinceye kadar Muhammedi inkar
etmeyeceğim" dedim.
As b. Vail: "İyi öyle ise, ben ölüp ahirette dirilince çok mal
ve evladım olacak, o zaman sana veririm" dedi. Bunun
üzerine bu dört ayet nazil oldu.2665[37] Dünyada elde
ettikleriyle öğünen ve ahirette de öyle olacaklarını iddia
edenlere bir cevapdır. Herkes dünyaya nasıl teker teker
malsız ve evlatsız gelmişlerse, Allah'ın huzuruna da öylece
teker teker gelecekler.
Allah'ın onlara dünyada azap etmemesi, Allah'ın "Sabur"
olmasındandır. ;
Efendimiz: "Ezaya Allah'dan daha sabırlı kimse yoktur.
Kafirler Allah'a ortak koşarlar, eş ve benzer kabul ederler.
Allah onların bu sözlerini1 işittiği halde onlara sıhhat,
afiyet, nzik verir ve onları korur" buyurmuş. 2666[38]

81- Kendilerine izzet-kuvvet olsun diye Allah'dan başka


ilahlar edindiler.
Bazen hayret ederiz. Bu kafirler, İslam dinine harp ilan
edenler nasıl olur da Allah'ın yarattıklarını, Allah'ın verdiği
elle toplarlar, ağızla yerler, dil ile O Allah'ı inkar edip,
O'nun yarattığı kullardan birinin koyduğu kurallara uyarak,

2665[37]
Bak: Buharı K. Büyü' Hadis no: 2091, Buharı K. İcara Hadis no: 2275, Buharı K. Tefsir Hadis no:
4732, Müslim K. Sıfatül münafıkın Hadis no 2795, Tirmizi Tefsir Hadis 3162
2666[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/35-36.
Allah'a ortak koşarlar diye şaşarız.
Allah (c.c.) bu ayetinde putculuğun sebebini söyleyiveriyor.
Bunlar Güçlü olmak, putundan güç almak için yapıyorlar.
Sanki bu ayet 1400 sene önce inmemiş de, bugün inmiş gibi.
Bugünün kafirlerinin röntgen filmini bize sunuyor ki,
bunların hastalığını öğrendikten sonra tedavisine geçelim.
Tedavisi için ilaç, "Münafıkun" suresinin sekizinci ayetinde:
"İzzet, Allah'a, Rasulüne ve mü'minlere
aittir." buyruluyor.
Yani güç kazanmak istiyorsanız, erişilmez bir kul olmak
istiyorsanız, mağlubiyeti tatmamak istiyorsanız, Aziz olan
Allah'a iman edecek ve onun kurallarına uyacaksınız.
Mü'min mağlup olmaz. Öldürülürse şehid olur kazanır, veya
galip gelir yine kazanır.
"Ankebut" suresinin 25 nci ayetinde; kafirlerin put adamlar
etrafında birleşmelerinin sebebini açıklarken, aralarında
sevgiye sebep olması için yaptıklarını bildirir.
Halbuki bu surenin 96 ncı ayetinde; sevgiyi Allah'ın
yarattığını ve aralarındaki sevgiyi de onun vereceğini
bildirir. 2667[39]

82- Hayır.! Onlar ibadetlerini inkar edecekler ve onlara zıt


(düşman) olacaklar.
Dünyada iken adından yararlandıkları, huzurunda
bulunmakdan güç kazandıkları o put adamlar, ahirette
onların düşmanı olacaktır. Tapanlar ve tapılanlar
birbirlerinin düşmanı olacaklar.
Tapılanlar, tapanlardan kaçacaklar. Tapanlar, tapılanlara
lanet okuyacaklar. Tapilanlar: "Biz sizi zorlamadık, Allah'ın
da'vetine uymadınız, bizim davetimize uydunuz, siz bizi
değil kendinizi ayıplayınız" diyecekler.
Bu konuda bak: 2668[40]
2667[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/36-37.
2668[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/37-38.
83- Görmedin mi? Biz şeytanları kafirler üzerine gönderdik.
Onları oynatıp duruyorlar.
Şeytanlar kafirlerin yaptıklarını süslerler. Mesela yaratan
Allah'ın kanunlarına değil de, yaratılan insanın kanunlarına
uymanın faydalan konusunda ciltlerle kitap yazdılar.
İbneliğin, eşcinselliğin, lezbiyenliğin faydaları hakkında
konferanslar verdiler ve Avrupalı olmanın şartlarından
saydılar. Devletin malını, parasını dolandıranlar saygın
insanlar sayıldılar.
İşte bunlar şeytanın insanlara verdiği vesvesenin sonucudur.
"Haşr" suresinin 16 ncı ayetinde haber verildiği gibi; önce
insanı kafir yapıyor, sonra, "Ben alemlerin Rabbinden
korkarım, ben senden uzağım" diyor.
"Enfal" suresinin 48 nci ayetinde; şeytanın, kafirleri
müsîümanlann üzerine harbe kışkırttığı, Tam iki ordu karşı
karşıya gelince de; "Sizin görmediğinizi ben görüyorum"
deyip kaçtığını haber veriyor.
Çünkü şeytanın tarihi tecrübeleri var. Nice az topluluk,
Allah'ın izniyle çok kafir topluluklara galip gelmiştir. 2669[41]

84- Onlar için acele etme. Biz onlar için (günlerini)


say.yoruz.
85- Muttakileri heyet halinde Rahmanın huzurunda
toplayacağız.
86- Suçluları da susuz olarak cehenneme sevkedeceğiz.
87- Rahmanın katından izin alanlardan başkası şefaata
malik olamayacak.
Efendimizin şahsında bize: Acele etme. Onların nefes
alışverişlerine kadar herşeyi sayıyoruz. Onlara tanıdığımız
bir zaman var. O bitince sonları gelecek.
Müttaküer Rahmanın huzuruna nurdan binekler üzerinde

Kasas 63-64, Bakara 166-167, Ahzap 67, Saffat 27-31 İbrahim 22


2669[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/38.
gelirlerken, kafirler de çölde susamış kervanın sürünerek
gelmesi gibi gelecekler.
Ancak "Kelime-i Tevhid'i" söyleyip gereğini yapanlar,
"Lailahe illallah, Allah'dan başka yaratan, yaşatan ve
yöneten yoktur." diyenler şefaat görüp, şefaat
edecekler. 2670[42]

88- "Rahman çocuk edindi" dediler.


89- Yemin olsun ki çok kötü birşey yaptınız.
90- (Bu sözden) Neredeyse gökyüzü çatlayacak, yeryüzü
yarılacak ve dağlar devrilecekti.
91- Rahmana çocuk iddia ettiler diye.
92- Çocuk edinmek Rahmana yaraşmaz.
93- Göklerde ve yerde olan herkes Rahman'a kul olarak
gelecektiı
94- Yemin olsun ki onların hepsini kuşattı ve hepsini saydı.
95- Kıyamet gününde hepsi ona tek başına gelecektir.
Yahudiler; Üzeyr Allah'ın oğludur, Hıristiyanlar da; İsa
Allah'ın oğludur diyorlar. Müşrikler de; "melekler Allah'ın
kızları" diyorlar. 2671[43]
Allah katında en ağır söz budur. Biz bunu reddetmek için
günde birkaç defa "Kul hü-vellahü ehad" diyerek İhlas
suresini okuruz. "O doğurmamıştır, doğmamıştır." diyoruz.
Her şeyin yaratanı Allah(cc). Hepsinin sayısını bilen
Allah(cc). Hepsi kıyamet günü boyun bükerek Allah'ın
huzuruna gelecek. Niçin bunlardan birini kendisine çocuk
edinsin ki, hepsi onun. 2672[44]

96- İman edip, ameli salih işleyenlere Rahman şüphesiz,


sevgi verecektir. (Herkes onları sevecek).
Bizi yaratan Allah, sevdiklerimizi yaratan Allah, sevgimizi

2670[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/39.
2671[43]
Saffat 149-154
2672[44]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/39-41.
yaratan da Allah'dır.
Eğer mü'min insanlar tarafından sevilmek istiyorsak herkesi
bulup gönlünü almaya gücümüz de yetmez. Paramız da
yetmez. Zamanımız da yetmez. Ama bütün gönülleri yaratan
Allah'a kendimizi sevdirmemiz gerekiyor, O severse
sevdirir.
Efendimiz bir hadisi şerifinde; "Allah kulunu severse,
Cebraile sevdirir. Cebrail'de gök ehline ve yerdekilere
sevdirir" buyurur. 2673[45]
Bir ismi de "Vedud" olan Allah (c.c.) seven, sevgiyi ve
sevgilileri yaratan ve sevilecekleri belirtendir. Rum
suresinin 21 nci ayetinde; "Eşler arasındaki sevgiyi
yaratanın da Allah(cc) olduğunu" haber veriyor.
Düşmanları birgün sıcacık dosta dönüştürenin de Allah
olduğunu,
Mümtehine suresinin 7 nci ayetinde haber verir.
Enfal suresinin 63 ncü ayetinde yeryüzünün tamamını
versen kalblerini kazanamayacağın kişilerin, kalbini telif
edenin Allah olduğunu bildirir.
İslami siyaset yapanlar bilsinler ki; halkın sevgisini
kazanmak, Hakkın sevgisini kazanmaktan geçer. 2674[46]

97- Onunla müttakileri müjdeleyesin, ve Onunla inat bir


kavmi sakındirasın diye senin diline, O'nu (Kur'ani)
kolaylaştırdık.
Müttakileri müjdelemek, inatçı kafirleri uyarmak ve
sakındırmak için Kur'an'ı manasıyla okuyacağız. Kur'an'in
müjdeleme ve sakındırma dozlarına dikkat edeceğiz.
Ne yalnız cennetten, ne de yalnız cehennemden
bahsedeceğiz. Kur'an ne kadar hangi oranda bahsetmişse biz
de o kadar bahsedeceğiz. 2675[47]
2673[45]
Müsnedi Ahmet 2/34 -509, Buharı K. Edep 41, Bed-ül Halk 5
2674[46]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/41-42.
Sevgi hakkında bakınız: Şifa tefsiri 11326 Bakara suresi ayet 165.
2675[47]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/42.
98- Onlardan önce nice çağlar (daki kavimler)'ı helak ettik.
Onlardan birini hissediyormusun veya onlara ait gizli bir ses
duyuyormusun?
Helak olup gidenler geri gelmedi, iyi veya kötü bir haber
vermedi. O kayaları oyanlar, ehramları yapanlar, irem
bahçelerini kuranların, şimdi kabirlerinden bir tek harekete
veya bir fısıltıya bile güçleri yetmiyor füzeler uçuran,
denizaltılar ya doğruca anılanlardan eylesin.. Amin. 2676[48]

2676[48]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/42-43.
TAHA SURESİ

Taha süresi, Mekke'nin ilk dönemlerinde, Peygamber


efendimizin gönderilişinin beşinci senesinde nazü olmuştur.
Hz. Ebubekir gibi bir iş adamının ve parlamenterin
müslüman olması, Hz. Hamza gibi bir pehlivanın müslüman
olması, Mekke'li müşrikleri korkuya sevketmiş ve müşrikler
durumu görüşmek üzere, Dar'ün-Nedve'de (parlamento da)
toplanmışlar.
Hattab oğlu Ömer bu sorunun çözümünü Peygamber
efendimizi Öldürmekte görür ve Efendimizin bulunduğu
yere doğru yürür. Ömer, Peygamber efendimizi öldürmenin
planını yaparken Efendimiz'de onun için düa ediyor
ve"Âllahım, şu Ebu cehil ile Ömerden hangisi senin katında
daha sevgili ise onunla bu dini güçlendir." diyerek Allaha
yalvarıyordu.2677[1] Bizler bizi öldürmeye gelenler için dahi
hayırlı dualar etmeliyiz. Hz. Ömer, Peygamber efendimizi
öldürmek için giderken yolda birine rastlar ve efendimizi
sorar. O'da; "Sen islamı dışarda arama İslam senin evine
girdi ." dedi ve kız kardeşinin müslüman olduğunu söyledi.
Ömer doğru kız kardeşinin evine gitti. Kız kardeşi Fatıma,
Kocası Said b. Zeyd ve hocaları Habbab b. Erat evde kur'an
okuyorlardı. Ömerin geldiğini görünce hocalarını ve
sahifeleri gizlediler. Ömer kız kardeşine tokadı vurunca kız
kardeşi herşeyi açıkladı ve Kur'an sahife-lerini Ömer'in
eline verdi.
Ömer, "Taha süresini" okumaya başladı. Sonra "Hadid
süresinin" başından sekizinci ayete kadar okudu. Yedinci
ayetteki "Allaha ve Rasülüne iman ediniz...." ayetini de
okuyunca şehadet kelimesini getirerek müslüman
oldu.Böylece Efendimizi öldürmek için yola çıkan Hz.
Ömer(r.a.) müslüman olarak Efendimizin yanma vardı.

2677[1]
Tirmizi K. menakıp hadis: 3681
İbni Hişam'ın (1/343 de) haber verdiğine göre; Habeşistana
hicreti esnasında sahabenin biri "Hattab'ın eşşeği müslüman
olur da, Hattab'ın oğlu Ömer müslüman olmaz" demişti.
Günümüzde bizler'de hiçbir kimse için " O, müslüman
olmaz" demeyelim. Hz. Ömerin hayatı için bak: 2678[2]

1-Tâ-hâ
Sürelerin başında gelen bu türden harfler, kafirlere meydan
okumaktır. "Bakara" süresinin başında açıkladığımız gibi;
"Kur'an Muhammedin sözüdür" diyen kafirlere Bakara
süresin (in 23 ve 24 ncü ayetlerin) de meydan okunduğu
gibi bu tür harflerle başlaması "Buyurun, bu harfler sizin
harfleriniz. Bu kelimeler'de sizin kelimeleriniz. Bu dil sizin
diliniz. Siz ve bütün dünyadaki ilim adamlarınız, dilci-
leriniz, bilgi sayarlarınız, Nobel edebiyat ödülü alanlarınız
bir araya geliniz ve Kur'anın bir benzerini yazınız"
manasında bir meydan okumadır. 2679[3]

2- Bu Kur1 anı sana sıkıntıya düşesin diye indirmedik.


3- Ancak (Allah'dan)korkanlara bir öğüt olmak
üzere(indirdik.)
4- O(Kur'an)yeri ve yüce gökleri yaratan tarafından parça
parça indirilmiştir.
"Şaki" kelimesini biz çoğul olarak kullanırız ve "eşkıya"
deriz. Genellikle eline silah alıp dağa çıkana "eşkiya" denir.
Ancak Kur'anı kerime baktığımızda "A'la süresinin"
onbirinci ayetinde; "Asıl eşkiya, Allah'ın ayetlerinden uzak
duranlar olduğu" açıklanmaktadır. Dağa çıkan eşkiyayı dağa
çıkaran da işle bu Kur'ana karşı gelenlerdir.
"Şaki" kelimesi "said/mutlu" kelimesinin karşıtıdır.
Sıkıntıya düşmek, zahmet çekmek, yorulmak manalarına
2678[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/45-46.
Buharı K. fezaili-s-sahabe,B.Menakıbi Omer.Buhari K.menakıbi ensar,B.islamı Ömer.Beyheki,Delailü-
n-nü-büvve 21215
2679[3]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/46-47.
gelir.
Peygamber efendimiz ve Ona iman edenler, işkencenin her
çeşidini tattıkları ve Habeşistana hicret ettikleri senede nazil
olan bu süre, efendimizin şahsında bütün müminlere
Rabbimizden bir tesellidir.
Müslümanlar o gün sıkıntı çektiği gibi, bu gün de sıkıntı
çekmektedir. Pervanelerin/kelebeklerin ateşe koşup yandığı
gibi Cehenneme doğru koşan kafirler olduğu sürece
müslümanlarda sıkıntı içinde kalmaya devam edeceklerdir.
Hastasının iniltisini yüreğinin en derin yerinde duyan doktor
gibi kafirin küfür yükünü taşırken müslüman insan o
ağırlığın kalkması ve insan gönlünden atılması için bir çok
sıkıntıya katlanır.
Yine bu sürenin, 117nci ayetinde asıl sıkıntının,
bedbahtlığın; şeytanın sözüne uymakla meydana geleceğini,
123ncü ayette ise İslama uyanların şaki olmayacağını vede
sapıtmayacağını haber verir.
"Haşyet": saygıyla beraber, bilinçli korku manasınadır.
"Haşyetullah" diye dilimizede yerleşen bu kelime, Allah
hakkında bilgisi olanların Allanın kudreti,ilmi ,hilmi,
afvı,mafireti,rahmeti vegazabı karşısında O'nun sevgisini
yitirmemek,afvına kavuşmak için heran uyanık bulunma
halidir.
Haşyet herkesde vardır. Kafirler dünyalıklarının ellerinden
gidivereceğinden korkarlar. Müslümanlar ise bütün kâinatı
yaratan Allahin sevgisini yitirmekden korkarlar. İşte bu
ayrılık iki dünyada da yollarının ayrılmasına sebeb olur.
Onun için biz bu Kur'an ayetleriyle bütün insanlara nasihat
edeceğiz ve hiç bir kimseye baskı uygulamayacağız.
Kafirlerde kendi aralarında ikiye ayrılırlar:
1-Kalbini küfürle doldurup gönül kapılarını doğruya, iyiye,
güzele ,Hakka, hakikata kapayanlar.
2-Kafir olduğu halde,doğruyu, Hakkı ve haklıyı gördüğü
zaman küfründe ısrar etmeyenler.
İşte Hz.Omer bu ikinci guruptandır. Bu üçüncü ayette
bahsedilen insanlar için bu Kur'an bir Öğütttür. 2680[4]

5- O Rahman Arş'a istiva etti.


6- Göklerde ve yerdekiler, ikisinin arasındakiler ve toprağın
altındakiler O'na aittir.
Gökleri ve yeri O yarattığına göre yönetmekte ona aittir.
"İstiva" kelimesi yöneldi manasına gelir 2681[5] oturdu ma-
nasına gelir 2682[6] binmek manasına gelir 2683[7] doğrulmak,
güçlü kuvvetli olmak manasına gelir 2684[8] benzeşmek
manasına gelir. 2685[9] Yüce olma, emri altına alma ve emri
altındakilerin Allah katında denk olması manalarına gelir.
Bu ayetteki istiva bu son manaya göredir. "Arş" kelimesi,
tavan, çardak, koltuk manalarına gelir. Yusuf süresinde
(ayet 100 de) devlet başkanlığı koltuğu anlamında
kullanılmıştır. Nemi de Saba melikesinin koltuğu olarak
kullanılmıştır. Kur'anı Kerim'de yirmialtı defa geçen bu
"Arş" kelimesinin yirmibiri Allanın arşı olarak
kullanılmıştır. "Rabbül arş" denilmiş: 2686[10] "Zü1 arş"=Arşın
sahibi denmiş: 2687[11]
Peygamber efendimiz arş'ın büyüklüğünü ifade etmek için
şöyle buyurmuş: "Ya Eba Zer, yedi kat sema ve yeryüzü
Kürsinin yanında çöle atılan bir yüzük halkası gibidir. Arşın
yanında Kürsinin büyüklüğü ise yüzük halkasının çöle
atılmış hali gibidir."(Beyhaki, el Esmaü ve s sıfat Arş'ın
yaratılmış olduğuna inanırız. Allah azametini, kudretini, sal-
tanatını biz acizlere ifade etmek için bizim bildiğimiz
kelimeler kullanılmıştır. Yoksa Allah'ın bir mekanının

2680[4]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/47-48.
2681[5]
Fussılet 11
2682[6]
Hud 44
2683[7]
Mü'minün 27,Zührif 13
2684[8]
Kasas 14
2685[9]
Enam 50 Fatır 19Mümin 58
2686[10]
Tevbe 129, Nemi 26. Bazan
2687[11]
Buruc 15, İsra 42, Tekvir 20
olması söz konusu değildir.
Tasavvuf ehline göre; "Arş=: İnsanı kamilin kalbidir."
Aliyyül Kari'nin (Şerhu Ayni! Um ve zeyni! hilm 21134 de)
naklettiğine göre; hadisi kudsi de Rabbimiz "Göklere ve
yere,sığmam, mü'min kulumun kalbine sığarım" buyurur.
Bu anlamda bir hadisi Abdullah b. Ahmed'in "Ez Ziibd"
isimli eserinde rivayet edildiğini haber verir. Bir şairirniz'de
şöyle der:
"Anla er-Rahman al- Arş isteva mefhumunu İstivayi feyzi
hakka arşı a'zamdır gönül sür çıkar hatırdan ağyarı tecelli
ede Hak Padişah konmaz saraya hane m'mur olmadan"
Bu Kur'an göklerin, yerin, yer altındakilerin sahibi
,yaratıcısı ve yöneticisi tarafından indirilmiştir. Yerde ve
gökyüzünde nasıl düzensizlik yoksa her şey yerli yerinde
ise, her şey 'Ona muhtaçsa, bu insan kendi kalbini, kalıbını,
kanını kendisi idare etmiyor ve Allahın idaresine muhtaçsa
işte bu insan ferdi ve sosyal hayatında'da Allah'ın
yönetimine muhtaçdır. 2688[12]

7-Sözü açık söylesen de (gizli söylesen de) muhakkak O,


saklıyı da gizliyi de bilir.
Allahdan istekde bulunurken, şükrümüzü, sevinçlerimizi
bildirirken, şikayetlerimizi arzederken edebii, saygılı,
sevgili olmaya dikkat ederken, bağırıp çağirmamaya da
dikkat etmemiz gerekir. A'raf süresinin (205 nci) ayetinde
zikrin, gizlice, yalvararak ve Allahın sevgisini kaybederim
korkusuyla yapılması gerektiğine dikkatimizi çeker.
Dışmuzı halk için süslediğimiz gibi. içimizi de Hak için
süslememiz gerekir. Çünkü AUah(cc) içimizden geçenleri
bilir. 2689[13]

8- Allah O'durki, O'ndan başka ilah(yaratan,yaşatan ve


2688[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/48-50.
2689[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/50.
yöneten) yoktur. En güzel isimler yalnız O'nundur.
"O Allah ki ondan başka ilah yoktur.11 Bunu beş vakit
namazın ardından, beş defa okuyoruz, ama ne anlama
geldiğini bilemiyoruz. Ne anlıyoruz bundan?
Halbuki Ebu Cehil bu cümleyi duyduğunda çıldırmış. O
kapkara, kupkuru, her türlü imkanı elinden alınmış olan
Bilal-i Habeşi bunu söylediğinde Ebu Cehil çıldınrmış.
Çünkü bu cümle ile Bilal-i Habeşi diyordu ki, Ebu Cehil'e;
"Bugüne kadarki hakimiyetine son veriyorum, bundan sonra
senin dediğin, sizin kanunlarınız geçerli olmayacak, Allah'ın
kanunları geçerli olacak, Allah'tan başka yaratan, yaşatan,
yöneten yok" manasına geliyordu bu cümle.
Allah'ın isimleri bu kadar mı? Hayır. "Güzel isimler Allah'a
aittir." Peygamber efendimiz de "Allah'ın 99 tane ismi
vardır, kim onu öğrenir, doğrultuda amel ederse Cennete
gider" buyuruyor. İmamı Cafer Sadık d\a.) diyor ki;
"Allah'ın bütün isimleri İsmi Azam'dır." Esma-ül Hüsna
konusunda alimlerimizin çok değerli eserleri vardır.
Tefsir yazarı Fahrüddin Razi diyor ki; "İmam Cafer Sadık'a
sordular: "İsmi Azam hangisidir?" O zaman-kış günü ve
hava buz gibi imiş. Adam bu soruyu İmam Cafer'e
sorduğunda bir havuzun kenarındaymış-lar. İmam Cafer
yanındakilere; "Atın şu adamı havuzun içine!"demiş,
atmışlar. Adam donacak gibi olmuş. Ahmet kurtar, Mehmet
kurtar diye bağırıyormuş. Ama bu adamlar Cafer Sadık1 tan
emir almadan kurtarmazlarmiş. Adam tüm adamların
isimlerini saymış, hiçbirisi kurtarmamış, artık ölecek
dereceye gelmiş ve; "Ya Rabbi" diye feryad edince Cafer
Sadık da; "işte İsmi Azamı öğrendi artık onu oradan çıkarın"
demiş.
Yani bir insanın bütün eşyayı zihninden sildikten sonra
söylediği kelime İsmi Azanıdır. Ama dikkat edin bütün
eşyayı zihinden silmek gerekir. Bu nasıl olur?
Meselâ karateciler derki; "Hocam biz ilk karateye
başladığımızda tuğlayı elimize verirlerdi de kıramazdık, bir
sene sonra kırmaya başladık." Halbuki bir sene önceki
kilomuzla şimdiki kilomuz aynı. Ama bu arada bize yumruk
vurmasını öğrettikleri gibi konsantre olmasını da öğretirler,
yani konsantre demek o anda tuğlanın kırılmasından başka
birşey düşünmeyeceksin. İlk olarak kolun oraya gidecek,
zihninde tuğlayı kıracak. Zihnin tuğlayı kırmazsa, tuğlayı
kıramazsın. Elin, kolun ve zihnin birlikte yüklenecektir
tuğlaya.
Allah'tan da yardım talebinde bulunurken böyle olmalıdır.
îsm-i Azam Allah'ın isimleri içinde gizlidir. Hangi ismi
söylersek o anda eşyadan, dünyadan tecrid olabiliyorsak o
dur İsmi Azam.
Bu isimleri sadece saymak yeterli değildir, onu bilip ve o
doğrultuda amel edenler Cenııet'e girer demişlerdir. Öyleyse
Allah'ın Esına-ül Hüsnasını nasıl yaparız?
"Er-Rahman" diyoruz. Yani Rahmetin sahibi O'dur ve
O'ndan bize de tecelli ediyor, öyleyse bizim de Rabbimin
yarattıklarına karşı rahmetli olmamız gerekir.
"Cebbar", aynı zamanda dinime düşman olanların belini
kıran Allah demektir. Öyleyse 20. asırda "Cebbar" ismine
inanan bir Müslüman, bir taraftan mazlumun kırılan kolunu,
gönlünü sararken diğer taraftan da zalimin belini
kırabilsin. 2690[14]

9- Sana Musa'nın haberi geldimi?


10- Hani bir ateş görmüştü de ailesine: "Siz durun, ben bir
ateş gördüm. Belki ben size ondan bir kor getiririm veya
onun yanında bir yol gösteren bulurum" demişti.
11- Ateşe vardiğmda(şöyle)seslenildi: Ey Musa,
12- Şüphesiz ben senin Rabbinim, ayakkaplarını çıkar.
Çünkü sen mukaddes "Tuva" vadisindesin.

2690[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/50-52.
Rabbim Musa (a.s.)'ın hilminden ve cebrinden bazı örnekler
sunuyor bize: "Hani Musa (a.s.)'ın (başından geçen
olayların) haberi sana geldi mi (yani geldi)?"
Bu ayetten sonra Rabbim Musa (a.s.)'ın hayat hikayesine
giriyor. Musa (a.s.) ailesi ile birlikte karanlık bir gecede yol
alırken, hem yollarını kaybediyorlar ve hem de üşüyorlar.
Derken Musa (a.s.) uzaktan bir ateş görüyor ve hanımına
diyoriti; "Siz burada durun ben bu ateşin yanma gideyim, ya
oradan bir ateş parçası, yani köz alır gelir burada ateş
yakarım veya bize yol gösterecek birini burada bulurum"
diyor.
Orada Musa (a.s.) ilk defa Rabbimle konuşuyor ve
Rabbimin kelamını işitiyor. Yani "Tur" dağında Rabbimden
gelen bir kelamı işitiyor ve böylece Peygamberlikle de
görevlendirilmiş oluyor.
Musa (a.s.)'a ilk seslenilen şunlar oluyor; "Ya Musa! Senin
Rabbin benim ben. Sen Mukaddes bir vadidesin.
Ayağındaki nalın (ayakkabı)leri çıkar."
Son Peygamber Hz. Muhammede (s.a.v.) nazil olan ilk ayet-
i kerime de; "İkra Bismi Rabbikellezi Halak" diye
başlamıştı. Baştan beri dersimizi takip edenler bilirler ki
şunu demiştik. Bu din Önce okumakla büyüyecek,
yayılacak. Çünkü Rabbimin ilk emri Okudur. Ondan sonra
herkesi bir tarağın dişi gibi eşil görmekle.
Yani insanlar arasında ayırım yok, ayırım Allah'ın koyduğu
hukuka kim fazla saygı gösterirse o Allah katında üstün
olacaktır. İşte ayırım ancak böyledir. Yoksa "Allah sizin
suretlerinize ve mallarınıza bakmaz, kalblerinize ve
amellerinize bakar." 2691[15]
Üçüncüsü de, dinimiz yazmakla yayılır. Onun için Rabbim
indirdiği ilk ayeti kerimelerde Kaleme de dikkat çekmiştir.
Musa (a.s.)'a ise "Senin Rabbin benim" buyuruyor. Çünkü

2691[15]
Müslim K. Bin 33
Mısır'da bir adam var ve "Sizin en yüce Rabbiniz benim"
diyor. Dikkat ederseniz genellikle kullanılan kelime "Rab"
kelimesidir. "Allah" kelimesi kullanılmıyor. Firavun; "Ben
Allah'ım" demiyor, "Ben Rabbim" diyor.
Rabb demek, terbiye eden demektir. İnsanlar nasıl terbiye
olunur?, konulan kurallarla. Öyleyse Firavun ben Rabbim
demekle sizin kurallarınızı kanunlarınızı koyan benim
diyordu.
Buna karşı söylenecek olan tabii ki; "Benim Rabbim
Allah'tır" sözüdür. Çünkü beni, canımı yaratan O, beni
terbiye eden O'dur. Öyleyse beni yönetme hakkına sahip
olan da ancak O'dur .
İşıe burada da bir put şehrine girecek olan Musa (a.s.)
hazırlanıyor. Üzerinde olduğu yerin mukaddes bir yer
olduğu bundan dolayı ayakkabılarının çıkartılması
emrediliyor. Hani hacılarımız da Kabe-i Muazzama'ya
girerken ayakkabılarını çıkarırlar, yalın ayak, başı kabak
oraya girerler. Çünkü Efendimiz (s.a.v.) öyle yapmıştır ve
orada ayakkabı çıkartmak bir saygı gösterisidir. 2692[16]

13- Ben seni seçtim, vahyolunani dinle.


Vahye karşı gelen insanlara kulak verip de uyma.
Diyebilirsiniz ki bizi 1400 sene öncesine değil de belki
10.000 sene öncesine götürüyorsunuz. Musa (a.s.)'a
peygamberlik gelmesi bizi ne ilgilendirir? Rabbim Musa'ya
dediğini aynen bize diyor: "Vahyolunan (Kur'an)'a kulak
ver."
O zaman Tevrat'a kulak veriliyordu, şimdi de Allah'ın vahyi
olan Kur'ana kulak verilecektir. O'na kulak verirseniz,
diğerine kulak veremezsiniz. Çünkü aynı anda iki şeye
kulak vermek, yani dinlemek mümkün değildir. Ben
dinlerim diyenler olabilir. Doğrudur, mesela birisi tıp

2692[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/52-54.
alanında, diğeri de fizik alanında verilen iki konferansı aynı
anda dinleyebilirsiniz. Çünkü iki kulağınız var ama İkisini
birden anlayamazsınız. 2693[17]

14- Şüphesiz ben, ben Allahım. Benden başka


ilah(yaratan,yaşatan ve yöneten)yoktur. Öyle ise yalnız bana
ibadet et, beni zikretmek için namaz kıl.
Allah (c.c.) burada, "ibadet edin" diyor. İbadet etmek
demek, sadece oruç tutmak veya namaz kılmaktan ibaret
değildir. "Abd" Arab'ın dilinde köle demektir. Yani kölelik,
kulluk yapacağız. Sadece Allah'ın dediğini yapacağız, ibadet
ancak bu şekilde olur.
Bu ayet-i kerimedeki namaz kılma sebebi; "Beni hatırlamak
için" şeklinde açıklandığı gibi "Beni hatırladığında" veya
"Benim seni hatırlamam için" diye de anlam vermişlerdir.
Alimlerimiz bu ayetten yola çıkarak, unutarak terkedilen
namazın kaza edileceği kanaatine varmışlardır. 2694[18]

15- Herkes peşinden koştuğunun karşılığını alsın diye


(kıyamet) saati mutlaka gelecektir. Neredeyse Onu
(kıyametin geleceğini) gizleyecektim, (ancak kullarım
kıyamete hazırlansınlar diye kıyamet hakkında bilgi
verdim.) Ve Rabbim bize tekrar "Kıyamet" ile ilgili bir
hatırlatmada bulunuyor: "Kıyamet zamanı yakındır, mutlaka
gelecektir Nerede ise onu gizleyecektim. Her insanın
yaptığından dolayı hesaba çekilmeleri için onu gizledim."
Yani kıyametin ne zaman olacağım gizledim ki;
yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz ve yaptığınız
iyiliklerin mükafatını, yaptığınız kötülüklerin de cezasını
göreceksiniz diye.
Allah (c.c.) kıyametin zamanını belirtseydi, o zaman
insanlar bir gusül abdesti alıp, kıyametin zamanını
2693[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/54-55.
2694[18]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/55.
bildiklerinden dolayı kıyamet beni namazda iken yakalasın
diye namaza dururlardı, Kur'an okurlardı. Buda zaten
imtihan olmaktan çıkardı. Ama onun zamanını sevgili
Peygamberine bile bildirmemiştir. Bu ayet-i kerimeyi
günümüzde değişik şekilde tefsir edenlerde vardır.
İslami hizmetlerde bütün gününü ve ömrünü harcayanlar bir
netice alınmadığını görünce; (Tabii onun istediği netice
alınamadı.) başka başka izahlar yapmaya koyuldu.
Mesela bundan 20-30 sene önce ömrünce çalışıp da bir arpa
boyu kadar yol alan kimse mağlubiyeti de kabul etmiyor ve
diyor ki: "Mehdi gelip bu işi halledecek, onun gelmesine şu
kadar zaman kaldı." Böylece insanlara maddi olarak da
inkarı mümkün olmayan hayaller, idealler vermeye
başladılar.
Kimileri de bu ayeti kerimenin harflerini saymış, bilmem ne
yapmış ve demiş ki kıyamet bu ayete göre 2069 yılında
kopacaktır demiştir. Peygamber Efendimiz bile kıyametin
vaktini bilmediğine göre o konuda kimsenin kesin bilgisi
olamaz.
Öyleyse bu konuda tarih ve zaman veren kimselere
kesinlikle inanmayız, ama kıyamet kesinlikle kopacaktır.
Mehdinin geleceğini de -inkâr babında söylemiyorum ama-
beklemeyin, biz kendimizden sorumluyuz.
Rabbimiz; -"Verdiğim imkanları nasıl sarfettin?" diye
soracaktır. Mehdi de bizde yaptıklarımızın karşılığını
göreceğiz. 2695[19]

16-O'na(kıyamete) iman etmeyen ve nevasına uyan, seni


o'na(kiyamete) iman etmekten alıkoymasın, yoksa helak
olursun.
Günümüz için ne güzel söylenmiştir. Bir kısım insanlar
inanmamakla kalmıyorlar, inananlardan rahatsız oluyorlar.

2695[19]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/55-57.
Biz diyoruz ki; "İnanmazsan inanma, iman işi gönül işidir,
biz inanıyoruz", Ama adam diyor ki; "Yok olmaz, sende
inanma." Çünkü onlar korkuyorlar ve ürperiyoıiar. Ya
hocaların dediği gibi, Kur'an m dediği doğruysa diye. 2696[20]

17- O sağ elindeki nedir ey Musa?


Musa (a.s.)'m elinde Asası var. Hani dedik ya "Musa
deyince Asa, Asa deyince Musa akla geliyor." Müslüman
güçlü olacak. Biraz sonra gelecek Musa (a.s.)'m
yumuşaklılığı.
Müslümanm dili dünyanın en yumuşak dili olacak, ama
elinde de asası olacak. Yani 20. asırda güç ve otorite ne ise
onu elinizde bulundurmalısınız, yoksa size "Gidip de her
biriniz birer baston alın." demiyorum.
Rabbim En fal suresinde(ayet 60)Ğe; kuvvet hazırlamamızı
emrediyor: "Ey Musa, o sağ elindeki nedir?" Eli yaratan,
asayı yaratan Rabbimdir, ama Musa (a.s.)'a soruyor,
elindeki ne diye.
Mesela 5 yaşındaki çocuğunuz eline bir kalem verdiniz ve
sordunuz oğlum o elindeki nedir diye? Kalem diyecektir
çocuk. Tekrar soruyorsunuz peki neye yarar ? İşte bu eğitim
metodlanndan birisidir. Sormak ve karşı taraftan cevabını
beklemek veya ona doğrusunu söylemek.
Birde Musa (as)'ın elindeki asayı iyi tanıması,ona yabancı
olmadığı hususunun ortaya konmasıdır ki; meydana gelecek
mucizeyi kavramaya hazırlama eğitimi vardır.
Musa (a.s.) bu soru üzerine cevap veriyor. 2697[21]

18- "O asanıdır. Ben ona dayanırım, onunla koyunlarıma


yaprak silkelerim ve onda daha bir çok işlerim vardır." dedi.
19- (Allah): "At onu (yere) ey Musa" dedi.
20- Onu (yere) atınca birden koşan bir yılan oluverdi.
2696[20]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/57.
2697[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/7-58.
21- (Allah): "Onu al, korkma. Biz onu ilk durumuna
döndüreceğiz." dedi.
22- "Elini koltuğunun altına koy, bir rmı'cize olarak
kusursuz bembeyaz çıkacak."
Bu bizi niye ilgilendiriyor. Peygamber o günün en güçlü
devleti olan Mısır firavununa karşı fsıîami bir mücadeleye
başlayacak ve onun elinde dünyevi imkan olaiak sadece
asası var. Bu asa da koyunlar için yaprak silkmeye ve
dayanmaya b'rde birkaç işe yarayan Hz Musa'nın tanıdığı
ağaçlan biv asa.
Altah (c.c.) de buymuyor ki onunla ciaha nek-: yapılır, yeter
ki yar-dnnenî Allah (c.c.) olsun. Bir de Aliııh (c.f.) Musa
(a.s.)'ın elini Lolm-ğıınun altından çıkardığı zanıon ışıl
olacağını söylüyor ve o da oluyor. Bununla Firavuna bir
mucize olsun diye yapıyor Rabbim.
Bizimde elimizde bir asa gibi olar. makamımız,
diplomamız, naramız vardır. İtibarı vardır, rütbesi vardır,
değişik imkanları vardır. Bunlar asa gibi kullanılırsa
Rabbim bunları, karşı tarafa çok büyük ve korkunç gösterir.
Çünkü korku birçok şeyi insana haya] ettirir. Mesela; gece
karanlığında giderken-korkuyorsunuz ve karşıdaki direği
adam gibi görüyorsunuz. Hatta bu direk öyle bir adam
haline gelir ki yürümeye, sizi kovalamaya bile başlar, işte
bunun .sebebi korkudur, yoksa direğin kendisi değildir.
Munafikun suresinin dördüncü ayetinde, oduna benzetilen
bu kafirlerden korkmamalıyız.
Sizde mü'mince hareket ederseniz Allah (c.c.) buyuruyor ki
"Kafirlerin yüreğine biz korku salarız." 2698[22] Korku
salındıktan sonra da işi bitmiş demektir. 2699[23]

23- Sana en büyük mucizelerimizden bi'ini göstermek için.


24- (Şimdi) Firavuna git. Çünkü O aldı.
2698[22]
Ali İmran 151
2699[23]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/578-59.
25- (Musa) dediki:"Rabbim gönlümü genişlet."
26- "İşimi kolaylaştir."
27- "Dilimden düğümü çöz"
28- "Ki sözümü anlasınlar."
29- "Ailemden bana bir vezir (yardımcı) ver."
30- "Kardeşim Hanımı (vezirim eyle)"
31- "Onunla arkamı kuvvetlendir."
32- "Onu işime ortak yap"
33- "Ki seni çok teşbih edelim"
34- "Ve seni çok zikredelim"
35- "Şüphesiz sen bizi görmektesin."
36- (Allah) buyurdu: "İstediğin sana verildi ey Musa"
Rabbim Musa (a.s.)'ın eline mucizelerin, veriyor ve
kendisinin Rabb ve Allah olduğunu bildiriyor ve kendisim
ilikadi yönden sağlamlaştır-dıktan sonra vahye kulak
vererek, yalnız kendisine itaat etmesini em-rediyor.
Bundan sonra Rabbim bir emir daha veriyor. "Bu azan
Firavunun yanına git." Firavun tuğyan etmiş yani
Tağutlaşmıştır. "Tağut" demek Allah'ın kanunları yerine
kendi kanunlarını koyan demektir.
Bir başka ayet-i kerimede de; "Gidin onun yanına en
yumuşak kelimelerle anlatın" 2700[24] deniliyor. En yumuşak
kelimelere dikkat edeceğiz.
Ve Musa (a.s.) Rabbine şöyle yalvardı. "Ya Rabbi gönlümü
geniş eyle, işimi kolaylaştir." Gönlün genişlemesi neyle ve
nasıl olur. Öncelikle Allah'tan korkup, insanlardan
korkmama alışkanlığı kazanırsanız, Allah murad etmedikçe;
kral veya devlet başkanı beni öldüre-mez diye inanırsanız.
Bu inançta olan insan ölüm korkusu duymaz.
Zaten biz insanları sıkan iki korkudur ki; bunun birincisi
ölümdür, ikincisi de rızık korkusu. İşte bu sıkıntılar insanın
gönlünü sıkar. Onun için Musa (a.s.) gönlünün

2700[24]
Taha 44
genişletilmesini istiyor. Yani korkumu kaldır . ve Firavuna
anlatacak şeylerim konusunda benim işimi kolaylaştır.
Bu emirler aynı zamanda bize verilen emirlerdir.
Dolayısıyla biz bunlara sahip olduğumuz gibi işimizin
kolaylaşması için İslâm bakımından da güçlü olmalıyız,
yani kültürlü olacağız.
"Dilimdeki düğümü çöz Ya Rabbi." Bizde müminlere veya
kafirlere hitap ederken böyle yardım talebinde bulunacağız.
"Benim ailemden olan yani kardeşim olan Harun'u da bana
yardımcı ver. Onunla benim ardımı kuvvetlendir Ya Rabbi.
Ya Rabbi benim bu işlerime onu da ortak kıl. Onu da
risaletle görevlendir.
Ki seni bol bol teşbih edelim, zikredelim. Sen bizi
görüyorsun Ya Rabbi" deyince;
Rabbim de diyor ki "İsteğin yerine gelmiştir (kardeşin senin
yardımcın olmuştur) Musa" Ve sonra Musa (a.s.)'ın
doğumuna geçiyor Rabbim. Burada Musa ile konuşuluyor
ama bizede birçok ibretler veriliyor tabii ki.2701[25]

37- Sana bir kerre daha iyilik yapmıştık."


38- (Firav"un senide kesmemesi için, sen doğduğunda)
"Annene vahyolunam vahyetmiştik."
39- "Onu sandığa koy ve denize (Nil nehrine) bırak. Deniz
Onu sahile bıraksın. Benim düşmanım ve Onun düşmanı
Onu alır. Üzerine benden bir sevgi bıraktım ki gözlerimin
önünde yetiştirilesin."
40- Hani k,z kardeşin gidip "Ona bakacak birini size
göstereyim mi?" diyordu. Annenin gözü aydm olsun ve
üzülmesin diye sen, annene geri verdik. Sen bir adam
öldürmüştünde seni biz kederden kurtardık ve seni
imtihandan imtihana attık. Yıllarca Medyen halkı arasında
kaldın sonra bir takdir üzere geldin ey Musa!"

2701[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/60-62.
Firavun o zamana kadar ve belki de bugüne kadar gelmiş
geçmiş en büyük filozoflardan biridir ve Rabbim onun
söylediği bir çok felsefi sözü bizlere bildirmiştir. Öyle ki;
Firavun tüm felsefe pisliklerine sahipti.
Mesela; diyoruz ki bugün Batıda bir felsefi ekol çıkmış ve
şöyle şöyle yeni şeyler söylüyor, iddia ediyormuş. İddia
ediyorum onun söylediklerinin Kur'anda tek tek ayet
meallerini veririm. O filozofun söyle-dikledni ya Nemrut
söylemiştir, ya şeytan söylemiştir, ya Firavun söylemiştir.
Veya eğer o feylesof çok güzel birşey söylemişse, geçmiş
peygamberlerden birinin söylediğini söylemiştir. Yani
kaynağı mutlak olarak Kur'anda vardır. Hatta atasözü haline
gelmiş bir söz vardır. "Bu güneşin altında söylenmedik söz
kalmamıştır." Ama söylemenin üslubu değişecektir.
Rabbim Musa (a.s.)'ı Firavuna gönderirken bile en güzel
kelimeleri söylemesini emrediyor. Yoksa zorlama yok.
Zorlama ile olmaz. Zorla kendimizi bir başkasına
sevdiremeyiz, imanda böyle, küfür de böyle. Onun için
Rabbim en yumuşak kelimeler ile dini Firavuna anlatmayı
emrediyor.
Çünkü ifade, yani anlatma çok Önemlidir. Anlatacağımız
şey aynı şey olabilir, ama biz ifademiz ile anlatacağımız
şeyi ya sevdiririz, yada nefret ettiririz, Onun için en
yumuşak kelimeleri kullanmak gerekir. Bunun için Rabbim
onlara yumuşak dille söylemelerini emrediyor. Bunun
üzerine de onlar Rabbim bizim dilimizdeki bağı çöz derler.
Günümüzde birçok Müslümanın ve özellikle de benim
muhtaç olduğum olay budur. Yani dilimizdeki bağın
çözülmesi için gayret sarfetmiyoruz. Evet bu dili Rabbim
çözer, ama bizden de gayret görmesi gerekir Rabbimin.
Bunun için de konuşacağız, konuşurken de daha önce
bizden daha güzel konuşanları taklid edeceğiz. Onlar kimler,
onlar Peygamberlerdir. Çünkü en güzel konuşanlar, en özlü
konuşanlar Peygamberlerdir.
Onlardan konuşmanın üslubunu ve de özünü aldıktan sonra
da muhtaç olanlara vereceğiz. Bazı arkadaşlar asıl olan
sözdür, kalıp değildir derler. Halbuki her ikisi de önemlidir.
Şu anda mesaj götürmeye çalıştığımız 20. y.y. insanı neyi
nasıl anlıyorsa o kalıpla gitmek gerekir. Öz de, şekilde
Kur'anın çizdiği şekilde olmalıdır.
Ve Musa (a.s.)'ın dünyaya gelme hadisesinden önceki
olaylara giriliyor. Konu şöyle: Firavun Ben-i İsrail'in fazlaca
ürediğini görüyor, bunların birgün kendisinin devletini
yıkacağım düşünüyor. Bunu uzmanları söylüyor.
Çünkü o zaman dünyanın en güçlü iki devletinden biri
onlar. Bir Kiptiler var, İki Yahudiler var. Fakat hükümranlık
Kıptilerin emrinde.
Yahudiler yani Beni İsrail ise onların elinde köle gibi
çalışıyor. Zor işlerin yapılması, temizlik işleri, piramit
yapma işleri Beni İsrailin elinden geçiyor, Kiptiler de işin
kaymağını yiyor. Çünkü yönetim onların elindedir. Bunlar
kazanıyor, onlar yiyorlar.
Türkiye'de Anadolu insanının kazanıp da İstanbul'da üç beş
Yahudinin yemesi gibi. Ama Yahudilerin sayı olarak
çoğalmaları Kıpti uzmanları telaşlandırıyor ve diyorlar ki;
"Efendim bunların dünyaya gelen çocuklarını keselim,
öldürelim." diyorlar bir müddet böyle devam ediyor, ancak
bakıyorlarki onların ölmesi, öldürülmesiyle tarlalar, bah-
çeler ve diğer işlerde çalışacak insanlar yani işçiler
kalmıyor.
Bu sefer de diyorlar ki, bir sene öldürelim, bir sene
öldürmeyelim veya oğlanları öldürelim, kızları
öldürmeyelim. Çünkü kadınlar genelde devlete, yani
yönetime sahip olamazlar, savaşamazlar.
Ve Musa (a.s.) gizlice dünyaya getiriliyor. Dünyaya gelmiş
ama bütün kadınlar gözetim altında. Bütün kadınlar
meydanda toplanıyor ve ebeler vasıtasıyla kadınların yakın
bir zamanda doğum yapıp yapmadıkları da kontrol ediliyor.
Allah (c.c.) buyuruyor ki "Biz onun annesine vahyettik onu
bir sepetin (sandukanın) içine koyup Nil nehrinin içine at."
Annesi de attı ve O'nun Firavun ve ailesi tarafından beslenip
büyütüldüğü bize haber veriliyor.
Ayrıca Allah(cc) bize bu sepeıi ve Musa'yı kız kardeşinin de
takip ettiğini ve snrayda Musa'nın hiçbir memeden
emmediğini görünce bu kız; "ben bir kadın biliyorum, o çok
iyidir ondan emer" diyor. Derken Musa (a.s.) gene annesine
kavuşuyor.
Ve Rabbim "Tarafımdan sana bir sevgi bıraktım." Yani seni
sevimli bir çocuk yaptım. Firavun görüyor; "Aaaa" diyor,
hanımı görüyor hayran kalıyor. Çünkü Rabbim ona bir sevgi
bırakmıştır.
Yani Rabbim severse sevdirir. Onun için Rabbimin rızasını
kazandığımızda herkesinde rızasını kazanabiliriz, Rabbim
dilerse Musa'yı Firavunun evinde besler büyütür. Onun için;
günümüzde "Bu şartlar içinde İyi bir adam çıkmaz,
Müslümanların elinden tutacak seviyede adam yoktur"
demek yanlıştır. Çünkü görüyoruz ve iman ediyoruz ki, en
kalı adamların yanında bile en iyi adamlar
yetişebilmektedir.
Zaten Allah'ın bize Musa (a.s.Vın kıssasını bildirmesinin
amacı da budur. Yoksa tarihi hikayeleri öğrensinler,
geçmişten bir masal öğrensinler diye değil, bunun için
anlatılmamıştır bize. 2702[26]

41- "Seni kendim için yetiştirdim."


42- "Sen ve kardeşin, ayetlerimle gidin ve zikrimde
gevşeklik etmeyin."
43- "İkini Firavuna gidin, çünkü O azdı."
44- "Ona yumşak söz söyleyin. Belki öğüt alır veya korkar."
45- (Musa ile Harun): "Rabbimiz, Onun bize saldırmasından

2702[26]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/63-66.
veya azgınlığını artırmasından korkarız" dediler.
46- (Allah) Dediki:" Korkmayın, şüphesiz ben sizinle
beraberim, işitir ve görürüm."
Biraz ünce anlattığımız gibi Rr-bbinı yumuşak
davranılmasını ve yumuşak kelimeler kullanılmasını
emrediyor. "Olur ki ondan nasihat alır ve Rabbinden
korkar/' buyuruyor.
"Ya Rabbi bize karşı azgınlık yapmasından, taşkınlık
yapmasından korkuyoruz." Bunu diyen Musa ve kardeşi
Harun (a.s.). Burada bize şunu dedirtiyor. "Bu kafirlerden
korkuyormuyuz acaba? Acaba imanım mı sağlam değil?
Halbuki bakın, peygamberler de korkuyorlar. Demekki
insan olması hasebiyle korkmamız mümkündür." şeklinde
düşünürken, Bize düşen hemen bu korkuyu Rabbime
yöneltmek ve ondan başkasından korkmamaktır.
"Dediki; "Korkmayın, ben sizinle beraberim sizi işitiyor ve
sizi görüyorum." Mevlana bu ayetin tefsirinde diyurki
"Padişahlar ava çıkarlardı, kuş avlamak için de avcı kuşlar,
doğanlar beslerlerdi ve doğanları onların üstlerine
gönderirlerdi ve ellerini yaralamasın diye de doğan kuşunu
tutmak için deriden eldivenler giyerlerdi. Birgün o doğan
kuşunu uçurdu av yapsın diye. O doğan kuşu bir padişah
tarafından gönderildiği içindir ki hiçbir kuştan korkmaz ve
gördüğü kuşları yakalar, yakaladığı gibi kendisi de yemez,
doğru padişaha gönderir."
Peygamberler de Allah'ın yarattığı ve gönderdiği
şahinlerdir, doğanlardır. Onlar da hiçbir insandan
korkmazlar ve yakaladıkları insanları Rabbimin rahmetine
doğru fırlatırlar, götürürler.
Günümüzde bazı insanlar bazı yerlere yaranmak için bazı
ayetleri tefsir ederken "Efendim bu ayet Yahudilerle ilgili,
bu ayet Hristiyanlada ilgili onun için bugünün insanına
tatbik edemeyiz" diyorlar. Bu mantıkla hareket edersek,
"Kur'andaki 1000 kadar ayet Yahudilerle, 1000 kadar ayet
Hristiy ani arla ilgili. Geriye kalan ayetler de Mekke
müşrikleri ve iman eden ashabla ilgili, biz 1400 sene sonra
geldik, bizimle ilgisi yok demek" gerekir.
Tefsir usulünde bir kaide vardır. "Kur'anla neshedilmediği
sürece peygamberlere indirilenler aynen bizlere indirilmiş
gibidir." Onun için Rabbim burada Musa ve Harun (a.s.)'a
hitaben "Korkmayın" diyor. Rabbim bunu bize anlatmakla
siz onlara inanıyorsanız, Rabbimin yardımı sizinle
beraberdir korkmayın diyor. Bir başka ayette de "Siz
Allah'ın dinine yardım edin ki Allah da size yardım etsin."
"Eğer Allah size yardım edecek olursa size galip gelecek
yoktur." buyuruluyor. 2703[27]

47- "Haydi Ona varın ve deyin: "Biz senin Rabbinin


elçileriyiz, israil oğullarını bizimle beraber gönder ve onlara
işkence etme. Biz sana Rabbinden bir ayetle geldik. Selam
hidayete tabi olanların üzerine olsun."
48- Muhakkak bize şöyle vahyolundu: "Şüphesiz azap,
yalanlayan ve yüz çevirenin üzerinedir."
Dikkat ediniz burada; "Rabbimin elçileriyiz" denmiyor da,
"Rabbinin elçileriyiz" deniliyor. Selam da veriyorlar ama
"Selam İslama girenlere" diye selam veriyor. Onun için de
Peygamberimiz, mü'minlere selam verirken "Esselamü
aleyküm" der, eğer orada kafirler de varsa, Selam hidayete
tabi olanlara manasına gelen "Esselamü Ala menittebeal
hüda" derdi. Burada Firavunun Beni İsrailoğullanna zulüm
işkence yaptığını öğreniyoruz.
Zalimlerin yanına gideceğinizi düşünün, vede gidin, ama,
"Beyefendi onlara zulüm ve işkence yapma" deyin. Ne olur?
Çok hayırlara vesile olacağı gibi sizde işkenceye
uğrayabilirsiniz, ama o da bir hayırdır. Çünkü siz Musa ve
Harun (a.s.)'ın yaptığını yapıyor ve "Onlara azap etme"

2703[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/66-68.
diyorsunuz.
"Bize vahyolundu ki asıl azap, Allah'ın dinini yalanlayan ve
Allah'ın dinine sırt çevirenleredir" yani kim zulmederse ona;
"sen insanlara azap ediyorsun, ama asıl azap bu
yaptıklarından dolayı Cehennemde sana yapılacaktır."
diyeceğiz 2704[28]

49- (Firavun) "Sizin Rabbiniz kim? ey Musa" dedi.


50- (Musa) :" Bizim Rabbimiz her şeye yaratılışını veren,
sonra da yol gösterendir" dedi.
"Firavun: Senin Rabbin kim ey Musa" dedi. "Rabb
edinmek" öyle bildiğimiz gibi ibadet etmek, tapınmak
değildir. Ya nasıldır? Musa (a.s.) diyorki: "Rabbimin
koyduğu kanunlar vardır ona uy!" Firavunda diyor ki, "O
kim oluyor, yani benden başka bir Rabb mı var?"
Yani aslında Firavun kendisi gibi bir adam anyor. Musa
(a.s.)'da diyor ki "O Herşeye yaradılışını veren bizim
Rabbimizdir." Yani seni ve beni bir damla sudan yaratan ve
bizlere kaş, göz, el, ayak çizen ve görünmeyen sevgi ve
nefreti o maddi cisme koyan Allah bizim Rabbimizdir.
Ayet devam ediyor, bu devam eden ayette bir çok
feylesofun fikrine cevap vardır. Firavun Allah'ın varilliğim
kabul ediyor, ama Rabb'liğını kabul etmiyor. Mekke müşriki
de Allah'ın varlığını kabul ediyor ama insanların
yönetiminin kendilerinde de olduğunu söylüyorlardı.
Musa (a.s.) da; "Hani göğü ve yeri yaratan varya işte o
benim Rabbim" dedikten sonra bitmiyor ve devam ediyor:
"Bu yarattığı insanlara bu dünyada neyi nasıl yapacağını
öğretendir," buyruluyor.
Yani bunu sen öğretmeyeceksin. İnsanın insanla, Allah'la,
eşyayla olan münasebetini sen değil, Allah (c.c.) yani bizim
Rabbimiz düzenler, tayin eder. Çünkü insanı ve tabiatı ve

2704[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/68-69.
hatta seni de yaratan O'dur, öyleyse doğruyu gösteren de
O'dur. 2705[29]

51- (Firavun): "Ya ilk çağlardakilerin durumu ne olacak?"


dedi.
Şimdi çok Önemli bir kısma geliyoruz ki, bu bizim
başımızda da halen bir beladır aslında. Firavun bakmışki,
Musa'nın mantığı fena değil ve kendisini dinleyen bir sürü
de palamenteri var. Bunların içinde Musa'ya kanan insanlar
olabilir. Öyleyse ona şunu sorayım: "Musa sen Peygamber
olarak gönderildin. Bundan Önce Peygamber yoktu.
Peki bu durumda bizden önceki milletlerin, dedelerimizin,
babalarımızın hali ne olacak?" diyor.
Musa (a.s.) ne desin? "Sizin dedeleriniz, babalarınız da sizin
gibi puta taptığı için Cehennemdedir." derse onları dinleyen
500-1000 kadar insan, anne ve babasının Cehenneme
gideceğine razı olmayacağı için Musa (a.s.)'a cephe
alacaktır. "Sen bizim atamıza laf edemezsin" diyerek.
Öyleyse ne demeli? Aynı soru bize de sorulabilir.
Musa (a.s.) diyorki; "O konuda ben birşey bilmiyorum.
Onlar hakkındaki bilgi Allah'a aittir. Bir yerde de yazılıdır.
(Cennetlik mi Cehennemlik mi olduğu)" Musa (a.s.) böyle
demeseydi de onlar Cehennemdedir deseydi bu sefer
geçmişin kavgası başlayacaktı.
Biz ise bugünden sorumluyuz, geçmişin kavgasını yapmak
için gelmedik bu dünyaya. Birçok insan 100-150 sene
öncesinin insanıyla meşgul olmaktadır. Bakın burada Musa
(a.s.) diyorki; "senin baban beni ilgilendirmiyor, beni
ilgilendiren sensin."
Rabbim bir ayetinde "Onlar geçmiş bir topluluktur,
yaptıkları iyilik de kendilerine, zarar da kendilerinedir" diye
söylei. Biz onlardan sorumlu değiliz, bu günün kafirinden

2705[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/69-70.
sorumluyuz.
Musa (a.s.) devamla diyorki: 2706[30]

52- (Musa) dediki: "Onların bilgisi Rabbim yanında bir


kitaptadır. Rabbim şaşmaz ve unutmaz."
53- "O(Rabb)ki, yeryüzünü size beşik yaptı, orada sizin için
yollar açtı ve gökyüzünden su indirdi.» O su ile her çeşit
bitkiden çiftler çıkardık,
54- Yeyiniz ve hayvanlarınızı otlatınız. Şüphesiz bunda akıl
sahipleri için ayetler vardır.
"Hocam günümüzde biz nasıl mucize gösterelim, baksana
Musa (a.s.) mucize göstermiş diyenler var. Ne yapmış Musa
(a.s.)'a Rabbim? Asasını yılana dönüştürmüş.
Rabbim buyuruyorki yiyecekler, gök, yer, bunlar hep
mucizedir. Siz hala Asa'nın yılan olmasına takılıyorsunuz.
Rabbim toprağı çiçek yapıyor. Rabbim her an mucize
gösteriyor. Kime? "Akıl sahiplerine."
Siz vardınız bir adama İslâmı anlattınız, size yüz çevirdi,
veya "Şimdi zamanı değil, zamanım yok" dedi, terkedip
gitmeyin. Bu adam akıl zafiyetine uğramıştır ona da yavaş
yavaş hitap etmek gerekir. Allah(cc) bunları insan olarak
yaratmıştır, onlarla meşgul olmak gerekir.
Mesela eski eserleri arayanların fırçaları vardır ve çok
yumuşaktır, niye? O esere zarar vermesin diye. O eseri bir
Bizanslı, Sümerli yani geçmiş milletlerden biri yapmıştır
onu yeni nesillere gösterecektir. İnsanı ise Rabbim
yapmıştır, öyleyse ona da zarar vermeyeceğiz, onu
kırmayacağız, ama asanızda yanınızda dursun, Allah'da
yardımcınız olsun.
Daha önce gördük ki; Firavun Musa (a.s.) ile tartışırken
mantıki deliller getiriyordu ancak bu mantığı daha sonra
çürüyordu.

2706[30]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/70-71.
Şimdi işleyeceğimiz 55 ayette Allah (c.c.) hepimizin
esasının toprak olduğunu, topraktan olduğumuzu, sonradan
gene hepimizin toprak olacağını ve Ahirette toplanacağımızı
haber veriyor. 2707[31]

55- Sizi ondan(Toprakdan) yarattık yine oraya döndüreceğiz


ve sizi ondan (Mahşer için) son bir kerre daha çıkaracağız.
Bu ayet-i kerimelerin benzerinin daha önce bir kaç kez
izahını yapmıştık. Günümüzde İslamı inkar eden ve ona
giden yolu, mantıklarıyla ve Kur'andan deliller getirerek
kapatmaya çalışırlar. Aslında kendileri bir tezatın içine
girerler.
Bunlar, Kur'an-ı Kerimden deliller getirerek Ahiretin
olmadığını iddia ediyorlar. Mademki Allah'a ve Onun
kelamına inanmıyorsunuz niye Allah'ın kelamını delil olarak
kullanıyorsunuz.?
Taha suresinin bu 55. ayeti de onların, yani kafirlerin kendi
lehlerine olması için zorladıkları bir ayettir. Onlar diyorlarki
insanlar ölürler ve bir başkasının ruhunda tekrar geri
gelirler. Bunun kabulü mümkün değildir, ama diyelim ki
kabul ettik. Allah (c.c.) "son defa olarak" diyor. Onlar
dünyaya çıkartılacağını iddia ediyorlar Halbuki ayetin
manası; "Ahirete çıkartılacağına" işarettir. Ama dedikya
onların dediği gibi olsa bile, bu ayet-i kerime gene kendi
aleyhlerinedir çünkü son defa ibaresi var. 2708[32]

56- Bütün ayetlerimizi ona (Firavuna) gösterdik de o


yalanladı ve yüz çevirdi.
57- (Firavun) "Ey Musa! Sen sihrinle bizi yurdumuzdan
çıkarmak için mi geldin?" dedi.
"Biz ayetlerimizi (delillerimizi) onlara gösterdik. Ve bütün
ayetleri yalanladı ve ondan yüz çevirdi" Ayetlerden maksat
2707[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/71-72.
2708[32]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/73.
öncelikle Tevrat'taki ayetlerdir, bugün de Km'an'daki
ayetlerdir.
İkinci olarak da tabiatta gözümüzle gönlümüzle
gördüğümüz ayetlerdir. Bakıyoruzki hiç kimse elini
yaratamıyor, birşeyini yaratamıyor. Buna rağmen yaratıcıyı
yalanlıyor ve bundan yüz çeviriyor.
"(Firavun) Dediki: "Sen sihirînle bizi ülkemizden çıkartmak
mı istiyorsun Musa?" Ayette "ben" denmiyor da "biz"
deniliyor. Burada etrafındaki insanları da Musa (a.s.)'a karşı
kışkırtma vardır. Yani "Ey ahali, ey ileri gelenlerim,
danışmanlarım, uzmanlarım, komutanlarım, eğer bu adamın
dediği gibi Tevrat'ın ahkâmı ilan ve tatbik edilecek olursa
sizi yurdunuzdan kovacaktır. Ve uğrunda tapmakta
olduğunuz putlarınızı da yerle bir edecektir.
Yani üç şeyden korkuyorlar:
1-Atalarımn Cehennemlik olmasından,
2-Yurtlarından çıkartılmasından
3-Uyguladiklan kanunların artık uygulanamayacağından
korkuyorlar.
Bu korkuyu da etrafındaki ileri gelenlere Firavun
söylüyor.2709[33]

58- "Elbette bizde senin sihrinin bir benzerini getireceğiz.


Bizimle senin aranda uygun bir buluşma yeri tayin et ki
bizde, sende caymayalım."
59- (Musa) "Buluşma zamanınız zinet günü (bayram
günüdür) ve insanların toplandığı kuşluk vakti olsun" dedi.
60- Firavun geri gitti oyununu (sihirbazlarını) topladı sonra
geldi.
61- Musa onlara "yazık size, Allah'a yalan iftirada
bulunmayın, ile helak eder. iftira eden muhakkak helak
olmuştur" yoksa sizi azap dedi.

2709[33]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/73-74.
62- Onlar (sihirbazlar) işlerini aralarında tartıştılar ve
fısıltılarını gizlediler.
63- Dediler ki: "Bu iki sihirbaz sizi sihirleriyle yurdunuzdan
çıkarmak ve en güzel yolunuzu gidermek (yok etmek)
istiyorlar."
64- "Bütün hilelerinizi toplayın sonra sıra halinde gelin.
Bugün üstün gelen kazanacaktır."
65- (Sihirbazlar) dediler ki: "Ey Musa! Ya sen at veya ilk
atan biz olalım."
66- (Musa): "Hayır siz atın dedi. (Onlar attılar) Birde ne
görsün, onların ipleri ve sopaları sihirleri sebebiyle koşarmış
hayalini veriyor."
67- Musa içinde bir korku hissetti.
68- Biz "korkma, şüphesiz yüce olan sensin" dedik.
69- " Sağ elindekini bırak, onların yaptıklarını yutacaktır.
Çünki onların yaptığı sihirbazın bir oyunudur. Sihirbaz her
nereye gelse felal bulmaz."
70- Bunun üzerine sihirbazlar secdeye kapandılar. "Harun
ve Musa'nın Rabbine iman ettik" dediler.
71- (Firavun) Dedi ki: "Ben size' izin vermeden önce mi
iman ettiniz? O, size sihir öğreten büyüğünüzdür. Elbette
ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hurma
dallarına asacağım. Hangimizin azabı daha şiddetli ve
devamlı imiş bileceksiniz."
72- (Sihirbazlar) Dediler ki: "Biz, seni, bize gelen açık
delillere ve bizi yaratana tercih edemeyiz. Yapacağını yap,
sen ancak bu dünya hayatında hükmedebilirsin."
73- "Biz Rabbimize iman ettik ki, bizim hatalarımızı ve bizi
yapmaya zorladığın sihirden dolayı bizi affetsin.
74- Kim Rabbine suçlu olarak gelirse, şüphesiz onun için
Cehennem vardır. Orada ölmez de dirilme/ de.
75- Kim O'na (Rabbine) salih ameller yapmış bir mü'inin
olarak gelirse, işte onlar için en yüksek dereceler vardır.
76- Adn Cennetleri ki, altından ırmaklar akar. Orada ebedi
olarak kalırlar, İşte arınanların mükafatı budur.
"(Eğer sen bunu sihirle yapacaksan) Biz de sana sihirle
karşılık veririz. Bizimle senin aranda bir randevu var. Bir
yerde seninle buluşalım ve sen de, biz de sözümüzden
caymayalım ve orada sen de maharetini göster, biz de
gösterelim. Musa (a.s.) da; "Sizinle olan randevu, bayram
günü ve öğleye yakın bir zamanda olsun" dedi. Firavun
oradan ayrıldı ve planını programını yaptı ve geldi. Musa
(a.s.) firavun ve etrafındakilere; "yazık sizlere, Allah'a
iftirada bulunmayın sizi azabıyla yok ediverir. Allah'a iftira
edenler yok olup, zarara uğrarlar." diyerek son bir defa daha
uyanda bulunuyor. Ama firavun'un etrafındaki danışmanları
durumlarım tartışıyorlar ve ne yapacaklarını da gizli tuttular.
Dediler ki: "Bu ikisi (Musa ve Harun a.s.) sizi ülkenizden
çıkarmak ve sizi örnek yolunuzdan alıkoymak istiyorlar."
"Öyleyse bütün planlarımzı, programlarınızı, tuzaklarınızı
hazırlayın. Sonra saf halinde gelin. Yüce olan bugün
kazanacaktır."
"(İlim adamları, sihirbazlar) dediler ki: "Ey Musa! ya sen at
asanı veya önce biz atalım." Musa (a.s.)'da; "önce siz atın"
dedi ve Birde baktıki, onların ipleriyle, ellerindeki
değnekleri sihir sebebiyle koşan bir yılan halinde
görülüverdi. Bunu görünce Musa (a.s.) kendi iç dünyasında
bir korku hissetti. (Bu insanlar küfürde sebat ederlerse diye.)
Allah(cc) de; "Korkma, Yüce olan ve üstün gelecek olan
sensin. Elindeki asa'ni bırak, onların yaptıklarını yiyiverir.
Onların yaptığı sihirbazın hilesinden başka birşey değildir.
Sihirbazlar da ne yaparlarsa yapsınlar felah bulamazlar."
buyurdu. (Musa (a.s.)'ın asa'sı onların sihirlerini
yutuverince) Sihirbazların tamamı secdeye kapandılar ve
"biz Musa'nın da Harun'un da Rabbine iman ettik" dediler.
Firavun etrafındakilere dediki: "Ben size izin vermeden mi
ona iman ediverdiniz.? O Musa ki sizin gibilerin (yani
sihirbazların) en büyüğüdür. (Halk meydanda toplanmış
onları seyrettiği için firavun; "Musa da onların başıydı"
demek zaruretini hissetmiştir.) Gizlice kendi aralarında
anlaşma yaptılar ve güya mağlup oldular ve Musa'nın
yolunu tuttular. Bu bir düzendir, hiledir, sayın
vatandaşlarım, milletim sakın bunlara inanmayın." (Ve
arkasından da tehdit ediyor) "Ellerinizi ve ayaklarınızı
çaprazlama keseceğim. Hurma direklerine sizi asacağım.
Hangimizin şiddeti, azabı daha çokmuş göreceksiniz."
diyor.
O iman etmiş olan sihirbazlar da; "Seni, Allah'ın bize
indirdiği ayetlere ve de Allah'a tercih etmeyiz. (Bugüne
kadar sana iman ediyorduk, senin kanunlarını
uyguluyorduk, ama bugün gerçek Rabbe iman ettik ve onun
kanunu olan Tevrat'a iman ettik, senin kanunlarını, Tevrat'a,
seni de, herşeyin yaratıcısı olan Allah'a tercih etmeyeceğiz.)
Elinden ne geliyorsa yap, senin gücün ancak bu dünyada
geçer. Biz Rabbimize iman ettik. Hatalarımızı ve senin
zorlaman suretiyle yaptığımız sihirleri ancak Allah affeder,
hayırlı ve baki olan ancak Allah (c.c.) tır" dediler.
Rabbîne suçlu olarak gelen için Cehennem vardır. Orada
ölmez de, yaşamaz da.
Kim de iman ederek gelirse ve salih ameller işlerse, yüce
dereceler, makamlar Onlaradır. Altından ırmaklar akan
Cennetlerde ebedi kalacaklardır. Bu temizlenen kişinin
mükafatıdır.
Buradan bize çıkan dersler nelerdir? firavun ve onun ilim
adamlarını gördük. Aslında tüm zalimler, zulümlerini tek
başına icra etmezler. Onların binlerce eli, ayağı, başı vardır.
Onun için zalimlerin yanındaki-lerden bahseden ayetler
vardır.
Zalimler, zalimliğine yardım eden insanlara yardım edip,
imkanlar veriri er. Saltanatını,,.koltuğunu sağlam tutması
için bunları yapması gerekir.
Firavun da aynı şekilde çevresindeki insanlara; eğer
Musa'ya iman ederseniz bizi yurdumuzdan alikoyar,
evimizden, barkımızdan uzaklaştırır. Ayrıca bugüne kadar
uygulanan ve atalarımızın yaptığı kanunlar elimizden
alınacak, Musa'nın Tevrat'ı uygulanacak, diyordu.
Günümüzde de aman ha Müslümanlara fırsat vermeyin,
verirseniz içki fabrikaları durur, Kumarhaneler ve
meyhaneler kapatılır, kadınlar orada burada satılmazlar ve
onlar kadınlara asli hüviyetini verirler, kadıntara şahsiyet
kazandırırlar. Şahsiyet kazandmrlarsa da bizde istediğimiz
kadını almaktan, kullanmaktan mahrum kalırız diyorlar ve
bunuda kadın haklan adına yapıyorlar. Onların kitaplarında
kadınların adı yoktur. Bizim kitabımızda ise vardır ve hatta
onlara has olmak üzere "suretim Nisa" vardır.
İşte bugünkü firavunlar bunları söylerken, aman
Müslümanlar gelmesin,, gelirse fuhuş yapamayız, içki
içemeyiz, haksızlık yapamayız, rüşvet yiyemeyiz diyorlar,
korkuyorlar, korkutuyorlar. Ve insanlar da hep birden
alarma geçiveriyoriar. Firavun'un tüm imkanlarından yarar-
lanan onca ilim adamı, sihirbaz, Musa (a.s.)'ın mucizesini
görünce ne yapıyorlar, iman ediyorlar.
İşte burada Rabbim bize ümid ve müjde veriyor: Bütün
nimetlerden de yararlansa zalimlerin yanındaki insanlardan
tamamen ümidinizi kesmeyiniz. Hani her insanın kendine
has bir kara sevdası vardır, bu para olur, kadın olur, makam
olur, şan şöhret olur. Burada iman eden insanlar aslında,
firavun'un Musa (a.s.) ile yaptığı mücadelede kendilerine en
güvendiği kişiler, yani katmerli kafirlerdir Ama onlarda
iman edebiliyorlar, bunu görüyoruz.
Biz de ümidimizi kesmeyeceğiz. Ama onların yanında,
onların ke-lamıyla Allah'ın kelamını yanyana getirip,
Allah'ın kelamını anlatın, ye-terki onlara Allah'ın mucizesi
olan Kur'an-ı duyurma imkanını yakalayın. Mesela bir insan
yanlış yolda birşeyden zevk alıyorsa, ondan vazgeçirmek
için aynı zevki, biz doğru yolda tattırmalıyız. 2710[34]

77- Andolsun biz Musa'ya şöyle vahyettik: "Kullarımı


geceleyin (şehirden çıkar) yürüt. Ve (asanı denize ) vur,
onlara denizde kuru bir yol aç ki, (Firavun'un)
yetişmesinden korkmayasın ve (boğulmaktan) endişe
etmeyesin."
78- Firavun ordusuyla beraber, onları takib etti ve denizden
birşey onları kapladı.
79- Firavun kavmini saptırdı ve onları doğru yola
götürmedi.
80- Ey İsrailoğulları, biz sizi düşmanınızdan kurtardık ve
Tur'un sağ tarafını size vâdederek sözieştik ve sizin
üzerinize kudret helvasiyla, bıldırcın indirdik.
81- Size verdiğimiz rızkın en güzelinden yeyinîz, ve sakın o
konuda taşkınlık yapmayın. Sonra üzerinize gazabım iner,
kimin üzerine de gazabım inerse o mutlaka (Cehenneme)
düşer.
Rabbimiz, Musa (a.s)'a vahyinden bizi haberdar ediyor: "Biz
Musa (a.s.)'a şöyle vahyettik: Bir gece vakti kullarımı al ve
yola çıkararak denizden geçir onları." Denizin onlara yol
vereceğini ve Firavundan da korkmamalarını öğütlüyor,
vahyediyor Rabbim. Firavun onları takip ediyor ama denizin
ortasında boğuluyor ve firavun sapıtıyor, doğru yolu
gösteremiyor onlara.
tşte burada Allah (c.c), Beni İsraile vermiş olduğu nimetleri
haber veriyor; "Ben sizi düşmanınızdan kurtardım ve Tur
Daği'nın sağ tarafını da bir sözleşme yeri olarak (vadettik)
sözieştik sizinle. Orada sizin üzerinize kudret helvası ve
bıldırcın eti indirdik. O rızıklann en güzelinden yiyiniz,
sakın Allah'a karşı azgınlık yapmayınız. Yoksa Allah'ın
gazabı sizin üzerinize de iniverir. Azab inince de siz helak

2710[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/74-81.
olursunuz" buyuruyor Allah (c.c).
Tefsirlerimizin bazılarında bu denizin Kızüdeniz olduğu
rivayet edilmiştir. Ayrıca bazı rivayetlerde denizin varıldığı,
bazı rivayetlerde de deniz donmuş gibi katı hale geldi de
öyle geçildi deniliyor. Kur'anın bize verdiği bilgi bu kadar.
Yakın zamanlarda Tevrattan faydalanılarak tefsirlere
gidilmiştir ki, bunlarda da birçok yanlışlık mevcuttur.2711[35]

82- Şüphesiz Ben, tevbe eden, iman eden ve ameli salih


işleyen, sonra da hidayet üzere olanı çok affediciyim.
Yani zaman içinde yaptığımız günahlarımız, işlediğimiz
hatalar affedilmeyecek diye telaş etmeyelim. Allah (c.c.)
afvedeceğini vaad ediyor.
Bazı kişiler şöyle diyorlar. "Hocam ne bileyim paramız
pulumuz giderse, ailemizin, akrabalarımızın gözünden
düşeriz." Hayır bu yanlıştır. İnsan eşlerinin ve akrabalarının
yanında para ile değerlendirilmez. Hatta şunu örnek verelim
ki, birçoğunuz fakirken evlendiniz, ama şimdi zenginsiniz.
Yani paranız oranında değeriniz olduğu, düşüncesini bir
tarafa atınız. Bazı kişiler için bu geçerli olabilir ama biz
Müslümanlar için böyle olmamalıdır. Bu vesveseler
şeytandandır.
Bu surenin son ayetlerinde Allah (c.c.) bizden; ailemize
namazı emretmemizi, sabretmemizi, iman edip ve ameli
salih işlememizi istiyor. Mal ve evlatlar Ahirette insana
fayda vermez, ancak selim kalp ve salih amel insana fayda
verir.
Burada Musa (a.s.) ve Ona inananlar bir gece Mısır'dan
çıkmış, yerinden, yurdundan edilmişler, evlerini,
makamlarını terketmişler. Yıllardır biriktirerek elde
ettiklerini sadece imanlarından dolayı terketmişler. Allah
(c.c.) sadece imanı için yoluna çıkanı da mahrum bı-

2711[35]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/81-83.
rakmıyor tabii.
Onların yeni geldikleri yerde su yok, yağmur yağmıyor, ateş
gibi birde güneş var. Ve Musa (a.s.) Rabbine yönelerek su
istiyor. Rabbim de; "Asa'ni taşa vur" diyor ve 12 yerden
birden su fışkırıyor ve yiyecek olarak da bıldırcın kuşu ve
kudret helvası indiriliyor. Onun için yola çıkan insanları
Rabbim doyuracağını vâadediyor. Hem de Mısır'da iken
Firavun'un artıklarıyla ve soğanla beslenen insanlar, birgün
Rabbimin nizamını sağlamak, O'nun rızasını kazanmak için
ellerindeki herşeyi bırakıp, her imkanı tepip yola çıkarlarsa;
Allah(cc) onlara daha güzel nimetleri vereceğini vâadediyor
ve de veriyor.
Burada bize de bir atıf vardır. Bizler de Allah'ın kitabının
gönüllere yerleşmesi ve yaşanması için topyekün insanların
O'na dönmesi için bazı nimetleri boşverecek olursak, Allah
(c.c.) bizlere daha üstün nimetler sunacaktır. Burada bu
anlam var. 2712[36]

83- "Kavminden önce seni acele ettiren nedir ey Musa!.?"


84- (Musa) Dedi ki: "Onlar benim izim üzerindeler. Rabbim
sen razı olasın diye acele ettim."
Musa (a.s.) kavmiyle giderken onlardan daha Önce koşmuş
ve Tur Dağı'nın sağ tarafına gelmiş. Rabbim soruyor "Musa,
kavminden önce seni acele ettiren nedir? (Musa (a.s.) Dedi
ki; onlar benim izimi takip ediyor ve geliyorlar, senin razı
olman için de ben acele ile geldim."
Hani acele etmek şeytandandır derler. Ama eğer bir şeyde
hayır varsa ve hayır olduğu kesin ise onda acele etmek
gerekir, bu ayet de delildir, ihmal edip geciktirilmemelidir,
hayırlı işler. Rabbim bizim fıtratımıza acelecilik vermişse
bu boşuna değildir. Çünkü; "Rabbim sen hiçbirşeyi boşuna
yaratmadın" diye ayet okuyoruz. Bu aceleciliği Allah'a itaat

2712[36]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/83-84.
ve ibadette acele etmek olarak kullanmak gerekir. Onun için
hayırda acele edilir, yani acelecilik burada geçerli ve
iyidir. 2713[37]

85- (Allah) Dedi ki: "Gerçekten biz senin kavmini, senden


sonra imtihan ettik. Samiri, onları saptırdı."
86- Bunun üzerine kızgın ve üzgün olarak Musa kavmine
döndü. Ve dedi ki: "Ey kavmim! Rabbiniz size güzel bir
va'dde bulunmamış mıydı? Size (ayrılış) süresi mi uzun
geldi? Yoksa Rabbinizden bir aza-bm üzerinize gelmesini
mi istediniz de, bana verdiğiniz sözden döndünüz?"
87- Dediler ki: "Biz kendi başımıza sana verdiğimiz sözden
dönmedik. Ancak kavmin zinetinden ağırlıklar yüklenmişti.
Onları (ateşe) attık, aynı şekilde Samiri de attı."
88- (Samiri) Onlara böğüren bir buzağı cesedi çıkardı.
(Samiri'ye uyanlar) Dediler ki: "Bu sizin ve Musa'nın
ilahıdır." Fakat o (Musa ilahını) unuttu.
Allah (cc.)..buyurdu "(Biz senin kavmini) imtihan ettik ve
Samiri onları saptırdı" "Samiri'nin" adı Samiri değildir
aslında: tefsirlerde bunun adının da Musa olduğu söylenir.
"Bunu duyunca Musa üzülerek ve de öfkelenerek kavminin
yanına geldi (ve kavmine vaadini hatırlattı) Rabbiniz size
güzel bir vaadde bulunmamış rmydı? Ben aranızdan çok
uzun bir süre mi ayrıldım ki hemen sapıklığa düştünüz
(diyerek onları azarladı.)"
Burada bize verilmek istenen şudur. Musa (a.s.) kavminden
ayrılıyor ve Rabbiyle konuşmaya gidiyor. Derken kavim,
Harun (a.s.)'ı dinlemiyor ve altın bir buzağıya tapıyorlar.
Hatta, Samiri buzağıyı öyle yapmıştı ki, o buzağı rüzgarda
garip garip sesler çıkartıyordu. İşte bu ayette böğürmek
olarak vasıflandırılmıştır.
Samiri, buzağıyı göstererek; "işte Musa'nın da, sizin de

2713[37]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/84-85.
ilahınız budur" demişti. Musa (a.s.); o insanlara, bu
yaptıklarının hata olduğunu anlatınca kavmi; "Ne yapalım,
kendimize sahip değildik. Yanımızda bizim ağırlıklarımız ,
yani zinetlerimiz vardı, aynı şeyler Samiri'de de vardı. Bizde
Samiri de ağırlıklarımızı attık ve Samiri bu ağırlıklardan
bunu yaptı." dediler.
Bazı tefsircilerimiz Tevrat'tan yararlanarak demişlerdir ki;
bu zinet-lerin sebebi şudur. Hani Yahudiler geceleyin yola
çıkacaklardı ya O gece komşularına giderek; "yahu senin şu
zinetini versen de bu gecelik bizim kıza taksak" demişlerdi
ve tüm mahalleyi dolandırmışlardı. Bir çok tefsirci de bunun
mümkün olmayacağını çünkü bu insanların mü’min
olduğunu ve Hz. Musa (a.s.)'a iman etmiş olduklarından
dolayı bunu yapmadıklarını söyler. 2714[38]

89- Onlar gör mü yor lar mı ki, (buzağı) onlara bir tek söz
söylemez ve onlara zarar ve fayda veremez.
90- Harun, önceden onlara: "Ey kavmim, şüphesiz siz
bununla (buzağıyla) imtihan oldunuz. Muhakkak Rabbiniz
Rahmandır (Merhamet eder.) Öyle ise bana uyun ve emrime
itaat edin.
91- Onlar: "Musa bize dönünceye kadar ona (buzağıya)
ibadete devam edeceğiz" dediler.
92- (Musa): "Ey Harun, onların saptığını gördüğünde, seni
engel leyen ne idi?" dedi.
93- "Niçin bana uymadın? Emrime karşı mı geldin?"
94- (Harun) Dedi ki: "Ey anamın oğlu, sakalımdan ve
başımdan tutma. Ben, senin "İsrailoğullan arasında ayrılık
çıkardın, sözümü gözetmedin" demenden korktum.
Bakıyoruz ki, Musa (a.s.) onların yanından bir anlık
ayrılınca hemen sapıttılar. "Otorite boşluk kabul etmez"
diye bir söz vardır. Bunun en güzel örneği de Peygamber

2714[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/85-87.
Efendimiz vefat ettiğinde, daha cenazesi kaldırılmadan Hz.
Ebu Bekir (r.a.)'ın devlet başkanlığına getirilmesidir.
Başkanın nezaretinde de Efendimizin cenazesi defnediliyor.
Bundan başka bir çok seferlerde, Efendimiz kısa bir müddet
için de Medine'den dışarıya çıkacak olsa yerine mutlaka bir
vekil tayin edip Öyle çıkardı.
Musa (a.s.) toplumun bozulduğunu görünce, kardeşi
Harun'un yakasından tutup, hesaba çekmesi bize bir
nasihattir. Toplumun bozulmasından birinci derecede
sorumlu yöneticilerdir.
Neyazık ki Müslümanlar 100 seneden beri başsız başsız
dolaşmaktadırlar. Bunun içinde bu boş boş dolaşan insanlar
ilahsız kalmasın, kanunsuz kalmasınlar diye heykeller
dikmişler, kanunlar yapmışlardır. 2715[39]

95- (Musa): "Ey Samiri, bu senin büyük işin nedir?" dedi.


96- (Samiri): "Onların görmediğini gördüm. O elçinin
izinden bir avuç aldım ve onu attım. Nefsim bana böylece
hoş gösterdi."
Buradaki elçiden kasıt, kimilerine göre Cebrail (a.s.)
kimilerine göre de Musa (a.s.)'dır. Musa'nın izinden
birşeyler aldım, insanların görmediği birşeyleri gördüm ve
bunu yaptım diyen Samiri.. Biraz kapalı bir ifade
olduğundan alimler değişik manalar vermişlerdir bu kelime-
lere.. Samiri'nin yaptığına benzer şeyler bugünde yapılıyor.
Bir kısım imansızlar, imansızlıklarına delil olarak Kur'an-ı
kullanmışlardır. Allah'ın, Ahiretin, Peygamberin,
Peygamber olmadığını Kur'an'dan ayetler deliller getirerek
ispatlamaya çalışmışlardır. Mesela günümüzde de bir kişi
tefsir yazıyor ve Yahudi ve Hristiyanlar için sizin
Muhammed'e inanmanıza tevhid dinini kabul etmenize
gerek yoktur sizde Cennete gireceksiniz diyor. Bunu derken

2715[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/87-88.
de, yani yazısına başlarken de diyorki; "bunu ilk defa ben
söylediğim için şimşekleri üzerime çekeceğimi biliyorum."
Halbuki Elmalıh Merhum bunu, Cezayir'in işgali sırasında
Fransızların yaptığını ve bir broşür olarak dağıttıklarını kay-
dediyor, yani bu adamın söyledikleri ilk defa kendisi
tarafından söylenmemektedir. 2716[40]

97- (Musa): "Defol git. Şüphesiz hayat boyu "Bana


dokunmayın" diyeceksin. Ve senin için va'dolunan bir azap
vardır ki elbette sen ona aykırı kılınmayacaksın. Kendisine
taptığın tanrına bak. Elbette biz onu yakacağız, sonra toz
halinde denize savuracağız."
98- Sizin ilahınız ancak O Allah'dır ki, O'ndan başka ilah
yoktur. Hcrşeyi ilmi ile kuşatmıştır.
Samiri ile konuşmalarından sonra "Musa dediki: "Defol!
Senin şu dünyada yaşadığın müddetçe söyleyeceğin bir tek
söz kaldı: "Bana dokunmayın" (Yani öyle bir belaya
uğrayacaksın ki insanların sana değmelerini hiç
istemeyeceksin)" Ayet-i kerime bu kadar açıklıyor. Tevrat'ta
ise denirki Allah Samiri'ye bir bulaşıcı hastalık verdi.
Öyleki kimse ona değmiyor, yanaşmıyordu, yanaşanlara da
o aman bana değ-meyin sizde hasta olursunuz diyordu ve
hayatı boyunca böyle gitti. 2717[41]
Ayet devam ediyor: "Senin için gerçekleşmesinde şüphe
olmayan bir vaid vardır: Cehennem. Ama Cehenneme
gitmeden Cehennemdeki azabı göreceksin. Şu ilahına bak!
Onu ben yakacağım, külünü de denize atacağım. (Bakalım
ilahın buna karşı koyabilecek mi?) Sizin ilahınız
kendisinden başka ilah olmayan O Allah'tır. Onun bilgisi
herşeyi ku-şatmjştır." Yani putperestlerin bu dünyada da
cezalandırılacağım görüyoruz. Allah (c.c.) Musa (a.s.)'ın
vardığı neticeye bizleri vardırsın ve bizleri doğru yoldan
2716[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/88-89.
2717[41]
Tevrat Levililer 13145
ayırmasın. Amin.. 2718[42]

99- İşte böylece geçmişin haberlerinden bir kısmını sana


anlatıyoruz. Şüphesiz sana tarafımızdan zikri (Kuranı)
verdik.
100- Kim ondan {Kurandan) yüz çevirirse kıyamet günü bir
günah yüklenecektir.
101- O günah yükünün altında ebedidirler. Kıyamet
gününde onlar için ne kötü bir yüktür.
102- Sur'a üfürüldüğü gün, suçluları gömgök mahşere
toplarız.
103- Kendi aralarında "(dünyada) on(gün) kaldınız" diye
gizlice konuşurlar.
104- Onların söylediklerini biz daha iyi biliriz. Onların
yoldaki önderleri ise "siz (dünyada) ancak birgün kaldınız"
der.
Musa (a.s.) ile Firavun arasındaki mücadeleye Kur'an'ın
başka ayetlerinde ve surelerinde bilhassa da Bakara
suresinde sık sık ve geniş olarak temas edilmiştir. Bu
mücadelenin sık sık belirtilmesinin sebebi;.Peygamber
Efendimizin karşı karşıya bulunduğu ortamla ilgilidir.
İnsanlık tarihi boyunca insanların genelde yaptıkları,
söyledikleri birbirlerinin aynıdır, sadece şekilde değişiklik
olabilir. Aslında özde pek bir değişiklik olmamaktadır.
Peygamber Efendimiz de Mekke'de insanları yepyeni bir
devlete hazırlar, Rabbimin ayetlerini okurken, çıkar
çevrelen onun karşısına dikilmiş ve onun çağrısının
duyulmasını engellemeye kalkışmışlar ve kendilerince bazı
mantık oyunlarıyla Efendimiz (s.a.v.)'ı hafife almış ve
aleyhinde uydurulan iftiralarla insanlar nezdinde değerini
düşürmek için gereken herşeyi yapmışlar. Aynen firavun'un
yaptığı gibi.

2718[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/89-90.
Firavun'un yaptıkları Efendimize değişik bir şekilde
uygulanınca Allah (c.c.) 'da Musa (a.s.) kıssasını örnek
vererek o mücadeleden Efendimize dersler ve örnekler
göstermiştir.
Musa (a.s.) ile Firavun, İbrahim (a.s.) ile Nemrud ve
Mekke'li müşrikler ile Peygamberimizin mücadelesi, bizim
bugün kafirlerle, İslam düşmanlarıyla yapacağımız
mücadelenin benzer tarafları vardır. Bizde desteği onlardan
alacağız, onlar nasıl davranmışsa öylece davranacağız.
İnsanlara İslamı anlatırken yeri göğü ve bizleri yaratanın
Allah olduğunu söyleriz. Biz böyle söyleyince karşımızdaki
insanlar da kendi mantık oyunlarınca bizleri yenmek için
derlerki: "Mademki beni yaratan Allah'tır hadi beni
öldürsün, Mademki bu dağı yaratan Allah'tır hadi bu dağın
yerini değiştirsin."
Peygamber efendimiz göklerin yarılacağı, güneşin
dürüleceğini.söylediği zaman da, Mekke'li müşrikler:
"Mademki Allah bunları yapabiliyor, o zaman ona söyle de
şu dağları Mekke'nin etrafından biraz uzak-laştırsın ve bize
ovalar yaratsın, bize sulak araziler versin" diyorlardı. Dikkat
ederseniz günümüzdeki insanların isteklerine
2719[43]
benziyor.

105- Sana dağlardan soruyorlar. Deki: "Rabbim onları toz


halinde savuracaktır."
106- O (dağları) dümdüz bırakacaktır.
107- Orada bir girinti ve çıkıntı göremezsin.
"Senden dağlar hakkında sorarlar (Mademki birgün dağlar
atılacaktır, hadi şimdi atılsın, şu dağlar söyle çekilsin de
bize ovalar verilsin gibi) Deki: "Rabbim (zamanı gelince)
onu yerle bir ediverir." Madem ki oraya onu O koymuştur,
oradan kaldıracak olanda O'dur. Onun yerini dümdüz, çorak,

2719[43]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/90-92.
ot bitmeyen bir arazi haline getirir. Orada hiçbir eğrilik ve
tümsekde göremezsin."
Bugüne kadar inen surelerin tefsirini yaparken gördük ki ilk
inen surelerin hemen hepsinde ağırlık, ahiret ve kıyametle
ilgilidir. Bu biraz sıkıcı gibi geliyor. Ama biraz
düşündüğünüz zaman görüyorsunuz ki, Allah (c.c.) insanları
en hassas yerlerinden yakalıyor: "Bir gün gelecek
ayaklarınızın altındaki evleriniz yok olacak, yıldızlar
dökülecek, denizler kaynayıverecek. Yani insanların en
sevdiği, bağlandığı şeylerin ellerinden gideceğine işaret
ediyor Allah (c.c).
Bu Allah (c.c.)'ın metodudur. Biz de bu metodu
uygulamalıyız. Mesela: "Babası ölen bir adamın yanma
gittiğimiz de baban öldü, deden öldü, öncekileriniz hep
öldü, bir daha gelmemek üzere, senin de kendi halinin öyle
olmasını istermisin? Eğer onlar iyi iseler Cennettedirler,
kötü iseler Cehennemdedirler. İyilerin yoluna uymak,
kötülerin yolundan dönmek gerekir" diyeceğiz. Bu birçok
insanı etkileyecektir. 2720[44]

108- O gün hiçbir tarafa sapmadan davetçiye uyarlar.


Rahman için bütün sesler kısılmıştır. Fısıltıdan başka birşey
işitemezsin.
109- O gün Rahman'ın izin verdiği ve sözünden razı
olduklarından başkasının şefaati fayda vermez.
Yani o gün insanlar mahşerin, tekrar dirilmenin hak
olduğunu görmüşlerdir. O sebeple ya sadece fısıltı ile
konuşurlar veya sadece ayak seslerini işitirsin, fısıltı ile bile
konuşmaya cesaretlen yoktur, şaşkındırlar. Günümüzde de
insanlar bazı yerlerde sessiz dururlar fısıltı ile konuşurlar,
buraları ya saygı duyulan bir yerdir veya korkulan bir yerdir
de onun için.

2720[44]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/92-93.
"O günde şefaat fayda vermez." Bu dünyada bir çok
işlerimizi aracılarla hallediveriyoruz ama Ahirette aracılar
fayda vermeyecektir. Çünkü zaten aracılar olmayacaktır.
Ancak "Rahman'ın izin verdiği (kişilerin şefaati) başka."
Bunlar peygamberlerden bir kısmı, bir hadisi şeriften
nakledildiğine göre de en fazla şefaat etme hakkına sahip
olan Peygamber de, Peygamber Efendimizin kendisi
olacaktır. 2721[45]
Kur'an-ı Kerimden şefaate delil isteyenler için bu ayet-i
kerime yeterlidir. 2722[46] Peygamberler dışında şefaat edecek-
ler için Allah'ın veli kullan deriz de filan şahıs diyemeyiz.
Çünkü sahabeden bazı istisnalar hariç kimin Cennete
gideceğini kesin olarak bilemeyiz. Bunlardan sonra bazı
hadislerde haber verilen şehid kullar, iyi amel sahibi
insanların da şefaatleri haktır. Ama bunlar için kesinlikle
şefaat edeceklerdir demek çok zordur.
Ayet-i kerimeyi şöyle anlamak da mümkündür: "O gün
şefaat fayda vermez, o kişiye şefaat fayda verir ki: Rahman
o günahkar kulunun (saflığında) söylediği sözlere razı oldu.
(ve bu amelinden dolayı Allah ona şefaat edilmesi için izin
verdi)." Her ikisi de aynı anlama geliyor ama şefaat edecek
kişinin de, edilecek kişinin de mutlaka mü'min olması
gerekiyor. Yoksa kafire şefaat yoktur.
Nitekim birçok yerde görürüz: Levha halinde asılmıştır
hadisi şerif: "Şefaatim ümmetimden büyük günah
sahiplerinedir."2723[47] Küçük günah sahipleri ne olacak?
Allah bilir Rabbim onlara hadi siz şöyle Cennete doğru
geçin diyecektir. Buradaki ikinci anlama göre Allah (c.c.)
şefaatine izin verdiği kullarının bazı özelliklerinin olması
gerekir, nedir onlar? "Söylediği söze razı olmuştur."
Alimlere göre bu razı olunan söz Kelime-i Tevhid'dir. Yani

2721[45]
Buhari K. Tefsir, Suretû-İsra
2722[46]
Taha Suresi, Ayet 109
2723[47]
Ebu Davud, sünnet 21, İhni Mace Zühd 37 Tirmizi Kıyamet 11
Kelime-i Tevhid'i söylemesinden dolayı Allah (c.c.) ona
şefaat etmek için peygamberine veya salih kullarına izin ve-
recektir. Bununla ilgili birde mütevatir hadis vardır: "Kîm
Lâ İlahe İllallah derse Cennete girer." (Otuz dört tane
sahabenin rivayet ettiği bu hadisin Ama bu "Lâ İlahe
İllallah'a" şahidlik etmek böyle bilmeden ve boş bir kelime
gibi söylemek değildir. Çünkü şehadet ne demektir, İslam
hukukunda da, bugünkü hukukta da; bildiğini, gördüğünü
söylemesi, ifade etmesidir. 2724[48]

110- (Allah) Onların önlerindekini ve arkalarmdakini bilir.


Onlar ise ilimle O'nıın (Allah'ın zatını) kavrayamazlar.
"(Amel olarak) geriye bıraktıklarınızı da, tatbik ettiklerinizi
de Allah bilir." buyruluyor. Yaptıklarınızı da
yapamadıklarınızı da bilir Allah. Onların "Tecrübe olarak da
ilim olarak da Allah (c.c.)'i kavramaları mümkün değildir."
Bazı inkarcılar; "ben laboratuarda inceleyemediğime
inanmam" demektedir, ama bu yaratılmışlar için geçerlidir,
Allah için geçerli olamazki.
Bu inkarcıların sözlerinin aynısı, daha önce Musa (a.s.)'a da
söylenmişti. Hangi söz veya fikri getirirseniz getirin ,
geçmişten mutlaka bir kaynağını bulacaktır. Yani, yeni bir
söz yoktur. Musa (a.s.)'a da o zamanın profesörleri "Ya
Musa biz Allah'ı apaçık bir şekilde görmeden sana iman
etmeyiz" demişlerdi.(Bakara 55) Allah (c.c.) ise "Onlar ise
bilgice Allah'ı kavrayamazlar" buyuruyor.
Dikkat edin insanoğlu gözüyle gördüğü, ilmiyle kavradığı
herşeye hükmetmiştir. Mesela, dağı görmüştür, onun
üzerinden aşmıştır, delip tüneller açmıştır. Göz onu
görmüşse o görme sınırının içinde kalmıştır. Halbuki Allah
(c.c.) herşeyden büyük ve münezzehtir.
Bununla birlikte bizler Allah'ı bilip tanıyabilelim diye Allah

2724[48]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/93-95.
(c.c.) Esma'sını Kur'an-ı Kerim'de çeşitli yerlerde veya
hadislerde bize bildirmiştir. Biz onlara bakarak Allah'ın
sıfatlarını biraz kavramış oluyoruz, sıfatlarından ayrı olarak
zatını kavramak ise mümkün değildir.2725[49]

111- Bütün yüzler Hayy ve Kayyum'a boyun eğmiştir.


Zulüm yüklenenler ise perişan olmuştur.
112- Kim Mü'min olarak salih amel işlerse zulümden ve
Hazm'dan (hakkının yenmesinden) korkmaz.
Buradaki "yüz'den" kasıt; bütün varlıktır. Yani bütün
varlığımızla ona boyun eğmişizdir. Mesela, namazlarımızda
Allah'a secde etmemiz için 7 azamız birden yere
varmaktadır. Sadece başın Allah'a secde etmesi için 7
azamız birden secde etmektedir. Buda böyledir.
"Zulüm taşıyarak Rabbinin huzuruna gelenler ise zarara
uğramışlar, kaybetmişlerdir." Zulüm taşıyarak Rabbimizin
huzuruna varmayalım. Bu zulmün iki manası vardır;
1- Allah'a isyanla, kulların haklarını gasbetmekle, zarar
vermekle ilgilidir. Zaten zulüm demek haddi aşmak
demektir, bu anlama gelir.
2- Bir diğeri de Şirktir. Eğer bir insan çıkar da hayır Allah
yönetemez ben yönetirim derse, bu insanda zulmetmiş
demektir. Çünkü, sen yaratılmak ve yönetilmek için
yaratıldın, yaratmak ve yönetmek için değil. Onun için
Allah (c.c); "Şirk en büyük zulüm'dür. " buyurur. 2726[50] Hani
günümüzde işkence yapanlar için zulüm yapıyor derler.
Allah (c.c.) ise asıl zulmün şirk olduğunu beyan ediyor.
Tarih boyunca işkenceyi icad ve tatbik edenler Rabbime
hakkıyla kulluk etmeyen ve isyan edenlerdir.
"Kim de iyi işler yaparsa, mü'min olarak yaparsa" Eğer
Allah (c.c.) burada mü'min kaydını koymasaydı herkes öbür
dünyada -eğer iyi işler yapmışsa- Cennete giderdi. O zaman
2725[49]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/95-96.
2726[50]
Lokman 13
kafirler de kendine bir pay ayırırlardı. Genelde bu mesele
çok tartışılır ve bilhassa "Edison" için pay çıkartarak
derlerki; "Hocam olur mu o kadar iyilik yapmış adam var
bunlar Cehennememi girecek, bak adam olmasaydı biz
karanlıkta kalırdık." Allah (c.c.) "Yeryüzü dolusu altunlan
olsa ve bunu fidye olarak verseler gene de fayda vermez"
buyurur.2727[51]
Mesela Rabbim Edison'u mahşer günü hesaba çekerken
sorar; "Dünyadayken ne yaptın?" "Elektriği icad ettim Ya
Rabbi." Rabbim tekrar sorar; "Kimin için yaptın, benim için
mi yaptın?" "Sana inanınıyordum ki ya Rabbi, senin için
yapmadım" Bu halde ne olur.? Zaten, "inanıyorum, senin
için yaptım" derse mesele yok.
Bu şuna benzer; hani yan komşunuzda akşama kadar çalışan
bir işçiye, akşam olunca ücretini siz verirmisiniz? Kim için
çalıştı ise parasını da onun vermesi gerekir değil mi?
Allah'tan başka ilah kabul edenleri de Allah (c.c.)
korumayacaktır. "(İyi amel yapan ve mü'min olanlar
Ahirette) bir zulme de uğratılmazlar." Yani yaptığı kötülük
5 gramlık ise 5 gramlık azap görür, daha fazlasını mümkün
değil görmez.
Bu kötü amellerin affa uğraması ihtimali de var. Ancak
mümin olmak şart. Silah, para, asker ve teknolojik
üstünlüğe sahip olan batı müslü-manları kendi ülkesinde
asimile etmek, eritmek ve kendine benzetmek için
tirilyonlar harcıyor ama başaramıyor. Bir Budist'i bir
Kominist'i veya bir Ateist'i kendine benzetip asimile ediyor
ama müslüman asimile olmuyor.
İşte Rabbimiz bu ayeiinde, "Hazmdan kormaz" buyuruyor.
Yani İman ile Ameli salih işleyen bir Mümin
hazmedilmekten korkmaz.O,benzemez, benzetir. Avrupada
müslümanlann dört bin cami açmaları ve Avrupalıları

2727[51]
Ali-İmran 91
müslüman etmeleri bunun şahididir. 2728[52]

113- İşte böylece biz O Kur'an'i Arapça olarak indirdik. Ve


onda tehditlerimizi tekrar tekrar açıkladık ki; sakınsınlar
veya onlara hatırlatma yapar.
114- Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. Sana vahiy
tamamlanmadan okumayı acele etme. "Rabbim, bana ilmi
artır" de.
Burada Allah (c.c.) kendisinin, Melik ve Hakk olduğuna
vede yüce olduğuna dikkat çekiyor.
Allah (c.c.) bu isimlerini bize vererek diğer sıfatlarının,
isimlerinin de aslında bu isimlerden türediğini, yansıdığını
bize bildiriyor. Melik olunca herşeyi yönetme hakkı da ona
ait olmuş oluyor. O Hakk'tır.
Hukuk, "Hakk" kelimesinin çoğuludur. Hakk kim ise hukuk
ona aittir. Kendisi Hakk olmayanın hukuku olmaz, hukuk
yapamaz. Geçici bir hayatta yaşıyoruz ve geçip gidiyoruz,
öyleyse geçici olan bir insanın kalıcı birşey koymaya ne
kadar hakkı vardır? Hukuk Hakk'dan gelendir. Mülkün
sahibi olan Melik O'dur, Hakk O'dur. Öyleyse bu mülkde
neyin nasıl yapılacağını, nasıl yönetileceğini tayin etme
hakkı da O'nundur.
"Kur'an konusunda acele etme, O Kur'an'm vahyi sana
okunmadan veya tamamlanmadan önce,, acele etme.!" Bu
ayet açıklanırken Tefsirlerde "Kur'an-ı acele okuma"
denmek istediği yazılmaktadır. Çünkü Cebrail (a.s.) Kur'an-i
getirdiğinde Peygamber Efendimiz; belki unuturum diye
acele acele okuyormuş. Rabbim bununla ilgili olarak bir
başka ayette "Dilini hareket ettirme, onu senin gönlünde
toplamak bize aittir" diye garanti ediyor.2729[53]
Ben de tefsir kitaplarını incelerken bu yukarıdaki Taha
suresinin ayetinin bağlantısını bir türlü bulamadım. Yani
2728[52]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/96-98.
2729[53]
Kıyamet 17
kendi kendime dedim ki acaba bu ayetle baştaki ve sonra
gelen ayetlerin ne ilgisi olabilirki? Kurtubi'nin tefsirinde
beni tatmin eden güzel bir açıklama gördüm: Peygamber
Efendimiz'e (s.a.v.) bir kadın geliyor ve kocası hakkında bir
şikayet bildiriyor. Peygamberimiz de hemen hüküm veriyor.
Bunun üzerine Allah (c.c.) bu ayeti indiriyor. Yani "Sana
açıklama gelmeden Kur'andan bir vahiy gelmeden hüküm
vermede acele etme." Sana bir dava arzedildiğinde Rabbin
katında onun açıklaması gelmeden sakın hüküm verme. (İşte
ayet bu sureyle bağlantıya burada geçiyor.) Peygambere bu
hak verilmemişken, kanun koyma hakkı yalnızca Allah'a
aitken, kulların vahiyden ayrı hüküm vermesine Rabbim
izin verir mi? elbette vermez.
Derken Rabbimden bir emir daha geliyor. "Deki, Rabbim
ilmimi artır." Peygamberimizin dualarına baktığımızda
"arttır" diye yaptığı bir başka duası daha yoktur. Allah'ın
(cc), Peygamberimize ve dolayısıyla bize öğrettiği
dualardan biri de "İlmimi arttır" diye yaptığı duadır. Çünkü
ilmin artmasıyla arkasından da ibadet, iman, tebliğ ve
herşey gelir. Süleyman (a.s.)'a da; "ilmi mi tercih edersin,
mülkü mü?" dendiğinde, ilmi tercih etmiştir ve ilim mülkü
yani padişahlığı da beraberinde getirmiştir. Ama dua ettiği,
ilmimi arttır dediği "ilim", Kur'an çerçevesinde olan ilimdir.
Peki fizik, kimya, biyoloji ilmi..!? Bunlar Kur'an ve
sünnetin doğrultusunda hareket ettikten sonra bunlarda
öğrenilmelidir. Ve bunlar akim bulabileceği ilimlerdir. 2730[54]

115- Daha önce biz Adem'e (şu ağaçdan yeme diye)


emrettik de o unuttu, biz onda bir azim bulmadık.
Burada Hz. Adem (a.s.)'ın azimli olmamasına da doğrudan
değil de delalet yoluyla işaret edilmiştir. Bir şeye
azmederseniz unutma sınırım aşağı düşürürsünüz, ama

2730[54]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/98-100.
önemsemezseniz o şeyi daha çabuk unutursunuz.
Burada insanın niye bazı konularda unutkan olduğuda
anlaşılıyor. Namazı unutuvermişiz diyoruz. Ama hiç
alacağımızla borcumuzu unutmuyoruz. Namaz kılarken kaç
defa esnediğimiz oluyor, ama para sayarken hiç
esnememişizdir. Niye? İşte bir şeyde esniyorsak demek, ki o
şeye önem ve değer vermiyoruz demektir. 2731[55]

116- Hani biz meleklere "Adem'e secde edin" demiştik.


Hepsi secde etmişti de yalnız iblis kaçınmıştı.
117- Biz de dedik ki: "İşte bu (iblis) senin ve eşinin
düşmanıdır. Sakın ikinizi Cennetten çıkarmasın, sonra
sıkıntıya düşersiniz."
118- "Orada (Cennette) acıkmayacaksın, çıplak
kalmayacaksın."
119- "Orada susaınayacaksın, kuşluk güneşi ile
yanmayacaksın."
120- Şeytan ona.vesvese verdi ve şöyle dedi: "Ey Adem,
sana sonsuzluk ağacını ve eskimeyen bir mülkü göstereyim
mi?"
121- İkisi (Adem ile Havva) ondan (yasak ağaçdan) yediler
ve hemen onlara kötü (ayıp) yerleri göründü. Üstlerine
Cennet yaprağından örtmeye başladılar. Adem Rabbine
karşı geldi ve şaşırdı.
122- Sonra Rabbi onu (Peygamber olarak) seçti, tevbesini
kabul etti ve doğru yolu gösterdi.
Rabbim de insanın en zayıf noktasından yaklaşarak
Cennette kaldığınız müddetçe "sırtınız pek, karnınız tok
olur" diyor. Sonra da buyuruyor ki "Burada susamak da
yoktur, sıcak sıkmtısıda çekmeyeceksin." Yani Allah (c.c.)
insanın tüm ihtiyaçlarının Cennette olduğunu ve sakın
şeytana- kanılmamasını söyleyerek şeytanı da gösteriyor.

2731[55]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/100.
Ama "Şeytan ona vesvese verdi." Bugüne kadar bu olaylar
bize anlatılırken öncelikle şeytanın Havva anamızı
kandırdığını söylemektedirler. Bu Yahudi uydurmasıdır ve
kadınları küçük göstermek için uydurulmuştur. Rabbim ise
burada vesveseden bahsederken Arapça olarak "İleyhi"
diyor, "îleyha" deseydi müennes olurdu ve kadın için
kullanılmış olurdu, ama görüyoruzki Adem (a.s.) için
kullanılmıştır." (Şeytan Adem'e) dedi ki: "Ey Adem! sana
ebedi olarak yaşayacak meyveyi veren ağacı göstereyim mi?
Hem buradan yersen ölmeyeceksin, eskimeyeceksin,
yıpranmayacaksın. (O meyve de Rabbinin sana yasakladığı
meyvedir.)" Bunun üzerine ikisi birden o meyveden yediler
ve avret mahalleri açıldı." Demek ki bir insan İçin en büyük
eksiklik ve en büyük isyanın başlangıcı, birincisi haram
lokmayı yedirmek ve ondan sonrada avret mahallinin ortaya
çıkmasıdır. Bundan sonra bu insan her türlü isyanı, arsızlığı
yapabilir.
Uzun zamandan beri bizim gavurların söyledikleri şu; Kur1
anı kapatalım, kadınları açalım. Bindokuzyüzlü yıllarda hep
bu işlenmiştir. Yani öyle bir şeydirki; "Kur'anı
kapatıyorsunuz, kadın açılıyor, kadını kapatıyorsunuz,
Kur'an açılıyor'." Yani ikisi bir birine muvazi hale
getirilmiştir. Bu sadece kadın için geçerli değildir. En
ahlaklı bir adamı anadan doğma soyup 500 metre yürütün
şehrin en kalabalık yerinde, ondan sonraki yaptıkları, hayatı
mutlaka değişir, bazı şeyleri yapmaktan utanmaz artık, hani
"Ar damarı çatlamış" deriz, öyle bir şey.
"Hemen Cennetin yapraklarından üstlerine kapatmaya
başladılar. Adem Rabbine (bu konuda) isyan etmişti. Sonra
Rabbin onu peygamber olarak seçti ve onun tevbesini kabul
etti ve o da Rabbinin hidayeti doğrultusunda yürüdü." Başka
bir ayette Rabbim; "Adem'e tevbeyi öğrettiğini ve Adem'in
tevbe ettiğini" beyan ediyor.
Demek ki, yaptığımız hatalardan tevbe edersek, Rabbim bu
tevbe-lerimizi inşaallah kabul edecektir. Adem babamız
örnek verilmek suretiyle bize ümit veriliyor. 2732[56]

123- "İkiniz oradan (Cennetten) birlikte inin. Siz, (insanla-


şeytan) birbirinize düşmansınız. Size benden bir hidayet
geldiğinde kim benim hidayetime uyarsa sapıtmaz ve
sıkıntıya düşmez."
124- "Kim benim zikrimden (Kuranımdan) yüz çevirirse
onun için geçim darlığı vardır. Onu kıyamet günü kör olarak
haşr ederiz.
Allah'ın(cc) zikri olan Kur'an'dan yüz çevirenler için yaşam
sıkıntısı, darlığı vardır. "Dank" kelimesi darlık manasına
geldiği gibi vücudun kırgın ve hasta olması manasına da
gelir.
Allah'ın kitabına sırt çeviren toplumların sosyal
bünyelerindeki uyuşturucu, Aids, soygun, köşe dönme,
vurgun, terör, cinayet ve hıyanet hastalıklarının toplumu
nasıl yıprattığını gördük. Asıl büyük tehlike ahiretteki
körlüktür. 2733[57]

125- "Rabbim, beni niçin kör olarak hasrettin, halbuki ben


görüyordum" dedi.
126- (Allah) buyurur: "İşte böyle. Ayetlerimiz sana geldi ve
sen onları unuttun. Bu günde sen öylece unutulursun."
127- İşte biz (kendini) israf eden ve Rabbinin ayetlerine
iman etmeyenleri böyle cezalandırırız. Ahiret azabı daha
şiddetli ve süreklidir.
İki gözü dünyaya kapalı Allaha açık olanlar, iki gözü
dünyaya açık Allaha kapalı olanlardan daha iyidirler. Hac
suresinin kırkaltmcı ayetinde açıklandığı gibi, asıl körlük
gönül körlüğüdür. Gözleri görmeyen kaldırımdan düşebilir.
Ancak gönül gözü kör olan kafirler ise cehenneme düşerler
2732[56]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/101-103.
2733[57]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/103-104.
ve unutulmuş muamelesi görürler.
İki gözü de kör olan İbni Ümmü Mektum İran'ın fethinde
Kadisiye de kör gözleriyle sancağı elinde tutarak îran'lıların
hakkı görmelerine sebep olmuştur. 2734[58]

128- Onlardan önce nice nesilleri helak ettik. Onların


yurdunda dolaşıyorlar. (Bu helak olanların hali) onlara bir
yol göstermedi mi? Şüphesiz bunda akıl sahipleri için
ibretler vardır.
Diyebilirsinizki imansızlar bizden daha rahat yaşıyorlar.
Hayır sadece öyle görünüyor. Rabbim rızıkta bir zorluk
vereceğiz demiyorki, yaşantıda bir zorluk vereceğiz diyor.
Eğer rıztkta sıkıntı olmuş olsaydı mü'minlerin çok zengin
olması gerekirdi. Fakirliği de övmüyoruz.
Peygamberimiz; "Fakirlikten Allah'a sığınırım" 2735[59] diyor,
ama tevekkül sahibi olan fakir bir Mü'min çok zengin bir
inançsızdan daha zengin ve mutludur. Allah(cc); "(O bizi
anmaktan yüz çeviren kişiyi de) Kıyamet günü kör olarak
hasrederiz. (Sorar) Ya Rabbi beni niye kör yarattın? Halbuki
ben görüyordum (Allah (c.c.) derki sen aslında kördün,
görür olsaydın bizi görürdün ve bizim eserlerimizi görür
bize iman ederdin. Sen ise sadece dünya metamı gördün,
bizi ve eserlerimizi göremedin, görmedin, görmemezlikten
geldin) Sen sana gelen ayetleri unuttun, terkettin bizde seni
bu dünyada terkettik. Bu halde seni bırakacağız. İşte israf
edenleri böylece cezalandırırız." buyuruyor.
Televizyonda görüyoruz, su israfı yapmayın, ekmek israfı
yapmayın diyorlar. Bu doğrudur. Kur'anda 17 yerde israftan
bahsedilirken bunlardan 13'ü insan israfı ile ilgilidir. 4'ü ise
kullandığımız şeylerin israfı ile ilgilidir. Öyleyse asıl israf
edilmemesi gereken insandır.
Rabbim de; "İsraf edenleri böylece cezalandırız. Ahiret
2734[58]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/104-405.
2735[59]
Ebu Davut, Edep 101
azabı da daha şiddetli ve daha ebedidir. Allah onlara Önceki
toplumların haberlerini gönderip de yol göstermedi mi?
Bütün bunlarda (eski kavimlerin harabelerinde,
hikayelerinde) akıl sahipleri için ibretler vardır." buyuruyor.
Gördüklerimizden ibret almalıyız. 2736[60]

129- Eğer Rabbin tarafından geçmiş bir söz (bu ümmetin


azabının ahirete bırakıldığı sözü) ve belirlenmiş bir süre
olmasaydı elbette (geçmiş ümmetlerin başına gelen azabı
bunlar içinde) lazım olurdu.
Kâfirlerin azabının, ahirette cehennem azabı olduğu
konusunda ayetler olmasaydı, Allah(cc) bu kafirleri de Ad,
Semud kavimleri gibi helak ederek cezalandırırdı. 2737[61]

130- Söylediklerine sabret. Güneşin doğuşundan ve


batışından önce Rabbini hamd ile teşbih et Gece vakitlerinin
bir kısmında ve gündüzün taraflarında teşbih et. Umulur ki
rızaya nail olursun.
Sabah namazına, ikindi namazına, yatSIya öğle ve akşam
namazlarına devam etmemiz isteniyor. Ne derierse desinler,
söylenenlere ve yapılan işkencelere sabredeceğiz. Bakara
suresi takbesmci ayetinde de bildirildiği gibi satar ve namaz
birbirini tamamlayan iki özellik ve güzelliktir. 2738[62]

131- Onlardan bir kısmına, denemek için verdiğimizi, dünya


hayatının süsüne ve metâına gözünü dikme. Rabbinin rızkı
daha hayırlı ve süreklidir.
Kehf suresinin yirmisekizinci ayetinde de açıklandığı gibi;
"Fukaranın gözyaşıyla sulanmış meyvelerden yiyenler,
yetim mallarından yapılmış,.garip kanlarıyla boyanmış
saraylarda oturanlara imrenme. Rabbin verdiği rızık daha

2736[60]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/105-106.
2737[61]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/106.
2738[62]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/106-107.
hayırlıdır." 2739[63]

132- Ailene namazı emret, sen de ona sabret. Biz senden


rizık istemiyoruz. Biz, sana rızık veriyoruz. Sonuç takva
(sahipleri)mndır.
Güneşe doğru yürüyelimki gölge arkamızdan gelsin.
Gölgenin arkasından gidersek hiçbir zaman yetişemeyiz.
İşte rızıkta böyledir. Ailece namaza devam etmeliyiz.
Rabbimizden helal ve temiz rızıklar istemeli ve bunun için
çalışmalıyız. Elde ettiklerimizi de Allahtan bilmeliyiz. 2740[64]

133- Dediler ki: "Keşke bize Rabbinden bir ayet (mucize)


getireydi." Onlara daha önceki salı ife I erdeki delil
(mucize) gelmedi mi?"
Kur'an'ı Kerim'de, geçmiş peygamberlerin mucizeleri ve
kafirlerin başına gelenler bize haber veriliyor. Allah(cc)
"Bunlar yetmiyor mu?" diye soruyor. 2741[65]

134- Biz onları bundan (Kuran inmeden) önce bir azap ile
helak etseydik: "Bize bir elçi göndersende biz alçalmadan
ve rezil olmadan ayetlerine uysaydık" derler.
135 Deki: "Herkes (sonucu) bekliyor. Siz de bekleyin. Kim
dosdoğru yoldadır, kim hidayet üzeredir, yakında
bileceksiniz.
Allah(cc) kafirlere mazeret ileri sürmemeleri için
peygamberlerini göndermiş. Kıyamete kadar gelecekler için
de son peygamber Muhammed (sav) ile son kitap Kur'an'ı
göndermiştir.Müminler Allah'ın yolunda, kafirler şeytanın
yolunda yürüsünler bakalım kim kârlı kim zararlı, yakında
herkes görecek ve bilecek. 2742[66]

2739[63]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/107.
2740[64]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/107-108.
2741[65]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/108.
2742[66]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/108-109.
ENBİYA SURESİ

"Enbiya" kelimesi "Nebi" kelimesinin çoğuludur.


Dolayısıyla "Peygamberler" anlamındadır. 112 ayet olup,
Mekke'de nazil olmuştur. Başka konuların yanısıra bilhassa
bazı peygamberlerin kıssasından bahsettiği için bu ismi
almıştır.
Bu sûre'de de; Allah(cc), ahiret ve risalet çokça
tekrarlanmıştır. Çünkü bunlar bir insanın hayatında en
önemli üç şeydir. Nasılki veliler, çocuklarının çok önemli
bir imtihanında her hangi bir uyarıyı on defa, yirmi defa
yaparlar sonunda birde kendileri konturol ederler ve imtihan
salonuna girerken son bir dafa daha uyarırlar.
İşte bizim Mevlamız'da bizi uyarıyor,2743[1]

1- İnsanların hesapları yaklaştı, onlar ise gaflet içinde


(hakdan) yüz çeviriyorlar.
İnsanoğlunun gafil olduğunu ve hayatını da gaflet içinde
geçirdiğini, hesap gününün de yaklaştığını ifade ediyor.
Hesabın yaklaşmasından maksat, bütün insanların
ölümünden sonra başlayan ahiret hayatındaki mahşer
yerinde toplanıp, dünyada yaptıklarının tartılıp hesaba
çekilmesi anlamına gelir.
O günün ne zaman olacağını Allah (c.c.) bize
bildirmemiştir. Fakat ayet; o günün yakın olduğunu bize
haber veriyor. Birde bütün peygamberler kıyamet alameti
olarak Hz. Peygamberi ve O'nun ümmetini haber veriyordu.
Bunlarda zuhur etmiştir.
Belki Ümmeti Muhammed için Kıyamet yaklaşmamış gibi
gelebilir. Diyelim ki, dünyanın sonuna bin yıl var. Ama
ayeti kerime herhangi bir sınıf, ümmet veya kavim demiyor.
İnsan kelimesi kullanıldığından dolayı diyelim ki; Hz.

2743[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/111.
Adem (a.s.) döneminde Ölmüş bir insanın hesaba çekilme
zamanı haydi haydi yaklaşmıştır.
Bu yukarıda söylediklerimiz ümmet bazındadır. Birde bu
hesabın yaklaşmasını fert açısından ele alacak olursak, insan
kabirde ilk defa Münker ve Nekir melekleri tarafından
Rabbin kimdir? Dinin hangisidir? Peygamberin kimdir?
Kitabın nedir? şeklinde bir hesaba çekilecektir ki, her
insanda an be an bu hesablanna yaklaşmaktadır.
Bu açıdan ayetin meali veya anlamı "insan gaflette iken ve
haktan yüz çevirmiş olduğu halde hesabı yaklaştı."
şeklindedir. Allah(cc) bizi bundan muhafaza etsin.
Gerçekten insan bunun şuurunda olsa, her anın hakkını
vermeye çalışır.2744[2]

2- Onlara, Rablerinden gelen her yeni öğüdü alaya alarak


dinlerler.
Yani Allah-u Teâla, Cebrail (a.s.) vasıtasıyla ayetlerini
gönderiyor. Hz.Peygamber de bu gelen ayetleri insanlara
tebliğ ediyor. Ama imansız insanlar Kur'an ayetlerini her
duyuşlarında, Hz.Peygamber ve okuduğu ayetlerle alay
ediyorlar. Yani Hz. Peygambere; "Bu ayetler, Mekke'de
gele gele sana mı geldi?" şeklinde alay ettikleri gibi,
okunan, tebliğ edilen ayetlerle de alay ediyorlar. "Sana
gelen bunlar mı?, evvelkilerin masalları" şeklinde
eğleniyorlardı.
Hz. Peygamber zamanındaki o günün imansızları bu şekilde
alay ederken günümüzün imansızları da aynı şekilde alay
ediyorlar. Müslümanlar bir toplantıda, kahvede, işyerinde,
mağaza veya kışlada her hangi bir konu üzerinde
tartışılırken meseleyi Allah'ın ayetleriyle isbat etmeye
çalışırsa karşısındakiler onu dinlememezlikten gelir veya
kaş göz hareketleriyle veya dudak büküp ilgilenmeme gibi

2744[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/111-112.
davranışlar sergileyebilir.
Tıpkı sineğin gülden kaçıp, pisliğe gittiği gibi, böyle
insanlarda müs-îümandan, Allah'ın ayetlerini açıklayan
insanlardan uzaklaşırlar. Ama müslümanın parası varsa,
maddi imkanları varsa, ağzından çıkan sözlerinden nefret
eder, ama o hacı babayı, o müslümanı artık şirin görmeye
başlar. Allah'a inanmayan birinin, müslümanı sevmesi,
ağzından çıkan o hoş sözlerden hoşlanması mümkün
değildir.
Daha önce de izah edildiği gibi2745[3] "O inançsızlar
efendimiz (a.s.)'ın yanında bulunmaktansa deliklere ve
mağaralara girmeyi tercih ederlerdi" şeklinde belirtiliyor.
Eğer iş yerinizdeki, mahallenizdeki, semtinizdeki
Allah(cc)'a inanmayan insanlar sizi seviyor, aranızda
herhangi bir anlaşamama durumu olmuyorsa, siz o insanlara
Allah'ın ayetlerini anlatmada, ulaştırmada pasif kalıp onun
gibi düşünen bir insan durumuna girmişsiniz demektir.
Zira o inançsızlara bütün İslamın adaletini şefkat ve
merhametini ne kadar gösterirseniz gösterin İslam inanç ve
hakimiyetinin, kendi inanç ve hakimiyetine üstünlük
taslamasına tahammül edemez.
Gerçekten böyle bir durumda İslâm sergilense, böyle
insanlar müs-lümandan rahatsız olur ve nefretini ortaya
koyar, gücü yetmeyince de İslamla alay ederler. 2746[4]

3- Kalbleri bomboş olarak o zalimler: "Bu da sizin gibi bir


insandır. Siz göz göre göre sihire mi kapılıyorsunuz?"
fısıltısını gizlediler.
O zalimler kendi aralarında fısıldaşirlar plan ve programlar
hazırlarlar. Fısıldaşmalarım da gizli tutmaya çalışırlar.
Peygamber Efendimiz hakkında dedikodu üretirler ve de
şöyle derler. Bu sizin gibi bir insandır başka birşey değil.
2745[3]
Tevbe 74
2746[4]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/112-113.
Siz şimdi gözünüz göre göre sihire mi kapılıyorsunuz? Yani
inançsızlar, göz göre göre bir sihirbazın sihirine tutulu-
yorsunuz.
Hz. Peygamberin tebliğ ettiği hakikatleri kabul etmede
akılları aciz kalıyor. Öyle bir durum ki, baba İslâmı kabul
etmiyor ama oğlu müslman oluyor. Veya koca müslüman
oluyor, hanımı Müslüman olmuyor, cehalet döneminde de
birbirlerine delicesine sevmesine rağmen imansız olduğu
için ondan boşanıyor.
İşte bunları gözleriyle görünce o günün, o inançsızları
inananları; "sihirlennıişler, göz göre göre sihire tutulmuşlar"
olarak nitelendiriyor.
Günümüzün modern inançsızları da aynı, onlar da
gazetelere demeç veriyor, beyanat veriyor; "Müslümanlar,
lisede okuyan, üniversitede okuyan oğlumun beynini
yıkadılar, onun Müslüman olmasına vesile oldular, klasik
tabiriyle büyülediler" diyor. Ama bilmiyor ki pis olan bey-
nini yıkayıp İslâm ile temizlemişler. İkinci ayette de
bahsettiğimiz gibi, sineğin gülden kaçıp pisliğe koştuğu gibi
bunlarda; İslamın güzelliğinden, küfrün pisliğine
koşarlar. 2747[5]

4- Dedi ki: "Rabbim, gökte ve yerdeki her sözü bilir. O


herşeyi işiten ve herşeyi bilendir."
Bu ayet, ikinci ayette geçen imansızların kendi aralarında
Hz. Peygamber aleyhinde laf üretmelerine vede ürettikleri
lafların Allah'ın izni ile Hz. Peygambere bildirilip onların
şaşalamalarını sağlayan bir cevaptır.
"Bu konuda hayal etmeyin. Benim Rabbim yeryüzünde,
gökyüzünde söylenenleri bilir." Yani batının inançsız
devletlerinin, İslam alemi aleyhine yeryüzünde olsun,
gökyüzünde olsun icat etmiş olduğu plan, program, alet ve

2747[5]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/114.
edevatın ne olduğunu Allah(cc) bilir.
Ayet-i kerime burada bize bir edebi daha öğretiyor o da;
kötü şeylerin yayılmamasıdır. Mekke müşrikleri vede
Medine'deki kafir ve münafıklar, Hz. Peygamber hakkında o
kadar kötü şeyler uyduruyorlar, onu kötüleyen şiirler
söylüyorlardı ki; o günün şiiri, bugünün basın yayın or-
ganları gibiydi. Hemen bir dörtlük oluşturuldumu, bu dilden
dile insanlar arasında yayılıp gidiyordu.
İşte Kur'an bu kötülüklerin hepsini açıklamıyor, sadece
yeteri kadarını açıklıyor. Zira kötülüğü açıklayıp tasvir
etmek saf olan zihinleri, saf olan kalbleri bulandmp, onlara
şüphe hastalığını koymaktır. İşte bu günün batılısı da bunu
yapıyor.
Cerrahpaşa Tıp fakültesi'nde okuyan üniversiteli gençlere
"İmanın altı esası" ile ilgili bir konuşma yaptım.
Konuşmanın sonunda gençlerden hayli sorular geldi.
Soruların bir kısmı gençlerin kendi problemlerinden neşet
ederken, bir kısmı da inançsız kimseler tarafından sorulmuş
sorulardı. Bu konuşma ve soruların cevabını daha sonra bir
kitap haline getirdim. Fakat soruları içine almadım. Eğer
sorulan da kitabın içine alsa idim, imanı saf kimseye o
soruları okutma ile belki kalbinde şüpheler uyandırma
imkanını vermiş olabilirdik.
(Türkçe baskısı birçok kez yapılan,"Allaha îman ve Altı
Esası" isimli bu eserimiz, ruscaya da tercüme edilerek üç
kez basılmıştır.)
İşte ben de, bir bâ'tılı tasvir etmemek için o sorulan kitaba
almadım. Çünkü hayatın ve olayların olumlu yönlerini
söyleyip, olumsuz yönlerini söylemeyeceğiz. Ayette de
Rabbimiz; "Onlar kendi aralarında gizlice fısıldaşırken"
diyor ama neleri fısıldadıklarını bize haber vermemiştir.
Haber verse bile o fısıldaşmalarının bize bir faydası yoktur.
Günümüz imansızı da yine kendi aralarında müslümanlar
aleyhinde, kendi klüp ve localarında fısıldaşirlar. Menfaat
çevreleri bazı mercilerden müslümanlardan dolayı işini
yürütemeyince o müslümanı takibe alıp para teklif ederler,
kadın teklif ederler. Müslüman bunları da reddedince
başlarlar, bu Müslümanlar nereden çıktı, yetiştiği yerleri
araştırıp buraların kapatılması gerektiği şeklinde fiskoslar
üretirler, hatta böyle Müslüman insanların devletin
bünyesine alınmaması için raporlar hazırlarlar.
Biz diyoruzki: "Rabbimiz yeryüzünde ve gökyüzünde
konuşmaları da bilir." Bize düşen onun emir ve yasakları
doğrultusunda hareket etmektir.2748[6]

5- (Kafirler) dediler ki: "(Muhammed'in spzleri) karışık


rüyalardır. Hayır onu uydurmuştur. Hayır O bir şairdir.
Önceki peygamber gönderildiği gibi bize bir mu'cize geti.
Nübüvveti itiraf etmeleri, kabul etmeleri gerekirken kendi
aralarında dediler ki: "Bilakis bunlar karışık rüyalardır."
Yani bu Peygamber hayal görüyor veya uyduruyor diyorlar.
Veyahutta "o şairdir" diyorlar. Ayetin ifadesiyle de kendi
söylediklerinden de kendileri vazgeçiyor. İmansız
ediblerinden bir tanesi, Hz. Peygamberi kast ederek; "Buna
şair demeyin. Çünkü şiiri içinizde en iyi bilen benim, bütün
vezin kalıplarını bilirim, bu onlardan değil diyor.
Hz. Peygamberin söyledikleri, şiir kalıplarına ne rnana, ne
de lafız olarak uymuyor. Bu apayrı birşey, insanı kendine
çekiyor. İftiraya gelince de Allah (c.c); "Eğer Kur'an
uydurma ise buyurun siz de bir sure uydurup, ortaya
koyun." buyuruyor. 2749[7] Bu konuda birşey ortaya
koyamayınca, sanki inanacaklarmış gibi; "Daha evvelki
peygamberlerin mucizelerinden göstersin," diyorlar.
Halbuki önceki peygamberlere de imanları yoktu.2750[8]

2748[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/115-116.
2749[7]
Bakara 23
2750[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/116-117.
6- Onlardan önce helak ettiğimiz hiçbir memleket halkı
iman etmemişti. Şimdi onlar mı iman edecekler..?
Onların bu isteklerine Allah (c.c.) cevap veriyor. "Bunlardan
önce helak ettiğimiz hiçbir şehir halkı iman etmemişti.
Şimdi bunlar mı iman edecekler? Tabii ki helak edilenler
iman etmediler. Onlar içinde inananları vardı. Gerek Musa
(a.s.)'a, gerek Hz. Peygambere inananları oldu. Musa
(a.s.)'ın asasını gördüler, elinin bembeyaz olduğunu
gördüler, buna rağmen iman etmediler. Salih (a.s.)'ın
devesini gördüler, İbrahim (a.s.)'m ateşde yanmadığını
gördüler iman etmediler. Buna benzer örnekler
peygamberlerin Tevhid mücadelesinde çoktur.
İman etmede inad eden adama ne kadar mucize
gösterirseniz gösteriniz iman etmesi mümkün değildir. Biz
inananlara düşen vazife Allah'ın ayetlerini insanlara
duyurmaktır. Tabiiki bununda bir usulü metodu yeri ve
zamanı vardır. Bu üç hususa iyi dikkat etmek, bunları yerli
yerinde kullanmak gerekir.
Bu Ayette bir de, Hz. Peygambere teselli var. Çünkü bu
kafirler, o kadar mucizeyi gördüler iman etmediler. Zaten
önceden de onların dedeleri iman etmemişti. Eğer iman
edecek olsalardı, zaten sana bakıp iman etmeleri gerekirdi.
Kırk yaşma kadar aralarında büyümüş, o güne kadar hiçbir
yalan söz duyulmamış, şakadan bile olsa hiçbir şeye hile
etmemiş. İşte bu olağan üstü vasıflara sahib bir kişinin böyle
şeyleri söylemesi dikkatlerini çekmeliydi. 2751[9]

7- Senden önce Peygamber gönderdiklerimiz, ancak


kendilerine vahyettiğimiz erkekler idi. Eğer bilmiyorsanız
zikir ehline sorun.
Bu ayette Rabbimiz 3. ayette geçen inançsızların; "Sizin
gibi bir beşerden başka birşey değildir" sözlerine bir cevap

2751[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/117-118.
niteliği arzetmektedir. Biz senden öncede kendilerine
vahyettiğimiz peygamberi erkek olarak gönderdik. Bu ayeti
delil ittihaz ederek ulema Hz. Adem'den Hz. Peygambere
kadar olan Peygamberlerin hepsinin erkek olduğu hükmüne
varmıştır.
Bazı İslâm alimleri de; kadınların da Peygamber
olabileceğini öne sürmüşler, delil olarak da; "İsa (a.s.)'m
annesi Meryem validemiz 2752[10] ve Musa (a.s.)'ın
annesi 2753[11] gibi kadınların kendilerine vahiy geldiği
Kur'an'da belirtilmektedir." diyorlar. Halbuki
Allah(cc) Nahl suresinde; Arı'ya da vahyedüdiğini
belirtiyor. 2754[12] Bu durumda Ari'nin da Peygamber olması
gerekir.
Kadınlardan değerli alime ve zahide bir
hanima;"Kadmlardan hiç peygamber çıkmadı" diyen bir
adama, "Kadınlardan firavun da nemrut da çıkmadı" diye
cevap vermiş.
Biz gönderdiğimiz O erkek Peygamberlere vahy ederiz.
Öyle ise; hangi konuda olursa olsun fark etmez- eğer
bilmiyorsanız kitap ehline sorunuz. Gerçi ayette; "Tevrat'ı
okuyanlara, İncil'i okuyanlara" anlamındadır, ama "nüzul
sebebinin özel olması, ayetin umumi manasını tahsis etmez"
kaidesi gereği ayeti başka türlü anlamamıza mani değildir.
Kumaş dikimini alımını bilmiyorsanız, kumaşdan anlayan, o
iş de ehilleşmiş kişiye sorunuz.
Ayette geçen zikir ehlinden maksat, eline teşbih alıp Allah,
Allah diye zikir çeken kişi değildir. Zikir ehlinden kasıt
kitapları bilen Kur'an'ı, Tevrat ve İncil'i bilen kişi demektir.
Günümüzde ise sadece Kur'an'ı bilen kişidir. Teşbihle zikir
çekerken Kur'an-ı da iyi bilen zakir-ler de bu sınıfa dahildir.
Nahl suresinin 44. ayetinde zikirden kasdedilenin Kur'an

2752[10]
Ali İmran 42-48
2753[11]
Kasas 7
2754[12]
Nahl 68
olduğu açıkça belirtilmiştir. Zikir ehlinden kasdedilen de;
Kur'an'ı manasıyla bilen ve yaşayan kişilerdir. Malesef
günümüzde Kur1 an ehline değil roman ehline itibar vardır.
Romanları ve roman yazarlarını bilenler, artistleri ve
filmlerini bilenler kültürlü adam kabul ediliyor. 2755[13]

8- Onları (Peygamberleri) yemek yemeyen bir cesed


kılmadık. Onlar ebedi de (ölümsüz de) değillerdi.
Peygamberler insandır ve erkek olarak seçilmişlerdir. Yoksa
"biz bunları yemek yemeyen cesedler yaratmadık ki!"
Onlarda insanlar gibi yerler, içerler, bizim gibi onlarda
havayı teneffüs ederler. Çarşılarda dolaşıp diğer insanlar
gibi ticaretle, çiftçilikle ve diğer sanatla uğraştıkları gibi
alışveriş de yaparlar. Böylelikle Peygamberler diğer
insanlara örnek teşkil ederler.
Ayetin sonunda, onların da bizim gibi bir insan olması
hasebiyle bu dünyada yaşayacaklar ancak ebedi
kalmayacakları "Onlar bu dünyada ebedi ds değildir" ifadesi
belirtmektedir.
Bu sebeple Peygamberlere ilahlık vasfı vermeyin. Onları bu
vasıfla görmeyin. Peygamber insan mı olurmuş? diye bunu
hafife almayın. Allah'tan vahy gelmektedir. Furkan
suresinde bu söylediklerimiz güzel bir şekilde izah
edilmekte ve devamında "Peygamber bir melek olmalı
değimliydi?" veya "Onun yanında birde melek olmalı
değilmiydi?" ifadesi yer almaktadır.
Eğer Allah (c.c.) Peygamberi melekten gönderse idi veya
insan gibi durup çarşılarda dolaşmayan, yiyip, içmeyen
birini gönderse idi, insana şöyle bir itiraz etme fırsatı
doğardı; "Sen bize bunu yeme diyorsun ama tadım
bilmiyorsun, çok tatlı birşeyi yasaklıyorsun" derlerdi.
Halbuki Peygamberin yediği, içtiği, yaptığı, yapmasını

2755[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/118-119.
istediği veya kendisi yapmayıp başkalarından da aynısını
istediği şeylerin yapılabilecek, yaşanabilecek, yapılması
veya yapılmaması zor olmayan şeylerden olması
gerekmektedir. Peygamberler insan olmasaydı, sorular o
zaman daha çok olacak vede İslam ve İslamdan önceki
dinler daha çok sorgulanacaktı. 2756[14]

9- Sonra sözümüzde durduk. Onları (Peygamberleri) ve


dilediklerimizi kurtardık ve müsrifleri helak ettik.
Bu ayet geçmiş toplumlardan Allah'ın azabını hak edenlere,
azabın geldiğini, bu dünyada iken onları helak ettiğini,
ancak iman edenlerin ve Rabbimizin dilediklerinin
kurtulduğunu haber veriyor. Özellikle de; "israf edenleri de
helak ettik" buyruluyor. İsraf edenler denilince kasd edilen
ekmek, su, sebze ve meyveden, giyim kuşam israfı yapanlar
değildir.
Gerçi genel manada israf kelimesinin içine bu
saydıklarımızda girer, ama ayette ifade edilmek istenen
israfçılar; "insanı israf edenler"dir. İnsanı Allah yolundan
alıkoyup, nasılki yiyecek ve içeceklerimizin ihtiyaçtan
fazlası çöplüğe döküldüğü gibi, insanı cehenneme döken
veya dökülmesine sebep olan insanlardır. Bu insan
israfçıları dünyada devleti, güç ve otoriteyi hakimiyetlerinde
tutup eğitim yoluyla onlara İslama yaklaşan bir eğitim bir
hayat tarzı değilde bunun tam tersine bir tutumla hareket
ediyorsa, işte onlar insanları israf eden müsriflerdir, mutlak
bunun hesabını vereceklerdir. İnsan israfı için bakınız; 2757[15]

10- Yemin olsun ki biz, size bir kitap indirdik ki, sizin
zikriniz (şerefiniz) onun içindedir. Akıl etmiyormusunuz.?
Biz size kitap indirdik. Sizin adınız şan ve şerefiniz ondadır.

2756[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/119120.
2757[15]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/120-121.
A'raf suresi ayet 31
Yani sizinle ilgili muhtaç olduğunuz nasihat, öğüt, şan-ü
şeref bunda.
Öyle bir kitap indirdik ki, onda siz varsınız. Nasıl
evleneceğiniz, nasıl ticaret yapacağınız, nasıl vekalet
vereceğiniz, insanlarla tabiat ve diğer mahrukat ile nasıl bir
ilişkide bulunacağınız, vb. vardır. Hala aklınızı başınıza
almayacakmısınız?
Kur'an Kıyamete kadar gelecek insanlığın hepsine hitap
etmektedir. Bazıları; İslam; 1400 sene öncesi Mekke
toplumuna inmiştir, şeklinde bir fikir ortaya almaktalar ama
bu 10. ayette ne Mekke'den bahsediliyor, ne de 1400 sene
önceden.
Ama 1400 sene önceki insanlar okudular, onlara hitap etti.
Yani; "Biz size bir kitap indirdik, onun için de sizin zikriniz
şan-ü şerefi geçti" şeklinde.
Bugün biz okuyoruz, aynı ayet bize de; "Size bir kitap
indirdik, orada sizin muhtaç olduğunuz şan-ü şerefiniz
geçmekte" hitabım yapıyor. Bizden sonraki insanlara da
aynı hitabı yapacağından dolayı Kur'an böylelikle canlılığını
kıyamete kadar koruyacaktır.
Bize düşen görev, İslamın bu emirlerini içine alan Kur'an-ı
iyi öğrenmemizdir. Eğer iyi öğrenmezsek; 2758[16]

11- Zalim olan nice memleket halkını kırıp geçirdik.


Onlardan sonra başka bir kavim getirdik.
Zalimlerin belinin kırılması ile insan neslinin sonu gelmedi.
O zalimlerin yerine, Allah'a itaat eden nice topluluklar
meydana getirildi ve böylelikle insan nesli üredi. Zalim
devlet yok edildi. Onun yerine Allah (c.c.) Adil bir devlet
vücuda getirdi ve bu devlet güçlendirilip kuvvetlendirildi.
Maide suresinde: "Sizden kim dininden dönerse Allah onun
yerine bir başka toplumu getirir. Allah o toplumu sever, o

2758[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/121-122.
toplum da Allah'ı sever." buyrulmakladır. Bu ayete göre
Kıyamete kadar yeryüzünden Allah'a iman eden toplum hiç
eksik olmayacaktır.
Fakat arada bir müslümanlar üzerine geri kalmışlık zilleti
vurulacaktır. Zira şımarmanın neticesinde nimet elden gider,
bunun neticesinde de müslümanlar çetin bir imtihandan
geçirilir ki, imanında samimi olanla olmayan ayırt edilir.
Bu konuda samimi olanla samimi olmayanı Rabbimiz bilir.
Ama bu imtihanı bizim de bilmemiz için yapar.
Bizim bilmemiz önemlidir çünkü; zor günlerde en sadık
dostlar ortaya çıkar. İyi günlerde ise iyi dostların ortaya
çıkması çok zordur. Zira sahte dostlar etrafını çevreler
kişinin.
Şu anda zor günleri yaşayan müslümanların hakikileri ile
sahteleri çabuk ayırt edilir. Yiğit insan; kafirin karşısında da
yiğitçe mücadele edip, kaypaklık, iki yüzlülük yapmayan
kişidir. Hangi şartlarda olursa olsun asliyyetini bozmaz.
Ama münafık insanlar; müslümanın yanında müslüman gibi
görünür, kafirin yanına vardımı da onu hoşnut etmeye
çalışır. Hangi taraf galip gelirse o taraftan işi kurtarma
yönüne gider. İşte bunlar Peygamberin ifadesiyle; iki koyun
arasında kalmış koç gibidirler. Veya halkın diliyle camii ile
kilise arasında kalmış beynamaz gibidir. 2759[17]

12- Onlar, azabımızı hissettiklerinde hemen kaçıyorlardı.


13- "Kaçmayın, şımartildığınız nimetlere ve evlerinize
dönün, çünkü sorgulanacaksınız."
Geçmiş Peygamberlerin ümmetleri, helak edilişlerinde
oradan oraya, oradan oraya kaçmaya çalışmışlar ama
kaçılacak yer bulamamışlardır, çünkü bütün mülk O'nundur.
Mekke'nin fethinde de Peygamberimiz 10 binlerce
ordusuyla şehrin kenarına geliyorlar. Peygamberimiz;

2759[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/122-123.
gücünüz yettiği kadarıyla gecenin karanlığında ateş yakınız
buyurmuş ve çok ateş yakılmış. Bu ateş yakmaktaki amaç
müşriklerin yüreklerine korku salmak ve sabahleyin hücum
esnasında onların kılıçlarını çekerek karşı koymamalarını
sağlamaktır.
Yani onlar üzerinde psikolojik bir çökertme taktiği
uygulamakiır. Nitekim buda gerçekleşmiş, Hz. Peygamber
Mekke'yi kana bulamadan teslim almıştır.
İşte o esnada, o güne kadar devleti, güç ve otoriteyi elinde
tutan bu insanların kendi elleriyle Mekke'den kovdukları
sürüp çıkardıkları bir peygamber tarafından , İslamın gücü
karşısında mağlup olmaları ve bu mağlubiyetin vermiş
olduğu halet-i ruhiyeyi görmek gerekirdi. Buda onlar için
bir azabdır.
İşte Rabbimiz onlara; "Niye kaçıyorsunuz?, daha önce
nimetlerini yediğiniz evlerinize dönünüz, zira bunlardan
dolayı Kıyamet gününde hesaba çekileceksiniz"
2760[18]
buyuruyor.

14- "Eyvah bize, biz zalimlerden olduk" dediler.


15- Onların bu feryatları devam ederken biz onları biçilmiş
ekin ve sönmüş yangın gibi yaptık.
Allah(cc), Peygamber efendimize (a.s.v.) geçmişten
örnekler veriyor. Geçmişdekî ümmetlerde Peygamberleriyle
böyle alay edip eğlen-mişlerdi, iman etmemişlerdi. Bütün
planlarını kurup onlara karşı harb ilan etmişlerdi. Ama
neticede, yenilmişler ki, Fil suresinde bu ifade kullanılıyor.
Burada da yenmiş ekin gibi oluv er diklerini bildiriyor.
Bizimle ayetin alakasına gelince: İnançsız kişi ve devletler
ne kadar silah, para, güç gibi şeylere sahip olurlarsa
olsunlar, müslüman gerçekten şu inanç içinde olmalıdır;
Bunu yaratan Allah(cc)'dür. Bunların elindeki teknik

2760[18]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/123-124.
imkanları yaratanın ve herşeyin Allah'ın olduğunu, insanın
da O'na döneceğine inanır, bu imansızların gücünden değil
de, Allah'tan korkar ve bu insanlara kendi düşünceleri
yerine Allah'ın emir ve yasaklarını anlatırsa, öldür semde
amacıma ulaşırım, öldürülür s emde amacıma ulaşırım. Zira
benden sonraki insanlar devam ederler.
Büruc suresinde anlatılır; Bir delikanlı, toplumun önünde
imanı sebebiyle ok atılarak şehit edilir. Ama onu seyreden
binlerce insan; "Bu çocuğun Rabbine iman ettik" deyip
topluca imana girerler. İşte "Bir ölür, bin diriliriz" sözüde
belki buradan kaynaklanmıştır. 2761[19]
Maışeri vicdanın ne zaman ayaklanacağı bilinmez. Avrupa
teknolojide ne kadar ileri giderse gitsin, ama toplumun
harekete geçirilme kanununu hesap edemiyor. Amerika'hlar
Vietnam'a o kadar insanların canına kıyıp eza ve zulüm
ediyor. Toplum ayaklanmıyor, bir subayın canlı bir insanı
yerde kurşunlayıp öldürmesi bütün bir milletin ayaklan-
masına sebep oluyor.
Körfez olayı ise biraz daha farklı. Zira oradaki yönetim
yıllarca ko-ministlik adına mücadele etti. Bu işi İslâm adına
devam ettirmedi ve davalarında da (tabiiki İslam adına)
samimi değillerdi.
Ama bir Afganistan halkı mücadeleye 1979'da başladı
Rusya'nın yıkılmasına, onun parçalanmasına sebep oldu.
Afganistan'dan gelen mücahitlere soruyorlar. "Savaş niçin
bu kadar uzun sürdü?" O da "savaşın uzun sürmesi bizim
meıııaaııiinza. Zira Türk devletleri Rusya'nın Afganistan'la
savaştığını bilmiyorlar. Şimdi biz buralara açıldık, buradaki
insanlara bu savaşı duyuracağız." diyorlar. Ve nitekim
savaşın uzun sürmesi Afganistanm yararına, savaşı
kazanmasına, Rusya'nında dağılmasına, yenmiş ekin haline
gelmesine sebep olmuştur.2762[20]
2761[19]
Bakınız;îbni Kesir tefsiri
2762[20]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/124-126.
16- Biz göğü, yeri ve ikisi arasmdakileri eğlence için
yaratmadık.
Yani Allah(cc) kendisine bir oyun olsun diye yaratmadı.
Yoksa dünya bizim için bir oyuncak, tatlı bir oyuncaktır.
Mü'min bunun hela-liyle oynayacaktır. Allah-u Teâla bu
dünyayı bir hikmete binaen yaratmıştır. 2763[21]

17- Eğer biz oyuncak edinmek isteseydik kendi katımızdan


edinirdik. Ama yapmadık.
Yani yeryüzünü, gökyüzünü kendisine bir oyuncak olsun
için yaratmadığını ifade ediyor. Yeryüzü ve gökyüzünü
insan için insanı da; kendisi için, kendisine ibadet yapması,
kulluk yapması için yaratmıştır. 2764[22]

18- Tam aksine biz hakkı batıl üzerine atarız da, batılın
beynini parçalar. Birde bakmışsın ki, batıl yok olmuş.
(Allah'a) yakıştırmalarınızdan dolayı, veyl size.
Yani biz bu kainatı hak üzerine yarattık, zaman gelir hak
batılın başına, beynine çarpar ve batıl yok olur gider. Allah'a
yakışmayan şeyleri ona izafe ediyorsunuz, eksik ifadeler
kullanıyorsunuz bundan dolayı. İmansızlardan bir kısmı;
"Allah vardır (onun varlığını kabul ediyor) ancak kainatı
yaratmıştır, ondan sonrasını kendi haline bırakmıştır.
İnsanların işleriyle ilgilenmez. İnsan kendi işlerini kendi
düzenleyebilecek şekildedir," diyorlar.
Bir kısım insanlar da; Allah'ın varlığını kabul etmez ve
kainat kendi kendini tamamlamaktadır, bir tesadüfün eseri
böyle olmuştur görüşündeler.
İşte bunların her ikiside Allah'a bir iftiradır. Allah(cc)
hakkında,bilmedikleri sözleri söylemektedirler.
İşte Rabbim bu sözlerinizden dolayı; size yazıklar olsun
2763[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/126.
2764[22]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/146.
veya Cehennem sizin olsun, buyuruyor. Biz Mü'minlere de;
"Mademki hak üzerindeyiz, hak batılın beynini parçalar, hak
gelince batıl gider," demek kalıyor.
"Hak geldi batıl zail oldu" ayetinin tefsin İsra suresinde
geçmişti. Tıpkı ışık gelince karanlığın gittiği gibi. Peki ışık
gelmese de, biz bir teşbih virdi gibi; "ışık gelince karanlık
gider" veya "Hak geldi batıl zail oldu'yu" devamlı söylesek,
günlerce yıllarca söylesek, söylemekle hak, ışık gelir mi?
gelmez. Batıl-karanlık gitmez.
Fiili olarak ışığın gelmesi gerekir. Işık zayıfda olsa, mum
ışığıda olsa aydınlatır. Azlığımızdan şikayet etmemeli.
Karanlığın büyüklüğüne karşı ışık az yer kaplar ama onun
gücünün çok olması gerekir.
İşte müslüman olarak, ticaretten siyasete, eğitimden
ziraatına, teknolojisine varıncaya kadar her sahada
müslüman bulunmalı, oraları feth etmelidir. Bir sahayı boş
bıraktınızmı küfür orada odaklaşır, diğer sahaları
aydınlatma faaliyeti boşa gider. 2765[23]

19- Göklerde ve yerde olanların hepsi O'nundur. O'nun


yanında olanlar O'na ibadet etmekten kibirlenmezler ve
bıkmazlarda.
Gökte ve yerde olanlar Allah'a aittir. Yani inansın
inanmasın insanların, cinlerin, şeytanların, meleklerin
tamamı Allah (c.c.)'e aittir. Zulmünden endişe edilen kafir
de, insanı aldatan şeytan da Allah'ındır. Nasıl ki; 10 tane
çoban köpeği ile başa çıkmak zor bir iş iken, çobanı
haberdar edip, onun köpeklerine sahip çıkması, köpeklerin
geri kalmasını sağlarsa, yürekten inanarak onun dinine
hizmet eden, onun için çalışan mü'minin Önüne çıkan
engelleri, inançsızları da Allah (c.c.) çobanın bir ıslık ile
köpeklerini durdurduğu gibi onları da durdurur.

2765[23]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/126-127.
Onun huzurunda bulunanlar, onun katında bulunanlar ki,
müfessirlerin bir kısmı, melekler olarak, bir kısmı da
Allah'ın salih kullandır görüşünde tefsir etmişler.
İşte o salih kullan ve melekler O'na ibadette hiç
kibirlenmezler ve hiç de geri durmazlar, devamlı Allah'a
(c.c.) ibadet ederler. Bir zata sormuşlar; "Ayette ara
vermeden ibadet ederler- ifade ediliyor bu nasıl olur?" o da;
"Her varlığın, verilen görevini yerine getirmesi bir ibadettir"
cevabını verir.
İbadet denilince verilen görevden ayrı birşey değildir.
İnsanın Allah'ın emirleri ve yasaklarına uyduğu zaman, bu
doğrultuda hareket etmesi, sabah evinden Allah'ın emirlerini
yerine getirmek, çoluğunun çocuğunun rızkını kazanıp
görevini yapmak üzere çıkması bir ibadettir.
Sabah evinden görevi için çıkması sevap, akşama evine
dönüp ailesine, çocuklarına karşı diğer görevlerini yerine
getirmek için dönmesi sevaptır. 2766[24]

20- Ara vermeden gece gündüz teşbih ederler.


21- Yoksa yerden ilah edindilerde, onlar mı diriltecek?
Onlar bıkıp usanmaksızın gece gündüz teşbih ederler. Yoksa
o müşrikler yerden bir takım ilahlar mı edindiler de ölüleri
onlar mı diriltecekler?
Yani herşeyi Allah'ın dirilttiğini görüyorlar, O'na
inanmıyorlar da, bizi diriltsin diye onun yarattıkları
arasından ilahlar ediniyorlar, öyle ki, o ilah edinilen kendi
doğumuna, ölümüne karnındaki bir ağrıya sahip değil.
Dünyada böyle birşeye sahip olamayan, diriltemeyen
ahirette haydi haydi diriltemez. 2767[25]

22- Eğer göklerde ve yerde Allah'dan başka ilahlar olsaydı


ikiside bozulurdu. Arşın Rabbi olan Allah onların
2766[24]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/127-128.
2767[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/128-129.
yakıştırmalarından uzaktır.
Eğer yer ile gökte Allah'tan başka ilahlar bulunsaydı yer ile
gök fesat olur, düzeni bozulurdu.
Diyelim ki: 90-100 metrekare bir daireniz var, burada
ailenizle oturuyorsunuz. Bir adam gelse dese ki; "Bu evi
bundan sonra beraber paylaşacağız. Odaların yarısı senin,
yarısı benim, bu evde yapılan iş ve verilen emirlerde bende
yetkiliyim. Harcanan paraların hesabını sormada, o parayı
kazanmada, çocukların tahsilinden terbiyesine kadar
hcrşeyine bende ortağım" dese ne derecede bu iş yürür. Ve
de siz ne kadar bunu kabul edersiniz.
İşte bunu kabul etmeyen insan yerin ve göğün sahibi olan
Allah'a nasıl eş koşar?, nasıl iki tane ilah tanır.? Bir şehre
tek vali, bir köye bir tane muhtar atanır. İki tane muhtarın
veya valinin bir anda anlaşıp işleri yürütmesi mümkün
değil. Köyün veya şehrin işlerini berbat ederler.
Nitekim Türkiye'de şehirlerin yönetimi tek bir merkezden
yapılmayıp ayrı ayrı müesseselerden yönetildiği için herşey
karma karışık yürüyor, yollar kazılmış, trafik berbat, hava,
su, elektirik hepsi problemli.
Hal böyle olunca; iki ilahında anlaşması, kainatın sistemli
bir şekilde düzeninin devam etmesi mümkün olmaz. Biri
ilkbahar isterken öbürü kış olmasını ister, biri yağmur
yağmasını isterken öbürü dolunun yağmasını isteyecek. Biri
insanlara iyilik yapmayı arzu ederken, diğeri de bunun tam
tersi cezalandırmayı isteyecek. Neticede kâinatın sistemi,
yerin göğün sistemi düzgün bir şekilde çalışmayacak.
Arşın Rabbi olan Allah(cc), onların yakıştırdığı sıfatlardan
münezzehtir. Hiçbir sıfatında eksilme, noksanlaşma veya
fazlalaşma yoktur. 2768[26]

23- O (Allah) yaptığından sorulmaz. Onlar ise sorulurlar.

2768[26]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/129-130.
Bu ayet Allah'ın (c.c.) dokunulmazlığını bildiren bir ayettir.
Zaten hiçbir şekilde hiçbir insan, Allah'a zarar veremez.
İnsan haddi aşıp tenkid edebilir, bu geçersizdir ve insanın
günah kazanmasına sebep olur. Küfre girmesine vesile olur.
Onun için gönlümüze ve dilimize dikkat etmek gerekiyor.
Biz inanıyoruz ki ilk günden Kıyametin sonuna kadar hava
hep aynıdır, hiçbir değişiklik yoktur. Havanırkşoğuk olması,
suyun donması o kadar nimettir ki milyonlarca mikrobun
ölümü ve çevrenin temizlenmesi demektir. İşte bizim
açımızdan kötü gibi görülen bu olay ve buna benzer diğer
hadiselerde birçok hikmetler vardır. Onun için O bu
hikmetlerinden dolayı sorguya çekilmez, asıl hesaba
çekilecek biz insanlarız.
İnsanoğlu tarih boyunca hep böyle olmuştur. Batıl dinler
veya hak dinin tahrif edilmiş şekli olarak ortaya çıkan dinler
hep hak dinden yararlanmış faydalanmıştır.
Mesela Hak dinde Rabbin dokunulmazlığı var, hiç bir kimse
ondan hesap soramaz Öyle ise; ilah olarak kabul edilen zat,
kişi, nesne, canlı her ne ise onunda dokunulmazlığının
olması gerekir. Tıpkı Hindistan'daki ineğe tapanların,
ineklere dokunmayıp, yolun ortasına dahi yatıp trafiği
aksatan ineğin rahatsız edilmemesi gibi. İslamda böyle
birşey yoktur. İnsanlar tarağın dişleri gibi hukuk ve
kanunlar önünde eşittir.
Günümüzde İslama dayalı olmayan devletlerin
yöneticilerinin dokunulmazlığı vardır. Bu kanunla teminat
altına alınır. Çünkü kanunları onlar koyduğundan
kendilerinin hesaba çekilmemesi kendi mantıkları içinde
doğrudur.
Yani devleti yönetebilmek için bir üst tabakanın kanunların
üstünde bir elit tabakanın var olması gerekir. İşte İslama
göre bu Allah (c.c.)'dür. Peygamber bile değildir. Hz.
Peygamber ve diğer Peygamberler hem bu dünyada hemde
ahirette sorumlu kişilerdir, yaptıklarının hesabını vermeye
hazırdırlar. Yalnız sorumlu olmayan Allah (c.c.)'dür.
İslamm dışındaki sistemlerde belirli kişilerin
dokunulmazlığını kabul etme mecburiyeti vardır. Çünkü o
kanunların yürürlükte kalması için buna ihtiyaç vardır.
Beşeri sistemde bazı insanların ilahlaşabilmesi için bu
dokunulmazlık gereklidir. 2769[27]

24- Yoksa O'ndan başka ilahlar mı edindiler? Deki: "Getirin


delilinizi. İşte benimle olanların zikri ve benden öncekilerin
zikri budur." Hayır, onların birçoğu hakkı bilmezler ve onlar
(hakdan) yüz çevirirler.
22. ayette Allah-u Teala, birliğini isbat eden bir akli delil
getiriyor. "Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka ilahlar
olsaydı kainatın düzeni bozulurdu" diyor. Hakikaten ilahlık
iddiasında bulunan insanlar yönetimi ellerine geçirdimi
düzen bozuluyor. Tabiatı yöneten Allah (c.c.)'dür. Tabiattaki
gül ile bülbülde hiçbir değişiklik yoktur. İlkgün nasılsa
bugünde aynıdır. Ama insanların yönetiminde ise Allah'ın
yönetimini kabul etmeyen kendilerine göre birşeyler
yapınca da işler birbirine karışıyor.
İşte bu akli delili verdikten sonra 24. ayette de bunun nakli
delilini veriyor. Kafirlere; Allah'tan başka bu tapındığınız
ilah edindiğiniz şeyler hakkında delil getirin deniliyor.
Oysa bizim delilimiz var. "İşte benimle beraber olan zikir -
Kur'an-burada, benden öncekilerin zikri olan İncil ve
Tevrat'a bakınız, onlarda da Allah'tan başka ilah olacağına
hiçbir yazıya, delile rastlanmamaktadır." buyuruyor.
Onların çoğu hakkı bilmezler gerçeği bilmezler. Yani
Allah'ı bilmezler. Allah'dan gelen hakikat ve gerçekleri
bilmezler. Bilmediklerinden ve cehaletlerinden dolayı da o
imansızlar, hak ve hakikatten, Allah'dan ve Allah'ın
ayetlerinden yüz çevirirler.2770[28]
2769[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/130-131.
2770[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/132.
25- Senden önce gönderdiğimiz her Peygambere: "Benden
başka ilah yoktur, bana ibadet edin" diye vahyettik.
İncil'de de, Tevrat'ta da, Zebur'da da; "Allah'tan başka ilah
yoktur, bana ibadet edin" diye yazmaktadır. Diğer Kutsal
sahife dediğimiz Suhuflarda da aynı emir var. Ve bütün
Peygamberlerin ümmetlerine ilk önce öğrettiği, üzerinde
önemle durduğu şey; Kelime-i Tevhid'dir. Allah'tan başka
ilahın olmadığı ve ibadetin ancak ve ancak O'n'a yapılması
gerektiğidir.
Bunu da Yunus Emre;
"Dört kitabın manası, Lailahe İllallah" şeklinde tercüme
etmiştir. Bu dörtlüğü bu ayetten ilham alarak söylemiştir.
Ancak günümüzde bir kısım cahil sofular "La İlahe İllallah"
demek "Dört kitabı okumak sayılır" diyerek Kur'an
okumayı, Hadis, Fıkıh okumayı gereksiz görmektedir.
Ayetin sonundaki "Bana ibadet edin" bölümüne dikkat
etsinler. İbadetin nasıl olacağını öğrenmek için;
Kur'ani,Sünneti ve Fıkhı bilmek zorundayız. 2771[29]

26- "Rahman çocuk edindi" dediler. O (çocuk edinmekten)


münezzehdir. Hayır onlar ikram edilmiş kullardır.
Mekke'li müşrikler; "Melekler Allah'ın kızlarıdır." dediler.
Hristiyanlarda; "Hz. İsa'yı (a.s.) Allah kendine oğul edindi"
diyorlar.
Bizde; "Haşa ve kella, O bundan münezzehtir. Allah hiç bir
kimseyi oğul edinmemiştir. Hiçbir meleği kız edinmemiştir.
Bütün kainat O'nundur. Şu benim kızımdır, şu oğlumdur
şeklinde ayrım yapmasına gerek yoktur." diyoruz.
Bilakis o melekler, Allah katında İkram görmüş, ibadet eden
kullardır. Onlar Allah'a isyan etmeden verilen emirleri
yerine getiren, ibadetlere devam eden kullardır. 2772[30]
2771[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/133.
2772[30]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/133-134.
27- Onun sözünün önüne geçemezler ve onun emriyle iş
yaparlar.
İnsanların inançsızları Allah'ın emirlerini yerine
getirmedikleri gibi, bununla da kalmayıp, O'nun sözleri
önüne -kendi emir ve yasaklarım koymakla geçerler.
Hücûrat suresinde de Allah (c.c); "Ey iman edenler, Allah
ve Rasulünün önüne geçmeyiniz" buyuruyor. Geçme
denince önüne ayakla geçme değildir. Allah'ın ayetlerini
arkaya atıp insanların sözlerini öne geçirmektir. Burada
imanlı imansız ayırımı yapılmamalıdır.
İnsan bazen, çok sevdiği kardeşi, şeyhi, hocası farketmez
herhangi bir yaratılmışın sözünü, ayetin önüne geçiriyorsa
buna itibar edilmemeli.
En önde olacak olan Allah'ın ayetleri, Efendimizin hadisleri,
ondan sonra o insanların sözleridir. Aksi durum İslam
inançlarına ters düşer. Hele hele sözler ayete de taban
tabana zıt düşüyorsa durum daha vahimdir.
Müslümana düşen görev Allah ve Rasulünün sözlerini
arkaya atıp, onları geçecek söz söylememeli, başkalarına da
söyletmemelidir. 2773[31]

28- Onların önünde ve arkasındakileri bilir. Allah'ın razı


olduğundan başkasına şefaat edemezler. Onlarda O'nun
korkusundan titrerler.
Bu ayet kıyamette şefaatin varlığına bir delildir. Bazı
müslümanlar şefaatin olmayacağına, şefaat diye bir
hadisenin olmadığı görüşündeler ve şefaati şirk olarak
değeılendirmekteler. Fakat ayet; "Melekler Allah katında
şefeatte bulunamazlar, ancak Allah'ın razı olduğu müs-.
lümaıılara şefeatçi olurlar, diyor. Ve o melekler, Allah
korkusundan tir tir titrerler. Onun ilahi azameti karşısında

2773[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/134.
isyan etmeleri, sözünün önüne geçmeleri mümkün değildir.
Peygamberlerin de, salih insanların da şefaat etme hakkı
vardır. Bu konu ile ilgili Kur'an'da ayetler ve Hz.
Peygamberinde hadisleri mevcuttur. Peygamberlerin ve
Salih insanların şefaat edebilmesi için önce Allah'ın izni
olması gerekir. Yoksa; "Ya Rabbi ben bunu çok sevdim,
bunu af et" şeklinde değildir, o dilerse ancak şefaat ve af
dileme geçerlidir.
İkinci olarak şefaat edilecek kişinin müslüman olması
gerekir. Müslüman olmayan insana Peygamberlerin ve diğer
salih kulların şefaat etme hakkı yoktur.2774[32]

29- Onlardan kim: "Allah'ın dışında bende ilahım" derse işte


onu cehennemle cezalandırırız. Zalimleri biz işte böyle
cezalandırırız.
Yani burada Meleklerden ilahlık iddiasında bulunan olursa
ki olamaz, onu cezalandırırız.
İnsanlar arasındaki zalimleri de aynı şekilde Cehennemle
cezalandırırız. Zalimden maksat ayetin işaret ettiği gurub,
zümre; kafirler zümresidir. Haddi aştığından dolayı kafire
zalim denmiştir. Zulüm haddi aş-masıdır. Allah'a (c.c.) itaat
etmesi ve O'nun koyduğu sınırlar içinde yürümesi
gerekirken sının aştığı için kafirdir, diğer bir tabirle zalim
olmuştur.2775[33]

30- Göklerle yerin bitişik iken ikisini ayırdığımızı kafirler


görmediler mi? Ve biz her canlı şeyi sudan yarattık. Hala
iman etmeyecekler mi?
Bu ayette Allah (c.c.) kafirleri imana davet edip, onlara akli
deliller getiriyor. 22. ayette, "Eğer yerde ve gökte Allah'tan
başka ilahlar olsaydı, yerin ve göğün düzeni bozulurdu"

2774[32]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/135.
Bakınız, Şifa tefsiri ;3/ 429
2775[33]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/135-136.
ifadesiyle birliğini isbat ederken, bu ayette de; "kafirler,
bakmazlar mı veya görür gibi bilmezlerini ki yer ve gök
deniziyle, dağıyla, yıldızıyla, gezegeniyle bir birine bitişikti.
Bir tane idi, biz onları birbirinden ayırdık." buyruluyor.
Bu ayeti bazı bilginlerimiz, alimlerimiz, batının buluşları
doğrultusunda izah etmeye çalışmışlar; "Uzay bir gaz bulutu
şeklinde idi, dünya ve diğer gezegenler bu gaz bulutundan
koptu, zamanla dağlar, denizler oluştu ve Canlılar türedi"
şeklindeki batının açıklamasına karşı; "Efendim Kur'an'da
bu teoriyi isbat eden ayetler var" deyip bu ayeti delil
gösteriyorlar.
Tabii ki batının bu konuda ciddi çalışmaları var. Ama onlar
bu buluşlarının kesin olduğunu söylemiyorlar; "Bizim
yaptığımız çalışma budur" diyor. Bizim ulemadan bir kısmı
da hemen Kur'an ayetlerini bir mühür gibi o buluşun altına
(basıveriyor) kullanıveriyor. İşte bu davranış yanlıştır.
Kur'an; yer ile gök bitişikti, sonra biz bunları birbirinden
ayırdık, şeklinde ifade ediyor. Yer ile gök birdi, "buhar, gaz
bulutu halindeydi" biz ayırdık denilmiyor.
Bu ayeti Hz. Ömer (r.a.) şöyle anlamış; "Yer ile gök yaratık
halindeydi. Yani gökte ve yerde hiçbirşey yoktu. Ne bir
yeşillik, nede bir canlı. Gökyüzünde de yağmur yoktu.
Sonra biz bunları ayırdık, gökyüzünden yağmuru,
yeryüzünden de çiçekleri çıkardık" anlamında anlamışlar.
Bizim dikkat edip gözden kaçırmamamız gereken bir husus,
ayetler; bilim adamlarının ilmi buluşlarını isbat için değil,
Allah'ın varlığını ve birliğini akli delillerle isbat için
gönderilmiştir. "Yeryüzünde otlar, çiçekler yoktu. Onları
bitiren biziz, sizi dünyaya getiren biziz, gökyüzünde de
yağmurlar yok iken Onu yeryüzüne indirip ölü toprağı
dirilten biziz. Bunları biz yaptığımıza göre Ahirctte de
diriltecek olan biziz'-den" kasıt bu anlamdadır.
"Biz herşeyi sudan diri kıldık." Çoğu tarihi çeşmelere
hattatlar tarafından yazılan bir ayettir bu.
Alimler herşeyin aslının su olduğu görüşündeler. "Bütün
eşyanın aslı su. Yeryiizününde, gökyüzününde aslı sudur.
Allah (c.c.) önce suyu yarattı, sonra suyu belirli bir değişime
uğrattı. Derken yıldızlar, güneş, dünya oluştu" diye mana
verenler var.
İkinci olarak herşeyin yaşamasını suya bağlı olduğunu
anlamış alimlerimiz. İnsanın vücudunun dörtte üçü su,
yeryüzününde dörtte üçü su. Bütün canlı ve nebatat su ile
büyüyor. En katı olarak bilinen taşın, kayanın içinde de
kimyagerler suyun olduğunu, ateşin içinde suyun olduğunu
söylüyorlar. Yasin suresi son sayfada, "yeşil ağaçtan ateşi
çıkaran Allah" şeklinde geçmekte ki yeşil ağaç bir sudur, ve
bu sudan ateşi çıkarıyor Allah (c.c).
Su, insan hayatı içinde büyük önem arz eden bir maddedir.
Susuz bir hayat mümkün değil. Gıdasız bir hayat belirli bir
süre devam eder ama susuz bir hayat, canlılık çok zor vede
kısa olur. Öyle bir madde ki başkasını temizleyip kendisi
kirleniyor. Daha sonra toprak fi üt re s in den geçirilip,
güneşin ışınlarıyla gök ve denizlerde, ondan sonra havada
dolaşan bulutlarda, daha sonrada tekrar yere indiriliyor.
Son günlerde "atık suların" kullanılıp kullanılmamasının
fıkhi yönü tartışılıyor. Eğer yağmur suyunun antıldığı kadar
arıtılıp temizlenebili-yorsa kullanılır. Zira bizim
kullandığımız atık sular, buhar haline gelirken pislikleri
toprakta kalıyor, daha sonra güneş ışınlarıyla dezenfekte
edilip havalandırıldıktan sonra da yeryüzüne lemiz olarak
gönderiliyor. İşte bu olayları gördükleri halde "Hala mı
iman etmeyecekler?" Yani Allah'a boyun eğmeyen, O'ndan
başka ilahlara iman edenlerden daha geri zekalı, aklı kıt
insan yoktur. Zira Kur'an "Hala mı iman etmiyorlar, hala mı
düşünmüyorlar?" ifadeleri onların zekâlarının, akıllarının ne
denli kıt olduğunun bir delilidir.2776[34]

2776[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/136-138.
31- Onları sarsmasın diye yeryüzünde dağlar yarattık. Yol
bulabilsinler diye orada geniş yollar yarattık.
İnsanları sarsmasın diye yeryüzünde dağlar diktik.
Dünyanın dönüşü esnasında insanların sarsılıp
etkilenmemesi için dağlar dikilmiştir. Yeryüzünde dağlar bir
denge unsurudur.
"Ve o dağların üzerinden de gedikler açtık ki" biz buna
"geçit" diyoruz. Öyleki, yeryüzünde sıra dağlar bir baştan
bir başa uzanıp giderken insanların bu dağlan geçip diğer
belde ve bölgelere ulaşımı için Allah bazı geçit ve gedikler
bırakmış ki, insanlar rahatça geçebilsin. Bunlar ülkemizdeki
Zigana geçidi, Sertavul geçidi, Külek boğazı gibi geçitlerdir.
İşte böylece insanlar yollarını bulabilsinler, yani uzun
seyahatlerde, ticaretlerinde, varacakları yerlere kolay
varabilsinler diye. Bu anlama geldiği gibi, dağlara onlar
üzerinde kurduğumuz geçit ve yollara baksınlar, derken
Dağların nasıl yükseltildiğine baksınlar da hidayete Sırat-ı
Müstakıyme ersinler anlamına da gelir. 2777[35]

32- Gökyüzünü korunmuş tavan olarak yarattık. Onlar ise


gökyüzünün ayetlerinden yüz çeviriyorlar.
Biz, gökyüzünde korunmuş, sağlam bir tavan yaptık. Tabii
ki yeryüzünden baktığımızda bize göre tavandır. Dünya
yuvarlak olduğu için insan kendisini dünyanın ortasında
zanneder. İşte dünyada aynı şekilde bütün yıldızların
ortasında, çevresi tamamen diğer yıldızlarla kuşatılmış
gibidir. Böyle bir kuşatma ile gökyüzüne bakıldığında her
bakan kişi için gökyüzü bir tavan gibidir. Tıpkı
Süleymaniye camii veya Sultanahmet camii kubbeleri gibi.
Fakat o imansızlar bu gökyüzündeki ayetlerden yüz
çevirirler. Ayetlere, "öküzün karpuz kabuğuna baktığı gibi"

2777[35]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/138-139.
bakarlar. Güneşin ısısından, ayın ışığından faydalanırlar da
bunun kaynağı nedir, nereden geliyor diye düşünmezler.
Yine bu gökyüzü cisimleri "med ve cezirlere" faydası
oluyor. Bu "med ve cezir" olayları da insanoğlunun binlerce
işine yarıyor. İşte bu inançsızlar, bunlara ibret nazarıyla
bakmazlar. Bir sanat galerisini gezip oradaki sanatları görüp
sanatçıya teşekkür ettikleri gibi, Kainatın sanat galerisini
görürler, gezerler de, o kainatın sanatçısına şükret-
mezler. 2778[36]

33- Geceyle gündüzü, güneşle ayı yaratan O'dur. Her biri bir
yörüngede yüzmektedir.
Geceyi, gündüzü, güneşi, ayı yaratan Allah (cc)dür, Her biri
bir yörüngede yüzüp durmaktadırlar.
Yani güneşin kendine has bir yörüngesi, ayın kendine has
bir yörüngesi, diğer gezegen ve yıldızların bir yörüngesi
vardır. Aynı şekilde gündüz ile gecenin bir yörüngesi vardır.
Onlarda yılın hangi gününde kaç dakika uzayıp kısalması
gerekiyorsa, o gün, o ay ve zaman geldi mi; o tayin edilen
rotada gidiyor. İzinsiz ne bir an uzama, nede kısalma yoktur.
"Küllün" kelimesiyle de bütün yıldızların kendi
yörüngelerinde dönüp durduğunu bize haber veriyor.
İnsanoğluda kendi yörüngesinde dönüp durması gerekir. Bu
yörünge Allah'ın çizmiş olduğu sınırı aşmamakdır. Hz
Peygamber; "Mü'min kazığa bağlı at gibidir."
buyurmuştur.2779[37] Yani mü'min; şeriate bağlı bir insandır.
O şeriatın dışına çıkmamalı. Çıkarsa da geriye
dönmeli. 2780[38]

34- Senden önce hiçbir insana ebedilik vermedik. Sen


ölünce onlar ebedi mi kalacaklar?

2778[36]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/139-140.
2779[37]
Müsnedi Ahmed 3/38-55, Emsal-ül Hadis,Ramehürmizi 84
2780[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/140.
Hz. Peygamberin başarısını gören inançsızlar Peygamber
için "bir Ölsede kurtulsak" derler. Ama Allah (c.c.) "Senden
önce de hiçbir insana ebedilik vermedik." Ebedi olarak
devamlı yaşayan olmamıştır. O kafirler ebedi mi kalacaklar.
Sen de öleceksin, senin öldüğün gibi Onlarda ölecekler.
Başka bir ayette de; "Muhammed'de ancak bir Rasuldür.
Ondan Öncede nice Peygamberler gelip geçmiştir. Eğer o,
ölür veya öldürülürse dinden geriye dönüp
2781[39]
gidecekmisiniz.?" buyruluyor.
Hz. Peygamberin vefatında bazı münafıklar sevinmişlerdi,
ama sevinçleri kursaklarında kaldı. Zira O'nun mirası dört
büyük halife ve ondan sonraki alimlerin, mücahitlerin,
müslümanların yardım ve gayretleriyle günümüze kadar
gelmiştir. Bundan sonra da devam edecektir. Biz
Efendimizin bedenini kaybettik ama onun dini bugüne kadar
gelmiştir. 2782[40]

35- Her nefis ölümü tadacaktır. Biz sizi şer ve hayırla


imtihan ederiz. Ve bize döndürüleceksiniz.
Her canlı ölümü tadacaktır. Yani Peygamberde ölecek, onun
dostları da onun düşmanları da ölecektir. Günümüzde, bizler
de öleceğiz, bizim dostlarımız da, düşmanlarımız da
ölecektir.
Ölüm ile İslâm davası sona ermez, Ölmez. İslâm davası
Allah'ın davasıdır, koruyacak olan O'dur. Bugün bizimle
korur, yarın başka insanlarla korur. "Binlerce insan bu
İslâmın korunması için mallarını gerektiği zamanda
canlarını vermişler, gözyaşı akıtıp alın teri dökmüşlerdir.
Bundan sonra da bu aynı şekilde devam edecektir.
"Sizi, biz iyilik veya kötülükle imtihan ederiz." Yani bazen
fakirlikle, bazen zenginlikle; Zenginliği verince şükredecek
mi? Fakirliği verince sabr edecek mi? diye imtihan eder.
2781[39]
Ali imran 144
2782[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/140-141.
Hastalık veya sıhhat ile dener hastalıkta sabır, sıhhatle
şükredecek mi? diye imtihan eder.
Bizim için imtihan; bilinmeyen birşeyi bilip, bilmediğini
ortaya çıkarmak içindir. Ama Allah'ın ilmi ezelisi var.
insanoğlunun fakirlik ve zenginlikte sabır veya şükür
edeceğini O'nıın bilmemesi mümkün değildir.
Madem ki biliyorda niçin imtihan ediyor.? diyen olabilir.
Eğer imtihandan geçirilmezsek ahirette; "Ya Rabbi eğer sen
fırsat verseydin ben sabrederdim veya şükrederdim"
şeklindeki itirazı bertaraf etmek içindir.
İnsanın yapmış olduğu ameller ki, bunlar birer soru kağıdı
durumundadır. İşte bu imtihanın neticesidir denilecek.
Ancak bize döndürüleceksiniz. İmanlısı da, imansızı da O'na
doğru gidiyor, bunu inkar edemiyorlar.
Belki sağlığında Allah'ın varlığım, birliğini inkar ediyor
ama bu Rabbe olan dönüşünü inkar etmesi mümkün değil.
Zira dedesi, ninesi, annesi, babası gidiyor. Kendisi
yaşlanıyor, bu dünyaya gelmesi veya gelmemesi elinde
değil. İstese de istemese de büyüyüp yaşlanıyor. Ölümün
neticesinde imanlısını da, imansızım da toprağın altına
koyuyorlar.
İşte bu olaylar imansızın birgün aklına gelir ve "inkar
ediyoruz ama elimizde olmadan karşı koyma gücümüz
olmadan bir yerden alınıp götürülüyoruz" diye yatağına
yatıp, belki kafasına, zihnine takılır düşünür. 2783[41]

36- Kafirler seni gördüklerinde, "sizin ilahlarınızı ağzına


alan bu mu?" diye seni alaya alırlar. Halbuki onlar
Rahmanın zikrini inkar ediyorlar.
Hz. Peygamber; "Allah'tan başka ilah edinmeyin, bu ilah
diye kabul ettiğiniz adamlar, sizi yöneten bu adamlar
bunlarda ölecek, ölenden ilah olmaz, ölüm acizlik

2783[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/141-142.
belirtisidir. Öyle ise bu adamlara bağlanmayın, onları
tanımayın" deyince, inkarcılarda; "bizim atalarımız,
büyüklerimiz hakkında bu mu konuşuyor?" şeklinde cevap
veriyorlar ve "Sen kim? Darünnedvenin parlamenterleri
kim?" diye de Hz. Peygamberi hafife alıyorlar.
Günümüzde de mtislumanlar alaya alınıyorsa ki alınmaması
mümkün değil. Müslüman sevinmeli, zira Peygamberinin
'yolunda olduğunun bir kanıtıdır.
Gerçi Peygambere lâyıkıyla ümmet olduğumuzu iddia
edemeyiz. Ama müslümanları alaya almak hafife almak için
yazılan çizilen herşey bizim onun ümmeti olduğumuza bir
işarettir.
Gazetesinde, "İsâlmın ayak sesleri geliyor" dikkatli olun
diyenler, şimdi alaya almaktan vazgeçmişler, biraz korkuya
yönelmişler korkuyorlar. Köşe yazarlarından biride;
"müslümanlar % 98 çoğunlukla iktidara gelseler, yönetim
yine onlara verilmemeli. Zira buna demokrasi değil,
çoğunluğun despotluğu denir" diyor.2784[42]

37- İnsan aceleden yaratılmıştır. Size ayetlerimi


göstereceğim. Acele etmeyin. İnsan aceleci olarak
yaratılmıştır. İnsanın mayasında acelecilik de vardır. Allah-
u Teâla bize neyi vermişse o güzeldir. Güzel olduğu için
bize verir. İnsanın hoşuna gitmeyen "korku" insana
verilmiştir. İnsanların akıllarının farklı olduğu gibi, bu
korku olayı da farklıdır.
Diyelim ki Allah (c.c.) bazı hasletleri çocuklarımızın
yaratılışında verme yetkisini bize veripde "istediğiniz kadar
korku verin, istediğiniz kadarda vermeyin" demiş olsaydı,
geri zekalı insan çocuğunun korkusuz olmasını isterdi.
Korkusuz insanda tren yolunda korkmadan trene karşı
yürür. Trafikte arabaya karşı yürür, kavgada diğer insanın

2784[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/142-143.
ölümüne sebep olabileceği gibi belki de kendi ölümüne
sebep olur.
Yani korku olmayınca tedbir olmaz. İşte bu korkunun
neticesi olarak tedbire baş vuruyoruz. Asi olan bunu
yönlendirmektir. Yani Allah'ın sevgisini kaybetmekten
korkmamız gerekir.
İşte acelecilikte aynıdır. O da insanın fıtratına verilmiştir.
İyi yönlendirilirse korkuda olduğu gibi iyi olur. Namazı
vaktinde kılmak için acele etmek, ecel gelmeden önce
tevbede acele etmek, hayırlı işlerde acele etmek, şer olan
işlerde de.yavaş olmak iyidir. Taha suresi 84. ayetinde,
Musa Aleyhisselamın Rabbinin rızasını elde etmek için
acele ettiği bildirilmiştir. Size ayetlerimi göstereceğim,
benden acele istemeyin, acele etmeyiniz buyuruyor Allah
(cc). 2785[43]

38- "Eğer doğru söylüyorsanız, va'd (kıyamet) ne zaman?"


derler.
39- Keşke kafirler cehennem ateşini yüzlerinden ve
sırtlarından sayamayacaklarını vede yardım
olunmayacakları zamanı bir bilselerdi.
Yani birgün ateşle karşılaşacaklarını önlerinden ve
arkalarından ateşin onları saracağını, kimseninde imdadına
yctişemeyeceğini, itfaiye ekibinin de ahirette olmadığını bir
bilselerdi, Allah'ın azabının acele gelmesini istemezlerdi,
demişler. 2786[44]

40- Hayır o, onlara ansızın gelecek ve onları şaşırtacak.


Onlarda onu geri çevirmeye gücü yetmeyecek ve onlara
mühlet verilmeyecek.
"Kıyamet-i Kübra" dediğimiz, bu kainatın sonu mutlaka
gelecek. Bizler belki ona yetişenleyiz ama "Kıyameti Suğra"
2785[43]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/143-144.
2786[44]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/144-145.
dediğimiz herkesin "küçük kıyameti" kopacak. Yani ölüm
mutlak, bunda kimsenin şüphesi yoktur. Bunun ne zaman
geleceğini de yine kimse bilemez.
Ansızın, kimimizi evinden çıkarken, kimisini yolda,
kimisini iyilik işlerken, kimisini de şer bir amel başında
yakalayıveriyor. Bundan dolayı kişi bütün davranışlarına
hemen ölüverecekmiş gibi dikkat etmelidir. Aksi halde kötü
bir amel başında iken ölüm yakalarsa bunun hesabını
vermek zor olur. Böyle bir duruma düşmemenin de yolu iyi
işler yapıp, iyi düşünmek, niyetimizi salih kılmaktır. 2787[45]

41- Andolsun ki senden önceki Peygamberlerle de alay


edildi de onlarla alay edenleri alay ettikleri kuşatıverdi.
Kafirler, Peygamberlerin zayıflığıyla alay ediyorlardı ama
kendileri zayıf düşmüştür. Peygamberlere; "siz başarılı
olamazsınız, yok olur gidersiniz" denildi, inkarcıların
kendisi başarısız olup yok oldular.
Yani hangi sahada, hangi yönden alay etmişlerse o başlarına
gelivermiştir. Türkiyede müslümanların aleyhine alınmış
bütün kararlar müslümanların lehine dönmüştür. Korkarak
müslümanlar için aldıkları kararlar başlarına bela olarak
dönmüştür.
Bu imansız kesim hatayı bir yerde yapıyor. O da Allah'a
iman da, başta inanç konusunda hata ettikleri için diğer
hataları da onun peşinden geliyor. 1957'de A.B.D.
Cumhurbaşkanı Türkiyeye gelir, hiç koruma olmaksızın
halkın içinde tokalaşarak, selamlaşıp gezer.
Ama 1991 de gelen Başkan ise A.B.D.'li polis ile 5000 tane
T.C. polisi tarafından korunur. Bunun anlamı şudur.
ABD'nin Dünya için almış olduğu bütün tedbirler aleyhine
gelişmiştir. 2788[46]

2787[45]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/145.
2788[46]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/145-146.
42- Deki: "Gece ve gündüz Rahman'dan sizi kim
koruyabilir?" Hayır, onlar Rablerinin zikrinden yüz
çeviriyorlar.
Deki Allah'a karşı gecede veya gündüzde sizi kim
koruyabilir. Geceyi yaratan Allah, gündüzü yaratan O, gece
veya gündüzde size, başınıza bir bela geliverecek olursa kim
sizi korur. Fakat onlar Rablerin zikrinden yüz çeviriyorlar.
O Kur'an'dan yüz çevirene Allah(cc) bu dünyada iken
azabını tattıracak olursa onu engelleyecek hiçbir güç
yoktur. 2789[47]

43- Yoksa onları bizden koruyacak ilahlar mı var? Onlar


(ilahlar) kendilerine bile yardım etmezler. Ve onlar
tarafımızdan sahip çıkılmazlar.
Allah'tan başka onların ilahları mı varki onları savunsun? -
Ellerindeki mevcut silahları kendi başlarına birgün gelir
bela olur. Onun için Allah'ın azabından kurtaracak, o azabı
engelleyecek hiçbir güç yoktur.
Allah (c.c.) bu azabı tabiat üstü güçlerle, yani gökyüzünden
taş yağdırmakla, Firavunu denizde boğdurmakla, Nuh
(a.s.)'ın tufanı gibi olaylarla bunları yapmıştır. Zaman içinde
de müslümünları güçlendirerek, kafirlerinde yüreğine korku
salarak yapmıştır ki, günümüz şartları yavaş yavaş buna
doğru gidiyor.
O zaman o ilahlar kendilerine bile gelen azabı def edecek
güçte değillerdir. İlah diye tapılanlar öyle bir duruma
düşerler ki kendi başlarının derdine ancak kendileri bakar,
fayda veremez.
Bir zamanlar Afrika'daki küçük devletlerden Rusya'ya kızan
kapitalist oldu, Amerika'ya kızan sosyalist oldu. Halkları da
kendi aralarında kavga etti. Öyleki kapitalist A.B.D. ile
sosyalist Rusya'nın kendi başlarına bakacak durumu yok ki

2789[47]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/146.
bu küçük devletlere fayda versin.
Onların Allah katında da bir değeri yoktur. Canına faydası
olmayanın, cananına da faydası olmaz. Fakat onların bu
dünyada iyi imkanlara sahip olmalarına gelince: 2790[48]

44- Evet, biz onları ve babalarını, ömürleri onlara


uzayıncaya kadar (uzun zaman) faydalandırdık. Bizim
yeryüzüne gelip etrafından eksilttiğimizi görmüyorlar mı?
Acaba galip gelen onlar mı?
Bu toplumların da belirli bir ömrü vardır. Bazı devlet
üzerine felsefe yapanlar; "Devletlerinde insanlar gibi ömrü
vardır. Doğarlar, büyürler sonra küçülüp tekrar yeniden
doğarlar." derler. Ayet-i Kerime doğrudan bunu
onaylamıyor. Ama biz onlara nimetler veririz ki, devlet
olmada bir nimettir. Tabii ki bu nimet belirli bir zamana
kadar devam eder.
"Görmüyorlar mı? biz yeryüzünün çeşitli yerlerinden gelip
ve onun etrafından noksanlaştınyoruz."
Yani küfrün saltanatı her zaman noksanlaşıyor.
Müslümanlar güçlenip çoğalıyorlar, bunu görmüyorlar mı?
Yoksa onlar mı galip gelecekler? Yani müslümunların
galibiyeti devam ederken Ailah(cc) o müslü-manlara yardım
ederken, o imansızlar mı galip gelecek? tabiki galip
gelemeyecekler.
Başka bir ayette; "Allah'a (dinine) yardım ederseniz o da
size yardım eder." Eğer Allah(cc) size yardım ederse size
gaiip gelecek olan yoktur.
Önce gayret etmek gerekir. Allah(cc)bir zaman meleklerle
kafirleri savaştırıp, meleklere kafirleri kullanmıştır.
Mü'minler gayret ettikleri zaman başarılı olmuşlardır. Amaç
kafir kırmak, onları katletmek de değil. Bütün dünya
insanına hakimiyeti sağlamaktır. 2791[49]
2790[48]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/146-147.
2791[49]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/147-148.
45- Deki: "Ben sizi ancak vahiyle uyarıyorum. Sağırlar
uyarıldıkları zaman çağrıyı duymaz.
Deki; ben sizi ancak vahiy ile uyarmaktayım. Yani yolunuz
Cehenneme gidiyor, yazık oluyor size. Bu can Cehennemde
yanmamak diye vahiyle sizi uyarıyorum.
Fakat imansızlar, sağır olanlar bu kadar ikaza, uyarmaya
rağmen bu çağrıyı duymazlar. Hak ve hakikate karşı
kulaklarını kapatıyorlar. Herhangi bir ortamda İslam'dan,
hakikatten bahsetmeye başladınız mı, rahatsız olan imansız
ya orayı terk eder veya oradaki insanları alaya almak,
susturmak suretiyle onu dinlemez.
İşte gerçek sağır, fiili olarak kulakları duymayan değil,
Allah'm(cc) Peygamberi vasıtasıyla yapmış olduğu çağrıyı
ve ikazı duymayan imansızlardır. 2792[50]

46- Eğer Rabbinin azabından bir esinti onlara dokunsa;


"Eyvah bize, biz gerçekten zalimlerden olduk.!" derler.
47- Kıyamete ait adalet terazilerini koyarız. Hiçbir kimseye
hiçbirşeyle zulmedilmez. Eğer (yaptığı) hardal tanesi
ağırlığında bile olsa, biz onu getiririz. Hesaba çekici olarak
biz yeteriz.
O gün amellerin tartılması için adaletle hareket eden
teraziler koyarız. Bu terazilerin keyfiyeti bizce malum
değildir. Elektronik terazi gibi midir? Bakkalın marketin iki
kefeli terazisi gibi midir? Yoksa belediyenin baskülü gibi
midir? bilemiyoruz ama, ayet bize; amellerin tartılmasını ve
tartı içinde bir terazinin konulacağını haber veriyor .
Aynı şekilde meleklerin de amellerimizi nasıl kaydettiği, iyi
veya kötü şeyleri nasıl yazdığı bizce keyfiyeti bilinen şey
değildir.
Orada hiçbir kimseye haksızlık yapılmayacaktır. Yapılan iş

2792[50]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/148-149.
hardal tanesi kadarda olsa o adalet terazisine konulacaktır.
Ayette; "hardal tanesi" ifadesi geçiyor. Bu küçüklükten
kinaye içindir. Yani Arabın dilinde küçük denilince ilk akla
gelen küçük hardal tanesi olduğu için. İncir çekirdeği vede
haşhaş taneleri de onun kadar küçüktür.
Başka bir ayette de; "Zerre" olarak ifade etmiş, "kim zerre
miktarı hayır işlerse onu görür, kimde zerre miktarı şer
işlerse onu görür" buyruluyor. (Zilzal suresi) Zerreden
maksat maddenin en küçük parçasıdır. Biz buna bugün
"atom" diyoruz.
Herkes amelinin karşılığını mutlaka görecektir. Bu iyilik
olsun, kötülük olsun farketmez. Diyelim ki çok iyilik yapan
bir kafirin durumu, amelleri tartılırken; imansızlığı terazinin
bir tarafına, iyi amelleri de bir tarafa konulur. Yaptığı şey
zayii edilmez. Fakat imansızlık ameli bütün kainattaki
varlıklara saygısızlık olduğundan, alemlerin Rabbini tanı-
mama olduğundan dolayı küfrü ağır basar. 2793[51]

48- Andolsun, Musa'ya ve Harun'a hak ile batılı ayıranı,


müttaki-lere bir ışık ve öğüt olanı (Tevrat'ı) indirdik.
49- Onlar (müttakiler), görmeden Rablerinden korkarlar ve
onlar kıyametten de korkarlar.
Bu ayetlerde Allah (c.c); "Musa ve Harun'a Furkam verdik."
buyuruyor. "Furkan" Tevrat'ın diğer bir ismidir . Aynı
zamanda Kur'an-ı Kerim'in de bir ismidir. Furkan; hak ile
batılı birbirinden ayırt eden anlamındadır.
Şu yapılan ameller iyi, şu yapılanlarda kötüdür, diye
açıklamak üzere; "Harun ve Musa (a.s.)'a ve muttaki
insanlara, onların yolunu aydınlatması, ışık olması için
Tevrat'ı indirdik" der Allah (c.c).
49. ayette de müttakiler tarif ediliyor. "Onlar tenhada
Rablerine candan saygı gösterirler ve onlar kıyametten de

2793[51]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/149-150.
korkarlar, ona görmeden iman ederler."
Allah'a(cc) hamd olsun bizde O'nu görmeden, O'na inandık,
hemde görür gibi. Çünkü etrafımızdaki herşey O'nun
varlığına işaret etmekte. İnsan teknolojisini ne kadar
geliştirirse geliştirsin, geliştirdikçe kendi aczini ortaya
koymaktadır. Zira bu kadar teknolojik ilerlemeye rağmen
bir ağaç yaprağını yapamamaktadır. Sadece suni olarak,
naylondan çiçek ve yapraklar yapabilmektedir.2794[52]

50- İşte bu (Kur'an) indirdiğimiz mübarek bir zikirdir. Siz


onu inkar mı ediyorsunuz.?
Allah'a (cc) hamd olsun şu anda mü'minler arasındayız.
Bizim için böyle seçkin bir inanan topluluk içinde bulunmak
büyük bir nimettir. 2795[53]

51- Andolsun ki daha önce de İbrahim'e rüşdünü (doğruyu


bulma ilmini) vermiştik. Ve biz onu biliyorduk.
45. ve 50. ayete kadar olan ayetlerde ahiret hayatının
varlığını ve ahirette azabın olacağını, o günde hesabın
yapılıp terazide amellerin tartılacağını ve insanlara zerre
kadar zulüm edilmeyeceğini, kişilerin amelleri hardal tanesi
kadar da olsa onun değerlendirileceğini beyan ediyordu.
Hardal tanesini örnek vermesindeki hikmet, bütün dünya
insanın tanıyabileceği bir kelime olduğu içindir. Yani
uluslararası tanınan, bilinen birşey olduğu için bunu örnek
vermiştir. Yine cennetteki nimetlerden bahsedilirken de
üzüm, süt, bal gibi bütün insanların tanıdığı şeylerden
bahsedilir. İşte bu husus, aynı zamanda islâmm bütün dünya
insanına geldiğinin delillerinden biridir.
Hardalı bütün dünya tanıdığı için, sanayide de hayli
kullanılan bir bitki. Onun için Kur'an bütün insanlığa
geldiğinden dolayı bütün insanlığın anlayabileceği
2794[52]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/150-151.
2795[53]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/151.
kelimeleri, deyimleri kullanır. Daha sonra ayetler ibrahim
(a.s.)'m olayına geçer. Ve ardarda 10'a yakın Peygamberin
hayatından bahseder. Başta da belirttiğimiz gibi bu sureye
Enbiya suresi ismi verilmiştir. Diğer surelerin hiçbirinde bu
sure kadar diğer Peygamberlerin olaylarından söz edilmez.
Bu surede; Musa (a.s.), Harun (a.s.), İbrahim (a.s.), Lut
(a.s.), îshak (a.s.), Yakub (a.s.), Nuh (a.s.), Davud (a.s.),
Süleyman (a.s.), Eyyub (a.s.), İsmail (a.s.), İdris (a.s.),
Zülkifl (a.s.), Yunus (a.s.), Zekeriyya (a.s.), Yahya (a.s.), İsa
(a.s.)'dan bahsediliyor. Yaklaşık 17 Peygamber.
Müslümanlar bu Peygamberlerin isimlerini çocuklarına isim
olarak da koymaktadır. Sadece Zülkifl ismi çok az
kullanılıyor.
Kur'an'da bunlardan bahsedilmesi Hz. Peygambere bir
moraldir. Geçmişte bu peygamberlerde bu tevhid
mücadelesini verdiler. Sen de bu mücadelenin bir
devamısın. Onlar Tevhid mücadelesinden yılmadılar. Sen de
aynı mücadeleden yılma anlamındadır.
Bu ayette de Rabbim buyuruyor ki; "Biz İbrahim'e rüşdünü
verdik." "Rüşd" doğru yol, sağlam hidayet yolu, eğriliği
olmayan, insanı dünyada devlete, ahirette de saadete ve
Cennete götüren İslâm yoludur denmiştir.
Birde, "iyilik yapabilme kabiliyeti" manası da verilmiştir.
Türkçemizde de kullanılır, "Çocuk rüşdüne erdi." Yani iyi
ile kötüyü birbirinden ayırt edecek kabiliyete geldi
manasında da kullanılır.
Ayette, Allah (c.c.) İbrahim (a.s.)'a; iyi ile kötüyü
birbirinden ayırt edebilecek kabiliyet verdi ve Peygamber
olarak görevlendirdi diyor.
Kimin Peygamber olup, kimin olmayacağını Allah (c.c.)
bilir. Mekkeli müşrikler bu mu Peygamber olacak? diye
alay ediyorlardı. Şimdi İbrahim (a.s.)'m Peygamberliğine
itiraz edenlere bir cevap olduğu gibi, Efendimizin
Peygamberliğine de itiraz edenlere bir cevap taşımaktadır.
Peygambe'r seçme hakkı Hz. Allah'a (c.c.) aittir, dilediğini
Peygamber yapar. 2796[54]

52- Hani o babasına ve kavmine "şu ibadet edip durduğunuz


heykeller nedir?" demişti.
İbrahim (a.s.) Peygamber olunca babasına ve kavmine şöyle
der. Şu sizin önünde ibadetler yaptığınız, el pençe divan
durduğunuz bu heykeller neyin nesidir?
Peygamberlik görevini ifa ederken önce babası İbrahim
(a.s.)'ın karşısına durur. Burada Peygamberlerin kıssalarının
ardarda verilmesindeki hikmetlerinden biri de; İslami
hizmet ifa etmek isteyen bir kişinin karşısına da en yakım
olan babasının çıkabileceği gibi Hz. İbrahim (a.s.)'in
karşısına babası çıkmıştır. Nuh (a.s.)'m karşısına oğlu, Lût
(a.s.)'m karşısına hanımı çıkmış, Yusuf (a.s.)'m karşısına da
kardeşleri çıkmış. Yani böyle bir vazifede en yakın
akrabaların karşı çıkabileceğini, bunu göğüslerken de,
bunlara hitab ederken, hitabın iyi seçilmesi gerekir. 2797[55]

53- Dediler ki: "Biz babalarımızı onlara ibadet yaparken


bulduk."
Babalarımız bunlar Önünde ibadet yapıyorlardı, bizde
onların yoluna uyduk diyorlar.
Bu cevap, Kur'an'ın birçok yerinde kafirlerin dilinden bize
nakledilmiştir. Bu, kafirlerin Allah'tan başkasına ibadet
ederken, onun yolundan giderken, bu ibadet ve gidişatının
akli ve nakli herhangi bir dayanağı yoktur.
Günümüzde de durum bundan ibarettir. Onun için bu
konuda köşeye sıkıştıklarında eski dönenılerdekilerin
verdiği cevap; babalarımızı böyle yaparken bulduk.
Günümüzde ise Avrupa böyle yapıyor, filan devlet böyle
yapmamızı istedi. Veya o uygar da onun için böyle
2796[54]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/152-153.
2797[55]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/153-154.
yapıyoruz, cevabını verirler. Üslub olarak Hz. İbrahim
(a.s.)'ın zamanındaki inançsız ile günümüzün inançsızının
ifadeleri aynı, kelimelerinde biraz değişiklik var. 2798[56]

54- (İbrahim): "Muhakkak siz ve babalarınız apaçık bir


sapıklığın içindesiniz" dedi.
Babalarınızın sapıklıkta olması, onların peşinden de sizin
gitmeniz, sizin yanlış yolda olmadığınızı göstermez.
Ateşe doğru giden adamın, peşinden giden kişinin ateş
tarafından yakılmayacağını, suçunun affedileceğini, "Bu
adam geldi de bende bunun peşinden geldim" şeklindeki
özürünün kabul edileceğini gerektirmez.
İşte İbrahim (a.s.)'da kavmine bunu anlatmaya çalışıyor.
Yani babalarınız sapıklık içinde, sizde aynı yoldan gitmekle
sizde sapıklık içindesiniz, çocuklarınızı da arkanızdan
getirecek olursanız onlarıda sapıtmış olursunuz diyor. 2799[57]

55- Dediler ki: "Sen bize hak ile mi geldin, yoksa


şakacılardanmısın:
Dediler ki: "Sen bize gerçeğimi getirdin. Yoksa sen bizimle
dalgamı geçiyorsun.?
Yani İbrahim (a.s.)'ın böyle birşeyi söylemesine ihtimal
veremiyorlar. Zira babası put bakanı vede üzerine konan
sineği dahi uzaklaştırmaktan aciz olan ama Nemrut'un emri
üzere, kendi elleriyle yapmış oldukları bu putlara; "ibadet
etmeyin..!" diyecek. Bu mümkün olmayan birşey.
Adamlar öylesine şartlanmışlar ki, ona ibadet edilmesi,
onun yolundan gidilmesi konusunda İbrahim (a.s.) gibi bir
Peygamberin birşeyi söyleyebileceği akıllarının ucundan
bile geçmediği için; "her halde şaka yapıyorsun!"
diyorlar. 2800[58]

2798[56]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/154.
2799[57]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/154-155.
2800[58]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/155.
56- (İbrahim) dedi ki: "Hayır, sizin Rabbiniz, göklerin ve
yerin Rabbidir ki onları (ilahlarınızı) O yarattı. Ben de buna
şahitlik edenlerdenim."
Sizin Rabbinizde yerin ve göğün Rabbidir. O Rab ki; bu
tapındığınız İlahları da yaratmıştır. Ve ben de buna şahidim.
Yani bunların ilah olmadığına ben şahidim. Bunları Allah'ın
yarattığına da şahidim.
Nasıl ki bir hakim önünde bir olayın nasıl olduğuna, o
kişiye ait olup olmadığına veya o kişinin o fiili
gerçekleştirip gerçekleştirmediğinin söylenmesine,
"şahidlik" diyorsak, halkın huzurunda da Allah'tan başka
ilahların olmadığına, yeri göğü ve bu ikisinde bulunan
herşeyi o yarattığına ikrar etmeye şahidlik diyoruz.
Her ne kadar İbrahim (a.s.) bunlar yaratılırken yok ise de;
"Ey bizim Rabbimiz, senin inzal ettiklerine inandık ve
Rasullerine tabii olduk, bizi şahid olanlardan yaz" diyoruz.
İşte her inanan buna şahiddir. Her inanan gibi İbrahim
(a.s.)'da bende bunlara bu şekilde şahidim diyor. Onun için
kelimei şehadette "Ben şahitlik yaparım" lafzı kullanılmıştır.
"Ben şahidlik yaparım ki Allah'tan başka ilah yoktur"
derken şahitliği neye dayanarak yapıyoruz. Etrafımızda
gördüğümüz eşyaya, ağaçlara, insanlara ve diğer olaylara
bakarak şahidlik yapıyoruz.
Daneyi yeşertip, büyütüp tekrar dane haline getiren O.
Hiçbir canlının bunu yapması mümkün değil. İşte İbrahim
(a.s.)'da böyle bir şahitlik yapıyor. 2801[59]

57- "Allah'a yemin olsun ki, siz dönüp gittikten sonra


putlarınıza bir tuzak kuracağım."
58- Onları (putları) paramparça etti. Ancak, kendisine
başvursunlar diye putların büyüğünü bıraktı.

2801[59]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/156.
İbrahim (a.s.); Allah'a yemin ederim ki siz ayrılıp gittikten
sonra putlarınıza bir oyun oynayacağım diyor. Sonrada
onları paramparça etti. Yalnız onların büyüğünü bıraktı,
belki ona müracaat ederler diye.
İbrahim (a.s.) puthaneye gider orada hepsini parçalayıp
büyüğünü parçalamayıp bırakmasındaki gaye de, insanların
ona müracaat etmesi, ona sorması, veya bu "İleyhi"deki
zamirin İbrahim (a.s.)'a raci olduğunu söylerler. O zaman,
"İbrahim'e gelsinler, sorsunlar" diye anlamı çıkar.
Söz yaptırım gücüyle orantılı olur. Yani kişi sözünü fiile
dönüştürmezse bir ömür boyu konuşsa bile faydası olmaz.
İbrahim (a.s.); onların heykellerin önünde eğilmemelerini
istedi. Onlara tapınmamalarını istedi. "Elinizle yonttuğunuz
taşlara, ağaçlara ilah diye tapıyorsunuz, sizde, sizden önceki
babalarınızda sapıklık içindeydi bundan vazgeçin" dedi.
Kavmi de; sen bunu ciddi söylemiyorsun, bize şaka
yapıyorsun şeklinde karşılıyorlar.
İşle günümüz din alimleri olarak bizlerde bugün hep bunu
yapıyoruz. Fiiliyyattan uzak İslami hep anlatıyoruz. Buda
söz planında kalıyor. Yukarıda belirttiğimiz gibi fiiliyata
geçmeyen sözünde bir faydası olmuyor, yaptırım gücü
olmayınca da gücünü yitiriyor.
İşte İbrahim (a.s.) bu durumdan kurtulmak için sözünü
fiiliyata döküyor. Ve onları da paramparça ediyor,
büyüğüne dokunmuyor. 2802[60]

59- Dediler ki: "Bunu ilahlarımıza kim yaptı? Şüphesiz o


zalimlerdendir."
60- Dediler ki: "İşittik ki bir genç onları konuşuyordu. Ona
İbrahim deniyor."
61- Dediler ki: "O halde onu insanların gözleri önüne
getirinde şahit olsunlar."

2802[60]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/157-158.
62- Dediler ki: "İbrahim, bunu ilahlarımıza senmi yaptın?"
63- (İbrahim): "Hayır, şu büyükleri yapmış, eğer
konuşuyorlarsa onlara (kınlan ilahlara) sorun" dedi.
64- Kendilerine döndüler ve "şüphesiz siz zalimlersiniz"
dediler.
Ey İbrahim!! ilahlarımıza bunu sen mi yaptın? dediler.
İbrahim (a.s.) da; "Belki bunların en büyüğü olan varya o
yapmıştır. Eğer konuşuyorlarsa ona sorun" dedi. Eğer
konuşuyorsa küçük putlara sorun diyor. Kendi nefislerine iç
dünyalarına döndüler. Kendi kendilerine, siz zalim insanlar
kendinizsiniz dediler.
Yani bunlar konuşmaz, bunlar birşey yapamazki, buna
rağmen buna ibadet ediyorsanız, gerçek zalim bunları kıran
değil, bunları yapıp, onlara ibadet edendir. 2803[61]

65- Sonra başlan üzerine çevrildiler ve "Sende bilirsin ki


bunlar konuşmaz" (dediler).
66- (İbrahim) "Allah'tan başka size hiçbir fayda ve zarar
vermeyenlere mi ibadet ediyorsunuz?" dedi.
67- "Yuh size ve Allah'dan başka ibadet ettiklerinize. Akıl
etmiyormusunuz?"
"Size de, Allah'ı bırakıp ibadet ettiğiniz şeylere de, yazıklar
olsun. Siz hâla mı akıllanmayacaksınız?"
İbrahim (a.s.) insanları önce sözle uyardı. Sonra sözün
uygulaması olan fiiliyatı gerçekleştirdi, putJan kırdı. Bu
kırılma gerekçesini ve o insanların bunlara ibadet etmenin
yanlışlığını mantıki bir yolla izah ediyor.
Başka bir ayette de; niçin ibadet ettiklerinin gerekçesi
açıklanmaktadır. Siz onları kendi aranızda bir muhabbete ve
sevgiye vesile olsun için putlar edindiniz. Allah'tan başka
ilah edinmeniz, kendi aranızda sevgi birliği, dostluk birliği
olsun diye ediniyorsunuz. Yani siz de biliyorsunuz ki bu bir

2803[61]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/158-159.
taşdır, ağaçtır, tunçtur, çamurdan yapılmıştır. Bunların fayda
ve zarar vermeyeceğini biliyorsunuz diyor.
Peki bütün bunları bilirler de, niçin bu yola baş vururlar?
Çünkü böyle toplumlarda bir gurup insan bir araya gelip,
"devlet" adı altında bir çete kurarlar. İşte bu devletin
yürüyebilmesi, bütün çıkarların kendilerinde toplanabilmesi
vede toplumu bir arada tutabilmenin yolu; o toplumun
müştereken kabul edeceği, vazgeçilmez vede
değiştirilemezliğine inandırıldıkları belirli şeyler olmalıdır
ki, toplumda birlik sağlansın, ve devlet çetesinin emelleri
gerçekleşsin.
Onun için bütün bunlar bu çıkar çevreleri tarafından
uydurulur.
Ama İslâmın öyle müesseseleri var ki; gerçekten bizi
yaratana yönelten ve birliğimizi sağlayan müesseselerdir.
Mesela camiler, hac ibadeti, ve bu ibadetin yapıldığı yerler
müslümanları topladığı gibi insanlar arasındaki birlik ve
beraberliğide sağlamakta.
Ramazanın bir sahurunda bütün insanlar gece
kalkabilmekte, bir iftar vakti herkes sofrasının başına
oturmuş akşam ezanını beklemekte. Devlet başka bir zaman
bunu yapmayı denese yapamaz. Yani "şu ayın, şu gününde -
tabii ki ramazan dışında- akşam yemeğini saat 7'de yemeye
başlayacaksınız." Buna uymayanın başını uçuracağız dese
bunu sağlayamaz, buna uyan % 10-15'dir. Ama din insanları
bir arada topluyor, bu batılda olsa, hakda olsa hele hele hak
dinin tesiri daha çok oluyor.
İşte putlara tapan insanları, Allah'tan başka ilahlar edinmeye
sevk eden sebeplerden biride bu çıkar çevrelerinin ortaya
birinin heykelini dikip, onun etrafında sıkı sıkı
kenetlenmeleri ve hatta onun için koruma kanun ve
prensipleri edinmeleri bundandır.
İşte bu hususlar İbrahim (a.s.)'ın kıssasında gayet güzel bir
şekilde anlatılmaktadır. Tabii ki bu çıkar çevreleri de
oyunlarını bozanlara karşı boş durmayacaklardır. 2804[62]

68- Dediler ki: "Onu yakın.! İlahlarınıza yardım edin. Eğer


birşey yapacaksanız."
Yani ilahın güçlenmesi İbrahim (a.s.)'ın yakılmasına bağlı,
buda onların ilahlarının acizliğine diğer bir delildir.
Halbuki, ateşi yaratan, insanı, Peygamberleri, Mü'mini,
kafiri yaratan da Allah'dır (c.c).
Allah; Mü'minlerin sadece Allah'a güvenmelerini istiyor.
İbrahim de (a.s.) Rabbine güvenmiş, hiçbir endişesi yok.
Büyük bir alana ateş yakılır, öyleki insanlar ateşe
yaklaşamaz bir durumda. Fakat İbrahim (a.s.) mancınıkla
ateşe atılır.
İbni Kesir'in tefsirine göre; İbrahim(as) daha havada iken
Cebrail gelir; "benden ne dilersen dile" der. İbrahim (a.s.)
ise; "Allah bana yeter. O ne güzel mevla, ne güzel vekildir"
der. İşte bunun üzerine Allah (cc): 2805[63]

69- Biz dedik: "Ey ateş, İbrahim'e serin ve selamet ol."


Müfessirler "Berden" deyip de "Selamen" demese idî bu
sefer de soğuktan donardı diyorlar. Ama Allah (c.c.) ona
öyle bir hal aldınyorki, Şeyh Sadi Şirazinin ifadesiyle; Allah
Öylesine güçlüdür ki, ateşin içinde İbrahim'e gülistanı
yaşattı. Yani Allah(cc) ateşin içinde sulan, meyveleri olan
bahçeyi anında yaratmış, Firavunu da suyun içinde boğarak
yakmıştır. 2806[64]

70- Ona tuzak kurmak istediler. Bizde, onları en fazla


hüsrana uğrayanlar kıldık.
Onlar böylelikle oyun kurmuşlardı, tuzak kurmuşlardı. Biz
onların tuzaklarını boşa çıkardık. İbrahim (a.s.) kıssası bu
2804[62]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/159-161.
Bakınız;Şifa Tefsiri 3/444 Yunus 18
2805[63]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/161.
2806[64]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/161-162.
surede bu kadar, diğer surelerde başka yönleriyle veriliyor.
Kur'an'm kendine has bir usulü var. Bunu ancak bol bol
Kur'an okuyanla tabiiki manasını, anlamını bilerek
okuyanlar, birde Kur'an üzerinde çalışanlar iyi bilirler.
Bugün günümüzde kitab yazma denilince herhangi bir
konuda o konu ile ilgili bilgilerin peşpeşe verilmesi gelir.
Mesela İbrahim (a.s.) denilince doğumundan, vefatına kadar
tevhid mücadelesini anlatan ayetlerin bir araya alınmasıdır.
Ama Kur'an bu metodu kullanmamıştır. Kur'an, bir konuyu
anlatırken önce ayetlerle o konuyu ortaya koyuyor. Daha
sonra tarihde o konunun benzeri, yakın yaşanmış örnekleri
varsa onları veriyor. Ve böylelikle tabiri caizse bir
kompozisyon oluşturuyor.
Mesela Enbiya suresinde Allah (c.c); varlığını, birliğini
isbat eden akli ve nakli delillerden sonra, ahiret hayatının
gerçekliği üzerinde durur. Ondan sonrada İbrahim (a.s.) ile
başlayıp diğer Peygamberlerin tevhid akidesi konusundaki
mücadelelerini anlatır.
Burada da İbrahim (a.s.)'m, putların ilah olamayacağı
konusunda kavmi ile yapmış olduğu mücadele ve bu konuda
karşılaştığı zorluklar ile Allah'ın ona olan yardım ve
nusretini anlatıyor.
İşte Kur'an; surenin birinde İbrahim (a.s.)'m doğumundan
ölümüne kadar geçen bütün hayatım değil, yukarıda da
belirttiğimiz gibi onun hayatında cereyan eden olaylardan
çarpıcı örnekler vererek bizim; Onun hayatım bilen kültürlü
bir insan olmamızı değil, Onun hayatını kendimize örnek
alıp, kendi hayatına geçiren pratik, aksiyon adamı olmamızı
istiyor.
Bazı emir ve yasakları verirken bize İbrahim (a.s.) gibi
olmamızı istiyor. İbrahim (a.s) "feten" kelimesi kullanılmış.
"Feten" kelimesi Kehf suresinde; Musa (a.s.)'a yardım eden
muhterem zat için kullanılmıştır ki, onun "Yuşa bin Nun"
olduğunu söylerler. Yine Ashabı Kehf için de "gençler"
anlamına gelen "Feten" kelimesi kullanılır. Yusuf suresinde
de Yusuf (a.s.) için kullanılmış.
Bunların özellikleri; İbrahim (a.s.) kafir bir devletin
putlarını elleriyle paramparça etmiş.
Ashabı Kehf kafir devlet başkanına; "ölürüz ama sana ibadet
etmeyiz,, seni ilah olarak kabul etmeyiz." demiş.
Yusuf (a.s.)'a dünyanın en güzel kadını; "gel" dediğinde, O;
"Allah'a sığınırım" demiştir. Ve de Allah (c.c.) onu
yiğitlikle övmüştür.
Musa (a.s.)'a hizmet edene de "yiğit" kelimesi kullanılıyor.
Zira burada Allah'ın dinini yayan, İslâm'ın gücünü insanlara
tanıtmak için yola çıkan insana hizmet etmek de bir
yiğitliktir.
Yiğit insanlar arasına girebilmek için Allah'dan başkasını
tanımamalı, haram şeylerden uzak durmalı, inançsızlığı
ortadan kaldırmak için bütün imkanları kullanmalı.
63. ayetin tefsiri, tefsir kitaplarında hayli işlenir. Bu ayette
Hz. İbrahim (a.s.) kendisi kırdığı halde; "Bu en büyükleri
kırmıştır belki, ona sorun" diyor. Tabii kendisi kırdığı halde
ben kırmadım demiyor, fakat "belki büyükleri kırmıştır"
diyor.
Buharı ve Müslim'den gelen bir rivayette bir hadisi bunun
tefsirinde nakleder. Ebu Hureyreden Hz. Peygamber;
"İbrahim (a.s.) üç yerde yalan söylemiştir.
1- Putları kırdığı halde bu büyükleri kırmıştır, ona sorun
demiştir.
2- Bütün insanlar, -putlara tapınma günü olan bayram günü
putların yanına giderken hasta olmadığı halde, "ben
hastayım" demiştir ki, bu Saffat suresi 92-95. ayetlerinde
geçer.
3- Bir de kavminden ayrılıp hicret edip giderken zalim bir
yöneticinin toprağından geçerken hanımına göz koyan
yöneticiye karşı, bu yanındaki kim dediğinde "bu benim kız
kardeşim" demiştir. 2807[65]
Hadisin devamında, niye kız kardeşim dediğine dair bir
açıklama yoktur. Fakat bu "hanımına, kız kardeşim" dediği
kısım Tevrat tekvinde de geçmektedir. Tevrata göre; eğer
hanımım dese önce İbrahim (a.s.)'ı öldürüp sonrada
hanımını alacaklardı. Kız kardeşim deyince; "o zaman seni
benden isteyecekler, bu isteme esnasında da bir çaresine
bakarız" şeklinde geçer. Fakat bu açıklamalar hadisde
yoktur. Hadisde ise; "bu kız kardeşimdir dedim, beni yalan
çıkarma, zaten sende benim kız kar-deşimsin." şeklinde
geçiyor.
Fahrettin Razi; "Böyle birşey olmaz, Peygamber yalan
söylemez" diyor.(5/176) Mevdudi de bu görüşte. Yani
Fahrettin Razi'ye katılıyor. Fahrettin Razi'ye hadisin sahih
olduğunu hatırlatmaları üzerine o da "ne biliyorsunuz sahih
olduğunu" der. "Efendim senedinde yalan söy-Iemeyen
raviler vardır." Cevabına karşılık; "Hadis rivayet eden
ravinin yalan söylemediğini kabul ediyorsunuz da
Peygamberin yalan söylediğini mi kabul ediyorsunuz."
"Hem bu sözlerinde yalan diye birşey yok ki. Putları ben
kırmadım demiyor ki, sadece büyüğüne sorun, belki o
yapmıştır" cevabını veriyor. "Belki o bayram günü
gerçekten hasta idi.
Ayette hasta olmadığına dair açık birşey yok ki" şeklinde
meseleyi yorumlar. Hadis de de bir zayıflık olabileceğine
hükmediyor.
Bizim tefsir metodumuz; Kur'anda bildirilenler vede
Efendimiz (a.s.)'m bu konuda yapmış olduğu -bize gelen-
sahih açıklamalarıdır. 2808[66]

71- Onu (İbrahim'i) ve Lut'u alemler için mübarek


kıldığımız yere(hicret ettirerek) kurtardık.
2807[65]
Buharı, Enbiya 8,Ebu Davut Talak 16, Nesai Menakıp, Müslim fezail 154
2808[66]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/162-165.
Biz Onu ve Lût (a.s.)'ı kurtardık. İçinde cümle aleme
bereketler verdiğimiz ülkeye ulaştırdık. Tefsircilere göre bu
bereketli yöre Şam ve Filistin bölgesidir. Bu bölgelerin
bereketli olmasının sebebi Peygamberlerin pek çoğunun
oralarda yetişmiş ve dinlerini oralarda yaymalarından
gelmektedir.2809[67]

72- Ona İshak'ı bağışladık. Fazladan olarak Ya'kub'u


(bağışladık.) Hepsini salihler kıldık.
İbrahim'e (a.s.), İshak'ı (a.s.) verdik. Yani İshak (a.s.)
İbrahim (a.s.)'m oğlu. Fazladan bir bağış olmak üzere
Yakub'u (a.s.) verdik. Yakub (a.s.)'da İshak (a.s.)'ın oğlu,
İbrahim (a.s.)'ın torunu oluyor.
Saffat suresi 100. ayetinde İbrahim (a.s.); "Ya Rabbi bana
salihlerden-olan bir çocuk ver" şeklinde dua ediyor. Sadece
çocuk ver demiyor, çocuğun salihlerden olmasını istiyor.
Günümüzde de Anne ve babalar dua ederlerken buna dikkat
etmesi gerekir. Al-i İmran suresinde de Zekeriyya (a.s.) dua
ederken: "Ya Rabbi senin katından bana tertemiz bir
zürriyet ver" şeklinde dua ediyor. Meleklerde Zekeriyya
(a.s.)'a Yahya'yı müjdelerken "Seyyid olarak -bir çocuk-
günahlardan korunmuş ve salihlerden bir Peygamber olarak
Yahya (a.s.'ı verdiğini" belirtiyor. 2810[68]
Çocukda istenen temizlik, günaha batmayan bir neslin
olması demektir. Peygamberlerin bu duaları örnek dualardır.
"Her birini salihlerden kıldık" diyor. Yani İbrahim (a.s.) ıda,
İsmail, İshak, Yakub (a.s.)'ı da salihlerden kıldığım ifade
ediyor. 2811[69]

73- Onları, emrimizle yol gösteren imamlar (önderler)


kıldık. Onlara hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı ve zekat

2809[67]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/165.
2810[68]
Ali İmran 38-39
2811[69]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/165-166.
vermeyi vahyettik. Onlar bize ibadet edenlerdi.
Biz onları önderler kıldık. Yani Peygamberler
gönderildikleri toplumların önderleridir, öncüleridir.
"Eimme" kelimesi "İmam" kelimesinin çoğuludur. İmamlık
denince akla, camilerde ibadet yaptıran din görevlisi gelir.
Bir de "İmameti Kübra" da denir ki bu Devlet başkanlığının
ismidir.
Burada aynı zamanda Rabbimiz bize dua etmeyi öğretiyor;
"Muttaki insanlara önder kıl Ya Rabbi" diye 2812[70] Bizim de
böyle dua etmemizi istiyor.
"Bizim emrimizle doğru yolu bulurlar, insanları doğru yola
götürürler. Ve onlara iyi işler yapmayı vahyettik (emrettik)."
derken; Namaz kılmayı, zekat vermeyi onlara emrettik.
Onlar bize ibadet ederler. Yalnız ve yalnız Allah'a kulluk
yaparlar, ondan başkasına kulluk yapmazlar anlamındadır.
Namazlarını kılıp zekatlarını verirler ve hayırlı işler
yaparlar. Yani yapılacak her işin hayırlı olmasına özen
göstermeli, hayırlı olmayan, şer olan kötü işlerden uzak
durmalı. 2813[71]

74- Lut'a da hükmü ve ilmi verdik. O'nu kötülükler yapan


şehirden kurtardık. Şüphesiz onlar kötü, fasık bir kavm
idiler.
Lût (a.s.)'a hükmü, hikmeti verdik. Hikmet veya hüküm;
Peygamberlik, hükümranlık, yöneticilik anlamındadır. Tabii
ki Peygamberlik verilince peşinden ilim de gerekir. Ve ilmi
de verdik, buyuruyor.
Allah (c.c.) onu, çirkin işler yapmakta olan memleketten
kurtarır. Kötü işlerden maksat da, başka surelerde ve Hud
suresinde de (Ayet 77-83) ifade edildiği gibi; Lutilik
dediğimiz, erkek erkeğe yapılan bir ahlaksızlıktır. İnsanlık
tarihinde bu ahlaksızlığı yapan kavim Lût (a.s.)'m kavmidir.
2812[70]
Furkan74
2813[71]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/166-167.
Allah (c.c.) onların arasından Lût (a.s.)'ı kurtarmıştır.
Bu ahlaksızlığı, bugün medeniyetin beşiği dedikleri Avrupa
devletleri de resmileştirip kanunlaştırıyor. Yani kanunlarla
serbest bırakıyor.
Birgün gelecek bu işten onlarda dönecekler. Zira Allah (c.c.)
bize günümüzdeki ahlaksızlığa bakıp da bu millet iflah
olmaz demeyin. Allah(cc) tamamı ahlaksızlaşmış nice
toplumlarda, Peygamberine devlet kurdurmuştur.
Bu tip insanların iyi tarafları da var. Onlara biz kendimizi
tanıtsak iş biraz daha değişik olacaktır. Bu bizim
dışımızdaki toplum, yaptıklarının iyi olduğuna inanıyor.
Bizce çok kötü olarak kabul ettiğimiz şey, onlara göre iyi
olarak kabul ediliyor.
Bu insanlara kötülüğü anlatmanın bir faydası yoktur.
Malkolm X'in dediği gibi; babasından kalan kirli bir
bardakla su içen adama, onun pis bir bardak olduğunu
anlatmak çok zordur. Ona yeni bir bardak alıp sende
bardağım yıkarsan aynı şekilde olur, derseniz inanır. Yani
işin doğrusunu anlatma yerine bizzat onu göstermek daha
etkili olur.
Lût (a.s.) da insanları çirkinlikten, ahlaksızlıktan
uzaklaştırırken "bunu yapmayın" derken, öbür taraftan da
doğrusunu göstermiştir. "Gidin kızlarımla evlenin,
nikahlanın" diyor ki her Peygamber, ümmetinin babası
makamındadır. Lût (a.s.) Onlara bu şehvetinizden vazgeçin
demiyor, şehvetlerini meşru yolda teskin etmelerini
söylüyor.2814[72]
Günümüzde biz de müslümana şu hatayı yapma, bunu bırak
onu yapma şeklinde hep yanlıştan men edip, ona doğrusunu
göstermiyoruz. Kuman bırak diyoruz da onun yerine neyi
yapacağını öğretmiyoruz. Halbuki bütün insanları Kur'ana
yöneltmemiz gerekiyor, orada herkes kendi hastalığının

2814[72]
Bakınız Hud 78
çaresini bulacaktır. 2815[73]

75- Onu (Lut'u) rahmetimizin içine soktuk. Çünkü o


salihlerdendi.
Allah'ın rahmetine ulaşabilmenin yolu, salih insan olmaktan
geçmektedir. 2816[74]

76- Daha önce dua ettiğinde Nuh'un da duasını kabul edip


kendisini ve ailesini o büyük sıkıntıdan kurtarmıştık.
77- Ayetlerimizi yalanlayan kavme karşı, Ona (Nuh'a)
yardım ettik. Onlar kötü bir kavim olmaları sebebiyle,
onların hepsini suda boğduk.
Nuh'a, ayetlerimizi inkar eden kavme karşı yardım etmiştik,
Onu korumuştuk. Onlar kötü bir toplumdu. Ve onların
tamamını suyun içinde boğduk, buyuruyor Allah (c.c).
Nuh suresi, mustakillen Nuh (a.s.)'ın kıssasını anlatıyor.
Daha önceki surelerde de tefsiri geçmişti.2817[75] Nuh (a.s.)
950 yıl kavmi içinde kalmış bir insan.2818[76] Bu kadar zaman
içinde kendine
inanan çok azdır.
Bize verilen mesaj şudur. Biz müslümanlara düşen İslamı
anlatmaktır. Bunun neticesinde inanan insanlar çok az
olabilirler. Hz. Peygamberin bir hadisinde de "Kendisine hiç
inanmayan insanları olan Peygamberler vardır" buyuruyor.
(Buharı, Enbiya 31) Yani Peygamber olarak gönderilmiş bu
dünyaya, ona hiç inanan kimse olmamış.
Fakat biz her yatsı namazı sonunda okuduğumuz ve
Amenarrasulü" diye bilinen ayette; "biz hiçbir Peygamber
arasında ayırım yapmayız" diyoruz. Yani başarımızın
ölçüsü, çevremizdeki insanlarla orantılı değildir.
Başarımızın ölçüsü Kur’an ve sünnete uygun olarak İslamı
2815[73]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/167-168.
2816[74]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/168.
2817[75]
Hud 25-48
2818[76]
Ankehut 14
anlatıp vede onu bizzat kendi nefsimizde yaşamaktır.
Nuh (a.s.) da bizzat bunu uygulamış. 950 yıl bıkmadan,
usanmadan anlatmış ve Rabbin rızasını kazanmıştır. 2819[77]

78- Davud ve Süleyman'a da (bağışda bulunduk.) Hani o


ikisi, o kavmin koyun sürüsünün girdiği ekin hakkında
hüküm veriyorlardı. Bizde onların hükmüne şahidtik.
79- Biz onu (n hükmünü) Süleyman'a anlattık. Her birine
hüküm ve ilim verdik. Dağları ve kuşları Davud'un emrine
verdik. Onunla beraber teşbih ediyorlardı. Bunları yapan
bizdik.
Bu iki ayette Allah (c.c.) Davud (a.s.) ve Süleyman (a.s.)'m
bir konuda vermiş oldukları hükme dikkat çekiyor. Ayetin
ifadesi şudur; Süleyman (a.s.) ile Davud (a.s.) zirai mahsul
olan tarlaya giren koyun sürüsünün yemesi neticesinde
vermiş olduğu zarar konusunda Davud (a.s.)'ın da Süleyman
(a.s.)'m da hüküm verdiğini, Allah'ında (c.c.) bu olaya şahid
olduğunu Süleyman (a.s.)'a nasıl hükmedeceğini Allah'ın
öğrettiği şeklindedir.
Tefsirlerde ise bu olay şöyle anlatılır; Koyun sürüsü olan bir
adam, ekini olan bir adamın tarlasına koyunlarını salar ve
koyunlar ekini yer.
Bu her iki adam Davud (a.s.)'m huzurunda mahkemeleşir.
Davud (a.s.) ekinin zararına karşılık olarak koyun sürüsünün
ekin sahibine verilmesine hükmeder. Ekinin zararı hesab
edilir, koyunlar hesab edilir. Her ikiside denk olunca bu
hükme varır. Süleyman (a.s.) ise; "Hayır öyle değil" der.
"Koyunları ekin sahibine emaneten verecek, ekin sahibi ko-
yunlardan faydalanacak. Koyun sahibi de tarlayı alıp tarlada
ziraat edecek ve tarladaki mahsulü eski haline kadar
getirecek.
Yani koyunlarıyla otlatmadan, zarar vermeden önceki haline

2819[77]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/168-170.
kadar büyüyecek ve böylelikle artık bir yıl sonra veya altı ay
sonra karşılıklı koyun sahibi koyunlarını emanet olarak
verdiği tarla sahibinden alacak. Tarla sahibi de koyunları
teslim edip tarlasını alacak, kaldığı yerden ziraatına devam
edecektir.
Tefsirlerde bu şekilde anlatılıyor. Ama bu hadis değildir.
Hz. Peygamber nakl etmemiştir. Ayetten bize verilen şey.
"Davud (a.s.) bir hüküm veriyor ve bu hükmünde isabet
etmeyip Süleyman (a.s.) hükmünü bildirmesi ile Süleyman
(a.s.) hükmünde isabet ediyor. Allah (c.c.)'de buna tanıklık
ediyor. Fakat nasıl hükmedip, Allah'ın (c.c.) nasıl öğrettiği
verilmiyor.
Verilmemesinin hikmet ve sebebine gelince; zamanın
değişmesi ile fıkhı hükümlerde, örf ve zaman şartlarına göre
değişebilir. Belki Öğretse idi, yani verilen hükmü de bize
bildirse idi zamanın değişmesi ile hüküm değişeceğinden
bizi ilgilendirecek birşey olmayacaktı.
Bir diğer hususda Davud (a.s.) da; Peygamber, Süleyman
(a.s.)da Peygamber. Ayette Davud (a.s.)'ın hükümde isabet
etmeyip Süleyman (a.s.)'m Allah'ın öğretmesi ile hükümde
isabet ettiği belirtiliyor. Yani Peygamberlerde bir insandır.
Onlar ancak kendilerine öğretileni ve öğretildikleri kadarını
insanlara açıklarlar, bildirirler ve hükmederler.
Bize burada verilen ders; Allah'dan başkalarının hükmüne
uymayın, çünkü insan yamlabildiği gibi yanlış da
hükmedebilir.
Davud (a.s.) Peygamber iken bile yanılabiliyor. Fakat Allah
(c.c.) bu yanılmadan dolayı da Davud (a.s.)'ı kötülemiyor.
Hz. Peygamber bir hadisinde; "Hakim, içtihadına dayanarak
bir davada hüküm verir, isabet ederse iki sevap alır.
Yanılacak olursa bir sevap alır" buyurmaktadır.2820[78] Bu
içtihadını İslami esaslara göre ve bütün taraf şahidleri

2820[78]
Buharı İ'tisam 21, Müslüm Akliye 15, Tirmizi Ahkam 3
dinledikten sonra hata yapmamak için hüküm verirken,
sanki Cehenneme gidiyormuş titizliği ile hükmetmesi
gerekir.
Davud (a.s.) da burada bütün gayretini gösterdiğinden
dolayı bir sevabını almıştır. Süleyman (a.s.) ise Allah'ın
öğretmesi ile meseleyi hükme bağladı. Ama nasıl
bağladığım Allah (c.c.) ayetinde bahsetmiyor.
"Biz hepsine hikmeti verdik, otoriteyi verdik, ilmi verdik"
dedikten sonra "Teşbih eden, dağlan ve kuşları da Davud'a
boyun eğdirdik, itaatkâr kıldık" buyuruyor. Davud (a.s.)
Zebur'u okurken dağlar ve kuşlar onu dinler, Davud (a.s.)'la
birlikte teşbih ederlermiş.
Ebu Musa Eşari (r.a.) Kur'an okurken, Hz. Peygamber onu
dinler sonra yanma varıp; "sana Davud'un sesinden bir ses
verildi" demiştir. Bu hadisinde ifade ettiği gibi Hz. Davud
(a.s.)'ın sesi çok güzelmiş. Zebur'u okurken kuşlarda onu
dinlermiş. Yunus'un;
Dağlar ile taşlar ile çağırayım mevlam seni, seherlerde
kuşlar ile çağırayım mevlam seni. şiiri de bu ayetten
esinlenerek söylenmiş bir manzumedir.
Bestekârlarımızdan Alaaddin Yavaşça bir televizyon
programında; "Ben Kilis'liyim, dedem hafızdı. Bahçemizde
Kur'an okumaya başladığında etraftan bülbüllerin gelip
dinlediğini bizzat görmüşümdür. Fakat dedemin ölümünden
uzun bir müddet sonra memleketime gittiğimde baktım ki
ağaçlar kurumuş, evimiz çökmüştü kuşlar da gelmez ol-
muştu." diyor.
"Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok" isimli şarkısını
bunun üzerine yazdığını ifade ediyor. tşte bu 79. ayete
günümüzde canlı bir örnektir.
Bazıları şarkıların dinlenip, dinlenemeyeceğini sorarlar.
Böyle soru soranlara ilahinin dinlenip, dinlenemeyeceğini
sormak gerekir.
Merhum Saadettin Kaynak, biıgün sabah namazından sonra
yatar ve rüyasında Hz. Peygamberi görür ve alır eline
kalemi;
"Muhabbet bağına girdim bu gece" diye bir şiir yazar.
Tabiiki bu ilahi olarak söylendiği gibi şarkı olarakda
söyleniyor.
Bu olayı birisine anlattığımda, O da; "Hocam ben o şarkıyı
dinlerken ne kadınlar düşünürdüm" diyor. Onun için
kabahat şarkının kendisinde değil, dinleyenle
2821[79]
söyleyendedir.

80- Ona (Davud'a), savaşlarınızda sizi korusun diye, size


elbise (zırh) yapma sanatını öğrettik. Siz
şükrediyormusunuz?
Çocukluğumuzda demircilerin piri Davud (a.s.), terzilerin
piri İdris (a.s.), gemicilerin piri Nuh (a.s.) diye sayardık,
hemen hemen bütün sanat dallarının pirleri
Peygamberlerdir.
Günümüz okullarında bunlar okutulmuyor. Tabii ki batılı
bilim adamları olarak lanse ediliyor. Bu bir iman
meselesidir. İnançsız Avrupa gelip de bizim
peygamberlerimizi kabul edecek hali yok. Peygambere ina-
nan insanda inancı gereği sanayisini, endüstrisinin
kaynağını Peygamberlere, geçmiş toplumlara dayamak
gerekir. Bu devletlerde de böyledir. Devlet olmanın gereği
budur.
Maddi zararlara karşı ten'imizi zırhla koruduğumuz gibi,
manevi zararlara karşıda can'ımızi takva zırhıyla koruyalım.
Rabbimiz Hz. Davud'a ikisini de öğretiyor. 2822[80]

81- Süleyman'a da rüzgârı (emrine) verdik. Süleyman'ın


emriyle mübarek kıldığımız yere akar gider. Biz herşeyi
biliriz.
2821[79]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/170-173.
2822[80]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/173-174.
Rabbimiz; Şiddetli esen rüzgarları, Süleyman'ın emrine
verdik. Onun emriyle içinde bereketler yarattığımız yere
doğru eserdi. Biz herşeyi biliriz, buyuruyor
Bugün fen bilim adamlarının, fizikçilerin rüzgarla ilgili
kanunlarım kabul ediyoruz. Yani, "sıcak hava ısınır ve
yükselir. Yükselen bu hava soğuk tarafına doğru hava akımı
yapar ve rüzgar meydana gelir." gibi. Ateşin yakması da bir
kanuna tabiidir.
Fakat bütün bu tabiat kanunlarını koyan Allah(cc)'dır.
Kanunu koyabilen, koymaya gücü yeten; Onu kaldırmaya
gücü yettiği gibi, kaldırma yetkisine de sahiptir.
İbrahim suresinde; "Ateşin İbrahim (a.s.)'ı yakmaması"nı,
"Süleyman (a.s.)'ın emrine rüzgarın verilmesi" gibi olayları,
batıya şirin görünme gayretinde olan bir kısım çağdaşlar
tevil etme yönüne giderler.
Biz diyoruz ki; bu kanunları koyan Allah(cc)'dir. Konulan
kanunları kaldırma hakkına da sahiptir. Nasıl dilerse, O
hiçbir kimse ve kuruluşa sormadan, onlardan (haşa) görüş
ve emirler almadan, dilediğini dilediği şekilde yapar,
dilemediğini de yapmaz.
Bu ayette de; Süleyman (a.s.)'u emrine rüzgarın
verildiğinden, bir aylı yolu bir günde gIdip gelenden, Sebe
suresi 12. ayet, Saad suresr 36. ayetlerinde de aynı şekilde
bahsetmektedir. 2823[81]

82- Şeytanlardan, onun (Süleyman) için denize dalan ve


bundan başka işler yapanları (emrine verdik). Onları
koruyan bizdik.
Süleyman (a.s.)'ırı bu kıssasını haber veren Sad suresinin
37-38. ayeti kerimelerinde şeytanların Süleyman (a.s.)'a
bina yapımında, denizden değerli madenlerin, cevherin,
incinin çıkartılmasında O'na hizmet ettiklerini haber verir ve

2823[81]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/174-175.
bu ayet-i kerimede ifade edildiği gibi bunun dışında da diğer
hizmetleri de gördüklerini bildirir Allah (c.c).
Bundan şunu anlıyoruz, tabiatta hiçbir şey boşuna
yaratılmamıştır. Al-i İmran suresinde geçmişti. "Ey
Rabbimiz sen boş birşey yaratmadın" diyorduk.2824[82]
Şeytan da yaratılmış, Rabbime isyan etmiş. Rabbime karşı
kendini büyük görmüş ve, rahmetten uzaklaştırılmış. İşte
mü'min Allah'a sımsıkı sarılacak olursa, O'nun emri
doğrultusunda hareket edecek olursa, yaratılmışların tamamı
Allah'ın izniyle onun emrinde de çalışırlar.
Şeytanlar, Süleyman (a.s.)'a hizmet etmişlerdir. Biz de
Süleyman (a.s.)'ın yolundan yürüyecek olursak
günümüzdeki şeytana uymuş insanları da bizim emrimizde
rahatlıkla çalıştırabiliriz.
Yani bunların varlığından korkmamak, kuşkulanmamak
gerekiyor. Bizim onların varlığından korkmamız yerine,
kendi zayıflığımızdan korkmamız gerekiyor. Ve bizim
kendimizi Süleyman (a.s.)'a benzetmeye ve O'nun yolundan
gitmeye gayret etmemiz gerekiyor.
Eğer bunu yaparsak; burada Rabbimiz; "Biz o
Peygamberlerin hepsini koruyucuyuz" diyor Allah (c.c).
Şeytanlara karşı koruyor, insanlara karşı, düşmanlara karşı
da Peygamberlerini koruyor. Kuşkusuz Peygamberlerinin
yolundan yürüyenleri de korur. 2825[83]

83- Rabbine "Bu dert bana dokundu. Sen merhamet


edenlerin en merhametlisisin" diye dua ettiğinde Eyyub'a da
(iyilik yaptık).
Eyyûb (a.s.) da Rabbine dua etmiştir, nida etmiş ve demiş
ki: "Ya Rabbi..! .beni hastalıklar sardı, hastalıklar tuttu beni,
Sen ise merhametlilerin en merhametlisisin" diyor.
Yani "bu hastalığımı benden kaldır" demiyor da; "Ya Rabbi
2824[82]
Ali İmran 191
2825[83]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/175-176.
Sen merhametlilerin en merhametlisisin" diyerek Rabbimin
rahmetiyle o hastalığını gidermesine işaret ediyor. Yoksa bu
hastalığı benden al diye bir ifade kullanmıyor. Ya Rabbi ben
bir hastalığa tutuldum. Sen ise merhamet sahibisin,
merhametlilerin en merhametlisi sensin diyor.
Eyyûb (a.s.)'ın kıssası da Sâd suresinde (Ayet 41)
anlatılmıştı. Devamla rabbimiz buyuruyor. 2826[84]

84- Biz onun duasını kabul ettik ve ondaki derdi giderdik.


Ona katımızdan bir rahmet ve ibadet edenlere bir nasihat
olarak, ailesini ve onlarla beraber bir mislini verdik.
"Biz de Eyyûb'un duasını kabul ettik" diyor Rabbim. "Ve
ondaki hastalığı giderdik ve ona ailesini, çocuklarını verdik
ve malının benzerini yine ona iade ettik, katımızdan bir
rahmet olarak ve ibadet edenlere de bir nasihat olarak bunu
yaptık" diyor Allah (c.c.).
Yani bedenindeki hastalık sıhhate dönüştürüldü ve Allah
(c.c.) ölen çocuklarının yerine yeniden çocuklar verdi.
Kaybedilen mallarının (da daha iyisiyle) yerine daha
değerlisini verdi.
Bu, Peygamberine olan rahmetini göstermek ve
biz.müslümanlara da, ibadet eden insanlara da bir nasihat
vermek için olduğunu haber veriyor Allah (c.c.).
Eyyûb (a.s.)'m hanımı bir defasında demişti ki: "Ne olur,
Rabbine dua et de Rabbin bu hastalığı senden alsın." (Eyyûb
(a.s.) bazılarına göre 7, bazılarına göre 8, bazılarına göre 17
veya 18 sene hasta olarak kalmıştır.) Eyyûb (a.s.) hanımına
der ki: "Rabbim bana 70 sene ömür vermiş, 70 sene ben
sıhhatli bir şekilde yaşadım, şimdi Rabbim bana yedi
senelik bir hastalık verdi. Yetmiş sene sıhhat veren Rabbime
yedi sene hastalık verdiğinden dolayı şikayette mi
bulunayım.?" 2827[85]
2826[84]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/176.
2827[85]
Bakınız; Tefsiri İhni Kesir
Böylesine sabır Örneği gösterdiğinden dolayı kıyamete
kadar gelecek olan insanlara da sabrın sembolü olarak
Eyyûb (a.s.) gösteriliveri-yor.
Bir kısım insanlar demişler ki: "Eh! bir ettiği vardır da onu
çekiyor-dur." Yani Peygambere, "bir ettiği, bir kötülüğü
vardır da onun cezasını çekiyordur" demişler.
işte Eyyûb (a.s.) bunu duyunca dayanamadı ve bu duayı
yaptı. "Ya Rabbi hastalandım biliyorsun, Sen
merhametlilerin en merhametlisisin" aedi ve bunun üzerine
de Rabbim onun duasını kabul buyurdu.
Bunlar bize şöyle örnek, bir müslümanın başına bir bela,
musibet Sildiğinde, bir hastalık geldiğinde, malı yanıp
zarara uğradığında, iflas atiğinde, deli bir çocuğu dünyaya
geldiğinde veya sonradan delirdiğinde, yani kısaca malına,
hanımına, şahsına, çocuklarına gelen bir bela ve musibette
sakın ha "bir ettiği vardı da başına geldi" demeyiniz.
Eyyûb (a.s.) herşeye katlanmış ama, etraftaki insanların "bir
ettiği vardır da başına ondan gelmiştir" sözüne
dayanamamıştır. "El yarası geçer, dil yarası geçmez" derler
ya, hiç kimseyi dilimizle yaralama-maya dikkat edelim.
Bir de ne kadar malımız olursa olsun, ne kadar evladımız
olursa olsun, ne kadar ordularımız olursa olsun, mülküyle,
hanımıyla, çoluğuyla çocuğuyla çok büyük bir güce sahip
olan Eyyûb (a.s.)'ın elinden bir anda bunlar almıveriyor,
yalnız hanımıyla beraber başbaşa kahveriyor.
"Rabbim mülkü verendir, mülkü alan da yine Rabbimizdir"
diye Al-i îmran suresinde bir ayet~i kerimenin tefsirinde
bundan bahsetmiştik. 2828[86]

85- İsmail, İdris ve Zü-I-Kifl'e de (lütfettik). Hepsi sab-


redenlerdendir.
86- Onları rahmetimize soktuk. Şüphesiz onlar

2828[86]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/176-178.
sahillerdendirler.
"İsmail, İdris ve Zü'1-kifl bunların hepsi sabredenlerdendir."
Allah bunlara da Peygamberlik vermiştir. İsmail (a.s.)
İbrahim (a.s.)'m oğlu, İdris (a.s.) bir Peygamberdir,
Efendimizin haber verdiğine göre kendisine 30 sahife
inmiştir, tefsirlerin anlattığına göre de Şit (a.s.)'m oğludur
İdris (a.s.).
Zü'1-kifl hakkında ise kesin bir bilgi verilmemiştir tefsir
kitaplarında. Kifin manası kefil olan demektir. Güya
anlatıldığına göre Peygamberlerden el-Yesa' (a.s.) "benim
yerime kim bu insanları yönetir? Kim gecelerini ibadetle,
gündüzlerini oruçla geçirir ve her türlü belaya da sabrederse
o benim yerime geçer" dediğinde, bu Zü'1-kifl denen zat;
"ben yaparım bunu" demiş ve onun kefili olarak yerine
geçtiğinden dolayı, yani o öldükten sonra o ümmetin
kefaleti onun üzerine verildiğinden dolayı Zü'1-kifl denildi
diyorlar. İbni Kesirin buna benzer rivayetleri
Peygamberimiz'in haberi değildir, Tabiin'in sözleridir.
Kur'anı Kerim'de iki yerde adı geçen Zülkif (sav), bu ayette
iki Peygamberin arkasından zikredilmiştir. Yine Sad suresi
48. ayette de iki Peygamberin ardından zikredilmiştir.
Peygamberlerin ismini sayarken bunu da Allah (c.c.)
Peygamberler arasında saydığından dolayı alimlerimiz
demişler ki; "Zü'1-kifl de peygamberdir." Çünkü burada
sayılanlar Peygamberlerdir. Zü'1-kifl de Peygamberdir ve
aynı zamanda sabredenlerdendir diyorlar.
Allah (c.c). Ayet-i kerime de Peygamberlerin övüldüğü
taraf, sabredenlerden olmaları. Demek ki bizden sabır
isteniyor. Neye sabır? Emredilenleri yerine getirmeye sabır.
Emredilenler nedir? Namazdır, oruçtur, hacdır, zekattır,
insanlıktır, İslamı hakkıyla yaşamaktır.
Bunları yerine getirmektir sabır, yasaklananlardan
uzaklaşmaya sabır. Öyle ya nefsimiz istiyor, Rabbimiz
yasaklıyor. Biz de nefsin isteklerine uymamakla sabır
gösteriyoruz.
Allah yolunda cihad ederken sabır. Bela ve musibetler
geldiğinde bunlar birer imtihandır diyerek sabretmek,
şikayet etmemek gerekiyor, Peygamberler de bunu
yapmışlar. Peki sabredince:
"Ve onların hepsini biz rahmetimize koyduk," yani
Cennetimize koyduk, "onlar salihlerdendir" diyor Allah
(c.c).
Yani Rabbimin emrine uygun iş yapanlar ve
bozulmuşlukları düzelten insanlar salihlerdir.2829[87]

87- Zûn-Nun'a (Yunus'a) da (lütfettik). Hani o (kavmine)


kızarak gitmişti ve bizim ona güç yetiremeyeceğimizi
zannetmişti. (Balığın karnında) karanlıklar içinde: "Senden
başka ilah yoktur. Seni tenzih ederim. Ben zalimlerden
oldum" diye dua etmişti.
Bu ayet-i kerimede de, Yunus (a.s.)'a dikkatimiz çekiliyor,
"nûn" balık demektir, "Zü'n-nûn"; balık sahibi manasına
geliyor, bu da;Yunus (a.s.)'ın lakabıdır.
"Hani Zü'n-nûn'u hatırla,O kavmine kızarak şehri
terketmişti."
Kavmine yıllarca Peygamberliği anlatmasına rağmen bunlar
ibadet ve itaat etmediler, Yunus (a.s.)'a iftiralar yaptılar.
Yunus(as) da onları terk ediyor.
Allah (c.c.)'den izin almadan Peygamberlerin hicret etmesi
doğru değildir. Mesela Peygamber efendimiz (s.a.v.)
Mekke'den, Medine'ye hicret etmiştir, ama Allah (c.c.)'den
hicret izni çıkmıştır. Musa (a.s.)'da kavmiyle hicret etmiştir
ama Rabbinden izni ve emri çıkmıştır.
Bütün Peygamberler emirle ve izinle hicret etmişlerdir, ama
Yunus (a.s.) Rabbinden o izni beklemeden şehri terketmiş,
kavmine kızarak terketmiş.

2829[87]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/178-179.
"Ve o zannetti ki sanki oradan çıkınca biz onu
daraltmayacağız," o kavmin içinde kalmak bir daralma
meydana getiriyor. Çünkü dinlemiyorlar, hakaret ediyorlar,
iftira ediyorlar. Her türlü isyanı ve inkarı yapıyorlar.
Böylece Yunus (a.s.) tek başına kalıyor ve orada daralıyor.
"Oradan çıkınca, rahatlayacağını zannederek çıktı" diyor
Rabbim.
"Sen o imansızların arasından uzaklaşıp da rahat edeceğini
mi zannediyorsun?" gör bakalım diyor.
Yunus(as) bir gemi ile, başka bir tarafa giderken denize
atılıyor veya düşüyor.
Denize atılması veya atlaması tefsirlerin ifadesine göre
şöyledir; Kayıkta az kişiîermiş, Fakat dalgalar da fazla,
denizin suyu da neredeyse sandalın içine girmeye çalışıyor,
kaptan demiş ki; "Bir kişi fazla burada, bir kişi inecek..!
Eğer inmezse hepimiz boğulacağız." (Denizin ortasında
inmek demek, denize düşmek demektir.)
Hani bizdeki asansörlerde de olur ya, dört kişilik asansöre,
beşinci veya altıncı adam bindimi, asansör inlemeye başlar.
Ve bazen de içinde kalmalar olur. O anda yapılması gereken
şey, fazla kişinin asansörden inmesidir.
Kayıkda da aynen böyle batma tehlikesi geçirmişler, bir
tanesi inerse iş düzelecek. Kur'a sonucu Yunus (a.s.)'a çıkar
ve Yunus (a.s.) kendisi atlar. Atlayınca da balık onu yutar.
İşte imansız insanların arasında kalmak bir karanlıktır
doğru, ama Rabbimden izin almadan onların arasından
çıkılmaz, bunu da bilmek gerekir. Rabbimizde; "Madem ki
çıktın buyur denizde balığın karnındaki başka bir karanlığa."
diyor.
Üç karanlık üst üste, gecenin karanlığı, denizin karanlığa ve
bir de balığın içinin karanlığı, üç tane karanlık iç içe oluyor.
(Peygamberler de hata ederler, Peygamberlerden meydana
gelen hataya "zelle" denir,)
Peygamberlerin günahsızlığı şöyledir; Peygamberler hatasız
olarak bu dünyadan gitmişlerdir, hatayı yapar, ancak
Rabbim tarafından düzeltilir. Mesela Yunus (a.s.)'m yaptığı
bu hata dünyada iken düzeltilmiştir. Yani bu senin yaptığın
doğru değildir diye Yunus (a.s.). uyarılmıştır.
Peygamber efendimiz (s.a.v.)'in kör bir insana karşı olan bir
davranışı, yine Rabbim tarafından Abese suresi ile
uyarılarak düzeltilmiştir.
Yani "Peygamberler hatasız ölmüşlerdir" deriz biz.
Günahsız ve hatasız ölmüşlerdir.
Burada da Yunus (a.s.) ki ; ilk nazil olan surelerden Kalem
suresinde Allah (c.c.) tarafından; "Bu insanların belasına,
her türlü iftirasına, her türlü engellemelerine Sabret.!, balık
sahibi gibi (yani Yunus (a.s.) gibi olma" diye Peygamber
efendimiz uyarılıyor.
Ve Yunus (as) o balığın karnında iken Rabbine dönüyor ve
diyor ki: "Senden başka ilah yoktur, Senden başka yaratan,
yaşatan, yöneten yoktur, ben seni teşbih ederim, Seni bütün
eksik sıfatlardan tenzih ederim. Ben zalimlerden oldum Ya
Rabbi..!" Yani senin bu iznini almadan o şehirden çıkmakla
"ben zulmedenlerden oldum, beni affet ya Rabbi" diye
Yunus (a.s.) Rabbine dua ediyor ve Rabbimiz de
diyorki; 2830[88]

88- Onun (Yunus'un) duasını kabul ettik ve onu gam (ü-


keder) dan kurtardık. İşte mü'minleri biz böyle kurtarırız.
"Biz de Onun duasını kabul ettik, Onu gamlı andan
kurtardık. (Yani denizin derinliklerinden kurtardık.) İşte
mü'minleri de biz böylece kurtarırız" diyor Allah (c.c).
Peki mü'minleri nasıl kurtaracak Rabbim? Yunus (a.s.)'ın
dediğini dersek kurtaracak. Şu anda biz bir karanlığın, küfür
karanlığının içerisindeyiz. Yunus (a.s.)'m balığın karnında
karanlık içinde olduğu gibi, mü'mimler de bugün küfrün

2830[88]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/180-182.
hakim olduğu yerde karanlıklar içindeler demektir. Allah'a
isyanın olduğu yerde karanlık var demektir.
Buradan kurtulabilmenin yolu topyekün fertlerin veya
milletlerin; "La ilahe illa ente sûbhaneke inni küntü minez
zalimiyn" demeleri gerekir.
Kabahati kendimizde arayacağız, başkalarında kabahat
aramaya gitmeyeceğiz. Günümüzde biraz buna ağırlık
vermemiz lazım, hep gavuru dışarıda ararız biz, kabahati
dışarıda ararız. Vay efendim Amerika şöyle ediyor, İngiltere
böyle yapıyor, Almanya böyle böyle planlar kuruyor.
Efendim İsrail şöyle şöyle ediyor vs.
Onlar kendi görevlerini yapacak, yani akrep sokuyor diye
bas bas bağırmanın da anlamı yok. Bizim görevimiz akrebe
sokulmamak, ateşte yakılmamaktır. Ona karşı tedbirimizi
almaktır.
Karanlığın içersindeki Yunus (a.s.) bize kabahatin
kendimizde olduğunu öğretiveriyor. "Ya Rabbi ben
zulmedenlerden olduğum için bu benim başıma geldi Ya
Rabbi. Senden başka ilah olmadığını ikrar ediyorum Ya
Rabbi, zaten iman ediyordum, tekrar ikrar ediyorum, Seni
eksik sıfatlardan tenzih ediyorum, seni teşbih ediyorum Ya
Rabbi" diyor ve kurtarıyor,
Yalnız O'nu kurtardığını haber vermiyor Rabbim; "İşte biz
mü'minleri böylece kurtarırız" diyor. Biz de Allah'a iman
etmiş insanlarız, bizim de kurtulmamızın yolu; Allah'tan
başka ilah olmadığına, imanımız var ama bunu ikrar
etmeliyiz, bu karanlığın içerisinde, küfrün karanlığı
içersinde bütün insanlara duyurmalıyız. Rabbimi teşbih
etmeliyiz vede yaptığımız işlerin yanlışlığından dolayı
bunların başımıza geldiğini kabul etmeliyiz. Suç ve kabahati
kimse kabul etmez, kimse suça sahip çıkmaz derler, biz
suçumuzu kabul ederek Rabbimden af dilemeliyiz. 2831[89]

2831[89]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/182-183.
89- Zekeriyya'ya da (lütfettik). Hani o Rabbine: "Rabbim,
beni yalnız bırakma (bana çocuk ver). Varislerin en hayırlısı
sensin" diye dua etmişti.
Kendisi epeyce yaşlanıyor, hanımının da çocuğu olmuyor.
Meryem suresinde ifade edildiği gibi Zekeriyya (a.s.)'m
ilanımı kısırmış hatta bunun tefsiri Al-i İmran suresi 38.
ayet-i kerimede geçmişti; "Ya Rabbi bana tertemiz bir nesil
ver, çocuk ver ya Rabbi" diye Zekeriyya (a.s.)dua ediyor ve
Rabbim de ona Yahya (a.s.)'ı müjdeliyor.
Melekler geliyorlar, Zekeriyya (a.s.) mihrabda iken, Ona bir
oğlunun olacağını müjdeliyorlar ve müjdelerken de,
musaddik olduğunu, yani bu İslamı doğrulayan, tasdik eden
biri olduğunu, efendi olduğunu, günahlara karşı korunmuş
birisi olduğunu ve salihlerden bir Peygamber olduğunu
haber veriyorlar. Meryem suresinde de 2.,3. ve 4. ayet-i
kerimelerinde tefsiri geçmişti hatta 8. ayet-i kerimede diyor
ki: (Çocuk istiyor ama melekler müjdelemeye gelince de);
"Ya Rabbi benim çocuğum nasıl olur, ben yaşlıyım,
hanımım ise kısır" ifadesini kullanıyor ve melekler ona;
"Allah (c.c.) için bunun kolay olduğunu" bildiriyorlar ve
derken Yahya (a.s.) da dünyaya geliyor.
Demek ki Rabbimizden çocuk isteyeceğiz ama isterken "Ya
Rabbi çok güzel bir nesil ver." Yani temiz, günahlarla
kirlenmeyecek bir nesil ver ya Rabbi, bedenen sıhhatli,
ruhen İslama aşina ve İslamı yaşayan, dürüst, tertemiz
kalabilmesini bilen Yahya (a.s.)'da olduğu gibi günahlara
karşı korunmuş bir evlat ver bize Ya Rabbi" diyeceğiz.
Burada Allah (c.c), duamızın böyle olması gerektiğini de
bize Öğretmiş oluyor. 2832[90]

90- Biz de Onun duasını kabul ettik. Ona Yahya'yı

2832[90]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/183-184.
bağışladık. Eşini de onun için (doğuma) elverişli kıldık.
Gerçekten onlar hayırlara koşarlar, ümit ve korku içinde
bize dua ederler ve bize karşı saygılı idiler.
"Biz onun duasını da kabul ettik ve ona Yahya'yı hibe ettik"
(Hibe kelimesini kullanmış Rabbim burada.) Demek ki
bizim çocuklarımız bize Rabbimin birer hibesi, türkçe
karşılığı; "Bağış".
Öyle ise bize birşey bağışlandığında nasıl ki seviniyoruz ve
onu koruyoruz, çocuklarımızı da Allah (c.c.)'ün bağışı
olarak kabul edeceğiz ve O'nun bize verdiği gibi O'na iade
etmeye çalışacağız.
Allah (c.c.) bize günahsız olarak veriyor çocukları, biz de
günahsız olarak iade etmek için gayret göstereceğiz.
Tam başarılı olmamız mümkün değil ama, hiç değilse
küfürle ve büyük günahlarla kirlenmemesine dikkat edersek
başarılı olabiliriz.
Alah (cc); "Ve eşini de ona uygun kıldık." buyuruyor. Yani
doğum yapacak hale getirdik, yani kısırlığını giderdik diyor.
Bu bir mucizedir, Zekeriyya (a.s.)'m hanımı kısır ve
tefsircilerin ifade ettiğine göre 99 yaşındaydı, hem kısır,
hem de 99 yaşındaki bir hanımdan çocuğun meydana
gelmesi mucizedir.
Ama Rabbim bizim bir şeye de dikkatimiz çekmiş oluyor, o
da kısır olan hanımların tedavisidir. Günümüzde de
doktorların müdahalesiyle, tedavisiyle bazen çocuklar
dünyaya geliyor, bazılarında başarılı oluna-mıyor ama
bazılarında başarılı olunuyor.
Peki mucizenin değeri düşer mi? Düşmez. Mucize, vasıtasız
olarak, tabiat üstü oluyor. İnsanların yaptığı ise Rabbimin
yine tabiata koyduğu kanunlarından yararlanarak oluyor.
"O Peygamberlerin hepsi iyiliklerde yarışırlardı ve bize
"havf" ile "reca" arasında dua ederlerdi" Yani yaptıklarından
dolayı Allah Cennetini verecekmiş, diye ibadet yapıyorlar,
dua ediyorlar ve yapamadıklarından hesaba çekileceklerinin
korkusuyla İslama sarılıyorlar.
Bir tarafta sanki ateşe ayaklan dtişüverecekmiş gibi
isyandan ve günahlardan korkuyorlar, öbür tarafta da
Cennete girivereceklermiş gibi dua ediyorlar. Bunu "Rağab"
ve "Rahab" tabirleriyle ifade ediyor Allah (c.c). Halkımızın
dilinde ise tasavvuf erbabının ağzıyla "Havf ve Reca"
şekliyle geçmiştir. Yani "ümit ile korku" arasında Allah'a
dua ediyorlardı.
Hz. Ömer (r.a.) "Cennete bir tek kişi gidecek deseler o ben
olurum ümidi içerisinde olurum, ama bu ümmetten
Cehenneme bir kişi gidecek denilse o benimdir diye
korkarım" diyor.
İşte bu "Havf "ile "Reca" arasında olmaktır. Ve o
Peygamberlerin tamamı Allah'dan korkan insanlardır diyor
Allah (c.c).
Bunların ard arda verilmesinin hikmetlerine değinmiş
tefsircilerimiz. Bazıları filan dedeye gider, çocuğu
olmayanlar dededen çocuk isterler. Tabii dede ölmüş, bir
dağın başında iki tane taş çevirmişler, oraya giderler, "Ey
dede bana da çocuk ver" derler. Dedelerden çocuk istenmez.
Rabbimin bize bunu vermesinin sebebi şu; Zekeriyya (a.s.)
bir Peygamberdir. Yani binlerce evliya bir araya gelse bir
Peygamber olamaz. Evliya'nın tamamı bir araya gelse bir
Peygamber derecesine yükselmeleri mümkün değil.
Peygamberin çocuğu olmazsa ve Peygamber bu kadar
istemesine rağmen çocuğu dünyaya gelmezse, yani
Peygamber çocuk meydana getirecek güce sahip değilse,
düşünüverin siz diğerlerini.
Yani hiçbir mezara veya hiçbir dedeye gidip te "Ey dede
bana çocuk ver" yahut "Ey dede bana şöyle şöyle bir şey
ver" demeyeceğiz. Hastalıklarımızın tedavisi konusunda
Rabbimden şifa aranacaktır, vasıtalar kimlerdir?
Doktorlardır. Rabbimin tabiattaki şifalarını, ilaçlarını bulan
ve bize uygulayan onlardır.
Ama özellikle bedeni hastalıklarda yine filan dedeye
gidenler vardır, oralara gidip te tedavi olmayı
beklemeyeceğiz ama bu, Eyyûb (a.s.)'m kıssasını anlatan
Sâd suresinde, Allah fc.c.) Eyyûb (a.s.)'a diyor ki; "Ayağını
yere vur." Ayağını yere vurunca yerden su çıkıyor ve o su
ile hastalığının tedavi olduğunu haber veriyor Rabbim.
Bununla bize şunu işaret etmiş oluyor Allah (c.c):
"Hastalıkların giderilmesi için Rabbimin tabiata koyduğu
ilaçlardan istifade etmemiz gerektiği."
Tefsircilerimiz o ayet-i kerimeye dayanarak Eyyûb (a.s.)'ın
hastalığının daha ziyade cilt hastalığı olduğuna
hükmetmişler ve günümüzde de bir kısım hastalıkların,
özellikle cilt hastalıkları için kaplıcalar olduğunu biliyoruz
ve oralardan da tedavi olanlar var.
Hatta doktorların da tavsiye ettiği bazı kaplıcalar var. Yani
tedavi için Rabbimin koyduğu kurallara riayet edeceğiz.
Peygamber efendimiz de; "Devası olmayan hastalık yoktur.
Allah devasını yaratmadığı bir hastalığı indirmemiştir."
buyurmuştur.
Günümüzde "Aids" hastalığı varya, mutlak surette bunun da
ilacı tabiatta var. Ama nerededir? O ilim adamlarımızın ve
doktorlarımızın hassas bir gözle arayıp bulacağı birşeydir.
Bu mutlaka bulunacaktır, çünkü hastalık varsa ilacı da
vardır. Ölüm ve ihtiyarlama hariç. Hadis-i şerifte; "ölüm ve
ihtiyarlamaya çare yok" deniyor. 2833[91]

91- Irzını koruyan (Meryem'e) de (lütfettik) ona


ruhumuzdan üfürdük. Onu ve oğlunu (İsa'yı) alemlere ayet
kıldık.
Bu ayet-i kerimede de İsa (a.s.) ile onun annesi Meryem
validemize dikkat çekiliyor. "Namusunu koruyan Meryem'e
gelince biz ona ruhumuzdan üfürdük, Onu ve Onun oğlunu

2833[91]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/184-187.
bütün alemlere bir ayet kıldık" diyor Rabbim.
Şimdi burada bizim Kur'an-ı Kerim'imiz de "ruhumuzdan o
Meryem'e üfürdük" kelimesine bazı hristiyanlar takılıyorlar.
"Bak sizin Kur'an'da da İsa (a.s.)'ın Allah'ın ruhu olduğu
kabul ediliyor" "Yani O'ndan bir parçadır" diyorlar.
Biz de diyoruz ki; O'ndan bir parça değildir. Ama
"Ruhumuzdan" diyor.
Bütün ruhlar Allah'a aittir. Bülbülün ruhu da Allah'a aittir,
öyleyse O'nun; "bizim ruhumuz ve ruhlarımız" deme hakkı
vardır. Ruhlarda dahil olmak üzere Tabiatın tamamı
O'nundur. Öyleyse "mülkümüz," veya "mülküm,"
kelimesini O kullanır. Bu O'nun bir parçası anlamında değil,
O'nun yarattığı birşey olduğu anlamındadır.
Ondan yani o ruhtan Meryem validemize üfürdüğünü,
Cebrail (a.s.) vasıtasıyla üfürdüğünü ve İsa (a.s.)'ın dünyaya
geldiğini, İsa (a.s.)'ın da, Meryem validemizin de, bütün
alemlere bir ayet olduğunu haber veriyor Allah (c.c).
Nasıl ayet? Dikkat ediyoruz, Zekeriyya (a.s.) kendisi ihtiyar,
hanımı kısır olmasına rağmen çocuk meydana geliyor, daha
önce Bakara suresinde geçmişti ve başka birçok surede de
geçmişti. İlk insanın topraktan yaratıldığını haber veriyor
Allah (c.c).
Annesiz ve babasız, topraktan Hz. Adem'i yaratıyor, bu
Allah'ın bir ayetidir. Hz. Adem babasız ama anne gibi
olacak. Yani Havva validemiz, Adem (a.s.)'dan dünyaya
gelmiş. Bir insandan meydana geliyor ama annesi yok.
İsa (a.s.), Annesi var, babası yok dünyaya gelmiş. Yahya
(a.s.). annesi kısır babası ihtiyar dünyaya gelmiş. Bütün
bunlar Allah'ın birer mucizesidirler, gördüğümüz herşeye de
aslında mucize diyoruz. Bunlar tabiat kanunlarının dışında
olduğundan dolayı mucize diyoruz. Yoksa gördüğümüz
herşey bir mucizedir de her-gün meydana gelen bu olaylara
gözümüz alışmıştır.
Rabbim burada gözümüzün alışmadığı bir olayı haber
verdiğinden, bizim için bir ayet, bir ibret olduğunu haber
veriyor.
Biz burada bu ayet-i kerimeyle Meryem validemizin iffetli
bir hanım olduğunu ve hiçbir erkekle temas etmediğini
kabul ediyoruz, bu bizim imanımızdır. Buna iman farzdır.
Ama bugün Yahudilerle, Hristiyanlar birlikte gibi
görünürler, değiller aslında. Tarih boyunca Yahudileri yerle
bir eden ve sayılarını bugünkü halde tutanlar hep
hristiyanlar olmuştur. Yahudiler bugüne kadar
Müslümanlardan darbe yememiştir. Yani müslümanlara sıra
gelmemiştir. Hep Hristiyanlar tarafından topluca katliama
uğratılmışlardır. M.Ö. de, M.S. da hep toplu katliama
uğratıldıklarından dolayı en az nüfusa sahiptirler.
Onun için; "siyaset bilmeyen tek millet bunlardır" diyorum
ben. Dünyada siyaset bilmeyen tek millet var, o da
Yahudilerdir. Ve bu Yahudiler İsa (a.s.)'ı öldürmeye
teşebbüs etmiş insanlardrr.
Hıristiyan aleminin hatırından çıkması mümkün değildir.
Yani mevcut İncil'e bile inananlar, İsa 'a.s.)'a yanlış yoldan
da olsa inananların Yahudilerle biraraya gelmeleri mümkün
değildir.
Peki şu anda niçin bir araya geliyorlar? Müslümana karşı
biraraya geliyorlar, bir de Hristiyanlar, bizimle karşı karşıya
gelmektense Yahudilerle Müslümanlar karşı karşıya gelsin
istiyorlar.
Yani İsrail'de bunlara devlet kurduracak, Müslümanlar da
onları oradan çıkarmaya çalışacak. Böylece Yahudi
Müslümanı öldürdüğünden Hristiyan rahatlıyor, Müslüman
Yahudiyi öldürdüğünde yine Hristiyanlar rahatlıyor. Yani
biz dış görüntüde Yahudi ile Hristiyanları birlik halinde
zannederiz ama değil.
Rabbim: "Onları sen birlik halinde zannedersin ama kalpleri
paramparçadır onların" buyuruyor. Yani kalpten ayrıdırlar
bunlar, ama dış görüntüde birlikte görünürler.
Biz Meryem validemizi tertemiz kabul etmişiz, onlar ise
iftira etmişlerdir. Yani Yahudiler İsa (a.s.)'ın babasız
olmadığını, zina mahsulü olduğunu söylemişlerdir. Onun
içindir ki, bu hatıra Hristiyanların içinden çıkmaz, kıyamete
kadar da çıkacak değildir. Mutlak surette eninde sonunda ya
bizimle hesaplaşacak Yahudiler veya onlarla he-
saplaşacaklar. Başka yolu yok bunun.
İki Almanya'nın birleştiği gün İsrail'de yas günü ilan
edilmiştir. Her sene o günde ağlayacaklar, ağlama duvarları
var onların. Onun önüne gelecekler ve her sene o gün
ağlayacaklar adamlar.
Bu surenin hemen sonunda gelecek. "Peygamberimizi
alemlere rahmet olarak göndermiştir Allah (c.c.)." Bu
rahmeti yahudiler iyi bilirler. "Yahudilerin İspanya'dan
Osmanlı İmparatorluğuna getirilişinin 500. yıldönümü
kutlandı. Çünkü 1492 yılında mart ayında Yahudiler
Osmanlı Devletine gemilerle taşınmaya başlanmış. Çünkü
Orada bütün Müslümanlar ve Yahudiler toplu katliama tabii
tutulmuş. Portekiz Yahudileri almamış, Almanya'ya
gidenler Öldürülmüş, Fransa'ya gidenler ölmüş ve
öldürülmüş. Ancak gemilerle Türkiye'ye getirilenlerin ne-
silleri devam etmiş ve onlar da Osmanlı'ya şükranlarını
ifade etmek için Mart-Nisan-Mayis aylarında hem
Türkiye'de, hemde Türkiye dışında kutlamalar yapıyorlar.
Getirmeselerdi ne olurdu? Getirmeselerdi bir insanlık
borcunu, Müslümanlık borcunu yerine getirmemiş olurlardı.
Müslüman nerede olursa olsun katliama karşıdır. Peki
hocam, ama başımıza bela oldular. Öyle düşünmeyelim.
Bazı Osmanlı'ya düşman olan arkadaşlarımız bunu
söylüyorlar, bu doğru değil.
Doktorlar insan vücudunda bazı zararlı mikroplar da var
diyorlar ve zararlı mikroplar olmamış olsa diğer faydalı
mikroplar uyuşurmuş, çalışmazlarmış ve hastalanırmışiz.
Zararlı mikroplara karşı hep atakta olurmuş, diğer faydalı
mikroplar ve insan zinde kalırmış.
Rabbimizin vücudumuza zararlı mikropları vermesi bile
rahmetmiş bize, onun için toplumun bünyesinde bu tür
adamlar olmamış olsa toplum gevşeyecek, yani ileri gitme
olmayacak, zararlı mikroplara karşı hep böyle tetikte
durmak var.
Bunu dediğimde yine yazar çizer takımından bir arkadaş.
"Yahudileri getirmiş ama Müslümanları getirmemiş" diyor.
"1492'de Müslümanlar getirilmemiş" diyor. Ertuğrul
Düzdağ tarafından -Barbaros Hayreddin Paşa'nın hatıratı
yayımlanmış. Orada Barboros paşa; "100 bin kadar
kardeşimizi gemilerle Fas, Tunus, Cezayir'e yerleştirdim"
diyor.
Buraya getirilmemişler. Çünkü serhad boyunda adam lazım.
Fas, Tunus, Cezayir'de Müslümanların şimdiki kıyamı o
insanların nesilleri ile olmaktadır. Osmanlı müslümanları da
getirseydi daha o zamandan teslim etmiş olurduk Fas, Tunus
ve Cezayir'i. İşte bu da ince bir siyasettir. 2834[92]

92- Bir tek ümmet olarak işte bu sizin ümmetinizdîr. Bende


sizin Rabbinizim. Yalnız bana ibadet ediniz.
"İşte bu sizin ümmetiniz tek ümmettir, (bu din tek dindir)
Ve ben de sizin Rabbinizim ve ancak bana ibadet ediniz"
diyor Allah (c.c).
"Dininiz tek din; (burada sayıldığına göre) Nuh (a.s.)'dan İsa
(a.s.)'a, ondan da Hz. Muhammed (s.a.v.)'e kadar gelen
bütün Peygamberlerin dini tek dindir. Bunlar tek
ümmettirler, Adem (a.s.)'a inanan, Nuh (a.s.)'a inanan,
İbrahim (a.s.)'a inanan, İsa (a.s.)'a inanan, Peygamber
efendimize inananların hepsi bir tek ümmettir. Rabbimizde
Allah (c.c.)'dür. Öyleyse yalnız O'na ibadet etmemiz
gerekiyor. Peki imansızlar ne yapıyor;2835[93]
2834[92]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/187-191.
2835[93]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/191.
93- İşlerini aralarında parçaladılar (ayrılığa düştüler). Hepsi
bize dönecekler.
"Onlar kendi aralarında paramparça oldular, birbirlerinden
ayrıldılar." Bu dünyada ne kadar ayrıhrlarsa ayrılsınlar, ne
kadar gavurluk icad ederlerse etsinler, bunların hepsi bize
döneceklerdir" diyor Allah (c.c). Bir kısım insanlar
Peygamberler çizgisinde oluyor, bir kısmı da müslümanların
karşısına geçiyor ama kendi aralarında paramparça olu-
yorlar. Ve eninde sonunda yine Rabbimin huzuruna
dönüyorlar. 2836[94]

94- Kim Mü'min olarak salih amellerden işlerse çalışması


boşa gitmez. Biz onun için yazarız.
"Kim iyi işler yaparsa, ama mü'min olarak iyi işler yaparsa,
(dikkatimizi çekiyor.) Hani bazı insanlar iyi iş yaparlar ama
iman etmezler, Allah'a iman etmeden iyi iş yapan olur mu?
Olur.
Rabbim iman ederek iyi işler yaparsa, onun yaptıkları zayii
edilmez ve biz onları yazmaktayız" diyor.
Yani kişinin yaptığı herşey, söylediği her kelime, duyduğu
ve gördüğü herşey yazılmaktadır. Herşeyimiz kayda
geçiyor.
Allah (c.c.) onu ifade ediyor ve bunlar da hiç zayii
edilmeyecek olduğu gibi hesabınıza işlenecektir
2837[95]
buyuruyor.

95- Helak ettiğimiz ülke halkının (tevbe etmek için


dünyaya) geri dönmesi mümkün değildir.
Bu ayet-i kerimeye iki türlü mana verilebilir. "Helak
ettiğimiz şehirlerin halkının tekrar dünyaya getirilip iman
ettirilmesi yasaktır."
2836[94]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/191-192.
2837[95]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/192.
Yani kıyameti görünce "Ya Rabbi bizi döndür de Vallahi de
iman edeceğiz, billahi de iman edeceğiz, biz bir hata ettik
Ya Rabbi" diye geri döndürülmeleri olmaz. Yani son
pişmanlık fayda vermez. Ahirete vardıktan sonra Cennet,
Cehennemi gördükten sonra dünyaya gidelim, biz orada
iman edeceğiz Ya Rabbi, demelerinin faydası yok manasına
geldiği gibi.
"O helaki hak etmiş insanların imana gelmesi de haram
kılınmıştır, onlar imana gelmezler artık" manasına da gelir
ki; başka kavimlerden bahsedilirken bu vardır.
Mesela Lût (a.s.)'m kavmini helak etmek üzere melekler
geldiğinde İbrahim (a.s.) helak edilmemesi için dua ediyor.
Rabbim de: "Rabbinin emri gelmiştir. Geri çevrilmeyen
azap onlara gelecektir" diyor, tefsiri geçmişti. 2838[96]

96- Ye'cüc ve Me'cüc (sedleri) açıldığında onlar herbir


tepeden saldırırlar.
97- Gerçek va'd (kıyamet) yaklaşdı. Kafirlerin gözleri
belerip kaldığında; "Yazıklar olsun bize. biz bundan gafil
idik. Hayır biz kendimize zulmetmişiz." derler.
"Allah (c.c.) burada kıyametin alametlerinden biri olan
"Ye'cuc ve Me'cuc'un" önlerinin kapalı olan bölümünün
açılıvereceğini haber veriyor ve önleri açılıverince de her
taraftan dünya insanının üzerine saldıracaklarını, koşarak
geleceklerini ifade ediyor.
Ye'cüc ve Me'cüc kimdir? Kesinlikle bilemeyiz dedik. Kehf
suresinin tefsirinde, bir kısmı Çinlilerdir demiş, bir kısmı
Moğollardır demiş, bilemeyiz. Tefsirlerde Kehf suresinde
anlatıldığına göre; "Zü'1-karneyn (a.s.)î (bir kısmı
Peygamberdir, bir kısmı değildir diyor. Peygamber değilse
de salih insan olduğu ayetle sabittir. Yani Allah'a inanmış ve
o yolda yürüyen Allah'ın ermiş kullarından biridir, aynı
2838[96]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/192-193.
Hud 76
zamanda bir komutandır.) Güneşin doğduğu yere kadar
gittiğini ve oradaki insanlara kötülük yapan insanlar ile beri
taraftakiler arasına bir set yaptığını ifade ediyor."
Şimdi o set nerededir? O kavim kimdir? Kesinlikle belli
değil, Faraziyeler var. Onlar Türk kavmidir diyen bazı
tefsirler vardır, ama doğru demek mümkün değildir. Çünkü
Rabbim isim vermediğine göre bizde isim vermekten
kaçınıyoruz. Çin demek te doğru değildir. Çünkü Çin
denilmiyor ayet-i kerimede.
Bugün bile bir adam; bu Amerika'dır diyebilir. Çünkü daha
önce orada Berk boğazı açık değilmiş kapalıymış. Oradaki
insanlar da olabilir. Bunu da bilemeyiz.
Ama şunu biliyoruz ki kıyamete yakın zamanda sayıları
çokça olan bir milletin, dünya insanı üzerine saldıracağını,
zararlar vereceğine dair bu ayet-i kerimede açıkça ifade
ediliyor. Nasıl zarar vereceğini de bilemiyoruz.
"O kıyamet günü geldiğinde kıyamet sahneleri de
görülmeye başlayınca kafirlerin gözleri belerir" diyor Allah
(c.c).
Derler ki: "Keşke biz böyle olmasaydık, gaflet halinde
yakalandık ve biz zalimlerden olduk" diyorlar. Ansızın
gelirverdi bu. Halbuki ansızın gelmedi, aslında ta 1400 sene
evvelinden Peygamber efendimize haber verilmişti, geleceği
bildirilmiş ama insanların bir kısmı inanma-
mışlar, inanmayan insanlar ansızın onunla karşılaşıverince
"Biz ansızın yakalandık" derler ve "gözleri belerir" diyor
Allah (c.c.). 2839[97]

98- Siz ve AHah'dan başka ibadet ettikleriniz cehennem


odunudur. Sİz, o cehenneme varacaksınız.
Bu ayet-i kerimeye imansızın birisi mantıki yönden itiraz
etmiş, Kureyşlilere "Muhammed Yakalandı, ben

2839[97]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/193-195.
Muhammed'in açığını buldum" demiş. Koşmuşlar; "ne
buldun?" demişler. Demiş ki: "Ayette siz ve sizin
tapındıklarınız Cehennemin yakıtıdır" diyor. Peki buyrun
Hristiyanlar Hz. İsa'ya tapınırlar, Yahudiler de Üzeyr'e
tapınırlar. Öyleyse siz sizin tapındığınız İsa'da Cehennemin
odunudur. Öbür tarafta İsa'nın Cehennemin odunu değil,
Cennetlik olduğunu söylüyor. Bu nasıl olacak?" demiş,
müşrikler hemen Peygamberimize gelmişler.
Peygamber efendimiz de; "hemen devam eden ayet-i
kerimede: "Kendileri hakkında bizim tarafımızdan Cennet
Va'di geçen, yani onlara iyilikler verilen Cennete girecektir
diye bahsettiğimiz o Peygamberler, o insanlar, onlar
Cehennemden uzaklaştırılmışlardır" diyor Allah (c.c.)
buyurmuşlar.
Doğru, İsa (a.s.)'a bunlar tapınıyorlar ama İsa (a.s.)'m
Cennetlik olduğunu Allah (c.c.) kendisi haber veriyor ve İsa
(a.s.) da onların tapınmasından memnun değil. Siz ve sizin
taptıklarınız Cehennemdedir dediğinde ayet-i kerimede;
burada Cehennemlik olan tapılanlar, tapanların tapınmasını
isteyenlerdir. 2840[98]

99- Eğer onlar ilahlar olsaydılar, cehenneme girmezlerdi.


Hepsi cehennemde ebedidirler.
Yani şu ilah diye tapındığınız, kanunlarına uyduğunuz
insanlar ilah olsalardı cehenneme girmezlerdi. Üstelik
onların hepsi birden cehennemde ebediyyen
2841[99]
kalacaklardır.

100- Onlar için cehennemde inleme vardır. Onlar


(sevindirici birşey) işitmezler.
Orada onların iniltileri vardır. Nefes alıp vermeden doğan
bir inilti. Cehennemin alevini alıp, alevini veriyorlar.
2840[98]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/95.
2841[99]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/195-196.
Bundan dolayı çıkan iniltileri vardır. Onlar kendileri için
hoşa giden, sevinecekleri hiçbirşey de duymazlar, herkes
kendi derdindedir, başkalarının sesini duymazlar. 2842[100]

101- Bizden kendilerine iyilik geçmiş olanlar, işte onlar


cehennemden uzaklaştırılmışlardır.
102- (Cennetlikler) Cehennemin cayırtısını işitmezler. Onlar
canları nın istediği şeyler içinde ebedi kalırlar.
103- Büyük korku onları üzmez. Onları melekler: "Size
va'dolunan gününüz işte budur" diyerek karşılarlar.
"Allah'ın Cennetle müjdelediği kimselerse Cehennemden
uzaktır." O kadar ki: "O Cehennemin hışırtısından hiçbirşey
işitmezler. Onlar nefislerinin arzu ettiği herşeylerle beraber
ebedidirler orada."
"O büyük korkudan onlar üzülmezler, kıyametin dehşetli
sahneleri onlara hiçbir zarar vermez, melekler onları karşılar
ve işte size vaado-lunan budur" derler. Yani Cennet size
va'dolunmuştur, buyrun Cennete selametle girin
2843[101]
derler.

104- O gün biz gökleri kitapları dürer gibi düreriz. İlk


yaratmaya başladığımız gibi onu tekrar (mahşere)
döndürürüz. Üzerimize bir söz olarak. Muhakkak biz onu
yapacağız.
"Bir de bakmışsınız o gün gökyüzünü bir kitabı dürer gibi
düreriz." Yani o ayrı ayrı duran yıldızlar ve onların
Ötesindekiler hepsi biraraya getiriliverir. "Onları ilk
yarattığımız hale döndürürüz."
Bunu açıklarken Peygamber efendimiz (s.a.v.) "Dünyaya
çıplak olarak geldiler, çıplak olarak haşrolunacaklardır"
diyor. Hz. Aişe validemiz "Ya Rasulellah birbirlerine
bakmazlar mı?, yani utanmazlar mı?" diye sormuş,
2842[100]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/196.
2843[101]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/196-197.
Efendimiz demiş ki: "Herkes kendi derdine düştüğünden
kimse etrafını göremez." 2844[102]

105- Muhakkak, zikir (Tevrat) den sonra Zebur'da da:


"Yeryüzüne salih kullarım varis olacaktır" diye yazdık.
Yani yeryüzünün yönetimi salih kullara aittir. Kafirlerin
yönetimi idaresi geçicidir. Bunun içindir ki Hz. Adem
(a.s.)'dan bugüne kadar çoğunlukla yeryüzü yönetiminde
Müslümanlar söz sahibi olmuşlardır.
Son 1400 senelik dönemde de yine efendimizden butarafa
Emevisi, Abbasi'si ve Osmanh'sıyla dünya yönetiminde
çoğunlukla Müslümanlar söz sahibi olmuştur.
Yönetimdekiler salih kullar değilse, onlar varis değil
işgalcidir. Peygamberlerin çizgisinden gitmeyen insanlar
varis olamazlar. Ve onlar salih de olamazlar. 2845[103]

106- Şüphesiz bunda ibadet eden kavim için yeterli nasihat


vardır. Yani abidlere, "salih olun" demektedir Rabbimiz.
Yalnız abidlik için emredilenleri yapıp, nehyedilenlerden
kaçmak yetmiyor, bir de; müslüman etrafa müdahaleci
olacak, dünyanın dengesinde bozulan yerleri düzeltecek,
havasında, suyunda, insanların yönetiminde ne bozulmuşsa
ona müdahale edecek, İslah edecek diyor Allah (cc). 2846[104]

107- Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.


Bu ayet-i kerimede Allah (cc.) Peygamber efendimizin
bütün alemlere rahmet olarak gönderildiğini haber veriyor.
Yaratılmışların tamamına "Alem" diyoruz. Cennet-
Cehennem, yeryüzü, gökyüzü, denizi, yıldızı hepsi alemdir.
Yani Peygamber efindimiz yalnız insanlara değil, bütün
alemlere rahmettir. Yere, göğe, hayvanata ve insanlara

2844[102]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/197.
2845[103]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/198.
2846[104]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/198.
hepsine rahmettir.
Rahmet yağarken gül ile diken, bülbül ile akrep arasında
ayrım yapmadığı gibi, Rahmet Peygamberi de insanlar
arasında ayırım yapmadan, onlar cehennemde yanmasın
diye gece gündüz çalışmış.
Günümüz müslümanları da rahmet ümmeti olmalı, kafirlere
acımalı ve cehenneme doğru giden yolun önüne geçip
engellemeli. Nasılki kendini yakmak için üzerine benzin
döken insanı görünce, hemen harekete geçip onu
engellemeye çalışırız. İşte kafirlerde, kendini cehenneme
atmak için koşan insanlar gibidirler. Mü'minler bunların
önüne geçmeli, yalvarmalı ve yanmaları engellenmeli.
Güneş gibi, pislikleri kurutan, gül gibi güzellikleri saçan, su
gibi yanmış topraklara can katan rahmet ümmeti
olmalıyız. 2847[105]

108- Deki: "İlahınız ancak bir tek Halıdır diye ancak bana
vahyolu-nuyor. Siz müslüman olacakmisıniz?"
109- Eğer yüz çevirirlerse hemen söyle: "Ben size (ayırım
yapmadan) eşit olarak bildirdim. Size va'dolunan (kıyamet)
yakın mı, uzak mı? bende bilmiyorum.
İlamı tebliğ ederken, zengin - fakir, genç - ihtiyar, amir -
memur, kadın - erkek ayırımı yapmadan,tebliğ yapıldığı
gibi, ayetler insanlara sunulurken de, eğip bükmeden
sunulmalı ve adamına göre kelimeler tahrif edilmemeli.
Kıyametin ne zaman olacağını efendimiz bilmediğine göre
Allah'tan başka kimse bilemez. 2848[106]

110- Şüphesiz O, sizdeki açık olanı da bilir, gizlediğinizi de


bilir.
111- Bilemem, belki de (cezanın geciktirilmesi) bir
imtihandır. Ve bir zamana kadar faydalandırmadın
2847[105]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/199.
2848[106]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/199-200.
"O açıktan söylediğiniz sözü de, gizli tuttuğunuzu da
bilmektedir" diyor. "Size belirli makam mevki veriyorsa,
size mal mülk veriyrosa; Bilmem? Belki de size bir
imtihandır bu! Azabınızı artırmak içindir bu! Belirli bir
zamana kadar nimet vermesidir Allah (c.c.)'ün, mühlet ver-
mesidir ve ondan sonra bütün bu verdiği imkanlardan dolayı
da sizi hesaba çekecektir. Zulüm ile ayakta durup saltanat
sürenler kendi elleriyle ateşlerini toplayanlardır.2849[107]

112- (Allah'ın Rasulü) dedi: "Rabbim, hak ile hükmet.


Rabbimiz Rahman'dir. Sizin söylediklerinize karşı
kendisinden yardım isteyendir.
Peygamberimiz (s.a.v.) "Ya Rabbi! Hak ile hükmet. Sizin
bütün bu yaptıklarınız, söyledikleriniz karşısında,
kendisinden yardım talebedilecek olan, bizim Rabbimiz,
Rahman olan Allah'tır." Allah (c.c.) bu ayet-i kerimeyi
Peygamber efendimiz (s.a.v.)'in dilinden söyleyivermiş.
"Rabbimiz, bizimle kavmimiz arasını hak ile aç" şeklinde de
başka bir Peygamberin duası vardır. (A'raf)
Böylece Enbiya suresini bitirmiş olduk. Allah(cc), bize bu
sureyi de anlayıp, amel etmeyi nasip etsin amin. 2850[108]

2849[107]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/200.
2850[108]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/201.
HACC SURESİ

"Hacc" sûresi; 78 âyettir. Müfessirlerin çoğunluğuna göre;


bu surenin ayetlerinin çoğunluğu Medine'de nazil olmuş, bir
kısmı da Mekke'de nazil olmuştur. Böyle bir durumda
âyetlerin çoğunluğu nerede nazil olmuşsa, sûre ona göre
Mekkî veya Medenî sûre diye nitelendirilir. Hacc sûresi de
üçte ikisi Medine'de nazil olduğu için "Medenî" diye
nitelendirilmiştir. 2851[1]

1- Ey insanlar,! Rabbinizden sakının, çünkü kıyamet


gününün zelzelesi büyük bir şeydir.
Ayetteki bu "Ey insanlar" sözü ile Arap, Acem, Türk, Kürd,
Laz, Çerkez, Amerika'h, Rusya'h veya Japonya'lı ayırımı
yapmadan hepsine birden hitab ediyor. Hz. Peygamber
(s.a.v.)'de bir hadisinde; "Ben, bütün insanlara gönderildim.
Beyazına da siyahına da kırmızısına da..."
2852[2]
buyurmaktadır. Yine bir âyette de; "Biz seni bütün
insanlara Peygamber olarak gönderdik" buyruluyor. 2853[3]
Günümüzde, dünyanın neresinde bir anarşi varsa, kökeninde
ilk olarak bilgisizlik yatar, ikincisi de iman zayıflamasıyla
ortaya çıkan ırk unsurudur. Güney Afrikadaki,
Filipinlerdeki.....gibi dünyanın neresinde
bir anarşi ve huzursuzluk varsa temelinde bu mevcuttur.
Bunu, bu unsuru ortadan kaldıran yegane ilaç İslâm'dır.
Bu çerçeveden bakarsak İnsanların muhtaç olduğu sözlerden
biri de; "Ey insanlar" sözüdür, Eğer; Ey Türkler! Ey
Kürtler! Ey Çerkez ve Lazlar!" şeklinde olsa ayrılığa sebep
olur. Bu ayrılık ta huzursuzluk getirir.
Rabbinizden sakınınız, Rabbînizden korkunuz. Daha önceki
âyetlerde geçtiği gibi; "ittika" "vekâye" kökünden

2851[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/203.
2852[2]
Müslim, Mesacid 3
2853[3]
Enbiya 107
gelmektedir. Takva, îman'ın en üst mertebesidir. Kişinin,
Kur'ân'ın bir hukuk kitabı olduğuna, bütün hukuk
kurallarının Kur'ân'dan alınması gerektiğine inanması ve
devletine karşı olan görevlerini de yerine getirmesi onun iyi
bir Müslüman olduğunun alâmetidir.
Muttaki Müslüman ise; bunun da ötesinde, Müslüman
devletine karşı, görevlerini yerine getirmesinin ötesinde,
devletinin ayakta durması için de gece gündüz çalışan, onun
bekası için gayret göster.
Bilinki; o Kıyâmet'in zelzelesi çok büyük, çok dehşetli
birşeydır. Yani üzerinde durduğunuz, yaşadığınız, yeşillik
ve diğer ni'metlerinden yararlandığınız, bahçeler kurup evler
yaptığınız, sularından içtiğiniz dünya, birgün gelir sarhoşun
sallandığı gibi sallanır, her taraf titrer, yer yerinden oynar,
yıldızlar dökülür, güneş dürülür ve ayağınızın altındaki en
değerli evleriniz bahçeleriniz kaydırılıverir. Bunların birgün
sonu gelir. Sonu gelenlerden korkmayın, sonu gelmeyen
Allah (cc)'den korkunuz. 2854[4]

2- O gün emziren her kadının emzirdiğini unutur, her hamile


kadın yükünü bırakırken görürsün. Onlar sarhoş olmadıkları
halde insanları sarhoş görürsün. Ancak Allah'ın azabı çok
şiddetlidir.
İkinci âyette; Allah (ce), o dehşetli günün dehşetini bir misal
ile anlatıyor; "O günde sen görürsün, çocuğunu kucağına
alıp emzirmekte olan kadın, o dehşetli anda yavrusunu
bırakır kendi başının derdine düşer." Âyette ifade edilmek
istenen şey şudur: Yeryüzünde insanoğlunun ençok
bağlandığı, kalbî bağ ile sadâkat gösterdiği şey, annenin süt
çağındaki çocuğudur. Annenin çocuğuna göstermiş olduğu
bağlılık ve sadâkatin üstünde başka bağlılık ve sadâkat
yoktur. İşte bu bağlılık ve sadâkat bile o Kıyâmet'in dehşeti

2854[4]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/203-204.
anında ayrılığa dönüşür ve anne yavrusunu terk edip kendi
derdine düşer. O Kıyamet gününün acısı, annenin çocuğuna
duyduğu acıdan daha üstündür.
"O Kıyâmet'in dehşetinden hamile kadın çocuğunu düşürür.
İnsanları da sarhoş bir halde görürsün. Oysa onlar sarhoş
değildir." Günümüzde de bazı kadınlar çok şiddetli bir
korku Veya acıdan dolayı hamileliği sona eriyor. Bu
Kıyâmet'in şiddeti o kadarki, aynı şekilde o günde de gebe
olan kadınlar hamlini bırakır. Kafirlerde ellerindeki im-
kanların gitmesi, evinin, bahçesinin, işyerinin, ticaretinin
mahvolması, tarumar olması, ve hak ve hakikatin ortaya
çıkıp hüsranda olduğunu anlamasının acısı ile kendisi sarhoş
halde olacak ama, o hakikaten sarhoş değildir.
Fakat Mü'minler böyle olmayacaktır. Allah (cc) Mü'minlere
bir çiçek kokusu verirki, o çiçek kokusu ile beraber bir
mutluluk içinde bayılıp ölecekler, böylelikle de Kıyâmet'in
dehşetini görmeyecekler.
İşte bunlar birer dehşetli sahnelerdir. "Fakat, Allah'ın azabı
daha şiddetlidir." Yani, dağların insanın üzerine göçmesi,
denizlerin ateş alması ki; Tekvîr Sûresi'nde; "Denizler
yangına verildiğinde" diye ifade ediliyor. İşte bunlar acıklı
sahnelerdir ama ahiret azabının yanında cılız kalır. 2855[5]

3- İnsanlardan bir kısmı ilimsiz olarak Allah hakkında


tartışır ve hayırsız her şeytana uyar.
İnsanlardan bir kısmı, ilimsiz olarak bilgisizce Allah(cc)
hakkında mücadele eder. Allah'a iftira eder. Varlığını kabul
eder fakat sıfatlarından bazısını veya birini kabul etmez.
Varlığını kabul eder, hâkimiyetini veya Onun gönderdiği
Peygamberi kabul etmez. İşte bunları bilgisizce yaparlar. Bu
konuda herhangi bir araştırma veya çalışma yapmamışlardır.
İşte bunlar bunu, Allah'ın çizgisinden çıkmış şeytana tâbi

2855[5]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/205-206.
olduklarından dolayı böyle yaparlar. "Merid" şeytanın
sıfatıdır. İsyan eden, karşı koyan, hiç bir hayır bulunmayan
anlamındadır. Şeytan da işe, Rabbine karşı isyan ile
başlamıştır. 2856[6]

4- Şeytanın üzerine: "Kim onu dost edinip uyarsa şüphesiz


onu sapıtır ve onu alevli azaba götürür" yazıldı.
Şeytana tâbi olan hakkında şöyle bir hüküm verilmiştir:
"Kim şeytanı dost ve yönetici, kılavuz edinirse, muhakkak
şeytan onu sapıtır. Ve Allah'ın yakmış olduğu o Cehennem
ateşine onu götürür. Şeytanı kendisine dost edinen, onun
vesvesesine uyan, Allah'ın emir ve yasaklarına tâbi olmayan
kişiyi, şeytan sapıtır ve ona yanmış Cehenneme kadar
kılavuzluk yapar. Karga'yı kılavuz edinenin burnu pislikten
kurtulmadığı gibi, şeytanı kılavuz edinenin de varacağı yer
cehennemdir. 2857[7]

5- Ey insanlar eğer öldükten sonra dirilişden şüphede iseniz,


şüphesiz biz sizi topraktan yarattık. Sonra nutfc (meni) den,
sonra alaka (rahme yapışan) dan, sonra yaratılışı belirsiz bir
çiğnem et parçasından yarattık ki, sizcfoldükten sonra sizi
tekrar diriltmeye gücümüzün yettiğini) açıklayalım. Belirli
bir süreye kadar dilediğimizi rahimlerde durduruyoruz.
Sonra sizi çocuk olarak çıkarıyoruz. Sonra gücünüze eriş-
meniz için (büyütüyoruz). Sizden bir kısmı (erken) Ölür, bir
kısmınız bilirken bilmez hale gelmesi için ömrün en reziline
döndürülür. Yeryüzünü ölmüş görürsün. Onun üzerine su
indirdiğimizde hemen harekete geçer, kabarir ve her güzel
çiftten bitirir.
Ey insanlar! Eğer ahirette tekrar diriliş konusunda şüphede
iseniz, yani ahiret var mı, yok mu? diye bir şüphe içinde
iseniz, bu insanlar tekrar nasıl diriltilecek? diye şüphe içinde
2856[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/206.
2857[7]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/206-207.
iseniz, Ahirette olacakların birçoğunu, bir benzerini, Allah
bu dünyada vermekte, bize anlatmaktadır.
"Yakın zamanda ölenlerin kemiklerini görüyoruz. Ama
Bundan bin yıl önce ölmüş veya beş bin yıl önce ölmüş,
kemikleri de kalmamış toprak olmuş kişilerin ise çok azının
kalıntılarına rastlayabiliyoruz. Hemen hemen çoğunluğun
hiç izi yok Allah bunları nasıl diriltecek.?" Sakın ha..!,
böyle demeyin.
Eğer böyle diyorsanız kafir olursunuz. Allah (cc) bizi zaten
topraktan yarattı. Hz. Adem (as)'i topraktan yarattığı gibi,
bu topraktan yaratma olayına biz insanlar da dahiliz. Yani
ana rahminden ençok 4-5 kilogram olarak dünyaya gelen
insan, 70-80-90-100 K.grama ulaşıncaya kadar, yine
topraktan yaratılmış çeşitli yiyecekleri tüketiyor.
Ayrıca ana rahmindeki yumurta, baba sulbündeki meni de
birer kandır. Ana ile babanın kanı; yediği gıda
maddelerinden, bütün gıda maddeleri de; topraktan,
domatesinden, elmasına, ekmeğinden, makarnasına,
şekerinden, sütüne, etinden, yumurtasına varıncaya kadar
her-şey topraktan yaratılmaktadır.
Topraktan yetişen otları yiyen bir koyunun için de aynı otlar
bir taraftan yün, diğer taraftan et, öbür taraftan süt başka bir
yönü ile de gübre olarak dışarı çıkıyor.
Dünyanın en pahalı fabrikasını kursalar bu işlemleri yapan
süt üreten bir aleti yapmaları çok zordur. Yapsalar bile,
nebatî yağlardan elde edilen margarinler gibi sun'i süt elde
ederler. .O da halis tere yağının yanında margarin yağı
nasılsa, saf halis süt yanında öyle olur.
Moda olduğu için ilk çıktığında belki pahalı olabilir.
Nayîon'dan yapılan sentetik gömlekler ilk çıktığında aynı
şekilde hayli pahalıydı ve ancak zenginler alabiliyordu.
Ama bugün kimsenin itibar ettiği yok.
"Ahirete inanıyorsanız sizi topraktan yarattık. Bu dünyada
yukarıda izah edildiği gibi siz bunu görüyorsunuz. Sonra
sizi meni'den yarattık, sonra o meni'yi ana rahmindeki
yumurta ile döllendirdikten sonra rahim duvarına yapışan
"alaka"dan, o alaka denilen kan pıhtısını da et parçası gibi
olan "muzga"dan ki tamamen kan değil, kemik te yok, et
parçası halinde olan muzga'dan tamamen şekillenmiş veya
çocuk haline dönüşemeden şekillenemeden düşmüş olarak."
Bu âyetle Allah (cc), insanın baba sulbünden başlayan, ana
rahminden geçen merhaleyi gözler önüne seriyor ve bu
sûrede geçen dönem ve değişiklikleri izah ediyor. Ahireti
inkâr edenlere, ölümden sonra dirilmeyi inkâr edenlere, "Siz
şöyle bir kendi yaratılışınıza bakınız. Sizi topraktan meni
haline, baba sulbünde daha sonra gözle zor gözüken o
meni'nin spermleri ki ana rahminde yumurta ile döllendirip
alak'a, alak'a halinden et parçası denilen muzga, sonra bu
muzga'ya kemik te vermek suretiyle şekillenmiş bir
biçimde, şekillenmiş bir durumda sizi annelerinizin
karnından belirli bir vakite kadar durduktan sonra çocuk
olarak çıkarıyoruz. İşte bu halinize baksanız ahirete iman
edeceksiniz," buyurarak kudretini açıklıyor.
İşte dilediklerimizi biz böylece rahimlerde karar kıldırırız.
Bazıları kaderi ve haşr'i (yeniden dirilmeyi) inkâr edenler
şöyle bir misal veriyorlar: Diyelimki; bir adam denizde
boğulsa, onu da balina yese, daha sonra da bu balinayı
(balıkları) tutup fabrikada konserve yapsalar, konserve
yense, bu konserveyi de Japonya'daki adamdan,
Amerika'daki adama, Afrika'daki adamdan, Rusya'daki
adama varıncaya kadar çeşitli millet ve dine mensub
insanlar yese, Allah bu adamı nasıl toplar da tekrar diriltir?
şeklinde...
Aslında bu biraz düşünülürse cevabı da soru içinde; zira
soru insanın dağılışını anlatıyor. Ama onun toplanması da
dağılması gibi değil mi? Konya'dan gelen buğday,
Erzurum'dan gelen peynir, Gemlik'ten gelen zeytin,
Adapazarı'ndan gelen şekerle Afrika'dan gelen lodos rüz-
garı, Kafkaslar'dan gelen poyraz ile insan 3-5 kilodan 70-
80-90 K.grama ulaşıyor. Hiç yoktan bu hale gelen, tekrar
niye bir daha meydana gelmesin?
Dilediklerimizi rahimlerde belirli bir zamana kadar karar
kıldırır yerleştiririz. Alimlerimize göre; (bu beklemenin) en
azı 6 aydır, yıl'dır. Normal olanı da 9 ay 10 gündür.
Sonrası, sizi çocuk olarak çıkarır. Sizi bedenen ve zihnen,
aklen kuvvetli olacağınız vakte eriştirir. Sonra Allah (cc)
sizden bir kısmınızı öldürür bir kısmınızı da en son ömrüne
kadar uzatır.
Ezeli hayat denilen, hayatın en düşkün bir zamanına kadar
yaşatır, bilirken bilmez hale getirmek, tutarken tutamaz hale
getirmek, görürken, duyarken, duyamaz, göremez hale
getirmek için...
Kısacası insanı çocuk iken öldüren, genç iken öldüren,
ihtiyarken öldüren, kimisine kısa ömür, kimisine de uzun
ömür veren O'dur. Bazı insanlar bedenî kuvvetini kaybettiği
halde aklî kuvvetini kaybetmiyor, ama genelde çoğunluğu
bu aklî kuvvetini de bedenî kuvveti ile kaybediyor.
Âyeti kerime, bedenine hâkim olduğunu iddia eden
inkarcıya; madem bedenine-kendine hâkimsin, gençlik
halini kaybettirme, saçını ağarttırma, aklını yerinde tut,
tutabilirsen, demeli...... Belki gençler için
bunlar pek birşey ifade etmez ama onların da yaşlı
babalarına dedelerine bakması gerekir. Bu memlekette öyle
insanlar geldi geçtiki, kâfirlik için yapılması gereken herşeyi
yaptılar. Ama birgün oldu elleri ayakları tutmaz oldu.
Akıllan çalışmaz hale geldi.
İstiklâl Mahkemesi cellatlarından birini anlattılar;
Zamanında binlerce Müslüman'a eziyet ettirmiş, onları inim
inim inletmiş. Allah (cc) onun aklını alınca; "altındaki
pisliğini yiyordu" derler. İşte O Allah; insanı bildiğini
bilmez hale getirir. Hareket eden vücudunu hareket etmez
hale getirir. Bu, kâfirlerde olduğu gibi Mü'minler'de de
görülebilir. Mü'min için bu, Sevabının çok olması ve bazı
küçük günahlarının af edilmesi için bir rahmettir. Kâfire de
bunun tam tersi, hem bu dünyada azabının artması, hem de
ahirette günahının çok olması içindir.
"Ve sen, yeryüzünün, kupkuru çorak haline geldiğini
görürsün." Yeryüzü sonbaharın gelmesiyle kupkuru hale
gelir. Otlar solar, ağaçların yapraklan dökülür, göçmen
kuşlar da gider. İşte inanmayan insan, yeryüzünün tekrar
eski haline gelemiyeceğini zanneder veya bu eski durumuna
gelmesinin çok zor olacağını sanır....
"Biz, o yeryüzüne suyu indirdiğimizde, o kıpırdanır ve her
çeşit nebatat oradan biter." En güzel parlaklığıyla işte bu
yeniden dirilmenin bu dünyadaki örneğidir.
Allah(cc), bu dünyada Ölmüş topraklara yağmurla hayat
verdiği, toprağa düşmüş çekirdekleri yeşerttiği gibi, insan
oğlunu da toprağa düşdükten sonra ahirette tekrar
diriltecektir. 2858[8]

6- İşte bu (meniden insanın yaratılışı, ölü toprağın diriltilişi)


Allah'ın hak olmasından, ölüleri diriltmesinden ve herşeye
gücünün yetmesindendir.
Hakk olan Allah'dır. Doğru söz Allah'a aittir. Allah(cc);
"Ahiret vardır" diyorsa doğru olan odur. O Allah, ölüleri
diriltir ve O herşeye gücü yetendir.2859[9]

7- Kıyamet muhakkak gelecektir ve onda hiç şüphe yoktur.


Allah muhakkak kabirdeküeri diriltir.
Kabirlerde olandan maksat, "ölen her canlı" anlamındadır.
"Denizde boğularak ölen veya yanarak Ölen adamın kabri
yoktur, Onlar d iri İmi ye çektir" gibi bir yanlış anlama
sözkonusu olabilir. Bu yanlıştır. Her canlı nerede ölürse
ölsün nasıl ölürse ölsün mutlaka kabir hayatı dediğimiz
2858[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/207-211.
2859[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/211-212.
"Berzah hayatını" yaşayacak, kabri "Ya Cennet bahçelerin-
den bir bahçe veya Cehennem çukurlarından bir çukur"
olacaktır.
Ayrıca boğulsa da, yansa da yırtıcı hayvan parçalasa veya
yatağında ölse, bunların hepsi Allah'ın mülkü olduğundan
Allah'ın mülkünden çıkıp gitmesi de mümkün olmadığından
dolayı kabir hayatı ve ondan sonra dirilme mutlak surette
vardır. 2860[10]

8- İnsanlardan bir kısmı ilimsiz, kılavuzsuz ve aydınlatıcı


bir kitabı olmadan Allah hakkında tartışır.
İnsanlardan bir kısmı; bilgisizce veyahut ellerinde
dayandıkları hiç bir delil olmamaksızm, hiç bir kitabı
(vahiy) olmamaksızın Allah hakkında mücadele ederler.
Sadece "Allah'a inanmam" demekle yetinirler.
İmansızlar bu dünyanın en akılsız kişileridir. Sultanahmet
meydanının delileri bunlardan bin kat daha iyidir. Yarın
Kıyâmet'te onlar (deliler) ilahî emir ve yasaklarla mükellef
olmadıkları için kurtulacak ama kâfirler asla
2861[11]
kurtulamayacaktır.

9- Allah yolundan sapıtmak için yan çizerek (tartışır). Onun


için dünyada rüsvaylık vardır, kıyamet gününde de ona
yangın azabını tattırırız.
Allah'ın yolundan insanları sapıtmak için İslâm'dan yan
çizerler ve Müslümanlara karşı kibir ve azamet içinde
olurlar. Allah'ın ve Peygamberin anlatıldığı bir toplumda
cemiyette burunlarını yukarı kaldırır ve o halkaya, derse
katılmamayı tavsiye ederler.
Onlar için bu dünyada rezil olma, rüsvay olma vardır. Bu
dünyada Firavun, Nemrut, Ebu Cehil gibi insanların rezil

2860[10]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/212.
Tirmizi Kıyamet hah 28, hadis 2462
2861[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/212-213.
olması görüldü. Yine günümüzdeki büyük kâfirler için de
aynı şekilde rezil olma zillete düşme görülmektedir.
"Ve Kıyamet gününde en yakıcı azabı ona tattıracağız."
Yıllarca Afganistan'da Mü'minlere zulm eden Gorbaçov'un
bugün oturacak yeri yok. Allah(cc), bu dünyada iken
insanları Allah'ın yolundan alıkoyanları rezil ve rüsvay
ediyor. Ahirette de büyük bir azâb ile azâblandıracak. 2862[12]

10- İşte bu, senin ellerinle yaptıkların sebebiyledir. Allah


kullarına zulmedici değildir.
9. âyette Allah (cc), insanları Allah yolundan alıkoyanları
bu dünyada rezil ve rüsvay edeceğini ahirette de acıklı bir
azâbla azâblandıracağını belirtiyor. Buna göre Allah(cc),
hâşâ ve kellâ zalim midir? Hayır. 10. âyet ile de bu konuya
açıklık getiriyor.
"Allah(cc) kullarına kesinlikle zulmetmez. Bu senin başına
gelenler kendi ellerinle yaptıklarından dolayıdır." Yani sen
kendi elinle yaptığının karşılığını buluyorsun. Yunus'un da
şiirlerinde bu âyetin ifade etmek istediği husus;
"Kişi kendi ateşini bu dünyadan götürür" şeklindedir.
Nisa sûresinde (ayet 10) "Yetim malını yiyenler karınlarına
ateş doldururlar." buyruluyor. Yani kişi yetimin malını bu
dünyada yiyorsa, o ahiretteki ateşini yiyor demektir.
Böylece kişi ateşini bu dünyadan götürür.
İyilik yaparken en güzel iyiliği yapmalı, birşeyi sadaka
olarak verirken de en güzelini vermelidir. Ali îmran (ayet
92) sûresinde ifade edildiği gibi "En sevdiğiniz şeyleri infak
etmedikçe, dağıtmadıkça takvaya erişemezsiniz"
2863[13]
buyuruyor.

11- insanlardan bir kısmı da bir tarafından (çıkarı olduğu


şeylerde) Allah'a ibadet eder. Eğer ona bir hayır isabet
2862[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/213.
2863[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/214.
ederse rahatlar, eğer ona bir fitne isabet ederse yüzü üzerine
dönüverir. O dünyayıda, ahiretide kaybetmiştir. İşte apaçık
zararda budur.
Ayet 1400 yıl önce nazil oldu ama sanki günümüzdeki
insanı da tarif etmektedir. Dine girmek bir menfaat temin
edecekse dine giriyor, dini cemaatlerin içinde bulunuyor.
Derken hür maddî zarar gördüğü zaman da yan çiziyor.
Siyasi partilerin hangisi iktidarda ise onunla haşir neşir olur.
O iktidardan indiği zamanda öbürünün yanına yaklaşır
o'ndan menfaatlenmeye başlar. Merhum Mehmet Akif
Ersoy, "Ben eskiden iki yüzlüleri sevmezdim, artık iki
yüzlüleri sevmeye başladım, demiş. Sebebini sorduklarında,
"Eskilerin iki yüzü vardı, şimdikilerin ise iki bin tane yüzü
var" cevabını verir.
Bu âyet, dine kalbî bir inançla değil de kendisine dünyevî
bir fayda sağlayacağı ümidi ile bağlananları kınamakta O,
dünyada da, ahirette de ziyana uğramıştır. İşte bu, apaçık
ziyanın ta kendisidir.
Nitekim tefsirlerde nakledildiğine göre bu âyet, bir kısım
bedeviler hakkında nazil olmuştur ki, bunlar Medine'ye
hicret etmişlerdi, içlerinden biri; bedeni sıhhatli, atları da
güzel iken ve karısı sağlıklı çocuklar doğurunca malı mülkü
arttığı zaman; "Ne iyi ettim şu dine girmekle" der
sevinirmiş. Durumu tersine dönüp bir ziyana uğradığında
da; "Başıma bir yığın kötülük geldi" dermiş.
Bugüne kadar tecrübelerimin bana verdiği şey şudur: Öyle
arkadaşlarım olmuştur ki ömr-ü hayatının hiç bir devresinde
taviz vermemiştir. Hak bildiği şey için sonuna kadar
mücadelesini vermiştir. Buna karşılık da her yerde itibar
görmüş, dostu tarafından sevilmiş düşmanı da takdir
etmiştir.
Bir ilçe de; müftümüze, kaymakam: "Bak..! ben kominist
bir kaymakamım, sen de iyi bir müftüsün; sen benim bu
makamdan uzaklaştırılmam için çalış, ben de senin
sürülmen için çalışacağım. Bir şehirde iki tane horoz olmaz"
der. Ama müftü, bir güneş gibi etrafını aydınlatır.
Kaza'da mahkemeler durur, kız kaçıran müftüye, adam
yaralayan müftüye, miras anlaşmazlığı olan müftüye
müracaat eder. Sonunda kaymakamın dediği olur ve
müftüyü oradaki görevinden alırlar. Ama çalışkan olan
Müslüman, nereye giderse gitsin durmaz çalışır... Ayçiçeği
gibi güneş ne tarafa giderse o tarafa yönelen dönek
değildir. 2864[14]

12- Allah'dan başka kendine fayda ve zarar vermeyecek


şeylere çağırır. İşte en uzak sapmada budur.
Allah'tan başkasına yalvarır ki ona ne faydası vardır ne de
zararı vardır. İşte Allah'tan en uzak sapıklık ta budur. 2865[15]

13- Zararı faydasından daha yakın olana çağırır. O ne kötü


bir dost, ne kötü bir arkadaştır.
O, zararı faydasından daha yakın olan bir varlığa dua eder,
yani iki yüzlü münafık tipli insanlar belirli çevrelere
yaranmak için yaltaklanırlar. Bunun faydası vardır, bu
yaltaklanmanın maddî menfaati celbetme faydası vardır.
Fakat zararı faydasından daha çoktur. O, kişinin dua ettiği
yalvardığı kişiler ne kötü bir dost ve ne kötü
yardımcılardır. 2866[16]

14- Şüphe yokki Allah, iman edip, ameli salih işleyenleri


altından ırmaklar akan cennetlere kor. Şüphesiz Allah
dilediğini yapar.
İman edip sâlih amel işleyenleri altından ırmaklar akan
Cennetlere koyar. İman yeterli değil, imanın hemen
arkasından sâlih amel de olması gerekir.

2864[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/214-216.
2865[15]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/216.
2866[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/216.
"Ameli sâlih"; iki yüzlülük değil, tek yüzlü olmaktır. İslâm'a
yan çizmek değil, Ona gönül vermektir. Onun emir ve
yasaklarını hayata geçirmektir. İşte, Allah(cc) dilediğini
yapar. Mü'minlerin mükâfatlan-dırümasi kâfir ve
münafıkların cezalandırılmasını irade etti mi bunları yapar,
yaparken de O'nu hiçbir güç ve kudret aciz bırakamaz. 2867[17]

15- Kim ona (Allah'ın kuluna) dünyada ve ahirette yardım


etmeyeceğini zann ediyorsa, hemen gökyüzüne bir sebeb
uzatsın, sonra kessin. Baksın kurduğu tuzak kinini
giderecekmi.
Bu âyet hakkında tefsirciler hayli uzun görüşler ortaya
atmışlar. Türkçe'de" olduğu gibi Arapça'da da zamir vardır.
Bu zamirler, ismin yerini tutan kelimelerdir. Bir şahısdan
veya bir olaydan bahsederken ismi- bir yerde veya birkaç
yerde söylenir, daha sonra da onun yerini tutan zamir tekrar
edilir. Devamlı ismi tekrar etmek kulağa hoş gelmez ve
muhatab üzerinde de iyi bir etki bırakmaz.
İşte bu âyette geçen "Hû" zamiri üzerinde de tefsirciler hayli
görüşler ortaya atmışlar; Bir kısmı "yensura hû" daki "hû"
zamirinden maksat, Hz. Peygamber'dir. Bir kısmı da;
okuyan herkes, yani Kur'ân'ı okuyan her Mü'mindir diyorlar.
O zaman mana şöyle olur: Kim; "Allah ona bu dünyada da
ahirette de yardım etmez" zannediyorsa, o zaman; eline bir
ip alıp kendini assın, işini bitirsin anlamında...
Veya "kim, Allah Peygamberi'ne yardım etmez", yani bu
âyette geçen "o" zamirinin Hz. Peygamber'e işaret
ettiğinden hareketle Peygamberi'ne yardım etmez, bilgisi
zannı içinde ise; "bir merdivenle göğe çıksın da
Peygamber'e gelen vahyi kessin." (Bunu yapamayacağına
göre şimdi baksın bakalım hilesi öfke duyduğu şeyi, yani
Allah'ın Peygamber'e olan yardımını engelleyebiliyor mu?"

2867[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/216-217.
Ki Allah Nebi'sine yardım etmiş, Mekke'de tek bir kişi
olarak İslâm'ı yaymaya başlamış, 23 yıl gibi kısa bir
zamanda Arap yarımadası İslâm'ın hâkimiyetine girmiş.
"Yensurahû" kelimesindeki zamir: Hz. Peygamber'e işaret
etmiş bile olsa, O bugün artık Peygamberin şahsında O'nuıı
yolunda giden, O'nun sünnetine sarılan Müslüman'dır.
Müslümanlar Hz. Peygamber'in sünnetine uydukları
müddetçe Allah'ın yardım ve nusreti de Mü'minlere
gelecektir. Bazı Müslümanlar; "İslâm için çalışıyoruz da bu
yolda bir arpa boyu mesafe kat edemiyoruz" diyorlar. O
zaman metodlannın Allah Rasülü'nün me-tod ve sistemine
uygun olup olmadığına bakmaları gerekir.
O'nun devlet adamlarına gönderdiği mektuplardaki
ifadelerden tutun da, insanlara İslâm'ı anlatmadaki metod ve
tekniklerini savaşlarda ve barış zamanlarında izlediği
sistemi iyi incelemek gerekecektir. Yoksa İslâmi olmayan
yol ve metodlarJa İslâm için başarıya ulaşmak mümkün
değildir. 2868[18]

16- İşte biz onu açık ayetler olarak indirdik. Şüphesiz Allah
dilediğini hidayete erdirir.
17- İman edenler, Yahudiler, Sabiiler, Nesara, Mecusiler ve
(Allah'a) ortak koşanlar, şüphesiz Allah kıyamet günü
onların arasını ayıracak. Şüphesiz Allah herşeye şahiddir.
Bu âyetin benzeri iki âyetin tefsin daha önceden geçti. Biri
Bakara Sûresinin 62. âyetinde diğeri de Maide suresinin 69.
âyetinde.. Hatta bu konu ile ilgili olarak başlı başına bir
kitap bile yazıldı.
Bir kısım insanlar; Müslüman, Hıristiyan, Yahudi ayrımı
yoktur iyi kalbli herkes Cennete gidecektir" şeklinde fikir de
beyan ettiler.
Fransızlar Cezayir'i işgal edince oradaki Müslümanlar

2868[18]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/217-218.
yıllarca Fransıza boyun eğmedi. Ülkeleri işgal edildi ama
"Allah kâfirlere, Mü'rninlerin yüreğine, kalbine gidecek
yolu vermeyecektir." Ayetinde ifade edildiği gibi- kalblerini
işgal edemediler.
Mü'minler, imanlarından dolayı kâfirlere asla boyun
eğmeyince, müsteşriklerine "Analiz Kur'ân" diye bir broşür
hazırlatıp o broşüre, bu âyetlerin manasını tahrip ederek,
Tefsirini yönlendirerek: Bakın kutsal kitabınız Kur'ân'da
Bakara Sûresi'nde, Allah (cc); "iman edenler, Yahudiler,
Hıristiyanlar, yıldıza tapanlar için büyük mükâfaatlar vardır.
Rableri katında.... "buyruluyor şeklinde yorumlayarak,
kendilerinin de, "İyi insanlar olduklarını, kanıtlamaya
çalışarak; biz de sizinle Cennete gideceğiz, Cennette sizinle
beraber olacağız diyorlar. 2869[19] Öyle ise bu dünyada da iyi
geçinelim. Yöneticiniz Ahmet Muhtar yerine Mitterant
olmuş ne fark eder" şeklinde onları aldatma ve oyalama
yönüne gitmişlerdir. İşte ülkemizdeki insanlardan biri de
"mal bulmuş Mağribli" gibi bunu Türkiye'de aynen
yayımladı.
Halbuki Bakara Sûresi'nde, Allah (cc); Yahudi, Hıristiyan
ve Mecûsüeri saydıktan sonra; "iman edenler, Allah'a ve
ahiret gününe inanıp sâlih amel işleyenler" şeklinde iman ve
sâlih ameli belirlemiştir. Yahudi, Hıristiyan ve Mecûsiler,
Kur'ân'm tarif ettiği şekilde iman ve sâlih amelini yapsın o
zaman Cennete gider. Ama Kur'ân'm tarif ettiği şekilde
iman ve sâlih amel yapmazsa: Hacc sûresinin bu 17. âye-
tinde Allah; "iman edenlerle Yahudi, Hıristiyan, yıldıza
tapan, ateşe tapan mecûsilerin ve Allah'a şirk koşup ata, ite,
puta tapanların arasını ayıracaktır." Mü'minler bir tarafa,
hristiyanlar bir tarafa, yahudiler bir tarafa, şeklinde ayrılıp
ona göre muamele olunacaktır.
Allah(cc) herşeye şahiddir. Yani bu dünyada insanları

2869[19]
Analiz 'Kur'an, için bakınız; "Hak Dini Kur'an Dil " tefsiri Maide 69
kandırabilirler. Kuvvetli deliller ortaya koyup, haklı
oldukları kanaatini oluşturabilirler. Fakat Allah herşeye
şahiddir ve ayrımı da O yapacaktır.
Bu dünyada Müslüman gibi giyinip, Onun gibi traş olup
sakalını uzatan, hatta dükkanına "besmeleyi şerif" asanlar,
biz Müslümanları kandırabilirler. Ama ahirette Allah'ı
asla..... 2870[20]

18- Görmedin mi, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay,


yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan bir çoğu
ona, Allah'a secde ederler, (insanlardan) bir çoğunun
üzerinede azap hak olmuştur. Allah kimi alçaltırsa ona
ikram eden olmaz. Şüphesiz Allah dilediğini yapar.
Kur'ân-ı Kerim'de 14 yerde "secde âyeti" bulunmaktadır.
İşte o secde âyetlerinden bir tanesi de Hacc sûresinin 18.
âyetidir.
Bu âyet okunulduğu veya işitildiği zaman; Müslüman'ın
abdestli bir şekilde kıbleye yönelerek; "Niyet ettim Allah
rızası için tilavet secdesine" deyerek niyet edip secdeye
gitmeli ve orada üç, beş, yedi defa "sübhane Rabbiyel âlâ"
dedikten sonra "AHahû ekber" diyerek ayağa kalkmalıdır.
Müslüman bn secdeyi niçin yapar? Allah-u Teâlâ bir âyette,
"Onlara (imansızlara) itaat etme..! Rabbine secde et. Ve Ona
yakın ol" buyurmaktadır. Rabbe en yakın olunan yer
secdedir, secde halidir. Yine bir yerde, "Kâfirler secde
etmez ama biz ederiz" diye secde edilir. Bu âyette de
"Görmedin mi, görür gibi bilmedin mi? Allah'a yerde ve
gökte olanların tamamı secde eder, güneş, ay secde eder,
yıldızlar, dağlar, ağaçlar ve hayvanlar secde eder,
insanlardan bir çoğu secde eder." buyruluyor.
Biz Mü'minler de secde ederiz. "Yârabbi biz de o secde
eden insanların içindeyiz," diyerek secde etmemiz gerekir.

2870[20]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/219-220.
Âyette: Güneş, Ay, Yıldız, Dağ, Ağaç ve Hayvanlar gibi
mahlûkâtın da sayılması, insana heran birer hatırlatma için
konmuş işaret taşlan gibidir. Gündüz insan güneşe bakacak,
dağlara, taşlara etrafındaki hayvanlara bakacak Rabbine
secde edecek. Gece de Aya, yıldızlara bakacak, onların her
an Allah'a secde ettiklerini hatırlayıp Rabbine olan secdesini
yapmayı hatırlayacaktır.
Allah'ın alçalttığını yüceltecek yoktur. Allah(cc) kimi
alçaltmış ise, ona kimse izzet-i ikramda bulunup
yüceltemez. Allah dilediğini yapar. 2871[21]

19- İşte şu ikisi (mü'minle-kafir) Rableri konusunda çekişen


iki hasımdırlar. İnkar edenlere ateşden elbise biçilmiştir.
Başlarının üstünden de kaynar su dökülür.
20- Onunla (kaynar su ile) onların karnındakiler ve derileri
eritilir.
21- Onlar için demirden kamçılar vardır.
22- Oradan, o gamdan her kurtulmak isteyişlerinde oraya
geri çevrilirler ve "Yangın azabı tadın" (denir).
İşte şu ikisi Rableri konusunda birbirleriyle hasm olup
çekiştiler, yani Mü'minler ve onların karşısındaki; Yahudi,
Hıristiyan, Mecûsi ve yıldıza tapanlarla, putperestler.
Mü'minler bir gurup Mü'minlerin dışındakiler de bir
guruptur.
Her ne kadar sayıları çok isimleri değişik olsa bile, âyet
onların böyle olduğunu ifade ederken günlük hayatta da
uygulama böyledir. Bütün küfür milleti Müslüman'a karşı
tek vücut olabiliyor.
Allah(cc) Mü'mine hasım olan gurubdan kâfirlere, ateşten
bir elbise biçmiştir. Ve başlarından aşağı bakır eriyiği
dökülür. O dökülen su veya bakır eriyiği ile karınlarında
olanın tamamı ve derileri de eritilir. Deri olmaktan çıkar ve

2871[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/221-222.
onlar için demirden kamçılarla vurulur. Onlar o acıya
dayanamayarak oradan ne zaman çıkmak isterlerse tekrar
ateşin içine geriye iade edilir. Onlara yakıcı azabı tadın
denilir. Dünyada bunu inkâr ediyordunuz. 2872[22]

23- Şüphe yokki Allah iman edip ameli salih işleyenleri


altından ırmaklar akan cennetlere kor. Orada altın bilezikler
ve incilerle süslenecekler. Orada elbiseleride ipekdiı.
O Cennet'teki elbise bu dünyadaki ipek gibi değil, ondan
daha üstündür dünyadaki en güzel elbise ipektendir.
Allah-u Teâlâ, gözlerin görmediği, insanların hayal
edemediği güzelliklerin var olduğu, Cennetteki ni'metleri
bize anlatırken; bizim kav-rayabilmemiz, kıyas etmemiz için
dünyada en iyi olan şeylerle misal vermiştir. 2873[23]

24- Sözün güzeline ulaştırıldılar ve çok övülenin (Allah'ın)


yoluna kavuşturuldular.
Bu âyet bir önceki 23. âyetle bağlantılı olarak izah edildiği
zaman, 23. âyette; Allah-u Teâlâ iman edip sâlih amel
işleyenleri Cennete koyacağını ve O Cennetin altından
ırmaklar aktığını, oradaki Mü'minlerin altın ve incilerle
süslenip ipekli elbiseler giyeceklerini bildiriyordu. İşte bu
âyette de; "o Mü'minler sözlerin en güzeline
götürülmüşlerdir." buyruluyor. En güzel sözde, Yâsîn
Sûresi'nde ifade edildiği gibi; "Allah'ın Mü'mirileri
selamlaması ve kendi Kelamı olan Kur'ân'i bizzat kendisinin
okumasıdır." Ve "onlar en güzel bir yola iletilmiş, övülmüş
bir yola iletiliyorlar" anlamındadır.
Bir de, âyetler tek başına da hükümler ifade ederler. Yani
"sebebi nuzûl âyeti tahsis etmez" kaidesi gereği olarak,
âyetleri, sebebi nuzûlün dışındaki bir olay, bir durum içinde,
kullandığımız gibi, âyet bir önceki âyete bağlı olmadan,
2872[22]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/222-223.
2873[23]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/223-224.
Cennet kelimesi kullanılmadan Allah (cc); "O, Mü'minler
sözlerin en güzeline, en temizine doğru yönlendirilmiş-
lerdir."
"Allah'a çağırandan daha güzel sözlü kim vardır. Allah'tan
daha güzel sözlü kim vardır" 2874[24] diye de bir âyet vardır.
En güzel söz de Kur'ân-ı Kerîm olduğuna göre Mü'minler,
Allah'ın Kelamı'na doğru yönlendirilmişlerdir. 2875[25]
Dünyada da en güzel söze Mü'minler sahiptir. En güzel
sözün de özü "Kelime-i Tevhiddir" ki; "Kelime-i
Tayyibe'nin" izahında tefsiri geçmiştir. Allah'a Hamdü
senalar olsun; sözlerin en güzeli olan Allah'ın Kelamı'na biz
Mü'minler bugün sahibiz. Dünyada hiç bir yazar yoktur ki,
başka bir yazardan başka bir şahısdan etkilenmemiş olsun.
Ama Allah'ın Kelamı'nda böyle bir şey yoktur. Aksine
insanlar Ondan etkilenir ve Mü'minleri Allah(cc) O
kelamıyla hidâyete ulaştırmıştır.
O Mü'minler güzel söze ulaştırıldığı gibi, övülmüş yola da
ulaştırıldı ve hidâyet olundular.
Yollar, bu âyetten anlaşıldığı gibi birden çoktur, Övülmüş
bir yol vardır, o da İslâm yoludur. Bu yol üzerinde gidenler
bir önceki âyette ifade edilen Cennet ni'metlerine
kavuşacaklardır.2876[26]

25- Şüphesiz inkar edenler ve Allah'ın yolundan ve insanlar


için kıldığımız, kendisinde yerli ve misafirlerin eşit olduğu
mescidi haramdan alıkoyanlar... Kim orada zulüm ile ilhadı
isterse ona acıklı azabı tattırırız.
Müslümanları Allah'ın yolundan ve de yerli, taşralı ayırımı
yapmadan, bütün insanlar için kıble yapılan Mescid-i
Haram'dan alıkoyanlar, İnkar edenlerdir.
Ayette, hem Allah yolundan alıkoyanlar, hem de Mescid-i

2874[24]
Fussilet 33
2875[25]
Bakınız; Zümer 23,18
2876[26]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/224-225.
Haram'a, Hacc ve diğer ibadetler için yönelenleri
alıkoyanlar olmak üzere iki husus üzerinde durulmaktadır.
Daha önceleri yurdumuzda Hacc mevsiminin yaklaşhğı
zamanlarda bir hastalık ortaya çıkardı. Öyle bir akıllı
hastalıktı ki başka zamanlar bu salgın çıkmaz, Hacc
mevsimi yaklaştı mı ortaya çıkardı.
İşin enterasan tarafı; Türk Televizyonu'nda başka yerde
çekilmiş, hastalıkla alakası olmayan filimler, Arabistan
Televizyonlarına da sakın Türk hacılarını almayın diye
hastanelerde kuyrukta bekleyen insanlara haber olarak
yayınlatırlardı. Şu anda bile Hacca vizeyle ve uçakla gitme
zorunluluğu vardır. İşte bu durum âyette ifade edilen
Mescid-i Haram'dan alıkoymadır, engellemedir.
İnançsız insanlar önce Müslüman'ı Allah yolundan, Onun
rızasını kazanmayı amaçlayan iman yolundan alıkoymaya
çalışır. Müslümanlar'ın inanmaması, ibadetlerini yapmaması
için gerekli olan her türlü yola başvurur.
Bu birinci derecede Allah'ın yolundan alıkoymada,
Türkiye'de Türkistan'da, Bulgaristan'da, Yunanistan'da ve
daha diğer İslâm beldelerinde, Müslümanları İslâm'dan
uzaklaştırmak için başarılı olamamışlardır.
Bunda başarılı olamayınca, âyette ikinci derecede ifade
edilen Mescid-i Haram'dan alakoyma işlemi başlar.
Yukarıda ifade ettiğimiz örnekte de olduğu gibi kolera, vize
vermeme; kota koyma gibi mazeretlerle Müslümanlar'ın
yıllık kongresi, yıllık biraraya gelip kaynaşması olan Hacc
ibadetinden alıkoyma yönüne gitmişler.
Ayette Kabe'den, engellenmesinden bahsediliyor da Mescid-
i Haram'a konulan engel namaza konulmuyor. Kur'ân'da
namazı engellerler âyeti yoktur. Fakat, Mescid-i Haram'a
gitmeyi engellerler diye birçok âyet mevcuttur.
Mescid-i Haram; farkına varsak ta varmasak ta Oraya
ziyarete giden insanlara birçok şeyler verir. Olayları tahlil
etme, meseleleri kavramada Müslüman üzerinde olumlu
şeyler bırakır. Hacc' dönüşünde de etrafındaki insanlara;
"Filan ülkeden gelen hacılar şöyle iyiler, yardım severler,
filan yerdekiler.de hakikaten yardıma muhtaç, Müslüman
kardeşlerimiz, zulüm altındalarmış, Müslümanlar güçlü
olmalı, onlara maddî ve manevî destek vermemiz gerekir"
şeklinde birşeyler anlatırlar. Belki de o Müslüman da devlet
olma fikri yoktur ama, ona bu havayı Mescid-i Haram'ı
ziyaret hissettirir. Onun için Kabe'nin büyük bir önemi
vardır. Âyetimiz de bu konu üzerinde durmaktadır.
"O Mescid-i Haram'da kalanlarla dışarıdan gelenler eşittir."
Bu âyetten hareketle müçtehidlerimiz hayli fıkhı meseleler
üzerinde durmuş, Haremin toprağı satılır mı, satılamaz mı?
kiraya verilir mi, verilemez mi,? gibi münakaşalar yapmış,
deliller de ortaya serd etmişler.
Bir kısım müçtehid; "harem sınırları içindeki bölge bütün
dünya Müslümanlarmındır." demişler. Hanefi fıkhına göre
de Harem sınırları içinde kalan kısmın toprağı satılamaz,
kişi üzerine ev yapma hakkına sahiptir. Sattığı takdirde
toprağı değil, evini satma hakkına sahiptir, kiraya
verdiğinde de toprağı değil, evini kiraya vermiştir. Onu
kiraya verebilir.
Bu hususların geçerli olabilmesi, bütün İslâm ülkelerinin
aynı şuur ve hedefde birleşip "Birleşmiş İslâm milletlerini"
oluşturmalanyla mümkündür. Konsey oluşturulur. Konseyde
her İslâm ülkesi nüfusu oranında temsil edilip, konsey bir
fon oluşturup o fondan da gelen hacılar için evler yapılır,
Müslümanlar'ın oralarda belirli zamanlarda kalabilmesi için
yerler tahsis edilir. Bu iyi bir organize ile mümkündür,
înşaallah bunları görmek nasip olur.
Günümüzde insanları Mescid-i Haram'dan alıkoymanın
yollarından birisi de vize olayıdır ki tarihde böyle bir olayın
bir benzeri yoktur. Orası Ümmet-i Muhammedin en büyük
mescididir. Fıkıh kitaplarımızda şöyle bir fetva vardır. Bir
kişi camiden halı çalsa ona tazir cezası uygulanır da had
cezası uygulanmaz. Zira her Müslüman'ın yeryüzündeki her
mescidde hakkı vardır. Endonezya'dan Amerika'ya
varıncaya kadar bütün mescidler Müslümanlar'ın ortak
malıdır. Hatta Müslümanlar gerekirse mescidde yatabilirler.
Bir de Mescid-i Haram'dan alıkoymanın diğer bir nedeni de
ekonomik ve siyasî olabiliyor. Bir zamanlar Türkiye'de de
kırk yaşın altındaki Müslümanlar'a Hacc vizesi
verilmiyordu. Orada olay çıkarırlar şeriat ilanı yaparlar
diye... Yine İranlıları da olaylar çıkarıyor bahanesi ile bir iki
yıl Mescid-i Haram'dan alıkoydular.
Kim Harem'de sapmayı, yani İslâmî çizgiden dışarı çıkmayı
murad ederse; İşte Ona zulm ile acıklı azabı taddınrız,
buyrulur. (ilhad: Allah'tan başkasına geldiği gibi dini
kötülemek Mü'min olduğu halde yasaklanmış olan şeyleri
yapmak anlamındadır. Kabire de (Lahid) ismi verilir, zira
cenazenin konacağı tarafı içe doğru biraz saptırılır.)
Hz. Ömer (r.a.) Mekke'de kalırken Mescid-i Haram'da
namazını kılar evini de Harem'in dışından tutar, orada iskân
edermiş. Sebebini sorduklarında; Hz. Ömer (RA): Harem
mıntıkasının içinde işlenen günah, dışarıda işlenen
günahdan fazladır. Buna delil olarak da, "Kabe'nin içinde
kılman namaz Kabe'nin dışında kılınan namazdan bin kat
fazladır" hadisini göstermiştir.
Harem mıntıkasında işlenen günah, Harem'in dışında
işlenen günahdan bin kat fazladır. Delil olarak yukarıda
zikrettiğimiz hadis ile Hacc sûresi 25. âyettir. Onun için
Harem, İslâm'ın uluslararası bir eğitim yeridir. Orası günah
işlememek için yapılan çalışmanın fiili olarak gösterildiği
yerdir. Orada kimsenin gönlü kırılmaz, eziyet edilmez ve de
âyette de geçtiği gibi; gönlünden dahi kötülük düşünmemesi
gerekir. 2877[27]

2877[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/225-228.
26- Hani beytin (Ka'benin) yerini İbrahim'e hazırlamıştık
(ve şöyle demiştik): "Bana hiçbir şeyi ortak koşma ve evimi
tavaf edenler, kıyamda duranlar, rükû ve secde edenler için
temizle."
Tevhid inancı gönülledir, bu gönülde olan şeyin görünüre
çıkması gerekir. Hürriyet de aynı şekilde gönüldedir, ama
bu hürriyetin varlığının alâmeti olarak da bayrak dikilir.
Bayrak dikilip millet köle gibi olsa veya millet hür olup
bayrak dikilmese, bu da bir anlam ifade etmez.
Allah'a şirk koşulmayacak ama bu soyut halde kalmayıp
somutlaşmak, pratik hayata da dökülmelidir. Onun için
Allah Hz. İbrahim (as)'a; Mekke'ye gidip bir ev inşâ edip,
orada Allah'dan başkasına ibadet etmeyip, sadece Allah'a
ibadet edip, gönüllerdeki birlik gibi bedenlerde de birlik
sağlanmalıdır, diye emretmiştir. Kabe, oraya gelen
ziyaretçiler ve ibadet edenler için, temiz tutulması
gerekiyor. Bu Hz. İbrahim'le beraber, Hz. Peygambere de
şâmildir.
Bizim dinimizin temeli peygamberlerle atılmıştır. Allah-u
Teâlâ, Peygamber ve devlet adamı Hz. İbrahim (as)'a
Kabe'nin temiz tutulmasını emrediyor "Kavmin efendisi;
onlara hizmet edendir." prensibi bizim dinimizin temelini
oluşturur. Onun için günde 5 vakit kendisine yöneldiğimiz
Kabe'nin yapılmasında zulüm yoktur. Bir insanın canı ve
kanı haksız yere heder edilmemiştir. Bir Mısır'daki
pramitlerin yapımı, bir Kremlin'in Sarayı'nm inşası binlerce
kölenin kanma mal olmuştur. Onun için bizim tarihimizde,
alnımızı ak edecek ibrert dolu hadiseler çoktur. 2878[28]

27- İnsanlar içinde haccı i'lan et, uzun yollardan gelen yaya
ve yorgun deve (Çevik binek) üzerinde sana gelsinler.
Alimlerimiz güzel adamlarmış. Ayetleri halka Müslüman

2878[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/228-229.
kitleye, öyle yerleştirmişler ki: Birisine Hacc'a gittin mi,?
diye sorulduğunda, eğer gitmemişse "biz daha çağrılmadık,"
veya gitmişse de; "çağrılmışız biz de ona icabet ediverdik"
şeklinde cevap verir.
Âyette Allah(cc), İbrahim (as)'e şöyle emrediyor: "İnsanlar
arasında Hacc'ı ilân et ki, onlar da uzak yollardan, zayıf
develer sırtında gelsinler."
Müfessirler âyetin tefsirinde; "Hz. İbrahim (as) Ebu Kubeys
dağına çıktı ve oradan insanları Hacc'a çağırdı. Analarının
rahimlerinde, babalarının sulbünde olanlar O'na, "lebbeyk"
diye cevap verdiklerini" anlatıyorlar.2879[29]
Bugün genetik mühendisliği hayli gelişti. Bu sayede
insanların ka-rekterlerinden nasıl olacağı üzerinde
duruyorlar. Belki birkaç yıl sonra genetik mühendisliği öyle
gelişecek ki kişinin genine bakıp bu da "lebbeyk"
diyenlerdir, diye bir tesbit raporu verilebilir mi?... günün
birinde belki olabilir.
Ayette; "uzak yollardan zayıf develerle, çevik binekle
gelsinler" buyurulmakta, Tabiiki uzak yollardan gelince
hayli yorgun ve zayıf olarak geliyorlar. Bugün otobüs ve de
uçaklarla gidiliyor, iyi bakımlı arabalar bile oraya varıncaya
kadar bir hayli yoruluyorlar. İmkanlar ne kadar iyi olursa
olsun neticede bir güçlük meşakkat söz konusudur. Haccın
farzıyyetini, Hz. Muhammed (sav)'in insanlara duyurması
emri olarakda anlaşılabilir.2880[30]

28- Kendilerine ait menfaatlara şahid olsunlar ve kendilerine


rızik olarak verdiği hayvanlar üzerine belirli günlerde
Allah'ın adını ansınlar. Onlardan yeyin ve yoksulu fakiride
yedirin.
İşte bu meşakkatli yolculuğu kendileri için faydalı
görsünler. Hacc'a gitmenin faydası, diğer ibadetlerde olduğu
2879[29]
Bakınız Ibni Kesir Tefsiri
2880[30]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/229-230.
gibi kişinin kendisinedir.
Menfaati tek değildir. Çoğul olarak kullanıldığından dolayı
faydalan, Allah'ın emrini yerine getirmek. Bütün dünya
Müslümanlar'ımn dertle-şip kaynaşabildiği bir yer, ticari
ilişkiler kurmayı sağlıyor. Hacc ibadeti içinde ticaret
yapmak yasak değildir. Bazıları adam Hacc'a mı gitti tica-
rete mi gitti, belli değil, dememeli. Dinen yasak değil. Bu
konuda özel âyet inmiştir. 2881[31]
Götürebildiği kadar mal götürüp, gelirken de getirebildiği
kadar mal getirebilmelidir. Yasak olan; Müslüman'ın
Müslüman'la ticaretini engellemektir. Bunun günahı
Hacc'ının üstüne yükleniyor.
"Enam" koyun, deve, sığır cinsine denir. Bu isimle de bir
sûre mevcuttur. Allah'ın kendilerine nzık olarak verdiği
kurbanlık hayvanlar üzerine, belirli günlerde Allah'ın ismini
anmaları için... Kurbanı kestikten sonra da, o kesdiğiniz
etlerden kendiniz yiyiniz, fakir olanlara da yedir iniz... 2882[32]

29- Sonra kirlerini gidersinler, (traş olup temizlensinler)


adaklarım yerine getirsinler ve Beyti atik'ı tavaf etsinler.
Sonra kirlerini gidersinler yani traş olup banyolarını
yapsınlar. Hacc'a gidenler, Arafat'ta vakfeden sonra şeytanı
taşlarlar, sonra kurbanlarını keserler, daha sonra da
ihramdan çıkmak için başlarını traş ederler.
Adaklarını yerine getirsinler ve o "atik" olan Evi tavaf
etsinler. Bu tavaf, "ziyaret" dediğimiz tavaf dır. "Atik"
kelimesi eski, tarihi anlamına geldiği gibi değerli anlamında
da kullanılır. Üçüncü olarak da "hür" anlamına gelir. AH
İmran suresi 96. âyetinde; "Yeryüzünde İbadet İçin yapılan
İlk ev Bekke(Mekke)'dekidir." şeklinde buyruluyor. Bu ilk
ev de Hz. Adem (as) tarafından inşaa edilmiştir. Onun için
Kabe Hz. Âdem (as) kadar eskidir ve değerlidir, çünkü
2881[31]
Bakara 198
2882[32]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/230-231.
peygamberler yapmıştır. Hür bir evdir. Kâfirlerden daha
ziyade Müslümanlar'ın hâkim olduğu, peygamberlerin
hâkim olduğu bir evdir.
İnsan iyi şeyin etrafında dolaşırsa iyi insanların etrafında
bulunursa iyi olur. İyi olan güzel kokan bir güle baktığı
zaman nasilki insan tebessüm edip, kokusundan zevk alırsa
onun gibi, bu insanın bütün hücrelerine etki eden bir şeydir.
Hoşa gitmeyen şeyler de insanın bedenini zekasını etkilediği
gibi hücrelerini de olumsuz yönde etkiler.
Kısacası, iyi olandan insan iyi yönde, kötü şeyden kötü
yönde, hür olan şeyden de hür olma yönünde etkilenir.
Kabe'de hür olunca, Onu ziyaret eden insanlara hürriyet
aşkını verir. Kâfirlerin sultasından, evlerin, ülkenin mal-
mülkün hür olmasını ve ibadetin hür bir biçimde Allah'a
yapılmasını insana motive eder. Yine hür insanla arkadaşlık
eden kişi de hürriyet duygusu, köle insanla dolaşan insanda
da kölelik ruhu gelişir. Hz. Peygamber'in bir hadisini2883[33]
atalarımız; "İs'linin yanında oturan da is mi'slinin yanında
oturanda da mis kokar." şeklinde terceme etmiş ve ata sözü
haline getirmiştir. 2884[34]

30- İşte (Hac) budur. Kim Allah'ın hürmetlerine saygı


gösterirse Rabbi katında bu onun için daha hayırlıdır. Size
okunanların dışındaki hayvanlar helâl kılınmıştır. O halde
putlardan olan pislikden ve yalan sözden kaçının.
Kim Allah'ın, bu haram kıldığı yerleri yüceltir saygı
gösterirse; Rabbinin katında kendisi için bu daha hayırlıdır.
Yani Allah tarafından yüce, muhterem kabul edilen, Kabe,
Mina, Arafat gibi yerlere hürmet gösterirse, demektir.
Deve, sığır, koyun, keçi gibi "enam" size helal kılındı. Size
okunanlar müstesna. Okunanlar, Maide Sûresi'nde geçmişti.
Domuz, Allah'tan başkasına kesilenler, leş, bir de
2883[33]
Buharı buyu 38
2884[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/231-232.
parçalayıcı hayvanların öldürdüğü'dür. 2885[35]
Putların pisliğinden ve yalan sözden sakınınız. Şöyle bir şey
söylenebilir: Putların pisliği'de olur mu,? veya taştan,
ağaçtan bakır ve benzeri maddelerden yapılan bir heykelin
putun pisliği nedir? Tabi ki bunların maddî herhangi bir
pisliği yoktur ama insan ruhunu karartıp kirlendiren manevî
pislikleri vardır.
Başka bir âyette de; "Müşrikler neces'dir, pis'dir."
buyrulmakta, 2886[36] Ayette; "Necis" denmiyor necis; gözle
görülen maddî bir pisliği ifade eder. Ama "Neces" ise
manevî pisliği ifade eder.
Bugün televizyonlarda veya günlük hayatımızda Batı'nın
hristiyan-lık aleminin insanlarını ve diplomatlarını
görüyoruz, üzerindeki elbiseleri pırıl pırıl, bedenleri temiz,
güzel kokular da sürünüyorlar. Ama maneviyatları pis..!
İsbatı mı? Amerika'nın hangi diplomatı dünyanın neresine
girdiyse orada kargaşa, orada vahşet, orada huzursuzluk
olmuştur.
İşte pis ruhlu olunca gittiği yerlerdeki insanları da aynı
şekilde etkiliyor. O pis ruhlulukları onlara sirayet edip,o
gittiği ülkelerde neceslik-leri ortaya çıkıyor. Maddî pislik,
kişinin kendisine zarar verdiği gibi, en çok etrafındaki
birkaç kişiye de etki eder. Onlara da pis kokular ulaştırır.
Ama manevî pislik, iman hastalığı, öyle bir şeydir ki,
binlerce-milyonlarca insanı etkileyen onları zulüm altında
inim inim inletmek zelil bir haldir.
Onun için Allah (cc); "putların pisliğinden, put adamların
necasetinden sakınınız" buyuruyor ki; bugün Türkiye'yi geri
bırakan, senelerce geri kalmasını sağlayan, putlaşmış
ilahlaşmış insanlardır. Yalan sözden de uzak durunuz ki;
"inkarcılık yalan sözdür, iftira yalan sözdür, yalana şahitlik,

2885[35]
Maide 3
2886[36]
Tevbe 28
ticarette haksız kazan yalandır." 2887[37]

31- Allah için hanifler olarak (Allah'dan başkasının


Hanlığına gönülden dahi meyletmeden) ve Allah'a ortak
koşmadan. Kim Allah'a ortak koşarsa sanki gökyüzünden
düşüyorda kuş onu kapıyor veya rüzgar onu uzak bir yere
uçuruyor gibidir. (İmanın yüceliğinden inkarın uçurumuna
düşer.)
Ayette geçen "sema" kelimesi gökyüzü anlamına geldiği
gibi yüce-yüksek anlamına da gelir. Her insan İslâm fıtratı
üzerine yaratıldığı için yücedir, değerlidir. Buna göre;
yücelerden-yüksek değerden, aşağı düşmüş demektir ve
bunu yani bu düşüşü iki misalle canlandırıyor:
Sanki onu bir kuş kapmışta kaçırmış veya onu bir rüzgar
atıp götürmüş de en çukur bir yere atılmış gibidir.
"Mevdûdi" bu âyeti izah ederken; onu yüksek olduğu
yerden kapıp kaçan kuşları; değerli imanlı insanların yolunu
kesip alakoyan şeytan gibi adamlara, rüzgarı da; hevâ ve
heves rüzgarına benzetip, nefsinin etkisi, nefsinin rüzgarları
ile yüce yerde kalamayıp kendisini aşağılara doğru
atıvermiş insana benzetiyor.
Müslüman'a düşen görev; âyetin başında ifade edildiği gibi;
hanîf olarak, şirke düşmemeksizin, bu değerli makamdan
düşen insanları kurtarmak ve de diğer insanların düşmemesi
için çalışmaktır.2888[38]

32- İşte böyle. Kim Allah'ın şeairine (işaretlerine) saygı


gösterirse bu saygı kalblerin takvasındandır.
Allah'ın "Şeairi", "Remizleri"; yani Allah'a ibadet için
konulan alâmetleri ki; Mekke'deki Kabe, Mina, Arafat,
Namaz, Oruç, Zekat, Ezan gibi şeylerdir, Şeair; diğer bir
ifadesiyle bir partiyi, vakfı, hayır kuruluşunu, ticarî
2887[37]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/232-234.
2888[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/234-235.
kuruluşu, vb. temsil eden-sembolize eden bir amblem, bir
rozet gibidir.
İşte kim İslâm'ın bu şiarına, alâmetlerine saygı gösterirse, bu
kalblerin takvasındandır. Kalbi takva ile dolu olanlar bu
saygıyı gösterirler veya onu yapanların kalbi takva ile dolar.
Şeair, gaye ve hedef değildir. Onun için ayette; "Şeairillah"
denmiştir.Yani bu İşaretlerin hepsi Allah'ındır, O
yaratmıştır, Yaratılan her şey bize Allah'ı işarat eden
şeylerdir. Sizler işaret taşına takılıp kalmayın işaret edilene
yürüyün takvaya kavuşun. 2889[39]

33- On.ar (kurban, hayvanlar) da belirli bir zamana kadrin


iÇin er vardır. Sonra on.ar.n (kurban için) varacak.ar, yer
Beyti atik'dir.
Hayvanlarda, sizin için faydalar vardır; belirli bir zamana
kadar. Yani kurbanlık olan yerde kesilinceye kadar. Bu
âyette şu fıkhî hüküm çıkmıştır: Kurbanlık hayvanlardan,
kesilinceye kadar yararlanılabilir.
Kurban kesme olayının, Hz. İbrahim (as) zamanından beri
var olduğu bilinmektedir. Efendimizden önce müşrikler bu
ibadet için işaretledikleri, belirledikleri hayvanlardan bir
daha yararlanmıyor, üzerine binmiyorlar, yük
yüklemiyorlardi. Medine'den Mekke'ye giderken; bunu
orada kurban edeceğim demişse, adam yürüyor, yoruluyor,
devesine binmiyordu. İşte bu âyet, böyle bir yersiz asılsız
olan davranışı kaldırmaktadır. 2890[40]

34- Kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine


Allah'ın adını anmaları için, biz her ümmete bir ibadet
(kurban) yeri kıldık. Sizin ilahınız birtek ilahdir. Ona teslim
olun. Yumuşak kalblüeri müjdele.
Her ümmet için kurban kesecek bir mahal kıldık. Kurban
2889[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/235.
2890[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/235-236.
yalnız Ümmet-i mahsus bir ibadet değil, geçmişde ki bütün
Peygamberlerin ümmetinde bu kurban ibadeti vardır. Bu
günkü Yahudi ve Hıristiyanlarda da bu inanç vardır. Yine
Kur'ân'da, ilk insan ve ilk Peygamber Hz. Âdem (as)'in iki
oğlunun kurban olayı anlatılmakta, Müslümanlar'm
Hacc'daki kurban yeri Mina'daki kurban kesme yeridir.
Rızık olarak onlara verdiği o "enam"da (hayvanlarda)
Allah'ın(cc) ismini ansınlar. Keserken, "Bismillâhi Allâhû
Ekber" diyoruz. Bunun anlamı şudur: "Yârabbi, bu "en'amı"
yoktan var eden sensin, bir kuzu veya yavru olarak
anasından doğup, daha sonra otları yoncaları yiyip bu büyük
haline getiren sensin. Her ne kadar biz bunun etini yemek
için kesiyorsak ta bunu dahi keserken yine sana şükrediyor,
senin bir ve tek olduğuna, senden başka ismi anılacak hiçbir
ilahın olmadığına iman ve tasdik ederiz" demektir.
"Sizin ilahınız tekbir ilah'dır. Ona teslim olun. Allah'tan
başka ilahlar edinip veya sizin gibi adamları ilahlaştırıp
onlara teslim olmayın. Gönülden, kalbden inananları da
müjdele..." Âyeti kerime sonunu açık bırakmış, Mü'minlerin
ne ile müjdeleneceğinden söz edilmemiş. Bu da dünyadaki
sıhhat, afiyet devlet, ahirette ise Cennettir. Ve de
Mü'minlerin menfaatına olan bütün hayırlardır. 2891[41]

35- O (yumuşak kalbli ola) nlar, Allah anıldığı zaman


kalbleri titrer. Başlarına gelene sabrederler, namazı kılarlar,
ve onlara verdiğimiz rızıkdan infak ederler.
Bu âyetde, bir önceki âyette geçen (muhbitin); boyun eğen
müte-vazi kişilerin sıfatını anlatıyor.
O kimseler öyle insanlardırki, Allah'ın ismi anıldığı zaman
kalbleri titrer, kendilerine birşey isabet ettiğinde sabr
ederler, başına bir kaza, bela gelse sabr eder. Allah'ın dini
doğrultusunda yaşamak ve yaşarken meydana gelen

2891[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/236-237.
sıkıntılara sabr ederler. Bunlara sabrettiği gibi bir iyilik veya
bol miktarda Allah'ın nimetlerine kavuştuğu zaman da
sabreder, haddi aşıp azgınlık yapmaz.
Yoksa sabr etmek; eve çekilip kapıları kapatıp, dış dünya ile
bütün irtibatı kesip, sabır teşbihi çekmek değildir; küfür
dışarda kol gezerken.
Böyle bir sabır ne Peygamberin ne de Sahâbe'nin hayatında
mevcut değildir.
Zaten âyet te böyle bir şeyi reddediyor. Ayette; "Onlara
birşey isabet ederse...." şeklinde ifade edilmiş, bir şey isabet
edecek, savaşta yara alacak, dinini yaşamak için küfrü
engelleyecek, dinine namusuna dil uzatıp o da bu yolda
çalışıp gayret gösterip yapılması gerekeni yaptıktan sonra,
sabr edecektir. İşte bunlar birer isabettir.
Namazlarını kılarlar, kendilerine verdiğimiz azıklardan da
dağıtırlar. Âyette, kendi azıklarını demiyor. "Bizim onlara
verdiğimiz azıklardan dağıtırlar. Ne güzel bir ifade. Allah'ın
vermiş olduğu mülkün zekatım sadakasını vermeyen adam,
kendisine karşılıksız olarak 100 milyon verilip bundan
sadece 2,5 milyonu fakirlere verilmesi istenince vermekten
kaçman, çekinen gibidir.
Allahu Teâlâ, insana milyarlarca değerle ölçülebilen
servetler veriyor. İnsanoğlundan da bunun kırkta birini
fakirlere vermesini istiyor. İşte Allah bu âyette Mü'minleri
övüyor, o Mü'minlerin bu rızkın, verilen servetin hakkını
yerine getirdiklerini ifade ediyor. 2892[42]

36- Kurbanlık develeride sizin için Allah'ın işarelerinden


yaptık. Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar ayakda iken
üzerlerine Allah'ın adını anın (kesin). Yanları yere
düşdüğünde (öldüğünde) onlardan yeyin ve kanaat edip
(istemeyen fakirede) isteyen fakirede yedirin. İşte biz bu

2892[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/237-238.
hayvanları size musahhar kıldık ki şükredersiniz.
Deveyi de sizin için Allah'ın alâmetlerinden kıldık. Onda da
Allah'ın alâmetleri vardır. Gâşiye Sûresi'nde de "Deveye
bakmazlar mı, nasıl yaratıldı?, Semaya bakmazlar mı nasıl
yukarı kaldırılmış?... şeklinde, bizim dikkatimiz
etrafımızdaki varlıklara çekilmektedir. Bunların hepsini
dikkatli bir nazar ile nazar eylediğimizde kişiyi Allah'a
götüren bir vasıta, bir yol olduğunu göreceğiz.
Allah(cc) deveyi de, (ki bu âyette kast edilen kurbanlık
develerdir.) şeâirinden kabul etmiştir. İslâm'ın alâmeti
farikalarından biri de; kurbanlık için ayrılan develerdir.
Sizin için onda hayır vardır. Kurban kesmekle kurban
ibadeti yerine getirilir. İbadetin sonunda sevab alma, etini de
insanlara dağıtmak suretiyle insanlara faydalı olma
sözkonusudur.
"O ayakta iken Allah'ın ismini anınız." Bu âyette devenin
kesiminin ayakta olduğuna işaret vardır. Deve ayakta
kesilir. Sığır ve koyun cinsi ise yatırılarak kesilir. Devenin
bir ayağını bağladıklarında ayakta iken boynunun en
dibinden bir yere hançeri saplayıp kesiliyor, kendine has bir
kesme usulü.
Âyet Allah'ın isminin anılarak ayakta kesildiğine işaret
ettikten sonra "O yanı üzeri yatıp öldüğünde, siz kendiniz
yeyiniz ve etrafınız daki ihtiyaç sahibi insanlara da ihtiyaç
sahibi olmayanlara da yediriniz. Yani fakir olana da zengin
olana da yedirilir.
İşte böylece biz bu kurbanlıkları sizin emrinize amade
kıldık, olaki şükredersiniz. Bütün bu mahlûkat insan için
yaratılmıştır. İnsanın faydalanması için yaratılmıştır.
Bunlardan faydalanıp yiyip içip Rabbine şükredesin diye.
Birisinin bize bir faydası dokunsa dönüp, dönüp ona
teşekkür eder hürmet gösteririz.
Halbuki O, yukarıda bahsi geçtiği gibi kendi yanından
birşey vermiyor. Allah'ın ona vermiş olduğu nimeti şuradan
alıp size veriyor.
Mesela bir kumaş hibe eden kişiyi düşünün; kumaş hibe
eden kişinin, hibe ettiği kumaş kendisinin icat ettiği birşey
değildir. Onun ana maddesi olan pamuğu bitiren yoktan var
eden onu yetiştirip bitiren Rabbimdir. O sadece onun
tohumunu toprağa atıyor daha sonra da belirli işlemlerden
geçirdikten sonrada kumaş haline getirip size hediye ediyor.
Yani Allah'ın vermiş olduğu ni'meti bir başka kişinin
tasarrufuna veriyor, diğer hususlar da bunun gibidir.
İnsan bütün bu nimetlerin Yaratıcısına değil de onların
zahiri geçici olan mucidlerine, hibe edenlerine şükrediyor.
Yoksa Allah'ın ete ihtiyacı yoktur. 37. âyette de bunu ifade
ediyor.
Buradan anlaşılan bir başka husus da; Kur'ân-ı Kerim insana
kapı çalma adabından devlet yönetimine, kurbanın nasıl
kesileceği ve bu kurbana nasıl işlemler yapılacağından,
kişinin toplumuna karşı olan görevlerine varıncaya kadar
bütün herşeyin edeb ve adabını bize öğretiyor. 2893[43]

37- Onların (kurbanlıkların) kanları ve etleri asla Allah'a


ulaşmaz. Ancak sizin takvanız O'na ulaşır. İşte o hayvanları
size musahhar kildıki size yol gösterdiği için Allah'ı
büyükleyesiniz. Muhsinleri (Allah'ı görür gibi ibadet
edenleri) müjdele.
Takva ; içimizi hak için süslemek, dışımızı da halk için
süslemek, İslâm'ın emir ve yasaklarını severek gönülden
yerine getirmektir.
Bir şeyh efendi; "Yarabbi bana uzun ömür ver," diye dua
ediyormuş. Müridi eri; "Efendim inşaallah Cennete
gideceksiniz, orada Allah'ın her türlü ni'meti var"
dediklerinde; "Cennette her türlü ni'met var da, "namaz"
ni'meti yok. Hiç olmazsa bu dünyada biraz daha çok

2893[43]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/238-240.
yaşayalım da "namaz" ni'metinden istifade edelim" demiş.
Böyle kişilerde namaz sevgisi o kadar yerleşmiş ki, onu
ifade etmek mümkün değil. Allah'ın bütün emir ve
yasaklarını severek yapmak gerekir, zorla değil. İş zorla
oldu mu randımanlı bir şekilde yürümez.
Günümüzde insanların kanunlara uyma konusundaki tavrını
suç işleme oranlarından anlayabiliriz. Severek uyanlar
olduğu gibi, çoğunluğu da zorla uyum gösteriyor. Bu da
toplumda huzursuzluk meydana
getiriyor. İnsanlar kanunlara emir ve yasaklarla ilgili
kuralları inanarak yapmalıdır.
Zaten İslâm'i devletin istediği de budur. Önce iman, daha
sonra bunları hayata geçirmek esasdır. Şimdiki düzende ise
kanunlara iman olmadığı gibi, kanunlar da kendisine
inanılmasını emr etmez. Sadece uyulmadığı, yerine
getirilmediği zaman, maddî bir ceza uyguluyor ve işi
zorbalığa vuruyor. Ama İslâm'da öyle zorbalık değil, iman
vardır. İmanın da ötesinde severek, gönülden bağlanarak
emir ve yasakları yerine getirmek vardır. İşte Allah'a da
ulaşan bu kalblerdeki takvadır.
"İşte böylece, Allah bunları sizin emrinize verdi" Allah'ı,
vermiş olduğu ni'metler sebebiyle büyükleyesiniz. "Allâhû
Ekber" diyesiniz diye. İşte kurban keserken "Bismillâhi
Allâhû Ekber denilmesinin dayanağı bu 37. âyeti kerimedir.
Yârabbi, en büyük Sensin. Bu maddî şeyler önemli değil,
Senin büyüklüğünün önünde bunlar bir hiç kalır.
"İyilikte, güzellikte bulunanları müjdele" Muhsin; iyilik
yapan anlamına geldiği gibi güzel şeyler yapan anlamına da
gelir. 2894[44]

38- Şüphesiz Allah iman edenleri savunur. Şüphesiz Allah


bütün hainleri ve nankörleri sevmez.

2894[44]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/240-241.
İmansızlar, (Hz. Peygamber (sav)'e) "Bu adam bunlarla mı,
bu gücüyle mi İslâm'ı yüceltecek,? Dünyaya Peygamber
olarak görevlendirildiğini söylüyor. Yarın biz bunu ve
adamlarını ezer geçeriz" diyorlar.
Kâfir imansızlığı doğrultusunda o kadar çalışıyor ki, bugün
basın yayın araçlarında apaçık bir şekilde görmek
mümkündür. Kâfirin çalışması ile Mü'minin (inançları
doğrultusundaki) çalışmalarını oranlarsak, Mü'minin
çalışmas:, kâfirin küfrü doğrultusundaki çalışmasının binde
birine tekabül eder.
Allah, ni'metlerini imanımızın ölçüsünde verseydi,
Müslümanlar olarak şu seviyemizin altında olmamız
gerekirdi. Ancak Allah (cc) bizi, bizim azıcık
gayretlerimizin karşılığını çok fazlasıyla veriyor.
Şu anda dünya siyasileri, askerleri ve basın mensupları
nezdinde toplumun en saygı değer insanları, islamı yaşayan
nıüslümanlardır, Adı Müslüman olanlar değil. İşte bu,
Allah'ın mü'min insanları korumasıdır. 2895[45]

39- Zulme uğramaları sebebiyle kendileriyle harb edilenlere


(harb) izni verildi. Allah onlara yardım etmeye elbette
kadirdir.
Mekke döneminde iken Efendimiz (as), 13 yıl kâfirlerin her
türlü eziyet ve işkencelerine karşı fiili mukabelede
bulunmayıp, kendine gönderilen âyetleri insanlara
duyurmuştur. İşkencelere maruz kalan Sahâbesi'ne ve O'na
inanan Mü'minlere sabrı tavsiye etmiştir.
Mekke'den Medine'ye hicret edildikten sonra da zamanı
gelince Allah (cc) savaşa izin vermiştir.
Zulme uğramalarından dolayı, o kendileriyle harb edilen
Müslümanlara harb izni verilmiştir. Bu ayet, savaşa izin
veren âyetlerden biridir. Allah onlara yardım etmeye

2895[45]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/242.
kadirdir.
Müşrikler, savaşa izin veren bu âyeti duyarlar ve yine bu
olaya gülerler. Buhari'nin rivayet ettiği bir hadis de; Hz.
Peygamber Medine'ye varınca nüfus sayımı yaptırmıştır.
Fakat nüfus sayımından sonra kaç kişi olduğunu bildiren bir
rivayet yoktur. Bedir harbinde, haydin harbe denildiğinde
herkes harbe iştirak eder. Çocuklar alınmaz, bazı küçük
Sahabeler de "parmaklarımızın ucuna basarak büyük
görünmeye çalıştık" rivayetleri vardır ki, Bedir savaşma 313
kişilik bir gurupla katılınmıştı.
İşte böyle az bir guruba savaş izni verilse ne olur, verilmese
ne olur, şeklindeki, müşriklerin alaycı tavırlarına cevap
niteliğinde; "Allah onlara yardım etmeye elbette kadirdir"
buyuruluyor. Böylece Mü'minlere bir moral müşriklere de
bir cevap olmuş oluyor âyet..
Bakara sûresi 190. âyette de "Sizinle harb edenlerle Allah
yolunda harbedin ama haddi aşmayın..." yani misli iîe
mukabele ediniz. Misli ile mukabele etmek vardır. Bazı
kardeşlerimiz batıya şirin görünmek için, (bilhassa
üniversite çevresindekiler) "İslâm'da savunma harbi vardır.
Müslüman'ın yayılmacılık politikası yoktur. Kendilerinin
üzerine gelenlere savunma yaparlar" demektedirler.
Eğer Öyle olsaydı Hz. Ömer (RA) Kudüs'e niye gitti?
Mısır'ı niye fethetti? Türkmenistan, Azarbeycan yöreleri
niye fethedildi.....? Veyahutta Hz. Peygamber İstanbul'u
niye hedef gösterdi!..?
Yine, Bakara 191. âyette de "Onları nerede bulursanız
öldürünüz." Bazı inançsızlar, İslâm'ı kötülemek için bu âyeti
basın yayın yoluyla insanlara duyurmaya çalışıyorlar ve
"Müslümanlar'ın eline fırsat geçerse, sizi nerede bulurlarsa
kesecekler" diyorlar. Çok satan bir gazetenin üst düzey
yetkilileriyle görüştüm de; "nasıl görüyorsunuz İslâm'ı?"
dediğimde. "İslâm hâkim olduğunda kesileceğimizden
korkuyoruz" diyorlar.
Tabiiki bu kişilerin özgeçmişini araştırıp, işin temeline vakıf
olduğumuzda altında İslâm olduğunu müşahede ediyoruz.
Fakat yetişme tarzları ve imansız görünmelerinin
neticesinde elde ettikleri dünyevî imkanlar yüreğin en
derinliğinde olan imam kapatıyor.
Kendisine, "bak, sen yaman bir adamsın, serçeyi bülbül diye
satan adamsın, gazeteyi bu güce getirecek insansın, şu
İslâm'ında insanlara reklamım propogandasını yapsak,"
dedim. Çok samimi olarak söylediği şey şu; "Benim yetişme
tarzım budur. Ama dinin tanıtımı konusunda bilmiyorum.
Batıda da örneği yok. Biz Batı dünyasını, gazetelerini
günlük trajlarını takib ediyoruz. Ama dinin böyle bir örneği
batıda yok" diye ifade etti.
191. âyetteki ifadeler, bu tür insanlara, bu şekilde aktarılmış
ama âyet; size fiilen harp açmış kişileri kasd ediyor, onlar
yakalandıkları yerde öldürülür. Yani Müslüman'a fiilen harp
açmış inançsızları öldürmemek; "bin tane kuzuyu bir kurda
teslim etmek, veya bin tane koyunu bir kurda feda etmek"
gibi bir durumdur. Allah (cc), dürüst insanların korunması
için kötü insanlara karşı sert tedbirler almıştır.
Atalarımız bize, "su gibi aziz ol" demiş. Su yumuşaktır,
ağacı yumuşatır, ağacın tepesine kadar çıkar. Orada çiçeğe
dönüşür güzel ve faydalı olur. Ama demirin üzerine ne
kadar su dökülürse dökülsün, onu yumuşatmak yerine
sertleştirir. Onu yumuşatmak, için şekil vermek için ateşe
konulursa ve örs'ün üzerinde balyoz veya çekiç ile
dövülünce bir faydası olur. Bir takım imansızların
dövülmesinin hikmeti de budur. Yani savaşın mantığı,
anlamı budur.
Batı'ya yaranmak isteyen bazı zat-ı muhteremler; Kur'ân-ı
Kerîm'deki yumuşaklık ve merhametle ilgili âyetleri
gündeme getirirler de, harple ilgili âyetleri hiç yazmazlar.
Kur'ân'da bir âyet varki, zimmî-lerin durumunu bildirir.
"Onlarla harb ediniz, tâki zillet içinde vergilerini getirip
ödeyinceye kadar." buyrulmuştur. Bu âyetin hayata
uygulanışı, İslamın hakim olduğu geçmiş dönemlerde
yapılmıştır. Hz. Ömer, Hz. Osman zamanında, gayri
Müslimlerin giydikleri ve kullandıkları eşyalar hiç bir
zaman Müslümanlar'inkinden üstün olmamıştır.
Günümüzde "ehli zimme" hakkında araştırma yapanlar,
bahsi geçen buna benzer âyetleri dahi Avrupa'nın hoşuna
gitmez diye zikredemiyorlar. Müslüman ülkesinde,
Yahudinin bindiğine Müslüman binemiyor, onun giydiğini
Müslüman giyemiyor, onun kullandığı ortamı Müslüman
kullanamıyor. Tabii bu kanunla sağlanmış değil ama
pratikdeki uygulama böyle.
Yine Bakara suresi 193, âyetinde de; "Tamamen din
Allah'ın dini oluncaya kadar fitne, zulüm, imansızlık
yeryüzünden kalkıncaya kadar..." buyrulmaktadır.
"Kalkıncaya" dan maksat, imansız adam kalmayacak
anlamında değil, onun hâkimiyeti ortadan kalkıncaya
kadardır.
Bu hususu insanlara biz anlatamadık. "Yeryüzünde fitne
kalmayın-caya kadar" buyuruyor Allah (cc). Yeryüzündeki
birtakım insanlar, Afrika'daki insanların kanını, canını
emmiş, ayağının altındaki madenlerini almış, başının
üstündeki ormanlarım traş etmiş, fakirlik ve zaruret içinde
bırakmıştır.
İşte bir gurup Müslüman çıkıp bunlara haddini bildirmeli.
Ayetin emrettiği; "Yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar"
dediği husus.
Üç kişi bir araya gelseler bir çete kurup küçük çocukları
yakalayıp yaksalar dünya ayağa kalkıyor. Amerikada da
olduğu gibi yakın bir zamanda Belçikada ondan fazla
çocuğu öldüren yüksek tahsilli önemli bir görevi de olan biri
yakalandı. Bunlara karşı yine dünya ayağa kalktı. Bunlar
yaktıkları insana belki beş dakika acı verirler.
Ama devlet halinde kurumlaşmış imansız çeteler eğitim
yoluyla çocukları dinden uzaklaştırarak milyarlarcasmj
cehenneme atıyorlar.İşte cihad, bu devlet çetesinin yakma
işine son vermektir.
Herkes toprağına, hanımına ailesine sahip çıkacak, hayata
din hâkim olacak, din hâkim olduğu zaman da huzur ve
güven olacaktır. 2896[46]

40- Onlar yalnız "Rabbimiz Allah" dedikleri için haksız


yere yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah insanlardan bir
kısmını (kafirleri) bir kısmıyla (mü'irinlerle) def etmeseydi,
manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın ismi çokça
anılan mescitler yıkılırdı. Ona yardım eden Allah mutlaka
yardım eder. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, galiptir.
"Allah'ın harbe izin verdiği adamların, yurtlarından haksız
yere çıkarılan insanlar olduğunu ifade ediyor. O insanların
bir tek suçu var. "Rabbimiz Allah", demeleri. Buruc
Sûresi'nde d&;(ayet 8) "Onların, Aziz ve Hamîd olan
Allah'a imanlarından başka bir suçları yoktu. İmansızlar
onlardan, intikamı; "bunlar Allah'a iman ediyor" diye alıyor
ve ateşte yakıyordu."
Günümüzde de imansız yöneticilerin Müslümanlardan
intikam almak, çeşitli eza ve cefalar yapmak, harp ve
darpleri Müslüman ülkelerde geliştirmelerinin yegane
sebebi, bu insanların Müslüman olmalarıdır. Ortadoğuda
bitmeyen savaş buna bir örnektir.
Savaşın hikmetini de 40. âyette şu şekilde açıklıyor. "Eğer
Allah (cc) imanlı insanlar vasıtasıyla imansızları yok etmeyi
kılmamış olsaydı..." Bakara Sûresi'nde (Ayet 25) Davud
(as)'ın komutanı "Tâlut" ve "Câlut'un" olayını bahsettikten
sonra; "Allah(cc), bazı insanları bazı insanlarla def etmemiş
olsaydı, yer yüzünde fesat çıkardı," buyurduğu gibi. 40.
âyette de dağ başlarındaki rahiplerin sığındığı manastırlar,

2896[46]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/242-245.
ya-hudilerin havraları, hıristiyanlarm kiliseleri ve içinde
Allah'ın çokça anıldığı mescidler yıkılır. Demekki mescidler
toplumun birliğini, dirliğini sağlayan hürriyetini sembolize
eden, bozulmayı önleyen yerlerdir.
Buradan şu anlaşılıyor; Devlet yönetimiyle ibadethaneler
arasında sıkı bir alaka ve bağlantı vardır. Yönetimi inançsız
insanlar elde ettiği zaman -ki tarihde bunun örnekleri vardır-
gerek hristiyanlık, gerek ya-hudilik, gerekse İslâm
beldelerinde bu dinlerin yaşadığı ve yaşamakta olduğu
zaman ve mekanlarda fitne, fesat çıkıp Allah'ın bolca
zikredil-diği mescidler yıkılmıştır.
Onun için Müslüman, inanan insanlar, yönetimi ele
geçirmelidir. Yâni Müslüman Musa (as) gibi olmalı. Musa
(as) denildi mi Asâ, Asâ denildi mi de Musa (as) akla gelir.
O Peygamber, Firavun karşısında çok hoş, yumuşak söz
söyler, elinde Asâ'sı olduğu halde. Asâ bir kılıcı, bir gücü ve
bir kuvveti temsil ediyordu. Firavun'un karşısına asâ'sı ile
çıktığı zaman; "Bak kılıcımla seni tehdit etmiyorum. Sana
zor kullanmıyorum, yumuşak bir dille İslâm'ı tebliğ
ediyorum. Fakat beni bu tebliğimden alakoyup engellersen,
benim üzerime gelirsen seni bununla mahvederim" mesajını
veriyordu. Nitekim Kızıl denizde de gereken ders, O Asâ ile
verilmiştir.
İşte Müslüman Musa (as) gibi olmayıp, idareyi ele
geçirmezse müşrikler-kâfirler dünyanın neresinde olursa
olsun bu ibadethaneleri yıkarlar. Kullanılacak, yıkılacak çok
yerler olduğu halde ille de bu mescid ve benzerlerini
yıkarlar. Bunu yapmalarından maksat, yönetimi ellerine
geçirdiğinin bir alâmeti, hâkimiyetlerinin bir sembolü olarak
kullanmalarıdır. Allah (cc) buna dikkatimizi çekiyor.
Bir de bize moral veriyor, teselli ediyor. Dünyanın
günümüze kadar ulaşan en eski yapıları olarak, Mekke'deki
"Kabe'yi Muazzama", Yine Mısır'daki "Karnak Mabedi"
bilinir.
Kabe Hz. Âdem (as) tarafından temelleri atılmış, Hz.
İbrahim (as) tarafından da bu temeller üzerine tekrar inşa
edildiğine dair âyet vardır.
Bu husus şunu gösterir. Zaman içinde inananlarla
inanmayanlar arasındaki hak-batıl mücadelesi devam eder
ama galib gelen, inanan-Müslümanlar olmuştur.
Gerçi şu anda biz Müslümanlar biraz mağlubiyet içindeyiz,
ama tarihimize baktığımızda, 1400 yıllık İslâm tarihi hep
zaferlerle doludur. Son 150 sene içinde Müslümanlar
tökezleyip zillete düşmüştür. Bu hemen hemen bütün
milletlerde vardır. Nasılki tökezlemeyen atın mevcudiyeti
mümkün değilse ve de tökezleyen at daha sonra tökezlediği
gibi kalkabiliyorsa, inşallah yakın bir gelecekte
Müslümanlar da bu zilletten kurtulacaktır.
"Allah'ın dinine yardım edenlere Allah mutlaka yardım
eder." Âyette iki tane te'kid edatı kullanılmış. Türkçemizde
bunu "mutlaka" kelimesi ile ifade ediyoruz. Buna göre mana
"Mutlaka ve mutlaka, Allah'ın dinine yardım edene Allah da
yardım eder." Şüphesiz Allah (cc) güçlüdür. Gâlibtir. Ancak
yardımı, güçlü ve azîz olan yapar, bu vasıfları olmayan
birisinin yardımı da sınırlı olur. Allah'ın dinine yardım
edenlere yardım edeceğini vaad ettikten sonra, kendisinin de
güçlü ve gâlib olduğunu ifade ediyor bu da, dikkati calibdir.
Günümüzde basın-yayın yoluyla hep süper devletlerin
teknolojik üstünlükleri Müslümanların gözlen önüne
seriliyor. Onlara gözdağı verircesine, hergün yeni yeni
ürettikleri ölüm makinaları olan silahlar gösteriliyor.
Ama biz inanıyoruz ki Hz. Peygamber de her sabah
kalktığında, yatağında ilk söylediği; "lâilâhe illaîlâhu
vahdehû lâ şerike leh, lehül-mülkü velehül hamdü ve hüve
alâ külli şeyin kadir." bu söz olmuştur. Biz Müslümanlar da
bu sözü söylemeliyiz. Böylece biz kendimizi mo-ralmen
yüceltip güçlü ve kuvvetli bir hale geliyoruz. Zira bütün
silahlar da, Allah'ın yarattığı şeydir. Allah'ın yarattığı
şeylerden değil kendinden, Onun gazabından korkmak
gerekecektir.
Allah'ın, inananlara yardım örnekleri tarihde sayılamıyacak
kadar çoktur. Roma'nın güçlü kuvvetli askerlerine karşı Hz.
İsa (as)'ın üçbeş neferi, Roma'nın hıristiyan olmasına sebep
olmuştur.
Cengiz'in ordularına karşı Müslümanların sabır ve metaneti,
onların Müslüman olmasına sebep olmuş ve tarihde
Cengiz'in torunları İslâm'a hayli hizmetler yapmıştır. 2897[47]

41- Onlara eğer yeryüzünde (iktidar için) bir mekan verirsek


namazı kılarlar, zekatı verirler, iyiliği emrederler, kötülüğü
yasaklarlar. İşlerin sonu Allah'a aittir.
Bu âyet bize derki; "mutlak surette devlet kurulmalıdır.
Namazınızı dosdoğru kılabilmeniz için, zekatınızı edâ
edebilmek için, insanlara emr-i-bil ma'ruf nehy-i- anil
münkeri yapabilmek için devletin kurulması gerekir."
Çünkü bunlar devletle mümkündür devlet olmadığı takdirde
ferdî olarak kaçamak usulüyle yapılır.
Onlara yeryüzünde dinlerini tatbik edecek bir mekan
verirsek ki, âyette kast edilen Medine'dir. Medine'ye hâkim
olup müşrikin sözü orada geçmeyince, namazlarını
dosdoğru kılarlar, zekatlarını verirler, iyiliği emrederler,
kötülükten alıkoyarlar, işlerin sonucu Allah'a aittir. Yani
kimin gâlib kimin de mağlup olacağını Allah(cc) bilir ve O
belirler.
Günümüzde çeşitli işyerlerinde ve devlet kuruluşlarında
Mü'minler rahat bir şekilde ibadetlerini yapamamaktalar.
Mesela, askeriyede namaz kılanların atılmasının istenmesi
veya namaz kılmak için işinin başından ayrıldığında müdürü
veya patronu tarafından tehdid edilmesi, namaz kılarken;
acaba beni görürler mi? gibi bir endişe içinde namaz

2897[47]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/246-249.
kılması, diğer taraftan zekatta ve Hacc ibadetinde çıkan
birçok sorunun temelinde Müslümanların devlet olmaması
gerçeği yatmaktadır.
Eğer devlet İslâmî olursa; askeriyedeki Müslüman komutan
gönül rahatlığıyla namazını kılacak. Fabrikada, büroda,
dairede çalışan memur, işçi namaz vakitlerine göre çalışma
saatleri ayarlanacağından rahatlık içinde, işini aksatmadan
kılacak.
Aynı husus diğer ibadet ve itaatler için de geçerli olacaktır.
Müslüman zekatını verecek; müftülere dirayetli gördüğü
alimlere soruyor: "Acaba devlete vergi olarak verdiklerimiz
zekat yerine geçer mi?" veya ödediğimiz vergilerden de
zekat vereceğiz mi diye. Tabi ki bunlar Müslümanlar
arasında çözülmesi gereken, İslâmî devletin olmayışından
kaynaklanan hususlardır.
Biraz da bu hocalardan kaynaklanmakta. Devletle bitecek
bazı problemleri dahi ferde yüklemekte. Mübarek
gecelerden birinde bir arkadaşı vaaz ederken dinledim:
Cemaatine, içkiyi içersiniz sonrada benim karşıma
gelirsiniz, faizi alırsınız yersiniz yine camiye gelirsiniz,
değil mi? şeklinde hep cemaati suçluyor. Onlara çıkış yolu
göstermiyordu. Zira küçük esnaf bile olsa, faize bulaşmadan
mümkün değil, hatta şehri bırakıp dağa çıksa bir sürü koyun
edinip yünlerini kendisine giyecek yapsa sütünü de gıda
yerine yese, bu adam o koyunlarının kışın yiyeceği yem'i
için bankadan kredi almak zorunda, sistem öyle ku-rulmuşki
bunu atıp İslâmî Sistem'i kurmadan başka çaresi yok. Hz.
Osman (ra); "Hz. Allah Kur'ân'la yapmadığını, sultanla
yapar" demiştir. Yani yönetimle yapar. Kur'ân'ı evin
köşesine assanız Kıyamete kadar durur. Kendiliğinden bir
şey yapmaz. Ama sultan onu uygular, yani yönetimde icraat
vardır.
Onun için yönetime sahip çıkılmasını vurgulayan âyetlerden
biridir 41. âyet. 2898[48]

42- Eğer seni yalanlıyorlarsa, bunlardan önce Nuh, Ad ve


Semud kavmide yalanlamıştı.
43- İbrahim'in kavmi ve Lud'un kavmide (yalanlamıştı.)
44- Medyen halkıda (yalanlamıştı.) Musa'da yalanlandı.
Kafirlere zaman tanıdım. Sonra yakalayıverdim. Benim
inkarım nasılmış?
Bu âyetler Hz. Peygamber (sav)'e birer tesellidir. Tabiki
O'nun şahsında bugün de bu teselliler bizedir. Bu teselliyi o
döneme ait görmemeli.
"Eğer seni yalanlarsa" yani getirdiğin bu âyetleri
okuduğunda; "sen sihirbazlık yapıyorsun, insanlar arasında
fitne fesat çıkarıyorsun" derlerse, desinler. Daha önce de
Nuh (as)'ın kavmi Nuh'u yalanlamıştı, Ad Kavmi, Semud
Kavmi, İbrahim (as)'ın Kavmi, Lût (as)'ın Kavmi, Şuayp
(as)'ın Kavmi, Medyen halkı da aynı şekilde
peygamberlerini yalanlamışlardı. Hz. Musa (as)'ın elinde o
kadar mucizeler olmasına rağmen, Onu da yalanladılar.
Burada Lût (as)'ın örnek olarak gösterilmesinin hikmeti ki;
O'nun kavmi fuhuşta çok ileri giden bir kavimdi. Lût (as)
çalıştı gayret gösterdi, onların yalanlamasına rağmen devlete
nail oldu.
Yine "Yûsuf Sûresi'nde" geçtiği gibi, yüksek sosyete; "o
erkekle mi zina edilir, bununla mı zina edilir?" "Şu kralın
hanımının yatmak istediği erkeği bir görelim." gibi
yaptıkları ahlâksızlığı kendi aralarında anlatan bir kavim
iflah oldu, düzeldi.
Nuh (as)'ın kavmi (o kadar inat ki, imansızlıklarının
neticesi) helak edilmiş, daha sonra Nuh (as) devletini
kurmuştur. Diğer bahsedilen peygamberler de
yalanlanmalarına inkâr edilmelerine rağmen devletlerini

2898[48]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/249-250.
kurmuşlardır. İşte bunları misal olarak veriyor ve bize
diyorki, toplumdaki fahişelerin sayısı ne olursa olsun, köşe
dönenlerin sayısı kaç olursa olsun, soyguncu katillerin
sayıları ne kadar çok olursa olsun, yeterki İslâm'ı temsil
eden insanlar bu peygamberlerin yolundan yürüsün, onların
taktiğini kullansın. 2899[49]

45- Zalim olan nice memleketler helak ettik. Onlar(in


ülkelerinde) şimdi çatıları üzerine çökmüş, nice terkedilmiş
kuyu ve nice (ıpıssız) yüksek köşkler vardır.
Zalim olan nite şehirleri helak ettiğini, tavanlarının yere
çöktüğünü ve su kuyularının muattal kaldığını, yıkılmayan
köşklerin insansız kaldığını haber vermekte, yani
peygamberlerine ve Onların yollarından giden insanlara
Allah(cc) yardım etmiştir.
İki türlü yardım etmiştir; birincisi. Nuh (as) kavminin
"Tufan" ile boğulması, Lût (as) kavminin "yere batırılması"
şeklinde kâfirlerin helak olması diğeri de; Müslümanların
galib gelmesi ki,2900[50] Davud'un (as) komutanı olan
Talut'un, Calut'u yenmesi Ona galib gelmesi gibi. Yani
Allah (cc) kâfirlerin saltanatının sona ereceğine birçok
âyetle işaret etmiş, geçmişte bunun örnekleri olmuştur.
Kıyamete kadar da olmaya devam edecektir. 2901[51]

46- Onlar yeryüzünde gezmedilermi ki (kafirlerin bu


harabelerini görüp ibret alarak) düşünen kalbleri, işiten
kulakları olsun. Çünkü (iman konusunda) gözler kör olmaz.
Ancak göğüslerindeki kalbler kör olur.
Onlar yeryüzünde şöyle dolanmazlar mı, seyahat etmezler
mi? Bu bir turistik seyahat ta olabilir. Kur'ân diğer âyetlerde
de "yeryüzünde gezin, dolaşın, yürüyün dini yalanlayanların

2899[49]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/250-252.
2900[50]
Bakara Sûresi ayet 251
2901[51]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/252.
akibetine bakınız..." buyurur. Tarihimizde ünlü
seyahatnameleri olanlar vardırki en meşhurları Evliya
Çelebi, İbni Batuta'dir. Son dönem seyyahlarımızın ünlüsü
de M. Akif merhumun değerli arkadaşı Abdurreşid İbrahim
Efendi'dir. Gezdiği yerlerin kilometrelerini dahi vermiştir.
Kendisi Kazan Türklerindendir. Seyahatmdaki amaç; İslâm
alemini uyandırmaktır.
Bir de ilim seyahatleri vardır ki, Buharı, Müslim gibi hadis
yazan zatların ilmi seyahati gibi. Bir de ticarî seyahatler ki
İslâm'ın dünyanın herbir tarafına yayılmasına vesile olan
Müslüman tacirlerdir. Allah-u Teâlâ bunlara açıklık
getirmeden, yani ilim için, ticaret için olduğunu belirtmeden
"yeryüzünde dolaşmamızı" istiyor.
Yani hangi vesileyle dolaşılırsa, dolaşılsın fark etmez,
dolaşırken de ibretle çevreye, etrafımıza bakmamızı istiyor.
"Zira dolaşsalardı elbette düşünecek kalbleri ve işitecek
kulakları olurdu" buyuruyor. Ama gerçek şu ki, gözler kör
olmaz, sinelerdeki kalbler kör olur." Hakikati görmeyen
kalbdir.
Bakara Sûresi'nde; (Ayet 18) "Onlar sağırdırlar, kördürler
dilsizdirler" buyruluyor. Bunlar "Ateistim" diyen
imansızlardır. Bu insanların da bizim gibi gözü kulağı ve
dili de vardır. Güzel yazılar yazar, etrafındaki sesleri işitir
ve eşyaları görür.
Fakat âyette geçen körlük ise "Gözdeki değildir, göğüsdeki
kalbdir." Kalb deyince de, daima sol tarafımızda olan sesini
(atışlarını) duyduğumuz çam kozalağı gibi olan et parçası
değildir. O, gözle görülmeyen şeffaf bir şeydir. İnsanın iyiyi
görmesi, güzeli kavraması bu kalb ile olur.
Gözün görmesine "nazar" (bakma), kalbin görmesine de
"basiret" denir. Hakk'ı görmeyenlere; "basireti kapanmış"
deyimi kullanılır. Gerçek körler bütün kafirlerdir. İki gözü
de âmâ olan kişinin enkötü hali kaldırımdan düşer ama,
sonra yeniden kalkar. Gönül gözü kör olan kafirler ise
cehenneme düşer ve asla çıkamaz.
Bir adama iki gözünden birisi kapatılacak denilse her
halükârda hiç birine razı olmaz ama mutlaka birisi
kapatılacak ısrarında bulunulduğu zaman, akıllı olan insanın
başdaki gözünün kapatılmasına razı olup basiret gözü
dediğimiz kalb gözüne razı olmaması gerekir. Çünkü baş-
daki gözün kapatılması dünya ni'metlerini görmemizi
engeller, dünyada fani olduğu için geçicidir.
Gönül gözünün kapatılması ise; bu dünyada karamsar bir
hayat yaşamamıza, ahirette ise sonu gelmez bir derecede
Cehennemde yanmamıza sebeb olur. Ebu Cehil'in başındaki
gören iki gözü ona fayda vermedi. Buna karşılık, "Âmâ"
olan Abdullah bin Ümmî Mektum'un basiret gözünün açık
olması onun iman etmesine sebep oldu. O bu haliyle
müezzinlik yapma şerefini elde ediyor, hatta müslümanlar
harbe gittiklerinde Medine'deki yönetimi ona bırakıp
gidiyorlardı.
Birgün hukuk fakültesinde okuyan gençlerle islam hukuku
ile ilgili dersler yapıyordum, derken aynı yere akşam saaat
yedide, elinde bir beyaz değnekli "Âmâ" biri geldi, birkaç
dakika sonra bir tane daha, derken bir tane daha, tam dört
âmâ kişi geldi.
Sohbet bitiminde sorduk; "hayrola nereden nereye?" "Biz
burada Kur'ân öğreniyorduk günümüzü şaşırmışız, birgün
sonra gelecektik" dediler.
Azmin elinden hiç birşey kurtulmaz. Bu kişiler birçok İslâm
devleti başkanlarına mektup yazıp oralardan, kendilerinin
okuyabileceği bir Kur'ân istemişler. Derken Yeşilköy
havaalanı gümrüğüne Pakistan'dan bir Kur'ân gelir. Tabiiki
üzerinde Mushaf yazılı, kabartma usulü olduğu için,
devletin sırlarım ifşa edecek casusluk malzemesi
zannederler ve Diyanet İşleri Başkanlığından o konuda
rapor isterler. Neticede hallolur.
Yani o gümrüktekilerin görmeyen baş gözü ve içindeki
basiretinden kaynaklanan azmi, öbür tarafta da bazı
çevrelerce saygı duyulan zahiri gözü daima, öküzün karpuz
kabuğunu gördüğü gibi menfaatini gören, basireti kapalı,
Allah'ın alâmetlerini göremeyen insanlar...!!! 2902[52]

47- Azabın çabucak olmasını senden istiyorlar. Allah asla


sözünden dönmez. Rabbin katında birgün sizin
saydıklarınızdan bin sene gibidir.
Hz. Peygamber (as)'e; nerede Allah'ın azabı? Hani,
kâfirlerin mağlup olacağını söylüyorsun? Hani ahiret,
Kıyamet? diyorlar. Bunları günümüzün inançsızları da
söylüyor; "Kur'ân'da Kıyamet yaklaştı, ay ikiye ayrıldı âyeti
var ama 1400 yıl geçmiş daha Kıyamet gelmemiş.?"
İşte Hacc Sûresi'nin 47. âyetinde, "Allah vadinden dönmez,"
buy-rulur, sonra "yakın" demesinden, yaklaştı demesinden
kasıt; Allah indinde 1 gün, bizim için bin seneye tekabül
eder. Böyle olunca da Kıyametin ne zaman kopacağını
bilemeyiz.
Azabı acele eden kâfirlerin başına azâbları geldi ve de kendi
gözleriyle gördüler. Âd kavmi, Semud kavmi, Lût ve Nuh
(as)'ın kavimlerinde olduğu gibi, Hz. Peygamber'in de
karşısında duran kâfirlerin de başlarına azâbları geldi. Gerçi
Ebu Cehil göremedi. O'nun oğlu îkrime Mekke'nin fethini
görünce, "iyiki babam Bedir'de Ölmüş, Mekke'nin fethini
görseydi tamamen kahrolurdu." diyor. Ama ilahî tecelli
gerçekleşir, İkrime(ra) Müslüman olur ve İslâm'a da güzel
hizmetler eder.
Günümüzün Azılı kâfirlerine de bu gözle bakıp, belki
birgün gelir İkrime gibi Müslüman olurlar da, bu sefer
İslâm'ın bayrağını taşıyıp onun yücelmesi yolunda gayret
gösterirler düşüncesiyle hareket etmek gerekir. Yoksa
Cehenneme iyi odun olur, hayli de kilolu, iyi de yağı çıkar

2902[52]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/252-255.
düşüncesinde olmak ve o şekilde hareket etmek yanlış bir
davranıştır. 2903[53]

48- Halkı zalim nice şehirlere mühlet verdim, sonra onları


yakaladım. Dönüş ancak banadır.
Bu kadar Müslümanların kanını döken bu imansızlara
Allah(cc) niye cezasını vermiyor? diye soruyor
kardeşlerimiz. Allah (cc) bugünkü zalimlere olduğu gibi,
tarih boyunca birçok alime de mühlet vermiş ama daha
sonra; "Onları ansızın yakalayıverdik." buyuruyor.
İmanlının da imansızın da dönüşü Allah'adır. Bir kısmım
âleme ibret olması için bu dünyada cezalandırıyor. Mevlana;
"tarihde binlerce kâfir yöneticinin gelip geçmesine karşılık
bunların içinden Firavun'un isminin zikredilmesini ibret
alınması içindir" diye ifade etmektedir.
Yine Mevlâna bir hikayesinde şöyle zikrediyor; bir kurt, bir
aslan ve de tilki ava çıkarlar, bir tane yaban öküzü, bir
geyik, bir de tavşan yakalarlar.
Ormanlar kralı aslan, kurt'dan taksim yapmasını ister. Kurt;
yaban öküzünü aslana, geyiği kendisine, tavşanı da tilkiye
verir. Buna kızan aslan, kurdun başının derisini bir pençede
aşağı indirir.
Sonra tilkiden taksim yapmasını ister. O da aslanın yaban
öküzünü sabah kahvaltısında, geyiği akşam yemeğinde,
tavşanı da yatarken çerez olarak yemesini ister. Aslan,
tilkiye; "sen nereden öğrendin bu akılı" dediğinde; "kurdun
başına gelenlerden" cevabını verir.
İşte Allah Teâlâ da, ibret almamız için Firavun'un başına
gelenleri bize anlatıyor. Bunun anlamı şudur; "Ben firavun,
imansızlık yaptım başıma bunlar geldi, sakın ha! siz bunu
yapmayın" demektir.
Elektrik direklerine ölüm levhasının konduğu gibi, Allah

2903[53]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/255-256.
Teâlâ da tarih direklerine Firavun'u takıvermiştir. 2904[54]

49- Deki: "Ey İnsanlar, ben sizin için ancak apaçık bir
uyarıcıyım."
Bazıları "Nezir" kelimesini korkutucu olarak ta tercüme
etmişlerdir. "Uyarıcı" kelimesi daha uygundur. Alarm zili
gibi herhangi bir durumda tehlikede, uyarması dikkat
çekmesi için uyarıcı diyoruz.
İşte peygamberler de Cehennem azabının uyarıcısıdır.
Küfürün hâkim olduğu yerde binlerce milyonlarca insanın
ahiret hayatı mahvolduğu gibi, bu dünyası da heder ediliyor.
Küfür içinde yaşayan insanların dünyaları o kadar heder
ediliyorki o kadar berbatki, basın yayın yoluyla biz
Müslümanlara ulaşanı bunun yüzde biridir. Diğer % 99'u
bize ulaşmıyor.
Yani kâfirlerin hayatında da çekilmez yönleri, sıkıntı yapan
bir çok merhaleler var. Onun için Allah (cc) bizden; "Ey
Rabbimiz; dünyada da ahirette de iyilik ver, bizi Cehennem
ateşinden koru" şeklinde kendisine dua etmemizi istiyor.
Burada geçen "ateş" genelde Cehennem ateşi olarak
anlaşılıyor, doğrudur, ama bu dünyadaki ateş anlamına da
gelir, ateş insanın yüreğini bedenini yakar.
Bugün birçok insanın yüreği yanmış, endişeler içinde
kıvranıp durmaktadır. Onun için peygamberler bu konuda
da (yani dünyanın azabından) uyarıcıdırlar. Hz. Peygamber
Mekke insanına; "bakın bu insanlar sizi sömürüyor,"
şeklinde uyarmıştır.
Yine Hz. Peygamber, mektuplarını devlet başkanlarına
göndermiştir. Gerçi çoğu Müslüman olmadı. Bir Bizans
İmparatoru, bir İran Kisrası, Müslüman olmadı ama
oralardaki insanlar yeni bir dinin ortaya konduğunu, son
Peygamber'in geldiğini duydular ve Mekke'den gelen

2904[54]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/256-257.
insanlara haber sormaya başladılar. Binlerce Romalı köle,
binlerce Bizanslı çiftçi esaretten zulümden kurtulmak için
Peygamber'i beklemiştir.
Kısacası bu din, insanları bu dünyada da kurtarıyor. Biz hep
ahiret vaadi yapmayalım. Günümüzdeki inananlara da,
imansızına da, köşe dönücüsüne de, faizcisine de, fuhuş
ticaretini yapana da; "Bakın!, bu bıktığınız hayata yeni bir
hayat kazandıracak olan İslâm'dır." demeliyiz. 2905[55]

50- İman edip ameli salih işleyenlere gelince, onlara


mağfiret ve güzel rızık vardır.
Daha önceki dönemlerde yazılan tefsirler, genelde İslâm
dünyasının yükselişte olduğu, parlak dönemlerinde
yazılmıştır.
İbni Cerir et Taberî, İbni Kesîr, Zemahşeri, Kadı Beydavî
hep o dönemde yazılmış eserlerdir. Bazı gençlerimiz bu
tefsirlerde cihad ruhunun olmadığından şikayetçiler ama
nasıl ki; iş yapılırken laf etmenin gereği yoksa, cihadın
içinde olan insanın da bundan bahsetmesine, lafını etmesine
gerek yoktur. Cihadı o günün Müslüman'ı da yapıyor,
devleti de yapıyor. Böyle bir ortamda bugünkü Müslüman
insanımızın yazdığı gibi yazılara gerek yok.
Devletin hâkim olduğu dönemlerde insanlar birçok nimete
sahibdir. "İman edip ameli sâlih işleyenlere Allah'tan af ve
mağfiret vardır. Değerli ni'metler vardır."
Bu âyeti iki türlü anlamak mümkündür. Bu dünyada iman,
edip sâlih amel işleyenler "devlete" sahip olurlar. Dünyada
devlete sahip olunca da güzel nimetler onların olur. İsrâ
Sûresinde de (Ayet 13-20) belirtildiği gibi, "Dünyâyı
isteyene dünyayı veririz, ahireti isteyenlere dünyayı da,
ahireti de veririz." buyrularak. Dünyanın da ahiretin de
Mü'minlere ait olduğu ifade edilmektedir.

2905[55]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/257-258.
İkincisi de bu dünyada iman edip sâlih amel işleyenlere,
ahirette Cennet vardır, anlamına da gelir. 2906[56]

51- Ayetlerimize galip gelmek için koşanlara gelince, onlar


alevli ateşin yaranıdırlar.
Ayetlerimize galip gelmek onu aciz bırakma konusunda
koşuşturan kâfirlere de yakıcı Cehennem azabı vardır. Onlar
yakıcı Cehennemin adamıdır, oranın yaranıdırlar.
Kâfirler de küfürlerinin yerleşmesi için koştururlar. Âyette,
"yürürler" denilmiyor "koşarlar" ifadesi kullanılmıştır.
Başka bir âyette de; "onlar, küfürlerinin yerleşmesi için
mallarından infak eder ve onlar ta-ğutları yolunda harb
ederler." buyruluyor. 2907[57]
Müslümanlar'ın azıcık kıpırdanmasından endişelenir,
rahatsız olurlar. Devlet yönetimini Müslümanlar'ın elde
etmesinden korkuyor, hatta Müslümanlar % 98 çoğunlukta
seçimlerde galip gelseler bile devlet onlara yine verilmez.
Çünkü, bu da çoğunluğun despotluğudur şeklinde işi
çıkmaza sürme niyet ve düşüncesindedirler. 2908[58]

52- Senden önce gönderdiğimiz her Rasul ve Nebi birşey


temenni ettiğinde şeytan onun temennisinin içine birşey
atardı. Allah'da şeytanın attığını derhal ibtal eder, sonra
Allah ayetlerini sağlamlaştırır, Allah bilendir, hükmünde
hikmet sahibidir.
Tefsirimize başlarken belirttiğimiz gibi, âyetleri tefsir
ederken birinci derecede âyetin âyetlerle tefsirine, ikinci
derecede âyetin hadisle tefsirini nazan itibare alıyoruz.
Âyetin hadisle tefsiri iki yönlüdür.
Birincisi bizzat Hz. Peygamberin âyeti alıp ve âshâbı'na; bu
âyetin manası budur" diye açıkladığıdır. Yani âyetleri Hz.

2906[56]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/258-259.
2907[57]
Nisa 76, Enfal 36
2908[58]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/259-260.
Peygamber kendisi açıklıyor.
Bir de İbni Kesîr gibi, Taberî gibi bazı müfessirler; âyeti
alıp o âyetle alakalı hadisleri bulup ard arda veriyorlar.
Bunun doğru yönleri olduğu gibi hata ihtimali de vardır.
Zira âyetlerle hadisler arasındaki alakayı-ilgiyi kuran
müfessirdir.
Bu söylediklerimizi daha iyi netleştirirsek.., birgün Hz.
Peygamber Kum üzerine bir çizgi çizer, daha sonra bu
çizginin sağına da soluna da çizgiler çizer ve âyeti okur, ve
sonra: "işte benim dosdoğru yolum budur, buna uyunuz, şu
diğer yollara uymayınız..." buyurur. (İbni Mace
Mukaddime) işte bu hadis, âyetin bizzat Hz. Peygamber
tarafından yapılan bir tefsiridir.
Bir de Hz. Peygamber'in herhangi bir sebeble bir yerde
söylediği hadisi, o konu ile ilgili âyetle ilgisi var diye o
âyetin açıklamasına iliştirmek iyidir, ama bu hadis bu âyeti
açıklar, bu âyetinde anlamı mutlak budur demek yanlış olur.
Bunu, şunun için izah ettik. Gerek bazı tarih kitaplarımız,
gerekse tefsirlerimizin bazılarımda şöyle anlatılır. Güya Hz.
Peygamber Mekkeyi Mükereme'deyken Necm Sûresi nazil
olur. Kabe'nin etrafına gelir, orada Necm Sûresi'ni okur
müşrikler de dinlerler, Sûrenin sonunda secde âyeti
olduğundan dolayı Hz. Peygamber secdeye kapanınca
müşriklerde secdeye kapanır, Sahabe de hayret eder.
İşte şeytan âyetleri isimli kitabı yazan Salman Rüşdü de bu
uydurma olay üzerine kitabını yazmıştır. İşte o esnada Hz.
Peygamber sûreyi okurken şeytan, kendisi de birşeyler
fısıldamış Hz. Peygamber'in ağzından, Mekke'li müşrikler
de Muhammed (sav) bizim putlarımızı da kabul etti. Biz de
öyle ise secdeye kapanalım demişler. Bu rivayet tefsir
kitaplarımızda var, sağlam olan güvenilir olan müfessirler
bu olayı reddeder böyle bir şeyi ve o hadis'in senedinde
sakatlık var diyerek kabul etmezler. İslâm kaynaklarına
"Garanik olayı" diye geçen bu olayı kabul edenler, Hacc
Sûresi'nin bu 52. âyetini delil olarak getirirler.
Senden önce biz, hiç bir Peygamber veya Nebi'yi
göndermedik ki, onlar birşey arzu ettiklerinde şeytan onların
arzusuna kendi vesvesesini katar. Allah o şeytanın kattığını
giderir ve âyetlerini sağlamlaştırır.
Yukarıda geçen olayda, Hz. Peygamber'in ağzından "lât ve
menât" gibi, müşriklerin putlarını övücü sözler çıksa bile
Allah(cc) onu düzeltir. Bu konuda ulemâ birleşiyor ama biz
temelde böyle bir olayı reddediyoruz. Çünkü ilgili hadis
sağlam rivayetlerle gelmemiştir ...
Biz, senden önce gönderdiğimiz her Peygamber ve Nebi'ye,
birşey okumak istediklerinde veya birşeyi arzu ettiklerinde
şeytan, onların okuduğu mesajına veya arzusu içine vesvese
atar.
Yani Peygamber kendisine nazil olan âyeti Sahâbesi'ne
okuyor, orada iman edenlerin yanısıra buna inanmayan
münafıklar da var. İşte şeytan, imansızların kalbine vesvese
atar, âyet hakkında şüphe uyandırır veya Hz. Peygamber
cihada hazırlanmalarım arzu ediyor. Şeytan da; verirsen
hepsini fakir olursun, gidersen ölürsün, şeklinde vesvese
veriyor. Hatta şeytan, Efendimizin istek ve arzuları içine
vesvese katmak ister ama asla muvaffak olamaz.
Çünkü Rabbim o vesveseyi ortadan kaldırır ve âyetleri
Mü'minlerin yüreğinde sağlamlaştırır. Allah(cc) herşeyi
bilendir. Hükmedendir. 2909[59]

53- Kalbleri katı olan ve kalblerinde hastalık olanlara


şeytanın attığı, bir imtihan olsun. Muhakkak zalimler uzak
bir ayrılık içindedirler.
54- Kendilerine ilim verilenler onun Rabbinden bir gerçek
olduğunu bilmeleri, ona iman etmeleri ve kalbleri ona
ısınması için (Allah onu şeytanın vesvesesinden korur)

2909[59]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/260-262.
Şüphesiz Allah iman edenleri doğru yola iletir.
Kalbleri katılaşmış ve kalblerinde hastalık olan insanları
imtihan için Allah(cc), onların kalblerine, şeytana vesvese
verme fırsatını verir.
Mü'minle kâfiri ortaya çıkarmak için Allah(cc) şeytana
vesvese verme imkanını vermiştir. "Herşeyin yaratıcısı
Allah'dır" âyetinde ifade edildiği gibi, onun vesvesesini de
Rabbim yaratır.
O Mü'minler, Allah'tan gelen hakka iman ederler. Kalbleri
de Allah'tan korkar. Allah(cc) iman edenleri dosdoğru yola
hidâyet eder. İslam yolunda olmamızın ilk müsebbibi Allah
(cc)'dır. Bu Rabbimızin Mü'minlere olan bir lütf-û
keremidir. Aynı göze ve uzuvlara sahip bir imansız bunu
başaramıyor. 2910[60]

55- Kafirler kendilerine (kıyamet) saati ansızın gelinceye


kadar veya hayırsız günün azabı gelinceye kadar şüphe
içinde devam edecekler.
Kâfirler de Hak olan Kur'ân hakkında şüphe üzerindedirler,
ta ki kendilerine ölüm veya Kıyamet ansızın gelinceye, sonu
güdük gün, kısır gün gelinceye... kadar. Bu "kısır gün" den
maksat "zor gün" anlamında (yani, hani bazen insan zor
birğün geçirir) o gün ile ondan önceki günler arasında gün
olarak hiçbir fark yoktur. Sadece o iki günde yaşanan
olaylar insanı rahatlatır veya onu zor durumda bırakır. İşte
böyle zorlu gün "kısır gün, hayırsız gün" olarak ifade
edilmiştir. Kafirlere hiç bir hayır olmayacağı için böyle
ifade edilmiştir. 2911[61]

56- Mülk o gün Allah'ındır. Onların arasında hükmeder.


İman edip ameli salih işleyenler naim cennetlerindedirler.
Fatiha Sûresi'nde "Din gününün sahibi" şeklinde geçiyordu
2910[60]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/262-263.
2911[61]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/263.
ve bunun ne anlama geldiğini açıklamıştık. Bu âyette de
mülkün o günde Allah'a ait olduğunu belirtiyor. Kıyamette
mülk Allah'a(cc) ait olduğu gibi, bugün de yine mülk ve o
mülk üzerinde hükmetme de Allah'a(cc) aittir. Al-i İmran
Sûresi'nde mülkün Allah'a ait olduğu belirtiliyor "Deki
mülkün sahibi olan Allahım, malı dilediğine verir,
dilediğinden de alır..." (Ayet 26)
Bu âyette ise özellikle ahirette mülkün sadece Allah'a ait
olduğunu belirtiyor. Buradan şunu anlıyoruz; yeryüzü de
gökyüzü de tamamen Allah'a ait, bu dünya imtihan dünyası
olması hasebiyle kişinin iradesini istediği gibi kullanma
hakkı verilmiştir. Bu iradeyi kötüye kullanan insanlar
inkarcılık mantığını geliştirebiliyor.
Ama ahirette böyle bir irade verilmiyeceğinden , orada
bütün yetki ve salahiyetler Allah'a ait olduğundan dolayı,
insanoğluna hiçbir güç ve hiç bir maddî şey, dostları ve
çocukları fayda vermeyecektir.
İşte O günde Allah(cc) insanların arasında hükmedecektir.
İyilere mükâfatlan kat kat verilecek, kötülere de
kötülüklerinin tam karşılığı "zulmedilmeden" verilecek,
iman edip sâlih amel işleyenlere de "Naim" Cennetleri
vardır. Nimetleri bol, çok hoş ve güzel olan Cennetler....
Ayetlerde genelde iman ve amel ard arda zikredilir. Fakat
Hz. Peygamber'in hadislerinde ayrılır; "İmanı olan Cennete
gidecektir." hadisi gibi. Onun için Mü'min; Hz.
Peygamber'in hadisi ile Cennete ümitlenecek ama, ayağının
da hemen Cehenneme kayıverecekmiş korkusuyla hareket
edip imanının dış uzuvlara yansıması olan sâlih ameli
yapması gerekir. 2912[62]

57- İnkar edip ayetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar için


alçaltıcı azap vardır.

2912[62]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/263-264.
Allah'ı ve O'nun kitaplarını, peygamberlerini inkâr edenler,
görme-mezlikten gelenler..! Küfür; "Kefere"
kelimesindendir; kafir ise birşeyi Örttü, gizledi
anlamındadır. Çiftçiye kâfir denir, tohumu toprakla örttü-
ğünden dolayı. Kâfire de; Allah'ın varlığını, birliğini ve
Onun âyetlerinin alâmetlerini örttüğünden gizlediğinden
dolayı kâfirdir.
"Allah'ın âyetlerini yalanlayanlar." Bu yalanlayanlar;
Tevrat'a inanmayanlar, İncil'e inanmayanlar, Zebur'a
inanmayanlar, Kur'ân âyetlerine inanmayanlar, bir de
Allah'ın tabiattaki âyetleri olan O'nun varlığına işaret eden,
eşyayı ve nesneleri inkâr edenlerdir. Âyet hepsine şamildir.
Bunlar İlahî kitapların emir ve yasakları hakkında;
"Peygamberler böyle bir şeyi getirmiştir veya bu
söylediklerini kendileri uyduruyor" şeklinde yalanlarlarken,
tabiatı da; "Bunları Allah yaratmadı" şeklinde
inkâr ederler.
İşte bunlar için, -alçaltıcı bir azabın içine atılacaklarını-
Allah (cc) haber veriyor. Bu alçaltıcı azâb Cehennemde
olduğu gibi, bu dünyada da bu azâb verilebiliyor. Mekke'li
müşrikler, kendi mülk ve saltanatlarını sürerlerken,
Mekke'nin fethi ile beraber izzetten zillete düşüvermişlerdir.
Günümüzde de Müslümanlara, zamanın evvelinde eza ve
cefa edenler, artık biraz daha temkinli, biraz daha dikkatli
davranmak zorunda kalmışlardır. Yine bu inançsızlar için,
İslâm'ın günden güne güçlenip gündemin devamlı
konuşulan konusu haline gelmesi bir zillet bir azâbdır,
onlara... 2913[63]

58- Allah yolunda hicret eden sonra öldürülen veya ölenlere


gelince elbette Allah onları güzel nzıkla rızıklandıracaktır.
Şüphesiz Allah rızık verenlerin en hayirlısıdır.

2913[63]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/264-265.
Bu rızıklandırmanın ahirette yapılacağını açıkça belirtmiyor
âyet. Aynı şekilde kâfirlerin de azabı tadacağını açıkça
belirtmiyor.
Her ikisi yani mükâfat ve ceza ahirette garanti. Salih amel
işleyen, imanı ile giden, Allah yolunda ölen veya
öldürülenlerin, Allah katında iyi rızıklara kavuşacağını
Allah (cc) haber veriyor. Allah yolunda ölen ve öldürülenler
bu dünyadan ayrıldıkları için zaten Cennettedir. Fakat hicret
edenler ise onlar, hem bu dünyada hem ahirette güzel
azıklarla rızıklandınl acaklar.
Mesela Sahabe, hicretten daha önce köle olarak yaşarken,
bir çoğu imanla şereflenip hicret ettikten sonra kölelikten
kurtulup kainatın Efendisi'nin yanında oturma şerefine nail
oluyorlar. Medine'de de birçok dünya nimetlerine
kavuşmuşlar. Evleri, aileleri İslâm'a hizmet eden, ilme,
fıkha, tefsire, hadise hizmet eden güzel evlatlara nail ol-
muşlardır.
Sahâbe'den birisi anlatıyor; iki cenaze geçiyormuş, biri
Allah(cc) yolunda öldürülmüş şehid, diğeri de Allah(cc)
yolunda ölmüş. Cematin çoğu şehit olanın peşinden
gidiyormuş. Bu Sahabe de Allah yolunda ölenin peşinden
gider. Hikmeti sorulunca; "Ben ikisini de tanırım, ikisi de
yiğit delikanlı insanlardı. Birisi Allah yolunda öldürüldü,
birisi de Allah yolunda idi, ikisi de netice olarak aynı yolun
yolcusu, aynı hizmet için çalışıyordu. Biri öldürüldü diğeri
de öldü" diyor. Ayette de ifade edildiği gibi her ikisinin
mükâfatı aynıdır.
Cephede savaşanla cephe gerisinde, o savaşanlara hizmet
edenler aynıdır. Belki dünya muamelesi olarak şehîd
muamelesi yapılmaz, fakat ahirette Allah katında her ikisi
de aynı muameleyi, işlemi göreceklerdir inşaallah. Yeterki
niyetler halis ve muhlis olarak O'nun dinine hizmet olsun:
Aksi takdirde durum vahimdir.
Allah(cc), rızıklandıranların en hayırhsıdır. Ehli sünnet
itikadına göre; en iyi bir şekilde rızkı Allah(cc) verir.
Allah'ın rızık verici olduğuna inanmayanlar da rızık verici
olarak Allah'tan başka şeyleri kabul ediyorlar.
İşte bu Allah'tan başka rızık verici olarak kabul ettiği
güçlerin;
emirlerini yapmazsa, askerlerini kabul etmezse, bize
ekonomik ambargo uygularlar, ülke olarak, millet olarak aç
kalırız endişesini taşıyor. Böyle bir düşünce ve inanç İslâm'a
ters düşen bir durumdur. Ve de Allah'tan başkasını "Razık"
olarak kabul etmektir. Biz Müslümanlar şunu iyi bilmeli ve
ona göre hayatımızı tanzim etmeliyiz. "İslâm'ın yayılması
için, dîni yaşayabilmek için; çalışır, gayret gösterir, cihat
ederiz, gerekirse hicret eder, bu yolda ölür veya öldürülür,
daha sonra da Allah'ın ni'metlerinin en güzeline kavuşuruz.
Bu dünyada da ahirette de nzıklarm en güzelini verenin
Allah olduğuna inanırız." 2914[64]

59- Onları hoşlanacakları yere sokacaktır. Allah herşeyi


bilendir, Halimdir.
Allah(cc), onları hoşnut olacakları bir yere yerleştirir,
koyar,*yani insanın hoşnut olacağı yer; çevresi güzel,
etrafında iyi niyetli dostlarının olduğu yerdir, işte başka
âyetlerde Cennetin vasıfları anlatılırken, bu vasıfların
bulunduğu yer olarak anlatılmaktadır, mutlak ve mutlak
Allah (cc) herşeyi bilendir, yumuşak muamele edendir.
Daha önceden geçen bir âyette; "Mekke'nin fethinden Önce
infak edip harp edenlerle, Mekke'nin fethinden sonra infak
edip harp edenlerin bir olmadığını" beyan ediyordu. 2915[65]
Bu hadiseyi günümüze uyarlarsak; İslâm'ın zor günlerinde
ona yardım edenlerle, İslâm'ın yükselip güçlü kuvvetli
iktidar olduğu günlerde yardım edenler de elbette bir olmaz.
Nasılki İslâm'ın zor günlerinde Müslüman olan Bilali
2914[64]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/265-267.
2915[65]
Hadid suresi 10
Habeşi ile, Uhud Savaşı'ndan sonra Müslüman olan Halid
bin Velid bir tutulmamışsa..
Gerçi Halid b. Velid Müslüman olduktan sonra İslâm için
büyük hizmetler yapmış, İslâm'ın bayraktarlığını
komutanlığını yapmış ama belki de günümüzde İslâm'ın
yücelmesiyle Müslüman olanlar da Halid b. Velid gibi
büyük hizmetlerde bulunabilirler. Fakat zor günlerde İslâm'a
hizmet edenlerle bir olamazlar.
Bir de insanları, malî imkanlarına göre, yaşlarına göre
değerlendir-memeli, zira ilk Müslümanlardan Hz. Ali bir
çocuk, Hz. Ebu Bekir bir işveren ve bugünkü ifadesiyle bir
"parlementer," Zeyd; bir köle. Onun için herkesin kendine
göre, ihlası ve samimiyeti oldukça İslâm'a bir hizmeti ve
katkıları vardır.
Savaş âyetinin ardından, Allah (cc), kendisinin herşeyi
bildiğini, "halım" olduğunu da ifade ediyor. Zahiren ilgisi
yok gibidir. Yani bir ci-had âyetinin arkasından, verilecek
mükâfatlar, sonrada Allah'ın herşeyi bildiği ve Halîm
olduğu hatırlatılıyor.
Öyle ise bizim her halükârda halim olmamız gerekir. Yani
Rabbimizin bu sıfatının bizde de tecelli etmesi gerekiyor.
Yine biz ilme âşinâ olup, önce Allah'ın kelamını, sonra da
Rasulü'nun sünnetini iyi bilmeliyiz. Allah'ın ve Onun
Rasulü'nun emir ve yasaklarını, vermiş olduğu bilgiler
dahilinde de eşyayı değerlendirmeliyiz.
Allah (cc), harb meydanında öldürmemizi istediği kâfire
bile halîm sıfatıyla davranıyor, savaşın halîmlikle ne alâkası
var? denebilir. İslâm; ülkeler feth etmek için savaş yapmaz.
Fetih, "İmansızlar Cehenneme doğru koşarken onların
kemerlerinden tutarak ateşe düşmemeleri için gayret
sarfetmek, yeryüzünde fitne kalmayıp, İslâm'ın ve hakkın
hâkim olması için yapılır."
Küfürde İsrar eden, kâfir olarak yaşamak isteyen kişiye
zorla islâm'a girmesi için baskı yapılmaz. Ama küfürünü
etrafa yaymasına da müsâde edilmez. Önce vazgeçmesi için
telkinde bulunulur, vazgeçmezse kendisine savaş
açılır. 2916[66]

60- İşte böyle. Kim kendisine yapılan cezanın misliyle ceza


verir de sonra kendine saldırılırsa elbette Allah ona yardım
eder. Şüphesiz Allah afvedicidir, bağışlayıcıdır.
Bu savaşla ilgili bir âyettir. İslâm ferde cezalandırma yetkisi
vermemiştir. Yani aynı ülke insanları birbirlerine saldırır,
işkence eder ve zarar verirlerse, Müslümana da böyle bir
durum karşısında misli ile mukabele etme hakkı yoktur.
Sadece yetkili makamlara müracaat edip hakkını araması
gerekir. Daha sonra onlar haddi aşacak olurlarsa Allah (cc)
Mü'minlere yardım eder. Allah(cc) affedicidir, mağfiret
edicidir.
Burada af kelimesi ile mağfiret kelimesi ardarda gelmiştir,
af; Türkçe'mize aynen geçmiştir. Tamamen günahını,
hatasını kaldırmaktır. Gafur kelimesi ise, birşeyi örtmek,
görmemezlikten gelmek anlamındadır.
Askerlerin başına giydiği koruyucu şeye, başı
koruduğundan dolayı "miğfer" derler. "Gafur" ise; Mü'min
kulların günahının örtülmesi, Kıyamet gününde onlardan
dolayı hesaba çekilmemesi, af etmek ve günahları tam
silmektir.
Âyette; "Allah, Mü'minlere yardım eder derken, bir te'kid
lam'ı, bir de te'kid nun'u olmak üzere iki tane te'kid edatı
kullanılmıştır, bu, işin kesin olduğunu ifade içindir.
"Küfür İslâm'a galib geldi, Müslüman'a Allah'ın yardımı
gelmedi", şeklinde yanlış bir düşünceye düşmemek gerekir.
Belki bizim gözümüzde Allah(cc) onlardan yardımım
esirgedi gibi gelir ama; "Sizden Öncekilerin başına gelenler,
sizin de başınıza gelmeden Cennete girivereceğinizi mi

2916[66]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/267-269.
zannettiniz ?" 2917[67] ayetinden de anladığımız gibi, bazı
merhalelerden de geçmek gerekiyor.
Sahabeye öylesine zorluk gelip çattı, öyle sarsıldılar ki;
Peygamber ve Onun yanındakiler şöyle dediler: "Allah'ın
yardımı nerede" Allah(cc) de, "Allah'ın yardımı yakındır"
buyurmuştur.
Bu, inancında samimi olanla olmayanı ayırmak için yapılan
bir olaydır. İnancında sağlam olan her zaman sebat ve
sadâkatim gösterir. Sağlam olmayan da böyle zor bir durum
ve zaman geldi mi, sabr edemeyip Allah korusun küfre
düşüverir.
İnancı sağlam olup Allah'dan ümidini kesmeyenler, tarih
boyunca mükâfatım görmüştür. Hz. Musa (as) yerinden,
yurdundan çıkarılıyor. Ona iman edenlerle beraber çöllerde
yaşıyor ama daha sonra bir devlete kavuşuyorlar. İbrahim
(as) aynı şekilde çeşitli eziyet ve sıkıntılardan sonra
Kıyamete kadar devam edecek insanların önderi imamı kılı-
nıyor. Onun için Allah(cc) hangi kuluna ne zaman yardım
edeceğini bilir. Eğer biz tayin edecek olursak bu bizim
zararımıza da olabilir. 2918[68]

61- İşte böyle, Allah geceyi, gündüze sokar, gündüzü


geceye sokar. Ve Allah herşeyi işitendir, görendir.
Yani karanlık gecenin içinden aydınlığı, aydınlık gündüzün
içinden de karanlık geceyi çıkaran O'dur.
Allah(cc) Müslüman'a nasıl yardım eder diye düşünmeye
gerek yok. Nasıl ki; karanlık geceden aydınlığı, aydınlıktan
karanlık geceyi çıkarıyorsa, kâfire-zulme karşı da
Müslüman'ı, İslâm'ı galib getirecek O'dur.
Müslümanlar, İslâm'dan uzaklaşmaya başladığı zaman ise;
yükselişin sonunda zevali, onun sonunda da kâfiri başa
geçirecek, idareyi ellerine verecek olan Allah (cc)'dır. Mülk
2917[67]
Bakara 214
2918[68]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/269-270.
Onun, dilediğini azız, dilediğini de zelîl eder.
Mutlaka Allah(cc) işitendir ve de görendir. Yani,
Afganistan, Pakistan, Cezayir, Tunus, Türkiye, Suudi
Arabistan....... gibi dünyanın her tarafında olup bitenleri
görmüyor değil, herşeyi görüyor, en gizli mahzenlerde
işkencelerde inliyenlerin iniltilerini de işitir. Kâfirlerin
Müslümanlar aleyhinde kurduğu bütün plan ve tuzakları
hem görmektedir, hem de işitmektedir. 2919[69]

62- İşte böyle, Allah Hakkın ta kendisidir. Ondan başka


çağırdıkları ise batılın ta kendisidir. Şüphesiz Allah yücedir,
büyüktür.
Hak olan, gerçek olan Allah (cc)'dır. Hakkı hukuku en iyi
bir şekilde bize öğretecek olan Allah'dır. Büyük olan-yüce
olan Allah (cc)'dir. Bunu da müezzinlerimiz günde beş vakit
minarelerimizden bütün insanlığa duyurmakta, onlara ilan
etmektedir. 2920[70]

63- Görmedin mi Allah gökten su indirdi de yeryüzü


ycşeriverdi. Şüphesiz Allah Iatifdir, herşeyden haberdardır.
Değerli hocam anlatmıştı; "Konya'da bir kış günü
yüniyorddm, her taraf soğuktan buz tutmuştu, üzerine
basarken kayıp düzüyordum. Manifaturacının biri buzları
keserle kazmaya çalışıyor; buz o k^dar sert ki keseri her
vuruşunda bir çınga(küçük parçacık) çıkıyor. Adam o kadar
uğraştı ki, sonunda yine başaramadı. Fakat o gece Rabbim
bir lodos rüzgarı gönderdi. Sabahleyin baktığımda O
manifaturacının kıramadığı buzları süpürge ile kaldırımdan
aşağı indiriyorlardı." diye anlatmıştı.
Yani bir adam dükkanının önündeki buzunu kıramazken
Rabbim bir gecede bütün Konya'nın buzunu çözüveriyor.
İmansızlığın katılığı nasıl çözülür diye düşündüğümüzde bu
2919[69]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/270-271.
2920[70]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/271.
yukarıdaki örnek, bir de Mevlâna'nın ifade ettiği gibi;
"Dikenden gülü çıkaran Rabbim, bunu da yapabilir,"
şeklinde rahat bir biçimde anlayabiliriz. İşte herşeye
gücünün yettiğine inandığımız Allah(cc) küfürün
karanlığından İslâm'ın aydınlığını getirir.
İşte 63. âyette de buna başka bir misal; gökyüzünden
yağmuru indirip, yeryüzünü yemyeşil bir hale getirip, her
tarafı yeşille döşenmiş bir ortam haline getiriyor. Bazı
kardeşlerimiz, dünyanın her tarafındaki imansızlığa,
ahlâksızlığa bakıp İslâm'ın yeniden yeşermesini yeniden
hayat bulmasını imkansız olarak görmektedirler.
Ama nasılki gökyüzünden yağmur indiğinde kara toprak
yemyeşil hale geliyorsa, İslâm'ın yeşermesi de işte o şekilde
olup, Kur'ân'ın bütün âyetleri rahmet damlaları halinde
insanların kalbine inip, o ahlâk-sız o çorak insanlar, o zorba
insanlar, yeraltı dünyasının insanları, hepsinin de baharın
yeşerdiği gibi gönüllerinde İslâm yeşeriverir.
Şüphesizki Allah(cc) latiftir, haberdardır. Sanki Esmâ-i
Hüsna'yı sayar gibi, 59. âyetten 65. âyete kadar, Allah'ın
sıfatları sayılmakta, ki bu sıfatlar Razık, Âlim, Halîm, Afüv,
Gafur, Semî, Basîr, Âliy, Kebir, Lâtif, Habîr, Sani, Hamîd,
Rauf, Rahîm....
Lâtif: Bütün olayların en ince teferruatına, detayına kadar
nüfuz eden, demektir. Bizim insan olarak bütün olayların
arka planda olanlarını görmemiz mümkün değil. Bir
Cezayir, bir Afganistan, bir Bosna savaşının hikmetini biz
kavrayanlayız.
Bazan sıkıntılar, zulüm gibi eziyet gibi gelir ama mesela;
Türklerin Orta Asya'da kıtlık çekmeleri, Osmanlılar'ın
İslâm'ı Viyana'ya kadar götürmelerine sebeb olmuştur.
Habîr: Bütün olaylardan haberdar anlamında, kişi Rabbinin
bütün dünyada olan bitenden haberi olmadığını
zannetmesin, o herşeyden haberdardır. İbrâhîm SÛresi'nde;
"Sakın Allah'ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma...."
Duyurulmaktadır. (Ayet 42) 2921[71]

64- Göklerde ve yerde olanlar onundur. Şüphesiz Allah


zengindir, hamdedilendir.
Yerde ve gökte olan herşey O'nundur. İnsan, nasıl ki sahip
olduğu eşyalarının adedini, rengini nicelik ve niteliklerini
bilirse, işte kâinatın sahibi olan Allah(cc) de herşeyi bilir.
Denizin 10 bin metre derinliğinde kayanın üzerine yapışmış
canimin da rızkını tayin eder, onun ne zaman öleceğini, ne
kadar yaşayacağını bilir.
Ben kendi saçlarımın adedini bilmiyorum ama Allah(cc)
biliyor, zira bu saçlarımın rızkım her birine ayrı ayrı
gönderiyor, onları büyütüyor. Bilmezse rızkını veremez,
veremeyince de büyümemesi gerekir.
Şüphesiz ki, Allah(cc) zengindir ve de hamd edilmeye
layıktır. Allah'ın hiç birşeye ihtiyacı yoktur. O bütün
mahlukattan müstağni, onların ibadetine, sadaka
vermelerine, cihad etmelerine ihtiyacı yoktur. Fakat
hamdedilmeye de tek layık O'dur. O'ndan başka hiçbir
varlık hamde-övülmeye layık değildir. Bir de hamd'in övgü
ve senaların yapılacağı tek mercî O'dur. 2922[72]

65- Görmedinmi yeryüzündekileri ve emriyle denizde akıp


giden gemileri sizin emrinize verdi. Gök yerin üzerine
düşmesin diye tutuyor. Ancak onun izniyle (gök düşer).
Şüphesiz Allah insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir.
Yeryüzündekilerden sonra Allah(cc) denizler üzerinde
gezen gemilere dikkatimizi çekiyor. Bu gemilerin de
Allah'ın emri ve izni ile yüzdüğünü ifade ediyor. Emirden
maksat; Rabbimizin tabiata koymuş olduğu kanunlar
dahilinde olduğuna işaret eder.
İşte inanan insanla inanmayan arasında bir fark vardır.
2921[71]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/271-273.
2922[72]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/273-274.
İnanan insan bu kanunu koyanın Allah(cc) olduğuna
inanırken, inanmayan da; Hayır..! bu, eşyanın bizzat
kendisidir, demektedir,
Sema'yı da tutan Allah'dır. Yani yıldızlar ki sayılarını
sayabilmiş değiliz, en kabiliyetli yaratık insan; o da ancak
bir kaç tanesinin durumundan biraz bilgisi vardır. Yine en
kabiliyetli insan birkaç tane eşyayı elinde tutabilir, onun
haricindekilerini tutamaz, tutsa bile belirli bir zaman sonra
yorulur. Âyet-el Kürsi'de geçtiği gibi; bütün melekûtat
birbirine girer. 2923[73] Bütün bu varlıkları yörüngesinde tutan
Allah(cc)'dır. O yıldızlar ancak O'nun izni ile düşerler.
Şüphesiz ki, Allah(cc) insanlara Rauf dur, Rahim'dir,
yarattıklarına karşı gayet merhametlidir. 2924[74]

66- O sizi diriltti. Sonra sizi öldürecek ve sonra (ahirette)


diriltecek. Muhakkak insan çok nankördür.
İnsan Rabbine karşı Kefur'dur. Kefur'u mütercimlerimiz;
"nankör" olarak tercüme ederler. Tabiiki bu imansızlar için
kullanılmış bir kelimedir. Nankör de; verilen ni'meti
görmezlikten gelen, iyiliğe karşı kötülük ile muamele eden
kişi, demektir.
Küfür ile kefûr aynı kökden gelmektedir ve kefür, küfürden
biraz daha ileri bir durumdur. Her insanda kefûrlar madenî
cevheri vardır. Allah(cc) tarafından verildiğinden dolayı
herhangi bir ayıbı veya noksanlığı ifade etmez.
Müslüman da bu özelliğini, Allah'tan başka ilahları ve
Tâğûti sistemlerini inkârda kullanacaktır. Eğer Allah(cc) bu
özelliği yani kefûr sıfatını bize vermemiş olsaydı, biz bu
Tâğût'i sistemleri ve Allah'tan başka ilahları inkâr
edemezdik. 2925[75]

2923[73]
Bakara 255
2924[74]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/274-275.
2925[75]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/275.
Bakınız Bakara 256
67- Her ümmet için ibadet yeri - yolu kıldık. Onlar ona göre
ibadet etsinler. Bu işlerde seninle çekişmesinler. Rabbine
çağır. Muhakkak sen dosdoğru bir yol üzerindesin.
Her ümmet için ibadet yeri ve tarzı kıldık. Yani belirli bir
makam da, belirli bir ibadetin yapılmasına "menasik"
denmiştir. Biz evlerimizde olduğu gibi, cami veya
mescid'lerde de ibadet yaparız. Üzerine hacc farz olanlar
için de, hac ibadeti Kabe ve Mescid-i Haram'da yapılır.
Zilhicce'nin 9. günü de Arafat dağında bugünkü Türkçe
karşılığı "Saygı duruşu" olan "Vakfe" ibadeti
gerçekleştirilir.
İnanan insanların ibadet yerleri ve şekilleri böyle olduğu
gibi, inanmayan insanların da aynı şekilde kendilerine has
bazı ibadet şekilleri vardır. Onlar da bazı mekanlara, bazı
taşdan şekillendirilmiş insanların huzuruna gidip orada
ibadetlerini gerçekleştirirler. Huzuruna geldik-emrine
amadeyiz, sen rahat uyu, biz senin izinde yürümeye devam
ediyoruz, şeklinde ibadetlerini yapmışlardır.
Âyette bahsedilen ibadet şekli Mü'minler içindir. Allah-û
Teâlâ İbrâhîm (as), Musa (as), Nuh (as), İsa .(as) gibi
Peygamberlere ibadetler yapmalarını emretmiştir.
"Onlar seninle dini konularda münakaşa yaparlar, bu
takdirde sen onları Rabbine davet et, onlarla münakaşa
etme. Sen, dosdoğru olan müstakim olan bir hidayet yolu
üzerindesin." 2926[76]

68- Eğer seninle mücadele ederlerse "Allah yaptıklarınızı


daha iyi bilir" de.
69- Allah kıyamet günü hakkında ihtilaf ettikleriniz şeylerde
aranızda hükmedecektir.
Allah, sizin bu ihtilaf ettiğiniz konular hususunda Kıyamet
gününde aranızda hükmünü verecektir. Ben sizi ikna

2926[76]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/275-276.
edemedim-iman etmediniz. Mücadelenize devam ettiniz. Bu
dünyada belki cezanızı da çekmeyebilirsiniz ama ahirette
Allah (cc) hükmünü verecektir. Ve ahirette haksız
olduğunuzu da göreceksiniz. Zira imansız bu dünyada
kendinin haklı olduğunu savunur. Şeytan ona inançsızlığını
mantikî temellere oturtması için yollar gösterir. 2927[77]

70- Bilmezmisin Allah göklerde ve yerde ne varsa hepsini


bilir. Şüphesiz bu bir kitap (levhi mahfuz)dadır. Şüphesiz
bu, Allah'a kolaydır.
Yani Allah'ın (cc) Levh-i Mahfuz'undadır. Yerde ve gökte
olanların hepsi yazılmıştır. Olmuş ve olacağı tamamen
kayıtlıdır ve bu da Allah için kolaydır.
Hadiste ifade edildiği gibi; Allah(cc) önce kalemi yarattı,
kaleme yaz dedi, yazdı. Kalem de yaratılacak ve olacak olan
herşeyi yazdı. 2928[78]
İnançsız insan buna itiraz ediyor; "Olur mu?, bundan bin
sene sonrasının ne getireceğini, kim bilir?" diyor. Allah(cc),
ilm-i ezeli ve ilm-i ebedîsi ile bunu bilir. Çünkü bin sene
sonrasını da yaratacak olan O'dur. 2929[79]

71- Allah'dan başkasına ibadet ederler. Allah onun hakkında


hiçbir delil indirmem iştir. Onların bu konuda hiçbir
bilgileride yoktur. Zalimlerin yardımcısı yoktur.
Ateistlerle münakaşaya girildiği zaman biraz sıkıştılar mı
"Bu konuda fazla derine dalmayalım" deyip işin kaçamak
yönüne gidiyorlar.
Zalimlere yardımcı da yoktur. Ahirette hiç olmayacak. O
gün mülk tamamen Allah'a aittir.
Bazen bu dünyada da yardımcı olmaz, çünkü zalim zalime,
otoriteyi elinde tuttukça yardım eder. Otorite elinden gittimi

2927[77]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/276-277.
2928[78]
Tirmizi, Tefsir 68
2929[79]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/277.
artık hiç yardımcı yoktur. Tarîhen sabittir. İran Şahı'na,
Amerika olsun, diğer Batılı devletler olsun her türlü yardımı
yapıp her türlü silahı veriyorlardı. O da o yardımlarla
Müslümanlar'a zülüm ediyordu. Fakat otorite elinden gi-
dince çoğu ülke ve başta ABD olmak üzere adamı ülkelerine
almadılar. 2930[80]

72- Onlara apaçık ayetlerimiz okunduğunda kafirlerin


yüzlerinde inkarı tanırsın. Neredeyse kendilerine
ayetlerimizi okuyanlara saldıracaklar. Deki: "Size bundan
(inkar ve öfkenizden) daha şerlisini haber vereyim mi? O
Allah'ın kafirlere va'dettiği ateştir. O ne kötü bir dönüş
yeridir.
Bugün Mü'minlere öyle saldırılıyorki; hatta üzerinde secde
alâmetleri belirdi mi ibadet edenleri inancından, başını
örtenleri toplumun içinden kovma yönüne gidiyorlar.
Rabbim âyetin devamında "Sizin bu yaptığınız bir serdir.
Ama ben size bundan daha şerlisini haber vereyim mi? İşte
O ateştir! Allah O ateşi kâfirlere vaad etti ve onların varış
yeri, gideceği yer ne kötüdür.2931[81]

73- Ey insanlar, bir misal verildi, onu dinleyin. Şüphesiz


sizin Allah'dan başka çağırdıklarınızın hepsi bir araya
toplansalar bir sineği bile katiyyen yaratamazlar. Sinek
onlardan bir şey kapsa onu ondan geri alamazlar. İsteyende
istenende zayıf kaldı.
Allah'tan başka çağırdıklarınız varya -ki, biz Rabbimizi
çağırıyoruz. Günde 40 rekat namazda kırk defa "Rabbimiz,
ancak sana ibadet eder ancak senden yardım dileriz"
diyoruz. İnanmayanlar da işte Allah'tan başkalarına
çağırırlar. Saltanatımız gitmek üzere, Müslümanlar her an
güçleniyorlar.... şeklinde yalvarırlar.- İşte bu yardım
2930[80]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/278.
2931[81]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/278-279.
istediğiniz kişiler varya; onların hepsi biraraya gelseler bir
sinek yaratamazlar. Eğer sinek onlardan birşey alsa, mesela
sivri sinek hortumunu sokup kanını alsa, o sinekten tekrar
kanını geri alamazlar. Üzerlerinden bir sineği dahi def
edemeyen acizlerdir.
Senedi biraz zayıf olmakla beraber, Nemrud ilahlik
iddiasında bulununca Allah(cc) Onun beynine bir sinek
yerleştirdi. Sineğin kanadı titredikçe Nemrut çildırırmış,
başına tokmakla vurdukları zaman sinek dururmuş.
İsteyen de zayıf, istenen de zayıf, yani yardım isteyen de
zayıf, bizim gibi insan olan, karnı ağrıyan, yemeye içmeye
muhtaç olan yardım istenen kişi de zayıf, O da ölecektir.
Sinekten, aldığını geri isteyen de zayıf, sinek hortumunu
sokmuş kanını almış o da zayıf. İkisi de Allah'ın yarattığıdır.
Allah'ın yarattığı mahluk ilahlaştınlınca durum böyle
olur. 2932[82]

74- Allah'ı hakkıyla takdir edemediler. Şüphesiz Allah


güçlüdür, kadirdir.
Yaratıcı olarak Allah'ı kabul eden, fakat yönetici olarak
kendisi gibi bir veya birkaç insanın kurallarını kabul edenler
Allahı(CC) hakkıyla tanımayanlardır. Bizler Allah'ımıza, O
kendisini kitabında nasjl tanıtıyorsa öyle iman ve itaat
ederiz. 2933[83]

75- Allah meleklerden ve insanlardan elçiler seçer. Şüphesiz


Allah işitendir, görendir.
76- Onların önlerinde ve arkalanndakileri bilir. Bütün işler
Allah'a döndürülür.
Allah(cc), meleklerden de insanlardan da elçiler seçer.
Cebrail (as)'ı meleklerden seçmiş peygamberlerine
göndermiştir. İnsanlardan da Hz. Âdem (as) dan Hz.
2932[82]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/279-280.
2933[83]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/280.
Peygamber Efendimiz'e kadar elçilerini seçmiş insanlara
göndermiştir.
Allah(cc) herşeyi bilendir. Herşeyi işitendir, insanların
önlerinde olanı da, arkasında olanı da bilir. İnsanların
yaptıklarını da yapacaklarını da bilir. İnsanlardan ölmüş
olanı da bilir, insanlardan gelecek olanı da bilir. Bütün işler
O'na döndürülür.2934[84]

77- Ey iman edenler, rükû edin secdeye varın, Rabbinize


ibadet edin, hayır işleyinki kurtuluşa eresiniz.
Yetmişikinci âyette hitab bütün insanlara yönelikti; şimdi
ise sadece Mü'minler'e "Ey iman edenler! Rükû ediniz,
secde ediniz! O'nun yarattığı şeylere değil, Rabbinize kulluk
yapınız. Ve iyi işler yapınız. Olaki kurtulursunuz.
İyi işler yapın, hayır yapın, gözünüz hayırlı şeyleri görmeye
çalışsın, eliniz hayırlı şeyler yapsın, diliniz hayırlı sözler
söylesin, kulağınız da en seçkin seslen dinlesin. Yani
Allah'ın kelamını O'nun sünnetini dinlesin, tabiattaki
mahlukatm sesini dinlesin. 2935[85]

78- Allah (yolun) da onun cihadına layık cihad ediniz. O


sizi seçti. Dinde size hiçbir zorluk kılmadı. Babanız
ibrahim'in dini (gibi kolay kıldı). O (Allah) sizi bundan
(Kur'an'dan) Öncede bunda, (Kur'an'da) da "Müslümanlar"
diye isimlendirdi ki Peygamber size şahit olsun, sizde bütün
insanlara şahit olasınız. Haydi namazı dosdoğru kılınız,
zekatı veriniz, ve Allah'a (Allah'ın ipi olan Kur'ana)
sarılınız. O'dur, sizin mevlanız. O ne güzel mevla ve ne
güzel yardımcıdır.
Allah yolunda nasıl cihad edilmesi gerekiyorsa öyle cihad
ediniz. Mal ile, can ile, kanla, göz yaşıyla, alın teriyle.
Bunlar birbiriyle bağlantılı hususlardır. Biri terk edildi mi
2934[84]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/280-281.
2935[85]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/281-282.
olmaz. Ümmetin ayakta durması için çoğu insanların
canının ve kanının verilmesi yani fiili cihad için ne
gerekiyorsa yapılmalı. Fiili cihad için can ve kanlar hazır,
ortada mal yoksa iş eksik, emir yerine getirilmemiş
demektir. Mal ile de takviye edilmelidir. 2936[86]
Sizi, Allah(cc) seçti. Sahâbe'yi, Tabiini, ondan günümüze
kadar gelen Müslümanlar'ı seçen Allah (cc)'dür. Şu anda da
seçilmiş, insanlar arasındayız. Onun için bütün her anımızda
dikkatli olup oturmamıza kalkmamıza yeme, içme ve diğer
davranışlarımıza da dikkat edeceğiz.
İbrahim'in milletinden olduğumuzu unutmayacağız.
Allah(cc) şimdi bizi Müslümanlar olarak isimlendirdiği gibi
bundan önceki ümmetleri de Müslümanlar olarak
isimlendirmiştir. Öyle ise bundan sonra "Allah'a davet eden,
iyi işler yapan ve ben Müslümanım diyenden daha güzel
sözlü kim var" buyuruyor. 2937[87]
Yani üç vasıf
1- Allah'a davet edip, başkalarına boyun eğmiyeceğiz.
2- İyi ve güzel işler yapacağız.
3- Ben Müslüman'ım, Müslümanlardanım diyeceğiz.
Allah-û Teâlâ, bizden önceki Musa (as)'ın kavmini de, İsa
(as)'ın kavmini de Müslüman olarak isimlendirmiş. O
Peygamberleri, O ümmetlere şahit olarak, bizi de bu
insanlara şahid olarak yaratmıştır. Namazınızı kılıp,
zekatınızı veriniz. Allah'a güvenip, Ona bağlanınız.
O'na bağlanmak; Onun emir ve yasaklarına uymakla olur.
O'dur sizin dostunuz-yöneticiniz- ve O ne güzel
yardımcıdır. 2938[88]

2936[86]
Bakınız; Nisa 148, Tevbe 29
2937[87]
Fussilet 33
2938[88]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/282-283.
MÜ'MİNUN SURESİ

Kur'an-ı Kerimin 23. suresi olup 118 ayettir. Tamamı


Mekke'de nazil olmuştur. Surede ilk ayetlerde geçen ve
kurtuluşa eren mü'minlerin ibadetlerinden ahlaki
yaşantılarından ve nail olacakları uhrevi nimetlerden
bahsedildiği için "el Mü'minun" ismini almıştır. Nitekim
Abdullah b. Abbas'dan rivayet edilen bir hadisde; Hz.
Peygamber (s.a.v.) bu ayetlerin inzalini müteakip, "Bana on
ayet indi ki, kim bunları yerine getirirse Cennete girecektir"
buyurdu ve bu surenin ilk ayetini okudu. 2939[1]

1- Mü'minler muhakkak kurtuluşa erdiler.


Mü'minler felah bulmuşlardır, kurtuluşa ermişlerdir. "Felah"
kelimesi kurtuluşa erdi, kavuştu anlamındadır. Aynı
zamanda "Hayye alel Felah - Haydin felaha" şeklinde,
günde beş defa yüksek minarelerden yanık seslerle insanlara
ilan ettiğimiz bir kelimedir.
Arabın dilinde ise "Felah" kelimesi, engeli aşmak, maniyi
yarmak anlamında. Onun içindir ki çiftçiye de toprağı
sabanla yardığı için. "Fellah" kelimesi kullanılır. Terim
anlamı da, kişinin engelleri aşarak, kurtuluşa ermesi
anlamındadır.
Ezani Muhammedide de günde beş defa "Hayye alel Felah-
Haydin Felaha" derken; "namaz kılarsam makamımdan
olurum" düşüncesinde olan adama, "haydi..! makam
engelini aş da gel". Ve buna benzer para, mal, şan, şöhret
gibi engellere takılmış kişilere, bu engelleri aşın gelin...
demektir.
Bu ayette Allah (c.c); "Mii'minlerdir kurtulan, kurtuluşa
eren" diyor da, Araplar'dır, Türkler'dir, Kürtler'dir,
Japonlar'dır, Ruslar'dır......demiyor. Mii'minlerdir
2939[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/285.
Tirmizi ; Tefsim sureti Muminun
kurtulanlar... buyruluyor. Yine zenginlerdir, fakirlerdir
demiyor. Fazilet, ne millet de, ne fakirlik de ve ne de
zenginliktedir. Fazilet "imanda"dır. İman eden kişi ırkı, dili,
rengi veya sosyal konumu ne olursa olsun kurtuluşa
ermiştir.
Tabii ki, Mü'minin sıfatları vardır. Birinci derecede
aranacak olan sıfat "iman" sıfatıdır. İkinci derecede ise o
imanın görüntüsü olan "namaz"dır. 2940[2]

2- Onlar namazlarında huşu'Iudurlar.


O Mü'min olanlar öyle insanlardır ki; Onlar namazlarında
huşu halindedirler. Huşu hali: Kişinin, Allah'ın emirlerini
yerine getirebilirmi-yim?, bir yasağım çiğnermiyim? diye
hassas bir noktada bulunmasıdır.
Bu kalbin huşuu'dur. Kalbde olan Huşû'un zahire çıkması
gerekir ki; ona da "fiili huşû'u" denir.
Hz. Peygamber laubali bir şekilde namaz kılan birini
görünce; "Bunun namazında huşu yoktur" buyurmuştur. Bu
ayet nazil olduktan sonra da sahabe Hz. Peygambere
bakarak namazlarını huşu içinde ve namaz esnasında sadece
secde yerine bakarak namaz kılmaya başlarlar. Daha Önce
namazda sağa, sola, gökyüzüne de bakabiliyorlarmış. Biz de
Mü'min olarak namazımızı huşu içinde vede Allah'ın
ayetlerinin manasını düşünerek kılmamız, dışda görünen el,
ayak baş gibi organlarımızı, düşündüğümüz manalara uygun
olarak kullanmamız gerekir. 2941[3]

3- Onlar boş şeylerden yüz çevirirler.


O iman edenler, boş söz ve davranışlardan kaçınırlar. Yani
insanın dünyasına ve ahiretine faydası olmayan söz ve
davranışlardan kaçınırlar. Mü'min; evinde, dükkanında,
dostlarıyla olan ilişki ve davranışlarında, ister şahsi ister
2940[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/285-286.
2941[3]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/286-287.
toplumsal olaylar karşısında boş şeylerden uzak durarak
dinimize, dünyamıza faydalı olacak şeylerle
2942[4]
uğraşmalıdır.

4- Onlar zekat için çalışırlar.


O Mü'minler ki, zekat vazifelerini yerine getiren insanlardır,
veya zekatları için çalışan insanlardır. İki yönlü mana
verilebilir. Biri zekatlarını veren insanlardır, birde onlar
zekat için faaliyet gösterirler.
Yani var olan mallarının zekatını verirler, bir de zekat
verebilecek hale gelmek içinde çalışırlar. Mü'min çok
zengin olayım diye değil, çok zekat vereyim diye çalışmalı.
İnsanın niyeti hem amelini etkiler, hemde sevabını artırır.
Çok zekat vereyim niyetiyle çalışan kişi, bunun neticesinde
de çok mala ulaşacaktır. Ama çok zengin olayım diyen ise
sadece servete kavuşup sevabından mahrum kalacaktır. İşin
en kârlısı çok zekat vereyim niyetiyle çalışıp kazanmaktır.
Bu niyet, kişinin helal yollardan para kazanıp harama
gitmesini de engeller. 2943[5]

5- Onlar ırzlarını korurlar.


O Mü'minler ki namuslarını da, iffetlerini de korurlar. Kendi
namuslarını korudukları gibi, hanımlarının namuslarını da
korur. Ayette kadın erkek ayrımı yapılmamış. Kadınlar ayrı,
erkekler ayrı olarak zikredilmemiş. Gösterilmesi haram olan
yerlerini, kadın erkeğe, erkek te kadına gösteremez. 2944[6]

6- Ancak eşleri yahut ellerinin sahip olduğu (cariyeleri)


hariç. Çünkü onlar (eşleri ve cariyeleriyle olan ilişkilerinden
dolayı) kınanmazlar.
Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu cariyeleri hariç.

2942[4]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/287.
2943[5]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/287.
2944[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/288.
Kadının bedeni kocasına, kocasının bedeni de hanımına
serbesttir. Haram değildir. Bakıp birbirinden
faydalanabilirler. Bu faydalanmadan her ikisi de dinen
ayıplanmış, kınanmış da değillerdir.
Ayetin sonunda, dinen "ayıplanmış da değillerdir,"
ifadesinin hikmetini biraz düşündüm de şöyle bir sonuca
vardım; İnsanın fıtratı evlilik ve eşlerin karşılıklı birbirinden
faydalanmasını gerektiriyor. Fakat bir kısım Hristiyan
rahipler Hz. İsa (a.s.)'a aşırı bağlılıklarından dolayı, dini çok
iyi yaşayacağız diye evlenmekten kendilerini
alıkoymuşlardır.
Çok iyi niyetlerle dinde bidat türeterek nikahtan uzak durup,
kadının erkekten, erkeğin de kadın nimetinden uzak
kalmasına sebep olmuşlardır. Aslında bu çok büyük
fedakarlıktır. Ama övülecek birşey değildir. Yaptıkları hem
fıtrata, nemde dine uygun olmayan bir davranıştır.Bu
insanlar evlenenleri de hoş karşilamamışlardır.
İşte ayet bunlara cevap olacak şekilde. Evli eşlerin
birbirlerine mahrem, gizli, bakılması haram olan yerleri
yoktur. Ve bunlar birbirlerinden faydalanabilirler. "Bundan
dolayı da kınanmış değillerdir" buyu-rulmaktadır.
Hz. Aişe (r.a.) rivayet edilen bir hadiste; "Ne Hz.
Peygamber benim edep yerimi gördü, ne de ben onun edeb
yerini gördüm" buyurmakta 2945[7] Edeben kadın kocasının,
kocada kadının edeb yerine bakmayabilir. Fakat bu haram
değildir. Bu ayet buna delildir. 2946[8]

7- Kim bunun ötesini (eşinden başkasını) isterse işte onlar


haddi aşanlardır.
Yani eşinden ve cariyesinden başka birisiyle cinsel arzusunu
tatmine kalkarsa, o insan haddi aşmıştır. O haddi aşmada
zinadır. Bu başka bir kadınla olduğu gibi, Lûtilik dediğimiz
2945[7]
Ahmet b. Hanbel, Müsned 6/63,190
2946[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/288-289.
eşcinsellik ve benzer-leride haddi aşmaktır. Yahudilerin -ki
tarih boyunca çokça yapıp- günümüzde de yaygınlaştırmaya
çalıştıkları bir kötü haslettir.
Birçok ayette geçmişti ama ayet burada normal evliliğin
dışında kalan bütün yollan haddi aşma olarak
nitelemektedir. Allah (c.c.) böyle sapıklıkların tarih boyunca
olduğunu, bundan sonrada olabileceğini işa-reten
bildirmekte. Ama bu haddi aşmanın yollarını ve şeklini
bildirme-mekte. Çürrkü bunun şeklini ve yollarım
bildirmekte, ayrıca yaygınlaşmasına sebep olur. Başka bir
ifadeyle kötülüğün ve batılın reklamını yapmış olur. Buda
saf zihinlerin, saf kalblerin bozulmasına sebeptir. 2947[9]

8- Onlar emanetlerini ve ahitlerini gözetirler.


9- Onlar namazlarını korurlar.
Onlar emanetlerini ve sözlerini yerine getirirler, emanetlere
riayet ederler. Sözlerine riayet ederler. Emanet kelimesinin
ifadesinin kapsamı geniştir. "Biz emaneti yer ve göklere arz
ettik" derken bu ayette geçen emanet kelimesi Kur'an
anlamındadır. Bir de emanet; her hangi bir eşya, veya
değerli birşeyin belirli bir müddet için korunması, muhafaza
edilmesi için başka birine verilmesidir.
İnsan Allah'ın yarattığı bir varlıktır. Kur'anda ona emanet
edilmiştir. İnsanoğlunun ençok dikkat edip koruyacağı,
muhafaza edip üzerinde duracağı emanet Kur'an emanetidir.
Tabii ki onu sayfalar arasında değil, okuyup manasını
anlayıp, gereği ile de amel etmek şekliyle olmalıdır.
Akıl nimeti de insana verilen önemli emanetlerden biridir.
Aklın da içki ve uyuşturucu gibi maddelerin yanı sıra birde
zehirli fikirlerden de korunması gerekir. Hatta bu zehirli
fikirler içkiden daha tehlikelidir . Mü'min birisi içkiyi içip
imanı ile ölse, ahirette Allah (c.c.)'de af etmezse, cezasını

2947[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/289.
çektikten sonra Cennete gider. Fakat kafirce, zehirli fikirleri,
beyninde taşıyarak ölen birisi ise Cennete gidemez.
Emanete hıyanetten bir defa birinci derecede yargılanır.
Emanet yukarıda belirttiğimiz gibi, dini emanetler vardır.
Kur'an, Akıl, emaneti gibi. Birde dostların kendi aralarında
eşya emaneti, bir sır emaneti, para emaneti, mal emaneti
gibi, bunlarada riayet etmelidir.
Diyelim ki, bir kimse malını başka birine emanet etmişse
veya bir sırrını emanet edip, ama bunu başkasına söyleme
demişse, emanet edilen onu -velevki en güvendiği insanlara
bile olsa, ister hacı, ister hoca olsa bile kimseye
söylememesi gerekir. Söylediği zaman emanete ihanetlik
etmiş olur.
"Onlar sözlerine de riayet ederler" buyrulmakta. Mü'min
sözüne de riayet eder. Ruhlar aleminde Rabbine vermiş
olduğu sözüne riayet ettiği gibi, bu dünyada da insanlar
arasında vermiş olduğu va'dlerini de yerine getirirler.
"O Mü'minler namazlarım korurlar." Yani korurlar derken
namazlarını vaktin de kılarlar ve namazın şart ve
rükûnlarına riayet ederler. Nasıl ki, evi koruma ve muhafaza
etme deyince onun temelinden, direklerinden, çatısına
varıncaya kadar koruma anlaşılıyorsa, namazı koruma da
aynı şekilde. Onun şartları ve rükûnları ile rükû, secde, taha-
ret, setrü-1 avret gibi hususları yerine getirmektir.
Bazıları öyle rükû ve secde yapıyor ki bu rükû ve secdelerde
değil, üç defa bir defa bile "Sübhane Rabbiyel aziym veya
Subhane Rabbiyel a'la" demek mümkün değil. Buda tadili
erkana aykırı bir durumdur.
Özetle Allah (c.c.) bu ayete kadar Müminlerin vasıflarını
sıralamıştır;
1- Rabbine inanmıştır.
2- Namazında haşyet içinde olup, acaba "kıldığım namaz
hoşuna gitmezse" diye böyle bir endişeyi taşır.
3- Boş söz ve işlerden uzak dururlar, malayaniyi bırakırlar.
4- Zekatlarını verirler, zekat verecek hale gelmek için
çalışırlar.
5- Namuslarını korurlar. Harama meyi etmezler.
6- Emanetlerini ve sözlerini korurlar, onlara riayet ederler.
7- Namazlarını vakitlerinde, rükûnlarına riayet ederek
kılarlar. Surenin başında da belirttiğimiz gibi "Kim bunları
yaparsa Cennete
gider" buyrulmuştur.
Hz. Aişe validemize; "Allah Rasulünün ahlakı nasıldı?" diye
sorulduğunda "Onun ahlakı Kur'an'dı" dedi ve
"Kad'eflahadan" başladı "Yuhafizun'a" kadar okudu.2948[10]

10- işte onlardır varisler.


11- Onlar Firdevs (cennetin)e varis olacaklar ve onlar orada
ebedi kalacaklar.
"Firdevs" Cennetin adıdır, bahçe anlamına gelir. 9-ve 10.
ayetlerde "varis" kelimesi iki defa kullanılmıştır. Başka bir
ayette de Allah (c.c.) Mü'minleri "Yeryüzünün varisleri
kıldığını" ifade eder. 2949[11] Yani yeryüzünde yönetim
hakkının Mü'minlere ait olduğunu bildirir.
Bu surenin ilk 10 ayetinde de varis olacakların sıfatlan
sayılmıştır. Yukarıda maddeler halinde özetle belirtmiştik.
O varis olacaklar, Mü'min olup, namazını Allah'ın
huzurunda kılarken haşyet içinde olacak ve boş söz ve boş
vakitlerini iyi değerlendirecektir.
Gazete okurken, iş yaparken tek düşüncesi; İslamm hakim
olması ve bunu engelleyen düşmanların tuzaklarına karşı
çareler aramak olmalıdır. Bugün Müslümanların ençok
meşgul olduğu bir hususta, bu boş söz ve boş işlerle
meşguliyet. Her halükarda bunlardan uzak durmalı.
Müslüman cemaatlerde birbirleri aleyhinde yazılar yazıp,

2948[10]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/289-292.
Tefsirun Nesai 2/96, Hakim Müstedrek-2/392
2949[11]
Ahzap 27
birbirlerinin faaliyetlerini engellememeli. Aksine birbirini
destekleyici sözler söyleyip faaliyetlerini de buna göre
ayarlamalı.
Allah rahmet etsin, Said Havva'ya İstanbul'dan birkaç genç
bazı hususlarda sorular sorup mektuplar gönderirler. Tabii
ki sorulan cevaplandırdıktan sonra; "zannedersem bu sorular
sıcak bir sobanın başında, çay içilirken yazılmış ama bu
soruların konusu hareket halindeki ordunun başına
gelebilecek mevzulardır. Siz o harekete girin, girdikten
sonra Allah hareket anında onun nasıl yapılacağını size
ilham eder" der.
O varis olacak Mü'minler zekatlarını da verirler ve verecek
hale gelmeye çalışırlar. Namuslarını korurlar. Günümüzde
iyi kardeşlerimizin yolu bazen para, bazen de kadınla
kesilebiliyor. Her insanın gönlünde yatan bir putu vardır.
Kimisininki paradır, kimisininki kadın, kimisininki de
makamdır. Kişi bunları gördüğü zaman, -eğer imanı
kuvvetli değilse-imani noktada bir yan çizme olabilir,
O varis olacak Mü'minler emanete hıyanet etmezler. Devlet,
akıl, din, Kur'an birer emanettir. Bütün bunları korurlar,
riayet ederler. Korumak deyince elde tutmak değildir. Onun
asaletini değiştirmeden dışarıdan gelebilecek tehlikelere
karşı koruma vede devamını sağlamaktır. Devamını
sağlamakta bir emaneti, bir nesilden diğer bir nesile ve
kuşağa aktarmaktır.
Onlar namazlarını da muhafaza ederler. Namaz hususu iki
defa tekrarlanmıştır. Önemine binaen Allah'a imandan sonra
üzerinde en fazla durulması gereken ibadet namazdır. Cihad
içinde bile olunsa namaz terkedilmez. Namaz ençok teselli
bulduğumuz vede Müslümanların ençok bir araya geldiği
bir ibadettir.
Eskiden cuma namazları için "musallalar" vardı. 15-20 bin
Müslüman insan orada bir araya gelir, topluca cuma
namazlarını eda ederlerdi. Ama bir arkadaşınım
makalesinde okudum, bugün çoğunun yerine çeşitli
uygunsuz şeyler yapılmış.
Böyle vasıflara sahip insanları bir araya getirebilirsek işte
bunlar yeryüzüne varis olur, yeryüzüne varis olanlarda,
Cennet'e varis olurlar. Orada hayat bitmez, "onlar orada
ebedidirler." 2950[12]

12- Yemin olsunki biz insanı süzülmüş bir çamurdan


yarattık.
Biz insanı bir "sülaleden", çamurdan yarattık. Meallerde
"sülale" kelimesini; çamurun Özü manası vermişler. Sülale
kelimesi; Türkçemizde de kullanılmaktadır. Soy, sop, asıl
anlamındadır. Ayette geçen sülale kelimesi bizim Türkçede
kullandığımız sülale anlamında değildir.
Sülale, arabın dilinde; çekip çıkarma manasına gelir. Allah
(c.c.) ayette insanı topraktan çekip çıkardığını ifade ediyor.
İlk ayette Mü'minler kurtulmuştur, dedikten sonra
yeryüzüne ve de Cennete varis olacak olan bu kurtuluşa eren
Mü'mirilerin sıfatlarını, vasıflarını saydıktan sonra; insanın
çamurdan çekilip yaratılmasından bahsetmesinin hikmeti
şudur. İnsanın hangi ırktan, hangi nesilden vede hangi
soydan geldiği önemli değildir.
İster ağa çocuğu olsun, ister paşa, ister zengin, ister fakir.
İnsanların Allah(cc) indindeki değer ve ölçüsü; imanları
nisbetindedir.
Hoca çocuğu, müftü kızı veya şeyh neslinde olmak veya
Nemrut ve Firavun soyundan gelmek ayrıcalık ve aşağılık
değildir. İnsanlar İslama inanıp, ona hizmet ettikleri
müddetçe değerlidir ve değerlerini de bu hizmetin devamı
müddetince korurlar.
Irkımızın İslama olan hizmetlerinden dolayı iftihar ederiz.
Ama dinime inanmayan bir Türkle de iftihar etmiyoruz.

2950[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/292-293.
Bunun yanı sıra Türk «olmayan, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer
gibi bütün sahabeleri de sever, on-larlada övünürüz.
Bizi birbirimize sevdiren, birinci derecede dinimizdir.
Ondan sonra yakın akraba gelir. Onu sevmek ve kollayıp
gözetmekle görevliyiz.
Türkiyemiz de Müslümanlık mı önce gelir, Türklük mü?
diye bazı Müslümanlar arasında hayli tartışmalar olmakta.
Bu tartışmalara girmenin bir anlamı yoktur. Benim
nazarımda Müslüman olmayan Türk'ün hiçbir değer ve
kıymeti yoktur. Müslüman olmuş bir Türk'ün de iki değeri
vardır. Birisi, birinci derecede Müslüman olduğundan
dolayı, ikincisi de yakın akraba olduğundan dolayıdır.
Onun için Allah (c.c), ilk ayette Mü'min olanların kurtuluşa
erdiğini belirtip, onların vasıflarını da saydıktan sonra bu
ayetle de; "birbirinize üstünlük taslamanıza gerek yok.
Bütün insanlar çamurdan yaratıldınız, sülaleniz yani çekip
çıkarıldığınız şey topraktır." buyuruyor. 2951[13]

13- Sonra onu sağlam bir yerde nutfe yaptık.


Sonra, onu sabit bir yerde nutfe halinde kıldık. Nutfe;
meniden insan haline dönüşen en küçük parçaya denilir.
Yani meninin ana rahmine yerleştirilmiş olduğuna işaret
ediyor.2952[14]

14- Sonra nutfeyi alaka yaptık. Alaka'yı da bir çiğnemlik et


yaptık. Bir çiğnemlik eti kemik yaptık, kemiğe de et
giydirdik. Sonra onu bambaşka bir yaratık yaptık.
Yaratanların en güzeli Allah ne yücedir.
Sonra o nutfeyi, yani çocuğa dönüşecek olan meninin en
küçük parçasını alaka haline dönüştürdük. Alaka: Arabın
dilinde yapışkan anlamındadır. Askıya, Allaka denmeside
duvara asılıp kendisine elbise asıldığından dolayıdır. Sülük'e
2951[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/293-295.
2952[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/295.
"Alûk" denmesi insan vücuduna yapışmasından dolayıdır.
Alak, meninin ana rahmine girip, rahime yapışması
nedeniyle bu isim verilmiştir.
Allah (cc); "Alakayı da bir et parçası haline dönüştürdük."
buyuruyor. Meni ana rahmine yapışıp orada bir müddet
yaşamına devam ettikten sonra et parçasına dönüşür,
dönüşen bu et parçası önce kemikleşiyor. Sonra da o
kemiğin dışında et parçası giydiriliyor. Sonra da onu bir
başka yaratılış ile inşa ettik buyuruyor Rabbimiz.
Yani en güzel bir şekil ve kıvama getiriliyor. Yaratıcıların
en güzeli olan Allah (c.c.)'ün şanı yücedir.
Bu ayette yaratılışımıza dikkat çekilmiştir. İnsanın
kibirlenmesine gerek yok, aslın budur diyor.
Adamın biri kibirlenerek gidiyormuş, ve de herkes onun için
ayağa kalkıyormuş. Köşede dervişin birinin ayağa
kalkmadığını gören o kibirli kişi sorar; "Herkes ayağa
kalkarken niye sen ayağa kalkmadın?" der. Derviş de;
"Evveline baktım bir değersiz menidensin." Sonuna baktım
"sonunda bir avuç toprak olacaksın" der. Kibirli zengin,;
"Sen şimdiye, şu halime bak" der. Derviş de; "karnına bıçak
soksam, pislik akacak. Pislik arabası içinde ayağa
kalkılmaz. Şu sırtında giydiğin kürke gelince, onu ayının
biri on yıl giydi de ayılıktan kurtulamadı" der.
Allah (cc), bizim insanlığımızı ünsiyetimizle değerlendirir.
Yaratıcıya olan ünsiyetimizle, Onun koymuş olduğu
kurallar içinde, yaratılmışla olan ünsiyetimizle insanlık
makamına erişir. Yoksa insan Mevlana'nın dediği gibi;
"bedenin büyüklüğü ile adamlık olsaydı, fillere de adam
denmesi gerekirdi, En büyük beden onda. Kılların
çokluğuyla adam olduğunu iddia edecek olursan, bedenine
oranla ençok kıllı olan faredir. Fareye adam denilmesi
gerekir." İnsan ünsiyeti ile, Rabbine olan bağhlığıyla insan
olur.
İnsan Ahseni takvim üzerine yaratılmıştır. Yani insan^
yaratılmışlar içinde hakikaten en güzel şekil ve surettedir.
Mesela bülbülün sesi güzeldir ama insan yinede ençok insan
sesini dinler, ondan daha çok zevk alır.
"Tin" suresinde de bildirildiği gibi yaratılanlar içinde en
güzeli insandır. Çiçekler de güzeldir ama bir çiçeğe elli sene
bakamazsınız.
Halbuki evli çiftler elli sene birbirlerinin gözlerine bakarlar
da yinede doyamazlar. Birkaç günlük hasrete dayanamazlar.
İşte o kara topraktan mavi, siyah, kahverengi, yeşil gözleri
yaratana hamdolsun. 2953[15]

15- Sonra şüphesiz siz, bunun ardından öleceksiniz.


Bundan sonrada siz mutlaka öleceksiniz. Meni iken bu
kadar büyüdünüz, et haline dönüştünüz, kemikleştiniz. En
güzel kıvamda yeryüzüne setirildiniz. Sonra da mutlaka
öleceksiniz. 2954[16]

16- Sonra şüphesiz siz, kıyamet günü diriltileceksiniz.


Daha sonra gelecek olan ahireti inkar edenlere bu ayetler bir
ön hazırlık mahiyetinde. Siz ahireti inkar ediyorsunuz,
tekrar dirilmeyi inkar ediyorsunuz ama bu dünyada ikende
ölme ve dirilmeyi bizzat gözlerinizle görüyorsunuz. Meni
halinden bu halinize geliyor vede ölüyorsunuz. Hiç yok
iken, sizi yoktan var eden Allah (cc), ahirette sizi niye
diriltemesin.? 2955[17]

17- Üzerinizde yedi yol yarattık. Biz yaratılandan gafil


değiliz.
Allah(cc) ne yaratmışsa hepsini bilir, hiçbirinden de gafil,
bilgisiz değildir. Yerin derinliklerinden, gökyüzündeki
herşey ezeli ve ebedi ilmi dahilindedir. Hiçbirşey onun emri

2953[15]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/295-297.
2954[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/297.
2955[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/297.
ve bilgisinden uzak kalamaz. Mü'mini de bilir, kafirin ne iş
yaptığını da bilir. 2956[18]

18- Gökden belirli mikdarda su indirdik ve onu yeryüzüne


yerleştirdik. Onu gidermeyede bizim gücümüz yeter.
Yağmurun nereye ne kadar ineceğini vede kaç tane yağmur
tanesinin indiğini Allah (c.c.) bilir. Ayet, suyunda
gökyüzünden bir ölçü dahilinde indirildiğini ifade etmekte.
Yeryüzünde belirli miktarda bir su vardır. Bu dünya
kurulalıdan bugüne kadar devamlı devir daim yapmakta, ne
eksilme var, nede artma vardır. Bu su dünyanın çeşitli
yerlerinde bulunmuştur. Mesela Cahiliyye dönemi
şairlerinin şiirlerinde Arabistan'da nehirlerin, ormanların ve
ceylanların olduğunu haber vermekte. Yine tarihin bize
verdiğine göre Orta Asya'tan Türklerin göçmelerinin sebebi
kuraklıktır. Ama bugün ise Arabistan kupkuru; Orta Asya
ise o kadar kuraklık değil, normal yağışlı bir bölge.
Yağmuru artırmanın, yani devir daimdeki suyun kendi
bölgemize düşmesinin sebebi bol ormanlardır. Karadeniz
bölgesine bol yağışların olması, ormanın çok olmasından
dolayıdır. Her ne kadar bazıları, yağmur duasına karşı olup
inanmasalar da, canlı ve cansız herşey Allah'ı teşbih eder
ayetinin ifadesine göre o ormanlarda kendi lisanlanyla
Allah'ı teşbih edip ondan yağmur istemekteler.
"Yine o suyu, bu yeryüzünden gidermeye biz kadiriz.
Gücümüz yeter." O yeryüzüne suyu koyan, yoktan var edip
koyma gücüne sahip olan, koyduğu yerden suyuda alıp
gider ve bunu da götürmeye de gücü yeter. "Tekvir"
suresinde de, Kıyamet alametlerinden bahsederken;
"..denizler çekilip kuruduğunda..." şeklinde bahsediliyor.
İnsanlar bugün bu sular nereye gider diye inkârını ortaya
koyuyor. Ama nereden gelmişse oraya gider. İnsan bunun

2956[18]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/297-298.
en güzel örneğidir, bir damla sudan büyür, 80-90
kilogramlık bir vücut haline gelir. Öldümü de bir avuç
toprak oluverir.
Ziraat fakültesi ders kitabından okumuştum, bir yerde 3
tonluk toprağa çınar ağacı ekiyorlar ve ona verilen günlük
su miktarı da belli. 10 yıl büyütülüp kesildiğinde 3 ton
geliyor. Toprağı tarttıklarında 3 tondan, 57 gram eksilme
olmuş. Sonra ağaç kesilip, rendelenip bir yerde çürümeye
bırakılır. Çürümenin sonunda da 57 gram olduğu tesbit
edilmiştir. 2957[19]

19- Onunla sizin için hurma ve üzümden bahçeler yaptık.


Onlarda sizin için çok meyveler vardır ve onlardan yersiniz.
20- Tur'i sinadan çıkan bir ağaç yarattık ki, ondan yağ çıkar
ve yiyenlere bir katık olarak biter.
Yağ denilince hemen canlı hayvanlardan elde edilen yağ
akla gelir ama hepimizin bildiği gibi Allah (c.c.) öyle bitki
ve ağaçlar yaratmıştır ki onlardan da yağ elde edilebiliyor.
Tefsir kitaplarında Tur-i Sinada yetişen bu ağacın zeytin
olduğunu söylüyorlar. Müfessirler bu ağacın ilk defa Sina
dağında çıktığını yazıyorlar. Hz.Peygamber bir hadisinde;
"Zeytin yiyiniz, yağıylada yağlanınız" buyurmaktadır. 2958[20]

21- Sizin için davarlarda da ibret vardır. Onların


karınlarında olandan size içiririz. Onlarda sizin için çok
faydalar vardır. Ve siz onlardan yersiniz.
Hayvanlar da bizim için elbette ibretler vardır. Onların
karınların-daki gıdalardan, yani aldıkları besinler süt haline
dönüştükten sonra bunu içiriyoruz. Nahl suresinde geçen bir
ayette; "kan ve pislik arasından sütü çıkardığını" ifade
ediyordu Allah (c.c).(Ayet 66)

2957[19]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/298-299.
2958[20]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/299300.
Tirmizi Et'ime 43, İbni Mace Et'ımes 34
Yeşil ot veya yem, onu yiyen hayvanın midesinde pislik
oluyor da sonrada bağırsaklarında kana dönüştükten sonra
süt haline dönüştürülüyor.
Dünyanın dolarını, markını, kısaca tüm paraları bir araya
getirilse de böyle bir fabrika kurmak istense mümkün
değildir. Yani fabrika kurulup, fabrikaya bir taraftan otu
yemi verip, Öbür taraftan et ve süt, yün çıkacak.!! Mümkün
değil.
Bu kadar ince sanatları gördükten sonra hala iman etmeyen
Ateist ve Allahsızlara ne demek gerekir. İşte bu kadar
ibretler galerisinde gezib bunlardan ibret almayan insanlar
dünyanın en değersiz, karaktersizleridir.
"Sizin için onlarda çok menfaat vardır" diyor ayet ve bu
menfaatleri saymıyor. "Ve ondan da yersiniz" demekle de
etine dikkatimizi çekiyor. Çok menfaatlerden bazıları
mesela: boynuzundan bıçak sapı yaparız, derisinden elbise,
ayakkabı, yine yününden elbise yapılır. Bağırsaklarından
sucuk muhafazası, kemiklerinden un yapıp kimya
sanayiinde kullanılmaktadır ve buna benzer daha nice
menfaatler vardır. 2959[21]

22- Onlar üzerinde ve gemiler üzerinde taşınırsınız.


O hayvanlardan ve gemilerden de taşınmada faydalanıyoruz.
Sığır, katır, at ile gemileri de insanoğlu taşımacılıkta,
nakliyatta kullanmaktadır. Ayette, "gemi" kelimesi
kullanılıyor, bir de Araplar deveye; ("Kara gemisi"
anlamında) "fülk" yani gemi de diyorlar.
Başka bir ayette de; "Allah sizin için katır, eşek ve at yarattı.
Taşmasınız diye ve sizin için daha bilmediğiniz birçok
nakliye vasıtası da yaratır"buyruluyor.2960[22] Ayetde,
bilmediğimiz birçok nakliye vasıtası, deyince biz bugünkü
kullandığımız uçak, gemi, tren, araba gibi vasıtaları
2959[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/300-301.
2960[22]
Nahl 8
anlıyoruz. Bizden kimbilir kaç asır sonra icad edilecek
vasıtalar için de o günün alimleri, "bilmediğiniz şeyler
yaratır" ile kast edilen bunlardır şeklinde yorum
yapacaktır. 2961[23]

23- Andolsun biz Nuh'u kavmine peygamber olarak


gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a ibadet ediniz.
Sizin Ondan başka ilahınız yoktur. Sakmmazmısımz?"
Andolsun biz, Nuh'u kavmine gönderdik ve O kavmine: "Ey
kavmimi Allah'a kulluk yapınız. O'nu tanıyınız, O'ndan
başka ilah tanımayınız" dedi. Sizin gibi olan şu insanların
emir ve yasaklarına değil, sizi ve beni yaratan Allah (c.c.)'ün
emir ve yasaklarına uyunuz. "Siz, Allah'dan
2962[24]
sakınmazmısınız?" deyince:

24- Bunun üzerine kafir kavminden kodamanlar: "Bu sizin


gibi bir insandır. Sizin üstünüze çıkmak istiyor. Eğer Allah
dileseydi meleklerden gönderirdi. Biz evvelki atalarımızdan
bunu işitmedik" dediler.
Bu ayetin açıklamasında M. Hamdi Yazır "Mele" kelimesini
"kodo-manlar" diye açıklamıştır. Yani o kavmin ileri gelen
liderler topluluğu, anlamındadır, günümüz kafirlerinin
durumu gibi; (zaten kafirlerin mantığı hiç değişmiyor.)
Ahiret inancı olmadığı için yaptıklarında hep menfaat
gözetmişler, hep bir fayda aramışlardır. Onun için toplumda
yaptığı işleri ileride gelecek menfaati doğrultusunda
yapmaya çalışır. Diyelim ki: Birinin bir makama gelmesine
vesile olmuşsa, ileride onun imzasından istifadeye kalkışır.
Kendileri böyle yaptığı için herkesi de kendileri gibi
menfaat karşılığı çalıştıklarını zannederler.
Allah için çalışan Müslüman kuruluşlarının arkasında dış
güçler aramaya çalışır. Peygamberler ve Mü'minler böyle
2961[23]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/301.
2962[24]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/301-302.
çalışmalarının karşılığını Allah'dan bekleyince buna da
inanamayıp "Bu sizin gibi bir insandır. Beşerden başka
birşey değildir. Size üstün ve hakim olmak istiyor. Sizden
herhangi bir ücret istemiyor ama Allah dileseydi Peygamber
olarak bunu değil melek gönderirdi" diyorlar.
Zahiren de biraz mantıklı gibi. Niye melekden değilde
insandan Peygamber gönderilmiş denilebilir. Ama şayet
melekden gönderilse idi, verilen emir ve yasaklara riayet zor
olurdu. Zira Melekler yemezler, içmezler, uyumazlar,
erkeklik ve dişilikleri yok. Melekden olan Peygamber Ey
insanlar zina etmeyin deseydi, itiraz ederlerdi. "Sen bunun
tadının ne olduğunu bilmiyorsun, onun için bizi yasaklaman
kolay, içkiyi yasaklaman aynı şekilde kolay." derlerdi. Ama
insandan olup herşeyiyle de mükemmel olunca yasaklarına
ve emirlerine insanların diyecekleri birşey kalmıyor artık.
Diğer bir mantıki itirazları da "Biz, bunu daha önce
babalarımızdan işitmedik. Biz babalarının yolundan giden
adamlarız. Babalarımızdan, insandan bir peygamber
geldiğini işitmedik." Diğer bir anlamı da kendi
söylediklerinin olmadığını, yani meleklerden de bir
Peygamberin gelmesidir. "Bu adam sizin üzerinize çıkmak,
üstünlük sağlamak ve sizi yönetmek istiyor. Sakın ha buna
itaat etmeyin. Bu da sizin gibi adam" diyor toplumun
kodomanları. 2963[25]

25- "O, kendisinde delilik olan bir adamdır. (Ayılacağı) bir


zamana kadar bekleyin" (dediler).
Bu yalnız kendisinde delilik bulunan bir kimsedir. Yani
delirmiş diyorlar. Tarih boyunca, (daha önce de
bahsettiğimiz gibi) küfür cehpe-sinde değişen birşey
olmamıştır. Müslümanları yıpratmak için daha öncekilerin
dediği gibi günümüzdekilerde; "Bu adamlar sizin üzerinize

2963[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/302-303.
hükmetmek için dini istismar ediyor" diyorlar.
Kendilerinin hakim olmak istediklerini söylemiyorlar, zira
kendileri hakim durumda. Halkı kendi istekleri
doğrultusunda istedikleri gibi yönetip kendileri dini istismar
ediyor. Müslümanlar buna karşı çıkınca da bunlar size
hakim olacaklar sizi yönetecekler, Onun için de din sömü-
rüsü yapıyor, dini istismar ediyor diyorlar.
Onu yani Nuh (a.s.)'ı belirli bir zamana kadar gözetim
altında tutun. Etraftaki insanlara inandırıcı gelmesi için,
"Belirli bir zamana kadar bekleyin, biraz daha şefkatle
yaklaşın." deyip Bu delidir dercesine bir ifade içindeler.
Yoksa bu delirmiş, tımarhaneye atın veya Öldürün de
demiyorlar. Belki deliliği geçer deyip onu hafife alıyorlar.
Çağdaş kafirlerde, İslami hizmette ileri gidenlere aynı
yöntemi uygulayıp aciliyetten hastaneye kaldirtıp, birde
sahte deli raporu düzenlediler mi, bunu da basın yayın
yoluyla halka duyuruyorlar. Ve de halkın gözünde onu
delirmiş birisi olarak gösteriyorlar. Deli olmasa bu kadar
güçlü ordu ve ekonomilere karşı neyine güvenerek
başkaldınyor. Olsa olsa bu ancak delilikten başka birşey
değildir, diyorlar. Tabii ki öyle ithamlar karşısında
Nuh 2964[26]

26- (Nuh) dedi: "Rabbim, beni yalanlamalarına karşı bana


yardım et."
Yani şu kafirleri helak et der. 2965[27] Başka bir ayette bu
duanın daha genişcesini verir. "Nuh dedi ki: Ya Rabbi
yeryüzünde kafirlerden ayağı üzerinde dolaşacak adam
bırakma, eğer onları yeryüzünde bırakacak olursan bütün
kullarını sapıttırırlar. Bunların çocuklarından da ancak
günahkar ve kafirler meydana gelir." Onları helak et diye
dua eder. Bu ayetlerde geçen "La tezer âlet erdi" daki "elif
2964[26]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/303-3041.
2965[27]
Nuh suresi 25-26
ve lam" bütün yeryüzüne şamildir demişler ve Nuh tufanı
bütün yeryüzünde meydana gelmiştir diye fikir süren
müfessirler var. Bazı müfessirler bunun bölgesel olduğu
kanaatindeler. 2966[28]

27- Biz ona; "Gözetimimiz altında ve vahyimizle bir gemi


yap. Emrimiz gelip tandır kaynayinca, her cinsten ikişer
tane ve aileni gemiye sok. Ancak onlardan aleyhlerine söz
geçmiş (Allah'ın azabını hak etmiş) olanları bırak. Zalimler
hakkında bana yalvarma. Onlar muhakkak boğulacaklar."
Bunun üzerine Allah(cc) Nuh'a şöyle vahyediyor:
"Denetimimiz gözetimimiz ve korumamız altında bir gemi
yap." Ayetten anlaşıldığına göre gemiyi dünyada ilk defa
belki de Nuh (a.s.) yapmıştır. Müfessirlerin tefsirlerinde;
gemiyi denizde değil de, karada yaptığını ve geminin
ölçülerininde Cebrail (a.s.) tarafından vahiy ile bildirildiği
belirtiliyor.
Bundan şunu anlıyoruz, Allah (c.c.) aynı zamanda
Peygamberleri vasıtası ile kullarına çeşitli sanatları da
öğretmiştir.
Anadolu insanımızın dilinde tekerleme halinde dolaşan şey;
Gemicilerin piri Nuh (a.s.), Demircilerin piri Davud (a.s.),
Doktorların piri İsa (a.s.) gibi ifadeler bunun halk ağzıyla
anlatımıdır.
İmanımızın İslamdan uzaklaştırıldığı şu son günlerde, son
yıllarda, okullarda şu icadm mucidi, batılı filan, saatin
mucidi falan, suyun kaldırma kuvvetini bulan filan,
matematikdeki şu bağlantıyı bulan batılı şudur şeklinde hep
batılı, hristiyan birine dayandırma gayreti göze
çarpmaktadır.
Sanki, Müslüman düşünür ve bilim adamları, ilim
dünyasında hiç bir yenilik ve buluş ortaya koymamış. Bu

2966[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/304-305.
konuda bildiğim kadarıyla, "Şark bilginleri etkisi altında
kalan batılı alimler" diye veya bu isme yakın bir isimle
yazılmış bir eser, hangi batılının, hangi doğu bilgininden
etkilendiğinin kaynak ve delilleriyle vermektedir.
Kısaca şunu hiç unutmamak gerekir ki, insanların ihtiyacı
olan çoğu sanat ve icadların öncüleri Peygamberlerdir.
"Bizim emrimiz gelip tandır kaynaymca", yani kafirlerin
helak olması için suyun kaynaması, gökyüzünden
yağmurların yağması geldiğinde vede ocak kaynayıverince.
"Tennur" kelimesi "ocak" anlamına gelir, buna şömine de
denilmekte. Hz. Ali (r.a.); Tennur'un yeryüzü olduğu
görüşünde. İşte helak zamanı gelince Allah (c.c.) Nuh
(a.s.)'a; "Yeryüzünde yaşayan her cinsten iki tane, yani her
cins hayvandan bir erkek, ve de dişisini, bir de içlerinden
daha Önce kendisi aleyhinde hüküm verilmiş olanların
dışında aileni de gemiye al. Zulmetmiş olanlar hakkında
bana dua etme! Onlar boğulacaklardır." buyuruyor.
Ayet Nuh (a.s.)'ın başından geçenleri anlatırken, diğer
taraftan bize de; zalimlere dua etmememiz gerektiğini
bildiriyor. Burada kastedilen zalim, Müslüman olup günah
işlemek suretiyle nefsine zulmeden değil, iman etmeme
sebebiyle nefsine zulüm eden insandır. Ayette "Şirk büyük
bir zulümdür" buyruluyor. 2967[29]
Hud suresinde de geçtiği gibi Nuh (a.s.) kendisine iman
etmeyen oğlu içinde dua eder. Allah (c.c.) ise; "O, sana
mademki iman etmedi, o, senin ailenden değildir" buyurur.
Ve onun için dua etmemesini ister. 2968[30]

28- Sen ve beraberinde olanlar geminiz üzerine çıktığında:


"Bizi zalim kavimden kurtaran Allah'a hamdolsun" de.
Bizim nerede, nasıl dua edeceğimiz, 1- ayetlerden öğreniriz.
2- Hz. Peygamberin hadislerinden. Bu konuda Nesei'nin
2967[29]
Lokman 13
2968[30]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/305-307.
"Ameli yevmi-velleyli" bir gündüz ve gecede kişinin
duaları, Ibnü-Sünnünin de Nesvi'den rivayet ettiği hadis
kitabı, bir de Nevevi'nin "Kitab-ül Ezkarı" mevcuttur.
Bunlarda Müslümanın 24 saatinde hangi duaları, nasıl ve ne
şekilde okunması gerektiğini belirtirler. (Bu üç kitap arapca
olarak yayınlanmıştır.Nesai ile Nevevi'nin eserleri türkçeye
tercüme edilmiştir.)
Bu ayette de Nuh (a.s.)'a Allah (c.c.) duayı öğretiyor.
"Gemiye binince zalim toplumdan bizi kurtaran Allah'a
hamdolsun" de. Yani bu kurtuluşu Rabbinden bil, kendinden
değil. Şu şekilde de dua edilebilirdi. "Benim düşmanlarımı
suda boğan Allah'a hamdolsun." Ama Rabbim bu şekilde
dua ettirmemiş. "Bizi zalim toplumdan kurtaran Allah'a
hamdolsun" diye dua ettirmiştir. Yani duada olumlu yön
zikrediliyor, bizde o şekilde yapacağız.
Bir de Allah (c.c), Nuh (a.s.)'m gemisinde Nuh (a.s.)'a
inananlar olduğu halde sadece Nuh (a.s.)'a; "Bizi zalim
toplumdan kurtaran Allah'a hamdolsun, de" diyor da, "Bizi
zalim toplumdan kurtaran
Allah'a hamdolsun, deyiniz" şeklinde demiyor. Yani emir
sadece Nuh (a.s.)'a. Bundan şunu anlıyoruz bir liderin,
imamın, önderin yapmış olduğu dua aynı zamanda tebasi
içinde geçerli olduğuna bir işarettir. O imam, veya lider ona
tabii olan bütün insanların yüreklerindeki haleti ruhiyenin
şekillenmiş halidir.
Zayıf bir hadis vardı ya;"Devlet başkanlarınız sizin
amellerinizdir." O insan sizin imanınızın, düşüncenizin,
amelinizin şekillenmiş halidir. Onun yaptığı toplumun yap-
tığıdır.2969[31]

29- Ve deki: "Rabbim beni mübarek bir yere indir. Sen


konuklayan-ların en hayirlısısın."

2969[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/307-308.
Nuh suresinde de ifade edildiği gibi, Nuh (a.s.)'ın gemisi,
Türkiye'mizin Mardin ili sınırları içinde bulunan, Cudi
dağına indiği belirtiliyor. Ayette "Cudi" dağı deniliyor ama
bu kastedilen Cudi yukarıda sözünü ettiğimiz il sınırları
içinde bulunan Cudi'midir, değilmidir? bu kesin değildir.
Bunun araştırılması gerekir.
Bazıları da bu Cudi dağının Nahcivan bölgesinde olduğunu
hatta, bu Nahcivan isminin "Nuhcivan'dan" türetildiğini,
zamanla Nuhcjvan'ın, Nahcivan'a döndüğünü söylüyorlar.
Ayette Nuh (a.s.), "beni bereketli yere indir" diye dua
ediyor. Bu bereketten maksat, birde İsra suresinin ilk
ayetinde de geçmekte. Orada "Etrafını mübarek kıldığımız,
bereketli kıldığımız" denilmekte ki; kastedilen Mescid-i
Aksa'dır. Bereket denilince aklımıza hemen toprağı verimli,
meyveleri, sebzeleri, suları bol olan yer aklımıza gelir.
Buradaki bereketten kasıt -Allah(cc) daha iyi bilir- İslamın
daha iyi yaşanması, daha iyi tanıtılmasıdır.
Meseleyi iki yönlü düşünmek gerekir. Yani Kudüs hem
maddi yönden; ekmeği, sebzesi, suyu bol. Hem de manevi
yönden; İslamın en iyi yaşanabildiği yer. Yani Mescid-i
Aksa, bereketli olarak nitelendirilmekte ama yeryüzünde
oradan daha münbit yerler vardır. Ama çoğu Peygamberler
ve birçok din Kudüs ve çevresinde ortaya çıkıp insanlara
tebliğ edilmiştir.
Asıl bereket iki dünyanın da cennet olmasıdır.2970[32]

30- Bunda birçok ayet (mucize)ler vardır. Gerçekten biz


imtihan ediciyiz.
Dünya ve dünyadakiler imtihan sorularıdır. Annemiz,
babamız, çocuklarımız, eşlerimiz, komşu ve akrabalar,
yediğimiz, içtiğimiz, kullandığımız, gördüğümüz ve
göremediğimiz, duyduğumuz, duyamadığımız. Kısacası

2970[32]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/308-309.
etrafımızda var olan herşey bir imtihan vesilesidir.
"Şunları yiyip içip, şunlardan da uzak duracaksınız, şunlara
inanıp, şunlara inanmayacaksınız. Şunlara itaat edip, şunlara
itaat etmeyeceksiniz." Şeklinde hergün imtihanla karşı
karşiyayız. Bu imtihan sorularında istenilenler yapılıp,
yerine getirilir. İstenilmeyenlerden de uzak durulur. Bütün
bunlar yerine getirilmişse, imtihanı başarmışız
2971[33]
demektir.

31- Sonra onların ardından başka bir nesil yetiştirdik.


32- Biz onlara: "Allah'a ibadet edin, ondan başka ilahınız
yoktur, sakmmazmısınız?" diyen kendi aralarından bir
peygamber gönderdik.
Tabii ki zaman söylenirken zamanın içindeki insanlar
kastedilir. Nuh (a.s.)'dan sonra Ad, Semud, gibi nice
kavimler getirilmiştir. Adem (a.s.) ve Havva validemizle
hayat başlatılmış.
Adem(a.s.) Mü'min idi vede aynı zamanda Peygamberdi,
Zaman içinde Kabil ile başlayan bir bozulma meydana
geldi. Şit, İdris (a.s.) gibi Peygamberler gönderildi. Sonra bu
bozulmaları kökünden halletmek üzere Nuh (a.s.) gönderildi
vede imansızlardan hiçbiri yeryüzünde bırakılmıyor. Tabii
ki zaman içinde yine bozulma ve haktan sapmalar meydana
geliyor. Kur'anda Nuh (a.s.)'ın kavminin daha sonradan pe-
şinden gidip tapındığı putların isimlerini sayan ayetin
tefsirinde alimlerimiz; bu (ved, suva, yeğus, yeuk ve nesr)
gibi putların bir zamanlar Nuh (a.s.)'a iman etmiş, salih
insanlar olduğunu söylüyorlar.
O salih insanlar vefat ettikten sonra, onları sevenler
hatıraları kalsın diye heykeli dikilen insanlardır. Zaman
içinde hürmet, tapınmaya, ibadet etmeye dönüşmüş.
Bu konuda ibn-ül Kelebi'nin Hicri 3. asırda yazılmış Kitab-

2971[33]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/309.
ül Esnam diye bir eseri mevcuttur, (ilahiyat fakültesi
tarafından Türkçe ve Arapçasıyla neşredildi.) Eserde
putçuluğun ne zaman, nasıl ve ne şekilde başladığı hakkında
geniş bilgiler verilmektedir.
Dinin birşey ilave edilmeye, eklenmeye ihtiyacı yoktur. İyi
niyetle de olsa dinde olmayan, dinle alakası bulunmayan
şeylerden uzak durmak gerekir. Allah (c.c.) dinini en güzel
bir şekilde tamamlamıştır. Tam bir şekilde de Rasulüne
Kur'an'ı İndirmiştir. Ve Kur'an'ı Kerim'imiz de kıyamete
kadar bütün ihtiyaçlarımızı karşılayacak durumdadır.
Nuh (a.s.)'dan sonra gelen kavimlere de onların aralarından,
kendilerine; "Allah'a kulluk edin; çünkü sizin O'ndan başka
bir ilahınız yoktur, hala Allah'tan korkmazmısınız?" diyen
bir Peygamber gönderdi. Kur'an'ın özü budur. Yani Allah'ın
varlığını, birliğini tanıma ve ibadeti sadece ve sadece ona
yapmaktır. 2972[34]

33- Kavminin ileri gelen kâfirleri, ahirete kavuşmayı


yalanlayan ve dünya hayatında bol nimetler verdiğimiz
kodamanları dediler ki: "Bu sizin gibi bir insandır. Sizin
yediğinizden yer, sizin içtiğinizden içer."
Kur'an'da geçmiş Peygamberlerin kıssaları anlatılırken
hemen hemen birçoğunda bu "Melee" kelimesi geçer.
Mesela, "Firavun ve onun melei" yani "Firavun ve onun
etrafındaki kodoman takımı" demektir. Bugünkü ifadesiyle
yönetimde bulunan devlet ricali veya bürokrat takımı da
denilir.
O Peygamberin kavminden, o kodomanlar, kafir olup
ahirete ulaşmayı yalanlayan ve dünya hayatında Allah'ın
(c.c.) kendilerine refah verdiği kimseler, yani mal, mülk
verdiği kişiler. Tarih boyunca Peygamberleri yalanlayanlar,
yönetimi elinde tutanlarla, ekonomik gücü olup sermayeyi

2972[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/309-311.
elinde tutanlardır. Bu gurupların kaybedecekleri birşey
olduğundan dolayı, Peygamber iktidarı elde ederse, Bunun
neticesinde gayri meşru yollardan servet kazananlar bu sefer
bu servetleri kazanamayacaklar.
Onun için de tarih boyunca yönetim kadrosuyla, sermaye
kadrosu birlikte hareket edip, Peygamberlere karşı
durmuşlardır. Bunların da ortak özellikleri Peygamberi ve
ahire ti inkar etmektir. Peygamberi de insanların gözünden
düşürmek için; "Buda sizin gibi bir adam, sizin yediğinizden
yiyor, içtiğinizden içiyor." derler. 2973[35]

34- "Eğer sizin gibi bir insana uyarsanız o zaman siz


muhakkak zarar görürsünüz."
Eğer sizin gibi bir adama itaat edecek olursanız, o zaman
zararda olursunuz. Hüsrana düşersiniz. Bunu halka yayarlar
vede; "O da sizin aranızdan sizin gibi biri. Sizin üzerinize
üstünlük kurmak istiyor, sizin yediğinizden yiyor,
içtiğinizden içiyor." diyorlar.
Aynı şeyi günümüz çağdaşları da İslam ülkeleri için
söylüyorlar; Eğer müslümanların eline yönetim verilirse,
Cezayir halkı perişan olurmuş, Türkiye mahvolurmuş,
Afganistan ve hakeza diğer İslam ülkeleri de ortaçağ
karanlığına gidermiş, vs.
Bu İslam ülkeleri bundan daha fazla perişan olmaz, son
perişanlık hallerine getirilmişler.
Aynı £afir mantığı bugün hala geçerli. Bunun bir sebebi de
dünyada tek akıllı kendilerini görmelerinden
kaynaklanmaktadır. Yıllarca Müslümanları yönetimlerden
uzaklaştırdıkları içinde bu işi Müslümanlar yapamaz deyip
işin içinden çıkıyorlar. Elbette Müslümanlar yönetimden
uzaklaştırıldığı için, o kafirler Müslümanları iş başında, iş
yaparken görmedikleri için bunu böyle zannediyorlar. 2974[36]
2973[35]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/311-312.
2974[36]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/312-313.
35- "Siz ölüp, toprak ve kemik olduğunuzda muhakkak
çıkacağınızı mı size va'dediyor.?"
36- "O va'dolunduğunuz (ahirette dirilme) çok çok uzak."
37- "Bizim dünya hayatımızdan başka birşey yoktur. (Bir
kısmımız) ölürüz, (bir kısmımız) yaşarız. Biz (ahirette)
diriltilecek değiliz."
38- "O, Allah'a yalan iftira yapan bir adamdır. Biz ona iman
etmeyiz."
Rabbimiz bu ayetlerle bize, günümüzde belirli bir grubun
söylediği sloganı, çok eski dönemlerdeki Ad ve Semud
kavmindeki kafirlerin de söylediğini haber veriyor. İmansız
yönetici kadro; "öldükten, vücudunuz toprak olduktan,
kemik yığını olduktan sonra tekrar sizin diriltilece-ğinizi mi
vaadediyor.?" diyorlar.
Yani ahiretin geleceğini mi vaad ediyor. Bu size vaad edilen
ne kadar uzak, olacak şey değil. Dünya şu bizim
hayatımızdır. Bu dünyada ölürüz, bu dünyada diriliriz.
Ahirette dirilmeyiz" diyorlar.
Bu fikri yukarıda söylediğimiz gibi bir grub cemaat da aynı
şekilde tekrar etmekte. Ahiret diye birşey yok diyorlar.
Böyle bir cemaate üye birisi ile görüştüm. Adem (a.s.) ve
Havva validemizden türediğimize inanırmısm? dedim. Evet
dedi. O zaman insanların ölmeyip tekrar hayvan haline
geldiğine, hayvanlarında insan haline geldiğine inanıp bu
dünya hayatından başka bir hayat da yok diyorsunuz. Öyle
ise insanların ve hayvan sayısının aynı olması ve artmaması
gerekmez mi? dediğimde çok mantıklı, bir liderimize
sormamız gerekiyor demişti. Daha sonra da; "Uzaydaki
dostlarımızla alışveriş oluyormuş. Meselenin onlara
iletilmesi gerekiyormuş" diyordu.
İnsanları kötülüğe düşürmenin en kestirme yolu, onlardan
ahiret inancının alınması, kaldırılmasıdır. Kişi veya
toplumlar bu inancım yitirdiler mi her türlü kötülüğü ve
pisliği rahat bir şekilde işler.
Ahiret inancı olan insan ise; yaptıklarının karşılığını
mükafat veya ceza olarak göreceğine inandığı için, dikkatli
olup, kötülüklerden kendini uzak tutmaya çalışır. Böylelikle
de otomatik bir kontrol meydana gelir. İmansız kesim,
Allah'ı inkardan daha ziyade, ahiret gününü inkara yellenir,
ahireti inkar eder. 2975[37]

39- (Peygamber) dedi: "Rabbim, beni yalanlamalarına karşı


bana yardım et."
40- (Allah) buyurdu: "Az sonra pişman olacaklar."
41- Derken sayha onları hakkıyla alıverdi de biz onları
süprüntü yapıverdik. Zalim kavim (Allah'ın rahmetinden)
uzaklaştı.
Nuh (a.s.)'dan sonra gelen Peygamberler de aynı duayı
yapıyor. "Ya Rabbi beni yalanlamalarından dolayı bana
yardım et" Allah (c.c.) şöyle buyurdu: "Pek yakında onlar
pişman olacaklar, o Peygamberlerini yalanlayanlar, ahireti
inkar edip, biz bu dünyada doğar, bu dünyada ölürüz, tekrar
diriliriz, ahirette dirilme diye birşey yoktur. İnsan toprak ol-
duktan sonra tekrar canlanırmıymış, diyen insanları bir
sayha yakalayıverdi." Allah'ın emri ile sayha yak alay iver
dikten sonra, bu kâfirlerin sel suyunun arkasından geride
kalan bir çer çöp gibi yeryüzünde mah-volduklarmı haber
veriyor.2976[38]

42- Sonra onların ardından nice nesiller getirdik.


43- Hiç bir ümmet kendi ecelini ne öne alabilir ne de
geciktirebilir.
Başka bir ayette de "Onların eceli geldiğinde ne bir an
ileriye gider, nede bir an geriye kalır." Bu ayet fertlere
yönelik bir ayet. Bu 43. ayet ise topluma, toplumlara
2975[37]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/313-314.
2976[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/314-315.
yönelik bir ayettir.
Daha öncesinden toplumların hayatından, onların helak
olmasından bahsettiği için bir toplumun helaki ile ilgili emir
gelince, o toplumun eceli ne bir an ileri, nede geri
bırakılmaz.
Zulümde ve küfürde ileri giden A.B.D. gibi devletler niye
yok olmuyor, diye düşündüğünde işte aklımıza bu ayet
geliyor. Onlarında bir zamanı eceli var, eceli gelmeden bu iş
olmuyor. Geldiği zamanda Rusya gibi bir an geri kalmıyor.
Herşeyin bir zamanı var, zamanın ne zaman olduğunu biz
bilemeyiz. İki buçuk sene Öncesi derslerimizde hep A.B.D.
ve Rusya'yı beraber zikrediyorduk. Birgün gelip
yıkılacaklarını söylüyorduk fakat zaman tayin edemiyorduk.
Bize düşen görev A.B.D. ve Rusya'nın yıkılması değil,
İslamm yücelmesi. Biz bunun için çalışacağız. Onların
zamanı geldiğinde de Allah onları da birbir yıkacaktır.
Rusya'yı yıktığı gibi. 2977[39]

44- Sonra ardarda peygamberler gönderdik. Her ümmete


peygamberi geldiğinde Onu yalanladılar, Biz de onları birbir
ardından (helake) gönderdik ve onları efsane haline getirdik.
İman etmeyen bir kavim için (rahmetten) uzak kalmak
vardır.
Ve o Peygamberleri biz, tarih boyunca şanlı, efsanevi
sayfalar halinde anlatılan olaylar kıldık. Nasılki halk
arasında pek hakikatle bağdaşmayan efsanevi kahramanlar
varsa, bizde bu Peygamberlerimizi
hakiki yaşanmış efsanevi kahramanlar yaptık, buyuruyor
Rabbimiz. İman etmeyen kavim Allah'ın rahmetinden ne
kadar uzaktadır. 2978[40]

45- Sonra Musa ve kardeşi Harun'u ayetlerimiz ve apaçık


2977[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/315-316.
2978[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/316-317.
delille peygamber olarak gönderdik.
46- Firavun'a ve kodamanlarına (gönderdik.) Onlar
kibirlendiler ve onlar yükseklik kompleksinde bir
kavimdiler.
47- "Bizim gibi iki adama mı, iman edeceğiz? Bu ikisinin
kavmi bize ibadet / kölelik ediyorlar" dediler.
Firavun ve bürokratları şöyle diyor. "Onların kavmi, (Musa
(a.s.) ile Harun (a.s.)'ın kavmi) bize ibadet ediyor, kölelik
yapıyor. Düne kadar işlerimizi gören, bize kölelik yapan,
bizim kanunlarımıza uyan İsrailoğullarından iki kişiye mi
inanacağız.?"
Ayette; "bize ibadet ediyorlardı" ifadesinden maksat;
karşılarına geçip saygı duruşunda bulunmuyorlardı. Ama
evlenmeden, boşanmaya, ziraattan, ticarete varıncaya kadar
da bütün davranışlarını Firavun'un koymuş olduğu kurallara
göre yaptıklarından dolayı, işte bu onlara bir ibadet etme
anlamına gelir. Bugün de bazı rejim yanlıları, rejim
aleyhinde konuşan Müslümanlara "Sen bu devletin
topraklarında yaşıyorsun, rejimin okullarından, rejimin
nimetlerinden yararlanıyorsun, üstelik maaşını da alıp bir de
bunun aleyhinde konuşuyorsun" diyorlar.
Sahabeden Hz. Ömer'in oğlu Abdullah, Emevi saltanatı
zamanında devlet başkanlarından birine biat etmemiştir.
Haber gönderilir, "gelsin biat etsin, Hz. Ömer zamanında
bağlanan maaşını devam ettireyim" der. Abdullah b. Ömer;
"Biat etmem ama maaşı almaya devam ederim" der. Bu
konuda "veren el, alan elden üstündür" hadisini delil
getiriyorlar.
Bu hadisi "Ebu Zeyd Eddebüsi" isimli bir zat aynı zamanda
Hanefi usulcülerindendir. "El Emed-ül Aksa" isimli eserinde
yeren elden maksat; Allah (c.c.)'dür, alanda; Onun kullarıdır
diyor. Yoksa veren el deyince bizim anladığımız anlamda
değildir. Hz. Peygamber Mü'minlerden hediyeler aldığı gibi,
inanmayanlardan da hediyeler almıştır. "O zaman alan
Peygamber olunca, veren inançsızları değerli de, alan
Peygamberi değersiz mi kabul edeceğiz." diyor. İşte
Abdullah b. Ömer'de bu düşünceden hareketle, "Maaşımı
alırım, alırkende hiçbir aşağılık duygusu duymam. Zira
senin vereceğini de veren Allah (c.c.)'dür"diyor.2979[41]

48- O ikisini yalanladılar ve helak edilenlerden oldular.


Biz Müslümanlar, Peygamberlere varis olacak olursak,
onlarda Peygamberleri yalanladıkları gibi, bizi de
yalanlayacaklar ve Firavun'un akibetine onlarda uğrayıp
helak olacaklardır. Yeterki biz hakkıyla Peygamberlerin
varisi olalım. 2980[42]

49- Hidayete ererler diye biz Musa'ya kitabı verdik.


Müfessir Zemahşeri'ye göre, ayette "onlar" zamiri ile
kastedilenler, Firavun ve adamları olmayıp, Hz. Musa ile
Filistin'den Mısır'a göç eden İsrailoğullarıdır. Zira kitap,
yani Tevrat Firavun ve adamları boğulduktan sonra
vahyedilmişti. 2981[43]

50- Biz İsa'yı ve annesini bir ayet kıldık. Onları akar suyu
olan, yerleşmeye uygun yüksek bir yere yerleştirdik.
Yani İsa (a.s.) ile Onun annesi bizim için bir ibrettir.
Meryem validemiz kocasız İsa (a.s.)'ı dünyaya getirmiştir.
Bakara suresinde; "Onun misali de Adem (a.s.) misali
gibidir." buyruluyor. Adem (a.s.) annesiz, babasız topraktan
yaratıldığı gibi İsa (a.s.)'da babasız olarak
2982[44]
yaratılmıştır.
O birşeyi istediğinde ona "ol der, o da oluverir." "İsa ile
annesi Meryem'i yüksek bir yere, sebze ve meyvesi bol,
sulak bir yere yerleştirdik" buyuruyor ve ayet bunların
2979[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/317-318.
2980[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/318.
2981[43]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/319.
2982[44]
Ali imran 59
yerleştirildiği yere dikkatimizi çekiyor.2983[45]

51- Ey elçiler güzel şeylerden yiyin ve salih amel işleyin.


Şüphesiz ben yaptıklarınızı bilirim.
Yu karıl ardak i geçen ayetlerde, inançsızlar Peygamberlere
itiraz ederek onlara inananlara; "Bu Peygamberlerde sizin
gibi yiyor, içiyor" diyorlardı. Allah (c.c.) de onlara cevaben,
"Sizi ve bu Peygamberleri yaratan benim, yiyip içmeleri için
güzel yerlere yerleştiren benim, onların yediğini de içtiğine
de yaratan benim. Peygamber olarak gönderen de benim,
öyle ise Ey Peygamberler Allah'ın yarattığı temiz yiyecek-
lerden yiyiniz." buyuruyor.
"Tayyib"den maksat, temiz, maddi pisliklerden uzak olduğu
kadarıyla, manevi pisliklerden de uzak, helal yollardan
kazanılmış yiyecekler anlamına da gelir.
Halbuki inançsızlar tarafından bugüne kadar halka , yiyecek
ve gıda maddelerinin temiz olması tavsiye ediliyor da, helal
olması tavsiye edilmiyor. Mikroplu yiyecekleri yiyen hasta
olur, nihayetinde de bu dünyadan ahirete gider. Ama haram
yiyenin ebedi hayatı mahvu perişan olur. Birinci derecede
helal olmasına, daha sonrada temiz, kir ve pisliklerden,
mikroplardan arınmış'olmasına dikkat etmek gerekir.
Ayette;"Salih ameller yapınız." buyrulurken, dikkate- şayan
olan önce yiyecekten, yenilecek şeyin helal ve temiz
olmasından bahsederek, sonra amel söz konusu yapılıyor.
1- Zira amel işleyebilmek için kişinin en azından amel
yapabilecek kadar yiyip içmesi gerekir.
2- Düşünceden uzak herşeyi ile kendini ibadete verebilmek
için yine önce yemek yemelidir. "Sofra hazır iken, namaz
kılmanın mekruh olduğu" gibi.
3- ibadetin ihlas ve samimiyetiyle beraber kişiye manevi
gıdanın temini açısından da, yine kişinin helal olanlarla

2983[45]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/319.
beslenmiş bir vücud ile ibadet etmesi gerekir. Haram ile
beslenen bedenle yapılan ibadetler kişiye manevi bir haz ve
gıda vermez. Salih amel yapmanın yolu, helal ve temiz
yiyeceklerden geçer. 2984[46]

52- "Şu ümmetiniz bir tek ümmettir. Bende sizin


Rabbinizim. Benden sakının."
53- Onlar işlerini aralarında kitaplar halinde parçaladılar.
Her grup kendi yamndakiyle sevindi.
Yani İslami olmayan mezhepler ve gruplar kendileriyle
övünürler. Grublar karşılıklı birbirlerine üstünlük taslamaya
kalkıştılar mı hemen bu ayeti okuyup "Her grub. kendisi ile
övünür" şeklinde cevap verilmekte.
Birçok ayette; "şeytan kişinin amellerini süsle-r, güzel
gösterir" şeklinde geçmektedir. Ve kişi bunun etkisiyle de
yaptıklarının en doğru olduğuna inanır. Kendi görüşünü
beğendimi, kişi o görüşünün bütün insanlar tarafından da
beğenilmesini ister. Buna direnen, karşı koyan binlerce
insanı öldürürken de çok hayırlı bir iş yaptığını
zanneder. 2985[47]

54- Bir zamana kadar onları gafletlerinde bırak.


Yani tebliği bırak anlamında değil. Biz Allah'ın izni ile
ileride iktidar olacağız, İslam olarak devlet olacağız.
Şimdilik sizi bu halinizle başbaşa bırakıyoruz demektir. Biz
devlet olunca devletin eğitim ve gücünü kullanır sizi yola
getiririz, biz getiremezsek zebaniler sizi yola getirir anlamı
vardır. 2986[48]

55- Mal ve evlatla onlara yardım ettiğimi/imi


zannediyorlar?

2984[46]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/319-321.
2985[47]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/321.
2986[48]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/321-322.
56- Onların iyiliklerine mi koşuyoruz (zannediyorlar?)
Hayır. (Bu mal ve evlat onlar için imtihandır.) Ancak onlar
farketmezler.
Sebe suresi 35. ayetinde; "Biz mal ve evlat bakımından
(ordular bakımından) biz daha fazlayız, onun için ahirette
biz azaba uğramayız." Allah bizi sevmeseydi bu mallan,
evlatları bize vermezdi. Bize verdiğine göre bize layık
görmüş diyorlar.
Allah (c.c); "Onlara, mal ve evlat vermişsek bunları
kendileri için hayır mı zannediyorlar.? Onlar işin vahametini
bilmiyorlar. " buyuruyor.
Bazıları, inançsız devletlerin ekonomide ileri gidip, bazı
İslam ülkelerinin de geri kalmasını ileri sürerek, işin içinden
bir takım şeyler aramaya çalışıyorlar. Sanki geri
kalmalarının sebebi İslam dini imiş gibi göstermeye
çalışıyprlar. Fakat durum böyle değil. Günümüzde İslam
ülkeleri kadar, hatta daha fazla Hristiyan olan ülkeler geri
kalmış durumdadır, hatta bazı İslam ülkelerinden de geri
durumdadırlar.
Aksine insanlar İslama sarıldıkça ilerlemiş İslamdan
uzaklaştırıldıkça da o nisbette gerilemiştir. 2987[49]

57- Şüphesiz Rablerinin korkusundan titreyenler,


58- Rablerinin ayetlerine iman edenler,
59- Rablerine ortak koşmayanlar,
Surenin başından ilk on ayette Mü'minlerin sıfatlarını
saymıştı. Bu arada bu ayetle onu devam ettiriyor. Onlar,
Rablerinin haşyetinden, korkusundan, tirtir titrerler. Onlar,
Allah'ın ayetlerine inanırlar. Onlar, Rablerine ortak
koşmazlar. 2988[50]

60- Verdiklerini, kalblerinin Rablerine döneceği korkusuyla


2987[49]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/322-323.
2988[50]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/323.
verenler.
61- İşte bunlar hayırlarda yarış edenlerdir. Onlar hayırlarda
Öne geçenlerdir.
Onlar hayırda birbirleriyle yarış ederler. Ve onlar hayır
konusunda da müsabaka ederler. Yarışları, çok mal
kazanmak için değil, veya kısa zamanda köşe dönmek için
değil hayır yapmadadır. Hayır ise; güzel olan, dini olan
herşeydir. Yani dinin emirlerinin yerine getirilip yasak-
larından kaçınılmasıdır. 2989[51]

62- Biz hiçbir kimseye gücünün yetmeyeceği şeyi


yüklemeyiz. Bizim katımızda hakkı söyleyen bir kitap
vardır. Onlara haksızlık yapılmaz.
Yani kişi bu dünyada gücü oranında ne yapmışsa onun
karşılığını görecektir. Hz. Peygamber "bir dirhem, bin
dirhemi geçti" buyurur. Sahabe; "Ya Rasulallah bu nasıl
olur" derler. Efendimiz de;"Adamın iki dirhemi vardı birini
çıkardı, hayır yaptı. Bunu gören bir zenginde gayrete geldi o
da bin dirhem hayır yaptı. Bir dirhem veren malının yarısını
verdiğinden ve de bin dirhemin verilmesine sebep
olduğundan dolayı sevap yönünden bin dirhemi geçti"
buyurur. 2990[52]
Kişilerin hayırdaki sevabı niyet ve ihlaslanyla beraber,
mevcut güçleriyle orantılıdır. Hayrın az veya çok olması
önemli değil. Kişinin gücü oranında vermesidir. 2991[53]

63- Fakat önlarınıkalpleri bundan (yarışdan) gaflettedir.


Onların bunun dışında (kötü) işleri vardır. Onlar o kötü
işleri yaparlar.
Yukarıda sayılan özellikler Mü'minlere ait idi, Allah'a iman
ederler, O'nun haşyetinden titrerler, ve O'na şirk koşmazlar.

2989[51]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/23-324.
2990[52]
Nesai, Zekat 49 Babu-Cühd-ül-mukıl
2991[53]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/324.
Hayırda da birbirleriyle güçleri oranında yarış ederler. 2992[54]
İmansız kesim ise cehalet ve kalpleri sapıklık içinde; onların
yaptığı amellerden başka nice amelleri var ki ona devam
edip duruyorlar. Yani bir günahdan diğerine devam edip
duruyorlar. 2993[55]

64- Onların rahat yaşayanlarını azabla


yakalayıverdiğimizde, onlar feryad ederler.
"Cera" kelimesi Arabın dilinde öküzün acılı zamandaki
böğürmesine denilir. Kafirin ecelinin gelip ahirette
Cehenneme doğru sürüklenmesi bir azabdır. Bir de, bütün
saltanatın ve yolsuzlukların onlara doğru aktığı bir zamanda,
Müslüman birinin çıkıp da bunların bu saltanat ve haksız
kazançlarını kesivermesi, bunlar için bir azabdır ve onların
öküz gibi bağırmalarına vesiledir. 2994[56]

65- Bugün feryad etmeyin. Çünkü bizden size yardım


yoktur.
Size dünyada istediğiniz mal, evlat ve. diğer imkanlar
verildi, bunların değerini bilmediniz. Üstelik bunu kötüye
kullandınız. Eğer Allah(cc) bizi sevmeseydi, bunları bize
vermezdi, deyip kendi sapıklığınıza delil getirdiniz. Ama
birgün gelip onları sizden almaya başladımı bağırmaya
başlamayın. 2995[57]

66- Ayetlerim size okunurdu da siz ökçeleriniz üzerinde geri


dönerdiniz.
67- Ayetlerime karşı kibirlenerek, gece hezeyan larıyla
ayetlerimizden uzaklaşıyorsunuz.
O, Allah'ın vermiş olduğu nimetlerle kibirleniyorlar. Gece
toplantılarında ki, "müsamere" Arab'ın dilinde gece yapılan
2992[54]
Muminun 57, 61
2993[55]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/325.
2994[56]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/325.
2995[57]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/325-326.
toplantı anlamında cahiliyye dönemi araplan ay ışığında
Kabe'nin etrafında toplanıp gece sohbet ederlerdi.
Okullardaki "müsamere" de bu kökden gelmektedir. İşte
kafirler bu toplantılarda Peygamberlerin aleyhinde konuşup
hezeyan savururdu.
Biz günümüz müslümanlan da, bizi Allah'ın kitabından
alıkoyan her çeşit kitap ve sohbeti derhal
2996[58]
terketmeliyiz.

68- Onlar bu sözü (Kur'anı) düşünmezler mi? Yoksa onlara


öncek babalarına gelmeyen birşeymi geldi?
69- Yoksa onlar peygamberlerini tanımadılarda onun için
mi inkar ediyorlar.?
70- Yoksa onda "bir delilik"mi var diyorlar? Hayır. Onlara
hak geldi, onların birçoğu hakdan hoşlanmazlar.
Bu ayetlerde de Allah (c.c), Hz.Peygamber zamanındaki
müşriklerle, günümüzün İslam'a itiraz edenlerine yönelik;
(bir soru biçiminde) Kur'an'm ve Peygamberin hak
olduğunu bize ifade ediyor.
"Onlar sözü anlamıyorlar mı?" Yani anlıyorlarda
anlamamazlıktan geliyorlar. Arapçada buna; "istifhamı
inkarı" derler. Sözden maksatta Allah'ın sözü, kelamı olan
Kur'an-ı Kerimdir. Kur'an'm Allah kelamı olduğunu
anlıyorlar.
Hz. Peygamberi dinliyorlar, Onun yetişme tarzım bizzat
gözleriyle gördüler. Hz. Peygamberin şiire olan kabiliyetini
de biliyorlar, hayatında hiç şiir söylememiştir. Kur'anda da
onun şair olmadığına dair ayetler var. Diğer taraftan Hz.
Peygamberin küçüklüğünden beri edebi konuşmasını da
biliyorlardı. Kur'an gibi edebiyat harikası bir kelamı da
işitince, kendi iç dünyalarında bu sefer; "Bu söz buna ait
olamaz" bunu biliyorlardı ama, bunu bilmemezlikten

2996[58]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/326.
geldiler. Kur'an'm Allah kelamı olduğunu anladılar ama
anlamamazlıktan geldiler.
Yoksa onlara bu gelen' ayetler, babalarına gelen birşey
değilmi? Yani onlar; "Biz babalarımızın yolundan gideriz,
babalarımıza tabiiyiz" diyorlardı. Allah (c.c.); "Onların
atalarına hiç Peygamber gelmedi mi? Atalarına hiç kitap
gönderilmedimi ki?" buyuruyor.
Mekke müşrikleri Hz. İbrahim (a.s.)'ın soyundan olduğunu
iddia ediyorlardı ki; Allah (c.c.) Hz. İbrahim'i Peygamber
olarak göndermiştir vede kitap vermiştir.
Yoksa onlar kendilerine elçi olarak gönderilen Peygamberi
tanımıyorlarda onun için mi inkar ediyorlar? Hz. Peygamber
40 yıl aralarında yaşadı. Buna rağmen sanki Peygamber(as)
-aralarında yaşamadan-başka biryerden çıkıp gelip de; "Ben
size gönderilmiş bir Peygamberim" diyor.
Oysa onların kültüründen kültür edinmiş, onlar gibi koyun
gütmüş. Bir ana ve babadan dünyaya gelmiş. Onlar gibi
ticaretle meşgul olmuş bir insan vede Allah(cc) tarafından
Peygamberlikle görevlendirilmiş. Onun için Hz.
Peygamberi iyi tanıyorlardı. Peygamber olmadan önce
"Emin-Güvenilir" lakabını takmışlardı.
İşte böyle bir insan 40 yaşından sonra Peygamber olduğunu
iddia edince; "yalan söylüyorsun" diyemediler. Yalan
söylemeyen, emin bir insan; ilahi vahyi insanlara tebliğ
edince; "bunu kendisi söylüyor" deselerdi, tutmayacaktı.
Zira o güne kadar hiçbir yalanı, ihaneti söz konusu olmamış.
"Muhammed'den duyduğunuz kelimeler şeytanın ona
verdikleridir. Bizim de bilmediğimiz, bilemediğimiz
güzellikte"dediler.. Öyle ise bunda bir "delilik var" diyelim
diye işi kurtarma tarafına gittiler. Bu görüş müsteşriklerin
yardımıyla Hz. Peygamberde "Sara hastalığı" olduğu
şeklinde yansıtılmıştı.
Batılı biri çıkıp da Kur'an'ı iyice inceleyip: "Ey modern
dünyanın insanı, madem siz; bunu 1400 yıl önce saralı biri
söylüyor, diyorsunuz ama bugün siz bunun hiçbirini de
söyleyemiyorsunuz ?" deyiverse halleri nice olacaktır.
Müslüman olan Fransız musikişinaslarından biri Kur'an-ı
baştan sona dinler ve Muhammed Hamidullah Bey'e:
"Kur'an-ı baştan sona dinledim, ama şuranın musikisi
kulağıma hoş gelmedi" der. M. Hamidullah'da oranın diğer
kıraat imamlarına göre başka bir şekilde okunduğunu da
söyleyince adam şimdi oldu der. İşte batıda da müs-
teşriklerinkinden farklı olarak Kur'an-ı inceleyen bilim
adamları da mevcuttur.2997[59] Bilakis O, Allah'ın
Peygamberi onlara hak ile geldi. Hakkı getirdi, onlardan
birçoğu da haktan yüz çevirmişlerdir. 2998[60]

71- Eğer hak onların nevalarına uysaydı gökler, yer ve her


ikisindekiler bozulurdu. Hayır biz onlara zikirlerini verdik.
Onlar ise zikirlerinden yüz çevirdiler.
Eğer hak onların kötü arzularına ve isteklerine uysaydı, yer
ile gökyüzünün düzeni bozulurdu. "Hak" dan maksat
Kur'andır. Allah'ın kelamıdır. Peygamber Kur1 ana göre
değilde, Mekke'li müşriklerin kanunlarına, istek ve
arzularına uysaydı, onların arzularıyla hareket etseydi; Yedi
kat semada da, yeryüzünde de vede içinde bulunan canlılar
ve cansızlarda da düzen bozulurdu.
Bu bozulma nasıl olur? derseniz, bugün bunun canlı
örnekleri mevcut. Hava kirliliği var, havada canlılar ölüyor,
ozon tabakası deliniyor, denizlerdeki balıklar ölüyor. Sebebi
insanların Allah'ın kanunlarına göre değil de kendi kanun ve
istekleri doğrultusunda hareket ettikleri için.
Allah'ın kanunlarına uysalardı, yani yiyip içip israf
etmemek, aşırı üretim vede aşırı tüketim yapmamak,
başkasına zarar verecek şeylerden kaçınmakla, bu yukarıda
saydığımız şeylerin hiçbiri olmayacak ve böylece ne yerde,
2997[59]
Bakınız; Kur'anı Kerim Tarihi, M.Hamidullah s. 62
2998[60]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/326-329.
nede havada, nede denizde bozulma, kirlenme olmayacaktır.
"Biz onlara onların zikriyle geldik." Yani zikirden maksat
Kur'an'dır. Veya "onlar Kur'an'a sarıldıkça biz onlara şan ve
şöhret verdik." "Onlar bu zikirden yüz çevirdiler."
Kur'an'a tabi olan sahabe Mekke'den Medine'ye hicret etti.
Medine devletini kurdu, Mekke'yi fethetti, sonra Arap yarım
adasına hakim oldular. İnsanların İslama girmelerine sebep
oldular. Kur'an'a sarıldıkları oranda, yani zikre sarıldıkları
oranda unvanları şan ve şöhretleri de yü-celdi. Müfessirler;
"Zikirden maksat Kur'an'dır, aynı zamanda Kur'an'a sarılan
insanların da isminin anılıp, hayırla yad edilmesi, şan ve
şöhretlerinin artmasıdır, "diyorlar.
Bakara sûresinde; (Ayet 145) Efendimize hitap ederek;
"Eğer bu ilim sana geldikten sonra onların heva ve
heveslerine uyarsan sen de zalimlerden olursun" buyuruyor.
Yanlış terazinin başına en doğru, en güvenilir insanı da
koysanız oda yanlış ve eksik tartacaktir. Onun için Allah
(cc) Peygamberlerine vahiy göndererek, ilahi teraziye
uymalarını istemiştir
Günümüzde adaletten şikayet edenlerin çokluğu, aslında
bozulmanın nereden kaynaklandığını açıkça göstermektedir.
İslamı kabul etmemekle, o inkarcılar, şan ve şöhretlerinden
de yüz çevirmiş insanlardır. Bu ayet bizi de aynı şekilde
uyarıyor. Eski şan ve şöhretimize dönmemiz için Allah'ın
ayetlerine dönmemiz gerekiyor. Merhum Mehmet Akif
Ersoy'un
Kapılmak istemezlerse seylabı eyyama, Rûcu etsinler artık
sadrı İslama. dizeleri bu konuyu güzel ifade ediyor. 2999[61]

72- Yoksa onlardan vergimi işliyorsun: hayırlıdır. O rızık


verenlerin en hayırlısıdır.
Rabbinin vergisi daha hayırlıdır. Rabbin senin mükafaatını

2999[61]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/329-330.
verecektir. Rabbim katından verilen mükafaat daha
hayırlıdır. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır. Hz. Adem
(a.s.)'dan Hz. Peygambere kadar bütün Peygamberlerin
müştereken söylediği üzerinde durduğu önemli hususlardan
biri; "Allah'tan başka ilahın olmadığı, ibadetin ancak ve
ancak Allah'a yapılacağı vede Allah'ın emirlerinin insanlara
tebliği karşısında onlardan ücret istememeleridir."
Bütün Peygamberler ümmetlerine Allah'tan korkup
sakınmalarını söylemiştir.
Tabiiki insanlar, toplumun karşısına çıkan kişilerin etrafında
toplanıp; acaba bu ne diyecek veya neyin reklamını
yapacak, diye merak ederler. Birşey satmayıp dinin
reklamını yaptığında da, bunun bundaki kârı nedir?
Menfaati nedir? diye aklına biraz düşünce gelebilir.
İşte Peygamberler müştereken; "Biz sizden hiçbir menfaat
beklemiyoruz. Bizim mükafaatımız Allah'a aittir"
demişlerdir. Bu ayetlerde de Allah (cc.) Hz. Peygambere
hitaben; "Acaba sen onlardan ücret mi istiyorsun da, onun
için mi yüz çeviriyorlar?... Ücrette istemiyorsun."
buyurmaktadır.
İslam'a kendini adamış insanların en çok üzerinde duracağı
vede dikkat edeceği konu budur. 3000[62]

73- Şüphesiz sen, onları sıratı müstakime davet edersin.


Gerçek şu ki, sen onlardan ücret istemiyorsun, makam
mevki istemiyorsun. Sen onları dosdoğru yola davet
ediyorsun. Bu dosdoğru yoldan başka yol varını? Bu ayette
de ona dikkatimizi çekiyor. 3001[63]

74- Şüphesiz ahirete iman etmeyenler elbette yoldan


saparlar.
Ahirete iman etmeyen o kişiler ki; dostdoğru yoldan yan
3000[62]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/331.
3001[63]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/331-332.
çiziyorlar. Başka yollara kayıyorlar. Demek ki devlete ve
Cennete giden dosdoğru bir yol var. Bir de eğri büğrü yollar
var. Onlarda kişiyi zillete ve de Cehenneme götürür.
Hz. Peygamber birgün, kumun üzerine bir çizgi çizer, birde
o çizginin sağ ve sol tarafına ikişer çizgi çizer, ortadakinin
üzerine parmağını basar; "Şu benim dosdoğru yolumdur,
buna uyunuz. Şu sağdaki ve soldaki yollara uymayınız, sizi
paramparça eder." buyurur.
Mü'minin davet edip kendisinin de devam edeceği yol,
"Sırat-ı Müstakiym" yoludur. Onuda hergün Fatiha
suresinde günde kırk defa "Bizi doğru yola, kendilerine
nimet verdiğin kişilerin yoluna ilet" diye söylüyoruz. 3002[64]

75- Onlara acıyıp da zararlarını kaldırırsak elbette


azgınlıkları içinde bocalayıp dururlar.
Bu ayetin tefsirinde müfessirler, sapkınlık ve küfür içinde
iken ölen insanlar, kabir azabını görünce ahiretteki
makamlarının farkına vardıklarında, Allah'a: "Ya Rabbi
keşke bizi dünyaya döndürsende sana iman edip vede
imanımız üzere ameli salih işlesek" demelerine işaret etti-
ğini ifade ediyorlar.
Allah (c.c.)de; "Onlara acısak, onlardan azabı giderip
dünyaya döndürsek, onlar yine sapkınlıklarına devam
ederler. Şaşkın, şaşkın sapıklıkları üzerine dolaşır dururlar."
buyuruyor.
Gerçi biz bu dünyada iken bunun canlı Örneğini yaşıyoruz.
Annesini, babasını veya evladını kaybeden kişi, gözleriyle
de onun kabre konduğunu görünce artık ibadet yapmaya,
insanlara iyilik yapıp diğer kötülüklerden de kendini
alıkoymaya çalışır.
Derken acının unutulması, zamanın geçmesi, dünyanın
çekiciliği o kişiyi eski haline getirir. İşte Allah (c.c.)

3002[64]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/332.
ayetinde bize bunu anlatmaya çalışıyor. Kafirlerin halide
bundan farksızdır diyor. 3003[65]

76- Biz onları azabla yakaladık da onlar yine Rablerine


boyun eğmediler ve yalvarmaddar.
Allah(cc) onlara açlık veya kıtlık gibi bir bela verdiğinde o
kafirler kibirlerinden Allah'a boyun eğmemeye ve
yalvarmamaya çalışırlar.
Veya bu ahirette olacaktır. Kafirleri öyle bir azabla azab
edecek ki, orada ibadet yapacak mekan yok, vede duada
edemeyecekler. 3004[66]

77- Nihayet üzerlerine şiddetli biz azab (kıtlık) kapısı açtık.


Birden ümitsiz ve şaşkınlık içindedirler.
Cehennemde azab edilirken, onlar üzerine azabı çok şiddetli
olan kapılar açılacak ki, azab üstüne azabla
cezalandırılacaklar. Orada o imansızlar ümitsiz vede bitkin
bir halde kalacaktır. Bundan sonraki ayette Allah (c.c.)
bizim üzerimizdeki nimetlere dikkatimizi çekiyor.3005[67]

78- O ki sizin için kulağı, gözleri ve kalbleri inşaa etti. Nede


az şükrediyorsunuz.
Bazı tabiat perestler herşeyi.tabiatın yarattığını öne
sürüyorlar. Ama tabiatın elinde insanın gözündeki yağ
tabakası yok. Ama Allah (c.c.) o tabiat üzerinde yetiştirdiği
maddeleri, insanın mide ve bağırsaklarında ayrışttırarak,
beynin ihtiyacını ayrı, kalbin ihtiyacını ayrı, gözün ve diğer
organSarın ihtiyacını ayrı ayrı gönderttirmektedir.
İnsanın, Allah'ın varlığına inanmaya delil olarak, uzaklara
gitmesine gerek yok. Kendi vücuduna bakması vede onun
çalışmasıyla beraber diğer inceliklerini düşünmesi yeterde

3003[65]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/332-333.
3004[66]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/333.
3005[67]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/333-334.
artar bile. Bu incelikleri toprağın, güneşin ve diğer tabiat
olaylarının yapması mümkün değildir.
Onun için Allah (c.c.) verilen bu nimetlerle, kendisine
şükretmemizi istiyor, ayet de buna dikkatimizi çekiyor.
Gözün şükrü; iyi şeyleri görüp, müslümanları vede bütün
dünya müslümanlannı basın yayın yolu ile gözetlemek.
Kulağın şükrü, iyi sözleri duyup, kötü şeylerden uzak
tutmak. Allah'ın kelamını dinletmek veya dinimizle ile ilgili
konuşmaları almaktır.
Kalbin şükrüde iyi şeyler düşünüp, kötü düşünce ve
tefekkürden uzak durmaktır. Allah insana öyle bir kalb
nimeti vermiş ki, kalb deyince sol meme altında bulunan et
parçasını kast etmiyoruz. Onunlada alakasi olan şeffaf,
insanın düşünme ve diğer fonksiyonlarını yapma kabiliyeti
veren, insanında bugün sırrını çözemediği bir şeydir. O
kadar kabiliyeti vardırki bir ömürlük bilgileri saklar ve de
anında çağırır. Diğer organlara çalışma düzeni verir. 3006[68]

79- Sizi yeryüzüne yayan O'dur ve O'na toplanacaksınız.


Teşbih veya gerdanlık ipinin Kopup dağıldığı gibi,
insanlarda yeryüzüne dağılmış bir vaziyette. Kimisi Afrika
kıyılarında, kimisi Amerika kıtalarında, kimisi Himalaya
eteklerinde, kimisi de Toros dağlatında. Birgün gelip bunları
tekrar toplayacağını haber veriyor Allah (c.c).
Nasıl ki onları yeryüzüne yayan, yayma gücüne sahip olan,
onları toplama gücüne de sahiptir. Emrindeki bir tabur
askeri bir düdük ile dağıtıp yine bir düdükle toplayan
komutan gibidir. 3007[69]

80- Dirilten ve öldüren O'dur. Gecenin ve gündüzün


değişmesi O'nun içindir. Akıl etmiyormusunuz?
Başka ayetlerde de "geceyi gündüze, gündüzü geceye
3006[68]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/334-335.
3007[69]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/335.
girdiren" diye ifade ediliyor. Gece gündüzü, gündüzde
geceyi alırken, zaman zaman gece kısalıp, gündüz uzamak
suretiyle veya gündüz kısalıp, gece uzamak suretiyle
birbirlerine girmekte, birbirlerine ihtilaf ederek düzeni
devam ettirmekteler. Bunu da yapan Allah (c.c.)'dür.
"Halâ aklınız başamza gelmedi mi?" İnsanoğlu gece ile
gündüzün zamanlarını ne değiştirebilir ne de buna gücü
yeter. Alîah'ın(cc) yarattığı şeyler ile insanların yaptıkları
arasındaki fark; yapay çiçekle, tabii çiçek arasındaki fark
gibidir.
Allah'ın yarattığı insan ile insanın yaptığı arasındaki fark,
insan ile heykel arasındaki fark gibidir. Heykel cansız, kış
yaz, soğuk sıcak hareketsiz kalır, hiçbirşey isteyemez,
derdini söyleyemez. Ama en akılsız insan bile azda olsa
hareket etmekte, kıpırdanıp nefes alıp vermektedir.
İşte inançsızlar bu yaşatma öldürme vede gece ile gündüzün
farklılığını, tabiat yapıyor diyorlar. Allah (c.c.)
cevaben: 3008[70]

81- Hayır. Onlar daha öncekilerin söyledikleri gibi


söylediler.
Başka bir ayet'te; "Bizi ancak zaman öldürür, zaman
diriltir." Yani tabiat bu işi yapar. Günümüz inançsızları da
aynı şeyleri söylüyorlar. Yani bir önceki kafirlerin
dediklerini diyorlar.3009[71]

82- Öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman mı biz


diriltileceğiz? dediler.
Bunu Mekke dönemi kafirleri söylediler ama, Allah (c.c);
bunu sadece bunlar değil, bundan önceki kafirlerde aynısını
söylemişti buyuruyor.
Ben toprak olduktan sonra beni nereden bulup çıkaracak
3008[70]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/335-336.
3009[71]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/336.
diyorlar. Allah (c.c), hiç yok iken nereden buiup çıkardı ise,
ayıu şekilde de oradan bulup çıkaracak. 3010[72]

83- Biz ve bizden önceki atalarımız da korkutulduk. Bu


(kıyamet) ancak evvelkilerin uydurduğu efsaneden başka
birşey değildir.
Mekke müşrikleri şöyle diyor; hep bizi ahiretle korkutup
dunıyorsu-nuz, onun varlığından bahsediyorsunuz ama bu
daha önceki atalarımıza da, babalarımıza da vaad olunan
eskilerin masallarıdır.
Günümüzde de; Eski toplumlardaki yöneticilerin, yönettiği
insanları emri altında tutmak için uydurduğu, eskilerin
kültürüdür" diyorlar. 3011[73]

84- Deki: "Eğer biliyorsanız yer ve yerdekiler kimin?"


85- Allah'a aittir diyecekler. Deki: "düşünmezmisiniz?"
Yeryüzünü ve yeryüzünde olanları kim yarattı.? Bunlar
kime aittir? diye, onlara sor bakalım deniliyor.
Diyelim ki; "Elinizi kim yarattı" dediğimizde
"Yediklerimizden oluyor" derse, peki yiyecekler nereden
meydana geldi? denince de "O yediklerim topraktan,"diyor.
Bu sefer de toprağı kim yarattı? sorusu çıkacak. Sonunda
diyecek ki: "İşte onu da AUah(cc) yarattı."
Zaten ilim adamları tabiatta hiçbirşey tesadüf eseri değildir
görüşündeler. "Öyle ise siz halâ mı düşünüp, nasihat
almazsınız.?" 3012[74]

86- Deki: "Yedi semanın Rabbi ve büyük arşın Rabbi


kimdir?"
87- "Allah'ındır" diyecekler. O halde sakınmıyormusunuz?
O semayı ve azametli arşı yaratan, onları tertib ve düzene

3010[72]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/336.
3011[73]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/337.
3012[74]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/37-338.
koyan, onları terbiye eden kimdir? diye sor o inançsızlara.
Dürbün ve teleskoplarla hakkında hayli bilgiler edindiğiniz,
dünyadan kaç misli büyük olduğunu tesbit ettiğiniz, adedini
sayamadığınız, bu semadaki yıldız ve gezegenlerin sahibi
kimdir? Diyeceklerdir ki; "Allah(cc)" Öyle ise Allah'dan
sakınmazmısınız, korkmazmısınız?" de. 3013[75]

88- Deki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin) herşeyin yönetimi


kime aittir? O'dur (azabdan) koruyan. O'nun korumadığını
kimse koruyamaz.
Elinizde tapusu bulunan mülklerin sahibi bizden önce
babalarımızdı, ondan önce de onların babalan, derken bu ilk
insan Adem (a.s.)'a kadar gidebilir. Ama ondan önce de bu
mülk, ahiret günününde sahibi olan Allah (c.c.)'a aittir.
Mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi, Malda yalan,
mülkde yalan, gel biraz da sen oyalan
diyen Yunus Emre'nin dediği gibi, bizler elimizde tapusu
bulunan malların geçici bekçileriyiz.
O Allah (c.c.) mani olur, ama O'na engel olunamaz. Bizim
yapacağımız veya yaptığımız herşeye mani olur ama O'nun
yaptığı veya yapacağına kimse engel olamaz. O, yardım
eder, O'na yardım olunamaz. 3014[76]

89- "Allah'a aittir" diyecekler. Deki: "Nasılda


büyüleniyorsunuz?"
Ne güzel bir ifade, yani göz boyacıları sizi kandırıyor. Allah
(c.c.) önce; "yer kime aittir?" diye Peygambere inanmayan
insanlara sormasını istiyor.
Arkasından yedi kat semanın ve arşın Rabbi kimdir diyor.
Arkasından herşeyin mülkiyeti kimindir? diyorlar. Hepsinde
de "Allah(cc)" cevabını veriyorlar. Öyle ise bu sorulara
muhatap olanların yani soruların cevabı olarak herşeyi
3013[75]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/338.
3014[76]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/338-339.
yaratan, herşeyin sahibi Allah(cc) diyen insanların,
Müslüman olması gerekir. Fakat yinede iman etmiyorlar.
Zira Allah (c.c), Allah'tan kormazmısmız,?
sakınmazmısınız,? öğüt almazmısınız.? Nasıl olur da
sihirlenirsiniz? diyor.
Herşeyin yaratıcısının Allah olduğunu kabul edenler. Allah
yarattıktan sonra yönetimi bize bıraktı. Allah küçük şeylerle
iştigal etmez, biz yönetimi Allah'ın kanunlarına göre değil,
kendi kanunlarımıza göre yaparız diyorlar. Çünkü biz sizin
gibiyiz. Allah -Haşa ve kella- sizin seviyenize inemez vede
sizin ihtiyaçlarınızı bilemez. Sizin ihtiyacınızı en iyi biz
biliriz diyorlar.
Diğer milyonlarca insanlarda buna sinirlenip, büyülenip
"doğru söylüyorlar" deyip onların yoluna gidiyorlar. 3015[77]

90- Biz onlara doğruyu getirdik, onlar ise yalancıdırlar.


Yani Allah (c.c); "Biz onlara sihire inanmayın, bu adamların
sihirine ve sözüne kanmayın" diyor.
Hz. Peygamber; "Sözde sihir vardır" buyuruyor. Bugünkü
siyasiler ve basın yayın mensubu olan insanlar bu etkileme,
sihirleme olayına, kamuoyu oluşturma diyorlar.
Bir meseleyi millete kabul ettirebilmek için, onun öyle bir
reklam ve tanıtımını yapıyorlar ki; insanları daha önceki
fikirlerinden vazgeçirip, o yeni düşünce, yorum veya
kanunu her ne ise onu kabul ettiriyorlar. İşte buda bir nevi
sihirdir, insanları etkilemekdir. 3016[78]

91- Allah hiçbir çocuk edinmemiştir. O'nunla beraber


herhangi bir ilah da yoktur. (Eğer olsaydı) o takdirde herbir
ilah yarattığını alıp götürür ve birbirlerine üstünlük
sağlamaya çalışırdı. Allah onların tarifinden münezzehdir.
Tek ilah olarak O vardır. Yarattığı hiçbir varlığa da ilahlık
3015[77]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/339.
3016[78]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/340.
vermemiştir. Hz. İsa'da ölümlü bir anneden dünyaya
gelmiştir. 3017[79]

92- Gizliyi de açığı da bilendir. Onların ortak


koştuklarından yücedir.
93- Deki: "Rabbim, onların va'dolunduğunu bana
gösterirsen,
94- "Rabbinı, beni zalim kavim içinde kılma."
Bu her iki dünya içinde geçerlidir. Yani hem bu dünyada,
hemde ahi-rette; "Zalim toplumlar arasında kılma." Biz
Müslümanlarda, Rasüllullaha öğretildiği gibi dua edip, birde
zalimler arasında bulunmamaya gayret etmeliyiz. Adil olan
adaletli insanlar arasında olmaya çalışmalıyız. 3018[80]

95- Onlara va'dettiğimizi sana göstermeye biz elbette


kadiriz.
96- Kötülüğü en güzel şekilde def et. Biz onların ne ile
vasıflandıra* caklarım biliyoruz.
İnsanlarla olan ilişkilerimizi düzenleyen ayetlerden biri de
bu ayettir. Onlara karşı davranışlarımızın nasıl olması
gerektiğini en güzel bir biçimde ifade etmiş. Kötülüğü en
güzel bir şekilde def et, uzaklaştır buyruluyor.
Anadoluda da bu; "Kanı kan ile değil, kanı su ile yıkarlar"
şeklinde ifadesini bulmuştur. Başk;ı bir deyişle, "Taş atana
ekmek at" Yani kötülüğü iyilikle gider.
Savaş hoş birşey değildir. Hz. Peygamber "Savaşta adamı
öldürürken, iyi öldürün." buyurunca Sahabe, "Nasıl olur bu
Ya Rasülaliah" dediklerinde Hz. Peygamber de; "Adama
eziyet çektirmeden öldürün" buyurmuştur. 3019[81]

97- Deki: "Rabbim, şeytanların dürtmesinden sana

3017[79]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/340.
3018[80]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/341.
3019[81]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/341-342.
sığınırım."
98- "Yanımda bulunmalarından da Rabbim sana sığınırım."
Yani benim yanımda bulunan şeytanlaşmış insanların
şerrinden sığınırım de. Bir önceki ayette de şeytanların
şerrinden Allah'a sığınılması ifade ediliyor. 3020[82]

99- Onlardan birine ölüm geldiğinde "Rabbim, beni


(dünyaya) geri döndür" der.
100- "Belki ben terk ettiğim salihamelleri işlerim."
Hayır..Bu onun söylediği bir sözdür. Dirilecekleri güne
kadar önlerinde bir perde vardır.
Berzah aslında perde anlamındadır. Evlerimizdeki perde
gibi olmayan. Bir alem ki, insanların ruhu oraya gidiyor.
Oradan ahirete de gitmez, orada kıyamete kadar bekler,
ameli iyi ise "Kabri Cennet bahçelerinden bir bahçe," ameli
kötü ise "Cehennem çukurlarından bû- çukur" dur. Bedeni
ile birlikte azab duyarlar. 3021[83]

101- Sur'a üfürüldüğünde ogün aralarında akra'jal-k bağı


kalmaz. Birbirlerini (n halini) sormazlar. (Herkes kendi
derdine düşer.)
İnsanın bu dünyada çok sevdiği annesi, babası, eşi, evladı,
eş ve dostları vardır. O günde yani Sur'a üfürüldüğü günde
herkes kendi derdine düşecek. Yani "o günde kişi
kardeşinden, annesinden, babasından kaçar."
Yaratılmışların en merhametlisi insan, yine en gaddarı da
insandır. Maymun üzerinde bir araştırma yapılmış.
Maymunu yavrusu ile bir kazana koyuyorlar. Ateşide
altından yakarlar, derken ateş yanıp kazan ısındıkça
maymun, yavrusunu kucağına alır, bir ayağı ile durmaya
başlar. Ateş ısındıkça diğer ayağı ile değiştirmeye başlar.
Sonunda ayaklarının ikiside yanmaya başlayınca yavrusunu
3020[82]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/342.
3021[83]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/342-343.
altına alır ve onun üstüne çıkıp oturur.
Yani insanın bir dayanma gücü vardır. Bu gücünü
kaybettimi bu dünyada iken bile kişi kendi derdine
düşebilir. Hele Sur'a üfürülünce artık insanlar arasında
neseb davasıda düşüverir. 3022[84]

102- Kimin tartısı ağır gelirse işte onlar felaha erenlerdir.


Kari'a suresinde açıklandığı gibi ölçü ve tartısında iyilikleri
ağır gelenler mutlu bir yaşantının içinde olacaklar ve
kurtuluşa erecekler. Gökyüzü, yer ve herşey bir ölçü üzerine
yaratılmıştır. Elimizin, gözümüzün, kulağımızın ayarını
Kur'ana göre yapalım. Ölçüyü kaçırmayalım. 3023[85]

103- Kimin tartısı hafif gelirse işte onlar cehennemde ebedi


olarak kendilerine zarar verenlerdir.
104- Yüzlerini ateş yakar, (pişmiş kelle gibi) dişleri sırıtkr.
Aman ya Rabbi! Bu seven, gülen, güldüren, ümit veren, aşık
eden yüzler, gözler, yanaklar ve dudakların yanmasına,
pişmiş kelle haline gelmesine hiçbir yürek dayanmaz.
Ey canını, cananını, evladını ve yaranını ve insanlığı
sevenler! İnsanları cehenneme sevkeden ateist, inkarcı,
sapık eğitimlerden vazgeçin. Bu insanları yakmayın. 3024[86]

105- Ayetlerim size okunmadı mı?, siz onları


yalanlamadınız mı?
Okunan ayetleri yalanlayan, "Kur'ana göre yaşamak
istemiyoruz" diyen, "Yeryüzünün işine Allah karışmasın"
diyen imansızların yanan halini görür gibi oluyoruz bu
ayetleri okuyunca. Onun için imansızlar daha ölmeden
onlara tevbe etmeleri için çabalamahyız. 3025[87]

3022[84]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/343-344.
3023[85]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/344.
3024[86]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/344-345.
3025[87]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/345.
106- Dediler: "Rabbimiz bedbahtlığımız bize galip geldi ve
biz sapık bir kavim olduk."
107- "Rabbimiz, bizi buradan çıkar. Eğer tekrar (küfre)
dönersek artık biz zalimleriz."
Her insanın iyilik yapma gücü var olduğu gibi kötülük
yapma gücüde vardır. Fıtratındaki o gücü iyiye veya kötüye
kullanma kişinin edindiği kültürle olur. Kur'ana iman
edenler saadetlerini kuvvetlendirirler. İman etmeyenlerde
şekavetlerini artırırlar. Hiçbir kimse "ne yapayım talihim
böyle imiş" diyemez. Biz iradelerimizden sorumluyuz.3026[88]

108- (Allah) Buyurur: "Sinin orada ve benimle


konuşmayın."
109- Çünkü kullarımdan bir grup "Rabbimiz biz iman ettik,
bize mağfiret ver, ve bize merhamet et, sen merhamet
edenlerin en hayırl sm" demişlerdi de,
110- Siz onları alaya almıştınız, hatta (bu alayınız) zikrimi
size unutturdu. Siz onlara gülüyordunuz.
Allah'dan yardım isteyen, yalnız Allah'a kulluk yapanlarla
dalga geçtiniz, onları alaya aldınız, güldünüz, güldürdünüz.
Bu haliniz size Allah'ı unutturdu. Defolun, sinin,
konuşmayın diyerek azarlanıyorlar.
Gerçekten günümüzde bir kısım yazar-çizer takımı, İslama
teslim olan müslümanları hicveden şiir, roman, piyes,
tiyatro eseri yazıp oynatırken, kendilerini ihmal ediyorlar ve
her nefesde cehenneme yaklaşıyorlar. Bunlarada
acıyın. 3027[89]

111- Sabırları sebebiyle bugün onları mükafatlandırdım.


Başarılı olanlar şüphesiz onlardır.
"Başarılı adam" dendiğinde köşeyi dönmüş kısa zamanda
haram-helal demeden villa araba, helikopter sahibi olmuş
3026[88]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/345.
3027[89]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/346.
insanlar hatıra gelir. Gençliğinde çalışan köşeyi dönen bu
insanlar tam herşeye sahip olduklarında kollesterolü
yükseldiği için yağlıyı yiyemez, şeker hastalığı olduğu için
tatlıları yasaklarlar. Köşesini yıktığı, ocağım söndürdüğü in-
sanların namlusunu ensesinde hissettiğinden rahat
yaşayamaz.
Başarılı insan iki dünyasınıda cennet eden insandır. 3028[90]

112- Yeryüzünde yıl olarak ne kadar kaldınız? (diye


sorulunca).
113- "Birgün veya yarım gün kaldık, sayanlara sor" dediler.
114- (Allah) Buyurur: "Siz çok az bir zaman kaldınız
(dünyada). Keşke (dünyanın azlığını) bilmiş olsaydınız.
Şairin: "Zindanda dakika farksızdır ay'dan" dediği gibi
cehennemdeki bir an dünyada kaldıkları yüz seneden uzun
geldiğinden kafirler hesabın nasıl ve neye göre yapılacağını
bilemediklerinden bunu hakkıyla bilenlere sorulmasını
isterler.
Bu dünyada her adımını, her nefesinin sayılı olduğunu bilip
ona göre harcayan mü'minler başarılı olacaktır. 3029[91]

115- Sizi boşuna yarattığımızı ve bize dönmeyeceğinizi


zannettiniz.
Bilgisayarı bulan ilim adamı demişki: "Sıradan bir insanın
beyninin yaptığını yapabilecek bir bilgisayar makinası
dünya büyüklüğünde olur."
Yaşadığınız süre içinde duyduğunuzu, gördüğünüzü,
tuttuğunuzu, kokladığınızı beyninizde koruyorsunuz.
Gözünüz, gönlünüz, kulağınız boşuna yaratılmamıştır.
Sözlerin en güzeli Allah kelamını dinleyiniz, hayatınızı ona
göre ayarlayınız. 3030[92]

3028[90]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/347.
3029[91]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/347-348.
3030[92]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/348.
116- Gerçek yönetici olan Allah yücedir. Ondan başka ilah
yoktur. O, kerim olan arşın Rabbîdir.
Herşeyi yaratan, yaşatan ve yöneten Allah'dır. Sonsuz
otorite O'na aittir. O'nun mülkünde O'nun verdiği el ve
ayakla dolaşıyoruz. Öyle ise O'nun koyduğu Kur'ani
kurallarınada uyalım. 3031[93]

117- Hiçbir delili olmadığı halde kim Allah'la beraber başka


bir ilaha dua ederse onun hesabı Rabbi katındadır. Şüphesiz
kafirler kurtuluşa eremezler.
O'na dua edelim. O'nu yardıma çağıralım. O'nun dışında
kimse bize yardım edemez. Hesabımızı görecek olan
Allah'dır. Öyle ise: 3032[94]

118- Deki: "Rabbim, mağfiret ve rahmet et. Sen rahmet


edenlerin en merhametlisisin.
Rabbimizin rahmetini ve mağfiretini Rabbimizden istemeye
devam edelim. Hergün namazlarımızda selamdan önce
okuduğumuz "Rabbena" diye başlayan dualarımızı namaz
dışındada okumaya devam edelim. 3033[95]

3031[93]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/348.
3032[94]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/349.
3033[95]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/349.
NUR SURESİ

Beyhaki'nin (Delailü-n-Nübüvve 4145 de) haber verdiğine


göre Hicretin beşinci yılında meydana gelen "Beni Müstalik,
diğer adıyla Müreysi" gazvesinden hemen sonra "Nur
suresi" nazil olmuştur,
Altmışdört ayetten meydana gelen bu sure; ceza yasamızın
bir bölümünü, ahlak kurallarını, adabı muaşeret dediğimiz
sosyal ilişkilerimizi, kapı çalmanın adabını, insanın iffetini,
izzetini nasıl koruyacağını, iffete dokunan sözler söyleyerek
şahıslara hakaret edenlerin cezasını bize öğretir.3034[1]

1- Bu, indirdiğimiz ve (ahkamını) size farz kıldığımız bir


suredir. Öğüt alırsınız diye onda apaçık ayetler indirdik.
Sûre'yi indiren Allah (c.c.), ayetleriyle; emrettikleri ve
yasakladıkları hükümlere uymamızın farz olduğunu,
hükümlerinin kesin ve açık seçik olduğunu bildirdikten
sonra; 3035[2]

2- Zina eden kadınla, zina eden erkeğin her birine yüzer


değnek vurun. Eğer Allah'a ve ahirete iman ediyorsanız,
Allah'ın dininde (ceza ve kanunda) sizi o ikisine karşı acıma
duygusu tutmasın. İkisinin cezasına mü'minlerden bir grup
şahid olsun.
Zinanın ahlaka aykırı olduğunu, zina yapanlar dahi
bilmektedir. Altı milyar insan zinanın kötü olduğunu kabul
eder. Ancak bu kötülüğü önlemede başvurulan yöntemler
devletlerin, aşiretlerin, kavim ve kabilelerin kültür yapısına
göre değişmektedir. Yahudilerin Talmud'unda3036[3] kızın
yakılması, erkeğin boğulması cezası verildiğini. Hinduların
Aşlak'ında 3037[4] yakma cezası verildiği, Hristiyanlarda ise
3034[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/351.
3035[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/351-352.
3036[3]
sahife 319-320
3037[4]
sahife 377
ahlaken kötü kabul edildiği fakat ceza gerekmediği
yönündedir. 3038[5]
Bu suçların cezasını belirleme hakkı insanlara verilirse; aynı
suç birinde yakmakla cezalandırılırken, öbür toplumda
çağdaşlığın göstergesi olabilir. Onun için Allah (c.c.)
ayetleri kendisinin indirdiğini ve ahkamını bildirdiğini haber
verir.
Zina: Mülk veya mülkiyet şüphesi olmadan erkek ve
kadının önden cinsel ilişkide bulunmasıdır, Yani bir kadınla
erkeğin nikah akdi olmadan kendi iradeleriyle Önden cinsel
ilişkide bulunma halidir.
Bu suçu işleyenler dört tane erkek şahit tarafından aynı anda
görülecekler. Bu dört erkek şahid, adil, ergenlik çağına
gelmiş ve aklı başında olacak. Yalancının, delinin ve
çocuğun şahitliğiyle bu ayette belirtilen had cezası
uygulanmaz.
Adil, akıllı, ergenlik çağına gelmiş dört erkek şahid, "Biz
bunları aynı yatakda yatarken gördük" demeleri had cezası
için yeterli değildir. Bu durumda görülenlere ta'zir cezası
verilir. Had cezası verilmez. Yani bu ayette belirlenen ceza
verilmez.
Zina suçunun sabit olması için dört şahit, erkekle kadının
cinsel organlarını içice görecekler. "Bu durumun da
görülmesi mümkün değil" denirse, zaten İslam hukukunda
asıl olan cezalandırmak değildir.
Zina'nın tarifinden de anlaşılacağı gibi kadının kadınla olan
cinsel ilişkisi, erkeğin erkekle olan ilişkisi bu ayette
belirtilen suç ve cezanın dışında kalır. Çünkü ayette "zina
eden kadınla, zina eden erkek" ifadesi vardır. Ayrıca bu
ifadelerden zina edenlerin kendi hür iradeleriyle yaparlarsa
ceza alacakları anlaşılır. Zorla, zina haline zorlanan ceza-
landırılmaz.

3038[5]
Bak. Tefhimül Kur'an Nur suresi tefsiri
Bir erkek zorla bir kadına tecavüz etse kadın suçsuzdur.
Bunun akside olabilir. Kadın zorla bir erkeğe tecavüz etse
bu takdirde erkek suçsuzdur. Kendi cinsiyle ilişkide
bulunanlar bu ayette belirlenen suç ve cezanın dışında kalır.
Yani had cezası uygulanmaz, ama ta'zir cezası
uygulanır.Ta'zir: Hakkında belirli bir ceza olmayan
suçlardan takdir ve tatbik ettiği cezadır.
Kur'an ve sünnette cezası belirlenmeyen, fakat kötü olduğu,
suç olduğu, günah olduğu bildirilen suçları işleyenleri
hakim bu suçlardan vazgeçirmek için suçlunun haleti
ruhiyesini de gözeterek takdir ettiği cezadır.3039[6]
Had cezasını ağır görenler yukardaki şartları göz önüne
getirsinler. Bugüne kadar dört erkek şahidin, tarif edildiği
şekilde zina suçunu gördüğü olmamıştır. Efendimiz
donminde zina suçundan cezalandırılanlar kendi itiraflarıyla
cezalandırılmışlardır.
"Feclidü" kelimesinden hukukçularımız zina suçu işleyen ve
itiraf eden veya dört şahidle isbat edilen kişiye vurulan
değnek derinin altındaki eti ezmeyecek şekilde vurulacağını
ifade etmişler. Kafasına, yüzüne ve avret mahalline
vurulmayacak. Vuran kişi kolunu kaldırınca koltuk altı
görünmeyecek. Yani gerinerek hızlı vurmayacak. Aynı yere
üstüste vurmayacak.
İslamın büyük günah saydığı zina suçunu işleyenlere verdiği
cezanın tatbikini ağır bulan ve tenkid edenler 21 nci yüzyıla
girerken en medeni kabul ettikleri Amerikada polislerin
trafik suçu işleyen bir zenciyi döverek öldürdüğünü bütün
dünya televizyonlardan izledi. Sınırdan vizesiz girmeye
çalışan Meksikalı bir kadını Amerikan polisi nasıl copla
doğduğunu dünya televizyondan izledi. Karakollarda iğdiş
edilen, sakat bırakılan, öldürülen insanların sayısı milyonları
aştı.

3039[6]
İbni Kudame, el-Muğni 8/325
Recm'le ilgili Kur'an-ı Kerimde hiçbir ayet yoktur. Ancak
sünnette vardır. Hadis kaynaklarındaki yerleri:
Buharı Kitabül Hudud, Kaviler: Cabir ile ibni Abbas
Müslim Kitabül Hudud, Raviler: İbni Abbas, Büreyde, Ebu
Said
Ebu Davud Kitabül Hudud, Raviler: Ebu Hureyre, Nuay b.
Hezzal
Tirmizi Hadis no: 1428, Ravi: Ebu Hureyre
Nesai Kitabül Cenah, Ravi: Cabir b. Abdullah
Müsnedi Ahmed 11245, 313,328 Abdullah b. Abbas
Müsnedi Ahmed 21286, 287, 450 Ebu Hureyre
Müsnedi Ahmed 3/323 Cabir b. Abdullah
Sûre: 24 NUR SÛRESİ 355
Müsnedi Ahmed 51216, 217 Nuaym b. Hezzal
Müsnedi Ahmed 5/347,348 Büreyde b. Hasıyb
Musannefi İbni Ebi Şeyhe 10/18
İbni Mace Kitabül Hudud hadis no: 2554 Ebu Hureyre
Müstedreki Hakim 4/363 Ebu Hureyre
Dar imi 2/176 Cabir b. Semura
İbni Carud 883 '
"Allah'a ve ahirete iman ediyorsanız" ifadesiyle emirleri
yerine getirmenin sevap olduğu gibi cezaların afvı mümkün
değilse cezalandırılmanın da imanın gereği olduğunu ifade
eder.
Allah'ın koyduğu cezaları çok bularak Allah'dan daha
merhametli olma sevdasına kapılarak dinden çıkmayalım.
Veya daha az bularak dinden çıkmayalım.
Ferd olarak ceza çekene acıyabiliriz. Yürekden yanabiliriz.
Fakat bu hakimin hükmünü etkilememeli ve hukukun
gereğini yerine getirmelidir. Ayette cezanın tatbiki
esnasında bir taifenin hazır bulunması istenmektedir.
Günümüzde hapishanelerde yapılan işkenceler sinema
filimlerine konu oldu. Karakollarda kırılan kollar siyasilere
"şeffaf devlet" terimini getirdi. Dinimiz, yöneticilerin ceza
vermesini bile sivil toplumun önünde yapmasını
emretmektedir. Bu toplum en az dört kişi olmalıdn\ Gösteri
haline de dönüştürülmemeli. Teşhirin toplumda suç işleme
meylini azalttığı bütün otoritelerce bilinen bir
durumdur. 3040[7]

3- Zina eden bir erkek, zina eden bir kadın veya puta tapan
bir kadından başkasını nikah etmez. Zina eden bir kadında
zina eden bir erkek veya puta tapan bir erkekden başkasını
nikah etmez. İşte bu mü'-minlere haranı kılındı.
Zina suçunun kötülüğünü açıklıyor. Bakara suresinin 221.
ayetinde müşrik erkek ve müşrike kadınla mü'minlerin
evlenmesini yasaklamıştı. Bu ayet zina eden birinin ancak
müşrik veya zinakar birine layık olduğunu ifade ediyor.
Ancak zina eden erkek veya kadın tevbe eder yaptıklarına
son verirlerse geçmişlerine- bakılmaz ve nikahları sahih
olur.3041[8]

4- İffetli kadınlara (zina iftirası) atıp sonrada dört şahit


getiremeyenlere seksen değnek vurun ve onların şahitliğini
ebediyen kabul etmeyin. İşte onlar fası klann ta kendisidir.
5- Ancak tevbe edip İslah olanlar hariç. Şüphesiz Allah
Gafurdur, Rahimdir.
Yolda giderken biri üzerinize tükürse kızarsınız veya yolda
giderken biri camdan üzerinize evinin çöpünü döküp sizi
kirletse üzülür ve kızarsınız. Halbuki kirlenen bedeninizin
dış tarafıdır.
iffetinize yapılan iftira ise iç dünyanızı kirletir. Asıl olanda
içinizin süsü olan iffetinizdir.
Şeyh Galib'in:
"Hoşça bak zatına kim zübdei alemsin sen
Merdumi didei ekvan olan ademsin sen."
3040[7]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/352-355.
3041[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/355-356.
dediği gibi alemin özü, evren gözünün gözbebeği olan iffetli
insan kirletilmemeli.
Zinadan uzak durmalı. Zinadan uzak duran mü'min kadın ve
erkeğe zina iftirasında bulunmamalı.
Muhsan: Müslüman, hür, akıllı, ergenlik çağına gelmiş,
iffetli insana denir.
Böyle bir insana zina İftirası yapan, eğer dört şahidle zina
suçunu isbat edemezse seksen değnekle cezalandırılır, ve
ölünceye kadar şa-hidliği kabul edilmez.
Ancak tevbe edip ıslah olurlar, iftira etliği insanlara iftira
ettiğini açıklarlarsa fasıklıktan kurtulurlar, ve Allah'da
günahlarını afveder.
İmam-ı Şafii; 3042[9] zina iftirasında bulunan kişinin tevbe
ettiğinde şahitliğinin kabul edileceğini söyler. İnsanların
yaptığı hukukda, şahsa yapılan hakaretlerde tazminat
davaları açılabiliyor ve hakaret eden para cezasına
çarptırılıyor. Buda vatandaşlar arasındaki eşitlik ilkesini
ortadan kaldırıyor.
Son günlerde çok zengin bir milletvekili başbakana hakaret
ediyor. Hakimin takdir ettiği para cezası bir memura veya
küçük esnafa göre çok fazla ama bu zengin milletvekiline
göre çok az olduğu için para cezasını öderken aynı hakareti
yine yapıyor.
İslam hukukunda insanlar bir tarağın dişleri gibi eşittirler ve
eşit cezaya çarptırılırlar.
İffetini korumuş, Müslüman, hür, aklı başında, ergenlik
çağma gelmiş bir insanın şahsiyetiyle oynamayı dinimiz
büyük günahlardan saymış. Ahiretteki cezasından önce bu
dünyada da cezalandırılmasını emretmiştir. "Kılınç yarası
geçer, dil yarası geçmez" atasözümüz bunu çok güzel ifade
etmiştir.
Şahitliği kabul edilen, hür, akıllı ve ergenlik yaşındaki bir

3042[9]
et-Ümm 61214
kadın veya erkek yine bu vasıflara sahip bir erkek veya
kadına, zina ettiği iftirasını açık kelimelerle söyler. Bu
söylediğini dört şahitle isbat edemezse, bu iftirayı yapan,
seksen değnek vurulmak suretiyle cezalandırılır.
Ayette "iffetli kadınlara" kelimesini kullanmış ama hüküm
hem kadınlar, hemde erkekler içindir. Yani bir erkeğe zina
iftirasında bulunan insan erkek veya kadın olsa yinede
cezalandırılır.
İslam hukukunda tazminat davaları fıkıh kitaplarımızın ilgili
bölümlerinde açıklanmıştır. Mala ve bedene yapılan
zararların bedeli, diyeti veya kısası maddi cezalardır.
Şahsiyete yapılan suçların cezalan ise parayla
ölçülemeyeceğinden para cezası yerine suçluya had cezası
vermiştir. 3043[10]

6- Eşlerine (zina suçu) atıp kendisinden başka dört şahiti


olmayanlar, işte onların her birinin şahitliği, onun
doğrulardan olduğuna dair dört defa Allah'a yemin
etmesidir.
7- Beşincisinde "Eğer yalancılardan ise Allah'ın laneti
onun(erkeğin) üzerine olsun" (dcmesidir.)
8- Kadınında dört defa: "Allah'a yemin ederek, o
yalancılardandır" diye şahitlik yapması kadından cezayı
kaldırır.
9- Beşincisinde: "Eğer o doğrulardan ise Allah'ın gazabı
kendisi (kadının) üzerine olsun" (demesidir.)
10- "Eğer Allah'ın lütfü ve rahmeti üzerinize olmasaydı ve
Allah tev-beleri çokça kabul eden hakim olmasaydı (ne
olurdu haliniz.)
İkinci ayetin tefsirinde zina eden erkek ve kadının suçunun
sabit olması için gereken şartları anlatmıştık. Sahabeden biri
Peygamber efendimize gelerek "Ya Rasülellah bir adam
3043[10]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/356-358.
Tazminat davaları konusunda bak: Ömer Nasuhi Bilmen, Istılahın fıkhıyye kamusu 8/271
karısını zina ederken görse ve bunu söylese olmaz, çünkü
dört şahidi yok, söylemese olmaz. Bunun çıkış yolu nedir?"
dedi. Efendimiz sustu. Bunun üzerine bu altıncı ayet nazil
oldu ve bu ayeti sorana okudu.3044[11] Bir kişi hanımının zina
ettiğini görse ve onu öldürse cinayetten yargılanacak. Şahit
aramaya gitse adam kaçacak. Hanımının zina ettiğini
söyleyerek dava açsa dört şahitle isbat edemediği için
beşinci ayette açıklanan "kazf" cezasına çarptırılacak. Ses
çıkarmasa içi içine sığmayacak, işte bu duruma bu ayet
açıklık getirmiştir.
Hadis kitaplarımız hanımını zina ederken gören ve durumu
Peygamber efendimize bildirip hukuki bir yol arayan
sahabenin adını vermekteler. Bu sahabe eğer Müslüman
olmamış olsaydı icabına bakar her ikisini de öldürürdü.
Sahabenin büyüklüğü burada ortaya çıkıyor. Meseleyi
hukuk halletsin diyor. Ve bu ayet nazil oluyor. Hanımının
zina ettiğini iddia eden erkek hakim huzurunda dört defa
"Allah'a yemin ederek şahitlik yaparım ki, ona attığım sözde
doğruyum" dedikten sonra "yalan söyleyenlerden isem
Allah'ın la'neti üzerime olsun" der.
Eğer hanımına zina isnadında bulunduktan sonra yemin
etmekden kaçınırsa o zaman hanımına iftira etmekden 4.
ayetin hükmüne göre cezalandırılır, ve kadına birşey
sorulmaz.
Erkek yemin ederse kadına sorulur. Kadında dört defa
"Allah'a yemin ederek şahitlik yaparım ki, o
yalancılardandır" dedikten sonra beşincisinde "Eğer o doğru
söylüyorsa Allah'ın gazabı benim üzerime olsun" dedikten
sonra, hakim eşlerin arasına ayırır. Ve bunlar bir daha
evlenemezler. Ancak erkek daha sonra "ben iftira etmiştim"
derse had cezası tatbik edilir ve yeniden evlenmeleri
mümkün olur. 3045[12]
3044[11]
Müslim kitaban, hadis no: 1492, Tirmizi, Talak hadis no: 1202 ve 3178
3045[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/358-360.
11- Şüphesiz (Hz. Aişeye) iftira getirenler sizden bir
topluluktur. Siz onu (iftirayı) sizin için bir şer sanmayın.
Tam aksine o sizin için hayırdır. Onlardan herkese
günahdan kazandığı vardır. Onlardan iftiranın en büyüğünü
idare edene de büyük azab vardır.
Hicretin beşinci yılında Beni Müstalık diğer adıyla Müreysi'
gazvesinden dönerken bir konaklama yerinde Hz. Aişe
validemiz ihtiyacını karşılamak için kafileden ayrılır.
Döndüğünde kafilenin gittiğini görür. Hz. Aişe validemiz
genç ve zayıf bir kadın olduğundan, hevdecini yükleyenler
hevdecin içinde olup olmadığını anlayamadılar.
Hz. Aişe validemiz konak yerine geldi ve "Herhalde beni
aramaya gelirler" düşüncesiyle orada bekledi",'uyuya kaldı.
Kafilenin arkasından gelen ve kalanları toplamakla görevli
olan Safvan b. Muattal, Hz. Aişe validemizi görünce "İnna
lillahi ve inna ileyhi Raciun" dedi. Devesini çökertti ve Hz.
Aişe validemiz bindi kafileye ulaştılar.
İslam birliğini harp meydanlarında dağıtmaya gücü
yetmeyen münafıklar iftira kampanyasına başladılar. Hz.
Aişe validemize iftira attılar. Bu iftiranın çalkantısı bir ay
sürdü. Bu bir ay içinde Efendimizle Hz. Aişe validemizin
ızdırabmı hadis kitapları genişçe naklediyorlar. Ben okurken
ağladım. Nakletmeye yüreğim dayanmıyor. Ve bu ayetler
Hz. Aişe validemizin temizliğini, iftiradan uzaklığını
açıklıyor. Bu tür iftiraların görünüşte zarar vereceğini
zannederiz ama bu iftiranın dahi bir hayır olduğunu Kur'an
haber veriyor.
Ayette Hz. Aişe validemizin "beraeti" bildirilince Hassan,
Hamne, Mıstah ve münafık Abdullah b. Übey b. Selül 4.
ayetin hükmüne göre had cezasına çarptırıldılar.
Bu iftira olayını nakleden kaynaklarımız: 3046[13]
3046[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/360-361.
Buharı, Kitabü-t Tefsir Suretün Nur, K. Tevhid, K. Şehadet. Müslim, K. Teybe Hadis 56, îbni Mace K.
12- Onu (iftirayı) işittiğinizde mü'min erkekler ve mü'min
kadınlar hüsnü zanda bulunup "bu apaçık bir iftiradır"
demeleri gerekmez-miydi?
Herhangi bir konuda iddia sahibi iddiasını İslamın kabul
ettiği isbat yollarıyla isbat etmedikçe söylediği ve iddia
ettiği kötü söz ve davranışları kabul etmeyeceğiz. Kabul
etmemekle kalmayacağız "Bu apaçık bir iftiradır" diyerek
mü'mini koruyacağız. Burada yalnız o mü'mini değil,
toplum ahlakını da korumuş oluruz.
Hücurat suresinin beşinci ayetinde; fasık'ın haberini
araştırmamız emredilmektedir. Günümüzde Yahudi
tekelinde olan basın-yayın ajansları Müslümanları birbirine
düşüren haberler yaymaktalar.
Yine Hücurat suresinin 12. ayetinde sui zandan kaçınmamız
istenmektedir. Bu ayettede Hüsnü zanda bulunmamız
istenmektedir.
Bir hoca efendi, hanımı, oğlu ve gelini yolda giderlerken
oğlu paltosunu çıkarır ve üşümesin diye babasına giydirir.
Babası paltoyu giyince şöyle bir koklar. Gelin, kocasına
sorar, Baban paltoyu niçin kokladı? Kocası- Babam paltoya
göz koydu der. Gelin kaynanasına sorar, Babam paltoyu
niçin kokladı? Kaynana- Paltoda evlat kokusu var, onu
kokladı. Gelin paltoyu koklayan kayın babasına niçin
kokladığını sorar. Hoca- paltoda sigara kokusu var der.
Hoca doğrusunu bildiği için gerçeği o açıkladı. Ancak anne
ile oğul içlerindekini ortaya çıkardılar. Annenin gönlü daha
güzel, hassas, nazik ve analık inceliğini yansıtıyor.
Sarhoş gibi sallanarak giden, şişesini gazeteye sarıp evine
doğru yorgun argın yürüyen insanı gördüğünüzde "Vay
mübarek çok çalışmış yorulmuş. Çocuğuna süt almış evine
gidiyor. Ayakta duracak hali kalmamış" demeniz hüsnü

Nikah hadis 1970 Siretü İbni Hişam 31254, Tarihu-t-Taberi 21610 619
zarıdır. O şişede şarap bile olsa, o adam da sarhoş olsa siz,
yinede böyle düşündüğünüzden dolayı sevap alırsınız. 3047[14]

13- Buna (iftiraya) dört şahit getirmeleri gerekmezmiydi?


Eğer dört şahit getiremezlerse onlar Allah katında
yalancıların ta kendisidirler.
Zina iftirasında bulunanlar dört şahidle isbat edemezlerse
ahirette yalanlarının cezasını çekecekler. Ancak bu tür
suçlar Hukukullaha ait olduğundan ve toplumu rencide
ettiğinden bu dünyada da cezalarını çekerler. Dünyevi
cezaları 4. ayette açıklanmıştı. 3048[15]

14- Eğer dünyada ve ahirette size Allah'ın lütfü ve rahmeti


olmasaydı içine daldığınız bu (iftira) nedeniyle size büyük
bir azap dokunuldu.
Bu surenin 10, 14, 20, 21. ayetlerinde bu: "Allah'ın lütfü ve
rahmeti olmasaydı" ifadesi tekrarlanmaktadır. Yani bu
iftiraların mahiyeti, isbatı ve cezalan bildirilmeşeydi
toplumunuz dağılır, ahlaksızlık yayılırdı. İnsanların
koyduğu kanunlarla toplumun bugün ne duruma düştüğünü
biz görüyor ve Allah'ın lütfü keremi olan kitabına
sığmıyoruz. 3049[16]

15- Hani siz onu (iftirayı birbirinizden) dillerinizle


alıvermiştiniz ve onun hakkında hiçbir bilginiz olmadan
ağızlarınızla söylemiştiniz. Onu (iftirayı) basit birşey
zannettiniz. Halbuki o (iftira) Allah katında çok büyüktür.
Ağızdan çıkan kelimeler yaydan çıkan ok, namludan çıkan
kurşun gibidir. Atmak elinizde ama tutmak ve geriye
döndürmek elinizde değildir.
Ağızdan çıkan yalan veya iftira görüntüde basit gibidir.

3047[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/362-363.
3048[15]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/363.
3049[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/363-364.
Ama ailelerin arasının açılması, milletlerin savaşa girmesi
yetkililerin ağızlarından çıkan o basit birkaç kelimedendir.
Şair: "Söz ola kestire başı Söz ola kese savaşı" demiş. 3050[17]

16- Onu (iftirayı) işittiğinizde "Bunu söylemek bize


yakışmaz (Rabbimiz) seni tenzih ederiz. Bu büyük bir
iftiradır" demeniz gerek-mezmiydi?
Mesnedsiz(dayanağı olmayan) sözler duyduğumuzda nasıl
davranacağımızı öğretiyor. 12. ayette de ifade edildiği gibi
mü'min kardeşlerimiz hakkında olumsuz şeyler
duyduğumuzu bir başkasına nakletmeyelim. Delilsiz,
isbatsız ise "bu büyük bir iftiradır" diyelim. Kötülüğün ve
kötü haberin yayılmasını engellemeliyiz. 3051[18]

17- Eğer mü'min iseniz bunun gibisine (iftiraya) bir daha


dönmeye-siniz diye Allah size nasihat ediyor.
18- Allah size ayetleri açıklıyor. Allah herşeyi bilendir,
hükmünde hikmet sahibidir.
19- Mü'minler arasında fuhşun yayılmasını isteyenlere
dünyada da, ahirette de acıklı azap vardır. Allah herşeyi
bilir, siz bilemezsiniz.
20- Eğer Allah'ın lütfü ve rahmeti üzerinize olmasaydı ve
Allah çok şefkatli ve merhametli olmasaydı (ne olurdu
haliniz?)
Toplum içinde fuhşun yayılmasını isteyenler olabilir. En
iffetli insanlara zina iftirasında bulunarak onu yıpratmak ve
fahişelere de meşruiyet kazandırmak suretiyle fuhşu yaymak
isterler.
Fahişe fuhşun kötü olduğunu bilirmiş, fakat en çok düşman
olduğu şey iffet ve namusmuş. Eğer iffetli insanlar olmasa
kendine fahişe gözüyle bakılmayacakmış. Onun için iffetli
insanlara da iftira ederlermiş..
3050[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/364.
3051[18]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/364-365.
Fuhşun yaygınlaşması için dergi, gazete, televizyonlardan
yapılan özendirici yayınlara ilave olarak başörtülü bir kadını
da teşhir ediyorlar. "İşte buda zina ederken basıldı"
haberlerini abartarak yayınlıyorlar.
Ne yaparlarsa yapsınlar bunlar bizim için şer gibi görünen
hayırlardır. 11. ayette Rabbimiz bunun hayır olduğunu
bildirdi. Ondokuzuncu ayette; "Allah herşeyi bilir, siz
bilemezsiniz" buyurur.
Fuhşu teşvik eden söz, yazı, film, türkü, şarkı gibi her türlü
faaliyetin topluma ne gibi zararlar verdiğinin tamamını siz
bilemezsiniz. Siz bir kısmını bilirsiniz. Belki nefsiniz ve
şeytanınız bunların faydasını da söyleyiverir.
Şarabın ülkeye gelir getirdiğini savunan siyasiler
çoğunlukta. Böyle giderse uyuşturucu imal edenlerde
siyasete atılınca aynı şeyi savunacaklar.
Batıda fuhuş sektörünü destekleyen siyasiler ve onların
himayesinde iş bitiren insanlarla dolu. "Beyaz kadın
ticareti" batının aydınlığının ölçüsü oldu. Kadınları bu
esaretten kurtarmaya çalışan Müslümanlar "gericilikle"
"çağdışılıkla" suçlandılar. Olsun., Suçlansınlar.
Biz yine Allah'ın emri doğrultusunda hareket edersek satılan
kadına da, satan politikacıya da mani olarak, yardım etmiş
onları korumuş oluruz. 3052[19]

21- Ey iman edenler, şeytanın adımlarına uymayın. Kim


şeytanın adımlarına uyarsa şüphesiz o fuhşu ve kötülüğü
emreder. Eğer Allah'ın lütfü ve rahmeti üzerinize olmasaydı
sizden hiç birinizi ebediyen temizlemezdi. Ancak Allah
dilediğini temizler. Allah herşeyi işiten, herşeyi bilendir.
Şeytan fuhşu, cimriliği, kötülüğü emreder. Bunları yapan
şeytanın izinden gidenlerden olur. Allah (c.c.) neyi nasıl
yapacağımızı bildirerek bizi temizlemek istemiştir. 3053[20]
3052[19]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/365-367.
3053[20]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/367.
22- Sizden fazilet ve servet sahibi olanlar, yakınlara,
fakirlere ve Allah yolunda hicret edenlere (birşey)
vermemeye yemin etmesinler. Afvetsinler ve görmezlikten
gelsinler. Allah'ın sizi afvetmesini sevmez-misiniz? Allah
Gafurdur, Rahimdir.
Aman ya Rabbi bu ne güzel bir.nasihat..! Hz. Ebu Bekir'in
kızı, Efendimizin hanımı Hz. Aişeye iftira atıldığında bu
iftirayı yayanlar arasında Mıstah'da vardı. Mıstah fakir bir
insandı ve Hz. Ebu Bekir'in yardımıyla geçinirdi.
Hz. Ebu Bekir, kızının temiz olduğunu biliyordu. Hakkında
ayet nazil olunca Mıstah'a yardım etmeyeceğine yemin
etmişti.
İşte Rabbimiz o iftiracılara yardım edilmesini istemektedir.
Afvetmelerini, görmezlikden gelmelerini istemektedir.
Afvedenin afvedileceği vurgulanmaktadır. 3054[21]

23- İffetli, ( zinadan ) habersiz kadınlara (zina iftirası)


atanlar dünyada da, ahirette de lanetlenmişlerdir. Onlar için
büyük bir azap vardır.
24- Ogün dilleri, elleri ve ayakları yaptıkları hakkında
aleyhlerinde şahitlik edecektir.
25- Ogünde Allah onlara gerçek cezalarını tam olarak verir
ve bilirlerki Allah, apaçık hakkın ta kendisidir.
Buhari, 3055[22] Ebu Davud, "vesaya hadis"2864 de rivayet
ettiği bir hadisde Efendimiz: "Helak eden yedi şeyden
sakının" dedi. Onlar nelerdir Ya Rasulellah denildi.
Efendimiz: "Allah'a ortak koşmak, sihir, haksız yere adam
öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, harpden kaçmak
ve herşeyden habersiz mü'min kadınlara zina iftirasında
bulunmak" buyurdu.
Saf, temiz, iffetli insanlara iftira atanlar cezalarını
3054[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/367-368.
3055[22]
Vesaya, Hadis no: 2766, Tıb Hadis 5764, Hudud hadis 6857
çekeceklerdir. Yaptıklarına elleri, dilleri, ayakları şahitlik
yapacaktır. Elinin, ayağının,-dilinin yanmasını istemeyenler,
insanları incitecek sözleri söylemekten sakınsınlar. 3056[23]

26- Kötü (söz, davranış ve kadın)ler kötü erkeklere layıktır.


Kötü (söz, davranış ve erkek)ler kötü kadınlara layıktır. İyi
(söz, davranış ve kadın)ler iyi erkeklere layıktır, İyi (söz,
davranış ve erkek)ler iyi kadınlara layıktır. İşte onlar (Hz.
Peygamber, Hz. Aişe ve Hz. Safvan) bunların söylediği
(iftiraları)ndan uzaktırlar. Onlar için mağfiret ve bol rızık
vardır.
Köpeğe kemik, ata ot yaraşır. "Kötü söz sahibine yakışır"
deriz. İffetli insanlara kara çalmak isteyenler kendi
karalarını sıçratırlar.
Kötü kadınlar kötü erkeklere layıktırlar. Ancak beşinci
ayette açıklandığı gibi tevbe edenler temizlenmiş sayılırlar.
"Günahına tevbe eden günah işlememiş gibidir."
Temiz kadınlar temiz erkeklere layıktır. Kızlarımızı ve
oğlanlarımızı içleriyle, dışlarıyla, şirkden, isyandan,
günahdarç uzak olarak yetiştirelim. Zararlı otlardan
temizlenmiş tarladan iyi mahsul alındığı gibi tertemiz,
imanlı, iffetli erkek ve kadından da tertemiz nesiller çıkar.
Tertemiz cennete tertemiz mü'minler layıktır. Kirli, yağlı,
paslı elbisesiyle kadife koltuklara oturtmadıkları gibi şirkle
kirlenmiş insanları da cennete koymazlar. Şirkle, inkarla,
isyanla kirlenmiş insanlar için cehennem vardır.
Çocuklarımız temiz olsunlar diye, maddi kirlerden
temizlediğimiz gibi, cennete layık olacak şekilde manevi
kirlerden, şirkden, yalandan, fuhuşdan, içkiden, haram
lokmadan, ibadetsizlikten temizleyelim. Kendimizi, eşimizi,
çocuklarımızı ve insanlık ailesini seviyorsak, Kur'an'a
uyalım. O bizi temizler ve cennete layık hale getirir. 3057[24]
3056[23]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/368-369.
3057[24]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/370-371.
27- Ey iman edenler, kendi evinizden başka evlere izin
almadan ve ev halkına selam vermeden girmeyin. Bıa sizin
için daha hayırlıdır. Umulurki öğüt alırsınız.
28- Eğer oralarda (başka evlerde) hiçbir kimse bulamazsanız
size izin verilinceye kadar oralara girmeyin. Eğer size "geri
dönün" denirse hemen dönün. Bu sizin için daha temizdir.
Allah, yaptıklarınızı çok iyi bilir.
29- Oturulmayan ve içinde eşyanız bulunan evlere (izinsiz)
girmenizde size bir günah yoktur. Allah açıkladığınızı da,
gizlediğinizi de bilir.
Kur'an-ı Kerim bize herşeyi öğrettiği gibi evlere nasıl
girileceğini de öğretiyor. Burada evleri üçe ayırmış.
1- Kendi eviniz.
2- Başkasına ait ev.
3- Depo gibi yerler. Başkasına ait eve girerken mutlaka izin
alınacak.
Buhari'nin Kitab-ül isti'zanda rivayet ettiği gibi kapının
ziline üç defa basılacak. Kapı çalındıktan sonra beklerken
kapının tam karşısında durulmayacak. Kapının yan tarafında
durulacak. Evde kimse yoksa girilmeyecek. Evde insan
olduğu halde izin vermiyorsa, müsaid olmadığını söylüyorsa
hemen geri dönüp gidecek.
Otel, motel, han gibi herkese açık olan yerlere, emanetçilere
izinsiz girilir. Ancak otellerde başka bir şahsın kiraladığı
odalara da izinsiz girilemez. Anne- babalarınızın odalarına
dahi izinle girilecek. Aynı evde otururken kız kardeşinizin
veya erkek kardeşinizin odasına girerken izin isteyeceksiniz.
Mesken dokunulmazlığına dikkatimizi çeken bu ayetler
kişinin mahrem olan yerlerine, mektup, özel not, özel
sırlarına da göz atmamamızı, izinsiz okumamamızı işaret
etmektedir. 3058[25]

3058[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/371-372.
30- Mü'minlere söyle gözlerini (haramdan) sakınsınlar ve
namuslarını korusunlar. Bu onlar için daha temizdir.
Şüphesiz Allah onların yaptıklarından haberdardır.
31- Mü'min kadınlara da söyle gözlerini (haramdan)
sakınsınlar, namuslarını korusunlar ve zinetlerini
açmasınlar. Ancak görünenler hariç. Başörtülerini
yakalarının üzerine koysunlar. Zinetlerini eşleri, babaları,
eşlerinin babaları, oğulları, eşlerinin oğulları, erkek kardeş-
leri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları,
kendi kadınları, elinin altında (köle ve cariye)kiler,
kadınlara meyli olmayan (aileye) tabi erkekler, kadınların
avret yerlerini bilmeyen çocuklar dışında kimseye
açmasınlar. Zinetlerinden gizlediklerinin bilinmesi için
ayaklarını vurmasınlar. Ey iman edenler, topluca Allah'a
tevbe ediniz ki felaha eresiniz.
Göz görür, gönül sever veya sevmez. Kararı gönül verir ama
gönülün dışa açılan penceresi gözdür. Temiz bir toplumun
bozulmaması için gözlerimize dikkat etmeliyiz.
Peygamber efendimiz Hz. Ali'ye "Ya Ali devamlı bakma.
İlk bakış günah değil. İkinci bakış sana ait değildir." (Yani
bakmak günahdır) buyurur. 3059[26]
Erkeklerde bakılması haram olan yerler göbekle diz arasıdır.
Kadınlarda ise bakılması haram olan yerler el, yüz ve
ayakların dışında kalan heryerdir. Eller bileklere kadar, yüz
iki kulak ve alındaki saç biten yerden çeneye kadar olan
yerlerdir. Ayak ise topuğa kadardır.
Saçı, boynu, kollan gibi zinet yerlerini babasına,
kayınbabasına, oğlunâ, kocasının oğluna, oğlan
kardeşlerine, kardeşinin oğullarına, kadın.
lara, kölelerine, kadınlara ilgi duymayan ihtiyarlara,
delilere, küçük çocuklara göstermesi günah değildir.

3059[26]
Ebu Davud, Nikah Hadis 2149
Nisa suresinin 23. ayetinde hala ve teyzelerle bir erkeğin
evlenmesinin haram olduğunu öğrenmiştik. O ayete göre bir
kadın dayısı ve amcasıyla da evlenemez. Öyle olunca dayısı
ve amcası yanında kollarını, başını açmasında bir sakınca
yoktur.
Kendisini tanıdığı, edebine, terbiyesine güvendiği kadınların
yanında açmasına izin verilmiştir. Kadınlar kendi aralarında
toplanıp dini sohbetler yaparlarken başlarının, kollarının
açılmasına dikkat etmezlerse onlar için bir günah yoktur.
Ayrıca ahlaksız kadınlara karşı mahrem yerlerinin
açılmamasına dikkat edecektir. Ayetteki: "Nisaihinne" deki
"Hinne" zamirinin önemi günümüzde "lezbiyen" denilen
sevici kadınların çoğaltılmaya çalışıl-masıyla daha iyi
anlıyoruz.
"Humur" kelimesi "hımar" kelimesinin çoğuludur, örtme
manasına gelir. Kur'an-ı kerim şarab kelimesini de "Hamr"
kelimesiyle ifade etmiştir. Hamr(Şarap) aklı örttüğünden
"hamr" denmiştir.
Peygamber efendimiz yemek ve su kaplarımızın ağzını
örtmemizi emrederken "Hammiru-1-aniyete" buyurmuş.
(Buharı K. Bed'ül halk). Kapların içine zararlı şeylerin,
mikropların girmemesi için kapaklarının örtülmesi gibi
namus ve iffetimize mikropdan daha zehirli göz değme-
mesi için zinet yerlerinin örtülmesi gerekir.
"Hımar" kelimesinin Türkçe tam karşılığı "Başörtüsü"dür.
Başdaki gözümüzü haramdan, gönül gözümüzü de
Masivallah'dan (Allah'ın dışındakilerden) sakınalım.
Tesettüre riayet ederken:
1- El, yüz ve ayağın dışındaKi yerler kapanacak. Erkeklerde
göbekle diz arası kapanacak.
2- Elbise dar olup vücud hatlarını belli etmeyecek. Bu,
ikinci kural erkekler için de geçerli.
3- Şeffaf olup içini göstermeyecek. Bu kural da erkekler için
geçerli.
4- Erkek veya kadının elbisesi kafir bir grubun kafirliğini
belli etmek için giydiği özel kıyafet olmayacak.
Bu dört kurala dikkat ettikden sonra Ay'da ekilen, Mars'da
dokunan, Uranüs'de biçilen, Neptün'de dikilen elbiseyi
giymek caizdir.
Kadınlar yürüyüşlerine de dikkat edecekler. Eskiden
topuklarına halhal takarlarmış. Yürürken ayaklarını yere
vurup hamallarını şıngır-datarak erkeklerin yüreklerini
hoplatırlarmış.
Günümüzde halhal pek kullanılmıyor ama Paris'de,
Amsterdam'da, İstanbul Beyoğlun'da malum kadınlar hala
yürüyüşleriyle ilgililerine mesaj gönderiyorlar.
Tabii ki bu tür yasaklar yalnız kadınlara mahsus değil.
Erkekler içinde erkeklikden kadınlığa sapmayı yasaklayan
hadisler vardır. Buhari'nin "Kitab-ü Libas'ında" kadınlaşan
erkekler ile, erkekleşen kadınlara lanet edilmiştir.
Erkeklerin, yüzlerine kadınlar gibi allık sürülmesi
yasaklanmış. Kadınların zarafetine layık olan ipek ve altını
da erkeklerin giyip takınması yasaklanmıştır.
Erkeklerin avret mahalli, dizleri ile göbek arasıdır. Ancak
bu üst tarafını ve dizden aşağısını açacak anlamında
değildir. Sevgili Peygamberimiz üzerinden elbisesini hiç
eksik etmemiştir. Göbekten yukarısını örtmekte sünnettir.
İhtiyaç zamanında gobekden yukarısı açılırsa bakılması
haram değildir.
Tabii ki bakişdan bakışa fark vardır. Göz penceremizden
gönül dünyamıza giren pislikleri, mikroplan pişmanlık
ateşiyle yakıp, tevbe suyuyla yıkarsak kurtuluşa erebiliriz.
Tesettür için Ahzap suresi 59.ayetine bakınız. 3060[27]

32- Sizden bekar olanları, köle ve cariyelerinizden salih


olanları evlendirin. Eğer fakir iseler Allah onları kendi

3060[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/372-376.
lütfundan zengin eder. Allah genişlik verendir, herşeyi
bilendir.
İnsanın namusunu koruyan en sağlam kalesi imanıdır.
Ancak o kaleye saldıran düşmanlar çok fazladır. Kişi
İmanını ve iffetini, amelle koruması gerekir. Nur suresinde
başından beri toplumun en önemli değerlerinden olan
namusun korunmasına yönelik ayetleri açıklamaya çalışı-
yoruz.
Bu korunma yöntemlerinden biri de bekarların
evlendirilmesidir. Evlilik kesin çözümmüdür? Hayır. Önce
kişide Allah inancı olacak. Harama çözülen uçkurun ahirette
cezasına inanacak. Bu inanç içindeki bir kadın veya erkek
bu tabii ihtiyacını Allah'ın koyduğu kurallar içinde
karşılaması için bekarlar evlendirilecek.
Bazıları evliliği zorlaştırırlar. Konya'da Mevlana'nm mürşidi
Şems camide vazederken delikanlının biri "va'zediyorsun
ama benim derdime çare olmuyorsun. Ben fakir bir
bekarım" der. Şems, camideki kadınlar bölümüne "Bu
delikanlıyla evlenmek isteyen var mı?" diye sorar.
Kadınlardan biri evleneceğini söyler. O fakir delikanlı da
kadını bildiği için beğenir ve o anda cemaatin huzurunda
nikah kıyılır ve Şems va1-zına kaldığı yerden devam eder.
Olur mu? demeyin. Buharının K. Nikah bölümünde Sehl b.
Sa'd'ın rivayet ettiği hadisi okuyun. Evlenmek arzusuyla
Efendimizin yanına gelen bir kadına hemen orada fakir bir
erkek talip olur. Mihir olarak vereceği hiçbirşey yoktur.
Kadında bu evliliği kabul edince Efendimiz' bunları
evlendirivermiştir.
"Evlenene Allah yardım eder" atasözümüz aslında
Efendimizin sözünden bir bölümdür. Ebu Hureyre'nin
rivayet ettiği hadisde 3061[28] Efendimiz; "Allah yolundaki
mücahide, borcunu Ödemek isteyen mükatibe ve iffetini
3061[28]
Tirmizi fezailül cihad bab 20 hadis 1655, İbni Mace'nin K. ıtk hadis 2518, Nesainin K. Nikah babü
meunetillahı linnakıhı bölümünde
korumak için evlenene yardım etmek Allah üzerine bir
hakdır" buyurur.
Hiç birimizin kızı Peygamber efendimizin kızı Hz.
Fatıma'dan daha değerli değildir. Öyle düğünler
duyuyorumki, yalnız nişan gecesinin masrafıyla 10 tane
düğün yapılır. Kına gecesi ve düğün merasimlerinin
yapıldığı salonlar..! Avrupa'dan getirtilen milyarlık
gelinliklere yapılan bir düğün..! Böyle yüz tane düğünle,
ikiyüz tane bekarın evlenmesini sağlayabiliriz.
Fakirleri evlendirmenin etkili ve yetkili kişilere bir görev
olduğunu bu ayet bize işaret etmektedir. Ayetteki, "Salihin"
kelimesi kapsamlı bir ifadedir. "Evliliğe uygun" manasına
gelen bu kelime hem ahlaken, hemde fiziki olarak
uygunluğu içine alır. 3062[29]

33- Evlenemeyenler Allah onları kendi lütfundan zengin


edinceye kadar iffetli olsunlar. Ellerinizin altındaki (köle ve
cariyelerden (çalışıp para karşılığında hürriyetini
isteyenlerden) mükâtebe yapmak isteyenlerden eğer
kendilerinde bir iyilik görürseniz, mükâtebe akdi yapınız.
Allah'ın size verdiği maldan onlara veriniz. Dünya hayatının
geçici malını elde etmek için namuslu kalmak isteyen
kızlarınızı (cariyelerinizi) fuhşa zorlamayın. Kim onları
zorlarsa şüphesiz Allah o kadınların fuhşa zorlanmalarından
sonra mağfiret ve rahmet sahibidir.
34- Andolsun ki, size açıklayıcı ayetler ve sizden Önce
geçenlerden bir misal ve mü linki lor için öğüt indirdik.
Evlenemeyenlerde iffetlerini korusunlar. Bu konuda
Efendimizin tavsiyesi: "Gençler topluluğu, sizden gücü
yetenler evlensin. Çünkü evlilik gözü harama karşı Örter ve
namusu korur. Evlenmeye gücü yetmeyen oruç tutsun. Oruç
onun şehvetini kırar" buyurmuştur. 3063[30]
3062[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/376-377.
3063[30]
Buharı K, Savm bab 10
Hizmetinizde kullandığınız harp esirlerinin iyi hallerini
görürseniz parasız hürriyetlerini vermeniz çok sevaptır.
Parasız salıvermezseniz belirli bir parada anlaşılır ve o
parayı ödediğinde hürriyeti verilir. Parayı denkleme
konusunda ona yardım edilir.
Tevbe suresinin 60. ayetinde açıklandığı gibi İslam devleti
kölelerin hürriyetine kavuşması için hazineye gelen
zekatlardan bir fon ayırır. Peki İslam dini köleliği topdan
kaldırsa olmazmıydı?
Dünyada yüzlerce yıldan beri yerleşmiş kök salmış,
zalimlerin kanunlarında önemli bir yer tutmuş köleliği bir
anda kaldırmak, Amerika'da olduğu gibi yüzyıl sürecek bir
anarşiyi başlatmak olurdu.
İslam önce hür insanların köleleştirilmesmi yasaklayarak
köleliğin kaynağını kuruttu. Sonra rnevcud kölelerin
hürriyete kavuşturulması için hazineden fon ayrıldığı gibi,
şahısların oruç keffareti, yemin keffa-reti gibi cezalarım
köle azad etmekle olacağını bildirdi.
Böylece mevcud köleler hürriyetlerine kavuştular. Bundan
sonra ise kıyamete kadar ancak harp esirleri konusu kaldı.
Onlarda karşılıklı esir değişimi, para karşılığı iade, esirin
kendisinden alınacak bilgi karşılığında serbest bırakma ve
karşılıksız serbest bırakma hali olur.
Eğer bunlar gerçekleşmezse esirleri hapisde tutmaktansa
gazilere verip onların yediğinden yiyip, giydiğinden giyerek
onların işinde çalışması ve böylece esirlerinde özelleştirme
kapsamına alınması tarafına gidilir.
"Kızlarınızı fuhşa zorlamayın" ifadesinde bu harp esiri
cariyeler kas-dedilmektedjr. Ama cariyeleriniz dememiş
"kızlarınız" demiştir. Böylece harp esiri kadınları, kızlarınız
gibi koruyacaksınız diyor.
Günümüzde kadın ticareti yapan, kadınları ikibin yıl
Öncesinin zalim köle tacirleri gibi, zorla alıp satan çağdaş
köle tacirleri, Kur'amn kelimelerindeki zarafete bakıp
utansınlar.
İkibinli yıllara yaklaştığımız şu günlerde, Avrupa
ülkelerinde küçük kız çocuklarım kaçırıp zorla fuhşa
zorlayan, mafya içindeki kanun koyucular, kanunları tatbik
eden hakim ve polislerle sivil halkdan zengin baronların
çıktığını gördük.
Bu ayetle, genelev açmak ve kadın ticareti yapmak
yasaklanmıştır. Günümüzde ise genelevlerde kadın ticareti,
devletlerin kanunlarıyla sağlanmakta, polisleriyle
korunmaktadır. Zina yasağı koyuluncaya kadar bu işi
yapanlar afvedilmiş, yasağın koyulduğu andan itibaren
geçerli olacağı ifade edilmiştir.
Günümüzde birçok ahlaksızlığa bulaşanlar, İslam gelince
kendilerini cezalandıracağını sanarak, İslama karşı
mücadele veriyorlar. Onlar bilsinler ki; "İslam
koruyamadığını cezalandırmaz."
Bu konuda Efendimizin Mekke'yi fethettiği gün yaptığı
konuşma çok Önemlidir. Oradaki katillere, hırsızlara,
zalimlere, fahişelere, harp suçlularına, din düşmanlarına
hepsine birden "Gidiniz evlerinize hepiniz serbestsiniz"
diyerek genel af ilan etmiştir.
Nur suresinin başından beri namusumuz ve iffetimizle ilgili
ayetler, geçmiş ümmetlerden Lut kavmi gibi toplumların
başına gelen örnekler, bizim temiz bir toplum olmamıza ve
takvaya kavuşmamıza sebeptir.
Hz. Aişe validemize yapılan iftirada yeni birşey değildir.
Daha önce Yusuf (a.s.)'a, daha sonra Meryem validemize de
aynı şekilde iftira etmişlerdi. İftiralara üzülerek yoldan
dönmek yok. Devam. 3064[31]

35- Allah, göklerin ve yerin Nur'udur. Onun nur'u, içinde


kandil bulunan kandillik gibidir. Kandil bir camın içindedir.

3064[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/378-380.
Kandil sanki inci yıldız gibidir, doğulu ve batılı olmayan
mübarek zeytin ağacından yakılır. Neredeyse ateş değmeden
de ışık verir. Nur üzerine nurdur. Allah dilediğini Nur'una
hidayet eder. Allah insanlara misaller verir. Allah herşeyi
bilir.
Köşe dönenlerin "iş bilen" diye öğüldüğü, adam
öldürenlerin yiğit adam diye anıldığı, kız çocuğunu
öldürenin namuslu diye bilindiği, zalimlerin adil olarak
tanıtıldığı, fuhşun en fazla gelir getiren sektör olarak lanse
edildiği, iffetli kadınları ve erkekleri kendi alçak
seviyelerine indirmek için iftira edildiği toplumların
temizlenmesi için Allah (c.c), Nur gibi Muhammed (s.a.v.)'e
nur olan ayetlerini indirir.
Güneş gelince karanlıklar yok olduğu gibi Allah'ın nur diye
isimlendirdiği Kur'anın aydınlattığı toplumlarda cahili
karanlıklar yok olur gider.
Bir emniyet müdürü bulunduğu şehrin deniz kenarında
kuytu bir yerinde esrarkeşlerin toplanıp uyuşturucu
almalarını engellemek için devamlı baskınlar yapar,
yakaladıklarını da mahkeme cezalandırırmış.
Ama aynı yerde yine esrarkeşler birleşirlermiş. Cezayla
önüne ge--çemediği bu olayın önüne aydınlıkla geçebilmiş.
Belediye ile anlaşarak, o kuytu yerin her tarafını elektrikle
aydınlatınca esrarkeşler oraya bir daha gelmemişler. Ama
oradan başka kuytu yerlere gitmişler.
İslamin getirdiği aydınlık, insanın kalbine iman gibi
yerleşirse o gittiği her kuytu yeri pırıl pırıl yapar. Gökleri ve
yeri aydınlatan Allah'dır. O aydınlığı görecek göz nurunu
yaratanda Allah'dır. Göznuru ile kainatın güzelliklerini
görürüz. İki dünyamızı aydınlatacak olanda Kur'an'dır.
Önada gönül gözümüzü açarsak görürüz.
Baştaki iki gözünü kapatana dünyanın aydınlık olmasının
hiçbir faydası olmadığı gibi gönül gözünü Kur'ana kapatana
da Kur'an ışığını vermez.
Kur'ana gönüllerini kapatanlar hayatlarını kendi koydukları
kurallara göre kurmaya çalışırlar ve körün değneğiyle yol
yürüdüğü gibi ömrü deneme yanılma yoluyla hep yanlışlarla
doğrulan karışık bulur.
Allah(cc) nurunu, doğulu ve batılı olmayan, zeytin yağının
lambada yakıldığı zamanki nuruna benzetiyor. Ve ayetin
sonunda "Allah insanlara misaller verir" diyerek
bilmediğimiz şeyleri bildiğimiz şeylere benzeterek
anlatıyor.
Kur' an'da verilen kelimeler evrenseldir. Zeytin ve
zeytinyağı bugün dünyanın her tarafında bilinmektedir.
Ayrıca zeytin ağacı, Peygamberler ocağı olan, orta doğunun
tarihinde Peygamberle özdeşleşmiş ve Rabbimiz "Tin"
Suresinde Peygamberler yurduna yemin ederken "İncire,
Zeytine, Turu Sinaya ve şu emin beldeye yemin olsun"
demiştir.
Hem doğunun güneşini, hemde batının güneşini alan düz
yerdeki ve tepelerdeki zeytinin yağı daha parlak "ve is'siz
olurmuş.
Bizim Nurumuz olan Kur'an-ı Kerim ne doğudandır, ne
batıdandır. Doğunun ve batının Rabbi olan Allah'dandır.
Son günlerde dünya müs-lümanlarının hep birlikte
söyledikleri:
La şarkıyye, La garbiyye, İslamiyye, Islamiyye"
sloganı ile yürümeye ve bugüne kadar batıdan aldıkları
küfür ve il-had, dinsizlik bataklığından kurtulmak için
Kur'an'm ışığına sarılmaya başladılar. 3065[32]

36- Bir kısım evlerin (kadrinin) yükseltilmesine ve oralarda


adının zikredilmesine Allah izin vermiştir. Oralarda sabah
akşam Allah'ı teşbih ederler.
Allah'ın (cc) "Nur" diye isimlendirdiği Kur'an, gönüllere

3065[32]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/381-383.
girince o gönül yücelir. İman eden gönüller birleşip bir aile
olunca, o ailenin oturduğu ev yücelir. Yunus suresinin 87.
ayetinde; evlerimizi kıble (mescid) yapıp namazlarımızı
kılmamız istenmektedir.
Ailelerin birleşerek farz namazlarım kıldıkları ve birçok
işlerini yoluna koydukları mescidlerde Allah'ın nuru olan
Kur'an hayata geçirilirse mescitler yükselir.
O mescitlerde mü'minler sabah-akşam Allah'ı teşbih ederler
ve Allah'ı zikrederler.3066[33]

37- Öyle er kişiler ki; ticaret, alışveriş onları Allah'ı


zikretmekden, namaz kılmaktan, zekat vermekden
alıkoyamaz. Gözlerin ve gönüllerin döneceği günden
korkarlar.
38- Allah, onların yaptıklarının daha güzeli ile karşılık
versin ve lüt-fundan onlara artırsın diye (zikir ve teşbih
ederler.) Allah dilediğine hesapsız rızık verir.
Mecnun Leylasına aşık olunca, bütün güzellikleri onda
görünce; bağlar, bahçeler, sazlar, kızlar, saraylar, köşkler
hiçbiri onun gönlünü eğleyemez olur.
Allah (c.c.)mda kadın ve erkeklerden öyle er kişileri vardır
ki almak, satmak, ticaret yapmak onları Allah'ın zikrinden,
Kur'andan, namazdan, zekat vermekten alıkoyamaz.
Onlar Allah'ın rızasını kazanıp cennetine girmeyi hedef
kabul etmişler. Kırkbin metre koşucusunun koşarken hep
ödülü düşündüğü, ayağına değen taşlara takılıp kalmadığı
gibi O er kişiler de Allah'ın rızasına doğru yürürken
gözlerine takılan haram yüzlere ve gözlere, eline bulaşan
haram olan, başdöndüren, köşe döndüren paralara takılıp
kalmazlar.
"Cum'a" suresinde emredildiği gibi, Cuma günü namaza
çağıran ezanı duydukları zaman, hemen namaz kılmaya

3066[33]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/383.
giderler. Helal malları dahi onları Allah'dan uzaklaştıramaz.
Cuma namazını kıldıktan sonra rızık aramak için dağılma
tavsiye edildiğine göre çalışmak emredilmek-tedir. Ancak
çalışmak mü'mini ibadetinden alıkoyamaz.
Yemesi, içmesi, evlenmesi bunları sağlamak için yaptığı
çalışmalarında hep Allah'ın rızasını gözetir. Allah'ın
koyduğu kurallara göre kazanan sevap kazanır. Allah'ın ve
Rasulünün koyduğu kurallara göre yiyen, içen, uyuyan,
evlenen bir mü'min; aynı zamanda sevap kazanır ve
mevîasına doğru yaklaşır. Kafirlere gelince: 3067[34]

39- Kafirlerin amelleri ise çöldeki (su görünen) serap


gibidir. Susuz adam onu su sanır. Yanına gelince hiçbîrşey
bulamaz ve yanında Allah'ı bulur. AHah'da onun hesabını
(cezasını) verir. Allah hesabı çabuk görendir.
Cehenemin nefesi gibi çöl sıcağı, kervandakileri kavurunca
gözün ulaştığı nokta hep su gibi görünür ki buna "serap11
denir. Yanına varınca yine kumlar üzerinde yanar ve fakat
uzakta yine su görür.
İşte kafirlerin amelleri de böyledir. İnsanlığa bir model
sunarlar. Kominizm derler, kapitalizm derler, demokrasi
derler, laiklik derler.
"Dişinizi sıkın yakında mutluluğu elde edeceğiz. Bize beş
senelik zaman tanıyın" derler. Aradan yüz sene geçer.
Herkes ileride bir serabı gösterir. Sonra on senelik bir serap
daha gösterilir. Derken eceli gelir ve bütün yaptıklarının
boşa gittiğini öğrenir.Eşrefoğlu Rumi:"Eğer yüzyıl seraba
sen seğirtirsen,kalasın böyle teşne yâneyâne"diyerek yüzyıl
seraba doğru koşanın yanmaktan kurtulamayacağını ifade
eder.
Cehennem yolundan Cennet'e varılmaz. İki dünyanın
aydınlığı da, mutluluğu da "Nur" diye isimlendirilen

3067[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/384-385.
Kur'an'a uymakla mümkündür. 3068[35]

40- Yahut (kafirlerin amelleri) derin bir denizdeki


karanlıklar gibidir. Denizi bir dalga, dalga üstünde bir dalga
ve dalgayı da bir bulut örtüyor. Üst üste karanlıklar. Elini
çıkarsa neredeyse onu dahi göremeyecek. Her kime Allah
nur kılmamışsa artık onun için nur yoktur.
Allah'ın hakimiyetine son verdik, kendi sistemimizi kurduk
diyenlerin durumunu 39. ayette çöldeki susuz şaşkın insanın
haline benzmişti.
Bu ayette ise karanlık gecelerde, derin denizler içinde
yolunu şaşırmış, gözü görmeyen, kulağı duymayan, kalbi
kapanmış düşüneme-yen yolcuların haline benzetiyor.
Denizciler yollarını tarih boyunca gökyüzündeki yıldızlarla
Öğrenirlerdi. Günümüzde ise yine gökyüzündeki uydularla
öğreniyorlar. Bir geminin yolcuları, yıldızlar ve uydu ile
bağlantılarını koparırsa, karanlık gecede her taraf doğru yol
olur. Her taraf eğri yol olur.
Yönetimi bir kaptan alır, beşgün gider kara görünmeyince
öbürü alır, başka bir istikamete çevirir, beşgün daha gider.
Belkide eski yerine gelir de bilemez.
İşte imansızların amelide bu dünya üzerinde öyle. Herkes
mutluluğu vermek için yönetime geliyor, dahada mutsuz
edip gidiyor.
Çölde susuzluktan ölenler "Ne mutlu denizde boğulanlara"
dermiş. Denizde boğulanlarda ölürken; "Ne mutlu çölde
susuz ölenlere" dermiş.
Yıllarca kapitalist ülkelerdeki sosyalistler; "Ne mutlu
kominist ülkelerde yaşayanlara" dediler. Kominist
ülkelerdeki liberalistlerde; "Ne mutlu kapitalist ülkelerde
yaşayanlara" dediler.
İki efendiden birini, iki zalimden birini tercih ettiler. Hiçbir

3068[35]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/385-386.
zaman hürriyet istemediler.
Hürriyeti isteyen, insanın insana hükmetmesine karşı
çıkanlar ise müslüman oldular. 3069[36]

41- Görmedin mi? göklerde ve yerdeki kimseler ve saf saf


uçan kuşlar Allah'ı teşbih ederler. Hepsi salalım ve teşbihini
bildi. Allah'da onların yaptıklarını bilir.
42- Göklerin ve yerin mülkü Allah'a aittir. Dönüş de
Allah'adır.
Otuzdokuz ve kırkıncı ayetlerde Allah'ın nuru olan Kur'anı
inkar edenlerin yaptıkları sistemlerin şaşkınlık olduğunu iki
örnekle açıkladıktan sonra insanların gözlerini tabiata
çeviriyor.
Gökyüzünde saf saf uçan kuşlara dikkatimizi çekiyor.
Binlerce kilometrelik yolu aşarak mevsimden mevsime
koşuyorlar.
İsparta'da güllerin açtığını, üçbin kilometre uzakdan
hissedip, bir düzen içinde toplu halde göç eden bülbüTü
görsünler.
Gökyüzünde katar katar uçan turnalar'a baksınlar. Kendini
sokturmadan yılanı yakalayan kuşları görsünler.
Hiçbir mühendisin başaramayacağı kadar düzenli
altıgenlerle bal peteği yapan arıyı seyretsinler.
Bütün bunlar Allah'ın koyduğu yasalara uymaktadırlar. Peki
bu kuş beyinli kafirlere ne oluyor ki Allah'ın koyduğu
kanunlara uymayarak ülkeleri yağmalıyorlar. Sömürülmek
istemeyenleri atom bombalarıyla yok ediyorlar. Fuhşu,
uyuşturucuyu yaygınlaştırıyorlar.
O kafirlere "kuş beyinli" dediğim için Allah'dan af diler,
kuşlar ailesinden özür dilerim. 3070[37]

43- Görmedin mi? Allah bulutu sevkediyor, sonra bulutun


3069[36]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/386-387.
3070[37]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/387-388.
arasını telif ediyor, sonra üst üste yığıyor ve arasından
yağmur çıktığını görüyorsun. Gökyüzünden o dağlar (gibi
bulutlar)dan Tolu indiriyor da onunla dilediğine isabet
ettiriyor, dilediğinde onu çeviriyor. Neredeyse şimşeğinin p
an İd ısı gözleri alıverecek.
İnsan yeryüzündeki harika sistemi seyrettikten sonra
gözlerini gökyüzüne çevirse insanların milyarlar harcayarak
yaptığı milyonlarca kilovatlık elektriği Allah (c.c.) bir anlık
şimşekle meydana getirdiğini görür. Suların gökyüzüne
buhar halinde çıkıp yağmura dönüşüp tekrar yeryüzüne
döndüğünü görür.
Dağlar gibi bulutlar arasından birbirine değmeden inen Tolu
tanelerinin hangisinin nereye isabet edeceğini dahi Allah'ın
belirlediğini anlar.
Bütün bir sistemi en güzel şekilde yürüten Allah (c.c.)
rahmeti eseri olarak, rahmet olan kitabını, rahmet
Peygamberiyle bize göndermiş ki buna uysunlar da onların
aile ve toplum hayatı düzelsin diye. 3071[38]

44- Allah geceyle gündüzü evirip çeviriyor. İşte bunda


görüş sahipleri için ibret vardır.
"Teşrii kanununu" (şeriatı) kabul etmeyenlere, "Tekvini
kanununu" hatırlatıyor. Geceyle gündüz yaratılalıdan beri
sistemde hiçbir bozulma olmadan dört mevsimin her
gününde saniye kaybı olmadan düzenli olarak Allah onları
evirip çeviriyor. İşte teşrii kanununada uyarsanız hayatınız
böyle düzgün ve düzenli olacaktır. 3072[39]

45- Allah bütün canlıları sudan yarattı. Onlardan bir kısmı


karnı üzerinde yürür, bir kısmı iki ayağı üzerinde yürür, bir
kısmı da dört (ayak) üzerinde yürür. Allah dilediğini yaratır.
Şüphesiz Allah herşeye gücü yetendir.
3071[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/388-389.
3072[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/389.
Gözlerimizi önce yeryüzüne, sonra gökyüzüne, sonra
geceyle gündüzün işlemesine çevirdikten sonra şimdi de
hayvanlar alemine çeviriyoruz.
Hicri 808, miladi 1405 yılında ölen Demiri merhumun
Türkçeye, Latinceye, Fransızcaya, İngilizceye terceme
edilen "Hayatü-1 Hayevan" isimli eseri, hayvanlar
ansiklopedisi sahasında batıya yüzlerce yıl fark atmış bir
eserdir. İşte bu ayetler ilim adamlarımızı dağları, denizleri,
gökyüzünü, hayvanları araştırmaya yöneltmiştir.
Yılan gibi yerde sürünen, insan gibi iki ayak üstünde
yürüyen, at gibi dört ayak üstünde yürüyen hayvanlar
yarattığı gibi "dilediğini yaratır" ifadesiyle yaratmanın
devam ettiğine bir işaret vardır.
İnsanların yaptıklarıda Allah'ın yaratmasıdır. Çünkü uçak'ın
ana malzemesi Allah'ın yarattığı tabiattan alınma. Alan eli
Allah yaratıyor. Düşünen beyni Allah yaratıyor. Uzay
araştırma merkezinin müdürünün beyin damarının biri
rahatsız olsa bilginin tamamı siliniveriyor. Demekki alan O,
veren O 3073[40]

46- Andolsunki biz açıklayıcı ayetler indirdik. Allah


dilediğini doğru yola iletir.
Hem tabiat ayetlerine dikkatimizi çeken ayetleri indirdi.
Hem de "teşrii" ayetleri indirdi. Hem fiziki hayatımızı,
hemde sosyal hayatımızı Allah'ın koyduğu kanunlara göre
yürütelim diye. 3074[41]

47- "Allah'a ve Peygambere iman ettik ve itaat ettik" derler.


Bundan sonra onlardan bir kısmı yüz çevirirler. İşte onlar
mü'min değillerdir.
48- Aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Rasülüne
çağırıldıklarında birde bakmışsmki onlardan bir kısmı yüz
3073[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/390.
3074[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/391.
çevirirler.
49- Eğer hak onlara olursa boyunlarını eğerek ona (Kur'ana)
gelirler. Aman ya Rabbi..! küfrünü gizleyen münafık
insanların röntgenini bizim için ne güzel veriyor. Yeri
gelince Allah ve Peygamberine imandan dem vururlar.
Hatta ibadetlerinden, itaatlarından dem vururlar. Ama gelin
Allah'ın kitabına göre hükmedin denildimi yüz çevirirler.
Ancak bunlar o kadar aşağılık maddeye tapan insanlardırki
eğer onların çıkarına bir hak verilirse bu sefer "şeriatın
dediği olur, kitabımız böyle buyurur" diyerek
yaltaklanır. 3075[42]

50- Kalblerinde bir hastalıkmi var? Yoksa


şüpheleniyorlarmı? Yoksa Allah ve Rasulünün
zulmedeceğinden mi korkuyorlar? Hayır. İşte onlar
zalimlerin ta kendisidirler.
İnsanı münafıklığa iten üç sebep:
1- Kalblerindeki hastalık.
2- Kur'anın mesajlarından şüphe etmek, verdiği haberlerin
doğruluğundan şüphelenmek.
3- Allah ve Rasulünün dedikleri uygulandığı zaman
kendilerine zul-medileceğinden korkmak.
Üç durumda da kafirlikten kurtulamazlar. Günümüzde
ikinci maddedeki şüpheyi taşıyan bir kısım müslüman
aydınımız vardır. İnancında samimi olan, batıyı Kur'an'dan
daha iyi bilen bir kısım insanımızda maalesef bu şüphe
vardır. Mutlaka giderilmelidir. 3076[43]

51-AraIarında hükmetmesi için Allah'a ve Rasulüne da'vet


edildiklerinde mü'minlerin sözü ancak "İşittik ve itaat ettik"
demek olur. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendisidir.

3075[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/391-392.
Bak. Nisa suresi 60-65
3076[43]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/392.
52- Kim Allah'a ve Rasulüne itaat eder, Allah'dan korkar ve
ondan sakınırsa, işte onlar kazananların ta kendisidir.
Nisa suresinin altmışıncı ayetinde, bu Nur suresinin 48.
ayetinde de ifade edildiği gibi kafirler Allah'ın kitabına göre
değil de Tağutların, Allah'a baş kaldıranların koyduğu,
kanunlara göre muhakeme olmak istediklerini bildirmişti.
Bu ayette ise mü'minlerin tağutlara değil, tağutları da
yaratan Allah (c.c.)'ın indirdiği Kur'anı dinleyip emirlerine
uyduklarını ifade ederken, kişinin "iman ettim" demesinin
yeterli olmadığını, itaatında gerekli olduğunu gösteriyor.
Allah'a iman edip de Tağut'tan adalet istemek şirkin en
koyusu, en katmerlisidir. Kazananlar ve kurtuluşa erenler
ise Allah'a ve Rasulüne itaat edenler, O'nun rızasını
kaybederim korkusuyla dikkatli olan ve her yerde ve
herşeyde Allah'ın ilmini, kudretini ve sanatını görerek ür-
perenlerdir. 3077[44]

53- Eğer sen onlara emredersen, elbette (harbe) çıkacakları


konusunda bütün güçleriyle yemin ettiler. Deki: "Yemin
etmeyin" (sizden istenen) iyi bir itaattir. Şüphesiz Allah
yaptıklarınızdan haberdardır.
Münafıkların işi zor. Hem mü s lü m ani ara, hemde
kafirlere yetişmeleri lazım. Bu ayette mü'minlere yemin
ederek onlarla beraber harbe çıkacaklarını söylüyorlar.
"Haşr" suresinde ise Yahudilere yine yemin ederek onlarla
beraber olduklarını, eğer Yahudiler Medine'den çıkarlarsa
beraber çıkacaklarını söylemişlerdi ama onlar Medine'yi
terkederlerken münafıklar Medine'de kalmışlardı.
Kişinin yeminine bakılmaz, İşine bakılır. Ayrıca İslam'ın bir
emrini yerine getireceklerine söz vermeleri de pek önemli
değil. Asıl olan İslama teslim olmaktır.
Günümüzde kafir güçler İslami emir veya yasaklara

3077[44]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/392-393.
uymuyorlar. Fakat beş on senede İslam'ın emir veya
yasaklarından birine uyacaklarını söylemekle müslümanları
kandırmaya çalışıyorlar.
Ayet bize, işi kökden halletmemizi emreder. Topyekün
İslam'ın bütün emirlerine uymalarını isteyeceğiz. Yoksa beş,
on senede bir hükmün icra edilmesine razı olursak İslam'ın
insanlara mutluluk sağlaması için binlerce yıl beklememiz
gerekir. Ya hep, ya hiç. 3078[45]

54- Deki: "Allah'a itaat ediniz, Peygambere de itaat ediniz.


Eğer yüz çevirirseniz, şüphesiz O kendisine yüklenenden,
sizde kendinize yüklenenden sorumlusunuz. Eğer O'na itaat
ederseniz hidayete erersiniz.
Peygambere düşen (görev) ancak apaçık tebliğdir.
Sevgili Peygamberimize yüklenen görev, kendisine indirilen
ayetleri insanlara duyurmak ve o ayetleri kendi hayatında
yaşayarak örnek olmaktır. İnsanların görevi de, Allah'ın
kitabına göre yaşantısını düzenlemektir.
Bugün Müslümanlar Allah'a ve Rasulüne itaat ederken,
Kur'an'ın ayetlerini dünyanın her tarafındaki insanlara -
çağın bütün haberleşme ve iletişim aletlerini kullanarak-
ulaştırmaktır. Bizim yükümüz altın, inci, mercan değildir.
Bunları yaratan Allah'ın kelamıdır. 3079[46]

55- Allah, içinizden iman edip, salih ameller işleyenlere


şöyle va'detti: "Elbette biz onlardan öncekileri nasıl halife
kılmışsak, onları da halife kılacağız ve onlar için razı olduğu
dinlerini (tatbik edecekleri) mekana (ülkeye) yerleştireceğiz.
Korkularının ardından güvene değiştireceğiz.
Bana ibadet ederler, bana hiçbirşeyi ortak koşmazlar. " Kim
bundan sonra inkar ederse işte onlar fasıkların ta
kendisidirler.
3078[45]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/394.
3079[46]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/394-395.
Allah'ın koyduğu kanunları yeryüzünde tatbik etme görevi
bütün insanlığa verilmiştir. Bakara suresinin otuzuncu
ayetinde; "Adem (a.s.)'m yeryüzüne halife olarak
indirildiğini" haber verir.
Halife: Asilin yerine geçen vekil manasınadır. A'raf
suresinin 142. ayetinde; "Musa (a.s.), kardeşi Harun (a.s.)'i
yerine halife seçtiğini" bildirir.
Halife: Aklı başında, ergenlik çağma gelmiş Müslümanların
biat ederek (seçerek), yönetimin başına getirdikleri,
Müslüman, akıllı, ergenlik çağına gelmiş, hür, erkek, ilmi
dirayeti yerinde, adil, medeni cesareti olan sıhhatli insana
denir.
Seçilmişlerin seçtiği bu değerli insanın emaretinde imanlı,
iz'anlı, vicdanlı, ameli salihi yerinde bir topluma, Allah
mutlaka zaferler verecek ve dinin tatbiki için mekanlar
arzedecektir.
Bizler bugün başarılı olamıyorsak, ayette bahsedilen
özelliklere sahip olmayışımızdandır. Bu konu için bakınız;
Bakara:33-34, 124, ayetler.
Korku içinde yaşıyoruz. Filan ülkeyi kırmayalım, istediğini
verelim. Filan ülkeyi üzmeyelim, arzularını yerine getirelim
politikası, içimizde İslamı, dışımızda küfrü
taşıdığımızdandır. Eğer içimizde iman, dışımızda Kur'anın
öngördüğü yaşantı olursa Allah korkularımızı güvene
çevirecektir. Çünkü inanan bilirki Allah dilemedikçe hiçbir
kimse ona zarar veremez. 3080[47]

56- Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin. Peygambere itaat


edin ki merhamet olunasınız.
İki dünyada da Allah'ın rahmetine kavuşmanın yolu,
Müslümanları bir araya getiren namazı kılmaktan,
Müslümanlar arasında ekonomik dengeyi sağlayan zekattan

3080[47]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/395-396.
ve toplumun hukuk devleti olmasını sağlayan Peygambere
onun şahsında Kur'ana itaattan geçtiğini öğreniyoruz. 3081[48]

57- İnkar edenler (bizi) yeryüzünde aciz bırakacaklarını


sanmasınlar. Onların yeri ateşdir. Ne kötü bir dönüş yeridir.
Elli beşinci ayette, Allah'ın va'dettiği hilafetin ve İslam
dininin, yeryüzünde tatbik edileceğinin gerçekleşmesini
engellemek için şer güçler bütün güç ve kuvvetlerini
kullansalar engelleyemezler. Kimse Allah'ın gücüyle başa
çıkamaz.3082[49]

58- Ey iman edenler, ellerinizin altındakiler, sizden ergenlik


çağına gelmemiş çocuklar, sabah namazından önce, öğle
vaktinde elbiselerinizi çıkardığınızda ve yatsı namazından
sonra sizden üç kere izin istesinler. Bu üç vakit sizin için
mahrem vakitlerdir. Bu vakitlerin dışında birbirinizin yanına
girip çıkmada sizede, onlarada günah yoktur. İşte Allah size
ayetleri böyle açıklar. Allah Alimdir, Hakimdir.
Bu surenin 27.29. ayetlerinde başkalarının evine girerken
izin istemenin adabını öğretmişti. Burada ise aynı evde
yaşayan aile fertlerinin birbirlerinin odalarına belirli
zamanlarda girmeleri halinde izin istemeleri
öğretilmektedir.
Ayette üç vakitten bahsedilmekte. Bu durum bölgelere,
mevsimlere ve şartlara göre değişir. Gece çalışıp gündüz
dinlenen insanların durumu daha farklıdır. Ayetin bize
öğrettiği aile fertlerinin birbirlerinin mahremiyetine dikkat
etmeleri ve özel odalarına izinsiz girmemeleridir.
Kapı çalmanın adabından, devlet yönetmenin kurallarına
kadar herşeyi bizlere öğreten Allah'a hamdolsun. 3083[50]

3081[48]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/396-397.
3082[49]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/397.
3083[50]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/397-398.
59- Çocuklarınız ergenlik çağına geldiklerinde daha
öncekilerin (çocukların) izin istediği gibi izin istesinler. İşte
Allah size ayetlerini böylece açıklar. Allah Alimdir,
Hakimdir.
Ergenlik yaşı fıkıh kitaplarımızda kesin olarak
belirtilmemiştir. Bu konuda efendimizden açık bir ifade
yoktur. Bölgeler ve iklimlerin insan gelişiminde etkisi
olduğunu biliyoruz. Onun için sabit bir yaş belirlen-mez.
İslamın hakim olduğu bölgelerde bilirkişilerin tesbiti geçerli
olur.
Sıcak bölgelerde küçük yaşlarda ergenliğe ulaşan çocuklar,
soğuk bölgelerde biraz daha geç ergenliğe ulaşabiliyor.
Onun için Kur'an-ı Kerim yaşı belirtmek yerine "ergenlik
çağı" kelimesini kullanmıştır.3084[51]

60- Evlenme ümidi kalmayan, yaşlanıp oturmuş kadınlara


zinetleriyle gösteriş yapmaksızın (dış) elbiselerini
çıkarmalarında bir günah yoktur. İffetli davranmaları onlar
için daha hayırlıdır. Allah işitendir, bilendir.
Günümüzde Müslümanlar ayetin tam tersini yapıyorlar.
Seksenlik nine çarşafını veya başörtüsü ile burnunu dahi
kapatırken yanındaki torunu yarı açık gezmektedir.
Halbuki torun dış elbisesinide alacak. Seksenlik nine ise
çarşaf gibi, manto gibi dış elbiseyi almadan çıkabilir. Yoksa
ayet ihtiyarlar açılabilir manasında değildir. Çünkü Ahzap
59. ayet genç ihtiyar ayrımı yapmadan örtünmeyi
emretmiştir. 3085[52]

61- Kör'e bir sorumluluk yoktur, Topal'a bir sorumluluk


yoktur. Hastaya bir sorumluluk yoktur. Evlerinizde veya
babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde veya
erkek kardeşlerinizin evlerinde veya kız kardeşlerinizin
3084[51]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/398-399.
3085[52]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/399-400.
evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya halalarımızın
evlerinde veya dayılarınızın evlerinde veya teyzelerinizin
evlerinde veya anahtarına sahip olduğunuz (evlerde) veya
arkadaşınızın evinde yemenizde bir sorumluluk yoktur. Size
toplu halde veya ayrı ayrı yemenizde de bir sorumluluk
yoktur. Herhangi bir eve girdiğinizde Allah katından bereket
ve iyi bir sağlık dileyerek kendinize selam veriniz. İşte
Allah düşünesiniz diye ayetleri böyle açıklar.
Körlerin, topalların, hastaların toplumdan dışlandığı bir
anda bu ayetlerle özürlülerin de bizler gibi olduğu aynı
sofralarda birlikte oturmalarında bir sakınca olmadığı
vurgulanır.
Ayette sayılan akrabaların ve arkadaşlarımızın evleri
evlerimiz gibidir. İçeri girip yemek yememiz günah
değildir. Yemekde aynı kapdan hep birlikte yememiz uygun
olduğu gibi, ayrı ayrı kaplarda yememiz de
uygundur.Yemek adabımıza kadar herşeyi bize bildiren
Allah'ımıza hamdolsun. 3086[53]

62- Mü'minler ancak Allah'a ve Rasulüne iman edenlerdir.


Onunla (Peygamberle) birlikte toplumu ilgilendiren bir iş
üzerinde olduklarında ondan izin almadan gitmezler.
Senden izin isteyenler şüphesiz Allah'a ve Rasulüne iman
edenlerdir. Bazı işleri için senden izin istediklerinde
onlardan dilediğine izin ver. Onlar için Allah'a istiğfar et.
Şüphesiz Allah Gafurdur, Rahimdir.
Sohbette, meclisde, parlamentoda nasıl davranılacağını,
oturum başkanından izin alınmadan toplantının
terkedilemeyeceğini
Bu surenin 27,28,58,59, ayetlerde; evlere izin alınmadan
girilemeyeceğini öğretmişti. Burada ise toplumu ilgilendiren
konular konuşulurken izinsiz çıkılamayacağını

3086[53]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/400-401.
öğretiyor. 3087[54]
63- Peygamberin çağırmasını aranızda birbirinizi
çağırmanız gibi yapmayın. Allah içinizden birbirine
gizlenerek sıvışıp gidenleri bilir. Onun emrine muhalefet
edenler kendilerine bir fitnenin veya acıklı bir azabın isabet
etmesinden sakınsınlar.
Peygamber efendimize hitap ederken birbirimize hitap eder
gibi konuşmayacağız. "Hucurat" suresinde Allah Rasulüne
nasıl konuşulacağı öğretilmiştir.
Birde Peygamber efendimiz bizi bir iş için çağırdığında bu
çağrıyı diğer insanların çağrısı gibi değil daha değerli olarak
önem vereceğiz.
Onun halifesi olan yönetici de bir Müslümanı huzuruna
çağırdığında, hemen gelecek ve saygıda kusur etmeyecek.
Önemli toplantılara gelmeyen, gelipte göründükten sonra
sıvışıp gidenler kınanmakta ve elim azapla uyarılmaktadır.
Günümüzde Müslümanların Önemli işlerinde davet
edildiğimiz yere gidecek ve orada birileri beni görmesin
diye gizlenme tarafına veya sıvışıp gitme tarafına
gitmeyeceğiz. Yoksa topluluğumuz dağılır. Zalimlere teker
teker yem oluruz. İşte bu bir fitnedir. 3088[55]

64- Dikkat edin, göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır.


Muhakkak o sizin üzerinde olduğunuz şeyi bilir. Kendisine
döndürüldükleri gün, onlara yaptıklarını haber verecektir.
Allah herşeyi bilendir.
Şu anda kimin nerede ne yaptığını, nasıl yaptığını, niçin
yaptığını bilmektedir. O halde bütün hayatımızda fotoğraf
çektirecekmiş gibi bütün söz ve davranışlarımızı kontrol
edelim. Ahirette utanacağımız işleri yapmayalım. Allah (cc)
yardımcımız olsun. 3089[56]

3087[54]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/401-402.
3088[55]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/402-403.
3089[56]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/403.
FURKAN SURESİ

"Furkan" kelimesi Türkçede pek kullanılmaz, ama aynı


kelimeden türetilen "Fırka" yani grup veya ayırt edici
anlamında kullanılan "Fark" kelimesi Türkçede kullanılır.
Furkan kelimesi ise; iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı bir
terazi hassaslığı ile ayırt eder. Allah (c.c.) Kur'an'ı Kerim'in
bir ismini de "Furkan" olarak isimlendirmiştir. Nitekim ilk
ayeti kerimede de buna işaret edilmiştir. Mekke'de nazil
olmuştur 77 ayettir.3090[1]

1- Alemlere uyarıcı olması için kuluna Furkanı parça parça


indiren (Allah'ın şanı) ne yücedir.
2- O ki göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Hiçbir çocuk
edinmemiştir. Mülkünde ortağı yoktur. Herşeyi yarattı ve
belirli bir düzene koydu.
Burada dikkatimizi çeken bir kelime "Lil Alemin" dir. Yani
bütün alemlere uyarıcı olsun diye indirilmiştir. Allah (c.c.)
burada Müslüman yazar çizerlere de adeta şu mesajı
vermektedir; yazdığınız şeylere dikkat edin, evrensel
olmalıdırlar, evrensel olması için çalışın.
Yani belli bir grubu, kesimi hedef almasın, herkese hitab
etsin. Burada evrensel bir dil kullanılması tavsiye ediliyor.
Yani evrensel dil derken belli bir lisanı hedeflemiyoruz ama
herhangi bir dilde yazarken öyle ifadeler kullanmki, başka
bir dile tercüme edildiğinde*herkes anla-yabilsin bunu.
Meselâ bıçaktan bahsederken İbrahim'in bıçağı derseniz bu
peygamber tüm dinlerde yer aldığı için hangi dile çevrilirse
çevrilsin mutlaka anlaşılacaktır. Öyleyse bizler aynı
zamanda iyi insanların iyi hallerinden, davranışlarından söz
edeceğiz, insanlara onları örnek olarak göstereceğiz. 3091[2]

3090[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/405.
3091[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/405-406.
3- Ondan başka hiçbirşey yaratmayan, kendileri yaratılan,
kendilerine fayda ve zarar veremeyen, ölüme, yaşama ve
dirilmeye gücü yetmeyenleri ilahlar edindiler.
Bu ilahlar genelde insanlardandır. Çünkü putları yapanlar da
insanlardır. Hicri 300 yıllarında yazılmış olan ve Ankara
İlahiyat Fakültesi tarafından Arapça ve Türkçe olarak
basılan bir kitap var; "Putların (putçuluğun) Tarihçesi",
Tarih boyunca ilk pulculuğun çıkışı Nuh (a.s.)'ın zamanıdır
ki, insanlar velilerin, iyi insanların anısına taş dikmişler ve
onları ilah edinen insanlar da çıkar sağlamış oldular.
Demek ki ilah aslında putlar değil o putları yapıp onun
üzerinde çıkar sağlayan insanlardır. Allah (c.c.) da "Allah'ın
dışında ilahlar edindiler. Halbuki o ilahlar hiçbir şey
yaratamazlar, kendileri yaratılmışlardır. Onlar kendilerine
bile zarar veya fayda veremezler. Onlar öldürmeye veya
diriltmeye kadir değillerdir" diyor.
Biz, Allah'a hamdolsun diyoruz, putçuluk yok. Çünkü
heykellerin karşısında putlara ibadet maksadıyla
eğilmiyoruz, ibadet etmiyoruz diye şükür ediyoruz. Mekke'li
insanlar da televizyonda gösterildiği gibi bir putun karşısına
geçip de secde etmiyordu. Ama o putların etrafında insanları
toplayıp kendi yanlarından çıkardıkları kanunları yürürlüğe
koyarak çıkarlarını sağlıyorlardı.
Böylelikle asıl putlar insanların kendisi oluyordu. Çünkü
diğer insanlar da onların söylediklerini, kanunlarını Allah'ın
söylediklerine (kanunlarına tercih ediyorlardı.) Doğasıyla
insanlar onları put edinmişlerdi.
Öyleyse bir adam Allah'ın yasağını değil de, bir başkasının
yasağını kabul eder veya Allah'ın helalini değil de,
insanların putların helallerini kabul ederse; onları put
edinmişler demektir. Halbuki yarının ne getireceğini
bilemeyen ve bilse de müdahale edemeyen ve öldüremeyen,
diriltemeyen, nzık veremeyen insanlara, putlara tapmak
kabul edilemez. O putun sözleri de Allah'ın sözüne karşı
tercih edilemez. 3092[3]

4- Kafirler: "Bu ancak O'nun uydurduğu bir iftiradır. O'na


başka bir topluluk yardım etmiştir" dediler. Onlar zulüme
yalanla geldiler.
Bundan sonra devam eden ayetlerde daha önce de geçtiği
gibi Peygamber Efendimizin (s.a.v.) getirdiği Kitaba
"Eskilerin hikayesi" demişlerdir. "Ona başkaları öğretiyor"
diyorlardı. Yani Efendimize iftira
ediyorlar.
Bu iftira konusunda müsteşrikler çok azılıdır. Bunlar sırf
dini konuları yönlendirmek ve insanları sapıtmak için
çalışmakta, öğrenim görmektedirler.
Mesela Mevlana konusunda bu çarptırma çoktur. Vereceğim
bir konferans nedeniyle Meviana hakkında yazılmış olan
eser ve makalelere baktım, özellikle şu beş konunun dışında
Mevlana'ya temas edilmemiş: Birincisi Mevlana'da aşk. Bu
aşk bildiğimiz etli butlu kadına aşık olmak demek. İkincisi:
Mevlana'da Sema, yani oynama. Üçüncüsü: Mevlana:da
Hümanizm. Dördüncüsü: Gül. Beşincisi ise: Şaraptır.
Bu beş konunun dışında pek birşey yoktur. Bu konuda söz
söyleyenler tüm araştırmalarını bu beş konuya
hasretmişlerdir. Hümanizm demek tabii ki insancılık
demektir. Ama o adamlar bizleri sevmiyorlar çünkü bizleri
insandan saymıyorlar. Sadece Batı insanını insan sayıyorlar.
Öyleyse onlara göre tüm insanlar Batı insanına hizmet
etmek zorundadır.
Ama Mevlana'yı baştan sona okuduğumda şunu gördüm.
Diyor ki: "Ahir zaman peygamberine inanmayan bir insan,
insanlığın kıymetini bilemez, bilemeyince de pirenin, itin,
sivrisineğin insanın kıymetini bi-lemeyip de kanına hücum
ettiği gibi, YaTıudisi, Hristiyanı ve Mecusisi de

3092[3]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/406-407.
Müslümanm kanını emmek için yöneldiler. Nasıl ki
sivrisineği ve pireyi öldürmek bize nasıl helalse bu insanları
öldürmekde aynı öyle helaldir."
Bunu şunun için anlatıyorum, her konuda müsteşriklerin
yaptığı şu: Meselâ Unesco'nun başına zenci ve Müslüman
olan bir Afrikalı seçiliyor. Bilindiği gibi A.B.D. ve İngiltere
Unesco'da olduğu halde bu Müslümanm seçilmemesi için
büyük çaba sarfediyorlar ama ikinci seçimde de aynı
Müslüman seçimi kazanınca diyorlar ki "biz maddi des-
teğimiziçekiyoruz." Niye? Çünkü UNESCO kanalıyla kendi
kültürlerini dünyaya sunacak, satacaklardı ama bu
Müslüman onların bu düşüncesini engellediği için böyle
karar almışlardır.
Mevlana'yı da öyle bir hale getiriyorlar ki, adeta Mevlana
hiçbir dine inanmayan, gavur bir adam olarak çıkıyor
karşımıza. Ama o da diyor ki: "Ben Kur'an'm
hizmetkârıyım. Muhammed'in yolunun tozuyum. Kim
benim mesnevimde bu ikisinin dışında söz duyarsa ben
ondan şikayetçiyim." 3093[4]

5- (Kafirler) "Bunlar, Öncekilerin uydurduğu masallardır.


Onları(kendisi) yazdırdı ve sabah akşam onlar kendisine
okunur" dediler.
6- Deki: "O'nu (o Kur'an'i) göklerde ve yerdeki gizliyi bilen
(Allah) indirdi. Şüphesiz O Gafurdur, Rahimdir."
Kafirler Peygamberimize diyorlardıki: "O geçmişteki
insanlardan
duyduğunu size anlatıyor. Buna binaen de Muhammed,
Hristiyan rahiblerden rahib Bahira'dan duyduğunu,
gördüğünü bize anlatmaktadır."
Hukuk fakültesindeki insanlar ise İslâm Hukuku için bu
Roma Hukukundan kaynaklanmıştır demektedirler. Ama

3093[4]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/407-408.
İslam kendi gücünü gösteriyor, gösterince insanlar İslama
yöneliyor, Böyle oluncada "Efendim İslâm Hukuku Roma
Hukuku'ndan alınmıştır. Muhammed Rahib Bahira ile
görüşmüş ve ondan duyduklarım anlatmıştır. Onunla
görüştükten sonra İslâmı anlatmaya başlamıştır"
demektedirler. Doğru! Peygamberimiz Rahib Bahira ile
çocukken, yani 15 yaşlarında iken görüşmüştür. Ama sadece
yemek esnasında birlikte olmuşlardır. Şimdi düşünün bir
insan sırf yemek esnasında 6000 küsur ayet-i kerimeyi nasıl
öğrenebilir, nasıl ezberleyebilir? Üstelikde Efendimiz
okuma yazma bilmemekte idi, yani ürnmi idi. Ve sözde 25
sene sonra, yani görüşmeden 25 yıl sonra bunu hiç
unutmamış ve unutmadığı bu Kur'an ayetlerini tebliğ
etmeye başlamış. Bunu akıl ve mantık kabul edemez,
mümkün değildir. 3094[5]

7- (Kafirler) dedilerki: "Bu Peygambere ne oluyorki yemek


yiyor, çarşılarda yürüyor. Ona bir melek indirilmeli ve
onunla beraber uyarıcı olmalı değilmiydi?"
8- "Veya ona bir hazine bırakılmalı değilmiydi? Veya ondan
yiyeceği bir bahçesi olmalı değilmiydi?" Zalimler: "Siz
ancak sinirlenmiş bir adama uyuyorsunuz" dediler.
9- Bak, sana nasıl misaller getirerek saptılar. Artık onlar
(Hakka) hiçbir yol bulamazlar.
10- Eğer dilerse bundan daha hayırlı, altından ırmaklar
akan, bahçeleri ve köşkleri sana kılacak olan (Allah'ın şanı)
ne yücedir.
İsra suresinin (90-91 nci) ayetlerinde açıkladığımız gibi
müşrikler Peygamber Efendimizin yemesini, içmesini,
çarşılarda gezmesini, Peygambere yakıştıramıyorlar.
Halbuki bize örnek olacak bir Peygamberin bizim gibi
yaşaması gerekir. Eğer o bir melek olsaydı yaratılışımız ayrı

3094[5]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/408-409.
olduğundan bize örnek olamazdı. Müşrikler genelde
maddeci, materyalist olduklarından "Peygamberin yanında
tonlarca altını olsaydı, bahçeleri olsaydı" diyorlar. Ama
görüyoruzki yanında altını ve bahçeleri olmayan ama yüce
Allah'ın yüce kelimeleri bulunan Peygamber karşısında
altına ve devlet otoritesine sahip kafirlere galip geliyor.
Paranın gücüyle yüce mesajlara ulaşmıyor ama, ilah
mesajlarla iki dünyayı cennet ediyor. 3095[6]

11- Hayır, onlar (kıyamet) saatini yalanladılar. Bizde


(kıyamet) saatini yalanlayanlara alevli bir ateş hazırladık.
12- Ateş onları uzak bir yerden gördüğünde onun öifcesini
ve uğultusunu işitecekler.
13- Bağlanmış olarak Cehennemin dar bîr yerine
atıldıklarında orada yokolmak için bağrışacaklar.
14- "Birtek yok oluş için bağrışmayın, birçok yokoluş için
bağrışın."
15- Deki: "Bumu daha hayırlısı yoksa müttakilere
va'dohınan ebedilik cennetimi? Onlar için mükafat ve dönüş
yeridir."
16- Onlar için orada (Cennette), sonsuza değin diledikleri
vardır. Bu Rabbinden istenen bir va'ddir.
İlahi mesajın içinde ahiret olmasaydı, yaptıkları zulmün,
haksızlığın, soygunun, köşe dönmenin cezasından
bahsedilmeseydi belki Peygambere inanabilirlerdi. Ama
Peygamber hep ahiretten bahsediyor.
Cennet ve Cehennemden bahsediyor. Kafirlerde
kendilerinin kötü düşünce ve kötü işlerini bildiklerinden
Cennete değil, Cehenneme gideceklerini düşündüklerinden
ahireti inkara yöneldiler.
Allah (c.c.) onları bekleyen Cehennemi tasvir ediyor. Elleri
boyunlarına bağlanmış olarak Cehennemin daracık yerine

3095[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/409-410.
atılıyorlar. Cehennem homurdanarak onları bekliyor.
Daracık yerde yanarken ölüp kurtulmak isterler ama orada
ölüm yok. Cehennemden kurtuluş bu dünyada mümkündür.
İmansızlara Kur'an'm anlattığı kadarıyla Cehennem
anlatılmalıdır. Çünkü su ağaçlarda çiçeğe dönüşür ama
demiri yumuşatamaz. Demiri yumuşatmak için ateş
gerekir. 3096[7]

17- O gün onları ve Âllah'dan başka taptıklarını toplar ve


şöyle der: "Şu kullarımı siz mi saptırdınız yoksa onlar mı
yoldan saptılar?"
18- Dedilerki: "Seni tenzih ederiz. Senden başka veliler
edinmek bize yakışmaz. Ancak sen onlara ve babalarına bol
dünyalık verdiğinde zikri unuttular ve helak olan bir kavim
oldular." 3097[8]

19- Söylediklerinizde (tanrılarınız) sizi yalanladılar.


(Ahırette tanrılar kendilerinin tanrı olmadığını söylerler)
Azabı defetmeye de, yardıma da gücünüz yetmez. Sizden
kim zulmederse biz ona büyük bir azabı tattırırız.
Put insanların iki eli, iki ayağı vardır. Kendisine tapınanların
hepsini zorlayacak gücü yoktur. Put insanlar, o toplumun iç
dünyasının dışa yansımış halidir. Bir put bütün insanları
sapıtamaz. Sapmak isteyenlere yol gösterir.
1925 yıllarında milletvekillerinden biri halka şöyle diyor:
"Siz Müntehipsiniz, yani seçmensiniz. Bende Müntehabım
yani seçilenim. Meclisde Müntehabün iley, yani seçilenlerin
toplandığı yer. Kelimenin kökü "Nuhbe" dir. Siz ne iseniz
bizde sizin içinizden süzülüp, seçilen kaymağız."
İşte milletvekilinin söylediği. Biz yanlışların kabahatini
kendimizde arayacağız. Ahirette hayıflanmanın, pişmanlığın

3096[7]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/410-412.
3097[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/412.
faydası yok. Bu dünyada pişmanlık duyalım. 3098[9]

20- Senden önce gönderdiğimiz rasullerde yemek yer,


çarşılarda yürürdü. Bazınızı bazınıza imtihan kıldık.
Sabredermisiniz? Rabbin çok iyi görendir.
Yedinci ayette kafirler, Peygamberin yemek yemesini,
çarşılarda dolaşmasını, kısaca insan olmasını kabul
etmiyorlardı. Allah (c.c.) ise gönderdiği Peygamberlerin
hepsinin insan olduğunu, çarşılarda gezdiğini, yemek
yediğini haber veriyor.
Çünkü Peygamberler yiyecek, içecek ve giyeceklerin haram
ve helalini insanlara bildirmek, çarşılarda adaleti temin
etmek, can güvenliği, mal güvenliği, din güvenliği, akıl
güvenliği ve nesil güvenliğini sağlamak için gönderilmişti.
Onun için çarşılarda gezecek ve eğrileri doğrultacak.
Peygamberler imtihan sorularından bindir. Ona iman
ederlerse sorunun cevabını doğru vermiş olurlar. 3099[10]

21- Bizimle karşılaşmayı ummayanlar: "Melekler bize


inmeli veya Rabbimizi görmeli değilmiydik?" dedi.
Muhakkak onlar kendi içlerinde kibirlendiler ve büyük bir
azgınlığa düştüler.
22- Melekleri gördükleri gün, o gün suçlulara müjde yoktur.
(Melekler kafirlere): (Cennet size) yasaklanmıştır" derler.
23- Yaptıkları herhangi bir (iyi) amelin önüne geçeriz ve
saçılmış toz haline getiririz.
Mü'minler melekleri görmeden iman ettikleri için
imanlarının Rab katında değeri vardır. Kafirler melekleri,
ahireti görecekler ama, Melekler onlara müjde değil, azabı
haber vereceklerdir.
Bu kafirler küçücük akıllarıyla bu dünyada Allah'ı görmek
isterler. "Küfür cephesinde yeni birşey yok" isimli
3098[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/413.
3099[10]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/413-414.
eserimizde açıkladığımız gibi her çağın kafiri aynı sözü
söylüyorlar. "Görmediğimiz Allah a iman etmeyiz" diyorlar.
Günümüz ateistleri de aynı şeyi söylüyorlar.
Akıllarını da göremeyen bu kafirler, kendilerinin akıllı
olduğunu zannediyorlar. 3100[11]

24- O gün Cennet ehlinin karargahı daha hayırlı ve


dinlenme yeri daha güzeldir.
25- O gün gökyüzü bulutla yarılır ve melekler ardarda
indirilir
26- O gün gerçek mülk Rahmanındır. Kafirlere çok zor bir
gün olur.
27- O gün zalim ellerini ısırır ve derki: "Keşke Peygamberle
yol alsaydım"
28- "Yazık bana keşke filanı dost edinmeseydim"
29- "Bana geldikten sonra beni zikirden saptırdı." Şeytan
insanı yardımsız bırakır.
Kıyametin dehşetli sahnelerini gören herkes mülkün
Rahman olan Allah'a ait olduğunu anlar ama faydasız. Hür
iradesiyle daha önceden "Mülkün sahibi Allah'dır" diyenler
Cennete yerleşecekler. Kafirler ise durumu görünce
parmaklarını ısıracaklar.
Peşinden gittiği dost edindiği sapıklarla arkadaşlık ettiğine
pişman olacak ama son pişmanlık fayda vermeyecek.
Allah (c.c.) devam eden ayetlerde; bu iftira eden insanları,
kafirleri Cehenneme attığını ve o insanların orada azab
gördüğünden bahsediyor.
Daha öncede çok temas ettiğimiz gibi, "Mekki" surelerin
birçok yerlerinde Cehennem azabına temas ediliyor. Öyle
olması da gerekiyor. Çünkü inançlının da inançsızın da
ençok korktuğu şey Ahiret azabıdır.
İman etmeyenler ne kadar iman etmeseler ve bunu ne kadar

3100[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/414-415.
bas bas bağırarak söyleselerde, evlerinde yalnız başına ve
karanlıkta kaldıklarında, bir ürperme hissettiklerinde, acaba
kabirde halimiz ne olacak diye akıllarından
geçirmektedirler.
Ya bu Müslümanların dediği doğruysa.!! diye düşünecek.
İşte bu insanların bu tip endişeleri taşımaları nedeniyledir
ki, televizyona kadar getirip "Ahiret yoktur" diye
konuşturup; Ahiretin olmadığı ve ölen insanların başkasının
kalıbına girerek, tekrar dünyaya geldiğini ispatlamaya
çalışıyorlar.
Allah (c.c.) kâfirlerin Cehennem'deki yerlerinden
bahsettikten sonra da Müslümanların Cennet'teki
yerlerinden hallerinden bahsediyor, oranın yaşanacak en
güzel yer olduğunu belirtiyor.
Dünyadaki birçok insanın sapıtmasına sebep mutlaka bir
başkasıdır. Yani bir insan sapıtıyorsa onu bir başkası
ayartıyor demektir. Allah (c.c.) da Ayet-i Kerimelerde
bundan bahsediyor. Kâfir insanlar Cehennem'deki yerlerini
görünce; "O gün zalim kimseler ellerini ısırarak şöyle der:
Keşke ben Peygamberin yoluna gitseydim (çünkü onlar
Cennete gidecektir) Ne yazık bana! Keşke şu adamı
kendime dost edinseydim."
Allah (c.c.) böylece bu dünyada iken; dostlarınızı iyi seçin
diye aynı zamanda bizi uyarıyor. Öbür dünyada beraber
olmak istediklerinizle bu dünyada da beraber olun. Çünkü
"kişi sevdiğiyle beraberdir." 3101[12]

30- Rasul şöyle dedi:Ya Rabbi benim kavmim,bu Kur’an-ı


terkedilmiş bir şey kıldı.
31- İşte böylece biz her Peygambere suçlulardan düşman
kıldık. Yol gösterici ve yardımcı olarak Rabbin yeter.
Peygamber dedi ki: "Ya Rabbi benim bu kavmim

3101[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/415-417.
Kur'an'dan göç ettiler." Bu ayet kâfirler için söylenmiştir
ama bizim halimizin de bundan pek farkı yoktur. Çünkü
bizlerde uzun bir zamandan beri ahkâm olarak, ahlâk olarak
Kur'an'dan göç etmiş durumdayız.
Biz Kitab'ı arkamıza atmışızdır. Peki Kitab'ı arkamıza atınca
kitapsız olmuş oluyormuyuz? Hayır, Çünkü ayet-i kerime'de
"Şeytan'm uydurduğuna tabi oldular" 3102[13] buyuruluyor.
Yani Kur'an-ı dürüp, kaldırıveren insan, insanlara bir kitap
vermek zorundadır ki; işte buda şeytanın uydurduğudur.
Hocam evimizde Kur'an var deniliyor. Evimizde varda hep
duvarda asılı duruyor. Kur'an'a saygı önemlidir ve göbekten
aşağı düşürmemek sadece Türklere mahsus bir saygı ve
gelenektir.
Meselâ Araplar, Kur'an'ı okurlar, okurlar ve yorulunca
başlarının altına koyar uyurlar. Sorduğunuz zaman derki;
"Başımın altına koyacak Allah'ın kitabından daha sağlam ve
rahat birşey yok ki!" Baktığınız zaman doğru söylüyordur
ve kendine göre bir saygı anlayışı vardır.
Hatta Türkler Öyle bir saygı gösterirler ki işlenmiş
çantaların içine koyup ve kimsenin ulaşamayacağı bir yere
asarlar. Şimdi, bu mu saygı?, yoksa hergün okumak mı?
Tabii ki hergün okumak.
Ama hürmet bununla kalmıyor, yani yalnız okumakla
kalmayacağız, ayrıca Kur'an'ı anlamaya çalışacağız ve onu
hayatımıza uygulamak için çalışacağız. Nasıl ki "bal"
demekle ağız tatlanmıyor, illada bal yemek gerekiyorsa, işte
Kur'an'ı okumak da böyledir.
Yani anlamını bilmeden ve tatbik etmeden okuyacak
olursak asıl gayeye ulaşamayız sadece "bal" demiş oluruz.
Halbuki manasını da anlayarak, Kur'an'a yeniden dönüş
yapmak zorundayız. 3103[14]

3102[13]
Bakara 102
3103[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/417-418.
32- Kafirler dedilerki: Kur'an ona birden, topluca indirilmeli
değilnıiydi" Senin kalbine yerleştirmemiz için (böyle parça
parça indirdik. Ve onu tertil üzere (ağır ağır) okuduk.
Kâfirlerin bir itirazını da Allah (c.c.) şöyle belirtiyor.
"Kur'an topluca inmeli değil miydi? (Yani 6000 küsur ayet
birden bire indirilseydi olmaz mıydı?) Allah (c.c.) buna
cevaben buyuruyor ki; Biz yenin kalbinde onu sabit kalmak
için ayrı ayrı zamanlarda (23 senede) indirdik, (manasım
anlatarak, harflerini öğreterek)"
Topyekün indirilseydi tabii ki insanların hazmetmesi de zor
olurdu. Günümüzde de insanlara İslâm'ı götürürken Allah'ın
indirdiği usulü izleyelim, birden bire götürmeyelim. İşte
bizde buna uygun olarak, Kur'an'ı Kerim'in nüzul sebebine
ve sırasına göre ve en önce Allah'a ve Ahirete iman ve
Cennet Cehennem'in hak olduğunu anlatıyoruz.
Allah (c.c.) bunun peşinden, Peygamberleri öldürenlerin,
yalanlayanların, yurdlarından kovanların, kötü akıbetlerini
ve bunların neler olduğunu Nuh, Semud, Ad kavmini
örneklendirerek bizlere anlatıyor ve örnek veriyor. Zalimler
zulümleriyle abad olamamışlardır ancak berbad olmuşlardır.
Günümüzdeki kâfirlerde size güçlü görünseler bile bir gün
gelırki, siz Müslümanlar onlara galip gelirsiniz müjdesini
veriyor Allah (c.c). 3104[15]

33- Onların sana getirdiği misalin, daha doğrusunu ve


açıklaması daha güzel olanını, biz sana getiririz.
34- Yüzüstü Cehenneme toplanacak olanlar, işte onlar yeri
en kötü ve yolu en sapık olanlardır.
Kafirlerin, mantık oyunlarıyla inkarlarını pekiştiren,
Müslümanların imanında şüphe uyandırabilecek her türlü
dedikodularının Kur'an'da cevabı vardır. Rabbim onun en
güzel açıklamasını yapmıştır.

3104[15]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/418-419.
Onların Cehenneme yüzüstü atılacaklarını haber verir. Onlar
cehenneme atılmadan önce bu dünyada iken engelleyelim.
İman etmelerini isteyelim. 3105[16]

35- Andolsun biz Musa'ya kitabı verdik. Kardeşi Harun'u da


yanında vezir yaptık.
36- "Ayetlerimizi yalanlayan kavme gidin" dedik. Sonra
onları (yalanlayanları) yıkıp yok ettik.
37- Nuh kavmini de Peygamberlerini yalanladıklarında
su'da boğuverdik ve onları insanlara bir ibret kıldık.
Zalimlere acıklı bir azap hazırladık.
38- Ad'ı, Semud'u, Res halkını ve bu arada birçok kavmi
helak ettik.
39- Bunların hepsine (akıllarını başlarına alsınlar diye)
misaller verdik, (iman etmeyince) hepsini helak ettik.
40- Andolsun onlar (Mekke'liler), belâ yağmuruna tutulan
şehre geldiler. Orayı görmediler mi? Hayır onlar (ahirette)
dirilişi ummuyorlar.
Peygamberimize inanmayanlara geçmiş hatırlatılıyor. Musa,
Harun, Nuh, Hud, Salih, Lut (a.s.)'lann kafirler karşısında
galip geldikleri, kafirlerin helak edildikleri haber verilirken
uyarıyor, Peygamberimizi ve bizi yüreklendiriyor.
Biz azlığımıza ve maddi eksikliğimize bakmayız. Biz
herşeyi yaratan Allah'a iman etmişiz ve ona güvenmişiz. O
herşeye gücü yetendir.
"Ashabı Ress" için; Hazreti İsa'ya iman eden hristiyanları
yakan, yahudiler olduğu söylenir. 3106[17]

41- Seni gördükleri zaman; "Allah bunumu elçi olarak


gönderdi?" diyerek alaya alıyorlar.
42- "Eğer onlara (ilahlarımıza) sıkıca sarılnıasak neredeyse
bizi ilahlarımızdan saptıracak" (diyorlar) Azabı
3105[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/419.
3106[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/419-421.
gördüklerinde kimin yolu sapıknuş yakında bilecekler.
Yetim olarak büyüyen, fakir olarak yaşayan Efendimize
Peygamberlik verilmesine şaşıyorlar ve alaya alıyorlar.
"Zuhruf suresinde" (37 nci ayet); "Peygamberliğin şu iki
şehrin en büyük adamına verilmesini istiyorlardı."
Rabbim rahmetini, kime dilerse ona verir. Kafir insanlar,
maddeden başka güç tanımadığından; Peygamberin de
arkası kalın, kasası dolu birinden olmasını istiyorlar. 3107[18]

43- Hevasim ilah edineni gördün mü? Onun üzerine sen mi


vekil olacaksın?
Hiçbir kafir, Ateist putsuz değildir. Ateistler "Biz hiçbir
ilaha inanmayız" diyorlar. Ama kendi fikirlerini Allah'ın
sözlerinden üstün gördüklerinden, kendi kendilerine
tapmıyorlar. Kendi koyduğu kanunu, Allah'ın kanunundan
üstün görenler de kendilerine tapmanlardır. 3108[19]

44- Yoksa sen onların çoğunun dinleyeceklerini yahut


anlayacaklarını mı zannediyorsun. Hayır onlar hayvanlar
gibidir. Hatta onların yolları daha sapıktır.
"Yoksa sen o kâfirlerin çoğunluğunun işitip, anlayacağını
mı zannediyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, hatta
hayvandan da aşağıdadırlar." Hayvanlık derecesinde
kalamıyor kâfirler hatta daha aşağıya düşüyorlar.
Hani "Tin" Suresinde olduğu gibi, Allah insanı en güzel
kıvamında yaratmıştır ama, eğer isyan ederse aşağıların
aşağısına düşer. Dünyadaki her nimet, her güzellik insan
için yaratılmıştır.
İnsan da kendini iyi gözetlemeli ve canını aşağılara
düşürerek değerini kaybetmemelidir. Ama inanmayanlar
hayvanlar gibidirler ve daha da aşağıdadırlar. Niye? Çünkü
hayvanlar sahihlerini tanırlar da genelde diğer insanları
3107[18]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/421.
3108[19]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/422.
tanımaz ve onların sözlerini dinlemezler.
İşte bu kâfirler de sahibleri olan Rab'lerini tanımazlar. Onun
için de hayvandan daha da aşağıdadırlar. Madem ki bu
insanlar dereke olarak hayvanlardan daha da aşağıdalar ve
madem ki; "bizler kanımızı emdiği zaman biti, pireyi,
sivrisineği öldürebiliyorsak, insanlığın kanını emen insanları
öldürmek de bizim için helaldir" der Mevlana. 3109[20]

45- Bakmadınmı Rabbinc, gölgeyi nasıl uzatmış? Eğer


dileseydi gölgeyi sabit kılardı. Sonra güneşi gölgeye delil
kıldık.
46- Sonra kolayca onu kendimize durduk.
Güneşi uzatan Allah ve onu kısaltan da gene Allah'tır. Şimdi
ışığın hızı saniyede 300.000 km, peki karanlığın hızı ne
kadardır? Karanlığın hızı da saniyede 300.000 km.dir.
Allah (c.c.) buyuruyorki; güneş geliyor ve eşyanın gölgesi
yükseliyor ve güneş yükseldikçe de gölge kısahyor.
Müslümanlarda yükseldikçe kâfirin otorite gücü
kısalacaktır. Müslümanlar daha ufukta yeni doğmakta
olduğundan şimdilik kâfirin saltanatı otoritesi uzundur.
Zannediliyor ki, bununla başa çıkılmaz. Ama Müslümanlar
uzadıkça, yani çoğaldıkça kâfirin de gölgesi kısalacaktır,
vede sıfırlama noktasına gelecektir.
Öyleyse meydanları boş bırakmayın ve kafire kabahati
yüklemeyin, çünkü zaten kabahat olarak küfrü ona yeter.
Bundan sonra da adam görevini yerine getiriyor. Peki bunun
gelmesine sebep nedir? Tabii ki ışığın yani Müslümamn
çekilmesinden kaynaklanmaktadır bu.3110[21]

47- O'ki geceyi sizin için elbise, uykuyu dinlenme ve


gündüzü dirilip yayılma (zamanı) kıldı.

3109[20]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/422.
Mesnevi Tahir-ül-Mevlevi tercemesi, Beyit No: 3311-3313 ve 4113-15 ve3857
3110[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/423.
İnsanlar bütün dünyalığı verseler, kadın, kız, para ve
aklınıza gelmeyen daha nice dünyalıklar var ama, Allah
(c.c.) uyku özelliğinizi aldığı zaman, iki üç gece
dayanırsınız ondan sonra tüm ağzınızın tadı kaçıyor.
Ağzınızın tadı kaçtıktan sonra da ne yerseniz yeyin, acı
gelir. 3111[22]

48- O'ki rahmetinin önünde müjdeci olarak rüzgarı


gönderdi. Gökyüzünden tertemiz su indirdik.
49- Onunla (su ile) ölü bir beldeyi diriltelim, yarattığımız
birçok hayvan ve insanı onunla sulayalım.
50- Andolsun ki, öğüt alsınlar diye onu aralarında
döndürdük dur-duk.(Ayetleri tekrar tekrar indirdik. Su,
gece, gündüz gibi tabiat ayetlerini döndürdük durduk.)
İnsanların çoğunluğu ise küfürde direndi.
"Gökyüzündeki bulutlardan tertemiz suyu indiren de Allah
(cc)' dır."
Araştırmacılar, pis suların tekrar arındırılıp yine içme suyu
olarak kullanılması için çalışıyorlar. Aslında kainatta olan
da budur. İçtiğimiz, kullandığımız her türlü artık sular bir
yere akıyor ve Allah(cc) onu kendisine has arıtma tesislerine
alıyor ve tekrar bizlere gönderiyor.
İçtiğimiz su'da belki de Hz. Adem'in elbisesini yıkadığı,
abdest aldığı sulardan bir parça var, Nemrut'un, Firavun'un
sularının artığından bir parça var.
Allah (c.c.) bu suları alıyor ve kendi katında arıttıktan sonra
tekrar bizlere indiriyor hem de şifalı olarak indiriyor. "Ölü
arazileri diriltmek ve onu sulamak ve (yarattığımız) birçok
hayvan ve insanı da sulamak için (ve onları diriltmek için)
bu tertemiz suyu gökyüzünden indirdik." "Allah'ı
hatırlamaları Hani zeytin üreticiliği yapmış olanlar bilirler;
Zeytin bir mevsim yani bir yıl ürün verir bir yıl vermez. Bu

3111[22]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/423-424.
sadece Türkiye'de böyle değildir tüm Dünyada böyledir.
Ama Allah (c.c.) dünyayı iki kısma ayırmıştır adeta. Şöyle
ki Dünyanın yarısında bu sene zeytin ürün vermişse diğer
yarısında vermez, gelecek sene diğer yarısında verdiğinde
ise o takdirde de bir yarısında yetişir zeytin.
Yani Allah (c.c.) bunu evirip çevirerek, aynı zamanda bize
bir ders veriyor. Allah (c.c.) yağmurları yağdırma
konusunda da böyle eşitçe davranmıştır. Ama bazı yerlerde
yağmurlar hiç durmaz, bazı yerlerde de çok kuraklık olur.
Bütün bunlar aralarında mübadele olsun içindir.
Yani dinim bize şunu öğretiyor. Sizler belirli sınırlar içinde
kalamazsınız. Sizler tüm dünya insanlarına hitap
edeceksiniz. Tüm eserleriniz dünyanın her insanına hitap
edebilmeli, dünyanın neresindeki insan okursa okusun sizin
mesajınızı anlaması gerekiyor. 3112[23]

51- Eğer dileseydik her şehre bir uyarıcı gönderirdik.


Ama kâinatın efendisi Efendimiz (s.a.v.)'ı tüm insanlığa
göndermiş Allah (c.c). Diğer peygamberler ise kendi
kavimlerine, belli topluluklarına gelmişlerdir. Hepsi bir
bütünü oluşturuyorlar. Peygamber Efendimizin Risaleti
hepsini kucaklayacak şekildedir. 3113[24]

52- O halde kafirlere itaat etme. Onlara karşı bununla


(Kur'an'Ia) büyük bir cihad yap.
Allah (c.'c.) Peygamberimize hitap ederek buyuruyorki;
"Sakın kâfirlere itaat etme!" Burası çok önemlidir, çok
dikkat edelim buna. Etrafımızdaki imansız insanlara itaat
etmeyelim.
Ama itaat etmek de yeterli değil: "Onlara karşı bütün
gücünle büyük bir savaş ver." Onlara karşı malınla, canınla,
diplomanla, makamınla mücadele etmelisin. Kâfiri kendi
3112[23]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/424-425.
3113[24]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/425.
haline bırakmayacağız. Kâfire itaat etmeyeceğiz ve ihmal de
etmeyeceğiz. 3114[25]

53- İki denizi birbirine salıveren O'dur. Bu tatlı susuzluğu


gidericidir. Şu ise tuzlu ve acıdır, ikisinin arasına bir perde
ve engel koymuştur.
Hepinizin veya bir çoğunuzun bildiği bir ayete geldik. "İki
denizi birbirine salıveren o Allah (c.c.) birisinin içimi gayet
tatlı bir deniz, birisinin de içimi gayet tuzlu ve acı bir deniz!
İkisi birbirine salıverilmiştir, ama aralarındaki perde
nedeniyle birbirine geçemiyorlar."
Bu konu geçtiğimiz yıllarda gazete ve dergilerde, Kaptan
Custo bunu keşfetti diye çokça yazıldı, bahsedildi. Benim
asıl dikkatimi çeken şudur: Bu ayet o kadar fazla
işlenmesine rağmen bir önceki ayet insanlara hiç ama hiç
hatırlatılmadı.
Allah (c.c.) ise bu ayeti kerimeye gelmeden önce bir ayeti
kerimeye işaret ederek sakın kâfirlere itaat etme ve onlarla
mücadele et, onların imana gelmesi için gayret sarfet. Bak
görmüyormusun iki deniz birbirine bulaşmıyor!
Dünya da da kâfirle mü'min beraber yaşıyor ama birbirine
bulaşmıyor. Çünkü aralarında bir perde var. Üstelik bu
karışmama yalnız denizde yoktur. Havada da, aydınlıkla
karanlık karışmıyor. Aydınlık gelince karanlık gidiyor.
Kafirler acı su gibidir. Toplumun hayatını
3115[26]
acilaştırıyorlar.

54- Sudan insanı yaratan O'dur. O insanı nesep ve evlilik


yoluyla akraba kılandır. Rabbin herşeye gücü yetendir.
Şimdi üç ayeti yanyana getiriyoruz: Kâfirlere itaat etme,
Allah'a itaat et, onlarında müslüman olması için cihad et.
Görmüyormusun tatlı denizle tuzlu denizi birbirine
3114[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/425-426.
3115[26]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/426.
salıvermeyen Allah'tır. Ve sudan insanı yaratan da yine
Allah (c.c.)tır.
Üstelik kâfirlerle mü'minler bir arada biryerde yaşarlar da,
aralarında bir perde vardır, birbirlerini sevmezler,
bulaşmazlar, ayrı yaşarlar. Bununla birlikte kâfirleri ihmal
etmeyeceğiz ve İslâm'a kavuşması için cihad edeceğiz ve
onları tatlı deniz tarafına alacağız, en azından onları olmasa
bile evlatlarını tatlı su haline getirmeliyiz. 3116[27]

55- Allah'dan başka, kendilerine fayda ve zarar


veremeyenlere ibadet ediyorlar. Kafir, Rabbine karşı
(gelenlere) yardımcıdır.
Allah (c.c), Peygamberimiz (s.a.v.)'in müjdeci ve sakındırıcı
olduğunu beyan ettikten sonra, bir ayet-i kerime geliyor.
"Deki buna (peygamberliğime) karşı sizden hiçbir ücret
istemiyorum." Rabb'inin yoluna giren insanlar istiyor
peygamberimiz.
Peygamberimiz öldükten sonra kilim, ibrik ve
seccadesinden başka birşey bırakmamıştır. 2 milyon
kilometrekareyi yöneten Peygamberimizin vefatından sonra
kalan mirası işte bunlardır.!!!
Ama günümüzde milletvekili olan insanların kendileri
olduğu gibi oğulları da hala milyarderdir, ağadır, vs. 3117[28]

56- Biz seni ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.


Dünyada devleti, izzeti, iffai müjdeleyen, ahirette Cenneti
müjdeleyen, kula kul olmanın kötülüğünü ve Cehennem
ateşine karşı insanları uyaran Peygamberin ümmetisiniz.
Bizde aynı görevi yerine getirelim. 3118[29]

57- Deki: "Buna karşılık sizden, Rabbine giden yolu

3116[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/426-427.
3117[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/427.
3118[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/427.
edinmesini dileyen kimseler olmanızdan başka bir ücret
istemiyorum.
Bütün Peygamberlerin tekrarladığı "Sizden ücret
istemiyorum" cümlesidir. Çok önemlidir.
Günümüzde İslamı tebliğ edenlerin en çok dikkat etmesi
gereken şey insanların eline değil, gönlüne bakmasıdır. Biz
insana talibiz. O insanın doğru yola Rabbin yoluna
gitmesini istemeliyiz. 3119[30]

58- Ölmeyen diriye tevekkül et. Onun hamdi ile teşbih et.
Kullarının günahlarına O'nun haberdar olması yeter.
59- O ki gökleri, yeri ve ikisi arasındakiler! altı günde
yarattı. Sonra arş üzerine istiva etti. (O) Rahmandır. Bunu
bir bilene sor.
60- "Rahmana secde edin" denildiğinde, "Rahman nedir?
Senin bize emrettiğine mi secde edelim?" dediler ve
nefretleri arttı.
Yapayalnız kalsak bile korkmayız. Allah'a tevekkül ederiz
ve yürürüz. Daima O'na hamdeder, ve O'nu tenzih ederiz.
Gökleri ve yeri O yarattı. O Rahmandır. O Rahman'a sarılan
rahmetten uzak kalmaz.
Biz beş vakit namazımızda Rahman'a secde ederiz:
Kafirlere; "Sizde Rahman'a secde edin" denilse, "Rahman'ı
tanımadıklarını" söylerler. Tanıdıkları insanların suretine
secde ederek nefretlerini artırırlar. Onlar secde etmeselerde
biz bu ayeti okuyunca hemen kalkar ve "Tilavet secdesi"
yaparız. 3120[31]

61- Gökyüzünde burçlar kılan, orada (güneşi) kandil, ay'i


aydınlatıcı kılan ne yücedir.
62- Öğüt almak veya şükretmek isteyene geceyle gündüzü
ardarda kılan O'dur.
3119[30]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/428.
3120[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/428-429.
Gök'te burçlar yaratan, yıldızlarla donatan, geceyle gündüzü
ardarda getirendir yüce olan.
Geceyle gündüzün ardarda gelmesi, bizim aklımızı başımıza
almamız ve o vakitlerde Allah'ı zikretmemiz ve
şükretmemiz içindir. 3121[32]

63- Rahmanın kulları, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve


cahiller onlara (edebsızce) konuştuklarında "selâm" derler.
64- Rableri için secde ve kıyamla gecelerini geçirirler.
65- "Rabbimiz !!, Cehennem azabını bizden çevir. Şüphesiz
onun azabı kuşatıcıdır" derler.
66- Orası ne kötü bir yerleşim yeri ve ne kötü bir makamdır.
67- Onlar infak ettiklerinde israf etmezler, cimrilik de
yapmazlar. Bunun arasında orta bir yol tutarlar.
Nur suresinin 54 ncü ayetinin tefsirinde Vehb b.
Münebbih'den İbni Kesir bir nakil yaparak Efendimizi tarif
ediyor. "Öyle sakin yürürdü ki, yanan mumun yanından
geçse onu söndürmezdi. Kuru kamışlar üzerinde yürüse ses
çıkartmazdı" diyor.
Rahmanın kulları da rahmet gibi olurlar. Vakarla yumuşak
yürürler. Yerde bir halkı incitseler Hakkı inciteceklerine
inanırlar.
"Cahil" kelimesi burada "Kafir" anlammadır. Her kafir
cahildir. Ama her cahil kafir değildir. Olur mu hocam, Ay'a
giden adama cahil denir mi? demeyin. O kafirAy'a gider
ama, kendini yaratan, kalb atışını sağlayan, kanını coşturan
Allah'tan habersiz ise bu cahildir.
İşte bu cahiller, iman edenlere hakeret etseler; iman edenler
onlara hakaretle cevap vermezler. Güzel bir şekilde cevap
verirler. Çünkü yarın tebliğ için yine gelecekler. Hiçbir
insanın gönül kapısını kapatacak söz etmeyin.
Akşam, yatsı ve sabah namazlarını kılarak Rabbimize kıyam

3121[32]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/429.
ve secdeye devam edin. Cehennemden uzak kalmak için
Rabbe dua edin.
İsraf edip elinizi boynunuza bağlayıp oturmayın. Cimrilik
de yapmayın. Çünkü cimrilik yapan kendine cimrilik
yapmış olur. 3122[33]

68- Onlar, Allah'la beraber diğer ilahlara dua etmezler.


Allah'ın haram kıldığı cam haksız yere öldürmezler ve zina
etmezler. Kim bunları yaparsa günahla karşılaşır.
69- Kıyamet gününde onun azabı katlanır ve orada alçalmış
olarak ebediyen kalır.
70- Ancak pişman olan, iman edip ameli salih işleyen
müstesna. Allah onların kötülüklerini iyiliğe değiştirir.
Allah Gafurdur, Rahimdir.
71- Kim tevbe eder ve ameli salih işlerse şüphesiz o tevbesi
kabul edilmiş olarak Allah'a döner.
Mü'min, Allah'dan başkasına dua etmez. Haksız yere adam
öldürmez. Zina etmez. Günümüzde haksız yere adam
öldürme olayları kafirler tarafında olduğunu görüyoruz."
Yahudiler Filistin'de, Ruslar Kafkaslar1 da, Batılılar üçüncü
dünya ülkelerinde adam öldürmeye devam ediyorlar.
Müslüman ülkelerde ise dinsizleştirilmiş insanlar haksız
yere adam öldürüyorlar.
Rabbimiz Mü'm inleri tanıtırken "Onlar zina etmezler"
buyuruyor. Kur'anda "zina etmeyin" diye bir emir yok.
"Zinaya yaklaşmayın" yasağı vardır. 3123[34] "Mü'minler zina
yapmazlar" derken bize eğitimin metodunuda gösterir.
Çocuklarımıza "şunu yaparsan döverim" diye söylemek
yerine "benim çocuğum akıllı, bunu yapmaz" demek daha
etkilidir.
Kötülük yapanlar cezasını çekecek, ama Rabbimiz
kendisinin Rahman olduğunu bu surede özellikle vurguluyor
3122[33]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/429-431.
3123[34]
İsra 32
ve iman edip tevbe edenlerin afvedileceğini haber
veriyor. 3124[35]

72- Onlar yalana şahitlik yapmazlar. Boş lakırdıya


uğradıklarında likle. Perin oirlprlpr
iyilikle geçip giderler.
73- Onlar, Rablerinin ayetleri hatırlatıldığında, sağır ve kör
olarak yere (secdeye) kapanmazlar. (Bilerek ve gönülden
inanarak secdeye kapanırlar.)
74- Onlar, "Rabbimiz, bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve
çocuklar bağışla ve bizi müttakilere önder kıl" derler.
75- işte onlar sabırları sebebiyle(cennet köşküyle)
mükafatlandırılırlar ve orada sağlık dileği ve selamla
karşılanırlar.
76- Orada ebedi olarak kalırlar. Ne güzel bir yerleşim yeri
ve ne güzel bir makamdır.
77- Deki: "Eğer duanız olmasaydı Rabbim size hiçbir değer
vermezdi. Muhakkak siz yalanladınız. Artık yakında
cezalandırılmanız gerekir.
Mü'minler yalan söylemezler, yalanı dinlemezler, yalan
şahitlik yapmazlar, boş sözlerle, lakırdılarla vakit
geçirmezler, öyle yerlere uğrarlarsa durmazlar, nazik bir
şekilde çekip giderler. Hayatlarını Kur'ana göre ayarlarlar.
Kendilerine Allah'ın ayetleri hatırlatıldığında duymaz-lıkdan
gelmezler.
Günümüz Müslümanlarının bu öğüte çok ihtiyacı vardır.
Herkes kendi yaptığının iyi olduğunu zannediyor. Halbuki
mihengimiz Kur'an olmalıdır.
Eşimiz ve çocuklarımız bizim gözlerimizin nuru olsun.
Nasıl gözümüzü tehlikelerden korursak eş ve çocuklarımızı
da günahlardan koruyalım. Yoksa yanarlar.
Allah'dan sakınan bir toplum meydana getirelim ve onlara

3124[35]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/431-432.
önder olalım. Tarihde hiçbir zaman zalimlerin başına adil
bir önder gelmemiş. Adil bir toplumda zalim bir önder
gelmemiş. 3125[36]
Emir ve yasaklara dikkat eden muttaki toplum, ahirette
Önderleriyle birlikte toplanırlar ve ebedi kalmak üzere
Cennete koyulurlar. Bu kula kul olmayıp Rahman'a kul
olmanın mükafatıdır.
Zaten Rabbimize kulluğumuzun dışında bizim değerli olan
neyimiz varki? Altına, gümüşe, yakuta, inciye, mercana, ve
dünya nimetlerine sahip olanlar bilsinlerki; bu nimetleri
yaratan Allah'dır. Bunlara sahip olmak Allah katında değer
kazandırmaz.
Ancak bu dünyada her hareketimizi Rabbin istediği
doğrultuda yaparsak Rabbimiz katında kulluğumuzun ve
dualarımızın bir değeri olur.
Rabbim senden başkasına kul edip yalvartma. Amin. 3126[37]

3125[36]
Bak Furkan 18, ve Bakara 124
3126[37]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/432-434.
ŞUARA SURESİ

"Şuara suresi"; Şairler suresi demektir. 224. ayetinde


şairlerin iyileri ve kötülerinden bahsettiği için bu adı
almıştır. Mekke'de nazil olmuştur. 227 ayetten meydana
gelir. 3127[1]

1- Ta-Sin-Mim.
Bu sureye besmeleden sonra üç harfle başlanıyor: "Ta, sin,
mim" Kur'an'da bazı surelerde görüldüğü gibi, bu sureye de
bu harflerle başlanıyor. Allah (c.c.) şunu demek
istemektedir. Bu Kur'an'ı Kerim Arap dili ile indirilmiştir ve
şu harflerden meydana gelmektedir. Bu Kur'an Peygamberin
uydurduğu birşey diyorsanız, buyurun Arapçayı da bili-
yorsunuz, buyrun bir Kur'an da veya bunun bir benzerini de
siz yapınız. Bunlar müfessirlerin fikirleridir ki bizde onlar
gibi Allah-ü Alem diyoruz ve tefsirimize geçiyoruz. 3128[2]

2- Bunlar apaçık açıklayan kitabın ayetleridir.


Anlaşılması zor değildir, kim okursa mutlaka kendisinden
birşeyler bulur. Bunlar Peygamberin kendi sözü değildir.
Yani dinlerken bunları düşünerek dinleyeceğiz. Çünkü
sözler de sahibine göre değer kazanır. Çünkü sözün
doğruluğu kadar sözü uygulayabilen bir zat söylemektedir
bu sözleri.
Bu tefsirini yapmaya çalışacağımız sureler Mekke'de nazil
olan sureler. Yani Müslümanlar henüz çok güçlü değiller.
Yeni yeni iman edenler var, çeşitli kesimlerden insanlar ve
özellikle de gençler İslâm'a geliyorlar.
Bu bize şunu gösteriyor, demekki toplumda İslâm'a en
çabuk uyum sağlayacak olanlar gençlerdir. Çünkü az

3127[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/435.
3128[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/435-436.
bozulmuşlardır da ondan.
Ama Allah'ın seçtiği bir adam 40 yaşına geldiği zaman,
onlara İslâmı tebliğ ederken Dünya'da İran ve Bizans
İmparatorluğu var, ki onlar o zamanın en güçlü devletleri.
Birde Mekke devleti vardı. Özellikle çıkar çevreleri
Efendimiz (s.a.v.)'in karşısına dikiliyorlar ve onun sesini
daha doğmadan boğmak istiyorlar.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'de tebliğinin bütün insanlara
ulaşması için gecesini gündüzüne katıyor. "Müddesir" ve
"Müzemmil" surelerinde anlatıldığı gibi; Peygamber
Efendimiz gece yarıları kalkıp plan kuruyor ve geceden
kurduğu planları gündüzden uyguluyordu. 3129[3]

3- (Kafirler) iman etmiyorlar diye neredeyse kendini helak


edeceksin.
Yani öylesine çok düşünüyor, fedakarlıklar yapıyorsun ki,
İslam'ın anlatılması için öylesine çalıştığın halde insanlar
senin dediğine gelmiyorlar, Allah (c.c.) "Cehennem'e
gidiyorlar diye neredeyse kendini helak ediyorsun,
edecektin." buyuruyor.
Fetih suresinde ikinci ayette Peygamber efendimiz (s.a.v.)'m
geçmiş ve gelecek günahlarının affedildiğini bildiriyor.
Buna rağmen efendimiz gece ve gündüz İslam'ın hakim
olması, küfrün kalkması ve insanların Cennet'e doğru
koşması için çalışıyor, çabalıyor.
Bizlerde onun ümmeti olarak onun gibi canımızı dişimize
takarak aklı, mevki, diploma gücü ve diğer maddi manevi
güçlerle çalışmalı ve bu dinin yayılması için gayret
sarfetmeliyiz.
Yani Allah (c.c.) bizlere diyorki sizin peygamberiniz
böylesine kendisini helak edecek derecede çalıştı.
Başarısızını kaldı? Hayır! 13 sene sonra devletini kurdu ve

3129[3]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/436.
bundan sonra da İran ve Bizans İmparatorluklarına ordular
göndermeye başladı.
Allah (c.c.) devam ediyor. Hani bazen bizim bile
düşündüğümüz şeyler oluyor. Mesela diyoruzki; yahu
mademki Allah (c.c.) vardır bu kafirlerin gözlerini kör
ediverse bak o zaman nasıl imana gelirler. Allah (c.c.) da
buyuruyorki: 3130[4]

4- Eğer dilesek üzerlerine gökden bir mucize indiririzde


boyunları ona eğilir kalır.
Allah (c.c), imanda "iztirari" iman istemiyor, "ihtiyari" iman
istiyor. Gönülden iman etmek gerekiyor. Onun için "dinde
zorlama yoktur" buyurmuş Rabbim (Bakara 256).
Çünkü, iman da, küfür de gönülle olan bir iştir. Gönülle
ilgili işlerde tabancanın işi yoktur. Hani ne demişler "gönül
ferman dinlemez" Allah (c.c.) bizden zorlama değil de
gerçekleri anlatma istiyor. Ama sadece anlatma yeterli değil
tabii, aynı zamanda fiilen tatbik istiyor Allah (c.c). 3131[5]

5- Rahmandan onlara gelen her yeni zikirden yüz çevirirler.


6- Şüphesiz yalanladılar. Yakında alay ettiklerinin haberleri
onlara gelecektir.
7- Yeryüzüne bakmazlar mı? Orada her güzel çiftten
nicelerini bitirdik.
Kur'an ayetleri ile tabiat ayetleri birlikde sunuluyor. Kur'an'ı
indiren Allah(cc), çiçekleri de yaratıyor. Kafirler tabiattan
gelen nimetlerden yüz çevirmiyorlar ama ardarda gelen
Kur'an ayetlerinden yüz çeviriyorlar. Halbuki dünya
nimetleri belirli bir zamanda ölünceye kadar fayda verir.
Kur'an ayetleri ise iki dünyada da fayda verir. 3132[6]

3130[4]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/437.
3131[5]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/437-438.
3132[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/438-439.
8- Şüphesiz bunlarda (Allah'ın birliğine) delil vardır. Bir
çoğu iman edici değildir.
9- Şüphesiz Rabbin Azizdir, Rahimdir.
Rahmet, merhamet aslında güçlü insanda daha değerlidir.
Peygamber Efendimiz buyururki "Gerçek pehlivan, bir
insana kızmışken ve ona da gücü yeterken, onu affedendir."
Yani güçlü iken affetmek asıl fazilet. 3133[7]

10- Hani, Rabbin Musa'ya: "Zalimler toplumuna git" diye


seslen mişti.
11- "Firavunun kavmine" (git) (Allah'dan) onlar
sakınmazlar mı?"
12- (Musa) dediki: "Rabbinı, beni yalanlamalarından
korkuyorum."
13- "Göğsüm daralıyor, dilim tutuluyor. Onun için Harun'a
da elçilik ver."
14- "Benim onlara karşı bir günahım da var. Beni
öldürmelerinden korkuyorum."
Dikkat edin Rabbim burada Musa (a.s.)'a; "Git şu zalim
topluluğa" diyor. Peygamberimiz (s.a.v.)'de Mekke'de
İslam'ı tebliğ ederken dua ediyor ve diyorki; "Ya Rabbi
Ömer veya Ebu Cehil'in ikisinden birinin Müslüman
olmasını istiyorum Ya Rabbi!"
Niye bu ikisinden birisi? Çünkü onlar o zamanın
toplumunda, parlamentosunda parlamenter ve devlet
yöneticisi olmakla birlikte yeraltı dünyasının da babalarıdır.
Birisi yani Ebu Cehil kadın ticareti yapıyor. Bunların
İslam'a girmesiyle birçok insan da İslam'a girer. Çünkü
birçok insan onların hayranı. Parayı ellerinde tuttukları için
de birçok insan onlardan korkmakta, gene birçok insanda
onların aklına ve diline güvenmektedir.
Bunun için peygamberimiz onlardan hiç değilse birinin

3133[7]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/439.
Müslüman olmasını istiyor. Çünkü onların Müslüman
olmasıyla birlikte aynı zamanda onların zulmü mazlumların
üzerinden kalkacaktır.
Şimdi bizde bugün insanlara İslam'ı götürürken ilk olarak
hedefimiz insanlık olacaktır. Çünkü bu din bütün insanlara
indirilmiştir.
Rabbim o zamanın en büyük ve en güçlü kralı olan
Firavun'a Musa (a.s.)'ı gönderiyor, fakat Musa (a.s.) "Ya
Rabbi beni yalanlamalarından korkarım. Ya Rabbi benim
gönlüm daralır, dilim dönmez, kar&eşimi de Peygamber
olarak görevlendir Ya Rabbi." diyor.
Peki niçin Musa (a.s.)'ın dili tutulur, gönlü daralır? Çünkü
"onlara karşı benim yaptığım bir hata vardır, o suçtan dolayı
beni Öldürmelerinden korkarım. " diyor (O suç da bir başka
ayeti kerimede belirtildiğine göre) Musa (a.s.) daha
Peygamber değilken, Yahudilerden bir delikanlı ile
Kıptilerden biri kavga ederken Musa (a.s.) Yahudiye yardım
etmek için varıyor ve bir yumrukla Kıptiyi öldürüyor.
Bunun üzerine ağır bir ceza ile cezalandırılacağını bilen
Musa (a.s.) şehirden kaçıyor ve 10 seneye yakın Mısır'ın
dışında kalıyor." 3134[8]
Allah (c.c.)burada şuna dikkat çekiyor: "Eğer içimizde bir
suçluluk psikolojisi olacak olursa, dilimiz tutulur, göğsümüz
daralır. Allah (c.c.) bir ayetinde de; "İman ediyorsanız en
üstün sizsiniz." buyuruyor.
Demekki bundan sonra şu İstanbul şehrinde yürürken şunu
hissedeceksiniz: Bu mülk Allah'ındır. Bende Mü'minim,
öyleyse buranın yerlisi ve sahibiyim. İman etmeyenler ise
ya işgalcidirler veya Müslümanın himayesine girmiş
zimmidir. İşgalci ile yerlinin haleti ruhiyesi ise ayrı ayrıdır.
Çünkü haklı olan daima iç dünyasında güçlüdür. Sizde
yüksek makamdaki bir adamın yanına bile varırken eğer o

3134[8]
Bak Kasas 15
adam iman etmiyorsa, o adamı orada işgalci olarak gören.
İşgalciyi çıkartmak zorundasınız. Bu mülk Allah'ın, siz de
onun temsilcisisiniz. Bunu unutmayın ve tatbik etmeye
çalışalım, 3135[9]

15- (Allah) dediki: "Hayır. İkiniz ayetlerimizle gidin. Biz


sizinle beraber dinleyiciyiz."
Yani Rabbim o zamanın en güçlü imparatoruna, o
imparatorki Mısır'daki ehramların yapılması için 30 sene
devamlı bu ihramların yapılması için zulmetmiştir ve bu 30
senede o ehramların yapılması için 100.000 köle ölmüştür
yani o eserler zulüm ve insan kanı üzerinde yükselmiştir.
İşte Rabbimde bu iki peygamberi böyle bir zalime gönde-
rirken diyorki gidin korkmayın ben sizinle birlikteyim, bana
güvenin. 3136[10]

16- Firavuna gidin ve deyin: "Biz alemlerin Rabbinin


elçisiyiz"
Hani "elçiye zeval olmaz" sözü vardır Türkçede, Bu
Peygamberde demek istiyorki- biz sadece bir elçiyiz,
dolayısıyla bizim şimdi sana söyleyeceklerimiz bizim
sözlerimiz veya fikrimiz değildir. Seni yaratan, insanları
yaratan, çiçekleri, böcekleri donatan Rabbim bizi sana gön-
derdi. Bunun faydası nedir? Eğer tebliğ ettiğiniz şey
kendinizden olursa, bu tebliğiniz karşı taraftan ilgi
görmeyebilir. Adam size, hadi lan sende benim gibi bir
adamsın diyebilir, veya onun aklı sizin aklınızdan daha
üstündür. Yağmur yağarken elbisesi ıslanan kişi kimseye
kızmaz. Ama elbisesi ıslak bir adamın üzerine bir bardak su
dökseniz kızar. Onun için bizlerde Rabbimizin dinini onun
düzenini tebliğ ettiğimizi söylemeliyiz, saf İslam'ı

3135[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/439-441.
3136[10]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/441-442.
anlatmalıyız, hidayet Rabbimden. 3137[11]

17-“İsrailoğullarını bizimle gönder.”


18- (Firavun) dediki: "Biz seni içimizde bir çocuk olarak
büyütmedik mi? Ömrüyün birçok senesinde içimizde
kalmadın mı?"
19- "Yaptığın o (kötü) işide yaptın. Sen nankörlendensin."
20- (Musa) dediki: "Onu yaptığımda dalâlette
olanlardandım."
21- "Sizden korkunca, aranızdan kaçtım. Rabbim bana
hükmü bağışladı ve beni peygamber kıldı."
22- "Başıma kaktığın o nimet ise İsrail oğullarınım
köleleştirmen sebebiyle (elde ettiklerin) dir."
Musa ve Harun (a.s.) tekliflerini Firavun'a bildiriyorlar:
Bizimle beraber İsrailoğullarını gönder (şehirden
hicretlerine müsaade et) Firavun diyorki: Seni biz evlat
olarak avutup terbiye etmedik mi (böyle iken senin şimdi bu
yaptığın ne?" Yıllarca senin ömrün bizim aramızda geçmedi
mi?" Bugünde yüksek makama gelip de Müslümanca
faaliyet yaptığı anlaşılan kişilere daha yüksek mevkideki
insanlar "Ulan biz seni bu makamlara bunun için mi
getirdik, Müslümanlarla birlik olasın diye mi getirdik,
yazıklar olsun bu memleketin, milletin sana yaptıkları, eline
dizine dursun" deniliyor, demekki mantık aynı mantıktır.
Günümüzde televizyon ekranından dinime saldıranlar
ekrandan kafesde bir kuş gibi gösterdikleri Müslümana "bak
biz ekranlarımızı sanada açtık ötebiliyorsun" diyorlar.
Bunlar yolcunun devesini zorla aldıktan sonra, kesip
yedikten sonra artığından mal sahibinede vererek "bak ne
kadar cömertiz, senin karnımda biz doyurduk" diyen eşkiya
gibiler.
"Sen (Peygamber olmadığın bu dönemde) yapacağını yaptın

3137[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/442.
(ve bir adamı öldürdün). (Musa) Dediki: Ben daha o zaman
Peygamber değildim, yolumu bulamamıştım (öyle bir
zamanda yapmıştım bu işi) Sizden korktuğumdan dolayı da
buradan kaçtım. Ve Rabbim bana hükmünü (Tevrat'ı) verdi
ve beni Peygamberlerden kıldı. Senin benim başıma
kaktığın nimete gelince karşılığında Beni İsrail'i köle
yapmanız kaydı şartıyla yaptığınız tüm bu iyilikleri" Yani
binlerce insanı kendinize köle yaptınız ama farkına
varmadan o kölelerden bir tanesini de sarayınızda besleyip
büyüttünüz. Yani Rabbim burada şuna dikkat çekiyor: Evet
bir insan kendini düşünür, bu fıtridir ama bunu yanında
insanın halkını da düşünmesi gerekiyor. Yani evet bana
büyük nimetler, büyük imkanlar verdin ama kavmimi
köleleştirdin. 3138[12]

23- Firavun dediki: "Alemlerin Rabbi nedir?"


24- (Musa) "Göklerin, yerin ve ikisi arasindakilerin
Rabbidir. Eğer yakinen bilirseniz" dedi.
25- (Firavun) çevresindekilere "işitmiyormusunuz?" dedi.
26- (Musa): "O sizin Rabbiniz ve sizden önceki
babalarınizında Rabbidir" dedi.
27- (Firavun): "Size gönderilen bu elçiniz şüphesiz delidir"
dedi.
Bizde de aynısı yapılır. Filan vaiz efendi filan yerde bir
İslam'ı gerçeği söyler, gazeteler bunu alır ve baş sayfaya
koyarak yahu duyuyor-musunuz bunu, şu kadar insana
bunları söylüyor? İşte Firavun'un devamı olanlar böyle
söylüyorlar. Buna karşılık "Musa dediki: Sizin de sizin
babalarınızında Rabbidir. (Firayun'un Musa (a.s.)'a diyecek
lafı kalmayınca) dedi ki: Size elçi olarak gönderilen bu
adam (varya, sakın onu dinlemeyin çünkü o) ancak bir
delidir." Dikkat ederseniz Peygamberimize de böyle

3138[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/442-444.
söylenmişti. Firavun da Ebu Cehil de biliyorduk! bu
peygamberler deli değillerdi. Ama onlar sunuda
biliyorlardıki insanlar genelde delilerin sözlerine kulak
vermezler. Günümüzde de bu böyledir. İslami hizmeti
olanları önce hapse atıyorlar sonrada deli hapishanesine
gönderiyorlar, ondan sonra da adam bas bas bağırsa da
kimse dinlemiyor. 3139[13]

28- (Musa): "O, doğunun, batının ve ikisi arasındakiler in


Rabbidir. Eğer akıl ederseniz" dedi.
29- (Firavun) dediki: "Eğer benden başka ilah edinirsen
muhakkak seni hapse atılanlardan kılacağını."
30- (Musa)" Sana apaçık birşey getirsemdemi?" dedi.
31- Firavun: "Eğer doğru söyleyenlerdensen onu getir" dedi.
32- Bunun üzerine (Musa) asasını bıraktı. Birde baktıki o
apaçık bir ejderha oluverdi.
33- (Musa) elini çıkardı, bakanlara bembeyaz oluverdi.
34- (Firavun) çevresindeki ileri gelenlere "şüphesiz bu
bilgin bir sihirbazdır" dedi.
35- "Sihriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Ne
buyurursunuz?"
36- Dedilerki: "Onu ve kardeşini alıkoy ve şehirlere
toplayıcılar gönder."
37- "Bütün bilgin sihirbazları sana getirsinler."
38- Sihirbazlar belli bir günde belirli bir vakitte toplandılar.
39- İnsanlara "Sizde toplanırmısımz?" denildi.
40- "Eğer onlar (sihirbazlar), (Musa'ya) galip gelirlerse
umulurki biz de sihirbazlara uyarız."
41- Sihirbazlar gelince, Firavuna: "Eğer biz galip gelirsek
bize bir ücret var mı" dediler.
42- (Firavun): "Evet. Muhakkak siz o zaman yakınlarımdan
olacaksınız" dedi.

3139[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/444-446.
43- Musa onlar: "Ne atacaksanız atın" dedi.
44- İplerini ve değneklerini attılar ve "Firavunun izzetine
yemin ol-sunki muhakkak biz galip geleceğiz" dediler.
45- Musa'da asasını attı. Birde baktıki onların
uydurduklarını yutmaya başladı.
46- Bunun üzerine sihirbazlar secdeye kapandılar.
47- "Âlemlerin Rabbine iman ettik" dediler.
48- "Musa ve Harun'un Rabbine"
49- Firavun: "Ben size izin vermeden önce mi ona iman
ettiniz? Şüphesiz o size sihir öğreten büyüğünüzdür. (Ne
yapacağımı) yakında öğreneceksiniz. Elbette ellerinizi ve
ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim ve hepinizi
astıracağım" dedi.
50- (İman eden sihirbazlar) dedilerki: "Zararı yok. Biz
Rabbimize döneceğiz"
51- "İlk iman edenler olduğumuz için Rabbimizin bizim
hatalarımızı afvedeceğini umarız.
Tarih boyunca icraatına güvenemiyenlerin, imanına
güvenemiyenle-rin başvurdukları tek çıkar yol budur:
İbrahim (a.s.)'ı ateşe atmak, diğer Peygamberlerin başını
kesmek, hapse atma. Yani ateş, ölüm veya hapis. Ama bunu
İslam ve Müslümanlar yapmaz. îslami bir devlette bir insan
Müslüman olmadı diye hapse atılmaz. Günümüzde ise
bunun tam tersi vardır. Yani Firavun ve Nemrud mantığı.
"Musa (a.s.) sordu! Ben sana apaçık birşeyle gelmiş
olsaydım gene (hapsemi atacaktın)? Firavun dediki: Eğer
doğru söylüyorsan apaçık birşey getirsene. Musa (a.s.) bu
sözler üzerine asasını atıverdi: Koskocaman bir yılan olu-
verdi. Sonra elini de çıkardı, eli pırıl pırıl parlıyor. Firavun
(baktı ki Musa çok büyük mucizeler gösteriyor)
etrafındakilere dedi ki: Bu gerçekten çok bilinçli bir
sihirbaz. Sihriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor." Bütün
şehirlere haber gönderiliyor, şehirlerin en iyi bilim adamları
bir yerde toplansınlar deniliyor, sonra halk toplanıyor. Bu
Firavun ve etrafındakiler toplanan sihirbazlara diyorlarki
"(Siz Musa ile yapacağınız mücadeleden galip çıkar da
benim şerefimi kurtarırsanız) Sizi ben en yakınlarım
yapacağım. Musa onlara (sordu) sizmi önce atacaksınız
(hünerlerinizi) yoksa benmi? Onlar ipler ve değneklerini
Firavunun izzeti ve saltanatı adına diyerek attılar." Hani biz
bir iş yaparken Bismillahirrahmanirrahiym diyoruz ya
onlarda Firavunun izzeti adına diyorlar. Bugünde filan filan
adamın veya rejimin ayakta kalması adına diyorlar.
"Ardından Musa da asasını atınca onların uydurduklarını
yutuverdi. Birden sihirbazlar secdeye kapandılar. (Hepsi
birden) dediler ki: Alemlerin Rabbine iman ederiz. Musa'nın
ve Harun'un Rabbine iman ederiz." Firavun aslında
kendisine iman eden insanların önünde Musa (a.s.)'ı mağlup
etmeyi düşünüyordu ama Rabbim onların tüm hilelerini ters
yüz eti, altüst etti. Ayette "Kötü tuzak sahibini yakalar"
buyuruyor Rabbim. 3140[14] Ve Firavun'un en fazla güvendiği
kişiler olan sihirbazlar iman ediyorlar.
"Firavun dediki: Benden izinsiz iman mı ettiniz? Beni siz
oyuna getirdiniz, siz sihirbazdınız buda demek ki sizin
başınız (baş sihirbazı-mz)mış! Ama yakında (başınıza neler
gelecek) göreceksiniz: Sağ elinizi ve sol ayağınızı
çarprazlama kesip, direklere asacağım sizi. Dedilerki: zararı
yok, biz Rabbime doğru zaten döneceğiz, gideceğiz."
Mevlana diyorki "Firavunun bilginleri Allah'ın kelamından
yudumla-ymca öylesine hakkın sarhoşu oldular ki,
damgacına aşık oldular". 3141[15] Biz zaten Rabbimize
gidiciyiz diyen bir insanın, böyle bir anlayışa sahip bir
insanı dünyada durduracak bir kuvvet yoktur." (Sihirbazlar
devamla dedilerki) biz bu peygambere ilk defa iman etme
şerefine erdik ya, biz Rabbimizden hatalarımızın affını

3140[14]
Fatır 43
3141[15]
Mesnevi, Tahir-ül-Mevlevi Tercemesi beyin No: 14512
isteriz. 3142[16]

52- Musa'ya: "Kullarımı gece yola çıkar, çünkü siz


izleneceksiniz" diye vahyettik.
53- Firavuna şehirlere toplayıcılar gönderdi.
54- (Firavun dedi) "Şüphesiz bunlar (Allah'ın kulları) azıcık
bir topluluktur."
55- "Şüphesiz onlar (Allah'ın kulları) bizi kızdırdı"
(diyordu).
56- "Biz hepimiz (Allah'ın kullarına karşı) hazırlıklıyız."
57- Bizde onları (Firavun ve kavmini) bahçelerinden,
pınarlarından çıkardık.
58- Hazinelerden ve değerli makamlardan (çıkardık).
59- İşte böylece Beni İsraili (Firavunun) mülküne varis
kıldık.
60- (Firavun ve adamları) güneş doğarken peşlerine düştü.
61- İki topluluk birbirini görünce, Musa'nın arkadaşları:
"Biz yakalandık" dediler.
62- (Musa): "Asla! Şüphesiz Rabbim benimledir. O bana
yol gösterecektir."
63- Musa'ya: "Asanı denize vur" diye vahyettik. (Vurunca)
hemen yarıldı ve her iki tarafı büyük bir dağ gibi oldu.
64- Arkadan gelenleri (Firavun ve adamlarını) (denize)
yaklaştırdık.
65- Musa ve beraberindekilerin hepsini kurtardık
66- Sonra arkadan gelenleri batırdık.
67- Şüphesiz bundada ibret vardır, ama birçoğu iman etmez.
68- Şüphesiz Rabbin Azizdir, Rahimdir.
Musa'ya vahyettik: Benim kullarımı geceleyin al ve yola
çık, siz takip edileceksiniz. Firavun bütün şehirlere
(insanların toplanması için) münadiler gönderdi. (Bunlar
şöyle bağırıyordu): Bu iman edenler bir avuç insanlardır,

3142[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/446-452.
onlar bizi kızdırıyorlar, bizim hepimiz hazır birer kıta olarak
onların üstüne hücum etmeye hazırız ve bir nöbet halinde
beklemekteyiz." Bugünde efendim yurdumuzda ve dünya
genelinde bu işe sarılanlar bir avuç insanlar diye bağırıp
çağırıyorlar ve diyorlarki bizi de kızdırıyorlar, biz onlara
karşı hazır kıt'a beklemekteyiz. Gene tekrar ediyoruz ki
güneşin altında söylenmedik söz kalmamıştır.
"Biz onları kaynaklarından ve bahçelerinden çıkarttık (Beni
İsrail böylece Musa (a.s.)'a iman etmekle bazı şeylerden
böylece mahrum kalmış oldu) Hazineleri değerli makarr ve
mevkileri vardı, onları da bıraktılar. Sonra da biz onları bu
hazinelere ve güzelliklere mirasçı bıraktık." Dünyadaki bir
mevki veya hazine hırs'ndan dolayı İslam'i çalışmalarınızı
engellemeyiniz, çünkü, Rezzak-ı Alem Allah (c.c.)tır.
Harbiye mezunu bir arkadaşım anlatmıştı; Harbiyede harp
tarihi ile ilgili dersler anlatılır, düşman gücü ve düşmanın
nasıl alt edileceğine dair dersler verilirmiş. Birde bunun
dışında, elinizdeki gücü kullandıktan sonra tesadüflerin de
size bezi şeyler bahşedeceğine dair dersler verilir ve dünya
harp tarihinden de buna dair örnekler verilirmiş.
Allah (c.c.) da bu konuda bize ders verir: Musa (a.s.) ve
arkadaşlarının yani kendisine iman eden Yahudilerin çok az
olduğunu ama neticede galip olduklarını anlatır.3143[17]

69- Onlara İbrahim'in haberini oku.


70- Hani babasına ve kavmine: "Neye tapıyorsunuz"
demişti.
71- (Onlarda) "Biz bir kısım putlara tapınırız ve onlar için
ibadete devam edeceğiz" demişlerdi.
72- (İbrahim) dediki: "Dua ettiğinizde sizi duyarlarını?"
73- "Sizefayda veya zarar verebilirlermi?"
74- Dedilerki: "Biz babalarımızı böyle yaparken bulduk"

3143[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/452-455.
75- (İbrahim) dediki: "Neye taptığınızı gördünüzmü?"
76- "Siz ve geçmiş babalarınız (neye taptığınızı
gör4ünüzmü?)"
77- Onlar (putlar) benim düşmanı m d ir. Ancak alemlerin
Rabbi (dostumdur).
78- Beni yaratan ve yol gösteren O'dur.
79- Beni yediren ve içiren O'dur.
"Onlara İbrahim'in kıssasını anlat" diyor. Niye İbrahim? Biz
Hz. Adem'den Peygamberimize kadar tüm gelmiş geçmiş
peygamberlere iman ediyor ve aralarında ayırım
yapmıyoruz. Ama Kur'an'ı Kerim'de kendisine uymamız
istenilen Peygamber İbrahim (a.s.)'dır. Niçin? Bu çeşitli
olaylara ve kıssalara dayanır. Kur'an-ı Kerim'de "İbrahim
Yahudi değildi, Hristiyan da değildi, hiçbir puta tapınmamış
yalnız Allah'a teslim olmuş bir Müslümandır" (Al-i İmran
67) İbrahim (a.s.) hakkında geleneklerimizde de çok şeyler
anlatılır. "Halil İbrahim sofrası" gibi. Bakara suresinde
Rabbim "Dediler ki Yahudi veya Hristiyan olun kur-
tulun." 3144[18] Bugün batı da aynı şeyi söylemiyor mu? Bize
di-yorki siz batıya kaydolmak istiyorsanız, A.T.'a girmek
istiyorsanız, İslam'dan ayrılmanız gerekmektedir. Biz ne
diyelim onlara, "Deki: Gelin hiçbir puta tapmamış
İbrahim'de birleşelim" 3145[19] Niye İbrahim? Çünkü İbrahim'i
Yahudilerde tanır, Hristiyanlar da tanırlar. Onun içinde
Allah (c.c.) o insanlara İbrahim'i anlatmayı istiyor: "Hani
İbrahim (a.s.) babasına ve kavmine siz neye ve kimlere
boyun eğer itaat eder, ibadet yaparsınız? demişti de. Onlar
da biz putlara taparız ve onların etrafında biz itaata, ibadete
devam ederiz demişlerdi." Yani o müşrikler yonttukları taş
ve ağaçların canlı olmadıklarını ve onların bir put
olduklarını biliyorlardı. Yani bunların put olduğu biliniyor
ama bu insanları bir arada ve bir amaç için toplamak için
3144[18]
Bakara 135
3145[19]
Bakara 135
birşeye ihtiyaç varki, onun içinde sizler putları icad
etmişsiniz. Bunun için İbrahim (a.s.) soruyor "Siz çağırsanız
bunlar icabet ederlermi, size fayda veya zarar verebilirlerini
bunlar? (deyince) dediler ki: Ne yapalım babalarımızı böyle
yaparken bulduk, (dolayısıyla bizde aynı yola devam
ediyoruz)" Bugün de deniliyorki "vallahi hocam ne yapalım
yani böyle kurulmuş bu düzen, böyle gider. Babalarımız
ağabeylerimiz böyle yaşadı bizde böyle yaşayacağız".
"İbrahim (a.s.) dediki: Siz nereye itaat ettiğinizi görüyormu-
sunuz? Bu sizin tapmakta olduğunuz benim düşmanımdır
(bende ona düşmanım) Ancak bana dost olan Alemlerin
Rabbi olan Allah'tır." Burada Rabb-ül Alemin denilirken şu
kastediliyor, Allah (c.c.) o putlarında yaratıcısıdır, ona
tapman o insanların da yaratıcısıdır, İbrahim (a.s.)'m da
yaratıcısıdır. Bizde İbrahim (a.s.)'m dininden olduğumuzdan
onun söylediklerinin aynısını söylüyoruz: Bu insanların
tapınmakta olduğu kişiler, gruplar, kuruluşlar bizim
düşmanımızd ir, dinimizin düşmanidir, bizde onların
düşmanıyız. Ancak Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.) bizim
dostumuzdur. O öyle bir dostturki: "Beni yaratan ve bana
hidayeti veren Ü (ben öyle birine ibadet ve itaat ediyorum,
siz ise kendilerine ve size hiçbir faydası olmayan putlara
itaat ve ibadet ediyorsunuz) Beni doyuran ve sulayan da
O'dur." Yaratılışımıza dikkaı çekiliyor, yaratılışımızdan
sonra yönetilişimize dikkat çekiliyor. Yaratıpda başıboş
bırakmamıştır Rabbim. Sonra rızık veren ve beni sulayan da
O'dur. İnsanoğlu yaratıldıktan sonra başıboş bırakılsaydık
bugüne kadar gelebilmesi mümkün değildi. Onun için
Peygamber efendimiz "Ya Rabbi beni bir göz açıp
kapayıncaya kadar kendi halime bırakma!" diye dua ediyor.
Bu hem imani konuda kendi haline bırakmama, hemde
bedeninin yönetimi kendi haline bırakılmam asıdır. 3146[20]

3146[20]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/456-459.
80- Hastalandığım zaman şifa veren O'dur.
"Hastalandığımda şifa veren O" Aslında ayet-i kerimelerin
normal seyrine baktığımızda İbrahim (a.s.) bana hastalığı
veren de O'dur, şifayı veren de demesi gerekirdi ama
dememiştir. Bunu dememesi şöyle yorumlanmaktadır.
Tabiatta asıl olan sıhhattir. Dünyaya gelen insanların hemen
hepsi sıhhatli olarak dünyaya gelirler sonradan çevrenin et-
kisi ile hastalanırlar. Sonradan gelen bu arızi olaylarda
bizlerin de davranışlarımızın etkisi vardır. Ama hastalığı
veren yine Allah (c.c.)'dır. Onun için İbrahim (a.s)
hastalandığımda şifayı veren O'dur" Hadisi şerif gereği
"Allah (c.c.) her hastalığın şifasını yaratmıştır." (Buhari K.
Tıb)Yani hangi hastalık olursa olsun, o hastalığın şifasıda
bu yeryüzündeki petrolünde, çiçeğinde, taşında, dağında
mutlaka bulunmaktadır. Bizlere düşen aramak vede
bulmaktır. Bugün sizler Müslüman olarak tüm insanların
gönül doktorlarısınız hepiniz, bu toplumdaki pisliklerin
tedavisi için en çıkar yol, günaha giren insanların acısını
yüreğinizde hissetmenizdir. Eğer bunu hissederseniz tüm
tedbirlerin nereden alınacağını ve nasıl alınacağını bilirsiniz.
Yeter ki bu hastalık yüreklerinizde hissediliversin. Allah
(c.c.) o zaman devayı Mü'minin gönlüne ilettirecektir. Yani
yanmak gerekiyor. 3147[21]

81- Beni öldürecek olan, sonra diriltecek olan O'dur.


82- Kıyamet gününde hatamı afvetmesini ümit ettiğim
O’dur.
Bu putlar sizi doyurmadığı ve sulamadığı gibi
paralarınızdan belli bir kazancıda onları yani putları yapmak
için ve yaptıktan sonra da onlar için harcamaya
kullanıyorsunuz, yani o sizin kazancınızı sömürüyor.

3147[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/459-460.
Hastalandığınızda size putlar şifa veremediği gibi putlar sizi
öldüremeyeceği gibi diriltemezde. Burada İbrahim (a.s.)'m
meydan okumasını görüyoruz. Yani elinizdeki askeri
gücünüze, çok gelişmiş olun işkence metodlarınıza
güvenipde beni susturacağınızı zannetmeyin, beni öldürecek
olan yalnız ve yalnız Allah (c.c.) tır, sonra tekrar diriltecek
ve affedeceğini umduğumda gene O'dur.
Sonra İbrahim (a.s.) Rabbine yöneliyor ve dua ediyor: 3148[22]

83- Rabbim, bana hüküm (ilim ve hikmet) ver ve beni


salihler araşma kat
84- Sonra gelenler arasında bana doğruluk dili kıl. (Geride
kalanlara hoş bir şada bırakayım.)
Biz de Allah'tan bunu isteyeceğiz bu duayı sık sık
yapacağız. Allah (c.c.) başka bir ayette "Kim bizim
yolumuzda cihad ederse biz ona yollarımızı gösteririz"
buyuruyor. Ama dikkat edin yolumuzu değil de yollarımızı
gösteririz, diyor. Demek ki İslâm'a hizmetin yolu bir tane
değildir, bin tane ve daha fazladır. Eğer biz gayret
gösterirsek Allah bize yollarını göstereceğini vaad ediyor.
"Beni salih insanlara da katı-ver" Bu iki anlamdadır, birisi
beni bu dünyada salih insanlar arasına katıver, ikincisi de
Ahiret'te de salih insanlar arasına katıver. Ahiret'te salih
insanların arasına katılıp Cennete gitmek dünyada salih
insanlarla birlikte olmaya bağlıdır. Salih Arabın dilinde,
düzelten kişi manasına geliyor. "Daha sonra gelenleri benim
hakkımda iyi sözler söyleyenlerden eyle." Yani beni öyle
donat, bana öyle özellikler verki benden sonra gelenler beni
iyilikle ve doğrulukla ansınlar. Gerçekten diğer
peygamberlere nazaran içimizde ençok anılan peygamber
İbrahim Peygamberdir. İbrahim (a.s.)'ın ateşe atıldığını ve
onun ateşinin gülistana dönüştüğünü de bilmeyen yoktur.

3148[22]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/460.
İbrahim (a.s.) herşeyiyle bizim örneğimiz olduğundan
yolunu izlemeye devam ediyoruz, edeceğiz. O sebeple bizde
adımızın iyi ve hayırla anılmasını sağlamaya gayret
etmeliyiz. Bu nasıl olur? Adımızın anılması önemli değil.
Dünya üzerindeki İslami hareketin fevkalade başarılı
olabilmesi için yapacağımız her hareket ve çaba bizim
adımızın hayırla anılmasını sağlayacaktır. Çünkü bizden
sonra gelenler, bu hareketin içinde yer almış insanlardan
Allah razı olsun diyeceklerdir ki bizim için bu yeterlidir ve
illa da ismimizin anılmasına hiç gerek de yoktur. Hani
kafirlerin ismi de pek verilmemiş bir kaç isimden bahsedil-
miştir ama biz kafirleri hala lanetle anıyoruz, ki bu lanet
tüm kafirler içindir. Ve İbrahim (a.s.) duasına devam
ediyor: 3149[23]

85- Beni naim cennetinin varislerinden kıl.


86- Babanı ıda afvet. Çünkü o sapıtanlardan oldu.
87- Diriltecekleri günde beni mahcup etme.
Daha sonra tabii, bu konuda dua etmemesi konusunda ayet
nazil olmuştur. Yani kafirlere dua etmeyeceğiz ama
öldükten sonra tabiki. Bunun dışında kafirlerin Allah
tarafından ıslah edilmesi için dua edeceğiz. Kafir olarak ölür
ise tabiiki bunlar için dua edilmez. "Ya Rabbi kıyamet
gününde beni rüsvay etme Ya Rabbi." Peygamber böyle
diyorsa acaba bizim ne dememiz gerekir? Çünkü o
peygamber kendi hayatını tamamen Rabbimin emrine ve
yoluna göre ayarlamıştı. 3150[24]

88- O gün mal ve evlat fayda vermez.


89- Ancak Allah'a selim bir kalble gelenler müstesna.
(Onlar kurtulacak.)
Selim Rabbine teslim olmuş, yalandan şirkten, isyanın her
3149[23]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/460-462.
3150[24]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/462.
türlüsünden sıyrılmış kalp demektir. Allah Rasulü bir
hadisinde "Allah sizin suretlerinize, mallarınıza,
sermayelerinize bakmaz, ancak kalplerinize ve amellerinize
bakar" buyuruyor. 3151[25] Yani bu malı ve bedeni nereden
kazanıp nerede harcamış ve iç dünyasından neler geçirmiş
bu amelleri yaparken. 3152[26]

90- Müttakilere cennet yaklaştırıldı.


91- Azgınlara Cehennem gösterildi.
92- (Kafirlere) Denir: "Taptıklarınız nerede?"
93- "AHah'dan başka (taptıklarınız nerede) size yardım
edebilirini? Yoksa kendilerine yardım edebilirlerini?
94- Onlar ve azgınlar yüzüstü oraya (Cehenneme) atılırlar.
95- İblisin askerlerinin hepsi (Cehenneme atılırlar).
Mü'minlere Cennet ve nimetleri, azgınlara Cehennem ve
alevleri gösterilir. Putlaştırılanlar kimseye fayda veremez.
Hatta tapanlarla tapılan çekişmeye başlar. Hepsi yüzüstü
Cehennem'e atılırlar. 3153[27]

96- Orada birbirleriyle çekişirken şöyle derler:


97- "Allah'a yemin olsunki biz apaçık bir sapıklığın
içindeymişiz."
98- "Çünkü sizi (putları) alemlerin Rabbiyle bir tutmuştuk."
99- "Bizi ancak suçlular sapıttı."
100- "Bize bir şefaatçide yok."
101- "Sıcacık bir dost'da yok."
102- "Keşke (dünyaya) bir daha dönsekde mü'minlerden
olsak."
103- Şüphesiz bunda ibret vardır, ama birçoğu iman etmez.
104- Şüphesiz Rabbin Azizdir, Rahimdir.
Put insanları Allah'a eş tutmakla büyük suç işlediklerini

3151[25]
Müslim K. Birr 33
3152[26]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/463.
3153[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/463-465.
Cehennemi boyladıklarını itiraf edecekler ama faydasız.
Şefaatçılarıda olmayacak, arkadaşlıklar fayda vermeyecek.
Salih ve Lut ile Şuayb Peygamberi Örnek veriyor ve onların
söyledikleri birkaç kelimeye dikkat çekiyor: Bu gölümde
verilen ayetler hemen her peygamberin hayatından örnekler
verilirken tekrar ettiriliyor. Peki bu ayetlerde ne
deniliyor? 3154[28]

105- Nuh'un kavmi Peygamberleri yalanladı.


106- Hani kardeşleri Nuh onlara demişti: "(Allah'dan)
sakınmaz-mısınız?"
107- "Ben size gönderilen, güvenilen bir elçiyim."
108- " Allah'dan sakının ve bana itaat edin."
109- "Bunun için sizden hiç bir ücret istemem. Benim
ücretim alemlerin Rabbine aittir."
110- " Allah'dan sakının ve bana itaat edin."
111- "Sana (toplumun) en aşağı tabakası uyarken sana
imanmı edeceğiz?" dediler.
112- (Nuh) dediki: "Onların ne yaptığı hakkında benim
bilgim yoktur."
113- "Onların hesabı ancak Rabbime aittir. Keşke (bunu)
anlasay-dınız."
114- "Ben mü'minleri (aşağı tabakadan diye) yanımdan
kovamam."
115- "Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım."
116- Dedilerki: "Ey Nuh, eğer (Peygamberliğine) son
vermezsen taşlananlardan olacaksın."
117- (Nuh) Dediki: "Rabbim, kavmim beni yalanladı."
118- "Benimle onların arasını aç (hükmünü ver) Beni ve
benimle beraber olan mü'minleri kurtar,"
119- Bizde onu ve onunla beraber olanları dopdolu gemide
kurtardık.

3154[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/464-466.
120- Sonra geride kalanları suda boğduk.
121- Şüphesiz bunda ibretvardırama birçoğu iman etmez.
122- Şüphesiz Rabbin, Azizdir, Rahimdir.
"Hani Nuh (a.s.) kendi kardeşlerinden olan (ırktan olan)
kişiler tarafından yalancılıkla itham edildi. Nuh (a.s.) dedi
ki: Ben size gönderilen bir elçiyim, güvenilir (emin bir)
elçiyim. Allah'tan sakının emrettiklerini yerine getirin,
yasaklarından sakının, Allah adına getirdiğim ahkamı size
bildiriyorum ve sizler ona uymuyorsunuz, O'na uyun." Bir
insan çıksa İstanbul şehrine veya bulunduğumuz bir köye
gelse ve yüksek bir yere çıkarak birşeyler söylese, yani
bunları anlatsa siz dersiniz bu adam ya oy topluyor, ya deli,
yada sihirbazdır. Tarih boyunca bu tip şeyler karşısında
insanların aklına hep dünyevi menfaatler gelmiştir. O
sebeple gelmiş geçmiş peygamberlerin geldiklerinden
itibaren tebliğlerinin peşinden insanlara söyledikleri bir söz
vardır: "Ben elçiyim, ben eminim, Allah'a itaat ve ibadet
edin (Allah'In bana bildirdiği ve) benimde size söylediğim
şeyleri tutun ve bunun karşılığı olarak sizden hiçbirşey
beklemiyorum, ben ecrimi Allah'tan bekliyorum. "Günümüz
de bizde buna ağırlık vereceğiz. Bizler Rasul değiliz, ama
Rasulün Rasulüyüz. Yani Peygamber Efendimizin elçisiyiz
hepimiz. Daha sonra güvenli insan olmalıyız. İnançsız bir
insan bile bir malını, bir çekini, senedini bir eşyasını bize
kolaylıkla emanet edebilmelidir. Yani tüm insanlar bilmeliki
mü'minden zarar gelmez. Ama şunu da bilmeliki dinime
zarar verirse ona zarar veririz. Sonra Allah'ın emrine davet
ve onun karşılığında birşey istememek. Bunlar tüm
peygamberlerin hayatında vardır. Lut Peygamberin
hayatında aynı ayetler tekrarlanıyor. Nuh ve Salih
Peygamberlerin hayatında aynı ayetler var. Şuayb (a.s.)'ın
ayetlerinde de aynı şeyler var. Ama arada ufak tefek
farklılıklar da var tabii. Bu kavimlerinin peygamberlerine
itirazlarına cevaplarıdır. Ama bunlardan en önemlisi ise
akide, yani iman bakımından Allah'a itaat, insani açıdan en
önemlisi de bunun karşılığında ücret istememektir, buna çok
dikkat etmemiz gerekiyor. Burada ücreti insanlardan
istemiyoruz, yoksa Allah'tan ücretimizi istiyor ve bekliyoruz
tabii ki.. Çünkü zaten bizim yaptığımızın karşılığını
vermeye insanların gücü yetmez ki, buna ancak Alemlerin
Rabbinin gücü yeter.
Kavimlerinin peygamberlere itirazları çok değişik. Diyorlar
ki Nuh (a.s.)'a "Toplumun hep böyle aşağılık tabakası sana
iman ediyorlar, bizde sana iman edip de onlarla beraber mi
olalım, onlar gibi mi olalım?" Aynı şey Peygamber
Efendimiz'e de söylenmiştir. Ama beğenmedikleri,
küçümsedikleri o insanlar Mekke'yi fethedince o gururlanan
insanlar da ister istemez İslama girmişlerdir. Bu itiraz
üzerine Nuh (a.s.) da diyorki: "Ben mü'min insanları sizin
hatırınız için yanımdan kovamamki (kavmi de) diyorki:
Öyleyse bizde seni taşlarız!" Neticede biliyorsunuz Nuh
(a.s.) ve mü'minler kurtuluyor, iman etmeyen kavmi ise
helak olup gidiyor.3155[29]

123- Ad (kavmi) peygamberleri yalanladı.


124- Hani kardeşleri Hudonlarademişti;Sakınmazmısmız?"
125- "Ben size gönderilen, güvenilen bir elçiyim."
126- "Allah'dan sakının ve bana itaat edin."
127- "Bunun için sizden hiçbir ücret istemem. Benim
ücretim alemlerin Rabbine aittir."
128- "Her tepeye bir işaret (tapınak) yapmaklamı boşa vakit
geçireceksiniz?"
129- "Sonsuza dek kalmak i çinini köşkler yapıyorsunuz?"
130- "Tutup yakaladığınız zaman zorbaca yakalarsınız."
131- " Allah'dan sakının ve bana itaat edin."
132- "Bildiğiniz şeylerle sizi nimetlendiren (Allah)dan

3155[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/466-470.
sakının."
133- "Size davarlar ve oğullar (verdi)."
134- "Bahçeler ve pınarlar (verdi)."
135- "Şüphesiz ben sizin için o büyük günün azabından
korkuyorum."
136- Dedilerki: "Sen bize öğüt versende, vermesende bizim
için aynıdır."
137- "Bunlar öncekilerin (atalarımızın) ahlakıdır."
138- "Biz azab edilecek değiliz."
139- Onlar onu (Hud'u) yalanladılar, bizde onları helak
ettik. Şüphesiz bunda ibret vardır, ama birçoğu iman etmez.
140- Şüphesiz Rabbin Azizdir, Rahimdir,
Bundan sonra Hud (a.s.)'ın kavmi örnek olarak veriliyor
bizlere: Hud (a.s.) da aynı şeyleri söylüyor kavmine karşı.
Kavmi de kayalardan evler yontmuşlar ve güçlü bir devlet
kurmuşlar, dünyada yıkılmazlıkla-nna inanmışlardır ama
Allah'ın gazabı karşısında tutunamamış yıkılmışlardır, bunu
da bize Allah (c.c.) haber veriyor. Sanaayileri, orduları,
ekonomik güçleri, yıkılmalarını engelleyemedi.
Kendilerine nasihat yapılıyor, kulak vermiyorlardı. Helak
oldular, yok olup gittiler. Konunun son ayetinde 140 ncı
ayetinde Allah'ın Aziz ve Rahim olduğu vurgulanıyor.
Herşeye gücü yeten, ama merhamet eden deniyor. Helakin
sonunda Rahmet nasıl olur. Bataklığın kurutulması milletin
sineklerden korunması gibi. 3156[30]

141- Semud kavmi Peygamberleri yalanladılar.


142- Hani kardeşleri Salih onlara demişti:
"Sakınmazmisımz?"
143- "Ben size gönderilen güvenilen bir elçiyim."
144- " Allah'dan sakının ve bana itaat edin."
145- "Bunun için sizden hiçbir ücret istemem. Benim

3156[30]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/471-474.
ücretim alemlerin Rabbine aittir."
146- "Burada (yurtlarınızda) güven içinde bırakıhrmısınız?"
147- "Bahçeler ve pınarlar içinde."
148- "Ekinler ve dalları sarkmış hurmalar arasında."
149- "Dağlardan ustaca yonttuğumuz evlerde
(bırakılacağınızın!! sandınız?)"
150- "Öyleyse Allah'dan sakının ve bana itaat edin."
151- "Müsriflerin emrine itaat etmeyin."
152- "Onlar yeryüzünde bozgunculuk yaparlar,
düzeltmezler."
153- (Kafirler) Dedilerki: "Sen büyülenmişsin."
154- "Sende bizim gibi bir insansın. Eğer doğru
söyleyenlerden isen bir mucize getir."
155- (Salih) dediki: "İşte bu bir devedir. Su içme (hakkı)
onundur. Belirli bir günde sizindir."
156- "Ona kötülükle dokunmayın. Yoksa büyük günün
azabı sizi
yakalayıverir."
157- Derken onu boğazladılar ve hemen pişman oldular.
158- Azap onları alıverdi. Şüphesiz bunda ibret vardır, ama
birçoğu iman etmez.
159- Şüphesiz senin Rabbin Azizdir, Rahimdir.
Yeryüzünde bozgunculuk yapanlara karşı mücadele veren
Salih Peygamber kafirlerin ekonomik ve askeri güçlerinden
korkmadan onları zulümden adalete, inkardan imana,
ifsaddan İslaha davet etmiş. "Deveye dokunmayın" demiş.
Yasak olan herşeyi çiğnemeyi adet haline getiren bu
kanunlu kanunsuzlar helak edilmiş ve oda diğer salih in-
sanlara rahmet olmuş. 3157[31]

160- Lut kavmi Peygamberleri yalanladı.


161- Hani kardeşleri Lut onlara demiştiki:

3157[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/474-477.
"Sakınmazmısınız?"
162- "Ben size gönderilen güvenilen bir elçiyim"
163- " Allah'dan sakının ve bana itaat edin."
164- "Bunun için sizden hiçbir ücret istemem. Benim
ücretim alemlerin Rabbine aittir."
165- "Alemlerden (insanlardan) erkeklerimi gidersiniz?"
166- "Rabbinizin sizler için yarattığı eşlerinizi bırakırsınız.
Hayır, siz haddi aşmış bir kavimsiniz."
167- Dedilerki: "Ey Lut, eğer (Peygamberliğine) son
vermezsen muhakkak sürülenlerden olacaksın."
168- (Lut): "Ben sizin bu yaptığınıza kızanlardanım" dedi.
169- "Rabbim beni ve ehlimi bunların yaptıklarından
kurtar."
170- Biz onu ve ehlini topluca kurtardık.
171- Ancak geride kalanlar arasındaki bir kocakarı
müstesna.
172- Sonra diğerlerini helak ettik.
173- Üzerlerine (azap) yağmuru yağdırdık. Uyarıldığı halde
(uyanmayan ların azap) yağmuru ne kötü.
174- Şüphesiz bunda ibret vardır, ama birçoğu iman etmez.
175- Şüphesiz Rabbin Azizdir, Rahimdir.
Günümüzde sapık ilişkiler kuranların televizyonlarda çokça
görünmelerine bakıpda ümitsizliğe düşmeyin. Hz. Lut'a
(a.s.) karşı çıkma cesareti gösteren, onu şehirden çıkarmak
isteyen cinsi sapıklar bugünkülerden beş beter idiler.
Sonunda Lut (a.s.) kaldı, onlar yok edildiler. Buda
Rabbimizin rahmetidir.3158[32]

176- Eyke halkı peygamberlerini yalanladı.


177- Hani Şuayb demişti: "Sakınmazmısınız?"
178- "Ben size gönderilen, güvenilir bir elçiyim."
179- " Allah'dan sakının ve bana itaat edin."

3158[32]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/477-479.
180- "Bunun için sizden ücret istemem. Benim ücretim
alemlerin Rabbine aittir.
181- "Ölçüyü tam yapın, eksiltenlerden olmayın."
182 "Doğru teraziyle tartın."
183- "İnsanların hiçbirşeyinden eksiltmeyin ve yeryüzünde
bozgunculuk yapmaya çalışmayın."
184- "Sizi ve önceki nesilleri yaratandan sakının."
185- Dedilerki: "Sen büyülenmişsin."
186- "Sende bizim gibi bir insansın ve biz seni
yalancılardan zannediyoruz."
187- "Eğer doğru söylüyorsan üzerimize gökyüzünden parça
parça azap yağdır."
188- (Şuayb) dedi: "Rabbim yaptıklarınızı çok iyi
bilmektedir."
189- Onlar (Eyke halkı) O'nu yalanladilarda gölgeli günün
azabı onları yakalayıverdi. Şüphesiz o büyük bir günün
azabı idi.
190- Şüphesiz bunda ibret vardır, ama birçoğu iman etmez.
191- Şüphesiz Rabbin, Azizdir, Rahimdir.
Şirketler, Holdingler, Karteller kurarak dünya ticaretini
elinde tutan imansızlardan çekinme, sen Şuayb (a.s.)'a iman
ediyorsun. Şuayb (a.s.) o tüccar kavme Allah'dan
sakınmalarını, bütün kurallarına itaat etmelerini, sonrada
ticareti İslami kurallara göre yapmalarına emreder.
Haksız yere insanların mallarını yememelerini emreder ve
sonunda yine Şuayb (a.s.) galip gelir. 3159[33]

192- Şüphesiz O (Kur'an) alemlerin Rabbinin indirdiğidir.


193- Onu güvenilen Ruh indirdi.
194- Uyarıcılardan olman için senin kalbine (indirdi).
195- Apaçık arapça bir dille (indirdi).
196- Şüphesiz O (Kur'an'ın özü ve indirileceği) evvelkilerin

3159[33]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/480-482.
kitaplarında vardır.
197- İsrail oğulları alimlerinin onu (Kur'anm vahiy
olduğunu) bilmeleri onlar için bir delil olmadı mı?
198- Eğer biz onu (Kur'anı) arap olmayan birine
indirseydik,
199- Ve oda Kur'anı onlara okusaydı (anlamadıkları için)
ona iman etmezlerdi.
200- Böylece (anlaşılır bir dille indirmekle) biz suçluların
kalblerine onu (Kur'anı) sokduk.
201- Onlar acıklı azabı görünceye kadar iman etmezler.
Kitabımız Kur'an alemlerin Rabbindendir. İnsan eseri
değildir. Alemleri yaratan, alemin ihtiyacım daha iyi bilir.
Onun için bu Kur'an kıyamete kadar gelecek insanların
siyasi, hukuki, ticari, sosyal bütün ihtiyaçlarına ışık tutmaya
devam edecektir. Tabi ki gönlünü Kur'ana açanlara ışık
tutar. Gözünü kapatana güneşin ışığının faydası olmaz.
Güvenilen Cebrail tarafından getirilmişştir. Sıradan biri
değil. Meleklerin en büyüğü getirmiştir. Allah Rasulü Arap
olması nedeniyle Arapça inmiştir. Çünkü Allah her kavme
Peygamberi gönderirken ilk gönderildiği kavmin diliyle
göndermiştir.
Eğer yabancı bir dille gönderilmiş olsaydı hiçbirşey
anlaşılmayacaktı. Kur'an anlaşılmak için indirilmiştir. Onun
için bütün yaşayan dillere tefsiriyle birlikte terceme
edilmelidir.
Bu Kur'andaki iman ve ahlak esaslarının tamamı geçmiş
kitaplarda da aynı idi. Tevrat, Zebur, İncil ve diğer
sahifelerle Kur'an arasında hiçbir çelişki yoktur.
Günümüzdeki Tevrat, Zebur ve İncil'lerdeki çelişki onların
tahrif edildiklerinin delilidir.
İnsanların Kur'an'a yönelmesini engelleyen şey suçluluk
psikolojisi-dir. Suç onların kalbine küf bağlıyor ve dışa
açılan kapısı açılmaz hale geliyor ve ışıkdan rahatsız olan
yarasa kuşu gibi Kur'an'ın ışığını söndürmek için çırpmıyor.
Onlar Kur'an'a birgün inanırlar ama iş işten geçmiş olur.
Ahirette azabı görünce Kur'an'ın haber verdiğinin gerçek
olduğunu öğrenirler. 3160[34]

202- O (azap) onlara ansızın, onlar farkında olmadan


geliverecek.
203- "Acaba bize mühlet verilirini?" diyecekler.
204- Azabımızı acelemi istiyorlar?
205- Gördünmü? Biz onları senelerce nimetlerle yaşatsak,
206- Sonra onlara va'dolunan (azap) gelse,
207- O nimetler içinde yaşatılmaları onlara fayda vermez.
Allah'ın azabı bazen bu dünyada mü'minlerin eliyle
gerçekleşir. Bedir harbi, Mekke'nin fethi kafirler için bu
dünvadaki azapdır. O da beklemedikleri bir zamanda
gelivermiştir.
Allah'ın azabının zamanı gelince uçakları, paralan, füzeleri,
uyduları onlara fayda vermez. 3161[35]

208- Biz uyarıcı göndermeden hiçbir şehri helak etmedik.


209- (Bu bir) öğüttür. Biz zulmedici olmadık.
İsra'suresinin 15 nci ayetinde açıkladığımız gibi elçi
gönderilmeyen toplumlara azap edilmeyecektir. Burada da
Rabbimiz Ad, Semud, Lut, Şuayb, Nuh, Salih kavmi gibi
helak edilenlere Peygamberler gönderildiğini bu surede
haber vermişti. Önce uyarılır, nasihat edilir, yol gösterilir.
Sonra iman etmeyenlere azap edilir. Böylece kafirler
kendilerine zulmetmiş olurlar. 3162[36]

210- Onu şeytanlar indirmedi.


211- Onu indirmek onlara yaraşmazda, güçleride yetmez.
212- Çünkü onlar (gökyüzünü) dinlemekden

3160[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/482-484.
3161[35]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/485.
3162[36]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/486.
uzaklaştırılmışlardır.
Hala günümüzde şeytanın gör dediğini gören, ve ondan
haberler aldığını söyleyen insanlar var. Bu batıl inanç
Efendimiz zamanındaki müşriklerde de vardı. Ve onlar
Kur'an'ın şeytan tarafından Peygamberimize verildiğini
söylüyorlardı. İşte bu fikri Rabbimiz reddediyor. Çünkü
şeytanlar bundan uzaklaştırılmışlardır. 3163[37]

213- Allah'la beraber başka ilaha dua etme, yoksa azap


edilenlerden olursun.
214- En yakın akrabalarını uyar.
215- Mü'minlerden sana uyanlara kanat ger.
216- Eğer sana isyan ederlerse: "Ben sizin yaptıklarınızdan
uzağım" de.
217- Aziz ve Rahim olan Allah'a tevekkül et.
218- O ki seni (kıyama) kalktığında görür.
219- Secde edenler arasındaki hareketini (görür).
220- Şüphesiz o işiten ve bilendir.
Allah'dan başkasına dua edilmez. Yaratılan hiçbir kimseye
yardım etmesi için adak adanmaz, yardım istenmez. Yalnız
dikkat ediniz, yaşayan bir insandan, bir işinize yardım
etmesi için ricada bulunmanız bu yasağın içine girmez.
Tebliğe yakın akrabadan başlanır. Bunda iki yönlü fayda
vardır.
1-Eğer bu iyiyse ilk önce ençok sevdiklerinle paylaşmış
oluyorsun.
2-Yabancılarada "bakınız bu tebliğimi önce kendimde,
sonra akrabalarımda denedim, yaşadım, size de
duyuruyorum" mesajını vermiş oluruz.
Bizim asıl yakınlarımız iman kardeşlerimizdir. Hucurat
suresinde "Mü'minler ancak kardeştir" buyurmuş. Oğlan
veya kız kardeşinizin kardeş olduğunu babanız ve anneniz

3163[37]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/486-487.
söyledi. Ama Mü'minlerin kardeş olduğunu Allah söylüyor.
Onun için en yakın akraba olsa bile iman etmemişse yaptığı
kötü davranışlardan uzak duracağız. Pisliğinin üzerimize
sıçramamasına dikkat edeceğiz.
Ama iman etmiş ayrı ırk ve dilden olan insana ise şefkat ve
merhamet kanatlarımızı gereceğiz. İşte dinimizin
evrenselliği burada. Bütün bunları yaparken gücümüzü
Allah'dan alacağız ve O'na güveneceğiz. Çünkü o bizi her an
işitmekte ve bilmektedir. 3164[38]

221- Şeytanların kime indirdiğini size haber vereyimnıi?


222- Onlar her iftiracı, günahkar üzerine iner.
223- (İftiracı şeytanlara) kulak verirler ve onların çoğu
yalancıdır.
Ayet-i kerimelerden ayrıca Cin suresinden anlıyoruzki
şeytanlar ateşten yaratılmış varlıklardır. Günahkar
iftiracılara şeytanın bilgi verdiğini ama söylediklerinin
birçoğunun yalan olduğunu bu ayetlerden öğreniyoruz.
Efendimizde şeytanların (falcılara, cincilere, medyumlara)
söylediklerinin doksandokuzunun yalan, birinin doğru
olduğunu haber verir. 3165[39]

224- Şairlere de azgınlar uyar.


225- Görmedin mi onlar her vadide şaşkın dolaşırlar.
226- Onlar yapmadıklarım söylerler.
227- Ancak iman eden, ameli salih işleyen, Allah'ı çokça
zikreden ve kendilerine zulmedildikten sonra galip gelmeye
çalışanlar müstesna. Zulmedenlerde yakında nasıl bir
devrimle devrileceklerini bilecekler.
Kafirlerden bir kısmı Peygamber Efendimizden Kur'an
ayetlerini dinleyince Efendimize şair demişlerdi. Rabbimiz

3164[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/487-488.
3165[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/489.
Mişkat-ül-Mesabih hadis No: 4594
ise Kur'an'm şair sözü olmadığını haber verir Ve şiirin Allah
Rasulüne yakışmayacağını bildirir. 3166[40]
Çünkü bir kısım şairler vardırki onların peşinden sapıklar
gider. Pislik etrafındaki sinekler gibidirler.
Şair Razi şöyle diyor:
"Sermayei şairan tükenmez,
Dünya tükenir yalan tükenmez."
Yapmadıklarını söyleyen her vadide şiir yazan cesuru
korkak, korkağı kahraman, ahlaklı insanları ahlaksız,
iffetsizleri yıldız yapan bu insanların şiirlerini ezberlemek
kalbine irin doldurmaktan daha tehlikeli olduğunu haber
verir Peygamberimiz.3167[41] Peki bütün şairler böylemidir?
Rabbimiz cevabını veriyor. Hayır. İman edip, salih amel
işleyen, Allah'ı çokça zikreden, dilini kılınç gibi kullanıp
zalimlere karşı duran şairler öğülmüştür.
İslama göre akord edilmiş gönül tellerine Allah'ı zikreden
dil mıdrabını vurarak, insani sözlerin en güzelini terennüm
eden şairlerimiz için Peygamberlerimizin teşviki vardır.
Bindörtyüz yıldır korunan, şu anda İstanbul'u şereflendiren
Hırkai Şerif, Efendimiz tarafından Ka'b b. Züheyr'i
şereflendirmek için verilen 3168[42]
Buharının Kitab-üt-Teheccüd'de, Ebu Hureyre'den rivayet
ettiği bir hadisde Efendimiz, Abdullah b. Ravaha'nın bir
şiirini dinledikten sonra "Kardeşiniz boş ve kötü söz
söylemez" buyurmuştur. Bu sahabei güzin Bedir'den
Mute'ye kadar bütün harplerde önce dil kılınanı, sonra
eldeki kılına kullanarak hizmet etmiş ve Mute'de şehitlik
makamına yükselmiştir.
Kafirlere şiirle cevap veren Hassan b. Sabiti Peygamber
Efendimiz teşvik etmiş ve "Rasulüllahı korumak için o
kafirlere cevap ver" demiş ve Hassan'ın daha güzel şiir

3166[40]
Yasin 69
3167[41]
Buhari K. Edep 92, Müslim K. Şiir 7
3168[42]
Hırkadır,ibni Hişam 4/139, Beyhaki Delail 5/208
söylemesi için "Allah'ım onu Ruh'ul-Kudüs (Cebraü)le
kuvvetlendir" diye dua etmiştir. 3169[43]
Araplar sevgilinin zülfünün bir teline şa'r derler. İnceliği,
zarafeti, güzelliği, asaleti, aşkı temsil eder ve insan şuurunu
harekete geçirir.
Sözün şelale gibi akanına, seher yeli gibi serinletenine,
volkan gibi yakanına şiir derler.
Her iki kelimede şın, ayn, ra harflerinden meydana
gelmektedir. Şair kılı kırka yaran sonra bu kırk parçadan bir
beyt ören kişidir.
Peygamberimizin şairi Hassan:
"Dilim kusursuz kılınç gibidir,
Denizim bulanmaz kovulanla."
Dilimiz zalimlere kılıç gibi olmalı, zalimleri devirmeli, ama
mazlumlara merhem gelmeli. Efendimizin bir hadisini
çağımızın Hassan'ı Mehmet Akif Ersoy merhum şöyle ifade
ediyor.
"Bir adam dursada bir zalim imamın yüzüne
Adli emretse, bu zalimde onun hak sözüne
İnkiyad eyleyecek yerde tutup kıysa ona
O mücahid yazılır taa şühedanın başına
Hamzadan sonra gelen en şanlı şehid odur
Hak için can verenin elbet payesi budur."
Böylece şairler suresi de imanlı bir şairin şiiriyle sona
erdi. 3170[44]

3169[43]
Buharı K. Salat 68, Müslim K. Fezailüs-Sahabe 151
3170[44]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/489-492.
NEML SURESİ

Bu "Nemi" kelimesinin Türkçe karşılığı; "Karınca"


demektir. Allah (c.c.) yarattıklarından, numune olsun diye
bazı hayvanları Kur'an-ı Kerim'de zikretmiş ve
özelliklerinden bizleri haberdar etmiştir.
Mesela "Bakara" suresi, "Nahl" suresi gibi. Bu surede de 18.
ayette "Nemi" kelimesi geçtiği için ve karıncadan
bahsedildiği için bu adı almıştır. 93 ayettir.
Mekke döneminin ortalarında nazil olan bu sure ile, mü'min
lerin imanı takviye edilir. Siyaseti temsil eden firavun,
sermayeyi temsil eden Karun, dünyevi ilmi temsil eden
Haman, lüksü şa'şaayı temsil eden Belkis, ahlaksızlığı
temsil eden Lut kavmi, nasıl Allah'a boyun eğdi ise, bu
zalimlerin de sonu o olacaktır, müjdesi veriliyor.
Kur'andaki Surelerin isimleri Rabbim tarafından değil,
Peygamber efendimiz (s.a.v.) tarafından verilmiştir.
Allah (c.c.) bu surenin birinci ayetinde de Ta, Sin diye
başlıyor. Sonra asıl bize anlatılmak istenilene geçiyor. (Bu
harflerin manaları için Bakara suresinin baş tarafına
bakınız.) 3171[1]

1- Ta-Sin. Bunlar, Kur'anın ve açık açıklayan kitabın


ayetleridir.
Fatiha suresinde Rabbimize dua ediyoruz. "Rabbim bize
dosdoğru yolu ver" Yani bu dünyada devlete, Ahiret'te
Cennet'e nasıl varacağımızın yolunu bize göster diyoruz.
Allah (c.c.) da Bakara Suresinin ilk ayetlerinde bize yolu
gösteriyor ve buyuruyorki "İşte kitap, bunun Allah'tan
geldiğinde hiçbir şüphe yoktur. Ve size doğruyu gösterir.
Muttaki insanlara da yol gösterici, hidayet vericidir." 3172[2]

3171[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/493-494.
3172[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/494.
2- Mü'minlere yol gösteren ve müjde verendir.
Allah (c.c.) bu kitap insanlara yol gösterir ve müjdecidir
demiyor da mü'minlere yol gösterir ve müjde verir diyor.
Buradan şunu anlıyoruz; bir zamanlar Osmanlı'nın adil bir
şekilde yönetildiği ve yükseldiği dönemlerde, Batılı yayın
organları, o zamanın seyahatnamelerinde ve politikayı
yönlendirenlerin de şu söz geçmekteydi; "Nasıl olurda
Osmanlı'nın hakim olduğu yerlerde hırsızlık olmazdı?" Ama
tabii bu Kur'anın hakim olduğu dönemler içindir, yoksa son
dönemler için değil.
Derken İngiliz yetkililerini gönderirler, ne için? araştırsınlar
niye hırsızlık olmuyor diye. Bakarlarki hırsızlığın cezası
ağırdır. Bir müddet, ingilizler de bu kanunu kabul eder ve
uygularlar. Buna göre hırsızın eli kesilecektir. Buna göre
ilan yapılır.
Derken bir hırsızın eli Londra meydanında kesilecektir.
Ama Hükmün infaz edildiği, zaman da ve meydanda
savcının cebindeki paranın da yine çalındığı rivayet edilir,
bazı kitaplara da geçmiştir bu. Demekki bu kitap ve ayetleri,
mü'minlere yol gösterir. Şimdi bize deselerki; "Buyrun
kitabı ve hükümlerini Rusya ve Amerika'da tatbik edin." Biz
kabul etmeyiz! Çünkü Kur'an-ı Kerim iman etmiş bir
toplumda uygulanırsa faydalı olur.
Yani bunu uygulayanlar veya kendisine uygulananlar bu
kitaba gönülden inanmalıdırlar. İslam hukukunda Önce
hukuka saygı değil, hukuka iman gerekir. Çünkü o, hukukun
varlık sebebini bilhassa iman etmemiz gerekir ve o kanunu
koyanın varlığını ve yanılmazlığını kabul edip, kıyamete
kadar baki olacağını bilmeniz gerekir.
Bu özellikleri taşımayan bir toplumda Kur'an ahkamını
uygulamaya kalkarsanız daha kötü olabilir. Çünkü Önce
insanın gönlünün kendine zabıta olması gerekir ki buda
ancak imanla olabilir.
Peki iman etmek yeterli mi? Hayır. Yeterli değildir. Allah
(c.c.) devam ediyor: 3173[3]

3- Onlar (Mü'minler) ki namazı dosdoğru kılarlar, zekatı


verirler ve ahirete kesin olarak iman ederler.
Peygamber Efendimiz Muaz b. Cebel'i Yemen'e vali ve
tebliğci olarak gönderdiğinde diyorki: "Oraya varınca
insanlara önce "La İlahe İllallah ve Muhammeden
Rasulullah'ı" öğret. Bunu kabul ederlerse namaz kılmalarını
emret. Namazı kılınca da Zekatı emret.
İmandan sonra gelen en esaslı emir namazdır. Buda yalnız
yatıp kalkmaktan ibaret değildir, camileri aynı zamanda
idare merkezleri olacaktır. 3174[4]

4- Şüphesiz ahirete imaa etmeyenlerin amellerini süsledik.


Onlar bocalayıp duruyorlar.
5- Onlar için azabın en kötüsü vardır ve onlar ahirette en
fazla zarara uğrayacak olanlardır.
Birinci azap bu dünyada olandır; bu kendi vicdan azabından
kaynaklanacağı gibi kendi grubları arasındaki çıkar
çatışmasından da kaynaklanabilir. Ahirette de en büyük
zarara onlar uğrayacaklardır. 3175[5]

6- Muhakkak bu Kur'an sana hikmet sahibi ve herşeyi bilen


Allah tarafından verilmektedir.
Yani bu kitap, şunun veya bunun kitabı değildir, herşeyi
bilen Allah'tan aldın bu kitabı. Sonra Allah (c.c.) Musa
(a.s.)'ın kıssasına geçiyor. 3176[6]

7- Hani Musa ailesine şöyle demişti: "Ben bir ateş gördüm.


Size ondan bir haber getiririm veya ısınmanız için biraz ateş
koru getiririm."
3173[3]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/494-495.
3174[4]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/495-496.
3175[5]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/496.
3176[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/497.
8- (Musa) ateşin yanına gelince: " Ateşde ve çevresinde
olanlar mübarek kılınmıştır. Alemlerin Rabbi Allah
eksiklerden uzakdır" diye nida olundu.
Burada Musa (a.s.)'ın kulağına gelen sestir. Ama tabii
burada insan hayalinde bazı şekiller, hayaller canlanır: Ateş
ve ses gibi. Yani insan Allah'ı eşyaya benzetebiliyor ama
Allah (c.c.) buna gidilmemesi için kendisinin her türlü
benzetmeden münezzeh olduğunu beyan ediyor.3177[7]

9- "Ey Musa, şüphesiz ben Aziz ve Hakim olan Allah'ım"


10- Asanı (yere) at. (Musa) asayı küçük yılan gibi hareket
ederken görünce arkasına bakmadan dönüp kaçtı. Ya Musa,
korkma. Peygamberler benim yanımda korkmazlar.
11- Ancak kim zulmeder, sonrada kötülüğün yerine iyiliği
değiştirirse, şüphesiz ben afvedici ve rahmet ediciyim.
Peygamberlere iman edenler de kendisini Rabb'in
huzurunda bilirler ve korkmazlar. Allah (c.c.)'ın
yarattıklarından da korkmazlar. Ama herkes korkmaz mı?
Allah (c.c.) devam ediyor, "Ancak zulmedenler korkarlar."
Günümüzde ve tarih boyunca genelde kendisini koruma ih-
tiyacı hissedenler zalimlerdir.
Eski zamanlarda Hristiyanlıkta yani Roma'da İngiltere'de
veya Hindistan'da insanlar sınıf sınıf ayrılır ve üst sınıftan
olanlar yani soylular zayıf ve alt sınıftan olan insanları
öldürürlerdi ve kendilerine bir hesap da sorulmazdı. Aslında
bugün de aynı şey, değişik bir şekilde devam etmektedir.
Çünkü onlara göre devlet başkanımız, başbakanımız,
bakanımız öldürülmesin de yeterki, diğer insanlardan,
zavallı halktan kim ve ne kadar öldürülürse öldürülsün.
Onlara yani bu mantığa göre düşünenler derlerki, halktan
insanlar öldürülürse anarşi yoktur. Peki anarşi ne zaman
vardır? Anarşi ancak büyüklerden insanlar öldürüldüğü

3177[7]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/497-498.
zaman vardır.
Yine Musa (a.s.)'a dönüyoruz. Rabbim diyorki: 3178[8]

12- Elini koynuna sok. Kusursuz bembeyaz olarak


çıktığında Firavun ve kavmine dokuz mucize ile (git).
Çünkü onlar fasık bir kavim oldular.
13- Onlara ayetlerimiz apaçık gelince "Bu apaçık bir
büyüdür" dediler.
14- (Ayetlerin) doğruluğunu içlerinde kesin olarak bildikleri
halde zulüm ve kibirlerinden dolayı ayetleri inkar ettiler.
Bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bak.
Bu tip insanlar da günümüzde epeyce vardır yalnız. Ama
Rabbim bunlar hakkında iyi söylemiyor. Onun için bu tip
insanlara yardım et-meliyizki İslamlarim açığa vursunlar ve
helak olmasınlar. Ama incitmemeye gayret göstermekde
gerekmektedir.
Allah (c.c.) Davud (a.s.) ile Süleyman (a.s.)'a geçiyor. Bu
peygamberlerden kısa kısa bahsediyor ama buradaki gaye
her peygamberin hayatından bize ibretler ve dersler
vermektedir.
Davud (a.s.) ile Süleyman'a (a.s.) da ilim verdik diyor Allah
(c.c). Bunu tefsir eden bazı alimler derlerki; "Allah ilim mi
vereyim, mal mı?" diye sordu. Süleyman (a.s.) da ilim istedi
ve ilim sayesinde malı da kazanmıştır ilmi de deniliyor.
İşte biz de; "Sultan Süleyman'a kalmayan dünya" diye
bahsederken bu Süleyman'ı kastediyoruz. Onun için bizimde
ilk önce isteyeceğimiz şey ilim olmalıdır. Allah (c.c.)
Peygamber Efendimize öncelikle; "Okuyun" emrini veriyor,
çünkü bir toplum ancak okumakla kurtulur. Verilen ilim
üzerine de Davud ve Süleyman (a.s.)'da: 3179[9]

15- Muhakkak biz Davud ve Süleyman'a ilim verdik. O


3178[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/498-499.
3179[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/499-500.
ikisi: "Bizi mü'min kullarından birçoğundan üstün kılan
Allah'a hamdolsun" dediler.
16- Süleyman, Davud'a varis oldu ve: "Ey insanlar, bize kuş
dili öğretildi ve bize herşeyden verildi. Şüphesiz bu apaçık
bir lütufdur."
Bu ayet nazil olalı 1400 sene olmuştur, burada Süleyman
(a.s.) kendisine kuş dilinin öğretildiğini söylüyor ve biraz
sonra gelecek ayette de karınca ile konuşulduğunu
duyacaksınız.
Yunus Emre bu ayetten hareketle;
"Dağlar ile taşlar ile çağırayım mevlam seni
Seherlerde kuşlar ile çağırayım mevlam seni"
demiş ve kuşlarla taşların konuştuğuna dikkat çekmiştir.
Süleyman aleyhisselam'ın babası Davut aleyhisselamın
malına varis olduğundan bahsedilmiyor. Onun yerine
Peygamber olarak gönderilmesinden bahsediliyor. 3180[10]

17- Cinden, insanlardan ve kuşlardan oluşan ordular


Süleyman için toplandı ve onlar düzenli olarak sevk
olunuyordu.
Batılıya karşı ayıp olmasın diye bu ayetleri kendi kafalarına
göre yorumlayanlara bakmayın. Hz. Süleyman'ın ordusu
cinlerden, insanlardan ve kuşlardan meydana
3181[11]
geliyordu.

18- Karıncalar vadisine gelince bir karınca dedi: "Ey


karıncalar, yuvalarınıza giriniz. Süleyman ve ordusu farkına
varmadan sizi ezmesin."
Hiç bir yaratılmışı küçük göremeyiz. Karıncayı da, kendisi
küçücük olsada bizim onu küçük görmememiz gerekiyor, o
karıncalar ki filleri yere sererler. 3182[12]

3180[10]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/500-501.
3181[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/501-502.
3182[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/502.
19- (Süleyman) onun sözüne güldü ve dedi: "Rabbim, bana
anne ve babama verdiğin nimete şükretmeye ve razı
olacağın salih ameli yapmayı bana ilham et. Rahmetinle
beni salih kullarının arasına kat."
Karınca ile konuşmayı duyduk, biraz sonra Rabbim
"Hüdhüd" ile (bir çeşit kuş ), bu kuş ile yapılan konuşmayı
da haber veriyor, dolayısıyla, kuş dilini bildiğini haber
veriyor.
İnsanların bile zor anlaştığı bir dünyada Allah (c.c.) diyorki:
"Süleyman kuşların dilini biliyordu." Bu ayetler 1400
senedir okunmaktadır ve hemen hemen dünyanın hemen her
diline terceme edilmiştir. Zaman içinde bu ayetlerle inançsız
kesim alay etmiş, hafife almıştır; bu aslına Kelile ve Dimne
hikayelerinde geçtiği gibi, Fabl türü hikayelerdir
demişlerdir.
Batıya yaranmak isteyen Batı hayranı tefsircilerimiz de aynı
anlayışı paylaşmış ve Allah (c.c.) böyle bir olay olmadığı
halde bunu olmuş gibi göstermiş demişlerdir. Halbuki Allah
(c.c.) açıkça karıncaların kendi aralarında konuştuklarını
bildiriyor bizlere. 3183[13]

20- (Süleyman) kuşları teftiş etti ve "Bana ne oluyor ki,


Hüdhüd'ü göremiyorum, yoksa kayıp olanlardan mı oldu?"
dedi.
21- "Ona şiddetli bir ceza vereceğim veya keseceğim veya
bana açık bir delil getirecek."
22- Çok geçmeden (Hüdhüd geldi) dediki: "Senin
kavrayamadığın birşeyi ben kavradım ve sana Sebe'den çok
doğru bir haber getirdim."
Hiç kimseye "Kuş beyinli " demeyelim, sizlerin
bilemediğini bir kuş bilebilir. İsterseniz bu konuda kuşlar

3183[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/502-503.
ansiklopedisine bakınız. 3184[14]

23- "Onlara (Sebe'lilere) krallık yapan, kendisine herşey


verilen ve büyük bir tahtı olan bir kadın buldum."
24- "O kadını ve kavmini Allah'ın dışında güneşe secde
ederlerken buldum. Şeytan onların işlerini süslemiş. Onları
yoldan çıkarmış. Artık onlar yola gelmezler."
"Onlar yola gelmez" sözü kuşa aittir. Biz hiçbir imansız
hakkında bu sözü söylemeyeceğiz. Çünkü nice
putperestlerin iman ettiğini gördük.3185[15]

25- Göklerde ve yerdeki gizli olanları ortaya çıkaran,


gizlediklerinizi ve açıkladıklarını bilen Allah'a secde
etmemeleri için (şeytan onların işlerini süsledi).
"Onlar secde etmezlerse biz secde ederiz" diyerek bu ayeti
okuduğumuzda "Tilavet secdesi" yapmamız gerekiyor, bu
vacipdir. 3186[16]

26- Allah'dan başka ilah (yaratan, yaşatan ve yöneten)


yoktur. O, büyük arşın sahibidir.
Bu ayetin İbn-i Abbas (r.a.)'dan gelen tefsirine göre;
Hüdhüd kuşu yerin altından akan suyun yerini de bilirmiş.
Yani kaç metre derinlikte olduğunun farkında olduğunu bile
bilirdi diyor.
Bunun üzerine adamın biri diyorki: "Sen bunu kendin
uydurdun, çünkü ben bilirim; bizim çocuklar Hüdhüd
kuşunu yakalamak için bir otun altına dane koyarlar da bu
kuşu avlarlar. Nasıl oluyorki o kuş 1 veya 2 metre alttaki
suyu görüyorda bir otun altındaki tuzağı göremiyor?" İbn-i
Abbas diyorki; "O bir kader işidir."
Gerçekten böyle şeyler hayatımızda çok olur. Bazen her

3184[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/503-504.
3185[15]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/504-505.
3186[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/505.
türlü tedbiri alırız , ama genede o işimiz bozulur, bizde deriz
ki; "Tüh şunun yerine şunu yapsaydım böyle olmazdı."
Hayır öyle değil, çünkü onun öyle olması gerekiyormuş, bu
bir kader işidir. Onun için biz tedbirle görevliyiz ama
Allah'ın takdiri gelecektir. 3187[17]

27- (Süleyman Hüdhüd'e) "Doğrumu söylüyorsun, yoksa


yalancı-lardannıısın bakacağız" dedi.
28- Şu mektubumu al onlara ver. Sonra onlardan uzaklaş ve
bak neye karar verecekler.
29- (Sebe kraliçesi): "Ey ileri gelenler, bana değerli bir
mektup verildi."
30- O (mektup) Süleyman'dan (gelmiş)tir. Rahman ve
Rahim olan Allah'ın adıyla (başlamaktadır).
31- "Bana karşı büyüklük taslamayın ve müslüman olarak
bana gelin" (demektedir).
Peygamber ve varisleri olan bizlerin asli görevi ; bütün
insanların müslümanlık elbisesine bürünerek cehennemde
yanmasını engellemektir.
32- "Ey ileri gelenler bu işimde bana görüş bildirin. Siz
olmadan ben hiçbir işi kesip atmam" dedi.
Dikkat edin binlerce yıl öncesinde, puta tapan bir kraliçe
işlerini, danışma meclisi üyelerinin fikrini alarak yapıyor.
Demokrasiden, çağdaşlıktan bahsedenler, bilsinlerki,
binlerce yıl öncesini taklit ediyorlar.3188[18]

33- (İleri gelenler) "Biz kuvvet sahibi, güçlü savaşçılara


sahip kişileriz. Emir sana aittir. Neyi emredeceğine sen bak"
dediler.
34- (Sebe kraliçesi): "Şüphesiz krallar bir ülkeye girdiğinde
orayı bozguna uğratırlar, aziz olanları zelil ederler. Bunlarda
böyle yaparlar" dedi.
3187[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/505-506.
3188[18]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/506-508.
Bugün de yapılan aynı şeydir, yani Belkıs'ın söylediklerini
bugünün insanları da aynen yapmaktadırlar. Rivayete göre
"Gerçekten de böyle yaparlar" kısmı Allah'ın kelamıdır.
Buna göre alimlerimiz şu hükmü çıkartmışlardır: Doğru söz
kafirin ağzından çıkmaz diye birşey yoktur, bazen kafirlerde
doğru söylerler. Yani kafirlerin yaptıkları işler bazende
doğrudur. Nitekim Ali İmran suresinde de buna işaret
vardır. "O (kafir)lerin içlerinde öyleleri vardırki onlara bv
;tlun versen geri alabilirsin (bu derece emanetlerine
sadıktırlar). Öyleleri de vardırki bir altını emanet edersen de
sonradan geri alamazsın. " 3189[19]
Dünyevi çıkarlar için kurulmuş bütün sistemler bir ülkeye
hakim olunca; ayakları baş, başları ayak ederler ve herşeyi
alt üst ederler. 3190[20]

35- Ben de onlara hediye ile elçi göndereceğim. Bakayım


elçiler ne ile dönecekler.
Bugün hala geçerliliğini sürdüren, "İnsanları yem ile
gemleme" politikasını uyguluyor 3191[21]

36- (Elçiler hediye ile) Süleyman'a geldiğinde (Süleyman)


dedi: "Siz bana malla yardım mı ediyorsunuz? Allah'ın bana
verdiği size verdiğinden daha hayırlıdır. Hediyenizle ancak
siz sevinirsiniz."
37- "Onlara geri dönü. Biz onların karşı koyamayacağı
ordularla onlara geleceğiz ve onları zillet içinde alçalmiş
olarak (yurtlarından) çıkaracağız.!!!"
Demekki rüşvet çok eski dönemlerde mevcuttur.
Günümüzde de devlet başkanları veya yardımcıları rüşvetle
ayakta durmaya çalışmaktadırlar. Şahsiyetli bir politikanın,
politikacının Peygamber gibi olması gerekir. Öncelikle

3189[19]
Ali imran 75
3190[20]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/508-509.
3191[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/509.
yazışmalarda ve görüşmelerde yaltaklanmak yoktur. Çünkü
yüce olan kendisidir. Niye? Çünkü Allah (c.c.)'a
inanmıştır. 3192[22]

38- (Süleyman) dediki: "Ey ileri gelenler, onlar müslünıan


olarak gelmeden kraliçenin koltuğunu bana hanginiz
getirir?"
39- Cinlerden bir ifrit: "Sen makamından kalkmadan onu
sana ben getiririm. Buna benim gücüm yeter ve ben
güvenilen biriyim" dedi.
40- Yanında kitaptan bir ilim olan dediki: "Sen gözünü açıp
kapamadan onu sana getiririm" Onu, yanında durur görünce,
(Süleyman) dedi: "Bu Rabbimin bana bir lütfudur. Şükürmü
edeceğim yoksa nan-körlükmü yapacağım?, beni denemek
içindir. Kim şükrederse kendine şükretmiş olur. Kim
nankörlük ederse şüphesiz benim Rabbim bağışlayıcıdır,
rahmet edicidir.
Bir göz açıp kapayıncaya kadarlık zaman içinde koltuğu
getiren, kitabı bilen veli bir insandır. Kitabı bilen ve onu
yaşayan bir mü'min cinlerden, şeytanlardan daha güçlüdür.
İlimsiz velilik olmaz. 3193[23]

41- "Koltuğunu tanınmaz hale getirin, bakalım tanıyacakmı


yoksa tanımayanlardan mı olacak ?
Bizim şimdi uçakla 3 saatte gittiğimiz bir yere, yarın bizim
çocuklarımız 3 dakikada gidecekler, "olur mu?" demeyin.
Bir zamanlar
dedelerimiz aynı yolu otobüsle 3 günde giderlerken onlarda
bundan daha hızlısı olmaz diyorlardı.
İleride belki de bir yerden bir yere giderken ışınlanırız,
oraya saniyesinde gideriz. Çünkü Süleyman (a.s.)'ın
yanındaki ilim sahibi bir adam, göz açıp kapayıncaya kadar
3192[22]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/509-510.
3193[23]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/510-511.
ki zamanda 3.000 km. mesafeden tahtı getirmeyi
başarmıştır.
Bir başka ayette te Yakup (a.s,) 500 kilometre uzaktan oğlu
Yusuf (a.s.)'ın kokusunu almıştır. Bu nasıl yorumlanır peki?
Mesela bugün hava dalgalan vasıtasıyla görüntüyü ve sesi
kilometrelerce uzağa nakletmek mümkündür, ancak henüz
kokunun nakli mümkün olmamıştır, ama ileride buda
gerçekleşebilir.
Devam eden ayetlerde Kraliçe ve etrafmdakilerin Süleyman
(a.s.)'m huzuruna geldiğini, kendisi bakıyorki koltuğuda
orada ona soruyorlar: 3194[24]

42- Kraliçeye gelince: "İşte koltuğun bu mu?"denildi.


O;"Sanki o"dedi. (Süleyman): "Ondan önce bize ilim verildi
ve biz mu si uman olduk" (dedi.)
43- AHah'dan başka taptıkları, kraliçeyi engellemişti. Çünkü
o kafir bir toplumdan idi.
44- Ona "gir saraya" denildi. Kraliçe onu görünce derin su
sandı ve paçaları sıvadı. (Süleyman): "Bu billurdan.yapılmış
şeffaf bir köşktür" dedi. Kraliçe: "Rabbim ben kendime
zulmettim, Süleymanla beraber alemlerin Rabbi olan Allah'a
teslim oldum" dedi.
Hani soru sorarlar ya pencereden dışarıya baktığında ilk
gördüğün nedir diye. Bahçeyi gördüm, ağacı gördüm
diyorsun ama cam o kadar saydam ki camı gördüğünün
farkında değilsin. Burada da suyun üzerindeki camı
göremeyince Kraliçe zannediyorki oradaki sudur ve
eteklerini çekiyor yukarıya doğru. Buradan da gorüyoruzki
Peygamberler ama tüm Peygamberler insanların ufkunu
genişletmekte ve geliştirmektedir. Mesela bugünkü bilim-
kurgu filmleri de çocuklarımızın hayallerini ge-
liştirmektedirler. Allah (c.c.) ise kurgu olarak değilde

3194[24]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/511-512.
hakikat olara'k vermektedir.
Allah (c.c.) bize Süleyman (a.s.) ile Belkıs arasındaki
mücadeleyi anlattıktan sonra yeni bir konuya geçiyor. 3195[25]

45- "Allah'a ibadet edin" diye Semud (kavmine) kardeşleri


Salih'i gönderdik. Birden iki gruba ayrılarak çekişmeye
başladılar.
Bütün Peygamberler bunu söylemiştir. Yani Allah'a kulluk
edin. Hz. Adem'den Peygamberimize kadar gelen tüm
peygamberler insanları Allah'a kulluk yapmaya
çağırmışlardır. "Kulluk veya ibadet" denildiğinde hemen
teşbih çekmek, namaz kılmak veya oruç tutmayı anlamayın;
bütün varlığımızla, hayatımızla Allah'ın emrine uygun
hareket etmektir.
Hacc suresi 19 ve buradaki 45. ayette de belirtildiği gibi;
insanlar "Rabb" konusunda ikiye ayrılıp çekişiyorlar. Bu
bize şunu anlatıyor; İnsanlar iman edenler veya etmeyenler
diye ikiye ayrılmaktadırlar. Bundan sonra bu gruplar da
inanmayanlar olarak Yahudi Hristiyan, kominist, ateist v.s.
diye ayrılır, inananlarda Allah katında takva yönünden
değerleri itibariyle ayrılırlar ama hepsi mü'mindir. 3196[26]

46- (Salih) dediki: "Ey kavmim, niçin iyilikden önce


kötülüğün acele gelmesini istiyorsunuz? Allah'dan af
isteseniz olmazını? Belki merhamet olunursunuz."
Onların da acelesi şu A'raf suresinde bildirildiğine göre
diyorlarki "Ey Salih, eğer sen gerçekten Peygambersen
vadettiğin azabı haydi bize getirsene Hani daha önce
demiştik bir insanın Allah'tan korkması için Allah hakkında
bilgisi olması gerekir. 3197[27] Salih (a.s.) gene diyorki; 3198[28]

3195[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/512-513.
3196[26]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/513-514.
3197[27]
Fatır 28
3198[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/514.
47- (Semud kavmi) dedilerki: "Sen ve beraberindekiler bize
uğursuzluk getirdi." (Salih): "Sizin uğursuzluğunuz
Allah'dandır. Hayır siz imtihan olunan bir kavimsiniz" dedi.
Daha önce aynı putun etrafında dönüp dolaşan insanlara,
birgün geliyor bir peygamber diyorki; "Bu puta itaat
edilmez, Allah'a itaat edin" ve insanlar ikiye ayrılıyorlar.
Tabii bunların bir kısmı kardeştirler bir kısmı baba
oğuldurlar, birisi karı birisi koca idi. Aralarında evlerinde
sokaklarda sürtüşme meydana geliyor. Onların
uğursuzluktan kastettikleri budur. Salih (a.s.)'da diyorki:
"Sizin bu uğursuzluğunuz Allah karındandır (beni gönderen
Allah'tır)." Aynı şey, uğursuzluk getirme işi, Yasin
Suresinde de geçmişti. Salih (a.s.) devam ediyor. "Siz
imtihana tabi tutulmuş bir
kavimsiniz."
Bunlar Salih (a.s.) ile kavmi arasında geçen konuşmalardır.
Peki bizi niye ilgilendiriyor? Aynı şeyler bizim
toplumumuzda da oluyor. Günümüzde de oğullar bir tarafta,
babalar diğer taraftadırlar, yani birisi hidayette, birisi
dalalettedir. İnşaallah birgün hak yolda birleşirler. 3199[29]

48- Şehirde dokuz kişi vardıki, yeryüzünde bozgunculuk


yaparlar, İslah etmezlerdi.
Siyasilerden, zenginlerden, ilim adamlarından meydana
gelen dokuz kişilik çete, Adalet, huzur ve sükun isteyen
peygambere karşı birleşirler. 3200[30]

49- Onlar kendi aralarında Allah'a yemin ederek şöyle


dediler: "Ona ve ailesine gece baskın yapalım, sonrada
velisine, biz onun ailesinin öldürüldüğü yerde bulunmadık,
biz doğru söylüyoruz diyelim."
50- Onlar tuzak kurdular, onlar hissetmeden bizde tuzak
3199[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/515.
3200[30]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/515-516.
kurduk.
51- Onların tuzaklarının sonucu nasıl oldu bir bak, biz onları
ve kavimlerini topyekün helak ettik.
52- İşte zulümleri sebebiyle harap (ve ıssız) kalan yurtları.
Bilen kavim için bunda bir ibret vardır.
53- İman edip muttaki olanları kurtardık.
Günümüzde de Müslümanların aleyhine bugüne kadar
çeşitli tuzaklar kurulmuş planlar hazırlanmıştır, hatta
dışarıdan da uzmanlar getirmişler ve çeşitli uygulamalar
yapmışlardır. Ama Müslümanlara yapılan tuzaklar hep boşa
çıkmıştır ve Müslümanlar güzelleşmiş ve güçlenmişlerdir.
Şimdi bu tuzakları kuranlar birbirlerine soruyorlar bunlar
nereden çıktı diye.
Allah (c.c.) geçmiş kavimlerden örnekler vermeye devam
ediyor. Maksat geçmiş toplumların hastalıklarını dile
getirmek değil, aynı hastalıklar bugünkü toplumlarda da
olduğundan asıl amaç bizlere dersler vermektir. 3201[31]

54- Lut'u da (Peygamber olarak) gönderdik. O kavmine


şöyle demişti: "Siz göz göre göre bu fuhşumu
yapıyorsunuz?"
55- "Siz kadınları bırakıp şehvetle erkekleremi
yaklaşıyorsunuz? Hayır siz cahillik yapan bir kavimsiniz."
Günümüzde de bir kısım insanlar bu hastalığın yayılmasını
istemektedirler. Çünkü onlara göre bu bir çağdaşlık
işaretidir. Halbuki çağdaşlıkla ilgisi yok, çünkü bizler henüz
Lut (a.s.)'ın milattan önce kaç yılında yaşadığını bilmiyoruz
ama, onların kavminde de bu hastalık varmış.
Yani çok eskilerden gelen bir pislik, bu ibnelik. Bu tip
insanlar veya bunları savunan ve yayılmasını isteyenler
televizyonlara, gazetelere çıkıp diyorlarki efendim cinsel
baskı altındayız. Tabii ne demek istediğini tam olarak

3201[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/516-517.
söyleyemiyor. Üstelik onları cinsel baskı altında tutan kendi
rejimleridir.
İslam ise insanları cinsel baskı altında tutmaz. Şöyleki:
İslam tarihi boyunca erkek-kadın evlenme yaşı baliğ
olmasıyla başlar. Yani bir erkek veya kız buluğa erdimi
isterse evlenebilirler.
Günümüzde ise ekonomik şartlar vardırda, şöyledir de,
böyledirde diyerek evlenme yaşı olarak bir kere askerden
gelme şartı ileri sürülmektedir. Buda 25-26 yaşını
bulmaktadır. 15-16 yaşında baliğ olmuş bir çocuk tam 10
sene baskı yani cinsel baskı altında tutulmaktadır bu re-
jimlerde. Ve bu yaşlarda insanın en deli olduğu, en fazla
cinsel ilişkide bulunmak istediği zamanlardır, ama baskı
altındadır, bunu gerçekleştirme imkanı yoktur. İslam o
kişinin rahatlıkla evlenmesi ve evlendikten sonra rahat
yaşaması için her imkanı sağlamıştır.
Bugün ise gördüğünüz gibi böyle değildir. Ne diyorlar,
efendim işte, bugünde bu çocuğun cinsel ihtiyacını
kapatacak, tatmin edecek yollar vardır. Nedir o yollar?
Gayri meşru yollar tabii. Bunların istedikleri bu pisliktir.
Lut (a.s.) kavmine nasihatlerde bulununca onların, cevabı şu
oldu:3202[32]

56- Kavminin cevabı: "Lut ailesini şehrinizden çıkarın.


Çünkü onlar temiz kalmak isteyen insanlar" demek oldu.
Bakın o zamanki ibneler şimdikilerden daha dürüst. Çünkü
ne diyorlar? Bu adamlar temiz kalmak istiyorlarmış, öyleyse
bunları şehir dışına çıkartın da bunlara bu işler bulaşmasın.
Yani bu işi yapmayanların temizliğine inanıyorlar. Bugün
ise böyle temiz olan ve temiz kalmak isteyenleri ruh hastası
olarak nitelemektedirler.3203[33]

3202[32]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/519-519.
3203[33]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/519.
57- Bunun üzerine hanımı dışında Lut'u ve ailesini
kurtardık. Onu (hanımını) geride kalanlardan olmasını
takdir ettik.
58- Onların üzerine (azap) yağmuru yağdırdık. Uyarılanların
(azap) yağmuru ne kötü oldu.
Peygamberlerin hayatı bizim karşılaşacağımız her olaya
örnektir aslında, mesala; Burada Peygamberin hanımı var,
fakat ona inanmıyor. Veya koca kötü olabilir ama kadın
İslami yaşantı içinde olabilir. Firavunun hanımı gibi. .
Yani sizde hanımınızdan, babanızdan, oğlunuzdan şikayetçi
olursanız bilinki bunlar Peygamberlerinde başına gelmiştir.
Allah (c.c.) Lut kavminin üzerine bir yağmur yağdırdığını
ve bu yağmur nedeniyle o toplumun helak olduğunu
söylüyor. Sonra Peygamberimize yöneliyor: 3204[34]

59- Deki: "Allah'a hamdolsun. (Rasul olarak) seçtiği


kullarına selam olsun. Allah'mi hayırlı yoksa onların ortak
koştuğumu?"
Bu ayet-i kerime müfessirlerin ifade ettiğine göre
konuşmaya başlarken nasıl başlamamız gerektiğini de haber
veriyor. Bizde bu ayet-i kerimeye uygun hareket etmeliyiz.
Önce Allaha hamdedip sonra Rasulüne salatü selam
getirmeliyiz. Ayet devam ediyor: 3205[35]

60- "Yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökden size su indiren


mi? (daha hayırlıdır)" Onunla güzel bahçeler bitirdik. Siz o
bahçenin bir ağacını dahi bitiremezsiniz. Allah ile beraber
başka ilah mı var? Hayır onlar sapan bir kavimdir.
61- Yahut yeryüzünü yerleşim yeri kılan, aralarından
ırmaklar ak*. tan, yeryüzünde dağlar yaratan, iki deniz
arasına perde kılan kimdir? Allah ile beraber başka ilahmi
var? Hayır onların çoğu bilmiyor.
3204[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/519-520.
3205[35]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/520.
62- Yahut darda kalan dua ettiği zaman yetişen, kötülüğü
gideren ve sizi yeryüzüne halifeler yapan kimdir? Allah ile
beraber başka ilah mı var? Ne kadarda az düşünüyorsunuz.
63- Veyahut karanın ve denizin karanlıklarında size yol
gösteren kimdir? Rahmetinin önünde müjdeci olarak
rüzgarları gönderen kim? Allah ile beraber başka ilah mı
var? Allah onların ortak koştuklarından yücedir.
64- Yahut ilk yaratan ve onu iade eden (ahirette dirilten)
kimdir? Gökyüzünden ve yerden size rızik veren kimdir?
Allah ile beraber başka ilah mı var? Deki: "Eğer doğru
iseniz delilinizi getirin."
65- Deki: "Göklerde ve yerde Allah'dan başka kimse gaybı
bilemez. Ne zaman diriltileceklerini bilmezler.
Allah (c.c.) 59. ayetten 64. ayete kadar olan 1 sayfalık yerde
tabiat manzaralarını, yarattıklarını bizim gözümüzün önüne
getiriyor ve bize ayetlerini gösteriyor. Tabiattaki ayetlere
tekvini ayetler diyoruz.
Allah (c.c.) bu şekilde tabiat manzaraları sunduktan sonra
yerde ve gökte gaybı kimsenin bilemeyeceğini, buna Hz.
Peygamber Efendimizin de dahil olduğunu söylüyor. Peki
Efendimiz (s.a.v.)'in gayb ile ilgili hadisleri yok mudur?
Vardır ama bunlar Allah'ın bildirdiği şeylerdir, öyleyse O
bildirmediği zaman Peygamberlerde birşey
3206[36]
bilmemektedirler.

66- Hayır. Onların ahiret hakkında ilimleri ardarda geldi.


Ama onlar ahiret hakkında şüphe içindeler. Hayır onlar
ahiretten kördürler.
67- Kafirler dedilerki: "Biz ve babalarımız toprak olunca mı
çıkarılacağız?"
68- "Bu va'd bize ve bundan önceki babalarımıza da
yapılmıştı. Bu ancak öncekilerin masallarıdır."

3206[36]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/520523.
69- Deki: "Yeryüzünde yürüyün ve suçluların sonu nasıl
olurmu; görün."
70- Onların (yalanlaması) üzerine üzülme. Onların
kurdukları tuzaklardan dolayı daralma.
Allah (c.c.) bize taktik vermektedir. Sakın kurulan
tuzaklardan dolayı rahatsız olmayın, paniğe, kapılmayın
diye.. Bizim üzerimize düşen Allah'ın bize verdiği imkanları
sonuna kadar değerlendirmek ve sonucu Allah'tan
beklemektir, gönül sıkıntısına kapılmak yoktur.3207[37]

71- Kafirler: "Eğer doğru iseniz bu (ahiret) va'di ne zaman"


derler.
72- Deki: "Acele ettiğiniz azabın bir kısmı belki peşinize
takılmıştır."
73- Şüphesiz Rabbin insanlara lütuf sahibidir. Ancak onların
bir çoğu şükretmezler.
74- Şüphesiz Rabbin, göğüslerinin gizlediğini ve
açıkladıklarını bilir.
75- Göklerde ve yerde gizlenen herşey apaçık bir kitaptadır.
76- Şüphesiz bu Kur'an İsrailoğullarına hakkında ihtilaf
ettiklerinin birçoğunu anlatır.
Yahudiler birçok olayı tartışırken mesala Süleyman (a.s.)
böyle miydi, şöyle miydi veya bu olay nasıldı diye
tartışırlarken Peygamber efendimiz (s.a.v.) o haberi veya
tartıştıkları olayı hemde hepsinden doğru ve teferruatlı
olarak söylüyordu kendilerine, haber veriyordu. Böyle
olunca Yahudiler şüpheye düşüyorlardı. Onların şüphesini
ise Rabbim devam eden ayette açıklıyor. 3208[38]

77- Şüphesiz O (Kur'an) mü'minler için bir hidayet ve


rahmettir.
78- Elbette Rabbin onların arasında yasasıyla
3207[37]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/523-524.
3208[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/524-526.
hükmedecektir. OAzizdir, Alimdir.
79- Allah'a tevekkül et (güven). Şüphesiz sen apaçık hak
üzeresin.
Tabii bu tevekkül ülkemizde yanlış tanıtılmıştır. Mehmet
Akifin dediği gibi çocuğu kim besleyecek, Allah vekil,
gemiyi kim yüzdürecek, Allah vekil, yurdu kim bekleyecek,
Allah vekil. Peki sen kimsin? Ha demekki kendisi Allah
yerine geçiyor, Allah'ı da kendine ırgat yapıyor. Bu din ile
oynamaktır. Halbuki Allah (c.c.) "Azmettin mi bir iş için
yapılacakların hepsini yap, ondan sonra Allah'a tevekkül et,
dayan" buyuruyor. (Ali imran 159) "Sen apaçık bir yol
üzerindesin, hak üzerindesin." Yani gittiğin yol apaçıktır,
hakkın yoludur ve bu yolda yürü hiçbirşeyden endişe etme,
Allah'a tevekkül et. 3209[39]

80- Onlar sırt çevirip kaçtıklarında sen ölülere daveti


duyuramazsın, sağırlara da (hakka kulağını kapayanlara da)
duyuramazsın.
81- (Kalben) kör olanları da sapıklıklarından hidayete
erdiremezsin. Sen ancak ayetlerimize iman edenlere
duyurabilirsin. İşte bunlardır mü si ünnın olanlar.
82- Onlar üzerine söz gerçekleşince, onlara yerden bir
hayvan çıkarırız ve onlara "şüphesiz insanlar ayetlerimize
iman etmezler" diye konuşur.
Dünyada îslamı tanıtacak hiçbir insan kalmasada, Allah (cc)
bir hayvanı çıkarır ve dinini insanlara duyurur.
Çeşitli tefsir kitaplarında bu "Dabbe'nin" ne ve nasıl?
olduğu konusunda mübalağa vardır. Allah (cc.) kıyamete
yakın bir zamanda bu hayvanın çıkacağını haber veriyor.
Yorumlara girmiyorum ama şunu kabul etmeliyiz ki bu
haktır. Çünkü Allah (cc.) haber vermiştir. Hayvan nasıl
konuşacak demeyin. Diliniz nasıl konuşuyor? Allah(cc)

3209[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/526-527.
bizden konuşma özelliğini alsa, nasıl konuşacağız? 3210[40]

83- O gün ayetlerimizi yalanlayan her ümmetten bir grub


toplarız ve onlar hapsolunurlar.
84- Onlar (mahşere) geldiklerinde şöyle der: "Bilgi yönüyle
kavrayamadığınız ayetlerimi yalanladınız ha! Yahut ne işler
yaptınız?"
85- Zulümleri sebebiyle onlar üzerine (azap) sözü
gerçekleşti. Artık onlar konuşamazlar.
86- Görmüyorlar mı onda sükun bulsunlar diye geceyi,
görsünler diye gündüzü yarattık. İman eden kavim için
bunda ayetler vardır.
87- O gün Sur'a üfürülür de hemen göklerde ve yerde
olanlar korkarlar. Ancak Allah'ın diledikleri hariç. Herkes
zelil olarak O'na gelecek.
88- Sen dağları görür de yerinde durur sanırsın. Halbuki
onlar bulutlar gibi geçip giderler. Allah yaptığı herşeyi
sağlam yapmıştır. Şüphesiz o, yaptıklarınızdan haberdardır.
Dünya hareket halindedir. Eceline doğru gidiyor. Allah(cc)
herşeyi sağlam ve güzel yaratmış. İşini sağlam ve güzel
yapanı sever. 3211[41]

89- Kim iyilikle gelirse onun için ondan daha hayırlısı


vardır. Onlar o günün korkusundan emindirler.
90- Kim kötülükle gelirse yüzleri üzerinde ateşe atılırlar.
Ancak yaptıklarıyla cezalandırılırlar.
91- Ben ancak bu şehrin Rabbine ibadet etmekle
emrolundum ki; bu şehri (Mekke'yi) O muhterem kılmıştır.
Ve herşey O'na aittir. Ve ben müslüm anlardan olmakla
emrolundum.
Kureyş suresinde emrolunduğu gibi; Kabenin Rabbine olan
3210[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/527-528.
Kıyamet alametlerinden bir hayvanın çıkması konusunda bakınız; Müslüm fiten 2901, Ehu Davut
melahim 4311, Tirmizi fiten 2183, İbni Mac e fiten 4041.
3211[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/528-530.
ibadetimizi her türlü davranışlarımızda yerine getirelim ve
müslüman olduğumuzu aleme ilan edelim. 3212[42]

92- Ben Kur'an okumaklada (emrolundum). Kim hidayeti


isterse o ancak kendisi için hidayet bulur. Kim de sapıtırsa,
deki: "Ben ancak uyarıcılardanım."
93- Deki: "Allah'a hamdolsun. Yakında size ayetlerini
gösterecektir ve siz de onları tanıyacaksınız. Allah
yaptıklarınızdan gafil değildir.
Can boğaza gelip cehennemdeki yerini gördükten sonra
ahirete inanırlar ama o zaman fayda vermez. Kıyamet
alameti belirdikten sonra gerçeği öğrenirler ama faydasız
olur. Biz Allahın (cc) haberlerine iman ettik. Allaha
hamdolsun imanımızın doğrultusunda Kur'anımızı okuyor
yolumuzu onunla aydınlatmaya çalışıyoruz. Rabbimiz
yardımcımız olsun. 3213[43]

3212[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/530-531.
3213[43]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/531-532.
KASAS SURESİ

Kasas suresi; Hz. Musa'nın(a.s.) kıssasını (hayat hikayesini)


anlattığı ve 25 nci ayette "Kasas" kelimesi geçtiği için, bu
isimi almıştır.
Mekke'nin son dönemlerinde, Medine'ye hicretin öncesinde
nazil olmuştur. Kafirlerin baskıları artmış, ashabın can
güvenliği yok olduğu bir dönemde, bu sure nazil olur ve
mü'minler yeniden ümit tazelerler.
Çünkü, Firavun gibi dünyaya ün salmış bir kral, Karun gibi
ekonomiyi elinde tutan bir zengin, Haman gibi bilimin en
üst seviyesine ulaşmış birinin güçlerini birleştirerek, halka
zulmettikleri bir dönemde, Peygamber olarak gönderilen
Mûsâ (a.s.), fakir bir ailede dünyaya gelmesine rağmen,
Allah'ın yardımıyla Firavun'un saltanatına son verir.
İşte Mekke'deki mü'minler, Beni İsrail'in durumunda idiler.
Allah onları zulümden nura çıkardığı gibi, ashaba da bir
çıkış yolu vereceğini müjdeler.
Bugün Askeri, siyasi, ekonomik gücü elinde tutanlar şunu
bilsinlerki; "Zulüm ile abat olanın, sonu berbat olur" Hak
daima batıla galip gelir. 3214[1]

1- Ta-Sin-Mim.
Surelerin başlarındaki harfler hakkında Bakara suresinin
birinci ayetinde açıklama yapmıştık.
Harflerle başlama, kafirlere bir meydan okumadır. "Kur'an,
arapça kelimelerden meydana geliyor, kelimeleri
biliyorsunuz. Buyurun aynı harf ve kelimelerden Kur'an'ın
benzeri bir sure getirin" anlamındadır.
Bindörtyüz senedir, kafir arap edebiyatçıları,
yapamadıklarını itiraf etmişler. Bundan sonrada
3215[2]
yapamazlar.
3214[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/7.
3215[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/8.
2- Bunlar açık -açıklayan- kitabın ayetleridir.
Kur'an'ın ayetleri hem açıktır, hem de açıklayıcıdır. Ancak
her ilim dalını o dalın uzmanından öğrendiğimiz gibi,
Kur'anı' Kerim'i de anlamak için onu meydana getiren
kelimeler, harfler ve bu kelime ve harflerin dizilişinin
kurallarını öğreten sarf ve nahv bilgilerine sahip olmamız
gerekir.
Çamurdan fincan yapmanın "püf" noktasını öğrenmeyen bir
usta, fincanların kulpunu tutturamamış. Sonra hakiki ustaya
gitmiş ve "püf" noktasını öğrenmiş.
Kur'an'ı en güzel anlayan kişi, Kur'anı' bize getiren
Peygamberimiz, efendimiz (s.a.v.)dir. Onun anlatımına
dikkat ettikten sonra günümüze kadar gelen salih
alimlerimizin beyinlerinden de yararlanacağız.
"Ben hiçbir alimi tanımıyorum. Mealden okur, ona göre
hareket ederim" diyenler ne söylediklerinin farkında
değiller. Çünkü okuduğu meali yazanda bir ilim adamıdır ve
ona bağımlıdır. (Bu konuda bu tefsirin birinci cildinin baş
tarafında geniş bilgi verildi.) 3216[3]

3- İman eden bir kavim için, Musa ve Firavun'un haberinden


bir kısım gerçeği sana okuyacağız.
Musa (a.s.) ile Firavun'uıı mücadelesi bize ibret olsun için
veriliyor. Nice az toplulukların, çok topluluklara galip
geldiği öğretiliyor.
Ancak bu öğretiden, ancak iman edenler ders alabilirler.
Kafirler ancak güçlü olan kazanır zannederler. Hakkın ve
haklılığında kendine has gücü olduğunu bilmezler. 3217[4]

4- Şüphesiz Firavun, yeryüzünde büyüklük tasladı ve ülke


halkından bir gurubu zayıflatmak için guruplara ayırdı.
3216[3]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/8.
3217[4]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/9.
Onların (israiloğulları'nın) erkek çocuklarını öldürüyor,
kızlarını sağ bırakıyordu. Şüphesiz o bozgunculardandı.
İslami sisteme inanmayan bütün sistemlerle, Firavunun
sistemi arasında benzerlik vardır. İnsanlar arasında ayırım
yapmak. İkibinli yıllara girerken dünyayı yönetenler,
iktidarda kalabilmek için bir tarafda devlet hazinesini
kendini tutanlara dağıtırken, öbür tarafda sefalet içinde
doğup, sefaletle büyüyen insanlara, sıcak ekmeğin buharını
ya-saklamaktalar.
Dünyadaki bütün siyasiler "eşitlik" üzerine, ne
konuşacaklarının, nasıl konuşacaklarının dersini görürler.
Ama konuşurken yine ayınm yaparlar. Yandaşları yanında
olur. Halk ise bir kurşun menzilinden içeriye yaklaştırılmaz.
Firavun'un Beni İsraile uyguladığı nüfus planlaması
günümüzde de halkı müslüman olan ülkelerde
uygulanmakta. Veya bir imansız yönetici, kendi ırkından
olmayan, diğer bir imansız gurup üzerinde nüfus planlaması
yapmakta. Ama... 3218[5]

5- Biz yeryüzünde zayıflatılanlara iyilik yapmak, onları


imamlar (önderler) kılmak ve (Firavun'un mülküne) varisler
kılmak istiyoruz.
Rabbimiz kimi desteklerse güçlü olan odur. Çünkü herşeye
gücü yeten O'dur. O zayıfların yanında olunca onlar
güçlenir ve yeryüzünde varis olurlar. Önderlik ederler.
Bindörtyüz yıldır dünyaya önderlik eden rnüslümanlar, son
ikiyüz senedir zayıflatılmıştır. Eğer bu müslüman toplum
Rabbine döner, hatalarına istiğfar eder, Rabbinin dinine tam
sanlırsa, tekrar önderliğe layık olursa, Rabbim de onları
destekler. 3219[6]

6- Onları (İsrail oğullarını) yeryüzüne yerleştirelim ve


3218[5]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/9-10.
3219[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/10.
Firavun'a, Haman'a ve her ikisinin ordularına
İsrailoğullanndan korkageldik-lerini gösterelim.
Yeryüzünde yönetime yönelmeliyiz. Yeryüzünü yaratan
Allah, İnsanı yaratan Allah, tabiat kanunlarım yaratan Allah,
Kur'an'daki kanunlarını indiren Allah. İşte müslüman insan
olarak, bunların arasına giren, süt içinde pislik gibi görünen
Firavun, Haman ve ordularının zulmüne, pisliğine son
vermek için gelmeliyiz. 3220[7]

7- Musa'nın annesine; "Onu emzir. Ona (zarar


vermelerinden) korktuğun zaman onu denize bırak. Sakın
korkma, üzülme. Biz onu sana geri vereceğiz ve onu
Peygamberlerden kılacağız" diye vahyettik.
8- Onu (Musa'yı) Firavun ailesi buldu. Onlara (ileride) bir
düşman ve üzüntü kaynağı olması için (böyle yaptık.)
Şüphesiz Firavun, Haman ve ikisinin ordusu hata
ediyorlardı.
9- Firavun'un hanımı: "Benim ve senin gözün aydın olsun.
Bu çocuğu öldürmeyin. Umulurki, O bize faydalı olur veya
Onu evlad ediniriz" dedi. Onlar (planımızı) bilmiyorlardı.
Allah'ın koruması ana kucağından, baba ocağından daha
sıcak ve sağlamdır. Anne ve babanız her yerde, her zaman
sizi göremezler ki, koruyabilsinler. Allah(cc) kulunu
düşmanının elinde de büyütür.
Firavun, yeni doğan Musa'yı öldürmek için doğum ebelerini
sorgularken, kucağında Musa'ya baktığının (büyüttüğünün)
farkında değildi.
Günümüz müslümanlan da öyle değil mi? Rus genel kurmay
başkanlığında generalliğe yükselen bir müslüman çocuğu,
Kafkaslarda İslami mücadeleyi yeniden başlattı ve
arkadaşlarıyla birlikte Allah'ın izniyle bu mücadelenin
sonucuna ulaştılar.

3220[7]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/10.
Doktorası için Amerika'ya gönderilen çok zeki
çocuklarımızın, İmanını biraz daha çalalım, yobazlıktan
kurtaralım, bağnazlığını da atsın, diye bekleyenlerin arzulan
boşa çıkıyor. O gençlerin, Amerika'nın içinde taşıdığı şeytan
yuvasını gördükten sonra, ülkesine şeriatçi bir doktor olarak
dönmesi, Rabbimin bir lütfudur.
Firavun'un sarayında beslenelim ama beslendiğimiz yere
yaslanıp kalıp da, orada Ölmeyelim. 3221[8]

10- Musa'nın annesinin gönlü bomboş sabahladı. Eğer


gönlünü sağlamlaştırmasaydık, az kalsın onu açıklayacaktı.
Mü'minlerden olması için (kalbini sağlaınlaştırdik).
11- (Musa'nın annesi) Musa'nın kız kardeşine; "Onu takip
et" dedi. Onlar hissetmeden Musa'yı uzakdan gözetti.
12- Daha önceden, Musa'yı emziren kadınları haram
etmiştik. (Kız kardeşi) dediki: "Sizin için, Ona bakacak ve
Onu eğitecek bir aileyi size göndereyim mi?"
13- Annesinin gözü aydın olsun, üzülmesin ve Allah'ın
va'dinin gerçek olduğunu bilsin diye, Musa'yı annesine geri
verdik. Ancak onların birçoğu bilmezler.
Musa (a.s.)'m annesine, -yedinci ayette bildirildiği gibi-
Rabbimiz; "Korkma, üzülme" dediği halde, ana yüreği bu,
dayanamazki. Ana yüreğini rahmetle yaratan Rahman, bize
ana yüreğini de tanıtıvermiş oluyor.
Ama Rabbimiz, ananın yüreğini sağlamlaştırır. Kız kardeşi,
Musa'nın nehirden akışını takip eder. Nihayet Firavun'un
sarayındakiler bebeği bulurlar.
Allah(cc) Musa'ya sevimlilik verir. Firavun'un hanımı
hemen evlatlık olarak alır ve; "süt annesi lazım" der. Bütün
emzikli kadınlar getirilir. Küçük Musa hiçbirini emmez. Kız
kardeşi, Firavun ailesine bir kadın tarif eder. O'da Hz.
Musa'nın annesidir.

3221[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/11-12.
İşte Rabbim kuluna yardımı, yine kuruyla yapar. 3222[9]

14- Musa olgunluk çağına varıp, kıvamını bulunca, Ona


hükmü ve ilmi verdik. İşte iyileri böylece mükafatlandırırız.
Firavun'un sarayında hem bedeni yönden, hemde çağının
kültürüyle iyi yetişen Musa (a.s.) kendisi bilmese bile,
Rabbi Onu peygamberliğe hazırlıyor ve hikmeti ve ilmi Ona
öğretiyordu. Şuam 21 ncı ayetinden de öğrendiğimize göre,
henüz Peygamber değildi. 3223[10]

15- Musa, şehir halkının haberi olmadığı bir zamanda şehire


girdi. İki adamı kavga ederken buldu. Biri kendi tarafından,
biri de düşmanından. Kendi tarafından olan, düşmanından
olana karşı Musa'dan yardım istedi. Musa ona bir yumruk
vurdu, işini bitirî-verdi. Musa dediki: "Bu şeytanın
işindendir. Şüphesiz şeytan apaçık saptıran bir düşmandır."
Saraydan çıkıp ansızın şehre girmişti. Saray şehirden
dışarda olmalı ki, şehre girdiği söylenmektedir. Şehirde beni
İsrail'den biri ile bir kıpti-'nin kavga ettiğini görünce
araştırmadan, suçluyu belirlemeden, kendi kabilesinden
olana yardım etti ve kıpti'nin ölümüne sebep oldu. Bu bir
hata idi, hatası için Rabbinden şöylece af istedi; 3224[11]

16- (Musa) "Rabbim, doğrusu ben nefsime zulmettim. Beni


afvet1 dedi. Allah rda Onu hemen afvetti. Çünkü Allah
afvedicidir, rahme edicidir.
17- (Musa) "Rabbim, bana verdiğin nimet hakkı için artık
suçlulara arka çıkmayacağım" dedi.
Musa (a.s.) yaptığı işin yanlışlığını anladı. Bu işin şeytan işi
olduğunu bildi ve Rabbinden af diledi. Peygamber olmadan
bunları nereden bilecek demeyin. Musa bir tarafdan,

3222[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/12-13.
3223[10]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/13-14.
3224[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/14.
Firavun'un sarayında saray kültürü alırken, öbür tarafda
kendi ailesinden; Yusuf (a.s.)'dan beri devam eden,
Peygamber mesajlarını da öğreniyordu.
Suçlu babanız bile olsa ona arka çıkmaymiz. Dostlarınızın
suçunu paylaşmayın ama cezasını paylaşın. Bu surenin 86.
ayetinde Efendimizin şahsında biz de uyanlıyoruz. 3225[12]

18- Şehirde korkarak ve gözetleyerek sabahladı. Bir baktiki


dün kendinden yardım isteyen adam yine Musa'nın yardım
etmesi için bağırıyor. Musa ona; "şüphesiz sen apaçık bir
azgınsın" dedi.
19- Musa, ikisininde düşmanı olanı yakalamak
isteyince,(israil'i) adam dediki: "Ey Musa, dün bir adamı
öldürdüğün gibi, şimdi beni mi öldürmek istiyorsun? Sen
yeryüzünde bir zorba olmak istiyorsun. İslah edenlerden
olmak istemiyorsun."
20- Şehrin en uzak yerinden koşarak bir adam geldi ve dedi:
"Ya Musa!! ileri gelenler, seni öldürmek için, senin
hakkında görüşme yapıyorlar Sen (şehirden) çık. Ben sana
nasihat edenlerdenim."
Kendi kabilesinden olan, o azgın ve saldırgan adamın yine
kavga ettiğini görünce, onun azgınlığını bilmesine rağmen,
yine yardım etmek için kıpti'yi yakalayınca, Hz. Musa'nın
sözlerine kızan israilli adam; "dün adam öldürdüğün gibi,
bugün de beni mi öldürmek istiyorsun?, sen zorba mı olmak
istiyorsun?" dedi. Diğer Kipti, Hz. Musa'nın adam
Öldürdüğünü öğrenince yöneticilere haber verdi.
Şehrin uzak yerinden bir adam, koşarak geldi ve "kıptilerin
Musa'yı öldürme karan aldıklarını" haber verdi. Kiptiler ile
Beni İsrail yıllardan beri düşman olmaları nedeniyle
kulakları hep seste idi. Musa hakkında alınan bir kararı
hemen Musa'ya bildirdiler. 3226[13]
3225[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/14-15.
3226[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/15-16.
21- Korkarak ve gözetleyerek şehirden çıktı. "Rabbim,
zalim kavimden beni kurtar" dedi.
22- Medyen tarafına yönelince "Rabbim bana doğru yolu
göstereceğini umarım" dedi.
23- Medyen suyuna gelince (davar) sulayan bir gurup insan
buldu. Onların ötesinde iki kadın (davarlarını sudan)
alıkoyuyorlardı. Onlara "derdiniz nedir" dedi. İki kadın
"Çobanlar gidinceye kadar biz sulamayız. Bizim babamız
büyük bir ihtiyardır" dediler.
24- Musa onların davarlarını suladi. Sonra gölgeye çekildi
ve "Rabbim bana indireceğin hayra muhtacım" dedi.
25- Kadınlardan biri utangaç bir eda ile yürüyerek Musa'ya
geldi. Dediki: "Babam sana sulama ücretini vermek için seni
çağırıyor. Musa, Onun yanına gelince başından geçeni
anlattı. O: "Korkma, zalim toplumdan kurtuldun" dedi.
26- İki kadından biri: "Babacığını onu ücretli olarak tut.
Şüphesiz ücretle tuttuklarıyın en hayırlısı bu güçlü ve
güvenilen adamdır" dedi.
27- "Şu iki kızımdan biriyle seni evlendirmek istiyorum.
Sen de bana sekiz sene-çalışmak üzere. Eğer on seneye
tamamlarsan oda kendinden (bir iyilikdir). Ben zorluk
çıkarmak istemem. İnşaallah sen beni salihlerden
bulacaksın" dedi.
28- Musa: "Bu seninle benim aramda. İki süreden hangisini
yaparsam bana bir düşmanlık yok. Söylediklerimize Allah
vekildir" dedi.
Musa, Mısır'dan çıkar. Çıkarken Rabbine dua eder: "Rabbim
beni zalim toplumdan kurtar" der. Rabbimiz kendine
sığmanı yardımsız bırakmaz.
Musa (a.s.) daha Peygamberlik verilmeden haksız yere bir
adamı öldürür. Bu bir suç ama Firavun'un yaptığı Yaratana
isyandır, yaratılana zulümdür.
Medyen tarafına gider, Burası Firavun'un sınırları dışında ve
rivayete göre Şuayb (a.s.)'ın etkisi altında idi. Zalim sultanın
hakimiyetinden adiller ülkesine geçiş yaptı. Hz. Şuayb'ın
kızı ile de evlendi. On sene orada kaldı. Bu zatın Hz. Şuayb
olduğu ayet veya hadisle bildirilmemektedir. "Salih, ihtiyar
bir zat" dense olur. 3227[14]

29- Musa süreyi tamamlayınca ailesiyle yola çıktı. Tur dağı


tarafından bir ateş gördü. Ailesine: "Durun, ben bir ateş
gördüm. Belki ben size bir haber getiririm veya ateşden bir
kor parçasını getiririmde ısınırsınız" dedi.
30- Tur dağına gelince mübarek yerin sağ tarafındaki
ağaçdan "Ey Musa şüphesiz ben alemlerin Rabbi olan
Allah'ım" diye nida olundu.
31- "Bırak asanı", asanın yılan gibi hareket ettiğini görünce
ardına dönüp kaçtı. Onu takip etmedi. "Ey Musa, dön gel,
korkma. Sen güven içinde olanlardansın."
32- Elini koynuna sok, lekesiz bembeyaz çıksın. Korkudan
(açılan) kollarını birleştir, (durumunu düzelt). Bu ikisi
Rabbinden, Firavun ve ileri gelenlerine karşı iki delildir.
Şüphesiz onlar fasık bir kavim oldular.
33- Musa dedi: "Rabbim, ben onlardan bir adam öldürdüm.
Onlarında beni öldürmesinden korkarım."
34- " Kardeşim Harun dil yönüyle benden daha fasihdîr.
Beni tasdik etmek ve desteklemek üzere, onu benimle
gönder. Onların beni yalanlamasından korkarım."
Mısır'a doğru giderken Tur dağının eteklerinde Nar-ateş için
giden Musa Nur ile karşılaşır. Mısır'dan her hangi bir insan
olarak çıkan Musa Peygamber olarak döner. Asasının yılana
dönüştüğünü, elinin Nur1 a dönüştüğünü görür. Firavun'a
ilahi mesajı götürmek üzere görevlendirilir. Gönlünde
imanı, yanında güzel konuşan kardeşi Harun ve elinde
asasıyla Mısır üzerine yürür. Musa denince, hatırımıza asa

3227[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/16-19.
gelir, asa denince de hatırımıza Musa gelir. 3228[15]

35- "Kardeşinle pazunu kuvvetlendireceğiz. İkinize


ayetlerimizle bir kudret vereceğiz de, onlar size
ulaşamayacaklar. İkiniz ve ikinize uyanlar galip gelecekler."
36- Musa onlara apaçık ayetlerimizle gelince "Bu uydurma
bir sihirden başka birşey değildir. Biz böylesini önceki
atalarımızdan duymadık" dediler.
37- Musa dediki: "Rabbin katından hidayetle kimin
geldiğini ve bu yurdun sonunda kime ait olacağını Rabbim
daha iyi bilir. Şüphesiz zalimler felah bulmazlar."
Rabbim onları destekleyeceğini mutlaka galip geleceklerini
bildirir. Musa (a.s.) Peygamberliğinin mesajlarını ulaştırır.
Aklı gözünde olan Firavun'a mucizeler gösterir.
Firavun bunların sihir olduğunu söyler. Musa'nın doğru
yolda olmadığını, çünkü daha önce Firavun'un atalarından
birinin bunları söylemediğini söyler.
Musa (a.s.) ise kimin doğru yolda olduğunu Allah daha iyi
bilir diyerek, günümüzde her fikir ve sisteme sahip olanların
kendilerinin doğru olduğunu iddia ettiklerine ve en doğru
olanın Allah tarafından bildirilen doğrular olduğuna işaret
eder. Bizler maddi gücü elde ederken, gönül ufkumuzu
Allah'ın ayetleriyle aydınlatmalıyız. Gücümüzü ilahi
bilgiden almalıyız. 3229[16]

38- Firavun şöyle dedi: "Ey ileri gelenler! Sizin benden


başka bir ilahınız olduğunu bilmiyorum. Ey Haman benim
için (tuğla yapmak için) çamur üzerine ateş yak. Bana bir
kule yap. Belki ben Musa'nın ilahını görürüm. Şüphesiz ben
onu yalancılardan sanıyorum."
Rus kozmonot uzay yolculuğundan döndüğünde "uzayda
Allah'ı bulamadım" demişti. "Küfür cephesinde yeni birşey
3228[15]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/19-21.
3229[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/21-22.
yok" isimli eserimde açıkladığım gibi yeniler yeni birşey
söylemiyor, eski söylenenleri tekrarlıyorlar.
Müslümanların şu andaki hali tökezleme halidir, tekrar
geriye dönüş yapmak üzeredirler. Musa (a.s.)'ın bize vermek
istediği budur. Kardeşi ile birlikte tebliğ ediyorlar ve
sağlıklarında Firavun'ın saltanatına son veriyorlar.
Peygamberimizin hayatıda budur. 13 sene içinde devletini
kurmuştur. Peygamberimizin "Zillet ve aşağılık benim
sünnetimden yüz çevirmektedir" diyor. Bir Osmanlı
Devletinin kurucusu olan Osman bey, Rasulüllah'ın
sünnetine uygun olarak hareket etmiştir. Koca devleti
çadırda kurmuş ve koskocaman imparatorluğu kurmuştur,
ama ne zamanki on ton altın Dolmabahçe Sarayının
duvarlarına tezyinat olarak sürülmüş, o zaman düşmüştür,
değerini kaybetmiştir. Yani israfın içinde batmıştır. O
sebeple Peygamberlerin yolu bizim için kurtuluş ve
rehberdir.
Bundan önceki dersimizde Firavun ile Musa (a.s.)'ın
karşılıklı mücadelesini işlemiştik devam ediyoruz. Firavun
dediki: "Ey Mele (ey devletimin ileri gelenleri, yöneticileri,
danışmanlarım) ben sizin için benden başka bir ilahınız
olduğunu bilmiyorum, (tek ilahınız benim). Ey Haman bir
çamur üzerinde ateş yak, çamuru orada pişir (ip tuğla yap
ve) benim için büyük bir kule yap! Ola ki ben böylelikle
oraya çıkıp Musa'nın ilahını da görürüm. Ama ben
zannediyorumki o yalan söylüyor." Ama tabii Firavun
burada ordu komutanları ve yöneticilerinin mantığına hitap
ediyor ve alaylı olarak konuşuyor.
Bir zamanlar gazetelerde de yazmıştı; ilk defa Ruslar uzaya
adam gönderince o adam gelmişti ve demişti ki:
"gökyüzünde aradım da bulamadım." Demekki adam
bakmayı bilmiyordu . Çünkü o adam kendi eline, diline,
gözüne baksaydı orada da görürdü, Allah'ın ilmini, kudre-
tini.. Veya bugün inançsızlar diyorlarki biz Allah'a
labaratuarda araştır-madıkça, ispatlayamadıkça inanmayız.
Oradaki adamın mantığı ile Firavun'un mantığı arasında fark
yok. Tek fark ifadelerinde ve o zamanki tekniklerdedir
fark. 3230[17]

39- Firavun ve askerleri yeryüzünde haksız büyüklük


tasladılar. Ve bize döndürülnıeyeceklerini sandılar;
40- Firavun'u ve askerlerini yakaladık ve denize attık.
Zalimlerin sonu nasılmiş gör.
Daha önceki ayetlerde görmüştük ki Hizbullah ve
Hizbuşşeytan vardır. Yani Allah'ın taraftarları ve şeytanın
taraftarları. Buradaki ayetlerde yine Allah (c.c.) Firavun ve
askerleri için "imam" kelimesini kullanır. İmam demek
Öncü demektir, yol gösteren demektir. Öyleyse
hem müslümanlar için, hem de inanmayan insanlar için
3231[18]

41- Onları ateşe çağıran önderler kıldık. Onlar kıyamet


gününde yardım olunmazlar.
İnsanların yönetiminde, Allah'ı devreden çıkarıp, kendisini
devreye sokan şahıs ve kurumlar, insanları cehennem
ateşine çağıran sapıklardır
42- Bu dünyada onların ardından la'net yağdırmaktayız.
Kıyamet gününde iğrenç kişilerden olacaklar.
43- Andolsunki ilk çağ (kafirlerini) helak ettikden sonra
insanlara gönüllerini açacak, hidayet ve rahmet olmak için
Musa'ya kitabı ver-dikki onlar öğüt alırlar.
Kitapların indiriliş gayeleri budur zaten. Allah (c.c.)
Kitabında yani Kur'an'da tabiat olaylarının nasıl olduğunu
veya mesela bir ağacın nasıl meyve verdiğini anlatmamıştır.
Ama insanın insanla, insanın eşyayla ve insanın Rabbiyle
olan münasebetlerini inceden inceye bildirmiş, işaretler
3230[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/22-23.
3231[18]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/24.
etmiştir. Çünkü bunları insanların keşfi veya icadı mümkün
değildir, bu konularda insanlar hükümler koyamazlar.
Rabbim bu konuda Kitabında kesin açıklamalar vermiştir.
Çünkü bunları insan aklı bulamaz. Mesela Cehennem
hakkında Kur'an'da bilgi olmasa hiçbir yerden bilgi elde
edemezdik, çünkü insanın aklı bunu alabilecek, veya
bulabilecek kapasitede değildir, insanlar böylece binlerce
hurafeye dalarlardı. Ama tabiatla ilgili ayetlerde böyle
değildir. Çünkü insan aklı bunu bulabilir, kavrayabilir,
keşifler, yapabilir. Şimdi böyle olunca bir ağacın içinde
yani gövdesinde besmele yazıyormu, yazmıyormu o
kadar önemli değildir. Çünkü yaprağın kendisi Allah'ın
varlığına işarettir de zaten. Allah (c.c.) Kitabını ve daha
önceki kitapları indirmişki, insanların gönül gözleri açılsın
ve insanlar eşyayı hakiki manada görebilsinler diyedir.
Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.)'in bir duasıda "Ya Rabbi
bana eşyayı olduğu gibi göster" şeklindedir, buda gönül
gözünün açılması ile mümkündür. İnsan bu dünyada neyi
nasıl yapacağını bilemediğinden Allah (c.c.) Kitabını bir
hidayet rehberi olarak göndermiştir.
Peygamber efendimiz Kur'an vasıtasıyla eski
kavimlerden ve Peygamberlerden örnekler verip de
kıssalar anlatınca bu sefer Mekke'deki müşrikler,
hristiyan papazlar ve yahudi hahamları bu bilgileri acaba bu
adam nereden alıyor diye hayret ediyor ve O'nun Peygamber
olduğuna kesinlikle iman etmiyorlar ve illaki Peygamber
gelecekse içlerindeki seçkin kişilere geleceğini, gelmesi
gerektiğini iddia ediyor, itiraz ediyorlardı. İtiraz ediyorlar,
kabul etmiyorlar ama bu Peygamberin insanlara anlattığı,
aksettiği şeyler var. Yahudiler şöyle bir dinliyorlar, kendi
söylediklerine pek uymuyor ama yahudilerin bildiklerinin
tümünü de biliyor. Aynı şey hristiyanlar ve hristiyan
papazlar içinde böyleydi. Böyle olunca itirazlarını şu şekilde
söylüyorlar: "Bu bir yerden okuyor, veya geçmişlerin
haberlerini orada burada dinleyip bizlere haber veriyor."
Bunun üzerine Allah (c.c.) diyorki: 3232[19]

44- Musa'ya yasayı bildirdiğimizde, sen (vadinin) batı


tarafında değildin. Sen görenlerden de değildin.
45- Ancak biz nice nesiller yarattık ve onların üzerinden
uzun yıllar geldi geçti. Sen Medyen halkı arasında yaşayıp
onlara ayetlerimizi okuyup öğrenmedin. Ancak
Peygamberleri gönderen biz olduk.
Bizim tarihimizde de ilk çağ, orta çağ ve yeni çağ diye
çağlar vardı. İlk çağ biraz önce geçen 42. ayetteki "ilk çağ
neslini helak etmişizdir" ayetinde de belirtildiği gibi,
Firavun ve ordularının boğulduğu zaman ilkçağ sona
ermiştir. Musa (a.s.) ile beraber ortaçağ başlamıştır. "Biz
yeni çağlar inşa ettik" ayetinde de işaret edilen ortaçağın
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'ın Mekke'den Medine'ye
hicretine kadar devam etmiştir. Efendimizin hicreti ile
birlikte kıyamete kadar son çağ, yani yeniçağ başlamıştır.
Nasıl ki coğrafi bölünmeler yani burası batıdır, burası doğu
şeklinde ayırımlar bugün kendisini güçlü zanneden devletler
tarafından yapılıyorsa çağların ayarlanması ve ayrılması da
gene kendini güçlü zanneden insanlar tarafından yapılmıştır.
Bu ayetlerden mülhem olarak biz de derizki ilkçağ
Firavun'un geberdiği tarih imiş. Orda ortaçağ başlıyor.
Efendimizin hicretiyle beraber de yeni çağ başladı. Buna
işaretler de vardır.3233[20]

46- Biz Musa'ya nida ettiğimizde Tur'un yanında da


değildin. Senden önce kendilerine bir uyarıcı gelmeyen
kavmi uyarman için Rabbinden bir rahmet olarak
gönderildin. Belki öğüt alırlar.
Batılı müsteşrikler Kur'an'a itiraz ederlerken diyorlarki hani
3232[19]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/24-26.
3233[20]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/26-27.
Muhammed bir ara ticari seyahat için Şam taraflarına
gitmiştide orada Rahip Bahira ile görüşmüştü ya işte orada
bunları öğrenmişti ve daha sonra onu bir kitap halinde bu
şekilde yayınlamıştır. Tabii bunların bu itirazlarına Batıdaki
çok değerli alimlerimiz cevaplar vermişler ve demişlerki,
sizi Mısır'a 15 günlüğüne gönderelim çünkü
Peygamberimizin bahsettiğiniz seyahati en fazla 15 gün
sürmüştü. Siz bu 15 gün içinde hem Arapçayı öğrenin
hemde Mısır'ın binlerce yıl sürmüş olan tarihini öğrenin.
Bugün hukuk fakültesinde adam, 11 senede liseyi bitiriyor
ve 4 sene hukuk fakültesine devam ettiği halde yinede
kanunları ve hukuku öğrenemiyor da yine incelikleri ve
bilmediklerini hayat içinde öğreniyor. Hem mademki bu
bilgiler Rahip Bahira da imiş, niye Bahira arzetmemiş bu
bilgilen insanlara? 3234[21]

47- Elleriyle yaptıklarından dolayı başlarına bir musibet


geldiğinde "Rabbimiz, bize bir Peygamber gönderseydin
bizde ayetlerine uyup ıııü'minlerden olsaydık olmazmiydı"
demesinler diye Peygamber gönderdik.
48- Onlara tarafımızdan hak gelince "Musa'ya verildiği gibi
verilmesi gerekmezmiydi?" dediler. Daha öncede Musa'yıda
inkar etmediler mi? "Birbirine arka çıkan iki sihirbaz"
demişlerdi. "Biz hepsini inkar ediyoruz" demişlerdi.
49- Deki: "Bu iki kitapdan daha doğru bir kitabı Allah
katından getirin ona uyayım. Eğer doğru söylüyorsanız."
50- Eğer saha cevap veremezlerse iyi bilki onlar nevalarına
uyarlar. Allah'dan bir hidayet olmadan hevasına uyandan
daha sapık kim var? Allah zalim kavme hidayet vermez.
Bugün insanlar, biraz dengesiz hareket eden insanlara sapık
diyorlar ve bunu bazen televizyonda da film diye bizlere
seyrettirebiliyorlar. Halbuki Rabbim diyorki "Allah'tan bir

3234[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/27-28.
hidayet olmaksızın, hevasına uyandan daha sapık kim
vardır." Yani asıl sapık, heva ve hevesine uyanlardır. Çünkü
öbür sapıklar ise itikadı açıdan sapık olduklarından
topyekün etkiledikleri insanlara zarar vermektedirler, o
sapık dedikleri insanlara da o sapıklığı aşılayan veya onlara
o zemini hazırlayanlar da zaten Allah'ın sapık dediği
insanlardır. Rabbim Kur'an-ı Kerim'de sö-venlere değil
sövdürenlere yöneliyor ve bizleri de onlara doğru yönelti-
yor. "Allah zalim toplumlara hidayet vermez." Kişi sapıklığı
isteyince sapıklığı, hidayet isteyince de hidayet veriyor
Rabbim. Zalimlere hidayet olmayacağına göre bunlar
hidayete gelemezler mi? Gelirler tabii, ama önce zulmü
bırakırlar.3235[22]

51- Andolsun belki öğüt alırlar diye sözü (Allah kelamını)


ardarda gönderdik.
52- Bundan önce kendilerine kitap verdiklerimiz ona iman
ediyorlar.
53- Onlar (Kur'an) okunduğunda: "Biz ona iman ettik.
Şüphesiz o Rabbimizdendir. Biz bundan öncede
müslümandık" dediler.
54- İşte onlara sabırları sebebiyle mükafatlar iki kerre
verilir. Onlar kötülüğü iyilikle giderirler. Onlara verdiğimiz
rızıkdan infak ederler.
Sorulabilir: "Hocam! Tevrat ve İncil'i tahrif ettiler buna
inanıyoruz." Bunu bozanlar zaten bozmuşlar. Bir de anadan
babadan görerek dinini devam ettirenler var. Bu günümüzde
Allah'a hamd olsunki Kur'an'ı tanıdık. Ama zaman
içinde, tarih içinde Kur'an'ı, bile bile ters
yorumlayanlar da oldu. Bizim halkımız bunları duyunca,
görünce dedilerki; "Vallahi bizim köydeki hoca böyle
demiyordu, ben babamdan böyle duymamıştım." Çünkü o

3235[22]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/28-29.
milletimizin içine gerçek İslam imzası atılmıştır. İşte bu
ayet buna işaret ediyor, nasilki biz müslümanlardan İslamı
babadan görme ve sağlam şekilde sürdürenler varsa,
hristiyanlar da inançlarına hiçbir şirk karıştırmadan
yaşayanlar vardırki onlara işaret vardır burada.
Kötülüğü iyilikle gidermemiz gerekiyor. Anadolu'da da
"kanı kanla yumazlar, su ile yurlar" birde "taş atana ekmek
at" derler. Şairlerimizden biriside diyorki; "iyiliğe iyilik her
kişinin kârı, kötülüğe iyilik er kişinin kân." 3236[23]

55- Boş sözü duyduklarında ondan yüz çevirirler ve: "Bizim


yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız size. Size selam olsun,
biz cahilleri aramayız" dediler.
Bu söz, yani "Allah selamet versin" lafı Anadolu'da da çok
kullanılır. Burada ayetteki "selamdan" kasıt selam verme
değil, bizimle ilgiyi kesin demektir aslında.
Cahilin cehaletini gidermek, bilgilendirip aydınlatmak için
yanına gidilir. Yoksa cahilin yanında ışık yakmazsanız,
sizde onun karanlığında kalırsınız. 3237[24]

56- Şüphesiz sen sevdiklerine hidayet veremezsin. Ancak


Allah dilediğine hidayet verir. Hidayete erecekleri o daha iyi
bilir.
Yani biz insana hidayet ve iman verecek güçte değiliz.
Burada birbirine tezat bir durum yoktur. Çünkü birisinde
doğru yolu gösteri)uruz, bu ayette de doğru yolu göster ama
bu yolu kabul etmesi veya etmemesi onun gönlü ile ilgilidir.
"Sen hidayeti veremezsin, hidayeti biz dilediğimize veririz"
buyuruluyor. "Sana duyurmak düşer, Bize de onların
hesabını görmek düşer. Hidayete girecek olanları en iyi
bilen Allah (c.c.)'tır". Dediler ki: "Biz İslama girersek,
topraklarımızı kaybederiz, arazilerimiz elimizden gider
3236[23]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/29-31.
3237[24]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/31.
(kredi vermezler, sermayemiz elimizden gider)" Mekke'li
müşriklerin o günler için Bizanslılar ve İranlılarla ilişkileri
var ve bunlar diyorlarki biz müslüman olursak Bizans ve
İranlılar bizimle ticari ilişkilerini keserler. Ama Allah (c.c.)
bunların mantığını reddediyor. 3238[25]

57- Dedilerki: "Eğer seninle beraber hidayete tabii olursak


yurdumuzdan çıkarılırız." Onlara biz güvenli haremi yurt
kılmadık mı? Oraya tarafımızdan rizık olarak her çeşit
meyva toplanacak. Ancak onların birçoğu bilmezler.
Bu beldeye ilk İbrahim (a.s.) gelip yerleştiği için ve İbrahim
(a.s.) zalimler diyarını terkettiği için, Allah (c.c.) kendisini
şereflendirmiş ve bu beldeyi emin ve en işlek, ticari bir
merkez ve her türlü yemişin toplandığı bir yer kılmıştır.
Gerçekten Hacca gidenleriniz görmüştür, orada her türlü
meyve vardır. Diyeceksiniz ki: "hocanı petrolleri var da
onun için!" "Peki 1400 sene önce de petrol mü vardı?
Mekke ve Medine o zaman da emin bir belde ve her türlü
rızkın sağlandığı bir yerdi." Ama (birçok insanlar inceliğini)
bilmiyorlar. (Peki siz zenginliğinize mi
3239[26]
güveniyorsunuz?)

58- Kazançlarıyla şımarmış nice şehirleri helak ettik. İşte


yurtları. Onlardan sonra çok az yurt edinilmiştir. (Onlara)
biz varis olduk.
Sahabe cihada giderken, uzak yerlere giderken biz imana
eriştik, insanlar da erişsin diye giderlermiş, gece gündüz yol
alırlarmış. Yani öyle birşeyki o muhterem insanların
başardığı şeylere biz hayallerimizle arabalarımızla
erişemiyoruz. Düşünün ta Mekke'den, Azerbaycan'a,
İstanbul'a gelmişler.
Hani bilhassa okumuş kesimlerden şu soru çok gelir:
3238[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/31-32.
3239[26]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/32.
"Hocam Amerika'ya da Allah Peygamber gönderdi mi,
Japonya'ya da Allah Peygamber gönderdi mi? Kur'an
okusalar cevabını bulacaklar. 3240[27]

59- Onların baş şehirlerinde ayetlerimizi okuyacak bir


Peygamber göndermedikçe Rabbim şehirlerin halkını helak
etmemiştir. Biz ancak halkı zalim olan şehirleri helak
etmişizdir.
Bugünkü tarihi bulgular sonucu dinler tarihçileri de bu ayeti
desteklemektedirler. Mesela demektedirler ki, bugün
Amerika'da bulunan Mayalar. Yani bunların kalıntıları,
bunların helak edildiğine işarettir. Bunlara Maya dini
denilirki mesela Japonya ve o taraflarda Konfüçyüs gibi
insanların amellerini, inançlarını araştırıyorlar. İslamla
benzer konulara rastlıyorlar ama tabii tarih içinde de çok
değişmişler, değiştirilmişler.
Yani buradan şu çıkıyor, bunlarda bulunan bu hak ve doğru
tavır ve sözler, aslında hak bir Peygamberin mesajıdır.
Öyleyse Allah (c.c.) insan olan her yere; ya Peygamberini
veya Peygamberinin tebliğcisi olan sahabeyi, yani ona
inanan insanları, onun tebliğcilerini göndermiştir,
ulaştırmıştır. 3241[28]

60- Size verilen şey dünya hayatının geçimliği ve süsüdür.


Allah katında olan daha hayırlı ve ebedidir. Akıl
etmezmisiniz?
Bu, dünyayı istemeyin anlamında değildir bu. Bu ayeti
kerimeler bu dünyayı isterken ahireti inkar ve ihmal edenler
içindir. Ama iki dünyada Rabbimindir ve iki dünyada da
Allah'ın ahkamım hakim kılmak için çalışmalıyız. Bu dünya
ahiretin tarlasıdır. Bu tarlayı biz süreceğiz, biz hakim
olacağız ve eğer razı olurlarsa, kâfirlere de buradan
3240[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/32-33.
3241[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/33.
kendilerine düşen paylarını, adil bir şekilde vereceğiz. Razı
olmazlarsa kendileri bilirler. 3242[29]

61- Yaptığımız güzel va'de kavuşan kişi, dünya hayatında


geçimlik verdiğimiz, sonrada kıyamet günü cezalandırılmak
için getirilen kimse gibimidir?
62- Kıyamet günü onlara "Benim ortaklarım olduğunu iddia
ettikleriniz nerede?" diye nida eder.
63- Kendilerine azap sözü hak olanlar: "Rabbimiz, İşte
bunlar bizim azdırdiklarımız. Kendimiz azdığımız gibi
onlarıda azdırdık. Onlardan uzaklaştık sana geldik. Onlar
yalnız bizede tapmıyorlardı" dediler.
Dikkat ederseniz!, ben baştan beri bir şeyde ısrar ediyorum:
İnsanların tapındıkları; kuru taşlar değil, insanların koyduğu
kurallar ve ilkelerdir. Taşlar sembolik olarak dikiliyordu,
kendilerini gizlemek için. Burada yani yukarıdaki ayetlerde
Allah (c.c), insanları Rabbimin ah-kamıyla değil de, kendi
ahkamlarıyla idare edenlerle konuşuyor.
Onlar kıyamet gününde diyorlarki: "Ya Rabbi biz kendimiz
azdığımız gibi onları da azdırdık. Ama biz şu anda onlardan
uzağız, ayrıyız." (Tapılanların mantığını Rabbim şöyle
bildiriyor bizlere): "Ya Rabbi onlar bize tapınmıyorlardı,
onlar kendi çıkarlarına tapmaktadırlar, tapıyorlardı (bize
tapınmakta çıkarları vardı)"
Günümüzde de, ayrı yarı insanlarla konuşuyoruz, diyoruzki:
"Yahu siz bu adama inanıyormusunuz?" "Hayır" diyor.
Başkası var ama! Nedir o başkası? O başkası paradır, para.
Başka bir ayeti kerime de, İbrahim (a.s.) diliyle şöyle
söylenmektedir: "Siz bu putları aranızda bir sevgi birliği
oluşsun diye yaptınız (yoksa sizde biliyorsunuz ki bu
putların size bir menfaati veya zararı yoktur)" 3243[30] Yani bir
adamı put olarak dikmişler, onun ilkeleri etrafında
3242[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/34.
3243[30]
Ankebut 25
birleşiyorlar ve resmi geçitlerini onların etrafında
yapıyorlar, icra ediyorlar. 3244[31]

64- "Ortak koştuklarınızı çağırın " denir. Onları çağırırlar


fakat (putlar) onlara cevap veremezler, ve ateşi görürler.
Keşke onlar hidayete erseydiler.
65- O gün onlara nida eder ve der" peygamberlere nasıl
cevap verdiniz?
66- O gün haberler onlara körelir onlar birbirlerinede
soramazlar
Dünyada iken peşinde gittikleri, yolunda öldükleri, boyun
eğdikleri, o put insanların, onlara hiçbir fayda vermediğini
görecekler.
Peygamberlere uymamanın pişmanlığım çekecekler, ama iş
işten geçmiş olacak. Bizler aklımızı başımıza alıp "eyvah"
demeden, "Allah" diyelim. Çünkü; 3245[32]

67-Amma kim tevbe edip iman eder ve salih amel işlerse


kurtulanlardan olması umulur.
Orada kurtuluşa ermek için yanımızda imanımız ve o
imanın dışa sızmış hali olan, salih amel olması gerekir.
68-Rabbin dilediğini yaratır ve seçer onlar için seçme
yoktur. Allah'ı teşbih ederim Allah onların ortak
koştuklarından yücedir.
İnsanlık teknojiyi bu kadar geliştirmesine rağmen bir damla
kan yaratamamıştır. Bir damla su yaratamamıştır. Yaratan
Allah'dır. Öyle olunca yarattıkları arasından dilediğini
peygamber seçme hakkıda
onundur
Günler arasında Cumayı geceler arasından kadir gecesini,
Aylardan ramazanı, yıl içinde Kurban bayramı ile ramazan
bayramını, şehirlerden Mekke'yi Mescidlerden Mescidi
3244[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/34-35.
3245[32]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/35-36.
Haramı seçen odur. İnsan hiçbir şeyi yaratmadığı için
yaratılanların hepsine, yaratıcısının sanat eseri olarak
bakacak ve sanatkârına saygısını, onun gösterdiği şekilde
gösterecektir. 3246[33]

69-Rabbin onların göğüslerinde gizlediğinide


açıkladıklarımda bi lir.
70- O Allah ki, ondan başka ilah yoktur. Önünde sonunda
hamd onundur. Hükümde onundur, yalnız ona
döndürüleceksiniz.
Dış dünyalarının süsüyle iç dünyalarının pisliğini kapatıp bu
dünyada kendilerini adil gösterebilen zalimler, cömert
görünen kan emiciler, insan sever görünen katillerin Allah
içinide bilir dışımda çünkü yaratan o. Yaşatan O, onların
kalbini, kalıbını kanını v.s. yöneten O. İki dünyada
hamdimiz Ona aittir. İşimizin aşımızın önündede sonundada
hamdimizi O'na aittir. Bizim sosyal siyasal, hukuki, askeri,
ekonomik, bütün yaşantımız da, hüküm de O'na aittir. Biz,
kimin huzuruna done-çeksek Ona itaat ederiz. 3247[34]

71- Deki "söyleyin Allah kıyamete kadar geceyi üzerinize


daimi kılsa Allah'ın dışında hangi ilah size bir ışık
getirebilir. Hala dinlemeyecekm isiniz.
72- Deki: "Söyleyin” Allah kıyamete kadar gündüzü
üzerinize daimi kılsa Allah'ın dışında hangi ilah size içinde
dinleneceğiniz geceyi getirebilir? Hala görmeyeceknıisiniz?
73- Allah rahmetinden sizin için geceyi ve gündüzü yarattı
ki, onda istirahat edesiniz ve lutfundan verdiği rızkı
isteyesiniz. olurki şükredersiniz.
Hiç düşündünüzmii!!? Şu gökyüzünde bizi ısıtan ve ısıtan
güneşin yakıtının parasını bizden isteselerdi, biz nasıl
verirdik? Dünyanın tamamını güneşin içine atıversek,
3246[33]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/36-37.
3247[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/37.
sobaya atılan bir ağaç yaprağı gibi, birden yok olur gider. O
güzel rabbimiz gecemizi dinlenme yeri, gündüzümüzü
çalışma yeri kılmış ve onları ardarda getirip götürüyor.
Ya karanlık geceler sonsuza kadar sürse idi. Veya bu güneş
sonsuza kadar başımızın üzerinde kalsaydı ne olurdu?
Tabiat bilimcileri, geceyle gündüzün ardarda gelişinin
faydalarını bize anlatıyorlar. Anlıyamadıkları hariç. Biz
Rabbimizin bu rahmetine karşılık bizden istediği ibadetleri
yerine getirirsek, tabiata uyum sağlamış oluruz ve iki
dünyamızı cennet eyleriz. 3248[35]

74- Kıyamet günü onlara "Benim ortaklarım olduğunu didia


ettikleriniz nerede? " diye nida eder.
75- Her ümmetten bir şahid çıkarırız ve "Haydin delillerinizi
getirin" deriz. Bilirlerki : Hak Allah'a aittir ve uydurdukları
onlardan kaybolup gitmiştir.
Kıyamet gününde, yönetenlerle, yönetilenler bir araya
getirildiğinde, Allah'ı bırakıp kula kul olanlara sorulacak;
"Hani Allah'a ortak koştuklarınız nerede?" denilecek. "Biz
bilemedik anlayamadık, bunlar bizi yanılttı" diyenlerin
karşısına, onların zamanında yaşayan ve onları Allah'a
çağıran peygamberler veya varisleri olan alimler çağrılacak.
Onlar "biz da'vetimizi yaptık, fakat bunlar kaçındı, gelmedi"
diyecekler.
Rabbimiz kafirlere inkarlarının gerekçesini soracak. Tabikii
sessiz kalacaklar.
Sayın okuyucu sakın kula kul olma. Bütün kulları yaratan
Allah'a kul ol ve kurtul. 3249[36]

76- Karun, Musa'nın kavminden idi, ama onlara karşı azdı.


Biz ona öyle bir hazine vermiştik ki, anahtarları güçlü
kuvvetli bir topluluğa ağır geliyordu. Kavmi ona "şımarma
3248[35]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/38-39.
3249[36]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/39.
Şüphesiz Allah şımaran-Iarı sevmez" demişti.
"Karun kadar malın olsa ne fayda" demiş türk şairi. Kötü
malın kötü adamın elinde hiçbir işe yaramayacağının
ifadesidir.
Firavun, Karun ve Haman üçlüsü, fitnenin, zulmün,
işkencenin, soygunun, köşe dönmenin, malum devletinin
sembolleşmiş isimleridir.
Çete devletinde milliyetin hiç önemi yoktur. Firavun
kıbti'dir. Tevrat çıkış 6118-21 de Musa aleyhisselamın
babası Amran ile Karunun babası Yitshar'ın kardeş
olduklarını açıklar. Kur'an'ı kerifnin bu ayeti ise Karun'un
İsrail oğullarından olduğunu açıklar. Yönetimi elinde tutan
Firavun, ekonomiyi elinde tutan Karun, eğitimi elinde tutan
Haman, Allah'ın peygamberine karşı başkaldınrlar ama,
başlan denizin derinliklerindeki çamura gömülür ve helak
olurlar.
Hazinelerinin anahtarlarım bir gurub insan taşıyordu.
Allah'ın yarattığı yeryüzünden topladığı taşlarla (yakut, inci
mercan, firuze, akiklerle) veya yeryüzünden topladığı
demirlerle (altın, gümüş, bakır) Allah'a karşı kibirleniyor
ansanlara karşı şımarıyordu.
İşte ayet-i kerimelerde kötülenen mal, sahibini azdıran ve
şımartan maldır.
Yoksa Sad suresi 39. ayette ifade edildiği gibi Süleyman
aleyhisselamın mülk ve otoriteye sahip olması için duası
bize öğretilir. Süleyman aleyhisselamın sahip olduğu mal,
Karun'unkinden çok fazla idi. Ama Süleyman
aleyhisselam'm ibadetine ve şükrüne mani değildi.3250[37]

77- Allah'ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu iste.


Dünyadan nasibinide unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi
sende ihsan et yeryüzünde bozgunculuk isteme. Şüphesiz

3250[37]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/39-40.
Allah bozguncuları sevmez."
Gece karanlığında kandille evimizi, malımızı aradığımız
gibi, bu dünya hayatında elimiz, gözümüz kulağımız,
eşimiz, çocuğumuz, malımız ve makamımızla da ahiret
yurdunu arayacağız.
Dünyadaki nasibimizi unutmayacağız. Bülbülün kafesde
oluşu gibi, can kuşumuzda ten kafesindedir. Tenimiz
yeryüzü toprağından yaratıldığı için yeme, içme, giyme,
binme, yerleşim yeri gibi.ihtiyaçlarını tenimize vereceğiz.
Allah'ın kitabını okuyup emir ve yasaklarına göre hareket
ederek canımızın gıdasını vereceğiz. "Dünya ahiretin
tarlası" olduğuna göre bu tarladan payımızı almadan
gitmeyeceğiz
Hepimizin bildiği bir hadis vardır. "Hiç ölmeyecekmiş gibi
dünyaya çalış. Yarın ölecekmiş gibi ahir ete çalış."
Beyhaki Süneni kübra 3/19
Abdullah b. Mübarek Zühd 2/218
İbn Hacer Muhtasar üd-Deylemi İ/1/27
İbn Kuteybe Ğaribül Hadis 1/46/2
Kurtubi 7/314
Metalibül Aliye 3/172
Suyuti Camiussağır, Aslihu dünyakün Maddesi
Nasıruddin elbani "Silsilet-ül ehadis- iz Zaife vel Mevzua
isimli eserinin 8 nolu hadisi ile, 874 nolu hadisinde uzun
araştırmalardan sonra kendince zayıf olduğuna hükmediyor.
Ahmed Ziyaeddin gümüşhanevi ise Levamiul ukul 1/488 de
çok güzel bir açıklama getiriyor ve; "Sonsuza kadar
yaşayacağına inanan insanın dünyaya hırsı olmaz. Bu gün
elde etmezsem yarın elde ederim, nasıl olsa ölüm yok
der."diyor.
Yani "hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya çalış" sözü bizden
hırsı gidermek içindir diyor. Mü'minler, göklerin ve yerin
Allah'a ait olduğuna inanırlar. Göklerde ve yerde Allah'ın
tabiat kanunları geçerli olduğu gibi insanların hayatında da
Allah'ın kanunu geçerli olsun isterler.
Bir buğday tanesinin haksız yere birilerinin midesine girip
de, ahi-rette onun için ateş olmasını istemezler. Allah için
kazanırlar. Allah için harcarlar. Mü'minun suresinin 4.cü
ayetinde de ifade edildiği gibi; zekat vermek için çalışırlar.
Ayetin devamında; "Allah'ın sana ihsan ettiği gibi sende
ihsanda bulun" diyor. İhsanda bulunmak için Allah'ın
ihsanından kazanmak lazım. İhsanda bulunulmazsa fesad
çıkar. Günümüzde çok yiyen kapitalistlerin geğirtisi ile,
yiyecek bulamayan koministlerin karın gürültüsü, dünyayı
kan ve gözyaşıyla suluyor.
Allah bozguncuları sevmez. Kim o bozguncu? 3251[38]

78- (Karun ) dediki; "Bu bana bendeki ilim sebebiyle


verildi." O bilmiyormu? Allah ondan önce, ondan daha
güçlü ve birikimi daha fazla olan nice milletleri helak etti.
Suçlular günahlarından sorulmazlar.
79- (Karun birgün) kavminin karşısına zineti içinde çıktı.
Dünya hayatını isteyenler "Keşke Karun'a verilenler bize de
olsaydı. Şüphesiz o büyük pay sahibidir." dedi.
80- Kendisine ilim verilenler "Yazıklar olsun size iman edip
salih amel işleyene Allah'ın sevabı daha hayırlıdır. Önada
ancak sabredenler kavuşturulur." dedi.
81- Karun'u ve yurdunu yerin içine batırıverdik. Allah'dan
başka ona yardım edecek hiçbir topluluk olmadı. Kendini
kurtarabileceklerde değildi.
82- Dün onun yerinde olmayı isteyenler; "vay be!! demek
Allah dilediğine rızkı bol veriyor, dilediğine dar veriyor.
Eğer Allah bize lut-fetmemiş olsaydı bizi de yere batırırdı.
Vay be demekki kafirler felah bulmazlar." dediler.
"Ben bu malı kendi bilgim ve becerimle kazandım" diyen
Karun gibilerdir bozguncular.

3251[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/41-42.
Günümüzde nice zenginler bilirizki, yanında çalıştırdığı
uzman kişinin aklının ve bilgisinin, kırkda birine sahip
değil.
Bu bozguncular: "Allah, bizde bir iyilik gördüki, bu malı
bize verdi" diyorlar. Yani kişilerin değerini parasıyla
ölçüyorlar.
Rabbimiz onların bu düşüncelerini cevaplıyor; "Geçmişde
sizden daha zengin ve güçlü olanları helak ettim. Eğer onlar
hayırlı insanlar olsalardı, helak olmazlardı. Onların günahı
öylesine çokki, teker teker günahları sorulmaz."
Karun, zenginliğin bütün ihtişamıyla insanların arasına
çıktığında, dünya hayatını birinci gaye olarak görenler, ona
imrenerek; "keşke Karun'a verilenin benzeri bize de verilse"
derler.
Bizler Karun'lara imrenmeyeceğiz, Harunlara özeneceğiz.
Ali Imran suresinin 146-147nci ayetlerinde, O
peygamberleri ve Rabbanileri anlattıkdan sonra, 148nci
ayette; "Nihayet Allah onlara dünya nimetini ve ahiret
sevabının güzelini verdi" ifadesiyle dünyanın güzelliklerini
de, ahiretin güzelliklerini de Allah'ın koyduğu kurallar
içinde istemeliyiz.
Günümüzde bir kısım müslümanlanmız, dünya saltanatının
kafirlerin elinde olduğunu görünce, kafirlerin kazandığı
yolları da meşru sayarak; zengin olduktan sonra İslama
hizmet etmeye yöneldiler. Fakat haram mal onları kuşattıkca
dostlarıyla arası açıldı. Birbirlerini göremez oldular.
Harun'un yolundan gidenler, Karun'un saltanatına da sahip
oldular. Fakat Karunlar helak olup gitti. Sabırla yürüyenler
Allah'ın iki dünya nimetine kavuşurlar.
Karun'un kendisinin ve sarayının yerle bir olması, geride
kalanlara bir ders olmuştur.
Tarihte binlece firavun ve Karun gelip geçmektedir, ancak
yalnız bu ikisi aleme ibret olsun diye tarihin direklerine
asılmıştır. 3252[39]

83- İşte bu ahiret yurdunu biz, yeryüzünde kibirlenmeyi ve


bozgunculuğu istemeyenlere veririz. Sonuç müttakilerindir.
84- Kim bir iyilikle gelirse ona ondan daha hayırlısı vardır.
Kimde kötülükle gelirse, kötülük yapanlar ancak
yaptıklarıyla cezalandırılırlar.
Ahiret yurdunu kazanmak, kibirden uzaklaşıp, Allah'ın
koyduğu kanunlara boyun eğmekden geçer. İnsan yalnız
Allah'a boyun eğerse, yeryüzünde Allah'ın kurallarına göre
hareket ederse, insanlar arasındaki ilişkiler bozulmaz,
karada ve denizde fitne, fesad ve bozulma olmaz. İyilik
yapan iyilik bulur.3253[40]

85- Şüphesiz sana Kur'an'i farz kılan seni dönüş yerine


(Mekke'ye) elbette döndürecektir. Deki "Hidayetle geleni
de, apaçık bir dalalette olanı da Rabbim daha iyi bilir.
86- Sen, sana bu kitabın ulaştırılacağını ummazdın. Ancak
Rabbinden bir rahmettir. Sakın kafirlere arka çıkma.
87- Sana (ayetler) indirildikten sonra sakın Allah'ın
ayetlerinden seni alıkoymasınlar. Rabbine dua et
Müşriklerden olma.
Bu surenin 15, 16 ve 17. ayetlerinde Hz. Musa'nın
hayatından örnek verilerek; suçlulara arka çıkmamamız
istenmiştir. 3254[41]

88- Allah'la beraber diğer ilahlara dua etme. Ondan başka


ilah yoktur. Onun vechinden başka herşey yok olacaktır.
Hüküm O'nundur ve siz O'na döndürüleceksiniz.
Biz, bu dünyada bize va'dedilen yerlere Kur'an'la
ulaşacağımıza inanırız. Yemen'den, Viyana'ya kadar

3252[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/43-45.
3253[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/45.
3254[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/46.
Kur'an'la yürümüşüz. Kur'an'i bıraktıkdan sonra, kaçarak
küçücük yere sığınmış ve sığıntı olarak yaşamaktayız.
Biz Kur'an'la, cennette va'dedilen yerimize yürürüz.
Sevgili peygamberimizin peygamberlik beklentisi yokken,
Rabbimiz onu seçmiş. Bu surenin 68.nci ayetinde ifade
edildiği gibi; yaratmak ve seçmek Allah'a aittir. "Niye
fakirden seçti, niye arapdan seçti" deme hakkına sahip
değiliz.
Rabbimizin bir rahmeti olan bu Kur'an bize geldikten sonra
ona önem vermezsek, ilgisiz kalırsak, onunla amel etmezsek
kafirlere arka çıkmış oluruz. Onlara yardım etmiş olursun.
Hiçbir olay, hiçbir kurum, kuruluş, kural, para, makam veya
şan şöhret bizi Allah'ın ayetlerinden alıkoymasın. İnsanları
Allah'a çağıralım. Eğer Allah'dan başkasına çağırırsak,
Allah korusun müşriklerden oluruz.
Bizler ekini ekeriz, sularız, sonra kökünden keser, daneyle
samanı birbirinden ayırır, daneyi anbara, samanı samanlığa
koyarız. Daneyi samanlığa koymayız.
Yaratan, yaşatan ve yöneten Allah (c.c)de bizleri yaratıyor,
yaşatıyor sonra amellerimize göre cennet veya cehenneme
gönderiyor. Dönüşümüz ona.
Gönlümüzde zerre kadar şirkden, inkardan iz kalmasın.
Rabbimiz bizlere yardım etsin. Amin... 3255[42]

3255[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/46-47.
ANKEBUT SURESİ

Ankebût suresi; Mekke'de nazil olmuştur. 69 ayet olup, 41.


ayetinde Allah(cc); "kafirlerin amellerini örümceğin evine
benzettiğinden" dolayı bu ismi almıştır. Nasıl ki, örümceğin
evinin soğuğa, sıcağa dayanama-dığı, hafif bir rüzgarda
yırtıldığı, bir kuşun geçişine bile mani olamadığı gibi;
kafirlerin de ellerindeki bütün imkanlarının, müslümamn
'gücü karşısında dayanağının olamayacağını, Allah fcc)
haber vermiştir. 3256[1]

1 -Elif Lam Mim


Yine bu sure de, "hurufu mukatta" dediğimiz harflerle
başlıyor. Bunların izahı, Bakara sûresinin birinci ayetinde
geçmişti. 3257[2]

2- İnsanlar; denenmeden (yalnız), iman ettik deyivermekle


bırakıvereceklerini mi sanıyorlar.?
Surenin nuzülü konusunda alimlerimiz ihtilafa
düşmüşlerdir. Bir kısmı; Mekke'de ilk dönemlerde,
miislümanların Habeşistan'a hicreti öncesi, nazil olmuştur
görüşünde. Diğer bir kısmı da; Mekke'de en son nazil olan
sure'dir görüşünde. Bazıları da, surenin bazı ayetleri
Medine'de nazil olmuştur demektedir. Hepsinin görüşüne
uygun ayetler vardır da ondan kaynaklanmaktadır bu ihtilaf.
Mesela bu ikinci ayette onlar "iman ettik" demekle
kurtuluverecekle-rini zannediyorlar, deniliyor. İşte bu ayete
bakarak, Medine'de nazil olmuştur demek doğrudur. Çünkü
burada bahsedilen Medinede'ki münafıklardır. Fakat
müfessirlerin çoğunluğunun kanaati, surenin Mekke'de nazil
olduğudur. Bu ayeti tefsir ederken de; Mekke döneminde

3256[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/49.
3257[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/49.
Şifa Tefsiri cilt 1/79
sadece "kelimeyi şehadet" getirmekle, müslüman olduğunu
zannedenler vardı diyorlar.
Yine bu ayet, günümüzdeki müslümanların fotoğrafını
çekip, karşımıza çıkarmış gibidir. İnsanlar imtihana tabi
tutulmadan, denenmeden, bırakılı verileceklerini mi
zannediyorlar?
Ülkemizde %99'u müslüman olan bu insanlar; siyasi ve
ticari çıkarları için dininden vazgeçebiliyor veya müslüman
olmadığı halde, bu çıkarları için müslüman görünme gayreti
içinde oluyorlar. .
Yahudi asıllı adam, Tahtakale'de, Kap alıç arşı'da dükkanına
Besmele'yi asıyor... bu bir ticari şehadettir. Siyasi yönden de
dinime düşmanlık yapmış olup, Kur'ari Kurslarının, İmam-
Hatip okullarının kapanması, geri kalması için uğraşmış
insanlar vardır. Fakat bunlar halkın karşısında müslüman
biriyimiş gibi şehadet getirirler, işte bunlarınki de siyasi bir
müslümanlık, siyasi bir şehadettir.
İşte ayeti kerime de; "iman ettik, demek yeterli değildir",
sözüyle Allah (c.c.) bunu vurguluyor. İmanın gereği olan
amelin yapılması gerekir. Bu amel de icraya konunca, bu
sefer kişinin karşısına düşmanlar çıkar.
İslam öncesi, iman edenlerin topluca ateşe atıldığı, "Buruç
suresinde"
açıklanmaktadır ki; yahudiler insanları ateşe atıp, daha sonra
da bunu zevkle seyrederler.
Fransa'da birinci dünya savaşı sırasında yahudilerin
yakıldığı yerleri gezmiştim; insanın boyuna, vücuduna göre
kazanlar, sobalar yapıldığını gördüm. Orada bir defter
açmışlar, gelenler birşey yazıyorlar, ben de bu surenin
ayetlerini ve de "Kötü tuzak sahibini yakalar" ayetini
yazdıktan sonra; "kendilerinin geliştirdiği işkence tuzağına,
kendileri düşmüşler" demiştim.
Dinimiz, insanın bu dünyada yakılarak cezalandırılmasına
karşıdır. Allah'a hamd olsun, ecdadımızın tarihinde böyle
yüzkarası bir lekesi yoktur. 3258[3]

3- Andolsun onlardan öncekileri denedik. Elbette Allah


doğru söyleyenleri de, yalan söyleyenleri de bilir.
İkinci Ayeti kerime de Allah; (c.c.) inandık diyenleri
imtihan edeceğini belirtiyordu. Şimdi bu dünyada yaşayan
biziz, bizi imtihan ediyor. Ayet nazil olduğunda da Hz.
peygamberin etrafında bulunan insanları, sahabeyi imtihan
etmişti. Sahabeden bazılarına, imansızlar çeşitli eziyetler
etmiş, Hz. Osman (r.a.) gibi bazı sahabelere de, soylu bir
aileden geldiği için ticari ambargo koymak suretiyle, eziyet
ediyorlardı. İşte bu da onun için bir imtihandı.
İnsanlar çeşitli imtihanlarla imtihan edilmiştir. Fakat bu
imtihan sadece biz ümmeti Muhamme'de mahsus bir şey
değil, "bizden öncekileri de aynı şekilde imtihan ettiğini"
ifade ediyor üçüncü ayeti kerime.
"Doğrusu biz onlardan öncekileri de, çeşitli imtihanlarla
denedik." Yani Hz. İsa (a.s.)'a inananlar da Hz. Musa(a.s.)'a,
Hz. Nuh (as)'a inananlar da imtihan edilmiştir. Yalnız iman
edenler değil, Peygamberlerin kendileri de imtihan
edilmiştir.
Daha önce "Enbiya" suresinin tefsirinde geçtiği gibi Hz.
İbrahim (a.s.), mancınıkla ateşe atılıyor, ateş gülistana
dönüyor. Yusuf suresinde de; Yusuf (a.s.)'dan ve imtihanın
çeşitli merhalelerinden bahsediliyor; kardeşlerinin kötülük
yapmaları, kuyuya atılması, daha sonra hapishane,...
arkasından imtihanın tamamlanması neticesinde devlet
başkanı olarak hapishaneden çıkıyor. İşte bu Peygamberler
için bir imtihandır.
İşte günümüzde de dininden dolayı hapse girenlere "Allah
sabır versin" diyerek; üzülmeyip, bunun bir imtihan
olduğunu düşüneceğiz. Onun için biz neyin nasıl olacağını

3258[3]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/49-51.
bilemeyiz. Bize düşen görevi yapmamız gerekir.
Böylece Allah (cc), "iman ettim" derken, dinine sadık
olanlarla, yalan söyleyenleri bilir, ortaya çıkarır. Herkes
iman ettik der ama Allah (c.c.) öyle imtihan eder ki; o
imtihanda kaybediverir.
Hani Anadolu'da bir ata sözü vardır; "Kişinin sağlamlığı;
sarı altınla, kadını görünce belli olur." Yani kişinin önüne
öyle fırsat geçerki, şöyle elinin ucu ile dokunuverse, bir
imza atıverse hayal dahi edemediği rakamlar onun olacak ve
de kimse görmeyip hesab da sormayacak, veya öyle bir
kadınla başbaşa kalıyor, istese çeşitli fırsatlar eline geçmiş
gibi. İşte böyle bir durumda gerçekten "yiğit" delikanlı onlar
ki; Yusuf suresinde de Yusuf (a.s.) "feta" kelimesi ile
zikrediliyor, Yusuf misali; "Ben Allah'tan korkarım" deyip
imanını ortaya koyar. Ama yiğit olmayanlar da, bu gibi
imtihanları kaybediverir.
Bu ayetin mealini bazıları şu şekilde de veriyorlar; Allah'a
iman ettik derken, doğru söyleyenlerle yalan söyleyenleri
bilmek için.! Bu da doğrudur, ama izah edilmezse yanlış
anlaşılabilir. Sanki Allah mü'min ile kafiri bilmiyormuydu
da onları imtihan ediyordu, gibi bir durum sözko-nusu
olabilir.
Yaratan Allah'tır. O, herşeyi bilir. Ancak islâm hukukunda
bir hareket fiiliyata dönüşmeden önce, "siz ilerde şu
fiili(suçu) yapacaksınız" diye cezalandırma yoktur. Allah-u
teala fiile dönüşmemiş şeylerden dolayı da kişiyi hesaba
çekmez. Onun için bir iyilik olacak ki, ona mükafat versin,
Bir kötülük olsun ki, ona ceza verilsin. Bunlar biz kullar
içindir. Yoksa Allah(cc) bizi yaratmadan önce de kimin ne
yapacağını, kimin ne yapmayacağını biliyordu. 3259[4]

4- Yoksa kötülükleri yapanlar bizden kaçabileceklerini mi

3259[4]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/51-53.
sanıyorlar? Ne kötü hükmediyorlar.
Kötülük yapanlar da bizi geçeceklerini mi zannediyorlar.?
Yani bizim onları görmeyeceğimizi, hesaba
çekmeyeceğimizi veya çekemeyeceğimizi mi?, bizi
atlatacaklarını mı zannediyorlar? Böyle zannediyorlarsa,
çok kötü hüküm veriyorlar.! 3260[5]

5- Kim Allah'a kavuşmayı ümit ederse, şüphesiz Allah'ın


belirlediği vakit elbette gelecektir. O herşeyi işitendir,
herşeyi bilendir.
Hepimiz Allah'a ve cennetin deki nimetlere kavuşmayı,
Rasulünün ya-mnda komşu olmayı istiyoruz. İşte Rabbimiz
de; "Birgün Allah'ın belirlediği ecel gelecek" buyuruyor.
Yani ansızın, birgün insanoğlunun eceli, vakti geldiği
zaman ölecektir. Yatakta yatsak da, ayaklarımız üzerinde
dolaşsak da mutlaka ölüm gelecektir.
Kişinin, hemen ölüm gelecek gibi hazırlıklı olması; Allaha
olan görevlerimizin yerine getirilmesinde, borçlarımızın ve
mallarımızın tanziminde, kul haklarının ödenmesi
konusunda dikkatli olması gerekir.
Hadis olduğunu söyleyenler var ama güzel bir söz var;
"Vakti geçmeden namazda acele edin, ölüm gelmeden de
tevbede acele ediniz." denilmiş.
Allah herşeyi işitendir. Allah herşeyi bilendir. 3261[6]

6- Cihad eden ancak kendisi için cihad eder. Şüphesiz Allah


alemlerden (yaratılmışlardan) müstağnidir, (kimseye muhtaç
değildir.)
Allah-û teala Kur'an-ı Kerim'in birçok ayetinde;
"mallarınızla, canınızla cihad ediniz" emrini vermektedir.
Bir başka ayette; "Her can yaptığının karşılığında
rehindir"buyuruyor. "Rehin'in" karşılığı olarak bugün
3260[5]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/53.
3261[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/53-54.
"ipotek" kelimesini kullanıyoruz. İpotek ise; bir borç
karşılığında verilen maldır. Borç ödenmediği zaman, o
ipotek yapılan mal gider.
Ayette Allah (c.c.); "Yaptıklarınıza karşılık canlarınız
ipotektir." buyuruyor. Yaptığınız kötü davranışları, bu
dünyadayken iyiliklerle sildi-remezseniz, ahirette ipotek
olarak canınız cehenneme alınacaktır.
Bu ipoteği çözmenin yolu da, mal ve can ile Allah yolunda
cihad etmektir. Bu da, malgücü olabildiği gibi, akıl gücü,
diploma gücü, beden gücü de olur.
Bu güçlerin birleştirilmesi gerekir, bu birleştirme de; Karate
sporuna giden bir insanın birkaç tuğla ve kiremit parçasını
üs.t üste koyarak, vücudunun herşeyiyle ona konsantre olup
kırması gibi.
Müslümanlarda aynı şekilde, yukarıda saydığımız bu
güçlerini
Allah'ın dininin yücelmesine konsantre edip, tek bir vuruşla
-tuğla ve kiremitleri kıran karateci gibi- bu günahlarından
sıyrılmalıdır,
İşte islamın"cihad"kelimesi bunu, bu konsantreyi ifade eder.
Yani mali gücü, bedeni gücü, diploma gücü, tecrübe gücü,
biraraya getirilip imansızlığın beline vurmalıdır. Kendim
böyle konsantre etmeyip, bedeni camide, ama kalbi ve zihni
başka yerlerde olanlar, karatecinin acemilik zamanında sağa
sola bakarak vurup, kıramadığı gibi, imanda küfre vurur
ama vuruşlarda isabet kaydedemez ve hedefe ulaşamaz.
Karatecinin zihni ile değilde, kolu ile vurduğu gibi böyle
müslümanlarda mallan ile cihad edip canlannı ortaya
koyamazlar.
Bazıları makamını bu işte kullanırken, malını Allah yolunda
harcamaz başka biri de canını ortaya koyar, ama makamını
veya malını koymaz. İşte bu güçlerin bir araya gelmemesi,
gayreti, cihad olmaktan çıkarır. Onun için Ayette; "cihad
eden kendine cihad eder. Allah bütün yaratılmışlardan
zengindir" buyrulur.
Yani Allah'ın cihada, Namaza, Oruca Kurban kesme gibi
bütün ibadet ve itaatlere ihtiyacı yoktur. Bu ibadet ve
itaatler biz kulların menfaatinedir. Cihad eden kendi nefsi,
kendi menfaati için cihad etmiştir. 3262[7]

7- İman edip salih amel işleyenlerin elbette günahlarını


örteriz ve yaptıklarını en güzeliyle mükafatlandırırız.
Kur'an-ı Kerim'in hemen hemen çoğu yerinde "iman ve
salih amel" ikisi bir arada zikredilmiştir. Buda ikinci ayette
geçen "iman ettik" demekle işin bitmediğini ifade ediyor ve
bu ayeti açıklar bir durum sergilemektedir.
Yani adam; "Ben Kelime-i tevhid ve Kelime-i şehadet
getiriyorum" diyor ama Kur'an'ın içindeki ayetlere karşı da
harp ilan ediyor. Veya Kur'an'daki birkaç ayetin günümüz
şartlarına uymadığını söylüyor. İşte şeytanın hayatında
birdefa kendi mantığını kullanıp; "ben ondan üstünüm"
demek suretiyle, Allah'ın rahmetinden kovulduğu gibi, bu
insanlarda mantıklarını kullanıp şeytanın yoluna gidi
veriyorlar.
Allah (c.c.) ise, "iman ettik" demenin yeterli olmadığını,
bunun yanısıra, "" yapılması gerektiğini, ameli salih
işlenirken de imtihanlarla karşı karşıya gelecek olurlarsa, bu
imtihanların onların imanlarındaki doğruluklarını veya
yalandan iman edip etmediklerini ortaya çıkaracağını haber
veriyor.
Eğer iyilik işlerlerse onların da kötülüklerinin örtüleceğini
ve de yaptıklarının en güzelleriyle mükafatlanacaklarını
ifade ediyor. Onun için bazı hoca efendiler dua ederken;
"Yarabbi dualarımızı tarafından Mekke-i Mükerreme ve
Medine-i Münevvere de yapılan dualarla beraber ihsanı-
kabul ile kabul eyle... bizim dualarımızı da onların arasına

3262[7]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/54-55.
ekle" diye dua ederler ki, işte bu ayetin bir fiili uygulaması
ve de bu ayetin bir ifadesidir. 3263[8]

8- Biz insana, anne ve babasına iyilik yapmasını tavsiye


ettik. Eğer annen, baban bilgisizce, bana ortak koşman için
çalışırlarsa, onlara itaat etme. Dönüşünüz banadır.
Yaptıklarınızı ben size haber
vereceğim. Günümüzde bazı genç kardeşlerimiz,
arkadaşlarının veya çevresindeki diğer kişilerin gayreti
diniyyeleri sebebiyle, islam ile müşerref olmuşlar. Fakat ilk
tepki de en yakım olan anne ve babalarından geldiği için, bu
konuda bizlere, "ne yapalım.? şeklindeki sorularına, bu ayet
gayet güzel bir cevaptır.
Saad b. Ebi Vakkas genç yaşta müslüman olur. Müslüman
olduğunu duyan annesi, kendini Kabe'nin yanında güneşin
altına bırakır ve oğluna; "islamdan dönmedikçe yemek
yemeyeceğim, su içmeyeceğim ve de güneşin altından
ayrılmayacağım" diyerek, islam tarihinde ilk açlık grevini
(müşrike bir kadın) yapmıştır.
Ne de olsa annesi olunca Saad bin Ebi Vakkas, Hz.
Peygambere müracaat eder ve durumu haber verir, bunun
üzerine bu ayet nazil olur.
"Biz insana anne ve babasına iyiliği emrettik. Bununla
beraber anne ve baban seni müşrik yapmak için çalışıp
gayret ediyorlarsa, bu konuda onlara itaat etme." "Onlara
itaat etme" cümlesinden Önce, arada bir cümle var o da;
"Senin, onların müşrikliği konusunda bilgin yok, onların da
bilgisi yok, bilgisizce onların yoluna gitme, onların dönüşü
banadır. Yapmakta olduklarını kendilerine haber
vereceğim." buyruluyor.
Anne, baba çocuğunun müşrik olmasını istese bile, çocuk
onlara iyiliğe devam edecektir. Fakat imani noktadaki

3263[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/55-56.
isteklerini yerine getirmemelidir. Bu konuyu alimlerimiz,
"hiristiyan ve yahudi anne ve babası olan müslüman genç,
onları kilise ve havra'ya götürmek zorunda değildir. Fakat
kilise veya havra'ya kendileri gitse de, geri getirilmeleri için
haber gönderirlerse, çocuk onları oradan geri getirmek
mecburiyetinde-dir" şeklinde Özetlemişlerdir.
Hz. Peygamber (sav); "Yaratıcıya isyan olan yerde
yaratılana itaat yoktur." buyurmuşlar. Bu hadis herkese
şamildir, yani anne babaya da, yakın akrabaya da,
yöneticilere de, kan ve kocaya da şamildir. Allah'a isyan
olan veya Allah'a isyanın emredildiği yerde, karı kocasına,
koca karısına, çocuk anne babasına ve yöneticilere itaat
etmez.
Günümüzde, erkek kadına mı, kadın erkeğe mi itaat etsin?
diye soruyorlar. Biri diğerine itaat etme yerine, Alîah'a(cc)
itaat edip, Allah'ın belirtmiş olduğu kanunlar çerçevesinde
karşılıklı görevlerini yerine getireceklerdir. Erkekler
kadınlar üzerinde "kavvam"dır derken ayette erkeğin
görevleri "kavvam" kelimesi ile ifade ediliyor. 3264[9]
Yani kendi koymuş olduğu kurallara göre değil.!, Allah'ın
koymuş olduğu kurallara göre, evirip çeviren demektir, Her
söylediği şey de kanun değildir. Her ikisi de müstakil
varlıktır. Allah(cc) ve Rasulüne itaat etmekle mükelleftir.
Karşılıklı sevgileri de, bu kanunlar çerçevesinde ola-
caktır. 3265[10]

9 - İman edip salih amel işleyenleri, elbette salihler arasına


kayacağız
Biz müslumanlar da hemen hemen bütün namazlarımızda ve
diğer zamanlarda, yaptığımız dualarımızla bunu dile
getiriyoruz. Buhari'de geçen bir hadiste, Hz
Peygamber(s.a.v.); "Kişi sevdiği ile beraberdir" buyuruyor.
3264[9]
Bakı. Nisa 34
3265[10]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/56-58.
Sahabe(r.a.) diyorki; "Bunu duyduğumuzda öylesine
sevindik ki, hiç böylesine sevinmemiştik. Çünkü biz Allah
ve Rasulünü Seviyoruz, ahirette de onunla olma ümidi bizde
biraz daha artiverdi" 3266[11]
Günümüz müslümanları olarak biz de saflarımızı iyi
belirleyip, Salih insanlarla beraber olmaya çalışmalıyız.
Allah(cc); "Ayetlerimize iman edenleri ve salih amel
işleyenleri, salihlerin yanma girdiririz" buyuruyor. Bu,
dünyada da olur, Ahirette de olur.
"Salih"; işi düzelten ve de düzgün yapan demektir.
Yaratılışta herşey düzgündür. İnsanoğlu yaratıldığında
ruhunda herhangi bir kir (pislik) yoktu, akılbaliğ olduktan
sonra düşüncesinde, davranışlarında bozulma meydana geldi
ve bu değişiklikler onun ruhunu lekeledi. İşte "salih insan"
bu lekeleri düzelten insandır,3267[12]

10- İnsanlardan bir kısmı; "Biz Allah'a iman ettik" derler.


Arkasından Allah yolunda bir eziyet gördüklerinde,
insanların işkencesini Allah'ın azabı gibi görürler. Eğer
Rabbinden bir yardım gelirse "bizde sizinle beraberdik"
derler. Allah herkesin göğüslerindekini en iyi bilen değil
mi?
Bakara suresi 14.ayetinde; "O münafıklar, mü'minlerle
karşılaştığında; biz de inandık derler, şeytanlarıyla başbaşa
kaldıklarında; biz sizinle beraberiz, biz ancak onlarla istihza
edicileriz derler." buyruluyor. Bu ayet, günümüzdeki
münafıkların da bir fotoğrafıdır.
İşte Ankebut süresindeki, bu ilk on ayetde anlatılanlardan
şunu anlıyoruz; İnsanlar içinde öyle kimse vardır ki; "
Allah'a iman ettik derler, sonra da Allah yolunda eza
görecek olurlarsa veya mallarından birşey alınıverse o
zaman; "-Allah'a imanından dolayı- uğradığı bu dünyadaki
3266[11]
Buhari, Edep 96, Müslim Bin 165
3267[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/58-59.
insanlardan gelmiş olan azabı, inanmayanlar için Allah'ın
vereceği azapla aynı zannederler." Yani bunlarınla de
Allah'ın azabı gibi, ondan geri kalınıyor derler. Fakat
Allah(cc) "De ki; cehenem ateşi en şiddetli azab-dır."
buyuruyor. 3268[13]
Medine döneminde, Müslümanlara Tebük savaşına giderken
münafıklar; "Bu sıcakta hiç savaşa mı gidilir? savaş mı
yapılır.?" diyorlar. Bunun üzerine bu yukarıda meâl'ini
verdiğimiz ayet nazil oluyor. Yine bir başka ayette ise;
Ahiretin azabının çok şiddetli olduğu, hem de daha ebedi ve
sonu gelmez olduğu buyrulmuş.
Eğer Allah'tan bir zafer gelecek olursa,bu münafıklar bu
sefer de; "Biz sizinle beraber değilmiydik. " derler. Yani
önce mü'minlerin yanma gelip "biz de iman ettik" diyorlar,
sonra da imansızların yanma gidip; "müslü-manlarla dalga
geçiyoruz, gerçekte biz de sizdeniz" derler, Bundan dolayı
hesaba çekilip imtihan edilecek olurlarsa; "Biz müslüman
değilmi-yiz, sizinle beraber namaz kıldık, oruç tuttuk ve
diğer ibadetleri yapmadık mı?" derler. 3269[14]
Allah(cc), bütün insanların göğüslerinde olanı, en iyi bilen
değilmi-dir.? Herkesin içinden geçeni, kalbindeki duygu ve
düşünceleri en iyi bilendir. Biz insanların zahirine göre
hükmederiz içine göre hükmeden . Allah (cc)'dür
Herhangi bir makama gelip, insanlara imkanlar dağıtma
durumuna gelen bir müslüman, bu imkanları dağıtırken
etrafında, Önceden çeşitli kılık kıyafette, inanç ve ideoloji
de olan insanlar, birdenbire bir numaralı, hem de aşırı
şeriatçı olabilirler. Böyle bir ortamda, hakiki müslüman ile
sahte müslümanı ayırmanın yolu, daha önceki ayetlerde de
geçtiği gibi; dine dalıa fazla hizmet edenler, daha üstün
tutulmalıdır.
Hz. Peygamber de bunu yapmıştır. Mekke döneminde
3268[13]
Tevbe 82
3269[14]
Bakz. Nisa 141
müslüman olanlarla, Medine döneminde müslüman olanlar
bir tutulmamıştır. Yine Bedir savaşına katılanlarla, Uhud
savaşma, Hendek savaşma katılanlar bir
3270[15]
tutulmamıştır.

11- Elbette Allah iman edenleri de bilir, münafıkları da bilir.


Elbette Allah, müminleri de, münafıkları da bilir. Çeşitli
imtihanlarla imanda samimi olanlarla, imanda samimi
olmayanları ayırır, Tabiki bunu bizim için ayırıyor. Yoksa
o, ilmi ezelisi ile herşeyi bilir. Kimin münafık, kimin kafir,
kimin de müslüman olduğunu ve olacağını bilir. 3271[16]

12- Kafirler, iman edenlere; "Siz bizim yolumuza uyun,


sizin günahlarınızı biz taşıyalım" dediler. Onlar iman
edenlerin günahlarından hiçbir şeyi taşıyamazlar, şüphesiz
onlar yalan söylüyorlar.
Türkçemizde de çok kullanılan bir husus ki; "Şu işi yap
vebalin, günahın benim üzerime olsun" veya "Şu günahı
işle, vebalini bana yükle...." şeklinde söylenen bu söz,
aslında yeni bir ifade olmayıp, daha önceki kafirler
tarafından söylenmiş bir sözdür. O kafirler, mü'minlere;
"Bizim yolumuzdan gelin, bizim izimizden yürüyün, bizim
kanunlarımıza uyun, Allah'ın kanunlarına uymayın da biz
sizin günahlarınızı yüklenelim." dediler.
Halbuki onlar yalan söylüyorlar. Kimse kimsenin günahın
yüklenemez, kimse kimsenin günahından dolayı hesaba
çekilmez.
İslamda suçun şahsiliği esastır. Fakat başkasının günah
işlemesine sebep olmuş ise bu sebebiyyet ayrıdır. Allah
(c.c);13. ayet de bu konu üzerinde duruyor 3272[17]

3270[15]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/59-61.
Hadid 10
3271[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/61.
3272[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/61-62.
13- Elbette münafıklar kendi ağırlıklarını, kendi
ağırlıklarının yanında daha nice (saptırdıklarının)
ağırlıklarını taşıyacaklar. Şüphesiz kıyamet günü iftira
ettiklerinden sorguya çekilecekler.
Şüpesiz ki onlar, kendi günahlarını ve sapıttırdıkları
insanların, bu sapıklıktan dolayı kazanmış oldukları
günahları birlikte yüklenirler. 12. ayette bahsedilen; işte şu
günahı işleyen..! senin günahını yüklenirim, şeklinde günah
işleyenin günahı kadar bir günah daha yüklenir. Öbürünün
günahından ise hiç birşey eksilmez.
Ve iftira ettikleri şeylerden de kıyamet gününde hesaba
çekilecekler, sorumlu olacaklardır. 3273[18]

14 - Andolsun Nuh'u kavmine peygamber olarak gönderdik.


Onların arasında bin seneden elli sene eksik (dokuzyüzelli
sene) kaldı. Onlar zûlm ederlerken, tufan onları
yakalayıverdi.
Bazı Müslüman kardeşlerimiz; islami hizmetlerin çok yavaş
gittiğinden, Mehmet Akif merhumlarla başlayan İslamın
devlet olma hedefinin 50 - 60 yıldır bir başarıya
ulaşamadığından, bundan sonraki geleceğinin de pek parlak
olmadığından söz etmektedirler.
Ama 14. ayet buna cevap olacak niteliktedir. "Biz Nuh'u,
kavmine Peygamber olarak gönderdik ve Peygamber olarak
onların arasında 950 sene kaldı." Ayetiyle Nuh (as)'ın kavmi
arasında 950 yıl kaldığı sabittir. Hem de tevili mümkün
olmayan, sarih bir ayet.
İşte Allah'ın seçmiş olduğu bir Peygamber Allah için, O'nun
dini için tam 950 yıl çalışıyor, Ve de ümitsizliğe düşmüyor.
Bizim 50-60 yıl içinde yapılan çalışma ve ilerlemeye
bakarak, ümitsizliğe düşmemiz yersizdir.
Atiyi karanlık görerek, azmi bırakmak Alçak bir ölüm varsa,

3273[18]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/62.
eminim budur ancak. Dünyada inanmam, hani görsem de
gözümle, İmam olan kimse gebermez bu ölümle. Ey dibdiri
meyyit, iki el bir baş içindir Davransana eller de senin, baş
da senindir.
Mısralarıyla Mehmet Akif merhum bunu ne güzel dile
getiriyor. Nasıl yapayım, nereden yapayım? gibi mazeretler
uydurmanın anlamı yoktur.
Allah(cc) insanlara; içinde akıl dolu baş vermiş, aklın
ürettiği şeyleri fiiliyata dökebilecek eller vermiş. Onun için
kişi ümitsizliğe düşmemeli. Ve neticede o kadar gayretin,
çabanın sonunda Allah (c.c), Nuh (a.s.)'ıtı kavmini tufan ile
helak ediverdi. Peki Nuh (a.s.) ve O'na inananlar ne
oldu? 3274[19]

15- Nuh'u ve gemi arkadaşlarını kurtardık, ve onları


alemlere bir ayet (ibret) kıldık.
Gemiye binen Nuh (a.s.) ve O'na inananları da kurtardık ve
gemiyi daha sonradan gelenlere ibret kıldık.
Gelecek nesillere ibret olması ise, insanlığın Nuh (a.s.) ve
onun gemisine binen kişilerden üremesi, çoğalması
nedeniyle, bütün milletlerin bildiği bir olaydır. İlahi dinlerin
bütün mensubları tarafından bu olay kabul edilir. Bazı
yanlış ve eksikleri de olsa, dünya edebiyatında bu konuyu
işleyen makaleler, kitaplar yazılmıştır. Bu sebeble bütün
insanlığa bir ibrettir.
İkinci olarak, Peygamberlere inanmayan imansızların, gücü
ne olursa olsun sonu hüsrandır. İnananların da, gücü ne
kadar az olursa olsun, sonu zafer ve başarıdır. Bu yönüyle
de insanlığa bir ibrettir.
Günümüz imansızlarının da durumu bundan başka birşey
değildir. Ne kadar güçlü, ne kadar kuvvetli olurlarsa
olsunlar, sonları Nuh'a (a.s.) inanmayan imansızların

3274[19]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/62-63.
akıbetine uğramaktır.
Zaten "Ankebût" ismi; baştarafta da bahsedildiği gibi;
örümceğin evinin zayıf olup tehlikelere dayanamadığı gibi,
kafirlerin de islam karşısında dayanamayacağını ifade
ediyor. 3275[20]

16- İbrahimi de (peygamber olarak gönderdik) kavmine;


"Allah'a ibadet edin, ondan sakının. Eğer bilirseniz bu sizin
için daha hayırlıdır" demişti.
17- Siz Allah'ı bırakıp ancak putlara tapıyorsunuz ve yalan
uyduruyorsunuz. Allah'dan başka taptıklarınız size rızık
vermeye güçleri yetmez. Rızkı Allah katında arayın. O'na
ibadet edin ve O'na şükredin. O'na döndürüleceksiniz.
İbrahim (a.s.) kavmine; "Allah'a ibadet edin, ondan sakının,
eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır" demişti. Siz
Allah'dan başka, putlara ibadet ediyorsunuz. Allah'a iftiralar
uyduruyorsunuz. Allah'dan başka ibadet ettikleriniz, sizin
için bir rızık vermeye kadir değillerdir..!
İnsanlar ilahlardan makam, mevki, bol rızık ve bol nimet
beklerler. İlahın bir hayat verme gücünün olması gerekir,
bunu yapamıyorlar, öldürme gücünün olması gerekir, bunu
da yapamazlar. Bunları yapamayan da bir ilah olamaz.
Sizin için rızık dahi yaratamayan o ilahlardan değil,
Allah'tan rızık isteyiniz, ona ibadet ediniz ve ona şükrediniz.
O'na döneceksiniz de değil, O'na döndürüleceksiniz. Dönme
veya dönmeme sizin elinizde değil. İbrahim (a.s.) bunu o
günün imansızlarına söylüyor. Allah (c.c.) Kur'an'da O'nun
ifadesi ile ümmeti Muhammed'in imansızlarına aktarı-
yor. 3276[21]

18- Eğer yalanlarsanız, sizden önceki ümmetlerde


yalanlamıştı. Peygambere düşen apaçık tebliğdir.
3275[20]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/63-64.
3276[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/64-65.
Eğer beni, siz yalanlayacak olursanız..! sizden önceki
ümmetler de Peygamberlerini yalanlamıştı. Fakat
peygamberleri sonunda yine başariya ulaşmıştır.
Peygambere düşen, apaçık tebliğ etmektir. Allah'tan aldığı
risaleti insanlara ulaştırmaktır. Peygamberin varisi olan biz
ümmeti Muhammedin yapması gereken de;
3277[22]
Peygamberimizin bi ze getirdiği bu ayetleri ve ayet-
lerin uygulanır şeklini insanlara ulaştırmaktır. İnsan bu
görevini yerine getirecek olursa, Allah(cc) indinde
mesuliyetten kurtulur. Aksi durumda cezasını çeker.

19- Görmüyorlar mı? Allah yaratışa nasıl başlıyor ve sonra


onu iade eder. Bu Allah'a çok kolaydır.
O kafirler görmediler mi? Allah(cc) mahlukatı yoktan nasıl
yaratıyor.? Hiçbir örneği benzeri olmadan, modelsiz bir
şekilde yaratıp, sonra onu nasıl iade edecek? Allah (c.c.)
daha önceki ayetlerde imansızların küfrünü anlatırken, bir
anda dikkatimizi tabiata ve de yaratılmış mahlukata çekiyor.
Bu mahrukatın baharda yeşerip, yazda olgunlaşıp,
sonbaharda sararıp dökülüp, kışın uykuya daldığını ve
bunun da insanın gözü önünde def-larca tekrar edildiğini..!
yine insan neslinin bir tarafta bir nütfeden yaratılıp, tekrar
öbür taraftan aslına iade edileceğini anlatmasının hikmeti;
Allah(c.c), yeryüzünde mü'minlerle kafirlerin tevhid
mücadelelerinde, mti'minlerin kafirler karşısında yenilgiye
uğrayıp, çöküş anlarında morallerinin bozulmaması
gerektiğine işaret ediyor.
Tarih boyunca mü'minler hep galip gelmiştir. Fakat zaman
içinde de mağlub olduğu vakidir. Nasıl kış devamlı değilse,
yaz ilkbahar ve sonbaharda devamlı değil. Yenilmişseniz;
ey mü'minler.!, toprağa düşen çekirdeğin yeşermesi nasıl
mümkün ise, Allah'a kolay ise, aslını asaletini kay-

3277[22]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/65-66.
betmeyip, çürümeyen mü'minİerin de tekrar yeşerip
canlanması o şekilde Allah'a kolaydır. 3278[23]

20- Deki "Yeryüzünde geziniz Allah yaratmaya nasıl


başlamış görünüz. Sonra Allah ahiret hayatını yaratacaktır.
Şüphesiz Allah herşeye kadirdir.
Burada tabiatı ve üzerindeki mahlukatı meydana getirdiği
gibi, tarihi olayları nasıl meydana getirdiği de bu mananın
içine girmektedir.
Rabbim birini yaratıyor, arkasından başka biri, ondan sonra
başka biri, tarihi olaylarda da aynı şekilde yaratıyor; Bir
zaman geliyor küfür medeniyeti, arkasından İslâm
medeniyeti yeryüzünde hakimiyetini sürdürüyor. -t)nun
arkasından tekrar küfür, küfrün arkasından da yine islam
medeniyeti.., devam edip gidiyor.
Bunlar iç içe geçmiş tarihi olaylar, Küfür medeniyetinden
zulüm korkusu, İslam medeniyetinden de rahmet ve
insanlara hizmet gelmektedir.
Bugün etrafımıza şöyle bir bakarsak, bu surların yapımı,
Dikili taşların ta Mısır'dan İstanbula getirilmesi, binlerce
kölenin kanı ve canına mal olmuştur.
Bir Caminin inşası ise binlerce insanın dostça biraraya gelip
maddi ve manevi sığınağı, barınağı inşaatında çalışan
işçinin aldığı maaş bugünün üniversitedeki araştırma yapan
öğretim elemanının maaşına denk bir paradır. İşte bu tarihi
eserler, medeniyetlerin dışa görünen birer çiçek veya bir
dikenidir. Asıj medeniyet insanların kalbindeki iman ve
inançtır. Allah(cc) herşeye kadirdir. Küfrü imana imanı da
küfre galip getirir. 3279[24]

21- Dilediğine azap eder, dilediğine rahmet eder. Ona


çevrileceksiniz.
3278[23]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/66-67.
3279[24]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/67.
Allah(cc) dilediğine azab eder, dilediğine merhamet eder; ve
O'na çevrilirsiniz. Yukarıda "döndürülürsünüz" burada aynı
manaya gelen "çevrileceksiniz" kelimesi
3280[25]
kullanılmıştır.

22- Yerde ve gökde (Allah'ı) aciz bırakamazsınız. Size


Allah'da» başka bir dost ve yardımcı yoktur.
Yeryüzünde de gökyüzünde de Allah'ı(cc) aciz bırakacak
durumda değilsiniz. İnsan hiçbir konuda Allah(cc) ile
yarışacak, O'na galib gelecek durumda değildir. Teknik
konuda ilerlemeleri olsa bile, bütün bunlar Allah'ın yoktan
var ettiği cisimlerin (malzemelerin) bir araya getirilip
montajıdır, ne kadar büyük yaparsa yapsın, en sonunda
insan Allah'ın yarattıklarını geçemez.
Arap şairinin dediği gibi; Allah ile yarışa kalkanlar, Keçinin
dağa boynuz vurması gibi, ancak kendilerine zarar
verirler.Allah'tan başka onların dostu ve yardımcıları
yoktur. 3281[26]

23- Allah'ın ayetlerini ve ona kavuşmayı inkar edenler, işte


onlar rahmetimden ümit kesenlerdir. İşte onlar için acıklı
azap vardır.
Allah'ın ayetlerini ve ona kavuşmayı inkar edenler, işte
onlar Allah'ın rahmetinden ümit kesenlerdir. Rabbimin
rahmetinden ümidini kesenler, Allah'ı inkara yönelir ve
ahireti de inkar edecektir.
O kadar günaha dalmıştır ki, ahirete ve rahmete olan
inancını kaybeder. Ahiret hatırlatıldığı zaman rahatsız olur,
ya o meclisi terk eder veya oradaki insanların o anda
konuştuğu konuyu başka yöne kaydırmaya gayret eder.
İşte İbrahim (a.s.) onlara; Allah'a ibadet etmelerini, Allah'a
yonelip, O'ndan sakınıp, O'ndan başkasından rızık
3280[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/68.
3281[26]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/68.
istememelerini anlatınca, kavminin cevabı ise
şöyledir; 3282[27]

24- (İbrahim'in) kavminin cevabı; "Onu öldürün veya yakın"


oldu. Allah, İbrahim'i ateşten kurtardı. İşte bunda mü'min
kavim için ayetler (ibretler) vardır.
İbrahim (as)'ın kavminin cevabı; "Onu öldürün veya yakın"
olmuştur.
İnsan herhangi bir konuda aciz, cevap veremeyecek
durumda kaldığı zaman kaba kuvvete veya işi gürültüye
getirmeye gayret eder. İbrahim (as)'ın kavmi de, ibrahim
(as)'ın söylediği şeyler konusunda cevap veremeyecek bir
durumda kalınca; cevap verme yerine, Onun söylediklerinin
yanlış veya doğruluğunu tartışmadan, söyledikleri şey; ya
Öldürün veya ateşte yakın olmuştur.
Günümüzdeki imansızlar da aynı taktiği uygulamaktadırlar,
haklı veya haksız oldukların] söylemeden; onları öldürün,
onları yok edin mantığını taşımaktadırlar. Öldürmek veya
yakarak yok etmek, onlara göre; kişinin ortadan kalkması ile
fikirlerinin de ortadan kalkacağı düşüncesinden
kaynaklanmaktadır.
Hz. peygamberin vefatında, imansızlar çok sevinmişlerdi
Hz. peygamberin tebliğ ettiği dininin de ortadan kalkıp Hz.
peygamber gibi öleceğini zannediyorlardı. Hatta
Peygamberlik vazifesine başladığı zaman O'nun
hapsedilmesine mübarek vücudunun ortadan kaldırılması
kararım vermişlerdi.
Küfür cephesindekilerin iman karşısında baş vurdukları en
pratik yol, onlara göre en iyi çözüm; böyle lider durumunda
olanları öldürmek, vücutlarını ortadan kaldırmaktır. Nitekim
ABD'li Malkom X, Mısır'da Seyyid Kutub, Hasan El-Benna
ve daha niceleri bu yüzden şehit edilmişlerdir, bunlar

3282[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/68-69.
çağımızın örnekleridir.
Allah(cc) İbrahim'i (a. s) ateşten korudu. Enbiya Suresi 69.
ayetinde açıklaması geçtiği üzere; Nemrut ve etrafındakiler,
İbrahim'i (a.s.) ateşe atarlar. Allah (c.c.)'de ateşe; "İbrahim'e
soğuk ve selametlik ol" emrini verir. Ateşi güllük ve
gülistanlık bir hale getirir.
İman edenler için, işte bunlarda ibretler, alametler vardır.
İbret, iman edenler içindir. İman etmeyene ibret ve alamet
bir sihir ve büyüden ibarettir. Biz iman edenlere göre; ateşi
yaratan ve ona yakma Özelliğini veren Allah(cc)'dır. "Yak"
dediği zaman yakar. "Yakma" dediği zaman yakmaz, bunu
böyle kabul ederiz.
Ateşin yakmaması bize Allah'ın büyüklüğünün vede
herşeyin onun emri altında olduğunun işaretidir.
İnançsıza göre bu olay görme ve hissetme duyularının
yanılmasıdır. Ateş yakar, yakmamazlık yapmaz, mutlaka
bunun bir bilimsel açıklaması vardır diyerek geçiştirir. 3283[28]

25- (İbrahim) dediki "Siz ancak dünya hayatında aranızda


bir sevgi oluşturmak için Allah'dan başka putlar edindiniz.
Sonra kıyamet günü birbirinize küfredeceksiniz, birbirinize
la'net edeceksiniz. Sığınacak yeriniz ateştir. Size hiçbir
yardımcı da yoktur.
Bu ayet İbrahim'in (a.s.) diliyle, puta tapınmanın psikolojik
yönü üzerinde durmaktadır. İbrahim(a.s.) dediki; siz,
Allah'tan başka şu putları dünya hayatında aranızda sevgi
oluşsun diye; Allah'ı bırakıp bir takım putlara tapındınız.
Yoksa bunların ilah olmadığını siz de biliyorsunuz.
Tunçtan, taştan, ağaçtan, alçıdan, yaptığınız bu heykellerin
size bir fayda sağlamadığını, size bir yemek ve rızık
vermediğini, halinizi arz edip size yattığı yerden çözüm
vermediğini siz de biliyorsunuz. Günümüzde de, bazı

3283[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/69-71.
insanlar bu heykellere tapınılmadığını, o heykellerin, bir
ilah olamayacağını belirttiği halde, belirli gün ve olaylar so-
nunda gidip onun huzurunda saygı duruşunda bulunmakta,
onun etrafında kenetlenerek, onun aleyhinde laf
söyletmiyorlar. Bunu kendi menfaatlerini korumak, bir
sevgi birliği meydana getirmek için yapıyorlar. Rusya'da
Lenin, bolşevik ihtilalini yaptığında, bütün dinleri ortadan
kaldırır ama halkı bir yerde toplayabilecek, onları etrafında
kenetlendire-bilecek birşeye ihtiyaç olduğunu bildiği için;
her tarafa kendi heykelini dikiyor. İşte bu puta, heykele
ibadet veya tapınma bu şekilde ortaya çıkıyor. Lenin de
biliyorduki; kendi heykeli o insanlara bir fayda, menfaat
temin etmeyecek, onlara yemek ve rızık dağıtmayacak. O
kendi çıkarının o şekilde korunup, devam edeceğini
biliyordu.
Bu dünyada menfaat ve çıkar çetelerinin düzeni bu şekilde
devam ederken, ahirette ise ayeti kerimenin ifadesiyle;
kıyamet gününde birbirinize karşı nankörlük yapıp,
birbirinizi inkar ve lanetleyeceksiniz. Ahzab suresinde de
geçtiği gibi; "Yarabbi dünyada öncülerimize büyüklerimize
itaat ettik, onlar bizim yolumuzu sapıttırdılar. Ey rabbimiz
onlara azabını iki kat et ve onlara lanet et" diyecekler ve
karşılıklı lanetleşecekler. Onların varacağı yer cehennemdir,
onlara da yardım edecek yoktur. 3284[29]

26- Lut, Ona (İbrahim'e) iman etti ve "Ben Rabbime hicret


ediyorum, şüphesiz O Aziz'dir, Hakim'dir" dedi.
İbrahim (a.s.)'ın ateşte yanmadığım görünce, Lût (a.s.),
İbrahim'e (a.s.) iman eder. Daha sonra da Allah (c.c.) Lut
(a.s.)'ı da peygamber olarak gönderir. O'nu da risalet görevi
ile görevlendirir. İbrahim (a.s.) Allah'ın emirlerini
yaşayamaz bir duruma gelince; "Ben Rabbimin emrettiği

3284[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/71-72.
yere (Harran'dan- Filistin'e) hicret edeceğim" dedi.
Bu hicretteki amaçAllah'ın(cc) emirlerini yerine getirmek ve
bu doğrultuda hareket eden bir toplum meydana
getirebilmek içindi.
Bazıları; "doğduğun yere değil, doyduğun yere bak"
şeklinde bir tekerleme söylüyorlar, bu yanlış bir ifadedir.
Doğrusu ise; "Doğduğun yere değil, dinin en güzel
yaşandığı yere bak" şeklinde olmalıdır.
Zira kişi ekmek peşinde değil, ekmek onun peşinden
gelmelidir. Tersi olursa kişi dünya için çalışmış olur. Ahireti
Öne alırsak, dünya mutlaka arkadan gelecektir. Dünyayı
öne, ahireti arkaya attık mı, bu da kişiyi helak eder.
Mü'minun suresinin ilk ayetlerinde; onlar zekatlarını
verirler, ayetinin diğer bir anlamı da; "onlar zekat vermek
için çalışırlar" buyrulur.
Yani ahiret için çalıştıkmı, aynı zamanda bu dünya nimetleri
için de çalışmış oluyoruz. Kur'an'a uygun yaşamak, ahiret
için çalışmak, hiçbir zaman kişinin dünyasını ihmal
etmesine fırsat vermemiştir, arkasından dünyayı da
yuvarlayıvermiştir. 3285[30]

27- İbrahim'e (oğul olarak) İshak'ı ve (torun olarak)


Ya'kub'u verdik. Nesline peygamberlik ve kitap verdik Ona
mükafatını dünyada verdik. Şüphesiz O, ahirette de
salihlerdendir.
İbrahim (a.s.), hanımı Sare validemiz ve de Lût (a.s.) ile
birlikte hicret eder. Gittiği yerde Allah'ın(c.c) lütfü
keremiyle, oğlu İshak(a.s.) ile is-hak'ın oğlu (İbrahim
(a.s.)'m torunu) Yakub(a.s,) dünyaya gelir. Allah(cc)
İbrahim'e (a.s.) öyle bir zürriyet veriyor ki; O zürriyetten
birçok peygamber dünyaya gelmiştir. Bu peygamberlere de,
Allah (c.c.) kitap ve sahifeler vermiştir.
3285[30]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/72-73.
Bakz. Kasas 77
Allah (c.c); "İbrahim'e dünyada mükafatını verdik, ahirette
de salihlerden kıldık buyuruyor. Dünyadaki ücreti; devletini
kurdurması ve en çok sevilen peygamberler arasına
girmesidir.
İbrahim(a.s.)'ın bütün dinlerde ve milletlerde ismi geçer.
Mesela bizde "İbrahim'dir," yahudilikte "Abraham" şeklinde
telaffuz edilir. Oğullarından, İsmail'in neslinden Hz.
peygamber gelmiştir. İshak (a.s.)'ın neslinden de, beni israil
oğullarının peygamberleri gelmiştir. 3286[31]

28- Lut'u da (peygamber olarak gönderdik) o kavmine şöyle


demişti; "Alemlerde hiçbir kimsenin sizden önce yapmadığı
bir fuhşu siz yapıyorsunuz.
29- Siz hala erkeklere gidecek, yolu kesecek ve
toplantılarınızda kötülüğü yapacaknıısıniz? Kavminin
cevabı "Eğer doğru soyuyorsan haydi bize Allah'ın azabını
getir" demek oldu.
Lut (a.s.) kavmine; "Siz öyle bir fuhuş ve ahlaksızlık
yapıyorsunuz ki, sizden öncekiler bunu yapmamıştı" diyor.
Yani bugünkü homoseksüellik denilen ibneliği dünyada ilk
icad eden bir toplum oluyorlar. Hz. Adem (a.s.) dan Lut
(a.s.)'a kadar hiç bir kavim böyle birşeyi yapmamış, ilk defa
onlar yapıyor.
Siz hala kadınları bırakıp erkeklere mi gidiyorsunuz? ve
insanların yolunu mu kesiyorsunuz?, siz kendi aranızdaki
toplantılarınızda bu kötü işimi işliyorsunuz.? Bu ayette
geçen "Niye bunları yapıyorsunuz? şeklindeki soru, sakın
bunları yapmayın anlamındadır.
Lut (a.s.)'m kavminin cevabı; (onları kötü amelden
yasaklamasına rağmen) "Eğer doğru söylüyorsan Allah'ın
azabını getir. Bizi Allah'ın azabı ile tehdit ediyorsun,
gerçekten doğru sözlü isen o azabı hemen başımıza getir"

3286[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/73-74.
olmuştur.
O günün kafirleri ile günümüz inançsızları arasında hiçbir
fark yok. Aynı şeyleri inkar ediyorlar, inkar ettikleri şeylerin
mazeretleri de aynı. Bugünküler de; Allah varsa azabı ile
bizi çarpsın, bizi helak etsin şeklinde sözler sarf ediyorlar.
Kur'an-i Kerimin çeşitli sure ve ayetlerinde, geçmiş
Peygamberlerin ümmetlerinin yapmış olduğu kötü fiilleri ve
ahlaksızlıklarını, bizlere lazım olacak şekliyle anlatmasının
hikmetlerinden biri de; bizleri teselli etmek ve günümüzdeki
imansızların yapmış olduğu ahlaksızlık karşısında,
moralimizin bozulmaması içindir.
Nitekim bazı imanlı kardeşlerimiz, günümüzdeki
ahlaksızlıklar karşısında; "bu dünya düzelmez gayri"
şeklinde bir kanaate sahipler. Tabiki bu, ülkemizdekilerin
yapmrş oldukları ahlaksızlığa bakarak verilen bir - karar.
Bat id ak ilerin i görseler, küçük dillerini yutarlar. Merhum
Necib Fazıl Kısakürek; Paris ve diğer bazı Avrupa
şehirlerini gezer oradaki ahlaksızlığı bizzat kendi gözleriyle
görür ve; -Geçenler geçti seni, uçtu pabucun dama. Çatla
Sadom-Gomore, patla Bizans ve Roma. mısralarını yazar.
İşte bu Sodom-Gomore Lut (a.s.)'ın kavminin yaşadığı
şehirlerin adıdır. N.F. Kısakürek; Sodam-Gomore'nin
yaptığını bugünküler fersah fersah ileri geçtiler diyor.
Şairlerin dili, ifadesi, çevik ve keskin olur ama ben, merhum
Necip Fazıl'ın bu görüşüne katılmıyorum. Ayetin anlattığı
bu Lut kavminin yaptığı ahlaksızlığı bu günkülerin geçmesi
mümkün değildir. Onlar bu ahlaksızlıkta o kadar ileri
gidiyor ki,... ifadesi mümkün değil. Ayetler gayet beliğ bir
şekilde bunu izah edivermişler. Lut Aleyhisselamm evin-
deki misafirlere zorla tecavüze yeltenmişler vede helak
olmuşlardır.
Günümüzün Lutileri, Lut (a.s.) zamanmdakilerine göre biraz
daha edebli. Hiç olmazsa şehrin belirli mahallesinde
toplanıp, ahlaksızlıklarım da ticaretlerini de, kendi
aralarında gizli olarak yapıyorlar. Lut (a.s.)'ın Kavmi ise bu
işi aleni olarak, açıktan açığa yapıyor. Ayette; "Siz bu
edepsizliği; insanları toplayıp, belirli biryerde, gurub
halinde yapıyorsunuz" şeklinde ifade ediyor.
Ayette geçen "Nadi" kelimesi; meclis, parlemento anlamına
da gelir. Darun Nedve de geçen "Nedve" kelimesi de bunun
bir isbatıdır. Lut (a.s.)'m kavminin ileri gelenleri, toplumu
yönetenleri ve parlementerleri, bir araya gelip karar aldıkları
yerde, bu işi yapıyorlar.
Günümüzün İngiltere parlementosu bu Lutilik ahlaksızlığı
ile ilgili bir karar alıyorsa, onu teşvik edici olarak bunu çok
görmemek gerekir. İşte Allah (c.c), "bunların silahlarına,
gücüne ve de ahlaksızlığına bakıp da, moralinizi bozmayın."
diyor. Böyle bir ortamda Allah (c.c.) Lut (a.s.)'a iman
etmeyenleri helak edip, O'na devletini kurdurmuştur ve de
O'na inananları kurtarmıştır 3287[32]

30- (Lut) Dediki; "Ya rab bozgunculuk yapan bu kavme


karşı bana yardım et.
Bu ayette olduğu gibi, Peygamberler kavimlerinin aleyhine
dua etmiştir. Lut (a.s.) yapmıştır, Nuh (a.s.) da yapmıştı. Hz.
peygamber de; "Bi'ru-1- Maune'de" şehid edilen, 70 hafız
sahabeyi pusuya düşüren Kabile için, bir ay süreyle Sabah
namazlarının ikinci rek'atmdan sonra "Kunut" duasında
onları lanetlemiştir.
Böyle olmakla beraber genelde Efendimiz; "Yarabbi bunlar
ne yaptıklarım bilmeyen topluluktur. Bunlara hidayet eyle"
diye dua etmiştir. Taif den dönerken kendisini taşlayanlara
yaptığı dua gibi.
Bir mü'min olarak Hz. peygamber gibi dua etmemiz gerekir.
Kafirler aleyhinde beddua eden, lanetleyen bir mü'mini de
çok görmemek gerekir. O da Hz. Nuh (a.s.) gibi hareket

3287[32]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/74-76.
etmiş oluyor. Nuh suresi 26-27. ayetlerinde; "Yarabbi
imansızlardan yeryüzünde hiçbir kimseyi bırakma, çünkü
sen onları bırakırsan, kullarını sapıtırlar ve münkir, facir
doğururlar" şeklinde dua etmiştir.
Biz bugünde Efendimiz gibi, hidayetlerine ve ıslahlarına
dua edelim. 3288[33]

31- Elçilerimiz İbrahim'e müjde ile geldiklerinde " Biz bu


şehir halkını helak edeceğiz. Bu şehir halkı zalim oldu"
dediler.
Bu ayetin bir benzeri de Hud suresi 69. ayetinde geçmiş ve
orada tefsir etmiştik. İbrahim'(a.s.) Misafir perver bir
peygamberdir. "Halil İbrahim Sofrası" ata sözümüz bunun
bir ifadesidir. İbrahim (a.s.)'m sofrası, çeşit olarak çok
olduğu kadar, herkese açıktı.
Melekler Lut (a.s.)'ın kavmini helak etmeden önce İbrahim
(a.s.)'ın yanına gelirler. İbrahim (a.s.) onlara bir buzağı
pişirip sofraya koyar. Melekler yemekten yemeyince,
İbrahim (a.s.) korkar, Melekler ise; "Korkma, biz Lut
(a.s.)'ın kavmini helak için gönderildik ve de seni bir
çocukla müjdeliyoruz" dediler.
Günümüzde de bol çeşitli ziyafet verenler var ama İbrahim
(a.s.)'mki kadar devamlı değil. O'nun sofrası inananlara da
inanmayanlara da, Zenginine de fakirine de, herkese açıktı.
Osmanlı zamanında daha çoktu ama günümüzde tektük
devam eden "imaret haneler", bu Halil İbrahim sofrasının
bir devamı niteliğindedir.
Melekler, halkı zalim, sının aşmış bu şehir halkını helak
etmeye gelirler. Yukarıda belirttiğimiz gibi melekler
İbrahim (a.s.)'m yanına gelip ona Lut (a.s.) kavminin
helakini haber verince; İbrahim (a.s.) dua eder ve duası
kabul edilmez. Bunun üzerine İbrahim (a.s.); 3289[34]
3288[33]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/76-77.
3289[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/77-78.
32- (İbrahim) "O şehirde Lut'da var" dedi. (Elçiler) orada
olanları biz biliyoruz. Onu ve ailesini kurtaracağız. Hanımı
hariç o geride kalanlardan oldu" dediler.
"Orada Lut (a.s.) vardır."diyor. Mevlana Mesnevisinde
şöyle bir olay anlatıyor; Gazneli Mahmud Sünni bir
komutandı, İranda Şiilerin oturduğu bir şehri fetheder.
Oranın halkı; "dur bizi helak etme, kılıçtan geçirme" diye
yalvarır. O'da; "Bir şartla, bu şehirden Ebu Bekir isminde
birini bulup getirirseniz sizi dinlerim" der. Şehir halkı
hertarafı arar, araştırır bir türlü bulamazlar. Sonradan , oraya
birkaç gün önceden misafir olarak gelip, ismi "Ebu Bekir"
olduğu için eziyet edilip bir yere hapsedilen birisi akıllarına
gelir. Adamı hemen bulunduğu yerden çıkarıp, elbisesini
değiştirirler, karnını doyurup Gazneli Mahmudun huzuruna
çıkarırlar. O'da Ebu Bekir ismindeki bu zat'dan dolayı orayı
yakıp yıkmaz.
İşte İbrahim (a.s.) da; orada Lut isminde bir peygamber var,
halkı ahlaksız ama O'nun adına, O'nun yüzüsuyu hürmetine
helak etmemelerini ister. Fakat melekler; "orada kimin
olduğunu biz daha iyi biliriz" dediler. Biz Allah'ın emri ile
geliyoruz, orada kimin olup olmadığını daha iyi biliriz
diyorlar. Bir mü'min olarak biz de mahallemizde kimin
oturup, kimin oturmadığını veya oturan insanların hangi din
ve inançta olduğunu ne gibi niyet ve düşüncelerinin
olduğunu bilmeliyiz.
Ayet bize bir olayı anlatıyor, ama burıun yanısırada işareten
bize bir-- şey ima ediyor. Nasıl ki; Allah'ın(cc)
görevlendirdiği melekler, görevlendirildikleri yerde kimin
olup olmadığım biliyorsa, biz de etrafımızdaki insanları bir
müslüman olarak iyi bilmemiz gerekir.
Melekler; Lut (a.s.)'ı ve Onun ailesini, -hanımı hariç-
kurtaraca-ğız" derler. Ailesinden maksat, Lut'a (a.s.) iman
edenlerdir.
Lut (a.s.)'m hanımı bazılarının iddia ettiği gibi, fahişe
değildi. Hiçbir peygamberin ailesi bu şekilde olmamıştır. Bu
şekilde olmadığına dair Tahrim suresi 10. ayetinde; Nuh
(a.s.) ile Lut (a.s.)'ın hanımlarının ikisi-ninde, Salih iki
Peygamberin nikahında olup her ikisinin de, Peygambere
iman etmediklerini, inanmamalarından dolayı kafir olup
cehennemlik oldukları, fahişeliklerinden dolayı helak
olmadıklarını belirtmektedir. Ahlaksız fahişe olduğuna dair
bilgiler israiliyattan kaynaklanmaktadır.
Şu soru sorulursa; imansız birisi ile peygamber nasıl yaşar?
Cevap olarak; Allah (c.c.) bizim, hıristiyan veya yahudi bir
kadın ile evlenmemize müsade etmiştir. O günde
Peygamberine İman etmeyen biri ile evlenmesine müsade
etmiştir. İman gönül işidir, fuhuş ise ayrı bir durumdur.
Fuhuş olsaydı, peygambere bir leke olurdu. 3290[35]

33- Elçilerimiz Lut'a geldiğinde onlar sebebiyle fenalaştı ve


eli kolu daraldı. Onlar (elçiler) "Korkma, üzülme biz, seni
ve aileni kurtaracağız. Hanımın hariç, çünkü geride
kalanlardan oldu.
34- Bu şehir halkının fasıkhk yapmaları sebebiyle üzerlerine
gökyüzünden azap indireceğiz.
Elçilerimiz Lut'a gelince (Hud suresinde de anlatıldığı gibi)
Lut (a.s.)'m içi daraldı, korktu, sıkıntı içine girdi. Gelen
Melekler yakışıklı, erkek suretinde idi. Lut (a.s.) bu
misafirlerin kavmine zarar vermesinden endişelenmişti.
"Kendisine fenalık geldi; onlar yüzünden kederlenip takati
kesildi.
Melekler; "Korkma ve kederlenme, biz seni ve sana irnan
edenleri, ehlini -hanımın hariç- kurtaracağız, hanımın helak
olanların arasında kalacak."
Biz bu şehrin halkına, -yaptıkları kötülüklerden dolayı-

3290[35]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/78-80.
gökyüzünden azabı indireceğiz. 3291[36]

35- Andolsun..! akleden kavim için o şehirden apaçık bir


ayet (ibret)i geride bıraktık.
Biz, aklı başındaki milletler için, apaçık deliller alametler
bıraktık deniliyor. Şu anda Lut kavminin helak olduğu yerde
Lut gölü var. Umreye giden dostlarımız anlattılar; suyu ağza
alınamıyacak kadar acı ve suyun yoğunluğuda çok
fazlaymış, etrafında ve derinliklerinde araştırma yapan
aıkeoloklar; eski harabelere ait izlerin olduğunu
belirtiyorlar. Yani bu harabeler Lut golü ve gölün
çevresindekiler, Lut kavminin helaki aklı başında olanlara
birer ibrettir. Aklı başında olmayanlar için ise bu kalıntıları
ortaya çıkarıp müzelerine koyarlar, yine de eski
kötülüklerine devam ederler.
Roma'da Pompeyi'de gezen bir grub arkadaşım nakletmişti
ki, orası fuhuşta ileri gidip, daha sonra ilahi kudretle lavlar
altında kalan bir şehirdi. Lavlar altında kalan bu insanların
fosillerini çıkarmışlar. Fuhuş aleminde Allah'ın azabına
yakalanıp o şekilde kalmışlar... Bu fosilleri çıkaran,
durumlarını gözleriyle de gören insanlar, yine ahlaksızlığa,
fuhuşa devam etmektedirler.
îslami yönde aklını kullanamayan insan herşeyi yapar.
Bazıları son zamanlarda "Aids" çıktı da bu fuhuşun önüne
belki geçilir kanaatındalar. Aids bir azabdır, ama fuhuşu
kesinlikle Önlemek ve insanı fuhuştan kurtarmak ancak
imanla olur. İnsanlar akıllarını kullanamıyor, nefislerinin
heva ve heveslerine, arzularına esir oluyorlar.
Dünyaca ünlü bir Aidsli gelip, insanlara ahlaksızlık teklif
etse, fuhuş teklif etse, binlerce insanlar onun bu mikrobu
taşıyıp taşımadığına bakmaksızın Kuyruğa girerler. Onun
için bu Aids mikrobunun az olduğu ülkeler bugün islam

3291[36]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/80.
ülkeleridir. Fakat dikkat edelim..! buralara da kan yoluyla
bu mikrobu sokmaya çalışıyorlar. 3292[37]

36- Medyen'e kardeşleri Şuayb'i gönderdik. "Ey kavmim,


Allaha ibadet ediniz, Ahiret gününe ümit besleyin,
yeryüzünde bozgunculuk yaparak, anarşi çıkarmayın" dedi.
Şııayb (as)'ın Kavmi olan Meclyen halkı,' Hindistan'dan
Yemen'e ve Şam'a kadar, oradan da o günün Avrupasma
kadar tüccarların kesiştiği yerde ticaret yapan bir toplumdu.
Avrupadan gelen tüccar ile Hindistan'dan gelen tüccar,
medyen halkının yaşadığı yerde buluşuyor.
Hud suresinde de geçtiği üzere, Şuayb (as) onlara; ölçü ve
tartıda hile yapmayıp, adaletle yapmalarını emreder, fakat
Onun toplumu; 3293[38]

37- Onlar Şuayb'i yalanladılar da hemen onları bir sarsıntı


yakalayıverdi ve yurtlarında diz üstü çöküverdiler.
38- Ad ve Semud'u da (helak ettik) Bu size yurtlarından
belli olmaktadır. Şeytan onlara amellerini süsledi, onları
yoldan alıykoydu.
Halbuki onlar açıkgöz idiler. "Ad ve Semud" kavmine de
Allah'ın azabı geldi. Onlar da Peygamberlerini yalanladılar,
Sizin için de onların meskenlerinden ve evlerinden apaçık
deliller ortaya çıktı. Ad ve Semud kavminin yaşadığı yerler
ki; Suudi Arabistan'ın güney tarafı ile kuzey tarafındaki
Tebük civarlarında, onlarla ilgili harabeleri ve onların
üzerine gelen, -Allah'ın azabı ile yerle bir olduğuna dair-
alamet ve işaretleri o günün Mekke halkı görüp bilip
duruyordu.
Saffet suresi 137. ayetinde; "Lut kavminin diyarından sabah
ve akşam geçip gidiyorsunuz" buyruluyor.
Görüyorsunuz ad ve semud kavminin başına gelenleri,
3292[37]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/81.
3293[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/82.
ticaretinizde islami kurallara uyunuz, bu kötülükleri
yapmayınız. İslamın da iktidar olması ümidinizi kesmeyiniz.
Peygamberler dünyada devlet oldular. Siz de onların
yolundan giderseniz devlete kavuşursunuz.
Allah(cc) imansızların kötülükleri yapmasının sebebini de;
şeytanın onlara amellerini süsleyerek onları hak yoldan
çevirmesi olarak bildiriyor. Üstelik bunlar görgü sahibi, açık
gözlüdürler, şeytana papucu ters giydiren tiplerden.
Kendilerine göre akıllı insanlardı, Ama şeytan onlara
amellerini süsleyerek gösteriyor. Şeytan, arkasından geri
zekalı insanları sürükleyip götürmüyor, nerede kendisini
açıkgöz, zeki zanneden insanlar varsa onların peşinde.
Bu akıllı, zengin, ilmi kariyeri yüksek insanların, şeytanın
peşinde olmaları, onların doğru istikamette olmalarının
kanıtı değildir. Aksine onlar, hep dünyalık peşinde, menfaat
peşinde olduğundan dolayıdır. Bunlar nefsine hoş geldiği
için; faizi, zinayı, kumarı haram olarak görmemekte-
dirler. 3294[39]

39- Karun'u, Firavun'u ve Haman'ı da (helak ettik).


Andolsunki, Musa onlara beyyinelerle gelmişti de onlar
yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. (Azabımızdan)
Kaçamazlar.
Bu ayette bahsedilen imansızların üçü de aynı dönemde
yaşayıp, üç ayrı konuda küflün elebaşlarıdır.
Kur'an-ı Kerimdeki ifadeleri anlamada; birinci olarak mana
Önemlidir, ikinci olarak da bu manayı ifade eden sözlerin
dizilişleri önemlidir.
Ayette önce, "Karun" zikrediliyor ki; bu ekonomiyi ele
geçiren, ekonomik güce sahip küfrün elebaşısıdır. "Firavun"
ise yönetimi ele geçiren küfrün elebaşısıdır. "Haman" da
ilmi kariyeri olan ilimdeki, bilgideki küfrün elebaşısıdır.

3294[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/82-83.
Şimdi sıralamada ilk olarak, ekonomide küfrün elebaşı olan
Karun zikrediliyor ki; bu zulme dayalı olan devletlerde, en
büyük gücün ekonomi olduğunun bir işaretidir. İkinci güç
yönetimi, söz geçirmeyi yani devleti elinde tutanlarındır.
Ondan sonra da Haman'ı zikretti, ilimde ileri gitmiş küfrün
elebaşısı ilim adamlarıdır.
Son 15-20 seneye baktığımız zaman, genelde ülkemizde
yöneticiler büyük patronların yanında çalışmış kişilerdir.
Veyahutta devletin aldığı kararlarında ekonomik güce sahip
insanların sözü geçmektedir.
Ama Osmanlı devletinde bu yönetim olayı değişikti. Her
nekadar bazıları Osmanlı'nın aleyhine fikirlerde söyleseler
de, bu Osmanlı'yı araştırmamalarından kaynaklanmaktadır.
600 yıllık bir devlette 600 tane yanlış olsa azdır. Yemen'den
Viyana'ya kadar yaptıkları eserlerin fotoğraflarını kitap
yapsalar, kitaplar dolusu bir kütüphane olur. Ama iki
inançsızın yazmış olduğu kitaplara dayanarak söylenilenler
ve bir sürü inançsıza lanet edilmesi gerekirken, Osmanlı'ya
lanetler yağdırmak büyük bir haksızlıktır.
Osmanlı, yönetime gelecek olan bir adamı, hiçbir ekonomik
gücün önünde eğdirmeden eğitimden geçirmiştir. Padişahın
ne para sıkıntısı ne kadın sıkıntısı, hiç bir şeyi yoktu.
Haremlikte yetiştirilirken İslam şeriatından, musikisinden
edebiyatına diğer ilimlerine varıncaya kadar her şey
öğretilmiş ve kültürlü biri ile de evlendiriyorlardı.
En iyi yönetim; kimsenin etkisinde kalmadan, kimseye
minnet borcu olmayan yönetimdir. Ama Kur'an'ın örnek
verdiği, Karun gibi insanların denetiminde ve Firavun gibi
adamların yönetiminde yetişen insanların yönettiği devlet
ise, Pavlos'un köpeği gibi şartlanıp; Karun'ları ve
Firavun'ları gördükçe ceketini düğmeleyip hazır ol
vaziyetine geçer.
Üçüncü sırada da Haman var. O da ilim adamlarını temsil
ettiği için, ilim adamlarının da devlet yönetiminde ve
insanlar üzerindeki etkisi 3. derecededir.
Musa (as) onlara delillerle, mucizelerle gelince kibirlendiler.
Karun, Musa (as)'a karşı mal ve servet çokluğu ile
kibirlendi. O'na; "Ne kadar servetin var? eğer akıllı olsan
benim gibi biraz servet edinirdin" diyor.
Günümüz insanları da aynı mantıkla hareket etmektedirler.
Şöyle alim, böyle bilgili dendiğinde, "ne kadar serveti var?"
diye araştırıyorlar. Firavun'un karşısına çıkınca, Firavun da
Musa (as)'a karşı; "Kaç-tane arkanda adamın var? Benim ise
ordularım var" şeklinde kibirlerip, büyük-lendi.
Günümüz demokrasilerinin aldatmacası da bundan
kaynaklanıyor. "Bak benim arkamda şu kadar adamım var,
şu kadar kişi bana oy vermiş" mantığı devam etmektedir,
demokrasi aldatmacası ile devam eden bu mantık, Musa (as)
zamanında da yukarıda izah edildiği vecihle devam
ediyordu. Hâman ise, Musa (as)'ın bilgisizliği ile eğlendi.
Zira Hâman "Kıpti" tarihini biliyordu. Kendisini herşeyi
bilen olarak kabul ettirmişti.
İşte bunlar, Rabbini geçecek değillerdir. Allah'ın azabından
kurtulacak, her yönden de Rabbinden üstün olacak
değillerdir. Onları yaratan ve öldürecek olan da O'dur. 3295[40]

40- Herbirinin günahı sebebiyle yakaladık Kimine taş


yağdıranı gönderdik, kimini sayha (korkunç ses)
yakalayiverdi, kimini o (günah) sebebiyle yere batırdık,
kimini de suda boğduk. Allah onlara zulmetmedi. Ancak
onlar kendilerine zulmetti.
İşte ekonomisine güvenen Karun, otoritesine güvenen
Firavun, üniversiteyi elinde tutan Hâman....Ayette; "Hepsini
de günahları sebebiyle y akalayı verdik, onları günahları
sebebiyle cezalandın verdik." buyrulu-yor.
"Onlardan bir kısmının üzerine taşlar yağdırdık, bir kısmım

3295[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/83-86.
da şiddetli bir ses ile helak ettik, bir kısmını da -altlarından
yerin kayıvermesi ile-malını ve mülkünü yok ediverdik."
Bununla kastedilen Karun'dur. Üzerlerine taş yağdırılan ve
şiddetli sesle helak edilen Ad ve Semud kavmidir.
Onlardan bir kısmını da suda boğdu. Suda boğulan kavim de
Nuh (as)'ın kavmidir ki; O'nun peygamberliğini kabul
etmemişlerdi.
Günümüzün inançsızlarının Hz. Peygamber için, "Bir
dahidir" deyip de Peygamberliğini kabul etmedikleri gibi
kavmi de; Nuh (as)'ı kabul edip O'nun Peygamberliğini
kabul etmemişlerdir.
İşte Allah(cc)'ün bu kavimlerin başına taş yağdırması, ses
ile helak etmesi, suda boğması gibi azabları insanalara
zulüm olması için değil, bilakis bu insanların kendilerinin
zalim olmasından dolayıdır. Allah(cc) onlara zulüm edici
değildir. Fakat onlar kendilerine zulmetmişlerdir.
Peygamberler şu, şu haramları işlemeyin diyor; Elektrik
tehlikesini bilen bir adamın elektrik tellerine yaklaşan
kişiye; "bu tellere yaklaşma, elektrik çarpar" diye
uyarıldıktan sonra. Bu uyarıyı dikkate almayan adamın,
ölmesinin sebebi kendisinin elektrik tellerine yaklaşması
olduğu gibi. Zulme uğrayan insanlarda uyarıcı insanların
uyarılarına uyması gerekir, aksi halde zulme uğramalarının
sebebi kendileridir.3296[41]

41- Allah'dan başka sığınacak dostlar edinenlerin durumu


örümceğin durumuna benzer. Şüphesiz evlerin en zayıfı
Örümceğin evidir, "keşke bilselerdi."
Zirvedeki kafirlerin durumlarını anlattıktan sonra onlarla
ilgili bir de örnek veriyor. "Allah'tan başka kendilerine
yönetici ve dost edinenler, örümcek misalidir."diyor.
Kafirleri örümceğe benzetiyor. Kafiri görünce örümceği,

3296[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/86-87.
örümceği görünce de kafirleri hatırlamak gerekir. Zira bu
ayet açıkça bunu ifade ediyor. Makamı, mevkii ne olursa
olsun Allah'ın ayetini inkar ediyor, O'nun varlığını ve
birliğini kabul etmeyen örümcek gibidir.
Örümcek kendine bir ev edinir. Ama evler içinde en zayıfı,
örümceğin evidir. Küfür, sistemini oturtmak için önce
kendisine bir yönetici seçer, sonra bu yönetimin yerleşmesi
için çeşitli gizli servisler ve dünyanın çeşitli yerlerine üsler,
ateşeler, konsolosluklar kurup ağlarını geliştirilen İşte bu,
küfrün Örümcek ağına benzeyen ağıdır.
Müslüman da bunları çok güçlü, yıkılmaz, parçalanmaz
sistemler, kuruluşlar olarak zanneder. Bunlarla başa
çıkmanın, onlara galip gelmenin çok zor olduğu kanaatine
varır. Nitekim günümüz müslümam da hemen hemen buna
inanma eğiliminde. Halbuki güçlü gibi görünen bu sistemler
örümceğin ağı gibidir. Sineğin örümcek ağma takıldığı gibi,
bazan müslümanlarda takılabiliyor. Ama Mehmet Akif
Ersoy'un arkadaşı Ferit Kam bu ayetle ilgili olarak,
"Tutulur sinekler, lakin yırtar geçer kuşlar Örümcek ağına
benzer bugünkü kanunlar." diyor.
Bu ayetten alınan ilhamla yazılmış, söylenmiş bir şiir. İşte
bugünkü dünya kanunlarına, sinekler gibi güçsüz olanlar
tutulur. Ama kuş gibi güçlü olanlar kanunları da deler geçer.
Günümüzün kanunları da güçlü olana, kuvvetli olanlara
işlememektedir. Mesela bizde parlementerlerin
dokunulmazlığı vardır. Biz müslümanlar kuşlar gibi güçlü
olmamız gerekir. Güçlü olmak için de, Peygamberlerin
yolundan gitmek, onları kendimize -her yönüyle- yaşayan
canlı örnekler edinmemiz gerekir. 3297[42]

42- Şüphesiz Allah, onların Allah'dan başka yalvardıkları


şeyi bilir. O Aziz'dir, Hakim'dir.

3297[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/87-88.
Allah yarattığı herşeyi bilir. Onun için o ilahlardan
korkmayın, onları da yaratan Allah'a ibadet edin ki; O her
şeye gücü yetendir. Yarattığı her şeyde hikmet sahibi
olandır. 3298[43]

43- İşte bu misalleri insanlara veriyoruz. Onları ancak


alimler anlar.
Biz, bu misalleri insanlara açıklıyoruz. Bu misallerden
ancak alim olanlar anlar. Onlar aklederler. Alim olmayanlar
bunlardan ibret çıkaramaz. Bu ayette "teşbih-i temsili"
vardır. Teşbihi temsili demek; benzetilen yönler birden çok
ise, bu teşbihi temsilidir. "Ali, Aslan gibidir" teşbihinde,
benzetme bir tanedir. O da cesarette aslan gibi olmasıdır.
Yukarıda geçen, kafirlerin amellerinin örümceğin evine
benzetilmesi, teşbihinde birden çok yön vardır.
Küfrün de örümcek ağına benzeyen bir ağı vardır. İşte bazı
din kardeşlerimiz bu ağın başlangıç noktasını arama ve
araştırma yapma eğilimindeler. Benim kanatım buna gerek
yoktur. Bir yerinden başlayıp, küfrün ağını atmaca ve şahin
kuşlarının örümcek ağını delip geçtiği gibi delip geçmek
gerekir.
Nitekim Afganistanlı, başlan sarıklı, büyük şalvarlı insanlar
Rus kafirinin ağını kırık dökük silahlarıyla deliverdiler.
Bir arkadaş; "Taşkent Elden Nasıl Çıktı" diye bir kitap
getirmişti. Ben de; "o kitabı ben okumam, bana "Taşkent
nasıl elde edilir'i" anlatan kitap getir" dedim. Allah(cc)
insana iki kulak vermiş, bu kulakların da yönü öne doğru,
önden gelen sesleri almaya ayarlanmış, arkadan gelen
sesleri daha az alır. Onun için biz de; daima ileriye dönük
programlar yaparak, hedefimiz daima ileri olmalıdır. 3299[44]

44- Allah gökleri ve yeri hak ile yarattı. Şüphesiz bunda


3298[43]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/88-89.
3299[44]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/89.
müminler için ayet (ibret) vardır.
45- Kitaptan sana vahyolunanı oku. Namazı dosdoğru kıl.
Şüphesiz namaz, fuhşiyattan ve kötülükten alikoyar. Allah'ı
zikretmek ise en büyük (iş)dir. Allah yaptıklarınızı bilir.
İnsanların iyi gününde de, kötü gününde de Allah'ın kitabını
okumaları istenmektedir. Efendimiz (as)'ın şahsında bize
hitaben; (Manasını anlamak ezberlemek ve gereği ile amel
etmek üzere Ey Rasülüm) Sana vahyedilen Kur'an'ı oku ve
namazım da kıl. Ayet zahiren Hz. Peygamber'e emirdir, ama
bu aynı zamanda biz ümmetine de şamildir.
Kur'an'ı Kerim'i hakkıyla okumak; harflerin mahrecine
dikkat ederek manasını da anlayarak ve gereği ile amel
ederek okumaktır. Hakkiyle okuma da bu üç hususun
bulunması gerekir.
Allah'ın ayetlerini hem kendimiz okurken hem de
başkalarına okurken manasını da bilmemiz gerekir. Kur'an,
bir ölüm anında okunmak için değil kendisiyle amel
olunması için nazil olmuştur. Kendisiyle de istenilen
amellerin gerçekleştirilebilmesi için de manasının,
anlamının bilinmesi iyi anlaşılması gerekir. Anlamadan
okumak hedefe ulaştırmaz.
Kur'an okuma emrinden sonra ayet, ikinci emir olarakta
herkese teker teker, namazı dosdoğru kılmamızı emrediyor.
Namazı dosdoğru kılmanın sebebi olarak; namazın insanı
fuhuştan ve kötü şeylerden alıkoyması gösterilmektedir.
"Fahşa" kelimesi cimrilik anlamına gelir. Kişiyi cimrilikten
de ahkoyar. Yani; "şüphesiz namaz, kötülük ve fuhuştan
alıkoyar" buyrulmaktadır.
İmansız insanların, müslümanlara en çok sataşıp rahattsız
ettiği hususlardan biri namazdır. Namaz; imansızın gözüne
batar. "Sanki namazla herşeyi halledecekmisin, namaz
kılınca en iyi sen misin?, Namaz kılmakla mı kalbimiz
düzelecek?" şeklinde mü'minin namazına sataşılıp, rahatsız
edilmek istenir. Onun için mü'min namaz ibadetine daha
çok önem vermelidir.
Allah'ın zikri ise (namazda anmak) daha büyüktür, en büyük
zikirdir, en büyük ibadettir. Allah'ın zatıda ismi de en
büyüktür.
Dünyada kendisini büyük olarak kabul ettiren insanlar,
zorba insanlardır. Zorla insanlara kendi büyüklüklerini
kabul ettirmişlerdir. Kainatta ise -inkarcıların gönlü hariç-
bütün yaratılmışlar Allah (cc)'a ibadet ve teşbih edip O'nun
büyüklüğünü kabul etmişlerdir.
Alimlerimiz, kişi Allah'a en büyük ibadet olarak hangi ameli
işlemeli? diye münazara yapmışlar ve "namaz" olduğu
kanatine varmışlar. Zira namazda hem Kur'an okuma hem
de rüku ve secde gibi hususlar vardır.
Sadece Kur'an okumak da zikirdir ama, onda rüku, secde,
kıyam gibi diğer hususlar yoktur. Namazda dil zikri, beden
zikri, kalp zikri vardır. Ariflerinde tariflerine göre namaz,
yaratılmış mahlukatın hepsinin ibadetini toplamıştır. Çiçek
ve böcekler yerde secde halinde ibadet ederler, namazda
secde ibadeti var. Hayvanlar rüku halinde ibadet ederler,
ağaçlar dağlar kıyam halinde ibadet ederler ki, namazda bu
ibadetler var.
Bakara suresinde; "Sabır ve namazla Allah'tan yardım
isteyiniz" bu-yurulur. Namaz, ilk günden beri müminlerin
en büyük dayanağı, mescidler de en büyük sığınağıydı.
İnsan başına gelen felaket ve sevinçli olayları başkasına
anlatma ihtiyacı hisseder. Müminlerin ise böyle duygu ve
düşüncelerini anlatıp teselli bulacakları yer mescidlerdir.
Mescidler olmasaydı müslümanlar nerelerde buluşacaktı?
Bütün islami hizmetlerin karara bağlandığı, uygulama için
fikir birliği yapıldığı yer mescidler olmuştur.
Hz. Peygamberin mescidi; devlet konağı, üniversite ve
askeri karargah idi. 3300[45]

3300[45]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/90-92.
46 - Ehl-i Kitapla en güzeliyle mücadele et. Ancak onlardan
zulmedenler hariç. Şöyle söyleyin: "Bize indirilene de size
indirilene de iman ettik. Bizim ilahımız da sizin ilahınız da
birdir. Biz O'na teslim olmuşuz."
Mekke döneminde ehli kitap hemen hemen hiç yoktu. Hz
peygamber ilk müslümanlardan bir guruba Habeşistana
hicret için izin verince; Habeşistan halkının hıristiyan
olduğunu ve hıristiyanlığa göre yönetildiğini bildiği için,
onlara bu ayeti okuyor. "Ehli kitapla mücadele ederken, en
güzeliyle mücadele edin, ancak onlardan zalimleri hariç".
Ayet ehli kitabtan olup, zalim olanlara da dikkat çekiyor.
Türkiyede bazı kardeşlerimiz ehli kitabla ilgili bütün
ayetleri alırken ayetin, -bektaşilerin "içkili iken namaza
yaklaşmayın" ayetinden "namaza yaklaşmayın" bölümünü
aldıkları gibi- sadece bir bölümünü almaktalar.
Bunun için de Önceleri koministlere karşı, bizim ABD
kapitalizmini tutmamız gerekiyormuş? gibi makaleler
yazıldı. Allah (c.c) Maide suresinde ehli kitabın pişirdiği
yemekleri yiyebileceğimizi bildirmiştir.
Ayetde islâmı anlatırken; nezaket kuralları içinde davranıp,
haddi aşmamamız gerektiğini, zalimlerine karşı da misli
misline mukabelede bulunmamızın gereği vurgulanıyor.
Ehli kitapla mücadele ederken, en güzeliyle mücadele
edeceğiz. Hristiyan olan Habeş kralının sorduğu her soruya,
Kur'an'dan ayetler okuyarak cevap veren Cafer b. Ebu Talip
en güzeliyle cevap vermiştir.
Ehli kitaba şöyle deyiniz; Biz, hem bize hem de size
indirilene (tevrat ve incil'e) iman ettik. Bizim ilahımızla
sizin ilahınız birdir. Yani siz de, biz de aynı ilaha iman
ediyoruz. Biz O ilaha (Allah'a) teslim olmuşuz.
Bakara suresi 135. ayetinde yahudiler; "yahudi olun
kurtulun, hıristi-yanlarda; hıristiyan olarr kurtulun" diyorlar.
Bu ayet 1400 yıl Önce ümmeti Muhammed'e nazil olmuş bir
ayet.
Aynı şeyi bugünün ehli kitabı; "AT'a (avrupa topluluğu)
girmeniz için bir şart vardır o da; dininizden vazgeçip
hıristiyan olmanızdır."diyorlar. Türkiye'den 30 sene sonra
müracaat edenleri alıyorlar, Türkiye'yi müs-lüman olduğu
için almıyorlar. Biz de onlara cevap olarak ayetin ifadesiyle;
"Buyurun İbrahim'in dinine" demek suretiyle onlarla olan
ortak yönümüze dikkat çekeceğiz, zira onlarda ibrahim
(a.s.)'ı severler.
Bu 46. ayette de; biz size indirilene de bize indirilene de
inandık buy-ruluyor. Yani biz Hz. İsa'ya da inanıyoruz. Hz.
İsa'ya indirilmiş olan İncil'e de iman ediyoruz. Hz. Musa'ya
da ve O'na indirilen Tevrata da inanıyoruz. Sizin ile bizim
tek olan ilahımız, Allah'a (c.c.) teslim olduk, demek
suretiyle onlarla aramızda olan iyi, olumlu yönlere dikkat
çekiyor ve olumsuz yönleri ortaya getirmeden
davranmamızı öğütlemektedir.
Hakikaten bazı hıristiyanlar ülkemize gelip, camilerimizi
gezip gördüklerinde etkilenip müslümanlar arasına ibadet
etmeye dalıveriyorlar. "Müslüman oldunuz mu?"
denildiğinde; "hayır..!, belki sizin dininizde haktır
düşüncesiyle ibadet ediyoruz" diyorlar.
Biz haklı olduğumuzu onlara kanıtlayabiliriz. Zira biz hem
onların kitap ve peygamberine inanıyor ve hem de kendi
kitabımıza ve Peygamberimize inanıyoruz. Böylelikle her
iki yönden kendimizi garantiye alıyoruz. Yanılma
ihtimalimiz yok; ama onlar ise bizim kitap ve pey-
gamberimize inanmadıkları için, bize göre daha aşağı
durumdalar.
Kur'an'da hıristiyan ve yahudiler fazlaca zikrediliyor. Çünkü
Dünyanın yarıdan çoğu yahudi ve hıristiyan, tarihde de
savaşlar çoğunlukla yahudi ve hıristiyan ile müslümanlar
arasında cereyan etmiştir. Kıyamete kadar da böyle devam
edecektir. Onun için ehli kitabı iyi tanımak gerekir. 3301[46]

47- Böylece sana da kitap indirdik. Kendilerine kitap


verdiklerimiz ona (Kur'an'a) iman ederler. Bunlardan
(müşriklerden) da Kur'an'a iman edenler vardır.
Ayetlerimizi ancak kafirler inkar eder.
İşte böylece biz sana da kitabı (Kur'an-ı) indirdik. Yani
İncil'i Hz. İsa (a.s.)'a, Tevrat'ı Hz. Musa'ya (a.s.)
indirdiğimiz gibi, sana da bu Kur'an-ı indirdik. O
kendilerine kitap verdiklerimizden bir kısmı sana verdiğimiz
kitaba inanır, ve bunlardan, ona iman edecek kimseler
vardır. Ayetlerimizi ancak kafirler yalanlar. Kimin ne zaman
iman edeceğini, kimin de iman çizgisinden -Allah korusun-
çıkacağını Allah(cc) bilir. Onun için "şu kafir imana
gelmez" demeyin.
Leyla isimli bir sahabi Habeşistan'a hicret için hazırlanırken,
evinin önünden geçen Hz. Ömer; (daha müslüman olmadan
önceki hayatında) "Ne oluyor bir yere yolculuk mu var?"
diye sorar. Sahabi kadın da; "sizin zulmünüzden hicret
ediyoruz" der ve Hz. Ömer de; iyi yolculuklar diler gider.
Sonra Sahabi Lelya'nm kocası çıkar; "kiminle
konuşuyordun?" der, Hanımı da; Ömer bize iyi yolculuklar
diledi deyince Kocası; Ömerin müslüman olacağını mı
zannediyorsun? demesi üzerine hanımı; "Vallahi Ömer'in
Eşeği müslüman olur da kendisi yine müslüman olmaz" der.
Ama sonra Hz. Ömer müslüman olur. Onun için
konuşmalarımıza dikkat etmemiz gerekiyor.
Yine müslümanlar Habeşistana hicret eder. Habeş meliki
Necaşi'nin ülkesine sığındığında Necaşi, hıristiyandır,
Mekke'den gelen iki kişilik elçi oraya sığınan müslümanları
geri almak için müracaatlarında Necaşi; "müslümanları da
dinlemeden vermem" der ve müslümanlar dan Cafer b. Ebu

3301[46]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/92-94.
Talip temsilci olarak Necaşi'nin huzuruna çıkar.
Günümüzde olduğu gibi protokola uymadan, yani kralın
Önünde eğilmeden, dininden taviz vermeden meseleyi
anlatır ve Necaşi'nin müslüman olmasına sebep olur. Onun
için insanlara islamı anlatırken şahsiyetli bir şekilde taviz
vermeden ve de bütün herkesin müslüman olacağı ümidiyle,
islamı anlatmak gerekir. Can boğazdan çıkmadan hiç
kimseden ümit kesmemek gerekir. 3302[47]

48- Bundan (Kur'an'dan) önce sen, herhangi bir kitap


okumuş değildin. Sağ elinle de onu yazmış değildin. (Eğer
okuyup yazsaydın) o zaman batıl peşinde koşanlar şüphe
ederlerdi.
Mekke müşrikleri Kur'an karşısında aciz kalınca, Hz.
Peygambere iftira edip, "evvelkilerin masallarını bize
anlatıyorsun" diyorlardı. İşte bu iftiralarına cevaben Allah
(c.c); "Sen bundan önce hiçbir kitap okur değildin, elinle de
yazı yazmış değildin" buyuruyor.
Hz. peygambere getirilen; "Allahümme Sallı Ala Seyyidina
Muhammedin Ninnebiyyil-Ümmiyyi" derken "Ümmi"
kelimesi Kur'an'dan alınmış bir kelimedir. Hz. Peygamber
Ümmi bir insandı, okuma yazması yoktu.
Ayetin devamında; Eğer okuma ve yazman olsaydı, O
zaman batıl peşinde koşanlar şüphe duyarlardı, buyruluyor.
Zaten şüphe içindeler, bir de okuma yazması olsaydı bu
şüpheleri katbekat artardı.
Halbuki bütün Mekke'liler bilirlerki; Hz. Peygamber (a.s.)
okuma yazma bilmiyordu. Kur'an'ın bunu haber vermesinin
hikmeti de; günümüzdeki ve bundan sonra gelecek olan
Mekke müşrikleri düşüncesine de bir cevap olması içindir.
Peygamber okuma yazma bilmezdi. Bunları size Rabbinden
bildirmektedir.

3302[47]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/94-95.
Yinede imansız, iman kalb işi olduğu için bu tür şeylere
inanmakta güçlük çekmekte. Bundan 1400 yıl önce Ümmi
olan, okuma yazma bilmeyen bu insan, bugünkü kurgu
filimlerinin yeni yeni ortaya koymaya çalıştığı, eşyanın
biryerden biryere nakli veya insan suretinin anında bir-
yerden başka biryere uçması gibi olayları Hz. Süleyman
(a.s.)'ın yanındaki bir alimin yardımıyla "Saba Melikesi
Belkıs'ın" tahtını kendinden önce nakledivermesinden
bahsetmesi ve bunu hayalinden düşünmesi..., Yusuf (a.s.)'ın
kokusunu 500 km'lik yoldan Yakup (a.s.)'ın duyması ve bu
okuma yazma bilmeyen kişinin bunu 1400 yıl önce haber
vermesi.!!
İşte sayılamıyacak kadar bu Örnekler, Kur'an'ın Hz.
Peygambere Allah (c.c.) tarafından bildirildiğinin bir
delilidir.3303[48]

49- Hayır!! Kur'an, ilim verilenlerin gönüllerinde apaçık


ayetlerdir. Bizim ayetlerimizi ancak zalimler inkar eder.
Peygamberin, -okuması yazması olmayan (Ümmi) birinin-,
böyle şeylerden bahsetmesi, kendilerinde ilim olan, ilim
sahibi insanların nezdinde, onun peygamberliğinin delili ve
mucizesidir.
Ceza yasası profösörlerinden birisi; "sanık, şüpheden
yararlanır" kaidesini dersinde anlatmış ve bu görüşün
Alman hukukçularından filan kişiye ait olduğunu. Ve bu
kuralın, ayın keşfinden daha önemli olduğunu söylemiş.
Bende bu hukuk fakültesinde okuyan öğrencilere
"Şüphelerle cezayı gideriniz" hadisini anlatmıştım, bu
konuyu destekleyen bir başka hadiste Efendimiz;
"Affederek yanılmak, cezalandırarak yanılmaktan
3304[49]
hayırlıdır" buyurmuş. Öğrencilerden biri söz ister ve
bu hadisleri ceza hukuku hocasına arz eder. Profösör;
3303[48]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/95-97.
3304[49]
Tirmizi Ebvabül Hudut 2, İbni Mace Hudut 5
"hemen hadisin metnini tercemesini vede kaynağını
yazarsanız memnun olurum" der.
Sahasını bilen birisi, Kur'an ve sünnette bazı prensibleri
görüp, 1400 yıl önce söylenen, ortaya konan bu kurallara
dikkat çekmekte...
"Ancak zalimler ayetlerimizi inkar eder." Zulümde,
haksızlıkda, hak olanı yerine getirmekte, akıl terazisinin
dengesini bozmuş insanlar, ancak ayetleri inkar eder. 3305[50]

50- Dedilerki; "O'na Rabbinden mu'cizeler indirilmeli değil-


miydi?" Deki; "Mu'cizeler ancak Allah'tandır. Ben ancak
apaçık bir uyanayım."
Ve şöyle dediler: "Peygamber olduğuna dair Allah'tan
mucizeler indi-rilseydi" şeklinde itiraz ettiler. Cevaben
Allah (c.c); "Deki, mucizeler, ayetler Allah katındandır.
dilediği zaman gönderir dilediğinde göndermez. Ben apaçık
bir uyarıcıyım". Ben sizleri uyarmak ve bu hayat yolunun
sonunda uyarılara, emir ve yasaklara uymayana ateş var,
dikkat edin yanmaym demeye geldim.
Bu hayat yolunun sonunda; emir ve yasaklara uyanlara da
cennet var, oraya gidin diye sizi uyarmak için geldim diyor.
Ben size mucize göstermek mecburiyetinde değilim,
mucizeler Allah kalındadır.
Biz de günümüzdeki insanlara; böyle bir Peygamberin
ümmetiyiz, O'na iman etmişiz, bu ölümlü dünya hayatının
bir sonu vardır sizi uyarıyoruz. Bu dünyadan sonsuz
dünyaya gittiğinizde cennet veya cehenneme gideceksiniz,
tercih bu dünyadadır ahirette tercih hakkı yoktur.
"Efendim bugün müslümanlar perişan durumda, eğer islam
iyi olsaydı, müslümanlar böyle olmaması gerekirdi" gibi
fikir ve düşünceler yanlıştır. Rabbim istese islamı aziz,
küfrü zelil eder. O'nun bileceği bir durum, bize düşen O'na

3305[50]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/97.
kulluk yapmaktır. 3306[51]

51- Onlara okunan bu kitabı sana indirmemiz onlara


(mu'cize olarak) yetmiyormu? Şüphesiz bunda iman eden
kavim için bir rahmet ve iöğüt vardır.
Onlara okunan ve sana indirdiğimiz ayetler delil olarak
onlara yetmiyor mu? Tabiatdaki ayetler yetmiyor mu?
Kur'an'da indirilen ayetler yetmiyor mu? Kişinin eline
bakması ve elindeki incelikler yetmiyor mu? O parmak
uçlarındaki izler, Eli ile yaptığı diğer işler... Eğer bu ayetler
yetmiyorsa, yeni ayetler gelse bile ona da inanmazlar,
yeniden ayet göndermeye gerek yok.3307[52]

52- Deki: "Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter.


O göklerde ve yerde olanı bilir. Batıla iman eden ve Allah'ı
inkar edenlere gelince, işte onlar zarara uğrayanların ta
kendisidir.
Peki sizinle benim aramda şahid olarak Allah yeter, benim
peygamberliğimi bütün dünya inkar etse yalnız Allah'ın
(c.c.) benim peygamberliğimi kabul etmesi yeter. Bütün
insanlar sevmese, Allah sevse ne gam var..! bütün insanlar
sevip, Allah sevmese ne fayda, bu hayatta yaşıyoruz, onun
için önemli olan Allah'ın sevgisini ve rızasını kazanmak
gerekir.
Yasin suresi 3. ayetinde Allah (c.c); Hz. Peygamberin,
peygamber olduğunu iki tekid edatı kullanarak belirtmiştir.
"Şüphesiz sen, hakikaten gönderilen Peygamberlerdensin."
O Allah (c.c) yerdekini de, göklerdekini de bilir. Allah'ı
inkar edip batıla inananlar, işte zararda olanlar onlardır.
Belki, batıla imanın, küfre hizmetin sonunda bol maaş, bol
kredi şeklinde faydasını görmektedir. Ama bu da sınırlıdır,
eceli gelinceye kadardır.
3306[51]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/98.
3307[52]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/98-99.
Ecel de bir gün insana gelir. Bu imkanlara da yaşının
ilerlemesinden sonra kavuşur, onun içinde çoğu nimetlerden
faydalanamaz, midesinde ülser, ayaklarında romatizma,
göğsünde kalb olur heyacana ve sevinmeye
3308[53]
gelemezler.

53- Senden azabı çabucak istiyorlar. Eğer belirlenmiş bir


süre olmasaydı elbette azap onlara gelirdi. Elbette (azap),
onlar farkına varmadan ansızın geliverecek.
Senden azabın acele inmesini istiyorlar. Eğer Allah'ın
sünnetinde koymuş olduğu zaman, yani "ecel" olmamış
olsaydı; onlar böyle sözleri söyler söylemez, azab onlara o
anda gelirdi. Ama herşeyin bir zamanı vardır. Azab, birgün
onların başlarına ansızın geliverecek de onlar bunun farkına
varamayacaklar.
İnsanoğlu acelecidir, birşeyin ansızın olmasını ister.
"Efendim şu, şu kötülükleri yapan insanlara Allah niye azab
etmiyor?" şeklinde tevhid akidesine de ters düşen sözler
söylüyorlar. Yani ben bu işi biliyorum da, Rabbim niye
bilmiyor? anlamına gelen bir söz oluyor. Gerçi bu niyetle
söylenmiyor ama sabırsızlığın bir neticesi olarak söylenmiş
bir söz oluyor. Allah(cc) herşeyin zamanını ve saatini en iyi
bilendir. O azabın getirilmesi, belki de bizim aleyhimize
olacak bir durum olduğu için getirmiyordur.
Özbekistan'dan gelen iki kişi ile tanıştım. Akşam namazını
beraber kıldık. Namaz sonunda Kuran okudum, Türkçe
anlaşamadık ama Arapça ile gayet güzel anlaştık, konuştuk.
"Nasıl oldu da Rusya içinde böyle yetiştiniz" dediğimde;
"Şeyh Abdul Hakim bize gizli gizli arapça ve Kuran dersleri
okutmuştu." dediler.
Demekki, bu dönemde müslümanlar kendilerini hazırlayıp,
ileriye dönük birşeyler yapmalı. Biz elimizdeki mevcut güç

3308[53]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/99-100.
ve imkanlarımızı kullanmalıyız. 3309[54]

54- Senden azabı çabucak istiyorlar. Şüphesiz, cehennem


kafirleri kuşatmıştır.
Ayet yine tekrarlanıyor. Senden acele azab istiyorlar.
Halbuki ahirette cehennem kafirleri kuşatacaktır.
Mevlana anlatıyor; Ormanda hayvanlar toplanıp, Aslanla
anlaşma kararı almışlar. Aslan, hergün rasgele bir kaçımızı
yiyeceğine, sırayla birimizi yesin, diğerleri de sırası
gelinceye kadar rahat etsin derler. Bu fikir kabul edilir, ama
aslana götürmeye kimse cesaret edemez. Buna kızan sinek
ortaya atılır; "Neredeymiş o aslan, çıksın ortaya da haddini
bildireyim şuna" diyerek avaz avaz bağırırmış. Halbuki
bağırdığı yer aslanın başı imiş.
Mevlana; "bire sinek, aslanın ne olduğunu anlamak ve
ondan korkmak için ceylan olmak gerekir." diyor.
Çocuk elektriğin tehlikesini bilmediği için pirize parmağını
veya elindeki oyuncağını sokar Anne ve baba elektrikten
korktuğu için değil onun tehlikesini bildiği için ondan
uzaklaştırır. Eğer biz Allah'ın azabından korkuyorsak, bu
konuda bilgimizin olmasından dolayıdır.
Kafirlerin Allah'tan korkmaması; sineğin aslanın ne
olduğunu bilmediği gibi, sinek tabiatlı olan bu kafirler de,
Allah'ın azabının ne olduğunu bilmeyip azabı acele
istemelerinden dolayıdır. 3310[55]

55- O gün azab onları üstlerinden, ayaklarının altından


kaplar ve "yaptıklarınızı tadın" der.
O cehennem günü geldiğinde; Azab, onları üstlerinden,
ayaklarından ve her taraftan bürür, sarar. Yani üstleri alev,
yanlan alev, ayaklarının altı alev... Ve dünya ateşine
benzemeyen kendine has özelliği olan bir ateş.
3309[54]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/100-101.
3310[55]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/101-102.
İşte o zaman Allah (c.c); "yaptıklarınızın karşılığı olarak,
tadın bu azabı" der. Bu, kafirlere bir tehditdir. Yunus'un
dediği gibi; -"herkes ateşini bu dünyadan götürür" Nisa
suresinde(ayet 10) tefsiri geçtiği gibi; "yetim malı yiyenler
karınlarına cehennem ateşi doldururlar" Yani bu dünyada
Allah'ın yasakladığını yapan, cehennem odununu çoğaltıyor
demektir. Peki ya mü'minler?
Mekke'de Mü'minlerin zayıf olduğu, İslam devletinin
kurulmadan önceki döneminde, Müslümanlara işkence ve
eziyetlerin yapılıp, mallarının talan edildiği, peygamber ve
O'na iman edenlerin "Şib-u Ebu Talib" denilen mahallin
dışına çıkarılmayıp, ekonomik ambargonun uygulandığı,
alış verişin, hatta kız alıp vermenin yasak olduğu bir
dönemde, Allah (c.c.) şöyle buyuruyor; 3311[56]

56- Ey iman eden kullarım, şüphesiz benim yeryüzüm


geniştir. Ancak bana ibadet edin.
Ey benim iman eden kullarım! benim arzım geniştir. Ancak
bana kulluk yapın. Herhangi bir yerde İslamı yaşamak çok
zor ise, Orada imansızlara ibadet ederek kalmayın, yeryüzü
geniştir. Başka bir ayette; "Allah'ın arzı geniş değilmiydi?
Oralara hicret etseydinizya." buyruluyor.3312[57]
Tarih boyunca, medeniyetin gelişmesini ve yayılmasını
sağlayanlar, genelde hicret eden muhacirlerdir. Hicret
edenler; geldiği yerin bilgisi ve kültürü ile hicret ettiği yerin
bilgi ve kültürünü birleştirip genişletip, geliştirerek ticarette
olsun sanatta olsun ileri gitmektedir. Birde hicret eden kişi
gittiği yerde daima tayakkuzda olur. Ya kazanamazsam
veya başaramazsam diye çok dikkatli olur. Buda onu
başarıya, yani icadlara, gelişmelere götürür.
Onun için insanlık medeniyetleri daima hicretlerle
gelişmiştir. Hz. İbrahim (a.s.) hicret etmiştir. Musa (a.s.)
3311[56]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/102.
3312[57]
Nisa 97
hicret etmiştir. Hz. Peygamber hicret etmiştir. İsa (a.s.),
Yusuf (a.s.) hicret etmiştir. Kurdukları devletler hep hicret
devletidir. Türkler orta asyadan hicret etmiştir. Bugünkü
A.B.D. hicret devletidir... Ancak Amerika'ya 1500 yıllarında
sömürgecilerle birlikte giden bir papaz, burada "milyonlarca
yerlinin nasıl öldürüldüğünü" hatıratına yazmıştır, bu hatırat
Türkçeye de çevrilmiştir.
Yer değişimi insanlara birçok menfaatlar sağlar. Onun için
islamın ya-şanamadığı bir yerde imansızlara itaat edip, bu
dünyada alçak bir hayat yaşayıp, öbür dünyada cehennemlik
olmaktansa; Allah'a(cc) ibadet edebileceği yerleri araması,
kişiye hem bu dünyada izzeti, hem de ahirette cenneti
kazandırır. 3313[58]

57- Her nefis ölümü tadacaktır. Sonra bize


döndürüleceksiniz.
İnsanın iki endişesi olur; bir can endişesi, bir de mal ve rızık
endişesidir. 60. ayette mal ve rızık endişesi üzerinde
durulacak, bu ayette de can endişesi üzerinde duruluyor.
İslamı yaşama ve onun yücelmesi için çalışırken can
endişesi çekmeyin. Allah'm(cc) yeri geniştir. Küfrün
hakimiyeti altında kalıp, Allah'ı(cc) tanımayan kafirlerin
emri altında kalıp ezilmeyin. Ecel geldiği zaman, bir
an'hğına bile önceye veya sonraya bırakılmaz. Eceliniz
geldiği zaman, kişi nerede nasıl ve ne şekilde olursa olsun
ölümü tadacaktır.
Ayetlerde; "Nerede olursanız olun, velevki gökyüzündeki
burçlarda, kulelerde bile olsanız, ölüm size ulaşır"
buyrulmaktadır.3314[59] Onun için kafirlere itaat konusunda
ecelinizi bahane etmeyin. Boyun eğmezsem beni,
çoluğumu, çocuğumu öldürürler demeyin. Her can, bir

3313[58]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/103.
3314[59]
Nisa 78
defaya mahsus olarak ölümü tadacaktır. 3315[60]

58- İman edip salih amel işleyenleri elbette altından


ırmaklar akan Cennetteki köşklere ebedi kalmak üzere
yerleştireceğiz. (Salih) amel işleyenlerin mükafatı ne güzel.
59- Onlar ki, sabrettiler ve yalnız Allah'a tevekkül ederler.
Yani Allah'a(cc) tevekkül edip, sabreden. Sabır deyince;
kapılan pencereleri kapatıp, sabır teşbihi çeken değil. İslamı
yaşamak ve onu yüceltmek için etraftan gelecek sözlere,
ekonomik ambargo ve diğer her türlü sıkıntı ve belalara
geriye dönmeden dayanabilmektir. Bunlar için cennette
mükafat çok güzel olacaktır. İnsanın can endişesinden sonra
rızık endişesine karşı Allah (c.c.) 3316[61]

60- Nice hayvanlar vardır ki, rızkını taşıyamaz. Onlara da


size de Allah rızık verir. O her şeyi işiten ve her şeyi
bilendir.
Ey mü'min!, islamı yaşayamıyor s an Allah'ın yeryüzü
geniştir, dini yaşayabileceğin yere hicret et.!! Ticaretinin
bozulması, ziraâtini hasat etme endişesi taşıma. Dini
yaşamak için gittiğin yerde, geçim sıkıntısı çekerim diye
endişelenme. Hiçbir canlı yaratık rızkını sırtında taşımıyor.
Allah(cc) onları nzıklandırıyor, senin rızkını da verecek olan
O'dur. Sizi de rızıklandıran Allah (c.c.) dür. O herşeyi
işitendir, O herşeyi bilendir. Nerede olursanız olun sizi
görür, bilir, gönlünüzden geçen isteklerinizi duyar.
Başka bir ayette: "Kim Allah'tan korkarsa, Allah(cc) ona bir
çıkış yolu verir ve onu hiç hesab etmediği yerden de
rızıklandırır." 3317[62]
Kimya mühendisi bir arkadaşım 12 Eylül ihtilalinde, İslâmi
hizmetlerinden dolayı cezalandırılıp biraz hüküm giydi, 9 ay

3315[60]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/104.
3316[61]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/104-105.
3317[62]
Talak 2
da gözaltı hapsinde kaldı. Göz hapsinde kaldığı yöremizde
müslümanlar ona evini tutarlar ve birhayli yardımcı olurlar.
Arkadaşın 9 ay boyunca gezmediği köy kalmaz. Her gittiği
yerde sütle, tavukla, hindilerle beslenir. Göz hapsi sona
erdikten sonra, eski işine ve memleketine geri döner. Daha
önceden is-lami hizmetlerine kızan hanımı bu sefer; "şu
dokuz ay çok güzel geçti, tekrar böyle bir suç daha işlesen"
demiş.
İşte bunlar hesapta olmayıp ansızın gelen şeylerdir. Gerçi
insan tedbirini alacak, bütün sebeplere sarılacak, ondan
sonra Allah'a tevekkül edecek. İşte tevekkülün neticesinde
de Allah(cc) onu ummadığı yerden, ummadığı şekilde
rızıklandırır.
Kişi ana rahminde göbeğinden beslenirken, dünyaya
geldimi; anne göğsündeki iki süt çeşmesinden beslenir. O da
kuruyup bittimi; tatlı, tuzlu, ekşi ve acı olmak üzere dört
gurupta toplanan gıdalar ile bu dünyada beslenir. Ömrü
bitince de cennetin 8 kapısından nzıklandırılır ki, bu hep
katlanarak giden bir rızık yoludur. 3318[63]

61- Andolsun onlara "gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve


ayı kim emri altında tuttu? diye sorsan elbette "Allah"
derler. Öyleyse nasılda döndürülüyorlar?
Kişinin "Allah" kelimesini kullanması, dini konularda söz
söylemesi, onun müslüman ve mü'min olduğunun delili
değildir. Mekke müşrikleri de "Allah" kelimesini
kullanıyorlardı ve Allah'ı(cc) da kabul ediyorlardı. Onlar;
"Allah kainatı yaratmıştır ama kainatın yönetimi bize aittir"
diyorlardı. Bunu yunan filozofları da aynı şekilde
söylüyordu.
Günümüzün azılı Ebu cehilleri de aynı fikri savunmaktalar.
Bunun anlamı; "Allah kainatı yaratmıştır ama, insanın

3318[63]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/105-106.
yönetimini bilmez. Onu biz biliriz" demektir. Ve bu da;
Allah'ı kabul ettikleri halde Allah'ın(cc) sonsuz kudretini ve
ilmi ezelisini kabul etmemektir. O halde "nasıl da dön-
dürülüyorsunuz." Demek ki, insanları islam'dan küfre bir
döndürenler, bir de döndürülenler var. Döndürenlerin azabı
iki kat, döndürülenlerinki de onlannkinin yansı kadar
olacaktır. 3319[64]

62- Kullarından dilediğine rızkı bolartan, dilediğine de


daraltan Allah'tır. Şüphesiz Allah herşeyi bilir.
Bu ayeti fert bazında değerlendirdiğimiz gibi, devlet
bazında da değerlendiririz. Yani dilediği devlete bol rızık,
dilediği devlete de daha az rızık verir. Ama Allah(cc)
herşeyi bilendir. Bol rızık verdiği kişiye verilişinin
hikmetini, rızkı kısılan kişiye de kısılışının hikmetini en iyi
bilendir. Biz bunu kavr ay amayız.
Buna bazı ayetlerde açıklamalar getirmektedir. "Onları bu
dünyada biraz metâ'landırır, O metâ'landıklan kadar da
ahirette cezalandırır." Yani azablarımn artmasına vesile
olur. 3320[65]
Rızkın akılla ilgisi vardır. Ama tamamen de akla bağlı
değildir. Akıllı olanların da akılları nisbetinde azıkları olur
diye birşey yoktur. Çok zeki muhasebeciler, malının
hesabını parmaklarıyla toplayan, aklı kıt insanların yanında
çalışmaktadır. Eğer bu iş akılla olacak olsaydı, muhasebeci-
nin daha çok malı olması gerekirdi. 3321[66]

63- Eğer onlara "gökyüzünden yağmuru indirip onunla


öldükten sonra yeryüzünü dirilten kimdir?" diye sorsan,
elbette, "Allah" derler. "Elhamdülillah" de. Onların çoğu
akletmezler.

3319[64]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/106-107.
3320[65]
Bakz. Hud 48, Lokman 24
3321[66]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/107.
64- Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir.
Şüphesiz gerçek hayat ahiret yurdundakidir. Keşke
bilselerdi.
Bu dünya hayatı bir oyun ve oyuncaktır. Tiyatro sahnesi
gibidir. Nasıl ki, tiyatro sahnesinde oynanan oyunda; iyi
kalbli, kötü kalbli, alim ve sıradan insanları canlandıran
insanlar var, bunlar rolleri icabı -kendisi kötü kalbli bile
olsa- nasıl iyi kalbliliği canlandmyorsa, bu dünya
sahnesinde de aynı.
Her insan bir rol alıyor ve rolünü kendisi Allah'ın vermiş
olduğu akıl ile seçiyor. İnsanın kendi seçmesinden dolayıdır
ki; rolünü iyilikten seçip, oynayana mükafat, kötülükten
seçip oynayana da ceza vardır. Yani insana, Rahmani olanla
şeytani olanı seçmek düşüyor.
Firavun, Nemrut, Ebu Cehil gibi insanlar, zalimlik rolünü
almışlar, mü'minler de iyi kalblilik rolünü almışlar. Başka
bir ifade ile mü'minler; Allah'a kulluk rolünü oynamış
insanlardır. Kafir ve zalim kişilerde; bu rollerini hakkıyla
tam oynayamayan kişilerdir. Sahne bittimi, rollerde bitiyor.
Ondan sonra diğer insanların ve ümmetlerin rolleri başlıyor.
Keşke, bilmiş olsalardı asıl yaşantı yeri ahiret yurdudur ve
ahiret yur dunda hayat devamlıdır. 3322[67]

65- Gemiye bindiklerinde, dini yalnız Allah'a halis kılarak


dua ettiler. Ancak onları karaya çıkardığımızda hemen şirk
koşarlar.
66- Onlara verdiğimiz (nimetler)e nankörlük etmeleri için
(ortak koşarlar). Faydalansınlar bakalım. Yakında (gerçeği)
bilecekler.
Gemiye bindiklerinde, karanlık bir gecede veya dalgalı bir
havada, gemide sarsılmalar meydana geldimi; Samimiyetle,
gerçek ihlasla Allah'a yalvarırlar.

3322[67]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/107-109.
Denizden karaya kurtardık mı, bir bakmışsın ki; Allah'a şirk
koşarlar. Dünyanın nimetlerinden faydalanmak üzere
Allah'a(cc) şirk koşar, onun nimetlerini inkar ederler.
Müslümanlardan da kötülük yapıp, içki içen var ama rahat
içemiyor. Rahatça bu haramı yapabilmesi için imansızlığı
tercih etmesi gerekiyor. O zamanda kendisi gibi adamlarla
bir araya geliyor. Müslümamn yanma da geldimi kendinde
günahın vermiş olduğu bir aşağılık ve eziklik hissediyor.
Bir komşum vardı, akşamları içerek gelirdi. Merdivende
karşılaştığımız zaman, benim rahatsız olmamam ve de
imanın vermiş olduğu edeb ve saygıdan dolayı merdivenin
öbür tarafından çıkar. Birgün evine misafir olduk, hoşbeşten
sonra; "ver elini, tevbe edeceğiz" dedim, tevbe ettik.
Hanımına da "bu günden itibaren sabah namazına kaldır"
dedim. Elhamdülillah o gün bu gün bu haliyle devam
ediyor.
"Birkaç gün sonra tanıdığı bir arkadaşı önüme geçti;
"Hocam benim hanım sana duacı" dedi, niye? dedim. "Bir
kaç gün önce içki içmemek için, beraber tevbe ettiğiniz
kişinin, akşamcı arkadaşı ben idim. Ertesi sabah bana geldi,
"ben, bundan sonra sana arkadaşlık etmiyorum," dedi. Ben
de, zaten beni alıştıran sendin, sen bırakırsan ben de bunu
bırakıyorum dedim" diyordu.
Yani Müslüman bu işleri yaparken de bir sıkıntı duyuyor.
Bu dünya nimetlerinin haramından, helalinden
faydalanabilmesi için müşrikliği seçiyorlar ama onlar
yakında neticeyi bilecekler, buyruluyor.3323[68]

67- Çevrelerindeki insanlar çarpılıp, kapılırken; (Mekke'yi)


güvenli ve korunmuş kıldığımızı görmediler mi? Batıla
iman ediyorlar da Allah'ın nimetlerini inkar mı ediyorlar?
Onlar görmüyorlar mı? biz o Mekke'yi emin bir yer kıldık,

3323[68]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/109-110.
haram kıldık. Mekke'nin dışındaki o günkü devletlerde
savaşlar vardı.
Dara'nm harbinde 100 binin üzerinde insan kılıçtan
geçirilmişti.
İşte böyle bir dönemde, sadece Mekke'de emniyet var.
Sadece Yemen valisi Ebrehe Kabe'yi yıkmak için gelir.
Allah(cc)'da peygamberin doğumundan 52 gün önce
Kabe'yi Ebabil kuşları ile koruyor.
"Bunlar, batıla iman edip, Allah'ın nimetlerini mi inkar
ediyor?"; Allah'ın vermiş olduğu nimetleri inkar edip, Ebu
Cehil'in koymuş olduğu kanunlara inanıyorsunuz, onları
uyguluyorsunuz.
Aynı şey bugün bizde de geçerli. Allah'ın nimetlerinden
faydalanıyoruz, onun yarattığı, onun öldürdüğü bir kulun
veya kurumun sözleri ve fikirleri doğrultusunda hareket
ediyoruz. 3324[69]

68- Allah'a yalan iftira eden ve kendine gelen hakkı


yalanlayandan daha zalim kim var? Kafirler için
Cehennemde kalacak yer mi yok?
Bugün hapishanelerde, çeşitli eziyetler işkenceler yapılıyor,
bu işkence ve zalimliğin sebebi onunda başında bulunan
Allah'a inanmayan insandır. İşkenceyi yapan, insana pisliği
veren, ona pisliği sıçratan kişidir en zalim.
Kafirler için, cehennem kötü bir yatak değilimdir.? 3325[70]

69- Uğrumuzda cihad edenlere elbette yollarımızı


göstereceğiz. Muhakkak Allah ihsan yapanlarla beraberdir.
Bizim yolumuzda gayret gösterene, cihat yapana biz
yollarımızı hidayet eder, ona sıratı mustakıym yolunu
gösteririz.
Kişi ben ne yapayım? dememeli, birşey yapmak için faliyete
3324[69]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/110-111.
3325[70]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/111.
geçmeli ki, Allah (c.c.) gerisini devam ettireceğini vaat
ediyor. Eve oturup sunumu yapayım, bunumu yapayım,
şunu yaparsan bu çıkar, diye başlanacak olursa
yapılacaklardan daha fazla korkulacak şeyler gelir hatıra.
Dünyanın en büyük şeyh namesini "Firdevsi tusi" yazmış,
İranlı bir edebiyatçıdır. Eseri dünyaca ünlü kahramanlık
destanı imiş. Gerçi ben okumadım ama adam kendisi
geceleri dışarıya çıkamayacak kadar korkak biriymiş.
Korkak adam korkunun herçeşidini iyi tarif edebilen biridir
ve gönlü hep korkular üretir.
Onun için siz, olumlu şeyler üretin ve onu yapmak üzerede
yürüyün. Allah(cc) insanın bilmediği şeyleri de öğretir.
İslânım tebliğ yolunu değil, yollarını öğretecektir.
Allah(cc) iyilikte bulunan, iyi konuşan, İyi söyleyen, iyi
düşünen ve iyi davranan insanlarla beraberdir. 3326[71]

3326[71]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/111-112.
RUM SURESİ

"Rum" ; Bizans'ın başkenti, eski adı Konstantinopol olan ve


fetihten sonra "İstanbul" diye değiştirilen şehirde ve buraya
bağlı olan yerlerde yaşayanlara ve onların soyundan
gelenlere verilen isimdir.
Araplar da o günkü zamanda Antakya, İskenderun, İstanbul
gibi bölgelerde yaşayan insanlara "Rum" diyorlardı,
Bu surenin 2. ayetinde "Rum" kelimesi geçtiğinden dolayı,
ve bir de İranlılarla yapılan savaşta mağlup olan Rum
devletinin, tekrar galip geleceğinden bahsettiği için, bu
sureye "Rum suresi" denilmiştir. 60 ayet olup, sadece 17
ayeti Medine'de, diğerleri ise Mekke'de nazil olmuştur.
Bu sure, ehli kitabı (hırıstiyan ve yahudileri), -mecusi gibi,
putperest gibi- kitabı olmayan dinlere karşı tercih etmemiz
gerektiğine de işaret eder.3327[1]

1- Elif, Lam, Mim.


Elif, Lâm, Mim. Bu harflere Hurufu Mukattâ diyoruz. Bu
konu ile ilgili açıklama en geniş şekliyle Bakara suresinde
ve birde diğer Hurufu Mukatta bulunan, diğer surelerin
başında açıklama yapılmıştır. 3328[2]

2- Rumlar yenildiler.
3- Bu yenilgiden sonra onlar, en yakın bir yerde galip
geleceklerdir.
4- Birkaç sene içinde, önünde sonunda emir Allah'a aittir. O
gün mü'minler sevinecekler.
5- Allah'ın yardimına(sevindiler). O dilediğine yardım eder.
O Aziz'dir, Rahim'dir.
Rumlar mağlup oldular. Arapların bulunduğu bölgeye en
yakın yerde mağlup oldular. Tefsirlerde Suriye, Ürdün ve
3327[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/113.
3328[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/113-114.
Antakya'da Rumların İran'a karşı mağlup olduklarını ifade
ettikten sonra. Çok yakın bir zamanda, "Bida'sinin" yani
"Üç'den dokuz'a kadar" şeklinde kullanılan bir ifadedir.
Türkçemizdeki küsur kelimesinin ifade ettiği şeye yakın bir
ifade. 20 küsur dediğimizde 20'den 30'a kadar olan sayılar
anlaşılır. İşte ayette de 3'den 9'a kadar olan sayıları "Bida"
kelimesi ile ifade ediyor.
İşin önünde de, sonunda da hüküm emir Allah'a aittir.
Bundan önce olduğu gibi kıyamete kadar da işleri evirip
çevirmek, galip ve mağlub etmek, yönetmek Allah'a aittir. O
gün mü'minler sevinirler. Yani Rum'ların İran'lılara galip
gelmesine mü'minler sevinirler. Allah'ın yardımıyla
mü'minler sevinirler. Allah dilediğine yardım eder. O
herşeye gücü yetendir. O merhamet sahibidir.
Olayın tarihçesi şöyledir. Miladi 610'da Hz. Peygambere
peygamberlik verilir ve Hz. Hatice validemizle başlayan
inananların sayısı 5 yılda hayli artar. 5 yıl içinde
Mekke'lilerin zulmü de artmaya başlayınca, Habeşistan'a
hicret etmek üzere, 80 kadar müslüman hareket eder.
İşte bu esnada bu sure nazil olur. Elmalı merhum gibi
müfessirler, batılı tarihçi Gibbon'un tarihinden
naklettiklerine göre; 615 yılında Rum'ların devlet başkanı
Fakos denilen adam, Murisyus denilen komutanı tahdından
indirir. Bu ihtilal esnasında durumu fırsat bilen İran devlet
başkanı Husrev Perviz saldırır. Suriye, Ürdün, Antakya'yı
alır Mısır'a kadar dayanır.
hatta Kur'anın bahsettiği mağlubiyet budur. Bu haber
Mekke'ye gelince Mekke'li müşrikler, bu İran'ın galibiyetine
Rumların da mağlubiyetine bayram ederler. Kendileri puta,
İranlılarda ateşe taptıkları için, İranlıları kendilerine..dost
kabul ederler. Müslümanlar da Hristiyan Rumları,
kendilerine yakın addederler.
Müşrikler, "hani Allah kendine inananlara yardım ederdi?
Ateşe tapanlar Allah'a inananlara galip geldi. Biz puta
tapanlar da size galip geliriz" diye övünürler.
"Rum'ların galip geleceğini" haber veren bu ayet nazil
olunca, imansız Ubey b. Halef ile Hz. Ebubekir bahse
girerler. Beş sene içinde başarı sağlanırsa, Übey on deve
verecek, sağlanamazsa Hz. Ebubekir on deve verecek.
Efendimiz Hz. Ebu Bekir'e; "seneyi dokuza, deveyi yüze
çıkar" der ve öyle de yapılır. Dokuz sene sonra 624'de
Bizans kralı Heraklius, İran Kisrası Hüsrev Perviz'i mağlup
eder. Bu bahis kumar yasağı gelmeden önce yapılmıştı. Hz.
Ebu Bekir yüz deveyi kazanır ve fakirlere dağıtır. 3329[3] İşte
bu sure bunun üzerine nazil olur. Rumlar mağlup oldu ama
3 ile 9 sene arasında. Nitekim 624'de Herakliyus devlet
başkanlığına gelir ve İran'a karşı harbi başlatır. İran'a kadar
giderek onların ateşe tapınma yerini de tahrip eder. Nitekim
Rumlar'da İrana galip gelmiştir. Böylece Kur'an, 615
yılından 9 yıl sonra 624'de meydana gelecek olayı haber
vermesi ile, Hz. peygamberin de bi;- mucizesini ortaya
çıkarmıştır.
Hz. peygamber 622 yılında hicret eder, bir yıl sonra Hicretin
ikinci yılında, Bedir savaşı olur. işte o günde mü'minler
Allah'ın yardımı ile sevinirler. Ayetin ifade ettiği
mü'minlerin sevinmesi, Bedir savaşını kazanmaları ve birde
Bizans kralı Heraklius'un İran'ın kisrası Hüsrev Pervizi
yenmesi ile Allah'ın vaadinin ortaya çıkmasıdır.
Bazı tarihçiler; Bizans'ın (Rumlar'ın) İran'ı yendikleri gün
ile, mü'minlerin Mekke müşriklerini yendikleri günün aynı
olduğunu, her iki tarafın da Allah'ın yardımıyla aynı günde
zafere ulaştığını ifade ediyorlar.
Onun için buradan bize çıkacak bazı dersler vardır.
1- Kim olursa olsun, müslüman daima haklının yanında yer
almalıdır.
2- Ehli kitabın, her zaman, puta tapan ve mecusi gibi kutsal
3329[3]
Bakz, Ahmet Müsnet 11276,304 - Taberani Kebir; 12129 hadis 12377 - Hakim müstedrek;2l410. -
Beyheki; Delail 21330. -Tirmizi; Tefsir hah, suretür-Rum Hadis,3193
kitabı olmayan diğer dinlerin mensuplarına karşı da tercih
edeceğiz.
Fakat bugünkü ehli kitap dediğimiz devletlerin yöneticileri
de, ilah tanımaz, ateist insanlardır. Bunu da göz ardı
etmemek gerekir.
3- Müslüman, dünyadan ve diğer dünya devletlerinden uzak
kalamaz. Boğazdan geçen bir gemi nasıl boğazdaki
sandalları etkilerse, Rusya'daki bir santralin Radyoaktif
sızıntısı Türkiye'deki olayları etkiliyor ise, müslümanda
elbette dünyadaki siyasi askeri ve ekonomik gelişmelerden
etkilenecektir.
Geleceğe dönük plan ve programların günü birlik değil,
belirli gelişmeler hesap edilip uzun vadede düşünmesi, buna
göre kararlar alması gerekir. Kur'an buna işaret ediyor.
Hz. peygamber Mekke'de daha devletini kurmamış ama
uzağında olan savaş ile ve bu savaşın sonucu ile ilgili
ayetler nazil oluveriyor. Ve tavrını ona göre ayarlayıp
mesajını veriyor.
Rusya devletinin çöküşü ile orda baskı ve zulüm içinde
yaşayan müslümani ara, nasıl yardım edeceğimiz konusunda
biz hazırlıksız yakalandık. Daha önceden böyle bir çalışma
yapılmamıştı.
Hz. Peygamber, ayeti müslümanlara duyuruyor, sevinmeleri
için. Kafirlere de duyuruyor ki üzülsün, yürekleri hoplasın
diye. Aynı şekilde Fatih Sultan Mehmet'de İstanbul'u feth
edince, İran'a övücü ifadelerle fetihname mektubu yazar.
İran'da bir hafta bayram ilân edilir. Fatih ve diğer
müslümanlar hakkında dualar edilir. Bu mektubun, fetih
namenin bir benzeri de korkutucu ifadelerle Roma'ya,
Fransa'ya gönderilir. Onlara da kaleniz durumunda olan
yerler feth edilmiştir. Hazır olun veya kendiniz boyun
eğerek, gelin teslim olun, denilmek istenmiştir.
Daha önce Maide suresinde 82. ayette ehli kitapla ilgili
ayetler geçmişti. Allah (c.c.) iman edenlere düşmanlık
yönünden en şiddetli olanı yahudiler ve puta tapanlardır
dedikten sonra insanlar içinde de mü'min-lere sevgi
bakımından en yakın olanları da Hristiyanlardır. Fakat ih-
lasla, gerçekten İncil'e gönül verip Hz. İsa (a.s.)'ı seven
insanlar.
Onlar kibirlenmezler, onlar peygambere indirilen ayetleri
işittikleri zaman, sen onların gözlerinden yaşların aktığını
görürsün, müslümana yakın olan bu vasıflara sahip
hristiyanlardır.
Hz. peygamber Heraklius'a da İran Kisra'sma da mektup
yazar. İran Kisra'sı okumadan yırtıp atar vede elçimizi
öldürtür.
Fakat Rum devlet başkam saygıyla alıp, gözyaşı ile okur.
Mektup vardığında Ebu Süfyan'da -daha müslüman
olmadan- onun ülkesine, ticaret için gider ve o da
Heraklius'un huzuruna çıkarılır. Ebu Siifyan ön tarafa,
diğerleri de Ebu Süfyan'ın arkasına konur. Bir takım sorular
sorar. Ebu siifyan da bunlara doğru cevap verir. Oraya
komutanlarını ve diğer devlet erkanım çağırır, onlara;
"Beklenen peygamber budur, gelin isterseniz iman edelim"
der. Oradakiler kapıya doğru yürüyüverirler.
Bunun üzerine; "Sizi kandırdım, dininize olan bağlılığı
denemek için bunu söyledim" der. Genelde tarihçiler,
Heraklius'un iman etmediğini söylerler, ama onun gizliden
iman ettiğini söyleyenler de vardır. (Buharı "keyfe kane
bedul vahiy" hadis no;6, ayrıca hadisin şerhi için Fethul
Bari'ye bakınız.)
Diğer bir husus da, galibiyetler kişilerin haklı olduğunu
ortaya koymaz. İran Kisra'sı galib gelince hristiyanlara;
bakın haklı olduğum için sizi yendim der. Eğer siz haklı
olsaydınız, siz galib gelirdiniz der.
Yine İslam aleminin bugünkü hali, onun tekrar eski haline
dönmeyeceği anlamına gelmemelidir. Nasılki,
"tökezlemeyen atın bulunması mümkün değilse,"
sistemlerin de insanların hatasından tökezlemesi
mümkündür. Onun için Allah'ın yardımı geldimi, İslam
alemi de birgün gelecek, eski saadetine kavucaktir. 3330[4]

6- Bu Allah'ın va'didir. Allah va'dinden dönmez. Ancak


birçoğu bilmezler.
Bu Allah'ın va'didir. Yani yardım Allah'ın va'didir. Bu
yardımda Allah'ın dinine yardım edenedir. Ayette; "Eğer siz
Allah'a yardım ederseniz, Allah'da size yardım edecektir.
Eğer Allah size yardım edecek olursa, size galib gelecek
olan da yoktur." 3331[5] Bu va'di, biz mü'minlere vermektedir.
Onun için kesinlikle yardım edecektir. Çünkü "Allah
va'dinden dönmez. Fakat bunun böyle olacağını da
insanların çoğu bilmezler." 3332[6]

7- Onlar dünya hayatının görünen tarafını bilirler. Onlar


ahiretten gafildirler.
Dünya hayatının dışta görünen yüzü hakkında bilgileri
vardır. Fakat ahiret hakkında hiç bilgileri yoktur. Onlar
ahiretten de gafildirler. Ekmeğin nasıl kazanılacağını,
elmanın tatlı, biberin acı olduğunu bilirler. Vasıflan
hakkında da bilgileri vardır. Ama bunların nasıl yaratıldı-
ğını, bunlara o tatlılığı, acılığı veren şey nedir? bilmezler.
Halbuki her ikisi de aynı topraktan beslenmekte, aynı suyu
içmekte, biri büyüyüp ağaç üzerinde olgunlaşırken, diğeri
küçücük bir fide üzerinde olgunlaşmakta. İşte bunların
bilgilerinden gafildirler.
Kısacası bu inançsızlarda, dünya hayatının dış görünüşü ile
ilgili bilgiler vardır, ama perdenin öbür yüzü hakkında
bilgileri yoktur. En bilginleri Einstain: "İnsanoğlu olarak
maddeyi enerjiye çevirdik, enerjiyi de maddeye çevirdik.

3330[4]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/114-118.
3331[5]
Muhammed 7, Ali İmran 160
3332[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/118-119.
Maddeyi enerjiye çeviriyoruz ama onun da gerisinde bir
gücü görüyoruz. Yani bunu evirip çeviren biri var" diyor.
Hiç birşey başı boş değil. İşte bunu görebilmek, zahirin
gerisini görmek, gerçek yiğitliktir. Ve biz bu yiğitliğe
mü'minlik diyoruz. 3333[7]

8- Onlar kendi kendilerine düşünmedilermi ki Allah gökleri


ve yeri ve ikisi arasında olanları hak (hikmet) ile ve belirli
bir süreyle yaratmıştır. Şüphesiz insanlardan birçoğu
Rablerine kavuşmayı inkar ederler.
Onlar kendi canlan üzerine düşünmezler mi?, insanın
saçının ucundan, tırnağının ucuna kadar olan vücudu bir dış
görünüşü, göz, kulak, el, ayak ve diğer organlar ve kalbimiz,
olaylar karşısında duygulanması, hayal etmesi, hatırlaması
zeka gibi.
İşte Allah (c.c.) bizim dikkatimizi, bu iç ve dış dünyamıza
çekmekte. Yani bir önceki ayetle bağlantı kuracak olursak
ki, ayetler arasında vede sureler arasında böyle bağlantılar
mevcuttur. Herşeyin bir dışı var, birde iç alemi vardır.
Mesela ticaretin bile bir dış görüntüsü birde iç görüntüsü
vardır. Hatta Öyle olurki; "bu iş, dıştan göründüğü gibi
değil" denilir. İşte insan, bunlara ibret nazarıyla baksa,
bunun farkına varacaktır.
Allah gökleri ve yeri hak üzerine yaratmıştır. Ve bu belirli
bir zamana kadardır. İnsanın eceli olduğu gibi, dağm taşın,
suların denizlerin de, gökyüzündeki yıldızların, herşeyin
yani yaratılan, mahluk olan herşeyin eceli vardır.
Ama insanlardan bir çoğu Rabbi ile karşılaşmayı inkar
etmektedir. Ana rahmindeki çocuğa nasıl dünyanın
genişliğini anlatmak mümkün değilse, ona göre en geniş yer
ana rahmi ise, kafire de ahiretin varlığını anlatmak, Rabbine
kavuşmayı anlatmak o kadar güç bir olaydır.

3333[7]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/119.
Vede kafir hayat olarak, sadece bu dünya hayatını kabul
eder, ahireti kabul etmez. Onun için gönlünü kapattığından
dolayı ona; "kafir" -örten, kapatan anlamında-
denilmiştir. 3334[8]

9- Yeryüzünde dolaşıp onlardan öncekilerin akibetinin nasıl


olduğuna bir bakmazlarını? Onlar kendilerinden daha
kuvvetli idiler. Yeryüzünü kazıp bunlardan daha çok imar
ettiler. Onlara peygamberleri beyyinelerle geldiler. Allah
onlara zulmetmedi. Ancak onlar kendilerine zulmettiler.
Onlar yeryüzünde dolaşmazlar mı? Seyahat etmezler mi?
Şair:
Yok senin için ihtiyaç ayineyi İskender'e Cevher zatında
görünür her suretin misali.
Şiirde İskender'den bahsedilmekte: Bu tarihde meşhur
İskender'dir. Ünlü danışmanı Aristo ona bir ayna yapmış, bu
ayna ile belirli kilometredeki düşmanı bile görebilmekte.
Bugünün modern radarları mesabesinde. İşte senin böyle bir
İskender aynasına ihtiyacın yok. Sen öyle bir ermiş insansın
ki, gönlüne bir baktınmı kainattaki herşeyi gönül aynasından
görürsün diyor.
Millet olarak biz pek seyahat etmeyiz ama bugünün
ekonomisi iyi Avrupa devletlerinin bilhassa Almanların
%60'ı kendi ülkelerinden başka bir ülkede seyahat etmiş
insanlardır. İşte bu insanlar şairin şiirinde ifade ettiğinin tam
tersine, ibret alınması gereken şeyleri değil de, nerede
lüzumsuz şeyler varsa onlarla iştigal edip, gezmesi ona bir
fayda vermemektedir.
İşte ayet; onlar yeryüzünde dolaşsınlar, kendilerinden
öncekilerinin akıbetlerinin (sonlarının) ne olduğunu
görmezlermi? Onlar kuvvet bakımından daha güçlü idiler.
Yeryüzünün altını üstüne getiriyorlardı. Ve bunlardan daha

3334[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/119-120.
fazla imar yapıyorlardı.
Fakat peygamberlerimiz onlara da ayetlerle, mucizelerle
geldiler. İman etmemelerinin neticesinde de helak olup
gittiler. İşte bu helak olmaları, onlar için bir zulüm değildir.
Allah(cc) onlara zulüm yapacak değildir. Onlar kendilerine,
kendi nefislerine zulüm etmişlerdir.
Yani çok güçlü bir devlet, ziraata önem vermiş, sanayisine
Önem vermiş, güçlü binalar kurmuş. Fakat peygamberlerine
iman etmemenin neticesinde helak olmuşlardır.
Günümüzde dünyanın yedi harikası diye bilinen harikaları
incelediğimizde hakikaten bu günün imkan ve teknolojisi ile
bunları yapmak pek mümkün değildir. Mısır'daki bir
Ehram'in en üstündeki taşı kaldırmaya, Mısır'ın
teknolojisinin gücü yetmemekte. İşte bunları yapanlar, bu
imarları meydana getirenler de, bu dünyadan çekip gittiler.
Yani sanayiinize, sermayenize, ordularınıza ki, ayet bunlara
işaret ediyor. "Eşeddü minhüm kuvveten" derken, ordu
bakımından güçlü, yeri kazmaları, altını üstüne getirmeleri
derken, ziraata ekonomiye bir işarettir. Yeryüzünün
imarında da sizden fazla güçlüler derken mimari teknoloji
bakımından ileri olduklarına işaret etmekle üçüne
dikkatimizi çekmekte.
İşte bu üçünde güçlü olanlar bile helak oldular. Bize de şu
mesajı veriyor. Karşınızdaki inançsızlar kuvvet bakımından,
sanayii bakımından vede ekonomi bakımından güçlü olsalar
bile, siz gerçekten peygambere iman etmiş iseniz, onun
yolunda devam ediyorsanız bunlardan korkmayın.
Nasıl ki, tarihde bu zalimler helak olmuşsa, peygamberler
de devletlerini kurmuşlarsa, aynı şekilde bizim de neticeye
varacağımızın işaretidir bu.3335[9]

10- Sonra Allah'ın ayetlerini yalanlamaları, ve o ayetlerle

3335[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/120-122.
alay etmeleri sebebiyle kötülük yapanların sonu çok kötü
oldu.
Sonra bu kötülüklerin en kötüsünü işleyen, Allah'ın ayetini
de yalanlamaları sebebiyle akıbetleri kötü olmuştur. Ve
onlar Allah'ın ayetleriyle de alay etmişlerdi. İşte Allah'ın
ayetlerini yalanlamaları ve bu ayetlerle alay etmeleri
sebebiyle cezaların en kötüsü ile karşı karşıya gelmişlerdi.
Bu dünyada cezalandırıldıkları gibi bir de ahirette
ceza1andirilacaklardır. 3336[10]

11- Allah önce yaratır, sonra onu (ahirette eski haline)


döndürür, sonrada O'na döndürülürsünüz.
Yaratılışı ilk başlatan Allah (c.c). İlk yaratan O'dur.
Öldükten sonra tekrar diriltecek olan, insana hayatını geri
iade edecek olan da O'dur. Sonra O'na döndürüleceksiniz.
Bu ayet, ahirete iman etmeyenlere ikna edici bir metodla
onlara bir delildir. Yoktunuz var etti, yoktan var edebilen,
toprak olduktan sonra da tekrar var etmeye gücü elbette
yeter. İkinci olarak, insanı yaratan, öldüren Allah (c.c.)
bunlara gücü yeten yine ahirette de insanları tekrar
diriltmeye gücü yetecektir.
Allah katında ne güçlü devletlerin, ne de güçlü insanların bir
değeri yoktur. Ne kadar güçlü kuvvetli olursalar olsunlar,
Allah'ın gücü yanında sıfır kalırlar. Öyle ise mü'minde
Allah'a tevekkül ettiğine göre karşısındaki güç ne olursa
olsun korkmadan İslamı tebliğe devam edecektir. Tabii ki
bütün tedbirleri de alarak. 3337[11]

12- Kıyamet saati geldiği gün suçlular ümitlerini keserler.


13- Allah'a ortak koştuklarından onlara şefaatçi da yoktur.
Ortak koştukları (putları)nı inkar ettiler.
O kıyamet gününde mücrimler, suçlular. (Burada birinci
3336[10]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/123.
3337[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/123.
derecede suçlu denilince akla gelmesi gereken inkarcılardır.
Daha sonra bu inkarcılığın neticesinde meydana gelen
hırsızlık, zina, faiz yemek, adam Öldürme gibi suçlar
anlaşılmalıdır.) İşte bu suçlular kıyamet gününde ümitsizlik
vede çaresizlik içinde kalırlar, "Yüblis" kelimesi; -ki, iblisin
de yani şeytanın bir ismi de bu kelimeden gelmekte-
Allah'ın rahmetinden ümidi kesince şaşırıp kalan
anlamındadır.
Mücrimlerde böyle ümitsizlikten şaşırıp kalacaklardır. Onlar
için putlarından da yani Allah'a şirk koştukları şeriklerinden
de hiç yardım edecek yoktur. Ahirette yardım
edemeyecekleri gibi bu dünyada da bazen yardım
görememekteler.
Mesela peşinden gidip ilah edindiği insanlar, o tabii olan
ölümüne veya çok zengin olmalarına rağmen, yakalandıkları
bir hastalıktan kurtulmalarına hiçde yardım edememekteler.
Yaratılan mahluk elbette acizdir, yardımda da aciz
kalacaktır.
Ayet-i kerime devamında zaten ahirette onlar ortaklarını
inkar edecekler. Daha Önce geçtiği gibi Allah(c.c) bunlara
azabını iki kat verir. Bir kendilerinden dolayı, bir de
başkalarını sapıttırmalarından dolayı.3338[12]

14- Kıyamet saati geldiği gün onlar darmadağın olurlar.


O günde, kıyamet saati gerçekleşince o gün onlarda
paramparça olurlar. Kendilerine tabi olunup ilah
edinilenlerle, onlara tabi olanlar birbirlerine düşerler.
Birbirlerine lanetlerler okuyup, birbirleri aleyhinde beddua
ederler. Ve aralarında artık neseb ve akrabalık kalmaz,
herkes kendi derdine düşer.
Ahirette böyle bir parçalanmaya düşmemek için,
"Habibullahil-Metin" diye isimlendirilen Allah'ın ipine, yani
3338[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/124.
Bakz.; Mi'min 47, Bakara 166-167, Meryem 72, Ankebut 25, Saffat 27-32, Sebe 32, Ka/28, Sad 62
Kur'an'a iyi sarılmak gerekir. Peygamberin sancağı altında
toplanan mü'minlerde parçalanma olmayacaktır. 3339[13]

15- İman edip, salih amel işleyenler, onlar bir bahçede


ağırlanırlar.
îman edip, salih amel işleyenlerde, orada Allah'ın
bahçesinde yani cennette mutlu bir hayat içinde olacaklar.
Ayet iman ile sınırlandırılmıyor. İman ile beraber de salih
amel yapanlar şeklinde belirtmektedir. Kur'an'da belirtilen
namaz, zekat, oruç vb. gibi amelleri gücü yettiği kadar
yerine getirenler cennette mutlu bir hayat sürecekler.3340[14]

16- İnkar edip ayetlerimizi ve ahiretteki buluşmayı


iyalanlayan-lara gelince, işte onlar azabın içine
getirilecekler.
Fakat Allah'ı inkar eden, Allah'ın ayetlerini yalanlayan,
ahireti ve ahirette kavuşmayı da inkar edenler (cennet ve
cehennemi kabul etmeyenler) ise, işte onlar azab ile yüzyüze
getirilirler. "Muhzarun" kelimesi mahkemelerde kullanılan
bir kelimedir. "Suçlunun da ihzarına karar verildi" denilir.
Yani "suçlununda bizzat mahkemeye getirilmesine"
demektir.
Ahirette de suçlu gitmek istemeyecek, ama zebaniler onu
yakalamış olarak, onu alıp azaba götürecekler. Ve yüz üstü
cehenneme sürükleyecekler. Allah'ı ve O'nun kitabını ve
Rasulünü inkar etmelerinden dolayı. 3341[15]

17- O halde akşama erdiğinizde, sabaha kavuştuğunuzda


Allah'ı teşbih ediniz.
18- Günün sonunda da, öğleye geldiğinizde de göklerde ve
yerde hamd O'na aittir.

3339[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/125.
3340[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/125.
3341[15]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/125-126.
Yani akşam da, sabah da, gece de, gündüz de ve öğleyin de
Allah'ı teşbih edin. Yani namaz kılın anlamındadır.
Çünkü teşbih yapmak için belirli bir zamana ihtiyaç yoktur,
Yürürken, otururken, seyahat ederken yolda da yapılır.
Zamana bağlı değildir. Fakat namaz belirli vakitlere bağlı
kalınarak yapılan bir tesbihdir. Allah'a hamd etmektir. Rükû
ve secdelerde "Sübhane Rabbiyel azim-ve-Sübhane
Rabbiyel A'la" birer tesbihdir. İşte bu ayet beş vakit namaza
bir işarettir. 3342[16]

19- O diriyi ölüden çıkarır, ölüyü diriden çıkarır. Öldükten


sonra yeryüzünü O diriltir. İşte siz de böylece çıkarılırsınız.
O Allah (c.c), ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkarır. Bu
ayetin izahına misal olarak, yumurtadan civcivi çıkaran,
tavuktan da yumurtayı çıkaran O'dur. Taneden, çekirdekten
sebze ve meyveleri çıkaran ve meyve, sebzelerden de tane
ve çekirdeği çıkaran O'dur.
Kafir anne ve babadan mü'min çocuğu, mü'min anne ve
babadan kafir çocuğu çıkaran O'dur. Nuh (a.s.)'ın oğlu
kafirdir, İbrahim (a.s.)'ında babası kafirdir.
Geceden gündüzü, gündüzden geceyi çıkaran O'dur.
Öldükten sonra yeryüzünü dirilten de O'dur. Güz
mevsiminde ki, ağaçlar yapraklarını dökmekte, yerdeki
yeşillikler ve canlılık gidiyor. Kefen olsun diye de kışın
beyaz kar yağıyor. Bahar mevsiminde ise o ölen yeryüzü
ağacıyla, toprağıyla, şelalesiyle tekrar canlanıveriyor.
İşte bunu canlandırmaya insanın gücü yetmez, insanın
seralarda yaptığı ise Allah'ın tabiata koyduğu kanunlar
çerçevesinde cereyan eden olaydır. Onun kanunlarına en
güzel uyan seracılıkta en başarılı olan kişi demektir. İşte
bunları ey insanoğlu gözünle görüyorsun, böylece "sizde
çıkarılacaksınız" 3343[17]
3342[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/126.
3343[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/127.
20- Sizi topraktan yaratması O'nun ayetlerin (mucizelerin)
dendir. Sonra birden siz beşer olarak dağılıvermişsiniz.
Sizi topraktan yaratması, O'nun rnucizelerindendir. Yani
O'nun varlığına işaret eden delillerdendir. Daha öncede
belirttiğimiz gibi, Kur'an ayetleri ve tabiatta gördüğümüz
herşey Allah'ı işaret eder. Biz müslümanlar her ilcisine de
inanmış kişileriz. Tabiattaki ayetlerle, Kur'an ayetleri uyum
içindedir. Hiçbir tezat yoktur aralarında.
Derslerime ara sıra devam eden bir profesör bana şunu
söyledi. "Benim araştırma saham insanların kültürleri ile
kullandıkları veya icad ettikleri eşyalar arasındaki
uyumluluktur." Mesela Japonların arabaları kendi tiplerine
uygundur. Evleri de aynı şekilde onlarda Japon kültürüne
uygundur. A.B.D.'nin ürettiği arabada büyüktür. Çünkü
onda da . büyüklük duygusu vardır. Bu büyüklük duygusu
ürettiği arabasına yansımaktadır.
İşte Allah'ın tabiat kanunları ilede bu kanunlara göre
yaşayan insana gönderilen kutsal emirleri arasında uyum
vardır.
Başka bir deyişle Kur'an'ın koymuş olduğu İslam hukuku,
tabiat kanunlarına uygundur. İnsanoğlu da bunu uyguladığı
zaman dünya yaşantısında zorluk çekmeyecek, ve dünyada
da mutlu olacaktır. Onun için bugün Avrupa tabiat
kanunlarına en uygun yaşam tarzını seçmek için gayret edip
habire araştırmalar yapıyor, o da kabul ediyor ki tabiat
kanunlarında eksiklik yok. Kendi koymuş olduğu
kanunlarda eksiklik var. O eksikliği gidermek içinde
çalışıyor.
Bizde diyoruz ki, tabiat kanunlarını koyan Allah(cc),
İnsanın düzenini kurması için de kanunlar hukuklar
göndermiştir. İkiside aynı yerden geldiği için birbirine
uygundur diyoruz. Fakat bunu insanlığa anlatmada bir türlü
başarılı olamıyoruz. Sonra beşer olarak siz, etrafa yayılıyor
vede tasarrufta bulunuyorsunuz. 3344[18]

21- Kendilerinde sükûn bulaşınız diye kendinizden sîzin


için eşler yaratması O'nun ayetlerindendir. O aranıza sevgi
ve rahmet kıldı. Şüphesiz bunda düşünen bir kavim için
ibretler vardır.
Bir önceki ayette Hz. Adem'i topraktan yarattığını
bildirdikten sonra nimetleri bahsetmeden eşinin
yaratıldığından söz etmekte. Nisa suresinde birinci ayetinde
de aynı şekilde anlatıldığı gibi insan için hayatta önemli
olan eşdir. Dünyanın bütün nimetleri bu dünyada kalıcıdır.
Fakat kişinin eşi kadın için erkeği, erkek içinde kadını öbür
dünyaya beraber gidicidir.
Sizin nefsinizden eşinizi yaratması da Allah'ın varlığına ve
birliğine bir delildir. Yani Hz. Adem'den Havva validemizi
yaratması Allah'ın varlığına ve birliğine delildir.
Yaratmasının sebebi de, onlarda huzur bulaşınız diye, ve
sizin aranızda sevgi ve merhamet kıldı.
Sevgide insanın elinde olmayan birşeydir, o da yaratılmıştır.
Hz. peygamber; "dünyadan üç şey hana sevdirildi"
buyuruyor. 3345[19] Sevdim demiyorda, sevdirildi diyor.
Sevgide, korkuda, nefrette yaratılmıştır. İnsana düşen şey
bunları iyiye güzele yönlendirmektir. Ayette sizin
nefsinizden kadınlarınızı yarattı buyuruluyor. Yani kadın ile
erkek bir araya gelince tamlaşır. Hz. Peygamber hadisinde;
"Kadınlar erkeklerin tam ikiye ayrılmış bir parçasıdır"
buyurmaktadır. 3346[20] Kişinin bakmakta, ilgilenmekte
usanmadığı tek şey eşidir, ailesidir. Dünyanın en güzel
manzaralı yerinde insan kalsa kalsa ençok bir iki ay kalır.
Daha sonra eşine ailesine geri döner.
Ayette "Liteskünü aleyha" deniliyorda "Liteskünü indeha"

3344[18]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/127-128.
3345[19]
Nesai İşretünnisa, Ahmed Müsned 31128-199,285
3346[20]
Tirmizi Taharet 83, Ebu Davut taharet 94
denilmemiştir, "indeha" olsaydı o zaman; "onların
tenlerinde huzur bulursunuz" anlamı çıkardı diyor Fahrettin-
i Razi. Huzur kadının sadece teni, vücudu değil aynı
zamanda onun ruhudur, herşeyidir. Eğer sadece bedeninde
insan huzur bulsaydı eşi Öldükten sonra da onun cesedinden
ür-permezdi. Ama ruh bedenden ayrılınca o sevdiği eşinden
insan korkar duruma geliveriyor.
Eşlerimiz yalnız çocuk üretmek için yaratılrnamıştır,öyle
olsa idi hayvanlar gibi senede bir defa cinsel ilişki ile çocuk
oluşurdu. Rabbim insanı hayvanlar gibi yaratmamıştır. Gaye
yalnız cinsel ilişki değildir. Öyle olsa, eşler cinsel ilişkiden
sonra ayrılmaları gerekirdi. Halbuki eşler, yirmi dört saat
birlikte olmaktan, aynı şeyleri paylaşmaktan, "afiyet olsun
yarim, sen yedikçe ben doydum" demekten zevk alırlar.
Birde ayette "Mevedde" kelimesi önce gelmiş, Kişi kendi
eşine karşı sevgi ile bakacak, başka kadınlara
merhametle bakacaktır.
Onların da islamı yaşamaları, Allah'a kul olmaları için
gerekli ortamı hazırlaması gerekir. İşte düşünen toplumlar
için bu ayetlerde, bu işaretlerde güzel ibretler vardır. 3347[21]

22- Gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin


değişik olması onun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda alimler
için ayetler vardır.
Gökleri ve yeri yaratması Allah'ın ayetlerindendir.
Yıldızlan, denizleri, böcekleri, çiçekleri yaratması bir
ayettir. Hepside Allah'ın varlığına ve birliğine birer işarettir.
En küçük bir çiçek bile ressamın yapacağı çi-çekden daha
güzel, renkleri, kokusu, canlılığı apayrı şeylerdir.
Bir de dillerinizin vede renklerinizin farklılığı Allah'ın
varlığına bir delildir. 5 milyar insanın rengi, yüz şekli farklı,
aynı ana ve babadan dünyaya gelen kardeşlerin bile sesi de

3347[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/128-130.
şekli de farklıdır. İşte bu farklılık ona işarettir. Menekşeye
niçin morsun?, karanfile niçin kırmızısın? denmediği gibi,
insanlar dilleri ve renklerinin ayrılığı nedeniyle ayıp-
lanmazlar. İşte alimler için bunda da ibretler, deliller vardır.
Alimler için deniliyor. Zira bu kadar apaçık delilleri görüp
de Allah'ın varlığına, birliğine inanmayıp onu kabul
etmeyen insana alim dememek gerekir. Alim demek bilen
demektir. Demek ki bunlar bunu da bilemeyecek kadar
bilgisiz cahil insanlar. Onlar yukarıdaki 7. ayette de geçtiği
gibi işin hep dış görünüşünü bilirler, ama perde arkasını
bilmezler. 3348[22]

23- Gecede ve gündüzde uyumanız ve Allah'ın lutfundan


rızık aramanız onun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda işiten
kavim için ibretler vardır.
Allah'ın ayetlerinden, O'nun varlığının delillerindendir.
Geceleri uyumanız, O'nun fazlından, nimetleri istemeniz,
onları aramanız, yani gündüzleri çalışmakta bir ayettir,
işarettir. O'nun varlığına dinlenip uyumanızda bir işarettir.
İnsan öyle bir an gelince elinde olmadan uyuyor. Öyle bir
anda geliyor ki, uykunuzu almış olarak uyanıyorsunuz.
İnsan uykusu geldimi ne kadar uğraşırsa uğraşsın, uykusunu
durduramaz. Ancak belki bir iki gün uyumayabilir ama
ondan sonra uyumak zorunda kalır. Bir de uyandımı, tekrar
uyumak için çalışsa uyuyamaz. İşte insanın elinde olmayan
bu uyku da, Allah'ın yarattığına bir işarettir. İşte bunlar
işiten kavimler için, yani hakkı duyabilen insanlar için
ayettir.
Ayet; "tekvini ve teşrii" ayetler olmak üzere ikiye ayrılır.
Tabiattaki ayetlere tekvini ayetler diyoruz, yani yaratılmış,
sonradan meydana gelmiş ayetlerdir. Teşrii ayetler ise;
Kur'an, Tevrat, İncil, Zebur ve diğer sahifelerden meydana

3348[22]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/130-131.
gelmiş ayetlerdir. Bu ayetlerin hepsi de yani tekvini
ayetlerde, teşrii ayetlerde Allah'ın varlığına, birliğine işaret
ederler.
Zaten ayet demek birşeyin varlığına işaret eden demektir.
24. ayetten önceki ayetlerde de; insanın topraktan
yaratılması ve nefsinden ona, kendisinin de sükûn bulacağı
eşlerin yaratılması, yerin göğün yaratılıp insanların
dillerinin ve renklerinin farklılığı, insanoğlunun geceleyin
uyuyup, gündüzünde onun fazlından nimetler taleb etmesini
de düşünelim.
Ve de işte bilen kavimler için ayetler olduğunu, bunların
hepsinin O'nun varlığına ve birliğine işaret etmektedir. 3349[23]

24- Size korku ve ümit veren şimşeği göstermesi,


gökyüzünden su indirip, onunla öldükten sonra yeryüzünü
diriltmesi, Onun ayetle-rin(mucizelerin)dendir. Şüphesiz
bunda akleden kavim için ibretler vardır.
Allah'ın(cc), şimşeği korku ve ümit içinde size göstermesi
de ayet-lerindendir. Gökyüzündeki bulutların birbirleriyle
çarpışması esnasındaki gözleri alacak kadar parlayan bir
şimşeğin çakması da ona bir işarettir.
İşte insan bu şimşekten korkar, yıldırımın çarpmasından
veya şiddetli bir dolunun yağıp mahsulü mahvu perişan
etmesinden veya şiddetli yağmurun evlere, bahçelere zarar
vermesinden korkulur. Ama aynı bulut ve şimşek insanlara
ümit de verir. Çünkü o bereketin nimetin habercisidir.
Allah gökyüzünden yağmuru indirir, öldükten sonrada
onunla yeryüzünü diriltir. Yani yeryüzünden suyu buhar
halinde gökyüzüne çıkaran, bulut halinde ihtiyaç olan
yerlere sevk eden ve orada o yağmurları indiren, indikten
sonrada yeryüzündeki ölü toprağı dirilten Allah (c.c.)'dür.
Bütün bunlar O'nun varlığını ve birliğini tanıtmak için birer

3349[23]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/131-132.
alamet ve işarettir.
Bütün bunlarda aklı başında olan kavimler ve toplumlar için
ibretler, alametler, mucizeler vardır. Eğer aklı başında
değilse, bütün bunlardan faydalanırlar, yine de ondan
başkasına tapınmaya devam ederler. 3350[24]

25- Göğün ve yerin onun emriyle ayakta durması onun


ayetlerin-dendir. Sonra size bir çağrıda bulunduğunda birde
bakmışsınızki yerden çıkıvermişsiniz.
Gökyüzü ile yeryüzünün Allah'ın emri ile ayakta durması da
O'nun ayetlerinden, delillerindendir. İnsanın görevi,
Rabbine ibadet olduğu için gökyüzü ile yeryüzünü ayakta
tutmak değil, üstelik bunada gücü yetmez. Teknik açıdan
ileri giden insanlar gücü yettiği kadar bu alemdeki güneşin,
ay, yıldız ve diğer gezegenlerin bazı kanunlarına vakıf
olmakta. Onların nasıl sistemli bir şekilde çalıştığına hayran
kalmakta, sonra yeryüzünden bir davet ile davet ediverdiği
zaman, yani ahiret için "haydi gel" deyiverdiği zaman, siz
topraktan mahşere doğru çıkıvermişsiniz.
Hz. Adem (a.s.)'dan, son insana kadar olan insanlar, İsrafil
(a.s.)'m Sura üfürmesi ile davet ediverildiği zaman bütün
insanlar hesaplarını vermek vede cezalarını görmek üzere
topraktan çıkıp ahirete doğru aynı anda yürüyeceklerini, bu
ayetle haber veriyor. Belki bazı kişilere bütün insanların bir
anda kabirden kalkıp aynı anda yürümeleri garib gelebilir.
Nasıl mümkün olabilir bu diyebilirler. Fakat bu kadar yıldızı
gökyüzünde tutan, bu kadar canlının rızkını veren Allah
bunada elbette kadirdir. 3351[25]

26- Göklerde ve yerde olanlar Onundur. Hepsi ona itaat


etmektedir. Gökyüzünde ve yeryüzünde her ne varsa ona
aittir. Bizim mülkiyetimiz geçicidir. Asıl sahibi Allah
3350[24]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/132-133.
3351[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/133-134.
(c.c.)'dır. İnsanoğlu gökyüzünden bile yer kapsa, belirli bir
yeri işgal etse ölümlü dünyada en sonunda bırakıp
gidecekler. İnsanoğlu Hz. Adem (a.s.)'dan bugüne kadar her
gelen bir avuç toprak alıp öbür dünyaya götürseydi dünyada
hiçbirşey kalmazdı diyorlar. İnsan bu dünyadan bir avuç
toprak bile götüremiyor. Sırtındaki kefenini bile kabirde
bırakıp toprağa terkediyor.
Herşey ona itaat eder, boyun eğicidir. İnkar edenler sadece
gönül aleminde inkar eder, onun kalbi de, kanı da, diğer
hücreleri de Allah'ı zikreder. Herşeyin yaratılmış olduğu
doğrultuda hareket etmesi, onun zikretmesi, teşbih etmesi
demektir. Kafirin de bünyesi yaratılışı doğrultusunda
hareket etmekte. Yani kalbi çalışıyor midesi çalışıyor, diğer
organları çalışıyor. Fakat o kendi iradesi ile gönlünü
imandan alıkoyuyor.
Onun için kafirler, akılsız insanlardır. Akıllı olsa, düşünse
kendi vücuduna baksa, kendi vücuduna bakarak aklını
çahştırsa bile ona yeterli olacaktır. Kendinde meydana gelen
olayları etkileyecek, onlara yön verecek güçte değil. Gözü
bozulduğu zaman veya duygulanıp ağlaması gerektiğinde
bunu önleyecek durumda değil. 3352[26]

27- Yaratmayı başlatan sonra onu (ahirette eski haline)


döndürecek olan O'dur. Bu O'na daha kolaydır. Göklerde ve
yerde en yüce örnek/ sıfatlar O'na aittir. O, Aziz'dir
Hakim'dir.
Yaratılışı ilk başlatan O'dur. Yeryüzünü, gökyüzünü ilk defa
yaratan O'dur.
İmansız insanların, üzerinde ehemmiyetle durduğu şey
ahireti inkardır. Çoğu Allah'ın varlığını kabul ediyor da,
ahirde gelince yan çiziyor. Bu inkarlarının da sebebi ahireti
inkar, çoğu günahın kapısını açıyor.

3352[26]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/134.
Ahiretin varlığını ispat konusunda da diyoruzki; yeri ve
göğü ilk defa yoktan var eden Allah'dır. Bunda hiçbir
şüpheniz yoksa, elinde hiçbir malzemesi, ana maddesi
olmadan birşeyler ortaya koyan, herhalde bu yaratılmış
olanları da ahiret için tekrar iade etmesi yani ikinci defa ya-
ratması Allah'a daha kolaydır.
Fakat ilk yaratılışı inkar eden kişiye de diyoruz ki, bak
etrafında binlerce, milyonlarca eşya var, dağlar, taşlar,
insanlar ve ismini bilmediğimiz trilyonlarca canlı. İşte
bunları yoktan var eden biri var.
Eğer bunlarada tesadüfen olmuştur dersen önada cevabımız
şudur. Bu kadar sistemli bir şekilde bir ölçü içinde hareket
eden bu varlıkların tesadüfi olması mümkün değildir. Eğer
tesadüfi diye ısrar edecek olursan bizde şunu söyleriz.
Acaba tesadüfi olan varlıkların da tesadüfi kanunları gelişi
güzel hareket edip kendi başlarına buyruk olmaları ge-
rekmez mi?
En yüce sıfatlar Allah'a aittir. En yüce örnek O'dur. Ondan
daha Alim, O'ndan daha güçlü hiçbir şey yoktur. Herşeye
gücü yetendir. Yarattığında da hikmet sahibidir. 3353[27]

28- Size kendinizden bir örnek verdi. Size verdiğimiz rızkı


elinizin altındakilerle ortak olarak bölüşüp, rızık konusunda
eşit olurmusunuz? Kendi aranızda korktuğunuz gibi
onlardan korkarmismız? (siz bunu yapmazsanız Ben
mülkünde yarattıklarımı yönetimde ortak ederıniyim?
Akleden kavim için ayetleri işte böyle açıklarız.
Allah (cc.) sizin kendi nefsinizden, size bir temsil getiriyor,
örnek veriyor. Yani Allah'a ortak koşmanın yanlışlığını
anlatmak için bizim kendi hayatımızdan bir örnek getiriyor.
Sizin kendi ellerinizle kazandığınız, Allah'ın vermiş olduğu
rızıkları elinizin altındaki kölelerle, kendi malınızı ortak bir

3353[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/134-135.
şekilde bölüşülmüşünüz. Günümüzde Hz. peygamber
zamanındaki gibi kölelik yok, ama işçilik var. Düşünün ki
fabrikatörler kazandıkları servetlerini, mahiyetinde çalışan
işçilerle bölüşürler mi? Mümkün değildir. O rızık Da
Allah'ın vermiş olduğudur. Yine kendi malı değildir. Böyle
Allah'ın lütfü ile kazandığınız azıklarda kendinize bir ortak
kabul etmezken, Onun mülkünde, Ona nasıl ortaklar kabul
edersiniz. 3354[28]
Ayrıca kendiniz gibi hür olan, köle veya işçi olmayan
kişilerin sizin mallarınızı, servetlerinizi almasından da
korkarsınız. Öyle ise ben kainatı yarattım, insanları
yarattım, bunlar arasından ben birine ilahlık vasfı
verirmiyim. Elbette vermem bunu hiçbir kişi veya
peygambere vermedim. İşte ayetlerimizi aklı başında olan
kavimlere, toplumlara böyle açıkladık. Aklı başında
olmayan ibret almaz.
Her zaman tekrar ettiğimiz bir hususa deyinmeden
geçemeyeceğim. Ayette aklı başında olan kavme deniliyor.
Mekke dönemindeki müşriklerde o karşılarına geçip ibadet
ettikleri putların birer taş olduğunu biliyordu. Bugün her ne
kadar insanlar taşlara, tunçlara tapınmıyor dese-nizde
aslında o cahiliye döneminde putun karşısına geçen insan
da, o taşın ona bir fayda vermeyeceğini biliyordu. O orada
tapınırken taşa değil o taşın ifadesi olan kişiye ibadet ediyor,
ona tapınıyordu.
1917'de Rusya'da ihtilal olunca Rusya bütün dinleri
kaldırdığını ilan etmişti, ama o da biliyordu ki, dini
kaldırınca, onun yerine insanları bir araya getirecek,
etrafında toplanmasını sağlayacak birşeyin olması
gerekiyordu. Nitekim de Lenin'in heykelini dikiverdiler.
İslamdan uzaklaşan her toplumun, etrafında toplanacağı
birini, icat etmesi gerekir ki, bu da yapılmıştır.3355[29]
3354[28]
Bak; Nahl 71
3355[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/136-137.
29- Hayır, zulmedenler bilgisiz olarak nevalarına uydular.
Allah'ın saptırdığına kim hidayet verebilir. Onlar için
yardımcıda yoktur.
O zalimler, bilgisizce kendi istek ve arzularına uydular.
Buna "heva" dediğimiz gibi, kişinin kendi düşüncesi de
denir.
Şeytan kişiye bu düşüncesini güzel gösterir, ona süsler. Bu
seferde düşüncesini, Allah'ın emrinden üstün görmeye
başlar. Başkalarımnda kendi düşüncesinden yararlanmasını,
onların da o düşüncesine göre hareket etmesini ister. İşte
bunu yaparkende bilgisizce yaparlar.
Bazıları da; "benim her fikre saygım var" sloganı ile hareket
etmekte , Önce sarıldığı bir fikrin, düşüncenin yanlış
yönlerini gördümü bu sefer başka fikir sistemine
geçivermekte, ve onun tellallığını yapmakta.
İnsan aklı kamil değil, nakıstır. Hergün değişmekte ve yeni
düşünceler ortaya koymaktadır.
"Allah'ın sapıttığını kim hidayette kılabilir. Onlar için hiçbir
yardmcı da yoktur. "Allah(cc), kimseyi zorla sapıttırmaz,
zorla onu kafir yapmaz. Hatta yeni doğan insanoğlunu,
İslam fıtratı üzerine yani İslama meyledecek şekilde
yaratmıştır. Fakat onların yaptıkları kötülüklerin sonunda,
Allah onlar için bu dalaleti, hikmeti gereği yaratmaktadır.
Hidayeti de, dalaleti de yaratan Allah olduğu için; "Allah
kimi dalalette kılarsa" diye dalaleti de kendine izafe
etmekte.
İşte böyle kişiler için kıyamet gününde vede bu dünyada
yardımcı yoktur. Ölürken, ölümün önüne kimse
geçemez." 3356[30]

30- Sen hertürlü şirke meyletmekden arınmış olarak yüzünü

3356[30]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/137-138.
dine doğrult Allah'ın fıtratınaki insanları onun üzerine
yarattı. Allah'ın yarattığını değiştirmek yok. İşte doğru din
budur. Ancak insanların birçoğu bilmezler.
Yüzünü hanif olan dine çevir. Ayette geçen "Hanifen"
kelimesi gramer kaidelerine göre "hal'dir. Fiil de, emir fiil
olunca, failin hali olur. Buna göre; "İslam'a meyleder
olduğun halde" anlamındadır. Bazıları da, "vecheke" den
hal'dir. Yüzünü dine meyleder şekilde dine çevir, veya-hutta
"Din"den hal'dir. "Hanif olan dine yüzünü çevir"
anlamındadır.
Yüz insanın tamamını temsil eder. Yüz kelimesinde
vücudun tamamı anlaşılır.Yüzden hal olunca, bütün
vücudunla hanif olan dine yönel.
Allah(cc) insanları hangi fıtrat üzerine yaratmış ise o fıtrata
çevirir. Bu ayetin açıklamasında alimlerimiz; Hazreti
Peygamberden; "Her doğan çocuk İslam fıtratı üzerine
doğar. Sonra anne ve babası onu ya yahudi yapar, veya
mecusi yapar, veya da hristiyan yapar." hadisini nakle-
derler. 3357[31] Hz. peygamber bu hadisinde, "müslüman
yaparlar" demiyor. Çünkü çocuk İslam fıtratı üzerine
doğmuştur. Onun bir daha müslüman olmasına gerek yok-
tur.
İnsanlıkla ve onun psikolojik yapısı ile ilgili araştırma
yapacak kişilere bu ve benzeri ayetler birer kaynaktır.
Hani anlatırlar, J. J. Russo; "Bırakın benim çocuğumu, ne
kilise müdahale etsin, ne de Sorbon üniversitesi profesörleri,
onu kendi haline bırakın. Çocuğum dağda kendi haline
kalsa, Sorbon üniversitesi vede kilisenin bozmasından daha
az bir bozulma ile, ilk yaratılıştaki hal üzerine kalır"
demiştir.
Anne ile babanında çocuk yetiştirmede esas alacağı
ayetlerden biridir. Anne ve baba çocuğuna birşeyler

3357[31]
Buharı cenah 80-92, Tirmizi Kader 5, Müslim Kader 25
vermekten daha ziyade, kötü şeylerin çocuğa sirayet
etmesini önlemektir. İyi şeyler çocuğun fıtratında vardır.
Ama kötü şeyleri çocuk sonradan, dış alemden öğrenir.
İlk defa vazoyu kıran çocuk, hiç yalan söylemeden suçunu
kabul ederek, "ben kırdım" der. Fakat orada bulunanların
"ben kırmadım de" gibi telkinleri onu yalana alıştırmaya
başlar ve böylece ilk kötülük çocuğa girmiş olur. İşte anne
babaya düşen, ailede, çevrede vede okulda kötü şeyleri
öğrenmesini, bunları alışkanlık haline getirmesini engelle-
mektir.
Bir savaş esnasında Öldürülen birkaç kafir çocuğunu
duyunca, bunu Öldürenlere fena bir şekilde gadaba gelir.
"Ben size çocukları öldürmeyin demedim mi?" Sahabeden
biri Ya Rasûlallah onlar kafir çocuklarıydı deyince, "sizin
en değerlilerinizde kâfir çocuğu değilmiydi" buyurur.
Buluğ çağından önce Ölenler, kâfir çocuğu da olsa,
Müslüman çocuğu da olsa, İslam fıtratı üzerine Ölmüştür.
Ve bunlar Cennete gideceklerdir.
"Müslümanların dünyadaki nüfusu şu kadardır" şeklinde
zaman zaman rakamlar tesbit edilmekte. Aslında bu ayet ve
hadislere göre hareket ederek,.bütün dünya çocuklarını da
müslüman olarak kaydetmek, onları da mlislümanlar
sayısına dahil etmek gerekir.
Diğer dinlere mensup insanların çocuklarına, onların anne
ve babalarının dini telkin ettikleri kadar, bize de hak ve
zaman ayırsalar ina-nmki o çocukların yarıdan çoğu, kendi
istek ve iradeleriyle İslamı seçeceklerdir. Yani zaten
müslümandı, yine islam üzerine devam edeceklerdir.
Allah'ın yaratılışında değişme yoktur, veya Allah'ın
yarattıklarını değiştirmeyin anlamı da vardır. Bu çocukları
İslam fıtratı üzerine yaratmış bunu değiştirmeyin.
Dünya edebiyatlarında pek meşhur olan üç kardeş hadisesi
vardır. Baba servetini üç kardeş arasında paylaştırdıktan
sonra, en değerli yüzüğünü kim doğru olursa ona vereceğim
der ve içlerinden en doğruda en küçük kardeş çıkar. Sebep
olarakta, en küçük olarak daha az bozulması gösterilir.
Ayet genel olduğu için, "insanı bozmayın, tabiatı bozmayın"
anlamlan da çıkar. İşte bu en değerli, en devamlı, en sağlam,
insanları da en iyi yönetmeye layık olan dindir. "Kayyım"
kelimesi, hem "kıymetli" kelimesinden türetilmiş, hemde
"Kâme" fiilinden türetilmiştir. Yani yöneten, ikame eden
anlamındadır. Kıyamete kadarda devam edecek olan bir
dindir. 1400 küsur yıldır hiç bozulmadan geldiği gibi,
bundan sonrada devam edeceğinin işaretidir.
Fakat insanlardan birçoğu da bunu bilmezler.
Bilmediklerinden dolayı da üzülmeyin. Yani üzülmeyin şu
anlamdadır. Onlar hakkında keşke İslamı kavrasalardı diye
üzüleceğiz, fakat "acaba bizim dinimizde bir şeylermi varda
onlar inanmıyorlar?" diye üzülmeyeceğiz. 1400 yıl. hiç
bozulmadan gelmiş, "İslam yok oluyor" dedikleri bir za-
manda daha güçlü bir şekilde yeniden
3358[32]
kuvvetlenmiştir.

31- O'na yönelerek ondan sakının. Namazı dosdoğru kılın.


Müşriklerden olmayın.
Bu dünyada tevbe ile, ibadet ile O'na yöneleceğiz. Bir de
ahiretten sakınınız, namazınızı kılınız, müşriklerden
olmayınız. Namazınızı da kılınız.
Hani; "kedi, pişmiş tavuğu yermi?" vardır. Birde; "kedi
pişmiş, tavuğu yermi?" cümlesinde virgülün bir önce veya
bir sonraya alınması anlamı çok değiştirir.
İşte bu ayette de Allah'a yönelin, ondan korkun, namazınızı
dosdoğru kılın, müşriklerden olmayın, denilirken; namaz
kılmayan adam müşrik olmaz, günahkardır. Fakat "Allah'a
yönelerek ondan sakının, namazınızı kılın, müşriklerden
olmayın." Yani namaz kılın ki, müşriklerden olma yolunuz

3358[32]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/138-141.
kapansın, anlamı da çıkar. Bir zata sormuşlar; "namaz
kılmayan gavur olurmu" demişler. O da "gavurlar namaz
kılmaz" demiştir. Zaten namaz kılmayan, gavur olur demek
bizim fıkhımıza aykırıdır. 3359[33]

32- Dinlerini parçalayıp, guruplara ayrılan (müşriklerden


olmayın). Her gurup kendi yanındakiyle sevinir.
Sakın ha o müşriklerden olmayın. O müşrikler ki, dinlerini
paramparça ettiler ve bölük bölük oldular. Herkesde kendi
elindeki ile iftihar etti. Mesela müşrik hristiyanlar o kadar
bölündülerki 300 ün üzerinde İncil yazıldı.
Bu şunun ifadesidir. Üçyüz tane grub vardı ki, her grub
kendi incili ile övünüyordu. Ama İslamdaki bazı fırkaları da
buna benzeten insanlar vardır. Fakat bu yanlış bir durumdur.
Müslüman grublar aynı kitaba inanır, aynı kıbleye
yönelirler. Farklılık İslami devlete varışdaki metod
farklılığından böyle bölünmüşlerdir. Almanya bu müslüman
grublann ayrılığım araştırma konusu yapar, üniversiteye
görev verir ve üniversiteden bir profesör bunun için iki yıl
çalışır ve sonra bir cemaatin lideri aynı zamanda benimde
sevdiğim hocaya gelir. O da bizim aramızda ihtilaf yoktur
der. Profesör; "bakınız şu grubun senin aleyhinde şöyle bir
makalesi var" deyince, "bizimki çıkar ayrılığıdır.
Cemaatimizi artırmak içindir. Şu kadar cemaat olsa beşer
marktan şu kadar para eder" demişti.
Bende cemaati toplayabilmek için elbette onun arkasında
namaz kılmayın bana gelin, oda benim için onun arkasında
değil benim arkamda kılın diyecektir. Biz müslümanların
hali gece karanlıkta bozulmuş bir ordunun hali gibidir.
Herkes zafere gitmek istiyor ama kendi yanındaki kıpırtıları
da düşman sanıyor.3360[34]

3359[33]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/141.
3360[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/141-142.
33- İnsanlara bir zarar dokunduğunda Rablerine yönelerek
dua ederler. Sonra tarafından onlara bir rahmet tattırdığında
birde bakmışsinki onlardan bir gurup Rablerine ortak
koşarlar.
34- Onlara verdiklerimize nankörlük yapmak için (ortak
koşarlar) Haydi faydalanın yakında (gerçeği) bileceksiniz.
İnsana bir zarar geldiğinde hemen Rabbine yönelir. Diyelim
bir hastalığa yakalandı, doktorlara gitti bir çare bulamadı.
İşte o zaman yönelir. İmansız bile ümidini kestimi Allah'a
yönelirmiş.
Fakat Allah(cc), onları o zarardan kurtarıp rahmeti ona
taddırıverdimi, bu sefer onlardan bir kısmı yine Allah'ın
nimetlerine karşılık Allah'a ortak koşar.
Mesela insanoğlu tabii bir afete duçar olduğu zaman Allah'a
öyle yalvarır ki, o zararın etkisi gidip eski haline geldimi,
sıkıntı ortadan kalktımı, bu sefer verdiğimiz nimetleri inkar
için eski müşrikliğine geri döner.
Allah(c.c) de; faydalanın bakalım çok yakın bir zamanda
bunun ne demek olduğunu bileceksiniz. Sefanızı sürün,
nankörlüğün neticesini göreceksiniz diyor. 3361[35]

35- Yoksa biz onlara bir ortak komalarını söyleyen bir


fermanını indirdik?
Yoksa biz onlara bir delil mi indirdik ki, o delil konuşupta;
"bakın Allah bana yetki verdi Allah'ın kanunlarıyla değilde
benim kanunlarımla amel edeceksiniz. Ben Allah adına
geldim" diyen bir adam mı gönderdim de, onlar Allah'ın
kanunlarına değilde Allah'ın yarattığı insanın kanunlarına
uyuyorlar?. 3362[36]

36- İnsanlara bir rahmet tattırdığımızda onunla sevinirler.


Eğer onlara yaptıkları sebiyle bir kötülük isabet ederse
3361[35]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/142-143.
3362[36]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/143.
hemen ümitlerini kesiverirler.
Rahmet deyince insanın hoşuna giden herşey iyi bir mal
kazanması, bol mahsul, ticaretin çok kazançlı olması, salih
evlat gibi şeyler. Bunlar oldumu sevinir. Yaptıkları
kötülükler sebebiyle bir zarar geldiğinde, kötülük isabet
ettiğinde bu sefer ümitsiz kırgın, bitgin bir hale geliverirler.
Müslüman ise Yunus'un deyişi ile "Ne varlığa sevinirim, ne
yokluğa yerinirim" der. 3363[37]

37- Allah'ın dilediğine rızkı bol verdiğini, dilediğine ölçülü


verdiğini görmüyoiiarmi? İşte bunda iman eden kavim için
ibretler vardır.
Görmezlerini Allah rızkı dilediğine bol verir, dilediğine de
kısar. Nimet bol verilince sevinmeye, birgün gelipde
kısılıvermesine de üzülmeye gerek yoktur. Bu konu ile ilgili
ayetler başka surelerde de mevcut. Bir ayette "hiç bir canlı
nzk'ını sırtında taşımaz." 3364[38]
Hz. Peygamberde; "Kuşlar gibi olunuz. Akşam olunca
yuvalarına dönerler, sabah oldumu rızık aramaya tekrar
çıkarlar." buyuruyor. 3365[39] Hadis mal kazanmayın demiyor,
mal kazanmayı, rızık kazanmayı kendinize dert edinmeyin.
Ailenize ve etrafınızdaki kişilere sıkıntı vermeyiniz.
Gerçekten iman eden toplumlar için bunda da birçok ibretler
vardır. Elbette görüp duruyoruz ki Rabbimiz Haktır. Hak
olan, gerçek olan şeyleri söyler. Kimimize az, kimimize de
çok vermekte. Rızık olayı öyle bambaşka bir hadiseki akıl
işi değil, yani akılla olsa idi, en akılsız hayvanlar rızıksız-
lıktan ölmesi gerekirdi. Hiçte öyle olmuyor, insana düşen
çalışmak. Çalışıp çok kazandımı sevinmek yok, az
kazandımı da üzülmek yok. 3366[40]

3363[37]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/144.
3364[38]
Hud suresi 6. ayet
3365[39]
Tirmizi Zühd 32, İbni Macc Zühd 14, Ahmeâ Müsned 1130-52
3366[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/144-145.
38- Akrabaya hakkını ver. Yoksula ve yolda kalmışa da,
Allah'ın rızasını isteyenlere bu daha hayırlıdır. İşte onlar
kurtuluşa erenlerdir.
Yakınlara, (yani akrabayı taallûkat dediğimiz anne baba, eş
dost, hala, teyze, amca, kardeşler ve yeğenler) bu Allah'ın
verdiklerinden veriniz. Onların hakkım veriniz. Bunların
hakkı birinci derecede zekattır. Akrabanın yanında
miskinlere, (fakirlere) ve yolda kalmışlara verin. Bu bir
iyiliğin de ötesinde onların hakkıdır.
Gönenli Mehmet Efendi, Sultanahmet'te imam iken bir gün
camiinin önünde sarı, garib garib düşünen bir adam
görürler. Dilinden de anlamadığı için tercüman aracılığı ile
anlaşırlar. Meğer bir İtalyan'mış. Parası bitip yolda kalmış.
Onu o gün akşam Sirkeciden yolcu ediverir. Beş-altı yıl
sonra o adam bir tomar para ile gelir, hocaya; "bunu yolda
kalanlara harcayıver" diye bırakıp gider.
Yani yolda kalmışlara, fakirlere ve yakın akrabalara hakkını
vermek, Allah'ın rızasını aramak için en iyi yoldur. İşte
bunu yapanlar kurtuluşa ermişlerdir. Artık bugün parayı
tabiiki, sistemin gereği olarak put haline getirdiler.
Müslümanlar olarak bu konuya daha bir ağırlık vermek
gerekir. Onu gönlümüzde yatan bir put olmaktan çıkarıp,
ihtiyaçların görüldüğü, gerektiğinde de başkasına verilebilen
bir araç olarak görmek gerekir. 3367[41]

39- İnsanların mallan içinde artması için verdiğiniz her faiz


Allah katında artmaz. Allah'ın rızasını isteyerek verdiğiniz
her zekata gelince, işte onlar kat kat artanlardır.
İnsanların mallarında artması için vermiş olduğu riba (faiz)
onların malını artırıyor gibi olsada Allah katında artmaz. Bu
konuda yani faiz konusunda Bakara suresi 275. ayetinde
"Allah faizi yok eder, zekatı artırır" buyrulmakta idi.

3367[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/145-146.
Bu ayette de; faizin "Allah katında artmayacağı" ifade
ediliyor. Adam şunu iddia etse, "ben şu kadar paramı faize
yatırdım, bir yıl sonra %50 arttı, çoğaldı, hani artmaz
diyordunuz" dese, doğru. Evet ama ayette Allah (c.c), Allah
katında artmaz, sevabı artmaz. Paralarınız rakam olarak
artabilir. Ama değer kaybını hesaba katmazlar. Sosyal
yaraların getiriceği belaları hesap etmekler.
Ayetin devamında ise Allah (c.c), onun rızasını arayarak
vermiş olduğunuz zekatlar ise işte onlar, sevaplarını ve
mallarım kat kat artırırlar. 3368[42]

40- Allah'dır sizi yaratan, sonra size rızık veren, sonra sizi
öldürecek olan, sonra sizi diriltecek olan. Allah'a ortak
koştuklarınızdan bunları yapacak biri varmıdır? Allah
onların ortak koştuklarından
yücedir, münezzehdir.
"Sizi yaratan O'dur" Öyle ise rızık endişesi çekmeyin.
Parayı put yapmayın, ana rahminden dünyaya geldiğimizde
üzerimizde hiçbirşey yoktu. Elbise giydirdiler, sonra
annenin göğsünde iki hazır süt çeşmesi. Doğum yapıncaya
kadar bir damla süt yok, doğum bitiyor, süt başlıyor. Başka
zaman dünya doktorları bir araya gelse bunu gerçek-
leştiremezler.
Sizi öldürecek ve tekrar diriltecek olan O'dur. O'ndan
başkasını O'na ortak koşmayın. Kur'an'da ençok tekrar
edilen husus Allah'ın varlığı ve birliği ile hiçbir şeyin ona eş
ve ortak koşulmamasıdır.
Müslümanında buna dikkat etmesi gerekir. Şirk ile gidenin
durumu vahimdir. Ama iman ile giden günahları da olan bir
mü'mini Allah dilerse affeder, dilerse de günahlarının
cezasını çeker.
Diyelim ki bir adam; faizin haram olmadığını söyleyip,

3368[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/146.
"Allah Kur'an'da böyle buyurmuş ama, günümüz şartlarını
Allah bilmiyordu" demesi kişiyi küfre götürür, küfür de
cehenneme götürür.
Fakat günün şartlarından dolayı faizi vermek zorundayım,
başka çıkar yolum yok. Allah'da kitabında yasaklamış,
haram kılmış, bile bile günah işliyorum, inşallah Allah
affeder şeklinde düşünür ve bunu böyle yaparsa günaha
girer, ama imanı gitmez.
Ayette; 3369[43] "Allah, şirk hariç dilerse bütün günahları
afveder" buyrulmakta. Onun için imanımıza sahip çıkıp,
salih ameller işlemeli, bu hususdâ gereken gayret ve
hassasiyeti göstermeliyiz. 3370[44]

41- İnsanların elleriyle yaptıkları sebebiyle karada ve


denizde bozulma ortaya çıktı. Belki dönerler diye
yaptıklarının bir kısmını onlara tattırmak için (bozulma
ortaya çıktı).
Bu ayette Allah (c.c), 20. yüzyılın modern insanının karşı
karşıya kaldığı bir problem üzerinde durmakta. O da çevre
kirliliği, ozon tabakasının delinmesi, denizlerin kirlenmesi
gibi hususlardır. Rahman suresinde Allah (c.c.), birkaç defa
"mîzan'dan" bahsetmekte, tabiatta ve alemde herşeyin bir
ölçü dahilinde olduğunu, Kur'an'ı da bu dengeyi bozmamak
için indirdiğini ifade ediyor. "Karada ve denizde insanların
elleriyle yaptıklarının neticesi olarak fesat çıktı." Fesat; bir
işin bozulmasıdır. İtikadın bozulmasına da, iki ailenin
arasındaki dostluğun bozulmasına da, sıhhatin bozulmasına
da "fesat" denir.
Ayette de; insanların elleriyle yaptıkları şeyler sebebiyle,
düzenin bozulduğunu ifade etmekte. Biz bunu harpler olarak
anlayabiliriz ki, sulh içinde yaşamaları gerekirken kendi
yaptıkları sebebiyle sulhun yerini savaşırı almasıdır.
3369[43]
Nisa 48-116
3370[44]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/146-147.
Sıhhatin devam etmesi gerekirken, havanın temiz bir şekilde
devam etmesi gerekirken, çevrenin düzenli olması ge-
rekirken insanların elleriyle yaptıkları düzensiz beslenme,
kendine sıcak ve soğukta dikkat etmeme, zararlı şeyler
üretme, onları havaya ve çevreye alma gibi etkilerin
neticesinde bozulma oluşmaktadır. Allah dilese idi insanın
sıhhatinin, yaşadığı ortamdaki havanın ve çevrenin, daha
önemlisi ahlaklarının bozulmasını önler, bunlarda
bozulmazdı. Bu bozulmayı, fesadı yaratmasının sebebini ise
ayet açıklıyor.
Kişiler yaptıklarının neticesinde azabı tadsınlar. Yani kendi
elleriyle yaptıkları pisliğin azabını tadsınlar da, aslına
dönsünler, diye fesadı yaratıyor. Bu fesadı yaratan Allah
(c.c.) dedik. Bozulmayı da kesb eden -ayetin ifadesiyle-
insandır. Öyle ise insan bunu niye kesb eder. Halbuki bu
yukarıda bazı örnekler verdiğimiz bozulma, yani ahlaki bo-
zulma, sıhhatin bozulması, çevrenin, denizin ve havanın
bozulması, dengenin kaybolması onun zararına bir
durumdur.
İşte zararına olan birşeyi insan niye kesb eder? Cevabı
imansızlığından, inançsızlığından dolayı. İnsan Allah'a,
Rabbine inanmadımı, O Allah'ın yarattığı şeylere önem
vermez, onu hor kullanır. Bu hor kullanmada peşinden
bozulmayı getirir. Allah'a inanmayan, ahirete inanmaz,
ahirete inancı olmayanda; "Bu dünyada yaşadığım benim
için kârdır" inancından hareketle israf eder, ihtiyacından
fazla üretir ve tüketir.
Diğer taraftan, inançsız insanların bol olduğu ve yönetime
hakim olduğu yerlerde kan hiç eksik olmaz. Barış sloganıyla
giderler ama her tarafta kan gövdeyi götürür.
A.B.D.'nin dış işleri bakanının dolaştığı yerlerde, onun
uçağının indiği her ülkede, huzursuzluk ve iç çatışma hemen
başlıyor. Atalarımız bu inançsızların yeryüzünde bu kadar
fes ad çıkardıklarını ifade için; "gavurun dolaştığı yerde ot
bitmez" demişlerdir.
Onun için Allah (c.c); "insanların kendi yaptıkları sebebiyle
karada ve denizde fesat ortaya çıktı" buyuruyor. Bunu
sosyal düzenin bozulması anlamında alabileceğimiz gibi,
çevrenin bozulması anlamında da anlıyacağiz.
Bu bozulmaları da insanlar elleriyle yaptıklarının
neticesinde meydana getiriyor. Yaptıkları kötülüğü
anlamaları ve asıllarına, yani İslama Allah'ın yarattığı fıtrata
dönsünler. Kurtuluşun İslamdan geçtiğini, her insanında
çocukluk hayatından itibaren Allah'ın yarattığı herşeye
değer verme eğitiminin gerekliliğini kavramaları içindir.
Zaten müslümanlar, teoride olan bu düşünce ve prensipleri
hac mevsiminde; çevreye ve o kutsal toprakların ağaçlarına,
vahşi hayvanlarına zarar vermeme şeklindeki uygulamasını
da, sembolik olarak yapmaktadırlar. 3371[45]

42- Deki, "Yeryüzünde dolaşın da, daha öncekilerin sonu


nasıl olmuş bir görün Onların çoğunluğu müşrik idi.
Deki onlara yani elleriyle sosyal yaşantıda ve çevrede fesat
çıkaranlara yeryüzünü dolaşın ve daha öncekilerin bir
akıbetine bakınız. Onların çoğu müşrik idi, Allah'a ortak
koşuyorlardı.
Lut gölünü gören insan nasıl ki Lut kavminin ahlaksızlığını
hatırlıyorsa, Mısır'da ehramları gezenlerin Firavun'un iîahlık
iddiasında bulunmasını hatırlaması gibi, işte bunları
hatırlayın da, siz onların gittiği yoldan gitmeyip İslama geri
dönünüz.3372[46]

43- Allah'dan gelmesi engellenemeyen (kıyamet) günü


gelmeden önce yüzünü doğru dine doğrult. O gün parça
parça olacaklar.
Yüzünü değerli, insanları yönetmeye layık vede kıyamete
3371[45]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/148-149.
3372[46]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/150.
kadar devam edecek olan dine çevir. İşte Allah (c.c.) bu
ayetiylede bize yerde ve gökte açığa çıkan veya çıkabilecek
olan azabın çıkmaması için bize adeta bir reçete vermekte,
bunlara uyarsanız, sağlam olan dinine sarılırsanız, ona
yönelirseniz bu fesadı önlemiş, ortada olan fesadıda kal-
dırmış olursunuz.
Yönünü, Allah katında dönüşün olmadığı birgünden Önce
dön. O kıyametin gelmesini engelleyecek hiçbir güç yoktur.
Ve o günde insanlar paramparça olacaktır. 3373[47]

44- Kim inkar ederse, inkarı kendi aleyhinedir. Kim de


salih amel yaparsa kendileri için döşemiş olurlar.
45- İman edip, salih amel işleyenleri, kendi fazlından
mükafatlandırmak içindir. Şüphesiz Allah kafirleri sevmez.
Kim inkar ederse, küfrü kendi zararınadır. Kim de salih
amel yaparsa, iyi işler ortaya koyarsa, yani İslama göre
hareket edecek olursa, kendisini Allah'ın lütfü kereminden
mükafatlandırması için, bir ön hazırlık yapmış olur. Allah
kafirleri sevmez.
Doktorlukta asıl olan koruyucu hekimliktir. Birinci derecede
önemli birşeydir. Kişi hasta olmadan, hasta olmaması için
gerekli tedbirleri aldırmaktır. Fakat kişi hasta olduktan
sonra, o hastalığı da iyileştirmek esastır, buda doktorluktur.
İşte Allah (c.c), yerde ve gökte bozulmanın olmaması için,
ilahi kanunlarını göndermiştir. Bu kanunlar (ayetler)
tabiattaki kanunlara (ayetlere) uygundur. İnsan Allah'ın bu
kanunlarına yani İslam hukukuna uyarsa koruyucu hekimlik
gibi bozulma (fesat) meydana gelmeden önce tedbir almış
demektir.
İşte toplum bu düşünce ve inançta hareket edecek olursa,
fabrikayı kurarken, o fabrikanın etrafındaki yaratılanları,
yaratana saygıdan dolayı oluşan sevgi ve rahmetten,

3373[47]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/150.
fabrikanın bacası insana zarar vermeyecek şelkide filitreli
yapılır.
Fakat bu kanunlara uymayan ise önce etrafı bozar, her tarafı
hasta eder, ondan sonrada tedavi hekimliğinin hastalığı
tedavi ettiği gibi, onların tedavisi için onumu yapsak, nasıl
önlem alsak gibi çare aramaya başlar.
Düşünmezki, ey gafil!, önce insanların gönüllerine imanı
yerleştir. 3374[48]

46- Rüzgarları müjdeci olarak göndermesi, rahmetinden size


tattırması, lûtfiından rızık aramanız için emriyle gemileri
akıtması, Onun ayetlerindendir. Olur ki şükredersiniz.
Allah'ın varlığına ve birliğine işaret eden ayetlerdendir.
Müjdeci rüzgarları göndermesi ki, o rüzgarlar bize rahmet,
bereket müjdesi getirir. O rüzgar ile hava serinler, pis
kokuları uzaklaşır, yağmurun haberi ile birlikte tabiattaki
ağaçlar, otlar, çiçekler yeşerir.
Diklcate şayan bir husus da şudur. Bundan sonraki
ayette ve , Kur'an'ın birçok yerinde Allah(cc);
"Peygamberler gönderdik" ifadesinde "ersele" fiilini
kullanmıştır. Bu ayette de; "yağmurları müjdeleyen rüzgarı
göndermesi" ifadesinde yine "Ersele" fiili kullanılmaktadır.
Yağmur öncesinde rüzgar gelir, yağmuru müjdeler, yağan
yağmur damlaları ile yerde çiçekler ve diğer yeşillikler
oluşur. O yeşillik ve güzellikte kendi hal ve lisanıyla O'na
işaret eder. Yani Allah(cc) Peygamberler gönderir. Onlarda
rahmet ve bereketle, Allah'ın kela-mıyla kitapla gelir,
insanlara cenneti müjdeler.
Bu Kur'an'a uyanlardan, yağmurun yağması ile çiçeklerin
bittiği gibi salih insanlar yetişir. ,Bu salih insanlarda kendi
dilleriyle Allah'ın varlığını ve birliğini anlatır. Onun için
Peygamberin rahmetiyle yetişen salih çiçek Yunus Emre;

3374[48]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/151-152.
"Sordum san çiçeğe" ilahisinde bunu dile getirmekte.
İşte bu rüzgarı göndermesinin sebebi "Rahmetinden birşey
taddırmak için, gemilerin denizde akıp gitmesi için,
Rabbimizin lütfü kereminden aramamız için yani ticaret
yapmamız için" Allah rüzgarlar göndermiştir.
İşte bu rüzgarı ve diğer nimetleri ve rahmeti bize
taddırmasmın sebebi, ola ki şükrederiz. Onun için denizi,
onun üzerinde cereyan eden gemileri ve o gemileri
sürükleyen rüzgarları vermiştir.
Nasıl ki, insan birisinden gördüğü küçük bir iyilik, yardım
ve güleryüz için dönüp dönüp teşekkür ediyorsa, işte bir
damla suyu yaratmaya bile gücü yetmeyen insanın elbette
Rabbine şükretmesi gerekir. 3375[49]

47- Senden önce, kavimlere peygamberler gönderdik.


Onlara beyyinelerle geldiler. Bunun üzerine suç
işleyenlerden intikam aldık. Müminlere yardım etmek
üzerimize bir hak oldu.
Senden önce biz, kavimlerin kendilerine peygamberler
gönderdik. O peygamberler onlara delillerle geldiler. Onları
dinlemeyen suçlu ve günahkârlardan biz intikamımızı aldık.
Mü'minlere de yardım etmek bizim üzerimize hak oldu.
Yardımda birinci şart mü'min olmaktır. Ayette Allah (c.c.)
biz kafirlerden yaptıkları günahlardan dolayı intikamımızı
alırız diyor.
Bu intikamı kulları vasıtasıyla alır. Bunlar, birinci derecede
Peygamberlerdir. Yani Peygamberler var güçleriyle İslamı,
hak dini insanlara anlatır. İnsanlardan onlara inananlar
olduğu gibi, hak ve hakikatin ortaya çıkmasını engelleyen
inançsızlar çıkıp karşı koydularmı, işte o zaman Allah (c.c);
mü'minlere yardımın hak olduğunu ve onlara yardım
edeceğini ifade ediyor. İşte mü'minlere bu yardımın

3375[49]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/152-153.
yapılması kafirlerden birinci intikamın, Peygamberler ve
ona inanan insanlar salih kullar vasıtasıyla almasıdır. Allah
(c.c.) diğer bir intikamını da, ahi-rette kafirleri rahmetinden
kovarak ve onları cehennemine koyarak alacaktır. 3376[50]

48- Rüzgarları gönderip bulutu savuran, gökyüzünde


dilediği gibi yayıp parça parça kılan AHah'dir. Bulutların
arasından yağmuru çıkarken görürsün. Kullarından
dilediğine o yağmuru isabet ettirdiğinde, onlar sevinirler.
O Allah (c.c.) rüzgarları gönderir. O rüzgarlarda bulutlara
takılır, onları hasefcrte geçirir. Ve onu gökyüzüne dilediği
kadar yayar. Onları dilediği kadarda parça parça eder.
Bilim adamlarının yağmurun oluşumunu anlatırken, ocak
üstünde kaynayan tencerenin kapağında oluşan su
damlacıklarını örnek gösterirler. Elbette bunlar doğrudur.
Bu buharlarıma kanununu koyan, belirli bir yükseklikten
sonra su taneleri haline dönüşmesini sağlayan, sonrada onu
yeryüzüne indiren, bir olan Allah (c.c.)'dür.
Yukarıda bahsettiğimiz gibi peygamberlerin gönderilmesini
konu alan ayetlerle, rüzgar ve yağmurun gönderilmesini
konu alan ayetlerin arka arkaya gelmesi, bizim tezimizi
biraz daha kuvvetlendirmektedir. Tabiat ayetleriyle, Kur'an
ayetlerini uyumlu bir şekilde tatbik eden bir toplum veya
kişilerden kötülüğün çıkması mümkün değildir. 3377[51]

49- Herne kadar yağmur kendilerine indirilmeden önce


ümitlerini kesmiş olsalar bile (yağmur yağınca
seviniverirler.)
Kırksekizinci ayette; "O bulutların arasından yağmur
tanelerinin çıktığını görürsün. O taneler hangi kullarıma
isabet ederse onlar sevinir" buyruluyordu. Bu ayette ise;
"Yağmur yağmadan önce, yağmurun yağmasını bekleyen
3376[50]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/153-154.
3377[51]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/154.
kişiler, bitkin bir vaziyette ümitlerini kesmişler. Öyle olur
ki, insan yağmur yağmayınca yağmuru bekler. Karabulutları
görünce sevinir, tam bulutlar yağacak bir ortam oluşturduğu
bir zamanda bakıyorsunuz ki bulutları rüzgar dağıtıveriyor.
Burada tabiat olaylarına dikkatimiz çekiliyor.
Bununla beraber Peygamberlerinde yağmurlar gibi
geldiklerini ve ondan istifade edenlerin iki dünyada da
sevineceklerini, aksi hareket edenlerinde şeytana
benzeyeceklerini bildiriyor. Buna işaret ediyor. 3378[52]

50- Allah'ın rahmetinin izlerine bir bak, ölümünden sonra


yeryüzünü nasıl diriltiyor? Şüphesiz ölüler işte böylece
diriltir. O herşeye gücü yetendir.
Allah'ın rahmetinin eserlerine bir bak, nasıl yeryüzünü
öldükten sonra diriltiyor. Kış gelince tabiat bir ölümü
andırır hale giriyor, beyazlarla kefenini giyiyor. Güz
mevsiminde ise insanın ihtiyarladığı gibi tabiat sararıp
solmaya, o yaz günlerindeki neşeli, kuvvetli sıcaklar ortadan
kalkmaya başlıyor. Hiç dört mevsimi birden yaşamayan bir
bölgeden veya diyelimki diğer gezegenlerden, kış
mevsiminde dünyaya gelen insana; "bak, bu gördüklerin
yeşildi, burada kuşlar öter, otlar biter, kuzular, koyunlar,
arılar, böcekler olur" denilse, herhalde sadece o kış gününü
gören insan, bahan ve yazı görmediği için; "bu
söylediklerinizin bu ölü toprak üzerinde olması mümkün
değil" cevabından başka bir şey söylemez.
İşte ana rahminden gelen insana da bu dünya hayatından
sonra, ahi-retin varlığını anlatmaya çalışmak o kadar zor ve
onun kabul etmesi de biraz daha güç olacaktır.
Ama Rabbim; bakın.! bu dört mevsimi siz yaşıyorsunuz,
tabiat ölüyor, üzerinden kış, yani "berzah" hayata geçiyor.
Sonrada ilkbaharda tekrar onu diriltiyoruz. Şüphesiz (insanı

3378[52]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/155.
da öldüğü zaman) ölüleri bu şekilde diriltir. O herşeye
kadirdir. Ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkaran O'dur.
Nasıl ki, onu bir meniden, menininde bir sperminden, 55-90
kg.lık bir insan haline getirdi ise, Ölü topraktan insanı
diriltmeside aynı şekilde olacaktır. 3379[53]

51- Eğer biz bir rüzgar göndersek, onu da sararmış görseler,


onun ardından hemen küfre başlarlar.
Şüphesiz ki, andolsun onlara, biz bir rüzgar göndersek,
onlarda bir baksalarki, yemyeşil ziraatları, mahsulleri
sapsarı oluvermiş. Bundan sonra da (arkasından) kâfir
oluverirler, nankör oluverirler.
Kişi iyilik gorüncede, kötülük görüncede kalbinde iman
duygusu yoksa kâfir oluveriyorlar. Yani yağmuru yağdırıyor
Allah (c.c.) her tarafı yeşertiyor sonra güz mevsiminde
rüzgarlar estiriyor veya sam yeli denilen rüzgar ilede
sarartıveriyor. Bunu gördüklerinde de Allah'ı inkara
yöneliyorlar. Dirilmeyi vede Ölmeyi bizzat gözleriyle
görüyorlar fakat buna rağmen yinede kâfir oluveriyorlar. Bu
kişilerin kâfir olmasını sağlayan genelde Elmalının tabiriyle
kodaman takımıdır. Günümüzün tabiriylede devlet
yönetiminde söz sahibi, olanlardır. 3380[54]

52- Şüphesiz sen ölüye duyuramazsin sağırda dönüp


gittiğinde çağrıyı duyuramazsın.
Sen ölüye duyuramazsın, arkasını dönüp giden bu sağırlara
da sesini duyuramazsın, çağrını ulaştiramazsm. Sağır
deyince ayetin ifade etmek istediği, doğuştan sağır olan
veya sonradan her hangi bir arızadan dolayı meydana
gelenler değil.!!? Allah'ın kelamına ve İslami mesajlara
kulağını kapatan insanlardır.
Bu, sosyal yaşantımızda İslam'ı anlatan basın yayınını takip
3379[53]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/155-156.
3380[54]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/156-157.
etmemek, müslüman düşünür ve liderlerinin fikirlerini
önemsememek, kale almamak gibidir.
İşte bu, ölü olan insanlara mesajı duyuramamadır. Ayet bize
bir tesellidir. Bize düşen tebliğe devamdır. Nasılki,
hakikaten sonradan sağır olmuş, bir insanın, kulağını
iyileştirmek mümkün ise veya gözünü eski haline getirme
imkanı varsa, biz de bu düşünceden hareketle bıkmadan,
usanmadan İslama gelir ümidiyle tebliğe devam edeceğiz.
Ama bunu başaramadıksa bunada üzülmeyeceğiz.
Ayet Hz. Peygamberin şahsında her mü'mine sen ölüye
duyuramaz, sağır olana tebliğini ulaştıranı azsın. Ama
üzülmeye gerek yok. Yani hakikaten sen görevini yaptıysan
gerisi Allah'a kalmış demektir.
Böyle kişileri, biyolojik nedenlerden dolayı hasta olmuş
insan gibi düşünmeliyiz. Nasıl doktor hastasını; "sen iyi
olamazsın" deyip onu makamından, dairesinden kovmuyor,
tedavi yollarını öğretip, onları uyguluyorsa; bizim de bu
imansızları dışlamadan, çevresinden koparıp, hasta
olmayan, manevi temizlik içinde olan insanların arasına
almamız gerekiyor. 3381[55]

53- Körleri, sapıklıklarından hidayete erdirici değilsin. Sen


ancak, ayetlerimize iman edeceklere işittirirsin de, işte onlar
müslüman olurlar.
Sen, kör olana hidayet veremezsin, bu kör maddi gözleri kör
değil, manevi gözleri kör olan insandır. Biz, hidayet verecek
olan değil, hidayetin verilmesine sebep olan insanlarız.
Hidayeti Allah (c.c.) verir. Peygamberlerde hidayet edemez.
Ayette; "Sen dilediğine hidayet veremezsin, ancak Allah
dilediğine verir" buyruluyor. 3382[56]
Bizim ayetlerimizi ancak müslüman olarak iman edenlere
işittirebilirsin. Allah'ın ayetlerini severek kabul eden,
3381[55]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/157.
3382[56]
Kasas 56
dinleyen, onlarla amel etme gayreti içinde olanlar
müslümanlardır, Ona gönülden inananlardır. Allah'ın
ayetlerini bütün insanlara duyurabilmek için insanların önce
iman etmesi gerekmektedir.
20. yüzyılda batıdaki küfür hareketlerinin dalga dalga İslam
dünyasını sarmaya başladığı bir zamanda, biz İslam alemi
hazırlıksız yakalandık. İnsanlar önce ahlaksızlığa,
arkasından iman zafiyetine uğradılar.
Bu esnada bizim düşünürlerimizde, insanlara iman duygusu
aşılama yerine, İslam ekonomisinin, İslam hukukunun
üstünlüklerini anlatan eserler kaleme aldılar, ama buda
fayda vermedi. İnsanların üzerini karabulutlar gibi küfür
bulutları kapladı. Artık insanlar dinden uzaklaşmaya.
adadıkları gibi inanmaya başladılar.
Sonuç olarak; önce kişilere Allah'a iman duygusunu
aşılayıp, ondan sonra da İslam'ın diğer amel ve üstünlükleri
anlatılmalıdır. 3383[57]

54- Sizi zayıf olarak yaratan, zayiflıkdan sonra kuvvetli


kılan kuvvetten sonra zayıf ve ihtiyar kılan Allah'dır.
Dilediğini yaratır. O herşeyi bilendir, herşeye gücü yetendir.
Bu ayette de, yaratılışımızdaki dönemlere dikkatimiz
çekiliyor. "O (Allah (c.c.)) sizi zayıf olarak yarattı."demek,
İnsanoğlu yemekten içmekten aciz bir şekilde küçük bir
bebek olarak dünyaya getiriliyor, yeme içme ve diğer
ihtiyaçlarını annesi ve babası karşılıyor. Allah(cc),
zayıflıktan sonra kademe kademe kuvvet verdiğini, ifade
ediyor.
Ayrıca insanoğluna yaşına oranla maddi gücün yanında, -
"insanları etkileme" olarak tarif ettiğimiz- birde ruhi güç
veriliyor. Sonra da zayıflığa vede ihtiyarlığa yöneltiyor.
Allah dilediğini yaratır, O herşeyi bilendir. Herşeye gücü

3383[57]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/158.
yetendir.
Allah (c.c), varlığına vede birliğine işaret eden delilleri,
tabiattaki ayetlerden daha fazla insanın yaratılışı, iç dünyası
vede onun diğer özelliklerinde ortaya koyuyor. Bunun
sebebide insan, dışındaki delilleri duyar, görür, akıl eder
ama onları hissedemez. Fakat kendi nefsi ile kendi
vücudunun yaratılışı ve diğer özellikleri duymanın, akıl
etmenin, işitmenin ötesinde iç dünyasında bütün ruhuyla
hisseder.
İnsanın yaşantısı söylediklerini yalanlar, yani inanmayan
insanlar iç dünyasında bir çatışma içindedir. İnsan zayıf
iken yaratılıyor, istesede istemesede güçlenip
kuvvetlendiriliyor ve sonunda bu gücü ve kuvveti istesede
istemesede elinden alınıveriyor. İşte bunu her inanan ve
inanmayan insan dış alemdeki delillerden, misallerden daha
fazla hissetmekte. 3384[58]

55- Kıyamet koptuğu gün suçlular, bir saatten başka


kalmadıklarına yemin ederler (dünyada). İşte böyle
çevriliyorlardı.
O günde kıyamet meydana gelir. Suçlular "biz bir saatten
fazla kabirde kalmadık" diye yemin ederler. Hani Hz. Adem
(a.s.) den sonra gelen ilk kâfir, o günden bugüne kadar
kabirde kaldığı halde, kıyamet günü kabre getiriüpde
dehşetli sahneleri görünce, geçmişte çektiği azabın
tamamını unutacak da, "ne kadar zaman kaldın?" denildiği
zaman, "bir saatten fazla kalmadım" diye yemin edecektir.
Halbuki nice seneler o kabirde kalmıştır.
Böylece Allah (c.c.) bize, cehennem azabının kabir
azabından da şiddetli olduğunu haber veriyor. O
günahkarlara, cehennem azabının yanında, kabir azabı hiç
yokmuş gibi gelecek, kabirde hiç azab görmemişler gibi

3384[58]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/159.
olacaklar.
İşte böylece onlar döndürülüyorlar. Ayette, "dönüyorlar"
demiyor da, "döndürülüyorlar" ifadesini kullanmış, insanlar
İmansızlığı, imansızlığı yöneten insanların gösterdiği
istikamete göre seçerek, onların etkilemesi ile o yöne
gidiyorlar. Onun için Kur'an'da da; günahı işleyenden daha
ziyade, onu insanların işlemesine sebep olanlar hakkında
daha fazla ayetler bulunmaktadır.
Mesela Kur'an'da zinanın cezasını bildiren ayetlerin
yanında, "zina etmeyin" diye ayet yoktur. Ancak "zinaya
yaklaşmayın" ayeti vardır. 3385[59] Yöneticilere, büyüklere
yönelikte, "kızlarınızı fuhuşa zorlamayın." emri
3386[60]
vardır. Bu nasıl oluyor? denirse, kültür yönüyle in-
sanların beyinlerini yıkayarak içini boşaltıp, sonrada
ekonomik yönden zor durumda bırakarak zinaya zorlama
vardır.
İşte zina edenlerde, insanları zinaya sürükleyenlerde aynı
günahı alır. Meydana gelen günahdan eşit şekilde paylarını
alırlar. Mehmet Akif merhumun söylediği gibi; Dicle
kenarında bir kurt kapsa koyunu, Adli ilahide Ömer'den
sorar onu. Onun için yöneticinin (devlet başkanının) Hz.
Ömer (r.a.) inancında ve düşüncesinde olması gerekir.
Halkının huzuru, güvenliği için her ortamı hazırlamalı ve
insanların Allah'a olan ibadet ve itaatlerini yapma
kolaylığını sağlayıp toplumu, "menfaati celb, mefsedeti def"
kaidesi gereği ahlaksızlığa, çöküntüye götüren hususları
ortadan kaldırması gerekir. 3387[61]

56- Kendilerine ilim ve iman verilenlerde; "Yemin olsunki


siz Allah'ın kitabında olduğu gibi, diriliş gününe kadar
kaldınız. İşte bu diriliş günüdür, ancak siz bilmiyordunuz"

3385[59]
İsra 32
3386[60]
Nur 33
3387[61]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/160-161.
dediler.
Kendilerine ilim ve iman verilenler, "imansızların kabirde
çok az yattıklarını sanmalarına karşılık ki, insan hayatında
bu gerçekleşebilir. Mesela insan herhangi bir rahatsızlıktan
dolayı ağrı çeker, bu bir iki ay devam edince artık bir
bağışıklık kazanır. Fakat öyle bir zaman gelirki, o bir iki ayı
unutturabilecek şiddette başka bir ağrı geldimi; "yahu ben
önceden hiç ağrı çekmemişim, keşke eski ağrılı günlerim
gibi olsam" der.
İşte kâfirlerin bu şekildeki zanlarına karşılık, mü'minlerede;
"Allah'ın takdirinde kıyamet gününe kadar orada kaldınız,
işte siz şimdi kıyamettesiniz, ancak siz bunu bilmiyordunuz"
derler.
Daha öncede geçtiği, gibi işte o kıyamette mahşerde
olduklarının farkına vardılarmı, bu seferde mazeretler,
özürler öne sürecekler. "Ne olur bizi dünyaya geri gönderde,
orada sana ibadet edelim" diyecekler. 3388[62]

57- O gün zalimlere özür fayda vermez. Onlara tevbe fırsatı


da verilmez.
O gün o zalimlerin mazeretleri onlara fayda vermeyecek. Ve
onlara tevbe için de fırsat tanınmaz. Allah (c.c); o kâfirlerin,
mazeret ve özürleri kabul edilip, dünyaya tekrar
gönderiîseler bile, yine iman etmeyeceklerini bildiriyor.
Bunun canlı örneklerini şu anda görüp duruyoruz. Daha
ahirete varmadan dünyada iken bile annesini, babasını
kaybedenler veya büyük bir kaza veya bela ile karşı karşıya
gelenler, hemen Allah'a yönelirler. Namazlarına ibadetlerine
başlarlar. İnsanlara kötülük yerine hep iyilik yapıp, bununda
devamını düşünürler. Ama aradan bir müddet geçtikten
sonra artık eski hallerine geri dönüverirler. 3389[63]

3388[62]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/161-162.
Enam 27-28
3389[63]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/162.
58- Andolsun insanlar için şu Kur'an'da her türlü örnek
verdik. Eğer sen onlara bir ayet getirsen, kafirler; "Siz ancak
batıl şeylerle uğraşanlarsınız "derler.
Biz bu Kur'an'da insanlar için her türlü misali getirdik.
İnsanlar bu Kur'an'da sineğin yaratılmasını, örümceğin
evini, arıları, dağları, denizleri hatta ve hatta insanın kendi
yaratılışını ve diğer inceliklerini bulabilirsin.
"Sen onlara mucizeler getirsen, ayetler getirsen o kâfirler;
"siz batıl bir yoldasınız derler." İşte iman etmeyene ne kadar
akli ve nakli delilleri getirirsen getir. Mucizeleri gözünün
içine bile soksan, yine söyleyeceği şey, eğer kalbi
mühürlenmişse "siz sihirbazlık yapıyorsunuz" veya "siz
yobazlık yapıyorsunuz" diyecektir. Ama bu sözler
müslümanları korkutmayıp onların güçlenmesini,
azimlerinin artmasını sağlamaktan başka birşey
3390[64]
yapmamaktadır.

59- İşte Allah, bilmeyenlerin kalblerini böylece mühürler.


Kalblerin mühürlenmesi hususu, Bakara suresinde (ayet 7);
"Allah onların kalblerini, kulaklarını, gözlerini mühürledi"
ayetinde geçmişti. Bazıları bu konuyu Allah mühürlemiş,
mühürlenenlerde her hangi bir suç yokmuş gibi
anlamaktalar. Yani başka bir ifadeyle Allah insanların suçlu
suçsuz olmasına bakmaksızın iradesinin isteğine göre
mühürledi şeklinde anlamakta, bu yanlıştır.
Doğrusu onlar mühüıienmeyi gerektiren suçu, günahı işledi.
"Herşeyi yaratan Allah'dır" ayetin gereği olarak onların
kalbini, kulağını, gözünü mühürledi ve yine herşeyin
yaratıcısı o olduğu içinde bu mühürleme eylemini kendine
izafe etmiştir.3391[65]

3390[64]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/162-163.
3391[65]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/163.
60- Sabret, şüphesiz Allah'ın va'di haktır. Yakini bilgisi
olmayanlar, sakın seni hafifliğe sevk etmesinler.
Onların; "siz batıl yoldasınız, boşuna uğraşmayın" gibi
sözlerine ve "sizi Allah'ın yolundan alıkoyma çalışmalarına"
sabret.
Günümüzde bazı müslümanlar bile, artık İslam'ın sonu
geldi. A.B.D. herşeyi ile bizi hegamonyası altına aldı.
Bundan sonra çalışmaya gerek yok diyorlar. Ama, bizim
peygamberimiz Mekke'ye tek kişi olarak gönderildi. 13 yıl
sonra Medine'de devletini kurdu, ondan 10 yıl sonra da
ikibuçuk milyon metre kareye ulaşan bir sahada İslamı
yaydı. Onun yolundan giden Osmanlı dedemiz, Viyana
kapılarına dayandı.
Biz de bütün bu yapılanlara karşı çalışıp, yorulup, sonunda
da sabrı elden bırakmayacağız. Allah'ın vaadi haktır. Bunu
hafife alıp iyice iman etmeyenler seni gevşekliğe
sürüklemesin. 3392[66]

3392[66]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/163-164.
LOKMAN SURESİ

Lokman suresi, Kur'an-ı Kerim'in 31. süresidir. Mekkede


nazil olup, 34 ayettir. İçinde Lokman- Hekim'den bahsettiği
için bu ismi almıştır. Türkçemizde de Hakim yerine,
"Lokman hekim" derler. Bazı alimler de, "Lokman
Aleyhisselam" derler. Onu Peygamber olarak kabul ederler.
Sebeb olarakta, Allah (c.c.) ayeti kerimesinde; "Biz
Lokman'a hikmeti verdik, Allah'a şükredesin diye"
buyurmakta. Buradaki, "hikmetten" kasıt Peygamberliktir,
şeklinde tefsir etmiştir alimler. Bazı alimler de, O'nun
peygamberliğine delalet eden açık bir ifade yoktur. O salih
bir kuldur, demişlerdir.
Lokman (a.s)'ın Peygamber olup olmaması bizim için o
kadar önemli değildir. Önemli olan Lokman (a.s.)'ın
dilinden onun oğluna vermiş olduğu öğütlere kulak verip,
kendimizi onların yerine koyup, aynı öğütleri de
çocuklarımıza vermemiz gerekir.
Yoksa Kur'an, -daha Öncede bahsettiğimiz gibi-
Peygamberlerin doğduğundan yaşadığından vede onların
akrabalarından bahsetmez. O sadece Mü'minler için gerekli
olanını, uyulması gerekeni örnek bir davranış olması için
geçmiş Peygamber ve ümmetlerin olaylarından bahseder.
Lokman (a.s) diğer Milletlerin kültüründe de mevcuttur.
Onların tarih kitaplarında da bahsedilmekte ama, en doğru
ve en güzeli Kur'an'dadır. Bizim edebiyatımızda bile,
"Lokman hekim gelse yaram azdırır" deyişi çok meşhurdur.
Demir eksikliği olan vucud, kendindeki bu eksikliği
gidermek için kişiyi toprak yemeye sevk edermiş. Bazı
çocuklarla hamile kadınlarda bu daha fazla görülürmüş.
Yani vucud demir eksikliğini topraktan giderebilecek
kabiliyette yaratılmış.
İşte Hikmeti tarif ederkende; "görüşte isabet, sözde isabet"
diye tarif ederler. Allah(cc); Lokman (a.s.)'a da görüş ve
düşüncede öyle hassasiyet vermişki, o hassasiyetiyle
insanlar üzerine öylesine yönelmiş, onların derdini derdi
bilmiş ve eşyaya o gözle baktığı için, o insan hastalığın
ilacını bulmuştur.
Bizde toplumun sosyolojik, psikolojik, ekonomik vede en
önemlisi inançsızlık hastalıklarını kendimize dert edinirsek,
onlara bu gözle bakacak olursak, onların tedavisi için
gerekli hususları ortaya koyup yardım etmiş oluruz.
Bu toplumunda gördüğümüz fuhuş, hırsızlık, adam öldürme
gibi hususlar yukarıda saydığımız hastalıkların birer
görüntüsüdür. İşte bunların tedavisinde Lokman hekimin
sözlerine, öğütlerine kulak verirsek, bu konuda daha da
başarılı oluruz. 3393[1]

1- Elif, Lam, Mim.


Diğer 27 si Mekki, 2 tanesi de Medeni olan ve hu rufu
mukatta ile başlayan sureler gibi, bu sure de "hurufu
mukatta" ile başlamaktadır. Bu hurufu mukatta'ların
başlangıçta Bakara suresinde izahı yapılmıştı. Kur'an bu
harflerden meydana gelen kelimelerden oluşmuştur. Yani
"Kur'an'a, Muhammed (sav)'in uydurmasıdır" diyorsanız,
evvelkilerin masalları diyorsanız; "buyurun sizde, bu
harflerle Kur'an oluşturun," Kitap oluşturun demektir.3394[2]

2- İşte bu, Hakim kitabın ayetleridir.


İşte bu, içinde hikmet dolu vede ayetleri gayet muhkem,
sağlam, geçerliliği zamanla aşınmayan ve her çağın
ihtiyacını görecek olan kitabın ayetleridir.
Kur'an okunurken; onu geçmişten bir hatıra olarak veya
ölmüşlerin ruhuna sevabı olsun diye değil, hükümleri her
çağın ihtiyacını karşılayacak vede her ayetinin bir hükmü
3393[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/165-166.
3394[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/166-167.
vardır diye okumak gerekir. 3395[3]

3- İyilik yapanlar için yol gösteren ve rahmet olandır.


O ayetler, ihsan sahiplerine hidayet ve rahmetdir. Yani bu
kitabın ayetleri Muhsin olan, güzel davranışlar ortaya koyan
insanlara hidayet rehberi olup, doğru yolu gösterir. Vede
rahmete vesile olur. Muhsin, "ihsan" kelimesinden gelme.
İhsan'ı, cebrail(a.s) peygambere sorar. Hz. peygamber de
cevaben; "Allah'ı görüyor gibi ibadet etmendir, Her ne kadar
sen Allah'ı görmüyorsan da, Allah seni görüyor" buyurur.
İşte böyle olan insana, Kur'an hidayet rehberidir.
Her nekadar tefsir usûlcüleri; "sözün mefhumu muhalifine
itibar edilmez" demişlerse de, İmamı Safi; "mefhumu
muhalifine itibar edilir" demiştir. Buna göre ayetten,
"Muhsin olmayanlara Kur'an hidayet rehberi ve rahmet
olmaz," anlamı da çıkar.
Bu üçüncü ayete benzer bir ayet, Bakara suresinin ilk
ayetlerinde geçmişti. Orada da "bu Kur'an Muttakilere bir
hidayet kaynağıdır" Yani Muttakilere yol gösterir
anlamındadır. Burada ise; Muhsin'e hidayet rehberidir,
diyor. Tabiki alimlerimiz, ihsan makamının takvasını, biraz
ileride görürler. Zira "ihsan"; heran Allah (c.c.) tarafından
görüldüğünü ve bilindiğini hissederek hareket etmektir.
Bazı cahil sofular, şeyhinin bütün davranışlarını kontrol
ettiğini, yatağında bile "sağından soluna döndüğünü
bildiğini" iddia ederler. Bu Allah (c.c.)'ın sıfatının şeyhlere
verilmesidir. Yaratan her halimizi görür vede bilir.
Yaratamayan bunu bilemez. Ancak Allah'ın vermiş olduğu
izin ve müsade dahilinde buna muvaffak olur.
Bir de ayet şuna işaret ediyor; İslamdan başka sistem arayan
insanların bu sistemlerinin onlara bir rahmet ve hidayet
olmayacağına da işaret vardır. 3396[4]
3395[3]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/167.
3396[4]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/167-168.
4- Onlar namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve onlar
ahirete kesin inananların ta kendisidirler.
O muhsin ki; Allah'ı görür gibi ibadet eden kişiler,
namazlarını dosdoğru kılarlar, zekatlarını da verirler. Onlar
ahirete de yakınen iman ederler. Ahirete iman konusunda
zerre kadar şüpheleri de yoktur.
Bizi dosdoğru olmaya sevk eden birinci derecede Allah'a
iman, ikinci derecede de ahiret'e imandır. Kur'an'da da
ençok tekrar edilen; Allah'a imandan sonra, ahirete iman
gelir. İnsanın gelip geri döneceği yer ahirettif. Ve kişi
kendisini ahirete hazırlaması gerekiyor ki, bunlarında
başında namaz ve zekat geliyor. Bunlar Kur'an'da ençok
tekrar edilen vede Önemli iki ibadettir. Kur'an-da 37- 38
yerde ikisi beraber ard arda geçmektedir.
Hz. peygamber Muaz b. cebel'i Yemen'e vali olarak
gönderirken; "Muaz önce insanlara "kelimeyi tevhidi" öğret,
daha sonrada namaz kılmalarını emret. Namazı da kıldılar
mı, bu insanlara zekatı emret, zenginlerinden al fakirlerine
ver." buyurmuştur. (Buharı tevhid) Hani insanların bir
slogan altında toplanması gerekir ki, o slogan "kelimeyi
tevhiddir." Bu hususta birleşen insanlarında bir yerde top-
lanmaları gerekiyor ki, o da Namaz için mescidlerdir.
Mescide toplanan insanlar yalnız bedenle değil, mal
varlıklarıyla da yan yana gelecekler, arlarında ekonomik
dengesizliğin kalkması vede bir araya gelen bu insanların
çeşitli ihtiyaçlarının karşılanması için zekatlarını vermeleri
gerekir. İşte namaz ile zekatın ardarda gelmesinin
hikmetlerinden biride
budur.
Bu şekilde ahirete yönelmiş, toplu olarak ahirete yürüyen
insanlara; 3397[5]

3397[5]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/168-169.
5- İşte bunlar Rablerinden olan bir hidayet üzeredirler ve
işte bunlardır kurtuluşa erenler.
İşte onlar rablerinden bir hidayet üzeredirler ve onlar
kurtuluşa ermiş kişilerdir. Hem bu dünyada kurtuluşa
ererler, hemde ahirette kurtuluşa ererler.
Bu dünyada kurtuluşa ermeleri, toplumun fertlerinin hiç bir
çıkar gözetmeksizin bir araya gelmeleridir.
M. Akif merhum,
"-Girmeden bir millete tefrika, düşman giremez
-Toplu vurdukça yürekler top asla sindiremez." Der
Ahiretteki kurtuluşları da Allah'ın rızasını ve onun cennetini
kazanmalarıdır. 3398[6]

6- İnsanlardan bir kısmı Allah'ın yolundan sapıtmak için,


bilgisizce eğlendirici sözler satın alır ve o (Allah'ın yoluyla)
alay eder. İşte onlar için alçaltıcı azap vardır.
Bu ayetin tefsirinde alimler; "boş sözleri satın alırlar"
derken her çağın mufessiri kendine göre yorumlar yapmıştır.
Hakk'ın karşısında, batıl sözü almak; boş söz anlamındadır.
"Kur'an ayetlerini dinlemek yerine boş, faydasız sözler
dinlemek" demişlerdir.
Bu ayetin sebebi nuzûlii olarak şu anlatılır; Rivayete göre,
Nadr b. Haris İran taraflarına gider ve oradan dönüşte
yanında İsfendiyar gibi, Zaloğlu Rüstem gibi insanların
masallarını dinler ve getirir. Mekke halkına da;
"Muhammed (a.s.) Ad, Semud ve diğer kavimlerin
hikayelerini anlatıyor. Bende size Rum ve Acem masalları,
olayları anlatacağım" der. Kendi cariyelerine de güzel
musiki dersleri vererek, güzel şarkılar öğretip onlara;
"Mü'minlerin karşısına çıkıp onlara hem şarkı söyleyin, hem
yedirin, hem eğlendirin. Yeterki Muhamed'in yanma

3398[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/169-170.
gitmesinler" der. 3399[7]
Kısaca, "Kur'an'm okunup, onunla amel edilmesine engel
olan her-şey ayette bahsedilen, boş söz"dür. Tarih boyunca
Kur'an'la, hadisle, fıkıh ve diğer ilimlerle ilgili hayli kitaplar
yazılmış. Alimler, bunlar arasında Kur'an'a yönelmeyi
engelleyenlerin olabileceği endişesini taşımışlar.
Günümüzde ise bu, islami bir televizyon ile, islarm olmayan
telev.z-yonU terem etmek gibidir, islam, bir gazete ile,
islami olmayan, ahlak-i resimler basan bir gazetey. tercih
etme sekimde, kendini ortaya koymakür. işte bu, kişinin
imammn derecesini, zayıflık ve kuvvethhğt-nin bir
göstergesidir. 3400[8]

7- Ayetlerimiz ona okunduğunda, sanki hiç işitmemiş gibi,


sanki kulaklarında ağırlık varmış gibi, kibirlenerek sırt
çevirir. Ona acıklı azabı müjdele.
O Allah'ın ayetlerini alaya alan ve ona karşılık boş sözler
satın alanlar. Herhangibir bayanın mahrem yerlerini teşhir
eden şarkıyı, O'mm ayetlerine tercih edenler, kibirlenerek
Kur'an'dan uzaklaşanlardır.
Müfessirlerimiz bu ayeti tefsir ederken, "türkü dinlemenin
caiz olup olmadığı konusunda bilgi edinmek isteyen
kişilerin, Lokman suresi 6.-7. ayetlerine bakması gerekir"
diyorlar. Abdullah, ibni Mesud; "lehvel Hadis" şarkı
dinlemektir diyor.3401[9]
Bu konuda Gazali de "İhya-u ulumiddin" isimli eserinde
uzun izahlardan sonra özetle : şarkının sözlerinde küfrü
gerektiren bur durum yoksa. Allah'ın haram kıldıklarını
helal, helal kıldıklarını da haram gösteren cümleler yoksa.
Belirli bir şahsın da gıybetini yapmıyorsa, insanları da
nifaka sokacak değilse, böyle şarkıları dinlemek caizdir"

3399[7]
Semerkandi Bahr-iil ulum 3119
3400[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/170-171.
3401[9]
Tefsiru İbni Mesud 2/479, Hakim Müstedrek 2/411
der. Kuşeyri ve Zehebi gibi alimler de Gazali'nin bu
görüşündedirler.
Tabiki bu şarkı kişiyi; Kur'an-dan ibadetten alı
koymamalıdır. Allah'ın ayetlerinden insanı alıkoyan herşey
"Lehv'dir"
İşte Allah'ın ayetlerini alaya alan kişilere ayetlerimiz
okunduğu zaman, kibirlenerek geriye döner. Sanki
işitmemiş gibi, duymamazlıktan gelerek, sanki kulağında
sağırlık varmış gibi.
Günümüzde de öyle insanlar vardır ki, konuşurken ayetten
bahsedilince, kibirlenerek hemencecik yüzünü çeviriverir.
Yüz hatları değişir, sararır solar, ne diyeceğini bilemez ses
tonunu değiştirerek, içine düştüğü durumu kurtarmaya
çalışır ve büyüklük taslar.
İşte böyle insanlara; "acıklı, elem veren azabı müjdele" Bir
önceki ayette; "alçaltıcı azabdan" bahsedilirken bu ayette de
"acıklı, elem veren azabdan" söz edilmekte.
Kişinin makamı, mevki ne ise, bu azabı hak etmiş ise
bundan kurtuluş olmayacaktır. Hemde bu azab,
sevdiklerinin peşinden giden kişilerin gözü önünde
verilecek bir azabdır. Kur'an ayetleri okunduğunda ondan
yüz çeviren kişi, tıpkı doktora gidip doktorun tavsiyelerine
uymayan, verdiği yemek ve ilaçları zamanında almayan kişi
gibidir. Doktor nasıl ki bu hastasını o İsrarlarına rağmen
tedaviye devam ediyorsa, bizde bu insanların manevi
tedavisi için canla başla, bıkmadan usanmadan, Allah için
çalışmalıyız. 3402[10]

8- Şüphesiz iman edip salih amel işleyenlere mı i m


cennetleri vardır.
9- Allah'ın gerçek bir va'di olarak, orada ebedi kalacaklardır.
O Aziz'dir, Hakim'dir.

3402[10]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/171-172.
İman etmeyenler alçaltıcı ve elem veren azabın içine
giderken, "iman edip salih amel işleyenler" için de "Naim
cennetleri" vardır.' Hertürlü nimetin bolca bulunduğu bir
cennettir. Orada ebedi kalırlar.
Biz bu dünyada bir bahçe veya bir ev kurmaya kalktıkmı,
bunu kuruncaya kadarda kendimizden bir çok şey
kaybederiz. Artık ağzımızın tadı kaçmaya başlar. Cennet
böyle değildir. Nimetler her an tazelenir.
Allah'ın vaadi haktır. Vaâd edilen bu şeyler elbet birgün
gerçekleşecektir. O, herşeye gücü yeten, hükmeden, hüküm
koyan, hükmünde de hikmet sahibi olandır. 3403[11]

10- Gördüğünüz gökleri direksiz yarattı ve sizi sarsar diye


yeryüzüne dağlar bıraktı ve orada bütün hayvanları yaydı.
Gökyüzünden su indirdik ve orada her güzel çiftten
nicelerini bitirdik.
Allah(cc) gökleri direksiz olarak yarattı, sizde
görüyorsunuz. Buradaki "görüyorsunuz" da anlam biraz
eksik kalıyor" Görüyorsunuz semanın direksiz olduğunu"
şeklinde anlaşıldığı gibi, "Allah semayı direksiz yaratmıştır
görüyorsunuz" anlamı da vardır.
Yani gökyüzünde güneş herhangi bir yere dayanmadan
durmakta birde, "Allah direksiz olarak yaratmıştır. Ama siz
onun nasıl durdurulduğunu görüyorsunuz" anlamındadır.
Onunda belirli kanunları vardır. O kanunlar çerçevesinde
cereyan etmektedir.
Allah(cc) yeryüzüne dağlan çivi gibi çakmıştır. Dağlar,
dünyanın kendi ekseni vede güneş etrafında dönerken,
üzerinde sallanmamanız vede dünyanın dengesinin
sağlanması için yaratılmıştır.
Yine Allah(cc) yeryüzüne hayvanları, herçeşit canlıyı yaydı.
Dünyanın her tarafında iklimine göre canlılar yayılmıştır.

3403[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/172-173.
Kutuplarda beyaz ayılar, Afrika'da maymunlar, güney
kutbunda ise foklar, bulundukları coğrafi iklime uygun
olarak yayılmışlardır. Bazı canlılarda vardır, dünyanın bütün
iklim şartlarında yaşayabilecek kabiliyettedirler ki,
insanoğlu bunun başında gelir.
Gökyüzünden suyu indirdik ve o yeryüzünde her nimetten
çift çift, güzel bir şekilde bitirdik. Yani yağmurların
yağması ve bu sayede her-türlü nimetin bitmesi de,
Allah(cc)'ün bir lutfudur.3404[12]

11- İşte bunlar Allah'ın yarattıkları. Gösterin bana, Onun


dışındakiler ne yaratmış.? Hayır!! zalimler apaçık bir
sapıklığın içindedirler.
Allah'ın kanunlarını kabul etmeyip, kitabını okumayan ve
ondan başka ilahlar kabul edenlere, Allah (c.c); "gösterin
bakalım!! başka ilah-kabul ettikleriniz ne yarattı.?" Öyle ise
neden benim kanunlarıma ve emirlerime değil de, benden
başka -kanun koyucular olarak- kabul ettiklerinizin
kanunlarına uyuyorsunuz.? İşte bunlar zalimdirler.
Zalimlerde apaçık bir sapıklığın içindedirler." diyor.
Zalim deyince; insanlara eziyet ve işkence yapan demektir.
Asıl en büyük zalimler, yönetici kadrodur. İnsanları Allah'ın
yolundan alıkoymak suretiyle onlara zulüm etmiş kişilerdir.
Haddi aşmış kişilerdir. Onlarda apaçık bir sapıklık
içindedirler. 3405[13]

12- And olsun biz, Allah'a şükretmesi için Lokman'a


hikmeti verdik. Kim şükrederse kendinedir. Kim de
nankörlük yaparsa, şüphesiz Allah Ganidir (kimseye muhtaç
değildir.) Hamiddir.
Hikmet: Kişinin sözünde ve amelinde, sağlam bilgi ile
dengeli bir şekilde konuşup, hareket etmesidir. Kısaca sözde
3404[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/173-174.
3405[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/174.
ve amelde isabetli olmadır. Hikmetin verilmesinin sebebi
olarak da Allah'a şükretmesi gösterilmekte. Zaten verilen
her nimetin sebebi Allah'a şükretmek içindir.
Mesela ellerimizi vermiş, onlarla rabbe şükretmek için. Elin
şükrü de; onu yaratılışı doğrultusunda çalıştırmak ve
kullanmak demektir. "Çok şükür yarabbi" dese bu dilin
şükrüdür. Elin şükrü iyi işler yapmak, sevilmesi gerekeni
sevmek, dövülmesi gerekeni de dövmektir.
Kim rabbine şükrederse kendine şükretmiş olur. Faydası
kendisine olur. Allah'ın insanların şükrüne ihtiyacı yoktur.
Hz. Adem (a.s)dan son insana kadar bütün insanlar
istisnasız şükretse; Allah'ın ilminde, gücünde, mülkünde bir
artma olmaz. Tam tersi olsa yani isyan etseler; yine
mülkünde, ilminde, gücünde bir eksiklik olmaz.
Kim Allah'a nankörlük yapıp, onu inkar ederse, Allah
herşeyden müstağnidir. Kimsenin imanına, şükrüne,
ibadetine ihtiyacı yoktur. O kendi zatında övülmüştür. Asıl
bizim iman, ibadet ve şükre ihtiyacımız vardır. O'nu
övmemiz, bizim kendimize fayda verir. 3406[14]

13- Lokman, oğluna Öğüt vererek şöyle demişti:


Oğulcuğum, Allah'a ortak koşma, şüphesiz ortak kasmak,
büyük bir zulümdür.
Dünyanın neresinde olursa olsun, ne kadar büyük işkenceler
yapılırsa yapılsın, hiçbir zulüm büyüklükte şirki geçemez.
Hertürlü işkence ve eziyetin başı şirktir. Hapishanelerde
olsun, karakollarda olsun ve daha diğer müesseselerde
yapılan eziyetler; fuhuş, soygun, adam Öldürme, köşe
dönme, uyuşturucu ticareti gibi kötülükler, oradaki iman-
sızların kalbinde imanın olmayışından, acıma duygusunun
olmayışından vede o şirk devletinin sisteminden
kaynaklanmaktadır.

3406[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/174-175.
"Şirk" ile "şirket" kelimeleri aynı kökten gelmektedir.
Şirket: ticari bir müessesede, birden fazla kişilerin -hisseleri
oranında- söz sahibi olmasıdır. Şirk ise: bu alemde Allah'tan
başka hak ve yetkilere sahip ilahlar edinmektir. Yani
"Yarabbi evet, sen varsın, birsin, bu kainatı ve bu alemi
yarattın ama biz senin kanunlarına değil, şu adamın,
kanunlarına uyacağız" dedimi, işte bu şirktir. Onun
kanunlarına uydumu da artık ondan sonra meydana gelecek
bütün pislikler, o ortak koşma neti-cesi olarak meydana
gelir. 3407[15]

14- Biz insana anne-babasına karşı (iyilik yapmasını)


tavsiye ettik. Annesi onu zayıflık üstüne zayıflıkla
taşımıştır. Onun (sütten ayrılması iki senede olmuştur. Bana
ve anne-babana şükret, dönüş banadır.
Ankebut suresinin sekizinci ayetinde anlatıldığı gibi; "Saad,
genç yaşında müslüman olmuş, cennetle müjdelenen "aşere-
i mübeşşere'-dendir." Müslüman olunca, putperest annesi
Kabe'nin yanında meydan yerine çıkar ve "Ey Saad, tekrar
dinine dönünceye kadar burada durup, yemeyeceğim
içmeyeceğim"der. Bir nevi modern tabiriyle; açlık grevine
başlar. Vede bu, İslam tarihinde ilk açlık grevi yapan
kadındır.
Durumu öğrenen Saad ibni Ebi Vakkas, Hz. Peygambere
gelir ve durumu arz eder, bunun üzerine Ankebut suresinin
sekizinci ayeti nazil olur "Bütün insanlara, anne ve babasına
iyilikte bulunmalarını vasiyet ettik" yani emrettik
anlamındadır. Ayette anne ve baba ikisi birden
zikredilmekte, kişi herne olursa olsun anne ve babasına itaat
edecektir.
Bundan sonra da, annenin özelliklerine dikkatimizi
çekmekte. "Onu, annesi zayıflık üzerine, zayıflıkla taşıdı."

3407[15]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/175-176.
Yani hamileliğin başlaması ile annede bir zorluk güçsüzlük
başlar, hamileliğin ilerlemesi ile günden güne artan bir
zahmet, doğumdan sonra yine çocuğun bakımı, gece
uykularında rahatsız olması, 2-3 yaşına kadar kucakta
gezmesi, büyüyüp yürümesi, hep bir zorluk ve meşakkat
içindedir.
Ayet, annenin çocuğu üzerindeki hakkının, babaya nazaran
daha çok olduğuna işaret etmektedir. Hernekadar İsra
süresinde; "Rabbin kendisinden başka hiç bir ilaha ibadet
etmemeyi emretti, anne babayada iyiliği emretti" ayeti ile
ikisini de zikretse de, bu surede annenin çocuk üzerindeki
çektiği çileye dikkatmizi çekmekte.
Çocuğun annenin sütünden ayrılması iki sene içindedir. Bu
ayete dayanarak imam-ı Safi ve imam-ı Ebu Yusuf, imam
Muhammed; "süt kardeşliğinin, çocuğun ilk iki senesine
kadar olan. süt emme döneminde oluşacağını, süt emme
dönemi geçtikten sonraki dönemde emilen sütten dolayı süt
kardeşliği olmaz" demişlerdir. İmam Ebu Hanife ise
ihtiyaten; "Onun hamli(ana karnında taşınması) ve sütten
kesilmesi 30 aydır " ayetine dayanarak, 30 aya çıkarmıştır.
Buna göre iki değil 2,5 seneye kadar emerse süt kardeşi
olmuş oluyor.
Ayete dönersek; "Bana, Anne ve babana şükret." buyuruyor.
İsra suresi yirmi üçüncü ayetinde Anne ve babaya iyilik
yapmayı emrederken, bu ayetle de "Anne babaya teşekkür
etmemizi" emrediyor. Anne babayı her iki ayetle, Allah'a
ibadet'in arkasından getiriyor. Bu ayetlere dayanarak ulema;
"Rabbin rızası, anne ve babanın rızasını almaktan geçer,"
demişlerdir. Fakat anne baba inançsız olursa, o zaman .!!?
tabiki durum değişiyor.3408[16]

15- Hakkında bilginin olmadığı şeyi, bana ortak koşman

3408[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/176-177.
için, anne ve baban seni zorlarsa, sakın onlara itaat etme.!
Bu dünyada onlarla iyi geçin ve bana yönelenin yoluna uy.
Sonra dönüşünüz banadır. Yaptıklarınızı size haber veririm.
Eğer anne ile bahanız, müşrik olmanız için çalışırlar, hatta
zorlarlarsa. Senin, herşey olabileceğini ancak, sadece
mü'min olmanı istemezlerse.! Onlara itaat etme.
Fakat bu dünyada onlara yine de iyilikle arkadaş ol, sahip
çık. Sadece imansızlığı emreden sözlerine ve emirlerine
uyma. İnsani ilişkilerde onlara hürmet et, her türlü maddi ve
manevi yardımda bulun.
Bu konuya açıklık getirecek bir hâtıramı anlatayım;
"Müslüman olup daha sonra Cemil ismini alan Kore'li bir
din kardeşimizle tanıştım. Bizim İstanbul üniversitesinde
doktarasını tamamlamıştı. Bana şunları anlatmıştı; "Birgün
Anne ve babama müslüman olduğumu açıkladım. Babam,
budist dinine mensub bir profesör olduğu için, beni evden
kovdu. Ben de okulun pansiyonuna taşındım ve babama her
hafta tam 4 yıl düzenli birşekilde mektup yazdım. Daha
sonra üniversiteden mezuniyetimizde, Dekanımız -babamla
benim aramdaki bu durumu bildiği için- aramıza girip bizi
barıştırdı."demişti."
Tabiki bu konuda müslüman olup Cemil ismini alan bu
kişinin babasını hiç bırakmamasının büyük bir payı var.
Onun için iyilikten hiçbir kişiye zarar gelmez.
Bazen, "işte filanca kişiye iyilik yaptımda ondan kötülük
veya zarar gördüm" deniliyor. Bu, o kişinin tedbiri
bırakmasından ileri gelen bir şeydir. Diyelimki, birisine
borç para vermiş, sonrada ondan dolayı zarar eden kişi,
Kur'an'ın; "Bir borçla borçlandığınız zaman, onu bir yazıcı
katibin (noterin) huzurunda kayda alın" ayetine göre hareket
etmediğinden, tedbirini almadığından dolayı zarara uğramış
olur.
Bana yönelen, bana tevbe eden, teslim olan kişinin yoluna
uy. O da Hz. peygamberin yoludur. Allah'ın yoludur.
Yapılan herşey yazılmakta kayda alınmakta ve bunlar
birgün gelecek bize haber verilecek. Öyle ise kişi yaptığı,
söylediği duyduğu her-şeyden sorumludur. Bunların güzel
olmasına dikkat etmelidir. 3409[17]

16- Oğulcuğum, yaptığın (iyi veya kötü) iş hardal danesi


ağırlığında olsa, o da bir kayanın içinde veya göklerde veya
yeryüzünde olsa, Allah onu getirir. Çünkü Allah herşeye
nüfuz edendir, herşeyden haberdardır.
Lokman (a.s) oğluna olan öğütlerine devamla Lokman (a.s.)
yukarıdaki ayetle oğluna asla şirk koşmamasını öğütlemişti.
Bizde evlatlarımıza aynı şekilde ne surette olursa olsun,
Allah'a asla şirk koşmamasını, Allah'tan başkalarının yoluna
gitmemelerini öğütleyeceğiz.
Ancak Kur'an'a ve sünnete sarılmış salih insanların
yolundan yürünür, onların peşinden gidilir. Bu kişilerin
yolu, Allah'a boyun eğenlerin yoludur. Allah (c.c.) bu
kişilerin yoluna tabi olmamızı emrediyor.
Bu ayetle de; "yavrucuğum! eğer yaptığın amel hardal tanesi
kadar da olsa ki, "hardal" tanesi "Afyon" denilen haşhaş
tanesinden daha küçüktür. Kur'an öyle bir kelime
kullanmışki, hardal tanesinden daha küçük maddeler mesela
molekül veya atom, hatta atomun elektronları olduğu halde,
hardal tanesini seçmesinin hikmeti şudur; Yeryüzü in-
sanlarının çoğu hardalı bilir de, haşhaşı bilmez. Atom'un,
maddenin en küçük parçası olduğu gerçeği sonradan
keşfedildi. İşte Kur'an, seçtiği kelimelerinde bu şekilde
bütün insanların anhyabileceği kelimeler olmasına dikkat
eder.
İşte Lokman (a.s) oğluna; "yaptığın amel hardal tanesi
kadarda olsa, o da bir kayanın içinde kalsa veya yedi kat
semada olsa, Allah onları ahirette getirir" diyerek,

3409[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/178-179.
Amellerden zayi olacak hiçbirşey yoktur. Ayetle, amellerin
en küçüğünün bile Önemsenmesine işaret etmekte, "ya o
namazı kılsan ne olur kılmasan ne olur? O kadar parayı
versen ne olur vermesen ne olur" dememeli. Nasılki, insan
vücuduna bulaşan grip hastalığının çoğalması ile koskoca
vücudu mahvı perişan ettiği gibi o kadar küçüklükte anti
mikrop verilerek bu sefer de iyi edilebiliyor.
Aynı şekilde Allah indinde iyi bir amel kat be kat
çoğalırken, kötü bir amelde çoğalabilir. Oda kişiyi
mahveder. 3410[18]

17- Oğulcuğum, namazı dosdoğru kıl, iyiliği emret,


kötülüğü yasakla ve başına gelene sabret- Çünkü bunlar
yapılması gereken işlerdir.
Kişi, namazım kılar, Allah'a ibadet eder diğer insanları da
kendisi gibi ibadete çağırır, kötülük yapmalarına mani
olursa; bu sefer etraftaki inançsızlarda rahatsızlıklar ve
huzursuzluklar başlar. Namaz kılanlarla alay ederler veya
onları da kendileri gibi kötülüklere zorlarlar veya iyilik
yapmalarına engel olmaya çalışırlar. Maddi yönden zararlar
söz konusu olmaya başlayabilir. İşte bunlardan sana isabet
eden olursa, ona da sabret.
İşte bu da, işlerin en büyüklerinden, en kârlı olanlarındandır.
Yani namazı kılıp, iyiliği emretmek kötülükten alıkoymak
ve bunları yaparken de gelecek olan bela ve musibetlere
sabretmek en büyük işlerdendir buyuruluyor. 3411[19]

18- İnsanlara böbürlenerek surat asma, boyun eğme, yeryü-


zünde çalımla yürüme. Şüphesiz Allah böbürleneni, öğüneni
sevmez.
19- Yürüyüşünde mutedil ol. Sesini de kıs. Çünkü seslerin
en çirkini eşeklerin sesidir.
3410[18]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/179-180.
3411[19]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/180-181.
Bu ayetlerle Allah(c.c) biz insanlara, nasıl yürüyeceğimizi,
nasıl konuşacağımızı vede ses tonumuzun nasıl olması
gerektiğini? öğretiyor.
Kısaca şöyle diyoruz; Kur'an, bize kapı çalma âdabından,
devlet idaresine kadar herşeyi öğreten bir kitaptır.
Allah (c.c), Lokman (a.s)'ın dilinden bize; "insanları
küçümseyerek, başını döndürerek yüz çevirme vede
yeryüzünde böbürlenerek yürüme" diyor.
Sahabe, Hz. peygamberi anlatırken; "O hiçbir zaman
insanlardan yüz çevirerek, yönü bir tarafta, konuştuğu adam
başka bir tarafta olacak şekilde konuşmamıştır. Göğsü ile
beraber dönerek konuşmuştur." demişlerdir.
Konuşulan kişi, kim olursa olsun değer vermeli, kafirle bile
olsa küçümseyerek, hafife alarak, yüz çevirerek, yanak
bükerek konuşmamalıyız. Kur'an'da; "Güzelliklerin güzel
konuşulması gerektiğini" anlatan bir çok ayet vardır.
Yeryüzünde de yürüyüşün kibirli olmasın. Hz. peygamber
Uhud savaşında bir kılınç alır; "kim verir bu kılıncın
hakkını?" der, sahabeden biri; "ya Rasulallah onu bana ver"
der. Kılına alır ve kibirli kibirli yürür. Hz. peygamber; "bu
yürüyüş Allah'ın hoşuna gitmez" buyuruyor, fakat harp
meydanı olduğu için yürümesine müsade eder. 3412[20]
Allah kibirlenen vede başkalarına karşı büyüklük
taslayanlan sevmez. Yürürken orta halli yürü, yani zillet
içinde yürüme. Kibirlenerek te yürüme.
Mekke sokaklarında eğilerek yürüyen birini görünce Hz.
Ömer (R.A), onu doğrultur. "Sen doğru bir şekilde
yürüyebilirsin" der. Adamda; "tevazu olsun diye böyle
yürüyorum" deyince, Hz. Ömer "sen dinimizi öldürüyorsun,
müslüman kibirlenerek değil ama zillet içinde de yürümez,
şahsiyetli, heybetli, orta bir yürüyüşle yürümeli." der.
Konuşmanı da sesinin tonunu da orta halli tut. Gürültülü,

3412[20]
İbni Hisam 2/67
yukarıdan bakarcasma, kibir, gurur ifade eden sesle değil,
orta bir ses tonuyla konuş. Ayet böyle insanların seslerini
"seslerin içinde en çirkin olan eşeğin sesidir" buyurarak,
bundan sakınmamız emrediliyor. 3413[21]

20- Görmedinizmi? Allah, göklerdeki ve yerdekileri


emrinize verdi. Size açık ve gizli nimetlerini bolca verdi.
İnsanlardan bir kısmı ise bilgisi olmadan, yol göstereni
bulunmadan, aydınlatan bir kitabı olmadan Allah ile
tartışıyor.
12. ayetten 19. ayete kadar olan kısımda, Allah (cc) Lokman
(as)'ın oğluna olan öğütlerini, Onun dilinden bize
aktarıyordu. Özetlersek Lokman (as) oğluna; "oğulcuğum
namazını dosdoğru kıl, iyiliği emret kötülükten alıkoy,
Allah'a asla şirk koşma, çünkü şirk en büyük günahtır. Bu
.öğüt ve emirleri yerine getirirken, önüne çıkabilecek bela
ve musibetlere sabret. İnsanlara karşı kibirlenme, çokcada
zillet içinde olmadan, orta halli yürümeyi, sesini de normal
tutmasını bil" diye öğütlemişti.
Bu ayette ise, "göklerdeki ve yerdeki nimetlerini size verdi"
derken gökyüzünün nimetlerinden; yağmurundan,
havasından, Güneşin ışığı ve ısısından Ay'ın ışığından, vede
her ikisinin de zamanımızı tayin etmedeki faydalarından,
aynı zamanda yeryüzündeki topraktan, denizlerden,
sulardan, ormanlardan ve daha nice nimetlerden söz
ediliyor. Bunlar bizim bildiklerimiz. Daha bilmediğimiz
nice nimetler ve faydaları vardır.
Ayetin devamında, "Allah size açık ve gizli nimetlerini
bolca ihsan etmiştir." buyuruluyor. Yukarıda saydıklarımız
birer açık nimettir. Bir de görmeden ve farkına varmadan
istifade ettiğimiz nimetler vardır ki, onlarda açık olan
nimetlerden fazladır. Mesela bir göz nimeti o kadar pek

3413[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/181-182.
önemsenmez ama, insan bu nimetini kaybettiği zaman
farkına varabiliyor.
Ayrıca "İslam dini" de başlı başına bize bir nimettir.
"Ol maniler ki derya içreler, deryayı bilmezler."
Misali insan bu İslam nimeti içinde bile bazen onun kadrini
kıymetini farkedemiyor. Allah'ın nimetleri sayılsa kişinin
buna gücü yetmez.
Bazıları nimet deyince aklına ekmek geliyor. Günümüzde
fakir insanları da galeyana getirmek için, "Allah sana ne
verdi ki?" gibi hayli fakirlik edebiyatı yapıldı bu
memlekette. Ama ne hikmetse bunda da başarılı olamadılar.
İşte bu da Allah'ın diğer bir nimetidir. Hem de insana
giyecek, yiyecek gibi şeylerin az verilmesi, "o kişiye az
nimet verildi" anlamına gelmez. İnsanın bir gözü, bir iç
organı onun için bir nimettir. Sağlık başlıbaşına bir nimettir.
Hz. Peygamber (sav) hadisinde; "İnsan iki şeyde
aldanmıştır, Sıhhat ve Boş vakit." buyuruyor. 3414[22]
İnsanlardan öyleleri de vardırki Allah hakkında bilgisizce,
cahilane bir şekilde münakaşa ederler. Bunlar; Allah'ın
varlığı yokluğu, O'nun sıfatları ve O'nun hakimiyeti gibi
konulardır. Allah yeri göğü yaratmıştır, fakat insanın
yönetimini insana bırakmıştır gibi.
İşte onların Allah hakkında ne bir delilleri, ne yol
göstericileri, ne de onları aydınlatan, onlara ışık tutan bir
kitapları vardır. Allah'a hamd olsun, biz Allah hakkında
konuşuyoruz, onun varlığını, birliğini, sıfatlarını anlatıyoruz
ve ispata çalışıyoruz. Bizim elimizde kitabımız da, delille-
rimiz de, rehberlerimiz de var.
Kur'an, Allah'ı (c.c.) bize nasıl anlatıyorsa, biz öyle
anlıyoruz. Aklımız, o ilahi gücü, o yüce varlığı kavrayacak
güçte değil. Hz. Peygamber bir hadisinde; "Ya rahbi sen
kendini nasıl övüyorsan, sen öylesin" buyuruyor. 3415[23] Yani
3414[22]
Buharı Rikak , TirmiziZühd I
3415[23]
Müstüm salat 222
sen kendini nasıl tanıtıyorsan, ben öyle tanımaya
çalışıyorum diyor.
Kur'an'da, Allah (c.c) "alimdir", "herşeyi işitendir", "herşeyi
görendir", "her şeye gücü yetendir", gibi üstün sıfatlarla,
Rabbimiz bize kendini tanıtıyor.
İşte bizde, bu bize verilen bilgilerle, onu tanıyor, biliyor,
ona öyle iman ediyoruz. Kur'an'a göre değilde akıllarına
göre hareket edenlerde ikiye ayrıldılar; Allah vardır diyenler
vede Allah yoktur diyenler.
Allah vardır diyenler de ikiye ayrıldılar; Allah yeri göğü
yaratıp, yönetimi bize bırakmış diyenler, Bir diğeri de
Allah'ın sıfatlarında ihtilafa düşmüş olanlar vardır ki,
bunlarda Allah'ın yanında yer tanrısı, gök tanrısı gibi ilahlar
edinmişlerdir. Yani filozof dediğimiz kişilerin ortaya
koymuş olduğu fikirler doğrultusunda hareket
3416[24]
etmişlerdir.

21- Onlara "Allah'ın indirdiğine uyun" denildiğinde "biz


babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız" dediler. Ya
şeytan onları
alevli azaba çağırmışsa?
Kanunlar açısından ele alınacak olursa, mesela o
imansızlara; "Allah'ın kanunlarına uyalım" denildiğinde,
"biz atalarımızın kanunlarına uyarız" derler.
Bu tip insanlar her çağda mevcuttur. Küfür cephesinde
herhangi bir yenilik olmamıştır. 1400 yıl önceki, hatta daha
önceki ümmetlerin zamanındaki kafirlerde, bugünün çağdaş
denilen ateistleri de, tanrı tanımazları da biz atamızın
yolundan, onun kanunları doğrultusunda devam edeceğiz
diyorlar.
Birde, Tükiye'mizde olduğu gibi bazı insanlar; "ben
mü'minim" dediği halde, islam'ın kaldırıldığı dönemden

3416[24]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/182-185.
sonra dünyaya gelip, batı kanunlarıyla yönetilmeye alışmış,
islami olmayan kanunların etkisinde kalmışlardır. Örf ve
adetleri islami prensiplerin Önüne geçmiş, islam'a taban
tabana zıt bir şeyleri bile, "çevrem bana neder?" endişesiyle
yapmışlardır. Yani "İslam'ın herhangi bir emrini yerine
getirirsem, çevrem beni ayıplar" demektedir.
Bu, inançsız insanların, "biz atalarımızın yolundan gideriz"
mantığının etkisi altında kalmanın neticesidir diyoruz.
Şayet, şeytan onları yakıcı azaba davet ediyorsa, o zamanda
mı? babalarının yolunda gidecekler.
Zaten şeytan ve şaytanlaşmış insanlar, onları cehennem
azabına doğru götürmektedir.3417[25]

22- Kim iyilik yaparak yüzünü Rabbine teslim ederse,


muhakkak sağlam bir kulpa sarılmıştır. İşlerin sonucu
Allah'a aittir.
Kim yüzünü Allah'a teslim ederse, Ayet "yüz" ifadesini
kullanmış. Buna edebiyatta; "cüzi söyleyip, küllünü
(tamamını) kast etmek" denilir.
Yüz, insanın en önemli organıdır. Hatta insanın odak
noktası denilebilir. Zira yüz, diğer organların çalışmasının
göstergesi ve diğer insanlarla iletişim kurma yeridir. Mesala
Midemiz, Başımız gibi herhangi bir organımız ağrırsa
yüzümüzde hemen ifadesi ortaya çıkar. Biriyle konuşurken
ona doğru yüzümüzle yöneliriz.
İzmir Tıp Fakültesi Profesörlerinden biri; "O hale geldikki,
hastaların yüzüne bakarak kan guruplarını yüzde doksan
tutturur olduk" demişti. Tabiiki herhalükarda tahlilini isteyip
ona göre işlem yapıyoruz.
"Yüzünü yönelmek" insanın, mali ve bedeni ibadetlerle
Allah'ın rızasını kazanmayı arzu edip, onun emir ve
yasakları doğrultusunda yürümeye, hareket etmeye

3417[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/185-186.
çalışmaktır.
"Hasen" arabın dilinde güzel anlamındadır. Buna görede
"muhsin"; herşeyi güzel yapan, annesine babasına ailesine
olan görevlerini en güzel ekilde yerine getiren, Her an Allah
(c.c.) görüyormuş düşüncesiyle hareket edip Allah'a karşı
ibadet ve fillerini de en güzel şekilde yerine getiren kişidir.
Kişi Muhsin olarak Allah'a yüzünü teslim ederse, yani
kendini tesli-mederse "sapa sağlam kulpa yapışmış olur"
Ali-imran suresinde; "Hepiniz birden Allah'ın ipine
sanlınız" buyruluyor,(Ayet 103) Bu ipten maksat, Allah'ın
kelamı Kur'an'dır. Ayette geçen "cemian" kelimesi; siz
anlamına gelen "küm" zamiri: Topluca, hepiniz sarılınız,
anlamına geldiği gibi "Cemian" kelimesi: "hablullah"
kelimesinin hali olarak kabul edersek, bu sefer mana;
"Hepiniz Allah'ın bütün emirlerine sarılınız anlamına gelir."
İşte böyle topluca Allah'ın ipine veya Allah'ın emirlerinin
tamamına sarılsak, sağlam bir kulpa, kopması olmayan bir
ipe sarılmış, tutunmuş oluruz.
Bugün insanlar bir yere tutunuyor, tutunmak için de çeşitli
dernekler, vakıflar, hatta sistemler geliştiriyorlar. Bakkalın
bakkallar derneğine, sanayicinin sanayiciler derneğine kayıd
olması gibi, o sahada ayakta kalabilmek, sorunlarını
çözebilmek için, sosyalizim, kominizim, kapitalizim ve
bütün izim'ler, sistemler geliştiriyorlar.
Bir bakıyorsun senelerce peşinden gittikleri bir sistem,
birgün olup toplumu uçurumun kenerına getirip, iflas
ettiriveriyor. Allah'ın insana koymuş olduğu hayat sistemi
ise, en sağlam iptir. Bütün herkes buna sarılmalıdır, 3418[26]
Mesela en karanlık bir gecede, bir komando taburu, nehir
üzerine kurulan bir sağlam ipten tutunarak, nasıl karşı tarafa
geçip hedefe varabiliyorsa, aynı şekilde küfür
karanlıklarında insanlar Kur'an'a sarılsa hidayete, nura,

3418[26]
Bakınız Bakara 256
Rahman'a ulaşır.
Kur'an birde; "Allah'ın ipine sarılın" buyuruyor da, ipe
sarılanın eline sarılın demiyor. Herkesin ayrı ayrı ipe
sarılmasını istiyor. Filan hoca, filan şeyh Allah'ın ipine
sarılmış, bende onun eline sarılayım demek yanlıştır, O hoca
ile şeyhin görevi; insanları kendilerine sarilttırmak değil,
Kur'an'a, Allah'ın ipine nasıl sarılacaklarını öğretmek,
onların hangi hususta, hangi emrine uyup, hangisinden
kaçınacaklarını öğretmektir. Bütün işlerin sonu Allah'a
aittir. Ona dönecektir, sonucu tayin eden odur. Bütün iyi
işlerde, kötü işlerde, iyi insanlarda, kötü insanlarda Allah'ın
huzuruna dönecektir.
Ayetin diğer bir anlamı da; "işlerin sonucunu bu dünyada
tayin eden" dir. Bazan bu dünyada müslüman zayıf, kafir
kuvvetli gibi görünüyor. Zahiri görünüşe göre, Müslümanın
galip gelmesi mümkün değil gibi görünür. Mekke'lilerde;
"şu adam mı bize galip gelecek?" demişlerdi ama işin
sonucu öyle olmadı. Allah(cc) peygamberini zafere ulaş-
tırdı. 3419[27]

23- Kim inkar ederse, onun küfrü seni üzmesin. Onların


dönüşü bizedir, biz onlara yaptıklarını haber vereceğiz.
Şüphesiz Allah, göğüslerdeki özü bilir.
Hz. peygamber, bu insanlar niye müslüman olmuyor?,
bende bir ek-siklikmi var? diye üzülüyor, Hatta Taif den
dönüşünde; "Allah'ım kuvvetimin azlığından, çarelerimin
yokluğundan sana kendimi şikayet ederim" şeklinde
hüznünü, acizliğini dile getiriyor. 3420[28]
Böyle olaylar üzerine, Hz. peygamberin üzülmemesi için
indirilmiş bir çok ayet vardır. Kehf ve Yasin surelerinde;
"Onların bu sözü seni üzmesin", Şuara suresi 3. ayetinde;
"Neredeyse kendini onlar iman etmiyorlar diye
3419[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/186-188.
3420[28]
Es-siretün-Neheviyye İbni Kesir 21150
parçalayacaksın!" buyruluyor. İşte bu ayette de aynı
anlamda; "onların küfretmeleri seni üzmesin" buyrul-makta
ve Allah (c.c.) Hz. Peygamberi teselli etmektedir.
"Onların dönüşü banadır. Onların hesabını ben görürüm ve
yaptıklarını da biz haber veririz." Haber verme, siz şunu
şunu yaptınız şeklinde değil; yaptıklarının karşılığını biz
onlara gösterir, cezasını da veririz anlamındadır.
Şüphesiz Allah(cc) gönüllerde olanı dahi bilir. Değil
yaptıklarını, söylediklerini gönüllerinden geçeni de bilir.
Bakara 284. ayetinde; "Allah nefislerinizde olanı gizleseniz
de, açığa çıkarsanız da Allah onlardan sizi hesapa çeker."
Ayeti nazil olunca sahabe, Hz peygambere; "ya Rasulallah
kalbimizden öyle kötü şeyler geçiyorki, biz mahvolduk" de-
yince, Hz. peygamber yine; 3421[29]"Allah hiçbir nefsi
gücünün üstünde hiçbir şeyle mükellef tutmaz." ayetini
okur. Kötülük, kalbe ilk geldiğinde insanın buna gücü
yetmez ama ilk gelişten sonra, o kalbe gelen kötülüğü
hayalinde plan yapıp devam ettirmezse bir sorumluluk
yoktur. Fakat devam ettirirse sorumlu olur. 3422[30]

24- Onları biraz faydalandırırız, sonra kaba bir azaba


sürükleriz.
"Onları azda olsa bu dünyadaki çeşitli nimetlerden
faydalandırırız. Sonra da o yakıcı, kaba, kötü ve azabı çok
olan cehenneme atarız." Zaman zaman imansızlar,
müslümandan fazla imkanlara kavuşabilir. Bu onların
küfrünün artması için verilen bir nimet olduğu gibi, bu
dünyada faydalanmaları için verilmiş bir meta'dır. Bu
onların doğru istikamette olduklarının işareti anlamına
gelmez. Müslümanın da fakir olması, onun yanlış yolda
olduğunun alameti değildir. Bu bir imtihandır. Allah malı,
serveti, dünya imkanlarını dilediğinden alır, dilediğine verir.
3421[29]
Bakara 286
3422[30]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/188-189.
Dilediğine de dilediği kadar kullandırır.
Fakir mü'min ile zengin kafirin durumu şudur. Zengin; her
tarafı süslü zinetlerle dolu, çirkin bir kadın gibidir. Fakir
müslümanda; güzel ama üzerinde eski yamalı elbiseleri olan
bir kadın gibidir.
Müslümanlar son 150 yıl içinde bu fakirlik içine düşmüşler
ama, ondan önce l300 yıl daima hem dünya, hem de ahiret
nimetlerine sahip olmuştur. Son 150 yıldan bu yana kafirler,
yönetimi vede dünya imkanlarım ellerine geçirmişlerdir.
Eskilerin dediği gibi; "Tökezlemeyen at olmaz" veya
"Tutulmayan güneş olmaz." Tökezleme ve tutulma geçi-
cidir.
Mülkün sahibi olan Allah, yine bu mülkü müslümanların
emrine verecektir inşallah. Ayetlerde; biz onlara az bir
zaman verir, faydalandırır, sonra tekrar dünyada iken alırız.
Veya bu dünyada az faydalandırır, ahirette azaba atarız
buyurmaktadır. 3423[31]

25- Andolsunü, eğer onlara; "gökleri ve yeri kim yarattı?"


diye sorsan, "elbette Allah" derler. "Elhamdülillah" de,
onların bir çoğu bilmezler.
Onlara, "yeri göğü kim yarattı?" diye sorsan hepsi birden;
"elbette Allah yarattı" derler. Atalarının izinden giden
imansızlara, inkarcılara, sekülaristlere bu soru sorulacak
olsa, bu cevabı verirler. Bunu duyan bizim Müslümanlarda,
büyük bir marifetmiş gibi; "adam "Allah" kelimesini
söyledi, bu adamın aleyhinde konuşmamalıyız" kanaatine
varıyorlar.
Allah (cc.) ayetinde, geçmişteki imansızlarda aynı şeyi
söylüyorlardı diyor. "El Alim vel muteallim" isimli
kitabında imam Ebu Hanife bir adama; "inciden bahsedince,
adamın inciyi görmediği, bilmediği için üzümü eline alır,

3423[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/189-190.
galiba bahsedilen inci budur" dermiş. Bir başkası ayvayı
eline alır, ona inci dermiş. Bir başkası da toprak parçasını
alır; işte inci dermiş. Bunların üçüde inci hakkında bir şeyler
duymuşlar, ama inciyi bilmiyorlar.
Bunun gibi imansızlar da; "Allah yeri göğü yarattı" diye
duymuşlar, bilmişler ama Allah'ı tanımadıklarından dolayı,
herbiri kendi kendine bir ilah tarifine gitmişlerdir. Biz
insanlara sadece Allah'ın varlığını ve birliğini değil, aynı
zamanda O'nun sıfatlarını da anlatmamız gerekiyor. Bir
grub müsltiman kardeşimiz, Sadece Allah'ın varlığını ve
birliğini is-bat için çalışmakta, sadece "Allah vardır"
dedirtmek için uğraşıyor, bu
yeterli değil.
Günümüzde bazı imansızlarda; Allah'ı inkar etmiyor, onun
varlığını kabul ediyor, Ama Kur'an, haşa ve kella
geçerliliğini yitirmiş bir kitaptır diyor. İslam aleyhinde
makaleler yazıyor.
Deki Allah'a hamd olsun. Biz, Allah(cc) yeri göğü yaratır,
çiçekleri donatır diye inanıyoruz. Buna da hamd edeceğiz,
Allah, bize kendisini tanıttığı şekliyle iman ettiğimiz için,
biz "Allah'a hamd olsun" diyoruz. 3424[32]

26- Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'a aittir. Şüphesiz


o Allah zengindir hanide layıktır.
Şüphesizki Allah gani'dir, zengindir. Hiç bir şeye muhtaç
değildir. Hamid'dir, övülmüştür. Yeri ve gökyüzünü yaratan
O'dur. Yarattıklarının içinde herşey O'nundur. Yarattığı
içinde ayetler ve kitaplar indirir. Kitaplar indirmeye, ayetler
göndermeye, insanları yaratmaya hiç ihtiyacı yoktur.
İnsanların Allah'ın emir ve yasaklarına uymaması ona hiçbir
zarar, uymaları da ona bir fayda temin etmez. Fayda ve
zarar ancak insanın kendisinedir.3425[33]
3424[32]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/190-191.
3425[33]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/191.
27- Eğer, yeryüzündeki ağaçlar kalem olsa, denizler
mürekkeb olsa, ondan sonra yedi denizde yardıma gelse
Allah'ın kelimeleri tükenmez . Şüphesiz Allah herşeye gücü
yetendir, herşeye hükmedendir.
Bu ayetin bir benzeri de, Kehif suresi (ayet 109'da) geçmişti
"Deki denizler mürekkeb olsa, Allah'ın kelimeleriyle deniz
biter de, Allah'ın kelimeleri bitmez. Bu denize bir böyle
deniz daha eklense" Burada ise bu ayetin daha değişik bir
ifadesi var, "yeryüzündeki ağaçlar kalem olsa, denizler
mürekkeb olsa, denizler bitse de, buna yedi deniz daha geti-
rilse, yine de Allah'ın kelimeleri bitmez." buyruluyor.
Hergün Allah (c.c.) yeni bir iştedir. 3426[34] Doktorların bize
verdiği bilgilere göre, insan vücudunda hergün milyonlarca
hücre ölüyor, onun yerine milyonlarca hücre doğuyor. Ölen
hücreleri de, vucud boşaltım sistemi ile dışarı atıyor. Bunun
yerinede yiyip içtiğimiz maddelerden yenisi alınıyor. Tabiki
bu bir insanın vücudunda olan hadisedir. Bir de milyonlarca
canimin, milyonlarca hücrelerini saymak, yazmak acaba
mümkün olur mu?
İnsanoğlunun kendisinin yaptığı herhangi bir plan sayfalar
tutuyor, neredeyse en ince teferruatına varıncaya kadar
yapılan bir plan, çanta dolusu kağıt tutmakta. Kalemler
ancak kendi yaratılışları ile ilgili hikmet ve kelimeleri
yazmaya yeter. 3427[35]

28- Sizin yaratılmanız da, ahirette diriltilmeniz de birtek can


gibidir. Şüphesiz Allah herşeyi işiten herşeyi görendir.
Hz. Adem'den en son insana kadar bütün insanların
yaratılışı vede ahiretteki dirilişi bir insanın yaratılış ve
diriltilişi gibidir. Nasüki, önemli olan modelse insan için de
durum aynıdır.
3426[34]
Er-Rahman 29
3427[35]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/191-192.
Bir fabrika bir mamulü elde etmek için milyarlar harcar, onu
gerçekleştirdikten sonra yani ana modeli ürettikten sonra,
artık binlercesinin imalatına geçiyor. (mesela;buzdolabı,
televizyon, otomobil vb. gibi.) Önemli olan o ilk bir taneyi
yapmak onu yaptıktan sonra seri üretimde adet önemli
değildir.
İşte insanın yaratılışı da, diriltilişi de aynı şekildedir. Bir
insanın yaratılması kadar, ahirette diriltilmesi de
kolaydır.Şüphesiz Allah herşeyi işiten ve herşeyi
görendir.3428[36]

29- Görmedin mi? Allah geceyi gündüze katıyor, gündüzü


geceye katıyor ve güneşle ay'ı emrine amade kılıyor. Herbiri
belirli bir zamana kadar akıp gidiyor. Allah yaptıklarınızdan
haberdardır.
Bir Önceki ayette bütün insanların yaratılışını ve
diriltilmesinin tek bir insanın yaratılması ve diriltilmesi gibi
olduğunu bahsettikten sonra inanmayan, inanmamada da
inad eden insana Allah (c.c); görmedinmi, Allah geceyi
gündüze, gündüzü de geceye girdirmekte, bunu görüyorsun
buyuruyor.
Dünyanın 24 saat içinde, binlerce an değişmesi vardır.
Belirli bir vakte doğru akıp giden güneş ve ayı emrinize
veren odur. Milyonlarca yıldızı yine gökyüzünde, belirli bir
yörüngede tutan odur.
Bunları yapabilen, bunları heran kontrol ve emri altında
tutan ilahi varlık için; Milyarlarca insanı tekrar diriltmek
onların herbirine hayat vermek çok kolaydır. Şüphesiz ki,
Allah sizin yaptıklarınızdan haberdardır. Sizin nerede, nasıl,
ne şekilde hareket ettiğinizi bilir. 3429[37]

30- İşte bu, Allah'ın hak olmasından ve onun dışında


3428[36]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/192-193.
3429[37]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/193.
yalvardık-larımn batıl olmasındandır. Şüphesiz o Allah
yücedir, büyüktür.
İşte böylece bu ilahi güce delalet eden şeyleri bize
bildirdikten sonra; "şüphesizin o Allah haktır, gerçektir.
O'nun vaadi, kanunları, cenneti ve cehennemi haktır. Fakat
sizin Allah'dan başka çağırdıklarınız batıldır. Allah en yüce
vede en büyük olandır" deniliyor. 3430[38]

31- Görmedin mi? Allah'ın ayetlerini size göstermek için,


gemi denizde Allah'ın nimetiyie kayıp gidiyor. İşte bunda
çok sabredip şükredenler için ibretler vardır.
Allah'ın nimetiyie geminin denizde hareket ettiğini
gormedinmi? Bu size ayetlerini göstermek içindir. Suya
kaldırma kuvvetini verip, o geminin su yüzünde hareket
etmesini sağlayan Allah (c.c.)dür. Tabiat kanunu denilen,
bütün kanunların yaratıcısı Allah (c.c.)dür.
İşte bunda da bütün sabredenlerle, şükredenler için çok
ayetler ve çıkarılacak dersler vardır. 3431[39]

32- Dalgalar onları gölgeler gibi bürüdüğünde, dini yalnız


ona has kılarak Allah'a yalvarırlar. Onları karaya çıkarıp
kurtardığında, onlardan bir kısmı orta yolu bulur.
Ayetlerimizi ancak gaddar nankörler inkar ederler.
O imansızları, karanlık gölgeler gibi dalgalar bürüyü
verdiğin de; yani insanoğlu denizde gemi veya tekne ile
giderken, dalgalar sarıverip, batma tehlikesi ile karşı karşıya
kaldığı zaman, gerçekten ihlasla Allah'a dua ederler. Onu
çağırırlar.
Allah'a başka zaman inanmaz, dua etmez, ibadet etmezler.
Denizde böyle bir tehlike ile karşı karşıya kaldıkları zaman,
ölümle pençeleştiklerinde hemen bütün samimiyetleriyle
Allah'a yalvarırlar.
3430[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/194.
3431[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/194.
Evinde veya koltuğunda rahat içinde olan bir ateist adama
bu anlatılsa, vereceği cevap herhalde şu olur; "Ölürümde
demem" fakat gemiye bindirilip öyle Atlas okyanusunda
veya Hint okyanusunda biraz dalgalarla başbaşa
bıraktmızmı, o zaman herhalde değişir.
Fakat onları denizden karaya doğru kurtardığımızda;
birkısmı imansızlığına geri dönerken, bir kısmı da orta yolu
bulur. Yani İslama dönüverir. O olay, onun bazı hakikatleri
görmesine vesile olur.
Bugünlerde İngiltere'nin en ünlü adamının müslüman
olmasına sebep, denizde boğulma tehlikesiyle karşılaşmış
olması, olduğu dünya gazetelerinde yayınlandı.
Bizim ayetlerimizi hainlerle, inatçı nankörler inkar ederler.
"Kefür" nankör diye terceme edilir. Kafir kelimesinden
türetilmiştir. Nankör; verilen bir nimeti görmemezlikten
gelen demektir. Kafir de; Allah'ı görmemezlikten,
tanımamazhktan gelen adamdır. 3432[40]

33- Ey insanlar, Rabbinizden sakının!, Babanın oğula,


oğlunun babaya hiçbir fayda sağlamayacağı o günden
korkun. Şüphesiz Allah'ın va'di hakdir. Dünya hayatı sizi
aldatmasın, O aldatıcı sizi Allah ile de aldatmasın.
Bütün insanlara hitaben; Ey insanlar!! Rabbinizden
sakınınız!, O'nun emirlerine karşı gelmekten, yasaklarını
çiğnemekten sakınız. Ayet, "Ey insanlar" hitabı ile
başlamakta ve bütün insanları içine almakta, bazı ayetlerde;
"Ey iman edenler" hitabı ile başladığı için, o ayetlerde
mü'minleri ilgilendirmekte. Bazı müsteşrikler (batılı olup,
doğu ilimlerini ve dinlerini inceleyen kişilere verilen bir
ad.); Kur'an'ın sadece Mekke'lilere indiğini bütün
insanlığa hitab etmediğini savunmaktalar. Mantıklı
insanlar için bu yanlıştır. "Biz seni bütün

3432[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/194-195.
insanlara gönderdik" 3433[41] ayetlerini de görmemezlikten
gelmektir. Öyle bir günden korkun ki, o günde baba
oğlunun yerine cezayı
yüklenemez, oğlu da babasının yerine yüklenemez. Ne baba
oğlunun cezasını çeker, nede oğul babanın cezasını çeker.
Herkes kendi günahı ile başbaşa kalır.
Allah (c.c) Bunları örnek olarak veriyor. Bu dünyada insan
evladı için herşeye katlanır. Fakat ahirette Kıyametin
dehşeti o kadar fazla olacak ki, evladı için canından
vazgeçen insan, orada artık vazgeçemeyecek veya anne ve
babaya evlatları için canlarından vazgeçme fırsatı
verilmeyecektir.
Hiçkimse diğer bir insanın günahını yüklenmez, herkes
kendi günahının veya sevabının karşılığım yaptığı ölçüde, -
ne fazla nede eksik-alacaktır.
Allah'ın vaadi haktır. Mü'minlere cennet va'dedildiği için,
onlar cennete. Kafirlere de cehennem va'd edildiği için,
onlarda cehenneme gideceklerdir. Ahiret hayatı va'd ediliyor
buda gerçektir, bunda da hiçbir kimsenin şüphesi olmasın.
Dünya hayatı da sakın ha sizi aldatmasın. Dünyada çok
nimetlere sahip olanlar; "Allah bize bu nimetleri iyi
olduğumuz için verdi, biz doğru yolda olmasaydık
vermezdi" dememeli. Fakir olanlar da; "bizi neden hesaba
çekecek, malımız yok, mülkümüz yok, verseydi de hesaba
çekseydi" dememeli. Dünya hayatına, onun süslü, çekici
cazibesine kapılmamalıyız.
Evliyadan birinin dünya da bir giyecek elbisesi, bir de
elindeki bastonundan başka hiç bir şeyi yokmuş. Başka bir
evliyanın da hertürlü dünya nimetleri, yatları, katları
altınları vs. varmış. Dünyaya meyi etmeyen evliya, birgün;
"şu evliyanın yanma gideyimde, bunu Allah için uyarayım,
benim üzerime vazifedir" diyerek yola çıkar. Ve diğer

3433[41]
Sebe 28
zengin olan evliyanın evine varır.
Kapıda hizmetçiler karşılayıp içeri alırlar. Biraz
dinlendikten sonra, bastonunu hizmetçilerden birine vererek
evliyanın huzuruna girer, gi-rerkende bastonu aklına gelir;
"yahu bu hizmetçi bastona birşey yapar mı?" diye de
gönlünden geçirir.
Nihayet diğer evliyanın yanına varır ve sorar; "niçin bu
kadar dünya nimetlerine daldınız?" der. Diğer evliyada
cevap verir; "bu nimetler, senin bastonun kadar da olsa,
benim gönlümde hiçbir iz bırakmadı" der.
Mal varlığı çok olan insanlardan; "Allah beni çok seviyor da
veriyor" diyen aldanır. Mal varlığı hiç yok ama ibadeti çok
ve iyi olanlardan; "Allah benden iyi kulmu bulacak?" diyen
de aldanır. Kişi mevcut enerjisi vede gücü oranında, Allah'ın
çizdiği prensipler dahilinde ibadet etmeli.
"Aldatanlar, sizi Allah'la aldatmasınlar/' derken,
Günümüzde bazı insanlar, bazı insanları Allah ile
aldatmakta, Allah hakkında yanlış bilgi vermekte, Allah'a
imanı yanlış yönlendirerek aldatmaktadırlar.
Kendilerine göre İslam'ın tarifini vererek anlatırlar. Kişiyi
imanından vaz geçiremiyorsa, ona yanlış inançlar ve yanlış
bilgiler vererek, İslam yolundan ayırmaya çalışırlar.
Mesela Kur'an'ın indiriliş gayesi; İnsanları dalaletten
hidayete çıkarmak, zulmetten nura çıkarmak, insanların
aralarındaki ihtilafı gidermek, Allah'ın gösterdiği doğrultuda
hareket etmelerini sağlamaktır.
Biri de çıkar; "Kur'an'ı gece gündüz okuyacaksınız"
anlamını, manasını düşünmeyin onu okuyun derse!, işte bu
Allah ile aldatmadır. Yani Allah'ı vesile kılarak
aldatmaktır. 3434[42]

34- Şüphesiz kıyamet saatinin bilgisi Allah katindadır.

3434[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/196-198.
Yağmuru o indirir. Rahimlerde olanı o bilir. Hiçbir nefis,
yarın ne kazanacağını bilmez. Hiçbir nefis nerede öleceğini
bilmez. Şüphesiz Allah herşeyi bilendir, herşeyden
haberdardır.
Derslerime başladığımdan bu yana, Kur'an ayetlerini
çağımızın tekniği ve teknolojisine uygun tefsir etmeye fazla
yanaşmadım. Halbuki, bir zamanlar bu konu hayli ilgi ve
alaka topladı. Mesela gökyüzündeki ozon tabakasının
delinmesi teorisi gibi. Müslümanlardan da, bu konu ile ilgili
Kur'an'dan ayetler ve deliller getirmeye çalışanlar çıktı.
"1400 yıl Önce İslam bunu haber vermişti" deyiveriyorlar.-
Aynı şekilde bu ayeti delil gösterip; "Yağmurun ne zaman
yağacağını Allah'tan başkası bilmez. Rahimlerde olanın
erkek mi, dişi mi? olacağını Allah'tan başkası bilemez"
dediler. Halbuki, ayette geçen; "Rahimlerde olanı Allah
bilir. Yağmuru Allah indirir" şeklindedir. Yani "yağmurun
ne zaman yağacağı," "erkek mi, dişi mi?olacağı" lafızları
ayette yoktur.
Hz. Peygambere biri gelir. "Kıyamet ne zaman kopacak?,
memleketi kıtlık sardı yağmur ne zaman yağacak?, ben
hanımımla yattım benim çocuğum nasıl olacak?, bugün
kazandığımı biliyorum yarın ne kazanacağım?, nerede ve ne
zaman öleceğim?" diye sorular sorar. Hz. Peygamberde;
"ilmin anahtarları beştir, onları Allah'tan başkası bilmez"
deyip bu ayeti okur.Bakınız; 3435[43] Şimdi, "bilemez"
kelimesini biz hadise dayanarak söylüyoruz. Hadis sahihtir
fakat şunu da iddia etmiyoruz. Allah'ın bildiği insanların
bilemediği yalnız bu beş şeydir demiyoruz. "Gaybı O bilir,
şu anda bize gaib olan, göremediğimiz, duyamadığımız
şeyleri Allah bilir."
Birde, alametleri belirmiş yağmurun yağmasını tahmin
etmek gayet normal bir olaydır da, bir yıl sonra yağacak
3435[43]
Buharı Tefsiri Sureti En'am veTefsir-i Lokman, Ahmed Müsnet 2/122-2/24,52,58, Buharı İstiska
29
yağmurların zamanını ve yerini tahmin elbette insan
oğlunun gücünün üstündedir. Ayrıca hava tahminleri de
kesinlik ifade etmez, zaman oluyor ki, hava raporlarının tam
tersi bir durum ortaya çıkabiliyor.
Ana rahmindeki çocuğun erkek mi?, kız mı? olduğu
biliniyor. Bu bilgi ayete ters değil, Ayette; "Rahimlerdekini
Allah bilir" buyuruyor. Bizim bildiğimiz herşeyi Allah bilir
ama,Allah'ın bildiği herşeyi biz bilmeyiz. 3436[44] Bu ayetin
tefsirinde anlatılır; Süleyman (a.s)'ın yanındaki bir adama
Azrail (a.s) biraz dikkatli bakar. Süleyman (a.s) o yanındaki
adama; "bu azraildir" deyince Adam; Süleyman (a.s)'a "ne
olur rüzgara emret te beni Hindistana götürsün" der ve rügar
adamı götürür (Süleyman (a.s) emrine rüzgar verilmiştir,).
Sonra Süleyman (a.s) Azraile, "niye adama dikkatli baktın"
diye sorduğunda, Azrail; "ben o adamın canını Hindistan'da
almakla emr olundum, adam ise burada, hayret ettim!"
der. 3437[45]
İşte kişi ne zaman, nerede öleceğini bilemez. Ölüm
geldiğinde Allah'ın razı olduğu bir hal üzerine bulunmak ve
onun dininin yücelmesi için gayret gösteriyor olmamız en
güzelidir. Buda hükmü şehiddir. Rabbim cümlemize bunu
nasib etsin. Allah herşeyi bilendir, herşeyden
3438[46]
haberdardır.

3436[44]
Bu konudu geniş bilgi için bakınız; Şifa Tefsiri 3/52, En'am 59
3437[45]
Semerkandi Bahml-ulum 3126
3438[46]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/198-200.
SECDE SURESİ

Mekke döneminin ortalarında nazil olmuştur. Bu surede


Allah'a kulluk, Peygambere iman ve ahiret inancı üzerinde
durulmaktadır. Mü'minlerle kafirlerin aynı olmadığı, ışıkla
karanlığın farkı gibi farklı olduğu vurgulanıyor. Mü'minleri
dost edinmemiz, kafirleri de hidayete gelmeleri için gayret
göstermemiz gerektiği anlatılmaktadır. Otuz ayettir. 3439[1]

1- Elif-Lam-Mim.
Bu sure de Mekke döneminin ortalarında nazil olmuş. Allah
bu sureye üç harfle başlamış; Elif, Lam, Mim, Kur'an-ı
Kerim'de 19 surede harfle başlıyor. Bazı surelerde, bu
harflerden biri ile başlamışsa hemen ardından gelen birinci
veya ikinci veya üçüncü ayeti kerimeleri Kur'an-ı Kerim'den
bahsetmektedir. Mesela Bakara suresinin ilk ayeti buna bir
örnektir. Değerli tefsircilerimiz bunu şöyle yorumlamışlar.
Manasını Allah bilir. Ancak Allah (c.c.) böyle başlamak
suretiyle o günün Mekke müşriklerine olduğu gibi, kıyamete
kadar gelecek olan bütün imansızlara da bir meydan
okumada bulunmuştur. Mesela; "Eğer kulumuz
Muhammed'e indirmiş olduğumuz bu ayetler konusunda
şüphe içerisinde iseniz, buyurun bir surede siz
getiriniz"diyor.
Bu Kur'an, Arabın dili ile inmiştir. Yusuf suresinde Allah
(c.c); "Biz Onu anlayasmız diye Arapça indirdik"
buyuruyor. 3440[2] Yani Hz. Ebu Bekir'in, Ebu Cehil'in
konuşmakta olduğu dil, onların bilmekte olduğu kelimelerle
indirilmiştir. Elif, Lam, Mim, Nun, Sad, Kaf, gibi harflerden
meydana gelmektedir. Yani Kur'an-ı Kerim'in lafzının ana
maddesi olan harfler ve kelimeler müşrikler tarafından da
bilinmektedir.
3439[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/201.
3440[2]
Yusuf 3
Şu andaki imansızlar tarafından da bilinmektedir. Buyurun
Kur'an'm bir benzerini de siz getirin diye meydana
okuyarak, Allah (c.c.) bu tür surelere harfle başlamıştır
deniliyor. Bizde aynısını söyleyelim.
"Şu anda dünyanın her tarafındaki, Arap dilini çok iyi bilen,
Arap Edebiyatından nobel ödülü de alan insanlar var. Bu
insanlar bir araya gelsinler, dünyanın geliştirmiş olduğu
bilgisayardan da yararlansınlar. Arab'ın cahiliye
döneminden, günümüze kadar kullanılan bütün kelimeleri
bilgisayara yüklesinler. Sibeveyh, Kisai, Zemahşeri'ye kadar
bütün Arap dil bilimcilerinin kurallarını da bilgisayara
alsınlar ve dünyanın bütün bilim adamlarını da Meclisde
toplasınlar, bir heyet kursunlar, gök biliminden yer bilimine,
deniz biliminden, hayvan bilimine kadar bütün bilim
dallarındaki en üst seviyedeki insanları da toplasınlar ve
Allah (c.c.)'m indirdiği bir sureye benzer bir sure yazsınlar."
desek de yazamazlar. Bu güne kadar çeşitli denemeler
olmuş ama başaramamışlar.
Peki bu tür bir harekete kalkışan sapık insanlar diğer
insanlar tarafından nasıl değer kazanırlar? diyecek olursanız,
cevabı şudur. Hikaye olarak anlatılır. Fravun'a arkadaşı
sormuş; "Yahu Fravun! çocukluğumuz beraber geçti,
beraber oyun oynadık, sokaklarda beraber gezdik, beraber
acıktık, beraber doyduk, sende benim gibi bir insansın.
Kendi rablığım nasıl ilan ettin? ve buna nasıl inandın?"
Fravun cevaben; "ben inanmadım ama, inananlar olduğu
için ben de devam ettirdim. Yani bir defa rablığımı ilan
ettim, baktım ki inanan ve secdeye kapanan o kadar insan
var ki, bende devam ettirdim" demiş.
İşte imansızların imansızlıklarının, tutarsızlıklarının tutarlı
hale gelmesi, kabiliyeti zayıf, zayıf iradeli, kendine güveni
olmayan, şahsiyetsiz insanların teslimiyeti, bazı insanların
kendilerini ilahlaştırmasına sebeb oluveriyor.
İşte bir kısım surelerin bu tür harflerle başlamasının
hikmetlerinden bir tanesinin veya mesajlarından bir
tanesinin bu olduğunu müfessirlerimiz nakleder. Yani bütün
insanlığa bir duyuru. Kur'an bu harflerden meydana
gelmektedir, Bu güne kadar insanlar tarafından
yazılamaması bundan sonrada yazlamayacağının
3441[3]
işaretidir.

2- Kitabın indirilisi alemlerin Rabbi tarafından dır. Bunda


hiçbir şüphe yoktur.
Bu kitab'ın indirilişi alemlerin Rabbi tarafmdandır. Bu
konuda da hiçbir şüphe yoktur. Hemen hemen Bakara
suresinin baş tarafını bize hatırlatıyor. Rabbin tarafından
demiyor; "alemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir" diyor.
Yani bir tarafta Allah'ın kitabı, öbür tarafta Allah'ın yarattığı
alemler. Aleme bu ismin verilmesi, herşeyin Allah'ın
varlığına ve birliğine "alem" olduğundan, yani "işaret"
olduğundandır.
Ağacın dalında kıpırdayan bir yaprak, yerde rüzgarın
önünde sürüklenen bir gazel, Allah'ın ezeli ve ebedi
olduğunu bize ilan etmektedir. Bütün yaratılmışlar;
"Rabbim Allah" diyor 3442[4]

3- Yoksa "Onu (Muhammed) uydurdumu diyorlar?" Hayır


O rabbinden olan bir haktır. Senden önce kendilerine uyarıcı
gelmeyen bir kavmi uyarmak içindir. Belki yola gelirler.
Bu ayette Allah(cc), bütün bunlara rağmen Mekke'li
Müşrikler ve kıyamete kadar gelecek olan imansız kafirler,
alemleri gördükleri, bu alemdeki bir tek şeyi dahi
yaratamadıkları halde ve bunları yaratan birinin olduğunu
kabul etmek zorunda oldukları halde; Allah'ın gönderdiği bu
kitabı Muhammed uydurdu mu? diyorlar.
Mekkeli müşrikler sevgili Peygamberimizin durumunu
3441[3]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/201-203.
3442[4]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/203.
biliyor. Kırk sene beraber yaşadıkları, bu kırk sene
içerisinde Peygamber efendimizin çevresinden edindiği
kültürü biliyorlar. Peygamberimizin dil konusundaki
belağatini ve maharetini de biliyorlardı. Buna rağmen
"Muhammed bunu uydurdu mu? diyorlar" Buyuruyor Allah
(c.c).
O Rabbimiz tarafından indirilmiş bir hakikattir ve geçmişte
kendilerine bir uyarıcı gelmeyen toplumlar, hidayet bulsun
diye gönderilmiş bir uyarıcıdır. Sevgili Peygamberimizin
bizi uyarmak üzere gönderildiğini Allah bize haber veriyor.
O günün Mekke müşrikleri ve çevredeki insanlar
uyarılmışlardı, o peygamber varisleri olan insanlar vasıtası
ile de, kıyamete kadar bu Kur'an'la uyarılmaya devam
edilecektir.
Hepimiz Peygamber varisiyiz. Mirasımız, Peygamberimizin
bıraktığı bu Kur'an'ı açıklayan hadislerdir. Herkes gayreti
oranında bu mirastan bir bölümünü almıştır. Şu anda bu
kitabı okuyan müslümanların hepsinin kalbinde Allah
sevgisi peygamber sevgisi vardır. Allah'ın ayetlerinden hiç
değilse ihlas suresi vardır zihinlerinizde. Bu
Peygamberimizin Allah'tan alıp bize bıraktığı en güzel
mirastır.
Öyleyse kendimize olduğu kadarıyla başkasına da yardımcı
olmaya ve uyarıcı görevimizi yapmaya dikkat edeceğiz.
"Nezir" uyarıcı demektir. Nasıl ki bir yangın alarmı vardır
ve bu yangın için bir uyarıcıdır, bütün Peygamberler de
nefsine uyan insanların tuttuğu yolun sonunda cehennem
olduğunu, bir uçurumdan aşağıya düşüvereceklerini ve ora-
dan çıkışlarımnda mümkün olmadığını daha insanlar
ölmeden ve uçuruma varmadan peygamberler yol
kavşaklarına duruyorlar ve insanları uyarıyor.
Aynı zamanda Peygamberler "beşir"dirler. Yani cenneti
müjdelemektedirler. Yani hem bu dünyada cenneti
yaşatmak, nemde ahirette cennete ulaştırmak için "beşirlik"
görevini de Peygamberler yapmaktadırlar. O Peygamberin
yolundan giden biz mü'minlerde; bu günkü insanların,
dünyalarının da, ahiretlerinin de cennet olması için, Kur'an'a
göre hayatlarını yaşamaları ve yaşatmaları için gayret
göstermemiz
gerekmektedir.
Hocam sen ne diyorsun? Gazete ve televizyon haberlerinden
haberin yok galiba? Sen bu memlekette yaşamıyormusun?
Televizyonlarda milletin birbirlerine girdiğini
görmüyormusun? diyebilirsiniz. Ancak siz geminin kaptanı
olun. Güvertede insanlar kavga edebilirler. Geminin rotasını
Allah'ın çizdiği yola doğru yöneltmeye çalışınız. Kavgayı
bırakınız. Laf etmeyi bırakın, iş yapmaya başlayın.
Güzel bir söz vardır. Binlerce insanın olduğu bir salonda,
bir insan gelse de elektrik şarteîine basıp söndürüverse,
binlerce insan da orada bağırıp dursalar elektrik yanar mı!!?
Yanmaz, sabaha kadar elektriği kesen insana karşı "Allah
bunu kahretsin, Allah lanet etsin" deseler elektrik yanar mı?
elbette yanmaz. Ancak birisi kalkar sessiz sedasız elektrik
şartelini kaldınverirse elektrik yanar. Yani elektiriğin
düğmesine basmak gerekiyor.
İşlerin yürümesi için kaptan köşküne çıkıp rotayı Allah'ın
yoluna, İslam'ın çizdiği sıratı müstakime çeviriverin. Ondan
sonra güvertede kavga edenler de kavgayı bırakacak,
birbirleriyle barışacaklardır. 3443[5]

4- Allah'dır gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa


istiva eden. Sizin için Ondan başka bir dost ve şefaatçi
yoktur. Düşünmüyorm usunuz?
5- Gökten yere kadar bütün işleri Allah düzenler. Sonra
sizin hesabınıza göre bin yıl tutan bir günde, ona yükselir.
Yani göklerin ve yerin hakimi Allah (c.c.) Gökler ve yer

3443[5]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/204-205.
arasmdakiIeri de yaratan Allah (c.c.)'dür. O'nun
yaratmasının ve yönetiminin dışında kalmış bir şey yok.
Arşın üzerinde, gökyüzünden yeryüzüne kadar bütün işleri
idare eden Allah (c.c.)dır. Allah için büyük veya küçük iş
yoktur. O'nun için zor iş yoktur. "Ol" deyivermesiyle
oluverir.
Yaprağın kımıldamasından denizin derinliklerindeki parmak
ucu kadar küçük hayvanların; hareketi, rızkı ve yaşamasına
kadar her şey Allah (c.c.)'ın gözetimindedir. Sevdiğimiz ve
beslediğimiz vücudumuz da kaç tirilyon hücre olduğunu biz
bilmeyiz fakat Allah (c.c) bilmektedir. İnsanoğlu
vücudumuzdaki hücreleri tespit edecek kadar rakam bu-
labilmiş değildir. Allah vücudumuz daki hücrelerin sayısını
bilir, onların ihtiyacı olan rızkını onlara gönderir ki, biz
ayakta duruyoruz.
İşte gökleri ve yeri yaratan Allah (c.c.) insanların sosyal,
siyasal, hukuki bütün ihtiyaçlarını karşılamak üzere de
Kitabını (Kur'an'ı) indirmiştir.
Bizler tabiatı görüyoruz. Tabiattan imansız da yararlanıyor,
kafir de yararlanıyor, mü'minler de yararlanıyor, puta
tapanlar da yorumunda zorluk çekmesine rağmen bu
tabiattan yararlanıyorlar. Rabbim de bizim gözümüzle
gördüğümüz, kulağımızla duyduğumuz, elimizle tuttuğumuz
ve faydalandığımız şeylere dikkatimizi çekiyor. Bak!
Bunları yaratan Allah, bunları yöneten Allah, sizide
yönetmek üzere Kur'an'mı indirmiştir, ona uymanız
gerekir!!
Allah'ın bize göre çok uzun zamanda olması gereken
işlerinin kendi katında bir günde olduğunu, "Allah'ın bir
günde yaptığı işler, sizin sayımınıza göre, bin seneye denk
zaman içinde olur" buyuruyor.
Bunun böyle olduğunu bu gün bizde görüyoruz. İnsanoğlu
gökyüzü, yeryüzü denizaltı ve hayvanlar alemi ile ilgili
bilgilerde fevkalade mesafeler almış ve almaya da devam
etmektedir.
Fakat şunu siz hiç düşündünüzmü? İnsanlar bir konuyu
araştırıyor, sonunda bildiklerimizin yanında
bilmediklerimizin çok olduğu ortaya çıkıyor. Mesela son
günlerdeki kopyalanan bir koyun üzerinde konuşuluyor.
Koyun hakkında bilinenler, bilinmeyenlerin yanında çok
azdır. Bu herşey hakkında böyledir. Ama insanlık
öğrenmeye devam ediyor.
İnsan, koyun, arı, kelebek, çiçek, böcek, deniz, vb. gibi
yaratılmışlar, yaratilalı binlerce sene oldu deniliyor. Yani
araştırmacılar; "milyonlarca yıl önce yaşamış bir hayvanın
fosili bulunmuştur" diyorlar. Milyonlarca yıl önce Allah'ın
mükemmel bir şekilde yarattığını, insanoğlu şimdi
yaratmıyor, ancak bilmeye çalışıyor!!
Rabbimin altı günde yarattığını insanlık 6 milyon senede
değil, 6 milyar senede anlamaya çalışıyor. Yeni bir şey
yapmıyor. Parmağınızın ucu kadar bir ipek böceğinini
ipeğini cinliler İstanbul büyüklüğündeki bir fabrikada
üretiyor. Ama ipek böceğinin ürettiğine denk değil. Çin
ipeğinin metresi mesela 300 bin liradan satılırsa ipek
böceğininki 3 milyondan satılıyor. İpek böceğinin ürettiği
insanoğlunun ürettiğinin 10 katıyla satılıyor. Hiç bir zaman
birbirine denk olmuyor.
Rabbimin her yarattığının binlerce hikmetini, ilim bize
anlatmaya devam edecektir. 3444[6]

6- İşte O, gizliyi de açığı da bilen, herşeye gücü yeten,


merhamet edendir.
O Allah (c.c.) gaybı da bilir, gizli olanı da açık olanı da
bilir. O, her şeye gücü yeten ve kullarına rahmet eden ve
merhamet sahibi olandır. 3445[7]

3444[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/206-208.
3445[7]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/208.
7- Yarattığı herşeyi güzel yapan ve insanı yaratmaya
çamurdan başlayandır.
8- Sonra Onun soyunu, bayağı bir sudan yarattı.
9- Sonra onu düzeltti ve ona ruhundan üfürdü. Size kulaklar,
gözler ve gönüller yarattı. Ne kadar az şükrediyorsunuz
Herkesin yemeğe ihtiyacı olduğu gibi, "iman" etmeye de
ihtiyacı vardır. Yemek yemenizi nasıl ki, başkasının başına
kakmıyorsunuz, iman etmenizi de başa kakmayın. Yemek
içmek nasıl ki vücudunuzun bir ihtiyacıdır, iman da
kalbinizin ve ruhunuzun bir ihtiyacıdır. Bundan dolayı
Allah'a hamdü sena etmeniz gerekir. "Bana bu hidayeti
verdiğinden dolayı, Allah'a hamdü senalar olsun" dememiz
gerekir.
Allah (c.c.) herşeyi engüzel şekilde yaratmıştır. Ama bu en
güzellerin içerisinde, insanı daha güzel bir kıvamda
yaratmıştır. Yaratılışımız çamurdandır. Sonra erkekle
kadının bir araya gelmesiyle insanın menisinden
yaratıldığımıza dikkat çekiyor. Yaratılışımızın başlangıcı
toprak, devamı ise sudur.
Aynanın karşısına geçip bedeniniz güzelleşmesi için
çalışıyorsunuz. Sonra çalışmaya gidiyorsunuz? Neden?;
Kendi bedeninizi, eşinizi, çocuğunuzu beslemek, büyütmek,
kimseye muhtaç etmemek, sıhhat ve afiyet içerisinde
yaşatmak, helalinden kazanmak için.
İşte bu tenimize Rabbim dikkat çekiyor. Bu tenin topraktan
geldiğini söylüyor. Topraktan yaratılan bu insana beden
veriyor, kalp veriyor, göz veriyor, gönül veriyor, O'na
ruhundan üfürüyor.
Kur'an-ı Kerim'de "kalp" diye isimlendirilen şey bizim
bildiğimiz et parçası değildir. Manevi anlamda İnanan,
seven, kızan bir özelliğimiz varya işte kalp odur. İşte Allah
(c.c.) bunu bize lütfetmiştir. Bunu çamurdan yaratılmış bir
varlığa lütfetmiştir.
Bazı insanlar, Darvin nazariyesine inanıpta, "biz çamurdan
gelmedik maymundan geldik" diyebilirler. Siz bunlara da
acıyın, merhamet edin. Bunlar çocuk akıllı insanlardır. Olur
mu hocam? Bunu profesörler söylüyor. Olsi'n Profesör
olupta bunayan insan yok mu? bu memlekette? Bunlar
bunamış insanlardır. Onun için bunlara merhamet etmek
lazımdır.
İmansız insanlar, topraktan insanın çıktığına inanmazlar.
Onlara şöyle seylememiz gerekir. Topraktan çiçeğin, ağacın
çıktığını görüyorsun değil mi? Paristeki parfüm fabrikasının
ürettiği koku sayısı bellidir ve sınırlıdır. Ama tabiattan çıkan
her koku sayısı sınırsızdır. Tabiatta biten her çiçeğin kokusu
ve rengi birbirinden farklıdır. İnsanlık hala örnek ve önder
olarak tabiatı kendisine rehber edinmektedir.
Öyleyse Allah (c.c.) bu kara topraktan laleyi sümbülü,
karanfili, bülbülü çıkardığı gibi insanı da çıkarmıştır.
"Topraktan geldiğime inanmam" diyen bir adam kendisinin
nereden geldiğim bilmektedir. Doktorların ifadesiyle bir
meninin beş milyonda birinden küçük bir yaratıktan
meydana gelmiştir. İşte o küçücük yaratığa göz veriyor,
kulak veriyor, bir de gönül veriyor. Bu insanlığın
yapabileceği bir şey değildir. Bu güne kadar yapmak için
uğraşmış ama yapamamıştır. 3446[8]

10- "Toprakda kaybolduktan sonra, biz yeniden mi


yaratılacağız? dediler. Evet onlar Rablerine kavuşmayı inkar
edenlerdir.
Kafirler diyorlar ki, biz toprağın içerisinde kaybolup
gittikten sonra yeniden mi diriltileceğiz. Allah bizi nereden
bulacak? Yeryüzünde biz kaybolup gideceğiz diyenler için,
konunun izahını Bakara suresinin başında, iman bahsinde
vermiştim. Arzu edenler oraya bakabilirler.
Son günlerde bu imansız propagandası bizim müslüman

3446[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/208-210.
kesimde de görülüyor. Hocayım diye ortaya çıkan
arkadaşlarımızdan bazıları, kabir azabının olmayacağı
konusunda mantık yürütüyorlar.
Yani denizde boğulup ölen adamı Allah kabirde nasıl azab
edecek? diyorlar. Hindistan'da yakılan ve küçücük bir
şişenin içerisinde kül olarak toplanan insana Allah nasıl
kabir azabı verecek? diyorlarmış. Hindistana gitmelerine
gerek yok bizim bu geri zekalılarımızın. Edirnekapı
mezarlığına gitsinler mezarları kazıversinler, bakalım ne
görecekler? Hepsi toprak olmuş, binlerce yıl içerisinde
kemikler de toprak olmuş. Onlar ne olacak? Onlara sanki
Allah azab edemiyecek mi?, Allah onları toplayamaz mı?
"Benzemez hesabı hesabımıza" demiş Yunus Emre. Bunlar
şöyle birşey zannediyorlar. Geri zekalının biri, annesi
ölünce, cesedin yanına uzun şeritli teyblerden birini koymuş
"Bakalım melekler anneme ne soracak, annem ne cevap
verecek?" diye. 9 saat sonra gitmiş teybi çıkarmış, 9 saat
dinlemiş hiçbir sorgu sual yok. sonra hocaya; "bak teyb
burada baştan sona bomboş." demiş.
Hoca oğlum evlimisin" demiş adam "evet" demiş. Hoca;
"yatakta hanımınla yatıyorsun, hanımın senden önce uyudu,
sen uyanıksın, uykun gelmedi. Hanımın bir süre sonra
dehşet içinde uyanıyor ve sana da "niye uyandırmadın" diye
kızıyor. "Hayrola ne olduki?" dediğinde, "arkama bir yılan
düştü beni kovaladı, derken karşıma bir arslan çıktı ve ben
bunaldım. Bağırdım ve sen duymadın." dese, Peki sen
duydunmu?, onun rüyasında geçen bağırmaları ve kaçışları?
tabiki duymadın, ama o azabı çekti değilmi?." tıpkı böyle
bir azap demiş.
Azab, ruhen değil bedenen de çekiliyor. Bedenen azab
çektiğini nereden anlıyoruz? Vücudunun terlemesinden.
Kan, ter içinde kalıyor o çektiği sıkıntıdan dolayı. Ruhu
azab çekiyor gibi ama bedenden ter geliyor. İşte aynı
yatakta yatan karı ile kocadan biri cennette dolaşıyor, biri
cehennemde, biri keyif çatıyor, öbürüsü yılanların,
akreblerin arasında, ateş çukurlarında korkunç rüyalar
görüyor. İkisi de aynı yorganın altındalar.
Kabir azabını reddetmeye yönelen geri zekalılarımız,
"efendim.Hz. Adem'den bugüne kadar aynı kabre,
müsiümünda koyuldu, kafirde koyuldu. Bunlara nasıl azab
edilecek?" diyorlar. Azabı sanki kendisi yapacak., Allah
(c.c.) dilerse -aynı yorganın altında birisi azab gören, birisi
mutluluk gören insanlar gibi- kabirde de hem mutluluğu,
hem saadeti, hem de azabı aynı anda yaşatır. 3447[9]

11- Deki: "Size vekil kılınan ölüm meleği sizi öldürecek,


sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.
Hepimiz rabbimize döndürüleceğiz. Halkımızın dilinde
"Azarail"diye isimlendirilen bu kelime Kur'an-ı Kerim'de
"Melekü'l-Mevt" diye de geçmektedir. Yani ölüm
melekleri" anlamındadır. İkisini bir araya getiren
müfessirlerimiz; "Azrail: ölüm meleklerinin başıdır. Ve
onun emrinde görevli melekler vardır. İnsanların canını da
onlar alır, hayvanların canını da yine melekler alır."
demektedirler.
Hatta bu ayetin tefsirinde İbn Kesir bir hadis rivayet etmiştir
ki, "Ölüm meleği, bir sivri sineğin dahi canını Allah'ın izni
olmadan alamam" diyor. Buradan anlıyoruz ki, diğer
hayvanlarında canını alan meleklerdir. Bizim de canımız
melekler tarafından alınacak ve Rabbimize yöneleceğiz.
Öyleyse Rabbin huzuruna alnımız açık, kalbimiz tertemiz,
bütün vücudumuzda haram lokmalardan gelişmiş bir et
parçası bulunmadan, yüreğimizde Allah'a şirk koşmanın
kokusu dahi olmadan, varmaya gayret gösterelim. 3448[10]

3447[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/210-211.
Kabir azabı için bakınız; Kur'an'ı Kerim Mü'min suresi 46, Buharı Cenaiz 87, Müslim Cennet 67, Ahmed
Müsned 51271, Tirmizi fezail-ül Cihad25, Nesai Sehv 64
3448[10]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/211-212.
12- Rablerinin huzurunda başlarım öne eğerek; "Rabbimiz,
gördük ve işittik. Bizi (dünyaya) geri döndür de salih amel
işleyelim. Biz kesin olarak inandık" diyen suçluları bir
görsen.
Kafirlerin bu dünyada, peygamber sözü dinlememeleri ve
Allah'ın (c.c.) göndermiş olduğu kitaplara iman etmemeleri
neticesinde, bu dünya hayatında helali ve haramı
tanımamaları, haramlarla ömürlerini geçirme ve dünyayı
kan gölüne ve gözyaşına çevirmeleri vede insanların
birbirlerini yemesine vesile olduklarından dolayı, ahirette
mutlaka cezalarını çekeceklerini, Rabbim Kur'an-ı
Kerim'indeki ayetlerinde haber vermiş. Bir de diğer
Peygamberlerle gönderilen sahifelerde de haber vermişti.
Buna rağmen o suçlular, Ahirette, Rabbimin huzuruna
vardıklarında, yaptıklarını karşılarında gördüklerinde;
suçlarının altında önce kafaları ezilecek, yani utançlarından
kafalarını önlerine eğecekler.
Sevgili Peygamberimize ve O'nun şahsında bize diyor ki;
suçlu insanları, başlarını eğmiş olarak rabbin huzurunda bir
görsen. Bir görsen onları. İnsan suçlu olunca, sevdiği bir
büyüğünün Önünde onun yüzüne bakamayıp, başını yere
eğmesi vardır ya, işte bu dünyada iken peygamber sesine
kulak vermeyen insanlar, bütün suçlarının ağırlığı altında,
utanç içerisinde, başlarını rabbin huzurunda yere
eğeceklerini ifade ediyor Allah (c.c).
Orada Rabbimize yalvaracaklar "Ya Rabbi! Biz gördük. Biz
bu dünyada azabı gördük, dünya da iken inanmadığımızı bu
ahiret dünyasında gördük. Dünyada iken kulak
vermediğimiz Peygamber sözlerini bu dünyada işittik. Ne
olur ya Rabbi!" diyecekler. Fakat ata sözünde olduğu gibi;
"son pişmanlık fayda vermeyecektir."
Aklımız başımızda iken, elimiz ayağımız tutarken, bu
bedenimizi doyurmak, beslemek, ve tertemiz yerlerde
gezdirmek için, bu dünyada bir çok meşakkatlere, bir çok
çilelere katlanıyoruz. Ama ne kadar besleyebiliriz ki? 60-
70- 80- sene, o kadar. Sonu gelmez senelerde yaşanacak bir
diyara doğru çekip gidiyoruz. Bunu kimse inkar edemez.
Oraya doğru gidişi herkes kabul etmektedir.
Kabirden sonraki alem ile ilgili konularda inananlar ve
inanmayanlar var tabiki. Ama inkarcılar kabir ötesi
hayatında olduğunu gördüklerinde ve kötü amelleriyle karşı
karşıya geldiklerinde, "yarabbi! ne olur bizi geriye döndürde
iyi ameller işleyelim" diye rabbime yalvaracaklar. Fakat
fayda vermeyecektir diyor Allah (c.c). 3449[11]

13- Biz dileseydik herkese hidayetini verirdik. Fakat


benden; "Cehennemin tamamını cinler ve insanların bir
kısmıyla dolduracağım" sözü gerçekleşti.
Rabbim diyor ki, biz dilesek her nefse, her can sahibi insana
hidayetini de verirdik. Dileseydik verirdik. Ama Rabbimiz
hidayet veya dalaleti seçme hakkını insana verdiğini ayet-i
kerimeleriyle bize bildirmiştir.
"İki yolu da gösterdik insanlara. Dilerse şühedenlerden olur,
dilerse küfredenlerden olur" Yani "küfretme veya
şükretmeye meyletmek" dediğimiz şeyi meydana getirecek
olan, insanın bizzat kendisidir. Hür iradesinin neticesinde ya
sevab kazanacak, cennete gidecektir veya günah kazanacak,
cehenneme gidecektir.
Bakınız!! dünya hayatımızda biz canımızın ve tenimizin
rahat edeceği yerlerde irademizi kullanıyoruz. Birkaç
senelik ömrümüz için bunu yapıyorsak, sonu gelmez
senelerde yaşanacak biryer için de iyi tarafı, doğru tarafı ve
güzel tarafı tercih ediverelim.
Bazı insanlar ağızlarından çıkan kelimenin ne anlama
geldiğini dahi düşünmeden, "efendim işte filan, filan
ünlülerde cehenneme gidecekse cehennem şenlik yeri

3449[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/212-213.
olacak" diyorlar. Böyle diyen insanlara, hemen bir kibrit
yakın ve parmağını kibritin üstüne tutmasını isteyin.
Parmağını tutabilirmi? Kibrit alevi nedir Jci? Görüntüde
hiçbir şey değildir ama o kibritin alevine dahi
dayanamıyoruz biz. Parmağınızın ucu ateşte yanarken, diğer
taraftan herhangi bir şeyden zevk almanız mümkün değildir.
Öyleyse bu dünyada iken aklımızı başımıza alalım,
cehennemi görür gibi, cenneti görür gibi hareket edelim,
Rabbin rızasına muhalif iş yapmamaya çok dikkat edelim.
Rabbimiz diyor ki, dileseydik herkese hidayet verirdik. Yani
dile-seydim kafir insan yaratmazdım diyor. Yani dileseydi
insanlara küfretme meylini vermezdi. Ama hidayete veya
dalalete meyletme iradesini veriyor ve neticede hidayete tabi
olanların cennete, dalaletin yolundan gidenlerinde
cehenneme gideceğini ayetleriyle bildiriyor. İnsana hür
iradeyi vermiş ama o hür iradeyi iyi yolda kullanmaları için
Allah(c.c) Peygamberler göndermiş, son peygamber olarak
da Efendimizi (A.S.V.) ve Onun getirdiği Kur'an-ı Kerimle
insanlara kopya vermiş.
Yani bu dünya sahnesinde binlerce nimet verilmiş ki,
bunların her biri imtihan sorusudur, bu imtihan
sorularımızda başarılı olabilmemiz için Allah (c.c.) bize
kopye veren bir kitap ve kopyeleri de okuyuveren hir
nevffamber ve onların varislerini de göndermiştir. 3450[12]

14- Bu(kıyamet) gününüzü unutmanız sebebiyle(azabı)


tadın. Bizde sizi unuttuk, yaptıklarınızın karşılığı olarak,
ebedi azabı tadın.
15- Bizim ayetlerimize ancak şunlar iman ederler: Ayetler
hatırlatıldığında secdeye kapananlar, Rablerini hamd ile
teşbih edip, büyüklük taslamayanlar.
Allah'a secde ederken, Allah'a hamd-ü senalar ederken,

3450[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/213-215.
Allah'ı teşbih ederken, yani "sÜbhanallah, sÜbhanallah...",
"elhamdülillah, elhamdülillah..." derken hiçbir zaman
Allah'a karşı kibirlenmediğinizi de ortaya koymuş
oluyorsunuz. "Secde"ederken, hiçbir insan önünde
eğilmeyen, yukarılarda gezen başınızı Allah'ın huzurunda
secdeye kapatıyorsunuz. Secde ki, ayak hiz.amzdadır,
topraktan yaratılmış olan halılar, kilimler üzerine alnınızı
koyuyorsunuz. Yani topraktan geldik toprağa gideceğiz.
Ya Rabbiü, bu baş yücelerden yüce ola/ı Allah (c.c.)'a itaat
ve ibadet ettiği oranda yücelir. Onun için "subhane rabbiyel
Ala" "yüceler yücesi Allah (c.c.) teşbih ederim" diyoruz ve
oradan canımızı tenimizi yüceltiyoruz. Rabbimize ibadet ve
itaatle ruhumuzu ve bedenimizi yüceltiyoruz. Mehmet Akif
Merhum ne güzel ifade etmiş; "-O rükû olmasa, dünyada
eğilmez başlar."
Çanakkale'de Allah'ın huzurunda eğilen askerlerimiz,
düşmanın huzurunda eğilmemişler, cesetleri dağları
doldurmuş ama yurdumuza düşmanları doldurmamışlardır.
Günümüzde gazetelere bakınız, yazarlarımız, çizerlerimiz
birbirlerinin aleyhlerinde verip veriştiriyorlar. Biri diğerine
CIA ajanı diyor, diğeri de ona Mossad ajanı diyor. İkiside
Türk bunların. Fakat bütün bunların müşterek tarafları, yani
birlikte oldukları taraf; İslam'a yan bakışlarıdır. Rabbim
huzurunda bir defa olsun eğilmemeleridir.
Alnım secdeye koyan insanlardan; dinine, imanına, vatanına
ihanet eden insan çıkmamıştır. Rabbine secde eden, rabbine
rüku eden, rabbin huzurunda boyun eğen insan, düşmanın
önünde boyun eğmez.3451[13]

16- Yanlarını yataklardan (ibadet için) uzak tutanlar, ve


korkarak ve umarak Rablerine dua edenler ve kendilerine
verdiğimiz rizıkdan infak edenler (bizim ayetlerimize iman

3451[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/215-216.
ederler.)
Rablerinden korkarak ve ümitle dua edenler, gecenin bir
zamanında yanlarım yataklarından uzak tutarlar.
Buhari'nin bildirdiğine göre, Hz. Aişe validemiz;
"Peygamberimizin ayakları şişinceye kadar geceleri ibadet
ettiğini" haber veriyor.
Hatta Hz. Aişe validemiz diyor ki; "Ya Rasülallah,
Allah(cc) senin gelmiş ve geçmiş günahlarını affetti, hala mı
dua ediyor sun?" Efendimizde diyor ki; "şükreden bir kul
olmayayım mı?" Yani affı arttıkça şükrü artıyor.
Doğrusu da o değil mi? İnsanın sevdiği birisine karşı sevgisi
arttıkça, saygısı da artıyor. Ona karşı hata etmemek için
hassasiyeti artıyor. İşte Efendimiz (a.s.v.), Rabbine
yaklaştıkça ibadetleri daha fazla
artı veriyor.
Biz de Rabbimize olan bağlılığımızı devam ettirdikçe
ibadetlerimizi daha da artırmalıyız. Hatta bu ayetin
tefsirinde, Ebul -Leys es-Semerkandi şöyle diyor; Akşamla
yatsı arasında da yatsı namazını geçiririz diye uyumazlar.
Rabbin vermiş olduğu rızıktan da infak ederler. Mü'minlerin
vasıflarını sayarken şunları sıralıyoruz; Allah'ın ayetlerine
iman ederler, Allah'a secde ederler, Allah'ı teşbih ederler,
Allah'a hamd ederler. Allah'a karşı büyüklenmezler.
Büyüklenemezler ne demek? Kim büyükleniyor Allah'a
karşı? Bir çok imansız var ki, Allah'ın büyüklüğünü kabul
ediyor. Ama bu Müstekbirler diyorlarki, "Evet yeri göğü
Allah yarattı ama, Allah'ın bundan 1400 sene Önce koymuş
olduğu hükümlerden, emir veya yasaklardan biz daha iyisini
koyarız"
İşte bu kibirlenmedir, büyüklenmedir. "Allah'ın indirdiğini
Kur'an'dan bizim yazdıklarımız daha iyidir ve daha
değerlidir" demek müstekbirler arasına girmek demektir,
İnkarcılar arasına girmek demektir.
Yeri göğü Yaratan Allah'ı bir tarafta kabul edeceksin. O'nun
yarattığı mahlukatta bir tek kusur bulamıyacaksın, ondan
sonrada diyeceksin ki, Allah'ın kitabı Kur'an-ı Kerim'den
benim ağabeyim, benim amcam, benim sam amcam daha iyi
kanun koyar, ben ona iaat ederim!!!" İşte buna çağdaş
putperestlik denilir.
Mü'min ise Allah'a karşı kibirlenmez. Allah'a dua eder,
yatacağı zamanlar vardır, çalışacağı zamanlan vardır, ibadet
edeceği zamanlan vardır ve Allah'ın kendisine vermiş
olduğu nimetlerden de infakta bulunur Yani dağıtır. Nedir o
nimetler?
Akıl nimeti; Akıl nimetininde dağıtılması gerekir. İnsanlara
yol göstermelidir. İlim nimeti; İlim nimetini dağıtacaksınız,
okutacaksınız. Mal nimeti; O maldan da zekatlarınızı ve
sadakalarınızı vereceksiniz.
Makam ve Mevki nimeti', Belirli bir makama gelmişseniz o
alanların da hakkını vereceksiniz. 3452[14]

17-Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için göz aydınlığı olan


nimetlerden nelerin saklandığını hiçbir kimse bilemez.
Yaptıklarının karşılığı olarak, "bir mükafat olarak" Allah'ın
onlara vereceği nimetler Öyle nimetler ki, gözleri aydın
eden, pırıl pırıl yapan o nimetleri hiçbir nefis bilemez,
önceden kestiremez.
Onlar için Rabbimiz öyle nimetler hazırlamıştır ki, onları
gizlemiştir. O nimetlerle karşı karşıya gelince gözler pırıl
pırıl olacaktır, gözler aydın olacaktır ve mutlu olacaklardır.
Yaptıklarının karşılığı olarak bunlar verilecektir ama, hiçbir
can bunu bilemez.
Buradaki tarifin cennet için olduğunu söylemiş
tefsircilerimiz ama, "cennet" kelimesi açıkça ayette
geçmemektedir. Bundan da anlaşılıyor ki, diğer birçok ayet-
i kerimenin tefsirinde de görüldüğü gibi, bu dünyada da

3452[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/216-218.
yaptıklarımızın karşılığı olarak Allah (c.c.), öyle mutlu anlar
yaratır ki, amellerimizin neye vesile olacağını önceden
kestiremeyiz.
Şimdi şu soru soruluyor? İslam gelince ne olacak? İslam'ı
yaşarsak ne olacağını bayramlarda görüyoruz. Mesela
Kurban bayramından önce sorsalardı. İslam'ı yaşarsak ne
olurdu? deselerdi tarif etmemiz biraz zor olurdu. Yaşayınca
görüldü. Ancak bu yaşama, ferdi olarak değil, toplum olarak
yaşama olacak. Zaten İslam'ın bir topluma mutlu anlar
yaşatabilmesi için de, toplu olarak yaşanması gerekiyor.
Cumhurbaşkanından dağdaki çobana kadar herkes
bayramını yaşıyor. Önce hep beraber namaz kılıp, gücü
yetenler Kurban kesiyor. Bütün sokaklar tektemiz oluyor.
Üç günlüğüne vacip olan İslam'ın bir emri,
Cumhurbaşkanından dağdaki çobana kadar yaşanır hale
gelince, Genelkurmay başkanından erine kadar herkes
tarafından yaşanır hale gelince ne oluyor? Bütün sokaklar,
Kışlalar, karakollar, üniversiteler birkere tertemiz oluyor,
bayram temizliği oluyor.
Elbiseler rengarenk oluyor, ağızlarda şeker var, ağızlar tatlı,
ağızdaki kelimeler tatlı ve güllü, midelerimizde et,
zengininden fakirine kadar herkesin evine et giriveriyor.
Birde akraba arasındaki ziyaretleşmeler. Üç günlüğüne bir
vacip toplum tarafından yapılınca toplumsal bir değişim
meydana geliveriyor.
Önceden bunu kestirmek mümkün değil. Ama yaşanınca
oluyor. Eğer topyekün bir millet tekrar namazından,
zikrinden, fikrinden, mali, ticari, siyasi, her sahada Kur'an'ın
emrettiklerini yaşar hale gelince, dillerini yalandan,
gönüllerini iftiradan gıybetten, hasetten, şirkten te-
mizleyecek olurlarsa kulaklarını kötü sözlerden uzak tutup,
iyi sözlere kulak verecek olurlarsaki ayet-i kerimede; "Onlar
her sözü duyarlar, en güzeline uyarlar" buyuruluyor. 3453[15]
Gözlerin göreceği bütün manzaraları güzelleştirecek
olursak, hem gönül hanemizi hem de dış dünyamızı
güzelleştirecek olursak, bu dünyamızda cennet olur.
Bu dünyada cennet gibi bir hayat yaşayan, İslam'a göre
hayatını geçiren, İslam'ın o ılık ikliminde ailesiyle mutlu
hayatını yaşayan insanlar, cennette yaşayacak hale geldikten
sonra, Allah (c.c.) eceliyle beraber o insanları cennete
uçuruverir. 3454[16]

18- Mü'min olan, fasık olan gibimidir? Bunlar denk değildir.


Mü'min insanla fasık insan denk değildir, eşit değildir.
Mekke fethi esnasında sevgili Peygamberimizin yanına,
Mekke'yi temsilen Ebu Sufyan (henüz iman etmemiş)
geliyor. Sahabe-i Kiram'dan Aiz b. Amr'ı da yanına alıyor.
Efendimizin yanına girerken sahabeden biri takdim ediyor;
"Ya Rasülallah Ebu Sufyan'la, Aiz b. Amr geldiler" diyor.
Sevgili Peygamberimiz cümleyi düzeltiyor, "Aiz b. Amr'la,
Ebu Sufyan geldiler" diyor.3455[17] Yani sahabe uyarılmış
oluyor, onun şahsında kıyamete kadar gelecek olan bütün
mü'minler uyarılmış oluyor. Ne demek oluyor? Konuşurken
bile mü'minin adının önüne kafirin adını geçirmeyiniz.
Arkasından Peygamberimiz şu hadis-i şerifi irad ediyor.
"İslam yücedir. O'nun Önüne geçilmez, onun üstüne
çıkılmaz" diyor".
Yani Aiz b. Amr müslümandır, Ebu Sufyan ise o zaman
kafirdir. Ebu Sufyan'ın adını müsltimanın adının önüne
koymayınız. İşte denk olmamayı biz burada ortaya
koyuyoruz. Yoksa insani haklan, İslam'ın koyduğu kurallar
içerisinde verirken bu kurallara uyulacaktır.
İyilikle kötülük denk değildir. Aydınlıkla karanlığın denk

3453[15]
Zümer 18
3454[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/218-219.
3455[17]
Fethul Bari 31220, K. Cenaiz, Damkutni veFevaidi Ehi Yaladan naklen
olmadığı gibi, zehirle panzehirin denk olmadığı gibi, acı ile
tatlının denk olmadığı gibi, mü'minle kafirde birbirine denk
değildir. 3456[18]

19- İman edip ameli salih işleyenlere gelince, onlar için


yaptıklarına karşılık ağırlanmak için varacakları cennet
vardır.
İman edip amel-i salih işleyenler için o mc'va cenneti vardır.
"Me'va", sığınılacak yer, yarılacak yer, girilecek yer
manasına gelir. Yani mü'minlerin sığmağı olan cennetler
vardır.
Mahşer yerinde cennetten başka sığınılacak hiçbir yer yok
işte o cennete sığınılacak, o cennette konaklanacak. Bu
dünyada yaptıklarımıza karşılık Allah (c.c.) lutfıı
kereminde., rahmuinder ve merhametinden cennette
konaklatacak ve misafir safirlik geçici değil ebedi
olacaktır. 3457[19]

20- Fasıklara gelince, onların sığmağı ateştir. Oradan her


çıkmak isteyişlerinde oraya geri çevrilirler ve onlara "
Yalanla makda olduğunuz ateşin azabını tadınız!" denir.
"Fasık" burada imansızlığı ifade etmektedir. Yuni îtaaıtan
dışa çıkan, isyan eden fasık. Onlarında nğır.acp.ğı yer
cehennemdir. Cehennem ateşi yanmış alev alev insanları
bekliyor. Herkes ateşini bu dünyadan götürecektir. Bu
dünyada cehennem ateşinin bizde alev alması için bir
damlacık haram bırakmamaya, şirkten küfürden bir alev
alıcı madde bırakmamaya dikkat edeceğiz.
Üzerinde benzin olan bir adam ateşin yanından geçerken
alev alır. İşte cehenem ateşi yanmış bekliyor orada. Onun
üzerindeki sırat köprüsünden geçilecektir.
Eğer gönlümüzde şirkten, küfürden birşey varsa,
3456[18]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/220.
3457[19]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/220-221.
bedenimizde haram lokma varsa, gönlümüzde
kötülüklerden, dilimizde yalanlardan, iftiralardan,
gıybetlerden varsa, kulaklarımız bol dılemişse. gözlerimiz
hep haramlarda dolaşmışsa alevi oradan ahverir. Ayaklar
kötü yollarda dolaşmışsa, alevi oradan kapıverir Allah
korusun.
Rabbim, bu dünyada tedbir alın diyor. Ahirette tedbir
almanın faydası yok "Ya rabbi beni dünyaya döndür de
tekrar amel edeyim" demeniz size fayda vermeyecektir.
"Ne zaman o cehennemden çıkmak isteseler, geriye iade
edilirler. Çukurlar vardır orada, o çukurlardan çıkmak üzere
kenara doğru gelir ama kenarından yine içine doğru
atılırlar," diyor Allah (c.c). Ve de Melekler tarafından,
"dünyada iken yalanlamış olduğunuz bu ateşin azabını tadın
bakalım" denilir.
Hiç değilse yalanlamıyalım. Cehennem ateşinin varlığım
yalanlamı-yalım, cennetin varlığını yalanlamıyalım Yani
amentüdeki 6 iman esasına gönülden iman edelim. Ben size
yalvarıyorum. Amelimizde eksiklik varsa bile imanımız
tamsa, cennete kesinlikle gidilecektir.
Ama bir insan alnını hiç secdeden kaldırmadan ömür boyu
namaz kılsa, bütün günlerini oruçlu geçirse de arkasından;
"ben bunları spor için yapıyorum, yok canım öldükten sonra
insan dirilirmiymiş, ahiret diye bir şey olurmuymuş?" derse
ebedi cehennemde, kalır. Zira Rabbim bu ayette,"
yalanlamış olduğunuz cehennem ateşini tadın" buyuruyor.
İman'ın 6 şartına biz "Kur'an'da bildirilenlerin tamamı"
diyoruz.
Misal olarak, bir insan rakı içiyor, şarap içiyor, ama diyor
ki, "rabbim affet beni" Bunu yürekten söylüyor. Bir insan ki
hiç içmiyor. Adama, "ne güzel sen hiç içmiyorsun"
diyorsunuz, adamda; "yok canım haram olduğundan dolayı
içmemezlik yapmıyorum, İçki harammı olurmuş?
Çağımızda bunun haram olması mümkün değil. Ben
vücuduma zarar olduğu ve midem kaldırmadığı için
içmiyorum" diyor. Böyle diyen insanın cehennemden çıkma
ümidi yoktur. Ama rabbim beni affetsin diyen insanın işi
Allah'a kalmıştır. Allah onu dilerse affeder. Rabbim bir
ayetinde; "Allah dilerse şirk hariç bütün günahları affe-
der" 3458[20] diyor. Öyle olunca bir kere inancımızı sağlam
tutmaya çok dikkat edeceğiz. 3459[21]

21- Belki dönerler diye, onlara büyük azaptan önce, küçük


azabı tattıracağız.Yalnız ahirette mi azab edilecek?
Onlara o büyük azabtan önce de azab edeceğiz diyor Allah
(c.c). Cehennem azabından önce de azab edilecektir. Mahşer
yerinin, kabrin ve bu dünyada iken imansızlığın getirdiği bir
azab vardır.
İmansızlığın getirdiği azab nedir? şimdi ben "Amerika,
İngiltere azab içerisindedir" desem, bir çok insanımız şöyle
diyecek, "yahu hocam onlar bizden rahat, niye bunu
söylüyorsunuz?" Ben şöyle cevap vereyim; "Ben Avrupayı
gördüm, orada 1,5 sene kaldım. Paris'i gördüm,
Amsterdam'ı gördüm, Kö.ln'ü gördüm, iyi göreyim diye çok
iyi de gezdim. Size şunu söyleyeyim. Bir hayatınız vardır,
eşiniz, çocuklarınız var, geçim sıkıntısı çekiyorsunuz,
evinizin kirası pahalı geliyor, veya eviniz bodrum kattadır
ve siz bir çeşit sıkıntı çekiyorsunuz. Böyle bir hayatla,
mesela Nevyork'ta büyük bir alan içerisinde bir eviniz var,
eviniz önündeki bahçede her türlü çiçekler, meyveler var, o
evde rahat yaşayabileceğiniz bir geliriniz de var, eşinizin bir
arabası, sizin bir arabanız var, çocuklarınızın birer arabası
var, bunlarla işe gelip gidiyorsunuz. Çeşmenin birinden
sıcak su akıyor birinden soğuk su akıyor, dilediği her şey
evin içerisinde var. Şimdi bu hayatla, sizin hayatı mukayese
edersek tabiki o rahat."
3458[20]
Nisa 48,116
3459[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/221-223.
Böylesi bir hayatı biz istiyelim mi? isteyelim. Bu tarafını
istiyelim. İslami kurallar içerisinde bizim hayatımızda böyle
olsun. Ecdadımız bunu yapmış. Osmanlının eski evlerine
bakacak olursanız böyle bir hayatı islami kurallar içerisinde
başarmışlar. Fakat islami olmayan kurallarla bu neticeyi
alanlara bakıveriniz. Akşamleyin kocası bir tarafta hanımı
bir tarafta. Birisi bir başka yer de kendisine bir eş bulmuş,
öbürü bir başka yerde eş bulmuş. Sabah oluyor karıyla koca
arabalarına biniyorlar hastanedeki AİDS tedavisi gören
kızlarını ziyarete gidiyorlar. Oğulları ise o da bir başka
ahlaksızlığın içerisinde, o da eroinman. Yani imansızlık bu
tür hastalıkları da beraberinde getirmiştir.
Rabbim de; "inançsızlığın azabım, o büyük azab gelmeden
önce beri tarafta da biz onlara taddınrız" diyor.
AİDS hastalığı da, uyuşturucu hastalığı da, anne -baba
tanımamaz-lık hastalığı da imansızlıktan
3460[22]
kaynaklanmaktadır.

22- Rabbinin ayetleri hatırlatıldıktan sonra, ondan yüz


çevirenden daha zalim kim vardır? Şüphesiz biz suçlulardan
intikam alırız.
Ayetler kendilerine hatırlatıldığında, Ondan yüz çeviren
suçlu insanlardan mutlaka intikam alınır. Cehennemde
mutlak cezalarını çekerler. 3461[23]

23- Andolsun biz Musa'ya kitab verdik. Sen ona


kavuşacağından şüphe etme. Onu israil oğullarına hidayet
rehberi kıldık.
24- Sabredip, ayetlerimize iman ettiklerinden, onlar
arasından emrimizle yol gösteren imamlar kıldık
25- Şüphesiz Rabbin kıyamet gününde, ihtilaf ettikleri
konularda hükmedecektir.
3460[22]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/223-224.
3461[23]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/224.
Bu ayetlerde. Rabbim Peygamberimizin gözünün önüne
geçmişten bir sahneyi getiriveriyor.
Sana bir kitap verdiğimiz gibi, Musa'ya da bir kitap
vermiştik. Yani peygamber efendimizin yolunun yeni bir
yol, metodunun yeni bir metod olmadığını Allah (c.c.)
Peygamberimize hatırlatıyor. 3462[24]

26- Kendilerinden önceki nesillerden helak ettiklerimiz ki,


şimdi bunlar onların yurtlarında geziyor. Bu onları doğru
yola götürmedi mi? Şüphesiz bunda ibretler vardır. Hâlâ
kulak vermiyorlar mı?
Şu an biz bu ayet-i okuduğumuzda İstanbul şehrinde, daha
önce yaşamış insanların meskenlerini görüyoruz, surları,
kaleleri, sarnıçları, Roma'mn harabelerini, Mısır
Pramidlerini görüyoruz. Yani Allah'a isyan etmiş insanların
ne hallere geldiğini görüyoruz.
Bu dünyada iken azablannı tatmış bir kısım insanlar, Musa
(a.s.) ve O'na inanan bir avuç müslümana karşı mağlub
olmuşlar, denizde boğulmuşlar. Pramidleri yapabilecek güce
sahib Fravun, elinde yalnız asası, dilinde de Allah'ın kelamı
olan Musa (a.s.) karşısında mağlub olmuştur.
Yıllarca zulüm üzerinde kurulan İstanbul'un, "Allahû Ekber"
nidaları karşısında surlarını ve kapılarını müslümanlar açmış
ve İstanbul'u teslim almışlardır.
Allah (c.c); "Nice az topluluklar Allah'ın izniyle çok
topluluklara galip gelmiştir" diyor. (Bakara 249) Bütün
bunları görmek onlar için hidayet olmaz mı? diyor rabbim.
Yani şu anda ben koministim, ben ateistim diyen insanlar
bilsinler ki, 100 senelik kominizm de gitti ama Hz.
Adem'den beri uzun bir tarihi olan İslam 2000'li yıllara
girerken dünya gündeminde birinci sırayı alıyor.
Bu günün gazete ve dergilerine bakacak olursanız ki, yalnız

3462[24]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/224-225.
Türkiye'de çıkan gazeteler İslam'ın sesinin gür sedasını
bütün gönüllerde tatlı bir yankı meydana getirdiğini
yazıyorlar. Bu da dinimizin, hak bir din olduğunu
gösteriyor. 3463[25]

27- Görmüyorlar mı? biz suyu kurak yere sevkederiz de


onunla ekin çıkarırız ondan hayvanları ve kendileri yerler.
Hala görmüyorlar mı?
Allah (c.c), buğdaylar, arpalar çıkanyor, biz yiyoruz,
hayvanlarımız yiyor. Yani çorak ve ölü araziden yemyeşil
bitkiler çıkaran Allah (c.c.)'dür.
Bir kısım insanlarımız bazen ümitsizliğe düşüp "bu bizden
mi olacak" diyor, kendini beğenmiyor. Rabbim, çorak
araziye yağmur sularını gönderiyor, oradan yemyeşil otlar
çıkarıyor.
"Ben imansızım" diyen insanların da yüreklerine, o
Kur'an'm altı bin küsur ayeti rahmet damlaları halinde bir
inecek olursa, onların yüreklerinde Öyle bir iman çiçekleri
açar ki, herkes şaşar kalır. Ot bitmez arazilerden yemyeşil
otların, sebzelerin, meyvelerin, bembeyaz, masmavi
çiçeklerin, mor menekşelerin, kırmızı güllerin çıkışı gibi
insanların yüreklerinde de imanın çiçekleri bir gün
açıverir. 3464[26]

28- "Eğer doğru söylüyorsanız fetih (kıyamet) ne zaman?"


derler.
Bazıları, "Peki ama bu fetih ne zaman gelecek" diyorlar.
Buradaki "fetih"; insanların gözlerini açan kıyamet
alametleridir demiş alimlerimiz. Siz hep kıyametten
bahsediyorsunuz, bu kıyamet ne zaman gelecek
diyenlere 3465[27]

3463[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/225-226.
3464[26]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/226-227.
3465[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/227.
29- Deki; fetih (kıyamet) günü geldiğinde, kafirlere imanları
fayda vermez. Onlara zamanda tanınmaz.
De ki; o kıyamet geldiğinde, kıyamet alemetleri de
çıktığında kafirlere imanları fayda vermez. Yani mahşeri
gördüklerinde, kıyamet koparken iman etmeleri onlara fayda
vermez ve onlar hiç gözetilmez diyor Allah (c.c.) 3466[28]

30- Vazgeç onlardan ve bekle, şüphesiz onlar da


bekleyecekler.
Bırak onları, Onlar da beklesin, biz de beklemekteyiz,
diyerek Allah (c.c), Efendimize hitaben , kafirlere meydan
okuyor.
Bekliyeceğiz. Bakalım. Bekleyen görecektir. Neyi
görecektir? Dünya genelinde İslam'ın zaferini görecektir.
Üstad Necip Fazıl'ın dediği gibi;
Bekleyin, görecektir duranlar yürüyeni -Sabredin, gelecektir
solmaz, pörsümez yeni. 3467[29]

3466[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/227.
3467[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/227-228.
AHZAB SURESİ

Medine 'de, hicretin beşinci yılında nazil olmuştur, 73


ayettir.
Allah'a hamdolsun ki, Allah'ın kitabını anlamaya,
anladığımızla yaşamaya, yaşadığımızla Rabbimize hayırlı
bir kul olmaya gayret ediyoruz.
Eşimize, dostumuza, çocuğumuza, çevremize faydalı
olabilmek için zaman ayırırken, Allah'ın kitabını anlamak
için de zaman ayırıyoruz. Allah'ın kitabını anlamak için
ayırdığımız bu zaman, aynı zamanda bizim kendimize,
ailemize, çevremize, topyekün insanlığa faydalı olacak bir
zamandır. Bu yalnız roman okumak için ayrılan bir zaman
değildir.
Şimdi okuyacağımız ayet-i kerimeler bilgi edinme
kabilinden olmayacaktır.
Bizim "Hendek Harbi" diye bildiğimiz "Ahzab harbi" ile
ilgili bilgiler verdiğinden dolayı, Allah'ın bu sure-i celilesine
sevgili Peygamberimiz ve Ashab-ı; "Ahzab sûresi" ismini
vermişlerdir.
Tabiiki bu sure, yalnızca Hendek Harbinden bahsetmem
ektedir. Bu harbin dışında, toplumsal olaylarla ilgili
hükümler vardır. Ve bu sure-i celile'de günümüzün tartışma
konusu olan "tesettürle" ilgili hükümler de vardır.
Ahzab; "Hizb" kelimesinin çoğuludur. Hizb de, bu günkü
dilde "parti" olarak terceme edilebilir. Ama geçmişte sevgili
peygamberimize bu ayetler nazil olduğunda Hz. Ebubekir
de, Ebu Cehil de bu "hizb" kelimesinin ne manaya geldiğini
biliyorlardı.
Hizb: bir düşünce etrafında, tavırlarını ortaya koymak üzere
bir araya gelmiş, herhangi bir grubun adıdır.
Kur'an-ı Kerim'de Allah (c.c.) insanları iki gruba ayırıyor.
1- Hizbullah; Allah'ın tarafında olanlar, yani İslam'a iman
etmiş, Rasülüne gönül vermiş, Onun gibi olmaya çalışan,
O'nun yolunda yürüyen insanlara deniliyor. Bunların
karşısında olan insanlara da;
2- Hizbüş'şeytan; Kur'an'm ifadesiyle şeytan'ın tarafında
olanlar, şeytanın yanında olanlar, şeytana yandaş olanlar
demektir.
Ahzab: hizbin çoğulu, yani çeşitli düşünceye sahib veya
aynı düşünceyi paylaşan çeşitli devletler ve kabilelerin bir
araya gelmesi demektir.
Bedir'de mağlub olan müşrikler, Uhud'da bir ara galib, bir
ara mağlub durumdaki müşrikler, en sonunda galib duruma
geldiler. Bundan cesaret alarak, tekrar Mekke ve
çevresindeki bütün müşrikleri, Hıristiyanlar! ve Yahudileri
de kendi yanına alarak, Medine'ye saldırıp, beşikteki
çocukları dahi öldürmek suretiyle İslam'ın sesini ve nefesini
keseceklerini zannederler. Böyle bir amaç için toplucu
Medine üzerine saldırırlar.
İşte bu konuyu Allah (c.c), sevgili Peygamberimize, O'nun
şahsında da bize anlatır. Peki 1400 sene önce yaşanmış bir
hayatı, bir tarihi olayı bizim okumamızın ne faydası var?
Bizanslılar ile İranlılar arasında geçen bir harbi okumanımn
bir faydası var mı? Tarihçiler bunları okutuyorlar. Onlardan
ibret alınması için. Okullarımızda tarih kitaplan niçin
okutulur? Siyasiler, Sosyal Bilimciler, coğrafyacılar, kısaca
her dalda kafa yoranlar, tarihten dersini alır.
Bu sebeble geçmişte yapılanların bu günün insanlarına
anlatılması, geçmişteki insan aklının gücünden yararlanmak
içindir.
Kur'an-ı Kerim'in bildirdikleri ise, kesin doğrulardır. O'nun
dışındaki tarih kitaplarının yazdıkları ise tarihi yazan
insanın kanaatiyle, düşüncesiyle, hissiyle, heyecanıyla
bağımlıdır, sınırlıdır.
Kur'an'ın bildirdikleri ise, Allah (c.c.) tarafından bildirildiği
için kesin doğrulardır. Bu kesin doğrular, kıyamete kadar da
doğruluğunu ve topluma her çağda faydalı olacağını
gösterecek durumdadır.
İnsanların koyduğu ilkeler ise, onu koyan insanların aklının
gücü kadar insanlar üzerinde etki yapar. İnsanların gelecek
hakkındaki görüşlerinin gücü oranında devamlılık kazanır.
Halbuki çağları yaratan ve her çağdaki insanları da yaratan
Allah(c.c) bize, sevgili peygamberimizin hayatının bazı
bölümlerini veriyor. Çünkü O'nun karşılaştığı olaylarla
bizim de karşılaşacağımızı biliyor. O'nun yaptığı gibi
yapmamız gerektiğini ifade etmek üzere de Kur'an-ı
Kerim'den ayetlerini indirmiştir. 3468[1]

1- Ey Peygamber! Allah'tan sakın!, kafirlere ve münafıklara


itaat etine. Şüphesiz Allah bilendir, hükmedendir.
"Allah'tan sakın" derken, her hangi bir konu belirtmemiş.
Öyleyse bu, "Allah'ın (c.c.) yasakladığı her şeyden sakın"
anlamına gelir. Allah'ın emrettiklerini yapmamaktan sakın
anlamına gelir. Yapma dediklerine de riayet et, onları
yapma diye Allah (c.c.) uyarıyor.
Kafirlerle yapmış olduğun sözleşmelere riayet et. Kafir de
olsa, münafıkta olsa, Yahudi de olsa, Hıristiyanda olsa, eğer
bir sözleşme yapmışsan, sözleşmeye imzanı atmışsan, ona
muhalefet etmekten sakın.
Burada akla şu soru gelebilir. O sözleşmeyi yaparken dine
uymayan birşey yapmışsa? Öyle birşey olmaz. Çünkü
mü'min dine muhalif, Allah'a karşı gelen hiçbir yere söz
vermez, imza da atmaz.
Ama Medine'nin etrafında yaşayan, Beni Kurayza, Beni
Nadr, Beni Kaynuka yahudileri ile yapılan bir sözleşme
vardır. Bu sözleşmeye sadık kalınması istenmektedir.
Peygamber efendimizin daha sonrada sözleşmeleri
olmuştur. Sözleşmeyi bozan taraf olmaması istenmektedir.
Allah (c.c.) Maide suresi birinci ayetinde; "akidlere riyate

3468[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/229-231.
ediniz" diyor. Bu ticaret akdi de olsa, nikah akdi de olsa,
devletlerin birbiriyle yapmış olduğu sözleşme de olsa,
bunlara riayet edilmesi gerekir. Ama haram üzerine akid
olmaz. Yani arkadaşına; "söz veriyorum akşama geleceğim,
meyhanede içeceğiz " diye yapılan bu sözleşme haram üze-
rine yapıldığından sözleşme sayılmaz. Ama oraya kadar
gider de arkadaşını da oradan vazgeçilirse, bu sebeble
sözüne sadık kalabilir. Veya ikimiz beraber olalım, filan
adamı öldürelim diye de sözleşme yapılmaz. Haram üzerine
sözleşme yapılmaz. Meşru bir zeminde yapılan sözleşmelere
dikkat et, o konuda cayan taraf olmaktan sakın ve Kafirlere
ve Münafıklara itaat etme diyor. Allah (c.c.) Mü'min
karşısında Hizbu'ş-şeytan olanları da ikiye ayırıyor Allah
(c.c); Birisi kafirler, diğeri münafıklar. Kur'an-ı Kerim'in
"Kafir" diye isimlendirdiklerinin içerisine putperestler de,
Yahudiler de, Hıristiyanlar da girer. "Hocam Hristiyanlara
kafir diyebilirmiyiz" diye soranlara, bunu Rabbim diyor ben
demiyorum. "Allah, Meryemoğlu Mesihtir diyenler kafir
oldular" diyor. Allah (c.c.) 3469[2]
Yani bizim dememizin hiçbir değeri yok. Desek de,
demekes de, bir değeri yok. "Hocam çağdaş dünyada
yaşıyoruz, Hıristiyan dünyası ile ilişkilerimiz sürecek,
bunlara karşı kafir kelimesini kullanmasak olmaz mı?"
Geri zekalı olmanın anlamı yok. Adamlar geri zekalı
değiller. Adamlar senin neye inandığını biliyorlar. Sen
Kur'an- Kerim'e inanıyorsun, Kur'an-ı Kerim de de
Rabbim'in onlar için "Kafir" kelimesini kullandığını onlar
çok iyi biliyorlar. Bu konuda ingilrzce, Fransızca, Almanca
ve diğer dillerde binlerce kitap yazmışlar. Kur'an-ı Kerim'de
Hristiyanlara, Yahudilere kafir denildiği, onların ilim
adamları tarafından bilinmektedir.
Şimdi siz gideceksiniz Sorbon Üniversitesinde konferans

3469[2]
Maide 72,73,17
vereceksiniz ve diyeceksiniz ki, "biz hristiyanlara kafir
deyemiyoruz." Dinleyenlerden birisi size ayetin numarasını
söyleyiverecek. "Peki bu Kur'an'a iman ediyormusun?"
"Evet" ama "Kur'an böyle diyor" dediğinde ne diyeceğiz?
Hızbû'ş-Şeytan diye bilinen bu İslam'ın dışında kalan
insanlar iki gruba ayrılıyorlar. Karfirler ve Münafıklar.
Münafıklar da kafir ama, "Ben kafirim" deme cesaretini
göstermeyen şahsiyetsiz insanlar. Şahsiyetini ne kafirin
yanında, ne de müslümanın yanında gösteremeyecek kadar
korkak insanlar. Çıkarları için alçaklığın her çeşidine razı
olmuş insanlar.
Cami ile Kilise arasında kalmış, ikisinden birisine
girememiş insanlar. Menfaat kilisede dağıtıldığında oraya
koşan, camide dağıtıldığını gördüğünde hemen geri camiye
dönen, ikisi arasında koşması nedeniyle de ikisindende
yararlanamıyan insanlardır bu münafıklar. Bunlar inançsız
olupta, imanlı görünmeye çalışan insanlardır.
Buradaki münafık, sevgili peygamberimizin; "üç şey vardır
ki, bunlar kimde bulunursa onda münafıklık alameti vardır.
Konuştuğunda yalan söyler, emanete hıyanet eder, vadinde
durmaz" (Müslim İman 108, Buhari İman 24) dediği
münafık değil. Yalan söyliyen bir insan münafık değildir.
Münafıklık alametlerinden bir alamet onda bulunmaktadır.
Kur'an-ı Kerim'in burada kasdettiği münafık; gerçekte iman
etmediği halde, iman etmiş gibi davranan kişidir. Onlara da
itaat etme diyor. Dikkat ediniz!. "Kafirlere ve münafıklara
itaat etme" diyor Allah (c.c). Efendimizin şahsında bu emir
bütün ümmetedir, bütün mü'min-lere, bütün
müslümanlaradır. Kafire itaat edilmez, münafığa da itaat
edilmez. "Ben de müslümanım" deyip de İslam'ın dışında
emir ve yasakları dayatan insanlarada itaat edilmez.
Şüphesiz Allah her şeyi bilen, her şeye hükmeden,
hükmünde hikmet sahibi olandır.
Peki, kafirlere itaat edilmezse ne yapılır? Rabbim diyor
ki; 3470[3]

2- Rabbinden sana vahyedilene uy, şüphesiz Allah


yaptıklarınızdan haberdardır.
Rabbinden sana indirilene uy. Birileri dayatıyor. "Benim
koyduğum kurallara uyacaksınız" diyor. Allah (c.c.)da diyor
ki; Rabbinden indirilene, vahyedilene uy" Biz tercihimizi
zaten yapmışız ve Kur'an'a iman etmişiz. Allah'ın herşeyi en
iyi şekilde bildiğine iman etmişiz. Yaratanın yaşatanın ve
yönetenin O olduğuna inanıyoruz.
Allah (c.c.) bizim insani ilişkilerimizi, insanla tabiat
arasındaki ilişkileri, insanla rabbi arasındaki münasebetleri
düzenlemek üzere peygamberi vasıtasıyla Kur'an-ı Kerim'ini
indirmiştir. Biz o Kur'an'a uyacağız. Çünkü Allah, bizim
yaptığımız herşeyden haberdardır.
Bir iş yaparken, binlerinin bize baktığını görsek ne yaparız?
o işi güzel yapmaya dikkat ederiz. Kötü bir iş yapmaya
niyet etmişsek, o kötü işi yapmamaya yönelir, yapmaktan
kaçınırız. Rabbim bize bunu çokça hatırlatıyor. "Allah sizin
ne yapmakta olduğunuzu bilmektedir." "Allah sizin
yapmakta olduklarınızdan haberdardır" buyuruyor.
Yani Allah (c.c); "hayatınızı, sanki kameranın
önündeymişsiniz gibi düzenleyiniz" diyor. Kamera
bozulabilir, elektiriği kesilebilir, pili bitebilir ama Allah
(c.c) 24 saat bize bizden daha yakındır. 3471[4]

3- Allah'a dayan, Vekil olarak Allah yeter.


Ahzab; bütün İslam düşmanlarının bir araya gelmiş şeklidir.
Bütün İslam düşmanları bir araya gelmişlerse buna karşı
mü'min insan ne yapabilir? sualine cevaben, Allah(cc); "sen
Allah'a tevekkül et" buyuruyor.
Şu anda dünya genelinde imansızlar bir araya geliyorlar.
3470[3]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/231-234.
3471[4]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/234
Kendi aralarında çıkar çatışması olanlar, müslümana karşı
birleşiyorlar. Almanla İsrail'U birbirlerini hayatta sevmez.
Alman'la Amerika'lı birbirini hayatta sevmez. İngiliz'le
Alman da birbirlerini sevmezler. Birbirleriyle çıkar
nedeniyle tarihte çokça çatışmışlar. Almanlarla Fransızlar
arasındaki harb daha 1945'te bitti.
Bütün bunlara rağmen bunlar müslümana karşı
birleşebilirler. Bir Ahzab ordusu meydana getirebilirler.
Mekke'li Müşriklerle Yahudi ve Hınstiyanlar'm birleşerek
Medine'ye saldırdığı gibi, bunlar mü'minlere karşı
birleşebilirler. Böyle bir hazırlıklarının olduğundan basm-
yayın organlarından ve siyasilerin ağzından dinliyoruz.
Geçmişte de bir çok haçlı seferleri yapıldığını biliyoruz.
Peki ne yapalım? Korkup teslim mi olalım? Hayatımızı,
vatanımızı, milletimizi, dinimizi, imanımızı, namusumuzu,
haysiyetimizi, şerefimizi teslim mi edelim? İnsan parasız
yaşayabilir ama haysiyetsiz dinsiz imansız ya-şaşamaz.
Onun için biz dinimizi, imanımızı, haysiyetimizi,
şerefimizi,korumakla görevliyiz.
Bunu ne ile koruyacağız? Dinimizi hakkıyla yaşamak
suretiyle. Peki ya engel olmak isterlerse? Kafir devletler
engel olmak isterlerse? Bütün devletlerdeki insanları yaratan
Allah (c.c.) onların imkanlarını yaratan Allah (c.c). Onların
ellerindeki silahları yapacak akıl gücünü veren Allah
(c.c)dır. Onların ellerini, kollarını yaratan Allah (.c) dır. Bu
sebeble biz onlardan, onları yaratan, yöneten Allah'a
sığınıyoruz. "Allah'a tevekkül et" diyor, Allah'a tevekkül
edeni de Rabbim yalnız bırakmaz.
"Ad kavmi" de Peygamberleri Hud' (A.S.)a karşı
çıkmışlardı. O'na işkence yapacaklarını, ülkelerinden
süreceklerini söylemişlerdi. Bir kaç tane kendisine iman
edeniyle beraber Hud (A.S.) şöyle diyor. "Hud suresi 55.
Ayet" "Hepiniz bir araya geliniz, bülün tuzaklarınızı,
planlarınızı, stratejilerinizi uygulayınız. Bana da fırsat
vermeyiniz. Yani elinizden geleni geriye bırakmayınız." Bu,
bir meydan okumadır.
Rabbimiz olan Allah'a tevekkül edip, O bütün yaratılmış,
hareket eden canlıları yöneten, onları istediği gibi emrinde
itaat ettiren Allah'dır. deyip, O'na sığınacağız.
Sevgili Peygamberimiz; "Ey kalpleri evirip çeviren
Allah'ım" buyurmuş. Ülkeleri yöneten insanların kalplerini
evirip çeviren Allah'dır. Biz Allah'a sığınacak olursak ki,
tarih boyunca çok görülmüştür. Düşmanların kalplerini
mü'minler tarafına çeviriveriyor. Düşmanlardan sıcacık
dostlar meydana getiriyor.
Uhud'da peygamber efendimize büyük zararlar açan Halid
b. Velid, kısa zaman sonra iman ediyor, Medine devletinin
genel kurmay başkanı oluyor. Bu sebeble biz Allah'a
sığınalım. Allah dilerse atom bombasını elinde tutan adamın
gönlünü imana çeviriverir.
Allah(cc) dilerse büyük ordulara hükmeden, dünyanın
siyasetine yön veren insanın gönlünü, İslam'a çeviriverir.
Biz rabbimize tevekkül edeceğiz.
Tevekkül; kulun üzerine düşenin gereğini yaptıktan sonra,
gerisini Allah'a bırakmasıdır. Yani tarlaya tohumu
atacaksınız, sulamasını, ilaçlamasını, gübrelemesini
yapacaksınız sonra da Allah'a tevekkül edeceksiniz.
İstanbul' da doğup büyüyen, tarlada tohumun nasıl
büyüdüğünü bilmeyen biri şöyle diyebilir? "Hocam ben
tarlayı sürersem, sulamasını yaparsam, ilaçlamasını ve
gübrelemesini yapar yağmurlama sistemini de kurarsam,
Allah'a niye tevekkül edeyim" Bunu bir çiftçi demez.
Çünkü çiftçi hayatı boyunca, Allah dilerse yağmuru çok
verir ekini yağmurun çürüttüğünü, vermeyip kuruttuğunu
çok görmüştür.
Senin yağmurlama sisteminde fayda vermez. Yerin
tabanındaki suları da çekiverir Allah (c.c.)
Vekil olarak Allah yeter. Güvenilecek, dayanılacak yer
olarak Allah yeter.
Günümüzde insanımız fazla akılcı olmuştur. Yani kendi
aklının her şeyi çözebileceğine inanmaktadır. Halbuki kendi
vücudu üzerinde bile Aklı hayretler içerisindedir,
şaşırmaktadır. Bir ekmeğin nasıl olupta kana tırnağa, saça
dönüştüğünü daha açıklamaktan aciziz biz. Koyunda yeşil
bir otun bir tarafta beyaz bir süt'e, bir tarafta kırmızı kan'a,
Öbür tarafta idrar'a öbür tarafta yün'e dönüştüğünü
görüveririz.
Bunlar, akılla izah edilecek şeyler değil. Haydi bakalım siz
bir fabrika kurun, bir taraftan ot verin de, fabrika size bir
taraftan süt imal etsin, bir taraftan kan imal etsin, bir
taraftan gön imal etsin, bir taraftan yün i.nal etsin, bir
taraftan da et imal etsin. İnsanoğlu bunu yapamamaktadır.
İşte biz böylesine ince, böylesine sanatkarane, böylesine
güçlü şeyleri yaratan Allah'a tevekkül etmişizdir. O'ndan
daha güzel bir vekil de yoktur.
"Hocam hem Allah'a itaat etsek, O'na ibadet etsek, hem de
çağdaş putlarımız var, onlarada itaat etsek. İkisini birden
idare etsek olmaz mı?" Yani hem gavurluktan, hem de
müslümanlıktan vazgeçmesek diyenler, hatta günümüzde,
"ikisini beraber götürsek" diyenler, ayrıca "ikisini birden
götürmek mümkündür" diyorlar. Allah(c.c) da buyuruyor
ki; 3472[5]

4- Allah hiçbir adamın göğüs boşluğunda iki kalb


yaratmadı. Zihar yaptığınız (mahrem yerlerini annenize
benzettiğiniz) eşlerinizi sizin anneleriniz kılmadı. Bu sizin
ağızlarınızın sözleridir. Allah doğruyu söyler. O doğru yola
ulaştırır.
Allah bir insanın göğsünde iki kalp yaratmamış diyor. Aynı
odanın içinde, arada bir engel bulunmaksızın karanlıkla

3472[5]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/235-237.
aydınlık bir arada bulunabilir mi? Bunu yapabilir misiniz?
Bu mümkün değildir.
Bir gönülde iki ilah olmaz. Şair Agah Semerkantlı; "Bir
dilde iki suz'i muhabbet olmaz Bir fanus içre iki şem' etmez
ca" diyor.
Bu tip insanlar, "kurt dumanlı havayı sever" ata sözündeki
gibi bir ortam istiyorlar ve kendileri yapmadıkları halde
Mehmet Akif in istiklal Marşında ifade ettiği gibi; "ele alıp
sıktığında şüheda fışkıracak". Bir toprağın üzerine bir
imansız çıkıyor ve müslümana diyor ki; "sana ibadet hakkını
da verdim, konuşma hakkını da verdim" Sen kimsin ki, bu
haklan bana veriyorsun?
Senin bu yaptığın ev sahibinin evine gelip, köşeye oturup,
ev sahibini hizmet ettirip sonra da, "bak sana ayakta durma
hakkını veriyorum veya kapının önünde yağmurdan
korunman için müsade ediyorum" demek gibidir bu.
Allah (c.c.) burada cahiliye toplumunda geçerli olan bir
hukuk kuralını da yürürlükten kaldırıyor. Bu sureden Önce
nazil olan Mücadele Suresinde bu konu kesin bir karara
bağlanmış, burada bir hatırlatma yapılıyor.
Efendimizden önceki dönemde Mekke ve Medine'deki
insanlar eşlerine, "sen bana annem gibisin" veya "senin
sırtın annemin sırtına benziyor" gibi bir ifade de bulundu
mu, o kadın o andan itibaren boş oluyordu. Bu toplumsal
yarayı Allah (c.c.) düzeltiyor. Zaten Kur'an-ı Kerim ayetleri
geçmişi tamamen silmek üzere inmez. Niye? Çünkü insanlık
peygamberle başlamıştır. Dünyanın neresine giderseniz-
gidin, en bedevi bir toplumla karşılaşsanız dahi, onların
yaşam tarzlarında islam'a uygun kaide ve kurallar
bulursunuz. Nereden kaynaklanıyor bu?
İnsanlar Hz. Adem'den, Hz. Havva'dan, Hz. Nuh'dan
türemişlerdir. İnsanlar Hz. Musa'nın, Hz. İsa'nın
eğitiminden geçmişlerdir. Onun içindir ki, MÖ. bilmem
kaçıncı binde insanlar çok güzel sözler söylemişler. Bunlar
vahye dayanan sözlerdir. O insanlara vahiy gelmiş değil.
Daha önceki peygamberlerin vahyinden etkilenerek
kitaplarına geçirmişlerdir.
İnsanların sosyal hayatlarındaki güzel kurallar ise yine o
peygamberlerin eğitiminden onlara yansımış, olanlardır. O
kırılmış güzel kâsenin güzel parçalarıdır. Geçmişin
güzelliklerini devam ettirmek, bozuk olanlarını ortadan
kaldırmak ve yeni hükümler koymak üzere Allah (c.c.)
Kur'an-ı Kerim'i indirmiştir.
Bu ayetle, Allah (c.c.) o cahili toplumda bir yara olan, o
kötü hükmü yürürlükten kaldırıyor.
"Sizin zıhar yaptığınız kadınlarınız anneleriniz değildirler."
Yani, "sen benim annem gibisin" demekle o kadın annen
olmaz. Anneleriniz sizi doğuranlardır. Bundan dolayı
keffaret vermesi gerektiğini Mücadele Suresinde bize
bildirmişti.
Oğulluklarınız da sizin çocuklarınız değildir. Mekke ve
Medine döneminde şöyle bir uygulama vardı. Bir insan
kendine evlatlık aidimi, o onun varisi olurdu. O onunla
nikah açısından da oğlu veya kızı gibi olurdu. İslam bu
hükmü de kaldırıyor.
Bir insan birini evlatlık olarak almışsa ileride o evlatlığı ile
kendi kardeşi, yani evlatlık alan adamın kardeşi
evlenebilirler. Çünkü o bir başka insanın çocuğudur. O kızla
evlatlık alan adamın çocuğu evlenebilir. Rabbim bu hükmü
getiriyor. Neseb yoluyla ve sıhriyet yoluyla meydana gelen
haramlık bu evlatlık edinme ile meydana gelmez. Ayet bunu
ifade ediyor.
Yahu insan evlatlığı ile evlenir mi? Niye Kur1 an bunu konu
ediniyor diye birisi söyleyebilir. Evlatlığı ile evlenmesin.
Evlenme mecburiyeti yok. Ama evlatlık olarak aldığı bir kız
ileride kendi oğlu ile evlenmek isterse dinim diyor ki, engel
yoktur. Evlatlık olarak aldığı bir oğul evlatlık alan adamın
kızı ile evlenmek isterlerse bir engel yoktur.
Rabbim kısaca diyorki, evlatlıklarınız sizin çocuklarınız
değildir. Örnek olarak da bizzat peygamber efendimizi
vermiş. Peygamber efendimizin evlatlık olarak aldığı Zeyd
(R.A.) vardır. İnsanlar Zeyd'den bahsederlerken Zeyd b.
Muhammed diyorlar. (Muhammed'in oğlu Zeyd.) Halbuki
Zeyd, Mekke'li zorbalar tarafından kaçırılmış, çok uzak
diyarlardan Mekke'ye getirilmiş, köle diye satılmış bir
çocuktur.
Zeyd'in esas babası çocuğunun Mekke'de olduğunu duyar
Mekke'ye gelir, çocuğu ile görüşür, çocuğunu götürmek
istediğini bildirir. Sevgili Peygamberimiz Zeyd'e der ki;
"baban bu, dilersen burada kılırsın, dilersen babanla beraber
gidersin" Zeyd (R.A) babasının da rızasını alarak
Peygamber efendimizin yanında kalmayı tercih etmiştir.
Ama ayet-i Kerime nazil olmuştur. "Muhammed
hiçbirinizin babası değildir. O Allah'ın rasülü ve
Peygamberlerin sonuncusudur." Evlatlıklarımızın babası
değiliz, bunu bilelim.
Ayet-i Kerime bunu söylerken evlat edinmeyi
yasaklamıyor. Dinimin yasakladığı nedir? O çocuğu alıp
kendinize mirasçı yapmakla mirasçılarınızı mahrum
bırakmanız yasaklanmıştır. Ama bir yetimi alır besleyip
büyütür, eğitimini verip bol sermaye verip iş yaptırır,
evlendirirsiniz, Dinim buna engel olmuyor.
Bu sizin ağızlarınızla söylediğiniz bir sözdür. Yani oğlum
demekle oğul olunmaz. Kişi hanımına, annem demekle
annesi olmaz.
"Allah doğruyu, hakkı söyler. İnsanları en doğru yola
götürür." Yani doğruyu söyleyen de Allah (c.c)'dır İnsanlar
da doğruyu söylerler. Ama insanların düşünceleri;
vucuddaki göz gibi, kulak gibi sınırlıdır. O görüşleri
içerisinde doğru söyledikleri de vardır yanlış söyledikleri
de. Biz ihtimallerle hareket etmiyoruz. Her işimizde işi
sağlama almaya gayret ediyoruz. Bütün işlerimizde işi
sağlama almaya gayret ediyoruz da sonu gelmez senelerde
kabir ötesi hayata gideceğiz. 60 senelik hayatımızda
işlerimizin sağlam olmasına dikkat ediyoruz da, sonu
gelmez senelerde yaşacağımız hayat için niçin işimizi
sağlama almıyoruz. En doğru söz hangisi ise ona uyalım. En
doğru, en güzel söz de, Allah'ın sözüdür. En güzel sözü
Allah indirmiştir. 3473[6]

5- Evlatlıkları (hakiki) babalarıyla çağırınız. Allah katında


bu daha doğrudur. Eğer babalarını bilmiyorsanız, onlar sizin
din kar-deşlerinizdir ve dosUarınızdır. Bu konuda
hatalarınızdan size günah yoktur. Ancak kalplerinizin bile
bile yaptıklarının (günahı vardır) Allah bağışlayandır,
merhamet edendir.
Kur'an-ı Kerim bize yardımı emreder. İyilik de yarış
yapmamızı, fakirleri doyurup yetimleri korumamızı
emreder. İslam tarihinde "Sokak Çocuğu" deyimi
görülmemiştir. Babasız ve annesiz kalan çocukları, hayır
sever müminler, "ahirette peygamberimizin komşusu
oluruz" diye himayelerine almışlar, besleyip, büyütüp,
evlendirmişler, iş kurmuşlar. Sonra bu hayrı
kurumlaştırmışlar ve "Daru'l-Eytam'ı" kurmuşlar.
Buralaradan sadrazamlar, kadılar, ilim adamları, paşalar
çıkmış.
Yanımızda büyüyen çocukların adı anılırken, biz onların
babalarıyla anacağız. Kendimize nispet etmeyeceğiz.
Mesela Peygamber Efendimizin yanında yetişen Zeyd'e
Mekkeliler, "Muhammed'in oğlu" diyorlardı. Ayet böyle
denilmesini yasakladı. "Harise oğlu Zeyd" denilmesini
istedi.
Eğer babasını bilmiyorsak, o zaman yine de kendimize
kaydettirmeyeceğiz. Onları din kardeşimiz ve dostlarımız

3473[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/237-241.
olarak göreceğiz.
Günümüzde kimsesiz çocuklara sahip .çıkan, evine alan
aileler, onları kendi nüfûslarına geçirmeden bakıp
büyütsünler, evlendirsinler, mahremiyete dikkat ederek bir
din kardeşi ve dostu olarak görsünler, güçleri yeterse iş
kuruversinler. Ama onları nüfûsuna kaydederek, gerçek
mirasçılarını mirasdan mahrum etmesinler.
Günümüzde bir kısım feminist kadınlarımız "biz
kocalarımızın soyadını almak istemiyoruz. Kendi soy
adımızla kalmak istiyoruz." derken, İslami bir istekte
bulunmuş oluyorlar. İbn Hacer el-Askalani, el-İsabe fi
Temyizi's-Sahabe isimli eserinde, üçbin kadar kadm
sahabenin hayatını anlatırken, hepsini ailesine nispet ederek
anlatır. Yani aile isimleriyle anılırlar. Kısacası aslında bütün
insanların fıtratı İslâm'ı istiyor. 3474[7]

6- Peygamberler, müminlere canlarından daha evladır.


Peygamber hanımları müminlerin anneleridirler. Zevil
erham (Yakın akrabalar) bir birine, Allah'ın kitabında
mümin ve muhacirlerden daha evladır. Ancak dostlarınıza
bir iyilik yapmanız bunun dışındadır. Bunlar kitapta
yazılmıştır.
Peygamber Efendimizi kendi canımızdan daha çok
seveceğiz. Bunu da kendi canımız için yapacağız. Biz kendi
canımızı sevdiğimizden temiz hava, bol gıda, güzel
giyeceklerle süslüyoruz. Ama kimyagerin gözünde gıdalı
görünen, fakat iki dünyada da zararlı görünen yiyecekleri
bize bildiren peygamberimizdir.
Peygamberimizin bize olan hırsı ve hassasiyeti. Annenin
yavrusunu zararlı ve tehlikeli şeylerden korumak için
gösterdiği gayret ve hassasiyetten daha fazladır.
Anne ve babalar bilmeden ve istemeden haram yiyeceklerle

3474[7]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/241-242.
bizi besleyip büyütebilirler. Ülkeleri sömürürler ama
büyütüp süsledikleri çocuklarını cehenneme
hazırladıklarının farkında olmazlar. Ama peygamberimiz,
bizim iki dünyamızın da güzel olmasını ister. O bizi, bizim
canımızdan daha fazla sever.
Biz iman eden herkesi din kardeşimiz olarak severiz. Ensar
ve Muhacirin, "kardeşlik müessesesi" dünya tarihinde eşine
rastlanmayan bir kardeşliktir. Birbirlerine varis olacak
şekilde kardeş olan bu mü'minlerin durumu bu ayetle
yeniden düzenleniyor ve miras için kan bağı ve evlilik
bağının olması gerektiği, bunun dışında kalan dostluklarda
ancak hediye ve vasiyetin devam ettiği belirtilmiştir.
Yani siz, din kardeşinize dilediğiniz oranda hediye
verebilirsiniz. Malınızın üçde birini vasiyet edebilirsiniz
ama, kan ve evlilik bağı olmayanları malınıza varis
yapamazsınız. 3475[8]

7- Biz peygamberlerden söz almıştık. Sen'den, Nuh'dan,


ibrahim'den, Musa'dan, Meryem oğlu İsa'dan da sağlam söz
aldık.
8- Doğrulara, doğruluklarından sormak için (söz almıştık.)
Kafirlere acıklı bir azab hazırlamıştır.
Kur'an-i Kerim, Tarih boyunca Peygamberlerden ve
ümmetlerden alınan sözlerden bahseder. Bakara sûresi 84.
ayetinde; "Allah'tan başkasına kulluk yapmayacakları......"
konusunda İsrail oğullarından söz aldığı, Al-i İmran 187.
ayetinde de; Ehl-i Kitap'tan; kitabı insanlara olduğu gibi
açıklamaları ve gizlememeleri konusunda söz aldığı ve daha
yirmi beş yerde alman sözlerden bahsedildiğini haber verir.
A'raf 2 ve Hud 12. ayetlerinde ifade edildiği gibi, "bazı
ayetleri insanlara duyururken, efendimizin göğsünün
daraldığı" haber verilir ve daralmaması gerektiği bildirilir.

3475[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/242-243.
Bütün peygamberlerden bu söz alınmıştır. Hak'dan gelen
mesajları olduğu gibi, halka duyuracaklarına dair söz
alınmıştır. Al-i imran 81. ayetinde; "her peygambere,
kendinden sonra gelecek peygamberin geleceğini haber
vererek, Ona yardım etme sözü alınmıştır." Hz. İsa,
"kendinden sonra Ahmed isimli bir müjdecinin geleceğini"
haber vermiştir. 3476[9]
Yuhanna İncili'nin 14. bölümünün 16, 27, 28, 29ncu sözleri
de bu ayeti desteklemektedir. Al-i İmran 81 de, "çağdaş
sahte peygamber ve sahte ümmetlerin iddialarına cevap"
vardır.
Allah'a verilen söze, ne kadar sadık kalındığının hesabı, bir
gün muhakkak sorulacaktır. Doğruluktan dem vurmak
yeterli değildir. Doğru olmak, doğru yaşamak ve doğruluk
üzere ölmek gerekir. 3477[10]

9- Ey iman edenler! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın.


Hani size ordular gelmişti de, biz onların üzerine rüzgarı ve
sizin görmediğiniz orduları gönderdik. Allah yaptıklarınızı
görmektedir.
10- Hani onlar sizin üstünüzden ve altınızdan gelmişlerdi.
Gözler kaymış, yürekler boğaza gelmiş, Allah hakkında
zan'da bulunmuştunuz.
Uhud harbinin müsltimanlann mağlubiyeti ile sonuçlanması,
çevredeki kabileleri ve milletleri ümitlendirmiş ve
Medine'ye saldırmaya, sözleşmelerini bozmaya yöneltmiştir.
Haşr suresinde açıklandığı gibi; "Ben-i Nadr" Yahudileri
ihanetleri sebebiyle sürgüne gönderilmiş ve Nad'l-Kur'a ya
Haybere yerleşmişlerdi.
Yahudiler boş durmadılar. Mekke'li müşrikleri ve
çevredekileri,. "Beni Kurayza" yahudilerini ikna ederek,
Medine'ye saldırttılar.
3476[9]
Saf 6
3477[10]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/243-244.
Üst taraftan; Hayber, Vadi-1-Kura yahudileri, Gatafan
kabilesi, Alt tarafdan; Mekke Müşrikleri ve onlara katılan
kabileler Medine'yi kuşattılar.
Sevgili peygamberimiz, sahabeden Selmanı Farisi'nin
"hendek kazılması" teklifini kabul ederek, Medine'nin kuzey
batısına dokuz metre eninde, dört buçuk metre derinliğinde
faeşbuçuk km. uzunluğunda bir hendek kazdırdı. (Bak. M.
Hamiduliah, Hz. Muhammed'in savaşları)
Allah'ın kulu ve Rasülü olarak efendimizin aldığı tedbirler,
Rabbimizin yardımını çekmiş, Hicri 7, şevval 5 perşembe
günü başlayan düşmanın muhasarası, 1 zilkade 5 cumartesi
günü kafirlerin bozguna uğramasıyla sona ermiştir. Şiddetli
rüzgarın esmesi, Meleklerin kafirlerin yüreklerine korku dü-
şürmesi, Allah'ın yardımıdır.
En ümitsiz anlarda, "yardım gelemez" dediğiniz
zamanlarda, Allah(cc) "sizin hiç hesap etmediğiniz yerden"
yardımını gönderir. 3478[11]

11- Orada mü'minler denenmiş ve çok şiddetli bir şekilde


sarsılmışlardı.
Bol ve güzel günlerde herkes dost olur. Barış zamanlarında
herkes kahramanlık türküleri söyler. Kahramanlar ise,
hakkında türküler yakılacak işler başarır.
Hendek=Ahzap harbi de, müminlerin arasındaki münafıkları
ortaya çıkardı. Gerçek müminler çok sarsıntı geçirdiler ama,
imanları biraz daha kuvvetlendi. Altın neslin içindeki çerçöp
durumunda olan münafıklar ayrıldı.3479[12]

12- Hani münafıklar ve kalblerinde hastalık olanlar, "Allah


ve Rasülü bize ancak boş va'adlerde bulundu" diyorlardı.
13- Onlardan bir gurup; "Ey Medine halkı! artık size
tutunacak yer kalmadı, geri dönün demişti. Onlardan bir
3478[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/245-246.
3479[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/246.
kısmı evleri koruma altında olduğu halde; "evlerimiz
korumasızdır, açıktır" diyerek Peygamberimizden izin
istiyordu. Onlar ancak kaçmak istiyorlardı.
Kalbi hasta olan bu münafıklar, derhal yer değiştirdiler. Bu
saf değiştirmeyi açıkdan yaptılar. Böylece Müslümanların
moralini bozmak istediler. "Vaa'd edilen zafer
gerçekleşmedi. Cepheden kaçın, burada kalacak yeriniz yok,
Medineye ve eski dininize dönün" diye bağrıştılar.
Bu haraketleriyle düşmana destek veriyorlardı. Medine'deki
aileler, efendimizin aldığı tedbirlerle korunduğu halde,
ailelerinin korunmadığını yayıyorlardı, kaçmak için bahane
arıyorlardı. 3480[13]

14- Eğer Medine'nin her tarafından onlara girilip ulaşılsa,


sonra fitne çıkarmaları istense, hemen hiç durmadan yerine
getirirler.
15- And olsun! daha önce, "geri dönüp kaçmayacakları"
hakkında Allah'a söz vermişlerdi. Allah'a verilen söz
sorulacaktır.
Mekke müşrikleri ve yahudiler; Bu harpden kaçanlardan,
Medine'de fitne çıkarmalarım istediklerinde, hemen yerine
getiriyorlardı.
Günümüzde düşmanlarla işbirliği yapan imansızların, islamı
ve müslümanlan yıpratmak için kalemlerini ve kirli
kalplerini sattığı gibi. Bunlar kaçmayacaklarına dair, Allah'a
verdikleri sözü tutmadılar kaçtılar. 3481[14]

16- Deki: "Eğer ölmekten veya öldürülmekten kaçıyorsanız,


bu kaçış size fayda vermez. Bu durumda çok az
yaşatılırsınız."
17- Deki: "Eğer Allah size kötülük dilese veya size rahmet
dilese, sizi Allah'dan kim korur. Kendilerine Allah'dan
3480[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/246-247.
3481[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/247-248.
başka bir dost ve yardımcı bulamazlar."
Ölümden kaçılmaz. Gökyüzünde uzay istasyonları kursalar,
ölüm meleği oraya da ulaşır. Cephede aslanlar gibi
çarpışarak ölmekden kaçanları düşman kovalar, evinde
yakalar, eceli gelmişse evini ona mezar yapar. Allah'ın
koruduğuna kimse zarar veremez. 3482[15]

18- Allah, sizin aranızdan (savaşdan) alıkoyanları ve


kardeşlerine "bize gelin" diyenleri bilir. Onların çok azı
zor'a (savaşa) gelir.
Bu surenin bize, "Ahzab savaşını anlattığını" ayrıca bunun
"Hendek harbi" olarak da bilindiğini söylemiştik. İşte bu
harpte, Medine'nin etrafına toplanıp gelen bütün müşrikler,
Hıristiyanlar ve Yahudiler siyasi, ekonomik, askeri güçlerini
biraraya getirerek, hem İslam'a son darbeyi vuracaklar
hemde dünya hayatından İslam'ın izlerini tamamıyla
silmeye karar vermişlerdi. Sevgili peygamberimiz başta
olmak üzere, O'na inananların tamamı çocuklarıyla beraber
yok edilerek, peygamberimizin tebliğinin önüne geçmeye
karar vermişlerdi.
Neticede başarılı olamadılar. Ama! Allah (c.c.) bu olayı,
Ahzab suresinde bize nakledivermek suretiyle, Kıyamete
kadar gelecek olan mü'minlere de şu mesajı vermiş oluyor.
O gün için karşıdaki Mekke müşriklerinin, çevredeki
kabilelerin, Hrıstiyanların ve Yahudilerin iş birliği yaparak,
peygamber efendimizi yok etmek üzere geldiklerinde,
sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) ve kendisine iman etmiş bir
avuç o değerli insanların "gösterdikleri metaneti, ahde
vefayı, Allah(c.c.)'dan hiçbir zaman ümit kesmemeyi
başardıklarından dolayı, o günün düşmanlarına galib
geldiklerini" bize bildiriyor.
Böylelikle günümüzde bize de "müşriklerin, kominist'lerin,

3482[15]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/248.
Çinli'lerin Japonların, Avrupalının, Amerikalının, hülasa
yerlisinin, yabancısının kim olursa olsun, Allah'ın kitabı'na
ve peygamber (s.a.v.)'ın sünnet-i seniyyesine karşı harb ilan
etmiş insanların başarılı olamıya-caklarının" bir işaretini
vermiş oluyor.
Onun için Ahzab suresi'ni çokça okuyacağız. Hele hele bu
günlerde biraz daha çok okuyacağız. "Fiil suresini" de
fazlaca okuyacağız. Fil suresinde de o günün güçlü
imparatorluklarından biri olan Habeş ima-patorluğunun,
Yemen Valisi ve Komutanı olan Ebrehe'nin Kabe'yi yıkmak
için geldiğinde, kendisinin yıkılıp gittiğini okuyoruz.
Bunları tarihi olayları tekrarlamak için okumuyoruz. Allah
(c.c.) bize bunları tekrarlamakla, bize bunları bildirmekle
"Kıyamete kadar da yardımının mü'minler üzerinde
olacağını" ifade etmiş oluyor.
Bu 18. ayet bize; mü'minler içerisindeki münafıkların
davranışlarını segiliyor. "Allah sizin aranızdan geride kalan
ve insanları geride bırakmaya çalışanları bilir." Mü'minlere,
"bizim yanımıza gelin, bizim yanımıza gelin" diyenleri de
bilir
Mü'minlerin peygamberimizin yanında oluşundan rahatsız
olan insanlar bağırıyorlar: "Bizim yanımıza gelin bizim
yanımıza gelin" "Düşmana karşı gitmeyin, Medine'de kalın,
canlarınızı kurtarın diye bağırıyorlar.
Aynı şeyler günümüzde de tekrarlanmaktadır. Birileri
kalkıyor komi-nizme gelin, birileri kalkıyor kapitalizme
gelin diyorlar. Türkiye'de gazeteleri takip ettiğimizde
görüyoruzki siyasiler için bile, filan Alman yanlısı, filan
Amerikan yanlısı. Yahu bu adamlar bu ülkenin insanının
yanında değiller mi? ki, bu ifadeler kullanılıyor. Peki yanlısı
olmak ne demek? Çevrenizdeki ve kendisine tabi olan
insanları da oraya doğru davet etmek demektir.
Biz insanlarımızı Allah'a davet edeceğiz. İnsanları Allah'a
davet etmek kadar güzel bir şey yoktur. Çünkü insan insanın
peşinden gitmez. İnsan insanı sever, insan insanın gönlünü
kırmaz, insan insanın hatırını yapmakla görevlidir, ama
hiçbir insanın aklı diğer insanın aklını hapishane gibi
kullanamaz veya onun aklını kendi aklı içerisinde mahpus
edemez. 3483[16]

19- Size karşı cimrilik yaparak (gelirler), Korku geldiğinde


üzerine ölüm bürüyen insan gibi, gözleri dönerek sana
baktıklarını görürsün. Korku gittiği zaman ise iyiliğinizi
çekemeyerek keskin dilleriyle sizi incitirler. İşte bunlar
iman etmediler. Allah onların amellerini boşa çıkardı. Bu
Allah'a gayet kolaydır.
O münafıklar size karşı cimrilik yaparlar. Yani sizin
yanınızda canları ile olmadıkları gibi, mallarıyla da sizin
yanınızda olmazlar. Harbin korkusunu görüverdiklerinde,
korkudan ölüm kendisine gelmiş, ölümün bürüdüğü kişinin
gözleri nasıl yerinden oynarsa onlarda harbin korkusunu
gördüklerinde, gözleri yerlerinden oynar.
Yani korku yüreklere kadar geliyor, yürekler boğazlara
dayanıyor, gözler yerinden oynuyor, neredeyse gözleri
kayacak hale geliyor. Bunlar kafirin korkusunun dışa
vurmuş halini belirtiyor. Korku kendilerinden gidecek
olursa, keskin dillerini kılıç gibi mü'minlere kullanıverirler.
Allah'u zülcelal burada münafıkların halet-i ruhiyelerini
anlatıveriyor. Günümüzde de aynı şeyler olmuyor mu?
Bazılarının korkudan yüreği hoplarken, bazıları da
kendilerini emniyette hissettiği anda dillerini kılıç gibi
kullanıveriyorlar. Kalemlerini kılıç gibi kullanıveriyorlar.
Burada Allah (c.c.) "dil" kelimesini kullanmış. Çünkü
yazılanlar da konuşulanlardır genellikle. İnsanın iç
dünyasında kurduğu cümlelerin dışta kalem yoluyla
insanların üzerine bombardıman yapılması olayıdır.

3483[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/249-250.
İşte onlar iman etmemiş insanlardır. İman etmiş gibi
görünüyorlar ama iman etmemiş insanlardır. İman etmeyen
insanların amellerinin de boşa gideceğini ifade ediyor Allah
(c.c).
Mü'minlere yaranmak için namaz kılıyor, oruç tutuyor
görünüyorlardı münafıklar. Bunların onlara faydası olacak
mıdır? olmayacaktır. İman etmeyince hiçbirinin faydası
olmayacağını Allah (c.c.) burada bu ayette ifade etmiştir.
Onların amellerini boşa gidermekte gayet kolaydır. 3484[17]

20- Onlar düşman birliklerinin gitmediğini zannediyorlardı.


Eğer düşman birlikleri gelirse, çölde bedeviler arasında olup
sizin haberlerinizi sormayı arzu ederlerdi. Eğer sizin
aranızda olsalardı çok azı, çok az savaşırlardı.
Onlar, Medine'nin çevresini kuşatan düşman birliklerinin
gİtmedİk-lerini zannediyorlar. Halbuki Allah (c.c.) orada bir
kaç gün kaldıktan sonra şiddetli bir rüzgar ve bir soğuk
estirmek suretiyle kafirlerin çadırlarını altüst etmiş, atlar ve
develer iplerini koparıp kaçmaya başlamışlar. Müşrikler
mü'minlerin kendilerine saldırdıklarını zennetmişler.
Halbuki mü'minlerden hiçkimse karşıya geçmemişti. Kendi
aralarında yüreklerine korku salınmak suretiyle kaçmaya
başlamışlardır. Medine'deki münafıklar bu durumu
bilmiyorlar. Onlar şunu istiyorlar: "Keşke biz çöllere doğru
gitseydik, çölden haberleri izleseydik" diyorlar. Yani tehlike
mıntıkasının dışında olsaydık diyorlar. Allah (c.c),"Onlar
sizin aranızda olmuş olsalardı bile ancak çok azı sizinle
beraber harbederdi." diyor. Yani münafıkların hiçbir zaman
müslümanlarm yanında yer almıyacaklarını,düşmana karşı
müslümam desteklemeyeceklerini veya çok azının
destekleyebileceğini ifade ediyor. Bu da bize şunu
göstermektedir. Günümüzdeki münafık insanlardan da

3484[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/251-252.
mü'minlere yardım eden çok az da olsa, olur mu? olur.
Neden dolayı olur? Bir çok sebebten dolayı olabilir? şahsi
çıkarının, ekonomik gücünün, siyasi gücünün korunması
için mü'minlerin yanında olabilir. 3485[18]

21- Andolsun, Allah'ı ve ahireti uman ve Allah'ı çokça


zikreden sizler için, Allah'ın Rasülü'nde en güzel örnek
vardır.
Peki biz bunları niye okuyoruz? Kur'an-ı Kerim bize
peygamber efendimizin hayatından bir çok bölüm anlatıyor.
Son günlerde İslami kesimden dini bilgileri insanlara
duyurma gayreti içinde olan bir kısım insanlarımız Sevgili
peygamberimizin hayatını devre dışı bırakmak istiyorlar.
"Ben Kur'an'dan başka referans kabul etmem" diyen bu
insanlar, aslında Kur'an-ı devre dışı bırakmak istiyorlar.
Niye? Çünkü Kur'an-ı Kerim'de bir çok ayet'de Allah (c.c.)
sevgili peygamberimizin hayatını bize nakletmektedir. Bedir
Harbi, Uhud harbi uzunca bir şekilde Kur'an-ı Kerim'de yer
almaktadır. Hendek Harbi, Hudeybiye Musalahası,
Mekke'nin fethi Kur'an-ı Kerim'de anlatılmaktadır.
Sevgili peygamberimizin ailesi ile olan münasebetleri de
Kur'an-ı Kerim'de anlatılmaktadır. Bütün bunların
anlatılmasmdaki gaye nedir? O peygamberin hayatı bizim
örneğimiz olacak da ondan.
"Katiyyetle sizin örneğiniz Allah'ın Rasülü'dür" buyruluyor.
Allah'ın Rasülü bize nasıl örnek olacak? Eğer yalnız Kuran'a
tabi olmamız istenmiş olsaydı, sizin örneğiniz Kur'an
denilirdi.
Teşbihte hata olmazsa, Kur'an ayetlerini şöyle düşünelim. 6
bin küsur ayet-i kerime, 6 bin küsur renkte iplik gibidirler.
Yahut 6 bin küsur rahmet damlası gibidir. O rahmet
damlaları yeryüzüne damlar ve oradan menekşeler, laleler,

3485[18]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/252-253.
karanfiller, güller, çıkar.
İşte o zaman biz de rahmet damlalarının eserini görürüz.
Ayet-i Kerimeler rabbim tarafından nazil oluyor ama bunlar
lafızdır, kelimedir. Bu kelimelerden bir hayat kumaşı
dokunmalıdır ki, kıyamete kadar gelen insanlara bu örnek
olsun.
İşte sevgili Peygamberimizin hayatı Kur'an'a göre
şekilleniyor. Bunu da Rabbim ifade ediyor. "Şüphesiz sen
çok büyük bir ahlak üzeresin" Ahlak nereden belli olur?"
(Kalem 4) "Şu insan çok ahlaklı" dediğinizde neyi
kastediyorsunuz? Jestleri, mimikleri, sevinmesi, üzülmesi
v.b., kısaca sözleri ve davranışları kurallara uygun olursa,
dışta da biz onu görürsek biz ona ahlaklı diyebiliriz.
Sevgili Peygamberimizin sözleri, davranışları ve
onaylamaları O'nun ahlakım ortaya koyar ki, bu üç yönde
görünen ahlakı da, Rabbimiz tarafından onaylanmış bir
Peygamberdir.
İşte o peygamberin hayat kumaşı Kur'an ayetlerine göre
dokunmuş, sözden fiile geçirilmiş ve bize de rabbim
tarafından "İşte örneğiniz" deniliyor.
Aile hayatınızdan, komşuluk ilişkilerinizden, mahkemedeki
davranışınızdan, mesciddeki hareketinizden, sokaktaki
gezişinizden, işleri yönetişinizden, top yekûn insanlığa
bakışınıza, gösterdiğiniz nezaket kurallarına kadar, bütün
bunlarda önderimiz ve örneğimizin, sevgili peygamberimiz
Hz. Muhammed olduğunu Allah (c.c.) bize emrediyor.
Kur'an'ı referans kabul edenler, Kur'an'ın bütün ayetlerine
iman etsinler. Kur'an'm bir kısmına inanır, bir kısmına
inanmayız diyen kafirlerden kendilerini ayırt etsinler. Eğer
Allah'ı ve ahiret gününü umuyorlarsa, Ahirette Allah'ın
rızasını kazanmak ve cenneti elde etmek için gayret
gösteriyorlar ve Allah'ı da çok zikrediyorlarsa, bilsinlerki
Allah'ın zikri olan Kur'an-i Kerim; "Allah'ın Rasülü'ne
uymayı" bize emretmektedir. (Bu konuda "Sünnet
savunması ve Hadis usûlü" isimli eserime hakiniz.) 3486[19]

22- Mü'minler düşman birliklerini gördüklerinde "işte Allah


ve Rasülü'nün va'dettiği budur. Allah ve Rasülü doğru
söyler" dediler. Bu onların ancak iman ve teslimiyetini
artırdı.
Daha önce bir ayet geçmişti. "Sizden öncekilerin başına
gelenler sizin de başanıza gelmeden cennete
girivereceğinizimi zannediyorsunuz." O mü'minlerin başına
her musibet gelmiştir. Onlar sarsıldılar da peygamber ve
O'na iman edenler; "Allah'ın yardımı nerede?" diye feryad
ediyorlardı.
"Dikkat edin, uyanık olun Allah'ın yardımı yakındır." 3487[20]
ayetlerini biliyorlardı. Allah Rasülü'nün harbde de galip
geleceğini, ahzab harbine gitmeden Önce Allah Rasülü
mü'minlere bildirmişti. Bu bir hal meselesidir.
Allah (c.c) Kur'an-ı Kerim de şehitleri anlatırken; "Onları
daha önce tarif ettiği cennetine koyar" Veya "Onları
kokusunu koklattığı cennetine koyar" 3488[21] Sahabeden birisi
Uhud harbinde; "Ben cennetin kokusunu alıyorum" dedi ve
ondan sonra düşmanın üzerine yürüdü ve şehid oldu. 3489[22]
Cennetin kokusunu almış bir insanın önünde durabilecek bir
ordu yoktur yeryüzünde.
Ahzap harbine katılanlar da; "işte Allah ve Rasülü'nün
va'dettiği" diyerek şehit olmak için yürümüşlerdir. 3490[23]

23- Mü'minlerden öyle er kişiler vardır ki, Alah'a verdikleri


sözü yerine getirdiler. Onlardan bir kısmı adağını yerine
getirdi, (canını verdi) kimi de (Allah için canını vermeyi)
beklemektedir. Sözlerini hiç değiştirmediler.

3486[19]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/253-254.
3487[20]
Bakara 214
3488[21]
Muhammed 6
3489[22]
Buharı Cihad 12
3490[23]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/255.
24- Çünkü Allah doğrulan, doğrulukları sebebiyle
mükafatlandıracak, münafıklara dilerse azap edecek veya
onların tevbelerini kabul edecek. Şüphesiz Allah
bağışlayandır, merhamet edendir.
"Hazır ol cenge, eğer istiyorsan sulhu salah" demiş
atalarımız. Yani eğer gerçekten yeryüzünde barış istiyorsan,
cenge hazır duracaksın. Çünkü pislikler güneşin ışığından
uzak kalacak olurlarsa çoğalırlar. Ama güneş mikroplan
kırıcı etkisini gösterecek olursa, onlar gizlenirler.
Mü'min; yeryüzünde barışı isteyen insandır. "İslam"
kelimesi de, "Silm" kökünden türemiştir ve yeryüzüne barışı
yaymak üzere topyekün insanların, insana ibadeti değil,
Allah'a ibadet ve itaatini sağlayarak, şahsiyetini onlara
kazandırarak, birilerinin himayesinde, onların artığıyla -
kuyruk sallamak suretiyle- geçinmekten insanı kurtarmak,
insanları kendine kul ve köle yapan ve onları belirli
paralarla çalıştıran, onları bazen silah tetikçisi, bazen kalem
tetikçisi olarak kullanan insanlara karşı, verilen mücadelenin
adıdır İslam. Mü'minler de işte öyle er kişilerdir.
Rabbim, yeryüzündeki şer güçlere, fitne ve fesadın
yayılmasını isteyenlere karşı; "biz bu dünyada kötülüklere
karşı mücadele etmek üzere çıkarılmış vasat bir ümmetiz,
adil bir ümmetiz, orta bir ümmetiz. İyilikleri emrederiz,
kötülüklerden insanları ahkoyanz. Bu yolda malımızı ve
canımızı vermeye de hazırız" diyerek bekleyen insanlar
vardır diyor.
Bunlar hiç bir zamanda bu düşüncelerini, imanlarını ve
amellerini hiçbir şekilde değiştirmezler.
Allah (c.c.) bunları niye bize haber veriyor? Çünkü
Allah(c.c) sadıkları, doğrulukları nedeniyle
mükafatlandırmak istiyor.
Bu mücadelenin neticesinde, sadıklara cenneti, fasıklara ve
kafirlere de cehennemi va'd etmiştir. Allah (c.c.) Tevbe
edenlerin tevbesini kabul etmek için bunları bize
anlatmaktadır. Çünkü Allah azab etmek istemez.
Rabbim bir Hadis-i Kudsi de; "Rahmetim Gazabımı geçti"
diyor.3491[24] Rahmeti kainatı kuşatmıştır. Ayet-i kerimelerde
ifade edilen budur. 3492[25] Allah gafurdur, Rahimdir. Yani
Allah (c.c) günahları örtüyor.
Eğer yaptığımız günahlar alnımızda görünüverseydi,
halimiz nice olurdu bizim?
Bu dünyadan hiç günahını söylemeden gidenler var. Rabbim
onları açığa çıkarmıyor. Eğer tevbe edecek olursa, mahşer
yerinde de çıkarmayacaktır. Orada da gizleyecektir.
Günahınız ne kadar büyük olursa olsun, yeterki rabbimize
tevbe edelim. Yeryüzündeki bütün insanların günahını bir
araya getirseniz, Allah onları affetse, rabbimin rahmetinden
eksilen bir şey yoktur.
Denize batan bir iğneyi çıkardığımızda iğne denizden ne
kadar almışsa, günahlarımız affedildiğinde de rabbimin
rahmetinden ancak o kadar eksiltebilir. Yani eksiltmez
manası vardır. Öyleyse günahlarımızın büyüklüğü bizi
ümitsizliğe sevketmesin. 3493[26]

25- Allah kafirleri hiçbir hayra kavuşturmadan kinleriyle


geri döndürdü. Savaşta müminlere Allah yeter, Allah
güçlüdür galiptir.
Mekke'yi kuşatan düşman birliklerini geriye çevirdi. Kinleri
ile beraber çevrildiler. Onları kinleri sevketmiştir. Sevgili
peygamberimize kin duyuyorlardı.
Günümüzde bazı insanlarımız birilerinin etkisinde kalarak,
"biz muhabbet erleriyiz" diyorlar. Biz şöyle muhabbet
erleriyiz; Kafirlerin yan-maması için gayret gösteren,
onların yüreklerine iman girmesini isti-yenleriz biz. Bizim
muhabbet erliğimiz buradan kaynaklanıyor.

3491[24]
Buhari Tevhit 55, Müslim Tevbâ 15
3492[25]
A'raf 56
3493[26]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/255-257.
Yoksa insanlara şirin görünmek için, onların gavurluklarına
hoşgörü gösterilmez, insana hoşgörü gösterilir.
Mesela hastaya hoşgörülü davranıhr ama hastanın
hastalığına hoşgörülü davranılmaz. O hastalık ilaçla tedavi
edilmelidir. Hastaya iyi muamele edilir ama kanserine saygı
duyulmaz. Kanser yok edilmelidir.
Kafirin, şahsına insan olarak saygı duyulur. Ama içindeki
kinine, içindeki imansızlığına aids'ten daha tehlikeli olan
küfürüne, gavurluğuna, ataistliğine ve ateistliğine saygı
duyulmaz.
Bulaşıcı hastalık insana bir süre zarar verebilir veya sonuçda
ölebilir, O kadar. İmansızlık ise sonu gelmez senelerde
yanmasına sebeb olur. Hiç birimiz sevgili
peygamberimizden daha sevimli olamayız. Bunu bilelim.
"Kinlerinden parmaklarını ısırdılar" diyor Allah (c.c.)3494[27]
Rabbim onları "estirdiği bir rüzgarla döndürdü." Savaş
konusunda mü'minlere Allah yetti. Yani mü'minler harbe
girmeden, Allah (c.c.) kafirlerin hakkından geldi, "o zaman
olmuş ama günümüzde acaba olur mu?" diyenler olabilir.
Gönül gözümüzü basiretimizi biraz açacak olursak,
günümüzde de olduğunu görürüz. Samimi, yürekten inanmış
bir kaç insanın varlığı Rabbimin rahmetinin gelmesine
sebeb olur.
Dünyada iki süpergüçten biri sayılan Rusya, Afgan
dağlarında yürekten inanmış, bir kaçtane ak donlu ihtiyarın,
çakar almaz tüfekleriyle dağıldı.
Bir avuç yiğit Çeçen mücahidi karşısında, kızıl ordu inim
inim inledi. Şeyh Şamil'in torunu Şamil kızıl ordu ile alay
etti. Hemde bütün dünya televizyonlarının ve gazetelerinin
gözü önünde alay etti. Bütün çevresi tanklarla kuşatıldı ama
bütün dünya müslümanları dua etti; "Ya rabbi gökyüzünden
meleklerini gönder de onları zafere ulaştır." dediler. Rabbim

3494[27]
Ali imran 1/9
diyor ki; "kişiye hesap etmediği yerden rızık verir "(Ta/a* 3)
Bizim hesaplarımıza göre iş bitmişti ama, Rabbim bir
yerden düşmana açık verdiriyor.
Öyleyse biz kul olarak, elimizdeki mevcut imkanlarımızla
İslam'ın Öğretilmesi ve yayılması için uğraşacağız. Bunu
şahsi çıkarlarımız için de yapmayacağız. Bunu top yekûn
insanlığın saadeti ve selameti ve Rabbin rızasını kazanmak
ve cenneti elde etmek için yapacağız.
Bizim insan severliğimiz budur. Yeryüzünde en insancıl
insanlar müslümanlardır. Çünkü onlar hiçbir insanın
yanmaması için insanların imana gelmesini istemektedirler.
Kafire yaran ilam ayacağını, Tevbe sûresi 57. ayetinde
açıklamıştık. 3495[28]

26- Ehli kitapdan onlara (düşman birliklerine) yardım


edenleri kalelerinden indirdi. Onların kalblerine korku saldı
da, onlardan bir kısmını öldürürsünüz, bir kısmını esir
edersiniz.
27- Onların yerlerini, yurtlarını, mallarını ve ayak dahi
basmadığınız nice yerleri de size miras bıraktı. Allah
herşeye kadirdir.
Bu ayet-i kerime, "Ben-i Kurayza" Yahudileri ile ilgili
haberlere dikkat çekiyor. Efendimiz Medine'ye vardığında
çevredeki Yahudilerle de anlaşmalar imzalamış.
Müslümanlara bir saldırı olursa Yahudiler yardım edecek,
Yahudilere bir saldırı olursa müslümanlar yardım edecekler.
Bir kaç madde halinde bu anlaşma yazılmış ve
onaylanmıştır.
Fakat savaş başlarken çevredeki bütün müşrikler Medine'yi
kuşatınca, Beni Kurayza Yahudileri anlaşmayı bozup
müşriklerle beraber oluyorlar. Müşrikler öntaraftan,
Yahudiler de arkadan Medine'ye saldırmaya karar

3495[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/257-259.
veriyorlar.
Allah (cc) Yahudilerin kalplerine bir korku salıyor.
Mü'minlerde onların yurdlarını savaşmadan ele geçirirler.
Bu da Rabbimin bir yardımıdır.
Bu gün dünya siyasetini yönlendirmeye çalışan imansızların
da yüreğine bu korku girmiştir. İngiltere de bir araştırmacı,
İngiliz parlementosuna "müslümanlar geliyor" diye bir rapor
vermiştir.
"Allah size, şu anda ayak dahi basmadığınız yerleri de va'd
etti." ifadesi de bir müjdedir. Sevgili Peygamberimiz
Hendek harbinde bunun işaretlerini vermiştir. "Yemen'in
Şam'ın, doğunun ve batının size açıldığını görüyorum"
diyor.
Efendimiz;"Yeryüzü hana dürüldü." diyor. Yani yer
yüzünün doğusunu ve batısını gördüğünü, orada islam
ordularının var olduğunu, peygamberimize gösterildiği,
belirtiliyor hadis-i şeriflerde. Buradaki ifade genel bir
ifadedir. "Şu anda ayak basmadığınız yerlere de, Allah sizi
varis kılacak" diyor ashaba, ashabın şahsında bize de
söylemiş oluyor.
Yani topyekün dünya üzerinde İsam'ın hüküm sürdüğü
günlerin geleceği rabbim tarafından bildiriliyor. Ne zaman?,
onu biz bilemeyiz. 3496[29]

28- Ey Peygamber, hanımlarına söyle; "eğer siz dünya


hayatını ve süsünü istiyorsanız, geliniz size mihrinizi
vereyim ve sizi iyilikle bırakayım."
Allah'a hamd olsunki evimizden, dükkanımızdan,
dairemizden, caddemizden kışlamızdan, üniversitemizden
televizyon ve radyolarımızdan kulaklarımıza hoş olan veya
hoş olmayan sözler girerken; bu arada Allah (c.c.)'ın kelamı
da gözlerimizden, kulaklarımızdan gönüllerimize doğru akıp

3496[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/259-261.
durmaktadır.
Nasıl ciğerlerimizden hücrelerimize kadar hepsinin havaya
ihtiyacı vardır, suya ihtayacı vardır, yiyecek ve giyecek
maddelerine ihtiyacı vardır aynen ruhumuzun da,
kanımızmda, canımızında, kalbimizinde, kahbımızmda
Kur'an'a ihtiyacı vardır. Bazen gıdasızlıktan hastalanan
hastanın gıdalı maddeleri görünce; yüzünü çevirmesi, içinin
kaynaması, nefret etmesi gibi bazı insanlarımız Kur1 an
gıdasından öylesine mahrum kalmış, öylesine unutmuş ki,
Kur'an'a karşı yüz çevirmekte, onu görünce tiksinti duyar
hale gelivermektedir. Bu tür insanlara, biz şefkatle,
merhametle, hassas bir doktorun hastasına yaklaşması gibi
yaklaşmalıyız.
Bu ve bundan sonraki ayet-i kerimelerde sevgili
peygamberimizin özel hayatını bize anlatmaktadır. Bu sûre
Medine'de nazil olmuştur. Medine'ye varan sevgili
peygamberimiz orada devletini kurduktan sonra, çevredeki
dost ve düşmanlarla münasebetlerini, İslam Hukuku
çerçevesinde düzenliyor.
Daha sonra bir rahatlama meydana gelmiştir. Mekke'deki
sıkıntılar gitmiş, Medine'de mü'minler rahat bir nefes
almışlardır. İşte böyle bir dönemde sevgili peygamberimizin
hanımları ki, onlar bizim anneleri-mizdir. Diğer insanlar
gibi -biraz da peygamber eşi olmayı hesaba katarak- evin
içerisinde yedikleri, içtikleri, giydikleri kullandıkları malze-
melerin değişmesini ve ortama uygun bir şekilde olmasını
arzu etmişler. Peygamber efendimize(s.a.v.)'de bunu
bildirmişlerdir.
Bu olay üzerine bu ayetler nazil oluyor. Bu her ne kadar
Sevgili peygamberimizin özel hayatı ise de, onun özel
hayatı hakkındaki bilgiler, bizleri de ilgilendiren emirler,
tavsiyeler, yasaklar, nasihatlar yerine geçer.
Özellikle efendimizin hayatına aittir, mü'minlerin hayatı ile
ilgili değildir derse, o tür ayetler, emir ve yasaklar
efendimizin hayatı ile ilgilidir.
Öyle bir ifade yoksa, efendimizin hayatı ile ilgili bilgiler,
bizim de ne yapmamız gerektiği konusunda, bize tavsiyeler
veya emirlerdir.
Efendimiz (S.A.V) bu duruma biraz üzülüyor. Yani
eşlerinin kendisinden daha fazla lüks bir hayat istemelerine
üzülmüş. Şunun için üzülüyor. Peygamber Efendimiz;
yepyeni bir toplum meydana getiriyordu. Daha önce
Mekke'deyken Mekke parlementosunun üyesi olan yeraltı
dünyasının babası olan insanlar da İslam'a girmişlerdi. Onlar
o babalığın ve parlementerliğin getirmiş olduğu dünyevi
imkanları terkeden insanlar. Mekke'de zengin iken,
Medine'de bir anda fakir oluveren insanlar var,
Sevgili peygamberimizin etrafında yıllarca köle olarak
alınıp satılan insanlar var, onlar hürriyetlerine
kavuşturulmuş. Peygamberimizle beraber aynı koltuklara
oturabilen, aynı sofrada yemek yiyebilen toplumun en saygı
değer insanları arasına gelmiş Bilal'ı Habeşi, Ammar b.
Yasir, Süheyb-i Rumi gibi insanlar yar. Sevgili
peygamberimiz eline bir şey geçtiğinde, o can dostlarıyla
paylaşıyor.
Topluma hergün grublar halinde katılanlar var, müslüman
olanlar var. Bunların içerisinde durumu iyi olanlar var,
durumu iyi olmayanlar var. Peygamber efendimiz kendi
evinin geçimini kendi temin ediyor. Kendi ihtiyacını
karşılamakla birlikte birtaraftanda dağıtıyor. O insanların
hem dünyevi, hem uhrevi ihtiyaçları ile doğrudan
ilgileniyor. Yani hem mideleri ile ilgileniyor, hem de
gönülleriyle ilgileniyor.
Öyleyse biz de 2000 lere, doğru giderken bu dünya insanına
ikisini de temin etmek için yürümemiz gerekiyor.
Sevgili Peygamberimize, eşlerinden; "kazanılanların evde
harcanması ve dışarıya yapılan yardımların biraz
durdurulması" ile ilgili teklif gelir. Bu konuda Buharı de bir
hadis-i şerif vardır. Hz. Aişe rivayet ediyor. "Bir zamanlar
benim bir elbisem vardı. Düğün yapan kızlar gelinlik olarak
o elbiseyi giyerlerdi. Medine'ye gelip belirli bir zaman
geçtikten sonra refah seviyesi epeyce yükseldi. Benim
elbisemi isteyen yok. Herkes gelinlik elbiseler kadar güzel
elbiseler giymeye başladı" buyuruyor.
İşte bu refah seviyesinin yükselişinde Hz. Aişe, Hz. Hafsa,
Hz. Şevde validelerimiz peygamberimizden(s.a.v.);
kendilerinin de evlerinin, eşyalarının değişimi konusunda
istekte bulunuyorlar. Sevgili peygamberimiz buna üzülüyor.
Fakat üzüntüsünü çevreye duyurmuyor. Fakat Hz. Ebubekir,
Hz. Ömer bunu hissediyorlar ve sevgili peygamberimize
durumu öğrenmek üzere geliyorlar. Karşılıklı konuşuyorlar.
Hz. Ömer, peygamber efendimizi o üzüntülü gününde
epeyce güldürdüğünü nakleder hadis-i şerifler. Bazı şeyler
söyleyerek peygamber efendimizi neşelendiriyor. Bu olay
üzerine ayet-i kerime nazil oluyor.
"Ey Peygamber! Hanımlarına söyle; eğer siz dünya hayatını
istiyorsanız, bu dünyanın süsünü istiyorsanız, geliniz size
bazı dünyevi imkanlar vereyim ve sizinle iyilikle ayrılayım.
Sizi serbest bırakayım."
buyruluyor.
İfadelere dikkat edelim, Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.),
eşlerine bir teklifte bulunuyor. Günümüzde bazı ailelerin
başında da aynı olay mevcuttur. Hoca olmamız itibariyle
ailevi durumlarını anlatanlar var.
"Hocam boşayayırn mı?" diyorlar. "Hayır" diyorum
katiyyetle boşanmiyacaksmız. "Ne yapalım?" Bunu tatlıya
bağlıyacaksınız.
Sevgili peygamberimiz; isteklerinin olmayacağını ifade
ediyor. O bir yöneticidir. O'nun giydiği, yediği herkesin
gözünün önünde cereyan etmektedir. O, binlerce insanın
gönüllerine imanı yerleştirmiş olan bir insan olarak, onların
midelerine de asgari olan bazı şeyleri yerleştirmekle
görevlidir. Onların hem kalpleriyle hem de kalıplarıyla
ilgilenmektedir.
Onun için O'nun kendi yaşantısı insanların imreneceği bir
yaşantı olmamalıdır. Mesela Bilal-i Habeşi evindeki yiyecek
ve giyeceğe bakıyor, bir de Peygamber efendimizin evine
bakıyor, bir fark yok. Böyle olunca kendi durumundan
memnun oluyor.
Peygamberimiz köleleri hürriyetlerine kavuşturmuş ve
onların durumunu kendisinden biraz daha iyi yapmış.
Eşlerinden de böyle bir fedakarlık istiyor. Hanımlarına "Biz
bu insanların öncüleriyiz" diyor. Ayet-i Kerime onu ifade
ediyor zaten. "Sizin yaptığınız iyiliğin karşılığı iki kat
sevaptır. Sizin yaptığınız kötülüğünün karşılığı da iki kattır"
Neden? Bütün gözler peygamber efendimizde ve O'nun
ailesinde de ondan. Kötü maksatla değil, iyi niyetlerle
bakıyorlar.
Örnek alınacak bir aile! peygamber efendimizin ailesi. Bu
sebebie hanımlarının meşru ve hukuki olan bu istekleri, bazı
mahzurlarından dolayı yerine getirilmiyor. Rabbim de
yerine getirilmemesi konusunda peygamberimizi uyarıyor.
Onlar kıyamete kadar gelecek olan bütün insanların
örnekleri. Bu isteklerinden dolayı peygamberimiz onları
azarlıyor mu? Hayır! Dövüyor mu? Hayır, Efendimizin
nikahı altında dokuz tane hanımı olduğunu biliyoruz. Dokuz
hanımından bir tanesine, bir tek tokat vurduğu hiç bir hadis
kitabında nakledilmemiştir.
Buhari'nin naklettiğine göre; "Peygamberimiz eşlerinden
Hz. Aişe validemizin evinde kalırken diğer eşi bir tatlı
getiriyor. Diğer eşi bir tatlı göndermiş. Tatlıyı getiren insan,
tatlıyı Hz. Aişe validemize takdim edince; Hz. Aişe
validemiz elinin tersiyle bir tokat vuruyor ve tabak yere
düşüyor, kınlıyor. Sevgili Peygamberimiz kalkıyor tabağı
birbirine yapıştırıyor, tamir ediyor. Hz. Aişe validemize de
bir şey demiyor. 3497[30] Dünyada hiçbir şey eşinizin gönül
telini kırmaya değmez. Bunu böyle bilelim. Hanım efendiler
içinde aynı şey geçerlidir. Dünya da hiçbir şey eşlerinizin
gönül telini kırmaya değmez.
İlla ki, ısrarlıysanız, ayet-i kerimenin anlamı bu. Yani
dünyevi hayatı yaşamak istiyorsanız o zaman bir tercihte
bulunacaksınız. Rabbim Peygamberimize; "Ben size
dünyevi imkanlar vereceğim, de onlara" diyor "Ama
iyilikle ayrılacağız"!!!, İfadeye dikkat ediniz.
Ben sizi güzellikle boşayacağım. İsterseniz ayrılabilirsiniz.
Ama nasıl ayrılabiliriz. Çok iyilikler yaparak ayrılacağız.
Sahabeden de ayrılanlar olmuştur. Yani bizim altın nesil,
örnek nesil diye değerlendirdiğimiz, kabul ettiğimiz, gül
devri dediğimiz o devrede de sahabeden de eşlerinden
ayrılanlar olmuştur. İzdivaç olmuştur ama imtizaç olmamış
olabilir. Evlenilir ama insanların mizaçlarının ayrılığı
bunların hayatlarını 50 sene zindana çevirmeyi gerektirmez.
Ayrılınabilir, ayrılmalarda olmuş. İman, İslam kardeşliği
devam etmiş. Ayrılan eşler ayrıldıktan sonra, kadın
evleneceğinde boşayan kocası maddi yardımda bulunmuş.
Hatta birbirlerine dünürcü olarak gitmişler.3498[31]

29- "Eğer siz Allah'ı, Rasülü'nü ve ahiret yurdunu


istiyorsanız, muhakkak Allah sizden iyilik yapanlara büyük
mükafat hazırladı."
Allah'ı isteyen, Allah'ın rızasını isteyen kişi, Rasülü'nü
isteyen, Rasülü'nün muhabbetini isteyen kişidir.
"Allahümme inni eselüke hubbeke, ve hubbe ne yuhibbuke
ve hubbe amelin yukarribu ila hubbike" diye bir dua vardır.
"Allahım senin sevgini istiyorum, (senin sevgini isti}
Drum"un iki türlü manası vardır. 1-Senin beni sevmeni
istiyorum, 2- Senin sevginin benim gönlüme yerleşmesini
3497[30]
Buharı Nikah HadisNo 4896
3498[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/261-265.
istiyorum) Yani Ya rabbi! en sevgili sen ol, sen kendini
bana sevdir. Gönlüm seni sevsin. Sen de beni sev. Seni
sevenin sevgisini bana ver. Seni sevdiren ameli bana sevdir.
Bende O amel sevgisi olsun, demektir. 3499[32]
Allah'ı ve Rasülünü seversek, Allah ve Rasülü de bizi
sevecek olursa, ahiret yurdu kazanılmış demektir. Cennette
Allah (c.c.) inşallah kendisini sevdiğimizden dolayı,
Rasülü'ne olan bağlılığımız, O'nun peşinden gidişimiz
sebebiyle; O'nun yanında komşu olmayı hepimize na-sib
etsin (amin).
"De onlara! Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki,
Allah da sizi sevsin" Yani biz Allah'ı seviyorsak, Allah'ın
emir ve yasaklarına nasıl uyacağımız konusunda örneğimiz
peygamberimiz (s.a.v.)'e uyacağız. O'na uyarsak ahirette
onunla beraber olacağız inşallah.
"(9 gün bütün insanları önderleri ile beraber çağıracağız"
diyor Allah (C.C.) 3500[33] Bu dünya da kimin peşinde
gitmişseniz, ahirette onun yanında olacaksınız. Hud Suresi
98. ayetinde Rabbim, Firavun ve ona uyanlardan
bahsederken; "Kavminin önüne düşer, onları cehenneme
götürür. O ne kötü bir gidiş yeridir." buyuruyor. Firavun'a
uyanlar onunla beraber ateşe doğru gidiyorlar ve en önde de
Firavun var.
Biz Allah (c.c.)'ı istiyoruz, Rasülünü istiyoruz. Bu ikisini
isteme de samimi olursak; Allah (c.c), ahiret yurdunu da bu
mü'minlere bağışlayacağını, büyük mükafatlar vereceğini
va'd ediyor. 3501[34]

30- Ey Peygamber kadınları, sizden kim, açık bir


terbiyesizlik yaparsa ona azap ikiye katlanır. Bu Allah'a çok
kolaydır.

3499[32]
Tirmizi tefsiri suret-i sad hadis no;3233
3500[33]
İsra 71
3501[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/265-266.
Sizin yaptığınız kötü bir hareket, ağzınızdan çıkan kötü bir
söz ve bir davranışınız; diğer insanlarınki gibi değildir.
Sizin azabınız iki kat olur. Niye iki katı olur? Siz Piygamber
terbiyesinden geçmiş insanlarsınız, O'nun eğitimi ile
eğitildiniz, siz insanların örnek alacağı bir aile hayatı
sergiliyorsunuz. Bir kendi yaptığınızdan dolayı günaha
girersiniz, bir de öbürüne örnek olduğunuzdan dolayı
günaha giriverirsiniz.
Sevgili Peygamberimiz Bizans Kralı Heraklıyus'a yazdığı
mektubunda da öyle diyor du; "Müslüman ol, kurtul. Allah
senin mükafatını iki kat verir" (Buharı Bedulvah 6) Yani
Bizans'lı herhangi bir insan müs-lüman olmakla, dünya ve
ahiretini kazanır, büyük sevablâr alır. Ama yönetici
durumundakiler müslüman olacak olursa, iki sevab alır
diyor hadis-i şerifinde. Aynı zamanda yönetici kadro günah
işlerse, cezanın
iki katını alır.
Günümüzde biz, bu ayetten nasıl Örnek alacağız? İnsanların
önünde yönetici durumunda olan insanlar, Yani
Kaymakamlar, valiler, Başbakanlar, Reisi Cumhurlar,
Üniversite Rektörleri, Dekanları v.b. Onların eşleri ve
çocukları milletin gözünün önündedirler. Onların iyi halleri
iyi olarak, kötü halleri kötü olarak, aşağıya yansır. İnsanlar
ayna gibi onlarda olanları yansıtmaya başlarlar. İyi
elbiselerle aynanın karşısına çıkarsanız, kendinizi iyi
görürsünüz. Kötü elbiselerle çıkarsanız kötü elbiselerinizi
görürsünüz. Gülümserseniz gülümser görünürsünüz, kaş
çatarak çıkarsanız kaşı çatık çıkarsınız.
Sevgili Peygamberimiz de; "Mü'min, müminin aynasıdır"
buyurmuş. 3502[35] Onun İçin İnsanların, bütün söz ve
davranışlarını kontrol etmeleri gerekir.
Kontrol ederken de kriterleri, ölçüleri Kur'an olacaktır. Zira

3502[35]
Ebu Davut Edep had. no;49l8 Tirmizi Bir 1930
Allah-u Teala Hud suresinde, "Festekim Kema Ümirte"
"Emrolunduğun gibi dosdoğru ol" buyuruyor.
Günümüzde ahlaksızlığın herçeşidini yapan bir erkek veya
kadın, televizyonda kendisinin çok haklı olduğunu ifade
ediyor, Çağın gerisinde kaldıklarını ifade ediyor. Doğruyu
ve doğruluğu kendisinde topluyor. Sizde onun karşısına
çıkıp bir doğru ileri sürerseniz hanginizin ki doğrudur?,
doğruluğu ölçen nedir?
Bizim ölçümüz, bizi yaratan Allah'ın emir ve yasaklarıdır.
O'nun doğru dedikleri kesin doğrulardır. O'nun yanlış,
haram ve yasak dedikleri de kesin yanlışlardır.
Öncü durumunda olan insanlarımız, onların eşleri ve
çocukları çok dikkatli olacaklardır. 3503[36]

31- Sizden kim Allah'a ve Rasülü'ne itaat eder, salih amel


işlerse ona mükafatım iki kat veririz, ona güzel bir rızik
hazırladık.
Ameli salih, bir insanın dışa yansıyan bütün amelleri
Kur'an'a uyarsa, buna amel-i salih denir. Eğer sizden iyi
ameller ortaya çıkarsa mükafatınız iki kattır. Nimetle, külfet
dengesidir bu.
Sevgili Peygamberimizin eşi olma nimetini elde ettiler. Bu
büyük bir nimettir. Yeryüzünde hiçbir insana nasip olmayan
bir nimete sahib oldular.
Bunun nimeti, yaptıkları iyiliklerin iki kat sevabının
olmasıdır. Külfeti ise, kötü hareketlerinin iki kat günahının
olmasıdır.
Günümüzde insanların önünde olanlarımız davranışlarına
dikkat edecekler ve en güzel bir şekilde olmasına dikkat
edeceklerdir. Onlar için çok güzel nimetler hazırladık diyor
Rabbim. 3504[37]

3503[36]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/266-268.
3504[37]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/268-269.
32- Ey Peygamber kadınları, siz kadınlardan herhangi biri
gibi değilsiziniz. Eğer sakınırsanız sözü yumşak (eda'lı) bir
şekilde söylemeyin. Yoksa kalbinde hastalık olan tama1
ederler. Güzel söz söyleyin.
Ey Peygamber Hanımları! Siz diğer kadınlardan herhangi
biri gibi değilsiniz. Dikkatli olmanız gerekiyor. Çünkü siz
Peygamberimizin hayatının yarısını, yani gece hayatını da
görerek yaşayan insanlarsınız. (Mesela Hz. Aişe validemiz
ikibinin üzerinde hadis rivayet etmiştir.)
Eğer Allah'tan sakınıyorsanız, konuşmalarınıza dikkat
ediniz. Konuşurken kırıtarak konuşmayınız.
Burada şu akla gelmesin. Onlar böyle konuşuyorlarmış da,
bu sebeble uyanlıyorlar, anlamında değil. Onlar dikkat
ediyorlar. Ama rabbim yine de uyarıyor.
"Kalblerinde hastalık olan insanlara, ümit verici konuşmalar
yapmayınız." İfadeler ne kadar güzel.
Ümit veren konuşma, ne demek? Kelimelerde bir ümit
verici bir şey yok. Kelimelerin ifade edilişinde vardır.
Gazete de okumuştum İngilterede bir şirket sekreterini
görevden uzaklaştırmış. Kadın da mahkemeye vermiş,
tekrar görevine dönmek istiyor.
Mahkeme, bilir kişiye havale ediyor. Şirketten çıkartan
insanlar diyorlar ki; "ses tonu telefonun ucundaki
müşterilerimizi gıcıklıyor." Bilir kişi görevden alman
hanımı telefondan dinliyor ve gerçekten uzaklaştırılmasına
karar veriyor. Konuşulan kelimelerde bir sakınca yok ama
kelimelerin ifade edilişinde bir sakınca var. Rabbim buna
dikkatimizi çekiyor.
Güzel sözler söyleyiniz. Maruf sözler söyleyiniz Maruf iki
türlü anlaşılır.
1-Toplumun müştereken kabul ettiği tavırlar ve sözler
söyleyiniz.
2- Allah'ın tasvib ettiği; söylenmesini isteği ve söylenmesini
istemediği şeylere dikkat ederek konuşmaktır. 3505[38]

33- Saygın bir şekilde evlerinizde oturun. İlk dönem


cahiliye açılıp saçılması gibi, açılıp saçılmayın. Namazı
dosdoğru kılın, zekatı verin, Allah'a ve Rasülü'ne itaat edin.
Ey ehli beyt, ancak Allah sizden pisliği gidermek ve sizi
tertemiz yapmak istiyor.
"Evlerinizde izzetiniz, iffetiniz ve vakarınızla oturunuz"
Bazıları burayı yanlış anlıyor. Diyorlar ki; bak burada evde
oturmak emrediliyor, dışarı çıkmak yasakmış" Öyle bir şey
yok. Hz. Aişe validemiz ve diğer hanımları
Peygamberimizle Uhud'a gitmişlerdir, Bedir'e gitmişlerdir,
Mekke'ye gitmişlerdir.
Peygamber efendimiz hanımıyla yatsıdan sonra caminin
kapısında konuşurken, iki sahabe yanlarından süratle
geçmiş, peygamberimiz onları durdurmuş ve "hak hu benim
eşim Safiyye" demiş. Sahabe aklına böyle bir şey
gelmediğini belirterek özür beyan eder;"Suhhanaîlah Ya
rasulallah" diyor. 3506[39]
Sevgili peygamberimiz bunu niye yapıyor? Sahabe hiç
kötülük düşünmez ama ya düşünürlerse!? vede kıyamete
kadar gelecek olanları da uyarmak için, bu hareketi yapıyor.
Karşıdaki insana suizan besletmemek bizimde görevimizdir.
Burada yasaklanan; dışarıda gezilirken ilk dönem cahiliye
kadınları gibi dolaşmaktır. Bütün allıklarını pulluklarını
sürdükten sonra, erkeklerin iştahını çekecek yerlerini de
açtıktan sonra çarşılarda dolaşanlar var. Böyle
dolaşmamaları gerektiğini Allah (c.c.) ifade ediyor.
Evlerinizde izzetlerinizle ve iffetlerinizle oturunuz.
Namazlarınızı dosdoğru kılınız, zekatlarınızı veriniz, Allah'a
ve Rasülü'ne itaat ediniz. Bunları niye emreder Allah (c.c.)?
Sizden kötülüğün, pisliğin uzaklaşması ve size bulaşmaması
3505[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/269-270.
3506[39]
Buharı İtikafbab8 hadis no; 1909
için.
Ehl-i Beyt-i tertemiz yapmak için, Peygamber efendimizin
hanımlarından evlerde fazla kalınması isteniyor. Onun
sebebide açıklanıyor. 3507[40]

34- Evlerinizde okunan Allah'ın ayetlerini ve hikmeti


(sünneti) hatırlayın. Şüphesiz Allah herşeye nüfuz eden,
herşeyden haberdar
olandır.
Sizin evinizde okunan ayetleri hatırlayınız. Allah'ın
ayetlerini ve hikmeti hatırlayınız. Yani, siz vahyin geldiği
evde yaşıyorsunuz. O vahyin nasıl yaşandığını
peygamberden görüyorsunuz. Hikmet burada. İslam,
peygamber efendimizin bütün sözleri, davranışları,
onayladıklarıdır. Bunları siz gözünüzle görüyorsunuz.
Bunları hatırlayınız. Yani sevgili peygamberimiz kendisine
nazil olan ayetleri çeşitli vesilelerle insanlara duyuruyor.
Eğitim merkezi olarak mescid birinci derecede, çarşılar,
dükkanlar, işyerleri, dağlar, tepeler kullanılıyor.
Kur'an'ın üslubuna baktığımızda dünya bir medresedir.
Eğitim salonu yalnız okullar değildir. Oralarda eğitim
salonudur ama yeryüzü bir eğitim salonudur. Buralarda
eğitim devam ederken, peygamber efendimizin ömrünün
yansıda evde geçiyor. Evde peygamber efendimizin
hanımları nazil olan ayetleri, ve o ayetlerin paygamber
efendimiz tarafından yapılan hem sözlü, hem de davanış
yorumlamalarının da kıyamete kadar gelecek insanlara
nakledilmesi gerekiyor.
İşte bu nakletme görevi de o annelerimize düşüyor. Bu
sebeble Allah (c.c.) onları uyarıyor. Evleri onların eğitim
merkezi olmuş oluyor. Öğretmenleri de sevgili
peygamberimizdir. Ders kitapları Kur'an-ı Kerimdir ve

3507[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/270-271.
efendimizin hayatıdır.
Bütün bunların nakledilmesi gerektiğinden rabbim bunu
emrediyor. O annelerimiz de gerekeni yapmışlar. Allah o
annelerimizle bizi, cennetinde buluştursun inşallah. Allah
herşeye nüfuz edendir, Allah herşeyden haberdardır.3508[41]

35- Müslüman erkekler ve mûslüman kadınlar, Mü'min


erkekler ve mü'min kadınlar, itaat eden erkekler ve itaat
eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden
erkekler ve sabreden kadınlar, (Allah'dan) korkan erkekler
ve (Allah'dan) korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve
sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan
kadınlar, namuslarını koruyan erkekler ve namuslarını
koruyan kadınlar. Allah'ı çok zikreden erkekler ve zikreden
kadınlar, Allah onlar için büyük mükafat hazırlamıştır.
Dürüst erkekler ve dürüst kadınlarla birlikte hareket
edeceğiz. Dünyevi hayatımızda, maddi hayatımızı birlikte
yürüttüğümüz gibi, dini hayatımızı da beraber yürüteceğiz.
Müslüman erkekle, müslüman kadınlar el ele verecekler,
gönül gönüle verecekler, dünyalarını güzel eyleyecekler,
ahiretlerini de güzel eyleyecekler. Cennette beraber olmak
için birbirlerine yardım edecekler.
Başlarına gelebilecek herşeye de birlikte sabredecekler.
Allah'ı çok zikretme konusunda erkek hanımına, hanım
erkeğine yardımcı olacak.
İhtiyaç sahiplerine birlikte yardım edecekler.
Orucu tutma konusunda birbirlerine yardımcı
olacaklar.Allah'ın kitabım anlama konusunda, birbirlerine
yardımcı olacaklar.Allah'ın yurdunda, Allah'ın verdiği
ayaklarla yürürken, Allah'ın verdiği dillerle konuşurken,
gözlerle bakarken, bu verdiği nimetleri kullanırken, kötü
yerlerde kullanmamaya dikkat edecekler.

3508[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/271-272.
Namuslarım korumada bir ürpertinin içerisinde olacaklar.
İşte bu mümin kadın ve erkeğe de Allah(cc); bildikleri veya
bilmedikleri mükafaatlar hazırladığını müjdeliyor. 3509[42]

36- Bir iş hakkında Allah ve Rasülü hükmetdiği zaman,


hiçbir mü'nıin erkek ve mü'min kadına, işlerinde
istediklerini yapma hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Rasülü'ne
isyan ederse, apaç,k bir sapıklığa sapmış olur.
37- Hani sen Allah'ın nimet verdiği, senin de nimet verdiğin
kişiye (Zeyd b. Harise) "Hanımını yanında tut (boşama)
Allah'dan kork" diyordun ve Allah'ın açığa vuracağını
içinde gizliyordun ve insanlardan korkuyordun. Korkmaya
layık olan Allah'dir. Zeyd (b. Harise) Ondan (Zeyneb binti
Cahş'dan) boşanınca, biz onu (Zeyneb'i) sana nikahladık ki,
evlatlıkları eşlerini boşadiğında (onlarla evlenme ko-
nusunda) mü'minlere bir zorluk olmasın. Allah'ın emri
yerine gelir.
38- Allah'ın Peygambere farz kıldığı şeylerde ona hiçbir
güçlük yoktur. Daha önce geçenlerde de Allah'ın yasası
böyledir. Allah'ın emri belirlenmiş bir işdir.
39- Onlar Allah'ın gönderdiklerini tebliğ ederler. Allah'dan
korkarlar. Allah'dan başka hiçbir kimseden korkmazlar.
Hesab görücü olarak Allah yeter.
Bu ayetlerde Allah(c.c), sevgili Peygamberimizle Hz.
Zeyneb validemizin evliliğine dikkatimizi çekiyor. Zeyneb
validemiz Peygamberimizin halasının kızı, Kocası da; Hz.
Zeyd, Peygamberimizin eğitiminden geçmiş ve O'nun
yanında yetişmiş bir insan. İlk hanımı vefat etmiş. O zenci
bir hanımmış. Onunla çok mutlu bir hayatı varmış. Ondan
Üsame dünyaya gelmiş. Üsame(r.a.) sevgili
Peygamberimizin Genel kurmay başkanı olmuştur.
Dikkat edin!!, Üsame bir kölenin çocuğuydu.

3509[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/272-273.
Peygamberimiz babasını hürriyetine kavuşturmuştu.
Kölenin çocuğu sevgili Peygamberimizin genel kurmay
başkanı oldu.
Amerika'da zenci insanlar, hâlâ belirli yerlere getirtilmezler.
Beyaz saraydan içeri giremezler hala.
Zeyd. (r.a.) Peygamberimizin halasının kızı Zeyneb
validemizle evlendi. Geçim olmadı. Huzursuz bir hayat
sürdüler. İkisi de Peygamberimize gelip şikayette
bulunuyorlar. Peygamberimiz buna çok hayret etmiş ve "Ey
kalpleri evirip çeviren Allah'ım" demiş Yani Zeyd zenci
kadınla çok mutlu idi ama Peygamberimizin halasının kızı
Zeyneb validemizle mutsuz oldu. Birbirlerini sevemediler
ve ayrıldılar. Ayrıldıktan sonra da Peygamberimiz (s.a.v.)
Zeyneb validemizle evlendi.
Medine'de bir dedikodu aldı yürüdü. Evlatlığının hanımiyla
evlendi diye. Bunun üzerine nazil olan, ayet kıyamete kadar
gelecek insanlara da bir hükmü bildirmiş oluyor Peygamber
sizden herhangi birinizin babası değildir. Yani evlatlıkların,
o ailenin evladı olmadığını, yabancı bir insan olduğunu ama
beslenip büyütülebileceğini, fakat mirasta ve nikahta
yakınlık meydana getirmiyeceğini, ifade ediyor.
O güne kadar ki Mekke'de ve Medine'de hüküm süren örfe
göre evlatlık, o ailenin evladı olur,, onunla ve onun
çocukları ile evlenilemezdi. Rabbim bu hükmü de böylelikle
kaldırmış oldu. Yani Sevgili peygamberimizin hayatının her
yönü bize ve kıyamete kadar gelecek olan insanlara örnek
olma önemini taşımaktadır.
Hayatımızı O'nun hayatına uyduralım Altıbin küsur
ayetlerle hayat kumaşımızı dokurken, renk ve desenlerini
peygamberimizin hayatına göre ayarlarsak yarın mahşerde
O'nunla beraber haşrolanlarla, O'nun sancağı altında cennete
yürüyenler arasına gireriz. 3510[43]

3510[43]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/273-276.
40- Muhamnıed sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası
değildir. Ancak Allah'ın Rasülü, Peygamberlerin
sonuncusudur. Şüphesiz Allah herşeyi bilendir.
BıTayette Allah (c.c.) sevgili Peygamberimizin; bizlerden
herhangi birinin babası olmadığını, ancak Allah'ın Rasülü
olduğunu ve peygamberlerin sonuncusu olduğunu
bildirmektedir.
O bir Rasül'dür. Bunu vurgulamanın anlamı şudur. Eğer
Efendimiz (s.a.v.) o Zeyd'in boşadığı Zeyneb'le evleniyorsa,
bu da Allah'ın kontrolünde oluyor demektir.
Bu ayet-i kerime kıyamete kadar gelecek sahte
peygamberlerin Önünü kesiyor. Aynı zamanda Peygamber
mührüdür. Mühür nereye vurulur? Bir yazının, bir
dilekçenin, bir raporun en son kelimesinden sonra vurulur.
Sevgili Peygamberimiz de Hz. Adem'den kendi zamanına
kadar gelen bütün peygamberlerin son mührüdür, ve
sonuncusudur
Tarih boyunca bir çok insan; "Ben peygamberim" diye
ortaya çıkmıştır. Bundan sonrada çıkmaya devam edecektir.
Bundan dolayı üzülmeyiniz. O şahsa üzülünüz. Yaptığı
yanlışı düzeltmeye çalışınız.
Bütün bu sahte peygamberlerin ortaya çıkışı mü'minlerin
inancının doğruluğunu da ortaya koymaktadır. Hangi şey
revaçta ise o şeyin sahtesi de piyasaya çok sürülür. Bu
günlerde dünyanının her tarafında dolar geçmektedir. Onun
için kalpazanlar doların sahtesini basmaktadırlar. Bu
günlerde de dünyanın her tarafında geçerli olan İslam
Dinî'dir. Yükselen İslan dinidir. Her yerde yükselen
islam'dır.
Bahar mevsimi gelince, ağaçların gövdesinden dalların
ucuna doğru sular yükselir ve dalların en yüksek yerlerinde
bembeyaz, kırmızı, ve rengarenk çiçekler, insanlara görünür
ya, işte aynen öyle.
İslam da Türkiye'sinde, Japonya'sında, Amerika'sında,
Afrikasında, İngiltere'sinde, Avrupa'sında, Rusya'sında
kısaca her tarafta, insanların yüreklerinden ellerinin uçlarına
doğru, alınlarından ayaklarına, ayaklarından alınlarına doğru
yükselmekte ve amel çiçekleri de açmaya devam
etmektedir.
Bütün kavgalar bunun neticesidir. Yani bu gün gazeteleri
okuyupta, televizyonları izleyipte, radyoları dinleyipte
moralinizi bozmayın. Moralinizi yüksek tutun. Bu batılı
ajanlar, Türkiye içinde kargaşa meydana getirmek
isteyenler, müslümanları yok edeceğini zannedenler
yanılıyorlar. Bunların ataları bunları başaramadı. 8 defa
haçlı seferleri düzenlediler başaramadılar. Ataları
başaramadı da bunlar mı başaracakmış?
Bu konuda gönlünüze kederden , üzüntüden bir nokta dahi
düşürmeyin. İşinizi yapmaya devam edin. Güzel
hizmetlerinizi devam ettirin. Bu topraklar üzerinde, Allah'ın
emrettiği şekilde yaşamaya devam ediniz.
Siz Ay gibi doğunuz, karanlığın çokluğundan hiç endişe
etmeyiniz. Siz güneş gibi doğunuz. Binlerce çiçek sizden
ışık almaya, renk almaya hazır vaziyettedir. Zirvelerde
olanlar dahi, sizden ışıklarını ve renklerini alacaklardır.
Derelerin derinliklerinde olanlar dahi sizden İslam'ın
rengini, Kur'an'm ifadesiyle "sıbgatullah"ı yani Kur'an'ın
rengini almaya devam edeceklerdir.
Kavgayı bırakınız. Kavga içerisinde olmayın. Çünkü kavga
edecek zamanımız yok. Bu toplumun, bu insanların hem
dünyevi, hem de uh-revi ihtiyaçlarını Kur'an'ın belirlediği
doğrultuda karşılamaya yönelive-riniz.
Allah her şeyi en güzel şekliyle bilmektedir.
Biz bir sahnede oyun oynuyoruz. Bütün dünya insanı bir
oyunun içerisindedir. Allah (c.c); "Bu dünya hayatı bir oyun
ve oyuncaktır" buyuruyor, Koskocaman dünya sahnesi
üzerinde rollerimizi almışız. Allah'ımıza hamdü senalar
olsun ki, mü'min rolünü aldık. Kafirler de kendi iradeleri ile
küfrü tercih ettiler. Bir oyundur devam ediyor. Rabbim de
bizim amellerimizi hep kayda geçiyor. Kameranın kayda
geçtiği gibi melekler, Rabbimin emri üzerine bütün
amellerimizi kayda geçiriyorlar.
Öyleyse biz iyi görüntüler verelim, iyi pozlar verelim, iyi
davranışlar şergiliydim. Ağzımızdan çıkan kelimeler
kimseyi rahatsız etmesin. En doğruyu en güzel şekilde ifade
edelim.
Allah (c.c.) sevgili Peygamberimize; "sana kıssaların en
güzelini, en güzel şekilde anlatacağız" diyor. Rabbimin
ifadesindeki güzelliğe bakınız.
Biz en güzel olan îslam'i ki, bu Rabbimin kelamı olduğu
için en güzeldir en güzel şekilde insanlara duyuracağız.
Yani hayatımızda yaşayacağız. Şırıl şırıl akan kelimelerle,
pırıl pırıl parlayan bir yaşantı sergi-liyeceğiz. İnsanlar şu
anda mü'minlerin davranışlarını ve sözlerini takib ediyorlar
Niçin? Çünkü yeryüzünde bütün devletler de yükselen değer
İslamdır. 3511[44]

41- Ey iman edenler, Allah'ı çokça zikrediniz.


42- Sabah akşam onu teşbih ediniz.
43- O sizi karanlıklardan aydındığa çıkarmak için size
rahmet eder, melekleri de (istiğfar eder). O Mü'minlere çok
merhametlidir.
Allah'ı çok çok zikredeceksiniz. Bu şu anlamlara
gelmektedir.
1- Allah, Allah, lailahe illallah, estağfirullah subhanellahi
velham-dülillahi vela ilahe illallahu vallahu ekber. Vela
havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim.
2-Bazen karınıza, bir yerden düşmanın büyüklüğünü anlatan
bir makale, bir haber okuyuverirsiniz. "Efendim, Avrupalı

3511[44]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/276-278.
güçler müslüman-lara karşı yönelmişler, Nato'yu İslam'a
karşı yöneltiyor!armış, eskiden kırmızı renkler karşı tatbikat
yaparken, şimdi yeşil renge karşı tatbikat yapıyorlarmış.
İslam'a karşı hazırlıklar içerisindelermiş.
Almanya'ya konferansa gittiğimde , o günkü gazetelerde,
Alman askerlerinin müslümanlara karşı psikolojik yönden
hazırlanması için bir konferans verildiğini haber olarak
okumuştum. Bu tür haberleri okuduğumuzda veya
duyduğumuzda biz yine Allah'ı hatırlayacağız.
Düşmanların gücü ne olursa olsun, Rabbim bize; "Allah'ın
izniyle nice az topluluklar çok topluluklara galip gelmiştir"
diyor.3512[45]
Geçmişten misaller veriyor. Musa (a.s.) kendini "rabb"
kabul eden Firavun'a karşı galib gelmişti. İbrahim (a.s.)
Nemrud'a karşı galib gelmiştir. Sevgili peygamberimiz o
günün Bizansı, İran'ı ve Mekke müşrik devletine karşı galib
gelmiştir.
Rabbimizi çokça zikredeceğiz. Düşman ne kadar çok olursa
olsun, Allah (c.c.)'ın daha büyük olduğunu hatırlayacağız.
Daha büyük olanın Allah olduğunu bileceğiz.
"Allah dostları bu dünyada da, ahirette de korkmazlar. Onlar
üzülmezler de" diyor Allah (c.c.) 3513[46] Başkalarının
yaptıklarına üzülmeyelim. Biz kendi görevimizi
yapamadığımıza üzülelim. O Allah (c.c) size rahmet eder.
Melekler size istiğfar eder. Allah size rahmet ediyor. Niçin
rahmet ediyor? sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için.
Allah merhametiyle sizi küfrün karanlıklarından imanın
aydınlığına çıkarır.
Meleklerin mü'minler için istiğfar ettiğine dair ayetler
Kur'an-ı Kerim'de birkaç yerde geçmektedirler.(Mümin 7)
Bu bizim için şu anlamda bir delildir. Bir mü'minin, diğer
insanlar için de istiğfarı mümkin-dir. Yakub (A.S)'a
3512[45]
Bakara 249
3513[46]
Yunus 62
geliyorlar ve "Ey babamız! Ne olur bizim için istiğfar et"
diyorlar. Yakub (a.s.) da "ben sizin için istiğfar edeceğim"
diyor ve İstiğfar ediyor.
Biz mü'min kardeşlerimiz için istiğfar edelim. İmanını
yitirmiş insanlarımız için de Allah'tan hidayet dileyelim.
Kimsenin helakine dua etmeyelim. Bed-duaya dilimizi
alıştırmiyahm.
Allah'ın Rasülü Ebu Cehil ölünceye kadar onun mü'min
olması için dua etmişti. İşte merhamet, mehabbet, sevgi
budur. Günümüzde "sevgi" kelimesini yalama yaptılar.
Kafir Cehenneme doğru koşuyor. "Hayranım sana" diyor.
Ateşe doğru koşan adam alkışlanmaz,
Allah mü'minlere karşı çok merhametlidir. Ahirette azıcık
amellerini jçok kabul edecektir. Bir'e 700'e kadar hatta daha
fazlasını da verecekler. 3514[47]

44- Ona kavuştukları gün esenlik dilekleri "selam"dır. Onlar


için çok değerli mükafat hazırlamıştır.
O gün onlar "selam"la karşılaşırlar. Birbirlerine karşı iyilik
ve esenlik ifadeleri "selam" kelimesiyle olacaktır. Yasin
süresindeki "selamun kavlen mirrabbirrahim" "Gafur ve
Rahim olan Allah (c.c.)dan bütün cennettekilere "selam"
sesi duyulacaktır.
Şöyle düşünün Çok saygı duyduğunuz, çok sevdiğiniz
erişilmez kabul ettiğiniz bir insanı düşünün ve o insandan
size bir selam geldiğini düşünün.
Çölde kavrulmuş yüreklerinize su serpilmiş gibi olur.
Karanlıktan sıkıldığınızda bir aydınlık açılıvermiş gibi olur.
Daraldığınız ve bunaldığınız bir anda en sevdiğiniz insanın
yanınıza gelivermesi gibi olur. Bu dostunuz bir anda
yanınıza geliyor ve "selam" diyor.
Yerleri, gökleri yaratan, çiçeklerle donatan Allah (c.c)

3514[47]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/279-280.
cennette müminlerine "selam" diyor.
Meleklerde mü'minlere; "selam sizin üzerinize olsun.
Buyurun! Ebediyyen kalmak üzere cennete giriniz"
diyeceklerdir.
Öyle veya böyle ahirete doğru gidiyoruz. Bu dünya
sahnesinde rolünü alan mü'minler, kafirler ve münafıklar;
öyle veya böyle onlarda kabre doğru gidiyorlar. Son perdeyi
kapatmak üzere herkes, her an bir nefes boyu eceline doğru
yaklaşıyor.
Zenginler köşklerinde, fakirler viranelerinde otururken
perdelerinin inmesini bekliyorlar.. Kimse perdelerinin
inmesine engel olamıyor. Öyleyse biz tedbirimizi alalım. Bu
dünyadaki rolümüz güzel olsun.
Rolleri Rabbim; mü'min olarak, kafir olarak, münafık olarak
dağıtmış. İrademizi de bize bırakmış. Diyor ki; mü'minlerin
oynayacağı roller şunlardır. Herkesin seçme hakkı vardır.
Buyurun seçin. Ben sizin bu tarafta (Mü'minler safında)
olmanızı istiyorum diyor. Allah (c.c.) Kafirler safında da
olabilirsiniz ama gazabımı çekersiniz. O tarafta olmayınız
diye de bizi uyarıyor. Hatta bu rol dağıtımında
peygamberler gönderiyor, peygamberler de bütün insanların
mü'min rolünü oynamaları için bizzat davet ediyor, dellallık
yapıyor.
Büyük yerle ticaret yapalım, büyük tacir olalım.
Büyük yerle ticaret yapmak. Yani En büyük Allah (c.c.)
olduğu için, O'nunla ticaret yapalım. Rabbim diyor ki;
"Allah mü'minlerin canlarını ve mallarını alır, karşılığında
cennet verir" Bir alışveriş yapılır. "Mallarını alır
karşılığında cennet verir" Yani siz canınız ve malınızı
İslam'ın yoluna şöyle bir hazırladınız mı? Allah (c.c.) bu
dünyada malı çok verebilir ama ahirette kesin cenneti verir.
Biz bu yola hazır olalım. Yunus Emre;
-Canım feda olsun senin yoluna,
-Adı güzel kendi güzel Muhammed, diyor.
Ashabın söylediği de zaten bu idi. "Anam babam sana feda
olsun Ya Rasülallah" 3515[48]

45- Ey Peygamber, biz seni Şahid müjdeci ve uyarıcı olarak


gönderdik.
46- Allah'ın izni ile Allah'a davetci ve ışık saçan bir lamba
olarak (gönderdik)
47- İman edenlere, AIlaR'dan büyük bir lütuf olduğunu
müjdele.
"Ey Peygamber!"; Sevgili peygamberimize, Allah'ın (c.c.)
bir hita-besidir. Allah (c.c.)'ın muhatabı olmak ne güzel!.
Biz de muhatablarındanız. "Ya Eyyühellezine Amenü!
ayetleri beni Öylesine etkiler ki; Rabbim bize adeta
bağırıyor veya çağırıyor; "Ey iman edenler!!" Çok
sevdiğiniz bir insan tarafından çağrılmak çok büyük bir
nimettir.
Ama bütün sevdiklerimizi yaratan Allah (c.c.)dır. Denizin
derinliklerindeki o mercanları yaratan Allah, dağların
tepesindeki kar çiçeklerini, derelerdeki nar çiçeklerini
yaratan Allah (c.c), bu dünya sahnesinde, bu yıldız
dekorlarının altında bize çağırıyor. "Ey iman edenler!"
Hemen koşmamız lazım. İman edenler arasına girip
rabbimin bu nidasının, bu çağrısının bize de olduğunu,
oradan nasibimizi almamız gerektiğini hemen bilmemiz ve
koşmamız lazım.
"Ya Eyyühennebiyyü" ifadesi peygamberimiz için özel bir
taltiftir. Milyonlarca insanın arasından bir tanesi. Bir tane O
Özellikle seçilmiş, süzülmüş, tasfiye edilmiş, insanların
arasından filitre edilerek (Mustafa'nın manası bu) alınmış
bir Peygamber. O Peygamber için
Rabbim;
"Biz seni şahit olarak indirdik. Sen şahitsin."

3515[48]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/281-282.
1-Bir defa Peygamber efendimiz bütün insanlara şahittir.
2-Bir de ahirette şahittir.
Yarabbi ben görevimi yerine getirdim. Ben senin mesajım
duyurdum. Veda Hutbesinde Hz. Peygamber (s.a.v.); "Ben
size tebliğimi yaptım mı?" diyor. Bütün sahabe; "Yaptın Ya
Rasülallah" diye cevap veriyorlar. Bu soru ve cevap üç defa
tekrarlanıyor. Bunun sonunda peygamberimiz "Şahid ol Ya
rabb, Şahid ol ya rabb" diyor. Bizim de aynı şeyi, her
şeyimizle söylememiz gerekiyor.
Sevgili peygamberimiz, "Mübeşşir"'dir, yani müjdeleyen
insandır. "Nezir'"dir, yani uyaran insandır.
Mübeşşir'dir derken; bu dünyada amellerinizin neye
dönüşeceği müjdesini veriyor. Amellerimizin, bize ahirette
cenneti kazandıracağı müjdesini de bu dünyada bildiriyor.
İslam'ı yaşarsanız bu dünyanız güzel olur, ahiretiniz de
güzel olur diye müjdeliyor.
Günümüzde islam'a pek gönül vermemiş ama, dünya
insanın saadeti ve mutluluğu için, dünyanın her tarafında
söylenen sözlere kulak veren, iyi niyetli insanlar var.
Onlar diyorlar ki; sizde bir teklif getiriniz, mantıklı teklif
getiriniz. Nasıl olacak bu? diyorlar. Onlar şuna alışıklar.
Mesela Gümrükle ilgili 80 bin sayfalık kanun var. Sizin
müslüman olarak İslami usullerle yazılmış 80 bin sayfalık
gümrük mevzuatınız var mı? Ekonomi ile ilgili doyurucu 5
bin sayfalık bir kitabımız var mı?
Buna cevabımız hemen "Evef'tir. 1400 sene içerisinde
yazılmış fıkıh kitaplarımız var. Hem de sizin hatırınıza ve
hayalinize gelmedik konularla ilgili asgari bir ciltlik
kitaplarımız var bizim. Bunların günümüz diline
nakledilmesi gerekir.
Bir de sevgili Peygamberimiz sahabesine; "şu ayet nazil
olmuştur, buna inanın" demiş, onlarda inanmışlar ve hemen
yerine getirip, amele dönüştürmüşler. Neticesini de rabbim
göstermiştir. Bütün bunlar islam medeniyetinin
meyveleridir.
İşte mübeşşir olan sevgili peygamberimiz, bu dini
yaşarsanız, her-şeyiniz güzel olur diyor.
Bu güzelliklerin yansımasını çeşmelerde, medreselerde,
köprülerde ve diğer İslami eserlerde görüyoruz. Bunlar
dünya ile ilgili güzelliklerdir.
"Hocam bu tür sanat eserlerini batı insanı da yapmıştır,
diyenlere; buyurun, Süleymaniye ile Noturdam'ı mukayese
ediverin. Dom kilisesinin zerafetiyle, sultan Ahmet
camisinin zerafetini karşı karşıya geti-riverin. Veya
Dikilitaş ile Sultan Ahmet yanyana. Buyurun mukayese
ediverin. Yani Allah kelamına gönül vermiş güzel insanların
bu dünyayı nasıl güzelleştirdiklerini görünüz. Roma'nın o
zalim insanlarının yaptıkları ile Sultan Ahmet karşı
karşıyadır.
Onun için nerede güzellik var ise, orada İslam
medeniyetinin meyvelerinin olduğunu görüyorsunuz. Ayrıca
sevgili peygamberimiz; dünyadaki rolümüz bittikten sonra,
cennette ebedi kalmayı müjdeliyor. O peygamber o kadar
merhametle dolu ki, cehenneme girmememiz için bizi
uyarıyor, feryad ediyor. Gecelen evinde rahat yatamıyor.
Çarşılarda, fuarlarda, panayırlarda dolaşıyor, hatta ev ev
geziyor.
Siz de İnsanları İslama davet ederken, kendi mantık
kurallarınız içerisinde, kendi doğrularınızı sunmayınız.
Allah'ın izniyle Allah'a davet edeceksiniz. Yani iyiliğin ve
kötülüğün ölçüsünü rabbim belirler.
O "Nur" olan peygamberimizin (s.a.v.) her hareteki, her
sözü, her davranışı bizim kıyamete kadar gelecek hayatımızı
aydınlatan bir ışıktır. O'nun ışığında yürüyelim, Allah'ın ve
O'nun meleklerinin cennetteki selamı ile karşı karşıya kalıp,
bu dünyada dost yüzü gördüğümüz gibi, dostlarla,
peygamberimizin komşusu olarak O'nun yanında, yakınında
-Allah (c.c.) cemâlini seyreden insanlardan- olmaya
çalışalım. Dünyamızı güzel eyleyelim, ahiretimizi de güzel
eyleyelim. 3516[49]

48- Kafirlere ve münafıklara itaat etme ve onların eziyetine


aldırma. Allaha güven, vekil olarak Allah yeter.
En'am suresinin 116. inci ayetinde; "yeryüzünde çoğunluğa
itaat edersen seni Allah'ın yolundan saptırırlar" buyuruyor.
Burada kafirlere ve münafıklara itaati yasaklıyor. Bakara
145. nci ayette ise; "onların hevasına uyduğu takdirde
zalimlerden olacağını" bildiriyor.
Kafirlerin ve Münafıkların emrine itaat etmeyenler» bazı
eza ve cefaları da göze almalılar. Namlunun deliğinden
cenneti gören Müslümana kurşun ne yapsın.!! Gonca gülüne
kavuşan bülbül dikenlerin batmasını duymazki.
Eziyetlerine aldırma, eziyet de etme incinme de, incitme de,
-Kafirlerin askeri ve ekonomik gücü ne kadar büyük olursa
olsun aldırma.
-Sen Allah'a tevekkül et yürü.
Zalimlere hizmet eden filleri, ebabil kuşlarının mağlup
ettiğini hatırla ve fil suresini oku. 3517[50]

49- Ey iman edenler! mü'min kadınlarla nikahlandıktan


sonra temasta bulunmadan onları boşadığınız zaman, onlar
için iddet saymanıza gerek yok. Onlara bağışta bulunun ve
güzellikle serbest bırakın.
Rabbimiz buyuruyorki; Nikah kıyıldıktan sonra cinsel
ilişkide bulunmadan, "halveti sahiha" olmadan boşanma
meydana gelirse, boşanan kadın için iddet beklemek yoktur.
Eğer mihir belirlenmiş ise belirlenen mihrin yansım
boşadığı kadına verir. Mihir belirlenmemiş ise, boşayanın
ekonomik durumuna göre boşadığı kadını gönülleyecek
eşya verir.
3516[49]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/282-285.
3517[50]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/285-286.
Burada "Mümin kadınları nikahladığınız zaman" sözüyle
mümin kadınların ehli kitaba tercih edilmesini de işaret
etmiş oluyor. İddet ve mihir hükmü ise hem mümin kadını,
hemde ehli kitab kadını içine alır.
İzdivaç olurda, imtizaç olunmayabilir. Onun için ayrılan
eşlerin, iyilikle ayrılmalarını emrediyor Rabbimiz.
Bu ayete göre hareket eden Ashabı kiramdan boşanan eşler
ayrıldıktan sonra kadın boşandığı kocasının evlenmesine
yardımcı olmuş, Kocada boşadığı kadının evlenmesine
yardımcı olmuştur. 3518[51]

50- Ey Peygamber, mehirlerini verdiğin eşlerini ve Allah'ın


sana ganimet olarak verdiği elinin altında bulunan
cariyeleri, seninle beraber hicret eden amcanın kızlarım,
halanın kızlarını, dayının kızlarım, teyzenin kızlarını sana
helal kıldık. Mü'min bir kadın kendini peygambere
bağışlarsa, peygamberde onu nikahlamak isterse (Onu da
helal kıldık) Bu yalnız senin içindir. Müminlere değil,
(müminlere dörten fazla ve mehirsiz evlenmek yasakdır.)
Sana bir zorluk olmasın diye, eşleri ve cariyeleri hakkında,
üzerlerine farz olanı onlara bildirmiştik. Allah
bağışlayandır, merhamet edendir.
51- Onlardan dilediğini bırakır dilediğini yanında
alıkoyabilirsin. Bir sûre ayırdıklarından dilediğini yanına
almanda sana bir günah yoktur. Bu onların gözlerinin aydın
olmasına, üzülmemelerine ve verdiklerine razı olmalarına
daha uygundur. Allah kalbltı inidekini bilir. Allah bilendir,
Halimdir.
52- Bundan (şu andaki hanımlarından) sonra kadınlar sana
helal değildir. Güzellikleri hoşuna gitsede (birini boşayıp
başkasını almak suretiyle değiştirmende helal değildir.
Elinin altındaki cariyeler hariç, Allah herşeyi gözetendir.

3518[51]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/286-287.
Bu ayet yalnız Peygamber efendimize has olan ahkamı
bildirir. Sevgili peygamberimiz mihrini verdiği kadınlarla
evlenebilir, evliliğini devam ettirir.
2- Kendisiyle Mekke'den Medine'ye hicret eden akraba
kızlarıyla
evlenebilir.
3- Mihirsiz kendi kendini Efendimize bağışlamak isteyen
kadınlarla evlenebilir.
4- Eşleriyle birlikte olmada sırayı takip etme zorunluğu yok.
5- Yanından uzaklaştırdığı eşlerinden, dilediğini geriye
getirme hakkı vardır.
Efendimize tanınan bu özel hakların, sevgili eşlerinin
lehine, çıkarlarına olduğunu ifade ediyor Rabbimiz.
"Eşlerin üzülmesin, hoşnud olsunlar ve gözleri aydın olsun
için, sana da bir sıkıntı olmasın için" buyurmuş
Kıyamete kadar gelecek insanların sorununu yüreğinde
hissetmiş "Ümmetim, ümmetim" diye çırpınmış olan
peygamber efendimizin is-lamı gelecek nesillere
ulaştırmada kendisine yardım edecek eşleri seçmede,
yanında bulundurmada, dilediğinin yanına gitmede serbest
olması gerekir.
Bir insan ömrünün uzun bir bölümü ailesinin yanında geçer.
O zaman zarfında geçen hadiseleri ve hadisleri nakleden
sevgili eşleridir.
Ayetin böyle nazil olması eşlerini de sevindirmiş. Efendimiz
de;
"Ayette tanınan hakların tamamım kullanmamış.
Mihirsiz kadın almamış,
Sıraya dikkat etmiş,
Sefere çıkarken yanında götüreceği hanımını kurra çekerek
belirlemiş"
Hz. Aişe validemiz "günler geçerdi evimizde su ile
hurmadan başka birşeyimiz olmazdı" der.
Ashabının karnının doymasıyla sevinen efendimizin evinde
böylesine bir fakirlik hüküm sürerken, birçok kadın gelip
hiçbirşey istemeden Efendimize eş olmayı teklif etmişler.
Bu ayetler nazil olduğunda efendimizin dokuz eşi vardı. 52.
ayetle bu sınır korunmuş. Bu dokuz hanım: Ebu Bekir'in
kızı Aişe, Ömer'in kızı Hafsa, Ebu Süfyan'm kızı Ümmü
Habibe, Ümeyye'nin kızı Ümmü Seleme, Zema'a'nın kızı
Şevde, Cahş'ın kızı Zeyneb, Huyey'in kızı Safiyye, Harisin
kızı Cüveyriye Haris el Hilali'nin kızı
3519[52]
Meymune'dir(ra)

53- Ey iman edenler, Peygamberin evine yemek için izinsiz


girme-yin.(yemekten önce gelipte) yemeğin pişmesini
gözetmeyin. Ancak da'vet edildiğiniz zaman girin ve yemeği
yedikten sonra konuşmaya dalmadan dağılın. Bu yaptığınız
Peygamberi incitiyor. O size (Bir şey söylemekden) haya
ediyor. Allah ise hakk (söylemek)'dan haya etmez. Onlardan
(peygamber hanımlarından) birşey istediğinizde perde
arkasından isteyiniz. Bu sizin gönülleriniz içinde, onların
gönülleri içinde daha temizdir. Bundan sonra Allah'ın
Rasülü'nü incitmek ve ebediyyen onun hanımları ile
evlenmek de size yakışmaz. Şüphesiz bu Allah katında çok
büyüktür.
54- Siz birşeyi açıklasamz veya onu gizleseniz, şüphesiz
Allah herşeyi bilir.
Peygamber efendimiz Allah'ın elçisidir. Onu Hak
göndermişti, halkın içinde yaşıyordu. Şahlar, padişahlar,
krallar, başbakanlar, reisi cumhurlar gibi, halkdan bir kurşun
menzili uzakta durmuyordu. Camide imam, mahkemede
hakim, harp meydanında komutan, hendek kazarken işçi idi.
Arkadaşları hep onunla olmak, Ayetleri dinlemek,
yorumunu sözlü ve fiili olarak işitip görmek istiyorlardı.
İslam yayıldıkça, Ashabın sayısı'çoğaldıkca, efendimizin

3519[52]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/287-289.
evine gelenlerin çokluğu ve zamansızlığı işlerini engelliyor,
fakat edebinden de birşey söyleyemiyordu.
Derken bu ayet, efendimizin yanına girmeyi izine ve davete
bağladı. Camide beşvakit görüyorlardı.
Evine izin isteyerek veya da'vetle gelenler, efendimizin
eşleri olan mü'minlerin annelerinden birşey
isteyeceklerinde, perde arkasından isteyecekler.
Bu davranışların iki tarafın kalbinin temizliği için daha iyi
olduğu belirtilmiştir.
Peygamber efendimizin eşleriyle evlenmek yasaklanmıştır.
Efendimiz vefat ettikten sonra geride kalan eşleri mü'minler
tarafından anne olarak bilinmiştir.
Bu durum yalnız peygamber efendimizin hanımlarına Özel
bir durumdur.
Hiçbir hocanın veya şeyhin hanımını peygamber
hanımlarına kıyaslamayın. Hoca veya şeyhler Ölürler veya
boşamrlarsa, geride kalan hanımları, diğer mü'min
erkeklerden diledikleriyle evlenebilirler.3520[53]

55- O kadınlara, babaları, oğulları, erkek kardeşleri, kız


kardeşleri, kardeşlerinin oğulları (yeğenleri), mü'min
kadınlar, ellerinin altında bulunan (köle ve cariyeleri )
hakkında bîr günah yoktur. Kadınlar!!, Allah'dan sakınınız.
Şüphesiz Allah herşeye şahiddir.
Nur suresinin 30-31-nci ayetlerinde Nisa suresinin 23.
ayetinde açıklandığı gibi kadınlar; babalarının, dedelerinin,
oğullarının, torunlarının, erkek kardeşlerinin, kardeşlerinin
oğullarının kendi kadınlarının amca ve dayılarının yanında
başörtüsüz, perdesiz bulunmalarında hiçbir günah
yoktur. 3521[54]

56- Şüphesiz Peygambere Allah (rahmet eder) Melekler


3520[53]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/290-291.
3521[54]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/291-292.
(istiğfar eder) Salavat getirirler. Ey iman edenler, sizde ona
çokça salatü selam getiriniz
Bu ayet- kerime 1400 sene içerisinde insanlarımızın
yüreğini hep hoplatan bir ayettir. Özellikle Türk Milletinin
yüreğini daha çok hop-latmıştır.. Her hangi bir camiide
binlerce cemata hitab ederken, o sevgili peygamberimiz
Muhammed Mustafa ( S.A.V.)'m adı geçtiğinde; binlerce
cematın elinin göğsünün üzerine gittiğini, dilinin de
"Allahümme salli ala Muhammedin ve sellim" diye salat-ü
selam getirdiğini görürüz.
Erzurum'dan Edirne'ye kadar bir çok vilayetemizde
konferanslar verdim^ Konferansların arasında ne zaman
sevgili peygambirimizin adı söylense, hemen eller
göğüslerin üzerine gidiyor, diller; "Allahümmesalli ala
seyyidina Muhammedin ve sellim" diye salat-ü selamını he-
men getiriveriyor.
"Salat-ü Selam" getirmek bütün ümmetin bir görevidir.
Çünkü Alah (c.c.) bunu emretmiştir. Ama eli göğüs üzerine
getirmeyi yalnız Türkiye'de görüyorum, Türk halkında
görüyorum. Bunu hiç bir kitapta da görüp, okumadım. Yani
niye "eller göğüs üzerine gider" diye hiç bir kitapta
görmedim.
Fakat ilmine, irfanına güvendiğim bir insana sorduğumda
dedi ki; Efendimiz (s.a.v.)'m adı anıldığında mü'minin
neredeyse kalp çırpıntısı kaburgasını kıracak derecede
şiddetli attığından o kalbinin üstünü tutmak ve kaburgasını
desteklemek gibi bir durumdur diyorlar.
Belki de o günün ortamında insan dili ile efendimize
sevgisini ve saygısını ifade ederken eliyle de saygısını ifade
ediyor. Onun için yapılmış ve bize kadar da gelmiştir. Şunu
söylemek yerinde olacaktır. Bu Türk milletinin adetidir,
sünnet değildir. Sünnet olan, Sevgili Peygamberimizin adı
anıldığında salat-ü selam getirmektir,
İbn Kesir'in Ebu Davud-u Tayalisi'den naklederek verdiği
hadis-i şerifte, Efendimiz (S.A.V) şöyle ifade ediyor;
"Kimin yanında benim adım andırsa hemen salat-ü selam
getirsin. Kim bana bir defa salat-ü selam getirirse Allah ona
10 kere rahmet eder. "
Yalnız biz mi Allah Rasülü'ne salat-ü selam getiriyoruz?
Rabbim öylesine ince bir sanatla ayet-i kerimede bize
emrediyor ki, "Ey iman edenler! O peygambere salat-ü
selam getirin" emrini vemeden önce şöyle diyor. "Şüphesiz
Allah ve melekler peygamber üzerine salat getirirler"
Sıralamaya dikkat ediniz.! Allah' (c.c), ümmeti
Muhammed'e bir emir verecek ve Rasülü'ne salat-ü selam
getirmemizi isteyecek.
Bu isteğinden Önce, bu emrinden önce de diyor ki; "Allah O
peygamberine salat eder" "Melekler de O peygambere salat
ederler" Tabi tefsirlerimizde bir çok ayetin anlamı bir araya
getirilerek "salavat" şöyle anlatılmış;
Salavat; Allah'tan rahmettir, meleklerden istiğfardır,
mü'minlerden duadır. Yani; "Allah peygamberine salavat
getirir" derken, O'na rahmet eder manasındadır. "Melekler
peygamber'e salavat getirir" derken O'nım için istiğfar
ederler, "Mü'minler salavat getirirler" derken de O'na dua
ederler manasındadır.
Biz bu salavatı peygamberimizin duaya ihtiyacı olduğu için
getirmiyoruz. Bizim duaya ihtiyacımız olduğu içindir.
Duamızı sevgili peygamberimizin adıyla ballandırıyor,
tatlandırıyor, kabul edilir hale getiriyoruz.
Çünkü ibn Mace'nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte, bize ibn
Abbas haber veriyor, kendisi de sevgili peygamberimizden
dinlemiş Efendimiz buyuruyor ki; "Kim bana salavat
getirmeyi unutursa cennetin yolunu şaşırır.. "Bizim nihai
hedefimiz nedir? Dünya da cennet hayatını kazanmak,
ahirette de cennet hayatını kazanmaktır.
Eğer sevgili peygamberimiz (s.a.v.)'e salat-ü selamı
terkedersek, dünyada da mutluluğu kazanamayız, ahirette de
cennet yolunu kaybederiz. Biz iki dünyamızın cennet olması
için, Onun adını anarak yürüyeceğiz.
Günümüzde, gönlünde sevginin zerresi bulunmayan,
ömründe bir çiçek koklamayan, sevmeyen, sevgiyi bilmeyen
insanlarımız vardır. Bunlar mü'min olduklarını da söylerler.
Ama ümmet-i Muhammed'in peygamber efendimize (s.a.v.)
olan sevgilerine, sataşma ihtiyacım da hissediyorlar. "Olmaz
böyle sevgi " diyorlar.
Bir müslümanın peygamberimize, günde 100 defa salavat
getirmesine kızıyor bu insanlar. Bunlar Türkiye de oluyor.
Ben bunu bir makalede okudum.
Bir profesör, Celaleddin suyuti'nin (Allah ona rahmet
eylesin) efendimiz için yazdığı bir övgüsünü, medhiyesini
terceme etmiş ve arkasından da Celaleddin Suyuti'ye ağıza
alınmaz şekilde hakaretler yağdırmış. Kendilerini haklı
çıkarabilmek için birde şöyle bir mantık yürütüyorlar.
Allah'ı bu kadar anmıyorsunuz, Peygamberi niye çok
anıyorsunuz?
Yani bir mü'min ben günde bin defa "salavatı şerife"
getiriyorum derse kafasının tası atıyor adamın. Diyor ki, sen
yüz defa Allah'ı zik-rediyormusun ki, Peygamberi
zikrediyorsun.? Bre geri zekalı adam! salat-ü selam'ın
başındaki kelimeye bir baksana! "Allahümme salli ala
Muhammedin ve ala ali Muhammed" Yani efendimize salat-
ü selam getirilirken, Allah'ın adıyla başlıyoruz, "ey benim
Allah'ım" diye başlıyor.
Hemen devam eden ayetinde Allah (c.c.) "Allah ve
Rasülü'ne eziyet edenler" diye başlıyor. Allah kendi adından
sonra hemen Rasülü'nün adını getiriyor.
"Allah'a itaat ediniz, Rasülü'ne itaat ediniz." ayetlerinde
önce Allah'a itaat sonra Rasülü'ne itaat emrediliyor.
"Allah'a ve Rasülü'ne eziyet etmeyiniz" yasaklarında da,
yine önce Allah (c.c.)'ün sonra efendimizin adı zikrediliyor.
Yani Kur'an-ı Kerim'de Allah (c.c), kendi adından sonra hep
Rasülü'nün adını zikre-
divermiş.
Bizim "Kelime-i Tevhidimiz" Kur'an'ın ruhuna uygundur,
"salat-ü selamımız" Allah'ın emrine uygundur.
Bu ayet nazil olunca sahabe sormuş. "Ya Rasülallah!
selam'ın nasıl olduğunu öğrendik, (selamı "Tahiyyat"
duasında öğrendiler) Salat nasıl olacak?" Sevgili
Peygamberimiz de bizim namazın son tahiyyatının sonunda
okuduğumuz, "Salli, Barik" dualarını okuyarak salat-ı
öretmiştir.
Efendimizin adı anıldığında mutlaka salat-ü selam
getirmemiz gerekmektedir. Kısaca yapmamız gereken salat:
"Allahümme salli ala Muhammed'in ve sellimü" şeklindedir.
"Ve sellim" kelimesini ilave edelim, çünkü imam Nevevi
diyorki; Rabbim; "sallü aleyhi ve sellimü teslima" "O'na
salat ve selam getiriniz" diyor. Öyleyse bizde "ve sel-lim"i
ekleyeceğiz.
Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadis-i şerifinde de; "bana
getirdiğiniz salavatınız bana arz olunur." buyurmuştur.
Ulaştıran Allah (c.c.)dır. Milyonlarca mü'min aynı anda
Allah Rasülü'ne salavat getirirlerse, Allah diledikten sonra
Rasülü'ne onu bildirir.
Bizim işimiz salavat getirmeye devam etmektir. Ne anlamı
var? diyenler sözlerini söylesinler. Ferhat, Şirin için dağlan
delerken, bir çok insan bunu anlamsız bulmuşlardır.
Mecnun, Leyla'sı için çöllerde dolaşırken bir çok insan bu
işi boş kabul etmişlerdi. Anlamsız bulanlarda kendi akılları
oranında çok haklıydılar. Ama o işleri bir Ferhat'a, bir de
Mecnun'a sormak lazım.
Allah'ın Rasülü'ne rahmeti, aslında ümmetinedir. Biz
aslında kendimize rahmet istiyoruz. Onun için salat-ü
selama çokça devam edelim. 3522[55]

3522[55]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/292-296.
57- Şüphesiz Allah'ı ve Rasülünü incitenlere Allah dünyada
ve ahirette la'net etti ve onlar için alçaltıcı bir azap hazırladı.
58- Yapmadıkları bir şeyle mü'min erkek ve mü'min
kadınları incitenler muhakkak bir iftira ve apaçık bir günahı
yüklenmiş olurlar.
Allah'a ve Rasülü'ne eziyet edenler!! Allah'a kim ve nasıl
eziyet edebilir? Hiç bir insanın gücünün Allah'a ulaşması
mümkün değil. İnsanın Allah'a eliyle eziyet vermesi
mümkün değil. Allah(c.c) kendisine eziyet edenleri kendisi
açıklamış.
Buhari'nin naklettiği bir sahih hadiste Peygamberimiz;
"Allah en sabırlıdır" buyuruyor. "Kendisine çocuk isnadında
bulunurlar da, Allah yine de sabreder." 3523[56] Yani onları
helak etmez. Ama insanların Allah'a çocuk isnad etmesi,
"Hz. İsa Allah'ın oğludur" demesi Allah'a (c.c.) bir eziyettir.
"Ben bunları ibadet etsinler diye yarattım. Bir çocuğun
mahiyetini öğrensinler diye akıl verdim.
Öğrenemeyeceklerini öğretmek üzere kitaplar gönderdim"
Buna rağmen insanlar tepiyorlar o akıllarını pislikle
karıştırıyorlar, Allah'a oğul izafesinde bulunuyorlar, bir
kısmı Allah'ın verdiği eli, dili, beyni kullandığı halde Allah'ı
inkara yöneliyorlar. Bu Allah'a eziyettir."
Bizim anladığımız anlamda Allah'a eziyet etmemiz mümkün
değil. Allah kulunun cennete gitmesini, iyi işler yapmasını
arzu eder. Kulunun inkarı ve isyanı Allah'a bir eziyettir.
Rasülü'ne eziyet, Rasülün getirdiğini kabul etmemek, O'nun
sünnetini reddetmek, O'na iftira atmak, O'nun yoluna çıkıp;
"sen insanları kurtarmak istiyorsun, biz ise cehenneme
atmak istiyoruz" diyen zorbaların yaptığı, Allah Rasülü'ne
bir eziyettir.
İmansız Ölen her insan, efendimizin (s.a.v.) yüreğini

3523[56]
Buharı Tevhid 3, Hadis no;6929
parçalamıştır. "Cehenneme yuvarlandı" demiştir. O Allah'ın
Peygamberine eziyet edenler, dünyada ve ahirette Allah'ın
lanetini hak etmişlerdir. Onlar için çok alçaltıcı bir azab
hazırlanmıştır.
Mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara yapmadıkları şeyi
söylemek suretiyle ve iftira ederek eziyet edenler de, büyük
bir iftirayı sırtlarında taşımaktadırlar.
Burada mü'minler olarak değerimizi anlıyalım. Allah (c.c.)
kendisine eziyeti, Rasülüne eziyeti, mü'min erkeklere
eziyeti, mü'min kadınlara eziyeti ard arda sayıveriyor. Bir
hadiste sevgili Peygamberimiz; "Bana itaat eden Allah'a
itaat etmiş olur, bana isyan eden Allah'a isyan etmiş olur"
diyor.3524[57]
Mü'minlere eziyet eden, Rasülüllah'a eziyet eder, Allah
Rasülü'ne eziyet eden Allah'a eziyet etmiş olur.
Mü'minlere eziyet; imanlarından dolayı onlara baskı
yapmaktır, i m ani arıyla alay etmektir, kitaplarına hakaret
etmektir.
Allah'ın veli kullarına eziyet edenler, bu dünyada felah
bulmazlar. Allah'ın veli kulları derken, havada uçan, karada
kaçanları kasredmiyo-rum. Allah'ın kitabına, Rasülü'nün
sünnetine sımsıkı sarılanlar ve gücü oranında emir ve
yasaklarını yerine getirenleri vede bundan hiç taviz
vermeyenleri kastediyorum. 3525[58]

59- Ey Peygamber, hanımlarına, kızlarına, mü'minlerin


kadınlarına söyle; cilbablarını üzerlerine alsınlar. Onların
tanınmaları ve in-citilmemeleri için bu daha uygundur.
Allah, Gafur'dur Rahim'dir.
Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına, mümin hanımlara söyle.
Cilbablarını baştan aşağıya salıversinler, üzerlerine
örtsünler. Bu, mü'min ve hür bilinmeleri ve eziyet
3524[57]
Buharı Cihad 109
3525[58]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/296-298.
edilmemeleri için en iyi, en kestirme, en yakın yoldur. Allah
günahları bağışlayan ve merhamet edendir.
Tesettür ayetlerinden bir tanesi de Nur suresi 31. ayetinde
geçmiştir. Bütün mü'min kadınlar tesettüre riayet etsinler.
Tesettürün modası, sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)
tarafından tayin ve tarif edilmemiştir. Ancak, bileklerden
itibaren el, topuklardan itibaren ayak ve çene ile alnımızdaki
saç bitimi ve iki kulak arasındaki yüz hariç geri kalan tarafın
kapatılması emredilmiştir.
Kapatma şeffaf bir elbise ile olmayacak. Dar olup vücut
hatlarını belli etmeyecek, belirli bir kafir grubun özel
kıyafeti olmayacak. Bunun dışında nereden, hangi tür elbise
mümin hanımlara giydirilirse, o onun için meşrudur. Mesela
kutuplarda yaşayan müslüman kadınlar ayı postundan
başlarına bir kalpak geçirirler, sırtlarına ayı postundan bir
kürk giyerler ve böylece tesettürlerini yerine getirmiş
olurlar. Ekvatordakiler de; bölgesine göre kendilerini serin
tutacak elbiseler giyerek, tesettüre riayet etmiş olurlar.
Bölgelerin farklılıklarına göre, mü'min kadınların giyimleri
de değişiklikler arzeder, yeterki tesettüre riayet
3526[59]
etsinler.

60- Eğer münafıklar, kalbinde hastalık olanlar, şehirde kötü


haber yayarak kargaşa çıkaranlar, bundan vazgeçmezlerse
seni onların üzerine süreriz. Sonra senin çevrende çok az bir
zaman kalabilirler.
Eğer münafıklar, iki yüzlüler, kalpleri hasta olanlar ve
şehrin içerisinde yalan haberi yaymak suretiyle, toplumda
panik yaratmak isteyenler, işte onlar üzerine seni yürütürüz,
seni onların üzerine saldırtırız ve senin yanında onlar azbir
zaman dahi kalamazlar.
Yani bu şehirde yaşayabilmenin yolu, bu iç hastalıktan

3526[59]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/298-299.
kurtulmaktan geçmektedir. İki yüzlülük yapmayacaklar,
kalbi hasta insanlar olmaktan kurtulacaklar ve yalan haber
yaymak suretiyle toplumda huzursuzluk çıkarmayacaklar.
Ayet bize; 1400 sene öncesinin Medine hayatını mı haber
veriyor?, yoksa yaşamakta olduğumuz şu son yılların
durumunu, medya ile mafya terörünü mü haber veriyor? ne
dersiniz? 3527[60]

61- Lanetlenmiş olarak nerede yakalanırlarsa


cezalandırılırlar ve öldürülürler.
Onlar Allah'ın lanetine uğramış olarak nerede bulunurlarsa
yakalanırlar, tutulurlar, cezalandırılırlar ve öldürülürler.
Toplumun huzurunu bozan insanlar, o şehirden
çıkarılır. 3528[61]

62- Önce geçen (toplumlar)da Allah'ın bir kanunu olarak


(cezalandırılırlar), Allah'ın kanunlarında bir değişiklik
bulamazsın.
Bu Allah'ın genel tabiata koyduğu bir kanundur.
Sünnetullahdır. Allah'ın sünnetini de sen değiştiremezsin.
Musa (A.S) zamanında da, bu böyle idi. Toplum huzurunu
bozan Firavun denizde boğuldu. Allah'ın kanunları kıyamete
kadar da değişmeyecektir. 3529[62]

63- İnsanlar senden kıyametin saatini soruyorlar, deki;


"Onun ilmi Allah katındadır. Ne bilirsin? belki o saat
yakında olacaktır.
Onun saatini Cebrail (a.s.) bilmiyor, peygamberimiz
bilmiyor. Öyleyse onların bilmediğini, günümüzde hiç
kimse bilemez. Bu bizi de ilgilendirmez. Bizim kendi
kıyametimiz zaten kopacak. Biz kendi kıyametimize

3527[60]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/299.
3528[61]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/300.
3529[62]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/300.
hazırlıklı olalım. 3530[63]

64- Şüphesiz Allah kafirlere la'net etmiş ve onlar için çılgın


bir ateş hazırlamıştır.
65- Orada ebedi olarak kalacaklar, ve bir dost ve bir
yardımcı da bulamayacaklar.
66- Yüzleri ateşe çevrildiği gün:"Keşke Allah'a itaat
etseydik ve Rasüle itaat etseydik" diyecekler.
Allah kafirlere lanet etmiştir. Onlara alevleri kaynayıp duran
bir ateşi hazırlamıştır. Orada, Ebedi olarak kalacaklar ve
onlara hiçbir dost, hiç bir yardımcı da bulunmayacaktır.
O kafirlerin yüzleri cehenneme doğru çevrilir. Orada derler
ki, keşke Allah'a ve Rasülü'ne itaat etseydik.
Ahirette herkes pişman olacak ama, son pişmanlık fayda
vermeyecektir.3531[64]

67- Ve şöyle söylerler:"Ey Rabbimiz, biz yöneticilerimize


ve büyüklerimize uyduk ve onlar bizi yoldan saptırdılar."
68- "Ey Rabbimiz, Onlara azabı iki kat ver ve onlara çokça
la'net et".
Ey rabbimiz! Biz, bizim ileri gelenlerimize, büyüklerimize
itaat ettik, bizim yolumuzu sapıttılar. Yani uyanlar
uyulanlara, yönetici kadroya; "Yarabbi bunlar bizim
yolumuzu sapıttılar." diyecek. Onlar da kendilerini
savunacaklar. Yarabbi bana iki el, iki ayak verdin.
Milyonlarca el ve ayak uymuşsa benim kabahatim ne?.
Bu ayet, "yönetici kadronun azabının iki kat olacağına dair"
ayet-i kerime'dir.
Bütün yönetici kadrolara bunu duyurmada fayda
vardır. 3532[65]

3530[63]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/300.
3531[64]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/301.
3532[65]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/301-302.
Bu konu için bakımz;Sebe 32, Mü'min 47, İbrahim 21-22, Kaf'28, Sad 62, Bakara 166-167, Meryem 72,
Ankebut25. Saffat 27-32
69- Ey iman edenler siz Musa'yı incitenler gibi olmayınız.
Allah, Musa'yı onların dediklerinden beraat ettirdi. Musa,
Allah katında değerli biri idi.
70- Ey iman edenler, Allah'dan sakının ve doğru söz
söyleyin.
71- Ki Amellerinizi size uygun kılsın ve günahlarınızı
bağışlasın. Kim Allah'a ve Rasülü'ne itaat ederse muhakkak
büyük bir başarı sağlamıştır.
Ey İman Edenler! Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın.
Allah'tan sakının ve sağlam ve güzel söz söyleyin. İnsanları
kötülüklerden engelleyen, iyilikleri emreden güzel sözler
söyleyiniz. Allah sizin amellerinizi düzeltsin. Günahlarınızı
affetsin. Kim Allah'a ve Rasülü'ne itaat edecek olursa o
büyük bir başarıyı kazanmış olur. Dünyada en başarılı adam
kim? denildiğinde bundan sonra şunu hatırlayın: En Başarılı
adam; Allah'a ve Rasülü'ne itaat eden adamdır. 3533[66]

72- Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara arzettik,


onlar onu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korktular da,
onu insan yüklendi. Şüphesiz o (insan) çok zalim, çok
cahildir.
Yani bilgisi olmasına rağmen, bilgisini kullanmayan, hata
eden, cahilce hareket eden, insan olduğu halde, emaneti
üzerine yüklendi.
Emanetin ne olduğu konusunda alimlerimiz bir çok şey
söylemişler ama hepsinin müşterek söylediği şudur;
"Tekalif-i ilahi" Yani Allah (c.c.)'ın kuluna yüklediği
yetkiler ve sorumluluklardır.
Allah kuluna hem yetki veriyor, hem sorumluluk veriyor.
Hem hak veriyor, hem de, sorumluluk veriyor. Bunu dağlara
da yüklemiş, yani arzetmiş ama onlar; "Ya rabbi eğer

3533[66]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/302-303.
irademizle bize bırakıyorsan biz senin emanetini taşıyacak
kapasite de değiliz. Sana karşı gelmekten sakınırız. Biz
kendimize hakim olamayacağımız inancındayız, irademizi
kötüye kullanıp sana karşı gelebiliriz." demişler.
İnsan oğlu kendisine irade verildiğinde, sonunun ne
getireceğini fazla da hesab etmediğinden dolayı,
mükafatına, cennetine Özenerek bu sorumluluğu kendi
üzerine almıştır. Zaten Rabbim insanı o kıvamda ya-
ratmıştır.
Bizde, bize yüklenen emanete hıyanet etmeyelim.
"Ellerimiz" emanettir, dövmek için değil, sevmek için
yaratılmıştır. "Gözlerimiz" emanettir. Bu gözün zevkini
helal ile giderin, harama bakmayın. Namaz, oruç, gusul,
Kur'an emanettir Akıl emanettir, Kelime-i tevhid emanettir.
İnsan Ödülün cennet olduğunu öğrenince hemen emaneti
kabul etmiş, ama yükün ağırlığım bilmemesi ve emanete
riayet etmeyince, azabı hak ederek, kendisine zulmetmesi
nedeniyle de "Zalum ve Cehul" olmuştur 3534[67]

73- Münafık erkek ve münafık kadınlarla müşrik erkek ve


müşrik kadınlara azap etmek ve mümin erkeklerle mümin
kadınlarında tevbelerini kabul edip afvetmek için (emaneti
insana yükledi) Allah Gafurdur, Rahimdir.
Akıl emaneti ile nakil olan Kur'an emanetini iyi kavrayıp
koruyalım. Göz ve gönlümüzü, kalp ve kalıbımızı bir
emanet gibi görüp, haramdan koruyalım, münafıklardan ve
müşriklerden koruyalım. 3535[68]

3534[67]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/303-304.
3535[68]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/304.
SEBE SURESİ

Mekke'de nazil olmuştur, ellidört ayettir. Allah(c.c) Kur'an-ı


Kerim'de, bizim geçmişimizi, şimdiki halimizi ve
geleceğimizi ilgilendiren bilgiler verir. Geçmişten bilgiler
vererek günlük hayatımızı düzenlerken, bizi geleceğe
hazırlar.
İşte bu geçmişten haber verirken Rabbim, geçmiş
kavimlerin iyilerinden ve iyiliklerinden haber verdiği gibi,
kötülüklerinden de haber vermektedir. Kötülerin gittiği
yoldan gitmemek ve iyilerin yolundan gitmek, rabbim
tarafından bizden istenmektedir.
"Sebe" kelimesi bize "saba" diye geçmiştir. Yemen'de bir
bölgenin adıdır. Veya Yemen'de devlet kurmuş "sebe" isimli
bir şahsın devletinin adıdır da denilmektedir. Devlet 485 yıl
yaşamıştır.
Allah (c.c.) Mekke insanı tarafından bilinen, harabelerine
rastlanan, Yemen'de yaşamış olan bu toplumdan haber
veriyor. Kısaca diyorki; "Sebeliler yeryüzüne kazık
kakacakmış gibi Allah'ı unutarak yaşadılar.
Dünyevi bütün imkanları elde ettiler, ama bütün bu
imkanları yaratan Allah'ı unuttular.
Unutmalarının cezası olarak hem bu dünyayı kaybettiler,
hemde ahireti kaybettiler. Siz de dünyevi olarak bir çok
imkanlar elde etmiş olabilirsiniz. Ama bu imkanları yaratan
Allah'a (c.c.) inanmaz, O'nun indirdiği ayetleri reddeder,
kabul etmez, çağdışı bulmaya kalkarsanız sizin de akıbetiniz
onlar gibi cehennem olabilir. Onun için aklınızı başına alın"
diyor.3536[1]

1- Hamd, göklerde ve yerde olanların hepsi kendisine ait


olan Allah'a aiddir. Hamd, ahirette de ona aittir. O, herşeye

3536[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/305-306.
hikmetle hükmedendir, ve herşeyden haberdardır.
Bu sureye Allah (c.c.) hamd ile başlıyor Kur'an'ı Kerimde
beş sure hamd ile başlar Göklerde ve yerde her ne var ise,
kendisine ait olan Allah'a hamd olsun "Hamd" övmek diye
terceme edilmiştir. Ancak bu "Övmek" kelimesi, "hamd"
kelimesinin tam karşılığı değildir. Hamd; yapılanların ta-
mamı kime aitse ona yapılır. Mesela bir sanat eseri ortaya
koyuyoruz. Ama bunu yaparken, el bizim değil akıl bizim
değil, hava bizim değil, Bütün bunlar Allah'ındır. Eğer akıl
bizim elimizde olsaydı bütün çocuklarımızın çok akıllı
olmasını sağlardık.
İnsan olarak en çok sevdiğimiz Peygamber efendimize bile
hamd etmiyoruz. O'na salat-u selam getiriyoruz. Çünkü
sevgili peygamberimizin bize getirdiği Kur'an'ı Kerim
kendisine ait değildir. O Allah'a aittir
Göklerde ve yerde her ne var ise, O'na aittir Başka ayetlerde
de, "göklerde ve yerde herne var ise Allah'ı teşbih eder."
Duyurulmaktadır. Dünyada hamd Allah'a aittir. Ahirette de
hamd Allah'a aittir. "Onların en son duaları Alemlerin rabbi
olan Allah'a hamd olsun" sözüdür. 3537[2] Cennette de
Mü'minler "elhamdülillah" diyecekler, Allah bize cenneti
vad etmiştir, işte o' cennete kavuştuk, onun için Allah'a
hamd olsun diyecekler. Ahirette cennete kavuşmanın
hamdini yerine getirebilmek için bu dünyada Allah'a çok
çok hamd etmek lazımdır. O herşeye hükmeden, hükmünde
hikmet sahibi olan, herşeyden haberdar olandır. Yıldıza o
hükmediyor, çünkü onu yaratan odur. Peki, insanoğlu ne
yapıyor? Mehmet Akif merhum çok güzel ifade etmiş.
"Ulum'ı şahikadan fışkıran sutuni ziya
Dayandı göklere lakin yetişmiyor hâlâ
Bülend nüshai icadın ilk sahif erine
Bu ilk sahife müebbed zalam içinde yine" 3538[3]
3537[2]
Yunus 10
3538[3]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/306-307.
2- Yeryüzüne gireni ve ondan çıkanı, gökyüzünden ineni ve
gökyüzüne çıkanı bilir. O Rahimdir, Gafurdur.
Yeryüzüne giren nedir?, Kaç damla yağmur indiğini bilir
rabbim. Yeryüzünden gökyüzüne savrulan toz zerrelerinin
sayısını bilmektedir, rabbim. Gökyüzüne yükselen buharı, o
buharlardan ne kadar yağmur olacağını, o yağmur
danelerinin hangi çiçeğin üzerine düşeceğini, o çiçeğe ne tür
renk vereceğini kokusunun ne olacağını Allah (c.c.) bilir.
Yerin derinliklerine giren danelerin ne kadarının çatlayıp
yeryüzüne çıkacağını, ne kadarının çürüyüp yok olacağını
ne kadarının kuşlar tarafından yenileceğini o bilir. O
kullarına karşı çok merhametlidir. O kullarının günahlarını
bağışlayandır. Herşeyi bilen, herşeyi gören Allah'ın, ilmi
kadar da rahmeti vardır. 3539[4]

3- Kafirler: "Bize kıyamet gelmeyecektir" dediler. Deki


"Hayır, gaybi bilen Rabbime yemin olsunki, o kıyamet size
muhakkak gelecektir. Göklerde ve yerde zerre ağırlığında
hiçbir şey ondan gizli kalmaz. Bundan (zerreden) daha
küçüğüde, daha büyüğü de apaçık bir kitabın içindedir.
4- (Kıyametin gelmesi) iman edip ameli salîh işleyenleri
mükafatlandırmak içindir. İşte onlar için mağfiret ve güzel
bir rızik vardır.
5- Ayetlerimizi geçersiz kılmak için çalışanları da
cezalandırmak için (kıyamet gelecektir). İşte onlar için acı
veren pis bir azap vardır.
Kafirler, "bize kıyamet gelmez" diyorlar. Yani bu dünyanın
birgün yok olacağına, öldükten sonra bu insanların
dirileceğine kafirler inanmamaktalar. Günümüz kafirleri de
aynı fikirdedirler.
Günümüzde insanların inkarcı olmalarını isteyenler, bundan

3539[4]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/307-308.
çıkar sağlayanlar var. Bunlar dünyanın her tarafında olduğu
gibi Türkiye'de de var Bunlar, dünyayı dolaşıp, insanların
din kaydından soyutlanmasına dair konferanslar veriyorlar.
Onlar bunu, her türlü ahlaksızlığın ve kötülüğün
kanunlaşması için yapıyorlar.
Bunu yapabilmek içinde ahireti inkardan başlıyorlar.
"Dünyanın sonu gelmez, insanlar öldükten sonra dirilmez"
diyorlar.
"Onlara de; Gaybı bilen rabbime yemin olsun ki, elbette o
kıyamet size gelecektir" "ki" tekidle bu bildiriliyor.
Göklerde ve yerde hiçbir zerre O'ndan uzak kalamaz,
O'ndan gizli kalamaz.
Her şey apaçık bir kitapta kayıtlıdır. Bazıları bunun "levh-u
mahfuz" olduğunu söylüyorlar.
Kıyamet, niçin mutlaka gelecek?. İman edenlerin, amel-i
Salih işleyenlerin mükafatlandırılması, ayetlerimize karşı
duran ve bu yolda gayret gösterenlerinde cezalandırılması
için. Onlar için pis ve acıklı bir azab vardır, diyor Allah
(c.c). İnsanoğlunun hukukuna göre, insan ettiğini
bulmalıdır. Bu bir tabiat kanunudur, rabbim koymuştur.
Sevgili peygamberimiz, "Dünya ahiretin tarlasıdır"
buyurmuştur. Bu dünyada kötülük ekerseniz, ahirette cehen-
nem ateşini biçiyorsunuz. Dünyada iyilikler ekerseniz,
ahirette cennette nimetler biçersiniz.
Allah'ın ayetleriyle mücadele eden, bu yolda koşturan
insanlar var. Yazık acımak lazım.
Dünyanın en büyük zalimi olan Firavun, yok olup gitmiştir.
Eğitimi elinde tutan Haman, yok olup gitmiştir.
Ekonomiyi elinde tutan Karun, yok olup gitmiştir. Ama
peygamberlerin o rahmani mesajları devam edmektedir.
Kur'an devam edecektir. Kimse onu durduramaz,
susturamaz, susturmaya çalışanların kendisi susar.3540[5]

3540[5]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/308-310.
6- Kendilerine ilim verilenler, Rabbinden sana indirilenin
hak olduğunu, Aziz ve Hamid olanın yoluna ilettiğini
görürler. Kendilerine ilim verilenler sana indirilenin gerçek
hak olduğunu görürler. Bu hakkında insanları Aziz ve
Hamid olan Allah'ın yoluna götürdüğünü bilirler.
"İlim sahipleri" açıklarken Tefsircilerimiz, "Ehl-i Kitap'ın"
kastedildiğini söylerler. Gerçekten Tevrat'ı ve incil'i bilenler
bu Kur'an-ı Kerimin hak bir kitap olduğunu, Cenab-ı
Hak'tan geldiğini ve herşeye gücü yeten Allah'a (c.c.)
insanları götürdüğünü bilirler.
İlim sahiplerinden; şu anda ilimle, bilimle uğraşanlarda
anlaşılabilir Öyleyse inkarcılara "ilim sahibi" demek
mümkün değildir. Bu ayetten hareketle, inkarcılığında
direnen insanlara "İlim sahibi" demek ilme hakarettir. 3541[6]

7- Kafirler dediler: "Size, parça parça edildikten sonra, yeni


bir yaratılışla diriltileceğinizi haber veren adamı gösterelim
mi?
8- "Allah yalanmi uydurdu, yoksa onda bir delilikmi var?"
Hayır ahirete inanmayanlar azabda uzak bir sapıklığın
içindedirler.
Kafirler dediler ki; "Size bir adam gösterelim o adam size,
siz paramparça olduktan sonra yeniden dirileceğinizi
söylüyor."
Peygamber efendimizle alay ediyorlar. Peygamber
efendimiz için; "Bu delidir" diyorlar. 3542[7]

9- Onlar gökyüzünde ve yerde önlerini ve arkalarını


görmüyor-larmı? Dilersek onları yere batırırız ve
gökyüzünden üzerlerine parçalar düşürürüz. İşte bunda,
(Rabbine ) yönelen her kul için ibret vardır.
3541[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/310.
3542[7]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/310-311.
Bunlar geçmişte olmuştur. Râbbime yönelen, O'na sığınan
her kul için, bunlarda ibretler vardır.
Biz Kur'an'ı Kerimi okumaya devam edeceğiz. Kötülerin
halini okuyup onlar gibi olmamaya, iyilerin halini okuyup
onlar gibi yaşayıp onların vardığı cennete ulaşmaya gayret
göstereceğiz. 3543[8]

10- Andolsun!, biz Davud'a tarafımızdan bir üstünlük


verdik, "Ey dağlar, Ö'nun (Davud)Ia beraber teşbih edin.
(dedik) ve Kuşlara da (teşbih etmelerini söyledik. Ona
demiri yumuşattık.
11- Geniş zırhlar yap, dokunmasını ölçülü yap. Salih amel
yapınız. Şüphesiz ben yaptıklarınızı görürüm.
Bu ayetlerde Hz. Allah (c.c), kısaca Hz Davud'a (a.s.)
bakmamızı ister. Davut (a.s) Beni İsrail peygamberlerinden
yani bizim peygam-berlerimizdendir. Hz. Adem'den Hz.
Muhammed (a.s.)'a kadar gelen bütün peygamberler bizim
peygamberlerimizdir.
Şu anda yahudiler, Davud ve Süleyman (a.s.)'ı kendilerine
nisbet ederler ama ellerindeki Tevrat kitabını okuduğunuzda
onların aleyhine birçok sözleri de vardır.
Allah (c.c) Davud (a.s.)'a üstünlük verdiğini belirtiyor. Bir
başka ayette Allah (c.c.) "Biz onların bir kısmını bir kısmına
üstün kıldık" buyurmaktadır. Her peygamberin bir üstün
tarafı vardır. Ancak biz peygamberler arasında üstünlük
yarıştırmasına girişmeyeceğiz. Çünkü Bakara suresinin 285.
ayetinde "Biz peygamberler arasında ayırım yapmayız"
diyoruz.
Mesela Hz. Musa (a.s.)'ın Allah (c.c.) ile konuşması onun
için ayrı bir özelliktir. Davut (a.s.) demiri elinde mum gibi
eritti. Ayrıca Davud (a.s.)'ın sesinin çok güzel olduğu ifade
edilir.

3543[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/311.
Allah'ın kendisine indirdiği "Zebur'u" çok güzel bir ses ve
makamla okuyor. Sevgili peygamberimiz de Kur'an'ın güzel
okunmasını teşvik etmek için, "Davut (a.s.)'ın Zebur'u
okuduğu gibi okuyunuz" buyurmaktadır.
Allah (c.c.) dağlara hitaben; "ey dağlar! Davud'la beraber
sizde onun çağrısına, onun zikrine katılınız, Kuşlar! siz
de katılınız" buyuruyor.
Dağlan, taşları Yunus gibi dinleyeceğiz. Yunus bu ayetten
hareketle;
"-Dağlar ile taşlar ile çağırayım mevlam seni. -Seherlerde
kuşlar ile çağırayım mevlam seni." diye söyleyivermiştir.
Çok satan bir gazetenin reklam işlerine bakan bir arkadaşla
görüştüğüm de demiştim ki; "çok Önemli bir iş
yapıyorsunuz, serçeyi bülbül diye satıyorsunuz. Biz ise
Allah'ın kelamını insanlara tanıtmakta sıkıntı çekiyoruz.
Başarılı olamıyoruz. Bu konuda bana yardım etseniz" "Fikir
olarak neler söyleyebilirsiniz? dedim."
Dediki, "hocam bizim yaptığımız, Batıda reklam
dünyasındaki gelişmeleri almak ve Türkiye'de uygulamaktır.
Bizim de kendimizin geliştirdiği fazla önemli bir şey yok.
Bizim örneğimiz batıda çoktur. Ancak sizin Örneğiniz
Batıda şu anda yoktur. Çünkü Batıda dini çalışma yapan
papazlar çok başarısızdırlar. Onun için örnek alınamaz. Ama
yinede bir araştırılması gerekir." demişti.
Yani sözlü yayınların insan üzerinde daha etkili olabilmesi
için neler yapılmalıdır? Özel mesajların güzel mesajların
insanlara yalnızca duyurulması değil, etki etmesi, insanların
hayatım değiştirecek sekile gelmesi için neler yapılması
konusunda özel çalışma, Özel gayret gerekiyor.
Sözlü yayınların etkisini araştırdığımızda görüyoruzki;
Sevgili peygamberimizin tüm mesajları sözlüdür. Kur'an
bize sözlü olarak gelmiştir. Hadisler sözlü olarak gelmiştir.
Arafat dağındaki veda hutbesi çağlar boyu dilden dile
nakledilerek gelmiştir. Hz. İsa'nın dağdaki vaazı hâlâ
kulaklarda çınlamaktadır. Davud (a.s)'ın o avazesi hala
dünya insanının gönüllerinde bir titreşim meydana
getirmektedir.
Megafonu, telsizi, telefonu olmayan, küçük bir yerde az bir
insana konuşulan bu mesajlar, çağlan delerek bütün
insanlara nasıl ulaşabiliyor? Burada birinci derecede
söyleyenlerin samimiyeti, söylediği sözlerin, kelimelerin
güzelliği, mananın güzelliği ve en başta Allah kelamı
olmasından kaynaklanmaktadır.
Öyleyse bizlerde avazemizi aleme salarken, söylediğimiz
sözler kendimize ait olmasın. Biz insanların üzerine Allah
kelamını salalım Anlayacakları dil ile salalım. Çünkü bize
ait sözlerin yarın tenkidi mümkündür. İnsanlara en güzel söz
olan Allah'ın kelamını ulaştıralım.
"Biz ona demiri yumuşattık" ayetini tefsir eden
müfissirlerden bir kısmı, gerçekten demiri elinde istediği
şekilde evirip çevirebiliyordu şeklinde anlatmışlardır. Bir
kısmı ise, Davud (a.s) demiri ateşte eritmeyi, istediği kalıba
dökmeyi başarmıştı. Allah (c.c) O'na o bilgiyi ve gücü verdi,
diye tefsir etmiştir. Bu ikinci görüşde, bunun bir mucize ol-
madığı ama Allah (c.c.)'ın ona, o bilgiyi verdiği anlatılmış
oluyor.
Hemen peşinden gelen ayette, "geniş zırh yapman için
demiri sana yumuşattık" buyuruluyor. Fakat "yumuşattık"
kelimesi, genelde müfessirlerimiz tarafından, "gerçekten
demiri elinde bir mum gibi istediği şekle sokabildiği",
şeklinde anlaşılmıştır. Çoğunluk bu görüştedir.
"Onun örgüsünü de çok ince hesaplı yap" diyor. Demekki,
tel tel örülmüş bir zırh yaptığı anlaşılıyor.
Dikkatimizi çeken şudur, Davud (a.s.)'a Rabbim zırh
yapmasını emrediyor. Elinde demiri mum gibi yapıp istediği
şekle dönüştürüp zırh yapmasını istiyor. Ayetin işaret ettiği
mana Allah'u alem şu olur. Rabbim; zırh yap, diyor da kılıç
yap demiyor. Zırh; hem savunmayı hem de hücumu
gerektiren bir alettir. Kılıç öldürür ama zırh öldürmez.
Allah (c.c.) ise bize, Davud (a.s.)'m hayatından verdiği bir
örnekle öldürücü silah yerine, koruyucu silah yapmaya
işaret etmiş oluyor.
Hedefimiz öldürmek değildir. Öldürmeye azmetmiş
insanların o hareketlerini vaz geçirmek ve insanları onların
peşinden de korumaktır bizim görevimiz.
Muhammed Hamidullah hoca efendi; "Peygamberimizin
hayatı boyunca, Türkiye'nin iki katından fazla neredeyse 3
katına yakın bir toprak fethettiğini, ama bu fetihler
esnasında harb meydanında iki taraftan ölen insan sayısının
240 olduğunu" ifade ediyor. Dünya tarihinde görülmüş
değil!!.
Hedef insanların öldürülmesi değil. Hedef bütün insanların
dirilme-sidir. Bunun içinde rabbim, "salın ameller yapınız"
buyuruyor. Salih amel, yani Kur'an'ın özüne uygun,
insanların menfaatine uygun işler yapınız. "Biz sizin
yaptıklarınızı görüyoruz" diyor Allah (c.c). 3544[9]

12- Rüzgarı da Süleyman'ın emrine verdik. Onun sabah


gidişi bir aylık, akşam dönüşü bir aylık (mesafedir). Biz ona
erimiş bakırı su gibi akıttık. Rabbinin izniyle cinlerin bir
kısmı onun önünde (emrinde) çalışırdı. Onlardan kim
emrimizden çıkarsa, ona çılgın azapdan tattırırdık.
13- Onlar (cinler), Süleyman'a köşklerden, heykellerden,
havuzlar gibi çanaklar ve sabit kazanlardan dilediğini
yaparlardı. Ey Davud ailesi, şükrediniz. Kullarımdan
şükreden çok azdır. Süleyman (a.s.)'a da bir üstünlük verdik.
Süleyman (a.s.)'m üstünlüğü ise Allah'ın O'nun emrine
rüzgarı vermesidir. Allah (c.c), sabah gidişi bir ay ve dönüşü
bir aylık yola anında gidip gelen bir rüzgarı Süleyman
(a.s.)'m emrine vermiştir.

3544[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/311-315.
Rüzgarın bu gücünü rabbim Süleyman (a.s.)'a lütfetmiştir.
Bunlar peygamberlerin mucizeleridir.
"Bakır kaynağım O'nun için akıttık" diyor. Çeşitli işlerde
kullanılmak üzere bakır eriğinden istifade edilmiş,
Zülkarneyn'in şeddinde de bu bakırın eritilmiş halinin
kullanıldığını, Kehf suresinde rabbim bize haber vermişti.
Burada da müfessirlerimiz iki görüş ileri sürmüşler.
1- Bir kısmı diyor ki, bakır eritip onu sanayide kullanmıştır.
Rabbim bu bilgiyi Süleyman(a.s)'a vermiştir.
2- Bir kısmı da, ayetin lafzından hareketle; toprağın
derinliklerinden su kaynağı akar gibi erimiş bakırın
akıtıldığım, bu ayetten anlamak mümkündür demişlerdir.
Kur'an-ı Kerim'de bir çok mucizeler anlatılmaktadır. Bu da
Süleyman(a.s-) için bir mucizedir.
Süleyman (a.s.)'ın emrinde rabbimin izni ile cinlerin de
çalıştığını ifade ediyor. Cinlerin yaptığı işleri de anlatıyor;
Kaleler, sığmaklar, eşyanın suretlerini yapmışlardır. Çiçek
resmi, dağ manzarası yapmışlardır.
Timsal; Allah'ın yarattığı şeyin bir benzerini çamurdan,
taştan, mermerden oyarak yapma sanatıdır. Bazıları
"heykel" diye terceme etmişlerdir ama heykel canlı şeyler
için kullanılır. Kur'an'ın ifade ettiği "timsal " kelimesi ise;
hem canlıların hemde cansızların, yani yaratılmışların
benzerini yapmada kullanılır.
Büyük havuzların yapıldığını, yerinde sabit duran ve
Süleyman (a.s.)'m ordusunun yiyeceklerinin pişirildiği
büyük kazanlar yapıldığını ifade ediyor ayet-i kerime.
Cinlerin bu işlerde kullanıldığı belirtiliyor. Bir başka ayet-i
kerimede, denizde dalgıçlık yaptırıldığı belirtiliyor. 3545[10]
cinlerin, şeytanların Hz. Süleyman'ın emrinde çalıştığını bu
ayetler bize açıkça bildirmektedir. Sad suresinin 35. ayetine
dayanarak alimlerimiz, cinlerin insan emrinde

3545[10]
Enbiya 42, Sad 37
kullanılamayacağını açıklamışlardır.
Cinlerin biz insanlar üzerinde etkisi varmı? Etkisinin
olmadığını 21. ayet-i kerime belirtiyor. "O cinlerin, iblis'in
onlar üzerinde bir sultası yoktur. "Ama ahirete
inanmayanları etkilemektedir." ama İman edenler üzerinde
sultası yoktur, iman etmiyenler ise dilediği gibi
yönlendirebiliyor. Çünkü o imansızlar genlerini şeytanlara
teslim etmişlerdir.
Ey Davud ailesi! şükrediniz. Şükrü yerine getiriniz "Allah
size peygamberlik nimetini vermiştir. Bir de dünya nimetini
vermiştir. Bu nimetlere şükür gerekiyor. Kullardan çok azı
şükreder" diyor rabbim. Biz, o şükreden az kullardan
olmaya gayret edelim. 3546[11]

14- Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimizde, onun öldüğünü,


ancak onun değneğini yiyen ağaç kurdu gösterdi. Süleyman
yere düşünce ortaya çıktı ki; eğer cinler gaybı bilmiş
olsalardı, bu alçaltıcı azap içinde kalmazlardı.
Bu ayette Allah (c.c), cinlerin gaybı bilmediğini açıkça ifade
ediyor.
"Süleyman (a.s.)'a ölüm emri geliyor. Allah (c.c.)
Süleyman'ında canını bir gün alıveriyor. Fakat başlanmış
işlerinde bitmesi gerekiyor. Cinler Süleyman (a.s.)'ın öldüğü
haberini alırlarsa çalışmayacaklar. Bunun üzerine Süleyman
(a.s.) ölünce, ölmemiş gibi duruyor. Ayet bize kısaca şöyle
haber veriyor. "O'nun öldüğünü ancak Süleyman (a.s.)'ın
dayandığı asasını yiyen bir kurt işaret etmiştir." Süleyman
(a.s.)'a ölüm meleği geliyor. Süleyman (a.s.) ayakta asasına
dayanmış vaziyette ölüyor. Öylece kalıyor. Rabbim O'nu
koruyor. Ne zamanki ağaç kurdu Süleyman (a.s.)'ın
dayandığı asayı yiyor. Süleyman (a.s.) yere kapanınca,
cinler hakikati anlıyorlar.

3546[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/315-317.
Rabbim kıyamete kadar gelecek olan mü'minleri de
uyarıyor; "Cinler gaybı bilmez." Hiçbir cinci'ye, medyum'a,
falcı'ya, ytldıznameye bakanlara gitmeyin inanmayın.!. Bu
uygulama bizim tarihimizde de görülmüştür. Bazı devlet
başkanları çok önemli bir olayda, bir yerin kuşatılmasında,
baş komutan vefat edecek olursa, vefat haberi askere
duyurulmuyor. Çünkü askere duyurulmuş olsa netice
alınmaz. 3547[12]

15- Sebe'HIerin yurdunda onlar için ibret vardır. Sağdan ve


soldan iki bahçe vardır. Rabbinizin rızkından yiyin ve ona
şükredin. Güzel bir ülke, bağışlayan bir Rab.
Sebe halkının yerleşim merkezlerinde de ayetler, yani
ibretler vardır. Sebe halkı Yemen'de yerleşmiştir. Türkiye'de
saba diye bilinir.
Saba Melikesi Belkıs, Süleyman (a.s.)'a gelir ve iman eder.
Halkı da iman eder. İman edince dünyaları da güzel olur.
Ayette buna dikkat çekiliyor. Evlerinin yollarının iki
tarafında bahçeler var. Evleri bahçelerin içerisinde.
Günümüzde parklar yapılıyor. Parkların yapılması aslında
bizim için eksikliktir. Her ev bahçe içerisinde, her yol bahçe
içerisinde imiş Sebe halkının yaşadığı yerde, Bunuda
mü'min insanlar yapıyorlar.
Ayet bize çevrenin de önemini anlatıyor. Yani müslüman
bir toplum böyle bir medeniyeti meydana getirmiş.
Rabbim bu topluma; "Allah'ın size verdiği rızıktan yiyiniz"
diyor. Arkasından da "O'na şükrediniz" buyuruyor.
Tefsircilerimizin ifade ettiğine göre sebe halkı ısınmak için
"Öd " ağacını kullanmışlar. Böylece çevrenin çok güzel
kokmasını sağlamışlardır. Hatta Yemen'in güneyinde
denizden geçen gemiciler, havanın kokusundan Yemen
hizasına geldiklerini anlarlarmış. "Çok güzel bir belde, çok

3547[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/317-318.
güzel bir ülke, ve bağışlayan bir rab." Ne güzel değilmi?
Biz de bunu çok okuyalım ecdadımız bunu okumuş. Bazı
hattatlarımız güzel bir şekilde yazmışlar. Güzel bir ülke,
affeden bir Rab, İnsana lazım olan işte budur. Güzel olan
ülke, güzel olan Allah'ın güzel olan kelamı Kur'an-ı
Kerim'ine göre hareket eden bir toplumdan meydana
gelecektir. Şu anda dünyanın hangi ülkesi böylesine
güzeldir?
Biz önce yaşamakta olduğumuz yerden itibaren bütün
dünyayı güzelleştirmekle görevliyiz. Tayyib; hem temiz
hem de güzel manasına gelmektedir. Rabbim bize diyor ki;
size lazım olan güzel bir ülke ile, affeden bir rab" Bizim
rabbimiz affedicidir. Öyle bir rabbe gönül vereceğiz, öyle
bir rabbin indirdiği Kur'an'a göre yaşayarak ülkeyi de
güzelleştireceğiz
Günümüzde herkes şikayetçi Asker, polis, üniversite
görevlisi, esnaf, kadınlar, erkekler şikayetçi. Herkes bir
şeylerden şikayet ediyor. Her grub kendi haklarını almak
için caddelerde yürüyor. Kimden? kimden olduğuda belli
değil.
Çünkü 50- 60 senedir kendilerinden hak istenenlerde
yürüyüş yapıyorlar, hak isteyenler de, bu curcuna devam
ediyor. Belde-i Tayyibe özelliğini yitirmiş. Üzerind" an
kokulan var bu toprağın. Laleler güller açması gerekirken,
lale ve güller içerisinde kıtalarına karakollarına gitmeleri
gerekirken, tam aksine kan izleri üzerinde gitmede ve her an
bir silah sesinin yüreğini hoplatmasından korkar duruma
düşürülüvermiş.
Ecdadımız Yemen'den, Viyana'ya kadar gitmiş. Ancak harp
meydanlarında ölen insanların sayısı 70 senede kendi ülke
insanımızın birbirini öldürdüğü sayıya ulaşmamıştır.
Üniversiteyi bitirmiş çok zeki çocuklarımız dışarıya gider
olmuştur. Ama ülke belde-i tayyibe iken ve Kur'an ile
yönetilirken, Almanya'nın en ünlü ressamı geçimini temin
etmek ve sanatını göstermek İçin İstanbul'a geliyor.
Viyana'nın en ünlü mimarı veya heykeltıraşı İstanbul'a
geliyor. Yani dünyanın sanatkarları ilim adamları belde-i
tayyibe olan İstanbul'a geliyor. Onun için bu sureyi okurken
bu ayet-i kerimeye geldiğimizde şunu anlıyalım. Bir ülkenin
belde-i tayyibe olması için insanların hayatım Kur'an'a göre
düzenlemeleri gerekir. 3548[13]

16- Fakat onlar yüz çevirdiler. Bizde onlara Arim selini


gönderdik ve onların iki bahçelerini; acı meyveler, ılgın
ağacı ve birazda sidr ağacı bulunan iki bahçeye çevirdik.
Sebe halkı İslam'dan yüz çevirmişler. Yollarının ve
evlerinin etrafı bahçelerle donatılmış olan bu şehir ki, bu
şehrin uzaklığı tefsircilerin ifadesine göre san'a şehrinden
Suriye'nin Şam şehrine kadar bir atlı tek başına yolculuğa
çıksa veya bir kadın tek başına Şam'a gelse güven içerisinde
gidermiş.
Ayette, "geceleri ve gündüzleri güven içerisinde yürüyünüz"
buyuru-luyor. Güven içerisinde gelinen bu yerleri şimdi biz
çöl olarak görmekteyiz. Halbuki tefsirciler buraların çöl
olmadığını yazıyorlar. Çöl olmadığını cahiliye dönemi
şiirlerindende anlıyoruz. lAyet-i kerimede de birbirine
girmiş ard arda gelen ve sırt sırta geçmiş bir şehir olarak
ifade ediliyor.
"İşte bu sebe halkı İslam'dan yüz çevirdi, bizde onların
üzerine arim selini gönderiverdik.
"Arim seli" sedd-i Ma'rib denilen, dünyanın harikalarından
sayılan bir baraj ki, sebe halkı tarafında yapılmış. Barajın
sularıyla her taraf yemyeşil yapılmış, her türlü nimetler
ekilmiş, dikilmiş, biçilmiş, yenilmiş, eğlenilmiş. Yani İslami
bir sistem içerisinde yönetilirken güzellikler arzetmiş.
Ama insanlar İslam'dan yüz çevirince, ma'rib şeddinin

3548[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/318-320.
yıkılması ve suların boşalmasıyla o güzelim yerler yok
olmuş ve yerlerine dikenli sidr ağaçlan ve ekşi meyvalar
veren ağaçlar türemiş. Yani çöl iklimi
hakim olmuştur.
İçimizin güzelliği, dışınızın güzelliği ile ilgilidir. İçiniz
güzel olursa dışınızda güzel olur. Bunu köylerde
görürsünüz. Bahçesi en güzel olan insan çevresiylede en iyi
geçinen insandır. Ayrıca namazını da en iyi şekilde
kılar.3549[14]

17- Nankörlükleri sebebiyle onları işte böyle cezalandırdık.


Biz nankör olmayana ceza verirmiyiz?
"İşte kafirlikleri sebebiyle bizde onları cezalandırdık" diyor
Allah (c.c.) "Biz ancak nankör kafirleri cezalandırırız."
"Kefur," küfürde ileri giden anlamına geliyor. Yani şöyle bir
ayırım var. Bir insan vardır, inanmaz inanmama özgürlüğü
vardır insanın. Allah (c.c.) buyurmuş "Sen hakkı anlattıktan
sonra dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin"3550[15]
Bir insanda vardır, inanmaz ama inançsızlığını diğer
insanlara da ulaştırmaya çalışır, bu yolda gayret eder. 3551[16]

18- Onlarla (sebelilerle) içinde bereket kıldığımız şehirler


arasında ardarda şehirler meydana getirdik. Aralarında
düzenli seferler belirledik. "Buralarda gecelerde ve
gündüzlerde güven içinde yürüyün" (dedik)
19- Bunun üzerine onlar: "Rabbimiz, yolculuk yaptığımız
şehirlerin arasını uzaklaştır" dediler ve kendilerine
zulmettiler. Bizde onları masallaştırdık ve paramparça ettik.
İşte bunda çok sabreden ve çok şükreden için ibretler vardır.
İslam'a sırt çeviren insanlar güzel bahçeler arasında güzel
ülke içerisinde, güzel bir şekilde yaşarken rahatlık

3549[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/320-321.
3550[15]
Kehf 29
3551[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/321.
kendilerine batmış. Diyorlarki; "Ya rabbi! Beldelerimiz
arasını aç" Yani şehirlerin yakın olmasımnda bir sıkıntısı
başlıyor. İnsanlar arasında Ağaçlıktan, yeşillikten rahatsız
olan, hep çölleşmesini isteyen insanlar var.
Bize çöl ver, diyen insanlar olurmu? hocam "derseniz olur.
Ülkenin çölleşmesinden çıkar sağlayan insanlar 20001i
yıllarda yokmu?
Türkiye'nin çeşitli yerlerinde orman yakanların hedefi
nedir? Bu insanlar Kur'andan uzaklaştırılmış insanlardır.
İslamı yaşadığımız dönemlerde, mesela Osmanlı devleti
zamanında; bir liramız, on tane amerikan dolarına, 20 tane
Alman markına denk iken, İslam'dan uzaklaşınca, kendi
paramızdan kaçıp, amerikan parasıyla yatar kalkar hale
geldik. Bunlar çölleşmenin işaretleridir. Allah (c.c.) o
insanlar için diyor ki; "biz onları masal yaptık. Onları efsane
haline getirdik. Gerçektende onlar daha sonra gelen
devirlerde ve şu an bile masal olarak anlatılıyorlar.
Sabreden ve çok şükredenler için bunlarda ibretler vardır,
diyor Allah (c.c). 3552[17]

20- Yemin ederim ki, İblis onlar hakkındaki zannını


gerçekleştirdi. Onlar uydular. Ancak Mü'minlerden bir
gurup uymadı.
"İblis onları doğrulardan sapıttı" Bir başka ayet-i kerimede,
şeytan; "Yarabbi! mademki sen beni cennetinden kovdun,
bende senin kullarını sapıtacağım" diyordu. 3553[18] İşte "İblis
O vadini doğruluyor."diyor Allah(cc).
Ancak mü'minler şeytana tabi olmazlar, şeytanın o sözünü
de doğru çıkartmazlar. Ancak -şeytana uymak suretiyle-
kafirler şeytanın o sözünü doğru çıkartırlar. 3554[19]

3552[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/322-323.
3553[18]
Nisa 119
3554[19]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/323.
21- İblis'in onlar üzerinde hiçbir otoritesi yoktu, Ancak
ahirete iman edenle, ahiret hakkında şüphe içinde olanı
ayird etmek için (İblise fırsat verdik). Rabbin herşeyi
koruyandır.
Kur'an- Kerim bize mü'min ve kafir insanın, şeytanla olan
ilişkisini anlatıveriyor. İslam'a gönül verince oluşan belde-i
tayyibe'yi tarif ediyor, İslam'dan uzaklaşınca çölleşen bir
ülkeden haber veriyor.
Rabbim bunları bize anlatırken, günümüzdeki bir hastalığa
da dikkat çekiyor.!!! Cincilik hastalığı. Bu konu ile ilgili
bilgiler daha önce geçmiştir. Ahirete iman edenler şeytanın
peşinden gitmezler. Ahirete iman etmeyenler şeytanın
peşinden giderki,3555[20]

22- Deki: "Allah'dan başka ilah olduğunu iddia ettiklerinizi


çağırın. Onlar göklerde ve yerde zerre ağırlığında bir şeye
sahip değiller. Onların göklerde ve yerde hiçbir ortaklığı
yoktur. Allah'ın onlardan bir yardımcısı da yoktur.
Allah'dan başkasının ilahlığını iddia eden insanlara deki;
Allah'dan başka taptığınız putlarınız varya onlar bir zerreye
malik değildir.
Yeryüzünde ilahlık iddiasında bulunmuş müşahhas örnek
firavundur. O Firavun dahi bir zerreye sahip değildi.
Bu putlarında göklerde ve yerde hiçbir ortaklığı yoktur.
Onların Allah(cc) yanında bir yardımcısı da yoktur.3556[21]

23- Allah'ın huzurunda Şefaat fayda vermez. Ancak onun


izin verdiği (şefaat eder). Kalblerinden korku giderilince:
"Rabbiniz ne buyurdu? derler "Hak olanı buyurdu. O
herşeyden yüce ve büyüktür'1 derler.
Orada, Allah'ın huzurunda izin verilmeyen hiçbir kimsenin
şefaati de
3555[20]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/323-324.
3556[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/324.
kabul değildir.
Kafirlere zaten şefaat yorkur. Mü'minlere şefaat vardır. Kim
şefaat edecektir? Allah (c.c.)ın izin verdikleri şefaat
edecektir. 3557[22]
Hatta onların yüreklerinden korku dağıldıktan sonra
"Rabbiniz ne dedi" diyorlar. "Layık olanı söyledi" diyorlar.
Hakkınızda layık olanı söyledi. Çünkü o yücedir ve en
büyüktür. 3558[23]

24- Deki "Size göklerden ve yerden rızık veren kimdir?"


Deki: "Allah'dır Biz veya siz bir hidayet üzereyiz veya
apaçık bir sapıklık
içindeyiz.
Rabbim, Peygamber efendimize emrediyor. Diyor ki;
"Söyle" Kime söyliyecek? O gün yaşamakta olan insanlara
ve kıyamete kadar gelecek olan insanların hepsine birden
söyleyecek.
Bu emir sevgili peygamberimizin şahsında bize de
verilmiştir. "Söyle" emri Kur'an-ı Kerim'i okuyan herkese
söylenmiş bir emirdir.Şöyle diyoruz;
"Göklerde ve yerde size rızık veren kimdir? Gökyüzünden
yağmurlar indiren, yeryüzünde çekirdekleri (tohumları)
çatlatan ve çekirdekleri sebze ve meyveye dünüştüren kim?
Yeryüzündeki ve gökyüzündeki rızıkların tamamını size
kim veriyor?"
Bunu ben çok düşündüm. Allah (c.c.) başka nimetini
değilde, rızık nimetini neden hatırlatıyor?
1-Her can, her an rızıkla iç içedir de ondan. Şu anda bu
satırları okurken bile Allah 'in verdiği havadan istifade
ediyorsunuz. Bu rızıklarm en başta gelenlerinden ve en
güzellerindendir.
Bir anlığına onsuz olamadığımız bir rızık Her an alıp
3557[22]
Bak Şifa tefsiri 1/133-505, 3/429
3558[23]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/324-325.
verdiğimiz, hava rızkının sahibini de düşünmemiz
gerekiyor. Bize bedava olarak verilen bu hava nimetine
karşı rabbimize şükretmemiz gerekmektedir.
Sorulan soruya cevabı yine biz veriyoruz Deki
"Allah(c.c.)"Çünkü "Allah demeye dilleri varmıyor, Allah
kelimesini gönüllerine almak içlerinden gelmiyor bir kısım
insanların.
O kadar cahil, o kadar gafil insanlarki, soluduğu havanın
sahibini tanımak istemiyor. Yediği yemeğin, içtiği suyun
sahibini tanımak istemiyor bir kısım insanlar
Bir kısım insanlar illaki gözünün gördüğünü tanımak istiyor.
Günümüzde Yalnız Türkiye'de değil, Dünyanın her
tarafında insanlar birbirlerini sapıklıkla itham ediyorlar.
Bir hiristiyan müslüman olduğunda, onun anne ve babası;
"Oğlumuz sapıttı" diyorlar. Veya "Oğlumuz gavur oldu"
diyorlar. Onlar kendi açılarından olaya bakıyorlar.
Bizde kendi açımızdan olaya bakıyoruz. Biz de dinsiz
imansız duruma düşmüş birine "kafir oldu" diyoruz.
Hangimiz haklıyız? Herkes aynı akla sahip, herkes aynı
hürriyete sahip, herkes aynı sözü söyleme hürriyetine
sahiptir. Öyleyse hangimizin haklı olduğunu ortaya koyacak
bir hakem olması gerekiyor. Hakem de bütün insanları
yaratan Allah(c.c.)tır.
En doğru yolu, en sağlam yolu o bilir. Çünkü yaratan O'dur.
O yaratan diyor ki, doğru yol sırat-ı müstekim'dir.
Peygamberlerin yürüdüğü yoldur.
Yani Hz. Adem'den Hz. Muhammed (A.S.V)'a kadar bütün
peygamberlerin yürüdüğü yola "sırat-ı müştekim" denilir.
Bu yolda yürüyen ve peygamberlerin ahlakı ile ahlaklanan
insan hidayet üzeredir. O yolu terkeden insan dalalet
üzeredir. Allah (c.c.) bizden, Allah (c.c.)'ı tanımazlıktan
gelen, varlığını kabul edipte, emirlerini tanımayan insanlara
bir de böyle bir soru sormamızı istiyor. Peki bizi yaratan
Allah (c.c.)'ın yolundan giden mi hidayette veya dalalette.?
Hangimiz kendinizin veya kendimiz gibi insanların uy-
durduğu doğrular üzerinde yürüyoruz.
Biz, Allah (c.c.)'ın koyduğu doğrular üzerinde yürüyoruz.
Hangimiz doğruluktayız, hangimiz sapıklıktayız?
Kendilerinin yanlışta olduklarını yine kendileri bilirler.
Neden bilirler? Çünkü, dün doğru dediklerine bu gün yanlış
diyebiliyorlar. Veya aynı gurupta ve imansız kesimle
birlikte olanlar, kendi aralarında da doğrunun ve eğrinin
tartışmasını yaparlar. 3559[24]

25- Deki:" Siz bizim işlediğimiz suçlardan


sorulmayacaksınız, bizde sizin yaptıklarınızdan
sorulmayacağız."
Allah (c.c.) bir başka ayette ise; "dileyen iman etsin, dileyen
inkar etsin" buyuruyor. 3560[25]
Ancak biz Rahim olan Allah'ın rahmetiyle dopdolu
olduğumuzdan, sizin de yanmamanız için tebliğimize
devam ediyoruz. Çünkü Allah (c.c.) Önce peygamber
efendimize sonra da bize, kıyamete kadar gelecek olan
insanların yollarına çıkıp onların cehenneme gitmelerine
engel olmamızı ve yanmamalan için çalışmamızı emrediyor.
Biz bu emri yerine getiririz, getirmeye devam ederiz. Ama
siz o küfür yolunda yürüme hürriyetine sahipsiniz. Bizde
iman yolunda yürüme hürriyetine sahip olmalıyız. Sizin
yaptığınızdan biz sorumlu değiliz, bizim yaptığımızdan da
siz sorumlu değilsiniz. Her kes ahirette kendi hesabıyla
başbaşa kalacaktır. 3561[26]

26- Deki "Rabbimiz hepimizi bir araya toplayacak, sonra


aramızı hak ile açacak. O açandır, herşeyi bilendir.
Rabbim hepimizi kıyamet gününde bir araya getirecek.

3559[24]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/325-327.
3560[25]
Kehf 29
3561[26]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/327.
Sonra aramızda hak ile hükmedecektir. Hak ile batılı
birbirinden açacaktır.
Bu dünyada bazıları hakkı batıla karıştırmışlar. Onun için
rabbim yahudilere emrederken veya bir yasak koyarken,
"hak ile batılı birbirine karıştırmayınız" diye bir yasak
koymuş. 3562[27]
Zehiri billur kâse içinde verip balıda suç ortağı yapmak gibi.
İnkarcının yaptığıda; imanla inkarı birbirine
3563[28]
karıştırmaktır.

27- Deki: "Allah'a ortak kattıklarınızı bana göseterin. Hayır


(yoktur). O Allah güçlü, hükmünde hikmet sahibi olandır.
O Allah'a(c.c) ortak koştuklarınızı bana bir gösterin
bakalım, Veya Allah'ın ortaklısına ilhak ettiklerinizi bana
bir süsleriniz bakalım. Kendi hastalığına mani olamamış,
kendisinin ölmesine mani olamamış, ilah-laştırdığınız bu
insanlar, sizin bütün geleceğinizi nasıl tayin eder. Bana
onları bir gösterin bakalım.
Hayır! O Allah (c.c.) Aziz dir, Herşeye gücü yetendir,
Hakimdir, hükmedendir, hükmünde hikmet sahibi
olandır. 3564[29]

28- Biz seni bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak


gönderdik. Ancak insanların bir çoğu bilmezler.
Günümüzde bir kısım saygısız, kaygısız insanlarımız sevgili
peygamberimiz (s.a.v.)'in Mekke'de gönderilmesi, Arapça
konuşması, Arap ırkından olması nedeniyle sanki yalnız
Arapların peygamberiymiş veya yalnız o döneme hitab
etmek üzere gönderilmiş bir peygamber gibi kabul
ediyorlar. Bu inancı yaymaya çalışıyorlar.
Bu inancı böyle yayabilmek içinde, Kur'an ayetlerinden

3562[27]
Bakara 42
3563[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/327-328.
3564[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/328.
yararlanıyorlar. Mesela, "En yakın akrabalarını uyar, İslam'ı
onlara anlat" 3565[30] ayet-i kerimesini delil getirirler. "Mekke
halkını ve Mekke'nin çevresindekileri" 3566[31] ayet-i
kerime'sinede dayanarak bu sözü söylerler. Halbuki bizim o
yanık sesli müezzinlerimiz bir ayet-i kerimeyi bütün bir
millete mal ettiler. "Ve ma erselnake illa rahmeten lil
alemin" "Biz seni bütün alemlere peygamber olarak
gönderdik" Hocam alem-i anlayamadık diyenlere; "Biz seni
ancak bütün insanlara peygamber olarak gönderdik."
demektir.
Allah (c.c.) peygamberimizi müjdelemek üzere
göndermiştir. Neyi müjdeleyecek? Hem dünya saadetinin
imanla olacağını, hem de ebedi saadet yeri olan cennetin
İslam'la kazanılacağını müjdelemek için.
Uyaracak, neyi uyaracak? Küfrün, inançsızlığın bu dünyayı
da fesada bırakacağını, dünyada bozgunculuk meydana
getireceğini ahirette cehennemi uyarmak üzere
gönderilmiştir. Ancak ne yazık ki, insanların bir çoğu bu
gerçeği bilmiyor. 3567[32]

29- "Eğer doğru iseniz, bu va'd ne zamandır" derler.


30- Deki: "Size öyle bir günün va'di vardırki, siz ondan bir
an geri kalamazsınız, bir an öne geçemezsiniz"
Diyorlarki, ne zaman o va'd? O kıyamet ne zaman? Ma'dem
doğru söylüyorsunuz o kıyamet ne zaman gelecek? Onlara
söyle o günün vakti, geldimi, bir an geriye kalmaz, bir an
ileriye de gitmez. Kimse onun gelişini geciktiremez,
gelmesini de öne alamaz. O gelmeden biz ölebiliriz.
O zaman bizim kıyametimiz gelecektir. Biz büyük kıyameti
beklemiyelim. 3568[33]

3565[30]
Şuara 214
3566[31]
En'am 92
3567[32]

You might also like