You are on page 1of 7

SABİRE SUSUZ’UN SANATI

Mustafa Durak

Otoportre

Aykırılığın sesi hep bağırgan çıkar. Bir sanatçı, daha doğuştan aykırılığın
malıdır. Aykırılık onun cinidir. Soyutlayan, yalnız bırakan bir cin. Ama
yaratıma fırsat veren, sanatçının içini gelecek ve tanrısallık enerjisiyle dolduran
bir cin.

İşte Sabire Susuz’un da böyle bir cini var . Sabire Susuz, bir serigraf sanatçısı
ve hocası. Cini onu sanatçı olmanın yanısıra ikinci bir aykırılığa itmiş. Tek
kendi resimleriyle çalışıyor. Hep kendini resmediyor.

Sanatın içinde davranışın, eylemin de yer almasının tarihi romantizme


dayandırılabilir. Bir anlamda 1789 ihtilaline, hatta kral, peygamber
öldürümlerine. Sanat insan yaşamından soyutlanamaz. Sabire Susuz da sanatını
yaşamıyla bütünleştirir. Varlığı, gösteri alanına dönüşür. Kendi varlığını,
bedenini tualleştirir. Varlığının en somut göstergesi olan bedeni, sanatı için de
temel kaynak olur. Benlerini parçalar, somut olarak ayırır. kendisinden,
kendisinde çoğaltır. içindeki ikizini bedenleştirir. Ayrılmaz bir yanı yapar.

Sarılışma

Ömrümüz içinde durmadan değişen maskelerimizin, durmadan çoğalan


biçimlerimizin kanıtıdır albümlerimiz. Onun maskeleri bir tür Andy Warhol
çoğaltımları olarak okunabilir mi? Onun her çalışması tualin dışına taşar.
Kabına sığamaz. Aşkındır. Kendine gebedir o. Bu yüzden her çalışması tatlı
bir telaş, sıkıntılı ama zorunlu kutsal bir törendir. Hem doğumdur, hem
düğündür. Büyük bir coşku, bayram hazırlığı sürecidir. Kurban törenleri ve
bahar bayramı birlikte yaşanır.
İskambil kağıdı

O kendinden çoğalırken, kendinde biricikleşir. İskambil kağıtlarına girer. Oyun


dünyasının tüm kişilerini siler. Onların yerine kendi geçer. oyuncuların zihnine
yerleşir. Oyun onsuz, oynanamaz. Oyunbazların, kumarbazların, risk
alabilenlerin tek ecesi, tanrıçası olur. Tüm erkeklerin tek sevgilisi olmak ister.
Oynayan oyuncuları kendi oyununa çeker. Onlar için tıpkı yaşam gibi bir
yanılsama, düş olmak ister.
Biri beni ele verecek

Bir Başka çalışmasında (“Biri Beni Ele Verecek”) İsa’nın Son Akşam
Yemeği”ne gönderme yapar. Bu çalışmasında hem İsa’dır, hem de havarileri.
İsa olmak ister. İsanın dostu olmak ister. İsayı ele veren olmak ister. Maria
Magdelana olur. Hoppa, bilmiş bakışlarıyla, içi kaynayan, baştan çıkarmaya
can atan fettan olur, şeytan olur. Kutsalın erkilliğine katlanamayan dişi İsa
olur. İsanın öbür yüzü olur. İsanın içindeki cinselliği açığa vurur. Kendisi ve
kendisini oynayan manken olur. Oynanan ve oynayan odur. Kurtaran ve
kahreden. Kutsalın kendisi ve kurdu olmak ister. Hristiyanlık olmak, din olmak
ister. Evren olmak ister.
Evlenme (Benlenme)

Hatta çalışmalarından birinde kendisiyle evlendi ve kendisini doğurdu. Elbette


düğününe tüm yakınlarını çağırmayı unutmadı. Onlara bir parti vererek
kendisiyle nasıl evlendiğini somut olarak gösterdi. Herkes damadı merak
ederken o, resim çalışmalarını sunmadan, davetlilerin önüne yarısı gelin yarısı
damat olarak giyinmiş halde çıktı. Kendisiyle evlendiği, “benlendiği”
çalışmada, gelin de damat da kendisiydi. Elbet bu düğünden sonra bir çocukları
oldu. Ama o da Sabire’ydi.
Elbise markalarıyla otoportre 2005, 100 x 80 cm

En son çalışmasında bizi başka bir ilginçliğe tanık etti. Çok yakın
arkadaşlarından, akrabalarından topladığı gömlek kazak vb giysi markalarının
kolaj’ıyla yine Sabire Susuz olarak çıktı karşımıza. Bir kilim işler gibi bir halı
dokur gibi, her türlü malzemenin değerini bilen bir sanat üreticisi olarak çıktı
karşımıza. Doğrusu ilk bakışta algılanamasa da resme karşıdan, belli açıdan
bakıldığında Sabire kendini gösteriyor. Bu da bizim gizleyen ve gösteren
Sabire’yi anlamamızı sağlıyor. Ancak gizlediği ve gösterdiği yalnızca Sabire
Susuz değil. Kendi bedenini, bir de arkadaşlarının, yakınlarının
yaşanmışlıklarıyla kuruyor. Onların yaşam özlerini, tılsımlarını kendinde
topluyor. Kendini onlara gömüyor. Onlarla saklanıyor, onlarla yaşam buluyor.
Ancak bu çalışma Sabire Susuz sanatı için önemli bir dönemecin habercisi de
olabilir. Zira bu çalışmasında bireysel sorundan toplumsal soruna sıçrıyor.
Daha önceki çalışmalarında kendi sorunsalını dile getirirken, bu resimde
“ben”den kopmadan, ayni zamanda kendi dışındakilere, ötekilere de
göndermede bulunuyor. Markanın arkasına saklanan, markanın arkasında var
olmaya çalışan korkak, ürkek, kendini gösteremeyen benlerimizi markalarla ele
veriyor.

Eserlerinin yaratım süreciyle ilgili birkaç söz gerekirse, şunlar söylenebilir:


içinde kaynayan duraksız arzu sanata dönüşme aşamasında uykularını kaçırır.
Düğüne hazırlanan ve her gereksinimin ayrıntısıyla uğraşmak zorunda olan bir
gelindir o, ama ayni zamanda damat da odur. Tüm tasarımlar ‘sabire susuz art
mark’ damgasını taşımalıdır. Ve her aşama ayrı bir zevk, ayrı bir vecd içinde
yaşanmalıdır. Daha yaratım sürecinin başında tasarımı çoğullandırır.
Başkalarının, kendi tasarımına bir şekilde katılmasını sağlar. İlk inananlarını
(müminlerini) oluşturur. Kullarını bulur. Sanatının görünen konu nesnesine
kendisinden başkasını sokmasa da yaratım sürecine başkalarını ortak eder.
Yaratımı çevresine yayar. Festivale dönüştürür. Yepyeni bir tanrıça, elbirliğiyle
varedilir. Ortaya çıkan resim, ikona kiliseye törenle yerleştirilir. Her sergi yeni
bir ikonanın, görüntüsü değişen, kendi ayni kalan ikonanın güzelliğine, bu
ikonanın biçimsel güzelliğinin altındaki şeytani yaratıcılığa tanıklığa bir
çağrıdır. Tapınıya çağrıdır.

Kimine bu takınaksal çalışma konusu sıkıcı, kabak tadı veren, bir kendini
yineleme olarak görünebilir. Ben kendi payıma her sanatçının en azından bir
takınak konusunun olmasından yanayım – bu da benim takınağım olabilir.
Kendini sorguladığı, nereye kadar gidebileceğini sınadığı bir konu olmalı.
Klasik bir yaklaşım belki. Üç birliğin, tek konu ilkesi. Ama sanırım sanatçıyı
da açan, zenginleştiren bir ilke. Her hangi bir akımdan bir ilkeyi almak yeni
yaklaşımlara zarar vermez. Renklendirir olsa olsa. Elbette tek bir konunun
işlenmesi her zaman sanatçıyı başarılı kılmaz. Sanatçının hangi noktalarda
kendini, sanatını aştığı, bir hesaplaşma konusu olarak, Demosten’in kılıcı gibi
hep tepesindedir.

You might also like