You are on page 1of 3

Tarihselcilik Üzerine Davut Çevik’in Konuşması

Ismail Yurdakok

ismailyurdakok@gmail.com

Tarihselcilik akımına karşı, Davut Çevik’in yaptığı, 2009 Nisan ayındaki konuşma,
çok faydalı noktalar içerdiğinden bir göz atılmasında fayda vardır. Davut Çevik bu
konuşmasında görüleceği üzere şu noktaların altını çiziyor:

Kur’an; akademik çevrelerin istedikleri zaman, istedikleri şekilde


kullanabilecekleri bir ham madde değildir.

Tarihselcilik: Kilisenin (bazı yerlerinde akla aykırı cümleler bulunması sonucu)


kendi kutsal kitaplarına uyguladığı îzah tarzını; (ilk olarak 19. yüzyıl)
orientalislerin(in) Kur’an’a (da) uygulama çalışmasından başka bir şey değildir.

Tarihselcilik: Müslüman tarihselcilerin bir kısmının da kabul ettiği gibi halen


orientalist amaçlara hizmet eden bir harekettir.

Tarihselcilik: bazı Müslüman bilginlerin yenilmişlik duygusu içinde, savunmacı bir


tavrı benimsemesi sonucu ortaya çıkmış bir akımdır.

Tarihselciliğin: En önemli ismi Fadlurrahman’ın, Kur’an’a bakışı ahlakî ve hukukî


olarak ikiye ayırması modern dönemin bir hastalığıdır. Fazlurrahman bazı yerlerde
daha da ileri giderek, vahyin Hz Peygamber’in zinninin bir ürünü olduğunu bile
söylemiştir.

Tarihselcilerin tezlerine temel olarak, Hz. Ömer’in ve İmam Şâtıbî’nin bazı söz ve
uygulamalarını almaları son derece yanlış, esası olmayan bir iddiadır.

Kur’an’da, (bazı) ayetlerin tarihsel olabileceğine dair en küçük bir îmâ,


belirti, ifade yoktur.

Tarihselcilik sonuçta bazı insanların egosunu tatmin eden, zihinleri bulandıran,


Allah’ın indirdiği ayetlerin tahribi anlamına gelen; İslam’ın genlerini
değiştirmeyi hedefleyen bir harekettir.

Sunumu yapan Davut Çevik, Kur'an'ı okumaya anlamaya ve yaşamlaştırmaya çalışan


müslümanların, her zaman bir takım engellere muhatap olduğunu söyleyerek sözlerine
başladı. Gerek geleneksel İslam anlayışı içerisinde, gerekse modernizmin
dayatmalarıyla oluşmuş bazı düşüncelerin, Kur'an merkezli bir tasavvur ve hayat
inşa etme çabalarının önünü tıkadığını söyleyen konuşmacı, tarihselcilik
tartışmalarının da Batı'da ortaya çıkan, onun iç çelişkilerinden kaynaklanan ve
İslami öze bir yabancılaşmayı ifade eden bir tartışma olduğunu belirtti.
Tüm yorum yetkisini elinde bulunduran kilisenin ve dogmalar içerisinde boğulan
Hıristiyan teolojisinin, 16. y.y.daki reform hareketleriyle beraber dönüşüme
uğradığını ve Kitab-ı Mukaddesteki, bilimsel verilerle çatıştığı görülen ayetlerin
izah edilmesi noktasında, tarihselci ve hermenötik yaklaşımlardan bilimsel bir
kılıf olarak yararlanıldığını belirten konuşmacı, Batı insanının bu şekilde inancı
ile aklı arasındaki çatışmayı çözmeye çalıştığını söyledi.

Batı'da geliştiği şekliyle bu yaklaşımın, müsteşriklerce Kur'an'a da uygulanmaya


çalışıldığını ifade eden Davut Çevik, tartışmanın oryantalist amaçlara hizmet
ettiğinin Türkiye' deki bazı tarihselciler tarafından da kabul edildiğini söyledi.
Batı hegomonyasının, ideolojik ve kültürel egemenliğinin, bilimsel ve teknolojik
üstünlüğünün karşısında kimi müslümanların yenilmişlik duygusu içerisinde,
savunmacı bir tavrı benimsediğini belirten konuşmacıya göre bu tavır, modernizmin
dayattığı hayat tarzına karşı koyma noktasında bir direnç gösterememiş ve sonuçta
Kur'an'ın hükümlerini tarihsel ve günümüzde uygulanamaz olarak görmüştür.

Tarihselcilik denildiğinde akla "yorumsal tarihselcilik" geldiğini ve bu noktada


hermenötikten bahsedilmesi gerektiğini belirten sunucu, "yorumlama sanatı"
anlamına gelen hermenötiğin; "bir metni anlamak için yazarının niyetini keşfetmek,
bunun için de yazarı kuşatan tarihsel bağlamı ele almak gerektiği" şeklindeki
görüşünün, tarihsellik-hermenötik ilişkisinin temelini oluşturduğunu söyledi. Bu
noktada Schliermacher, Dilthey gibi hermenötikçilerin, "başarılı bir yorumcunun,
yazarı ve eserini, yazarın kendisinden bile daha iyi anlayabileceğini" savunduğunu
söyleyen konuşmacı, bu tarz yaklaşımların, Allah ile aramızdaki çok temel mahiyet
farkından dolayı Kur'an için söz konusu olamayacağını ve Kur'an söz konusu
olduğunda bu hermenötik yaklaşımın uygulama alanı bulamayacağını, bu düşüncenin
Allah ile insanın yer değiştirmesi anlamına geleceğini belirtti.
İslam dünyasında Kur'an'a bu yaklaşımı uygulamaya çalışanın Fazlurrahman olduğunu
söyleyen konuşmacı, onun günümüz tarihselciliğini temsil ettiğinin
söylenebileceğini belirtti. Onun dışında, Hasan Hanefi, Nasr Hamid Ebu Zeyd,
R.Garaudy ve M.Arkoun gibi isimlerinde kimi farklılıklarıyla beraber bu yöntemle
Kur'an'ı kritik etmeye çalıştıklarını söyledi.

Fazlurrahman'ın, Kur'an'ın ahlaki yönü ile hukuki yönünü birbirinden ayırıp ahlaki
değerlerini evrensel, hukuki değerlerini tarihsel gördüğünü belirten konuşmacı, bu
tarz kategorik okuma yaklaşımlarının, modern dönemin bir hastalığı olduğunu,
Kur'an'ın ahlakıyla, hukukuyla, ibadetiyle bütüncül bir hayat anlayışı sunduğunu,
bunları birbirinden ayrı ve birbirine etki etmeyen alanlar olarak görmenin,
yaşamımızın merkezine oturtmamız gereken "tevhid" prensibiyle çeliştiğini söyledi.
Daha sonra Fazlurrahmanın Kur'an ayetleriyle ilgili bazı görüşlerinden örnekler
vererek cevaplandıran konuşmacı, onun yorumlarının vahyi değil batılı değerleri
merkeze aldığını ve onları belirleyen olarak gördüğünü ve bu noktada batı
yüceltilirken vahyin edilgen bir nesneye dönüştürüldüğünü söyledi.
Fazlurrahman'ın, vahyi, peygamberimizin zihninin bir ürünü yani peygamberimizin
sözü olarak gören vahiy algısının da, vahiy olayını mecrasından çıkaran ve onu
beşer sözüne indirgeyen bir yaklaşım olduğunu belirtti.

Tarihselciliğin kendisine geleneksel referanslar ararken, özellikle Hz. Ömer,


Şatıbi, sebeb-i nüzul, nasih-mensuh gibi konulara vurgu yaptığını söyleyen sunucu,
bahsedilen konuların ele alınış şekilleri itibariyle tarihselcilik tezine temel
olamayacağını ifade etti.

Ömer Özsoy, H.Hanefi gibilerin ise Kur'an'ın tamamını tarihsel gördüğünü belirten
konuşmacı, Hanefi'nin sadece Kur'an'ı değil tüm Allah tasavvurlarını da tarihsel
gördüğünü ve Allah imajını insanın yarattığı bir imaj olarak gördüğünü ifade
ederek şöyle devam etti "Hanefi, yaptığı antropolojik okumayla, vahyi, yukarıdan
aşağıya, aşağıyı değiştirmek için gelen bir vahiy olarak değil, aşağıdan yukarıya
doğru, aşağıdan belirlenen bir vahiy olarak ele alır ve seküler insan için serbest
bir alan açarak etkin hale getirir ve böylece kalkınmanın önündeki engelleri (!)
temizlemiş olur. Bu anlamda onun Kur'an ile kalkınma arasındaki ilişkiyi "doğal
konsensus" olarak isimlendirmesi de yaklaşımını ele vermektedir."

Türkiye'deki tarihselcilerden Ömer Özsoy'un da Kur'an'ın tamamının tarihsel olduğu


görüşünde olduğunu söyleyen konuşmacı şöyle devam etti: "Özsoy'a göre anlama
sürecinde peşinde olduğumuz mutlak hakikat değil, tarihsel gerçekliktir. Yani
Kur'an'ı anladığımızda hakikati değil, tarihsel gerçekliği elde etmiş oluruz.
Çünkü Kur'an'da Allah'ın söyledikleri, O'nun bizden istedikleri değil, Hz.
Muhammed'in çağdaşlarından istedikleridir. Yani Kur'an, müstakbel muhataplarını
dikkate alarak inmemiştir. Elde mevcut haliyle çağımıza hitap etmemektedir. Onun
tarihsel bağlamını gerekirse kendimiz kurgulayarak tekrar söz ortamına taşımalı ve
günümüze hitap etmesini sağlamalıyız." Kur'an'ın anlaşılmasını tarihsel bağlama,
onu anlamayı da gerekirse kendi kişisel kurgularımıza bırakan bir yaklaşımın insan
hevasından beri kalamayacağını ve subjektiflikten hiçbir zaman kurtulamayacağını
belirten konuşmacı, vahyin, tüm alemlere hitap ettiğini bizzat kendisinin, "O
alemler için bir öğüttür" şeklindeki ayetlerinin ortaya koyduğunu söyledi.
Konuşmacı şu sözleriyle sunumunu tamamladı.
Sonuç olarak değerleri toz duman eden, mutlak hakikat fikrini reddeden ve bu
anlamda postmodernizm ve rölativizmle de ilişkili olan tarihselcilik tezi, insanın
hevasını devreye sokan, Kur'an'ın mübin olma, hidayete erdirici olma, furkan olma
gibi niteliklerini ve vakıayı dönüştürme hedefini ortadan kaldıran ve bu noktada
egemen güçlerce de desteklenen bir yaklaşımdır. Oysa Kur'an'da vahyin tarihsel
olabileceğine dair en ufak bir ima olmadığı gibi Kur'an, tarihin değişik
kesitlerinden kuşaklardan bahsederken evrensel bir üslupla konuşmaktadır.

Bu anlayış, ilerlemeci bir mantıkla olaya yaklaşmakta ve Kur'an'ın burada bize


nasıl uyacağının arayışını yapmaktadır. Kur'an metnine onun talep ettiği bir
vasatta yaklaşılmamakta, "dinlemeyi" esas alan bir tutum takınılmamaktadır. Bir
anlamda modern insanın her şeyi denetimi altında tutma isteği, vahyi de kuşatmakta
ve Kur'an denetim altına alınmak istenmektedir. Bu tutum, Kur'an'da ifadesini
bulan, kendi kendine yeten müstağni insanın tutumuna benzemektedir. Şu
bilinmelidir ki Kur'an, akademik çevrelerin, bilgi-üretim mekanizmalarının,
kullanışlı bir hammaddesi konumuna indirgenemez. Bu durum, Kur'an'ı, belirleyen,
dönüştüren bir kitap olmaktan çıkarmakta ve belirlenen, dönüşen, edilgen bir nesne
haline getirmekte ve Kur'an'a yönelen zihinleri bulandırarak Kur'ani uygulamanın
sadeliğinden uzaklaştırmaktadır. Ve son tahlilde bu Kur'an'ın tahribi anlamına
gelmektedir.

13/nisan/2009 www.haksozhaber.net/news.php?_detail ?id=7621

You might also like