Professional Documents
Culture Documents
Toplum bir başka yanıyla da insana ilişkin her kurumun temeli olup doğal bir
bileşimdir. Kurumlar örneğin din ve Tanrı anlayışı da topluma bağlıdır ve onunla birlikte
gelişip evrimleşir.
Durkheim bilgi anlayışında toplumun görüşünü örnek alır. Bilgide en genel kavramlar
tek tek şeylerin tümünden bağımsız olmayıp tersine onlara uygulanabilen, topluma ilişkin
kavramlar olduklarından en geçerli kavramlardır. Bunların mutlak, öncesiz sonrasızca doğru
ve kesin kavramlar oldukları da söylenemez. Bilginin temel taşları olan genel kavramlar
toplumla birlikte zaman ve uzam bağlamında değişip gelişen kavramlardır.
Din sosyolojisi ile ciddi olarak ilgilenen Durkheim'in eserlerinin bir kısmı Türkçe'ye
çevrilmiştir. Comte'un takipçisidir. Toplumu, Tanrı yerine koymuştur. Burada kasıt inançlı
bir kimse davranışlarda bulunurken Tanrı'sını nasıl gözetirse 'birey'inde davranışlarda
bulunurken toplumu aynı şekilde gözettiğidir.
Max Weber
1864- 1920 yılları arasında yaşamış olan ünlü Alman düşünürü ve sosyoloğu. Weber’in büyük
önemi, onun Emile Durkheim’la birlikte, ayrı ve bağımsız bir disiplin olarak modern
sosyolojinin kurucusu olması olgusundan kaynaklanmaktadır. O, sosyal bilimlere felsefi bir
temel, sosyolojiye de kavramsal bir çerçeve kazandırmıştır. Başka bir deyişle, Weber bir
bilim olarak sosyolojinin genel kavramsal çerçevesini en iyi bir biçimde ortaya koyduğu,
tutarlı bir sosyal bilimler felsefesi geliştirdiği ve nihayet, modern endüstri toplumunun
temel özelliklerini sağlam bir biçimde kavrayıp ifade ettiği için, modern sosyolojinin
kurucusu olarak tanınır.
Şu halde, sosyolojinin konusunun sosyal eylem olduğunu öne süren Weber, sosyal
eylemi dörtlü bir başlık altında sınıflamıştır. Bu dört eylem türü sırasıyla geleneksel eylem,
duygulara dayalı eylem, nihai ve en yüksek değerlere yönelmiş değer temelli rasyonel eylem
ve araçsal eylem. Bu dört eylem türünden rasyonel eylem kapsamı içine sadece son ikisinin
girdiğini söyleyen Weber, rasyonalizasyonu kapitalist Batı toplumundaki en temel ve belirgin
eylem olarak görmüştür. Rasyonalizasyonun her alanda izlerini süren ünlü düşünür, söz ko
nusu rasyonalizasyonun bir kaynağının Protestan ahlâkının yol açtığı kültürel değişmelerde
bulunduğunu savunmuştur. Buna göre, Protestan ahlâkı, her ne kadar kapitalizmin ilk ve
temel nedeni olmasa da, bireyciliğin, sıkı çalışma ve disiplinin, rasyonel davranış ve özgüvenin
önemini vurgulayan bir kültür doğurduğu için, kapitalizmin doğuşunda ve gelişiminde önemli
bir rol oynamıştır.
Weber’in sosyal bilimlere yaptığı bir başka önemli katkı da, onun sıklıkla naif bir
nesnellik inancı diye yanlış yorumlanmış olan değerden bağımsızlık teorisinden meydana gelir.
Weber’e göre, bilim ve sosyoloji tercihi, araçsal akılcılık temeli üzerinde hiçbir zaman
meşrulaştırılamayacak olan bir tercihtir. Aynı durum, bilimsel ve sosyolojik araştırma
konularının seçiminde de geçerlidir. Bununla birlikte, söz konusu tercih ve seçimler bir kez
yapıldıktan sonra, sosyolojik bir araştırma, rasyonel tutarlılığın bilim cemaatinin
eleştirilerine tabi olması anlamında, değerden bağımsız ve yansız olmak durumundadır.
Yabancılaşmış bir İnsanın hayatını “İnsanın özüne” aykırı bir hayat tarzı veya İnsan doğasına
uygun düşmeyen bir yaşam şekli olarak tanımlayan Marx, eserinin çeşitli yerlerinde, işçilerin
ürünlerinden uzaklaşıp, onlara yabancılaştıklarını; onların içinde çalış tıkları çevreyle yabancı
ya da düşmanca bir ilişki içinde bulunduklarını; icra ettikleri işi, o doğal İnsani arzu ve
özlemlerine en azın dan ilgisiz olduğu için, kendilerine yabancı bir şey olarak
deneyimlediklerini; işbölümü nün, İnsanları katı kategorilere ayırması ve İnsanların
faaliyetlerini birbirleriyle yabancı bir ilişki içine sokmasından dolayı, yabancılaştırıcı bir
sürece tekabül ettiğini; iktisadi sistemin, İnsanları başka insanların ihtiyaçlarına karşı
kayıtsız hale getirerek, birbirlerine yabancılaştırdığını söyler.
Marx’ın yabancılaşma anlayışı, şu halde, onun İnsan doğasına veya İnsanın özüne dair
görüşlerine bağlıdır. Ona göre, İnsanın özünü belirleyen birinci unsur, onun her şey den önce
bir türün, yani İnsan türünün üyesi olan ve bu durumun bilincinde olan bir varlık olmasıdır.
İkincisi, İnsan yine özü gereği, başka İnsanlarla karşılıklı ilişki içinde bulunan bir sürü
hayvanı ya da sosyal varlıktır. Üçüncüsü, İnsan nesnel bir varlıktır; dolayısıyla, o, içine
kapanmak yerine, dış dünyaya yönelir ve kendisini üretim yoluyla ya da emeği sayesinde
gerçekleştirir; yani, İnsan alet yapan, üreten bir varlıktır. Bunun la birlikte, onda üretim
kavramı İnsanın diğer özsel güçlerini dışta bırakmaz; nite kim, İnsanın kendisini rasyonel
olarak belirlemesi, bilim ve sanatsal faaliyet, Marx’ta Özgür İnsanın üretiminin özsel bir
bileşeni olmak durumundadır. 1- Evrensel, 2- Özgür, 3- Bilinçli (ya da rasyonel olarak kontrol
edilen), 4- Toplumsal açıdan üretici faaliyete, sadece insan yetilidir. Beşinci bir kapasite ya
da üst kapasite ise, 5- Çok sayıda beceri ve meziyetin, biri ya da ikisinin etkin gelişi mini
ihmal etmeden, geliştirilme, yani bütünsel gelişme kapasitesidir.
İnsan, Marx’a göre, kapitalist düzende söz konusu özsel niteliklerinden uzaklaşır, özüne
yabancılaşır. Yabancılaşmanın bütün boyutlarıyla vuku bulduğu yer, paradoksal olarak,
dinamik üretkenliğiyle, herkesin ihtiyaç duyduğu her şeye sahip olabileceği bir toplum
düzeni yaratmaya fazlasıyla elverişli durumda olan burjuva kapitalist düzenidir. İşçi bu
düzende her şeyden önce emeği-ne yabancılaşır. İşçi kapitalist düzende, yoğun
işbölümünden dolayı, üretim eylemi ne de yabancılaşır. Marx’a göre, kapitalist düzende,
üretim, eylemleri mühendislik he saplarına göre dikkatlice ayarlanan veya be belirlenen bir
kolektif işçi tipi sayesinde arttırılır. Üretim süreci büyük bir titizlikle planlanır, çok çeşitli
işlemler birbirlerinden ayrılıp bağımsız hale getirilirken, işçiler de başat özelliklerine göre
sınıflanır ya da gruplanırlar. İşçi artık üzerinde en küçük bir etkisinin bulunmadığı üretim
faaliyetinde basit bir vida sıkıcısıdır. Çok daha önemlisi işçi kapitalist düzende emeğinin
ürününe yabancılaşır. Çünkü o kendi ürettiği ürünün şöyle ya da böyle, en sonunda tahakkümü
altına girer. Bu üç düzeyde yabancılaşma, Marx’ta yabancılaşmanın birinci boyutunu ortaya
koyar: Tinsel yabancılaşma, yani bireylerin kendilerini olumlayamamaları, doğrulayamamaları
ve fiilen gerçekleştirememeleri durumu. Böyle bir yabancılaşma hali içinde, hakiki bir
hayatın, dolu dolu bir yaşamın bütün içeriği boşalır, İnsanlar sadece hayatlarının değil, fakat
kendilerinin de boş ve değersiz olduğu hissine kapılırlar.
Yabancılaşmanın İnsanın türsel varlığına veya başka İnsanlara yabancılaşmasıyla ilgili olan
dördüncü düzeyi, bize yabancılaşmanın ikinci boyutunu, özgürleşmenin önündeki, kişisel
olmayan veya anonim bir nitelik arz eden engelleri gözler önüne serer: Toplumsal
yabancılaşma. İnsanın özünü ya da türsel varlığını ancak başkalarıyla ahenkli ilişkiler içinde,
bireylerin özgürce gelişme ve hareket etme koşullarını hazırlamış bir cemaat hayatında veya
komünal bir yaşamda gerçekleştirebileceği dikkate alınırsa, toplumsal yabancılaşma bireyin,
kendi varlığının gerçek hayattaki görünümüne uygun düşen bir toplumsal toplumsal zeminden
yoksun kalması anlamına gelir. Nitekim İnsanlar arasındaki şeyleşmiş ilişkile re, der Marx,
ancak bu maddi güçleri kendilerine bağımlı kılan ve işbölümünü kaldıran bireyler son
verebilir. Bu da cemaat veya hakiki toplum olmadan mümkün değildir. Her birey kendi
yeteneklerini her yönde geliştirme araçlarına yalnızca topluluk içinde sahiptir; dolayısıyla,
kişisel öz gürlük yalnızca cemaat içinde mümkün hale gelir.”
Toplumsal yabancılaşma, Marx’a göre, kapitalizmde farklı şekillerde ortaya çıkar. Bunlardan
biri, sadece işçiler arasında değil, fakat aynı zamanda kapitalistler arasında da söz konusu
olan rekabet olgusudur. Marx, kapitalizmde üretim araçlarını elinde bulun duran
kapitalistleri harekete geçiren ya da güdüleyen en önemli şeyin, onların olabildiğince çok
kazanç elde etme arzuları olduğu nu söyler. Kapitalistler, bu amaca ulaşabilmek için, ya yeni
teknikler icat etmek ya da elde olanları geliştirmek suretiyle üretim araç ve teknolojilerini
sürekli olarak geliştirmek durumunda kalırlar. Bu gelişmenin toplum üzerinde 1 eskiye oranla
çok daha fazla mal üretilmesi ve böylelikle de, üretim miktarının mütemadiyen artması ve 2
teknolojik gelişmenin benzeri meslek ya da işleri icra eden İnsan sayısının sürekli olarak
azalmasına neden olması yoluyla yoğun bir etkisi olur; buna göre, maliyet azalırken,
kapitalistin karı artar. Söz konusu üretim artışı sonu cunda ortaya çıkan bu iki karşıt eğilim,
rekabetle daha da belirginleşir. Daha fazla mal satmak ve böylelikle daha çok kar etmek
isteyen iş adamı rakiplerini aşmak, alt etmek durumundadır. O bunun için fiyat kıran. Aynı
üretim teknolojisinden rakipleri de yararlanacağı için, kapitalistin maliyeti biraz daha
düşürebilmesinin tek yolu, Marx’a göre, emeğin payının, işçiye ödenen ücretin
düşürülmesidir. Makineleşmeden dolayı zaten artan bir işsizlik söz konusuyken, işçiler bu
yeni durum karşısında, var olan işler için kendi aralarında kıyasıya bir rekabete girer ve
daha az ücretle çalışmayı kabul ederler. Başka bir deyişle, Marx’a göre, kapitalist sistemde
İnsanlar sadece zengin olmak için değil, fakat karınları doyura bilmek için de, birbirlerini
ezer ve adeta yerler.
Toplumsal yabancılaşmanın başka bir görünümü ise, Marx’a göre, her türden fetişizmdir. O
modern kapitalist toplumun yalnızca teknolojiye değer vermekle kalmayıp, teknoloji
tarafından üretilen nesnelere taptığını da söyler. Bu düzende İnsanlara gösterilen saygı,
verilmesi gereken değer, teknolojiye ve teknoloji tarafından üretilen nesnelere verilir.
Böylesine gerçek bir fetişizm içinde, İnsanlar birbirlerini değeri olmayan makine ya da
araçlar olarak görürlerken, makineler de tanrılaştırılır. Kapitalist toplum düzeni, şu halde,
İnsanları birbirlerinden tümden uzaklaştıran, toplumun İnsan için dayanılmaz hale geldiği,
ahlâksız bir düzendir.
1- Kapitalist toplum düzeninde yaşayan İnsanların çok büyük bir çoğunluğu yabancılaşmıştır.
2- Bu yabancılaşmanın temel nedenleri, kapitalist üretim tarzı hakim olduğu veya varlığını
devam ettirdiği sürece ortadan kaldırılamaz; dolayısıyla, yabancılaşmış insanların, bu
düzende özgürleşebilmeleri ya da kendilerini gerçekleştire bilmeleri mümkün değildir.
3- Dolayısıyla, yabancılaşma ancak post-kapitalist bir düzen veya üretim tarzında ortadan
kalkabilir; İnsan yalnızca burada özgürleşebilir.
Marx, kendisinde İnsanın her şeye yabancılaştığı bir sosyal düzen olarak tanımladığı
kapitalizmin yıkılması gerektiğini ve kapitalizmin yıkılışının yalnızca devrim, yani şiddet
yoluyla olacağını söylemiştir. Kapitalizmden sosyalizme geçişin barış yoluyla
gerçekleşememesinin nedenini Marx, devle tin, toplumun zenginliğini kontrol altında
bulunduran egemen sınıf tarafından kullanılan bir araç olduğu görüşüyle açıklar. Egemen
sınıf bu araç ya da aygıtı, kitleleri sömürmek amacıyla kullanır. Devletin tüm öğe ve
birimleri, Marx’a göre, statükoyu korumak için düzenlenmiş, yani egemen sınıfın iktidarını
sürdürebilmesi için ayarlanmıştır. Mah kemeler, polis ve hatta hükümet, Marx’a göre,
yönetici sınıfın çıkarlarını korumak için vardır. Bunlar, bir başkaldırıyla karşılaşıldığı
takdirde, hemen bastırırlar. Bundan dolayı, proletaryanın devrim dışında bir yolla egemen
olabilmesi mümkün değildir.
Max Weber ve Karl Marx
Marksizm'in bir sosyoloji ya da bir kültür kurami olduguna dair çesitli görüsler
bulunuyor. Marksizm'le iliskileri daha derin görünen bu görüsler tezlerini daha çok
'1844 El Yazmalari'na ya da 'Hegel'in Hukuk Felsefesi'nin Elestirisi'nin yazari olan
genç Marx'a dayaniyorlar. Ve bu düsünürlerin düzeltmeye ve yenilemeye çalistigi
Marksizm dayanaklarini insanin kurtulusu, yabancilasma vb. gibi hümanist kavramlarda
buluyor. Bu semaya göre Marksizmin belirleyici özelligi, bilinçli insan öznesi -Hegelci
terminolojide sivil toplum kurumlari olan- ve kültürel yapilar arasindaki karsilikli iliskinin
açik hale getirilmesiydi.
Felsefi yaklasimiyla Heidegger'in varolusçulugundan etkilenmis olan Karl Löwith, Marx
ve Weber arasindaki ayrimlara isaret ederek Marksizmin bir sosyoloji olmadigini
vurguluyor. Fakat modern kapitalist toplumu Marx'in yabancilasmayla, Weber'in ise
akilcilasmayla tanimladigini da söylüyor.
Durkheim, Sombort, Simmel'le birlikte klasik sosyologlar arasinda ve önemli Marksist
elestirmenler arasinda yer alan Weber, bilimsel tezlerine itiraz ettigi Marksizmin
esasinda bilgiyi ideoloji olarak yani sinifsal ve ekonomik çikarlarin bilinçteki yansimasi
seklinde kavradigini ifade ediyordu. Benzer düsünceleriyle basta ögrencisi Lukacs da
olmak üzere birçok Marksist düsünürü etkileyen Weber, Marksizmin sinif
mücadelelerine (antagonizmaya) verdigi temel önemi bir toplumsal eylem ve kültür süreci
içerisinde insan (birey) özneye gösterdigi ilgiyle sinirlandirmaya çalisti. Ona göre,
"toplumsal eylem, amaçlarini gerçeklestirmek için uygun araçlari da seçebilen insan
öznenin varligina baglidir. Toplumsal eylem ise, dogrudan insan özneye yani kültürel
süreçteki bireye yöneliktir. Dolayisiyla Weber, teker teker bireylerin yaratabilmeye
muktedir oldugu toplumsal ve tarihsel 'kendi gerçeklerine' isaret ediyor: Kendi
gerçegini yaratabilen insan (özne) tarihi de yaratabilir.
Oysa Marksizm, "tarihi insan ya da insanlar degil kitleler yapar" diyor ve bilim, ideoloji
ayirimi yaparak bireyi-insan özneyi ancak belirli sinif iliskileri içerisinde incelemek
gerektigini vurguluyor. Hegel'den, Marx'a uzanan süreç, Meta Dünyasi, Burjuva
Toplumunda Yabancilasma Isçi sinifinin Yabancilasmasi ve Weber'in Din Sosyolojisini
inceleyen Karl Löwith söyle bir belirlemede bulunuyor; "Içinde yasadigimiz toplum gibi,
sosyal bilimler bir bütün haline getirilemez ve ikiye ayrilir: Burjuva sosyolojisi ve
Marksizm. Bu iki tarafin en önemli temsilcileri Max Weber ve Karl Marx'tir, iki ayri
düsünce tarzini temsil etmelerine ragmen, arastirmalarinin alani bir ve aynidir: Modern
ekonomi ve toplumun kapitalist organizasyonu..."
Hegel’ in sistemi mutlak olan her şeyi içerir bu yüzdende her noktada bir hata
olasılığı vardır. Bütün sistem, Hegel’ in özgün yöntemi üstüne kurulu meşhur diyalektik
yöntemidir. Burada öyle bir “tez” den yola çıkılır ki bu kaçınılmaz biçimde yersiz ve
kusurlu olarak kavranır. Böylece bu tez, kendi “antitez” lerini ortaya koyar. Bunlar da
eksik olarak değerlendirilir ve bu iki aykırılıkta “sentez” olarak birbirine kaynar.
Sentez ise tez ve antitezde, mantıklı olan her şeyi içerir ve bunlar böylece başka bir
tez oluşturur. Süreç bir dizi üçlü takım ile tekrarlanır yükselir, yükselir, bununla daha
çok ahlaksal bir hal alır ve tinsel bölgelerde yükselmeye devam eder. Bu sistem, doruk
noktası fikir (mutlak olan, her şeyi içeren) olan bir piramidi andırır.
Örnek vermek gerekirse:
Tez : Mimari
Antitez : Romantik dönem sanatı
Sentez : Klasik dönem heykeltraşlığı
Merdivenin daha yükseklerinde, rasyonel alanda da:
Tez : Varoluş
Antitez : Tasarım
Sentez:Öz