Professional Documents
Culture Documents
Behçet Necatigil, konuşmayı değil sözü seven bir şairimizdi. Söz, onun için
elastik, eğilebilir, bükülebilir bir malzemenin poetik biçimler edinmiş halidir.
Bir benzetmeyle söz heykeltıraşıydı o. Ölçülü biçili sözün mimarıydı. Sözün
çapaklarını almakla yetinmezdi. Sözün fazladan saydığı yerlerini traşlayan
biriydi. Bu yüzden şiirlerinin; birebir figürler değil de, verilmiş ile
anlaşılmasını umduğu, anlamlandırmayı zorlayan boşluklar içeren figürler
olduğu söylenmeli. Onun şiiri çağdaş heykelin şiirde temsil edilmesi olarak
değerlendirilmeli. Özellikle Henri Moore’un (1898-1986) çalışmalarıyla
bağlantılandırılmalı. Bu yüzden Necatigil okuru, Necatigil diline emek vermiş
biri olmak zorunda. Onun sıçrayışlarını, atlayışlarını ondan kopmadan
izleyebilmek için. Tıpkı bir sevgili gibi durmadan kendine çeken, en küçük
ihmali affetmeyen bir söz onunki. İpin ucunu kaçırdınız mı anlam dehlizlerinin
karanlığında kaybolabilirsiniz.
1
KALIT
Kayda alınması gereken başka bir şey de –miştir kullanımının ritim ögesi
olması. Bu kullanım yanında –miş , bağlantılı ama daha vurgusuz kalmaktadır.
Aslında bu üç dize dört dize olabilirdi. Ama o farklı ritimsel vurguyu yeğlediği
için ve bir de yine bürünsel kullanıma bağlı açık bir gizleme yaptığı için üçlü
dizelemeyi uygun bulmuştur.
2
Konuk İşçi
Tez kurur yaz odaya asıyorum
Çamaşır
Kapılardan yavaşça geçiyorum
Belki bir söz gelir
Bu sıkıntı akşamları
Özlemi, öc alması yurdun
Kararmış, ağarmış
Döneriz bir gün.
Şimdi iki dizedeki anlam, anlatım farklarına bakmalı. Bu iki dizeyi dört ayrı
sözce olarak düşünüp aralara noktalar koyabiliriz (: Tez kurur. Yaz. Odaya
asıyorum. Çamaşır). Böylece anlatım en küçük sözce birimlere indirgenmiş
olur. Bir yandan da konuşan kişi açısından kesikli anlatım; çekingen, kendine
güvensiz bir ruh halini yansıtır.
“Tez kurur” ile “odaya asıyorum” arasındaki zaman farkı (geniş zaman ve
şimdiki zaman) hem kesikliğe koşut bir sıçramayı hem de kurutma işinin uzun
süredir yapıldığını aktarıyor. Zaten bunun, şiirin başında verilmiş olması da
işçinin temel gereksinimi, temel sorunu olarak dile gelmiş oluyor. Neden
bildiren bir sözce olan “yaz”ın öbür anlatım yükleri alınmış. Yalın halde.
“Odaya asıyorum” ifadesi yalnızca çamaşırları odaya astığını bildirmiyor ayni
zamanda işçinin çaresizliğini de anlatıyor. Başka yeri yok. Ardından gelen
“çamaşır” sözcesi de ek bir anlama sahip. Odaya çamaşır astığını söylemiyor
yalnızca. Bunu şuradan çıkarıyorum. “Odaya asıyorum çamaşır” olarak birlikte
okuduğumda saçma bir anlatım izlenimi alıyorum. Oysa orada silinmiş bir soru
var: “neyi?” Bu silinmiş soru başkasına ait olabileceği gibi işçinin iç benine
de ait olabilir. Bu silinmiş soru bir gereksinimi gizleyerek dile getirmektedir.
Gizliyor zira görünür değil. Dile getiriyor zira yanıt var. İşte bu gereksinim
işçinin başka bir temel gereksinimidir: konuşma, dertleşme gereksinimi.
3
Bir yerde iz bir yer deleriz
Düşler asla ne ekler
Oyuklarda bekleriz.
Az ötede köstebek
Durur benzerlerimiz (Köstebek)
4
Fire
Hüzün veren yanlarımız—
Böbrek, ciğer kiminde, çene düşer ötekinde,
Durur kelle kulak
Da gider kalp vakitsiz,
Günlerden birinde birinde bir mide.
Başlığın anlamı:
Başlık, insan bedenini şeyleştiriyor. Zaman ve/ya çevresel koşullar nedeniyle
herhangi bir şeyin (malın) eksilmesi (örneğin sabunun, sucuğun kuruyarak
eksilmesi, sıvı şeylerin açıkta buharlaşması) ile insan bedeninin, zamanla bir
uzvunun işlemez hale gelmesi arasında bir bağlantı kuruyor. İnsan bir
uzvundan fire veriyor. Tıpkı bir deponun zamanla bir yerinin çürümesiyle
içeriğinden fire vermesi gibi. Yani bir yerlerimiz zamanla çürüyor, iş(levini)
göremez hale geliyor. Ve kimse deponun neresinden delineceğini önceden
kestiremiyor. Alınan önlemler de çare değil. Necatigil, insanın ölüm karşısında
çaresizliğini, zamana yenikliğini şiir diliyle aktarıyor.
5
YÜN
Tutar bir ah âhûyu yâhûlarda
Kim atar kemendi kalkar divandan
Bir çağ günümüze.
Av ve yerdeşlikleri:
Behçet Necatigil’in kimi şiirlerinin, özellikle de bu şiirin anlamlılık ile
saçmalık sınırında, sınır bölgesinde kurulu olduğu söylenebilir. Şiirin ilk
dizesinde ses yinelemesinin bir av sahnesini örttüğü söylenmeli. Tekerleme
havasındaki bu yineleme dikkati sese çekerek anlamı arka plana atıyor.
Av olayı yani bir ceylanın “yâhû”larla tutulması iki biçimde ele alınabilir.
Birincisinde ceylan avcılarının birbirlerine seslenişleri dikkate alınabilir. Ki bu
durumda “tutar bir ah” da ikili okumaya açılır. Ceylan yakalandığına ah
etmektedir. Ya da ceylanın yakalanmış olmasına yanan ah eden biri vardır.
Ceylanın “yâhû”larla tutulmasında ikinci olasılık; ceylanın sözde sevgiyle,
sözde dostlukla yakalanmasıdır. Sarmal anlamlandırma bu noktada bitmiyor.
“Kim atar kemendi” ifadesi bir yandan ceylanın yakalanmasına bağlanırken bir
yandan da söyleyiş, şiir bakımından bir sorgulamaya açıyor bizi. Tam bir
köprü, bağlaç işlevi görüyor. Şöyle: divan şiiriyle günümüz şiiri arasında bir
bağ kurulması arzusu dile geliyor. Dolayısıyla günümüz şiirinin köken
itibariyle divan şiirinden kopuk değil ilintili olmasından yana bir tez örtük
biçimde anlatılıyor. İşte bu anlamlandırma yapıl(a)mazsa okur kendini
saçmanın sınırında bulacaktır.
Ayna(lama):
İkinci dörtlü tarihsel(diachronique) ve göreli güncel (synchronique)
çerçevesinde değerlendirilmeli. Şiir tarihi bakımından bir gerçeklik ve insan
durumu olarak bir gerçeklik. Ayna, bak-an olursa bir şey yansıtır. Bu bak-an
kapsamına şeyler de dahil tabi. Ama onun derdi şeylerle değil. Ayna, ben’i,
biz’i yansıtır. Hatta ayna başka bir evrenin kapısıdır. Ve bu yansıtma süreklidir
(“görülüptür”). Ama bakılanlar, daha doğrusu görülmek istenenler aslında o an
için “olmayanlar”dır. Zira hepsi birden gitmişlerdir. Buradaki gerçeklik hem
yukarıda ilintilendirdiğim şiir tarihinin geçmişiyle ilgili bir gerçekliğe hem de
insan yaşamıyla, tarihiyle ilgili bir gerçekliğe iletebilmektedir.
6
Sonra dokuz üçün kaçı biri ya da fazlası
Sekiz sakız biz yokuz sülük salak sinekler
Yedi iklim dört köşe
Hani yani isterse arayan bulsun beni
Yedi matinasındayım. (KTL)
Ancak körebemiz bir oyun bozan. Bizim saklanmamıza izin vermiyor. Oyunu
yarıda kesip kendisi saklanıyor. Okurunu körebeleştiriyor. “Hani yani isterse
arayan bulsun beni”. Saklandığı yer bir anlamda sinema, bir anlamda da yedi
sayısının içi. Zira geri sayım yedi sayısında kalmıştı, o da “yedi matinasında”
yani yine çağrışımsal oyunun uzantısı söz konusu hâlâ. Yedi matinasında oluşu,
oyunun bir parçası. Ama ayni zamanda anlam oyunu içinde başka bir doğruyu
işaret ediyor.
Not:
(1) Bu noktada ailesinin (kızlarının) tanıklığı devreye giriyor. Bu yazıyı,
Kastamonu Kültür Müdürlüğünün düzenlediği Necatigil’i anma toplantısındaki
konuşmamda sunarken kızlarının, ben bu alıntıyı okurken ve değerlendirirken
çok güldükleri söylendi. Daha sonra bir araya geldiğimizde anlattılar. Necatigil
bu tekerlemeyi evde çok kullanırmış. Ve bazı şiirlerinde ne demek istediği
sorulduğunda, yıllar sonra anlarsınız, dermiş. Benim, hem bu alıntıyı
örneklemem hem de anlamlandırmam hoşlarına gitmiş.