You are on page 1of 5

Bismillahirrahmanirrahim

Osmanlı’ya Eleştirel Bakış

Derin Devletin Tarihi

Putlaş(tırıl)an Osmanlı’nın Gerçek Tarihi

Ismail Yurdakök

Osmanlı’nın günahları daha Osman Gazi döneminden başlar. İsmail Hakkı Uzunçarşılı,
Osman Gâzi’nin amcası Dündar Bey’i nasıl öldürdüğünü –ki (güya) Nizam-ı Alem denilen
cinayetleri meşru gösteren sistem böylece başlamış oluyordu- ayrıntıları ile nakleder: Ertuğrul
Gazi vefat edince Kayı aşireti Ertuğrul’un küçük oğlu Osman’ı reis seçtiler. Fakat Ertuğrul’un
kardeşi Dündar Bey de (Oğuz aşiretleri birliğine) başkan olmak istediğinden aralarında
anlaşmazlık meydana geldi. Çünkü Kayı’dan başka aşiretler de yaşlı olan Dündar’ın reis
olmasını uygun görüyorlardı. Fakat Dündar, Osman’ın reisliği için temayülün fazla olduğunu
anlayınca, sesini çıkaramadı ise de daha sonra yeğeni aleyhine faaliyeti duyulduğundan
öldürüldü (1298) “ Mutlaka öldürülmesi mi gerekiyordu ?” sorusunu eski tarihçiler soramasa
da, hiç olmazsa bugünün tarihçilerinin artık sorması lazım değil midir? Çünkü Osmanlı
yıkılalı doksan sene olmuş ve hala objektif tarafsız bir anlayışla kendi tarihimize bakamazsak,
reislik, başkanlık için yeni katillerin önünü de alamayız. Nitekim Osmanlı tarihinde böyle
olmuş ve “biri itiraz ediyorsa, hemen boynu vurula” anlayışı ile nice değerli insanlar
öldürülmüş, bu katletme mirası imparatorluğun sonuna kadar devam etmiş, daha sonra da
İstiklâl mahkemeleri ve Yassı Ada mahkemeleri yoluyla aynı kötü miras sürmüştür.

Uzunçarşılı, Dündar Bey’in öldürülmesini iki Osmanlı kaynağından: Hayrullah Efendi Tarihi
ve Neşri Tarihi (Cihannuma) dan nakleder. Hayrullah Efendi şöyle yazar olayı: “Dündar Bey,
Osman Bey’in reisliğini bir türlü hazmedemeyerek münasib bir fırsat bekliyordu; hatta
rivayete göre Bilecik ve Yarhisar Rum beylerinin Osman Gazi’yi öldürmek için tertip ettikleri
tuzaktan Dündar Bey’in de haberi varmış. Osman Bey bu hadiseyi bastırdıktan sonra 1298’de
amcasını öldürmüştür” (Hayrullah Efendi, c. 2, sh. 46) Dündar Bey’in böyle tertibin içinde
olup olmadığı görüldüğü gibi rivayettir yani belki de uydurmadır; Osman Gazi’nin cinayetine
kılıf bulmak için. Hatta belki olayın tamamı da uydurma olabilir. Yani Dündar Bey’in Osman
Gazi tarafından öldürülmesi olayı da belki özellikle uydurulmuş bir olay olabilir. Çünkü bu
örnek olay (gerçek veya uydurma) sonuçta daha sonraki padişahların da kardeşlerini,
yeğenlerini, oğullarını öldürmelerinin yolunu açmıştır. Neşrî ise Cihannuma sayfa 94-95 de
“Bilecik Bey’inin yakalanmasına mani olduğu için Osman Bey’in amcasını okla
öldürdüğünü...” beyan edip, Dündar Bey’in kabrinin Köprühisar’dan Çakırpınar’a giden yol
üzerinde olduğunu söyler. (Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi, c. 1 s. 103-104 ayrica 104’de
(dip) not.2)
Ahmet Cevdet Paşa ise olayı şöyle anlatır: “Ashâb-ı hallü akd(sözü geçen, ileri gelen beyler
ve ihtiyarlar) emirliğe (başkanlığa) Osman Gâzi’yi seçtiklerinden Dündar Bey,
sükûta(susmağa) mecbur olmuştu. Lâkin, biraderinin oğlunun şanının kat kat arttığını
gördükçe, (hasetle)çekemez ve müşkülat çıkarırdı. (tabii, bu ifadeler de Osmanlı tarihçilerinin
ifadesi; tam doğru mu yanlış mı bilmiyoruz, İY) Osman Şah Gazi de amcasına saygı
göstererek, müsamaha ile geçiştirirdi. Fakat bu defa Tekfurlar, Osman Şah Gazi aleyhine
ittifak ettik de, Dündar Bey’in onlarla muhabere ettiği(haberleştiği) duyulmakla (duyulmuş,
kesin bir şey yok; meselâ, “bütün boylar bu sebeple Dündar Bey’i kınadı” gibi bir ifade yok,
İY), Osman Şah Gazi, pek ziyade hiddetlendi, sabrı yandı, elinden çıkan bir tîr-i kaza (kaza
oku) ile Dündar Bey vefat etti. Sanki henüz teşekkül etmek üzere olan Devlet-i Osmaniyye’ye
temel atılırken, Dündar Bey, bu binanın temeline kesilen bir kurban! gibi olmuş oldu.” (Kısâs-
ı Enbiyâ, c, 2/507; Bedir Yayınevi) Burada şimdi sormak lazım değil mi? Hani, Osmanlı’nın
alimleri, kadıları vardı, evliyalar ile kurulmuştu. O alimler, kadılar, dervişler bu cinayete hiç
ses çıkarmadılar mı? Çıkarmadılar, çıkarmayacaklar zaten altı yüz sene boyunca da.
Dündar Bey madem suçlu, neden Osman Bey, onun, kadı efendinin ve diğer ileri gelenlerin
önünde yargılanmasını sağlamıyor? Bu hak neden verilmiyor, kendini savunma hakkı Dündar
Bey’e. Yok, öldür gitsin. Çadır devleti. Daha kuruluş yıllarında yargısız infaz; Mafyavârî
infaz. Hani, büyük medeniyetti Osmanlı medeniyeti.

I.Murat’ın oğlu Savcı Bey’i Öldürtmesi

Orhan Gazi’nin yerine büyük oğlu Murat Bey geçti. Uzunçarşılı: “yeni hükümdar
evvela kendisine muhalefete kalkışmış olan kardeşlerini bertaraf etti” diye anlattığı olayla
ilgili Ahmedî’nin bir beytini nakleder:

“Oldular yağı ona kardeşleri


Kamunun bitti elinde işleri

kaydından, Murat’ın birkaç kardeşi ile uğraşarak onları elde edip öldürdüğü anlaşılıyor ki
bunların İbrahim ile Halil olması gerekir” der. Bu arada aynı anda birden fazla olay olduğu
anlaşılıyor. Çünkü Ankara halkı (da) isyan etmiştir. Önce kardeşleri mi I. Murat’a isyan etti,
yoksa genelde olduğu gibi (padişahın) çevre(si) nin (mafya babaları) (verdiği) katl (ölüm)
fermanıyla mı, yeni padişah kardeşlerinin üzerine gitti pek belli değildir. Pek belli olmaması
da normaldir; zira Osmanlı tarih yazıcılarının açık açık her şeyi yazacakları da
beklenmemelidir. Çünkü tarih yazımı üzerinde, galiplerin (koyu) gölgesi inkar edilemez. Bu
arada ahiler tarafından yönetilen ve Yılmaz Öztuna’nın Ahi Cumhuriyeti dediği Ankara ve
çevresi Osmanlı’ya isyan etmiştir. Osmanlı kaynakları ve onların takiben cumhuriyet
döneminde yazılan tarih kitaplarında, bu olay da Karaman Oğlu Beyi’nin münafıklığı ve
ahileri tahriki sebebiyle çıkmıştır denilir. Tarihçilerimize göre Karaman Oğulları ile Osman
Oğulları arasında 150 yıl sürecek rekabet ve savaşlarda hep Osmanlılar haklıdır, Karaman
Oğulları münafıktır. Tersi olsaydı yani Karaman Oğulları büyüyüp de Karamanlı
İmparatorluğu kurulsaydı, muhtemelen yazılacak tarih de aksi istikamette yazılacak ve
Osmanlılar’ın hep münafıklık yaptıkları sonunda da Karaman Oğulları tarafından tarih
sahnesinden silindikleri anlatılacaktı. Osmanlı tarihçileri Ruhi ve Neşri Ankara olayını şöyle
anlatırlar:

Sultan Murat Rumeli’ye geçeceği sırada “bu etrafın mülûki (beyleri, hükümdarları) Bursa’ya
gitmeyi kasd ettiler. Sultan Murat Gazi onu işitip ulemayı toplayıp sordu: “Ben bu askeri kafir
üzerine gideyim niyetiyle toplayıp yola çıktım ki, Gelibolu’dan geçip küffar üzerine gaza
edeyim. Fakat bu taraftan zalim beyler, Müslümanlar üzerine kasdettiler; kafirler için toplanan
bir askerle (önce) bu heriflere karşı muharebe edip gazayı (savaşı) tehir reva olur mu?”
Alimler dediler: “Seferberlik ilanı ilanı ile kafirler üzerine gaza farz-ı kifayedir (bir kısım
müminler yaptı mı diğerlerinin üzerinden vebal düşer) ama müminlerden zulmü def etmek
farz-ı ayndır (her müminin böyle bir savaşa katılması gerekir)” Bunun üzerine de Sultan
Murad-ı Gazi gazayı tehir edip kal-a’i selasile geldiler ki şimdi ona Engürü (Ankara) derler.
(Neşri 190’dan Uzunçarşılı I/161 dipnot:1; sh. 163, dipnot:2) Sultan Murat’ın Ankara’yı
kuşatmasının bir nedeni de burada Orhan Gazi’nin torunu Melik Nâsır’ın Bey olduğu
iddiasıdır. Sırp sındığı savaşına Hacı İl Bey değil de, I. Murat’ın bizzat kendisi gidecekken
sonradan vazgeçtiği kesindir. Bunun sebebi Biga’da çıkan isyan gösterilir ki Biga I. Murat
tarafından kuşatılmış ve Melik Nasır esir alınmıştır. Uzunçarşılı’nın Camiudduvel’den
naklettiği bir bilgi Melik Nâsır’ın Ankara’yı yönettiği ve I. Murat’ın sırf bu yüzden yani
Osmanlı sülalesinden birisi kendisine rakip olmasın diye Ankara üzerine yürümüş
olabileceğini hatıra getirmektedir. (Uzunçarşılı, I, 169, dipnot: 1) Bu dönemde derin devlet
içinde işlenen bir cinayet de Hacı İl Bey’in öldürülmesidir. Çok başarılı bir komutan olan
Hacı İl Bey son olarak bir avuç askerle Sırp Sındığı zaferini de kazanınca, beylerbeyi Lala
Şahin Paşa ona iyice haset etmesine sebep olmuş, ve Hacı İl Bey Lala Şahin paşa tarafından
zehirletilmiştir ki hemen tüm kaynaklar aynı bilgiyi verirler. (Uzunçarşılı, I, 168, dipnot:1

Bizans İmparatoru V. Yuannis 1373’te Selanik valisi olan ikinci oğlu Manuel’i imparator
sıfatıyla saltanata ortak yapmış ve Avrupa’ya giderken veliahdı ve büyük oğlu Andronikos’un
hakkını çiğnemişti. Buna da sebep, imparatorun Venedikliler tarafından tutuklanması
esnasında babasını kurtarmak için Andronikos’un para göndermemesi idi; bundan müteessir
olan ve uygun bir fırsat kollayan Andronikos; babasının Sultan Murat’la beraber bazı asi
beylerin yola getirilmesi için Anadolu’da bulunduğu ve kendisinin babasına vekalet ettiği
sırada saltanatı elde etmek isteyen Andronikos ile Edirne’de bulunan (bazı kaynaklara göre de
babasına vekalet eden) Osmanlı şehzadesi Savcı Bey de aynı maksat ile anlaşarak babalarına
karşı isyan ettiler.

Hemen Rumeli’ye geçen Sultan Murat, bu iki asinin İstanbul yakınında Apikridon
mevkiindeki kuvvetleri üzerine yürüdü; kuvvetleri dağılan iki asi prens Dimetoka’ya
kaçtılarsa da orada yakalandılar. (1385 yılı). I. Murat, önce Savcı’nın gözlerine mil çektirip
sonra da öldürttüğü gibi; İmparator’a teslim edilen Andronikos’un da gözlerine mil çektirdi;
fakat Andronikos’un gözleri tamamiyle kör olmayarak sonradan kısmen iyi oldu; yalnız bir
gözü görüyordu. Göze mil çektirmek bir işkencedir ve Osmanlılar’ın takip ettiği söylenilen
İslam hukukuna göre de yasaktır, haramdır. Sahâbîlerden (Peygamber’in arkadaşları) İmran b.
Husayn şöyle demiştir: “Hz. Peygamber hemen her hutbesinde, sadaka vermemizi emreder ve
–kafire bile olsa- işkence yapmamızı yasaklardı” (Buhari, Mezalim, 30) Öte yandan, İslam
hukuku sultana (idareciye) kendisini isyan edeni öldürtme yetkisi verir. Silahlı kalkışma diğer
hukuk sistemlerinde de cezası olan bir suçtur. Fakat burada şu da sorulabilir? Acaba I. Murat
oğlu Savcı Bey’i affetseydi olmaz mıydı? Ki zaten sadece dört yıl sonra I. Murat ta ölecektir.
Yani çok değer verdiği koltuğunda ancak dört yıl daha oturabilecektir. I. Murat; bu isyan
hareketi bastırıldıktan sonra oğlu ve veliahdı Savcı Bey’i yanına çağırıp güzelce nasihat
etseydi; “bak oğul bu taht zaten ömrün varsa senin olacak; ben zaten yaşlandım acele etme”
gibi nasihatlarda bulunsaydı herhalde güzel bir çığır açmış olacak ve yüzyıllarca sürecek
cinayetler zincirini başlatmamış olacaktı. Ama Feridun Bey’in dediği “hırsını yenemeyip”
Oğlunu öldürtmüştür: “Savcının maiyetindeki kuvvetler Sultan Murat tarafına geçtiler. Savcı
ile Andronikos kaçarak Dimetoka kalesine sığındılar; orası muhasara edilerek yakalandılar.
Her ikisinin gözlerine mil çekildi, fakat Sultan Murat bu kadarla hırsını yenemeyerek Savcı’yı
öldürdü”
Hızlı Büyümenin Bedeli. İmparatorluk haline gelmek, sonraki nesiller için elbette bir gurur
kaynağıdır ama, kurucu nesiller büyük bedeller öderler. Mesela 1387’deki sadece bir savaşta
ve sadece bir günde on beş bin şehit verilmiştir. Bosna kralı ile Sırp, Arnavut ve Hırvat
prenslerinin Osmanlılar’a ortak bir taarruz planı yaptıklarını haber alan Osmanlı güçleri Kula
Şahin Paşa komutasında Bosna topraklarına ani bir hücumda yirmi bin kişilik büyük bir
akıncı kuvvetiyle taarruz etmişler fakat Ploşnik mevkiinde Sırp despotuyla Bosna kralının
otuz bin kişilik kuvvetleri tarafından karşılanarak fena halde bozguna uğramışlar ve Osmanlı
kuvvetlerinden ancak beş bini kurtulabilmiştir. Hz. Peygamber’in yaptığı savaşlarda insan
kaybı olmaması için çok hassas hareket ettiği gerçeği, bütün İslam tarihi boyunca sürekli göz
ardı edilmiş ve (ilk) dört halife dönemi dışında, gerekli tedbirlerin ihmal edildiği, hesapsızca
açılan pek çok savaşta büyük zayiatlar meydana gelmiştir. (Neşri s. 36’dan Uzunçarşılı I/250)

Yıldırım Beyazıt trajik bir cinayetle göreve başlıyor. 21 Haziran 1389 de Kosova zaferinin
kazanıldığı günün akşam üzeri I. Murat bir Sırplı tarafından hançerlenmesi üzerine öleceğini
anlayınca Beyazıt’ı çağırttı ve devlet erkanının ittifakıyla hükümdarlığı ona bıraktı ve az
sonra son nefesini verdi. Beyazıt, babasının yanına davet edildiği zaman diğer şehzade Yakup
Çelebi bozulmuş olan düşmanı takip etmekte ve babasının vurulduğundan ve son nefesini
verdiğinden haberi yoktu. Kendisine baban çağırıyor diye haber gönderdiler ve gelir gelmez
saltanat iddiasına kalkmasın diye devlet erkanının kararıyla boğduruldu. Ve onun cesedi de
babasının tabutuyla beraber Bursa’ya gönderilerek onun yanına defnedildi. Şehzade Yakup
Bey bu şekilde öldürüldüğü zaman otuz yaşında bulunuyordu; böyle zulme uğramış bir
şekilde vefatı orduda ızdırap uyandırdı. Ama sonuçta kimse buna itiraz edemezdi. Çünkü
düzenin kuralları böyle idi. Aynı mafyanın kuralları gibi. Saltanat iddiasına kalkışmamış ama
olsun belki kalkışabilir diye insanları öldürmek ve buna “Nizam-ı Alem içün” demek. Tacu’t
Tevarih ve Aşıkpaşazade olayı bu şekilde verirler: “Sultan Beyazıt, hükümdar ilan edilince
biraderi Yakup Bey’in Savcı Bey vak’ası gibi muhalefete kalkmasından devlet erkanının
kararıyla babasının ölü olarak yattığı çadırın içine alınarak orada boğulmuştur.”

Büyük Lokma Ye Büyük Konuşma

(Yıldırım) Beyazıt 1396’da, Niğbolu muharebesinde müttefik haçlı kuvvetlerini bozguna


uğrattı. Haçlı ordusuyla gelen prens ve asilzadelerden bazıları muharebe meydanında can
verdiler bir kısmı da esir edildi. Esir alınanlar arasında Kont dö Never yani meşhur Korkusuz
Jan (ki henüz yirmi iki yaşında idi), Filip Dartova, büyük mereşal De France, Kont De La
Marş, Henry Dubar, Busiko gibi yüksek dereceli şahsiyetler vardı; bunlardan Filip (Philip) ile
De Frans memleketlerine dönemeyerek Mihaliç’te öldüler. (İhtimal kendilerinden istenilen
fidyeyi yakınları temin edememişlerdi). Yıldırım Beyazıt, savaştan sonra Burgondiya
dükünün oğlu olan Jan’ı (John herhalde) diğer üst düzey kişilerle beraber önce Gelibolu
kalesine yollamış, sonra kendisi Bursa’ya gittikten sonra oraya getirterek sarayının
civarındaki bir konakta oturtmuştur. Diğer esirler ise Mihaliç’a gönderilmiş fakat kendilerine
ağır muamele yapılmayarak oldukça serbest bırakılmış, ava çıkmalarına (bile) müsaade
olunmuştur. Yıldırım Beyazıt bir gün korkusuz Jan’a:

“Jan, sizin memleketinizde büyük bir bey olduğunuzu biliyorum, henüz gençsiniz; istikbalde
şövalyelikle hasıl olan bu lekeyi silmek için benimle muharebe etmeğe (belki) gelirsiniz;
(zaten) bundan korkum olsa idi size yemin ettirirdim. (Fakat önemli değil) Ne zaman
gelirseniz (gelin) beni ve askerimi karşınızda bulacaksınız; çünkü ben böyle bir maksat için
(evet) benden önde bulunanları yenmek için doğdum” demiştir. Gerçi Jan (ve diğer üst
düzey esirlerin büyük kısmı) savaştan bir sene sonra Ceneviz ve Venedik tüccarlarının
aralarında topladıkları paraların Beyazıt’a ödenmesiyle esirlikten kurtulup memleketlerine
döndüler fakat Yıldırım Beyazıt bu (büyük) konuşmadan altı sene sonra Timur’a yenildi ve
esir düştü. Ve esir iken öldü.

You might also like