You are on page 1of 87

SIFIR

Seb7a
7-8 = 0
YAZAR

Sadık Yemni

EDĐTÖR
Ozancan Demirışık

SON OKUMA
Onur Selamet

KAPAK TASARIMI
Gökcan Şahin

YAYIN TARĐHĐ
Ekim 2009

Bu e-kitap Buzul Dünya Yayınları tarafından buzuldunya.blogspot.com


adresinde yayınlanmıştır. Tanıtıcı kısa yazılar dışında izin alınmadan

kopyalanamaz, çoğaltılamaz ve paylaşılamaz.


ÖNSÖZ
Hayal Tozu Gölgecisi

SIFIR dizisine başlarken, bir gün Sadık Yemni’nin öyküsüne önsöz


yazacağım aklımın ucundan bile geçmiyordu. Eğer Ozancan cesareti ve

girişkenliğiyle, ‘profesyonel’ bir yazar olan kendisine bu teklifi


götürmeseydi, geçmemeye de devam edecekti.
Biliyorsun -künyeyi okuduysan tabii- üstadımız Sadık Yemni tüm
SIFIR bölümlerinin son okumasını, bir nevi kalite kontrolünü yaptı ve bu
seride bize çok destek oldu. Ona minnettarız. Eğer ileride bir şeyler yapmak

isteyen acemi bir yazarsan böyle bir destek gerçekten çok işe yarıyor.
Seriye misafir yazar katma fikrini bulduğumuzda da ilk aklımıza gelen kişi

Sadık Yemni oldu.

Hani ‘farklı tatlar’ diyoruz ya, bu bölümün farklı olan şeyi bizzat
yazar oldu ve nam-ı diğer Hayal Tozu Gölgecisi’nin kabul etmesiyle bu

ilkemizden yine vazgeçmemiş olduk.


Bizim için bir hayli heyecan vericiydi. Kurduğumuz atmosferi,
karakterleri Sadık Yemni’nin ağzından okuyacaktık. Bu, Stephen King’in The

X-Files’a konuk olarak senaryosunu yazdığı Chinga bölümü gibi özel bir
durum.
Sıfır: “Seb7a”

Ayrıca bu bölümde ciddi bir değişiklik daha var. Ozancan’la beraber


kurduğumuz ve yayın hayatına yine Sadık Yemni’nin Zaman Tozları adlı
romanıyla başlayan sanal yayınevimiz Buzul Dünya, SIFIR’ın yeni adresi

oldu. Yenilenen kapakları ve düzenlenmiş haliyle serinin önceki üç bölümü


de Buzul Dünya’dan çıktı. Bundan sonra da birçok eseri seninle

buluşturmaya devam edeceğiz.


Bu kez önsözü uzun tutmayacağım okuyucu. Ben de olsaydım
burada oyalanacağıma direkt öyküye dalmak isterdim. Çünkü Seb7a öyle
akıcı, öyle keyifli ki tadına doyamayacaksın.

Şimdi… 26 Eylül 2009’a ışınlanıyorsun. Yer Beylikdüzü, saat gece


yarısını biraz geçmiş…

Gökcan Şahin

5
AÇILIŞ
SICAK SON
Sıfır: “Seb7a”

26 Eylül 2009 – 00.21


Beylikdüzü

Murat’ın kendine gelmesi gevşekçe duran bir mantarın şişeden


sıyrılmasına benziyordu. Ayılmak kolay olmuştu, ama hissettiği baş ağrısı

dayanılır gibi değildi. Eflatun tulumlu üç baş ağrısı işçisi canla başla
çalışıyor gibiydi. Biri beynine beton deliciyle oyuklar açarken, diğeri demir

zımparasıyla her milimetre kareyi elden geçirmekteydi. Üçüncüsü de o taze


açılmış oyuklardan birine fitili yanan bir şeyi atmış ve iki eliyle kulaklarını
sıkıca tıkamıştı.
Murat’ın bilinci biraz daha dirilince büyük bir ardiyede olduklarını
gördü. Geceydi. Tavanda yanan flüoresanlar sayesinde görüş çok iyiydi. Sol
tarafta orta büyüklükte onlarca mukavva kutu istiflenmişti. Ona en yakın
duranlardan birinin üzerinde Mutfaksan Mamulleri yazısı vardı. Gözden
düşmüş mutfak malzemeleri olmalıydı. Kutular çok eprimişti. Yıllardır
burada duruyor gibi bir halleri vardı.

Başını çevirip sağ yanında yatan Dize’ye baktı. Saçları yüzünün sol
tarafını yarı yarıya örtmüştü. Ağzından akan salya çenesinde kurumuştu.

Nefesi biraz hırıltılı olmakla birlikte düzgündü. Siyah ince ceketinin ön

düğmesi o hengâmede kopmuştu. Gülkurusu tişörtü yukarı doğru


toplandığı için çıplak karnı görünmekteydi. Kadın cenin gibi sağ tarafına

kıvrılmıştı. Onun da elleri arkadan kelepçeliydi. Ayak bilekleri kalın bantlarla

7
Sadık Yemni

sımsıkı bağlanmıştı. Bunu yapan kemiklerini birbirine kaynatmayı


düşünüyordu herhalde.
Mide kaslarını kullanarak kendini oturur duruma getirirdi. Neyse ki,

baş ağrısı biraz dayanılır bir seviyeye inmişti. Katil onları teker teker yerde
sürükleyerek getirmişti. Tozlu yerdeki iki iz yirmi metre ötedeki kapıya

kadar uzanmaktaydı. Bu nedenle üstleri başları batmış, pantolonları kalça


hizasında iyice tahriş olmuştu. Sol ayakkabısı bir buçuk metre kadar ileride
ters şekilde durmaktaydı. Topuğun aşınmış yerine bakan Murat içini çekti.
Bir mucize olmazsa pek yakında topuğun sahibi yeni aşınmalar icra edecek

durumdan sıyrılacaktı.
Başını arkaya doğru çevirerek kelepçelerini görmeye çalıştı. Sonra

bundan vazgeçerek Dize’ninkilere baktı. Katil onların kelepçelerini


kullanmıştı. Murat yedek bir anahtarı daima ayakkabısının topuğundaki

oyuğa gizlerdi. Rastlantıyla o ayakkabı fırlamıştı ayağından.


Ayağa kalksa bileğini sıkan bantlar yüzünden yürüyemezdi. En iyisi
yuvarlanmaktı. Tam bunu yapacağı sırada kapı açıldı. Đçeriye siyah paltolu,
lacivert kotlu, orta boylu biri girdi. Đki elinde birer metal yakıt çantası
tutmaktaydı. Elindekileri kapıya yakın bir yere bırakıp onlara doğru yürüdü.
Murat ölümün adımlarına büyülenmiş gibi bakmaktaydı. Katil onları burada
benzinle canlı canlı yakmak üzereydi.

“Final yerimi beğendiniz mi?”


Murat sol ayakkabısına bakarak içini çekti. “Pek üsluplu sayılmaz.

Đmar izninin rüşvetle alındığına bahse girerim.”


Katil’in yüzünde kendini beğenmiş bir ifade belirdi. Yanına

yaklaşınca durdu ve sağ ayakkabısının tozlanmış burnuyla Murat’ın ters

8
Sıfır: “Seb7a”

duran ayakkabısına dokundu. “Burada bir kelepçe anahtarı sakladığınızı


duymuştum. Doğru mu?”
Murat içini yakan öfkenin şiddetine şaştı, ama bu itki ağzından

fırlayan sövgü kelimelerine dönüşmedi. Egomanyağı tahrik etmenin bir


âlemi yoktu. Fena halde kapana sıkışmışlardı. Kapı aralayıcıya güveniyordu

hâlâ. Şu ana kadar her şey onun kontrolünde gibi yürümüştü. Birden pes
etmiş, enerjisi sonlanmış olabilir miydi acaba? Genç adamın umudu vardı.
Bu sessizlikte bir amaç, bir kurgu seziyordu.
“Bunu nasıl bilebilirsin?”

Tavırlarındaki şaşkınlık hali işe yaramıştı. Katil’in ince dudakları


halinden memnunca gülümsedi. “Birim Sıfır’ın bütün bilgileri elimde. Üst

düzey bir bilgisayar kırıcıya parayı bastın mı iş tamamdır.”


Murat içinde kabaran ikinci öfke dalgasını mahsus örtmedi. Katilin

kendini baş kurnaz sanmasının hayati önemi vardı. Birkaç dakika içinde
cayır cayır yanmaları söz konusuydu. Adam ters giden bazı şeylerden sonuç
çıkarmıştı haliyle. Merak eden yanı güçlüydü, ama bu nedenle işini
bitirmeyi kolay kolay ertelemezdi. Yüzünde anlam veremediği şeyler
hakkında doneler arıyordu. Profesyonel yanı aceleciydi. Ve bu yanı
maalesef düğmeye basmak üzereydi. Ege’den şu ana kadar bir ses
çıkmamıştı. Đzlerini kaybetmişti besbelli. Sonuncu kapı aralanmazsa işleri

burada bitmişti.
“Kendinizi erişilmez, matah kimseler mi sanıyorsunuz?”

Murat sağ avucunda soğuk bir temas hissettiğinde az kalsın bir


çığlık koyuverecekti. Kendini güçlükle engelledi ve, “Bazı şeyler bayağı

gizemli değil mi?” diye sordu.

9
Sadık Yemni

Sesinde istemeden beliren güven tonu etkili olmuştu. Katil iki adım
atarak iyice yanına yaklaştı. Murat adamın Issey Miyake parfümünü
kolaylıkla hissedebilmekteydi. Terle karışmış halini yalnız. Son birkaç saatte

çok sıkı çalışmıştı.


“Ne biliyorsun?”

Murat gülümseyerek içini çekti ve sessiz kaldı. Katilin sağ ayakkabısı


sol yanağına hafif bir darbe indirdi.
“Ne biliyorsun dedim?”
Bu arada Murat elinin ısısını almış metal nesneyi parmaklarıyla

yoklamış ve bir sonuca varmıştı. “Cinayetleri niçin işlediğini,” dedi. “Ve de


nerede şiddetli bir hata yaptığını.”

Adamın merak ettiği nasıl olup da son kurban adayının izini


bulabildikleriydi. Bunu yapabilen önceden onun da tepesine binebilirdi.

Böyle devam ettiği sürece kibriti hemen çakmayacaktı.


“Sonra?”
Katilin yüzünde ona biraz daha zaman ayırmaya karar vermiş biri
ifadesi vardı şimdi. Dize soluduğu tozlar nedeniyle öksürüp gözlerini açınca
Murat ona göz kırptı ve, “Her şey eski arkadaşım Murat Savuşçugil’in Seb7a
cinayetlerinin altıncı kurbanı olduğunun ortaya çıkmasıyla başladı,” dedi.
Sesi yüksek tavanlı ardiyede yutuluyor gibiydi. Boğazını temizledi ve daha

bir kendinden emin sözlerine devam etti. “Kendisini severdim. Polis


okulunda birlikte... Çok iyi anlaşırdık. Öğrenimini yarıda kesip baba

mesleğine döndü biliyorsunuz. O dönüş nedeniyle şimdi buradayız.”


“Tıraşı kes, sadede gel.”

10
Sıfır: “Seb7a”

“Peki, istediğin gibi olsun. Bizi ilaçlı kahve içirterek ele geçirdin.
Kendini çok kurnaz sanıyorsun, ama yakayı ele verdin. Kapan kendini
yeniden uyarladı. Şimdi yeme kanıp yakalanan av sensin.”

Katilin öfkeden kızaran yüzü Murat’ın içini titretti. Adam hislerine


kapılıp onları tabancayla vurabilirdi. Nitekim sağ eli kemerine taktığı

tabancasına uzanmak için ilk on santimlik yolu almış ve duraklamıştı.


Kendine güçlükle hâkim oluyordu. Aklının bir türlü ermediği şeylerden
korkan yanı şarjördeki on dört kurşunu üzerlerine boşaltmak için
sabırsızlanmaktaydı.

Katil, “Çok candan yalvarırsanız belki sizleri feryatlı figanlı kebap


yapmak yerine kurşun ezmesi takdim edebilirim,” dedi ve benzin

çantalarına doğru yürümeye başladı. Bu arada yoluna çıkan ayakkabıyı bir


tekmede beş altı metre öteye yollamıştı.

Murat, Dize’ye baktı ve ‘bir bildiğim var’ sinyali yolladı. Genç kadın
buna inanmak istiyor, ama başaramıyordu pek. Çok haklıydı. Saniyeleri bile
sayılıydı artık. Öfkeli ve sıcak adımlar geriye harlı bir ateş olarak dönecekti.

11
BİRİNCİ
KAPI
25 Eylül 2009 Cuma – 06.03
Đstiklal Caddesi

Varan 6
Đşadamı Murat Savuşçugil gece evinde ölü

bulundu. Seb7a katilinin son kurbanı acaba kim


olacak?

Sabahın altısında hayatı boyunca sahip olduğu en yakın arkadaşının


öldüğünü duymak Murat Arıkan’da sersemletici bir etki yapmıştı. Haberi
yalanlarcasına internetten çeşitli gazeteleri taradı. Bunu yapmak sadece
üzüntüsüne fazladan öfke eklemesine neden oldu. Çünkü arkadaşının
öldürülme nedeninin tahmin etmek isteyen gazeteciler aile hayatıyla ilgili
olmadık, çoğu düzmece olan bilgileri birinci sayfalara taşımışlardı.
Seb7a seri katili on gün içinde altı cinayet işlemişti. Katil
öldürdüklerinin alınlarına suçlama etiketi yapıştırmaktaydı. Brad Pitt, Kevin

Spacey ve Morgan Freeman’lı Se7en filminden esinlendiği çok açık olan


cinayetlere bu nedenle Seb7a adı verilince hemen tutmuştu. Maktullerin her

biri bir günah işlemekle suçlanmaktaydı. Ramazan’ın sonunda başlayan

cinayetler devam edince sadece Türkiye’nin değil dünyanın da dikkati


Đstanbul’a çevrilmişti. Müslüman bir seri katil yabancı medya için çok ilginç

bir haberdi. Türkiye içinde çalkantısı da muazzamdı haliyle. Ergenekon’un en


yeni dümeni, Türkiye’nin demokratik açılımını baltalamak isteyen masonlar,
Sadık Yemni

irticayı getirmek isteyenle köktendincilerin girişimi falan gibi sayısız komplo


öyküleri gündemdeydi. Türkiye’deki tanınmış din âlimleri her akşam bir
kanala çıkarak bu cinayetleri yorumlayan ve yeren konuşmalar yapmaktaydı.

Suriye ile karşılıklı vizelerin kaldırılması, Đran’a yapılacak muhtemel bir saldırı
haberleri ve bölgedeki diğer sıcak gelişmeler arka plana itilmişti.

Murat soğuk duşun altında dakikalarca durarak düşündü. Ne


yapacaktı? Polis inanılmaz büyük bir ekiple elinden geleni yapmaktaydı.
Gene de içinden bir ses yedinci cinayetin ardından katilin sessizleşmesiyle
yavaşça gündemden ve araştırmalardan sıyrılması olasılığının büyük

olduğunu fısıldamaktaydı. Çünkü polise uygulanan baskı büyüktü ve şu ana


kadar tutarlı hiçbir açıklama yapamamışlardı. Đçerden bir arkadaşından aldığı

haberlerden çelişkili deliller nedeniyle araştırma ekibinin kafasının çok karışık


olduğunu bilmekteydi.

Kurulanırken adaşıyla birlikte geçirdiği iki unutulmaz yılı düşündü.


Yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi. Birlikte film izler ve saatlerce üzerine
konuşurlardı. Karakterleri biraz farklıydı, ama zevkleri aşırı benzeşmekteydi.
Kısa zamanda leb demeden leblebiyi anlar duruma gelmişlerdi. Adaşı
babasının ısrarlarına dayanamamış ve polislikten vazgeçerek ticaret hayatına
atılmıştı. Bu durum dostluklarının sağlamlığını test etmişti. Aradan geçen
onca yılda bile ara sıra görüşen ve birbirlerine nazı geçen arkadaşlar olarak

kalmışlardı.
Murat’ın hayatında dostum diyebileceği başka bir arkadaşı olmamıştı.

Birim Sıfır’da çalışmak samimi arkadaş edinmesini neredeyse


imkânsızlaştırmıştı. Đyi arkadaş olmak karşılıklı zaman ve sabır harcanması

14
Sıfır: “Seb7a”

gereken bir süreçti. Murat bu lükse sahip değildi artık. Bir serüvenden
diğerine sürüklenmekteydi çünkü.
Murat yanında sabah kahvesiyle tekrar bilgisayarın başına oturdu ve

maktullerle ilgili bilgileri derledi. Cinayet sırasını, istinat edilen günahları ve


semtleri alt alta yazdı.

1. Cinayet - 20 Ocak Pazar - Ali Evran (37) –


Namuslu kadına iftira – Samatya. Oturduğu kiralık
daire.

2. Cinayet - 21 Ocak Pazartesi - Đhsan Özçavuş

(44) – Şirk koşmak – Salacak – Kendi evi.

3. Cinayet – 22 Ocak Salı - Yener Düzgün (21) –


Anaya babaya asi olmak – Bakırköy – Boş bir daire

4. Cinayet - 23 Ocak Çarşamba - Cemal Fersan


(55) – Büyücülük falcılık – Kadıköy – Kendi dairesi

5. Cinayet - 24 Ocak Perşembe - Cem Demir (32) –


Cinayet – Eyüp – Kiralık daire

6. Cinayet - 25 Ocak Cuma - Murat Savuşçugil


(37) – Yetim malı yemek – Çengelköy - Kendi villası

15
Sadık Yemni

Altıncı cinayetten sonra medya coşmuştu. Yeni cinayet teorileri de


pıtrak gibi dökülmeye devam etmekteydi. Bunlardan en çok prim yapanı,
‘Çeşitli hadisi şerifler göz önüne alınırsa büyük günahların sayısı sekizdir ve

iki cinayet daha işlenecek,’ diyeniydi. Seb8a’ya Đki Gün Kala şeklindeki bir
başlık bile uydurmuşlardı.

1- Allah’a şirk, ortak koşmak.


2- Büyücülük
3- Katillik

4- Harpten kaçmak
5- Yetim malı yemek

6- Faizcilik
7- Namuslu kadına iftira etmek

8- Ana babaya asi olmak

Murat dostuna isnat edilen günahın temelsiz olduğunu çok iyi


bilmekteydi. Adaşının babası seri bloklar inşa eden bir mega müteahhitti.
Kurtuluş’ta yetimler yurdu olarak kullanılan bir binayı yıkarak havuzlu bir
apartman dikmişti. Murat Savuşçugil babasının iş ortağıydı. Yetimler yurdu
bir vakfa aitti ve aylardır işletilmemekteydi. Bina boş durmaktaydı. Vakıf

bankadan aldığı borcu ödeyemediği için binaya haciz gelmişti. Murat’ın


babası açık artırmada en çok fiyatı ödeyen kimseydi. Bir gazetenin iç

sayfalarında Yetimlerin Hakkı Yıkıldı diye bir yazı çıkmıştı. Sonradan


gazetenin hakkında tekzip yayınlandığı bu haber sabahtan beri her yerdeydi.

16
Sıfır: “Seb7a”

Murat’ın sezgileri ilk kez soğuk bir gerçeğe dokunmuştu. Bu günah


cinayetlerinde bir şeyler amacının çok dışına taşmıştı. Bilgisayarın saati daha
yediyi on geçmekteydi. Normal birini aramak için erkendi, ama bir adli tıp

pataloğu için erken ve geç kavramları bayağı normal dışıydı. Cep telefonunu
alarak bir numarayı tuşladı. Stratejik numaralar dediği numaraları asla bir

yere yazmaz, kullandığı telefonların belleğine kaydetmezdi. Her ay yeni bir


SIM kartı alır ve 32. gün o numarayla ilişkisini keserdi.
“Alo Đlhan.”
“Ben Murat Arıkan. Sesin bayağı diri geliyor.”

“Buradaki ölüler nedeniyle olmalı. Yine ne var?”


“Şu Seb7a cinayetleriyle ilgili. Duyduğuma göre gelenlerle sen

ilgilenmekteymişsin.”
“Sorma. Bayağı medyatikleştim bu yüzden. Şimdi arabamı park

ettiğim yerde kesin üç-beş kişi bekliyordur.”


“Gözümüz yok da neden olsun. Bir anomali lafıdır gidiyor. Nedir
arıza?”
Karşı hatta bir sessizlik olunca Murat adamın haklı yere telgrafın
tellerine konan kuşları düşündüğünü hissetti.
“Öyle bir şey yok. Üstelik şu anda yorgunum Muratçım. Gece boyu
çalıştım. Bütün isteğim bir saat sonra arabama binip eve gidip yatmak.”

“Anladım. Başka zaman ararım o zaman.”


“Tamam.”

Murat yıldırım hızıyla giyindi ve evden fırladı. Yan sokağa park ettiği
arabasına doğru yürüdü. Yollar açık olduğu için yarım saatte Davutpaşa’ya

varmıştı. Đhsan dakikti. Sokakta turlayarak dakikaların geçmesini bekledi.

17
Sadık Yemni

Tam vaktinde Hekimoğlu Ali Paşa camiinin arka tarafında siyah Toyota’sıyla
belirdi. Sokak tenha olduğu için takipçi falan yoktu. Kaldırıma park etti ve
dışarı çıktı.

Bir doksan boyunda, gür saçları neredeyse kaşlarından hemen


üstünden başlayan iri yarı bir adamdı Đlhan. On yılı aşkındır tanışıyorlardı.

Güvenilir, ağzı sıkı biriydi.


“Murat Savuşçugil çok yakın arkadaşınmış ha?”
Murat adama bundan söz ettiğini hiç hatırlamıyordu. “Nereden
biliyorsun?” diye sordu.

Đlhan çokbilmişçe sırıttı. “Medya işin içine balıklama dalmış durumda.


Ayrıntı avcılığı önemli. Birazdan senin de peşine düşer haber avcıları.”

Murat’ın gözü tenha sokağın diğer ucunda belirecek arabalarda, “Bazı


gariplikler varmış.“ dedi.

Đlhan’ın iri mavi gözleri heyecanla parladı. “Tam senlik Murat.


Aramasaydın, ben sana şifreli bir mail atacaktım. Birkaç nokta... Tuhaf. Cem
Demir’in cesedi Perşembe günü bulundu, ama öleli iki gün olmuştu. 22 Eylül
Salı günü bulunan Yener Düzgün’le aynı saatlerde öldürüldüğünden
neredeyse eminiz. Yener Düzgün’den farkı şu: Cem Demir başka yerde
vurulmuş. Bulunduğu yere sonradan getirilmiş.”
Đlhan sözlerine ara verince Murat başını onun baktığı tarafa çevirdi.

Sokağın diğer ucundan limon sarısı bir BMW yaklaşıyordu. Đçinde uykulu
yüzlü şişmanca bir kadın vardı. Bukleli turuncumsu boyama saçlarıyla bir

soprano eskisini andırmaktaydı. Medya mensubuna benzer bir hali yoktu.


Onlara sıradan ilgiyle bakarak yanlarından geçti gitti.

18
Sıfır: “Seb7a”

“Esas ilgileneceğini sandığım şey dördüncü cinayetin kurbanı Cemal


Fersan,” dedi Đlhan. “Adam falcıymış malum. Đstanbul’da bir yıldır
bulunmasına rağmen tanınmış biriymiş. Kapı Aralayıcı diye lakabı varmış.

Nedir tam bilmiyorum. Đşlerden televizyon falan izlemeye zaman yok. Milli
takımın basket maçlarını bile sonradan bilgisayardan izliyorum. Neyse...

Adamın beyninde ortalama fındık büyüklüğünde yüz yirmi üç ur vardı. Yüz


yirmi üç tane. Hemen hemen her bölgede. Böyle ikişerli ve üçerli kümeler
halinde. Bunca yıllık pataloğum, böyle bir şeye hiç rastlamadım.”
“Gerçek bir medyum mu yani?”

“Onu bilmem, ama yaşaması bir mucize. Bu tümörler beyne korkunç


bir basınç uyguluyor olmalı. Bildiğim kadar adam öldürülene kadar günde

on saat müşteri kabul etmekteydi ve çok sıhhatli bir görünümü vardı.”


“Đlginç. Peki, bu iş... Bir katil mi, yoksa ekip işi mi sence?”

“Bence ekip işi. Plan çok kurnazca kurulmuş. Bir cinayet daha işler
durursa bulunmayabilir. Eldeki DNA bazlı deliller çok karmaşık. Ve de
çelişkili. Cem Demir örneğin, Ali Evran’ın katili ya da cinayet tanığı olabilir
pekâlâ. Cinayet mahallinde onla ilgili genetik malzeme bulundu. Tam
ayrıntıyı bilmiyorum, ama buna benzer başka karışıklıklar da var diye
duydum. Sen ne diyorsun bunlara?”
Murat içini çekerek adamın yüzüne baktı ve başını salladı. “Bakalım

önce bazı şeyleri araştırmak lazım.”


“Adaşına üzüldüm. Cinayetin peşine düşeceğini okuyorum yüzünden.

Çok dikkatli ol. Yüz kırk polis, dedektif ve medya deli gibi uğraşıyor ama hâlâ
bir sonuç alamadılar.”

“Sağ ol Đlhan. Seni yordum.”

19
Sadık Yemni

Đlhan dostça gülümsedi ve, “O kimyasalların içinden çıktıktan sonra


biraz hava almak hiç de fena olmadı,” dedi.
Murat adamın elini sıktı, sarılıp öpüştüler ve arabasına doğru yürüdü.

Gözünün önünde adaşıyla son buluşmaları canlanmıştı. Karısından


boşanmıştı. Hem üzgündü, hem de cendereli bir ilişkiden sıyrılmanın

rahatlığını aynı anda yaşamaktaydı. Arada çocuk olmadığı için ayrılmaları


sorun çıkarmayacaktı. Adaşının konuşacak birine gereksinimi vardı. Bir dosta.
Onu aramıştı. Bir yerde yemek yemişler ve sonra onun evine giderek sabaha
kadar sohbet etmişlerdi. Ufukta yeni bir sevgili vardı. Hayat devam ediyordu

yani.
Aradan neredeyse yarım yıl geçmişti. Gece boyunca heyecanla yeni

hayatını nasıl tanzim edeceğini anlatıp duran adam şimdi morgun soğuk
raflarından birinde konuktu. Đsnat edilen günah gibi bu büyük bir haksızlıktı.

Đntikamı alınmalıydı.

***

Dize çantasından çıkardığı aspirini fincanındaki son yudum kahveyle


yutarken Murat içeri girdi. Salaşen Kafesi, Cuma öğleni için bayağı
kalabalıktı.

“N’aber?”
“Yaz sonu gribim hariç iyiyim.”

Murat karşısına otururken düşünüyormuş gibi yaptı ve, “Bu son gribin
o halde,” dedi. Dize’nin kaşları merakla yükselince, “Ben yılda üç kez grip

20
Sıfır: “Seb7a”

olurum diyen sen değil miydin?” diye ekledi. “Bu üçüncü. Üç ay boyunca
başka grip yasak.”
Dize bir ara böyle bir laf ettiğini hatırlamıştı. Murat’ın yüzündeki savaş

boyaları sürünmüş ifade nedeniyle grip makamında devam etmedi. “Murat


Savuşçugil adını gazetelerde görünce şoke oldum,” dedi. “Nasıl böyle... Bir

şey öğrendin mi?”


Murat yan gözle servis için masalarına doğru gelen kıza baktı. “Pek
değil, ama içimde bir his çok yakında sağlam ipuçları bulacağımızı söylüyor.”
Bu sözler Dize’de temenniden daha öte derin bir etki yapmıştı.

Sezgileri cayır cayırdı. Đçinde Seb7a katiline karşı duyduğu öfkeyi kat kat
aşan bir dalga yükselmekteydi ve bunun gribin yan etkileriyle bir ilişkisi

yoktu.
Biri buzlu, diğeri sıcak iki çay ve tuna balıklı sandviç ısmarladılar. Uzun

boylu, dar kalçalı kız elindeki elektronik deftere not alıp gitti.
Murat sağ elinin işaret parmağıyla masanın üzerindeki pirinç tablaya
dokundu. Yüzeyinde kocaman bir kırmızı 7 rakamı vardı. “Bu masayı mahsus
mu seçtin?”
Dize rakama dikkat etmemişti. Hayretle omuzlarını silkti. “Ben içeri
geldiğimde tek boş yerdi. Hemen oturuverdim.”
“Bir sonraki cinayetin işlenmesine 24 saatten az kaldı,” dedi Murat.

“Đçimden bir ses…”


Dize’nin sonradan çölde vaha görmeye benzer diyeceği bir şey onları

içine aldığında Murat’ın ağzı şaşkınlıkla aralandı. Dize kendi suratını aynada
görüyor hissine kapıldı. Tam önlerinde tahtadan bir kapı belirmişti. Yetkin bir

dörtgen olmayan, yüzeyleri birazcık dışa boğumlu gibi algılanan kasasına

21
Sadık Yemni

neredeyse dokunacakları kadar yakındı. Kapı ardına kadar açıktı ve göz


alabildiğine görünen yer kafe değildi. Kafedekilerin konuşma uğultuları da
iyice alçalmıştı. Kapının ardında görünen yer bir sokaktı. Sağ tarafta bir dizi

araba park etmişti. Sol taraftaki kaldırımlarda ağaçlar görünüyordu. Sokağın


asfaltı yer yer yıpranmıştı. Baktıkları yerden yukarı doğru hafif bir meyille

yükselmekteydi. Grimsi binaların ön yüzlerindeki çanak antenler dizi


merakımızın alamet-i farikası gibiydi. Tanıdık bir yerdi ama Dize neresi
olduğunu çıkartamıyordu.
“Görüyor musun Murat?” dedi güçbelâ konuşarak.

Murat başıyla olumladı.


“Ne... Ne oluyor sence?”

“Bilmem. Serap gibi.”


Kapı yavaşça kapanınca konuşma uğultuları yükseldi. Servise bakan

kız elinde tepsi hemen diplerinde durmaktaydı. Đkisini de dalgınlaştıran şeyi


anlamaya çabalıyordu herhalde. Yirmi beşten büyük olmayan, hoş yüzlü bir
kızdı. Parlak koyu kahverengi gözleri anlayış ışıldamaktaydı. Sabahtan
akşama kadar kim bilir ne tiplerle karşılaşıyordu.
Kız iki sandviç tabağını ve çayları masaya koydu ve gitti. Đki adet buzlu
çay getirmişti. Dize’nin iyice seyreltik bir hayaleti kızın ardından yetişip ısı
farkının hesabını sorarken Murat’a baktı. Adam yeni toparlanıyordu.

“Neydi bu?”
Murat çok tanıdık gelen bir hareketle krem rengi yazlık ceketinin sol

cebinden sigara paketi ve gümüş bir çakmak çıkardı. Dudaklarına iliştirdi.


Çakmağıyla yaktı.

22
Sıfır: “Seb7a”

Dize sigaradan nefret etse de, benzin kokusunu severdi. Grip


nedeniyle yarısını hissedebildiği kokuyu içine çekti. Bu zamanda benzinli
çakmak kullanan kaç kişi vardı koskoca Đstanbul’da?

Murat gri mavi dumanları dışarıya saldı ve, “Bu bir davetiye,” dedi.
“Đnanmayacaksın belki, ama günün ilk sigarası bu. Birinci şokla unutmuştum,

ikinciyle hatırladım.”
Dize eliyle yüzüne gelen dumanları yelledi ve sessiz kaldı. Murat’ın
yakıştırmasıyla yüzde yüz hemfikirdi. Ayrıca ikinci davetiyenin pek yakında
olduğunu sezmekteydi. Bardağa doğru eğilerek kamıştan soğuk sıvıyı içine

çekti. Ağrıyan boğazına aldırdığı falan yoktu. Zaten kanındaki adrenalin


yüzdesinden ürken grip iyice gerilere pısmıştı.

23
İKİNCİ
KAPI
Sıfır: “Seb7a”

25 Eylül 2009 – 14.45


Sıraselviler

“Đşler karışık Murat,” dedi Kenan.


Blucin takımın içine kaslı bedeninin sergileyen dar bir sarı tişört

giymişti. Kısaca boylu, kumral, yeşil gözlü ve yakışıklı bir adamdı. Seb7a
cinayetlerini araştıran ekibin kodamanlarındandı. Aralarında sık sık bilgi

alışverişi yaparlardı. Telefon edince yakınlarda olduğu için bir saat içinde
Taksim’e gelmişti. Sıraselviler’de kapısı açık duran bir apartmanın girişinde
ayaküstü konuşmaktaydılar.
“Gizli servis muhabbetinden bile şüphelenir olduk. Kurbanlar ve
katiller arasındaki bağlar çok çelişkili.”
“Takım işi mi yani?”
Kenan gözü sokaktan gelip geçenlerde başıyla olumladı.
“Hepsi bu mu?”
Kenan dürüstçe sırıttı. “Belli olmuyor mu? Ha... O sorduğun şeyi...” Đç

cebinden üzerinde bir isim ve telefon numarası yazan kâğıdı uzattı. “Betül
Tanbozum. Cemal Fersan’ın asistanı. Kendisini sorguya çektik. Kadın yıkılmış.

Bay Fersan’ı öve öve bitiremedi. Bir şey bilmiyordu haliyle. Akşam yedi

buçukta kadın klinikten ayrılmış. Sonra da ertesi gün, sabah on civarında


ölüsünü bulmuş adamın.”

“Klinik mi?”
“Adam işyerine Umarhane Kliniği adını vermiş.”

25
Sadık Yemni

“Bak sen...”
“Bu işlere inanmam pek, ama adam hakkında çok övücü sözler işittim.
Hepsi bu kadar. Ben kaçayım. Yapacak bir yığın iş var.”

“Eyvallah Kenan. Görüşürüz yine.”


“Bir şey duyarsam dişe dokunur sana haber veririm. Ve...” Kenan’ın

gülümseyen yüzü ciddileşmişti birden. “Murat Savuşçugil’in kaybına hepimiz


çok üzüldük. Şimdi sen duramazsın artık. Çok dikkatli ol. Bu iş sakat sana
söyleyeyim. Çok sakat hem de. Ayağını sağlam bas.”
“Merak etme lan.”

“Senin fıstık geliyor.”


“Gördüm.”

“Hâlâ bir şey yok aranızda belli.”


“Öyle. Hadi güle güle.”

“Sözlerimi unutma Murat. Đş çok çetrefilli. Arkana iyi mukayyet ol.”


“Kulağıma küpe yaptım sözlerini.”
“Aferin sana.”
Kenan eliyle onlara doğru yaklaşan Dize’ye selam vererek yokuş aşağı
tarafa doğru hızlı adımlarla yürüdü.
“Bir şey var mı?”
Murat kadının kırmızı burnuna, gripten ufalmış gözlerine rağmen

güzel göründüğünü düşünerek içini çekti ve, “Bol bol öğüt ve bir telefon
numarası,” dedi. “Şuradaki internet kafede Google Earth’e girdim ve

Đstanbul’un tahmin ettiğim sokaklarına baktım. Bulamadım. Zaman azdı. Bir


tahminim var ama yine de. Sanki yakınımızda. Cihangir’de bir sokaktı

gördüğümüz. Senle şöyle bir turlasak belki...”

26
Sıfır: “Seb7a”

“Öyle yapalım.”
“Önce senin evden dizüstünü alalım. Đhtiyacımız olacak, belli.”
“Tamam.”

Dize koluna girdi ve Murat’ın evine doğru yürümeye başladılar. Kasıtlı


olarak kaldırım değiştirerek ve yolu uzatarak yürümekteydiler. Murat

birilerinin peşlerine takılması için erken olduğunu düşünmekteydi. Ama o


aralanan kapı işi vardı tabii. Bir şey onları bulmuştu çoktan.
“Sence o şey yinelenecek mi?
“Sanırım,” dedi Murat ve cep telefonunu çıkartarak Betül Tanbozum’u

aradı. Kadının telesekreteri çıkınca adını söyleyip kendisiyle acilen görüşmek


istediğini bildirdi.

“Kimdi o?”
Murat söyleyeceği şeyleri düşündü, ama bunu kelimelerle ifade

edemedi. Yürüdükleri kaldırımda hemen önlerinde o kapı belirmişti. Az


ötede iki kadın durmuş laflamaktaydı. Yanlarından geçen arabanın şoförü
gözüyle park yeri aranmasına rağmen kapıyı görmemekteydi. Bakışları o
tarafa yönelmiyordu çünkü. Đkisi de bu defa daha hazırlıklıydılar, ama
Murat’ın telefonu çalınca yine de irkildiler. Murat hayalde gibi telefonu alıp
kulağına götürdü. Bu arada yüzü daha önce gördüğü sokağa çevrikti. Park
etmiş arabalar, yokuşun eğimi, birbirine yaslanık duran binaların tek tipliği

falan biraz tanıdık gelmişti.


“Murat Arıkan Bey’le mi..? Aman Allah’ım. Siz... Murat Bey,

görüyorsunuz değil mi?”


Her şey normale dönünce Murat seslerin anlamını da çözebilmeye

başlamıştı. Tuşa basarak konuşmayı hoparlörden vermeye başladı.

27
Sadık Yemni

“Kimsiniz efendim?”
“Ben Betül Tanbozum. Nasıl... Allah’ım... Đnanılmaz bir şey değil mi?”
“Ne gibi? Siz..?”

“Kapı aralanıyor. Umar kapısı. Ah ne... Nasıl bir şey bu? Nasıl kıydılar?”
Murat, Dize’nin şaşkın yüzüne bakarak, “Neredesiniz şu anda Betül

Hanım?” diye sordu. Đkisi de 25 Eylül Cuma gününün bir dizi şoka gebe
olduğunu hissetmenin huşusal sarmalındaydılar.

***

Betül Hanım Salaşen’deki randevusuna iki dakika erken gelmişti. Elli

ortalarında iri siyah gözlü, boyama siyah saçlı, köfte dudaklı tombik bir
kadındı. Ayağındaki yarım topuklu ayakkabıyla taş çatlasa bir altmış

boyundaydı. Ruj sürmemiş ve kahverengi, bordo ve beyaz desenli bir elbise


giymişti. Sevecen bir hali vardı ve matemde olmasına rağmen bir enerji
yumağı gibi yürüyordu. Tam Umarhane kliniğine uygun bir tipti.
El sıkıştılar ve oturdular. Kadının gözleri doluydu. Diğer yandan
heyecanlıydı. Yerinde duramıyordu. “Murat Bey, telefonda konuşurken bir
an...”
Dize kadına gülümsedi ve, “Sizin telefonla bağlanmışken o kapıyı

hissedebilmeniz çok ilginç,” dedi.


“Cemal Bey çok üst düzey bir gönül insanıydı,” dedi Betül Hanım.

“Đnsanlara baht kapısı aralamaya çalışırdı. Üç buçuk yıl yanında çalıştım.


Böyle dürüst bir insan tanımadım ömrümde. Bir katil nasıl kıyabilir? Çok has

bir Müslüman’a nasıl reva görebilir bunu? Bunu yapan Allahsız. Cemal Bey

28
Sıfır: “Seb7a”

dört öğrenci okutuyordu. Cuma namazlarını hiç kaçırmazdı. Kimseye


olmayacak vaatlerde bulunmazdı. Hâlâ inanamıyorum. Ve de...”
Dize kadının çok sıkıntılı olduğunu bildiği için sözünü kesmeden

dinlemişti. Murat topu ona atmıştı.


“Đlaçla ayakta duruyorum Dize Hanım,” dedi Betül Hanım ve

gülümsedi. Yanakları ıslaktı.


O sırada ilk geldiklerinde servise bakan uzun boylu kız yanlarına
gelmişti. Aynı masada oturmaktaydılar. Üç orta kahve söylediler. Betül
Hanım narçiçeği çayı var mı diye sorup olumsuz cevap alınca kahve içmeye

karar vermişti.
Dize kadının anlattıklarından tek bir sonuç çıkarmıştı. Cemal Fersan

gerçek bir medyumdu. Bunu falcılıktan çok sağaltım yönünde


kullanmaktaydı. Seansa katılan insanlara tavsiyeler veriyordu. Bunu kendi

deyimiyle kapı aralayarak yapmaktaydı. Betül Hanım onlar için açılan kapıyı
telefon hattının öbür tarafından aynen görmüştü.
“Sizce Cemal Bey bizle ilişki mi kuruyor?”
Betül Hanım kendinden çok emin başını salladı. “Evet. Kim bilir hangi
amaçla... Bir şeyi işaret ettiği kesin.”
Kahvelerini içerken havadan sudan sohbetin içine araştırmaya
yarayacak soruları eklediler. Sonuç pek değişmemişti. Betül Hanım ikizler

burcundandı, yıllar önce boşanmıştı, kronik bekârdı, enginar pişirmeyi,


kedileri ve korku öyküleri okumayı seviyordu, ama katili ele verecek bir şey

bilmiyordu.
“Bir şey duyarsak size haber vericez Betül Hanım. Merak etmeyin.”

29
Sadık Yemni

Kadın ikisinin elini sıkarak kaldırımdaki kalabalığa karıştı gitti. Dize kol
saatine baktı. Üçü biraz geçmekteydi. Sokaklar Cuma akşamı kalabalıklığına
doğru evrilmekteydi. Genç kadın kendini her yönden izleniyormuş

duygusuna kaptırmıştı. Öldükten sonra bile kendilerine kapıyı aralayabilen


enerji yakınlarında dolanıyor olmalıydı. Cemal Bey’in ruhu katilin

bulunmasını istiyordu. Bu çok açıktı. Betül Hanım’a birkaç gün bu durumdan


söz etmemesini için rica etmişlerdi.
Telefonu çalınca Murat, “Betül,” dedi ve aparatı açan tuşa bastı.
Hoparlör de devredeydi.

“Murat Bey merhaba. Dolmuşa binmek üzereyim şu anda. O sokak...


O sokağı hatırladım. Eski bir arkadaşım oturuyordu bir aralar. Cihangir’de.

Adını unuttum. Kazancı yokuşunun oralarda bir yerde. Bir sokak yanı falan
olmalı. Teşekkür ederim bugün beni aradığınız için. Yüce gönül sizle

beraber. Hoşça kalın.”


Ayakları otomatik olarak Taksim Meydanı’na doğru yönelmişti. Murat
dalgındı. Cemal Bey’in o sokağı işaret etmesinde bir neden vardı kuşkusuz.
Dize’nin sezgileri ‘bu nedene ve ona sımsıkı bağlı kallavi bir belaya yakınız’
sinyali vermekteydi.

30
ÜÇÜNCÜ
KAPI
Sadık Yemni

25 Eylül 2009 – 16.05


Cihangir

“Diyelim sokağı bulduk... Sonra ne olacak?”


Dik yokuştan aşağıya inmekteydiler. Sokak taksiler ve hususi arabalar

yüzünden tıklım tıklımdı. Yan yana yürümekte zorluk çekiyorlardı.


Murat sırıtarak, “Valla işin en can alıcı noktasına dokundun şimdi,”

dedi.
Dize yalandan yüzünü astı ve dilini çıkardı. Sonra yüzü ciddileşti.

“Yakınız,” dedi. “Yakınız Murat. Đçimden bir his hemen şuracıkta diyor. Volkan
ağzı gibi. Kadın ve grip hassasiyeti deme sakın. Samimiyim.”
Murat, kadın, yaz sonu ve grip hassasiyeti, diye düşündü, ama bunu
seslendirmedi. Kadın haklıydı. O da hissetmekteydi. Cemal Bey’le ilgili bir

yükseltgenme söz konusu olmalıydı. Sezgi antenleri daha etkin


çalışmaktaydı bir süredir.

“Mikro dalgalarla nakledilen görüntüden farkı yok bunun,” dedi Dize.


“Bazı beyinler bu enerjiyi düzebilir pekâlâ. Burada çözülmüş bir birim söz

konusu tabii ki. Ölüm sonrasında arta kalan tortular. Đradeyle topaklanmış
enerji yumakları bu işe yarayabilir.”
“Đşin fizik yanı böyle olabilir,” dedi Murat. “Patolog arkadaşım
beyninde yüz küsur tümör bulduklarını söyledi. Belki bundan da, ama bir de

şu var. Cemal Bey’de öldükten sonra bile bu güçler varsa neden bize
doğrudan katilin simasını göstermiyor? Hemen gider yakasına yapışırdık.”

32
Sıfır: “Seb7a”

“Orası öyle, ama romanlarda ve filmlerde kanıtlar bölük pörçük verilir.


Heyecan inşa edilir ve ancak sonunda işin aslı ortaya çıkar.”
“Bu gerçek hayat Dize. Grip olman gibi. Essah yani. Roman ya da film

değil. Bir güç bize yardım edecekse bunu niye gram gram yapsın? Ver katilin
eşkalini binelim tepesine. Öyle değil mi?”

“Belki katilin oturduğu sokağa gitmekteyiz.”


“O da olabilir tabii.”
Yokuşu indikçe trafiğin şiddeti azalmaktaydı. Konuşmadan yürüdüler.
Đkisi de kendi tarzlarında takip edilip edilmediklerini kontrol etmekteydi.

Arkalarında biri yok gibiydi.


Murat telefonu mesaj geldi sinyali verince cebinden çıkarıp baktı.

Kenan’dandı. Aparatı Dize’ye uzattı.

Belki görmemişsindir. Yeni haber. Ünlü bankacı-iş


adamı Cevat Yılmazcan iş ortağı Murat Savuşçugil’in
katilini bulana 2 Milyon TL vaat etmiş. Yüzdemi
isterim ona göre ☺ Selamlar.

Ekrandaki mesajı okuyan Dize’nin kaşları hayretle yükseldi. “Đnsanın


ayrılmak üzere olduğu biri için bu kadar vefalı olması ilginç.”

Son buluşmalarında adaşı yeni ortağıyla ayrılmak üzere olduğunu ve


bunun şimdilik sır tutulduğunu söylemişti.
“Nereden biliyorsun bunu?”
“Son haftalarda bir yerde okudum. Senin yakın arkadaşın olduğu için
dikkatimi çekmişti. Senin zaten bildiğin bir şey olduğunu düşünerek sözünü
etmemiştim.”

33
Sadık Yemni

“Biliyordum, doğru,” dedi Murat. Birden aklına iki şey birden gelmişti.
Biri adaşının Se7en filmi hakkında sarf ettiği sözleri hatırlamıştı. ‘Genç polis
elinden en çok sevdiği şeyin koparılmasının intikamını sıcak kurşunlar

yüzünden alamadı.’ Filmden çok etkilenmişti. Yıllar sonra bile bahsi


açıldığında büyük bir hevesle bazı sahneleri irdelerdi. Şimdi kendisi Seb7a

katilinin kurbanı olmuştu. Diğer şey rakamlarla ilgiliydi. “Bugün iki kez 7
numaralı masada oturduk,” dedi. “Kafe kalabalıktı. Bu nedenle bayağı ilginç
bir rastlantı. Herkes bugün nefeslerini tutmuş yedinci cinayetin işlenmesini
bekliyor. Bizi hedefe yönelten enerji belki de yedinci kurbanı işaret ediyor

olamaz mı?”
Dize bu sözlerinin yarattığı şaşkınlık nedeniyle kaldırımda aşağıdan

gelen orta yaşlı, bira göbekli bir adamla hafifçe çarpıştı. Özür diledi. Adam
yüzü gözü çiçek açmış bir durumda, “Ne önemi var hanımefendi?” deyip

yoluna devam etti. Bu arada Murat’ı süzüp kadının nesi olduğunu


kestirmeye çalışmıştı.

***

Dize’nin burnu karıncalanmaktaydı. Sol elinde kâğıt mendil hazırdı.


Ciğerlerinde yeni bir hapşırığın tetiği çekilmek üzereydi. Bu arada iyice

aşağılara inmişler ve Pürtelaş sokağına gelmişlerdi. Daha sokağın girişinde


onları bir sürpriz beklemekteydi. Sarı bir taksi ardına kadar açılmış kapının

içinden geçmekteydi. Đçinde oturan genç çiftin ve şoförün yüzlerinde özel bir
şey görüyor ifadesi hak getireydi. Ardından gelen minibüsün şoförü de bir

şeyin farkında değildi. Çevrelerinde hiç kimse hayretle o yana bakmıyordu.

34
Sıfır: “Seb7a”

“Ne yapıcaz?”
“Gel girelim içine.”
Dize de bunu yapmak istiyordu, ama kapının arkasında görünen yer

aynı sokak olmakla birlikte karanlıktı. Sokak lambaları yanıyordu ve bayağı


tenhaydı. Birinde gece, diğerinde gündüz olan iki sokak iç içe girmiş gibiydi.

Midesinde bir soğukluk belirmişti. Aynı tereddüdü Murat’ın yüzünde de


okumaktaydı. Nasıl çalıştığını bilmediğin bir düzeneğin içine girmek üzere
gibi hissediyorlardı kendilerini.
Elleri otomatikman buluştu, karşıdan gelenlere neredeyse sürtünür

durumda onlara kapalı âlemin içine girdiler. Karanlık yere ilk adımı
attıklarında çevrelerindeki trafik ve insan sesi uğultusundan sıyrıldılar. Aynı

sokaktaydılar, ama geceydi ve bayağı tenhaydı. Birden ayak tabanlarının


yere yaptığı basınç azaldı ve yürüyen bir banttaymış gibi hareket ettiler.

“Ne oluyor Murat?”


“Fizikçi sensin.”
“Bunun fizikle... Haklısın parastatik bir modül gibiyiz.”
“Ne modülü dedin?”
Dize mide kaslarını sıkmayı bırakıp kendini hareket yönünde
dengelemeye çalıştı. Ayakları yerden birkaç milimetre kadar yükselmiş
gibiydi. Yürüyen merdivende durmaktan pek farklı değildi. Debelenmezse

dengede durmaktaydı. Hapşırığı da bu serüvenden etkilenmiş gibiydi. Đyice


gerilere çekilmişti. Karşı kaldırımdan geçen iki delikanlı onlarla ilgilenmeden

yollarına devam etmişlerdi.


“Yerçekimini yenen bir durum değil sadece. Bak kimse bizi

görmüyor.”

35
Sadık Yemni

Murat bir karşılık vereceği sırada, azıcık sola doğru dönerek durdular.
Mert Apartmanı, Sadri Alışık’ın ilk Turist Ömer filmini çevirdiği sıralardan
kalma bir binaydı. Tavanlar yüksek, odalar ferahtı. Ön cephe yeni

boyanmasına rağmen binanın yarım yüzyıla yaklaşmışlığı


hissedilebilmekteydi.

“Katil mi, kurban mı?”


Dize eliyle zilleri işaret etti. “Đsimlere bakalım.”
“Tamam.”
Altı katlı apartmanın zillerinin ikisindeki etiketler boştu. Dize dört ismi

çantasından aldığı kalemle elinde tuttuğu kâğıt mendile not etti.


“Şimdi ne yapıcaz?”

Murat saatine baktı ve, “23.42,” dedi. “Daha buraya gelmemize saatler
var.”

Dize başıyla olumladı. Sanki bunu yaparken boynuna monte edilmiş


bir düzeneği hareket ettirmiş gibiydi. Gündüzün içine dalıverdiler.
Yüzlerinde şaşkın ifadelerle birbirlerine bakmaları gelip geçenlerin
dikkatini çekmekteydi bu defa. Sesler de üzerlerine çullanmıştı. Normal
hayat denen yere avdet etmişlerdi yeniden.
“Ne yapacağız?”
Murat kararını vermişti. “Bana gideceğiz,” dedi. “Đnternet, telefon ve

kahve.”
Dize gülümsedi. “Yolda bir eczaneden aspirin alalım. Sende öyle

şeyler bulunmaz.”
“Bazen varlar, bazen yoklar.”

“Ha... Ege’yi aradın mı bu arada?”

36
Sıfır: “Seb7a”

Murat bunu istemsizce yapmış, ama unutmuştu. “Mesaj yolladım. Üç


saat kadar önce. Henüz ses seda yok.”
“Hâlâ o kızla mı beraber?”

Murat yan gözle bakınca Dize sırıttı. “Haftada iki kez Edremit’e gidiyor
baksana.”

“Böyle giderse kız taşınır buraya.”


“Pek sanmıyorum.”
“Neden? Nehir Hanım yüzünden mi yoksa?”
“Bilmem.”

Murat kıvırtınca Dize erkek dayanışması diye düşünerek sırıttı. Ege,


Birim Sıfır’ın en eski elemanlarındandı. Uzunca bir ayrılıktan sonra kürkçü

dükkânına dönmüştü yeniden. Son konuştuklarında yarın akşam Đstanbul’a


geleceğini söylemişti. Henüz acil bir durum söz konusu olmadığı için bunda

bir mahzur görmemekteydi.


Birim Sıfır’ın iki altın elemanı yan yana yürürlerken Dize az önce
Murat’ın elini tuttuğu anları hatırlamıştı. Yan gözle adama baktı. Yüzü
dalgındı. Niye erkekler aşk konusu açıldığında ilgileri çabucak başka alanlara
kayardı?

25 Eylül 2009 – 16.35


Edremit

“Niye bu konu açıldığında dalgınlaşıyorsun?”


Ege suyun altında nefes alma sorunu olmadan uzunca kalınabilen bir
rüyadan sıyrılırcasına Aylin’e baktı.

37
Sadık Yemni

Ege şarj işlemi biten telefonunu prizden çekti ve aparatı çalışır


duruma getirdi. Sessizlik sünmekteydi. Papatya desenli beyaz bir elbise
giymiş sarışın kadın ısrarla yüzüne bakmaktaydı. Gözleri yavaştan dolmaya

başlıyordu. Sesinde de hırçınlığın ilk minik dikenleri belirmişti.


“Konuştuk bunu ya,” dedi Ege. Sesine bıkkın bir ton vermeye gayret

etmiş, ama bunu pek başaramamıştı.


“Başkası var değil mi?”
Ege ne yapsa, ne dese evet anlamına geleceğini bilen birinin
teslimiyetçiliğiyle başını salladı. “Altı ay önce aynı şeyleri sen söylüyordun.”

Aylin, “O altı ay önceydi,” dedi ve sol elinin tersiyle göz pınarlarında


biriken ilk yaşlarını silip ayağa kalktı ve teras kapısından içeri girdi. Ön

cephesi Đzmir Çanakkale yoluna bakan iki katlı bahçeli bir evdeydiler. Terasın
tepesinden üzüm salkımları sarkmaktaydı.

Ege ne yapması gerektiğine karar veremiyordu. Ve galiba bu şu an


için en iyi davranış şekliydi. Bu anı silebilecek ya da hızla iyileştirebilecek bir
yöntem mevcut değildi.
Bu konuda şiddetle yanılmaktaydı. Çözüm telefon mesajı şeklinde
ötmekteydi. Aküsü bittiği için üç buçuk saattir kapalı duran telefonuna iki
arama ve bir yazılı mesaj vardı. Murat’tandı.

Ege Merhaba,
Ff421CN0
Murat Savuşçugil öldürüldü. Seb7a cinayetleri kurbanı.
Acilen Đstanbul’a gel. Durum vahim. Yedek istepne şart.
Selamlar.
Murat

38
Sıfır: “Seb7a”

Mesajın gerçekten Murat’tan geldiğini teyit eden kodlama doğruydu.


Sondaki CNO eki işin çok acil olduğunu vurguluyordu. Ff de ‘meselenin
kapsamı geniş, işin içinde çok kulak var’ anlamına geliyordu. 421 şifrecileri

uğraştırmak için kafadan uydurulmuş bir sayıydı. Murat Savuşçugil, Murat’ın


çok yakın arkadaşıydı. Ölümünün üzerindeki tesiri müthiş olmalıydı. Đnşallah

delice bir şey yapmaya kalkışmazdı. Bir an önce Đstanbul’a varmalıydı.


Ege hızla toparlandı, küçük çantasını hazırladı. Aylin bunu beklemiyor
olmalı şaşırmıştı.
“Ne oldu?”

“Acilen Đstanbul’a gitmem lazım. Ortağım… Şey yapmış, kaza geçirmiş


de…”

Aylin, Edremit’te bir avukatlık bürosunun sahibesiydi. Kestiğinin kıtır,


ama telaşının profesyonel nitelikli olduğunu hemencecik görmüştü. Kadın

ayrıca onun dediği işi yapmadığını da aşağı yukarı kestirebilmekteydi. Bu


yöne tazyik yapmaması gerektiğini bilecek kadar kurnazdı. Hislerine hakim
oldu. Kendini toparladı ve, “Ne zaman görüşürüz tekrar?” diye sordu.
Gemileri yakmıyordu henüz.
Ege gidip kadına sarıldı ve, “En kısa zamanda,” dedi. Dudakları yarı
isteksiz buluştu, iyice isteksiz ayrıldı. Aralarındaki kimya bayağı kuvvetliydi
hâlâ.

Az sonra Ege arabasıyla Đstanbul yoluna koyuldu. Aylin’in düşünmeye


zaman bulduğunda kimyayı mimyayı bir kenara iterek aradaki zamanı buz

küpçükleriyle dolduracağını düşünerek içini çekti.

39
Sadık Yemni

Arabanın radyosunu açtı. Guess Who’nun American Women adlı


parçası daha yeni başlamıştı. Yol biraz kalabalıktı, arkasında bir ilişki düğümü
bırakmıştı, ama böyle melodiler vardı neyse ki. Bir de Nehir tabii.

40
DÖRDÜNCÜ
KAPI
Sadık Yemni

25 Eylül 2009 – 18.45


Đstiklal Caddesi

Ahmet Kor
Tarık Yenen
Serap Kerimoğlu
Pembe Halis

“Emekli öğretmen Pembe Hanım, birlikte seyahate çıkmak için

kendine kız arkadaş arıyormuş. Yirmi beşle otuz beş arası.”


Murat az önce yaptığı konuşmayla ilgili notlar almaktaydı. Dize’ye

baktı. “Kendisi kaç yaşındaymış?


“Altmış bir.”
Karşılıklı gülümsediler. Dize bilgisayarın başında iyi bir iş çıkarmıştı.

Kendi de isimleri polis kanalıyla taratmıştı. Mert Apartmanı’nda seri katilin


müstakbel kurbanı oturmaktaydı. Bunu çok hızla bulmuşlar, ama diğer

isimleri de elden geldiğince araştırmışlardı.


Serap Kerimoğlu daha yeni kalp ameliyatı geçirmişti. Şu anda
hastanede yoğun bakımdaydı.
Ahmet Kor zeytinyağı ihracatçısıydı. Bir aylığına ABD’ye gitmişti.
Dönmesine bir haftadan uzun bir zaman vardı.
Zilde adlarını göremedikleri diğer kimseleri bilmiyorlardı, ama yüzde
doksan dokuz ihtimalle Tarık Yenen Seb7a katilinin sonuncu kurban
adayıydı.

42
Sıfır: “Seb7a”

“Tarık Bey’e yapılan anonim suçlama ilginç bir nokta,” dedi Dize
oturduğu yerden doğrularak. “Bir ıhlamur daha içiyor muyuz?”
Murat yüzüne ciddi bir ifade verdi mahsus. “Ben içmeyeceğim.

Ihlamurda östrojen var diye duydum.”


“Sana Yohimbe çayı alalım o zaman,” dedi Dize. Yüzündeki alaycı

ifadenin altındaki romantik cila çok belirgindi.


“Tamam, vazgeçtim. Ihlamur içerim ben de.”
Dize mutfağa giderken onu izleyen Murat içini çekti ve dikkatini
önündeki notlara vermeye çabaladı. Kızla arasındaki ilişkiyi incecik bir cam

duvarın arkasındaki tonlarca suya benzetmekteydi. Suyun cam duvara


yaptığı basınç muazzamdı, ama ikisi de camın çatlamasına neden olacak ilk

adımı atmıyordu. Sırf ölümcül tehlikeli meslekleriyle aşkın bir aradalığının


yaratması muhtemel olumsuz sonuçlar nedeniyle değildi. Bu tür bir

gerilimden zevk alan mazoşist bir yanları da vardı kuşkusuz.


Murat bulduğu olguları kurşun kalemle boş bir kâğıda yeniden not
etmeye başladı.
Tarık Yenen otuz sekiz yaşında bir avukattı. Daha çok ticaret
davalarına bakmaktaydı. Tarık Bey bir sonraki seçimlerde Đstanbul’dan
bağımsız aday olacaktı. Bunu ara sıra davet edildiği ekonomi konulu
programlarda dile getirmişti. Bir ay önce yapılan anonim suçlamada adamın

sekiz yıl önce gözlerindeki sorun nedeniyle aldığı çürük raporunun sahte
olduğu iddia edilmişti. Kimsenin fazla dikkatini çekmeyen haset yüklü bir

girişim gibiydi, ama eğer Tarık Bey bu akşam öldürülürse yedi büyük günah
olarak anılacaktı. Savaştan kaçmak şeklinde tedavüle girecekti. Anonim

43
Sadık Yemni

telefon katilin kurbanını aylarca önceden tespit ettiği şeklinde


yorumlanabilirdi.
Murat Seb7a cinayetlerinin kafayı kırmış biri ya da bir grup fanatik

dindar tarafından yapılmadığını düşünmeye başlamıştı. Gerçi üç ya da dört


imam hatip çıkışlı kişi ‘katil benim’ diye emniyete teslim olmuş, ama

sorgularından sonra salınıvermişlerdi. Televizyonlara gelen ihbarın sayısı


binleri aşmış olmalıydı. Gün geçmiyordu ki, yeni bir komplo teorisi
üretilmesin.
Kurbanların durumu da ayrıca çelişkiliydi. Cem Demir’le Yener

Düzgün sabıkalı kimselerdi. Hapse girmiş çıkmışlardı. Ali Evran bir boşanma
davasında kadın aleyhine yalancı şahitlik yapmıştı. Bu nedenle tutuklanmış,

ama mahkemede beraat etmişti. Đhsan Özçavuş, bir ara biraz popüler olan
ateistimvallabilla.org sitesinin sahibiydi. Uçuk bir tipti. Çeşitli yerlerde icra

ettiği konuşmalar Youtube’da idi şu sıralar.


Yedi ya da sekiz temel günah için cezalandırılabilecek top düzeyde
bunca kimse varken daha sıradan ve eylemleri çelişkili kurbanlar seçmek tek
bir şeyle açıklanabilirdi? Bu işi yapanların gücü ve imkânları sınırlıydı. Risk
almayacakları kimseleri kurban seçmekteydi.
Bu cinayetleri işleyen hangi nedenle yapıyor olursa olsun sapıktı, ama
çok kurnazdı. Đlk altı cinayette polis ordusu tozunu bile bulamamıştı. Çok

önceden hazırlık yapmış izini belli etmemek için azami tedbir almıştı. Bu
yanıyla tehlikeli bir profesyonel katil ya da katillerle muhatap olmaktaydılar

yani şu anda.
Bir diğer kelek yan da bu işten reyting tozu soluyan medyanın Seb7a

cinayetlerini her saniye hatırlanır durumda tutmasıydı. ‘Flaş, flaş, flaş katil

44
Sıfır: “Seb7a”

falanca yerdeydi’ cinsinden haberler belki yirmi kanalda falan


yayınlanmaktaydı.
Dize bir elinde tepsi, diğerinde telefonu odaya girdiğinde birden

aralarında kapı açıldı. Kısa bir süre içinde dördüncüydü, ama Murat böyle bir
şeye asla alışılamaz diye düşünmeye başlamıştı. Pürtelâş sokağına

bakmaktaydılar. Siyah bir araba yeni park etmişti. Etraf tenhaydı. Park eden
kimse arabadan çıkmamıştı. Tehdit dalgaları adeta elle tutulur kadar
yoğunlaşmıştı çevrelerinde. Murat ensesinde bir üşüme hissetti. Katil’in
siluetini görmekteydiler.

***

Dize iki ıhlamur fincanını küçük bir tepsiye koyarken cep telefonu

çaldı. Pantolonunu sağ cebinden aparatı çıkarıp ekrana baktı. Mısra’ydı. Aç


tuşuna basarken telefon çalmadan saniyeler önce ikiz kardeşi Mısra’yı
düşünmeye başladığını hatırladı. Đkiz olduklarından aralarında çok şiddetli
bir telepatik bağ vardı.
“Merhaba Dize Hanım. Hiç sesin soluğun çıkmıyor. Neredesin?”
“Murat’layım. Yeni bir dosya var da.”
Mısra kısa bir süre sessiz kalmıştı. Dize kız kardeşinin Birim Sıfır

hakkında negatif bir şeyler dememek için sustuğunu düşünerek sırıttı.


“Başka ne yapıyorsun?” dedi saniyeler sonra.

“Bugün okul yoktu. Kendimi araştırmalara vakfettim. Yarını bilmem.”


“Ben de hastanedeyim. Öyle bir arayayım dedim. Haftaya Cumartesi

müstakbel nişanlımla yemeğe çıkıcaz. Seni de bekliyorum. Not vermen için.”

45
Sadık Yemni

Mısra’nın sır tuttuğu ilişkisini çok merak eden Dize yalandan sesine
heyecan tonu yüklemedi.
“Cumartesi mi dedin? Ajandama bakmam lazım.”

“Kız başlarım şimdi ajandana.”


Dize tepsiyi alıp içeri doğru yürürken, “Tamam ya, merak etme,” dedi

kıkırdayarak.
Murat elinde kalem, kâğıda not almaktaydı. Geldiğini görünce başını
kaldırıp baktı ve yüzü hayretle allak bullak oldu. Tam adama, ‘Senin ıhlamuru
seyreltik yaptım,’ diyeceği sırada aralarındaki kapıyı görmüştü.

“Mavi elbisemi giyicem ne... Aaaaa üstüme iyilik sağlık, bu da..?”


O sokak açılmıştı önünde. Dize karanlıkta park eden arabayı ve

içinden yayılan kötü enerjiyi karın boşluğunda hissetmekteydi. Bir el yüreğini


sıkıyor gibiydi.

“Dize ne oluyor orada? Konuşsana kız.”


Kapı ansızın kapanınca bulundukları salon küçülüvermiş gibi oldu.
“Kimdi o arabadaki?”
“Hangi araba?”
Dize, Murat’a ‘bir dakika’ işareti yapıp telefonu kulağına götürdü.
“Mısra ben seni sonra arayayım.”
“Kız ödüm patladı. Birden karanlık bastı her tarafı. Bir sokak gördüm.

Sen de… siz de gördünüz değil mi?”


Dize ikiz kardeşinin aralanan kapıyı hissetmesine şaşacak yeri çoktan

geçmişti.
“Evet,” dedi sakin bir sesle.

“Amma tuhaf şey. Müthiş ya. Đlk defa böyle...”

46
Sıfır: “Seb7a”

“Mısra bunu sonra konuşalım.”


“Tamam ya. Ha bak! Hatırlıyor musun, bundan altı yıl kadar önce
babamız kaza geçirmişti. Sağ ayağı kırılmıştı. O sırada seninle telefonla

konuşuyorduk, ikimiz de hissetmiştik bir şey olduğunu.”


Đnsan bir enerji yumağıydı. Đletişim aparatıydı. Beyindeki tümörler çok

şakacı olabiliyordu bazen. Đnsan zihni gelecekten ve geçmişten ekolar


almaktaydı. Çok interaktif bir evrenin kıpır kıpır bir bileşeniydiler sonuçta.
Dize bütün bunları yıldırım hızıyla düşündü ve, “Doğru,” dedi. “Daha önce
konuştuğumuz şeyler. Sana sonra ayrıntılı anlatıcam.”

“Her şeyi.”
“Her şeyi tamam.”

“Söz mü?”
“Söz.”

Dize telefonu kapatıp eski yerine tıkınca sol elinde giderek ağırlaşan
bir tepsi tuttuğunu hatırladı ve Murat’ın oturduğu masaya doğru yürüdü.
“Sokak o sokaktı yine,” dedi Murat. “Arabada da sanırım katil vardı.
Bir kişiydi. Bu gece Tarık Yenen’i öldürecek.”
“Biz izin verirsek tabii,” dedi Dize.
Murat başıyla olumladı ve fincanına uzanıp bir yudum aldı. Sonra bir
yudum daha. Östrojene aldırdığı falan yoktu.

47
BEŞİNCİ
KAPI
Sıfır: “Seb7a”

25 Eylül 2009 – 23.00


Đstiklal Caddesi

“Ahmet Hakan, Hürriyet gazetesinde yedi günahı yorumlamış. Geçen


yıl Mart’ta. Daha bu cinayetlerden bir buçuk yıl önce. Vatikan modelini

yeniden kurmuş. Okumuş muydun?”


Murat okuduğu kitaptan başını kaldırıp Dize’ye baktı. “Neymiş?”

“Bilinen şeyler. Ben bir kadın olarak en çok altıncı günahı beğendim.
Dinle bak. ALTI - Hayatları boyunca mahrem alanda kalmış insanların, AKP
kadrolaşması sayesinde getirildikleri makamlarda, karşılarına çıkan ilk sarışın
kadına, yani sekretere yazmaları...
Murat geçen yıl okuduğunu hatırlamıştı. “Kabahatler ve günahlar iç
içe,” dedi.
Dize aklının hâlâ kitapta olduğunu anlamıştı. Diğer maddeleri
okumayı erteledi. “Nasıl buldun Avni Bey’in kitabını?”
Google teyze kısa bir araştırmadan sonra Cemal Fersan ile Avni

Tanboğa isimlerini bir araya getirmişti. Cemal Bey üç yıl önce Avni Tanboğa
takma adıyla iki polisiye kitabı yayımlamıştı. Kitaplar tutmamış ve birinci

baskıda kalmıştı. Belki bu nedenle adam başka kitap yayımlamamıştı. Bunu

başkaları çok önceden keşfetmişti haliyle. Yakında kitapların yeni baskıları


gelebilirdi yani. Murat Yaldızsızlar adlı romanı birkaç kitapçıyı aradıktan

sonra Simurg’da bulmuştu. Paranormal yetenekleri olan karı kocanın

49
Sadık Yemni

araştırmaları konu alınmıştı. Đşin içine çok fazla yabancı âlemler, cinler falan
katılmıştı, ama adamın anlatım dili bayağı iyiydi.
“Hiç de fena değil aslında. Dili hoşuma gitti. Gerilim de iyi kurulmuş.”

“Sonra okurum belki ben de.”


Sonra sözcüğü Murat’ın saate bakmasına neden olmuştu. On bire

geliyordu. Bulundukları yerden yürüyerek yirmi dakikalık bir yerdeydi


Pürtelaş sokağı. Birlikte ortalığa çeki düzen verdiler, bulaşıkları yıkadılar.
Silahlarını kontrol ettiler. Planı son bir kez gözden geçirdiler. Oralara yakın
bir yerde bekleyecekler ve tam vaktinde olay mahalline gireceklerdi. Tarık

Yenen’in tipini biliyorlardı. Đnşallah Kapı Aralayıcı da ne yaptığını iyi biliyordu.


Çünkü planın temeli vizyonda bildirilen zaman üzerine kurulmuştu.

23.40’da Pürtelaş sokağına girdiler. Sol tarafta tek sıra halinde


arabalar park etmişti. Sağda beyaz sarı şeritli bir arnavut kaldırımı vardı.

Kaldırımdan yürümeye devam ettiler. Murat’ın Mert Apartmanı’na varana


kadarki planı basitti. Hiç bozuntuya vermeden normal yürüyecekler ve Tarık
Yenen’in ziline basacaklardı. Đçinde katilin oturduğunu tahmin ettikleri
arabayı görmüşlerdi. Siyah ya da lacivert renoydu. O arabaya dikkat ederek
sonrasında ne olacağına bakacaklardı. Murat, Kenan’a yollayacağı ayrıntılı
mesajı yazmış ve hızlı yollayabilmek için telefonun hafızasına kaydetmişti.
Mert apartmanının kapısı örtüktü. Dize hiç tereddüt etmeden

dördüncü katın ziline bastı. Saniyeler aktı. Ne camdan bakan oldu, ne de dış
kapı açıldı. Murat biraz geride durmuş sokağı kesmekteydi. Ceketinin

düğmesi iliksizdi. Hızla silahına davranabilecek durumdaydı. Onlar sokakta


yürürlerken yanlarından iki araba geçmişti. Hiçbiri vizyondakine

benzemiyordu.

50
Sıfır: “Seb7a”

“Ne yapıcaz?”
Murat tam bir karşılık vereceği sırada sokakta bir araba belirdi.
Metalik renkli Dacia Logan yakınlardaki bir park yerine girdi. Đçinden uzun

boylu, kısa saçlı, iri kafalı ve hafifçe göbeklenmiş bir adam çıktı. Sağ elinde
bir ateşe çantası ve sarı bir naylon torba vardı. Sol eliyle tuttuğu aparatla

kapıları kilitledi ve onlara doğru yürümeye başladı. Krem rengi yazlık takım
elbise giymiş solak adam Tarık Yenen’di.
“Tarık Bey?”
Adam şaşırmış ve biraz da tırsmıştı. Siyah yazlık ceketi, havalı kestane

rengi saçları, daracık lacivert bluciniyle pek cici ve zararsız görünümlü


Dize’ye rağmen gecenin bu saatinde orada olmaları hayra alamet değildi.

“Tarık Bey, adım Murat. Murat Arıkan. Polis adına buradayız.


Tehlikede olduğunuzu düşünüyoruz.”

Tarık duraklayıp hızla etrafını kesti: “Nasıl yani?”


O sırada yirmi metre kadar ileride duran bir araba park yerinden çıktı
ve normal bir hızla onlardan uzaklaşmaya başladı. Murat kıza baktı. Dize’nin
ağzı bir karış açılmıştı.
“O,” dedi Murat. “Yemin ederim o.”
“Çok benziyor.”
“Plakayı görebildin mi?”

“Hayır.”
Tarık Bey şaşkınlıkla olan biteni anlamaya çabalamaktaydı. Murat tam

yerinden fırlayacağı sırada kapı aralanması durumu yaşandı. Dize’yle beraber


Murat’ın oturma odasındaydılar. Masanın üstünde duran cep telefonu mesaj

geldi sinyali vermekteydi.

51
Sadık Yemni

“Ne oluyor Murat Bey?”


Kapı kapanınca Murat uzun sokağın ucunda iyice küçülen arabaya
bakarak içini çekti ve “Anlatıcam,” dedi. Ceketinin cebinden telefonunun

çıkardı ve hazırladığı mesajı yolladı. “Siz bu gece Seb7a katilinin yedinci


kurbanı olacaktınız.”

Tarık Bey’in enerji ışıldayan yüzü çökmüştü birden. “Nas… Nasıl yani?”
dedi.

***

Dize anahtarla kapıyı açarak Tarık Bey’in dairesine önden girdi. Silahı

muhtemel bir saldırgana yönelik durumda evi taramaya başladı. Daireler


dışarıdan göründüğünden daha büyüktü. Olağan kuralları uygulayarak evde

kimse olup olmadığını kontrol etti. Tek tek ışıkları yaktı ve öyle bıraktı. Murat
adamla beraber kapının ağzında beklemekteydi.
Birkaç kez nişan bozmuş, hiç evlenmemiş olan Tarık Bey’in evi bir
bekâr erkek için inanılmaz düzenlilikteydi. Dize adamın bakışlarındaki bir
şeyleri, giyimindeki özeni düşündü. Böyle başkalarını da görmüştü. Değme
titiz kadına taş çıkartırlardı. Yalnız zevkini çok beğenmişti. Oturma
odasındaki divanın modeli ve kumaşının deseni harikaydı. Adam minyatür

hastasıydı belli. Duvarlarda birbirinden değerli olduğunu tahmin ettiği


minyatürler asılıydı.

Az önce aralanan kapının mesajını doğru okuduysa burada işinizi


bitirip geldiğiniz yere dönün denmekteydi. Diğer yandan adamın 7. kurban

adayı olduğunun ve kıl payı ile ölümden kurtulduğuna değin tek bir delil

52
Sıfır: “Seb7a”

bile yoktu ellerinde. Her şey sabah belli olacaktı. Şu ana kadar her sabah bir
ölü bulunmuştu. Yarın alnında etiketiyle birinin cesedi bulunursa bayağı
gülünç bir duruma düşeceklerdi.

Sezgileri yanılmadıklarını söylüyordu. Vizyonlar da öyle. Murat bir


şeyde çok haklıydı. Cemal Bey’den arta kalan enerji sayesinde yedinci

kurbanı kurtarmışlardı, ama bu güç katili yakalamalarını istemiyordu sanki.


Belki şu anda buna hazır değildiler. Her neyse bir plan doğrultusunda
yaklaşmaktaydı Birim Sıfır’a. Genç kadın burada bir kötücüllük
hissetmiyordu. Đkili yarara benzemekteydi daha çok.

Dize tabancasını kılıfına sokup daire kapısına gitti ve, “Đçerisi iyi
durumda,” dedi.

Muratla bakışınca adam başıyla olumladı. “Tarık Bey, şimdi içeri girin.
Kapıyı arkadan sürgüleyin. Ancak polis arabalarını görünce açın. Gelecek

ekibin başının adı Kenan. Kenan Özaydemir.”


Tarık Bey sonunda durumu kavramış ve uyum sağlamıştı. “Peki.
Teşekkür ederim Murat Bey. Size de hanımefendi.”
“Medya hücum edecek buraya. Ona da hazırlıklı olun,” dedi Dize.
Adam içeri girip kapıyı ardından örtünce merdivenleri indiler ve
sokağa çıktılar. Kim bilir kaç araba şu anda buraya gelebilmek için hafta
sonu trafiğiyle boğuşmaktaydı.

53
ALTINCI
KAPI
Sıfır: “Seb7a”

25 Eylül 2009 – 02.10


Đstiklal Caddesi

“Karnım acıktı.”
Murat, Dize’ye baktı ve, “Dışarıda bir şeyler mi atıştırsak acaba?” dedi.

Dize, Murat’ın masanın üzerinde duran telefonuna bakarak içini çekti.


“Tost yapalım. Yanına da çay. Yeşil çay.”

“Tamam. Ben yaparım. Benim sıram.”


Dize ona baktı ve zaten öyle olması gerektiğini belli edercesine
gülümsedi. “Taylan Bey’e şu ana kadarki aşamaların özetini yollamamız
lazım.”
Murat ayağa kalkıp gerindi. “Az önce yolladım. Henüz bir cevap yok.
Kuala Lumpur’da şu anda öğlen olmalı.”
“Belki bir toplantıdadır.”
“Öyle.”
Murat mutfağa gitti. Ancak birer tost yiyebilecekleri kadar malzeme

kalmıştı. Neyse o da idare ederdi. Alışık hareketlerle kaşar peyniri dilimlerini


tost ekmeğinin içine yerleştirirken çay bahsinin çağrıştırdığı hoş şeyler hafif

bir esinti gibi uçuştu gitti. Az önce Kenan aramış ve Tarık Bey’i korumaya

aldıklarını bildirmişti. Anlattığı diğer şey çok garip sonuçlara gebeydi. Şirk
koşmak bahanesiyle öldürülen Đhsan Özçavuş’un katili Yener Düzgün’dü.

Bundan neredeyse emindiler. Yarın öğlene kadarki süre gerilim yüklüydü


şimdi. Murat kendini katilin yerine koydu. Altı cinayeti bir şekilde kotarmış ve

55
Sadık Yemni

yakayı ele vermemişti. Eğer yedinci kurban Tarık Yenen’se ne yapacaktı?


Bunca cinayet nedensiz işlenmiş olamazdı. Yardımcılar kullandığı, sonra
bunları da kurban yaparak iptal ettiği anlaşılmaktaydı. Kaç kurban aslında

yardımcıydı acaba? Diğer yandan yedinci cinayet bir şekilde işlenmezse


bunca emeğin, amacın yaldızı dökülmez miydi? On-on beş saat sonra ak göt

kara göt çıkacaktı ortaya.


Tostları makineye koyarken masanın üzerinde duran telefonu mesaj
geldi sinyalini verdi. Murat koşar adımlarla oturma odasına gitti.

Murat Bey çok üzgünüm. Başımız sağ olsun. Siz ve


partneriniz Dize Hanım’ın bahsini kaç kez dinledim bir
bilseniz. Yarın akşam yemeğine davetlimsiniz. Sizlerle
kimseye açmadığım bazı şeyleri paylaşmak istiyorum. Belki
soruşturmanın kaderini değiştirecektir. Medyatik ilgiyi
aşabilmek için bir arkadaşın evini yeğledim. Saat 20.00’de
bekliyorum. Lütfen olumlu ya da olumsuz yanıtınızı
bildirin. Ona göre adresi bildireceğim.
NOT: Aşçım işinin bayağı ehlidir.
Cevat Yılmazcan

Murat bir yaşına daha girmişti. Cevat Bey’in onu araması bayağı ilginç

bir aşamaydı. Murat’la son görüşmelerinde aralarının tatsız olduğunu ve

ayrılmak için işlemleri başlattıklarını duymuştu. Adaşının ağzından kaçan tek


tük laflardan adamın bozuştuğu nişanlısıyla aralarının iyi olduğunu da

biliyordu. Buna rağmen Cevat Bey katili yakalayana ya da yakalatmaya


yarayacak bilgi veren kişi için iki milyon liralık ödül koymuştu.

56
Sıfır: “Seb7a”

Murat mesajı okumuş olan Dize’ye bakınca genç kadın sen bilirsin
dercesine omuzlarını silkti.
“Sence bizi niçin davet ediyor? Henüz medyatikleşmedik üstelik.”

“Murat’ın en yakın arkadaşıydın. Bu nedenden olmalı. Ne iş


yaptığımızı da biliyor haliyle.”

“Soruşturmanın kaderini değiştirecek ne bilebilir ki?”


“Ben de şimdi onu düşünüyordum,” dedi Dize. Öğlenden beri
koşuşturmasına rağmen diri görünmekteydi. Uzun kollu gülkurusu tişörtü
yeni ütülenmiş gibi kırışıksızdı. Hapşırıkları ve burun çekmeleri neredeyse

sonlanmıştı. Yaşadığı üst düzey heyecan hepsine baskın gelmiş gibiydi.


“Aklıma gelen tek şey bir düşman, ama bu tekil bir cinayet değil.”

Murat içinde garip bir huzursuzluk duymaktaydı. “Haklısın,” dedi ve


telefonu ret cevabı yazmak üzere eline aldı. Uzaktan kumanda ile kanal

değiştirmek gibi bir sonucu olmuştu bunu yapmasının.


Kapı ardına kadar açılmıştı bu defa. Salonun hiçbir yeri görüş alanın
içinde değildi. Cevat Bey söz konusu olduğunda orta halli denebilecek bir
evin oturma odasındaydılar. Đki bej rengi divanda karşılıklı oturmaktaydılar.
Ortadaki sehpada kahve fincanları durmaktaydı. Đkisi mavi güllü, biri sarı
güllü beyaz orta büyüklükte üç fincan, porselen şekerlik, iki küçük kaşık.
Cevat Bey’in yüzü gülüyordu. Bir şey adamı mutlu etmiş olmalıydı.

Kapı ansızın kapanınca Murat sanki aşırı ısınmış gibi telefonu elinden
bıraktı ve Dize’ye baktı. “Nasıl yapıyor bunu? Fotinolar demiştin bir

keresinde. Neydi..? WIMP’ler. Eeee… Söyleme sakın. Hah, Zayıfça Đnteraktif


Masif Parçacık.”

57
Sadık Yemni

Dize takdirle yüzüne baktı ve “Weakly interacting massive particle,”


dedi. “Tahmin benimkisi tabii. Cemal Fersan’dan kalan irade bir şekilde
bütünlüğünü koruyor ve kendini yeniden kurguluyor. Evren fotino cinsi

kütlesiz parçacıklarla tıka basa dolu. Cemal Bey bir ihtimalle bunları
kullanıyor bizle iletişim için.”

Murat görüp geçirdiği deneyimler nedeniyle evrenin sandıklarından


çok daha interaktif olduğunu iyi bilmekteydi. “Enerji düzeyleri arasındaki
muhabbet,” dedi.
“Diğer yandan… Sence falcı dostumuz niye Cevat Bey’le görüşmemizi

istiyor?”
“Sayesinde Tarık Bey’in hayatını kurtardığımızı unutma. Bir bildiği

olmalı.”
Dize’nin bir yanının bu karşılaşmayı hiç istemediği yüzünden belliydi,

ama merak eden yanı daha ön planda durmaktaydı.


“Yani?”
“Gelicez de.”
Murat kadının yüzüne baktı. Tanınmış birinin cazibesinin çekim izleri
vardı bakışlarında. Adamı merak ediyordu. Başıyla olumladı ve kısa bir mesajı
Cevat Bey’e yolladı.
“Ok yaydan çıktı.”

“Bana bu sabah telefon ettiğinde çıkmıştı aslında,” dedi Dize.


Murat gülümsedi. “Bir koku alıyor musun?”

***

58
Sıfır: “Seb7a”

Yanan ekmek kokusu bayağı şiddetliydi. Dize mutfağa doğru seğirtti.


Tost makinesinden siyah dumanlar yükselmekteydi. Fişi çekti. Aralık duran
mutfak penceresini iyice açtı. Ekmekler neredeyse kömürleşmişlerdi.

Parmakları biraz yanarak onları alıp eyvenin üstüne koydu.


Sol elinin işaret parmağını musluk suyunun altında soğuturken

telefonu çaldı. Arka planda Candan Erçetin’in sesi duyulmaktaydı. Babamın


bir atı olsa da atlayıp gelse. Mısra’ydı.
“Yatmadın mı kız sen hâlâ?”
“Geçlere kalmak sizin tekelinizde mi Dize Hanım?”

“Yok canım.”
“Neredesin?”

“Murat’ın evinde. Tost makinesinde ekmekler yanmış ta. Onları…”


“Fırındaki mercimek ne durumda?”

“Ne mercimeği? Gene başlama ya.”


Mısra, Murat’ı ona yakıştırırdı. Beğenmediği şey Birim Sıfır adına
yaşadıkları tehlikeli hayattı. Ya Murat’ı, ya da Birim Sıfır’ı bırakmasını isterdi.
Siyamlı ikizlerdi bu ikisi oysa.
“Dinle,” dedi Mısra. Müziğin sesini kısmıştı. Sesi ciddiyet yüklüydü.
“Dinle bak, az önce yine… O şey neyse, işte onu gördüm. Burada divanda
otururken. Üç kedi gördüm hemen yanımda. Đkisi duman rengi. Biri sarman.

Divanın üstünde. Üçünün de karnı simsiyahtı. Ne demek oluyor bu?”


Dize ikiz kız kardeşinin kendi yaşadığı bazı şeyleri hissetmesi olayına

defalarca tanık olmuştu. Böyle güçlüsü ilk defaydı. Falcının araladığı kapılar
aralarındaki bağı bayağı güçlendirmişti.

“Nereden bileyim?”

59
Sadık Yemni

“Dikkat et tamam mı?”


“Bunun için mi aradın?”
“Annemle konuştum iki saat önce. Bu bayram gelmediniz. Kurban

bayramında mutlaka bekliyorum dedi.”


Dize’nin içinde annesine, babasına sarılan küçük bir kız yanı

uyanmıştı. Sık sık Sivas’tan Đstanbul’a gelip onların misafiri oluyorlardı, ama
haklıydılar. Ana evinde bütün ailenin bir araya gelmesi farklı bir hava
yaratmaktaydı. Dize tam bu minvalde bir şey diyeceği sırada arka plandaki
müzik değişti ve ses güçlendi.

“Bu da kim? Yeni bir grup mu?”


“Nickelback’in Rockstar’ı.”

“Kimin?”
“Çağ dışı kalma kızım. Nickelback diye bir realite var.”

“Disjokeyden nişanlın olursa böyle olur.”


Mısra bir lise öğrencisi gibi kıkırdadı. “Adam kulak burun boğaz
uzmanı. Radyoda disjokeyliği stres atmak için yapıyor.”
“Kulağı, burunu geçtim. Boğaz işleri nasıl? Bir ilerleme var mı?”
“Bunlar sır şimdilik. Haftaya Cumartesi görüşürüz.”
“Tamam.”
Dize siyah karınlı üç kediyi düşünerek salona gittiğinde Murat dışarıya

çıkmaya hazır bir durumda bekliyordu. Onu görünce sandalyenin arkasından


Dize’nin siyah ceketini aldı ve, “Canım tost yemek istemiyordu zaten,” dedi.

Az sonra Murat’ın koluna girmiş durumda kalabalık sokaklardan


birinde yürüyen Dize kendini her açıdan gözetleniyormuş gibi

hissetmekteydi. Birkaç kez bu duygusunu Murat’la paylaşmak istediyse de

60
Sıfır: “Seb7a”

vazgeçmişti. Đki şiddetli güç alanının kesişme noktasında durduklarının


bilincindeydi. Üzerine konuşmak istemiyordu. Kelimelerden bir uğursuzluk
paratoneri inşa edebilirdi istemeden.

61
YEDİNCİ
YEDİNCİ
KAPI
Sıfır: “Seb7a”

26 Eylül 2009 Cumartesi – 19.57


Bakırköy

Murat arabasını Tayyareci Hayrettin sokağındaki boş bir yere park


etti. Üç genç ileride kaldırımın üstünde durmuş laflamaktaydı. Rus finosu

denilen çok güzel yüzlü beyaz bir köpeği gezdiren uzun boylu, bembeyaz
saçlı, yaşlı bir adam onları yan gözle süzerek karşı kaldırımda yürümekteydi.

Ilık havaya rağmen sarı bir kaban vardı üzerinde. Görebildikleri kadarıyla
arkalarından gelen bir araba yoktu. Buraya yalnız varabilmek için aldıkları bir
dizi tedbir işe yaramışa benziyordu.
“Bir şişe şarap falan getirseydik yanımızda,” dedi Dize. “Daha bayram
da yeni geçti. Baklava ya da.”
Murat gülümsedi ve, “Bir dahaki sefere artık,” dedi. “Koşuyolu
Caddesi’nde bir polis arkadaşım otururdu. Bazen onun evinde toplanırdık.
Yıllar oldu tabii. Yolum artık hiç düşmüyor bu taraflara.”
Dize etrafına bakınıp içini çekti. “Sence herkesi ektik mi?”

Murat işaret parmağıyla göğü göstererek tebessüm etti. “Bilmem.”


Bugün öğlen çevrelerindeki hayat hızlanmıştı iyice. Katilin yedinci

kurbanı bulunmamıştı. Tarık Yenen gerçekten kurban adayıydı. Birim Sıfır

henüz medyanın ağzına düşmemişti, ama polis teşkilatında forsu o biçimdi.


Kenan kulaklarına kadar gülümseyerek gelmişti evine. Bir kurbanı kurtararak

acayip prim yapmıştı haliyle. Ama çok can alıcı bir soru havada asılı
durmaktaydı: Tarık Bey’i nasıl bulmuşlardı?

63
Sadık Yemni

Aslında her şeyi dürüstçe anlatsalar medyanın zirvesinde


ağırlanırlardı. Yalnız polis teşkilatı fotino, nötrino, interaktif evren laflarını bir
yerlerine tıkardı. Gerçek hayata değin kanıtları görmek isteyeceklerdi. Böyle

bir şey yok derlerse, bilgi saklıyor durumuna düşeceklerdi. Kapı


aralamalarından söz ederlerse buna bu işlere teşne seyircilerin yanı sıra bir

kişi daha inanacaktı. O da katildi. Çünkü Tarık Bey’i elinden alıverdiklerini


gözüyle görmüştü. Bunu hokus pokusla ya da WIMP’le yapmalarının hiçbir
önemi olmayacaktı. Adam bütün enerjisini Birim Sıfır’ı bitirmeye
vakfedecekti.

Kenan ve adamlarını evden sepetledikten sonra Murat ve Dize bir


bloknota yazarak ne yapacaklarını kararlaştırmışlardı. Çok karmaşık olmayan

basit bir plan pürüzsüz çalışabilirdi ancak. Murat’ın Beşiktaş’ta bir park
yerinde böyle durumlar için hazır tuttuğu yedek bir arabası vardı.

Telefonlarını evde bırakır ve çevredeki muhtemel barikatı yarabilirlerse bir


süreliğine bile olsa serbest kalabilirlerdi.
Saat beş sularında patlayan uydurma bir haber işlerine yaramıştı. Bir
televizyon kanalı yedinci kurbanın bulunduğunu haber vermişti. Üsküdar’ın
merkezindeki bir binadaydı. Polis de dâhil herkesin dikkati o tarafa
çekilmişti. Murat ve Dize şehir merkezinin kalabalığından yararlanarak evden
çıkmışlar. Ayrılarak tabanvay olarak Beşiktaş’a gitmişlerdi. Murat’ın anonim

arabasıyla bir sorun çıkmadan trafikle cebelleşerek Bakırköy’e


gelebilmişlerdi.

Bu arada Dize arabada sotada duran telefonla Ege’ye şifreli bir mesaj
çekerek gidecekleri yerin koordinatlarını bildirmişti. Ege dün gece Đstanbul’a

varınca acilen bir şirket toplantısına katılması gerektiği için henüz yüz yüze

64
Sıfır: “Seb7a”

görüşememişlerdi. Bu akşam arkalarını ona emanet edeceklerdi. Yolladığı


cevapta Edirne’de olduğunu ancak yarın Đstanbul’a döneceğini bildirmişti.
Düzmece mesajdı. Şu anda Đstanbul’daydı. Bildirdikleri yere gelecekti.

Telefon numarası hakiki kimlikle alınmıştı. Köprü altı serserisi denen


tiplerden birine aitti. Adam elli kayme avanta karşılığında numarayı almış ve

Murat’a vermişti. Banka hesap numarası, kredi kartı, vatandaşlık numarası ve


belli bir adresi olmayan nice insandan biriydi. Birim Sıfır’ın elinde bu tür
sekiz farklı numara mevcuttu. Đzlerinin saptanması kolay değildi yani.
Yolda uydu antenli dizüstüyle haberlerin nabzını tutmaya devam

etmişlerdi. Yedinci kurban lafı fasa fiso çıkmıştı. Oturma odasının divanında
oturmuş televizyon seyrederken kalp krizinden ölen atmış yaşındaki Remzi

Dalkırmış isimli bir adam kısa süreliğine de olsa bayağı ünlenmişti. Adam
yıllar önce memurluktan emekli olmuş, tek başına yaşayan biriydi. Görünüşe

göre çoluğu çocuğu da yoktu. Alnına uyduruk etiketi televizyonculardan ya


da cesedi bulan şakacı komşulardan biri yapıştırmış olmalıydı. Askerliğini
Erzurum’da iki yıl piyade olarak yapmış Remzi Bey, isnat edilen suçlamayla
uzaktan yakından ilgisi olmayan sıradan bir vatandaştı. Öldüğü gün ülke
çapında ünlü biri olmuştu.
Felek Apartmanı on dört dairelik yenice bir binaydı. 9 numaralı
dairenin zilindeki etiket boştu. Dize uzanıp zile bastı. Saniyeler aktı. Kapıyı

açan otomat cazırdadı.


Dik duran bir tabuta benzeyen asansörle 5. kata çıktılar.

“Hoş geldiniz.”
Ünlü banker, iş adamı Cevat Yılmazcan aralık duran kapının ağzında

belirmişti. Üzerinde mavi bir gömlek, siyah pantolon vardı. “Başardınız.”

65
Sadık Yemni

***

Mütevazı döşeli daireye nefis yemek kokuları sinmişti. Ta holden


kokusu gelmekteydi.

“Aşçım yemekleri hazırladı ve gitti. Baş başayız. Lütfen ayakkabıları


çıkartmayın.”
Đki bej rengi divan, bir duvar televizyonu ve birkaç sehpadan ibaret
oturma odasına zevkli biri damgasını basmıştı. Yerde el örgüsü kökboyama

nefis bir halı vardı. Dize halının püsküllerinin temizliğine gıptayla baktı. Dev
ekranlı televizyonun karşısındaki duvarda Osman Hamdi’nin Kaplumbağa

Terbiyecisi adlı tablosunun yağlı boya kopyası ya da aslı asılı durmaktaydı.


Geniş camın altın rengi tek parça perdesi örtülüydü. Vizyonda bu kadar

ayrıntı görememişlerdi, ama işaret edilen yer bu odaydı.


“Burası ara sıra kafayı dinlemek için sığındığım bir yerdir.”
Dize adamın fotoğraflarını gazetelerde defalarca görmüştü. Birkaç kez
televizyonda da izlemişti, ama kendisiyle baş başa olmak başka bir şeydi.
Simsiyah gözlü, beyaz tenli, ince yapılı, delici bakışlı, göbeğinden dünyaya
enerji salan bir yapısı vardı.
Yüzü yakışıklı bile sayılabilirdi, ama bir şey -Dize nasıl betimleyeceğini

kestiremiyordu- duruşundaki koreografik bir kıvam nedeniyle belki,


gülümseyen etli dudaklarına, bembeyaz dişlerine rağmen rahatsızlık veren

bir yanı vardı. “Anlıyorum.”


Dize ile Murat yan yana bir divana oturunca Cevat Bey, “Ne içelim

yemekten önce?” diye sordu. “Konuşacağımız çok şey var.”

66
Sıfır: “Seb7a”

Murat adaşıyla ilişki şekli nedeniyle adama mesafeli duruyordu, ama


kendinden emin duruşundan muhatabından aynı rahatsızlığı algılamadığı
belliydi. Adamdan on santim uzun ve on beş kilo daha ağırdı. Buna da

güveniyordu mutlaka.
Dize, Murat’a baktı.

“Kahve olabilir,” dedi Murat.


“Süzme kahveyle Kahlua, Meksika kahve likörü karışımını tavsiye
ederim. Kahlua’yı seveceksiniz.”
Murat ve Dize başıyla onaylayınca adam

içeriye mutfağa gitti.


“Bu tablo kimindi?”

“Osman Hamdi’nin,” dedi Dize. Đçinde


duygularını açmak için basınçlı bir istek

vardı, ama resim konusuna devam etti.


“Kaplumbağa Terbiyecisi. Ressamın en
beğendiğim eseridir. Şimdi burada karşıma
çıkması...”
Dize ayağa kalkarak tabloya dokundu. Reprodüksiyon değildi. Pürüzlü
yüzey ‘ben gerçeğim’ diye bağırmaktaydı adeta. Adam çok zengindi. Bu
kıymetli tabloyu edinmiş olabilirdi.

“Nerede kalmıştık?”
Cevat Bey’in elinde tepsi odada belirmesi Dize’de yine benzer

duyguları uyandırmıştı. Adamın anlatacağı şeyleri çok merak etmekteydi.


Tanıdığı ama adını çıkaramadığı bir parfümden bolca sürünmüş olan Cevat

67
Sadık Yemni

Bey onlara çok önemli bir şeyi açıklamak üzereydi. Bunu iliğinde ve
kemiğinde hissetmeye başlamıştı.
“Birim Sıfır hakkında ne biliyorsunuz Cevat Bey?”

Cevat Bey gülümsedi ve kahve fincanlarını önlerindeki sehpaya


koydu. Biraz daha büyük olsalar çorba kâsesi olabilecek tombul beyaz

fincanlar çok hoşuna gitmişti Dize’nin. Tanıdık da gelmişti aynı zamanda.


Adam elinde fincanı karşılarındaki divana oturunca yüzü ciddileşti.
“Anlatacağım her şeyi. Kafamı kurcalayan her noktayı.”
Adam bunu dedikten sonra kahvesinden bir yudum alarak tadı dilinin

bilirkişiliğine sundu. Sonra yüzünde ‘bayağı iyi’ ifadesi belirdi. Bu ikisinin de


fincanlarına sarılmalarına neden olmuştu. Dize kahlua’lı kahvenin tadını

beğenmişti. Şekerin, kahvenin, az miktarda sütün ve diğer şeylerin karışımı


damak zevkine hitap etmişti, Bu tat skalasında belirip kaybolan keskin bir

çizgiyi fark edip unutmuştu.


“Kahlualı kahve iyiymiş,” dedi Murat.
‘Sizi dinliyorum Cevat Bey’ mesajlı bir beğeni sözcüğüydü. Cevat zarfı
almıştı. “Öncelikle bir kez daha başınız sağ olsun Murat Bey,” dedi. “Haberi
duyunca yıkıldım adeta. Sonra biraz düşündüm ve son zamanlarda
konuştuğumuz şeyleri şöyle bir derledim topladım. Biz büyük projelere imza
atıyoruz bazen. Çok insanla karşılaşma demektir bu. Bazı menfaatler

aradığını bulamaz malum. O kadar düşündüm taşındım, iş camiasında Murat


Savuşçugil’i öldürmek isteyecek, üstelik böyle bir seremoniyle, birini

bulamadım. Makul bir kimseydi dostunuz. Benden iyi bilirsiniz.”


“Ama bir bildiğiniz var sanırım,” dedi Murat.

68
Sıfır: “Seb7a”

Adam başıyla olumladı. “Evet. Bu nedenle dikkatimi başka yöne


çevirdim. Bu sabah sakal tıraşı olurken birden beynimde çaktı.”
Dize fincanın dibini gördüğünde bu kahveden daha beş tane

içebileceğini düşündü.
O şey neyse, işte onu gördüm. Burada divanda otururken. Üç kedi

gördüm hemen yanımda. Đkisi duman rengi. Biri sarman. Divanın üstünde.
Üçünün de karnı simsiyahtı. Ne demek oluyor bu? Mısra’nın sözleri beynine
dolunca Dize fincanın dibine bakmaktan vazgeçip kabı ters çevirince dibinin
siyah olduğunu gördü. Sonra bakışları Murat’ın ve Cevat Bey’in fincanlarına

yöneldi. Cevat Bey’inki limon sarısı renkteydi. Murat ve Dize’ninkiler de


grimsi mavi.

“Yüzüme baktım ve katil bir kişi olabilir dedim. Bir kişi.”


Dize sırıtan Cevat Bey’den bakışlarını güç bela söküp Murat’a yöneltti.

Gözleri yarı aralıktı. Olduğu yere yığılmış kalmış gibiydi. Genç kadın ayağa
kalkmak için davrandı. Ama bu yönelim sadece zihni bir işlemden ibaretti.
Sinir ve kas sisteminin buna aldırdığı yoktu. Cevat Bey, Seb7a katiliydi.
Kahvelerine kahlua marka uyku ilacı ya da öldürücü zehir koymuştu. Kapı
aralayıcı bunu bilerek kendilerini yönlendirmişti. Đşleri bitikti valla.

26 Eylül 2009 – 22.50


Bakırköy

Ev boştu, ama Ege silahını kılıfına koymaya isteksizdi. Oturma

odasındaki fincanların sayısından üç kişinin bir ara burada olduklarını

69
Sadık Yemni

anlayabiliyordu. Daire kapısını arkadan sürgüledikten sonra evin ışıklarını


yaktı ve daha ayrıntılı aramaya başladı.
Evde kimin oturduğunu belli edecek hiçbir belge yoktu. Tapu, kira

sözleşmesi, elektrik ödemesi, banka kâğıtları bir yana, üzerinde burada


oturan kimsenin adını yazan bir kâğıt parçası bile yoktu. Mutfakta yiyecek

bulunmuyordu. Buzdolabı yarım şişe votka, iki Efes bira ve küflenmek üzere
olan küçük bir parça peynir dışında boştu. Sadece mikrodalga fırında bir
yemek ısıtılmıştı galiba. Isıtılmış ama yenmemişti. Ev anonimdi bayağı yani.
Bunun tek anlamı vardı: Burası bir tuzak yeriydi. Kurulu bir kapandı ve galiba

arkadaşlarını yutmuştu.
Ege kalbini sıkan çaresizlik duygusuyla, ne yapacağını bilemez

durumda oturma odasında dikilmekteydi. Tabancası hâlâ elindeydi. Murat ya


da Dize aramıyorlardı bir türlü. Silahını kılıfına yerleştirip kaplumbağalı adam

resmine bakan divana oturup ne yapacağını düşünmeye başladı.


Dün geceyi teşkilatın acil toplantısıyla geçirmişti. Bugün öğlen
Murat’tan aldığı mesajda ‘akşam için hazır ol’ denmekteydi. Sonra da Dize
arayıp yeri bildirmişti. Ege tam vaktinde burada olmak için yola çıkmıştı. Her
şey yolundaydı. Verilen adrese birkaç kilometre yaklaştığında arabada bir
anda elektrikler kesilmişti. Tıpkı çocukken gördüğü bilimkurgu filminde
olduğu gibiydi. Sadece tepesinde ışık kaynağı saçan bir UFO yoktu. Müzik

dinleyerek giderken araba birden kendini elektronlardan azade ilan etmişti.


Neyse ki sağ şeritteydi ve hemen arkasından gelen bir araba yoktu. Đyice

kenara çekerek kazasız belasız durmuştu.


Akü doluydu. Görünürde hiçbir arızalı parça yoktu. Ege arabalardan

iyi anlardı. Böyle bir duruma ilk kez tanık oluyordu. Protokolü bozarak önce

70
Sıfır: “Seb7a”

Murat’ı, sonra da Dize’yi aramıştı. Đkisi de telefonu açmadığı gibi, çektiği


mesaja da karşılık vermemişlerdi.
Üç çeyrek sonra denediğinde motor sorunsuz çalışmış ve arabası

hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etmişti. Verilen adrese gelmiş, biraz
dışarıda beklemiş, hiçbir mesaj alamayınca kapıyı maymuncukla açarak içeri

girmişti. Üç fincan. Murat, Dize ve davet eden kimse. Murat güvenlik gereği
adamın adını yazmamıştı. Yanlış eve girmiş olabilir miydi? Đçine kuşku
düşmüştü. Murat ve Dize’nin burada olduğunu belli edecek hiçbir şey yoktu.
Ege bunları düşünüp etrafına bakınırken sağ ayağının dibinde minicik

bir kâğıt topçuğu gördü. Daha önce ıskalamıştı demek ki. Eğilip aldı. Belki
hareket eden ayakları ortaya çıkarmıştı.

Özenle kâğıt topçuğu açtı. Kalbi heyecanla titredi. Oluyor. Dize’nin el


yazısıydı. Yemin ederdi. Demek ki burada bulunmuşlardı. Doğru yerdeydi,

ama şimdi ne olacaktı? Bu kâğıt onun için bırakılmış bir mesaj mıydı acaba?
Telefonu ‘mesaj alınıyor’ sinyali verince sevinçle yerinden doğruldu.
Elindeki kâğıdı küçük sehpanın üstüne koydu ve telefonuna davrandı.

Ege Merhaba,
Biz şu anda Beylikdüzü’ndeyiz. Adres aşağıda. Tam
biri çeyrek geçe orada ol lütfen.
Şifre: Kaybolan kâğıt.

Ege sevinmeye korkuyordu. Mesaj yanıltmaca olabilirdi. ‘Şifre:

Kaybolan kâğıt’ ne anlama geliyor diye düşünürken, ensesindeki kıllar


dimdik oldu. Masanın üzerine bıraktığı kâğıt yoktu. Eğilip yere baktı. Uçmuş

71
Sadık Yemni

gitmişti sanki. Buna kendi neden olamazdı. Hareketsiz durup telefonundaki


mesajı okuyan biri kâğıdı masadan uçuracak rüzgârı imal edemezdi.
Yirmi dakika kadar sonra Ege elinde bira bardağı divanda

oturmaktaydı. Işıkları söndürmüştü yeniden. Daha randevusuna gitmek için


erkendi. Bekliyordu. Bu arada Nehir ona bir mesaj çekmişti.

Neredesin?

Tek kelimeydi, ama kaybolan kâğıt kadar anlamlıydı.

72
KAPANIŞ
SICAK SONA DEVAM
Sadık Yemni

Murat, Cevat yirmi metre kadar ileride benzin çantalarından birinin


sıkışmış kapağını açmak için uğraşırken elindeki anahtarı kelepçesinin
kilidine soktu. Çevirdi. Birden bilekleri serbest kalmıştı. Dize ne yaptığını

görüyordu. Yüzü şaşkınlık ve umut yüklüydü şimdi. Bakışlarıyla ayaklarını


işaret etti.

Murat mesajı almıştı. Ayakları serbest kalmazsa elleri pek işe


yaramayabilirdi. Elleriyle yattığı yerdeki zemini yokladı. Deminden beri sırtına
batan bir yığın sert nesneyi inceledi. Đşe yarar bir şey bulamadı.
Eline anahtarı sıkıştıran Cemal Fersan’a ait varlıktı. Neden işi taksitle

yapıyor, şu benzin çantalarından birini Cevat’ın kafasına indirip sorunu


temelden çözmüyordu? Đlk kez hortlağın her hamlesini bilinçle yaptığını

düşünmeye başlamıştı. Adamın bir bildiği vardı. Adım adım onu


uygulamaktaydı.

Yani Cevat Yılmazcan’ın katil olduğunu, nerede oturduğunu biliyordu.


Ve bu ana kadar gelmelerine izin vermişti.
Murat gözü Cevat’ta, uygun anı kolladı. Adam çantanın kapağını
açamadığı için öfkelenmişti. Uygun bir gereç almak için olmalı, ardiyenin
göremedikleri bölmesine gitmişti. Murat kaybedeceği çok az şey olanlara
has bir cesaretle hızla hamle etti ve anahtarı Dize’nin avucuna sıkıştırıp eski
konumuna döndü.

Boşuna yıldırım hızıyla hareket edip nefes nefese kalmıştı. Aradan


neredeyse bir dakika geçtikten sonra Cevat geri geldi.

Elinde levye cinsinden bir şey vardı. Uğraştı, kapak gene açılmadı.
Adam yirmi litre benzinin ikisini yeterince yakabileceğini düşünerek pes etti

ve sağ elinde çanta onlara doğru geldi. Bu arada Dize çoktan işlemi

74
Sıfır: “Seb7a”

bitirmişti. Đkisinin de elleri serbestti, ama hâlâ üstünlük belinde 9 milimetre


tabancası olan Cevat’taydı. Fotino Cemal işe karışmazsa halleri haraptı yani.
“Eh geldik son sahneye. Đki günahkârı cehennem ateşiyle tanıştırmak.”

“Nişanlını aldı diye mi elinden?” dedi Murat sesine tahrik edici bir ton
vererek.

Adam onun kendinden eminlik dirilmesini kaybedeceği bir şey


olmaması şeklinde değerlendirmişti. Sırıtmakla yetindi.
“Arkaya not bıraktım. Seni derdest edecekler.”
Cevat Bey’in gözleri delice bir ataklıkla parladı. “Blöf. Birim Sıfır’ın

telefon ve internet kullanımı denetimimde. Bunu yapsaydınız haberim


olurdu.”

“Kendini beğenmiş puşt.”


“Kendini kurşunlatıp feryad-ı figan kebabı olmaktan kurtulmak için

yapıyorsun bunu.”
“Seb7a’nın günahkârlarla ilgilisi olmadığını pek çok kişi biliyor,” dedi
Dize.
“Se7en filminin de gerçek olmadığını biliyorduk, ama heyecanla
seyrettik,” dedi Cevat kıza göz kırparak. “Đnsanlar hayallerine hitap edeni
sever, benimserler. Kaba saba gerçekliği değil.”
“Asıl amacın ortağını öldürmekti. Kaç kişiyi yaktın bunun için?!” dedi

Murat.
Cevat gülümsedi. “Ne önemi var artık? Millet biraz eğlendi. Yarın

unuturlar. Bu dünyanın cinayeti biter mi?”


“Cinayet işlettiğin yardımcılarını da harcadın,” dedi Murat. “Polis

sandığından fazlasını biliyor.”

75
Sadık Yemni

Cevat sözlerinden sandığından az etkilenmişti. “O kadar olacak artık.


Faili meçhullere naçizane bir katkım oldu,” dedi.
“Niye öldürdün ortağını?” dedi Murat. “Bu kadar plan, risk, katliam...

Neydi? Nişanlın mı? Senden ayrılmıştı zaten. Kadını kötülemek için bin bir
dümen çevirdin. Neydi ha? Gurur mu? Neydi? Söylesene.”

Cevat sinirlenmişti. Belinden tabancasını çekerek Murat’ın göğsüne


doğrulttu. “Bak, ağzını çok yorma. Sana bir teklifim var. Kıçımı öpersen kızı
kalbinden bir kurşunla vurup kurtaracağım. Ama seni mutlaka cehennemle
tanıştıracağım. Ne dersin? Öpecek misin?”

“Öpeceğim.”
Murat kıza bakarak gülümsedi.

“Yapacağım Dize. Benim yüzümden buradasın.”


Cevat aşırı gururlu olan biriydi, ama ahmak değildi. Bir plan kokusu

almıştı. Tabancayı kemerine koyarak çantayı almak için eğildi. Murat sinyal
verince ikisi birden hamle ettiler. Adam zekiydi, ama bu işlerin erbabı
değildi. Çantayı onların bulunduğu yerin çok yakınına koymuştu.
Murat mide kaslarını kullanarak adama bir tırpan indirdi. Cevat bir
çığlık atarak yere yuvarlanırken silahına davranmaya çabaladı, ama düşme
hızı nedeniyle bunu yapmak pek kolay bir iş değildi. Murat iki eliyle adamın
kollarını tesirsiz hale getirmeye çabalarken, Dize belindeki silaha uzandı. On

saniye sonra tabanca Dize’nin elindeydi.


Murat, Cevat’ın ısırdığı sağ elini ovuşturuyordu, Cevat da alnının

ortasına yediği dirsek darbesinin sersemletici sarmalındaydı.

76
Sıfır: “Seb7a”

Yerde buldukları büyük bir vidanın yardımıyla ayaklarındaki bantları


kesmişlerdi. Murat ayakkabısının tekine de kavuşmuştu. Üstünlük kesinlikle
Birim Sıfır’daydı artık.

“N’apıcaz şimdi?”
Murat kıza, ‘Polise telefon edelim,’ diyecekti, ama bunu sese

dönüştüremedi. Kapı aralanmıştı yine. Bu defa diğerlerinden farklıydı. Kapı


bulundukları yerden diğer tarafa değil, tersinden aralanmıştı. Eşikte ışık
zerrelerinden yapılma; insan biçiminde ama kaşı gözü, elbisesi olmayan biri
durmaktaydı.

“Çekilin geriye.”
Murat ve Dize kulaklarından içeri dolan yüksek titreşimli sese uyarak

üç beş adım geriye yürüdüler.


“Sen de kimsen be? Murat beni böyle bırakamazsın. Po… polise teslim

edilmem lazım. Her şeyi anlatıcam.”


Cevat’ın yalvaran sesi Murat’ın içini titretmişti. Onu kurtarmak
istiyordu, ama Avni Tanboğa müstear isimli zat üçüncü romanını baştan
sona kurgulamıştı. Murat ve Dize bu kurguya misafir olarak şu ana dek otuz
beş takla atmış ve durmuşlardı.
“Murat kurtar beni. Bir milyon avro veririm. Murat! Đmdaaat. ”
Işıklı varlık bir çanta benzini Cevat’ın üzerine döktü. Sonra sağ elinin

işaret parmağını dokundurunca alev aldı.


“Đmdaaat! Đmdaat! Allah’ım! Ahhhh!”

Alevler çok az parlamış ve bir dakikadan kısa zamanda Cevat’ı


kömüre çevirmişti. Yanmış etin kokusu Murat’ın midesini etkilemişti, ama içi

77
Sadık Yemni

boş olduğundan birkaç öğürmeyle atlatmıştı. Dize başını çevirmiş


bakmıyordu.
Işıklı varlık işaret edince Murat, Dize’yi dürterek o tarafa yürüdü.

Cevat’ın bütün bedeni kömürleşmişti. Dumanı tütüyordu, ama alnı


dokunulmamış olarak kalmıştı.

Işıklı varlık elinde beliren bir etiketi adamın alnına yapıştırdı ve


Murat’a bakarak, “Oku,” dedi.
Murat eğildi ve okumaya başladı. “Cevat Yılmazcan, başta cinayet
olmak üzere şu günahları işlemiştir: Para putuna taparak Allah’a şirk koşmak,

ekonomik gücünü büyü sanmak, sahte raporla harpten kaçmak, bilerek


yetim malı yemek, faizcilik, namuslu kadına iftira etmek ve anaya babaya asi

olmak. Böylece Seb7a cinayetlerinin hem mimarı, hem de sonuncu kurbanı


olarak kader çemberini kapatmıştır.”

“Şimdi ne olacak?”
Işıklı varlık Dize’ye baktı ve, “Evinize gidin. Gerisini polise bırakın,”
dedi.
“Siz Cemal Fersan mısınız?” diye sordu Dize.
Murat’ın aklını yakan bir soruydu.
“Bir zamanlar. Bir süreliğine ödünç verilmiş bir ışıltıydı.”
Kapı birden kapanınca, koskoca ardiyede dumanı tüten cesetle

başbaşa kaldılar. Dışarı çıktıklarında onları bir sürpriz beklemekteydi.

***

“Eller yukarı. Sakın kımıldamayın.”

78
Sıfır: “Seb7a”

Murat, Cevat’ın tabancasını polise ait bir nesne olduğu için üzerindeki
parmak izlerini silip arkada cesedin yakınlarında bir yerde bırakmıştı. Sesin
sahibini tanıdığı için irkilmekle kaldı.

Dize de öyleydi.
“Saatlerce geç kaldın Ege.”

Sarı ceket, siyah kot pantolon ve siyah tişört giymiş uzun boylu adam
onlara doğrulttuğu tabancasını indirip sol bileğindeki kol saatine baktı.
Ardiyenin önündeki sokak lambası beş metre ötedeydi. Arka planda
birkaç yüz metre uzaktaki bir ana yoldan geçen arabalar görünmekteydi.

Ardiye tek katlı bir binaydı. Çıktıkları yer arka tarafındaki park yeriydi. Hemen
yakınlarında burayı gören bir bina yoktu. Cevat Bey kebap olmak için ideal

bir yeri seçmişti.


“Bana saat 01.15’de Beylikdüzü, Kavaklı Caddesi 112 numaraya gel

diyen sen değil misin?”


Murat yan gözle Dize’ye bakarak sırıttı ve, “Ben değildim,” dedi.
Ege üstlerinin başlarının dökülmesine, dağınık durumlarına bakarak
başını salladı. Bunu bekler gibi bir hali vardı.
“Kim yolladı peki?”
“Avni Tanboğa.”
“Kim oluyor bu Avni Bey?”

“Rejisör Avni Bey. Senarist Cevat Bey’in metninden harika bir film
çekti valla.

“Ulan Murat sen kafayı mı yedin? Bu haliniz ne peki toz toprak


içinde?”

79
Sadık Yemni

Dize, “Murat doğru söylüyor,” dedi. “Pek metne sadık kaldığı


söylenemez tabii.”
Ege iki elini beline koyup arkadaşlarına baktı. “Her şeyi adam gibi

anlatacak mısınız?”
“Sen önce Bakırköy’e niye geç kaldın onu söyle.”

“Yolda nedensiz yere arabam arızalandı. Elektrikler gitti ve geldi.


Böylelikle geç kaldım. Eve girdim maymuncukla. Bir kâğıt… Kayboldu. Sonra
mesaj gelince… Tabii kâğıdın şey olması özel bir durum. Önce siz anlatın
bakalım. Ben geldiğimde bahsini ettiğin dairenin ışıkları sönüktü.

Maymuncukla içeri girdim. Kimsecikler yoktu. Sonra o mesaj geldi. Kim bu


Avni Bey ya? Üstünüz başınız niye böyle? Üzerinizden TIR geçmiş gibi sanki.”

Murat’ın bakışları etrafta gezinirken az ileride park etmiş olan


minibüse ilişti. Park yerinde motorunun çalışacağı şüpheli olan bir brandası

delik deşik, Vietnam Savaşı zamanından kalma bir kamyonet hurdasının


yanında durmaktaydı. Tabancaları, telefonları falan orada olmalıydı. Tekrar
Ege’ye baktı. Kırlaşmakta olan saçlarını biraz uzatarak kendine çok yakışan
bir tarzda kestirmişti. Elini uzattı. El sıkışıp sarıldılar.
“Avni gitti,” dedi Murat. “Uzun hikâye, ama biraz kendimize gelelim
her kelimesini anlatıcam sana olan bitenlerin.”
Tam bu sırada Dize şiddetli bir hapşırık koyuverdi.

“Hapşuuuuu.”
“Çok yaşa.”

“Siz de görün. Gribim geri geldi.”


“Az kalsın evde kimseyi bulamayıp kapıyı boşuna çalıp duracaktım.”

Dize burnunu çekti ve, “Doğru,” dedi. “Şimdi nereye gidiyoruz?”

80
Sıfır: “Seb7a”

Murat ikisine baktı.


“Bakırköy’de bir yer biliyorum. Sabahın dördünden önce kapanmaz.”
Kimse, ‘Neresi?’ diye sormadı. Minibüsten şahsi eşyalarını alıp, Ege’nin

arabasıyla yola koyuldular.

81
UFAK TEFEK
AYRINTILAR
Sıfır: “Seb7a”

27 Eylül 2009 Pazar – 14.55


Sıraselviler

“Cevat Yılmazcan kafayı üşütmüştü. Cem Demir ve Yener Düzgün adlı


iki arızalı tipi kiraladı. Ali Evran’ı ve Đhsan Özçavuş’u Yener Düzgün öldürdü.

Cem Demir, Cemal Fersan’ı ve Yener Düzgün’ü öldürdü. Cevat Yılmazcan iki
cinayet işledi. Cem Demir ve ortağı Murat Savuşçugil. Seb7a cinayetleri

böyle işlendi ve sonra her şeyi planlayan baş katil nadim olarak intihar etti.
On altı yaşındayken annesini döverek hastanelik ettiği falan haber olacak
birazdan. Yaşı küçük diye ceza almamış. Babası kesenin ağzını açmış. Onun
da rolü var tabii. Ünlü restoranlarda elinde şampanya ve şarap kadehleriyle

poz veren adam sekiz yıl önce karaciğer yetmezliği teşhisiyle askerlikten
sakata ayrılmış. Pek sağlam pabuç değilmiş yani ünlü Cevat Bey’imiz.”

“Bu kadar mı?”


Kenan bir ilkokul öğretmeni edasıyla başını salladı. “Evet. Yani bu iş

kapandı. Murat ve Dize adlı birilerinin bu işte hiçbir rolü yok. Đntikam alan
ruhlar, aralanan kapılar, kaflua mı, katlusa mı her neyse, kahveye katılan
uyku ilacı da yok. Anlaşıldı mı?”
“Đki milyonluk ödül peki?”
Kenan sağ eliyle bir fallüs sembolü yaptı. “O da yok.”
Sıraselviler’de, geçen sefer bulundukları apartmanın girişinde
durmaktaydılar. Kenan kafelere, barlara güvenmez, bu tür yerlerde

buluşmayı severdi.
“Ne var peki?”

83
Sadık Yemni

Birazdan medya mensuplarının karşısına çıkıp caka satacağı için uçuk


mavi takım elbise, beyaz gömlek giymiş ve kırmızı kravat takmış olan
arkadaşı sırıttı ve, “Bizim takım Birim Sıfır’a gebe,” dedi. “Borcumuzu bir gün

öderiz elbet.”
Murat sessiz kalınca Kenan kapının önünden kıkırdayarak geçen iki

kıza baktı ve eliyle ‘hoşça kal’ işareti yapıp gitti.


Murat dışarı çıktığında üçü birkaç dakika geçmekteydi. Yatağa sabah
onda girmiş ve bir saat önce Kenan tarafından uyandırılmıştı. Yorgundu ve
akşamdan kalmaydı. Dize kendi evine gitmişti. Hava güzeldi. Etraf cıvıl cıvıldı.

Genç adam iddiasız adımlarla rastgele yürümeye başladı.

84
BERİ
BERİ SÖZ
İki Sadık
Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır. Her yazarın da bir yazış üslubu...

Ben günde ortalama üç-dört sayfa yazarım. Yılda üç yüz otuz gün falan
çalıştığım için herkes beni hızlı yazan biri gibi algılar. Oysa çalışkan bir

kaplumbağalıktan öte bir iş değil yaptığım.


Bazı yazarlar gibi benim de bir iş ortağım vardır. Disiplinli, hesapçı,
mantıkçı Sadık’la, aykırı mamuller ve aşkın kurgular pazarında tezgâhı olan
Sadık. Biri öyküyü kurar, düzgün ve akılcı bir şekilde yola çıkarır. Diğeri onun

genellikle her aşamasına, ama en çok da sonuna müdahale ederek


metindeki sıradanlık etiketlerini birer birer söker.
Seb7a benim için çok hızlı yazılmış bir metin. Pazarcı Sadık ilk iki gün
sessizdi, ama üçüncü günün sabahı kulağıma 7-8=0 diye fısıldadı. O sayede
bu metin şimdi sizlerin beğenisine sunulmuş durumda.
Đki Can’lara bana böyle bir deneyim fırsatı verdikleri için
teşekkürlerimi sunuyorum. Sevgiler ve selamlar...

Hayal Tozu gölgecisi, nam-ı diğer Sadık Yemni


YAZAR HAKKINDA

Sadık Yemni, 1951 yılında Đstanbul’da doğdu. Çocukluğu ve ilk


gençliği Đzmir’de geçti. 1975 yılından beri Amsterdam’da yaşıyor. Romanları

ve öykülerinin yanı sıra denemeleri,


roman çevirileri, film senaryoları ve

tiyatro oyunları bulunuyor.


Genellikle paranormal, gerilim,
polisiye, bilimkurgu, fantastik türlerinin
edebiyat tadı veren karışımı şeklinde,

yani TekinsizX türünde yazıyor.


Yapıtları: Muska (1996),

Amsterdam’ın Gülü (1997), Öte Yer


(2002), Metros (2003), Çözücü (2004), Ölümsüz (2004), Yatır (2005),

Muhabbet Evi (2006), Durum 429 (2007), Hayal Tozu Gölgecisi (2008)
2009’da: Zaman Tozları (dijital roman), Seb7a (dijital kısa roman),
Ağrıyan (roman).

www.sadikyemni.net
“BĐRĐM SIFIR”
ARALIK’TA BUZUL DÜNYA’DA!

Bu e-kitapta,
Funda Özlem Şeran
Emirhan Burak Aydın
Arif Kubaş
Melik Tahir Şaştım
Hüseyin Emre Coşkun
Onur Selamet
Gökcan Şahin
Ozancan Demirışık
ve Sadık Yemni tarafından yazılan birbirinden keyifli SIFIR
öykülerini okuyabileceksiniz…

You might also like