You are on page 1of 17

Sunu_______________________

Sunu _______________________

İnsanların canı havaya benzer... tozla karıştı mı gökyüzünde perde olur, gökyüzünü göstermez.
Güneşin görünmesine mâni olur.., fakat tozu gitti mi sâf ve parlak bir hâle gelir. Canın kapkara
olmakla beraber Tanrı, kurtuluş yolunu bulasın diye sana rüyalar göndermiştir . Hz. Mevlâna Mesnevi
IV 2485 ( MEB Yayınları )

Bu çalışmada rüyalara yeni bir yorum yaklaşımını sunmaya çalışacağım. Çıkış noktamız yine insanın aslının,
özbenliğinin bilge bir dost olduğu ve Yüce Rabb’inden aldığı feyz ile biz " dünya sahnesinde ki oyunculara "
öğretici bir senaryo sunduğu varsayımı olacak.

Hz.Muhammed’den ( sav ) aktarılan bir hadisten; " rüyaların nübüvvetin ( peygamberliğin ) kırkaltıda biri
" olduklarını biliyoruz.

Bizim inancımıza göre peygamberlik müessesi Hz.Muhammed ( sav ) kapanmıştır ama ilham yolu insanlığa
daha hala açıktır. Eğer bu sav gerçekse, insanlık farkına varmadan muhteşem bir hazine üstünde oturuyor,
demektir. Doğru anahtar kullanılırsa, rüya mesajı çözülür, kod açılır ve biz insanların karanlık gecesinde,
muhteşem bir mehtap ortaya çıkar.

" Sağa sola bakma, sen kendine bak. Eteğim boştur, diye de sakın üzülme. Senin göğsünde bir dolunay
gizlidir. " ( Muhammed İkbal Peyâm-ı Maşrık, s:96 )

Son senelerde terapilerim ve rüya yorumları beni büyük oranda heyecanlandırdı. Şaşkınlık ve hayret içinde,
terapiye katılan kişiyle beraber, bize " sahnede " sunulan oyunu izlemeye başladık. Her seferinde senaryonun
yazarı, " rahatsız " insanın özbenliğiydi ve bu özbenlik değişik sembolleri kullanarak, bizlerle bağlantı
kurmaya çalışıyordu. Bazen o denli şaşırdık ki, kendimizde yorum yapacak gücü bile bulamadık, sustuk
kaldık.

Sizlerle yaşadıklarımı paylaşmak için bu makaleyi kaleme alıyorum ve değerli katkılarınızı bekliyorum.
Aradaki farkı belirlemek için, çok kısada olsa, psikoanaliz sürecinde uygulanan diğer bazı yorum
yaklaşımlarına değineceğim.

Psikiatrist Dr. Med. N. Mustafa Merter

[www.benotesi.com]

Ben Ötesi Rüya Yorumu

YORUMSUZ tarafından derlenmiş ve size e-kitap olarak sunulmuştur.

1. Basım: Kasım-2003

2. Basım: Şubat-2005

1
Sunu_______________________

http://ferid_hakki.sitemynet.com

- yorumsuz bildiri -

İnsanlığa gerçekleri anlattığına inandığımız

düşünürlerin, yazarların, aydınlanmışların ilimsel üretimlerini sizlerle paylaşmaktan başka bir arzumuz
yoktur.

Biz bir başka insanı değişim-dönüşüme uğratamayız .

Bizim yapabileceğimiz tek şey değişim-dönüşümün meydana gelebileceği, hoşgörü ve sevginin girebileceği

bir alan, bir boşluk yaratmaktır.

Dileğimiz size yararlı olabilmek...

Evreni (algılayamadıklarımız dahil) yöneten ve farklı adlarla işaret edilen Yüce Gücün bu arzumuzu yerine
getirmemiz için, önümüzü açık etmesini diliyoruz;

“Eğer bu duanın gerçekleşmesi, bizler ve tüm yaşam adına en iyisi olacaksa...”

http://ferid_hakki.sitemynet.com

Ben Ötesi Rüya Yorumu

İçindekiler

FREUD ve RÜYA

Carl Gustav JUNG VE RÜYA

F.PERLS VE RÜYA

BEN ÖTESİ PSİKOLOJİSİ AÇISINDAN RÜYA YORUMU

Yayın Listemiz

2
Sunu_______________________

http://ferid_hakki.sitemynet.com

Ben Ötesi Rüya Yorumu

FREUD ve RÜYA

" Rüya Yorumu " ( 1900 ) adlı kitabında Freud, nerdeyse her rüyayı bir " arzu tatmin etme - wish fulfillment "
süreci olarak görür. Böylece rüyalar, " id - dürtüsel nefs " in arzularının, hayali de olsa, gerçekleştikleri bir
yardımcı tatmin olma yolu olarak telâkki edilir. Uyanık iken ego-nefs, haz alma, tatmin olma ve böylece
gerilimden kaçınma çabaları gösterir. Ama gerçekte, vicdan-üstbenlik, bu duyguların gem vurulmadan
yaşanmalarına izin vermediği için, rüyalar devreye girer.

İd-dürtüsel nefs için önemli olan tatmin olma ve birikmiş enerjiyi çıkarmadır. Freud açısından rüyaların bir ilk
göze çarpan (manifest ) ve birde gizli ( latent ) anlamları vardır. Freud’cü rüya yorumu rüyaların bu iki yönü
arasındaki ilişkiyi araştırır.

Rüyanın gizli anlamı, rüya "sansürcüsü" tarafından, yön değiştirme, yoğunlaştırma ve sembolleştirme
metotları ile örtülür ve rüya bize bu sansürlü haliyle sunulur.

Rüya oluşumu Freud’e göre şöyle gerçekleşir : Gün boyu yaşanan ve ilk bakışta önemsiz gibi gözüken
olaylardan bir tanesi, rüya bilinci tarafından seçilir. Bu seçim, çocuklukta yaşanmış ve bilinçdışına itilmiş bir
duygu ile ilgilidir. Böylece rüyanın bir ayağı bugünkü günde, bir ayağı da çocukluktadır. Buraya kadar Freud
mantığı anlaşılabilir haldedir, ama buradan sonra Freud öyle basit bir spekülasyon yapar ki, akıllar durur.

Çocuklukta ki zedelenme "ödipus kompleksi" dir, yani erkek çocuk annesi ile cinsel ilişki kurmak ve
babasından kurtulmak ister ve babası tarafından hadım edilme korkuları yaşar ! Freud’e göre her erkeğin
kalbinin derinliklerinde yatan en "korkunç sır" budur. Ve bu sır her gece, kamufle edilmiş bir şekilde
rüyalarda yaşanır. Bu açıdan değerlendirildiğinde rüyaların fonksiyonu, gerçekleşmemiş arzuların tatminidir.
Tabii, erkek cinselliği insan varoluşunda bu denli ön plana çıkınca, penisleri olmadığı için "doğuştan sakat"
kadın dünyası da "penis kıskançlığı" yaşar...

Bu satırları okurken aman canım Freud’den bana ne demek maalesef mümkün değildir, çünkü Freud’cü olsun
veya olmasın, Freud ve psikoanaliz batı dünyasının düşünce yapısını hayat ve insana bakış tarzını derinliğine
etkilemiştir. Bu etki batı medeniyeti ile kısıtlı kalmaz, özellikle Hollywood film endüstrisi ve televizyon
vasıtasıyla bütün dünyaya yayılır.

"Modern, çağdaş, özgür" kadın konusunda, kadının bu "sözde" yetersizliği ile ilgili birkaç örnek vermek
istiyorum.

Eğer kadın Freud’ün öne sürdüğü gibi doğuştan gelen bir fıtrî yetersizliğe inanmış veya inandırılmışsa, o
"zavallı kadın" bir ömür boyu bu yetersizliği aşma çabalarına sarılabilir ve bu çabalar iki yönde olabilir.

3
Sunu_______________________
Fıtrî (ilk yaratılış) yapısına uymayacak bir şekilde, maddi güç, etkinlik, mevki, iktidar peşinde aşırı derecede
koşan kadın, farkına varmadan "erkekleşmeğe" bir tür erkek karikatürü olmaya başlar. Asli güzelliklerini,
bilgeliğini, yaratıcılığını, sezgiselliğini, merhametini, bu erkeksi varoluş tarzıyla yitirdiği için, gittikçe
aslından kopar, bilmeden aslına ihanet etmiş olur.

Ne dediğimi kendi gözlerinizle görmek için CNN televizyonunu açın ve yabancı hanım sunucuları tefekkürle
izleyin (tefekkür, derinliğine düşünme demektir). Böylece batı dünyasında ve ABD’de gittikçe artan oranlarda
izlediğimiz, " emansipe " olmuş erkek kadınlar meydana çıkar. Bu "erkek kadın" her alanda erkeği aşma,
"penis" siz olmasının intikamını alma arayışındadır.

Bu kadınlar için erkek kadın ilişkisi zoraki bir "dürtü tatmin" sürecine dönüşmüştür, bir çoğu da zaten
heteroseksuel (erkek, kadın arası fark gözetmeyen) bir cinsel hayatı seçerler. İlle de " çocuk" isteniyorsa, bir
bara gidilip, kuvvetli bir "aygır erkek" seçilir, hamile kalınır ve doğacak çocuğa babasının kim olduğu kasıtlı
bir şekilde söylenmez, söylenmez çünkü ilişkinin sorumluluğu taşınmak istenmez.

Kaliforniya’dan başlayarak tüm dünyaya yayılan bu, son derece bencil tutum (çocuğunu bile bile babasız
bırakmak, bilmem hangi ahlâk kodeksine uyar) artık belirli bir kesimin istisna-i hayat tarzı değil, gittikçe
yayılan bir sapık davranış türüdür.

Saygıdeğer medyamızın, bu tür davranışları sergileyen şaşkın insanların hayat tarzını "rating" arayışı ile örnek
diye sunması ve gittikçe büyük şehirlerimizden başlayarak tüm ülke sathına yayılan "bar kültürü" kanımızca
bu rahatsızlığın gittikçe yayılmasının ana nedenleridir. "Kaliforniya Sendromu" adlı çalışmamda bu konuları
daha derinliğine irdelemeye çalışacağım.

Bir yandan erkekleşen bu "değersiz kadın" bir yandan da değerli olma çabalarını bir başka yönde sürdürebilir,
"zıynetlerini" teşhir etmeğe başlar (zıynet; süs eşyası, teşhir etmek sergilemek demektir). Doğuştan gelen
"yetersizliği" ile kadın, değerli olmak için, dişiliğini aşırı derecede sergilemeli, tüm erkek dünyasına
bedeninin mahrem yerlerini görüntü olarak sunarak "şerefini" kurtarmaya çalışmalıdır. Ama burada aslında
insani değerler açısından trajik bir süreç yaşanır. Batı dünyasının sözde özgür kadını farkına varmadan,
değerli olayım derken, cinsel nesne haline dönüşür, kendi bedenini "pazarlar" hale gelir ve de en kötüsü, öz
benliğinden uzaklaşır, ruhu kararır.

Reklam endüstrisinin panolarında, televizyonda gördüğümüz çıplak genç kızlarımız, analarımız, bacılarımız
hepimizin bildiği örneklerdir. Genelde biz bu resimlere baktığımızda, insan psikolojisinin çok basit bir
savunma mekanizmasını kullanarak, "bu nasıl olsa benim, kızım, bacım, anam değil" diyerek, olayın
vahametini örtbas ederiz. Ama bu tutumumuzda devasa bir yanılgı ve haksızlık yatar.

Gelin bu anlattıklarımı kanıtlayacak bir deney yapalım : Günlük gazetemizin arka sayfasında ki veya hafta
sonu ekinde ki yarı çıplak bir manken kızımızı seçip, resimde ki baş kısmını bir makasla keselim. Ve yine bir
yakınımızın, ki kızımız, bacımız, anamız olabilir herhangi aynı boydaki bir resmini bulup, acımayıp o resmin
de baş kısmını kesip, birinci resmin üstüne yapıştıralım. Bu uygulamayı gerçekleştirirseniz, ilk aşamada
aklınız duracak ama bedeninizin mide bölümünde bazı "his" ler oluşacak.

İşte oluşacak bu hislere güvenin, çünkü aklın durduğu yerde yüce Rabbimiz bizlere başka organlarımız
vasıtasıyla yayın yapar. Biz doğunun bilge insanları, İslam ve tasavvuftan binlerce senedir ilham almış
insanlar olarak tabii ki o manken kızın, bizim kızımız, bacımız, canımız olduğunu biliriz, sadece
bildiklerimizi bir süre için unutmuşuzdur, o kadar !

Bu satırları okuyan bazı okuyucular, ama o kız yetişkin bir insan, bunu bilerek yapıyor derlerse, yine sizlere
küçük ve çok basit bir uygulama önereceğim. Lütfen bir büyüteç alın ve o kızlarımızın sağ ve sol gözlerinde
ki ifadeye, yine tefekkür durumu içinde, derinliğine bir bakın, muhteşem bir mucizeyle karşılaşacaksınız,

4
Sunu_______________________

kızımız sizinle konuşacak ve sizde o mesajı, aklınızda değil, gönlünüzde hissedeceksiniz.

Nesneye indirgenmiş, papağan gibi her tarafı boyanmış, estetik ameliyatlarla aslından kopmuş, bedenin en
kutsal yöreleri kasap dükkânında ki etler gibi sergilenen, cüretkâr mini eteğiyle mahremiyetinin son sınırlarına
kadar açılıp dökülen, seks objesi , "modern - çağdaş" kadın, aslında bir insanlık trajedisidir. Onlar bilmese de
veya bildiklerini unutmuş olsalar da, biz doğu insanları aslında kadının kim olduğunu gayet iyi biliriz.

"Kadın Hak nûrudur, sevgili değil. Sanki yaratıcıdır, yaratılmış değil" Hz.Mevlâna Mesnevi I S 195 (
MEB Yayınları )

Bu örnekleri vermemin nedeni, psikoanaliz ve kullanılan rüya yorumu gibi insan ruhuna yaklaşım
yöntemlerinin, toplumların ruh sağlığı açısından olağanüstü, hayati önemlerini göstermek idi. İnsan ruhunun
tahlili konusu, palyatif-yüzeysel, spekülatif yöntemlerle analiz edilemeyecek kadar hassas bir alandır. Bu alan
hata kabul etmez, eğer yanlış bir yaklaşım yapılırsa, tüm toplumsal temeller sarsılır ve bina çöker,
"Kaliforniya Sendromu", çağın vebası tüm dünyaya sessizce yayılır.

Freud tüm yaşamı boyunca, insanın aslını, letâfetini göremediği için, rüyaları da tam anlamlarıyla
kavrayamamış ama hiç değilse rüyanın insanın iç dünyasını yansıtmada ki önemini tekrardan vurgulamıştır.

Carl Gustav JUNG VE RÜYA

Jung ’un bilinçdışı kuramı, Freud ile 3 alanda farklıdır. Jung’un bilinçdışı bağımsız bir gelişim sürecinin
sonucudur, bilinci tamamlar, evrensel ilk tasarımlar yani arketiplerin zuhur ettiği bir alandır.

Freud’de olduğu gibi Jung için de rüyalar bilinçdışına götüren en önemli kapılardır. Yukarıda gördüğümüz
gibi Freud için rüyalar, nefsin arzularını, özellikle çocuk cinselliğinin hayallerini, yerine getirme işlevini
yüklenirken, Jung rüyalarda daha değişik işlevler müşahede eder. Rüyalar bazı kaygıları ve bazı ileriye
yönelik arzuları dile getirebilirler veya rüyayı gören kişinin o an içinde bulunduğu durumu
yansıtabilirler.

Tüm bu çerçevede rüyalar yaratıcı, yol gösterici, uyarıcı ve hatta para psikolojik muhteviyatlı
olabilirler. Jung Freud’un öne sürdüğü görünen ve gizli rüya mesajı olgusunu kabullenmez, ona göre
görüntübilimsel olarak rüya ne gösteriyorsa, mesajı da odur.

Jung için arka arkaya görülen rüyalar, birbirleriyle ilintilidir ve yorum böylece daha geniş kapsamlı
yapılmalıdır. Freud rüya analizinde serbest çağrışım metodunu kullanırken, Jung "güçlendirme -
amplification" metodunu kullanır. Arketipsel rüya sembolleri Jung için çok önemlidir, çünkü zuhur eden
arketipler, bireyleşme - individuation sürecinde, birer önemli yol ayırımlarıdır.

Hayatta oynadığımız roller, özdeşleştiğimiz kişilikler, "persona" arketipi ile bize yansıtılır. Utandığımız, açığa
vurmaya çekindiğimiz alt-kişiliklerimiz "gölge" rüyaları ile meydana çıkar. Mesela itici bir insan tekrar tekrar
değişik rüyalarda gündeme gelebilir. Sonunda o "itici" insanın kendimiz olduğunu anladığımızda, bir de
onunla "barışmak " onu sindirmek gerekir. Böylece "gölge" kişiliğimiz zararsız hale gelir.

Analizin ileriki safhalarında, anima ve animus temaları gündeme gelir (Hem kadın hem de erkeğin ruhunun
derinliklerinde yerleşmiş kadın ve erkek imgeleri, mesela annemiz ile özdeşleştiğimiz yanlarımız vs...).
İçimizdeki anima (kadınsı yönümüz) veya animus (erkeksi yönümüz) ü diğer insanlara yansıttığımızda,
sempati veya antipati durumları oluşabilir.

Bireyleşme sürecinin ve Jung’cu analizin 3. ve en önemli evresi içimizdeki "yaşlı bilge" ve/veya "kutsal
evrensel kadın" arketiplerinin ortaya çıkmasıdır. Bu arketipsel temaslar, Jung’un "benlik - selbst" diye

5
Sunu_______________________

tanımladığı ve bizim "özbenlik" diye tanımladığımız kutsal ve aşkın kişiliğimizle tekrardan buluşmayı
sembolik olarak ifade ederler.

J.Taylor, Jung’cu rüya yorumunun kilit noktalarını şöyle özetler :

- Tüm rüyalar ruhsal sağlığımızı, tümcelliğimizi (bütünlüğümüzü) oluşturmak için "gelirler".

- Hiçbir rüya zaten bildiğimizi tekrardan bize göstermek için gelmez, hep muhteviyatında
yeni mesajlar vardır .

- Sadece rüyayı gören kişi rüyanın anlamını yakalayabilir. (Terapist bu süreçte, rüyayı gören
kişinin yanında bir rehber ve ayna rolünü oynar.)

- Tüm rüyalar, benzetmeler ve sembollerden oluşan evrensel bir dil kullanırlar .

Jung içimizde ki bu müthiş potansiyelin ilk belirtilerini modern ruhbilim açısından batı dünyasında tekrardan
keşfetmiş müstesna bir ruhbilimcidir. Ama özbenliği, uzaklarda, uzayda parlayan bir yıldız gibi görebilmiş,
asli, lâtif yönlerimizin yeterli analizini yapamamış ve ilâhi bağlantıyı kuramamıştır. Tıpkı keşfettiği Amerika
kıtasını Hindistan sanan Kolombus gibi Jung da ötenin ötesini görememiştir.

"Aslı lâtif insan " adlı çalışmamızda bu konuya yeterince temas ettik, ilgi duyarsanız lütfen oraya bir göz atın.

F.PERLS VE RÜYA

Gestalt terapisinin kurucusu Perls rüyaları, hayatımızda ki bitmemiş, kapanmamış süreçleri kapatabilmemiz,
noktalayabilmemiz açısından bize bizden gelen mesajlar olarak telâkki eder.

Perls rüyaya yaklaşımını aynen şöyle anlatır : "Gestalt terapisinde biz rüyaları yorumlamayız ama onlarla
daha ilginç bir şey yaparız. Analiz etme yerine biz rüyaları şu anda görüyormuş gibi, burada ve bu anda
tekrardan hayata getiririz."

BEN ÖTESİ PSİKOLOJİSİ AÇISINDAN RÜYA YORUMU

"Nefs-beden, gönlün gölgesinin gölgesinin gölgesindedir. Nerden nefs, gönül mertebesine erişecek ?
Adam uyur, ruhu, güneş gibi gökyüzünde parlar, nefs ise yorgan altındadır. Can boşlukta astar gibi
gizlidir, beden ise yorgan altında döner durur. Ruh, - Rabbimin emrindedir - gizlidir, Onun için nasıl
bir örnek versem anlatmaya imkân yoktur." Mesnevi VI S 261 ( MEB Yay. )

"Yüz binlerce yıllardır havadaki zerreler gibi iradesizdim. O zamanı ve o hâli unuttum ama uykuda bu
âlemden göçüp gitmem, bana o âlemden bir armağan."

Mesnevi VI S 2o (MEB Yay.)

"Gözünüz iki dirhemlik taş ağırlığında bir yağ parçasıdır ama ruhunuzun nûru göklere kadar her
tarafı kaplar. Nûr ise, bu göz olmadan da uykuda her şeyi görür... fakat göz, bu nûr olmayınca ancak
harap olup gider"

Mesnevi IV (MEB Yay.)

20 yüzyıl boyunca değişik ruhbilim ekollerinin katkılarıyla insan ruhu gittikçe daha anlaşılır bir hal almaya
başladı. Bu süreci yap-boz (puzzle) oyununa ve değişik ruhbilim ekollerini de resmi oluşturan parçacıklara

6
Sunu_______________________

benzetebiliriz. Resim veya şekil meydana çıkmaya başlayınca, çok garip ve beklenmedik bir olguyla
karşılaşıldı. Bu resmin ortasında, merkezinde, garip bir ışık belirginleşti. Bazı ekoller bu ışığın farkına
varırken bazıları da çevredeki parçacıklarla daha fazla ilgilenip bu ışığı göremediler.

Psikoanalitik, davranışçı, insancıl ( humanistic ), varoluşçu, benötesi akımlarını ve neredeyse sayısız diğer
yaklaşımları bu yap-boz oyununda ki resmin değişik bölümlerine benzetebiliriz. Sanki insan karanlık bir
gecede, el yordamı ile kaybettiği ruhunu arıyordu.

Çok geçmeden ışığı fark edenler, bu garip ışığın anlaşılması, kavranması için ellerindeki enstrümanların
yetersiz olduğunu anladılar. Ölçmek, biçmek, tartmak yetmiyordu. Aslında bu garip ışığın tanımlanması için
en gelişmiş yöntemlerin insanlık maneviyat mirasında olduğu birçok ruhbilimci tarafından seziliyordu. Ama
bu " bilimsellik dışı " yaklaşım yirminci yüzyılın bilimsel ahlâkına ve ciddiyetine uymuyordu...

Ve birdenbire, hiç beklenmedik bir yönden, modern bilimin en muhkem kalesinden, kuantum fiziği
alanından bazı şaşırtıcı haberler gelmeğe başladı. Bu denli değişmez, statik, belirgin, ölçülebilir sandığımız
maddesel evren, buzun güneşte eridiği gibi, gözler önünde erimeğe başladı. Heisenberg’in belirsizlik teorisi,
parçacıklar arasında ki ışık hızı ötesi iletişim -Bell teorisi- ve son senelerde tüm maddesel evrenin aslında
titreşim veya daha romantik bir deyimle "melodi" olduğunu savunan "iplikçik-string" teorisi, gündeme gelip,
bilimin her alanını etkilemeğe başladı.

Tüm bu gelişmeler tabii ki ruhbilime de yansıdı ve maneviyatçıların binlerce yıldır insan konusunda öne
sürdükleri tezlerin, sanıldığı kadar "uçuk" olmadıkları anlaşıldı. Maneviyatın psikoloji ile barışması, insan
ruhunu anlamaya çalışan biz ruhbilimcilerin önüne heyecan verici yeni kavrayış imkânları sundu. Kişisel
görüşümüze göre ruh konusunda artık "ucuz spekülasyon" döneminin bitmesi lâzım, bu alanın kutsal bir alan
olduğunu bilmemiz ve ciddiyetini kavramamız gerekiyor.

Temel veriler yüce Allah’ın son kitabında, Kur’an ı Kerîm’ de insanlığa sunulduğu için, biz ruh konusunda
öne sürdüğümüz her fikri, Rabbimizin son mesajına uygunluğu açısından tekrardan gözden geçiriyor ve
maneviyat büyüklerimize danışıyoruz.

Gelin şimdi bu yeni görüş açısından, benötesi psikolojisi açısından rüya yorumuna yaklaşalım.
"Biz insanı en güzel şekilde yarattık" (Tin Suresi 95/4) verisinden yola çıkarak, ki bu web sitesinde bulunan
gönül uyandırma bölümünde bu konuda ayrıntılı verileri sunduk, insanın derinliklerinde bir yerlerde, lâtif
duygularla bezenmiş, zaman mekân ötesi bir "özbenliği" olduğunu artık biliyoruz. İçimizde ki bu dolunay gibi
kusursuz varlık, Rabbimize en yakın olan yanımız yani aslımız, bizimle temas kurmak için sürekli yayın
yapıyor. Bu yayının ana teması "sen bu geçicilik âlemi ile yetinmeyecek kadar yücesin, sadece dünyaya
yönelik isteklerin oluşturduğu şu dar bilinç alanını terk et ve benimle buluş, yaşarken sonsuzluğu elde
et" mesajı.

Bu söylediklerimizi daha iddialı-sofistike bir şekilde dile getirirsek, "gel bir ontolojik sıçrama yap, daha
yüksek bir varoluş konumuna geç" mesajı ortaya çıkıyor. S. Kierkegaard’ın varoluş sıçraması gibi bir şey.

Buyurun şimdi özbenliğimizin rüya eğitim metodolojisine bir göz atalım. Anlatılanları kavramak için,
Assagioli’nin insan ruhunu temsil eden şemasını yine anımsayalım (bu web sitesinde- psikosentez-
bölümünde konuya değindik, lütfen göz atın). Biz de Jung gibi, bizim tarafımızdan bize sunulan tüm
rüyaların, muhteviyatları ne olursa olsun, özbenliğimiz tarafından eğitici amaçlarla sahneye konulduklarını
kabul ediyoruz. Televizyonda izlediğimiz bir korku filminin gösterilme amacı yapımcının para kazanma
arzusu olabilir ama rüyada bize yansıtılan mesela bir kâbusun, hiçbir maddi kazanç gütmeyen bir "dost" un,
yani özbenliğimizin bize dostça gönderdiği öğretici bir mesaj olduğuna inanıyoruz. Demek ki iyi, kötü,
ahlâklı veya ahlâksız her rüyanın bir anlamı var, bu anlamı kavramak için de şifreyi çözmek gerekli. Bu
öne sürdüklerimizi, yüce peygamberimizin şu hadisine dayandırıyoruz :

7
Sunu_______________________

"Rüyalar nübüvvetin kırkaltıda biridir".

Nübüvvet Allah’ın seçtiği yüce ruhların vahiy yoluyla aldıkları ilâhi mesaj ise, demek oluyor ki rüya da,
muhteviyatı ne olursa olsun, önemli veya önemsiz gibi gözüksün, ilâhi bağlantılı, yani kutsal bir süreçtir.

Rüya senaryosunun yazarı yani özbenliğimiz mesajını semboller vasıtasıyla, dolaylı olarak dile getirir. Sıkça
kullandığı yöntem, dikkatimizi çekmek için çarpıcı sahneler oluşturmasıdır. Bu sahneler şiddet dolu, tehlikeli,
ürkütücü, iğrenç, ölüm veya doğum temaları ile bezenmiş olabilir. Senaryonun yazılmasında ilham, önemsiz
gibi görünen güncel bir olaydan veya geçmiş bir hatıradan kaynaklanabilir. Sahnede oynayan oyuncular bazen
üçüncü kişiler, bazen özdeşleştiğimiz alt kişiliklerimiz ve bazen de özbenliğin ta kendisidir.

Bu aşamada gelin bir benzetme ve örnek ile rüya oyununun nasıl sahneye konduğunu beraberce yaşayalım.
Bir tiyatro sahnesi düşünün, bu sahnenin üst taraflarında bir yerde öz benliğimiz oturuyor. Elinde yazdığı
senaryo ve önünde değişik projektörler. loş bir ışık içinde bir nûr yumağı gibi parlayan ve dostça gülümseyen
öz benliğimiz ve sahnenin seyirci koltuklarında oturan izleyiciler, yani bizler

Birinci perde yavaşça kalkıyor ve öz benliğimiz rüyanın ileride ki perdelerine anlam verebilecek ilk, hazırlık,
prelüd sahnesini oluşturuyor. Dekor ve bir veya birkaç oyuncu... "Bodrum’da deniz kenarındayız, ılık bir yaz
günü, su ürünü enstitüsünün yakınlarında bir yerlerde. Üstünde balıkadam giysileri ile genç bir bayan, elinde
yeni çıkmış çok özel bir âlet. Bu âlet deniz altında hayat belirtilerini arıyormuş. Denizin sathı çok pis, petrol
atıkları, çöpler... Baştan iğrenmesine rağmen genç bayan dalmaya karar verip suya giriyor."

Yukarıda anlatılan ve bana terapide aktarılan bu rüyanın ilk sahnesinde, öz benlik amaçlı bir şekilde bu ilk
sahneyi oluşturmuş. Deniz bilinçdışını temsil ediyor ve üstündeki pislikler, Assagioli şemasının orta ve alt
bilinçdışı alanlarında ki bastırılmış, olumsuz, kabullenemediğimiz duyguları simgeliyor. Ama daha bu ilk
sahnede öz benliğimiz, rüya senaryosuna ümit verici bir öğe yerleştirmiş, hayat belirtilerini bulan âlet. Mesaj,
bak sana ilk aşamada iğrenç bile gelse, derinliklerde "hayat" var, sana zor bile gelse bu ilk adımı atıp suya
girmen gerekir, diyor.

İkinci perdeye geçiyoruz : "Genç hanım tüm iğrenme duygularına rağmen suya giriyor ve yavaş yavaş dalıyor.
Baştan su bulanık, fakat gittikçe daha berrak ve temiz bir hâle dönüşüyor. Ve bir süre sonra akıllara durgunluk
verecek oranda, sözcüklerle ifade edilemeyecek lâtif güzellikte, rengârenk mercan kayalıkları meydana
çıkıyor. Bir süre bu güzelliği hayretle izleyen bayan, mercan kayalıkları arasında coşku ile yüzüyor..." Bu
ikinci perdede öz benliği bayanı üst bilinç alanı ile temas ettiriyor ve belki de, -bak o pislikler bu güzelliği
yaşaman için gerekiyordu-, mesajını veriyor.

Üçüncü perdeye geçiyoruz : Bu kadar güzellik yetmiyormuş gibi öz benlik kararlı bir şekilde yeni bir sahne
oluşturuyor... "mercan kayalıkları arasından binlerce ufacık, gümüş renkli balıklar çıkmaya başlıyor ve tüm
sahne gümüşî beyaz bir renk alıyor ve genç bayan büyük bir hazla bu ortamda yüzüyor..."Evet bu üçüncü
perde, her türlü düalist, ayırımcı bilincin ötesine ki tevhit-birlik bilincinin yaşanması... Sadece pislikler,
çirkinlikler geride kalmadı,"güzellikler de" tek bir güzelliğe dönüştü, işte ontolojik sıçrama diye
tanımladığımız ve rasyonel aklın artık nüfûz edemediği bir alan.

Terapi süreci boyunca öz benliğimiz kâh bu "pisliklere" ışık tutarak ama kâh da üst bilinç alanında ki lâtîf
yönlerimizi bize yansıtarak, hatta bazen kendisi de sahneye inerek bize müthiş bir oyun sergiliyor. Sanki üç
boyutlu bir satranç oyunundayız! Terapi sürecinde öz benliğimizin bizleri üst bilinç alanı ile temas
ettirmesinin bir nedeni de, "bak sen sadece, kötü huylarından, komplekslerinden ibaret değilsin, bir de
bu aslî, lâtîf yönlerin var" mesajı...

Şimdi bir düşünün biz bu hanımın rüyasını klasik Freud’cü psikoanaliz yöntemiyle inceleseydik, belki de
hanımın "hayat bulan âletini" bir fallus (=çük!) sembolü olarak tâbir edecek ve bu şekilde genç hanımın

8
Sunu_______________________
"penis kıskançlığını", kadınsı yetersizliğini aşmak istediği vs... gibi sonuçlara varacaktık... Bu muhteşem rüya
bir "çük" rüyası hâline dönüşecekti! Halbuki rüyanın son kısmında, öz benliğimizin bize yaşattığı birlik-tevhit
bilinci, artık bırakın erkek-kadın ayırımı, her türlü ikilemci - düalist düşüncenin giremediği bir birlik bilinci
alanı.

Burada Sezar’ın hakkını Sezar’a verelim ve Freud hakkında küçük bir ayrıntı sunalım. Fransız şair Romain
Rolland ile Freud arasında, 1927 yıllarında bazı yazışmalar olduğunu biliyoruz. Freud Rolland’a -Bir hayalin
geleceği- adlı küçük bir kitabını hediye etmiş ve Roland’da teşekkür cevabında, kendisinin Freud’ün din
konusunda ki düşüncelerine tamamen katıldığını anlatırken (Freud bu kitabında dinin bir hayal olduğunu
vurgular) bir de, insanın içinde oluşabilecek, Freud için yepyeni bir duygudan, "okyanus duygusu" ndan söz
eder.

Roland’ın meditatif deneyimleri vardı ve kendisi Hintli Guru, Ramakrişna’nın müridiydi. Bu okyanus
duygusu fikri Freud’un içinde bir şok dalgası yaratır ve aslında içeriye doğru sınırsız diye telâkki ettiği
bilinçdışının yanı sıra insanın birde dış dünyaya dönük "sınırsızlığı" olabileceğini varsayar. Çıkış noktası,
anasının memesinde bebeğin anası ile yaşadığı birlik duygusudur, bu birlik içinde beraberce yaşanan bir
aşktır.

Ve 1938 yılında, 82 yaşında, bir ömür boyu insan ruhunu inceledikten sonra Freud, maneviyatın içsel
boyutlarını araştıran bir yol olduğunu kabul eder ve şöyle der : "Maneviyat ego ve id’in sınırları dışında ki
alanın karanlıklar içinde kendi kendini algılamasıdır." (Mysticism is the obscure self-perception of the realm
outside the ego , of the id) (1)

Bu satırların yazarı muhteremin ne dediğini anlamadım, umarım siz anlarsınız.

Şimdi öz benliğin bu kez "gölge" yönlerimize ışık tuttuğu bir rüya ile çalışmama devam etmek istiyorum. Bu
rüya son günlerde kendi gördüğüm bir rüya...

"Bir cadı, çocuğunu göstermek için beni Bodrum’da bir eve çağırıyor. Çağırıldığım ev yakın geçmişte
kendisiyle çok derin bir muhabbet yaşadığım ve doksan küsur yaşında Hakk’a yürüyen, manevi annem
rahmetli Fatma hanımın evi. Bu cadı beni daha önceleri bir yerlerde uzun süre hapis etmiş ve ben kendisine,
-bir daha böyle yaparsan sonun olur- diye bir tehdit savurarak yine de o eve gidiyorum. Çocuk ile
karşılaştığımda, çocuk beni tanımıyor ve -senin gözlerin yeşil renkliydi ve saçlarında dalgalı idi- diyor. Hafif
bir uyku hali basıyor ve cadı sırtımı kaşıyor... Bu arada erkek çocuk büyümüş, aslan gibi bir delikanlı olmuş,
çıkıp evden gittiğini görüyorum. Bende kalkıp gitmeye karar veriyorum ve küçücük mütevazı Bodrum evine
son bir kez bakıp rahmetli Fatma anacığımı anımsıyorum, -şimdi nerelerdesin- diyorum."

Evet şimdi gelin bu rüyayı ben ötesi psikolojisi açısından yorumlamaya çalışalım... Öz benliğim bana
içimdeki çift değerli anne duyguları ile ilgili, bilinçdışımın gölgesinde kalmış bazı duygularımı yansıtmak için
bu senaryoyu sahneye koyuyor ve bizde sizlerle birlikte seyirci koltuğundan bu oyunu izliyoruz.

Aslında benim nörotik özgeçmişim, neredeyse üstüne bir kitap yazılacak kadar karmaşık ve kasvetli bir hayat
hikâyesi. Yaptığı, bana göre o zamanlar affedilmez gibi gelen bir hatadan dolayı, 19 sene boyunca annemi
görmemiş ve hatta yüzünü bile "unutmuştum". Evet içimde ki "bilge ben" bu kez projektörü annemin üstüne
yöneltiyor ve o denli yoğun yadsıdığım "hassas alana" girebilmem için sahneyi Fatma annemin evine
çeviriyor ! O Fatma anne ki hayatımda en çok sevebildiğim kadınlardan bir tanesi. (Kohut’ a göre
idealleştirilmiş aktarım...)

Öz benliğimin bana ilk yansıttığı alt-kişiliğim, içimdeki öfkeli, şüpheci, haksızlığa uğramış çocuk. Çocuk o
tehlikeli alana girmeyi kabul ediyor, ama önce anneyi tehdit edip, tedbirini alıyor. Fatma annemin evinde ki
çocuk beni tanımıyor, burada ki mesaj, o öfke, kuşku dolu "ben" in ne denli "Ben" olmadığım. Çocuk sen o

9
Sunu_______________________

değilsin diyor ve benim güzellik ideallerim olan, yeşil gözlü, kıvırcık saçlı (rahmetli babam yeşil gözlü ve
dalgalı saçlı idi) bir insandan söz ediyor.

Öz benliğin burada ki mesajı, benim ne denli ideallerimden uzaklaştığım... Ve bu sahne bir diğer
alt-kişiliğimin sergilenmesi ile devam ediyor, içimdeki sevgi muhabbet arayan o mahzun, öfkeli çocuk,
annesine sırtını kaşıttırıyor ve bir anlamda ilişki köprüsü tekrardan kurulmuş oluyor.

Bu arada, tüm bu karmaşaların ötesinde olan evdeki çocuk "büyüyor" ve evi terk ediyor, yani yapmam
gerekenler konusunda bana yol gösteriyor. Ve bende kalkıp, son bir kez hasretle bakıp, bu "ana evini" terk
ediyorum, içsel bağımsızlığıma kavuşuyorum.

Burada gözlemlediğimiz "rüya oyununun" üç protagonisti var, tüm senaryonun yazarı ve sahneye koyucusu,
öz benlik, sahnede ki oyuncular, alt kişiliklerim ve biz seyirciler. Bildiğiniz gibi oyunu dışardan izleyen, artık
sadece o oyunun oyuncusu olamaz, anlayış, hoşgörü ve muhabbetle oyunu izler...

Bu aşamada benötesi rüya yorumunun getirdiği yenilikleri tekrarlayalım : Aslı mükemmel ve bilge olan
insana, kendinden kendisine, kişiliğini tamamlayıcı, yol gösterici, aydınlatıcı, hidayete erdirici mesajlar gelir.
Bu müjde, ümit, iyilik, hoşgörü, anlayış dolu mesajlar bizlere, ilham, çağrışım, hayal, sezgi ve rüya vasıtasıyla
ulaşır. Rüya mesajında öz benliğimiz projektörü ruhumuzun değişik katmanlarına yönlendirerek varlığımızı
aydınlatır. Bu "Işık" kâh bilinçdışımızın gölge yanlarına, yani ikincil alt-kişiliklerimize, kâh bugünkü
hayatımızda ağır basan rol kişiliğimize (persona) ama en önemlisi aşkınlık yönlerimize yani
üst-bilinçdışındaki lâtif, aslî duygularımıza yansır. Ve öyle bir an gelebilir ki, karanlık bulutlar arasından
mehtap tüm ihtişamı ile meydana çıktığında, tüm dünya, ayrılıkların ötesinde tek bir gümüşî renge bürünür.
Yüce Allah(cc)’ımız inşallah hepimize bu "aydınlığı" yaşamayı nasip eyler.

Genelde ki gibi biz modern , "çağdaş" insanlar, günlük rasyonel-aklî bilincimizi aşırı önemsediğimiz için rüya
kapısını ve gördüğümüz manzarayı ciddiye almayız, gülüp geçeriz. Halbuki insanlık tarihine şöyle bir göz
atarsak, tüm geçmiş "ilkel" toplumlarda rüya bilincinin ciddiye alındığını ve önemli hayati kararların
arifesinde "yol" gösterdiğini, toplum yararına faydalı mesajlar verdiğini görürüz.

Bizim tarihimizden de bu konuda sayısız örnekler verebiliriz. Meselâ padişah III.Ahmet’in, Aziz Mahmut
Hudai Hz. ne yorumlattırdığı, "frenk pehlivanı ile yaptığı güreşte sırtının yere gelmesi" rüyası şu anda aklıma
gelen bir örnek. Bilindiği gibi Sultanın rüya mektubu daha eline geçmeden Hazret, gönül yoluyla rüyayı
algılamış ve şaşkın ve hayret içinde ki padişahın özel ulaklarına, kendisine ulaştırılan mektubu okumaya
zahmet bile etmeden, cevap mektubunu vermiştir.(2)

Günümüzde bile daha yozlaşmamış bazı topluluklarda bu rüya ile eğitim metodu kullanılır. Meselâ
Hindiçînide ki " Senoi " kabilesinde olduğu gibi, her sabah kabile toplanır ve şamanın önderliğinde rüya grup
terapisi yapılır, korkulu rüyalar, faydalı rüyalar haline dönüşür. "Genç bir çocuk ormanda bir patika yolda
yürürken, çok büyük bir akreple karşılaşır ve beyhude bir mücâdeleden sonra dehşetle uyanır"... Ertesi sabah
şaman aktif rüya güçlendirme metodu ile çocuğa rüyayı devam ettirir ve o akrebi nasıl yakalayıp, zehrinden
ilaç yapılabileceğini gösterir. Benzer rüya yaklaşımlarının Avustralya yerlileri arasında da uygulandığını
biliyoruz.

İçimizdeki "dost" un varlığının meydana çıkması ve lâtîf duygularımızı fark etmemiz, benötesi psikolojisin
bizlere sunduğu en inanılmaz ve en muhteşem yeniliklerdir. Ve sizlerden başka hiç kimse, size bu
söylenenlerin doğruluğunu kanıtlayamaz, sadece yansıtır. Çalışmama yukarıda sözünü ettiğimiz lâtîf duygular
üzerine bazı acizane görüşlerimi aktararak devam ediyorum.

"Lâtîf" tabirine Kur’an ı Kerîm’in değişik âyetlerinde rastlıyoruz (Bak. 22/63, 12/100, 6/103, 33/34, 31/16).
Kelime anlamı olarak, son derece ince, nüfûz edilemez gibi, normal duyularla kavranamayacak nitelikleri,

10
Sunu_______________________
tanımlar. Letâfetin doruk konumu Allah’ın kendisidir[zâtı] ve Kur’an’da, "nüfûz edilemez olan-huve’l lâtîfu"
anlamını taşır. Ayrıca "lâtîf" Allah’ın 99 güzel isimlerinden biridir.

Yine yüce Kur’an’dan anladığımız kadar, Yaratan insana "kendi ruhundan üflemiştir" (58/22, 32/9) bu şu
anlama gelebilir, eğer insan varoluş ekolojisini koruyup, sağlıklı bir gelişme yolu izlerse, sonsuzlukla temas
edebilir ve bildiğimiz yeteneklerinin ötesinde, aklî, duygusal, sezgisel lâtîf yeteneklere sahip olabilir. Gelin
şimdi öz benliğimizin lâtîf duygularla ilgili eğitim metodunu gözlemleyelim, bizlere hârikulâde duygular
yaşatarak "neyi" amaçladığını araştıralım.

Hani günlük hayatımızda, çalıştığımız yerde veya evimizde kulağımıza bazı sesler gelir, bir yerlerden bir
adam gel şu dünyayı, "yar geç-hayyal al felah" diye çağrıda bulunur... Bu çağrı aslında "boyut değiştirmeye"
bir davettir ve secde anında biz farkına varmadan bir başka boyuta girmiş çıkmışızdır, sessiz sedasız bir
mucize gerçekleşmiş, mutlak sandığımız bu dünya "yıldızlar kapısından-star gate‘ten", yani secde kapısından
geçilerek aşılmış ve tekrardan geri dönülmüştür.

Namaz ve secde anında yaşadığımız bu ontolojik sıçrama, bir aşkınlık-transcendence sürecidir. Bu arada
kullandığım yabancı tâbirler için özür dilerim, kendi dilimizi kullanmama konusunda o denli olumsuz
koşullandırıldık ki, bir şeyleri anlatmak için ister istemez "frenkçeye" sığınmak mecburiyetinde kalıyorum !

Öz benliğimizin rüyalarda bizlere yaşattığı akıl almaz güzellik ve duygularda aynı amaca hizmet eder, "gel
sadece bu dar bilinç alanına takılma, senin içinde tahminlerinin ötesinde, güzel âlemler var" mesajını verir.
Bir örnek verelim :

Aşağıda sizlere aktaracağım rüya, varlıklı, orta yaşlarında bir beyefendinin rüyasıdır. "Bodrum’da aşina gelen
bir yörede gezinmektedir, birdenbire önünde, çocuk başı büyüklüğünde, taşa benzer bir şey fark eder. Bu
-taşı- eline aldığında, aslında tuttuğu şeyin, akıl almaz güzellikte bir -kehribar- olduğunu görür. Bal sarısı o
renk, artık sözcüklere sığmaz, rasyonel tanımlama sınırlarını aşar. O kişi şaşkınlıkla elinde ki kehribarla
yoluna devam eder ve yol kenarında bir satıcının tezgâhını görür.

Tezgâhın üstünde değerli hediyelik eşyalar vardır ama, tezgâhın ilk baştan görünmeyen bir alt bölümünde çok
daha değerli sanat eserleri sergilenmektedir. Bu değerli eserlerin burada ne işi var diye düşündüğünde başını
yukarı doğru kaldırır ve şaşkınlıktan sanki kanı donar. Çevredeki tüm kayalıklar, dağ taş her şey saf
kehribardan oluşmuştur."

Biz bu tip rüyaları yorumlarken, rüyayı gören kişinin elini kendi kalbi üstüne koymasını öneriyor ve içinde
oluşan duyguları o merkezden başlayarak anlatmasını tavsiye ediyoruz. Rasyonel aklın lâtîf akıla dönüştüğü
yer bilindiği gibi insanın gönlüdür.

Öz benlik bu rüyada ne mesajı veriyor, gelin kısaca yorumlayalım. O muhterem zengin kişi, artık maddi
olanakları ile neredeyse istediği her şeye sahip olabilecek konumda ama yine de bir şeylerin eksikliğini
hissediyor. Öz benlik önce, rüyanın hazırlık bölümünde, sahnede ilk "şok etkisini" oluşturuyor ve maddiyata
önem veren o kişiye, tâbir câizse bir "elma şekeri" sunuyor. Ama bu elma şekeri aslında olduğundan çok daha
güzel ve gizemli. Bu şekilde ilk "yemi attıktan" sonra, ikinci sahnede, görünen dünyanın ötesinde bir gerçek
daha olduğunu sembolik olarak sergiliyor, kişi tezgâhın alt bölümünü fark ediyor !

Tüm bu şoklardan sonra, oyunun son bölümünde, muzipçe göz kırpan öz benlik, "hadi gel seni biraz daha
şaşırtayım" diyor ve dağ taş tüm dünyayı kehribar hâline çeviriyor ! Elinde tuttuğu çocuk başı kadar
kehribardan bu denli etkilenen muhteremin hâlini düşünebiliyor musunuz ?

İşte rüyada "felâh-yarıp geçme" dediğimiz olay bu. Ertesi gün acaba o zât-ı muhterem arabasına, değerli kol
saatine... nasıl bakmıştır ? Bu aşamada yanlış anlaşılmaması için tekrar etmekte fayda görüyorum, rüya, bu

11
Sunu_______________________

dünyayı, malını mülkünü terk et demiyor ama "senin dünyan sadece maddiyattan ibâret değil" bilgelik
mesajını veriyor.

Bir diğer örnekle, bu kez, öz benliğin içimizde ki lâtîf duyguları, nefsâni duygularla nasıl örttüğümüzü
gösterdiği, çok kısa ama öz bir rüya ile devam ediyorum. Bu rüya tüm aileye işkence çektirmiş bir baba ile
ilgili bir rüya. Rüyayı gören kişi diğer kardeşlerini korumak için, "suçu" sürekli üstüne alan böylece babanın
hışmını bir paratoner gibi göğüsleyen, fedakâr ama öfke dolu bir genç hanım.

"Babasının Hakka yürüdüğü gün görülen rüyada ilk sahne, akıllara durgunluk verecek güzellikte, yemyeşil bir
bahçe..."

Genelde rüyayı gören kişi rüyada kendisine yaşattırılan lâtîf güzellikleri yadsır ve rüyayı aktarırken çok çabuk
üstünden geçer. Biz burada müdahale ediyoruz ve yukarıda temas ettiğim gibi, kendi elini kendi kalbi üstüne
koydurarak, gördüğü güzelliklerin gönlünde oluşturduğu lâtîf duygular üstüne beraberce tefekküre dalıyoruz.
Sanırım insanların içlerinde oluşan lâtîf duyguları yadsımalarının bir nedeni, kullanılan sözcüklerin yeterli
olmaması, dolayısıyla aktarma ve karşı tarafı "inandırma" zorluğu. Hele bizim toplumumuzda yaşandığı gibi,
yüzlerce senedir bilgece kullandığımız dilimizi yadsımamız, zorla değiştirmeğe kalkışmamız, önümüze bir
engel daha çıkartıyor.

Yeni "uyduruk dilimizde" dramatik bir lâtif kelime eksikliği ve yetersizliği var. Bu rüya yorumu açısından şu
anlama geliyor, sanki öz benliğimiz bize mektubunu yani rüya mesajını gönderse bile, zihnimize
"programlanmış" kelime şablonları bu şifreyi çözmek için yeterli değil !

Kendimizle kendimiz arasında ki "göbek bağı" gittikçe artan oranda hayat veren kanı bizlere ulaştıramıyor.
Bütün bu engellere rağmen terapist gelen lâtîf mesajı çözebilir ve paylaşmak isterse, belirli sınırlar dahilinde
rahatsız kişi ile "ruhların beraberliği" yani muhabbet (-hubb-sevgi, muhabbet beraberce yaşanan sevgi
demektir) yaşanabilir. Terapilerimde bana aktarılan bu güzellikleri, kendimde tefekküre dalarak gönlümde
yaşamaya çalışıyor ve bu arada çok da keyif alıyorum.

Bu hanımın rüya çalışmasında da aktif rüya güçlendirme metodu ile ilk sahneyi doya doya yaşadık. Terapi
ortamı, Bodrum’da muayenehanemin bulunduğu mandalina bahçesiydi. Son günlerde gelen rahmet mandalina
ve zeytin ağaçlarının dallarını yıkamış, kırmızı, kavuniçi, mor begonviller daha ilk soğuklar gelmediği için
coşkularını yitirmemişti. Ördek havuzunda yeşilbaşlar yüzüyor, tavus kuşları her zamanki gibi emin ve vâkur
adımlarla etrafta geziniyor, sincaplar daldan dala atlıyordu...

Genç hanıma sordum : "rüyanızda ki bahçe dışarısı kadar güzelmiydi ?" ve hemen beklediğim protesto geldi,
"bu bahçe de ne oluyor, benim gördüğüm bahçe bununla kıyaslanamayacak kadar güzeldi !".

Rüyasının ikinci sahnesine genç bayan şöyle devam etti : "Birdenbire bu bahçede vefat etmiş babam belirdi...
"Baba figürü sahneye girdiğinde hanımın yüzü değişmiş, gözlerinde ki parıltı kaybolmuş, içindeki öfkeli
çocuk alt kişiliği tekrardan sahneye çıkmıştı.

Ve rüyanın devamında, üçüncü sahnesinde, öz benlik bizlere korkunç bir senaryo sundu..." bahçede beliren
vahşi Rotweiler köpekleri -babayı- parça parça ettiler..." Sanki akıl almaz güzellikte bir tablonun üzerine bir
şişe mürekkep atılmıştı !

Hemen seyirci konumuna geri döndük, ben ve genç hanım sahnede bize sergilenen oyunu izleme başladık.
Soru şuydu, hep bizim iyiliğimizi isteyen, güzellikler, iyilikler, merhamet ve muhabbet kaynağı öz benliğimiz
hangi amaçla bu korkunç son sahneyi oluşturmuştu ? Ne demek, hangi mesajı vermek istiyordu. "Sen sadece
izlediğin öfkeli çocuk değilsin, bu öfken içinde var olan müthiş bir potansiyeli gölgeliyor, gel şu seyirci
koltuğundan o öfkeli çocuğa gülümse, onun başını okşa, onu sev ve hatta onu affet", evet belki de mesaj

12
Sunu_______________________

buydu, yorumu sizlere bırakıyorum.

Birinci örnekte hırslı iş adamının, ikinci örnekte öfke dolu genç bir hanımefendinin rüyalarına benötesi
psikolojisi açısından yaklaştık ve lâtîf duyguların "uyandırıcı" etkilerini gördük.

Ne zaman öz benliğimizle temas kursak, arketiplerimiz, atalarımız, her ne hikmetse yerlerinde duramıyorlar
ve gaipten bize sesleniyorlar...

"Bilmek istersen seni can içinde ara Cânı geç canından bul ânı (onu), sen Seni bil Seni Bayram özünü
bildi, bileni Anda (Onda) buldu. Bulan ol kendi oldu, sen Seni bil Seni " Hacı Bayram Velî Hz. (KS)

Hacı Bayram Velî (Hz) meydana çıkarda, bizim sevgili Yunus’umuz (KS) durur mu, bakın onun da öz benliği
bizlere sesleniyor...

"Ben gelmedim dâvâ için, benim işim sevi için, Dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmağa geldim"

Ve Mevlâna’mız olmadan "düğün" tam olmayacağına göre, bakın O da devreye giriyor ve

"Dün gece akıl üstâdı ile gizlice konuşuyordum... Dedim ki cihan sırlarına ait sözleri benden gizleme.
Bana, yavaş yavaş dinle dedi sözlerimi ! Asıl olan bunları bilmektir, yoksa söylemek ve konuşmak
değildir, sus !" Hz.Mevlâna (KS) (Rubailer MEB Yay. S 156)

Benötesi açısından yaklaşıldığında, "insan patolojisi" yani içimizde ki rahatsız yanlarımız, takıntılarımız,
depresyon ve kaygılarımız birdenbire mehtabın karanlık bulutlar arasından meydana çıkması ile tek bir
gümüşî ışığa bürünür ve içimizden bir kahkaha atmak gelir. Eğer bu kahkahayı atabiliyorsak, rüyadan
uyanmışız demektir...

Evet psikoterapi "hayret bilinci-amazement consciousness" ın ortaya çıkması ile hem analizand hem de
terapist için özel bir anlam kazanmaya başlar. Bu konuya "benötesi psikolojisi" çalışmamda daha ayrıntılı
olarak yaklaşmağa çalışacağım, şimdilik lâtîf duyguların yaşanmasının hayret bilincine açılan bir kapı
olduklarını bilmemiz yeter sanırım.

Son bir konuya temas ederek rüya yorumu ile ilgili çalışmamı şimdilik bitireceğim.

Lâtîf duyulardan, duygulardan, lâtîf kişiliğimizden söz ettik ama şimdiye kadar bilinçli olarak "lâtîf
insanlardan" söz etmedik. Evet rüyalarımız bir yandan da yaşayan veya geçmişte yaşamış kutsal
insanlarla bir tür temas kurduğumuz özel bir bilinç alanıdır. Burada sözünü ettiğim "kutsal insanlar"
Jung’un yaşlı bilge, evrensel anne ... gibi arketipsel figürlerinin ötesinde ki bazı, bizden kaynaklanmayan
bilgeliği temsil ederler.

Veliler (Allah dostları), evliyalar ve peygamberler ile ilgili rüyalar bu kapsama girerler. Yukarıda rüya için
"yıldızlar kapısı-star gate" tabirini sembolik olarak kullandım. Bazen bu "kapı" bizleri öyle lâtîf bir âleme,
öyle kutsal ve lâtîf bir insanın yanına götürür ki sanki binlerce voltluk bir "nûr" akımına çarpılır ve günlerce
hatta hayat boyu bu rüyanın etkisinde kalırız. Bu tür rüyaların doruk noktası, Hz. Muhammed (sav) tecelli
ettiği rüyalardır ve diğer rüyalarda olduğu gibi bu rüyaların da çok derin bir anlamı vardır.

Eğer böyle bir ilâhi lûtfa mazhar olunmuş ise, yukarıda aktardığımız padişah III.Ahmed’in rüyasında olduğu
gibi, bir manevi büyüğün bu rüyayı yorumlaması gerekir. Dünyanın sayılı imparatorluklarından birisini kuran
ve on beş milyon insan nüfusu ile üç kıtada beş yüzyıl boyunca adalet ve bilgelikle hüküm sürmüş atalarımız
herhalde ne yaptıklarını biliyorlardı.

13
Sunu_______________________

Bu "temas alanı" çok hassas bir alan olduğu için burada "yorum" hata kabul etmez. Meydana çıkan
potansiyelin heba olması veya daha da kötüsü, zuhur eden nûru kendinden bilmek, maazallah gizli şirki
yani kendine tapmayı oluşturabilir. Mehtâbın ışığını güneşten aldığını, güneşin de bir Yaratıcısı olduğunu
bilmesi gerekir.

Allah (cc) yokluk âleminin dilsiz ve gözsüz parçacıklarına melodisini duyurduğunda, o anda onlar
varlık âleminde raks ederler. Allah ( cc ) varlık âleminin varlıklarına melodisini duyurduğunda, o anda
onlar geldikleri yere geri dönerler. ...Allah ( cc ) bir tomurcuğa seslendiğinde, gül açar. Allah ( cc ) bir
taşa seslendiğinde, taş billura dönüşür . ( Hz.Mevlâna )

...God talks to a rose, it blooms. To a rock. It changes to transperant crystal. ( Coleman Barks Feeling
theShoulder of the Lion Translation of Rumi )

Yayın Listemiz

Aşağıdaki e-Kitap ve programlar sizin için hazırlanmıştır.

http://ferid_hakki.sitemynet.com ve

http://yorumsuz1.sitemynet.com'dan ücretsiz indirebilirsiniz !.

----------------------------------------

http://ferid_hakki.sitemynet.com

v Tsunami Altındaki Gerçekler – H.A.A.R.P.

14
Sunu_______________________

v Sorgulayan Beyinlerin Kendine Soruları

v Allah indinde DİN 2.Bölüm

v Avrupa Birliği'nin Türkiye Politikaları

v Allah indinde DİN 1.Bölüm

v Mir'at ül İrfan (İrfan Aynası)

v G.O.P ya da HAÇLILAR MI?

v AVRUPA BİRLİĞİ VE CHRISTENDOME KAVRAMI

v MARDUK ya da KAOS

v [Astroloji-Program] Astro Yükselen

v GİZ'li Gülşen 1

v Depresyon

v Psikospritüel Kriz

v [Astroloji-Program] Yıldızlar Altında

v Aynadaki Evren

v Din'i Anlamada Reform

v Tao'cu Uygulamanın Temelleri (Kültür Serisi-1)

v En Büyük Sır- İlluminati Şeytani Bilinci

v MARDUK "Yakın Gelecek" mi?

v Metafizik Mucizeler ya da Yanılgılar

v Kur'an-ı Kerim Meali (Microsoft Reader formatında)

v Hz.İbrahim'in Mirası Hz.Musa'nın Asa'sı ve KUNDALİNİ

v Dik Bahçene Solayım!

v Uzaylılar

v Düşünen Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar II

v Sonsuzluğu kucaklamış aşkın sembolü Hallac-ı Mansur

v Din, Maneviyat, Psikoloji, Psikiatri

15
Sunu_______________________

v İbn Arabi ile ilgili araştırma Serüvenim

v Evrenin Sırları

v Etkili Sözler III

v Beynimizi Kim Kullanıyor ?

v Yorumsuz Katalog (Güncellendi)

v Zamansızlık (timelessness)

v Hangi Evreni Algılamaktayız?

v Gönül Uyandırma

v Kıyametin Deşifresi

v Yorumsuz Katalog

v Çağdaş Bakışla Allah

v Taş'taki Güç... Mutluluğunuz için...

v Etkili Sözler II

v Çağdaş Bakışla Cennet, Cehennem

v Rüya Yorumu

v Kader Gerçeği

v Evrensel Sırlar

v Rüyanın Dışındaki Rüya

v [Astroloji-Program] Canopus

v Düşünen Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar

v Holografik Beyin ve Evren

v Mesajlar I

v Uzaylıların İçyüzü

v Tanrı yok Allah var

v Reenkarnasyon Aldatmacası

v Astroloji-Yeni Millennium'un Popüler Bilimi

16
Sunu_______________________

v [Astroloji-Program] Planetium

v Modern Bilim ZİKİR'i Keşfetti

v Etkili Sözler I

v Yıldızların Altında

v Çağdaş Bakışla Din

v [Astroloji-Program] PopHR

v [Kullanım kılavuzu] PopHR Rehber v.2

http://ferid_hakki.sitemynet.com

17

You might also like