Professional Documents
Culture Documents
Ermeni Meselesi
Sayın Orhan Çekiç'in uzun yıllarını alan bir çalışmasının, özeti. Bu kadarı bile
ne kadar haklı olduğumuzun kanıtıdır.
GİRİŞ
Bu öğüdü dinleyen o sınıftan şu anda iki şehidimiz var: 1761 Bahadır Demir ve 1839
Reşat Moralı. Ermeni terörü Bahadır’la başladı. Ermeniler Konsolos Muavini Bahadır
Demir’i Los Angeles’da, Santa Barbara kentindeki Biltmore Oteli’nde, 27 Ocak 1973
Cumartesi günü katlettiler.
Bir Rus Ermenisi olan katil Gourgen Mıgırdıç Yanıkyan’ın davetine Başkonsolosumuz
Mehmet Baydar da katılmıştı. Başkonsolos ve yardımcısı ölüme birlikte yürüdüler.
Nedenini bile anlayamadan… Çünkü Mıgırdıç konuşmalarına bile fırsat vermemiş,
tabancasını çekip her ikisini de vurmuştu.
Paris Büyükelçiliğinde Çalışma Müşaviri olarak görev yapan Reşat Moralı ise 4 Mart
1981 Çarşamba günü Paris’te, Sen Nehri üzerindeki köprülerden birinde ASALA
teröristleri tarafından kıstırıldı ve hunharca katledildi. Beraberindeki mesai
arkadaşı, din görevlisi Tecelli Arı da bu saldırıdan kurtulamadı.
Bu incelemenin iki amacı var. Biri Daver Hoca’nın öğüdünü tutmak, diğeri sevgili
sınıf arkadaşlarım Bahadır ve Reşat’ın ve tüm terör şehitlerimizin önünde saygı
ile eğilmek.
Tüm insanlık, hatta Ermeniler adına.
Artık Batı’nın, doğuda önemli bir sorunu vardır, o da “hasta adam” olarak
nitelediği Osmanlı Devletini yıkmak ve topraklarını paylaşmaktır. Asya’nın, Latin
Amerika’nın, Afrika’nın paylaşımı neredeyse tamamlanmış, sömürgeciler şimdi de
gözlerini dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip olan ve üç kıtanın
birleştiği, dünya ticaret yollarının kesiştiği bölgeye, Ortadoğu’ya
çevirmişlerdir. Bu bölgenin coğrafya olarak en büyük ve güç olarak en zayıf
devleti olan Osmanlı Devleti tüm emperyalistlerin iştahını kabartmaktadır. Artık
Osmanlı için zor günlerin yakın olduğu açıkça belli olmuş, konu gazete ve
dergilerde açıkça yazılır, çizilir hale gelmiştir. (İngiliz dergisi Punch’da
yayınlanan karikatürlere göre, dünyanın emperyalistler arasında pergelle ölçülerek
paylaşılacağı günler de, Avrupa’nın birlik olup dev bir piton yılanı gibi
Osmanlı’yı sarıp sarmalayacağı günler de yakındır. Osmanlı Padişahı 5. Murat’ın
ayaklarına salınmış dört köpek olarak çizilen Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ ve
Arnavutluğun yakında Osmanlı’dan koparılacağı mesajı da çok kısa süre sonrasında
gerçek olacaktır ). Bir plan sinsi şekilde değil açıkça uygulanmaya konmuştur.
XIX. Yüzyıl ortalarına kadar Ermeniler, Türkiye’de büyük bir huzur ve refah içinde
yaşamışlar, Tanzimat’tan sonra kendilerine devlet memurluğuna da girme hakkı
tanınınca kamu yönetiminde de çok önemli görevlerde bulunmuşlardır.
Müslümanlara tanınan her türlü haktan yararlanan Ermeniler, askere alınmamak gibi
bazı ayrıcalıkları nedeniyle ailelerinin sürekliliğini, dolayısıyla refahını
sağlamışlardır. Böylece, o dönemin Çarlık Rusya’sında yaşayan Ermenilerle
kıyaslandığı takdirde Osmanlı Ermenilerinin büyük bir huzur ve refah ortamında,
geniş bir din, dil, eğitim serbestliği içinde özgürce yaşadıkları kolaylıkla
gözlenebilir.
XIX. Yüzyıl ortalarına kadar devam eden bu durum özellikle Tanzimat ve Islahat
dönemlerinden itibaren yavaş yavaş değişmeye başlamış, Tarihimizde 93 Harbi diye
geçen 1877–1878 Osmanlı-Rus savaşından sonra ise dış görünüşü ile milliyetçi
akımların etkisiyle, gerçekte ise emperyalist güçlerin kışkırtmalarıyla giderek
tehlikeli boyutlara ulaşmaya başlamıştır.
Bu neden böyle olmuştur? Neden adeta birden bire Osmanlı Devleti’nin başına Ermeni
Sorunu diye bir gaile çıkarılmıştır? Bu sorun, beklenmez bir şekilde, aniden mi
çıkmıştır veya çıkarılmıştır, yoksa büyük bir “master planın” zaman içerisinde
uygulanmaya konulan birer parçası olarak, beklenen bir olgu mudur? Arkasında
kimler vardır? Şimdi de bu noktaya daha yakından bakalım.
Çarlık Rusyasının 1.Petro’dan bu yana izlemekte olduğu temel dış politikası, sıcak
denizlere, yani Akdeniz’e inmek olmuştur. Genelde yayılmacı(expansiyonist) bir
politika güden Rusya, Balkanlar ve Kafkaslar üzerinden Akdeniz’e inmeyi ulusal bir
hedef olarak görmüş, tüm dış politika hesaplarını bu amaca yöneltmiştir. Rusya’nın
bu hedefe ulaşmasında ise en büyük engel Osmanlı İmparatorluğu’dur. İşte bu
sebepledir ki, Osmanlı İmparatorluğu, tarihi boyunca en çok Rusya ile savaşmıştır,
hatta savaşmak zorunda kalmıştır. Zira Ruslar 1.Petro’nun siyasi vasiyetine sıkı
sıkıya bağlanmışlardır.
Petro, daha tahta çıkmamış bir prensken, Hollanda’ya geçmiş, işçi olarak gemilerde
çalışmış ve deniz aşırı ülkeleri görerek sömürgeleşmenin önemini kavramıştır. O
günlerde Moskova ve çevresinde küçük bir kara devleti olan Rusya’yı büyütmek için
Petro, denizlere açılmanın gerektiğini görmüş ve Rusya’nın 200 yıl boyunca
uygulayacağı dış politikasının temelini atarak iki önemli karar almıştır:
1.”…Rusya’nın hiçbir limanı yoktur. Oysa denizlere açılmalıdır. O halde kuzeyde
Baltık Denizi’ne çıkmak zorundayız. Bu durumda, bu kıyıları elinde tutan İsveç’le
savaşmak, kaderimizdir. Başka türlü yaşamamız mümkün değildir…”
Petro bu kararı üzerine İsveç’le savaşır ve Şarlken’i 1706 ‘da Paltova’da yenerek
Baltık kıyısında ilk limanını, kendi adını taşıyan Petrograd’ı kurar ve Rusya
böylece Baltık Denizi’ne çıkar.
Bunu da göze alır ama Osmanlıya karşı 1711 yılında Prut Savaşı’nı kaybeder,
hayatını zor kurtarır. Hesap yanlış tutmuştur. Osmanlı Devleti bir İsveç değildir,
dönemin en güçlü imparatorluğudur.
Gerçekten de, örneğin ihtilalci birer parti olarak kurulan ve Anadolu toprakları
üzerinde bağımsız bir Ermenistan kurmak için sonuna kadar savaşacağını, amaca
ulaşmak için ise başvurulacak yöntemin terör olacağını açıkça kuruluş tüzüğünde
ilan eden Hınçak Partisi 1887’de Cenevre’de kurulduğu zaman, Talat Paşa henüz 13
yaşında bir çocuk, Cemal Paşa ise 15 yaşında bir gençtir, muhtemelen her ikisinin
de yaklaşan tehlikeden haberleri bile yoktur. Mutlak görülen odur ki, İttihat
Terakki Partisi daha kurulmamışken, sonradan yöneticisi olacak olanların bir kısmı
daha dünyada bile değilken, kimi yöneticileri ise birer çocukken Anadolu’da bir
Ermeni Sorunu vardır ve devletin güvenliğini ve bütünlüğünü ciddi şekilde tehdit
etmektedir. Bu sorunu 1915’teki Tehcir (Zorunlu Göç) kararından itibaren ele alma
alışkanlığından bir türlü kendilerini kurtaramayan kimi aydınlarımız acaba
1880’lerden itibaren ülkede cereyan eden bölücü faaliyetleri sahiden mi bilmezler,
yoksa görmezden mi gelirler, hep merak etmişimdir. Anlaşılan odur ki, 1915 yılında
bir zorunlu göç olayı yaşanmasaydı bile, Osmanlı Devleti benzeri bir kararı almak
zorunda kalacaktı, zira Ermeniler Osmanlı Devleti’ni zecri tedbirler almak yolunda
sürekli zorlamaktaydılar. 35 senedir süren ve tüm Anadolu’yu kana bulayan isyanlar
bunun kanıtıdır ve esasen buraya kadar anlatılanlar birer tarihi gerçek olarak
ortadadırlar ve hiç kimse tarafından da bir itirazla karşılanmazlar.
İşte Ermeniler, önce muhtar, sonra bağımsız bir Ermenistan Devleti kurmak
hayaliyle ve fakat aslında bir sıçrama tahtası görevini üstlenmek üzere Ruslar
tarafından böylece isyana teşvik edilmişler ve kullanılmışlardır. Bu oyunu gören
İngiltere Akdeniz’e inen ve Hindistan yolu için son derece yaşamsal bir yere
ulaşan Rusya’nın kendisi için ne denli tehlike olacağının bilinciyle karşı tedbir
almaya çalışmış, bu meyanda, Hindistan yolu için son derece önemli bir stratejik
konumu olan Kıbrıs’ı Rusya’ya karşı müştereken korumak önerisi ile Osmanlı
Devleti’ne başvurmuştur. Savaştan henüz çıkmış olan Osmanlı Devleti bu öneriyi
kabul etmek zorunda kalmış ve İngiltere bu maksatla 1878’de Kıbrıs’a çıkmıştır.
Bunun karşılığında İngiltere, Osmanlı Devleti’nin Rusya ile imzaladığı Ayastefanos
Anlaşmasını hükümsüz kılmış, konuyu Berlin Kongresi’ne taşımış ve Osmanlı
toprakları üzerindeki İngiliz-Rus rekabeti farklı bir boyuta ulaşmıştır.
O ana kadar, takriben 100 senedir izlediği dış politika ile Osmanlı Devleti’nin
toprak bütünlüğünü koruma siyaseti güden İngiltere artık görmüş ve anlamıştır ki,
Osmanlı Devleti’nin sonu gelmiştir ve ne yapılırsa yapılsın onu ayakta tutacak güç
artık yoktur. Bu durumda Rusların güneye inmesini engellemek üzere arada tampon
devletler kurmak gereklidir, o halde Kafkasları ve Doğu Anadolu’yu içine alacak
büyüklükte bir Ermenistan kurulmalı, bu kuruluş İngiliz desteğinde olmalı, böylece
kurulacak Ermenistan bağımsızlığını Rusya’ya değil, İngiltere’ye borçlu olmalıdır.
Birer Türk dostu olan Palmerston, Salisbury, Disraeli gibi hükümetlerin dönemi
artık geride kalmıştır ve şimdi Gladstone yepyeni bir politika ile Osmanlı’nın
karşısındadır. Kısacası “bağımsız bir Ermenistan kurmak için” şimdi iki ülke yarış
halindedirler ve işin aslı, Rusya muhtar bir Ermenistan’dan yana değildir, zira
Ermeniler bu kozu İran Ermenistanı’nda Ruslara karşı kullanacaklardır. Rusya, Doğu
Anadolu toprakları üzerinde bir Ermenistan’dan yanadır, kendi topraklarında değil.
Ermeni Patriği Nerses Varjabedyan Rus İşgal Kuvvetleri Başkanı Grandük Nikola’dan,
1878 yılında“Yeşilköy Buluşması”nda şu sözü ve öğüdü almıştır:
“Size hiç kimse kendiliğinden vatan kuramaz. Bunu bizden de istemeyin, yapamayız.
Eğer bağımsız bir devlet kurmak istiyorsanız, ayaklanın, isyan edin. Biz gereken
silah ve para yardımını yaparız. Hükümet güçleri üstünüze gelince de ‘Müslümanlar
Hıristiyanları katlediyor’ diye dünyayı ayağa kaldırırız”... demişti. Bu öğüdü
dinleyen Patrik, bu sözleri İngiliz Büyükelçisi’ne aynen söyleyecek ve
“Avrupa’nın bizim bağımsızlık meselemizle ilgilenmesi için ille de oluk gibi kan
akmasını görmesi gerekecekse, yakın bir zamanda tüm Anadolu’yu yangın yerine
çevireceğimize emin olabilirsiniz” diyecektir. İngiliz Büyükelçi, bu mesajı aynen
Londra’ya bildirecektir. O halde Osmanlı Hükümeti ne yaparsa yapsın, gelecek
günler karanlıktır ve Ermeniler sonu karanlık bir yola girmektedirler. Bütün bu
hazırlıklar sürerken ortada ne bir İttihatçı hükümet vardır, ne de bir “zorunlu
göç” kararı vardır. Böyle bir kararın zorunlu olarak alınması tarihine daha 25
(yazıyla yirmi beş) yıl vardır ama, gene de oluk oluk kan akmaktadır ve cinayet
işleyen Ermeninin işlediği cinayet yanına kâr kalmaktadır, zira derhal dış
müdahale ve kapütilasyonlar devreye girmekte ve bu tür olayları konsolosluk
mahkemeleri yargılamakta, çoğu kez de failler serbest bırakılmaktadırlar. Tıpkı
günlerce süren, onlarca kişinin ölümüne, yüzlercesinin de yaralanmasına yol açan
“Osmanlı Bankası Baskını” olayında olduğu gibi. Hatta Padişah Abdülhamit’e yapılan
suikast olayında olduğu gibi. Her iki olay da dünyanın gözü önünde cereyan etmiş
ve bu olayların failleri ellerini kollarını sallayarak ülkeyi serbestçe terk
etmişlerdir. Osmanlı Hükümetleri bunlara bile sabır göstermiş ve bir “göç” kararı
almamıştır.
İhtilalci bir parti olarak kurulan ilk kuruluş ise “Armenekan” partisidir.
Kurucusu, aynı zamanda bir öğretmen olan Portakalyan, ihtilalci bir gençlik
yetiştirmiş olmakla ünlenmiştir. Van’da oturması yasaklanınca 1885’de Fransa’ya
gitmiş, Armenia gazetesini yayınlamış ve “kan dökmeden hürriyetin
kazanılamayacağı” sloganını yaymaya başlamıştır.
İşte Portakalyan’ın talebelerinden olan dokuz öğrenci bir araya gelip, Armenia
gazetesinin isminden yola çıkarak, 1885 yılında Armenakan Partisi’ni kurdular.(Bk.
Kâmuran Gürün, Ermeni Dosyası, sf.129).Bu gazetenin Türkiye’ye girmesi 1885,
Rusya’ya girmesi de 1886 yılında yasaklanacaktır.
Dikkati çekenler arasında elbette İhtilalci Hınçak Partisi önde gelir. Bu parti
1887 yılında Cenevre’de kuruldu. Paris’te okuyan, Marksist ve hali vakti yerinde
öğrencilerin kurduğu bir partidir. Portakalyan’ın Armenia gazetesinin okurları
çevresinden bir grup, partiyi kurmuşlardır. Kurucularının hiçbiri Osmanlı teb’ası
değildir ve Türkiye’yi hiç görmemişlerdir. Buna rağmen, görmeden düşman
olmuşlardır. Yayınladıkları parti programının hedefleri dehşet vericidir. Buna
göre:
“ 1. Bugünkü düzen bir ihtilalle ortadan kaldırılmalı, onun yerine ekonomik
gerçeklere ve sosyal adalete dayanan yeni bir cemiyet oluşturulmalıdır.
“ 2. Partinin ilk ve yakın hedefi Türkiye Ermenistanı’nın politik ve milli
bağımsızlığını sağlamaktır.
“ 4. Türkiye’de ihtilal yoluyla gerçekleştirilecek olan hedeflere varılmak için
kullanılacak metod, propaganda, tahrik, tedhiş, teşkilatlanma ile köylü ve işçi
hareketidir.
“ 6. Parti’de bir merkez komitesi kurulacaktır. İşçilerden ve köylülerden oluşacak
iki geniş ihtilal grubu kurulacaktır. Bunlardan ayrı olarak gerilla çeteleri
teşkil edilecektir.
“7. İhtilali gerçekleştirmek için en müsait zaman Türkiye’nin harbe girdiği dönem
olacaktır.
“8. Süryaniler, Kürtler, Türklere karşı mücadelede kazanılmalıdırlar.
“9. Türkiye Ermenistan’ının bağımsızlığı elde edildikten sonra ihtilal, Rusya ve
İran Ermenistan’ına teşmil edilecek ve Federatif bir Ermenistan kurulacaktır.
Görüldüğü gibi, 1887 yılından itibaren Ermeniler tüm Anadolu’da her türlü tahrik
ve tedhiş hareketlerine girişeceklerdir. Devlet uzun süre bu olanlara seyirci
kalacak, eli kolu bağlanacaktır Bu durumda, aniden yıllardır ağır gelmeyen
vergiler ağır gelmeye başlayacaktır. Bahane peşinde koşanlar her defasında bu
bahaneleri kolayca bulacaklar, parti programının gereğini yapacaklardır.
Gurgen (Karekin) Yanikian adlı yaşlı bir ermeninin 27 Ocak 1973’de ABD’nin Santa
Barbara kentinde Los Angeles Başkonsolosumuz Mehmet Baydar ile Konsolos Yardımcısı
Bahadır Demir’i katletmesiyle başlayan “bireysel ermeni terörü”, 1975’den itibaren
“örgütlü Ermeni terörü” izlemiş ve yurt dışındaki görevlilerimiz, misyonlarımız ve
kuruluşlarımıza yönelik Ermeni saldırıları kısa sürede hızlı bir tırmanma
göstererek yoğunluk kazanmıştır.
Türkiye’yi hedef alan Ermeni terörünün 27 Ocak 1973 - 5 Kasım 1982 tarihleri
arasındaki bilançosu şöyledir:
1973’de 3
1975’de 5
1976’da 3
1977’de 4
1978’de 4
1979’da 11
1980’de 17
1981’de 9
1982’de(4 ayda) 13 saldırı yapılmıştır.
Bu terör örgütlerinin en önemlileri ilk dört sırada yer alanlardır. Son üç örgütün
adı yalnızca bir kez duyulmuştur. Cinayetlerden asıl sorumlu olanlar ise ASALA ve
ESAK’dır. ASALA 8, ESAK 7 görevli ve vatandaşımızın katledilmesinden
sorumludurlar. 4 görevlimizin katlini ise iki örgüt ayrı ayrı üstlenmişlerdir.
Yine ASALA silahlı saldırılarda 10 görevli ve vatandaşımızı, ESAK 3 görevlimizi
yaralamışlardır, 1 görevlimizin yaralanmasına da birlikte sahip çıkmışlardır.
33 ünü ASALA
16 sını ESAK
5 ini Yeni Ermeni Direnişi
1 ini Ermeni Kurtuluş Cephesi
1 ini Yanikian Komandosu
1 ini Ermeni Kurtuluşu
6 sını ayrı ayrı Asala ve Esak
1 ini ayrı ayrı Yeni Ermeni Direnişi ve Genç Eylem Grubu
Gerçekleştirmişler.
1. ASALA
20 Ocak 1975 de Beyrut’ta kurulmuştur. Aynı tarihte Beyrut’taki Dünya Kiliseler
Konseyi Bürosuna yaptığı bombalı saldırı ile adını ilk kez duyuran örgüt,
“Marksist-Leninist devrimci bir çizgi izlediğini” açıklamakta, kendisini “uluslar
arası devrim hareketinin parçası” olarak “silahlı mücadele” ile çözümlenebileceği
görüşünü savunmaktadır. Örgütün ilan ettiği amaçları şunlardır:
a) İşgal altındaki Ermeni topraklarını kurtarmak ve birleşik, demokratik ve
sosyalist bir Ermenistan kurmak.(ASALA, işgal altındaki Ermeni topraklarından
“Batı Ermenistan” diye adlandırdığı Doğu vilayetlerimizi kasdetmekte, Sovyet
Ermenistan’ını “kurtarılmış bölge” olarak kabul etmektedir.
c) “Soykırımın” tarihi bir gerçek olarak Türkiye tarafından kabulünü temin etmek.