Professional Documents
Culture Documents
Mustafa Durak
Otoportre
Aykırılığın sesi hep bağırgan çıkar. Bir sanatçı, daha doğuştan aykırılığın
malıdır. Aykırılık onun cinidir. Soyutlayan, yalnız bırakan bir cin. Ama
yaratıma fırsat veren, sanatçının içini gelecek ve tanrısallık enerjisiyle dolduran
bir cin.
İşte Sabire Susuz’un da böyle bir cini var . Sabire Susuz, bir serigraf sanatçısı
ve hocası. Cini onu sanatçı olmanın yanısıra ikinci bir aykırılığa itmiş. Tek
kendi resimleriyle çalışıyor. Hep kendini resmediyor.
Sarılışma
Bir Başka çalışmasında (“Biri Beni Ele Verecek”) İsa’nın Son Akşam
Yemeği”ne gönderme yapar. Bu çalışmasında hem İsa’dır, hem de havarileri.
İsa olmak ister. İsanın dostu olmak ister. İsayı ele veren olmak ister. Maria
Magdelana olur. Hoppa, bilmiş bakışlarıyla, içi kaynayan, baştan çıkarmaya
can atan fettan olur, şeytan olur. Kutsalın erkilliğine katlanamayan dişi İsa
olur. İsanın öbür yüzü olur. İsanın içindeki cinselliği açığa vurur. Kendisi ve
kendisini oynayan manken olur. Oynanan ve oynayan odur. Kurtaran ve
kahreden. Kutsalın kendisi ve kurdu olmak ister. Hristiyanlık olmak, din olmak
ister. Evren olmak ister.
Evlenme (Benlenme)
En son çalışmasında bizi başka bir ilginçliğe tanık etti. Çok yakın
arkadaşlarından, akrabalarından topladığı gömlek kazak vb giysi markalarının
kolaj’ıyla yine Sabire Susuz olarak çıktı karşımıza. Bir kilim işler gibi bir halı
dokur gibi, her türlü malzemenin değerini bilen bir sanat üreticisi olarak çıktı
karşımıza. Doğrusu ilk bakışta algılanamasa da resme karşıdan, belli açıdan
bakıldığında Sabire kendini gösteriyor. Bu da bizim gizleyen ve gösteren
Sabire’yi anlamamızı sağlıyor. Ancak gizlediği ve gösterdiği yalnızca Sabire
Susuz değil. Kendi bedenini, bir de arkadaşlarının, yakınlarının
yaşanmışlıklarıyla kuruyor. Onların yaşam özlerini, tılsımlarını kendinde
topluyor. Kendini onlara gömüyor. Onlarla saklanıyor, onlarla yaşam buluyor.
Ancak bu çalışma Sabire Susuz sanatı için önemli bir dönemecin habercisi de
olabilir. Zira bu çalışmasında bireysel sorundan toplumsal soruna sıçrıyor.
Daha önceki çalışmalarında kendi sorunsalını dile getirirken, bu resimde
“ben”den kopmadan, ayni zamanda kendi dışındakilere, ötekilere de
göndermede bulunuyor. Markanın arkasına saklanan, markanın arkasında var
olmaya çalışan korkak, ürkek, kendini gösteremeyen benlerimizi markalarla ele
veriyor.
Kimine bu takınaksal çalışma konusu sıkıcı, kabak tadı veren, bir kendini
yineleme olarak görünebilir. Ben kendi payıma her sanatçının en azından bir
takınak konusunun olmasından yanayım – bu da benim takınağım olabilir.
Kendini sorguladığı, nereye kadar gidebileceğini sınadığı bir konu olmalı.
Klasik bir yaklaşım belki. Üç birliğin, tek konu ilkesi. Ama sanırım sanatçıyı
da açan, zenginleştiren bir ilke. Her hangi bir akımdan bir ilkeyi almak yeni
yaklaşımlara zarar vermez. Renklendirir olsa olsa. Elbette tek bir konunun
işlenmesi her zaman sanatçıyı başarılı kılmaz. Sanatçının hangi noktalarda
kendini, sanatını aştığı, bir hesaplaşma konusu olarak, Demosten’in kılıcı gibi
hep tepesindedir.