Professional Documents
Culture Documents
ÖNSÖZ
Bir yılı aşkın bir süre önce John Bryan kirada oturduğu iki katlı küçük evinin ön odasında yeraltı
gazetesi AÇIK KENT'i başlattı. Sonra gazete o evin önündeki binaya, oradan da Melrose Bulva-
rı'nın iş semtlerinden birine taşındı. Ama bir gölge düşüyordu yine de. Hem de iri ve kasvetli bir
gölge. Tiraj yükseliyor ama yeterince reklam gelmiyor. Kentin öbür yakasında kurumsallaşmış L.A.
Free Press var. Reklamlar onlara gidiyor. Bryan daha önce L.A. Ti-mes'da çalışıp tirajlarını
16.000'den üç katına yükselterek kendi düşmanlarını yaratmış zaten. Ulusal Ordu'nun gelişmesine
katkıda bulunduktan sonra devrimcilere katılmak gibi bir şey. Bu savaş sadece AÇIK KENT ile
FREE PRESS arasında yaşanmıyor elbette. AÇIK KENT'i okumuşsanız savasın çok daha geniş
kapsamlı olduğunu biliyorsunuzdur. AÇIK KENT kodamanları hedef alır, en kodamanları ve ŞU
ANDA sokağın ortasında yürüyen birkaç tane harbi kodaman var, üstelik öyle çirkinler ki bok
herifler. Amerika'nın belki de en canlı gazetesi AÇIK KENT için çalışmak çok daha eğlenceli ve
tehlikeli. Ama eğlence ve tehlike ekmek parasını çıkarmaya ve kedileri beslemeye yetmiyor.Bryan
bir tür deli idealist ve romantik. Herald-Examiner'de çalışırken istifa etti, ya da kovuldu, ya da istifa
etti ve kovuldu -ortalık iyice karışmıştı- çünkü Bebek İsa'nın çükünü ve hayalarını kamufle
etmelerine karşı çıkmıştı. Çıkardıkları derginin Noel sayısının kapağı söz konusuydu. "Üstelik
benim Tanrım değil, onların Tanrısı," demişti bana Joe Bryan.
İşte bu tuhaf idealist ve romantik AÇIK KENT'i yarattı. "Bizim için haftalık bir sütun yazmaya ne
dersin?" dedi bir gün, kızıl sakalını kaşıyarak. Diğer sütun yazarlarını düşününce son derece
kasvetli bir iş gibi gelmişti bana. Ama başladım, sütun olarak değil de A.E. Hotchner'ın Hemingway
Baba üzerine yazdığı bir yazı ile. Sonra bir gün hipodrom dönüşünde daktilonun başına oturup PİS
MORUĞUN NOTLARI başlığını attım, bir bira açtım ve yazı kendi başının çaresine baktı. The
Atlantic Monthly dergisi için bir şey yazdığınızda hissettiğiniz gerilim, o kör jiletle yapılan özenli
traşla-ma yoktu. Düz ve özensiz bir gazetecilik yazısı yazma gereksinimi de yoktu. Hiçbir baskı
yoktu uzun lafın kısası. Pencerenin önüne otur, biranı iç ve bırak gelsin. Akmak isteyen her şey
akıyordu. Ve Bryan hiçbir zaman sorun çıkarmadı. İlk zamanlarda ona yazımı veriyordum, şöyle bir
göz gezdirip, "Tamam, bastık," diyordu. Bir süre sonra yazımı verdiğimde artık göz bile gezdirmez
olmuştu; yazıyı çekmecesine koyup, "Bastık, ne var ne yok?" diyordu. Şimdi "Bastık," bile
demiyor. Yazıyı veriyorum ve hiç konuşmuyoruz. Bütün bunların yazıya etkisi son derece olumlu
oldu. Düşünün: aklınızdan geçen her şeyi yazma özgürlüğü. Çok iyi vakit geçirdim o yazıları
yazarken ve çok da ciddi, bazen; ama haftalar ilerledikçe yazıların giderek güzelleştikleri duygusu
hakimdi. Bunlar on dört ay boyunca yazılmış sütunlardan bir derleme.
Eylem açısından bakarsak şiire beş çeker bir kere. Şiirlerinizden biri kabul edilmişse ya basılması
iki ile beş yıl arasında bir süre alır, ya hiçbir zaman basılmaz, ya da bazı dizeleri hiç değiştirilmeden
daha sonra ünlü bir şairin şiirlerinden birinde beliriverir ve o zaman ne kadar boktan bir dünyada
yaşadığımızı bilirsin. Şiirin suçu değil bu elbette; boktan insanların şiir basmaya ve yazmaya
yeltenmele-
rinin bir sonucu sadece. Ama PİS MORUĞUN NOTLARI ile cuma veya cumartesi veya pazar
günü biranı alıp daktilonun başına geçiyorsun, yazını yazıyorsun ve çarşamba günü yazı kente
dağıtılmış. Hayatında ne benim ne de başkalarının şiirini okumamış insanlardan mektup alıyorum.
Kapıma geliyorlar -fazla olmaya başladılar açıkçası- kapımı çalıp bana PİS MORUĞUN
NOTLARI'nı çok sevdiklerini söylüyorlar. Berduşun teki yanında bir çingene ve karısı ile geliyor,
oturup sabaha kadar içiyoruz. Newburgh şehirlerarası santralında çalışan bir kadın para yolluyor.
İçkiyi bırakmamı, sağlıklı beslenmemi istiyor. Kendine "Kral Arthur" diyen ve Holly-wood'un Vine
sokağında oturan bir kaçık arayıp sütunlarımı yazmamda bana yardımcı olmak istediğini söylüyor.
Bir doktor çalıyor kapımı: "Ben psikiyatrım. Sana yardım edebileceğimi sanıyorum." Yolluyorum.
Bu derleme size iyi gelir umarım. Para yollamak istiyorsanız, eyvallah. Benden nefret etmek
istiyorsanız, ona da eyvallah. Kasabanın demircisi olsaydım buna bulaşmaya cesaret edemezdiniz.
Ama anlatacak pis öyküleri olan bir ihtiyardan başka bir şey değilim. Benim gibi, yarın ölmesi
muhtemel bir gazete için pis öyküler yazıyorum işte.
Her şey o kadar tuhaf ki...Düşünün, Bebek İsa'nın çükünü ve hayalarını kamufle etmeye
kalkışmasalardı şimdi bu kitabı okuyor olmayacaktınız. Öyleyse, mutlu olun.
Charles Bukowski.