Professional Documents
Culture Documents
M. Fethullah Gülen
NÝL YAYINLARI
NÝL A.Þ.
BasýmYayýnDaðýtýmMatbaacýlýk Ambalaj Sanayi ve Ticaret A.Þ.
871 Sok. No:47 KonakÝZMÝR
Tel: 489 56 70 489 40 23
Fax: 489 68 70
o
YAYIN NO: 93
o
DÝZGÝFÝLMMONTAJDA/ITIM:
Nil A.Þ.
o
BASKI:
Çaðlayan A.Þ. TEL:227 34 22
o
Copyright ©
Bu eserin yayýn hakký
Nil A.Þ.’ye aittir.
o
ISBN 9757292087 (Tk. No)
ISBN 9757292095 (1. Cilt)
Birinci Baský: Temmuz 1995
ÝÇÝNDEKÝLER
Önsöz XXI
BÝRÝNCÝ BÖLÜM: TARÝHÎ PRÝZMA
Emperyalist 3
Mute, Bir Halid (ra) Günüydü 4
Kaderin Bir Cilvesi 4
Bi’setten Önce Ýbadet 5
Bekleme Dönemi5
Osmanlý ve Ýslâm 5
Sihirbazlarýn Ölümü 6
Yahudiler ve Zillet 6
Tarih Yapmak ve Yazmak 7
Yeniçeri ve Merhum N. Fazýl 7
Mâzi ve Âti 8
Evlenmeyenler 8
Farâbî ve Ýbni Sina 9
Akýbet Korkusu 9
Ashabý Bedr 10
Din ve Devlet 10
Sihir 11
Medreseler ve Bir Hakikat 11
Tufan Hâdisesi Üzerine 12
Hicrî Tarih 12
Osmanlý Padiþahlarýnýn Lüksü 12
Abbasi Döneminin Mütercimleri 13
Maziye Kader Açýsýndan Bakýlmalý 13
Bir Tarih Deðerlendirmesi 13
Yahudiler 14
Tahrifin Boyutu 15
Japonya Ýstikbal Vaad Etmez 16
Batý’nýn Çöküþü 16
Yýkýlýþ Dönemimizden Bir Kesit 17
Ýran 17
ÝKÝNCÝ BÖLÜM: RUHÎ HAYAT
Keramet 21
Ruhanîlerin Görmesi 21
Ýnkiþaf Ýçin 21
Ruh ve Cesed 23
Kâinatta Allah’ý Anlatan Deliller23
Nebi ve Veli 24
Hikmet Aramalý 24
Biþri Hafî’ye Saygý 24
Alvar Ýmamý’nýn Eksik Olmayan Ýniltisi 25
Velâyet ve Keramet 25
Hýzýriyeti Temsil 25
Huzur 25
Aþk 26
Allah’a Ulaþma Yollarý 26
Rububiyet Tecellisi 26
Hatemü’lEvliya’nýn Nuru 27
Cenneti Ýstemek 27
Seyri Sülûk Mertebeleri 28
Kalp Balansýný Kontrol 29
Marifeti Ýlâhî 30
Zikri Cehrî, Zikri Hafî 31
Murâkabe Ýnsaný 31
Cennet’in Tasviri 32
Tevazu ve Müsamaha 32
Manevî Bir Hastalýk 34
Ýlâhî Televvünatý Yakalayabilmek 34
Tecelli ve Zuhur 35
Ýhsan Sýrrý 36
ÜçlerYedilerKýrklar 37
Evliyalar Birbirini Tanýr mý? 38
Keþf ü Keramete Talip Olmak 39
Asfiyalar 40
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: ÝMAN ESASLARI ETRAFINDA
Cinler ve Cinnet 43
Tevhidi Ulûhiyet, Rubûbiyet ve Ubûdiyet 43
Atâ, Kaza, Kader Münasebeti 44
Þirk 44
Rable Münasebet 44
Güzel Koku ve Sadaka 44
Arþ ve Kürsi Mahremiyeti 45
Nebiler ve Seçkin Ruhlar 45
Kadere Ýtiraz 46
Feyzi Akdes’ten Gelen Ýlâhî Nefhalar 46
Bu da Bir Ýhsan 46
Ýnce Perde 47
Belâ ve Musibetler Karþýsýnda 47
Ýtikadî Mezhebler Arasýnda Bir Nüans 47
Ölümünden Müteessir Olunanlar ve Vazifelerimiz 48
Ýmân ve Ýrade 49
Cennet’ten Bir Kesit 49
Ýslâm 50
Mü’minin Teslimiyet Anlayýþý 50
Tarafsýzlýk 51
Kalp Kapýlarýnýn Açýlmasý 52
Ebedî Yokluk Yoktur 53
Toprak Olmak Ýsteyecekler! 54
Duâda Bir Edep 54
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: PERSPEKTÝF
Söz Amel Bütünlüðü 59
Fetret Devri Ýnsaný ve Biz 60
Bize Düþen 61
Namaz 61
Tebliðde Ýki Husus 62
Hayat ve Ölüm 62
Adam Kaçýrma 62
Öfke 63
Lider ve Sorumluluk 63
Kulluk 63
Selim Kalp 64
Diðergâmlýk 64
RuhCesed Münasebeti 65
Kýyametin Kopmasý 66
Himmet Ufku 66
Farzlar Ötesi Farz Bir Vazife 66
Tekniði Hizmette Kullanma 68
Hakk’ýn Hatýrý 68
Kur’ân Okumak ve Zikir 68
Ýlâhî Ahlâk ve Bir Ölçü 69
Meleklere Göre Þekillenmek 69
Fýrsatlarý Deðerlendirmeli 69
Hased ve Gýbta Vartasý 69
Büyüklük 70
Dikkat Ýsteyen Hususlar 70
Gaye 71
Vakar 71
HavfReca Dengesi 72
Muhasebe 72
Lâubalilik 72
Hizmette Muvaffakiyet 72
Dava Arkadaþlýðý 73
Bir Fazilet Emaresi 73
Mukavele 74
Keyfiyet ve Kemmiyet Meselesi 74
Salât u Selâm 75
Ayrý Bir Velâyet Yolu 75
Dikkatli Davranmak 75
Belâ ve Musibet Anlarýnda Duâ 76
Her An Duâ 76
Okumak 76
Cimri Gibi Yapmalý 77
Helâlleþmede Ölçü 77
Ayýplarý Örtme 78
Hâdiseler ve Efendimiz 78
Bir Muhasebe 78
Hizmet ve Sýkýntý 78
Ümit ve Sebat 79
Ebdal 79
O’nun Huzurunda 79
Bize Düþen Vazife 80
Baþkalarýnýn Kusuru Karþýsýnda 80
Can Pazarý 81
Kendi Mes’elelerimizi Halletmeden 82
Dünyadan Ýntikam 82
Þuurlu Hareket 82
Okumak ve Amel Etmek 82
Zamanýmýzda “Murabýt” 83
Kelepir Günü 83
Aksiyonda Zamanlama 84
Çocukça Bir Davranýþ 84
Izdýrapsýzlýk Karþýsýnda 84
Yenilenme Adýna 85
Yaþamak Ýstiyorsanýz 86
Acele Namaz Kýlanlar 86
Tevhid 86
Ýkinci Fýtrat 86
Maddenin Fareleri 87
Herkesle Diyalog 87
Hizmet Ýnsaný 87
Sýfýr Olmak 88
Uhrevî Gün 88
Ahirzaman Cemaatinin Vasýflarý88
Kurtulmak ve Kurtarmak 88
Tenkid 89
Kayma Noktalarý 89
Ýstiþarede Ölçüler 89
Ýkbal Arzusu ve Mânevî Terakki 90
Rýzaya Ram Olmak 90
Günahkârý Kýnama 91
Gayei Hayat 91
Ýhlâs ve Yakîn 91
Ýlla Namaz Ýlla Namaz... 92
Derman Arardým Derdime 93
Kobralara Merhamet 93
Politik Serbestiyet 94
Günahlar Karþýsýnda 94
Ýrþad ve Tebliðden Beklenen Netice 94
Ýbadet ü Taattan Zevk Alma 95
Tebliðde Sayý Azlýðý veya Çokluðu 96
Saf Deðiþtirenler 98
A’zamî Zühd ve Takva 99
Namazda Üç Mühim Unsur 99
Fedakârlýkta Ayrý Bir Buud 101
Her Güçlüðün Akabinde Bir Kolaylýk Vardýr 101
Þeytan ve Ýrade Zaafý 102
Ýhlas ve Samîmiyet 102
Allah (cc) Ýle Ýrtibat 103
Ebedî Yaþamýn Yolu 103
Nefis Müdafaasý Þeytanýn Mýrýltýsýdýr 103
Haramlar Karþýsýnda Gençlere Tavsiyeler 104
Âkýbet Endiþesi 105
Benlik ve Gýybet106
Sadýk Dostlar 106
Bediüzzaman’ýn Zaviyesinden Da’va Adamý 106
Barýþýn Te’mini 107
Þanslýyýz 108
Teennî 108
Dengeli Davranma 108
Mutasyon 109
Azýnlýk Gibi 109
Gelecek Nesil Ýçin 110
Hizmette Ýlim ve Aksiyon 110
Ýnsaf 111
Da’vaya Vefa 111
Büyük Ruhlar 112
Zaman Lehimize Cereyan Ediyor 112
Hasým Cepheyi Tanýmak 113
Vefa Ýster 114
Tahyîr Hâdisesinin Bir Baþka Buudu 116
Haçlý Zihniyeti 117
Hayatý Yaþamada Ölçü 117
Önümüzü Kesen Düþmanlar 117
Bir Muhasebe Örneði 118
Hizmet Eri 119
Perspektif 119
Cihad Duygusu 119
Fasit Daire, Salih Daire 120
Musîbetlere Karþý 120
Gerçek Da’vâ Adamý 121
Ýrtidattan Korunma Yollarý 121
En Saðlam Sýðýnak 122
Hizmete Ait Sýrlarý Fâþ Etmenin Hükmü 123
Kulluk Þuuru 123
“Ben” 124
Niçin Hizmet Etmeliyiz? 124
Emri Bi’lma’ruf 125
Nefer 125
Ýkaz Tokatlarý 125
Gaye ve Vesile Üzerine 126
Meþreb Ayrýlýklarýna Nasýl Bakmalý 127
Baþarýya Giden Yol 127
Kaybetme Noktalarý 128
Kayma Noktalarýndan Gýybet 129
Þehidlik Talebi 130
Zinhar Duâdan Dûr Olmayýn 131
Bir Muhasebe Misali 132
Zaman Cemaat Zamanýdýr 133
Ýddialý Olmama 133
Ahiretin Ýstismarý 134
Hediye Meselesi 134
Ebedî Ölüm 136
Zihniyet Meselesi 136
Allah Bizi Ýnsan Eyleye 136
Þerare 138
Hizmet Prensiplerini Tartýþma 138
Dikkatsizlik mi? 139
Þahýslarý Ýstihdam Etme 139
Þýmarýklýk 140
Ýstiþare ve Mesuliyet 142
Kendimizi Tenkid 143
Ýslâm’a Hizmet Günahlara Keffarettir 144
Nifaktan Korunma 145
Ýnhiraf 146
Ýlhama Açýk Ruhlar 147
Ýlham ve Çevre 148
Tevbede Sebat 149
Ýlhamý Duyup Hissetmek 150
Rab’le Ýrtibat En Büyük Güçtür 152
Yanlýþ Ýnsan 152
Demagojinin Üstadý Þeytandýr 152
Fýtratýn Gayesi Allah’ý Anlatmaktýr 153
Halkýn Ýltifatlarý Ýnsaný Yanýltabilir 153
Namaz En Mühim Ýbadet... 154
Hüsnü Zan Etmek Esastýr 155
Doðru Söze Ne Demeli 155
Nifak Endiþesi 156
Hizmette, AkýlMantýk ve His 157
Kâmil Ma’nâda Namaz 158
Namaz ve Kurbiyet 158
Ýnsan ve Gaflet 158
Hilekâr Dostlar 159
Azamî Zühd ve Takva 159
Namazda Dünyevî Düþünceler 159
Putlarý Reddediþ 160
Biat Çizgisini Muhafaza 161
Bir Hikaye 162
Namaz Günâhlara Keffarettir 162
Ýrade ve Ýnsiyak Bütünlüðü 164
Ýrtibat 165
DünyaAhiret Dengesi 166
Akýbetten Emin Olmada Ölçü 166
Þefkat Tokatlarý Bir Seviye Mes’elesidir 167
Alternatif Biz Olmalýyýz168
Kötülüðe Meyil ve Terbiyesi 169
Uhrevî Mes’elelerde Ýþ Ortaklýðý 169
Cemaatler ve Birlik 170
Kiþinin Kendine Þefaati 171
Sohbetteki Ýnsibað 173
Cemaatin Tarifi 173
Cemaatteki Bereket 174
Ýç Fethi 174
BEÞÝNCÝ BÖLÜM: KUR’ÂN’DAN DAMLALAR
Sadakat ve Sebat 179
Bir Peygamber Feraseti 180
Hz. Musa ve Hitabet 181
Ayetlere Muhatap Olmak 181
Ýki Doðu ve Ýki Batý 182
Mescidi Kuba ve Bir Ölçü 183
Kur’ân’ýn Hatmi 183
Esbabý Nüzûl 183
Cum’a Sûresinin 11. Ayeti Üzerine 184
Kur’ân Ayetlerinde Siyak ve Sibak 185
Ýlahî Tecellilere Ma’kes Ruhlar 185
Ebced ve Cevþen 186
Kur’ân Okumanýn Kazandýrdýklarý 187
Doðrularla Beraber Olma187
Vaazda Kur’ân Tahlili 188
Kur’ân’daki Kýssalara Bakýþ 188
Vâkýa Sûresi ve Fakirlik 189
Dünya Zevki, Ahiret Nimetlerinden Yemektir 189
Tefsir 189
Arzu ve Ýstekler Birer Ýmtihandýr 190
Saðcýlýk, Solculuk ve Ýslâm 190
Tedmir ve Ýrade 191
Takatten Fazla Yük 192
“Keþke Unutulup Gitseydim” 193
Ýsrailoðullarý Hakkýnda Bir Mülâhaza 194
Kur’ân’ýn Psikolojik Tefsiri 195
Kur’ân Üzerine Mülâhazalar 196
Hz. Mesih’i Nefheden “Ruh” 197
Misli Sebkat Etmeyen Ýllet 197
Neml Sûresi 198
Taaccübdeki Sýr 199
Süleyman (as)’ýn Tebessümü 200
ALTINCI BÖLÜM: RÝSÂLEÝ NUR ETRAFINDA
Risalei Nur 205
Eserlerin Okunmasýnda Dikkat Edilecek Hususlar 205
Þartlara Göre 205
Eðer Anlasaydýk 206
Üç Belde 206
Cemil Meriç Der ki 206
Þark Üniversitesi 206
Mûcizeler 207
Kâfir ve Münafýklar 207
Felsefe Salikleri 207
Risalei Nur’da Hakîm ve Rahîm Ýsimlerinin Tecellisi 208
Ýslâm’ýn Ýstikbali 209
Ruslar ve Türkler209
Bediüzzaman ve Cemaat 210
Her Seviyede Ýmtihan 210
Risalei Nur’larda Gramer Kurallarýna Uygunluk 211
“Zaman Tarikat Zamaný Deðil, Hakikat Zamanýdýr” 212
Belagat ve Ýhlas 212
Mustafa Sabri Efendi’nin Reddiyesi 213
Gazeteci Sabir’in Müþahedesi 213
YEDÝNCÝ BÖLÜM: BÝR DEMET SOSYAL MES’ELE
Mükemmel Ferd 217
Deðiþme 217
Topluluðun Kabulü 218
Bir Þahsý Tanýmak Ýçin 218
Keyfiyet ve Kemmiyet 218
Aziz Olursak 219
Ýttifak Üzerine 220
Devlet Sýrrýný Saklamak 221
Temsil Noktasý 221
Teknik ve Teknoloji 223
Teokratik Düzen 223
Sistemin Gedikleri 223
“Efendi” ve “Bey” Tabirleri 223
Ýstikbalden Haber Verme 224
Kölelik Müessesesi Üzerine 224
HalHatýr Sormak 225
Ayasofya Gerçeði 226
Nakilcilik Bir Ölçüde Ýlhamý Öldürür 226
Batý Þoku 227
Zenginlikle Gelen Gaflet 227
Ýnandýrma 228
Sosyalizm Yumuþuyor (*) 228
Ulü’lemr’e Dâir 229
Ýslâm ve Batý 230
Yeniden Diriliþ 230
Ahir Zamandaki Diriliþ ve Kadir Ýsminin Tecellisi 232
Yeni Dünya Düzeni 233
Dehayý Muhit Yetiþtirir... 235
Mukaddesat Tanýmazlarla Münasebet 236
Yabancý Kültür Çare Deðil 236
Kendi Kültürümüzden Uzaklaþtýk 237
Birlik ve Beraberlik 238
Onulmaz Kanser 238
Hakikî Millet 238
Ýlim Adamý Yetiþtirmek238
Müceddidler Arasýndaki Farklý Görüþler239
DisiplinTevazu Dengesi 240
BenzeyenBenzemeyen Kesitler 241
Bu Millet 242
Kahtý Rical 243
Elverir ki243
Tabiî Seyri Ýçinde 244
Sulh 244
Basýnýn Durumu 244
Bir Teklif 245
Çocuklarda 05 Yaþ Grubu 246
Sosyolojik Deðerlendirmeler Ýle Ýlgili Bir Mülâhaza 246
SEKÝZÝNCÝ BÖLÜM: BÝR ZAVÝYEDEN HADÝS
Bir Hadîs 251
Teþebbüh 251
Þam 252
Temessül 252
Helâk Olma Mes’elesi 253
Misalî Levhalar 254
Vakar 254
Cennet veya Cehennem’de Görmeler 254
Bir Hadîs Yorumu 255
Üç Sýnýf Ýnsan ki.. 255
Ýhlasla Okunan Kur’ân 255
Efendimiz’den Üç Tavsiye 256
Ýslâm Kýyamete Kadar Bâkîdir 257
Fýtrat 257
Efendimiz (sav) 257
Dünya Ýþlerini Bilmek 258
Hz. Ýsa’nýn Nüzûlü 259
Þu Hususlar Önemlidir 259
Bir Peygamberlik Delili 259
Hz. Ebû Bekir’in Ýmameti (ra) 260
Muvaffakiyete Doðru 260
Ýnþirahý Sadr 261
Adn ve Firdevs Cenneti 261
(sav) ve (sas) Ýbarelerinin Yazýlýþý 262
Akika 262
Kudsî Mekânlarý Tercih 263
Günahlara Karþý Duyarlýlýk 263
Allah (cc) Halim’dir 264
Ahir Zamanda Ýstanbul’un Fethi 264
Kurbiyet 265
Sefer Bir Nev’i Azaptýr 265
Hilâfet ve Efendimiz 265
Altýn Kanal Zift Kanal 265
Efendimiz’e (sav) Ait Ýki Fýtrat 266
Karun’un Yere Batmasý 266
Ahirette Karâbet 266
Hayýrda Yarýþ 267
Hasf 267
Bir Edep Anlayýþý 268
Nasýl Yaþarsanýz Öyle Ölürsünüz 268
Ýsmet 269
Ameli Salih, Cennet ve Cehennem Münasebeti 270
Þehadet Arzusu 271
Ehli Beyt Hakkýnda 272
Perde ve Biz 272
DOKUZUNCU BÖLÜM: FIKHÎ MESELELER
Balýk 277
Dua Esnasýnda Ellerin Durumu 277
Kul Hakký Adýna Bir Ölçü 277
Salâ Okuma 278
Çocuklar Arasýnda Eþitlik 278
Ýslâm’da Örtülü Ödenek 278
Öþür ve Arazi Hukuku Üzerine 279
Eþyadaki Ýbaha 280
Kaçak Su ve Elektrik. 280
ÝnþâallahMâþâallah 281
Evlatlýk 281
Türbeler Üzerine 282
Hanzala ve Cünüplük 282
Tesbih 282
Musiki 282
Sui Zan Ettiklerimizin Arkasýnda Namaz 283
Ýçki Ýçenin Namaz Kýlmasý 283
Hükümler Zâhire Göredir 284
Kahkaha Üzerine285
Hediye Almak 285
Nass Deðiþmez 285
Bir Mukayese 285
Allah Karþýsýnda 286
Azl 287
Aids ve Þehidlik 287
Doðum Kontrolü 287
Müezzinlik 288
Günahlarý Hafife Alma 288
Müçtehidlerin Hükümleri Arasýnda Tercih 288
Kadavralar Ýle Týp Eðitimi 289
Otopsi 290
Gayri Müekked Sünnetler Hakkýnda 290
Büyü ve Sihir 291
Kadýnlar Hacca Gitmeli Mi? 291
Sûi Zannýn En Kötüsü 292
“Este’îzü Billâh” Deme 292
Besmelesiz Et 292
Devir ve Hükmü 293
ONUNCU BÖLÜM: PERSPEKTÝFE GÝREN ÞAHISLAR
Fatih ve Beþaret 297
Vahidüddin 297
Rahmet Ümidi Ýle Yaþamak 298
Harun Reþid 299
Ömer B. Abdülaziz ve Bir Mukayese 300
Alûsî 301
Hallacý Mansur 301
Dahiler 301
Mafya 302
Selmaný Farisî 302
Eskide Bereket 302
Dil Açýsýndan 303
Piþman Olmuþlar Ama 303
Ýçtimaî Dalgalanmalar ve Mukavemet 303
Ýmâmý Azam Herþeye Raðmen 303
Ýmâmý A’zam ve A’meþ 304
Ýmâmý A’zam 304
Kalem Erbabý 305
Mekke Ýkliminde 306
Hasan elBenna’ya Medyuniyet 306
Efendimiz’e Hitap Tarzý 306
Ashabý Kehf’in Cesetlerinin Çürümemesi 307
Maneviyatsýz Katý Hadisçilik 307
Sadakat 308
Konfüçyüs, Sokrat ve Benzerleri 308
Yahya Efendi ve Niyazîi Mýsrî 308
Abduh, Reþit Rýza ve Afganî 309
ONBÝRÝNCÝ BÖLÜM: MÜTEFERRÝK
Fâsit Daire 313
Hastalýk 313
Ýnce Bir Mes’ele 313
Gayeye Yakýn Vesileler 314
Rahmet 314
Kâbe Sadece Kýbledir 314
Ahirette En Çok Ümmet Efendimiz’in Olacaktýr 315
Kim Kimden Kaçacak 315
Mübalaða 315
Cesed ve Benlik Muvazenesi 316
Sýhhat ve Gaflet 316
Kýyamet 316
Dünya ve Ahirette Hesap 316
Ýktiran ve Ýllet 316
Þiir Tahlili 316
Sýrlý Bir Tevafuk 317
Kabul Gören Dua 317
Secde 317
Derinlik 318
Kendini Ara 318
Ýbret Ýçin 318
Ýflaslarýný Hazýrlayanlar 318
San’at Allah Ýçindir 318
Edebiyat 319
Mühim Bir Ölçü 319
Bu Yeter 319
Biz ve Batý 319
Sohbet 320
Bir Ölçü 320
Sýð Gönüller 320
Ýlim 320
Konsantre 320
Az Yemeli 320
Türban 321
Bir Reddiye Çeþidi 321
Devlerle Uðraþanlar 321
Kýþ Ne Der? 321
Mübarek Geceler 322
Temel Mühimdir 322
Dini Yaþamak 322
Gurur ve Ýzzet 322
Derdi Olmayan Adam 322
Felsefe 323
Duâ 323
Niye Analým ki? 323
Rüyalar ve Ruh Halleri 323
Kadý Beyzavî’nin Tefsiri 324
Ölçü 325
Gençlik ve Günah 325
Dua ve Beddua 325
Vefa 325
Mustafa, Efendimiz’in Ýsimlerinden midir? 325
Acbü’zzeneb 326
Darwin Nazariyesi 326
Ýlgi Zaafý Artýrýr 327
Mîmârî Anlayýþýmýz 327
Bir Rüya Tabiri 327
Zaaflara Karþý Direnme 327
Harp ve Sulh 328
Berzah Âlemine Ait Bir Prensip 328
Mahcûbiyet 328
Hz. Lût’un Karýsý 328
Þeytanýn Allah Demesi 329
Mesihiyeti Temsil 329
Zulüm Devam Etmez 330
Cinnet Aksiyonu 330
Bazý Hasletlerin Kazanýlmasý 330
Büyükler Ýçin Duâ 331
Tertip ve Düzenin Dili 331
Kayyimlik 331
Bir Duygunun Anlatýlmasý 331
Müçtehid Geçinenler 332
Aðaç Dikmek 332
Küçük Günahlar 333
Ýstikbale Ait Haberler 334
Kitap Yazmada Bir Ölçü 335
ÖNSÖZ
Herþey 1985 Ekim’inde baþladý. Uzun çabalar ve gayretler sonucu, 1980 ihtilâlinden bu yana kesintiye
uðrayan Ýlâhiyat Fakültesi talebelerine Ýslâmî ilimleri okutma iþi yeniden devreye girmiþ ve bunun için de 510
Ýlâhiyat mezunu arkadaþ, Hocamýz’ýn etrafýnda bir halka teþkil etmiþti. Böylece yeni bir usulle, Tefsir’den
Ýbni Kesir, Hadis’ten Buharî, Fýkýh’tan Hidaye okunacak; dersi talebeler arz edecek, o da gerektiði yerlerde
devreye girerek açýklamalarda bulunacaktý. Bir tevafuk eseri ilk ders, bel hastalýðýnýn nüksettiði ve hastalýðýn
kendisini yataða düþürdüðü bir Çarþamba günü baþlamýþtý. O, hiçbirisini tanýmadýðý ve tamamýyla kaderin
sürükleyip önüne getirdiði talebelerine ilk defa þunlarý söyleyerek tedrîsâta baþladý. “Ýlimde þüpheci olun..
ama septist’lerin anladýðý mânâda bir þüphecilik deðil. Karþýlaþtýðýnýz her görüþü Kur’ân ve hadîs
süzgecinden geçirin. Mutabakat varsa, alýn. Yoksa, temkinli davranýn.” Aslýnda bu ifadeler, talebelere hedef
gösterme, düþünce dünyalarýný þekillendirme adýna çok önemliydi. Nitekim o talebeler, bu düþünceyi hayat
felsefesi haline getirdi.. evet sözü söyleyenden ziyade sözün mahiyetine, onun Kur’ân ve sünnet ölçülerine uyup
uymadýðýna bakýlmalýydý.. ve iþte kurulacak sistem bu temeller üzerinde kuruldu ve kurulduðu gibi de devam
ediyor.
Ýþte bu þekilde bir yandan dersler sürüyor, diðer yandan da ders saatleri haricinde sohbetler devam
ediyordu.. bazen sorulan sorular ve verilen cevaplarla, birbirinden farklý konulara giriliyor, bazen de sohbete
gelen misafirlerin konumuna göre, halk seviyesinden akademik düzeye kadar inilipçýkýlýyordu. Fakat gerek
fýkýh, hadîs, tefsir derslerinde, gerekse çay sohbetlerinde anlatýlanlar, yapýlan deðerlendirmeler, getirilen
izahlar halk deyimi ile “yabana atýlacak” cinsten deðildi. Ve bu konuþmalar, çok dar bu çerçeve ile sýnýrlý
kalmamalý, halkada yerini alamayan baþkalarýna da mutlaka ulaþtýrýlmalýydý. Hatta sadece onlara deðil,
kadýnýylaerkeðiyle, yaþlýsýylagenciyle, inananýylainanmayanýyla, herkese ama herkese ulaþtýrýlmalýydý.
Bunun gerçekleþmesi için neler yapýlmalýydý? Ýlk etapta bunlarý dýþa taþýyacak, insanlýðýn istifadesine
sunacak vasýtalara müracaat edilmeliydi. Ýþte bu mülâhaza ile yapýlan sohbetler, hýzlý yazabilen arkadaþlarýn
kalemi ile yazýya dökülmeye ve müsait anlarda da temize çekilmeye baþlandý. Bu sayede, Hocamýz’ýn sözleri
artýk kýsmen de olsa, tesbit edilebiliyor, matbaa mürekkebi ile buluþmasa da kalemin mürekkebi ile
buluþabiliyor ve beyaz sahifeler üzerine iþlenerek muhafaza ediliyordu.
Bu arada gerek Türkiye, gerek Hocamýz’ýn hususî durumu, gerek içinde yaþanýlan mekânlar, gerek her
sene halkaya katýlan Ýlâhiyat mezunu talebe arkadaþlar ve gerekse kemmiyet ve keyfiyeti hýzla artan dersler
sürekli deðiþiyor ve farklýlaþýyordu.
Evet, Türkiye 80’li yýllarýn temel özelliði olan dünya ile entegrasyonda, hamle üstüne hamle yapýyor ve
bunun etkileri de köyden kente, köylüden þehirliye, giyimkuþamdan binilen arabalara ve yollarýna varýncaya
kadar hemen herþeyde gözlenebiliyordu.
Yine bu yýllarda, ihtilâl baskýlarý azalmýþ ve Hocamýz da psikolojik olarak gelip gidenlerle daha rahat
meþgul olabiliyor ve daha farklý münasebetler sergileyebiliyordu. Týpký 80 öncesi gibi cami kürsülerinde
vaazlara baþlamýþ, yurtiçi ve yurtdýþý gezilerinde kendini sevenlerle daha da içli dýþlý olmaya baþlamýþ,
ortaya attýðý fikir ve projeler ve onlarýn hayata taþýnarak tatbiki, daha deðiþik lütuflarýn tecellisine vesile
olmuþ ve onu âdetâ ilgi odaðý haline getirmiþti.
Yaþanýlan mekânlara gelince; artýk o izbe yerlerden çýkýlmýþ, derken dar mekânlar yerini tabiî ki
geliþen ve deðiþen þartlarýn zorlamasýyla ferahfeza mekânlara terk etmiþti. Aslýnda bu bir zaruretti o
zarureti hissedip, uygun mekânlar hazýrlama mevzuunda hiçbir fedakârlýktan kaçýnmayanlara binler teþekkür
ve buna göre de hareket ediliyordu. Gerçi Hocamýz kalben bunlardan rahatsýz idi ve halen de rahatsýz. “Þu koca
binayý hergün ben sýrtýmda taþýyorum. Fakat bunu sizin anlamanýz çok zor..” yaþlý gözlerle söylenen bu
sözler kimbilir kaç defa tekerrür etmiþti... Ama yukarýda ifade ettiðimiz gibi, bu bir ruhda, mânâda deðiþme
deðil, vakýa mutabýk olarak hareket etmekti.
Evet, 1985’te 10 kiþi ile baþlayan ders halkasý, hemen her yýl yeni yeni arkadaþlarla sürekli geniþlemiþ;
10 iken 20 ve derken 30’lara yükselmiþti. Gelen her yeni kadronun yeni ders kitaplarý takip etmesi neticesi ki
bu bilerek yapýlan bir uygulamaydý bir öncekiler, sonrakilere arz öncesi ders çalýþtýrýrken hoca oluyor ve bu
öncekiler sonrakilerin dersine de katýlarak talebeliklerine devam ediyorlardý ki, böylece seviye hýzlýca
yükseliyor, Ýbni Kesir biterken yerini Fi Zilal alýyor.. Ayný anda Buharî Rical’i ve þerhi ile birlikte okunmaya
baþlanýyor, Ýbni Kesir’in elBaisü’lHasis’i ile Usûlü Hadis, ezZerkanî’nin, Menâhilü’lÝrfan’ý ile Usûlü
Tefsir ve AbdulKerim Zeydan’ýn elVeciz’i ile Usûlü Fýkýh devreye giriyordu. Hasanü’lBenna’nýn
Risaleleri.. Kuþeyrî’nin Risalesi, Muhasibî’nin erRiaye’si, Kâdý Ýyaz’ýn Þifa’sý, Ýmamý Rabbanî’nin
Mektubat’ý ve þimdilerde Ýmamý Gazzalî’nin Ýhya’sý öðle sonrasý sohbetlerini süslüyor ki, böylece
talebelerin “kalp ve ruhun derecei hayatýna” yükseltilmeleri hedefleniyor. Ayrýca, Buharî, Umdetü’lKâri ile,
Ebû Dâvud, Bezlü’lMechud’la, Tirmizî, Tuhfetü’lAhvezi ile ve Kenzu’lUmmal gibi câmi hadîs
mecmualarýnýn mütalâa edildiðini, Riyazu’sSalihîn’den ise her konudaki câmi hadislerin ezberlendiðini de
kaydedebiliriz. Fýkýh’ta Hidaye’den sonra Mülteka okunmuþ, sonra da Vehbe Zuhaylî’nin elFýkhu’l
Ýslâmî’sine baþlanmýþtý. Seyyid Ahmed Haþim’in Cevâhir ile Belâgat, Ýbni Baziþ’in Ýkna’sý ile Kýraat.. bu
arada Akâidi Hayriye de akide adýna takip edilen dersler arasýndaydý.
Tabii nahivden de Mustafa Galâyinî’nin Camiu’dDurusu’lArabiye’si, Ýbni Mâlik’in Elfiye’sinin þerhi
Ýbni Akil okunmuþtu.
Ýþte genel çerçevesini ve geliþimini sunmaya çalýþtýðýmýz bu ortamda, sohbetler de oldukça bereketli
devam ediyordu. Tabiî yazma iþi de. Fakat bir anlamda “deðirmene el ile su taþýma” teþbihi ile ifade edilecek
bu yazma iþi nereye kadar ve ne ölçüde devam edecekti? Kalemin yetiþmediði, kalem tutan ellerin
yetiþtiremediði herbiri çok kýymetli bu düþünce ve tahliller bu usûlle tam tesbit edilebilecek mi? Ya þayet tesbit
edilmezse tarih önünde bunun hesabý nasýl verilecekti? Ýþte bu ve bunun gibi mülâhazalardan ötürü teknik ve
teknolojinin saðladýðý imkânlardan faydalanmak geç de olsa cihetine gidilmeli, sohbetler her hâl ü kârda teyp
kasetlerine kaydedilmeliydi. Bu uðurda gerekirse, salonlara mikrofon ve kayýt tertibâtý kurulmalýydý. Böylece
yukarýda kaydetmeye çalýþtýðýmýz endiþelerden belki de bir ölçüde kurtulunulabilecekti. Ama gel gör ki; bu
hususu Hocamýz’a kabul ettirmek bir hayli zordu. Bu, teknik ve teknolojik imkânlarýn saðladýðý kolaylýklardan
istifade etmenin caiz olmadýðýndan ya da haram olduðundan deðil, tevazudan kaynaklanmaktaydý. Evet, ne
olursa olsun Hocamýz bu konuþmalarýn kayda deðer olmadýðýný, zaten bu tür sohbetlerle israfý kelam ve
israfý zaman yaptýðýný, muhataplarýnýn baþlarýný aðrýtýp, zamanlarýný heder ettiðini.. bir de bunun üzerine
bantlar ve yazý vesilesiyle baþkalarýnýn da vaktini almanýn gereksiz olduðunu ýsrarla vurguluyordu. Nihayet
ýsrarlý istek ve talep karþýsýnda o da bu düþüncelerin hayata geçirilmesi ve gerekli düzenlemenin yapýlmasýna
ve sohbetlerin bantlara kaydedilmesine, sohbet mekânlarýnýn dizaynýnýn buna göre yapýlmasýna izin verdi.
1980’li yýllarýn sonuna rastlayan bu hadiseler, sohbetlerin normal teyp kasetinden, video kamera ile tesbit
edilmesi düþüncesine geçiþte de yani 1992’li yýllarda da hemen hemen aynýyla tekrar yaþandý. 1995 yýlýný
yaþadýðýmýz þu günlerde artýk Allah’a (cc) binlerce hamd ü sena olsun Hocamýz’ýn sohbetleri gerek teyp ve
gerekse video kasetine kaydedilmekte ve hemen herkese bu sohbetlerin intikali saðlanmaktadýr.
Yazýya geçirilen, bantlara kaydedilen bu tahliller ve bu sözler ne olacaktý? Nasýl ve hangi yolla
insanlýðýn istifadesine sunulacaktý? Eðer bu iþ, yazý yoluyla yapýlacaksa, konuþma dili yazý diline nasýl
çevrilecekti? Takdir edersiniz ki bu da önemli bir iþtir ve ancak ekip çalýþmasýyla gerçekleþebilir. Ýþte bunun
için kurulan ekip, organize bir faaliyet sonucu Akademi fikrini hayata geçirdi. Zaman Gazete’sinde bazen
haftada bir veya iki gün, bazen de biriki sayfa olarak yayýnlanan Akademi sayfasýnda Fasýldan Fasýla adlý bir
köþe açýlarak bahsini ettiðimiz sohbetler yayýnlanmaya baþlandý. Artýk Hz. Muhammed (sav)’in hayat
felsefesinin yapýldýðý, Ýnsanlýðýn Ýftihar Tablosu’nun konu alýndýðý, Kur’ân âyetlerinin tahliline girildiði ve
onun altýn ikliminde dolaþýldýðý, Ýslâm’ý günümüz þartlarý içinde anlatma yol ve yöntemlerinin ele alýndýðý,
Ýslâm’da Teblið Usûlü, Melek, Ruh ve Cin’lerin bahis konusu edildiði Melekût Âlemi’nin kapýlarýnýn
aralandýðý, kader ve kazânýn anlatýldýðý, Ýslâm’ýn Cihanla Hesaplaþmasý’nýn dile getirildiði bölümleri,
Akademi sayfalarýnýn tabii konularý haline geldi.
Yaklaþýk 300. sayýsýný yayýna hazýrladýðýmýz þu günlerde, baþlangýçtan bu yana yayýnlanan Fasýldan
Fasýla bölümündeki bu bilgiler, artýk kitaplaþmalý deðil miydi? Elbette. Bunu baþta vefalý okuyucular olmak
üzere hemen herkes istiyor ve düþüncelerini yazýlý, sözlü, deðiþik mahfillerde dile getiriyorlardý. Hatta bu
arada bazýlarý gazeteden yaptýklarý fotokopileri cilt haline getiriyor ve satýþa sunuyorlardý. Ne var ki Fasýldan
Fasýla bir kitap olacaksa, bunun tasnif ve tertibinin ve okuyucunun kitaptan istifadesini kolaylaþtýrmak için
indeksinin yapýlmasý, hatta mümkünse Hocamýz’ýn tashihinden geçirilmesi gerekirdi. Nitekim, bu mülâhaza ve
düþünce bir ölçüde gerçekleþti ve elinizde bulunan bu kitap, kýsmen dahi olsa tashih edildi. Tasnif ve tertibi de
yine onun yol göstericiliði içinde yapýlarak sizlere sunuldu.
Fasýldan Fasýla;
1Tarihî hadiselerin bazen bir vak’anüvis gibi, bazen de deðerlendirmesi ile beraber ele alýnýp
anlatýldýðý, tarihî þahsiyetlerin yer yer tahlillerinin yapýldýðý Tarihî Prizma.
2 14 asýrlýk Ýslâm Tarihi ve Medeniyeti içinde inkârý kabil olmayan bir aðýrlýða sahip bulunan
Tasavvuf’a ait deðerlendirmelerin yapýldýðý, “kalp ve ruhun derecei hayatýna çýkma” yollarýnýn gösterilip, bu
dereceye çýkanlardan örneklerin verildiði Ruhî Hayat.
3 Asrýmýzýn en büyük hastalýðý ve içinde yaþadýðýmýz buhranlar anaforunda dinî, ilmî, içtimaî, idarî,
siyasî ve kültürel alanlarda hemen bütün problemlerin menþei olan imanî meselelerin bahsedildiði Ýman
Esaslarý Etrafýnda.
4 Bir davaya gönül vermiþ, dost, taraftar, kardeþ muhibb.. gibi vasýflarla adlandýrýlabilecek hak erlerine,
mesajlarýn verildiði Perspektif.
5 Müfessirini Ýzâm’ýn bugünlere gelinceye kadar tefsir adýna üzerinde çok durmadýðý, bu sebeple de
her yönüyle yeni sayýlabilen ve âyetler üzerindeki düþünceleri kapsayan Kur’ân’dan Damlalar.
6 Gün geçtikçe ister halk, isterse akademik düzeyde kabullenilirliði artan ve yazýlmaya baþlanmasýndan
bugüne kadar yaklaþýk 6070 yýl geçmesine raðmen canlýlýðýný, tatlýlýðýný koruyan Risalei Nur ve onun
müellifi büyük Üstad Bediüzzaman Hazretleri etrafýndaki deðerlendirmelerin kaydedildiði Risalei Nur
Etrafýnda.
7 Ýçtimaî meselelerimizin aðýrlýklý olarak yer aldýðý ve bazen de geçmiþten örnekler verilerek
günümüz problemlerine çözüm adýna tekliflerin direkt veya dolaylý olarak sunulduðu Bir Demet Sosyal Mesele.
8 Sohbetin akýþý gereði veya sorular münasebetiyle zikredilen hadisi þeriflerin kýsa þerhlerinin yer
aldýðý Bir Zaviyeden Hadis.
9 Zaman zaman sorulan fýkhî meselelere verilen cevaplarý muhtevî bulunan Fýkhî Meseleler.
10 Tarih içerisinde çeþitli alanlarda varlýðýný kabul ettirmiþ, geride býrakmýþ olduðu menfî veya
müsbet izlerle hatýrlarda veya zihinlerde kalabilen þahýslarla alâkalý kýsa tahlillerin yer aldýðý Perspektife
Giren Þahýslar.
11 Ve bu on bölüm içine girmeyen, ya da ancak tekellüflü te’viller yapýlarak girmesi mümkün olan farklý
farklý mütalâalarý ihtiva eden Müteferrik, olmak üzere toplam onbir ayrý bölümden oluþmaktadýr.
Sohbetlerden derlenmesi sebebiyle genelde konuþma dilinin hakim olduðu kitabýmýzda ayný gerekçeye
dayanarak âyet ve hadis tahrici yapýlmamýþ, ama istifadeyi kolaylaþtýrmak amacýyla Karma Ýndeks
kitabýmýzýn sonuna ilâve edilmiþtir.
Sahasýnda ilk dememekle beraber, bu kadar yüklü gündemi ve bu kadar birbiri ile baðlantýsýz konularý
içine almasý, onlarý iþleyiþ keyfiyeti ve tahlillerdeki derinlik yönleriyle belki de ilk denilebilecek bu eseri,
sizlerin istifadesine sunuyoruz.
Elinizdeki eser, serinin ilk kitabýdýr. Serinin diðer kitaplarý da sýrasýyla yayýna girecektir.
Daha fazla vaktinizi israf etmeden, sizleri kitapla baþbaþa býrakýrken, gayretin bizden, lütuf, ihsan ve
inayetin Allah (cc)’tan olduðu ebedî hakikatini bir kere daha yâdediyor, lütfunu üzerimizden eksik etmemesini
diliyoruz.
Ahmet Kurucan
2 Haziran 1995
F. FASILA1 (155)
TARÝHÝ PRÝZMA
RUHÎ HAYAT
ÝMAN ESASLARI ETRAFINDA
Fasýldan Fasýla1
M. Fethullah Gülen
ÝZMÝR1995
Tarihi Prizma
Birinci Bölüm
Emperyalist
Emperyalist, istismar eden, sömüren demektir. Ýþgal ettikleri topraklarý, bu topraklarýn yer altý ve yer
üstü zenginliklerini ve insan gücünü sömürerek, müreffeh bir hayat yaþayan; kendileri saraylarda safa sürerken,
halký periþan bir halde sokaklara terkedenler, evet bunlarýn hepsi emperyalisttir. Þu kadar ki bu, düne ait,
geçmiþ dönemlere ait bir emperyalizm anlayýþýydý. Günümüzde ayný neticeyi, askerî iþgale baþvurma gereði
duymadan, siyasî entrikalarla, kültürel yollarla teknik ve teknolojik imkânlardan faydalanarak ekonomik
oyunlarla elde ediyorlar. Gayelerine ulaþmak için de hiçbir engel tanýmýyorlar. Meselâ, bir neticeye ulaþmak
için insanlarýn kobay olarak kullanýlmasý gerekiyorsa, bunu gözlerini kýrpmadan yapýyorlar. Bunlara ne gerek
var, iþte Hiroþima ve Nagazaki: 80.000 anýnda ölü ve hâlâ devam edegelen radyoaktif tesirler...
Osmanlý’ya gelince; Osmanlý, 6 asýrlýk ömrünün en küçük bir zaman diliminde bile sömürgecelik
yapmamýþtýr. Kendileri zevk ü sefa içinde iken, milleti velev ki yabancý bile olsalar periþan ve derbeder
etmemiþtir. Siyasî entrikalara, ekonomik oyunlara kat’iyen baþvurmamýþ, milletlerin tarih, örf, âdet, din ve
dilleri ile oynayarak, hiçbir asimilasyona gitmemiþtir. Rica ederim, 250 milyon Osmanlý teb’asý içinde safkan
Türk adedi 1112 milyon idi. Bu kadarcýk insanýn, 240 milyonu istismarýndan söz edilebilir mi?
Osmanlý, Allah’ýn adýnýn her yerde yükselmesi ve devletler arasý muvazene için, O’nun emri gereði
cihad etmiþti. Bu cihad ile ülkeler fethetmiþ, fakat hiçbir ülkeyi iþgal etmemiþti. Cihad neticesinde elde edilen
ganimet mallarý, cihada katýlanlarýn halis hakký olmasýna raðmen, tarih boyunca ganimetten zengin olan bir
insan gösterilebilir mi? Bütün bunlara raðmen, Osmanlý’ya emperyalist deme, ya tarih bilmemenin bir ürünü, ya
da hýyanet ve denaet içinde bulunmanýn bir ifadesidir.
Mute, Bir Halid (ra) Günüydü
Bizanslýlar, Mute’de müslümanlarýn karþýsýna 100.000 hatta bazý rivayetlere göre, 200.000 silahlý kiþi
ile çýkmýþlardý. O gün, bir mü’mine 66 kiþi düþüyordu. Çünkü mü’minler 3.000 kiþi idi. Zeyd b. Harise,
Abdullah b. Revaha ve Cafer b. Ebi Talib þehid olunca, Allah’ýn kýlýçlarýndan bir kýlýç olan Hz. Halid, kýlýcý
eline aldý ve daha önce Uhud’da mü’minlere yaptýklarýna keffaret olacak þekilde, Mute’de kâfirleri
darmadaðýn etti. O gün Halid bin Velid mü’minleri 50’þer kiþilik gruplara ayýrdý ve her sabah ön safta ayrý bir
grubu yerleþtirerek geriden sürekli yeni ve taze kuvvet geliyormuþ havasýný uyardý. Düþman, karþýsýnda her
sabah yeni yeni simalar gördükçe þaþýrýyordu. Sonunda, düþman ordusu geri çekilmek zorunda kaldý.
Efendimiz (sav) bu savaþý Medine’deki ashabýna safha safha haber verip anlatmýþtý.
Kaderin Bir Cilvesi
Ýbn Teymiyye, Þia akidesine ait çok þeylerin Yahudi kaynaklý olduðunu söyleyerek, adeta Þia’ya karþý
savaþ açar. Kaderin bir cilvesi olarak, bugün Þia akidesini benimsemiþ olan Ýran’la, Ýbni Teymiyye kaynaklý
Vehhabiliði sistem haline getirmiþ bulunan Körfez ülkeleri, birbirleriyle hiç mi hiç geçinememekte. Dünya
dengesinde güçlü bir devlet araya girinceye kadar bu çekiþme zannediyorum daha bir süre devam edip
gidecektir.
Bi’setten Önce Ýbadet
Efendimiz (sav) kendisine peygamberlik verilmezden önce de ibadet ediyordu. Hadîslerde bu “tehannüs”
kelimesiyle izah ediliyor. Fakat ne þekilde ibadet ettiðine dair bir rivayet yok. Ýhtimal, Üstad Bediüzzaman’ýn
dediði gibi, Ýbrahim (as)’in bakiyei diniyesi ile amel ediyordu.
Bekleme Dönemi
Efendimiz (sav), kendisine, Mekke’nin reisliði teklif edildiði halde, toplumdan tecrid içinde, çile ve
iþkenceler altýnda tam 13 sene bekledi. Döðene el kaldýrmadý, tükürük atana, taþlayana mukabele etmedi.
Hatta bu dönemde fýtraten heyecanlý olan Ebu Zerr’i Mekke’den oymaðýna gönderdi. Zira þartlar onun
yaptýklarýný yapmaya müsait deðildi. Nihayet, hicretten sonra müslümanlar Bedir’e çýktý ve müþrikleri periþan
etti. Arkadan herkes emniyet ve güven ortamýný elde etti. Bu sebeple, günümüzde Ýbni Erkam evlerinde
yetiþmeden, sabýrla piþip olgunlaþmadan, çýkýþ adýna yapýlacak her þey tam bir hayaldir.
Osmanlý ve Ýslâm
Yeryüzünde tam 6 asýr hüküm sürmüþ olan Osmanlý Devleti’nin en bâriz özelliði, onun devlet ve millet
çapýnda Ýslâm’a gösterdiði saygýdýr. Bunun en açýk örneklerinden biri olarak þu hâdiseyi zikredebiliriz: II.
Abdülhamid zamanýnda Fransýzlar, Volter’in, Efendimiz (sav) aleyhindeki bir piyesini oynatmaya kalkýþýrlar.
Ýþte elli bin gâilenin olduðu dönemde, Osmanlý’nýn baþýnda, Batýlýlarýn “Le Sultan Rouge”, yani “kýzýl
sultan” dedikleri Abdülhamid vardýr. Fransýzlar’a kükrer: “Eðer bu piyesi oynatýrsanýz, halife ünvanýyla bütün
alemi Ýslâm’ý, bu hareketi tel’ine çaðýrýrým” der. Bunun ifade ettiði ma’nâyý çok iyi bilen Fransa, piyesi
oynatamaz. Ýngilizler ayný piyesi oynatmak istediklerinde yaralý aslan bir defa daha kükrer ve onlar da
vazgeçmek zorunda kalýrlar. Ýþte “hasta adam” denilen Osmanlý, hastalýðý zamanýnda bile, O’nun (sav)
sakalýna konacak bir toz mesabesindeki küçük birþey karþýsýnda bile böyle kükreyebiliyordu..
Sihirbazlarýn Ölümü
Tarih boyunca binbir hâdise ile sabittir ki, sihirbazlarýn ölümleri çok zor olmuþtur. Çünkü onlar: 1Esmai
Ýlâhiyeyi yanlýþ kullanýyorlar. 2 Gayba ait haber veriyor gözüküyorlar. Halbuki gaybý Allah’tan baþka kimse
bilmez. 3 Sihri, karý ile kocanýn arasýný ayýrma dahil bir sürü kötü ve yanlýþ þeylere alet ediyorlar. 4 Sihri
meslek haline getirip, baþkalarýna öðreterek, bunu gelecek nesillere taþýyorlar. Böylece “sebep olan yapan
gibidir” kâidesince günah defterleri ölseler bile hiç kapanmýyor. Yaptýklarý, tek günah olmaktan çýkýp, bir
okul veya fabrika gibi iþleyerek, devamlý günah üretiyor.
Ýþte, yaptýklarý sihirlerle böyle büyük cürümler iþleyen insanlarýn ölümlerinin arkada kalanlara ibret
olmasý için çok zor olmasý gayet normaldir. Tabii ibret alanlara...
Yahudiler ve Zillet
Yahudiler, Kur’ân’ýn beyanýna göre kýyamete kadar zillet ve meskenet içinde olacaklardýr, þu kadar ki,
ilgili ayetin devamýnda belirtildiði gibi, bu zillet ve meskenet, insanlarýn veya Allah’ýn himayesinde
olmamalarýna baðlýdýr. Bugün, baþta ABD olmak üzere dünya devletlerinden pek çoðu Yahudileri himaye
etmekte, kollayýp gözetmektedirler. Ayrýca, Üstad Hazretleri’nin yaklaþýmý içinde Yahudiler bugün, muharref
dinlerine sahip çýkmada, Müslümanlarýn Ýslâm’a sahip çýkmalarýna nisbetle daha samimidirler. Bu durumda
Allah da onlarý himaye ediyor demektir. Filistin mes’elesine bu gözle bakabiliriz. Yani, Yahudiler Filistin’e
maddî çýkarlarý uðruna deðil de, Beni Ýsrail’e ait peygamberlerin eserlerine sahip çýkma adýna girdikleri için
çok çabuk tokat yemeyebilir, zillet ve meskenete ma’ruz kalmayabilirler ki, Bediüzzaman Hazretleri de Kudüs’ün
Yahudilerin elinde olmasýna bu zaviyeden bir açýklýk getirmiþlerdir.
Tarih Yapmak ve Yazmak
Efendimiz (sav) ve ashabý, insanlýk tarihinin en aydýnlýk dönemlerini yaþamýþlar, ama bunlarý yazýya
dökmeden çekip gitmiþlerdir. Allah Rasûlü ve þanlý sahabisinin hayatý, O’nun vefatýndan tam 150 yýl sonra
baþkalarý tarafýndan kaleme alýnmýþtýr.
Hangisi önemli derseniz, elbette “tarih yapmak” derim. Efendimiz’in yaptýðý, Harun Reþid, Alparslan,
Melikþah, Fatih, Yavuz ve Kanunîler gibi, tarih yapmak yazmaktan daha önemlidir. Þu kadar ki, yazmak da
ihmal edilmemelidir. Meselâ bugün, içinde yaþadýðý çaðý aydýnlatmýþ o þanlý cedlerimizin tarihini öðrenmek
için, Hammer’in kitabýna müracaat ediyor, ya da etmek zorunda kalýyorsak, bu bizim için züldür. Yakýn çað
tarihimiz hakkýnda, olaylarýn kahramanlarý daha aramýzda ve hayatta iken, “yalan söyleyen tarih” isimli
kitaplar yazma zorunda kalýyorsak bu tarihi yazma mes’elesinin de ne kadar önemli olduðunu göstermektedir.
Kaldý ki, yazýlý tarihin vereceði “tarih þuurunun” neslimize kazandýracaðý hususlar da her türlü izahtan
vârestedir. O halde, vak’anüvislik bazýnda da olsa tarih yazma, yapma ile birlikte mütalâa edilmelidir.
Yeniçeri ve Merhum N. Fazýl
Merhum N. Fazýl, yazdýðý Yeniçeri adlý kitapta Osmanlý askerî tarihini hep kaynayan kazan þeklinde
gösterdi. Ve hassaten Yeniçeri’yi yerin dibine batýrdý. Halbuki bu tip tarih deðerlendirmelerinde insafý elden
býrakmamak lâzým. Son dönemlerinde olmuþ keþke olmasaydý birkaç ciðersûz hâdiseyi nazara vererek,
koskoca bir tarihi karalamaya gitmemeli. Rica ederim. 600 yýllýk o tarih içinde kaç tane kazan kaldýrma olayý
gösterebilirsiniz? Osmanlý’yý ve Yeniçeri’yi bu açýdan eleþtirenler, kendi tarihlerine baksýnlar. 5060 yýl
içinde 600 senede meydana gelen isyanlarýn, baþkaldýrmalarýn birkaç katýný müþahede edeceklerdir.
Ayrýca, ihtisas da bu konuda gözardý edilmemelidir. Herkesin herþeyi bilmesi mümkün olmadýðýna göre
aslýnda böyle birþey iddia eden de yok herkes ilgi alaný, çalýþma sahasýna giren konularda konuþmalý,
deðerlendirmeler yapmalý. Ve bir þey daha ilave edeyim: Mülâhaza dairesini daima açýk býrakýp, iddialý
olmamalý.
Mâzi ve Âti
Mazi, zihnimizden çýkmamalý!. Oysaki o bugün unutulmaya terkedilmiþtir. Mazisiz ati olmaz. Yahya
Kemal bile, “Ben kökü mazide olan atiyim” der. Tarihimizle neden ilgilenmeyelim. Mazimizi neden
öðrenmeyelim? Öyle bir geçmiþimiz olmasa, geleceðimiz de olmaz. Maziye düþmanlýk, onu unutma ve
unutturmaya çalýþma bana çok ýzdýrap veriyor. Hele yalnýzlýk zamanlarýmda düþündükçe çok üzülüyor ve
kederlere gark oluyorum.
Evlenmeyenler
Peygamberlerden evlenmeyenler vardýr. Meselâ, bizim bildiðimiz Hz. Mesih ve Hz. Yahya. Seleften de
evlenmeyenler çok. En baþta Ýmamý Nevevi. Evlenenler de ev ile çok meþgul olmamýþ. Her halde Ebu
Hanife’nin bir oðlu var, Hammad. Baþka yok.
Farâbî ve Ýbni Sina
Farabî’nin durumu Ýbni Sina’ya nazaran daha kötüdür. Zira o, vahyi salt aklýn tahayyülü olarak ele
almaktadýr. Yani, Farabî’ye göre insan düþüncede derinleþtikçe aklý tasaffî eder ve bu tasaffî ile tahayyüle
baþlar. Sonra, ilmî vücudu olan þeyler haricî vücud kazanýr.. derken o tahayyül “Cibril”, haricî vücud kazanan
þey de “vahy” olur. Ayrýca, Peygamberlik mevhibe (Allah vergisi), fikir adamlarýnýn bilgileri ise maksûbe
(bizzat kazanýlmýþ) olduðundan, peygamberlik, ilim adamlýðýndan daha geridedir.
Ýbni Sina, Farabi’ye göre biraz daha müstakimdir. Þöyle der o:
“Akýl insaný Allah’a ulaþtýracak bir vasýtadýr, ama kördür. Elinden bir yardýmcý tutarsa, maksuda
ulaþýr. O yardýmcý ise, hakikatý Muhammediye (sav)’dir.”
Akýbet Korkusu
Ýbrahim Nehâî, Esved bin Yezid enNehâî, Alkame, Ebu Hanife gibi þahýslar akýbetlerinden endiþe
ediyorlardý. Sabahlara kadar damýn üstünde ibadet eden Esved vefat edince, onu rüyada görüyor ve soruyorlar:
“Allah sana nasýl muamele yaptý?” Cevap veriyor: “Neredeyse peygamberlerle beraber haþredecekti.” Buna
raðmen, bu zatlar hayatlarý boyunca kabre imansýz gitmekten korkmuþlardý.
Ýnsana þans bir defa verilmiþtir. O, okunu bir defa atacak, 12’den vuracak ve kurtulacaktýr. Yoksa vay
haline!..
Ashabý Bedr
Soru: Ashabý Bedr’in hususiyetleri nelerdir?
Cevap:
1. Ashabý Bedr, harbin hiç bilinmediði bir devirde harb etmiþlerdir.
2. Bu hususta anababa engelini dinlememiþler, hatta aþmýþlardýr.
3. Bedr’e harb için deðil, Suriye’den gelmekte olan Kureyþ kervanýný takip için gitmiþlerdi. Karþýlarýna
harp çýkýnca, bundan çekinmemiþlerdi.
4. Ölüme seve seve koþmuþ neticede öyle bir makam kazanmýþlardý ki, bu onlarý kýymetler üstü
kýymete ulaþtýrmýþtý. Allah da, sonralarý, onlara hep bu noktadan bakmýþ ve nazara vermiþti.
Ama mes’eleyi harbin çetinliði açýsýndan alacak olursak, Yermuk, Hendek vak’alarý daha çetindir.
Din ve Devlet
Dört Halife döneminde hilafet ve imâmet bir bütündü. Abbasîlerde durum deðiþmiþ, din ve devlet ayrý
mütalâa edilir hale gelmiþti.
Þimdi Ýran’da da dinî yönü aðýrlýklý bir devlet var. Anlatýlanlara göre Baþbakan ve
Cumhurbaþkaný’nýn yanýnda her an devlete müdahale etme yetkisi olan bir dinî lider bulunuyor. Bu durum,
ABD’yi ve batýlý yandaþlarýný rahatsýz ediyor. Bu sebeple diðer müslüman ülkeler, “devlet aðýrlýklý din”
politikasýný tercih ediyorlar. Bu, onlarýn nazarýnda “Din aðýrlýklý devlet” sistemine göre ehveni þerdir.
ABD’nin Pakistan'ý desteklemesindeki sebeplerden birisi de budur. Yani, din aðýrlýklý bir devlet modelinin
oluþturulmasýný engellemektedir.
Sihir
Bazý müfessirler, Musa (as) zamanýndaki sihirleri izah ederken, iplerin veya sopalarýn içinde civa
olduðunu ve ýsýnýnca hareket ettiklerini söylerler. Halbuki, sihrin de kendi has hakikatý vardýr. En güvenilir
hadis kitaplarýnda Efendimiz (sav)’e sihir yapýldýðý anlatýlýyor. Sihir yoktur demek veya fizikî þeylerle onu
izaha kalkýþmak, zorlamadan baþka birþey deðildir.
Medreseler ve Bir Hakikat
Medreseler kapatýlmaktan ziyade ýslah yoluna gidilmeliydi. Çünkü hakikaten son devir medreselerinde
birþeyler okutulup ezberletiliyordu ama, bunlarýn, o zamanýn insanýna vereceði þeyler düþünülmüyor ve
talebelerin idrak ve anlayýþlarý çaðý geriden ta’kip ediyordu.
Ýþte Bediüzzaman Hazretleri böyle bir dönemde Kýzýl Ý’caz isimli mantýk kitabýný yazmýþ. (Bu kitap,
Süllem’e yazýlmýþ bir þerhdir.) Ve mantýkta yeni bir ufuk teklif etmiþtir.
Medreseler, Nizamü’lMülk devrinde kurulmuþtu. 1.5 asýr önce de yýkýldý. Bunun ma’nâsý: Bu
müesseseler tam 7 asýr millete hizmet etti demektir. Bu ise, eðitim açýsýndan dikkate deðer bir hâdisedir.
Günümüz eðitim sistemi hazýrlanýrken, mutlaka bundan da istifade edilmeliydi. Muallim Naci’nin bu konudaki
mukayesesi oldukça deðerlidir.
Günümüzde açýlan okullar ise, daha ellinci yýlýný doldurmadan dejenere olmuþtur. Yýllarca fakültede
belli bir ilmi tahsil eden insanlar, neticede bakýyorsunuz, bomboþ yetiþmiþler. Eðer husûsî meþgul olanlarý
istisna edecek olursanýz, ilâhiyatlar dahil, mevcut sistemin ciddi ilim adamý yetiþtirmediði bir gerçektir.
Tufan Hâdisesi Üzerine
1. Hz. Nuh’un gemisi bir tek miydi, yoksa bir filo muydu, bunu bilemiyoruz. Zira Kur’âný Kerim bir
yerde “Eshabý Sefine” tabirini kullanýrken, diðer yerlerde “Fülk” tabirini kullanýyor ki, bu bir gemi ma’nâsýna
gelebileceði gibi, bir okunuþa göre filo ma’nâsýna da gelebilir.
2. Cûdi daðý, tek bir dað olmayýp, bir sýradað olabilir. Cûdi isminde Musul ve Filistin’de de bir dað
vardýr. Bu da Cudi’nin Toroslar gibi bir sýradað olduðunu gösteriyor.
3. O zamanýn en büyük daðý Aðrý Daðý da o silsilenin deðiþik bir ucu olabilir.
4. Ayrýca, tufanýn bütün yeryüzünde mi, yoksa yeryüzünün belirli bir kesiminde mi cereyan ettiði de belli
deðildir.
Hicrî Tarih
Hicretin, müslümanlarca tarih baþlangýcý olarak kabul edilmesi Hz. Ömer (ra) devrindeki bir içtihad ve
bu içtihad neticesinde meydana gelen icmaya dayanýr. Fakat tarih baþlangýcý olarak kabul edilme ile, hicretin
ma’nâ ve muhtevasý farklý þeylerdir. Ýcma ile kabul edilen böyle bir hükme karþý çýkmak da doðru deðildir.
Osmanlý Padiþahlarýnýn Lüksü
Osmanlý padiþahlarýnýn aþýrý lüks içinde yaþadýklarý her zaman söylenir ve bu mevzuda sürekli tenkid
edilirler. Oysa, gerçeði görmek için sadece Topkapý Sarayý ile Fransa kraliyet sarayýný gezmek ve mukayese
yapmak yeterli olacaktýr sanýrým. Abdülhamid devrindeki paþalarýn yaþadýðý hayat, padiþahdan daha lüksdü;
tabii bugünkülerinki de o günkülerinden...
Abbasi Döneminin Mütercimleri
Abbasi saraylarýnda birçoðu yabancý olan mütercimler vardý. Bunlar yaptýklarý tercümelere kendi
düþüncelerini de katmýþ olabilirler. Katmamýþ olsalar bile, yine de Eflâtun ve Aristo’nun düþünceleri Ýslâm
ilâhiyat düþüncesi içine girip bulaþmýþ olabilir. Bu açýdan denebilir ki; belli bir dönem itibariyle sadece
tercümeler deðil, telif eserler de bir hayli bulanmýþtýr.
Maziye Kader Açýsýndan Bakýlmalý
Soru: Seyyid Kutub’un “Beni Niçin Ýdam Ettiler?” adlý kitabýnda anlatýlanlara göre, Ýhvan arasýndaki
teþkilatlanma için “biraz zayýfmýþ” denebilir mi?
Cevap: Maziye ait hâdiseler hakkýnda söylenecek her söz kadere itiraz mahiyetindedir. Bu sebeple,
geçmiþ hâdiseler hakkýnda konuþurken daha dikkatli olunmalýdýr. Bizim ölçümüz, maziye kader, istikbale
irade açýsýndan bakmaktýr.
Ayrýca onlar, hata ve sevaplarýyla gidecekleri yere gitmiþlerdir. Artýk bundan sonra onlarýn hep
sevaplarýný konuþmalý ve hatalarýndan da ders alýnmalýdýr.
Bir Tarih Deðerlendirmesi
Þanlý geçmiþimiz hakkýnda hem yalan söylemeyen bir tarihe, hem de ifrat ve tefritten uzak
deðerlendirmelere ihtiyacýmýz var. Meselâ, Sokullu Mehmet Paþa’ya bazýlarý Ôcüce’ derken, bazýlarý da onu
göklere çýkarýyor. Cüce diyenler, kendisinde makam hýrsý bulunduðuna dikkat çekiyorlar. Rica ederim,
dünyanýn tek süper gücünün baþvekilliðine, krallara, imparatorlara, “Gel buraya!” emrini verip, onlarý ayaðýna
celbeden bir makama karþý hýrsý olmayan gelsin beri! Onun yabancýlarla evlenmesine gelince: Bu hususta da
Sokullu’ya kimse bir þey diyemez. Efendimiz (sav)’de Mýsýrlý bir kýptî olan Hz. Mâriye ile ve ayrýca, Hayber
yahudilerinden mevkî sahibi birinin kýzý olan Hz. Safiye ile evlenmiþti. Orhan Gazi, Ýkinci Murat, Yýldýrým
Bayezit, Kanunî, Sarý Selim, Üçüncü Murat ve daha niceleri de ayný þeyi yapmamýþ mýydý?
Elhâsýl, bizim daha çok doðru bir tarihe ve saðlam ölçülere dayanan deðerlendirmelere ihtiyacýmýz var...
Yahudiler
Yahudiler, yýllarca, hattâ asýrlarca vatansýz, þuradaburada sürüm sürüm yaþadýklarý ve âdetâ göçebe bir
hayat sürdükleri halde, ýrkî özelliklerini hemen hemen hiç kaybetmeden koruyabilmiþlerdir. Ayrýca, Yahudi
kavmi çok zekîdir. Bu zekî kavmin, tarih boyunca ilim ve düþünce adýna ortaya koyduðu çok þey olmuþtur.
Ama bunu hep zehirli bal halinde takdim edip, dünyaya öyle sunmuþlardýr. Meselâ, Karl Marks bir yahudidir;
ortaya attýðý komünizm, kapitalizm karþýsýnda ilk bakýþta iyi bir alternatif gibidir ama, esâsen o, balýn içine
karýþtýrýlmýþ öldürücü bir zehirdir.
Ýbn Teymiye, “Bir kýsým batýnîlerin akîdelerinde Yahudiliðin büyük tesiri vardýr” der ve bu konuda pek
çok delil serdeder. Yahudilik, Ýslâm âlemi içinde Efendimiz döneminde Medine ve çevresindeki Yahudilerle,
Hulefâi Raþidîn döneminde Ýbn Sebe’ ile bugün ise çeþitli devletlerle temsil edilmektedir. “Böyle bir kavmin
yaratýlýþ sebebi, insanlýðýn terakkîsine zemberek olmak içindir” dense mübalaða edilmiþ olmaz. Nasýl Allah
atmacayý serçenin üzerine salmakla, serçenin uçma kabiliyetini inkiþaf ettiriyor, öyle de, yahudilerle de,
insanlarý uyanýk ve gerilim içinde tutuyor. Bir diðer açýdan yahudilere, insanlýðýn nefsi emmâresi nazarýyla
bakýlabilir.
Yahudiler, kýyâmete kadar varlýklarýný koruyacaklardýr. Kýyâmetin kopmasýna yakýn zamanda ise,
insanlýðýn terakkîsi için zemberek olma vazifeleri sona erecek ve kendi elleriyle kendi sonlarýný
hazýrlayacaklar.
Býrakýn Ýslâm’a ve Müslümanlara karþý onulmaz düþmanlýklarýný, kendi peygamberlerini bile istihfaf
eden ve birçoðunu katleden bu kavim, neticede birgün Naziler’in düþtüðü duruma düþecek ve dünyanýn dört bir
yanýnda gizlenecek yer arayacaklardýr. Ne var ki þu anda, bu konuyla alâkalý gerçek sebep ve saikler üzerinde
durmak hem hakikat mesleðine muhalif, hem de gereksiz heyecana vesile olacaðýndan þimdilik onu geçiyoruz.
Evet, Ýslâm istenilen ölçüde temsil edilinceye kadar, daha bir süre ikbâl Yahudilerin olacaða benzer.
Tahrifin Boyutu
Ýçki, kumar ve zina, semâvî dinlerin hiçbirinde helâl deðildir. Fakat günümüzdeki Tevrat ve Ýncil
nüshalarýnda meselâ içki ve kumarýn haramlýðýna dair bir ayet bulmak imkânsýzdýr. Halbûki, sahih bir hadisi
þerifte anlatýldýðýna göre, yahudiler, bir zina hâdisesinde, Efendimiz’i (sav) hakem tayin etmiþlerdi, Allah
Rasûlü (sav), kendilerine zinanýn Tevrat’taki hükmünü sorunca, Ôtoplumdan uzaklaþtýrma’ ma’nâsýna Ôtecrid’
diye cevap vererek, asýl cezâ olan recm’i gizlemiþlerdi. Fakat Abdullah bin Selam’ýn iþ’arýyle Efendimiz (sav),
Tevrat’tan recm âyetini kendilerine gösterince, recmi kabûl etmek mecbûriyetinde kalmýþlardý. Bugün eldeki
Tevrat nüshalarýnda recm cezasýný bulmak mümkün deðildir. Yine, muharref Tevrat’a göre faiz de her çeþidiyle
mubahtýr.
Bunlar, füruata ait mes’eleler. Yahudiler de, Hristiyanlar da, dinin aslý, temeli olan esaslarý bile
deðiþtirmiþlerdir. Meselâ, mevcut Hristiyanlýk’ta Ahiret akidesini görmek çok zordur. Halbûki, bir dinde, hele
hele Ýlâhî olma iddiasýndaki bir dinde Ahiret inancý yoksa, o dinin mühim bir rüknü yýkýlmýþ demektir. Böyle
bir dinin ayakta kalmasý ve bütün insanlýðý, problemleriyle kucaklamasý mümkün deðildir.
Japonya Ýstikbal Vaad Etmez
Amerikan düþmanlýðý, milliyetçilik duygusu ve ezilmiþlik hissinin esas alýnarak gerçekleþtirilen Japon
hamlesi, kat’iyen uzun ömürlü olamaz. Çünkü, ister siyasî, ister ekonomik, isterse kültürel olsun, her türlü
kalkýnmanýn uzun ömürlü olmasý, saðlam temeller üzerine kurulmasýna baðlýdýr. Halbûki, Japon
kalkýnmasýnda kalýcý esaslar deðil, reaksiyoner çýkýþlar hakimdir.
Nitekim, Batý bugün Japonya’ya fuhuþtan tutun da, içki ve kumara kadar her türlü mel’anet ve sefaheti
sokmuþ durumda. Daha baþka ülkeler gibi, Batý’nýn bu oyununa düþmüþ ve mozayiði delikdeþik olmuþ
bulunan Japon saltanatýnýn uzun ömürlü olmasý herhalde düþünülemez.
Batý’nýn Çöküþü
Devletlerin çöküþ süreci, ömürleri ile doðru orantýlýdýr. Yani, nasýl 70 yýllýk ömrü olan bir insan 4550
yaþýndan sonra çöküþ sürecine girer ve bu süreç 2025 yýlda tamamlanýr, aynen öyle de, 600700 yýl ömür
sürmüþ ve hep zirvelerde dolaþmýþ devletlerle, ömrü 150200 seneden ibaret devletlerin çöküþ süreci bir olmaz.
Osmanlý Devleti Âliyesi’nin çöküþ süreci Kanûnî’den sonra 1600’lü yýllarda baþlamýþ ve yaklaþýk 300 yýl
devam etmiþtir.
Bugün, Amerika ve Avrupa tarafýndan temsil edilen Batý zihniyeti ve Batý hükümranlýðýnýn baþlangýcý
Rönesans'a kadar gidiyorsa, yýkýlýþý da yýllarý alabilir demektir. Yýkýlma emarelerine gelince, onlar çoktan
ortaya çýkmýþ sayýlýr...
Yýkýlýþ Dönemimizden Bir Kesit
93 Harbi, Balkan ve Birinci Cihan Harpleri, toprak istirdadý düþüncesiyle yapýlmýþ macera harpleridir.
Çünkü, o zaman:
1. Düyûnu umûmiye her ne kadar bir müessese olarak 1882’de kurulmuþ olsa da Abdülaziz döneminde
almaya baþladýðýmýz dýþ borçlar belimizi bükmüþ durumdaydý.
2. Asker ve techizat açýsýndan düþmanlarla ayný seviyede deðildik.
Þurasý da bir gerçek ki, Osmanlý Devleti Âliyesi’nin yýkýlýþý önlenemez, belki geciktirilebilirdi. Bu
gecikmeyi cennetmekân Sultan II. Abdülhamid Han saðlamýþtý ama, buna karþýlýk Ýttihad ve Terakkî idaresi
de bu yýkýlýþý çabuklaþtýrmýþtý.
Ýran
Ýran, tarihi boyunca Ýslâm için hep hastalýklý bir uzuv olarak kalmýþtýr. O kadar ki, Farslar bazý
dönemlerde Sünnîler’den daha çok, Allah, Peygamber tanýmaz Nusayrîlere yakýn olmuþlar ve bütün
mücadelelerini, dýþtan ziyâde, Ýslâm dünyasý içinde Sünnîler’e karþý yöneltmiþlerdir.
Bugünkü Ýran yönetimi, Þah dönemine nisbetle Sünnî dünyaya daha ýlýmlý bir yaklaþým içinde midir,
deðil midir Allah bilir.. Ancak, birtakým Ýslâmî alâmet ve þeaire nisbeten yer verdikleri için, Þah dönemini
aþmýþ gibi bir görünüm sergilemekteler.
Öte yandan, þurasý unutulmamalýdýr ki, Ýran ihtilâli bütün dünyada müslümanlarý zor durumda
býrakmýþtýr. Oysaki Ýran, hiç bir Ýslâm ülkesi tarafýndan öncü kabûl edilmemiþtir. Ýkinci olarak, hiçbir
Sünnî Ýslâm ülkesi, onlarý taklit etmez. Üçüncü olarak, Farslar tarihte sürekli Sünnîliðe karþý bir tavýr
aldýklarýndan Ýran’ýn, sahabi anlayýþý yerine farklý bir düþünceyi ön plâna çýkarmasý kaçýnýlmaz olmuþtur.
Batý, Ýran ihtilâlini bu yönleriyle istismar ettiði gibi, çýkarttýðý karýþýklýklarla, bu ihtilâli belli bir mecrâya
çekmiþ ve onun þahsýnda Ýslâm’ý bir þiddet dini gibi gösterme yoluna girmiþtir. Ayrýca, Ýran’ýn ihtilâl ihracý
arzusundan faydalanarak, bölge devletlerini korkutmuþ ve Ýslâm dünyasýndaki bütün Ýslâmî hareketleri ciddî
þekilde kontrol altýna almýþtýr.
Mes’eleye bu yönleriyle bakýldýðýnda, Ýran ihtilâlinin Batý’nýn bilgisi haricinde yapýldýðýný kabûl
etmek zor olsa gerek.
Ruhî Hayat
Ýkinci Bölüm
Keramet
Keramet, Allah’ýn herhangi bir velinin eliyle yarattýðý hârikulade haldir. Ne var ki, kerametin izharý
makbul deðildir. Bu sebeple, “keramet erkeklerin hayzýdýr” denmiþtir. Evet, Ýslâm’ýn çoklarý tarafýndan
folklor olarak yaþandýðý ve algýlandýðý günümüzde, maalesef keramet de bundan nasibini almýþ ve san’at
olarak icra edilir hale gelmiþtir. Mesela, þiþ sokma. Ýslâmî nasslar ve ilmî veriler ýþýðýnda böyle bir þeyin
olabileceðini kabullensek bile, bugün þiþ sokma gösteri mevzûu haline gelmiþ ve getirilmiþtir. Bunun keramet
ile uzaktanyakýndan ilgisi yoktur. Ve bu konuda söylenebilecek sözlerin en hafifi ile ifade edeyim ki, bu bir
merasim ve folklordur.
Ruhanîlerin Görmesi
Ruhanî kendi çerçevesi dahilinde pek çok þeyi müþahede edebilir. Ruhanilerin cismaniyete ait þeyleri
görmeleri, onlar için zahmetsiz sýkýntýsýz bir þekilde gerçekleþebilir. Bazen Allah onlara, mükâfatý cismaniye
de verir. Ancak bu, hiçbir zaman hulûl ve ittihad þeklinde gerçekleþmez. Bu ruhun, cismaniyetle iç içe
münasebeti þeklinde tecelli eder. Dolayýsýyla ruhcesed beraber olarak kendilerine ait þeyleri müþahede ederler.
Siz, bir dürbünle daðlarý gördüðünüz, daha hassas bir dürbünle yýldýzlarý müþahede ettiðiniz gibi, ruhlar da,
cismaniyete ait þeyleri böyle çeþitli dürbünler kullanarak, cismanîlerin görme ve duyma buudlarý içerisinde
müþahede ederler.
Ýnkiþaf Ýçin
Soru: Hislerin inkiþafý nasýl olur?
Cevap:
1. Âfâkî ve enfüsî tefekkür ile, yani Mebde’ ve meadýný (baþlangýç ve sonunu) düþünmekle veya rekaiki
yani cennetcehennem, sýrat ve benzerlerini tefekkür etmekle hisler geliþip incelebilir.
2. Hislerin inkiþafý, evvelâ müstakim amel ister. Ýnanç, nazarî olarak nefse kabul ettirilmiþ olabilir ama,
insan, imanýn aðýrlýðýný ancak amelle tam hisseder. Bu itibarla, geceler ihmal edilmemeli, Kur’âný Kerim,
evrad u ezkâr aksatýlmamalý, namaz baþta olmak üzere diðer ibadetler de halis bir niyetle yerine getirilmeli ki,
duygular inkiþaf etsin, kalp ve ruh da bedenin cenderesinden kurtulsun. Ayrýca bunlarýn temadisi de þarttýr. Bu
þuna benzer; bazý ilaçlar vardýr ki, 5 sene hiç ara vermeden alýndýðý takdirde tesirini gösterir. Bunun gibi
ameller ve onlardan elde edilecek netice, ancak devamla mümkün olacaktýr.
Ýnsan bu arada yine sürçebilir ama, mühim olan Allah’la irtibatýdýr. Ýrtibat artýk mevcud olduðu için
sürçse de çabuk doðrulur ve kendine gelir.
Kant diyor ki: “Nazarî akýlla Allah bilinemez, ancak amelî akýlla bilinir.” Amelî akýl denince vicdan da
anlaþýlabilir. Evet, eðer iman Allah’ýn yaktýðý bir meþale ise, devamý bizim amelimize baðlýdýr.
Rûhen inkiþaf etmiþ velilerin yanýnda gözünüzle birþey göremezsiniz ama, vicdanýnýz çok þey hisseder.
Çoðu kere manâsýný anlamadan Kur’âný Kerim okursunuz, ama lâtifeleriniz (iç fakülteleriniz) ondan çok þey
alýr.
3. Menhiyattan (günahlardan) mümkün mertebe kaçýnmak lazým. Ýmamý Þaranî, “namazsýz bir
insanla düþüp kalksam, hatta karþýlaþsam, 40 gün namazýmdan zevk alamam” der.
4. Esmai Ýlâhî’yi çekmek çok önemlidir. “Ya Keþþaf” diye zikretmek, letaifteki perdenin aralanmasýna
vesile olabilir. Gaffar, Gafur ve Tevvâb isimlerine çok devam etme, rahmet kapýlarýnýn açýlmasýna önemli bir
vesiledir. Adede gelince bu talibe göre deðiþir. Bazýlarý da bunu ebcedine göre çeker. Doðrusunu Allah bilir. Bu
iþler, biraz da istidada baðlýdýr. Aslýnda en önemlisi, kalp selâmetidir. Günahlardan kaçýnma, emirleri yerine
getirme ve ahirete hazýrlýk içinde olma da, üzerinde durulacak þeyler arasýnda sayýlýr.
5. Gýdanýn haram ve helâl olmasý da, hislerin inkiþafýnda çok mühim bir faktördür. Efendimizin bazý
hadîsleri buna iþaret eder.
6. Mezarlýklarý ve hastahaneleri gezmek de, hislerin inkiþafýnda önemli birer te’sir icra ederler.
Ruh ve Cesed
Madde ile kayýtlý olmayan ruhlar, dünyadaki cesetlerine benzer misalî cesedleriyle tekrar görülebilirler.
Bunun sayýsýz denecek kadar misalleri vardýr.
Kâinatta Allah’ý Anlatan Deliller
Kâinatta Allah’ý gösteren dört büyük delil vardýr:
1. Âyâtý tekviniye ki, biz ona Kainât Kitabý da diyoruz.
2. Kur’âný Mucizü’lBeyân.
3. Hazreti Ruhu Seyyidi Enam.
4. Vicdan
Bazýlarý, birinci ve ikinci delillerle Allah’ýn fizik ve kimya kanunlarý gibi anlatýlamayacaðýný söylerler.
En doðru hakikat, vicdandýr derler. Bu, husus oldukça derin ve incedir. Risâlei Nur külliyatýnda, ÔTabiat
Risâlesi’ hariç, önce, “Allah vardýr” kaziyesi temel olarak ortaya konmuþ sonra söylenecek her þey bunun
üzerine bina edilmiþtir. Baþka eserlerde ise, delil ve medlûl ayrý ayrý ele alýnmýþtýr. Allah (cc), kendisini
anlatýrken tenezzülât yapmýþ, yani bizim idrak seviyemize hitap etmiþtir. Biz de öyle yapmalýyýz. Ne var ki
ben çok defa bu konuyu avamca anlatýyor, sonra da Rabbimden özür diliyorum.
Nebi ve Veli
Velinin bütün hayat boyu varacaðý yere, nebi daha doðduðunda varmýþtýr. Mevlâna, Muhyiddini Arabî
ve “80 küsur senelik hayatýmda dünya zevki namýna birþey tatmadým” diyen Bediüzzaman da buna dahil...
Onlar bayraklarýný nereye götürüp dikerlerse diksinler, orada Nebinin sesinisoluðunu duyarlar.
Hikmet Aramalý
Birisi A. Kadiri Geylânî’nin adýný çok duymuþ. Ziyaretine gitmiþ. Köpeklerin boyunlarýnda altýnlarý
görünce, Þeyhe hüsnü zanný kýrýlmýþ. Þeyh ona, “Biz erenler, insanlarýn kýymet verdiði altýný buna lâyýk
gördük ve köpeklerin boynuna baðladýk” demiþ. Büyüklerin davranýþlarýnda hikmet aramak gerek.. kusur
deðil..
Biþri Hafî’ye Saygý
Biþri Hafî’nin vefat ettiði gün, Baðdat’ýn köpekleri sokaklara pislemeye baþlamýþlar. Bunu gören
ehlullahtan biri, “Eyvah, Biþri Hafî vefat etti” diye irkilmiþ. Zira, Biþri Hafî devamlý yalýnayak gezermiþ.
Bundan dolayý köpekler de ona olan saygýlarýndan orta yere pislemezlermiþ. Bu bir menkýbe, aslýna deðil,
faslýna bakýlmalý.!
Alvar Ýmamý’nýn Eksik Olmayan Ýniltisi
“N’olur Ya Rabb! N’olur Ya Rabb! Neyin eksik olur Ya Rabb!”
Velâyet ve Keramet
Velâyetin ilk basamaklarýnda çok keramet görülür. Bunlar, þekerleme nevinden, veli namzedinin aþkýný,
þevkini artýrmak içindir. Ama, evliyanýn en mükemmelini temsil eden sahabei kiramda o kadar çok keramet
yoktur. Çünkü onlar, yollarýný ve istikametlerini bulmuþlardýr ve þekerlemeye de ihtiyaçlarý yoktur.
Hýzýriyeti Temsil
Bazý veliler Makamý Hýzýriyeti temsil ettiklerinden, uðradýklarý yer yeþerir. Bediüzzaman da bu
makamý temsil etmiþse gezdiði yerler yeþerecektir. Bugün Türkiye’de hizmet adýna birtakým yerlerdeki yeþillik
bundandýr. Buna Almanya, Rusya, Kosturma da dahil edilebilir. Onun geçtiði baþka yerler de vakti geldiðinde
mutlaka yeþerecektir.
Huzur
Huzur, her ferdin vicdanýnda Allah’ý bulmasý, O’nunla maiyete ermesi her dem O’nunla dolmasý,
coþmasý ve zamanla tamamen O’nun nuruna gark olmasýdýr. Huzur insanýn kendisinden deðildir. Huzur, bize
O’ndan gelir. Bu da, herkesin derecesine göre tecelli eder. Huzurun bir üst mertebesi, zevki ruhanîdir. Ýkisinin
birbirinden farklý olduðu noktalar vardýr. Zevki ruhanî ve huzur da, insanýn hissetiði þeyler farklý farklýdýr.
Aþk
Ýnsaný Cenabý Hakk’a ulaþtýran yollardan biri de “Aþk”týr. Aþk, beþ duyunun dýþýnda cereyan eden
bir vak’adýr. Aþk yolu, caziptir çekicidir. Bu yola girip de dönen olmamýþtýr. Bunun için, aþktan çok misal
verilmiþtir. Bir kere, aþk yolunda mahbûbda kusur aranmaz. Sonra aþkla ulaþýlan cezbe gider ilâhî incizaba
dayanýr. Derken kul bir hamlede Allah’a ulaþýr.
Yaþadýðýmýz devir arýzalý bir devirdir. “Allah” deyip de burnunun kemikleri sýzlayan insan, ne kadar da
az..!
Allah’a Ulaþma Yollarý
Aþk yolu, aczfakr yoluna biraz muhalif gibidir. Ýnsan, perde halinde açýlan menfezden Allah’a bakabilir.
Aþk’ta, acz u fakrýn insan ruhuna kazandýrdýðý “hiç olma” haletini kaybetme söz konusu olabilir. Aþkta ikilik
vardýr fakat, varlýðý nefyetme yoktur.
Tabii ki bütün bunlar, vicdanlarýnda Allah’a kurbiyete erememiþler için tantanalý sözler. Bence insan
Allah’a aþk, þevk, cezb u incizab ve acz u fakr gibi yüzlerce yolla ulaþabilir. Bazýlarý vicdanýnda duyarlar ama,
bunu ifade edemezler. Zira o, “hal” dir ve o hali kelimenin dar kalýplarý istiab edemez.
Rububiyet Tecellisi
Soru: Rububiyet insanda nasýl tecelli eder?
Cevap:
1 Ýnsanýn, himayesi altýndakilerini terbiye etmesi,
2 Allah'ýn, insanlarý kendi eliyle terbiye etmesi þeklinde.
Bu kavisler helezoniktir, daima yukarýya doðru çýkarlar ve hiç geriye dönmezler. Efendimiz (sav)’in
miracý da böyledir. O, daima yükselmiþtir. O’nun miraçtan sonra aramýza dönmesi ise, miracýn bize bakan
yönüdür. Kendisine bakan yönüyle ise o, hiç geriye dönmemiþtir ve sürekli terakkî etmiþtir.
Ýnsaný kâmil mertebesi ile ecel arasýnda bir iliþki vardýr. O mertebenin sahibi, o makama gelmeden
ölmez. Efendimiz, vefatýndan evvel “Allahümme Refika’lA’la” diyerek adýmýný atmýþ ve yükseliþini devam
etmiþtir.
Zaten Rubûbiyet ile ubûdiyet birbiriyle ayrýlmaz bir bütünlük arzeder. Ubûdiyyet dairesi, bütünüyle
Rubûbiyet dairesi hesabýna çalýþýr.
Hatemü’lEvliya’nýn Nuru
Soru: Muhyiddin ibni Arabî, “Hatemü’lEnbiya’nýn nuru Hâtemü’lEvliya’nýn nurundan istimdad eder”
der. Bu, nasýl izah edilebilir?
Cevap: Çok su götürür bu soru ile alâkalý þimdilik þu kadarý yeter. Þöyle ki: Bu gibi zatlar, seyri sülûk
ile ulaþtýklarý mertebelerde kendi nurlarýný müþahede ediyorlar. Tabiî, kendi nurlarý kendilerine daha yakýn,
Efendimiz’in nuru da uzak bulunduðundan, kendi nurlarýndan gözleri kamaþýyor ve Semai Risâletin Kameri
Münir’i olan Efendimiz’in nuru kendi çerçevesiyle görülemeyebiliyor. Bunu güneþten daha büyük olduklarý
halde, bu’dümüzün zulmetlerinden ötürü küçük gördüðümüz dev güneþlerle misallendirebiliriz. Ayrýca, bu
zatlar söylediklerini bir sekir halinde de söylemiþ olabilirler.
Cenneti Ýstemek
Soru: Kuþeyri Risâlesi’nde birisi, “20 seneden beri bugün cenneti isteyebildim” diyor. Bu nasýl
anlaþýlmalý?
Cevap: Her insanýn kendine mahsus bir muhasebe ve murakabesi vardýr. Hz. Adem, o malûm zellesinden
sonra 40 yýl baþýný yukarýya kaldýramamýþtýr. Ayný þeyi biz yaparsak bu sun’îlik olur. Herkes kendini
yaþamalý. Sözü edilen þahsýn muhasebesini yapmak bize düþmez ama; o þahýs, belki de kendisinde cenneti
isteyecek cesareti bulduðu an, huzur ve mehabbetten ötürü geriye adým atmýþtýr?
Seyr ü Sülûk Mertebeleri
Seyr ü sülûkun üç mertebesi vardýr: Seyr ilâllah, Seyr fillah, Seyr minallah ve billah.
“Seyr ilâllah”, Allah’a doðru seyretme ma’nâsýndadýr ve Seyr ü sülûkun ilk mertebesidir. Fakat onun da
kendi içinde mertebeleri vardýr: Ýlme’lyakin, ayne’lyakin, hakka’lyakin’in mertebeleri gibi...
“Seyr fillah”, Allah’da seyretme demektir. Bu, insanýn her an O’nunla olmasý, O’nun esmâ ve sýfât
dairesinde dolaþmasý, isim ve sýfatlarýnýn tecellileriyle baþ baþa kalmasý demekdir ki, bir ma’nada sâlik, bu
makamda tamamen Allah’ta fanî olur ve fenâfillah’ý ihraz eder.
Üçüncü mertebe ise, “Seyr minallah”dýr. Sâlikin seyrini tamamladýktan sonra, varlýðýn özüyle alâkalý
gördüðü bütün göz kamaþtýrýcý, baþ döndürücü güzelliklere raðmen, insanlar arasýna döner. Bu dönüþ
gördüklerini, tattýklarýný bildirmek için dönüþtür ve halk içinde Hakk’la beraber olma halidir.
Bu mertebelere nâil olanlarýn hali, peygamberlerin Cenabý Hakk’ýn muhtelif isimlerine mazhar
olmalarý haline benzer. En iyisi de, insanýn bu mazhariyet ve bu hallerini bilmemesidir. Eðer biliyorsa, istidraç
olmamasý için duâ etmeli ve gizlemeye çalýþmalýdýr.
“Seyr fillah”da þahsî arzu ve düþünceler olmaz. Ýnsan, sadece isimlerinin tecellileri ve tecellilerin renk
tonlarýyla baþ baþadýr. Bu tecelliler arasýndaki televvünleri yaþarken, insanýn, bütün arzularýndan tecerrüdü ve
varlýðýný Allah’a feda etmesi bu makamýn bir özelliði ve bekâbillah da bu zirvenin önemli bir varididir. Ne var
ki bu yollarda her zaman bir zaviye ve ihsas farklýlýðý da söz konusudur. Hatta bu farklýlýðý bu yolun kutuplarý
arasýnda görmek de mümkündür.
Bazýlarý bu mertebe farklýlýðýný bilmediklerinden dolayý, Ýmam Rabbanî ile Muhyiddin Ýbn Arabî
gibi zatlarýn bazý noktalarda birbirleriyle çatýþtýklarýný zannedebilirler. Aslýnda böyle bir çatýþma kat’iyen
varid deðildir. Farklý mütalâalar ise, bunlarýn tamamen farklý buudlarda olmalarýndan kaynaklanmaktadýr.
Bazen bu mertebelerde bulunan insanlarýn þuurlarý, içinde bulunduklarý hale taallûk eder. Ýþte o zaman
Muhyiddin Ýbn Arabi, “Bizden olmayan, bizim eserlerimizi okumasýn” der. Bunu anlamak zordur ve bir ölçüde
þeriatla te’lifi de mümkün deðildir. Hallacý Mansur’un “Ene’lHakk” demesi de bu cümledendir. Bu tür sözler,
zâhirde, þeriata zýd gibi görünür ise de, esasen bu zatlar, içinde bulunduklarý makamýn gereðini yerine
getirmektedirler. Ahmed Emin, gibilerin bu konuyla alâkalý in’ikadlarý, indî, haricî dolayýsýyla da haksýzdýr.
Çünkü bu gibi durumlar bir “hal” mes’elesidir. “Kal”in “Hal”e tercüman olmasý ise hayatî bir mevzuu
iþâretlerle anlatmaya benzer.
Kalp Balansýný Kontrol
Her insanýn beslendiði bir kaynak olmalý ve sýk sýk bu kaynaða uðrayarak kendini yenilemelidir. Aksi
takdirde sessizce kurur gider de farkýna bile varamaz.
Ýnsanýn kendini kontrol etmesi, çok zor bir mes’eledir. Onun içindir ki, tasavvufta ilk olarak nefsin
bilinmesi mevzûu ele alýnmýþtýr. Mevlânâ Muhammed Ýkbal tasavvufa dair yazdýðý “Esrarý Hodi” isimli
eserinde nefsin sýrlarýný kavramaktan bahsederken, “Seyr Fillâh”a ulaþan insanýn, benliðin sýrlarýndan
sýyrýlmasý þarttýr” der.
Keþke bir alet icad etseler de, herkes þekerini, tansiyonunu ölçer gibi manevî hayatýný ölçebilse! Bu
insanlýðýn kurtulmasý için çok büyük bir iyilik olurdu, insana kendisini tanýtmadan daha büyük bir iyilik mi
olur? Þimdilik böyle bir þeye mâlik deðiliz; yarýn olacaðýmýzý da bilemiyorum. Tekyeler, zâviyeler bir zaman
bu misyonu eda ediyorlardý.
Marifeti Ýlâhî
Soru: Ýbadetsiz Allah (cc) tanýnmaz, deniyor. Ne buyurursunuz?
Cevap: Bazýlarýnýn bakýþ açýsýna göre böyledir. Allah’ý bilme, bir yanýyla ibadete baðlý bir seviye
iþidir. Zatý Ulûhiyetin gerektiði þekilde bilinmesi, ancak ibadetle olabilir. Bu hususla alâkalý þu mülâhazalarý
zikretmekte yarar var:
1. Kalp aynasýný sadece bir defa Rabb’e çevirip, O’nun, o andaki tecellisiyle almýþ olduðunuz zevki
ruhanî ve imdadý Rabbanî ile bir ömür boyu yaþayamazsýnýz. O halde, sürekli O’nun tecellilerine açýk olmak
gerekmektedir.
2. Fikir ve ruhî seviyenize göre Rabb’e karþý sürekli açýk olmazsanýz geliþemezsiniz: Zira insana
çocukken kâfî gelen þeyler, yetiþkinlikte kifayet etmeyebilir.
3. Ýbadeti çok geniþ olarak ele almak icap eder. Namaz bir ibadet, oruç bir ibadet, hac bir ibadet.. Hatta
naslara müracaat etmeden niyet esintisiyle yapýlan þey de bir ibadettir.
Rabbin tanýnýp, bilinmesi bir de vicdan ile mümkündür. Fakat bu çok ileri seviyedir ve herkesin
kavramasý da oldukça zordur. Bundan dolayýdýr ki, Bediüzzaman Hazretleri, ilk yazdýðý eserlerinde Cenabý
Hakk’ý gösteren deliller arasýnda vicdana da yer verirken, daha sonra yazdýðý eserlerde zannediyorum, Risâlei
Nur mesleðine yeni girenlerin anlayamayacaðý endiþesiyle bundan bahsetmemiþtir.
Zikri Cehrî, Zikri Hafî
Ýslâmiyet’in kesin olarak tayin ve tesbit etmediði hususlar, fýtratlara göre ayrý ayrý hükümler alýr.
Naslara muhalif olmamak þartýyla, kesin hükme baðlanmamýþ mes’elelerde muhitin, iklimin, örf ve ananelerin
farklý olmasýyla farklý yollara sülûk edilebilir. Tarikatlarda zikrin gizli veya açýk yapýlmasý da her halde
buradan kaynaklanmaktadýr.
Meselâ, Allah’ýn (cc) zikri hususunda Buhari’deki bir hadîsi þeriflerinde Allah Rasûlü (sav): “Nefsinize
merhamet edin, zira siz ne bir gaibe, ne de bir saðýra duâ ediyorsunuz” buyurmaktadýrlar. Bunu esas alan bazý
tarikatlar, zikirlerini hafî (gizli, sessiz) yapmaktadýr. Buna karþýlýk ise, bir diðer ekol zikirlerini cehrî (açýktan,
sesli) yapmayý tercih etmiþlerdir. Hasýlý bu mes’ele nasslarla kesin bir hükme baðlanamadýðýndan, her iki
þekilde de zikir yapmaya cevaz var demektir.
Murâkabe Ýnsaný
Hz. Ömer’e isnad edilen bir söz vardýr: “Hesaba çekilmezden evvel nefsinizi hesaba çekin.” Bu,
murâkabenin bir buudu. “Ýyi bir mü’min, daima kendi nefsine karþý savcý, baþkalarýna karþý avukat gibi
davranýr.” Bu da diðer buudu.
Hutbesini dinlemek için Ýbn Abbas’ýn Mekke’den Medine’ye Ôþeddi rihal’ ettiði (yollara düþtüðü) Hz.
Ömer (ra), bir gün hutbede ortaya koyduðu fevkalâde talâkat ve fesâhat karþýsýnda birden durur ve “Haydi be
ordan, deve çobaný sen de!” gibi ifadelerle nefsini tokatlar. Yine Ömer, evet Ýslâm’da devlet sistematiðinin
güçlü temsilcisi o büyük zat, gerçekleþtirdiði onca büyük muvaffakiyetin en küçüðüne bile sahip çýkmamýþ ve
bir defa olsun, “Ben yaptým” dememiþtir.
Hasan Basrî (ra), Ebû Nuaym’ýn Hýlyetü’lEvliyâ’sýndaki kayda göre, Nebî zevcesinden süt emmiþ
büyük bir insandýr. O, kendisini her gün hesaba çeker ve “Sen, geçen gün namazda þunlarý þunlarý düþünen
kiþi deðil misin? Rabbin huzûrunda hiç böyle þey yapýlýr mý? Önceki gün de þunu yapmýþtýn. Ýþte sen,
busun” derdi.
Bunlar, bir devri, aydýnlatan büyük muhâsebe ve murâkabe insanlarýdýr. Zaten Kur’ân da, “Sizi ve
yaptýklarýnýzý yaratan Allah’týr” (Saffat, 37/96) demiyor mu?
Cennet’in Tasviri
Derecesine göre her mü’minde Ahiret’e gitme arzusu vardýr. Allah, bu arzuyu kamçýlama adýna tasavvur
edebildiðimiz þeylerle Ahiret’i bize resmetmektedir. Dünyada daha çok bedenimizin altýnda kaldýðýmýz içindir
ki, Allah cennetin cismanî nimetlerini öne çýkararak sürekli onlarý anlatýyor ve insanlara o dille konuþuyor.
Cennette bir de bizim tasavvur ve tahayyüllerimizi çok çok aþan nimetler vardýr ki; bence esas önemli olan da
onlardýr.
Tevazu ve Müsamaha
Tevazû, bir haldir; insanýn kendi içinde kendini yenmiþliðinin ifadesi ve kibirden, çalýmdan; gururdan
vazgeçmenin adýdýr. Öyle ya, insanýn caka yapmaya, çalým satmaya ne hakký vardýr? Âriye bir Ôelbise’ ile
çalým satýlýr mý? Allah, giydirdiði o âriye elbiseyi istediði zaman geri alabilir. Eðer O bize, “Üzerinizde Bana
ait olan þeyleri þöyle bir tarafa ayýrýn da, kendinize ait þeylerle Bana bir tekmil verin” dese, herhalde O’na
gösterebilecek hiçbir þeyimiz kalmayacaktýr. Böyle bir soruya muhatap olsam, benim diyeceðim þudur: “Ya
Rabbi, ben hiç oðlu hiçim. O kadar ki, hiçliðimi bile Sana ait bir þeyle ifade ediyorum; çünkü bunu söyleyen
ben, Sana aidim ve kendi adýma hiçim.”
Tevazu, sürekli böyle bir idrak kuþaðýnda yaþamanýn bir diðer adýdýr. Eðer insan bu idrak seviyesine
ulaþamamýþ ve bunu varlýðýnýn bir buudu haline getirememiþse, o takdirde, yer yer boynunu mütevazý bir
kimseymiþ gibi bükmesi, riyakârlýktan öte bir ma’nâ ifade etmez.
Müsamahaya gelince, o bir ahlâktýr. Ýnsan temrinat yapa yapa onu ruhunda ikinci bir fýtrat olarak
geliþtirebilir. Meselâ, insanýn kendini sürekli kontrolü, küfür olmayan hususlar dýþýnda, baþkalarýnýn
hatalarýný affetmesi ve kendi nefsine karþý bir savcý, baþkalarýna karþý ise bir avukat gibi davranmasý, evet
iþte bütün bunlar müsamahadýr.
Efendimiz (sav), zina ikrarý ile kendisini cezalandýrmasý için baþvuran Maiz’i dört defa geri çevirmiþtir.
Biri, Halid’i þikâyet için geldiðinde, tek kelime konuþturmamýþtýr. Bu seviyede bir müsamahaya insan sürekli
temrinat ile ulaþabilir ve onu bir ahlâk haline getirebilir.
Kýsaca, tevazu ve müsamaha, Peygamberlere ait iki sýfattýr. Tevazuun zýddý kibir, çalým; müsamahanýn
zýddý ise yobazlýk ve baðnazlýktýr. Günümüzde yobazlýðýn en þiddetlisi, küfür ve ilhad cephesinde
görülmektedir. Merhum Necip Fazýl, yobazlýðý müslümanlara yamamak isteyenlere karþý tavýr alýr ve onu asýl
sahiplerine iade ederek, “küfür yobazý” derdi.
Manevî Bir Hastalýk
Tasavvufî menkýbelerle tesellî olup, “büyüklük nedir; nasýl büyük insan olunur?” gibi mevzûlara bîgâne
kalmak, mânevî bir âfettir. Ne yazýk ki, insanýmýzýn önemli bir kesimi, bu âfetle meflûç, kolukanadý
kýrýlmýþ ve sanki hiçbir þey olmamaya niyet etmiþ gibi yerlerde sürüm sürüm... Bu durumdan kurtulmak için,
büyüklerin büyüklüklerini anlatýrken, kendi iç aydýnlýðýmýz içinde o büyüklüðe ulaþmayý düþünmeli ve bu
yolda gereken cehd ve gayreti göstermeliyiz.
Ýlâhî Televvünatý Yakalayabilmek
Soru: Ýmam Rabbanî, Muhasibî... vs. gibi tasavvuf erbabýnýn günah, sevab, nafile vs. hususlardaki
deðerlendirmelerini nasýl ele almalýyýz? Hepsini olduðu gibi kabullenebilir miyiz?
Cevap: Bu kabil büyük tasavvuf erbabýnýn muhtelif deðerlendirmeleri, bulunduklarý makamla çok
alâkalýdýr. Bundan dolayý da, bu zâtlarýn beyanlarýnýn ilelebed devam edeceðini zannetmek hatalý bir tutum
olsa gerek olur. Zira hükmü ilelebed devam edecek olan sadece ve sadece Allah (cc) ve O’nun Rasûlü’nün
beyanlarýdýr.
Fakat, bu zâtlarýn deðerlendirmelerini, geçmiþe ait duygu ve düþünceleri anlama ve yeni terkiblere
ulaþma açýsýndan mutlaka dikkate alýnmalýdýr. Onlarý sadece ezberlemekle yetinmek dûn himmetlik olur. Biz
bunlarý vesile yaparak düþüncelerimizi deþelemeli ve bu misaller ýþýðýnda temrinat yapmalýyýz.
Evet, her an ayrý bir þe’nde olan Cenâbý Hakk’ýn tecellilerinin televvünatý da farklý farklý olur. Ýþte
mühim olan bu televvünatý yakalayabilmek ve vicdanlarýmýzda bunu duyabilmektir.
Tecelli ve Zuhur
Soru: Tecelli ve zuhur arasýndaki fark nedir?
Cevap: Esbabý âdiye içinde olursa ikisi de ayný mânâdadýr. Meselâ Allah’ýn bizim üzerimizdeki lütfu,
ister ilham esintisiyle olsun, ister arzu ettiðimiz þeyin gerçekleþmesiyle ve buna ister tecelli, ister zuhur diyelim
farketmez. Yani lütfu ilâhî olarak zuhur etti veya tecelli etti diyebiliriz.
Fakat Allah’ýn esmasýnýn tecellisi ile, eþyanýn varlýðýnýn tecellisi ve zuhuru arasýnda fark vardýr.
Meselâ, eþyayý yoktan var eden Allah, bizi de yoktan var etti. Ve bunda Allah’ýn esmasýnýn tecellisi vardýr.
Ama, zuhur dolayýsýyla da vahdeti vücud yoktur. Bu itibarla, herþey O’dur demiyoruz; belki herþey O’ndandýr
diyoruz.. yani herþey Allah’ýn isim ve sýfatlarýnýn tecellisiyle var olmakta ve varlýðýný sürdürmektedir. Bu
itibarla da Allah, bir lahza tecellisini kesse, herþey yok olur gider.
Zuhura gelince, bu Allah’ýn varlýk halinde ve eþya þeklinde zuhuru demektir. Bu bir mânâda vahdeti
vücudu (panteizm), bir mânâda da vahdeti mevcudu (monimizm) ifade eder. Bu da varlýk bir tanedir ama,
insan, cemadat ve hayvan þeklinde zuhur ediyor demektir. Aristo’dan Farabi’ye kadar felsefede temel rükün
þudur: “Allah varlýðý mutlak olandýr. Sonra zuhurla O’ndan aklý kül meydana geldi. Bunun olmamasý
mümkün deðildi.” Bu, Allah (hâþâ) önce kaynayan bir kazan gibiydi de taþan kýsýmlarý ile varlýk meydana
geldi. gibi bir hezeyan ve Ehli Sünnet’e göre bu düpedüz þirktir. Esasýnda Allah herþeyi kudret ve iradesiyle
ilim programýna göre yarattýðý gibi, yine ayný programa göre herþeyi ilelebed görüp gözetmektedir.
Bir de, bu mes’elede daha sonra hulul ve ittihad mezhepleri ortaya çýkmýþtýr ki, bunlara göre mes’ele
hep zuhur þeklindedir. Allah Üzeyr’de, Ýsa’da zuhur etmiþtir. Hz. Ali’de, Hasan Sabbah’ta zuhur etmiþtir...
Bütün bâtýl mezhepler bu hatadan yola çýkarak inhirafa düçar olmuþlardýr. Onun için bu tabirleri hassasiyetle
yerinde kullanmak lazýmdýr.
Ýhsan Sýrrý
Hakikat ehlince ihsan, hak ölçülerine göre iyi düþünme, iyi þeyler plânlama, iyi iþlere mukayyed olma ve
kullukla alâkalý davranýþlarýn, Allah’ýn nazarýna arzedilmesi þuuruyla fevkalâde bir titizlik içinde temsil
edilmesinden ibaret kalbî bir ameldir.
Ýhsana ulaþabilmek için duygu, düþünce ve tasavvurlarýn saðlam bir imâna bina edilmesi, iman
gerçeðinin Ýslâmî esaslarla derinleþtirilmesi ve kalbin kadirþinas ölçüleri ile ilâhîleþtirilmesi þarttýr.
Baþkalarýna ve baþka þeylere ihsan duygusu ise, hak murakebesi ile bütünleþmiþ böyle bir kalbin tabiî tavrýdýr.
Evet, “Ýhsan, görüyormuþçasýna senin, Allah’a ibadet etmendir; sen O’nu görmesen de, O seni
görüyordur.” hakikatýnca, yapýlan her þeyi arýzasýz ve Cenâbý Þâhidi Ezelî’nin nazarýna arz edilebilecek
þekilde inanarak, duyarak, irade, his, þuur ve lâtifei rabbâniye buudlarý ile yerine getirmek bir esas, bir temel
prensip ve hakikat erlerince ulaþýlmasý gerekli olan bir ufuk; baþkalarýna karþý iyilik duygusu, iyilik düþüncesi
ve iyi davranmak ise, insan ruhu ile bütünleþmiþ böyle bir ihsan þuurunun zuhurû, taþmasý ve intiþarýdýr ki,
birinci þýkkýn tabii neticesi ve ihsana programlanmýþ bir vicdanýn programlandýðý þeyi ifade etmesinden
ibarettir.
Ýhsan þuuru, salih bir dairenin (kýsýr döngü karþýlýðý olarak kullanýyorum) kapýsýný açan sýrlý bir
anahtar gibidir. O kapýyý açan ve o aydýnlýk koridora adýmýný atan insan, yürüyen merdivenlere binmiþ gibi,
kendini sihirli bir yükseliþin helezonunda bulur. Bir de, bu mazhariyetiyle beraber, iradesinin hakkýný verip
kendi de yürüyüþünü devam ettirirse, her adýmda iki basamak birden yükselir...
Ýhsan þuuru, yaðmur yüklü bulutlar gibi bir baþtan bir baþa bütün kalp tepelerini sarýnca, ilâhî eltaf
saðnak saðnak boþalmaya baþlar..
Bu mevzuda bir de, amel ve davranýþlarýn ötesinde, kalplerin kurup durduðu hâlis niyetlere terettüp eden
fazl ve lütûf kaynaklý ilâhî varidât vardýr ki, onun tasavvuru bizi de, bizim düþüncelerimizi de aþar..!
Ýnsaný Hakk’a ulaþtýrmada en aldanmaz vesilelerden biri kalpdir ve kalbin en büyük ameli de ihsandýr.
Ýhsan, ihlâs yamaçlarýna açýlmanýn en emin yolu, rýdvan tepelerine ulaþmanýn en sýhhatli vasýtasý ve Þâhidi
Ezelî’ye karþý da bir temkin þuurudur. O’na doðru hergün, imanla donanmýþ, amelle kanatlanmýþ ve takva ile
derinleþmiþ yüzlerbinler “þeddi rihal” eder, yolculuða koyulurlar ama, o zirveye ya birkaç insan ulaþýr, ya da
ulaþamaz. Ulaþamayanlar, ulaþma adýna didinmelerini sürdüredursunlar; ulaþanlar orada Allah’ýn (cc)
sevmediði þeyleri bütün çirkinlikleriyle duyar hisseder ve onlara karþý kapanýr; Allah’ýn (cc) güzel gördüðü
þeylerle de fýtratýnýn gereðiymiþcesine birleþir, bütünleþir ve sürekli “ma’rûf” soluklarlar.
ÜçlerYedilerKýrklar
Soru: Gavs, Kutup, ÜçlerYedilerKýrklar diye bilinen veliler, bütün Ýslâm ülkelerine mi daðýlmýþtýr?
Yoksa Türkiye’de ayrý, Mýsýr’da ayrý mýdýr?
Cevap: Belki Allah (cc)’ýn velileri dört bir tarafa daðýlmýþtýr. Ancak “iki imam” dediðimiz zatlar, her
zaman bulunabilir ama, Gavs her zaman olmayabilir.
Ayrýca her Kutup, Gavs deðildir. Bir ölçüde kutbiyet, gavsiyetin hassei lazimesidir. Ve bunlar vefat
edince Allah’ýn izniyle vesayetleri devam eder. Yani tasarruflarý, bir rahmet bulutu gibi üzerimizde tüllenir
durur. Ýmam Rabbanî, A. Kadiri Geylanî, Þeyhu’lHarranî ve Bediüzzaman gibi zatlarý bunlardan sayabiliriz.
Ýþin doðrusunu Allah bilir.
Evliyalar Birbirini Tanýr mý?
Soru: Evliyaullah birbirini tanýrlar mý?
Cevap: Kutbiyet ve gavsiyet mertebesine gelenler tanýyabilir. Diðer evliyâ ise tanýyabilirler de
tanýmayabilirler de. Çünkü onlar temsil ettikleri ve zýllinde seyrettikleri makamlarla vardýrlar. Böyle her zaman
kendileri olamadýklarýndan, zaman zaman zýlliyet ile aslý birbirine karýþtýrýlabilir. Mesela, Hz. Ýlyas (as)’ýn
makamý, Hz. Mesih’in makamý, Muhammedî Makam gibi makamlarý (sav) tefrik edemeyenler, hatta, zýll ile
aslý karýþtýrýp, bu Hz. Hýzýr’dýr bu Hz. Mesih’tir... falan diyebilirler. Halbuki o bildiðimiz velidir ama, belli
bir ismin gölgesinde seyrettiði için, halk onu o makamýn asýl sahibi zanneder. Bu çok dakik bir mevzudur. En
büyük velide bile bazen böyle durumlarda iltibaslar görülebilir. Bazen birisi, yaptýðý irþad ve hizmetlerle
makamý Mehdiyetin cüz’î bir hassasýný temsil ederken, hüþyar fakat, ihatasýz ruhlar da bu þahsa Mehdi derler.
Halbuki bilmiyorlar ki o zat, büyük bir hakikatin sadece bir zýllini temsil ediyor. Onun içindir ki; bu türlü
televvünat esnasýnda her zaman ifrattan sakýnmalý; zira, ifrat edilirse mesul olunur. Evet, veli de olsa mesul
olur.
Keþf ü Keramete Talip Olmak
Soru: Keþf ü keramet ve manevî makamlar Allah’dan istenir mi? Ýstenirse bunun yolu nedir?
Cevap:
1) Ýhlaslý olma mevkiinde olanlar kasden ve bizzat keþf ve keramet talep ederlerse, Allah (cc)
vermeyebilir.
2) Muradý Ýlâhî sizin istediðiniz þekilde tecelli edecekse, sizin duâda ýsrarlý, azimli ve kararlý olmanýz
lazýmdýr. Eðer onlarý acilen verirse, duâ sizin aleyhinize olmuþ olur. Þöyle ki, Allah (cc) size burada, kabirde,
berzahda, haþirde, sýratta, cennette lazým olacak duâlarý ettirmek ve daha çok söylettirmek istiyorsa
isteklerinizi verdiði zaman duâyý keserseniz ve bu da sizin aleyhinizde olmuþ olur.
3) Herkes Esmai Ýlâhîden hangisini tutarsa, baþý kendi kemalâtýnýn arþýna ulaþabilir. Ama, talibin
istidadý da oldukça mühimdir. Fýtratýnýzýn müsaid olduðu isimlere devam ederseniz, çabuk terakki
edebilirsiniz. Yoksa sadece hikmet araþtýran kimseler yükselemeyebilirler. Hikmetle beraber ahu vah insaný da
olunursa, iþte ancak o zaman yükselme daha bir hýzlanmýþ olur. Yalnýz, kat’iyen esmai Ýlâhiye ihmal
edilmemesi gerekir. Her zaman arzettiðim gibi, susuz, yanmýþ, kavrulmuþ bir adam suyu nasýl yudumlar, iþte
Esmai Ýlâhîyi öyle yudumlamalý. Veya fakr u ihtiyaç içindeki bir dilenci, halini nazara verip nasýl ilhah eder.
Ýþte o ölçüde, O’nun isimleri dile getirilmelidir. Baþka bir husus da; bu þekildeki münasebete ara vermemektir.
Ara verildiði takdirde o âna kadar açtýðýnýz kapýlar bir bir yüzünüze kapanýr ki; o zaman tekrar yeni baþtan
baþlamanýz lazým gelir.
Asfiyalar
Soru: Halk arasýnda “Asfiyâ”diye meþhur olanlar var, bunlar kimlerdir ve temsil ettikleri makamlar
nasýldýr?
Cevap: Bunlar bir yönüyle, Hakk’a açýk olmasý bakýmýndan Enbiyanýn makamýný temsil ederler.
Asfiyâ, Enbiyâ ile Evliyâ arasýnda bir makam iþgal eder. Bunlar perdesiz, hailsiz Hakk’a nazýr ve ilâhî
tecellilere aþinadýrlar. Eskiden kalelerde her ayýn doðuþ noktasýný görebilmek için bir menfez tesbit edip gedik
açarlardý. Ýþte Asfiyâ da, Hakk’a karþý böyle bir rasat kabiliyet ve imkânýyla serfirazdýr. Sizin en pes
dediðiniz þeylerde bile onlar Hakk’ýn tecellilerini görürler. Bunlarda ilk mevhibe, cebrîdir de, ama sonra
inkiþafla, iradeleriyle de Halýk’a açýlýrlar. Hakka açýk olunca, mülk âlemini seyrettikleri gibi, melekut âlimini
de her zaman temâþâ edebilirler. Bu müþahede ve seziþ firasetten farklý bir þeydir. Zira, ferasete bazen tecrübe
ile ulaþýlabilir.
Ýman Esaslarý Etrafýnda
Üçüncü Bölüm
Cinler ve Cinnet
Saðlam bir irade ile Allah’a tevekkülde bulunana cinler hiç bir þey yapamaz. Ama cinler içi bozulmuþ,
ruhu tefessüh etmiþ, bakýþý bulanmýþ, Allah ile irtibatý zayýflamýþ kiþilerin peþini býrakmazlar. Cinlerin
musallat olduðu böyle kiþilere, Efendimiz (sav)’den rivayet edilen duâlarý, okumak, baþvurulacak çarelerin
baþýnda gelir. Bundan baþka zâhirî sebepler açýsýndan mekan deðiþtirmek düþünülebilir. Evet, Allah’a
hakkýyla kul ve O’na tevekkül olana, cinler bütün ordularý ile de hücum etseler, zarar veremezler.
Tevhidi Ulûhiyet, Rubûbiyet ve Ubûdiyet
Kur’ân’ýn yeryüzüne iniþ gayesi, tevhidin bütün çeþitleri ile ferd ve toplum plânýnda hakim olmasýdýr.
Kur’ân’ýn bütün ayetlerine bu gözle bakýldýðýnda, ifade ettiðimiz gerçeði görmek mümkündür. Onun bazý
ayetleri tevhidi ulûhiyeti, bazýlarý tevhidi rubûbiyeti ve bazýlarý da tevhidi ubûdiyeti gösterir ve aslýnda
bunlar, bir zaviyeden de birbirlerini gerektirirler. Ýbn Teymiye’den sonra, tevhidi rubûbiyet ve tevhidi ulûhiyet
anlayýþýndaki farklýlýk bir kýsým sapýk düþüncelerin doðmasýna sebep olmuþtur. Öyle zannediyorum ki, her
ne kadar bunlar birbirlerine illetma’lul, sebepnetice münasebeti içinde baðlý olsalar da, en önemlisi tevhidi
ubûdiyettir. Rica ederim, insan kütüphaneler dolusu kitap okusa, onlarý hafýzasýna alsa, bunlarý hayatýna
aksettirmediði takdirde ne ifade eder ki. Öyleyse, Ôlâ ilâhe illallah’ hakikatini kalbe iþlettirmek, ruha
söylettirmek ve azalara amel ettirmek þarttýr.
Atâ, Kaza, Kader Münasebeti
“Atâ” kazaya tesir eder. Kaza da kadere. Meselâ, âsi bir insan belayý hak ettiði bir anda, Allah’a döner ve
günahlarýndan istiðfarda bulunur. Ýþte, Allah (cc) bu anda “atâ” sý ile kazayý durdurabilir. Ama unutmayalým,
“atâ” Allah’ýn ihsanýdýr. O, Rabbin hoþuna gidecek amellerle serfiraz olan kiþilere verilir.
Þirk
Gayûr sýfatý þirk koþmaya karþý olur.
Bir kudsî hadîste: “Kulum bana sebbetti”, yani “Bana sövdü” deniliyor. Bundan murad, “Bana þirk koþtu”
demektir. Þirkin de dereceleri vardýr. Siz hangi ölçüde Allah’a þirk koþarsanýz, o ölçüde gayretullaha dokunur.
Siz kendi namusunuzu nasýl korursunuz ve bu hususta ters bir þey size ne kadar dokunur, iþte benzetmek gibi
olmasýn þirk koþmak da gayretullaha öyle dokunur.
Rable Münasebet
Rable münasebet çok önemlidir. Ýbadetten de öte bir þeydir bu. Her halde bir ma’nada kalbi selim de
buna deniyor.
Bizim yolumuz, kesbî olmasa da, kalbî alâkalarýmýz açýsýndan dünyaya küsme ve bir Kerbelâ yoludur.
Zira, Allah onlarý dünyaya küstürmüþtü...
Güzel Koku ve Sadaka
Hz. Âiþe validemiz, tasadduk edeceði paralara güzel kokular sürermiþ, sebebini sorduklarýnda da þöyle
cevap verirmiþ: “Ben Efendimiz (sav)’den, sadakanýn fakirin eline geçmeden evvel Allah’ýn eline geçtiðini
iþittim. Bu paralarýn güzel kokularla Allah’ýn eline varmasýný istediðim için onlara koku sürüyorum.”
Arþ ve Kürsi Mahremiyeti
Arþ ve Kürsî hakkýnda istifhama müstenid herhangi bir soru sorulmadýkça konuþmamayý tercih ederim.
Zira bunlarý Rabbimin namusu gibi telâkki ediyorum. Çok mahrem bir yakýnýmýn iç çamaþýrlarýndan nasýl
bahsetmiyorsam, Arþ ve Kürsi’den de bahsetmek istemem...
Nebiler ve Seçkin Ruhlar
Günümüzde peygamberliði tam manâsýyla anlayamýyor ve sýradan bir insandan bahseder gibi onlardan
bahsediyorlar. Keþke daha temkînli olunabilse! Bizim hayatýmýzda bile yakaladýðýmýz öyle anlar vardýr ki,
dakikasý bütün bir ömre bedeldir. Oysaki bu hal, onlarýn bütünüyle hayatlarýna hakimdir. Bizim hayatýmýz
boyunca ulaþtýðýmýz nokta, onlar için baþlangýçtýr. Bu, Hz. Nuh için de, Hz. Musa için de böyledir. “Cevahir
kadrini cevherfüruþan olmayan bilmez.” Efendimiz’e, “Sahibi Hut gibi olma” ayeti nazil olunca, belki ashabýn
aklýna birþey gelir diye, hemen “Beni Yunus b. Metta’ya tercih etmeyin” buyurmuþlardýr.
Enbiyânýn hususiyetleri bir yana, onlarýn arkasýndan yürümekle kemalatýn zirvesine ulaþmýþ dünya
kadar deðiþik hususiyetlerle velayet semasýnýn ayýgüneþi evliya var.
Halk, yevmi þek þüphesi içinde. Sonra “gidin, falanýn bugün doðan bebeðine bakýn. Eðer süt emmiyorsa
Ramazandýr, emiyorsa deðildir” diyorlar. Tam o esnada Gavsý Azam’ýn annesi de oðlu süt emmiyor diye
aðlýyormuþ. Hali görünce, “ana aðlama, bugün Ramazan; oðlun onun için süt emmiyor” diyorlar. Bunlar Cenab
ý Hakk’ýn husûsî atayasýna mazhar kimselerdir.
Peygamberler, husûsî ve müstesnâ bir hayat yaþamýþlardýr. Hz. Musa, belki içine birþey düþer de,
kendisini meþgul eder diye, haþâ ki öyle birþey olsun Hz. Þuayb’ýn kýzýnýn, kendi önünden yürümesini
istememiþ. Davud (as), bir zellesinden dolayý senelerce aðlayýp, sýzlamýþ. Daha niceleri baþýna herhangi
birþey gelince (imtihan, ibtilâ), mülahazasýyla “Demek bir kusur iþledim ki, baþýma bu geldi” demiþ ve
ýzdýrapla inlemiþ.
Þimdi böylesine müstesna bir hayat yaþayan peygamberleri sýradan insanlar gibi deðerlendirmeye
kalkarsak daha baþlangýçta hata etmiþ oluruz.
Kadere Ýtiraz
Mü’min dahi olsa, her insanda, Allah’ýn birtakým kaza ve kaderine karþý, kendi istek ve arzularýna
ulaþamamaktan dolayý, bir burukluk ve üzüntü olabilir. Bunlar, esasen þeytanýn mýrýltýlarýndan baþka birþey
deðildir. Ýnançlý bir gönül içinde bu söz konusu ise, inançsýzda ve hele þeytanda nasýl olur? Varýn orasýný siz
düþünün.
Feyzi Akdes’ten Gelen Ýlâhî Nefhalar
Nasýl ki insan temiz havayý kirli hava içinde ayýrýr ve temiz havayla ciðerlerini doldurur öyle de
peygamberler de “Feyzi Akdes’ten gelen Ýlâhî esintilerle sinelerini doldururlar ve hep onu avlama
peþindedirler” dense sezadýr.
Bu da Bir Ýhsan
Ahiretteki hesaplaþmada karþýlýklý alýp vermelerde kiþinin bizatihî kazandýðý sevaplardan verilir;
fazlî olarak kazandýklarýndan verilmez. Meselâ, bir sadaka mukabilinde on misli sevap kazandýnýz. Bunun bir
tanesi alacaklýnýza verilir de geriye kalan dokuzu verilmez. Çünkü o dokuz taneyi siz bizzat kazanmadýnýz.
Onlar doðrudan doðruya Cenabý Hakk’ýn fazlýndan geldi.
Ýnce Perde
Ýman ve küfür arasýnda çok ince bir perde var. Çok küçük bir hareketle insan hemen öbür tarafa
geçebilir.
Belâ ve Musibetler Karþýsýnda
Bu dünyada çeþitli belâ ve musibetlere uðrayanlar, maruz kaldýklarý bu belâ ve musibetler karþýlýðýnda
ahirette kendilerine verilen cennet meyvelerini görünce, “Keþke belâ ve musibetlerimiz daha çok olsaydý!”
diyecekler. Ne var ki, belâ ve musibet istenilemez. Belki, “Dünyada ve ahirette hasene ver Allah’ým” denilmesi
daha uygundur.
Belâ, musibet ve sýkýntýlarla insan, durulaþacak ve öz haline gelecektir. Týpký tereyaðý gibi. O da,
yayýðýn içerisinde bir o tarafa bir bu tarafa çarpar durur. Sonra da sade yað olarak topak topak sütün üzerinde
belirir. Artýk onu süte karýþtýrmak isteseniz de karýþtýramazsýnýz. Artýk âdetâ “Ey mücrimler, bugün
ayrýlýn” sýrrý zuhur etmiþtir.
Bu öyle bir tasaffi ediþtir ki, bu yolla saflaþan mü’minler, cehennemin üzerinden geçerken, cehennemin
“çabuk geç, ateþimi söndürüyorsun” diyeceði hadisi þeriflerde rivayet edilir.
Ýtikadî Mezhebler Arasýnda Bir Nüans
Ýtikaddaki mezhebimize göre iman amelden bir cüz olmadýðý için, kalbinde zerre kadar imaný olan
herkes cennete girecektir. Fakat, cennete giriþ keyfiyeti çok farklýdýr. Sorgusuz sualsiz cennete girme ile, kabir,
sýrat, haþir berzahýna uðrayýp, oralarýn kendilerine has sýkýntýlarýna düçar olduktan sonra girme arasýnda
herhalde çok fark olsa gerek...
Bununla beraber, amelle iman arasýnda sýký bir münasebet var olduðu da bir gerçek. Amel ettikçe imân
artar. Kur’âný Kerim’de, bu hususla alâkalý “Onlara ayetlerimiz okundukça imanlarý artar” buyurulmaktadýr.
Bu âyet iyi anlaþýldýðýnda, itikadî mezhepler arasýndaki imân artar mý artmaz mý tartýþmasýnýn tamamen
lafzî bir nüanstan kaynaklandýðý ortaya çýkacaktýr. Zira, “Ýmânýn artmasý veya eksilmesi”, bizzat iman
edilecek kavramlar açýsýndan bir anlam ifade etmez. Fakat, imân edenlerin imân edilecek mes’elelere olan
yakinleri açýsýndan imanýn artmasý veya eksilmesi çok ma’nâ ifade eder. “Ýcmalî imân”, “Tafsilî imân”
tabirleri bu ma’nâyý en güzel þekilde göstermektedir. Yani, icmâlî imânýn sadece lafzî bir ikrardan ibaret
olmasýna mukabil, tafsilî imân, imân edilecek mes’elelere olan vukuf, vukufda derinlik ve derinlikde de yakin
þeklinde yorumlanabilir.
O halde, imanýn artmasý veya eksilmesi, yakînin artmasý veya eksilmesi þeklinde anlaþýldýðý zaman, bu
hususta diðer mezheplerle aramýzda herhangi bir ihtilâf da kalmaz.
Ölümünden Müteessir Olunanlar ve Vazifelerimiz
Taarüf ölçüsünde teveddüt yani tanýma ölçüsünde sevme olur. Eðer insan bunu bilse, en çok kendi
ölümüne üzülür. Aramýzda böyle bir taarüfün olduðu birkaç insanýn ölümünden çok müteessir olmuþumdur.
Aradan yýllar geçmesine raðmen hâlâ tesirindeyimdir. Geride kalanlar, ahirete irtihal eden tanýdýklarýnýn
ruhlarýna ithafen ihlâs ve fatiha okumalý, onlar adýna istiðfar etmeli, ayrýca, hesabýn çok aðýr olduðu ilk
devrede çok hediye göndermelidirler. Evet, bazýlarý oraya sermayesiz gidebilir ve çok fakir kalabilirler. Ýmanlý
gittilerse mes’ele yok. Zira iman “alýcý” vazifesi gördüðü için, imanlý gidenler arkalarýndan edilen duâlardan
istifade ederler. Fakat kâfirler, alýcýlarý kapalý olduðu için, hiçbir þeyden istifade edemezler.
Evet, insan imanýn ne büyük bir kýymet ve deðer ifade ettiðini can aðýzdan çýkarken anlar. Ölmeden az
evvel herkes iman edebilir ama bu iman faydasýzdýr. Cenabý Hakk son nefesteki tevbeyi lütfen kabul
buyurmuþtur da, imaný kabul etmemiþtir.
Ýmân ve Ýrade
Nasýl kültürfizik hareketleriyle bedene kuvvet kazandýrýlýyor, öyle de iradeye imanla kuvvet
kazandýrýlmalýdýr. Hz. Yusuf’u Zeliha’ya yaklaþmaktan alýkoyan ve ona “Ya Rabbi, zindan bana, kadýnlarýn
beni davet ettikleri þeyden daha sevimlidir” dedirten, iþte bu iman payandalý iradedir. Evet, iman her derde
devadýr.
Cennet’ten Bir Kesit
Ýnsan, cennette her an dünyadaki duygu, düþünce ve tefekkürüne denk ayrý bir lezzet duyacaktýr. Meselâ,
Cennet’te Cenabý Allah’ý (cc) müþahede, burada ma’rifetullah adýna ulaþýlan seviyeye göre olacaktýr. Diyelim
ki, mukarrabîn belki günde birkaç defa Allah’ý müþâhede edecek ve her defasýnda daha deðiþik bir hâl
alacaktýr. O kadar ki, hadisin ifadesine göre, kul Ýlâhî Cemâli seyredip de eþinin yanýna döndüðünde, eþi
kendisini tanýyamayacaktýr. Yani, zâhirî hüviyet ile batýnî hüviyet iç içe girdiðinden, insanda devamlý bir
deðiþme meydana gelecektir.
Ýslâm
Hiçbir kimse, hiçbir kuvvet ve hiçbir düþünce, Ýlâhî sisteme lokomotif olamaz. Bu sistem, bize bakan
yönüyle Ôideal’ olsa da, aslýnda Ôhakikat’ýn, Ôrealite’nin ta kendisidir.
Ýslâmiyet’i izah sâdedinde, onunla deðiþik iktisadî, içtimaî veya siyasî görüþler ve sistemler arasýnda
mukayeseler yapýp, benzerlikler aramak kat’iyen doðru deðildir. Ýslâm, kendine has bütünlüðü içinde kendi
dinamizmi ile vardýr ve kendi dinamizmi ile var olacaktýr.
Hiçbir þey, Ýslâm’a koltuk deðneði olamaz; böyle bir deðneðe onun ihtiyacý yoktur.
Mü’minin Teslimiyet Anlayýþý
Kader, mü’mini yürüyeceði yoldan alýkoyan bir husus olmaktan daha çok hakkýmýzda yapýlan ilâhî
takdirden ibarettir. Bu çerçevede bize düþen, ona inanmak ve teslim olmaktýr. Bu inanç ve teslimiyet içinde,
meselâ, Hz. Osman, Hz. Ali ve Ýskilipli Atýf Hoca, baþlarýna geleceði bilmelerine raðmen, varacaklarý hedefe
tam bir tevekkülle ve fütursuzca yürümüþlerdir.
Hz. Osman, âsîler tarafýndan muhasara altýna alýndýðýnda, Asiler kendisine su bile vermediler.
Sinesinden yediði hançerle kanýnýn, okumakta olduðu Kur’ân’ýn “Onlara karþý Allah sana yeter” ayetinin
üzerine damlayacaðý günün sabahýnda o hulasa olarak þöyle diyordu:
“Bu gece rüyamda Efendimiz’i (sav) gördüm. Bana, “Osman, seni susuz mu býraktýlar?”, “Evet yâ
Rasûlallah” dedim. Bana bir kova su getirdi; kanýncaya kadar içtim ve þu anda kanýmda, hala içtiðim suyun
dolaþtýðýný hissediyor gibiyim. Sonra bana, “Osman, seni muhasara mý ettiler?” dedi. “Evet, yâ Rasûlallah”
cevabýný verdim. Allah Rasûlü (sav), o arada turfanda hurma istedi. Yanýnda Ebû Bekir ve Ömer vardý. Bana,
“Yâ Osman, bizimle mi iftar etmek istersin, yoksa aile efradýnla mý?” diye sordu. “Sizinle, yâ Rasûlallah”
dedim.”
Akþama çýkmadan þehit olacaðýný bilen Hz. Osman, hiç bir zaaf eseri göstermeden, tam bir teslimiyet ve
tevekkül içinde baþýna gelecekleri inþirah içinde karþýlayývermiþti.
Hz. Ali, mihrapta yiyeceði hançerle þehâdet þerbetini içeceði sabah namazýna çýkarken, etrafýnda
dolaþan tavuklarý kovalayan çocuklarýna, “Býrakýn, onlar babanýzýn yasýný tutuyorlar” dediði nakledilir.
Ve Atýf Hoca. Tahirü’lMevlevî anlatýyor:
“Hoca, sabah namazýný kýldý ve yastýðýnýn altýndan müdafaanamesini çýkartýp, parça parça etti.
“Hoca, müdafaa yapmaktan vaz mý geçtin?” dedim. “Efendimiz’i (sav) rüyamda gördüm. Bana, “Atýf, ne
oluyor? Nedir bu müdafaa sevdan? Bize gelmek istemiyor musun?” dedi. Artýk, bu müdafaaya gerek yok”
cevabýný verdi.
Hz. Osman, Hz. Ali ve Atýf Hoca Efendi’nin durumu, binlerce misalden sadece birkaçý.. Evet, sonunda
ölüm de olsa, mü’minin kadere olan inanç ve teslimiyeti iþte budur. Bu inanç, tevekkül ve teslimiyet deðil midir
ki, kuvvet dengesi her bakýmdan aleyhimize olmasýna raðmen, Çanakkale önlerinde Ýngilizler’i Allah’ýn
izniyle yüzgeri etmiþizdir. Hâsýlý, bu seviyede bir inanç ve teslimiyete ulaþmak hülyâmýzdýr, rüyamýzdýr.
Ýnþâallah, en kâmil ma’nada onu elde ederiz.
Tarafsýzlýk
Soru: Efendimiz (sav)’i, tenkid etme cür’etini gösteren bazýlarý, “Biz tarafsýz olarak hadisleri tahlil
ettiðimiz için bunlarý söylüyoruz” diyorlar. Bu durum nasýl deðerlendirilebilir?
Cevap: Tarafsýz ne demek? Biz bilâ kayd u þart taraflýyýz. Aklýmýza, düþüncemize, fýtratýmýza raðmen
taraflýyýz. Ben ölçü müyüm? Siz ölçü müsünüz? Batýlý ölçü mü? Rica ederim. Ben dini O’ndan öðrendim.
Mahremlerimle evlenmemeyi O’ndan öðrendim. Domuz eti yememeyi O’ndan öðrendim. Þahsî hayatýmda sinek
dahi öldürmem, ama kurbanda hayvan kesiyorum; Ondan emir aldým. Aklýma, fýtratýma kalsaydý hayvan da
kesmez, et de yemezdim.
Evet, ölçü O’dur. O’nun verdiði kýstaslara göre düþüncelerimi kalýba sokar, hayatýmý dizayn eder,
kendime çekidüzen veririm. Dolayýsýyla, O’na, O’nun sözlerine karþý tarafsýzlýk diye birþey kat’iyen bahis
mevzuu deðildir ve olamaz da...
Kalp Kapýlarýnýn Açýlmasý
Soru: Gözün gördüðü þeylerden kalp de istifade edebilir mi?
Cevap: Edebilir. Ama, sahip olduðu mertebeye göre. Zira, insaniyetin, insanî esneklik itibariyle
mertebeleri var. Meselâ, bunlardan hayvaniyet mertebesi ki bu mertebedeki insan, otlaða salýnmýþ herhangi bir
hayvan gibi önüne gelen herþeyi yer. Oysaki insaniyet mertebesini ihraz eden birisi otlaktaki iyi þeyleri seçer,
yýkar, tencereye koyar, içine birtakým þeyler de katar ve ondan sonra yer.
Aslýnda:
1. Kalbin açýlmasý Allah’ýn bileceði bir iþtir. Ýsterse açmayabilir. Önemli olan sadakattir, samimiyettir.
2. Ýstidat yoksa kalp kapýlarý zaten açýlmaz.
3. Kalbin açýlmasýnýn belirli bazý þartlarý vardýr. Þartlara riayet edip neticeyi sabýr ile beklemek
lazýmdýr. Üstad Bediüzzaman Hazretleri (ra)’nin de ifade ettiði gibi masiyete, mesaibe ve taata karþý sabýr bu
kapýlarýn açýlmasýnda çok önemlidir. Bu bir ma’nâda Hakka karþý hiçbir þekilde itiraz etmeme ve sonuna
kadar dayanma demektir. Belli bir süre bekledikten sonra, açýlmýyor diye kapýsýný terkedip gidene artýk o
kapý tamamen kapanýr ve bir daha da hiç açýlmayabilir. “Amellerin Allah indinde en sevimlisi, az dahi olsa
devamlý olanýdýr” hadîsi de bu sýrra iþaret eder. Bu da sabýrla alâkalý bir husustur. Yani aheste aheste, acele
etmeden ýsrarlý olmak, ama, daima ileriyi kollamak demektir. Yoksa mehter yürüyüþü gibi bir ileri bir geri
gidip gelmelerle insan kat’iyen mesafe alamaz. Evet, hayat boyu kah açýlmýþ kah kapanmýþ bir insan “Leyse’l
haberü kelmuayene” (Haber verme bizatihi görme gibi deðildir) hakikatince bütün bir hayat boyu hakikatlere
göz kýrpar durur da hiçbir zaman dümdüz ve pürüzsüz olarak hakikatleri müþahede edemez.
Öyleleri de vardýr ki “Bir lâhza müþahededen ayrýlsam, yanar mahvolurum” derler. Bu, murakebe hali de
olabilir istiðrak hali de...
Ebedî Yokluk Yoktur
Ýnsan ebediyyen yok olmayacaktýr. Muhasebei kübradan sonra cennetlikler saadet yurdunda,
cehennemlikler de þekavet gayyasýnda yerlerini alacaklardýr. Daha sonra da hadisin ifadesiyle “yokluk” getirilip
yok edilecek ve Cenâbý Hakk her iki gruba da: “Burada ebedî kalacaksýnýz” diyecektir. Bu açýdan yok
olmama mes’elesi mü’minler için bir biþaret iken, kâfirler için ciddi bir tehdittir. Þeriki Bari’den baþka,
dünyada herþey Allah’ýn kudretine göre mümkündür. Yani bir anda ahiret dünyaya gelir, dünya da ahirete
gidebilir, insan erkekken kýz, kýz iken erkek oluverir. Bunlarýn hepsi mümkündür. Ancak âdeti Sübhaniye
böyle cereyan etmemektedir. Allah (cc)’ýn bunu yapýp yapmamasý.. o iþ ayrý. Fakat, ötede olmamasý gereken
birþey varsa o da “yokluk”tur.
Evet, Allah (cc) ötede hiç kimseyi dirilmemek üzere öldürmeyecektir.
Toprak Olmak Ýsteyecekler!
“Yokluk” getirilip yok edilince, kâfirin iflahý kesilecektir. Cehennem azabýnýn dehþetini görüp tadýnca
da þoke olup dengesini yitirecektir. Ýþte bu azab þoku karþýsýnda o toprak olmak isteyecek ama “Heyhât!”
Âyetin ifadesiyle “Keþke toprak olsaydým!” bir çaresizlik ifadesidir.. ifadesidir ama, yinede”yok olsaydým”
deðildir. Çünkü evvelâ yokluk korkunçtur. Saniyen yokluðun yok ediliþini gözleriyle görmüþtür.
Ýnançsýz kâfir, çok defa dünyada da böyle bir kýsým tesirlerden dolayý ayný “þok”u yaþayabilir.
Bakarsýnýz bir adam, hayatýn bin türlü zevk u safasý içinde yaþýyor.. yiyor, içiyor, çalýþýyor ve ayný zamanda
herþeye mâlik fakat sadece bir zevk buuduna eriþemiyor; bu kadar zevk varken gelip gidip sadece ona takýlýyor.
Ulaþamayýnca da intihar edip hayatýna son veriyor. Oysa ki elde edemediði cismanî zevklerinden sadece birisi
idi. Ama cinnet geçirircesine iþte böyle bir dengesizlik yapýyor. Eðer bu insan imân sahibi olsaydý, meþru
zevkler ona da kâfi gelecek ve kalbi itmi’nân bulup zevk budalasý olmayacaktý.
Duâda Bir Edep
Soru: Duâ ederken “Yâ Rabb! Bunu ver, bunu ver” mi demelidir?
Cevap: Hayýr öyle denmemeli; belki þöyle demeli: “Ya Rabb! Bize dünyada ve ahirette hasene ver.”
Aslýnda, herþeyde, önce O’nun rýzasý talep edilmelidir. Evet, hayýrlýsý ne ise insan onu istemeli. Ýstikbale ait
isteklerimizde de öyle.. Hep O’ndan, rýzasý istikametindeki iþlerde bizleri muvaffak kýlmasý niyaz edilmeli..
Evet, her yemeðin içine tuz, biber katýyor gibi, duâya tad katacak da bunlardýr. Duâ ederken ihlas ve samimi
olma da çok mühimdir. Ýhlas olmayýnca, insan bütün bir hayat boyu koþturur da birþey kazanamaz. Niceleri
vardýr ki, çok ciddi mücadele vermiþ, daðdataþta gerilla gibi ölesiye çalýþmýþ, yememiþ içmemiþ, tahtalar
üzerinde yatýpkalkmýþ, debdebeden uzak ve basit bir hayat geçirmiþ ama, kâinatýn sultanýný râzý edememiþ,
dolayýsýyla da kaybetmiþler. Evet, herþeyde O’nun rýzasý olmalýdýr. Rýzasý olmayýnca, en büyük þeylerin
dahi kýymeti kalmaz. Ýhlas olmayýnca debdebe ile, ihtiþam ile dünyayý ayaða kaldýrsanýz dahi birþey ifade
etmez. Evet, O’nun rýzasý esas alýnmalý ve herþey ona göre örgülenmelidir.
F. FASILA2 (56175)
Perspektif
Dördüncü Bölüm
Söz Amel Bütünlüðü
Bazý ilim adamlarý, Batýlý anlayýþa uyarak “Ýlim, ilim içindir” felsefesini düstur edinmiþ görünüyorlar.
Halbuki, dinî olsun, pozitif olsun, ilim dine, hayata hizmet içindir.
Müsteþrikler, Ýslâm’ý çoðu müslümandan iyi bilir, fakat hiç de müslüman olmazlar. Bu, öðrendiklerini
hayata tatbik etmeyen müslüman bir ilim adamýnýn, müsteþriklerden ne farký olduðunu akla getirir. Evet, ilim
bizzat hedef deðildir, yani ilim için ilim yapýlmaz. Ýlim bize Rabbimizi tanýtýyor, bizi O’na yaklaþtýrýyorsa, o
zaman önemli bir matlub ve maksud olabilir. Efendimiz (sav)’in, ümmeti hakkýnda en çok korktuðu þey, alimin
nifaký ve münafýkýn demagojisidir. Müslüman diyalektik yapmaz; o hareket ve davranýþlarýyla bir kitap
olmaya çalýþýr Allah Rasûlü (sav) ve O’nun raþid halifeleri, hiçbir zaman süslü sözler söyleme yolunda
gitmemiþ, bilakis davranýþlarýyla etraflarýna örnek olmaya çalýþmýþlardýr.
Sözamel bütünlüðünün bir diðer buudu da, mürþidin, insanlarýn teveccühünü hiç nazara almaksýzýn,
mebdemünteha (baþlangýçson) birliðini saðlayabilmesidir. Esasen, halkýn bu konudaki kriterleri ve
deðerlendirme ölçüleri öteden beri oldukça saðlam olduðu imajýný uyarmýþtýr. Onlar, kime teveccüh
edeceklerini, kimin hangi düþüncenin arkasýnda gideceðini çok iyi bilirler. Ne var ki, o teveccühe mahzar
olanlarýn bunu istismar etmemeleri gerekir. Mebdemünteha birliðinden kastýmýz da budur. Efendimiz (sav)
baþlangýçtaki kudsî ve mütevazî tavrýný hayatý boyunca hiç deðiþtirmemiþtir. Efendimiz böyleydi de, ashabý
farklý mýydý? Asla! Ömer, Sasani imparatorluðunu yerle bir ettiðinde, hâlâ nefsî murakabe ve muhasebe adýna
mezarlýkta yatýyor, yamalý elbiseler giyiyordu. Ebû Ubeyde, onbinleri aþan dev bir ordunun kumandanýydý
ama, askerleri ile beraber hep ayný çadýrda geceliyordu. Evet, kudsî bir davaya gönül vermiþ olanlar, bu dava
sebebiyle mazhar olduklarý teveccühü istismar etmemeli; davadan istifadeyle bahçelerine bir aðaç dikmeyi bile
ihanet saymalýdýrlar. Týpký Allah Rasulü ve O’nun þanlý ashabý gibi, mebdemünteha bütünlüðü içinde,
dünyaya geldikleri gibi gitmelidirler. Mürþid bu düþünce ve amel ufkunu Allah’ýn inayetiyle yakalayabilirse,
Allah (cc) da, onun birini bin eder, gönlünü ilham kaynaðý yapar. Bir avuç kor olan mahiyetini, okyanuslarý
söndürecek derecede geniþletir. Ýþte kendinden evvel de yüzlercesi gibi Bediüzzaman! Altý aylýk tahsil
hayatýna deryalarý sýðdýran insan.
Kýsaca mürþid, sözamel bütünlüðüne sahip, halkýn teveccühünü istismar etmeyen ve dünya karþýsýnda
tavrýný deðiþtirmeyen kâmil bir insandýr.
Fetret Devri Ýnsaný ve Biz
Fetret Devri insanlarý içinde, Kâinatýn Yaratýcýsý’na inanan pek çok kiþi vardý. Varaka b. Nevfel ve Hz.
Ömer’in amcasý Zeyd bunlardan sadece ikisiydi. Meselâ Zeyd, “Bir tek Rab mi, yoksa bir sürü rabler mi
hayýrlýdýr?” diyerek etrafýndakileri düþünmeðe sevkediyordu. Fakat ne yazýk ki, bu zat, gül devrini idrâk
edemeden dünyadan göçüp gitti. Vefat ederken de etrafýndakilere, “Ben hak bir dinin kokusunu hissediyorum. O
geldiðinde, ilk inanan sizler olun” tavsiyesinde bulundu. Ýhtimal Hz. Ömer, ancak Tâhâ sûresini dinlerken
amcasýnýn bu sözlerini hatýrlamýþ ve Kur’ân’ýn o mânevî iklimi içinde eriyip gitmiþti.
Bu asýrda biz, gül devrini idrak etmiþ, ellerinde Kur’ân, gönüllerinde Hz. Muhammed (sav) bulunan
kiþiler olarak, en azýndan fetret devri insanlarý seviyesinde, Allah’ý duyamaz ve bilemez isek, vay halimize!
Evet hiç olmazsa, Fetret Devri insanlarýnýn altýna düþmemek için, Kur’ân’ý iyi incelemeli, ma’nâ ve
muhtevasýný kavramalý, sonra da gereðince amel etmeliyiz, yani onu hayatýmýza hayat yapmalýyýz.
Bize Düþen
20. yy’da dünya milletleri içinde maddî yönden en geri olanlar, Âlemi Ýslâm’ý oluþturan milletlerdir.
Maddî, yönden Batý’yý yakalama, hattâ geçmenin yolu, ilim tahsil etme, sonra da onu hayata geçirmedir. Bu
noktada hilm ve sabýr, vazgeçilmez iki kalkanýmýzdýr. Rahat ve rehavet içinde yaþayan, Ýslâmî çile ve dava
þuurunun eþiðine bile uðramayan müslümanlar, ahirette, “keþke baþýmýzda deðirmen taþlarý döndürülseydi”
diyeceklerdir. Allah Rasulü (sav) “Dünyada afiyet içinde olanlar, ahirette, dünyada iken etlerinin makaslarla
doðranmýþ olmasýný arzu edeceklerdir” buyurur.
Namaz
“Allah, senin secdede nasýl kývrým kývrým kývrandýðýný biliyor” ayeti, bize Efendimiz’in ibadetini
tasvir etmenin dýþýnda, nasýl ibadet etmemiz gerektiðini de anlatmaktadýr. Madem ki, hadisin ifadesiyle o
nasýl namaz kýlýyorsa öyle namaz kýlmakla mükellefiz. O halde bu mükellefiyeti sadece namazýn þekline ircâ
etmemiz kat’iyen doðru deðildir. Namazdaki ruh ve ma’nâyý kavrama ve o konsantrasyon içinde Allah’a
kulluðumuzu arzetme hep bu çerçeve içinde mütalâa edilmelidir. Elbette ki bir Nebî’nin kýldýðý namazý þekil
ve ma’nâ itibariyle yakalamamýz, O’nun duyduklarýný duymamýz mümkün deðildir. Fakat bu, o yolda olmaya
da mani deðildir. Herkes ibadetinde, Allah ile olan irtibatý ve O’na gönlünde ayýrdýðý yer ölçüsünde
mükemmeli yakalayabilir ve yakalamalýdýr da.
Tebliðde Ýki Husus
Teblið vazifesini eda ederken, muhatabýmýzýn belli bir düþünceye kilitli olup olmadýðýna dikkat
etmeliyiz. Tâ ki, þartlanmýþ insanlarla konuþarak, boþuna vakit harcamayalým. Allah Rasulü (sav)’nün önüne,
nice Hýristiyan, Yahudi ve müþrikler geliyor, dinliyor, ama hiç istifade edemiyorlardý.
Ýkinci olarak, mübellið ve mürþid, yaptýðý iþin içinde nefsinin olmamasýna dikkat etmelidir. Tebliðde
bulunan insan, ihlas ve samimiyeti yakalayamazsa, Allah kat’iyen onun konuþmasýyla vicdanlarda te’sir
meydana getirmez. Bize düþen, Allah emrettiði için o vazifeyi yapmaktýr. Karþý tarafýn kabul edip etmemesi
Allah’a ait bir iþtir. Herkes, kendine düþeni en mükemmel þekilde yerine getirmeli ve ötesine karýþmamalýdýr.
Kimse Allah ile pazarlýk etme küstahlýðý içine de girmemelidir.
Hayat ve Ölüm
Bediüzzaman Hazretleri, “tûli emelin menþei tevehhümü ebediyettir” diyor. Ne müthiþ tesbît! Halbuki
basiretle bakan görür ki, hayat ile ölüm arasýnda çok ince bir perde var. Bu perdenin her an aralanmasý
mümkün. Durum böyle iken, bitmek tükenmek bilmeyen arzularýn peþinden koþmak niye? Allah’a hamd
ederim. Belki günde defalarca ölümümü kolluyor ve gözlüyorum, ama bir türlü gelmiyor.. gelmiyor ve tabii
O’nun emir ve rýzasýnýn dýþýnda istek, talep ve müdahele hakkýmýz da yok!
Adam Kaçýrma
Ýslâmî anlayýþ yozlaþýnca, Ýslâm adýna ortaya atýlan düþünce ve fiilerin de yoz olmasýndan daha tabiî
ne olabilir ki.. Bakýn, falan yerdeki esirleri kurtarmak için, uçak kaçýrarak yolcularý rehin alýyorlar. Ve üstelik
bunu Ýslâm adýna yapýyorlar. Halbuki, Ýslâmî nasslara göre böyle bir iþ için hiçbir þey alet edilemez, vesile
olarak kullanýlamaz. Evet, âlemi Ýslâm çapýnda kendimizi yeniden gözden geçirmemiz þarttýr. Hala o ter ü
taze esaslarýyla önümüzde bulunan Ýslâm’ý, kendi orijini ile muhafaza etme ve yaþama, en birinci gayemiz
olmalýdýr.
Öfke
Celâlî tecelliler, herkeste az veya çok muhakkak bulunur. Mühim olan, bunu terbiyei Muhammedî ile
terbiye edebilmektir. Bunun ölçüsü de þudur: Celâlî tecellilerin baþý sayýlan öfke, eðer Muhammedî terbiyeden
geçerse, bu takdirde küfre karþý kat’î bir tavýr, mü’minlere karþý ise hilm ü silm þeklinde kendini gösterir.
Lider ve Sorumluluk
Tarih boyunca, herhangi bir cemaatin þahsý manevîsini temsil eden liderler, kýlý kýrk yararcasýna
yaþamýþlardýr. Yüz tecrübeyle sabittir ki, hangi seviyede olursa olsun baþta bulunan kiþinin bir saatlik gafleti,
ekseriya cemaatin bir yanýnda herhangi bir arýzaya sebebiyet verir ki bu da onun tokatlanmasý demektir. Hz.
Ömer’in “Benim günahlarým yüzünden ümmeti Muhammed’i helâk etme” duasýný bu düþünce içinde
deðerlendirebiliriz.
Kulluk
Bana en zor gelen þey kulluktur. Ýnanýn, Allah’a kulluðunun yanýnda, motor yapmak, bilgisayar icad
etmek, hattâ gökyüzüne uydu göndermek çok daha basittir. Bu tesbit size tuhaf gelebilir. Ama vicdanî
tecrübelerime dayanarak kat’i olarak ifade ediyorum ki, kulluk çok ama çok zordur. Kalbinizi tamamýyla
Allah’a verdiðiniz anda bile, bir sürü zikzak ve bir bulanýk düþüncenin kalbinizi kemirdiðini görürsünüz. “Aman
Allah’ým! Sana, sadece Sana sýðýnýrým. Bizi kendine kul, Rasûlüne ümmet olanlardan eyle.”
Selim Kalp
Selim kalbi öteden beri hep düdüklü tencere misali ile deðerlendiririm. Yani, nasýl düdüklü tencere
patlayýncaya kadar dýþarýya hiçbir þey sýzdýrmaz, aynen öyle de selim kalp de budur veya öyle olmalýdýr.
Zaten rahmetle içlidýþlý olma, herkes hakkýnda iyi düþünme, insaný ister istemez bu kalýba koyar. Yeter ki, biz
o yolda olalým.
Evet, insan baþkalarýnýn kusuruna hiç bakmamalýdýr. Çok defa ifade ettiðimiz gibi, kendi nefsi adýna
savcý, baþkalarý adýna bir avukat gibi davranmalýdýr. Ahlâký Ýlahî’ye bakýn ki, esmâsýnýn tecellilerini
üzerlerinde taþýmaktan baþka meziyetleri olmayan kâfirlere, herþeylerine raðmen yaþamak hakký veriyor. Yine
ahirette adaletinin tecellî þekline bakýn ki, sevaplarý aðýr basan insaný günahlarýna raðmen affediyor. Ýþte,
“Ýlahî ahlâk ile ahlâklanýn” felsefesinden hareketle, etrafýmýzdakilerin hep böyle iyi yanlarýný görmeli, kötü
yanlarýný eðer varsa görmemeye kararlý olmalýyýz ki, ancak bu sayede selim kalbi kazanabiliriz.
Unutmayalým, kalbin selim olmasý hiç de hafife alýnacak bir mes’ele deðildir. Kur’ân þu veciz ayetiyle bunu ne
de güzel ifade eder: “O gün, ne mal fayda verir, ne de evlad. Ancak Allah’a kalbi selim ile gelenler (müstesna).”
Diðergâmlýk
Bu milletin yeniden dirilmesi, tarihin geçmiþ sahifelerinde kalan o þanlý maziyi yeniden yaþamasý,
yaþatma zevkiyle yaþamaktan vazgeçen alperenlerle olacaktýr. Fedakârlýk, hasbîlik ve diðergâmlýk duygularý
ile gönlü dopdolu olan ferdler ve böyle ferdlerden müteþekkil bir cemmi gafir (çoðunluk) olmadýðý müddetçe,
diriliþ beklemek bir ham hayâlden öteye geçmez. Bakýn, Allah Rasûlü (sav) geride býraktýðý ailelerine dünya
mâmeleki (mal ve mülkü) adýna ne býraktý? Hz. Ebu Bekir’in taksim edilecek mirasý var mýydý? ... Ve Hz.
Ömer, hançerlendiði zaman “Bakýn bakalým, malým borcumu ödeyecek mi? Ödemezse Adiyy oðullarýndan,
onlarda da yoksa Kureyþ’ten borç alýp ödeyin” diyordu..
Evet bir milleti ihya, ancak bu duygu ve düþüncedeki fertlerle olur. Öyleyse þahsýnýz ve aileniz adýna
yarýnlarý çok düþünmeseniz de olur. Burs ile idare etmeye çalýþýn. Kitaplarýnýzý þimdiden vakfedin. Dünya
sizi boþamadan evvel siz onu talaký selase, yani üç talakla boþayýn. Ve dünyaya geldiðiniz gibi çýrýl çýplak
gitmek ümniyeniz olsun. Daha doðrusu kesben deðil ama dünyayý kalben terkedin!
RuhCesed Münasebeti
Ýnsanýn cesed ve ruhu arasýndaki münasebet, zarfmazruf münasebeti gibidir. Onun için bu ikisini ayýrt
etmek mümkün deðildir. Meselâ, kalbi ele alalým: Ehlullah kelimei tevhidi çok zikrederek, bizim vicdan
mekanizmasý içinde ele aldýðýmýz kalbi beslemiþler. Ama onun beslenmesi, cesetteki kalbin düzenli
çalýþmasýna baðlýdýr. Bir baþka misâl olarak, meselâ cesedimizle namaz kýlýyor fakat namazýn her bir
rüknüne ruhumuzu da katmaya çalýþýyoruz. Böyle kýlýnan bir namazda, esasýnda tatmine eren, haz ve zevk
duyan ruhtur. Ayný zamanda namaz, kendine mahsus hareketleriyle, yani rükûsu, secdesi, kýyamý ve kuûdu ile
cesedi besliyor, ona sýhhat kazandýrýyor. Ayný münasebetin âhirette de devam edeceðini hadîslerden
öðreniyoruz. Dünyada namaz kýlanlarýn abdest ve secde azalarý parlayacak. Allah Rasûlü de o mahþerî
kalabalýkta ümmetini bu izlerden tanýyacaktýr.
Kýyametin Kopmasý
Kýyametin nerede, ne zaman ve nasýl kopacaðýna dair ne ayetlerde ne de hadîslerde bir sarahat yoktur.
Kýyametin kopmasý demek, þu kurulu düzenin bozulmasý demektir. Bunun için samanyolunda bir yýldýzýn
mihverini kaybedivermesi yeter de artar bile.
Aslýnda teferruata ait bu husus bizi çok ilgilendirmemeli. Bizi asýl alâkadar eden ondan sonra yerimizin
neresi olacaðýdýr. Cennet mi, cehennem mi? Gelin, böyle þeylerle uðraþýp vakit kaybedeceðimize,
inandýðýmýz o ölüm ötesi hayat için sermaye birikimine gidelim. Salih ameller çerçevesi içinde hayatýmýzý bir
kanaviçe gibi örelim.
Himmet Ufku
Mevcut ile iktifa etmemek gururlanmak deðil, fâtih ruhlu hareket etmek demektir.
Evet biz, yeryüzünü bütünüyle fethetsek de durmamalý ve gökyüzünü feth için yollar aramalýyýz. Zaten,
Müslüman için bir baþka türlü düþünmek de olamaz.
Hayýrdan hayýr doðar, bu bir salih dairedir. Tersi fasid dairedir. Bu açýdan biz, nâmütenâhînin
arkasýndayýz ve inþaallah her zaman da arkasýnda olacaðýz.
Farzlar Ötesi Farz Bir Vazife
Ferdî mesuliyetin yaný sýra, bir de iyi misal teþkil etme mes’elesi var. Bugün çok ihtiyaç duyulan da iþte
bu ikincisidir. Bilgi önemli olmasýna önemlidir ama, davranýþ çok daha önemlidir. Ýlim, davranýþ güzelliðine
inzimam edince, ayrý bir buud kazanýr. Karþý tarafta ise, dinin belli mes’elelerine sahip çýkýlsa da, dinin rûhu
feda edilmekte ve þuurlu dindar istenmemektedir. Bir kýsým kimselerin görmek istediði de, folklor
müslümanlýðýdýr. Bugün din adýna boyunduruk yere konmuþ durumdadýr. Öyleyse boyunduruðu yerden
kaldýrmak farzý ayndýr; hattâ Mehmed Feyzi Efendi’nin ifadesiyle ‘farzu’lefrâz’ yani farzlar ötesi farzdýr.
Öylesine bir farz ki, bunun yalnýzca camide ifasý mümkün de deðildir, kafi de deðildir. Çünkü, bugün her þey,
deðiþik iþ bölümleriyle þube þubedir. Her meslek erbabý bu ‘farzu’lefrâz’ vazifeyi kendi ünitesi içinde eda
etmelidir. Evet, herkes mevcûdiyetini muhafaza ile birlikte, zülfü aðyara dokunmadan hizmet yapmakla
mükelleftir.
Biz de, kendine has ölçüleri içinde teblið yapmakla mükellefiz. Yalnýz neyi nerede ve nasýl
anlatacaðýmýzý çok iyi bilmeliyiz. Kabul ettirmeye gelince, o Allah’a aittir. “Allah kimi dilerse, onu hidayet
eder!”
Dinleme mevkiinde olan herkese Ýslâm’ý anlatmak farzdýr. Herhangi bir saplantýsý olanlara gelince,
onlara birþey anlatýlmamalýdýr. Mütehayyir ve ortada olan çok insan var. Saplantýsý olanlar, ancak daha büyük
‘vakum’la iþin içine gireceklerdir. Bunlarla münasebetlerimiz þimdilik selâmlaþma ve hoþ geçinme þeklinde
olmalýdýr. Zamaný gelince onlar da hakikata uyanacaklardýr.
Biz daima anlatacaðýz. Bu, sadece bir neslin halledeceði mes’ele de deðildir. Bugün, asýrlarýn tahribatý
tamir edilmeye çalýþýlýyor. Fakat öyle bir atmosfer meydana getirilmiþ ki, ne bu atmosferin durulmasý
mümkün, ne ondan uzaklaþmak mümkün. Herþeye raðmen iþte bu zor þartlar altýnda bile vazifemizi yapmaya
çalýþmalýyýz.
Tekniði Hizmette Kullanma
Ýslâm dünyasý olarak, hizmette kullanýlmasý þart olan TV, video, radyo ve gazete gibi modern
vasýtalarý, bunlar batýda ortaya çýktýklarý için kullanmakta önce bir tereddüt yaþandý. Fakat, þimdi bu sahada
aldýðýmýz mesafe, elhamdülillah küçümsenmeyecek kadardýr.
Hakk’ýn Hatýrý
Hizmet için Müslüman herþeye katlanmak zorundadýr. Hasýmlar, babanýzý da öldürseler, haysiyetinize
de saldýrsalar, yine katlanacaksýnýz. Bu zillet olmasýna katlanýlamaz bir zillettir ama, Hakk’ýn hatýrý daha
âlidir.
Kur’ân Okumak ve Zikir
Derslerin arkasýndan ‘fatiha’ demek mesnûn deðildir ama, arasýra denmesinde de mahzur olmasa gerek.
Ders yapmak ibadet deðildir. Ýbadetleri ibadet platformunda ele almak þarttýr. Meselâ, öðle ile yatsýnýn son
sünnetlerini 4 rek’at kýlabilirsiniz, zira bu konuda rivayetler vardýr. Fakat, 1000 tesbih çekmektense, Kur’âný
Kerim okumak daha iyidir. Çünkü Kur’ân Rabbimizin kelâmýdýr. Bunun da delili var. Kýyâmý, kýrâatý uzun 2
rek’at namaz, 20 rek’at kýsa namaza râcihdir. Bununla birlikte herkesin bir evrâdý olmalý. Cevþen’i her gün
okumalý, fakat herkesin Kur’âný Kerim’den de mutlaka bir hizbi bulunmalý. Salât u selâmla konsantre olmalý
ve okumalý. Günde 1050100 ihlâs okumaya dair rivayeter de vardýr. Bunlar da ihmal edilmemeli.
Ýlâhî Ahlâk ve Bir Ölçü
Çalýþmalarýmýzda ahlâký Ýlâhî ile hareket etmeliyiz. Ayaðýmýzda bir kemik varken, bir daha koymuþ,
neden? Bir böbrek yeterken bir daha koymuþ! Ýþe buna istinaden, iþimizi bütün sahalara intikal ettirmeli ve
daima alternatifli olmalýyýz. Zira, yarýn hangi engellerle karþýlaþacaðýmýzý bilemiyoruz. Fýrsatlarý
deðerlendirerek, Ýlâhiyattan bakkal dükkanlarýna varýncaya kadar ehli sünnet düþüncesini yerleþtirmek
gayemiz olmalýdýr.
Meleklere Göre Þekillenmek
Biz þeytan için bir tahtýz. Duygularýmýz içinde bazýlarýný þeytan bir taht olarak seçmiþtir. Ama bu
duygularýn, melekî olaný da var, þeyâtýnî olaný da. Hangisi galebe ederse, ruh ona göre þekillenir. Bir rivayette,
“insaný koruyan 360 melek vardýr” deniliyor. Onlarla münasebetimiz sýký olmalý ki, ruhumuz meleklere göre
þekillensin.
Fýrsatlarý Deðerlendirmeli
Ýnsan 35 yaþýna kadar ne yapacaksa yapmalý, sonra istese de yapamayabilir. Ben, bir zaman gündüz 8
saat derse gidiyor en azýndan 2 saat buna hazýrlanýyor, akþam da bazen 23 yerde sohbete katýlýyordum.
Malatya’da konferansý 2 saat uyku ile vermiþ, oradan da Konya’ya geçmiþtim. Ama þimdi ayný ölçüde yapabilir
miyim, bilemiyorum. Evet, fýrsatlarý zamanýnda çok iyi deðerlendirmeli.
Hased ve Gýbta Vartasý
Hased de, gýpta da doðru deðildir, þöyle ki:
1 Hasedi izhar etmek ve hased edilen þahsýn tenzilini istemek doðru deðildir.
2 Hasedi izhar etmemek, yani içinde saklamak ise kalbin feyizlere ayna olmasýna manidir. O zaman,
insan sadece kitaplarýn satýrlarý arasýnda kalýr ve hiç inkiþaf edemez.
Büyüklük
Halkýn teveccühüne karþý bazý þahýslar yanýlabilir ve o makama lâyýk olabilmek için riyaya, tasannuya
düþebilirler.
Selman ve Amr b. Âs, Medain’de valilik yaptýlar. Halkla o kadar bütünleþmiþlerdi ki, bir defasýnda bir
yabancý, hamal zannederek Hz. Selman’a yükünü taþýttýrmýþtý. Yolda görenler Hz. Selman’a “Emir Emir”
diye ta’zimde bulununca, yabancý anladý ki, hamal zannettiði emirmiþ; bu sefer de yaptýðýna piþman oldu.
Birinin boyu uzunsa, görünmemek için iki büklüm olacak. Mes’eleye bu zaviyeden bakmak lazým.
Dikkat Ýsteyen Hususlar
Son günlerde yüzlerce arkadaþ þehadet için bu fakirden dua istedi. Ben bununla þunu düþündüm. Eðer
Allah (cc) vermeyecek olsaydý, istemeyi vermezdi. Demek ki, Allah (cc) bunu verecek ki, bize o noktayý
gösteriyor, o günlere hazýrlýyor. Ama, bence yol mülahazasý ve yol istikameti daha önemlidir. Bunun için de þu
hususlara dikkat etmek gerekmektedir:
1. Sahabeyi tezekkür: Efendimiz (sav), “Benim ashabým gökteki yýldýzlar gibidir. Hangisine uysanýz,
hidayeti bulursunuz” buyuruyorlar.
Yani, nasýl güneþ sistemindeki yýldýzlar, güneþin peykidir, daima güneþe baðlýdýrlar ve ondan ýþýk
alýrlar; dolayýsýyla da onlarý bulanlar güneþi bulmuþ olurlar; öyle de yýldýzlar mesâbesindeki Ashab’dan birini
bulanlar da o güneþler güneþini, yani Efendimiz'i (sav) bulmuþ olurlar. Ýþte mes’ele, böyle güzel bir teþbih
içinde anlatýlmýþ.
2. Çok okuma.
3. Her an hizmet þuuru içinde bulunma.
4. Her arkadaþ, diðer arkadaþýn gören gözü, tutan eli haline gelmeli; yani, týpký kubbedeki taþlar gibi
dayanýþma içinde bulunma.
5. Ýtaat.
6. Fevrî ve münferid hareketlerden kaçýnma.
Gaye
Ýfk Hâdisesi’nde, yani hanei saadetin ismeti taarruza ma’ruz kaldýðý bahis mevzuu olduðu hâdisede,
Efendimiz (sav), ashabý ile istiþare etmiþti.
Biz de her mes’elemizde istiþare etmeliyiz. Zira, bizim maksadýmýz emri Ýlâhîye itaat etmek, Hakk’ýn
rýzasýna ulaþmaktýr. Cennet ve cehennem bizim için gaye olamaz. Onlar, Allah’ýn mücazat ve mükâfat için
hazýrladýðý iki yerden baþka bir þey deðildir. Gaye, her zaman Allah’týr.
Vakar
Efendimiz (sav), enbiya arasýnda son, bizim için ilk muallimdir. Vakar ve ciddiyet O’nda esastýr. Zü’l
yedeyn Hâdisesinde, Ebu Bekir ve Ömer, “namazý taksir ettin” diyemiyorlar, ama aklýndan zoru olan bir kadýn
Efendimiz’e, “Benim evimin iþini gör” diyebiliyor. Efendimiz (sav) de kalkýyor, onun kovasýný taþýyor. Bu,
onun vakarýna ters deðildir.
HavfReca Dengesi
Ýmamý Gazalî’ye göre insanda, gençlik devresinde havf, yaþlýlýk döneminde de recâ duygusu aðýrlýklý
olmalýdýr.
Muhasebe
Bir yerde çok güzel konuþtunuz, çok güzel yazdýnýz, her istediðiniz oldu. Oturup, bir güzel nefis
muhasebesi yapmalýsýnýz. Zira istidraç olabilir. Ýhtimal onunla gurur, riya, kibir kapýsý açýlýr ve insanlardan
bir insan olmanýzýn kapýsý kapanýr.
Ehlullah, baþarýsýzlýk kadar hatta ondan da fazla baþarýdan da korkmuþtur. Tarlaya ekin ekmiþ, arkadan
çok güzel mahsul olunca, oturmuþ hýçkýra hýçkýra aðlamýþ ve “Ne yaptým da böyle oldu. Yoksa istidraç mý?”
diye kendisini tekrar tekrar sorgulamýþ.
Lâubalilik
Müslümanlar için beþinci kol faaliyetleri ölçüsünde bir diðer tehlike dinde lâubaliliktir. Bu, 5. kol
faaliyetlerinden belki daha da tehlikelidir. Zira, kulluk þuurunun temelden sarsýlmasý bahis mevzûudur.
Hizmette Muvaffakiyet
Hizmette, gökteki yýldýzlar kaldýrým taþlarý gibi ayaklarýnýzýn altýna serilmesi ölçüsünde muvaffak
bile olsanýz, bunun altýnda bile bir bit yeniði olabileceðini kat’iyen hatýrýnýzdan çýkarmamalýsýnýz!
Efendimiz’den sonra bir peygamber daha gelecek olsaydý, o Ömer (ra) olurdu.
Fakat Ömer, “Dünyaya geldiðim gibi gidebilirsem, sevineceðim” diyor...
Dünya ihtiþamý, Hz. Ömer’in gözünü kamaþtýrmamýþtý. Zira o, her zaman muvaffakiyetlerin altýnda
dahi Ýlâhî bir “mekir”, bir imtihan olabileceði endiþesini taþýyordu.
Dava Arkadaþlýðý
Herhangi bir yerde bir müslümanýn baþýna bir þey geldiðinde, diðer müslümanlarýn bir cesedin uzuvlarý
gibi hassasiyet göstermeleri gerekir.
Eza ve cefa gören bir müslümanýn maruz kaldýðý þeyler karþýsýnda diðerlerinin boðazýndan lokmalar
nasýl geçer, benim aklým buna bir türlü ermiyor.
Bu gibi durumlarda arkadaþlarýn, hiçbir dünyevî endiþeye kapýlmadan her þeyleriyle sýkýntý çeken
kardeþlerinin yanýnda olmalarý, ve onun sýkýntýlarýný paylaþmalarý gerekir. Ýþte da’va arkadaþlýðý budur!
Bir Fazilet Emaresi
Ýnsan hata yapabilir. Asýl olan, hatasýný anladýðý an geri dönmesini bilmektir. Bu ma’nâda hatadan geri
dönmek, bir fazilettir.
Hz. Âiþe ile, Hz. Talha, Cemel vak’asýnda Hz. Osman'ýn intikamýnýn alýnmasýný, katillerin
cezalandýrýlmasýný talep ediyorlardý. Hattâ bunun için ordu bile toplamýþlardý. Oysa bu iþ, onlara düþmezdi.
Zira ortada bir devlet ve devlet reisi, yani Hz. Ali vardý. Fakat, bin tane ruhum olsa uðrunda feda edeceðim
anam Hz. Aiþe ile Hz. Talha ve Hz. Zübeyr bunu ilk baþta anlayamamýþlardý. Anladýklarý zaman da geri
döndüler. Geri dönmekle de kendilerine yakýþaný yaptýlar.
Mukavele
Ýslâmî hizmetler içinde gizli bir mukavele vardýr. O da, herkesin ciddi bir sorumluluk þuuruyla kendine
düþeni yapmasýdýr.
Keyfiyet ve Kemmiyet Mes’elesi
Soru: Kemmî büyümeyle beraber, arýzalar da çok oluyor. Ne yapmalý?
Cevap: Büyümeyle orantýlý þekilde beslenme de olursa arýza olmaz. Kemmî büyümeye mukabil insanýn
kalbi ruh, sýr, hafî gibi lâtifeleri de inkiþaf etmiyorsa, arýzalarýn olmasý muhakkaktýr. “Ne yapmalý?”
sorusunun cevabýna gelince;
1. Geceleri, alem uykuya dalýnca kalkýp O’nun kapýsýna dayanýp delice ihlâs aramalý.
2. Kýdemler ödüle esas görülmemeli.
3. Sadece dine hizmet düþünülmeli.
4. Gaye Cenabý Hakk’ýn rýzasý olmalý.
5. Ve herkes, bu davayý bir tabut taþýyor gibi düþünmeli. Nasýl ki tabut kendisini taþýyanlarý bilmez ve
taþýyanlar da ondan bir mükâfat beklemezler: Davayý omuzlayanlar da iþte bu þuur ve anlayýþ içinde olmalý.
Cemaati sarsacak arýzalardan biri de, ferdî küskünlüklerdir. Böyle bir küskünlükle sürüden ayrýlanlarý,
iþin baþýndakiler, hemen bir yolunu bulup geriye döndürmelidirler. Böyle bir durumda araya enaniyet girmemeli
ve ayrýlýp giden insanýn davaya kazandýrýlmasý hususunda herþey yapýlmalýdýr. Bugün de yapýlmazsa, yarýn
büyük katýlýmlarla meydana gelmesi muhtemel müsademelere karþý mukavemet etmek mümkün olmayabilir.
Þimdi görülen küçük arýzalar, öyle zannediyorum ki, cemaati, ilerideki daha büyük arýzalarý halletmeye
hazýrlamak içindir. Evet, bu küçük arýzalar aþýlabildiði takdirde toplumun bünyesi bu þekilde gerekli
baðýþýklýðý kazanmýþ olacaktýr.
Salât u Selâm
Salât u selâm’da, az insanýn, nadiren hissedeceði büyük bir güç vardýr. Fakat bu güç, þuurlu ve tam bir
teveccüh ile ancak elde edilebilir. Bu sebeple insan, salât u selâm getirirken ne dediðini bilmeli ve ondaki kudsî
manâyý sinesine iyice sindirmelidir.
Ayrý Bir Velâyet Yolu
Cenabý Hakk’ýn, bizzat insanýn mahiyetine koyduðu ve ölünceye kadar da o insanýn yakapaça olacaðý
kötülükleriyle yaptýðý mücadele ve mücahede neticesinde, elde ettiði semere, onun bir anda velîlik mertebesine
çýkmasýna vesile olabilir.
Meselâ, uygunsuz bir ses ve sözün te’sirinde kalan birisi, böyle bir þeyi dinlerken tepeden aþaðýya
yuvarlandýðýný hissedip de bundan vazgeçebiliyorsa, bu onu bir anda veli yapabilir.
Ve yine, þehevî arzularý þiddetli olan bir insan, diþini sýkýp, nebiler gibi iffetli yaþamaya gayreti
sayesinde kazanacaðý mertebe; baþkalarý onu seksen sene ibadetle kazanamayabilirler. Böyle insanlarýn bir gün
velilerle el ele semalarda pervaz ederek gezdiklerine þahid olursanýz hiç hayret etmeyin.
Dikkatli Davranmak
Herkesten ziyade muhtaç durumdayken, üstelik ne mazhar, ne de memerrken, Ýslâmî hakikatler neden
bizimle temsil ediliyormuþ gibi bir intiba var? Eðer gerçekten böyle ise, önce, bizi temsilci seçene binlerce
þükür. Sonra, meþieti Ýlâhî her zaman için esas ise de, biz fiilen dikkatli davranmak ve kalben Allah’a
sýðýnmak zorundayýz.
Ayrýca, Allah (cc) bizi koruyor diye tedbirsizlik de yapamayýz.
Evet daima tedbirli ve dikkatli davranmak mecburiyetindeyiz. Bazen takdir, tedbiri bozarmýþ... Bu bize
ait bir vazife deðil; biz, bize düþeni yapmakla mükellefiz.
Belâ ve Musibet Anlarýnda Duâ
Soru: Belâ ve musibet anlarýnda çok dua ediyor ferec gelince de duayý aksatýyor veya terk ediyoruz. Bu,
Kur’âný Kerim’de zikredilen gemi misaline benzemiyor mu?
Cevap: Bu, benim de aklýma sýk sýk gelir. Ama inþâallah sizler gibi günlük virdi olan ve onu hiç
terketmeyen kimseler bunun içine girmez. Yine de, devamlý duâ etmek lazým. Boþ kaldýðýmýz anlarda
dudaklarýmýz devamlý kýpýrdamalý.
Her An Duâ
Bana Hz. Yunus’un vak’asý çok dokunur. Onun balýðýn karnýnda yaptýðý duâ ile arþ ihtizaza gelir.
Melekler, “Bu duâ eden de kim Ya Rabbi?” diye sorarlar. “Yunus” cevabý verilir. Þu yanýp yakýlan Yunus mu?
karþýlýðýný verirler. Bu hususta kudsî hadis de var: “Geniþ zamanýnýzda Beni anýn ki, sýkýntýlý anýnýz da
Ben de sizi anayým.”
Ýnsan Hz. Ýbrahim gibi “Evvâh ve münîb” olmalý. Bu, ayný zamanda ahirzaman cemaatinin de vasfýdýr.
Okumak
Ne yazýk ki, bugünkü insanýmýzýn en karakteristik bir yaný, okumamak ve düþünmemek. Zannediyorum
bizi verimsiz hâle getiren de iþte bu. Ýstisnalarý olsa da, bu bir gerçek. Bizim dünyamýzýn insaný, senede bir
kitap okumaz, bir yerde oturup iki saat düþünmez. Türkiye’de hiç kitabýn olmadýðý devirlerde Bediüzzaman
yazmýþ ve “okuyun” demiþ, zira kitap okumayýnca, insanýn insanlýðýnýn inkiþaf etmesi zordur.
Cimri Gibi Yapmalý
Cimriler vardýr, sabahakþam keselerini çýkarýr ve paralarýný sayarlar. Týpký bu cimriler gibi, her bir
mü’min, amel kesesinde neleri varsa onlarý, hergün gözden geçirmeli, kendini hesaba çekmeli ve tam bir cimri
gibi davranmalýdýr; davranmalýdýr ki hesabýný saðlam tutmuþ olabilsin.
Helâlleþmede Ölçü
Helâlleþme bir ahlâk haline getirilmelidir. Ve mutlaka helâllik istenen þahsa durum olduðu gibi
anlatýlmalýdýr; Mesela: “Senden þu kadar haksýz yere þunu aldým; seni gýybet ettim...” vs. gibi. Ne var ki,
aynen anlatma karþý tarafta derin yaralar açacaksa, o zaman mes’ele þerhedilmeden, mutlak olarak helâllik
istenmelidir. Bir zaman arkadaþlardan biri gelerek bana, “Hakkýný helâl et, senin gýybetini yaptým” dedi. Tam
neler söylediðini ifade edecekti ki, hemen susturdum ve hakkýmý bütünüyle helâl ettiðimi söyledim.
Ýnsanýz ve zayýf taraflarýmýz var. Söylenen söz içimizde bir ukde ve yara olarak kalabilir. Ýnsanýn
Cenabý Hakk’ýn huzuruna, içinde mü’min kardeþine karþý, herhangi bir ukde varken gitmesi ise büyük bir
talihsizliktir. Onun içindir ki, Efendimiz sýk sýk: “Bana arkadaþlarým aleyhinde hiçbir þey söylemeyin. Zira,
Rabbimin huzuruna selim bir kalple gitmek isterim” der ve mü’min bir kardeþi aleyhine birþey söylemek
isteyenleri böyle ikaz ederdi. O’nda bizim için her hususta üsvei hasene (en güzel örnek) vardýr. Bu mevzuda
da rehberimiz, yine Resûlullah’týr (sav).
Ayýplarý Örtme
Ýstiyorum ki, ehli imandan ameli olmayanlara bile içimde en ufak bir kin olmasýn. Onlarýn hep iyi
yanlarýný göreyim. Kardeþlerimden birini en büyük bir günahý iþlerken bile görsem, örter, görmemezlikten
gelirim. Ýnsan nefsine karþý savcý, baþkasýna karþý ise avukat gibi olmalýdýr.
Hâdiseler ve Efendimiz
Hâdiselerin saðýnda, solunda, önünde, arkasýnda Allah Rasulü’nün eli o kadar bellidir ki, o eli neredeyse
öpeceðim gelir. “Hakk’tan ayan bir nesne yoktur, gözsüzlere pinhan imiþ...”
Bir Muhasebe
Bazen tefsir okurken, kendimi Efendimiz (sav)’in dizinin dibinde hisseder ve onunla konsantre olmuþ gibi
görürüm. Bu açýdan o anda bir soru sorsanýz caným sýkýlýr. Kürsüde de bazen öyle olur. Mesela; “Hz. Hamza
vurdu” derken, sanki kýlýcý ben kullanýyorum gibi olur. Keþke her zaman ayný ruh haletini paylaþabilsek.
Esasen kendine anlatmadan, baþkasýna nasýl anlatacaksýn ki? Eðer bu ölçüde konsantre olunamazsa, bilmem
ki, kürsüden inilmeli mi? Vakýa birkaç defa indiðim olmuþtur. Çok duâ etmiþtim. Allah beni kürsüden kurtarsýn
diye ve kurtardý.
Hizmet ve Sýkýntý
Bu hizmet, bir mücadeledir. Afganistan’da bir milyondan fazla mücahid öldü. Ama oradaki maddî,
buradaki de ma’nevî. Hem hizmet edeceksin, hem burnun kanamayacak. Böyle þey olmaz. Sýkýntýsý olmayan
hizmette mutlaka bir eksik yan, eksik taraf vardýr.
Ümit ve Sebat
Soru: Bazý hâdiseler ümitsizliðe sebep oluyor. Ne tavsiye buyurursunuz?
Cevap: Hepimizin bast hali her zaman devam etmeyebilir. Birbirimize moral vermeliyiz. Ruh haleti
müsaid olanlar diðerlerine anlatmalý. Bilhassa sadmelere ilk muhatap olanlar sarýlabilir. Bunlar bizim elimizde
olan þeyler deðildir. Bedir’de galibiyet vardý. Ayný güçle Uhud’a gelindi, fakat maðlup olundu. Sonra Hendek’e
müdafaya çekilindi. Efendimiz (sav), müþrikler dönüp giderken arkalarýndan, “Bundan sonra sýra bizde”
buyurmuþtu. Hâdiseler, “devri daimler” içinde sürüp gitmektedir. Önemli olan sebattýr. Osman Gazi,
baþlangýçta tek bir köye sahipti ve etrafý tekfurlarla doluydu. Ama, o ölüm döþeðinde, Bursa da kuþatma
altýndaydý ve vasiyetine “Beni Bursa’ya gömün” diyordu. Ýstanbul surlarýna kadar gelenler, “Burada ölünüyor,
býrakýp gidelim” deselerdi, Ýstanbul fethedilemezdi. Düþünün ki, Ýstanbul 17 defa kuþatýldý. Vazifelerinin
þuurunda olanlar geldiler, vazifelerini yaptýlar ve gittiler.
Ebdal
Ebdallar gibi olmak lazým. Ebdal, toplum içinde fani olmuþ, baþkalarý için yaþayan kimsedir. Onun
daimi duâsý ise, “Allah’ým, ümmeti Muhammed’e merhamet et” þeklindedir.
O’nun Huzurunda
Susamýþ bir insan, nasýl su içerken her yudumda suyun boðazýndan geçiþini, midesine iniþini hisseder,
hatta onu iliklerine kadar duyar; aynen öyle de, insan O’nun huzurunda olduðunu; O’ndan gelen varidleri her
lahza iliklerine kadar duymalýdýr. Hele istenen þey saadeti ebediyye olursa. Bu arada, el kaldýrma, kýbleye
dönme, dilenciliðimizi ve üst elin üstünlüðünü hatýrlamak içindir. Yoksa asýl olan içteki tazarrudur. Gel gör ki,
bizler þekle takýlýp kalmýþýz.
Bize Düþen Vazife
Biz, bize ait vazifeleri yapmak zorundayýz. Bizden öncekilerin yapmadýklarýnýn hesabýný yapmakla
vazifeli deðiliz. Öncekilerin yapmadýklarýna, “demek ki, vazifeleri deðilmiþ”, nazarýyla bakýlmalýdýr. Aksi
halde, geçmiþimize karþý içimizi kontrol edemez ve büyük günahlara gireriz.
Ýkinci olarak, kendi vazifemizle Cenabý Hakk’ýn iþini de birbirine karýþtýrmamalýyýz. Topraða tohum
atmak vazifemiz, ona güneþin ýsý ve ýþýðýný gönderme, ona neþv ü nema verme ise Cenabý Hakk’ýn iþidir.
Ben mes’eleyi istiare yoluyla anlatýyorum. Siz tohum, toprak ve güneþi içtimaî platformda deðerlendirin...
Baþkalarýnýn Kusuru Karþýsýnda
Osmanlý padiþahlarýndan bazýlarý þýra ve boza içmiþ olabilirler. Ölçüyü kaçýrýnca bunlar sekir de
verebilir. Ancak onlar hakkýnda konuþurken biz de ölçüyü kaçýrýrsak, mes’ul oluruz. Zira, bizim onlarla amel
açýsýndan bile boy ölçüþmemiz mümkün deðildir. Düþünün ki, onlardan birinin, bir saat adilane idaresi, belki
sýradan bir insanýn bin rekat nafile ibadetinden daha hayýrlýdýr. Fatih veya II. Murad olmasaydý, ne
Akþemseddin olurdu ne de Hacý Bayram Veli Hazretleri. Onlar, Fatih ve emsali adil hükümdarlar sayesinde
yetiþtiler.
Cenabý Hakk, Fatiha Suresi’nde kendisini anlatýrken, Rahman ve Rahim’in hemen ardýndan Melik
olduðunu anlatýr. Bu, meliklik ve malikliðin önemine Ýlâhî bir iþarettir. Ýþte Osmanlý padiþahlarý, bu önemli
mevkii ellerinden geldiðince en güzel þekilde temsil etmiþlerdir.
Öte yandan insan baþkasýnýn kusurlarýna bakarken, kendi kusurlarý adesesinden bakmalýdýr. Her halde
o zaman kendi kusurlarý onun gözünü dolduracak, o da hariçte kusur aramaya yol bulamayacaktýr.
Kendi hatalarý gözlerini doldurmayan insanlarýn vay hallerine!
Ýslâm’da ölçü, ferdin halini salâha hamletmektir. Hele bir cemaat ve cihaný idare edecek seviyeye
yükselmiþ bir millet hakkýnda hüküm veriliyorsa...
Birini uygun olmayan bir davranýþ içinde mi gördünüz? Gözlerinize inanmayacak ve “gözlerim beni
yanýltýyor” diyeceksiniz. Gözlerinizin sizi yanýltmadýðýný mý söylüyorsunuz? Ne biliyorsunuz; belki de
kardeþiniz hakkýnda sui zanna düþesiniz diye þeytan size onun suretinde göründü...
Kusuru çekiþtirmek, mertlik deðildir: Asýl mertlik görülen kusurun üzerine bir perde daha çekip, o
kusurun izalesi için Cenabý Hakk’a duâ etmektir. Sonra da, ibret almaktýr. O’nun ayaðýný kaydýran Allah (cc),
sizin ayaðýnýzý da kaydýrabilir.
Bana göre insanlýðýn birinci mertebesi, baþkasýna ait kusurlarý hiç görmemektir. Gördüðü halde hüsni
zan etmek ise daha düþük bir mertebedir..
Can Pazarý
Ýbrahim olmayý isteyen, ayný zamanda ateþe atýlmayý da istemektedir. Yusuf gibi olmanýn yolu,
hapishaneden geçer. Dava adamý olarak ölmek, havari gibi yaþamaya baðlýdýr. Bunlarý birbirinden ayrý
düþünmek imkânsýzdýr. Hem þehadet iste, hem de can pazarýna gelme!.. Olacak þey mi bu? Þimdiye kadar
olmamýþ, bundan sonra da olamaz!..
Kendi Mes’elelerimizi Halletmeden
“Belâyý bahri mâsivâya mübtelâyým Ya Rasûlallah!
Mâsivâ denizine düþüp çýrpýnmadan bunun ne demek olduðunu anlamak zordur.
Kendi dünyamýza ait mes’eleleri dahi halledemeyince, kendi kendime, “acaba boþuna mý yazýp,
konuþuyoruz?” diye sormadan edemiyorum..
Dünyadan Ýntikam
Vefasýz hayat arkadaþýnýzdan nasýl intikam alýrsýnýz? O’nu terk eder ve vefasýzlýðýyla baþ baþa
býrakýrsýnýz deðil mi?
Dünyadan da iþte böyle intikam almalýsýnýz. Yani kalben ve rûhen onu aþmalý, kesbini millete mal
etmelisiniz!
Þuurlu Hareket
Aksiyon adamý, hareketleri her defasýnda þuur adesesinde kontrol etmeli ve devamlý hasar vermeyecek
þekilde davranmalýdýr. Ne var ki, hasar gönül insaný olmadan anlaþýlmaz.
Okumak ve Amel Etmek
Kitap okumak mühimdir; ondan daha mühimi de okuduklarýný hayata geçirip tatbik edebilmektir.
Ayrýca, bildikleri insaný gurura ve kibre sevketmemeli. Aksi takdirde insan, Hürriyet Heykeli gibi birþeye
benzer. Evet, böylesi sadece bir heykeldir ve karýnca kadar dahi kýymeti yoktur. Bazý arkadaþlarýmýzda bu
durumu hissedince, kendilerine, onlarý eþyanýn perde arkasýna baktýracak bir kitab verdim. “Þunu bir okuyun”
dedim. Evet, bazýlarý biraz kitap okuyunca, birþey oldu zannýna kapýlýyor.
Tabii o zaman da, “bilmediðini bilme” bilgisinden uzaklaþýyor..
Zamanýmýzda “Murabýt”
Zamanýmýzda “murabýt” ferdî, ailevî ve içtimaî hayatýný dinin emirleri doðrultusunda yaþayan kimsedir.
Meselâ, onun evlenmesi, iffetini muhafaza, haramlardan kaçýnma ve nesil yetiþtirmek için; çalýþmasý da,
medarý maiþetini temin ve elaleme elavuç açmamak içindir. Zira aleme el açarsa, hâlisane dine hizmet
edemez. Bu seviyede dinî hayatý olanlardan inþaallah herhalde kul hakkýný da kaldýrýrlar.
Kelepir Günü
Dine, imana ve Kur’ân’a hizmet adýna bin türlü sýkýntýlara göðüs gererek yaþamaya çalýþtýðýmýz, din
düþmanlarýnýn þerlerinden emin olmak için köþebucak kaçtýðýnýz günleri emniyet ruhunun hakim olduðu
devirlerde hatýrladýkça, “ah o eski günler! Bir þaki gibi saklanýyor ama, dinin i’lasý için kavga veriyorduk!”
diyeceðiz. Çünkü gelecekteki ümran döneminde, kelepir sevdasýyla mü’minler birbirlerine girecekler. Bir
kýsmý, bu durumdan muzdarib olarak daðlara çýkacak ve münzevî bir hayat yaþamayý medeniyete tercih
edecek. Bir kýsmý da, “Hayýr, hak verilmez alýnýr”, deyip mücadele edecektir.
Pekâlâ, böyle bir gelecek için mi durmadan uðraþýyoruz? Hayýr, belki bunlar olacak ama, umumi emniyet
ruhunun hakim olmasýyla birçok kimse onun nimetlerinden istifade edecek ve yine o sayede cenneti ve ebedi
saadeti kazanma yollarýný bulacak. Kaldý ki, bu tür hareketler mutlak ma’nâda cenneti kazanmaya da mani
deðildir. O günleri idrak edenler, Efendimiz’in tavsiyesine uysunlar: Kýlýçlarýný kýrýp, evlerine çekilsin ve
durmadan ibadet yapsýnlar.. yapsýnlar, ve kendi toplumlarýyla kavgalara girmesinler.
Zaman zaman bunlarý düþündükçe, gözyaþlarýma hakim olamam..
Aksiyonda Zamanlama
Halkýn adet ve îtiyad haline getirdiði birtakým bid’atlara birden karþý çýkmak doðru deðildir. Eðer,
söyleyenin halk içinde güçlü bir itibarý yoksa, bu davranýþý tesirsiz kalmaya mahkûmdur. Bu tür mes’eleler,
ancak halk içinde kökleþmiþ bir itibar kazandýktan sonra yapýlmalýdýr.
Çocukça Bir Davranýþ
Ýnsanýn, mazhar olduðu nimetleri, güzellikleri, meziyetleri, tahdisi nimet dýþýnda, saðda solda teþhir
etmesi çocukça bir davranýþtýr. Ciddî insanlara yakýþmaz ve hele Rabbiyle kalbi arasýndaki sýrlara saygýlý
ruhlara asla..!
Izdýrapsýzlýk Karþýsýnda
Kendisine peygamberlik gelmeden önce de geldikten sonra da Efendimiz (sav), insanlýðýn içinde
bulunduðu maddîmanevî sefalet ve dalalet tablolarý karþýsýnda hep ýzdýraptan iki büklüm olmuþtur. O kadar
ki, zaman zaman inzivaya çekildiðini tek baþýna kaldýðýný siyer kitaplarý kaydediyor. Peygamberlikten sonraki
ýzdýrabýna ise, Kur’âný Kerim, iki yerde açýk, bir yerde iþareten temas eder ki bunlardan: “Herhalde sen,
onlar bu söze inanmýyorlar diye üzüntünden kendini helak edeceksin” ayeti bana çok manidar ve ürpertici gelir.
Izdýrapsýzlýk, bizim en büyük eksikliðimizdir. Eðer iman ve Kur’ân hakikatlerinin neþv u nemasý ve ma’þeri
vicdanda ma’kes bulmasý hususunda ýzdýraptan haftada birkaç gün uykumuz kaçmýyorsa, ileride uykumuzu
kaçýracak þeyler olacak demektir. Ýþin doðrusu dertten çatlamayanlar karþýsýnda bazen insanýn çatlayasý
geliyor...
Yenilenme Adýna
Biatýn bir deðiþik buudu da, sürekli yenilenmedir. Efendimiz (sav), bazý ashabýndan belki 10 defa biat
almýþtýr. Halbuki, onlar için o devirde her þey orijinaldi. Bir ezan okunuþuyla bütün duygularý coþuyor ve
dopdolu namaza koþabiliyor; yeni nazil olan bir ayetle gönül ve his dünyalarýnda yeni ufuklar açýlýyor ve her an
yeni bir orijinalite ile karþý karþýya bulunuyorlardý. Evet, yeni kalmanýn ve yenilenmenin bütün sebepleri
mevcuttu...
Buna raðmen, zaman zaman onlarda da bir kabuk baðlama veya bir ülfet oluyordu. Bundan dolayý, dýþtan
ilâhi bir müdahalenin araya girip onlarý karýþtýrmasý ve yenilenme adýna harekete geçirmesi gerekiyordu.
Efendimizin onlardan sýk sýk biat almasýnýn bir ma’nâsý da iþte bu olsa gerek... Öyleki, sahabinin “Ben biat
ettim ya Rasûlallah” demesine karþýlýk Efendimiz, “Olsun, bir daha et” buyuruyorlardý.
Her yeni biat, onlarda yeniden bir yapýlanma meydana getiriyor ve duygularýnýn yenilenmesine yol
açýyordu. Yenilenme, bazen belâ ve musibetler vasýtasýyla da olabilir. Ne var ki, yenilenmenin bu tür yollarla
olmasý istenmez. Hatta bu belâ ve musibetler insanlardaki gaflet perdesini kaldýrsa bile...
Yaþamak Ýstiyorsanýz
Helâk olanlar, önce kendi içlerinde ve vicdanlarýnda helâk olmuþlardýr. Daha sonra bu yok oluþ, onlarýn
dýþlarýna aksetmiþtir. Yaþamak isteyenler, Allah ve Resûlünün sevmediði tavýr ve düþüncelere karþý sürekli
gerilimde olmalýdýrlar ki hayatiyetlerini devam ettirebilsinler.
Acele Namaz Kýlanlar
Namazlarý acele ile kýlanlara gönül koyuyor ve Cenabý Hakk: “Benim size herþeyi karþýlýksýz
vermeme mukabil, siz bana böyle mi teþekkür ediyorsunuz? Bu þekilde mi namaz kýlýyorsunuz?” der mi diye
de endiþe ediyorum. Eðer derse, o zaman iþimiz çok zor demektir.
Tevhid
Bizim mesleðimizde esas olan, insanlarýn mazhar olduklarý nimetlere kendilerini memerr olarak
görmeleridir. Bu hâl, mes’eleyi aslýna irca etmek demektir ki, o da TEVHÝD’dir. Yani, her þeyi Allah’tan bilme
keyfiyetidir. Efendimiz ve Ashabýn’ýn durumu da budur. Onlar, sahip olduklarý her þeyi Allah’tan biliyorlardý.
Ýkinci Fýtrat
Evrad u ezkâr, duâ, nafile namaz gibi ibadetler, sürekli olarak ve ýsrarla yerine getirmeli ki, bunlar,
zamanla bizde ikinci bir fýtrat hasýl etsin. Meselâ, iki rekatlýk bir nafileyi dört rek’at kýlmaya alýþýr, bir daha
da býrakmazsanýz, býrakmaya kalksanýz, “Eyvah, bugün de falso yaptýk” dersiniz.
Böyle bir anlayýþ, insanda zaten mevcud olan birtakým kabiliyetlerin kullanýlarak inkiþaf etmesi ve insan
ruhuna hakim olmasýndan kaynaklanmaktadýr.
Maddenin Fareleri
Fare nasýl yað, peynir vs. gibi þeylerin kokusunu çok öteden alýr ve gider onlarý bulur, öyle de ehli
dünya âdetâ maddenin faresi olmuþ. Bizim hayallerimizde bile ulaþamadýðýmýz yollarla gidip kendi
menfaatlerini bulabilirler.
Herkesle Diyalog
Bence öðrenmemiz gereken önemli þeylerden biri de, herkesle diyalogtur. Emsal arasýnda tenafüs yani
çekememe, olur ama, mühim olan, kimsenin gýybetini yapmamaktýr.
Hizmet Ýnsaný
Hizmette misal olma mevkiinde bulunanlar, her þeyleriyle “hizmet insaný” olmak zorundadýrlar. Bunlar
gecegündüz durmadan koþturmalý, hatta onlarý kimse uyurken görmemeli. Kabilse günde 3 saat uyku bir iki
saat diðer ihtiyaçlar, bunun dýþýnda hep hizmet etmelidirler. Evet onlar, ancak bu þekilde etraflarýna numune
olabilirler. Bu ölçüde hizmete kendini adamýþ bir insan, zaman zaman evinin yolunu unutur zannediyorum.
Ayrýca, hizmet insaný, kendisini davasýndan alýkoyacak herþeyi elinin tersiyle itmesini bilmelidir. Ev mi,
çolukçocuk mu, iþ mi her neyse ayaðýna pranga olan hiçbir þeyin esiri olmamalýdýr. Esasen, bir kýsým özel
durumlar dýþýnda, dava adamýnýn þahsî hayatý yoktur.
Sýfýr Olmak
Ne olursanýz olun, makam, þöhret baþýnýzý döndürmemeli ve hep “Sýfýr” olmalýsýnýz. Olmalýsýnýz
ki, büyük rakamlarda, büyük yerlerde kullanýlabilesiniz. Ve ne olursanýz olun Allah aþkýna öðrenme ve
öðretmeden baþka bir þey düþünmemelisiniz.
Uhrevî Gün
Haftada bir gününüzü kendinize ayýrýn. O gün, maddî ve dünyevî hiçbir þey yapmayýn. Her iþiniz
mâneviyat ve ahiret âlemi adýna olsun.
Ahirzaman Cemaatinin Vasýflarý
Ahirzaman’da Ýslâm’a hizmet edecek topluluðun en önemli vasýflarýndan biri de vaizliktir. Bunlar, cami
kürsülerinde veya baþka yerlerde vaaz ve nasihatlarla dinin ruhunu aksettireceklerdir.
Bu cemaatin ikinci önemli vasfý ise, alýþýlmýþ sistemleri ve tabularý parçalamaktýr. Evet, dünyada çýðýr
açan kimseler, hep alýþýlagelen þeylerin dýþýnda neþ’et etmiþlerdir. Ve þununbunun prensiplerine de
uymamýþlardýr uyamazlar da, çünkü prensipleri kendileri vaz’ederler.
Kurtulmak ve Kurtarmak
Kurtulmak mý önemli, kurtarmak mý? Kurtulmak için akýllý olmak þart deðil. Zira deliler de kurtulur.
Ama kurtarmak için muhakkak akýllý olmak gerekir. Bundan dolayýdýr ki, peygamberlerin içinde hiç deli
yoktur.
Tenkid
Tenkid, meþveretlerde kimseyi nazara vermeden yapýlmalýdýr. Zira, yüze karþý yapýlan tenkid kýrýcý,
gýyaben yapýlan ise gýybetin sahasýna girer.
Kayma Noktalarý
Ýnsan, hizmet adýna kendisine tevdi edilen vazifeleri, sahip olduðu hizmet þuuruna göre yapar. Bununla
birlikte, evvel ve ahir tavsiyem, hizmeti hangi seviyede yaparsak yapalým, karþýlýðýnda hiçbir þey
beklememeliyiz. Ýnsan, yaptýðý hizmete karþýlýk olarak hayalinde birtakým beklentiler içine girerse,
beklediklerini bulamayýnca hafizanallah küsüp gidebilir. Onun için, duâlarýmda sürekli “Ya Rabbi, beni
arkadaþlarýma mahcub etme” diyorum. Zira bize belirli bir bakýþ açýsý var ve biz o deðeri korumak
zorundayýz. Ýnsan, murakabe ile kendisinin manen “sýfýr” olduðunu bilmeli ve yaptýklarýna kat’iyen sahip
çýkmamalý. Bediüzzaman bile kendisini bir “memerr” (bu bazý iyiliklerin uðraðý demektir) olarak görüyordu.
Aksi takdirde hayalî düþünceler ve beklentiler içinde boðulup gidebiliriz.
Ýstiþarede Ölçüler
Ortaya attýðýmýz fikirler makûl görülürse memnun olmalý; makûl görülmezse, “mevsimi deðilmiþ”
deyip beklemeli ve kat’iyen kavga edilmemelidir.
Bazan da makûl fikir, onu teklif eden þahýsdan dolayý reaksiyon görebilir. Böyle durumlarda, bu tür
teklifleri baþkalarýnýn yapmasýna fýrsat verilmelidir. Önemli olan, fikirlerin hüsnü kabulüdür. Ýleri
sürdüðümüz fikir hak ise, ona öncelikle kendimiz hürmet etmeliyiz. Ýstiþarede üzerinde durulan mes’ele kabul
usulüne göre ettirilmezse, te’sir ve bereketi de olmayabilir. Halbuki bizim mesleðimizde bereket çok önemlidir.
Bediüzzaman Hazretleri, Ýstanbul’da sayýca çok dostlarla yaptýðý hizmetlere mukabil, Isparta’da az
sayýdaki arkadaþlarýyla yaptýðý hizmeti daha bereketli bulur. Ve bu bereketi de ihlâsla irtibatlandýrýr.
Ýkbal Arzusu ve Manevî Terakki
Dünyevî bir ikbal arzumuz ve dünya ile bir alâkamýz yoktur. Biz, karþýsýnda cennetlerin bile ucuz
kaldýðý Allah’ýn (cc) rýzasýna talibiz. Vali olmak, milletvekili olmak, bakan olmak, zengin olmak vs. bunun
karþýsýnda ne anlam ifade eder ki? Rýzai Ýlâhî’ye talib olan, böylesine küçük ve hasis þeylere itibar eder mi?
Ancak, dünya bazan biz talip olmadan da bize verilebilir. O zaman da onu Allah yolunda kullanmalýyýz.
Evet, gönlümüzde dünyaya karþý hiçbir arzu, hiçbir meyil, hiçbir iþtiyak olmamalýdýr. Kaldý ki, bizim
için manevî terakkiye bile talip olmamak çok önemli bir esastýr. Hasýlý, namaz kýlarken cenneti görseniz,
ondan bile kaçmalýsýnýz.
Rýzaya Ram Olmak
Duâlarda Cenabý Hakk’tan hizmet aþký ve þevki istenebilir. Bununla birlikte, ben duâlarýmda, “Senin
sevdiðin ve razý olduðun” diyorum. Siz de, encamýný bilmediðiniz, arkasýnda hayýr mý var, þer mi var
kestiremediðiniz isteklerde bulunmamalýsýnýz. Evet, insan kendi arzu ve isteklerinden uzaklaþýp Rabbinin arzu
ve istekleri içinde eriyip gitmesi çok önemlidir ve iþte bence manevî terakki budur.
Günahkârý Kýnama
Hiç kimseyi büyükküçük günahlarýndan dolayý kýnamayýn. Bazen, “daha” bile demeden, içinden
geçenlerden dolayý itab gördüðüm olmuþtur. Artýk, birine zina isnadýný, küfür isnadýný siz düþünün. Ta’yir
geri tepen bir silahtýr. Ama, maalesef müslümanlar arasýnda bugün çok kullanýlýyor.
Gayei Hayat
Ýslâm’ýn i’lasý, insanýn en büyük ideali olmalýdýr. Evlenme, çolukçocuk edinme ve makammansýb
sahibi olmanýn da kendine göre bir önemi vardýr ama, Ýslâm, bunlarýn daima önünde yer almalýdýr. Evet,
Ýslâm, hayatýmýzýn gayesi olmalýdýr. Günümüzde, bir kýsým müessese ve þahýslar bu duyguyu öldürüyorlar.
Hayatý, lezzeti, nefsânî hazlarý birinci plâna çýkarýyor ve zamanla herkesi çürütüyorlar. Hakikat açýsýndan
dünyevî düþünceleri Ýslâm’a raðmen ön plâna çýkaranlar aldanmýþtýr.
Ýhlâs ve Yakîn
Ýnsan günde yüz defa ihlâs ve yakîn istese, yine de fazla istemiþ sayýlmaz. Yalnýz bunu kavlî duâ ile mi
istemeli, yoksa fiilî duâ ile mi? Yani davranýþlarý zapt u rapt altýna alarak mý? Bence ikincisi; ama bu, kavlî
duâya mani deðil. O halde, hem dille, hem davranýþlarla istemeli.
Evet, eðer sizlere tavsiyemin bir ma’nâsý varsa, evvel ve ahir tavsiyem: “Allah’ýn hoþnutluk ve rýzasýný
taleb etmenizdir. Duâlarýnýzda cennet talebini unutabilirsiniz, cehennem azabýndan azad edilmeyi
unutabilirsiniz ama, ihlâs veya yakîn istemeyi asla unutmamalýsýnýz. Zira bunun unutulmaya tahammülü yoktur.
Ýhlâs ve yakîn olmayýnca insanlar boþlukta yaþarlar. Söylediklerini gýrtlak üstü söylerler, davranýþlarý da hep
hayhuy olur.
Ýlla Namaz Ýlla Namaz...
Namazda olsun, namaz haricinde olsun, gönlün her teli týpký bam teli gibi ses vermeli. Bilhassa da
namazda böyle olmalý. Sazlarýn bir tane bam teli var, fakat gönlün her teli bam teli gibi olmalý. Öyle namaz
kýlmalý ki, herkesin namazý bir diðerine misal olsun ve secde, doyulmaz bir neþveye, duâlar, insana býkkýnlýk
vermeyen gýdaya; rükû ayrý bir edaya; kýraat de, dane dane canlý kelimeler armonisi halini alsýn.
Muhbiri Sadýk, “Namazýnýzý veda namazý olarak kýlýn” buyuruyor. Size, “bir vakit namaz kýlacak
kadar ömrünüz kaldý” deseler, o namazý nasýl özenebezene kýlarsýnýz. Ýþte her namazý böyle özenebezene
kýlmalýsýnýz. Evet “bu benim son namazým olabilir” mülâhazasýyla kýlýnan namaz veda namazýdýr.
Namaz öyle bir iþtir ki, ondaki her inhiraf insaný sîreten hayvanlýða götürür. Meselâ, Efendimiz,
“Ýmamdan önce baþýný secdeden kaldýran, suratýnýn eþek, þekline dönmesinden korkmuyor mu” diyor. Secde
için “baþýnýzý (yem gagalayan) tavuklar gibi koyup kaldýrmayýn” diyor. Otururken “Kendinizi köpekler gibi
salmayýn” diyor. Demek ki, namaz, insanýn insaný kâmil olmasýný ifade ediyor. Öyleyse, insan kýyamýný,
kýraatýný, rükûsunu, sücûdunu ciddî bir temkin ve teyakkuzla yapmalý; eþeðe, maymuna, tavuða, köpeðe
benzememelidir. Bu teþbihlerdeki tabirleri ben söylesem galiz bulabilirsiniz ama, bunlarý “Beni Rabbim terbiye
etti, ne de güzel terbiye etti” diyen edeb abidesi Hz. Muhammed (sav) söylüyor.
Evet, namaz insanýn hayatýnda yapacaðý þeylerin en güzelidir ve en güzeli olmalýdýr. Hayatýn en tatlý
hatýralarý namazla ilgili bulunmalýdýr. Zira miraca namazla çýkýlýr.. Allah’a namazla ulaþýlýr, enbiyânýn
huzuruna namazla varýlýr. O halde, illâ namaz, namaz, illa namaz...
Derman Arardým Derdime
Dert, derdin kaynaðýný bilmemektir. Derman, derdi dert içinde derman bilmektir. Tedavi, kahrý, lûtfu bir
saymakta yatar. Tedavi süresi, ise, “Yakin gelip çatýncaya dek”dir.
Biri:
“Derdi derunuma derman arardým,
Dediler derttir dermanýn senin.”
Bir baþkasý:
“Derman arardým derdime.
Derdim bana derman imiþ.”
þeklinde hislerini ifade eder. Bu arada dertten þikayet edenler de var:
Dert elinden dade geldim.
Gelmedi derman bana.
Fuzuli de:
“Beni candan usandýrdý, cefadan yar usanmaz mý?
Felekler yandý ahýmdan, muradým Þem’i yanmaz mý?”
sözleriyle dert korosuna katýlýr.. ve daha niceleri..!.
Allah’tan gayrýsýný yar sayan, yýkýlmaya mahkûm bir yarý baþýna sarmýþ demektir. Bu açýdan da o,
gidip ahmaklýðýna aðlamalýdýr.
Kobralara Merhamet
Kobralara merhamet, zehirlenecek bir sürü kimsenin hakkýna tecavüz demektir. Bu itibarla, müslümanlara
taarruz eden kimseleri affetme kobralara merhamet olsa da, insanlýða zulümdür.
Politik Serbestiyet
Dünyanýn neresinde olursa olsun, antikomünist rejimlerin nazarýnda komünist ile Müslüman bir deðildir.
Bir tercih yapma durumunda kalsalar, yine komünistleri tercih ederler. Bundan dolayý, siyasî yapýlanma
noktasýnda bir serbestlik bahis mevzûu olduðunda bu durum þu anda komünistlerin iþine yarar. Çünkü süper
güçler onlarý desteklerler.
Ayrýca böyle bir serbestiyet, Ýslâmî potansiyelin sui istimaline sebep olabilir.. ve münafýk kýlýklý pek
çok insan ortaya çýkar.
Þimdi býrakýn politikacýlarý da kendimize bakalým. Ben Türkiye’de Müslümanlar içinde 100 insanýn bir
ay sürekli olarak ciddi bir þekilde Efendimiz (sav)’in “ümmetî, ümmetî” dediði gibi, ümmeti Muhammed için
gözyaþý döküp, ýzdýrap çektiðini zannetmiyorum. Eðer böyle 100 adam gösterebilirseniz bana, ben de size çok
ümit vaad edici þeyler konuþabilirim. Evet, çoðumuz þahsýmýzý rencide eden þeylerden dolayý aðlýyor,
sýzlýyoruz ama, Ýslâm’ýn ve Müslümanlarýn yürekler acýsý hallerine büyük ölçüde lakayd kalabiliyoruz.
Günahlar Karþýsýnda
Günah, insanýn içinde burkuntu yapýyorsa, bu bir mü’minlik alâmetidir. Ama, rahatsýz etmiyorsa o da
nifaka alâmettir. Zira, nifak ve günah ayný cinstendir. Günah ancak münafýðý rahatsýz etmez.
Ýrþad ve Tebliðden Beklenen Netice
Ýrþad ve tebliðe ait vazifelerden müsbet neticeler elde etmek harikuladeliklerle deðil, sebeplere tam
riayetle mümkündür. Zaten þeriatý fýtriyede de esas olan budur. Bakýn, bitkiler birden bire deðil, belki uzun bir
süre bakým ve görünümlerinin yapýlmasý ile olgunlaþýyorlar. Yumurta civcive öyle dönüþüyor. Ýrþad ve teblið
hizmetlerinde de, o hizmetlere ait usul ve prensiplere tamý tamýna riayetle netice beklenebilir. Bunun aksi,
hayalperestliktir...
Rica ederim, Allah, peygamberleri ve hususiyle de Hz. Muhammed (sav) için deðiþtirmediði kanununu
bizim için mi deðiþtirecek. Baþta Efendimiz olmak üzere, bütün peygamberler mücadelelerini her þeye göðüs
gererek, uzun seneler sabýr ve sebatla sürdürmüþlerdir. Bu mücadelelerinin semeresi olarak da, Allah onlara
muvaffakiyet ihsan etmiþtir.
Hasýlý, muvaffak olmak isteyen peygamberlerin yoluna sülûk etmelidir.
Ýrþad ve tebliðde dikkat edilecek önemli bir husus da þudur: Her insanýn latifelerinin dirilmesi,
uyanmasý deðiþik bir sebebe baðlýdýr. Bazýlarýnýnki, uzun zaman ve ýsrarlý uyarmalarýn neticesinde ayaða
kalkar. Bazýlarýnýnki de kitle ruh haletiyle uyanýr. Ama, bu bizim için tercih edilecek bir yol deðildir. Zira
kitlevî hareketlerin kontrolü çok zordur ve rahatlýkla menfî istikametlere kanalize edilebilir. Ayrýca, böylesine
kitlevî hareketlerin neticelerinde pek çok insan birbiriyle anlamsýz ve gereksiz bir kavgaya tutuþabilir. Oysa
bizim maksadýmýz, insanlarý kavgaya sevketmek deðildir. Maksadýmýz, insanlarýn hidayetini temindir. Bütün
insanlar hidayet üzere olduktan sonra, istenilen kitle zaten temin edilmiþ demektir.
Ýbadet ü Taattan Zevk Alma
Ýbadet ü taattan zevk alamayýnca ibadeti terk etmek düþüncesi, nefsin bir aldatmacasýdýr. Bu tür þeyler,
kasden istenilmez. Yani, zevk almak için ibadet edilmez. Önemli olan, içinde bulunulan en olumsuz þartlara
raðmen, gerek þahsî, gerekse içtimaî vazifelerimizi eksiksiz yerine getirmektir. Bazan uzun bir sükût, daha uzun
bir hutbeden daha beliðdir ve daha çok ma’nâ ifade eder. Her türlü aðýr þartlar altýnda aþkýmýzý, þevkimizi
devam ettirebilme, belki de ayný þartlarda dolu dolu namaz kýlmaktan daha hayýrlýdýr. Meselâ, cemaatle
birlikte, yüreklerimiz hoplayarak kýlýnan namaz mý, yoksa tek baþýmýza bir yerde alnýnýzý secdeye koyup,
hiçliðimizi idrak mi daha hayýrlýdýr bilemeyiz. Bu sebeple belki de, devamlý huzur içinde bulunanlar
yanýlýyorlar. Çünkü, Cenabý Hakk’ýn nelerden razý olacaðýný tam olarak kestirmemiz mümkün deðildir.
Bu noktada sofiler de aldanabilir. Onlar aldandýðý gibi, biz de aldanabiliriz. Zor þartlar altýnda hizmet
vermek zorunda olan arkadaþlarýmýz, belli anlarda ahireti, cenneti, Rabbin sonsuz nimetlerini düþünerek
kendilerini yenilemelidirler.
Bu mülâhazalar, kiþinin hizmet içindeki mevki ve fonksiyonuna göre de deðiþiklik arzedebilir. Cephenin
en ön safýnda mücadele eden ile, geri hizmetlerde mücadele verenlerin ayný statüye tâbi olmalarý kat’iyen
düþünülmemelidir.
Tebliðde Sayý Azlýðý veya Çokluðu
Soru: Bazý arkadaþlar, irþad ve teblið vazifesinde az veya yetersiziz diye ümitsizliðe kapýlýyorlar. Bu
durum karþýsýnda nasýl davranmalýyýz?
Cevap: Teblið vazifesinde önemli olan berekettir. Bu da sayýya baðlý deðildir. Kaldý ki, sayýca azlýk veya
yetersizlik bizi daha bir canla baþla hizmet verme yolunda kamçýlamalýdýr. Böyle bir kamçýlanma zayýf
olanlarýn aþka þevke gelmelerine de sebebiyet verir. Hadîslerde bununla ilgili bir hâdise nakledilir. Savaþ
esnasýnda ve kuvvei mâneviyenin sarsýldýðý bir dönemde, birisi atýný mahmuzlayýp düþman saflarýna
saldýrýr ve bir daha da geriye dönmez. Ýþte onun hali, Nebî beyanýnda bir örnek mücahid olarak takdirle
yadedilir.
Sayýca az olmamýz ve ehli küfür ile aramýzda kuvvet dengesinin bulunmayýþý, ne yazýk ki, ortada
bulunan ve makammansýb zaafý olan bazýlarýnýn, zaman zaman ehli dünyanýn aðzýna düþmesine sebep
olabilmektedir. Bilhassa bunun gibi durumlarda, iþ baþa düþtü deyip, atý mahmuzlamak icab edecektir.
Her devrin þartlarýna göre bir hizmet stili vardýr. Önemli olan, þartlarý ve þartlarýn gereðini iyi tesbit
edip, iþe öyle koyulmaktýr. Böyle yapýldýðýnda ümit ederiz ki Allah da muvaffak eder ve etmektedir de.
Yetersiz olma mes’elesine gelince: Bunun da müsbet tesirleri vardýr. Bu nokta, belli sýnýrlar içinde
tutulabilir ve ümitsizliðe düþme vesilesi yayýlmazsa, bu takdirde gayreti kamçýlayýcý bir faktör olur. Þöyle ki,
hiçbirimiz, peygamberlere ait bu vazifeyi tam bir þuurla yaptýðýmýzý iddia edemeyiz. Haddizatýnda bizler bu
iþin içine neden ve nasýl girdiðimizi ve hangi husûsiyetlerimizden dolayý tercih edildiðimizi de bilmiyoruz.
Tabii hangi sebeplerin insanlarýn hidayetine vesile olacaðýný da... Bir tarafta, aklý baþýnda ilimle de mücehhez
insanlar var; var ama bunlar fazla hizmet edemiyorlar; diðer taraftan da, sadece ilmihal bilgisiyle hizmet eden bir
sürü insan var. Kimlerin daha tesirli olduðu meydanda. “Ýnneke lâ tehdî men ahbebte velâkinn’allahe yehdî men
yeþâ” (Sen, sevdiðini hidayete erdiremezsin, Ancak Allah, dilediðine hidayet eder) sýrrýyla, biz Allah’ý
anlatmakla mükellefiz. Bu ise, mazhariyetle olur. Yani bize düþen devrimizin gerektirdiði iþleri yapmaktýr.
Kimse bizden Hz. Mesih olmamýzý bekleyemez. Kaldý ki biz onun merkûbu dahi olamayýz. Evet, biz bize
düþeni yapacak ve vazifei Ýlâhiye’ye karýþmayacaðýz.
Teblið ve irþad vazifesini þöyle de deðerlendirebiliriz. Þayet biz bu içtimaî denizde birer dalga isek,
karþýda da bize mukabil dalgalar var. Bize gelen dalgalarý kýrmakla, arkadan gelenlerin iþlerini kolaylaþtýrmýþ
oluruz. Evet, iki kiþiyi hakiki müslüman yapamasak da, on kiþinin küfrü mutlakýný kýrabildi isek, geriden
gelenler için uygun bir zemin hazýrlamýþ sayýlýrýz. Bediüzzaman gibi pek çok kimse dahi, bunu böyle
deðerlendirmiyor mu?
Ayrýca yetersiz kaldýðýmýz durumlarda, imâna muhtaç kimseleri daha iyi bilenlerin yanýna götürmeli
veya onlarý çaðýrýp anlatýlacak þeyleri onlara anlattýrmalýyýz. Ne var ki bu da her zaman olmaz; çünkü,
taþýma su ile deðirmen dönmez. O zaman biz de gayret edip, öðrenilmesi gereken þeyleri bir an evvel
öðrenmeliyiz.
Hasýlý, imân, insanýn afâkî ve enfüsî araþtýrmasý ile Cenabý Hakk’ýn insanýn içinde yaktýðý bir
nurdur. Eðer muvaffak oluyorsak, bu Allah’tandýr. O halde, yaptýðýmýz iþlerin zerresini bile kendimize
maletmemeliyiz. Zira böyle bir sahiplenme, bir nevi þirktir, hizmetin bereketini götürür.
Saf Deðiþtirenler
Soru: Cemaatlerin birbirlerinden adam kazanmalarýný nasýl deðerlendirebiliriz?
Cevap:
1. Gidip baþkalarýna iltihak edecek arkadaþlar hakkýnda endiþe edip de, diðer cemaatleri kötülememek
lazýmdýr. Çünkü bir cemaati gýybet eden, o cemaatin bütün fertlerini gýybet etmiþ sayýlýr. Ve o ferdlerin
bütünü, haklarýný helâl etmedikçe de, ihtimal kurtulamaz. Oysa biz, kurtulalým diye uðraþýyoruz.
2. Giden arkadaþ veya gittiði cemaat hakkýnda arkadan konuþma, gýybet etme, zaten var olan ayrýlýðý
körüklemek ve yangýna benzin ile gitmek demektir. Böyle bir davranýþ ise, tevfiki Ýlahî’den mahrum kalmaya
sebeptir. Halbuki bu þahýs, sanki birinci bölükten ikinciye veya ikinciden üçüncüye geçmiþ veya ayný evde oda
deðiþtirmiþ gibi kabul edilmelidir.
3. Bu gibi durumlarda, herhangi bir hizmete dilbeste olmuþ insanlarýn rahatsýz olmamasý mümkün deðil
ise de, bu rahatsýzlýktan onlarý günaha sokmamalarýna da çok dikkat etmelidirler. Evet, bu husus dikkate
alýnarak, aleyhte söylenebilecek þeylerin þartlandýrma kabilinden önceden anlatýlmasýnda fayda mütalâa
edilebilir. Bütün bunlara raðmen, kanaat deðiþtiren insanlara karþý da tavýr almamak gerektir ve hatta bu
þarttýr.
A’zamî Zühd ve Takva
Sürekli düþünerek ve tecessüs ederek yaþamak, mâneviyatýn bir buudunu teþkil eder ve çok önemlidir. Ne
var ki, ülfet ve ünsiyet bunu engelleyebilir. Bu sebeple ülfet ve ünsiyeti kýrmak gerekir. Aslýnda, zamanýmýzda
pek çok kimse, mâneviyata inanmadan yaþýyor. Onun için Bediüzzaman Hazretleri, “A’zami zühd ve takvaya bir
cemaat sahip çýkmalý” diyor. Aksi takdirde, herkes mes’ul olur.
Namazda Üç Mühim Unsur
Namazý dert edinmek lâzýmdýr. Kýyam, kýraat, rükû, sücûd vs. namazýn þekillerinden ibarettir. Oysa
asýl olan, muhteva ve ruhtur. Nasýl ki yemeiçme cismaniyetimiz için bir ihtiyaçtýr, namaz da manevî
hayatýmýz ve ruhumuz için bir gýdadýr. Namaz, fýtratýmýzýn bir gereði haline getirilmelidir. Ruh, gýdasýný
ancak, bu þekilde kýlýnan bir namazdan alabilir. Meselâ, Kevser sûresi’ni 1000 defa okur, her seferinde ayrý
þeyler hissedersiniz. Sonra da bu hale þaþar kalýr ve “Kevser sûresi bir satýrlýk birþey ama, meðer içinde
kitaplarý dolduracak muhteva varmýþ” der, kendinizden geçersiniz. Onun için, namazlarý angarya kabilinden
kýlmamak gerekir.
Namazda dikkat edilecek bir diðer husus da, nasýl vücud geliþtirme çalýþmalarýnda kalbi yormamak için
fikir dünyasýndan uzaklaþmak gereklidir, öyle de, ruhu geliþtirmek için dünyevî düþünceleri devreden
çýkarmak, bütünüyle kalp ve ruh insaný haline gelmek þarttýr. Tabii, namazýn dýþ þekillerini özenle yerine
getirmek ile bu muhteva arasýnda sýký bir münasebet olduðu da bir gerçek.
Bir de, bazýlarýnýn namazýna bakýp da, deðiþik tavýr ve uygulamalara gidilmemelidir. Baþkasý
namazýnda elini, kolunu, baþýný sallayabilir. Bu kimseyi ilgilendirmemeli. Herkes, kendi namazýný
kýlmalýdýr. Ayrýca, baþkalarý namazlarýný nasýl eda ederlerse etsinler, Allah’a borçlarýný ödemiþ
olacaklarýndan þüpheye düþmemeli, neticesinde insana vizr yükleyecek olan sûi zan kapýsýný kat’iyen
açmamalýyýz. Kaldý ki biz, kimsenin davranýþlarýna hakem de deðiliz.
Bir diðer husus da, namaz kýlarken þartlarý hesaba katmamalýyýz. Aslýnda þartlarýn insanýn namazýna
tesir edeceði muhakkaktýr. Fakat bunu bile bile irademizle bu þartlarý aþmalý ve kalbi kemal noktasýna
yönlendirmeliyiz. Feyze, berekete en açýk olduðumuz zamanlarda bile sadece O’nu mülâhaza etmeliyiz. Meselâ,
Allah’la, aranýza girecek bir cezbe, sizi o anda arþý Rahman’a ulaþtýracak, bile olsa hemen “Hayýr Rabbim
ben bunu istemem, þu namaz kýlanlardan birisi gibi olayým, yeter” diyebilmelisiniz.
Son bir husus da, herkesin namazý, içinde bulunduðu mertebe ve dereceye göre farklýlýk arzeder. Siz
kýlmýþ olduðunuz namazý, Ýmamý Rabbani’ye anlatsanýz, belki size güler. Veya Ýmamý Rabbani, Ýbni
Arabi’ye anlatsa, o da güler. Zira buudlar farklýdýr. Burada önemli olan nokta bizim gibi avamý nasa, hakîkî
namaz mülâhazasýna, düþünce yolunu açmaktýr. Bir zerre iken, kendini deryaya salýverme ve damla iken derya
olma... Bunun ötesinde de, Rabbim lûtfederse, þu anda mahiyetini, keyfiyetini dahi bilmediðimiz, ama
dedikodusunu, nakilciliðini yaptýðýmýz o mertebelere ulaþtýrýlabileceðimizi yine O’nun rahmetinden
bekleyebiliriz.
Fedakârlýkta Ayrý Bir Buud
Þahsý manevî ile alâkalý birtakým belâ ve musibetler vardýr ki, bunlarý birtakým fedakârlar karþýlar ve
cemaate gelecek belâlarýn def u ref’i için kendilerini feda ederler. Hizmet kadrosu içinde deðiþik münasebetlerle
vefat edenler ve muhtelif belâlara dûçar olanlar hakkýnda böyle düþünmek daha muvafýk olur.
Her Güçlüðün Akabinde
Bir Kolaylýk Vardýr
Soru: Rüya’da Fetih sûresi’nin baþ tarafýnýn okunmasý neye delâlet eder?
Cevap: Þahsî hatalara bakýlmadýðýna delâlet eder. Ayrýca Hudeybiye’de müslümanlarýn hisleri,
gururlarý ve izzetleri ile çok oynandý ama sonra Allah bilâhare onlara fetih nasib buyurdu, zannediyorum, bugün
de ayný þeyler geçerli. 3035 seneden beri ne zaman müslümanlarýn izzet ve gururlarýyla oynanmýþ ve
mü’minler herhangi bir tazyike maruz kalmýþlarsa, ardýndan büyük bir fütuhat olmuþtur. Yani her zaman
“Muhakkak her güçlükle beraber büyük bir kolaylýk vardýr” âyetinin hükmü tecellî etmiþtir. Yalnýz bunun
vazgeçilmez bir þartý vardýr ki, o da, ihlâs ve samimiyeti kaybetmemek, Allah (cc) ile irtibatý devam
ettirmektir. Bu baþarýldýðý zaman, “Rabbin seni býrakmadý” sýrrýna mazhar olabiliriz. Yoksa,
yaptýklarýmýzýn hiç faydasý olmayabilir...
Þeytan ve Ýrade Zaafý
Ýrade zaafý, zýrh ve miðfer arasýndaki delikler gibidir. Þeytanlar vururlarsa oradan vururlar. Efendimiz
(sav): “Bir ifrit, elinde ateþ, bana namazda musallat oldu” buyuruyorlar. Demek ervahý habise, herkese
derecesine göre musallat olabiliyor. Evet, þeytan kimine uzaktan ok atar, kimine de merdiven dayar, öyle çýkar...
Ýhlas ve Samîmiyet
Hizmette esas olan ihlâs ve samimiyettir. Tarihte nice peygamberler gelmiþtir ki arkalarýnda bir veya iki
kiþi ya bulunmuþ ya da bulunmamýþtýr. Buna karþýlýk, nice veliler de vardýr ki, peþlerinden kitleleri
sürüklemiþlerdir. Ne var ki bu velilerin hepsini üst üste koysak, bir Nebî’nin topuðuna ulaþamazlar.
Ýrþad ve teblið vazifesinde sayý çokluðu çok mühim olmadýðý gibi, hemen netice alýnacak diye bir
kaide de yoktur. Mühim olan, “Allah, bu gayretleri boþa çýkarmaz” inancýyla çalýþmak; ihlâs, samimiyet ve
sadakattan da kýl kadar sapmamaktýr. Kur’âný Kerim, Semud kavmi hakkýnda, “Semud’a gelince: Onlarý
hidayet ettik, fakat, körlüðü hidâyete tercih ettiler” buyurur. Bu o zaman böyle olduysa da, bir gün gelecek, o
kavmin veya arkadan gelenlerin içine atýlan hidayet tohumlarý mutlaka boy atýp, geliþecektir. Her da’va eri bu
hakikatý kavramalý ve yýlmak, usanmak nedir bilmeden bir küheylan gibi hep yoluna devam etmelidir.
Allah (cc) Ýle Ýrtibat
Bugün insanýmýzýn en büyük derdi, Allah (cc) ile olan irtibatýnýn eksikliðidir. O halde, bunu te’min
edecek her vesileye her gün defâatle müracaat edilmeli ve bizi O’na götürecek yollar sýk sýk gözden
geçirilmelidir; aksi halde, O’ndan uzaklaþtýran tekye ve zaviye de olsa mutlaka yýkýlýp, altý üstüne
getirilmelidir.!
Ebedî Yaþamýn Yolu
‘Ebû Bekir’ bir isim; ama, býraktýðý tatlý izlerle o hâlâ içimizde yaþýyor. Hem o kadar yaþýyor ki, bu
adý andýðýmýzda sanki kanýmýzdaki alyuvar ve akyuvarlar kendisine selâm duruyor.
Hz. Bilâl, Habeþli bir köle; siyahî, fakat, Sahabe mektebinin mübeccel bir ferdi ve Peygamber Müezzini.
Aradan on dört asýr geçmiþ olmasýna raðmen, hâlâ teberrüken adýný oðullarýmýza veriyoruz.
Karþý kutupta, 150 metre boyunda ehramlar yapan Mýsýr Firavunlarý var; dünyevî ölçüler içinde büyük;
ama, dünden bugüne hep lânetle anýlýyorlar.
Evet, ebedî yaþamak isteyenler, Ebû Bekir’i Ebû Bekir, Bilâl’i Bilâl yapan vasýflarla bezenmeli ve
firavunluða da özenmemeli ve tenezzül etmemelidirler.
Nefis Müdafaasý Þeytanýn Mýrýltýsýdýr
Nefsi müdafaa adýna söylenen her söz þeytanýn mýrýltýsýdýr, o ayný zamanda bir cedel ve miradýr.
Meselâ, “bu gece herhalde teheccüde kalkamadýnýz” dendiðinde, “geç yatmýþtým da” gibi bir savunmaya
girmek, cedel olur. Geç yatýlmýþ bile olsa, “þu gafil nefsin elinden kurtulamadým gitti” denmelidir. Ayný
þekilde, meselâ, “ekmekleri ýsýtsaydýnýz?” dendiðinde, nefis müdafaasý adýna, “hekimler böyle yemenin
faydalý olacaðý görüþünde” demek de bir cedeldir. Yine, “haritayý öyle deðil de, þöyle assaydýnýz” dendiðinde,
“odayý tam ortalayayým da, daha iyi görünsün istemiþtim” cevabýný vermek de bir müdafaaý nefs ve cedeldir.
Ýnsan, her hâlükârda nefsini müdafaadan kaçýnmalý, fakat Hakk nâmýna her fýrsatý da mutlaka
deðerlendirmelidir.
Haramlar Karþýsýnda Gençlere
Tavsiyeler
Çarþý ve sokakta kol gezen haramlar karþýsýnda gençlere þu tavsiyelerde bulunulabilir:
a. Ýþleri biriktirip, dýþarý çýkýldýðýnda birkaç iþi birden görmek.
b. Bir kýsým iþlerimizi her gün çeþitli sebeplerle dýþarý çýkma mecbûriyetinde olanlara gördürmek.
c. Sokaða yalnýz çýkmayýp, bir veya iki kiþi ile birlikte çýkmak.
d. Her an günahlardan ve kayýp gitmekten Allah’a sýðýnmak.
Ayrýca, her hususta olduðu gibi, bu hususta da baþkalarýna örnek olma mevkiinde bulunan þahýslar,
hayatlarýna çok dikkat etmelidirler. Zira, “âlimin sürçmesi âlemin sürçmesi, veya, âlimin ölümü âlemin
ölümüdür” fehvasýnca, onlarýn yapacaðý küçük bir hata veya dikkatsizlik binlere, milyonlara sirâyet edebilir,
binleri ve milyonlarý sarsabilir.
Âkýbet Endiþesi
Ulû’lazm peygamberlerin hemen hepsinin ashâbýndan, irtidat edenler çýkmýþtýr. Hz. Mûsâ’nýn
ashabýndan Samirî, Hz. Ýsa’nýn havârilerinden biri ve kâinatýn iftihar tablosu Hz. Muhammed’in (sav) ashâbý
içinde de bir hayli isim...
Geçmiþte peygamberleri görmüþ ve onlarla ayný atmosferi paylaþmýþ insanlar arasýnda dahi irtidat vaki
olursa, huzurda bulunmanýn tadýna erememiþ ve nebevî ‘sýbga’ (boya) ile boyanamamýþ bugünkü insanlarda
irtidadýn olmayacaðý düþünülemez. Bu bakýmdan, herkes akýbetinden endiþe etmeli. Hadisin ifadesiyle, insan
cennet ehlinin amellerini iþler de, neticede yazýsý kendisine sebkat eder ve son deminde irtikab edeceði kötü bir
amelle Allah muhafaza buyursun cehenneme yuvarlanabilir.
Hz. Ebû Hureyre’nin akýbet endiþesiyle nasýl iki büklüm olduðunu, onun þu sözlerinde müþâhede etmek
mümkündür.
“Bir gün üç kiþi oturuyorduk. Allah Rasûlü yanýmýza geldi ve “Cehennemde içinizden birinin diþi bana
Uhud daðý kadar görünüyor” buyurdu. Derken birimiz þehid oldu ve iki kiþi kaldýk. Ben çok endiþe ediyor ve
Rasûlullah’ýn haber verdiði kiþi ben olurum diye korkuyordum. Nihayet, diðeri de Yemâme’de Müseyleme’nin
saflarýnda can verince Rabbime çok hamdettim.”
Evet, Allah Rasûlü için “halîlim” ifadesini kullanacak kadar O’na yakýnlýk hisseden Hz. Ebû Hureyre
âkibetinden bu denli korkarsa, bizim nasýl davranmamýz gerektiðini varýn siz hesap edin!
Benlik ve Gýybet
Günümüzde hizmet içinde kibir ve ucb’dan bir ölçüde kurtulma merhalesine geldiðimiz söylenebilir.
Ama, þu iki hususun önü bir türlü alýnamadý:
1. Enâniyet,
2. Gýybet.
Hele gýybet, hele gýybet!
Sadýk Dostlar
ÝzmirManisa yolu üzerinde bir levha var: “Aðaç, aðaçlar içinde büyür.” Aðaç aðaçlar içinde büyüdüðü
gibi, insan da insanlar içinde büyür. Ýnsanlar içinde varlýða erer. Duygu ve düþünceleri gerçek insanlar
arasýnda; sadâkati sadâkat ikliminde, fedakârlýðý da fedakârlýk ikliminde geliþir.
Gün gelecek, eliniz, ayaðýnýz, gözünüz, kulaðýnýz, kýsaca bütün âzâlarýnýz fayda vermez olacak ve o
zaman arkadaþlarýnýzýn elleriyle tutacak, onlarýn ayaklarý ile yürüyecek ve gözleriyle görüp, kulaklarýyla
iþiteceksiniz. Öyleyse, þimdiden sâdýk arkadaþlar edinmeðe bakýn. Zannediyorum, “Sâdýklarla beraber olun!”
ayeti bu hakikata iþaret etmekte..!
Bediüzzaman’ýn Zaviyesinden
Da’va Adamý
“Beni nefsini kurtarmayý düþünen hodgâm bir adam mý zannediyorlar? Ben, cemiyetin imanýný
kurtarma yolunda dünyamý da fedâ ettim, âhiretimi de. Seksen küsur senelik hayatýmda dünya zevki nâmýna bir
þey bilmiyorum. Bütün ömrüm harp meydanlarýnda, esâret zindanlarýnda, yahut memleket hapishanelerinde
geçti. Çekmediðim cefâ, görmediðim ezâ kalmadý. Divaný harplerde bir câni gibi muamele gördüm; bir serseri
gibi memleket memleket sürgüne yollandým. Memleket zindanlarýnda aylarca ihtilâttan men’ edildim. Defalarca
zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere maruz kaldým. Zaman oldu ki, hayattan bin defa daha ziyâde ölümü tercih
ettim. Eðer dinim beni intihardan men’ etmeseydi, Said belki bugün toprak altýnda çürümüþ olacaktý. Bütün
hayatým zahmet ve meþakkatle, felâket ve musîbetle geçti. Cemiyetin imaný, saadet ve selâmeti yolunda nefsimi
de dünyamý da fedâ ettim. Helâl olsun. Onlara bedduâ bile etmiyorum. Çünkü, bu sâyede Risâlei Nur, hiç
olmazsa birkaç yüzbin, yahut birkaç milyon, belki daha ziyade kiþinin imanýný kurtarmaya vesîle oldu. Ölmekle
yalnýz kendimi kurtaracaktým, fakat hayatta kalýp, zahmet ve meþakkatlere tahammülle bu kadar imanýn
kurtulmasýna hizmet ettim. Allah’a bin kere hamd olsun!
Sonra, ben cemiyetin iman ve selâmeti yolunda âhiretimi de fedâ ettim. Gözümde ne cennet sevdâsý var,
ne de cehennem korkusu. Cemiyetimizin imaný nâmýna bir Said deðil, bin Said fedâ olsun! Kur’ân’ýmýz
yeryüzünde cemaatsiz kalýrsa cenneti de istemem; o zaman orasý da bana zindan olur. Milletimin imanýný
selâmette görürsem, cehennemin alevleri içinde yanmaya râzýyým. Çünkü, vücudum yanarken, gönlüm gül
gülistan olur.”
Barýþýn Te’mini
Bir tahmin deðil, kanaatý kat’iye olarak diyorum ki, ilerde fikirler çarpýþacak, cemâatler birbirleriyle
çekiþecek duruma düþecek ve iþte o zaman ancak muvâzene unsuru olan bir cemâat, aradaki hattý muvâsalayý
temin edecektir. O cemaat olmak ne büyük bahtiyarlýk! O halde, her cemaat bu vazifeye talîp ve hazýr
olmalýdýr.
Þanslýyýz
Dönemimiz itibariyle, rûhî ilhamlarýmýzý coþturacak bir çevreden mahrum olarak yaþadýk; hâlâ da ayný
durum devam ediyor. Ancak, mazhar kýlýndýðýmýz lütuflar açýsýndan, sanki Sahabe devrinde gibiyiz...
Teennî
Avamî telâkkîlerle ve herhangi bir temele oturmayan düþüncelerle hiçbir mes’ele halledilemez. Bugün
yýkýlmasý gereken bin tane bid’at ile, onlarýn yerine ikâme edilmesi düþünülen bin sünnet var. Böylesine aðýr
bir yükün altýnda acele edip teennîyi elden býrakmak hatadýr.
Dengeli Davranma
Ýslâmî hizmetleri götürmek istediðimiz insanlara haddinden fazla alâka göstermek, iki yönden mahzurlu
olabilir:
1. Fýtrat, fýtrî olmayan alâkalarý reddeder. Dolayýsýyla, karþýmýzdakinin yerine kendimizi koyup, “böyle
haddinden fazla alâka bana gösterilseydi, acaba ne yapardým?” diye düþünmeliyiz.
2. Ýnsanlara haddinden fazla alâka, sanki o insanlar bu hizmete girmezse, bu kervan yürümez gibi yanlýþ
bir düþüncenin doðmasýna sebep olur ki, bu da gayretullah’a dokunur.
Her mes’ele gibi, bu mes’ele de Tevhid açýsýndan deðerlendirilmeli ve vicdanýmýzdaki Tevhid
anlayýþýna ters düþen her þeye baþkaldýrýp, ölçülü olmalýyýz. Ölçü veya Kur’ânî tabiriyle, mîzan, insanýn
dünyasý ve ukbâsý ile çok yakýndan alâkalýdýr.
Mutasyon
Bozuk bir dönemde geldik. Düþünce bozuk, hâl bozuk, çarþý bozuk... Ve, Bediüzzaman Hazretleri gibi
kimselerin meþcereliðinde kendimizi bulmaya çalýþýyoruz. Pek çok kimse, müslümanlýk adýna baba ve
dedelerinden tevârüs ettikleri hususlarý aynen tekrarlamaya devam ediyor. Bütün bu hususlarýn aslî mecrâlarýna
ircâsý ise, memleketin aslî yapýsýnda gerçekleþecek ‘mutasyon’lara baðlýdýr. Bunlarýn hepsini tek bir nesil
kaldýramaz. Öyleyse, bu son ihyâ hareketinin, hiç acele etmeden, kendi tabiî seyri içinde gerçekleþmesi
beklenmelidir.
Azýnlýk Gibi
“Ülkenin %99’u müslüman” gibi sloganvarî sözlerle, gaflet ve gevþekliðe itiliyoruz. Bu tür sözlerin bize
kazandýracaðý hiçbir þey yoktur ve þimdiye kadar da hiçbir þey kazandýrmamýþtýr. Bu sebeple, muvakkaten de
olsa azýnlýk düþüncesiyle hareket edilmesi þarttýr.
Ýsterseniz, bu konuda bir hatýramý nakledeyim: Bir defasýnda Erzurum’a giderken bir derenin
yanýbaþýnda azýnlýk düþüncesine mensup üçbeþ haneli küçücük bir köy gördük; o köyden iki üç tane
üniversite hocasý çýktýðýný söylediler. Ayný þekilde, bir arkadaþýmýz benzer bir köyde çocuklarýn dýþýnda,
hiçbir genç göremeyince sebebini sormuþ ve þu cevabý almýþ: “Biz gençlerimizi üniversitelere koyar ve hepsini,
ama hepsini okuturuz.”
Bu gerçeði görmemezlikten gelmek kime ne kazandýrýr? O halde, üzerimizdeki gaflet gömleðini
çýkartýp, parya haline getirildiðimiz þu ülkede dinimizi ve ülkümüzü yüceltme ve yükseltme adýna çalýþmalý,
çalýþmalý, yine çalýþmalýyýz..!
Gelecek Nesil Ýçin
Ýkinci Dünya Savaþý’nda Hitler, Rusya’da nasýl arkadan gelenler üzerlerinden geçebilsin diye tanklarýn
bazýsýný bataklýklara yýðmýþsa, ayný þekilde bir nesil de, arkadan gelen nesillerin kurtulmasý adýna kendini
fedâ etmelidir. Türkiye’de þu anda yaþanan süreç budur!
Hizmette Ýlim ve Aksiyon
Ne zaman bir at görsem, yaþadýðým dünyadan sýyrýlýr ve mâzî ile bütünleþirim. Çünkü, atýn en önemli
özelliði, yorulmak nedir bilmeden, çatlayýncaya kadar koþmasýdýr. Kendilerini Ýslâmî hizmetlere vakfedenler
de, týpký bir küheylan gibi çatlayýncaya kadar koþmalýdýrlar.
Hizmette böyle bir aksiyonun yaný sýra ilim de önemlidir. Çünkü, netice itibariyle her þey ilme baðlýdýr.
Cahil, kimseye bir þey anlatamaz. Bu sebeple, ilim elde edecek ve öðrendiklerimizi þuur haline getireceðiz.
Mustafa Sabri Efendi M. Abduh’u tenkid ederken, “Abduh, anlattýðý þeylerin þuurunda deðildi. Belki
sadece kendi cephesi adýna bir þeyler söylüyordu” demektedir. Yani, M. Sabri Efendi’ye göre Abduh, hakîkî ilmi
elde edememiþti. O halde, ilim elde etmekle kalmayacak, kazandýðýmýz bilginin þuuruna da varacaðýz.
Kaba kuvvete gelince, o akýl ve mantýk plânýnda maðlûp olanlarýn baþvurduðu bir yol vahþice bir
davranýþtýr. Halbûki, medenîlere galebe iknâ iledir.
Ýnsaf
Fikir plânýnda komünizme düþmanýz. Bu mevzûda geçmiþte mücadele verenleri de takdirle yâd ederiz.
Fakat, takdir etmek ayrýdýr, mücâdelenin mantýk ve usûlü dairesinde yapýlmasý yine ayrýdýr. Zindandan bir
gencimiz belli bir kýrýlmýþlýk içinde gönderdiði bir mektubunda, “Komünistlerle mücadelemizde yol bilemeyip
de sokaða döküldükse hata mý ettik?” diye sitem ediyordu. Cevabýmda, “Dost, sînemi yaktýn!” demiþdim.
Her þeye raðmen, olanlara raðmen yine insaflý olma mecburiyetindeyiz.
Da’vaya Vefa
Allah, yeryüzünün istikrarý için daðlarý yaratmýþtýr; ayrýca, daðlarýn yerin üzerinde görünen
kýsýmlarýnýn en az iki misli de yerin altýndadýr.
Ýþte, bu kudsî da’vâya gönül verenler, Hýzýr’la yolculuk yapmanýn, Hýzýr çeþmesinden âbý hayat içip
‘ölümsüzlüðe’ ermenin yolunu aramalý; geceleri gündüzler kadar aydýnlýk, iç dünyalarý itibariyle de dýþ
görüntülerinden daha derin ve Rabb'in huzûrunda gözyaþý döken, dað gibi birer ma’nâ eri olmalýdýrlar.
Evet, insan çok kontrollü bir hayat yaþamalýdýr. Uçaklarýn nasýl uçuþtan önce kanatlarý, pervânesi,
motoru, hattâ en küçük civatalarý bile kontrol edilir öyle de insan, kendini en ince hissiyâtýna kadar kontrol
altýnda tutmalýdýr. Ýþte bize bir murâkabe ölçüsü:
Ýnsanlarýn yanýnda ‘hizmet’ diyen, ‘Allah rýzasý’ diyen bir hizmet eri, yalnýz kaldýðýnda ayný
duygularý taþýmýyor, hattâ þakaklarý ayný duygularla zonk zonk atmýyor ve kasýklarý aðrýmýyorsa, ciddî bir
nifak alâmeti taþýyor olabilir.
Büyük Ruhlar
Toplum plânýnda büyük muvaffakiyetler için, ferdlerin önce ruh plânýnda oturaklaþmalarý ve kendilerini
bulmalarý þarttýr.
Ýþte Fatih! Rumeli Hisarý’nýn plâný, gemilerin karadan Halic’e indirilmesi hep bu 21 yaþýndaki büyük
komutanýnýn kafasýndan çýkmýþtý. Emsallerinin bugün üniversite sýralarýnda oturduðu bir yaþta o, devlet
idaresine ve ‘fatihliðe’ ait her sýrra sahipti. O ve onun gibilerinin ortaya koyduðu performans, her þeyden önce
onlarýn ruh plânýnda mükemmel yetiþmiþ olmalarýndan kaynaklanýyordu.
Fatih, Molla Güranî’nin, Akþemseddin’in elinde yoðrulmuþtu. Yine, bazýlarý, cehaletlerini ilan
edercesine kendisine yeniçeri diyorsa da, çocukluðu Fatih’le geçmiþ bulunan Ulubatlý Hasan, saray terbiyesi
görmüþ bir Enderun aðasýydý.
Hâsýlý, tarihi büyük umranlar, hep böyle ruhlar tarafýndan gerçekleþtirilmiþtir.
Zaman Lehimize Cereyan Ediyor
Hiç þüpheniz olmasýn zaman müslümanlarýn lehine iþlemektedir. Þimdilik net olarak keyfî ya da kemmî
bir buudumuz yoksa da, nasýl anne karnýnda ceninin doðmasýna olaðanüstü þartlar dýþýnda kesin gözüyle
bakýlýyor, öyle de bizim durumumuz da þu anda artýk doðuma yaklaþmýþ bir cenin gibi kabul edilebilir.
Evet, bir millet, bugün olmasa da yarýn, mutlaka sorumsuz insanlarýn elinden dünyanýn idaresini almak
zorundadýr. Zira, insan hayatýnýn ne demek olduðunu bilmeyen ve bir tek el hareketi veya parmak
dokundurmakla milyonlarca kiþinin ölümüne sebebiyet verebilen ‘canavar’larla, ne insanlýk ne de dünya, arzu
edilen yere varabilir.
Hasým Cepheyi Tanýmak
Devletin devam ve bekâsýný saðlayacak ve ona “devleti ebedmüddet” olma pâyesini kazandýracak en
önemli hususlardan biri, hiç þübhesiz karþý cephenin çok iyi bilinmesidir. Bu da, sistematik bir þekilde iþleyen
bir haber alma teþkilâtý ile ancak mümkün olabilir.
Þanlý geçmiþimizde bu hususta yýðýnla misal vardýr. Meselâ, Hasan Can, Yavuz Sultan Selim’in en
yakýn arkadaþý ve nedîmidir; ayný Hasan Can, Þah Ýsmail’in de satranç arkadaþýdýr.
Bir dönemde, bir kilisede papazlýk yapan Osmanlý haber alma servisi mensubu bir zatýn padiþaha
yazdýðý mektupta, “Kilisede istavroz çýkarta çýkarta iflahým kesildi. Müsaade etseniz de artýk dönsem”
dediðini okuyoruz. Fransa’da bulunan bu zata verilen cevap, “devletin devam ve bekâsý adýna orada kalmanýz
uygun görülmüþtür” þeklindedir.
Ýstanbul’u alarak, Efendimiz’in müjdesine nâil olmak isteyen Yýldýrým Bayezid, Bizans’tan aldýðý
Olivera ve Despota adlý iki kadýn vasýtasýyla, Bizans’ýn içini avucunun içi gibi biliyordu. Ayný þekilde,
meselâ Akýncýlar içinde haber alma teþkilâtýnda kullanýlan çok sayýda insan vardý. Bunlar, birden fazla dil
bilirlerdi. Kanunî zamanýnda Alman sarayýnda bir Türk casusunun varlýðý 10 yýl süreyle bilinmiþse de, bu
casus keþfedilememiþti.. ve daha niceleri...
Bir yandan, hasým cepheyi, mükemmel iþleyen haber alma teþkilâtýyla içinden tanýrken, öte yandan da
hasým cephenin ayný faaliyetleri kendi içimizde sürdürmesine müsaade edilmemeli ve imkân tanýnmamalý! Ne
var ki, bu sahada her zaman ayný baþarýyý gösterdiðimiz söylenemez. Meselâ, hakkýnda Nazým Hikmet bir
destan yazacaðý ana kadar hiçbir þey bilmediðimiz Þeyh Bedreddin, ulemâ arasýnda yer almýþ olmasýna
raðmen, karþý cephenin içimizdeki bir adamý olduðu söylenir. Tabakâtü’lMüfessirîn’inde Ömer Nasuhi Bilmen
Hoca’nýn, “hakkýnda dedikodu var ise de, büyük bir alimdi” dediði bu zatýn ancak yakýn tarihte komünist
olduðu anlaþýlabilmiþtir.
Evet, devlet ve milletin bekâsý ve hayâtiyeti adýna önem arzeden her dinamiðin üzerinde etraflýca
durmalý, bu dinamikleri sistematik hale getirmeli, günümüzün teknolojik imkânlarýndan da faydalanarak bu
faaliyetleri gerçekleþtirmeli.. ve bilhasa haberalma husûsunda her zaman hasým cephenin çok önünde
olunmalýdýr.
Vefa Ýster
Vakýf kurmaktan dernek kurmaya kadar, her sahada Ýslâm’ý temsil için, o sahanýn mükemmel
temsilcilerini yetiþtirmek mecbûriyetindeyiz. Eðer temsil tam ma’nâsýyla yerine getirilmezse, sahip çýkýlan
yüce hakikatler söner gider. Allah (cc) ile insan arasýnda ubûdiyet ve ulûhiyet mukavelesi vardýr. Bu
mukavelenin þartlarýna riayet etmek, farzlar üstü farzdýr. “Bana verdiðiniz sözü tutun ki, Ben de size verdiðim
sözü tutayým” (Bakara, 2/40) ayeti bu mukaveleye iþaret etmektedir.
Öyleyse, ahde vefa, üzerimizdeki en büyük mes’ûliyetlerden biridir. Bu mes’ûliyetin yerine
getirilmesinde hayatýmýz bile söz konusu olmayabilir. Esâsen, bu mukavelenin önemli bir buudunu da ölümü
göze alma teþkil etmektedir: Ýþte, konuyla alâkalý Kur’ân ayeti: “Allah, mü’minlerden mallarýný ve canlarýný
cennet kendilerinin olmak üzere satýn almýþtýr. Çünkü onlar, Allah yolunda savaþýrlar, öldürürler, öldürülürler.
Bu, Tevrat’ta, Ýncil’de ve Kur’ân’da Allah üzerine hak bir vaaddir. Ahdini Allah’tan daha çok yerine getiren kim
olabilir? O halde, O’nunla yaptýðýnýz bu alýþveriþten dolayý sevinin. Gerçekten bu, büyük bir kazançtýr.”
Demek oluyor ki, biz muvakaveleyi bozmadýðýmýz takdirde Allah da bozmayacaktýr. Zaten O, asla hulfü’l
vaadde bulunmaz; yani o, vaadinden asla dönmez.
Ýçtimâiyatçýlarýn görüþüne göre, dünyanýn kaderine hakim olan ve tarihte büyük umranlar kuranlarýn
hemen hepsi, çileli bir hayatýn içinden çýkýp gelmiþ milletlerdir. Evet, bu umranlar, hayatlarýný çile çizgisinde
sürdüren yiðitlerin omuzlarýnda yükseldiði gibi, yine çileli hayata devam edenlerin omuzlarýnda devam etmiþ;
devam etmiþ ve ne zaman rahata ve rehâvete düþülmüþ, o zaman da bu umranlar çöküþe geçmiþtir. Meselâ, bir
dönemin yiðitlerinden Hz. Huzeyfe (ra) ve Hz. Enes (ra), hayatlarýnýn son döneminde çok gözyaþý
dökmüþlerdir. Halbuki onlar, dünyaya bizim kadar dalmamýþlardý. Bu bakýmdan, çileli bir hayat yaþamayý
daha baþtan bilerek ihtiyar etmeli; rahatýn, rehâvetin bir gün bizi öðütücü diþleri arasýna alabileceði ihtimali
karþýsýnda hep teyakkuzda bulunmalýyýz. Yoksa, bugün var olsak da, yarýn tükeniþimiz kaçýnýlmazdýr.
Ýçte deðiþikliðe uðramanýn bir diðer emâresi de, evrâd ü ezkârý ve günlük hizbimizi okumayý, çeþitli
sâiklerle de olsa terk etmektir. Önceleri, Kur’ân’ýn nûrunu, karþýlaþtýðýmýz herkese anlatma þevk ve gayreti
içindeydik. Þimdi sanki bu hizmet, o günkü halavetini kaybetmiþ gibi. Evrad ve ezkâra gelince, hizmet ediyoruz,
koþturuyoruz diye o da rafa kondu. Oysaki Tabiîn ve Tebei Tâbiîn’e baktýðýmýz zaman, her türlü vazife ve
sorumluluklarýnýn yanýnda evrâd ü ezkârlarýný hiç terketmediklerini görüyoruz. Bediüzzaman Hazretleri, her
sahayla iþtigal etmiþ, fünûnu müsbete adýna çok þeyler öðrenmiþ, fakat, þimdikilerin anlayýþýna göre, ledünnî
sahada yaya kalmasý beklenirken, aksine o, bu sahada da derinleþtikçe derinleþmiþ ve kalbî hayatýný,
gecelerdeki ruhanî seyahatýný hiç mi hiç terketmemiþtir. Demek ki, dimað mütefelsif, yani aklî ilimlerle meþgul
olsa da, kalp daima melek gibi olmalýdýr. Bediüzzaman, birbirinden uzak bu iki sahayý cem’ edebilmesi
yönüyle de çok büyüktür.
Evet, pozitif ilim tahsili yapanlar, içten bozulmaya karþý çok dikkatli olmalýdýrlar. Evrâd ü ezkâra devam
etmeli, Rabb’le münasebeti kavî tutmalý; birer temkin insaný olarak, “Allah her yerde hâzýr ve nâzýr O’nun
huzûrunda bulunmak dikkat ister” diyerek, her zaman toparlanmalýdýrlar. Zihinler ilim ve hikmetle, dopdolu
olduðu gibi, gönüller de itmi’nanla dolup taþmalýdýr.
Eskiden, sabah akþam, “Sübhâneke yâ Allah, teâleyte yâ Rahmân, ecirnâ min ennâr, biafvike yâ
Rahmân” diyerek, tesbihatýný terketmeyenler, makam ve mansýb sahibi olduktan sonra, bunu terkediyorlarsa,
bunlar içten çürümeðe baþlamýþlar demektir. Sabah derslerini terkedenler de öyle... Gecesini ihyâ etmeyen,
teheccüd namazýný kýlmayan, sabah kahvaltýsýný yapmamalýdýr. Tarih boyunca Kur’ân cemaatleri hep ayný
yoldan gelip geçmiþ, hep ayný çürümeðe maruz kalmýþlardýr. Zaten arada bir gelen mücedditlerin hikmeti
vücudu da bu küflü dimaðlarýn küfünü izale etmek deðil mi?
Hâsýlý, müslüman þu anda yokuþun eteðindedir ve eðer þimdiden çürümeler baþlamýþsa, ilerde çok
dökülenler olacak demektir. Bu sebeple, her bir çürüme emâresi, bizi dâðidâr etmeli, çürümeðe mani olmak için
de, her mü’min, ayýplarýný yüzüne söyleyecek kardeþler edinmelidir ki, kardeþi çürüme belirtilerinin farkýna
vardýðýnda hiç çekinmeden hemen onu tenkid etsin ve yolunu düzeltmesine vesile olsun.
Tahyîr Hâdisesinin Bir Baþka Buudu
Efendimiz (sav)’in zevceleri, ‘tahyîr’ hâdisesinde Allah ve Rasûlullah’ý tercih buyurunca, “Ýyilik, iyiliði
doðurur” kaidesine baðlý olarak, Efendimiz (sav) de baþka kadýnlarla evlenmekten men’ olundu. Eðer onlar
dünyayý tercih etseydiler, bu takdirde Peygamber zevcesi olmaktan çýkacaklar ve bu Ýlâhî lütfun getirdiði her
hayýrdan da mahrum kalacaklardý.
Biz de, her tercihimizi Allah ve Rasûlü’nün arzularý istikametinde kullanabilsek, o zaman Âhiret’te
kaybedenlerden olmayacaðýz inþaallah.
Haçlý Zihniyeti
Osmanlýlar döneminde, hariçteki kuvvetler haçlý zihniyeti etrafýnda toplanýp üzerimize geliyorlardý.
Günümüzde ise hem dâhilde hem de hariçde bir haçlý zihniyeti ve haçlý saldýrýlarýyla karþý karþýya
bulunuyoruz. Bizim içimizde, bizden; fakat yaþayýþý, zihniyeti ve inancýyla yabancýlaþmýþ nice insanlar var
ki, petrol kuyularýmýzý bile bile kapatmaktan tutun da, nüfus plânlamasýna varýncaya kadar, milletimiz
aleyhinde alýnan her kararýn ve ortaya konan her icraatýn altýnda onlarýn imzasý var. Bu gerçek bize, bir kere
daha bu milleti ve bu ülkeyi sevenlerin mücadele sahalarýnýn çok geniþ olduðunu ihtar etmektedir.
Hayatý Yaþamada Ölçü
Kendimizi iradî olarak birtakým zorluklara alýþtýrmalýyýz. Meselâ, yastýðýmýz sert olmalý; sert yerde
yatmalý, hizmet için saða sola gidilip, seferin meþakkati çekilmeli ve çokça oruç tutulmalýdýr.
Evet, lezzetleri terk evlâdýr ve iradî olduðundan da büyük sevabý vardýr.
Önümüzü Kesen Düþmanlar
1. Önümüzü kesen düþmanlarýn en önemlilerinden biri rahattýr.
2. Bir diðer düþman ise, âdetâ gaye haline getirilmiþ evlâd ü ýyâl arzusu, yani evlenmekdir. Evlenme,
evlâd sahibi olma, gaye deðildir. Yüce gayenin gerçekleþmesinde alt yapýlarýndan biridir. Gaye olmuþ olsaydý,
farz kýlýnýrdý. Gaye, rýzâý Ýlâhî’dir.
3. Önümüzü kesen bir diðer düþman, makammansýb sevdâsýdýr. Ýnsan, her zaman önce þu makama
geleyim de, ondan sonra hizmet ederim düþüncesine girebilir. Zavallý farkýna varmaz ki, o makam kendisi için
bir gaye haline gelmiþ ve hizmet, ikinci plânda kalmýþtýr.
Hayatýmýzý, hizmete göre ayarlamalýyýz. Ne tekkenin ruhanî havasý, ne medresenin ilim ufku, ne de
kýþlanýn disiplini bizi imrendirmemeli; unutmamalýyýz ki, buralar, belli bir vazifeyi edâ etmek için vardýr.
Bir Muhasebe Örneði
Hz. Ömer, iki katlý ev yaptýran birine, “Ölüm sana daha yakýn” demiþti.
Bu sözün bize anlattýðý nedir? Çok da objektif olmayan deðerlendirmelerde bulunacak olursak:
1. Ýnsan, zarûrî ihtiyaçlarý dýþýnda herhangi bir þeye sahip olmamalý.
2. Zarûrî ihtiyaçlarýmýzdan arta kalan mal, para, neyimiz varsa tasadduk edilmeli. Meþhur tabirle,
“bulduðumuzda ihtiyacýmýzý gidermeli, kalanýný daðýtmalý; bulamayýnca da sabretmeli.” Bir Hak dostunun
dediði gibi bunu sakýn bir fedakârlýk olarak kabûl etmeyin! Çünkü, Baðdat’ýn köpekleri de böyle yaparmýþ.
Bulunca yer, bulamayýnca sabredermiþ.
3. Sýcak bir havada bulduðumuz gölge ölçüsünde, her nimetin kadrini bilmeli ve getirdiði sorumluluðun
þuurunda olmalý. Faydalandýðýmýz her nimet ayný zamanda bizi uyaran bir tokat gibi ensemize inmeli.
Ayeti kerimede, “Dünya hayatýnýzda bütün güzel þeylerinizi harcadýnýz, hepsinin zevkini sürdünüz”
buyurulmaktadýr. Bir defasýnda bu ayet hatýrýma gelince aðlamýþtým da, baktým Halim Baba da aðlýyor.
“Niye aðlýyorsun?” dedim. “Buralarý kendi elinle yaptýrdýn; ama buraya zorlukla girip çýkýyorsun” cevabýný
verdi. Kendisine, “Sen, benim aðladýðýmýn tam tersine aðlýyorsun” dedim.
Ýnsan, dünyaya bir defa gelir ve yerine getirmesi gereken vazifeler için kendisine bir defa fýrsat verilir.
Ýþte bu biricik fýrsatta o ya kazanacak, ya da kaybedecektir. Bir kere de bu fýrsat elden gitti mi, artýk ne
‘keþke’lerin faydasý olacaktýr, ne de geri dönüþ arzularýnýn..
Hizmet Eri
Dengeli bir hizmet eri, söyleyeceði þeyleri hemen söylemez. O bilir ki, söylenmesi gereken her þeyi þimdi
söylerse, kendisine hayat hakký tanýmayanlar çýkabilir. Þartlar aleyhine aðýrlaþtýrýlabilir, dolayýsýyle de
sýkýntýlý bir atmosfere düþebilir.
Perspektif
Her müslüman, Allah diyen biriyle dost olma yolunu araþtýrmak zorundadýr. Çünkü, ötede her þey Allah
deyip dememeðe göre ayarlanacaktýr. Kur’ân, “Ýþte böyle, kim Allah’ýn niþanlarýna saygý gösterirse, þüphesiz
bu, kalplerin takvasýndandýr” buyurmasýna karþýlýk eðer bu mes’ele hafife alýnacak olsa, Allah’ýn yücelttiði
bir husus hafife alýnmýþ olur.
Cihad Duygusu
Allah yolunda cihad edenlerin mücadelelerine terettüb eden neticeler, taþýdýklarý duygu düþünce ve
sahip olduklarý þuur nisbetinde artar. Meselâ, cihad duygu ve düþüncesinde çok derinleþenler þehidlik üstü
pâyelere ulaþýrlar.
Fasit Daire, Salih Daire
Allah (cc) dilerse mü’minin iþlediði günahýn cezasýný dünyada iken verebilir. Onuncu Lem’a’da
anlatýlan þefkat tokatlarýný hatýrlayýnýz!
Öyle ise Mü’min, ayaðýna bir diken bile batsa, bunun iþlediði bir günahýn neticesi olduðunu
düþünmelidir. Ayný þekilde, hiç olmayacak biçimde terlese, kalbinde bir sýkýntý hasýl olsa, imtihanda bildiði
halde yazamasa.. bütün bunlarý, seyyiâtýna terettüb etmiþ cezalar saymalýdýr. Eðer Allah rahmetinin tezâhürü
olarak, seyyiâtý hasenâta tebdil ile, bu fasid daireyi kýrmazsa, mü’min, hayatýný hep bu fasit dairede sürdürür.
Fasit dairenin karþýsýnda, Efendimiz (sav)’in “Hayýr hayrý doðrur” diye beyan buyurduklarý ifadeden
çýkarýlan bir de “salih daire” vardýr. Bu daire içinde hayýr, bir baþka hayra kapý açar; derken mü’min daima
hayýr eker, hayýr biçer; biçtikçe de, içinde hayýr iþlemeðe karþý daima bir þevk ve cesaret bulur.
Musîbetlere Karþý
Herhangi bir musîbet karþýsýnda tetikte durmak baþka, maðlûp olmak baþkadýr. Dolayýsýyla, baþýmýza
gelen bir musibeti gözümüzde büyütüp, irade plânýnda maðlup olmamalýyýz.
Ayný þekilde, insan günahlara karþý da daima tetikte olmalýdýr. Evet her an, bir köþe baþýnda, bir
günahýn çelmesine takýlýp sendeleyebiliriz. Günahlara karþý bu dikkat nasýl günaha maðlûp olmak ma’nâsýna
gelmez, öyle de musîbetlere karþý tetikte olmak da maðlubiyet demek deðildir.
Gerçek Da’vâ Adamý
Gerçek bir da’vâ adamýna terettüb eden vazifelerin en önemlisi, da’vâsýna karþý göstermesi gereken
vefâdýr. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer gibi tefekkür dünyamýzý aþan insanlarý tahlil etmek bize düþmez ama,
kendini alýp kesseniz, kanýnýn her damlasý ‘vefâ, vefâ’ diyecek olan Hz. Sýddîk (ra)’ýn vefâsýna bakýn ki,
hicret esnâsýnda 78 yaþýndaki kýzý Hz. Âiþe yanýnda yoktu. Ayný þekilde, Hz. Ömer (ra) hicret ederken,
küçük oðlu Abdullah yanýnda deðildi..
Efendimiz (sav), Hz. Selman (ra) için, “Din Süreyyâ yýldýzýnda da olsa, bunun kavminden bazýlarý onu
oradan çekip indirirler” buyurmuþlardýr. Ýþte, dînî hakikatler Süreyyâ takým yýldýzlarýnda asýlý bile olsa,
da’vâ adamýnýn onlarý oradan çekip alacak vefayý göstermesi gerekir.
Ayrýca, bir da’vâ adamýnýn, üzerine düþen vazifeyi yerine getirmesi da’vâsýna olan inancý nisbetindedir.
Günümüzde, Cumhurbaþkanlýðý Kupasý, Baþbakanlýk Kupasý gibi isimler altýnda kupa maçlarý yapýlýyor.
Ýslâm da’vâsýnýn müntesipleri öyle bir kupa için yarýþýyorlar ki, bu yarýþýn sonunda verilecek olan kupanýn
bir kulpunu onlar, diðer kulpunu ise Allah (cc) tutacaktýr. Doðrusu böyle bir kupaya canlar fedâ edilse deðer!..
Ýrtidattan Korunma Yollarý
1 Kendini emniyette görmekten olabildiðince sakýnmak ve daima âkýbet endiþesi içinde olmak.
2 Allah’tan çok korkmak.
3 Þeriatý fýtriyeye ittiba etmek. Bir diðer ifadeyle kavlî duâ ile fiili duâyý yani ameli birleþtirmek;
menhiyata yaklaþmamak, günah atmosferlerinden uzak durmak ve sürekli ibadet ü tâat ile meþgul olmak.
4 Ýmana müteallik eserleri sürekli mütalâa etmek; belleyip ezberlemek deðil müzâkere etmek.
Unutmamak gerekir ki, her yeni müzâkere, insana daha deðiþik þeyler kazandýrýr.
5 Cemaatten ayrý düþmemek; olurolmaz yerlerde otururken dahi, dostlarla bir halka teþkil etmek. Bu
hususta, “Zulmedenlere meyletmeyin; daima sâdýklarla beraber olun”, “sürüden ayrýlaný kurt yer” gibi
düsturlarý her zaman hatýrda tutmak.
6 Ýçtimaî vazifemizin dýþýnda, günün en az yarýsýný hizmete vermek.
7 Hepsinden daha önemlisi de Hakk kapýsýnýn sâdýk bendesi olmaktýr. Hakk kapýsýnýn sâdýk
bendeleri olanlarýn günahlarýna bakýlmaz. O halde, günahlarýndan rahatsýz olanlar, Hakk’ýn dinine hizmete
koþmalýdýrlar. Her halde en büyük istiðfar da iþte budur. Çevrelerinden korkanlar da, emniyeti, ayný þekilde
Din’e hizmette aramalýdýrlar.
En Saðlam Sýðýnak
Ýnsan, hayatýnýn her ânýný ilgilendiren Ýslâmî emirleri yaþaya yaþaya kendine mal etmelidir. Bu nokta
yakalandýðý takdirde kötü huylar o insanda fazla barýnamazlar.
Ferdin, yakalamasý gereken bu nokta, cemâat için de, cemiyet ve millet için de aynen geçerlidir. Kötü
huylardan arýnmýþ ferdlerden meydana gelen bir cemiyette kötü niyetliler barýnamaz. Bu sebeple, ibadet ü
tâata, evrâd ü ezkâra çok ehemmiyet verilmelidir. Çünkü ibadet ü tâat, bizi þerlilerin þerrinden muhâfaza ettiði
gibi, böyle bir hassasiyeti içimizde kötülüklerin ve kötü insanlarýn, hatta yabancý zihniyet ve yabancý
düþüncelerin kök salýp geliþmesine izin vermez. Ýbadet ü tâat, bu yönüyle insan ve toplum hayatý için en
büyük sýðýnaktýr. Kaldý ki, iman ve ibadetin, aksine ihtimal verdirmeyecek þekilde insanýn rûhunu sarmasý ve
bütün dünyasýný kuþatmasý için de yine temrinât þarttýr.
Hizmete Ait Sýrlarý Fâþ Etmenin Hükmü
Fýkýh kitaplarýnda, “Zinaya zorlanan kimsenin zina etmesine cevaz yoktur. Zorda kalan kimse ise, diliyle
Allah’ý inkâr edebilir” hükmü yer alýr.
Zinada kul hakký bahis mevzûudur ve kul, hakkýný helâl etmedikçe, bu günahtan kurtulmak mümkün
deðildir. Ayný mevzûda Ýbni Âbidin, “Birisi Efendimiz (sav)’i hâþâ tezyif etse ve sonra da tevbe etse,
yaptýðý bu tevbe kabûl olmaz” der. Neden? Çünkü, hakkýný helâl edecek þahýs artýk ortada yoktur.
Hizmette, Efendimiz (sav)’den bu yana gelmiþ geçmiþ bütün müslümanlarýn ve ayrýca Kýyâmet’e kadar
gelecek bütün mü’minlerin hakký bahis mevzûudur. O halde, böyle bir da’vânýn aleyhinde olabilecek þekilde
düþman cepheye koz vermek, altýndan kalkýlmaz bir vebal olsa gerek.
Kulluk Þuuru
Sýrat’ý geçinceye kadar kulluk þuurunu korumak ve buna mânî olacak her þeyden; yýlandan, çiyandan
kaçar gibi kaçmak lâzýmdýr.
Diyelim ki, hizmet için bir yere giderken, aklýmýza halkýn teveccühü veya “hizmet ediyoruz” gibi nâhoþ
düþünceler geldi. Ýþte hemen o anda toparlanýp istiðfar etmeli ve “Aman Allah’ým! Sen hidayet etmeseydin, biz
hidayete eremezdik” demeliyiz. Aksi durumda, belâlar baþýmýza saðnak saðnak yaðsa yeridir. Esâsen, Allah’ýn
affý olmasaydý, iþimiz bitikti.
“Ben”
Kiþi, kendi içerisinde hep kendi mevcûdiyetini hissettirme duygusuyla yaþýyorsa, bu bir riyakârlýktýr.
Yok, bu düþünce aklýna bir an gelmiþ ve hemen istiðfara sarýlmýþsa, o zaman bu, hava boþluðuna maruz kalma
gibi birþeydir sayýlýr ve ona zarar vermez.
“Ben” diyen insandan uzaklaþýn. “Bu da’vâda benim yerim neresidir?” diyene, “gayyâ” deyin ve “yerini
þimdiye kadar bilmiyorduk ama, þimdi öðrendik” ilâvesiyle suratýna tükürün.
Niçin Hizmet Etmeliyiz?
1 Her þeyden önce, biz kuluz ve kulluðun hakkýný yerine getirmek için de hizmet etmek
mecbûriyetindeyiz.
2 Emri bi’lma’rûf, nehyi ani’lmünker, günümüzde her zamankinden daha çok zimmetimize terettüp
eden bir farzý ayndýr.
3 Bize kadar kusursuz gelen bu hizmeti, bizden sonrakilere ayný þekilde kusursuz, ârýzasýz ve
noksansýz intikal ettirmek sorumluluðu altýndayýz.
4 Bu yol, baþta Allah Rasûlü (sav) olmak üzere, bütün selefi sâlihînin yoludur ve bu yolda yürümek
bizim için bir vecîbedir.
5 Mazhar olduðumuz nimetlere nimetin cinsinden þükürle mukabelede bulunmak da, hizmet etmeyi
gerektirmektedir. Evet hizmet adýna, bin bir türlü imkânlar içinde yüzüyoruz. Bu da’vânýn, bizden önce geçen
çilekeþ temsilcileri, bizim sahip olduðumuz imkân ve fýrsatlara sahip olsalardý, herhalde 25 yýllýk iþi 10 yýla
sýðdýrabilirlerdi...
Emri Bi’lMa’ruf
Ýyiliði emretme ve kötülükten sakýndýrma, yapýlýþ keyfiyeti itibariyle dönem ve þartlara göre
deðiþkenlik arzetse de, her mü’minin, bütün hayatý boyunca ifa etmesi gereken bir vazifedir. Bu önemli vazife,
Þeriatý garrâya göre deðil, ancak þeriatý fýtriyeye göre terk edilebilir. Yani, bir zaman gelir, mü’minin eli ve
dili ile ma’rufu emr, münkeri nehyetmesine mânî olduklarý gibi, kalbiyle iyiliðe taraftar olup, kötülüðe tavýr
almasý da engellenirse, iþte o zaman terkedilebilir ki bu da Kýyamet’in artýk kopmak üzere olduðunun
iþaretidir.
Nefer
Dini mübîni Ýslâm’a hizmet eden herkes neferdir. Dolayýsýyla, bu hizmette askerî disiplin çok
önemlidir. Þeklen asker deðiliz ama, rûhen askeriz ve öyle de olmalýyýz, hatta öyle olmak mecbûriyetindeyiz.
Bu sebeple, Ýslâmî hizmetlerde nefer olduðunu idrak edemeyen ve neferliðe ters tutumlar içine giren herkes,
mutlaka, ama mutlaka bunun cezasýný çeker..!
Ýkaz Tokatlarý
Zâtý Ulûhiyet’e ait olmayan þeylere karþý duyulan alâka ve istek; ayrýca, bazýlarýnýn iyi yönlerini
abartarak anlatma, kanâati vicdâniyem ve çok tecrübelerimle sâbittir ki, Rabb’in rýzâsýnýn olmadýðý
amellerdir. Çok müþahede etmiþizdir. Bunlarý irtikap eden biri, çok geçmeden o çok sevdiði ve meziyetlerini
abarttýðý insanýn eliyle tokat yemiþtir.
Defaatla görülmüþtür ki, birisi için sabahleyin “çok vefalý” desem, o kiþi, daha o gün bitmeden öyle bir
hareket yapar ki, koynumda yýlan var zannederim. Bir baþkasý hakkýnda, “çok itaatkâr” desem, ilk akþam isyan
tokadýný ondan yerim.
Hizmet bile olsa, arzularýn içine heves karýþtýðý takdirde, er veya geç tokadý gelir. Kâfirin yediði tokat,
zulmünün derecesine göre olur. Mü’mine gelince, kimi bir heves veya kötülüðü plânladýðýnda hemen tokat yer;
kimi de fiiliyata döktüðünde tokat yer. Bu bakýmdan, davranýþlar güzel ayarlanmalý, kusur yapmamaya
çalýþmalý ve Zâtý Ulûhiyet’in murâdýna teslim olunmalýdýr.
Gaye ve Vesile Üzerine
Büyük hedef ve maksatlara varmada mutlaka bir kýsým vesileler olacaktýr ve vardýr da. Meselâ, dünya,
Hakk’a ulaþmanýn vesilelerinden bir tanesidir. Efendimiz (sav), gerçeðe ulaþmada gâye seviyesinde kudsî bir
vesiledir. Kur’ân, Ýlâhî maksatlarýn tahakkuku için bir baþka vesile olup, Allah, onunla gerçeðin nikabýný
kaldýrmýþ ve bize onu ayanbeyan göstermiþtir.
Evet, Allah’a ulaþmada Kur’ân ve Efendimiz de birer vesiledir. Fakat bunlar öyle vesilelerdir ki, eðer caiz
olsa, karþýlarýnda rükû eder ve secdeye kapanýrýz. Niye kapanmayalým ki, annemiz ve babamýz, sadece ruhlar
aleminden þu cismânî âleme çýkmamýza vesile olduklarý için, Allah bizi kendilerine “Öf!” bile demekten men’
etmektedir. Halbûki Efendimiz (sav), bizi, cismaniyetimizin altýnda kalýp ezilmekten kurtarýp ruh ve kalbin
hayat seviyesine çýkma yollarýný göstermiþ ve Rabbimiz’e giden yolu açmýþtýr.
Öte yandan, bir gün semâlara merdiven dayayýp yýldýzlarý yerlerinden sökecek hale gelsek bile, istihdam
olunduðumuz hizmet de bir vesiledir. Vicdanlarda ma’rifeti Ýlâhî düþüncesini uyarma ve insanýmýzý,
inanýlmasý gerekli olan þeylere inandýrma adýna koyulduðumuz bu hizmette hedefimiz, marifeti Ýlâhî,
muhabbeti Ýlâhî, zevki rûhanî ve rýzai Ýlâhî’dir. Hizmet deyip Allah korusun esas gayeyi unutur, kendimize
karþý yabancýlaþýr ve vesileye takýlýp kalýrsak, o takdirde, kazanma kuþaðýnda kaybediyoruz demektir. Bu
ise, afetlerin en büyüðüdür.
Meþreb Ayrýlýklarýna Nasýl Bakmalý
Her insan, fýtratýnda taþýdýðý isti’dat ve kabiliyetler açýsýndan baþkalarýndan farklýdýr. Ashâbý
Kiram’dan misâl verecek olursak, meselâ Halid bir asker ve dâhî bir kumandandý. Ebû Hureyre, bir ilim
aþýðýydý. Allah Rasûlü (sav), hiçbir zaman bu farklý fýtrat ve kabiliyetleri, bire ircâ gibi, neticesi sýfýr olacak
bir iþe giriþmemiþ, bunun yerine, herkesi kendi kabiliyetine göre deðerlendirmiþ ve Hâlid’e teblið vazifesi
vermediði gibi, Ebû Hureyre’yi de kumandanlýða getirmemiþti.
Bu gerçekler karþýsýnda, günümüzde Ýslâm’a hizmet eden cemaatler, yolunu, mihrabýný bulmuþ
insanlarý kendi zeminlerinde deðerlendirmeye bakmalýdýrlar. Zaten herkes, Ýlâhî takdirin kendisine verdiði
fýtrat ve isti’dada uygun bir cemâatin içinde bulunuyor. Kaldý ki, þahýslar da, beldeler de, böyle farklý
yaklaþým ve farklý tarzdaki Ýslâmî hizmetlerin her birine muhtaçtýr.
Öte yandan, insanlarý baðlý bulunduklarý anlayýþ ve zihniyetten koparmak, psikolojik gerçeklere de
terstir. Hele bu hususta yapýlacak her baský, bulunulacak her isnad ve atýlacak her iftira, maksadýn aksiyle
netice verir ve hem ferdî, hem içtimaî hayatta müslümanlýk adýna kapanmasý imkânsýz yaralar açar. Allah için,
ittifak edemiyorsak bile, hiç olmazsa daha fazla ihtilâf ve iftiraklara sebep olmamalýyýz.
Baþarýya Giden Yol
Efendimiz’in (sav) zuhûrunda, yalnýzca kendi kavim ve kabilesi deðil, devrin süper güçleri de Ýslâmiyet’i
yakýndan takip ediyorlardý. Hem Roma, hem de Sasanîler, Ýslâm’ýn yayýlmasýnýn önünü almak için
ellerinden gelen herþeyi yapýyorlardý.
O ilk dönemdeki küçük Ýslâm Cemaati, bugün bizim sahip olduðumuz þeylerin çoðuna sahip deðildi.
Öyle büyük servetleri de yoktu. Ama, sahip olduklarý bir þey vardý ki, onunla herþey aþýlabilirdi. O þey Allah
ve Rasûlü’nü hoþnut edecek bir hayat yaþama dert ve ýzdýraplarýydý. Ýþte bu hâlis istek ve ýzdýraplarý
sebebiyledir ki, Allah kendilerini muvaffak kýldý. Þimdi, ayný yolu takip etme sýrasý yeni bir tarih yazmak
isteyenlerde.
Kaybetme Noktalarý
Ýnsanýn ehlullah’a (Allah dostlarý) bakýþýnda, onlarýn her günkü halleri onun gözüne perde ayaðýna da
bað olmamalýdýr. Evet, insan için çok kaybedecek noktalar ve çok yanýlacak hususlar vardýr ki, farkýna
varýlmadan içine girilmiþ olur.
Biz her zaman imtihandayýz. Bilmem ki Efendimiz (sav) devrinde olsaydýk, durumumuzu
ayarlayabilecek miydik? O’nun pazarda herhangi bir insan gibi alýþveriþ yapmasý, ayný anda nikâhýnýn
altýnda birkaç kadýnýn bulunmasý, namaza duracakken “Siz hele durun ben bir gusül abdesti alýp geleyim”
demesi gibi þeyler, bazý kimselerin O’na karþý olan bakýþýný deðiþtirmeyecek miydi? Ah altýn çaðýn
arslanlarý, meðer siz ne teslimiyet erleriymiþsiniz?
Evet, iþte bunlar hep birer imtihan vesilesidir. Eðer Hakikatý Ahmediye’yi bu zaviyeden temâþâya
kalkarsak, onu gerçek enginliðiyle göremeyiz. O’nu bir tavus gibi göklerde pervaz ederken göreceðimiz yerde,
kalkar, insanlara imam olmasý itibariyle beþeriyetin gereði bir kýsým noktalara takýlýrsak kaybederiz. Ebû
Cehil aptal bir insan deðildi fakat, her mes’eleye böyle kendi zaviyesinden baktýðý için önündeki imtihan
barajlarýný aþamamýþtý.
Ayrý bir misal daha arzedelim: Tasavvufta, sâliki disipline edecek ve seyri sülûkta faydalý olacak çileler
vs. vardýr. Meselâ, diyelim ki salikten, önce 500 “Lâ ilâhe illallah” demesi istendi. Þimdi bu insan kalkar da
bunun kaynaðý var mý, niye 500 tane diye itiraz ederse, kendine takýlýr kalýr ve dolayýsýyla da kaybeder.
Evet, insanýn gözü ötelere açýk olmalý ki görebilsin. Halbuki biz, bütün bütün olmasa bile bir ölçüde
mâneviyata kapalýyýz. Bu itibarla, bunlarýn birer imtihan ve kaybetme noktalarý olduðunu çok iyi
bilemeyebiliriz.
Kayma Noktalarýndan Gýybet
Kitap ve sünnetin ona karþý onca tahþidatý, dinî, millî ve içtimaî onca zararlarýna raðmen, günümüzün
müslümanlarýnýn bir türlü önemsemediði gýybet, öyle bir ruh hastalýðýdýr ki, þayet þimdilerde önü alýnmazsa,
ileride topluma yüzlerce zina ve yüzlerce ribanýn günahýný birden iþletebilir.
Bir de bu iþ, basýnyayýn yoluyla yapýlýp, milyonlara mal ediliyor, milyonlar ona þahid tutuluyorsa, bu
dalâleti irtikap edenlerin dünyaukba felaketleri bir yana, topyekün milletin ciddi sarsýntýlara maruz kalmasý
kaçýnýlmaz olacaktýr.
Evet, sahibi þeriat aleyhinde olan birþeyi söylemeye gýybet demiþ ve onu mahremi ile zina etme kadar
büyük günah saymýþtýr. O halde, bizim aklýmýz, fikrimiz ölçü olmadýðýna ve olamayacaðýna göre, bizim için
takdir edilen bu ölçüler içinde hayatýmýzý idame ettirme mecburiyetindeyiz.
Bu konuda önemli bir kayma noktasý ise þu: Bazýlarý sözde gýybetten kaçýnýyor görünerek, arkadaþlarý
hakkýnda “Daha neleri var neleri. Ama gýybet olur diye korkuyor ve hepsini söylemiyorum.” Bu söz, o
kasdettiði þeyleri söylemekten çok daha büyük bir gýybettir. Çünkü müphem bir isnad, sarih bin iftiradan daha
büyüktür. Zira muhatabýn aklýna, acaba: Livata mý, zina mý, içki mi, kumar mý... vs. gibi þeylerin hepsi birden
gelebilir. Böylece hem ikili münasebetler, hem de içtimaî salah zedelenir. Evet, böyle diyeceðine, o zatýn 100
tane günahýný açýkaçýk söyleseydi, her halde sözleri, akla gelebilecek þeylere sýnýr teþkil etmesi bakýmýndan
daha ehven olurdu...
Bence prensip kararýna varmalý.. hatta: “Aðzýmdan gýybet adýna bir söz çýkarsa, 3 ay muttasýl oruç
tutacaðým” demeli. Ve gýybete giden yollarý baþtan kapamalý. Ben bir kerre böyle birþey demiþ ve neticede 3
ay oruç tutmuþtum. Belki, muaccel ceza diye vasýflandýrabileceðimiz böyle bir amel ile nefis intibaha gelir,
sonrasýnda aklýn hakim, nefsin mahkum olmasý saðlanabilir. Kimbilir belki de bunun sonunda gýybet
etmemeyi Rabbim fýtratýmýzýn bir parçasý haline getirir...
Þehidlik Talebi
Bence mutlak ma’nâda þehidlik talebinde bulunulmamalýdýr. Zira onda, bir ölçüde vazifeden kaçma ve
cennete ulaþma vardýr. Zira Efendimizin bir beyanýna göre, kýlýçla kolunuz kopsa, kelleniz gitse pire ýsýrmasý
kadar ancak acý duyarsýnýz. Sonra da âlâyý illiyîne ulaþýrsýnýz. Ama bence ölçü bu olmamalý. Çünkü
þehidlik çok önemli þeylere baðlanmadan, doðrudan doðruya istenecek birþey deðildir. Kaldý ki hakkýmýzda
hayýrlý olanýn da bu olduðunu bilmiyoruz. Ya bu deðil de, deðirmen taþlarý arasýndan geçen buðday taneleri
gibi ellibin defa öðütülmek hakkýmýzda daha hayýrlý ise... O halde bunu baþtan kabullenmenin verdiði bir niyet
ile Allah’a þöyle yalvarmalý: “Allahým! Rýzan istikametinde bana lütfedeceðin herþeyimle canýmla, malýmla,
ilmimle... daima yakinimi artýrarak ihlas ve samimiyetle yolunda î’lâyý kelimetullah yapmak üzere mücahede
azmi ve mücadele gücü ver. Ve beni bir lahza bu yoldan alýkoyma!. Eðer Allahým, bu iþin kâmilane
noktalanmasý þehadet ile olacaksa, onu da bana lütfeyle ve bunu benden esirgeme Allahým!”
Evet, þehadet talebini dengeli bir düþünce içinde ele alacak olursak yani ömrümüzü kitap, sünnet, akýl,
mantýk, muhakeme blokajýna oturtarak neticeye varmak istiyorsak böyle duâ etmeliyiz. Sahabei kiramýn
delicesine þehadet isteyenlerine ne demeli derseniz, haþa bu deðerlendirmedeki mülahazalardan müberrâdýr.
Ancak onlarýn bu türlü bir þehadet talebinde:
1) Allah Rasûlüne verdikleri sözü bihakkýn yerine getirme gayreti,
2) Ölüm arzusu, yani ölüm ile Allah ve Rasûlünün vaad ettiði o Cennet’e, Havz’a, Rýdvan’a bir an önce
kavuþma arzusu,
3) Cahiliyye döneminde iþlemiþ olduklarý amellere ki müslüman olduktan sonra, onlardan muaheze
olmayacaðý vaadine raðmen keffaret arama mülahazalarý olabilir.
Zinhar Duâdan Dûr Olmayýn
Duâdan hiçbir zaman dûr olmayýn. Yapamadýðýnýzda “Biz bugün büyük bir iþi ihmal ettik” diye
mutlaka hayýflanýn. Ben hergün iki þeyi duâlarýmda zikrederim:
1. Þeytanî ruhlarýn helâkini ki, o konuda þöyle derim: “Allah’ým Âlemi Ýslâm’ý bölmek, parçalamak ve
yutmak için plân yapanlarýn plânlarýný baþlarýna geçir. Senin ve dininin düþmanlarýný kendileriyle meþgul et
ve onlarý bibirlerine düþür.”
2. Müslümanlarýn muhafazasýna ki onun için de þöyle derim: “Allah’ým! Ýslâm’ý ve müslümanlarý
güçlendir, koru.” Hatta isimlerini zikrederek þu þekilde duâ ettiðim de olur:“Allah’ým BosnaHersek, Abhazya,
Karabað, Orta Asya, Türkiye’deki... vs. kýsaca bütün alemdeki müslümanlarý þerirlerin þerlerinden muhafaza
eyle.”
Çünkü düþmanlarýmýzla aramýzda kuvvet dengesi yoktur. Bundan dolayýdýr ki esbab bil külliye sukut
etmiþ gibi duâ etmemiz gerekmektedir. Din adýna ýzdýrap, büyük bir gayret istemediði halde büyük bir
cihaddýr. Biz de çevremizi, din adýna bu ýzdýrapla mutlak þuurlandýrmalýyýz. Zira bu hususta ne kadar çok
kalp titrerse Arþý Rahmette o kadar süratli kabul görür.
Bir Muhasebe Misali
1. Ýbadetleri samimi olarak yapmak.
2. Allah’a karþý yaptýðý ibadetlerin en þuurlusunu eksik bulmak.
3. Ýnsanlar karþýsýnda kendisini hor ve hakir görmek; hem o kadar hor ve hakir görmek ki, sadece kâfir
olmadýðýndan dolayý oturup kalkýp Allah’a þükretmelidir. Bediüzzaman Hazretleri, “Mecmuatü’lAhzab”ta
büyük zatlara ait “En þaki kulum” denilen yerleri “Senin lütfun olmazsa” þeklinde düzeltmiþtir. Zannederim bu
husus, büyük zatlarýn nefis muhasebesini gösterme açýsýndan önemli bir misal teþkil etmektedir.
4. Güzel konuþan ve zâhiren iyi bir yaþantýsý olanlar umumiyetle halk nazarýnda hüsnü zanna mazhar
olurlar. Bu durumlarda insanýn, kendini birþey olmadýðýna inandýrmasý çok önemlidir. Aksi takdirde insan,
kendini birþey oldum zannedebilir ki bu da büyük bir tehlike demektir. Büyük veliler bile bu konuda hep
korkmuþ ve titremiþlerdir. Ýnsan Hz. Þuayp gibi hutbe irad etse bile kendi iç mülahazasý þöyle olmalýdýr:
“Lafýzperestlik yaptým, insanlarý kelimelerle, cümlelerle aldattým.”
Sýraladýðýmýz bu hususlar, takýlýp kaldýðýmýz ve kaybettiðimiz noktalardýr. Bugün Allah (cc) bize
büyük vazifeler gördürüyor olabilir. Fakat, böyle bile olsa, bize düþen vazife ve sorumluluk þudur: Kafamýzý
her zaman muhasebe ile meþgul etmek ve en güzel yaptýðýmýz iþlerde bile bir bit yeniði var olduðunu
düþünmek.. Evet, halkýn içinde aðlayýp sýzlayan, gözyaþlarýyla namaz kýlan bir insanýn, Rabbiyle baþbaþa
kaldýðý anlarý da böyle deðilse, onun bu halinde, deðil bit yeniði, akrep yeniði var demektir.
Zaman Cemaat Zamanýdýr
Cemaat, ahir zamanýn eritici ve öðütücü dalgalarýna karþý koruyucu bir sed ve siperdir. Ferdî yaþanan
bir müslümanlýkta, pek çok yanlýþlýklarýn olma ihtimaline karþýlýk, cemaatleþmede bu ihtimal daha azdýr.
Ayrýca ferdî yaþayanlar cemaate açýlan ve lütfedilen nuranî atmosfer ve iklimlerden mahrumdurlar.
Cemaatte müþterek hareket vardýr ve olmalýdýr. Ve yine cemaatte istikamet ve isabet þansý daha
fazladýr. Zira, bir yanda elliyüz insanýn düþünce muhassalasý, diðer yanda da, dâhi bile olsa, tek baþýna bir
insanýn karihasý; evet, kýyas bile edilemez. Bu sebepledir ki Allah (cc) cemaat ile beraberdir.
Ýddialý Olmama
Soru: Bir insanýn: “Ben þu makama geldiðimde þöyle yaparým, böyle yaparým” demesi uygun mudur?
Cevap: Benlik ve enaniyet kokmasý açýsýndan bana bu türlü ifadeler fevkalade sakil geliyor. Zira bizim
sahip olduðumuz bütün güzel hasletler Cenâbý Hakk’ýn ihsanýdýr. Bizler o nimetlere ancak birer uðrak
olabiliriz. Eðer, varsa birtakým hasletlerimiz, meziyetlerimiz, kabiliyetlerimiz bunlarý ancak “tahdisi nimet”
zâviyesinden yâdetmeli ve kendimizi, bu güzelliklerin teþhir edilmesine birer vesile ve vasýta görmeliyiz.
Ayrýca, bazý makam ve mertebelerde hizmet etmesi muhtemel insanlarýn, daha o seviyelere gelmeden
“þöyle yapacaðým, böyle yapacaðým” þeklinde konuþmalarý, hiç de akýllýca bir davranýþ deðildir. Kaldý ki,
Cenâbý Hakk ona, o imkanlarý verirse ve müsaade ederse acaba söylediklerini yapabilecek mi? Bunu da
unutmamak, hatta kat’iyen hatýrdan çýkarmamak lazýmdýr.
Ahiretin Ýstismarý
Soru: “Hizmet dairesine dünyayý talep ederek girme” nasýl deðerlendirilir?
Cevap: Bu hal ahireti istismar etmek gibi birþey demektir. Bu, sadece iþleriniz iyi gitsin diye hizmet
edeceksiniz veya iþleriniz iyi gittikçe hizmet edeceksiniz ma’nâsýna gelir. Pekâlâ, iþleriniz kötü giderse hizmet
etmeyecek misiniz? Kaldý ki fevkalâde hizmet eden insanlarýn da bazen iþleri kötü gidebilir. Bu bir imtihandýr.
Bazýlarý “Þunu yaptým, bunu yaptým, þu kadar verdim. Duâ edin de iþlerim iyi gitsin” derler. Bu da
yakýþýksýz bir yaklaþýmdýr. Halbuki eðer istismar edilecek bir þey varsa o da ahiret adýna dünya olmalýdýr.
Hediye Mes’elesi
Rasûlullah (sav) zekat toplama iþinde birini vazfilendirmiþti. Bu zâta gittiði yerlerde bazý hediyeler
verildi. Vazifeden dönünce: “Bunlar zekat olarak verilenler, bunlar da bana hediye edilenlerdir” deyince,
Rasûlullah (sav) celallenerek minbere çýkýp Allah’a hamd ve senada bulunduktan sonra þunlarý söyledi: “Ben
sizden birinizi Allah’ýn bana tevdi ettiði bir iþte istihdam ediyorum. Sonra o da geliyor: ‘Bunlar zekat olarak
verilenler, bunlar da bana hediye edilenlerdir’diyor. Bu adam eðer doðru sözlüyse babasýnýn veya anasýnýn
evinde otursaydý da, hediyesi ayaðýna gelseydi ya! Vallahi sizden kim haksýz birþey alýrsa mutlaka onu
boynunda taþýyarak, haþrolacaktýr.. þayet aldýðý þey deve ve sýðýr ise böðürerek, koyun ise meleyerek kýyamet
gününde Allah’ýn huzuruna gelecektir” buyurdu. Sonrada Allah Rasûlü (sav) koltuk altlarýnýn beyazlýðý
görünecek kadar ellerini kaldýrdý ve “Allah’ým teblið ettim mi?” þeklindeki duâsýný üç defa tekrar etti. (Ebu
Davud, Kitabu’lHaraç 11)
Günümüzde de þahsý manevînin fazilet ve meziyetlerinden dolayý þahsýmýza ve cemaatimize
teveccühlerin olmasý normaldir. Ve bundan dolayýdýr ki bazý arkadaþlarýmýza birtakým hediyeler takdim
edilebilir. Bu da normaldir. Fakat burada dikkat edilmesi gereken birkaç husus vardýr ki, üzerinde durulmaya
deðer!
Evvelâ, gelen hediyeleri kiþinin, þahsýna aitmiþ gibi almasý, yukarýda mealini arzettiðim hadîse göre
mezmumdur.
Bu mes’eleyi biraz daha açacak olursak: Bizler, birer zekat memuru gibi hizmet adýna, esnafýn arasýnda
dolaþýp, onlarý ikna ederek paralarýný alabiliriz. Bir de herhangi bir insan gibi gittiðimizde, yine ayný þekilde
paralarýný verirler mi acaba? “Sizlere kamil ma’nâda yardýmcý olamýyoruz” deyip özür dilerler mi? Demek ki
onlar yaptýklarýný þahsý manevînin hatýrý için yapýyorlar. Bizlere itimad edip, hizmet adýna paralarýný
emanet ediyorlar.
Mes’eleyi kendi açýmdan ele alacak olursam, þöyle bir mülâhaza yerinde olur kanaatindeyim: Eðer ben,
köyde otursaydým bugün bana getirilen hediyeler yine gelir miydi? Gelmezdi. Bunun içindir ki ben, kabul adýna
and verdirilerek bana gelen þeyleri baþkalarýna daðýtýyorum. Sizler de öyle yapmalýsýnýz.
Ebedî Ölüm
Küfre meyil, içte inkara karþý olmasý gereken gerilimi zamanla öldürür. Günümüz insanlarýnýn bu
vartadan kurtulamamalarýnýn bir sebebi de çokça ateistlerle düþüpkalkmalarýdýr. Bu suretle çoklarý sürekli
yarabere içinde kalýr ve bir türlü iman ufkuna açýlamazlar. Týpký Abdullah b. Ubey b. Selul gibi. O da Mekke
müþrikleriyle olan münasabetlerini devam ettirdiði için, Efendimize karþý olan nifakýný bir türlü aþamadý..
aþamadý da Kur’âný Kerîm onun için “Ebedî öldü” hükmünü verdi.
Zihniyet Mes’elesi
Günümüz insanlarý, içinde bulunduklarý cemiyetin yaþantýsýna karþý ülfet içindeler. Bundan dolayý
bizim duygu, düþünce ve davranýþlarýmýzý yadýrgayýp “Sizin ne iþinize milletin imanýný kurtarmak” , “Ye
aþýný, kýl beþini” demek suretiyle kayýtsýzlýk ve milletin dertlerine karþý alakasýzlýk ifade eden sözler
sarfediyorlar.
Efendimize ve O’nun güzide ashabýna da ayný tabirlerle hitab edilmiþti.
Eðer bu memlekette dine, imana hizmet adýna, sadece beþ vakit namaz kýlan insanlar olsaydý, boy hedefi
de onlar olacaktý. Þimdi sadece beþ vakit namaz kýlanlarý saf ve masum, bizleri de sert insanlar olarak
nitelendiriyorlar. Onlara göre saf müslüman: Ýstediði zaman namaz kýlan, istediði zaman içki içen insan
demektir. Aslýnda bu telakki saf müslümanlýða da bir lekedir.
Allah Bizi Ýnsan Eyleye
Alvar Ýmamý cezbeye gelince, o ürperten sesiyle “Allah bizi insan eyleye” derdi. Bu dileðiyle merhum,
herhalde insaný kamil olmayý murad ediyordu.
Ýnsaný kamil olmak, insanî deðerlerin bulunmasý, elde edilmesi sonra da onlarýn muhafazasýyla
mümkün olur. Zira insan, insanî duygular, latifeler, hisler....vs. ile bilkuvve insandýr. Fakat bu potansiyel
deðerleri bir tohumu topraðýn baðrýna gömüp, neþv u nemasýný saðladýðý gibi, hayatýný da Allah’ýn deðer
verdiði þeylerle yeþertmesi ve sonra da bu deðerleri korumasý lazýmdýr ki “Onlar hayvan gibidir, belki
hayvandan da aþaðý” (A’raf, 7/179) nazýmý celiline masadak olmasýnlar.
Efendimiz (sav)’in, namazdaki davranýþlarýmýz hakkýnda buyurduðu þu mübarek sözler bu hakikati ne
kadar güzel ifade eder: “Kollarýnýzý köpekler gibi yere sermeyin”, “Ýmamdan önce baþýný secdeden kaldýran
biri, yüzünün eþek þekline çevrileceðinden korkmuyor mu?”, “Secdeyi tavuk ve horozlarýn yem gagaladýðý
gibi yapmayýn.” Ýþte Allah Rasûlü (sav) bu sözleriyle insanýn, hususiyle de namazda, insanlýðýný sergilemesi
gerektiðini ifade etmektedir. Zaten, insanýn insaný kamil olmayý yakalamasý da ancak, ibadet ve ubudiyetle
mümkündür. Yine insanýn Muhammedî Ruhu, Ýlâhî Ahlak’ý bulmasý ve o ahlâký insanda fýtrat ve tabiat haline
getirilmesi de ancak ibadet ve ubudiyet gerçekleþebilir.
Evet, insan kulluðu terk ettiði ölçüde hayvanlýða yaklaþýr, kendisi için hazýrlanan makamdan ve takdir
ölçülerinden aþaðýya düþer. Hasýlý, insanî tavýr, insanýn Allah ile olan münasebetleri içinde aranmalýdýr.
Efendimizin “Allah sizin cisimlerinize ve suretlerinize deðil, kalplerinize ve amellerinize bakar” nurefþan
beyaný, bu hükme iþaret eder. Ýþte Alvar Ýmamý da “Allah bizi insan eyleye” derken herhalde bu ma’nâyý
kasdediyordu.
Þerare
Ýmam Þa’ranî’nin ifadesine göre, mü’min, namazsýz, niyazsýz bir insanýn yanýna Hakk ve hakikatý
anlatma düþüncesinin dýþýnda oturursa, onun ifraz ettiði menfi þerarelerden dolayý, latifeleri söner, zihnî ve
rûhî velûdiyetini, Allah (cc) ile olan konsantrasyonunu kaybeder. Yani, hareket, tavýr ve davranýþlarýnda
hayýrdan, bereketten uzaklaþýr.
Hizmet Prensiplerini Tartýþma
Soru: Hizmet prensipleri tartýþýlabilir mi?
Cevap: Evvela hizmet denilince ne anlaþýlýyor ve ne anlaþýlmalýdýr; bunun sýnýrlarýnýn net bir þekilde
tesbit edilmesi lazýmdýr.
Hizmet; içinde yaþadýðýmýz zaman diliminin tarzý telakkisi göz önüne alýnarak, Kur’ânî çizgide, hiç
kimseyle çatýþmaya ve sürtüþmeye girmeden, makul, mantýkî ve kuvveti daðýtmaksýzýn, bütün himmeti hali
hazýrdaki durumu deðerlendirmeye sarfederek, en rantabl bir vaziyette îlâyý kelimetullah yapmaya denir.
Bu uðurda mücadele ederken uygulanan prensiplerin bazýlarý Kur’ân, Sünnet ve Ýcma kaynaklýdýr.
Bunlarýn ise hiçbir surette kritiðe tabi tutulmasý doðru deðildir. Zira bunlar hakkýnda aykýrý fikir beyan etmek
insaný baþaþaðý getirir. Meselâ: “Gýybet etmeyiniz” düsturu Kur’ân’ýn sarih bir hükmüdür. Kur’ân gýybeti
kardeþinin ölü etini yemeye benzetir. Bu prensibin tartýþmasý ve münakaþasý yapýlabilir mi? Yine,
“Kardeþleriniz üzerinde faziletfüruþluk nev’inden gýpta damarlarýný tahrik etmeyiniz.” düsturunu ele alalým:
Faziletfüruþluk insaný bir yandan kibre, diðer yandan ucbe sürükler. Ucb ve kibre gelince biri iç, diðeri de dýþ
hastalýktýr. Ve bu iki unsur Efendimiz (sav)’in dilinde þöyle ifadesini bulur: “Kalbinde zerre miktar kibir
bulunan cennete giremez.” Ucb için de: “Allahým riyadan sümadan ve ucbdan beni koru” buyurur. O halde bu
prensiplerin de kritik ve tartýþmasý yapýlamaz.
Fakat bazý prensipler vardýr ki, fýkhî ifadeyle “müçtehedun fîh”tir. Meselâ, siyasete girme veya girmeme
(ki üstadýn hayatýnda her ikisi de vardýr); bir medrese hocasý gibi talebe yetiþtirme veya yetiþtirmeme. Yani
tefsir, fýkýh, hadis...vs. ilimlerinin öðretilmesiyle meþgul olunmasý. Evet, bu ve emsali prensipler, zamana,
þartlara baðlý hususlardýr ve zamanla deðiþtirilebilir. Bunlarýn tartýþýlabileceðini ifade etmekle anlatmak
istediðimiz husus þudur: Bu prensipler deðerlendirmeye tâbi tutulurken, yaþanýlan devir, idare, þartlar, maddî
manevî sahip olunan bütün imkânlarýn hepsi birden göz önünde bulundurulmalýdýr. Zaten böyle câmi bir
deðerlendirmenin neticesi de ancak böyle çýkar, böyle bir tartýþma zeminine hiç girmemeli... Ve “yapýlan
hizmetlerdeki isabeti veya isabetsizliði zaman takdir edecektir” deyip geçmelidir.
Dikkatsizlik mi?
Ýnsanlarýn baþýna gelen bela ve musibetler sadece dikkatsizlikleri yüzünden gelseydi, belalarýn en
çoðuna nebilerin maruz kalmalarýný izah etmek nasýl mümkün olurdu. Zira onlar, Cenâbý Hakk’ýn rahlei
tedrisinde terbiye görmüþ müstesna varlýklardýr. Onlara dikkatsizlik isnadý büyük bir edepsizlik olur. Bu
açýdan konuyla alâkalý baþka hikmetler aramak lazýmdýr.
Þahýslarý Ýstihdam Etme
Ýnsanlarý istiham adýna ele alýrken onun zaaflarý da nazarý itibare alýnmalýdýr. Bu zaaflar gözardý
edilerek, muvakkat his ve heyecanlarla onlarý istihdam etmek, çok defa beklenmedik bir anda ümit edilmedik
þeylerle karþýlaþma demektir. Evet, hizmetler her zaman fedakârlýklara bina edilmemelidir. Zira insanlar her
zaman fedakâr olamayabilirler. Evet her ferd, “Günde ikiüç saat bedenimi dinlendirmenin dýþýnda hep Allah
için çalýþmalýyým” demelidir. Ama bu, yine de o ferdin inanmasý ölçüsündedir. Gerek þahýslarý istihdam
ederken, gerekse kendi deðerlendirmelerimizi yaparken, makam, mansýb, korku ve ümitsizliðin devreye
girmesiyle, bütün plan ve tasavvurlarýmýzýn alüst olduðunu görürürüz.. ve bir çarkýn bozulmasýyla bir fabrika
bütün bütün çalýþamaz hale geldiði gibi, böyle bir handikapla da bütün iþlerimiz akim kalabilir.
Hatta bütün bunlarý hesaba kattýðýmýz halde, yine de karþýmýza bir kýsým handikaplar çýkabilir. Ve
“Ya Rabbi! Karþýmda durdu, baþýný salladý, güvendim ve vazife verdim. Sonra anladým ki, bu bir his
yanýlmasý imiþ. Ne yapayým” der hatamýzý dile getirmeye çalýþýrýz. Peygamber Efendimiz’in (sav) nebîlik
firasetinin ayrý bir buudu da herkesi yerli yerinde istihdam etmesiydi. Öyleyse her mes’ele peygamberâne bir
teenni ve temkinle ele alýnmalýdýr.
Birisi irþadda muvaffak olduðu halde, cephede hiç iradesi yoktur. Ýrþaddaki baþarýsýna bakýp da
cephede vezifelendirirseniz, büyük bir fiyasko ile karþýlaþýrsýnýz. Binaenaleyh, hizmetin selâmeti için insanlar
iyi tanýnmalý ve sonra istihdam edilmelidir.
Þýmarýklýk
Soru: Þýmarmada ne gibi bir tehlike söz konusudur?
Cevap: Þýmarmak, kâfir için o kadar olmasa bile mü’minler için her zaman çok tehlikelidir. Zira mü’min;
Allah’a (cc) intisap yoluna girmekle, mahviyet, tevazu ve Hakk’a kulluðu seçmiþ sayýlýr. Kâfire gelince o,
küfrüyle en büyük þýmarýklýðý irtikap ettiði gibi, cezasý da mahkemei kübraya ve cehenneme býrakýlmýþtýr.
Ýnsan üveykler gibi semalarda uçarken bile aczini unutmamalýdýr. Þuur, imkân, adelî güç...vs. gibi
þeyleri Allah’ý unutup da kendinden bilirse öyle veya böyle bir gün mutlaka baþaþaðý gelir. Zira, Allah (cc)
imhal eder (mehil verir) ama ihmal etmez.
Þýmarma, bazen ayný duygu etrafýnda bir araya gelmiþ insanlar için daha da tehlikeli olabilir. Çünkü
onlardaki bu ârýzanýn baþkalarýna sirayet etme riski mevcuttur. Bu da, týpký Kâbe’de namaz kýlmak gibi
kazancý ceremesi ölçüsündedir. Yani onlarýn sevabý ikiüç kat daha fazladýr ama, iþlenen günahlar da ikiüç
misli fazla kaydedilir. Evet, insan cemaat içinde çok küçük hatalardan dolayý tokat yiyebilir. Zira kazanç
kuþaðýnda olanlar sýk sýk uyarýlýrlar, kalbi ölülere veya cezasý ahirete kalanlara gelince, onlara birþey olmaz.
Tabii bunlar da kendilerine birþey olmamasýna üzülmelidirler.
Þýmarýklýða düþmemek için nasýl bir muhasebe yapýlmalýdýr, denecek olursa; evvela, cismanî zevk ve
heyecanlardan kaçýnmak lâzýmdýr. Ýnsan hizmete giderken bile aldanabilir. Kulluk çok zor bir sorumluluktur.
Kul, her zaman Rabb karþýsýnda, vaziyetini þuurlu ve temkinli bir þekilde ayarlý tutamýyorsa, farkýna
varmadan bazen küstahlaþabilir. Kul için nefis muhasebesi paratoner gibidir. Gazab saikalarý bunlara çarpar ve
kaybolur gider.
Bunun içindir ki, insanýn sýk sýk kendini kontrol etmesi þarttýr. Kalp ibresi her zaman doðruyu
gösteriyor mu? Vicdan sürekli “Allah” diyor mu, demiyor mu? Ýç muhasebemiz, iç kontrolümüz var mý yok
mu? Tebliðde bulunurken, etrafýmýzýn çemenzara dönmesi ve anlattýklarýmýzýn tesirini göstermesi
karþýsýnda “Hayret! Ben çakýl saçýyorum çim bitiyor” diyebiliyor muyuz? Hiçbirþey yapmadýðýmýza,
hakikaten inanabiliyor muyuz? Eðer böyle düþünemiyor, böyle inanmýyorsak, þýmarma kapýsýný aralamýþ
sayýlýrýz. Neticede de, bir yerlerden herhangi bir tokat yiyebiliriz. Hele hele bu tokadýn O’ndan (cc) geldiðini
bilemezsek daha büyüðüne müstehakýz demektir.
Hepimiz insanýz ve bir kýsým boþluk ve zaaflarýmýz olduðu da bir gerçek. Þeytan her an bu boþluklarýn
birinden içimize sýzarak teveccühümüzü bozabilir. Böyle zamanlarda, þýmarmadan hemen Rabb’e dönmeli ve
þayet vasýtamýzla biriki insan istikamete ermiþse “Bu ihsan bana nedendir” demeliyiz.
Hizmet cephesinde yerimizi korumak çok zordur. Böyle bir mazhariyeti paylaþanlar için daima bir
muhasebe ve iç âlemle yakapaça olma mecburiyeti vardýr. Humudete (sönme) maruz kalmýþ ruhlar bu cephede
baþarýlý olamaz ve onlar hep olduklarý yerde kalýrlar. Dileyelim ahirete imanlý gitmiþ olsunlar.
Ýç murakabe; zamanla insanýn içinden gelmediði halde, kendini ibadete zorlayýp Allah ile beraber
olmasýnýn neticesidir. Þuur, iç murakebenin þartlarýndan sadece birisidir. Aðacýn yetiþmesi için nasýl su,
toprak, güneþ vs.. lazýmdýr; kâmil insan olmak için de îman, ma’rifet, þuur murakâbe, muhasebe, temkin ve
tedbire ihtiyaç vardýr.
Ýstiþare ve Mesuliyet
Soru: Ýstiþare yapýldýktan sonra mes’uliyet kalkmýþ olur mu?
Cevap: Ýstiþare; ehli ile, sancý ve ýzdýraplý ruhlarla ve hizmette, sýrtýnda küfe taþýma hassasiyeti ile
hareket edenlerle yapýlýrsa mesuliyet de kalkmýþ olur.
Kendimizi Tenkid
Kendimizi kontrol, saðlam seyredebilmenin, saðlam iþ yapabilmenin en metin te’minatý ve en güvenilir
mesnedidir. Böyle bir kontrol insanýn kendi kendini gözden geçirmesi demektir. Her hamle ve her irtifa bu türlü
bir kontrole dayanýyorsa, ümit verici; geçmiþin muhasebesi yapýlmadan gösterilen her sa’y ve gayret ise, bir
hüsrân ve inkisar baþlangýcýdýr.
Ferdin kendi kametine, cemiyetin de kendi buudlarýna göre alabildiðine girift ve komplike mes’eleleri
vardýr ve bunlar çok derin ve çok ciddî hesaplarý gerektirmektedir. Hesaplaþma çizgisinde bulunan bir ferdin,
fazla inhiraflarý olmayacaðý gibi, hesap üzerine kurulmuþ ve yine hesap üzerinde iþleyen bir toplumun da, çok
fazla rahatsýz edici yaný ve yönü bulunmayacaktýr.
Geçmiþ, hâle nisbeten, hâl de, geleceðe nisbeten bir hesap kitabýdýr. Hatta bu noktai nazardan, gündüz
geceye, yaz kýþa, dünya öbür âleme nisbeten birer kitaptýrlar. Ýnsan bu kitaplarýn yüzünden nikabý kaldýrýp,
neþredecekleri aydýnlýktan istifade ettiði nisbette, doðru görür, doðru düþünür ve baþý yüceliklere erer. Bu
kitaplar ve bunlarýn ihtivâ ettikleri hesaplardan habersiz yaþayanlar ise; hüsrân görür, hüsrân düþünür ve
hüsrânda boðulurlar.
Evet, bazen, kararýn verileceði güne býrakýlmýþ bir hesap, sahibi için sadece hizlan ve haybet olur.
“Keþke kitabým verilmeseydi ve hesap nedir, onu bilmeseydim” inkisarý içindeki bir teessür ve nedametin,
mücrime kazandýracaðý hiçbir þey yoktur.
Hususî ma’nâda muhasebe, geçmiþteki eksiklikleri ve noksanlýklarý sezerek, geleceði yaþamaya
koyulmak ve arkada býraktýðý her yanlýþlýðý bir trafik iþareti kabul ederek yolun doðrusunu görmeye
çalýþmaktýr. Yoksa kaderi tenkid ve Rahmeti Sonsuz’un rahmetini ittiham ma’nâsýnda, hâdiselerden þikâyet ve
dert yanma faidesiz bir ýzdýrap ve elemdir.
Milletçe, bu anlayýþda bir muhasebeye ne kadar muhtacýz.!
Ýslâm’a Hizmet Günahlara Keffarettir
Ýman ve Kur’ân hizmeti, fedakâr insanlar ister. Bu hususda duyguyu düþünceyi döve döve inceltmek ve
eritmek lâzýmdýr. Ýnsan incelip erimelidir ki, hizmet düþüncesine herhangi bir tortu karýþmasýn. Karýþýnca
ne olur? Dünya aðýrlýklý bir din ihtiyar etmiþ olur zannediyorum. Bu mes’ele çoðumuzun gözünden kaçýyor.
Meselâ baba ister ki, oðlu dine hizmet etsin.. Ama bir iþi olsun, hatta evi barký da olsun... Ancak, dinini de
terketmesin ister. Bu çok masum gözükebilir. Halbuki Kur’âný Kerîm diyor ki: “Hayýr, hayýr siz dünyayý
arzuluyor, ahireti geriye býrakýyorsunuz.” Yani dünyanýz aðýr basýyor. Ahirete gelince, onu ikinci plâna
atýyorsunuz diyor.
Öyleyse herþeyden önce, bu mevzuda yapýlacak tek þey nefsimizde ve neslimizde iman ve Kur’ân hizmeti
iþlene iþlene bir ruh haline getirilmesidir. Evet, öyleki, hepimiz ve herkes iman ve Kur’ân hizmetinin delisi
haline gelmelidir. O kadar deli ki; onlar bize, evlenmeyeceðiz desinler, biz de onlara evlenmelisiniz, Peygamber
(sav) evlenmiþtir, diyerek itidal tavsiye etmeliyiz. Onlar memuriyete girmeyeceðiz desinler. Biz de “Hayýr
girmelisin, hizmet için, Kur’ân için girmelisin” demeliyiz. “Tüccar olmayacaðým, ticaret yapmayacaðým”
desinler. Bizler de, “Hayýr, Ýslâm’a hizmet için yapmalýsýn” demeliyiz...
Aksine, din ve ukba düþüncesi böyle olmaz ve bu seviyede yakalanamazsa dünya aðýr basacak ve ahiret
de ikinci plânda kalacaktýr. Dava adamý dünyayý aþmýþ adamdýr. Aþamayanlar dava adamý olamazlar. Dindar
olurlar, inanç ve akidelerinde tam olurlar ama, dava adamý olamazlar. Dava adamý Ýslâm’a ve Kur’ân’a
hizmetten bir an dûr olsa, kendini büyük günah iþlemiþ sayar. Onlara göre bu günahýn tevbesi de
“Estaðfirullah” deðildir. Bu günahýn tevbesi günahýn aðýrlýðýnýn vicdanda duyulmasý ve tekrar hizmete
dönülerek, ölesiye hizmet edilmesidir.
Nifaktan Korunma
Herhangi bir hizmette bulunan ve bir hizmeti temsil eden kimseler için, tehlikeli birtakým düþünce ve
davranýþlar vardýr. Bunlar bazen çok masum görünseler de, hizmet erleri için tehlike arzederler. Ýnsanýn
çocukken ve talebeliðinde fena düþünceleri olmayabilir . Ama, bu insanlarýn bir kýsým boþluk ve zaaflarý
varsa; para, makam..vs. gibi; bunlar birgün onun ruhunu sarýnca bu insan, inhiraf edip bir kenara çekilebilir. Bu
bir nifak deðildir ama, zaaftýr ve ileride tehlikeli olabilir. Bu yüzden de böylelerinin önceden teþhis edilip tedavi
edilmeleri gerekmektedir. Bazý insanlar hissiyatlarýný mertçe, açýkça söyleyemeyebilirler. Yani bunlar kapalý
ve mahcup fýtratlardýr. Ancak yine de davranýþlarýndan birtakým þeyler sezilebilir. Bunlar gençliklerinde pek
zararlý olmayabilirler. Ne var ki, zaman içinde alacaðý þekiller ile bu boþluk ve zaaflar tehlikeli buudlara
ulaþabilir. Yani böyle davranýþlar ve böyle inhiraflar huy haline gelir ve iþte o zaman birer nifak sebebi oluverir.
Meselâ:
a) Böyleleri için bir kýsým menfaat ve çýkarlar söz konusu olabilir.
b) Bu hizmet içinde bulduðum, gördüðüm iltifat ve itibarý dýþarýda göremem öyle ise hizmet içinde
yararlanabilirim, mülahazasý ruhlarý sarabilir.
c) Ayrýca dara düþtüðümde beni korurlar, kollarlar düþüncesi kafasýna takýlabilir.
d) Bazen de bu hizmeti kendi þöhret ve makamýna kullanma olabilir.
e) Mutlaka bu iþin içinde olmalýyým ne olur ne olmaz belki bir ganimet isabet eder, ben de payýmý
alýrým gibi þeytânî düþünceler herkes için olmasa da bazýlarý için her zaman söz konusu olabilir.
Aslýnda bunlarý çoðaltmak da mümkündür. Evet, bütün bunlar nifak vesilesi ve münafýklýk alâmeti
olabilir. Bu ve benzeri düþünce ve mülâhazalardan kurtulmak için, derin bir muhasebe gerekmektedir. En gizli
ve en masum düþünce ve mülâhazalarýmýzýn dahi ciddi bir kontrole tâbi tutulmasý gerekmektedir. Ýnsan,
kendi hâl ve hareketlerinin bir nevi gizli hafiyesi olup, onlarý yakýn takibe almalýdýr. Aksi halde, farkýnda
olmadan nefsin tuzaklarýna takýlýp kalma, ihtimali her zaman mevcuttur.
Ýnhiraf
Soru: Ýnhiraf etmede yeme ve içmenin rolü var mýdýr?
Cevap: Yediðimiziçtiðimiz þeylerin inhiraf etmede rolleri vardýr. Haramhelal diye bir kýsým temel
prensipler vardýr ki bunlar bir mü’min için vazgeçilmez unsurlardýr. Selef, Ýnsanlýðýn Ýftihar Tablosu’nun bir
beyanýna dayanarak haram lokma, cehennemle temizlenir diyor ve insanýn maddî yapýsý ile manevî yapýsý
arasýnda bir alâkaya inanýyordu. Evvelâ yenen ve içilen þeylerin helâl olmasý, doðrudan doðruya Hz. Þarî
tarafýndan talep edilmekte ve inananlarýn bununla mukayyet olmalarý istenmektedir. Yani biz bununla
mükellefiz ve bu da bir emri Ýlâhîdir. Ýkinci olarak, haram olan þeylerin netice itibariyle getirdiði zararlar söz
konusudur. Bu zararlar bazen maddî olur, bazan da manevî. Evet, yediðiniz bir lokma haramýn, sizi inhirafa
götürmesi ve hatta çolukçocuðumuzun genel durumuna da tesir etmesi her zaman söz konusu olabilir.
Selefi salihîn bazen harama düþeriz korkusuyla þüpheli þeylerden dahi vazgeçmiþlerdir. Hatta helâl olan
birçok þeyden bile kaçýnmýþ ve kýlý kýrk yararcasýna hassas davranmýþlardýr. Binaenaleyh, haram yemeiçme
ve giyinmenin insaný inhirafa götürdüðü her zaman söylenebilir. Dolayýsýyla da bu mevzuda hassas olmayan
ruhlar, burada da çeker, ötede de... Kaldý ki meþru daire oldukça geniþtir, harama girmeye lüzum yoktur; bu
itibarla da her zaman dikkatli olup, dikkatli yaþamaya gayret sarfedilmelidir.
Ýlhama Açýk Ruhlar
Ýlham, dinî bir kaynak sayýlmasa da müslümanlýkta önemli mazhariyetlerdendir. Ancak herkes ona
mazhar olamaz. Ýlham, biraz da insanýn zekasýyla, hafýzasýyla, terkib kabiliyetiyle, istidadýyla mütenasib
olarak gelir.
Ýnsan, fýtraten ilhama açýk olarak yaratýlmýþtýr. Ne var ki çok kimse bu istidadýný köreltir ve kat’iyen
ondan istifade edemez. Diyelim ki Allah ona, bir hýfz istidadý, bir muhakeme ve mantýk istidadý verdi; ayrýca
onu hassas ve duyarlý kýldý; öyle ki, en kuru havadan bile nem kapacak kadar hassas. (Bütün bunlar büyük
insanlarýn evsafýndandýr, bu yüzden de çok önemlidir.) Þimdi bir insan bu istidat ve evsafý bozmamýþsa, o
insan, uhrevî esintilere, deðiþik varidata ve ilhama açýk demektir. Ýþte böyle istidatlar, saðlam bir metafizik
zeminde devasa kametler haline gelebilirler. Tabiî dejenere de olabilir. Meselâ diyelim ki, Nazým Hikmet çok
duyarlý, istidatlý ve hassas bir ruha sahipti. Orhan Veli de öyle. Bunlarda duygu, düþünce ve eþya ile içlidýþlý
olma atbaþýydý. Fakat tamamen ma’nâya karþý alakasýz, metafiziðe karþý kapalý yaþadýklarýndan, maddenin
o fevkalâde dar dünyasýna takýlýp kaldýlar.. ve zamanla istidatlarý köreldi, fýtratlarý da dejenere oldu.
Öyleyse insan istidatlarýný köreltmemeli, fýtratýný da bozmamalýdýr. Böyle fýtraten istidatlý ve ilhama
açýk ruhlar, iyi bir üstadýn elinden ve iyi bir sarrafýn tezgâhýndan geçip onun rahlei tedrisine oturabilseler,
büyük birer cevher kýymetine ulaþabilirler.
Evet, insan yediveren bir tohum gibidir ama, topraðýn müsait olmasý da çok önemlidir. Bu Allah’ýn ezelî
bir kanunudur. Ve onu deðiþtirmeye de kimsenin gücü yetmez. Bir tohumun baðrýndan dýþarýya çýkan rüþeym,
genel þartlarýn durumuna göre þekillenir. Eðer þartlar bir veya iki filiz çýkarmaya elveriþli ise, o da o kadar
çýkarýr. Hatta þartlar elveriþli olursa, bu defa da iki baþak verir ve bir tek danesi bile çürük çýkmaz... Evet,
bunu Allah’ýn meþiet ve iradesi, genel þartlar atký ve kaneviçesine göre ayarlar...
Ýþte tohumda bu istidat varsa o yetmiþ de verebilir, yediyüz de, bin de. Evet doðrudan doðruya Allah’a
teveccüh edip, bütün istidadýyla O’na dilbeste olunca, bu istidatlar, namütenâhi inkiþaf edebilir. Ýþte Þah
Veliyullah, iþte Ýmam Gazalî, iþte Ýmam Rabbanî ve iþte Bediüzzaman..!
Ýlham ve Çevre
Soru: Ýlhama açýk ruhlarýn geliþmesinde çevredeki genel þartlarýn tesirleri nelerdir?
Cevap: Evvela, kiþinin yaþadýðý dönem ve devrin þartlarý gelir.. evet büyük insanlarý biraz da devrin
þartlarý yetiþtirir. Bir Bediüzzaman ile Ýmam Rabbanî devirleri çok farklý þartlarý haizdir. Yani eðer bir
Bediüzzaman Ýmam Gazalî devrinde yaþasaydý, Ýmam Gazalî olurdu. Tabii tersi de öyle...
Evet, eðer Bediüzzaman Ýmam Gazalî devrinde yaþasaydý, istidatlarý o devre göre inkiþaf ederdi. Fakat
herbirisi bizzat kendi devirlerindeki hayatý içtimâiyei Ýslâmiye mes’eleleriyle alâkalý sözcü ve temsilci
olduklarýndan, kendi devirlerinin mes’elelerine göre tahþidat yapmýþ ve fonksiyonlarýný da ona göre eda
etmiþlerdir. Meselâ, bir dönemde ümmet, manevî ve ruhî boþluk tehlikesi ile karþý karþýyadýr. Böyle bir
dönemde Allah, içtimâî hayata aþk, heyecan ve deðiþik hazlar katacak bir veli gönderir. Baþka bir dönemde ise,
meselâ akýl ve mantýk öne çýkmýþtýr. Yani ümmetin aklý selimini daðidar edecek felsefe cereyanlarý ortalýðý
kasýp kavurmaktadýr. Böyle bir dönemde de Allah (cc) akýl ve mantýðý, vahyin gölgesinde seyrettirecek, imân
ve itikadý, Ýslâm aklý ve mantýðý ile takviye edecek bir müceddit gönderir.
Ancak, bundan þu da anlaþýlmamalýdýr: Bir devrin bütün þartlarýný haiz bir müceddit, önceki veya
sonraki devrin þartlarýndan mahrumdur. Aksine kendi devrine göre, imân ve itikad üzere tahþidat yapan bir
müceddit, ayný zamanda derin bir vecd ve istiðrak sahibidir de. Ancak tahþidatýný sadece imân, akýl ve hikmet
üzere yapmaktadýr.
Tevbede Sebat
Soru: Tevbe ettikten sonra veya tevbe esnasýnda ayný günaha düþme endiþesi varsa bu tevbe geçerli ve
yararlý olur mu?
Cevap: Ýnsan yaratýlýrken, hata iþlemeye kabiliyetli olarak yaratýlmýþtýr. Yani insaný günaha
çekebilecek duygular, hisler vardýr tabiatýnda. Bu duygu ve hisler, iyi þeylere esas teþkil etsin diye insanýn
tabiatýna yerleþtirilmiþtir. Ama her zaman bunlarý deðerlendirmek mümkün olmayabilir. Meselâ, öfke insana
niye verilmiþtir? Elbetteki iyi þeyler için. Bununla insan gazilik ve þehidlik de kazanabilir. “Elbuðdu fillah vel
hubbu fillah” fehvasýnca kin, buðz ve öfke de, sevgi ve muhabbet de Allah için olursa bunlarla insan sevab
kazanabilir, kazanabilir de her an hayatýný cihadda geçiriyor gibi olur.
Bedenî hislere, þehevanî duygulara sahip bir insan, bunlara sabretse, onun için cihad sevabý hasýl olur.
Bunlar zabt u rabt altýna alýnmadýðý zaman ise, insaný baþaþaðý götürebilirler.
Yani hata, insanýn eþi gibidir. Ýnsan günah ve hatalarýn aðýrlýðýný vicdanýnda duymalýdýr. Duymazsa,
hissetmezse týpký cansýz bir cisim gibi yaþar. Kalbinde bir kýsým derunî duygular, latifeler varsa bunlar da
zamanla söner.
Öyleyse insan hemen kýsa yoldan tevbeye müracaat etmelidir. Hadisi Nebevî’de: “Her insan hata
iþleyicidir. Hata iþleyenlerin en hayýrlýsý da (hemen) tevbe edenlerdir” buyurulmuþtur.
Tevbeye sarýlmalý ve hemen Allah’a teveccüh edip “Eznebtü” “Günah iþledim” demelidir. Ayrýca,
tevbede, bir daha yapmamaya azim ve cehd olmalýdýr. Hiç olmazsa tevbe esnasýnda insanda tereddüt
olmamalýdýr. Bundan da öte, kesin ve katî bir þekilde, bir daha dönmemeye niyet ve kasýt olmalýdýr.
Ancak, tabiatý beþer muktezasý olarak insan, sonradan yine tabii kasýd olmayarak hata ve günaha
girebilir.
Evet, insan tevbe ederken þek ve þüpheye yer vermeden mutlak “Bu sondur” demeli ve kararlý olmalýdýr.
Ýlhamý Duyup Hissetmek
Ýlham, her zaman zuhur etse de, þahýs bunu duyup hissetmeyebilir. Zira ilham müsait bir iklim ve bir
sisteme iner. Güneþ her zaman doðar, fakat siz, çevrenizi, zemini siyahla kaplamýþsanýz, onun ýþýðýndan
istifade edemezsiniz. Yani güneþle beraber zemininizin de, güneþin parlaklýðýna mukabil þeffaf olmasý
lazýmdýr. Aynen öyle de, ilhamlar dalga dalga gelir geçer de, insanýn istidadý müsait deðilse, veya tefekkür
etmesini bilmiyorsa; okuyup tefekkür etmediðinden veya günahlara bataçýka verilen istidadý körelttiðinden,
böyle birinin ilhamdan istifade etmesi mümkün deðildir.
Ýstidatlar, ilhamý burada duyup hissederek, marifet adýna derinleþmekten, öbür âlemde ruhanî
zevklerden istifade etmeye kadar geniþ olarak cereyan eder. Herkes, burada da ötede de hâdiseleri farklý
seviyede hisseder. Mimarî zevkleri geliþmiþ bir insan ile bir çoban, Selimiye gibi bir san’at harikasýný
deðerlendirdiklerinde, görülecektir ki, birinde kaba bir taþ yýðýnýndan ibaret ve etrafa yayýlýp döküldü
dökülecek gibi bir görüntü arzeden mimarî, öbüründe kimbilir hangi ince zevklerle pürüzsüz bir hale getirilip ve
insanýn, her taþýnda oturup, saatlerce düþüneceði bir san’at meþherine dönüþür. Evet, san’attan anlamayan bir
insanýn, bu esrarengiz mimarinin önündeki banklarýndan herhangi birine oturup saatlerce aval aval bakmasýyla,
bediî zevkleri inkiþaf etmiþ birinin müþahedesi her halde ayný olmaz...
Þiirde de böyledir. Ýnsan, þiirden anlamýyorsa, o þiirin halk aðzýyla ifade edileninden zevk alýr.
Nasihatvari ifadelerinden hoþlanýr. Oysaki gerçek þiirin hecelendikçe insana ayrý bir zevk veren öyle yanlarý
vardýr ki, insan onun buudlarýný ihata edemez. Ýnsanýn aynalý bir odada, iç içe aynalarýn ortalarýna giren
cisminin birbirine aksettirip namütenahiye ulaþtýðý gibi, güzelce söylenmiþ bir söz de böyle namütenahî
zevklere ulaþtýran nurânî bir helezondur. Ne var ki bunu zevk edemeyenler, þiirdeki derinliði de
sezemeyebilirler.
Yani Allah’ýn verdiði istidatlar, kabiliyetler ve þahsýn iradesiyle ona katacaðý þeyler ilham esintilerinden
tam istifade eden insanlar için zamanla tasavvurlarýmýzý aþan derinliklere ulaþýrlar.
Rab’le Ýrtibat En Büyük Güçtür
Bence en mühim olan þey Rab’le irtibatý devam ettirmektir. Týpký çiçek yapraklarý gibi; yapraklar
aðaçtan kopup yere dökülünce ayaklar altýnda çiðnenir ve ezilirler. Ama, aðacýn baþýnda kalsalar hem o
muazzez mevkilerini hem de canlýlýklarýný korurlar. Biz de Rabbimizle irtibatý kaybettiðimiz zaman týpký
aðaç yapraklarý gibi dökülür ve eziliriz. Evet bizi baþkalarýnýn gücü yenemez; bizi kendi güçsüzlüðümüz yener.
Yanlýþ Ýnsan
Bizden çok yanlýþlar zuhur edebilir.
Ýnsanýn KENDÝNÝ YANLIÞSIZ GÖRMESÝ EN BÜYÜK YANLIÞTIR. Sonra diðer yanlýþlýklar
onun etrafýný sarar ve o insanýn kendisi âdetâ bir YANLIÞ olur.
Demagojinin Üstadý Þeytandýr
Korkunun hakikisi Allah’tan korkmaktýr, þeytandan deðil. Þeytan da kim oluyor ki; o demagoji üstadý bir
müvesvistir. Allah’tan korkaný, Allah þeytana býrakmaz. Þeytan doðrudan doðruya ve mertçe insanýn karþýsýna
çýkmaz. Hileler, vesveseler, vesileler ve aldatmalar ile çýkar. Evet o bu kadar alçaktýr. Bir karpuz kabuðu ile
ayaðýný kaydýrýr insanýn, kaydýrýr da onu yere serer.
Bu yüzden biz de duâ ederken “Min hemezâti’þþeyâtin”, “Allahým! þeytanýn vesvese ve dürtmelerinden
sana sýðýnýyoruz” diyor ve O’na yalvarýyoruz. Evet iþte þeytan budur. O güçsüz bir mahluktur; ama, bir yerde
köþeye siner, sen oradan geçerken ayaðýný önüne kor ve çelme takar. Baþka türlü de bir halt etmez.
Ýnsanda bir kýsým boþluklar vardýr, o da bunlardan istifade eder. Boþluklar olmazsa semtinize dahi
yaklaþamaz.
Fýtratýn Gayesi Allah’ý Anlatmaktýr
Ýnsanlar, elde ettikleri mansýplara, geldikleri yerlere ve makamlara, liyakatlarýyla gelmemiþlerdir.
Rastlantýlar neticesinde Allah (cc) herkesi bir yere yerleþtirmiþtir. Yani bu Allah’ýn bir tevfikidir.
Öyleyse, bu tevfike tam muvafýk hareket etmek gerekir. Bu itibarla insan, her makamý, Allah’a ve O’nun
dinine hizmet edecek þekilde deðerlendirmelidir.
Halk yönüyle insanlar arasýnda herhangi bir fark yoktur. Hepsi de kan ve fýþký arasýndan çýkmýþtýr..
dolayýsýyla insan bu menþei unutmamalýdýr. Evet müfessir de olsanýz, muhaddis de olsanýz siz, kan ve fýþký
arasýndan çýktýnýz. Önemli olan þey kan ve fýþký arasýndan süt çýkarmaktýr. Yani fýtratý deðerlendirip, gaye
i hilkate muvafýk hareket etmektir.
Fýtratýn gayesi Allah’ý tanýtmaktýr. Ýlmin vazifesi ise buna hizmet etmektir. Allah’a hizmetle
bütünleþememiþ ilim faydasýz ilimdir ve týpký eþeðin sýrtýndaki yükler gibidir...
Halkýn Ýltifatlarý Ýnsaný Yanýltabilir
Halkýn teveccühü mühim deðil. Herþeyde Allah’ýn teveccühü ve rýzasý aranmalýdýr. Ýnsan O’nun
indinde kaç porsiyon ediyorsa sadece ona bakmalýdýr. Sizi bir makama, bir mevkiye oturtup tazim ve hürmet
gösterebilirler; siz de yanýlabilirsiniz. Evet bütün bunlar yanýltabilir insaný. Temkinli davranýp, bir keramet
vardýr diye, abdest suyunuzu yüzlerine gözlerine sürecek kadar sizi veli bilseler de yine kendinize bir paye
çýkarmamalýsýnýz.. çýkarmamalýsýnýz ve sadece Allah’ýn indindeki deðer ve kýymetinize bakmalýsýnýz.
Ýnsan, her zaman; “beni halkýn indinde büyük, kendi nezdinde küçük kýlma Allah’ým” demeli ve O’na,
yönelmelidir.
Namaz En Mühim Ýbadet...
Müslümanlar namaza çok dikkat etmelidir. Zira kulun ilk defa siðaya çekileceði þey namazdýr. Zina deðil,
içki deðil, baþka bir þey de deðil namaz.! Bundan diðer hususlarýn önemsiz þeyler olduðu anlaþýlmamalý;
aksine namazýn ehemmiyeti anlaþýlmalý. Çünkü hakiki namaz zaten insaný fuhþiyattan meneder. Bazýlarý
þöyle birþey diyor: “Falan iyi bir insan ama, namaz kýlmýyor.” Bu, Allah ölçülerine göre çarpýk bir düþünce...
Bir insan namaz kýlmýyorsa bence, hayatýnýn en büyük kayýp kuþaðýnda yaþýyor demektir. Oruç,
namaz kýlmakdan daha kolay bir ibadettir. Hac da öyle. Hac ruha ibadet neþvesi aþýlarken, nefse de seyahat
hazzýný tattýrýr. Sahabe, namaz kýlmayana münafýk nazarýyla bakardý. Hatta ulemâ, çok defa amelî nifaka,
namazýn terkedilmesini misal verir. Günde, ferdin þuurunun derinliðine göre beþ defa Allah’a arzý ubudiyeti
onu çok yüceltir. Evet namaz deyip geçmemeli; namazdan geçen, korkarým bir gün dinden de geçer... Namazda
miraç vardýr. Ama, herkes bunu namazda kendine göre hisseder ve kabiliyeti nisbetinde yükseldiðini duyar.
Herkesin hissettiði kendi miracýdýr.. ve bu mirac bazýlarýnýn ayaðýndan geçer, bazýlarýnýn da baþýndan. En
mükemmel mirac Efendimiz (sav)’in miracýdýr.
Hüsnü Zan Etmek Esastýr
Ýyi müslüman olduðuna inandýðýmýz kimselerin kusurlarýný görmemeli. Bu hususta bütün irade gücü
ve ruh mukavemeti çok gerilip baþkalarýnýn faziletlerine karþý duyarlý, rezilelerine karþý da kör, saðýr ve
dilsiz olunmalýdýr. Bunlar belki zor hazmedilecek þeylerdir ama, müslümanlar kendi aralarýnda bunu mutlaka
gerçekleþtirmelidirler. Hz. Ebû Bekir ve Ömer (ra) birbirlerine hilafeti teklif ediyorlar ve “Sen konuþ, ben
dinleyeyim” diyorlardý.
Zaten, Kur’âný Kerîm de yeryüzünde bu ahlâký tesis etmek için inmiþti; sadece okumak için deðil. Evet
insan onu okuduktan sonra “Acaba bende ne gibi þeyler hasýl oldu? Ne seviyede muhasebe duygum geliþti?
Bende ne gibi bir te’sir ve iz býraktý?” demeli ve kendini kontrol etmelidir. Ýþte bence önemli olan da budur.
Hz. Âiþe validemizle ilgili meþhur bir “Ýfk (iftira) Hâdisesi” olmuþtu. Bu herkes için bir imtihandý. Hz.
Zeyneb validemize, Âiþe validemiz aleyhinde fitne sokmak istiyenlere o büyük kadýn, bu mevzuda tek kelime
bile dinlemeyip onlara sýrtýný dönmüþtü. Ve Âiþe validemiz hayatýnýn sonuna kadar, Zeyneb validemizin bu
büyüklüðünü bir yadý cemil olarak anacaktý. Evet, önce hüsnü zan esastýr ki, mü’minleri birbirine baðlayan,
perçinleyen de iþte budur!
Doðru Söze Ne Demeli
Allah (cc) dilemedikçe, sizin dilemeniz birþey ifade etmez. Evet, önce o takdir eder; sonra olacak þeyler
olur. Ýþin bir diðer yaný da eðer O (cc), vermek istemeseydi istemeyi de vermezdi. Yine de siz, ne derseniz
deyin, Allah’ýn (cc) dediði ve dilediði olur. Bektaþiye: “Allah hakkýnda birþey demez misin?” diye sormuþlar:
“Vallahi benim birþeye aklým yetmez? Ama aklýmýn erdiði birþey varsa, o da çocukluðumdan beri hep O’nun
dediði oluyor” demiþ. Doðru söze ne demeli...
Nifak Endiþesi
Soru: Nifak korkusu ve endiþesi taþýmayan, münafýktýr deniyor. Avam için durum nasýldýr? Neden nifak
korkusu olmalýdýr?
Cevap: Avam için þefkatli olunmalý... Çünkü onlar, küfrü de, imâný da nifaký da pek bilmezler. Allah
onlara merhamet etsin! Bunlar “Lâ ilâhe illallah” dedikleri ve farzlarý yaþadýklarý zamaninþaallahkurtulurlar.
Fakat bu mevzuda aþaðý inmek de yoktur. Yani belli bir seviyeye gelmiþ birisinin, avam seviyesine ineyim de
“Allah beni de hesaba çekmesin” demesi, sukuttur. Evet, Allah’ýn verdiði ve ihsan ettiði mevkinin neresinde
iseniz ya orayý korursunuz ya da sukut edersiniz baþka yol yoktur. Allah bir insana merhamet ederse onu sukut
ettirmeden evvel vefat ettirir. Evet, her mertebenin hakkýný vermek lazýmdýr. Hz. Ömer nifaktan çok endiþe
etmiþ ve “dünyadan geldiðimiz gibi, pak gidebilsek!” temennisinde bulunmuþtur. Ayrýca 24 kadar sahabe hep
nifak endiþesini taþýmýþtýr. Onlar böyle hissetmiþken, bizler de kim oluyoruz ki?..
Muhlisler için bile bu mevzuda büyük tehlike söz konusudur. Bu itibarla bizler, her zaman Allah’a iltica
edip günahlardan uzak kalmaya ve ibadetlerle içlidýþlý olmaya çalýþmalýyýz. Bu arada, insanýn iç muhasebesi
çok önemlidir. Zaten iç muhasebesi olmayanlar yükselemezler. Hasýlý, herkesin, kendi seviyesine göre dikkat
etmesi lazým gelen çok þeyler vardýr...
Hizmette, AkýlMantýk ve His
Soru: Hissiyât ile akýl ve mantýðýn arasýndaki münasebet, imân ve imâna hizmet açýsýndan nasýl
olmalýdýr?
Cevap: Herþeyin bidâyetinde önce hissîlik olur, akýl ve mantýk sonra gelir. Eðer aklîlik de tâ baþtan olsa
bile insan, gençliðinde týpký ihtiyar ve olgunlar gibi yaþar. Yani tabiatý beþerde hissîliðin olmasý normal
birþey. Þimdi insanýn elinde binbir maharet vardýr. Ancak mümarese ve tecrübe olmazsa bu istidatlar ortaya
çýkmaz. Bazý kimselerin eli bir tele dokununca ondan musikiye ait güzel notalar dökülür. Ama herkes bunu
yapamaz. Önce kabiliyet olacak sonra da mümarese... Bir baþkasý, iki tel ile peynirekmek yiyor gibi çorap örer.
O el herkeste vardýr ama herkes öremez. Aynen bunlar gibi, manevî hayatýmýza ait tecrübelerimiz de zamanla
hayata mâl olur. Hayata mâl olmazsa, nazarî plânda kalýr. Meselâ, ben þimdi size þoförlüðü anlatabilirim.
Freniyle, debriyajýyla, vitesiyle... Ama, bunlar nazariyata ait þeylerdir.. ve bunlarý bilene þoför denmez. Neden
sonra pratiðe geçer de zamanla þoförlükle öyle bir bütünleþirsiniz ki, arabayý týpký elinizayaðýnýz gibi
kullanýrsýnýz. Hem, meselâ siz, hizmete koþarken bile bazan aklýnýza birtakým þüpheler, tereddütler gelebilir.
Ama imân ve Ýslâm yaþana yaþana insan ruhuyla öyle bütünleþir ki, artýk þeytan dahi ona ulaþamaz. Hem,
meselâ; sizde kemal mertebede manevî derinliðe götürecek bir his kabiliyeti var. Ancak bunu pratik ile takviye
etmeniz lâzým ki bir iþe yarasýn... Evet, sizi uzun boylu kapýda tutmadan post’ta, ya da sedirde oturtmazlar.
Kaldý ki, sedir de istidadýnýza göre olur. Evet katre iseniz katre, reþha iseniz reþha, zühre iseniz zühre
makamýna oturtulursunuz. Yani tamamen kalbî de olsa hissiyatlar pratik ve tecrübe ile bütünleþmelidir. Bu da
iman ve Ýslâm’a hizmet ve bunlarýn pratiðe dökülmesiyle mümkün olur.
Kâmil Ma’nâda Namaz
Allah (cc) Kur’âný Kerîm’de: “Namaz insaný fuhþiyat ve münkerattan alýkoyar” buyuruyor. Buna
mukabil bizim, namazýn içinde veya dýþýnda da fuhþiyat irtikab etmemiz, namazlarýmýzý kamil ma’nâda eda
edemediðimizi gösterir.
Kamil ma’nâda namazý, fýkýh kitaplarýndaki “kâmilen ve nâkisen eda” deðerlendirmelerine has
görmemek gerekir. Belki onu, bütün bir hayata ve davranýþlarýmýzýn en küçük teferruatýna varýncaya kadar
ihatasý bulunan bir husus olarak görmemiz lazýmdýr. Böyle olunca da, Ýslâm’a ve onun hükümlerine zýd,
yapmýþ olduðumuz herhangi bir hile, hud’a, baþkalarýný kandýrma... vs. bizim namazýmýzýn kamil
olmadýðýnýn bir alâmeti olsa gerek.
Namaz ve Kurbiyet
Namaz; insaný Allah’a yaklaþtýrmada hem bir vesile hem de yakýnlaþmanýn ta kendisidir. Gaflet ise
arýzîdir. Gaflet hali gelip geçtiðinde ardýndan bir üzüntü býrakmýyorsa o insan tehlikede demektir.
Ýnsan ve Gaflet
Gaflet insanlýk ile alâkalý bir hicabtýr.
Gaflet, insanýn mahiyeti içinde sürekli olarak vardýr ve mahiyetimizle alâkalý bir husustur.
Gaflet insan için pusuda bekleyen bir düþman gibidir. Hiç yemesek içmesek de yine gaflet olabilir. Çünkü
o ve onunla mücadele olmasaydý terakki de olmaz ve insanlar da týpký melekler gibi ayný makamda sabit
kalýrlardý. Oysa insan, insanlýk serencamesi içinde her cephede kavga vere vere yerinde melekleri bile geride
býrakabilecek hususiyetlerle donatýlmýþ bir varlýktýr.
Hilekâr Dostlar
Milletçe bizi zaafa düþüren en önemli hususlardan biri de, çevremizi saran dost suretindeki hilekârlara
karþý safîliðimizdir. Oysa ki insan her vaade aldanmamalý, her yol gösterene de inanmamalýdýr.
Azami Zühd ve Takva
Sürekli düþünerek ve tecessüs ederek yaþamak, mâneviyatýn bir buudunu teþkil eder ve bu çok önemlidir.
Ne var ki, ülfet ve ünsiyet her zaman bunu engelleyebilir. Onun için bu ülfet ve ünsiyet perdelerini sýk sýk
parçalamak gerekir. Aslýnda, zamanýmýzda pek çok kimse mâneviyata inanmadan yaþýyor. Onun için
Bediüzzaman Hazretleri “A’zami zühd ve takvaya bir cemaat sahip çýkmalý” diyor. Aksi takdirde herkes mesul
olur.
Namazda Dünyevî Düþünceler
Soru: Namazlarýmýzda dünyaya dalýyoruz. Acaba namazýmýz kabul olmuyor mu?
Cevap: Farzý eda etmiþ sayýlýr, namaza ait sevabý alýr ama namaz miracýyla mukadder zirveye
ulaþamayabilir. Evet, mümtaz bir edaya, mümtaz bir mükafat, en ala þekilde yerine getirilen namaza da elbette
ekstradan mükafat verilecektir.
Onun için namazda, elden geldiðince uhrevî mülahazalarda bulunmaya gayret edilmelidir. Ne var ki
fýtratýmýzýn icabý, kendimizi bütün bütün dünyadan kurtaramýyoruz. Ancak, bütün bütün dünyevî iþlerimizle
meþgûl olunca da namazý bir “büro” haline getirmiþ oluruz.
Netice: Elden geldiðince dünyanýn namazlarýmýza girmesine müsaade etmemeliyiz.
Putlarý Reddediþ
Her türlü putu reddetmekle mükellefiz. Ancak, bu reddediþ ve onlara karþý tavýrda üslup önemlidir.
Evvelâ bizler kendi iç alemimizi þirk ve þirk þaibelerinden arýndýrmalýyýz, sonra da, içimizdeki putlarý
temizlediðimiz gibi, usulüne uygun olarak dýþ dünyadaki putperestlik düþüncesiyle adabýna uygun mücadele
etmeli ve elimizin altýndakileri de bu þuurla yetiþtirmeliyiz. Ýþte bu usulüne göre bir reddediþtir. Bunun aksi
ise ya putlarý benimsemek veya onlarý meþhur etmek olur.
Mekke döneminde putlar aleyhinde nazil olan âyetler, þirki red ve tevhidi tesbit yörüngeliydi. Onlarla
alâkalý inen sûre ve âyetler, zâtý ulûhiyetin engin ve cihanþümul tasarrufunu anlatýrken, putlarýn yer, konum,
ma’nâ ve müessiriyetlerine de temas ediyordu. Onlarýn toplum dýþý edilmesi ise toplum vicdanýndaki
ifnalarýndan sonraya býrakýlmýþtý. Meselâ, o zaman Mekke’de, Lat, Uzza, Menat, Naile, Ýsaf ve SafaMerve
arasýnda daha pek çok put vardý ve bunlarýn koruyucularý da yoktu. Efendimiz (sav) Ýbrahim (as) gibi
yapabilir ve onlarý kýrabilirdi ama kalplerde kýrýlmadan bunu yapmadý. Çünkü O, bir defa gelecek ve bütün
putlarý bir daha ebediyyen kalkamayacak þekilde yerle bir edecekti. Aslýnda müþrikler de bunu çok iyi
biliyorlardý. Ne var ki, Efendimiz (sav)’in fiilî durumu olmadýðýndan dolayý onlar da birþey yapamýyorlardý.
Bu itibarla da Mekke’de umumî hava, hep zaman kazanma çizgisinde seyrediyordu. Ve, Efendimiz, bu baþ
döndürücü siyaseti sayesinde onlara raðmen adým adým hedefine yaklaþýyordu.
Ebu Zer, bu döneminde zamansýz bir karþý koyuþta bulununca, müþrikler tarafýndan feci þekilde
tartaklanmýþtý ki, Efendimiz (sav), belli bir süre içinde onu geldiði yere gönderme mecburiyetinde kalmýþtý.
Bunun ma’nâsý þu idi: “Sen bu aceleci fýtratýnla þimdilik içimizde yaþayacak tabiata sahip deðilsin; git
mevsimini bekle!”
Hatta, Hz. Ömer’in de buna benzer, küçük bir zamanlama inhirafýndan söz ederler. O da öyle davranýr ve
müþriklerin saldýrýsýna maruz kalýr. Bütün bunlar, herþeyin eskilerin ifadesiyle bir vakti merhunu olduðunu
ve vaktinden evvel yapýlan mualecelerin de bir kýsým komplikasyonlarý olacaðýný gösteriyor ki, bunlar bizi
daha titiz olmaya davet ediyor.
Biat Çizgisini Muhafaza
Soru: Kalbin biat çizgisinde her an sabit kadem olmasý mümkün müdür?
Cevap: Bu mümkün deðildir. Kalbin durumu elektrikteki frekans gibidir. Biatta azalma, çoðalma olabilir,
olabilir ama, kesinlikle alt çizginin altýna da düþülmemelidir. Ýnsan çok deðiþik unsurlardan müteþekkildir.Çok
defa bu unsurlar, fýtratlarýnýn gereðini yaparlar ki, bizim kimi zaman hayvan, kimi zaman bitki, kimi zaman da
insan mertebesinde kendimizi hissetmemiz bundandýr. Bu türlü mertebe deðiþtirmeler, birer hava boþluðu
gibidirler. Bu boþluklar, elden geldiðince hýzlý geçilmelidir. Ýçine düþülünce de hemen çýkma yollarý
araþtýrýlmalýdýr.
Her kusur ve günah böyle bir hava boþluðudur. Bir dakika günah iþlediðimiz zaman, en az on dakika
inlemeliyiz ki, o günah ruhlarýmýzda derinleþmesin ve bizi daha derin boþluklara çekmesin.
Bir Hikaye
Bir gün Hz. Muaviye’yi þeytan namaza kaldýrýr. Hz. Muaviye þaþkýnlýkla neden kaldýrýldýðýný sorar:
Þeytan ona þu ibretâmiz cevabý verir: “Ben þeytaným. Geçen gün birisi sabah namazýný kaçýrdý. Kalktýðýnda
öyle bir “of” etti ki, onun nedameti yüzü suyu hürmetine Allah pek çok kimseyi baðýþladý. Seninki de öyle olur
diye korktum ve onun için seni namaza kaldýrdým.”
Evet, günahlara karþý ciddi bir nedamet hissi, o günahýn açtýðý boþluklarý kapatabilir. Aksi takdirde
açýlan gayyalar her zaman bizi içine çekip yutabilir. Bundan dolayýdýr ki, çok dikkatli yaþama
mecburiyetindeyiz. Çünkü, insan hayatýnda “kabz u bast”lar sürekli olarak birbirini takip eder ve onu hep
boþluklarýn etrafýnda gezdirirler.
Çarþýda gözünüz bir harama iliþtiðinde, hemen anýnda mescide gidip, iki rekat namaz kýlmalý.. bir an
kahkahayla gülme gafletinde bulunulduðunda, derhal bir kenara çekilip tevbe edilmeli.. zira, unutulursa kalýr,
kalýr ve katmerleþir. Zamanla da Rabb ile irtibat, kesilir ve o günahzede kendini dalâlet ve inhiraflarýn aðýnda
bulur.
Namaz Günâhlara Keffarettir
Evet, namaz kamil mânâda kýlýnýrsa, birçok hadisi þerifte de iþaret buyurulduðu gibi günahlarý siler,
temizler. Zira namazda tevbenin þuur haline gelmesi söz konusudur. Yani, namaz ile yapýlan tevbe kasdî ve iradî
olmamakla beraber, insanýn namazla bütünleþmesi ve bu bütünlük içinde Rabbin huzuruna gelmesi onda tevbe
adýna bir þuur mayalar. Yeter ki, namaz istenen ölçüler çerçevesinde eda edilmiþ olsun.
Diðer taraftan namaz, yekpare tevbe demektir. Tevbe namazýn bütün rükünlerine öyle sinmiþtir ki, onu
tevbeden ayrý mütalâa etmek âdetâ imkânsýzdýr. Her tevbe elbet namaz deðildir; fakat þuurla kýlýnmýþ her
namaz ayný zamanda bir tevbedir.
Hadîslerde, günahlara kefaret olan namaz hakkýnda herhangi bir kayýt ve isimlendirme yoktur. Bundan
da, her namazýn böyle potansiyel bir güce sahip olduðu ma’nâsýný anlayabiliriz. Ne var ki, namazýn böyle bir
te’sir icra edebilmesi için öncelikle onun istenen seviyede yerine getirilmesi lazýmdýr.
Burada, konuyla ilgili hadîslerden anlaþýlabilecek þöyle bir nükteye de dikkatinizi çekmek istiyorum:
Cenâbý Hakk dilerse her namazda günahlarý affedebilir. Ancak kul, günahýnýn ýzdýrabýný, yirmidört saat
gönlünde duymalýdýr ki, bu, o günahlarýn affýna ciddi bir davetiye olsun ve o gün iþlenen günahlara mukabil,
yine o gün dolu dolu tevbeyle geçsin.. ve kul, bu tevbenin kabulünü o günün bütün namazlarýnda arasýn; arasýn
ve bulmaya çalýþsýn. Her gününü böyle geçirenler için, bu þuurla namazýn eda edilmesi de ayrý bir lütuf olsa
gerek. Ýþte namazýn bizzat isimlendirilerek söylenmemesinde bir de böyle bir nükte var.! Nasýl ki, Ramazan
içinde kadir gecesi, cuma içinde duâlarýn makbul olduðu vakit gizlidir ve bununla da bütün Ramazan ayýnýn ve
bütün cuma gününün deðerlendirilmesi hikmeti gözetilmiþtir. Bunun gibi, günaha kefaret olacak namaz da gizli
tutulmuþtur ki, insan her namazýnda bunu arasýn ve namazýný bu duygularla eda etsin. Neticede de,
namazlarýndan herhangi birinde kefaret meyvesini devþirmiþ olsun.
Ýrade ve Ýnsiyak Bütünlüðü
Ýnsanda irade vardýr. O, yaþantýsýnýn belli bölümlerini kendi iradesiyle yaþar ve onun davranýþlarýný
da belli ölçüde irade yönlendirir.
Hayvanlarda ise hakim olan insiyaklardýr. Onlarý daima Ýlâhî sevk yönlendirir. Buna, küllî þuur demek
de mümkündür. Hayvanlarda, hatta bir yönüyle bitkilerde böyle küllî bir þuur vardýr. Yani þuur onlarda küllî bir
kanun þeklinde tezahür etmektedir.
Dikkatle incelenirse, câmid dediðimiz, taþ, toprak gibi cansýz varlýklarda da insiyak mevcuddur.
Herþeyin Allah’ý tesbih ettiðini anlatan, taþlarýn Allah korkusu sebebiyle yukarýlardan aþaðýya indiðini
hatýrlatan, eðer onlara inmiþ olsaydý Kur’ân, daðlarý paramparça olmuþ göreceðimizi ifade eden nice âyetler
var ki, bizim cansýz dediðimiz varlýklarda da bir insiyak olduðuna açýk veya örtülü iþaretlerde bulunmaktadýr.
Öyleyse, esas itibariyle her varlýk, ister iradesiyle isterse tâbi olduðu insiyaklarla mutlak irade ve yegane
güce sahip olan Cenâbý Hakk’ý göstermekte ve hal diliyle O’nun mevcudiyetini dile getirmektedir. Zira, irade
veya insiyakýn kendiliðinden olmasý mümkün olmadýðý gibi, mutlak iradeye ve sýnýrsýz güce sahip olmayanýn
da baþkasýna irade ve insiyak vermesi mümkün deðildir. Bu yönüyle bütün varlýk ayný çizgide birleþir. Bu
çizgi, Cenâbý Hakk’ýn varlýðýný gösterme çizgisidir. Ve yine bu çizgi, herþeyi Allah’ýn yaratýðý ve bizlerin
de O’nun kulu olma çizgisidir. Ayrýca, varlýða bu perspektiften bakma, bizlere eþya ve hâdiseleri
deðerlendirmede ayrý ve çok derin buudlar kazandýrmaktadýr ki, inançsýz insanlarýn, bir mü’minin ulaþacaðý
bu idrak merhalesine ulaþmasý da imkânsýzdýr.
Biz, ancak bu idrakýmýzla, kainatla insan fýtratý arasýnda mevcud âhenk ve uygunluðu sezip
kavrayabiliyoruz. Ve yine bu, idrakýmýzla makro, normo ve mikro alemleri birbiriyle irtibatlandýran sebepleri
yakalýyor ve onlarý birer merdiven gibi kullanarak marifet adýna zirvelere ulaþabiliyoruz. Tabii bunu
yapabildiðimiz sürece de irademizin hakkýný vermiþ oluyoruz. Bu açýdan da biz, iradesinin hakkýný
veremeyenlerin de büyük bir mahrumiyet ve boþlukta olduðuna inanýyoruz.
Ýrtibat
Her insanýn önünde bazý handikaplar vardýr. Kur’ân onlara bir mânâda “akabe” der. Hizmet erlerinin ve
dava adamlarýnýn önündeki “akabe”ler hem çok zorlu, hem de diðerlerine göre çok daha deðiþiktir.
Yapýlan hizmetlerin neticesinde elde edilen muvaffakiyetlerde de, bu akabeler söz konusudur. Eðer hizmet
eri elde edilen muvaffakiyeti kendinden bilecek olur ve bu mevzuda þahsýna pay ayýrmaya kalkarsa, bir
“akabe”yi aþamamýþ demektir. Böyle olunca da, artýk bunca gayret ve çile ma’nâsýz demektir. Zira
yapýlanlarýn hemen hepsi de, bizim Cenâbý Hakk’la irtibatýmýzý temin içindir. Halbuki, böyle bir durumda
yapýlan hizmet bu alâkayý saðlayamamýþ, hatta niyet bozukluðu ile onu kesmiþ sayýlabiliriz. Bu, oldukça ince
bir noktadýr ve çok dikkat istemektedir. Onun için fakir arkadaþ ve kardeþlere, evvelahir, Cenâbý Hakk’la olan
irtibatlarýný her zaman gözden geçirmeyi tavsiye ediyorum. Þayet üç cümle söylemeye mecalim kalsa ve benden
‘son tavsiyen nedir?’ diye sorulsa, zannederim diyeceklerim, söyleyeceklerim yine bu irtibata dikkat çeken
ifadelerim olacaktýr. Çünkü bana göre en önemli mes’ele budur.. diðer mes’elelerin bütünü buna nisbeten tâli
sayýlýr.
Diyelim ki, maarif hayatýmýzýn yücelmesi ve yükselmesi adýna binlerce okul ve maarif yuvalarý
açtýnýz. Eðer siz yaptýklarýnýzda takýlýp kalýyor ve onlarýn ötesindeki mülâhazalara geçemiyorsanýz,
yaptýklarýnýzýn ciddî bir mânâsý yoktur.. ve size sadece koþup durmaktan gelen yorgunluðunuz kâr kalacaktýr.
Hizmet ünitelerinin bütünü için de ayný þekilde düþünmemiz mümkündür. Öyleyse herbir arkadaþ,
yaptýklarýný hep, Cenâbý Hakk’la irtibatýný kuvvetlendirme adýna yapmalýdýr. Böyle olduðu takdirde,
yapýlanlar bir mânâ kazanýr, gayretler de bir kýymete ulaþýr.
Diðer taraftan, yapýlan hizmetleri sahiplenme, muvaffakiyetleri kendinden bilme de bir þirki hafi olacaðý
kat’iyen unutulmamalýdýr. Bu konuda Kur’ân bize bir ölçü veriyor:
“Bütün iyilikler Allah’tan, kötülükler ise insanýn nefsindendir.” Öyleyse biz de deðerlendirmelerimizi bu
ölçü içinde yapmalý, kusurlarý kendimize alarak, muvaffakiyetleri de Cenâbý Hakk’tan bilmeliyiz. Bu bizim
Rabbimiz’le olan irtibatýmýzýn gereði ve emaresidir.
DünyaAhiret Dengesi
Dünya ve ahiret tek bir hakikatin iki ayrý yüzüdür. Bunlarý birbirinden ayrý düþünmek mümkün deðildir.
Öyleyse bütün davranýþlarýmýz bu dengeye uygun olarak ayarlanmalýdýr. Yani dünya mutlaka ahiret
yörüngesine oturtulmalýdýr. Bunu baþaramayanlar dengeyi kaybederler. Dengesi kaybolmuþ insanlardan da
dengeli davranýþ beklenemez!
Akýbetten Emin Olmada Ölçü
Ýnsanýn ayaðýný kaydýracak nice tehlikeler var; ve insan da bu tehlikeler ortasýnda yol almak zorunda.
Öyle ise, akýbetten emin olmak ne mümkün! Hem, varlýðýnýn tek zerresine dahi, hakiki ma’nâda sahip
olamayan insanýn, bu kadar aðyar arasýnda emin olmasý da ne demek! Ne var ki, Cenâbý Hakk’a iltica
edildiðinde, insanýn içine, o farkýna varmasa da oluk oluk emniyet akar. Ancak böyle bir iltica da ancak
akýbet endiþesinden kaynaklanýr. Endiþe ne denli çok olursa, iltica da o seviyede kuvvetli olur. Dolayýsýyla
akýbetten endiþe duymama, iltica ve yöneliþe vurulmuþ bir prangadýr. Böyle insanlarýn, istenen ölçüde Cenâb
ý Hakk’a iltica etmeleri ise âdetâ imkânsýzdýr. Onun için bizler daima akýbetimizden endiþe içinde
yaþamalýyýz. Ne var ki, bu durum ümitsizlik sýnýrýna da ulaþmamalýdýr. Hz. Ömer (ra) ölçüsü her zaman bize
rehber olmalý; “Herkes cehenneme gitti, bir tek insan kurtuldu deseler, ümit ederim ki o ben olayým. Ve yine,
herkes kurtuldu bir tek insan kaybetti deseler, korkarým ki o kaybeden ben olurum.”
Þefkat Tokatlarý
Bir Seviye Mes’elesidir
Ýnsanlar manevî yönleri itibariyle de derece derecedirler. Onun için, her insan bir ölçüde, kendi derece ve
seviyesine göre muamele görür. Bazý insanlar vardýr ki, günahý fiil haline getirirler ve bunun tokadýný yerler.
Bazýlarý da ayný günahý aklýndan geçirince tokat yer. Eðer bir insan bu durumlardan herhangi birinde tokat
yemiyorsa, bu o insanýn o seviyede olmayýþýndandýr.
Mes’eleye bir de þu zaviyeden bakmak mümkündür. Ýnsan Allah’a yakýnlýk seviyesini her an ayný
nisbette koruyamaz. Dolayýsýyla farkýna varmadan bulunduðu seviyeye göre günah iþlemiþ olabilir. Zira insan,
günün yirmidört saatinde bir sürü iniþ ve çýkýþlara maruz kalabilmektedir. Ve her zaman da, seviye kontrolü
yapmasý imkânsýz gibidir. Dolayýsýyla bilmeden ve farkýnda olmadan iþlediði o günahýn tokatýný yemez. Bu
da Cenâbý Hakk’ýn o kula hususi bir rahmetidir.
Bir de Cenâbý Hakk, her hata iþleyene ceza vermez. Eðer kulda, ileriye ait kemale erme istidadý var ve o
kul bu istidadýný gelecekte inkiþaf ettirebilecekse, Allah (cc) ona mühlet verir, fýrsat verir; ta ki, o bu fýrsatý
deðerlendirsin ve ileride Ýslâm adýna sergileyeceði semereleri sergilesin. Ýþte bazen öyle insanlar olur ki, esas
itibariyle, iþlediði günahlarý düþündükçe, taþ kesileceðini veya meshe uðrayacaðýný düþünür ve onun namýna
ürperirsiniz. Evet iþlediði günahlar bu denli büyüktür. Ama Cenâbý Hakk ona durmadan fýrsat vermektedir.
Çünkü O, ezelî ilmiyle kulunun ileride yapacaðý faydalý amelleri bilmektedir ve ona istikbaldeki durumu
itibariyle muamele etmektedir.
Alternatif Biz Olmalýyýz
Þu anda dünyada dinî sistemler adýna büyük bir boþluk yaþanýyor. Komünizmanýn her sahada bitiþ ve
tükeniþi sistem arayýþýný daha da hýzlandýrdý. Ancak karþý cephenin insanlarý da boþ durmuyor.. boþ
durmuyor ve bu boþluðu baþka þeylerle doldurmaya çalýþýyorlar. Daha önce de ayný þeyler olmuþtu.
Materyalizm ve Marksizmin yetersizliðini sezen Batý, alternatifini yine kendi içinden çýkarmýþ; Materyalizm
boþluðunu, Bergson’un ruhçuluðu ile doldurmaya ve gerçeðe olan ihtiyacý çarpýtmaya çalýþmýþtý.
Bergson da bir Yahudi’dir. Allah inancý yerine vicdaný, cennet yerine de vicdan huzurunu ikame etmeye
çalýþan bir Yahudi. Maddecilik yýkýlmaya yüz tuttuðunda, Batýlýlar Bergson’un ruh anlayýþýný insanlýða bir
din gibi takdim ettiler.
Þimdi eðer, topyekün insanlýða ait bir boþluðu biz, inandýðýmýz din ile dolduramaz ve bunu kýsa
zamanda gerçekleþtiremezsek, ayný oyun tekrar edilecek ve insanlýk nice sapýk yollara yönlendirilecektir. Bu
sebeple de daha hýzlý bir tempo ile çalýþmanýz gerekmektedir.. ve az dahi olsa durmak hatadýr.
Kötülüðe Meyil ve Terbiyesi
Her insanda, toplum halinde kötülüðe meyil bulunabilir. Bundan müstesna olanlar sadece
peygamberlerdir. Ne var ki, Cenâbý Hakk, nebilerin dýþýndaki bazý insanlarý da, hususi mahiyette korur,
kollar, muhafaza eder ve onlardaki kötülüðe meyil tohumunu tâ baþtan çürütür ve yok eder. Bu hususi
muamelenin dýþýnda, sýradan insanlarda olduðu gibi, velayet sýnýrýný zorlayan insanlarda da kötülüðe meyil,
tohum halinde bulunabilir. Bunu da ancak feraset ehli görür ve bilir. Ne var ki, hakiki büyükler, gördüklerini
faþetmez.. faþetmez ama, o insandaki kötülük tohumunun nevþ ü nema bulmasýna da elden geldiðince mani
olur. Meselâ, öyle insan vardýr ki, paraya karþý zaafý vardýr. Onun eline emanet edilecek yüklü bir para o
insanýn içindeki zaafý hortlatmak için tam bir zemin demektir. Bir baþkasýnýn zaafý kadýna karþýdýr. O da
öyle bir zemin bulursa kokuþur. Makam ve mansýba olan zaafý da ayný kategoride mütalâa etmek mümkündür.
Þimdi insanýn aklýna böyle meyillerin deðiþtirilmesinin mümkün olup olmadýðý sorusu gelir. Evet, bu
meyilleri deðiþtirmek mümkündür. Zaten terbiyeden gaye de budur. Ancak böyle bir þey de, uzun temrinler ve
disiplinli çalýþmalar sonucu elde edilebilir. Hakiki bir terbiyecinin yapacaðý ikinci iþ de, o þahýs hakkýnda duâ
etmektir. Evet sui zan yerine duâ etmek, hepimizin önde gelen vazifesi olmalýdýr. Ve herkes kötü akýbetten
korkmalý, titremeli ve kötülüðe götürücü faktörlerden azami ölçüde sakýnmalýdýr.
Uhrevî Mes’elelerde Ýþ Ortaklýðý
Toplum adýna yapýlan dinî ve kültürel hizmetlerde çeþitli üniteler var. “Ýþtiraký amal” düsturuna bu
zaviyeden bakýlmalýdýr. Yoksa, bir iðne yapýmýnda “kimisi delik deler, kimisi ucunu sivriltir” vs. þeklindeki
tatbik, manevî iþ ortaklýðý bakýmýndan bir eksiklik olur. Yani iþ, sadece bir noktaya teksif edilir. Halbuki bu
doðru deðildir. Hizmeti bir bütün olarak kucaklamak gerekir. O da hizmete ait bütün ünitelere sahip çýkmakla
olur. Ve iþte gerçek ortaklýk da bu bütüne yöneliktir. Bunun için de, her istidat ve kabiliyetten, istidat ve
kabiliyeti ölçüsünde istifade etmek þarttýr. Yoksa istidatlar israf edilmiþ olur; iþler de akîm kalýr.
Ortada umumî bir tablo var. O tabloya bütününü içine alacak bir çerçeveden bakmak gerekir. Karada bir
gemi yüzdürülecekse, herkesin gayreti gemiyi yüzdürmek olmalýdýr. Ýþte ortak çizgi budur. Ne yazýktýr ki,
Ýslâm aleminde henüz bu ortak çizgiye gelinememiþtir. Bizler için de ayný þeyleri söylemek mümkündür.
Evet, insanlar ayný çizgide fikir birliði eder ve gayretlerini de ayný noktada birleþtirirlerse, bütüne gelen
sevaptan her ferd ayrý ayrý ayný ölçüde istifade etmiþ olur. Ferdî amellerin hiçbirinde böyle bir kazanç elde
etmek söz konusu deðildir. Çünkü ferdin sevabý sadece kendisiyle sýnýrlý kalýr, baþkasýna yansýmaz. Bu
yönüyle de iþtiraký amal çok önemli bir hazine sayýlýr.
Cemaatler ve Birlik
Cemaatleþme tabiî ve normaldir; anormal olan cemaatleþmeyi tefrikaya vesile yapmaktýr.
Herhangi bir cemaati meydana getiren fertler arasýnda nasýl ciddi bir irtibat söz konusu ise, cemaatler
arasýnda da ayný oranda irtibat þarttýr ve zaruridir. Bu yapýlamadýðý takdirde, cemaatleþmeler, bölünmeyi,
ufalanmayý, eriyip gitmeyi netice verir. Bu ise Ýslâm adýna büyük bir zarardýr. Bundan kurtulmanýn yegâne
çaresi de, bütünleþmek, birlik ve beraberliði korumaktýr. Bu konuda ütobik laflar etmeye de hiç gerek yok. Bazý
temrinlerle böyle bir noktaya ulaþmak her zaman mümkündür.
Ancak, bu hususta bazý prensiplerin hatýrlatýlmasýnda yarar var: Evvelâ, hiçbir cemaat bir diðerinin
aleyhinde bulunmamalýdýr.
Ýkincisi, cemaat ferdleri, diðer cemaat büyüklerine karþý saygýlý davranmalý ve onlarý daima edeple
anmalýdýr.
Üçüncüsü, bütün bu cemaatler, birbirlerinin dertleriyle dertlenmeli, sevinçlerinde de onlara ortak
olmalýdýrlar.
Önceleri bunlar bize zor gelse de; nefisler zorlanmalý ve bu mevzuda ikna edilmelidir. Nasýl ki Efendimiz
(sav),“Aðlayýn, eðer aðlayamýyorsanýz kendinizi aðlamaya zorlayýn” buyurarak bizleri ikinci bir fýtrat
kazanmaya teþvik ediyor ve bunun yolunu gösteriyor. Öyle de, cemaatleri sevin, sevemiyorsanýz kendinizi
sevmeye zorlayýn. Böyle bir görünme þekline ýsrarla devam ederseniz birgün bütün cemaatleri hakikaten
sevmeðe baþlarsýnýz. Evet, temrinler uzun süreli olursa mutlaka bizde ikinci bir fýtrat meydana getirir. Zaten
Ýslâm’ýn gaye ve hedefi de insanda böyle ikinci bir fýtrat meydana getirmek deðil midir?
Kiþinin Kendine Þefaati
Kiþinin kendine þefaati, ancak herhangi bir þahsý manevîye baðlýlýkla mümkündür. Þahsý manevîye
baðlýlýk ise ferdin kendini cemaatta eritip onunla bütünleþmesi demektir. Cemaat ise, ayný düþünce, ideal ve
mefkurede birleþen ferdlerden meydana gelen topluluktur. Ve iþte bu özelliktir ki, cemaatý diðer kitle ve
yýðýnlardan ayýrýr.
Cemaat olma, kollektif þuura ulaþmakla elde edilir. Kollektif þuur, ferdi kendi yapýsý içinde eritir ve onu
çok buudlarýndan bir buud haline getirir ve artýk orada mutlak ferd yoktur, cemaat vardýr. Ferd cemaatleþmiþ,
cemaat de âdetâ tek bir ferd olmuþtur. Böyle bir atmosferde yapýlan ibadetler bütünüyle ayný havza akmaktadýr.
Böyle olunca da cemaatin þahsý manevîsi, manevî mertebelerde hýzlý ve bir gider tâ zirvelere yükselir. Hiçbir
ferdî ibadet kiþiyi bu zirvelere bu kadar kýsa zamanda yükseltemez.
Cemaat özünü, keyfiyet plânýnda koruduðu sürece de hep yükselir. Öyle ki, bâzen bir cemaat gavsiyet ve
kutbiyeti bile temsil eder. Hattâ bâzen þahsý manevînin ulaþtýðý bu nokta, yanlýþlýkla, cemaati temsil eden
kiþiye izafe edildiði de olur ki, bu da bir içtihad hatasýdýr. Güzel gören, güzel düþünen temiz insanlarýn
vicdanlarý bir hakikati doðru sezmiþlerdir ama, tevilde yanýlma vardýr. Ne var ki bu tür yanýlmalarda günah
yoktur ve hüsnü zan sahipleri bu yanýlmalarý yüzünden mesul de tutulmazlar. Ancak ifrata kaçmamak ön
þartýyla.
Bir cemaat, kutbiyet ve gavsiyeti temsil makamýna yükselince, þefaat dairesi de o seviyede geniþler ve
bazen bütün cemaat ferdlerini içine alýr. Durum böyle olunca da, cemaat kendi uzuvlarý olan ferdlere þefaat
etmiþ sayýlýr. Evet, bu bir yönüyle ferdlerin kendilerine þefaat etmeleri demektir.
Velâyetin “þahsý manevî”yle temsil edilmesi hem en kestirme hem de en garantili yoldur. Zira ortada,
ferdi kendini beðenmeye sevkedecek bir durum yoktur. Elde edilen makam þahsý manevîye aittir. Dolayýsýyla
da ferd, nefsini gurura sürükleyici her türlü engel ve engebelerden korunmuþ demektir.
Diðer taraftan günümüzde hiçbir ferdin tek baþýna böyle makamlarý kazanmasý mümkün deðildir. Evet,
bizler ancak þahsý manevîye intisapla zirveleri yakalayabiliriz.
Cemaatin kurbiyet, kutbiyet ve gavsiyeti temsil edebilmesi için de elbet bazý þartlar vardýr. Bu þartlarý
þöyle sýralamak mümkündür;
1 Cemaat ferdleri birbiriyle çok sýký irtibat içinde olmalýdýr.
2 Herkes ayný güzel duygu ve düþüncelerle dopdolu bulunmalýdýr.
3 Ýbadet, evrad ü ezkar ve kulluðun her çeþidi üzerinde kemali hassasiyetle durulmalýdýr.
Sohbetteki Ýnsibað
Bir dostun þöyle bir itirafýna þahid oldum; diyordu ki: Merhum Necip Fazýl’ýn yanýna tam on sene gidip
geldim. Her gidiþimde söylediði þeyler benim için ona ait eserleri birkaç defa daha bitirmekten faydalý oldu.
Evet huzurda bulunmak çok önemlidir; ancak huzurunda bulunulan zata göre insibað farklýlýk arzeder.
Büyüklerin kendilerine göre birer atmosferleri vardýr. Ýnsan o atmosfer içine girdiðinde ayrý bir iklime, ayrý bir
buuda ulaþmýþ gibi olur.
Sohbetindeki insibað açýsýndan en büyük zirveyi Efendimiz tutmuþtur. Onun içindir ki, onun sohbetiyle
yetiþmiþ sahabeye bir baþkasýnýn sohbet halkasýnda yetiþenlerin ulaþmasý mümkün deðildir.
Cemaatin Tarifi
Ayný duygu, ayný düþünce, ayný ideal, ayný gaye ve ülkü etrafýnda birleþen ve hayatlarýný bu birleþme
çizgisine göre programlayan ferdlerden meydana gelmiþ topluluða cemaat denir. Bu tarif içine girmeyen kitleler
ise, ya ne yaptýðýný bilmeyen yýðýnlar ya da bir iþportacý etrafýna toplanmýþ kalabalýklar gibi bir meraklýlar
topluðudur. Ve tabiî, ancak bir cemaat þuuruyla üstesinden gelinebilecek mes’eleleri, bu kabil yýðýnlarýn veya
meraklýlarýn yüklenmiþ olmasý ise, kelimenin tam mânâsýyla bir talihsizliktir.
Cemaatteki Bereket
Ýslâmî cemaatlerden herhangi birine dahil her ferd, manevî bir þirketin üyesi demektir. Dolayýsýyla onun
her ameli, Cenâbý Hakk’a böyle bir þirkete üye olmanýn bütün avantajlarýný haizdir. Yani ferd, bu konumu ile
cemaate ait bütün sevaplara iþtirak etmiþ olur. Onun ferdiyette kaldýðý husus sadece günahlardýr. Zira günahlar
kesiftirler; baþkasýna yansýmazlar. Halbuki sevaplar nuranîdirler; baþkalarýna da yansýrlar. Böyle bir neticeyi
elde etmek, ferdî amelle mümkün olmaz. Ancak, bu neticeyi elde etmek için de kiþinin, cemaat þuuru adýna
ciddi bir niyet safveti taþýmasý þarttýr. Ýnsan bu þuur ve onun pratiðe dökülmesiyle, mütenahî (sýnýrlý)
imkânlarýyla nâmütenahîyi (sýnýrsýzý) yakalar. Evet sonsuzu yakalama ancak sonsuz ibadetle mümkündür.
Ferdî plânda bunu elde etmeye kimsenin gücü yetmez. Öyleyse cemaatle gelen bu bereketin kýymet ve deðeri
çok iyi bilinmelidir. Bu Ýlâhî bir nimettir ve kendi cinsinden þükür ister. Bu iþin þükrü ise daima cemaat
çizgisinde kalmaya gayret sarfetmektir.
Ýç Fethi
Bazý gençler benden þehid olmalarý adýna duâ istiyorlar. Fakir, böyle gözüpek bu gençlere, öncelikle
þunlarý söylüyorum:
Evvela içinizi fethedin. Ýçinizde, Cenâbý Hakk’ýn icraatýna karþý en küçük küskünlük kalmasýn. Zira
O’nun icraatýnýn dokunulmazlýðý vardýr. Öyle hâdiseler olur ki, onlarý mücerred imanla aþmak mümkün
olamayabilir. Ýþte o zaman kadere rýza kurtarýcý bir simit olur. Ýmân baþkadýr, rýza baþkadýr. Evet kadere
rýza, sýrlý ve derin bir mes’eledir.
Efendimiz (sav)’in nurlu beyanlarý içinde kadere rýzanýn ilk belirtisi sabýrdýr. Sabýr ise, hadislerde “Ýlk
toslama anýnda olandýr” diye formüle edilmiþtir. Ýþte bu mantýkla davranýlmalýdýr ki, içinizde esen isyan
fýrtýnalarýný zabt u rabt altýna almamýz mümkün olabilsin. Ýçini bu þekilde fethedememiþ insanlardan dýþ
fethi beklemek beyhudedir.
Sizler þehidlik istiyorsunuz. Niyetinizde samimi iseniz, yataðýnýzda ölseniz dahi þehidlik sevabýný
kazanýrsýnýz. Niyetin samimi olmasý ise yine iç fethine baðlýdýr. Onun için sizlere ilk ve son tavsiyem iç
fetihdir.
F. FASILA3 (176247)
Kur’ân’dan Damlalar
Beþinci Bölüm
Sadakat ve Sebat
Hz. Adem (as), Hz. Muhammed (sav) deðildir, Kur’âný Kerim, Hz. Adem için “Biz onu azmedici
bulmadýk” diyor. Bunun ma’nâsýný þu sözde aramak lazým: “Ebrar’ýn hasenâtý, mukarrebînin seyyiâtýdýr.”
Zaman olur, öyle hareket edersiniz ki, o sizin için hasenattýr, ama daha sonra o hasenat seyyiat sayýlabilir.
Zira artýk siz de belli bir mertebe katetmiþsinizdir. Bedevî geliyor, “Ýslâm nedir?” diyor ve Efendimiz’den (sav)
Ýslâm’ýn beþ þartýný öðrendikten sonra “Vallahi, baþka bir þey katmadan bunlarý yerine getireceðim” deyip
gidiyor. Efendimiz (sav), “Doðru söyledi ise kurtulur” buyuruyor. Ama, Hz. Ebu Bekir’e, Hz. Ömer
seviyesindekilere, “Eðer dininizin onda birini yaþamazsanýz helâk olursunuz” buyuruyor.
Efendimiz (sav), Hz. Âiþe’ye talip olduðunda, Hz. Âiþe 7 yaþýnda, Efendimiz ise 53 yaþýnda idi, arada
46 yaþ fark vardý. Ebu Bekir, “hayýr” demek þöyle dursun, “düþüneyim” deseydi, seviyesinin sözünü
söylememiþ olurdu.
Hz. Adem yasak meyveye elini uzattý. Müfessirler bu meyve konusunda bir sürü aðaçtan bahsederler;
halbuki, zannediyorum bu: “Mahiyetinizde mündemiç fena duygulara yanaþmayýn” demekti. Nebî hakkýnda
konuþurken dikkatli olmak lazým. Hz. Adem sürçtü, ama çabuk döndü. Hz. Adem’in hayatýnda bir defa
sürçtüðü þeyde, kimbilir biz günde kaç defa sürçüyoruz! Hz. Ýsa bütün sýkýntýlar etrafýný sardýðý zaman
“Men ensarî” (Yardýmcýlarým kimdir?) dedi. Yuþa b. Nun, Hz. Musa’nýn fetâsýydý ve ona sadakatle baðlýydý.
Efendimiz (sav)’in en büyük yardýmcýsý Sýddýki Ekber’di. Ayný sadakatý Bediüzzaman da kendi
talebelerinden istemiþti. Zira büyük iþler, ancak sadýk kimselerle gerçekleþtirilir.
Bir diðer ma’nâda sadakat, maddîmanevî füyûzât hislerinden fedakârlýkta bulunmak demektir. Bu da
“neden, niçin?” demeden gösterilen hedefe yürümeyi gerektirir.“Neden?” diye sormak, sadakat ruhunu zedeler.
Bu çerçevede sadýk iseniz:
1. Arzunuz ve görüþünüz sorulursa, anlatýrsýnýz. Yoksa teslim olursunuz.
2. Hedefe yürürken, cenneti gösterip de “Ýþte cennet, girin” deseler, “Hayýr, görüþmem lazým”
demelisiniz.
3. “Þu noktaya gelirsen cehennemden kurtulacaksýn” dediklerinde de “cehennemden kurtulmak büyük bir
þeydir ama, yine görüþmem lâzým” karþýlýðýný vermelisiniz!
Sebat, sadakatýn bir yanýdýr. Arada bir fütur gösterme, hedefe varmayý engeller; en azýndan geciktirir.
Ayrýca sebat, gerisin geriye dönmemeyi ifade eden bir sýfattýr. Sadakatin önemli belirtilerine gelince, cihanýn
doðusundabatýsýnda Ýslâm adýna memnun edici her hâdise karþýsýnda sevinme, üzücü bir þey zuhur edince
de âdetâ deliye dönme gibi hususlar zikredilebilir.
Bir Peygamber Feraseti
Hz. Þuayb, bir nebî feraseti ile Hz. Musa’ya 810 sene sonra vahy geleceðini anlýyor ve torunlarýnýn nebî
çocuðu olmasýný arzu ettiðinden dolayý da, Hz. Musa’ya, yanýnda 810 sene kalýp da hizmet etmeyi þart
koþuyor. Bu hizmet döneminde söz kesiliyor, ancak zifaf olmuyor. Hz. Musa’nýn çocuklarý vardýr, fakat
peygamber olmadýklarýndan dolayý meþhur olmamýþlardýr.
Hz. Musa ve Hitabet
Hz. Musa için söylenen “pepelik” kat’iyen doðru deðildir. Zira O bir Nebi’dir. Böyle bir durum ise,
kat’iyen bir nebî için noksanlýktýr. O, taþa aðaca bile kendini dinlettiren peygamberlerin hatibi Hz. Þuayb’ýn
yanýnda 810 sene kalýp ders almýþtýr. Týpký Efendimiz’in Badiye’de bedevilerle kalýp, fasih Arapça’yý
onlardan öðrenmesi gibi. Firavun’un “Þu maksadýný anlatamayan” demesi, Hz. Musa’nýn saraydaki halidir.
Ayrýca, baþlangýçta Hz. Musa’nýn hitabeti, Hz. Harun’unki kadar ileri derecede deðildi.
Ayetlere Muhatap Olmak
“O ettiklerine sevinen, yapmadýklarý þeylerle övülmeyi sevenlerin, azaptan kurtulacaklarýný sanma.
Onlar için acý bir azap vardýr”
Bu ve benzeri bazý ayetler, her ne kadar ehli kitap hakkýnda inmiþ ise de, bizim de onlardan alacaðýmýz
dersler vardýr. Ömer b. Abdülaziz, bazý ibret ayetlerini sabahlara kadar okuyup aðlardý. Halbuki, bu ayetlerin
bazýlarý müþrikler hakkýnda nazil olmuþtu. Fakat o, Kur’ân’ýn her ayetine kendini muhatab görüyor ve kendine
hitap ediyormuþ gibi deðerlendiriyordu. Bizden önceki ümmetler hakkýnda nazil olan hükümler eðer nesh
olmamýþlarsa bizim de þeriatýmýzdýr. O halde, bu ayetlerin bizlere de anlatacaðý birtakým hususlar vardýr.
Bizler peygamber olmadýðýmýz halde, ayrýca Kur’ân’ý sanki bize nazil oluyormuþ gibi okuyup anlamaya
çalýþýrsak Kur’ân’ý anlamanýn ilk basamaðýna adým atmýþ sayýlýrýz.
Ýnsan, Kur’ân’dan, kendisini sorgulayacak þeyleri araþtýrmalý ama, kat’iyen ümitsizliðe de
kapýlmamalý. Zira ümitsizlik, bir kâfir sýfatýdýr. Ýnsan en iyi amellerinde bile bir bit yeniði aramalý, kesinlikle
Allah’a karþý emniyet tavrý içine girmemelidir. Bu konuda Evliyaullahýn halleriyle alâkalý þu kitaplar
okunursa, faydalý olacaðý kanaatindeyim.
1 Halkadan Parýltýlar Necip Fazýl Kýsakürek
2 Tezkiretü’lEvliya Feridüddin Attar
3 Nefahatü’lÜns Molla Cami
4 Tabakatü’lKübra Ýmam Þa’rani
5 Mektubat Ýmam Rabbani
6 KûtulKulub Ebu Talip Mekkî
7 Ýhyâ Ýmam Gazali
Ýki Doðu ve Ýki Batý
Soru: “Ýki doðunun ve iki batýnýn rabbi” ayetini nasýl anlamalýyýz?
Cevap: Ýki nihaî batý ve doðu var. Ayet bunlarýn son sýnýrlarýný gösteriyor. Meselâ, yazýn güneþin
doðupbattýðý yerler ile kýþýn güneþin doðup battýðý yerler farklý farklýdýr. Yazýn en uzun gününde güneþ,
aksaý maðripde batýp, aksaý maþrikde doðar. Kýþýn en kýsa günlerde ise en ‘yakýn’ noktadan doðar ve en
‘yakýn’ noktadan batar. Bu durumda güneþ her gün deðiþik bir doðudan doðmakta ve dolayýsýyle de güneþin
ayrý ayrý doðuþ yerleri bahis mevzuu olmaktadýr. Ayný þekilde, her gün deðiþik bir noktadan batmakla “gurub
u þems” yani ayrý ayrý batýþ yerleri meydana gelmektedir. Neticede, en nihaî ‘þuruk’ ve ‘gurup’ açýlarý içinde
deðiþik meþrikler ve maðribler bulunduðundan “Ýki doðunun ve iki batýnýn rabbi” denilmektedir. (Allahu
a’lem) Ayrýca bir baþka ayette de, bütün meþrik ve maðripler nazarý itibara alýnarak, maðriblerin ve
meþriklerin Rabbi ma’nâsýna “Rabbu’lmeþariki ve Rabbu’lmeðarib” de denilmektedir.
Mescidi Kuba ve Bir Ölçü
“Orada asla namaza durma. Ta ilk günde takva üzere kurulan mescid, elbette içinde namaza durmana daha
uygundur. Orada temizlenmeyi seven erler vardýr. Allah da temizlenenleri sever.” (Tevbe, 9/108)
Bu ayette kasdedilen takva üzere kurulan mescidden, Ravzaý Mutahhara’yý anlamak da, Mescidi
Kuba’yý anlamak da mümkündür. Ancak ayetin iniþ sebebi Kuba ile alâkalý gibi. Çünkü bu âyet Efendimizi,
Dýrar mescidinde namaz kýlmaktan men etme vesilesiyle inmiþti. Ne var ki bu, Mescidi Kuba’nýn Mescidi
Nebevi’den üstün olduðu anlamýna da gelmez. Allah katýnda bir sistemin ve düþüncenin aðýrlýðý, onu temsil
edenlerin aðýrlýðý ile ifade edilir. Buradaki telmihi Mescidi Kuba’nýn üstünlüðü þeklinde anlamak hatalýdýr.
Mescidi Nebevî daha üstündür. Zira kurucusu Efendimiz (sav) dir. Bu sebeple, Haremi Þeriften sonra ondan
daha büyük mescid olamaz.
Ayný husus, Ýslâm davasýnýn tesisi için yapýlan hamleler için de geçerlidir. Herhangi bir kimse veya
düþünce, bir davanýn en birinci esasýný teþkil ediyorsa, arkadan gelenler sýrayla o ilki takip ederler ve hiçbir
zaman kýymet olarak onun önüne geçemezler.
Kur’ân’ýn Hatmi
Kur’âný Kerim en hýzlý haftada bir, ortalama onbeþ günde bir, en az ayda bir defa hatmedilmelidir. Eðer
ayda bir defa olsun hatmedilmiyorsa, Kur’ân metruk sayýlabilir.
Esbabý Nüzûl
Esbabý Nüzûl yani âyetlerin iniþine sebep teþkil eden hâdiseler çok karakteristiktir ve her devirde
benzerleri cereyan eder tipde hâdiselerdir. Bundan dolayýdýr ki, esbabý nüzûl aracýlýðýyla dünya çapýnda pek
çok düstur ve prensip çýkarýlabilir. Bu konuda, tefsircilerin anladýðý ma’nâlar dýþýnda daha baþka ma’nâlar
düþünmek de mümkündür.
Cum’a Sûresinin 11. Ayeti Üzerine
Cum’a sûresinin, Efendimiz (sav) hutbe irad ederlerken bazý sahabilerin kalkýp gitmeleriyle alâkalý son
âyetinden þunlar anlaþýlabilir:
1 Hutbenin farziyetini bilmiyorlardý. Zaten böyle bir mazeretleri olmasaydý, yaptýklarý çok tehlikeli bir
þeydi.
2 Dinin ta’lim yeri minberdir. Zaman zaman ayakta konuþmalar yapýlýr ve umuma seslenmek içinde
minbere çýkýlýrdý. Daha sonra bu husus Allah tarafýndan hükme baðlandý.
3 Ayet, Rabbe teveccüh etmiþ bir haldeyken, dünyanýn zuhuruyla onu tercih ediþi kýnamaktadýr.
4 Mes’elenin bir de Efendimiz’e bakan yönü var. Hangi hatip olursa olsun, konuþma esnasýnda birisi
kalkýp giderse konsantrasyonu bozulur. Deðil sadece kalkýp gitme, esneyenler bile konuþmacýya tesir eder.
Kaldý ki, orada konuþan Hz. Muhammed (sav)’dir.
5 Efendimiz, bütün konuþmalarýnda Allah’ý anlatýyordu ve buna mukabil hiçbir ücret de talep
etmiyordu.
Hutbe irad etmeyen, onun ne kadar zor bir iþ olduðunu anlayamaz. Bundan dolayý, hutbeyi dinleme bir
zamanlar âdetâ namaz gibi telakki ediliyordu. Cemaat, hutbe dinlerken teþehhüddeymiþ gibi oturuyor ve hatibin
“Ýnnallahe ye’muru bil adli ve’l ihsan...!” ayetini okumasýndan sonra sað ve sollarýna selâm veriyorlardý.
Demek ki, o temiz insanlar hutbe dinlemeyi iki rekâtlýk bir namaz gibi anlýyordu. Böyle bir anlayýþ çok
mahzurlu olmasa gerek. Evet, Ýslâm’da herþey disiplin altýna alýnmýþtýr. Ne yazýk ki, bizim devrimizde bazý
þeyler gevþekliðe uðramýþtýr.
Allah Resulü’nün hayatýnda bir defa olsun konuþan birisine sýrtýný dönüp gittiði vaki olmamýþtýr. Biz
de konuþaný dinlemeyi ahlâk haline getirmeliyiz.
Kur’ân Ayetlerinde Siyak ve Sibak
Kur’ân ayetleri, siyak ve sibaklarýna dikkat edilmeden ele alýnýp deðerlendirilirse hata edilir. Çünkü
Kur’ân’da ele alýnan bir konu, her defasýnda çok deðiþik buudlarýyla anlatýlýr. Ayný konunun anlatýldýðý
farklý farklý yerlerde mes’eleye hep deðiþik perspektiflerden yaklaþýlmýþtýr. Bu sebepledir ki, Kur’âný
Kerim’in konularýna göre yapýlan fihristlerden istifade ederek varýlacak hükümler eksik ve hatadan hali
olamaz.
Bediüzzaman Hazretleri, Kur’ân’ýn bir kelimesinin dahi yerinin deðiþtirilemeyeceðini pek çok yerde
olduðu gibi bilhassa 25. Söz’de misalleriyle ispat eder.
Ýlahî Tecellilere Ma’kes Ruhlar
“Lekad rea min âyâtine’lKübra” ayeti, Cenabý Hakk’ýn varlýðýný gösteren âfâkî ve enfüsî delilleri
gözle görmek ve gözle görülen bu dellilerin hakikatýný müþahede etmek ma’nâsýný taþýr. Böyle bir insanýn
nazarý küllî olacaðýndan, müþahedesi de muhittir. Ýlâhi tecellileri manisiz, hailsiz, perdesiz, engelsiz görebilir.
Görüþ ufku böyle olan insanlarýn söyleyecekleri sözler bizi aþar ve hakkýnda sýradan insanlar herhangi bir
kritik yapamazlar. Yerde durup semayý seyredenlerin nazarý ile, evinde oturup burnunun ucunu göremeyenlerin
nazarý elbette bir olamaz.
Ebced ve Cevþen
Soru: Kur’âný Kerim’den tefe’ül edip, ebcedini hesaplamak caiz midir?
Cevap: Caiz deðildir, hattâ yerine göre büyük bir vezir de sayýlabilir. Taþköprülüzade’nin “Mevzûatü’l
Ulûm” adlý eserinin “Cifr” maddesinde þöyle denmektedir: “Ebced, bu ümmetin baþýnda Hz. Ali’ye verilmiþ.
Sonra da Ehli Beyt’ten gelen bir zat bunu bilecek.” Bu açýdan, mülhemûndan olmayanlarýn ebced hesaplarýna
girmemeleri gerekir. Yoksa, günah iþlemiþ olabilirler. Ama, ölüm ve doðum tarihlerine ebced düþürmede
mahzur yoktur.
Ebcedin aslý vardýr ve doðrudur, tarihen de sabittir. Fakat, bazý mes’eleler vardýr ki, bazý müþabih
hadîsler, ebced ve cevþen gibi hakikat olduklarý halde, nakledenlerinden dolayý zamanla zaafa uðramýþlardýr.
Eðer kuvvetli kiþiler rivayet etselerdi, diðerleri gibi onlar da iþtihar edecekti. Biz öyle þeylere inanýyoruz ki,
ebced onun yanýnda çok basit kalýr. Kaldý ki, ebcede inanmamanýn getirip götüreceði bir þey de yoktur.
Cevþen’e gelince: Sünnî kaynaklarda Cevþen’den bahsedilmiyor, Ama, Ýmamý Gazali, Ýmamý Þazelî
ve Bediüzzaman gibi kametlerin tasdik ettikleri bir mes’elede temkinli olmamýz, hiç olmazsa sükut etmemiz
gerekmez mi? Hz. Ali’ye ait mes’eleleri nakledenlerin çoðunun Þii olmasý, bu rivayetleri toptan reddetmemizi
gerektirmez. Ýbni Hadid, Nehcu’lBelaga þerhinde çok önemli þeyler naklediyor; o söyledi diye, kötünün
yanýnda iyi þeyleri de reddedemeyiz ya! Önemli olan, sünneti sahihanýn kýstas kabul edilmesidir.
Evet, önemli olan, bu tür mes’elelerde, Ehli Sünnet’in prensiplerine ters düþülmesidir. Yani, Sünnet’e
muhalif þeyler var mý, yok mu ona bakýlmalýdýr.
Kur’ân Okumanýn Kazandýrdýklarý
Kur’ân, insanýn Allah (cc) hakkýndaki ma’rifetini ifade eder. Çünkü o cem’dir. Ýnsan Kur’ân’ýn ifade
ettiði mânâ keyfiyetiyle Allah’a yaklaþtýðý nispette Allah’ý tanýyacak ve O’nu tanýyabildiði ölçüde de ma’rifete
erecektir. Böylece Kur’ân okurken insanda, Allah (cc) konuþuyor gibi bir hâl hâsýl olacaktýr. Ýþte bu
mânâsýyla ister “Kur’ân” isterse “Furkan” diyelim biz kârîn olarak Allah’ý görecek, orada tefekkür edilenin
Allah’ýn isim, sýfat ve eserleri olduðunu bilecek ve yaklaþanýn Allah (cc) olduðunu idrâk edeceðiz. Bu son
noktada ve kemâl ufkunda yine hadîsin ifadesi ile Allah (cc), gören gözümüz, söyleyen aðzýmýz, duyan
kulaðýmýz ve büyük hakikatleri içine alan kalbimiz olacaktýr.
Böylece bizler Allah (cc) adýna görecek, duyacak ve O’nun emir ve nehiylerine uygun kararlar verecek ve
kalbimiz, Kenzi Mahfî (Gizli Hazine) olan Zâtý Ulûhiyet’e ait hakikatleri hazine olarak etrafa
aksettirebilecektir. Bunu Kur’ân anlatýr. Kur’ân, insanýn Allah (cc) hakkýndaki ma’rifetinin tercümanýdýr.
Doðrularla Beraber Olma
Kur’âný Kerim, “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sâdýklarla berâber olun” buyurmaktadýr. Buna
göre insan, önce ferdî planda kendini takvâ ile donattýktan sonra, ‘sâdýkdoðru’ arkadaþlarla beraber olmaya
çalýþmalýdýr. Çünkü insan, tek baþýna, sürekli kendini kontrol altýnda tutamaz. Bundandýr ki, “sürüden
ayrýlaný kurt kapar” demiþlerdir. Günümüzde bu husus, her zamankinden daha mühimdir. Onun için,
arkadaþlar, çarþýyapazara tek baþlarýna çýkmamalýdýrlar. Hele, kötü arkadaþla beraber bulunmaktan,
þeytandan sýðýndýklarý gibi Allah’a sýðýnmalýdýrlar.
Vaazda Kur’ân Tahlili
Mev’ize, makamý hitapdýr; orada çok ince tahliller yapýlabilir. Meselâ, Neml Sûresi ele alýnýrken,
karýnca ile alâkalý son ilmî tesbitler anlatýlabilir. Sûrenin mukattaa harfleri ile baþlamasýnýn nükteleri dile
getirilebilir. Fakat, asýl maksadý Ýlâhî unutulup da sarý karýnca veya kýzýl karýncaya girilerek teferruata
dalýnýrsa, ayetler arada kaynayýp gider. Bence Kur’âný Kerim’in ayetlerini zaaflarýmýza alet etmemeliyiz.
Kur’ân’daki Kýssalara Bakýþ
Hz. Musa’yý (as) Kur’ân sayfalarý arasýnda sadece geçmiþte yaþamýþ büyük bir peygamber olarak görür
ve öyle takdim ederseniz, ondan fazla istifade edemezsiniz. Yapýlmasý gereken, Hz. Musa’yý (as) kendi
devrimize getirmek ve onu aramýzda hissetmektir. Evet; Kur’ân’ý mütalâa ederken, herbir kelimesinin
kendimize ve kendi devrimize baktýðýný düþünmeli, sürekli büyüyen dalgalar gibi her an inkýlâplar yapacak
olan Kur’ân ile aramýzdaki yabancýlýðý mutlaka atmalýyýz.
Evet, Kur’ân okurken, Kur’ân’da anlatýlan vak’alarýn cereyan ettiði devirle, kendi devrimiz arasýnda
münasebetler kuramazsak, Kur’ân’ý kendi derinlikleri ölçüsünde anlayamayýz.
Kur’âný Kerim, mutlak ma’nâda insaný karakterize ve ona ait þeyleri terennüm eden bir kitaptýr. Madem
ki Kur’âný Kerim bir defa daha nâzil olmayacak ve ebediyen, yani Kýyamet’e kadar hükmü bâkî bir kitap
olarak kalacak ve tazeliðini de artarak koruyacaktýr; öyle ise o, mutlak ma’nâda insaný anlatacaktýr ve
anlatmýþtýr da. Kur’ân, insanýn destanýdýr. Onda duâlarý, ümitleri, elemleri, sevinç ve yeisleri ve her çeþit
mes’elesiyle insan vardýr. Bu bakýmdan, Kur’ân’da kendini ve kendi devrini bulmak isteyen, onu ciddi bir
tefahhus (araþtýrma) ruhuyla tilâvet etsin.
Vâkýa Sûresi ve Fakirlik
Allah Rasûlü (sav), “Vâkýa sûresini her gece okuyan fakirliðe düþmez” buyuruyor. Çünkü bu sûre, tam
bir teslimiyet ve tevekkülle Allah’a sýðýnmayý salýklamanýn yanýnda insana fakirliðe düþmeme çarelerini de
fýsýldar. Bu meyanda, saðlam bir Tevhid anlayýþý verir. Dünyada bu anlayýþa muvafýk hareket edeni de Allah
fakirlikten korur.
Kehf sûresini Cum’a günleri okumakla Deccal fitnesinden korunma arasýndaki münasebeti de ayný
çerçevede deðerlendirmek mümkündür.
Dünya Zevki,
Ahiret Nimetlerinden Yemektir
“Dünya hayatýnýzda bütün güzel þeylerinizi harcayýp tükettiniz; onlarýn zevkini sürdünüz” âyetinin
mazmûnunca, dünyada tadýlan meþrûgayrý meþrû her nimet ve lezzet, ahiretin lezzet ve nimetlerinden bir
þeyler noksanlaþtýrýr. Yalnýz, burada dikkat isteyen bir nokta vardýr ki, o da þudur: “Lezzetten eksilme,
muâheze olunmak “sorguya çekilmek” demek deðildir. Ýnsan, meþrû dairede aldýðý lezzetlerden Âhiret’te
muâhezeye tabi tutulmaz; fakat, burada tattýðý lezzet ve faydalandýðý nimetler ölçüsünce, Ahiret’teki mükâfat
ve tadacaðý lezzetlerden eksilme olur.
Tefsir
Kur’âný Kerîm’in yeni bir tefsiri yapýlacaksa, bunda þu iki nokta gözden uzak tutulmamalýdýr:
1. “Yaþ ve kuru her þey, Kitabý Mübîn’de vardýr” hakikatý.
2. Ýlmî hakikatleri, ilgili Kur’ân ayetleriyle te’lifte muvâzeneyi koruma.
Arzu ve Ýstekler Birer Ýmtihandýr
Ýnsan, dünyada kendisine verilen her þeyle imtihan olur, meselâ, aile de, imkân da, çocuk da böyle birer
imtihan unsurudur.
Kur’âný Kerim’in beyânýna göre, Hz. Ýbrahim ve Hz. Zekeriya’da çocuk sahibi olma arzusu vardý. Hz.
Ýbrahim (as)’ýn ve zevcesinin böyle bir arzu taþýdýðýný, meleðin gelip de kendilerine çocuk müjdesi verdiði
zaman gösterdikleri sevinçten anlýyoruz. Hz. Zekeriya (as) ise, bu arzusunu açýktan izhar buyurmuþtu.
Neticede, hem Hz. Ýbrahim (as), hem de Hz. Zekeriya (as) çocuklarýyla imtihana tâbî tutuldular.
Hz. Ýbrahim (as), isteðini içinde tuttuðu için, çocuðunu kesme emriyle imtihan olundu. Hz. Zekeriya (as)
açýktan istekte bulunduðu içindir ki, hem kendisi, hem de oðlu Hz. Yahya (as) Yahudiler tarafýndan kesilmekle
imtihana tâbi tutuldu.
Herkesin imtihaný, kendi seviyesine göredir, mukarrebinin tâbi tutulduðu imtihan, herkesinkinden daha
çetindir.
Saðcýlýk, Solculuk ve Ýslâm
Günümüzde saðcýlýk, solculuðun karþýsýnda iktisadî bir anlayýþtan ibarettir. Sol denince proleterya ve
komünist sistemler, sað denince de, kapitalist, liberalist ve faþist sistemler akla geliyor. Bu arada, bazý
müslümanlar da bu iki sistemden birine sahip çýkmak istiyorlar.
Ýslâmiyet, müstakil ve “nev’i þahsýna münhasýr” bir sistemdir. Sað ve soldan biri liberal iktisadî
anlayýþý, diðeri ise devleti ma’bud derecesine çýkarýyor; bu anlayýþlardan hiçbirinin Ýslâm ile özde alâkalarý
yoktur ki, Ýslâmiyet’i onlarla baðdaþtýrmaya çalýþalým.
Sonra, günümüzdeki saðcýlýk ve solculuk ile, Kur’âný Kerim’de geçen ‘sað ashâbý’ ve ‘sol ashâbý’
terimlerinin de hiçbir alâkasý yoktur. Hayatlarýný Allah’ýn rýzâsý istikametinde geçirmiþ ve Ahiret’e mü’min
olarak intikal edip, Mahþer’de defterlerini saðdan alacak olan müslümanlara Kur’âný Kerim’de ‘ashâbý
yemîn’; buna karþýlýk, hayatlarýný kötülükler aðýnda geçirmiþ ve kâfir olarak ölüp, gitmiþ defterlerini soldan
alacak olanlara da, ‘ashâbý þimâl’ denmektedir. Bu bakýmdan, Kur’ân’daki ‘saðcýlýk’ ve ‘solculuk’, insanlarýn
ahiretteki durumlarýna göredir ve bu dünya ile hiçbir alâkasý yoktur.
Mes’elelerimizi, her zamaný Kur’ân ve hadis ölçüsünde ele alýp, deðerlendirmeliyiz. Kur’ân,
müslümanlar için, “Sizi orta ümmet kýldýk; sizi ‘Müslüman’ olarak isimlendirdik; Müslümanlar olarak
ölmekten baþka bir isim veya sýfatla ölmeyin” derken, Ýslâm adýna saðcýlýk veya solculuk mefhumuna sahip
çýkmanýn hiç bir manâsý olamaz.
Bugünün saðcýlarý da solcularý da, bir gün gelecek, yýllardýr arayýp da bir türlü bulamadýklarý huzûru,
Allah’tan baþka hiç bir þeye dayanmayan Hz. Muhammed’in sýmsýcak ikliminde bulacaklardýr. Hâdiselerin
iþâreti, bize bunu göreceðimiz günlerin uzak olmadýðýný gösteriyor.
Tedmir ve Ýrade
“Biz bir ülkeyi helâk etmek istediðimiz zaman onun varlýklýlarýna emrederiz orada fýsk yaparlar, böylece
o ülkeye (azâb edeceðimiz hakkýndaki) söz(ümüz) hak olur, biz de orayý darmadaðýn ederiz.” Bu âyet mealinde
bahsedilen “Emerna” emri, emri þer’î midir yani mükellefiyetimiz cümlesinden bir emir midir? Yoksa, emri
tekvinî midir?
Eðer, emri þer’î olsa, fasýk fýskýndan dolayý mes’ul olmaz. Bu bir adamý baðlayýp, suya attýktan
sonrasý sakýn ýslanma, demeye benzer. Ne var ki, buradaki emir, emri tekvinîdir. Ve mazmunda aþaðý yukarý
þöyledir: “Biz bir karyenin helâkýný murad ettiðimizde, fasýklar ve ileri gelenler “þeriatý fýtriyyeye göre”
þehevata dalar, fýska girerler ve sonra da tekvinî emirler perde edilerek cezalandýrýlýrlar.”
Takatten Fazla Yük
Soru: Bakara Sûresi’nin sonundaki “Rabbimiz bize, bizden öncekilere yüklediðin gibi aðýr yükler
yükleme. Rabbimiz bize gücümüzün yetmediði þeyleri yükleme” âyetinde bahsi geçen “Takatten fazla yük”
mes’elesinin sýnýrlarý nelerdir? Bu hususu nasýl anlamalýyýz?
Cevap: Kelam ilmindeki “Ýstitaat” mes’elesi bu mevzuyu deðiþik buudlarýyla inceler. Cenâb ý Hakk’ýn
emir buyurduðu bütün farzlar bu istitaat sýnýrlarý içindedir.
Eðer teklif edilen ibadetler, âyette “Ýsran” (takatten fazla yük) kelimesi ile anlatýlan sýnýra dahil olursa;
teklifi malayutak (yapýlmasý mümkün olmayan iþleri teklif etmek) olacaðýndan dolayý bunlarýn yapýlmamasý
durumunda mesuliyet söz konusu olmaz. Meselâ: Günde beþ vakit namaz kýlmak veya güneþin doðuþu ile
batýþý arasýnda yemedeniçmeden durmak suretiyle oruç tutmak, takatin fevkinde deðildir. Ama, günde 24 saat
namaz kýlmak, hiç iftar ve sahur yapmadan oruç tutmak emredilseydi bu takatin fevkinde sayýlabilirdi.
Bu âyeti, ayný zamanda nafile ibadet yapmamaya delil olarak da gösteremeyiz. Çünki, nafile ibadetlerin
takatla alâkasý yoktur. Kaldý ki, nafile ibadet yapmak bir emir deðildir ve yapmayan da günaha girmiþ
sayýlmaz. Ancak, onun sevap ve faziletinden mahrum kalýnmýþ olur. Nafileler tamamlayýcý mahiyettedir.
Ýnsan; farzlarý ifa ile yükselme pistine girmiþ olur; nafileler ile de kanatlanýp uçar..
Yeni yetiþen nesiller bazý mes’eleleri benimsetme, öðretme ve onlarý disipline etmek açýsýndan nafile
ibadetlere teþvik edilebilir ve edilmelidir de. Esasen insanlara herhangi bir nafileyi emretmek doðru deðildir.
Ancak bu, disiplin adýna yapýlýyorsa, böyle bir emre itaat etmek gerekir ve itaat edilmezse mesul olunur. Buna
“takatimin fevkindedir” diye mukabele edilemez.
“Keþke Unutulup Gitseydim”
Soru: Hz. Meryem’in “Keþke unutulup gitseydim” demesinin hikmeti nedir?
Cevap: Her insanýn kendi deðerlendirmeleri içerisinde aþýrý derecede ehemmiyet verdiði ve büyük
gördüðü mes’elelerden ötürü kullandýðý bir kýsým tabirler vardýr. Meselâ, Hz. Ebu Bekir’in hadîs kriterleri
açýsýnda zayýf dahi olsa, söylediði muhtemel olan “Ya Rabbi vücudumu o kadar büyüt o kadar büyüt ki
Cehennemi ben doldurayým” ve Bediüzzaman Hazretlerinin “Milletimin imanýný selamette görürsem,
Cehennem alevleri içinde yanmaya razýyým. Çünkü, vücudum yanarken gönlüm gülgülistan olur” demeleri
gibi. Bu mes’eleler onlarda, bir ruh haline göre söylenmiþtir. Hz. Meryem’de de iffet öylesine bir þuur haline
gelmiþti ki, hakkýnda düþünülen ve söylenilen þeyler karþýsýnda böyle bir ifade de bulunmasý normal olsa
gerek. Evet o, âdeta iffetten bir âbideydi ve mahiyeti nezihânesinin deðil böyle bir çamur atýlmaya, bir gül
atýlmaya da tahammülü yoktu. Bu itibarla, bu þuurda olan bir insanýn, böylesi bir söz söylemesi normal
karþýlanmalýdýr.
Ýsrailoðullarý Hakkýnda Bir Mülâhaza
Soru: “Ýki topluluk (yaklaþýp) birbirlerini görünce Musa’nýn adamlarý ‘Ýþte yakalandýk’ dediler.”
(Þuara, 26/61)
Ýsrailoðullarýnýn görmüþ olduklarý bütün mucizelere raðmen bu þekilde mukabele etmelerinin sebebi
nedir?
Cevap: Ýsrailoðullarý olabildiðince maddeci bir cemaatti. Dolayýsýyla, Hz. Musa (as) da, onlarla olan
münasebetlerinde sürekli olarak onlarýn hep bu yönlerini izale etmeyi hedef almýþtýr.
Ýsrailoðullarý hakkýnda söz söylerken onlarýn bu özelliklerini hesaba katmak lazýmdýr. Böylesine
maddeci bir topluluðun ýslah olmasý için, iyi bir terbiye sistemi ile ele alýnmalarý icab eder. Bu iþe de ancak
Hz. Mesih muvaffak olmuþtur. Çünkü O, onlarýn karþýsýna ruhçu bir düþünce ile çýkmýþ ve onlarýn maddeci
düþüncelerine darbe üstüne darbe indirmiþti.
Ýþte bu insanlar düþmanla karþýlaþýnca “Ýþte yakalandýk” gibi güvensizlik ve ümitsizlik ifade eden bir
söz sarfediyorlar. Buna karþýlýk da Hz. Musa (as) “Rabbim benimle beraberdir ve bana yol gösterecektir”
(Þuara, 26/61) cevabýný veriyor.
Kadý Beyzavî tefsirinde Hz. Musa’nýn bu sözü ile Efendimiz (sav)’in Sevr maðarasýnda Hz. Ebu Bekir
(ra)’e hitaben sarfetmiþ olduðu “Mahzun olma, Allah bizimle beraberdir” (Tevbe, 9/40) sözünü mukayese
yaparak: “Efendimizin bu sözünün, Hz. Musa’nýn sözüne rüçhaniyetini söyler.”
Efendimizin sözünde, Cenâbý Hakk’a kurbiyet açýsýndan bir mertebe daha yakýnlýk vardýr. Çünkü
ifadede “bizimle beraberdir” deniyor. Yani zaman üstü olma nazara verilerek geniþ zamanla ifade ediliyor.
Ayrýca burada yakinin ve Cenâbý Hakk’a olan güven ve itimadýn fýsýltýlarýný da duymak mümkündür.
Aslýnda bu nokta çok hassas ve tehlikeli bir mevzudur ve olabildiðince dikkat iktiza eder. Bunun için “Buraya
bir nokta koymak, konuþmamak lazým. Çünkü ötesi tehlikelidir” diyor ve kesiyorum.
Kur’ân’ýn Psikolojik Tefsiri
Soru: Kur’âný Kerîm’in pisikolojik tefsiri hakkýnda ne dersiniz?
Cevap: Bugüne kadar hiç yapýlmamýþ bir tefsirdir. Merhum Seyyid Kutub tefsirinde nisbeten psikolojik
tahlillere yer vermiþ ama, Kur’âný Kerîm’in bir bütün olarak psikolojik tefsiri henüz gerçekleþtirilememiþtir.
Kanaatimce bu çok önemli bir mes’eledir ve Kur’ân’ýn ayrý bir mucizesi olarak da deðerlendirilebilir.
Zira, Kur’âný Kerîm’de bir mes’ele deðiþik yerlerde tekrar tekrar ele alýnýr ve farklý malzemelerle ifade edilir.
Bu ilk etapta basit bir tekrar gibi gözükebilir ama, mevzuu tahlil edince, her tekerrürde bir makam ve malzeme
farklýlýðýnýn olduðu görülür. Tabii buna baðlý olarak da onun farklý farklý mesajlar ihtiva ettiði müþahede
edilir. Evet Kur’âný Kerîm âdetâ deðiþik kavimlerin, seslerini, soluklarýný, feryadlarýný, çýðlýklarýný,
davranýþlarýný ve deðiþik devirlere ait farklý cemaatlerin hususiyetlerini bir aynada aksettiriyor gibidir.
Ýþte bu açýdan da, Kur’ân’ýn dümdüz okunmasýndan daha çok muhtevanýn seslendirilmesi önemlidir.
Bu da musikinin notalarýyla deðil, mevzunun akýþýna tabi olarak, hâdise ve konuþmalarýn bizzat içine girerek
ve yaþayarak onu okumak demektir. Bence bu, Kur’ân’ýn anlaþýlmasýnda en az esbabý nüzul kadar önemlidir.
Anlatýlan olaylarýn tarihî sebeblerini ve tarih felsefesini bilmek, milletleri karakterleriyle tanýmak; sonra bir
cemaatin bedeviyetten belirli merhaleleri aþarak medeniyete ulaþmasýnda hangi peygamberle hangi devreyi
yaþadýðýný görmek ve netice olarak da Hz. Muhammed (sav)’e kadar geçen devreleri bir bir gözden geçirmek
suretiyle, Kur’ân’da anlatýlan hâdiseleri tahlil etmek, insanýn önünde çok farklý ufuklar açacaktýr. Aksine
bunlarý nazara almadan Kur’ân’ý anlama gayreti; Roma devrini ve o döneme ait hayat tarzýný bilmeden,
Shakesspeare’in romanlarýndaki ifade gücünü tahlil etmek gibi bir garabet arzeder. Kaldý ki, Kur’ân’daki
hâdiseleri anlatan, geçmiþ ve geleceði bir nokta gibi ayný anda deðerlendiren, onlarý kabzai tasarrufunda
eviripçeviren Allah’týr. Tabii ki O’nun anlatýþý her türlü mukayesenin üstünde daha bir baþ döndürücü ve
ihtiþamlý olacaktýr.
Ýþte, sathî dahi olsa ifade ettiðimiz bu noktalardan anlaþýlacaðý gibi “Gavvas olana Kur’ân/ Mücevher
dolu umman”dýr. Her devir insanýnýn O Ebedî Mu’cize’den alacaðý dersler vardýr ve olacaktýr.
Kur’ân Üzerine Mülâhazalar
Kur’ân; insanoðlunun kýymet ve deðeri ölçüsünde, onun, kalprûhakýl ve cismaniyetini nazarý itibâra
alarak Yüksekler Yükseðinden nüzul ile insanlýk ufkunda tulû’ etmiþ, en mükemmel mesajlarýyla Ýlâhî
Kanunlar mecmuasýdýr.
Bugün takriben bir milyar insanýn tâbi olduðu Kur’ân, ebedî ve deðiþmeyen Ýlâhî prensipleriyle,
topyekün beþerin mutluluðunun ve o mutluluða ulaþtýran en kestirme, en aydýnlýk yolun göstericisi olarak eþi
benzeri bulunmayan biricik kitaptýr.
Kur’ân; nâzil olduðu günden bu yana, ne itirazlara ne tenkidlere uðramýþtýr ama; bu mevzuda kurulan
bütün mahkemeler Kur’ân’ýn beraatiyle neticelenmiþ ve mücadeleler O’nun zaferiyle noktalanmýþtýr.
Hz. Mesih’i Nefheden “Ruh”
Soru: Hz. Meryem’e Mesih’i nefheden Ruh kimdir?
Cevap: Bütün tefsirler bunu Cebrail (as) olarak ifade ediyorlar. Fakat âyette “Ruh” tabiri kullanýlýyor. Bu
Ruhun tayininde ise ihtilaf vardýr. Ýhtimalin sýnýrlarý ise, ihtilafýn çerçevesini aþkýn ve Efendimizin (sav)
ruhunu da içine alacak kadar geniþtir. Çünkü Hz. Meryem çok afife ve nezihe bir kadýndý, bu itibarla da
gözlerinin içine bir baþka hayalin girmemesi gerekirdi. Ayrýca Efendimiz (sav) de, bir makamda onun
kendisiyle nikahlandýðýna iþaret etmektedir. Bu açýdan da “Ruh” Efendimizin (sav) ruhu da olabilir. Fakat, bu
kat’i deðildir, bir ihtimaldir. Ýhtimaller ise, delillerle takviye edilecekleri an’a kadar kat’iyet ifade etmezler.
Misli Sebkat Etmeyen Ýllet
Soru: Kur’âný Kerîm’de Lût kavmi hakkýnda zikredilen, “Lût’u da hatýrla, kavmine dedi ki “Siz, sizden
önce âlemde hiç kimsenin yapmadýðý fuhþu mu yapýyorsunuz?” (A’raf, 7/80)
Cevap: Bu hissi hisset (alçak duygu) bütün beþerde ve hatta hayvanlarda da olabilir. Lût kavmine nisbet
edilmesinin sebebi ise, bu fiilin onlarda topyekün bir millet halinde icra edilmiþ olmasýdýr. Evet neredeyse
bütün cemaat bu illete mübtela idi. “Alemde misli sebkat etmeyen þey” mes’elesinin bir yönü budur ki;
yeryüzünde cemaat halinde bu iþi ilk kez siz yaptýnýz demektir. Aynen bugün Ýngiltere ve Ýsrail’de olduðu
gibi. Bunlar âdetâ kanun ve nizamlarýyla bu iþi meþrulaþtýrmýþ gibiler. Ayrýca bir de mes’elenin þu yönü var:
Bu illetin sâri hale gelmesi, ileride bu milletleri ortadan kaldýracak, yýkýlýþlarýný hazýrlayacak ve onlarý
Gazabý Ýlâhiyeye duçar edecek bir illet olmasýdýr.
Neml Sûresi
Soru: Neml Sûresi’nin günümüze bakan yönleri nelerdir?
Cevap: Kur’âný Kerîm her mes’elede olduðu gibi, burada da her zaman ve zeminin idarecilerine
birtakým mesajlar sunmaktadýr.
Evvelâ: Hz. Davud (as) hilafete mazhar olmuþ bir peygamberdir. Hz. Süleyman da onunla baþlayan bu
vazifeyi devam ettirmiþtir. Günümüz idarecilerinin Hz. Süleyman’ý misal alýp, teb’a ve rai (idareci) arasýndaki
hukuka riayet eden ve haksýzlýða meydan vermeyecek bir idare sergilemeleri gerekmektedir. Bunun için de
bütünüyle mülklerinde cereyan eden hâdiseleri anýnda görmeleri ve muttali olmalarý iktiza eder. Ýþte
Peygamberler bunu “Nübüvvet” nuruyla gerçekleþtirmiþlerdir, ardýndan gelenler de velâyet ve kerâmetle, firaset
ve kiyâsetle...
Sûrenin günümüzdeki hizmet erlerine olan mesajýna gelince, hizmetlerini ahenkli bir þekilde
yürütebilmeleri için, ciddi bir firaset ve fevkalade bir hassasiyet ile, hizmet sahalarý içinde cereyan eden
hâdiselere muttali olmalarý gerektiði ve yaþadýklarý çaðýn þuurunda olmalarý lazým geldiði þeklinde anlamak
mümkündür.
Ýkinci olarak: Yine Sûre’de Hz. Süleyman’ýn karýncaya, Hüdhüd’ün ve Sebe Melikesi Belkýs’a taaccüb
etmeleri anlatýlýr. Ýlk bakýþta buradaki insanýn hayvana, hayvanýn da insana taaccüb etmesinde bir tezad
varmýþ gibi gelir. Oysa ki mes’eleyi deðiþik bir zaviyeden seyrettiðimizde, burada da bir kýsým nüktelerin gizli
olduðu ortaya çýkar.
Taaccübdeki Sýr
Hz. Süleyman (as) ordusuyla bir vadide giderken, diþi bir karýncanýn diðerlerine þöyle seslendiðini iþitir.
“Ey karýncalar! Yuvalarýnýza girin ki, Süleyman ve ordularý farkýnda olmadan sizi ezmesinler” der. Ve âyet
devamla “(Süleyman) onun (karýncanýn) bu sözüne tebessüm etti...” diyor. Burada bir bakýma karýnca
Süleyman (as)’a iþaretle, bu seviyedeki bir insanýn, deðil insanlar arasýndaki hukuka, hayvanat ile arasýndaki
hukuka dahi riayet etmesi lazým geldiðini ihtar ediyor.
Diðer taraftan da bir hayvan insanýn haline bakýp taaccüb ediyor. Hüdhüd, Süleyman (as)’a gelerek
güneþe tapan Sebe Melikesi Belkýs ve teb’asýný kastederek “Þaþýyorum bu insanlarýn haline. Topraðýn
baðrýnda daneyi bitiren, göklerde ve yerde gizli olaný açýða çýkaran, gizlediklerini ve açýða vurduklarýný bilen
Allah (cc) varken bunlar güneþe secde ediyorlar. Halbuki güneþ de Allah’ýn bir memurudur..” diyor.
Yine buradaki bir nükte de, Hz. Süleyman’la muhavere eden karýnca ile, Hüdhüd’ün mesajýný getirdiði
Sebe Melikesinin diþi olmalarýdýr. Diþilik veludiyeti (doðurganlýðý) temsil etmektedir. Yoldaki diþi
karýncanýn Sebe Melikesine bir iþaret olmasýnýn yanýnda Hz. Süleyman’ýn î’lâyý kelimetullah hedefli çok
izdivacý ve çok evladý bir de bu âyetlerde zannediyorum kamil insanlýðýn, hayvanat aleminin kutbuyla,
sýnýrlarýyla kutuplaþmasý mes’elesi anlatýlmaktadýr. Bu da deðiþik bir zaviyeden önemli olabilir.
Þimdi eðer hayvanat alemiyle alâkalý bir kýsým hususiyetleri tam kavrayabilseydik, bu alemin kendine
mahsus diliyle bizlere anlatacaðý nice hakikatler ve incelikler olduðunu görürdük. Ýþte Kur’âný Kerîm’de bazý
sûrelerin (Nahl ve Neml gibi...) hayvanatýn ismiyle zikredilmesi, insanlýk ve hayvanat âlemi arasýndaki böyle
bir münasebetin önemini ihsas etmektedir. Evet, karýnca ve arý cumhuriyetçiklerinin bizlere ilham edeceði bir
kýsým hakikatler olsa gerek... Ancak bu, aradaki bu dakik münasebeti, inanan insan þuur ve idrakiyle
þerhedilmesi neticesinde gerçekleþecektir.
Allah (cc) Kur’âný Kerim’de bize bir nebinin mu’cizesiyle, insanoðlunun doðrudan doðruya bir hayvanla
konuþup anlaþmasýnýn mümkün olacaðýný göstermektedir. Ve bu lisan bir ma’nâda öyle fasih, öyle talakatli bir
lisandýr ki, bizim lisanýmýzdan daha fasih, daha arýzasýz, daha kusursuzdur denebilir... Ama gene de kendine
mahsus bir beyan.
Süleyman (as)’ýn Tebessümü
Soru: Karýnca, ahalisini ikaz edince Hz. Süleyman gülmüþtür. Bunun sebebi nedir?
Cevap: “Dahk” tabiri kahkaha ile gülmeyi deðil de tebessümü ifade eder. Yani, dudaklarda, çok kýsa bir
an için beliren birkaç tebessüm çizgisinden ibarettir. Hz. Süleyman’ýn tebessüm etmesi, evvela bir vadide Hz.
Süleyman’la karýnca arasýnda mu’cizevî bir muhavere geçmiþtir. Bu Cenâbý Hakk’ýn ona bahþettiði yüksek
bir paye ve lütuftur. Ýþte bundan dolayý O da, þükrün davranýþlarla ifadesi sayýlan “tebessüm”le hatta sesli ve
hareketli tebessümle tahdisi nimette bulunmuþtur.
Ýkinci olarak: Karýnca bir kýsým iþ’ar ve iþaretlerle Süleyman (as)’a adalet ve hakkaniyetle muamele
etmenin sýnýrlarý hakkýnda fikir ve düþüncelerini ifade etmek istemiþtir. Karýncanýn ifadesinde, “Ey
karýncalar! Yuvalarýnýza giriniz ki, Süleyman ve ordularý farkýnda olmadan sizi ezmesinler.” Yani, bunlar
insandýr, mahiyetlerinin gereði olarak, düþünmeden ve farkýnda olmadan size zarar verebilirler, diyor. Allah’ýn
(cc) bu lütuf kapýsýný kendisine açtýðýndan ötürü, Süleyman (as) da tebessüm ediyor. Zira bu, onun
peygamberliðine ait bir lütuf idi.
Buna benzer bir hâdise de Peygamber Efendimiz (sav)’in hayatý seniyyelerinde cereyan ediyor.
Peygamber Efendimiz (sav) minberde hutbe irad ediyordu. Bir bedevi içeriye girerek “Ya Rasûlallah!
Yaðmursuzluktan her taraf çoraklaþtý, topraklarýmýz kuraklýktan çatladý. Çoktandýr yaðmur yaðmýyor. Allah
’a duâ etseniz de bize yaðmur ihsan etse...” diyor. Efendimiz (sav) duâ ediyor. O anda bardaktan boþanýrcasýna
þakýr þakýr yaðmur yaðmaya baþlýyor. Sokaklar ve her taraf su altýnda kalýyor. Efendimiz (sav) minberden
inerken her tarafý sýrýl sýklam olmuþ, sular sakalýndan aþaðýya dökülüyordu. O da semanýn böyle çok yaðmur
boþaltmasýna tebessüm ediyordu. Zira bir tarafta mu’cize zuhur ederken diðer yandan da O, bir lütfa mazhar
olmuþtu.
Ýþte bu tebessüm her iki hâdisede de “dahk” kelimesiyle ifade edilmiþtir. Kahkaha olmadýðýndan Hz.
Süleyman’ýn tebessümünü melekler öyle kaydetmiþlerdir. Belki raiyyeti dahi bunu farkedememiþtir. Zaten
dudaklarda beliren böyle birkaç çizgiyi çoðu kez farketmek de mümküm deðildir.
Risâlei Nur Etrafýnda
Altýncý Bölüm
Risâlei Nur
Risâlelerin tamamýnda herhangi bir fikrî tezada rastlanmamaktadýr. Bu eserler þayet ilham olmayýp,
bütünüyle mantýk muhassalasý olsaydý, muhakkak tezat da olurdu. Bu eserlerde tezadýn olmamasý ancak
sünuhat ile izah edilebilir ki, bunu da zaten yer yer Nur Müellifi de bizzat söylemektedir.
Eserlerin Okunmasýnda Dikkat
Edilecek Hususlar
1. Bütününü okumak.
2. Gazete gibi okumamak.
3. Bütünlük içinde mütalâaya kendimizi alýþtýrmak.
4. Kendi nefsine okumak ve ayrýca içinde birþeyler olduðu mülâhazasýyla okumak.
5. Her gün okuduðu þeylerle kendini kritiðe tâbi tutmak ve otokontrol yapmak. Yoksa, eserler yaldýzlý
ciltlerle kütüphanede durur da, gerektiði gibi istifade edilemez.
Þartlara Göre
Bazý þartlar altýnda, bazý mes’eleleri terk etmekde yarar vardýr. Bediüzzaman Hazretleri zamanýnda,
163’ün 3. maddesinde þahsî nüfuz mes’elesi yer alýyordu. Eðer O, hediye kabul etseydi, bu mes’ele çok istismar
edilirdi. Halk geldikçe gelirdi ve 163/3’den dolayý da geleni götürürlerdi. Ama has talebeleri, Bediüzzaman
Hazretlerine Mercedes Chevrole almýþlar o da binmiþ. O dönemde Bediüzzaman’ýn arabasý kadar hýzlý
giden bir araba yoktu. Poliste jip vardý. Polisler, “hocaya söyleyin, yavaþ gitsin, yetiþemiyoruz” diyorlarmýþ.
Eðer Anlasaydýk
Risâleleri eðer hakkýyla anlasaydýk, medrese ve tekkelerden bekleneni verirdi. Ama maalesef
bazýlarýmýz onu sadece ilzam için kullandýk ve malzeme durumuna düþürdük. Bazýlarýmýz da, “anlamasak
da, ruh istifade eder” deyip, evrad dinler gibi dinledik. Öldürdük onlarý. Perdeyi yýrtýp, danede hakikatý
gösteren dikkati nazardýr; zâhirî nazar deðil.
Üç Belde
Bediüzzaman’ýn hayatýnda Bitlis, Van ve Isparta’nýn ayrý bir önemi vardýr. Biri, doðum yeri, biri
medresesinin bulunduðu yer, diðeri de makberinin bulunduðu yer.
Cemil Meriç Der ki
Cemil Meriç, “Bediüzzaman’ýn kurduðu düþünce sistemi, tamamen yerli bir sistemdir. Mes’eleleri çok
güzel hazmetmiþ ve sistemleþtirmiþ. Bu seviyede düþünce adamý yetiþtiremememiz bizim için büyük
talihsizliktir” der.
Þark Üniversitesi
Bediüzzaman’ýn Ýlâhiyat aðýrlýklý, fakat müsbet ilimlerin de okutulduðu bir üniversite düþüncesi, o
dönem için çok orijinal bir tesbittir. Bu üniversitede Arapça farz, Türkçe vacib, Kürtçe de caiz olacaktý. O bu
düþüncesini dönemin padiþahýna arzetmek için Ýstanbul’a gider. Fakat, padiþahýn etrafýndakilerin
engellemelerinden dolayý, padiþahla yüz yüze görüþemez. Daha sonra Sultan Reþad bu teklifi kabul eder ve bir
miktar da tahsisat ayýrýr. Ne var ki harb u darbden dolayý bu teþebbüs de yarým kalýr ve Bediüzzaman, ayný
teklifi Cumhuriyet hükümetine de sunar.. tabii yine netice yoktur.
Mûcizeler
Zannediyorum, 19. Mektub’un te’lifinden önce Türkiye’deki müslümanlarýn Efendimiz’in mucizeleri
hakkýndaki bilgileri fazla deðildi. Akýllarýn Batý düþüncesine kapýldýðý ve hýzla Sünnet’in inkârýna gidildiði
bir devrede Bediüzzaman’ýn mucizeleri ele almasý ve inkârý kabil olmayacak bir seviyede izah ve isbat etmesi,
her iþinde olduðu gibi tektir, orijinaldir, þükran ve minnete lâyýktýr.
Kâfir ve Münafýklar
Rusya’yý hedef gösterirken batýyý, batýyý hedef gösterirken Amerika’yý unutturmak da büyük tehlikedir.
Bediüzzaman Hazretlerinin þu ifadesi çok önemlidir: “Avrupa kâfir ve zalimleri, Asya münafýklarý.” Ne var ki,
münafýk, kâfirden daha þiddetli olduðu da unutulmamalýdýr.
Felsefe Salikleri
Felsefe, çok tehlikeli bir meslektir.. Ýnsanýn aklýna avans vermek suretiyle insanýn duygularýný,
lâtifelerini öldürebilir. Felsefeci, tünelin içinde yürüyen bir insan gibi, hep tek buudlu bir yoldadýr. Bu yolda çok
yaralar alýnabilir. Onun için, felsefe ilimleriyle uðraþanlar beraberinde sofiyyenin eserlerini mütalâa etmeli,
evrad u ezkârda kusur göstermemeli ve kat’iyen kendilerine güvenmemelidirler ki onunla gelen vartalara ma’ruz
kalmasýnlar. Bediüzzaman Hazretleri’nin þu tesbiti ne kadar yerindedir. “Aklýn ulûmu felsefe (felsefe ilimleri)
ile iþtigali nisbetinde, emrazý kalbiyye (kalp hastalýklarý) çok olur.”
Risâlei Nur’da Hakîm ve Rahîm
Ýsimlerinin Tecellisi
Risalei Nur talebeleri, “Rahîm” isminin þefkat burcunda dolaþýyorlar. Bu, onlarýn yerde merhamet
daðýtarak, göklerin merhametine mazhar olmalarý demektir.
Nur’larda “Hakîm” ismi de mütecellidir. Bu, devir ve þartlar nazara alýnarak hareket etmek demektir.
Hakîm ismine mazhariyet, cidden çok farklý bir þeydir. Þartlara umûmî atmosfere aykýrý hareket edenler, bu
mazhariyetten mahrum kimselerdir.
Esasen, dünden bugüne, hususiyetleri ve aralarýndaki mücadele açýsýndan imanküfür ve mü’minkâfir
münasebetlerinde deðiþen bir þey yoktur. Deðiþen sadece dünya þartlarýdýr. Meselâ, Bediüzzaman ve talebeleri,
ilk dönemde bahtiyar bir ihtiyar ve on talebeden ibaretti. Onlarýn o zaman bu isimlere mazhariyetleri ile,
bugünkülerin mazhariyetleri çok farklýdýr. Meselâ, günümüzde cemaat, o zamana nisbetle kemmî ve keyfî
buudlarý itibariyle az daha kuvvetlense, hikmetin yanýnda kudretin de tecellileri görülebilir. Daha sonraki
devirlerde gelecek olanlar, ayrý bir strateji takip edeceklerdir; zira onlar, daha baþka isimlerin tecellilerine
mazhar olmalarý söz konusudur. Bu itibarla hangi zaman dilimi içinde bulunursak bulunalým, bize düþen, daima
hikmete uygun hareket etmektir.
Þunu da unutmayalým: “Hikmete uygun hareket edelim” derken, hata da edebiliriz. Önemli olan,
hatalarýmýz söylendiðinde, hemen o hatadan dönmesini bilmektir. Aksi takdirde, yani enaniyete aldanýp hatada
ýsrar etmekle, bütün isimlerin mazhariyetlerine karþý kapanma söz konusu olabilir.
Ýslâm’ýn Ýstikbali
Soru: ÝmanHayatÞeriat dönemlerinden kastedilen nedir?
Cevap: Bunlar, ahir zamandaki diriliþ hareketinin merhalelerini ifade eder. Ýman ve hayat devrelerinde
ateizm karþýsýnda bazý ortak noktalarda birleþmeler olabilir. Dinin hakimiyetine gelince o, bütün dünyadaki
müslümanlarý ilgilendiren bir mes’eledir. Bugün için bu sadece bir düþünceden ibarettir. Ancak bütün mesajlar,
bu türlü düþüncelerin neticesidir. Demirperde ülkelerindeki kaynaþmalar, Ýslâm’ýn âtisi için ümid vericidir.
Hizmetler belirli bir seviyeye geldiðinde iltihaklar olacak ve mürtedler tavýr deðiþtirecek ve her ülkede bu
düþünceyi temsil eden þahsiyetler yetiþecektir. Bu þahsiyetler, hasýmlardan tokat üstüne tokat yiyerek piþecek
ve hiçbir engelin hiçbir karþý koymanýn önünde boyun eðmeyerek hep düþünceleri istikametinde
yürüyeceklerdir. Hâdiseleri sosyolog gözüyle deðerlendirdiðimizde, bu mukadder neticeye doðru gidildiðini
rahatlýkla söyleyebiliriz. Bunun önünü de Ýnþaallah kimse alamayacaktýr.
Ateistler, mes’eleyi hâlâ sebepler zaviyesinden deðerlendiriyor ve bu yöneliþi durdurabileceklerini
zannediyorlar. Belki bir zümrede durdurabilirler, ama umûmî ma’nâda bu gidiþi durduramayacaklar.
Ruslar ve Türkler
Bediüzzaman Hazretleri, Sovyetler için “nifak þebekesi” tabirini kullanýr. Zira Ruslar, kurduklarý düzenle
insanlýðý yýllarca iðfal ettiler. Buna raðmen, kendi düzenleri adýna hatalar yapmaktan da kurtulamadýlar.
Meselâ, kendi ýrklarýndan olmayanlarý yüksek seviyeli tüccar ve subay yapmadýlar. Bilhassa Türkler’i büyük
ölçüde hep er olarak kullandýlar. Ýþe yaramayacak yaþlýlarý ya sürgüne gönderdiler veya öldürdüler. Bu tür
hatalar, esir milletlerde millî duygunun doðmasýna yol açtý. Her hatâ, o hatanýn muhatablarýný tedbirli olmaya
sevkeder. Hatânýn büyüklüðü nisbetinde de tedbirli insan yetiþir. Þef döneminin baskýsý, Bediüzzaman
Hazretleri gibi, daima ayaklarý üzerinde durabilen birini yetiþtirmiþtir. Biz bugünkü hâlimizle o dönemde
yaþasaydýk, inanýn hizmet edemezdik.
Bediüzzaman ve Cemaat
Hz. Bediüzzaman’ýn yaþadýðý devrede cemâat çok önemliydi. O kadar ki, onun kazanýna atýlan her
þeyin buharý ‘cemaat’ diye tüterdi. Meselâ, ‘Mesihiyet, Mehdiyet’ diyene, o ‘þahsý manevî’ derdi. Kendisine,
“Rüyada sizi Efendimiz’in yanýnda gördük” deseler, o yine, “þahsý manevî” derdi. O kadar ki, þahsýyla temsil
edilen hakikatler için bile “þahsý manevî” diyerek, kendini geri çeker ve hep ‘adî bir tercüman’ olarak
görünmeye çalýþýrdý.
Her Seviyede Ýmtihan
Ýnsan her seviye ve mertebede imtihan halindedir. Mesela:
Risâlei Nur Külliyatý iyi bir ameliyatý fikriyye yapmaya vesiledir. Herkes kendi seviyesine göre okursa
ve hele sürekli okursa ondan çok çok istifade edebilir. Çünkü bu eserler Kur’ân’dan mülhem pýrýltýlardýr. Öyle
olmasý da bir imtihandýr. Eserlerde kullanýlan ifade tarzý da bir imtihan.. Bediüzzaman’ýn ekrad içinde neþ’eti
de ayrý bir imtihandýr. Bazýlarý iþte bu noktalara takýlýp kalabilir ve o bereketli zat ve eserlerinden
yararlanmayabilirler.
Bunun için, insan; Allah’tan (cc) devamlý olarak istikamet istemeli. Nasýl ki gündüz yaptýðý ibadetten
dolayý yorulan bir insan, uyuduðu zaman da ibadet yapmýþ gibi sevap alýr. Öyle de hayatýnýn her saniyesinde
istikamet arzusuyla dopdolu yaþayan bir insana da Allah (cc) birgün bunu lütfedebilir.
Risâlei Nur’larda Gramer
Kurallarýna Uygunluk
Soru: Risâlei Nur’larýn gramer kurallarýna uygun olmadýðý söyleniyor. Ne dersiniz?
Cevap: Yahya Kemal Türkçeci ve dili en iyi kullananlardan birisidir. Necip Fazýl’ýn ifadesine göre dil bir
renk zemzemesi halinde onda ifadesini bulmuþtur. Ama, Yahya Kemal’in de gramer hatalarý vardýr.
Risâleler açýsýndan mes’eleyi ele aldýðýmýzda; umumî ma’nâdan dil güzel kullanýlmýþtýr. Ama buna
çok ciddi bir ehemmiyet verilmemiþtir. Arapça olan eserlerinde de böyledir. Aslýnda dilin kurallarýna uymamak
da bizim için ayrý bir imtihan noktasýdýr.
Mes’eleyi kelime ve cümleperestler gibi deðerlendirmemek gerekir. Bu eserler Kur’ân’ýn malýdýr, böyle
olmasýnda ayrý bir feyiz ve bereket vardýr. Meselâ birisi çýkýp çok þaþaalý ifadelerle birþeyler anlatabilir.
Diðer tarafta bir baþkasýnýn ihlasla söylediði dört kelimelik bir cümle ondan daha fazla kalplerde hüsnü tesir
icra eder...
Farzý muhal Risâlelerde hiçbir þey olmasa bile yetmiþ yýldýr iç ve dýþtaki din düþmanlarýnýn onunla
uðraþmalarý bu eserlere yabancý kalmýþ, bir türlü ýsýnamamýþ bazý kimseleri düþünceye sevketmelidir.
Acaba, Türkiye’de baþka kesimlerdeki insanlarýn sayýsýndan ve dindar talebelerin çokluðundan ciddi endiþe
edilmemesine raðmen ýþýk evlerin en küçüðüne karþý bile çok büyük bir endiþe hissedilmesi neyin
göstergesidir?
Evet, insan bazen, zatî kýymeti olan bir þeyin kýymetini, o þeyin hasýmlarýnýn, düþmanlýk ve
hassasiyetinden de anlayabilir.
“Zaman Tarikat Zamaný Deðil
Hakikat Zamanýdýr”
Soru: Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin (ra) “Zaman tarikat zamaný deðil hakikat zamanýdýr” sözünü
nasýl anlamalýyýz?
Cevap: Bu söz belirli bir devreye aittir ve bizim düþüncelerimizi aþan bir derinlik ifade eder. Bu hususta
þu mülahazalar gözetilmiþ olabilir:
1. Bediüzzaman’ýn (ra) yetiþtiði devrede medrese ve tekyeler kendi üzerlerine düþen görevi
yapamýyorlardý ve yenilenmeleri lazýmdý. Ama, ehli dünya ve ehli dalâlet ile uðraþýldýðý bir dönemde
medreselerle hesaplaþmaya gitmek kat’iyen doðru deðildi.
2. O dönemde tarikatlar yakýn takibe alýnmýþtý. Zaten nurlardan dolayý tarassut edilen bir insan, bir de
tarikatçýlýk vehmiyle mi durumunu aðýrlaþtýrsaydý? Kaptanýn gemisindeki tayfayý korumasý gibi
Bediüzzaman da cemaatini koruma ve kollama durumundaydý. Yoksa, Efendimizin tavsiye etmiþ olduðu zühd
ve takvayý esas alan tarikatlara Bediüzzaman gibi engin ve ledûnnî birisinin karþý olmasý asla düþünülemez.
Belagat ve Ýhlas
Belagatýn heyecanýnýn muvakkat olmamasý için ihlasa iktiran etmesi þarttýr. Bediüzzaman’ýn
eserlerindeki tesir de iþte bundandýr. Hem de týpký büyük okyanuslarýn büyük dalgalarý gibi... Hatta bir ölçüde
onun böyle olduðunu kabul etmekle ancak ondan istifade edilebilir; aksi takdirde edilemez...
Mustafa Sabri Efendi’nin Reddiyesi
Soru: Mustafa Sabri Efendi’nin “erReddiyyetü ale’lMezhebi Saidi’lKürdiyyeti” isimli bir eser yazdýðý
doðru mu?
Cevap: Hayýr, doðru deðildir. Mustafa Sabri Efendi’ye Bediüzzaman Hazretlerinden bahsettiklerinde, onu
takdirle karþýlamýþtýr.
Ayrýca Mustafa Sabri Efendi Arapça bilen bir insandýr. Böyle birinin Bediüzzaman için “Kürdiyyeti”
tabirini kullanmasý mümkün deðildir. Zira bu tabir müennes (diþi) için kullanýlýr.
Kaldý ki, bu hezeyan dolu, sözüm ona reddiye çýkdýðýnda M. Sabri Efendi’nin oðluyla görüþüldü.. bu
düzme eserin kat’iyen babasýna ait olmadýðýný, olamayacaðýný söyledi.
Gazeteci Sabir’in Müþahedesi
Tarihçei Hayat’ýn arkasýnda Sabir imzalý bir yazý vardýr. Bu zat, o devrin meþhur gazetecilerindendir.
Zamanýn pek çok ileri gelenleriyle olduðu gibi, Bediüzzaman Hazretleri ile de görüþmüþtür. Bediüzzaman’a bu
nasýl birisidir? diye sorulduðunda: “Çok iyi bir gazeteci” cevabýný vermiþ. Sabir’e sorulduðunda ise o: “Ben,
dünya çapýnda pek çok kimse ile görüþtüm. Ama Bediüzzaman kadar ihlaslý birini görmedim” demiþtir.
Bediüzzaman’ýn havasýný teneffüs etmeden bizim bunu anlamamýz mümkün deðildir. Evet, ihlas öyle bir
sýrdýr ki, aysbergleri bile eritir.
Bir Demet
Sosyal Mes’ele
Yedinci Bölüm
Mükemmel Ferd
Çilehaneler insanýn irade gücünü artýrýr. Ferd kendini orada bütün derinlikleriyle bulur.. idrak eder ve
tanýr. Þu kadar var ki mükemmel bir ferd de ancak yine mükemmel bir toplum içinde yetiþir. Ýnsanlar arasý
münasebetler, âdâb ü erkân hep iyi bir toplum içinde öðrenilir. Mesela Osmanlý dönemindeki terbiye sistemi
köylere varýncaya kadar her yeri içine alýyordu. O terbiyeyi alan insanlar, köylerde bile yaþasa, sarayda yetiþmiþ
insan imajý veriyorlardý. Ben 12 yaþýmda iken, Osmanlý’nýn yýkýlýþ döneminde yetiþmiþ ve 80 yaþýnda öyle
ihtiyarlar gördüm ki, her yönleri ile zirve idiler. Kimbilir, daha önceleri ne zirveler, ne zirveler yetiþmiþti.?
Deðiþme
Bugün toplum olarak baþkalarýnýn potasý içinde eriyik hale geldik. Bizi biz yapan deðerlerin çoðunu
yitirdik. Sonra da, “mucid yetiþmiyor kâþif yetiþmiyor” diye þikayete baþladýk. Elbette yetiþmez. Yetiþmesi için
taklitçilik ruhunu býrakýp, herþeyi deðiþtirecek olgun ve yapýcý ruhlara ihtiyacýmýz var; kitap, okul, sýra... vs.
herþeye varýncaya kadar kökten deðiþtirecek ve her þeyi yeni baþtan kuracak.
Yetiþme ve yetiþtirmede istidat faktörünü de nazara almak þarttýr. Zira insanlar, istidat ve kabiliyetleri ile
doðar, sonrada iyi üstadlar sayesinde arþý kemalatlarýna yürürler. Mesela, Ýmrü’lKays hiç mektep görmemiþ.
Einstein okulda kendini tam gösterememiþ. Newton her ne kadar teorisini matematik üzerine kurmuþ ise de,
okulda iken matematik derslerinde zayýf almýþtýr. Ne var ki, o yüksek istidat mevsimi gelince birdenbire
inkiþâf edivermiþtir.
Topluluðun Kabulü
Efendimiz (sav), Kâbe’yi geniþleterek, Hýcr bölgesini içine dahil etmek istemiþti. Fakat, cemaatin yeni
müslüman olmasý ve Kâbe’nin yýkýlmasýný kabullenmeme ihtimalleri bulunmasý dolayýsýyla bu niyetinden
vazgeçti. Demek ki, usûle taallük etmeyen mes’elelerde, ma’þeri vicdanýn kabulü çok önemli... Asýrlardan beri
kudsiyet atfettikleri Kâbe’de yýkarak deðiþiklik yapmak çok zordu ki, Efendimiz (sav) böyle bir iþe teþebbüs
etmedi. Kaldý ki etseydi, O’na kimsenin itiraz etmeyeceði de muhakkaktý.
Bizim de, bu tarihî gerçekten ders alarak, toplum vicdanýnýn kabullenmeyeceði þeylere körü körüne
teþebbüs etmememiz gerekir. Aksi halde, çalýþmalar boþa gider ve gayeye de ulaþýlamaz. Hatta bu kabil hatalý
çýkýþlarýn cezasýný gelecek nesiller çeker.
Bir Þahsý Tanýmak Ýçin
Hz. Ömer (ra) birisini tanýmada þu hususlarý esas alýrdý:
1) Bir müddet beraber bulunmak.
2) Alýþveriþ yapmak.
3) Yolculuk etmek.
Ben bunlara bir dördüncüsünü ekleyerek diyorum ki; beraber hapishane hayatý yaþamak. Evet, “tatmayan,
yaþamayan bilmez”, sýrrýnca orasý öyle bir yer ki, baþkalarýný tanýma adýna insanýn eline yanýltmayan çok
saðlam kriterler veriyor.
Keyfiyet ve Kemmiyet
Kemmiyetin artýþýyla keyfiyetin korunmasý ma’kusen mütenasib (ters orantýlý)’dir. Ýnsanlýk tarihi
boyunca, bu hüküm, Ademoðlu için Ýlâhî bir kader olmuþ ve hiç deðiþmemiþtir. Dolayýsýyla, Hz. Muhammed
(sav) için bile deðiþmeyen bu kaderin, hakkýmýzda deðiþeceðini beklemek yerine, bunu aþmanýn çarelerini
aramalýyýz. O da, öncelikle iþin baþýnda bulunan, bizim terminolojimizle önde gözüken þahýslarýn
Rabbileriyle irtibatlarýný çok saðlam ölçülerde kuvvetlendirmeleri ile mümkündür. Evet, özün korunmasý için
baþtakiler üzerlerine düþeni yapmazlarsa, arkalarýnda bulunanlardan ne bekleyebilirler ki? Veya bu hususta bir
þeyler beklemeye haklarý var mýdýr? Hasýlý, onlar vazifelerini yaparlarsa, geridekiler de onlardan ayrý
kalmamaya çalýþacaklardýr.
Aziz Olursak
Soru: Teknikte Avrupa’ya yetiþebilir miyiz?
Cevap: Þimdilik biraz þüpheli. Zira her ýrkýn belli bir kabiliyeti vardýr. Bazýlarý ilimde, fende, teknikte,
bazýlarý da baþka þeylerde ileridir. Türk milleti tarihin hiçbir devrinde fen ve teknikte batý ölçülerinde ileri
gitmemiþtir. O, hep idareci olmuþ ve cihanlarý idare etmiþtir. Bununla birlikte, fen ve teknikte istenilen seviyeye
ulaþmak için belli bir kýsým hususiyetler gerekir:
1. Önce fen ve tekniði temsil edecek kiþiler yetiþtirilmelidir.
2. Bu konuda toplumdevlet el ele olmalýdýr.
3. Dünyanýn bunu engellemeye çalýþacaðý gözardý edilmemelidir. Komünistler dünyaya yayýlmaya
baþlayýnca Batýlýlar NATO’yu kurdular. Buna karþýlýk komünistler de Varþova Paktý’ný. Sonra Avrupa Ortak
Pazarý kuruldu. Güya Amerika’ya karþý kurulan bu pazar, aslýnda eski haçlý zihniyetinin devamýndan baþka
birþey deðildi. Bu paktlar arasýnda deðiþik konularda teati oldu ve olacak.. güçlü olursak bizim de sazýmýz
sözümüz dinlenebilir. Belki iþte o zaman Ýslâm’ýn sesini de duyurabiliriz. Þu anda AT’a (þimdiki adýyla AB’a)
girmek bizim için hayalden öte geçemez. Borçlarýmýzý erteletmeyi fazilet saydýðýmýz, kapýlarýnda âdetâ
elpençe divan durduðumuz bu milletlere, “Gelin, dinimize girin” diyebilir miyiz? Hayýr. Hiçbir efendi, kölesinin
dinine girmez. Heraklius, Ebu Süfyan’a soruyor, Ebu Süfyan da “O (sav), içimizde en þerefli kabiledendir”
diyordu. Ancak aziz olanlar kendilerini dinletebilirler. Milletçe aziz oluncaya kadar, ne mesafe alabilmemiz ne
de baþkalarýna söz dinletmemiz mümkün olmayacaktýr.
Ýttifak Üzerine
Ýp, ip olarak kopar ve hiçbir þey ifade etmez. Birleþip halat olduklarýnda bir kýymete ulaþýrlar. Ýttifak
halat olma demektir. Allah, her türlü baþarýyý ittifakla bütünleþenlere va’deder. Oruç, Reyyan kapýsýndan
cennete götürür; sadakat da bir baþka kapýdan cennete götürür. Ýttifak, ise en önemli bir baþarý vesilesidir ve
muvaffakiyete götürür. Zaten, akýllý kimseler bunca haricî ve dahilî düþmanlara karþý ittifak etmeden baþka
çare düþünmezler. Bu iþe bir de Allah’ýn inayet bakýþý var ki o herþey demektir. Bina için temel atar, duvar
çýkar, pencere takar, derken çatýyý çatarsýnýz. Ýþte, içtimaî yapýnýzdaki çatý da Allah’ýn tevfikidir. Ýttifaksýz
ve tevfiksiz hizmetler çatýsýz bina gibidir. Bu çatý, çok önemlidir. Ýnsanlar, þahsî ibadet ve tâatlerinde ne kadar
ileriye giderlerse gitsinler, ittifaklarý yoksa, sürtüþür, kokuþur ve daðýlýrlar. Allah, ittifaký meyve ve sebzeyi
verdiði gibi vermez; onu bizim irademize baðlamýþtýr. Ýttifaký yaratacak yine Allah’týr, fakat sebep olarak
bizim cehd ve gayretimiz çok önemlidir. Efendimiz’in: “Üç þey için Allah’a duâ ettim, ikisi kabul olundu ama,
biri reddolundu. ‘Ümmetim arasýnda ihtilaf olmasýn’ dedim. Allah kabul buyurmadý” hadîsi de zannediyorum
iþte bu noktaya parmak basýyor.
Devlet Sýrrýný Saklamak
Haremeyni Þerifeyn’e müslümanlardan baþkasýnýn girmesinin yasaklanmasýnda taabbüdî, yani ibadete
ait bir yön vardýr ki, baþka hiçbir hikmet mülâhazasýna girmeden müslümanlar bu hükme kýyamete kadar
uymak zorundadýrlar. Bu tesbitten sonra, bir de Ýslâm alemine ait þöyle siyasî bir hikmetten söz edebiliriz:
Ýslâm âleminin merkezi Haremeyni Þerifeyn’dir. Dolayýsýyla, bir gayri müslim oraya girip
müslümanlara ait sýrlarý kat’iyen öðrenmemelidir. Bu prensip, “Seddi zerayi” açýsýndan bütün Ýslâm
merkezlerine teþmil edilebilir. Yani, bir gün Ýstanbul veya bir baþka belde, Ýslâm âlemine merkezlik edecek
olursa, oraya da gayri müslimler sokulmayabilir. Zira, Ýslâm alemine ait sýrlarýn yabancýlarýn eline
geçmemesi çok önemlidir.
Osmanlýlarda Kanûnî devrine kadar bu hususa belli ölçüde dikkat edilmiþtir. Dýþtan sýr toplanmýþ ama,
dýþarý sýr verilmemiþtir. Kanûnî döneminden sonra ise tam tersi olmuþtur. Öyleki, sarayda konuþulan bir
mes’ele, ikiüç gün sonra Lordlar Kamarasý’nda müzakere masasýna konulmuþtur. Yýkýlýþýmýzý hýzlandýran
sebeplerden biri de iþte budur.
Temsil Noktasý
Hizmetin aslýný enbiyaý izam yapmýþtýr. Çünkü onlar, Zatý Ulûhiyetin zatî cilvelerinin gölgeleridir.
Gelen ümmetler ise zýllîdir.
Efendimiz’den sonra peygamber olmadýðý için, gelen evliya ve mücedditler nübüvveti temsil etmiþlerdir.
Efendimiz’de hakim olan unsur, bu velilerde de hakimdir. Týpký Hz. Davud’da hakimiyet, Hz. Adem’de tevhid
hakim olduðu gibi, Allah Rasûlü’nde de ferdiyet hakimdir. Her halde, ismi A’zam sayýlýrken baþta “Ferd”
isminin zikredilmesinin sýrrý da bu olsa gerek.
Ayrýca, “Allah” lafzý celâlinin baþ harfi olan, “Elif”, Ahmed’in de baþ harfidir. Allah (cc), Ahmed’de
mütecellidir. Hizmeti imaniyede bulunanlar, hangi nebinin cemaatinden olurlarsa olsunlar þeffaf birer ayna
hükmündedirler. Onlara bakanlar, aslî olan peygamberlerini görürler. Tahrifden evvelki Hristiyan Hz. Ýsa (as)’ý,
Müslüman ise, Hz. Muhammed (sav)’i görür. Bugün, hizmetteki bazý hususiyetlerde evsafý Ýseviye ne kadar
ileri giderse gitsin, evsafý Muhammediye daima hakimdir. Zira Hz. Mesih, bir hadîsin iþaretiyle “Bazýnýz
bazýnýza imamsýnýz” buyurur. Bu: “Ben imam olamam” demektir. Bugün, devrin getirdiði þartlar ve hizmetin
stratejisi açýsýndan, bir yanaðýna vurana öbür yanaðýný çevir, karþýlýk verme, sokaða dökülme” diyorsak, bir
ma’nada bu ruhu temsil gereðinden dolayýdýr. Ýlerde Ýnþaallah Muhammedî zemin tam oturacak ve
Muhammedî renk bütün renklere hâkim olacaktýr.
Þimdilik bu cemaatte mülayemet ve müsamaha ma’nasýna Mesihiyet yönü galip olabilir, o þeffaf aynada
Mesih (as) görülebilir. Bu ma’nâyý anlamayanlar ve aslý tecellî ile karýþtýranlar, mesihî ruhun temsilcisine
mesih nazarýyla bakabilirler. Bu iltibasa Bediüzzaman Hazretleri bir yerde iþaret ederek, “Evliya mertebeleri
içinde bir mertebe vardýr ki, o mertebede Hz. Hýzýr ile görüþülür ve buna “Makamý Hýzýr” denilir. Bu
makamdaki bir veli bazen ayný Hýzýr, yani Hýzýr’ýn bizzat kendisi olarak görülebilir” demektir.
Ýhtimâl, ilerde bir cemaat hilâfeti temsil edecektir. Bu makamýn aslî temsili Hz. Davud ve Hz. Süleyman
(as)’a aittir. O zaman da asýl ile tecelliyi, aslî temsil ile gölge temsili karýþtýranlar, öndekilere Davud, Süleyman
(as) deme galatýna düþeceklerdir.
Teknik ve Teknoloji
Adeti Ýlâhî olarak, insanlar rýzâi Ýlahî dýþýnda birþeyin üzerine çok düþmüþlerse, o þey baþlarýna
hep dert olmuþtur. Elektronik dünyasý.. pilotsuz uçaklar... Ýhtimal bunlar ileride belki icad edenlerin dahi
baþýna dert olacaða benziyorlar. Bunlarýn dünlerinden ve bugünlerinden de bu anlaþýlýyor. Evet bir öfke ile
neler olmaz ki? Birisi sana kötülük etse, bir düðmeye basmakla her yeri harab edebilirsin.
Teokratik Düzen
Teokratik düzen, Ýslâmî, þer’î bir sistem demek deðildir. Tam aksine, kurumlaþmýþ dinî bir sýnýfýn
kendi içtihad ve görüþleriyle sistemleþtirdikleri bir idare tarzýdýr. Bir kesim Ýslâm adýna ona sahip çýkmakla
hata etmekte, diðer bir kesim de teokrasi deyip Ýslâm’a saldýrmakla günahlara girmekte...
Sistemin Gedikleri
Bazýlarý sistemin getirmiþ olduðu zorluklara bakarak, Ýslâm’dan taviz verme veya nasslarda tekellüflü
tevillere gitme yoluyla deðiþik cevaz kapýlarý aralýyorlar. Bunlar bilmiyorlar ki, böyle yapmakla ciddî bir hata
iþliyorlar. Çünkü, herkes içinde yaþadýðý devre göre, Ýslâm’dan taviz verirse, ortada ne din kalýr, ne de iman.
Sonra, bu sistemin getirmiþ olduðu problemlere çözüm Ýslâm’da aranmaz ki! Neden?.. Zira, problem
Ýslâm’dan kaynaklanmýyor. O halde çözüm de Ýslâmî esaslar içinde aranamaz...
“Efendi” ve “Bey” Tabirleri
Eskiden “Efendi” tabiri þimdiki “Bey” tabirinin yerine kullanýlýrdý. Günümüzde ise “Efendi” sözcüðü
tahkir ifade ediyor. Þimdi bu tabiri, kapýcý, odacý hizmetli vb. insanlarý çaðýrýrken kullanýyorlar.
Ýstikbalden Haber Verme
Soru: Muhyiddin Ýbni Arabî’nin “Þecerei Numaniye” isimli eseri, niçin diðer kitaplarý ölçüsünde
þöhret bulmamýþtýr?
Cevap: Öteden beri Ehli Sünnet alimleri, istikbalden haber veren, gelecekten bahseden eserleri ve bu
mevzuun iþlenmesini tasvip etmemiþlerdir. Çünkü bu, insanlarda meraký tahrik edici ve sui istimale açýk bir
mes’eledir. Günümüzde bile bu tür þeyler, inanmýþ veya inanmamýþ insanlar arasýnda hâlâ bir hayli revaçta...
Ehli Sünnet alimleri istikbale ait bir þey söylemiþlerse, mutlaka âyet ve hadîslere dayanarak
söylemiþlerdir. Ýtikadî sýnýrlarý zorlayacak sahalara kat’iyen girmemiþler ve ifade etmek istedikleri hususlarda
da: “Allahu a’lem, “Allah’ýn atâsý gelip, onu bozmazsa” gibi kayýtlar düþmüþlerdir.
Bugün, bu hassasiyet gösterilmiyor. Dolayýsýyla, istikbal haberlerine kapý açmak bir yönüyle din
düþmanlarýnýn ekmeðine yað sürmek demektir.
Bu ve bunun gibi pek çok sakýncalarýndan dolayý Osmanlý ulemasý Þeceretü’nNumaniyye’yi
bastýrmamýþlardýr. Sadece, Selimiye Kütüphanesi’nde mahdut bir nüshasý mevcuttur.
Bütün bunlara raðmen, isbat makamýnda, ehli velayetin istikbale ait verdiði haberlerden istifade
edilebilir, anlatýlabilir. Fakat, isbat makamý teþhir makamýndan çok farklýdýr, bunu da unutmamak gerekir.
Kölelik Müessesesi Üzerine
Savaþta ele geçirilen esirler, aralarýnda anlaþýp isyan çýkarmasýnlar diye;
1. Müslüman ailelere daðýtýlýr;
2. Her müslüman, evinde onlarýn kalplerini Ýslâm’a te’lif için gayret gösterir;
3. Müslüman, kendi payýna düþen köleyi azad ederek, sevap kazanma yoluna da gidebilir..
Köleyi azad etmek için karakterini iyi bilmek gerekir. Bu da, köleyi bir müddet alýkoymak ve yakýndan
tanýmakla mümkün olur.
Bu alternatiflerin dýþýnda baþka hiçbir teklif, mes’eleye köklü çözüm getirmez. Biz bugün kölelik
müessesesine Batý’nýn aldatýcý kýstaslarýyla bakýyoruz. Sonra da, Ýncil’i idam etmek için kurulan sehpada
Kur’ân’ý asýyoruz; týpký ‘Karakuþî mahkeme’ fýkrasýnda olduðu gibi:
Bir hýrsýz Kadý Karakuþ’a gelir ve hýrsýzlýk için girdiði evin sahibini þikâyet eder: “Kadý Efendi, evin
penceresi çürükmüþ; kaçarken düþtüm ve kolum kýrýldý” der. Ev sahibi, “pencereyi ben yapmadým, marangoz
yaptý” diyerek, iþin içinden sýyrýlýr. Marangoz, “pencereyi takarken, gözüme falanca kadýnýn elbisesi
iliþmiþti” der. Kadýn, elbiseyi boyayaný suçlar. Boyacý herhangi bir mazeret bulamayýnca, Karakuþ boyacýnýn
idamýna karar verir. Ne var ki, boyacýnýn boyu idam sehpasýndan uzun olduðu için yerine daha kýsa boylu bir
boyacý bulunur ve hüküm infaz edilir.
HalHatýr Sormak
“Nasýlsýnýz?” sualine karþýlýk, maddî hastalýklarým sebebiyle, yalan olmasýn diye, “iyiyim”
demiyorum. Mânen zaten hiç bir zaman iyi olmadým. O bakýmdan, “Nasýlsýnýz?” sorusuna, “Allah iyi etsin!”
diye karþýlýk veriyorum. Bunun gibi herkes, kendine göre bir cevap verebilir. Yalnýz, “Nasýlsýnýz, iyi
misiniz?” diye sormak yerine, “Ýnþâallah iyisinizdir” demek daha muvafýk olur zannediyorum.
Efendimiz (sav) ile Ashâbý arasýnda bu türden halhatýr sormanýn cereyan ettiðini bilmiyorum. Yine de,
Ýslâmî ölçüler içinde kalmak kaydýyla, halhatýr sormakta mahzur olmasa gerek.
Ayasofya Gerçeði
Ýstanbul’un fethi, Ayasofya’nýn fethidir; tersinden ifadesiyle, Ayasofya’nýn fethi, Ýstanbul’un fethini
gerektirir. Bu gerçeði iyi bilen Fatih, fetihten sonra ilk iþ olarak Ayasofya’yý ele almýþtýr. Ayný çerçevede,
Ayasofya’nýn müzeye çevrilmesi de, Hilâfet’in kaldýrýlmasýný takip eden yýllara rastlar. Bu sebeple denebilir
ki, Ayasofya’nýn aslî fonksiyonuna döndürülmesi, Müslümanlar için âlemi Ýslâm çapýnda bir fâli hayr
sayýlabilir. Fakat bu iþ, þuurlu bir toplum ister; yani Fatih çapýnda liderler, Ulubatlý çapýnda da erler..
Nakilcilik Bir Ölçüde Ýlhamý Öldürür
‘Mülhemûn’, yani ilhama mazhar ruhlar, daima baþkalarýndan nakil yaparlarsa, hiçbir zaman ruhlarýný
þahlandýramazlar. Hep nakille uðraþanlarýn kitaplarýna bakýn, 30 sayfada 80 tane yanlýþ bulursunuz. Ýþte bu
ilim adýna büyük bir felâkettir.
Nakilciler için ikinci büyük felâket de, akýl ve dimaðlarý çok okuma sâyesinde açýk kalsa bile, bunlar
ruhlarýný bir türlü çoraklýktan kurtaramazlar. Böyleleri 50 ciltlik kitap da yazsalar, rûhî yönden bir çobandan
farksýzdýrlar.
Üçüncü felâket; nakilciler, kitaplarýnda günümüzü aksettiremediklerinden, cemaati sürekli dünün
atmosferinde dolaþdýrýrlar. Kýsaca, nakilcilik tam bir felâkettir. Halbuki, fýkýh kitaplarýnda kadý’nýn
müctehid olmasýnýn þart koþulduðunu görürüz. Kadý müctehid olamasa da, en azýndan ehli tercih olmalýdýr;
fetvâ verirken, kitaplardan nakletmek yerine, mes’eleyi kaynaðýndan halletme gücüne sahip bulunmalýdýr. Bu,
Ýslâm’ýn dimaðý daima canlý tuttuðunun ve Ýslâm fýkhýnýn her dem taze ve dinamik oluþunun ifadesidir. Ne
acýdýr ki, bugünün insanlarý klasik kaynaklarýmýzý tercüme bile edemezken, modernistler ayný malzemeyi
kullanýyor ve tahribe gidiyorlar.
Biz, Ehli Sünnet olarak vazifemizi yapamadýðýmýzdan dolayý, modernistler gözümüzün içine baka baka
istediklerini yapabiliyorlar.
Batý Þoku
Osmanlýlar’ýn son döneminde Batý’dan yediðimiz darbe tesirini her alanda göstermiþtir. Meselâ, düyûn
u umûmiye’nin gýrtlaðýmýza bastýðý dönemde, Dolmabahçe Sarayýný inþâ etmek hiç de akýllýca bir iþ
deðildi. Fakat, Ýngiliz Kraliyet Sarayýný ve benzeri eserleri görünce, aþaðýlýk duygusu ile Dolmabahçe’yi
yapmaya koyulmuþuzdur. Rica ederim, zirvelerde dolaþtýðýmýz yýllarda hiç böyle duygulara kapýlmýþ, böylesi
yapýlar inþâsýna giriþmiþ miydik? Ýþte Fatih, iþte eski payitaht! Tarih, Ýstanbul’da, “bu, Fatih’in sarayýdýr”
diyeceði bir bina gösterebilir mi?
Zenginlikle Gelen Gaflet
Gülistan’da þöyle bir hikâye anlatýlýr:
Hz. Musa (as) zamanýnda çok fakir biri vardý. O kadar fakirdi ki, kum ile tesettür ederdi. Bu kiþi bir gün
Hz. Musa’ya, “Rabbime benim için duâ et de, beni zenginleþtirsin” dedi. Hz. Musa’nýn duâsý üzerine Hz. Allah
kendisine, “o kuluma söyle, bu hali onun için daha hayýrlýdýr” buyurdu. Ama, beriki ýsrar edince, kendisine
imkân bahþedildi. Bir koyun aldý, bundan sürüler meydana geldi ve adam zengin oldu. Gel gör ki, zenginlik bu
adamý azdýrdý; derken içkiye baþladý. Hz. Musa (as) bir gün bir yerde bir kalabalýk gördü ve “bu kalabalýk
neyin nesidir?” diye sorunca, kendisine þu cevabý verdiler:
“Birine kýsas uygulanýyor. Adam, fakir biriydi. Sonra zenginleþti; fakat, malýyla azdý, içki içti ve derken,
tuttu birini öldürdü. Þimdi de, cezasýný görüyor!”
Ýnandýrma
Halk, idare edildiði sisteme ve o sistemin temsilcilerine inandýðý müddetçe, o ülkede ciddî sayýlabilecek
arýzalar meydana gelmez. Aksi halde, problemlerin ardýarkasý kesilmez.
1980 ihtilâli öncesi devletin resmî erkânýndan bir zat, Özbekistan’a resmî bir ziyarette bulunur.
Özbekistan, o dönemde baðlý bulunduðu Sovyetler Birliði’nin pamuk üretiminin % 80’inini karþýlamaktadýr.
Türkiye’den giden bu ziyaretçi, ürettiði pamuðu, Rus politikasý gereði, ihtiyacý olan arpa ve buðday
karþýlýðýnda takas eden çiftçilerden bazýlarýna, “Bu muamele ile aldatýlmadýðýnýzý nereden biliyorsunuz?”
diye sorar. Cevap, cidden düþündürücüdür:
Sosyalist aldatmaz.
Evet, Müslümanlýk adýna bu güven ve bu itimadý 7’sinden 70’ine bütün milletin gönlüne yerleþtirmek
mecbûriyetindeyiz.
Sosyalizm Yumuþuyor (*)
Sosyalizm’in yumuþamasý bizim için hiç de sürpriz deðildir. 1980 öncesi anarþi döneminde bile onlarýn
fikir plânýnda bittiðini biliyor ve çýkardýklarý anarþinin, þimdilerdeki bitiþlerinin ifadesi, canhýraþ feryatlar
olduðunu söylüyorduk.
Günümüzde nice büyük düþünürler, artýk komünizme sýrt çevirdiler; hatta bazýlarý Müslüman bile oldu.
Dünya ülkelerinin çoðunda Hristiyan demokratlar iktidara geliyor. Demek ki, fikrî coðrafyada büyük
deðiþiklikler yaþanmakta. Þu kadar ki, yýllarýný komünizmle tüketmiþ insanlarýn birdenbire Müslüman
olacaklarýný düþünmek de makul deðildir. Bunlar ihtimal önce te’lif yoluna sapacak ve Ýslâm ile komünizmi
barýþtýrmaya çalýþacaklardýr. Bu tür yalpalanmalarýn bize faydasý dokunacaktýr; çünkü, onlarýn falsolarýný
gördükçe, arkalarýndan gidenler, “Demek ki komünizm bugüne kadar hep kaypak kafalarla temsil ediliyormuþ”
diyeceklerdir.
Þimdiye kadar komünizm halka kendini hep kitleruh haleti içinde arz ediyordu. Aslýnda böyle bir metod,
ancak düþünceden mahrum kalabalýklar oluþmasýna yol açar ve nitekim öyle de oldu. Bu kalabalýklar, hiçbir
zaman hür bir ortamda kendileri olarak düþünemediler. Zannettiler ki, komünistler yakýnda ihtilâl yapýp ve
hemen iþbaþýna gelecekler. Bugün artýk tebeyyün etti ki, bütün bunlar boþ bir gürültüden ibaretmiþ. Sis ortadan
kalktý ve herkes onlar da, biz de sâlim düþünme imkâný bulduk.
Komünist cephenin kalemþörlerinin, belli istihalelerle bir gün, belki de yakýnda Ýslâm’ýn müdafileri
olmalarýný beklemek, bile hayal olmasa gerek...
Ulü’lEmr’e Dâir
Günümüzde þer’î ma’nâda ulü’lemrin var olduðu söylenemez. Bu sebeple, “Asrýn imamýna bi’at
etmeden ölen, câhiliye ölümü ile ölür” diyerek, kendi kafalarýndaki imamlarýný kastedenler, düþüncelerinde bir
çýkmaz içindedirler. Ayrýca, sûi zanda bulunarak, haram irtikab etmektedirler.
Ancak, þimdilik þu kadarý söylenebilir:
Herkes kendi hizmet dairesi içinde bir rehber edinebilir ve “hizmetin selâmeti adýna bunu dinlemek
vâciptir” diyebilir. Evet, içinde bulunduðumuz hizmet döneminde, dâire içinde birini dinlemek lâzým; aksi
halde, teþettütü ârâ (fikir ve düþünce daðýnýklýðý) olur ve hiçbir yere varýlamaz.
Ýslâm ve Batý
Batý, her gün yeni bir bunalýmla sarsýlmakta ve bu bunalýmlar onu yeni arayýþlara itmektedir. Batýlý
fikir ve düþünce adamlarý, bunalýmlarýna çare ararken, tarihî seyri itibariyle denenmiþ yollar deðil de,
denenmemiþ þeyler peþindedirler. Tam bu esnada Ýslâm, günlük hayatta güçlü ve tutarlý toplumlarla temsil
edilebilseydi, batýlýlarýn gürül gürül Ýslâm’a dahil olmalarý söz konusu olabilirdi. Ne var ki, böyle bir temsili
çok yakýn bir gelecekte mümkün görmek, oldukça zor.
Yeniden Diriliþ
Devletler de, týpký þahýslar gibi doðar, büyür, geliþir ve ölürler. Ne yapýlýrsa yapýlsýn, týpký þahýslar
gibi, devletlerin ölümü de önlenmez. Þu kadar ki, meselâ Sultan II. Abdülhamid gibi, dört baþý ma’mur
idareciler yýkýlýþýn önünü oksijen çadýrýnda da olsa geçici olarak alabilmiþ ve Allah’ýn izniyle devletin
ömrünü uzatabilmiþlerdir.
Evet, bir zamanlar biz de büyük, muhteþem bir devlettik. Bayraklarýmýz, dünyanýn dört bir yanýnda
dalgalanýyordu. Nihayet günü geldi; tarihçilere muhteþem bir mâzî ve tükenmez bir malzeme býrakýp gittik.
Gitmekle kalmadýk; arkadan gelenler, bizi bu muhteþem mâzîmizle teselliye baþladýlar. Bari böyle devam
etseydi; etmedi ve bir kýsým türediler, o muhteþem mazîyi inkâr ve tezyif cihetine bile gittiler.
Bizden önce de varlýk sahnesine çýkanlar, sonra da yýkýlýp gidenler oldu. Meselâ, Yahudiler ve
Hristiyanlar, bunlar bir dönemde insanlýk adýna çok çetin mücadeleler verdiler. Allah da’vasýný insanlýða
anlatmak ve kabûl ettirmek için ciddi gayret gösterdiler. Bilhassa, ilk dönem Hristiyanlarý, Hz. Ýsa’nýn saf ve
samimî takipçileri, arenalarda aslanlara yem edildi; aðaçlarda sallandýrýldý ve ateþ dolu hendeklere atýldýlar
da, bütün bunlara raðmen dinlerinden dönmediler. Hatta bu uzun mücadeleler sonunda muvaffak da oldular.
Nihayet Konstantin geldi ve belki de tabanýn zorlamasýyla veya siyasî mülâhazalarla Hristiyanlýðý Roma’nýn
resmî dini olarak kabûl etti. Fakat, bu ikbâl ve safiyet döneminden sonra, Hristiyanlýk idbâra baþladý; sistem
yozlaþtý ve faziletli kimseler makam, mansýb, þöhret ve para karþýlýðýnda dize geldiler, geldiler, sonunda da
yýkýlýp gittiler.
Bugün biz þanlý mazîdeki o muhteþem günlerimize yeniden dönmek istiyorsak, öncelikle þu gerçeði
hatýrdan çýkarmamalýyýz: “Yoksa siz, sizden öncekilerin baþlarýna gelenler, sizin de baþýnýza gelmeden
cennete gireceðinizi mi sanýyordunuz?” Evet iþte yol bu! Ölümlerin kol gezdiði bir yol; ciddî bir mücadele ve
dayanma rûhu isteyen bir yol. Evet, bu mücâdele ruhuna sahip olur ve makam, mansýb, para, þehvet.. gibi bütün
dünyevî beklentilerden ve maddî hazlardan âzâde kalabilir ve neticede her þeyi Allah’a verme ve her
muvaffakiyeti O’ndan bilme ma’nâsýnda ihlâsa ulaþabilirsek, o takdirde o günlerin yeniden gelmesi niye hayal
olsun ki?
Unutmayalým, milletler, ferdlerinin yýkýlmalarýyla yýkýlýr. Bu sebeple, ferdlerin ihyâsý, milletin de
devletin de ihyâsý demektir. Her þeye raðmen istikbâle ümitle bakýyor ve þâirimizin dediði gibi,
Vîrânelerin yasçýsý baykuþlara döndüm,
Gördüm de hazânýnda bu cennet gibi yurdu.
Gül devrini bilseydim, bülbülü olurdum;
Yâ Rab, beni erken getireydin ne olurdu?
demiyor, o günlerin bir defa daha geleceði ümid ve azmiyle geleceðe yürüyoruz.
Ahir Zamandaki Diriliþ
ve Kadir Ýsminin Tecellisi
Kadir isminin dünya ve ahirette tecellisi farklý farklýdýr. Dünya; “darü’lhikmet”, ahiret ise “darü’l
kudret” olduðundan, ahirette Cenâbý Hakk’ýn Kadir ismi sebepler perdesi olmadan doðrudan doðruya tecelli
edecek ve orada tamamen kudret hakim olacaktýr. Hadîste de ifade edildiði gibi, istenilen herþey anýnda yerine
getirilecek ve insan arzu ettiði herþeye nail olacaktýr. Kudretin ahiretteki bu tecellisi dünyada tecelli etmeyeceði
mânâsýna gelmez. Zira dünyada Kudret, hikmet perdesi altýnda zuhur etmektedir. Dolayýsýyla da bizler
dünyada eþya ve hâdiseleri sebepler perdesi altýnda temâþâ etmekteyiz. Oysa ki bu perdelerin verasýnda asýl
icraatta bulunan yine Allah’ýn Kudreti’dir.. Þimdi bu açýklamanýn ýþýðý altýnda mevzuu tahlil etmeye
çalýþalým.
Bizler sebepler aleminde yaþadýðýmýzdan dolayý, istikbale ait vereceðimiz hükümlerde veya
deðerlendirmelerde de “tenasübi illiyet” prensibine göre düþünüyor ve hüküm veriyoruz. Bundan dolayýdýr ki
henüz sebepleri ortaya çýkmamýþ pek çok mes’eleyi daha geliþme sürecinde iken henüz göremiyoruz. Ancak
netice zuhur ettikten sonra onlara aklýmýz eriyor. Meselâ: Müslümanlýðýn hali hazýrda içinde bulunduðu
durum itibariyle birgün dirileceðini, herkesin Müslümanlýða iltihak edeceðini, Hristiyanlýðýn dahi Ýslâm’a
sýðýnacaðýný çoðumuzun aklý almýyor. Çünkü, günümüzde müslümanlar hakkýnda pek çok plan ve entrikalar
düzenleniyor, bizim de mevcut potansiyel güçle bunlarla mücadele edip, galebe çalacaðýmýza ihtimal
verilemiyor.
Bu durum aynen Rûm Sûresi’nde ele alýnan, Rum’larýn Ýran’lýlara galebe çalacaðýnýn müjdelenmesi
hâdisesine benzemektedir. Evet, o zaman da böyle bir galebe mümkün görülmüyordu. Çünkü, Rumlarla
Ýranlýlar arasýna kesinlikle kuvvet dengesi yoktu. Ýnsanlar hâdiseleri sadece sebepler açýsýndan
deðerlendirdiklerinden sebepler alemine zuhur etmemiþ ama, geliþme vetiresine girmiþ böyle bir realiteyi
göremiyorlardý. Bu sûre ile Cenâbý Hakk onlara, þu hakikatý hatýrlatýyordu: Birgün gelecek Müslümanlar
mutlaka Sasani ve Rum’lara galebe çalacaklar!
Bugün için de yine ilhad dünyasýyla Müslümanlar arasýnda kuvvet dengesi yok. Çünkü, Müslüman
ülkelerde hayatî ehemmiyeti olan pek çok müesseseye Müslüman olmayanlar hâkim. Bütün bunlara raðmen,
Müslümanlarýn cephesinde de kâfirlerin hiç de tahmin etmedikleri geliþmeler ve inkiþaflar oluyor. Zaten onlarý
korkutan da iþte bu türlü faaliyetlerdir.
Onlar bizden deðil, Müslümanlýðýn tekrar ihya edilmesinden korkuyorlar. Bu sebeple bilhassa
bugünlerde,“Havkale” adýný verdiðimiz “La havle ve la kuvvete illâ billâh”ý laâkal günde beþyüz defa tekrar
etsek de yine az sayýlýr.
Yeni Dünya Düzeni
Rusya’da durumun deðiþmesiyle “Yeni Dünya Düzeni” diye milletin aðzýnda sakýz yeni bir kelime
türedi. Herkesin aðzýnda Yeni Dünya... Zannediyorum çok kimse, ne dediðinin farkýnda bile deðil. Týpký
Tanzimat neslinin “Avrupa, Avrupa” dediði gibi. O gün býrak bütün Avrupa’yý, doðru dürüst Ýngiltere ve
Fransa’yý bilen tek insan yoktu. Þimdi de öyle, herkesin “Yeni Dünya” dan anladýðý farklý. ABD kendi
deðerlerine göre kurulmuþ bir dünya. Ona göre “Yeni Dünya” bilhassa bu orta kuþakta, içine hem Ýslâm
âlemini, hem de Türkî cumhuriyetlerini alan ve batý standartlarýna göre düzenlenmiþ bir dünya kasdediliyor.
ABD’nin bu dünyada, baþta biz olmak üzere bütün Ýslâm dünyasýný alâkadar eden bir kýsým hedefleri ve
beklentileri söz konusu..
Burada, ölümsüz bir peygamber sözünü hatýrlamamak mümkün deðil. Makro plânda olmasa da mikro
plânda, kýyamete kadar olmuþ ve olacak herþey, Asrý Saadette iþaretler þeklinde yaþandýðýna göre, çaðýmýza
dair birþeyler bulmamýz her zaman mümkün olacaktýr.
Evet Peygamber Efendimiz (sav) bir yönüyle, Enbiyaý Ýzamla gelen herþeyi tafsil etmiþ, diðer yönüyle
de, ümmetin yapacaðý þeyleri bir ölçüde icmal edip býrakmýþtýr. Yani o günle bugün arasýnda benzerlikler söz
konusudur. Tabiî, hiçbir hâdise ayniyle yaþanmamaktadýr. Çünkü hiçbir hâdise aynî olarak cereyan etmez. Tarihî
maddecilerin bu mevzudaki yanýlmalarýný hatýrlatýp geçelim.
Þimdi Ýslâm tarihinde bir hicret hâdisesi yaþanýyor. Büyük bir tekevvünü, var oluþu baþlatan hâdise...
Bir beldeden baþka ve daha emin bir beldeye yapýlmýþ bir hicret hâdisesi.. bu hicretle beraber, iç içe baþka
hicretler de yaþanmýþtýr: Allah’ýn mehariminden, yani yasakladýðý þeylerden, mübah kýldýðý þeylere hicret..
Müslümanlýðýn tam tekmil yaþanamadýðý bir yerden, onun duyula duyula yaþanýldýðý bir iklime hicret... Ýþte
günümüzde de bunun benzeri hâdiseler yaþanmaktadýr.. ve bu bir bakýma çok önemlidir. O günün büyük
tekevvününü netice veren hicret, bugünün tekevvününü de netice verecektir. Hatta denebilir ki, o gün olduðu gibi
bugün de dýþtaki cihad, içteki cihada dayandýðý zaman deðer kazanacaktýr. Eðer içteki cihadda bir açýk, gedik
varsa, maddî hicreti de zedelemiþ olacaktýr.
Mekke’deki Müslüman, önce iç dizaynýný yaparak, kendi iç âleminde düzene ve intizama kavuþmuþtu.
Sonra da maddî bir hicretle bu dizayný ayrý bir buuda taþýmýþtý. Tabiî Allah Rasûlü (sav) sahabeyi etrafýna
toplayýp “Haydi bakalým þimdi bir iç hicret (Allah’ýn yasakladýðý þeylerden hicret) yaþayýn. Sonra da büyük
hicret var” þeklinde konuþmamýþtý. Mevsimi gelince herþey kendi fýtrî seyri içinde vukua gelmiþti. Yani bazen
iç, bazen de dýþ hicret aðýrlýk kazanmýþ, ama dengeye mutlaka fevkalâde önem verilmiþti.
Dehayý Muhit Yetiþtirir...
Bazan hâdiseler zekâyý inkiþaf ettirir. Bazan da zekâ inkiþaf etmeye uygun bir vasat bulamamýþ olur.
Meselâ daðýn baþýnda veya bir köyde ateþpâre bir zekâ doðar. TV yok, kitap yok, muhatap kýt, oturup
konuþtuðu bir anasý bir de babasý... Bütün dünyasý, iþte bu iki insanla ve 30 kelimelik bir bilgiyle çevrili. Dað,
keçi, koyun, tarla, süt, yoðurt vs.. bildiði tek þey bunlar. Böyle biri, kayanýn üstündeki bir tohum gibidir; ne kök
salar, ne de ondan herhangi birþey çýkar. Ne var ki, bu bile vasatýný bulunca birden bire inkiþaf ediverir. Bir
rüzgâr ya da bazan bir karýnca o tohumu taþýn üzerinden topraða taþýr ve o da baðrýnda Rahman’ýn dercettiði
nesi varsa, döker hepsini ortaya.
Öte yandan bir çocuk doðar.. Ve doðar doðmaz TV, kitap vs... ile karþý karþýya gelir. Ve dünya kadar
bilgi kaynaðýyla tanýþýr; derken kýsa zamanda o kadar çok þeyler öðrenir ki, siz onun 10 yaþýna basýnca
allâme olacaðý zehâbýna kapýlýrsýnýz. Ama aslýnda hiç de öyle deðil; belli bir seviyeye geldikten sonra bu
geliþme birden bire duruverir. Bazan da öyle bir ortama raðmen geri zekâlý olur.
Mukaddesat Tanýmazlarla Münasebet
Soru: Durmadan elfazý küfrü telaffuz edip hakaret kusan kimselerle selamlaþmamýz, alýþveriþimiz,
cenazelerinde bulunmamýz doðru mudur?
Cevap: Selamý almayan laubali kimselere ille de birþeyler denecekse, bence “Merhaba” denmeli.. alýþ
veriþte dikkatli davranýp mukaddesata karþý laubali olmalarýna, sizi istismar etmelerine fýrsat verilmemelidir.
Ýnançlarýmýzla dalga geçen insanlarla fazla düþüp kalkmamýz da sakýncalýdýr. Cenaze namazýna gelince,
kimse böyle bir þeye mecbur edilemez. Ama bir cenaze olur, siz de muhakkak kýldýrma durumunda kalýrsanýz
“Allahümme’ðfir lehu Allahým! Onu maðfiret et” derseniz, ihtimal ahiret hesabýna sizi sorumlu tutabilirler.
Bazý kimseler hayatlarý boyunca dine hakaret ediyor, dindarý baský altýnda tutuyor, her fýrsatta küfrünü,
ilhadýný ilân ediyor ve ölürken de;“Bana dinî merasim yapmayýn” diyor. Ama dinleyen kim! Tabiî bu arada bir
kýsým vazifeliler de namaz kýldýrmak mecburiyetinde kalýyor. Böyle olunca “Caným ne yapalým! Maçý idare
ediyoruz. Zaten memleket Kýrkpýnara döndü. Eline fýrsatý geçiren yaðcýlýða baþvuruyor” diyorlar. Deniz
Gezmiþler ömürleri boyunca dine, Allah’a, mukaddesata küfrediyor, sonra devlete baþkaldýrýnca öldürülüyor.
Ama sonra da dinî merasimle gömülüyor. Bu ne perhiz, ne lahana turþusu...
Yabancý Kültür Çare Deðil
Aslýnda Kur’ân’ýn fen ve teknik adýna çok ilginç tesbitleri var. Bunlar gelecekte inkiþaf edecek tohumlar
sayýlabilir. Ne acýdýr ki, bunlar bir dönemde Avrupa aþkýna bir bir budandý. Avrupa ve Amerikalýlar
sistemlerini kendilerine göre baþtan kurmuþlar, þimdi durmadan deðiþtiriyorlar. Biz ise onlarýn deðiþtirdiði
sistemleri uygulama adýna arkalarýndan koþturup duruyoruz. Halbuki onlar bizim hiçbir derdimize derman
olmaz.. zaten bugüne kadar da olmadý. Çare olmadýðý belli ama onlarýn arkasýnda buhrandan buhrana
sürüklenip duruyoruz... Bir türlü “Oh be, rahatladýk” diyemiyoruz.! Biz, son birkaç asýrdýr hep baþkalarýnýn
kucaðýnda büyüdük, onlarýn ninnilerini dinleyip durduk... Büyürken de uyurken de hep bunlarla avunduk.
Þimdi bir boþluk var ve bu boþluðu kendimize ait kültürle doldurmak zorundayýz.
Kendi Kültürümüzden Uzaklaþtýk
Kendi kültürümüzü hatýrladýkça, insanýmýzýn Kur’ân’dan ne kadar uzaklaþtýðýný düþünüyorum. Âlem
i Ýslâm’ýn yýkýlma sürecinde Türkiye’nin uðradýðý gadre, hiçbir millet uðramamýþtýr. Kültüründen, dilinden
herþeyinden koparýlmýþ olan bu millet, Merhum N. Fazýl’ýn dediði gibi zihinler “hafýza hammalý” olmuþ ve o
günbugün bir türlü dimaðýn, ruhun, ilhamlarýn hakkýný veremiyor. Bir de ilim adýna hep, baþkalarýna ait
þeyler fiþleyip duruyoruz. Yýllardýr kendi usulümüze, Kur’ân üslubumuza yabancýyýz... Dolayýsýyla Kur’ân ve
Ýslâm adýna bir þeyler yapacaksak, sünnete, Kur’âný Kerîm’in ruhuna, Efendimiz (sav)’in getirdiði ruha
yeniden dönmeli ve dirilmeliyiz. Yoksa, þimdiye kadar olduðu gibi bundan sonra da hep baþkalarýnýn ruhu ile
tenasühleþmiþ gibi yaþayacaðýz.
Kur’ân kültürü, Kur’ân mealinden çok farklý birþeydir. Bu mevzuda yalnýz Arapça bilmek de kâfi
deðildir. Kur’ân Allah’ýn kelamý ise, insan da Allah’ýn ayrý bir kitabýdýr, bunlarý birbirinden ayrý
düþünemeyiz. Mevcud ilim ve mevcut kültürümüzle Kur’ân’ý takib etmemiz oldukça zor. Çünkü mevcud kültür
de, ilim de Batý kaynaklý. Bu ilim ve bu kültürden yola çýkarak deðil, Kur’ân’ýn aydýnlýk ikliminden hareketle
eþya ve hâdiselere bakarak herþeyi öyle deðerlendirmeliyiz...
Birlik ve Beraberlik
En seviyeli millet, umum iþlerini birlik ve bütünlük içinde düþünüp cumhûrun reyine aðýrlýk veren
millettir.
Tabiî, o millet fertlerinin din, dil, tarih þuuru gibi önemli hususlarda ayný terbiyeyi almalarý da þarttýr.
Onulmaz Kanser
Bir millet fertleri arasýnda, hile ve aldatmaca akýllýlýk sayýlýyorsa, o millet artýk, kanserin onulmaz
safhasýna ulaþmýþ demektir. Bu arada, umumi bünyede iyilik emaresi olarak görülen þeyler ise, veremli
bedendeki þiþkinlikleri, semirip geliþme zannetme gibi bir aldanmýþlýktýr.
Hakikî Millet
Bir milletin bütün fertleri arasýnda, ailevî bað seviyesinde bir irtibat varsa; tâlî, zirvelere doðru onun
yoluna mutlaka su serpecektir. Fertleri birbirini sevmeyen, biri diðerinin aleyhinde olan, birbirine karþý emniyet
ve güven hissetmeyen milletler ise, hakikî ma’nâsýyla millet olamadýklarý gibi, istikbâl adýna da vaadedecekleri
hiçbir þey yoktur.
Ýlim Adamý Yetiþtirmek
Ýslâm’ýn çok kýsa bir zamanda yayýlmasýna ve ilk devir müslümanlarýnýn dinlerini öðrenme hususunda
gösterdikleri gayrete hep hayret etmiþimdir.
Düþünün ki halk sabanýnýn arkasýnda kýraata ait mes’eleleri müzâkere ediyor. Zira o dönemde bütün
himmetler bu noktaya teksif edilmiþ. Buharî, Müslim ve Tirmizî ayný dönemde ve birbirine yakýn bir bölgede
yetiþebiliyordu. Ne var ki, günümüz müslümanlarýnýn ayný hassasiyeti ve ayný gayreti gösterdiklerini söylemek
mümkün deðildir. Keþke zamanýmýzda bazý kimseleri teknolojinin yanýnda bu konuda da belli bir seviyeye
ulaþtýrabilseydik. Kimbilir belki de ileride yetiþtirilmek istenen ilim adamlarýna böyle bir usul tatbik edilir..
Günümüzde hafýzalar ve zihinler çok daðýnýk. Her türlü teknik aleti kullanmayý biliyorlar ama diðer çok
önemli mes’elelerde aptal denecek kadar yetersizler. Aptal olmamanýn ne demek olduðu bilinmediðinden kimin
aptal olduðunu bilmek de epey zor...
Müceddidler Arasýndaki Farklý Görüþler
Zamanýn deðiþmesiyle bazý hükümler deðiþir. Her asrýn baþýnda bir müceddidin gelmesini biraz da bu
hikmet açýsýndan deðerlendirmek gerekir. Her zaman, sonra gelen müceddid, kendinden öncekilere ait düstur ve
prensiplerde deðiþiklik yapabilir. Bunda yadýrganacak birþey yoktur.
Hizmet sistematiðinin içinde, bulunulan devreye adapte edilmesi þarttýr. Dünkülere ait hayatî sayýlan nice
prensipler vardýr ki, bugün onlarý tatbik etmek imkânsýzdýr. Yarýn da bugüne ait bazý prensiplerin tatbiki
imkânsýz olacaktýr. Bütün bunlarý normal karþýlamak gerekir.
Toplumlar da aynen insan gibidir. Doðar, büyür, geliþir, kemale erer ve ölür. Nasýl ki bütün bu devrelerde,
bazý deðer hükümleri deðiþikliðe uðruyor; söz gelimi, çocukluk veya gençlik döneminde hayatýndan bir parça
olan tutkularýna, olgunluk döneminde bir insanýn gülüp geçmesi gibi, toplumlar da olgunlaþýp, kemale erdikçe,
daha önceki tutku ve alýþkanlýklarýna gülüp geçer ve onlarý hafife alýr. Elbette burada, deðiþmesi imkânsýz
deðer hükümlerinden söz etmiyoruz.
Esasen, zamana göre strateji, usûl, üslûp deðiþikliðini peygamberlerde de görebiliriz. Meselâ, Hz. Ýsa
(as), Yahudi maddeciliðinin karþýsýna ruh ve ma’nâ ile çýkmýþtýr. Halbuki biz bugün ayný þeyi yapamayýz.
Yani, “sana birisi tokat vursa, sen öbür yanaðýný da çevir, ona da vursun” düsturu, Ýslâmiyette geçerliliðini
kaybetmiþtir. Hz. Zekeriya’nýn, Hz. Davud’un stratejileri ile tamamen farklýdýr. Bütün peygamberleri ayný
þekilde düþünebiliriz ki, “Füsus” da anlatýlmak istenen de iþte budur. Müceddidlerin durumu da böyledir. Onun
içindir ki, bazen iki müceddidin dedikleri arasýnda farklýlýklar görülebilir. Bu sebeple, müceddidlere ait sözleri
ve onlarýn hizmet felsefelerini, bulunduklarý devri göz önüne almadan deðerlendirmek hatadýr ve insaný hatalý
neticelere götürür.
DisiplinTevazu Dengesi
Herhangi bir müessesenin baþýndaki idareci mutlaka disiplinli olmalýdýr. Disiplin tevazuya mani
deðildir. Buna bizim literatürümüzde, ciddiyet denir.
Ýdareci, idare ettiði müessese ile ilgili prensipleri tavizsiz uygulamalýdýr. Ancak gördüðü aksaklýklarý
gidermede hem yol göstermeli hem de bizzat aktif olarak mübaþerette bulunmalýdýr. Ayrýca, emri altýndakilere
þefkatli, mürüvvetli davranmalý ve onlarýn dertleriyle yakýndan ilgilenmeyi de asla ihmal etmemelidir. Bu
davranýþ idare edilenleri idareciye karþý saygýlý davranmaya sevkeder ve böylece prensipleri tatbik daha da
kolaylaþýr. Yoksa, tevazu olsun diye iþi laubaliliðe götürmek hiç kimseye fayda vermez ve idarecide ciddi bir
boþluk mânâsýna gelir. Ýdareci baþarýyý, tevazuu ve emri altýnda bulunanlarýn ruhuna girmede, onlara her
fýrsatta yardýmcý olmada aramalýdýr. Böyle bir durum idareye ayrý bir ruh ve canlýlýk kazandýrýr.
BenzeyenBenzemeyen Kesitler
Saadet asrýyla günümüz arasýnda belli noktalarda benzerlikler olsa bile, benzemeyen noktalar daha
çoktur. Onun için her iki devir de kendi þartlarýyla ele alýnýp öyle deðerlendirilmelidir.
Her iki devirde de küfür ve küfran vardýr. Ancak Saadet Asrýnda, karanlýk ile aydýnlýk en net çizgilerle
birbirinden ayrýlmýþtýr. Cahiliye adý verilen dönemde din olmadýðý için diyanet de yoktur. Dolayýsýyla
insanlarda dinî duygu ve düþünce adýna en küçük bir tezahür ve emare görmek mümkün deðildir. Halbuki
günümüzün böyle olduðunu söylemek mümkün deðildir. Gerçi günümüzde de, din bütün üniteleriyle hayata
geçirilmese bile, dinî duygu ve düþünce vardýr; ama eksiktir. Öyle ise, din adýna yapýlacak irþad ve teblið bir
daha gözden geçirilerek ona göre tanzim ve tertib edilmelidir.
Ýkincisi, saadet asrýnda din doðrudan doðruya Efendimiz (sav) tarafýndan temsil ediliyordu. Dolayýsýyla
deðiþik alternatifler yoktu. Peygambere tabi olan doðru yolda, diðerleri ise bâtýldaydý ve bunu herkes de böyle
kabul ediyordu. Halbuki günümüzde sayýlamayacak kadar çok cemaat ve her cemaatin de kendine göre hizmet
metodu var. Bu kadar çok alternatif arasýnda yapýlacak hizmet de yine bu devrin þartlarý nazara alýnarak
yapýlmalýdýr.
Üçüncüsü: O gün için dinin bütün emirleri orijinaldi. Dolayýsýyla sahabi hep orijinaller kuþaðýnda
dolaþýyordu. Bu da onlardaki metafizik gerilimin canlý kalmasýný saðlýyordu. Halbuki günümüzde bu
orijinalliði temin için yeni yeni hizmet yollarý ve usulleri keþfetmek lazýmdýr ki hizmet erleri daima canlý
kalabilsinler ve gevþemeden korunmuþ olsunlar.
Dördüncüsü: Günümüz nesliyle sahabi arasýnda durum ve þartlar itibariyle bazý benzer noktalar bulunsa
bile, benzeyenin benzenene tam olarak ve ayniyet ölçüsü içinde benzemesi söz konusu olamadýðý gibi, onlarla
baþkalarý arasýndaki benzerliklerde de, hiçbir zaman misliyeti tamme bahis mevzuu deðildir. Bir kere onlara
liderlik eden ve öncülük yapan bizzat Efendimiz (sav)’dir. Bu açýdan da onlara benzemek kat’iyen mümkün
deðildir. Deðildir ki, onlar bu Yüce Baþbuð’un yönlendirmesiyle çok kýsa bir zamanda çok büyük iþler
baþarmýþlardýr. Öyleki, tarih ayný muvaffakiyeti bir daha ne görmüþ ne de görecektir.
Beþincisi: Her iki döneme ait hasým güçler arasýnda da farklýlýk vardýr. Efendimiz (sav) döneminde ilâh
kabul edilen putlar vardý. Ve bunlar açýktan açýða ma’but sayýlýyorlardý. Halbuki günümüzde insanlarýn
serfuru ettiði bir hayli uydurma ilâhlar mevcuddur. Ama, hiç kimse onlara açýktan açýða ilâh dememektedir...
Bu Millet
En zor anlarda ve baþkalarýnýn “bitti, tükendi” dediði demlerde dahi bu millet, beklenenlerin çok
ötesinde silkinip kendine gelmiþ ve ruhunda meknî dinamiklerle hep þaha kalkmasýný bilmiþtir. O kadar ki,
Gibb ve Romanti gibi Batýlý düþünürler onun hakkýnda þu tarihî sözü söylemiþlerdir: “Milletlerin müdafaadan
ümitlerini kestikleri yerde onlarýn taarruzu baþlar.”
Yeter ki, milletimizi ayakta tutan ruhî dinamikler korunsun; tarih þuuru, inanç ve akideyle birleþerek
içtimaî bir þuur meydana gelmiþ olsun.
Dostdüþman þunu iyi bilmelidir ki; Asýrlarca Ýslâm’a bayraktarlýk yapmýþ bu necip millet ve Ýslâm
aleminin son karakolu bu kudsi ocak asla yýkýlýp yok edilemeyecektir. Þimdilerde de, Rahmeti Sonsuzun o
engin rahmetinden bunun böyle olmasýný ümit ediyoruz. Ve O’ndan, bizi ümidlerimizde yalancý
çýkarmamasýný diliyoruz..
Kahtý Rical
Günümüzde evliya, asfiya, mukarrebin veya ebrar adýna adam kýtlýðý mânâsýna bir “kahtý rical”den
bahsetmek zannederim yanlýþ deðildir ve mübalaða da sayýlmaz. Zira böyle insanlarý yetiþtiren ocaklar
kapatýlmýþ, olanlar da eski seviyesine göre kendisinden beklenen fonksiyonu tam ve mükemmel bir þekilde eda
edemez hale getirilmiþtir. Yer yer ruhumuzu üns esintileriyle diriltecek büyüklerle karþýlaþsak bile, onlarýn
sayýsý da oldukça azdýr ve verdiðimiz hükmü cerhedecek çapta deðildir. Ama ümitliyiz, inþaallah bir baþka
dönemde o eski büyükleri tekrar görür ve o altýn iklimi bir daha idrak eder, yaþar ve duyarýz.
Elverir ki
Senelerden beri, düþüncede, tasavvurda, ahlâkta çeþit çeþit içtimaî erozyonlara maruz býrakýlmýþ bu
ülke, diðer memleketlere nisbetle daha çok gadre uðramýþ olmasý; mazisi ve millî harsýyla, daha çok
örselenmiþ bulunmasý itibariyle, “metafizik” gerilimin merkez üssü gibidir. Daha sonra Türkistan (bununla Orta
Asya’nýn bütün maðdur ülkelerini kasdediyorum) ve yakýn kuþak ülkelerinden Mýsýr gelir. Bir asrý aþkýn bir
zamandan beri çeþitli zulüm, maðduriyet ve haksýzlýklar altýnda sürekli inleyen bu kuþak, öylesine bilenmiþtir
ki, çok yakýn bir gelecekte o, polatlaþan ruhuyla, kendine bu mezelletleri reva görenlerin karþýlarýna dikilecek
ve mutlaka onlarla hesaplaþacaktýr.
Elverir ki, bu kuþaðý elinde tutan milletler, hususiyle onlarýn talihli idarecileri iyi bir durum
deðerlendirmesi yaparak, vukuu muhakkak bir infilak ve indifanýn enkaz ve külleri altýnda kalmasýnlar.
Tabiî Seyri Ýçinde
Asýrlardan beri her yanýyla rehnedâr olmuþ ferdî ve içtimaî bünyenin, bir hamlede tamir edilip
canlandýrýlmasýna, eski dinamizmine kavuþturulup cihanla hesaplaþýr hale getirilmesine imkân yoktur. Ne var
ki, ona ait parçalarý birer birer ihya ederek (bütüne) eski fonksiyonunu kazandýrmak da pek alâ her zaman
mümkün olabilir. Bu bir ahesterevlik deðil, mes’eleyi tabii seyri içinde ele alma lüzumunun gereðidir.
Sulh
Siz istediðiniz kadar “Yurtta sulh, cihanda sulh” deyin.. Böyle demekle ne yurtta, ne de cihanda sulhü
temin etmeniz mümkün deðildir. Eðer milletçe sulh istiyorsak, sulhe götürücü tedbirleri de beraberinde
düþünmemiz icap eder. Bazen anlaþma yolu aramak sulhe götürür; bazen de güçlü kuvvetli olduðumuzu
hissettirmek, karþýdakini sulhe zorlar. Zaruret olmadýkça ikinci yolu denemeye gerek yok.. Ama zaruret varsa, o
zaman birinci yolla netice elde etmek imkânsýzdýr. Önemli olan dengeli olmaktýr. Eðer her iki alternatif dengeli
olarak deðerlendirilebilse, sulh ve sükûn teessüs eder. Aksi halde her hâdise kaos doðurur ve her vesile kaosla
noktalanýr.
Basýnýn Durumu
Türkiye’de basýn denince akla gelen ilk kelime gazetedir. Ama, son zamanlarda sayýlarý oldukça kabaran
haftalýk veya aylýk aktüel dergileri de þimdilerde düþünebiliriz. Ancak, ister gazete isterse bu dergilerde
müþterek bir husus vardýr ki bence çok önemlidir. O da þudur:
Bilhassa Türkiye’de basýn, muhtevadan oldukça yoksundur. Zaten on senedir tirajýn ayný rakamda
donmasý da bunun açýk bir göstergesidir.
2,53 milyona yakýn insan, ister istemez günlük okuma ihtiyacýný bu gazetelerden karþýlamaktadýr.
Gazete tercihinde eski alýþkanlýklarýn tesirini görmezden gelmek yanlýþtýr. Ama yine de, okuyucunun
alýþkanlýk yerine kalite ve muhteva zenginliðine yönelmeye baþladýðýný söyleyebiliriz. Bu durumun gün
geçtikçe daha da net ve kesin bir tavýr halinde ortaya çýkacaðýna inanýyorum.
Muhtevasýyla gerekli seviyeyi yakalayan gazetelerdir ki, gelecekte yaþama hakkýný elde edeceklerdir.
Tirajlarý þu anda kabarýk olsa bile, muhteva fakiri gazetelere gelince, bunlar ister kýsa, ister uzun vadede ama
mutlaka birgün silinip gideceklerdir.
Belki de birinci gruba “ZAMAN” ve emsali; ikinci gruba bazý süper görünümlü gazeteler örnek teþkil
edecektir.
Ne diyeyim? Bekleyelim, görelim...
Bir Teklif
Ýlim adamlarýmýz Batý kopyacýlýðýný mutlaka terketmelidir. Esasen bizim insanýmýzýn düþünce ufku,
akýl ve zeka seviyesi, bizim, biz olarak kalmamýza yeterlidir. Hiçbir hususta baþkalarýný taklide ihtiyacýmýz
olacaðýný zannetmiyorum. Elverir ki, terkip ve tahlil denemelerine girebilelim ve son biriki asýrlýk psikolojik
baskýdan sýyrýlarak kendi aklýmýz ve kendi tefekkür gücümüzle düþünebilelim.
Çok þey kazanýp, hiçbir þey kaybetmeyeceðimize inanýyorum. Bir denesek ne zararýmýz olur ki?
Çocuklarda 05 Yaþ Grubu
Çocuklarda 05 yaþ grubu önemlidir. Bu dönemde kazanýlan ruhî yapýnýn daha sonra deðiþmesi oldukça
zordur. Bu müsbet manâda da menfi manâda da böyledir.
Rahmetli Nahid Dinçer’i ölüm yataðýnda ziyarete gitmiþtim. Bana 05 yaþ grubunun önemi ve mutlaka
kreþlere el atýlmasý gerektiði hususunda uzun uzun izahlarda bulunmuþtu. Belki anlattýklarý bilinen þeylerdi;
ama ölüm yataðýnda bir insanýn herþeyi býrakýp bu mevzu üzerinde hassasiyet göstermesi cidden beni çok
duygulandýrmýþtý.
Sosyolojik Deðerlendirmeler Ýle Ýlgili
Bir Mülâhaza
Bizim hayatý içtimaiye hakkýnda söylediðimiz sözler, yaptýðýmýz deðerlendirmeler, hep “esbabý
adiye” ölçüsünde cereyan eder. Eðer Cenabý Hakk, bu adi sebepleri kendi büyük icraatýna birer þart olarak
kabul buyurur ve icraatýný da sözünü ettiðimiz o sebeplere baðlarsa o þey oluverir. Buna, isterseniz, “Esbabýn
perdedârlýðý” da diyebilirsiniz, Cenabý Hakk’ýn kelamýnda tenezzülat olduðu gibi, icraatýnda da esbaba böyle
deðerler atfetmesi her zaman söz konusu olabilir.
Ancak yine de, meþiet ve dileme O’na aittir. Evet, bütün sebepler bir araya gelse, O dilemedikten sonra
hiçbir þey olmaz.
Onun için, sosyolog ve düþünürler, ne derlerse desinler ve hâdiseleri nasýl yorumlarlarsa yorumlasýnlar
biz, netice hakkýnda kesin bir þey söyleyemeyiz ve dediklerimizin yüzde yüz isabetini de kat’iyen iddia
edemeyiz. Böyle bir iddia, haddini bilmezlik olur. Bu sebepledir ki, yorumlarýmýzýn sonuna mutlaka bir
“Ýnþaallah Allah dilerse” ifadesi eklemeli ve sözlerimizi bu miskü amberle hitama erdirmeliyiz.
Bunu söylerken, neticede sebeplerin hiçbir önemi yoktur, demek de istemiyoruz; sadece, sebeplere hakiki
mânâda tesir vermenin doðru olmayacaðýný hatýrlatmak istiyoruz. Bu kanaatimiz mahfuz kalmakla beraber,
içtimaî hayatýn gelgitlerini bilmek ve neticeye ait ihtimal kaydýyla kanaatlerimizi izhar etmek her zaman
mümkündür ve vakidir.
Mesela: Sosyologlar, devlet ve milletlerin yýkýlmasýnda ahlâkî çöküntünün müessiriyetinde ittifak
halindedirler. Ahlâk anlayýþýndaki bazý küçük farklýlýklar bu ittifaka zarar vermez. Hakikaten kadimden bu
yana, hangi toplumda ahlâkî çöküntü artmýþsa, o toplumun yýkýlýþý süratlenmiþtir. Belki her toplumun
yýkýlýþý adýna kesin bir süre takdir etmek mümkün deðildir, ama, böyle bir neticeyi vurgulamak da yanlýþ
olmasa gerek.
Ýþte sosyologlara ait deðerlendirmelere, bu perspektiften bakmak gerekir. Elbette bu deðerlendirmelerin
haklý bir yaný vardýr; ancak bütününe ayný haklýlýðý tanýmak doðru deðildir.
F. FASILA4 (248335)
Bir Zaviyeden Hadis
Sekizinci Bölüm
Bir Hadîs
“Allah, kimi doðru yola iletmek isterse onun kalbini Ýslâm’a açar...” ayeti nazil olunca, sahabei kiram ile
Allah Rasulü arasýnda þu konuþma geçer.
Kiþinin kalbi nasýl açýlýr, inþiraha nasýl kavuþur ya Rasûlallah?
Bu, kiþinin kalbine atýlan bir nurdur. Onunla kalp inþiraha ve geniþliðe ulaþýr.
Bunun emareleri var mýdýr?
Ahiret yurduna yönelmek, aldatan dünyadan yani onun hevesatýmýza bakan taraflarýndan yüz çevirmek,
ölümden önce ölüme hazýrlanmak; evet, ebedî yaþayacakmýþcasýna dünyaya dalma ve ölümden hoþlanmayýp,
dünyaya yönelme, beraberinde dünyada rezil ve rüsvay olmayý getirir. Allah Rasûlü (sav) bir baþka hadîslerinde
buna da temas buyururlar:
Yemek yiyenlerin yemek kabýna saldýrdýklarý gibi milletlerin dört bir yandan üzerinize saldýrmalarý
yakýndýr.
Ya Rasûlallah bu, o gün sayýca azlýðýmýzdan dolayý mý olacak?
Hayýr, sayýca çok. Fakat sellerin sürüklediði çöpler gibi olacaksýnýz. Allah, düþmanlarýnýzýn
kalbinden korkuyu gidermiþ sizin kalbinize de vehn koymuþtur.
Vehn nedir ya Rasûlallah?
Dünya sevgisi ve ölümü kerih görme.
Teþebbüh
Bir hadisi þerifte, “bir kavme benzemeye çalýþan onlardandýr” deniyor. Her þeyden önce, bu hadîs, hadîs
kriterleri açýsýndan sahih deðildir. Ýkinci olarak, “teþebbehe” fiili, tefe’ul babýndandýr. Bu babýn hususiyeti de
tekellüf için olmasýdýr. Bu da insanýn kendini, sürekli baþkalarýna benzemeye zorlamasý demektir. Demek ki,
böyle bir zorlanma içine girmeyenler için tehlike bahis mevzûu deðildir. Üçüncü olarak, insan yüce bir dava
uðruna üzerine farz olan vazifeyi eda ederken, “giyim ve kuþamýmla toplum dýþý olmayayým”, düþüncesi ve
niyeti ile, toplum telâkki, örf, adet, gelenek ve göreneklerine göre giyiniyorsa, bunda bir mahzur yoktur. Hattâ
böyle bir düþünce, takdir ve tebcile lâyýk sayýlýr.
Þam
Geleceðe ait haberler veren hadislerin iþaretinden anladýðýmýza göre, Ýseviyetin merkezi Þam bölgesi
olacak. Hatta, Mehdi ve askerlerinin orada sýkýþtýklarý bir anda, Hz. Ýsa’nýn imdada yetiþeceðine dair
rivayetler de var.. Geçen bunca zaman içinde bu hadîslerin cüz’î ma’nâlarý tahakkuk etmiþtir. Meselâ, bir
dönemde Deccaliyetin temsilcileri olan komünistler, Þam bölgesine bütünüyle nüfuz etme düþünce ve gayreti
içine girmiþlerdir ama kaderin cilvesi; umduklarýný bulamamýþ bir ölçüde Muhammedî ruhla tersyüz
edilmiþlerdir.. Bölgeden ateizm, ilhad ve anarþinin bütünüyle sökülüp atýlmasý bu hususda nihaî nokta olsa
gerek.
Temessül
Temessül, Ehli Sünnet ulemasýnýn hadîslere dayanarak açýklayýp kabul ettikleri bir husustur. Yalnýz
bunlarý te’vil ve tefsir etme oldukça zordur; yani bunlar müteþabih nev’inden hâdiselerdir. Meselâ, Hz. Cibril
(as)’in, Efendimiz (sav)’e Dýhyetü’lKelbî suretinde gelmesi ki sahih hadîsle sabittir bir temessüldür. Keza;
Useyd b. Hudayr’ýn þu vak’asý da yine temessüle delâlet eder. Useyd b. Hudayr bir gece Kur’ân okurken, atý
þaha kalkar. Çocuðunu ezecek korkusuyla Useyd okumayý kesince at sakinleþir, baþlayýnca tekrar þaha kalkar.
Bu arada baþýnýn üstünde buluta benzer bir þey belirir. Mes’ele Efendimiz’e intikal ettirilince onun “sekine”
olduðunu ifade buyururlar. Yine, sahih hadislerin ifadelerine göre, kabirde insanýn iyi ve kötü amelleri temessül
eder. Kul sorar: “Sen nesin?” O “ben senin dünyadaki iyi veya kötü amelinim” diye cevap verir. Görüldüðü gibi,
temessüle delâlet eden bir sürü þey var. Bunca sarih ve sahih vak’adan sonra, “temessül yoktur deme”,
gerçeklere gözünü yumma ve hakikatlere karþý inad etme demektir. Fakat unutmayalým, “gözünü gündüz
güneþe karþý kapayan, sadece kendine gece yapar.”
Helâk Olma Mes’elesi
Ümmeti Muhammed’den önceki kavimler, günah iþlediklerinde, semavî afetler onlarý kýrýp geçirirdi.
Biz ise, ittifakýmýzýn bozulmasý ve ihtilafa düþme þeklinde cezaya maruz kalýyoruz. Çünkü Allah Rasûlü
(sav), “Ben, Rabbimden ümmetimi sair ümmetler gibi helâk etmemesini istedim. Kabul buyurdu. Ýhtilafa
düþmemelerini istedim. Onu reddetti” der. Çünkü ihtilafa düþme veya ittifak etme, iradî bir husustur. Ferdler,
iradelerini kullanarak o neticeyi hâsýl edebilirler. Bugün, semavî afetlerle yerle bir olan kavimlerin iþlediði
günahlarýn, belki de kat be kat fazlasý iþlenmesine raðmen, Ümmeti Muhammed’in helâk edilmemesi, 1
Yukarýda arzettiðim hadisi þerifle, 2 “Halký ýslah edici olduðu halde, Rabbin haksýzlýkla memleketleri helâk
edecek deðildir.” ve “Sen onlarýn içinde iken Allah onlara azab edecek deðildir” ayetlerinin ifade ettiði ma’nâya
göre, bir zümrenin halkýn arasýnda dolaþarak irþad ve teblið vazifesini yapýyor olmasý ve Allah Rasûlü (sav)
bedenen aramýzda olmasa bile, mânen Müslümanlarýn gönüllerinde yaþamasýyla açýklanabilir.
Misalî Levhalar
Efendimiz (sav)’in ahirete ait anlattýðý þeylerin bir kýsmý misalî levhalarda gördüðü þeylerdir.
Vakar
Efendimiz (sav), enbiya arasýnda son, bizim için ilk muallimdir. Vakar ve ciddiyet O’nda esastýr. Zü’l
yedeyn Hâdisesinde, Ebu Bekir ve Ömer, “namazý taksir ettin” diyemiyorlar, ama aklýndan zoru olan bir kadýn
Efendimiz’e, “Benim evimin iþini gör” diyebiliyor. Efendimiz (sav) de kalkýyor, onun kovasýný taþýyor. Bu,
onun vakarýna ters deðildir.
Cennet veya Cehennem’de Görmeler
Soru: Cennet ve cehennem hayatý haþirden sonra gerçekleþeceðine göre, Efendimiz’in “Falaný cennette
gördüm” demesini nasýl yorumlamalýyýz?
Cevap: Bu bir ayaný sabite, yani ilmî ve kaderî vücutlarýn berzahdaki timsalleridir. Ýnsanlar
yaratýlmazdan önce, kimin cennette, kimin cehennem’de olacaðý belli idi. Ve Efendimiz (sav) onlarýn kaderine
bakýyor, görüyor ve haber veriyordu.
Cennetliklerin aldýðý lezzet veya cehennemliklerin çektikleri elemle ilgili haberlere gelince: Sözü edilen
lezzet de, elem de cismanî deðil, ya ruhanî veya akýbet itibariyledir. Zira, Efendimizin haber verdiði cennet veya
cehennemdeki vücudlar ilmî vücudlardýr. Evet dünyadaki vücudlarýn haricî vücud olmasýna karþýlýk diðerleri
ilmî vücudlardýr. Birincisine ilim, ikincisinde ilimle beraber meþiet ve kudret taallûk eder.
Bir Hadîs Yorumu
Soru: “Bir insan ömür boyu cennet ehlinin amelini iþler de, son anda cehennem ehlinin amelini yapar ve
cehenneme girer. Bir insan da, cehennem ehlinin amelini iþler de, son anda cennet ehli gibi davranýr ve cennete
girer” hadîsini izah eder misiniz?
Cevap: Bu hadîsi þerifin birkaç yönü var:
1. Husûsî dairede þerefsüdûr olmuþ, yani, hususi bir veya birkaç kiþi için söylenmiþ olabilir.
2. Gün gelir ki, þartlar çok zorlaþýr ve kiþi imana girmekten baþka yol bulamaz veya tam tersi olur.
3. Ahir zamanla alâkalýdýr. Çünkü hadîs, fitneler bahsinde geçiyor.
4. Her iki durumda da akýbet önemli demektir.
Üç Sýnýf Ýnsan ki..
Soru: “Üç sýnýf insan var ki, Allah onlarla konuþmaz, onlara bakmaz ve onlarý azabý elim içinde
býrakýr. Ýhtiyar zinakâr, yalancý melik ve kibirli fakir” hadîsinde kiþiler arasýndaki vechi münasebet nedir?
Cevap: Hepsinin hali, yaptýklarý þeye ters. Zinayý genç yaparsa, “bedenine yenik düþtü” denir. Ama bunu
gençlik devresini atlatmýþ bir ihtiyar yaparsa, affedilir gibi deðildir. Yalan her zaman çok çirkindir ama bunu bir
devlet baþkaný yaparsa, o topyekün bir toplumu sarsar. Kibir aslýnda kötüdür. Ama bu kibri yapan fakir olursa, o
bütün bütün küstahlýk etmiþ olur.
Ýhlasla Okunan Kur’ân
Soru: “Kur’ân’ý seslerinizle güzelleþtiriniz.” hadîsini izah eder misiniz?
Cevap: Bunu teyid eden “Kur’âný Kerim’i telhini üzerine okuyunuz” hadîsi de var. Ma’nâsý þu olsa
gerektir: “Kur’âný Kerim’in, kendine has üslubu, edasý, musikisi vardýr. Öyle ise siz de onu, kendi kametine
uygun þekilde seslerinizle güzelleþtiriniz.” Efendimiz’in (sav) herkesten Kur’âný Kerim dinlediðine dâir fazla
birþey bilmiyoruz. Ama Übeyy b. Ka’b’tan, Abdullah b. Mes’ud’dan dinliyordu. Evet, herkes güzel
okuyamayabilir, ama ihlaslý olmasý mümkündür. Ýhlaslý olunca, kimse dinlemese Bediüzzaman’ýn dediði gibi
“melekler dinler.” Evet, sizin nice kerih gördüðünüz þey vardýr ki, o Allah indinde çok kýymetlidir. Mesela,
oruçlunun aðýz kokusu, Allah indinde miskten daha enfesdir. Ýhlâsla okunan Kur’âný Kerim’de öyledir.
Efendimiz’den Üç Tavsiye
Soru: Efendimiz bir hadîslerinde ashabýndan birine þu tavsiyede bulunuyor: “Diline sahip ol, evini geniþ
tut, günahýna aðla.” Aralarýndaki faslý müþterek (ortak nokta) nedir?
Cevap: Birinci tavsiyede günaha girmeme, üçüncü tavsiyede ise günahtan kurtulma dile getiriliyor.
Ýnsaný günaha sokan en büyük amillerden birisi dildir. Dili tutma hakkýnda sahih baþka hadîsler de vardýr.
Meselâ, Efendimiz (sav) dil ve apýþ arasýnýn muhafazasý karþýlýðýnda bizzat cennete kefil olacaðýný
buyururlar. Aðlama ise, günahlarýn affýna vesile olacak en kuvvetli bir yoldur.
Ýkinci tavsiyede, mecazî bir ma’nâ kasdolunduðu kanaatindeyim. Evi geniþ tutma, çok misafir kabul
etme demek olabilir. Misafire izzet ve ikram ise sadakadýr.
Ýslâm Kýyamete Kadar Bâkîdir
Bir hadisi þeriflerinde Efendimiz (sav), günü üçe bölerek, sabahtan öðleye kadar Yahudilerin, öðleikindi
arasý Nasara’nýn (Hristiyanlarýn), ikindiakþam arasý ise Müslümanlarýn buyurmuþlardýr. Bundan þu iki
ma’nâ çýkarýlabilir.
1. Efendimiz’den sonra baþka bir peygamber gelmeyecektir. Nitekim, bir hadislerinde, “Ben ikindi
güneþine benzerim” buyurmuþlardýr.
2. Güneþin batmasý, kýyametten kinayedir, Dolayýsýyla Ýslâm Kýyamet’e kadar sürecektir.
Fýtrat
Ýnsanda fýtrat çok önemlidir. Bununla birlikte insan, “Bazý huylarýmý deðiþtiremiyorum” diyor ve
bunda da kendisini haklý görüyorsa, o halde bu kadar nebi, bu kadar rasûl gönderilmesinin ma’nâsý ne?
Öyleyse, fýtratý Allah ve Rasûlü’nün istediði yöne çevirmek lazým. Hz. Suheyb hakkýnda Hz. Peygamber
(sav), “Suheyb ne güzel kuldur. Allah’tan korkmamýþ olsaydý, yine de günah iþlemezdi” buyururlar. Hz.
Suheyb’in fýtratý günah iþlemeðe müsaid deðil. Fakat kim, yani, fýtratý günaha müsait olmayan mý, yoksa
müsait olduðu halde iradesinin kavgasýný vererek günah iþlemeyen mi daha makbul; onu Allah bilir..?
Efendimiz (sav)
Efendimiz hakkýnda konuþurken çok edepli ve saygýlý olmalýyýz. O’nun beþer arasýna katýlmasý, bir
tenezzüldür. Zira o, asýl yapýsý itibariyle, meleklere imam olacak ölçüde saf ve duru yaratýlmýþtýr.
Dünya Ýþlerini Bilmek
“Siz dünya iþlerini daha iyi bilirsiniz” hadîsini þöyle anlatabiliriz.
1.Sizin aklî kapasiteniz ancak dünyaya yetecek kadardýr. Eðer vahiy imdada yetiþmeseydi, bütün
malûmatýnýz sadece meþgul olduðunuz dünyevî iþlerle sýnýrlý kalýr, bunlarý aþarak ukbaya uzanamazdý.
2. Allah Rasûlü bu ifadeleriyle, her insanda mevcud bulunan akýl ve iradenin bir hikmeti vücudu
olduðuna da iþaret buyurmuþlardýr.
3. Bu söz, hurmalarý aþýlama mevzuunda söylenmiþtir. Sahabe ile Allah Rasûlü’nün o andaki
durumlarýný, Hz. Musa (as) ile Hz. Hýzýr (as) arasýnda cereyan eden seyahat hâdisesine benzetebiliriz.
Hz. Musa biraz daha sabretseydi, Melekût alemine ait daha pek çok sýrrý bu vesileyle öðrenebilecektik.
Ama Hz. Musa sabredemedi, edemezdi de.. Zira olup bitenler, Tevrat’a ve onun ahkâmýna aykýrý idi.
Alternatif akým, regülatörlerle doðru akýma çevrilir ve ancak ondan sonra kullanýlýr. Melekût alemine ait
sýrlar, alternatif akým gibidir. Zahiri Þeriat ise, onlarý regüle ederek doðru akýma çevirir. Bir peygamberin
zahiri Þeriat’a zýt hâdiselere sabýr ve tahammül göstermesi bu bakýmdan imkânsýzýdýr. Fakat Efendimizin
de buyurduklarý gibi eðer Hz. Musa bu tahammülü gösterebilseydi, Melekût alemine ait çok daha baþka sýrlarý
da öðrenebilecektik. Bunun gibi, eðer sahabe, sabredebilseydi Efendimiz’in hurmalarý aþýlama þeklini
öðreneceklerdi. Fakat sahabe, lihikmetin bu sabrý gösteremedi. Bu sebeple de Efendimiz, kendilerini
incitmemek için, “Siz dünya iþlerini daha iyi bilirsiniz” buyurup, mes’eleyi baðladý.
Hz. Ýsa’nýn Nüzûlü
Soru: Hz. Ýsa’nýn ahir zamanda Þam’a ineceði mes’elesini nasýl anlamalýyýz?
Cevap: Bunu, Hz. Ýsa’nýn cismaniyetiyle zuhuru þeklinde anlamamýz, naslara uygunluðu bakýmýndan
esasdýr. Ancak, O’nu temsil edecek ve küfrün belini kýracak önemli fikrî hamlelerin o civarda zuhur edeceðine,
mehdiyetin orada belireceðine de bir iþaret olacak ki, Hz. Ýsa “Bazýnýz bazýnýza imam olacaksýnýz” diyor.
Demek ki, müceddit seviyesinde çok kimseler zuhur edecek ve Hz. Ýsa birine “sen imamete geç” diyecektir. Bu
ayný zamanda, Hristiyanlarýn pes edeceði ma’nâsýna da gelir. Bu durum, “Ya Rabbi, bizi müttakilere imam kýl”
duâsýnýn da gizli bir remzi gibidir.
Þu Hususlar Önemlidir
1. Hadisler kafamýzda þekillenmelidir. Hadîs metninin tamamýný ezbere bilmiyorsak bile, metni
gördüðümüzde hadis olup olmadýðýný bilmeliyiz.
2. Ýlhamýn önü açýk olmalýdýr. Fiþleme usulünde bu olmaz. Her þeyden önce ayet ve hadislerde ifade
edilen hakikatler bizatihi yaþanmalý.
3. Çok kitap okumalý. Meselâ, binlerce sayfalýk kitaplar, çok kýsa zamana sýkýþtýrýlarak okunmalý ve
hazmedilmeli. Kitap okurken de dikkatimizi çeken orijinal yerler not alýnmalý ve geçmiþ malûmatýmýza
dayanarak gördüðümüz eksiklikler tamamlanmalý.
Bir Peygamberlik Delili
Allah Rasûlü (sav), kendi baþýna kýldýðý namazlarý alabildiðince uzun kýlar, fakat cemaat içinde kýsa
ve vasat kýldýrýrdý. Baþka hiçbir delil olmasa bile þu hali, Efendimiz’in Peygamber olduðuna delalet eder:
Rabbisi ile baþ baþa kalýnca o kadar derin bir irtibat halinde, fakat insanlar içinde insanlardan bir insan. Bu
sadece peygamberliðin verdiði ciddiyet ve temkinden kaynaklanabilir.
Hz. Ebû Bekir’in Ýmameti (ra)
Soru: Efendimiz, “Ebû Bekir’e söyleyin, imam olsun” buyurunca Hz. Aiþe validemiz, bazý mazeretler
ileri sürerek babasýnýn imametine mani olmak istedi. Hikmeti ne olabilir?
Cevap: 1. Efendimiz hasta iken Ebû Bekir’in O’nun yerine namaz kýldýrmasýný halk hayra yormazdý.
Böylece Ebû Bekir, acý vaký’anýn temsilcisi olur, sevilirken nefret edilir duruma düþerdi.
2. Peygamber Efendimiz (sav), Hz. Ebû Bekir’in kendi yerine geçeceðini zaten iþ’ar buyurmuþlardý.
Fakat halk, daha sonra olacak böyle bir þeye baþtan antipati duyabilirdi. Böylece Ebû Bekir, ileride yükleneceði
misyonu çok rahat yerine getiremezdi þeklinde bir mülahazadan kaynaklanmýþ olabilir.
Muvaffakiyete Doðru
Soru: Hadîste “Kisra’nýn helakýndan sonra Kisra; Kayser’in helakýndan sonra da Kayser yoktur”
deniliyor. Ama þimdi onlarýn yaptýðýný yapan ABD, Rusya ve diðer Avrupa ülkeleri var?
Cevap: Ýnsanlarýn güçleri, imanlarýnýn kuvveti, zamana tesir edebilir. Sahabenin imaný çok güçlü
olduðu için, kýsa bir zaman diliminde çok büyük fetihleri gerçekleþtirmiþlerdir. Bu, da, Allah’ýn diðer
kanunlarý gibi bir kanunudur.
Biraz da, günümüzde süper güç adý verilen birtakým devletlerin ve paktlarýn yýkýlmasý bizim Allah
yolunda her türlü maddîmanevî fedakarlýkta bulunmamýza baðlýdýr. Bu da, sahabi gibi iman kuvvetini elde
etmekle mümkündür. Bu ne zaman olacaktýr, bilinmez ama, bu netice mutlaka birgün elde edilecektir.
Ýnþirahý Sadr
“Rabbiþrahlî sadri”, Hz. Musa’nýn beyanýna deðiþik buudlar kazandýrmýþtýr. Siz bir çeþit konuþursunuz
ama, Hz. Musa, çok farklý þekil ve üsluplarda konuþabilir. Onun sözleri, beyandaki televvün keyfiyetiyle zaman
ve mekaný aþar, melekût aleminin dört bir yanýnda týnlar.. keþke o beyan kendi orijini ile korunabilseydi...
Adn ve Firdevs Cenneti
Soru: Hadislerden anlaþýldýðýna göre, Adn cenneti, cennet nimetlerinin hepsinin toplandýðý bir yerdir.
Bazý hadîslerde ise “Firdevs cennetini isteyin” buyuruluyor. Bunu nasýl te’lif edebiliriz?
Cevap: 1. Adn cenneti, bütün cennet nimetleri ile dayalýdöþeli bir yerdir. Firdevs cenneti ise, (cennet’i
piramid gibi farzedersek) bütün cennet mertebelerinin birlikte müþahede edileceði en yüksek bir yer ve uç
noktadýr.
2. Bazý insanlarda cismanî hevesler inkiþaf eder. Onlarý þâirâne ilhamlar ve ruhun istifade edeceði
zevkler pek alâkadar etmez. Bu açýdan Adn cenneti üstündür. Bazýlarýnda ise rûhî hevesler, duygular inkiþaf
etmiþtir. Ruhânî halleri arzu ederler. Onlar için yeme, içme, huri vs. pek önemli deðildir. Bu açýdan da Firdevs
cenneti üstündür.
3 Geçmiþ ümmetlerde gaybe iman, ümmeti Muhammed’e nisbeten çok az geliþmiþtir. Onlarda nazarî
ilim daha galipti. Bu noktadan, bir bakýma cismaniyet cenneti diyebileceðimiz Adn cenneti, diðer ümmetlerin
ufuk noktasýdýr. Buna karþýlýk, Muhammed Ümmeti, gaybe imanda çok derinleþtiði için, onlara da Firdevs
cenneti hedef olarak gösterilmiþtir.
(sav) ve (sas) Ýbarelerinin Yazýlýþý
Soru: “Sallallahu aleyhi vesellem” ibaresinin (sav) veya (sas) þeklinde yazýlmasýnda bir mahzur var
mýdýr?
Cevap: Yazan þahýs, yazarken salât u selâm getirmelidir. Okuyan da, herhalde okurken (sas) veya (sav)
þeklinde yazýldýðý gibi okumuyordur! Demek ki bunlar, birer iþaret ve remizden ibarettir. Kaldý ki, Kur’âný
Kerim ve hadisi þeriflerde de bu türden îcazý bilhazf yani kýsaltma ile îcaz yapýlmýþtýr.
Mes’elenin bir de þu yönü var: Bu ibarenin uzun uzun yazýlmasý býkkýnlýk veriyor düþüncesi aslýnda
büyük hatadýr. Ancak insana böyle bir düþünce gelecekse, remizlerle yazmasý evlâdýr.
Akika
Soru: Akika’da çocuðun saçýnýn kesilmesinin sebebi nedir?
Cevap: 1 Bu iþin poliklinik bir tesbitinin yapýlmasý lazým.
2 Zekât, nasýl malýn sigortasýdýr; saçýnýn aðýrlýðýnca altýn tasadduk edilmesi de, bir nevi çocuðun
sigortasýdýr. Ýnþaallah onu belâ ve musibetlerden korur.
3 Sadece bir tefe’ül yani, hayra yorma, hayýr dileme olabilir.
Kudsî Mekânlarý Tercih
Soru: “Üç mescidin dýþýndaki mescidlere husûsî olarak yolculuk yapýlmaz” mealindeki hadîsi nasýl
anlamalýyýz?
Cevap: Hadiste iþaret edilen Mescidi Haram, Mescidi Nebevî ve Mescidi Aksâ’da ibadet etme
tercihinin altýnda yatan ma’nâ þudur: Yeryüzünde Allah (cc) tarafýndan kudsî kýlýnmayan hiçbir yere kudsiyet
atfedilemez. Ýbadet kasdýyla Kâbe’ye gidilebilir fakat, Sultanahmed, Ayasofya ve Süleymaniye, öyle deðildir!
Kâbe’de namaz kýlma adaðýnda bulunulursa, bu nezir yerine getirilir. Ve tabii böyle mekânlara gezmek ve
görmek için gidilebilir. Kur’âný Kerim’de çok yerde yeryüzünde gezin bakýn” buyurulur. Þu kadar ki, Allah
tarafýndan gazaba uðramýþ ve helâk edilmiþ kavimlerin yerlerini ziyaret etmek ibret alma kasdý olmaksýzýn
mahzurlu görülmüþtür.
Efendimiz (sav), annebabasýnýn kabirlerini ve Uhud þehidlerini ziyaret ediyordu. Büyük zatlarýn
kabirlerinin ziyareti aleyhine de bir rivayet bilmiyoruz. Aksine, böyle zatlarýn kabirleri ziyaret edilmeli,
kendilerine Fatiha okunmalý, feyizlerinden ve manevî iklimlerinden istifade edilmelidir. Onlarý þefaatçi
ma’nasýna vesile ve vasýta yaparak duâ ve niyazda bulunulmalýdýr. Ayný durum, kudsî mekânlar için de
geçerlidir.
Günahlara Karþý Duyarlýlýk
Hadîsin ifadesiyle, cehennem þehvetlerle, zevklerle, fuhþiyatla kuþatýlmýþtýr. Ýþ kazalarý için önceden
çeþitli tedbirler aldýðýmýz gibi manevî hayatýmýz adýna da öyle tedbirler almalýyýz. Günahlara karþý bir
alarm sistemi kurmalýyýz. Kendimizi tehlikede hissettiðimiz an alarm çalmalý ve bize elli yerden el uzanmalý.
Þimdiye kadar bu mevzûda gördüðüm en akýllý insanlar, ya doðrudan veya dolaylý olarak durumlarýný
aktarýp, halledilmesini talep edenler olmuþtur.
Ahmaklara gelince, onlar her türlü gayrý meþrû þeyden lezzet almaya bakmýþtýr.
Bir esrarengiz kuyu ki, aðzý þehvet, makam, þöhret, para; dibi de cehennem.
Allah (cc) Halim’dir
Allah (cc), kullarýna devamlý Halîm olarak muamele eder. Meselâ, Suheyl Ýbn Amr veya Esid Ýbn Attab
müslüman olmadan evvel söylediði þiirlerle Ýslâmiyete karþý hep cephe oluþturmuþ biri. Hz. Ömer,
Efendimiz’den, ona haddini bildirmek için izin ister fakat, Efendimiz (sav) “Hayýr, o bir gün seni memnun
edecek” cevabýný verir. Efendimiz’in vefatýný müteakip Hz. Ebu Bekir galeyana gelen halký Medine’de
yaptýðý o tarihî konuþmayla yatýþtýrdýðý gibi, Suheyl Ýbn Amr da Mekke’de bu tür bir konuþma yaparak
önemli bir hizmet ifa etmiþti. Demek ki, Allah (cc) onun temerrüdüne 56 sene sonra yapacaðý hizmetlerden
dolayý mehil vermiþ ve böylece bize “Halîm” isminin tecellilerinden televvünler göstermek istemiþti.
Ahir Zamanda Ýstanbul’un Fethi
Soru: Ahir zamanda Ýstanbul’un fethi mes’elesini nasýl anlamalýyýz?
Cevap: Ahir zamanla ilgili hadîslerde, Ýstanbul’un fethi ile Deccalýn çýkmasý arasýnda bir haftalýk
mesafe olduðu ifade ediliyor. Bu fethi, o zaman Ýstanbul kimin elinde ise, onlardan geri alma þeklinde
anlamalý. Dahilden piyonlarýn elinde ise, bu ma’nen onlardan halâsý, Bizanslýlarýn elinde ise onlardan. Yoksa
toptüfek ile, Çandarlýlarla, Zaðanoslarla, Fatihlerle yeniden bir fetih olacak diye anlamak uygun deðildir.
Kurbiyet
Efendimiz (sav), hayatýnýn her anýný diken üstünde duruyor gibi yaþamýþ ve Allah’a karþý kurbiyetin
hakkýný tasavvurlar üstü bir titizlikle yerine getirmiþtir. O’nun her hâl ve hareketi gibi, bu husûsiyeti de bize
örnek olmalýdýr.
Sefer Bir Nev’i Azaptýr
“Yolculuk, azapdan bir parçadýr” hadisine binâen denilebilir ki, insan ihtiyaçlarý için yolculuk yapýyorsa,
bu yolculukta katlandýðý meþakkatler ölçüsünde sevap kazanýr. Hele bu yolculuk dini teblið istikametindeyse,
elde edilecek mükâfatlar, nafile ibadetlere terettüb eden sevaplarýn çok çok üstünde olacaktýr.
Hilâfet ve Efendimiz
Hilâfetin 30 yýl süreceði mevsûk hadislerde ifade buyurulmuþtur. 70 yýl süreceðine dâir zayýf rivayetler
varsa da, Efendimiz (sav)’in rûhâniyetini gerçek ma’nâda temsil eden hilâfet, 30 yýl devam etmiþtir. Bilâhare
meydana gelen hâdiseler, bu gerçeðin tarihî birer þahididir.
Altýn Kanal Zift Kanal
Efendimiz (sav), bir hadisi þeriflerinde, “Benim soyumda sifah (zina) yoktur. Ben, hep nikâhtan geldim”
buyururlar. Diðer bütün nebîlerin nesebi de aynýdýr. Fakat, kefere ve fecerenin soyu için ayný þeyi söylemek
mümkün deðildir.
Efendimiz’e (sav) Ait Ýki Fýtrat
Efendimiz (sav)’in iki fýtratý vardýr:
Biri, nübüvvet vazifesini yüklenebilecek, fakat baþlangýçta bir çekirdek ve nüve halinde olan fýtratý.
Diðeri, tabiatý beþeriyesi.
Efendimiz (sav)’in birinci fýtratý, kendisinde 40 yaþýna kadar bir tohum ve çekirdek hükmündeydi ve
tabii inkiþaf etmiþ deðildi. Ýnkiþaf edince, büyüyüp geliþti ve neticede ikinci fýtratý, bu birinci fýtratýna teslim
oldu. Zannediyorum o, “Nefsim bana teslim oldu” sözüyle, iþte bu gerçeði ifade etmektedir.
Kârun’un Yere Batmasý
Kârun’un yurdu, yuvasý ve sahip olduðu mallarý ile birlikte yere batmasý, berzah âlemine ait bir
mes’eledir, yani manevî bir sukuttur. Bu, þuna benzer:
Bir gün Efendimiz (sav) bir mecliste otururlarken, bir gürültü duyulur. Efendimiz, “Bu, 70 yýldýr
cehenneme yuvarlanan bir taþýn cehenneme düþmesiyle çýkardýðý sestir” buyururlar. Biraz sonra meclise biri
gelir ve “70 yaþýndaki falan münafýk öldü” der.
Ahirette Karâbet
Bir hadîsi þeriflerinde Efendimiz (sav), kýzý Hz. Fatýma’ya hitaben, “Nefsini Allah’tan satýn almaya
bak! Allah katýnda senin nâmýna hiçbir þey yapamam” buyururlar.
Bu hadîste anlatýlmak istenen, “Ýnsan için çalýþtýðýndan baþkasý yoktur” âyetinde de buyurulduðu
üzere, kiþinin kurtuluþu için çalýþmanýn esas olduðudur. Evet insan, Efendimiz (sav)’in çok yakýný da olsa,
þahsî sorumluluklarýný yerine getirememiþse kurtulamaz.
Öte yandan, Hz. Ali (ra), Ebû Cehil’in kýzý ile evlenmek isteyince, Efendimiz (sav) bu defa, “Ahirette
bütün nesepler kesiktir, benim nesebim müstesnâ” buyururlar. Bu hadisi þerifte anlatýlmak istenen de, Ahirette
dînî ve nesebî yakýnlýðýn sadece Efendimiz (sav)’e ait olduðudur. Bu gerçeðin farkýnda olan Hz. Ömer, dînî
yakýnlýða nesebî yakýnlýðý da katmak için, Efendimiz (sav)’in soyundan biri ile evlenmek istemiþ ve bu
arzusunu yýllar sonra Hz. Ali’nin kýzý ile evlenerek tahakkuk ettirmiþtir.
Hayýrda Yarýþ
Efendimiz (sav), halkýn himmetine müracaat etmiþ, sonra da, herkese tek tek, “sen ne verdin?” diye
sormuþtur. Dolayýsýyla, kimse bu mes’elenin kritiðini yapamaz. Biz de infak hayrýnda müsabaka yapýyor ve
her mü’mini bu önemli iþe teþvik ediyoruz.
Hasf
“Âhir zamanda Kâbe’ye sýðýnanlar olacak. Onlara kast edenler, ‘Beydâilard’ denilen yerde ‘hasf’
olunacak” meâlindeki hadîsi þerifte geçen ‘hasf’ý sadece lügat ma’nâsý ile ele almamak gerekir. Hasf, lügat
ma’nâsý itibarý ile her ne kadar ‘yerin dibine geçme’ demek ise de, bundan ‘saltanatýn sönmesi, ikbalin idbara
dönmesi ve öldürülme’ gibi ma’nâlar da anlaþýlabilir. Nitekim, Karun’un serveti ile beraber ‘hasf’ýnýn bu
þekilde anlaþýlmasýnýn üzerinde daha önce de durulmuþtu. Bu ma’nâda ve küçük ölçekte bir ‘hasf’, Abdullah
Ýbn Zübeyr’in Kâbe’de Haccac tarafýndan þehid edilmesinden 50 sene sonra vukû bulmuþ ve zalimler
bütünüyle âhiret’e intikal ederken, saltanatlarý da yerle bir olmuþtur. En son yaþanan Kâbe baskýný hâdisesinde
de yüzlerce masum insan öldürüldü ve baskýna katýlanlarýn hepsi idam edildi. Evet, Allah imhâl eder, yani
mühlet verir ama, ihmal etmez.
Bir Edep Anlayýþý
Efendimiz (sav), kendisine karþý ayaða kalkýlmasýný istememesine ve “Acemlerin büyüklerine ayaða
kalktýðý gibi ayaða kalkmayýn” buyurmasýna raðmen, Ashâbý Kiram kendisine karþý hürmette kusur etmiyor
ve ayaða kalkýyorlardý. Biz de Mevlidi Nebevî okunurken, “Doðdu ol sâatte ol Sultâný Dîn” denildiðinde “hoþ
geldiniz” ma’nâsýna ayaða kalkýyor ve kendilerine karþý hürmet ve ta’zimlerimizi arzetmeye çalýþýyoruz. Evet,
bu bir edep anlayýþý ve edep göstergesidir. Dolayýsýyla, ihmal edilmemeli ve mutlaka yerine getirilmelidir.
Nasýl Yaþarsanýz Öyle Ölürsünüz
Hadis olmasý tenkit edilse de, hadîs diye rivayet edilen ve hadis ölçüsünde bir gerçeði ifade eden bir
sözde, “Nasýl yaþarsanýz öyle ölür ve nasýl ölürseniz öyle dirilirsiniz” denmektedir.
Bir insanýn hayat tarzý, onun þuuraltýný oluþturur. Bu sebeple, o insanýn bütün hayatýnda, ölümü
esnâsýnda ve kabirde Münker ve Nekir’e cevap verirken hep o þuuraltýnýn izleri tezâhür eder.
Müslüman olarak ölmek, hakkýmýzdaki Ýlâhî takdirin nasýl tecellî edeceðini bilemediðimizden dolayý,
belki elimizde deðildir ama, bu yolda, yani müslüman olarak ölme yolunda olmak elimizdedir. Yoksa, Kur’âný
Kerim’in “ancak müslümanlar olarak ölünüz” emri “teklifi mâlâyutak”, yani yerine getirilmesi mümkün
olmayan bir teklif olurdu.
Hayatýný salih ameller kuþaðýnda geçiren bir insanýn son nefesinde imanla gitmesi kaviyyen
muhtemeldir. O halde, imanýn gereklerini o derecede hayatýmýza hayat kýlmalýyýz ki aksi bir düþünce ve aksi
bir hayat tarzý rüyalarýmýza bile misafir olmasýn. Allah’a kavuþma arzusuyla yanýp tutuþalým ve hep bu
visalin beklentisi içinde yaþayalým. Unutmayalým ki, hadîsin ifadesiyle “Kim Allah’a kavuþmayý arzu ederse,
Allah da ona kavuþmayý arzu eder.”
Ýsmet
Nebî, kalbi, beyni, sinir sistemi ve bütün fakülteleri a’zamî seviyede çalýþan insan demektir. Bu sebeple,
nebînin hayatý, normal insanî buudlarýn üzerinde cereyan eder. Onun duymasý, sezmesi, hisleri, arzu ve
istekleri hep zirve noktalarda dolaþýr. Meselâ, nebînin þehvet hissi, normal insanýnkinden kat kat fazladýr.
Efendimiz’in (sav) bu hususta, “Ben, sizin herbirinizden 25 kat daha güçlüyüm” buyurmasý; sahîh bir hadiste
ifade edildiði üzere, Hz. Süleyman’ýn bir gecede 90 küsur hanýmýyla mübaþerette bulunabilmesi, bunun bir
göstergesidir. Nebî, bu yapý ve beþerî normlarý zorlayan bu husûsiyetleri içinde, nefsini de her bakýmdan
gemleyebilen insandýr. Hz. Yûsuf (as), Zeliha bütün fettanlýðý ile karþýsýna dikildiðinde “Ben Allah’tan
korkarým” diyerek, ona karþý en ufak bir meyil göstermemiþti.
Bazý tefsirler, Zeliha karþýsýnda Hz. Yûsuf’un gördüðü “bürhan”dan bahsederken, “Hz. Yûsuf kadýna
meyledecekti ki, babasýný görüp vazgeçti” gibi, tamamiyle Ýsrailiyat kaynaklý ve nebînin ismet sýfatýna hiç de
uygun düþmeyen açýklamalara yer vermiþlerdir. Halbûki, Hz. Yûsuf’un gördüðü bürhan, ilim, irfan ve
murakabeden meydana gelen nebînin nefsine hakimiyeti gerçeðiydi. O Yusuf (as) ki, câzibedâr kadýnlarýn
oyunlarý karþýsýnda, “Rabbim! Hapishane benim için bunlarýn teklifine uymaktan daha iyidir” demiþ ve
sarayýn zevk u safâ dolu hayatýný terk edip, iffeti adýna yýllar ve yýllar boyu hapishanenin ufûnetli, çileli ve
tahammül edilmez hayatýna râzý olmuþtu. Ýþte bu, onun ismetini ispata kâfî bir delil deðil midir? Çile ve
ýzdýrap dolu hapis hayatýna artýk bir nokta konma günü gelip de, kapýlar ardýna kadar açýldýðýnda, “iffetim
herkes tarafýndan bilinmedikçe, hapishaneden çýkmam” diyen de Hz. Yusuf’tu.
Ýsmet mevzûunda Hz. Yusuf ne ise, baþta Ýnsanlýðýn Ýftihar Tablosu Efendimiz Hz. Muhammed (sav)
olmak üzere, bütün peygamberler ve onlarýn izinde hayatlarýný sürdüren evliyâ, asfiyâ ve mukarrebin de odur.
Onlar da ayný çizgide vâridatlara mazhar olmuþ, mazhar olduklarý vâridatlar nisbetinde imtihanlara tâbî
tutulmuþ ve Allah’ýn izniyle hep kazananlar safýnda yerlerini almýþlardýr.
Ameli Salih, Cennet ve Cehennem
Münasebeti
Soru: Susamýþ bir köpeðe su içiren fahiþe kadýnýn cennete girmesini, kediyi hapsederek ölümüne
sebebiyet veren abidesâcide kadýnýn cehenneme girmesini nasýl anlamalýyýz?
Cevap: Bir kere bu bir kaderi ilâhîdir. Bizler Aynþtayn’ýn nazariyesini bile anlamakta güçlük çekiyor,
hatta çoklarýmýz itibariyle anlayamýyoruz da, Allah’ýn ilmi ezelîsi ve onun belirlenmiþ bir tablosu olan kader
hakkýnda nasýl hüküm verebiliyoruz. Nasýl oradaki takdire ve bu takdirin sebep veya hikmetlerine muttali
olabiliriz ki?
Ýkinci olarak, o baðiye fahiþe kadýn, kimbilir hangi toplumun ne tür bir gadri ile bu kötü yola itilmiþti.
Kimbilir ne tür zorlamalar veya komplolarla kendini o vadide bulmuþtu. Aslýnda, her susayan köpeðe su içiren
baðiye, fahiþe cennete girmez ama, bu kadýn belki, içi ýzdýrapla doluydu.. iki büklümdü.. hacaletaver bir hayat
yaþýyordu ve susuz köpeðe su içirmesi ile –tabir caizse Rahmet’in bam teline dokundu ve affedildi. Evet,
baðiyenin ýzdýraptan çatlayan sinesi ile, Allah’ýn rahmeti bir vahidin iki yüzünden ibarettir. Bakýnýz, tevbe
nasýl içte duyulan nedamet ve ýzdýrabýn dýþarýya sözle yansýmasý ve “estaðfirullah” ile seslendirilmesidir.
Aynen öyle de; piþmanlýðý doruk noktaya ulaþmýþ, gönlü kalaklar içinde bir kadýn, susuz köpeðe su içirmesi
ile rahmet serasýna sýðýnýyor ve cennete giriveriyor.
Bunun tersi de gadabullahtýr. Yani kediyi hapsederek, acýndan onun ölümüne sebebiyet veren kadýn. O
abidesacide olmasýnýn yanýnda, zulüm üstüne zulüm iþlemiþ bir kadýn olabilir. Yoksa her kediyi hapseden ve
ölümüne sebep olan cehenneme girmez. Ama bu kadýnýn, kediyi hapsetmesi, bardaðý taþýran son damla
olmuþ, gadabýn bam teline dokunmuþ ve cehenneme girmiþtir.
Evet, mes’elelere böyle ilmi ilâhînin taalluku açýsýndan bakmak lazýmdýr. Þunu da unutmamalý; bunlar
Allah için mücbir (zorlayýcý) sebepler deðildir; çünkü
“Ona kimse cebriyle bir iþ iþletemez asla
Ne kim kendi murad eder vücuda ol gelir billah.”
Öyle ise olsa olsa, bunlar þartý adi olabilir. Kaldý ki, zaten Allah hükümlerini o þartý adilere göre
vermiþtir.
Þehadet Arzusu
Soru: Bir hadiste ‘Düþmanla karþýlaþmayý temenni etmeyiniz..’ deniyor. Halbuki þehadeti arzulama
hakkýnda da bir sürü hadis var. Bunlarý nasýl te'lif ederiz?
Cevap: Þehadet, sadece düþmanla karþýlaþmakla elde edilemez. Þehadetin çeþitleri var: Bir insan,
þehadeti gönülden arzu ederse, yataðýnda dahi ölse þehid olur. Bir de, bazýlarý düþmanla karþýlaþýnca
kanaatleri deðiþebilir. Onun için temenniden men’ ediliyoruz. Bir diðer tevcih de düþmanla karþýlaþmak esas
deðildir; Esas olan îlayý kelimetullahtýr. Teblið ve irþad yaparken öyle devirler gelir ki, düþmanla karþýlaþýp
ölseniz, yapacaðýnýz vazifeler ortada kalýr. Öyleyse düþmanla karþýlaþma veya þehadet arzusu esas
alýnmamalý, birer vesile kabul edilmelidir. Konuyu þöyle hülasa etmek mümkündür: Düþmanla karþýlaþmada
tek yol, tek istikamet var. Þehadette ise deðiþik yollar, deðiþik istikametler var; halis bir niyetle yatakta ölmeye
kadar...
Ehli Beyt Hakkýnda
Soru: Efendimiz (sav)’in hanýmlarý Ehli Beyt’ten midir?
Cevap: Onlar, Efendimiz (sav)’in hanei saadetlerinde bulunma ve mü’minlere ana olma gibi, mutlak,
umumî ve küllî bir fazilete mazhar iseler de, has mânâda Ehli Beyt’ten sayýlmazlar.
Perde ve Biz
Efendimiz (sav) bir hadîslerinde “Cenâbý Hakk’ýn hicabý nurdur” mânâsýnda “Hicabuhu nurun”
buyurur. Yine Miraç’ta gördüðünün bir nur olduðunu belirterek “Raeytü nuran” der.
Biz burada, bu hadîslerin yorumu üzerinde duracak deðiliz. Sadece “hicap” kelimesinin tedâî ettirdiði bir
hususu arzetmek istiyorum:
Hicap, örtü mânâsýndadýr. Cenâbý Hakk nurunu, sebeplerle kendi arasýna bir hicap ve perde edinmiþtir.
Ýzzet ve azamet öyle gerektirmektedir. Ancak bu perde, Cenâbý Hakk’ýn önünde deðil, bizim ve bütün
sebeplerin önündedir. Eðer O, bu hicabý az aralayacak olsaydý bütün âlem yanar ve mahvolurdu.
Cenâbý Hakk sýfatlarýyla muhattýr ki, çok az müntehinin nazarý oraya ulaþabilmiþtir. Halbuki bizler
kainattaki nizam, intizam ve ahenkten menfezler açarak o perdenin verasýný görmeye çalýþýyoruz. Tevhidi
yakalamak çok zorlu bir iþtir. Çoklarý kitaplarda yazýldýðý için ona inanýr; fakat iþin hakikatýndan habersiz
yaþar.. Ýnanmak baþka, inandýðýný vicdanýnda sezmek daha baþkadýr. Hâl ile keþfedilecek þeyler akýlla elde
edilemezler. Bunda yadýrganacak bir taraf da yoktur. En basitinden, kulaðýn iþittiðini burunla duymak mümkün
deðildir. Söylediðimiz prensibe, bu kadar basit bir misalle bile bakýlabilse çok þey anlaþýlýr zannediyorum.
Fýkhî Mes’eleler
Dokuzuncu Bölüm
Balýk
Denizde veya belli havuzlarda domuz yaðý katýlmýþ yemle beslenen balýklarýn yenmesinde mahzur
yoktur. Çünkü bu yem, balýklarýn vücudunda belli istihalelere, yani kimyevî deðiþikliklere uðrar. Þu kadar ki,
nasýl sokaklarda salma gezen hayvanlar boðazlanmadan önce birkaç gün bekletiliyor, öyle de, necisü’layn yani
tabiatýyla pis bir þey yiyen balýklar da biriki gün bekletilmelidir.
Duâ Esnasýnda Ellerin Durumu
Duâ ederken ellerin yukarýya doðru kaldýrýlmasý taabbüdî emirlerdendir. Allah Rasulü (sav) bu þekilde
duâ ettiði için bizimde böyle duâ etmemiz gerekmektedir. Buna, Allah’ýn kürsîsinin her þeyin üstünde ve her
þeyi kuþatýyor olmasý izafî keyfiyetlerine binaen ellerimizi yukarý doðru kaldýrýyoruz, þeklinde açýklamalar
da getirebiliriz.
Kul Hakký Adýna Bir Ölçü
Üzerinde kul hakký bulunan bir insan, muhatabýný bulup helâllýk dilemek mecburiyetindedir. Bu hâk,
gýybet, iftira, yalan isnadý... vs. gibi manevî boyutlu haklar ise, ancak hak sahibiyle açýkseçik konuþularak
helâl ettirilebilir. Eðer hakkýn borçalacak gibi maddî boyutu varsa, bunlarý hemen ödeme cihetine gidilmelidir.
Kiþi, hem kul hakkýndan dem vuruyor, hem de imkâný olduðu halde borcunu ödemiyorsa, böylelerinin yalancý
olduðu muhakkaktýr.
Salâ Okuma
Devri risâlette ve sonraki dönemlerde “salâ” diye birþey yoktu. Bu sebeple salâ bid’attir. Ýmamý
Rabbani’ye göre bid’atýn hasenesi ve seyyiesi olmaz. Salâ okunurken, “Efendiler Efendisi’ne salât u selâm
getirme niyet edilse yine de bid’at olur mu?” denecek olursa, bu takdirde salât u selâma zaman, mekan ve vak’a
tayin etme karþýmýza çýkar ki, bu da ayrý bir bid’attýr. Ýbadetlerde zaman ve mekan tayinini, sadece sahibi
þeriat yapar.
Çocuklar Arasýnda Eþitlik
Baba, çocuklarý arasýndaki muamelelerinde onlara eþit davranmalýdýr. Zaten, “Allah, her hak sahibine
hakkýný vermiþtir. Varise vasiyet yoktur. Her hak sahibine hakkýný verin.” hadîsinde de ifade edildiði üzere,
Ýslâm, çocuklarýn mirastaki hisselerini tayin etmiþtir. Buna raðmen, þu ya da bu sebeple birisine fazla verilmek
istendiðinde, diðer mirasçýlarýn razý edilmesi þarttýr. Aksi takdirde, adaletsiz bir davranýþ, babanýn ahirette
sorguya çekilmesine sebep olur. Nitekim Allah Rasûlü (sav) çocuklarýndan birine mal hibe edip, diðerlerine
etmeyen bir sahabinin uygulamasýný iptal etmiþtir. Þu kadar ki, çocuklardan biri anarþist ve mülhit, buna
karþýlýk diðerleri de dindar olursa, baba bu anarþist çocuðunu mirastan bütün bütün mahrum edebilir ve mes’ul
de olmaz.
Ýslâm’da Örtülü Ödenek
Muharebelerde elde edilen ganimetlerin 4/5’i gazilere, 1/5’i devlet baþkanýna veriliyordu. Bunu önce
Efendimiz (sav), sonra hulefai raþidin aldý. Efendimiz (sav) kendine verilen hisse ile fakiri, yetimi doyuruyor,
dýþardan gelen heyetleri aðýrlýyordu. Bu, bir nevi aidatý mestûre, yani günümüzdeki ifadesiyle örtülü
ödenekti.. ve devlet reisinin tasarrufuna tahsis edilmiþ bir imkândý.
Öþür ve Arazi Hukuku Üzerine
Öþür, topraktan çýkan ürünün vergisidir. Arazi nehir veya yaðmur suyu ile sulanýyorsa, elde edilen
mahsulün 1/10’u zekat olarak verilir. Ama dolap, kuyu suyu gibi þahsî emek isteyen su ile sulanýyorsa, bu
takdirde ödenecek zekâtýn miktarý, ürünün 1/20’sidir. Ýmamý Þafiî hazretlerinin bu husustaki farklý mütalâasý
vardýr ki, buna göre, arazinin bir kýsmý yaðmur, bir kýsmý dolap suyu ile sulanýyorsa, ürünün 1/15’i zekat
olarak ödenir.
Öþür, bütün Ýslâm devletlerinde hemen hemen her zaman verilirdi. Yalnýz, Osmanlýlar bir ara ‘sultaniye’
veya ‘arazii miriyye’ diye devlete ait bir toprak statüsü oluþturdular. Dolayýsýyla devlet, kendi topraklarýnda
elde edilen üründen öþür almadý. Fakat bilâhare yapýlan arazi reformlarý, neticesinde statü deðiþti ve araziler
þahýslara temlik edilip, tapularý verildi, tescilleri yapýldý. Bu statü deðiþikliðine raðmen, bir kýsým kitaplarda
halâ “o devirde öþür verilmiyordu, yine verilmez. Çünkü arazi, arazii miriyyedir” denmektedir. Halbuki, þimdi
ortada ne emir, ne ümera, ne de sultan var. Bunlar yok ki, arazi de “arazii sultaniyye” veya “miriyye” olsun.
Türkiye’deki hali hazýr uygulamaya göre herkesin arazisi kendi mülküdür ve dolayýsýyla öþür bilittifak farzdýr.
Rica ederim, sizler arazinizi devlete bedava verir misiniz? Ýstimlak edip, deðeri verilmediðinde mahkemeye
müracaat etmez misiniz? Öyleyse, Türkiye’de bugünkü toprak statüsü içinde elde edilen üründen öþür vermek
farzdýr.
Eþyadaki Ýbaha
“Eþyada asýl olan ibahadýr.” Yani, bir þeyin haram olduðuna dair herhangi bir delil yoksa o þey helâldir.
Bazý mes’elelerde titizlik bu kaidenin dýþýnda kalýr. Bakýn, Hayber’i fethi esnasýnda Efendimiz (sav)’e
“Yahudilerin kaplarýný kullanalým mý?” diye sorulduðunda, Efendimiz (sav), “Hayýr; eðer baþka kap
bulamazsanýz, yýkayýn, ondan sonra kullanýn” buyurmuþlardýr. Demek ki, önemli bir husus da araþtýrma ve
dikkatlice yaþamaktýr. “Eþyada esas olan ibahadýr” deyip, her önümüze geleni yememiz, lâubâiliðin ta
kendisidir. Halbuki, hayatý dinî kaideler çerçevesinde yaþamak bir taraftan vazifemiz, öte taraftan ciddiyet iþidir.
Ýnsan iþini yaparken, hele hele Allah’a karþý hesab vereceðini düþünen bir insan mutlaka ciddî olmalýdýr.
Kaçak Su ve Elektrik
Devletin aslî vazifelerinin içinde yer alan, yolsuelektrik hizmetleri, millete bedava olarak sunulmalýdýr.
Fakat devletin maddî açýdan buna imkâný yoksa Ýslâmî kurallara göre kâr gayesi gütmeksizin, milletten
maliyetini isteyebilir. Zaten hemen hemen bütün dünyada sistem bu þekilde iþlemektedir. Buna göre, amme
(kamu) hukuku içinde yer alan elektrik ve sularýn kaçak olarak kullanýlmasý caiz deðildir. Kul hakkýnýn
terettüb ettiði bu düzenlemede, kaçak elektrik ve su kullananlarýn, 60 milyon fertle teker teker helallaþmasý
gerekir ki, bu da mümkün deðildir. Öte yandan mü’min, yeryüzünde emniyet ve güvenin temsilcisidir. O, hadisin
ifadesiyle “elinden ve dilinden emin olunan, emniyet ve güven duyulan insandýr.” Öyleyse, bir mü’minin, bu
türden emniyeti zedeleyici iþlere giriþmesi kat’iyen doðru deðildir. Bir de özelleþtirme ile bu kurumlarýn bir
kýsmý halka satýldý ise, o zaman kul hakkýnýn terettübü ayrý bir buud kazanýr. Ve yarýn Hakk’ýn huzurunda
hesabý verilemez bir hale gelir.
ÝnþâallahMâþâallah
“Bu iþ ‘inþâallahla’, ‘mâþâallahla’ olmaz” sözü, insaný küfre sokan sözlerdendir. Gerçek ise, bu sözün
tam tersidir. Herþey, ama herþey “inþâallah” ve “mâþâallah” ile yani Allah’ýn dilemesi ve yapayacaðýmýz
þeylere O’nun meþietinin taalluku ile olur. Bu sebeple hayatlarýný Ýslâmî çizgide sürdürenler, küçük, basit ve
ehemmiyetsiz görünen ve belki de bir milletin imanla baðlarýný koparma adýna kasten onun içine sokulan böyle
cümle ve deyimlere karþý alabildiðine dikkatli olmalýdýrlar. Ne güzel der Bediüzzaman Hazretleri: “Hazer et
(Sakýn, dikkat et): Bir tutmakta, bir öpmekte.................batma.” Kaldý ki, bu konudaki ayeti kerime te’vil ve
tefsire ihtiyaç olmayacak kadar açýk ve sarihtir: “Allah’ýn dilemesi olmadýkça (inþâallah demedikçe) hiçbir þey
için ‘bunu yarýn yapacaðým’ deme.”
Evlatlýk
Çocuðu olmayan ailelerin yabancý kiþilerin çocuklarýný evlatlýk olarak almalarý Ýslâm’a göre,
baþlangýcý ve nihayeti itibariyle tasvib edilmese gerek. Hakkýmýzda hayýrlý olan kaderi Ýlâhinin çizdiðidir.
Evet bize düþen o takdire rýza göstermektir. Zira, hakkýmýzda neyin hayýrlý olduðunu bilemeyiz. Nitekim,
çocuklarýndan çeken nice aileler var ki, ‘keþke hiç olmasaydý’ deyip inlemektedirler. Yalnýz evlatlýk çocuk
alanlar, ileriki yýllarda mahremiyet mes’elesinin teessüs etmemesine âzamî dikkat göstermek zorundadýrlar. Bu
ise, ancak kadýnýn abla veya küçük kýz kardeþinin erkek çocuðunu almasý veya erkeðin, kardeþlerinin kýz
çocuklarýný almasýyla saðlanabilir. Bir de yabancý çocuklar için süt amcasý veya süt teyzesi olma durumu
ayarlanabilir. Bunlar yapýlabildiði durumlarda evlat edinme olabilir.
Türbeler Üzerine
Ýbadet kasdý taþýdýðý ve halka öyle mal olduðu için, türbelere, mezarlara bez baðlamak ve mum yakmak
bid’attýr ve haramdýr. Hele hele türbedeki zata duâsýnda, “benim þu günahlarýmý baðýþla, affet” deme
küfürdür, dalâlettir ve þirktir. Bununla beraber, o yüce þahsiyetleri âdabý gereðince ziyaret etme, duâlar okuma
ve þefaat ehlinden de, onlarýn þefaatine mazhar olmayý Allah’tan dilemede hiçbir mahzur yoktur.
Hanzala ve Cünüplük
Cünüp olarak vefat etmek, her ne kadar bir nakîse ise de bazýlarýnýn zannettiði gibi “imansýz ahirete
gitme” deðildir. Hele bu yüce bir ideal uðruna zorunluluktan kaynaklandý ise... Mesela, Hanzala b. Âmir,
evlendiði gece, savaþ münadilerinin “haydi savaþa” seslerini duyar duymaz, yýkanmaya dahi fýrsat bulamadan
orduya katýlýr ve o haliyle de þehid olur. Bu zatýn cenazesini melekler yýkarlar. Bu sebeple de ona “gasiletü’l
melâike” denilir.
Tesbih
Tesbih kullanmak sünnet deðildir. Bana göre, þehadet edecekleri için tesbihi elle yapmak daha güzeldir.
Yalnýz 100’lük, 1000’lik evrad okurken tesbih çekilmesi daha uygun olur.
Musikî
Herhangi bir konuda fetva verirken, mes’elenin aslýna bakmak lâzýmdýr. Musiki’nin aslý, ayný haram
deðildir. Eðer haram derseniz, bütün Osmanlý tekke ve medreselerinin haram iþlediklerini iddia etmiþ
olursunuz. Ama, Bediüzzaman’ýn dediði gibi, musikinin þehevî ve beþerî arzularý kamçýlayaný haramdýr.
Batýda musiki bir hayli ileri; hatta onlar sözsüz müzik bile icad ettiler ve bununla mesela sözsüz olarak Budin
seferini anlatýyorlar. Anlayan, dinlerken aðlýyor. Anlamayan, aðlayana gülüyor. Rahmetli Alvar Ýmamý “Dört
güzeller” davulu çalýnýrken oturmuþ, hýçkýra hýçkýra aðlamaya durmuþ “ne yapýyorsun?” diye sorduklarýnda,
“Çihar yarý güzîni anlatýyor. Dört güzel Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali’dir (R.Ahnüm)” cevabýný vermiþ.
Sui Zan Ettiklerimizin Arkasýnda Namaz
Soru: Sui zan ettiðimiz kimselerin arkasýnda namaz kýlabilir miyiz, kýlamaz mýyýz?
Cevap: Ýmamýn arkasýnda namaz kýlma, sünneti müekkede, Hanbeliler’e göre ise farzdýr. Bir insan
hakkýnda sui zan etmek ise kat’iyen haramdýr. Hele bir imam hakkýnda sui zanda bulunmak o bütün bütün
çirkindir. Çünkü:
“Ehli ilme karþý bir gýybet iki gýybet sayýlýr.” Asrýn büyük düþünürü “Hüsnü zanna memuruz” diyor.
Ama bir insan vardýr ki, açýktan açýða içki içer, faiz yer, ahlâksýzlýk ve hovardalýk yapar. Bunun böyle olduðu
bilindiði takdirde, onun arkasýnda namaz kýlmak da, onun imam olmasý da mekruhtur. Fitneye mahal
olmamasý için sahabe Velid gibi, Yezid gibi kimselerin arkasýnda namaz kýlmýþtýr. Sahabenin anlayýþý bu ise
buna ters düþen, sahabeye ters düþer. Þayet, fýský açýk birinin arkasýnda namaz kýlmak istemiyorsak, o camiye
deðil, baþka camiye gideriz ve kat’iyen fitne çýkarmayýz. Zira fitne bazen cinayetten daha büyük günah sayýlýr.
Ýçki Ýçenin Namaz Kýlmasý
Soru: “Ýçki içenin 40 gün namazý kabul olmaz” diye bir hadîs var mýdýr?
Cevap: Ýbadetin birkaç yönü vardýr:
1. Kul, ibadetle cennete ehil hale gelir. Yani, bakýrken altýn, gümüþ olur.
2. Allah’a karþý mükellefiyetlerini yerine getirir.
3. Hayrýn hayýr doðurmasý þeklinde bir “salih daire teþekkül eder ve bu salih daire insanda ibadet, itaat
aþkýný uyarýr; sonra da böyle devam eder gider.
Ýçki Mes’elesine Gelince:
1. Ýnsan içki içtikten sonra kýldýðý namazlarý kaza edecek diye sarih sahih bir nas olmadýðý gibi,
mürsel, merfû, zayýf, metruk bir rivayet de yoktur.
2. Nasýl insan jimnastik yaptýðýnda saðlýk ve sýhhat kazanýr, insan da namazda yatýp kalkmakla ibadet
aþký kazanýr. Ama içki içen insan daha sonra ibadet edince hiç içmeyen gibi olamaz, ayný derecede zevk ve
lezzet alamaz. Dolayýsýyla, “içki içmiþ kiþi 40 gün namaz kýlamaz”, demenin þerî hiçbir hükmü yoktur ama,
yukarýdaki tesiri de düþünmek gerektir.
Bu þuna benzer. Bir insan bina için temel atar, duvar örer de, bu eve tavan yapmazsa eksik kalýr. Aynen
öyle de, içkili veya haram lokma yiyen kimse abdest alýr, namaz kýlarsa, vazifesini yerine getirir ve ona terettüb
eden sevabý kazanýr ama, binanýn çatýsý bir ölçüde açýk demektir. O, tamamlanýnca teveccühü ilâhî de
gerçekleþir.
Hükümler Zâhire Göredir
Birþeyin hakiki illeti bilinmiyorsa, zahirî sebep onun yerine kaim olur. Meselâ, bir kiþinin namaz kýldýðý
bilinmiyor ve o þahýs zünnar da baðlýyorsa, hüküm zünnarýna göre verilir.
Kahkaha Üzerine
Kahkaha, bir küfür sýfatýdýr. Mü’min tebessüm eder, kahkaha atmaz. Zira Kur’âný Kerim’de gülmek, iki
yerin dýþýnda mü’mine izafe edilmiyor. Tabii bu ayný zamanda kahkaha atan kâfir olur demek de deðildir.
Hediye Almak
Soru: Verilen hediyeyi almasak olur mu?
Cevap: Olur. Ama almak bir açýdan daha iyidir. Þöyle ki: Meselâ burada hepinize birer gömlek hediye
etsem 67 tane gömleði olan istiðna gösterip, almayabilir. Ama, bunun altýnda nefsin, enaniyetin þu hissesi de
olabilir: “Bak bak, diðer arkadaþlarým aldý, ben almadým.” Ýþte buna meydan vermemek için hediyeyi almalý.
Ýsteyen sonra onu bir baþkasýna hediye edebilir.
Nass Deðiþmez
Mecelle’deki “Ezmanýn taðayyuru ile ahkam taðayyur eder” (Zamanýn deðiþmesiyle hükümler deðiþir)
prensibi örf, maslahat ve ictihad kaynaklý þeylerdedir. Yoksa nassda deðiþme söz konusu deðildir.
Bir Mukayese
Günümüzde içtihad yapma mes’elesinin geçmiþe göre birtakým zorluklarý vardýr:
1. Eskiden toplum, her þeyiyle bir muallim durumundaydý. Alimler, bugün bizim ilâhiyat fakültelerinde
ve sonrasýnda öðrendiklerimizi 78 yaþlarýnda iken öðreniyorlardý.
2. Toplum karþýsýnda ulemanýn bütün muhabere ve görüþmeleri, sadece Allah rýzasý içindi.
3. Eskiden, Allah rýzasý için yeni mes’elelere çözüm bulma âdetâ en mühim bir mes’ele idi ve kalbler
ahirete, zihinler de içtihada yönelikti. Bugün ise içtihad, âdetâ kendini gösterme, nefsini tatmin ve zihnî egzersiz
vasýtasý olarak ele alýnmakta ve takvâ bir yana býrakýlýp, keyfemâyeþa davranýlmaktadýr.
4. Günümüzde dil mes’elesi de, içtihad mevzuunda önemli bir problem teþkil etmektedir. Her ilmin
kendine has terminolojisi vardýr. Fýkhî terminolojiye tam vakýf olmadan içtihaddan bahsedilemez. Meselâ,
kefalet mevzûunu okurken, bazý tabirleri öðrenmek için lügata bakmak ihtiyacý hissediyoruz. Ama eskiler öyle
deðildi. Daha çocukken bu tabirleri öðreniyorlardý.
5. Bizde medreseler uzun süre kapatýldý. Dinî eðitim kesintiye uðradý. ÝmamHatip Okullarý ve
Ýlâhiyat Fakülteleri var ama, bunlar da çeþitli siyasî mülahazalarla açýldýðý için, uygulanan programlarla
gerçek ma’nâda bir din tahsili yapmak mümkün olmadý. Çünkü bu okullar, halkýn dinî tahsil yönündeki ciddî
istek ve arzusunu, rejimin kontrolü altýna alma ve bu potansiyeli yönlendirme maksadýyla açýlmýþtý.
Eskiler, kahtý rical (adam kýtlýðý) yaþamamýþlardý. Onlarla boy ölçüþebilmemiz, bu açýdan da
mümkün deðil.. Veya öyle bir zeminin tekevvünü için çok daha uzun bir sürenin geçmesi gerekiyor.
Allah Karþýsýnda
Ýnsanlar karþýsýnda haram olan bir husus namaz içinde evleviyetle haramdýr. Zira insan, Allah
karþýsýnda olabildiðince mahviyetkâr olmalýdýr.
Azl
Hz. Cabir’in “Biz azl yapýyorduk, Efendimiz (sav) birþey demiyordu” rivayetinden Efendimiz’in de azl
yaptýðýna dair bir hüküm çýkarmak doðru deðildir. Zira Efendimiz’in azl yaptýðýný ifade eden sarih hiçbir
beyan hüküm yoktur.
Aids ve Þehidlik
Bir insana AÝDS virüsü, gayri meþru yollar dýþýnda kaza ile veya kan nakli gibi endirekt yollarla
bulaþýr ve insan da bundan ölürse, bu takdirde ÞEHÝD olur. Kaldý ki bu hal, insanlar içinde utanýlacak bir
husustur. Zira onun hakkýnda zihinlerde hep kirli bir soru kalacaktýr. Gerçi þehidlik, makam olarak çok
büyüktür; fakat, kimse böyle bir þekilde þehid olmayý arzu etmez. Cenabý Hakk bizleri dünya ve ukbada
utandýrmasýn. (Amin)
Doðum Kontrolü
Soru: Rahme spiral koyma, erkeðin deðiþik usuller tatbik etmesi ve ilaçla gebeliði kontrol etme gibi yollar,
azl içinde mütalâa edilebilir mi?
Cevap: Bu türden gebeliði önleyici metodlar, azl olarak telâkki edilebilir. Ýslâm’da esas olan, çocuk
yapmadýr. Fakat, zahirî sebep açýsýndan kadýnda herhangi bir rahatsýzlýk var da, çocuklarýna
bakamayacaklarsa ve onun Ýslâmî terbiyelerini temin edip etmeyecekleri hususunda tereddütleri bulunuyorsa, o
zaman azl düþünebilir. Fakat biz, yine de diyoruz ki, bugün Müslümanlarýn çocuklarýnýn çok olmasý lâzýmdýr.
Müezzinlik
Asrý Saadet döneminde müezzinliðin þahýslara göre tahsisi çok önemli bir mes’eleydi. Bakýn ben Hz.
Ebu Bekir veya Hz. Ömer’e ezan okutulduðuna dair hiçbir þey okumadým. Ama Efendimiz (sav), müezzinlikle
ilgili en ufak mes’eleyi dahi (ellerinin hareketinden aðzýnýn hareketine kadar) Hz. Bilal’e talim buyurmuþtu.
Müezzinlere düþen, sadece kamet ve ezandýr. Bugünkü müezzinlik þeklini biz icad etmiþiz. Bana göre,
komutla tesbih, biraz þahsýn ferdî huzur ve teveccühünü bozuyor. Belki topluca “Sübhânallah, elhamdülillah”
demekle bazý kasvetli kalpleri delmeyi düþünmüþ olabilirler. Ama bunlar, adet haline gelince bid’at
sayýlmýþlardýr. Ne var ki, teferruat sayýlan bu kabil þeylerle meþgul olunmamalýdýr.
Günahlarý Hafife Alma
Büyük olsun küçük olsun, iþlenen bir günahýn aðýrlýðý vicdanda hissedilmiyorsa, bu bir kebire (büyük
günah) olabilir. Günahlardan dolayý vicdan azabý duyuluyorsa, en büyük günahlar bile seðairden (küçük
günahlardan) sayýlýr.
Müçtehidlerin Hükümleri Arasýnda Tercih
Soru: Müçtehidlerin bir mes’eledeki farklý hükümleri arasýnda tercih yapabilir miyiz?
Cevap: Hangisinin hükmü aklî ve naklî deliller açýsýnda daha güçlü ise, onu tercih edebiliriz. Ama, tercih
edenin de ehli tercih olmasý gerekir. Fakat bu kapýyý þimdilik açmamak en uygun olanýdýr. Kanaatimce bunu
bir heyete býrakmak daha sýhhatli olacaktýr. Gerçi günümüzde böyle bir heyet teþekkül etmediði için birtakým
hususlarda görüþ beyan ediliyor ama, bence bu ciddi bir mes’eledir ve kesinlikle lâubaliliðe tahammülü yoktur.
Kadavralar ile Týp Eðitimi
Soru: Týp eðitiminde kadavralar üzerinde çalýþmak caiz midir?
Cevap: Herþeyden evvel, insanýn canlýsý kadar ölüsünün de muhterem olduðu bilinmeli ve mes’ele bu
zaviyeden deðerlendirilmelidir.. deðerlendirilmeli ve mes’elenin ciddiyeti kat’iyen gözardý edilmemelidir.
Ayrýca, günümüzde ilim ve teknolojinin ulaþmýþ olduðu seviye itibariyle, insan bedeninin çok güzel
plastik taklitleri yapýlabilmektedir. Bunlarla eðitim çalýþmalarý sürdürülebilecekse, evvelâ bu yol denenmelidir.
Eðer her þeye raðmen kadavra üzerinde çalýþma zarureti varsa, ancak o zaman bu yöne gidilmelidir. Tabii her
þeyden evvel ve sonra yine de, insanýn muhteremliði esasýnýn zedelenmemesine aþýrý özen gösterilmelidir.
Meselâ, cesedler üzerinde tahribat yapýlmamasý ve yaparken de beþon kiþinin ayný kadavra üzerinde
çalýþmasýnýn temini gibi hususlara dikkat edilmelidir.
Bu mevzûda kadavranýn þahsiyeti hiç önemli deðildir. Yani anarþist, katil vs. gibi þahýslarýn cesedleri
üzerinde istenildiði gibi tasarruf yapýlabilir denemez. Zira onlar da insandýr. Efendimiz (sav) bir Yahudi’nin
cenazesine ayaða kalkýnca etrafýndakiler, “O, bir Yahudi’dir, Ya Rasûlallah!” demiþlerdi. Buna karþýlýk
Efendimiz, “O da bir insandýr” karþýlýðýný vermiþti.
Evet, herþeye raðmen insan, muhterem bir varlýktýr, canlýsý kadar ölüsününe de deðer verilmelidir.
Otopsi
Soru: Otopsi yapmak caiz midir?
Cevap: Katili ortaya çýkarma, ölünün cesedi üzerinde tasarruf yapmadan daha önemlidir. Esasýnda,
ölünün cesedi üzerinde tasarrufta bulunmak mezmumdur. Ama, diðer tarafta pek çok insanýn, hak ve
hukukunun temini bahis mevzuu olacaðýndan dolayý otopsiye caizdir denebilir.
Gayri Müekked Sünnetler Hakkýnda
Soru: Bazýlarý sünneti gayri müekkedelerin terkinde birþey gerekmez diyorlar. Ne buyurursunuz?
Cevap:
1. Efendimiz (sav), baþladýðý bir ibadeti hayatý seniyyeleri boyunca hiç terk etmemiþtir. Bir cemaat
gelmiþ, öðleden ikindiye kadar onu meþgul etmiþ, o, öðle sonrasý kýlýnan iki rekat namazý ikindiden sonra
kaza etmiþtir. Halbuki bütün mezheplerin icmaý ile sünnet kaza edilmez. Demek ki, onda çok ciddi bir disiplin
ruhu vardý ve baþladýðý bir ibadeti sonuna kadar götürmek istiyordu. O kadar ki, teheccüd kýlamadýðý
zamanlar, onu da kaza ediyordu. Ta ki, hayatýnda ibadet adýna bir boþluk oluþmasýn.
2. Ýkindi ve yatsýnýn ilk sünnetlerine fazilet nev’inden çok teþvik vardýr. Ýkindiden önce 2 veya 4 rek’at
sünnet kýlýnýr; Hanefiler 4, diðer mezhepler 2 rekat kýlarlar. Fakat, birisi ikindinin sünnetini hiç kýlmýyorsa,
gýyabýnda niye kýlmýyor deseniz gýybet etmiþ olursunuz. Zira, bunlar farz deðildir.
Yatsý namazýna gelince:
1. Yatsý namazýndan önce bugünkü anladýðýmýz ma’nâda bir sünnet yoktur.
2. Akþam namazýndan sonra 6 rekatlýk bir nafile namaz vardýr. Bunun ikisi sünnet, dördü evvabin
olabilir.
3. Akþam ile yatsý namazlarý arasýnda kýlýnacak yirmi rekat namazýn sevabýyla alâkalý hadis var.
Aslýnda bu, akþam ve yatsý namazlarýnýn toplamýdýr.
4. Þafiî mezhebinde “Her ezanla kamet arasýnda namaz vardýr” hadisine dayanarak akþam namazýnýn
farzýndan evvel kýlýnan iki rekatlýk bir namaz vardýr.
Netice: Yatsýdan önce umûmî ma’nâda bir namaz vardýr. Fakat yatsýnýn dört veya iki rekatlýk ilk sünneti
vardýr derseniz kitabî konuþmamýþ olursunuz.
Büyü ve Sihir
Büyü ve sihrin büyük günahlardan olduðunda þüphe yoktur. Zinanýn ise, kebairden sayýldýðý ve bazý
yerler itibariyle büyük günahlardan olduðu ifade edilmektedir. Ýnsanlar zina edeni iflah etmezler fakat,
sihirbazlara, büyücülere teveccüh edebilirler. Bugün, sihir ve sihirbazlýk oldukça revaçta. Halbuki bunlarýn
hepsi yalancý. Yaptýklarý da yalan. Bu arada kendilerinden birtakým harikulâde hallerin zuhuru, onlarýn
salâhýna delâlet etmez. Zira, Müseylime’de de bazý harikulâde haller vardý ama, sahtekâr ve yalancýnýn biriydi.
Devrimizde bu hususlar belli bir hizmete dilbeste olmuþ insanlar da dahil çok bilinmediðinden, bazýlarý gidip
bir kezzaba abone olabiliyor. Allah korusun, onlarýn söylediklerini tasdikle insan küfre girebilir. Bu hususlara
çok dikkat etmek gerek.!
Kadýnlar Hacca Gitmeli mi?
Kadýnlar “hacca gitmesin” denilemez ama, gideceklerse:
1. Mahremleri ile gitmeli;
2. Erkeklerden uzak bulunmalý;
3. Tavafý, metafýn en dýþýndan yapmalý;
4. Farz tavafýn dýþýnda, erkeklerin içine girip tavaf yapmayý düþünmemelidirler.
Sûi Zannýn En Kötüsü
Peygamberler hakkýnda sûi zanda bulunmak, ulemânýn çoðuna göre küfürdür. Evliyâya ve meþâyiha sûi
zanda bulunmak ise, insanýn helaketine sebebiyet veren yanlýþlýklardan olsa gerek...
“Este’îzü Billâh” Deme
Konuþma esnâsýnda herhangi bir âyet okumaya geçerken “este’îzü billâh” demek, bid’attýr. Efendimiz
(sav), Sahâbei Kirâm ve Tabiîni Ýzâm arasýnda böyle bir uygulamaya dâir hiçbir delil yoktur. Doðrusu
“Euzubillah...” demektir.
Besmelesiz Et
Hanefî Mezhebi, “Üzerine Allah’ýn ismi anýlmayan (yani besmele çekilmeyen) þeyleri yemeyin” ayetine
ve birtakým hadisi þeriflere dayanarak, besmelesiz kesilen hayvanlarýn etlerinin yenilemeyeceðine
hükmetmiþtir. Buna karþýlýk Þafiîler, Buharî’de geçen bir hadîsi farklý yorumlayarak, besmele kasden
terkedilmediði takdirde, hayvan besmelesiz de kesilmiþ olsa, yerken besmele çekmenin yeterli olduðu
görüþündedirler.
Buharî’deki hadis þöyledir: “Efendimiz (sav)’in Mekke’de bulunduklarý bir sýrada, etraf kabilelerden
müslüman olan bir topluluk, kendilerine hediye et gönderir. Besmeleli mi, deðil mi belli olmayan bu etin yenilip
yenilemeyeceði kendilerine sorulduðunda, Efendimiz (sav), “Besmele çekin ve yiyin” buyururlar. Ýmam Þafiî
Hazretleri bu hadisi mutlak olarak ele alýp, hayvan besmelesiz kesilmiþ de olsa, yerken besmele çekmenin kâfî
olduðu neticesini istinbat eder. Ýmâmý Âzam Efendimiz ise, “eti gönderen kabile müslümandý ve ilgili Kur’ân
ayetinden haberdardý. Dolayýsýyla, besmele çekip çekmedikleri sadece bir þüphe mes’elesiydi þeklinde
yaklaþýrlar. Allah Rasûlü (sav), hayvaný keserken besmele çekmiþlerdir hüsnü zannýyla etin yenmesini
buyurdular. Zaten, yemeðe baþlarken besmele çekilir” diyerek, bunun besmelesiz etin yenilebileceðine bir delil
teþkil etmediði hükmünü vermiþlerdir.
Müslümana gereken ve yaraþan, dinin en küçük bir mes’elesinde dahi hassasiyet göstermektir. O, bir
taraftan ferdî hayatýnda besmelesiz etleri yemezken, içtimâî hayat adýna da aðýrlýðýný koyar ve etlerin
“Besmele” ile kesilmesi için gereken herþeyi yapar.
Devir ve Hükmü
Vefat eden bir müslümanýn varisleri veya daha uzaktan yakýnlarý, onun kýlamadýðý namazlarý,
tutamadýðý oruçlarý ve yerine getiremediði yeminlerinin keffareti adýna, “Allah’ýn rahmeti engindir”
mülâhazasýyla, fakirlere para daðýtýrlar. Aslýnda ne âyet, ne hadis, ne icmâ, ne de kýyasý fukahâ ile sâbit
olmayan bu husus, hayatý boyunca Allah’a kul olmaya çalýþmýþ, namazý niyazý, oruç ve haccýyla ömrünü
geçirmiþ bir insanýn, ölüm hastalýðýnda birkaç gün kýlamadýðý namazlarýndan dolayý, her namaz için bir fitre
miktarý tayin edilerek ortaya çýkmýþ bir mes’eledir. Yukarýda da iþaret ettiðimiz üzere, “Allah’ýn rahmeti,
merhameti engindir; umulur ki affeder” düþüncesiyle fukaha bu uygulamaya ses çýkarmamýþtýr. Hattâ, kazâya
kalmýþ namaz veya oruçlarýn tamamý için verilecek miktar bulunamadýðýnda, eldeki para bir fakire verilir, o
da artýk kendi mülkü olan parayý ölünün yakýnlarýndan birine hibe eder.. ve bu muâmele, namaz, oruç, yemin
sayýsýnca devam ederek, her seferinde bir keffaret verildiði kabul edilir. Bu sebeple de buna ‘devir’ adý
verilmiþtir.
Ne var ki, her iyi þeyi sûi isti’mâl edenler çýktýðý gibi, bu adeti de zamanla þu iki noktadan kötüye
kullananlar çýkmýþ; dolayýsýyle de iþ, asýl mecrâsýndan sapmýþtýr.
1. Hayatý boyunca alýnlarý secdeye varmamýþ insanlar için de, ya vasiyet yoluyla, ya da vereseleri
tarafýndan ayný usûl uygulanýr hale gelmiþtir.
2. Sözde din adamlarý, maddî menfaat mülâhazasýyla bu þaz uygulamayý yaygýnlaþtýrmýþ ve ihtiyaçlarý
olsun olmasýn, devir paralarýný kendileri almaya baþlamýþlardýr.
Baþlangýç itibariyle iyi niyetle ortaya atýlan ve bu yüzden fukahânýn ses çýkarmadýðý bu uygulama,
bugün sûi istimâller neticesinde yozlaþtýrýlmýþ, gayrý aklî ve gayrý mantýkî bir konuma gelmiþ
bulunmaktadýr. Bu açýdan denebilir ki, illâ da devir yapýlacaksa aslî hüviyetine göre yapýlmalý, aksi takdirde
vazgeçilmelidir. Bundan daha önemlisi de, tam bir þuur ve dikkatle hayatýmýzý kulluk atmosferinde
geçirebilmektir.
Perspektife Giren Þahýslar
Onuncu Bölüm
Fatih ve Beþaret
Efendimiz (sav), Fatih’e iþaretle, “Ýstanbul’u fethedecek, hükümdar ne güzel hükümdardýr” buyuruyor.
Bu iþareti, onu yetiþtiren babasý II. Murad’a veya hocasý Akþemseddin’e de yapabilirdi. Yapmadýðýna göre, bu
müjdenin ifade ettiði baþka gerçekler de vardýr: Herþeyden önce Fatih, bir devlet baþkaný olarak kurmuþ
olduðu sistem ve yeþertmiþ olduðu zemin ile nice nice Akþemseddin’lerin yetiþmesini saðlamýþtýr. Elindeki
imkanlarý daha deðiþik þekilde de kullanabilirdi. Bu açýdan, dinî ve müsbet ilimler sahasýnda alimlerin
yetiþmesi için zemin hazýrlayanlar, “sebep olan, iþleyen gibidir” sýrrýnca, diðerlerine nisbeten bir adým önde
sayýlýrlar.
Ýkinci olarak Fatih, tek buudlu bir insan deðildi. Yani, Ýstanbul’u fetheden muzaffer bir kumandan
olmasýnýn yanýnda, medresede kendisine ayrý oda tahsis edilecek seviyede ilim ve ayný ölçüde bir kalp ve ruh
insanýydý. Bir diðer ifadeyle o, madde ve ma’nâyý birbiri içinde bütünleþtirip bünyesinde barýndýran bir
alperendi. Þu tek örnek, onun tevazu ve edebini göstermek için yeter ve artar: Hocasý Akþemseddin’in olsun
devrinin ýþýk insanlarýndan Molla Hüsrev ve Molla Gürani’nin olsun, ulemanýn yanýnda, bir talebenin
hocasýna karþý takýnmasý gerekli tavrý takýnýr, saygýlý davranýr ve edeb içinde onlarýn huzurlarýnda
otururdu. Zaten bizim dünyamýzdaki fetihler, hep böyle ruh, ma’na, edep ve aksiyon insanlarýnýn elinde
gerçekleþmiþ ve insanlýða armaðan edilmiþlerdir.
Vahidüddin
Osmanlý sultanlarý içinde yaþadýðý dönem itibariyle talihsizlikler aðýnda ömrünü geçiren biri varsa, o da
Vahidüddin’dir. Bir defa, karþýsýnda en büyük bir talihsizlik olarak Ýttihad ve Terakkî teþkilatý vardýr. Ýkinci
olarak, Türkiye onun döneminde bölge bölge bütünüyle iþgal altýndaydý.. Bunlar ve bunlar gibi daha baþka
talihsizlikler aðýnda o, tahtta ancak 3.5 sene kalabilmiþti...
Elimizde þu anda ciddî vesikalar olmadýðý için, ne ifrata düþüp Vahidüddin göklere çýkarýlmalý, ne de
tefrite kaçýp ve “yalan söyleyen tarih”e kanarak o vatan haini ilân edilmelidir. En azýndan, “Ölülerinizi hayýrla
anýn” hadisi gereðince davranýlmalý ve aleyhinde bulunulmamalýdýr.
Þurasý da bir gerçek ki, Osmanlý hanedanýna mensub hiçbir kimse bu vatana ve millete ihanet
etmemiþtir. Ýçlerinde müsrif olabilir; hattâ serkeþ ve deli bulunabilir, fakat, onlarýn haini, korkaðý ve dinsizi
yoktur.
Rahmet Ümidi ile Yaþamak
Tarihin affedemeyeceði insanlardan biri de Haccâcý Zâlim’dir. Kumandanlýðý ve valiliði hep kan ve
gözyaþý üzerinde geçen bu adam, tarihin tesbitine göre 120 bin insan öldürmüþtür. Abdullah Ýbn Ömer gibi
þanlý bir sahâbi ve Said Ýbn Cübeyr gibi, Ýbn Abbas’ýn en þerefli bir talebesi de Haccac’ýn zulmünden
nasibini alan insanlar arasýndadýr. Hele Said Ýbn Cübeyr’in öldürülmesi çok hazindir. Mübarek baþý,
Haccac’ýn önünde, eli kanlý, vicdaný kanlý askerleri tarafýndan bir saða bir sola çevrilirken, “Nereye
yönelirseniz yönelin, Allah’ýn Vechi oradadýr” mealindeki âyetini okuyor ve en nihâyet baþýna inen bir kýlýç
darbesiyle þehid edilirken “Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Rasûlullah” diyor ve “þebý arusa” yürüyor.
Said Ýbn Cübeyr’in öldürülmesi, Haccac’ýn zulüm dosyasý adýna bardaðý taþýran son damladýr. Çok
geçmeden yataða düþen bu zalim adam, bir ara kendinden geçer, sonra tekrar düzelir, yine kendinden geçer ve
tekrar toplanýr kendisine “nasýlsýnýz?” diye sorarlar. O, “Zulmen öldürdüðüm her insan için bir kere, fakat Said
Ýbn Cübeyr için 70 kere öldürüp öldürüp dirilttiler” cevabýný verir.
Hayatý kanla, kinle ve zulümle geçmiþ bu insan, ölümle pençeleþirken, “Beni affet ya Rabbi” diye duâ
etmekten de geri kalmaz. Nihâyet, etrafýndakilerden biri dayanamayýp, sorar: “Sen Abdullah b. Ömer’i
öldürttün; Beytullah’ý yýktýn; Said Ýbn Cübeyr ve Abdullah Ýbn Zübeyr gibi nadîde insanlarý katlettin.
Böyleyken, Allah’tan nasýl af isteyebiliyorsun?” Haccac:“Evet, söylediklerinin hepsi doðru” der “fakat, Allah’ýn
rahmetinden ümid kesilmez.”
Haccac, tarihin yargýlayýp, hakkýnda hükmünü verdiði bir insan. Ne ki, sözleri çok doðru. Allah’ýn
rahmetinden asla ümid kesmemeli ve cehennem endiþesinin yaný sýra, gönüller cennet ümidiyle de dopdolu
olmalýdýr.
Harun Reþid
Harun Reþid, Abbasi hükümdalarýnýn en adillerinden birisidir. Bunu, muasýrlarý olan Ýmâmý Âzam,
Fudayl b. Ýyaz ve Süfyaný Sevrî’den öðreniyoruz. Bunlar, O’nun karþýsýna çýkmýþ ve: “Ey hükümdar!
Halýlar üzerinde yatýp kalkýyor ve günde 3 defa yemek yiyorsun. Yumuþak döþeklerde Allah’ý arayamazsýn”
diye ikazda bulunmuþlardýr. Ayrýca Harun Reþid, Süfyaný Sevrî’nin o meþhur mektubunu hep bir evrad gibi
okurdu. Süfyan bu mektubunda: “Harun! Halife olur olmaz benim tebrik etmemi istiyorsun. Herkese daðýttýðýn
ulufeden bana da bir þey vereceðini söylüyorsun. Harun! Allah’dan kork. Milletin malýný saða sola saçamazsýn.
Beni de iþlediðin günaha alet edemezsin” diyordu. Harun, iþte bu mektubu daima yanýnda tutar ve bir evrad gibi
okurdu.
Ömer B. Abdülaziz ve Bir Mukayese
Ömer b. Abdülaziz, anne tarafýndan Hz. Ömer’in (ra) torunudur. Ömer, önceden av ve saire ile meþgul
olup sarayda da debdebeli bir hayat yaþarken, halife olunca kendisini bütünüyle hizmete ve uhreviliðe adar,
herþeyden elini eteðini çeker. Bir kaç zevcesi vardýr; Onlara hayatlarýnýn artýk eskisi gibi refah ve mutluluk
içinde olamayacaðýný söyleyerek, “isteyen kalabilir, isteyen gidebilir” der, kalan kalýr. Kalan hanýmlarýnýn
bütün süs ve ziynet eþyalarýný alarak “bunlar milletin malýdýr, millete iade edilmelidir” der ve hazineye teslim
eder. Sýrtýna bir eski hýrka geçirir. Ve zâhidâne bir hayat yaþar. Düþününki o günkü devletin sýnýrlarý, Aral
gölü, Maveraünnehir, Batý Türkistan ve Afganistan’ý da içine alan geniþ bir alaný kaplar. Evet, bir yanda, Türk
bölgeleri, öte yanda Cebeli Tarýk, Kuzey Afrika, Habeþistan ve Arap yarýmadasý bütünüyle Emevi devletinin
sýnýrlarý içindedir. Yani Ömer bin Abdülaziz bugünkü Türkiye’nin kýrk katý büyüklüðünde bir devletin
baþýnda halifedir. Devrinde, mal sahibi zenginler, zekat verecek kimse bulamayacak kadar bir zenginlik
yaþanýyordu. Yýllar önce Efendimiz (sav), onun bu devrine iþaretle, “Bir gün elinizde zekatýnýz, kapý kapý
dolaþacak fakat onu verecek kimse bulamayacaksýnýz” buyurmuþlardý. O, iþte böyle bir devletin baþýnda iki
seneden az fazla kalýr ama, sanki 100 sene kalmýþ gibi ýslahat yapar. Emeviler arasýnda Raþid halifeler
hakkýnda o güne kadar süregelen yanlýþ telakkileri düzeltir. Bugün hutbelerde “muhakkak Allah adalet ve
ihsanla emreder” mealindeki ayet, camilerde onun adaletle gürleyen sesisoluðu olur. Adaletsizliðe, fuhþa karþý
âdetâ savaþ ilan eder. Ve o debdebeli saraylar yerine raþid halifeler gibi âbidâne, zâhidâne bir hayat yaþamaya
baþlar. Bu sebeplerdendir ki dört halifeden sonra bir beþincisi varsa o da Ömer bin Abdülaziz’dir” demiþlerdir.
Bu bir tarzý telakki ve kabulleniþtir. Baþka yaklaþýmlar da vardýr. Biri bir gün Hasan Basri Hazretlerine sorar:
“Sen Ömer bin Abdülaziz’le Vahþi (ra)’yi nasýl görüyorsun? “Hasaný Basrî: “Ömer b. Abdülaziz, ancak
Vahþi’nin atýnýn burnundaki bir toz olabilir” der. Çünki Vahþi sahabidir, Ömer b. Abdülaziz sahabi deðildir.
Dolayýsýyla kýyaslama, deðerlendirme yaparken veya bir sahabi hakkýnda þöyleböyle bir hüküm verirken,
huzuru Rabbi’lAleminde çok mahçup olabileceðimizi hatýrdan çýkarmamak gerektir. Evet, mahkemede
kapýcýlýk yapamayacak olan kimseler, hakim olarak sahabiler hakkýnda karar vermemelidirler.
Alûsî
Bana göre Alûsî her mes’elede gelmiþ geçmiþ müfessirler içinde en dikkatli olanlardan biri.
Hallacý Mansur
Hallacý Mansur’u hapishaneye atarlar. Bir gün bakarlar ki, kapýlar kilitli ama, Hallac orada yok. Ertesi
gün bakarlar ki, hapishane yerinde yok. Üçüncü gün ise Hallac, hapishane ile birlikte avdet eder. Sorarlar. Þöyle
cevap verir. “Birinci gün ben O’nun yanýndaydým. Ýkinci gün O, buradaydý ne demekse..? Üçüncü gün ise biz
buradayýz.”
Dahiler
Mahmud Akkad, “Abkariyat’ýnda dahileri anlatýrken, “iriyarý, cüsseli, geniþ kemikli olanlarýn saçlarý
dökülür; orta veya ortanýn aþaðýsýnda boya sahip dahilerin saçlarý ise dökülmez” diyor. Halid b. Velid ile Hz.
Ebu Bekir’i (ra) bu cümleden mütalâa ediyor.
Mafya
FiravunHamanKarun, üçlü bir sacayaðý. Hepsi de ayný devirde yaþamýþlar. Her devirde Mafyayý temsil
eden, bu türden þahýslar zuhur etmiþtir. Kur’âný Kerim’de de bu üçlü bir çizgide anlatýlýr. Firavun bir kral,
zalim ve inkârcý. Haman, onun yardakçýsý. Karun ise, zenginliði ile bir ayrý Firavun. Samirî’ye gelince, o da
Yahudi siyasetini deruhte eden; gaybe inanmayan Allah tanýmayan ve buzaðýyý Allah’a tercih eden bir
tâlihsizdir
Selmaný Farisî
Soru: Selmaný Farisî’nin 200300 sene yaþadýðý doðru mudur?
Cevap: Hayýr. Bazý hadis uydurmacýlarý, bu sahabinin yaþýný 250300’e kadar uzatýyorlar. Fakat
gariptir ki, bu gibi rivayetlere Ýbni Esir gibi oldukça dikkatli kimseler de yer veriyor.
Eskide Bereket
Soru: Eski alimlere kýyasla þimdikiler neden fazla kitap yazamýyor.
Cevap: Zihinler daðýnýk, bereket yok. Bir de hepsi deðilse de, eskilerin çoðu bastý zamana mazhardý.
Ýbni Cerir etTaberî’nin yazdýklarý, doðumdan ölümüne kadar, hayatýnýn her gününe 15 sayfa düþecek
kadar çok. Muhyiddin Ýbni Arabî, Fahreddin Râzî ve Ýbni Hacer’in de çok eseri var. Hamdi Yazýr, son devrin
en velud dimaðý. Fakat bir tefsiri, 23 de müteferrik kitabý var. Ömer Nasuhi, kitaplardan not almýþ, yazmýþ.
Fakat yine de bir sürü kitabýn sahibi o. Tefsirini hayatýnýn son döneminde yazdý. Fahreddin Râzî týp,
matematik, hendese, tasavvuf, tefsir her sahada eser yazmýþ. Tabiî bütün bunlar, okumaya baðlý. Batý’da da bu
kadar çok ciddi eser yazan yok. Roman yazanlar olabilir.
Dil Açýsýndan
Zemahþerî, Kadý Beydavî, Ebu’sSuûd güçlü birer edip. Ýbni Kesîr’in dili çok güzel. Seyyid Kutub
üstün bir edip sayýlýr. Hamdi Yazýr’ýn dili ise þahanedir.
Piþman Olmuþlar Ama
Rýza Tevfik, Abdülhamid’in aleyhinde bulunanlardan. Sonra Enver, Talat, Cemal paþalarý görünce
piþman olmuþ ve “Eþek silahtar oldu, köpek mühürdar, katýr da defterdar” demiþ. Enver Paþa silahdar, Talat
mühürdar, Cemal defterdar, yani maliye nazýrý. M. Akif de piþman olanlardan. Ama o, piþmanlýðýný izhar
etmemiþ. Evet, hemen hepsi de daha sonrakileri görünce piþman olmuþlar.
Ýçtimaî Dalgalanmalar ve Mukavemet
Soru: Abduh ve Efganî’nin mason olmasý konusunda ne buyurursunuz?
Cevap: Ýçtimaî dalgalar karþýsýnda mukavemet edememiþler. Ayný þey bizimkiler hakkýnda da geçerli.
H. Cisri bile evrim hakkýnda “Bu bir nazariyedir. Eðer isbat edilirse, Kur’âný Kerim ile tevil ederim” diyor.
Ama, bunlarýn hepsi büyük dimað.
Ýmâmý Âzam Her Þeye Raðmen
Ýmâmý Âzam da bir insan.. Herkes onunla uðraþmýþ, fakat o, nurdan bir abide gibi dimdik durmuþ ve
hiç kimse ile uðraþmamýþ. Ýmam Zeyd’i el altýndan hep desteklemiþ... Kritik bir dönemde yaþamýþ. Bir
taraftan Emevi yýkýlýyor, diðer taraftan da Abbasi kuruluyor.. ve Ýmam, her iki tarafý da en güzel þekilde idare
ediyor.. Yetiþtirdiði talebeler ortada. Hepsi birer abide þahsiyet.. Sohbette insibað var bu insibaðý sözle anlatmak
imkansýz. Onun için Ýmâmý Âzam Hazretleri’nin sohbetlerinde nasýl bir manevî iklim meydana geliyordu;
bunu bizim bilmemiz mümkün deðildir. Öyle zannediyorum ki, bugün Ýmâmý Âzam’la boy ölçüþmeye
kalkanlar, eðer o yüce kamet temessül ile onlara bir kere görünüverseydi, herhalde bugüne kadar dediklerinden
hicab eder, ürperir ve saklanacak delik ararlardý...
Ýmâmý Âzam ve A’meþ
Bilmek ve anlamak ayrý ayrý þeylerdir. Ýmâmý Âzam’a A’meþ (Süleyman b. Mihran) bir mes’ele sorar.
Ýmâmý Âzam cevap verir. A’meþ, “nereden çýkarýyorsun?” deyince, Ýmâmý Âzam bir hadis okur. Gariptir
ki, hadisin senedinde A’meþ de vardýr. Bunun üzerine A’meþ: “Doðru, ben bu hadisi rivayet ettim ama, bundan
böyle bir ma’nâ çýkacaðýný bilmiyordum. Doðrusu biz eczacýyýz, ilacý veririz ama, siz hekimsiniz. Hangi
hastalýða, hangi ilacýn iyi geleceðini daha iyi bilirsiniz..” der.
Ýmâmý Âzam
Ýmâmý Âzam Ebû Hanîfe Hz. yaþadýðý devri çok iyi idrak etmiþ yüce bir kamettir. Bunu, onun
davranýþlarýndan rahatlýkla anlayabiliyoruz. Meselâ, Emevî iktidarýna karþý el altýndan Ýmam Zeyd’i
desteklemiþ, bu sebeple iþkencelere de maruz kalmýþtýr.
Ýmâmý Âzam, Emevîlere karþý gizliden gizliye Abbasîler’e de destek olmuþ, fakat, “zaman
ayarlamasýný iyi yapamadýklarý” gerekçesiyle Abbasîler’in huruç hareketine katýlmamýþtýr. Ayrýca,
talebelerine sýký sýkýya tenbihte bulunarak, Emevî iktidarýnda vazife almalarýna müsaade etmemiþtir.
Yetiþtirip etrafa gönderdiði bu talebelerinin, Abbasî iktidarýnýn kabullenilmesinde mühim roller oynadýklarý da
tarihçiler tarafýndan kaydedilmektedir.
Hulefâi Raþidîn döneminin rûhunu “Fýkhu’lEkber” isimli kitabýna yansýttýðý için, Ýmâmý Âzam’ýn
ilk müceddid olduðunu söyleyenler de vardýr.
Kalem Erbabý
Elmalýlý Hamdi Yazýr, Kâmil Miras, Ahmed Naim, Mehmed Zihni, Namýk Kemal ve A. Cevdet Paþa
gibi alim ve düþünürler, Türkçe’yi çok güzel kullanýrlar. Fakat içlerinde en iyileri, Ahmed Cevdet Paþa’dýr.
Namýk Kemal’in nesirleri de güzeldir; fakat manzumelerinde öylesine âteþîn mýsralar vardýr ki, þiirleri
içinde bunlar kendilerini âdetâ inci, mercan gibi hissettirir.
Mustafa Sabri Efendi mübarek bir insan olmakla beraber, çok münekkiddir iyi ki bu asýrda yaþamýþ.
Eðer Asrý Saadette yaþasaydý, ihtimal bazý sahabeyi de tenkîd edebilirdi... Onun, bu tenkid ruhundan dolayý
Zahidi Kevseri ile aralarý açýlmýþtýr.
Filibeli’nin muhakeme ve ifadeleri çok güçlüdür. M. Ali Ayni de öyledir. M. Ali Ayni, Tevfik Fikret’i çok
tenkid etmiþtir.
Bütün bunlarýn yaný sýra Þemseddin Günaltay’ý da kulak ardý etmemek gerekir. Ayrýca, Elmalýlý’nýn
Metalib ve Mezahib isimli tercüme eserinin baþýna kendi elyazýsýyla yazmýþ olduðu yazý beni çok
etkilemiþtir. O’nu okurken insan kendisini bir çaðlayanýn kýyýsýndaymýþ gibi hisseder.
Mekke Ýkliminde
Mekke’de yapýlan hasenat, sair yerlere nisbeten kat kat misliyle kaydedilir. Tabii ki günahlar da öyle.
Belki de Ýmâmý Âzam’a “Mekke’de durup Baðdat’ý özlemektense, Baðdat’ta durup Mekke’yi özlemeyi tercih
ederim” dedirten sýr da budur..
Hasan elBenna’ya Medyûniyet
Hasan elBenna, bir devlet memuruydu. Daire’ye gidip gelirken trende etrafýndakilere daima birþeyler
anlatýrdý. Kahve sohbetleri yapardý. Daha sonra, etrafýnda halelenen insanlar da öyle yaptýlar. Zaman geldi bu
cemaat kemmiyetiyle de keyfiyetiyle de imansýz cebheyi endiþelendirecek derinliklere ulaþtý.
Efendimiz’e Hitap Tarzý
Cemil Meriç, sürekli dalgalanan gezen bir insan. Kýzý Ümit hanýmýn þahadetine göre, son nefesinde
kelimei þehadet getirmiþ.. kalp de iman oldukdan sonra bu zaten þart deðil. Hayatýnda Efendimiz’in ismini
anarken hiç “Hazret” tabirini kullanmamýþ olmasýnýn sebebini izah ederken þöyle diyorlar: “Maarri’ye
Efendimiz için neden mersiye yazmadýðýný sormuþlar. O da, “Ben kim, Efendimiz’e mersiye yazmak kim?”
diye cevap vermiþ. Evet, o da iþte bundan dolayý Hazret tabirini hiç kullanmamýþ... Bu, ilk bakýþta mantýklý
gibi gelebilir. Ama Necip Fazýl da, Efendimiz’i her anýþýnda, fazilet ve büyüklüðünü ifade etmek için deðiþik
bir tabir kullanýrdý.
Bazan aþk ile “Muhammed” denilebilir. Yunus Emre, “Muhammed’im” diyor. Ebû Hureyre’nin “Halilim”
demesi gibi. Fakat bu, aþk makamýnda söylenmiþ bir sözdür. Düþünce makamýnda ise, Efendimiz (sav) âlî
ünvanlarla anýlmalý ve anlatýlmalý. Ýmamý Rabbanî de bu konuda zengindir ve çok deðiþik ifadeler kullanýr
ve en çok kullandýðý da, “Aleyhi Ekmelü’tTehâyâ”dýr.
Ashabý Kehf’in Cesetlerinin Çürümemesi
Soru: Ashabý Kehf’in cesetlerinin çürümemesini nasýl izah edebiliriz?
Cevap: Tabiî þartlar altýnda cesetlerin çürümemesini izah etmek gerekecekse, önce ehramlardaki sýrrý
çözmek icap eder. Kaldý ki, bunun bir kanunu vardýr ve ehramlarda kullanýlan mühendislik hesaplamalarýnda
bu kanundan istifade edilmiþtir. Fakat, Ashabý Kehf’in durumu daha özeldir. Cenabý Hakk, bu kanunu onlar
için sebep yapmýþ ve cesetlerini mucizevî olarak korumuþtur. Cenabý Hakk’ýn mucizelerinde dahi icraatýna
perde olarak bir kýsým sebepleri kullanmasý yine O’nun âdâtý Sübhanisindendir. Meselâ, Efendimiz’in
parmaklarýndan suyun akmasý hâdisesinde baþta yine çok az miktarda bir su kullanýlmýþtý.
Mes’elenin bir de þu yönü var: Bugün Ashabý Kehf’in maðarasý diye bilinen yerlerin büyük çoðunluðu
yanlýþtýr. Dolayýsýyla, buralarda yapýlacak ciddi araþtýrmalarla daha emin neticelere ulaþýlabilir.
Bütün bunlardan daha önemli bir nokta vardýr ki, o da, bu hâdisenin doðrudan doðruya iradei Hassai
Ýlâhi’den sadýr olmuþ bir harika olmasýdýr.
Mâneviyatsýz Katý Hadisçilik
Yahya b. Saidü’lKattan ve Yahya b. Main gibi büyük ilk hadisçilerin hepsi, tepeden týrnaða mâneviyat
insanýydýlar. Mâneviyatsýz, katý hadisçilik ayrý bir belâ ve bir marazdýr.
Sadakat
Sadâkat bir sýfattýr ve o nübüvvetten sonra en yüce makam, en büyük bir pâyedir. Bu makamýn en büyük
temsilcisi olan Sýddîký Ekber Hz. Ebû Bekir, “Benim gözlerimi doðruya o açtý; o halde dâima O’na sâdýk
olmalýyým” düþüncesi içindeydi...
Konfüçyüs, Sokrat ve Benzerleri
Konfüçyüs’ün peygamber olduðuna dair hiçbir rivayet yoktur. Eserlerinde haþir akidesine ait bir bölüm
yoksa da, ahlâký âliyeye dâir çok þeyler bulmak mümkündür.
Sokrat’a gelince: O, kendine ilham geldiðini söyler ama, bu da onun peygamberliðine delâlet etmez.
Konfüçyüs, Sokrat ve benzeri þahýslar hakkýnda ifrat ve tefritten kaçýnmak gerekir. Bunlara ne
peygamber demeli, ne de küfrü mutlak yaftasý vurmalý. Bunlar, Peygamberimiz’den önce yaþayan fetret
dönemi insanlarý gibi, akýllarý ile Allah’ý bulmuþ ve O’na inanmýþ olabilirler. Evet, eðer bunlar fetret
devirlerinde gelmiþlerse, Allah’ý bulmuþ olmanýn avantajý ile Ahiret’e gidecek ve itikadî mezheblerimizin
görüþüne göre de cennete girecekler demektir.
Yahya Efendi ve Niyazîi Mýsrî
Yahyâ Efendi, Niyazîi Mýsrî’yi devrin padiþahýna gammazlayýnca, Niyazîi Mýsrî bir adaya sürgüne
gönderilir. Belli bir süre sonra Yahya Efendi de ayný adaya sürgün edilir.. ve üstelik, altlý üstlü ayný binaya
düþerler. Þu kadar ki, Yahya Efendi üstte, Niyazîi Mýsrî alttadýr. Niyazîi Mýsrî, Yahya Efendi’ye, “Ne haber,
sen de sürgüne geldin” deyince, beriki, “Öyle ama ben üst kattayým” der. Bunun üzerine, Niyazîi Mýsrî de þu
cevabý verir: “Ne fark eder? Tebbet de Ýhlâs’ýn üstünde!”
Abduh, Reþit Rýza ve Afganî
Muhammed Abduh, hadîs sahasýnda yaya bir insandýr ama, tamamen boþ bir insan da deðildir. Reþit
Rýza, hadîs sahasýnda Abduh’un yanlýþlarýný tesbit etmiþ olmakla birlikte, ona “üstadým” demekten de
kendisini alamaz. Ayrýca Câmiü’lEzher, kendisine sahip çýkmýþtýr. Ahmed Davudoðlu Hoca’nýn, Dini Tamir
Davasýnda Din Tahripçileri adlý eserinde Abduh’u hiçbir þey bilmez olarak göstermesine iþtirak
edemeyeceðim.
Reþid Rýza’nýn yazdýðý Menâr, tefsire belli bir yenilik getirmiþtir. Ne var ki, eserde mezheb farký
gözetilmemiþtir. Esasen, mezheb, dinin aslý deðildir. Bu bakýmdan, Reþit Rýza’yý, mezheb farký gözetmedi
diye tekfir ve tadlil etmek, ne derece uygun düþer, takdirlerinize havale ediyorum.
Afganî’ye gelince, onun çok ciddî bir ilim sahibi olduðuna kanî deðilim.
Müteferrik
Onbirinci Bölüm
Fâsit Daire
Günah ile insan arasýnda irade baðý var. O bað günah tarafýna meyledince fâsit daire baþlar. Bu daire
içinde, fesad fesadý doðurur ve böylece silsile devam edip gider.
Hastalýk
Musibetlerden sonra, insaný terakki ettiren ikinci faktör hastalýklardýr. Ýnsan, musibetleri de,
hastalýklarý da Rabbisinin ihsanlarýndan saymalý ve þükür içinde sabretmeli.
Ýnce Bir Mes’ele
Çocuk sevgisinde çok aþýrý gitmemeli. Bazýlarýnýn çocuklarýný çok fazla seviyordum. Tokat yedim.
Bence, ana babalar, çocuklarýndan yedikleri tokatlarýn sebebini, onlarý çok fazla, yani ölçüsüz sevmelerinde
aramalý. Sütün yaðý kaymaðýnda nasýl toplanýyor. Ýnsanýn günahlarý da eðer sperminde öyle toplanýyorsa o
çocuk insanýn baþýna belâ olabilir. Bu sebeple zifafa girecek Müslüman, kabilse riyazet yapmalý. “Aman ya
Rabbi” demeli, aðlamalý, dövünmeli istiðfar etmeli. Yoksa çocuðu onu tokatlayabilir. Ýbrahim Ethem yýllardýr
görmediði evlâdýný Kâbe’de baðrýna basýnca “Ey Ýbrahim, bir kalpte iki muhabbet olmaz” nidasý gelir. O da:
“Senin muhabbetine mani olan bu çocuðu al ya Rabbi!” deyince, çocuk Ýbrahim Ethem’in ayaklarýnýn dibine
yaðýlýveriyor. Evet, 11 ve 15. rica’larda görüyoruz. Bediüzzaman, yeðeni Abdurrahman’ý çok sevmekte
inhirafýndan da büyük üzüntü duymaktaydý. Burada mühim bir hakikat var. Hakk’ýn hatýrý âlidir. Yani, Hakk
hatýrýna evlâd, kardeþ, yeðen herþey ve herkes feda edilmelidir. Bilâhare Abdurrahman güzel bir dönüþle
dönüyor ve kýsa bir müddet sonra da vefat ediyor.. Ama Allah, onun yerine Hasan Feyzi’yi, Hafýz Ali’yi veriyor.
Gayeye Yakýn Vesileler
Kur’ân, bir vesiledir; ama gaye, denilebilecek kadar büyük bir vesile. Efendimiz (sav) de öyle bir vesiledir.
Hizmet adýna gerçekleþtirilen müesseseler de, o ölçüde olmasa bile, gayenin etrafýndaki vesilelerdir.
Rahmet
Allah’ýn rahmetinden nasibimi alamayacaðým diye düþünmek, rahmeti hafife alma demektir.
Kâbe Sadece Kýbledir
Soru: “Kâbe’yi ortadan kaldýrsak, mü’minler birbirine ibadet ediyor veya boþa eðilip kalkýyor olacak?”
diyorlar. Ne dersiniz?
Cevap: Diyalektik yapýyorlarsa, “size ne?” deyin geçin.
Fakat iþin aslýna gelince, hiç de öyle deðildir. Melekler de Hz. Adem (as)’e secde etmiþlerdi; fakat
kendisine secde edilen Hz. Adem deðil, Allah’tý. Hz. Adem, sadece bir kýble idi.
Aynen bunun gibi, Kâbe bizim için bir kýbledir, esas ibadet yaptýðýmýz ise, bizatihî Hz. Allah’týr.
Ahirette En Çok Ümmet Efendimiz’in Olacaktýr
Soru: Ahirette, en kalabalýk ümmet Efendimiz (sav)’in ümmeti olacaktýr. Ama bu gün dünya üzerinde
Hristiyanlar daha çok görünüyor?
Cevap:
1. Hiç de öyle deðil. Belki nüfus, þu anda eþit.
2. Hz. Ýsa’nýn ümmeti, Efendimiz (sav)’in gelmesi ile kesilmiþ ve bitmiþtir.
3. Kaldý ki, þimdiki Hristiyanlar bile Hz. Mesih’e genellikle Allah’ýn oðlu diyorlar ki, bu, onlarýn Hz.
Mesih’le olan baðlantýlarýný koparmýþtýr.
Kim Kimden Kaçacak?
Soru: Haþirde insanlar kimlerden kaçacak?
Cevap:
1. Borçlu, alacaklýdan kaçacak. Bunu teyid eden hadîsler var.
2. Ýdlal edenler (saptýranlar), edilenlerden kaçacak.
3. Orada herkesin takýldýðý birþey olacak. Bu sebeple herkes birbirinden kaçacak: “O gün kiþi,
kardeþinden kaçar; annesinden ve babasýndan, hanýmýndan ve oðullarýndan kaçar” ayetleri de iþte bunu ifade
etmektedir.
Mübalaða
Mübalaða zýmnî yalandýr. Doðruyu iyi söylemeli, ama mübalaða etmemeli. Aksi takdirde,
maksadýmýzýn aksiyle tokat yeriz. Doðruluk bereket getirir, mübalaða ise gelen bereketi bile alýr götürür.
Cesed ve Benlik Muvazenesi
Ýnsan, cesedini zabt u rabt altýna aldýðý ölçüde benliði ile bütünleþir.
Sýhhat ve Gaflet
Sýhhat ve gençlik, hem cünundur, hem de gaflet, tabiî ayný zamanda da en büyük nimet.. iþin doðrusu
ben çok fazla sýhhatli yaþadýðýmý hatýrlamýyorum.
Kýyamet
Kýyamete yakînî bir bilgi var. Bu, rüyadan çok farklý bir kavram. Bunu da yine Kur’âný Kerim’in
konuyla alâkalý karakteristik ifadelerinden anlýyoruz.
Dünya ve Ahirette Hesap
Dünyada verilen her hesap, âhirete ait hesabýn azalmasýna sebep olur. “Suçun tekerrürü ile ceza tekerrür
etmez” prensibi, Ýslâmî bir prensiptir. Allah öyle kanun vaz’edip, aksi icraatta bulunmaz.
Ýktiran ve Ýllet
Ýktiran (Ýki ni’metin birbiriyle baðlantýlý olarak gelmesi durumu), illetle karýþtýrýlsa, insan þu veya bu
þekilde þirke girebilir.
Þiir Tahlili
Dünyada en zor þey þiir tahlilidir. Onun için eskiler “Þiirin ma’nâsý þairin içindedir” demiþler. Þiir
tahlilinde dikkat edilecek hususlar:
1. Þairin ruh haleti;
2. Kültür durumu;
3. Þiiri yazdýðý devir. Ýnsan, deðiþik devrelerde deðiþik düþünebilir.
4. Cemiyetin umûmî durumu;
5. Þiiri yazma anýnda þairin içinde bulunduðu duygu ve düþünce atmosferi ve onu o þiiri yazmaya
götüren sebepler.
Ýnsan deðiþik ruh haletleri içinde deðiþik þeyler söyleyebilir. Fakat Efendimiz (sav) hariç. O, vahy ile
müeyyed olduðu için, en öfkeli anýnda bile hep dengeli düþünmüþ ve dengeli konuþmuþtur.
Sýrlý Bir Tevafuk
Allah’ýn baþ harfi elif
Ahmed’in baþ harfi elif
Adem’in baþ harfi elif
Kabul Gören Duâ
Esbab bi’l külliye sükut ettiðinde, yani ortada tutunulacak hiçbir sebep kalmadýðýnda, insan Rabbine
daha deðiþik teveccüh edebilir. Evet iþte o durumda vahidiyet içinde tecellii ehadiyet görülür; Yani, azamet ve
ululuk içinde ferd, ihtiyaç ve istidadýyla kucaklanýr. Ýþte o anda yapýlan duâ da kabule karîn olur ki, Yunus
(as)’ýn duâsýný bu cümleden mütalâa etmek mümkündür.
Secde
Secdede mahviyet, Hak karþýsýnda zilleti kabul, enaniyeti terk ve Rabb’e tam teveccüh vardýr. Böyle bir
secdeye Allah (cc) tecelli eder.
Bu ma’nâ, kýyamda da vardýr. Ama, secdede daha derindir. “Kulun Rabbine en yakýn olduðu yer
secdedir” hadîsini bu þekilde deðerlendirmek gerekir. Meleklerin Adem’e secde etmelerinin sýrrý da bu
noktadadýr. Bazen, namaz haricinde de secdeye varýlýp duâ edilebilir. Yeter ki bu bir bid’at haline getirilmesin..
Derinlik
Ýnsan, Rabbi ile baþ baþa kaldýðýnda derinleþebildiði ölçüde insandýr.
Kendini Ara
Kendini, sadece O’nunla beraber kaldýðýn yerde ara.
Ýbret Ýçin
“Biz onlarý azabla derdest ettik ama, onlar hâlâ anlamýyorlar. Tazarru ve niyazda bulunmuyorlar.” Bu ve
benzeri mealdeki ayetler, azaba düçar olmuþ milletlerin küfürdeki inatlarýný ele vermesi açýsýndan ibretle
mütalâa edilmelidir...
Ýflaslarýný Hazýrlayanlar
Bazýlarýnýn aðýz iplerinde kopukluk var. Baðý kopmuþ kese gibi içlerinde ne varsa dökülüyor. Hafife
alma, gýybet vs. gibi. Zavallýlar, haberleri yok ki bununla kendi iflaslarýný hazýrlýyorlar.
San’at Allah Ýçindir
San’at, san’at için deðildir. San’at, dava için, ideal için, düþünce içindir. Bunlardan da öte ve bunlarla
beraber san’at ancak Allah içindir.
Edebiyat
Edebiyat, bir insanýn dile karþý mümaresesidir; dili içinde duymasýdýr. Ýmrü’lKays, meþhur
muallâkasýný yazarken, dil kaidelerini bilmiyordu. Bütün prensipler kafasýndaydý. Ama sonra gelenler
arasýnda, onun eseri üzerinde dünya kadar insan doktora yaptý...
Mühim Bir Ölçü
Rü’yada evliyaullahýn sevip baðýrlarýna basmasý bir ibtilâdýr. Dövme bir terbiyedir; kovma, tarddýr.
Dövdüklerini kovmazlar, kovduklarýný dövmezler. Kovulanlar baþlarýnýn çaresine bakmalýdýrlar.
Bu Yeter
“Mücrimim, gerçi Muhammed Mustafa hayranýyým” diyen, bunu hakikaten yürekten söyliyebiliyorsa bu
onun kurtuluþuna yeter, kanaatindeyim.
Biz ve Batý
Batý dünyasý, Ýslâm dünyasý için hiçbir zaman hüsnü niyetli olmamýþtýr. O kadar ki, “bütçelerinizin
yarýsýný Ýslâm ülkelerinden temin edin, ama buna mukabil de, Ýslâm dünyasýna karþý biraz müsamahalý
olun” teklifi yapýlsa, onlar yine, “Bütçenin yarýsý gitsin, düþmanlýðýnýz kalsýn” derler. Bizimkiler AB’ne
girmek için can atýyorlar. Onlar ise, böyle bir zifaftan nefret ediyorlar. Sanki: “Defolun gidin, Allah cezanýzý
versin” diyorlar. Ama biz hâlâ Batý hayranýyýz. Bizimkilerden birisi, “Bizim için iktisadî durum þimdilik
mühim deðil; mühim olan Batý üyesi olmak” diyor. Doðru (!) söylüyor. Merdi kýptî, þecaat arz ederken sirkatin
söylermiþ..
Sohbet
Sohbette bir insibað var. Bu uzaktan da olur.
Bir Ölçü
Ýnsan her gün Rabbini tanýma adýna bir adým atmýyor, bir adým gitmiyorsa abes yaþadýðý söylenebilir.
Sýð Gönüller
Gönüller çok sýðlaþtý. Ýçlerinde dert kadar, ýzdýrap yok.
Ýlim
Ýlim, O’nu bilmektir. O’nu bilmezsen Yunus’un diliyle kuru emektir. Zühd ve takvâda derinleþtirmeyen
ilim, sahibini Allah’tan uzaklaþtýrmaktan baþka bir iþe yaramaz.
Konsantre
Eskiden babam vaaz ederken, onu dinleyip sonra da gelip kelimesi kelimesine anlatýyormuþum. Bu bir
konsantre olma mes’elesidir. Ýnsan bir þeye konsantre olursa, ezberleyebilir. Vahy de böyle. Efendimiz (sav),
hemen ezberliyordu. “Dilini hareket ettirme!” emri buna bakar. Zira o hareket konsantrasyona manidir. Vakýa,
vahy, nüzulü gibi hýfzý da ilâhî teminat altýndadýr.
Az Yemeli
Çok hareketli olmayan bir insanýn, günde 800 kaloriye ihtiyacý vardýr. Bu ise, bir öðünde yarým dilim
ekmek, 2 köfte, bir kibrit kutusu kadar da peynir eder. Fazlasý yüktür. Az yemeli. Zira çok yiyenin, Allah ile
münasebetinin kuvvetli olmasý düþünülemez.
Türban
Türbana çaðdýþý diyorlarmýþ. Eðer bununla baþ örtüsünü kasdediyorlarsa doðru. Neden? Çaðlarý aþan
bir kýyafet de ondan. Günümüz dünyasý ondaki hikmet harikasýný kimbilir ne kadar sonra idrak edecek.!
Bir Reddiye Çeþidi
Bana “Hz. Muhammed’in (sav) Felsefesi” diye bir kitap getirdiler ve “Reddiye yaz” dediler. Baktým,
hepsi boþ sözler. Baþýna bir nokta, sonuna bir nokta koydum. “Ýki nokta arasý boþtur, lüzumsuzdur” dedim.
Orada lafý uzatmak da lüzumsuz olacaðý için böyle yaptým.
Devlerle Uðraþanlar
Bazýlarý, devlerle uðraþýrken kendilerini nasýl maskara ettiklerinin farkýnda deðiller. Biz, kimseye “Sen
insan deðilsin” demiyoruz ki, “Sen Ýmâmý Âzam deðilsin” diyoruz. Halbuki o tutturmuþ, “Ben de insan deðil
miyim?” diye soruyor. Öyle soracaðýna, kendini Ýmâmý Âzam’a kýyas ederken “Ben de insan mýyým” diye
sor. Ben de sana cevap vereyim: “Biraz düþünmem gerekecek!”
Kýþ Ne Der?
Kýþýn baþlangýcýnda daðlarýn üzerinde kar olur: O ne der biliyor musunuz? Zenginlere, “Hazýrlanýn,
kömürlerinizi alýn, damlarýnýzý aktarýn, elbiselerinizi, yiyecek ve içeceðinizi tedarik edin”; fakirlere ise,
“Sizinle vicahî olarak yani yüz yüze görüþeceðim” der.
Mübarek Geceler
Mübarek gecelerin hepsinin vakti mevzûunda þüphe var. Sadece Regaib Gecesi bundan müstesnadýr. Zira
Regaib, Receb Ayý’nýn ilk perþembesidir. Ama o perþembe ayýn birine rastlarsa, o da þüphelidir. Onun için
Bediüzzaman Hazretleri Emirdað’da iken, “Araplar dün ilan ettiði için ben þüpheye binaen iki geceyi de ihya
ettim.” buyurmuþtur.
Temel Mühimdir
Hz. Ömer devrinde yapýlan fütuhat, Hz. Ebu Bekir döneminde yapýlanlara nisbeten daha fazla olmakla
beraber, Hz. Ömer’i, Hz. Ebu Bekir’den üstün tutamayýz.
Zira Hz. Ömer (ra) döneminin temelleri, Hz. Ebu Bekir (ra) devrinde atýlmýþtýr.
Dini Yaþamak
Dini tam olarak yaþamak, ancak çok güçlü bir dinî düþünceyle mümkündür.
Gurur ve Ýzzet
Gurur, Allah’ýn emirlerine inkýyad ve o yoldaki egzersizler sayesinde zamanla Ýslâmî izzete inkýlap
edebilir.
Derdi Olmayan Adam
“Herkese bir dert var, bu alemde mukarrer
Rahat yaþamýþ var mýdýr güruhu ukalâdan”
Osman Bektaþ Hocaefendi, bu beyte misal verirken þöyle bir hâdise anlatmýþtý. Doðu’da ulema namaz
vaktinden bir müddet evvel gelip þadýrvan etrafýnda sohbet ederlermiþ. Halk da bu esnada merak ettiði
mevzularý sorma imkânýný bulurmuþ. Bir gün birisi þöyle birþey sormuþ: “Hocam, bizim köye minare
yapýlmasý mümkün deðildi. Ben de, “Eðer bizim köye minare yapýlýrsa, oraya eþekle çýkacaðým” diye yemin
ettim. Þimdi de minare yapýldý. Yeminim ne olacak?” Soru sorulan Hocaefendi sanki soruyu hiç duymamýþ
gibi yapar ve diðerlerinin konuþmalarýný dinler. Herkes birtakým dertlerden þikayet etmektedir. Sadece birisi,
“Allah’a þükür, benim hiçbir derdim yok” demekte ve hiçbir derdi olmadýðýný söylemektedir. Bunun üzerine
Hocaefendi, soruyu soran adama dönerek, “Bin þunun sýrtýna, çýk minarenin tepesine” yeminini yerine
getirmiþ olursun.
Evet;
“Herkese bir dert var, bu alemde mukarrer
Rahat yaþamýþ var mýdýr güruhu ukalâdan”
Felsefe
Felsefe, gelenin gidenin uðradýðý bir han gibidir. Zira, her gelen, orada bitlerini dökmüþ ve herkes ayrý
birþey söyleyip geçmiþtir.
Duâ
Duânýn cesedi kelimeler, rûhu da ihlâs ve mülâhazalardýr.
Niye Analým ki?
Eþrar (þerliler) anýlýrken rahmet kesintiye uðrarmýþ. O halde, ahyar (hayýrlýlar) varken, ne diye eþrarý
analým ki?
Rüyalar ve Ruh Halleri
Soru: Rüyalar biraz da ruh haletine baðlýdýr. Acaba bu ruh haleti vehbî mi yoksa kesbî mi?
Cevap: Her insanýn ruhu incelmeye müsait olarak yaratýlmýþtýr. Ýnsanýn ruhî mertebeleri, esfeli
safilinden a’lâi illiyyîne kadardýr. Ruhun melekûtiyete açýlmasý, nüve halinde her insanda vardýr ve iþte bu
vehbîdir. Daha sonra herkes kendi gayretiyle bu nüveyi kuvveden fiile çýkarabilir ki, bu da, kesbîdir.
Güzel rüya görme, temelde bu ruh haleti ile alâkalýdýr. Rüyada birini yýlan ve çiyanlarla beraber görünce
hemen onun hakkýnda, “Bu insan yýlanlaþmýþ, çiyanlaþmýþ” dememeli. Belki de bu, bizim ruh haletimizden
ve sui zannýmýzdandýr. O halde, rüyada yýlan, çiyan görüldüðü zaman Allah’a sýðýnýlmalý ve baþkalarýný
alâkadar eden görüntülerde sui zanna girilmemelidir. Bazen de Allah, düþmanlarý o þekilde gösterebilir.
Rüyalarýn bazýsý, irþad mahiyetindedir. Bazen içtihadlarý ile yanlýþa gidenleri Cenabý Hakk, bu
rüyalarla ikaz eder.
Kadý Beyzavî’nin Tefsiri
Kadý Beyzavî, tefsirinin birinci cildini yazdýktan sonra rahatsýzlanmýþ ve etrafýndakiler de onu öldü
sanmýþlar. Techiz ve tekfini yapýldýktan sonra mezara gömmüþler. Gece olunca Kadý uyanmýþ ve baðýrmaya
baþlamýþ. Yaný baþýndaki mezardan birisi, “Ne baðýrýyorsun? Bu gece yarýsý seni kim duyar ki? demiþ. Kadý
da, “Sen gece olduðunu nereden biliyorsun? diye sormuþ Adam, “Ben geceleri Yasin, gündüzleri Tebareke
okurdum. Onlarýn nuru sayesinde biliyorum” cevabýný vermiþ. Sonra gündüz olunca “Þimdi baðýr” demiþ.
Mezarlýktan geçenler sesini duyunca gelip Kadý’yý çýkarmýþlar. Bu cereyan etmiþ olsa da olmasa da bir
menkýbe. Ve bu menkýbenin devamýnda þu var: Bundan dolayýdýr ki, Kadý’nýn tefsirinin ikinci cildinin daha
ruhanî olduðu söylenir.
Ölçü
Hz. Ali’yi çok severim. Hz. Ali hülyam, Kerbelâ hicranýmdýr. Ama, Hz. Ebu Bekir’siz, Hz. Ömer’siz bir
Ýslâmiyet de düþünemiyorum.
Gençlik ve Günah
Zavallý gençler, nasýl da nefsin oltalarýna takýlýp takýlýp gidiyorlar! Acaba: “Bir de biz tadalým mý þu
zevki” diyorlar? Hemen de aksediyor günahlarý çehrelerine ve ele veriyor onlarý.
Duâ ve Beddua
Bir baþkasýnýn iyiliði için yapýlan duânýn kabulü, bedduâya nisbetle daha seri olur. Zaten eðer bedduâ
edilen þahýs buna müstahak deðilse, bedduâ geri döner ve sahibini bulur.
Vefa
Vefa öyle bir þeydir ki, bin kusur bile olsa örter.
Mustafa, Efendimiz’in Ýsimlerinden midir?
Kendisinden böyle birþey nakil yok. Ama sonralarý O’na “Mustafa” da denilmiþ. Hareket noktasý þu
olabilir: Ýsim ile isimlendirilen arasýndaki ilgi, lâkab ile þahýs, sýfat ile mevsuf, künye ile künyelenen
arasýndaki ilgiden daha fazladýr. Selefi salihîn, Efendimiz’in özün özü bir varlýk oluþuna, “Mustafa” diyerek
tercümanlýk yapmýþlardýr.
Mes’eleye þu açýdan da yaklaþabiliriz. Allah, Kur’ân’da Hz. Musa için “inni istafaytüke” (Þüphesiz ki
seni seçtim) diyor. Hz. Musa’da böyle seçme mevzûu ise, bu, Hz. Muhammed (sav) için evleviyetle ve
evveliyetle geçerlidir. Evet, O, kâinatýn bihakkýn özü, hülâsasý, yani Mustafasý’dýr.
Ayrýca, Efendimiz’in isminin çok olmasý ve konuþma, yazma esnasýnda her bir ismini deðiþik
takdimlerle kullanma, insandaki ülfeti izale eder. Mes’eleyi bu noktai nazardan da deðerlendirmek bence
önemlidir.
Acbü’zZeneb
Bediüzzaman Hazretleri, “acbü’zzeneb” mes’elesine, hafiziyyet ve inþa etme, yani haþirde yeniden
dirilme mevzûunu iþlerken temas etmektedir. Üstad’ýn anlattýklarý açýsýndan “acbü’zzeneb” insanýn genleri,
kromozomlarý veya herhangi bir uzvu olabilir.
Ýmamý Gazali gibi ruhçuluk yaný aðýr basan ve “Madde esassýzdýr” diyen alimlerin görüþü esas
alýnarak bir deðerlendirme yapýlacak olursa, acbü’zzenebi, insan yapýsýnýn plâný olabilecek madde ötesi bir
þey olarak anlamak da mümkün.
Darwin Nazariyesi
Gençliðimde, Þeyhülislâm Hayrullah Efendi’nin Darwin nazariyesine inandýðýný duyunca dünyam
baþýma yýkýlmýþtý. Çok takdir ettiðim bir müfessirin, “Ýlim bu nazariyeyi isbat ederse, ben de Kur’ân
âyetleriyle te’lif’ ederim” demesi, beni iyiden iyiye yýkmýþtý. Bu sebeple, mevzûm olmadýðý ve aleyhinde çok
fazla malûmatým bulunmadýðý halde, konuyu kürsüye getirdim ve yurdun çeþitli yerlerinde konferanslarla
takdime çalýþtým. Ýmansýzlarýn pençesine düþmüþ gençler, bu ve benzeri fikirlerle zehirlenmemeleri için
buna ihtiyaç vardý.
O dönemlerde, ülkemizde Batý’dan gelen çeþitli þoklarýn sarsýntýsý yaþanýyordu. Bu þok, en meþhur
Ýslâm alimlerini de maalesef etkisine almýþtý.
Ýlgi Zaafý Artýrýr
Ýnsandaki zaaflarýn çeþitli faktörleri vardýr. Bu faktörlerin en önemlisi de, o vadideki meþguliyet ve
malûmattýr.
Meselâ, bazýlarý, Holywood yýldýzlarýný ve Avrupalý artistleri, bir ma’rifetmiþ gibi öðrenir, bilir ve
bunlarý mevzûbahs ederler. Ýþte bu bilme ve alâka, onlarýn zaafýný artýrýr.
Mîmârî Anlayýþýmýz
Bizim cami ve sâir mîmârî eserlerimizde süs ile ihtiyaç bir bütünlük arzeder. Bu bütünlük hesaba
katýlmadan yapýlan eserlere gelince, onlar, Batý tesirinin ürünleridir.
Bir Rüya Tabiri
Rüyada yýlançiyan görme, insanýn nefsinin demir pençesinde olduðuna delâlet eder. Rüyada
baþkalarýný kötü görmeye gelince, o da, kendi ruh hâletinin âlemi misâle aksetmesinden ibaret sayýlabilir.
Zaaflara Karþý Direnme
Zaaflar, insanda küçükken baþlar. Meselâ çocuk, 5 yaþýnda çalmaya alýþýr; 1213 yaþýnda âþýk olur; 25
yaþýndayken de ona göre iþler yapar. Ama, hakikatý idrak ettiði anda doðru yola girerse, kýsa zamanda velî
olabilir. Zira, bunca yýldýr üzerinde yaþadýðý alýþkanlýklarýný ve zaaflarýný bir anda terketmiþtir.
Bir baþka misâl: Bazý insanlarda, kendisini uykusuz býrakacak derecede þehevî güç vardýr. Böyle birisi,
iffeti ile yaþar ve harama hiç girmezse, bir anda amûdî (dikey) olarak velîliðe yükselebilir. Öyle zannediyorum
ki, normal bir insan ancak 10 yýllýk gece ibadetiyle o dereceye ulaþabilir.
Harp ve Sulh
Asýl olan, sulhü umûmîyi te’mindir. Þu kadar ki, sulhün te’mini savaþla olacaksa, iþte o zaman savaþ da
yapýlabilir.
Berzah Âlemine Ait Bir Prensip
Melâikenin ve âlemi berzahtakilerin temessülü, onlarýn, Allah’ýn kendilerine ta’lim buyurduðu bazý
isimlerini okumalarý sonucudur. Bununla birlikte, her istedikleri zaman temessül edip, bize görünemez veya bizi
göremezler. Bu da, Allah’ýn iznine baðlýdýr.
Mahcûbiyet
Ne kimseyi mahcup etmek isterim, ne de kimsenin Allah katýnda mahcup olmasýný. Allah, hem dünyada,
hem Âhiret’te bizi birbirimize mahcup etmesin. Amin!
Hz. Lût’un Karýsý
Hz. Lût’un karýsý, Lût (as)’a inanmamýþtý. O çirkin fiilde kavmine yardým etmiþ, fakat küfrünü izhar da
etmemiþti. Dolayýsýyla münafýktý; münafýkýn akýbeti, Kur’âný Kerim’in beyânýna göre, kâfirinkinden daha
beterdir.
Lût (as), peygamber olarak gönderildiði kavmin yabancýsý idi. O kavmin içinde doðup büyümüþ biri
deðildi. “Sizi savacak güçlü bir dayanaðým olsaydý” ayeti bu gerçeði ifade etmektedir. Dýþtaki düþmanlarýna
karþý maddî yönden mukabele edemeyen bir peygamber, hanesi içinden de ihanete uðrarsa, iþte o zaman,
Kur’ân’ýn dediði gibi, kolkanat kýrýlýr ve göðüs de daralýr. Hele bu ihanet insana, her gün kendisiyle ayný
yastýða baþ koyan karýsýndan gelirse...
Þeytanýn Allah Demesi
Þeytanýn, “Ben Allah’tan korkarým” demesi, inanmýþ olsun olmasýn, her insanýn sýkýþýp darda
kaldýðýnda “Allah” demesi gibidir; yoksa, gerçekten korktuðundan deðil. Hayra kabiliyeti bütünüyle körelmiþ
olan þeytanýn hayýr düþünmesi mümkün deðildir.
Mesihiyeti Temsil
Yüce hakikatler, tarihî seyirleri içinde, belli ‘esmâ’ya mazhar peygamberler tarafýndan temsil edilmiþtir.
Meselâ, hilâfet Hz. Davud (as)’la, saltanat ise Hz. Süleyman (as)’la temsil edilmiþtir.
Efendimiz (sav)’den sonra peygamber gelmeyecektir ama, bu hakikatler, mutlaka yine ayný esmâya
mazhar bazý þahýslar tarafýndan temsil edilecektir. Þu farkla ki, gerek bu isimler mazhariyette, gerekse
hakikatleri temsilde peygamberler asýl, bu þahýslar ise gölgedirler. Bu dakik sýrrý kavrayamayan bazýlarý, asýl
ile gölgeyi karýþtýrýp, sonrakilere peygamberlik pâyesi vermeðe kadar varan yanlýþlýklar içine düþmüþlerdir.
Hz. Mesih (as), belli bir dönemde irþad ve teblið hizmetini yürütüp, Rabbine mülâkî olmuþtur. Bugün
dünyanýn dört bir bucaðýnda ayný irþad ve tebliðe hizmetini yapan, organize ve münferit pek çok Müslüman
vardýr. Yani bunlar da bir noktada Hz. Mesih’i temsil etmektedirler. Ne var ki bazen bu cemaatleri temsil
makamýnda önde bulunan insanlara ‘Mesih’ denmektedir ki iþte bu, asýl ile gölgeyi karýþtýrmak sayýlýr. Zaten,
peygamber olmayan birine peygamberlik isnad etmek de küfürdür.
Mesihiyet devresini Muhammedî devre takip eder. Ýnþaallah, Efendimiz’in beyanlarý içinde bu irþad ve
tebliði itmam edecek o “kerpiç” yakýn zamanda gelecek ve bu tabiî geliþmeleri tarihî süreç içinde oturmasý
gereken yere oturtacaktýr.
Zulüm Devam Etmez
Zulüm, eninde sonunda zalimi de önüne katýp götürecek bir afettir. Bu sebeple de o, hiçbir zaman uzun
ömürlü olamaz. Öyleyse, zaman zaman ortaya çýkan zulüm ve arada sýrada hortlayan zalimler, bizi yolumuzdan
alýkoymamalý.
Cinnet Aksiyonu
Bir gün evde gece kýyafeti ile oturuyordum. Birkaç kiþi gelip, falan yerde arkadaþlarýmýzýn
dövüldüklerini söylediler. Birden kendimi kaybettim ve o halde dýþarý fýrladým. Sokakta önüme geçip,“ne
yapýyorsun?” dediler.
Komünistler, yýllar yýlý bu memlekette hep bunu yaptý. Ýnsanýn mâhiyetindeki kin, nefret ve öfkeden
müteþekkil kötülük ruh hâletini kullandýlar. Ölene aðýt yakýp, “intikam” dediler, öldüreni de alkýþlayýp
etrafýnda toplandýlar ve milleti sokaða döktüler. Ýþte bu, bir cinnet aksiyonudur ve kat’iyen yol deðildir.
Bazý Hasletlerin Kazanýlmasý
Vicdânî tecrübem ile sâbittir ki, bazý hasletlerin kazanýlmasý için bazen 40 yýl amel etmek kâfi,
gelmeyebilir. Buna karþýlýk, bazý hasletler de vardýr ki, 40 günde inkiþaf ederler. Meselâ, Allah’a imanýn
kalbimize tam ma’nâsýyla oturmasý ve günaha girmenin, cehenneme atýlýyor gibi ona kerih gelmesi için bazen
3040 senelik ibadet ü tâate ihtiyaç olabilir.
Büyükler Ýçin Duâ
Ben, büyük zatlar için duâ ederken, “Allah’ým, onlarýn günahlarýný baðýþla!” demekten hayâ ederim.
Bilmiyorum, o yüce kâmetlerin günahý var mýdýr? Ama, onlarýn “Ebrar” ve “Mukarrebinin” arasýnda yerlerini
alabilmeleri için her zaman duâ edilebilir.
Tertip ve Düzenin Dili
Ýnsanýn, çevresindeki ve dýþ dünyasýndaki düzeni, onun iç dünyasýný yansýtýr. Dýþtaki düzensizliðe
karþý hassâsiyet göstermeyen bir insan, içini ve rûhunu günahlar sardýðýnda da bundan hiç rahatsýz olmayabilir
ve aðlayýp gözyaþý dökmeyebilir.
Düzen, lüks ve konfor demek deðildir; bilakis, mevcûdu en iyi, en verimli, en faydalý ve göz
týrmalamayacak þekilde kullanmak demektir.
Kayyimlik
Kayyimlik, çok mühim bir vazifedir. Cehennem melekleri, yani zebânîler de kayyimdir. Bu vazifelerinden
dolayý onlara hakaret edenin küfründen korkulur. Çünkü onlar, “Allah’a isyan etmezler ve emrolunduklarýný
yaparlar” beyanýyla serfiraz birer memurdurlar ve kendilerine verilen vazifeyi yerine getirirler. Bizim
kayyimliðimiz, insanlarý ellerinden tutup, cennete doðru götürmektir. Bu yönüyle de tezyif ve tahkire deðil,
takdir ve tebcile lâyýktýr.
Bir Duygunun Anlatýlmasý
Bazen öyle düþünce ve tasavvurlarým olmuþtur ki, oturup 23 saat aðlamýþýmdýr. Ne var ki, duyma ayrý
þey, duyguyu dile getirme ayrý þeydir. Duyup hissettiklerini ancak iç ve dýþ bütünlüðüne ulaþmýþ kimseler
ifade edebilirler. Onlar da duyduklarýnýn kaçta kaçýný anlatabilmiþlerdir, üzerinde düþünmeðe deðer.
Müçtehid Geçinenler
Günümüzde müçtehid geçinen insanlar hakkýnda þahsen olumlu düþünceler besleyemiyorum.
Faaliyetlerine hüsnü zanla bakamýyor, çalýþmalarýnýn ihlâs ve samimiyetten kaynaklandýðýna inanamýyorum.
Ýhtimal, orijinalite yaparak, güya yeni þeyler söyleyerek kendilerini etrafý âleme duyurmak ve isim yapmak
istiyorlar. Bunlar sýk sýk “müçtehid imamlar da bizim gibi birer insandý. Hata yapmýþ olamazlar mý?” diyorlar.
Elbette müçtehid imamlar da hata yapmýþ olabilirler. Fakat, her mes’elenin kendine has ortaya konma
þekli vardýr. Ýslâm için günümüz þartlarýnda, samimiyetle hizmet edilmek isteniyorsa, selefi salihinin
göremedikleri, kavrayabilecek konumda olmadýklarý noktalar ortaya çýkarýlýr, karþý deliller serdedilir; sonra
da Ýslâmî, ilmî edep ve nezaket sýnýrlarý içinde, “Þu noktada herhalde zühülleri olmuþ; þu husus þöyle de izah
edilebilirdi” denilebilir. Kaldý ki, doðrularýn günümüze bakan cephesini vermek için, öncekilerin yanlýþlarýnýn
üzerine gitmek de gerekmez. Aksi tutumlar, Ýslâm’a, ilme, millete hizmet olmasý þöyle dursun, milletin
gönlünde yer etmiþ þahýslar ve deðerleri param parça eder ki, bu da, içtimâî anarþinin ötesinde, nesiller boyu
önü alýnamayacak kaoslarýn doðmasýna yol açar.
Aðaç Dikmek
Aðaç dikmek, bende ýzdýrap derecesine varan bir arzu ve iþtiyaktýr. Memleketimin verimli arazilerini
böyle çorak görünce çok üzülüyor ve üzüntümü ifade edecek kelime bulmakta zorluk çekiyorum.
Bence, çeþitli vesileleri deðerlendirerek bu milletin her ferdine aðaç diktirmek gerekiyor. Mesela, evlenen
her çifte, askere giden her gence, liseden mezun olan ve ayrýca üniversiteyi kazanan her talebeye, vazifeye
baþlayan her memura, bir iþe giren herkese, emekli olan bir insana.. aðaç diktirmeli ve bu bir ahlâk haline
getirilmelidir.
Ayrýca, hapishanelerde bulunan mahkûmlar, kabiliyetlerine göre belli iþlerde istihdam edilmeli, böylece
bir yandan üretmeyen tüketiciler olmaktan çýkarýlýp, onca iþ gücünün zayi olmasýnýn önüne geçilirken, diðer
yandan da meslek sahibi insanlar haline getirilmelidirler.
Küçük Günahlar
Büyük günah iþlemek, bazen küçük günahlarý ehemmiyetsiz görmekten daha ehven olabilir. Meselâ, zina
etmek, nefsin altýnda kalýp ezilmiþliðin ifadesidir. Buna karþýlýk, sürekli olarak harama bakmak, hafife
alýndýðý takdirde zina derecesinde bir günah olabilir. Ayný þekilde, biriki gýybetle, bir yerde köçeklik yapma
ölçüsünde günaha girilebilir. Ýnsan, insan ise, harama bakma günahýndan da, gýybet günahýndan da ömür boyu
ýzdýrap duymalýdýr.
Bir baþka misal olarak, namazý cemaatle kýlmak, fukahaý kiramdan bazýlarýna göre farzý ayn,
bazýlarýna göre farzý kifayedir. Hal böyleyken, cemaati beklemeden namazý geçiþtirircesine kýlývermek,
namaza karþý bir istihfaftýr. “Birisine emredeyim, ezaný okusun; bir diðeri de imamete geçsin. Ben de
Medine’nin sokaklarýný dolaþýp, cemaate gelmeyenlerin evlerini yakýp, baþlarýna geçireyim” þeklindeki
peygamber beyaný ne kadar üzerinde durulsa azdýr.
Cemaati terk edip, namazý tek baþýna aceleyle kýlýverme belki küçük bir günahtýr ama, zamanla büyür
ve büyük günah halini alýr. Bu þekilde cemaati terk, âdetâ namazý terk etmek ölçüsünde büyük bir günah olur.
Namazý terk etmek, büyük günahlardandýr. Bu sebeple, mü’min, bir vakit namazý terkettiðinde aðlar, sýzlar,
dövünür ve tevbe eder. Fakat, cemaati terk ettiði zaman aðlamaz ve tevbe etme gereði de duymaz. Sonra bu,
alýþkanlýk haline gelir ve neticede insan üst üste pek çok günaha girmiþ olur. Daha baþka þeyleri de bunlara
kýyas edebilirsiniz.
Bir de, büyük günahlardan daha büyük bir günah vardýr ki, o da, insanýn neyi veya neleri kaybettiðinin
farkýna varmamasýdýr. Mânen terakki edemediði gözlenen çok kimseler var ki, zannediyorum bunlar, küçük
günahlarý ehemmiyetsiz görmekte, bu da, onlarýn terakkilerine mâni olmaktadýr.
Ýstikbale Ait Haberler
Harun Reþid’in hanýmý iffetine son derece düþkündü. Bir gece rüyasýnda bütün Baðdat halkýnýn
kendisiyle münasebette bulunduðunu görünce çok üzüldü. Fakat bir tabirci bu rüyayý, “bütün müslümanlarýn
faydalanacaðý bir hayýr yapacaksýnýz” þeklinde tabir etti. Gerçekten de bu büyük haným, Hac yolunda
huccâcýn su problemini halletti.
Muhyiddin Ýbn Arabî gibi birtakým “gaybbîn” nazarlý evliyânýn istikbâle dair verdiði haberler de, rüya
gibi tabire muhtaçtýr. Onlarýn ifade ettiði hakikatleri, Kur’ân’ýn veya Peygamber Efendimiz’in (sav)
ruhâniyetinin gölgesinde yürüyen, ilhama açýk ehli ilim tâbir edip anlayabilir.
Muhyiddin Ýbn Arabî’nin “Þeceratü’nNu’maniyye” adlý eseri, Osmanlý Devleti Âliyesi’nin
kuruluþundan yarým asýr önce yazýlmýþtýr ama sanki nev’i þahsýna münhasýr bir Osmanlý tarihidir. Meselâ,
“Sin Þýn’a girince Muhyiddin’in kabri keþfedilir” der. Gerçekten de, Yavuz Selim, Þam’ý fethedince,
Muhyiddin Ýbn Arabî Hazretlerinin kabrini buldurtur ve üzerine türbe yaptýrýr. Ayný þekilde, Sultan IV.
Murad’ýn Baðdat’ý fethedeceðinden bahseder.
Ýbn Arabî, kalbinin ilhama açýklýðý nisbetinde, kendisine münkeþif olan bazý hâdiseleri haber vermiþtir.
Peygamberlerin bu tür haberlerinde kat’iyen yanýlma olmasa da, velîlerinkinde, gördüðünü yanlýþ te’vil veya
tabirden kaynaklanan yanýlmalar olabilir. Veya, biz onlarý yanlýþ anlayabilir ve realiteye tatbikte hatalara
düþebiliriz.
Kitap Yazmada Bir Ölçü
Bir kitabýn tamamýný belirli bir zaman dilimi içerisinde bir anda yazmak deðil de, hâdiselerin tesiriyle
ceste ceste yazmak daha tesirlidir. Yazýlanlar hangi hâdisenin tesiriyle yazýlmýþsa, o zaman zarfý içinde bir
tesir icra ederler. Hâdiseler veya mes’eleler günün ve içinde bulunduðumuz zamanýn tesirinde kaydedilirlerse
uzun ömürlü olamayabilirler. Âyet ve hadislerin toptan deðil de ceste ceste ve 23 sene gibi uzun bir sürede
tamamlanmasýnda da bu hikmet olsa gerek. Toptan yazýlan eserler fikir verme açýsýndan belirli bir fonksiyon
ifade edebilirler ama, zuruf ve vesait kapalý kalýnca pek çok mes’ele de kapalý kalýr.
Þu hususlar dikkate alýnmalýdýr:
1Mevzû, müþahhas noktalara fazla inilmeden, mücerred biçimde anlatýlmalý,
2 Mevzûun lehinde ve aleyhinde olabilecek deliller iyi bir kritiðe tâbi tutulmalý.
3 Tez, çok güçlü bir þekilde savunulmalý.
4, Son olarak da, ele aldýðýmýz mevzûda otorite olan kimselerin sözlerinden yer yer iktibaslar da
yapýlabilir.
A’meþ (Süleyman b. Mihran), 304
A. Cevdet Paþa, 305
A. Kadiri Geylanî, 24, 38
AB, 220, 319
Âbý hayat, 111
Abbasi,13, 299, 304
Abbasîler, 10
ABD, 6, 10, 260
Abdest ve secde azalarý, 66
Abduh, 303
Abdullah b. Mes’ud, 256
Abdullah b. Ömer, 299
Abdullah b. Revaha, 4
Abdullah b. Ubey b. Selul, 136
Abdullah bin Selam, 15
Abdullah Ýbni Ömer, 298
Abdullah Ýbn Zübeyr, 267, 299
Abdurrahman, 313, 314
Abdülaziz, 17
Abdülhamid, 5, 12, 17, 230
Abhazya, 132
Abkariyat, 301
Acbü’zzeneb, 326
Acz, 141
Âdâb ü erkân, 217
Adâlet, 64
Âdem (as), 28, 179, 221, 314, 318
Adeti Ýlâhî, 223
Adiyy oðullarý, 65
Adn Cenneti, 261
Afakî ve enfüsî delilleri, 185
Afganistan, 78, 300
Afganî, 303, 309
Aðaç, 106, 332
Aðrý Daðý, 12
Ahde vefa, 114
Ahir zaman, 232, 255, 264
Ahiret, 15
Âhiret âlemi, 88
Ahiret istismarý, 134
Ahiret Ýnancý, 16
Ahirzaman, 88
Ahirzaman cemaati, 76
Ahlâký Ýlâhî, 64, 69
Ahmed Davudoðlu, 309
Ahmed Emin, 29
Ahmed Naim, 305
Ahyar, 323
Aidatý mestûre, 279
AIDS, 287
Akabe, 165
Akýbet, 166
Akýbetten emin olmak, 166
Akika, 262
Akýllý, 88
Akýncýlar, 113
Aklý selîm, 149
Aksaý maðrip, 182
Aksaý maþrýk, 182
Aksiyon adamý, 82
Aksiyon, 110
Aksiyonda zamanlama, 84
Akþam namazý, 290
Akþemseddin, 80, 112, 297
Âlim, 104
Âlimin nifaký, 59
Alkeme, 9
Allah korkusu, 164
Allah Rasûlü (sav), 59, 60, 61,65, 185, 189
Allah rýzasý, 187
Allah’a yakýnlýk, 167
Allah’ýn rahmeti, 299, 314
Almanya, 25
Alparslan, 7
Alternatif, 69
Altýn çaðýn arslanlarý, 128
Alûsî, 301
Alvar Ýmamý, 136, 137, 283
Ameli salih, 270
Ameliyatý fikriyye, 210
Amelî nifak, 154
Amerika, 16, 207, 219
Amerikan, 16
Amme (kamu) hukuku, 280
Amr b. Âs, 70
Antikomünist rejim, 94
Aral, 300
Arapça, 181, 206, 211, 213
Arý, 200
Aristo, 13, 35
Arkadaþ, 70, 71, 73, 77, 83, 89, 90, 96
Arþ, 45, 76
Arþý Rahmet, 132
Arzu ve istekler , 190
Asfiyâ, 40
Ashab, 60, 71, 85
Ashabý Bedr, 10
Ashabý Kehf, 307
Ashâbý Kiram, 268
Ashabý þimal, 191
Ashâbý yemin, 191
Asimilasyon 3
Askerî disiplin, 125
Aslî mecrâ, 109
Asrý saadet, 305
Aþk, 26, 96
At, 110
AT, 220
Atâ, 44
Ateistler, 136
Ateizm, 252
Ati, 8
Atýf Hoca, 51
Avamý Nas, 101
Avamî telâkkî, 108
Avrupa, 16, 219
Avrupa Ortak Pazarý, 219
Avrupa ülkeleri, 260
Avukat, 78
Ayan, 78
Ayaný sabite, 254
Ayasofya, 226, 263
Azab, 318
Azami zühd ve takva, 159
Azýnlýk düþüncesi, 109
Azl, 287
Baðdat, 24, 306, 334, 335
Baðdat’ýn köpekleri, 118
Bakara suresi, 192
Balkan Harbi, 17
Bam teli, 92
Barýþýn temini, 107
Basýn, 244, 245
Bast, 79
Bastý zaman, 302
Baþarýsýzlýk, 72
Batý, 168, 207, 319, 326, 327
Batý kopyacýlýðý, 245
Batý Türkistan, 300
Batýlý, 168
Batýlýlar, 219
Bedduâ, 107, 325
Bedenî his, 150
Bedir, 5, 79
Bediüzzaman Hazretleri, 5, 6, 7, 11, 24, 25, 31, 38, 53, 60, 62, 77, 89, 90, 98, 99, 106, 109, 115, 132, 148,
149, 159, 179, 185, 186, 193, 205, 206, 207, 208, 209, 210, 212, 213, 222, 256, 281, 282, 313, 322, 326
Belâ, 101
Belâ ve musibet, 76, 85
Belâgat, 212
Beni Ýsrail, 7
Bereket, 89, 90, 96, 98
Bergson’un ruhçuluðu, 168
Berzah, 254
Berzah âlemi, 328
Besmele, 292, 293
Bey, 223
Beydâilard, 267
Beytullah, 299
Biat, 85
Biat çizgisini muhafaza, 161
Bid’at, 84, 108
Bilgisayar, 63
Birinci Cihan Harbi, 17
Birlik, 170
Biþri Hafî, 24
Bitkiler, 94
Bitlis, 206
Bizans, 4, 113
Bizanslýlar, 264
BosnaHersek, 132
Boþluk, 142, 153
Boþluk ve zaaf, 145
Boza, 80
Böbrek, 69
Budin, 283
Buharî, 31, 239, 292
Burs, 65
Bursa, 79
Buud, 100
Bürhan, 269
Büyü, 291
Büyük günah, 80, 333
Büyük ruhlar, 112
Büyüklük, 70
Cafer b. Halid, 4
Cahil, 110
Cahiliye, 241
Câmid, 164
Câmiü’lEzher, 309
Can pazarý, 82
Cebeli Tarýk, 300
Cebrail, 197
Cedel, 103, 104
Cefa, 93
Cehennem, 47, 105
Cehennemlikler, 254
Celâlî tecelliler, 63
Cemaat, 81, 98, 133, 170, 173, 174, 210
Cemaat büyükleri, 171
Cemaat olma, 171
Cemaat zamaný, 133
Cemaatin þahsý manevîsi, 172
Cemaatleþme, 170
Cemal Paþa, 303
Cemel vak’asý, 73
Cemil Meriç, 206, 306
Cemmi gafir, 65
Cenâbý Hakk’la irtibat, 165, 166
Cennet, 47, 48, 49, 84
Cennet ehli, 105
Cennetlikler, 254
Cesed ve Ruh, 65
Cevþen, 68, 186
Cezbe, 100
Cibril, 9
Ciddiyet, 71
Cifr, 186
Cimriler, 77
Cinler, 43
Cinnet, 330
Cûdi daðý, 12
Cum’a suresi, 184
Cumhuriyet hükûmeti, 206
Cünüplük, 282
Çanakkale, 51
Çandarlý, 264
Çile çizgisi, 115
Çilehane, 217
Çocuk sevgisi, 313
Daðlar, 111
Dahiler, 301
Dalâlet, 84
Darü’lhikmet, 232
Darü'lkudret, 232
Darwin, 326
Dava, 60, 74, 87
Dava adamý, 81, 87 106, 144, 145,
Da’va adamýnýn ruh portresi, 107
Da’va arkadaþlýðý, 73
Da’va eri, 102
Da’vaya vefa, 111
Davud (as), 46, 198, 329, 221, 222, 240
Deccal, 189, 264
Deccaliyet, 252
Deðiþme, 217
Deha, 235
Dejenere, 11
Deli, 88
Demagoji, 152
Demagoji üstadý, 152
Demirperde Ülkeleri, 209
Dengeli bir hizmet eri, 119
Deniz Gezmiþ, 236
Derman, 93
Dert, 85, 93, 103, þ23
Despota, 113
Devir, 293
Devlet sýrrý, 221
Devleti ebedmüddet, 113
Devri daim, 79
Diðergâmlýk, 64, 65
Dýhyetü’lKelbî, 252
Dýrar Mescidi, 183
Dikkatli davranmak, 75, 76
Dikkatsizlik, 139
Dinin rûhu, 67
Dinî sistemler, 168
Disiplin, 240
Divaný Harp, 107
Diyalektik, 59
Diyalog, 87
Doðruluk, 315
Doðum kontrolü, 287
93 Harbi, 17
Dolmabahçe Sarayý, 227
Domuz Yaðý, 277
Dost, 90, 111
Duâ, 70, 76, 78, 79, 81, 86, 89, 90, 92, 277, 317, 323, 325, 331
Duygular, 69
Düdüklü tencere, 64
Dünya iþleri, 258
Dünya zevki, 106, 189
Dünyaahiret dengesi, 166
Dünyevî bir ikbal, 90
Düyûnu umûmiye, 17, 227
Ebced, 186
Ebdallar, 79
Ebedî mucize, 196
Ebedî ölüm, 136
Ebedî saadet, 84
Ebrar, 179, 331
Ebû Bekir (ra), 51, 65, 71, 103, 121, 155, 179, 193, 194, 254, 283, 288, 301, 308, 322, 325
Ebû Cehil, 128, 267
Ebu Hanife, 9
Ebû Hureyre (ra), 127, 306
Ebû Nuaym, 32
Ebu Süfyan, 220
Ebu Talip Mekkî, 182
Ebû Ubeyde, 59
Ebu Zerr, 5, 161
Ebu’sSuud, 303
Edebiyat, 319
Efendi, 223
Efendimiz (sav ), 59, 61, 70, 71, 72, 77, 78, 79, 84, 85, 92, 171, 173, 175, 179, 181, 183, 184, 194, 197, 297,
306, 315, 317, 320, 329
Eflâtun, 13
Efraz, 67
Ehli dünya, 87
Ehli Beyt, 186, 272
Ehli Ýmân, 78
Ehli kitap, 181
Ehli küfür, 97
Ehli Sünnet, 69, 186, 227
Ehli tercih, 226, 288
Ehlullah, 65, 72, 128
Ehram, 103, 307
Ehveni Þer, 10
Einstein, 217, 270
Elmalýlý Hamdi Yazýr, 302, 303, 305
Emevi, 304
Emevî devleti, 300
Emirdað, 322
Emniyet, 83
Emperyalist, 3
Emri bi’lma’rûf, 124, 125
Emri þerî, 192
Emri tekvinî, 192
En saðlam sýðýnak, 122
Enaniyet, 74, 106
Enbiyâ, 40, 71, 92
Enderun aðasý, 112
Enver Paþa, 303
Ervahý habise, 102
Erzurum, 109
Esbab, 317
Esbabý adiye, 246
Esbabý nüzul, 184, 195
Esid Ýbn Attab, 264
Esmai Ýlâhî, 22, 39
Esrarý Hodi, 30
Esved bin Yezid enNehâî, 9
Eþek, 92
Eþrar, 323
Evladlýk, 281
Evlenme, 83, 91, 118
Evlenmeyenler, 8
Evliya, 40, 221
Evliyaullah, 182, 319
Evrâd, 68
Evrad u ezkâr, 86, 115, 173
Evsafý Ýseviye, 222
Evsafý Muhammediye, 222
Evvâh, 76
Ezan, 85
Fahreddin Razi, 302
Fakirlik, 189
Farabî, 9, 35
Farslar, 17, 18
Farzý ayn, 67
Farzlar ötesi farz, 66
Fasid daire, 66
Faþist sistemler, 190
Fatih ruh, 7, 80, 66 112, 226, 264, 297
Fatiha Sûresi, 68, 80
Fatihlik, 112
Fazilet, 73
Faziletfüruþluk, 138
Fedakârlýk, 65, 101, 106
Felekler, 93
Felsefe, 207, 323
Feraset, 180
Feraset ehli, 169
Ferd, 222
Ferdiyet, 222
Ferdî amel, 170, 174
Ferdî ibadet, 172
Ferec, 76
Feridüddin, 182
Fetih, 101
Fetih sûresi, 101
Fetret Devri, 60, 61
Fetva, 282
Feyiz, 70, 100
Feyzi Akdes, 46
Fiilî dua, 91
Fýkhu’lEkber, 305
Fikir birliði, 170
Filibeli, 305
Filistin, 7, 12
Filo, 12
Firaset, 40
Firavun, 181, 302
Firdevs cenneti, 261
Fitne, 283
Fýtrat, 108, 256
Fýtratýn gayesi, 153
Folklor, 21
Folklor müslümanlýðý, 67
Fransa, 12
Fransýzlar, 5
Fudayl b. Ýyaz, 299
Fülk, 12
Füsus, 240
Fütûhat, 101
Gaffar, 22
Gafil nefs, 104
Gaflet, 63, 109, 158, 159
Gaflet perdesi, 85
Gafur, 23
Ganimet, 278
Gavs, 37
Gavsý Azam, 45
Gavsiyet, 38, 172
Gaybe iman, 261
Gaye, 71, 74
Gaye ve vesile, 126
Gayei hayat, 91
Gayret, 97, 98
Gayretullah, 108
Gayûr, 44
Gazab saikalarý, 141
Gazabý Ýlâhiye, 198
Gazete, 68
Geçmiþ ümmetler, 261
Geçmiþin muhasebesi, 143
Gemi, 76
Gençler, 325
Gençlik, 72, 316
Gerçek dava adamý, 121
Gerilim, 86
Gibb, 242
Gýpta, 69
Gýybet etme, 77, 89, 98, 99, 106, 129, 130, 138, 277, 318, 333,
Gönül, 92, 320
Gönül insaný, 82
Gönül ve his dünyasý, 85
Gözyaþý, 94, 111
Gözyaþlarý, 84
Gurubu þems, 182
Gurup, 182
Gurur, 72, 82, 101, 322,
Gülistan, 227
Günah, 63, 78, 91, 94, 99, 104, 313, 325, 334
Günaha keffaret olacak namaz, 163
Günahýn ýzdýrabý, 163
Günahlara keffaret, 162
Güneþ, 70
Günümüz insaný, 136
H. Cisri, 303
Haberalma teþkilâtý, 113
Habeþ, 103
Habeþistan, 300
Hac, 154, 291, 334
Haccacý Zâlim, 267, 299, 298
Hacý Bayram Veli Hazretleri, 80
Haçlý zihniyeti, 117, 219
Haddinden fazla alâka, 108
Hafýz Ali, 314
Hak, 77, 78, 83
Hakikat, 212
Hakikatý Ahmediye, 128
Hakîm , 208
Hakk’ýn hatýrý, 68
Hakkýna tecavüz, 93
Haklarýný helâl etme, 98
Halhatýr sormak, 225
Haliç, 112
Halid b. Velid, 33, 127, 301
Halim, 264
Halim Baba, 119
Halîl, 105
Halkadan Parýltýlar, 182
Halkýn iltifatlarý, 153
Halkýn teveccühü, 153
Hallacý Mansur, 29, 301
Hamal, 70
Haman, 302
Hammer, 7
Hanbeliler, 283
Hanefî, 292
Hanzala b. Âmir, 282
Hapishane hayatý, 218
Haram, 104
Haram olan þeyler, 146
Haremi Þerif, 183
Haremeyni Þerifeyn, 221
Harp, 328
Harun Reþid, 7, 299, 334
Hasan Basri, 32, 300
Hasan Can, 113
Hasan elBenna, 306
Hasan Feyzi, 314
Hasan Sabbah, 35
Hasbîlik, 65
Hased, 69, 70
Hasenat, 179
Hasf, 267
Hasým Cephe, 113
Haþir, 48, 315
Hata, 73, 81, 101
Hâtemü’lEnbiya, 27
Hatemü’lEvliya, 27
Hatýra, 92, 109
Hattý muvâsala, 108
Havarî, 81, 105
Havf, 72
Havkale, 233
Hayat, 62
Hayber, 14, 280
Hayýrda yarýþ, 267
Hediye, 134, 135, 285
Helâk olma, 86
Helâlleþme, 77
Helezonik, 26
Hendek, 10, 79
Heraklius, 220
Hesap, 77, 80
Hesaplaþma, 143
Hýcr bölgesi, 218
Hýlyetü’lEvliyâ, 32
Hýzýr, 111
Hýzýr çeþmesi, 111, 187
Hicap, 272
Hicret, 234
Hidayet, 95, 97, 102
Hilafet, 10, 226, 265, 329
Hilekâr dostlar, 159
Hilm, 61
Himmet ufku, 66
Hiroþima, 3
Hissiyât, 111
Hitabet, 181
Hitler, 110
Hizb, 68
Hizmet, 68, 72, 74, 78, 79, 83, 87, 89, 90, 96, 97, 99 101, 102, 106, 110, 111, 124, 138, 170, 187
Hizmet aþký, 90
Hizmet cephesi, 142
Hizmet insaný, 87
Hizmet prensipleri, 138
Hizmet þuuru, 71, 89
Hizmet üniteleri, 166
Hizmete ait sýrlarý fâþ etmenin hükmü, 123
Hizmette akýlmantýk ve his, 157
Hodgâm, 106
Hollywood, 327
Hristiyan, 15, 222
Hristiyanlar, 231, 259, 315
Hudeybiye, 101
Hulefai Raþidin, 14, 305
Hulûl ve Ýttihad, 21
Humudet, 142
Hutbe, 96, 184
Huzur, 25, 79
Hüdhüd, 198, 199
Hürriyet heykeli, 82
Hüsni zan, 81, 155, 283
Hüsnü kabul, 89
Hz. Âiþe (r. anha), 44, 73, 155, 179
Hz. Ali (ra), 35, 50, 51, 73, 186, 267, 283, 325
Hz. Bilâl (ra), 103, 288
Hz. Cabir, 287
Hz. Cibril, 252
Hz. Ebû Bekir’in imameti, 260
Hz. Ebû Hureyre (ra), 105
Hz. Enes (ra), 115
Hz. Fatýma, 266
Hz. Hamza (ra), 789
Hz. Harun, 181
Hz. Hýzýr (as), 222, 258
Hz. Huzeyfe, 115
Hz. Ýsa’nýn nüzûlü, 259,
Hz. Lût’un karýsý, 328
Hz. Mâriye, 14
Hz. Meryem, 193, 197
Hz. Muaviye, 162
Hz. Muhammed (sav), 60, 92, 95, 105, 179, 184, 191, 196, 325
Hz. Ömer (ra), 12, 31, 32, 59, 60, 63, 65, 71, 72, 73, 121, 155, 156, 161, 167, 179, 218, 254, 259, 264, 267,
283, 288, 300, 322, 325
Hz. Safiye, 14
Hz. Selman (ra), 121
Hz. Suheyb, 256
Hz. Þuayb, 46, 180, 181
Hz. Talha, 73
Hz. Zekeriya, 190, 240
Hz. Zeyneb (r. anha), 155
Hz. Zübeyr, 73
Isparta, 90, 206
Izdýrap, 84, 85, 94
Ýbadet, 68, 173
Ýbadet ü taat, 95
Ýbaha, 280
Ýbn Abbas, 31, 298
Ýbn Sebe, 14
Ýbn Teymiye,4, 14, 43
Ýbni Cerir etTaberî, 302
Ýbni Erkam, 5
Ýbni Esir, 302
Ýbni Hacer, 302
Ýbni Hadid, 186
Ýbni Kesir, 303
Ýbni Sina, 9
Ýbrahim (as), 5, 76, 81, 190
Ýbrahim Ethem, 313
Ýbrahim Nehaî, 9
Ýbret almak, 81
Ýcazý bilhazf, 262
Ýcmalî imân, 48
Ýç fethi, 174, 175
Ýç muhasebe, 156
Ýç murakebe, 142
Ýçtihad, 285, 286
Ýçtimâiyatçýlar, 115
Ýçtimaî salâh, 130
Ýddialý olmama, 133
Ýdeal, 50
Ýffet, 75
Ýfk (Ýftira) hadisesi, 77, 155
Ýfrid, 102
Ýftira, 277
Ýhlâs, 55, 62, 68, 74, 90, 91, 101, 102, 212
Ýhsan, 36
Ýhsan þuuru, 37
Ýhtiyar zinakâr, 255
Ýhya, 182
Ýhyâ hareketi, 109
Ýkaz tokatlarý, 125
Ýki Batý, 182
Ýki Doðu, 182
Ýkinci Dünya Savaþý, 110
Ýkinci Murad, 14, 80, 290, 297
Ýkindi, 290
Ýkindi güneþi, 256
Ýknâ, 110
Ýktifa etmemek, 66
Ýktiran, 316
Ýlâhî ahlâk, 137
Ýlâhî sevk, 164
Ýlahî tecelli, 185
Îlayý kelimetullah, 138, 272
Ýlham, 147, 150
Ýlham ve çevre, 148
Ýlhama açýk ruhlar, 147
Ýlim, 59, 67, 97, 110, 320,
Ýlim tahsil etme, 61
Ýllet, 316
Ýlmihal bilgisi, 97
Ýlmin vazifesi, 153
Ýltica, 167
Ýlyas (as), 38
Ýmam, 92
Ýmam Gazalî, 72, 148, 149, 182, 186, 326,
Ýmam Rabbanî, 29, 34, 38, 100, 148, 182, 278, 306
Ýmam Þa’ranî, 22, 138, 182
Ýmam Zeyd, 303, 304
Ýmamý Azam, 293, 299, 303, 304, 306, 321
Ýmamý Nevevî, 9
Ýmamý Þafiî, 279, 292
Ýmamý Þazelî , 186
Ýmâmet, 10
Ýman, 98, 106, 107
Ýman ve Kur’ân hakikatleri, 85
Ýman ve Kur’ân hizmeti, 144
Ýmrü’lKays, 217, 319
Ýmtihan, 128, 190
Ýncil, 15, 225
Ýngiliz Kraliyet Sarayý, 227
Ýngilizler, 5, 51
Ýngiltere, 197
Ýnhiraf, 146
Ýnkiþaf, 70, 74, 77, 87
Ýnsaný kâmil, 92, 137
Ýnsaný günaha çekebilecek duygular, 149
Ýnsanýn tabiatý, 149
Ýnsanî tavýr, 137
Ýnsibað, 173
Ýnsiyak, 164
Ýnþirah, 251
Ýnþirahý sadr, 261
Ýntikam, 82
Ýnziva, 84
Ýrade, 49, 100, 164, 191
Ýrade gücü, 217
Ýrade zaafý, 102
Ýran, 4, 10, 17, 18
Ýranlýlar, 233
Ýrþad, 94, 95, 96, 98, 102, 329
Ýrtibat, 165
Ýrtidat, 105
Ýrtidattan korunma yollarý, 121
Ýsa (as), 35, 105, 179, 222, 231, 240, 252, 315
Ýsaf, 160
Ýsevîyet, 252
Ýskilipli Atýf Hoca, 50
Ýslâm, 190, 191
Ýslâm’ý anlatmak, 67
Ýslâm’ýn i’lasý, 91
Ýslâmiyet, 190, 191
Ýslâmî Cemaat, 174
Ýslâmî hakikatler, 75
Ýslâmî hizmet, 108
Ýslâmî potansiyel, 94
Ýsmi A’zam, 222
Ýsmet, 71, 269
Ýsrail, 197
Ýsrailoðullarý, 194
Ýstanbul, 90, 206, 297
Ýstanbul surlarý, 79
Ýstanbul’un fethi, 226, 264
Ýstavroz, 113
Ýstiare, 80
Ýstidat, 52
Ýstidat ve kabiliyet, 170
Ýstidraç, 72
Ýstikrar, 111
Ýstiþare, 71, 89, 142
Ýstitaat, 192
Ýþtiraký a’mal, 169, 170
Ýtaat, 71
Ýttifak, 220
Ýttihad ve Terakki, 17, 298
ÝzmirManisa yolu, 106
Ýzzet, 101, 322
Japon, 16
Kaba kuvvet, 110
Kâbe, 218, 263, 267, 314
Kâbe Baskýný, 267
Kabiliyet, 87
Kabir, 48
Kabz u bast, 162
Kadavra, 289
Kader, 44, 46, 50
Kaderi tenkid, 143
Kadý Beydavî, 194, 303, 324
Kadý Karakuþ, 225
Kadir, 232
Kadir gecesi, 163
Kâfir, 207
Kahkaha, 285
Kahr, 93
Kahtý rical, 243
Kalb, 64, 65, 75, 82, 161
Kalp ve ruh insaný, 100
Kamil mâ’nâda namaz, 158
Kamil Miras, 305
Kant, 22
Kanunî, 7, 14, 16, 113, 221
Kapitalist, 190
Karabað, 132
Karâbet, 266
Karakuþî, 225
Kardeþ, 73, 77, 78, 81
Karýnca, 200
Karl Marks, 14
Karun, 266, 267, 302
Kavga, 89, 95
Kavlî dua, 91
Kaybetme noktalarý, 128
Kayýp kuþak, 154
Kayser, 260
Kayyim, 331
Kaza, 44, 46
Keffaret, 163
Kehf suresi, 189
Kelam ilmi, 192
Kelepir sevdasý, 83
Kelimei tevhid, 65
Kemale erme istidadý, 168
Kemmiyet, 218
Kemmî büyüme, 74
Kendimizi kontrol, 143
Kendimizi tenkid, 143
Keramet, 21, 25
Kerbelâ, 44, 325
Kesb, 65, 82
Keþkeler, 119
Kevser suresi, 99
Keyfiyet , 218
Kibir, 72, 82, 106
Kibirli fakir, 255
Kýble, 314
Kýdem, 74
Kýnama, 91
Kýraat, 92
Kýþ, 321
Kin, 78
Kisra, 260
Kitap, 83, 335
Kitabý Mübîn, 189
Kitap okuma, 77, 82
Kitle ruh haleti, 95
Kýyâmet, 66, 125, 188
Kýzýl i’câz, 11
Kobralara merhamet, 93
Kollektif þuur, 171
Komünist, 94
Komünist sistem, 190
Komünistler, 219, 330
Komünizm, 111
Komünizm, 229
Komünizma, 168
Konfüçyüs, 308
Konsantre, 78, 320
Konstantin231
Konya, 69
Kosturma, 25
Kölelik Müessesesi, 224
Köpek, 92
Kötü akýbet, 169
Kötülüðe meyil, 169
Kudsî da’vâ, 111
Kudsî hadis, 76
Kudsî manâ, 75
Kudsî mekanlar, 263
Kudüs, 7
Kul hakký, 83, 277, 280
Kulluk þuuru, 72, 123
Kulluk, 63, 64, 137, 141,
Kur’ân, 60, 68, 164, 181, 183, 185, 186, 187, 188, 190, 191, 195, 196, 197, 198, 199, 200
Kur’ân kültürü, 237
Kur’ân’daki kýssalar, 188
Kurbiyet, 158, 172, 265
Kureyþ, 65
Kurtarmak, 88
Kurtulmak, 88
Kusur, 64, 81
Kuþeyri Risalesi, 27
Kutbiyet, 37, 38, 172
KûtulKulûb, 182
Kutup, 37
Kuvvei maneviye, 96
Kuvvet dengesi, 132
Kuzey Afrika, 300
Küfrü mutlak, 98
Küfre meyil, 136
Küfür isnadý, 91
Küllî þuur, 164
Kültür, 317
Kürsî, 45
Kürsü, 78
Kürtçe, 206
Küskünlük, 74
Küsüp gitme, 89
Lânet, 103
Lat, 160
Lâtife, 74
Latifelerinin dirilmesi, 95
Lâubalilik, 72
Liberal iktisadi anlayýþ, 190
Liberalist, 190
Lider, 63
Lokomotif, 50
Lordlar Kamarasý, 221
Lût (as), 197, 328
Lût kavmi, 197
Lüfuf, 93
M. Abduh, 110
M. Akif, 303
M. Ali Ayni, 305
Mâ’nâ eri, 111
Maarif hayatýmýz, 165
Maarri, 306
Maddecilik, 168
Maddenin faresi, 87
Maddîmanevî füyûzât hislerinden Fedakârlýk, 180
Mafya, 302
Mahcûbiyet, 328
Mahkeme fýkrasý, 225
Mahmud Akkad, 301
Mahremiyet, 281
Mahþer, 191
Mahþerî, 66
Maiz, 33
Makam, 88, 133, 134
Makamý Hýzýr, 222
Makamý Hýzýriyet, 25
Makammansýb sevdâsý, 118
Makammansýb zaafý, 97
Makûl fikir, 89
Malatya, 69
Maneviyat, 88, 99
Manevî hayatýmýza ait tecrübelerimiz, 157
Manevî þirket, 174
Manevî terakki, 90
Marifeti Ýlâhî, 126
Marksizm, 168
Mâsivâ, 82
Materyalizm, 168
Maveraünnehir, 300
Maymun, 92
Mâzî, 8, 110
Mecmuatü’lAhzab, 132
Medain, 70
Medine, 4, 14, 31
Medrese, 11
Mehdi, 38, 252
Mehdiyet, 210, 259
Mehmed Feyzi Efendi, 67
Mehmed Zihni, 305
Mekir, 73
Mekke, 5, 31, 160, 235, 292, 306
Mekke dönemi, 160
Mektûbat, 182
Melek, 69
Melekler, 76, 314
Melekût alemi, 258
Melik, 81
Melikþah, 7
Memerr, 86, 89
Menâr, 309
Menat, 160
Mertlik, 81
Mescidi Aksâ, 183, 263
Mescidi Haram, 263
Mescidi Kûba, 183
Mescidi Nebevî, 183, 263
Mesih (as), 8, 38, 97, 194, 197, 222, 315, 329
Mesihiyet, 210, 222, 329
Mesnûn, 68
Mesuliyet, 142
Meþiet, 281
Meþieti Ýlâhî, 75
Meþreb ayrýlýklarý, 127
Meþveret, 89
Metalib ve Mezahib, 305
Mevlâna, 24
Mevlânâ Muhammed Ýkbal, 30
Mevlidi Nebevî, 268
Mevzûatü’lUlûm, 186
Mezar, 282
Millet, 64, 65
Mirac, 92, 154, 272
Mirad, 103
Misalî levhalar, 254
Mýsýr, 243
Mýsýr Firavunu, 103
Modernistler, 227
Molla Cami, 182
Molla Gürani, 112, 297
Molla Hüsrev, 297
Motor, 63
Muallim, 71
Muallim Nacî, 11
Mucize, 195
Mucizeler, 207
Muhabbeti Ýlâhî, 126
Muhammed, 306
Muhammed Abduh, 309
Muhammedî makam, 38
Muhammedî ruh, 137, 252
Muhammedî terbiye, 63
Muhasebe, 32, 72, 132, 133, 142, 146
Muhasibî, 34
Muhbiri sâdýk, 92
Muhlisler, 156
Muhyiddin Ýbn Arabî, 24, 27, 29, 100, 224, 302, 334, 335
Mukarrabîn, 49, 179, 190, 331
Mukavele, 74
Murabýt, 83
Murâkabe, 31, 32, 111
Musa (as), 11, 45, 46, 105, 179, 180, 181, 188, 194, 227, 228, 258, 261, 325
Musibet, 101, 120
Musiki, 282
Mustafa, 325
Mustafa Sabri Efendi, 110, 213, 305
Musul, 12
Mutasyon, 109
Mute, 4
Mutlak irade, 164
Muvaffak olmak, 95
Muvâzene unsuru, 107
Mü’minlik alâmeti, 94
Mübalaða, 315
Mübarek geceler, 322
Mücahid, 78 97
Mücazat, 71
Müceddit, 149, 221, 239
Mücedditlerin hikmeti vücudu, 116
Müctehid, 226, 332
Müezzin, 288
Mükâfat, 71
Mülhemûn, 226
Münafýk, 154
Münafýkýn demagojisi, 59
Münafýklar, 207
Münferid hareketler, 71
Münîb, 76
Münker ve nekir, 268
Mürþid, 60
Müsademe, 74
Müsamaha, 33
Müseylime, 105, 291
Müslim, 239
Müsteþrikler, 59
Nafile ibadet, 80
Nafile namaz, 86
Nagazaki, 3
Nahid Dinçer, 246
Nahl, 199
Naile, 160
Nakilciler, 226
Nakilcilik, 226
Namaz, 61, 65, 66, 68, 71, 85, 86, 90, 92, 96, 100, 137, 154, 158, 159, 162, 163
Namazý dert edinmek, 99
Namýk Kemal, 305
Nasihat, 88
NATO, 219
Nazarî Ýlim, 261
Nazi, 15
Nazým Hikmet, 113, 147
Nebevî sýbga (boya), 105
Nebî, 24, 102, 269
Nebîler, 169
Nebîlik firaseti, 140, 180
Necip Fazýl Kýsakürek, 7, 33, 182, 173, 211, 237, 306
Nedamet hissi, 162
Nefahatü’lÜns, 182
Nefer, 125
Nefis muhasebesi, 141
Nefis müdafaasý, 104
Nefs, 64, 78, 95, 106
Nefsi müdafaa, 103
Nehcu’lBelaða, 186
Nehyi ani’lmünker, 124
Neml sûresi, 198, 199
Newton, 217
Nifak, 94, 145
Nifak alâmeti, 94, 111
Nifak korkusu, 156
Nifaktan korunma, 145
Niyazîi Mýsrî, 308
Nizamü’lMülk, 11
Nuh (as), 12, 45
Nur, 98
Nusayrî, 17
Nübüvvet, 198, 308
Okumamak ve düþünmemek, 76
Olivera, 113
Ondokuzuncu Mektub, 207
Orhan Gazi, 14
Orhan Veli, 147
Orijinalite, 85
Orta Asya, 132, 243
Orta ümmet, 191
Ortak çizgi, 170
Oruç, 130
Osman (ra), 50, 51, 73, 283
Osman Bektaþ Hocaefendi, 322
Osman Gazi, 79
Osmanlý, 3, 6, 8, 16, 17, 217
Osmanlý Devleti Âliyesi, 5, 334
Osmanlý haberalma servisi, 113
Osmanlý Hanedaný, 298
Osmanlý padiþahlarý, 80, 81
Osmanlýlar, 221
Otopsi, 290
Öfke, 63, 149
Öðle, 68
Öðrenme, 88
Öðretmen, 88
Ölüm, 62
Ömer b. Abdülaziz, 181, 300, 301
Ömer Nasuhî Bilmen, 114, 302
Örtülü ödenek, 279
Öþür, 279
Özbekistan, 228
Pakistan, 10
Pakt, 219
Pepelik, 181
Peygamber Efendimiz (sav), 201
Peygamber Müezzini, 103
Peygamberler, 95, 169
Peygamberlik, 84
Pinhan, 78
Politikacý, 94
Pozitif ilim, 116
Proleterya, 190
Psikolojik tefsir, 195
Putlarý reddediþ, 160
Rab’le irtibat, 152
Rabbu’lmeðarib, 182
Rabbu’lmeþarik, 182
Radyo, 68
Rahat, 117
Rahîm, 208
Ramazan, 163
Raþid halifeler, 59
Ravzaý Mutahhara, 183
Reaksiyon, 89
Realite, 50
Recâ, 72
Receb, 322
Recm, 15
erReddiyyetü ale’lMezhebi Saidi’lKürdiyyeti, 213
Regaib gecesi, 322
Resûlullah, 78
Reþit Rýza, 309
Reyyan Kapýsý , 220
Rýza, 74
Rýza Tevfik, 303
Rýzai Ýlâhî, 90, 126
Risalei Nur, 23, 31, 107, 205, 208, 210, 211
Risaleler, 206
Riya, 70, 72
Roma, 128, 196, 231
Romanti, 242
Rönesans, 16
Rubûbiyet, 27
Ruh, 65, 69, 82, 83, 87, 99, 324
Ruh haleti, 7, 79
Ruh ve kalbin hayat seviyesi, 126
Ruhanî, 21
Rûhî ilhamlar, 108
Ruhu geliþtirmek, 100
Rûm sûresi, 233
Rumeli Hisarý, 112
Rumlar, 233
Ruslar, 209
Rusya, 25, 110, 207, 233, 260
Rükû, 92
Rüya, 101, 319, 324, 327
Rüyalar, 323
Saadet asrý, 241
Saadeti ebediyye, 80
Sabýr, 53, 61, 95, 175
Sabir, 213
Sadaka, 44
Sadakat, 52, 102, 106, 179, 180, 308
Sâdýk arkadaþlar, 106
Saf müslüman, 136
SafaMerve, 160
Sað ashabý, 191
Saðcýlýk, 190, 191
Sahabe, 70, 154, 173
Sahabe devri, 108
Sahabe mektebi, 103
Sahabei kiram, 131, 251, 292
Sahibi Hut, 45
Said Ýbn Cübeyr, 298, 299
Said (Nursi), 107
Salâ, 278
Salâh, 81
Salat u selâm, 68, 75, 262, 278
Salih amel, 66
Salih daire, 66, 120
Saltanat, 329
Samimi, 55
Samimiyet, 52, 62, 101, 102
Samirî, 105, 302
San’at, 151, 318
Sarý Selim, 14
Sasani, 59, 128, 233
Savcý, 78
Sebat, 79, 95, 179, 180
Sebe melikesi Belkýs, 198, 199
Sebeplere tam riayet, 94
Secde, 92, 317
Seddi Zerayi, 221
Sefer, 265
Sekine, 253
Sekir, 80
Selâmlaþma, 67
Selef, 8
Selefi salihin, 147, 325 332
Selim kalp, 64, 77
Selimiye, 151
Selimiye Kütüphanesi, 224
Selmaný Farisî, 70, 302
Semud kavmi, 102
Sevr maðarasý, 194
Seyr fillah, 28, 29
Seyr ilâllah, 28
Seyr minallah, 28
Seyri sülûk, 129
Seyyiat, 179
Seyyid Kutub, 13, 195, 303
Shakesspeare, 196
Sýddýki Ekber, 179, 308
Sýfýr olmak, 88
Sýfýr, 89
Sýhhat, 316
Sýrat, 48
Sibak, 185
Sifah, 265
Sihir, 11, 291
Sihirbaz, 6
Sitem, 111
Siyak , 185
Siyasî yapýlanma, 94
Siyer kitaplar, 84
Sloganvarî sözler, 109
Sofi, 96
Sohbet, 69, 173, 320
Sokrat, 308
Sokullu Mehmed Paþa, 13
Sol ashabý, 191
Solculuk, 190, 191
Sosyalist, 228
Sosyalizm, 228
Sovyetler Birliði, 209, 228
Statü, 96
Su, 79
Sui istimal, 94
Sûi zan, 81, 100, 283, 292, 324
Suheyl Ýbn Amr, 264
Sulh, 328
Sultan IV. Murad, 9, 335
Sultan Reþad, 206
Sultanahmed, 263
Suriye, 10
Süfyaný Sevrî, 299
Sükût, 96
Süleyman (as), 198, 199, 200, 222, 269, 329
Süleymaniye, 263
Süllem, 11
Sünnet, 68, 108, 207
Sünneti gayri müekkede, 290
Sünneti sahiha, 186
Sünnî, 17, 18
Sünnî kaynaklar, 186
Sünuhat, 205
Þafiî mehzebi, 291
Þafiîler, 292
Þah Ýsmail, 113
Þah Veliyullah, 148
Þahýslarý istihdam etme, 139
Þahsý manevî, 63, 101, 132, 171, 172, 210
Þahsý manevîye intisab, 172
Þahsî hayat, 87
Þair, 316
Þam, 252, 259, 334
Þark Üniversitesi, 206
Þartý adi, 271
Þartlandýrma, 99
Þecerei Numaniye, 224, 334
Þeddi rihal, 31, 37
Þef dönemi, 210
Þefaat, 171
Þefaat dairesi, 172
Þefkat tokatlarý, 167
Þehâdet, 70, 82, 271
Þehâdet talebi, 131
Þehevânî duygu, 150
Þehevî arzular, 75
Þehid, 105, 287
Þehidlik talebi, 130
Þemseddin Günaltay, 305
Þerare, 138
Þeriatý fýtriyye, 94, 125, 192
Þeriatý garrâ, 125
Þeriki Barî, 53
Þevk, 96
Þeyh Bedreddin, 113
Þeyhu’lHarranî, 38
Þeyhülislâm Hayrullah Efendi, 326
Þeytan, 69, 102, 152, 162 329
Þeytanî ruhlar, 131
Þia, 4
Þiî, 186
Þiir, 151, 316, 317
Þýmarmak, 140, 141
Þýra, 80
Þirk, 98
Þirki hafi, 166
Þöhret, 88
Þuara, 194
Þuayb (as), 132
Þuruk , 182
Þuur, 74, 75, 97, 110, 142
Þuur adesesi, 82
Þüpheli þeyler, 147
Ta’yir, 91
Tabakâtü’lKübra, 182
Tabakâtü’lMüfessir, 114
Tabiat Risalesi, 23
Tabiî seyr, 109
Tabiîni izâm, 292
Tabu, 88
Tabut, 74
Tafsilî imân, 48
Tahdisi nimet, 84
Tahirü’lMevlevî, 51
Tahyîr, 116
Takva, 99, 320
Talâký selâse, 65
Talat Paþa, 303
Tanzimat nesli, 234
Tarih, 64
Tarih felsefesi, 196
Tarikat, 212
Tarikatlar, 212
Tasannû, 70
Tasavvuf, 129
Taþköpürülüzade, 186
Tavaf, 292
Tavýr almamak, 99
Tavsiye, 91
Tavuk, 92
Tazarru, 80
Te’sir, 89
Tebareke, 324
Teblið, 35, 62, 67, 94, 96, 98, 102, 329
Teblið hizmeti, 95
Tecelli, 35
Tecessüs, 99
Tedavî, 93
Tedbir, 76
Tedbirsizlik, 76
Tedmir, 191
Teennî, 108
Tefsir, 78, 189
Tehannüs, 5
Teheccüd, 103, 290
Tekfur, 79
Teknik, 219, 223
Teknoloji, 223
Tekye, 212
Tekye ve zaviye, 103
Telhin, 256
Temessül, 252
Temkin, 92
Temkin insaný, 116
Temsil, 75, 114
Tenafüs, 87
Tenasübi illiyet, 232
Tenkid, 89
Teokratik düzen, 223
Terbiye, 92
Tesbih, 68, 282
Teþebbüh, 251
Tevârüs, 109
Tevazu, 32, 33, 240
Tevbe, 149, 150, 163
Tevbe suresi, 194
Teveccüh, 70, 75
Tevfik Fikret, 305
Tevfiki Ýlâhî, 99
Tevhid, 43, 86, 108, 109, 189
Tevhidi rubûbiyet, 43
Tevhidi ubûdiyet, 43
Tevhidi ulûhiyet, 43
Tevrat, 15, 258
Tevvâb, 23
Teyakkuz, 92
Tezkiretü’lEvliya, 182
Tirmizî, 239
Tokat, 142
Topkapý Sarayý, 12
Toroslar, 12
Tûli emel, 62
Türban, 321
Türbe, 282
Türk casusu, 113
Türk milleti, 219
Türkçe, 206
Türkistan, 243
Türkiye, 25, 77, 94, 110, 207, 209
TV, 68
Ubûdiyet, 27
Ubûdiyet mukavelesi, 114
Ucb, 106, 138
Uhud daðý, 105
Uhud, 4, 79
Uhud þehidleri, 263
Ukde, 77
Ulû’lazm peygamberi, 105
Ulubatlý Hasan, 112, 226
Ulûhiyet mukavelesi, 114
Ulumu felsefe, 207
Ulü’lemr, 229
Umranlar, 115
Usanmak, 102
Useyd b. Hudayr, 252
Uyku, 63, 85, 87
Uzza, 160
Übeyy b. Ka’b, 256
Üçüncü Murad, 14
Ülfet, 85, 99, 159
Ümit Haným, 306
Ümitsizlik, 96
Ümmeti Muhammed, 79, 94, 253, 261
Üniversite, 109
Ünsiyet, 99, 159
Üslûp, 160
Üsvei hasene, 78
Üzeyr (as), 35
Üzüntü, 85
Vaaz, 88
Vahdeti mevcud (monimizm), 35
Vahdetivücud (panteizm), 35
Vahidüddin, 297, 298
Vahþi, 301
Vahy, 320
Vaizlik, 88
Vak’anüvislik, 7
Vakar, 71, 254
Vakf, 65
Vâkýa suresi, 189
Van, 206
Varaka b. Nevfel, 60
Varid, 80
Varþova Paktý, 219
Vasiyet, 79
Vazife, 67, 76, 80, 89, 96
Veda namazý, 92
Vefâ, 121, 325
Vefasýz hayat arkadaþý, 82
Vehhabilik, 4
Vehn, 251
Velâyet, 25, 169, 172
Veli, 24, 102, 154, 327
Velid, 283
Velîlik, 75
Vicdan, 22, 23, 31, 65, 86
Vicdanî tecrübe, 63
Video, 68
Vird, 76
Volter, 5
Ya Keþþaf, 22
Yabancý kültür, 236
Yahudi, 4, 168
Yahudiler, 6, 7, 14, 15, 231
Yahya (as), 8
Yahya b. Main, 307
Yahya b. Saidü’lKattan, 307
Yahyâ Efendi, 308
Yahya Kemal, 8, 211
Yakîn, 91, 93
Yalan isnadý, 277
Yalancý melik, 255
Yanlýþ insan, 152
Yar, 93
Yasak meyve, 179
Yasin, 324
Yaþlýlýk, 72
Yatsý namazý, 68, 290
Yavuz Selim, 7, 113, 334
Yevmi þek, 45
Yemâme, 105
Yeni dünya, 234
Yeni Dünya Düzeni, 233
Yeniçeri, 7, 8
Yenilenme, 85
Yermuk, 10
Yezid, 283
Yýldýrým Bayezit, 14, 113
Yýldýz, 70
Yumurta, 95
Yunus (as), 76, 317
Yunus b. Metta, 45
Yunus Emre, 306, 320
Yusuf (as), 49, 81, 269
Yuþa b. Nun, 179
Zaaf, 142, 327
Zaðnos, 264
Zahidi Kevseri, 305
Zahiri þeriat, 258
Zaman, 245
Zekat memuru, 135
Zekat, 134
Zeliha, 49, 269
Zemahþerî, 303
Zevk almak, 95
Zevki Rûhanî, 25, 126
Zeyd b. Harise, 4
Zihniyet meselesi, 136
Zillet, 68
Zina, 291, 333
Zina isnadý, 91
Zuhur, 35
Zulüm, 93, 330
Zühd, 99, 320
Zü’lyedeyn hâdisesi, 71, 254