You are on page 1of 133

ULUSLARARASI ILISKILER SÖZLÜGÜ

Acheson Planı

Kıbrıs sorununun tırmandığı 1963-1964 döneminde A.B.D.'nin özel temsilcisi Dean


Acheson tarafından önerilen çözüm yolu. Buna göre Kıbrıs adası her ikisi de NATO
üyesi olan Türkiye ve Yunanistan arasında ikiye bölünerek paylaştırılacak, böylece iki
müttefik ülkeyi savaşın eşiğine getiren bir sorun çözülmüş olacak ve NATO dışındaki
güçlerin adaya müdahalesi engellenecekti. Plan adanın iki ülke arasında nasıl
bölüştürüleceğini açıklığa kavuşturmuyordu. Hem Türkiye hem de Yunanistan'dan
destek görmeyen bu plan bir sonuç getirmedi.

Açılma Politikası (infitah policy)

Mısır'da Nasır'dan hemen sonra iktidara gelen Enver Sedat tarafından 1974'te
uygulamaya konulan devlet politikası. Nasır'ın daha önceki sosyalist devletçi
deneyimi başarılı olmamıştı ve dünya da yumuşama (détente) dönemine girmişti.
Mısır'a dış yardım sağlayabilmek, komşu Arap sermayesinin ve yabancı yatırımların
Mısır'a gelmesini kolaylaştırmak amacıyla bu yeni açık kapı ekonomi politikası
uygulandı.

Adana Görüşmesi, 30 Ocak 1943

Türkiye Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile İngiltere Başkanı Winston Churchill arasında
30 Ocak 1943 tarihinde Adana'da yapılan gizli görüşme.

Adana Görüşmesi, II. Dünya Savaşı'nın Almanya'nın aleyhine döndüğü bir sırada
gerçekleşti. O zamana kadar Müttefikler, Türkiye'yi Almanya'nın Ortadoğu'ya
inmesine bir engel olarak kabul ediyor ve savaşın dışında kalmasını yeterli
görüyorlardı. Ancak 1942 sonlarında Avrupa'da ikinci bir cephenin açılması gündeme
gelince bu cephenin Balkanlar'da açılmasını isteyen Churchill, Türkiye'nin de
Müttefikler tarafından savaşa katılmasını düşünüyordu. Sovyet yayılmasından
çekinen Türkiye ise zaten güçsüz olan ordusunun yıpranmaması için savaşa girmek
istemiyordu.

Görüşme sonrasında Türk-İngiliz ilişkilerinde gelişme sağlanmasına rağmen, Churchill


Türkiye'yi savaşa girmeye ikna edemedi. Churchill'in çabaları ile Türk-Sovyet
ilişkilerinde bir düzelme sağlanırken bu gizli görüşmeyi öğrenen Almanya ile ilişkiler
bozuldu.

Addis Ababa Konferansı 22-25 Mayıs 1963

Afrika Birliği Örgütü (OAU)'nün kurulduğu uluslararası konferans. Etiyopya


İmparatoru Haile Selassie'nin çağrısı üzerine 1963 Mayısında bu ülkenin başkentinde
toplanan konferansa o zamanki bağımsız yirmi Afrika ülkesinin devlet veya hükümet
başkanı düzeyindeki temsilcileri katılmıştı. Sömürgeciliğe ve ırkçılığı karşı mücadele
konularının ağırlıklı olarak ele alındığı konferansta Güney Afrika Birliği (Güney Afrika
Cumhuriyeti) ve Mozambik'e yönelik boykot uygulanması da kararlaştırılmıştı.
Afganistan Sorunu

Afganistan'da komünist hükümet ile anti-komünist Müslüman gerillalar arasında


başlayan iç savaşa, Sovyetler Birliği'nin hükümet kuvvetlerine yardım adı altında bu
ülkeye asker gönderip müdahele etmesi ile uluslararası boyut kazanan bunalım.
Savaşın kökeni 1978 Nisanında merkeziyetçi Afgan hükümetinin bir sol darbeyle
devrilmesinde yatar. Askerlerin daha sonra iktidarı devrettiği iki Marxist-Leninist
parti, ülkenin adını değiştirdi (Afganistan Demokratik Halk Cumhuriyeti) ve Sovyetler
Birliği ile yakın ilişkiler kurdu. Yeni hükümetin başlattığı sosyal ve ekonomik reformlar
ise büyük ölçüde Müslüman ve anti-komünist olan halkta tepkiyle karşılandı ve 1978
yazında ilk başkaldırı Nuristan eyaletinde başladı. Kendilerine "Mücahid" diyen
Müslüman gerillalar ülkenin her yanında yönetime karşı silahlı mücadeleye giriştiler.
Hükümet-içi anlaşmazlıklar ve başlayan iç savaş komünist hükümeti zor durumda
bırakıyordu ve 1979 Aralık ayının sonunda Sovyetler Birliği, 1978 yılında iki ülke
arasında imzalanan andlaşmayı ve hükümetin davetini öne sürerek Afganistan'a
askeri birlik gönderip bu ülkeyi işgal etti. Bir iki ay içinde ülkede Sovyet askeri sayısı
100.000'i buldu. Sovyet müdahalesi Batılı devletler ve İslam ülkeleri tarafından
büyük tepkiyle karşılandı, birçok ülke bu işgali protesto etmek için 1980 Moskova
Olimpiyatları'nı boykot etti.

Sovyet birlikleri şehirlerde kontrolü elde tutarken kırsal kesimdeki Mücahitlerle baş
edemediler. Mücahitlere karşı pek çok savaş taktiği uyguladılar ama Mücahitlerin
sivil halktan aldıkları destek sonucu bu girişimlerin hepsi başarısızlığa uğradı. Bunun
üzerine Sovyet birlikleri bu halk desteğinin yoğun olduğu bölgelerde sivil halka karşı
da operasyona giriştiler. Sonuçta 2.8 milyon Afganlı Pakistan'a, 1.5 milyon Afganlı'da
İran'a kaçmak zorunda kaldı. Bu arada ABD Pakistan aracılığıyla mücahitlere silah
yardımında bulunmaya başladı.

Yaklaşık 9 yıl süren savaş sonucu Sovyetler mücahitleri yenilgiye uğratamadılar,


savaş deneyimi kazanan mücahitler ise Sovyet birliklerine ağır kayıplar verdirdiler.
1988 yılına gelindiğinde Sovyetlerin asker kaybı 15.000'den fazlaydı. Sovyetler Birliği
1988 sonunda Afganistan'dan çekileceğini açıkladı. Birleşmiş Milletler'in
arabuluculuğu ile varılan bu anlaşma ile başlayan geri çekilme 1989 Şubatında
tamamlandı. Sovyet çekilmesinden sonra hemen devredileceği sanılan komünist
Necibullah hükümeti üç yıl daha ayakta kalmayı başardı ama 28 Nisan 1992'de
Kabil'e giren mücahitler yönetimi devraldılar. Ama bu sefer de farklı görüş ve
isteklere sahip, farklı etnik ve mezhepsel temellere dayanan mücahit gruplar
arasında silahlı mücadele başladı.

Afyon Savaşları

XIX yüzyıl ortalarında yapılan ve Batılı devletlerin Çin'de bizim tarihimizdeki


kapitülasyonlar benzeri ticari ve hukuki ayrıcalıklar kazanmaları ile sonuçlanan iki
savaş.

1939 yılında Çin hükümetinin, İngiliz tüccarların gerçekleştirdiği yasadışı afyon


ticaretini durdurma girişimi ve bir İngiliz denizcinin yargılanması konusunda doğan
hukuki anlaşmazlığın doğurduğu gerginlik sonucu I. Afyon Savaşı patlak verdi. Küçük
ama güçlü İngiliz kuvvetleri kısa sürede zafer kazandılar. 1842'de imzalanan Nanjing
ve 1843'te imzalanan Bogue Ek Antlaşmaları ve Çin'in önemli bir miktarda tazminat
ödemesi, ticaret ve yerleşim amacıyla beş limanın ve İngilizlere bırakılması ve İngiliz
yurttaşlarının İngiliz mahkemelerinde yargılanmaları konuları karara bağlandı. Öteki
Batılı devletler de hemen Çin hükümetine istekte bulunup benzer ayrıcalıklar elde
ettiler.

"Ok Savaşı" olarak da bilinen II. Afyon Savaşı, ticari ayrıcılıklarını arttırmak isteyen
İngilizlerin Ok adlı gemideki İngiliz bayrağının indirilmesini bahane ederek 1856
yılında başlattıkları savaştır. Bir Fransız misyonerinin öldürülmesini bahane eden
Fransa da İngiltere yanında savaşa girdi. Savaş sonucunda İngiltere ve Fransa 1858
yılında Çin hükümetini Tianjin Andlaşması'nı imzalamaya zorladır, ancak Çin
andlaşmayı onaylamayı reddedince savaş yeniden başladı ve 1860 Pekin
Sözleşmesi'yle Çin, Tianjin Andlaşması'na uyması kabul etti. Bu andlaşmaya göre
yabancı elçiler Pekin'de yerleşebilecek, birçok yeni liman ticaret ve yerleşim için
Batılılara açılacak, yabancılar Çin'in iç bölgelerine seyahat edebilecek ve Hıristiyan
misyonerlere hareket serbestisi tanınacaktı. Ayrıca 1858'de Shang-hai da yapılan
görüşmelerle Çin'e yapılan afyon ihracatı yasallaştı.

Çin'in XIX. yy.'da ve XX. yy'ın başında Batılı devletlerle yaptığı Tianjin benzeri
egemenlik ve toprak bütünlüğünden büyük ödünler verdiği andlaşmalar "Eşitsiz
Andlaşmalar" olarak da alınır.

Ahali Mübadelesi Sorunu

30 Ocak 1923 tarihinde Lozan'da imzalanan Yunan ve Türk Halklarının Mübadelesine


İlişkin Sözleşme ve Protokol'e göre Türkiye'deki Rum-Ortodokslar ile Yunanistan'daki
müslümanların (Türk olmayanlar dahil) büyük bölümünün karşılıklı olarak yer
değiştirmesi. Buna göre Batı Trakya'da yaşayan müslüman ahali ile İstanbul'da
yaşayan Rumlar dışında nüfus yer değiştirecekti. Daha sonra Lozan Barış Andlaşması
ile Gökçeada ve Bozcaada'daki Rumlar da değişim dışında tutuldu. Değişim konusu
olan ahali bir daha geri dönemeycek, yanında götürebildiği kadar taşınır mal
götürecek, taşınmaz malları ise oluşturulmuş karma komisyon gözetiminde altın
değerine göre tasfiye edebilecekti. Karma Komisyon Ekim 1923'te çalışmalarına
başladı. İlk yıl karşılıklı olarak belli bir sayıda yer değiştirme olduktan sonra sorunlar
ortaya çıkmaya başladı. En önemli sorun "Etabli" (yerleşmiş) deyiminin kimleri
kapsadığı sorunu oldu. Yunanistan İstanbul'da oturan bütün Rumlar'ın "etabli"
sayılmasını isterken, Türkiye bunun Türk yasalarına göre belirlenmesi gerektiğini
savundu. Milletler Cemiyeti'ne oradan da Uluslararası Sürekli Adalet Divanı'na
sevkedilen sorun, Türkiye'nin görüşüne yakın bir şekilde karara bağlandıysa da,
Yunanistan buna uymadı ve Batı Trakya'daki Türklerin mallarına el koyarak bunları
Rum göçmenlere dağıtmaya başladı. Türkiye de buna karşılık İstanbul'daki Rumların
mallarına el koydu. Bu biçimde tırmanan anlaşmazlık ilişkilerde bir gerginliğe
dönüşünce taraflar bunu 1 Aralık 1926'da imzaladıkları bir andlaşma ile çözmeye
çabaladılar. Ancak bu andlaşma uygulanamadı ve Türk Yunan ilişkileri bir kez daha
gerginleşti. Daha sonra ise Yunanistan Başkanı Venizelos'un girişimi ile 10 Haziran
1930'da imzalanan andlaşma ile sorun çözüldü ve iki ülke arasındaki ahali
mübadelesi resmen sona erdi. Bu son andlaşma ile yerleşme tarihleri ve doğum
yerlerine bakılmaksızın İstanbul'daki Rum-Ortodokslar ve Batı Trakya'daki Müslüman
ahalinin tamamı "etabli" sayıldı ve mübadele dışı tutuldu.

Akdeniz Paktı (Akdeniz İttifakı)

II. Dünya Savaşı öncesi dönemde İtalya'nın Akdeniz'de oluşturduğu tehdit karşısında
İngiltere ile Türkiye, Yugoslavya ve Yunanistan arasında herhangi bir saldırı
durumunda karşılıklı askeri yardımlaşma sözlerine dayalı güvenceler sistemi.

1935 Ekiminde İtalya Habeşistan (bugünkü Etiyopya)'a saldırınca, Milletler Cemiyeti


Konseyi aldığı bir kararla bu ülkeyi saldırgan olarak ilan etti ve İtalya'ya karşı üye
devletlerin zorlama tedbirleri-bütün ticari ve parasal ilişkilerin kesilmesi gibi
-almalarını kabul etti. Bu ortamda İngiltere, İtalya'nın Habeşistan'a yerleşmesinin,
imparatorluk yolu açısından taşıdığı tehlikeli dikkate alarak, İtalya'nın 1935
Kasımında zorlama tedbirlerine katılan devletleri tehdit etmesi üzerine, Aralık ayında
İspanya, Yugoslavya, Yunanistan ve Türkiye'ye askeri güvence verdi. İspanya
dışındaki devletler 1936 Ocağında bu güvenceye kabul ettiklerini açıkladılar.
İngiltere'nin verdiği güvenceye göre, zorlama tedbirlerine katılmalarından dolayı bu
devletler İtalya'nın saldırısına uğrarlarsa, İngiltere kendilerine askeri yardımda
bulunacaktı. Türkiye, Yugoslavya ve Yunanistan da buna karşılık olarak İngiltere'ye
aynı güvenceyi verdiler. İtalya'nın Akdeniz'de yarattığı tehdit karşısında ortaya çıkan
bu güvenceler sistemine siyasi tarihte "Akdeniz Paktı" (Akdeniz İttifakı) adı verilir.

Akdeniz Paktı ile Türkiye, İtalya tehdidi karşısında güvenliğini sağlama açısından
İngiltere'ye dayanmaya başlamıştır. Bu, Türkiye'nin İngiltere ile ilişkilerinde bir
dönem noktası sayılabilir. İki devlet arasındaki bu yakınlaşma, üç yıl sonra, II Dünya
Savaşı'nın hemen öncesinde bir ittifaka kadar varacaktır.

AKKA (AKKUM), 19 Kasım 1990

Avrupa'da konvansiyonel kuvvetlerin sınırlandırılması görüşmeleri. Görüşmeler ilk


olarak Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı'nın Viyana'daki izleme toplantısında
1989 yılında gündeme geldi. 1987 Aralık ayında ABD ile SSCB arasında imzalanan
orta menzilli nükleer füzelerin karşılıklı olarak imha edilmesini öngörüne INF
Antlaşması (Orta Menzilli Nükleer Silahların Sınırlandırılması Antlaşması) gündeme
konvansiyonel silahların indirimini de getirdi. Bu alandaki çalışmaların iki ülke yerine
pakt arasında yapılması öngörüldü. Bu çalışma için 1975'ten bu yana konvansiyonel
silahsızlanma görüşmelerinin merkezi olan Viyana seçildi. Görev yönergesinin 1989
Ocak ayında kabul edilmesi ile 9 Mart 1989'da "AKKUM" diye adlandırılan görüşmeler
başladı.

Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'nün (NATO) onaltı ve Varşova Paktı'nın Demokratik


Almanya'yı da kapsayan yedi ülkesinin Viyana'da biraraya geldikleri AKKUM'un 3
temel amacı vardı. a)Konvansiyonel silahlarda daha alt düzeylerde güvenli ve
istikrarlı bir dengenin sağlanması, b)İstikrarı ve güvenliği tehdit eden eşitsizliklerin
ortadan kaldırılması, c)Sürpriz taarruza geçme ve geniş kapsamlı saldırı başlatma
yeteneğinin öncelikli olarak ortadan kaldırılması.

Bu görüşmeler sonucunda Avrupa Konvansiyonel Kuvvet Antlaşması (AKKA) 19


Kasım 1990 tarihinde yirmi iki ülkenin lideri tarafından imzalandı. Antlaşma Avrupa
bazında ve merkezi Avrupa'dan birbirinin içine geçecek dışarı doğru açılan 4.
bölgeye uyarlanarak yapıldı. Türkiye, Yunanistan, Norveç, Bulgaristan, Romanya,
Sovyetler Birliği'nin altı askeri bölgesi aynı kapsamda ele alındı.

Antlaşma her dört bölgedeki ülkeler için öngörülen sayısal sınırların bölge içerisinde
yeniden pay edilmesi ile taraf ülkeler açısından hukuki yükümlülükler belirlendi.
Buna göre global tavanlar NATO ve Varşova Paktı için tank ve toplarda 20.000 olarak
saptanırken, zırhlı savaş araçlarında 30.000, savaş uçaklarında 6800, saldırı
helikopterlerinde 2000 rakamında anlaşıldı. Bu çerçevede Türkiye'nin elinde
Güneydoğu Anadoluyu kapsayan uygulama içinde 279 tank, 3120 zırhlı savaş aracı,
3523 top 750 savaş uçağı bulunacaktır. Bu tavanların dışında eldeki silahlar ise
antlaşmaya göre imha edilecektir. Öngörülen indirimler iki pakta da "asimetrik"
biçimde uygulanacağı için Varşova Paktı saptanan tavanlar çerçevesinde silah
düzeyini NATO'ya eşitlemek amacı ile daha çok imha işlemi gerçekleştirecektir.

Antlaşmanın getirdiği en önemli unsur, iki pakta birbirlerinin silah miktar ve yerlerini
etkin biçimde denetleme olanağını vermesidir.

AKKUM: bkz. AKKA

Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı, 24 Ağustos 1939

Sovyetler ve Batılılar arasında yapılmaya çalışılan ortak cephe ya da "barış cephesi"


görüşmelerinden olumsuz sonuç çıkması üzerine, Stalin zaman ve alan kazanmanın
Hitler'le doğrudan anlaşarak gerçekleşebileceğine karar verdi. 10 Mart 1939'da
Stalin Batılıları bir Alman-Sovyet çatışmasının gerçekleştirmeye çalışmakla suçladı.
Hitler de bir Batı-Sovyet yakınlaşmasından endişeleniyor ve bunu bozmak istiyordu.
Hitler, 20 Ağustosta Stalin'den Alman Dışişleri Bakanı Ribbentrop'u kabul etmesini
istedi ve 23 Ağustos'da Moskova'da Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı imzalandı. Tipik
bir saldırmazlık paktı olan bu anlaşmanın gizli maddesinde Doğu Avrupa'da ve
özellikle Polonya ile Baltık bölgelerinde Almanve Sovyet etki alanları belirlendi. Bunu
izleyecek Polonyanın işgali ile birlikte 2. Dünya Savaşı başlayacaktır.
Alman Ulusal Birliği, 1871

XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar bugünkü Almanya sınırlarında onlarca bağımsız
prenslik yer alıyordu. Bu prensliklerin sayıları Viyana Kongresi'nden sonra azaltılmıştı
ve bir Germen Konfederasyonu kurulmuştu. Bugün Almanya'nın doğusu ve Polonya
toprakları üzerinde kurulu olan Prusya güçlenerek bu prenslikleri birleştirip Almanya
Ulusal Birliği'ni oluşturmaya çalışıyordu. Bu yolda Prusya'nın en önemli rakibi
Avusturya'ydı. Prusya'nın Alman Ulusal Birliği'ni kurabilmesi için Danimarka ve
Fransa ile de savaşması gerekliydi. 1964 yılında iki Alman dükalığı olan Schlezwig ve
Hollestein'i ele geçirmek amacıyla German Konfederasyonu adına Prusya ve
Avusturya Danimarka'ya savaş açtı. Savaştan sonra bu iki dükalığın yönetimi
konusunda Prusya ve Avusturya arasında anlaşmazlık çıktı. Prusya Başbakanı
Bismarck, Fransa ve Rusya'nın tarafsızlığını sağladıktan sonra Avusturya'ya savaş
açtı ve 1866'da bu ülkeyi Sadowa'da yenilgiye uğrattı. Bundan sonra 1867'de
Prusya'nın denetiminde Kuzey Germen Konferedasyonun kuruldu. Bismarck
Avusturya'dan sonra Fransa'nın da gücünü kırmak istiyordu. Be sefer Avusturya ve
Rusya'nın tarafsızlığını sağladıktan sonra Fransa'ya savaş açtı.

1870'te Sedan Savaşı'nda yenilen Fransa'nın böylece Katolik Alman prenslikleri


üzerindeki denetimi kırılmış oldu. Prusya 1871 Frankfurt Barışı ile Alsace-Lorraine'i
de ilhak etti. Bundan sonra Mein akarsuyunun güneyindeki Katolik Alman
devletçikleri Prusya'ya katıldılar ve böylece Alman Ulusal Birliği kurulmuş oldu.
Prusya Kralı Alman İmparatoru, Bismarck da Alman Şansölyesi ünvanını aldılar.

Almanya'nın Birleşmesi, 3 Ekim 1990

Demokratik Alman Cumhuriyeti'nin siyasi varlığını sona erdirerek II. Dünya Savaşı
sonrası ikiye bölünmüş Almanya'nın Federal Almanya Cumhuriyeti çatısı altında
birleşmesi olayı. Birleşme, "Birleşme Antlaşması"nın imzalanarak yürürlüğe girdiği 3
Ekim 1990 tarihinde gerçekleşmiştir.

Soğuk Savaş'ın sona ermesi ile yumuşayan uluslararası ortamda Soğuk Savaş'ın
simgesi olan Almanya'nın bölünmüşlüğünün de sona ermesi yönünde sesler sınırın
her iki tarafında da yükselmeye başladı. Özellikle Doğu Alman kentlerinde yoğun
sokak gösterileri oldu. Kamuoyu baskısına dayanamayan Demokratik Alman
hükümeti birleşme için Federal Almanya ile görüşmelere başlamayı kabul etti. İki
Alman devleti arasında ilk olarak 18 Mayıs 1990'da "Birinci Devlet Anlaşması"
imzalandı. Bu anlaşma ekonomik, parasal ve sosyal birliği içeriyordu, Federal Alman
Markı Doğu'da da geçerli para birimi oluyor ve Demokratik Almanya pazar
ekonomisine geçişi sağlayan yasalarını hazırlamayı kabul ediyordu.

Daha sonra II. Dünya Savaşı'nın galibi dört müttefik ülke İngiltere, Fransa, A.B.D.,
S.S.C.B. ile iki Almanya arasında "2+4" görüşmeleri yapıldı ve 3 Ekim 1990'da
imzalanan "Birleşme Andlaşması" ile iki Almanya resmen birleşti. 2 Aralık 1990'da
yapılan ilk ortak seçimlerle de Birleşik Alman Parlamentosu oluştu. Parlamento daha
sonra aldığı bir kararla birleşik Almanya'nın başkentinin Berlin olmasına karar verdi.

Altı Gün Savaşı: bkz. Arap İsrail Savaşları

Amerikan Ambargosu, 1975-1978

A.B.D.'nin Kıbrıs Barış Harekatı sonrası Şubat 1975'ten itibaren Türkiye'ye uyguladığı
silah ambargosu.

Amerikan yöntemi, 1971'de Nihat Erim tarafından konulan haşhaş ekim yasağını
kaldıran Ecevit hükümetine karşı bir soğukluk duyuyordu ve A.B.D.'nin bütün
engelleme çabalarına rağmen gerçekleştirilen Kıbrıs Barış Harekatı da Türkiye'nin bu
ülke ile ilişkilerini iyice gerginleştirdi. Harekat sonrası Kongre'de bir grup üye
Türkiye'ye karşı silah ambargosu uygulanması yönünde girişime başladılar. Bunun
için de A.B.D.'nin Türkiye'ye savunma amacıyla verdiği silahları Kıbrıs'ta kullanmış
olmasına sebep olarak gösterdiler. Bu arada Kongre'de çıkacak herhangi bir ambargo
kararını veto edeceğini ifade etmiş olan Başkan Nixon ise Watergate Skandalı
yüzünden istifa etmişti. Sonuçta Amerikan Kongresi 5 Şubat 1975'te Türkiye'ye
yönelik silah ambargosu kararını aldı. Türkiye'nin buna ilk yanıtı bir hafta sonra Kıbrıs
Türk Federe Devleti'nin kurulduğunu ilan etmek oldu. Daha sonra 25 Temmuz
1975'te Türkiye A.B.D.'ye verdiği bir nota ile 1969 tarihli Türkiye-A.B.D. Savunma
İşbirliği Anlaşması'nı (Defence Cooperation Agreement) askıya aldığını ve ülkedeki
bütün Amerikan üs ve tesislerinin Türk Silahlı Kuvvetleri'nin "kontrol ve gözetimi"
altına girdiğini açıkladı. Bu gelişme sonucu başlayan görüşmelerde iki ülke arasında
yeni bir uzlaşmaya varıldı ve 26 Mart 1976'da yeni bir Savunma İşbirliği Anlaşması
imzalandı, ama bu anlaşmanın yürürlüğe girmesi silah ambargosunun kalkması
şartına ve Kongre'nin onayına bağlanmıştı. Temmuz 1978'de KTFD Başkanı Rauf
Denktaş'ın Maraş bölgesine 35.000 Rum göçmenin kabul edileceğini açıklamasıyla
yumuşayan hava ve Başkan Jimmy Carter'in girişimleri sonucu ambargo 26 Eylül
1978'de kaldırıldı.

Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi

(American Declaration of Independence), 4 Temmuz 1776

Kuzey Amerika'daki 13 İngiliz sömürgesinin bağımsızlıklarını ilan edip Amerika


Birleşik Devletleri'ni kurduklarını bütün dünyaya duyuran belge. Bildirinin
hazırlanması görevi Philadelphia'da toplanan Kongre tarafından 7 Haziran 1776'da
John Ademo, Benjamin Franklin ve Thomas Jefferson'un denetimindeki bir kurula
verilmişti. Kurulun hazırlayıp Jefferson'un kaleme aldığı belge 4 Temmuz 1776'da
Kongre'de kabul edildi. Bildirgenin özü işi idi: Bütün insanlar özgür doğarlar ve özgür
yaşarlar; devlet ancak bu özgürlükleri korumak ve bunlardan herkesi eşit derecede
yararlanmasını sağlamak için vardır; bu özgürlüklere dokunan devlet, kendi varlık
nedenini yitirir; böyle bir devlete karşı ayaklanmak hem hak hem de ödevdir;
İngiltere Hükümeti, Amerikalıların özgürlüklerini çiğneyerek onları kendisine
bağlayan temel sözleşmeyi bozmuştur; bu suretle serbest kalan Amerikan halkı, yeni
bir hükümet kurmaya karar vermiştir.

Amerikan Devrimi (American Revolution)

1774'te başlayan Amerika'daki İngiliz kolonilerinin İngiltere'ye karşı yürüttükleri


bağımsızlık hareketi. Kuzey Amerika'ya XVII. yüzyıldan itibaren Britanya Adaları'ndan
göçler başlamıştı. İlk göç edenler üzerindeki dini baskıdan kaçan Prütenlerdi. Onları
daha sonra pekçok sebepten birçok grup izledi. Burada yeteri kadar nüfus birikince,
bazı birimler özerk devletler haline gelmeyi, bir anayasa hazırlamayı ve eşit haklara
dayalı bir birlik kurmayı kararlaştırdılar. Kolonilerde bu yönde bir gelişme olurken
Fransa ile yaptığı Yedi Yıl Savaşları'ndan dünyanın en büyük sömürge imparatorluğu
ve denizlere hakim devleti olarak çıkan İngiltere, artık çok genişlemiş olan bu
imparatorluğa bir çekidüzen vermek ve sömürgeler ile bağlarını güçlendirmeyi
istiyordu. Ayrıca Yedi Yıl Savaşları'nın masraflarını da bu sömürgelerden çıkartmak
niyetindeydi. İngiltere'nin yeni vergiler koyması Kuzey Amerika'daki kolonilerde
tepkiye yol açtı. Özellikle çay vergisi bardağı taşıran son damla oldu ve Boston
limanında İngiltere'ye ait çayların denize dökülmesiyle bağımsızlık hareketi başladı.
İngiltere'nin rakibi Fransa'nın desteği ile 4 Temmuz 1776'da Amerikan bağımsızlık
mücadelesi resmen ilan edildi. İngiltere ile başlayan askeri çatışma sonucu 1782'de
İngiltere Amerika Birleşik Devletleri'ni tanımak zorunda kaldı.

Amerikan İç Savaşı (American Civil War), 1861-1865

Amerika Birleşik Devletleri'nde 1861-1865 yılları arasında Kuzey ve Güney eyaletleri


arasında yapılan savaş. Savaş köleliğin kaldırılmasını isteyen Kuzey eyaletleri ile
köleliğin sürmesini savunan Güney eyaletleri arasında olmuştur. Görünüşte insancıl
bir sebep olmasına rağmen savaşın bir de ekonomik boyutu vardı. Kuzey eyaletleri
zenci kölelerin bağımsızlık kazandıktan sonra Kuzey'e gelip oradaki sanayi
kuruluşlarında ucuz emek olarak çalışacaklarını umuyorlardı. Ayrıca Kuzey, Güney ile
İngiltere arasındaki ticari ilişkilerden de rahatsızdı. İngiltere Güney eyaletlerine
Afrika'dan zenci köle sağlıyor, karşılığında pamuk alıyordu. Kuzey eyaletleri pamuğu
hem kendi endüstrileri için istiyorlardı, hem de pamuğun ucuza dışarı satılmasına
karşıydılar. Sonuçta köleliği kaldırmak istemeyen 13 Güney eyaleti Amerika
Konfedere Devletleri adı altında A.B.D.'den ayrılmaya karar verdiler. Bunun üzerine
1861'de başlayan savaşı 1865'te Kuzey kazandı ve o tarihten sonra A.B.D.'de kölelik
yasaklandı.

Amerikan Planı (White Plan), 1944


Bretton Woods uluslararası para sisteminin kuruluş çalışmalarında A.B.D.'nin
görüşlerinin toplandığı plan. Plan 1944'teki Bretton Woods Konferansı'nda Harry D.
White tarafından hazırlanmış ve bazı değişiklikler dışında aynen kabul edilmiştir.
Bretton Woods görüşmelerinde White'in planının yanında İngiltere'nin görüşlerini
yansıtan Keynes Planı da tartışılmıştır. Görüşmelerde, II. Dünya Savaşı sonrasında
uluslararası değer taşıyan paralara istikrar kazandırmanın yolları aranmış, ortak bir
para biriminin oluşturması konusu tartışılmıştı. White Planı bu iki sorunu Birleşmiş
Milletler İstikrar Fonu ve Dünya Bankası'nın kurulması şeklinde çözümlenmiştir.

A.B.D. ve İngiltere arasındaki görüşmelerde Keynes Planı ile birlikte ele alınan White
Planı, Nisan 1944'te Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) kuruluşuna ilişkin Ortak
Bildiri'de önemli yer tutmuştur.

Ankara Andlaşması, 1964

Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu arasında ortak üyelik statüsü kuran andlaşma.

Türkiye, Topluluğa ilk kez 31 Ağustos 1959'da başvurmuş, sözkonusu andlaşma 12


Eylül 1963'de imzalanarak ilgili ülkelerin parlamentolarında onaylandıktan sonra 1
Aralık 1964'te yürürlüğe girmiştir. Ankara Andlaşması'nın temel amacı, Türkiye ile
Topluluk arasında aşamalı bir biçimde gümrük birliğinin kurulmasıdır. Nihai amacın
ise, Batı Avrupa ile hem ekonomik, hem de siyasal yönden bütünleşme olduğu ileri
sürülebilir.

Andlaşma uyarınca, gümrük birliği birbirini izleyen üç dönemde gerçekleştirilecektir.


Bunlar a)Hazırlık Dönemi b)Geçiş Dönemi, c)Son Dönem (ya da tam üyelik
dönemi)'dir. Hazırlık döneminde Türk ekonomisinin güçlendirilmesi amaçlanmıştır. Bu
amacın gerçekleştirilmesi için Topluluğun Türkiye'ye bazı gümrük kolaylıkları
tanıması ve finansal yardımlarda bulunması öngörülmüştür. Geçiş Dönemi fiilen 1
Eylül 1971 tarihinde başlamıştır. Bu dönemde Topluluk ile Türkiye arasında sanayi
malları alanında gümrük birliğinin sağlanması amaçlanmıştır. Tarımsal ürünler
arasında bu dönemde gümrük birliği sözkonusu değildir; ancak Topluluğun tarım
ürünleri alanında Türkiye'ye bazı gümrük kolaylıkları tanıması öngörülmüştür. Üretim
faktörlerinin serbest dolaşımı ise andlaşmaya göre 1976-1986 arasında
gerçekleştirilmiş olacaktır. Ayrıca, Topluluk, Türkiye'nin tam üyeliğini kolaylaştırmak
için finansal yardımlar sağlayacaktır. Türkiye'deki yasal mevzuatın ve iktisat
politikalarının Toplulukla uyumlulaştırılması da geçiş döneminde gerçekleştirilmesi
öngörülen konulardandır. Son (yani tam üyelik) döneminin ise 1995'ten itibaren
başlaması öngörülmüştür. Ankara andlaşmasına göre, geçiş döneminde bu son
dönemde tarım ürünlerinin de serbest dolaşımı sağlanmış olacak; diğer yandan
Türkiye'de izlenen iktisat politikaları da Toplulukla uyumlu duruma getirilmiş
bulunacaktır.

Ankara İtilafnamesi, 20 Ekim 1921


TBMM ile Fransa arasında imzalanan antlaşma (20 Ekim 1921). Mondros
Mütarekesi'nden sonra Fransa, Ermeniler ile işbirliği yaparak güney bölgelerimize
hakim olmaya çalıştıysa da ummadığı bir dirençle karşılaştı. Fransa 1921 ortalarında
TBMM hükümeti ile temas girişimlerinde bulundu. Bunda Yunanlılara karşı kazanılan
askeri başarılar, Sovyetlerle imzalanan antlaşmalar, İtalyanların Anadoluyu terke
başlaması, Ren bölgesinin geleceği konusunda İngiltere'nin Fransayı desteklememesi
gibi nedenler de rol oynadı. Fransa Franklin Bouillon'u 9 Haziran 1921'de TBMM
hükümeti ile gayri resmi bir temas kurmak üzere Ankara'ya gönderdi. Görüşmeleri M.
Kemal Paşa yönetti. Sakarya Meydan Savaşının kazanılması Fransa'nın tereddütlerini
giderdi. Türk temsilcisi Yusuf Kamil Bey (Tergirşenk) ile Fransız temsilcisi Franklin
Bouillon arasında Ankara İtilafnamesi imzalandı. Antlaşmayla Türkiye ile Fransa
arasındaki savaş durumu sona erdi. Türkiye Suriye sınırını çizdi. İskenderun ve
Antakya Türk özerkliği kabul edilmek şartıyla ve korunmak şartıyla Fransa'ya
bırakıldı. Böylece Fransa Anadolu'nun işbirliği yaptığı dostlarından ayrıldı. Güney
cephesinin tasfiyesi ile batı cephesinin güçlendirilmesi sağlandı. Daha sonra
Lozan'da bu anlaşma koşulları kesinlik kazanacaktır.

Anschluss, 12 Mart 1938

Almanca "Birlik". Avusturya ile Almanya'nın siyasi birleşmesini öngören ve 1938


Martında Hitler Almanyasının Avusturya'yı ilhakı ile gerçekleşen siyasi düşünce.

İlk kez 1919'da ortaya atılan "Anschluss" fikri, 1933'e kadar Avusturyalı sosyal
demokratlarca desteklenmiş, 1933'te Almanya Nazilerinin iktidara gelmesi ile
çekiciliğini kaybetmiştir. Hitler "bir ulus-bir devlet" ideali doğrultusunda "Anschluss"u
gerçekleştirmek için 1934 Temmuz'unda Avusturya'da Nazilerin iktidarı ele geçirme
çabasını desteklemiş, ama bu başarısızlıkla sonuçlanınca bunu bir süre ertelenmiştir.
1937'de Almanya İtalya ile anlaştıktan sonra Avusturya üzerindeki baskılarını
yoğunlaştırmış ve Almanya'ya davet ettiği Avusturya Şansölyesi Schuschnigg'e
bağımsız bir devletin kabul edemeyeceği isteklerde bulundu. Schuschnigg bu
isteklerin çoğunu yerine getirdi ama Anschluss'u halk oyuna sunmak istedi. 13 Mart
1938 olarak tespit edilen plebisit tarihinden bir gün önce 12 Mart'ta Alman birlikleri
Avusturya'ya girdi ve iki ülkenin birleşmesi bir oldu bitti ile gerçekleşti.

Versailles Andlaşması'nın açık bir şekilde ihlali olan Anschluss, Avrupa'nın II. Dünya
Savaşı'na doğru ilerlemesinin ilk sinyallerinden biriydi.

Antarktik Andlaşması, 1959

1 Aralık 1959 tarihinde Washington'da imzalanan ve Antartika kıtasının


silahlandırılmasını önlemeyi amaçlayan andlaşma. Aralarında ABD, Sovyetler Birliği,
İngiltere ve Fransa'nın da bulunduğu on iki devlet tarafından imzalanan andlaşma
Soğuk Savaş döneminde ABD ve Sovyetler Birliği tarafından imzalanan ilk
silahsızlanma andlaşması olması bakımından önemlidir. Ayrıca nükleer silahlarla ilgili
olarak imzalanan ilk andlaşma olma özelliğini de taşır. AndlaşmaAntartika'da askeri
üslerin kurulmasını, silahların denenmesini, askeri tatbikatların yapılmasını bölgede
radyoaktif atıkların bulundurulması ve nükleer patlamalara yol açılmasını
yasaklamıştır. 23 Haziran 1961'de yürürlüğe girmiştir.

Anti-Balistik Füze Sistemlerinin Sınırlandırılması Andlaşması ve Ek Protokol (Treaty on


The Limitation of The Deployment of Anti-Ballistic Missile Systems and Protocol), 3
Ekim 1972

Stratejik silahların sınırlandırılması görüşmeleri çerçevesinde (SALT) A.B.D. ve


Sovyetler birliği arasında 26 Mayıs 1972'de Moskova'da imzalanan anti-balistik füze
sistemlerini sınırlandıran andlaşma. 3 Ekim 1972'de yürürlüğe girmiştir.

Onaltı maddelik bu andlaşma ile her iki tarafın anti-balistik füze (ABM) sistemleri
nicelik, nitelik ve coğrafi bakımdan geniş sınırlamalara tabi tutulmakta, böylece her
iki taraf için "ilk darbe" girişimi rasyonel bir politika olmaktan çıkarılmaya
çalışılmaktaydı. Ayrıca, andlaşma ile bir sürekli Danışma Komitesi kurulmakta, bu
komite ile Andlaşma hükümlerinin uygulanmasının kolaylaştırılması
hedeflenmekteydi. Andlaşma doğrultusunda A.B.D. ve Sovyetler Birliği topraklarında
sadece ikişer tane ABM savunma sistemi kurabileceklerdi. Bu sistemlerden biri
ülkelerin başkentleri çevresinde ötekisi de bir kıtalararası balistik füze (ICBM)
koruganı çevresinde olacaktı. Alan savunmasını önlemek amacıyla da her iki sistem
arasında en az 1300 km uzaklık olması kararlaştırılmıştı. Her ABM sisteminin en az
1300 km uzaklık olması kararlaştırılmıştı. Her ABM sisteminin en fazla 100'er rampa
ve füzeden ve gerekli radar ağından oluşacağı hükme bağlanmıştı. Ayrıca taraflar
kendi ülke toprakları dışında başka ülkelerde ABM sistemi kuramayacaklardı.

Moskova'da 3 Temmuz 1974'te imzalanan bu andlaşmaya ek protokol ile tarafların


sahip olabileceği ABM sistemi sayısı ikiden bire indirilmişti. Bu protokol 24 Mayıs
1976'da yürürlüğe girdi.

Anti-Komintern Paktı, 25 Kasım 1936

Görünüşte Komünist Enternasyonal'i ama asıl Sovyetler Birliği'ni hedef alan


andlaşma. 25 Kasım 1936'da Almanya ile Japonya arasında imzalandı. Daha sonra 6
Kasım 1937 tarihinde Pakt'a İtalya da katıldı. Pakt'ın hazırlanmasına Hitler önderlik
etmiştir. Hitler kendi kurmak istediği Büyük Almanya'ya Avrupa'da en büyük engel
olarak Sovyetleri görüyordu. Japonya ise Çin'e karşı giriştiği savaşta Sovyetlerin
tutumundan ve Çin'e savaş açacağı ve askeri malzeme satmasından rahatsızdı. Pakt
biri açık diğeri gizli olmak üzere iki bölümden oluşmaktaydı. Açık bölüm Komintern
(Komünist Enternasyonal)'in faaliyetlerini hedefleyen bir siyasi anlaşma
görünümündeydi. Gizli bölümde ise askeri içerikli maddeler ağırlıktaydı ve Sovyetler
Birliği ile gerçekleşebilecek bir çatışmada tarafların nasıl tutum alacakları ele
alınıyordu.
Anti-Semitizm

Musevilere karşı düşmanca duygular besleme. Musevi düşmanlığı tarihin


derinliklerinden gelmektedir. Hz. İsa'yı Çarmıha Musevilerin gerdirdiğine inanan
Hristiyan gruplar tarih boyunca Musevilere karşı şiddet eylemlerinde bulunmuş,
onlara karşı ayrımcılık yapmışlardır. Bunun Orta Çağ'daki en uç örneği İspanyol
Engizisyon'unun Musevilere karşı tutumu olmuş, bu dini terk etmeyenler zorla
İspanya'dan çıkarılmıştır. XIX. yüzyılın ortalarından itibaren özellikle Orta Avrupa'da
yükselen milliyetçilikle beraber anti-semitizme ırkçı bir nitelik de eklendi, özellikle
Almanya ve Avusturya'da zengin Musevi kesim milliyetçi akımların hedefi haline
geldi. Sonunda 1933'te Almanya'da Nasyonel Sosyalistlerin işbaşına gelmesi ile anti-
semitizm doruğa çıktı. Önce Museviler ayrı gettolarda yaşamaya zorlandı, daha
sonra II. Dünya Savaşı'na kadar pekçok Musevi ülkeden ya sınırdışı edildi ya da göçe
zorlandı. Savaş sırasında ise Almanya'nın çeşitli yerlerinde ve Alman işgalindeki
ülkelerde -özellikle Polonya'da- kurulan toplama kamplarında milyonlarca Musevi
soykırıma tabi tutuldu. Savaş sonrasında ise Musevilere bir ulusal yurt kurmak
amacıyla 1948'te İsrail devleti kuruldu ve anti-semitizm daha başka bir biçim
kazandı.

Arap-İsrail Savaşları

İsrail ile çeşitli Arap devletleri arasında meydana gelen çatışmalar. Bunların en
önemlileri 1948-1949, 1956, 1967, 1973 ve 1982 savaşlarıdır.

Balfour Bildirisi ile Filistin'de bir "ulusal yurt" sözü alan Yahudiler bölgenin I. Dünya
Savaşı sonunda İngiltere'nin eline geçmesi ile bu ülke üzerindeki baskıyı artırdılar.
Manda yönetimi sırasında bölgeye olan Yahudi göçü sonucu da Filistin'deki Yahudi
nüfusu arttı. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Kasım 1947'de Filistin'de biri Arap diğeri
Yahudi iki devletin kurulması yönündeki karar doğrultusunda 14 Mayıs 1948'de İsrail
Devleti'nin ilanı ile ilk Arap-İsrail savaşı başladı. Mısır, Suriye, Lübnan, Ürdün ve Irak
güçleri bu ülkeye saldırdı. Yaklaşık bir yıl süren savaş sonucu İsrail, sınırlarını ikiye
katlayarak uluslararası tanınan sınırlarına ulaştı.

İkinci savaş Mısır Devlet Başkanı Abdulnasır'ın Temmuz 1956'da Süveyş Kanalı'nı
millileştirdiğini açıklaması sonucu doğan bunalım sonrasında başladı. İngiltere ve
Fransa Mısır'ın bu kararını tanımadıklarını bildirdiler. Ekim ayında Londra'da toplanan
konferanstan da bir sonuç çıkmayınca İngiltere ve Fransa İsrail ile anlaştı ve Ekim
ayının sonunda İsrail kuvvetleri Sina Yarımadasına girmeye başladı. Ama A.B.D. ve
Sovyetler Birliği'nin baskısı ile ateşkes ilan etmek zorunda kaldı ve kuvvetlerini 6
Kasım'da geri çekmeye başladı. Bu arada İngiliz ve Fransız paraşütçü birlikleri
çatışmalar bittikten sonra bölgeye indirildi. Savaş sonucunda Mısır-İsrail sınırına
Birleşmiş Milletler Gücü yerleştirildi ve İsrail Akabe Körfezi'ne bir çıkış kazanmış oldu.

1967 yılında Abdulnasır BM Gücünün artık çekilmesini istedi ve İsrail gemilerinin


Akabe Körfezi'ne girmesini önlemeye başladı. Daha önce ise İsrail-Suriye sınırında
çeşitli çatışmalar oluyordu. İsrail kendisinden daha fazla kuvvete sahip olduğunu
anladığı Arap devletlerinin ani bir saldırısını önlemek amacıyla ilk saldırıyı
gerçekleştirmeye karar verdi. 5 Haziran'da İsrail Hava Kuvvetleri'nin Mısır Hava
Kuvvetleri'nin bulunduğu üslere saldırısı ile başlayan savaş altı gün sürdü ve "Altı
Gün Savaşı" olarak anıldı. Bu savaş sonunda İsrail Mısır'dan Gazze Şeridi ve Sina
Yarımadası'nı Ürdün'den Şeria Nehrinin batı yakasını ve Suriye'den Golan Tepeleri'ni
aldı.

Altı Gün Savaşı Arap devletlerinde büyük bir kızgınlığa yol açtı. Diplomatik çabalar
İsrail'in işgal ettiği toprakları geri vermeyi reddetmesi ile sonuçlandı. Bunun üzerine
Ekim 1973'te Yahudilerin kutsal ayı olanYom Kippur'da Mısır ve Suriye birlikleri
eşgüdümlü bir sürpriz saldırı gerçekleştirdiler. İsrail, Golan ve Sina'da ilk başta
gerilemek zorunda kaldı ama ikinci haftanın sonunda Galon Tepelerini geri aldı ve
Mısır birliklerini Sina'dan püskürttü. Bu savaş ile İsrail'in yenilmezlik miti sarsıldı.

5 Haziran 1982'de İsrail ile Filistin Kurtuluş Örgütü arasında tırmanan gerginlik
sonucu İsrail F.K.Ö kamplarının bulunduğu Beyrut ve Güney Lübnan'ı bombaladı.
İsrail birlikleri Lübnan'ın güneyini işgal etti ve Beyrut'un kenar mahallelerine kadar
ilerledi. Kentteki Filistinli mülteciler kenti terk ederek mülteci kamplarına gönderildi.
İsrail kentten çekildikten sonra 14 Eylül'de tekrar Beyrut'a girdi. 16 Eylül günü İsrail
destekli Falanjist gerillalar Beyrut'taki Sabra ve Şatilla kamplarına girerek yüzlerce
Filistinli mülteciyi öldürdüler.

Arap Zirveleri

Arap ülkelerinin liderlerinin bir araya geldikleri, sorunları tartıştıkları zirve


toplantıları. Bu toplantıların büyük çoğunluğu Arap Birliği çerçevesinde olmuştu.

Bu zirve toplantılarından ilki 5-11 Eylül 1964 tarihleri arasında 13 Arap devletinin
katılımı ile Kahire'de yapıldı. Yemen sorununun tartışıldığı bu toplantı herhangi bir
sonuç elde edilemeden sona erdi. Ağustos 1967'deki Hartum Zirvesi'nde 1967 Arap
İsrail Savaşı'nın sonuçları ile Yemen'deki Mısır askerlerinin geri çekilmesi konuları ele
alındı. Zirve sonunda Mısır ve Suudi Arabistan arasında imzalanan Hartum
Andlaşması'yla Mısır askerlerinin 1967 sonuna kadar Yemen'den ayrılması
kararlaştırıldı. Zirvede ayrıca İsrail ile hiçbir şekilde antlaşma yapılmamasına ve
Filistinlilerin haklarının sonuna kadar savunulmasına karar verildi. Üçüncü Arap
zirvesi 25 Kasım 1978 tarihleri arasında yapılan Bağdat zirvesi oldu. Zirvenin
toplanması için girişimi Mısır'ın İsrail ile Camp David Antlaşmaları'nı imzalamasına
tepki gösteren Arap devletleri yaptı. Zirvede Mısır Camp David Andlaşması'nı iptal
ederek diğer Arap devletleriyle ortak hareket etmeye davet edildi.
1990 Haziran'ında yine Bağdat'ta Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat'ın
çağrısıyla yapılan dördüncü Arap zirvesinde İsrail işgali altındaki topraklara yapılan
Yahudi göçü konusu ele alındı. Zirvede ayrıca Türkiye'nin GAP çerçevesinde Fırat'ın
sularını bir süre tutması ve bu projenin geleceğinden duyulan kaygılar, İsrail, Ürdün
ve Suriye arasındaki Ürdün nehrinin durumu, Mısır'a akan Nil sularının azalması ve
bundaki "İsrail etkisi" de görüşüldü. Zirvede Sovyetler Birliği'nden İsrail'e, ayda
yaklaşık 10.000 kişiyi bulan Yahudi göçü kınandı ve bu göçe yardımcı olan ülkelerle
olan ilişkilerin gözden geçirilmesi çağrısında bulunuldu. Sonuç bildirgesinde bu göç
için "insan haklarının köklü bir ihlali ve Arap ulusuna yönelik bir tehdit" ifadeleri yer
alıyordu. Zirvede ayrıca Mısır'ın Camp David Andlaşması'nın imzalanmasından sonra
Tunus'a taşınan Arap Birliği örgütünün merkezinin tekrar Kahire'ye alınmasına ve
zirvenin her sene olağan bir şekilde Kahire'de toplanmasına karar verildi. Ama Irak'ın
Kuveyt'i işgali üzerine Beşinci Arap Zirvesi olağanüstü bir şekilde 10-12 Ağustos
1990'da Kahire'de toplandı. Zirvede bir araya gelen 21 Arap ülkesi lideri Irak'ın
Kuveyt'i işgali sonucu doğan bunalımı görüştüler. Suudi Arabistan'ın olası bir Irak
saldırısına karşı bir Birleşik Arap Gücü kurulması önerisi sert tartışmalara yol açtı.
Sonuçta 12 leyhte oy ile bu gücün kurulmasına karar verildi. Bu olay Arap Birliği'nin
tam bir parçalanmanın eşiğine geldiğini göstermiştir.

Atatürk'ün Dış Politikası

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün izlediği dış politika. Üç


döneme bölünerek incelenebilir: i. Kurtuluş Savaşı ve sonrasındaki Türk Dış Politikası,
ii. Lozan Andlaşması'ndan 1930'a kadar olan dönem, iii. 1930'dan Atatürk'ün
ölümüne kadar ki dönem.

Birinci dönemde Atatürk'ün amacı en kısa sürede ve tam bir şekilde ülkenin düşman
işgalinden kurtarılmasıydı. Bu işgalin sona ereceği sınır ise son Osmanlı Mebusan
Meclisince belirlenen Misak-ı Milli sınırları idi. Ayrıca Misak-ı Milli ilkeleri bu dönem dış
politikasını temelini oluşturuyordu. Bu dönemde Türkiye yeni kurulmuş Sovyetler
Birliği ile iyi ilişkiler kurarak bu devletten yardım almış ve gerek bu devleti Batılı
devletlere gerekse de Batılı devletleri Sovyetlere karşı kullanarak kendi hedeflerine
ulaşmaya çalışmıştır. Ayrıca Atatürk Müttefik devletler arasındaki menfaat
çatışmalarından doğan ayrılıkları da kullanmasını iyi bilmiştir.

Lozan'dan sonra Türkiye'nin gerçekçi bir dış politika izlediği söylenebilir. Her ne kadar
Lozan'dan arta kalan sorunlar çözülmek isteniyorsa da-Hatay, Musul, Boğazlar gibi-
bu dönemde Türkiye Lozan'la elde ettiği statükoyu koruma çabasındadır. Sovyetler
Birliği ile dostça ilişkiler sürmekle beraber bu ülke artık Türkiye'nin dayandığı tek
devlet olmaktan çıkmaktaydı. Bu arada 1925'te Musul sorununun Türkiye'nin
aleyhine bir şekilde çözülmesi ile Türk-İngiliz ilişkilerinde bir soğukluk yaşanmıştır.

Son olarak 1930-1938 döneminde Türkiye bütün devletlerle iyi ilişkiler kurmaya
çalışmış ve Türk dış politikasının temelini belirleyen "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" sözü
bu dönemde söylenmiştir. 1932'de Milletler Cemiyeti'ne giren Türkiye, Yunanistan ve
diğer Balkan devletleri ile kurulan sıcak ilişkiler doğrultusunda bu devletlerle Balkan
Antantını imzalamıştır. 1937 yılında da aynı barışçı politika doğrultusunda Türkiye
İran, Irak ve Afganistan ile Sadabat Paktı'nı kurmuştur. Türkiye bu dönemde de
statükocu bir politika izlemiştir. Montreux Sözleşmesi ve Hatay'ın Türkiye'ye katılması
bu statükoculuktan kayış gibi değerlendirilse de bu gelişmelerin barışçı ve meşru
yollardan sağlanması Türkiye'nin statükocu dış politikasının sürdüğünün
göstergesidir.

Atlantik Bildirisi (Atlantic Charter), 14 Ağustos 1941

II. Dünya Savaşı sırasında, İngiltere Başbakanı Winston Churchill ile o sırada henüz
savaşa girmemiş olan ABD'nin Başkanı Franklin Roosevelt arasında Kanada
açıklarında bir savaş gemisinde yapılan ve beş gün süren görüşmeler sonucunda 14
Ağustos 1941'de yayınlanan ortak bildiri. 8 maddelik bu bildiri bir bakıma Wilson'un
14 noktası'na benzemektedir. Bu bildiri ile A.B.D.'nin tarafsızlık politikasını terk ettiği
açıkça ortaya çıkmıştır. Bildirinin maddeleri özetle şöyledir: i.Savaştan sonra toprak
kazanılmayacak ii.ilgili halkın onayı anılmadan toprak değişikliği yapılmayacak,
iii.Uluslar kendi geleceklerini kendileri saptayacaklar (self-determination),
iv.Uluslararası işbirliği gerçekleştirilip geliştirilecek, v.Temel hammaddelerden eşit
biçimde faydalanılacak, vi.İnsanlar korku ve açlıktan kurtarılacak vii.Açık denizlerde
ticaret serbestliği gerçekleştirilecek, viii.Mihver devletleri silahtan arındırılacak ve
savaştan sonra topyekün silahsızlanmaya gidilecek. Bu maddeler daha sonra
Birleşmiş Milletler Andlaşması'nın içine de alındı.

Atmosferde, Dış Uzayda ve Su Altında Nükleer Denemeleri Yasaklayan Andlaşma, 5


Ağustos 1963

Atmosferde, uzayda ve su altında nükleer denemelerini barışçı ya da askeri-


yapılmasını yasaklayan andlaşma. 5 Ağustos 1963'te Moskova'da imzalanan
andlaşma 10 Ekim 1963'te yürürlüğe girdi. Toprak altında nükleer deneme
yapılmasını yasaklamadığı için "Sınırlı Deneme Yasağı Andlaşması" olarak da bilinir.
Andlaşma metninde nükleer silah denemelerinin yanısıra "herhangi başka nükleer
patlama" şeklinde barışçıl denemelerin de yasaklandığı belirtilmektedir.

Augsburg Barışı, 1555

Almanya'da Lutherciliğin varlığını kabul eden ilk kalıcı yasal düzenleme. Augsburg'da
toplanan Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu Dieti tarafından 25 Eylül 1555'te ilan
edilmiştir. Buna göre imparatorluğun üyesi hiçbir devlet dinsel gerekçelerle bir başka
üye devlet ile savaşa giremeyecek ve mezhepler silaha başvurmadan yeniden
birleşene dek barış geçerli olacaktı. Ayrıca imparatorluğun her topluluk diliminde
sadece bir mezhep tanınıyor -Katolik veya Luthercilik- böylece prenslerin seçtiği
mezhep uyruklarını da bağlıyordu. Öteki mezhepten olanlar mülklerini satarak, bağlı
oldukları mezhebin tanındığı prensliklere göç edebilirlerdi. Augsburg Barışı,
eksikliklerine rağmen yarım yüzyılı aşkın bir süre Kutsal Roma-German
İmparatorluğu'nu ciddi bir iç çatışmadan korudu.

Avrupa Ahengi: bkz. Avrupa Uyumu

Avrupa İmar Programı (European Recovery Programme)

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa ekonomileri büyük bir yıkıma uğramıştı.
Savaştan sonra bu ülkeler yoğun bir ekonomik anırıma giriştiler. Onarım için gerekli
araç ve gereçlerin sağlanabileceği tek kaynak ABD idi. Fakat bu da o ülkelerin
kapasitelerini aşan altın ve döviz rezervi gerektiriyordu. 1947 yılında ABD Dışişleri
Bakanı George C. Marshall önderliğide, Batı Avrupa ülkelerinin onarımı amacıyla
hazırlanan bir Avrupa İmar Programı ortaya çıktı. Bu programın finansmanı için
ABD'nin yaptığı yardımlar Marshall Yardımları diye bilinir. 1947'de bir miktar yardım
dağıtılmakla birlikte, programın asıl uygulanışı 1948'de olmuştur. Programın
başlatılmasından sonraki dört yıl içerisinde 17 Avrupa ülkesine toplam 12 milyar
dolar tutarında hibe veya kredi şeklinde kaynak transferi yapılmıştır. Türkiye de az da
olsa bu yardımlardan yararlanmıştır.

Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması: bkz. AKKA

Avrupa Uyumu (Concert of Europe)

XIX. yüzyılda Avrupa'da barışı tehdit eden önemli olaylar karşısında büyük güçlerin
kurduğu ad hoc bir karşılıklı danışma sistemi. Avusturya, İngiltere, Fransa ve
Prusya'ya daha sonra Almanya ve İtalya katılmış, geri kalan küçük devletler ise
kendileriyle doğrudan ilgili bir olay durumunda sisteme dahil olmuşlardır. Uyum
sistemi genellikle büyük devletlerin barışın tehdit edildiğine inandıkları anda
topladıkları konferanslar şeklinde yürüyordu. Sonuçta büyük güçlerin hegemonyası
egemen oluyordu. Sistem büyük güçlerin Üçlü İttifak ve Üçlü İtilaf şeklinde iki
kutupta kamplaşmasına kadar sürmüştür.

Avrupa Uyumu Sistemi Avrupa'da siyasi istikrara büyük katkıda bulunmuştur. Büyük
güçlerin birliğinin bozulması Avrupa'yı doğrudan I. Dünya Savaşı'na sürükledi.

Baas Partisi (Hizb el Ba's el-Arabi el-İştiraki)

Tam adı Arap Sosyalist Baas Partisi ve Arap Sosyalist Yeniden Doğuş Partisi. Tek bir
sosyalist Arap toplumu oluşturmayı hedefleyen radikal siyasi hareket. Pekçok Arap
ülkesinde kolları vardır.

Baas Partisi 1943 yılında Mişel Eflak ve Salah el-Bitar tarafından Şam'da kuruldu.
1953'de Suriye Sosyalist Partisi ile birleşen parti Arap Sosyalist Baas Partisi adını
aldı. Bağlantısızlık politikasını, emperyalizm ve sömürgeciliğe karşı çıkmayı
benimseyen Baas Partisi, İslam'ın bazı unsurlarından faydalanarak sınıfsal farklılıkları
ortadan kaldırmayı amaçlayan bir hareket gerçekleştirmeye çalışmıştır. Katı disipline
dayalı aşırı merkeziyetçi bir yapıya sahiptir.

1963'te Suriye'de iktidarı ele geçiren Baas, "milliyetçi" ve "ilerici" diye anılan iki
gruba bölündü ve 1970'te Hafız Esad'ın başa geçmesiyle iki grup arasındaki
çekişmeyi milliyetçiler kazanmış oldu. Irak'ta 1963 yılında kısa bir süre Baasçılar
iktidara geldiyse de 1968'de yeniden iktidarı ele geçirdiler. Irak ve Suriye'deki Baas
Partileri arasındaki anlaşmazlık iki ülkenin siyasi birliğine engel oldu ve daha sonra
iki ülke birbirine karşı pek dostça olmayan siyaset yürütmeye başladı. Suriye'de Baas
hükümetine en önemli tehdit Müslüman Kardeşler Örgütü olmuştu. Ama Hafız Esat
1982 yılında Hama'da kanlı bir müdahale ile örgüte ağır bir darbe indirdi. Irak'ta ise
kuzeydeki Kürt ve güneydeki Şii gruplar Baas için en önemli tehlikelerdi.

Suriye Baas Partisi yıllardır Batı'ya karşı sert olan tutumunu Orta Doğu Barış Süreci
doğrultusunda yumuşatırken Irak'ta Baas, Körfez Savaşı ve sonrası Batı ve özellikle
Amerika karşıtı bir siyaset izlemektedir.

Bağdat Paktı, 1955

Ortadoğu'da barış ve güvenliğin korunması için kurulan ittifak. 1955 yılında Türkiye
ve Irak arasında kurulan Pakt'a aynı yıl Pakistan, İran ve İngiltere katılmıştır. Bütün
Arap Birliği üyesi ülkeler ve büyük Batılı devletlerden bazıları da Pakt'a davet edilmiş
ama hiçbiri buna ilgi göstermemiştir. 1959'da rejim değişikliği ile Irak'ın üyelikten
ayrılmasıyla Pakt, Merkezi Andlaşma Örgütü (CENTO) adını almıştır.

Bakü Kongresi, 1920

III. Komünist Enternasyonal (Komintern) tarafından Bakü'de düzenlenen toplantı.


1920 yılında Bolşevikler artık Batı'da umdukları büyük devrimin pek de yakın
olmadığına inanmaya başlamışlardı. Bu ortamda Doğu halklarına doğru yönelen
Sovyetler Birliği onlarla Batı'ya karşı bir ittifak kurmaya çalışıyor ve Batılı emperyalist
güçlerin egemenliği altındaki Doğulu halkları bu güçlere karşı ayaklandırmayı
düşünüyorlardı. Eylül 1920'de Bakü'de çoğunluğu sömürge rejimi altındaki Doğu
ülkelerinden gelen komünist partilerin temsilcilerinin katıldığı bir Kongre düzenlendi.
Kongrede iki ana konu üzerinde yoğunlukla duruldu. i)Doğu halklarının ulusal
kurtuluş mücadeleleri beklenen dünya devrimi açısından nasıl değerlendirilecek.
ii)Komintern bu konuda nasıl bir strateji izleyecek. Kongre'de komünist nitelikli
olmayan -bu sırada Anadolu'daki kurtuluş mücadelesi dahil- ulusal kurtuluş
hareketlerine karşı nasıl bir tutum takınılacağı da tartışıldı.

Balfour Bildirisi, 1917

İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Arthur J. Balfour'un 2 Kasım 1917'de, Uluslararası


Siyonist hareketin önderlerinden Lord Rotschild'e gönderdiği, Filistin'de Yahudilere bir
"ulusal yurt" kurulması çabasının İngiliz hükümetince destekleneceğinin belirtildiği
mektup. Ancak yine mektuba göre, Yahudiler için kurulacak böyle bir yurt, bölgenin
Yahudi olmayan kesiminin haklarını ihlal etmeyecekti. İngiliz Dışişleri Bakanını böyle
bir mektup yazmaya iten en önemli sebep, toprakları üzerinde çok sayıda ve önemli
etkiye sahip Yahudi'nin yaşamakta olduğu A.B.D.'nin sempatisini ve Almanya'ya karşı
yürütülen savaşta katkısını sağlamaktı. Mektubun zamanlaması da iyi yapılmıştı.
Çünkü kısa bir süre sonra Almanya ve Osmanlı Devleti deYahudi desteğini
sağlayabilmek için özellikle Almanya Siyonistlerine savaş sonrası ödünleri vermeye
başlamışlardı.

Siyonist liderlerden H. Weizman ve N. Skolov'un ısrarlı çabaları ile yayımlanan Bildiri,


Filistin'de yalnızca Yahudilere ait bir devletin kurulmasını isteyen Siyonistlerin
isteklerini tam anlamıyla karşılamıyordu ama ilerde İsrail'in kuruluşu için bir dayanak
oldu.

Balkan Antantı, 1934

9 Şubat 1934'te Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında imzalanan


ittifak andlaşması.Avrupa'nın revizyonist ve anti-revizyonist iki kamp etrafında
toplanmaya başlaması Balkan devletlerini bir grup kurmaya yönlendiriyordu. İlk kez
1929'da Yunanistan Başbakanı Papanastasio'nun ortaya attığı bir Balkan birliği
kurulması fikri çeşitli devletlerden destek görmüş ve arka arkaya Balkan devletleri
arasında gayriresmi nitelikli konferanslar toplanmaya başlamıştı. Konferanslar
sonucu verilen uzlaşma doğrultusunda 9 Şubat 1934'te Atina'da Türkiye, Yunanistan,
Yugoslavya ve Romanya arasında Balkan Atlantı imzalandı. Üç maddeden oluşan
Antant Balkan ülkelerinin kendi aralarında olan sınırları koruyor ve bu ülkeler arası
işbirliğini geliştirmeyi amaçlıyordu. Antant bölgede revizyonist politika izleyen
Bulgaristan'ı hedeflemekteydi. II. Dünya Savaşı'nda Türkiye dışındaki üyelerin Alman
işgaline uğraması ile Antant geçerliliğini kaybetmiştir.

Balkan Paktı

Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya'nın taraf olduğu siyasal nitelikli bölgesel örgüt.


Pek uzun ömürlü olamamıştır.

A.B.D. 1950'lerin başında Sovyetlerle gergin ilişkileri olan Yugoslavya ile ilgilenmeye
başlamıştı ve NATO'ya girmeleri kesinleşmiş olan Türkiye ve Yunanistan ile bu ülkeler
arasında bir pakt yapılması yönünde çabalıyordu. 1951 yılı sonuna doğru ve üç ülke
arasında başlayan yakınlaşma 1952 boyunca da devam etmiş ve 28 Şubat 1953'te
Ankara'da üç ülkenin Dışişleri Bakanları tarafından bir "Dostluk ve İşbirliği
Andlaşması" imzalanmıştır. Bu andlaşmaya göre üç devlet ortak çıkarlarıyla ilgili
konularda birbirlerine danışacaklar ve üye devletlerin Dışişleri Bakanları yılda en az
bir defa toplanacaktı. Dışişleri Bakanları arasında süren toplantılar sonucu yeni
ilerlemeler sağlanmış, 9 Ağustos 1954'te üç ülke arasında Bled Andlaşması
imzalanmıştır. Bu andlaşmaya göre taraflar, aralarından herhangi birine ya da
birkaçına yönelen bir saldırıyı kendilerine de yapılmış sayarak askeri güç de dahil her
türlü önlemi alacaklardı.
Ama daha paktın ilk günlerinden itibaren Türkiye ve Yugoslavya arasında görüş
ayrılıkları ortaya çıkmış ve 1955'ten itibaren Sovyetlerle ilişkilerini düzeltmeye
başlayan bu ülkenin pakta ilgisi azalmıştır. Türkiye ile Yunanistan arasında Kıbrıs
sorununun ortaya çıkmasıyla da Paktın doğurduğu olumlu hava silinmeye başlamıştı.
Pakt 1960 yılına kadar devam etmiş 1960 Haziranında da resmen sona erdiği
açıklanmıştır.

Balkan Savaşları, Ekim 1912-Haziran 1913

Birincisi Balkan devletleri ile Osmanlı Devleti, ikincisi Balkan devletlerinin kendi
aralarında yaptıkları iki savaş. I. Balkan Savaşı Osmanlı Devleti'nin Rumeli'de kalan
son topraklarını da kaybetmesi ile sonuçlanmıştır.

1912 yılı boyunca Sırbistan, Karadağ, Bulgaristan ve Yunanistan kendi aralarında


yaptıkları ittifak andlaşmaları ile Osmanlı Devletine karşı bir birlik kurdular. 1912
Eylül'ünde seferberliklerini tamamlayan Balkan devletleri Osmanlı'nın Trablusgarp
Savaşı ile uğraşması ve iç siyasi çekişmelerinden faydalanarak hazırlıklarını
pekiştirdiler. 8 Ekim 1912'de Karadağ'ın savaş ilanı ile I. Balkan Savaşı başladı ve
bunu öteki devletlerin savaş ilanları izledi. Hazırlıksız yakalanan Osmanlı orduları
hemen hemen her cephede yenildi ve Midye-Enez hattının gerisine çekilmek zorunda
kaldı. Bu arada Arnavutluk da bağımsızlığını ilan etti. 17 Aralık'ta Londra'da toplanan
bir konferans sonunda 30 Mayıs 1913'te bir barış andlaşması imzalandı.

Londra barışından umduğunu bulamayan Bulgaristan'ın 30 Haziran'da Yunanistan'a


saldırması ile II. Balkan Savaşı başladı. Bulgaristan savaşta pek bir başarı
sağlayamadı ve Romanya'nın savaşa girmesi ile yenilgiye uğratıldı. Bulgaristan'ın
zayıf durumundan yararlanan Osmanlı Devleti de Edirne'yi aldı. 10 Ağustos 1913'te
Bükreş'te imzalana barış andlaşması ile II. Balkan Savaşı sona erdi. Osmanlı Devleti
de Yunanistan'la Atina, Bulgaristan ve Sırbistan ile İstanbul Andlaşmalarını yaptı.
Böylece bugünkü Türk-Bulgar ve Türk-Yunan sınırları birkaç istisna dışında çizilmiş
oldu ve yapılan andlaşmalarda Balkan devletleri sınırları içinde kalan Türk azınlıklarla
ilgili maddeler yer aldı.

Bandung Konferansı, 1955

18-24 Nisan 1955 tarihlerinde Endonezya'nın Bandung kentinde toplanan ve


Bağlantısızlar Hareketi'nin temellerinin atıldığı toplantı. Endonezya, Pakistan,
Hindistan, Seylan (Sri Lanka) ve Birmanya'nın düzenlediği toplantıya o zamanki
dünya nüfusunun yarasından fazlasını oluşturan 20 Asya ve Afrika ülkesi katılmıştı.

Konferansı düzenleyen ülkeler, Batılı devletlerin Asya'ya ilişkin aldıkları kararlarda


kendilerine danışılmamasından duydukları rahatsızlığı dile getirdiler. Tartışmalar
temel olarak Sovyetler Birliği'nin Doğu Avrupa ve Orta Asya'daki tutumunun Batılı
devletlerin sömürgeciliği ile eş biçimde eleştirilip eleştirilmemesinde yoğunlaştı.
Sonunda "tüm görünümleri ile sömürgeciliğin" mahkum edilmesi üzerinde uzlaşıldı.
Birleşmiş Milletler Bildirisi'ndeki ilkelerle Hindistan başbakanı Nehru'nu beş ilkesini
kapsayan on maddelik bir "dünya barış ve işbirliğini geliştirme bildirisi" oybirliği ile
kabul edildi.

Konferansa katılan Türkiye'nin toplantılar boyunca izlediği Batı yanlısı tutum,


bağlantısızlık politikası izleyen diğer üçüncü dünya ülkeleri ile ilişkilerinin
soğumasına neden oldu.

Baruch Planı, 1946

1946'da A.B.D. tarafından Birleşmiş Milletler Atom Enerjisi Komisyonu'na sunulan


atom silahının yayılması ve atom enerjisinin kontrolü ile ilgili teklif. Plan hazırlaycısı
Bernard Baruch'un adıyla anılır. Plan önce atom enerjisi üzerinde etkili bir denetimin
kurulmasını, sonra da nükleer stokların tümünün yok edilmesini öngörüyordu. Ayrıca
bir Uluslararası Atomu Geliştirme Örgütü (International Atomic Development Agency)
kurulacak, dünyanın güvenliği için tehlike teşkil eden tüm atom enerjisine bu örgüt
sahip olacaktı. Eğer Sovyetler Birliği bu örgütün kurulmasını kabul ederse, A.B.D.
elindeki tüm atom silahlarını ve bunların yapılması için gerekli bilgiyi bu örgüte
devredecekti. Örgütün çalışmasıyla ilgili olarak Güvenlik Konseyi'nde hiçbir devlet
veto yetkisini kullanamayacaktı. Ancak, Sovyetler Birliği bu öneriyi kabul etmedi,
veto yetkisinin devamında direnerek, etkili bir tedbir için önce nükleer silah stokunun
yok edilmesi, denetimin bunun izlemesi gerektiğini ileri sürmüştür. Taraflar
görüşlerinde ısrar edince, Atom Enerjisi Komisyonu'nda bu konuda yapılan uzun
tartışmalardan hiçbir sonuç çıkmamıştır.

Bask Ulusal Bağımsızlık Hareketi (Euzkadr Ta Azcatasuna-ETA)

İspanya'da Bask azınlığının yoğun olarak yaşadığı bölgenin bağımsızlığı için


mücadele eden silahı örgüt. ETA, Franco döneminde bütün baskılara rağmen
1950'lerden sonra belirli bir örgütlenme düzeyine ulaştı ve yönetime karşı silahlı
mücadeleye başladı. Düzenlediği birçok bombalı saldırı ve suikastten en önemlisi
1973 yılında İspanya Başbakanı Blanco'nun öldürülmesidir. Franco döneminin sona
ermesinden sonra Bask bölgesine özerklik tanınmasına rağmen ETA mücadeleye
devam etti.

Belgrad Konferansı, 1-6 Eylül 1961

1-6 Eylül 1961 tarihleri arasında Yugoslavya'nın başkenti Belgrad'ta yapılan ilk
Bağlantısızlar zirvesi. Konferansa yirmibeş ülkenin devlet veya hükümet başkanı
katılmıştır. Konferans Soğuk Savaş'ın en yoğun olduğu dönemlerden birinde, Berlin
ablukasının sürdüğü ve Sovyetlerin nükleer denemelere yeniden başladığını
açıkladığı sırada toplanmış ve uluslararası ortamın gerginliği konferansa da
yansımıştır. Tito, Abdulnasır, Sukarno ve Nkrumah'ın en faal liderler olarak göze
çarptıkları konferans sonunda kabul edilen yirmiyedi maddelik deklerasyonda çeşitli
uluslararası sorunlara değinilmiştir.

Berlin Ablukası, 1948-1949

1948-1949'da Sovyetler Birliği'nin, Batılı işgal devletlerini Batı Berlin'deki egemenlik


haklarından vazgeçmeye zorlama girişiminin yol açtığı uluslararası bunalım. Mart
1948'de İngiltere,Fransa ve A.B.D.'nin Almanya'daki işgal bölgelerini tek bir
ekonomik birim halinde birleştirme kararı Sovyetlerin tepkisine yol açtı ve Sovyetler
Birliği Müttefikler Kontrol Konseyi'nden çekildi. Batı'da yeni bir Alman Markı'nın
piyasaya çıkmasını Doğu Alman parasına karşı rekabet olarak gören sovyetler Batı
ile Berlin arasındaki demir, kara ve su yollarını kapatarak kenti ablukaya aldı. 26
Haziran 1948'de ABD ve İngiltere kente acil gereksinimleri havayoluyla sağlamaya
başladılar ve Berlin'den dışarı yapılan sanayi ihracatının hava yoluyla gerçekleşmesi
için bir "hava köprüsü" kurdular. Artan gerginlik karşılıklı askeri güç tırmanmasına yol
açtı. Gerginlik sovyetler Birliği'nin 12 Mayıs 1949'da ablukayı kaldırmasına değin
sürdü.

Berlin Andlaşması, 3 Haziran 1972

Berlin kentinin A.B.D., Sovyetler Birliği, Fransa ve İngiltere'nin yükümlülüğü altına


konduğuna ilişkin andlaşma. 3 Eylül 1971'de hazırlanıp parafe edilen andlaşma, 3
Haziran 1972'de imzalandı. Bu andlaşmayla Batı Berlin'de A.B.D., Fransa ve
İngiltere'nin sorumluluğu devam ediyor ama Batı Berlin'i temsil yetkisi Federal
Almanya'ya geçiyordu. Sovyetler Birliği ise Doğu Berlin üzerindeki haklarını
Demokratik Alman hükümetine devretmeyecekti.

Bu andlaşma sonucunda 12 Ağustos 1970 tarihli Federal Almanya ile Sovyetler Birliği
arasında imzalanmış olan Moskova Andlaşması ve 7 Aralık 1970'de yine Federal
Almanya ile Polonya arasında imzalanmış olan Varşova Andlaşması da yürürlüğe
girmiştir.

Berlin Batı Afrika Konferansı, 1884-1885

Afrika'nın kıyılarında ve büyük nehirlerde ticaret serbestliğinin sürekliliğini sağlamak


ve bu kıyılardaki yeni yerlerin işgal koşullarını belirlemek amacıyla Bismarck'ın
girişimi ile 15 Kasım 1884-26 Şubat 1885 tarihleri arasında Berlin'de toplanan
uluslararası konferans.

O tarihe kadar sömürge işletmelerine pek rağbet etmeyen Alman başbakanı, Alman
egemenliğine konan toprakları değerlendirecek imtiyazlı şirketlerin kurulmasını göz
önüne alarak tavrını değiştirdi. Bismarck, öteki Avrupa devletleri arasındaki sömürge
rekabetini kızıştırıyor ve Fransa'yı yeni sömürge hayalleri ile kışkırtarak bu ülkenin
Almanya'ya karşı bir öç alma siyaseti gütmesini önlemeyi umuyordu. Jules Ferry'nin
ve sonra İngiltere Dışişleri Bakanlığının onayını alan Bismarck, Viyana Antlaşması'nı
imzalayan devletler ile Belçika, İtalya, ABD ve Türkiye'yi konferansa çağırdı.

Antlaşmanın sonuç belgesi Nijer ırmağında ulaşım özgürlüğünü ve Atlas


okyanusundan Hint okyanusuna kadar uzanan Kongo havzasında ticaret serbestliğini
güvence altına alıyordu. Bu, Fransa ile Portekiz'in toprak ilhakları ve 1884 İngiliz-
Portekiz anlaşması ile bir süre için tehlikeye düşen liberalizmin zaferi demekti.

Konferans Afrika'nın paylaştırılmasını gerçekleştirmedi ama bunu kuşkusuz


hızlandırdı. Konferansta, imzacı devletlerden birinin gerçekleştireceği toprak
ihlallerinin, ancak öteki imzacı devletlere bildirilmesi koşuluyla geçerlik
kazanabileceği ilkesi kabuledildi.

Bir bildirge de köle ticaretiyle ilgiliydi (md. 9). Genel olarak, imzacı devletler,
yerlileri, gezginleri ve din özgürlüğünü korumayı yükümlüyorlardı. Ancak Afrikalılara
alkollü içki satışı, Almanya ile Hollanda'nın itirazı üzerine yasaklanmadı. 1885
sonunda Fransa ile Almanya arasında Togo-Kamerun sınırını belirleyen özel bir
antlaşma imzalanmasıyla Berlin Antlaşması tamamlandı.

Berlin Deklerasyonu, 1955

II. Dünya Savaşı sonrasına İngiltere, A.B.D.,Fransa ve S.S.C.B.'nin işgali altındaki


Berlin üzerinde bu devletlerin haklarını belirleyen belge. Bu deklerasyona göre
kentin güvenliği, kentte bulunan askeri birliklerin gözetimi ve sivil havacılığın
denetimi işgal birliklerinin sorumluluğu altındaydı. Hukuki açıdan Batı Berlin Federal
Almanya'nın bir parçası değildi ve kentin bu kesiminde 12 bin Müttefik devletlere
bağlı asker bulunmaktaydı. Bu yüzden Federal Alman Parlamentosu ve Anayasa
Mahkemesi'nin kararlarının Batı Berlin'de uygulanabilmesi için Batı Berlin
Parlamentosu'nun bunları onaylaması gerekiyordu. Müttefiklerin parlamentodan
geçen yasalara itiraz ve bu yasaları geçersiz kılma hakları vardı. Bu nedenle Federal
Alman Parlamentosu'ndan çıkan yasalar Berlin'e gelmeden önce Bonn'daki Müttefik
devletlerin büyükelçileri tarafından gözden geçirilmekteydi. Ayrıca Batı Berlin'in
silahlanması yasaklandığı için Batı Berlinliler'in askerlik yapmaları da yasaktı.
Deklerasyona göre, Müttefik devletler gerekli durumlarda Batı Berlin polisi üzerinde
de yetkili olabilmekteydiler.

Berlin Kongresi, 13 Haziran-13 Temmuz 1878

Osmanlı Devleti, Rusya, Almanya, İngiltere, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve


Fransa'nın katılımı ile gerçekleşen kongre. Kongre sonunda 1887-1878 Osmanlı-Rus
Savaşı (93 Harbi) sonrası imzalanan Ayastefanos Andlaşması'nın yerine geçmek
üzere bir andlaşma yapıldı. Ayastefanos ile kurulan "Büyük Bulgaristan" oldukça
küçülerek Osmanlı'ya bağlı bir prenslik haline geldi. Doğu Rumeli eyaleti kuruldu ve
Ayastefanos'ta Bulgaristan'a bırakılan Makedonya reform yapılması şartıyla Osmanlı
Devleti'ne iade ediliyordu. Osmanlı Devleti açısından daha olumlu görülen bu
andlaşma, bu kazançları Bosna-Hersek ve Kıbrıs'ta geçici yönetimler adı altında
Avusturya-Macaristan ve İngiltere'nin yönetimine vermesi ile geri alıyordu.

Berlin Kongresi her ne kadar Rumeli'nin Osmanlı Devleti'nin elinde kalmasını


sağlamışsa da ilerde ortaya çıkacak bunalımlara da ortam yaratmış oldu.

Berlin Senedi, 1885

Berlin Batı Afrika Konferansı olarak adlandırılan ve Kasım 1884 ile Şubat 1885
arasında Berlin'de yapılan bir dizi görüşme sonucunda kabul edilen belge. Konferans
Orta Afrika'daki Kongo Havzası ile ilgili anlaşmazlıkları çözmek amacıyla toplanmıştı.
Berlin Senedi ile Kongo Havzası Alman Doğu Afrikasını da kapsayacak şekilde tarafsız
bölge ilan edildi. Burada bütün devletlere serbest ticaret ve taşımacılık hakkı
tarafında ve Portekiz'in Atlas Okyanusu'ndaki hak iddiaları reddedildi. Bu senet ile
sömürgeleştirmede "fiili işgal" ilkesinin benimsenmesi sonucu olarak Avrupalı
devletler Afrika'da mümkün olduğu kadar geniş toprak parçalarını hızla işgal etme
yarışına girdiler. Böylece Afrika'nın sömürgeleştirilmesi süreci hızlanmış oldu.

Birinci Dünya Savaşı, 1914-1918

1914 yılı yazında Avrupa'da başlayıp sonradan dünyanın geri kalan bölgelerine
yayılan ve 1918 yılının sonuna kadar süren topyekün savaş. 1914 Haziranında
Saraybosna'da Avusturya Macaristan veliahtının bir Sırp milliyetçisi tarafından
öldürülmesi sonucunda Avusturya-Macaristan önce Sırbistan'a bir nota vermiş
ardından bu ülkeye savaş açmıştı. Bu olaydan sonra Rusya'nın Sırbistan'ı savunması,
bu ülkenin seferberliğini ilan etmesiyle daha önce bu durumu savaş sebebi
sayacağını ilan eden Almanya'nın Rusya'ya savaş ilan etmesi sonucunda I. Dünya
Savaşı başlamış, Rusya'nın müttefikleri İngiltere ve Fransa'nın da Almanya'ya karşı
savaşa girmeleriyle savaş diğer kıtalara da yayılmıştır. Savaşın nedenleri üzerinde
tarihçiler arasında hala görüş birliğine varılamamıştır. Ama savaşın en temel nedeni
olarak Avrupa devletleri arasındaki emperyalizm mücadelesini gösterebiliriz.
1870'lerin son çeyreğinde ulusal bütünlüğünü sağlayan Almanya sanayiini
geliştirmesine rağmen bu sanayii destekleyecek sömürgelere sahip değildi. Almanya
sömürge elde etmeye karar verdiğinde ise dünyanın hemen hemen tamamının
komşusu Fransa ve İngiltere arasında paylaşılmış olduğunu gördü. İngiltere de
Almanya'nın sömürgecilik yönündeki faaliyetinden rahatsız oluyordu. Öte yandan
benzer bir mücadele de Balkanlar üzerinde Rusya ve Avusturya-Macaristan arasında
yaşanıyordu. 1878 Berlin Kongresi'nden sonra Bosna-Hersek'in yönetimini ele
geçiren ve daha sonra burayı ilhak eden Avusturya Macaristan'ın sınırları dahilinde
pekçok Slav asıllı ulus yaşamaktaydı. Bu ülke küçük Sırbistan'ı kendisi için tehlike
görmekteydi. Rusya da Avusturya'nın Balkanlar'daki etkisinden rahatsızdı ve
Sırbistan'ı Avusturya'ya ezdirmeye kararlıydı.
Yukarıdaki gelişmeler Avrupa'yı bir yandan Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya,
diğer yanda, İngiltere, Fransa ve Rusya'nın bulunduğu bir üçlü ittifak ve üçlü itilaf
kamplaşmasına götürdü ve böylece Avrupa'da Viyana Kongresi'nden bu yana süren
Avrupa Uyumu bozulmuş oldu.

27 Temmuz 1914'te Avusturya'nın Sırbistan'a savaş açması ile başlayan savaş


Almanya'nın 31 Temmuz'da Rusya'ya, 3 Ağustos'da Fransa'ya savaş açmasıyla
genişledi. 4 Ağustos'ta Belçika'nın Alman kuvvetlerince işgali sonunda İngiltere'de
Almanya'ya karşı ilan etti. Bu arada Osmanlı Devleti 2 Ağustos'ta Almanya ile
Rusya'ya karşı bu ülkenin yanında yer almayı öngören bir İttifak imzaladı.

Akdeniz'deki İngiliz donanmasından kaçan iki Alman gemisi 10 Ağustos'ta Osmanlı


Devleti'ne sığındı. İngiltere'nin protestosu üzerine Osmanlı devleti bu iki gemiyi satın
aldığını söyleyerek bunlara Yavuz ve Midilli adalarını verdi. Bu iki geminin 1914 Ekimi
sonunda Karadeniz'deki Rus limanlarını bombalaması ile Osmanlı Devleti de Almanya
yanında savaşa girmiş oldu. Osmanlı Devleti savaşta dört ana cephede çatışmaya
girdi. i)Çanakkale, ii)Kafkas, iii)Kanal-Filistin, iv)Mezopotamya. Bunlardan sadece
Çanakkale cephesinde başarılı oldu. 1917 yılı sonunda Rusya'da meydana gelen
Bolşevik devriminin sonucunda yeni kurulan Sovyetler Birliği ittifak devletleri ile
Brest-Litovsk Andlaşmaları'nı imzalayarak savaştan çekildi. Ama 1917 Nisan'ında
itilaf devletleri yanında savaşa giren ABD Rusya'nın boşluğunu fazlasıyla doldurdu.
ABD'nin savaşa girme nedeni ticaret gemilerinin Alman denizaltıları tarafından
batırılması idi. Sonuçta savaş ittifak devletlerinin yenilgisi ile noktalandı. Savaş
sonunda itilaf devletleri Almanya ile Versailles, Avusturya ile St. Germain, Macaristan
ile Trianon, Bulgaristan ile Neuilly ve Osmanlı Devleti ile Sevres Antlaşmalarını
imzaladı. Bu andlaşmalarla yukarıda anılan devletler önemli oranda toprak kaybına
uğradılar ve yüklü miktarda savaş tazminatı ödemek durumunda kaldılar. Bu
antlaşmalardan Serves Andlaşması sadece yukarıdaki özellikleri göstermekle
kalmayıp Osmanlı Devleti'ne yaşam hakkı dahi tanımayacak bir özelliğe sahiptir.
Anadolu Hareketi ve Kurtuluş Savaşı sonucunda imzalanan Lozan Andlaşması ile
yürürlüğe giremeden hükmünü kaybetti. Bu andlaşmalar doğrultusunda kurulan
savaş sonrası düzen mağlup devleti tatmin etmedi ve revizyonist diye adlandırılacak
mevcut statüko karşıtı politikaların bu devletlerce izlenmesine neden oldu. Özellikle
Versailles Andlaşması ile Almanya'ya getirilen kısıtlamaların II. Dünya Savaşının
tohumlarını atmış olduğu söylenebilir.

Bir Millet, Bir Devlet İlkesi (Ein Volk, Ein Reich)

Hitler'in bütün Almanca konuşan toplulukları tek bir Alman devleti (Reich) altında
toplamayı amaçlayan ülküsünün sloganı ve Nazi Almanya'sının dış politikasının
temellerinden biri. Hitler 1933'te iktidara gelmesinden sonra bu amacı adım adım
gerçekleştirmeye başladı. 1934'te Almanya ile Avusturya'nın birleşmesi için yaptığı
ilk girişim başarısızlıkla sonuçlandı. Ama bunun ardından Versailles Andlaşması'na
göre Saar bölgesinde yapılan plebisit sonucu, bölge Fransa'dan ayrılarak Almanya'ya
katıldı. 1938'deki ikinci Anschluss denemesi ise başarıyla sonuçlandı ve Mart
1938'de Avusturya Almanya'ya katıldı. Aynı yıl Hitler Çekoslavakya'nın Südetler
bölgesinin Almanya'ya katılması için bu ülkeye baskı uygulamaya başladı. Eylül
1938'deki Münih Konferansı ile de önce Südetler bölgesi sonra da Çekoslovakya'nın
geri kalanı Almanya tarafından ilhak edildi. Hitler "bir millet, bir devlet ilkesi"ni
büyük ölçüde gerçekleştirdikten sonra dış politikasının ikinci aşaması olan "hayat
sahası" (Lebensraum) için çalışmaya başladı.

Bismarck, Otto Von

Alman devlet adamı ve şansölyesi. Alman ulusal birliğinin kurulmasında, belkide en


önemli rolü oynamış kişi.

Bismarck, Kral Wilhelm I ile birlikte, Alman ulusal birliğini kurmak için Danimarka,
Avusturya ve Fransa ile savaştı. Her seferinde, ince diplomatik girişimlerle,
diğerlerini dışarda bırakmayı başararak, her üç savaştan da zaferle çıktı. 18 Ocak
1871 tarihinde II. Reich'ın kurulduğu ilan edildi.

Bismarck, Berlin Kongresi (1878)'ni izleyen barışçı dönemin kurucusu oldu.


Bismarck'ın diplomasisinin iki temel karakteri vardır: i)gerçekçilik, ii)çok yönlü
etkinlik. Ayrıca, Avrupa'ya egemen olma özleminden kaçındı ve savaşı yalnızca
diplomasiyi destekleyen bir araç olarak gördü.

Wilhelm II'nin genişlemeci ve ihtiraslı politikalarını benimsemeyen Alman şansölyesi


Bismarck, bu görevini bırakmak zorunda kalmıştır.

Blitzkrieg (yıldırım savaşı)

II. Dünya Savaşı'nda Alman ordularının uyguladığı savaş taktiği. Blitzkrieg zırhlı
birliklerin yoğun ve seri bir şekilde düşman hatların belirli noktalarına saldırarak
onları arkadan kuşatmalarına dayanmaktaydı. Bu taktik Hitler'in gerek Polonya'da
gerekse Batı cephesinde kısa zamanda büyük zaferler kazanmasını sağladı. Ama
coğrafi, topografik ve iklimsel şartların zırhlı araç harekatına elvermediği durumlarda
bu taktik işlemiyordu. Bu yüzden Alman orduları -başka şartların etkisiyle beraber-
Rusya'da kısa sürede hedefe ulaşamadılar.

Boğazlar Komisyonu

Lozan Boğazlar Sözleşmesi'nin 10. maddesine göre İstanbul ve Çanakkale


Boğazları'ndan geçişi denetlemek amacıyla kurulan komisyon. Karada herhangi bir
yetkiye sahip olmayan Komisyon, bir Türk temsilcinin başkanlığında sözleşmeye taraf
olan devletlerin temsilcilerinden oluşacaktı. Eğer ABD ve Karadeniz'e kıyıdaş öteki
devletler sözleşmeye katılırlarsa Komisyon'a birer temsilci gönderebileceklerdi.
Sözleşmenin 14. maddesine göre Boğazlardan geçen savaş gemileri ve Boğazlar'ın
üstündeki hava sahasını kullanan askeri uçakların geçişi ile ilgili kuralların gereğince
uygulanıp uygulanmadığı Komisyon'un denetimine tabi olacaktır. Komisyon, Milletler
Cemiyeti'nin koruması altında olacak ve Cemiyet'e faaliyetlerini gösteren bir yıllık
rapor sunacaktır. Ayrıca Komisyon kendi çalışması ile ilgili gerekli yasal
düzenlemeleri yapmakta serbest kılınmıştı. 1936 yılında imzalanan Montreux
Boğazlar Sözleşmesi ile Boğazlar komisyonu kaldırılmıştır.

Boğazlar Sorunu

Türk Boğazları'nda (İstanbul ve Çanakkale Boğazları) yabancı devletlere ait deniz


araçlarının geçişine ilişkin olarak çeşitli dönemlerde ortaya çıkan anlaşmazlık. XVIII.
yüzyılın sonlarına kadar Osmanlı Devletinin boğazlar üzerinde kayıtsız şartsız bir
egemenliği söz konusuydu. Bu tarihte Rusya Karadeniz'in kuzey kıyılarını ele
geçirmeye başlamıştı. 1774'te iki ülke arasında yapılan Küçük Kaynarca Antlaşması
ile Rusya ticaret gemilerine boğazlardan serbest geçiş hakkı tanındı. 1798 ve 1805
Osmanlı-Rus ittifak andlaşmalarıyla da boğazlar bütün üçüncü devletlerin savaş
gemilerine kapatılırken Rus savaş gemilerine serbest geçiş hakkı tanındı. Ancak
1807'de iki ülke arasında çıkan savaş sonucunda bu andlaşma yürürlükten kalktı. Bu
arada Osmanlı Devleti 1809'da İngiltere ile imzaladığı Kala-i Sultaniye Andlaşması ile
Boğazları kapalı tutmayı taahhüt etti. Daha sonra 1829'da Rusya ile yapılan Edirne
Antlaşması sonucunda Boğazlar tekrar Rus ticaret gemilerinin serbest geçişine açıldı.
1833'te Osmanlı Devleti'ni iyice zor duruma sokan Kavalalı Mehmet Ali Paşa isyanı
sırasında Rusya Osmanlı Devleti'ne yapacağı askeri yardım karşılığında bu devletten
boğazları üçüncü devletlerin savaş gemilerine kapalı tutma sözünü aldı. Hünkar
İskelesi Andlaşması, 1841 Londra Boğazlar Sözleşmesi ile iptal edilmişti. Bu
sözleşme barış zamanında boğazların Osmanlı dışındaki bütün savaş gemilerine
kapalı tutulmasını öngörüyordu. londra Sözleşmesi 1923 Lozan Boğazlar
Sözleşmesi'nin imzalanmasına kadar yürürlükte kalmıştır. I. Dünya Savaşı sonundaki
Mondros Ateşkes Andlaşması ile boğazlar itilaf devletlerince işgal edilmişti. Bu
devletlerin Ağustos 1920'de İstanbul hükümetiyle imzaladıkları Serves Andlaşması,
Boğazların denetimini bir uluslararası Boğazlar Komisyonuna devrediyordu. Bu
komisyon çeşitli devletlerin gönderecekleri üyelerden oluşacak ve adeta bir devlet
niteliğine bürünecekti. Serves'in hiçbir zaman yürürlüğe girememesi ile bu Komisyon
da hiç bir zaman kurulamadı.

1923 Lozan Boğazlar Sözleşmesi ile Boğazlar bölgesi Türkiye'nin egemenliğine


bırakılıyordu ama Türkiye bu bölgeyi silahlandıramazdı. Her ne kadar Türkiye'nin
başkanlığında bir Boğazlar Komisyonu öngörüyorsa da bu komisyonun statüsü
Serves'dekinden çok daha farklıydı. Sözleşme ile bütün savaş gemilerine
boğazlardan geçiş serbestisi tanınmıştı. 1933 Londra Silahsızlanma Konferansı
sırasında Türkiye bu sözleşmenin değiştirilmesi yönündeki talebini imzacı devletlere
sundu. İtalya dışındaki bütün imzacı devletlerin katılımıyla 1936'da Montreux'de
toplanan Konferans sonucuna 20 Temmuz 1936 tarihli Montreux Boğazlar Sözleşmesi
imzalandı. Sözleşmeye göre Türkiye Boğazlar bölgesini silahlandırabilecek, savaşta,
barışta ve savaşa yakın hissettiği durumlarda Boğazlardan gemi ve diğer deniz
araçlarının geçişi hakkında çeşitli kararlar verebilecektir. Boğazlar Komisyonu da
kaldırıldı.

Sovyetler Birliği 1945 yılındaki Yalta ve Potsdam Konferanslarında Montreux


düzeninin değiştirilmesi ile ilgili öneriler ileri sürdü ama bu konuda ABD ve İngiltere
ile uzlaşamadı. Savaş sırasında Türkiye'nin Montreux Sözleşmesi'ni ihlal ettiğini öne
sürecek boğazların Karadeniz'e kıyıdaş devletlere açık, geri kalan devletlere ise
kapalı tutulmasını istedi. Ayrıca boğazları, Türkiye ile ortaklaşa savunma talebinde
bulundu. Batılı devletler ise sorunun bir uluslararası konferans çerçevesinde
çözülmesini savundular. Türkiye de Sovyetlere verdiği notalarla sorunun uluslararası
görüşmelerle çözülmesi gerektiğini ileri sürdü ve Sovyetlerin ortak savunma talebini
reddetti. Bir uluslararası konferans toplanması girişimleri de bir sonuç getirmedi ve
Boğazlar rejiminde bugüne kadar bir değişiklik olmadı.

Bolşevik Devrimi: bkz. Rus Devrimi

Boxer Ayaklanması, 1900

Çin'de bütün yabancıları ülkeden atmayı amaçlayan ve devletten destek gören köylü
ayaklanması. XIX. yüzyılın sonlarına doğru yoksullaşmanın artması, karşılaşılan doğal
afetler ve şiddetlenen yabancı saldırıları sonucu Çin'in kuzey eyaletlerinde Boxer'ler
güç kazanmaya başladı. Boxer'lerin kışkırtmalarıyla başlayan köylü ayaklanması
Alman elçisinin öldürülmesi ile doruğa ulaştı. Bunun üzerine Ağustos 1900'de bir
uluslararası birlik Pekin'i işgal etti. Mahsur kalan diğer elçilik görevlileri ile öteki
yabancıları kurtardı. Yapılan görüşmeler sonunda imzalanan bir protokol ile
çatışmalar sona erdi ve Çin'in yabancı devletlere ödeyeceği tazminat belirlendi.

Brandt Raporu, 1980

Azgelişmiş ülkelerin sorunlarına yönelik olarak Almanya eski başbakanı Willy Brandt
tarafından hazırlanan rapor. Dünya Bankası, Willy Brandt'in başkanlığında bir
komisyonun kurulmasını önermişti. Kurulan bu komisyonda hazırlanan ve azgelişmiş
ülkelerin sorunlarını ele alan rapor, 1980'de "Kuzey-Güney: Yaşam Savaşı İçin Bir
Program" başlığı ile yayınlandı. Rapora göre Kuzey ve Güney ülkeleri arasında
giderek artanoranda bir gelişmişlik farkı vardır. Zengin Kuzey ülkeleri fakir Güney
ülkelerine yardım etmeli ve bu şekilde aradaki açık kapatılmalıyda. Rapor, azgelişmiş
ülkelerin kalkınma çabalarının başarıya ulaşması, bu ülkelerdeki açlık ve yoksulluğun
giderilmesi amacıyla azgelişmiş Güney ile kalkınmış Kuzey arasında işbirliği
oluşturmaya çalışmıştır.

Brejnev Doktrini

Sovyetler Birliği'nin herhangi bir sosyalist ülkede rejim karşıtı bir gelişmeye karşı o
ülke ve diğer sosyalist ülkelerdeki düzeni korumak amacıyla "büyük ağabey" olarak
müdahalesini öngören siyasi görüş. 1968 Prag Baharı döneminde Çekoslovakya'da
gerçekleşen liberalleşme hareketine Sovyetler Birliği'nin kanlı bir şekilde
müdahalesini meşru göstermek amacıyla Sovyet Devlet Başkanı Leonid Brejnev
tarafından ortaya atılmış ve onun adıyla anılmıştır. Brejnev, 12 Kasım 1968'de
Polonya Komünist Partisi 5. Kongresi'nde yaptığı konuşmada sosyalist ülkeler
arasında Çekoslovakya benzeri müdahalelerin normal olduğunu savunuyordu; bir
sosyalist ülkedeki gelişmeler diğer sosyalist ülkeleri de ilgilendirirdi ve sosyalist bir
ülkenin egemenliği dünya sosyalizminin çıkarlarıyla ters düşemezdi.Eğer böyle bir
durum ortaya çıkarsa sosyalist ülkeler topluluğu adına yapılacak bir müdahale meşru
bir hareket olacaktı.Brejnev Doktrini'ne karşı en önemli tepkiler İspanyol ve İtalyan
Komünistleri başta olmak üzere Avrupalı komünistlerden geldi ve bu gelişme Avrupa
Komünizmi için önemli bir uyarıcı durum oldu.

Brest-Litovsk Barış Andlaşmaları, 1918

I. Dünya Savaşı sırasında Üçlü İttifak devletlerinin Sovyetler Birliği ve Ukrayna ile
imzaladıkları barış andlaşmaları.

Bolşevik Devriminden sonra kurulan Sovyetler Birliği savaştan çekilmek istiyordu ve


Sovyet hükümetinin 1917 Kasım'ındaki barış talebinden sonra Aralık sonuna doğru
barış görüşmeleri başladı. Zorlu geçen ve kimi zaman kesilen görüşmeler sonunda 3
Mart 1918'de Brest-Litovsk'ta barış andlaşmaları imzalandı. Sovyetler Polonya,
Litvanya, Letonya, ve Estonya'dan çekilirken Osmanlı Devleti'ne de 1877-1878
savaşında kaybedilen Kars, Ardahan ve Batum'u geri veriyordu.

Bu andlaşmalarla ittifak devletleri önemli toprak kazançları elde etmekle beraber


doğu cephelerinde de savaşa son veriyorlardı, ama 1918 sonunda savaşı yenilgiyle
bitirdiler ve Brest-Litovsk'un hükümleri müttefik devletlerce tanınmadı.

Briand-Kellog Paktı, 1928

Savaşı ulusal politikanın bir aracı olmaktan çıkarmayı amaçlayan, 1928'de


tamamlanıp daha sonra hemen hemen bütün ülkelerce imzalanan genel andlaşma.
Resmi adı Savaşın Terk Edilmesi İçin Genel Andlaşma'dır. Paris Paktı olarak da bilinir,
ayrıca Amerika metinlerinde Kellog-Briand Paktı olarak da geçer. ABD Dışişleri Bakanı
Frank B.Kellog ileFransa Dışişleri Bakanı Aristide Briand'ın girişimleri sonucu
hazırlanan Pakt 1928 Ağustos'unda ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Japonya, İtalya,
Polonya, Belçika ve Çekoslovakya tarafından imzalandı. Türkiye daha sonra bu Pakta
katılacaktır. Andlaşmanın iki ana maddesine göre taraflar: i.Uluslararası
anlaşmazlıkların çözümünde savaşa başvurmayı kınıyor ve savaşı ulusal
politikalarının aracı olarak kullanmayacaklarını açıkca ilan ediyorlardı. ii.Hangi şart
ve kökene sahip olursa olsun hiçbir anlaşmazlık ve çatışmanın çözümü için barışçı
yollar dışındaki yollara başvurulmayacaktı. Yine de Paktı imzalayan pek çok ülke
andlaşmaya kendilerine yönelik "saldırı" olması durumuyla ilgili olarak çekince
koydular.
Briand-Kellog Paktı Birleşmiş Milletler öncesi dönemde barışı koruma konusundaki en
önemli girişimlerden biridir. Paktın tarafları andlaşmayı çiğnemiş olsa da II. Dünya
Savaşı'na kadar Pakt güvenilir bir belge olma özelliğini korumuştur ve savaş sonrası
oluşturulan savaş suçları kavramına hukuksal temel olmuştur. Ayrıca Nürnberg ve
Tokyo Mahkemeleri'nde Briand-Kellog Paktı'nı ihlal eden suçlardan dolayı da
yargılamalar olmuştur.

Brüksel Andlaşması, 17 Mart 1948

17 Mart 1948 tarihinde Brüksel'de imzalanan savunma ve işbirliği andlaşması.


İngiltere, Fransa, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg II. Dünya Savaşı sırasında
Londra'da bir gümrük andlaşması imzalamışlardı ve 1948 yılı başından itibaren bu
ülkeler arasında gümrük oranları büyük ölçüde azalmıştı. Bu Benelux Ekonomik
Birliği'ne temel oluyordu. Öte taraftan İngiltere ve Fransa Mart 1947'de Dunkirk
Andlaşması'nı imzalayarak askeri ve ekonomik işbirliği yolunda önemli bir adım
atmışlardı. Sovyetlerin Doğu Avrupa'da etkinliğini arttırarak Şubat 1948'de
Çekoslovakya'da komünistleri iktidara getirmesi Batı Avrupa Birliği'nin kurulması
doğrultusundaki çabaları hızlandırdı. Brüksel Andlaşması ile taraflar ortak bir
savunma sistemi kurmaya, ekonomik ve kültürel bağları kuvvetlendirmeye karar
vermişlerdi. Andlamanın 4. maddesine göre taraflardan herhangi biri "Avrupa'da
silahlı bir saldırıya uğrarsa andlaşmaya taraf diğer devletler bu devlete mevcut
askeri ve diğer bütün olanaklarla yardım edeceklerdi. Andlaşma ile "Batı Birliği"nin
en üst organı olarak, beş ülkenin Dışişleri Bakanlarının katılımıyla oluşan Danışma
Konseyi ve bu Konsey'e bağlı Savunma Bakanlarından kurulu Batı Savunma Komitesi
kuruluyordu.

Brüksel Andlaşması 1949'da kurulan NATO ile 1955'te kurulan Batı Avrupa Birliği'ne
öncülük etmiştir.

Bükreş Barış Andlaşması, 10 Ağustos 1913

II. Balkan Savaşı'nı sona erdiren andlaşma. I. Balkan Savaşı'nda Osmanlı Devleti'ni
ağır bir yenilgiye uğratan müttefik Balkan devletleri arasında, ele geçirilen toprak
konusunda anlaşmazlık çıktı. Bulgaristan'ın Yunanistan'a saldırması sonucu tekrar
ama bu sefer eski müttefikler arasında başlayan savaş Bulgaristan'ın yenilgisiyle
sonuçlandı. I. Balkan Savaşı'na katılmamış olan Romanya da Bulgaristan karşısında
savaşa girdi. Bükreş'te 10 Ağustos 1913'te imzalanan barış andlaşmasıyla
Bulgaristan'a Makedonya'nın küçük bir bölümü ve Batı Trakya bırakılırken Bulgaristan
Güney Dobruca'yı Romanya'ya vermek zorunda kaldı. Sırbistan Makedonya'nın orta
ve kuzey, Yunanistan ise güney bölümünü aldı.
Camp David Andlaşmaları, 1979

17 Eylül 1978 tarihinde Mısır ile İsrail arasında imzalanan çerçeve anlaşmalar. Bu
anlaşmalar temelinde ve A.B.D.'nin çabaları sonucunda iki ülke 26 Mart 1979'da yine
Washington'da bir Barış Antlaşması yaparak aralarındaki 30 yıllık savaş durumuna
son verdiler.

Mısır ve İsrail, İsrail devletinin 1948'deki kuruluşundan beri birbirlerine düşman


durumundaydılar. A.B.D. Başkanı Jimmy Carter bu iki devleti antlaşma masasına
oturtarak sürmekte olan Arap-İsrail sorununa bir çözüm bulmayı amaçlıyordu. 1977
Kasım'ında Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat'ın sürpriz Kudüs ziyareti bu yolda
önemli bir adım oldu. Sonuçta A.B.D.'nin sürekli çabası ve her iki devlete görülmemiş
miktarda ekonomik yardım sözü karşılığında Mısır Cumhurbaşkanı Sedat ile İsrail
Başbakanı Begin 1978 Eylül'ünde Camp David'de biraraya geldiler ve 17 Eylül'de
Camp David Antlaşmalarına imza koydular. Antlaşmalar Batı Şeria, Gazze, Filistin ve
Sina Yarımadası konularını kapsayan ve iki devlet arasında gerçekleşecek barışın
esaslarını belirliyordu. Buna göre İsrail ile Mısır ve Ürdün arasında yapılacak
görüşmelerle Batı Şeria ve Gazze'de yaşayan Filistinliler'e özerklik tanınacaktır. Sina
Yarımadası bu antlaşmalardan sonraki üç ay içinde imzalanacak barış
antlaşmasından sonraki üç ay zarfında İsrail tarafından boşaltılacaktı. Öngörülen
Barış Antlaşması 26 Mart 1979'da Washington'da imzalandı. Bu antlaşma, Filistin
Kurtuluş Örgütü ile hemen hemen bütün Arap dünyasında tepki ile karşılanmış,
Mısır'a karşı geniş bir siyasi ve ekonomik boykota girişilmiştir. Mısır belirli bir süre
Arap dünyasında yalnızlığa itilmiştir.Öte yandan İsrail, 1979 Eylül'ünde Sina
Yarımadası'ndan tamamen çekilmiştir.

Carter Doktrini

1979 sonlarında Sovyetler'in Afganistan'a askeri müdahalede bulunarak ülkeyi


kontrol altına alması üzerine, ABD bu hareketin Basra Körfezi ve petrol bölgesine
yayılmasından kuşkulandığından, Başkan Carter bir açıklama yaparak, herhangi bir
yabancı devletin bu Körfezin kontrolünü ele geçirmeye çalışılmasının ABD'nin hayati
menfaatlerine saldırı sayılacağından, askeri kuvvet kullanılması da dahil her türlü
tedbiri alacaklarını ilan etti. Bu açıklama ve politik tutum Carter Doktrini olarak
anılmaktadır.

Casablanca Konferansı, 15-24 Ocak 1943

II. Dünya Savaşı sırasında A.B.D. Başkanı Roosevelt ile İngiltere Başbakanı Churchill
arasında Fas'ın Casablanca kentinde yapılan görüşme. Konferansa daha sonra
sürgündeki Fransız hükümeti adına da Gaulle de katılmışsa da pek bir ilgi
görmemiştir. Konferans, 15-24 Ocak 1943 tarihleri arasında müttefiklerin Kuzey
Afrika harekatından önce yapılmıştı. Görüşmelerde bu harekatle beraber Sicilya ve
Güney İtalya'ya yapılacak çıkarma da ele alındı. Konferans sonunda alınan karara
göre Mihver Devletleri kayıtsız şartsız teslim olacaklardı. Bu kararın sebebi I. Dünya
Savaşı sonrasında olduğu gibi Wilson'un 14 noktasına göre teslim olduğunu ileri
sürmüş olan Almanya'nın Versailles düzenine bunu göstererek karşı çıkmış olmasıdır.
Savaş sonrasında Almanya'nın bu gibi gerekçelere dayanarak sorun çıkarması
istenmiyordu.

Castlereagh, Robert Stewart

1818-1822 yılları arası İngiltere Dışişleri Bakanı. Napoleon'a karşı kurulan Büyük
İttifak'ın oluşturulmasına katkıda bulunmuş, ayrıca 1815'te Avrupa haritasını yeniden
çizen Viyana Kongresi'nde önemli rol oynamıştır. Avusturya Şansölyesi Metternich ile
beraber 1815 sonrası Avrupa düzenin mimarlarından sayılır.

Cenevre Anlaşmaları, 1954

Nisan-Temmuz 1954 arasında Cenevre'de yapılan, Çin Halk Cumhuriyeti, İngiltere,


Fransa, S.S.C.B., A.B.D., Kamboçya, Laos, Kuzey ve Güney Vietnam'ın katıldığı
konferansta kabul edilen, fakat bağlayıcı niteliğe sahip olmayan belgeler. İmzalanan
on belgeden, üçü askeri anlaşma, altısı tek taraflı bildiri ve sonuncusu da Sonuç
Bildirgesiydi.

Fransa, Kuzey-Güney Vietnam, Laos ve Kamboçya arasında başlayan görüşmeler 21


Temmuz'da bu ülkeler arasında imzalanan anlaşmalar ile sonuçlandı. Buna göre
Vietnam'ı ikiye bölen 17. enlem boyunca ateşkes ilan ediliyor, karşılıklı olarak askeri
birliklerin çekilmesi için taraflara 300 gün tanınıyordu. Ayrıca komünist gerillaların
Kamboçya ve Laos'tan çekilerek bu ülkelerde serbest seçimlerin yapılması ve bu
ülkelerin rızası doğrultusunda Fransız birliklerinin bu ülkelere yerleştirilmesi
öngörülüyordu. Anlaşmalar ile bölünme çizgisi olarak ileri sürülen sınırları da ortadan
kaldırıyorlardı. Anlaşmaların uygulanması, Polonya, Hindistan ve Kanadalı
temsilcilerden oluşacak bir kurul tarafından denetlenecekti. Konferans'ın Sonuç
Bildirgesi ise Vietnam'ın yeniden birleştirmesi ve 1956 Temmuz'unda bu ülkede
seçimlerin yapılması çağrısında bulundu.

Konferansa katılan ülkeler anlaşma hükümlerine uymayı taahhüt ettiler, ama A.B.D.
anlaşmaların kendisini bağlamadığını ileri sürdü. Güney Vietnam da anlaşmayı
imzalamayı geciktirince Sonuç Bildirgesi imzalanamadı.

Cenevre Bildirgesi, 30 Temmuz 1974

I. Kıbrıs Barış Harekatı (20 Temmuz 1974) sonrasında Birleşmiş Milletlerin çağrısı ile
Cenevre'de bir araya gelen Türk, Yunan ve İngiliz Dışişleri Bakanlarının imzaladıkları
bildiri. Buna göre i-Adada 1960 Anayasası ile kurulmuş düzene dönülmesi için gerekli
önlemler alınacak ii-Adada taraflar 30 Temmuz 1974 günü denetimleri altında
bulundurdukları alanları genişletmeyecekler iii-30 Temmuz ateşkes çizgisinde sadece
Birleşmiş Milletler kuvvetleri denetimi altında olacak bir güvenlik bölgesi
oluşturulacak iv-Kıbrıs Rum ve Yunan kuvvetlerinin kuşatması altındaki bütün Türk
bölgeleri bu kuvvetlerce boşaltılacak ve bu bölgeler Birleşmiş Milletler kuvvetlerinin
koruması altına girecek v-Adada anayasal düzenin yeniden kurulması için, üç
Dışişleri Bakanı, Kıbrıs'daki iki toplumun liderlerinin de katılımıyla 8 Ağustos'ta
Cenevre'de yeniden bir araya gelecekti.

Cenevre Konferansları, 25-30 Temmuz 1974, 8-14 Ağustos 1974

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin çağrısı ile Türkiye, Yunanistan ve İngiltere


arasında Cenevre'de yapılan Kıbrıs Sorununun çözümüne yönelik iki konferans, 15
Temmuz 1974'te Kıbrıs'ta Enosis amaçlı EOKA'cı Nikos Sampson tarafından yapılan
darbe üzerine Türkiye Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ni harekete geçirmeye
çabaladı. Bir sonuç alınamaması sonucu Türkiye I. Kıbrıs Barış Harekatını
gerçekleştirdi (20 Temmuz 1974). Bunun üzerine Güvenlik Konseyi aldığı 353 sayılı
kararla, tarafları ateşkes yapmaya, yabancı güçleri Kıbrıs'tan çekilmeye ve üç
garantör devlet olarak Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'yi görüşmeler yapmaya
çağırdı. 25 Temmuz'da Cenevre'de biraraya gelen üç ülke Dışişleri Bakanları 30
Temmuz'da Cenevre Deklarasyonu'nu imzaladılar. Deklarasyona göre 8 Ağustos'ta üç
ülke Dışişleri Bakanları Cenevre'de bir kez daha biraraya geldiler. Görüşmelerde bir
sonuç alınamaması üzerine Türkiye, 14 Ağustos'ta II. Kıbrıs Barış Harekatı'na başladı.

Cenevre Sözleşmeleri, 1949

12 Nisan-12 Ağustos 1949 tarihleri arasında Cenevre'de toplanan uluslararası


konferansta imzalanan ve Uluslararası İnsancıl Hukuk'un temelini oluşturan dört
sözleşme. Bu sözleşmeler şunlardır: 1)Kara savaşında yaralıların ve hastaların
durumlarını iyileştirme hakkında sözleşme 2)Deniz savaşında yaralıların ve
hastaların durumlarını iyileştirme sözleşmesi 3)Savaş tutsaklarına yapılacak
işlemlere ilişkin sözleşme 4)Savaş zamanında sivil halkın korunmasına ilişkin
sözleşme.

Cezayir Anlaşması, 1975

6 Mart 1975'te Irak ile İran arasında Cezayir'de imzalanan iki ülke arasındaki sınır
anlaşmazlığı ve bazı diğer sorunları çözüme bağlayan anlaşma. 1969 Nisan'ında,
A.B.D.'nin desteğine sahip ve askeri gücü yüksek olan İran Şahı, önemli bir suyolu
olan Şatt-ül Arab'ın Irak'a ait bulunduğu 1937 tarihli Irak-İran Sınır Antlaşması'nı
ortadan kaldırmak istedi. Bu amaçla İran gemilerini bir güç gösterisi olarak bölgeye
gönderdiğinde, iki ülke kuvvetleri arasında silahlı çatışma çıktı ve 1970'te de
diplomatik ilişkiler kesildi. Ancak çok geçmeden 1973 yılında Irak ile İran arasında
diplomatik ilişkiler yeniden kuruldu. 1975 yılında Cezayir'deki Petrol İhraç Eden
Ülkeler toplantısında, Cezayir Devlet Başkanı Bumedyan'ın arabuluculuğu ile iki ülke
arasında Cezayir Anlaşması imzalandı. Buna göre, iki ülke arasındaki sınır Şatt-ül
Arab suyolunun en derin noktasından geçecek ve İran, Irak'taki Kürtleri merkezi
hükümete karşı desteklemekten vazgeçip onlara yaptığı yardımı kesecekti. Ancak
1979'da İran'da Şah'ın devrilip İslam Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla iki ülke arasındaki
ilişkiler kötüleşti ve 1980 Eylül'ünde İran-Irak savaşı başladı.

Cezayir Konferansı, 1973

Bağlantısız ülkeler dördüncü zirve toplantısı. Cezayir'in başkenti Cezayir'de toplanan


zirveye 77 ülkenin devlet veya hükümet başkanları katılmıştır. Konferans 5-9 Eylül
1973 tarihleri arasında yapılmış, 1970'teki Lusaka Konferansı'nda olduğu gibi bu
konferansta da ekonomik sorunlar ağırlıklı ele alınmıştır. Bunun sebebi uluslararası
ortamdaki "yumuşama" ile beraber artık bu ülkeleri ilgilendiren pekçok siyasi
bağımsızlık mücadelelerinin başarıya ulaşmış olmasıydı. Bunun sonucu bazı Latin
Amerika ülkelerinin konferansa ilgi duyması olmuştur. Konferans sonunda yayınlanan
"Ekonomik Bildiri"de "Siyasal Bildiri"den daha geniş yer almıştır.

Chaumont Andlaşması, 1814

1 Mart 1814'te İngiltere, Rusya, Avusturya ve Prusya arasında imzalanan ve bu


devletler arasında sürekli bir diplomatik işbirliğinin temellerini atan antlaşma. 1822
yılına kadar yürürlükte kalan antlaşma bu tarihte İngiltere tarafından geçersiz
sayılarak sona ermiştir.

Chester Projesi

Amerikalı emekli Amiral Colby Chester'in aracılığı ile bir ABD-Kanada ortaklık grubu
şirketi tarafından hazırlanan, inşa bölgesinin çevresindeki madenleri işletme imtiyazı
karşılığında bazı bölgelerde demiryolu ve liman yapımını içeren proje. Projeye göre
şirket Adana-Yumurtalık, Musul-Kerkük ve Samsun bölgelerinde yaklaşık 4400 km'lik
bir demiryolu; Yumurtalık ve Trabzon'a birer liman inşa edecek, buna karşılık olarak
da bu bölgelerin çevresindeki 40 km'lik bir kuşak çevresinde bilinen ve sonradan
bulunabilecek petrol ve diğer bütün madenlerin 99 yıllığına işletecekti. Şirket gerek
demiryolları ve limanlardan gerekse madenlerin işletiminden elde ettiği kardan Türk
hükümetine belirli bir pay verecekti.

Chester Projesi ile verilen imtiyaz, Cumhuriyet döneminin ilk yabancı sermaye
yatırım girişimi olması bakımından önemlidir. Nisan 1923'te Meclis tarafından
onaylandıysa da Musul ve Kerkük'ün Lozan Antlaşması ile alınamaması nedeniyle
proje uygulamaya konamadı ve Meclis Aralık 1923'te sözleşmeleri feshetti.

Chicago Sözleşmesi, 1944


Aralık 1944'te Chicago'da toplanan konferansta kabul edilen Uluslararası Sivil
Havacılık Sözleşmesi. Daha önce imzalanmış Paris ve Havana Sözleşmeleri'nin yerini
almıştır. Sözleşme ile her devlete kendi üzerindeki hava sahasında "kısıtlamasız ve
tekelci bir egemenlik" tanınmıştır. Fakat bu egemenliğin kullanımının yanında
herhangi bir tarifeye bağlı olmayan uçaklar önceden izin almadan -sözleşmeye taraf
devletin ülkesine veya ticari amaçlı inişler hariç- transit olarak sözleşmeye taraf
ülkenin hava sahasından geçebileceklerdir. Tarifeli uçuşlar veya charter seferlerinde
ise o ülkenin izni gerekmektedir. Sözleşme kabotaj hakkını ülke devletine tanımış ve
güvenlik nedeniyle uçuşa yasak bölgeler kurulabilmesine izin vermiştir. Ayrıca
Sözleşme ile uçakların uyruğunun belirlenmesi için kullanılabilecek kurallara da
açıklık getirilmiş, her uçağın, tescil edildiği devletin uyruğunda olduğu
kararlaştırılmıştır.

Sözleşme ile ilgili bir nokta da Birleşmiş Milletler uzmanlık kuruluşlarından biri olan
ve merkezi Montreal'da bulunan Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü'nün (ICAO)
kurulmasıdır. Bu örgüt, sivil havacılıkla ilgili kural ve yöntemlerin geliştirilmesi için
çalışır ve bazı önlemler önerir.

Chicago Konferansı sonunda Uluslararası Sivil Havacılık Sözleşmesi'yle beraber


Uluslararası Hava Servisleri Transit Sözleşmesi ve Uluslararası Hava Nakliyatı
Sözleşmesi de imzalanmıştır. Bu sözleşmeler, ülke-devletinin geçiş ile ilgili olarak
diğer devletlere tanıyacağı hakları ve geçiş ile beraber nakliyet ve ticaret ile ilgili
birtakım hak ve kolaylıkları içermektedir.

Churchill, Sir Winston

İngiliz devlet adamı, başbakan ve yazar. 1940-1945 ve 1951-1955 yılları arasında


Muhafazakar Parti'nin lideri olarak Başbakanlık yapmıştır. II. Dünya Savaşı'nda
ülkesini yenilginin eşiğinden döndürmüş, Roosevelt ve Stalin ile beraber
müttefiklerin savaş stratejisini belirlemiştir. Kraliyet Askeri Okulu'nu bitirdi ve
1895'te orduya katıldı. 1900'da ordudan ayrılarak siyasete girdi. 1911'de önce
İçişleri sonra Deniz Kuvvetleri Bakanı oldu. Çanakkale Savaşı'nda donanmanın
başarısızlığı sonucu bakanlıktan ayrılarak orduya döndü. 1921'de ise Sömürgeler
Bakanlığı'na getirildi. Bir ara Maliye Bakanlığı yaptıysa da 1935 seçimlerinden sonra
kabineye alınamadı. Savaşın başlaması ile tekrar Deniz Kuvvetleri Bakanlığı'na
getirilen Churchill Nisan 1940'ta Chamberlain'in istifası ile onun yerine geçerek
Başbakan oldu. Churchill acı sonuçlara ve tartışmalara yol açan bazı kararlar almak
durumunda kaldı ama kendine özgü mizah anlayışını bırakmadan halka gerçekçi
açıklamalar yapıyordu. Ağzındaki puro ve eliyle yaptığı zafer işareti Churchill'in
simgesi olmuştu. A.B.D.'nin de savaşa girmesiyle bu ülke ile her cephede komuta
birliği ve ortak strateji kurdu. Başbakan Roosevelt'ten aldığı destekle Sovyetlerden
gelen bütün "ikinci cephe" kurulması isteklerini erteledi.

Savaş sırasında toplanan Kazablanka, Quebec, Tahran ve Yalta konferanslarında


Roosevelt ve Stalin ile biraraya gelerek savaşın devamı ve savaş sonrası düzenle
ilgili kararlara katkıda bulundu. Savaş sonrasında Potsdam Konferansı'na da
katıldıysa da önemli bir rol oynayamadı. Partisinin seçimleri kaybetmesiyle konferans
bitmeden ülkesine döndü.

Colbertçilik

Fransa Maliye Bakanı J.Baptiste Colbert (1619-1683)'in Fransa'da izlediği, sıkı bir
devlet himayesi, sanayileşme ve ekonominin devlet eliyle düzenlenmesi yoluyla bir
devletçilik öngören ekonomi politikası. Colbert'in Fransız Sanayisini geliştirecek
ihracatı arttırma yönündeki bu politikası "Colbertçilik" diye anılmaktadır.
Colbertçiliğe "Fransız Merkantilizmi" veya "Sanayi Merkantilizmi" de denmektedir.
Colbert, sanayinin gelişmesi için gerekli mali reformları yapmış ve bundan elde
edilen geliri yine sanayie aktarıp devlet eliyle fabrikalar kurmuş ve imalat yöntemleri
ile kalite kontrolü hakkında kararnameler yayınlamıştır. Sanayiin ihtiyaç duyduğu
hammaddelerin ithalatı kolaylaştırılırken bunun dışındaki ithalat yüksek vergilerle
önlenmeye çalışılmış, ihracat ise teşvik edilmiştir. Bu dönemde ekonomiye devletin
müdahalesinin artması ile Colbertçilik gerek sanayiciler gerekse ihmal edilen tarım
kesimi tarafından eleştirilmiş ama Colbertçilik Fransa'nın alt-yapı ve imalat sanayiin
gelişmesinden önemli bir rol oynamıştır.

Colombo Konferansı, 1954

Mayıs 1954'te Seylan (Sri Lanka)'ın başkenti Colombo'da yapılan beş güney Asya
devleti temsilcisinin katıldığı konferans. Endonezya Devlet Başkanı Sastroamidi
Jojo'nun çağrısı ile toplanan Konferansa Hindistan, Pakistan, Seylan, Endonezya ve
Birmanya katılmıştır. Konferansın esas amacı Çinhindi'deki gelişmeleri izlemek
olmakla beraber daha büyük bir Asya-Afrika devletleri Konferansı toplanması konusu
tartışılmıştır. Konferans 1955'te toplanan Bandung Konferansı'na öncülük etmiştir.

Colombo Konferansı, 1976

Sri Lanka'nın başkenti Colombo'da toplanan Bağlantısız ülkeler zirve toplantısı. 11-14
Ağustos 1976 tarihleri arasında toplanan Konferansa aralarında Filistin Kurtuluş
Örgütü'nün de yer aldığı 86 ülkenin devlet veya hükümet başkanları katılmıştı.
Konferans'ta Bağlantısızlar hareketinin genel durumu, sömürge ülkelerinden
bazılarının bağımsızlıklarına kavuşmaları, Güney Afrika Cumhuriyeti'ndeki ırk ayrımı
politikası, Filistin ve Kamboçya sorunları, Hint Okyanusu ve Kore yarımadasının
silahtan arındırılması gibi konularda görüşmeler yapılmıştı. Konferans'ta ekonomik
konulara ilişkin olarak aynı yılın Mayıs ayında Nairobi'de yapılan Birleşmiş Milletler
Ticaret ve Kalkınma Konferansı'nda "77'ler Grubu" tarafından önerilen görüşler
tekrarlanmıştır. Ayrıca Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) model alınarak diğer
hammaddeler için de benzer uluslararası örgütlenmelerin gerçekleştirilmesi konusu
da tartışılmıştır.
Colombo Planı

Üyeleri arasında karşılıklı yardımlaşmayı geliştirmeyi ve çok taraflı bir danışma


mekanizmasını amaçlayan bölgesel ekonomik yardım programı. Colombo Planı
1950'deki Colombo İngiliz Uluslar Topluluğu Konferansı'nda kabul edildi. Plan ilk önce
gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelere altı yıllık bir kalkınma programı dahilinde
5 milyar dolarlık bir yardımda bulunmasını öngörüyordu. Pakistan, Hindistan, Seylan
(Sri Lanka), Yeni Zelanda, Avusturya ve İngiltere arasında gelişen bu örgütlenme
daha sonra başka Asya ülkelerinin de katılmasıyla genişledi. Sovyetler Birliği'ne karşı
çevreleme politikası izleyen A.B.D.de Asya'daki komünist olmayan ülkeleri
desteklemek amacıyla plana katılmıştır. 1950'den bu yana kalkınmaları amacıyla
Asya ülkelerine 25 milyar dolarlık borç ve yardım bu plan çerçevesinde sağlanmış ve
binlerce kişi bu plan sayesinde teknik eğitim edinmiştir.

Curzon Hattı

1919-1920 Sovyetler Birliği -Polonya Savaşı'nda Sovyetler ile Polonya arasında


ateşkes hattı olarak önerilen sınır çizgisi I. Dünya Savaşı sonrasında Polonya'nın
doğu sınırı olarak Lord Curzon tarafından önerilmişse de kabul edilmemiştir. II. Dünya
Savaşı'nın başlangıcında Almanya Eylül 1919'da bu hatta kadar olan Polonya
topraklarını işgal etmiş ve bu hattın doğusundaki Polonya toprakları ise Molotov-
Ribbentrop Antlaşması'na göre Sovyetlerin işgali altına girmiştir. Şubat 1945'teki
Yalta Konferansı'nda Sovyetler Birliği, A.B.D. ve İngiltere'ye Curzon Hattı'nı Sovyet-
Polonya sınırı olarak kabul ettirdi. 1951'de yapılan ufak bir iki değişiklikle beraber
hat, Sovyet-Polonya sınırını oluşturdu.

Çanakkale Savaşları, Şubat 1915-Ocak 1916

Müttefik devletlerin 1915 Şubat'ında başlattıkları Çanakkale Boğazı ve İstanbul'u ele


geçirmeye yönelik askeri harekat başarısızlıkla sonuçlanmıştır. İngiliz, Fransız,
Avustralya ve Yeni Zelanda (Anzak) kuvvetlerinin katıldığı harekatın amaçları şunlardı
i-Boğazları açarak Rusya'ya savaş malzemesi ve yardım göndermek ii-İstanbul'u
işgal ederek Osmanlı Devleti'ni savaş dışında bırakmak ii-Balkanlarda üstünlük
sağlayıp henüz savaşa girmemiş İtalya ve Romanya'nın İtilaf Devletleri yanında
savaşa girmelerini sağlamak.

Yaklaşık her iki taraftan da 300.000'er askerin ölmesi ile sonuçlanan Çanakkale
Savaşları İtilaf Devletleri için büyük bir başarısızlık oldu. Boğazların açılamaması
sonucu yardım alamayan Rusya'da rejim çöktü ve işbaşına gelen Bolşevikler Brest-
Litovsk Antlaşmaları ile savaştan çekildiler. İngiltere'de ise Asquith liderliğindeki
Liberal hükümet istifa etmek zorunda kalarak yerini koalisyon hükümetine bıraktı.
Böylece o sırada Deniz Kuvvetleri Bakanı ve harekatın mimarlarından Churchill
kabineden ayrılmak zorunda kaldı. Tarihçiler tarafından savunulan genelkanı,
Çanakkale Savaşları'nın başarısızlıkla sonuçlanmasının I. Dünya Savaşı'nın en az iki
yıl uzamasına yol açtığı yönündedir.

Çekiç Güç (Combined Task Force-Poised Hammer)

Temmuz 1991 tarihinde kurulan ve amacı Saddam Hüseyin'in olası saldırılarına karşı
Kuzey Irak Kürtlerine güvence sağlamak olan "Huzur Operasyonu-2"nin (Operation
Provide Comfort-2) uygulama birliği olan hava kuvveti ile küçük fakat etkili bir yer
unsurunun adı. Türkiye'de İncirlik ve Pirinçlik'te konuşlanmış 77 uçak ve
helikopterden ve Amerikan-İngiliz-Fransız-Türk 1862 kişilik personelden oluşmaktadır.
Kuzey Irak'taki Zaho'da da bir irtibat merkezi (Military Coordination Center-MCC)
bulunmaktadır.

Çekoslovakya Bunalımı, 1968

Çekoslovakya'da Prag Baharı ile görülen katı Marksist rejim uygulamalarından daha
liberal politikalara kayma eğilimine karşı Sovyetler Birliği liderliğindeki Varşova Paktı
ülkelerinin bu ülkeye yaptıkları askeri müdahale sonrası ortaya çıkan bunalım. 1968
Ocak'ında Çekoslovakya Komünist Partisi Genel Sekreterliğine Aleksander Dubçek'in
atanmasıyla birlikte ülkede liberalleşme politikaları gözlenmeye başladı. Üst düzey
görevlere Dubçek gibi liberalleşme yanlısı kişilerin getirilmesi Moskova'yı tedirgin etti
ve Sovyetler Birliği Dubçek'i, tutumunu değiştirmesi yönünde uyardı. Buna Dubçek'in
uymaması üzerine Sovyetler Birliği önderliğindeki Macaristan, Polonya ve
Demokratik Almanya birliklerinden oluşan bir Varşova Pakto gücü Çekoslovakya'yı
işgal etti. Sovyetler bu olayı bir Pakt içi mesele olarak görürken uluslararası
platformda bu olay bir ülkenin egemenliğinin ihlali olarak algılanıyordu. Bu olay,
uluslararası komünist hareketler arasında da tartışmaya yol açtı ve bir tarafta
Brejnev Doktrini öte yanda ise Avrupa Komünizmi görüşleri ortaya çıktı.

Çelik Pakt (Pacto d'Acciaio), 1939

Nazi Almanyası ile faşist İtalya arasında 22 Mayıs 1939'da imzalanan ittifak
antlaşması. Her iki devlet kendileri için öngörmüş oldukları "hayat sahası"nı
gerçekleştirmeyi hedefleyen bu ittifak antlaşmasına göre taraflar birbirlerini
ilgilendiren bütün sorunlarda karşılıklı olarak yardımlaşacaklardı ve taraflardan biri,
bir veya daha fazla devlet ile savaşa girer ise, öteki devlet bütün gücü ile ona yardım
edecekti. Çelik Paktı, İngiltere ve Fransa'nın doğu ve güney Avrupa'daki bazı küçük
devletlerle -Türkiye dahil- yaptıkları ikili antlaşmalara bir tepki niteliğindedir.

Çevreleme Politikası (Containment Policy)

II. Dünya Savaşı sonrası A.B.D.'nin Sovyetler Birliği'ne karşı olarak onun etrafındaki
devletlerle oluşturduğu veya oluşmalarında katkıda bulunduğu ittifaklar zinciri.
Savaş sonrasında iki farklı dünya görüşüne sahip devlet dünya egemenliği
konusunda sıkı bir mücadeleye girdiler. Doğu Avrupa'da Sovyetlerin kendisine bağlı
uydu sosyalist devletler kurmasından ürken A.B.D. bu Sovyet yayılmasını önlemek
amacıyla çeşitli tarihi ve politik nedenlerle bu ülkeden çekinen devletlerle bir
ittifaklar zinciri oluşturarak onu "çevrelemek" istiyordu. Bu doğrultuda kurulan Kuzey
Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO), Balkan Paktı, Bağdat Paktı, Güney Asya
Antlaşması Örgütü (SEATO), Anzus Paktı bu politikanın ürünleridir.

Çifte Çevreleme Politikası (Dual-Double Containment Policy)

Amerika Birleşik Devletleri'nin 1990-1991 Körfez Savaşı'ndan sonra İran ve Irak'a


yönelik olarak uyguladığı politika. ABD, 1979'daki İslami nitelikli rejim değişikliği
nedeniyle İran'a yönelik olarak uygulamaya koyduğu siyasal ve ekonomik kuşatmaya
Körfez Savaşı'ndan sonra Irak'ı da dahil etmiş, yani her ikisini birden karşısına alarak
dünya politikasından tecrit etmeye çalışmıştır ve buna da çifte çevreleme denmiştir.

Çin-Sovyet Uyuşmazlığı

II. Dünya Savaşı sonrasında 1949'da Çin'de kurulan komünist rejim ile Sovyetler
Birliği arasında 1950'lerin sonlarında başlayıp 1980'lerin ikinci yarısına kadar süren
soğuk ilişkiler. Çin Halk Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra Sovyetler Birliği ile bu
ülke arasında sıcak ilişkiler kurulmuştu. Fakat Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin
20. Kongresi'nden sonra iki ülke arasındaki ilişkiler giderek bozulmaya başladı. En
başta iki ülke arasında yüzyıllardan beri süren bir tarihi mücadele vardı. Çin Rusya'ya
XIX. yüzyılda kendisini sömüren bir devlet gözüyle bakıyordu. Bununla beraber iki
ülke önderliği Marksist-Lenininst ideolojiyi farklı şekillerde yorumlamaktaydılar.
Mao'ya göre Stalin'in kötülenmesi kampanyası çok ileri gitmişti ve Sovyetlerin "barış
içinde birarada yaşama" tezini beğenmiyordu. Ayrıca 1960'lardan itibaren Çin, Çin
İmparatorluğu'nun zayıf olduğu ve bu yüzden Çarlık Rusyasına toprak bıraktığı
"haksız" sınır antlaşmalarının değiştirilmesi gerektiğini ileri sürmeye başladı. Bu sınır
anlaşmazlığı 1969 yılında iki devletin silahlı kuvvetleri arasında ciddi çatışmalara
varacak kadar büyüdü. Bu arada Çin, 1968'de Çekoslovakya'ya yapılan Sovyet
müdahalesini kınadı. 1970'lerde sınır görüşmelerinin başlamasına rağmen bunlar
ancak belli aralıklarla sürmüş, 1978'de yine ciddi çatışmalar yaşanmıştır. Bütün bu
gelişmeler yaşanırken Çin, kendisine karşı Sovyetler kadar büyük bir tehlike olarak
görmediği A.B.D. ilişkileri normalleştirmeye çalışmaktaydı. 1972'de A.B.D. Başkanı
Nixon Çin'i ziyaret etti ve 1976'da iki ülke arasında diplomatik ilişkiler kuruldu.

1976'da Mao'nun ölümü ve muhalif önderlerin iktidara gelmesiyle ilişkilerin


normalleşmesi yolunda bir engel kalktıysa da bu hemen gerçekleşmedi. 1979'da Çin,
Kampoçya ile savaşan Vietnam'a girdi ve Nisan ayında Sovyetler ile 1950 tarihli
Dostluk, İttifak ve Karşılıklı Yardım Antlaşması'nı iptal etti. Sovyetler ise Vietnam'ın
yanında yer aldı. 1979'un sonunda Sovyetlerin Afganistan'a girmesi de ilişkilerin
daha da bozulmasına yol açtı. 1982'de Sovyet Devlet Başkanı Brejnev'in ölümünden
sonra iki ülke Dışişleri Bakanları görüşmelere başladılar ve 1983'te Moskova'da
yapılan görüşmeler sonucunda ticari konularda anlaşmaya varıldı. 1983 Kasım'ında
Çin-Sovyet sınırı ticarete açıldı.

Yine de ilişkilerin normalleştirilmesi için Gorbaçov iktidarını beklemek gerekecekti.


Çin'de ekonomik reformla birlikte Sovyetler Birliği, Çin'in dış ticaretine önemli ülkeler
arasına girdi ve Çin'in Gorbaçov'un reformlarına ilgisi arttı. 1987 Ağustos'unda iki
ülke arasında görüşmelerin başlamasıyla sınırın doğu kesiminde toprak iddialarından
doğan sorunların çözülmesi yolunda adımlar atılmaya başladı. Sovyetler Birliği bir yıl
sonra Moğolistan'ın kuzeyinden önemli sayıda asker çekti. Nihayet 1989 Mayıs'ında
Gorbaçov'un Pekin'i ziyareti sırasında Sovyet ve Çin liderleri karşılıklı olarak dostluk,
egemenlik ve birbirlerinin içişlerine karışmama sözü verdiler ve "ilişkilerin
normalleştiğini" açıkladılar.

Çok Taraflı Nükleer Güç (Multilateral Force-MLF)

1960'ların başında A.B.D. tarafından öne sürülen Batı bloku çerçevesinde nükleer
gücün kullanımının paylaşılması önerisi. 1960'ların ilk yarısında A.B.D., Sovyetler
Birliği ve İngiltere'den sonra Fransa ve Çin de nükleer denemeler yapmışlardı.
Hindistan, Federal Almanya, İtalya, Japonya, Brezilya, İsrail, Pakistan, İsveç, İran ve
Libya'nın da nükleer silah yapmak için çalıştıkları veya bunu arzuladıkları biliniyordu.
Bunun üzerine özellikle bağlantısız devletler, Birleşmiş Milletler çerçevesinde nükleer
silahların yayılmasını önleme çabalarına girişmişlerdi. Bu ortamda A.B.D. çok taraflı
nükleer güç düşüncesini ortaya atmış, bu yolla Avrupalı müttefiklerini nükleer silah
yapımı yerine, nükleer silah paylaşımına ikna etmeye çalışmıştı. Buna göre bu
projeye katılacak ülkeler, bu amaç için ayırdıkları bütün güçlerini NATO'nun emrine
verecek, masrafları da ortaklaşa paylaşacaklardı. Bu şekilde oluşturulacak nükleer
güç bazı ülkelere yerleştirilmek yerine denizaltı ve gemilerde bulundurulacaktı. Bu
silahlar da ancak ortaklaşa alınacak bir karar ile kullanabilecekti. Bu proje çeşitli
tartışmalara yol açtı. Nükleer silahların bu silahlara sahip olmayan devletlerle
paylaşılması nükleer gücün yayılması demek değil miydi? Sovyetler Birliği her ne
şekilde olursa olsun Almanya'nın "nükleer tetikte" parmağının bulunmasına karşıydı.
Sonuçta bu proje 1968 yılında A.B.D. ve Sovyetler Birliği'nin Nükleer Silahların
Yayılmasını Önleme Antlaşması (The Non-Proliferation Treaty)'nı imzalanması ile
gündemden kalkmıştır.

Danzig Sorunu

Nazi Almanyası'nın Versailles Antlaşması ile "serbest kent" ilan edilmiş olan Danzig
(Gdansk)'i Almanya'ya katma çabaları ve buna karşı Polonya'nın gösterdiği tepki
sonucu doğan uluslararası bunalım. Serbest kent olan Danzig 1922 yılında
Polonya'nın gümrük sınırları içine alınmıştı. Doğuya doğru genişleme politikası
izlemeyi amaçlayan Hitler, İngiltere ve Fransa'nın herhangi bir Alman saldırısına karşı
Polanya'ya verdikleri askeri güvencenin boş olduğunu göstermek ve bu iki devletin
niyetlerinin ciddi olup olmadığını denetlemek istiyordu. Bunun sonucu 1 Eylül 1939
sabahı Alman birlikleri Polonya'yı işgale başladılar. Almanya çekilmesi için verilen
ultimatomu reddedince 3 Eylül günü önce İngiltere sonra da Fransa Almanya'ya
savaş ilan ettiler ve böylece II. Dünya Savaşı başlamış oldu.

Dawes Planı, 1924

I. Dünya Savaşından sonra Almanya'nın ödeyeceği savaş tazminatı sorununu çözen


Amerikalı maliyeci Charles G.Dawes başkanlığındaki bir kurul tarafından hazırlanan
rapor.

Versailles Antlaşması ile Almanya'nın müttefik devletlere ödeyeceği savaş tazminatı


-veya diğer deyişle tamirat borcu- 56 milyar dolar olarak hesaplanmıştı. Daha sonra
Almanya'nın itirazları üzerine bu miktar 33 milyar dolara indirildi. Almanya'nın bu
miktarı da ödemeyeceğini bildirmesi üzerine bir komisyon kuruldu ve bu komisyon
tarafından Dawes Planı diye adlandırılan plan hazırlandı. Bu plana göre Almanya'nın
tazminat borcu taksitlere bölünüyor ve bu borç için belirli bir tavan da
saptanmıyordu. Rapor Ağustos 1924'te müttefik devletler ve Almanya tarafından
kabul edildi. Rapor Almanya'nın 250 milyon dolardan borçlanmak üzere giderek
artan oranlarda yıllık ödemeler yapmasını öngörmüştü. Ayrıca Almanya'ya 200
milyon dolarlık bir kredi açılacaktı.

Planın olumlu sonuç vermesi üzerine 1929 yılında Almanya üzerindeki sıkı denetimin
kaldırılmasına ve toplam tazminat borcu miktarının belirlenmesine karar verildi. Bu
da 1929 Young Planı ile gerçekleşti. Dawes Planı tazminat borcu sorunu nedeniyle
bozulan Alman-Fransız ilişkilerini düzelmesine yardımcı olmuş ve Lokarno
Antlaşmaları'na giden yolu açmıştır.

Dayanışma Hareketi

Polonya'da Eylül 1980'de Gdansk kentinde kurulan bağımsız Dayanışma


Sendikası'nın önderliğinde başlayan komünist rejimin yumuşaması yönündeki
hareket. Aralık 1981'de ilan edilen sıkı yönetimle sendikanın faaliyetleri durduruldu
ve Ekim 1982'de Polonya Ulusal Meclisi'nin kararıyla resmen kapatıldı. Bu
"kapatılmışlık" dönemi boyunca sendika başkanı Lech Walesa liderliğinde komünist
yönetimen karşı pasif bir direnişte bulundu. Bu mücadele sonucunda 80'lerin
sonlarına doğru Jaruselwski hükümeti Dayanışma ile temaslara başladı. Yönetim ile
Sendika arasında yapılan "yuvarlak masa" toplantılarından sonra yasallaştı ve bir
siyasi parti niteliğini de kazandı. 4 Haziran 1989'da yapılan yarı serbest seçimlerle
birlikte Dayanışma Hareketi parlamentonun seçimle belirlenen %35'inin tamamını
kazanarak 460 üyeli Ulusal Meclis'te 151 sandalya kazandı. Tamamı seçimle
belirlenen Senato'da ise 100 üyeliğin 99'unu kazanarak büyük bir başarı elde etti.
Seçim sonrası Dayanışma Hareketi ile Komünist Parti geniş kapsamlı bir koalisyona
gitti ve başbakanlığa Mazowiecki getirilirken Cumhurbaşkanı Jaruselwski görevine
devam etti.

Demir perde

II. Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler Birliği ve diğer Doğu Avrupa'daki sosyalist
rejimlerin komünist olmayan ülkelerle ilişkilerindeki kapalılık ve gizlilik siyasetini
belirten terim. Demir perde terimi ilk kez Winston Churchill tarafından 5 Mart 1946
tarihli ünlü Fulton konuşması sırasında kullanılmıştır. Terim Soğuk Savaş dönemi
boyunca Batılı ülkelerce komünist ülkelerin kapalılık, gizlilik yönündeki tutumlarını
eleştiri amacıyla sık bir şekilde kullanılmıştır.

Deniz Egemenliği Teorisi

XX. yüzyılın başlarında Amerikalı Amiral Alfred T. Mahan tarafından ortaya atılan
jeopolitik egemenlik teorisi. Bu teoriye göre denizlere egemen olan devlet, bütün
dünyanın egemenliğine sahip olacaktır. Nitekim Avrupalı devletlerin denizaşırı
sömürgeciliğinin en ileri noktaya ulaştığı dönemde yazdığı "Deniz Gücünün Tarih
Üzerindeki Etkisi" adlı kitabında Mahan esas olarak dönemin en büyük deniz gücü ve
"üzerinde güneşin batmadığı" bir sömürge imparatorluğuna sahip İngiliz
imparatorluğunu incelemiştir.

Denktaş-Kyprianu Anlaşması, 1979

Kıbrıs sorunun çözümü konusunda toplumlararası görüşmeleri yönlendirecek ana


ilkeleri saptamak amacıyla 19 Mayıs 1979 da Kıbrıs Türk Federe Devleti Başkanı Rauf
Denktaş ile Kıbrıs Rum Kesimi lideri Spiras Kayprianu arasında varılan anlaşma.On
maddeden oluşan bu anlaşmaya göre toplumlararası görüşmeler Birleşmiş Milletler
gözetiminde 15 Haziran 1979'da başlayacak ve 1977 tarihli Denktaş-Makarios
Anlaşması ile Birleşmiş Milletler'in Kıbrıs ile ilgili olarak almış olduğu kararlar
çerçevesinde yürütülecekti. Toprak ve anayasa sorunları temel olarak görüşülecek
ama Maraş bölgesinin durumu öncelikle ele alınacaktı. Maraş konusunda bir
anlaşmaya varılır varılmaz bu anlaşma öncelikle yürürlüğe geçirilecekti. Anlaşmaya
rağmen taraflar ortak noktalarda uzlaşmaya varamadılar.

Denktaş-Makarios Anlaşması, 1977

12 Şubat 1977'de Denktaş ile Makarios arasında imzalanan anlaşma. Dört


maddeden oluşan bu anlaşmaya göre taraflar "federal bir cumhuriyet" esasını kabul
etmiş ve devlet yapısı ve anayasal sistemi bu esasa dayandırmayı
kararlaştırmışlardır. Buna ek olarak toprak düzenlemesi konusunun ekonomik
yeterlik ve toprak mülkiyeti ilkelerine göre yapılması kararına da varılmıştır.

Derebeylik: bkz. feodalizm


Doğrudan Haberleşme Hattı Antlaşması, 1963

Kırmızı Telefon Antlaşması olarak da bilinir. A.B.D. ile Sovyetler Birliği arasında,
herhangi bir yanlışlık çıkması veya kaza sonucu bir nükleer savaş çıkması tehlikesini
önlemek amacıyla imzalanan antlaşma. 1962 Ekim Füzeleri Bunalımı (Küba)'ndan
sonra, iki ülke lideri arasında doğrudan devreye girecek ve diyaloğu kolaylaştıracak
bir iletişim sisteminin kurulması gündeme gelmişti. Bu amaçla iki ülke arasında 20
Haziran 1963'te Cenevre'de söz konusu antlaşma imzalandı.

Doğu Politikası (Ostpolitik)

Doğu-Batı ilişkilerinde yeni bir bakışın sonucu olarak Federal Almanya'nın 1967
yılından itibaren izlemeye başladığı, Varşova Paktı ülkeleri ve Demokratik Almanya
ile ilişkilerini normalleştirmeyi amaçladığı Doğu Avrupa politikası. Bu politikanın üç
ana unsuru vardı. i-Moskova ile doğrudan diyaloğun açılması ii-Doğu Avrupa ülkeleri
ile ilişkilerin tam olarak normalleştirilmesi için yolların aranması iii-Demokratik
Almanya'yı ayrı bir birim olarak tanımaksızın bu devletle "geçici bir anlaşmaya"
(modus vivendi) varılması.

Diyaloğun ilk adımı, 12 Ağustos 1979'te Sovyetler Birliği ile Federal Almanya
arasında yapılan andlaşmadır. Bu andlaşmayla iki devlet yumuşamayı en önemli
siyasal amaçları arasında tanımlamakta ve ilişkilerinde başlangıç noktası olarak
Avrupa gerçeklerini kabul edeceklerini belirtmekteydiler. Ayrıca iki devlet,
ilişkilerinde kuvvet kullanmayı ve Avrupa'daki ülkelerin oluşmuş sınırlar içinde
bütünlüklerine saygı göstereceklerini taahhüt etmekteydiler. Andlaşmada ayrıca
taraflar Oder-Neisse akarsularının Doğu Almanya-Polanya sınırını oluşturduğu kabul
ettiklerini de açıklıyorlardı.

Ostpolitik'in ikinci unsuru 7 Aralık 1970 Federal Almanya-Polonya Andlaşmasıdır. Bu


andlaşma ile iki ülke Potsdam Konferansı ile belirlenen Oder-Neisse sınırını tanımayı
ve gelecekte de sınırların dokunulmazlığını kabul ve birbirlerine karşı kuvvet
kullanmamayı taahhüt ettiler.

Ostpolitik'in en önemli unsuru ise Federal Almanya ile Demokratik Almanya arasında
Soğuk Savaş'ın temelini oluşturan ilişkileri idi. İki Alman devleti arasındaki andlaşma
21 Aralık 1972'de imzalandı. Böylece Federal Almanya'nın Doğu Politikasının en
önemli ve anlamlı uygulaması gerçekleştirildi. Bu andlaşmaya göre, taraflar
birbirlerine karşı kuvvet tehdit kullanmayacaklar, birbirlerinin sınırlarının
dokunulmazlığını ve toprak bütünlüğünü kabul edecekler, birbirlerini uluslararası
alanda temsil etmeyecekler, öteki adına davranışta bulunmayacaklar ve aralarında
daimi temsilcilikler kuracaklardı. Federal Almanya, andlaşmanın imzalandığı gün
Demokratik Alman hükümetine bir nota vererek, imzalanan andlaşmanın
Almanya'nın birleşmesi amacıyla çelişmediği görüşünde olduğunu açıklamıştır.
Federal Almanya'nın Doğu Politikasındaki son engel 11 Aralık 1973 tarihli Federal
Almanya-Çekoslovakya Andlaşmasıyla ortadan kaldırıldı. Bu andlaşma ile, 1938
Münih Düzenlemesinin geçersiz olduğu kabul edilmiş, iki ülke sınırlarının
dokunulmazlığı yükümlülük altına alınmıştır. Ayrıca iki devlet arasında diplomatik
ilişki kurulmuştur.

Böylece, Willy Brandt'in 1967 yılında ortaya attığı Doğu Politikası, bu politikanın
özüne uygun olarak imzalanan andlaşmalarla yürürlüğe girmiş ve Federal
Almanya'nın bu tutumu, Soğuk Savaş'tan yumuşama dönemine geçişte en önemli
basamak taşı olmuştur.

Doğu Sorunu (Eastern Question)

Osmanlı Devleti'nin dağılmaya başlamasından sonra büyük devletlerin Osmanlı


üzerindeki rekabetlerini açıklayan terim (Eski dilde Şark Meselesi). İlk kez 1813
Viyana Kongresi'nde kullanılmıştır.

1699 Karlofça Andlaşması ile Osmanlı ilk kez büyük toprak kayıplarına uğramıştı.
Kuzeyde Rusya'nın büyük bir güç olarak ortaya çıkması ile de XVIII. yüzyılın ikinci
yarısından itibaren Osmanlı Devleti'nin hem Karadeniz'de hem de Balkanlar'da
nüfuzu sarsılmaya başladı. Bu arada Rusya I. Petro zamanında itibaren Kafkasya'ya
da inmeyi başlamış, bu da Osmanlı Devleti için başka bir sorun olmuştur. XIX
yüzyılda sömürgeci Avrupa devletleri de Osmanlı Devleti'nin Afrika ve Ortadoğu'daki
topraklarına göz dikmeye ve buraları ele geçirmeye başladılar.

Bu parçalama süreciyle beraber tek bir devletin Osmanlı Devleti üzerindeki etkisini
artırılmasından korkan büyük devletler, mevcut dengeye korumak amacıyla Osmanlı
Devleti'nin toprak bütünlüğünü Batılı devletlere dayanarak koruması ve bunun
karşılığında çeşitli ödünler verme yolunda bir politika izlediler. Ama XIX. yüzyılın
sonunda Osmanlı'nın artık yaşamayacağına karar veren bu devletler, başta İngiltere
olmak üzere, artık Osmanlı Devleti'ni paylaşma çabasına girdiler. Bu durum Osmanlı
Devleti'ni Almanya'ya yaklaştırdı. 1912-1913 Balkan Savaşları'nda Avrupa'daki son
topraklarını da kaybeden Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşının hemen öncesinde
Almanya ile bir ittifak andlaşması imzalandı. Savaş sırasında Sykes-Picot andlaşması
ile Osmanlı'yı paylaşma konusunda anlaşan Batılı devletler, savaş sonrasında
Rusya'da Bolşevik Devrimi'nin olması sonucu doğan yeni ortam doğrultusunda San
Remo Konferansı'nda yeni bir paylaşıma gittiler. Bunun sonucunda Ortadoğu'daki
Osmanlı toprakları İngiltere ve Fransa arasında paylaşıldı. Büyük devletlerin Boğazlar
ve Anadolu için öngördükleri paylaşım ise Kurtuluş Savaşı ile başarısızlığa uğratıldı.
Sonuçta Batılı devletler 1923 Lozan Andlaşması ile Türkiye'yi tanımak zorunda
kaldılar.

Domuzlar Körfezi Olayı, 1961


1961 Nisan'ında Küba'daki Castro rejimini devirmek aacıyla A.B.D.'nin desteklediği
Kübalı mültecilerin ülkenin güneybatısındaki Domuzlar Körfezinde giriştikleri
başarısız askeri hareket. 1959 başında Küba'daki Amerikan yanlısı diktatör Batista'yı
devirerek iktidara geçen Fidel Castro Sovyet yanlısı bir politika izliyordu. A.B.D.
Castro'yu devirebilmek için çeşitli yollar aradı. Amerikan Devletleri Örgütü
(OAS)'ndaki diğer Latin Amerikan devletlerini Küba aleyhinde girişme zorladı ve bu
ülkeye karşı bir şekel boykotu uygulamaya başladı. Castro bu harekete, Küba'daki
Amerikalıların mülklerini millileştirerek cevap verdi ve Havana'daki Amerikalı
diplomatların ülkeyi terk etmesini istedi. Bunun üzerine Başkan Eisenhower Küba ile
diplomatik ilişkileri kesti. Bundan sonraki Başkan Kennedy de CIA'nın hazırlanmış
olduğu planı uygulamaya koyarak Domuzlar Körfezi Çıkartmasını gerçekleştirdi, ama
plan başarısızlıkla sonuçlandı. Kübalı yetkililerin harekata katılmış mültecileri
yargılamaları sonucu harekattaki A.B.D. rolü ortaya çıktı. Bu olaydan sonra iki ülke
arasındaki gerginlik Sovyetler Birliği'nin Küba'ya nükleer başlıklı Ekim Füzelerini
yerleştirmeye başlaması ile daha da arttı.

Dörtlü İttifak, 1815

Viyana Kongresi düzenlemeleri çerçevesinde, 20 Kasım 1815'te Avusturya, Rusya,


Prusya ve İngiltere arasında imzalanan ittifak. Rus Çarı Aleksander'in girişimleri
sonucu imzalanan Kutsal İttifak'a rağmen Rusya'ya güvenmeyen Avusturya, daha
geniş kapsamlı bir ittifak istemekteydi. Yeni ittifak çağrısına daha sonra İngiltere de
katıldı. Bu ittifak, Fransa'ya karşı imzalanmış olmasına karşın Avrupa'da yeni
oluşturulan statükoyu korumayı amaçlamaktaydı. Her türlü liberalist eyleme karşı
tarafların ortak faaliyeti öngörülmekteydi. Aynı şekilde milliyetçilik akımlarına da
cephe alınacaktı. Bu ittifaka daha sonra 1818'de Fransa da katıldı. 1848 devrimlerine
kadar bir şekilde başarılı olduğu söylenebilecek ittifak, Viyana Düzeni'nin
kurucularından Avusturya şansölyesi Metternich'in adıyla da anılır.

Drago Doktrini

Ülkelerin dış borçlarının askeri müdahalelerle ödetilmesine karşı çıkan doktrin. Bu


doktrin 1902'de Arjantin'in Dışişleri Bakanı tarafından ortaya atılmıştır. Louis M.
Drago, borçlu devletin borcunu ödeyemediği durumlarda zorlama tedbirleri
uygulamanın veya borçlu devletin topraklarını işgal etme hakkının olmadığını ve
bunun uluslararası hukuğa aykırı olduğunu ilan etmiştir.

Drago doktrinine göre, bir yabancı devlete borç veren sermaye sahipleri, söz konusu
ülkenin kaynaklarını, ödeme kabiliyetini durumunda karşılayabilecekleri olası
zararları gayet iyi bilirler. Bu yüzden de borcun şartlarını o derece ağır tutarlar.
Ayrıca sermaye sahipleri borç verdikleri devletin egemen bir birim olduğunun ve
borcunu ödemeye zorlanamayacağının da bilincinde olmak durumundadırlar. Buna
karşılık borçlu devlet de mutlaka borcunu tanımak ve ödeme yollarını aramak
zorundadır. Ancak, varolan borcu zorla ödetmeye kalkmak zayıfların kuvvetlilerin
etkisi altına girmesine yol açacaktır. Drago'nun bu görüşleri 1907'de La Haye İkinci
Barış Konferansı'nda yeniden ele alınmıştır. ABD temsilcileri Genel Horace Portes'in
bazı önerileriyle birlikte biraz değişikliğe uğrayarak kabul edilmiştir.

Drago Doktrini 1902'de İngiltere, Almanya ve İtalya tarafından Venezuela borçlarını


ödemeyince kurulan deniz ablukasıyla gündeme gelmiştir. Drago doktrini Monroe
doktrini çerçevesinde Avrupa'nın yarımküreye müdahale etmemesi prensibini
desteklemek için ABD tarafından savunulmuştur. Bununla beraber borçlu devlet
yargısal ve idari çareler bulamazsa uluslararası hukuk standartlarında hakkın reddi
davasına konu olabilir. Böyle bir durumda bir dış devlet kendi vatandaşları adına
diplomatik olarak müdahale edebilir.

Dumbarton Oaks Konferansı, 21 Ağustos-7 Ekim 1944

Birleşmiş Milletler'in kuruluş ve faaliyetleri hakkındaki ön çalışmaların yapıldığı


konferans. İki ayrı safhadan oluşan konferansın ilk ve önemli olan safhasına A.B.D.,
İngiltere ve Sovyetler Birliği katılmış, ikinci safhada Çin de yer almıştır. Konferansta
Milletler Cemiyeti yerine kurulacak yeni uluslararası örgütle ilgili görüş alışverişinde
bulunulup önerilerle ilgili taslak planlar hazırlanmıştır.

Konferansta büyük güçlerin kurulmasını amaçladıkları dünya örgütünün yapısı


konusunda büyük oranda anlaşmaya varılmış. Anlaşılamayan konuların çözümü
(veto hakkının kullanımı, üyelik, bunalımların çözüm şekli) Yalta Konferansı'na
bırakılmıştır. Dumbarton Oaks Konferansı'nda hazırlanan öneriler taslağı 1945 yılında
düzenlenen San Fransisco Konferansı sonunda yayınlanan Birleşmiş Milletler
Andlaşmasına birkaç değişiklik dışında temel olmuştur.

Dunkirk Andlaşması, 4 Mart 1947

İngiltere ve Fransa arasında 50 yıllığına imzalan ve yeni bir Alman saldırganlığına


karşı karşılıklı danışma ve ortak hareketi öngören andlaşma. Tam adı Dunkirk İttifak
ve Karşılıklı Yardımlaşma Andlaşması'dır. Andlaşma askeri konularda olduğu kadar
ekonomik konularda da karşılıklı danışmayı içeriyordu.

Dunkirk Andlaşması, II. Dünya Savaşı'nda yaşanan felaketten sonra Fransa'nın


yeniden bir büyük güç olarak doğuşunu simgeler. Andlaşma bir yıl sonra
imzalanacak olan Brüksel Andlaşması'na öncülük etmiştir.

Düyun-ı Umumiye

Osmanlı Devleti'nin 1854 Kırım Savaşı'ndan sonra almaya başladığı dış borçları
ödemeyecek duruma gelmesi üzerine kurulan kurum.
Osmanlı Devleti 1854'ten sonraki yirmi yıl içinde on beş defa dış borç aldı.
5.297.676.000 altın Franka ulaşan borcun yıllık faizi de 300 milyon Franka varıyordu.
Osmanlı Devleti bu borcun faizini bile ödemeyecek duruma gelince Ekim 1875'te
Ramazan Kararnamesi yayınlandı. Bu kararname ile vadesi gelen taksitlerin ancak
yarısının ödeneceği açıklandı. Ancak Mart 1876'da ödemeler tamamen durdu. Bunu,
Osmanlı hükümetinin Galata bankerlerinden aldığı ve toplam 8.725.000 Osmanlı
lirası iç borcun ödenmesinin durdurulması izledi.

1881 Eylül'ünde alacaklı temsilcileri İstanbul'da biraraya geldi. Toplantı sonucunda,


borçları, alacaklıların seçeceği üyelerden meydana gelen bir meclisin yönetmesine
karar verildi. 20 Aralık 1881'de yayınlanan Muharrem Kararnamesi ile de hükümetle
anlaşmaya varıldı. Kararname, 1858-1874 arasında alınan 5.5 milyon Franklık borcu
içermekteydi. Aynı yıl içinde, göreve borçlara ayrılan devlet gelirlerinin, alacaklıların
çıkarlarına uygun biçimde yönetilmesi olan "Düyun-ı Umumiye-i Osmaniye Meclis-i
İdaresi" kuruldu. Düyun-ı Umumiye'nin yönetim kurulu, İngiltere ve Hollanda'yı
temsilen bir, Almanya, Fransa, İtalya, Avusturya ve Osmanlı Devleti ile Osmanlı
Bankası ve Galata bankerlerini temsilen yine birer olmak üzere sekiz üyeleden
oluşuyordu. Düyun-ı Umumiye'ye tuz, pul, ipek, tütün, balık avı ve alkolden alınan
vergiler ile damga resmi gibi gelirler bırakılmıştı. Avrupa sermaye çevrelerinin baskısı
ile tütünden alınan vergiden elde edilen gelirin artırılması amacıyla bu ürünün
üretimi denetim altına alındı ve 1884 yılında Tütün Rejisi adında bir şirket kuruldu.

Osmanlı Devleti, Duyun-ı Umumiye'nin kurulmasından sonra da borç almaktan


kurtulamadı. I. Dünya Savaşı sonrası İstanbul hükümetiyle itilaf devletleri arasında
imzalanan Sevres Andlaşması ile Düyun-ı Umumiye'nin devamı öngörülüyordu, ama
Lozan Andlaşması ile bu kurum tarihe karışmıştır. Lozan Andlaşması ile Osmanlı
borçları ondan bağımsızlığını kazanan devletler arasında paylaştırılmış ve Türkiye
1954'e kadar taksitler halinde kendisine düşen payı ödemiştir.

Edirne Andlaşması, 1829

Osmanlı devleti ve Rusya arasında 14 Eylül 1829 tarihinde Edirne'de imzalanan ve


1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşını sona erdiren andlaşma. Andlaşma ile Rusya'nın
Doğu Avrupa ve Balkanlardaki konumu güç kazanırken Osmanlı devleti zayıflama ve
Avrupa'daki güç dengesine bağımlı bir hale gelmiştir. Bu andlaşma Osmanlı'nın
Balkanlarda geri kalan son toprakların da kaybetmesi yolunda bir başlangıç olarak
kabul edilir.

Ege Sorunları

Türkiye ile Yunanistan arasında varolan ve karasuları, kıta sahanlığı, FIR hattı-hava
sahası ve adaların silahlanması olmak üzere dörde ayrılabilecek sorunlar.
Karasuları sorunu

Lozan Andlaşması Ege'deki karasuları 3 mil olarak kabul edilmiştir. 17 Eylül 1936
tarihinde Yunanistan bir yasa ile karasularını 6 mile çıkarmıştır. O dönemde iyi olan
Türk-Yunan ilişkileri nedeniyle, Türkiye buna ses çıkartmamıştır. Böylece Yunanistan'ın
Ege'deki payı %35'e çıkmıştır. 6 mili ancak 1964'te uygulamaya başlayan Türkiye ise,
%8,8'lik bir paya ulaşmıştır. Eğer Ege'deki karasuları 12 mile çıkarsa bu oranlar
sırasıyla %63,9 ve %10'a yükselecektir. Bunun nedeni Ege'deki 12 mil olayının
aslında bir adalar sorunu olmasıdır. Yunanistan'ın Ege'de, bir kısmı da Türkiye'ye çok
yakın yerlerde bulunan 2383 adası bu ülkeye böyle bir avantaj sağlamaktadır.

12 mil sorunu, sadece Türkiye'yi değil, Ege denizinin açık denizini bir uluslararası su
yolu olarak kullanan her devleti ilgilendirmektedir. Çünkü 12 mil durumunda Ege'deki
açık deniz oranı %56'dan, %26.1'e inecektir.

Yunanistan, Ege karasuları sorununda karasularının azami sınırının 12 mil


olabileceğini kabul eden 1982 BM Sözleşmesine atıfta bulunmaktadır. Türkiye ise, bu
sözleşmeye taraf olmadığını vurgulamakta, Ege denizinin bir yarı-kapalı deniz
olduğunun altını çizmekte ve Ege'de sınır saptaması yapılırken hakkaniyet ilkesine
göre hareket edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Türkiye, ayrıca Yunanistan'ın
karasularını 6 milin üstüne çıkarmasının casus belli (savaş sebebi) sayılacağını ifade
etmektedir.

Kıta sahanlığı sorunu

Yunanistan, Türkiye ile herhangi bir anlaşma yapmadan kıta sahanlığını "eşit uzaklık"
ilkesine göre tek taraflı bir biçimde saptayarak, bölgede yabancı şirketlere petrol
arama izni vermeye başlamıştır. Böylece Yunanistan Ege denizi kıta sahanlığının
tamamını kendisinin sayma eğilimine girmiştir. Türkiye'de, kıta sahanlığının Ege
Denizi'nin en derin noktalarından geçen hatta göre sınırlandırılabileceği görüşünden
hareket ederek 1 Kasım 1973'te, TPAO'ya, Anadolu'nun doğal uzantısı, yani kendi
kıta sahanlığı saydığı yerlerde (ki bazı Yunan adalarının batısına düşüyorsa) petrol
arama ruhsatı vermiştir. Yunanistan bunu 7 Şubat notasıyla protesto etmiş ve
böylece sorun tırmanmıştır.

Yunanistan, Ağustos 1976'da sorunu, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve


Uluslararası Adalet Divanı'na götürdü. Güvenlik Konseyi, taraflarla görüşmelere
başlama ve Adalet Divanı'na başvurma önerisinde bulundu. Divan, Yunanistan'ın
"ihtiyatı tedbir" istemini 11 Eylül 1976'da reddetti. Ayrıca divan, üç yıl sonra, 1979
Ocağında, Ege Denizi Kıta Sahanlığı konusunda yetkisiz olduğuna karar verdi.

Taraflar arasında Kasım 1976'da, Bern'de yapılan toplantıda, kıta sahanlığı


konusunda yapılacak olan görüşmelerde nasıl davranılacağını belirleyen birtakım
kurallar saptandı. Ancak görüşmeler kesildikten sonra, Yunanistan Bern Bildirisi'ni
tanımadığını açıkladı. Mart 1987'den sonra kendi kıta sahanlığı olduğunu iddia ettiği
bölgede petrol arama izni verdi. Bunun üzerine Türkiye 25 Mart 1987'de Yunan
adalarının çevresinde petrol arayacağını belirtti. Silahlı çatışma olasılığının çok
yaklaştığı bir bunalım doğduysa da 27 Mart'da her iki taraf şimdiki karasuları dışına
çıkmayacaklarını açıkladılar.

Kıta sahanlığı konusunda Yunanistan'ın görüşleri şunlardır. a)Türk kıyısı boyunca


dizilmiş olan Yunan adaları, Yunan ülkesinin ayrılmaz parçalarıdır. Bu adaların
takımada oluşturanlarında en uç noktalar birleştirilerek bu çizginin içi "takımada
suyu" kabul edilmektedir. Böylece, Türk kıyılarındaki Yunan adalarının batısında
Türkiye'ye kıta sahanlığı kalmamaktadır. b)Adalar kıta sahanlığına sahiptir ve bu kıta
sahanlığının sınıflandırılması, kıta ülkeleri ile eşit koşullarda yapılır. c)Kıta sahanlığı
konusunda andlaşma yapılmamışsa, Türkiye ile adalar arasında eşit uzaklık ilkesi
uygulanmaktadır. Türkiye ise hakkaniyet ilkesi gereğince bir tesbit yapılması
gerektiğini belirtmektedir. Ayrıca, kıta sahanlığının sınırlandırılmasında doğal uzantı
esastır. Ülkesini savunmakta, bir bölgede adaların bulunmasının kıta sahanlığı
açısından "özel durumlar" oluşturduğunu, Ege Denizi'nin bir "yarı kapalı" deniz
olduğunu iddia etmektedir. Kıta sahanlığı sorununu çözmek amacıyla, konuyu sürekli
olarak uluslararası forumlara götürmek eğiliminde olan Yunanistan karşısında Türkiye
gene sürekli olarak, karşılıklı görüşme ve anlaşmanın esas olmasını ileri sürmektedir.

Fır hattı-hava sahası sorunu

Yunanistan, 1931'de bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile hava kontrol sahasını 3


milden 10 mile çıkarmış ve Türkiye o dönemdeki iyi ilişkiler nedeni ile herhangi bir
itirazda bulunmamıştır. 1952 tarihli bir ICAO (International Civil Aviation
Organization-Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü) toplantısında, Türk-Yunan karasuları
çizgisinin batısında kalan hava trafiğinin Atina FIR'ının yetki alanına girmesi kabul
edilmiştir.

Bu hattın doğusunda ise İstanbul FIR'ı geçerli olacaktır. Bu hat 1974'e kadar bir
sorun çıkarmamış, fakat 4 Ağustos'ta Türkiye NOTAM 714'ü ilan etmiştir. (Notice to
Airmen-Havacılara Duyuru). Buna göre, Türkiye yönünde uçarken kuzey-güney orta
çizgisine varan her uçak durumunu ve uçuş planını Türk yetkilerine bildirecektir.
Amaç, Türk radarlarının Kıbrıs bulanımında zararsız uçaklarla potansiyel saldırgan
uçaklar arasındaki farkı daha iyi saptamalarını sağlamaktır. Böylece Türkiye, FIR
hattını fiilen batıya kaydırmış olmaktadır. Yunanistan bunu, Türk kıta sahanlığı
iddialarının batı sınırı olarak yorumlayarak reddetti ve 13 Eylül 1974'de NOTAM
1157'yi ilan etti. Yunanistan Ege hava sahasının tehlikeli duruma geldiğini
açıklayarak, Ege Denizini uçuş trafiğine kapattığını açıkladı.

Haziran 1979'da NATO başkomutanı William Rogers'in hazırladığı plan çerçevesinde


taraflar, 1980 yılında NOTAM'ları kaldırdılar. Böylece Ege Denizi yeniden sivil
havacılığa açılmış oldu. Ancak Yunanistan'ın hava sahasını 10 mil olarak kabul
etmesini yarattığı sorunlar halen devam etmektedir.
Adaların silahlandırılması sorunu

1960 sonrasında Ege Denizi üzerindeki adalarda taraflar arasında egemenlik,


denetim ve güvenliği sağlamaya yönelik anlaşmazlık başlamıştır. Yunanistan, askeri
amaçlarla da kullanılabilecek havaalanı ve diğer tesislerin ilkini 1952'de Leros
adasında kurmuştur. Ancak, Yunan adalarının, 1974'ten daha doğrusu Türk Ege
Ordusu'nun kurulduğu 1975'ten sonra hızlanarak silahlandırıldığını kabul etmek
uygun olacaktır.

Uluslararası andlaşmalar, bu adaları üç katogoriye ayırmaktadır.

1-Yunan adaları Limni ve Semadirek ile Türk adaları İmroz ve Bozcaada. Bu "Boğaz
önü" adaları Boğazlarla birlikte, Boğazlar Rejimine ilişkin Lozan Sözleşmesinin 4.
maddesiyle askerden arındırılmıştır.

2-Limmi, Sakız, Sisam ve Nikarya adlı Yunan adaları. Bunlar Lozan Barış
Andlaşması'nın 13. maddesi gereğince ülkelerinde ancak polis ve Jandarma kuvveti
bulunabilecek, deniz üssü ve istihdam kurmanın yasak olduğu adalardır.

3-Oniki ada, sayıları aslında 14 olan bu adalar da 1947 Paris Andlaşması'yla


İtalya'dan alınıp Yunanistan'a verilmiş adalar olup, aynı andlaşmanın 14. maddesine
göre üzerlerinde ancak asayişi sağlayacak kadar kuvvet bulundurulabilir.

Yunanistan'a göre, andlaşmalar yapıldığı sıradaki koşullar köklü biçimde değişmiştir


(rebus sic stantibus), dolayısıyla adalar üzerindeki sınırlama ortadan kalkmıştır.
(Ayrıca Boğazları silahtan arındıran Boğazlar rejimini düzenleyen Lozan
Sözleşmesi'nin yerine 1936 Montreux Andlaşması geçmiş ve Boğazlar tekrar
silahlandırılmıştır. 1923 Lozan Boğazlar Sözleşmesi tamamen sona ermiştir. Boğazlar
tekrar silahlandırıldığı için, bu sistemin bir parçası olan adalar da silahlandırılabilir.
Türkiye'ye göre ise Montreux'den Boğaz-önü adalarının silahlandırılabileceği şeklinde
bir anlam çıkarılamayacağı, çıkarılsa bile, Lozan Barış Andlaşması'nın 12. maddesi
vardır. Bu madde, anılan adaların 1914'te silahsızlandırıldığını doğrulamaktadır.
Yunanistan, ayrıca, Türkiye'nin 1947'nin Paris Andlaşması'na taraf olmadığını, bu
nedenle de hak ve yükümlülükler doğurmadığını iddia etmektedir. Türkiye ise, her ne
kadar taraf olmasa da, Paris Andlaşması'nın bir "objektif statü" yarattığını, bu
nedenle de kendisini ilgilendirdiğini belirtmektedir.

Eisenhower Doktrini, 1957

A.B.D. Başkan Eisenhower'in 1957 yılı başında Kongre'ye sunduğu bir raporla
açıkladığı ve uluslararası komünizm tehdidine karşı direnmek için Amerikan
yardımına ihtiyaç duyacak Ortadoğu ülkelerine askeri ve ekonomik yardımı içeren
politika. Doktrinin temelinde A.B.D.'nin Sovyetler Birliği'nin Süveyş Bunalımı'ndan
sonra Ortadoğu'da kazandığı prestije karşı, bölgede bir karşı grup örgütleme çabası
ve bölgedeki olayları uluslararası komünizmin bir parçası olarak kabul etmesidir.
Kongre'nin 9 Mart 1957'de kabul ettiği yukarda anılan rapor Eisenhower Doktrini'nin
temeli oluyordu ve şu noktaları içeriyordu. i-A.B.D. Ortadoğu ülkelerinin bağımsızlık
ve toprak bütünlüğünü, kendi ulusal çıkarları ve dünya barışı açısından hayati olarak
kabul etmekteydi. ii-Uluslararası komünizm tarafından desteklenen herhangi bir
devletten gelecek açık bir saldırıya karşı yardım isteyen bir devletin toprak
bütünlüğü ve bağımsızlığını korumak amacıyla, Amerikan askeri kuvvetinin
kullanılması da dahil olmak üzere, gerekli yardım ve işbirliğinin sağlanması için
Kongre A.B.D. Başkan'ının bu amaçla serbestçe kullanabileceği 200 milyon dolarlık
bir ödenek ayrılmaktaydı.

Eisenhower Doktrini A.B.D. açısından beklenen sonucu vermemiştir. Sovyetler Birliği


Mısır ve Suriye doktrini, Ortadoğu ülkelerin içişlerine doğrudan bir müdahale,
siyonizm tarafından beslenen emperyalist bir manevra olarak görmüşlerdi. Doktrin
İsrail'de bile soğuk karşılanmıştır. Doktrini kabul eden Lübnan ve Libya ile hararetle
destekleyen Türkiye, İran ve Irak dışında Batı yanlısı Arap devletleri bile Doktrine
katılmaktan endişe duymuşlardır.

Ekim Füzeleri Bunalımı: bkz. Küba Bunalımı

Emperyalizm (imperialism)

Bir devletin kendi sınırları dışındaki başka halklar ve onların toprakları üzerinde
onların rızası olmadan egemenlik kurma yönündeki politikası. Dar anlamda
emperyalizm ise Avrupalı büyük devletlerin XIX. yüzyılın ikinci yarısında öteki kıtalar
üzerinde genişlemelerine verilen addır.

Emperyalizmin nedenleri ve ne anlama geldiği konusunda çok çeşitli tartışmalar


vardır. Bunları esas olarak dört grupta toplayabiliriz. Birinci grup görüşler
emperyalizmin ekonomik yanını ön plana çıkartır. Biriken sermayeye yatırım olanak
ve alanları bulma, makineleşme sonucu ortaya çıkan üretim fazlası için pazar
yaratma, nüfus fazlası için yerleşim alanı bulma zorunluluğu ve üretim için gerekli
hammaddeleri elde etme isteklerinin devletleri emperyalist politikalara zorladığı
iddia edilir. Bu tezlere karşı çıkan Adam Smith, Rickardo, Hobson gibi ekonomistler
emperyalizmden sadece ufak bir grubun yarar sağladığına işaret ederler. Marksist
kuramcılara göre kapitalizmin en son aşaması olan emperyalizm, ekonomi tekelci bir
durum aldığı ve diğer kapitalizmin en son aşaması olan emperyalizm, ekonomi
tekelci bir durum aldığı ve diğer kapitalist devletler ile rekabet halinde yeni pazarlar
bulmaya çalıştığı zaman ortaya çıkar. Bu görüşe karşı çıkanlar, bu görüşün tarihsel
kanıtlarca yeterince desteklenmediği ve kapitalizmden önceki emperyalizme
açıklama getiremediğini öne sürerler.

Emperyalizmle ilgili ikinci grup görüşler ise emperyalizm ile insanın ve devlet gibi
insan topluluklarının doğası arasında bir ilişki kurarlar. Farklı bakış açılarına sahip,
Machiavelli, Bacon ve Hitler gibi kişiler bu yolla benzer sonuçlara varmışlardır.
Bunlara göre emperyalizm var olabilmek için sürdürülen doğal mücadelenin bir
parçasıdır. Güçlü olanların diğerlerine egemen olmaları doğanın kanunudur.
Üçüncü grup görüşler strateji ve güvenlik üzerinedir. Bu görüşe göre devletler
güvenliklerini sağlamak amacıyla stratejik noktalar, önemli kaynaklar tampon
devletler ve "doğal" sınırlar ile ulaşım ve haberleşme yollarının denetimini ele
geçirmek veya buraları başka devletlerin ele geçirmelerini önlemek zorundadırlar.

Son grup görüşler ise ahlakla ilgilidir. Buna göre emperyalizm halkları zorba
yönetimlerden kurtaran ya da daha üstün bir uygarlığın nimetlerini sağlayan bir
araçtır.

Emperyalizmin zor bir şekilde ortadan kaldırabilmesi, kendilerini emperyalizmin


etkisi altında hisseden devletlerin emperyalist amaç taşımayan politikalardan bile
kuşku duymalarına sebep olmuştur. Eski sömürgeci ve yeni gelişmiş bazı ülkeleri
yeni-sömürgecilik (neo-colonialism) ile suçlayan Üçüncü Dünya ülkelerine göre
azgelişmiş ülkelere verilen yardımların arkasında emperyalist amaçlar yatmaktadır.

Endüstri Devrimi

XVIII. yüzyılın ortalarından başlayıp XIX. yüzyılın sonları ve XX. yüzyılın başlarına
kadar süren, Batı'da özellikle Avrupa da bilimsel ve teknolojik gelişme doğrultusunda
buhar gücüyle çalışan makinaların yapılması ve makinalaşmış endüstrinin doğması
süreci. İki ayrı endüstri devriminden söz edilebilir XVIII. yüzyılda başlayıp XIX.
yüzyılın ortalarına kadar süren birinci endüstrileşme sürecine "makinalaşma çağı"
denebilir. Bu dönedeki gelişme bir "makina devrimi"dir. Makina kullanımının
yaygınlaşması sonucu, büyük fabrikaların ortaya çıkmasıdır. Böylece, Avrupa'da
temelde tarım işçilerinin toplumundan, fabrikalarda eşya üreten nüfusa doğru
düzenli bir değişim olmuştur.

1870'lerle birlikte endüstri devrimi nitelik değiştirdi. Artık bilimsel buluşlar ve


bunların üretime uygulanması, pratik zekalı tek tek bireylerin birbirinden ayrı
çalışmalarına bağlı olmaktan kurtulmuş, devletlerin tüm olanaklarıyla destekledikleri
ve gerektiğinde de örgütledikleri büyük ve zengin kuruluşların eline geçmiştir. Bu
dönemle birlikte başlayan gelişme "teknolojik devrim" olarak da anılır. Bu dönemde
doğal kaynaklar ve bilim elele vererek yeni ve kitle halinde mal üretimine
yönelmiştir. Endüstrileşme sürecinin bu ikinci aşaması, birincisine göre, toplumsal
etkilerinde daha şiddetli, sonuçlarında daha şaşırtıcı ve halkın yaşamını değiştirmede
daha etkilidir.

Enosis (birleşme)

XIX. yüzyılda Girit, XIX. yüzyılda da Kıbrıs'ın Yunanistan'la birleşmelerini amaçlayan


siyasi hareketlere verilen ad. Yunanca "birleşme" anlamına gelir. 1830'da Yunanistan
bağımsızlığa kavuşurken Girit ve doğu Ege adaları bu ülke sınırları dışında kalmıştı.
Pan-Helenizm tarafları Yunan milliyetçileri Yunan-Rum asıllı halkların yaşadıkları bu
adaları Yunanistan'a katılması ile bu amaçlarına ulaştılar. Enosis'in ikinci halkası olan
Kıbrıs'ın ilhakı için de Georgias Grivas liderliğinde EOKA örgütü kuruldu. Bu örgüt
1950'lerin ortalarından itibaren Kıbrıs'ta Enosis için faaliyetlere başladı. 15 Temmuz
1974'te EOKA Kıbrıs'ta Makarios'u devirerek Nikos Sampson'u başa geçirdi. Bunun
üzerine Türkiye Kıbrıs'taki garantörlük haklarını kullanarak adaya askeri müdahalede
bulundu (I ve II. Barış Harekatları). Sonuçta Enosis hayata geçirilemedi.

Entente Cordiale: bkz. Samimi Anlaşma

Enternasyoneller

1.Enternasyonel: 28 Eylül 1864'te Londra'da kurulan Uluslararası İşçi Birliği (UİB)'ne


daha sonradan verilen isim. Birliğin kuruluş bildirgesi yürütme organının en önemli
kişisi olacak olan Karl Marx tarafından ele alındı. (UİB)'nin amacı: "İşçi sınıfının
karşılıklı yardımlaşmasını, ilerlemesini ve tam bir özgürlüğe kavuşması"nı
gerçekleştirmekti. Bu özgürlük işçilerin kendisinin olacaktır.

2.Enternasyonel: Alman Sosyal Demokrat Partisi'nin girişimi üzerine 23 ülkenin


sosyalistlerinin biraraya gelmesi. Bu enternasyonal 2 buçukuncu Enternasyonel
kuruluncu 1923'e kadar sadece adı olan bir kuruluş olarak kaldı. Sosyalist İşçi
Enternasyoneli kurulunca ortadan kalktı.

2 Buçukuncu Enternasyonel: Şubat 1921'de Viyana'da toplanan Sosyalist partiler


çalışma topluluğuna verilen isimdir. 2 buçukuncu Enternasyonel çok geçmeden İkinci
Enternasyonele yaklaştı ve bu örgüt Mayıs 1923'de Hamburg Kongresinde Sosyalist
İşçi Enternasyoneli ile birleşti.

3.Enternasyonel: 4 Mart 1915'de Moskova'da kurulan siyasal örgüt. Komünist


Enternasyonel olarak da bilinen bu enternasyonelin temelinde Rus Bolşevikleri ve
1915'ten başlayarak "2.Enternasyonelin iflasını ilan eden Lenin vardır. Mart 1919'da
Kurucu Kongresi 21 ülkeden 54 delegeyle toplandı.

Ağustos 1935'de Alman-Sovyet Paktı imzaladıktan sonra Enternasyonel Yürütme


Komitesi savaşta her iki taraf için de "haksız, gerici ve emperyalist olarak niteledi.
Ama bu eğilim Haziran 1941'de Hitler'in SSCB'ye saldırması üzerine yeniden gözden
geçirildi. Bundan sonra, Nazilere karşı direnişe ve ulusal cephelerin kuruluşuna
ağırlık verildi. Bazı komünist partiler daha önceden bunu yapmaya başlamıştı. Bu
cephelerin kuruluşunu kolaylaştırmak için Komünist Enternasyonel 15 Mayıs 1943'te
feshedildi.

4. Enternasyonel: 11 ülkenin Troçkici hareket ve parti delegelerin Paris Bölgesinde


Eylül 1938'de kurdukları siyasal örgüt.

Ermeni Sorunu

1877 yılındaki Türk-Rus savaşlarından sonra Osmanlı İmparatorluğu'nun


güçsüzlüğünden cesaret alan Ermenilerin ortaya çıkardığı sorun. Ermeniler eğitim
düzeyleri yüksek ve dış bağlantılara sahip olmalarına rağmen Ermeni milliyetçiliği
ancak 19. yy.'ın ikinci yarasında doğmuştur. Ermeni cemaatinin bir tür anayasası
olarak kabul edilen Ermeni Tüzüğü Osmanlı padişahı tarafından 28 Mart 1862'te
onaylanmıştır. Bu tarihe kadar Ermenilerin büyük bir çoğunluğu "ayrılık" düşüncesine
fazla eğilimli olmamışlardır. XIX. yüzyılın son çeyreğinde dışarıdan tahrik edilen
Ermeni ayaklanmaları hızlandı. 1877 savaşını (tarihimizde 1293 savaşı olarak anılır)
Osmanlı İmparatorluğu kaybedince Ermeniler Aya Stefones'a gelen Rus Çarına
giderek koruyuculuk istediler. Çarlık Rusyası,Osmanlı toprakları üzerinde yaşayan
Hristiyan azınlıklar, özellikle Ortodoks Rum ve ermeniler için"koruyucu patron"
rolünü benimsemişti. Bu durumdan ve Osmanlı Devleti'nin güçsüzlüğünden cesaret
alan Ermeniler, II. Abdülhamid döneminde Anadolu'nun doğusunda zaman zaman
başkaldırarak kanlı olaylara neden oldular. Çarlık Rusyası 1877'de ele geçirdiği Kars,
Artvin ve Ardahan'da Ermeni nüfusunu çoğaltmaya çalışmakta idi. I. Dünya
Savaşı'nda Ruslar yeniden Türkiye'ye saldırdılar. Ermeni subay ve erler Rus
ordularının ön saflarında yer aldılar. Diğer yandan Bogos Nubar Paşa adlı bir Ermeni,
bağımsız birErmenistan kurmak için Çarlık ile ilişkilerde bulunuyordu. Kendi sınırları
içindeki Ermenilere karşı sert önlemler alan Çarlık, Osmanlı ermenilerini koruyarak
Avrupa merkelerinde Osmanlı Devleti aleyhine propaganda yapmaya
yöneltmekteydi. XIX. yüzyılın ikinci çeyreğinde Avrupa'da Ermeni tehdiş hareketleri
arttı. Çarlık Rusya'nın Anadolu'yu işgal planına karşı Osmanlı Hükümeti, savunma
hattının gerisini güvence altına almak amacı ile 14 Mayıs 1915 tarihli Tehcir Yasası ile
Ermenileri toplu olarak Osmanlı İmparatarluğu'nun bir ili olan Suriye'ye göndermeye
başladı. Ayrıca 24 Nisan 1915'te İstanbul'da Ermeni cemaatinin bazı üyeleri
tutuklandı. Ermeni Taşnak ve Hınçak komitelerinin I. Dünya Savaşı sırasında Doğu
Anadolu'da giriştikleri katliamların ve ayaklanmaların yarattığı karışıklık böyle bir
zorunluluğa yol açmıştı. Çarlık Rusyası'nın yanısıra Fransa ve İngiltere de Ermenileri
kendi politikalarının aracı olarak kullanmaya çalışmaktaydılar. Fransa'nın Ermenilere
olan ilgisinin temelleri Napolyon dönemine dayanmaktaydı. Napolyon, Rus
Ermenistanı Tiflis'te Ermeni ağırlıklı bir ordu oluşturarak, Hindistan'daki İngilizlerle
savaşmayı amaçlamıştı. Bu düşünce yaşama geçmedi fakat, Paris'te Doğu Dilleri
Enstitüsü bünyesinde Ermeni Enstitüsü kuruldu. Enstitünün amacı, Ermeni
ayrıkçılığının bilimsel temellerini oluşturmaktı. Daha sonra Fransa'nın Ermeniler ile
ilişkisi I. Dünya Savaşı'ndan sonra yoğunluk kazandı. Osmanlı Devleti'nin paylaşımı
sırasında Fransa, Kilikya bölgesinde (Antep, Urfa, Maraş, Adana) Ermeni devleti
kurmaya çalıştı. Bu hareket bölge halkı tarafından bastırıldı. Fransa daha sonra
Ermenileri Beyrut'a yerleştirerek oradan Marsilya'ya taşıdı. Ermenilerin bir kısmı
Fransa'da kalırken, bir kısmı da Amerika Birleşik Devletleri'ne gitti. Orly katliamına
kadar Fransa ASALA dahil tüm Ermeni örgütlerine göz yumdu.

İngiltere ise 1877 savaşına kadar Osmanlı İmparatorluğu'nun toprak bütünlüğünü


savundu. Bu savaştan sonra politikasını iki nedenle değiştirdi. Birincisi, Doğu
Akdeniz'de çıkarlarını koruyacağı bir üs olarak Kıbrıs'ı ele geçirmişti; ikincisi 1877
savaşındaki performasından dolayı Osmanlı İmparatorluğu'nun bütünlüğünü
savunmaktan vazgeçerek, kendi kontrolunda küçük devletler oluşturma yoluna seçti.
Rusya'nın Akdeniz'e ve Ortadoğu'ya yayılmasını önlemek amacı ile İngiltere'nin
kurmaya çalıştığı tampon Ermenistan oluşturma çabaları kısa dönemde sonuç
getirmedi. Diğer yandan İngiliz misyonerler, Ermeniler arasında "protestanlık"
propagandasına girişerek Ermeni hareketini, Ermeni Patrikhanesinin kontrolu dışına
çıkarmaya çalıştı. Ancak artan Alman tehlikesi Rusya ile İngiltere'yi birbirine
yaklaştırılınca, İngiltere dikkatini bu bölgeden ayırarak, Alman donanmasının
denizlerde yaratacağı sorunlara yöneltti.

Dışarıdan yöneltilen Ermeni hareketi beraberinde tehdiş eylemlerini doğurdu. İttihat


ve Terakki Partisi'nin başında bulunanlardan Talat Paşa, Cemal Paşa ve Bahattin Şakir
Bey'in öldürülmesi ile başlayan terör, son on yıllarda ABD'de ve Avrupa'nın çeşitli
ülkelerinde Türk diplomatlarının öldürülmesi ile tırmandırılmıştır.

Eski rejim (Ancient regime)

Avrupa'da rönesans, reformasyon hareketleri ve coğrafi keşifler ile yıkılmış bulunan


Ortaçağ düzeninden Büyük Fransız Devrimi'ne kadar olan dönem. Otokrasi, monarşi
ve kilise unsurlarını içeren eski rejim, 18. yüzyılın sonlarına doğru milliyetçilik,
demokrasisi ve liberalizmin etkisiyle ortadan kalkmış, yerini çağdaş dünyaya
bırakmıştır.

Eşik Antlaşmaları: bkz. Treshold Antlaşmaları

ETA: bkz. Bask Ulusal Bağımsızlık Hareketi

Etabli Sorunu: bkz. Lozan Andlaşması

Evrensel Bildirge

Bütün halklar ve uluslar için temel siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel hakların
sağlanmasını amaçlayan bildirge. BM İnsan Hakları Komisyonu ve Ekonomik ve
Sosyal Konsey tarafından hazırlanmıştır. 10 Aralık 1948 tarihinden de Genel Kurul
tarafından kabul edilmiştir. Otuz maddeden oluşan bildirge, hak ve özgürlükler,
doğrudan insanın kişiliğini ilgilendiren haklar, vatandaşlık hakları ve sosyo-ekonomik
haklar konularında hükümler içerir. Bildirge, devletler için bağlayıcılık ve yaptırım
gücüne sahip olmadığından aykırı uygulamalara karşı bir denetim sistemi
oluşturmamış ve sadece insan hakları konusunda bir ideali simgeleyen bir belge
olarak kalmıştır.

Bildirge'nin BM Genel Kurulu tarafından kabul edildiği 10 Aralık tarihi İnsan Hakları
Günü olarak kutlanmaktadır.

Fachoda Bunalımı, 10 Temmuz 1898

Fransız yüzbaşısı Manahand'ın Mısır kalesi Fachoda'yı ele geçirmesiyle başlayan


İngiltere ve Fransa arasındaki bunalım.

Falkland Savaşı (Falkland Bunalımı), 2 Nisan 1982


2 Nisan 1982'de Arjantin'in Falkland ve Güney Georgia Adalarını işgal etmesi ile
başlayan savaş. Altı hafta sürdü. Falkland Adaları üzerindeki egemenlik sorunu
1964'de Birleşmiş Milletler'de Sömürge Sorunları Komisyonu'nun gündemine geldi.
Arjantinlilere göre, Malvinas olarak bildikleri adalar Arjantin'in bir parçasıydı. Adaların
Güney Amerika'ya coğrafi yakınlığı vardı. Arjantin İspanya'nın halefi olduğunu ileri
sürüyordu. İngiltere, adalar üzerindeki hükümranlığı Arjantin'e devretmeli, yönetimi
belirli bir anlaşmaya uygun olarak sürdürmeliydi. İngiltere ise adada yaşayan İngiliz
asıllıların isteklerine aykırı olarak, böyle bir düzenlemeye gidemiyordu. İngiltere
1833'den beri adalar üzerinde "işgal ve yönetimi" sürdürdüğünü ve Birleşmiş
Milletler Antlaşması'nın 1. maddesine göre Falklandlılara self-determinasyon ilkesinin
uygulanması gerektiğini ileri sürüyordu. İngiltere'ye göre Falkland Adaları, Arjantin'in
yönetim ve denetimine geçerse sömürge durumu sona ermeyecek, tam tersine
başlayacaktı.

Yıllarca süren müzakereler bir sonuç vermeyince Arjantin Falkland ve Güney Georgia
Adalarını işgal etti. İngiltere Güney Amerika'ya hemen bir görev kuvveti gönderdi.
İngiltere, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Ekonomik Topluluğu'nda büyük diplomatik
destek gördü; Arjantin'e otomatik zorlama tedbirleri uygulandı. 25-26 Nisan 1982
tarihlerinde İngiliz birlikleri Güney Georgia Adasını ele geçirince, Falkland
Adalarındaki Arjantin birlikleri komutanı teslim oldu. Arjantin Devlet Başkanı
Galtieri'nin ayrılmasından sonra da İngiltere adalardan çekilme niyetinde olmadığını
gösterince iki ülke arasındaki sorun kesin bir çözüme bağlanamadı.

Feodalizm (feudalism)

Toprağı ve üzerinde yaşayan köylüleri tek bir kimsenin malı sayan ortaçağ rejimi. Bir
diğer adı derebeylik.

Derebeyliğin özü, orgütlenmiş devletin bulunmadığı yerel düzeyde, bir hükümet


görevinin yürütülmesidir. 500-600 km2'lik bir toprak parçası üzerinde en önemli bir
güçlü kişi, daha az toprağa sahip olanların koruyuculuğunu üstlenmiş ve onlar da bu
kişiye bağlılık sözü vermişlerdir. Böylece, feodal "lord", "vassal" ve toprağa bağlı
(serf) köylüleriyle, derebeylik ortaya çıkmıştır.

Derebeyliğin önemli özelliği, lord ile vassal arasındaki "karşılıklılık esası"dır.


Derebeylikte hiç kimse tam anlamı ile hükümran değildir. Kral ile halk ve lord ile
vassal, bir cins "mukavele" ile birbirlerine bağlıdırlar. Bu mukaveleye aykırı hareket
edilirse, karşılıklı hak ve görevler sona ermektedir. Bu durum, sık sık karışıklıklara,
siyasal istikrarsızlıklara ve hatta savaşlara yol açmışsa da, gelecek çağların
"anayasal hükümet" anlayışı, derebeyliğin bu mukaveleye dayanan niteliğinden
doğacaktır.

Filistin Sorunu (Palestinian Question)

Üç büyük dince (Musevilik-Hristiyanlık-İslam) kutsal sayılan Filistin toprakları ile ilgili


sorun. Günümüzün en karmaşık uluslararası sorunlarından birisi olan Filistin
sorununun çok eski bir geçmişi vardır.
Sorunun günümüzdeki mevcut biçiminin, XIX. yüzyıl sonlarında başlayarak XX yüzyıl
başlarında yoğunlaşan Yahudi göçü sonucunda, 1948 yılında bu toprak üzerinde
İsrail Devlet'inin oluşturulması ile ilgili olduğu söylenebilir. Bu tarihten başlayarak
meydana gelen Arap-İsrail çatışmaları veya İsrail'in giriştiği tek yanlı eylemler
sonucunda, hemen tüm Filistin toprakları İsrail'in işgali altına girmiş, bu topraklarda
yaşayan insanların büyük çoğunluğu diğer Arap ülkelerindeki mülteci kamplarına
göçmüşlerdir. 1948 yılında Arap ülkelerinin muhalefetine rağmen, İsrail'in kuruluşu
Birleşmiş Milletler tarafından onaylanmıştır. Birleşmiş Milletler, bunu izleyen yıllarda,
İsrail'in kuruluş aşamasındaki sınırlarının dışında işgal ettiği toprakları terketmesi
yolunda ve de özellikle Filistin mültecilerinin durumlarının iyileştirilmesi
doğrultusunda sayısız karar almışsa da, bu konularda pek önemli bir gelişme
sağlanamamıştır. Soruna bir çözüm bulunamamasında, anlaşmazlığın oldukça
karmaşık bir nitelik taşımasının yanı sıra Arap ülkelerinin kendi aralarındaki
anlaşmazlıklarının sürmesinin, süper güçlerin bölgedeki çıkarları ile ilgilenmelerinin
ve İsrail'in askeri gücünün önemli rolü vardır.

1987'de Ortadoğu'da etkinliğini artıran Sovyetler Birliği, Filistin Kurtuluş Örgütünün


Yaser Arafat liderliğinde yeniden birleşmesinde önemli rol oynamaya başladı. 20
Nisan 1987'de Cezayir'de yapılan Filistin Ulusal Konseyi toplantısında Arafat'ın Ürdün
Kralı Hüseyin ile 1985 yılında İsrail karşısında barış girişimlerini ortaklaşa sürdürme
konusunda vardıkları anlaşmayı feshetmesi üzerine örgüt içinde yeniden birlik
sağlandı.Yıl sonuna doğru Amman'da toplanan Arap Birliği zirvesinde, barışın ön
koşulunun "işgal altındaki tüm Arap topraklarının, özellikle Kudüs'ün kurtarılması"
olduğu vurgulandı. Diğer yandan, işgal altındaki topraklarda FKÖ'nün genel
yönlendirilmesi ile Aralık 1987 başlayan "intifada" (ayaklanma) hareketi karşısında
İsrail ordusunun kullandığı dayak ve işkence yöntemleri, Filistin halkı ile geniş bir
uluslararası dayanışma yolu açtı. İsrail hükümeti ile kamuoyunda da ciddi görüş
ayrılıkları doğurdu.

13 Eylül 1993'te FKÖ ve israil arasında imzalanan "İlkeler Andlaşmasının" ardından


başlayan "Ortadoğu Barış Süreci" içinde Mayıs 1994'te Kahire'de yapılan anlaşma ile
İsrail Gazze ve Batı Şeria'yı Filistin Özerk Yönetimi İdaresi altına bırakmayı kabul
etmiştir. Bugün Gazze ve Batı Şeria'da Filistin Özerk Yönetimi İdareyi sağlamakta,
Filistin polis gücü asayiş hizmetlerini yürütmektedir.

Filistin özerk yönetimi idaresi altındaki bu bölgede bugün ciddi bir işsizlik, altyapı,
konut, gıda ve sağlıklı içme suyu bulamama sorunları vardır. Özellikle Gazze'de
altyapı yetersizdir ve içebilecek su kaynakları hızla bozulmaktadır. Bölgede ciddi
yatırımlara ihtiyaç duyulmaktadır. Yeni yönetimin deneyimsizliği ve maddi
imkansızlıklar sebebiyle kamu hizmetleri aksatmaktadır. Bu bölgelerde hala olaylar
çıkmakta, İsrail güvenlik güçleri ile halk zaman zaman karşı karşıya gelmektedir.

Ford Doktrini
ABD Başkanlarından Gerald Ford'un Kongrede yüksek miktardaki savunma bütçesini
geçirmek için yaptığı konuşmada ilan ettiği görüş olup, ABD'nin barışçı yollarla ve
müzakere masasında başarı sağlamasının, askeri alanda çok kuvvetli bulunmasına
bağlı olduğu ve bunun gerçekleştirileceğini savunmuştur. Yeni ve güçlü silahların
geliştirilmesi, bazı bölgelerde yeni üsler kurulup kuvvet bulundurulması gereği bu
doktrinin uygulanması için öngörülmüştür.

Frankfurt Barışı, 1871

Fransa ile Almanya arasında imzalanan ve 1870-71 savaşına son veren barış
antlaşması. Bismark ile Thiers arasında Versailles'de imzalanan ön anlaşmalar (26
Şubat 1871) Almanların Paris'e girmesini önlemek amacıyla 1 Mart'ta; Bordeaux'da
Ulusal Meclis tarafından kabul edilmiş, Brüksel'de yeniden başlayan (28 Mart-24
Nisan) görüşmeler, Frankfurt'ta Dışişleri Bakanı Jules Fanre ve Maliye Bakanı Pouyer-
Quertier tarafından sürdürülmüştü. 10 Mayıs 1871'de imzalanan barış, ön
antlaşmaları onaylıyordu. Birey (Bismarck buradaki demir yatağının değerini çok geç
öğrenmişti) Chaleau-Salins ve Belfort bölgesi dışında (kat çevresinde 10 km'lik bir
yarı çap). Alsace ve Moselk vadisi de içinde olmak üzere (Thionville ve Metz) Lorraine
yaylasının kuzeydoğusu Almanya'ya bırakılıyordu. Anlaşmanın mali hükümleri ağırdı.
%5 faizli 5 milyar frank tazminat (1,5 milyarı 1871'de, 0,5 milyarı 1872'de ve 3
milyarı da Mart 1874'den önce ödenmek üzere), 266 milyarın üzerinde savaş borcu.
Fransız ordusu Lorraine'ın güneyine çekilerek, ancak Paris garnizonu
bırakılmayacaktı. Thiers, borçlanma yoluyla son borç taksidini Eylül 1873'te ödemeyi
ve ülkeyi 6 ay önce kurtarmayı başardı.

Fransız Devrimi, 1789

1789 Devrimi olarak da bilinir. 1787'den başlayarak Fransa'yı sarsan, ilk doruk
noktasına 1789'da ulaşan ve değişik aşamalardan geçerek 1799'a değin süren
devrimci hareket. Fransa'da ancien regime'e (eski rejim) son vermiş ve Avrupa
tarihinde yeni bir çağ açmıştır.

Devrime yol açan nedenler konusunda farklı görüşler bulunmakla birlikte, genel
olarak üzerinde durulan başlıca etkenler şunlardır: 1)Avrupa'nın en kalabalık ülkesi
olan Fransa'da yaşam koşullarının giderek kötüleşmesi, 2)Gelişmekte olan varlıklı
burjuvazinin başka ülkelerdekinden daha sistemli bir biçimde siyasal iktidarın dışında
tutulması, 3)Köylülerin, üzerlerinde ağır bir yük oluşturan çağdışı feodal sisteme
duyduğu tepkinin güçlenmesi, 4)toplumsal ve siyasal reformu savunan düşünürlerin
Fransa'da başka yerlere göre daha yaygın bir etki uyandırması, 5)Fransa'nın
Amerikan Bağımsızlık Savaşı'na sağladığı yoğun mali ve askeri destek yüzünden
devletin iflasın eşiğine gelmesi.
Fransız maliyesini düzene sokmakla görevlendirilen Charles-Alexandre de Calonne,
Şubat 1787'de üst düzey din adamları, büyük soylular ve yüksek yargıçlardan oluşan
İleri Gelenler Meclisi'ni toplantıya çağırarak bütçe açığının kapatılması için ayrıcalıklı
kesimlerin vergi yükümlülüğünü artıracak reformlar önerdiğinde, Fransa'da devrimin
ilk kıpırdamaları başladı. Meclis, reformları reddederek ruhban sınıfı, soylular ve
halkın temsilcilerinden oluşan ve 1614'ten beri toplanmamış olan Etats-Genaraux'un
toplantıya çağrılmasını talep etti. Calonne'dan sonra Fransız maliyesini yönetenlerin,
direnişe karşın reformları uygulama yolundaki çabaları, aristokratik kurumların,
özellikle de Mayıs 1788'de çıkarılan yasa ile yetkileri kısıtlanmış olan Parlement'lerin
başkaldırısına yol açtı. 1788'in bahar ve yaz aylarında Paris, Grenoble, Dijon,
Toulouse, Pau ve Rennes'de huzursuzluklar baş gösterdi. Ödün vermek zorunda
kalan Kral XVI. Louis, Jacques Necker'in maliyenin yönetimine getirdi ve Etats
Generaux'yu 5 Mayıs 1789'da toplayacağını açıkladı. Kralın basın özgürlüğüne de
göz yummasıyla Fransa bir anda devlet yapısının yeniden düzenlenmesine ilişkin
tasarıları içeren kitapçıklarla dolup taştı. Ocak-Nisan 1789 arasında yapılan Etats-
Generaux seçimleri kötü geçen 1788 hasadının neden olduğu karışıklıklarla aynı
zamana rastladı. Temsilcilerini belirlemekte herhangi bir kısıtlamayla karşılaşmayan
üç toplumsal zümre de kendi sorunlarını ve isteklerini dile getiren dilek listeleri ya da
"şikayet defterleri" (cahiers de doleances) hazırladılar. Tiers Etat (Halk Meclisi) için
600, soylular ve ruhban kesimlerinin her biri için de 300 temsilci seçildi. Kırsal
alanlarda iki, kentlerde ise üç dereceli seçimler sonunda belirlenen Tiers Etat
temsilcileri bütünüyle burjuvalardan oluşuyordu.

5 Mayıs 1789'da Versailles'de toplanan Etats-Generaux, daha başlangıçta,


oylamaların toplam temsilci sayısına mı yoksa etat esasına göre mi yapılacağı
konusunda ikiye bölündü. Bu yöntem sorunu üzerindeki şiddetli mücadelede Tiers
Etat temsilcileri çok geçmeden çoğu halk kökenli küçük papazların da desteğini
kazandı. Ardından krala da meydan okuyarak Jeu de Paume salonunda toplantı (20
Haziran) ve Fransa'ya yeni bir anayasa getirilinceye değin kesinlikle
dağılmayacağına ant içti. XVI. Louis bu duruma istemeyerek boğun eğdi ve ruhban
kesimiyle soyluları Kurucu Meclis'i oluşturmak üzere Tiers Etat'ya katılmaya çağırdı;
bir yandan da meclisi dağıtmak üzere asker toplamaya girişti.

Askeri birliklerin kralın emriyle Kurucu Meclis'in çevresini sarması ve Necker'in


görevinden alınması meclisin tepkisine, kralın buna kayıtsız kalması da Paris halkının
ayaklanmasına yol açtı. Silahlanan Paris halkı 14 Temmuz 1789'da krallık baskısının
simgesi olarak gördüğü Bastille'i ele geçirdi. Bu hareketle ayaklanma devrime
dönüştü. Yeniden boyun eğer Kral, kentte dolaşırken krallığın beyaz renginin yanı
sıra Paris'in renkleri olan mavi ve kırmızıyı da içeren üç renkli kokart takarak halkın
egemenliğini tanıdığını gösterdi.

Taşrada büyük korku köylülerin de feodal beylere karşı ayaklanmalarına ve şatoları


hedef alan saldırılara girişmelerine yol açtı. Soylular ve burjavazi dehşete kapıldı.
Kurucu Meclis, köylüleri denetim altına almak için 4 Ağustos'ta feodal vergi ve
ayrıcalıkları ortadan kaldırdı. Ardından İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi ile edilerek
(26 Ağustos) özgürlük, eşitlik, mülkiyet dokunulmazlığı ve baskıya karşı direnme
hakları tanındı.

Kral, toplumsal yapıyı altüst eden 4 Ağustos kararları ile İnsan ve Yurttaş Hakları
Bildirisi'ni onaylamayı reddetti. Bunun üzerine Paris'te halk kitleleri yeniden
ayaklanarak 5 Ekim'de Versailles'a yürüdü. Ertesi gün,kralliyet ailesi Paris'e
getirilerek Tuileries Sarayı'nda oturmak zorunda bırakıldı. Kurucu meclis de Paris'te
yeni anayasa üzerinde çalışmalarını sürdürdü.

Kurucu Meclis, feodalizmin tasfiyesini sürdürerek eski zümreleri (ordre) kaldırdı,


sömürgelerde köleliğe son vermekle birlikte en azından Fransa'da yurttaşlar arasında
eşitliği sağladı ve kamu görevlerine girişteki eşitsizliklere son verdi. Kamu borçlarının
ödenmesi amacıyla kilise topraklarının devletleştirilmesi kararını mülklerin yaygın bir
biçimde yeniden dağıtılması izledi. Bundan çok yararlanan burjuvaziyle toprak sahibi
köylüler oldu; ama bazı topraksız köylüler de arazi satın alabildi. Kiliseyi mal
varlığından yoksun bırakan Kurucu Meclis, ardından yeni bir düzenlemeye girişerek
Fransız Kilisesi Temel Yasası'nı çıkardı. Yasa, papa ve Fransız ruhban sınıfının
çoğunluğu tarafından reddedildi. Ortaya çıkan ayrılık, çekişmelerin şiddetini artırdı.

Kurucu Meclis, ancien rengime'in karmaşık yönetsel sistemini yıkarak yerine seçilmiş
meclislere yöneltilen il (departement), ilçe (arrondissement), kanton (canton) ve
bucak (commune) bölünmesine dayalı akılcı bir sistem getirdi. Adalet
mekanizmasının temelini oluşturan ilkeler de köklü bir biçimde değiştirildi ve sistem
yeni yönetsel birimlere uyarlandı; yargıçların da seçilerek göreve gelmesi ilkesi kabul
edildi.

Kurucu Meclis'in çerçevesini çizdiği yeni düzen, yasama ve yürütme güçlerinin kralla
meclis arasında paylaşıldığı bir monarşiyi öngörüyordu. Ama bütünüyle aristokrat
danışmalarının etkisi altında olan XVI. Louis ülkeyi yeni güçlerle birlikte yönetme
yolunu seçmeli. 20-21 Haziran 1791'de ülkesinden kaçma girişiminde bulunduysa da
Varennes'de yakalanarak Paris'e geri getirildi.

Kırım Savaşı, 12 Mart 1854-10 Eylül 1855

Abdülmecid devrinde Osmanlı, Fransız ve İngiliz devletlerin Rusya'ya karşı yaptıkları


savaş. Sultan Abdülmecid'in Osmanlı İmparatorluğunu diriltmek amacıyla giriştiği
reformlar, kendini "hasta adam"ın varisi sayan Rus çarı Nikolay I'i memnun
etmemişti. Bu yüzden, Türkiye'deki bütün ortadoksların himayesine verilmesini istedi
ve padişahın ret cevabı üzerine Enflak-Boğdan eyaletlerini işgal etti ve bir Rus
donanması Sinop şehrini bombalayarak Osman Paşa kumandasındaki Türk
donanmasını batırdı. (30 Kasım 1853). Bunun üzerine Fransa ve İngiltere, İstanbul'un
ve Boğazlar'ın Rus tehdidi altına girdiğini anladılar. Türk Rus anlaşmazlığı bu olaydan
sonra bir defa daha meselesi durumuna geldi. İngiltere ve Fransa'da basın, savaş
lehine yazılar yazmağa başladı; Fransa ve ingiltere hükümetleri Ekim ayında çar
anlaşmaya yanaşmazsa, Türklere yardım edeceklerini bildirmişlerdi. Nitekim bir süre
sonra da İngiliz ve Fransızlara ait donanmalar Çanakkale boğazını geçerek İstanbul
önlerine geldi. Durumu haber alan Rus Çarı, İngiliz ve Fransız donanmalarının
Çanakkale boğazını geçmesini protesto etti. Avusturya ve Prusya, Boğazlar
Antlaşmasını (3 Temmuz 1841) imzaladığı halde olaylarla ilgilenmediler. Sinop
bombardımanından sonra İngiltere kraliçesi Victoria ve Napoleon III, Osmanlı
İmparatorluğu ile Rusya arasındaki anlaşmazlığı çözmek için arabuluculuk teklif
ettiler. Çar Nikolay'ın bunu kabul etmemesi üzerine, Londra ve Paris kabineleri
Rusya'ya birer ültimatom verdi. Bu ültimatomda, Eflak ve Boğdan'ın hemen
boşaltılmasını, Osmanlı imparatorluğunun mülki bütünlüğünün tanınmasını, ortadoks
tebaa üstünde himaye fikrinde vazgeçilmesini istediler. Böylece Eflak ve Boğdan'ın
boşaltılması, savaş için yeterli bir sebep olacaktı. Çar bu ültimatomu reddetti, sonra
da Rus ordularına Tuna'yı geçme emrini verdi (9 Şubat 1854). İngiltere ve Fransa,
bunun üzerine Rusya'ya savaş açılmasını kararlaştırdılar. (12 Mart 1854). Osmanlılar,
Fransızlar ve İngilizler arasında üç antlaşma yapıldı, ilki İstanbul Antlaşmasıydı. Bu
antlaşma ile İngiltere ve Fransa Osmanlı devletinin toprak bütünlüğünü garanti
ediyor ve yenileşme hareketlerini destekliyorlardı (12 Mart 1854). İkincisi Londra
Antlaşmasıydı. Bunda, iki devlet Osmanlı İmparatorluğundan özel çıkarlar sağlamak
düşüncesinde olmadıklarını açıkladılar. 28 Ocak 1854'te Ruslar genel bir saldırıya
geçtiler. Tuna'yı, Kalas'ı, İbrail'i ve İsmail'i de alarak Dobruca'ya girdiler. Bu arada bir
Osmanlı ordusunu yenerek Silistre'yi kuşattılar. Kaledeki Osmanlı kuvvetleri, Ruslara
karşı kaleyi şiddetle savundu; Mayıs'ta yapılan altı saldırıyı püskürttüler. Bu arada
İngiliz ve Fransız kuvvetleri, Osmanlılara yardım etmek üzere Gelibolu'dan Varna'ya
geldiler. Avusturya da Rusya'yı zorlamağa başladı. Osmanlılar Avusturya ile bir
antlaşma yaparak Tuna bölgesindeki cepheyi ortadan kaldırdılar. Bu antlaşmadan
sonra müttefikler Rusya'yı barışa zorlamak için Kırım üzerine yürümeyi uygun
buldular. Kırım Savaşının daha fazla uzamayacağını ve kesin bir zafer
kazanacaklarını umuyorlardı. Fakat Fransız ve İngiliz orduları Avrupa'daki üslerinden
çok uzakta dövüşmek zorunda kaldı; ayrıca böyle bir sefer için her bakımdan hazır
değillerdi. Üç devletin deniz ve kara kuvvetleri arasında işbirliği, kumanda birliği de
yoktu. Türk kuvvetlerinin başında Ömer Paşa, Fransız kuvvetlerinin başında Saint
Arnaud, İngilizlerin başında Lord Ralgan bulunuyordu. 89 savaş gemisinin yanında
267 taşıt gemisi, Kırım'da Veupatoria'ya 30.000 Fransız, 21.000 İngiliz ve 6.000 Türk
askeri çıkardı (29 Eylül 1854). Bu kuvvetlerin karşısında 51.000 Rus askeri vardı.
Müttefiklerin başlıca amacı Sivastopol'u almaktı. Sivastopol yolunu kapayan
Mençikov kuvvetlerini Alma'da yendiler. Fakat Ruslar savaş gemilerinin bir kısmını
batırarak limanın deniz tarafından güvenliğini sağladılar. Albay Totloben'in yaptığı
tabyalar da karadan gelen taaruzu önledi. Bunun üzerine şehrin sürekli
kuşatılmasına karar verildi. Bu arada Rusların müttefik çemberini yarmak için yaptığı
çıkış hareketleri de sonuç vermedi (25 Ekim-5 Aralık 1854). Kış gelince, savaşlar
durdu. Bu sırada Küçük Piyemonte hükümeti Rusya'ya karşı savaşa girerek 15.000
kişilik bir kuvvet gönderdi. 1855 Baharında müttefikler 14.000 kişilik bir kuvvetle
tekrar savaşa başladılar. Malakov tabyasının Yeşiltepe mevkii ve Beyaz tabya, 7
Haziran'da alındı. Yardıma gelen kuvvetler Traktik köprüsünde ezildi (16 Ağustos
1854), Sivastopol sürekli topa tutuldu, Ruslar günde 1.000 kayıp verdiler. Müttefikler
4-7 Eylül'de genel bir saldırı ile Sivastopol'u savunan Malakov tabyalarını teslim
aldılar, 10 Eylül'de bir harebe durumuna gelen şehre girdiler. Limanı, dokları,
tersaneyi tahrip ettiler. Harekat, Kangil çarpışması ve Kinbun ile Orçakov'un işgaliyle
sona erdi Bu arada Ömer Paşa da Rusları Yevpatoria'da kesin bir yenilgiye uğrattı. B
savaşlarda iki tarafın kayıpları 240.000'e yükseldi. Müttefiklerin başarılı, Nikolay'ın
ölümü ve yerine Aleksandr II'nin geçmesi, Ruslar'da, savaşı kazanma ümidini yok
etti. Yeni çar şerefli bir barış yapmağa hazır olduğunu bildirdi. Barış şartlarının
görüşülmesi için Paris'te bir kongrenin toplanması kararlaştırıldı.

Kırmızı Telefon (Hot Line)

Washington ile Moskova arasındaki özel telefon. Nükleer silahların gelişmesi ve


çoğalmasından sonra milletlerarası politikada büyük devletler arasında varolan
dehşet dengesinin sonucu olarak, nükleer savaştan kaçınma tedbirleri aranmaya
başlanmıştır. Özellikle ABD ile Rusya en güçlü silahlara sahip iki devlet olarak, gerek
önemli bunalımlarda, gerekse bir yanlışlık neticesi böyle bir savaştan kaçınmaya özel
bir önem vermişler, Washington'da Başkanlık evi olan Beyaz Saray ile Sovyet
yöneticilerinin Moskova'daki Kremlin Sarayı arasında bu amaçla özel bir telefon
bağlantısı kurmuşlardır. Böylece tehlike anında, nükleer silahları harekete geçirmek
için, aynı zamanda bölgesel çatışmaların (Ortadoğu devletleri arasındaki çatışmalar
gibi) doğrudan temas ile çözümlenebilmesi amacıyla iki devlet yöneticileri derhal
özel hatla konuşma olanağına kavuşmuşlardır ve bu telefon bağlantısına kırmızı
telefon denmektedir.

Bu bağlantı, 1962 Ekim'inde, Sovyetlerin Küba'da Amerika'ya çevrik füzeler


yerleştirmeleri ve ABD'nin yeni füzeler getirmekte olan Sovyet gemilerine karşı deniz
kuvvetlerini harekete geçirerek Küba'yı ablukaya almasıyla ortaya çıkan Küba Krizi'ni
takiben gerçekleştirilmiştir. Bu krizin şiddetlenmesi iki ülkeyi nükleer bir savaşın
eşiğine getirmiştir.

Kıta sahanlığı sorunu

Devletlerin karasuları ve karasularının dışında kalan bölgelerden faydalanmaları ile


ilgili ortaya çıkan sorun. Kıta sahanlığı kavramı 1945'te ABD başkanı Truman'ın bir
bildirisi ile ortaya çıkmıştır. Bunun önemi kıta sahanlığında maden yumrularının,
sahanlığının toprak altında petrol ve doğal gaz yataklarının bulunması ve bunların
işletilmeye başlamasıdır. Kıta sahanlığı alanının nereye kadar uzanacağı önemli bir
sorun olmuştur. Kıyıları doğrudan açık denizlere, okyanuslara açılan ülkelerin
(örneğin, Latin Amerika ülkelerinin) büyük çoğunluğu, bu bölgeleri mümkün
olduğunca geniş tutmaya çalışmışlardır. Amaç ekonomik değeri olan balık avlanma
hakkını artırmaktır. Bu konuda uygulanacak kurallar 1958 Cenevre Deniz Hukuku
Konferansında yapılan Kıta Sahanlığı Sözleşmesi ile belirlenmiştir. Kıta sahanlığı
kuramının açıklığa çıkmasında Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Davaları (1969) ve III.
Deniz Hukuku Konferansı ve bunun sonunda ortaya çıkan Birleşmiş Milletler Deniz
Hukuku Sözleşmesi (1982) son aşamayı oluşturmaktadır.

Kolonicilik: bkz. sömürgecilik

Kore savaşı

Kore yarımadası 1945 Ağustos'unda, Rusya'nın Japonya'ya harp ilan etmesiyle


kuzeyde Rus istilasına uğramış ve 38'inci paralelden itibaren Rusya ile ABD
tarafından geçici olarak ikiye bölünerek Kuzey Kore yaratılmıştır. Ruslar kuzeyde
komünist bir idare kurup çekilmişler ve 1948'de Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti
adını alan devlet ortaya çıkmıştır. Böylece, ilerde iki ülkenin birleştirilmesi kararı da
askıda kalmıştır. İki ülke arasında 38. paralel boyunca çeşitli sınır çatışmaları
başlamış ve 25 Haziran 1950 tarihinde Kuzey Kore Güney Kore'ye saldırıya geçmiştir.

Bu durumda, Birleşmiş Milletler bir karar alarak çok büyük kısmı ABD Kuvvetlerinden
oluşan bir B.M. Kuvvetini Güney Kore'nin yardımına göndermiş, bu kuvvetler kuzeye
doğru ilerleyerek Mançura'daki Çin sınırına yaklaşmışlardı. Çinliler de gönüllü kendi
kuvvetleriyle Kuzey Kore'ye yardıma girişmişler, böylece savaş genişlemiş ve
uzamıştır. B.M. Başkumandanı olan General Mac Arthur savaşın durması için bir ara
Mançurya'ya atom bombası atılmasını önermiş ve bu yüzden görevinden alınmıştır.
Daha sonra Temmuz 1953'de iki taraf arasında 38. paralel civarında mütareke
imzalanmıştır.

Kore savaşı çok sayıda insan hayatına mal olmuş, dünya ekonomisine birçok
maddenin fiyatını yükselterek önemli etkiler yapmıştır.

Türkiye'de 17 Ekim 1950 tarihinde Kore'ye General Tahsin Yazıcı komutasında 5090
kişilik bir Tugay çıkarmıştır. Çeşitli görevler alan Türk Tugayı Kore'de büyük başarı
göstererek, dünyanın takdirini kazanmıştır (Kunuri savaşı). Türk Tugayı Kore'de
900'den fazla şehit vermiş, 200 kişi de yara almıştır. Zamanla Türk Tugayının
mevcudu indirilmiştir. Kore'de önemli bir Türk şehitliği vardır ve Ankara'da da
1973'de şehitlerin hatırasına bir anıt yapılmıştır.

Kore savaşından tarafların kayıplarının durumu ise şöyledir: Güney Kore ordusu 141
bin ölü ve 43 bin kayıp, Birleşmiş Milletler kuvvetleri 36 bin ölü vermiş, karşı taraftan
Kuzey Kore ordusu 295 bin ölü, komünist Çin ordusu da 184 bin ölü vermiştir.
(Kore'de sivil halktan da her iki kesimde 3 milyon kişi kadar ölmüştür.)

Körfez Savaşı, (1980-1988): bkz. İran-Irak Savaşı

Körfez Savaşı (Gulf War)

Saddam Hüseyin liderliğindeki Irak'ın silahlı kuvvetleri 1 Ağustos 1990'da Kuveyt


Krallığını, Kuveyt ülkesinin Osmanlı Devleti döneminde Basra eyaletine bağlı olduğu,
Basra'nın da Irak'a ait olduğu gerekçesiyle işgal etmiştir. Pekçok ülke Irak'a geri
çekilmesi konusunda uyarıda bulunmuş, ancak Irak bunları dikkate almamıştır.
Birleşmiş Milletler 15 Ocak 1991'de, Irak'ın geri çekilmesi konusunda ültimatomu
içeren bir karar almıştır.Ayrıca, ABD, 7 Ağustos 1990'da Suudi Arabistan'a askeri
birlikler göndermiştir. 12 Ocak 1991'de ise ABD Kongresi, Başkan George Bush'un,
Irak'a ABD kuvvetleri sevk etme planını onaylamıştır. Ardından, 430.000'i Amerikalı
olmak üzere 28 koalisyon ülkesi kuvvetlerinden oluşan 700.000 kişilik askeri birlik
Irak'a karşı koymuştur. Irak'ın müttefikleri sadece Filistin Kurtuluşu Örgütü (FKÖ) ve
Ürdün olmuştur. Saldırının Hazırlanması sırasında Iraklılar, ülkedeki yabancı işçileri
rehin almıştır. Bu rehinler arasında 1.200 İngiliz, 900 Amerikalı, 200 Japon, ayrıca
daha az sayıda olmak üzere Polonyalılar ve Almanlar bulunmaktaydı. Irak
kuvvetlerine karşı saldırı 17 Ocak 1991'de başlamış ve Iraklılar Kuveyt'ten geri
çekilmişlerdir. Saldırı sırasında müttefikler tarafından 200 kişi ölmüş ya da
yaralanmış buna karşılık 100,000 den fazla Irak'lı yaşamını yitirmiştir. Bunlar
arasında siviller azımsanmayacak sayıdaydı. 180.000 Iraklı asker ise koalisyon
güçlerine teslim olmuştur. Savaş sırasında Irak hava gücünün büyük kısmı,
tahribattan korunmak için İran'a geçmiştir. ABD Başkanı Bush'un Iraklı liderleri ve
özellikle de, kendi yönetiminden kaçan Kürtlere baskı uygulayan ve kimyasal ve
nükleer silah materyallerini gelecekte kullanmak üzere saklayan Saddam Hüseyin'i
yeterince takip edip uğraşmama kararı oldukça eleştirilmiştir. ABD gelecekteki
muhtemel bir kullanım için bölgede 25.000 askerden oluşan bir kuvveti ve 200 hava
gücünü bölgede bırakmıştır. Amerikan Savunma Bakanlığı tarafından hazırlanan bir
istatistiğe göre savaşın maliyeti 61.1 milyar dolar olmuştur. Savaşın açıklanan sebebi
Kuveyt'in, Irak'ın saldırısından kurtarılmasıdır. Ancak bu savaşı soğuk savaş ertesi
dönemde Amerikan'ın Pax-Amerikana'yı oluşturmaya yönelik bir girişim olarak
değerlendirenler de vardır. ABD bu savaşta, soğuk savaşta rastlanmayan bir askeri
stratejiyi (orta yoğunlukta çatışma-mid-intensity conflict) uygulamıştır. ABD Irak'a
yönelik bu stratejinin hazırlıklarına Körfez Savaşı'ndan birkaç yıl önce başlamıştır.
Irak yönetimi, ateşkes antlaşmasından sonra, savaş sırasında ayaklanan Kürt ve
Şiilere karşı askeri bir harekat düzenlenmiştir. Baskı karşısında Türkiye'ye sığınan
Kürt, Şii ve Azeriler için Irak'ın kuzeyinde ve Türkiye'de sığınma kampları
oluşturulmuştur. Irak'ta Zaho kenti çevresi koalisyon güçlerince denetim altına
alınarak sığınmacılar için güvenlik bölgesi oluşturulmuştur. Kurulan yerleşim
yerlerinin aşamalı olarak Birleşmiş Milletler denetimine bırakılması kararlaştırılmıştır.

Türkiye, Körfez savaşı sırasında Birleşmiş Milletler'in ambargo kararına uyarak,


Kerkük-Yumurtalık Petrol boru hattının kapatmış, ayrıca güneyde bulunan İncirlik ve
Pirinçlik üslerini koalisyon güçlerinin kullanımına açmıştır.

Kudüs Sorunu.

Bir çok dinin inançlarına göre kutsal kabul edilen Kudüs'ü İsrail'in başkenti ilan
etmesiyle başlayan sorun. Kudüs 1948 yılında İngilizler çekilince İsrail ve Ürdün
arasında paylaşıldı. 1967'deki Altı Gün Savaşının ardından İsrail doğu Kudüs'ü işgal
ederek kenti eli geçirdi. Ancak Birleşmiş Milletler'in daha önceki Filistin'in
paylaşılması planında Kudüs'ün statüsü (corpus-separatum) uluslararası statüde
-ayrılmış- kent olarak belirlenmişti. Kudüs sorununun çözümü 1991'de FKÖ ve israil
arasında imzalanan "İlkeler Açıklaması"nda 1996'ya ertelendi. 1996'daki ABD
başkanlık seçimi, İsrail Knesset seçimleri, soğuk savaşın bitmesiyle diasporadan
gelen yahudi göçlerinin artması ve Kudüs'ün kuruluşunun 3.000 yıldönümü
kutlamaları sorunun çözümünü zorlaştıracak faktörler olarak görülüyor.

Kutsal İttifak.

Rus çarı I. Aleksandr, Avusturya imparatoru I. Franz ve Prusya kralı III. Friedrich
Wilhelm'in, Napoleon'un yenilgisinin ardından başlayan II. Paris Antlaşması
görüşmeleri sırasında kurdukları ittifak (26 Eylül 1815). Siyasal ve toplumsal
yaşamda Hristiyan ilkelere bağlılığı güçlendirmeyi amaçladığını ilan edilen Kutsal
İttifak'ın kuruluşuna Çar Aleksandr önderlik etti. Sonradan İngiltere veliaht prensi,
Osmanlı padişahı ve papa dışında bütün Avrupa hükümdarlarının katıldıkları ittifak,
fazla etkili olmamakla birlikte, liberaller ve sonraki tarihçiler tarafından Orta ve Doğu
Avrupa ülkelerindeki tutucu ve baskıcı yönetimlerin aracı ve simgesi olarak kabul
edildi. Napoleon sonrası dönemin önde gelen diplomatlarından Avusturya Dışişleri
Bakanı Prens Klemens von Metternich ve İngiltere Dışişleri Bakanı Vikont Castlereagh
ise Kutsal İttifak'ı önemsiz ve geçici bir birlik olarak değerlendirmişlerdir.

Kuveyt Krizi: bkz. Körfez Savaşı, 1991.

Küba Bunalımı, 1962

Sovyetler Birliği ile Amerika Birleşik Devletleri'ni doğrudan savaşın eşiğine getiren
uluslararası siyasal bunalım.

Küba'da Fidel Castro, 1959'da Amerikan yanlısı diktatör Batista'yı devirerek iktidarı
ele geçirmişti. Bu tarihten itibaren Küba'nın ABD ile ilişkileri bozulurken, SSCB ile
gelişmiştir. Özellikle 1961 yılının Nisan ayında, ABD tarafından Küba'ya karşı
düzenlenen başarısız Domuzlar Körfezi çıkartması ABD-Küba gerginliğini iyice
artırmıştır. Bu arada 1962 Ocağında OAS (Amerikan Devletleri Örgütü) devletleri
Küba'nın OAS'tan atılmasını kararlaştırmışlardır. 1962 Ağustos'unda ABD istihbaratı
Küba'ya bazı Sovyet füzelerinin yerleştirilmiş olduğunu saptamıştır. Bunun üzerine
Küba'daki Sovyet füzelerinin sökülmesini isteyen ABD, 22 Ekim 1962 tarihinden
başlayarak adayı denizden ablukaya almıştır. Bu sırada bazı Sovyet gemilerinin de
Küba limanlarına doğru Atlantik'te seyretmekte olması, daha önce 1948 tarihli Berlin
ablukasında karşı karşıya gelen iki "süper devlet" arasında doğrudan bir çatışma
olasılığını ortaya çıkarmıştır. Tüm dünyada bir nükleer savaş korkusu yaşatan bir kaç
kritik gün içerisinde, kısmen Khruchchev liderliğindeki SSCB yönetiminin biraz geri
adım atması, kısmen de taraflar arasında sürdürülen pazarlıklarda bir anlaşmaya
varılması, krizin sıcak bir çatışmaya dönüşmesini önlemiştir. Sovyetler Birliği,
Türkiye'de bulunan Jüpiter füzelerinin de sökülmesi kaydıyla Küba'daki füzelerin
sökülmesini kabul etmiştir. Küba (Ekim füzeleri) bunalımının en önemli sonucu, soğuk
savaşın doruk noktasına vardığı bir dönemde, "yumuşama" ve "görüşme" havası
yaratmış olmasıdır. Bunalımın ikinci sonucu, NATO'nun Avrupalı ortaklarının,
böylesine büyük bir bunalımda, yanı kendilerini de son derece tehlikede bırakan
durumlarda, kendi görüşlerinin alınmayacağını açıkça görmüş olmalarıdır. Küba
Bunalımı, her iki ittifak grubunda da üyelerin, stratejik değişikliklerle başlayan yeni
uluslararası ortama uyum gösterme özlemlerine hız kazandırdı. Bunalım,ayrıca
geleneksel (klasik) silahların önemini artırmıştır. Son olarak, ABD ile Sovyetler Birliği
arasında, iki devlet başkanının gizli, çabuk ve doğrudan haberleşmeleri ile birçok
yanlış anlamanın giderilmesi amacıyla bir doğrudan telefon hattı (hotline)
kurulmuştur.

Küçük Antant (Petite Entente)

Birinci Dünya Savaşını izleyen devrede Avrupa'da oluşan yeni bloklaşmalardan


biridir. Çekoslovakya, Yugoslavya ve Romanya'nın aralarında kurdukları bir işbirliği ve
ittifak sistemidir.

Küçük Antant; 1920'de Çekoslovakya-Yugoslavya, 1921'de Çekoslovakya-Romanya


ve Yugoslavya-Romanya arasındaki ikili anlaşmalardan oluşmuştur. Amacı, bu savaş
ertesi yeni devletlerin Orta Avrupa'daki güvenliklerini korumak (Alman, Macar ve
Bulgar tehlikesine karşı) ve status quo'yu devam getirmekti. Fransa bu sistemin
koruyucusu rolünü oynamış, bu ülkelerin dış siyasetini hayli etkilemiştir.

La Haye Konferansları

Devletler hukuku alanında sık sık değinilen Lahey Konferansları, başlıca 1899'da ve
1907'de olmak üzere iki defa toplanmıştır. Genel olarak milletlerarası
anlaşmazlıkların barışçı yollarla çözümlenmesi ile savaş hukuku konularında bazı
kurallar koyarak devletler hukukunun düzenlenmesi (codification) konusunda yararlı
çalışmalar yapmıştır. Daha sonra 1930 yılında da bir diğer konferans daha yapılmışsa
da, önceki ikisi kadar önemli sayılmaz.

Birinci Konferansta 26 ülke bulunmuş, hemen bütün Avrupa devletleri ile ABD de
katılmıştır. İkinci Konferans ise 44 ülke arasında yapılmıştır.

Lahey Konferanslarında saptanan kurallar bazı sözleşmeler meydana getirmiştir.


Bunlara Lahey Sözleşmeleri denmektedir. Örneğin, "Milletlerarası Uyuşmazlıkların
Barışçı Yollarla Çözümlenmesine Dair Lahey Sözleşmesi" veya "Savaş Açılmasına
Dair Lahey Sözleşmesi" bunlardandır.

Laval-Mussolini Anlaşması, 7 Ocak 1935

Fransız Pierre Laval ile İtalya Devlet Başkanı Benito Mussolini arasında yapılan
anlaşma. Nazi Almanyası ortaya çıktıktan sonra ve özellikle 1934 Ekim'inde Dışişleri
Bakanlığına gelen Pierre Laval ile birlikte, Fransa-İtalya münasebetleri hızla gelişti.
Fransa İtalya'ya daha fazla kaydı ve anlaşma imzalandı.Anlaşma, Tuna ülkeleri
konusunda bir pakt öngörmekteydi. Avusturya'nın bağımsızlığı garanti altına
alınıyordu. Bu Avrupa'da barışın korunması için bir şart olarak kabul ediliyordu.
Anlaşmada yer almayan fakat gizli görüşmelerde Habeşistan (Etyopya) ***** konusu
olmuş ve Laval Fransa'nın bu konudaki ilgisizliğini açıklamıştır. Bu da Etyopya'nın
İtalyanlar tarafından işgalini kabul ettiğini gösteriyor.

Lenin, Vladimir İ.

Asıl adı Vlamidir İliç Ulyanov'dur. 1917 Sovyet Devrimi'nin esin kaynağı ve önderi
olan Marksist düşün, siyaset ve eylem adamı. İlk başkanlığını yaptığı (1917-1924)
yeni Sovyet devletinin temellerini atmış, dünya işçi hareketinin yeni öncü örgütü
olarak III. Enternasyoneli (Komintern) kurmuştur. Tarihinin en büyük devrimcilerinden
biri ve Marx sonrası dönemin en etkili sosyalist düşünürü olarak kabul edilir. Marx'ın
kuramlarına yaptığı katkılardan dolayı komünist hareketler genellikle Marsizm-
Leninizm olarak anılmıştır.

Litvinov Protokolu, 9 Şubat 1929

Sovyetler Birliği'nin Briand-Kellog Paktının güttüğü aynı amacı kapsayan bir


protokolü kendi komşuları arasında da en kısa zamanda yürürlüğe koymak için
hazırladığı özel bir protokol. Kellog Paktı'nı Sovyetler, Batılıların Sovyet Rusya'yı izole
etmek, çember içine almak ve Sovyet Rusya'ya karşı mücadele etmek ve kurdukları
bir kombinezon olarak karşılamışlardı. Fakat Fransız hükümetinin daveti üzerine 1928
Ekim'inde Sovyet Rusya da bu pakta katılmıştır. Sovyetler, paktın silahsızlanmaya
gereken önemi vermemiş olduğunu belirtmekle beraber paktın en kısa zamanda
yürürlüğe girmesini sağlamak için Polonya ve Litvanya'ya özel bir protokol önerdi.
Polonya bu protokole katılmak için Romanya ve diğer Baltık devletlerinin de
katılmasını şart koşmuştur. Protokol 9 Şubat 1929'da SSCB, Letonya, Estonya,
Romanya ve Polonya tarafından imzalanmıştır. Türkiye, Litvanya, İran ve Danzig de
kısa bir süre sonra bu protokolü imzalamışlardır. Protokol ve pakt, tarafsızlık ve
saldırmazlık antlaşmaları imzalamamış olan devletler ile SSCB arasında bu çeşit
anlaşmaların yerini almıştır.

Locarno Antlaşmaları, 1 Aralık 1929

I. Dünya Savaşı sonrası Batı Avrupa'da barışı korumak amacıyla Almanya, Fransa,
Belçika, İngiltere ve İtalya arasında imzalanan bir dizi antlaşma. 16 Ekim'de
İsviçre'nin Locarno kentinde kaleme alınan antlaşmalar, 1 Aralık'ta Londra'da
imzalanmıştır.

Locarno Paktı Almanya, Belçika, Fransa, İngiltere ve İtalya arasındaki karşılıklı


güvence antlaşmasını, Almanya ile Belçika ve Almanya ile Fransa arasındaki hakem
antlaşmalarını, eskiden itilaf devletleri tarafından Almanya'ya verilen ve Milletler
Cemiyeti sözleşmesinin 16. md.'ne göre sözleşmeyi çiğneyen bir devlete karşı
uygulanacak yaptırımları açıklayan notayı, Fransa ile Polonya ve Fransa ile
Çekoslavakya arasındaki güvence antlaşmalarını içeriyordu.

Güvence antlaşmasına göre Versailles Antlaşmasıyla (1919) belirlenen Almanya-


Belçika ve Almanya-Fransa sınırları da değiştirilemezdi. Almanya, Belçika ve Fransa
"meşru savunma" ya da Milletler Cemiyeti'nin koyduğu yükümlülüklerden biri
nedeniyle doğacak durumlar dışında birbirlerine asla saldırmayacaklar,
anlaşmazlıklarını barışçı yollarla çözümleyeeklerdi. Bu antlaşmanın ihlali durumunda,
antlaşmaya imza koyan devletler, Milletler Cemiyeti'nin saldırıya uğradığına karar
verdiği tarafın yardımına koşacaktı. Fransa'nın Polonya ve Çekoslavakya arasındaki
anlaşmalar ise tahrik unsuru olmaksızın başlayan herhangi bir saldırı karşısında,
tarafların birbirlerini desteklemelerini öngörüyordu. Pakta ayrıca Ren Bölgesinin
kararlaştırılmış tarihten beş yıl önce 1930'da boşaltılması öngörülüyordu.

Locarno'nun açık anlamı, Almanya'nın batı sınırlarını değiştirmek için zor


kullanmaktan vazgeçip doğu sınırları konusunda hakem kararına uymayı kabul
etmesi, İngiltere'nin ise Belçika ve Fransa'ya askeri destek sağlamayı kabul ederken
aynı güvenceyi Polonya ve Çekoslovakya için vermemesiydi. Uluslararası politika
açısından önemli kısa ve uzun vadeli sonuçları olmuştur. Savaştan sonra ilk kez
Fransa ile Almanya'nın ilişkilerini normalleştirdi. Almanya'yı yeniden Avrupa'nın
büyük devletleri arasına alarak Dawes Planının başlattığı işi bitirdi.

Uzun vadeli sonuçları, tüm savaş sonrası düzenin üzerine oturduğu Versailles
Antlaşmasının başka antlaşmalar ile teyid edilmedikçe bağlayıcı olmadığını açıkça
olması bile, üstü kapalı ortaya koymuştur. Bu da Versailles düzeninin iflası demekti.
2. olarak hükümetlerin kendilerini doğrudan doğruya ilgilendirmeyen sınırların
korunması için askeri harekata girişmeyecekleri açıkça ortaya çıkmıştır.

Belirli bir süre Avrupa'daki barış yanlılarını umutlandıran bu anlaşmaların yarattığı


yumuşama havası, 1936 yılında Hitlerin Ren bölgesine asker sokması ile sona erdi.

Londra Boğazlar Sözleşmesi, 17 Ocak-13 Haziran 1871

Rusya'nın ilan etmiş olduğu Karadeniz'in tarafsızlığının (1856 Paris antlaşmasının 11,
13 ve 14. maddeleri) kaldırılmasını onayladı; fakat boğazlar kapalı olmağa devam
etti. Kırım savaşına son veren Paris Antlaşmasıyla Karadeniz'in tarafsızlığı kabul
edilmişti. Buna zorunlu olarak uyan Rusya, 1871'de Fransız Alman Savaşının Fransa
aleyhine sonuçlanmasıyla Paris Antlaşmasındaki bu hükmü tanımadığını belirtti.
Osmanlı İmparatorluğunun başvurusu üzerine toplanan konferansta imzalanan
antlaşmayla Karadeniz'in tarafsızlığı ve barış zamanlarında Osmanlı
İmparatorluğu'na Boğazlar'ı kapalı tutma yetkisi tanıyan Paris antlaşmasındaki
madde kaldırıldı. Ancak gerektiğinde Osmanlı devletinin dost ve bağlaşık
donanmaları içeri almakta serbest bırakılması, Osmanlı Devleti için önemli bir ödün
olduğu kadar Rusya açısından da yeni bir tehdit öğesi oluşturdu.
Londra Deniz Silahsızlanma Konferansı, 21 Nisan 1930

1930 yılının Ocak ayında deniz silahlarının sınırlandırılması konusunda toplanan


konferans. 1928'de Briand Kellog Paktı'nın oluşturduğu barışçı atmosfer bu
antlaşmaya yol açmıştır. Görüşmeler sonunda hazırlanan antlaşma iki kısma ayrıldı.
İlk kısımda, ABD, İngiltere ve Japonya daha küçük tonajda savaş gemilerinin de
sınırlandırılabilmesi konusunda anlaşmaya vardılar. İkinci kısmı ise, deniz savaşının
düzenlenmesine ilişkin hükümleri içermekteydi. Bu konferans Uzakdoğu'da büyük bir
güç olarak ortaya çıkan Japon ile bölgenin üstün gücü ABD arasındaki rekabetin
açıkça ortaya çıkmasına sebep olmuştur. 1933 yılında ABD Başkanlığına seçilen
Roosevelt'in, Amerikan donanmasına geliştirici önlemler almasıyla Japonya 1934'te
bu antlaşmaya uymayacağını belirtti. İngiltere'nin Londra'da yeni bir konferans
toplama çalışmaları da Japonya'nın isteksizliği yüzünden sonuçsuz kaldı ve 1936'da
Konferansı terkeden Japonya hiçbir kısıtlamaya uymayarak savaş gemileri yapımına
başladı.

Londra Konferansı, 1912 ve 1921

Balkan Savaşı sırasında1912 Aralık ayının ortalarında aynı anda başlayan iki ayrı
uluslararası konferans. Bunlardan birinde Osmanlı ve Balkan ülkelerinin temsilcileri
karşı karşıya geliyordu. Diğeri ise, Avrupalı altı büyük devlet temsilcisinden
oluşmaktaydı. Osmanlının ve diğer tarafın koruyucuları vardı. Avusturya-Macaristan
ve Almanya İstanbul hükümetini, Rusya ve Üçlü İtilaf devletleri de Balkan ülkelerini
destekliyordu. Konferansta, Osmanlı İmparatorluğunun egemenliği ve altı büyük
devletin denetimi altında özerk bir Arnavutluk kurulması kararlaştırılmıştır. Diğer
yandan Osmanlı İmparatorluğundan Avrupa'daki sınırını Midye-Tekirdağ çizgisine
çekmesi, Edirne'nin teslim edilmesi, Ege denizindeki tüm haklarından vazgeçmesi
isteniyordu. Bu istemler İstanbul hükümetince kabul edildiği sırada 23 Ocak 1913
günü Jön Türkler darbe ile iktidara geçmişler ve konferans sonuçları
uygulanamamıştır.

I. İnönü Savaşı'nda elde edilen başarı sonucu Batılı devletler bir konferans
düzenlemeye karar verdiler. Londra Konferansı 21 Şubat'tan 12 Mart 1921'e kadar
devam etmiştir. Londra görüşmelerinde Bekir Sami Bey, Ankara ve İstanbul
temsilcileri arasında varılan bir anlaşma sonucunda, her iki heyet adına hareket
etmiştir. Türk temsilcilerinin Londra temaslarını iki kısma ayırmak gerekir. Birincisi,
Türk temsilcilerinin Müttefik devletlerle yaptıkları genel görüşmeler; ikincisi de
Ankara heyeti başkanı, Dışişleri Bakanı Bekir Sami Bey ile İngiliz, Fransız, İtalyan
temsilcileri arasındaki görüşmelerde hazırlanan andlaşma tasarılarıdır. Ankara
hükümeti Bekir Sami Bey'in yaptığı anlaşmaları kabul etmedi. Bir anlaşma
gerçekleşmemiştir. Ama bunu önemi Ankara hükümetinin Avrupa devletleri
tarafından gizli bir şekilde de olsa tanınması ve İtilaf devletleri arasındaki görüş
ayrılıklarını ortaya çıkarmasıdır.
Londra Konferansları, 1955-1959

Kıbrıs sorununa çözüm bulmak amacıyla İngiltere, Türkiye ve Yunanistan arasında


düzenlenen iki konferans. I. Londra Konferansı'nda (29 Ağustos-7 Eylül 1955) bir
sonuç elde edilmezken, II. Londra Konferansı'nda (19-23 Şubat 1959) Kıbrıs'ın
bağımsızlığı kabul edilmiştir. Belirli bir süre Kıbrıs sorununun varlığını kabul etmeyen
İngiltere, Ada'daki gelişmeler hızlanınca, Türkiye ve Yunanistan'ın katılacağı bir
konferans toplamaya karar verdi. I. Londra Konferansında İngiltere, egemenlik
kendisinde kalmak üzere, Kıbrıs'a özerklik verilmesini ve Ada'nın savunmasında
Türkiye ve Yunanistan'ın yeralması tezini savundu. Türkiye, Ada'nın tarihsel geçmişe
göre kendisine verilmesi gerektiğini ileri sürdü. Yunanistan ise Kıbrıs halkına kendi
geleceğini belirleme hakkının verilmesinde ısrar etti. Konferans bir sonuca
ulaşamadan dağıldı.

II. Konferans, Aralık 1958'de Paris'te yapılan NATO Bakanlar Konseyi toplantısı
vesilesiyle Türkiye, İngiltere ve Yunanistan Dışişleri Bakanlrı Kıbrıs'a bağımsızlık
verilmesi üzerinde görüşmeler yaptılar. Daha sonra Zürich'te biraraya gelen Türk ve
Yunan tarafları prensip olarak anlaştılar (11 Şubat 1959). Kıbrıs anlaşmazlığına böyle
bir çözüm daha önce 1958 yılında Makarios tarafından ortaya atılmıştı. Antlaşmayı
Londra'da Lancester House'de Türkiye, Yunanistan ve İngiltere başbakanları
imzaladılar. Antlaşmaya göre Ada'da Türklerden ve Rumlardan meydana gelen ikili
bir yönetim tarzı uygulanacak ve Kıbrıs devletinin bağımsızlığı Türkiye, Yunanistan ve
İngiltere'nin garantisi altında bulunacaktı. Kıbrıs, hiçbir devlete katılmayacak; Türkler
bir azınlık muamelesi görmeyecek, Ada'nın savunmasına Yunanistan ve Türkiye
katılacak, İngiltere buradaki bazı askeri üslerini koruyacaktı.

Ada'nın Temsilciler Meclisinde her iki cemaat belirli oranlar içerisinde üye
bulunduracak; Cumhurbaşkanı Rumlardan, yardımcı Türklerden seçilecekti. Türkler,
kurulacak Kıbrıs ordusuna %40, mahalli kolluk kuvvetlerine ve yönetime %30
oranında katılacaklardır. Bakanlar kurulunun 3 üyesi Türk, 7'si Rum olacaktı.
Antlaşmada daha birçok kurumun, "ikili yönetime" göre nasıl kurulacağı hakkında
ayrıntılı hükümler yer aldı.

Louis, 14.

17. yüzyılda (1638-175) Fransa'da hüküm süren kral. 1943'te beş yaşındayken
Fransız tahtına çıktı. Bunda önce yönetimde, kral Naibi Kardinal Nazarin vardı. 14.
Louis 1661'de 23 yaşında iken ülkenin yönetimini ele aldı ve 1715'te ölene kadar
tam 72 yıl iktidarda kaldı. Çağdaş tarihin iktidarda en uzun süreyle iktidarda kalan
monarkıdır. Kendi döneminde, yönetimde mutlakiyet hakimdi. 16. yüzyılda yaşanan
din savaşları ve Westphalia Barışı sırasında 1648 ayaklanmaları, Almanya'yı küçük
devletlere bölmüş, Fransa'ya da dünya üstünlüğünü ele geçirmesini sağlamıştır. 14.
Louis, sınıflara bölünmüş bir Fransa'nın bütünleştirilmesinde tek gücün ulusal
monarşinin olduğuna inanmıştır. Merkeziyetçi otoritesini kurduktan sonra, orduya
çekidüzen verdi. Çünkü askerler önceden istedikleri ülkeye hizmet ediyorlardı.
Bunlara sürekli oturacak barakalar kurdu, emir komuta zinciri kurdu ve tek bir
üniforma giydirdi. 14. Louis bunları içerde yaparken, dış politikada da çeşitli
stratejiler uyguladı. Bu stratejinin temelinde genişleme yatıyordu. Doğuya ve Ren
bölgesine doğru genişlemek ve İspanya Hollandasını (Belçika) kendi ülkesine ilhak
etmek istedi. Bir de İspanya kralı II. Charles'in kızkardeşi ile evlenmişti). Bu konudaki
amacı, Avrupa'nın öteki devletlerinin bağımsızlıklarına son verecek olan, "evrensel
monarşi" kurmaktı.

Arkasında büyük bir miras bırakacak olan İspanya Kralı II. Charles'in ölmesi ile 1700
yılında Avrupa savaş ile karşı karşıya gelmişti. Miras üzerinde en büyük hak sahibi, II.
Charles'in iki kızkardeşi ile evli bulunan Habsburg İmparatoru ve Fransa Kralı'ydı. II.
Charles ölmeden önce mirasın kime kalacağı konusunda vasiyet bırakmıştı. Vasiyete
göre İspanya toprakları parçalanmadan bir bütün olarak 14. Louis'in torununa
kalacak ama taht hiç bir zaman birleştirilmeyecekti. 14. Louis kabul etmezse,
Habsburg İmparator'unun oğluna verilecek. 14. Louis bu mirası kabul etti ve savaş
başladı. Savaş sonunda Utrecht Barış Antlaşması imzalanacak ve İspanya tahtına 14.
Louis'in torunu II. Philippe geçecektir.

Lozan Antlaşması, 1923

Kurtuluş savaşımızın sonunda, yeni Türk devleti ve diğer imzacı ülkeler arasında
yapılan barış antlaşması ile Türkiye tam bağımsızlığını bütün dünyaya kabul ettirmiş
oldu. Bugünkü sınırlarımız ile dış ilişkilerimizin bir kısmı da Lozan Barış Antlaşmasına
göre saptanmış ve yürütülmektedir.

20 Kasım 1922'de başlayan ve çok çetin geçen görüşmeler, aradaki bir kesilme
döneminden sonra, 24 Temmuz 1923'de sonuçlanarak bu tarihte Antlaşma
imzalanmıştır. Daha sonra da TBMM'de 23 Ağustos 1923 günü 340, 341, 342 ve 343
sayılı kanunlarla kabul olunmuş ve böylece hazır bulunan 227 üyeden 213'ünün
olumlu oyu ile tasdik olunmuştur. Aynı gün, İstanbul ve Boğazlar bölgesindeki
müttefik kuvvetleri ve donanmasının çekilmesi istenmiş ve 6 hafta içinde
gitmişlerdir.

Lozan Konferansında Türkiye'yi baş delege olarak, o sırada Dışişleri Bakanı bulunan
İsmet İnönü temsil etmiştir.

Lozan Barışıyla özet olarak şu sonuçlara ulaşılmıştır:

Henüz tespit edilmemiş güney sınırları hariç Türkiye'nin yeni sınırları Milli Misak ile
kabul edilen sınırlardı. Türkiye Müttefiklere hiç bir tazminat ödemeyecekti.
Kapitülasyonlar kaldırılmıştı. Türkiye'de bulunan yabancılar ve yabancı kurum ve
okullar Türk kanunlarına tabi olacaklardı. Yunanistan ile ahali mübadelesinden sonra,
Türkiye, halkının büyük çoğunluğunu Türklerin teşkil ettiği mütecanis bir devlet
haline gelmişti. Boğazlarda, tam kontrol hakkını kulanmamakla beraber egemenliği
ve bağımsızlığı üzerine konulan tehditlerin bir çoğunu kaldırmaya muvaffak olmuştu.
Lozan'da imzalanmış olan belgelerin dökümü ise şöyledir:

1. Türkiye ile İngiltere, Fransa, Japonya, Yunanistan, Romanya, Yugoslavya arasında


(Barış Andlaşması).

2. Türkiye ile İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Bulgaristan, Yunanistan, Romanya,


Rusya, Yugoslavya arasında (Boğazların Usulüne Dair Sözleşme),

3. Türkiye, İngiltere, Fransa, İtalya, Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Yugoslavya


arasında (Trakya Sınırlarına Dair Sözleme),

4. Türkiye ile İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Yugoslavya


arasında (Ticaret Sözleşmesi),

5. Türkiye ile İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Romanya, Yunanistan arasında (Genel
Af ile İlgili Beyanname ve Protokol).

6. Yunanistan'daki Müslümanların malları hakkında (Yunan Beyannamesi).

7. Sağlık Sorunlarına Ait Türk Beyannamesi

8. Adalet işlerinin İdaresine ait Türk Beyannamesi

9. Türkiye, İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, Romanya, Yugoslavya arasında


Osmanlı İmparatorluğunca verilmiş olan bazı imtiyazlara dair Protokol ve (Türk
Beyannamesi),

10. Türkiye, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya arasında


Lozan'da imza edilen belgelerin bazı hükümetlerine Belçika ve Portekiz'in
katılmasına dair Protokol ve (Belçika Beyannamesi) ile (Portekiz Beyannamesi).

11. Türkiye, İngiltere, Fransa, İtalya arasında İngiltere, Fransa, İtalya tarafından işgal
edilen Türk arazisinin boşaltılmasına dair Protokol ve (Türk Beyannamesi).

12. Türkiye, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya,Yunanistan arasında Karaağaç arazisiyle


Bozcaada ve İmroz adalarına dair Protokol.

13. İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan arasında Yunanistan'daki azınlıkların


korunması hakkında başlıca müttefik devletler ile Yunanistan arasında 10.08.1920
gününde yapılmış andlaşması ile Trakya'ya ait olarak aynı devletler arasında aynı
günde yapılan andlaşmaya dair Protokol.

14. Türkiye, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan


arasında, Yugoslavya tarafından Barış Antlaşmasının imzasına dair Protokol.

15. Türkiye, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan,


Belçika, Portekiz arasında Lozan Konferansının bitimine ait Belge.

Barış Andlaşmasının kapsamı içinde olarak Türkiye ile Yunanistan arasındaki Rum ve
Türk ahalinin karşılıklı değiştirilmesine dair Andlaşma 30.1.1923'de imzalanmıştır.
Atatürk, Nutkunda, Mondros Mütarekesinden sonra Müttefik devletlerce Türkiye'ye
dört defa barış teklii yapıldığını, ilk üçünü Türk milletini tatmin etmekten çok uzak
olduklarını, dördüncü ve son teklifin Lozan Antlaşması ile sonuçlanan görüşmeleri
başlattığını belirterek ayrıntılarını vermiş ve Lozanı bir zafer olarak nitelemiştir.

Lusaka Konferansı, 1970

Bağlantısızların Zambia'nın başkenti Lusaka'da yaptıkları üçüncü bağlantısızlar


toplantısı. "Barış, Bağımsızlık, İşbirliği ve Uluslararası İlişkilerin
Demokratikleştirilmesi Üzerine Lusaka Deklarasyonu" ile bağlantısız bir dış politika
izleme özlemi kararlı bir biçimde bir daha ilan edilmiştir.

Lübnan Sorunu

Ortadoğu sorununun önemli bir parçası durumundaki olaylar. Lübnan, 1970'lerin


ortalarında taraflarını Hıristiyan sağcılar, Müslüman solcular, Suriye birlikleri, İsrail ve
BM Barış Gücü'nün oluşturduğu bir iç savaş içine girdi. Bu çatışmanın nedenleri,
Lübnan'ın iç yapısında ve bölgenin özelliklerinde aranmalıdır.

Bir kere Lübnan çeşitli dinsel ve etnik bölüntülere ayrılmış olup bir ulus-devlet
görünümünde değildir. Ülkede hiçbir mezhep çoğunluğa sahip olamamıştır. Bunlar
arasında Müslüman Sünniler, Şiiler, Düriziler, Hristiyan Maruniler, Yunan Ortodokslar,
Katolikler ve Yahudiler en önemlilerini oluşturmaktadır. Bu etnik ve dini mozayiğe bir
de 1970'te Ürdün'deki iç savaşı kaybederek bir anlamda bölgeden sürülen Filistinliler
eklenmiştir. Burada bir yandan Hıristyan, Batı kültürü ile öte yandan İslam ve Doğu
kültürü aynı potada erimemektedir. Lübnan toplumunun ailelere bölünmüş yapısı
ülkenin siyasal yaşantısına kişisellik özelliği katmıştır. Siyasal iktidarın bozulduğu
dönemde iktidarı ele geçirme çabaları büyük çatışmalara yol açmaktadır.

Lübnan 1943 yılında tam bağımsız olduğundan bu yana siyasal istikrarını geleneksel
olarak bir Hristiyan başkan ve müslüman bir başbakan seçerek sürdürüyordu.
Hristiyanlar mecliste ve hükümette çoğunluğu ellerinde bulunduruyorlardı.

Filistinlilerin de Lübnan'a gelmesi dengeyi iyice bozdu. 1975 yılında sağcı ve


Hristiyanlar, solcu Müslümanlar ve Filistin gerillaları arasında bir savaş çıktı. Bir yıl
sonra da Suriye, ABD ve İsrail'in onayı ile çatışmaları durdurmak için müdahale etti.
1978 yılında İsrail Güney Lübnan sınırından içeri girdiyse de BM Barış gücü gelince
geri çekildi. Bu tarihten itibaren Lübnan'a saldırı için fırsat kollayan İsrail bir harekatı
başlatarak Lübnan'ın güneyini işgal etti. Sonuçta Arafat ve Filistinliler bölgeden
çekilirken, Lübnan'da yeni bir mücadele dönemi başlıyordu. 1980'li yıllar Lübnan'a
özlediği barışı getiremedi ve 1975'te başlayan iç savaş hızını artırarak sürdürdü.
Özellikle İsrail'in bölgede çekilişi sırasında ülkede, Devlet Başkanı Emin Cemayel
dışında üç güç odağı ortaya çıktı. Hristiyanlar, Düriziler ve Şii Emel Örgütü.
Saldırılara hedef olan Uluslararası Barış Gücü 1984 yılında ülkeden çekildiyse de
İsrail askeri varlığını sürdürdü. 1986'dan sonra Suriye birlikleri, Şii Emel milisleri ve
Filistinliler arasında yeni çatışmalar çıktı. 1989 yılında ise iç savaşın yeniden
alevlenmesi, yeni seçilmiş başkan Rene Moawad'ın bir suikast ile öldürülmesi ve
Batılı rehineler bunalımı sürmekteydi. Ordu komutanı Michel Aoun Hristiyanlar'ın
lideri olarak ortaya çıktı. Auon, Suriye'nin Lübnan'dan elini eteğini tümüyle
çekmedikçe herhangi bir anlaşmaya varamayacağını açıkladı. Aynı yıl içinde Arap
Birliği Örgütü'nün çeşitli arabuluculuk komitelerinin çabaları sonuç getirmedi.
Nihayet, 22 Mayıs 1991 tarihinde Suriye ile Lübnan arasında imzalanan bir antlaşma
ile Suriye 1943 yılında bağımsızlığını kazanmasından sonra ilk defa Lübnan'ı ayrı ve
bağımsız bir devlet olarak tanıdı. Bu tarihten sonra Lübnan merkezi hükümetinin en
önemli sorunları, etnik dengelerin bozulup yeni çatışmalara yol açmasını
engellemek, ülke topraklarının her tarafında denetimi sağlamak ve İsrail'in zaman
zaman saldırıda bulunduğu gerilla kamplarının ne yapılacağı konusunda açıklık
kazandırmaktır.

Maastricht Zirvesi (Maastricht Summit), Aralık 1991

Avrupa Topluluğu üyesi oniki ülkenin Hollanda'daki Maastricht kentinde Aralık


1991'de, 1992'de yürürlüğe girmek üzere ortak bir Avrupa pazarına geçiş
prosedürünü modernize etmek amacıyla düzenledikleri toplantı. Zirvede
kararlaştırılan ana konu, geri dönülmez olarak değerlendirilen birliğin siyasal,
ekonomik ve parasal yönü idi. Avrupa Topluluğu, dünyanın en geniş piyasası olarak,
malların ve insanların serbest dolaşımı ile global güçlerden birisi olabilecektir.

Macar Ayaklanması, 1956

Macaristan'daki Sovyetler Birliği karşıtı ayaklanma. Stalin'in ölümünün ardından


SSCB'de sözkonusu olan değişiklikler Macaristan'a da yansımıştı. Macaristan'daki
Rakosi yönetimi, öteki Doğu Avrupa ülkelerine göre enyeni, kapalı ve halktan kopuk
olanıydı. Böyle bir yöneticiye Sovyet önderliğinin geri görüşleri anlatılmalıydı. Rakosi
istenen değişiklikleri yapmayınca Sovyet yöneticileri Rakosi'nin tek adam yönetimine
son vererek, 1953'te iktidara Liberal görüşlü İmre Nagy'nin gelmesini sağladılar.
Nagy'nin başbakanlığı sırasında yöneldiği liberal uygulamalar Sovyetler'i
endişelendirdi. Bunun üzerine 1955 Nisan'ında sağcı sapma ve hizipçilik ile
suçlanarak, Moskova'nın da oluru ile görevinden uzaklaştırıldı. Rakosi bazı
serbestlikler tanıdıysa da başarılı olamadı. Ayrıca bu sırada Polonya'daki Poznan
ayaklanmasının olması da onu tedirgin etti. Bu durum karşısında Macar Komünist
Partisi 24 Ekim'de İmre Nagy'i yeniden başbakanlığa getirdiyse de durumu denetim
altına alamadı. Sovyetler Birliği aleyhinde gösteriler ve grevler daha da arttı. Tam bu
sırada Komünist Partisi Genel Sekreterliğine getirilen Sanos Kadar'ın yaptığı çağrılar
da olayın hızını kesmedi. Bu arada daha önceden önemli yerleri tutmuş olan Sovyet
tanklarının olaylara müdahalede bulunması Macar halkına birleştirdi ve Sovyetler'e
karşı mücadeleyi güçlendirdi. Bu durumda başbakan İmre Nagy ile Sovyetler
Birliği'nin arası iyice açıldı. 4 Kasım sabahından itibaren Sovyet tankları Budapeşte'yi
tamamen işgal ederken Kadar'da başbakanlığa getirildi. Böylece ayaklanma
bastırılmış oldu. Kadar 1960'lara kadar koyu bir baskı politikası uygulamışsa da bu
tarihten sonra kısmi liberalleşme hareketlerine girişmiştir.

Mac Arthur Planı

İkinci Dünya Savaşı'nın Pasifikteki başarılı komutanlarından ve savaş sonrasında


Japonya'da A.B.D. yönetiminin başı olan General Mac Arthur, Kore Savaşı sırasında
Birleşmiş Milletler Kuvvetleri Başkomutanlığında bulunduğu sırada, Çinlilerin de
Kuzey Koreliler yanında aktif şekilde savaşa katılması üzerine en uygun çare olarak,
Kore'ye Bitişik Çin topraklarına atom bombaları atılmasını planlayıp A.B.D.
hükümetine önermiş ve görevinden alınmıştır. Buna rağmen, Generalin Amerika'ya
dönüşü büyük bir olay oldu ve halk kendisini tam bir kahrman gibi karşıladı.

Magna Carta, 1215

Kral "Yurtsuz" John ile baronlar arasında Runnymede çayırında imzalanmış olan
belge. Kıran kırana bir savaşın sonucunda, kralın baronlara yenilmesiyle kabul
edilmiş olan bu "Büyük Özgürlük Fermanı"nın olağanüstü önemli, çağcıl demokrasi
tarihinde kralın yetkilerini sınırlayan ilk temel belge olmasıdır.

Magna Carta'yı oluşturan 63 madde İngiliz feodal toplumunun çeşitli sınıf, katman ve
kurumlarının geleneksel olarak sahip oldukları hak ve özgürlükleri güvenceye
bağlamaktadır. Bu sınıflar içinde en önemlisi baronlardır. Bunun yanısıra özgür
köylüler var. Ayrıca fermanda, geleneksel uyruk hakları de resmen anımsatılıp açıkça
tanınmaktadır. Kilise'nin tam özerk olmasını sağlayan temel ayrıcalıklar burada
yinelenmiştir.

Magna Carta anımsattığı bu temel hak ve özgürlükleri güvenceye de bağlamıştır. Bu


haklar, 1)Adalet satılmaz, reddedilemez, geciktirilemez, 2)Suçsuza ceza verilemez,
3)Ceza suçla orantılı olmalı, 4)Zoralım yasak, 5)Kendilerinin izni olmadan uyrukların
araçları kullanılamaz, 6)Ülkeye giriş ve çıkış serbesttir, 7)Tam bir ticaret serbestisi
vardır.

Makedonya Sorunu

19. ve 20. yy'da Makedonya bölgesini ele geçirmek isteyen Balkan devletleri
arasında başgösteren anlaşmazlık. Bulgaristan'ın bölgeyi alma girişimi, 1878'de
İngiltere ve öteki büyük güçler tarafından engellendi. Daha sonra bölge üzerinde hak
iddia eden Sırbistan, Yunanistan ve Bulgaristan, I. Balkan Savaşı sonunda
Osmanlıların bölgedeki egemenliğine son vererek 1913'te Makedonya'yı 3'e ayırdılar.
I. Dünya Savaşı'nda Bulgaristan, bölgenin Sırbistan'a ait bölümünü kendi
topraklarına kattıysa da 1919'da kendi topraklarının da bir bölümünü kaybederek
bölgeden çekilmek zorunda kaldı. II. Dünya Savaşı'ndan sonra Makedonya'nın
Sırbistan'a ait bölümü, Yugoslavya'yı oluşturan altı Cumhuriyet'ten biri oldu.
Marshal Planı (Marshall Plan)

İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde, ABD tarafından Avrupa ülkelerine yardımda
bulunmak ve bu ülkeleri kısa zamanda geliştirip güçlenmelerini sağlamak amacıyla
hazırlanan bir program.Savaştan sonra Avrupa ülkeleri, yıkılan ekonomilerini
onarmak için yoğun bir çabaya girişmişlerdir. Bunun için gerekli olan makine ve
donatım ancak ABD'den sağlanabilirdi. Dolayısıyla bu ülkelerin tüm döviz ve altın
rezervleri ABD'ye akmış ve büyük bir döviz darboğazı içine sürüklenmişlerdi. Bu
koşullar altında zamanın ABD Dışişleri Bakanı George C. Marshall, Avrupa'ya
programlı yardım yapılması önerisinde bulundu. Bunun üzerine bir Avrupa Onarım
Programı (European Recovery Program) hazırlandı. Öneri sahibinin isteminden dolayı
buna Marshall Programı da denir. Marshall Programı, 1948 yılında Başkan Truman
tarafından imzalananbir kanun ile kabul edildi. Program dört yıllık bir süreyi
kapsamaktaydı. Program çerçevesinde yapılan yardımlara da Marshall Yardımları
denmektedir. ABD, yardımları karşılığında Avrupa ülkelerinden ekonomik ve mali
bağımsızlıklarını artıracak yönde çaba göstermelerini, bu amaçla gerekli iç önlemleri
almalarını ve aralarında yakın bir işbirliği gerçekleştirmelerini istiyordu. Böylece
Avrupa ülkelerinin ABD'ye bağımlılıkları da azaltılmış olacaktı. Bu ortamda Avrupa
ülkeleri aralarında gerekli işbirliğini gerçekleştirmek ve Marshall yardımlarını
dağıtmak üzere Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü (OEEC)'nü kurdular. 17 BatıAvrupa
ülkesinden her biri, 1948-1951 dönemini kapsayan bir plan hazırlayacak,
ekonomisini toparlayacak, üretimini artıracak ve dış açığı azaltacak önlemler
alacaktı. Bu planlar OEEC tarafından gözden geçirilece ve aralarında uyum
sağlanacaktı.Aslında bu koordinasyon, ABD'ye bir ölçüde üye ülkelerin ekonomik,
para ve mali politikaları üzerinde denetim olanağı sağlıyordu. Kısacası, Marshall
Programı'nın başlıca iki amacı vardı. Birisi, sağlanacak dış yardımlarla Avrupa
ülkelerinin yıkılan ekonomilerinin onarımına ve kalkınmalarının gerçekleştirilmesine
katkıda bulunmak, diğeri de Komünizmin Batı Avrupa'daki yayılışına engel olmaktı.
Savaş sonrası dönem dünyada "soğuk savaş"ın başlangıç dönemidir. Dolayısıyla
ABD, ne pahasına olursa olsun Komünizmin yayılışına set çekmek istiyordu. Diğer
yandan, Batı Avrupa, ABD'nin geleneksel bir piyasası durumundaydı. O bakımdan bu
piyasayı yeniden canlandırmakla ihracat olanaklarını artırmayı umuyordu. Avrupa
Onarım Programı'nın uygulandığı dört yıllık süre içerisinde ABD, Avrupa'ya 11.4
milyar $ yardım yaptı, bunun %90'ı doğrudanhibe şeklinde idi. En fazla yardım alan
ülkeler İngiltere (%24), Fransa (%20), Federal Almanya (%11) ve İtalya (%10) idi. Aza
miktardaolmakla birlikte Türkiye de yardım alan ülkeler arasında idi. Marshall
Programı, Amerikan yardımının sadece bir yönü idi. 1945'de başlayan Amerikan
yardımı, 1955'e kadar 51 milyar doları buldu. Bu yardımlar tüm Batı Blokuna yapılan
yardımları kapsar.

Mc Mahon Hattı
1914'de Çin ile Hindistan arasındaki sınırı saptayan İngiliz delegesinin çizdiği hattın
ismi. Çin daha sonra bu hattın çizilmesinde kendisine haksızlık edildiği görüşünü
savunmuştur. Bugün de aynı görüştedir.

Megali İdea

Yunanca "Büyük Fikir veya İdeal" anlamına gelen bu deyim, Yunanistan'ın yayılma ve
büyüme siyaseti ve engellerini açıklayan bir slogandır. Eski İskender imparatorluğu
ve Bizans imparatorluğu devrinden esinlenen bu görüşün bütün Yunanlıları bir araya
toplayan irredantist bir yönü olduğu gibi, eski toprakların geri alınması ve yenileri de
katılmasıyla bir imparatorluk kurma hayaline dayanan emperyalist bir yönü de
bulunmaktadır.

Meiji Anayasası (Meiji Constitution)

1889'da Japon imparatorluğu döneminde, seçilmiş üyelerden oluşacak kanun yapıcı


bir organın kurulmasını öngören anayasa. Bu anayasa, daha sonra 1947'de yerini
modern bir anayasaya bırakacaktır. Tokugawa şogunluğunun yıkılmasından ve
1868'deki İmparator Meiji'nin restorasyon çalışmasından sonra Japon ulusunun
hayatında yeni bir dönem başlamıştır. Modern Japonya'nın kurucu babalarından
birisi, bir devlet adamı daha sonra da başbakan olan Ito Hirobumi'dir. Hirobumi,
1870'de iyi bir anayasa bulup incelemek üzere bir yolculuğa çıkmış, ilk kez Amerikan
modelini değerlendirmiş ancak pek tatmin edici bulmamıştır. Çünkü Amerikan modeli
istikrarlı bir hükümetin kurulması ve korunması konusunda yetersiz kalıyordu.
Aranan model Berlin'de bulunmuştu. Ito, Lorenz von Stein'in geliştirdiği, kontrolsüz
bir bireyselcilikten uzak ve yığınların gereksinimlerini dikkate alan "sosyal monarşi"
düşüncesini benimsemiştir. Sonuçta, Alman Anayasası'nın 71 maddesinde 46'sını
hemen hemen harfi harfine alan Meiji Anayasası Japonya'da 1881'de kabul edilmiştir.
Bu anayasa ile Japonya'da bürokrasinin resmi sorumluluğunun, disiplinin,
ekonominin ve verimliliğin altı çizilmiştir.

Merkantilizm

Devlet gücünü ve güvenliğini artırmak için bir ulusun ekonomik yaşamını düzenleyen
hükümet uygulamaları ve ekonomik felsefesidir. Merkantilizm 16. yy.'da 18. yy.'a
kadar Avrupa devletleri tarafından izlenen bir modeli oluşturdu. Bu dönemde
Avrupa'da feodalizm çöküp yerine devletler kurulmuş ve ticaret kapitalizmi
gelişmiştir. Bunun temelinde devletçilik, ulusal ekonomiyi korumacılık ve
sanayileşme vardır. Her devlet ihracatın ithalattan fazla olmasını sağlamaya çalıştı.
İstenen ticaret dengesi altın ve gümüşün içeriye akışıyla sonuçlandı. Bu yolla dış
ticaret bilançosundan fazlalar oluşacak ve devlet zenginleşecekti. Merkantilizmin
gelişmesinde coğrafi keşiflerin artması da önemli bir rol oynamıştır. Sistemde içe
karşı müdahalecilik, dışa karşı korumacılık sözkonusudur. İçerde mamul maddelere
düşük taşıma maliyetleri ve yüksek fiyatlar önerildi. Koloniler ucuz hammaddelerin
kaynağı ve phalı ürünlerin pazarı olarak kullanıldı. Merkantilizm, daha çok devleti
güçlendirmeye yönelik bir dış ticaret doktrini ve politikasını ifade etmektedir.
Komünist devletler politik amaçlarını ekonomik politikanın üstünde tutarak
merkantilist fikre en yakın olanlardır.

Merkantilizm sistemi, 18. yy. sonları ve 19.yy.'ın başlarında bireyci laissez faire'ci
kapitalist teoriler yerini alana kadar uluslararası ekonomiyi yönlendirdi.

Merkantilizmin Fransa'daki uygulamasına Colbertizm, Almanya ve Avusturya'daki


uygulamasına Kameralizm ve İspanya'dakine de Bulyonizm denmektedir.

Metternich

Avusturyalı tutucu devlet adamı. Napoleon'u yenilgiye uğratan ittifakın oluşmasına


katkıda bulunmuş ve Viyana Kongresi'ni (1814-15) toplayarak Avusturya'yı yeniden
Avrupa'nın önde gelen devletlerinden biri durumuna getirmiştir.

Metternich, Napoleon'a karşı genel bir Alman ayaklanması başlatma gibi


görüşlerinden zamanla vazgeçti. Her türlü halk hareketine karşı duymaya başladığı
tepki, çok uluslu devlet yapısını statükocu bir yaklaşımla korumaya yönelmesine yol
açtı. Öte yandan dış politikada Avrupa'da güç dengesi öğretisinin en kararlı
savunucusu durumuna geldi.

Metternich'in Avusturya'yı eski gücüne kavuşturma çabaları, Viyana Kongresiyle


doruğa ulaştı.

Zamanla baskının ve gericiliğin nefred edilen bir simgesi haline geldi.1848'de


yükselen devrimci dalganın ilk kurbanı olarak 13 Mart'ta istifa etmek zorunda kaldı.

Mihver Devletleri

II. Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında müttefik devletlere karşı savaşan devletler.
İttifak halindek İngiltere ve Fransa'ya karşı oluşturulan Mihver'de Almanya, İtalya ve
Japonya yer aldı. Ancak savaş mihver devletlerinin yenilgisiyle sonuçlanınca savaş
sırasında gerçekleştirilen üçlü askeri mihver paktı da sona erdi.

1823 yılında Amerikan Başkanı P. Monroe'nin Kongreye sunduğu birmesajdan


doğmuş bir politika anlayışı ve tutumudur. Bunda hakim olan üç görüş
bulunmaktadır.

(a) Karışmazlık-non intervention-isteği: Çünkü o sıralarda Güney Amerika'daki


İspanyol kolonilerinde bağımsızlık isyanları olmaktaydı ve Avrupa büyük
devletlerinden oluşan Mukaddes İttifak (Sainte Alliance)'ın buralara müdahale ile
koloniyalist çıkarlara hizmet için karışması istenmiyordu;
(b) Anti-koloniyalizm görüşü: O sıralarda Alaska'ya sahip bulunan Rusya'nın
egemenliğini daha aşağılara doğru genişletmek niyetine-Kaliforniya'ya kadar-karşı
çıkılıyordu;

(c) Kabuğuna çekilme (isolation) ilkesi: Sözkonusu mesajda, Amerika'nın Avrupa


işleriyle ilgilenmeyeceği ve karışmayacağı ilkesi açıklanıyordu.

Yüzyılımızda ve hatta günümüzde bile zaman zaman Monroe Doktrini sözkonusu


edilmekte ve bazı politik çevreler bunun tekrar yürürlüğe konmasını
savunmaktadırlar.

Mondros Mütarekesi, 30 Ekim 1918

Osmanlı Devleti'nin I. Dünya Savaşı'ndaki yenilgisini belgeleyen Mondros Mütarekesi


aslında bir silah bırakılması, bir ateşkes sözleşmesi olarak hazırlanmakla birlikte
içerdiği hükümler bakımından tam bir teslim antlaşmasıdır.

Osmanlı Devleti ile bağlaşıkları Almanya, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan Eylül


1918'de artık savaşı sürdüremeyeceklerini anlamışlardı. Önce Bulgaristan 29
Eylül'de ateşkes antlaşması imzalayarak savaştan çekildi. Bunu Almanya, Avusturya-
Macaristan ve Osmanlı Devleti'nin ateşkes için ABD Başkanı Woodrow Wilson'a
başvuruları izledi. Yenilgiyi kabul eden bu devletler Wilson'ın 8 Ocak 1918'de
çıkardığı 14 maddelik barış programı çerçevesinde bir antlaşma yapmak istiyorlardı.
Ama İngiltere ve Fransa buna karşı çıkınca ABD'de de onlara uyarak daha sert bir
tutum takındı. ABD, Almanya ve Avusturya-Macaristan ile kendibağlaşıklarının
istekleri doğrultusunda ateşkes koşullarını görüşmeye başlarken Osmanlı Devleti'nin
başvurusuna yanıt bile vermedi.

Bu arada 1913'ten beri başta bulunan İttihat ve Terakki hükümeti 8 Ekim'de istifa
etmişti. Yeni hükümeti kuran Ahmed İzzet Paşa ABD'den bir yanıt alamayınca ateşkes
için İngiltere'ye başvurdu. Bu isteği hemen kabul eden İngiltere, görüşmelerin Ege
Deniz'indeki Limni Adası'nın Mondros Limanında demirli bir savaş gemisinde
yapılmasını istedi. İngiltere'yi Amiral Arthur G. Calthorpe'un, Osmanlı Devleti'ni de
Bahriye Nazırı Rauf (Orbay) Bey'in başkanlığındaki kurulların temsil ettiği görüşmeler
27 Ekim'de Mondros'ta başladı. Amiral Calthorpe görüşmeye ateşkes koşullarını
içeren bir taslakla gelmişti. Osmanlı kurulunun son derece ağır hükümlerle dolu bir
belgeye itiraz edecek gücü yoktu. Bazı hükümleri hafifletme yolundaki çabaları da
başarılı olamadı ve 30 Ekim'de 25 maddelik mütareke metnini imzalamak zorunda
kaldı.

Mütareke hükümlerine göre İstanbul ve Çanakkale boğazları silahsızlandırılarak


serbest geçişe hazırlanıyor, denetimi de İtilaf Devletleri'ne bırakılıyordu. Sınırların
korunması ve iç güvenlik için gerekli sayının dışındaki askerler tehris ediliyor, yani
ordu dağıtılıyordu. Donanma da İtilaf Devletleri'nin gözetimi altında limanlara
çekiliyordu. Bütün ulaştırma ve haberleşme hizmetleri İtilaf Devletleri'nin denetimi
altına giriyordu. En önemli madde ise İtilaf Devletleri'nin, güvenliklerini tehlikeye
düşürdüğünü ileri sürerek istedikleri yeri işgal edebileceklerini öngören yedinci
maddeydi. Nitekim kısa bir süre sonra bu madde hükmüne dayanılarak dört bir
yanda işgaller başlayacak, İtilaf devletleri 1920'de Osmanlı Devleti'ne Sevr
Antlaşmasını imzalatarak bu işgalleri resmen kabul ettireceklerdi. Buna karşı çıkanlar
ise Anadolu'da Kurtuluş Savaşı'nın bayrağını açacaklardı.

Monroe Doktrini

Milletlerarası ilişkilerde ve siyasi tarihte sözü sık edilen Monroe Doktrini, çok kısa
şekilde basit ifadesiyle "Amerika Amerikanlılarındır" şeklinde tanımlanmakta ise de
bu konuda biraz ayrıntı hukuki yönden gereklidir.

Montrö Sözleşmesi (Convention de Montreux)

Gerek milletlerarası bir su yolu olarak devletler hukukunda önemli bir yer tutan,
gerekse Türkiye'nin ve bulunduğu bölgenin jeopolitik durumu açısından büyük anlam
ve değeri bulunan Türk Boğazlarının statüsü son olarak, 20 Temmuz 1936'da
İsviçre'nin Montrö şehrinde imzalanan milletlerarası bir sözleşme ile saptanmıştır.

Montrö Sözleşmesinin esasları şunlardır:

1. Boğazlardan geçiş; barış ve savaş zamanı ile ticaret ve askeri gemiler açısından
ve ayrıca Karadeniz'de kıyısı bulunan devletlerle bulunmayanlara göre değişik
biçimlerde saptanmıştır. Aşağıda açıklanacak bazı incelikler dışında, genel kural
olarak "Geçiş serbestliği" kabul olunmuştur.

2. Boğazların askeri kontrolu ve savunma tedbirleri tamamen Türkiye'ye aittir.


Bundan önceki 1923 Lozan Antlaşması'ndaki hüküm burayı askersizleştirmişti.
Montrö'de en büyük isteğimiz bu hükmün değişmesiydi ve bu hakkımız tanındı.

3. Boğazlardan geçişi denetleyen Milletlerarası Boğazlar Komisyonu kaldırılmıştır


(Montrö'den evvel yabancı devletler uzmanlarını da kapsayan böyle bir kontrol
komisyonu bulunmaktaydı).

Yukarıdaki sonuçlar bakımından Montrö Sözleşmesi Türkiye için bir başarı olmuştur
ve Boğazlar üzerindeki genel hakimiyetimizi sağlamıştır.

Sözleşmeye göre, yabancı gemilerin Boğazlardan geçişlerinde şu incelikler hükme


bağlanmış bulunmaktadır:

A)Barış Zamanında

a) "Karadeniz'de kıyısı olmayan" (non-riverain) devletlerin ticaret gemileri serbestçe


geçerler. Savaş gemileri ise, 8-15 gün önceden Türkiye'ye haber vereceklerdir. En
fazla bir arada 9 gemi geçebilir ve bunların toplamı tonajı 15.020 tonu aşamaz.
Denizaltılar, uçak gemiler ve 10.000 tondan büyük savaş gemileri ise hiç
geçemezler. Sözleşmeye uyan şekilde geçen yabancı savaş gemileri Karadeniz'de 21
günden fazla kalamazlar.

Karadeniz'de kıyısı bulunmayan devletlerin barışta, denizde bulunabilecek savaş


gemilerinin toplam tonajı 30.000 tonu aşmayacak şekilde saptanmıştır. Ancak
burada kıyısı bulunan en kuvvetli filoya sahip devletin filosunda 10 bin tonu aşan bir
artış gerçekleştiğinde, sözkonusu diğer devletler de bulundurabilecekleri toplam
tonajı, bu artışa paralel olarak artırabilecekler, fakat en fazla 45.000 tonu
aşamayacaklardır.

b) "Karadeniz'de kıyısı bulunan" (riverain) devletler için ise ticaret gemileri yine
serbesttir. Savaş gemileri de, 8 gün önceden bize bildirilecek, bu arada geçenlerin
toplam tonajı 15.000'den fazla olmayacaktır. Karadeniz'de kalışları tabii süreye bağlı
değildir.

B)Savaş Zamanında

a) "Türkiye tarafsız" ise: Herkesin ticaret gemileri serbestçe geçerler. Fakat, savaşan
devletlerin savaş gemileri geçemezler.

b) "Türkiye savaşa katılmış" ise: Her tür gemiyi geçirip, geçirmemekte kendisi karar
verir. Dilerse Boğazları herkese kapayabilir.

c) Savaş tehlikesinin çk yaklaştığı durumlarda: Türkiye yine karar serbestisine


sahiptir. Boğazları kapayabilir.

Bunların yanısıra, sözleşmede daha bir çok teknik husus hükme bağlanmıştır.
Türkiye, boğazlardan geçen gemilerin sayı ve tonajlarını düzenli raporlar halinde ilgili
devletlere bildirir.

Morgenthau Planı

İkinci Dünya Savaşı'ndan mağlup çıkan ve işgal olunan Almanya'nın artık bir sanayi
ülkesi olmaktan çıkarılarak, bir tarım ülkesi haline getirilmesini amaçlayan, Amerikalı
uzman Morgenthau'un hazırladığı bir plandır. Bu plan tam bir onay görüp
uygulanmadı ise de, işgalci devletler savaş tazminatı yerine Alman sanayiinin zaten
zayıflamış bulunan gücünü hiçe indirdiler. Ancak, Almanya 10-15 yıl içinde, "Alman
mucizesi" denen bir kalkınma ve gayret göstererek yine Avrupa'nın en güçlü sanayi
ülkesi oldu.

Moskova Antlaşması, 16 Mart 1921

TBMM ile Sovyetler Birliği arasında imzalanan destek antlaşması. Antlaşmaya göre,
Sovyetler Birliği Misak-ı Milli sınırlarını tanıyor ve tarafların birine zorla kabul
ettirilecek bir barış anlaşmasını tanımama ilkesi karşılıklı olarak kabul ediliyordu.
Boğazlardan tüm ülkelerin ticaret gemilerinin serbestçe geçmesi, Türkiye'nin
güvenliğini zedelememek koşulu ile kabul edildi. Karadeniz ve Boğazların hukuki
durumu ise daha sonra kıyı devletlerin temsilcilerinden oluşan bir kurul tarafından
belirlenmesi öngörülüyordu. Türkiye Çarlık döneminde imzalanmış sözleşmelerden
doğan bazı mali yükümlülüklerden kurtuldu.

Moskova Antlaşması, 1970

Federal Almanya ile SSCB arasında 12 Ağustos 1970'de imzalanan antlaşma. Bu


antlaşmya göre Batı Almanya, ABD, Fransa ve İngiltere'nin Berlin üzerindeki hakları
saklı kalmak şartıyla, Avrupa'daki sınırların dokunulmazlığını kabul ettirme, bu
sınırların yalnızca barışçı yollarla değiştirilebileceği ilkesi getirildi.

Moskova Konferansı, 1943: bkz. II. Dünya Savaşı

Moskova Konferansı, 1944: bkz. II. Dünya Savaşı

Musul Sorunu

1920'lerde Türkiye-İngiltere arasında çekişmelere neden olan bir bölge anlaşmazlığı.


Irak'ın kuzeyinde bulunan bu bölge, zengin petrol yataklarından olayı devletlerin her
zaman ilgisini çekmiştir. I. Dünya Savaşı sırasında Ortadoğu'ya yönelik yapılan gizli
antlaşmalardan "Sykes-Picot Andlaşması" ile Fransa'ya bırakılmıştı. Bu bölge 30 Ekim
1918 tarihli Mondros Mütarekesi imzalandığı zaman Türk kuvvetlerinin elinde
bulunuyordu. İngiltere ise, mütarekeye dayanarak, "Müttefikler, güvneliklerini tehdit
eden bir durum ortaya çıkarsa, herhangi bir stratejik yeri işgal hakkına sahip
olacaktır" maddesinden yararlanarak bölgeyi işgal etti ve 1920 San Remo
Antlaşması ile kendisine bırakıldı. Lozan Konferansı sırasında Türkiye etnik ve coğrafi
nedenlerle Musul'un kendisine bırakılmasını istemişti. İngiltere statükonun
korunmasında diretmiş ve sorun bir çözüme bağlanamamıştı. Lozan Antlaşmasının
hükümlerine göre, dokuz ay içerisinde bir sonuca ulaştırmak üzere, Türkiye-İngiltere
ikili görüşmelerine bırakılmıştı. 19 Mayıs-5 Haziran 1924 tarihleri arasında yapılan
görüşmelerden bir sonuç alınamayınca, daha önce Lozan Antlaşmasında
kararlaştırılmış olduğu gibi, sorun Milletler Cemiyeti'ne sunuldu. Türkiye bölgede
plebisit yapılmasını önerdiyse de İngiltere bunu kabul etmedi. Milletler Cemiyeti
tarafından oluşturulan komisyon, yaptığı incelemelerle hazırladığı raporda, bölgenin
Irak'a bırakılmasını, bölgede yaşayan Kürt halkının haklarının garanti altına
alınmasını ve İngiltere'nin tartışma konusu yaptığı Hakkari'nin Türkiye'ye
bırakılmasını öneriyordu. Milletler Cemiyeti Genel Kurulu 1925 Aralığında bu raporu
kabul etti. Türkiye o sıralarda Milletler Cemiyetinin üyesi olmamakla birlikte, ilgili
taraflardan biri olarak, Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü (Aras) tarafından temsil
edilmiştir. Türkiye, 5 Haziran 1926'da İngiltere ile bir anlaşma yaparak bunu
kabullenmek zorunda kaldı. Çünkü Türkiye'de bir Şeyh Said ayaklanması çıktı ve
olayı İngiltere buna dayandırmıştı. Bunun ardından Türkiye'nin dış politikasında
Sovyetler Birliği ile bir yakınlaşma görüldü.
Daha sonra Türk-Irak sınırında yerel bazı çatışmalar çıktı ve bunun üzerine Brüksel'de
geçici nitelikte bir sınır saptandı ve bu Türk-Irak sınırı olmuş, Musul Irak'a bırakılmış
ve Türkiye'nin Musul petrollerinden 25 yıl süre ile %10 hisse alması kabul edilmiştir.
Türkiye, daha sonra 500.000 İngiliz lirası karşılığında bu hakkından vazgeçecektir.
Böylece, yeni Türkiye Cumhuriyeti ile İngiltere arasındaki sorun ortadan kaldırılmış
oldu.

Münih Konferansı, 1938

Hitler, Mussolini, Fransa Başbakanı Daladier ve İngiltere adını Chamberlain arasında


yapılan ve Çekoslovakya'nın batısındaki "Südetler" bölgesini Almanya'ya veren
andlaşma ile sonuçlanan konferans.

Almanya, Avusturya'yı ele geçirdikten sonra ve "bir uluslu bir devlet" politikasını
gerçekleştirmek için gözlerini 3.5 milyon Almanın yaşadığı Südetler
(Çekoslavakya'nın batısında bulunan bölge) bölgesine çevirdi. Bu bölgede Naziler
hareketlerini sürdürüyorlardı. Hitler amacını gerçekleştirmek için sürekli olarak bu
bölgeden sözediyor ve bu bölgenin anayurt ile birleşmesinden sözediyordu. Bu
kışkırtmalardan doğan bölgedeki karışıklığı bahane ederek Hitler Çekoslavakya
sınırına asker yığdı. Bunun üzerine Çekoslavakya hükümeti seferberlik ilan etti.
Çekoslavakya 1924 yılında Fransa ile bir ittifak anlaşması imzalamıştı. Bu anlaşmaya
göre, Fransa, bir işgal durumunda, Çekoslavakya'ya yardım edecekti. Ancak Fransa,
1938 yılı geldiğinde, İngiltere ile birlikte hareket edeceğini bildirdi. Bu durum
üzerine, İngiltere Başbakanı Chamberlain, 15 Eylül 1938 tarihinde Almanya'da Hitler
ile görüştü. Başbakan Chamberlain Südetler bölgesinin Almanya'ya verilmesi
konusunda Fransa ile Çekoslavakya'yı ikna edeceğine söz verdi. Chamberlain'in
görüşmeden çıkardığı sonuç, Almanya'nın denetimli bir biçimde hareket etmesi
halinde, Avrupa istikrar ve barışının bir iki küçük devletin ortadan kalkması pahasına
da olsa kurtarılabileceğiydi. Chamberlain söz verdiyse de bu Hitler'i tatmin etmedi.
Chamberlain ile Hitlerin tekrar bir görüşmesi oldu. Bu arada Almanya'nın
desteklediği Polonya ve Macaristan, Çekoslavakya'dan toprak talebinde bulundular.
Bundan tedirgin olan Hitler derhal Südetler bölgesinin işgal edilmesini istedi. Ancak
Fransa 1924 yılında Çekoslavakya ile yaptığı ittifak anlaşmasına sadık kalacağını
söyleyince, Chamberlain, bu bunalımın atlatılabilmesi için bir uluslararası
konferansın yapılmasını önerdi.

Hitler, Mussolini, Daladier (Fransa Başbakanı) ve Chamberlain'in (İngiltere


Başbakanı) katıldıkları Münih Konferansı 29 Eylül'de toplantı. Mussolini'in taraflara
sunduğu anlaşma tasarısı kabul edilerek "Münih Düzenlemesi" adını aldı (30 Eylül
1938). Daha sonra İtalya tarafından hazırlandığı sanılan bu tasarının Almanlar
tarafından hazırlandığı ortaya çıktı. Yapılan düzenlemeye göre, Südetler bölgesi dört
aşamada Almanya'ya verilecekti. Ayrıca, ilerde doğacak anlaşmazlıkların çözülmesi
için uluslararası birkomisyon kurulması kararlaştırıldı. Çekoslavakya'nın sınırlarının
(yeni oluşacak sınırlar) uluslararası güvence altına alınacağı ve İngiltere ile
Almanya'nın birbirlerine karşı savaşmayacaklarını, taraflar oybirliği ile kabul ettiler.

Düzenlemeye göre, Almanya 10 Ekim'e kadar Südetler bölgesini işgal edecekti.


Çekoslavakya bu düzenlemeden sonra, Polonya ve Macaristan'ın isteklerine boyun
eğerek, Polonya'ya "Teschen" bölgesini, Macaristan'a da Slovakya'dan bir bölgenin
verilmesini kabul etti.

Münih Düzenlemesi, dört büyük devletin isteklerini küçük bir devlete kabul
ettirdiklerini göstermektedir. Herşeyden önce, Almanya saldırganlığının
durdurulamamasıdır. Çekoslavakya, bu büyük devletlere daha sonra duyduğu
güvensizlikten dolayı, II. Dünya Savaşından sonra, Sovyetler Birliğine sığındı.

Nasırizm

Mısır'da krallığın bir darbe ile 1952'de yıkılmasından bir kaç yıl sonra başa geçen
Albay Nasır zamanla bütün Arap dünyasında önemli bir milliyetçi lider oldu. İngiliz
kuvvetleri Süveyş Kanalı bölgesinden çıkartıp Kanalı millileştirmesi ve ülkede sosyal
reformlar yapması Nasır'ın prestijini yükseltti. Kendisinin ayrıca Asya-Afrika ülkeleri
ve bloksuz ülkeler arasında faal bir rol oynaması da şöhretini arttırdı. Nehru-Tito-
Nasır, "Üçüncü Dünya" denilen bu blokun liderleri oldular. Arap ülkelerinde Nasır
taraftarları çoğaldı ve Nasır Arap milliyetçiliğini uyandırdı. İdeali, Atlantik
Okyanusu'unda Hint Okyanusu'na uzanan bölgede birleşik bir Arap dünyası meydana
getirmekti. Nasır taraftarlığı ve kendisinin bu projesine "Nasırizm" adı verildi. Mısır ve
Suriye arasında 1958'de bir birleşme oldu ise de çok sürmedi. Birleşik Arap
Cumhuriyeti adı olan bu girişimden sonra başka bir birlik kurma çabaları da sonuç
vermedi. 1967 Altıgün Savaşı'ndan ve 1970'de ölümünden sonra Nasırizm yavaş
yavaş zayıfladı.

Neuilly Andlaşması, 27 Kasım 1919

Birinci Dünya Savaşından sonra ABD Başkanı Wilson, Fransız Başbakanı Georges
Clemenceu ve İngiltere Başbakanı Lloyd George'un eseri olan Paris Barış
Konferansında yenik devletlere imzalattırılan barış antlaşmalarından biri. 9 Ağustos
1920'de yürürlüğe giren bu andlaşma ile, Romanya, Yunanistan ve Sırp-Hırvat-Sloven
Krallığı gibi devletlere toprak veren Bulgaristan'a askeri kısıtlamalar getirildi ve
tamirat borcu ödetildi. Buna göre Bulgaristan, 300.000 kişinin yaşadığı Ege Denizi
kıyısındaki Güney Dobruca'yı Romanya'ya Batı Trakya'daki Gümülcine (Komotini) ve
Dedeağaç (Aleksandriapolis)'i Yunanistan'a ve bir kısım bölgeyi de Sırp-Hırvat-Sloven
krallığına bırakıyordu. Asker sayısı 20.000'e inecek ve %75'i silinen bir savaş
tazminatı ödenecekti.

Nixon Doktrini
1968'de ABD Başkanı seçilen Richard Nixon 1974 Temmuz'unda Watergate Skandalı
sonucu istifa edinceye kadar, dünya politikası açısından önemli girişimlerde
bulunmuştur. Kendisine bu yönden Dışişleri Bakanı Henry Kissinger de çok yardımcı
olmuştur.

Nixon'un ABD dış politikasında ve uluslararası ilişkilerde büyük etkileri olan en


önemli girişimleri Vietnam Savaşı'nın durdurulması, Çin'i ziyaretle bu büyük ülkeyle
temaslara geçilmesi, Sovyet Rusya ile stratejik silahlar ve nükleer savaş konusunda
bazı anlaşmalar yapılması, 1973'te Ortadoğu'daki Ekim Savaşı sonunda bazı
anlaşmalar yapılarak barış görüşmelerinin başlatılması gibi hususlardır ve bu
girişimler dünya barışına yararlı olmuşlardır.

Başkan Nixon bu politikayı bazı belirli pratik ilkelere dayandırmaktaydı ve bunların


tümüne uzmanlarca Nixon Doktrini denmiştir.

1. Amerika dost ülkelerle bir nevi ortaklık kurmalı barış yükümlülükleriyle yararları bu
ortaklıkta adilane paylaşılmalıdır.

2. Amerika olsun, dostları olsun, anlaşmazlıkla sonuçlanabilecek sorunların derin


nedenlerine çözüm yolu bulmak için her an müzakereye hazır olmalıdırlar.

Doktrinin özeti şudur: Amerika kuvvetli olmalıdır, fakat, uluslararası sorunların


çözümüne elde silah ile değil müzakere ile gitmelidir.

Nixon'un başkanlıktan istifasından sonra da ABD'nin dış politikasında değişiklik


olmayacağı özellikle belirtilmiştir.

Normandiya Çıkartması, 1944

İkinci dünya savaşında müttefik devletlerin 5 Haziran 1944'te Avrupa'nın kuzey


kesiminde, Normandiya kıyılarında düzenledikleri bir çıkartma harekatı. Tarihin
gelmiş geçmiş en büyük donanması, tarihin en büyük çıkartmasını başlattı
(Operation Overlord). Bu donanma 80 km.'lik bir mesafeyi kapsıyordu. Almanların
çok iyi tahkim ettikleri için hiç beklemedikleri Normandiya açığında çıkartma
gerçekleşti. Savaşta Batılı müttefikler ve Sovyetler Birliği yetkilileri arasında yapılan
görüşmelerde Almanya'ya karşı bir cephe açılması kararlaştırılmıştır. Bu cepheyi
Fransa'nın Normandiya kıyı şeridinde açmayı kararlaştırdılar. Bu çıkartma bin uçak ve
dört bin çıkartma gemisi ile başladı. Önemli kayıplara rağmen çıkartma başarılı oldu
ve Fransa'nın güneyinden gelen birliklerle 26 Ağustos'ta Paris'te birleşerek kent
kurtarıldı. Müttefikler Amsterdam ve Brüksel'i ele geçirmişler ve Eylül ayının sonunda
Fransa ve Belçika'da savaşan Alman askeri kalmamıştı. Daha sonra Müttefik
kuvvetleri Ren nehrini aşarak Alman topraklarına girdiler. Doğuda ise aynı zamanda
Sovyet ordusu Polonya ve Baltık ülkelerine girdi. Eylül'de Bulgaristan Sovyet
tarafından işgal edildi, Romanya ile Finlandiya ise mütareke istediler.
Bütün bu avantajlar, D. Day'in (Normandiya çıkartması gününün kod adı) başarısı ile
oldu.

Nükleer Denemelerin Kısmen Yasaklanması Antlaşması (Test Ban Treaty): bkz.


Atmosferde, Dış Uzayda ve Su Altında Nükleer Denemeleri Yasaklayan Antlaşma

Nükleer Savaşın Önlenmesine İlişkin Anlaşma, 1973

Soğuk savaş döneminde, Küba Bunalımı'ndan sonra ortaya çıkan "yumuşama"


sürecinde, ABD ve SSCB arasında yapılan ikili anlaşma. Bu anlaşma 22 Haziran 1973
tarihinde Washington'da imzalandı. Anlaşma nükleer savaşın çıkma riskini azaltmak
için karşılıklı işbirliğini, düşünce alışverişini ve davranış ilkelerini içermektedir.
Anlaşma, imzalandığı tarihten itibaren yürürlüğe girmiştir.

Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması (Non-Proliferation Treaty), 1968

Soğuk savaş döneminin yumuşama sürecinde, nükleer silahlara ilişkin yapılan çok
taraflı antlaşma.

Soğuk savaşın doğruğa ulaştığı dönemlerde, ABD ve SSCB dışındaki ülkeler nükleer
silahlara sahip olmaya başlamışlardı. Hindistan, İtalya, Japonya ve İsveç, Brezilya,
Federal Almanya, Pakistan, İsrail, Güney Kore, Libya ve İran nükleer bomba yapma
yönünde çalışmalar yapıyorlardı. Bunun üzerine, özellikle bağlantısız devletler,
Birleşmiş milletler çerçevesi içinde nükleer silahların yayılmasını önlemek için
girişimde bulunmuşlardı. Federal Almanya'yı NATO çerçevesi içinde nükleer tetikte
söz sahibi yapacak olan "Çok Taraflı Nükleer Güç" (MLF-Multilateral Force) konusu,
Sovyetler Birliği veAmerika Birleşik Devletleri arasında tartışma yaratmıştı. Sovyetler
Birliği, Almanya'nın "nükleer tetikte" parmağının bulunmasına karşı geliyordu.
Bağlantısızlar grubu ise, nükleer silahların hem devletler arasında, hem nükleer
devletlerin ellerindeki silah sayısı ve güç artışına karşıydılar ve bu konudaki
amaçlarını gerçekleştirmek için, geniş kapsamlı tedbirler üzerinde duruyor, nükleer
deneylerin tümden yasaklanmasından yanaydılar.

İki büyük devlet, nükleer silahların yayılmasını önlemek için, 1 Ocak 1967 tarihinde
anlaştıkları metin, 14 Mart 1968 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'na
sunuldu. Kurul'a gelen metin yapılan bazı değişikliklerden sonra, Nükleer Silahların
Yayılmasını Önleyen Antlaşmanın (The Non-Proliferation Treaty) imzaya açılmasını
öngören tasarı, 95 olumlu oya karşı, 4 olumsuz (Arnavutluk, Küba, Tanzanya ve
Zambiya) oyla kabul edilmiş, 21 devlet ise çekimser oy kullanmışlardır. Antlaşma, 1
Temmuz 1968 tarihinde Moskova, Washington ve Londra'da imzaya açıldı. Yürürlüğe
girdiği tarih ise 5 Mart 1970'tir.

Nürnberg Mahkemeleri (Nüremberg Mahkemesi)


II. Dünya Savaşı sonunda savaş suçlularının cezalandırılmasını sağlamak için
Müttefik devletler tarafından kurulan mahkeme. Uluslararası Askeri Mahkeme bu
davalara bakma yetkisini 8 Ağustos 1945'te ABD, İngiltere, SSCB ve Fransa geçici
hükümeti temsilciliklerinin imzaladığı Londra Anlaşması'ndan alıyordu. Yetkisine
giren konular ise barışa karşı suçlar, insanlığa karşı işlenen suçlar, savaş yasalarını
ihlal eden suçlar ve ilk üç kategoride belirtilen suçları işlemek üzere ortak bir
anlaşma içine girmeydi. Nürnberg'de kurulan bu mahkeme 20 Kasım 1945'te
başlamış ve 1 Ekim 1946'da sona ermiştir. Mahkemenin aldığı kararlara sanıklardan
ve dışardan eleştiriler gelmiştir. Bu eleştiriler: 1)Mahkemenin yetkili olup olmadığı,
2)Kanunsuz suç ve ceza olmaz prensibine aykırılık, 3)Mahkemede tarafsız ve yenik
devletlerden yargıç bulunması, 4)Yalnızca yenik devletlerin yargılanmış olması.

Oder Neisse Hattı

II. Dünya savaşından sonra müttefiklerce düzenlenen Polonya-Almanya sınırı. Savaş


sonrası dönemin dönüm noktasını oluşturan Yalta Konferansında ele alınan
konulardan biri de Polonya sorunuydu. Savaşın galip devletlerinden Sovyetler Birliği,
Polanya'da, Almanya'nın aleyhine genişlemesini öngören bir sınır öneriyordu. O
zaman iki ayrı Polonya Hükümeti vardı. Biri Alman ve Sovyet işgali sırasında
Londra'ya kaçan hükümetti. Öteki ise, Sovyetler Birliğinin işgal bölgesinde kurdurup
tanıdığı ve Lüblin kentinde kurulduğu için "Lüblin Komitesi" adını alan komünist
hükümetti. İşte Stalin bu hükümeti destekliyordu. Sonunda bir koalisyon hükümeti
kurulması kararlaştırıldı.

II. Dünya savaşından önce "Curzon Çizgisi" Polonya-Sovyet sınırı olarak saptanmıştı.
Polonya, Fransa'nın da desteği ile, bu sınır kabul etmedi. Riga Barış Antlaşması ile,
Polonya sınırı Curzon Çizgisi'nin çok doğusuna doğru genişledi. Böylece, Polonya'nın
içine birçok Ukraynalı ve Beyaz Rus girdi. Daha sonra, Yalta'da Sovyetler Birliği eski
"Curzon Çizgisi" üzerinde ısrar edince, öteki devletler bunu doğal karşıladılar ve
Sovyet isteklerini yerine getirdiler. Ayrıca Sovyetlere Doğu Prusya'daki Königsberg
kenti, Polonya'ya da terkettiği topraklara karşılık olarak, Almanya'dan, yani
batısından toprak verildi. Oder-Neisse akarsuyu Alman-Polonya sınırı oldu. Böylece
Polonya batıyı kaydırılmış oldu. Güçlü bir Polonya hem Sovyetlerin, hem de
Fransa'nın işine yarıyordu. Federal Almanya 12 Ağustos 1970 tarihinde Sovyetler ile,
7 Aralık 1970 tarihinde Polonya ile yaptığı antlaşmada bu sınır çizgisini tanıdı. Oder-
Neisse hattı Batı-Doğu Almanya sınırını da oluşturmaktaydı.

1990 yılında iki Almanya'nın birleşmesi görüşmelerinde Polonya sınır tekrar


gündeme geldi. Polonya, iki Almanya'dan da güvence istedi. Sonuçta, iki Almanya
Polonya sınırını tanıdıklarını açıkladılar. Birleşme Antlaşması 3 Ekim 1990'da
imzaladığında, Demokratik Almanya'nın Batı'ya ilhakı kesinleşti. Böylece Birleşik
Almanya'nın sınırları Doğuda Oder-Neisse Hattı'na kadar uzandı. Polonya-Almanya
sınırı, devletler arası bir anlaşma ile de tescil edildi.

Ondört Nokta Programı (Wilson İlkeleri), 1918


Birinci Dünya Savaşı sona ermeden, 1918 yılının Ocak ayının ABD Başkan Woodrow
Wilson'un savaş sonrası dünyası ile ilgili görüşlerini içeren bildiri. Bu görüşler "14
nokta"dan oluşmaktaydı. Bunlar: 1)Barış görüşmeleri ve anlaşmaları açıklıkla
yürütülecek, gizli diploması yöntemleri kullanılmayacaktır. 2)Barış ve savaş
döneminde açık denizlerde seyrüsefer serbestisi sağlanacaktır. 3)Uluslararası
ticaretteki engeller kaldırılacaktır. 4)Ulusal silahlanmanın iç güvenliğin gerektirdiği
ölçü ve düzeyde tutulacaktır; 5)Tüm sömürge sorunları özgürce ve tarafsız çözüme
bağlanacaktır. Bu konuda şu kurallar gözetilecektir. 6)Birincisi, Rusya'yı diğer
ulusların istedikleri takdirde ve ölçüde özgürce yardımda bulunulması garanti
edilecektir. İkinci, Rusya'ya kendi siyasi girişimi ve ulusal politikasında bağımsız
olabilme özgürlüğü sağlanacaktır.7)Almanya Belçika'dan çekilecektir ve Belçika
tekrar bağımsız devlet halini alacaktır. 8)Alsace ve Lorraine, Fransa'ya geri
verilecektir. Bunun yanında, Almanya işgal ettiği Fransız topraklarını tekrar Fransa'ya
iade edecek ve verdiği zararı Fransa'ya ödemeyi yüklenecektir; 9)İtalya sınırları
yeniden düzenlenecektir; 10)Avusturya-Macaristan imparatorluğu altında bulunan
halklara özerklik verilecektir; 11)Almanya, Romanya, Sırbistan ve Karadağ'daki
askerlerini geri çekecektir, ayrıca Sırbistan'a denize çıkma hakkı verilecektir.
12)Osmanlı devletinin Türk kesimlerinin egemenliğini güvence altına alınacak,
imparatorluk içindeki öteki uluslara can güvenliği ve özerk gelişme olanakları
sağlanacak ve Boğazlar'dan sürekli geçiş özgürlüğü uluslararası güvence altına
alınacaktır; 13) Bağımsız bir Polonya'ya denize çıkma hakkı verilecek ve
Polonyalı'ların oturduğu bütün topraklar bu devlete bağlanacaktır; 14)Büyük ve
küçük ülkelerin siyasal bağımsızlıklarını ve ulusal bütünlüklerini karşılıklı olarak
garanti altına almak amacı ile özel statüleri olan bir uluslar birliğinin (Milletler
Cemiyeti) en kısa zamanda kurulması için çalışmalara hemen başlanacaktır.

Ortaçağ (Middleage)

İ.S. 5-13. yüzyıllar arasını kapsayan dilimin adı. Bu kelime 17. yüzyıldan beri Avrupa
tarihi sözkonusu olduğunda, kullanılmaya başlanmıştır. Bu kavram, genellikle
insanların öznel bilincinde biçimlendiği için kesin başlangıç ve bitiş noktalarından söz
edilemez. Ancak, bütün bu nedenlere rağmen, tarih kitaplarında Roma
imparatorluğunun bölünme tarihi (M.S. 395) yada son Batı Roma imparatorluğunun
düşüş tarihi (476) gibi noktalar Ortaçağın başlangıcı olarak alınmaktadır. Bitiş
noktaları ise, İstanbul'un fethi (1453); İtalyan kaşif Kristof Kolomb'un Yeni Dünya'yı
(Amerika) keşif (1492); Dini savaşlar olarak bilinen 30 Yıl Savaşlarını sona erdiren
Westphalia Antlaşması (1648); Fransız Devrimi (1789) gibi siyasi tarihte önemli
sonuçlar doğuran tarihler sayılmaktadır.

Ortaçağ kavramı tarihte ilk defa Rönesans düşünürleri tarafından geliştirildi. Bunlar
kendi dönemlerini, Roma İmparatorluğunda yaşanan parlaklık ve "yeniden doğuş"
dönemleri arasında bir geçiş dönemi olarak görmektedirler. Roma'da yaşanan
uygarlığın kendi dönemlerinde yeniden canlandığını görüyorlardı. Roma
İmparatorluğu ile, kendi dönemlerine kadar geçen karanlık dönem için bu tabiri
kullandılar.
Bu olumsuz değerlendirmelere karşın, Ortaçağ büyük siyasal, ekonomik, kültürel,
toplumsal ve sanatsal değişimlerin yaşandığı bir dönemdir. Batı tarihçiler bu dönemi
üç başlık altında incelemektedirler: "Erken Ortaçağ", "Yüksek Ortaçağ" ve "Geç
Ortaçağ".

Ortaçağın ortaya çıkardığı en önemli özellikler, kamu otoritesinin bölünmesi,


feodalizmden kaynaklanan ademi-merkeziyetçiliğin güçlenmesi, ideolojik üstyapılara
dinin egemen olması, piyasa için üretim yapılmasının yaratılması, burjuvazinin kent
ve ülke parlamentolarında temsil edilmesinin sağlanmasıdır.

Orta Menzili Nükleer Silahları Sınırlandırma Antlaşması

Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri arasında nükleer silahların


sınırlandırılması konusunda yapılan iki taraflı antlaşma. Bu anlaşmaya göre tarafların
ellerinde bulundurdukları orta menzili nükleer silahların (INF) tümünün ortadan
kaldıracak ve üretimleri yasaklanacaktı.

1980'li yıllarla birlikte Avrupa'daki silah dengesini kendi lehine çevirmek isteyen
Sovyetler Birliği, orta menzilli ve Avrupa'ya yönelik "55-20" füzelerinin bir kısmını
kendi topraklarında, diğer kısmını ise Doğu Avrupa'daki müttefiklerine yerleştirmeye
başlamıştı. ABD buna karşılık olarak, yine orta menzilli "Pershing II" ve "Cruise"
füzelerini Avrupa'daki müttefiklerine yerleştirdi. Ancak, 1985 yılı geldiğinde
Sovyetler Birliğinin başına Gorbaçov, ABD'de ise Reagan işbasına geldi. İki başkanın
başkanlığının ilk yıllarından sonra silahsızlanma çabalarına olumlu yaklaşmasıyla, iki
ülke arasında INF denen orta menzilli füzelerin yasaklanması görüşmeleri başladı.
Cenevre'de yapılan ön görüşmelerden sonra, 18 Eylül'de iki tarafın görüş birliğine
vardıkları açıklandı. 24 Kasım'da Cenevre'de buluşan Dışişleri Bakanları Shultz ve
Şevarnadze, her iki ülkenin menzilli 500 ile 5499 km arasında olan nükleer füzeleri
yasaklayan, yani Avrupa'da tümünün ortadan kaldırılmasını öngören (O çözüm) bir
anlaşmasının şartlarını belirlediler. İki Başkan arasında zirve toplantısı 8-10 Aralık
1987'de Washington'da gerçekleşti ve 8 Aralık'ta "INF" Antlaşması imzalandı.

Yapılan antlaşma her iki tarafa, getirilen koşullara uyulup uyulmadığını doğrulama
hakkını tanımaktadır. antlaşma, dört ana belgeden oluşmaktadır. Bunlar: 1)ABD ve
SSCB'nin elinde bulundurdukları tüm orta ve daha kısa menzilli nükleer füzeleri üç yıl
içinde yok etme yükümlülüğü getiren ve bu süre sonrasında bu tür silahları
yasaklayan, ayrıca antlaşmanın koşullarına tam uyulup uyulmadığının etkin biçimde
doğrulanmasını sağlayan antlaşma maddeleri; 2)01 Kasım 1987'den itibaren;
silahların yerleri, sayıları ve nitelikleri konusunda antlaşmanın imzalanmasından
önce tarafların birbirlerine verdikleri verileri biraraya toplanan "Veriler Konusunda
Anlayış Memorandumu" (MOU); 3)Üzerinde anlaşmaya varılmış olan yerinde
denetleme, ani denetleme ve diğer türlü denetleme yöntemlerinin nasıl yerine
getirileceğini belirleyen Denetleme Protokolü, 4)Füzelerin rampalarının, destek
sistemlerinin, destek yapılarının ve destek tesislerinin nasıl ortadan kaldırılacağını
ayrıntılı biçimde anlatan "Yoketme Protokolu"dur.
Andlaşmanın süresi sınırsızdır. Taraflardan herhangi biri anlaşmanın konusu ile ilgili
olarak belirlenecek olağanüstü durumların kendi çıkarlarını tehlikeye koyduğu
kanısına sahip olduğu takdirde, anlaşmadan çekilecektir.

Otuz Yıl Savaşları, 1618-1648

Katolik ve Protestan davası üzerinde Alman topraklarında sürdürülen bir dizi


uluslararası ve iç savaş (1618-1648). Savaşın nedenine bakıldığında, 1555 yılında
yapılan Augsburg anlaşmasının uygulamada yürümediğini görüyoruz. Bu anlaşma
her devlete vatandaşlarının dinini belirleme yetkisini tanımıştı. Ancak protestanlar
anlaşmanın başarısızlığa uğradığını gördüklerinde, haklarını savunmak için
aralarında birlik kurdular ve 1618'de başlattıkları ayaklanma, Otuz Yıl Savaşlarının
başlangıcı sayılır. Protestanlar dışarıdan destek sağlamak için İngiltere, Fransa ve
Hollanda nezdinde girişimlerde bulundular. Katolik Alman devletleri ise 1609'da
Kutsal Roma İmparatoru'nun desteği ve Bavyera'nın önderliğinde birleştiler. Savaş,
oluşan bu iki kamp arasında başladı. Bunun sonucu da, savaş karmaşık bir hal aldı.
Savaş bir kere Katolik ve Protestanlar arasında bir Alman İç Savaşı, diğer taraftan da
Kutsal Roma İmparatoru ile bağımsızlıklarını sağlamak için çabalayan üye devletleri
arasında sürdürülen bir savaş niteliğini aldı. Ayrıca işin içine Fransa, Habsburglar,
İspanya, Hollanda, Danimarka, İsveç ve Transilvanya'nın karışması, savaşın
uluslararası bir nitelik almasını sağladı. Savaş Protestanlar'ın zaferi sonucu 1648
tarihli Westphalia (Vestefalya) barışı ile bitmiştir.

Savaş sonunda, Avrupa güç dengesi tamamen değişmişti. İspanya Batı Avrupa'daki
üstünlüğünü yitirmiş, Fransa Avrupa'da en güçlü hale gelmişti. İsveç, Baltık
denizinde üstünlük sağlamış, Flemenk Cumhuriyeti bütün ülkeler tarafından
bağımsız bir cumhuriyet olarak tanınmıştı. Kutsal Roma İmparatorluğu'na bağlı bütün
devletler tam bağımsız hale gelmişlerdi. Kilisenin gücü sınırlandırılmış, Augsburg
barışının hükümleri yinelenmiş ve Almanya'da Katolik, Protestanlık ve Calvinizm
geçerli dinler haline gelmiştir. Artık Avrupa, kendi yasalarına göre davaranan, kendi
ekonomik ve siyasal çıkarlarını izleyen, istediği tarafta yeralan, ittifaklar kuran ve
bozan modern bağımsız devletlerden oluşacaktır. Bugün anladığımız anlamda
devletlerin oluşturulduğu uluslararası sistem, Westphalia Barışı ile kurulmuştur.

Ödünç Verme-Kiralama Programı (lend and lease), 1941

Amerika Birleşik Devletlerinin, II. Dünya Savaşında, Hitler'e karşı savaşan devletlere
yaptığı yardım programı. Ödünç Verme ve Kiralama Yasası, 1941 yılında Roosevelt
tarafından ABD kongresine tasarı olarak sunuldu.

II. Dünya Savaşı başladığından Amerikan, kamuoyu, Almanya'ya karşıydı. Bunun


nedeni, Hitlerin yayılmacı ve saldırı politikası, Yahudilere karşı tutumu, demokrasiye
olan karşıtlığı, yapılan antlaşmaları çiğnemesidir. Ancak bu kötü imaj, savaşa girmeyi
gerektirecek kadar etkili değildi. ABD I. Dünya Savaşı'nda aldığı dersten dolayı,
çıkardığı tarafsızlık yasaları ile, savaştan uzak kalmayı tercih ediyordu. Ancak, savaş
Almanya'nın lehine bir gelişme göstermeye başlayınca, ABD bu tarafsızlık
yasalarında değişiklik yapılmasını gerekli gördü. Tarafsızlık yasalarına göre, ABD'den
savaş malzemesi ihraç edilmesi yasaktı. Almanya ise bu durumdan yararlandı. 4
Kasım 1939'da yapılan bir değişiklikle, savaş malzemesinin ödenmesi olduğu ancak
paranın peşin satışı serbest gerektiği ve mülkiyetinin hemen el değiştirmesinin şart
olduğu açıklandı. Ancak yasalarda yapılan değişikliklerin İngiltere'ye yeterli
olmayacağı anlaşıldı. İngiltere, para ve silah yardımı istiyordu. ABD Kasım 1940
yılında, İngiltere'ye 50 destroyer verdi. Vermesinin nedeni de, ABD'nin güvenliği, o
dönemde İngiliz deniz gücüne bağlıydı. ABD en büyük yardımı, Kongreye sunduğu
Ödünç Verme-Kiralama Yasa tasarısı ile gerçekleştirmeye çalıştı. Buna göre,
Müttefiklere her türlü silah, hammadde, yedek parça ve yiyecek dahil her türlü
yardım sağlanacaktı. Bu yardım 50 milyar dolaklıktı. 6 milyarı yiyecek, 4 milyarı
hizmet, geriye kalanı ise savaş malzemesidir. Bu yardımın en büyük payının İngiltere
almıştır: 31 milyar. Bunu 11 milyar ile Sovyetler Birliği, 3 milyar ile Fransa ve 1,5
milyar ile Çin izlemektedir. Yasa, tasarısı 11 Mart 1941 tarihinde, Kongre'den yasa
olarak çıktı ve savaşın bitimine kadar yürürlükte kaldı (1941-1945).

Pan-Arabizm

Arapça konuşulan bütün İslam ülkelerini, büyük bir ortak düzen içinde birleştirmeyi
amaç edinen siyasi hareket.

Panislamizm hareketinin durakladığı Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra gelişen Pan-


arabizm XIX. yy.'da Arap dilinin ve kültürünün yeniden canlanışı olarak Mısır'da
ortaya çıktı. XIX. yy.'ın başlarında, Avrupa'da özellikle Osmanlı İmparatorluğu'nun
yönetimi altında bulunan Balkan milletlerinde başlayan milliyetçilik uyanışı, kısa bir
süre içinde Mısır'a sıçradı. XIX. yy. ortalarında Genç Osmanlılar tarafından ortaya
atılan Panottomanizm düşüncesine karşılık, Mısır'da da, Arapça konuşan bütün
milletleri bir bayrak altında toplama ülküsünü güden Pan-arabizm akımı doğdu. Arap
ülkelerinin, özellikle petrol kaynaklarının bulunduğu bölgelerin, Angloamerikan
şirketlerinin eline geçmesi yüzünden, küçük Arap emirlikleri doğduğu için bu
düşünce başarılı olamadı. Pan-arabizm ülküsü, bağımsız Arap devletlerin ortaya çıkışı
yüzünden bölünmeleri önleyemedi; ancak, Avrupa devletlerinin yardımlarıyla
Osmanlı İmparatorluğunun yönetiminde bulunan Arap topraklarının Türklerin elinden
çıkmasını kolaylaştırdı. İkinci Dünya Savaşı sonunda bu görüşün niteliği, Kahire'de
kurulan, Mısır, Lübnan, Suriye, Ürdün, Suudi Arabistan, Yemen ve Libya'nın katıldığı
Arap Birliği'nin doğmasıyla ortaya çıktı (1945). Mısır ile Suriye'yi biraraya getiren
Birleşik Arap Cumhuriyeti denemesi, kısa süreli olmasına rağmen (Şubat 1958-Eylül
1961) Pan-arabizmin bir aşaması sayılabilir.

Pan-İslamizm

19. yüzyılda İslam liderleri tarafından ortaya atılan İslami birlik düşüncesi. Bu
düşüncenin temelini, Avrupalı'ların Müslüman topraklarında hakimiyet kurmaları ve
kısmen müslüman dünyasında yaşanan durgunlukta aramak gerekir.

Pan-islamism 19. yüzyılda. müslüman liderlerinin en çok tuttukları bir görüştür. Bu


müslüman liderlerin başını çektiği Osmanlı sultanı ve Halifesi II. Abdülhamit (1876-
1909 hakimiyet dönemi) müslüman dünyasında bu görüşü bütün müslümanlara
yaymak için girişimlerde bulundu. Bu konuda ilk adımı Hicaz demiryolunun
yapılmasıydı.

Pan-islamizmin önde gelen ideologlarından biri Cemaluddin Afgani, yaptığı


konuşmalar ve yazdığı kitaplar ile, bu görüşün uzak topraklara da yayılmasını
sağladı. Bu görüşün diğer bir ideologu ise Abdullah Sahraverdi'dir. Kendisi 1903
yılında Londra'da Pan-islamizm derneğini kurdu. Amaç iki islami sekte olan Şii ve
Sunni'leri birleştirmekti.

Abdülhamid'in ölmesi (1909) Pan-İslamizm hareketinin gerilemesine neden olmuştur.


Abdülhamid'in bütün islam unsurlarını biraraya getirmede başarısız olması, bu
hareketin içinde bulunanları yeni bir arayışa sevketmiştir. Fakat yapılan arayışların,
islam evrenselliğine uygun olmaması yüzünden, tekrar başarısız olmuştur. Birinci
Dünya Savaşından sonra Osmanlının yıkılması ile saltanatın kaldırılmış, ardından da
hilafet kurumu feshedilmiştir (1924). İslam dünyasının halifesiz kalması, bundan çok
etkilenen Hindistan Müslamanlarını, yeni bir hilafetin kurulması konusunda girişime
sevketmiştir. 1926 yılında Mekke ve Kahire'de hilafet kongreleri yapılmış, fakat hiçbir
sonuç çıkmamıştır.

İkinci Dünya savaşından sonra, Pan-islamizm düşüncesi geride kalmış, yerini Neo-
Pan-islamizm almıştı. Amaç, tek bir merkezi kurum altında bütün müslümanların
birleşmesini amaçlayan Pan-İslamizmden farklı olarak, uluslararası camia
çerçevesinde yapılacak faaliyetlerin eşgüdümlenmesidir.

Pan-Slavizm

Orta ve Doğu Avrupa'da yaşayan Slavlar'ın ortak etnik geçmişinin kabul edilmesi ve
bu slavlar arasında kültürel ve siyasi birlik sağlanmasını amaçlayan hareket. Bu
hareket ilk defa 19. yüzyılda ortaya çıktı. Hareket, Batı ve Güney Slav entellektüel,
bilimadamları ve şairler arasında ortaya çıktı. Bunlar ilk olarak, Slav halkının
şarkılarını, folklörünü ve köylü lehçelerini inceleyerek, aradaki benzerlikleri
göstererek, Slav birliği anlayışını geliştirmeye çalışıyorlardı. Prag kenti, Slav tarihinin
araştırıldığı bir yer olduğu için, Pan-Slavizmin merkezi oldu.

Avusturya-Macaristan ihtilaller ile sarsıldığı sırada, 1848 yılında Prag'da bir Slav
kongresi toplandı. Amaçları, Avusturya'nın merkezi monarşik yönetimine son verip,
eşit halklardan oluşan bir federasyonun kurulmasını sağlamaktı. Bunun üzerine Pan-
Slav hareketi 1860'larda Rusya'da yaygınlaştı. Rusya o zaman, Habsburg ve Osmanlı
yönetiminden, Slavların tek kurtarıcısı olarak görülüyordu. Rus Pan-Slavistleri,
hareketin kurumsal temelini değiştirerek, Slavofil anlayışı savundular. Buna göre,
Batı Avrupa manevi ve kültürel açıdan iflas etmiştir ve Rusya'nın tarihsel misyonun,
siyasal egemenlik kurarak Avrupa'yı gençleştirmek ve Rusya egemenliğinde bir Slav
konferasyonu kurmaktır.

Rus yönetimi bu görüşü resmen desteklememesine rağmen, İstanbul ve Belgrad'ta


bulunan Rus elçileri, Pan-Slavizmi ateşli bir biçimde savunarak, Rusya ve Sırbistan'ı
Osmanlı Devleti'ne karşı savaşan sokmayı başardılar. (1876-1878)
20. yüzyılın başlarında, Pan-Slav hareketini yeniden canlandırmak için ciddi
girişimlerde bulunuldu. Fakat Slav halkları arasındaki gelişmeler bunu engelledi. 20.
yüzyılın ikinci yarısında değişik gelişmelerin ortaya çıkması, özellikle 1991 yılında
Yugoslavya'da savaş başlaması bazı Slav liderlerini yeni bir savaşa yöneltti.
Sözgelimi, Sırbistan Devlet Başkanı Miloseviç Yunanistan ile işbirliğine gidip, diğer
Balkan ülkelerinin de katılacağı bir "Ortodoks Birliğinin kurulmasını önermiştir.

Paris Barış Antlaşması, 1763

İngiltere ve Fransız arasında sömürge, ticaret ve deniz gücü için yapılan Yedi Yıl
Savaşları sonunda imzalanan antlaşmadır. Bu antlaşma ile İngiltere ilk defa bir dünya
gücü olarak tanındı ve yüz yıl süren Fransa-İngiltere mücadelesi, İngiltere lehine
sonuçlandı. Ayrıca İngiltere Asya ve denizlerinde güç dengesi sağlayacak hale geldi.
Hindistan, Afrika ve Amerika'daki Fransız toprakları, İngiltere'nin denetimi altına
geçti. Fransa Kuzey Amerika'daki bütün topraklarını yitirdi. Ancak Fransa büyük bir
yenilgi almasına rağmen, ekonomik bir felakete sürüklenmedi. Meksika'nın
kuzeyindeki Amerika, İngilizce konuşan dünyanın bir uzantısı haline geldi. Hindistan
ise, İngiliz İmparatorluğu'nun ekonomik sisteminin en önemli parçası haline geldi.

Paris Barış Konferansı, 1919-1920

I. Dünya Savaşı sonunda, barış antlaşmalarının yapıldığı konferans. Bu, yenik


devletlerin hatta Sovyetler Birliği'nin çağrılmadığı, üç büyük devletin düzenledikleri
konferanstır. Herşeyden önce, bu üç büyük devlet adanı, Wilson (ABD başkanı),
Georges Clemenceu (Fransa Başbakanı) ve Lloyd George (İngiltere Başbakanı)'un
eseridir. Konferansa İtalya Başbakanı Vttorio Orlando katılmıştı. Konferans, 18 Ocak
1919 tarihinde yirmi yedi ülkenin katılımı ile çalışmalarına başladı. Konferansta bir
Yüksek Konsey oluşturulmuş, bütün önemli konularda Konsey'in yetkili olması
kararlaştırıldı. Dışişleri Bakanları düzeyinde temsil edilen, bir Beşler Konsey'i
oluşturuldu. Bu Konsey, ikincil önemde olan konuları ele alacaktı. Ekonomik
konularda danışmanlık yapmak için bir Yüksek Ekonomik Konsey'i oluşturuldu.

Konferansta karşılaşılan en önemli sorun, bozulmuş olan Avrupa güç dengesiydi.


Avusturya-Macaristan imparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu ile Rus Çarlığının
yıkılması, Avrupa'da bir güç boşluğu yaratmıştı. Ancak en büyük sorun Almanya ile
Orta ve Doğu Avrupa'ydı. Avrupa'da kurulacak olan güç dengesi öyle bir hale
getirilmeliydi ki, Almanya'nın tekrar bir militarist ve yayılmacı bir devlet olarak
sivrilmesi önlensin. Ayrıca Orta ve Doğu Avrupa'nın sınırları öyle çizilmeliydi ki,
ekonomi, güvenlik ve milliyet esasına göre çizilecek ve bir daha bozulmayacaktı.

Konferansın sonunda yenik devletlere imzalattıkları antlaşmalar şunlardır:

Almanya ile Versay Antlaşması (28 Haziran 1919), Avusturya ile St. Germain
Antlaşması (10 Eylül 1919). Bulgaristan ile Neuilly Antlaşması, (27 Kasım 1919).
Konferansta Başkan Wilson'un ortaya attığı Milletler Cemiyeti fikrine ilişkin sözleşme
28 Nisan'da onaylandı. Konferans, Milletler Cemiyeti'nin resmen kurulması ile (20
Ocak 1920) sona erdi.
Sonuç olarak Paris Barış düzenlemesinin en önemli ilkesi, "Self-determination" (her
ulusun kendi kaderini kendisinin tayin etmesi hakkı)'nın kabul edilmesidir.

Paris Komünü, 1871

Bismarck'ın Fransa'nın Katolik Alman devletleri üzerindeki denetimini kırmak için


1870 yılında Fransa'ya karşı açtığı savaştan sonra 18 Mart-28 Mayıs 1871 tarihleri
arasında Paris'te başlayan ayaklanma. Ayaklanma ve ondan sonra 21 Mart'da
yapılan yerel yönetim seçimlerinde devrimciler kazandıklarından komün yönetimi
kuruldu. Bu yeni oluşturulan yönetim, 1793 Fransız devrim geleneğini sürdüren ve
devrimin Paris Komünü denetiminde olmasını savunan Proudhon'cular ve şiddet
yanlısı Bloquiciler'den oluşmaktaydı.

Paris Komünü bir program yayımladı. Buna göre, Devlet dine verdiği desteği
çekecektir. Fransız Cumhuriyet takvimi kullanılacak, iş saati on saat ile
sınırlandırılacaktır.

Hükümet birlikleri, Komüncülere karşı 21 Mayıs 1871 tarihinde saldırı başlattı, 20 bin
komüncü öldürüldü. Ayrıca 38.000 kişi tutuklandı ve 8.000'e yakın kişi sınır dışı
edildi. Hükümet, bunun ardından elde ettiği güçten, sert yöntemlere başvurdu.

Paris Komünü, Marksistler tarafından tarihin ilk sosyalist devrim denemesi olarak
kabul edilir. Kral Marks Paris Komünü'ne, Proletarya diktatörlüğünün ilk örneği olarak
bakmıştır.

Paris Kongresi, 1856

Osmanlı Devleti, Fransa, İngiltere, Avusturya, Prusya, Sardunya-Piyemonte ve Rus


çarlığı arasında, 25 Şubat-30 Mart 1856 tarihleri arasında düzenlenen Kongre.

1853 yılında Osmanlı-Rusya arasında Kırım Savaşı başlamıştı. 1854 yılında Rusya'nın
Sinop'daki Osmanlı donanmasını bir baskın yaparak yakması üzerine, İngiltere ve
Fransa Osmanlı'nın yardımına koştular. Piyemonte'nin de Osmanlı devletinin yanında
katıldığı savaş, 1856 yılında Rusya'nın barış istemesi üzerine bitti. 19. yüzyılda
Osmanlılar'ın Rusya'ya karşı kazandıkları tek savaş olan "Kırım Savaşı" sonunda, 30
Mart 1856 tarihinde Paris Kongresi'nde, "Paris Barış Antlaşması" imzalandı. Bu
antlaşma 34 madde ve bir geçici maddeden oluşuyordu.

Antlaşmaya göre, Rusya işgal ettiği Kars ve diğer Osmanlı topraklarını terkedecekti.
Osmanlı Devleti bir Avrupa devleti olarak tanınacak, bütünlük ve bağımsızlığına
saygı gösterilecekti. Osmanlı Devleti'nin içişlerine karışılmayacaktı. Karadeniz
tarafsız bir statüde kalacaktı. Karadeniz kıyılarında Rusya ve Osmanlı devleti tersane
bulundurmayacaklardı. Rusya Beserabya'yı Boğdan'a bırakılacaktı. Eflak ve Boğdan
tarafların güvencesi altına alınacak, ancak Osmanlı Devleti'ne bağlılıkları sürecekti,
içişleri ve ticarette ise serbest olacaklardı.

Bu hükümler, Osmanlı devletinin parçalanmasında dönem noktası olarak görülebilir.


Eflak ve Boğdan özerkliklerini aldıktan sonra, Fransa ve Rusya'nın desteği ile, 1869
yılında birleşeceklerdir. Eyaletlerin Romanya adı ile tam bağımsızlıklarını almaları,
1878 yılında ve bir başka Osmanlı-Rus savaşı sonunda gerçekleşecektir.

Paris Şartı: bkz. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı

Pasifik Doktrini

1975'te ABD Başkanı G. Ford'un ilan ettiği Pasifik politikası ilkeleri. Buna göre, ABD
Güneydoğu Asya'nın güvenliği ile yakından ilgilidir ve buralarda menfaatleri vardır.
ABD'nin varlığı Pasifik bölgesi için elzemdir. Burada Japonya'da ortaklık, Çin ile
ilişkilerinin normalleşmesi ve güçlendirilmesi, Güney Kore ile sıkı ilişkiler ve orada
ABD varlığı, Pasifik bölgesiyle ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi gibi hususlar
savunulmuştur.

Pearl Harbor Baskını, 1941

Japonya'nın II. Dünya Savaşı'nda (7 Aralık 1941) Oahu adasındaki (Hawaii) Pearl
Harbor'da bulunan ABD'nin deniz üssüne düzenlediği saldırı. Saldırı savaşta tarafsız
kalmak isteyen ABD'nin savaşa girmesine neden olmuştur.

Japonya'nın, İkinci Dünya Savaşı başladığında Almanya ve İtalya ile ittifak kurması,
ABD'de tedirginlik yaratmıştı. Bunun üzerine ABD, ülkesinde bulunan Japon
varlıklarını dondurdu, ayrıca petrol ve savaş mazemelerinin gönderilmesini
yasakladı. 1941 yılının Temmuz ayı geldiğinde, ABD, Japonya ile olan bütün mali ve
ticari ilişkilerini kesti. Japonya, buna cevap olarak saldırı hazırlıklarını başlattı.

ABD donanmasına gerçekleştirilecek olan, saldırı, Japonya Birleşik Donanması'nın


Komutanı Amiral Yamamoto İsoroku tarafından titiz bir şekilde planlamıştı. 23
Kasım'da Komutan yardımcısı Nagumo Çuiçi'nin yönetiminde 6 uçak gemisi, 2 savaş
gemisi, 3 kruvazör ve 11 destroyerden oluşan bir filo, Hawaii'nin yaklaşık 440 km
kuzeyindeki bir noktaya doğru hareket etti. Saldırı bu noktadan 360 uçakla
gerçekleştirildi. Yerel saatle 7.55'te başlayan saldırı, ABD savaş gemilerine ağır
darbe vurdu. "Virginia", "Arizona" ve "West Virginia" adlı gemiler battı. Daha sonra
"Maryland", "Pennsylvania", "Neroda" ve "Tennessee" gemilerine ağır hasar verildi.
Ayrıca 140'tan fazla uçak yok oldu. Askeri kayıpların toplamı ölüler dahil, 3.400'ün
üstündeydi. Japonya'nın ise sadece 29 uçak ve 5 denizaltısı yok oldu.

Japonya, Pearl Harbor baskınında hava gücünün deniz gücüne üstünlüğünü


kanıtlamıştı.

Peel Raporu

İngiltere tarafından Filistinlilerle Yahudiler arasındaki anlaşmazlık ve uyuşmazlıkları


araştırmak üzere Robert Peel başkanlığında 1936 yılında kurulan komisyonun
hazırladığı rapor. 1920 yılında Filistin'de başlayan İngiliz manda yönetimi, Filistin'de
bir Yahudi devletini kurmak istiyordu. Diğer taraftan da Filistinlilerin haklarını
korumayı amaçlıyordu. Ancak bundan hoşnut olmayan Filistinliler (Araplar) İngiliz
mandasına karşı gelerek, 1936 yılında ayaklanma başlattı. Bunun üzerine kurulan
komisyon biriktirdiği verileri ve yaptığı incelemeleri, bir rapor halinde 1937 yılında
yayımladı. Rapor'da, Filistinde sükunetin sağlanması için manda yönetiminin yararsız
olduğu kabul ediliyor, bir Arap devleti, bir Yahudi devleti ve kutsal yerleri kapsayan
bir tarafsız bölgenin kurulması öneriliyordu. İlk önce önerileri kabul eden İngiliz
hükümeti, görüş değiştirerek, 1938 yılında Rapor'u reddetti.

Petrol Ambargosu, 1973

1973 Arap-İsrail Savaşı sonucunda OPEC (The Organization of Petroleum Exporting


Countries-Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü) ülkelerinin, savaşta İsrail'e yardım eden
ülkelere petrol arzını durdurması.

Batılı ülkeler kendi endüstriyel ihtiyaçlarını karşılamak için, Ortadoğu petrollerine


yöneldiler. Çok geçmeden Batılı petrol şirketleri, petrol üretiminin her alanında
kendilerini göstermeye başladılar. Bu şirketler, petrolun taşınması ve dağıtımını
kontrolleri altında tutuyorlardı. Aynı zamanda hem fiyat hem petrol arzını
belirliyorlardı.

Petrole sahip ülkeler ise çok az bir pay almaktaydılar. 1946 yılında, şirketler petrol
üretiminin %82'sine, petrol ülkeleri ise sadece %18'ine sahiptiler. Ancak durum
1960'larda değişmeye başladı. 1960 yılında OPEC kuruldu ve ilk talep edilen şey,
fiyatların artışı ve daha büyük paya sahip olmaydı.

OPEC ülkeleri kendi kaynaklarını kendilerinin kontrol etmelerini egemenlikten gelen


bir hak olarak görüyorlardı. Zamanla OPEC ülkelerinin petrol üretimindeki payları
artmaya başladı. 1946'daki %18'lik pay, 1960 yılında %50'ye ve 1970'de, %70'e
yükseldi. Bununla, OPEC ülkeleri petrol üretimini kontrolleri altına almaya başladılar.

1973 yılında Arap-İsrail Ramazan (Yom Kippur) savaşında yaşanan yenilgi, petrolu bir
siyasi güç haline getirdi. Savaş, OPEC'in iki karar almasına neden oldu. İlk olarak,
OPEC, İsrail'e yardım edenlere "petrol ambargosu" uygulama kararı aldı. İkincisi de,
petrol fiyatların %400 arttırılması kararıydı. Petrol'ün, OPEC ülkeleri tarafından
gelişme, kalkınma ve dış politikada hedeflerin gerçekleştirilmesi amaçlı olarak
kullanılması durumu bugün de devam etmektedir.

Polisario Cephesi

Batı Sahra'nın bağımsızlığı için mücadele veren örgüt. 20. yüzyılın üçüncü
çeyreğinde yoğunlaşan sömürgelerin bağımsızlık mücadelelerinden Batı Sahra'da
payını almıştı. Sömürgeciliğe karşı başlayan hareketler, İspanya sömürgeciliğinin
sonunu göstermişti. İspanya, kendi sömürgelerinden biri olan Batı Sahra'dan 1976'da
çekilmişti. İspanya'nın yerini almak isteyen Fas, işgal girişiminde bulunmuş, bu işgal
de Polisario Cephesi tarafından engellenmiştir. Daha sonra 1976 yılında Cezayir'de
sürgün "Arap Demokratik Cumhuriyeti"ni kuran örgüt, Libya'dan destek almıştır.
Cephe Moritanya ile yakınlaşarak, "Afrika Birliği Örgütü" tarafından destek görmüş
ve Fas'a karşı mücadele etmiştir.

Porter Doktrini
Bir devletin borcunu ödememesi durumunda uygulanması gereken önlemlere ilişkin
bir uluslararası hukuk görüşü. Bir devletin vatandaşlarının bir başka devletten
alacaklarını tahsil edemedikleri durumlarda, borçlu devlete karşı zorlama tedbirlerine
başvurulup vurulamayacağı konusu 20. yy. başlarında en çok tartışılan konulardan
biriydi. Dönemin Arjantin Dışişleri Bakanı Louis Drago, 1907 yılında yapılan, II. La
Haye Barış konferansında, bu gibi konularda borçlu devlete karşı zorlama
önlemlerine başvurulamayacağını savunmuştu. Fakat çoğunluk bunu kabul
etmemişti. ABD temsilcisi General Horace Porter bazı öneriler getirmiştir. Verilen
önerilere göre, ilke olarak borçlu devlete karşı borcunu ödettirmek için zorlama
önlemlerine başvurulamayacaktı. Bununla beraber, borçlu olan devlet konunun
hakemliğe götürülmesini kabul edecekti. Eğer sözkonusu olan devlet hakemin
kararına uymazsa, o zaman o devlete karşı zorlama önlemleri kullanılacaktır. Bu
görüş konferanstaki çoğunluk tarafından kabul edilerek, yeni bir doktrin (Porter)
halini aldı.

Potsdam Konferansı, 1945

II. Dünya Savaşı sonlarına doğru Müttefik devletlerin yaptığı son konferans.
Konferans, Prusya devletinin kraliyet merkezi olan Potsdam'da yapıldı. Konferansa
ABD'den Başkan Truman, İngiltere'den Başbakan Winston Churchill (Konferans
sürerken yapılan seçimlerde Churchill iktidardan düştü ve Attlee yeni Başbakan
olarak Potsdam konferansına katıldı) ve Sovyetler Birliği'nden Stalin katılmıştır.

Temmuz 1945'te başlayan Konferans, tarihin en büyük zaferinden sonra toplanmıştır.


Fakat çözülmesi gereken sorun çok önemliydi: Avrupa'nın yeniden kurulması.
Avrupa'nın savaştan yıkık çıkması, bu ihtiyacı doğurmuştu. Potsdam konferansı,
planlandığı tarihten birkaç gün sonra başlamıştı. Tarihçiler bu konuda Truman'ı
sorumlu tutmaktadırlar. Truman, konferansa ilk atom bombası denemesinin
sonucunu beklerken gitti. Konferans'ta, barış antlaşmalarını hazırlayacak bir Dışişleri
Bakanları Kurulu kuruldu. Üzerinde durulan en önemli konular: Almanya sorunu,
Polonya sorunu, Avusturya'nın işgali, SSCB'nin Doğu Avrupa'daki rolü,savaş
tazminatları ve Japonya ile süren savaşın durumuydu. Konferansta en çok tartışılan
konu Almanya idi. Müttefikler, Almanya'nın yenilmesi kesinlik kazanmaya başlayınca,
Almanya'nın parçalanması konusundaki eski görüşlerini değiştirmeye başladılar.
Churchill Mart 1945'te "Almanya'yı parçalamayı düşünmüyoruz" demekteydi. Stalin
ise Almanya'yı parçalamayı istemediğini söyledi. Stalin Ruhr bölgesinden tamirat
almak istiyordu. Potsdam'da, daha çok Almanya'nın Nazilikten ve askerlikten
arındırılması konusu üzerinde duruldu. İlk önce savaş suçlularının cezalandırılmasına
karar verildi. Alman askerlerinin elinden silahların alınması, demokratik düzenin
kurulması; bunu yapmak için ise, eğitim sisteminin tümüyle değiştirilmesi gerekirdi.
Bunun için Almanya'nın bir süre işgal altında kalması kararlaştırıldı. Buna göre,
Almanya, Sovyet, İngiliz, Amerikan ve Fransız işgal kuvvetleri komutanlarınca
yönetilecek dört ayrı işgal bölgesine ayrılacaktı. Berlin, Viyana ve Avusturya aynı
şekilde bölünecekti. Almanya'da demokrasiyi kurmak için, tüm ülkeyi kapsayan ve
yerel özerkliğe sahip devletlerden oluşan bir federasyon kurulmasına karar verildi.
Maliye, dış ticaret ve bunun gibi konular ise federalizm kapsamına alınmayarak
"Denetim Kurulu" oluşturuldu.

Konferansta üzerinde durulan diğer bir önemli konu, Polonya'ydı. Yalta Konferansında
kurulması kararlaştırılmış olan koalisyon hükümeti, şimdi Potsdam Konferansı
süresince kurulmuş ve kabul edilmişti. Polonya'da seçimler açık olacaktı, gazeteciler
de seçimde gözlemci sıfatı ile bulunacaklardı. Sovyetler Birliği, Müttefik devletlerden
yönetimleri değişen Romanya, Bulgaristan ve Macaristan'a karışmamalarını,
Türkiye'den Sovyetlere bir üs verilmesini istedi. Fakat bu istekler kabul edilmedi.

Japonya'ya, Potsdam Bildirgesi'ni kabul etmesi içinültimatom gönderildi. Ancak,


Japonya bunu reddetti. Bunun üzerine ABD, Hiroşima ve Nagazaki'ye (6 Ağustos, 9
Ağustos) atom bombası attı. Konferans 1 Ağustos 1945 tarihinde sona erdi.

Prag Darbesi, 1948

Çekoslovakya'da Şubat 1948'de komünistler tarafından gerçekleştirilen hükümet


darbesi. Çekoslovakya'nın Bohemya ve Marovya toprakları, 29 Eylül 1938 tarihinde
yapılan Münih Konferansı ile Almanya'ya verilmişti. 1935'te Masaryk'ün yerine
Cumhurbaşkanı olarak geçen Beneş, Almanya ilhakını onaylamaktansa
Cumhurbaşkanlığından ayrılarak, önce Londra'ya, ardından Chicago'ya gitti.
Çekoslovakya'nın toprak kayıpları, Münih Düzenlemesi ile bitmedi; ülkenin bir kısmı
(Teschen Düklüğü) Polonya'ya, Slovaklar ile Rutenlerin yaşadığı topraklar
Macaristan'a verildi. Dönemin Prag hükümeti, Tiso'nun yönetimindeki Slovak Halkçı
Partisi ile Karpatlar'da yaşayan Rutenlerin özerklik taleplerine boyun eğerek, üç
özerk birimden oluşacak çapraşık bir yönetim sistemi oluşturuldu. Mayıs 1942'de, ilk
önce buradaProtektora sıfatı ile bulunan Almanya yönetime fiilen el koydu. 1941'de,
Beneş'in Londra'da ve Washington'da yürüttüğü görüşmeler sonucu, Jan Şramek'in
başkanlığında, sürgündeki Çekoslovakya hükümeti kuruldu. Çek ulusal Komitesi'nin
yönettiği yeraltı çalışmalar sonucu, 5 Mayıs'ta Prag halkı Alman birliklerine karşı
ayaklandı. Mayıs 1946'da yapılan genel seçimlerde, Çekoslovakya komünistlerinin
önderi Gottwald'in başında bulunduğu Komünist Parti seçimleri kazandı. Hükümette
bir koalisyon oluşturularak, seçimlerin yapılacağı 1948'e değin geçici yönetimin
sürdürülmesi kararı alındı. Ama partilerarası işbirliği, daha başlangıçta ekonomik
kalkınma programı yüzünden, güçlüklerle karşı karşıya geldi. 1947'de SSCB'nin
baskısıyla ABD'nin Marshall Planına katılm düşüncesinden vazgeçildi.

20 Şubat 1948'de komünist olmayan bakanların büyük bölümü Gottwald'ı istifaya


zorlamak umuduyla hükümetten ayrıldı. Ama Gottwald istifa etmedi ve komünistler,
boşalan bakanlıkları ve muhalefete geçen partilerin merkezlerini işgal etti.
Komünistlerin örgütlediği işçiler Prag'da yürüyüş yaptılar. Prag ve öteki bölgelerde
"eylem komiteleri" kurularak, devlet görevlileri de bu kurulan işbirliğine zorlandı. 25
Şubat günü çoğunlukla komünistlerin bulunduğu yeni bir hükümet kuruldu. Geçici
Milli Meclis yeni hükümeti ve programı onayladı. Binlerce komünist olmayan
politikacı, aydın ve yönetici ülkeden ayrıldı. 10 Mart'ta eski Cumhurbaşkanı Jan
Masaryk ölü olarak bulundu. Böylece ülkenin Komünist Partisi, gerçekleştirdiği
hükümet darbesiyle yönetimi eline geçirdi ve ülkenin tek örgütü haline gelerek,
halkın çoğunluğunu arkasına almayı başardı. Bu olaylardan sonra Çekoslovakya dış
dünyaya kapanarak iç sorunlara yöneldi.

Quebec Konferansları, 14-24 Ağustos 1943 ve 11-16 Eylül 1944

II. Dünya Savaşı sırasında ABD ve İngiltere arasında yapılan, aralıklı iki Konferans.
Konferanslara ABD tarafından Devlet Başkanı Roosevelt, İngiltere tarafından ise
Başkan Winston Churchill katılmıştır. İki konferanstan ilki 14-24 Ağustos 1943
tarihleri arasında yapıldı. Bu konferansta İtalya ve Fransa kıyılarına yapılacak askeri
çıkartmaların planları tartışıldı. Konferansta İtalya'ya yapılacak çıkartmanın
"Normandiya Çıkartması" ile aynı anda yapılması konusunda anlaşıldı ve daha sonra
konu aynı yıl Moskova, Kahire ve Tahran'da yapılan konferanslarda da ele alındı. 11-
16 Eylül 1944 tarihleri arasında yapılan ikinci konferansta taraflar, Almanya'ya karşı
Batı'daki iki cepheden çıkartma yapılmasına karar verdi.

Quebec Sorunu (Quebec Question)

Kanada'nın doğusunda Fransızca konuşanların çoğunlukta olduğu Quebec eyaletinin


Kanada'dan ayrılıp-ayrılmama sorunu.

Quebec 1534 yılında "yeni Fransa" adı altında kuruldu. Yeni yıl savaşları sonucunda
Fransa burayı İngiltere'ye kaptırdı. Eyalet İngiliz kolonisi haline geldiğinde İngiliz
Ceza Kanunu ve Fransız Medeni Kanunu uygulanmaya konuldu. 1791'de Kanada
Aşağı Kanada (Quebec) ve Yukarı Kanada (Ontorio) olmak üzere ikiye ayrıldı. 19
yüzyıldan sonra Quebec'te İngiliz nüfus azalmasına rağmen, Fransızca konuşan halk
hiçbir zaman bölgenin ekonomik hayatını kontrolü altına almayı başaramadı. 1918
yılında Fransız kökenliler I. Dünya Savaşı'nda İngiliz ordusuna katılmayı reddederek
ayaklanmalar başlattılar. 1968 yılında ayrılıkçı "Parti Quebecois" kuruldu. 1970'lerde
şiddet eylemleri arttı, ve finansman ayarlamaları konusunda eyaletler arasında
problemler çıkmaya başladı. Kanada'dan ayrılma konusunda 1980 yılında yapılan ilk
referandumda ayrılıkçılar yüzde 40 oyla mağlup oldular. Quebec, 1982'deki Kanada
Anayasası'nı kendi kimliine aykırı bularak imzalamadı. Qubec'in şikayetleri
doğrultusunda 1987 ve 1992 yıllarındaki iki girişim başarısızlıkla sonuçlandı. 30 Ekim
1995'te yapılan referandumda ayırılıkçılar yüzde 1.2 gibi küçük bir farkla yenilgiye
uğradılar.

Quisling (quisling)

Başka bir devletin politikasına felsefesine ve sempati duyan ve savaş durumunda


saldırgan devlete katılarak ve işbirliği yaparak kendi ülkesi aleyhine çalışan kişi. Bu
kavram, bir süre Norveç'teki Faşist Parti'nin lideri olan ve İkinci Dünya Savaşı'nda
Hitleri'nin ordularının ülkesini işgal etmesi sırasında Alman çıkarlarına hizmet eden
bir hükümet kuran Vidkun Quisling'in adından türemiştir.

Ramazan Savaşı (Yom Kippur Savaşı), 1973


Ortadoğu'da, Arap ile İsrail kuvvetleri arasında yapılan savaşlardan en önemlisi 6
Ekim 1973 günü başlayan bu savaş altı gün süren 1967 Savaşının yarattığı
kızgınlığın bir sonucuydu. 6 Gün Savaşında İsrail, topraklarını yaklaşık dört kat
genişletmişti. Golan Tepeleri Kudüs'ün tümü, Batı Şeria, Sina Yarımadası ve Gazze
İsrail'in eline geçmişti.

1970 yılında Nasır'ın ölmesi ile yerine geçen Enver Sedat, 1967 yılında İsrail'e
kaptırılan toprakların geri alınması için, bir Arap karşı saldırısı üzerinde durmaya
başladı. 6 Ekim 1973'te başlayan savaşın, Müslümanların kutsal ayı olan Ramazan ve
Yahudilerin kutsal ayı olan Yom Kippur'a denk gelmesi, bu savaşın aynı zamanda
Ramazan Savaşı olarak anılmasına neden oldu. Sözkonusu olan tarihte, Suriye ve
Mısır birlikleri bir sürpriz saldırıda bulundular. İsrail birlikleri Sina yarımadasından ve
Golan Tepeleri'nden çekilmeye zorlandı. Bu savaşta ilk kez Araplar İsrail'e saldırıda
bulunacak güç buldular, aynı zamanda güçlerine güvenmeye başladılar. Savaşın
Arapların lehinde olduğunu gören öteki Arap devletleri de savaşa katıldılar. İki büyük
güç de bu savaşta dolaylı olarak yerlerini almışlar, ABD İsrail'e Sovyetler Birliği Arap
devletlerine silah göndermekteydi. Ancak, savaşın gidişatı böyle olmadı. Savaşın
ikinci haftasında, İsrail karşı saldırıda bulunarak, Golan Tepeleri'ni geri aldı ve Sina
Yarımadası'ndan geri çektiği askerleri, tekrar geriye gönderdi.

Savaşın etkisi iki büyük devlet arasındaki çekişmeye yansıması, Doğu-Batı çatışma
olasılığını ortaya çıkardı. Bunun üzerine harekete geçen BM Güvenlik Konseyi bir
ateşkesin sağlanmasına karar verdi. Ancak bu karar yürümedi. Sovyetler Birliği'nin,
ABD-Sovyetler Birliği kuvvetlerinin bölgeye gönderilmesini öngören önerisi, ABD
tarafından reddedildi. Daha sonra, Sovyetler Birliği, tek başına asker göndereceğine
ilişkin açıklama yapınca, iki güç arasındaki gerilim bir hayli arttı. Fakat, araya
Bağlantısızlar grubunun girmesi ile, bunların ortaya attıkları BM Barış Gücü
askerlerinin çatışanların arasına girmesi önerisi kabul edildi.

Savaş sona erdiğinde, tarafların kayıpları (hiç olmazsa manevi kayıp) çok fazla,
aradaki askeri denge değişmiş, bir çok ülke değişik devletler tarafından
silahlandırılmıştır. Suriye, Sovyetler Birliği yapımı olan T-62 tanklarına sahip olmuş,
uçaklarına uçak filoları eklemiştir. İsrail ordusu da ABD tarafından güçlendirilmiştir.

18 Ocak 1974'te İsrail-Mısır arasında barış antlaşması imzalandı. Antlaşma


gereğince, Mısır Suveyş Kanalı'nın doğu yakasındaki güçlerini azaltacak, buna
karşılık İsrail de Sina'da Milta ve Gidi geçitlerinin batısına çekilecekti. Bu antlaşma 4
Eylül 1975 tarihinde imzalanan ikinci bir antlaşma ile tamamlandı. 31 Mart 1974
tarihinde ise, Suriye ve İsrail arasında, her iki tarafın kuvvetlerinin bir Birleşmiş
Milletler tampon bölgesi ile ayrılması ve savaş tutsaklarının değiştirilmesi kararlarını
da içeren bir ateşkes antlaşması imzalandı.

Ramazan Savaşı'nın en önemli sonucu, petrole sahip Arap ülkelerinin, petrol


fiyatlarına yaptıkları müdahale ile üçüncü ülkelere karşı bir tür ambargonun
koyulmasıdır.

Rapollo Antlaşması, 1922


I. Dünya Savaşı'ndan sonra Sovyetler Birliği ve Almanya arasında imzalanan dostluk
antlaşması. Savaşın sonunda yapılan antlaşmalar, iki savaş arası dönemin
özelliklerine bir ölçüde biçim verdi. Almanya'ya imzalattırılan Versay Antlaşması,
Almanya'ya ağır yükler verdi. Almanya, yapılan konferans ve toplantılarda hep ikinci
sınıf devlet uygulamasını görüyordu. Fransa, Almanya'dan fizik garantiler peşinde
koşuyor tamirat borcunda ısrar ediyor ve en önemlisi, dış politikada Almanya'yı
"çevreleme politikası" uyguluyordu. Diğer taraftan da, 1917 sonrasında, Sovyetlerin
Fransa ile ilişkileri iyi değildi. İç savaş sırasında Bolşeviklere karşı mücadele eden
kesimleri destekleyen Fransa, savaş sonrası da bunun tutumunu değiştirmedi. Buna
karşılık olarak da, Sovyetler Birliği, İngiltere ve Fransa'nın sömürgelerinde ortaya
çıkan başkaldırıları teşvik ediyor ve destekliyordu. 1922 yılında da Cenevre'de
yapılan konferansta, İngiltere ve Fransa'nın, Çarlık döneminden kalan borçların
ödenmesi isteğini Sovyetler reddettiler. Böylece ortak düşmana karşı, Sovyetler ve
Almanya arasındabir yakınlaşma başladı. Bunun sonucu olarak da 16 Nisan 1922
tarihinde Cenevre yakınlarında bulunan Rapollo'da Alman-Sovyetler Birliği Rapollo
Dostluk Antlaşması imzalandı. Buna göre, iki ülke arasında diplomatik ilişkiler
kuruluyor, Almanya yeni Sovyet rejimini tanıyordu. Birbirlerine yönelik her türlü
iddiadan vazgeçtiklerini ve sıkı bir ekonomik işbirliğine gireceklerini belirtiyorlardı.
Bu antlaşma ile birlikte Versay düzenine karşı ilk başkaldırı ortaya çıkmış olmaktaydı.
Yani iki devlet, revizyonist bir politika sürdürdüler. Bu yakınlaşma bununla
kalmayarak, 1926 yılında yapılan Berlin Antlaşması'na göre, taraflardan biri saldırıya
uğrarsa, öteki devlet tam yansızlık politikası izleyecekti. Bu yakınlaşma, 1939 yılında
tekrarlanmak üzere, Hitler'in 1933 yılında iktidara gelişine kadar sürecektir.

Reformasyon (dini reform)

15. ve 16. yüzyılın Avrupa insanında ortaya çıkan görüş değişikliği sonucu, kilisenin
devlet yönetiminden ayrı dinsel bir örgüt olarak faaliyet göstermesine neden olacak
olan dini reform.

Dini reform konusunda verilen mücadele, üç yönlü bir nitelik göstermiştir.


Mücadelenin değişik niteliklere sahip olması, Katolik kilisesine karşı yapılan
muhalefetin üç kaynaktan gelmiş olmasındandır. Bunlar, monarklar ve zenginler,
sade vatandaş ve kilise içinde bulunan misyonerler, azizler'dir.

15. yüzyıla gelindiğinde Kilise, monarklar ve zenginlerde olan saygınlığını yitirmeye


başlamıştı. Monarklar ve zenginler, kilisenin manevi sınırlandırmalarına, genel
hükümranlığına, koyduğu vergilere karşı çıkmaya başlamış, gücüne itibar etmemeye
başlamışlardı. Bunun sonucu olarak da, monark ve zenginlerin reformasyonu, dinin
başı olarak Papa'nın değil monarkın (devletin) geçmesi biçimini aldı, ve bunun
üzerine her yerde ulusal kiliseler kurulmaya başlandı. Bohemya, Kuzey Almanya,
İngiltere, İskoçya, İsveç, Norveç, Danimarka monarkları, Roma kilisesinden ayrıldılar
ve kendi ulusal kiliselerini kurdular. Kilise'nin etkisi aynı zamanda sade vatandaşta
da azalmaya başlamıştı. Ancak sade vatandaşın başkaldırısı monarktan farklı olarak,
dini nitelikteydi. Onlar karşılarında güçlü bir kilisenin bulunmasını istiyorlardı, ama
bu gücün diniöğretiye uygun olmasını istiyorlardı. Bunun sonucu olarak ta, sade
vatandaşın reformasyonu, Roma kilisesi ile olan bağlantının tekrar devam etmesi ile
sonuçlandı. Yapmak istedikleri, kilisenin otoritesine karşı, kendi İncil'lerine sahip
olmak, kendi kiliselerini buna uygun olarak yönetmekti. Bu hareketin tipik örneği,
Martin Luther'in Alman Protestanlığıdır. Büyük taraflar toplayan Protestanlık, gitgide
yaşlı kıtada yayılmaya başladı. Daha sonra, bir grup Protestan prens ve kent
-devletleri biraraya gelerek Katolik Kutsal Roma imparatoruna karşı, 1546 yılında
savaş başlattılar. 1555 yılında yapılan Augsburg Barışı ile Protestanlık, devlet
tarafından resmen tanındı.

Kilisenin içinde bulunan misyonerler ve azizler'in başlattıkları reform hareketinin


amacı, Kilise'yi doğru yola çekerek onun gücünü arttırmaktı. Bu hareketin en önemli
temsilcisi, İspanyol Loyala'lı Aziz İngatius'tur. İngatius, 1538'de "İsa'nın Toplumu"
adıyla bir tarikat kurdu. Ve bunlara halk tarafından "Cizvitler" (jesuits) denmeye
başlandı. Bunlar daha çok misyonerlik faaliyetleri ile uğraşıyorlardı. Ancak bunların
en büyük başarısı eğitim alanındadır. Bunlar Katolik Kilisesi'nin itibarını yeniden
kazandırmak için çalışmışlardır.

Reformasyon'unun en önemli sonucu, 15 ve 16. yüzyılda Kilisesinin ya da dini


otoritenin hemen hemen bugünkü biçimini alması ve laikliğe giden kapının
açılmasıdır.

Roma Antlaşmaları, 1957

Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile Avrupa Atom Birliği'nin (EURATOM) kuran 25
Mart 1957 tarihli Roma antlaşmaları. Bu antlaşmalar, Avrupa'nın ekonomik ve siyasal
birlik kurma çabalarının bir sonucudur. 1945'i izleyen yıllarda Avrupa devletlerinin
çoğu, karşılaştıkları ekonomik ve siyasal sorunların yalnızca ulusal bir çerçevede
halledilemeyeceğini, bir tür uluslararası ya da uluslarüstü yetkilerle donatılmış bir
kuruluşun kurulmasından yanaydılar. İşte,Avrupa devletleri aralarındaki
koordinasyonu sağlamak için, Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü'nü (Nisan 1948),
daha sonra bunu yetersiz görerek, Avrupa Kömür ve Çelik Birliğini kurdular (C.E.C.A).
Avrupa'nın uluslarüstü bir ekonomik bütünleşmeye gitmesi konusunda yeni bir
girişim Hollanda Dışişleri Bakanı Johan Willem Beyen'den geldi. Beyen, bu konuda
1953 yılında bir plan sundu. Buna "Benelux Memorandumu" adı verilmektedir.
Temmuz 1955'te Federal Almanya, Belçika, Fransa, Hollanda, İtalya ve
Lüksemburg'un katıldığı Messina toplantısı yapıldı. Bu toplantıda, Avrupa Ekonomik
Topluluğu (AET) ile Avrupa Atom Birliği'nin (EURATOM) dayanacağı genel ilkeler
saptandı ve Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (CECA) gibi bir ortak pazarı,
ekonominin bütün alanlarına yayma kararı aldılar. Kurulacak topluluğun yöntemlerini
saptamak için hükümetlerarası bir komite kuruldu. Bu kurulun hazırladığı "Spaak
Raporu" (Eski Belçika Başkanı Paul Henry Spaak'ın adıyla anılmaktadır) 1956 yılının
Nisan ayında hükümetlere sunuldu. Bütünleşme konusunda atacakları ilk adım
gümrük duvarlarının kaldırılmasıydı. Böylece hazırlanan antlaşmalar, 25 Mart 1957
tarihinde Roma'da imzalanarak, Avrupa Ekonomik Topluluğu olarak 1 Ocak 1958
tarihinde yürürleğe girdi.
İngiltere, İngiliz Uluslar Topluluğu (Commonwealth) ile özel ilişkilerini dikkate alarak,
AET ve girmedi. Ancak daha sonra, İsveç, Norveç, Danimarka, Avusturya, Portekiz ve
İsviçre ile kurduğu EFTA (European Free Trade Area) cılız kalınca AET'ye girme
yollarını aramaya başladı ve 1973 yılında üye oldu.

Rönesans

"Yeniden doğuş" anlamına gelen bir süreçtir. 15. yüzyılda başlayan bir süreç, aynı
yüzyıl içinde bütün Avrupa'ya yayıldı. Bu yenilikte, Roma ve Grek başarılarının
yeniden cezalandırılması istemi vardır. Rönesans şu temel anlayışlara dayanıyordu.
1)Yeryüzü ilgi çekici ve araştırılmaya değer bir yerdir, 2)İnsan güçlüdür ve bu
gücüyle büyük başarılar elde edebilir, 3)İnsanın sürekli faal olması şerefli birşeydir
ve 4)Gerçek güzeldir. Bu anlayışlara bağlı olarak da yaşadığımız dünya o kadar ilgi
çekici bir yerdir ki, başka dünyaları düşünmenin hiçbir anlamı yoktur anlayışı
hakimdir.

Rönesans döneminin yaratıcılığının esas yürütücü gücü tüccarlardır. Bunlar en karlı


ticaretin hangi alanda olduğunu araştırdılar ve bu yoldan sağladıkları zenginlikleri
sanat ve endüstri yeniliklerine yatırdılar. Rönesans; Floransa, Venedik, İngiltere,
Portekiz, Hollanda gibi küçük kent-devletlerinde ya da metropollerde doğmuştur.

Ruhr Sorunu

Almanya ile Fransa arasında tartışma konusu olan bir bölge sorunu. I. Dünya
Savaşı'ndan sonra Fransa, Almanya ile fizik garantiler peşinde koşuyor, tamirat borcu
konusunda ısrar ediyordu. Kendini daha güvenli bir konuma getirmek için Almanya'yı
"çevreleme politikası" uyguluyordu. Almanya ise Alsace-Lorrene bölgesinin Fransa'ya
verilmesi ile demir cevheri ihtiyacını ithalat ile karşılamaya başladı. Endüstri bölgesi
olan Ruhr'da yeni demir ve çelik işletmelerinin kurulmasını sağlamaya ve maden
kömürü işletmeciliğini modernleştirmeye girişti. Almanya'nın Fransa'ya olan tamirat
borcunun ödenmesinde aksaklık çıkmaya başlayınca, Fransa 1921 yılında Düsseldorf,
Duisburg ve Ruhrort'u işgal etti. Ödemedeki aksaklığın devam ettiğini görünce,
tamirat borcunu kendisi toplamak için Ocak 1923'te Ruhr bölgesini işgal etti. Ruhr
bölgesini kendisi işletecek ve elde ettiği geliri de tamirat borcundan düşecekti. Daha
sonra ortaya çıkacak olan "Dawes Planı" ile Almanya'nın tamirat borcu taksitlere
bölündü ve nihayet işgal 1925 yılında sona erdi.

Rus Devrimi

Mart 1917'de Rusya'da Çarlık rejimine son verilmesinden sonra Kasım 1917'de
başlayan değişim. 1800'lerin sonlarında Avrupa'da toplum içindeki sınıflar arasında
siyasal dengenin sağlanması çabaları, uzlaşmalar yoluyla bir ölçüde başarılı olmuşsa
da, iki grup bu çaba ve arayışların dışında kalmıştı. Bunlardan birincisi; Batı eğitimi
görmüş, bulunduğu ortama yabancılaşan Doğu Avrupa'nın okumuş kitlesiydi.
Toplumdan soyutlanma ve ondan uzak kalma, Rusya gibi imparatorluklarda
oluşmakta bulunan devrim potansiyelini artırmaktaydı. İkincisi, orta sınıfın siyasal
önderliğini kabul etmeyen fabrika işçileri. Fransız devrimin etkisi ile 1825 Aralık
ayında çıkan Dekamberist ayaklanması Rusya'da büyük yankı uyandırmıştı.
Ayaklanma bastırılmıştı. Fakat işçilerin kurtarıcısı olarak gözüken Marksizm
teorilerinin yayılmasına engel olunamamıştı. Keza, aydınlarda da bu gibi fikirler
yayılmış, varolan otokratik düzenin yıkılması için mücadele veriyorlardı. Rusya'nın
beşte dördünü oluşturan köylüler, toprak sahiplerinin kölesi durumunda idiler. 5 Mart
1861 tarihinde çıkarılan "Kurtuluş Kanunu" ile serflik kurumu kaldırılmış ve ortaya bir
işçi sınıfı çıkmıştır. Köylüye yapılan toprak dağıtımındaki bozukluk köylü halkını
tedirgin etmiş, onların çeşitli hareketlere girişmelerine sebep olmuştur. 1870'lerde
ortaya çıkan bu hareketlerden biri "Narodnik" ve "Narodniçestro" hareketidir. Bu
hareket hükümetin baskısından dolayı başarı kazanamadı ve 1881 yılında Rus Çarı II.
Aleksandr'ın öldürülmesi üzerine, bu "Halkçı Hareket" taraftarları ülkeyi terketti. 19.
yüzyılda başgösteren yoksulluk, halkın grevler düzenlemesine neden olmuş, bunun
sonucu olarak da sendikacılık faaliyetleri artmıştır. Bu ortamda Marksist örgütler
arttı. 1895 yılında Vladimir İlyiç Ulyanov (Lenin) tarafından Marksist nitelikte "İşçi
Sınıfının Kurtuluşu için Mücadele Birliği" ve daha sonra 1898 yılında "Sosyal
Demokrat İşçi Partisi" kuruldu. Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nin 1903 yılında yaptığı
kongresinde Rusya'da Marksist devrimin gerçekleştirilmesi ve bunun için de partinin
nasıl bir nitelik kazanacağı sorunu, partide görüş ayrılığına sebep oldular. Sonraları
bu parti Lenin'in önderliğini yaptığı Bolşevik ve Menşevik olmak üzere ikiye ayrıldı.
Bolşevikler, küçük ve devrimci bir elitin denetiminde sıkı bir parti kurmak isterken,
Menşevikler daha geniş ve katılmaya açık bir örgüt kurmak istiyorlardı.
Menşevikler'den Trotsky'nin önderliğinde 1905 yılında Petersburg'da bir ayaklanma
oldu. Moskova ve Peterburg'da "İşçi Sovyetleri" kuruldu. Ayaklanma bastırıldıysa da,
Çar II. Nikola bazı haklar vermeyi ve Rus Meclisi Duma'yı açmayı uygun gördü ve bir
seçim yasası çıkartıldı. Bu durumu etkileyen olaylar yanında, Rusya'nın yenilgisi ile
sonuçlanan Rus-Japon savaşı da sayılabilir.

1917 yılına gelindiğinde Rusya'da vergi sistemi iflas etmiş durumdaydı. Savaş
harcamaları, erimekte olan altın rezerveleri ve dış borçlar ile karşılanmaktaydı ve
Rus halkının tek seçeneği Çarlık rejimine karşı gelmekti. Ülkenin savaşta da olması
durumu gerginleştirdi. Bu ortamda 8 Mart 1917 tarihinde Petersburg'da başlayan
gösteri ve grevler genel ayaklanmaya dönüştü. 12 Mart 1917 tarihinde
Petersburg'da "İşçilerin ve Askerlerin Sovyet"i kuruldu. Üç yıldır aç, silahsız ve bıkkın
bir biçimde savaşı sürdüren ordu Çar'ın yanında yer almadı ve devrimci hareketin
üzerine yürümedi. Yapılan devrim iki aşamalıydı. Mart 1917'deki birinci aşamada,
Sovyet yetkilileri ile Duma temsilcileri arasında yapılan görüşmeler sonucu Çarlık
rejimine son verilmiş ve liberal görüşlü Prens Lvov'un başkanlığından Bolşevikler
hariç hemen hemen bütün siyasal eğilimli partilerin katıldığı bir koolisyon hükümeti
kurulmuştur. Kurulan hükümetin beklenen barışı sağlayamaması, toprak reformunu
gerçekleştirememesi, işçilerin sorunlarına eğilememesi ve ekmeğe ihtiyacı olan
halkın isteklerini gerçekleştirememesi koalisyonun başarısızlığını göstermiştir. Bunun
sonucu Bolşeviklerin halktaki desteğinin artmasına oldu.
Devrimin ikinci aşamasında, Lenin'in önderliğindeki Bolşevikler, hemen hemen tek
kurşun bile atmadan 7 Kasım 1917 tarihinde yönetimi ele geçirdiler. Ordu bunların
yanında yer aldı. Böylece Rusya'da Bolşevik Devrimi gerçekleşti.

Rus-Japon Savaşı, 1904-1905

Rusya ve Japonya arasında sürdürülen ve tarihte en önemli ve uzun vadeli sonuçlar


yaratmış bir savaştır. 1902 yılına gelindiğinde Japonya İngiltere ile ittifak kurmuş,
doğal yayılma alanı olarak gördüğü Mançurya ve Kore üzerinde var olan Rus etkisini
ortadan kaldırmak için bölgeye, göz dikmişti. Rusya ile yapmak istediği savaşın
hazırlıklarını yapıyordu. 1904 yılında bir bahane ile Port Arthur limanına bir baskın
yaparak, Rusya ile savaşa girmiş ve bir buçuk yıl sürecek olan savaşta hem denizde
hem karada Rusya'yı yenilgiye uğramıştır. Savaşın Avrupa'ya sıçramaması için, işe
karışmayan Avrupa devletleri savaşın Uzakdoğu ile sınırlı kalmasını istemişlerdi.
Pasifikte sömürgeci durumu gelen ABD Japonya'nın güçlenmesi karşısında elinde
bulundurduğu adaları tehlikeli duruma düşürmemek için, Rusya'nın yardımına yetişti.
O zaman ABD devlet başkanı olan Theodore Roosevelt, arabuluculuğa soyunarak,
tarafların Portsmouth Barış Konferansı'na katılmalarını sağladı. Yapılan antlaşmaya
göre, Port Arthur ile Sakhalin adası Japonya'ya verilecek, Ruslar Mançurya'dan
askerlerini çekecek ve buradaki demir ayrıcalıklarını da Japonya'ya devredecekti.

Rus-Japon savaşı uzun vadeli sonuçlar yarattı:

a)Savaştan galip çıkan Japonya'nın tıpkı Batılılar gibi emparyalist bir devlet olarak
ortaya çıkması.

b)Rusya'nın Uzakdoğu'da başarısız olmasıyla, dikkatlerini Balkanlar'a yöneltmesi.


Bunun sonucu olarak da, I. Dünya Savaşı'nın başlaması.

c)Çarlık hükümetinin başarısızlığa uğraması, savaşın yarattığı sıkıntılar, halkın


tepkisine yol açtı ve 1971 yılında yapılacak olan Rus Devriminin kapısını araladı.

Saar Plebisiti, 1935

Saar bölgesine ilişkin halkoylaması. 28 Haziran 1919 tarihinde Almanya ile yapılan
Versailles Barış Antlaşması "Saar" bölgesini Fransa'ya bıraktı. Ancak bu bölgede 15
yıl sonra plebisit yapılacak, ve hangi devlete bağlanacağı kesin olarak o zaman
kararlaştırılacaktı. 13 Ocak 1935 tarihinde plebisit yapıldı ve 539.000 Saarlı'dan
477.000'i Almanya ile birleşme lehinde oy kullanınca 1 Mart 1935'de "Saar" bölgesi
Almanya'ya teslim edildi.

Saint Germain Barış Antlaşması, 1919

I. Dünya Savaşı sonunda iki dünya savaşı arasındaki dönemin özelliklerini


belirleyecek olan Paris Barış Konferansında, bir yenik devlet olarak Avusturya'ya
imzalattırılan antlaşmadır. Antlaşma 10 Eylül 1919 tarihinde imzalanmıştır. Buna
göre, Avusturya, Macaristan, Çekoslovakya ile Yugoslavya'nın bağımsızlıklarını
tanıyacaktı. Önemli toprak parçaları olan Galiçya Polonya'ya; Hırvatistan;
Yugoslavya'ya; Tirol ve Tireste İtalya'ya ve Bukovina Romanya'ya bırakılıyordu.
Avusturya'ya, Almanya'ya olduğu gibi, kısıtlayıcı askeri hükümler getirildi ve tamirat
borcu yüklendi. Böylece Avusturya'dan zorunlu askerlik kaldırılacak ve ordu 30.000
kişiye indirilecekti.

Saint Jean De Maurienne Antlaşması, 1917

I. Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru, itilaf devletlerinin (İngiltere, Fransa ve İtalya)


Osmanlı devletinin yıkılması durumunda ortaya çıkacak olan "toprak mirası"nı nasıl
paylaşacaklarını belirleyen antlaşmalardan biri. Antlaşma Nisan 1917 tarihinde
yapıldı. Buna göre, Fransa'ya Adana; İtalya'ya ise İzmir-Kayseri-Mersin üçgeni
arasında bulunan güneybatı Anadolu bölgesi veriliyordu. Antlaşma, 18 Ağustos-26
Eylül 1917 tarihleri arasında üç devlet tarafından onaylandı.

Salt: bkz. Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri

Samimi Anlaşma (Entente Cordiale), 1904

Fransa ile İngiltere arasında Nisan 1904'te imzalanan anlaşma. 1900'lere


gelindiğinde denge Fransa'nın aleyhine döndü. İngiltere sömürge elde etme
savaşlarında Fransa'yı yenilgiye uğrattı. Denizaşırı çatışmalarda Fransa'nın
Avrupa'daki durumu zayıfladı. Almanya'nın deniz silahlarında İngiltere ile arayı
kapatmaya başladığı anlaşılınca, sömürge yollarının korunmasında rekabete
tahammülü olmayan İngiltere, 1902'de Japonya'yla imzaladığı İngiliz-Japon ittifakına
bağlı olarak Uzakdoğudan çıkması muhtemel bir Rus-Japon savaşında, 1894
ittifakına göre Fransa Rusya'ya yardım ederse, Fransa'ya karşıt bir kamp içinde
yeralmak istemedi. Avrupa ülkeleri arasında silahlanma yarışı başlamış ve Üçlü İtilaf
Devletleri hızla silahlanmaya yönelmişlerdi. Balkanlar'da barış hızla bozulmaktaydı
ve bunun da büyük bir savaşa yolaçabileceği her iki devletce de anlaşılmıştı. Sonuç
olarak İngiltere ve Fransa, yakınlaşmaya zemin oluşturması için sömürge konularını
bu anlaşmaya çözüme bağladılar.

Bu anlaşmaya göre, Fransa Fas'ın siyasal statüsünü değiştirmeme sözü veriyor,


topraklarına katmama yükümlülüğü altına giriyor; buna karşılık İngiltere Fransa'yı
Fas'ta ekonomik, mali ve askeri yenilikler yapabilme noktasında serbest bırakıyordu.
İngiltere de Mısır'ın siyasal statüsünü değiştirmeyecek, Fransa da İngiltere'nin
1882'de işgal ettiği Mısır'dan çıkmasını istemekten vazgeçecekti. Bu anlaşmayla aynı
zamanda Üçlü İtilaf'ın ikinci kanadı ortaya çıkmış oldu.
San Fransisco Konferansı, 1945

Birleşmiş Milletler Örgütü'nün kurulması ile sonuçlanan uluslararası konferans (25-26


Nisan 1945) II. Dünya Savaşı'nın sonuna doğru Müttefikler uluslararası bir örgütün
kurulması çabalarını yoğunlaştırmışlardı. Bu örgütün temel ilkeleri, 1944 yılında
toplanan Dumbarton Oaks Konferansında ortaya atılmıştı. San Fransisco
Konferansına Müttefiklerin siyasal amaçlarını ele alan Birleşmiş Milletler Bildirisini
imzalamış kırk altı ülke ile Mihver devletlerine karşı savaşmış yirmi ülkenin temsilcisi
katılmıştır. Konferansta büyük ve küçük devletler arasında çeşitli anlaşmazlıklar çıktı.
Dumbarton Oaks ilkelerine göre kurulacak örgüt büyük devletlere geniş yetkiler
veriliyordu. Konferans'ın çoğunluğunu oluşturan küçük devletlerin istekleri şunlardı:
örgütün bütün ülkelerin eşitlik ilkesi çevresinde temsil edildiği Genel Kurul'un
yetkilerinin genişletilmesi, uluslararası Adalet Divanı'nın yetkilerinin genişletilmesi,
kurulacak örgüt ile ilgili olarak işleme alınacak anlaşmayı yorumlama yetkisinin
Genel Kurul ya da Adalet Divanı'na verilmesi, büyük devletlerin "veto" yetkisinin
sınırlandırılması. Küçük devletlerin isteklerinden çok azı gerçekleşmiştir. Konferansın
savaşın devam ettiği bir ortamda yapılması ve Mihver Devletlerine karşı yürütülen
mücadelede büyük devletlerin önemi, onların isteklerinin kabul edilmesini
kolaylaştırmıştır. Konferans 26 Haziran'da elli ülkenin BM Antlaşmasını imzalanması
ile sonuçlanmıştır.

San Remo Konferansı, 1920

I. Dünya savaşından sonra Ortadoğu üzerindeki barış konferansı. 24 Nisan 1920'de


San Remo'da açıldı ve burada Avrupa devletleri dağıtılacak "Mandat"lar üzerinde
anlaşmaya vardılar. Suriye'de Fransız, Irak ile Filistin'de ise İngiliz "Mandat"ını kuran
antlaşmaya Balfour Deklarasyonu da dahil edildi. Böylece yapılan anlaşmalar her
yönüyle, self determination ilkesine aykırı hale geldi. Konferans, ayrıca
Mezopotamya'nın petrol kaynakları sorununu da çözdü. Musul, Fransız etki alanından
İngiliz etki alanına geçirildi ve petrol gelirlerinden Fransa'ya da pay ayrılacağı kabul
edildi. Suriye, Mezopotamya ve Filistinli Araplar, San Remo'nun kurduğu bu yabancı
yönetimine karşı çıktılar ve düzenlemeyi Wilson ilkelerinin açık bir ihlali olarak
değerlendirdiler.

Savunma ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması (SEİA)

Türkiye Cumhuriyeti ve Amerika Birleşik Devletleri arasında 11 Aralık 1980 tarihinde


yürürlüğe giren, beş yıllık süreler ile yenilenen antlaşma. Savunma ve Ekonomik
İşbirliği Antlaşması'nın ilki 3 Temmuz 1969 tarihinde gizli olarak imzalandı. 1974
Kıbrıs Barış Harekatı sonrasında, A.B.D. sözkonusu antlaşma hükümlerine aykırı
olarak Şubat 1975 tarihinde Türkiye'ye silah ambargosu uygulamaya başladı. Bunun
üzerine antlaşma gizliliğini yitirdi ve Türkiye-Amerika'nın üslerini kapattı. Amerikan
ambargosunun Eylül 1978'de kaldırılması ile başlayan görüşmeler sonucunda 29
Mart 1980'de Savunma ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması imzalandı. Hükümetleri
açıklanmayan antlaşmanın süresi dolduğunda, Amerikan yönetiminin antlaşma
hükümlerini yerine getirmemesi, silah için verdiği kredilerin faizlerini düşürmemesi,
Kıbrıs konusunda lobilerin etkisinde kalması gibi nedenlerle antlaşma yeniden ele
alındı. A.B.D. Dışişleri Bakanı George Schultz'un 16 Mart 1987 tarihli bir mektupla,
Türk silahlı kuvvetlerinin güçlenmesine yardım edileceğini, terörizm ile mücadelede
Türkiye ile işbirliği yapılacağını, Türk Silahlı Kuvvetlerinin modernizasyonu için gayret
gösterileceğini, Ortak Savunma Sanayi Yürütme Komitesi'nin düzenli olarak
toplanacağını, iki ülke arasında karşılıklı ticaretin teşvik edileceğini bildirmesi
üzerine, Türkiye Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu'nun mutabakat mektubu ile
antlaşma 1990 yılı sonuna kadar uzatıldı. Fesih sözkonusu olmadığı için antlaşmanın
yürürlüğü devam etmektedir.

Schengen Antlaşması, 1990

Avrupa Topluluğu üyesi beş ülke arasında, sınır kapılarındaki polis ve gümrük
kontrollerini 1 Ocak 1992'de bütünüyle ortadan kaldırmayı amaçlayan antlaşma.
Fransa, Almanya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg arasında Haziran 1990'da
imzalanan antlaşmaya göre, Topluluk üyesi olmayan yabancıların "Schengen Alanı"
adı verilen bu beş ülkeye girişlerinde çeşitli şartlar aranacaktır. Bu antlaşma,
Avrupa'nın siyasi birliği doğrultusunda önemli bir adımdır. İtalya, sınır kontrollerinin
yeterince sağlam olmadığı gerekçesiyle bu alan içine sokulmamıştır. Danimarka bu
antlaşmaya siyasal nedenlerle katılmazken, İrlanda, Yunanistan ve İngiltere coğrafi
nedenlerle bu antlaşmaya uygun olmayan ülkeler olarak değerlendirildiler.
Almanya'nın birleşmesiyle Doğu Almanya da doğal olarak bu alanın içine girdi.
Haziran 1991'de İspanya, Portekiz ve İtalya bu antlaşmaya katıldılar.

Schuman Planı, 1950

9 Mayıs 1950'de Fransa Dışişleri Bakanı Robert Schuman'ın Batı Almanya ve


Fransa'da çelik ve kömür üretimini denetleyecek tek bir organ oluşturması ve bu
ortaklığın diğer Avrupa ülkelerinin üyeliğine ve Birleşmiş Milletlerin işbirliğine de açık
tutulması konusunda önerdiği plan. Robert Schuman, Avrupa Kömür ve Çelik
Topluluğu'nu kuran ve "Avrupa Birleşik Devletleri"nin kurulması konusunda çaba
göstermiş bir kişidir. Robert Schuman'ın önerisi Fransız hükümeti tarafından
"Avrupa'nın birleşmesi konusunda atılan ciddi bir adım" olarak değerlendirildi.

Dokuz ay süren uzun müzakerelerden sonra, "Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu"


kurulması konusunda ortaya atılan tasarı (Schuman Planı) Batı Almanya, Fransa,
Belçika, Hollanda, Lüksemburg ve İtalya Dışişleri Bakanlarının katıldığı Paris
konferansında kabul edildi (18 Nisan 1951).
Yapılan antlaşmaya göre, üye ülkeler arasında kömür ve çeliğin dolaşımında var olan
bütün sınırlamalar kaldırılacak, üretim ve fiyatların kontrol altına alınması için,
önlemler alınacaktı.

Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu'nun ilk başkanı, Fransız ekonomi uzmanı ve


diplomat olan Jean Monnet'ti.

Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu 1958 Roma Antlaşmasıyla, "Avrupa Atom Enerjisi
Topluluğu"na (EURATOM) dönüştü.

SEİA: bkz. Savunma ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması

Sevres Barış Antlaşması, 1920

I.Dünya Savaşından sonra galip devletlerle İstanbul'daki Osmanlı hükümeti arasında


10 Ağustos 1920 tarihinde imzalanan bir barış antlaşmasıdır. Sevres, galiplerle öteki
Avrupa devletleri arasındaki antlaşmalardan çok daha ağırdır. Sevres sadece eski,
köhne ve yenilmiş bir imparatorluğu parçalayan bir antllaşma değildir. Sevres, yalnız
Türklere bağımsız yaşama hakkını tanımayan bir antlaşma da değildir. Sevrek
Türkler'e "yaşama hakkını" tanımayan bir barış antlaşmasıdır.

Sevres Antlaşmasına göre, Osmanlı devletinin Rumeli sınırı bugünkü İstanbul ilinin
sınırına getiriliyor ve böylece "Türklerin Avrupa'dan atılması" ile ilgili yüzyıllık Avrupa
amacı gerçekleşiyordu. B. Anadolu Yunanistan'a; güneyde Mardin, Urfa, Antep ve
Amonos dağları Fransa'ya veriliyordu. Doğuda Beyazıt, Van, Muş, Bitlis ve Erzincan'ı
içine alan bir Ermenistan, Irak ve Suriye arasında kalan bölgede Kürdistan
kuruluyordu. Irak İngiltere'ye bırakılıyordu. İstanbul uluslararası bir kent olacak ve
Boğazlarda donanması, ordusu ve bütçesi olan bir Boğazlar Komisyonu kurulacaktı.
Bütün bunların dışında Osmanlı devletinin askeri gücü de kolluk kuvvetleriyle
sınırlandırılıyordu. Kısaca, Osmanlı devleti İtilaf devletlerinin ortak bir sömürgesi
haline getiriliyordu.

Silahların Denetimi

Silahların geliştirilmesini, denenmesini, konuşlandırılmasını ya da kullanılmasını


denetim altına tutmaya yönelik uluslararası sınırlamalar. Silahların denetiminin iki
ana işlevi vardır: Askeri durumun içerdiği belirli riskleri azaltarak topyekün savaş
olasılığını azaltmak ve çatışmaların baş göstermesi durumunda serinkanlı politikalar
uygulanma olasılığını artırmak. Silahsızlanma ve silahların sınırlandırılmasından farklı
bir anlam taşıyan silahların denetimi, mutlaka silah üretiminin yasaklanmasını
getirmez. Ama bu alanda kısıtlayıcı bir rol oynayabilir.

Silahların denetimi, askeri politika alanlarındaki karşıt güçler arasında bir tür
işbirliğinin sağlanmasıdır. Bu aynı zamanda, bir ülkenin dünya güvenliğini
desteklemek için tek taraflı olarak savaş gücünü azaltma kararını da içine alabilir.
1960'lardan bu yana uluslararası politikada toplu bir silahsızlanmadan çok, silahların
denetimine doğru bir eğilim olduğu gözlenmektedir. Bu konuda ABD ve SSCB başı
çekmektedir. Bu antlaşmaların en dikkate değer olanı nükleer silahların Atmosferde,
Dış Uzayda ve Su Altında Denenmesini Yasaklayan 1963 tarihli Anlaşmadır.
Yeraltında Nükleer Denemeleri Sınırlandıran Anlaşma ve Stratejik Silahların
Sınırlandırılması Görüşmeleri bu kapsamda imzalanan anlaşmalardır.

Siyasi Tarih

Devletlerden, devletlerin ortaya çıkışından, değişme, gelişme, yıkılışlarından ve


devletler arasındaki siyasal ve bir dereceye kadar ekonomik ilişkilerinden söz eden
disiplindir. Bu tanımdan esinlenerek buna uluslararası ilişkiler tarihi de diyebiliriz.
Genel olarak baktığımızda "siyasi tarih" terimi iki kavramı içermektedir. Bunlar:

1) Devletlerin kuruluşlarını, geçirdikleri gelişmelerini, devlet içindeki bireylerin ya da


grupların çatışmalarını ve devletlerin dünya tarihi içindeki yer ve önemini inceleyen
siyasi tarih;

2) Uluslararası ilişkilerin temel birimlerinin birbirleriyle olan ilişkilerinin tarihini


inceleyen siyasi tarih.

Siyonizm Hareketi

Filistin toprakları üzerinde ulusal bir yahudi devleti kurma amacı taşıyan milliyetçi
yahudi hareketi. Yaklaşık iki bin yıl kadar önce bölgeden çıkartılan Yahudilerin tekrar
bu topraklara dönmeleri için, XVI ve XVII. yy.'da bir dizi "mesih", hareketleri ortaya
çıktı. Fakat Yahudilerin Filistine dönmesi konusu daha çok XIX. yy. başlarında
Hristiyan çevrelerce gündeme getirildi. Batı'nın laik kültürüne ayak uyduramayan
Doğu Avrupalı Yahudiler, Çarlık yönetiminin Yahudi karşıtı "pogrom (yıkım yada
kargaşa) hareketleri üzerine, Filistin'e yerleştirmeyi özendirmek için Havevei Sion'u
(Sionu Sevenler) kurdular. Bu hareket eski Kudüs tepelerinde, Sion'da somutlaşan
Filistin topraklarına bağlılığın uzantısıydı.

Avrupa'da anti-semitizm hareketinin yaygınlaşması ve Theodor Herzl'in savunduğu


yurt edinme düşüncesi, siyonizme siyasal bir nitelik kazandırdı. 1897 yılında Herzl ve
Weizmann'ın öncülüğünde İsviçre'de toplanan Siyonist Kongre Siyonizmin Yahudi
halkının Filistin topraklarında bir yurt yaratmayı amaçladığını içeren Basel Programını
onayladı. Bu dönemden sonra Filistin'e Yahudi göçü hızlanmıştır. İngiltere siyonizmi
bölgede güçlenen Arap ulusçuluğunu dengeleyecek bir araç olarak görüyordu. I.
Dünya Savaşının başlamasıyla siyonizmin siyasal yönü yeniden ön plana çıktı.
İngiltere'de yaşayan Rus yahudilerinden Weizmann ve Sokolow Filistin'de Yahudi
devletinin kurulmasını öngören Balfour Bildirisinin yayınlanmasında önemli rol
oynadılar. Milletler Cemiyetinin Filistin'i İngiliz Manda yönetimine bırakan belgesinde
de (Temmuz 1922) bu bildiriye gönderme yapılarak konuya yer verilmiştir. Dünya
Siyonist Örgütünün yönlendiriciliği ile bölgede Yahudi göçü hızlanmış ve Filistindeki
Yahudi nüfusu 1933'te 238 bine yükselmiştir. Filistin'in giderek Yahudi devletine
dönüşümü, Arapları siyonizme ve onun destekçisi İngiliz politikasına karşı
ayaklandırdı. 1929'da ve 1936-1939 arasında Arap ayaklanmaları, İngilizleri soruna
bir çözüm bulmaya yöneltmiştir. Almanya'da Nazilerin iktidara gelmesi ile göç
hareketi hızlanırken, bir çok ülkedeki Yahudiler de siyonizme daha sıcak bakmaya
başladılar. Araplarla Yahudiler arasındaki gerginliğin giderek artması sonucun,
İngiltere sorunu 1947 yılında BM'ye götürdü. Burada yapılan çalışmalarda Filistin
topraklarının bölünmesine karar verildi. Bu kararın verilmesinden sonra beliren
kargaşa ortamında 14 Mayıs 1948'de Tel-Aviv'de toplanan Yahudi Ulusal Konseyi
İsrail Devleti'nin kurulduğunu ilan ederken Siyonizm bölgedeki siyasal amacına
ulaşmış oluyordu.

Soğuk Savaş

II. Dünya Savaşı sonrasında Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği arasında
sürdürülen sürekli gerginlik ve sınırlı çatışma biçimidir. Soğuk savaş, 1917'den
başlayan Doğu-Batı çekişmesinin bir ürünüdür. Bu çekişme II. Dünya Savaşı'ndan
sonra daha belirgin hale geldi. Soğuk savaş geriliminin azaldığı ya da çok
yoğunlaştığı dönemler olmuştur.

"Soğuk Savaş" deyimi ilk kez 1947 yılında ABD'li Bernard Baruch tarafından
kullanılmıştır. II. Dünya Savaşından sonra Orta, Doğu ve Güneydoğu Avrupa'da
SSCB'nin etkisi artmaya başladı ve bu bölgedeki ülkeleri bir ölçüde kendi şemsiyesi
altına aldı. Bundan korkan ABD ve İngiltere, Batı Avrupa'da ve başka yerlerde ve
Sovyet yanlısı komünist partilerin iktidara gelmemesi için çeşitli girişimlerde
bulundular. Uyguladıkları Marshall Planı ile Batı Avrupa ülkeleri ABD'nin nüfuzu altına
girerken, Doğu Avrupa ülkelerinde de Sovyet yanlısı komünist hükümetlerin
kurulması ile Soğuk Savaş doruğa ulaştı. Bunun yanında ABD, Truman Doktrini
çerçevesinde, Batı Avrupa'nın SSCB'ye karşı korunması için çaba harcadı. Bunun
sonucu olarak da NATO (North Atlantic Treaty Organization-Kuzey Atlantik Antlaşması
Örgütü) kuruldu. Buna karşı, SSCB'de Varşova Paktı'nı kurdu ve Çin'de Sovyet
yanlıları iktidarı ele geçirdiler. Böylece soğuk savaşı daha belirgin hale getiren
bloklar oluştu ve çeşitli çatışma konuları ortaya çıktı. Kore ve Vietnam savaşları,
Berlin Sorunu, 1956-59 yılları arasında Ortadoğu'daki çekişme, U-2 casus uçağı olayı,
Küba krizi gibi olaylar soğuk savaşın doruğunu oluşturdu. Soğuk savaşta blok
liderlerinin kendi blokları içerisinde yer alan ülkelerin içişlerine karıştıklarına
rastlanmıştır. 1962'den sonra (özellikle Küba bunalımından sonra) yavaş yavaş
ortaya çıkan "detant" (yumuşama) dönemiyle karşıt iki blok, yerini daha karmaşık bir
yapıya bıraktı. Yeni bağımsız ülkeler ortaya çıktı. Nükleer silahların yayılmasının
önlenmesi konusunda görüşler vurgulamaya başladılar. İki blok arasındaki çekişmeyi
sona erdirmek için 1975 yılında iki blok ülkelerinin katıldığı AGİK (Avrupa Güvenlik ve
İşbirliği Konferansı) çerçevesinde Nihai Senet imzalandı. Fakat Asya ve Afrika'daki
karışıklığın tırmanması bu detente (yumuşama) sürecini sona erdirdi. 1980'lerin
başında yeniden soğuk savaş dönemine girildi. Fakat 1985 yılında SSCB Komünist
Parti Genel Sekreterliğine Mikhail Gorbaçov'un gelmesi ile, iki blok arasındaki buzlar
eriremeye başladı. Ve 1989 yılında Doğu Avrupa'da başlayan rejim değişikliği, ve
soğuk savaşı simgeleyen Berlin Duvarı'nın yıkılması ile II. Dünya Savaşından sonra
başlayan süreç sona ermeye başladı.

Sosyalist Enternasyonel

Sosyalist ve sosyal demokrat partilerin aralarında örgütledikleri birlik. Bu, II. Dünya
Savaşı'ndan sonra sosyalist eğilimli partilerin başlattıkları örgütlenme girişimlerinin
ürünüdür. 1946'da kurulan ve daha sonra bir danışma organı olan Uluslararası
Sosyalist Konferans Komitesi'nin (COMISCO) girişimi ile Temmuz 1951'de Sosyalist
Enternasyonel kuruldu. Birlikte her partinin bir oyu vardır ve kararlar oybirliği ile
alınır. Birlikte bir hiyerarşik düzen oluşturulmuştur. En yüksek organ "Kongre", onun
altında bütünüyle parti temsilcilerinin yeraldığı alt örgütler ve on iki ülkenin
temsilcisinin oluşturduğu "Büro" bulunmaktadır. Bu birlik Sovyet türü Komünist
sisteme karşı çıkarak demokrat sosyalizmi savunmaktadır. Birlik, NATO tarafından da
desteklenmektedir. Bundan etkilenerek de insan hakları, demokrasi, genel
silahsızlanma, barış içinde yaşamak gibi noktaları savunmaktadır.

Birlik, Avrupa Birliği çalışmalarına da katılmaktadır. Birliğe Dünya çapında altmış


dolayında sosyalist eğilimli parti üyedir. Türkiye'den Sosyal Demokrat Halkçı Parti
(şimdiki CHP) Haziran 1989'da birliğe üye olmuştur.

Sovyet Alman Paktı: bkz. Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı

Sovyet-Çin Çatışması: bkz. Çin-Sovyet Çatışması

Sovyet Devrimi: bkz. Rus Devrimi

Soykırım Sözleşmesi

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun dünyada soykırım suçunu önlemek amacıyla 9


Aralık 1948'de kabul ettiği uluslararası sözleşme. Bu sözleşme ve taraf olan devletler
gerek savaş, gerekse barış zamanında izlenen "soykırım" (genocide) suçunu bir
uluslararası suç saymakta ve bu suçu önlemeyi bir yükümlülük olarak kabul
etmektedir. Türkiye 29 Mart 1990 tarihinde, 5930 sayılı kanunla bu sözleşmeye taraf
olmuştur.

Sömürgecilik

Bir devletin egemenliğini başka topraklar ve halklar üzerinde kurması ya da


genişletmesidir. Sömürgeciliğin tarihi çok eskilere gitmektedir. İlkçağların devletleri
de çevrelerindeki güçsüz ülkelerin kaynaklarından yararlanmak için onları
sömürgeleştirirlerdi. Daha sonra, XV. yüzyılın sonlarında başlayarak çeşitli Avrupa
devletleri dünyanın geniş alanlarını keşif, fetih, ilhak ve iskan etmeye başlamışlardır.
Bu, XV. yüzyıldan beri Avrupa tarihinin önemli bir özelliğidir. Sömürgeciliğe çok yakın
olan Emperyalizm sömürgeciliğin bir biçimidir. Emperyalizm, Avrupa'nın büyük
devletlerinin XIX. yüzyılın ikinci yarısında öteki kıtalar üzerinde genişlemelerine
verilen addır. Bugünkü tanımlanışı ile, Avrupa'da kuvvet politikasının, devletlerarası
sürtüşme ve ekonomik rekabetin denizaşırı bölgelere yayılmasıdır. Sömürgeciliğin
tarihi çok geçmişlere dayansa da, Avrupa'nın XIX. yüzyılda endüstri devrimi sonucu
karşılaştığı ekonomik ve toplumsal sorunlara çözüm getiren yöntem olarak yenidir.
Sömürgecilik olgusunun temelinde şu unsurlar yatmaktadır: 1) Ekonomik unsur,
2)Demokratik unsur, 3)Güvenlik endişesi, 4)Ulusal itibar ve büyüklük duygusu. 20.
yüzyılda ortaya çıkan iki Dünya Savaşı, sömürgeciliğin gerilemesi sonucunu
doğurmuştur. 1960'larda başlayan hızlı uluslaşma süreci, hemen hemen
sömürgeciliğin sonunu gösteriyordu. Ve 1989 yılında Doğu Avrupa'da başlayan rejim
değişikliği, ve soğuk savaşı simgeleyen Berlin Duvarı'nın yıkılması ile II. Dünya
Savaşı'ndan sonra başlayan süreç sona ermeye başladı.

Sputnik Olayı, 1957

Sovyetler Birliği'nin 4 Ekim 1957'de yapay bir uyduyu, yani Sputnik'i uzaya
yerleştirmesi. Bu başarı Sovyetler Birliği'nin 1949 yılında atom gizlerini elde
etmesinden sonra, şimdi kıtalararası füze yapımını da gerçekleştirdiğini
vurguluyordu. Sovyetler Birliği o ana kadar, atom silahına sahip olmasına rağmen,
bu silahı ABD'nin topraklarına kadar fırlatacak teknikten yoksundu. Şimdi bir yapay
uyduyu uzaya yerleştiren Sovyetler Birliği, aynı füzenin ucuna atom silahını da
kolaylıkla yerleştirebilirdi. Bu olay ABD ve NATO'nun stratejilerini temelden
değiştirmiştir. Bu olaytan sonra ABD, Sovyetler Birliği'ne yakın olan müttefiklerinin
topraklarında Orta Menzilli Güdümlü Füze (IRBM-Intermediate Range Ballistic Missile)
yerleştirmeyi düşünmüştür.

Sri Lanka Konferansı, 1976

Bağlantısız ülkelerin devlet ya da hükümet başkanlarının Sri Lanka'nın başkenti


Colombo'da (yeni adı Srilanka) yaptıkları toplantı. 1975 yılında Peru'nun başkenti
Lima'da yapılan Dışişleri Bakanları toplantısında yeni tam üyelik ve gözlemcilik
teklifleri ele alınmış, uluslararası para sisteminin yeniden düzenlenmesi konusu
görüşülmüştü. Bağlantısızlar Koordinasyon Bürosu'nun 1976 yılı başlarında yaptığı
toplantıda aynı konu önem taşırken, aynı yılın Temmuz ayında Hindistan'ın başkenti
Yeni Delhi'de yapılan bir başka toplantıda da Bağlantısız ülkelerin kitle iletişim
araçları ile ilgili konularda yapabilecekleri işbirliği üzerinde durulmuştur. Zirveden
önce Sri Lanka'nın başkenti Colombo'da yapılan Dışişleri Bakanları toplantısında
konferansa çeşitli statülerde katılacak ülkeler belirlenmiş ve Koordinasyon
Bürosu'nun on yedi olan üye sayısı yirmi beşe çıkarılmıştır. Konferansta,
Bağlantısızlar hareketinin genel durumu, bazı sömürgelerin bğımsızlıklarına
kavuşmaları, Güney Afrika ve ırk ayrımı sorunu, Ortadoğu ve Filistin sorunu, Hint
Okyanusu ve Kore'nin silahtan arındırılması konuları görüşüldü. Kıbrıs sorununa
ilişkin olarak da, Türkiye'nin tamamen aleyhine bir ifade siyasal bildirgede yer
almıştır.
Stalin, Josif

Asıl adı Joseb Vissarionoviç Cugaşvili (Doğumu 21 Aralık 1879; ölümü 5 Mart 1953).
Sovyetler Birliği Genel Sekreteri (1922-53) ve SSCB Başkanı (1941-53). Çeyrek yüzyıl
boyunca sınırsız bir otoriteyle yönettiği SSCB'yi dünyanın en güçlü ülkeleri arasına
sokmuş, Stalinizm adıyla anılan ekonomik ve siyasal düşünce ve uygulamaları
1980'lerin sonlarına değin sosyalizm tarihine damgasını vurmuştur. Kurumsal olarak,
dünya devrimi olmadan da Sovyetler Birliği'nin ayakta durabileceği inancıyla "tek bir
ülkede sosyalizm" fikrini ortaya attı. Bu öğreti, işleri çekip çeviren orta kademe parti
kadrolarınca benimsendi.

Stalin, 1928'de Lenin'in Yeni Ekonomik Politikasına (NEP) son vererek, birbirini
izleyen beş yıllık planlarını sıkı merkezi disiplinli altında hızlandırılmış, sanayileşme
programı başlattmıştır. 1937'de SSCB toplam sanayi üretiminde ABD'nin ardından
dünyada ikinci sıraya yerleşti.

II. Dünya Savaşı'nda Stalin hiç umut vermeyen bir başlangıcın ardından büyük
iradesi, enerjisi ve örgütleyiciliği ile savaşan tarafların üst yöneticilerinin en başarılısı
oldu. Bu dönemde Sovyetler Nazizme karşı zikzaklı bir politika izledi. Savaş içindeki
ve sonundaki düzenlemelerde başrol oyuncularındandı.

Stalin, resmi açıklamaya göre, bir beyin kanaması geçirerek öldü.

Stoica Planı, 1957

1957 yılında Romanya Başbakanı Chivu Stoica, kendi adı ile anılan ve Balkanlarda
işbirliğini savunan bir plan ortaya attı. 17 Eylül 1957 tarihinde açıklanmış bulunan
planın önemli noktaları şunlardır: 1-Balkanlardaki ekonomik ve kültürel gelişmenin şu
aşamasında, bölge ülkeleri arasındaki ilişkilerin gelişme ve güçlenme imkanları çok
büyüktür. 2-Balkanların bazı devletleri arasında çözülmemiş anlaşmazlıklar vardır,
ama bunlar işbirliğini engellememelidir. 3-Ekonomik işbirliğinin geliştirilmesi Balkan
ülkelerinin yararına olacaktır ve bu yüzden ortak ekonomik girişimlerde
bulunulmalıdır. 4-Balkan halkları arasında kültürel bağlar güçlendirilmelidir. Stoica
Planın önemli bir özelliği nükleer silahlardan arındırılmış Balkanlardan söz
etmemesidir.

Stoica, 1959 Haziran'ında işbirliği önerisini tekrarladı. Bu önerinin önceki plandan üç


farklı özelliği vardır. 1-Balkanlarda nükleer silahlardan arındırılmış bir bölge
kurulmasını öngörüyordu. Burada amaç ABD'nin, Türkiye, Yunanistan ve İtalya'ya
yerleştirmiş olduğu füzelerdi, bunların sökülmesini amaç edinmişti. 2-Bu planın
arkasında Sovyet desteği birincisinden çok daha açık ve güçlüydü. 3-İşbirliğinin alanı
İtalya'yı da alacak bir şekilde genişletilmişti.

Stratejik Savunma Girişimi (Strategic Defence Initiatives-SDI)


Yıldız savaşları olarak da bilinir. SSCB'nin olası nükleer saldırısına karşı ABD
yönetimince tasarlanan stratejik savunma sistemi.

SSCB'nin kıtalararası balistik füzelerinin uçuşlarının çeşitli aşamalarında yok etmeye


yönelik olan SDI, üzerinde hala çalışılması ve geliştirilmesi öngörülen sistemleri
gerektirmektedir. Sistemin esası, uzaya ve yeryüzüne konuşlandırılmış lazer savaş
istasyonlarının yok edici ışınlarını, çeşitli yöntemlerle hareketli Sovyet hedeflerine
yöneltmesine dayanmaktadır. Sistemin bir başka önemli öğesi, havadan ve yerden
fırlatılan füzelere nükleer olmayan öldürücü mekanizmalar ekleyerek, ABD'ye ait
kıtalararası balistik füze siloları gibi ana hedefler çevresinde yoğunlaştırılmış bir geri
savunma kademesinin oluşturulmasıdır. Ayrıca Sovyet saldırılarını ortaya çıkarmak
için yeryüzüne, gökyüzüne ve uzayayerleştirilecek alıcılarda radar, optik araçlar ve
kızılötesi ışın gibi tehdit algılayıcı sistemler kullanılması öngörülmektedir.

ABD Kongresi 1980'lerin ortalarında konuyla ilgiliçalışmalar için gerekli fonu


onayladı. Ama program, doğuracağı askeri ve siyasal sonuçlar ve teknik
uygulanabilirlik açısından silah uzmanları ve devlet görevlileri arasında tartışmaya
yol açtı. SDI'yi savunanlar etkili bir savunma sisteminin olası bir Sovyet saldırısını
caydıracağını öne sürmektedir. Programa yöneltilen eleştiriler ise, bu sistemin ABD'yi
tümüyle bir nükleer saldırıdan koruyamayacağı, programın her iki süper gücü hem
savunma, hem saldırı alanında çok pahalı bir yarışmaya sürükleyeceği, program iki
süper gücü de birden fazla antibalistik füze üssünü yasaklayan 1972 tarihli
Antibalistik Füze Antlaşması'na ait 1974 Protokolü'nü tehlikeye düşürecek ve
genelde, silahların sınırlandırılmasına yönelik anlaşmaların gerçekleşme olasılığını
zayıflatacaktır.

Stratejik Silahların İndirimi Antlaşması (START)

1980'de ABD Başkanı olan Ronald Reagan, başlangıçta SALT II antlaşmasına karşı bir
tutum takınmasına karşın, büyük ölçüde NATO'nun Avrupalı müttefiklerinden gelen
baskılar karşısında Stratejik Silahların Azaltılması Görüşmeleri (START) adıyla bilinen
bir öneride bulundu ve ABD ile Sovyetler Birliği arasında 1982 Haziran'ında
Cenevre'de görüşmeler başladı. Ancak, NATO'nun Avrupaya Cruise ve Pershing II gibi
orta menzilli füzeler yerleştirmesi ve Reagan'ın uzayda füze savunması temeline
dayananStratejik Savunma irişimi (SDI)çalışmalarını başlatması üzerine Sovyet tarafı
görüşmelerden çekildi.

1985 yılında yeniden başlayan START görüşmeleri daha kolay anlaşmaya varmak için
üç ayrı bölüme ayrıldı. Stratejik nükleer silahlar, orta menzilli füzeler ve uzay
silahları. İki önderin 1986 Ekim'inde katıldığı Reykjavik zirvesinde görüşmeler,
Reagan'ın SDI'da ısrarı yüzünden başarıya ulaşamamışsa da, 1987'de orta menzilli
füzeler üzerinde anlaşmaya varılmasıyla START'ın önündeki engeller kalktı. Sovyetler
Birliği, 1989 Eylül'ünde SDI konusunda yumuşamadı ve ABD'nin yeni Başkanı George
Bush'a görüşme önerisinde bulunuldu. İlk önder 1990 Haziran'ında Washington'da
bir araya gelerek START kapsamına giren konularda bir ön anlaşmaya vardılar. ABD
ile Sovyetler Birliği'nin savaş başlıkları sayısının 12.000'den 9.000 dolayına
indirilmesi öngörülmekteydi. 31 Temmuz 1991'de Moskova'da Bush ve Gorbaçov
START I Antlaşmasını imzaladılar. Anlaşma, ABD ve Sovyet stratejik nükleer
güçlerinde yaklaşık %25 ile %30 oranında bir indirime gidilmesini öngörüyordu. Buna
ek olarak, anlaşma koşullarına uyulup uyulmadığını izlemek üzere geniş ve önceden
izin almayı gerektirmeyen bir yerinde denetim sistemi kurulacaktır.

Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri (SALT)

Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri (Strategic Arms Limitation Talks-


SALT) A.B.D. ile Sovyetler Birliği arasında stratejik nükleer silahların, fırlatma
sistemlerinin ve bunlarla ilgili saldırı ve savunma silah sistemlerinin denetimi
üzerinde anlaşmaya varmak amacına yönelik çabalardır. SALT görüşmeleri ilk olarak
1969 yılında Helsinki'de başladı. Başlangıçtaki amaç, tarafların o sırada yapmayı
tasarladıkları füze-karşıtı silah sistemlerinin (Anti-Ballistic Missiles-ABM)
sınırlandırılması ya da tümüyle ortadan kaldırılmasıydı. Daha sonra şu konular da
görüşmeler içine alındı: Nükleer denemeleri kapsamlı bir biçimde yasaklama, belirli
bölgenin silahlardan arındırılması, belirli tipte nükleer silah fırlatma sistemlerinin
sayılarının sınırlandırılması, çok başlıklı nükleer füzelerin (MIRV) sayısına bir tavan
konması, füze-karşıtı silah depo alanlarının azaltılması ve sınırlı savaşın genel bir
nükleer savaşa doğru tırmanmasından kaçınılması.

Stresa Antlaşmaları, 1935

Almanya'nın Versay Antlaşmasının en önemli hükümlerini tek taraflı olarak


feshetmesi üzerine imzalanan antlaşmalar. Almanya'nın Versay hükümlerine aykırı
bir şekilde silahlanması sonucu Fransa, İtalya ve İngiltere arasında, 14 Nisan 1935'te
Stresa Antlaşmaları imzalandı. Almanya'ya karşı ortak bir cephe kuran bu
antlaşmalar, Almanya'nın hareketini belirtiyor protesto ediyor, Locarno
anlaşmalarına olan bağlılığı ve Avusturya'nın bağımsızlığını koruma amacını ifade
ediyordu.

Süveyş Bunalımı, 1956

Mısır Devlet Başkanı Genel Abdülnasır'ın 1956 Temmuz ayında Süveyş Kanalını
millileştirmesiyle ortaya çıkan bunalım. Bu davranışla, Batı Avrupa'nın petrol yolu
artık Nasır'ın denetimi altına girmiş ve özellikle Fransa ve İngiltere için çok karlı olan
Kanal Şirketi elden çıkmıştır. Sorunu çözmek için toplanan Londra Konferansı
(Ağustos 1956) ve B.M.'den çözüm çıkmadı. Bunun üzerine İngiltere ve Fransa Kanal
bölgesine ortak bir harekat düzenlemeyekarar verdiler. Bu iki devlet Mısır'a karşı
hava saldırısına giriştiler ve 5 Kasım'da hava saldırısı yerini paraşütçü birliklerinin
indirilmesine bıraktı. ABD ve SSCB bu açık saldırıya karşı BM'de cephe aldılar. Bu
baskılar karşısında önce İngiltere, daha sonra da Fransa geri çekildi. Mısır bu olaydan
sonra Kanal üzerinde tam denetim sağladı.

Sykes-Picot Antlaşması, 9 Mayıs 1916

I. Dünya Savaşı sırasında, İngiltere ve Fransa arasında yapılan ve Osmanlı Devletinin


paylaşılmasını öngören gizli antlaşma. 1915'te Arabistan yarımadasını ele geçiren
İngiltere, Osmanlı devletine karşı ayaklanan Mekke Şerifi Hüseyin'i destekleyerek
Irak ve Filistin toprakları üzerinde kendisine bağımlı bir Arap devleti kuracaktı. Fransa
böyle bir plana karşı çıkıp İngiltere'ye baskı yaparak yeni bir antlaşma yapılmasını
istedi. Rusya'nın onayı ile imzalanan bu antlaşmaya göre; I-Rusya'ya, Trabzon,
Erzurum, Van ve Bitlis ile Güneydoğu Anadolu'nun bir kısmı, II-Fransa'ya, Doğu
Akdeniz bölgesi, Adana, Antep, Urfa, Diyarbakır, Musul ile Suriye kıyıları, III-
İngiltere'ye Hayfa ve Akka limanları, Bağdat ile Güney Mezopotanya verilecekti ve IV-
Fransa ile İngiltere'nin elde ettiği topraklarda Arap devletleri konfederasyonu veya
Fransız ve İngiliz denetiminde tek bir Arap devleti kurulacak V-İskenderun serbest
liman olacak VI-Filistin'de, kutsal yerleşim yeri olması nedeniyle bir uluslararası
yönetim kurulacaktır.

Şam Deklarasyonu, 5 Mart 1991

5 Mart 1991'de Irak'ın Kuveyti işgaline karşı oluşturulan Müttefik ülkesi Dışişleri
Bakanları Şam'da biraraya geldiler. Mısır, Suriye ve Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleri
arasında yapılan görüşmeler sonunda yer alan bildirgede "Körfezde güvenliğin
sağlanması için bir Arap barış gücü ve entegre savunma sisteminin kurulması" kararı
alındığı belirtilmekteydi.

Şovenizm (Chauvinism)

Aşırı milliyetçilik. Napolyon'un askerlerinden Nicholas Chauvin, liderine ve ülkesine


körü körüne bağlılık göstermiştir. Bu dönemden itibaren de aşırı nitelikte, başkalarına
hayat hakkı tanımayan türden bir milliyetçilik anlayışı "şovenizm" olarak
adlandırılmıştır. II. Dünya Savaşı öncesinde Nazi Almanyası'ndaki Alman milliyetçiliği
şovenizmin belirgin örneklerindendir.

Tahran Konferansı: bkz. İkinci Dünya Savaşı

Tamamlanmamış Nükleer Yayılma Sistemleri

ABD ve Sovyetler Birliği (Rusya) dışında başka ülkelerin de nükleer güce sahip
olduğu sistem. ABD ve Sovyetler Birliği'nin (Rusya) yanı sıra diğer güçlerin de
minimum nükleer caydırma kapasitesi vardır. Bu sistemde, küçük güçlerin büyük
güçlerle veya birbirleriyle ittifaklar oluşturması olasıdır. Savaşlar sınırlı nitelik
taşımakla birlikte, uluslararası sistemdeki gerginlik ile yerel ve diğer ülkelerin
içişlerine karışma eğilimi artmakta ve uluslararası hukuk normlarına uyulma eğilimi
de azalmaktadır.

Tarafsızlık Kanunu, 1935

ABD'nin kriz içindeki Avrupa ile diplomatik ilişkilerini belirlemesine ilişkin kanun.
1933'ten itibaren. Avrupa'nın kriz içinde olması karşısında ABD, Avrupa
diplomasisinin bu krizler içine sürüklenmekten korkmuş ve yalnızcılık politikasına
daha fazla bağlanmıştır. Bunun için 1935 Ağustos ayının içinde "Tarafsızlık Kanunu"
çıkarılmıştır. Bu kanuna göre bir savaş durumunda Başkan, savaşan taraflara silah ve
malzeme satılmasını yasaklayabilmekteydi.

Taşkent Bildirisi, 1966

Hindistan ve Pakistan arasında sınır çatışmaları devam ederken Sovyetler Birliği'nin


Pakistan Devlet Başkanı Eyüp Han ile Hindistan Başkanı Lal Bahadur Shastri, 4 Ocak
1966 tarihinde Sovyet Özbekistan'ının başkenti Taşkent'te biraraya geldiler. İki
önderin anlaşmaya vardıkları bildiride, iki tarafın da anlaşmazlıkların çözümünde
kuvvet kullanmayacakları ve birliklerin 5 Ağustos 1965'teki yani çatışmaların
başladığı tarihten önceki yerlere çekileceği açıklanıyordu.

Tayvan Sorunu

Tayvan'ın (milliyetçi Çin) Birleşmiş Milletler üyeliğinden çıkartılmasıyla sonuçlanan


anlaşmazlık. BM Genel Kurulu, Arnavutluk ve diğer yirmi üyenin teklifi üzerine Ekim
1971'de, otuzbeş aleyhte ve onyedi çekimser oya karşı yetmiş altı oyla aldığı bir
kararla Çin Halk Cumhuriyeti'ni BM üyeliğine kabul etti ve buna karşılık Milliyetçi
Çin'i (Tayvan) üyelikten çıkardı

Tibet Sorunu

Çin insanından gerek ırk, gerekse kültür bakımından farklı olan Tibet halkı,
geleneksel olarak Dalai Lama adı verilen dinsel önder tarafından yönetilmekteydi.
Tibet 18. ve 19. yy.'da Çin'in etki alanı içinde sayılmaktaydı. Ancak, 1913-1950 yılları
arasında zayıf Çin yönetimi Tibetteki askeri varlığını sürdürememiş ve bundan
yararlanan Dalai Lama, uzun süre ülkesinin tam bağımsızlığının uluslararası alanda
tanınması için çok çaba göstermişse de, başarılı olamamıştır.

Ç.H.C. kurulduktan sonra, Çin'in bir askeri harekatından endişelenen Dalai Lama
hükümeti, 1950 Nisan'ında Çin ile ilişkilerinin düzenlenmesi için girişimlerde
bulunmaya başlamıştır. Bu girişimlere cevap olarak, Pekin hükümeti, Tibet'in Çin'in
bir parçası olduğunu, coğrafi konumu yüzünden Çin ordusunu engellemeyeceğini ve
İngiliz ya da Amerikan yardımına güvenmemelerini açıkladı. 24 Ekim 1950 tarihinde
ise, Tibet'i "anayurdun büyük ailesi" içine almak ve Çin "ulusal savunma çizgisini
güçlendirmek" gerekçesiyle, Tibet'i doğrudan işgal etmeye başladı. İşgal hareketine
en büyük tepki, doğal olarak Tibet hükümetinden ve işgal gerçekleştiği taktirde
Çin'le sınır komşusu olacak Hindastan'dan geldi. Çin Hükümeti önce Tibet'in
yönetimine hoşgörülü davrandı. Ancak daha sonra isyanlar bitmeyince, baskı
politikası başladı. Bu baskı, isyanın tüm Doğu Tibet'e ve oradan da Başkente
sıçramasına yol açtı. Başkaldırı, 1959 Mart'ında Çin garnizonuna saldırı olayında
doruk noktasına ulaşınca, Çin harekete geçti ve kanlı çarpışmalar sonucu tüm Tibet'e
egemen oldu. Dalai Lama ise Hindistan'a kaçtı. Bu gelişmeler, ilerde ortaya çıkacak
olan Çin-Hint çatışmasının temelini oluşturmuştur.

Tonkin Körfezi Olayı, 1965

Kuzey Vietnam'ın bombalanmasına yol açan Tonkin Körfezinde Turner Joy ve Maddox
savaş gemilerinin batırılması. Tonkin Körfezi olayında ABD'nin Kuzey Vietnama
verdiği karşılık çok sert oldu. 5 Şubat 1965 tarihinde Vietkong, Pleikv'daki Amerikan
kampına bir saldırıda bulundu ve sekiz Amerikalı öldü, bu olay, Tonkin Körfezi Olayı
ile birlikte, gelecek üç yıl boyunca Kuzey Vietnam'ı yerle bir edecek korkunç
Amerikan bombardımanının da başlangıcı oldu.

Bu bombalama istenen sonucu vermemiştir. Ho Chi Minh, Amerikanın havadan


"tırmanmasına" yerden güney sızmaları artırarak karşılık verdi. Bunun anlamı artık
Vietkong'u yenmek için kara kuvvetlerinin savaşa girmesiydi.

Treshold Antlaşmaları, 3 Temmuz 1974

Yeraltında Nükleer Denemeleri Sınırlandıran Antlaşma ve Ek Protokol. Yeraltında


yüzelli kilo tonu aşan nükleer güç denemelerini yasaklayan antlaşma. 3 Temmuz
1974'te imzalanan antlaşma ile taraflar, denemeleri en aza indirmeyi de kabul
etmişlerdi. Ek protokol ise tarafların nükleer denemeleri ile ilgili verileri birbirlerine
aktarmalarını öngörmektedir. Antlaşma, ABD Senatosunca onaylanmadığı için
yürürlükte değildir.

Trianon Barış Antlaşması, 4 Haziran 1920

Macaristan ile İtilaf devletlerince I. Dünya Savaşını bitiren antlaşma. Bu antlaşmayla


Macaristan komşu ülkeler olan Çekoslavakya, Yugoslavya ile Romanya'ya toprak
bırakmak zorunda kalmıştır.

Truman Doktriniİkinci Dünya Savaşı sonunda Yunanistan'da komünistlerle iç savaş


başgöstermiş, Türkiye de 1945 ve 1946 döneminde Rusya'nın Kars ve Ardahan
üzerindeki toprak ve Boğazlarda üs elde etme istekleri ile karşılaşmıştı. Savaş
sonrası dünyası diğer bazı bölgelerde de sıcak savaşı izleyen bir soğuk savaş
durumuna girmekteydi.
Bu atmosfer içinde, 1947 Mart'ında ABD Başkanı Truman, Kongreden Türkiye ve
Yunanistan'a askeri yardım için 400 milyon dolarlık bir ödenek istedi ve bunu elde
etti. Böylece, yeni bir "AmerikanYardımı" dönemi başlamıştır. Nitekim birkaç ay sonra
da, Dışişleri Bakanı Marshall Avrupa ülkelerinin savaşta tahrip olan ve zayıflayan
ekonomilerini güçlendirmek amacıyla "Marshall Planı" adıyla anılan yeni yardım
kararını açıklamış ve Avrupa Kalkınma Programı (European Recovery Program) olarak
da anılan yeni yardım sistemi kurularak Türkiye de dahil birçok Batı Avrupa ülkesine
ekonomikyardım başlamıştır.

Truman Doktrini ile yapılan 400 milyon dolarlık yardımdan Türkiye, Yunanistan'dan
daha az bir yardım almıştır (100 Milyon Dolar).

Türk-ABD Savunma ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması: bkz. Savunma ve Ekonomik


İşbirliği Antlaşması

Türk-Alman İttifakı, 3 Ağustos 1914

Osmanlı İmparatorluğu'nun I. Dünya Savaşına girmesine neden olan ittifak


antlaşması.

Alman-Osmanlı ittifakı I. Dünya Savaşı başladıktan sonra, 2 Ağustos 1914'te


hazırlandı ve birgün sonra imzalandı. İttifaka göre, Almanya ve Osmanlı devleti,
Avusturya ile Sırbistan arasındaki çatışmada tarafsız kalacaklardı. Ancak, bu çatışma
bir Alman-Russavaşına dönüşürse(ittifak imzalandığında dönüşmüştü bile). Osmanlı
devleti Almanya'nın yanında savaşa katılacaktı. Buna karşılık, Osmanlıdevletinin
toprak bütünlüğü Rusya tarafından bozulunca, Almanya Osmanlı devletine yardım
edecekti.

Bu ittifak antlaşması Osmanlı Devleti'nin geleceğini Almanya'ya bağlamıştır.

Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Paktı, 1925

İngiltere ve Milletler Cemiyeti'nin Musul sorunundaki tutumları ve İngiltere'nin


1925'te Doğu ayaklanmasını kışkırtması Türkiye'yi Sovyetler Birliği'nin desteğini
arama yoluna itmiştir. Sovyetler Birliği de aynı yıl imzalanmış bulunan Lokarno
Antlaşmalarını kendisine yönelik düzenlemeler olarak yorumlamış ve bunların
sonucu olarak, iki devlet arasında 17 Aralık 1925'te bir "Tarafsızlık ve Saldırmazlık
Antlaşması" imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre, iki devlet birbirine saldırmayacak,
taraflardanbiri saldırıya uğradığı takdirde öteki tarafsız kalacak ve taraflar
birbirlerine yönelik siyasal düzenlemelere girmeyecekti. Ayrıca, taraflar üçüncü
devletlerle siyasal nitelikte antlaşmalar imzalamadan önce birbirlerine
danışacaklardı.
Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı

30 Ekim 1918 tarihinde Osmanlı hükümetince imzalattırılan Mondros Silah


Bırakışması İtilaf devletlerince yalnız savaş sonrasında yapılan gizli antlaşmalarda
belirtilen yerleri işgal hakkını vermemekte, aynı zamanda şu iki önemli hükmü de
öngörmekteydi. (i)Boğazlar bölgesi işgal altına alınacak ve (ii)İtilaf devletleri
güvenliklerini tehlike altında gördükleri bölgeleri de işgal edebileceklerdi. İşta I.
Dünya Savaşı'nın gaip devletleri, anlaşmalarda sözkonusu edilen "Mezopotamya" ve
"Kilikya" gibi sınırları hiç de belirli olmayan bölge adlarına ve yukardaki maddeye
dayanarak, Türklerin içinde yaşayacağı sınırı sürekli kuzeye, Anadolunun içlerine
doğru zorlamaya başlamıştı.

Bu kötü koşullar altında, Mustafa Kemal'ın önderliğinde Anadolu'da başlayan Ulusal


Kurtuluş Hareketi, Temmuz-Eylül 1919 tarihleri arasında Erzurum ve Sivas Kongreleri
ile örgütlenmiş ve mücadelenin amaçları bu kongrelerde ana hatları ile belirlenmiştir.
Ulusal sınırlar içinde vatan bir bütündür, geçici bir hükümet kurulacaktır ve Mandat
ile himaye sistemleri kabul edilemez.

Anadolu'da bu örgütlenme çabaları olurken, Osmanlı Meclis-i Mebusanı 28 Ocak


1920 tarihinde son toplantılarında, ulusal kurtuluş hareketinin temel ilkelerini "Misak-
ı Milli" adı altında ilan etmiştir.

Misak-ı Milli ulusal ve bölünmez bir türk ülkesinin sınırlarını çizmiş, bunu Osmanlı
yönetim ve gelenekleri ile bağlantının kesildiğini tüm dünyaya açıkça ilan etmiştir.
İslam dünyasına öncülük yapmak iddiasında bulunan çok uluslu bir imparatorluk
yerine, mütecanis bir ulus-devlet kurulacaktı ve yeni Türkiye'nin gücü buradan
kaynaklanıyordu.

Türk ulusal kurtuluş hareketinin kronojik seyri şöyle olmuştur. 23 Nisan 1920'de
TBMM'e açıldı. 2 Aralık 1920 tarihli Gümrü Antlaşması ile doğudaki harekat sona
erdi. Gümrü'den sonra Sovyetler Birliği ile 16 Mart 1921'de Moskova Dostluk
Antlaşması imzalandı. Bununla Sovyet Rusya, Misak-ı Milliyi tanıyordu.

10 Ocak 1921 I. İnönü Savaşı,

31 Mart 1921 II. İnönü Savaşı,

23 Ağustos-13 Eylül 1921 Sakarya Meydan Muharebesi,

20 Ekim 1920'de Fransa ile Türkiye arasında yapılan Ankara Antlaşması. Bu


antlaşmayla iki devlet arasındaki savaş durumu sona eriyordu.

30 Ağustos 1922 Büyük Taarruz'un başarıyla sonuçlanması.

9 Eylül 1922 Mudanya Bırakışması,

24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lausanne Barış Antlaşması ile Türk Ulusal
Kurtuluş hareketi başarıyla sonuçlandı. Osmanlı imparatorluğunun küllerinde bir
devlet oluşturuldu.
U-2 Uçağı Olayı

U-2 olayı, yalnız Doğu-Batı ilişkileri açısından değil, aynı zamanda Türkiye açısından
da önemli sonuçlar doğurmuş bir soğuk savaş olayıdır. ABD'nin bazı NATO ülkeleri ve
bu arada Türkiye'deki üslerinden kalkan uçakların faaliyetleri sorunu, U-2 haberalma
uçağının düşürülmesi üzerine alevlenmiş ve Sovyet-Amerikan ilişkilerinde önemli bir
bunalıma yol açarak, soğuk savaşı şiddetlendirmiştir. U-2 olayı, Amerikan
yöneticilerinin, Sovyetler Birliği'nin 1949 yılında atom tekelini ortadan
kaldırmasından sonra duymaya başladıkları derin güvensizliğin doğrudan bir
sonucudur. U-2 uçağı bir füze gibi havalanabilmekte, 10 saniye içinde 300 metre
yükselmekte, 30.000 metre yükseklikte, güçsüz olarak 300 mil gözükebilmekte ve
yakıt almaksızın yedi buçuk saat ve 3.000 mil uçabilmekteydi. Uçak, çok yüksekten
net biçimde fotoğraf çekecek son derece güçlü kameralarla donatılmıştı.

Dünya, U-2 olayını, 3 Mayıs 1960'ta Khrushchev'in Sovyet hava alanında bir
Amerikan casus uçağının 1 Mayıs tarihinde düşürüldüğünü açıklamasıyla öğrendi.
ABD bu uçağın casus uçağı olmadığını, açık hava sağanaklarını inceleyen
meteorolojik bir uçak olduğunu açıkladı. Khrushchev, 5 Mayıs 1960'ta verdiği ikinci
demeçte, tam doruk toplantısının yapılacağı sırada, Sovyetler Birliği'ne karşı girişilen
bu düşmanca hareketin, doruk toplantısını baltalamak amacını güttüğünü söylemiş
ve hükümetin Amerikan uçaklarına üslerinde faaliyet izni veren devletlere de uyarıda
bulunacağını belirtmiştir. Ayrıca, herhangi bir saldırıya karşı, Sovyetlerin güdümlü
füzelerle karşılık vereceğini ve bu saldırıda kullanılan üslerin de yerle bir
edilebileceğini hatırlatmıştır. Açıktır ki, bu sözler Türkiye'ye doğrudan bir tehdit
niteliğini taşıyordu.

Ulusal Kurtuluş Hareketleri

II. Dünya savaşından sonra tanık olunan, emparyalist devletlerin yönetimi altında
bulunan sömürgelerin uluslaşması ve bağımsızlıklarını kazanmaları, gerçekte
yalnızca savaşın bir ürünü sayılamaz. Bu önemli sürecin kökenleri geçen yüzyılın
içinde dal budak salmış bulunmaktaydı. 19. yy. emparyalizmi, sömürgelerle
sömürgeciler arasında 1914 yılına kadar, hiç değişmeden süren özel bir ilişkiler
bütünü kurmuştu. Kısaca, siyasal bağımlılık, ırksal eşitsizlik, halklarının ulusal benlik
ve bütünlük kazanmaları, okuma-yazma oranın artması yaşam düzeylerinde az da
olsa bir yükselişin sağlanması ve nüfusun artması sonucunda ortaya çıkan ulusal
bilinç, 19. yüzyılın ürünleri olan siyasal bağımlılık, ırksal üstünlük ve ekonomik
sömürünün karşısına çıkan temel güçler olmuştur. Bu gücün belirli bir hedefe
yönelmesine yardım eden ise, özgürlük, eşitlik ve "self determinasyon" gibi liberal
ideallerdir. Bu genel akım iki dünya savaşı ile hız kazandı. Çünkü, sömürgeci
devletlerin çoğunluğu bu iki savaştan son derece güçsüz çıkmış ve bu yüzden ister
istemez, sömürgeleri üzerindeki denetimi gevşetmek zorunda kalmışlardır. Bir başka
hızlandırıcı etki ise sömürgeci devletlerin bu savaşlarda rakiplerini yenebilmek için
sömürge insanının, savaşken er olarak yardımını istemeleri ve böylece bu askerlerin,
belki de ilk defa beyaz insana göre ırksal bir aşağılığının olmadığını anlamaları ve
Batı'nın liberal düşüncelerini açılmalarıdır. Afrika ve Asya'da Batı'ya karşı bağımsızlık
hareketlerini yürütenlerin büyük çoğunluğunu dünya savaşına katılmış bulunan
askerler oluşturmuştur. II. Dünya Savaşı bittiğinde yeryüzünde 600 milyon insan şu
yada bu biçimde sömürge sistemi altında yaşamaktaydı. Bugün ise bağımlı bulunan
ülke sayısı hemen hemen hiç kalmamıştır. Bu büyük dönüşüm Hindistan ve
Pakistan'ın bağımsızlığı ile başlamıştır.

Utrecht Barışı, 1713

İspanya Veraset Savaşları'nı sona erdiren barış antlaşması. Utrecht Barışı'nın


maddeleri, siyasi tarihin ana konusu olan 19. yy.'ın büyük çaplı olayları açısından çok
önemlidir ve belki de "modern dünya" Westphalia'dan çok Utrecht ile kurulmuştur.
Antlaşmanın asıl konusu İspanya dünyasının paylaşımıdır. İngiltere Cebelitarık ile
Minorka adasını, Savua Dükalığı, Sardunya adasını aldı. İspanya'nın Akdeniz'deki
öteki toprakları, (Milan, Napoli ve Sicilya) ile İspanya Hollandası (Belçika) Avusturya
Habsburglarına bırakıldı. Fransa, Amerika'daki iki kolonisini (Newfondland ve Nova
Scotia) İngiltere'ye devretti.

Utrecht Barışı'nın önemi şuradadır: Bir kere, daha önce de adı çok az duyulan iki
küçük devlet, Savua ve Brandenburg, Avrupa'nın siyasal ufkunda yükselmeğe
başladı. İki ülkenin yöneticisi, galip tarafa katılmış oldukları için, kral kabul edildiler.
Bundan sonra birincisine Sardunya ya da Piyemonte, ikincisine Prusya denecektir.

İkinci olarak, Westphalia ile kurulan sistem yeniden doğrulandı. Üçüncü olarak
Almanya hala federal bir karmaşa içinde, İtalya hala parçalanmış, İspanya ise
Fransa'nın etkisi altına girmiş olduğu için, Utrecht Barışı'ndan İngiltere ve Fransa en
güçlü iki devlet olarak çıkacaklardır. Ama, savaştan asıl kazançlı çıkan İngiltere'dir.
Savaş sırasında İskoçya ile birleşmiş, Minorka ve Cebelitarık'ta Akdeniz gücü olmuş,
Amerika'da iki toprak parçası elde etmiştir. Ama, daha da önemlisi, İspanya
Amerikasına Afrikalı köleler taşıma ayrıcalığını elde etmiş olmasıdır. Bristol ve
Liverpol gibi kentlerin gelecek dönemdeki zenginliklerinin kaynağı bu tutsak
ticaretinden elde edilen karlardır.

Üçlü İtilaf, 1907

I. Dünya Savaşı öncesi oluşan komisyonlardan birisi. 1988 yılında II. Wilhelm'in
Alman İmparatoru olmasıyla Şansölye Otto Von Bismarck'in 1862'den beri
sürdürdüğü Almanya'nın dış politikasını Avrupa dışına taşımama ve Rusya ile iyi
geçinme ilkeleri gözardı edilmeye başlandı. Bu ortam üçlü itilafın doğmasına nesnel
zemini hazırlıyordu. II. Wilhelm'in Sömürgecilik hevesleri İngiltere'yi
endişelendirirken, Rusya'da giderek Almanya'nın değişmez düşmanı Fransaya
yaklaşıyordu. 1692'de Fransa ile Rusya arasında bir askeri anlaşma yapıldı. 1894
yılında ise bu iki ülke arasında açıkça Almanya'yı hedef alan bir ittifak antlaşması
imzalandı. Bu üçlü itilafın ilk halkasıydı. İkinci halka, 1904 Fransız-İngiliz
antlaşmasıdır. İngiltere ve Fransa XIX. yy. sularında yoğun bir sömürge paylaşımı
mücadelesi içersindeydiler. Mısır, Sudan, Güneydoğu Asya gibi bölgelerde İngiltere
ile giriştiği bu mücadelelerde başarısızlığa uğrayan Fransa, bu nedenle Avrupa'da da
prestij kaybına uğruyordu. Buna karşılık Almanya'nın hızla silahlanması Fransa'ya
İngiltere ile ilişkilerini düzeltmeye yöneltti. Üçlü İtilaf'ın son halkası 1907 İngiliz-Rus
Antlaşmasıdır. Bu antlaşmada esas olarak iki ülke arasında sürmekte olan
sömürgecilik mücadelelerini sona erdirme niteliğini taşıyordu. XIX. yy. başlarında
Boğazlar üzerinde başlayan İngiliz-Rus rekabeti, sonradan Orta Asya ve Uzakdoğuya
da sıçradı. Özellikle Rusya'nın İran, Afganistan ve Tibet ile ilgilenmesi, İngiltere
tarafından doğrudan Hindistan'a yönelik bir tehdit olarak algıladı. Sonuç iki ülkenin
Çin'de sürdürdükleri mücadelede Japonya'yı Rusya üzerine saldırtarak büyük bir
yenilgiye uğramasına neden olan İngiltere başarılı oldu. Bunun üzerine Almanya ile
arası bozulan Rusya İngiltere'ye yaklaşmak zorunda kaldı.

Üçlü İttifak, 1882

I.D.S. öncesinde oluşan koalisyonlardan birisi. 1862 yılından başlamak üzer önce
Rusya sonra da Almanya dış politikalarını Fransayı yalnız bırakma stratejisi üzerine
kurmuşlardır. Bu amaca yönelik olarak 1872'de Alman, Avusturya-Macaristan ve Rus
imparatorları biraraya gelerek Birinci Üç İmparatorlar Ligi'ni oluşturdular. Bunun
ardından Avusturya ile ilişkilerini daha da geliştiren Otto Von Bismarck, 1879'da
Almanya-Avusturya ittifakını güçlendirdi. Bunun hemen ardından da Rusya'yı
güçlendirmek için 1881 yılında İkinci Üç İmparatorlar Ligi'ni oluşturdu. Fakat
Balkanlar'kaki Rusya-Avusturya rekabeti nedeni ile ittifak kısa bir süre sonra dağıldı.
Bu gelişmelerin ardından, İtalya'nın Akdeniz bölgesinde Fransa ile giriştiği rekabet,
Üçlü İttifak'ın doğuşunu hazırladı. Özellikle Tunus sorunu yüzünden Fransa ile arası
açılan İtalya, Almanya gibi güçlü bir müttefike ihtiyaç duyuyordu. Birmarck ise
Fransa ile sorunu olan her ülkeyi desteklediği gibi, İtalya'yı da destekliyordu. 1879
Almanya-Avusturya ittifakı nedeniyle Almanya ile Rusya'nın ilişkileri iyi değildi.

Üçüncü Reich (The Third Reich)

1933-1945 yılları arasında Almanya'da Nazi rejimine Nazilerce verilen ad. Nazi
öğretisinde Kutsal-Romo German imparatorluğu (962-1086) Birinci Reich'tir. 1871'de
Birmarck'ın önderliğinde Alman birliğinin sağlanması ile ortaya çıkan ve 1918'de II.
Wilhelm'in tahtan inmesiyle son bulan Alman imparatorluğu II. Reich'tir.

Vandenberg Kararı, 1948

ABD'nin güvenliğini ilgilendiren ve karşılıklı yardıma dayanan bölgesel ve diğer ortak


anlaşmalara katılabilmesini mümkün kılan karar. ABD, Monroe Doktrininden beri
Avrupa ülkeleriyle ittifaka girmiyordu. Yalnızcılık politikası uyguluyordu. Batı Avrupa
Birliği'nin kuruluşunun hemen ardından Sovyetlerin Berlin Sorununa ilişkin çıkarları
karşısında Senatör Vandenberg 1948 Nisan'ında Senatoya bir karar tasarısı sundu.
Bu tasarıya göre ABD Başkanına bölgesel ve diğer ortak anlaşmalara katılma yetkisi
veriliyordu. Bu teklif, 11 Haziran 1948'de kabul edildi ve bu karara Vandenberg
Kararı denildi. Bu karar ile ABD, 1823'ten beri esas olarak uyguladığı politikasını
resmen terketti.

Varşova Antlaşması, 1970

Almanya Polonya sınırını belirleyen antlaşma. 7Aralık 1970'te imzalanan antlaşmaya


göre Almanya ile Polonya arasındaki sınır, Oder-Neisse nehirlerinin oluşturduğu sınır
olarak kabul ediliyordu. Bu sınır bir kısım Alman toprağını Polonya'ya vermekteydi.
Taraflar birbirlerine yönelik olarak kuvvete başvurmamayı taahhüt ediyorlardı. Bu
antlaşmanın yürürlüğe girmesi, ABD, İngiltere ve Fransa'nın isteği üzerine, Berlin
konusunda yapılacak dörtlü bir antlaşmaya bağlı tutulmuştur. Antlaşma, ülkelerin
Dışişleri Bakanlarının 3 Haziran 1972'de metni paraf etmelerinden sonra yürürlüğe
girmiştir.

Versailles (Versay) Barış Antlaşması, 1919

28 Haziran 1919 tarihinde imzalanmıştır. 440 maddelik antlaşma ile Almanya,


Alsace-Loraine ve Saar bölgelerini Fransa'ya bıraktı. Ancak Saar bölgesinde 15 yıl
sonra plebisit yapılacak, hangi devlete bağlanacağı kesin olarak o zaman
kararlaştırılacaktı. Polonya'ya Poznan ve Batı Prusya verildi ve böyle Polonya denize
çıkmış oldu. Danzig, Milletler Cemiyeti'nin himayesi altında serbest bir şehir haline
geldi. Belçika'nın tarafsızlığı kaldırıldı. Almanya, Avusturya, Polonya ve
Çekoslovakya'nın bağımsızlıklarını tanıdı ve Almanya'nın Avusturya ile birleşmesi
yasaklandı. Almanya bütün deniz aşırı topraklarından vazgeçti.Bu sömürgelerde
Milletler Cemiyeti'nin denetimi altında "Mandat" sistemi kuruldu ve İngiltere, Fransa,
Belçika ve Japonya mandater devlet oldular. Almanya çok sınırlı bir orduya sahip
olacaktı ve zorunlu askerlik sistemi kaldırıldı. Bütün savaş gemilerini itilaf
devletlerine verdiği gibi, bundan böyle denizaltı ve uçak da yapamayacaktı. Bunun
yanında Almanya'ya "tamirat borcu" adı altında savaş tazminatı da yüklendi.

Vesayet Rejimi

Belirli ülkelerin bağımsız bir devlet kurana değin, Birleşmiş Milletler'in (BM) gözetim
ve denetimi altında başka devletlerce yönetilmelerini öngören hukuksal statü.
Vesayet rejimi altında bir ülkeyi yöneten devlet, ülkede yaşayanların siyasal,
ekonomik ve toplumsal bakımdan gelişmelerini sağlamak, ülkenin özgür koşullarını,
ülke halkının özgürce dile getirdiği amaçları ve vesayet rejimi antlaşmasındaki
hükümleri göz önünde bulundurarak kendi kendini yönetme ve bağımsızlık
yönündeki ilerlemeyi kolaylaştırmak, ırk cinsiyet, dil ve din ayrımı gözetmeksizin
herkesin insan haklarından ve temel özgürlüklerden yararlanmasını güvence altına
almakla yükümlüdür. Vesayet rejiminin gözetim ve denetimi konusunda BM'nin bir
organı olarak Genel Kurul'a karşı sorumlu olan Vesayet Meclisi görevli kılınmıştır.

Vesayet rejiminin hangi ülkelerde uygulanacağı konusu Birleşmiş Milletler


Antlaşmasının 77. maddesinde belirlenmiştir. Buna göre vesayet rejimi
uygulanabilecek ülkeler 3 kategoriye ayrılmaktadır: a)Manda yönetimine bağlanmış
ve bu yönetimin sürdüğü ülkeler, b)II. Dünya Savaşı sonunda düşman devletlerinden
ayrılabilecek ülkeler, c)Yönetiminden sorumlu devletlerce isteyerek bu rejime
bağlanacak ülkeler.

Birleşmiş Milletler Antlaşmasının 79. maddesi vesayet antlaşmasının ilgili devletlerce


yapılmasını gerektirir. Yapılan vesayet antlaşmalarının yürürlüğe girmesi için BM
Genel Kurulu'nda onaylanması gerekmektedir. Ayrıca vesayet altındaki ülkelerin
yönetimi ile görevli olan devletler Genel Kurul'a her yıl vesayet rejimi uygulanan
ülkelerle ilgili raporlar sunmak ve Genel Kurul ve Güvenlik Konseyi'nin tavsiyelerini
gözönünde bulundurmak zorundadır.

Vesayet Konseyi, Örgüt'ün altı ana organlarından biridir. Ancak vesayet altında ülke
kalmaması nedeniyle Vesayet Konseyi'nin fiilen hiçbir görevi kalmamıştır.

Vichy Hükümeti

14 Haziran 1940'da Paris'in işgal edilmesiyle birlikte, Fransa'da 3. Cumhuriyet tarihe


karıştı ve Petain geçici dönemi başladı. Başlangıçta, Petain bir ambargo hazırladığını
ve bunu halkın oyuna sunacağını söylediyse de, böyle yapmayarak Fransa'yı kanun
hükmünde kararnamelerle yönetmeye başladı. 1940 Ağustos'unda meclisi
feshederek Vichy'yi başkent yaptı.Ve bir cins diktatörlük başladı. Kendini Devlet
Başkanı ve Dışişleri Bakanı Pierce Caval'ın halefi ilan etti. Fransız devriminin
özgürlük, eşitlik, kardeşlik ilkeleri yerine iş, aile, vatan ilkelerini koydu. Petain, zaman
geçtikçe daha da ileri giderek, Nazi yönetimine benzeyen Yahudi aleyhtarlığı güden
bir rejim kurdu ve bir cins Fransız "Führeri" haline geldi.

Vietnam Savaşı

Eski Fransız kolonisi olan bir kısım Hindiçini topraklarındaki Vietnam, Vietminh isimli
ihtilalcilerin Fransız kuvvetlerini Dien-Bien-Phu Kalesi'nde mağlup etmelerinden
sonra toplanan 1954 Cenevre Konferansı ile, sonradan birleştirici seçimler yapılmak
üzere, 17.nci enlem boyunca "Kuzey ve Güney" olarak ikiye bölünmüştü. Bu
bölünme zamanla yerleşerek kuzeyde Vietnam Halk Cumhuriyeti (Başkent Hanoi)
güneyde de Vietnam Cumhuriyeti (Başkent Saygon) şeklinde devam etti. Bu ikinci
devletin bazı bölgelerinde, kuzeyle birleşme taraflısı komünist eğilimli (Vietkong)
gerillaların başlattıkları bir iç savaş zamanla büyüdü ve ABD Güney Vietnam'a
yardıma başlarken, Kuzey Vietnam da Vietkong'a yardım ediyordu. 1965'ten sonra
ABD kuvvetleri gittikçe buradaki güçlerini ve faaliyetlerini artırıp, kuzeyden gelen
müdahale karşısında bu topraklara karşı da askeri harekata girişti. Öte yandan,
Rusya ve Çin de Kuzey Vietnam'ın ormanlık ve bataklık arazilerde yürüttüğü
savaşlarda, iklimin ve muson yağmurlar gibi durumların sağladığı avantajlar büyük
ölçüde idi ve bölgede çokbüyük (bir ara 500 binden fazla) ve iyi donatılmış askeribir
güç bulunduran ABD ve ayrıca Güney Vietnam kuvvetleri, karşı tarafa ağır kayıplar
verdirmelerine rağmen, kendileri da zaman zaman çok zor durumlarda kaldılar, bir
çok ABD vatandaşı Vietnam Savaşı'na katılmamak için askere girmeyi reddetti
(sayılarının 30 bin kadar olduğu açıklandı), ayrıca bir kısım askerler de tarafsız
ülkelere (İsveç gibi) sığındılar. Öte yandan, kesin bir askeri galibiyete ulaşamayan
ABD kuvvetleri, Vietkong'un kuzeyden gelen yardımı Kamboçya topraklarında "Ho Şi
Minh Yolu" denen yoldan gizlice alması karşısında, bu ülke topraklarında şiddetli
hava bombardımanı uygulamaktaydılar.

Savaşın uzaması ile dünya ve ABD komuoyundaki tepkiler üzerine taraflar Paris'te
ateşkes görüşmelerine giriştiler ve Amerika'nın bir kısım kuvvetlerini çekmeye
başlaması üzerine, 1973 başlarında Paris'te anlaşma imzalandı ve ateş kesilerek,
Birleşmiş Milletler Kuvvetleri durumu denetleme görevi aldılar. Fakat buna rağmen,
zaman zaman ve yer yer çatışmalar patlak vererek bir çok kişi ölmeye devam
etmiştir. Nitekim Paris antlaşmasından sonra yaklaşık 100 bin kişinin daha hayatını
kaybettiği bir çok kaynaklarca ileri sürülmektedir.

Vietnam'da çeşitli dönemlerde çarpışan ABD askerlerinin toplam sayısı 2,5 milyona
yakındır. Bu savaşta ABD uçakları 850 bin ve helikopterleri ise 2 milyon kadar hücum
yapmışlardır. Bu hücumlarda atılan bombalar toplamı 6 milyon ton kadardır. (İkinci
Dünya Savaşı'nda ABD uçaklarının attığı bombaların üç katı)

ABD'nin İkinci Dünya Savaşı'nda yaptığı masraflar 288 milyar dolar kadardı. Vietnam
Savaşı da 150 milyar dolara mal olmuştur. (Bu miktar savaş borçları faizleri, ölenlere
tazminat ve yaralılara ödenen maluliyet paraları ile 300 milyar dolardır.) ABD 3700
kadar uçak ve 4800 kadar helikopter kaybetmiştir.

1975'te Komboçya'da yoğunlaşan gelişmelere paralel olarak Vietnam'da da benzeri


bir durum ortaya çıkmış, komünist kuvvetler yoğun taarruzlara girişerek bir çok şehri
süratle ele geçirmişler ve Nisan sonunda da Başkent Saygon'a girmişlerdir. Bu
durumda mevcut hükümet teslim olarak reji yıkılmış ve 35 yıldır çeşitli biçimlerde
süregelen Vietnam'daki savaşlar sona ermiştir. Daha sonra Kuzey ve Güney Vietnam
tek devlet haline gelmiştir.

Vietnam'daki savaşlar tarihte rekor sayılacak savaşlardan biri olmuştur. Nitekim


1941'de işgalci Japonlara karşı ilk savaşlar başlamış ve 1945'de Japonların
çekilmesinden sonra eski Fransız koloni idaresi yeniden kurulmuş, buna karşı
bağımsızlık hareketleri başgöstermiş ve kuzeyden kurulan devlet ile Fransızlar
arasındaki kanlı savaşlar Fransızların mağlubiyetiyle sonuçlanmış, 1954'de Cenevre
Antlaşması'na rağmen durum tam düzelmeyerek 1961'de ABD'nin askeri
müdahalesiyle son savaş dönemine girilmiştir.
Bu savaşlar 3,5 milyon kadar insan ölmüştür. Bu rakamdan daha yüksek sayıda da
insan yaralanmıştır. ABD askerlerinden 56 bin kadarı ölmüş, 300 bin kadarı
yaralanmış, ABD'nin masrafları ve kayıpları 150 milyar dolar kadar olmuştur. (Daha
önceki savaşlarda da Fransa 92 bin kişi kadar ölü ve yaralı vermişti).

Viyana Görüşmeleri (1975-1976): bkz. Kıbrıs Sorunu

Viyana Kongresi, Ekim 1814-Haziran 1815

Fransız Devrimi sonrasında Avrupa'da ortaya çıkan sorunlara ilişkin görüşmelerin


yapıldığı kongre. Fransız Devrimi'ni izleyen çağ "ulusçuluk çağı" olarak
nitelenmektedir. Çok uluslu Avusturya İmparatorluğu Başbakanı Franz von
Metternich, tehlikeli gördüğü ulusçuluk akımının ortaya çıkarabileceği sorunların
çözümlenmesi için, Avrupa'nın tutucu güçlü devletlerinin ortak hareket etmelerinin
ortamını sağlamak amacındaydı. 1 Ekim 1814'te başlayan kongreye, Rusya,
İngiltere, Avusturya, Prusya ve Fransa dışında tüm Avrupa devletleri yüksek düzeyde
temsilciler ile katıldılar. Komisyonlar biçiminde çalışmalarını yürüten bir uluslararası
kongrenin ilk örneği olması açısından ilginç ve önemlidir.

Osmanlı imparatorluğu Viyana Kongresi'ne katılmamıştır. Çünkü Osmanlı


İmparatorluğu böyle bir konferansat Balkan sorununun gündeme geleceğinden ve
ödün vermek zorunda kalmasından korkuyordu. Ayrıca Avusturya'nın "toprak
bütünlüğünü garanti etme" önerisini de iyi karşılamıyordu. Viyana Kongresi
kararlarının en önemli maddeler şunlardır: Fransa'nın 1792 sonrasında ele geçirdiği
tüm toprakları geri alınıyordu. İngiltere Malta'yı ve Yeni adaları, Hollanda'ya ait olan
Cope Colony'yi, Seylan'ı Honduras'ı, Guyan'ı ve Trinidat'ı, Danimarka'dan de
Helgoland'ı alıyordu. Rusya, Finlandiya'yı, İsveç, Norveç'i alıyordu. Prusya Posen
bölgesini, Saksonya'nın önemli bir bölümünü, Ren'in batı kıyılarını alıyordu.
Avusturya'da topraklarını genişletiyordu. Belçika Hollanda'yla birleşerek Niederland
adlı bir devlet oluşturuyordu. Almanya otuz sekiz devletli Germen
Konfederasyonundan oluşacaktı.

İtalya parçalanıyordu, esir ticaret yasaklanıyordu, bunun uygulanması taraf


devletlere veriliyordu; uluslararası nehirlerde ilke olarak ticaret ve ulaşım serbestisi
tanınıyordu.

Viyana Kongresi Avrupalı devletlerin aralarındaki sorunları toplantılar yoluyla çözme


girişimlerinin başlangıcı oldu. Ayrıca, Avrupa kökenli klasik uluslararası hukukun
geliştirilerek nispeten sistematize edildiği dönemin bşlangıcı olarak da kabul edilir.
Diğer yandan, Viyana Kongresi ile ortaya çıkan Avrupa Ahengi Sistemi çerçevesinde
belirginleşmeye başlayan uluslararası hukuk sistemi ise, bu "ahengi" sağlayan temel
aktörler olan büyük devletlerin "güdümünde" bir niteik taşımaktadır. Genel Hatları ile
I. Dünya Savaşına kadar süren dönemde, uluslararası hukuk kurallarının oluşması,
başta Viyana Kongresi olmak üzere devletler arasında yapılan antlaşmalar
çerçevesinde gelişmiştir.
Vladivostok Antlaşması, 1974

Amerika Birleşik Devleti Başkanı Gerald Ford ile Sovyetler Birliği lideri Leonid Brejnev
arasında 23-24 Kasım 1974'de gerçekleşen zirvede imzalanan antlaşma. Vladivostok
Zirvesi, stratejik silahların sınırlandırılması ve SALT II doğrultusunda yeni ve önemli
bir adım oluşturdu. Zirve sonunda yayınlanan "demeç" ve "bildiri"de bu konudan hiç
söz edilmedi. Fakat daha sonra yapılan açıklamalarda belirtildiğine göre taraflar
zirvede "saldırgan" füzeler konusunda bir sınırlama anlaşmasına varmışlardır. Buna
göre, "taşıyıcı" (delivery vehicle) denen, kıtalararası (ICBM) ve deniz altından atılan
(SLBM) füze sayısı her iki taraf içinde en çok 2400 olarak tesbit edilmiştir. Bunlardan
ancak 1320 tanesi çok başlıklı füze (MIRV) olabilecekti. Bu antlaşma 31 Aralık 1985
tarihine kadar geçerli olacaktı.

Washington Deniz Kuvvetleri Sınırlandırma Antlaşması, 6 Şubat 1922

Deniz kuvvetlerini sınırlamaya ilişkin antlaşma. Bu doğrudan doğruya Uzardoğu


meselelerinden doğmuş olup Uzakdoğu'da Japonya ile Birleşik Amerika arasındaki
rekabetle yakından ilgilidir. Uzakdoğu meselesini ele almak üzere bu bölge ile ilgili
devletler 1921 Kasım'ında Washington'da biraraya geldi. Konferans, birçok anlaşma
imzalanarak 6 Şubat 1922'de sona erdi. 6 Şubat 1922'de Birleşik Amerika, İngiltere,
Japonya, Fransa ve İtalya arasında "Deniz Silahlarının Sınırlanması" anlaşmazı
imzalandı. Bu anlaşma ile 35.000 tonu geçmiyecek olan ve capital ships denen
büyük gemiler bakımından her devletin sahip olabileceği deniz gücü sınırlanmıştı. Bu
sınırlama ile Birleşik Amerika 525.000, İngiltere 525.000, Japonya 315.000, Fransa
175.000 ve İtalya da 175.000 tonajında büyük gemilere sahip olacaktı. Bunun oran
olarak ifadesi sırasıyla, 5, 5, 3, 1,67 ve 1,67 dir.

Uzakdoğu'daki Japon emperyalizmi bu antlaşma ile bu emperyalizmin vasıtaları


bakımından sınırlanmış ve frenlenmiş olmaktaydı. Lakin antlaşmanın en az bunun
kadar önemli bir başka tarafı da İngiltere'nin Trafalgar'dan beri elinde tuttuğu
rakipsiz deniz üstünlüğünü şimdi ilk defa Amerika ile paylaşmasıydı. Şüphesiz bu da
Amerikan için başka bir zaferdir.

Bu antlaşmalarla İngiltere de, Japonya ittifakından ayrıldıktan sonra Uzakdoğu'da


Birleşik Amerika'ya dayanmaya başlayacaktır.

Washington Konferansı, 1943

11 Mayıs 1943'te Churchill ve Roosevelt arasında yapıldı. Konferansta savaşın genel


stratejisi, Japonya'ya karşı savaşın hızlandırılması, Birmanya'da Japonya'ya karşı
saldırının başlatılması, havadan Çin'e yardım ve Almanya'nın işgali için gereken
tedbirler görüşüldü.
Watergate Skandalı

Amerikan iç politikası ve dünya kamuoyunda önemli yankıları ve sonuçları olan


siyasal casusluk olayı. 1972 Haziran'ında, Washington muhalefet partisi olan
Demokrat Parti'nin seçim işlerini yürüttüğü merkez olarak kullanılan Watergate
binasına, iktidar partisi ve Başkan Nixon'un yakın adamlarının tertibiyle gizlice
dinleme cihazı yerleştiren 7 kişilik bir grubun yakalanması olayı, önceleri bir basit
hırsızlık sanıldı ise de gazetecilerin kurcalaması üzerine daha sonra siyasi amaçlarla
yapıldığı, Başkan Nixon'un bu faaliyetten haberi olduğu ortaya çıktı. Ancak Nixon
uzun süre, bu olayla hiçbir ilişiği olmadığını, hiç bir emir vermediğini ve bilgisi
bulunmadığını iddia etti. Bu arada, olayı soruşturma işine bakan bir savcı da
azledildi. Bir kısım diğer karışık olaylar üzerine, Amerikan Kongresi Başkan'ın
yargılanması için dokunulmazlığını kaldırma eğilimi gösterince, Nixon gizlediği Beyaz
Saray'daki konuşmalara ait bir kısım ses bantlarını mahkemeye tevdi etmek zornda
kal ve bazı yerleri silinmiş veya bozulmuş olmasına rağmen, bantlardan Nixon'un bu
işten haberi olduğu ve yalan söylediği anlaşıldı. Bu durum, kamuoyunu ve
parlamenterleri daha çok etkiledi, Başkan Nixon ikisene direndikten sonra Ağustos
1974'de istifa etti, yerine yardımcısı Gerald Ford geçti ve kısa bir süre sonra
hastalanan Nixon'u yargılamaktan affetti.

Weimar Anayasası

Almanya'da I. Dünya savaşının ardından yapılan meclis seçimlerinden hiçbir parti


çoğunluğu sağlayamadıysa da, büyük Sosyal Demokrat Partisi meclisin en güçlü
partisi haline geldi. Sosyal Demokratlar, Merkez Partisi ve Liberal Demokratlardan
oluşan bir koalisyon, Kurucu Meclise egemen oldu. Meclis'in Goethe'nin kenti olan ve
liberalizmin simgesi haline gelmiş bulunan Weimar kentinde yaptığı toplantılarda
liberal bir avukat olan Hugo Preus'a son derece liberal bir anayasa hazırlattırıldı.
Büyük ölçüde Amerikan, Fransız ve İsviçre anayasalarından esinlenerek hazırlanmış
bulunan Weimar Anayasası 31 Temmuz 1919'da kabul edildi. Ana hatlarıyla 7 yıllık
bir süre için seçilen bir Cumhurbaşkanı, iki meclisli parlamento, nisbi temsil ve
eyaletlerin Federe yetkilerini öngörüyordu. Ulusal Meclis, 1920 ilkbaharına kadar
Weimar'da kaldı, sonra Berlin'e taşındı. Böylece Almanya'da Hitler'e kadar sürecek
olan Weimar dönemi başladı. Bu anayasaya uygun olarak kurulan hükümetlere
egemen olan Sosyal Demokratlar, merkez, merkez-sol ve liberal partilerle sürekli
koalisyonlar kurdular.

Westphalia Barışı, 1648

Avrupa'da otuz yıl savaşları bitiren barış antlaşması. Bu savaşları bitirecek olan
konferans, Avrupa'nın ilk en büyük konferansı sayılabilir. En önemli özelliklerinden
biri, daha önceki uluslararası toplantılar dini nitelikteyken, Westphalia'nın devlet,
savaş ve iktidar sorunlarının tartışıldığı laik bir konferans olmasıdır. O kadar ki,
Papalık temsilcisi dinlenmediği gibi, Papa'ya da imzalattırılmamıştır. İkinci olarak
Kilise'nin gücü sınırlandırılmış, Augsburg Barışı'nın hükümleri yenilenmiş ve
Almanya'da Katoliklik, Protestanlık ve Calvinizm geçerli dinler haline gelmiştir.
Üçüncü olarak, uluslararası hukuk bakımından da Kutsal Roma İmparatorluğunun
parçalanmış olduğu doğrulanmıştır. Hollanda ve İsviçre üzerinde herhangi bir hak
iddiası kalmamış, İsviçre bağımsızlığını kazanmıştır.

Westphalia Barışı ile 300 kadar Alman devleti hemen hemen hükümran siyasal
birimler oldular. Üye devletlerin rızası olmadıkça imparatorluğun vergi ve asker
toplamayacağı, kanun koyamayacağı, savaş ilan edemeyeceği ve barış antlaşması
imzalayamayacağı hükme bağlandı. Böylece, Avrupa'nın öteki devletleri mutlakiyetçi
monarşi altında birleşir ve güçlenirken, Almanya ömrü çoktan tükenmiş olan feodal
bir karışıklık içine itilmiş oldu. Bundan sonra Avrupa, kendi yasalarına göre hareket
eden, kendi siyasal ve ekonomik çıkarlarını izleyen, serbestlik içinde ittifaklar kuran
ve bozan, savaş ile barış arasında, güç dengesi kurallarına göre durum değiştiren,
elçi gönderip kabul eden bağımsız ve özgür devletlerden oluşacaktır.

Belirli kurallara göre hareket edenve aralarında düzenli ilişkiler bulunan parçaların
(devletlerin) oluşturduğu bütün, uluslararası sistem, bugün anladığımız anlamda
Westphalia ile doğmuş sayılabilir.

White Planı: bkz. Amerikan Planı

Wilhelm II (1859-1941)

Prusya Kralı ve Alman İmparatoru, Almanya'nın yayılmacı dış siyasetine önderlik


ederek, I. Dünya Savaşı'nın başlamasında önemli rol oynamıştır. Almanya'nın bir
dünya gücü olmasını isteyen II. Wilhelm yayılmacı ve militarist bir politika
benimseyerek Birmarck'ın güttüğü dengeci politikaya son verdi. 1890'da Bismarck'ın
büyük önem verdiği Alman-Rus Teminat Antlaşmasını yenilemeyerek ilk öneli
değişikliği yaptı. II. Wilhelm'in izlediği yayılmacı siyaset İngiltere ve öteki sömürgeci
devletlerle kaçınılmaz bir çatışmayı beraberinde getirdi.

Haziran 1919'da imzalanan Versailles Antlaşması uyarınca, savaşın sorumlusu olarak


ilan edilen, ancak Hollanda hükümetince geri verilmeyen II. Wilhelm, ölümüne değin
arada yaşadı.

Wilson İlkeleri: bkz. Ondört Nokta Programı

Yarım Savaş Doktrini (Half War Doctrine)

ABD askeri otoritelerine göre, Soğuk Savaş döneminde ABD bir buçuk savaş için
hazırlanmalıdır. Bu tam savaş Sovyetler ile çıkabilecek bir savaş olup, diğer "yarım
savaş" ise dünyanın hassas bölgelerindeki çatışmalara katıma durumudur. Bu
bakımdan en çok Ortadoğu, Basra Körfezi, Kuzeybatı Pasifik (Kore ve civarı) hassas
ve kritik gözükmekte, ABD'nin dikkatini çevirerek önem verdiği yerlere acele sevk
edilmek üzere özel iklim ve arazi şartlarına göre yetiştirilmiş, 100 binden fazla
askerden ve araçlarından oluşan bir Acil Hareket Kuvveti (***** Deployment
Force=RDF) hazırlanmış ve buna Çöl Ordusu da denmiştir.

Yedi Yıl Savaşları, 1856-1763

Fransa ve İngiltere arasında sömürgeler ve dünya hegemonyası için 1756'da


başlayan ve yedi yıl devam eden savaşlar. Bu savaşlar sonucunda Hindistan, Afrika
ve Amerika'daki Fransız toprakları İngiltere'nin denetimine girdi. Fransa'nın
ekonomisinin dayandığı denizaşırı topraklarının hemen hemen tümünü elinden çıktı.
1763'te Paris'te barış antlaşması imzalandı, sonuçta Avrupa'da 18. yy güç dengesi
korunmuş ve İngiltere denizlere egemen olmuştur.

Yeni Delhi Konferansı, 1984

Bağlantısız ülkelerin yedinci zirve toplantısı. 1979 yılında yapılan Havana


konferansında yedinci zirvenin 1982 yılında Irak'ın başkenti Bağdat'ta toplanması
kararlaştırılmıştı. İran-Irak Savaşı, toplantının Bağdat'ta yapılmasını engelledi. Yedinci
zirve, doksan dört ülkenin katılımıyla 1984 yılının Mart ayında Hindistan'ın başkenti
Yeni Delhi'de yapıldı. Dönem başkanlığını Küba lideri Fidel Castro'dan devralan İndra
Gandhi'nin kişisel girişimleri, ülkeler arasında sözkonusu olan görüş ayrılıklarının
bazılarını giderdiyse de, genelde çeşitli ülke grupları arasındaki siyasi ayrılıklar
konferansa damgasını vurdu. Bunun böyle olduğu sonuç bildirisinde siyasal konuların
çok az bir yer tutmalarıyla anlaşılabilir. Sonuç bildirisinde yer alan ve dolayısıyla
bütün ülkelerin üzerinde anlaştığı konular şunlardır: Zengin ve fakir ülkeler
arasındaki eşitsizliğin azaltılabilmesi için yeni bir uluslararası ekonomik düzenin
oluşturulması gerektiği, Ortadoğu'da Arap Birliği'nin Fez zirvesinde benimsediği
planın uygulanması, İsrail'in, işlediği savaş suçları dolayısıyla Uluslararası Savaş
Mahkemesi'nde yargılanması, nükleer silahlanmanın durdurulması ve
Afganistan'daki yabancı askerlerin geri çekilmesi.

Yeraltı Nükleer Denemeleri Sınırlandıran Antlaşma, 1974

Amerika ile Sovyet Rusya arasında imzalanan ve yeraltında 150 kiloton'dan daha
güçlü nükleer silah denemesi yapılmasını yasaklayan ve"Eşit" (Treshold) Antlaşması
adını alan 3 Temmuz 1974 tarihli antlaşma. Bu antlaşmaya göre taraflar, bütün
yeraltı denemelerinin durdurulması hususunda bir anlaşmaya varmak için
görüşmelerini sürdüreceklerdir. Anlaşma, Amerika Birleşik Devletleri Senatosu'nca
onaylanmadığı için yürürlükte değildir.

Yıldırım Savaşı: bkz. Blitzkrieg

Yom Kippur Savaşı: bkz. Ramazan Savaşı

Young Planı, 1929


I. Dünya Savaşı sonrasında Almanya'nın ödeyeceği tamirat borçlarına ilişkin plan.
Owan D. Young tarafından Ocak 1930'da hazırlanan plana göre Almanya yılda 391
milyon olmak üzere yirmi iki taksit ödeyecekti. Borçların toplam tutarı 26 milyar
dolardı. 1929-1930 dünya ekonomik bunalımı dolayısıyla Almanya borcunu
ödeyemeyeceğini gördü. Böylece planın yürütülmesi mümkün olmadı.

Yüzdeler Antlaşması, Ekim 1944

Churchill ve Stalin arasında 1944 Ekim'inde gerçekleşen ve amacı Doğu Avrupa'da


etki alanlarının kesin olarak saptanması olan anlaşmayla İngiltere ve Rusya Doğu
Avrupa'da sahip olacakları üstünlüğü yüzdelerle belirlemişlerdir. Macaristan'da
İngiltere %50, Sovyetler %50, Bulgaristan'da %25, %75; Romanya %10, %90;
Yugoslavya'da %50, %50; Yunanistan'da %90, %10, Churchill'in anılarından
yazdıklarında anlaşıldığına göre, bu anlaşma o andaki savaş durumu düzenlemesiydi
ve imzalanacak olan barış antlaşmalarında değişikliklere açıktı. Gerçek ne olursa
olsun, böyle bir düzenlemenin savaş sonrası gelişmelerini etkileyeceği açıktı ve öyle
de oldu. Sovyetler Birliği Doğu Avrupa ülkelerinde askeri üstünlüğünü sonuna kadar
kullanırken, Yunanistan'a karışmadı ve İngiltere, Yunan iç savaşında kralcı hükümete
tam destek verirken, Yunan komünistlerine doğrudan yardım yapmadı.

Yüzyıl Savaşları

XIV ve XV. yy.'da Valoisler Fransasını önce Plantagenetler sonra Lancesterler


İngilteresi ile karşı karşıya getiren savaşlara verilen ad. Geleneksel olarak Fransa
tahtı için bir veraset savaşı şeklinde yorumlanan ve 1337-1433 yıllarıyla
sınırlandırılan bu savaşlar aslında gerek bu yorumu, gerek bu zaman çerçevesini
büyük ölçüde aşar. Aslında bu savaşlar, birbirinden uzun barış dönemleriyle ayrılan
ve bu sebeple hedefleri bu dönem sırasında değişen bir askeri harekat dizisidir.

XIV. yy. ortasında XV.yy. ortasına kadar devam eden şekliyle Yüzyıl Savaşları'nın
orjinalliği, bu savaşlar sırasında modern milletlerin oluşması, kadrolarının
hazırlanması ve güç kazanmalarından gelir. Klasik bir feodal savaş gibi başlayan
Yüzyıl Savaşları, milletle millet arasında bir savaş olarak sona erdi Tamamıyla Orta
Çağa bağlı Batı Avrupa'da başladı, büyük keşiflerin, Rönesans'ın ve Reform'un
arifesinde son buldu.

Yüzyıl Savaşları hem Fransa'da hem de İngiltere'de milli bilinci uyanmasını sağladı.

Zürih Antlaşması, 11 Şubat 1959

Yunanistan ve Türkiye başbakanlarının Kıbrıs'ta bağımsız bir devlet kurulması


konusundan yaptıkları antlaşma. Yapılan antlaşmada, kurulacak bağımsız Kıbrıs
devletinin uluslararası konumunun ve anayasasının dayandırılacağı temel ilkeler
kararlaştırıldı. Alınan ilke kararları İngiltere'ye bildirilmeden açıklanmadı. İngiltere'nin
antlaşmaya bazı hükümler eklemesi sonucu Ada'nın statüsü belirlenirken, 19 Şubat
1959'da yapılan londra antlaşması ile alınan kararlar geçerlik kazandı.

Ültimatom

Ültimatom farklı kullanımları olan bir sözcüktür. Uluslar arası ilişkilerde; bir devletin
başka bir devlete verdiği ve hiçbir tartışma veya karşı koymaya yer bırakmaksızın,
tanıdığı sürede isteklerinin yerine getirilmesini istediği nota.

Ayrıca günlük kullanımda; uyulması gereken kuralları kesin bir dille anlatmaya da
ültimatom denir

You might also like