Professional Documents
Culture Documents
Tartışma Metinleri
Working Paper Series
No.67
March/Mart 2004
• N/A
• Only the author of the papers published in The Series can be held • Tartışma Metinleri serisinde yayınlanan eserlerin görüş, düşünce ve
responsible for the views, ideas, and the terminology adapted in the terminolojisi tümüyle yazara ait olup, A.Ü. SBF Gelişme ve Toplum
paper. The Research Centre for Development and Society (GETA) Araştırmaları Merkezi'ni (GETA) bağlamaz.
reserves the right to express opposing or supportive perspective
upon the debates. • Tartışma Metinleri bilimsel çalışmaların yayın öncesi akademik
• The Series encourages the process of academic dialogue prior to diyalog sürecine dahil edilmesi işlevi ile akademik diyalogun
the publication of the written material. The Series believes that geliştirilmesini, güçlendirilmesini ve ihtiyacımız olan eleştiri ortamının
constructing and strengthening the critical environment in the oluşturulmasını amaçlamaktadır.
academia are crucially important for the lively academic dialogue. • Tartışma Metinleri serisinde yer alan çalışmalar hakkındaki görüş
• Paper proposals for publication in The Series and other ve değerlendirmeler, doğrudan doğruya yazara veya yazara iletilmek
contributions, comments, and remarks about the previously üzere aşağıdaki sekreterlik adresine gönderilebilir.
published material can be sent to The Series correspondent.
Devlet, yaşantımızın her alanında karşımıza çıkan ve varlığını binlerce yıldır koruyan,
ancak çok kolay tanımlayamadığımız geniş ve kuşatıcı bir olgudur. Uygarlık tarihi boyunca
incelemeye konu olmuştur. Devleti konu alan her inceleme farklı noktalardan yola çıkarak bu
bakımından önemli bir boyut inceleme nesnesinin tayinidir. “Devleti nasıl inceleyebiliriz?”
sorusuna yanıt arama uğraşının bir parçası olan bu çalışmada devlet incelemelerine nesne
tayini sorunundan hareketle, “Eski Türk Hukuk Kurumları” irdelenmektedir. Türk hukuk
İslam Amme Hukuku’ndan Ayrı Bir Türk Amme Hukuku Yok Mudur?”2 başlıklı yazısı temel
alınmakla birlikte, bu eserin devlet incelemelerine ışık tutacak temel önermelerini destekleyen
çalışılmaktadır.
Temel amacı, Türk hukuk kurumları alanının devlet incelemelerine katkısını tartışmak
şeklinde özetlenebilecek olan böyle bir çalışma tarih, hukuk, yönetim, siyaset, arkeoloji,
sosyoloji, filoloji gibi çeşitli bilimlerin kesiştiği, entellektüel açıdan oldukça zengin ve verimli
1
Keskin, Nuray Ertürk, “Devlet Olgusuna Yaklaşım Sorunu: Hukuk Kurumları ve Köprülü Üzerine”,
2
II.Türk Tarih Kongresinde Fuat Köprülü tarafından sunulan bu bildiri; 1937 yılında
Devlet Basımevi tarafından kitap olarak, 1938’de de Belleten dergisinde makale
olarak yayımlanmıştır.
bir alana açılmaktadır. Bu oldukça zengin ve kapsamlı alanı tüm yönleriyle ortaya koymak,
bu geniş alan içinde “devlet nasıl düşünülür?”sorusuna yanıt olabilecek ipuçlarının peşine
için akademik dünyada Türk hukuk kurumları tarihine yaklaşım sorunu, devleti kamu
ortam ve yönteme ilişkin söylemi ile Karahanlılar döneminde yazılan Kutadgu Bilig bütünsel
Ortaçağ Türk hukuk kurumları akademik dünyada gerek kamu yönetimi gerek siyaset
bilimi çalışanların pek fazla ilgilenmediği ve incelemeye değer bulmadığı bir alan olarak
tarihimize ilişkin özgün ve nesnel çalışmalar yapmak yerine Batının çoğu kez taraflı ve
nedeni ise, ortaçağ Türk hukuk tarihi konusunun oldukça tartışmalı bir düzlemde yer alıyor
olmasıdır. Bir yanda dönemin koşullarına özgü romantikliği ile büyük ölçüde bilimsellikten
ve gerçeklerden uzak iddialarla kotarılan Türk Tarih Tezi ve bu tezden hareketle yaratılan
devlet mitosu, diğer yanda ise Türklerin İstanbul’un fethine kadar göçebe ve barbar kavimler
3
Avrupalı görüşe göre, tarih Mezopotamya ve Mısır gibi bir yerlerde, pek iyi
bilmediğimiz biçimlerde başlar. Bu arada Çin ve Hindistan gibi uzak bölgelerde de
muhtemelen bir şeyler yaşanmıştır, ancak bunlar bizi fazla ilgilendirmez. Avrupa
merkezli bakışa göre asıl olarak tarihin başlangıcı Akdeniz’de Yunan medeniyetinin
doğmasıdır. Marx bile kendini bu “eurocentric” bakıştan kurtaramamıştır. Avrupalı
tarih anlayışı kendi toplumunu ve o toplumu biçimlendiren tarihi, özgün bir örnek ve
üstün bir model olarak görmektedir. Bakınız: Murat Belge, “Ortaçağ,” Doğu Batı
Düşünce Dergisi, Avrupa, 14.Sayı.
olarak yaşadığını, ancak bu dönemden sonra hukuk kurumlarıyla tanıştıklarını savunan
kutuplaşmalar eklenince, Türk hukuk tarihine ilişkin elimizde ne kadar bilgi varsa bir uçtan
diğer uca savrulup durmaktadır.5 Cumhuriyet tarihi boyunca tüm bu tartışmalar içine sıkışıp
kalan Türk hukuk kurumları, özellikle devlet incelemeleri bakımından araştırılmaya değer
bulunmamış görünmektedir. Ülkemizde Türk idare tarihine ilişkin incelemelerin son derece
büyük ölçüde 20.yüzyılın ilk yarısına aittir ve tarihçilerin incelemelerine dayanır. Türk
milliyetçiliğinin Yusuf Akçura, Ziya Gökalp ve Fuat Köprülü gibi bazı büyük ideologları,
Türklerin tarihini insanlık tarihinin genel gelişiminin önemli bir parçası olarak kavramışlar ve
Türk İslam tarihinin evrimsel bütünlüğünü kurmak yolunda çok önemli adımlar atmışlardır.
4
Ernst Cassier, Devlet Mitosu adlı eserinde, siyasal düşüncede devlet telakkisini, mitsel düşüncenin Aydınlanma
akılcılığına ayak direyen mirasının önemli bir hücresi olarak teşhis eder. Tanıl Bora’ya göre, Türk
modernleşmesinde Cassier’in ikiliğini kullanırsak rasyonel düşünce-mitsel düşünce çatışmasında devlet kavramı
kritik bir yerde durur. Bu dönemde mitosun çekirdeği devlettir. Tanıl Bora, “Türk Devleti” mitosunun
unsurlarını şöyle sıralamaktadır: Devlet kuruculuk, Türk devletleri arasında devamlılık, devletin kutsallığı, Türk
devletlerinin baştan itibaren “milli devlet” niteliği taşıması, merkeziyetçi ve güçlü devlet geleneği, ordu millet/
ordu devlet, devlet adamlığının özel yeri, demokratik-halkçı ve sosyal devlet geleneği, Türk devletinin
cihanşumulluğu, Türk devletinin pratikliği ve realistliği. Ayrıntılı bilgi için bakınız: Tanıl Bora, “Milli Tarih ve
5
Türk milliyetçiliği, Osmanlı Türkçülüğünden Kemalizme, oradan milliyetçiliğin ırkçı,
kültürcü, muhafazakar, devrimci, liberal, sol hatta etnik yorumlarına oldukça geniş ve
kapsamlı bir olgudur. Türk milliyetçiliğinin tüm bu farklı yorumlarına ilişkin kapsamlı
bir çalışma için bakınız: Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Milliyetçilik-IV, (Ed.Tanıl
Bora), İletişim 2003.
Söz konusu çalışmada editör, Türk milliyetçiliğini beşe ayırmaktadır: 1) Resmi
milliyetçilik ve Atatürk milliyetçiliği, 2) Kemalist sol milliyetçilik veya ulusal solculuk, 3)
Liberal milliyetçilik, 4) Etnisist milliyetçilik ve 5) Muhafazakar milliyetçilik (s.19.)
arındıramamakla birlikte, “klanların başlangıcından Osmanlı İmparatorluğu’na kadar devam
1903 yılında Paris’te yazıp sunduğu “Osmanlı Sultanlığının Kurumları Üzerine Bir
Deneme” başlıklı doktora tezinde, Osmanlı kurumlarının hem İslami hem Türki ikili bir
kökenden geldiğini ilk fark eden Yusuf Akçura’dır.7 O, üzerlerindeki tüm Çin, İran, Arap ve
Bizans etkilerine ve birbiri ardından çeşitli dinleri benimsemiş olmalarına rağmen, Türklerin
tarihinde bazı özelliklerin kalıcılık arz ettiği kanısındadır ve “Türkler İslamiyeti kabul ettikten
sonra yalnız etnik vasıflarını değil, fakat herhalde adet ve yasalarının bir bölümünü de
topluluğun şefi olan han’ın şahsında çok büyük ama yine de yasak ve töre ile sınırlanmış bir
iktidarın toplanması ve bir aristokrasinin varlığı sayılabilir. Akçura, Türk İslam devletlerinin
kurulabilmesi için gerekli şartları, yani sistematik bir kamu hukukunun geleneklerdeki
dışarıdan aldılar” anlayışına kıyasla önemli bir adım atmıştır. Ne var ki Akçura, yakaladığı bu
6
Nedim Filipoviç, “Müellif Hakkında Not,” Fuat Köprülü, Osmanlı İmparatorluğunun
Kuruluşu, Başnur Matbaası, İkinci Basım, Ankara 1972, s.30.
7
Tarihçi Niyazi Berkes’in unutulmuş adam adını verdiği Yusuf Akçura’nın (1876-
1935) Türkçülüğünü Fransız araştırmacı Francois Georgeon’un 1986 yılında
Türkçe’ye çevrilen “Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri: Yusuf Akçura” başlıklı doktora
tezinden okuyup öğreniyoruz. Türk milliyetçiliğinin sol kanat temsilcisi olarak Osmanlı
aydınlarını ekonomiye ve Marx’a kayıtsızlıklarından ötürü eleştiren Yusuf Akçura,
siyasetçiler gibi tarihçiler için de materyalizmin idealizmden daha doğru olduğunu
savunmaktadır. Akçura’nın Marksizmden etkilenen materyalist metodolojisi, onu,
döneminin diğer milliyetçilerinden çok ileri bir sınıfsallık anlayışına, hatta “sosyal sınıf
kavramını Osmanlı toplumunun tahliline katmaya” götürmüştür. Yusuf Akçura’nın
Türkçülüğü ile ilgili ayrıntılı bilgi için bakınız: Halil Berktay, Cumhuriyet İdeolojisi ve
Fuat Köprülü, Kaynak Yayınları, İstanbul 1983, s.31-44; Bozkurt Güvenç, Türk
Kimliği: Kültür Tarihinin Kaynakları, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1994, s.30-34.
özgün ipucunu derinleştirmek yerine devrime olanca siyasal sadakatiyle “Osmanlı’ya karşı
devrimci bir nihilizmi benimseyen Türk Tarih Tezi”ne bağlılıkta karar kılmıştır.8
temellere oturtabilen kişi ise Fuat Köprülü olmuştur.9 Köprülü, çeşitli eserlerinde Selçuklu-
Osmanlı doruğunu sadece İslam ve Bizans kurumlarının değil, aynı zamanda ve öncelikle
Orta Asya Türklerinin toplumsal ilerleme ve farklılaşmalarının bir uzantısı olarak anlamak,
yani bir başka deyişle bir dizi Türk İslam devletinin kurulmasını mümkün kılan şartları, dış
etkilerde değil de, bu göçebe ve yarı göçebe Türklerin kendi sosyo-ekonomik yapılarının
açıklamaktadır. Köprülü klanlardan Selçuklu ve Osmanlı devletlerine uzanan süreç ile çok
“Türkler bir aşiret olarak Anadolu’da imparatorluk kuramaz” dediği yerde, Köprülü adeta,
niçin tam da bunu yaptıklarını ispatlamıştır.10 Köprülü, “aşiret ile devlet kavramlarını
birbirlerini mutlak surette dışlayan metafizik kutuplar haline getirmektense, Oğuz Türkleri
örneğinde birinden diğerine adım adım geçişi, aradaki nitel dönüşümü titiz biçimde
8
Halil Berktay, Dört Tarihçinin Sosyal Portresi, Toplum ve Bilim, Sayı: 54/55,
Yaz/Güz 1991, s.26-27.
9
Fuat Köprülü’nün eserleri, ideolojisi ve yaşamı ile ilgili ayrıntılı değerlendirmeyi de
yine bir başka Batılının araştırmasından öğreniyoruz: George Park, The Life And
Writings Of Mehmed Fuad Köprülü: The Intellectual and Turkish Cultural
Modernization, Yayımlanmamış Doktora Tezi, John Hopkins University, Baltimore
1975.
10
Atatürk’ün 1928 yılında “Türkler bir aşiret olarak Anadolu’da imparatorluk kuramaz.
Bunun başka türlü izahı olmak lazımdır. Tarih ilmi bunu meydana çıkarmalıdır”
şeklinde bir ‘direktif’ verdiğini Afet İnan’ın anılarından öğreniyoruz: Afet İnan, “Atatürk
ve Tarih Tezi,” Belleten, Cilt III, Sayı 10, 1939, s.243-246.
11
Halil Berktay, Dört Tarihçinin Sosyal Portresi, s.32.
Bu dönemde Türk hukuk tarihi konusunda önemli çalışmalar yapan bir diğer isim ise,
İstanbul Hukuk Fakültesi’nde hukuk tarihi profesörü olan Sadri Maksudi Arsal’dır. Arsal’ın
Ankara ve İstanbul Hukuk Fakültelerinde verdiği dersler, 1947 yılında “Türk Tarihi ve
Hukuk” başlığı ile yayımlanmıştır.12 Kendi ifadesiyle okutacağı ilmi yaratmaya çalışan Arsal,
bu eserinde Türk devletlerinin hukuk kurumları ile Türklerin hukuki örfleri, töre ve yasalarını
ayrıntılarıyla ele almaktadır.13 Arsal, gelecekte Türk hukuk tarihi alanında inceleme yapacak
hukuki belgeleri, Kutadgu Bilig’i, Oğuz ve Manas destanlarını ve çeşitli yabancı kaynakları
(Çin, Bizans, Arap, İran, Rus) göstermekte ve bu kaynakların içeriklerinden ayrıntılarıyla söz
etmektedir. 14
1930’lu yıllarda Fuat Köprülü, Sadri Maksudi Arsal ve Zeki Velidi Togan gibi
isimlerin derinleştirdiği bu tür çalışmalar, 1970’den sonra Doğu Perinçek, Ümit Hassan ve
12
Sadri Maksudi Arsal, Türk Tarihi ve Hukuk, İsmail Akgün Matbaası, İstanbul 1947.
13
Arsal, söz konusu çalışmasının, Türk Hukuk Tarihi bilimini oluşturma yolunda bir
ilk denemeden başka bir şey olmadığını, bu nedenle birçok eksiğinin ve kusurunun
bulunduğunu, bu bilimin ortaya çıkması için daha uzun zaman bir çok nesillerin
çalışmasının gerektiğini söylemektedir (s.4).
14
Uygurlara ait hukuk belgelerine dayanarak yapılan bir araştırma için bakınız:Özkan
İzgi, Uygurların Siyasi ve Kültürel Tarihi (Hukuk Vesikalarına Göre), Türk Kültürünü
Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 1987. Bu çalışmada Uygurlara ait borç alıp
verme (mısır, pamuk, koyun, para, buğday) vesikaları, kiraya verme (tarla, bahçe,
hayvan) ile ilgili vesikalar, alım-satım (tarla, oğul) vesikaları, evlatlık verme vesikası
ve vasiyetnamelerden yararlanılmıştır.
15
Burada sayılan isimler ve kısaca değineceğimiz eserleri devlet incelemelerine doğrudan katkı yapacağını
düşündüğümü, özgün çalışmalardır. Bu çalışmalar dışında Cumhuriyet dönemi tarihçiliğimizin son elli yılının
bütün diğer belli başlı isim ve eserlerini gözden geçirdiğimizde, ilk aşamada hep çabalarını Köprülü’nün
taslağının şu veya bu bölümünde yoğunlaştırmış, Köprülü asistan ve öğrencileriyle yüz yüze geliriz. Şamanizmin
tarihçisi Abdülkadir İnan, Türk göçebe kabile yaşantısını inceleyen Faruk Sümer, ortaçağ mezhep ve tarikatlerini
en iyi bilen Abdülbaki Gölpınarlı, dünya çapındaki halkbilimcimiz Pertev Naili Boratav, Selçuklu uzmanı
Kağan Destanı, Orhun Yazıtları, Divan-ı Lügat-it Türk, Kutadgu Bilig, Dede Korkut
Masalları ve Nizam’ül Mülk’ün Siyasetname’si gibi birincil kaynakların verdiği ipuçları ile
gerçekleştirmiştir.16 Perinçek’e göre, Orta Asya toplumları da, dünyanın bütün toplumları
gibi, ilk önce özel mülkiyetin ve sınıfların bulunmadığı bir ilkel kollektivizmi yaşamışlar,
M.Ö.1000 dolaylarından M.S.1000 dolaylarına kadar uzanan yaklaşık iki bin yılda ise,
köleciliğin hakim üretim tarzı haline geldiğine tanık olmaksızın, kabile toplumunun
bir gelişmedir; bu dönem boyunca, özel mülkiyetin yükselmesi, henüz kan bağına dayanan
kabile örgütlenmesini kesinlikle dağıtacak ve gerçek devletlere temel olacak düzeyde bir sınıf
kazanamamıştır. İlk defa Hunlarda, daha M.Ö. III.yüzyılda görülen sınıflaşma belirtileri,
ancak M.S. XI. yüzyıldan itibaren Sir-i Derya Oğuzlarında, güneybatılarındaki yerleşik İslam
uygarlıklarının fethedilmesi yoluyla feodal devlete sıçramalarına imkan verecek bir nitel eşiğe
varmıştır.17
Fuat Köprülü, eski Türk unvanlarının incelenmesini yalnız dil tarihi bakımından değil,
kültür tarihi ve özellikle Türk kamu hukuku tarihi bakımından çok önemli bularak, bu
anlamanın esaslı yollarından biri olarak unvanları incelemenin peşine düşen Ümit Hassan
Osman Turan, Selçuklu-Osmanlı sosyo-ekonomik tarihine ilişkin sentetik denemeler kaleme alan Mustafa
16
Doğu Perinçek, “Werner’e Göre Osmanlı Feodalitesi,” A.Ü. Hukuk Fakültesi
Dergisi, Cilt XXV, Sayı 3-4, 1968, s.287-323; Bozkurt Efsaneleri ve Gerçek – Orta
Asya Türk Kavimlerinin Tarihi Gelişmeleri Üzerine, Aydınlık Yayınları, İstanbul 1976.
17
Doğu Perinçek, Bozkurt Efsaneleri ve Gerçek – Orta Asya Türk Kavimlerinin Tarihi
Gelişmeleri Üzerine, s.17, 52-68’den Aktaran: Halil Berktay, Kabileden Feodalizme,
Kaynak Yayınları, İstanbul 1983, s.153-155.
18
Fuat Köprülü, “Eski Türk Unvanlarına Ait Notlar,” Türk Hukuku ve İktisat Tarihi
Mecmuası, Cilt II, 1938, s.17-32.
olmuştur. Ümit Hassan, bir siyaset kuramı denemesi olan “Eski Türk Toplumu Üzerine
İncelemeler” başlıklı çalışmasında, “khan” gibi önemli bir terimin dar anlamda unvan
unvan olmasından önce, kandaş toplumun kendiliğinden varolan örgütselliğinin bir görünümü
olduğu açıktır. “Khan” terimi zaman içerisinde yönetime ilişkin olarak kullanılacak ve daha
Hassan, “hakan” kelimesinin tarih öncesinden başlayarak varlığını çok kabaca dört aşamalı
olarak düşünmektedir. Yani saf örgütsellik, örgütten yönetime geçiş, yönetimden siyasete
katmanlı bir toplum yapısıyla yönetime dönüşmesi ve nihayet devlet içi siyasete varması
sadece Türklere özgü bir ahlaki değer olmanın ötesinde içerdiği köken ve değişme diyalektiği
bakımından, tüm insanlığın geçmiş bir dönemi ve hayat tarzı için bir genellik
kökeninin başlangıçtaki ilk hayat tarzlarına dayanması olsun, son derece önemli sonuçlar
doğurabilecek tespitlerdir.
Ümit Hassan, Türk tarihinde izlenebilen doğruluk, eşitlik, yiğitlik, vefalılık, korku
bilmezlik, sözünde durma gibi bir hayat tarzı içerisindeki önemli ve insanlığın tezini oluşturan
olayların suni bir şekilde geriye götürülmeye çalışılmasının yaygın bir eğilim olduğunu
belirtmektedir. Hassan’a göre, “bir Oğuz konfederatif kabile örgütünün Osmanlılığa giden
19
Ümit Hassan, Eski Türk Toplumu Üzerine İncelemeler, Verso, İstanbul 1986.
20
Ümit Hassan, Eski Türk Toplumu Üzerine İncelemeler, s.233.
21
Ümit Hassan, Eski Türk Toplumu Üzerine İncelemeler, s.209.
yoldaki önemli yeri, bir Göktürk hakanlığının tarih içerisindeki yönetim ve hayli gelişkin
davranılarak elde edildiği varsayılan kazanç pahasına, yalnız Türkler ve Türkiye için değil,
Ortaçağ Türk tarihi ile ilgili birincil kaynaklara dayanarak yaptığı araştırmalar sonucu
özgün çalışmalar ortaya çıkaran bir başka bilim adamı ise Sencer Divitçioğlu’dur. Divitçioğlu,
Göktürklerden Osmanlının İstanbul’u fethetmesine kadar uzanan dokuz yüz yıllık çağı
anlamak ve araştırmak için üç kitaptan oluşan bir araştırma programı hazırlamıştır. 1987
hemen önce devlet-siz olarak bilinen Uygurlar’ın, bu tarihten hemen sonra devlet-li olmaları,
bu tarihlere ait belgelerin devlet kuramı çalışmaları bakımından paha biçilmez bir değer
son parçasında ise Oğuz toplumunun kimliği ile Oğuz boylarından Selçuklu Devleti’ne nasıl
1. İslam Kamu Hukuku’ndan Ayrı Bir Türk Kamu Hukuku Var mıdır?
22
Ümit Hassan, Eski Türk Toplumu Üzerine İncelemeler, s.24.
23
Sencer Divitçioğlu, Kök Türkler (Kut, Küç ve Ülüg), Ada Yayınları, İstanbul 1987.
24
Sencer Divitçioğlu, Kök Türkler (Kut, Küç ve Ülüg), s.268.
25
Sencer Divitçioğlu, Nasıl Bir Tarih? (Kök Türkler, Karahanlılar), Bağlam Yayınları,
İstanbul 1992; Oğuzdan Selçukluya Bay, Konat, Devlet, YKY, İkinci Baskı, İstanbul
2000.
Fuat Köprülü’nün “Ortaçağ Türk Hukuk Kurumları: İslam Kamu Hukuku’ndan
Ayrı Bir Türk Kamu Hukuku Yok Mudur?” başlıklı çalışmasında, Türk hukuk kurumları
sistematik bir tarih yöntemine dayanılarak, kendi tarihi seyri içinde incelenmektedir. Konu,
Köprülü’nün ifadesiyle “Türklerin tarihi rolünün, yalnız askeri ve tahripkar bir mahiyette
kaldığı ve medeni hayatta hiçbir olumlu rollerinin olmadığı” anlayışında olan Batılı
tarihçilerin tezlerinin eleştirisi temelinde ele alınmaktadır. 26
Köprülü, söz konusu eserine Türklerin tarihinin, yalnızca askeri ve siyasi boyutuyla
incelendiği, ancak kültür tarihi bakımından, özellikle de hukuk kurumları tarihi
bakımından bir incelemeye konu olmadığı tespitiyle başlar. Köprülü “Türkler de dahil
olmak üzere bütün Müslüman kavimlerde ortak ve kaynağını dinden alan, değişemez bir
İslam hukuku”nun varlığı şeklindeki dönemine egemen görüşlere şiddetle karşı çıkar.
Çünkü bu dogmatik düşünce çerçevesinden çıkamayanlar için, İslam hukukundan ayrı bir
ortaçağ Türk hukukundan bahsetmeye, hatta Türk hukuk kurumlarının varlığını kabul
etmeye imkan yoktur. Köprülü, 1930’lu yıllarda basılan bir hukuk ansiklopedisinde “Türk
hukuku” maddesini yazmış olan P.Bisoukides’in ortaçağ Türk hukuku hakkında Avrupa
bilim dünyasında yerleşmiş olan ortak fikirleri temsil ettiğini söyler ve bu düşüncesini
Bisoukides’den alıntı yaparak kanıtlamaya çalışır. Bisoukides’e göre, Türk milletinin
yaşamından ve Türk örf ve adetlerinden doğmuş bir Türk hukuku yoktur. Türklerin özel
hukuku İslam hukukundan ibarettir, kamu hukuku ise üç döneme ayrılır: İstanbul’un
fethine kadar olan dönemde Türkler, İslam hukukunun sünni-hanefi mezhebine tabi
olmuşlardır, İstanbul’un fethiyle Türklerin Bizans’tan birtakım kamu kurumları aldıkları
görülür ve nihayet Kanuni Sultan Süleyman döneminde, yaşamsal gereklilikler nedeniyle,
dini hukuktan biraz ayrılmak zorunda kalınmış ve yeni birtakım kanunlar ortaya çıkmıştır
ki, bunlar daha çok kamu hukuku alanındadır. Ancak bu dönemde Osmanlı Türklerine ait
bir hukuktan bahsedilebilir.
Köprülü’ye göre, Türk kamu kurumları konusunda Batılı bilim adamlarını yanlış ve
olumsuz sonuçlara yönelten başlıca neden, Türkleri “her türlü medeni teşkilattan mahrum ve
göçebe geleneklerinden kurtulamamış, idari ve siyasi teşkilatlarını her zaman başkalarından
alan basit askerler” olarak tanıtan önyargılardır. Bu konuda önemli bir başka etmen ise, bizzat
Türk tarihçileriyle ilgilidir. Türk hukuku tarihiyle uğraşanların kültür tarihi ve sosyolojisi
bakımından eksikliklerine dikkat çeken Köprülü, tarihçilerin ortaçağ İslam hukuku
çerçevesinde bir Türk hukukunun mevcut olup olmadığını aramak için nasıl bir yol izlemek
gerektiğini bilmediklerinden, bunun yanı sıra siyasi ve idari kurumlarla da hiç
ilgilenmediklerinden şikayet etmektedir. Köprülü ortaçağ Türk hukukunu araştırmak için
sistematik hukuk bilgisi ne kadar gerekli ise, çeşitli özellikte tarihi kaynakların sağlam bir
şekilde kullanılabilmesi için filoloji ve tarihin yardımcı bilimleri olarak bilinen bütün ikincil
bilim dallarının bilinmesinin de zorunlu olduğunu belirtmektedir. Köprülü’ye göre, ortaçağda
Türklerle maddi ve manevi sıkı ilişkilerde bulunan çeşitli kavimlerin tarihini ve özellikle
hukuk kurumları tarihini bilmek büyük bir önem taşır. Kültür tarihinde gerçek bir önem
taşıyan “karşılıklı etkileşim” meselesini anlamak başka bir şekilde sağlanamaz. Bununla
birlikte bütün bilgiler kuvvetli bir sosyoloji kültürüne, yani hukuki kurumların özelliğini ve
kuruluşunu açıklayan hukuk sosyolojisine dayanmalıdır. Köprülü hukuk kurumlarını
incelemek için bir tarihçinin izlemesi gereken yöntemi belirledikten sonra, Türklerin
26
Fuat Köprülü, Ortazaman Türk Hukuki Müesseseleri: İslam Amme Hukuku’ndan
Ayrı Bir Türk Amme Hukuku Yok Mudur?, Devlet Basımevi, İstanbul 1937.
İslamiyetten önceki hukuki kültürlerine ve özellikle kamu hukuklarına dair bir değerlendirme
yapmaktadır.
Köprülü’nün bu noktada iki temel sorusu vardır. Bunlardan birincisi olan, “Acaba
Türkler hukuk kurumlarını içsel hayatlarının gelişimi sonucunda mı yoksa daha çok, ilişkide
bulundukları çeşitli kültür çevrelerinden aktarma ve taklit yoluyla mı meydana
getirmişlerdir?” sorusuna Köprülü’nün cevabı oldukça nettir. Buna göre tarihi kaynaklar ve
yabancı hukuk tarihleri incelemesinden çıkan sonuçlara dayanarak, Türklerin İslamiyeti kabul
ettikleri zaman, eski ve kuvvetli bir hukuki kültüre sahip oldukları sonucu ortaya çıkmaktadır.
Bu açıklamanın arkasından ikinci soru gelir: “Yukarı ortaçağda güçlü kamu kurumlarına sahip
olduklarını gördüğümüz Türkler, İslamiyeti kabulden sonra Müslüman hukuku esasları
üzerinde çeşitli devletler kurdular. Acaba bunların kurumları, özellikle iddia edildiği gibi,
İslam kamu hukuku esaslarına mı dayanmaktadır? Ya da bir başka deyişle, bu Türk devletleri
kendilerinden önceki veya çağdaşları olan İslam devletlerinin benzer kurumlarını sadece taklit
yoluyla mı almışlardır?” Köprülü bu soruya cevap verebilmek için öncelikle İslam kamu
kurumlarının özelliğine ve ortaya çıkışına tarihi bakımdan hızlı bir göz atmak gerektiğini
belirtir ve İslam hukuku sistemini açıklamaya koyulur. Fıkıh denilen İslam hukuku sistemi,
kaynağını dinden almakla beraber, İslamiyet’in yayıldığı ve yerleştiği yeni alanlardaki yerel
hukuk geleneklerinin de etkileri altında, o bölgenin toplumsal ve ekonomik ihtiyaçlarına
cevap verebilecek şekilde oluşmuştur. Hukukçularda egemen olan görüşe göre, İslam kamu
kurumları bütün Müslüman devletlerde aynı kaynaktan çıkmış, yani birbirinden farksız ya da
çok az farklı kurumlardır. Köprülü’ye göre, bu resmi görüşü, tarihi zihniyet asla kabul
edemez. İslam hukuk sistemi, kaynağını Kuran ve sünnetten almakla birlikte, bu hukuk çeşitli
yabancı hukuk sistemlerinden etkilenmiş ve özellikle içtihat uygulamaları sayesinde, o
devirlerin toplumsal ve ekonomik ihtiyaçlarını karşılayan geniş bir sistem halini almıştır.
Köprülü’ye göre, bu sistemi oluşturan unsurlar içinde Kuran ve sünnetin payı yüzde birdir.
Fıkıh dini özelliğini kaybetmemekle birlikte İslam’ın ilk devirleri dışında hiçbir zaman tam
olarak uygulanamamıştır. Köprülü İslam devletlerinin daha ilk çağlardan beri geniş bir
yasama faaliyeti gösterdiğini iddia etmektedir. Dış etkilere açık olan ve devlet idaresinin daha
çok kullanımını gerektiren kamu hukuku alanında ise bu faaliyetin daha kuvvetli olması çok
doğaldır.
sonra, Müslüman Türk devletlerinin şer’i hukuk dışındaki yasama faaliyetleri ve özellikle,
dereceye kadar etkilendiklerini en genel hatlarıyla araştırmaya geçer. Köprülü eski Türk
kullandıkları, mali siyasetlerinde fıkhın zorlayıcı hükümlerine hiç aldırmayarak örfi kurallar
varlığı, Türk kabileleri arasında şer’i değil örf’i hukukun hakimiyeti, hatta İslam hukukunun
hiçbir şekilde kabul etmeyeceği birçok unsurun Gazneli İmparatorluğu’nda kuvvetle yaşadığı
bir gerçektir.27 Köprülü’ye göre, eski Türk hükümet geleneklerinin etkisi en açık ve kuvvetli
Karahanlılarda islami bir cila altında eski Türk gelenekleri devam etmiştir. Köprülü,
Karahanlılar döneminin, ortaçağ Türk hukuk tarihinin her bakımdan çok önemli bir evresini
oluşturduğunu söyler. Ancak Türk hukuk kurumlarının İslam kültürü içerisindeki diğer
İmparatorluğu önemli bir dönemdir. Köprülü 11.yüzyıl sonlarında mükemmel bir hükümet
cihazına, idari ve mali örgütlenmeye ve düzenli bir askeri güce sahip olan Selçukluların
imparatorluğun asıl kurucusu olan Oğuzların kabile gelenekleri olarak sıralamaktadır. Büyük
Selçuklu İmparatorluğu’nda devletin yasama faaliyeti daha çok kamu hukuku alanında
Köprülü bununla uyum içinde olarak kamu kurumlarının da daha islami bir renk altında
kaldığını söyler. Eski Türk devlet geleneklerinin etkilerini Samaniler, Gazneliler, Karahanlılar
söylemektedir.
en önemli örnek, kamu hukukuna ait bir takım önemli ilkelerde, saray teşkilatında, orduda ve
27
Köprülü’ye göre, Gazneli Mahmut İslam dinini sadece emperyalist siyasetine bir
araç olarak kullanmıştır.
idarede, hakimiyet anlayışında,28 vergi sisteminde, rütbe ve memuriyet isimlerinde,29 adli
“hukuk kurumları”nın daha sonraki dönemlerde de İslam dininin etkisi altında bazı
Ermeniler, Bizanslılar, Ruslar gibi Selçuklulara komşu veya bağlı devletlerin kurumları
üzerinde bile az çok etki yapmış olmasıdır. Köprülü’ye göre, Avarlardan başlayarak Türk
büsbütün artmıştır.
söylemek mümkündür. Köprülü’nün Türk hukuk kurumları ile ilgili ilk varsayımı, Türklerin
İslamiyeti kabul ettikleri zaman bile eski ve güçlü bir hukuki kültüre sahip olmalarıdır.
devletlerinde İslam hukuku yanında daima milli veya yerel, laik diyebileceğimiz bir Türk
28
Türk devlet geleneğinde hakimiyet anlayışının ilk Türk devletlerinden Osmanlı
İmparatorluğu’na kadar ki benzerliği ve devamlılığı konusunda ayrıntılı bir
değerlendirme sunan çalışma için bakınız: Yusuf Tekin, “Türk Devlet Geleneğinde
Hakimiyet ve ‘Devletin Başı’ Sorunu”, Yeni Türkiye, Türkoloji ve Türk Tarihi
Araştırmaları Özel Sayısı III, Cilt 45, s.19-29.
29
Yabgu, inal, inanç, kutlug, tekin ve subaşı gibi eski Türk unvanlarının Türk-İslam
devletlerinde de kullanıldığı görülmektedir.
30
Devlet anlayışındaki bu devamlılığı gösteren ancak Köprülü’nün saymadığı bir başka örnek, devlet
yönetiminde danışma kurumuna verilen yer ve önemdir. Uygurlarda hükümdara yol gösteren ve fikir veren
“tayanç” ve “kengesçi” denilen danışmanlar vardır. Oğuzlarda ise “kengeş meclisi” denilen ve devlet yönetimine
ait önemli kararların verildiği bir kurum bulunmaktadır. Danışma kurumu Büyük Selçuklu Devleti’nde
“alimler ve ihtiyarlar meclisi,” Osmanlı Devleti’nde de “meclis-i meşvered” adı ile devam etmiştir.
hukukunun yaşamış olmasıdır.31 Dolayısıyla Türk İslam devletlerinin sosyo-ekonomik
devlet yapılarını kapsayan kamu hukuku, sadece değişmez farz edilen bir İslam hukukuna
dayanmaz ve onun basit bir tekrarından ibaret değildir. Köprülü’ye göre, Türk devlet
kurucuları samimi Müslüman olmakla beraber, devletin otoritesi yani kamunun çıkarı söz
konusu olduğu zaman, İslam hukukçularının “hayali” sistemlerine asla değer vermemişler ve
çok eski hukuki geleneklere göre serbest bir yasama faaliyeti göstererek ortaçağın en büyük
imparatorluklarını kurmuşlardır.
ülkelerindeki “şeriat dışı kanun” esasının Türkler tarafından getirildiğini ve bunun Osmanlılar devrinde en ileri
şeklini aldığını ortaya koymakta ve Köprülü’nün Türk-İslam devletleri ile ilgili bu tezini desteklemektedirler.
Osmanlıda ceza, idare, toprak ve vergi hukuklarında özellikle şeriat dışı kaidelerin uygulandığını tarihi belgelerle
kanıtlamaya çalışan eserlere rastlamak mümkündür. Bu tezi savunan bir çalışma için bakınız: Coşkun Üçok,
“Osmanlı Kanunnamelerinde İslam Ceza Hukukuna Aykırı Hükümler,” A.Ü.Hukuk Fakültesi Mecmuası, Cilt IV,
s.1-4, 1947. Nitekim, Batılı bir tarihçi Stanford J.Shaw, Almanya’da yayınlanan bir araştırmasında, Osmanlı
Devleti’nin büyük fırtınalara rağmen, yüzyıllarca yaşayabilmesinin önemli faktörlerinden birini, sultanların
zaman ve zemine göre, ihtiyaçlara uygun şekilde kurumları ve yöntemleri değiştirebilmelerinde bulduğunu
söylemektedir. Bakınız: Turgut Akpınar, Türklerin Din ve Hukuk Tarihi Üzerine Makaleler, İletişim, İstanbul
1999, s. 185.
Tesiri Hakkında Bazı Mülahazalar” başlıklı çalışmasında
ayrıntılarıyla görmek mümkündür.32 Bu eserinde Osmanlı
kurumlarının, Bizans kurumlarının bir taklidi olmayıp, kendi
geleneği içinde geliştiğini göstermeyi amaçlayan Köprülü
vezirlik, nişancılık, kadıaskerlik, tımar, defterdarlık gibi
kurumların işlevlerini sayarak, bunların çeşitli devlet
görevlilerince yerine getirilişini ayrıntılı olarak sergilemektedir.33
Köprülü için “devlet kurmak, amme müesseseleri yaratmak”tır. Devleti, kamu
kurumları ile özdeşleştiren Köprülü, kamu hukukunu da “siyasi ve idari kurumlar” olarak
açıklamaktadır. Köprülü’ye göre, merkezi yönetim ve vilayetler teşkilatı ile askeri, adli ve
mali teşkilat kısaca “idare makinesi” olarak adlandırılabilir. Köprülü’nün devleti kamu
kurumları ile özdeş sayan yaklaşımı, hemen hemen Köprülü ile aynı dönemde yaşayan Hans
Kelsen’in devlet/hukuk ayrımını reddeden ve devleti “merkezileşmiş bir hukuki düzen” olarak
Bir tarihçinin yaşamına ve tarihçiliğini biçimlendiren ortama ilişkin bazı bilgiler, hem
temel fikir ve yöntem tercihlerini çerçevelemekte hem de tarihçinin siyaset ile arasına
koyması gereken mesafe gibi problemler açısından ilginç gelebilecek ipuçları sunmaktadır.35
32
Fuat Köprülü, “Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri Hakkında Bazı Mülahazalar,” Türk
Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası, Cilt 1, İstanbul 1931, s.165-313. (İkinci Basım: Ötüken Neşriyat,
1981;Üçüncü Basım: Kaynak Yayınları 2002.)
33
Bu eserde sıralanan amme müesseseleri şöyledir: Veziriazamlık, iki beylerbeyilik, kadıaskerlik, reisülküttaplık
ve nişancılık, defterdarlık, kaptanpaşalık, hadım ağaları, çavuşlar, vergi sistemi, tımar sistemi, ordu teşkilatı,
imparatorluk ve hakimiyet anlayışları, hilal meselesi, diğer idari müesseseler (bürokrasi, devlet
haberleşmelerinde Rumca, idari taksimat ve şehremaneti), saray adetleri (cülus bahşişi, alkış adeti, umumi
eğlenceler ve ziyafetler, fetihnameler, hilat vermek adeti, hakaret usulleri, “alay” ve “efendi” kelimeleri).
34
Hans Kelsen, “Saf Hukuk Kuramı: Devlet ve Hukuk Özdeşliği,” (çev. Cemal Bali
Akal), Devlet Kuramı içinde (Der.Cemal Bali Akal), Dost Kitabevi, İstanbul 2000,
s.425-456.
35
Halil Berktay, Dört Tarihçinin Sosyal Portresi, s.32.
Henüz yapılanmamış, nereye gideceği belli olmayan bir ortam ve iklimde, sosyolojik
edebiyat tarihi incelemeleriyle kendini uzun süre disipline ettikten sonra, adım adım tarihe
geçen Köprülü hemen tamamen kendi emeğinin ürünü olan bir insandır. 1890’da İstanbul’da
doğan Köprülüzade Mehmet Fuat, “milletin hürriyet ve istiklali meselesinin ciddiyetle ortaya
atıldığı bir sırada” formasyonunu edinmiş, çok erken yaşlarda şiirleri ve makaleleri
faal bir rol oynayarak, Ziya Gökalp’in çevresine katılmış, 1911’de Türk Yurdu Cemiyeti,
1912’de ise Türk Ocağı üyeleri arasında yer almıştır. Köprülü’nün entellektüel
sosyolojisinden etkilenmesinin önemli katkısı vardır. Köprülü bir taraftan yayın hayatına ve
fikri faaliyetlerine devam ederken diğer taraftan da Mercan, Kabataş, Galatasaray ve İstanbul
liselerinde edebiyat öğretmenliği yapmıştır.37 1913 yılı, Köprülü’nün hayatında bir dönüm
36
Nedim Filipoviç, “Müellif Hakkında Not,” s.22.
Fuat Köprülü, Ayasofya Merkez Rüştiyesi’ni ve Mercan İdadisi’ni bitirdikten sonra
1907-1909 yılları arasında Hukuk Fakültesi’ne devam etmiş, buradaki tahsilin
kendisine bir şey kazandırmayacağı kanaatine vardığından, bitirmeden ayrılmıştır.
37
Köprülü 1918’de yazdığı “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar” isimli çalışmasıyla uluslararası bir üne
kavuşmuştur. Köprülü’nün gençlik yıllarında yazdığı ilk eserlerini; “Anadolu’da İslamiyet” ve yayınına
öncelikle ayrı ayrı kitaplar halinde başlayıp, 1926’da bütün bir cilt olarak yayımlanan “Türk Edebiyatı Tarihi”
takip etmiştir. 1931’de “Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri Hakkında Bazı Mülahazalar”
başlıklı çalışması yayımlanmış, bu eseri daha sonra İtalyanca ve İngilizce’ye çevrilmiştir. 1935’te Sarbonne
Üniversitesi’nde Fransızca olarak verdiği konferanslar, aynı yıl içinde “Les Origines de I’Empire Ottoman”
adıyla Paris’te basılmıştır. Köprülü’nün bu eseri 1959 yılında “Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu” adıyla Türk Tarih
Kurumu’nca Türkçe olarak yayımlanmıştır. Bu kitabın Sırpça bir çevirisi de mevcuttur. Köprülü daha sonra
yayınladığı “Anadolu Selçukluları Tarihinin Yerli Kaynakları”, “Ortazaman Türk İslam Feodalizmi” ve
“Osmanlı İmparatorluğu’nun Etnik Menşei Meseleleri” isimli çalışmalarında da yeni bir takım görüşler öne
sürmüştür.
Köprülü, 1939 yılına kadar İstanbul Üniversitesi’nin yanı sıra Sanay-i Nefise ve Mülkiye ile
İlahiyat Fakültesi’nde de tarih dersleri vermiştir. 1924’de Atatürk’ün isteği üzerine Türkiyat
Enstitüsü’nü kuran Köprülü aynı yıl bazı reform çalışmalarını yürütmek üzere sekiz ay
süreyle Milli Eğitim Bakanlığı müsteşarlığı yapmıştır. 1925 yılında Sovyet İlimler Akademisi
ile Macar Şark Tetkikleri İlim Cemiyeti’nin üyeliğine seçilen Köprülü 1948 yılında siyasi
siyasi hayatı, bir süre TBMM Maarif Komisyonu üyeliğine getirilmesine rağmen, 1943 yılına
kadar oğlunun ifadesiyle “şekli bir mebusluktan ileri gitmemiştir.”38 1945 yazında CHP
grubuna verilen dörtlü takririn içinde yer alan Köprülü, Demokrat Parti kurucularındandır.
1946 seçimlerinde İstanbul Milletvekili seçilmiş, 1950 yılında da DP’nin iktidara geçmesi
üzerine Dışişleri Bakanlığına getirilmiştir.39 1950’li yılların ilk yarısında devlet bakanlığı ve
tutumunu tasvip etmediği için Dışişleri Bakanlığı’ndan istifa etmiş ve siyasetten çekilmiştir.40
38
Orhan Köprülü’nün yazdığı, Fuat Köprülü biyografisi için bakınız: Fuat Köprülü,
Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu, Başnur Matbaası, İkinci Baskı, Ankara 1972,
s.v-xvı.
39
Dışişleri Bakanı olur olmaz, tüm çabasını çok önemli bir savunma kuruluşu olarak belirttiği ve Türkiye’nin
güvenliği açısından büyük bir teminat olarak gördüğü NATO’ya girmek konusunda sarfeden Köprülü’ye göre,
Türkiye 1952 yılında NATO’ya kabul edilmekle, bütün tarihi boyunca ilk defa uluslararası bir teminata
kavuşmuş oluyordu.
40
1958-1959 ders yılını Harvard Üniversitesi’nin daveti üzerine ABD’de geçiren Köprülü, Colombia ve Harvard
Üniversitelerinde bazı konferanslar vermiştir. Fuat Köprülü 1960 ihtilalini izleyen aylarda tutuklanarak
Yassıada’ya gönderilmiş, üç ay süren tutukluluk döneminden sonra beraat ederek tahliye olmuştur. 1966 yılında
hayatını kaybeden Köprülü; yetmiş altı yıllık ömrünün altmış seneye yakın bir kısmını devamlı yazmakla
geçirmiş ve kitap, risale, şiir, makale olarak arkasında 1500’ün üzerinde yazı bırakmıştır.
Fuat Köprülü’nün tarihçiliği ile politikacılığı, biraz ayrı yerlerde durmakla birlikte, son
tahlilde Köprülü de belirli bir tarihçi-politikacı tipini temsil etmektedir. Köprülü bireysel
konferanslarında, eski Babil ve Yunan uygarlıklarının Türk kökenli olduğunu öne sürmesi
sinirlenerek, Yusuf Ziya’nın iddialarını şiddetle eleştirmiştir. 1932 yılında yapılan Birinci
Türk Tarih Kongresi’nde, Afet İnan yeni teoriyi sunduğunda, Köprülü son derece temkinli
ifadeler kullanarak çeşitli itirazlarda bulunmuş, ancak tüm eleştirilerini geri almaya
zorlanmıştır. Bundan sonra Köprülü Türk Tarih Tezi konusunda adeta suskunluğa
gömülmüştür. Hatta 1934 ve 1936 yıllarında Atatürk’e ölçüsüz övgüler yağdıran, Türk
ve açıklayamayacağı muazzam bir dehanın tek başına gerçekleştirdiği bir mucize olduğunu
4. Köprülü’nün Yöntemi
Köprülü materyalist düşünme yöntemi ve çok geniş bir kültür birikiminden hareketle, karşılaştırmalı
tarih sorunlarını temel alan bir yaklaşım geliştirmiştir. Bütün eserlerinde karşılaştırma yöntemini başarıyla
41
Halil Berktay, Dört Tarihçinin Sosyal Portresi, s.31
42
Bununla birlikte Berktay’a göre; Köprülü günlük tüketime yönelik gazete makalelerinde ne derse desin, kendi
araştırmalarında ve özgün eserlerinde “materyalist gerçekçilik” dışında bir yönteme itibar etmemiştir. Berktay,
Köprülü’nün İslam Ansiklopedisi için yazdığı “Azeri Edebiyatı” maddesindeki tahlile, bir Marksistin ekleyeceği
hemen hiçbir şey olamayacağını söylemektedir. Köprülü, Anadolu mezhep ve tarikatlarını tahlil ederken de son
derece sınıfsaldır. Köprülü’nün sınıfsal yaklaşımı, Osmanlı devletinin kuruluşunu çözümlerken yakaladığı esas
devamlılık örgüsünü oluşturmaktadır. Berktay’a göre siyasal görüşlerinde “ılımlı bir liberal” olarak kalması da
tarihçiliği üzerinde olumlu bir etki yapmıştır. Halil Berktay, Cumhuriyet İdeolojisi ve Fuat Köprülü, s.86-88.
kullanan Köprülü “karşılaştırmalı ve genetik” yöntemin gerekliliğini şu şekilde açıklar:43 “Bütün toplumsal
müesseselerimiz gibi, hukuki müesseselerimizin incelenmesinde de, İslamiyetten evvelki devirlerden başlayarak,
kronolojik bir surette, çeşitli Türk devletlerinde o müesseselerin ne gibi safhalardan geçtiğini anlamak ve her
devirde ve her coğrafi sahada dışarıdan gelmesi muhtemel tesirleri de tespit etmek mecburiyetindeyiz. Ancak
böyle génétique ve comparatif bir usul sayesinde, her müessesenin dahili gelişmesini, maruz kaldığı dış tesirleri,
alınan yabancı müesseselerin milli bünyemiz içinde nasıl bir mahiyet aldığını bütün sebepleri ve neticeleriyle
anlamak mümkün olur.”44 Türk hukuk kurumlarını incelerken devletler arasında karşılaştırma yapmanın önemini
yine kendi ifadesiyle şu şekilde belirtmektedir: “Orta zaman Müslüman Türk devletlerine ait herhangi bir içtimai
müesseseyi tetkik ederken, bilhassa onun menşei meselesini anlamak için, bir taraftan Eski Çin’e, diğer taraftan
Sasani İran’ına kadar uzanmak mecburidir.”45 Köprülü’nün metoda ilişkin söylemi, ilk olarak parça ile bütün
arasında doğru bir bağlantı kurulmasını gerektirir. Köprülü’ye göre hiçbir milli tarih, genel dünya tarihi
çerçevesinde değerlendirilmeden incelenemez. İkincisi, İslam tarihi de bir anormallik veya tamamen özel ya da
benzersiz bir olay değil, tam tersine genel akışın önemli bir bölümü, ilk çağ tarihini ortaçağ tarihine bağlayan
büyük olaylardan biridir.
Köprülü, tarih metodolojisi bakımından M.Bloch ve Lucian Febvré tarafından 1920’li yılları sonunda
kurulan Annales Okulunu temsil eden bir tarihçidir.46 Köprülü’nün tarihi inceleme yöntemi bütün çalışmalarında
kendini belirgin biçimde göstermektedir. 1920’lerden 1940’lara kadar Köprülü okuluna mensup tarihçilerin
43
Fuat Köprülü, “Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri Hakkında
Bazı Mülahazalar,” s.28-29.
44
Genetik Yöntem: Bir şeyin kökeni ve gelişimiyle ilgilenen. Bir gelişme sürecinin söz
konusu olduğu alanlarda kullanılan ve temel işlevi, zamanı ölçüt alarak, fenomenler
arasındaki bağıntıları saptamak ve daha aşağı formlardan daha yüksek formlara
geçişi incelemek olan yöntem. Gelişme ya da ilerleme idesine dayanan ve
dolayısıyla, gelişimin başlangıç şartlarını, gelişmenin başlıca aşama ya da evrelerini
ve gelişmenin temel eğilim ya da çizgisini belirleme çabası gösteren bir yöntem türü.
Karşılaştırma Yöntemi: Yalnızca biyolojik fenomenlerin değil, fakat kültürel
fenomenlerin de incelenmesi ve açıklanmasında kullanılan ve fenomenler arasındaki
benzerliklerle ayrılıkları inceleyerek genel sonuçlara ulaşmaya çalışan yöntem.
45
Fuat Köprülü, “Ortazaman Türk Devletlerinde Hukuki Senbollerdeki Motifler,” İslam
ve Türk Hukuk Tarihi Araştırmaları ve Vakıf Müessesesi, Ötüken, İstanbul 1983, s.63.
46
Okulun kurucularından M.Bloch, tarih görüşlerini şu şekilde özetlemektedir:
“Geçmişi her zaman kendi bıraktığı izlerden tanımaya mahkumuz. Ancak sonunda,
bize kendi hakkında vermenin uygun olduğunu düşündüğünden daha fazlasını
öğrenmeye ulaşırız.....Metinler ve arkeolojik belgeler, görünüşte çok açık ve
memnuniyet verici olsalar bile, ancak onları sorgulamayı bildiğimizde konuşabilirler.”
(M.Bloch, “Tarihin Savunusu ve Tarihçilik Mesleği,” Birey ve Toplum, 1985, s.41.)
Annales Okulu, tarih araştırmalarında özne ile nesnenin birbirinden ayrılamayacağını, hem tarihsel olguları
toplama, hem de derlenen olguları yorumlama süreçlerinde tarihçinin rolünün edilgin olamayacağını
savunmaktadır. Tarihsel olguların verdiğinden “daha fazlasını” almak, tarihin genelleştirici ve karşılaştırmalı
olmasıyla mümkündür. Bu da ancak tarihi yorumlama ve anlamayla mümkün olabilir. Böyle bir tarihe “olaysal
olmayan tarih” adı verilmiştir. Köprülü, “terkib-i tarih” olarak adlandırdığı “olaysal olmayan tarih” görüşünü
eserlerinde başarıyla uygulamıştır. (Sencer Divitçioğlu, Kök Türkler: Kut, Küç, Ülüg, s.26.)
Fransız Annales Okulunun temsilcilerini daha üniversite sıralarındayken okudukları, hatta Köprülü’nün Henri
Pirenne gibi tarihçilerin okunması için öğrencilerini ikinci yıl sonunda Fransızca sınava soktuğu bilinmektedir.47
Köprülü’ye göre tarihçi “hadiselerin dış görünüşlerini değil, asıl iç mahiyetlerini” kavramaya
çalışmalıdır.48 Örneğin Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşu elbette bir iç ve dış etkenler demetinin ürünüdür,
ancak “bu meseleyi halletmek için herşeyden evvel onun dahili amillerini tanımak” gerekir.49 Toplumsal evrimin
bu içsel ve birincil belirleyicileri, kolaylıkla tahmin edilebileceği gibi, ekonomik koşullardır. Köprülü bir üretici
güçler ve üretim ilişkileri belirleyiciliğine oldukça yaklaşan yönüyle, Ziya Gökalp’ten çok Yusuf Akçura’ya
yakındır.
Kullandığı yöntemin sağlamlığına rağmen dönemin düşünsel ve ideolojik ortamına özgü kimi
çarpıklıklara Köprülü’nün eserlerinde de rastlamak mümkündür. Köprülü’nün milliyetçiliği, onu karşılaştırma
yöntemini yalnız Türk-İslam dairesinin kendi içindeki karşılaştırmalar ölçeğinde, yani kendisinin de farkettiği
gibi, dar bir şekilde kullanmaya zorlamıştır.50 Dolayısıyla Köprülü herhangi bir Osmanlı kurumunu (örneğin
tımar), üzerinde yükseldiği ve diğer ortaçağ toplumlarıyla ortak maddi koşullara bağlamaktan çok, mutlaka
Türklerin önceki tarihi içindeki benzerlerinden (örneğin ikta) kesintisiz bir evrim içinde türetmeye çalışır.
Köprülü’nün bu yönü zaman zaman resmi tezlere taviz vermesine de yol açmıştır. Ancak yine de Köprülü resmi
tarih tezinden birçok noktada farklılaşır.51
paradigmasını, bilim dünyasını ikna edici bir tarzda yıkıp, yerine bütüncül bir kavrayış getiren
Orta Asya kökenliliği resmi tezi doğrultusunda, yani milattan binlerce yıl önce varolan büyük,
yerleşik, düzenli siyasi yapılara sahip bir kültür biçiminde tanımlayan ifadelere rastlanmaz.
uygarlığın Türklüğüne ilişkin somut iddiaları içermez. Bu gibi aşırılıklardan uzak duran
Köprülü, tersine, Orta Asya Türkleri ile Anadolu Türk Uygarlığı arasındaki devamlılığı, Türk
47
İlber Ortaylı, “Kurumların Tarihçisi Henri Pirenne Hakkında,” Henri Pirenne,
Ortaçağ Kentleri, (Çev.Şadan Karadeniz), İletişim, İstanbul 2000, s.7-8.
48
Fuat Köprülü, “Anadolu Selçukluları Tarihinin Yerli Kaynakları,” Belleten, Cilt VII,
Sayı 27 (Temmuz 1943), s.387, 412.
49
Fuat Köprülü, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu, s.51.
50
Fuat Köprülü, Ortazaman Türk Hukuki Müesseseleri: İslam Amme Hukuku’ndan
Ayrı Bir Türk Amme Hukuku Yok Mudur?, s.5.
51
Resmi tarih tezi için bakınız: Türk Tarihinin Ana Hatları, Kemalist Yönetimin Resmi
Tarih Tezi, İkinci Basım, Kaynak Yayınları, İstanbul 1996.
52
Halil Berktay, Cumhuriyet İdeolojisi ve Fuat Köprülü, s.63.
göçebe kabile düzeninin büyük coğrafi yer değiştirmeler boyunca uzanan iç evrimi ve sosyal
farklılaşmalarında arar. Türk tarihini yalıtılmış olarak düşünen arı tarihçiliğe karşı, Köprülü
dünya tarihini ve başka milletlerle etkileşimi de dikkate alır. Resmi tarih tezi Osmanlı ve
İslam unsurunu Türk tarihi içinde bir tür tarihsel kaza gibi düşünürken, Köprülü İslam’ı ve
farklı unsurlarını gözönünde bulundurur. Osmanlı dönemi ise Köprülü için Türk tarihi içinde
Kutadgu Bilig, M.S. 1070 yılında, ilk Türk-İslam devleti olan Karahanlılar
döneminde yazılmış, 6645 beyitten oluşan manzum bir eserdir.53 Kutadgu Bilig dışında eski
Türklerde devlet anlayışı konusunda bize rehberlik yapacak önemli kaynaklar olarak Orhun
Kitabeleri, Göktürk Kitabeleri, Divan-ı Lügat-it Türk, Uygur vesikaları, Oğuz Kağan ve Dede
Korkut Destanları da incelenebilir. Ancak Kutadgu Bilig’i diğerlerinden farklı kılan özelliği,
“memleket ve şehirlerin idaresi” ile ilgili hükümleridir. Ayrıca Kutadgu Bilig, Avrupa’da
insanları ezen despot hükümdarlar, bireysel ve toplumsal hayatın her alanına egemen olan
kilise ve rahipler ile yaşanan “karanlık ortaçağ” yıllarının, Doğu’da oldukça farklı geçtiğini
göstermektedir.
53
Kutadgu Bilig, “has hacib (baş vezir yardımcılığı)” unvanını almadan önce
Balasagunlu Yusuf olarak tanınan Yusuf Has Hacib tarafından Karahanlı hükümdarı
Uluğ Kara Buğra Han’a sunulmuştur. Kutadgu Bilig, Batı bilim dünyasında ilk olarak
1825 yılında tanınmıştır. Eserin nüshalarından biri Viyana Devlet Kütüphanesinde,
biri Kahire Hidiv Kütüphanesinde, biri de Batı Türkistan’da bulunmaktadır. 1870 ve
1891’de Almanca’ya, 1933’de İtalyanca’ya, 1951’de Rusça’ya çevrilen eser Türkçe’ye
Rahmeti Arat tarafından 1947 ve 1959 yıllarında iki parça halinde çevrilmiştir.
Rahmeti Arat çeviriyi yaptığı yıllarda bu eserin henüz “el sürülmemiş bir hazine”
olduğunu söylemiştir. 1870 yılında eserin Almanca çevirisini yapan H.Vambery ise
Kutadgu Bilig’i “ilk defa olarak bize Türklerin içtimai ve idari durumlarına göz atmak
imkanını veren eser” diye sunmuştur.
Araştırmacıların bir çoğu Kutadgu Bilig’i doğu ülkelerinde çok rastlanan türden bir
nasihat ve ahlak kitabı saydıklarından “kut” kelimesini daha çok saadet, talih, baht şeklinde
Kutadgu Bilig ise hükümranlık bilgisi, iktidar bilgisi, devlet olma bilgisi anlamlarına
gelmektedir.54 Devlet felsefesine ilişkin fikirleri ve yönetim esaslarını dile getiren eserde
devlet yıkılması veya devamının neden ileri geldiği, hakimiyetin nasıl elden çıktığı, ordunun
nasıl toplanacağı, hükümdarlarla halkın karşılıklı hak ve vazifeleri ayrı ayrı açıklanmakta ve
bütün bunlar “adalet, devlet, akıl ve kanaat” olmak üzere dört temele oturtulmaktadır.
Önsözde “bu kitap herkese yarar, fakat memleket ve şehirleri idare için hükümdarlara daha
çok yararlıdır” ifadesi yer almaktadır. Yazar, eserinde bir hükümdarda ve diğer yöneticilerde
bulunması gereken niteliklerden söz etmekte, hak ve adaletin iyi bir yönetimin temelleri
olduğu esası üzerinde durmakta, bir devletteki çeşitli toplumsal sınıflar arasında uyum ve
bulunmaktadır.55
54
Sadri Maksudi Arsal, Türk Tarihi ve Hukuk, s.120.
55
Kutadgu Bilig’de devlet yönetimi ile ilgili dikkat çeken beyitlerden bazıları şunlardır: Hükümdarların halk
üzerinde hakları olduğu gibi, halkın da aynı derece de, hükümdarlar üzerinde hakkı vardır. (b:42) Halkın
hükümdar üzerindeki hakları şöyle sıralanmaktadır: “1- Paranın ayarının korunması, 2- Adil Kanun, 3- Asayiş.”
(b:5574-5577) Ey hükümdar; sen halkın bu haklarını öde, sonra kendi hakkını isteyebilirsin. (b:5578) Devletin
temeli adalettir. Bey adil olursa dünyada huzur olur. Kanunu adilane tatbik eden bey bütün dileklerine kavuşur.
(b:819-822) Eğer devamlı ve ebedi beylik istiyorsan, adaletten ayrılma ve halk üzerinden zulmü kaldır. (b: 1434)
Ey kanun yapan, iyi kanun koy; kötü kanun yapan kimse daha hayatta iken ölmüş demektir. (b: 1435) Devlet
hastalanırsa ilacı akıl ve bilgidir. (b: 1970) Bey memleket ve kanunları akıl ile ele alır, bilgi ile yürütür. (b:2713)
Memleket kılıç ile tutulur, kalem ile hükmedilir. (b:2711) Kanun güneşi bütün insanlara ulaşmalı, bütün cihan
aydınlanmalıdır. Kanun ne ölçüde insanlığı kuşatırsa, o nispette halk mesut ve devlet payidar olur. Devleti
mahveden iki şey vardır: Biri vazifeyi ihmal, diğeri insanlara zulüm. (b:2024) Doğru ol ve doğruluk üzerine
hükmet, saadet geldiği gibi tekrar gidebilir. (b: 5170) Ey hükümdar; bu köşk, bu saray, bu taht senin için, dikkat
et ancak bir durak yeridir. (b: 5176) Halk bozulursa onu beyler düzene koyar, eğer beyler bozulursa onları kim
Eski Türk hukuki hükümlerinin bütünü olan töre, Kutadgu Bilig’de dört temel ilkeye
bağlanmıştır: 1) Adalet (kanun adil olmazsa devlet yıkılır), 2) İyilik, faydalılık (töre halka
faydalı olmalıdır), 3) Eşitlik (töre “oğul ile yabancıyı”, “bey ile kulu” ayırmamalıdır), 4)
Kutadgu Bilig’de siyasi iktidar (kut) ilahi kaynaklıdır. İktidar, siyasi hakimiyet hakkı
insana Tanrı tarafından verilir. Kut hükümdarın huzuruna çıkarak hizmet arz eder, kendisinin
kul ve memur, tabiatının hizmet, şiarının adalet olduğunu söyler. Töre uygulama alanı bulmak
için iktidara muhtaçtır. İktidarın da kanun emrinde olması gerekir, çünkü gerçek güç
kanundadır. İktidar her zaman değişebilen bir özelliğe sahip olduğu için daima kanunun
hakimiyet töre ve kuttan ibaret sayılır. Yani adalet hükümdarın bir bağışlama fiili değil,
düzeltir. (b: 5203) Fakir, dul ve yetimleri kolla, bunları korumak kanunu gerçekten tatbik etmek demektir.
(b:5302) Bir hükümdar kuldan fakir adını kaldırmazsa nasıl hükümdar olur? (b:2983) Ey hükümdar şu üç türlü
insana değer ver, sana söyleyeyim iyice dinle: Biri cesur, kahraman ve tunç yürekli yiğit insandır, o kılıcı ile
memlekete çok faydalı olur. İkincisi hakim, alim devlet adamıdır, bu insan istişare için faydalı olur ve memleket
işini tanzim eder. Üçüncüsü zeki ve mahir katiptir, devletin gelir ve giderinin hesabı iyi tutulursa, hazine dolar.
(b: 5910-5913)
56
“Kut düz yerde dahi yuvarlanan bir top gibidir. Tabiatı kararsızdır, ona inanmamak lazımdır.” (b: 662-666-
668).İbrahim Kafesoğlu, Kutadgu Bilig ve Kültür Tarihimizdeki Yeri, Kültür Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1980,
s.27.
Yusuf Has Hacip, eserinde, hükümdar ağzından devlet yönetiminin şu ilkelerini dile
getirmektedir:57 “Benim imanım adalettir, ben hiç ayırt etmem, haksızla haklı, eğri ile doğru
benim huzuruma gelirse ben onların işlerini adalet esasına göre hallederim. Önüme gelen Bey
midir, kul mudur ben hiç fark gözetmem. Ben davacıları uzun süre bekletmem, tab’amdan bir
mazlum benim kapıma gelirse benim yanımdan derdine deva bularak gider. Güçlü olup da
doğruluktan sapanları ben adalete göre hükmederim. Benim mahkememe gelen oğlum olsun,
yabancı olsun, yahut geçici bir misafir bulunsun hepsi için kanunum birdir. Bunlardan
hiçbirisi bende adaletten başka bir şey bulamazlar. Bir devleti, bir milleti yönetmek isteyenler
adil olmalıdırlar, alicenap olmalıdırlar. Halk ancak böyle yönetilir. Adaletli ve ihtiyatlı bir
yararı konusunda bilim adamlarının farklı görüşlere sahip olduğu görülmektedir. İbrahim
Kafesoğlu, Kutadgu Bilig’in devlet idaresini, teşkilatını, toplumdaki sosyal sınıfları teker
teker gözler önüne seren bir idare-siyaset kitabı olduğunu söylemektedir.58 Vakur Versan,
fikirler ileri süren ve iyi bir yönetimin temelleri olarak bir takım esaslar ortaya koyan bir
siyaset felsefesi veya bir kamu yönetimi kitabı olarak nitelendirmektedir. Versan, Kutadgu
Bilig’de ortaya koyulan en önemli esaslardan birinin, yürütmenin fiilen vezirlere bırakılması,
yetinmesi olduğunu belirtmektedir. Ona göre bu, bir devlet ve hükümet ayırımı olduğu kadar
bir bakıma da Locke ve Montesquieu’dan yüzyıllarca önce yapılmış bir tür kuvvetler
ayrılığıdır.59 Sadri Maksudi Arsal ise, 1947 yılında yayımlanan Türk Tarihi ve Hukuk başlıklı
57
Vakur Versan, “Tarihte Türklerin İslam Kamu Hukukuna Katkıları,” Onar Armağanı,
İ.Ü. Hukuk Fakültesi Yayını, 1977, s.942.
58
İbrahim Kafesoğlu, Kutadgu Bilig ve Kültür Tarihimizdeki Yeri, s.13.
59
Vakur Versan, “Tarihte Türklerin İslam Kamu Hukukuna Katkıları,” s.943.
eserinde Kutadgu Bilig’in eski Türklerin ahlak, hukuk ve devlet idaresi hakkındaki
düşüncelerini öğrenmek için çok zengin bir kaynak olduğunu savunmaktadır.60 Ancak Fuat
Köprülü, Kutadgu Bilig konusunda bu görüşlerden oldukça farklı bir bakışa sahiptir.61
Köprülü, “sırf ideolojik bir eser” olarak nitelendirdiği Kutadgu Bilig’i, yazıldığı dönemin ya
da İslamdan önceki dönemlerin hukuk düşüncesini gösteren bir kaynak olarak görenlerin
tamamıyla yanıldıklarını savunmaktadır. Köprülü, bir İbni Sina öğrencisi tarafından Aristo
felsefesine göre yazılmış olan bu eserde, Türklere özgü ahlaki ve hukuki fikirlerin çok az
memuriyet isimleri ile o döneme ait Kaşgar Türk toplumunun sosyalleşme derecesini, yani bir
başka deyişle çeşitli toplumsal tabakaları anlamak bakımından büyük ölçüde yararlanılabilir,
ancak o devir Türklerine ait hukuki fikirler çıkarmaya çalışmak, eserin gerçek içeriğini
Sonuç
yöntem, günümüzün devlet incelemelerine ışık tutacak önermeler içermektedir. Kurumlar, her
şeyden önce devlet aygıtının bir parçasıdır. Kurumların hukuksal varlıkları, kaynakları, bu
60
Sadri Maksudi Arsal, Türk Tarihi ve Hukuk, s.88. Kutadgu Bilig’i Almanca
çevirisinden inceleyen Arsal, eserin Batılı tarihçiler tarafından yapılan çevirilerinin
birçok eksiklik ve yanlışlık taşımakta olduğunu ve mutlaka Türkçe’ye çevrilmesi
gerektiğini ve bu işin de Türkler tarafından yapılması gerektiğini söylemektedir (s.91).
61
Fuat Köprülü, Ortazaman Türk Hukuki Müesseseleri: İslam Amme Hukuku’ndan
Ayrı Bir Türk Amme Hukuku Yok Mudur?, s.21.
Devlet incelemelerine yaklaşım sorununa bu alandan gelen bir başka katkı, devletin
Batılı tarih anlayışı, bizleri neredeyse bütün Türk kurumlarının “taklit”, “özenti” ya da
“Batı’dan ithal” olduğu inancına götürmüştür. Nesiller boyu belleklere yerleşen bu yargı
birikimi zenginleştirmek için değil, genel olarak bugünü anlamak için de gereklidir ve bu
Batılı tarih anlayışının ve Batılı tarihçilerin, evrensel doğru olarak tüm dünya
insanlarının önüne koyduğu devlet oluşumu süreci ya da bir bütün olarak devlet olgusunu
açıklamak için kullandığı araçlar, gerçekte Avrupa dışında dünyanın geri kalan bölgeleri ve
halkları için açıklayıcı değildir. Türk hukuk kurumlarını ve bu anlamda Türk tarihini, devlet
kalan ve tüm dünya tarihini buradan yola çıkarak açıklamaya çalışan toplumbilimlerin,
deyişle Türk kamu hukuku alanından gelebilecek katkıyı araştırmaya girişmek, tarihimize
ilişkin güvenilir bilginin ne kadar az olduğunu, ancak bu kadar az bilgi ile ne kadar çok
tartışma üretildiğini görmek bakımından da ilginç bir deneyimdir. Ortaçağ Türk tarihine ait
arkeolojik kalıntılar, belgeler ve yazıtlar büyük ölçüde Batılı tarihçilerin bilim dünyasına
müzelerinde sergilenen kaynaklardır. Dolayısıyla Türk bilim adamlarının bu alana katkısı yok
denecek kadar azdır. Bir yandan kendi tarihimize ait birincil kaynakları Batılılardan öğrenmek
zorunda kalışımız, diğer yandan kendi içimizde yeniden üretip durduğumuz verimsiz
incelemek, bilimsel olana bizden bir katkı yapabilmenin vazgeçilmez koşuludur. Her türlü
bilginin potansiyel alıcısı olmaktan kurtulmak ve bilgi üretmek, ancak bu şekilde mümkün
olacaktır. Türk yönetim tarihinin analizi, bugün devlet incelemelerine yol gösterecek, siyasal
Kaynaklar
AKPINAR, Turgut, Türklerin Din ve Hukuk Tarihi Üzerine Makaleler, İletişim, İstanbul
1999.
ARSAL, Sadri Maksudi, Türk Tarihi ve Hukuk, İsmail Akgün Matbaası, İstanbul
1947.
BERKTAY, Halil, “Dört Tarihçinin Sosyal Portresi,” Toplum ve Bilim, Sayı: 54/55,
DİVİTÇİOĞLU, Sencer, Kök Türkler (Kut, Küç ve Ülüg), Ada Yayınları, İstanbul
1987.
İNAN, Afet, “Atatürk ve Tarih Tezi,” Belleten, Cilt III, Sayı 10, 1939, s.243-246.
HASSAN, Ümit, Eski Türk Toplumu Üzerine İncelemeler, Verso, İstanbul 1986.
İZGİ, Özkan, Uygurların Siyasi ve Kültürel Tarihi (Hukuk Vesikalarına Göre), Türk
KELSEN, Hans, “Saf Hukuk Kuramı: Devlet ve Hukuk Özdeşliği,”(çev. Cemal Bali Akal),
Devlet Kuramı içinde (Der.Cemal Bali Akal), Dost Kitabevi, İstanbul 2000,
KÖPRÜLÜ, Fuat, “Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri Hakkında Bazı
Mülahazalar,” Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası, Cilt 1, İstanbul 1931,
s.165-313. (İkinci Basım: Ötüken Neşriyat, 1981;Üçüncü Basım: Kaynak Yayınları
2002.)
KÖPRÜLÜ, Fuat, Ortazaman Türk Hukuki Müesseseleri: İslam Amme Hukuku’ndan Ayrı
Bir Türk Amme Hukuku Yok Mudur?, Devlet Basımevi, İstanbul 1937.
KÖPRÜLÜ, Fuat, “Eski Türk Unvanlarına Ait Notlar,” Türk Hukuku ve İktisat Tarihi
Mecmuası, Cilt II, 1938, s.17-32.
KÖPRÜLÜ, Fuat, “Anadolu Selçukluları Tarihinin Yerli Kaynakları,”Belleten, Cilt VII, Sayı
ORTAYLI, İlber, “Kurumların Tarihçisi Henri Pirenne Hakkında,” Henri Pirenne, Ortaçağ
TEKİN, Yusuf, “Türk Devlet Geleneğinde Hakimiyet ve ‘Devletin Başı’ Sorunu,” Yeni
Türkiye, Türkoloji ve Türk Tarihi Araştırmaları Özel Sayısı III, Cilt 45, s.19-29.