You are on page 1of 4

Etki paradigması, etki üzerine çalışmaları yoğunlaştırdı.

70'lerden itibaren eleştirel


paradigma diye adlandırılan esas olarak etki paradigmasının dışına çıkan ve daha çok
alımlama üzerine yani insanların medya metinlerini nasıl alımladığı bunları nasıl
kavradığı gibi daha çok izleyici odaklı çalışmalar dönemi başlıyor.
Bir kere neden eleştirel diyoruz, etki sadece ölçülebilir davranıştaki etkiler üzerinden
değil daha geniş biçimde etki yaratma ve toplumu meşrulaştırma veya ideolojik
meşruiyete karşı direnme kapasitelerinin olup olmadığına toplumun ve yaşadığımız
koşulların değiştirilebilir olup olmadığına dair bir çeşit muhafazakarlık veya gericilik
olarak tanımlanıyor. Dolayısıyla burada ideoloji meselesi ön plana çıkıyor.
Burada ideolojik etkiler ve bu mesajların ideolojik çerçevesinin, verilmiş içeriğin izleyiciler,
okurlar tarafından nasıl kavrandığına ve bunlara karşı bu metinlerdeki ideolojik
referanslara karşı bir direniş imkanının mümkün olup olmadığı üzerinde duran çalışmalar
yapılıyor. Dolayısıyla bunlara alımlama çalışmaları olarak da tanımlayabiliriz.
Bu alımlama - eleştirel çalışmalar içerisindeki en önemli akımlardan biri kültürel
çalışmalar dediğimiz ekoldür. Cultural studies. 3 temel kurucusu vardır.
P. Thompson, Raymond Williams ve R. Hoggart

R. Hoggart özellikle burada önemli. İngiltere’de bir işçi sınıfı vardır. Hem insanların o
kimliği oluşturduğu, o kimliği sahiplendiği çok ciddi mücadeleler verdiği bir örgüt. R.
Hoggart da böyle bir kesimden geliyor. Eğitimini tamamlayıp hoca oluyor.
Yaptığı çalışmalardan biri okur yazarlığın işlevleri adı altında egemen kültüre karşı işçiler
kendi kültürlerini muhafaza etmeye devam edebiliyorlar mı? Esasen basında ve
televizyonda temel mesajlar, bunlara karşı nasıl direnç gösteriyorlar?
Biraz kullanımlar ve uyumlar ekolünden etkileniyor.
Özellikle okurların bu mesajların etkisi altında nadiren kaldığını ve bunları genelde
reddetme potansiyeline sahip olduklarını söylüyor.
Kültürel çalışmalar etki ekolünün yönlerinden biri Frankfurt okulu gibi daha eleştirel
marksist çalışmalardan faydalanıyorlar. Esas olaran şudur Frankfurt Okulu gibi yüksek
kültür popüler kültür ayrımı yapmıyorlar. Yani Frankfurt okulu yüksek kültürün daha ilerici
daha muhalif yönlerini olduğunu savunuyor. Bunlar popüler kültürün kendisinin de
ciddiye alınabileceğini, popüler kültürde de direniş unsurların muhalif unsurların da var
olabileceğini popüler kültürün sadece egemen kesimlerin mesajlarını taşıyıcısı olduğuna
inanmıyorlar. Dolayısıyla sosyolojik çalışmalar yapmaya başlıyorlar. Kültürel çalışmaları
popüler kültür üzerine yoğunlaşan bir akım olarak görebiliriz.
Kültürel çalışmalar iki önemli kuramcıya dayanıyor. Bunlardan bir tanesi Marksist
İtalyan Kuramcı Gramsci, diğeri Loui Althusser.
Gramsci’nin önemli kavramı hegomonya. Egemenler, ücretli çalışan kesimleri baskı
altında tutmak için sadece gücü, zoru kullanmazlar. Aynı zamanda ideolojiyi de
kullanırlar. Halkın kendisinin yaşadığı koşulların doğal, meşru olduğuna inanmasını
sağlarlar. Dolayısıyla sistemin var oluşuna katılmazlar. Onu meşrulaştırmalarına yarayan
yolları bulurlar. Burada tabii ki en başta kitle iletişim araçları geliyor. Hegomonyanın tek
taraflı olmadığını, yukarıdakiler ne kadar dayatmaya çalışsalar da kültür alanın da bu
hegomonyanın bir mücadele alanı olduğunu, sadece birileri emrediyor ve ona göre bize
kültürü dayatıyor biz de mecburen kabul ediyoruz gibi bir şeyin sözkonusu olmadığını
söylüyor.
Althusser de benzer biçimde devletin sadece baskı aygıtları yoktur. (ordu, polis vs gibi)
Aynı zamanda devletin ideolojik araçları vardır diyor.
Bu diğer iki kurucu baba, kültürel çalışmalar alanının popüler kültürün kendisiyle kültürel
nüfusun kendisinin tamamen yukarıdan dayatılmış bir şey değil de esasen katıldığımız
veya dönüştürmeye çalıştığımız bir mücadele alanı olarak tanımlıyorlar.
Gramsci, diğeri Loui Althusser’in çalışmaları aslında 1950’lerde kültürel çalışmalar
alanı ortaya çıkmadan önce yapılmış çalışmalar. Bu yolu açan popüler kültür gündeminin
de kendisinin değerli incelenmeye değer olduğunu sadece safsatadan ibaret olmadığını
ama aynı zamanda bunların da bir mücadele alanı olduğunu belirtmesi açısından
önemli. Bu ikilinin kültürel çalışmalarla doğrudan ilgisi yok ama kültürel çalışmalar akımı
bunlardan esinlenmiştir.
KAÇAK AVCI: Popüler kültürün bir mücadele alanı olduğu ve yukarıdan dayatıldığı gibi
algılanmak zorunda olmadığı meselesinde alılmama çalışmalarının öncülerinden biri
olan M. Decertean önemli bir metafor kullanıyor. “Kaçak avcı” Bir metin oluşturan veya o
metni yaratanlar bir toprak sahibi gibidir size bir alan toprak orman sunarlar. O alana girip
çıkma ve o alanda yapabileceklerinizi sınırlarlar. Karşımıza bir metin geldiğinde
tanımlanmış bir şey konuyor ortaya. Fakat okuyucular aslında kaçak avcılardır diyor.
Yani gizli biçimlerle gidip oraya kaçak biçimde avlanmaya da çalışabilir. O kuralları
tanımadan veya kısmen tanıyarak ve o biçilen kuralların dışında davranarak o
metinlerden dolayısıyla o ormandan belirli sınırlar dahilinde istediklerini alabilirler. Size
verilen anlamı bire bir kabul etmek zorunda değilsiniz. Bir kısmını alabilirsiniz,
görmezden gelebilirsiniz başka metinlerle bağlantı kurarak oradaki anlamı siz
dönüştürebilirsiniz. Kaçak avcı metaforu 1980 sonrası kültürel çalışmalar açısından çok
ciddi bir ilham kaynağı oldu.
KODLAMA-KOD AÇIMLAMA MODELİ:
Stuart Hall’ın ortaya attığı modelde bir metin kodlanarak önümüze konur. Biz bunu
çeşitli biçimlerde kod açımlamaya uğratırız. Belli biçimlerde çözeriz, okuruz veya
yorumlarız. Karşımıza üç temel okuma biçimi çıkıyor. Kabul etmek müzakere edip
okuma yapmak ya da doğrudan muhaliflik. İlki verilmek istenen anlamı kabul eden bir
okumadır. Yani diyelim ki ekonominin krize girme tehlikesine karşı ekonomik çıkarlar
açısından üniversitedeki öğretim elemanlarının maaşlarına zam yapılmamasına dair
bunu gerekçelendiren bir metin karşımıza geldiğinde bunu herkesi ilgilendiren bir şey
dolayısıyla kemerimizi sıkarsak daha sonra yeniden rahat edebiliriz mantığıyla yeniden
kabullenebilirsiniz. Tamam ekonomi açısından ihtiyaç olabilir ama profların doçların daha
fazla para aldığı en azından bir milyar alan araştırma görevlileri de zam alsın diye
müzakere edebilirsiniz. Ya da şöyle dersiniz insanlara eğitim veriyor bir şekilde
geçinmemiz lazım onun için işimizi keyifle yapabilelim. Dolayısıyla bundan bir kısıtlama
yapılamaz gidin başka bir yerden kesin dersiniz. Bu da muhalif bir tutum olmuş olur.
Bunun yerini David Morley’in kodlama kod açımlama modeli alıyor ve ABD’deki bir
haber programı üzerinden 29 aile üzerinden evde yapılmış çalışmalarla doğrudan
gözlem üzerinden bu şeyi yeniden uygulamaya çalışıyor. Şunun farkına varıyor daha
çok sınıfsal aidiyet üzerinden bunu tanımlamaya çalışıyor. Ben zaten az maaşla
çalışıyorum çok daha fazla para kazananlar var neden onlardan değil benden para
kesiyorsunuz. Bu diyor ki böylesi okumalar olabilir müzakareli okumalar fakat burada
belirleyen illa sınıfsal aidiyet olmak zorunda değil. Yaş, cinsiyet belirleyici olabilir.
Yaşadığınız bölge belirleyici olabilir dolayısıyla farklı metinleri farklı algılayabileceğimize
dair önümüze yeni bir şema çıkarıyor. Bu esas olarak 70’lerde kültürel çalışmaların seyri
üzerinden.
Esas olarak İngiliz merkezli bir akım. Kurucu babalar dediğim üç isim, işçi sınıfı ve
sınıfsal aidiyet üzerinden meseleyi anlamaya sınıfsal ayrımın nasıl verilen metinlere
karşı direnişe vesile olduğunu anlamaya çalışıyorlar.
Kültürel çalışmalar çok gelişiyor. 80lerden sonra atlama oluyor. Bunlar başlangıç
çalışmaları. Özellikle ABD’ye gitmesiyle birlikte çünkü şöyle bir önemi var genç
akademisyenler veya üniversite öğrenciler iaçısnıdan çok geniş bir araştırma alanı
sunduğundan ve popüler kültür gibi bire bir yaşadığmıız bir şey olduğu için ilginç
gelebiliyor insanlara.
Disiplinler arası bir çalışma olduğu için her yandan çalışma yapılabilir. ABD’de bu çok
önemli iki şeye tekabül ediyor. ABD’de birçok bölüm adını değiştiriyor kültürel çalışmalar
adını alıyor. Bunun alt dalları gelişiyor, toplumsal cinsiyet çalışmaları, etnik çalışmalar,
eşcinsellik çalışmaları gibi ciddi bir alan oluşuyor. Özellikle batının az gelişmiş ülkelerle
kurduğu ilişki üzerine yapılan çalışmalar şeklinde. Bu bir oranda da ABD’deki gelişen
kimlik mücadeleleriyle örtüşüyor. Kadın hareketi etnik hareketler özellikle siyah hareketi
çevre hareketi üzerinden bu anlamdaki toplumsal hareketlerle alışveriş içinde
olduğundan geniş bir ilgi alanına sahip oluyor. Burada şöyle bir kopuş yaşanıyor
(ABD’de yaygınlaşmasıyla) özellikle sınıf meselesinin dışında başka ezilmişlikler başka
egemenlik ilişkileri dolayısıyla başka kimlik meseleleri üzerinden bu çalışmalar
yapılmaya başladı. Peki ama popüler kültürün bu kadar gelişmiş olduğu yerde direniş
potansiyeli vardı hatırlarsanız İngiliz kültürel çalışmalarında burada bu potansiyelden
ziyade egemen bir metin anlam var egemen metne karşı kaçak avcı olarak metni
bölüştürmeye çalışıyorsunuz. Burada bölüştürme falan değil doğrudan popüler kültür
ürünlerinin içerisinde hemen hemen her anlamı çıkarabileceğinize özellikle muhalif
anlamları daha fazla çıkaracağınıza dair bir eğilim baş gösteriyor. Stratrek Dallas dizisi
üzerinden insanların popüler kültür olduğu için yüksek kültür takıntısı olmadığı için
popüler kültürle siz de bire bir onun da alılmayıcılarından biri araştırmacı olarak siz
olduğunuz için o aradaki yukarıdan bakan araştırmacı ve aşağıdan bakan araştırma
nesnesi ilişkisi kalkıyor. Doğrudan yaşamınızın bir parçasını incelemeye başlıyorsunuz.
Mesafeli de davranamıyorsunuz dolayısıyla bu metinleri büyük oranda kültür
endüstrisinin büyük oranda meşrulaştırmaya yönelik bir çeşit süpermarket alegorisi
kullanılıyor orada. Supermarkete girip istediğinizi seçebiliyorsunuz bir popüler kültür
metninden de istediğiniz anlamı çıkaracağınıza dair şeyler ürüyor. İşte rastalar, punklar
üzerine yaşam tarzı alt kültürel üzerine çok fazla çalışma yapılmaya başladı. İstanbul’da
clubberlik üzerine bir araştırma yapılmış. Bizim hayatımıza değen şeyler. Bu açıdan
önemi var ama bir yandan ideoloji kavramını tamamen dışarı çıkarıp egemen ideolojinin
bulunduğu vs dışına çıkıp buradan her tür anlamın üretilebileceğine dair bir bence
yanılsama gerçi buradaki birçok araştırmacı kendine göre argumente ediyor. kanıtlarını
çıkarıyor ama ABD ‘Yle birlikte ciddi bir olumlama sürecine giriyor. dolayısıyla eleştirel
görevin Frankfurt okuluyla başlamış orada tam tersiydi popüler kültür kültür endüstrisi
kültür metni bizi tümüyle hapseden bizi dönüştüren alınır satılır bir şeydir ve çok standart
biçimde konuşulması gerekir aynı zamanda bizim beyinlerimizi de standartlaştıran bizim
hiçbir bırakın metni okumayı toplumun içinde muhalif bir konum artık işgal
edemeyeceğinize dair bir anlayış varken burada tam tersine egemen ideoloji değil kültür
bizi dönüştürüyorken tam tersine biz tersine biz kültür endüstrisini dönüştürebiliriz bunları
istediğimiz gibi algılayabiliyor yorumlayabiliyoruz şeklinde bir kültürel demokrasi anlayışı
veya yanılsaması ortaya çıkıyor.
Bu dönemde yapılan birkaç çalışma var. bunlara değineceğim.
Dallas dizisine ilişkin 80’lerde yapılmış bir çalışma var. geniş bir ABD ailesi ve
aralarındaki entrikalar. Lazarsfeldle çalışma yapan bir bilim adamı illu katslla vitz adında
iki araştırmacı israil’de yapıyorlar araştırmayı. Burada şöyle bir şey yapıyorlar. 6 grup
üzerinde bunların arasında İsrail’ed yaşayan Arapların bulunduğu, SSCB’Den göç etmiş
Yahudilerin bulunduğu istediğimiz 67’den önce İsrail’in kurulmasından önce de taşınmış
olan daha eski yerleşmiş kesimler olanlar Tibukslarda yaşayaN Yahudiler, ayrıca ABD’De
yaşayan ABD’liler ve Japonya’da yaşayan Japonlar üzerine bir araştırma yapıyorlar.
Dallas’ın aynı bölümlerini izlettiriyorlar. Farklı şeyler ortaya çıkıyor.
1/ABD’liler dizilere çok alışık olduğundan mesajlar üzerine bir şey söylemeden, “bu dizi
eğlence için izlenir ortada mesaj falan yok” diyor. Bir metnin içinde mesaj olmadığını
düşünmek o mesaja karşı aslında ne kadar savunmasız olduğunuzun göstergesidir.
Sovyetler’den yeni gelmiş oranın ideolojik atmosferinden fazlasıyla etkilenmiş Yahudiler
için diyorlar ki ABD toplumunun çöküşünü gösteriyor bize. Hakkaten kapitalizmin
insanları ne kadar bozduğunu gösteriyor. Hatta bu dizi sosyalist bir manifesto olabilir
bütün toplumun bugüne kadarki halini gösteriyor.
Araplara soruyorlar çocuk önemli miras meselesi var mirastan etkilenecek olan
çocuklardır. ABD’liler diyor ki çocuk çok önemli dizinin devamı açısından önemli.
Özellikle dizinin tarzı üzerine konuşuyorlar ABD’liler üretim biçimine işlevsel olarak
bakıyorlar. Diğerleri kendi bulundukları ortamdan ideolojik yönlerinden daha fazla
etkileniyorlar. Her yerde tutuyor bu. Brezilya’da tutmuyor. Pembe dizi çok yoğun olduğu
için yerlisi var diyorlar.
Japonya’da hiç tutmuyor hemen yayından kaldırılıyor. Çünkü şunu diyorlar bir çok kısa
biz 2 saate yayılmış metinlere alışığız. Ve daha dingin huzurlu metinler istiyoruz. Sonuç
bize baktığımızda en abuk diziden sonda bir entrikalı noktada bitirir. Bu bizim evdeki
huzuru bozar. Olay olacak bitecek huzurlu biçimde gitsin diyorlar. Ama erkeğin ailedeki
rolü Jeyar’ın rolünü fln anlıyorlar. Dolayısıyla böyle farklı okumalar ortaya çıkıyor.
Bunun dıışnda bir de Jeris diye bir kadın pembe romanlar üzerine çalışmaya başlıyor.
Beyaz dizi vs. öncelikle bu metnin belirli bir içerik açısından bir okumasın ıyapıyor.
Genelde zengin ve yüksek statülü erkek yoksul bir kadın. Arada unsurlar değişiyor. Ama
şöyle bir şey oluyor. İlişki başlıyor diğer ilişki bozuluyor çoğunlukla erkek kadına karşı
şiddet uyguluyor kimi zaman bu tecavüz de olabiliyor iki kişi arasında bir kopuş oluyor.
Sonra yeniden barışma oluyor evleniyorlar. Kadın bunu yorumlarken bir eşitsizlik baştan
itibaren var erkek zengin kadın yoksul. Oysa kadın baştan konumuna yerleştiriyor.
Fiziksel şiddet erkeği meşrulaştırıyor. Kadın evlenince bunu da içselleştiriyor. Sonunda
da evlendiriyorlar. Kadınlar arasında bu çok okunan bir şey. Belirli gruplar bunu
tartışıyorlar. Kadınlar bunu evet benzer biçimdeki kadınlar bunu böyel algıyorlar. Kadının
bu şiddeti kabul edip yeniden erkekle birleşmesi olarak değil tam tersinin erkeğin
kadınsal değerlere yakınlaşması, gelip özür diliyor ağlıyor bu ağlama ve duygusallık
aşkını itiraf etmesiyle okumayla yani feminist bir okumayla kadınlar onu değerlendirse
yeni kadın kimliği üzerinden kendini haklı çıkaracak. Kadınlar erkeğin ağlamasını
duygularını itiraf etmesini
Kadınların aynı zamanda kadınlık kimliklerini sahiplendikleri bir okuma ortaya çıkıyor.
Kadınlar kendi konumlarının da bu metinlered bulunan belirlenmiş rolleri kendi mevcut
konumları üzerinde bilinç geliştirmeleri gerekiyor. Bilinç geliştiridkelerine de tanık
olunuyor.
Baştan söylersek daha çok sınıfsal bir konum üzerinden konumumuzun metinleri nasıl
alılmadığımızı ve onlara karşı nasıl direniş potansiyeli geliştirebileceğimizi alımlarken
ABD’ye gittikten sonra kimlikler altı kültürler üzerinden algılanmaya başlıyor. İşçi
grevinde kalkıp bir pearcing dövme yaptırmanın da bir o kadarlı sisteme karşı değerli
sonuçlar çıkardığı da belirtiliyor. Dolayısıyla çok abartılı bir popüler kültürü meşrulaştırma
ve her yerde muhalif metinler bulma. Bir sürü şey ortaya çıkarılıyor. Böylesi bir noktaya
kadar savruluyor. Bir çeşit kültürel demokrasinin olduğuna gelen mesajdan istediğini
alılmayabileceğine, seçebileceğine dair artık kaçak avlanmaya gerek yok metnin
kendisinin buna açık olduğuna dair araştırma bunu geri sayan varsayım olarak ele alan
bir araştırma ekolü gelişiyor.

You might also like