You are on page 1of 9

A.

Garb (Garp) Ocakları

Garp Ocakları Osmanlı Devletinin Kuzey Afrika’daki üç eyâleti olan Tunus,


Cezâyir ve Trablusgarb’a verilen ortak bir isimdi (KOLOĞLU 2007). Özerk bir
muhtariyet ile yönetilmekteydiler.

On altıncı yüzyılda Kuzey Afrika kıyılarında, batıdan Portekizlilerle İspanyolların,


doğuda da Osmanlıların katıldıkları büyük bir nüfuz mücâdelesi vardı. Türkler ilk defâ
olarak 1516’da Oruç Reis komutasında, İspanyollara karşı üstünlük kurarak Cezâyir’e
ayak bastılar. Cezâyir bir aralık Tunus beyinin eline geçmiş ise de, 1525’te Hızır
(Barbaros) tarafından geri alınmıştı. Akdeniz’de İspanyol gemilerini sürekli taciz eden
Hızır Reis, 1533’te Kânûnî Sultan Süleymân Hanın dâveti üzerine İstanbul’a gelerek
Osmanlı Devletinin hizmetine girdi ve Cezâyir beylerbeyi hil’atini giyerek kaptan-ı
deryâ unvânını aldı. Aynı yıl İstanbul tersânelerinde Barbaros Hayreddin Paşaya
verilmek üzere 61 parça gemi inşâ edildi. Böylece daha da güçlenen Barbaros,
1551’de Trablusgarb’ı, 1574’te de Tunus’u ele geçirerek Osmanlı hâkimiyeti altına
aldı.

Osmanlı Devletine katılan diğer yerlerde olduğu gibi, bu üç Afrika ülkesinde de


başlangıçta klâsik eyâlet teşkilâtı kurularak, sâlyâneli birer beylerbeylik hâlinde
doğrudan doğruya merkeze bağlanmışlardı. Sâlyâne yâni yıllıkla idâre olunan eyâlet
ve sancakların bütün vâridâtı kendi hazîne yetkilileri tarafından tahsîl olunup,
beylerbeyi ile sancakbeylerine ve kul (maaşlı asker) sınıfına hâsıl olan vâridâttan
maaş verilir ve fazlası hazîneye gönderilirdi. Koloğlu’na göre (2007) başlıca dört
görevleri vardı:

1. Kentlerin korunması,
2. Avrupalılara karşı sefer,
3. Vergi toplamak,
4. Ayaklanmaları bastırmak için ülke içine sefer.

5. Cezayir Ocağı

Barbaros Hayreddîn Paşanın Osmanlı Devleti hizmetine girmesiyle idâresinde


bulunan Cezayir, beylerbeylik olarak kendisine verilmişti. Şehrin muhâfazası için de
İstanbul’dan 2000 kadar yeniçeri gönderilerek Cezayir Ocağının temeli atıldı (1533).
Bu miktar daha sonra 20.000’e kadar yükseltildi.

Bu kuvvetler Cezayir’de Kasriyye denilen yedi kışlada bulunurlardı. Teşkilâtları


yeniçerilerin bölük teşkilâtının aynı olup, bütün zâbitlerinin üstünde en büyük zâbit
olarak yeniçeri ağası vardı. Cezayir Ocağında yeniçerilerden başka Türklerden
müteşekkil süvâri bölükleri ile yerlilerden kurulu Mahazin adında başka bir atlı kuvveti
de bulunuyordu. Cezâyir’de biri beylerbeyine ve diğeri yeniçeri ağasına âit olmak
üzere Paşa ve Ağa dîvânları vardı. Kerrase denilen Paşa Dîvânı; hazînedâr
(defterdâr), vekilharc (gümrük emîni), emîr-i âhûr, beytülmâlci, azab ağası, kâdı ve
yeniçeri ağasından müteşekkildi. Paşa Dîvânı eyâlet işlerine ve Ağa Dîvânı da
yeniçeri ocağı işlerine bakarlardı. Ancak Ağa Dîvânı 1618’den îtibâren hükûmet yâni
beylerbeyine âit işlere karışmaya başlayınca, vâlilerin nüfûzu kırıldı. Çok kısa süren
bu durumdan sonra reislerin 1671’deki tekrar iktidârı almaları ile “dayılık devri”
başladı.

İlk dayılar denizciler tarafından seçildiği hâlde, bir süre sonra yeniden kuvvet
kazanan ocaklılar, seçimi kendileri yapmaya başladılar. Cezayir’de 18. yüzyılda
vâlilerin hiçbir hüküm ve nüfûzları kalmadı. Dayının bir meclis tarafından seçilmesi
usûlden ise de çok defâ buna uyulmazdı. Dayının, vâli ve kendisini seçen meclisle iş
görmesi îcâb ederken, dayılar mevkilerini sağlamlaştırdıktan sonra kâideye riâyet
etmez oldular. Bu bölünme ve merkeze riâyetsizlik 17. yüzyılda Cezayir Ocağının
donanmasının güçten düşmesine sebebiyet verdi.

Nitekim 18. asrın ilk yarısında Cezâyir donanması yirmi kadar gemiye sâhipti ve
bu devirde evvelce yirmi bin olan Cezayir yeniçerileri de beş bin hattâ iki bine kadar
düştü. Bu durum, Cezayir’in 1830 yılında Fransızlar tarafından işgâl edilmesine kadar
sürdü. Son dönemde artık beylerbeylik makâmı tamâmen kalkmış, ülke üzerindeki
Osmanlı hâkimiyeti yeni seçilen dayıya hil’at ve fermân göndererek onun
memuriyetini tasdik etmekten ibâret kalmıştı. Böylece hukûken Osmanlı
topraklarından sayılan ve Osmanlı Devletinin Akdeniz’de giriştiği deniz savaşlarına
katılan Cezayir’in dayıları, zaman zaman bağımsız bir devlet başkanı gibi hareket
etmek, hattâ dış devletlerle ayrı ayrı antlaşmalar imzâlamak imkânı bulmuşlardı.

6. Tunus Ocağı

Tunus 1534’te Barbaros Hayreddîn Paşa tarafından Benî Hafs Hânedânının


elinden alınarak Osmanlı ülkesine katıldı. Başlangıçta Cezâyir beylerbeyliğine bağlı
olarak idâre edilen Tunus, 1573 yılında doğrudan doğruya beylerbeylik yapıldı ve
idâresi Haydar Paşaya verildi.

İnebahtı bozgununu müteâkib Tunus, Haçlı donanması komutanı Prens Donjuvan


tarafından 1573’te işgâl edildi. Ancak Yemen fâtihi meşhur Sinân Paşa ertesi sene
donanma ile gelerek Tunus’u geri aldı ve şehrin muhâfazası için de dört bin yeniçeri
bıraktı. Tunus’un tekrar zaptından sonra daha güneyde ve sâhile yakın olan
Kayrevan Hâkimi Şeyh Abdüssamed, 1586’da Osmanlı Devletine itâat ederek, kaleyi
ve elindeki bütün toprakları Tunus beylerbeyine teslim etti.

Tunus’ta beylerbeylik dönemi 1594’te yeniçerilerin ayaklanarak kendi


bölükbaşılarından birini üç yıl için dayı seçmeleri sonucu son buldu. Başlangıçta
seçimle işbaşına gelen dayılar, bir müddet sonra Osmanlı hükûmetinin denizcilerden
birini verâset yoluyla dayı atamaya başlamasıyla babadan oğula geçer bir duruma
geldi.

On yedinci asırda Tunus’un idâresi görünüşte beylerbeyi emrinde ise de, Emîr-ül-
Evtan denilen Vatan Sancakbeyinin, yâni üç kişinin elindeydi. Bu üçlü kuvvetin nüfûz
mücâdelesi Tunus’un idârî ve iktisâdî gücüne önemli ölçüde darbe vurdu. Osmanlı
pâdişâhları bunlara devamlı nasîhat yollu fermanlar göndermiş ise de bunlara uyan
çıkmamıştı. 1705 yılında Hüseyin bin Ali dayılık yönetimine son vererek idâreyi tek
elde topladı. Bu yeni durum Hüseynî Sülâlesinin idâre dönemi olarak Tunus’un 1881
yılında Fransız istilâsına kadar sürdü.

7. Trablusgarb Ocağı
Rodos 1522’de Osmanlılar tarafından fethedilince, kalede bulunan Sen Jan
şövalyeleri buradan çıkarak Trablusgarb’a yerleşmişler ve burasını kendilerine üs
yapmışlardı. 1551 yılında kaptan-ı deryâ Sinan Paşa ile Turgut Reis’in Trablusgarb’ı
fethetmesine kadar sürdü.

Trablusgarb fethedildikten sonra, eyâlet olarak, Turgut Reis (Paşa) idâresine


verildi. Turgut Paşa Malta muhâsarasında şehid düşünce, bir aralık Cezayir’e
bağlanan Trablusgarb, sonra tekrar ayrıldı. Ancak 1609’da dayılık usûlünün, diğer
ocaklarda olduğu gibi, Trablusgarb’da da kabûlü, beylerbeylik sisteminin eski
otoritesinin kaybına sebeb oldu. 1711 yılında Karamanlı Ahmed Bey, hem dayı hem
de paşa olarak, Trablusgarb’ın idâresini eline geçirince, bölgede Karamanlı
Sülâlesinin hâkimiyet devri başladı ve 1835’e kadar devâm etti. Bu esnâda bir beyin
ölümünden sonra yenisi, ulemânın ve halkının tasvibi de alınmak sûretiyle, askerler
tarafından seçiliyor ve seçimin Osmanlı pâdişâhı tarafından tasdik edilmesi
gerekiyordu. On dokuzuncu yüzyıl başlarında âile arasında beylik çatışmaları kanlı
bir safhaya girdiğinden, Osmanlı hükûmeti 1835 yılında müdâhalede bulunarak,
Trablusgarb’ı tekrar, bir eyâlet olarak merkeze bağladı. Böylece kuvvetli bir idâreye
kavuşan Trablusgarb’ın elden çıkması, Cezayir ve Tunus kadar kolay olmadı. Ancak
Sultan İkinci Abdülhamîd Hanın 1908’de tahttan indirilmesinden sonra, Osmanlı
Devletinin içine düştüğü bunalımlı devreden istifâde ile İtalyanlar kaleyi işgâl ettiler
(1912).

Garb Ocaklarının, 1580 yılına kadar bir mal defterdârı bulunuyordu. Cezayir’in
uzaklığı sebebiyle bu târihten sonra oraya ayrı bir defterdâr tâyin olunmuştu. Garb
Ocakları yıllıklı (sâlyâneli) eyâletlerden oldukları için her beylerbeylik masrafları
çıktıktan sonra devlet hazînesine yirmi beş bin altın gönderiyordu.

Garb Ocaklarının her birinin donanma kuvveti mevcuttu. Bu üç eyâletten, en


kuvvetli donanmaya sâhib olan Cezayir eyâletiydi. Bunların geçimleri korsanlık ve
muhârebeye dayandığından mükemmel donanmaları vardı. Cezayir donanmasının
faâliyeti yalnız Akdeniz’e münhasır değildi. Bunlar, Cebelitârık (Sebte Boğazını)
aşarak Kanarya Adaları, İngiltere, İrlanda, Flemenk, Danimarka ve hattâ İzlanda
Adasına kadar donanma akınlarını uzatmışlardı. Büyük Britanya Adası civârındaki
Lundy Adasını zaptederek bir müddet oturan Cezâyirliler, daha sonra adayı İngiliz
korsanlarına yüklü bir para mukâbilinde satmışlardı.

Garb Ocakları donanmaları Osmanlıların bütün Akdeniz muhârebelerinde


Osmanlı donanmasıyla birlikte bulunmuşlardır. Lüzûmu hâlinde bu üç ocağa
ilkbaharda donanmaya katılmaları için pâdişâh tarafından ferman gönderilir, onlar da
gemi reisi olan ve dayı denilen başbuğları ve çeşitli kadırga ve kalyonlarıyla sefere
katılırlardı.

Garb Ocakları iki-üç senede bir pâdişâha hediyeler takdim ederler, buna mukâbil
tersâneden gemi levâzımı, top, barut ve hattâ gemi tedârik ederlerdi. Bunların
İstanbul’daki bütün işleri kaptanpaşa vâsıtasıyla görülürdü.

On yedinci yüzyıldan îtibâren yöneticilerinin çoğu ecnebî devletlerle antlaşmalar


yapar ve mektuplaşırlardı.
8. Dayılık Kavramı

16-19. yüzyıllar arasında Garp Ocakları'nda seçimle işbaşına gelen asker ya da


denizci kökenli yöneticilere verilen unvandır (Braudel 1993: 250-338; 1994: 369-516;
Uzunçarşılı 1983a: 380-387; Uzunçarşılı 1983b: 248-258. Dayılık ilk olarak, Garp
Ocakları'nın oluşturulmasından kısa bir süre sonra, 1591'de Tunus'ta ortaya çıktı. Bir
ayaklanma sonucunda bölgede yönetimi fiilen ele geçiren Yeniçerilerin bölük
amirlerine bu ûnvan verildi. Aynı yıl Kerrase adı verilen paşa divanından ayrı bir de
Divan- ı Guzat oluşturuldu. Yeniçeri ağası ile birlikte dayılar da bu divanın üyesiydiler.
Dayılar divanda aralarından birini yönetimin ve askeri gücün temsilcisi olarak
seçerlerdi. Seçilen dayı, hukuken beylerbeyinden sonra gelmesine karşın, fiilen
eyaletin yöneticisiydi. Dayılık Trablusgarp'ta 1603'te, Cezayir'deyse gene bir dizi
ayaklanma sonucunda 1689'da başladı. Tunus'ta etkisini yitirerek 1705'te yerini yerel
beylerbeyine bırakırken, Cezayir'de 1830'a, Trablusgarp'ta da 1835'e değin sürdü.
Yönetimi askeri güce dayanarak ellerinde tutan dayılar, bölgelerinde mutlak bir
otoriteyi temsil ederlerdi. Osmanlı yönetimiyle açıkça ters düştükleri zamanlar ise sert
yaptırımlarla karşılaşırlardı. Örneğin, 1689-1830 arasında başa geçen 30 Cezayir
dayısından 14'ü Osmanlı yönetimince idam edilmiştir. Biçimsel olarak Osmanlı
Devleti'ne bağlı olan dayılar atadıkları 'nazır' aracılığıyla merkeze danışmadan
diplomatik ilişkiler kurar, elçi kabul ederlerdi. Dayılar, yeniçerilerin ulufelerinden ve
limanlarda yerel beylerden pay alırlardı. Yerli ve yabancı tüccarlarla ortaklık
kurarlardı. Yaşamları sıkı kurallara bağlıydı; perşembe ve cuma günleri dışında özel
konutlara gidemezlerdi.

4. Osmanlının Garp Ocaklarından Faydalanması

a. Donanma açısından:

Osmanlı donanması, İstanbul'dan çıkan donanma ve kaptan paşa eyaletindeki


sancaklarla bazı eyâlet ve adalardan çıkan bey gemileri, Mısır donanması ve bir de
Garp ocakları donanması olarak dört kısımdan oluşmaktaydı. İstanbul'da kaptan
paşa kumandasında hazırlanan çekirdek donanma Haliçten çıktıktan sonra evvela
Beşiktaş önüne gelip bir iki gün sonra Yedikule'ye gider ve orada askeri yerleştirir ve
oradan Akdeniz'e hareket ederdi. Boğazdan çıkıldıktan sonra daha evvelden
donanmaya iltihakları emrolunan bey gemileri ile Garb ocakları gemileri gelip
muayyen yerde kaptan paşa ile buluşurlardı. Kaptan paşa maiyyetinde olan on dört
sancak beyinden her birinin bir kadırgası vardı. On yedinci yüzyılda 1030 H.-1621
M.'de İstanbul'daki donanmadan başka Akdenizde altı donanma bölgesi şunlardı:
1- Rodos beyi ile Kiklad adalarından Milos ve Santurin adaları gemileri, Sığacık
(Sakız adasının karşısında Anadolu sahilinde) ve Menteşe (Muğla) sancak beyinin
kadırgaları ki toplamı yedidir. 2- Sakız sancak beyinin yedi kadırgası 3- Kıbrıs
beylerbeyi kadırgası ile Magosa (Famagosta) Baf, Tuzla, Limasol, Girine (Girinyo)
beylerinin altı kadırgası 4- Mora kısmı olup Mora sancak beyinin iki gemisi ile
Mizistra, İnebahtı, Santa Mavra (Ayamavra) ve diğer altı kadırga ki mecmuu on bir
kadırgadır. 5- Mısır donanması olup beylerbeyi ve Dimyat beyinin gemileriyle diğer
altı kadırga 6- Akdenizin adalar ve sahil kısımları yani Midilli sancak beyi ile
Çanakkale, Limni, Kavala, Selanik, Ağrıboz, Andros, Şira, Naksos (Nakşa) ve Parüs
adaları beylerinin gemileri ki bütün bu Akdeniz filosu mevcudu -Garp ocakları hariç
olarak- kırk ikiyi bulmakta idi.

b. Akdenizin Güvenliği Açısından:

Bu eyaletler denize kıyıları bulunduğundan dolayı çok güçlü donanmalara


sahiptiler ve genel olarak Akdeniz'de korsanlık(O zamanki korsanlık faaliyetleri bugün
dilimizde kullanılan anlamından tamamen farklıdır) yaparak geçimlerini sağlıyorlardı.
Bu dönemde, onların izni olmadan ve onlarla bir antlaşma yapmadan Akdeniz
sularında dolaşmak pek mümkün değildi. Bunlardan en güçlüsü Cezayir olduğundan
en güçlü “Dayı”da Cezayir dayısıydı.

Ancak korsanların İstanbul ile ticaret ve Türk denizlerinde dolaşma anlaşması


yapmış olan memleketlerin bayrağını taşıyan gemilere saldırması yasak, ama diğer
gemileri yağmalaması serbestti (KOLOĞLU 2007).

Ön karakol vazifesi gören (KOLOĞLU 2007) Garp Ocakları, donanması ile


zamanın süper güçlerinden İspanyol donanmasını da bastırarak Osmanlının
Akdeniz’in tek hâkimi olmasında en büyük paya sahipti. O kadarki 18. yüzyılda
Amerika’yı bile haraca bağlamayı başarmışlardı.

5. Amerika Birleşik Devletlerinin Haraca Bağlanması

1776'ya kadar İngiliz sömürgesi olan Amerika bağımsızlık savaşını kazanmış


ve mücadelenin lideri George Washington, yeni devletin ilk başkanı seçilmişti.

Amerika artık diğer kıt'alara açılmak, ticaret ve deniz yollarında faaliyet


göstermek zorundaydı. Kongre'nin bu maksatla görevlendirdiği kişiler, Akdeniz'deki ilk
anlaşmayı 1786 Temmuz'unda Fas ile imzaladılar. Fas Sultanı, Amerika ile dost
olduğunu duyuruyor ve Amerikan gemilerinin Fas limanlarını kullanmalarına izin
veriyordu.

Osmanlı Devleti ile henüz benzer bir anlaşma yapılmamış olmasına rağmen,
Amerikan ticaret gemileri Akdeniz'de seyretmeye başlamışlardı. Cezayirli korsanlar,
1785'ten itibaren rastladıkları Amerikan gemilerine el koydular, mallarını yağmaladılar
ve denizcileri de esir olarak Cezayir'e götürdüler.

Başkan George Washington, Kuzey Afrika'da yaşanan bu hadiselerden


Kongre'yi haberdar etti ve 1795'te Joseph Donaldson başkanlığındaki bir Amerikan
heyeti görüşmeler yapıp anlaşmaya varmak üzere Cezayir'e gitti.

Joseph Donaldson ile Cezayir Dayısı Hasan Paşa, 5 Eylül 1795 günü
Cezayir'de bir 'Dostluk ve Barış Anlaşması' imzaladılar. Metin Türkçe olarak kaleme
alınmıştı ve daha önce Fas ile imzalanan ve Arapça olarak kaleme alınan 1786'daki
anlaşmadan sonra, Amerikan tarihinin İngilizce olmayan ikinci metniydi.

Cezayir Anlaşması'na göre Amerika, Cezayir'de bulunan esirlerin bırakılması


için Dayı'ya 642 bin 500 dolar 'haraç' ödeyecek ve her sene 12 bin Cezayir altını
eden 21 bin 600 dolar vergi verecekti. Amerikan Kongresi, anlaşmayı 1796'nın 7
Mart'ında onaylayınca, metin yürürlüğe girdi. Kongre, böylelikle Osmanlı Devleti'ne
resmen vergi mükellefi oluyordu.

Amerika, 1796'nın 4 Kasım'ında Trablusgarb'ın, 1797'nin 28 Ağustos'unda da


Tunus'un Dayıları ve Beyleri ile anlaşmalar imzaladı. Trablusgarb ile varılan anlaşma
uyarınca Amerikan tarafı Trablusgarp Bey'i Yusuf Paşa ile 'divan'ına Amerikalı
esirlerin iade edilmeleri karşılığında 40 bin İspanyol doları ödüyor, Trablusgarb'ın ileri
gelenlerine altın ve gümüş saatler, elmas yüzükler ve pahalı kumaşlardan yapılmış
kaftanlar vermeyi taahhüt ediyordu.

Yine Türkçe olan bu anlaşmanın ilginç taraflarından biri, besmeleyle başlayan


metnin hemen girişinde 'Bu belge dünyanın hakimi, denizlerin ve karaların
hükümdarı, kralların efendisi, sultanlar sultanı, imparatorlar imparatoru, Sultan
Mustafa Han'ın oğlu Sultan Selim Han'ın dikkatli nazarları altında imzalanmıştır.
Allah, O'nun hükmünü daimi kılsın' şeklindeki ifadelerin yer almasıydı ve bu ifadeler,
metni Türk tarafının dikte ettirdiğini göstermekteydi.

Amerika, 'Garp Ocakları'na vergisini 19. asrın ilk çeyreğine kadar ödemeye
devam etti ama bu mükellefiyetten daha sonra güç kullanarak kurtuldu. Trablusgarp
Paşası'nın 1801'de kendi başına Amerika'ya savaş ilan etmesi üzerine bir Amerikan
donanması limanları bombaladı, sahile asker çıkardı. Aynı gelişmeler daha sonra
Cezayir'de ve Tunus'ta da yaşandı. 1824'e gelindiğinde, Amerika, vergi ödeme
yükümlülüğünden artık tamamen kurtulmuştu.

Amerika ile Osmanlı eyaletleri arasında imzalanan bu metinler, Amerikan


diplomasi tarihinde 'Barbary Treaties' yani 'Barbary anlaşmaları' olarak geçer.
'Barbary' kelimesi, aslı 'Barbarosa' olan ve 'kırmızı sakal' anlamına gelen
'Barbaros'un kısaltılmışıdır, yani gerisinde Barbaros Hayreddin Paşa'nın hatırası
vardır ama bir görüşe göre de Kuzey Afrika'nın yerli halkı olan 'Berberilerden
kaynaklanır.

Bu anlaşmaların metinleri, Yale Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nin başlattığı


'Avalon Projesi' çerçevesinde yayınlandı ve bir kısmı da Dicle Üniversitesi Hukuk
Fakültesi doçentlerinden Hasan Tahsin Fendoğlu'nun 'Modernleşme Bağlamında
Osmanlı-Amerika İlişkileri' isimli kitabında yer aldı.

a. Birinci Berberi Savaşı

Kuzey Afrika'da bulunan Fas Sultanlığı;Cezayir,Tunus ve Trablusgarp(şimdiki


Libya) Beylikleri ile Amerika Birleşik Devletleri arasında 19. y.y başlarında Kuzeybatı
Afrika ve Akdeniz sahillerinde meydana gelen çatışmalardan ilkine Amerikan
tarihinde First Barbary War (Birinci Berberi Savaşı) denmektedir.

Birinci Berberi Savaşı


Tarih

1801-
1805

Bölge

Kuzey
batı
Afrika
ve
Akdeni
z
sahiller
i

Sonuç

Amerik
a
Birleşik
Devletl
eri'nin
zaferi
ve
barış
antlaş
masını
n
imzala
nması

Taraflar

Amerika Birleşik Berberi Devletleri


Devletleri (Osmanlı Devleti'ne
bağlı)

Kumandanlar

Richard Dale
Hasan Bey
Wiliam Eaton
Murat Reis
Edward Preble

Güçler

7 gemi
10 US denizaltı ve
denizcileri 4000
Hristiyan paralı asker
Arab paralı asker

Kayıplar

2 gemi tahrip oldu


2 denizci öldü
3 yaralı
Bilinmiyor
Hristiyan ve Arab paralı
askerleri öldü ve
yaralandı(kesin değil)

6. Garp Ocaklarının Yitirilmesi

Cezayir’in, XVIII. yüzyıla gelindiğinde, önceki yüzyıldaki kuvveti ve hâkimiyeti


zayıflamaya başladı. Fransız donanmasını 1681’de mağlup ederek yirmi dokuz
gemisini zapteden Cezayir ocağının, sonraki yüzyılda donanması zayıfladı ve daha
önce burada bulunan asker sayısı yirmi bin iken, bu devrede beş bine, iki bin beş
yüze kadar düştü. Dayılar tarafından yönetilen Mağrip Ocakları (Cezayir, Tunus,
Trablusgarp) XVIII. yüzyıldan itibaren giderek eski kuvvetini kaybetti. Bu gelişmede,
dayıların birbiriyle çarpışmaları kadar, imparatorluktan bağımsız hareket etmeye
eğilimleri de etkili olmuştu (Uzunçarşılı 1983b:253-258). Cezayir’de Türk siyâsî
hâkimiyeti tam 300 yıl sonra 1830’da, Fransızların Türk-Arap kuvvetleriyle çarpışarak
burayı ele geçirmesiyle sona ermiştir.

Fransa'da uyguladığı ekonomik politikasının başarısızlığını örtbas etmek,


uyguladığı baskı yönetimine karşı ortaya çıkan iç huzursuzluğun dikkatini dışarıya
çekmek ve Batı Akdeniz'de Fransa'nın üstünlüğünü sağlamak isteyen Kral X.
Charles, Cezayir'deki Osmanlı valilerinin (Cezayir dayıları) Akdeniz'de korsanlık
yapmalarını bahane ederek, 1830 yılında ülkeyi işgal etti. 1827 yılında Navarin'de
donanmasını yitiren ve böylece eli kolu bağlı bulunan Osmanlı devleti de, kuru bir
protesto çekmekten başka bir davranışta bulunamadı. 1830 yılına gelindiğinde Doğu
Akdeniz'de Mora'yı, Batı Akdeniz'de de Cezayir'i yitiren Osmanlı devletinin
parçalanma süreci de hızlanmış oluyordu.

KAYNAKÇA:

---- “Birinci Berberi Savaşı (?). http://tr.wikipedia.org/wiki/


Birinci_Berberi_Sava%C5%9F%C4%B1.

BARDAKÇI, Murat (2003). “Amerika bir zamanlar vergi ve ‘haraç' mükellefimizdi” adlı
makale. 20 Temmuz 2003: http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/
haber.aspx?viewid=292885.

---- “Garp Ocakları”. Türkçe Bilgi Sitesi. 14 Ağustos 2007. http://www.


Turkcebilgi.net/bilim/osmanli-tarihi/.

BRAUDEL, Fernand (1993) II. Felipe Döneminde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası 1.


(Çev. M.Ali Kılıçbay), Ankara: İmge Yayınevi.

BRAUDEL, Fernand (1994) II. Felipe Döneminde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası 2.


(Çev. M.Ali Kılıçbay), Ankara: İmge Yayınevi.

“CEZAYİR”, Türk Ansiklopedisi X, (1960) Ankara: Maarif Matbaası, 312-328.

UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı (1983a) Osmanlı Tarihi II, Ankara: Türk Tarih
KurumuYayınları.

UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı (1983b) Osmanlı Tarihi IV, 2. Kısım, Ankara: Türk Tarih
Kurumu Yayınları.

KOLOĞLU, Orhan, Dr. (2007). “Türkler Çağında Cezayir’de Yaşam”. Tarih ve Toplum
Dergisi, 32-36. Sayılar (Ağustos - Aralık 1986 ) "Garp Ocaklarında Anadolu
Delikanlıları" başlıklı yazı dizisi.

Filali, Kamel (1998). "Leş Kulouglis : Deş Algeriens descendants des Turco-
Ottomans. Histoire de la fusion d'une ethnicite dans 1'identite algerienne =
Kuloğlu'lar: Osmanlı Türklerinin ahfadı Cezayirliler. Cezayir kimliği içinde kaynaşan
bir kavim." 13.CIEPO Kongresi, Viyana, 20-25 Eylül 1998.

ALTAN, Mehmet (2006). “Dayı”. Aktüel Pazar Yazıları. Internet Makalesi. http://
www.mehmetaltan.com.

RASİM, Ahmet (1994). Osmanlı Tarihi. MEB Yayınları, Araştırma-Tarih Dizisi.

Kuran, Ercüment (1957). Cezayirin Fransızlar tarafından işgali karşısında Osmanlı


siyaseti : (1827-1847) İstanbul Üniversitesi Yayınları; 781.

You might also like