You are on page 1of 74

GLOBALLEŞEN DÜNYA’DA

TÜRKİYE

2003 Yurdaer ERŞAN


GLOBALLEŞEN DÜNYA DA TÜRKİYE’ NİN YERİ

Bizim de kaçınılmaz olarak içersinde yer aldığımız, bütün gerçekliğiyle tüm

evrelerini yaşamak zorunda olduğumuz ,varlığımızın her alanını çok yönlü etkileyen

ve belirleyen globalleşme sürecini; sahip olduğumuz ve paylaşabildiğimiz tüm bilgi

birikimimizle doğru izleyip, tanıyarak kavramak zorundayız. Yaşadığımız bu gerçekliği

kavrayabildiğimiz ölçüde,dayatan zorunlulukları daha az tahribat ve kayıpla

aşabilmenin yollarını da buluruz.dünden bugüne ve bugünden yarına tüm

boyutlarıyla temel belirleyicisi olan sistemi, bir bütünlük içersinde ele alıp

kavramamıza yarayacak “bütünlükcü” bir bakış açısına gerek vardır.

Tarihsel sürecte insanı dinamize eden yetersizlikleri ve kendine yetmezliği

ilişkilerinde yeni ve aynı zamanda tarihsel biçimleri ona keşfettirmiş,beyninde

topladığı ,işleyip bütünleştirdiği verileri “ bilgi” olarak depolamayı ve yaşamını

kolaylaştırıcı bir enerji yoğunlaşması olarak kullanmayı, türdeşlerine aktarmayı

becermiş, bilginin “verimliliği” artırdığını görmüştür. Paranın keşfi ile yepyeni bir

evreye giren mübadele ilişkisi sisteminde; insanoğlu bir eline parayı, bir eline de

bilgiyi alarak, beyninin yarattığı kendine yetmezlik denizinde boğulmadan, geleceğe

doğru yüzme olanağına kavuşmuş oldu.

Türkiyenin, içersinde yer alması kaçınılmaz olan Globalleşen dünyadaki yerini

belirlemek istiyorsak, sistemi, onun iki temel dinamiği olan para ve bilgi’nin

arkalarındaki dünyaları tanıyıp kavramamız gerekir. Biz toplumumuzu etkin bir

bilgi toplumuna dönüştürmeyi, her alanda verimliliği ve rekabet edebilir kaliteyi

gözeten bir etkinliği sağlamayı ve de bizim gibi global iş-bölümünde kendisine


1
vazgeçilmez bir konum edinmeye çalışan toplumlarla rekabet içersinde yaşamayı

becerebildiğimiz ölçüde, İnsan’ca bir dünyanın oluşumuna katkımız olur. Ancak o

zaman Yeni dünya resminde kendimize layık gördüğümüz yeri tutabiliriz..

2
Giriş

“Globalleşen dünyada Türkiye’nin yeri ” ni belirleyebilmenin ön koşulu;

içinde yaşadığımız ve çeşitli gelişmelerine, görünümlerine tanık olduğumuz farklı

tanım ve tasvirleriyle algılamaya çalıştığımız , Globalleşme denen bir tarihsel

dönemi, büyük sarsıntılarla katetmeye çalışan dünyamızı , insanoğlunun yaşaması

kaçınılmaz olan bu serüveni, en başından izleyerek; mümkün olduğu kadar iyi

kavramamız gerekir. Thomas Eliot’ın dediği gibi “ Haber bombardımanının altında

bilginin kaybedildiği, bilgi yığınları arasında gerçeğin bilgisinin yitirildiği “bir

dünyadayız (1) . Globalleşen dünyadaki yerimizi, olabildiği kadar doğru

belirleyebilmek için, Globalleşen dünyamızla ilgili gerçekliğin bilgisine ulaşmamız,

süreci tüm tarihsel boyutunda dinamize eden temel karakterestiklerini tanımamız,

hangi sistem içersinde nasıl bir evrede olduğumuzu bilmemiz gerekir .

İçersinde yaşamakta olduğumuz sistemin; ekonomik, siyasal, ideolojik sosyal,

kültürel, bilimsel – teknik vb tüm alanlarında, sanayi toplumu ve ulus devlet gibi

ana yapılanmaların da dayattığı ve yol açtığı büyük değişim ve dönüşümler, bu

çerçevede yapılan kapsamlı araştırma ve yayınlar, bizleri bilgilendirirken; aynı

zamanda süreci bütünüyle algılayıp, kavramamızı engelleyen, aşılması gereken

özgül değerlendirmelerdir. Konumlarına bağlı, özgül bakış açıları, belirli bir alan,

bir yapı – kurum, evre ya da göstergeyle sınırlı yoğunlaşmaları nedeniyle, bizlere

3
aktardıkları bilgiler; gerçekliğin sınırlı – sorunlu bir boyutunun, bir parçasının

bilgisidir.

Elbette çağdaş bilimlerdeki ilerlemeler, bize gerçekliğin bilgisine ulaşmada

yepyeni olanaklar sundu. Geleneksel düşünce tarzımızın, mantığımızın genel

kabuller (Paradigmalar) ilkeler ve prensipler kümelerimizin sınırlı ve sorunlu

alanını aşan ,Görecelik kuramı , Kuantum kuramı , Sistem bilimi -Sibernetik vb. nin

bizlere açtığı yeni ufuklar, sunduğu yeni düşünce araçları mantık ve ilkeler ve de

yeni kabuller ; gerçekliğin bilgisini bütünlüğü içersinde yakalayabilme, gerçekliği

sistemsel bütünlüğüyle kavrayabilme, parçada bütünü kaybetmeme olanağını verdi.

Gene sisteme, onun öğelerinden birinden bakarak yaklaşılamayacağını , dinamik

bütünlüğü içersinde ele alınmayan bir olgunun ya da objenin, kendisini dinamize

eden temel karakterestiklerinin bilgisine ulaşılamayacağını; ortaya konan bilginin

de, onun gerçekliğini yansıtmayacağını gösterdi. Önümüzdeki sisteme, ya da

sistemsel yapıya onun bütününü kucaklayan bir anlayış ve yaklaşımla

bakabildiğimiz ölçüde, ona objektif yaklaşabilmek ve dolaysiyle gerçekliğin bilgisine

ulaşabilmek olanağını buluruz.

Doğa bilimlerinde bugün ulaşılan düzey, Kuantum kuramı, sistem bilimi ve

sibernetik gösterdi ki; evrendeki tüm var oluş biçimleri enerjinin çeşitli düzeylerde

örgütlenmeleri olup; karşılıklı ilişki içersinde olan, temel unsurlarının kendisini

karakterize ettiği, sistemsel bütünlüklerdir. Karşılıklı iki unsurun (ki bu iki

sistemde olabilir), kendi dışlarından (çevrelerinden) aldıkları enerjiyi birlikte

oluşturdukları ve kendilerinin de içinde farklılaştıkları yeni yapıyı (sistemi)

4
yeniden üretmek üzre kullanıp ,dışlarına bir de ürün verdikleri yeni bütünselliğe,

açık – akar bir sistem diyoruz.

Bizim bu araştırma çerçevesinde bir ilişkiler bütünlüğü olarak nitelediğimiz,

kendi dışı (çevre) ile enerji alış verişi içersinde olan , açık – akar bir sistem olarak

gördüğümüz kapitalist sistemi de, kendi bütünlükleri içersinde ele almak

zorundayız.

Bugüne kadar geleneksel bilimin, Beşeri ilimler bölümlerinde beşeri (insan)

parçalayıp, onu sayısal birimlerle ifade edecek kadar gözden ırak tutan

yaklaşımların tersine, bugün gerek bilimsel anlayışımızda meydana gelen önemli

değişiklikler, gerekse sistemin artık somut insanı hakkıyla – hukukuyla dikkate

alabileceği bir olgunluğa gelmiş olması , en önemlisi de sistemin onun yaratıcı

gücüne (insanı İnsan kılan en önemli karakterestiği) duyduğu yoğun gereksinim,

onu yeniden keşfedip, sistem içersinde layık olduğu yere oturtmayı zorunlu

kılmıştır.

İnsanın belki de farkında ve bilincinde olmadan, bir anlamda dayatan

zorunluluklar içersinde kendiliğinden, oluşumuna önayak olduğu bu sistem;

paraçaladığı ona, yeniden kendisini yepyeni bir bütünlük içersinde yaratma ve

bulma olanağını sağlamıştır. Bu araştırma çerçevesinde, bir bütünlük içersinde

ele almamız gereğini vurguladığımız kapitalist sistemle birlikte, insanı da aynı

bütünlük anlayışı ile ele alıp ,gerçek yerine oturtma zorunluluğu vardır.

Araştırmanın “Globalleşen dünyada Türkiye’nin yeri” gibi somut verilere

ve yaklaşımlara dayalı istenen ve beklenen belirlemelerine ulaşabilmek için,

sistemin ve onun asli ögesi olan insanın yanında bir diger asli ögesi olan para’ nın
5
da aynı bütünselci anlayışla ele alınıp, onun gerçekliğinin de tanınıp kavranması

gerekir .

Bu çalışmanın birinci bölümünde, Globalleşen dünyayı, ona egemen olan

sistemsel yapıyı, kısaca kapitalizmi (Kapitalist ötesi toplum’u anlayabilmek, gelecek

için sağlıklı öngörülerde bulunabilmek için) (2) temel karakterestikleri olan insan

ve para bağlamında, sistemsel bir yapı olarak doğuşu kat ettiği evreleriyle dünden

bugüne, zaman – mekan boyutunda irdeleyeceğiz. Kapitalizmi bir alt sistem olarak

belirleyen ve onu tetikleyen sistemsel yapılaşmalarla birlikte; kapitalist sistemin

devraldığı, yarattığı ve zamanla tarihselleştirdiği kurum ve yapılarından örneklerle,

onların da kendisinin alt sistemleri olarak işlevlerine değinip; sistemler

hiyerarşisinde üst ve alt sistemler arası ilişkilerdeki amaç – araç bağına dikkati

çekerek, sistemsel yapıların yaşam süreleri ile varlık nedenlerine bağlı yok oluş ya

da dönüşüm süreçlerine bakarak, olasılık - zorunluluk bağlamında sistemin temel

ögesi olan insanın etkinliğini belirlemeye çalışacağız. İnsan – bilgi bütünlü ğündeki

dinamik sistemin ; varoluş sürecinin belirli bir kertesinde karşılaştığı bir

zorunluluk eşiğini aşmada, bir araç olarak yarattığı para ile yepyeni bir sistemsel

bütünlük oluşturduğunu göreceğiz.

Sistemsel yapılar varlıklarını; dayandıkları temel ilişkileri yeniden üretmede

karşılaştıkları zorlukları aşabildikleri, bu ilişkiyi yeni biçimlerde üretebildikleri

ölçüde uyumlu ve daha uzun ömürlü sistemlerdir. Tüm sistemsel yapılar sınırlı -

sonlu yapılardır . Geliştikleri ölçüde arızalanma riski artan yapılardır. Dış

çevreleriyle bir bütünlük içersinde olan tüm bu açık – akar sistemler, oradan

aldıkları enerji – enformasyon gibi girdilerle kendi örgütlenme düzeylerini geliştirir,


6
verdikleri ürünlerle kendilerini örgütleyip yeni organlara sahip olarak, gelişmişlik

düzeylerini artırırlar. Evrilirler.

Görece en gelişkin bir canlı varlık olarak nitelediğimiz insan da; sistemsel

yapısı boyutunda kendisine bakıldığında, çevresiyle oluşturduğu arızalanma riski

yüksek enerji – enformasyon alış – verişi ilişkisi içinde sürekli organlaşarak ve bu

şekilde kendisini geliştirerek, çevre ile uyumunu ve yaşar kalıcılığını

gerçekleştirmek zorundadır. Böylece sürekli çevresiyle uyumlanma yeteneğini

geliştiren insan, aynı zamanda çevresini de kendi isteklerine göre düzenleyen, onu

insan-i kılan bir etkinlik içersindedir .

Gene insan; gelişkin bir canlı varlık olarak, gerek türsel varlık ortamında

“sosyal çevre”, gerekse doğal varlık ortamında “doğal çevre”, uyumlanma ve yaşar

kalıcılığını sürdürebilmek için ;kendisinin ve türünün açık – akar sistemsel

yapısının bir parçası olan bu sosyal çevre, doğal çevre gibi bütünlüklerinde yaşar

kalıcılığına gerekli özeni göstermek gibi bilinçli bir yaklaşım içersinde olmak

zorundadır.

Ancak kendi yaşam süreci içersinde insan, aynı zamanda türsel varoluş

sürecinde yaratılan soyut – somut her türlü birikimin; ilişkiye geçebildiği kadar

çok etkisi ve belirleyiciliği altındadır. Bilgi, araç – gereç vb. tüm değerlerle ilişkiye

geçebildiği kadar kendini donanımlı kılmış, o ölçüde organlaşmıştır. Elbette ki

organlaştığı ölçüde gelişkin bir yapılaşma içersine girmiş olan insan, gelişmişlik

düzeyine göre artan enerji girdi ve çıktıları ortamında maruz kaldığı etkiler;

bozucu ve yıkıcı yönleriyle yol açtıkları arızalanma riski kadar, potansiyel olarak

sahip olduğu uyumlanma yeteneğini de harekete geçirirler. İnsan, organsal


7
donanımını geliştirebildiği ölçüde ve bunu da verimlilik ilkesi çerçevesinde

yönetebilir ve işlevsel kılabilir ise, kendini geliştirerek uyumlanma becerisini

artırabilir. Etkilerin bozucu ve yıkıcı yönleriyle ortaya çıkıp, sistemini arızalanma

riskiyle karşı karşıya getirmelerini engellemiş olur. Bu aynı zamanda türsel

varoluş çabamızda bizim yükümlü ol duğumuz kaçınılmaz bir sorumluluktur.

Buradan hemen bir sıçramayla, şu belirlemeyi yapabiliriz. Türkiye’yi kendi

sistemsel bütünlüğü içersinde ele alırsak, karşı karşıya olduğu büyük çevresel

değişim ve gelişmeyle yaşadığı krizi aşabilmek – arızalanma riskinin üstesinden

gelebilmek – için, sahip olduğu organsal yapıları tıpkı gelişmiş bir bireyi gibi sahip

olduğu bilgi ve beceriyi en verimli şekilde kullanarak, değişen ve gelişen

çevresindeki gerçekliğin bilgisine ulaşarak, o dinamik bilgiyi belirtilen ilke

çerçevesinde tüm yapısal, organsal değişim ve dönüşümüne uygulayabilmesi

ölçüsünde, çok geniş anlamda (ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel vb tüm alanlarda)

yapılarıyla çevresi arasındaki uyumsuzluklardan dolayı yaşadığı bunalımı aşabilir.

Bütün bu yaklaşım tarzımızı; sayılar, grafikler, istatistikler yığını içersinde,

çoğu zaman yitirilen insanı, yarattığı dünyanın içinde, etkin ve beliryeci

konumuyla öne çıkararak, yarattığı dünyaya tek sahip çıkması gerekenin kendisi

olduğunu vurgulamak için oluşturmaktayız. Bunun için de bu güne kadar kat ettiği

çok meşakkatli var oluş yolunda, kendisini parça parça eden, insan olarak

kendisini tanıyamaz hale getiren, bu serüvenin yanında; ilimin ve bilimin onu

parçalarında toplamaya ve tanıyıp kavratmaya ilişkin çabaları da ancak bugün,

onun bütünsel bir yapıda tanıyıp kavrama zorunluluğu gelip dayatınca bir sonuç

vermiştir. Bugün artık biliyoruz ki enerjinin çok gelişkin ve karmaşık


8
örgütlenmelerinin, çok üst düzeyde bir sistemler bütünlüğü olarak tanımlanan

insan; beyni ve vücuduyla oluşturduğu bütünlükte hiçbir canlının yaşamadığı bir

çelişkiyi dünyaya ilk adım attığı andan itibaren yaşar. Her sibernetik sistemde

olduğu gibi insanı da dinamize eden; hedef koyan, ihtiyaç - amaç belirleyen, algıları

bilgiye dönüştüren, biriktirip yeni sentezlere varan ve gerçekleştirmelerde sitemi

yöneten beyin ile ; yarattığı güçle beynini besleyen ,onun emirlerini yerine getiren,

onu taşıyan ve bütünlüğün ayrılmaz bir parçası olan, organlar bütünlüğü vücut

arasındaki ilişki ve çelişkidir.

İnsan var oldukca çözülmesi mümkün olmayan ve insanı İnsan yapan bu

çelişki, onu tüm varlık sürecinde dinamize eden, yarattığı ve içersinde bugünlere

ulaştığı tüm sistemsel yapılarında belirleyicisi olan bu ilişki ve çelişki, çok kısa

süre içersinde ona yani “beynine”; vücudunu, dolaysiyle gücünü, çook sonraları

birdoğa yasası olarak “en kısa yol, en az enerji, en az emek biçiminde ifade ettiği

zorunluluğun bilgisini” en verimli şekilde kullanması gereğini öğretti. Bilgi ve

dolaysiyle onu pratiğe yansıması olarak yarattığı araç ve gereç, bu yasanın

uygulamasının ilk örnekleridir.

İnsanın bu yaşamsal çelişkisi, onu sürekli tek sonsuz gücü olan “beyni” nin

yaratıcı gücüne dayanmaya ve onun biricik ürünü olan “BİLGİ” den yararlanarak;

kendi sistemsel bütünlüğünü koruyup geliştirmeye ve onun sayesinde sınırlı ve

sorunlu olan gücünün, yani beden gücünün zorunluluklarına tabi olmaktan

kurtulmayı becermiştir. Beyninin olağanüstü yaratıcı gücüyle kendisini dolaştırdığı

“yetmezlikler” dünyasında, “yetersiz” gücünün sınırlarını aşmayı bilmiş, yarattığı

9
araç ve gereçlerle oluşturduğu yepyeni sistemsel bütünlüklerde; gelişiminin ve

evriminin önündeki engelleri aşabilmiştir.

Böylece Globalleşen dünyayı da kucaklayan Kapitalist sistemin odağında

yer alan, kendisi de bir sistemler bütünü olan İnsan’ı temel karakterestiği ve onu

insan yapan tek uzvu olan “beyni” ile hatırladıktan sonra onun biricik ürünü

olan “bilgi” yi nasıl oluşturduğuna ve değeri ölçülemez olan, bu beyin gücü

ürününü biraz daha yakından tanıyalım.

Çok basit bir yaklaşımla, gelişkin bir sistemler bütünü olan insanın (sosyal

ve doğal) çevresinden, duyu organlarının gelişkinlik düzeyine göre algılayıp

beynine aktardığı enerji girdilerinin onda yarattığı ihtiyaçlar, yani arızalanmasına

yolaçabilecek uyarıların ortaya getirdiği ve sordurttuğu sorular ve bu sorulara

aranan cevaplar bilginin ilk biçimlenişidir. Çünkü bu soru ya da uyarılara,

sistemin vereceği tepkinin – cevabın oluşturulduğu ve bir karar merkezi konumunda

olan beyin de; sistemin yöneleceği hedefin – amacın belirlenmesine çalışır.

Sistem, duyu organları vasıtasıyla aldığı uyarıları beyine iletir, beyin de aldığı

uyarılara verdiği cevapla kendisinin arızalanma riskini giderir, kendisini karşı

karşıya olduğu yeni duruma uyumlar, dengeler. Ancak bu, bilginin değeri ölçülemez

ilk biçimlenişidir. Bu bilgi çerçevesinde davranışa geçen sistem , yani bilgiyi bir

ürüne ya da enformasyona dönüştürmeye yönelen insan, onu dışsallaştırıp kendisi

gibi başkasının da kullanabileceği bir araç olarak ortaya koyan, kuşaklar boyu

birbirine aktaran insan; türünün de kedisini yeniden üretmede; oluşan bu

birikimden yararlanmasını sağlamış tüm türün farkında ve bilincinde olmadan

verimlilik ilkesine uyarlı bir etkin lik içersinde olmalarını sağlamıştır. Kısaca
10
çizdiğimiz süreçte bilgiyi yaratan ve onun tek taşıyıcısı olan insan; zamanla onu

biriktirmenin, aktarmanın ölçüp – biçerek paylaşmanın, başkasının da kullanabileceği

bir alana, piyasaya çıkartmakla; bilgiyi de tüm üretim güçlerinin katalizörü ve

verimlilik artırıcısı olarak kullanmanın yolunu açarak ölçülebilir kullanılabilir,

alınıp – satılabilir bir meta ‘ya, özgün bir meta’ya dönüştürmüş olur. Değeri

insanlığın gelişimine yaptığı katkıyla ölçülemez olan Bilgi, tüketildikçe yeni

ihtiyaçları yaratan, onu tatmin edecek nesneyi de en verimli biçimde üretmeyi

sağlayan insana özgü tek güç olarak, bu gün küreselleşen dünyaya damgasını

vurmuştur.

Bugün “Temel ekonomik kaynak, yani ekonomistlerin deyimiyle” üretim

araçları “artık “sermaye” de değildir, doğal kaynaklar “ toprak” da değildir,

“emek” de değildir. Bilgi’ dir ve bilgi olacaktır.” diyen, Peter F. Drucker (3) bilginin

globalleşen dünyadaki yerini ve önemini açık bir biçimde ortaya koymuştur.

Buraya kadar altını çizmeye ve hatırlatmaya çalıştığımız belirlemelerle,

Globalleşen dünyayı dinamik gerçekliği içinde, kavrayabilmek için ona Bütünselci

bir bakış açısından bakmanın, gereğini vurguladık. İnsanın sosyal ve doğal

çevresiyle oluşturduğu bütünlüğü, kısaca temel belirleyicisi ve belirleneni olduğu

dünyasını güç – ilişkileri sistemi içersinde tanıyıp, onun bir alt – sistemi olan

Kapitalist sistemi; onu dinamize eden iki temel unsurdan insanı, tanımaya çalıştık.

Ona da bütünselci bir bakış açısıyla yaklaşarak kendisini dinamize eden sistemsel

yapısının temel karakterestiğini, kısaca beyninin marifetini ve ne anlama geldiğini

hatırlayarak ,onun biricik ve en değerli ürünü Bilgi’ yi , “Bilgi Kuramı” nın

11
derinliklerine dalmadan işlevi önemi ve anlamıyla dünyamızdaki yerini belirlemeye

çalıştık.

Şimdi, çözümlemelerimizde bizim için gerekli olan, en son ama aynı zamanda

en önemli unsur; para’ nın, sahip olduğumuz bilgilerle yeniden keşfi için yola

çıkalım .

Bundan “3.000.000 yıl önce ilk mübadele araclarından; sopa’yı (doğa ile

enerji mübadelesi ilkisinde) bir araç olarak keşfeden insan, araçların aracı olan

para’ yı ise yaklaşık 5.000 yıl önce, kendi tarihinin en büyük buluşu olarak

yaratmıştır.” (4)

Ancak insanoğlu, yarattığı bu araçla birlikte katettiği uzun tarihsel süreçte;

“ ...sürekli onun kendisini parça parça eden gücü karşısında, onu bir şeytan gibi

görmüş, lanetlemiş “para dediğin el kiri demiş!” ondan kaçmış, “para ile saadet

olmaz!” demiş, onu dışlamış; “paranın ne kıymeti var, mühim olan insanlık” demiş,

ama para o’nun yakasını hiç bırakmamış yakaladığı her yerde onu parçalamış,

parça parça ettiği beyninin bir hücresine bile olsa girip, onun aklı olmak istemiş

“paran varsa cümle alem kulun, paran yoksa tımarhane yolun” demiş zamanında.

Ama aklını başında değil de, bir karış havada taşımakta ısrar eden insanla her

ilişkisinde onun kafasını kırmaya mecbur olduğunu” görememiştir. (5)

Gene insanoğlu yaklaşık 5.000 yıldır süren para’ ya kulluk sürecinde, ne

yarattığı para ile kavgasını, ne ilişkilerinde paranın rolünü, ne de paranın bir araç

olmaktan öte, ne olduğunu tam olarak anlayabilmiştir. Paranın ne olduğu, bütün

tarihsel derinliği, boyutları ve işlevleriyle yaratıcısı insanla oluşturduğu sistemsel

bütünlük içinde, tanınıp kavranmadıkca, onun gerisindeki, eşdeğeri ve temsicisi


12
olduğu koca dünyanın yaratıcısı insanla bağını oluşturmadaki, çok yönlü

özelliklerinin bilgisine ulaşmadan, sistemi, bu temel belirleyicisini yerli yerine

oturtmadan, Globalleşen dünyanın gerçekliğine ulaşmamız mümkün değildir.

Paranın, mübadele aracı, ödeme aracı, dolasım aracı, birikim aracı, değer

ölçüsü, meta’ların temsilcisi ve temsilcisi olduğu her şeyin eşdeğeri olma gibi

bilinen bütün işlev ve niteliklerini belirleyen özü yanında, onun sistemsel bütünlük

içersinde en önemli rolü üstlenen bütünleyici işlevini de derin boylu irdelenip

kavranılır kılınmamıştır.

“Para, insanlar arası mübadele ilişkisinde, insanların değer atfettikleri

yoğunlaşmış enerji içeren her nesnenin , karşılıklı alış verişinde bir ölçüm aracı

arama zorunluluğundan doğmuştur.” (6)

“İnsanlar arası yoğunlaşmış enerji (ürün – mal) mübadelesinde bir denge

oluşturma zorunluluğu; nesnelerle bir eşdeğerlilik taşıyan (yani mübadelesine

aracılık ettiği nesnelerde yoğunlaşmış enerjiye görece eşdeğer – eşit enerji içeren)

bir nesnenin, aracı kılınması yoluyla aşılmıştır.” (7)

“Ölçülerin ölçüsü olan para ile ölçüp – biçerek doğaya egemen olmaya

çalışan, doğa ile oluşturmak zorunda olduğu yaşamsal bütünlükte, sistemde,

organlaşarak yarattığı, oluşturduğu karşı – çevre ile, aynı zamanda bir sistem olarak

kendisini, doğanın bozucu etkilerinden korur.” (8)

Çevre ile karşı çevre arasındaki denge ve uyumun, sürekli ve dinamik

kurucusu, kollayıcısı olan, varlığını geliştirerek sürekli bir üst dengede kendisini

yeniden üreten insan; yarattığı “ölçülerin ölçüsü parayla, enerjiyi bilgi

(enformasyon) ve zamanı ölçerek ve bunları birbirine dönüştürücü birbiriyle


13
mübadeleye imkan verici, bir araç olarak onu doğa ile ilişkisinde aklının yerine

oturtmuştur. Para onun aklının da ölçüsü olmuştur.

İnsanın bütün varlığıyla, para ile ilişkilenmekte olduğu çağımızda: “ ... açık

– akar bir sistem olarak yetersizliğinin Tacir ‘de oluşan bilinci tüm toplumun bilinci

haline geldiğinde, para aklın - bilginin ölçüsü olma niteliğini, tüm toplum

bireylerinin kafasına sokmuş olacaktır. Yani tüm bireyler, aklın ölçüsü olan parayı,

tüm özellikleri ve boyutlarıyla kavradıkları ölçüde toplum PARA TOPLUMU’ na

dönüşmüş olacaktır.” (9)

İnsanın peşinde koştuğu bu simge, gerçekte böyle bir potansiyelin

simgesidir. İnsanın paraya ulaşmak için sarfettiği bitmez tükenmez çaba, özünde

insanaldır. İnsan bu bitmez tükenmez çabasında dünyasını değiştirir, onu

insanileştirir. O ölçüde de kendisi de İnsan olmanın tadına varır.

Merkezinde gelişmiş bir sistem olarak insanın yeraldığı Kapitalist sistemi,

doğuşundan bugüne yeniden kurgularsak; Goballeşen dünyayı bir başka açıdan,

ama bizim için gerekli olan yönüyle bir bütünsellik içersinde kavramış oluruz.

Kısa da olsa kıyıda – köşede kalmış bu bilgi birikimlerimizi hatırlayıp

üzerlerinde yoğunlaşarak yeni bir bakış açısı ve onun bize sağlayacağı kriterlerle

dünyamıza, gerçek dünyaya, içinde insanı barındıran bir dünyaya yöneldiğimizde,

bizi etkileyen ve içersinde yer aldığımız oluşumu daha yakından ve mümkün

olduğunca gerçekçi bir bilgilenme ile tanıyarak, gelişmişlik düzeyimizi artıracak

bir uyumlanmayı gerçekleştirme hedefimize ulaşabiliriz.

Gerek kapitalist sistemi, gerekse onun asli ögeleri olarak nitelediğimiz

İnsan ve Para ‘yı bütünselci bir bakış açısından irdeleyip, yeniden keşfederken,
14
yapacağımız soyutlamalarda; bütünselci anlayışımızın ve bakışımızın verdiği

olanakla girişeceğimiz, insanoğlunun yaşadığı ve bugünlere ışık tutacak büyük

tarihsel serüveni, en özlü bir biçimde yeniden inşa sürecinde; yoğun anlatıma

olanak veren, ona zenginlik ve renk getiren çağrışım dilini kullanarak, değişik bir

anlatım biçimiyle, anlatıma hız ve kavramaya kolaylık getirebiliriz.

15
I.BÖLÜM

globalleşen dünya

I .KISIM

sistemin doğuşu – alt sistemleri ve organları

Dünyayı öküzün boynuzundan kurtarıp , uzaydan seyrinin tadına vardığımız

ve sanki mavi bir bilye gibi , avucumuzun içine alacak bir bilgi birikimi ve teknik

gelişme düzeyine ulaştığımız günümüzde ; globalleşenin artık DÜNYA değil , bizim

yarattığımız dünya olduğunun farkındayız . Odağında yer alıp belirlenişinde etkin

olduğumuz bu dünyayı ; varoluşumuzun bütünleyici bir parçası olarak yaratıp,

oluşturmaya başladık . Doğa ile kurmak zorunda olduğumuz mübadele ilişkisi

çerçevesinde oluşturduğumuz , sistemsel bütünlük içinde yarattığımız karşı–doğa

yani dünyamız gelişip; tüm Dünya’yı kucaklayacak hale geldiği için, artık global-

leşen bir dünyadan söz edebiliyoruz .

İnsanoğlu, gelişmiş bir canlı varlık olarak varlığını , yaşar–kalıcılığını , doğa

ile kurmak zorunda olduğu mübadele ilişkisi bağlamında sürdürebilir . Onun

doğayla kurmak zorunda olduğu bu enerji alış verişi içerikli mübadele ilişkisi ,

evrensel karakterli bir ilişki olup , sistemsel niteliğinin zorunlu bir işlevidir.

Sistemsel bütünlüğünün bir parçası olarak nitelediğimiz dış dünyayı, ondan

girdiler´i ve dış dünyaya çıktılar´ı olan insanı, mübadele ilişkisi çerçevesinde;

girdileri ve çıktılarıyla geliştirip, dönüştürdüğü sistemsel yapıyı ( sonuçta oluşan

16
karşı çevreyi ya da dünyamızı ) biraz daha yakından tanıyalım . Bu süreçte önü-

müze yığılan bilgi dağları içinde, bu alanlardaki “ gerçekliğin bilgisi “ ne ulaşa-

bilmek için , enerjinin özgül belirlenimlerinden olan, söz konusu yapılanmaların

yaşadıkları tüm evrimsel süreçlerde egemen değişmezlik bağıntıları ´nı (1) aramalı-

yız .

I – 1 Doğa içerisinde yer aldığımız , kendisiyle sürekli enerji alışverişi

içinde olduğumuz , sistemler bütünlüğünden oluşan , kapalı – yalıtık bir sistem (2)

olarak ; termodinamiğin ikinci yasasıyla belirlenen zorunluluğa bağlı olarak , ısısal

soğuma yaşayan, entropi ‘si yükselen (3) karışıklık artışı yaşayan bir sistemdir .

Aynı zamanda doğa ; içinde varolan tüm sistemsel yapılarıyla kapalı , açık , açık –

akar ,vb sistemsel yapılar arasında enerji alaşverişi yoluyla, sürekli kendilerini

yeniden bir üst düzeyde üretmeleriyle ; sahip olduğu ısısal enerjiyi , bu örgütlü ya –

pılarda korumaya çalışan , entropiye karşı direnen bir sistemsel yapılar bütünlü –

ğüdür .

Dün EVREN ‘in en küçük parçasını atom olarak belirlerken , tüm

maddi varoluşumuzun temel dayanağı diye nitelediğimiz bu küçük evrende çıkılan

yolculukta , atom altı parçacıklar dünyasına ulaşan insan ; sahip olduğu düşünce

hızıyla , tasarım gücüyle (4) ve Doğa Bilimlerinde kat ettiği yolun, sağladığı

olanaklarla oluşturduğu kuramlar çerçevesinde ve bilimsel bilgi düzeyinde ,

biçimlendirdiği yeni yapı taşına , enerji partikülüne , kuantum ‘a ulaştı. ( 5 ) Onun da

danecik – dalga denen bir bütünlükte varlığını sürdürdüğünü belirledi . ( 6 )

Enerjinin özgül belirlenimlerinde ; yani algılanabilir, kavranabilir

her maddi biçimlenişinde sürdürdüğü evrimini , ( maddenin her varoluş biçimin –


17
deki evrimini ) genel ve özgül değişmezlik bağıntıları içinde belirleyen BİLİM ;

böylece sistemsel yapısının bütün kertelerinde uymak zorunda olduğu yasaları

oluşturmaya başladı . Planck’ın dediği gibi “ Bir doğa yasası ne kadar genel ise

söylemi de o kadar basittir .” (7) Tıpkı doğadaki gibi Bilimin insanı , toplumu ve

aralarındaki ilişkileri kapsayan alanlarda belirlediği, genel değişmezlik bağıntıları

da genellikleri çerçevesinde, basit ve anlaşılabilir olmalıdır. Çağdaş fiziğin en

önemli buluşlarından biri olan enerji kuantumunun, bu maddenin bölünemez en

küçük parçasının, danecik – dalga bütünlüğünden oluştuğu belirlemesi ,evrendeki

tüm maddi var oluş biçimlerinin birer D – d bütünlüğü olduğu, temel değişmezlik

bağıntısını ortaya çıkarmıştır . Enerjinin sonsuz çeşitlilikteki maddi var oluş biçim-

lerinden ışık, ısı, elektirik vb de olduğu gibi maddenin en küçük parçası atom da

bir D–d bütünlüğüdür. Kendisi de bir D – d bütünlüğü olan atom çekirdeği, o ato-

mun temel karakterestiğini belirler. Her türlü enerji alışverişinde atom , dengeli ve

kararlı bir sistemdir . Temel karakterestiği, yani çekirdek yapısı değişmedikce

atomun, dolaysıyla maddenin karakteri değişmez. Atoma kıyasla çok karmaşık ve

üst düzey örgütlü bir sistemsel yapıya sahip olan ve canlılığın temel taşı dediği –

miz hücre de, tıpkı atom gibi içinde taşıdığı bir çekirdekte ihtiva ettiği genlerle,

hücreye temel karakterestiğini verir. Çekirdeği (beyni ) ve plazması ile oluştur –

duğu D – d bütünlüğünde, çevresiyle alış veriş içindedir. Çekirdek protoplazması

ve hücre plazması (sitoplazma ) içindeki tüm moleküler yapılanmalar da D–d bütün-

lüğünde birer sistemsel yapılanmadır. Hücre her türlü enerji alış verişinde canlı –

lığını ve bütünlüğünü korursa yaşar. Ama hücre atomdan farklı olarak ve canlı-

lığın temel taşı olarak , teleonomik (kendini aynen ,aynı biçimde ve özde yeniden
18
yapılandırarak ) ( 8 ) üreme – çoğalma karakterine de sahiptir.

İnsan , milyarlarca atomun çeşitli kombinezonlarla oluşturduğu bir mikro

sistemler bütünü olan Hücrenin, milyarlar ve milyarlarcasının , hala bilinemeyen

çok karmaşık birliktelikleriyle oluşan çeşitli makro sistemlerin bütünlüğü ve bu

bütünlüğün oluşturduğu ,en gelişkin ve en karmaşık bir makro sistem . Tıpkı

temel taşı hücrenin, insan embriyosu olan hücrenin bir çekirdeği, beyni olduğu

gibi, İnsan’ın da beyni onun çekirdeği , ona temel karakterini veren, insan dedirten

daneciğidir. İnsan da beyni ve vücuduyla bir D – d bütünlüğüdür. (9) Milyarlarca ve

milyarlarca insan kuantumunun yoğunlaştırılarak ve bütünleştirilerek oluş –

turulan kavramsal bütünlükte, bilim nesnesi olan İNSAN’a ulaşılır. Bu türsel

kavrayışın Soyut insan kavramından; onun zaman ve mekan sınırsızlığındaki temel

değişmezlik bağıntılarının taşıyıcısı olan insan kuantumu, somut insan kavramına

ulaştığımızda, o kendisini dünden bugüne, içinde yer aldığı işbölümünün kendisine

yüklediği işlevler açısından kendisini tanımlar. Zaten bu işlevleriyle edindikleri

toplumsal kimlikleri o denli kendileriyle bütünleştirmişlerdir ki, tüm bu özgüllükler

ötesinde insan olduklarını algılayıp, hatırlamada güçlük çekerler. Globalleşen

dünyamızda İNSAN olmanın taşıdığı değerin bilincine varmak için, onu zaman ve

mekan sınırsızlığında, tüm var oluş sürecindeki serüveni içinde tanıyıp, kavramaya

çalışmalıyız. Önümüzdeki zorunluluk basamaklarını tanıyarak ve onun bilgisine

sahip olarak, olasılıklar dünyasının sunduğu imkanları en bilinçli bir biçimde

değerlendirerek riskleri aşabileceğimiz dünyamızda, öncelik kendimizin bilgisinde .

İçinde yer aldığımız sistemsel bütünlüğün temel belirleyicisi ve dinamiği olan

insan , kendi sistemsel yapısınında çekirdeği olan BEYNİ’nin biricik ürünü olan
19
BİLGİ’yi öncelikle kendine bakarak ,kendini tanımada oluşturmalı. Bilgi üretim

etkinliğinde de türsel birikiminin en son ve en verimli araçlarını kullanmalı .

I – 2 İNSAN : Onu bütün zamansal ve mekansal özgüllüklerinden so-

yutlarsak , yani kavramsal düzeyde, düşünsel planda somut insan’a ulaşırsak, onun ;

- herşeyden önce bir canlı varlık olduğunu ,

- tüm diğer canlılar gibi doğayla zorunlu bir ilişkisi bulunduğunu,

- bu ilişkinin bir enerji alış verişi ilişkisi olduğunu,

- tıpkı enerji kuantumu gibi danecik–dalga ( D – d ) bütünlüğünden oluş-

an makro bir sistem olduğunu ,

- makro bir sistem olarak , enerjisini kendi dışından , doğadan almak

zorunluluğu nedeniyle “açık – akar bir sistem “ olduğunu ,

ve her açık sistem gibi “ kendine yetersiz “ dir . Varlığını başka sistem –

lerin varlık koşullarını kollayıp , sürdürebildiği ölçüde koruyup, sürdürdüğünü

görürüz . Bunlar onun diğer bütün canlı varlıklarla ortak olan değişmez

nitelikleridir.

Genelinde tüm canlı varlıklara özgü olan bu değişmezlik bağıntılarında,

canlılar aleminde en yüksek ve en gelişkin örgütlülük düzeyine ulaşmış olan

insana özgü belirlenimleri açığa çıkarmak için, bu özelliklerin İnsanın sahip

olduğu sistemsel bütünlükte ortaya çıkan yönleri üzerinde durmak gerekir .

İnsan enerjinin sonsuz maddi biçimlenişleri içersinde en yüksek, en gelişkin

bir örgütlülük düzeyine ulaşmış BEYİN’e sahip olmasıyla, diğer tüm canlılardan

ayrılır. En ilkel bir canlı organizma olan hücreden, en gelişmiş karmaşık bir

sistemler bütünü olan insana , kadar tüm canlı varlıklarda bulunan düzenleme
20
merkezi durumundaki çekirdek beyin; diğer tüm canlı varlıklara kıyasla insanda

vücuduna göre en ağır, içerdiği hücre sayısı bakımından en çok, mevcut hücre

kapasitesini kullanabilme bakımından en gelişkin, hacmi ve ağırlığı bakımından

yüzeyi en geniş ve enerji alış veriş kapasitesi en yüksek, tüm bunların sonucu

olarak da yaratıcı niteliği ve gücü en gelişmiş olması açısından, diğer bütün canlı-

lardan beyniyle farklı olan bir varlıktır. Atom ve hücre dahil enerjinin tüm

biçimlenişlerine onun ayırd edici karakterini veren çekirdeğidir. İnsanı da diğer

bütün canlılardan ayıran ve ona İnsan olma temel karaterini veren çekirdeği,

onun beynidir .

İnsan tüm diğer canlı varlıklar gibi kendi türsel varlığı’ını içgüdüsel olarak

koruyup sürdürme etkinliğinde bulunurken ( çiftleşerek türünün üremesini

sağlarken ) derin boylu bilincinde olmadan ürettiği şey ;enerjinin en ge –

lişkin, en üst düzeyde örgütlenmiş bir biçimlenişi olan bir beyin ‘dir. On iki

milyon yıldır bu etkinliğini fasılasız sürdüren insan, hala ürettiği şeyin ne denli

yaratıcı, dönüştürücü bir güç, bir enerji yoğunlaşması , biçimlenmesi olduğunun

derin boylu bilincine ulaşamamıştır

Oysa , tüm canlı organizmaların çekirdek beyninden onu farklı kılan en

çarpıcı özelliği; onda, insanın türsel varlığı ’nın korunarak – gelişmesini ( kendi tü-

rünün doğadan dönüştürerek, insan için biçimlendirdiği tüm enerji yoğunlaşma –

larını; araç, gereç, deney, beceri ve bilgi bağlamında ) olanaklı kılan yaratıcı, koru –

yucu ve biriktirip aktarıcı bir niteliğinin bulunmasıdır. İnsandaki bu çekirdek

beyin, tüm işlevlerini zaman – mekan sınırsızlığında sürdürür. Bu beyin gerek

sınırlı zaman – mekanda ve gerekse sınırsız zaman – mekandaki tüm işlevleriyle, bir
21
sistem olarak yaşadığı bütün durum değişmelerinde hareket halindedir . Hem

danecik hem de dalga halinde, milyarlarca hücreden oluşan bir makro sistem, bir

D – d bütünlüğüdür .

İnsan beyninin bu niteliğinin , bir sistem olarak işlevsel niteliğinin, yani D–d

bütünlüğünden oluşunun bilincine ulaşmasını engelleyen objektif zorunlulukların

bugüne kadar süregelmesi gerçekliğinin yanında, bu zorunlulukların ve engellerin

aşılmasının koşulları da oluşmaya başlamıştır. Çepeçevre tüm dünyada milyonlarca

beynin yaratıcı ve dönüştürücü gücü boşa harcanırken, D – d bütünlüğünden

oluşan işlevsel gücü dumura uğratılırken , dünyanın zengin ülkelerinin başta ABD

olmak üzere , uzunca bir süreden beri donanmış beyin ithaline yönelmiş olmaları ;

gerçekte beynin bu özelliğinin farkına varmış olmaktan değil , sistemin yarattığı

rekabet koşullarına bilinçlice bir uyum ve onu sürdürme zorululuklarından

kaynaklanmaktadır. Bugüne kadar, işbölümü çerçevesinde her somut, zerre insanın

aldığı, yüklendiği çeşitli işlevlerde beliren türlü çeşitli kimlikleri ve biçimlenmeleri

içinde yitirilen beyninin, artık yaratıcı ve dönüştürücü temel işlevlerini en verimli

bir biçimde gerçekleştirebilmesinin önündeki zorunluluk engellerinin aşılmasının

nesnel koşulları oluşmuştur .

Artık önemli olan yaşadığımız globalleşme sürecinde bu engelleri

aşabilmenin maddi koşullarının neler olduğunun ve nerede bulunduğunun, onları

örten sis perdelerinin ( ideolojik, vb ) yanlış–eksik bilgilenmelerin neler olduğunun da

görülüp , kavranabilmesinin koşullarının da var olduğudur .

I – 2 – a) İnsan doğadaki tüm canlı sistemler arasında kendine yetersizliği en

yüksek olan bir canlı varlıktır. Daha önce belirttiğimiz gibi en gelişkin bir sistem,
22
aynı zamanda en fazla enerjiye gereksinim duyan bir sistemdir. İnsan, gerek duyduğu

enerjiyi gereçekleştirme potansiyeli en yüksek o anlamda en güçlü (potansiyel olarak),

ama gerek duyduğu enerjiyi gerçekleştiremediği ölçüde arızalanma riski de

yükselen bir sistemdir. Bu arızalanma durumu ve riskinin yüksekliği onun güçsüzlü-

ğüdür. Bu bağlamda sağlayabildiği enerji miktarıyla kendini sınırlamaya (ideolojik

olarak yetimkarlık’a) kendine yeterliliğe yöneltir . Bu durum , ona kendi kendini

düzenleme mekanizmasını yani beynini daha fazla kullanma zorunluluğunu dayatır.

Bilincinde olmadığı kendi potansiyel gücünü, zorunluluklarının her dayatışında

kullanarak geliştirir. Tüm bu güçsüzlüğü içinde, güçlü olan yanının ne olduğunun

giderek farkına varır. Çünkü bugün bile ulaşmış olduğu gelişmişlik düzeyinde, bu

gücünün bilinçli bir kavrayışı içinde değildir. İnsan türünün oluşumundan bugüne

kadar geçirdiği evrim sürecinde, kendisini yeniden üretmede karşılaştığı tüm zorun-

luluklar, tüm güçlükler temel bir çelişkiden kaynaklanır. İçgüdüsel–bireysel var oluş

bilinci taşıyan (tüm canlı varlıklar gibi) bireyin, üremek ve kendini yeniden üretmek

zorunluluğu ile sınırlı olan işgücünün arasındaki çelişkidir. En küçük ortak yapı (EKOY),

bu çelişkinin biçimlendirdiği ilk toplumsal yapıdır, organizmadır. Başlagıçta üreme

zorunluluğunun dayattığı, daha sonra kendisini yeniden üretme zorunluluğunun

belirleyip biçimlendirdiği EKOY’larda ve EKOY’lar arasında bireyin sınırlı işgücünün

dayatıp, yarattığı yeni bir ilişki, güç ilişkisi evrilerek çeşitli biçimlerde bugüne kadar

süre gelmiştir. İnsanoğlu güç ilişkilerini bu karakteriyle daha aşamamıştır. Ve bu

ilişkinin üreme zorunluluğunu da baskı altına alan belirleyiciliği devam etmektedir.

Ancak bireyin sınırlı iş gücünün dayattığı bu güç ilişkisi , onu aşmanın maddi koşulları-

nı, oldukca sancılı da olsa yaşanan süreçte oluşturagelmiştir .


23
En gelişkin bir düzenleme mekanizmasına, beyine sahip olan insanı

hayvanlardan farklı kılan özgüllüğü; üzerinde durduğumuz temel karakterestikle

bağıntılı olarak , başlıca iki noktada toparlanabilir:

1 – Birey sınırlı ömrü içinde giderek artan bir kendine yetersizlik (aldığı

uyarıların yarattığı ihtiyaçlar bağlamında) süreci yaşar. Kendine yetersizliği

arttıkca, örgütlenme düzeyini yükseltir. Örgütlenme düzeyi yükseldikce

gelişir , güçlenir. Bu yönelişte arızalanma riski de giderek artar .

2 – İnsan artan yetersizliğini, gelişmişliğini, güçlülüğünü, örgütlülük düzeyini ve

nihayet artan arızalanma riskini, diğer tüm canlılardan farklı olarak

kuşaktan kuşağa aktarır .

İnsanı hayvanlardan farklılaştıran; onun evrim sürecine damgasını vuran,

ilkelden mükekemmele doğru sürdürdüğü evrim sürecinde tüm bu birikimleri

koruyup, biriktirerek yarınlara aktarmasını sağlayan, kendine yetersizliğinin

özgüllüğüdür. İnsanın bu özgül karakterestiği, aynı zamanda onun basit yeniden

üretim ve genişletilmiş yeniden üretim süreçlerinin, her zaman–mekan koordinatında

devraldığı düzeyleri belirler . Bu düzeyler onların iradeleri dışında dev –

raldıkları maddi var oluş koşullarıdır . İradi faaliyet , devralınan çok yönlü ör –

gütlülük düzeyinin yeniden üretimi sürecinde söz konusudur . İlkel insan çok sı –

nırlı doğal ihtiyaçlarını , sınırlı gücüyle karşılarken ,bu evrede doğal olarak kendi

organlarını geliştirebilmiştir . Doğadan aldığı enerjiyi ,tıpkı diger canlılar gibi

yaşamsal gereksinimlerinde kullanarak tüketmiştir .

Açık – akar ve kendine yetersiz bir sistem olan insanın ,doğadan aldığı ilk

gıda maddeleri , kendisinin basit yeniden üretimi için gerekli enerjiyi ona sağ –
24
layan ,kendine yeterizliğini bu boyutta çözümleyen araçlardır. Kısaca insanın ilk

enerji dönüşüm araçlarıdır .

İnsanın fizik gelişminin de ilk ivmesini veren bu araçların sağlanmasında

karşılaştığı güçlükler , onu bu alanda beynini kullanmaya zorlamış ve bu da onun

gündemine ,bilincinde olmadığı bir bölüşüm sorunu getirmiştir .

Böylece insan hiç de farkında olmadan ,doğadan sağladığı enerjiyi ;

1 – kendi fizik varlığını yeniden ( basit yeniden üretim ) üretmek için gerekli

olanla ,

2 – beyninin bu yeni keşfettiği düşünsel ve yaratıcı işlevini sürdürebilmek

için (genişletilmiş yeniden üretim) gerekli olan, arasında bölüştürmek zorunda kalmıştır.

Bir başka deyişle, üretim araçları tasarlayıp, yapabilmek için; örneğin SOPA ‘yı

keşfedebilmek için, otlama–toplama dışında bir b o ş z a m a n ihtiyacı duymuştur .

Bu bölüştürme sayesinde yarattığı her ek araçla, organla ulaştığı her örgütlenme

düzeyi, onun genişletilmiş yeniden üretimidir. Bu da onun beyinsel işlevler için

ayıracağı enerji–zaman payının büyütülmesiyle sağlanır. Basit ve genişletilmiş

yeniden üretim için ayrılan enerji–zaman payları arasında oluşan dengesizlik, giderek

ikincisi, yani genişletilmiş yeniden üretim lehine artar. Bu kertede başlayan bölüşüm,

insanın farkında olmadan EN AZ EMEK ’le, en fazla girdiyi sağladığı ve farkında

ve bilincinde olmadan verimlilik ilkesi ’ni uygulamaya başladığı ilk evredir. Kısaca

insanın enerji girdisindeki, yani örgütleyip organlaştırarak karşı çevreye, dünyasına

kattığı enerji için, harcadığı ya da çıktısı olan enerji; kendisinin basit yeniden

üretimindeki enerji çıktısı olan canlı emektir. Dünyasına katmak üzere örgütleyip,

organlaştırdığı enerji, onun genişletilmiş yeniden üretimi için ayrılmış enerji dilimidir.
25
Organlaşması yükseldikce, genişletilmiş yeniden üretimde canlı emek payının azalması

ve dışlanmaya giden bir yol izlemesi , emek verimliliğindeki artıştır. Yani sıfır canlı

emek en verimli emektir. Gerçekte burada emeğin verimliliğini artıran insanı İnsan

yapan BEYNİ’nin organlaşmada yaratıcı gücüyle oynadığı belirleyici roldür. Var

oluşundan bu yana canlı emek gücünün kölesi olan insanı, yaşadığı tarihsel sürecin

acılarla dolu sayfalarından çekip çıkaracak da, yeni yeni değerini ve kendisini

keşfetmeye başladığı beynidir .

I – 2 –b) İnsanın doğayla kurmuş olduğu ilişki, açık–akar bir sistem olarak

kendini bir üst düzeyde yeniden üretme ilişkisidir. Bu bütünlükte denge canlının,

insanın varoluş koşuludur. Enerji alış verişinin gerçekleşebildiği, enerjinin çeşitli

örgütlü biçimleriyle sisteme girdi olarak alındığı ve insanın bir ürünü olarak

yepyeni bir örgütlenme biçiminde dışlandığı, bir üretim faaliyeti sonucunda

dengesini yeniden gerçekleştiren insan; bu alışverişin herhangi bir kertesinde

yaşadığı arıza ile bozulma riski yüklenir ve dengesizliğe düşer. Arıza, sistemi

hızlayeni bir denge arayışına sokar. Birbirini izleyen denge ve dengesizlikler

içinde evrilen bu bütünlük açık – akar sistem ´i oluşturur .

İnsan tüm canlılık işlevlerini yerine getirebilmek için gerek duyduğu

enerjiyi, havadan suya kadar doğadan, doğa ile kurduğu ilişki içinde sağlar .

İlkelden mükemmele doğru gelişen bir evrim sürecinin en son ürünü olması

nedeniyle insan, aynı zamanda en gelişkin ve en karmaşık sibernetiksel bir

sistemdir.

Tüm canlılar aleminde kendi kendini düzenleme mekanizması, yani beyni en

gelişmiş bir canlı varlık olan insan, aynı zamanda diğer tüm canlı varlıklara kıyasla
26
en güçsüz ve en kendine yetersiz bir sistemdir. Bu paradoksal gibi görünen yapının

varlığını koruyup sürdürebilmesi, her durum değişikliğinde sistemi yeni bir kararlı

– denge durumuna götürebilmesi; onun hiçbir canlıda olmayan mükemmellikteki

bir kendi kendini düzenleme mekanizmasına sahip olması nedeniyle gerçekleşmektedir.

İnsan arızalanma riskini örgütlülük düzeyini geliştirerek aşar. Bu zorunluluk ona

doğadan daha fazla enerji alış verişinde bulunmayı dayatır. İşte bu nedenle insan,

açık sistem olma karakterestiği ’ni, kendi türsel evriminin de vazgeçilmez koşulu

olduğunu görür. Giderek artan enerji ihtiyacı nedeniyle doğayla ilişkisi daha da

derinleşen insan; bu bağlamda kendisini çevresine daha fazla bağımlı hale

getirerek gerçekleştirmek zorunda kalır .

İnsan , tüm diğer canlılar gibi aynı zamanda bir akar sistemdir. Akar

sistemler, doğadan aldıkları çeşitli biçimlerdeki enerjiyi kendi örgütlenmiş ,

organlaşmış yapılarında çeşitli dönüşümlere uğratarak, çeşitli ürünler biçiminde

dışa verirler. İnsan kendi türsel, bireysel varoluşunun zorunlu ilk yapılanması olan, en

küçük ortak yapıyı (aile), EKOY’u oluşturmasıyla birlikte, gerek duyduğu enerji

çeşitliliği bakımından da hayvanlardan ayrılır. EKOY’un zorunlu patlamalarıyla da

artan ve gelişen enerji ihtiyacı, bu yeni türsel yapı bütünlüğünde doğadan sağlanır.

Bu yapıda dönüşüme uğratılarak çeşitli ürünler biçiminde enerji dışa verilir .

Danecik–dalga bütünlüğünden oluşan bu ilk çekirdek AİLE, EN İLKEL TÜRSEL

ORGANİZMAL YAPI, doğadan aldığı enerjiyi kendi bünyesinde dönüştürerek ;

meydana getirdiği ilkel ürünlerle, doğa ile ilişkisinde kendisinin ilkel

karşı doğasını – karşı çevresini, dünyasını yaratmaya başlar. Bu evrim sürecinde

EKOY döl vererek, bölünerek oluşturduğu yeni çekirdek ailelerle kan bağına
27
dayanan büyük bir aile oluşturur. İç güdüsel – bireysel varoluş bilincini taşıyan

dinamik öğelerinin etkinliğiyle (temel güçsüzlükleri –yetersizlikleri nedeniyle)

sürekli patlamalarla kan bağını koruyan, daha gelişkin büyük yapılara (klan, kabile,

aşiret, kavim, boy, ulus) ulaşır (10) .

I – 2 – c) İnsan , doğayla oluşturduğu sistemsel bütünlükteki yetmezliğinin ve

yetersizliğinin dayattığı belirli bir aşamada, yaşama biçimini tehdit eden arızalanma

riskini aşabilmek için; türdeşiyle kurduğu, ortak yaşamı yeni bir ilişki içinde

üretmeye yönelir .

A ) İnsanın değişmezlik bağıntıları ve teleonomik ilkeler (11) çerçevesinde

kendini yeniden üretmesi sürecinde, dengesizliğin dayattığı bu zorunlu aşamada,

insan–insan bağlamında yeni bir ilişkiyi yaşar olur. Böylece toplumsal bir varlık

olma karakterini kazanır. Evrimin bu aşamasından itibaren de Sosyal Bilimlerin

nesnesi olur. İnsan kendini üretme sürecini, yani işini de bölmüş ve ilk yatayına

işbölümü ’nü gerçekleştirmiştir. EKOY ’un içindeki bireylerin yatayına iş bölümü

çerçevesinde farklılaşmaları, EKOY’un baştan itibaren üreme işlevince belirlenen

eşitlikçi yapısı nedeniyle derinleşememiştir. İnsanın temel karakterestiği olan

kendine yetersizliği de gelişememiştir . Birey bu eşitlikci yapılaşmalarda yeterlilik

ve güçsüzlüğe hapsolmuştur. Bu ilkel komünal topluluklar, kendine yeterli ve

gelişme dinamikleri olmayan topluluklardır. İnsanın temel karakterestiğine ters düşen,

bu bağlamda türününün gelişmesine engel olan bir yapılanmadır. EKOY bireylerinin

kendilerini üretiş tarzlarını ve bir biçimden diğerine geçişi içinde bulundukları

koşullar belirlemiştir. Toplayıcı , avcı-toplayıcı, uzman avcı, yarı göçebe–çoban,

28
yerleşik tarımcı ve çoban topluluklar, hep kendilerini yeniden üretiş tarzlarına

göre nitelenen, EKOY’lardır .

B ) EKOY’un doğadan enerji alımında bir aracı – araç durumunda olan

nesneler, onun örgütlenmesinin ayrılmaz parçalarıdır. Bu araçlarla kaydettikleri

gelişmeler de onların arızalanma risklerini artırır. Çoban toplulukların üretim

araçları olan hayvanlar, yerleşik tarım toplumlarının başlıca üretim aracı olan

toprak ve bitkilere oranla, çok daha gelişkin araçlar olduklarından (sistem olarak)

arızalanma riskleri daha fazladır. Çoban toplumlar üretim araçları ve enerji

kaynaklarının bu çok daha gelişkin nitelikleri nedeniyle, yerleşik tarımcı EKOY’lara

oranla kendine yetersizlikleri çok yüksek olan EKOY’lardır. Sık sık kısa sürede

arızasını gidererek dengeye ulaşmak zorunluluğu ile karşı karşıya kalan bu kan ve

kardeşlik bağlarına dayalı yapıların bireyleri farklılaşmaya uğrarlar . Hızlı karar

alma süreçleri onların gündemine dikeyine iş bölümü ’nü getirir .

C ) Sık sık enerji darboğazına giren çoban toplumlar (DAĞLILAR) dışa

açılmaya, dışardan bir enerjiyi hazır biçimiyle, dönüştürülmüş olarak, bulup almaya

yönelirler. İlk trampa, takas süreçlerini başlatan dağlılar (12) giderek üretilmiş,

biçimlendirilmiş bu enerjiye el koymaya, onu gasp etmeye yönelirler. Bu durum

farklı bir güç organizasyonunu, örgütlenmesini gerektirir. İnsan türünün ortaya

çıkışından bu aşamaya kadar yaşadığı evrim sürecinde, bireysel varoluş “bilinci “nde

bir sıçramadır bu. İnsan - insan dolayımına dayanan güç ilişkisi ’ni temel alan ve

bu gün hala devam eden kapalı sistemlerin oluşumunun ilk adımıdır bu. İnsanın,

işinin belirlediği yaşam biçiminin çeşitlenmesi ve evrimiyle ilgili sürecin (13), önemli

bir evresinde açık ve kendine yetersiz bir toplumsal yapı olan çoban toplumlar (14)
29
dağlılar, sürekli yaşadıkları dengesizliklerin belirli bir aşamasında, zorunlu yeni

bir dengeyi, ticaret ve yağma yoluyla gerçekleştiremeyince; yatayına iş bölümünün

biçimlendirdiği yerleşik çiftçi toplum (15) (OVALILAR ) un tepesine binerek, (16)

ilk dikeyine iş bölümü’nü de başlattılar .

Bu yeni oluşan toplumsal yapılaşmada ulaşılan yeni sentezden hem yatayına,

hem de dikeyine iş bölümünü içeren yepyeni bir toplumsal organizma doğdu. İnsan,

kendi sınırlı gücünün dayattığı zorunluluğun , bu koşullardaki objektif geçekliğine

bağlı olarak; hayvanlar alemindeki uzun arama, deneme ve birikimlerinden yararla-

narak, kendisine en uyarlı ve en gelişkin güç kaynağını bir başkası olarak gene

kendi ’nde bulmuştur. Başlangıçta, tıpkı ehlileştirdiği hayvan gibi talim ve terbiye

ettiği, daha ileri aşamada salt iş gücü gözüyle baktığı bu insan köledir, kuldur,

reayadır, tebadır, ırgattır, işçidir. Erkeğin kadını, Efendinin köleyi, Feodalin serfi,

Beyin –ağanın ırgatı, reayayı, marabayı, Patronun işçiyi kendi gücüne, bir güc

olarak eklediği ve kullandığı tüm bu ilişkiler; kendine yetersiz insanın gerek

duyduğu gücü ona sağlayan ilişkilerdir. Bu ilişkilerin aracı -aracısıda sopadır –

paradır . Bu güç ilişkisine de biri kendine yetersizliğini giderek artırıp, kendini

geliştirirken, diğeri kendine yeterliliğe talim eder. Biri türünün temel karakteris-

tiğine uyarlı, objektif olarak türü için bir etkinlikte bulunurken, diğeri güç ilişkisinin

dayattığı bir zorunlulukla kendine yeterliliğe mahkum olarak, türünün temel

karakterestiğine ters bir konuma sokulur. Biri, kendi varoluş koşullarının dayatması

sonucu, ötekini kendi türünden saymayarak, gücünü bilinçli olarak kendine

bağladığı, salt bir iş gücü olarak gördüğü için ona karşı davranışlarında subjektif

olarak türüne karşı bir konum ve etkinlik içersindedir. Diğeri ise türüne karşıt bir
30
konumdadır. Ve bu konum içinde yeterliliğe mahkum olan birey,kendisini mazlum

ve mağdur bir insan , karşısındakini de insanlıktan nasibini alamamış, gaddar, cabbar

bir zorba olarak görür. Subjektif olarak kendi türünden saymaz. Kısaca güç ilişkisinin

tarafları birbirini insandan saymaz dıştalar, türüne karşıt görür. Sınıf karşıtlığının

ve ideolojilerinin kaynaklandığı temel, bu subjektif türüne karşıtlık temelidir . Ama

objektif - tarihsel bir zorunluluğun dayattığı güç ilişkisi içine giren bireyler, farkında

ve bilincinde olmadan zorunluluğun aşılmasına kadar İnsana özgü bir etkinlik

BÜTÜNLÜĞÜ oluştururlar. Bu bütünlük objektif olarak tür içindir. Süreçte

yaşanan ve her iki tarafın da birbirini dıştaladığı ve aynı zamanda birbirini

tamamladığı türe karşıtlığın dayandığı, tarihsel zorunluluk temeli aşılmadıkça; bu

olgunun her iki kutupta aldığı subjektif görünümler de ortadan kalkmaz. Bu

gerçekliğe dayanan, ideolojiler, siyasetler, sınıf kavgaları, bunlara bağlı partiler,

liderler, militanlar, hapishaneler, mahkemeler, ordular, devletler vb ve bu gerçekliğin

gübrelediği alanlarda fışkıran tüm sanat ve edebiyat akımları, ürünleri, yeniden

yeşermeye ve yeşerdikleri tarlanın ne menem bir yer olduğunun görülüp,

kavranmamasına birlikte hizmete devam ederler.

I – 3 KARŞI ÇEVRE : İnsanın doğayla oluşturduğu enerji alış verişi ilişkisi

içinde yarattığı, karşı çevreyi yani dünyamızı; doğa ile sürekli yenilenen, gelişen

uyum ve dengeli bütünlüğünün somutlanışı olarak görmeliyiz. Bu dünya, insanı

doğanın bozucu, arızalanma riski yaratan etkilerine karşı korumaktadır .

İnsanın temel karakterestiklerinden biri de, her canlıda bulunan doğa ile

uyum ve denge kurma yeteneğinin zaman ve mekandaki sınırsızlığıdır. İnsanın bu


31
özgül karakterestiği, organlaşma yoluyla karşı çevre oluşturabilmesiyle belirir.

İnsanın bu varoluşsal etkinliğinde, en az enerji–emekle, en çok enerji-örgütleme

zorunluluğu, potansiyel olarak sınırsız bir uyum – denge yeteneği olan BEYNİN ,

tükettiği sınırlı güçle yarattığı potansiyel olarak sınırsız olan örgütlü güç arasıdaki

ilişikide yatar. En az enerji, en kısa yol (17) yasası; gücün ve enerjinin verimli

kullanımında, doğa ile uyumlu ve dengeli organlaşma sürecinde, bize yol gösterici

olacak BİLGİ’nin, yaratıcısı olan beynin işleyiş ve işlevlerinde yatar .

İnsanın keşfettiği sopayla örgütlediği zorun, gücüyle başlayan organlaşma

sürecinde; gene ona dayanarak kurduğu güç ilişkileri çerçevesinde ORGANLAŞTIR-

DIĞI insanla kurduğu kapalı sistemde geliştirdiği, mülk edinme biçiminde biriktirdiği

bu güç, sopanın sınırladığı dünyayı bir başka araçla aşarak bir zamanlar mübadele

aracı olarak (doğayla ilişkisinde) kullandığı sopanın yerine parayı oturtan İnsan,

böylece Bütünleşen dünyasının yolunu açtı .

I – 3 – a) P a r a : Hala yaşamakla beraber para’nın yerini alması sürecinde

tarihselleşmekte olan sopa’yı ve onun örgütlediği tüm gücü, yarınlarımızda yeri

olmacağı düşüncesiyle, ayrı bir araştırma ve irdeleme konusu olarak bir yana

bırakıp, alışkanlıklarımız ve biraz da kemikleşen yaygın anlayışımızla, güc ve zor

aracı olmanın ötesindeki işlevlerini göz ardı ettiğimiz para’ya biraz daha yakından

bakalım .

Beşerin elinde doğan ve beşeri kendine kul eden para, ona verdikleri ve

çektirdikleriyle dünyasını ağartan ve karartan, onu parça parça edip sonsuz ikilemler

arasında dolandıran, yarattığı karşıtlıklarda birbirine kırdıran para, beşbin yıllık

tarihi boyunca hiçbir zaman bu kadar basit ve kolay bir biçimde imal edilir
32
olmamıştı. Bu gerçeği bir siyasetci “İşte kağıt, işte matbaa, işte para!.. Bu kadar

basit bir numara !..” diye tanımlamıştı (18).

Her gün cebimizde, cüzdanımızda taşıdığımız, kağıt parçasının, kayıtlı rakamın,

bizden sakladığı sır ne? Gücü nereden gelir? Bu kadar çok tanırken, bir o kadar

da az kavramamızın anlamı ne?

Bugüne kadar insanlık hep, tarihin akışı içersinde karşılaştığı zorunlulukları,

onları çözüp - aşmanın koşulları oluştuğunda bir sorun olarak önüne geldiği için,

ancak o koşullarda aşabilmiştir. Parayı yaratan tarihsel zorunluluk da ancak onun

doğuş koşullarının irdelenmesiyle anlaşılabilir. Bu zorunluluğun, onu yaratan insanla,

onun temel değişmezlik bağıntılarıyla bağlantılı bir nedeni olmalıdır. Özü itibariyle,

hem objektif, hem de sürekli bir karaktere sahip olan temel değişmezlik bağıntıları,

bu objektif zorunluluklar, sınırlı zaman – mekan boyutlarında kendilerini çeşitli

biçimlerde ortaya koyarlar . Bu ortaya koyuş ve dayatış biçimleri, zorunlulukların

çözülebilir, aşılabilir tarihsel görünümleridir. İnsanlar arası mal mübadelesi ilişkisinin

belirli bir kertesinde dünyaya gelen para, bugün ulaştığımız bilgi düzeyinden bakınca,

insan türünün ortaya çıkışından bu yana doğa ile sürdürmek zorunda olduğu

enerji mübadelesi ilişkisinin, insanın sistemsel zorunluluğunun dayattığı bir ilişki

olarak, evriminde biçimlerini tarihselleştirdiğini gördük. Bu tarihsel biçimlenişlerin

zorunlu kıldığı araçlar da tarihsel ve geçicidirler. Sopanın insan – insan dolayımında

güç mübadelesi ilişkisinde, zor – aracı olarak yetersizleştiği ve sınırlarına dayandığı

tarihsel kertede, gücü temsil eden yeni bir araç devreye girer PARA .

Bugün hala sopayı toplumsal ilişkilerde bir mübadele aracı olarak kullanan

İnsan, bir elinde sopa, bir elinde para ile en büyük çelişkisini yaşarken, yarattığı
33
paranın, enerji – bilgi – zaman bütünlüğünü sağlamada bir araç olarak tanıyıp

kavrayamadığını ve bilincinde olmadığını da kanıtlar. Gerçekte para, İnsanın

doğayla ilişkisinde a k l ı n ı n ö l ç ü s ü olmuştur .

Dünya’da hiçbir güç, hiçbir din, hiçbir ideoloji, hiçbir ülkü insanları kendi

dünyalarını geliştirip – insanileştirmede bu denli uyarıcı, zorlayıcı itici, dürtücü, çekici

ve cazip olmamıştır. Ama parayı özünde kavrayamayan insanoğlu, onu sadece bir

zenginlik ve refah aracı olarak görmüş ve algılaya gelmiştir. İnsanoğlunun beşbin

yıldır paraya olan kulluğu sürerken, yarattığı para ile kavgasını, paranın insan

ilişkilerindeki rolünü, bir araç olmanın ötesinde n e o l d u ğ u n u, bütün tarihsel

derinliği , boyutları ve işlevleriyle görüp, anlayıp ve de kavramak gerekir .

Parayı zaman ve mekan sınırsızlığında işlevleri ve insanı bütünleyici karakteriyle

kısaca hatırlarsak ;

1 - Evrensel eşdeğer olan para ,insanın organlaşma potansiyelinin simgesidir.

İnsanın tüm yetersizliğini, çırılçıplak açığa çıkaran, onu dinamik kılan, yaratıcı

yeteneklerinin gelişmesinde uyarıcı ve zorlayıcı olan bir simgedir.

2 - Para, mübadele aracı olarak kendine uyarlı insan tipini, Taciri yarattı.

Mübadele değeri taşıyan nesneleri üreten zanaatkarı geliştirdi. Üretim ilişkilerini

kullanım değeri üretiminden, mübadele değeri üretimine dönüştürerek, ve üretim

aracı olma kimliği kazanarak, genel üretim sürecinin tüm faktör ve aşamalarında

para merkezli bir bütünlüğe gidişi başlattı .

3 - Dolaşım aracı olarak para, mübadele ilişkisinin tüm süreçlerine (üretim –

tüketim) girerek bunları kendi dolaşım sürecine entegre etti . Tüm süreci kendi

dolaşımının ve kendisini üretmenin temeli yaparak, yeni bir entegrasyon süreci


34
başlattı. Tarihsel (bakır, gümüş, altın, banknot, vb) ve mekansal (ulusal) biçim ve

kimliklerini aşıp, ortadan kaldırarak, evrensel karakterine uyarlı biçimleri aramaya

yöneldi .

4 - Ödeme aracı olarak para, doğduğu dünyayı kendi dünyası haline getirir.

Ödeme aracı olarak genel kabul gördüğü ölçüde, herkes tüm varoluş koşullarını

onunla ölçmeye, bunları hayali paraya dönüştürmeye, yani bunlara değer biçmeye

ve mübadele ilişkileri içine sokmaya çalışır. Böylece dolaşım sürecine giren hayali

para, gerçek paranın dolaşım sürecinde kendisini gerçekleştirerek, paraya yeni bir

boyut kazandırır.

5 - Ölçü birimi olarak, evrensel eşdeğer olan para, farklı ulusal ekonomilerde

aynı nesnede ürün - değer farklılıklarını, ürün - değer birliğine zorlar. Ulusal

paralardaki ürün – değer farklılığını ortadan kaldırdıkca, evrensel niteliğine

kavuşur ve dünya parası haline gelir. Bu süreçte para, tüm değer ölçüleri ve

yargıları arasında bir bütünlüğe yaratmaya doğru yönelir. Herşeyi kendi ölçü

birimine tabi kılar. Para , zamanın insan için akıp giden kendiliğindenliğini yıkar.

Zamanı insanın kendisi için kazanılması gereken, anlamlı ve kavranılır kılan bir

ölçü birimi olur.

6 - Para insanı zamanda bütünlerken, dolaşım hızını artırdıkca, yaşam zamanını

yoğunlaştırarak, dünyayı çağdaş yaşam biçiminde bütünleşmeye yöneltir. Günü

saate, yılı aya indirir. Aynı kronolojik zamandaki farklı yaşam biçimlerini en ileri

yaşam biçiminde bütünleşmeye yönlendirir.

7 - Para, metaların temsilcisi olarak, giydiği ulusal kostüm içinde, mutlaklaş-

tırılmamalı, böylece onun evrensel eşdeğer olma niteliği ve metaların evrensel


35
temsilcisi olma niteliği, gözardı edilmiş olur. Paranın tümüyle evrensel olan

eşdeğerlik ve temsilcilik karakterini gözardı edip, dinamizmini ulusallık sınırlarında

hapsetmeye, dondurmaya kalkışan toplumlar; kendine yeterliliğe ve çökmeye

mahkumdur. Gelişme ve var oluş, bu dinamizmi kavrayanların hakkıdır . Para

tükettirdiği metalar kadar büyür, yeni metaların üretiminin de kaynağı ve motoru

olur.

8 - Üretim ve tüketim aracı olarak para, üretim – tüketim sürecinin tüm

faktörlerini (Bu sürecin yaratıcı gücü olan beynin , bu çerçevedeki gücü dışında)

metalaştırır. Süreçteki tüm insanlar için, amaç ve araç olur, bu bağlamda onları

bütünleştirmeye çalışır.

9 - Birikim aracı olarak para, altından ipini koparınca (1971 yılında) (19) salt

kağıt para halinde, sermaye birikiminin tek aracı oldu. Tarihinde bir Devrim olan

bu olaydan sonra tüm servet biçimlerini paraya çevirterek, dolaşımına kattı.

Sermayenin uluslararası hiyerarşisi değişmiş, uluslararası mali sermaye, yeni para

sistemi mekanizmalarıyla tüm ulusal mali sermaye gruplarını, kendisiyle bütünleşmeye

ve yeni hiyerarşide güçlerine göre yer almaya zorlamıştır. İnsanın gücünün, bilgisinin,

zamanının, bu birbirine dönüşebilir üç güç kaynağının, ölçülebilirliğini ve birikimini

mümkün kılan tek araçtır. Vice versa.

10 – Para iktidar ve mülkiyet aracı olarak, sopanın ve zorun iktidarını ve

mülkiyet ilişkilerini, kağıttan bir para olarak, dünya parası olma özüyle (şimdilik

Dolar olarak) (20) süreç içinde tasfiye etmektedir. Zaman içinde tüm ulusal paraları

tarihselleştirip, tasfiye ederek, evrensel iktidarına yönelecektir. Globalleşen dünyanın

motoru olarak para, temel karakterestiği olan, evrensel eşdeğerlilik niteliğiyle; ulusal
36
devletlerdeki para basma haklarına, ABD ‘nin uyguladığı Dolar ‘ı Dünya parası

yapma politikalarının bir parçası olan Dolarizasyon çabaları çerçevesinde de son

vermeye çalışmaktadır. Ulusal para basma ve getirisine el – koyma hakkına son

verecek olan DÜNYA PARA’sı böylece ulusal yerel SENYÖRAJ’lara son vermiş

olacaktır .

Bu süreçte para, mülkiyetin kaba ve paslanmış zincirlerinden koparacağı

insanlara, gerçekte paraları kadar özgür olabileceklerini gösterip, bu yeni

özgürlüğü kavramalarını sağlayacaktır. (21)

Para, tıpkı bir canlı organizma gibi varlığını büzülüp – yayılarak, gerilip

gevşeyerek sürdürür. Mali sermaye halinde büzülüp, sayısal bir değer birikimi

olarak Danecikken, bir üretim ve tüketim aracı olarak dalgalar halinde yayılan bir

bütünlük içinde dolaşımda olduğunu biliyoruz. Dolaşımı ve dolaşım hızı onun

gelişip – serpilebilemesinin tek dinamiğidir. Para bu gelişim sürecinde biri içsel

kendine özgü, diğeri dışsal yani dolaştığı mekanlardan kaynaklanan iki engelle

karşılaşmış ve tüm tarihi boyunca bunları aşma mücadelesi vermiştir.

Paranın aşmak zorunda olduğu ;

A – İçsel engel : Onun tarihsel biçimlerinin yaygın dolaşımına olanak vermeyen

sınırlılığından kaynaklanmaktadır. Kıymetli madeni paraların, gerek yapıldıkları

madenlerin sınırlılığı, gerekse servet birikimi aracı ve ziynet eşyası olarak dolaşımı

terketmeleri ve dolaysıyla paranın dolaşımını sınırlamaları, kısıtlamaları nedeniyle,

bu biçimlenmelerin tarihseleşmelerini zorunlu kılmıştır. Altına bağlı Banknot

sistemi, kağıt paraya geçiş için bir basamak rolü oynamış, bugün kağıt para ve

37
yeni biçimi elektronik parayla (22), kendi dolaşımına ve sınırsız büyüme potansiye-

line en uyarlı biçimini bulmuştur .

B – Dışsal engel : Doğuşundan itibaren karşılaştığı bu engeller, kullanım değe-

ri üretiminin egemen olduğu o dünyada, toplumsal örgütlenmelerin, organizmaların

parselledikleri dünya gerçekliğinde ortaya çıkmıştır. Son derece gerçekci olan para,

her Hükümdarın alnına vurduğu damgayı memnuniyetle kabullenmiş ancak bu

damgayla o parselde dolaşabileceğini görmüştür. Ama, çeşitli tarihsel biçimlerinde,

çeşitli tarihsel parsellerde binbir engelle karşılaşmasına, elinde olmayan nedenlerle

bunalımlara, krizlere, telefat ve kıyamlara ve de savaşlara yol açmasına rağmen,

tüm kullanım değerlerini ve kullanım değerleri üretimlerini yıkarak, niteliğine

uyarlı dönüşümleri acıyla da olsa gerçekleştirterek, toplumsal organizmaları

mübadele değerine (değişim değeri) ve mübadele değeri üretimine dayalı, yeni bir

yaşam biçimine yöneltmiştir .

I – 3 – b ) B i l g i : İnsanı İNSAN yapan, ona bu karakteri kazandıran en

önemli organı olan B e y n i ’nin biricik ürünüdür bilgi. İnsan tarafından üretilen,

insan tarafından geliştirilen ve başlagıçta tümüyle insan tarafından taşınan bilginin

“sadece insanlar tarafından yürütülen bir etkinlik sonucu” (23) elde edilen bir

ürün olduğunu biliyoruz. Çalışmanın başlarında altını çizdiğimiz bakış açısından

baktığımızda, hem beynin, hem içinde bulunduğu etkinliğin, hem de onun bir ürünü

olarak nitelediğimiz b i l g i ’nin tanımını yeniden kucaklayabilecek bir çerçevede

yapmak gerekir. Doğadaki tüm maddi var oluş biçimleri birer enerji yoğunlaşması

oldukları gerçekliğinden hareketle, “milyonlarca ışık yılı uzaklığa anında ulaşan,

atomun çekirdeğini parçalayıp yeniden kuran, doğanın pek dar bir alanını kapladığı
38
düşünce dünyamızda” (24), bize yol aldıran hayal gücümüz, yaratıcı etkinliğimizle

ürettiğimiz bilgi bir D – d bütünlüğüdür. Bugüne kadar düşünüş tarzımızı belirleyen

Descartes, Newton, Bacon vb.nin Kartezyen paradigmasının yanında yerini almakta

olan, b ü t ü n c ü düşünce tarzı; Çağdaş fiziğin öncülerinden, N.Bohr ve

W.Heisenberg tarafından bizlere sunulan Kuantum kuramının ana ilkeleri;

b ü t ü n l e y i ci l i k ve b e l i r s i z l i k ilkeleri temelinde yükselen ve yeni bilimsel

bilgi kuramını da oluşturan holistik düşünce tarzıdır .

İlkel insanın kendine yetmezliği ile, kendine yetersizliğinin dinamize ettiği

beyninin, bir enerji dönüşümü dar boğazında, ya da kendi içgüdüsel bireysel var

oluşunu tehdit eden, bir başka risk karşısında, gelişmemiş – sınırlı düşünsel

süreçleri sonunda sopayı eline alışından, bugün dört biryanı eloktronik araçlarla

donanmış odasında uzayın derinliklerinden, atom altı parçacıklara düşünsel

gezilere çıkan, gelişkin beyni ve donanımıyla seferber ettiği yaratıcı gücüyle

ulaştığı, organlaşma düzeyine onu ulaştıran, geleneksel düşünüş tarzı ve sistematiği

ile bu yeni düşünüş tarzı ve sistematiğinin çatıştığı bir evredeyiz.

Rasyonel düşünüş olarak kabul edilen, doğrusal bir yol izleyen bölünmeyi

ayırmayı ve katagorize etmeyi gerektiren, kartezyen düşünüş tarzı ile, Senteze,

bütüncülüğe, doğrusal olmayan bir düşünüş tarzına yönelen çağdaş düşünce tarzı

arasında, dinamik bir dengeye gerek vardır.

Bu gerçekliğe bir başka düzeyde değinen Fridjof Capra, “Şimdi eğer buna

sistemler ya da canlı sistemler açısından bakarsanız şunun farkına varırsınız

Madem ki bütün canlı sistemler daha geniş sistemlerin içinde yer alırlar Arthur

Koestler ’in bir Janus tabiat olarak adlandırdığı böylesi ikili bir tabiata sahip
39
olurlar” (25). Bir yanda kendi bireyselliği içinde bir bütünsel yapı olarak kendini

ifade ve koruma gerekliliği, öte yanda daha büyük bir bütünün parçası olarak,

onunla kendisini bütünleştirme ihtiyacı ve zorunluluğu. Bu her iki eğilimin zıt ve

çelişkili hali arasında dinamik bir denge ihtiyacı, Ben ile bizi, birey ile toplumu,

biz ile doğayı çelişkili bütünlükleri içinde ele almak zorunluluğu; bu alandaki

Bilimsel bilgininde yeni yapılanışının dayandığı bütünlükcü yapısını belirliyor (26),

temellerini gösteriyor (27). Bu düşünüş tarzı çerçevesinde bilgi; nesnelerin ve

olguların, temel değişmezlik bağıntılarında ifadesini bulan kendi karakterestikleriyle,

içinde parçası oldukları sistemdeki ilişkilerinin bütünlüğünde oluşan sistemin

bilgisidir. Kısaca, danecik – dalga bütünlüğünden oluşan nesnenin bilgisidir. Buraya

kadar, Globalleşen Dünya’da Türkiye’nin yerini belirlemeye girişmede, beni

alıkoyan tüm bu açılımlar; nesnelere yeni bakış açısı ve yaklaşımının zorunlu

kıldığı b ü t ü n l ü k c ü bir çerçeve ÇİZMEK; Globalleşen dünyayı ve Türkiye’yi

ele alıpda, irdelerken bize yol gösterecek olan yol haritamızı belirleyip, analaşılabilir

kılmak adına yapıldı.

40
II . KISIM

sistem dinamik evrim sürecinde

Sınıf olmayan bir sınıf olarak, bilgi işçileri diye (28) nitelenen bir sosyal

guruptan, yeni farkedilen bir oluşumdan hareketle, BİLGİ TOPLUMU açılımları

yapan P.F.Drucker yanında (29), Z. Brzezinski’nin “Kontroldan Çıkmış Dünya” ve

“Teknetronik Çağ” (30) adlı yapıtlarında betimledikleri dünya, bir yığın Futurist’in

resmettikleri yarınlar (31) ve bunlara katılan, Küreselleşmeyi ve Bilgi Toplumunu

bir olgu olarak değerlendiren yerli ve yabancı bir çok eserde DÜNYA’mızın

gerçek resmini tamamlayan bir çok boyuta ve de bu resme karşı gelen ve itiraz

eden bir çok yaklaşıma rastlamak mümkün.

Bütün bunlar yaşadığımız gerçekliğin, çeşitli boyutlarda parçalarda ve

zaman kesitlerindeki görünümlerinin bilgisini aktarıyorlar. Ancak gerçekliği temel

değişmezlik bağıntıları içinde, sınırsız zaman ve mekan boyutlarında kavranılır

kılan bir bilgi değil bunlar. Eğer Dünyamızın globalleşmesini bir zorunluluk

olarak ele alıyorsak; (Kimilerine göre bu durum, ABD ‘nin bir dayatması ya da

sermayenin, kapitalist sistemin, karşı konulabilir bir oyunu ya da emperyalizmin

tuzağı vb türlü çeşitli yaklaşımlar, bu zorunluluğun bile bilincinde değiller.) ki

insanla başlattığımız bir süreçte bu zorunluluğun temel bağıntılarını belirttik .

Sistemsel bir bütünlük içinde kavramaya çalıştığımız insanın, varlık koşullarını

geliştirip sürdürürken, yaratmak zorunda olduğu alt sistemler gene aynı, insana

özgü değişmezlik bağıntılarının dayattığı zorunluluklar sonucu oluştular.

41
II – 1 ) Sistemin tarihselleştirdiği alt sistemleri ve organları : İnsanın doğayla

zorunlu enerji alış verişi ilişkileri çerçevesinde oluşturduğu sistemsel yapılar,

sınırlarına geldikleri, işlevlerini sürdüremez oldukları, kısaca varoluşu tehdit eden,

aşılması zorunlu yeni bir arızalanma riskiyle karşılaştıklarında, kaçınılmaz olarak

işe yaramaz organları ve yeni alt sistemde işlevsel olayan bilgi, değer vb varlıklarını

tarihin, sonradan boşaltılacak çöp tenekelerine doldurur.

İnsanlar doğayla oluşturdukları sistemsel bütünlüğün, dinamik öğeleri olarak,

temel değişmezlik bağıntıları çerçevesinde, içerisinde yer aldıkları yapıları, (ilişki

sistemlerini dinamize ederek), SİSTEM’i dinamize ederek, onu objektif

zorunlulukların dayattığı çeşitli tarihsel evrelerden geçirerek, her evrede ürettikleri

organları, enerji dönüşüm araçlarını, bilgi ve değer sistemlerini tarihselleştirerek ve

elbette yep-yenilerini üreterek, tüm dünyada eş zamanlı olmadan ve aynı yapılarda

yaşamadan ve oluşturdukları sosyal organizmalarda, aynı evrim yolları izlemeden ve

de tüm etkinliklerinde farkında olmadan; ortaklaşa yarattıkları d ü n y a l a r ı n ı n,

BÜTÜNLÜĞÜ içinde buldular kendilerini. Bugün insan olan atalarıyla, insan

olarak kendilerinin oluşturdukları zaman boylamındaki bütünlükte ; kendilerini

yerli yerine oturtarak ve de D – d bütünlüğünden oluşan, zaman ve mekan

sınırsızlığında kavramsal düzeyde var olan, bu İNSAN bütünlüğünün bir zerresi

olarak kendilerine baktıklarında, neyi gördüler?. . Bugünün dünyasında, zaman

enleminde var olan İNSAN bütünlüğününde bir zerresi–parcası olduklarını gördüler.

Zaman enlemi ve boylamında, insanın var oluşundan bu yana oluşturduğu tarih,

onun bütünlenme sürecinin tarihidir. Ancak şurasını unutmamak gerekir, insanoğlu

belirli evrimsel süreçler sonunda , bugün yeryüzünde yaşayan insanların ataları


42
olarak; yaşamaya başladıkları alanlarda, yani farklı yaşam alanlarında kaçınılmaz

olarak temel sistemsel yapılarının o doğa parçasında karşılaştığı ve aşamadığı

arızalanma risklerinin farklılıklarına göre farklı yeni yapılanmalara yöneldiler.

Ürettikleri farklı ürünlerle ve farklı yetenek ve becerilerle donandılar. Farklı

organlaşma süreçleri yaşadılar. Farklılaşarak karşılaştılar ve farklılıklarını da

mübadele ettiler. Yeryüzünü giderek yaşam alanları olarak paylaşan ve parselleyen

bu farklı sosyal organizmalar, öncelikle kendi iç dinamiklerinin gücüyle yapısal

sınırlarını aşarak yeni yapılanmalara yöneldiler (32). Birbirleriyle ilişkilerinde

yetersizliklerinin ve kendine yetmezliklerinin yaşattığı çelişkinin derinliği ölçüsünde

etkin olarak, birbirleri üzerinde etkin, dinamik bir rol oynadılar. Çoban toplumun

yerleşik tarım toplumunun tepesine zaman içinde çöreklenip; Köleci toplumu

oluşturması (33) gibi, tarihin en köklü ve geniş köle devleti Roma İmparatorluğu’nun

Batısıyla, Doğusuyla çökmesine neden olan, savaşcı ve yağmacı çoban toplumların,

Batıda Feodalizmin doğuşuna önayak olmaları gibi, vb. Bugün yeryüzüne baktığı-

mızda bu kadar çeşitli ve farklı yapılaşmalar, gelişmişlik düzeylerinin gerisinde,

insanoğlunun var oluş serüveninin bu günlere ulaşan tarihinin farklı kulvarlarında

farklı yollar kat ederek, İNSAN ortak potasına, her anlamda engin ve zengin

birikimler bıraktıklarını unutmayalım.

II – 2 ) Bugünlere gelen ve belirleyici olan alt sistem ve geçmiş yapılardan

devraldığı ve yarattığı organlar : İnsan sistemsel yapısının belirlediği zorunluluklar

çerçevesinde, yatayına ve dikeyine iş bölümleri içersinde, parçalandığının bile

farkında olmayarak, ama güç ilişkileri içinde iki insana bölünerek; bir parçasında,

beynini kısmen özgürleştirerek, Efendiyi, diğer parçasında, yaratıcı gücünün kaynağı


43
beynini, elleri arasında sıkıp susturarak, onu kanaatkârlığa ve yetimkârlığa,

yeterliliğe yönelten kültürel, ideolojik aygıtlarla baskılayarak, köleyi yarattı (34) Kâh

sopanın zorun, dayatmasını kullanarak, kâh yarattığı PARA’nın gücünü kullanarak,

ve böylece özgür beyinler ’in yaratıcı gücünü dinamize ederek; BİLGİ ile önünü açıp,

engelleri aşarak, hem tarihini yazdı, hem de zaman enleminde İNSAN bütünleşmesinin

olanaklarını yarattı. Zaman enleminde bütünleşme , aynı zaman diliminde yaşayan

insanların, öncelikle aynı ilişkiler sistemi içinde birbirlerine bağlanmaları, aynı

sistemsel bütünlük içinde yer almaları demektir. Her ne kadar yeryüzü hala

haritalarda parseller halindeyse de, onu bütünleyen ortak bir sistemin görünmeyen

ağları bütün dokularını sarmıştır. Bu sistemi doğurtan koşullara eğildiğimizde,

insan –insan dolayımında girişilen üretim ya da geniş anlamda enerji mübadelesi

ilişkisinde, ancak ürünlerin değiş - tokuş sürecinde ölçülebilirlik başlar ve burada

değer kavramı doğar. Oysa ürüne atfedilen değerin onu üretene bağlı subjektif

karakteri nedeniyle, başalangıçlarda mübadele ilişkisinin kurulması çok büyük

zorluklarla karşılaşmıştır. Ortak bir ölçünün olmayışı gibi mekansal kopukluklar

ve mübadele edilecek ürün kıtlığı gibi faktörler mübadele ilişkisinin gelişmesini

engellemişdir.

İçinde özü itibariyle taşıdığı evrensel eşdeğerlilik karakteriyle para,

mübadele ilişkisinde bir değer ölçüsü, eşdeğer bir nesne olarak ortaya çıktığında,

mekansal kopukluk da aşılmış ve zamanla mübadele süreçleri hızlanmış, kısaca alış

verişe hayat gelmiştir. Ve mübadele ilişkisi artık , gerçek ihtiyaç sahipleri arasında

değil, bundan böyle mübadele aracının sahibi olacak olan ve bu işte aracılığa

soyunan, ilk taşıyıcısını da yaratıyor. Bu yeni insan tipi Tacir (35) dir. Tacir bugün
44
içinde yaşadığımız sistemin tohumudur. Tüm ilşkilerin aracısı aracı olan paranın

taşıyıcısı, biriktiricisi, insanın temel karakterestiklerini en derinden yaşayan ticari -

sanayi sermayelerini mayalayan, üretim ve tüketimi parada bütünleyen sistemin

kurucu öğesi, SERMAYEDARI’dır. Finans sektörünün atasıdır. Zanaatkâr da tıpkı

tacir gibi, başkaları için kullanım değerleri olan ve fakat kendisi için, mübadele

değeri olan nesneler üreten ve çoğaltan, ilk para karşılığı iş gören bir insan tipi

(36) dir. Sanayicinin ön-belirlenimi olan zanaatkâr aynı zamanda insana özgü

yaratıcı gücünü dinamize eden, insana özgü temel karakterestikleri en derinden

yaşayan bilgi’yi üreten ve uygulayan bu insan, bugünkü BİLİM ADAMI’nın da

atasıdır.

Bir üçüncü gurup da; geniş kitleler halinde güç ilişkisinin dayattığı sopanın

ve daha sonra paranın, kendine yeterliliğe mahkum ettiği, canlı emek –işgücü

deposu haline dönüştürdüğü bireylerdir. Sınırlı kendine yetmezlikleriyle para

peşinde koşan güç satıcılarıdır bunlar. Bugün, bu üç gurup insanın alt ve üst

belirlenimlerinden, farklılaşım ve çeşitlenmelerinden oluşan bir toplumsal dokuya,

üretimin hemen hemen kitlesel bir çok alanında otomasyona yönelme olanaklarına

sahip, yeni ihtiyaçlar yaratan bilgi ile onu gerçekleştirecek bilginin ayrımının

yapıldığı ve bilginin, organlaşma sürecinin (genel üretim süreci) temel faktörü

olduğu gerçeğinin artık kavrandığı bir süreçteyiz.

II – 3 ) Sistemin, bugünden yarına yürüyüşünde, yarattığı olanaklar ve

aşılması gerekli sorunlar : Yaklaşık onbin yıllık geçmişi olan güç ilişkileri sisteminin

bir alt belirlenişi olan ve çağımıza damgasını vuran paranın biçimlendirdiği para –

sermaye sistemi Kapitalizm, son yarım asırdır parsellerdeki güçlerinin arasında ve


45
içinde yaşadığı çıkar çatışmaları alanlarını aşarak (kazan – kaybet, ilşikilerini ya da

yok ederek varol, anlayışını terkederek), yaşamın temel anlayışı olan birlikte varolma

anlayışına dolaysiyle çıkar ortaklıklarına yönelerek (kazan – kazan ilişkileri ),

karşıtlıkları uzlaştırıp, yeni birlikteliklere yol açan bütünleşme ’ler gerçekleştirdi. Ve

sistem olarak hızla ULUSAL sınırları aşarak, tüm ilişkilerinin giderek dünyasallaştığı

bir KÜRESELLEŞME süreci yaşıyor. Paranın insanı çıkardığı tarihsel yolculuğun

bu evresine ne ad verirsek verelim, uluslararası, çokuluslu ve uluslarüstü sermaye

guruplarının (37) belirleyiciliği (yani yine paranın ve onun temsil ettiği sınırsız kendine

yetmezliğimizin belirleyicisi olduğu ) gerçeğini görmezden gelemeyiz.

ABD kendi ulusal parasını, D Ü N Y A P A R A S I olarak, dünya piyasalarına

sürme ve dolaştırma hakkını, 1944 de Bretton Woods’ta (38) dünyaya resmen kabul

ettirip, uluslararası ödeme aracı olarak, savaş sonrası “kılıç hakkı” gibi SENYÖRAJ

hakkına da el koyunca (39) ve de 1971 de Doların altınla bağlarını da koparınca

(40), Euro ve petro dolarla dünyayı, yukarda belirttiğimiz yeni ilişkiler ortaklıklar

içinde sarıp sarmaladı (41).

Dolar’ın hem ulus parası hem de, Dünya parası olma gibi birbirini dıştalayan,

çelişen ikili karakteri yanında bu gün, Globalleşmedeki önemli katkıları yanında,

paranın tüm ulusal kimliklerinde konvertible olmasıyla, dokulmazlıklarını kaldırdı.

Bölgesel örgütlenmelere yol açarak, gelişimde rekabeti ve bütünleşmede hızı artırdı

(AB, NAFTA, APEC vb yapılaşmalar). Dolar olarak da olsa, DÜNYA PARASI olma

kimliğiyle paranın önündeki tüm engelleri kaldırmada epey yol aldı. Demir duvarlı

çiftlikleri bile yıkarak, paranın dolaşım alanını bütüleştirerek, küreselleştirdi.

46
Sınırları aşırttığı üretim, güç ve teknikleriyle, bilgi üretimi ve onun teknik

donanımlarının küresel rekabette, yaygınlaşmasını sağladı. Üretimin dünya çapında

sorunlarını her alanda aşarken, hızla işgücü – canlı emeği üretim süreclerinden

dışlayarak ,küresel planda bir çok krizin de tohumlarını attı. Küreselleşmenin

yıkıcı etkilerini azaltıcı ve daha akılcı bir süreci düşünemedi bile. İnsan, icadı olan

paranın peşinde, yarattığı dünyayı, tahrip ederek doğayı kontrolsüz kirleterek bu

süreçte paranın dününü (bu aynı zamanda insanın dününün bir parçasıdır) iyice

bilmeden, bugünü yarınlara bağlayan niteliğini göz ardı etti (42). Onu bir yıkıcı

güç gibi kullanarak içine girilen küreselleşme sürecini, bedeli çok ağır ödenmekte

olan bir sürece çevirdi. ABD’nin bir ulus devlet olarak başını çektiği ve kendiliğinden

sorumluluğunu yüklenir gibi göründüğü bu süreçte, yeni bir imparatorluk hayali

mi yürütülüyor? ABD kendi ulusal parasını süreçte yapıcı ve yıkıcı bir rolde

kullanarak ortaya getirdiği tabloda konumu itibariyle, uluslararası bir çok konudaki

yaklaşımlarıyla tartışma konusu olmaktadır. 1944 lerde Bretton Woods’ta, J . M .

KEYNES’in yeni bir dünya parası önerisini (43) reddeden ABD, bugün Birleşmiş

Milletler ya da benzeri bir yapılanmada, tıpkı EURO’nun yapılanışı gibi, yeni bir

dünya parası ve Kurumu’na ne der? Kuruluşuna önayak olduğu, sonra da karşı

çıkıp pek az desteklediği Birleşmiş Milletleri “Amerikalı politikacılar, ortaya hiç

bir şey koymayan vurguncu ve gereksiz bir bürokrasi olarak sorumsuzca ortaya

yayıyorlar” (44) ve yargılıyorlar. Bir devletler kulübü (45) olarak nitenelenen

Birleşmiş Milletler ıslah edilebilir mi acaba ?

“Birleşmiş Milletlerin iktidarsızlığının nedeni, acaba global çağa adım atarken,

Global bir devlete ihtiyacımız olup olmadığı konusunda emin olmamamız mıdır ?..
47
Amerikalıların yirmibirinci yüzyılda bir Dünya Hükümeti kurulmasını

başka bir gezegenden konuklar gelmesine oranla, daha az muhtemel görmesinde

şaşılacak bir şey var mıdır ?..

Global bir devlet yönetimine ihtiyacımız var, çünkü daha gelişkin ve geniş

kabul görecek yasalara ihtiyacımız var. Sopa’sı ya da evi daha büyük olanların

kuralları belirlemesi artık kabul edilemez.” (46) diye düşünen William Knoke bu

konuda düşündürücü yaklaşımlar sergiliyor . “Amerika Globalizme Karşı” adlı

çalışmamızda da, adı “Glob” olan ve hiçbir ulusal kaşesi bulunmayan yeni bir

dünya parasının gerekliliğini değişik bir yaklaşımla ifade etmiştik (47) .

Süreci kavramadaki bilgi dağınıklığı ve eksikliği, bir ulus devlet güdümünde

ve de onun ulusal parasının üzerinden işleyen bir süreç olarak daha da anlaşılmaz

ve yıkıcı yaşanması, sürecin öne çıkardığı önemli sorunlardır. Süreç, ABD için ve

sadece onun çıkarları için işleyen, geri kalanı futursuzca yıkan bir süreç olarak

devem ettikçe, ORTAK – AKLIN VE BİLGİNİN egemen olamadığı bu sürecin

İNSAN ’a ödeteceği bedel AĞIR OLACAKTIR .

48
II. BÖLÜM

türkiye

I . KISIM

türkiye’ye gelene kadar

Eski yurdu Asya’nın zorlu coğrafi koşullarında, yüksek dağları geniş

yaylaları ve engin steplerinde kendine yetmezliğini, en derinden yaşayarak

sınırlarına dayandığı doğudan, güneşe son defa bakarak; onu sırtına alıp, batıya

yönelen atlılar, insanın bugünlere ulaşan sistemsel evriminin ilk savaşcıları idi.

Doğudan gelen son savaşçılardan; bin yıl önce Anadolu’nun kapısını açıp da, bu

uygarlıklar köprüsünden geçerek, batının da ulaşabildikleri sınırlarına dayanan

Türkler, son iki yüz yıldır yaşam biçimini onlar gibi kılarak, aynı yolları izleyerek,

ve böylece m u a s ı r l a ş a r a k bu sınırları da aşmak istiyor.

Bugün, bu topraklarda sürekli Batı denen gerçekliğin bilgisine bütünlüğü

içinde sahip olamadığımız, onları kendi tariflerinde tanıyıp, kavramaya çalıştığımız

için; dümenine oturduğumuz bu anadolu teknesinde, batıdan esen her rüzğara göre

savrulan teknemizde, dümen tutturamamanın sıkıntılarını yaşıyoruz. Globalleşen

dünyanın yaşadığı sancılı değişim ve dönüşüm sorunlarını, bu dünyanın içinde bir

parçası olarak, ama kıyısında, periferisinde (çevresinde) yaşayarak, merkezinden

(beyninden) gelen uyarı ve etkilere tepki vererek, bizi zorlayan ve sarsan değişim ve

dönüşüm dalgalarını göğüsleyerek; teknemizi batırmamaya ve bu dalgalı denizde

yüzdürmeye çalışıyoruz. İçinde etkili bir unsur olarak yer alıp, varolmaya çalıştığımız
49
Globalleşen dünya gibi, kendimizi ve içinde yaşadığımız, yolcusu olduğumuz tekneyi

de, eski fotoğraflarından hatırlayarak, yeni bakış açımızla tanıyıp kavramamız

gerekir. Ancak o zaman ve tabii o ölçüde bilgili - bilinçli olarak, gerekli değişim ve

dönüşümleri hızla gerçekleştirebiliriz . Dünyamızın yarınlarına yelken açabiliriz.

I – 1 Asyada doğan ve hızla yayılan bir alt sistem :

Dünyanın değişik coğrafyalarında, o bölgelerin özgül koşullarında gözlerini

dünyasına açan insanın; çeşitli yapılanmalar içinde kat etiği bireysel ve toplumsal

evrim süreçlerinin benzerleri de, yaşlı kıta Asya içerlerinde kat edildi. Asya’nın

tarıma elverişli topraklarında da yerleşik tarım toplumlarına ulaşan evrim sürecinin

yanında, dağlarda, yüksek yayla ve steplerde hayvacılığa, göçer çobanlığa kadar ulaşan

bir başka süreçte biçimlenen toplumsal yapılanmalar; ana-erkil ve ata-erkil aile

halkalarını da aşarak, birbirleriyle ilişkilerinde, ürün–mal alış verişinin zorlu değiş-

tokuş ve takas işlevlerinde, kendilerini geliştirdiler. Bu ilkel tarım toplumlarının

tarıma, bitkiye ve sınırlı hayvana dayalı kendine yeterli ekonomik yapıları içinde,

ulaştıkları denge ve kendine yeterlilik düzeyi, değiş - tokuş, yağma ve talanla

sarsıldıkca yeni dengelenmeler arayan oldukca durağan yapılanmaları vardı. Bu

ilkel yerleşik tarım toplumları yanında, çarpıcı bir başka yapı yaşamını sürdürmeye

çalışmaktaydı, hayvan yetiştirme ve beslemede uzmanlaşan, geçmişi avcılığa dayanan,

göçer çoban toplumlardı bunlar (1). Kendilerini yeniden üretmede gelişkin bir sistemsel

yapıya sahip, hareketli canlı varlıklar olan hayvanlara bağımlı çoban toplumlar,

sahip oldukları araçların gelişkinliği ve sık sık arızalanmaları, çeşitli nedenlerle

telef olmaları sonucu sürekli arızalanan, daha gelişkin bir sistemsel yapıya

ulaştıkları için de, arızalanma riski yüksek olan topluluklardı. Diğeri gibi eşitlikci
50
bir yapıya sahip olan bu topluluklar kimi zaman içine düştükleri enerji

bunalımlarında, var oluş sorunlarını, yerleşikleri yağmalayarak vb yöntemlerle

gidermeye çalıştılar. Evrelerinde bu tarz yaşamın olanaklarını bulanlar örgütlülük

düzeylerini geliştirip, yaptıkları işe uyarlı dikeyine iş bölümünü de gerçekleştirerek,

güçlü bir savaş örgütlenmesine de gittiler. Bugün Batı dünyasında uygarlığın

başlangıcı olarak nitelenen, köleciliğe “geçiş öncesi dönemde, yerleşik çiftci

topluluklar üretim teknolojisi alanında; göçebe çoban topluluklar savaş teknolojisi

alanında üstündüler. Ve buna bağlı olarak yerleşik çiftçi topluluklar daha barışçı,

göçebe çoban topluluklar daha savaşçı bir yaşam biçimine sahiptiler.” (2) Daha

önce de değindiğimiz gibi bu yapılanmalar yerleşiklikte köylere çoban toplumlarda

aşiretlere ulaştı. Bu iki yapılanma arasındaki kaçınılmaz savaşcı ilişkiler sonunda

fetih ve çöreklenme ile uygar toplumun tohumunu attı . Köleciliğin ve kent davletin

başlangıcı olan bu süreç ötesinin hikayesi, en geniş biçimde ve en son sınırlarına

kadar Roma İmpararatorluğu ‘nda yaşandı. Diğer yandan kendi eşitlikçi ve savaşçı

yapısını sürdürerek, yüksek arızalanma riskleri yaşayarak da olsa, çoban devletler

oluşturarak varlıklarını savaşarak, çevreden ganimet haraç vb alarak, talanı yağmayı

geliştirmenin yanında ticareti de sürdürerek ve geliştirerek yaşam biçimlerini uzun

süre sürdürenler de oldu. Ta Çin’in içlerine kadar yaptıkları akınlarda, soygun ve

talanla yarattıkları dengesizliklerin yol açtığı gelişmelerde oralara yerleşip de Çin

Seddi’ni inşa eden ve Çin Hanedanları içine katılanların yanında, Hint’ te, Çin’de,

Maçin’de önemli yapılanmalara ve devletlerin kuruluşuna yol açan bu ÇOBANLAR

(Dağlılar) ın özelliği neydi? Yoğun protein tüketen ve sürekli at üstünde hareket

halinde olan bu insanlar, insanın temel değişmezlik karakteri olan kendine


51
yetmezliği ve yetersizliği en yoğun yaşayan, savaşçılardı (3). Bu insanlardan oluşan

aşiretlerin ,boyların kurup geliştirdiği devletler, Asya steplerinde at koşturup gelişip

serpilmişler, birbirinin yerini doldurarak tüm eski dünyayı fethetmişler,

İmparatorluklar kurup yıkmışlardır .. Böyle bir geleneğin ve birikimin içinden

gelen ve yöneldikleri Batıda, Anadolu kapılarına ulaşan Selçuklular onu izleyen

Osmanlılar, daha önce akıncı çobanların saldırılarına (Attila ve Hun

İmparatorluğu’nun bilinen tarihi) dayanamayıp, parçalanmış olan Roma

İmparatorluğunun doğu kanadını oluşturan Bizans kapılarını vurdular.

1 – 2 Anadolu’ya gelen ve hızla yapılanıp, İmparatorluğa varan bir ilişkiler

sistemi ve sınırları:

Kendine yetmezlikleri ve yetersizlikleri arasındaki çelişkiyi en derinden

yaşayan bu insanlar, sürekli hareketliliğin beyinlerinde geliştirdiği yüksek algılama

gücü, sezgi ve becerileri yanında, var oluş süreçlerinde oluşan savaşcı nitelikleri ve

bilgi birikimleri sayesinde, örgütledikleri güçle önlerindeki engelleri aşabilecek

kapasitede idiler. Kapısına dayandıkları Anadolu’da eski dünyanın ortasında,

geçmişinde üzerinde yaşayan insanlarıyla benzeri süreçlerden geçmiş, şehir devletleri

ve onların yarattığı uygarlık farklılıklarını yaşamış, üzerinde devletler,

İmparatorluklar barındırmış, mozayiği çok renkli bir kavimler, uygarlıklar köprüsü.

Köprünün hemen hemen iki başında yer alan iki devlet çökmekte. Selçuklular

beyliklere parçalanmakta, Bizans içten içe çürüyüp çökmekteydi.

Ayrı ayrı ellerde olan Anadolu ile deniz kenarındaki ticaret kentleri

arasındaki bağlar kopmuş, Doğu ile Batı arasaındaki ticaret yolları güvenliğini

yitirmiş, düzensizlik ticareti ve taciri tedirgin ediyordu. Para rahat dolaşamıyor.


52
Arkasındaki otorite ve gücü kaybetmekte olan Bizans parası, yeni bir otorite ve güç

arıyor. İşte bu özet manzarada Osmanlı’nın ortaya çıkışının koşulları var.

Anadoluda’da yeni bir güç ve otorite oluşturup, buna dayanan parasını da basarak,

yeni bir devletin kuruluşuna başlayan Osmanlı; yerleşik düzeni, Selçuklu ve sonra

Bizans’ın mirası üzerine oturtup islah ederek, ticaretin ve paranın deviniminin önünü

açtı .

Istanbul merkezli bir İmparatorluğun temellerini oluşturmaya başladı.

Kendilerine ticaretin ve paranın cazibesiyle belirli ayrıcalıklar sağlamış kimi kişi ve

merkezler bu ayrıcalıklarını genişletip artırarak sürdürdüler. Devralıp geliştirdiği

yerleşik düzenin, güvenliğini sağladığı ticaretin getirileriyle, destekleyip geliştirdiği

savaş teknolojisi ve şavaşçı karakteriyle futuhata başlayan, dört bir yana açılan

Osmanlı, halkından ve tebaasından koparak, devşirdikleriyle kılıç üstü dengeler

kurarak devleti yönetmeye çalıştı. Savaşcı toplum düzeni anlayışıyla, yerleşik düzen

dinamiklerini çiğnedi. Savaşcı karakterini yerleşik düzenin üretici ve yaratıcı

karakteriyle bütünleyemeyerek, paranın savaşcı kimliğini kazanamadı .

Değiştiremediği yaşam tarzı arızalanmaya başlamıştı. En gelişkin savaş

donanımlarıyla Viyana kapılarına dayandığında, yerleşik bir toplum çekirdeğinden

gelerek kölecilikten, feodal beyliklere, oradan krallıklara yönelmiş olan, üretim

teknikleri yanında, başlangıçta kendilerini korumak endişesiyle de olsa; savunma

savaş tekniklerini ve araç, gereçlerini de geliştirmiş olan Batı, aşılamayacak sınırını

koydu. Savaşla, kılıç zoruyla ganimet ve haraçla ve gasb edilen artı – değerlerle

yaşama biçiminin yolları kapanmaya başlamıştı. Dışa yönelik zor alımın içe dönmesi

ile geri sayım başlamıştı. Tebaasının, kullarının kısır ve kendine yeterli üretimine de
53
el koymaya başlayan Osmanlı, giderek tüm eşitlikci, hoşgörülü yaklaşımları bile

terkederek, zoru içerde isyanlara vardıracak kertede kullandırmaya başladı. Alışkın

olduğu yaşam tarzının imkanları kısılıp, kaynakları tükendikce için için kendini

tüketen yapısıyla, Batının gözünde hasta adama döndü. Osmanlı için geri sayım,

fetret, 17.yy . başlamıştı .

I – 3 Sınırlarından geri çekilerek, Anadolu’ya büzülen bir imparatorluğu

yıkıma zorlayan koşullar nelerdi:

Yapısını üretim teknolojileriyle berkitmiş Batı da, keşfettiği Yeni Dünya’dan

aktardığı altınlarda; parlayan gözleriyle yeni yeni ihtiyaçlara uçan insanlar, bilgi

birikimleri ve beyinlerinden fışkıran yaratıcı gücün dürtüleri ile üretimi manifaktürde

hızlandırıp, çeşitlendirerek, yeni keşif ve buluşlarla doğaya egemen olma yolunda

yarışa koyuldular. Orta Çağın kilise cenderesinden kurtarabildikleri beyinlerini,

çoğalan paranın yolunu açtığı, Bilim ve teknolojide yeni buluşlara doğru koşturdular.

Kendine yeterliliğe mahkum ettikleri insanları, paranın zoruyla ücretli köleliğe

kitleler halinde sokarak, oralarda para için , başkası için üretimde bulunmanın

zorunluluğunu yaşattılar ve öğrettiler. Birlikte, bürolarda ve tezgahlarda, farkında ve

bilincinde olmadan insanı gücünün kölesi olmaktan kurtaracak aklı ve aracı

üretebilmenin terini döktüler. Artık zanaatkar Sanayiciliğe, tacir de tüccarlıktan

Bankerliğe yol almış, bol paranın kendilerine sağladığı boş zamanlarda geliştirdikleri

beyinleriyle, Bilim ve Sanat’ın önlerine açılan bütün alanlarında, yaratmanın ve

keşfetmenin tadını almışlardı. Paranın, üretimi ve tüketimi kitleselleşmeye zorladığı

süreçte başlayan Sanayi devrimi; yıkımlara, kavgalara, doğada büyük tahribatlara

54
neden olduysa da, İnsanın dünyasını genişletti, organsal donanımını çoğaltıp; hızla tüm

insanların hizmetine verecek tekniklere ve üretimlere yönelmeye başladı.

Sanaayi devrimi, açtığı yolda hızla ilerleyerek, yaşamın bütün alanlarında

derin değişimler başlatırken, kısaca Batı depremlerle sarsılırken, Para da bütün bu

sürecleri dinamize eden araç ve ulaşılması artık zorunlu bir amaç olarak; üretimde

ürüyor, dolaşımda çoğalıyor, zenginliğin makinelerinde katlanıyordu. K. Marx

kitaplarında, yaşamında lanetlediği para’yı , tanıtmaya ve kavranılır kılmaya

çalışıyordu. Artık para, sopayı da, kılıcı da emrine alarak kullandığı, yep–yeni yapılar

içinde yeni savaşcı tiplerini de ortaya çıkarmıştı (4). Sermayedarın ve Sanayicinin

ellerinde ve beyinlerinde gelişip, serpilen bilim–teknik ve para, potalardan akan

canlı emeği; çelikte, makinede dondurarak dıştalarken, beynin ürünü bilgiyi de yayma

ve paylaşmanın yollarını açtı. Ulus devletlerin fışkırmaya, insana özgü tüm güçleri

seferber edebilen demokratik ortamlar için mücadeleler hız kazanıp, yaygınlaşmaya

başlarken Batıda, ince dengelerde güç ve otoritesini korumaya çabalayan Osmanlı,

tahtını tehdit edebilecek servete ve paranın marifetlerine kuşku ile bakıyor, sivrileni

eziyordu. Bir tek ekaliyet (5) bu işlerde serbestti. Çünkü onlar bu işi iyi biliyorlardı

ve tahtı tehdit eden bir güç olamazlardı. Osmanlı için düzendi önemli olan. O da,

Fatih’ten bu yana bu yolda soyunu budayarak gelen Osmanlı’nın işiydi. Mecburan

kılıç bırakan ve kendini geiştirip var edecek yolları tıkanan Osmanlı içeriye

çökünce, altında yeşermeye çalışan, paranın ekip biçtiği tarlaları da ezmeye, onun

evrilmesine engel olmaya başladı. Sıçrayan ateşin tutuşturduğu Ulusculuk akımları

bir yandan, toprak ve siyasal erk parçalanmasıyla oluşan sistemsel çöküntüler bir

yandan, bu yapıyı içerden kemirirken; yeni emperyal güce ulaşan Batıdaki ulus
55
devletler arası rekabet, pazar paylaşım mücadelesi kapıları vurmaya başlamıştı.

İnsanın dünyası batıda açılıp gelişme ve giderek bütünlenme yolunda yuvarlanırken;

Osmanlı, halifesi olduğu dinin, şeriatın ve de sopanın gölgesinde kullarını rahat

ettirmeye, Batıdan aldığı borçları Duyun-u Umumiye’ de taksite bağlayıp, Mızıka–i

Hümayun’dan alafranga musiki dinliyordu. Çaresi yoktu, konak çöküyordu.

Tebaasının çok farklı vede çok renkli yaşam tarzlarından derleyerek,

Osmanlılaştırdığı ve bir yaşam kültürü örnekleri olarak bu gün müzelerde ve

müzayedelerde tanıdığımız, geniş kesimlerin yaşamına hiç giremeyen ürünler

yanında, batıdan satın - alınan, aktarılan, taklit edilen ve de naklen gelen ürün,

teknik ve yeni düzen bilgisi ile gelen muasırlaşma rüzgarı Osmanlının kapı

penceresinden içeri girip ufak tefek sarsıntılar ve değişimlere yol açıyordu .

I–4 Batıda üretim ilişkilerine dayalı yapılanmalarda, yani insan – insan

dolayımında, dikeyine ve yatayına iş bölümü çerçevesinde üretimin gerek duyduğu

gücü köleleştirdiği bir başkasıyla ve başlangıçta sopanın zoruna dayanarak sağan

ve yaratan insan; bir süre sonra sopanın ve onunla örgütleyebildiği gücün sınırlarına

ulaştığında, oluşturduğu toplumsal yapı içinde geleceğin tohumunu taşıyordu. Bu

tohum içerde; tümü mübadele ilişkisi olan ilişkilerden sadece ürün mübadelesindeki

arızayı gidermede devreye giren para’nın aracı olduğu alış veriş ilişkisinde

gelişiyordu. İnsanın önce burada tıkanan nefesini açan para, çok yetenekli bir

mübadele aracı ve aracısı olarak, yavaş yavaş Tacirin elinde birikerek gereken

zamanda üretim aracı olarak devreye girdi ve çokta başarılı oldu, Zanaatkâr’ı

yarattı . Zanaatkârda önce beynin tasarım – yaratım gücünü özgürleştirdi. Ama

köleci toplum başında ki sopa zorunu ve ulaştığı çok yönlü sınırları aşamadı.
56
Dıştan kapısını ve sopasını kıran Çoban toplum savaşcıları parçaladıkları yapının

parçalarında bu tohumun gelişmesinin önünü açtılar. Ticati ilişkilerde biriken ve

adı SERMAYE olan bu yepyeni güç, devletin gücünün ve itibarının ifadesi olan

mührü göbeğinde taşıyan bu para; tacirin elinde birikerek sermaye oldu. Her şeyi

para olan bu adam servetini katlamak için üretime de el atmak zorundaydı. Daha

sonra Sopanın iktidarını da eline geçirerek, dünyadaki başka tarlalarda dikili

korkulukları yavaş yavaş söküp, sürmeye başladı. O dünyada köklü değişim ve

dönüşümlerin aracı olan, bu mübadele aracı; çoban toplumların barışcıl ilişkilerinde

de mübadele aracı oldu. Ama bu toplumlarda hibir zaman bir birikim aracı

işlevi üslenemedi. Hızla yağmalanıp ihtiyaç giderildi. Başlangıçlarda yapı içinde

zaten üretime yönelik ilişki yoktu. Ticaretle gideremedikleri ihtiyaçlarını yağma ve

talanla karşılayan bu toplumların en son ve en gelişkin yapılanışı Osmanlı

İmparatorluğudur. Savaşcı gücü ve merkezi otoritesiyle oluşturduğu ve denetleyip,

düzenlediği yapı içinde para en rahat biçimde dolandı. Ticarette olduğu kadar

üretimde de rol aldı. Ancak merkez bir elinde sopası bir elinde fetvası

yükselmeye, harama göz açtırmadı. Her şeyin fazlası fazlaydı el koydu. Böylece

birikimin sermaye oluşumuna yönelmesine ve üretim aracı olarak da işlev

görmesine ancak varlığını tehdit etmeyeceğinden emin olduğu gayri müslim

tebaasında belirli sınırlarda olanak tanıdı. Dereyi geçerken at değiştirilmez

diyerek, sırtında savaştığı atı da azgın sularda canı çıkana kadar hırpaladı.

Birinci paylaşım savaşında dört cepdehe en ağır koşullarda koşuşturarak

savaşmaktan bitab düşüp devrilen bu yaşlı at, son nefesini verirken, genç tayı

dört bir yanında dolanıp hüzünle yitirdiği anasına bakıyordu.


57
I – 5 Geçmişten geleceğe uzanan köprüde :

Cumhuriyetin ilk yıllarından derlenen insan manzaralarında önlerine açılan

yeni ufukların ve değişen dünyalarının yarattığı umut ve çoşkuyla parlayan

gözlerinin derinliklerinde, kendilerinden kopup giden bir dünyanın hüznü ve

burukluğu farkediliyordu. Yeni yapılanmalar , insanı ne kadar geçmişten

koparmaya çalışsa da ve insan buna ne kadar gönüllü olsa da, kazanımlarının çoşkulu

adımlarında; geride bırakılanın, yitirilmekte olanın geri çeken bir ağırlığı vardı.

Cumhuriyetin ilk yıllarında ,yeniden inşa edilen devlet ve onun yapılanmasında

baş rolü oynayan savaşcılar kılıç bırakarak, artık Devlet’e yön veren “entellektüel

savaşcılar”dı. Onlar kılıcla değil, “bilginin gücüne dayanarak” toplumun bir an

evvel muasırlaşması için ve onun adına, kaybedilen zamanı kazanmak, 150 –200

yıllık arayı biran evvel kapatmak için yola koyuldular. Devletin bütün kurum ve

yapılarında Çağdaş bir düzey tutturmaya çalışırken, kadınıyla erkeğiyle, yani her

türden ve yaştan insanıyla, toplumsal dokuyu da yeniden dokumanın azmi

içindeydiler. Bir yandan milletini adam etmeye çalışıyor, artık kul değil yurttaşsın

diyor, dilinden donuna, adından soyuna, geçmişinden geleceğine kadar her alanda

ona yol gösteriyorlardı; diğer yandan Batıyı taklitle değil, yeni bir sentezle topluma

giydirmeye çalışıyorlardı. Kurtuluşu ve kuruluşu için canlarını verdikleri devlet,

şimdi milletine; Çağdaş bir insan modeli sunuyor, her türlü hakkını hukukunu

bildiriyor, yurttaşının yeni düzenini belirliyordu. Yeni ile eski, değişmeyle değişmeme,

vb arasında bocalıyan yurttaşlar, “sınıfsız, imtiyazsız bir kütle olarak” tanımlanıp

en kısa sürede “uyruk” luğa yükseltilmişlerdi. Muasırlaşmak ve de yeni insanı,

kendine yetmezliği en derinden para – sermayede yaşayan, dinamik, müteşebbis


58
insanı yaratmanın en kısa yol’unun da devlet eliyle olacağını düşündüler. “Yurtta

sulh Cihanda sulh” diyerek, dışardaki top seslerine kulaklarını tıkayıp, kapılarını,

pencerelerini kapatıp yurtlarına kapandılar. İnsanlar yine kendine yeterliliğin dört

duvarında, paralarını uçurarak, devletten kaçırarak, biraz ticaret biraz üretim, katkı

Devletten müteşebbis milletten ilkesine uyarak, şükrettiler, buna da bereket diyerek

gün saydılar.

Yıl 1946 ya geldiğinde, dışarda gürültü kıyamet, dünya pazarında yeni

paylaşım savaşını kazanan ABD, dünyaya dolar saçıyor. Sermayesi, teknolojisi,

yardım programlarıyla iştah açıyordu. Dili, kültürü, yaşam tarzı ve demokrasisiyle

dalga dalga dünyayı katederek, açık kapılardan içeri dalıyordu. Hemen de

yanıbaşımızda Stalin’in SSCB’si, tıpkı diğer idolojiler gibi beyinleri üretici ve

yaratıcı niteliklerinden arındıran komünist idelojiyle, tanımadıkları paranın ve doğal

olarak vahşi görünen Semayenin yıktığı dünyaları nedeniyle öfkeli kitlelerin

tepkilerini örgütleyerek, yarattığı karşı dalgalar, DÜNYA’yı bir soğuk savaş dönemine

sokmuştu.

1950’ lerde, “Söz Milletindir”, “Devlet Millet içindir” diyerek Missuri ile içeri

aldığımız demokrasi sandığına götürülen millet , kısa sürede milletin gene Devlet

için , devletin de geçinmek için olduğunu bir kez daha anladılar. Biraz aralanan

kapı pencereden , dünyada uçuşan Dolarları , Keynes ‘in matbaaları istim üstünde

tutan yeni Refah Devletlerinde, paranın yarattığı mucizeleri seyrettiler. Hallerine

isyan ettiler.

1960 asker – milletin “zinde güçleri” duruma el koydular. Artık planlı

karma ekonomi modeli içinde, devlet – millet elele, kredi, yardım, hibe ne bulduysan
59
çöpe, ikame, hafif, ağır sanayileşme, Batının gittiği yolda ağır – aksak peşinden

giderek ona erişmek. Teknede kavga – döğüş kıyamet, dümende iki kaptan ikiside

birbirinden alamet, girdisi çok – çıktısı az, borcu çok – açığı çok krizde bir ekonomi;

gücünü kendisini yiyerek tüketen bir toplum.

1980 de bıçak kemiğe dayandı. Millet kan revan içinde aklını başına aldı. 24

Ocak kararlarıyla girişilen restorasyon sürecinde insanlar “rekabete dayalı idoloji

ile rekabeti zedeleyen uygulama” (6) arasında şaşırıp kaldı. Yeni bir liberal

anlayışla, bütünlenmekte olan dünyanın dayattığı serbest piyasa ekonomisi

zorunlulukları çerçevesinde ortaya konan söylemle, uygulamanın uyumsuzluğunda,

kuralla - kuraldışılık, rekabetle - tekel, serbestlikle–nefes aldırmayan sıkılık,

liberalizm ile devletcilik, vb. harmanlandı. Kapılar–pencereler açıldı. Memleket bir

güzel havalandı. Konvertible olan ulusal paramız, koluna girdiği dolarla açıldığı

yeni sularda dalgalana dalgalana ele avuça, hesaba sığmaz oldu, çoğaldıkca

küçüldü, küçüldükce, çoğaldı. Milli menfaatin yerini, Ulusal çıkarları da gözeten,

çıkar ortaklıkları almaya başladı, uzlaşma temeline dayalı yaklaşım mantığı ve

hoşgörü, iş birliği ve ortaklık ilişkilerinde Uluslararası düzeyde, yeni dünya düzenince

de kabul gördü. Tüm dünyada bütünleşme süreçleri hızla gelişirken, çıkar

ortaklıkları oluşturan yapılanmalar arasında rekabetin olumlu olumsuz işleyişleri

bu süreçlere yön verirken, toplumumuz elinde kuşa dönen parasıyla borsa, döviz,

mal – mülk üçgeninde soyundu da soyundu. Olup bitene yetmeyen aklı ve gücünü

birbirine katarak , geçmişinden gelen, yeni tanıdığı örgütlenmeler içinde varlık

kavgasına düştü. Kuralın, düzenin kaçınılmaz olarak ipinin koptuğu bir değişim

süreciydi bu. Özal’la açılan bent kapaklarından fışkıran teşebbüs gücünün topluma
60
kazandırdığı canlılık ve dinamizm yanında, toplumun bütün alanlarında farklı

çıkar ortaklıkları temelinde; yasal ve yasal olmayan (çeteler) örgütlenmeler hızla

fışkırmaya başladı. Paranın gücünün yanında, ilişkilerinin, zorun – şiddetin gücünü

de örgütleyen insanlar kendine yetmezliklerinin bütün alanlarında at koşturmaya

başladılar (7). Dünyayı arşınlamaya, Uluslararası iş ilişkileri yaratmaya sıvanan bu

güç, kısa sürede, globalleşen dünyanın bu parçasını da çağdaş tüm araçlar ve

örgütlenmelerle mümkün olan her alanda (parayı tüm biçimlerinde piyasasıyla,

borsasını tüm donanımıyla, iletişim ve bilgi teknolojisi, bol kanallı televizyonu, vb)

ona bağlamaya çalıştılar. Bilgi, para, mal – meta, insan – emek gibi her şeyin

dolaşımının arttığı, yaşama umut ve canlılık taşıyan bu dinamizmin yanında, bir

süre sonra siyasi muhalefet de yerini aldı. Başlayan bu büyük “ transformasyon”,

değişim ve dönüşümün (bütünlenme sürecinin) yarattığı tepkileri kullanan, hala eski

tarz siyasetin hastalıklarıyla malul yıkıcı muhalefet; iç karartan söylemleriyle

kavga ve hesaplaşma çağrıları altında, son on yılın kapılarını açtı. IMF’in sağladığı

dışborç kapsamında gelen paraların, biriken dış borç taksitlerine ve faizlerine

uçmasıyla girilen sarmalda ve kamunun verimsiz yatırım ve harcamalarında

erimesi, kara paranın ve bir de kayıt dışı ekonominin en verimli sektörleri teşkil

etmesi ve gücünü devletten alması bilmecesini kim çözebilirdi ki? Üretim yapmanın

eneyilik olduğu, iç borçlanmanın tavana vurduğu, rant ekonomisinde havada

pişirip tavada yutanların gücüne dayanan siyaset, ne yapabilirki? Anadolu’yu

fabrika iskeletleriyle donatan, ağır sanayi hamleleriyle birbirine elense çeken

siyasetcileriyle, yolsuzlukları, hortumları ve çeteleriyle birbirine reyting atan siyaset

çömezlerinin ve din bezirganlarının iğvasına (8) kapılarak insanların büyük bir kısmı
61
son on yılıllarını arabeskin en derin kuyularında inleyerek geçirdiler. Ve de hiç

değilse, bedeli ağır da olsa şunu öğrendiler: “toplumun (insanların) zaaflarını ve

eğilimlerini iyi okuyanların milletin (insanların) başına yeni çoraplar örmesi hiç de

olmayacak bir şey gibi görünmüyor” (9).

2000’li yıllara gelindiğinde, giderek derinleşen borç batağında debelenen, bir

yandan da kapılarını açtığı globalleşen dünyadan esen her rüzgarla dalgalanan

Türkiye; dünden bugüne insanın kat ettiği yol haritasında, kendisini bu günlere

taşıyan süreci izleyebilir. Biraz kalın kalemle çizilen bu süreçteki resmine yakından

bakınca; globalleşen dünyanın orta yerinde geçmişiyle bütünlüğü içinde kendisini,

olanaklarını imkansızlıklarını, artılarını ve eksilerini eksikliklerini ve tamlıklarını

görebilir. Ama yarında var olabilmesi için insanın ya da toplumun; herşeyden önce

bugünden oluşturacağı yarın tahayyülünde bugünde varolan muhtemel yarını

kuracak ve yarında olması gereken temel unsurları bulup tanıması, kavraması

gerekir. Bu ise insanın yarına yürürken, neye bakması, nasıl bakması, ne aradığını

bilmesine bağlı olarak oluşturabileceği tutarlı bir yarın tasavvuruyla mümkündür.

Bu çerçevede tekrar Dünyamıza ve Türkiye’ye dönersek hasta bir siyasetin nöbetleri

içinde sarsılan toplum, IMF’den gelen acil destekle kendine gelip, hızlı bir seçimle

eskileri sepete, yenileri AB kapısında nöbete yolladı. Dünya bir yandan savaş

karşıtlarıyla, savaş yanlılarının çıkışlarını izlerken bir yanda da bunun küreselleşme

sürecinde yerini bulmaya çalışıyordu.

62
II.KISIM

Globalleşen dünya ve Türkiye

Bugün Davos’lardan Porto Alegre’lere kadar tüm dünyada tartışılan

Globalleşme süreci, bir yandan yarattığı büyük uçurumlar ve şiddetli çöküntülerle

ve derin bir güven bunalımıyla Davos’ta toplanan Dünya İktisadi Forumu’nun

gündemini belirlerken, diğer yandan, dün tamamiyle sistem muhalifi, anti–kapitalist

bir nitelik taşıyan sınırlı tepkilerin yerini, daha geniş ve küreselleşmeye sistem

içinde alternatifler arayan bir tepki alarak, Porto Alegre’de toplanan Sosyal Forum’un

güdemini belirliyordu.

II – 1 Dolar ‘ın dolaysıyla ABD ‘nin belirleyiciliğinde Globalleşme süreci :

Para – sermaye düzeni, kapitalist sistemin kendi dinamikleri içinde gelişerek

gündeme getirdiği bu süreç, II.Dünya savaşından sonra sistemin artık kesin olarak

odağı ve belirleyicisi konumuna gelen ABD’nin başını çektiği ve belirlediği bir

süreçti. 1944 ‘de Bretton Woods’da Dolar’ın dünya parası olarak (10), basıp–sürme

ve dolaştırma hakkını ele geçirince, 450 yıl önce tıpkı Altınlarının Eski Dünyayı

canlandırması gibi, ikinci kez dünyaya petro–dolar, euro-dolar (11) nitelemeleri

altında saçılan Dolar, savaş sonrası başta Avrupa, Japonya olmak üzere tüm

Dünyada büyük bir sistemsel patlamaya ve yayılmaya neden oldu. Dolar; ulusal

para olarak yüklendiği asli karater yanında, ona eklediği uluslararası ödeme aracı

olarak “Dünya parası” olma kimliğiyle harmanlıyordu dünyayı. Sisteme getirdiği

büyük dinamizm ve canlılıkla, onun zorunlu bir evresi olan bütünlenme sürecine

getirdiği ivme tüm dünyada önemli gelişmelere açtı. Hele 1971 ‘de Altınla kendisini
63
bağlayan ipi de koparınca (12), Ulusal Merkez Bankalarının kasalarını doldurup

taştı. 3–5 cent’e basılan bu Ulusal para, bir ulusun parası olmanın ona verdiği

senyoraj hakkı (13) ile dünyayı talan ederken, ithal ettiği beyinler, bilgi ve mal –

meta biçimindeki ürünlerle zenginleşip güçlenirken, diğer yandan dünya parası

olarak kurduğu, kurdurduğu Çok Uluslu, Uluslararası, Uluslarüstü dev şirketlerle

rekabet içinde, çağdaş kalite ve verimlilik ölçütleriyle dünyayı süpürerek yol açtığı

yıkım ve çöküntünün yarattığı telafisi zor ve derin yaralardan fışkıran tepkilere

rağmen ABD’ye güç katarak, onu aynı zamanda dünyanın jandarması kıldı.

Ekonomisine güç üstüne güç katan bu görev çıkarmalar, insanları sokaklara

döktü. Davos’u, Porto Allegre’siyle dünyanın bu hale gelişinin baş belirleyicisi oldu.

II – 2 Globalleşme sürecinin içinde oluşan en eski ve köklü yapılanma olarak

AB’nin bu süreçte rolü :

Bütünleşmekte olan dünyanın, temel ekonomik alanlarda her düzeydeki

yönetsel sorunlarını belirleyen ve çözecek olan, sistemin genel gidişini belirleyen,

paranın kendisidir. Doların Globalleşme sürecinde taşıdığı ikili karakter nedeniyle

ortaya çıkan ve de kendini dayatan yapının yarattığı ve üstelik derinleştirdiği

sorunları aşmada bize bir alternatif bir model gibi görünen Avrupa Birliğine de

biraz yakından bakarsak, sürecin işleyişindeki tıkanıklıkları aşmanın ve globalleşen

dünyanın bu sürecine aktif ve etkin katılımın olanaklarını kalın çizgileri ile

görebiliriz . Goballeşen dünyanın ticaret bölgeleri gibi bir alt gurupta yer alan üç

ana bölge NAFTA , AB ve Japonya . Dünyayı parselleyen bu üç yapı içinde ABD

NAFTA’yı yönlendiren ve sürecin de belirleyici konumunda. Japonya bu süreçte

hamisi ABD’nin yanı başında. II. Dünya savaşı sonrası Çelik birliğinden doğan ve
64
bizim dahil olduğumuz kurucu Roma sürecinde 1957 de Avrupa Topluluğu olarak

resmen ortaya çıkan topluluk üyeleri ekonomik büyümelerini artırmak ve refah

düzeylerini yükseltmek için biraraya geldiler. Hala ekonomik birlikteliğin giderek

biçimlenecek bir siyasal birlikteliğide getireceğine inanan üyeler, aralarında Ulus-

devlet’e ait kimi duvarları da süreçte yıkarak, 2000’lerde ortak para’ ya geçti .

EURO sınırlı sorumlu bir ortaklığın yeni ortak parası. Mal – hizmet, sermaye ve

emeğin dolaşımının önündeki engelleri kalktığı bu yapılanmada Avrupa

parlamentosu da ortaklığın parlamentosu olmaya doğru gidiyor. Sınırlı ve sorunlu

da olsa PARASI ve gelişmeye açık YÖNETSEL YAPISI’yla bir model.

“Ancak Avrupalı politikacılar, Avrupa Birliği içinde ki ve çevresindeki

zengin bölgelerle ve Avrupa Birliğinin zengin devletleriyle, yoksullarını birbirine

bağlayacak politikaların gerekli olduğunu anlarlarsa, ancak geleceklerini

yaratabilirler. Sorun birliğin ulus–devletlerindeki ve zengin bölgelerinde ki

politikacıların henüz yalnızca maliyet ve tehlikeleri görmeleri, böyle programların

vaat ettiği umutları ve yararları görmemeleridir. Ulusal düzeyde ki “ kendini

koruma” politikaları, Avrupanın ekonomik ve politik bütünleşmesine yönelik

gelişmeyi büyük olasılıkla engelleyecektir. Avrupa ancak, kendi ulusal liderleri ve

merkezi kurumları, egemenlik ile dünyadaki en büyük ticaret blokunun

kaynaklarını birleştirmeyi mümkün kılan avantajları kullanabilirse gelişecektir .”

(14) diyerek Avrupa Birliğinin yarınına yönelik perspektifini sadece siyasilerin

anlayıp çizebileceği bir çerçeveye hapseden yaklaşım, bizim model olarak bakmaya

çalıştığımız yapılanmanın dinamik unsurlarının oluşum ve devinimine imkân

vermez. Hala sistemin göbeğinde onu yaratan İNSAN’ı bütünlüğü içinde


65
göremeyen, sadece hak ve hukukun objesi olarak dar bir açıdan onu kavramaya

çalışan bir anlayış, globalleşmenin bir bütünün sadece bir parçasının gelişimine

olanak tanıyan bir yapılaşma içinde gerçekleşebilece-ğini düşünebilir . Ulusal kimlikli

paralarla işleyen süreçte, yaratılan çarpıklıklarla, bölgesel, ülkesel yerel süreçlerde

varolan eşitsizlikleri ve dengesizlikleri artıran bir anlayışta PARA’nın sırrını

saklayabilir. BİLGİ ’nin ulaşılmasının maliyetinin sıfır olduğunu görüpte

bütünlükcü yapısını göremeyen bir anlayışın yarattığı tahribattır, onarılması ve

bütünlenmesi gereken. Globalleşme sürecininde yaşanan sorunlarının aşılmasında

İNSAN bilgi ve aklını, sürece egemen kılacak bir modeli de ; ortak aklın ve

bütünlükcü bir bilgi birikiminin oluşturup, yönlendirmesi ile yaşanan ve yarın

yaşanacak olan sürecinde insan gibi ve İNSAN İÇİN olması mümkün. Küreselleşmenin

doğasına aykırı, salt ulusal, bireysel çıkarlara dayalı anlayışların ve kurumsallaşma-

ların etkinlik alanları daraltılıp, yerini ortak çıkarlara dayalı kurum ve yapılara

bırakmaları sağlanmalıdır. Temsililiğin yerine katılımcılığı öngören, karar

süreçlerinde ortak aklın ve b ü t ü n s e l bilginin yapılaşmasına olanak

vermedikce, ben–biz, ben-öteki, birey–toplum, sermaye-emek, bilim–sanat , insan-

çevre, toplum–devlet, vb karşıtlıklarında ki bütünlüğe hayat hakkı tanımadıkca;

ortak aklın sopası para, evrensel karakteriyle insanı silkeleye silkeleye aklını başına

getirecektir.

II – 3 Küreselleşen dünyaya 80’li yıllardan buyana işleyen bir kendiliğindenlik

süreci içinde entegre olan, her tür dalgalanmayla ayaklarını yere başını tavana

vuran ülkemiz insanları; kendilerini silkeleyen bu “vakıayı” türlü çeşitli

tanımlamalarda tanımaya, ayak uydurmaya çabalıyor. O da biliyorki uyumun ön


66
şartı tanıyıp tanımlayarak ona ayak uydurmak. Bu evreyi yaşayan toplumumuz

BİLGİ TOPLUMU’na girdiğimizi ifade eden bilgi taşıyıcısı insanlardan bu

yaşanan çağın gerçek bilgisini, kendileriyle paylaşmalarını bekliyor. Bu bilgilere

nasıl ulaşacağını bilmek istiyor. Ayak uydurmaya çalıştığı sistemi tanımak, beynine

takılan değişik renkli idolojik gözlükleri atarak gerçekliğini öğrenmek istiyor.

Kendisini, yarattıklarını ve bunların kendisiyle ilişkilerini bilmek istiyor. Belki daha

çok şey bilmek istiyor, ama artık beynine dondurulan bilgi olmayan, ölü bilginin

taşıyıcısı olmak istemiyor. Bu bilgileri taşıyanların ölü beyinli olduklarını da artık

biliyor. Hayatın gerçek bilgisinin yaşam gücü verdiğini, bunu da okulun

vermediğini görüyor. Sadece kendini, çıkarını kollamanın bilgisinin, biraz yaşatsa

bile öldürücü olduğunu biliyor. Başkasını, ötekini, karşıtını, kendisini bütünleyeni

yaşatırsa beraber yaşayacağını hayat ona öğretiyor ama maliyeti yüksek. Bütün

bunların ötesinde atasından, dedesinden, kendisine miras kalan çalışmadan yaşama

en az güçle en büyüğü elde etme anlayışının parlattığı beyninin kendisini nasıl

peşinden koşturacağını da biliyor. Geçmişte hep kendi adına konuştuğu için adına

konuşanı seçmesini bilmiyor. Ama ne geldiyse başına, yanlış seçimden geldiğini çok

iyi biliyor. İçine girdiği ve yarınlarını yaşayacağı dünyayı kendi dünyasını

zenginleştirecek insanların dünyasını tanımak, onu kendi dünyası kılarak,

zenginleştirmeye yönelmek istiyor. Daha kısa yoldan öğrenmek istiyor. Bilim daha

ona herşeye ölçüp biçerek sahip olabileceğini, bunun tek aracının da para olduğunu

söylemedi. Bunu da kendisi hayat okulunda parasını ödeyerek öğrendi. Gerçekte bu

insan; ayaklarını yere kafasını tavana vurmadan, artık beş para etmeyecek gücünü

en az ve en verimli kullanarak, yaratıcı gücünü seferber edeceği bir donanıma ve


67
ortama nasıl kavuşurum sorusu kafasında, ayak uydurmaya çalıştığı toplu gidişatta

bunlara kavuşup da yeni bir dünyada sıçrayacağı anı ve noktayı gözlüyor. Atalarının

geçmişte en gelişkin araçlarla kendilerini yeniden üreten, bireysel yetenekleri

gelişkin, algılama gücü gelişmiş, sezgileri yüksek, çağlarının bilgisine sahip insanlar

olduğunu hatırlıyor, kendisinde bunlardan izler keşfetmeye çalışıyor. Ve onların bu

bilgileri yeniden üretip tazeleyebilen, bilginin de sürekli kendileri gibi değişimlere

uğradığını hatta eskiyip işe yaramaz olduğunu bilen kimseler olduğunu onu en

büyük güç bilerek, onun için dünyayı kat etmekten kaçınmadıklarını hatırlıyor.

“Müdavele-i efkar”ın (15) gerçekliğin bilgisine ulaşmanın tek yolu olduğunu

öğreniyor, “Müsademe-i efkar”ın (16) kendisine neler kaybettirdiğini yeniden

hatırlıyor. Hâlâ, bugün yaşadığı hayatta olduğu gibi, ortak gerçekliğin farklı

bilgileriyle davranmanın getirdiği karmaşa ve güç kaybını da görüyor. Ortak aklın,

her zaman aklı baskın olana diğerlerinin eklemlenmesinden, gücün aklının en

doğru akıl olmasından değil; sağlıklı gelişmesinin ancak, birlikte üretim sürecinde

oluştuğunu, fikirler ve düşünceler alış verişinden çıktığını biliyor.

Ve sonuç olarak

Türkiye, parçalılıktan bütünlenmeye giden Dünyanın bir parçası olarak,

onunla uyumlanarak, birlikte yarınlarında varolabilmek için :

a – Önce bütünleşen dünyanın, dünyamızın; dününden bugüne ve bugünden

yarına nerelerden gelerek hangi ana yolda ve hangi temel dinamiğin itici gücüyle

68
yönetilip, yönlendirilerek geldiğinin ve gideceğinin bilgisinin, ortak aklımızın bilgisi

olarak kendi dinamizmiyle, parçanın ortak karar gücünün yanında yerini alması

gerekir.

b – Gücü temsil edenlerin de artık bu bilgiye gereksinimi var. Deneme –

yanılma, parçalı aklın yoludur. Hele tüm toplumun gücünü temsil edenlerin, aklını

da, onu en sağliklı bir biçimde oluşturacak olan, bütünlükcü bir bakış ve

anlayışla dinamik gerçekliği tanımlayıp, işlevsel bir bilgi olarak sunabilen ve

sürekli araştırma – geliştirme süreçlerinde bilgiyi yenileyen bir kurumsal yapıya

gereksinimi var.

c - Tüm eğitim ve öğrenim sistemimizde aynı bütünselci anlayışla öncelikle

kendimizi, dünyamızla, toplumsal ve doğal çevremizle oluşturduğumuz yaşamsal

bütünlük içinde tanıyıp, kavramalı bu bilgileri sürekli tazeleyip, yenilemenin yolunu

öğretmeliyiz. Sadece ulaşmasının yollarını öğretmenin yeterli olduğu bilgilerle

beyinleri dumura uğratmamanın yolunu bulmalıyız.

d – Bu genel bilgilenme sürecinin yanında, özel olarak yetenek ve beceriye

dayanan teknikle kendisini donatmasının yollarını açmalıyız. Uygulamada

kazanılacak yeteneğe bağlı bu beceri’nin gelişeceği ortamları hazırlamalıyız .

e – Gerek bilgi ve gerekse maddi üretim süreçlerinde canlı emek gücünü en

aza indiren ve verimliliği artıran bilgiye hızla ulaşabilmek için gerek duyacağı

teknik ve donanımla donatılması, karar süreçlerini hızlandıracaktır. Bilgi yoğun

üretimin ve ürünlerinin rekabeti, yıkıcı olmayan rekabetin temel dayanaklarıdır.

69
Globalleşen dünyada Türkiye ; yapısal değişim ve dönüşüm süreçlerini bu

çerçevede belirginleştirmeye çalıştığımız temel noktalarda sürdürebilirse, yarının

dünyasında kendisine işlevsel ve vazgeçilmez bir konum edinebilir.

20. Ocak 2003 / Büyükada – IST

Yurdaer ERŞAN

70
NOTLAR ve KAYNAKÇALAR :

Giriş
1. Ponomarev, L., Au pays des quanta, Mir Yayınları, s. 340
2. Drucker, Peter F., Kapitalist Ötesi Toplum, İnklâp Kitabevi
Toffler, Alvin ; Gelecek Şoku, 3. Dalga , Altın Kitaplar
3. Drucker, Peter F., Değişim Çağının Yönetimi, Henkel Yayınları, s. 216
4. Erşan, Y., Oktay, M., Para Toplumu, (basıma hazır eser)
5. ´´ ´´
6. ´´ ´´
7. ´´ ´´
8. ´´ ´´
9. ´´ ´´

I. Bölüm
1. Monod, J., Rastlantı ve Zorunluluk, Dost Yayınları, s. 20, 24, 112
2. Planck, M., Modern Doğa Anlayışı ve Kuantum Teorisine Giriş, Alan Yayıncılık s.
108-135, Monod, J., aynı eser s. 201
3. Rifkin, J., Howard, T., Entropi, Ağaç Yayıncılık, s. 41
4. Planck, M., aynı eser s. 201-215
5. Planck, M., aynı eser s. 153-177
6. Heisenberg, W., Fizik ve felsefe Y.Öner Yayınları s. 8,9,10-20
7. Planck, M., aynı eser s. 140
8. Monod, J. Aynı eser s. 24-27
9. Piaget, J., Biologie et Connaissance, Idées yayınları, s. 118
Ponomarev, L., aynı eser s. 200-335
10. Erşan, Y., Oktay, M., aynı eser
11. Monod, J. Aynı eser s. 22-31
12. Braudel, F., Akdeniz Uygarlığı 2cilt
13. Şenel, A., İlkel Topluluktan Uygar Topluma A.Ü. S.B.F. Yayanları,
14. Şenel, A., aynı eser s. 189
15. Şenel, A., aynı eser s. 181-261
16. Şenel, A., aynı eser s. 187-200
17. Planck, M., aynı eser s. s. 27
18. Özal, T.,
19. Oktay, M., Erşan, Y., Amerika Globalizme Karşı (bazıma hazır eser)
20. Oktay, M., Erşan, Y., aynı eser
21. Erşan, Y., Oktay, M., Para Toplumu, (basıma hazır eser)
22. Knoke, W., Cesur Yeni Dünya, Henkel Yayınları, s. 101 ve devamı
23. Drucker, Peter F., Kapitalist Ötesi Toplum, İnklâp Kitabevi s. 292
24. Planck, M., aynı eser s. 100
25. Capra, F., Kainata Mensup Olmak, İnsan Yayınları
26. Capra, F., aynı eser, s. 15
27. Capra, F., aynı eser, s. 95
28. Drucker, Peter F., Yeni Gerçekler, İş Bankası Yayınları, s. 21-28
71
29. Drucker, Peter F., Değişim Çağının Yönetimi, Henkel Yayınları, s. 216
30. Brzezinski, Z., Kontrolden Çıkmış Dünya, Tekno Tronik Çag, İş Bankası Yay.
31. Kaynakçada
32. Şenel, A., aynı eser
33. Şenel, A., aynı eser s. 15
34. Velioğlu, S., İnsan ve Yaratma Edimi, İşbankı Yayınları, s. 113-134
35. Erşan, Y., Oktay, M., Para Toplumu, (basıma hazır eser)
36. Erşan, Y., Oktay, M., Para Toplumu, (basıma hazır eser)
37. Hirst, P., Thompson, G., Küreselleşme Sorgulanıyor, Dost Yayınları, s. 44-124
38. Erşan, Y., Oktay, M., Para Toplumu, (basıma hazır eser)
39. Oktay, M., Erşan, Y., Amerika Globalizme Karşı (bazıma hazır eser)
40. Oktay, M., Erşan, Y., Amerika Globalizme Karşı (bazıma hazır eser)
41. Wriston, W., Ulusal Egemenliğn Sonu, Cep Kitapları,
Barnet, R., Cavanagh, J., Küresel Düşler, Sabah Kitapları s. 285-..
42. Ercan, F., Para ve Kapitalizm, Ceylan Yaınları, s. 167
43. Drucker, Peter F., Kapitalist Ötesi Toplum, İnklâp Kitabevi, s. 201
44. Martin, H.P., Schumann, H., Globalleşme Tuzağı, Ümit Yayınları, s. 186-223
45. Falk, R., Yırtıcı Küreselleşme, Küre Yayınları, s. 151-162
46. Knoke, W., Cesur Yeni Dünya, Henkel Yayınları, s. 321
47. Erşan, Y., Oktay, M., Para Toplumu, (basıma hazır eser)

II. Bölüm
1. Şenel, A., aynı eser s. 193
2. Şenel, A., aynı eser s. 215
3. Ravi, B., Kriz 1990, Altın Kitaplar, s. 37
4. Ravi, B., Kriz 1990, Altın Kitaplar, s. 36-70
5. Osmanlı Yönetimindeki Rum, Ermeni ve Yahudi ehali,
6. Kongar, E., 21.yüzyılda Türkiye, Remzi Kitapevi, s. 218-295
7. Her alanda yaygınlaşan, geleneksel güç örgütlenmelerine dayanan Mafya-çete vb.
örgütlenmeler
8. Her türden inanç sümürüsü yapan örgütler,
9. Kongar, E., 21.yüzyılda Türkiye, Remzi Kitapevi, s. 197
10. Galbraith, K.J., L’argent , Idées Yayınları,
11. Martin, H.P., Schumann, H., Globalleşme Tuzağı, Ümit Yayınları, s. 84-85
12. Oktay, M., Erşan, Y., Amerika Globalizme Karşı (bazıma hazır eser)
13. Oktay, M., Erşan, Y., Amerika Globalizme Karşı (bazıma hazır eser)
14. Hirst, P., Thompson, G., Küreselleşme Sorgulanıyor, Dost Yayınları, s. 202
15. Müdavele-i efkar , fikir alış-verişi
16. Müsademe-i efkar, fikir çatışması

Ek Kaynakçalar;
1. Lecerf, J., l’or et les monnaies, Idées yayınları,
2. Hacıkadiroğlı, V., bilginin doğası ve Kaynakları Üzerine, May Yayaınları
72
3. Cüceloğlu, D., İyi Süşün Doğru Karar Ver, Sistem Yayıncılık
4. Erkan, H., Bilgi Toplumu ve Ekonomik Gelişme, İş banksı Yayınları
5. Negroponte, N., Dijital Dünya, Henkel Yayınları
6. Toffler, A. ve H., yeni bir Uygarlık Yaratmak, Henkel Yayınları
7. Thurow, L.C., Sıfıra Sıfır Toplum, Altın Kitaplar
8. Kazgan, G., Küreselleşme, Altın Kitaplar
9. İlhan, A., Hangi Küreselleşme, Bilgi Yayınevi
10. Akman, T., Dünyanın Sibernetik Oluşumu, Karacan Yayınları
11. Kund, E., Kibernetik, Kund Yayınları
12. Guillaumaud, J., Cybernétique, éditions sociales
13. Heisenberg, W., la nature dans la physique contemporaine, Idées
14. Zohar, D., Kuantum Benlik, Sarmal Yayınları
15. Negri, A., Hardt, M., İmparatorluk, Ayrıntı Yayınları
16. Hantington, S.P., Medeniyetler Çatışması, Vadi Yayınları
17. Brzezinski, Z., Büyük Çöküş, İş Bankası Yayınları

73

You might also like