Professional Documents
Culture Documents
Mezheblerin çıkı ı
Sual: Mezhebleri inkar eden Abduhçu biri, "Peygamber ve Sahabenin mezhebi var mı?
Bir mezheb imamına ve hadise uymadan Kur'ana göre amel ederim." diyor. Bir mezhebe
uymak gerekmez mi?
CEVAP
Mezheb imamı demek, Kur'an-ı kerim ve hadis-i eriflerde açıkça bildirilmi olan din
bilgilerini, Eshab-ı kiramdan i iterek toplıyan kitaba geçiren büyük âlim demektir. Açıkça
bildirilmi olanlara benzeterek meydana çıkaran derin âlimlerdir. Eshab-ı kiramın herbiri
müctehid ve mezheb imamı idi. Her biri kendi mezhebinde idi. Hepsi de, mezheb
imamlarımızdan daha üstün idi. Mezhebleri daha kıymetli idi. Fakat, bunlar kitablara
yazılmadı ı için,. mezhebleri unutuldu. (Peygamberin, sahabenin mezhebi nedir?) demek,
(Ordu kumandanı, hangi bölü ün eridir?) veya (Fizik ö retmeni, hangi sınıfın
talebesidir?) demeye benzer. Çünkü sahabenin her biri bir mezheb imamı, hatta mezheb
imamlarının hocaları idi. Resulullah efendimiz de kainatın hocası idi. (Mîzân, Hadîka)
Mezhebin lüzumu
Bir müctehidin ictihad ederek elde etti i bilgilerin hepsine, o müctehidin mezhebi denir.
Eshab-ı kiramın hepsi derin âlim, birer müctehid idiler. Din bilgilerinde, siyaset, idarecilik
ve zamanlarının fen bilgilerinde ve tasavvuf marifetlerinde birer derya idiler. Bu bilgilerinin
hepsini, Resulullahın kalblere i liyen, ruhları çeken sözlerini i itmekle, az zamanda
edindiler. Herbirinin mezhebi vardı. Mezhebleri az veya çok farlı idi.
Tabiinin ve Tebei tabiinin arasında da müctehidler vardı. Bu müctehilerin ve Eshab-ı
kiramın mezheblerinden yalnız dördü kitaplara geçip, dünyanın her yerine yayıldı.
Di erlerinin mezhebleri unutuldu. Bu dört mezhebin imanları Eshab-ı kiramın ortak olan
imanıdır. Bunun için dördüne de Ehl-i sünnet denir. manları arasında esasta ayrılık yoktur.
Birbirlerine din karde i bilirler. Birbirlerine severler. Birbirlerine uymıyan i lerinde, zaruret
olunca, birbirlerini taklid ederek yaparlar. Allahü teâlâ, mezheblerin böyle ayrı olmalarını
istemi tir. Bu ayrılı ın, müslümanlara Allahü teâlânın rahmeti oldu unu, peygamberimiz
haber vermi tir. Çünkü, dört mezheb arasındaki ufak tefek ba kalıklar, müslümanların
i lerini kolayla tırmaktadır. Her müslüman, vücud yapısına, ya adı ı iklim artlarına ve i
hayatına göre, kendisine daha kolay gelen mezhebi seçer. badetlerini ve her i ini, bu
mezhebin bildirdi ine göre yapar.
Allahü teâlâ dileseydi, Kur'an-ı kerimde ve hadis-i eriflerde, her ey açıkça bildirilirdi.
Böylece, mezhebler hasıl olmazdı. Kıyamete kadar, dünyanın her yerinde, her müslümanın
tek bir nizam olurdu. Müslümanların halleri, ya amaları güç olurdu.
Resululllahın Yolu
Peygamberimizin yolu, Kur'an-ı kerim ile hadis-i erifler ile ve müctehidlerin
ictihadları ile gösterilen yoldur. Bu üç vesika, bir de, cma-ı ümmet vardır ki, Eshab-ı
kiramın ve Tabiinin sözbirli i oldu u, R.Muhtarda yazılıdır. Bir hüküm üzerinde, dört
mezhebin ictihadları arasında icma hasıl olursa, bu icmaa da inanmak gerekir, inanmıyan
küfre girer. (Mektubat c.2, m. 36)
slâm âlimleri yanlı bir ey üzerinde ittifakta bulunmazlar. Hadis-i erifte buyuruldu ki:
(Ümmetim dalalet üzerinde birle mez.) [ .Ahmed]
Bu dört vesikaya Edille-i erıyye denir. Bunların dı ında kalan her ey bid'attir. Hadis-i
erifte buyuruldu ki: (Ümmetim yetim üç fırkaya ayrılacak, bunlardan yalnız biri
Cennete girecektir. Bunlar, benim ve Eshabımın yolunda olanlardır.) [ bni Mace]
Bu ayrılık, usulde, imanda olan ayrılıktır. Eshab-ı kiramdan sonra, yeni müslüman
olanlardan bir kısmının imanları bozuldu. Eshab-ı kiramın do ru imanından ayrıldılar.
Dalalet fırkaları meydana geldi. Bu bozuk fırkalara, bid'at fırları denir. Bunlar, bazı nassları
tevil ederek yanıldıkları için kâfir de ildir. Fakat, islâmiyete zararları, kafirlerin
zararlarından çok oldu. Birbirleri ile ve Ehl-i sünnet ile çeki tiler. Harp ettiler. Çok
müslüman kanı döküldü. Müslümanların yükselmelerini, ilerlemelerini baltaladılar.
Bid'at fırklarını, Ehl-i sünnetin dört do ru mezhebi ile karı tırmamalıdır. Dört mezheb,
birbirlerinin do ru yolda oldu unu söyler ve birbirini severler. Bid'at fırkaları ise,
müslümanları parçalamaktadır. Bu dört mezhebin birle tirilemiyece ini, islâm âlimleri
sözbirli i ile bildirmi lerdir. Allahü teâlâ, mezheblerin birle tirilmesini de il, ayrı olmalarını
istiyor. Böylece, islâm dinini kolayla tırıyor.
Do ru Yol Nedir?
Kur'an-ı kerimde buyuruldu ki:
(Ey iman edenler! Allahın dinine sarılın. Birbirinizden ayrılmayın!) [Al-i mran 100]
Ebüssüud Efendi hazretleri burayı açıklarken, (Ehl-i kitabın parçalandı ı gibi
parçalanıp da do ru imandan ayrılmayın! Cahiliyye zamanında birbirleriniz ile
dövü tü ünüz gibi bölünmeyin!) buyurdu. Do ru yolun, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdi i
iman oldu unu, Peygamberimiz haber verdi. O hâlde, Ehl-i sünnette birle erek, karde
olmaları, birbirini sevmeleri gerekir. Müslümanların bu birli inden ayrılan, bu ayet-i
kerimeye uymamı olur. Bu yolda birle ir, birer karde oldu umuzu bilip birbirimizi
severek, dünyanın en büyük, en kuvvetli milleti olur, dünyada rahata, huzura, ahırette de
sonsuz saadete kavu uruz. Dü manlarımızın ve cahillerin ve sömürücülerin, kendi çıkarları
için söyledikleri yalanlara aldanıp, bölünmemeye çok dikkat etmeliyiz! (Hadika s. 696)
Mezheb ve rahmet
Allahü teâlâ ve Resulü, müminlere merhamet ettikleri için, bazı i lerin nasıl yapılaca ı,
Kur'an-ı kerimde ve hadis-i eriflerde açık bildirilmedi. Açıkça bildirilse idi, öylece yapmak
farz ve sünnet olurdu. Farzı yapmıyanlar günaha girer, kıymet vermiyenler de kâfir olurdu.
Müminlerin hali güç olurdu. Böyle i leri, açık bildirilmi bulunanlara benzeterek i lemek
gerekir. Din âlimleri arasında, i lerin nasıl yapılabilece ini, böyle benzeterek anlıyabilenlere,
Müctehid denir.
Dört mezhebin hali, bir ehir halkının haline benzer ki, önlerine çıkan bir i in nasıl
yapılaca ı kanunda bulunmazsa, o ehrin e rafı, ileri gelenleri toplanıp, o i i kanunun uygun
bir maddesine benzetip yaparlar. Bazan uyu amayıp, bazısı devletin maksadı, beldeleri tamir
ve insanların rahatlı ıdır der. O i i, rey ve fikirleri ile, kanunun bir maddesine benzetir.
Bunlar, Hanefilere benzer.
Bazıları da, devlet merkezinden gelen memurların hareketlerine bakarak, o i i, onların
hareketine uydurur ve devletin maksadı, böyle yapmaktır, derler. Bunlar da, Maliki
mezhebine benzer.
Bazısı ise ifadeye, yazının gidi ine bakıp, o i i yapma yolunu bulur. Bu da, afiîye
benzer.
Bir kısmı ise, kanunun ba ka maddelerini de toplayıp, birbiri ile kar ıla tırarak, bu i i
do ru yapabilmek yolunu arar. Bunlar da, Hanbeli mezhebine benzer.
Dört Do ru Yol
te ehrin ileri gelenlerinden her biri, bir yol bulur ve hepsi, yolunun do ru ve kanuna
uygun oldu unu söyler. Kanunun istedi i ise, bu dört yoldan biri olup, di er üçü yanlı tır.
Fakat, kanundan ayrılmaları, kanunu tanımadıkları için, devlete kar ı gelmek için olmayıp,
hepsi kanuna uymak, devletin emrini yerine getirmek için çalı tıklarından, hiçbiri suçlu
görülmez. Belki, böyle u ra tıkları için, be enilir. Fakat, do rusunu bulan daha çok
be enilip, mükâfat alır. Dört mezhebin hali de böyledir. Allahü teâlânın istedi i yol, elbette
birdir. Dört mezhebin ayrıldı ı bir i te, birinin do ru olup, di er üçünün yanlı olması
gerekir. Fakat, her mezheb imamı, do ru yolu bulmak için u ra tı ından, yanılanlar affolur.
Hatta sevab kazanır.
Dört mezhebden ba kasına uymak caiz de ildir. Bu, Eshab-ı kiramın ve Tabiinin
mezheblerini küçümsemek de ildir. Çünkü, Eshab-ı kiramın ve ba kalarının mezheblerini
tam olarak bilmiyoruz. O mezhebleri de bilseydik, onlara uymamız da caiz olurdu. Çünkü,
hepsinin mezhebleri do ru idi. Dört mezheb, tam bilindi i ve kitabları her yere yayılmı
oldu u için, her müslümanın yalnız bunlardan birine uyması gerekir.
mam-ı Rabbanî hazretleri, (Bir mezhebe tabi olmıyan mülhid olur.) buyuruyor.
(Mebde ve Mead)
Yûsüf Nebhânî hazretleri, ( imdi her müslümanın, dört mezhepten birine uyması
gerekir) buyurdu u gibi, mâm-ı a’rânî, S.Ahmed Tahtâvî hazretleri gibi birçok âlim de,
aynı eyi bildirmi lerdir.
Kur'an-ı kerimdeki; (Allahın ipine sarılın!) emri, (Fıkh âlimlerinin, mezheb
imamlarının bildirdi ine uyun!) demektir. [Tahtavi (Dürr-ül muhtar) ha iyesi, zebayih
kısmı]
Mezheb De i tirmek
Dört mezhebin imamları ve onları taklid eden âlimler, her müslümanın dört mezhebden
diledi ini taklidde serbest oldu unu ve bir mezhebden ba ka mezhebe geçmenin caiz
oldu unu ve harac, sıkıntı oldu u zamanlarda, ba ka mezhebin taklid edilece ini bildirdiler.
Allahü teâlâ, müminlerin dört mezhebe ayrılmalarını ve bunun, kulları için faideli olaca ını
ezelde takdir ve irade buyurdu. Amelde mezheblere ayrılmaktan razı oldu unu bildirdi. Razı
olmasaydı Resulü, bu ayrılı ın rahmet oldu unu bildirmezdi. tikadda ayrılmayı yasak etti i
gibi, amelde ayrılmayı da yasak ederdi. (Mizan)
Resulullah, Kur'an-ı kerimde icmalen bildirilenleri, yani kısa ve kapalı olarak
bildirilenleri açıklamasaydı, Kur'an-ı kerim kapalı kalırdı. Resulullahın varisleri olan mezheb
imamlarımız, hadis-i eriflerde mücmel olarak bildirilenleri açıklamasalardı, sünnet-i
nebeviyye kapalı kalırdı. Böylece, her asırda gelen âlimler, Resulullaha tabi olarak, mücmel
olanı açıklamı lardır.
Bilinen 4 imam zamanında, ba ka mezheb imamları da vardı. Bunların da mezhebleri
vardı. Fakat, bunların mezheblerinde olanlar azala azala bugün hiç kalmadı. (Hadika)
Ehl-i sünnetin dört mezhebinin imanları, inandıkları eyler, birbirlerinin aynıdır.
Aralarında hiç fark yoktur. Ayrılıkları yalnız ameldedir. Bu da, müslümanlara bir kolaylıktır.
Her müslüman, diledi i mezhebi seçerek, bunu taklid eder. Her i ini, seçti i mezhebe göre
yapar. Müslümanların, dört mezhebe ayrılmaları, Allahü teâlânın rahmetidir. Bir müslüman,
kendi mezhebine göre ibâdet yaparken, bir zahmet, bir me akkat hasıl olursa, ba ka bir
mezhebi taklid ederek, bu i i kolayca yapar.
Diplomaya Güvenenler
Diplomaya güvenerek, tefsir ilmine dalmaya kalkı an, aldanır, helak olur. Yüzme
bilmiyen birinin diplomasına güvenerek denize açılması gibi, cahilce, ahmakça i olur.
Tefsir ilmini bilmiyenin hadis ve tefsir okumaya kalkı ması, mide hastasının,
kuvvetlenmek için, baklava, börek yemesine benzer. Hâlbuki, bu hastanın, önce perhiz
yapması, sonra, kuvvetli yemesi gerekir. te bizim gibi, ana ilimleri okumıyan, din
ö renmek için, Kur'an tercümesi, tefsir, hadis okumaya kalkı ırsa, bunları kavrayamaz.
Yanlı anlıyarak, dinimizi, imanımızı da kaybederiz.
Ana yuvasından almı oldu u imanını kaybeden birkaç ilerici (!) kimsenin küfrüne sebep
olan, zihinlerindeki üphenin nasıl meydana geldi i sorulunca tefsir okudukları için böyle
olduklarını bildirmi lerdir. Me hur tefsirler bile, ehlinden ba kasına zararlı oluyor. Tefsir
ilimlerini bilmeden tefsir okumaya kalkı an, imanını kaybedebilece i için Mazhar-i Can-ı
Canan hazretleri, tefsir yazmak isteyen halifesine engel olmu tur. (Makamat)
Türkçe tefsirlerin, en kıymetli sanılanlarında bile, ahsi dü ünceler vardır. Okuyana
zararı, faidesinden çoktur. Hele islâm dü manlarının, bid'at sahiblerinin, Kur'an-ı kerimin
manasını bozmak için yaptıkları tefsir ve tercüme kitapları, birer zehirdir. Bunları okuyan
genç zihinlerde, bir takım üpheler, itirazlar hasıl oluyor. Zaten, bizim gibilerin, islâmiyeti
ö renmek için, tefsir ve hadis-i erif okuması uygun de ildir. Çünkü Kur'an-ı kerimi ve
hadis-i erifi yanlı anlamak veya üphe etmek imanı giderir. Yalnız Arabi bilmekle, tefsir
ve hadis anla ılmaz. Her arabi bileni, din âlimi sanan aldanır. Beyrutta ana dili Arabi olan
çok papaz var. Fakat, hiçbiri islâmiyeti bilmez.
Tefsirler ve diyanet
Prof. Dr. M.Sait Yazıcıo lu, Diyanet leri Ba kanı iken, 8 Ocak 1989 gün ve
01/924/008 sayılı açıklamasında (Sadece Ba kanlı ımızca yayınlanmı olan Kur'an-ı
kerim mealinde de il di er meallerde de, bazı hatalar bulunmaktadır) demi ti.
Diyanetin hazırladı ı (Kur'an-ı kerim ve Türkçe Anlamı) isimli tercümenin önsüzünde
deniyor ki: Kur'an-ı kerim, Türkçeye de il, hiçbir dile hakkıyla çevrilemez. Kur'an-ı kerimde
muhtelif manalara gelen lafızlar vardır. Böyle bir lafzı tercüme etmek, çe itli manalarını bire
indirmek olur ki, verilen tek mananın murad-ı ilahi oldu u bilinemez.
Dinde reformcuların, (Allahın muradı udur) demeleri cehaletlerini gösterir. E er murad-
ı ilahi tek olarak anla ılsaydı, birbirinden farklı mezhebler meydana gelmezdi. Farz Allahın
emridir. Her ça a göre yazılacak tefsirde abdestin farzları kaç olarak bildirilecektir? Bir hak
mezhebe göre açıklansa yenilik olmaz. Farklı açıklansa dini de i tirmek olur. Böyle, içinde
ahsi dü ünce bulunan tefsirler okunmaz.
Kur'an-ı kerim hiçbir dile, hatta Arapçaya bile tercüme edilemez. Herhangi bir iirin bile,
tam tercümesine imkan yoktur. Ancak izah edilebilir. Kur'an-ı kerimin manası tercümeden
anla ılmaz. Bir ayetin manasını anlamak demek, Allahü teâlânın, bu ayette ne demek
istedi ini anlamak demektir. Bu ayetin herhangi bir tercümesini okuyan, murad-ı ilahiyi
ö renemez. Tercüme edenin, bilgi derecesine göre anlamı oldu unu ö renir.
Hangi tercüme olursa olsun, hiçbir Kur'an tercümesinden din ö renilemez. Dinini
ö renmesi için bir kimsenin eline, en uygun tercümeyi vermek, okyanus ortasında bulunan
insana bir tahta parçası vermekten daha kötüdür. Çünkü bu tahta parçası ile insan sahile
çıkamıyaca ı için ölür, imanlı ise Cennet gider. Fakat tercüme ile din ö renmeye kalkı an,
imanını kaybedip Cehenneme dü ebilir.
Gizli Sırlar
Muhammed Masum-i Faruki hazretleri buyuruyor ki:
(Üstünlüklerin hepsi Peygamberlik kayna ından alınmı tır. Fakat herkesin bu kaynaktan
istifadesi, kabiliyetine göredir. Resulullah efendimiz, herkese istidadına göre, (Kur'an-ı
kerimin manevî sırlarını açıklardı. [(Buharî)deki] hadis-i erifte, (Herkese aklına,
anlayı ına göre söyleyin, [dinin hükmünü] inkar ettirecek ekilde söylemeyin ki, Allahı
ve Resulünü yalanlamasınlar) buyuruldu. Birgün Peygamber efendimiz, Hz. Ebu Bekre,
Kur'an-ı kerimin ince marifetlerini onun seviyesine göre anlatıyordu. Yanlarına Hz. Ömer
gelince, konu ma uslubunu ve bildirdi i sırları onun da anlıyaca ı ekilde de i tirdi. Sonra
Hz. Osman ve daha sonra da Hz. Ali geldi. Konu masını hepsinin anlıyaca ı ekilde
de i tirdi. Her defasında de i ik ekilde anlatması, oraya gelen zatların yaratılı ve
istidatlarının farklı olu larındandı.) [Mekt.Masumiyye 59]
Hadis-i eriflerde, (Benden sonra peygamber gelseydi, Ömer peygamber olurdu.),
(Osmanın efaati ile, Cehennemlik yetmi bin ki i, sorgusuz Cennete girecek.) ve (Ben
ilmin ehriyim, Ali de kapısıdır.) buyuruldu. Her üçü de bu derece üstün oldu u ve Arabiyi
çok iyi bildi i hâlde, Kur'an-ı kerimi de il, tefsirini bile anlıyamadılar. Çünkü Resulullah,
herkesin seviyesine göre konu urdu. Hadis-i eriflerde buyuruldu ki:
(Biz peygamberler, herkese, seviyesine göre muamele etmek ve anlayı ına göre
konu makla emrolunduk.) [ . Gazalî]
(Aklın alamıyaca ı eyi söylemek, bazan fitneye sebep olur.) [ . Asakir]
Dini De i tirmek
Mecellenin Dürer-ül-hükkam erhinde (Zamanın de i mesi ile, örf ve adete dayanan
hükümler de i ebilir. Nassa, dayanan hükümler zamanla de i mez.) deniyor. mam-ı
Rabbanî hazretleri de buyuruyor ki: (Bazıları, yapacakları de i ikliklerle, dini
düzelteceklerini, olgunla tıracaklarını zannediyorlar. Ortaya bid'atler çıkarıyorlar. Bid'atlerin
zulmetleri ile sünnetin nurunu örtmeye çalı ıyorlar. Bunlar, dinin noksanlıklarını
tamamladıklarını iddia ediyorlar. Bilmiyorlar ki din noksan de ildir. Kâmildir. Kur'an-ı
kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Bugün sizin için dininizi ikmal eyledim. Üzerinize olan nimetimi tamamladım ve
size din olarak slâmiyeti vermekle razı oldum.) [Maide 3]
Dini noksan sanıp, tamamlamaya [asra göre, ça da tefsir yazmaya] çalı mak bu ayet-i
kerimeye inanmamak olur.) [C. 1, m.260]
Allahü teâlâ ve Onun Resulü Muhammed aleyhisselam, kıyamete kadar hayat
ekillerinde ve fen vasıtalarında yapılacak de i ikliklerin, yeniliklerin hepsine amil olan
hükümleri bildirdiler. Müctehidler de bunların hepsini açıkladılar. Sonra gelen müceddid
âlimler, bu hükümlerin yeni olaylara nasıl tatbik edileceklerini, tefsir ve fıkıh kitaplarında
bildirdiler.
Âlimlerin Üstünlü ü
Ehl-i sünnet âlimleri çok yüksek insanlardır. Hadis-i eriflerde buyuruldu ki:
(Âlimin âlim olmıyana üstünlü ü, peygamberin ümmetine üstünlü ü gibidir.)
[Hatib]
(Âlimin abide üstünlü ü, dolunayın, yıldızlara olan parlaklı ı gibidir.) [Ebu Nuaym]
(Âlim, abidden yetmi derece üstündür. Bid'at ortaya çıkınca âlim, halkı ikaz eder.
Abid bid'atten habersiz, ibâdetle me gul olur. Bu bakımdan da âlim, abidden
kıymetlidir.) [Deylemî]
(Âlimlerin mürekkebi, ehidlerin kanı ile tartılır, âlimlerin mürekkebi, a ır gelir.)
[ .Neccar]
(Allahü teâlâ, âlimleri almak suretiyle ilmi ortadan kaldırır. Âlim kalmayınca da,
cahiller bilmeden yanlı fetva verir, hem kendilerini, hem de ba kalarını sapıtırlar.)
[Buharî]
(Âlim, Allahın emin oldu u, güvendi i kimsedir.) [Deylemî]
(Âlimler, yeryüzünün kandilleri, peygamberlerin halifeleri, benim ve di er
peygamberlerin varisleridir.) [Ebu Nuaym]
(Âlim ölünce, denizdeki balıklar bile, kıyamete kadar ona istigfar eder) [Deylemî]
(Kıyamette abide Cennete gir, âlime ise halka efaat için bekle! denir.) [ Maverdi]
(Âlimlere tabi olun! Onlar, dünyanın ı ı ıdır.) [Deylemî]
(Âlimler [ebedi saadet yolunu gösteren, Cennete götüren] birer kılavuzdur, rehberdir.)
[ .Neccar]
Tefsir-i Mera i
Sual: Tefsir-i Mera inin yazarı Mısırlı Mustafa Mera i kimdir?
CEVAP
Yüksek slâm Enstitüsü eski Müdürü Ahmed Davudo lu Hoca, "Din Tamir Davasında
D N TAHR PÇ LER " isimli kitabında özetle diyor ki:
(M.Abduhun tilmizi [çömezi] Mera inin Ezher rektörlü ü benim Mısırda talebeli im
zamanına rastladı ı için kendisini tanırım. eyhulislam Mustafa Sabri efendi gibi hakiki
slâm âlimleri, Abduhu, bunu ve emsalini haklı olarak tenkid etmi tir. Fakat Mera i, cevap
verecek vasıfta de ildi. Mera i, üstadı M.Abduh ve üstadinin üstadı Efgani gibi bir çok
tashihi güç hatalara dü tü. Birkaçı öyle:
1- Mera i, üstadı Abduh ve arkada ı Re it Rıza gibi mucizelere inanmaz.
2- Fıkıh dinden de il der. Kur'anda fıkıh ö renmek emrediliyor. (Tevbe 122) Hadis-i
erifte de buyuruldu ki: (Allah kimin hayrını murad ederse, onu dinde fakih kılar)
[Buharî]
3- Arap olmıyanın, Kur'an tercümesi ile namaz kılması caiz ve hatta daha iyi diyor.
“E er tefsîre kalkarsam”
Bir kimse, bir âyet-i kerîmeyi tefsîr ederken, daha önceki müfessirlerden i itilmeyen
ekilde, yalnız kendi görü üne, kendi aklına göre açıklama yaparsa kâfir olur. te bu
sebepten dolayı, Peygamberler hariç, insanların en üstünü olmasına ra men, Hz. Ebû Bekir
buyurdu ki:
(Kur’ân-ı kerîmi kendi reyimle, kendi görü ümle tefsîre kalkarsam, beni hangi yer
ta ır, hangi gök gölgeler?) [ ir’a]
1986’da stanbul’da yapılan (Kur’ân Tercümeleri Sempozyumu)nda 1500’den fazla
tercüme incelendi inde, birbirini tutmıyan hükümler görüldü. Herkes anlayı ına göre tefsîr
etti i için, kar ımıza korkunç, deh etli ve vahim bir manzara çıkmı tır. Hâlbuki nakle
dayanılsaydı böyle olmazdı. Türkiye’de ilk defa Kur’ân tercüme i ini, Cihan Kitâbevi sâhibi
Misâk isimli bir Ermeni ba latmı tır. Gençlerin önüne Kur’ân tercümelerini sürerek, “Öz
Türkçe Kur’ân okuyunuz, yabancı dil olan Arabca Kur’anı okumayınız!” demesi bu millete
ihânetten ba ka bir ey de ildir.
Kur’ân tercümesi denilen kitaplardan, Kur’ân-ı kerîmin ma’nâsı anla ılmaz. Kur’ân
tercümesi okuyan kimse, murâd-ı ilâhiyi ö renemez. Tercüme edenin bilgi derecesine göre,
yaptı ı açıklamayı ö renir. Bir câhilin veya bir sapı ın yaptı ı tercümeyi okuyan kimse de,
Allahü teâlânın bildirmek istedi i de il, tercüme edenin anladım sanarak kendi kafasından
anlatmak istedi ini ö renir.
Yanlı tercümeler
Sual: Fütûh-ül-gaybın bir tercümesinde, (Üzerinde farz borcu olan, kazâsını kılmadan
nâfile kılarsa, bo yere zahmet çekmi olur. Kazâsını kılmadıkça, nâfile namazları kabûl
olmaz) hadîs-i erîfi, (Farz borcu varken nâfile ile u ra an, do urmayıp dü ük yapan kadına
benzer) eklinde tercüme edilmi tir. Do rusu nasıldır?
CEVAP
Bu hadîs-i erîfi erh eden Hanefî âlimlerinden Abdülhak-ı Dehlevî hazretleri, (Bu hadîs,
farz borcu olanın, sünnet ve nâfilelerinin kabûl olmıyaca ını göstermektedir) buyurup
yukarıdaki meâli bildirmi tir. 48. makalenin sonundaki hadîs de, (Hakka isyân eklinde
mahlûka ko mak yakı maz) diye tercüme edilmi . Hâlbuki do ru tercümesi, (Hâlıka isyân
olan i te, mahlûka itâat yoktur) ya'nî, (Bir kimse, âmir de olsa, Allahın harâm kıldı ı bir
eyi, yap diye emrederse, onun emri yapılmaz) demektir. Yanlı tercümelere i'tibâr
etmemelidir!
Kur'ân-ı kerîmin tefsîri ve te'vîli ehli olan âlimler tarafından yapılır. Fakat kelime kelime
tercümesi mümkün olmaz. Tercüme ile murâd-ı ilâhî anla ılamaz. Hadîs-i erîflerin de
kelime kelime tercümesi çok zaman yanlı ma'nâlara gelir. Hattâ bir dildeki deyim ve
atasözlerinin bile kelime kelime tercümesi çok yanlı olur. Meselâ Fransızca, (Aveler les
yeux), kelime anlamı, gözleri yutmak, deyim ma'nâsı, yiyecekmi gibi bakmak demektir.
(De bonne guerre), kelime anlamı, iyi sava tan demektir. Deyim anlamı, kanunlara uygun
demektir. (Avoir le cœur gros), kelime anlamı, büyük yüre i olmak, deyim ma'nâsı,
üzüntüsü olmak demektir.
Deyimlerin ma'nâları
Türkçemizde de birçok deyimler vardır. Meselâ (Göz boyamak) ta'bîrini kelime kelime
yabancı bir dile çevirirsek, gözün üstüne boya sürmek gibi bir ma'nâ çıkar. Hâlbuki,
Türkçede göz boyamak, aldatmak demektir. (Göze girmek) gözün içine girmek de il, takdir
toplamak, i'tibâr kazanmak demektir. (Gözden dü mek) de i'tibârını kaybetmek demektir. Eli
ma alı deyimi, el ve ma a kelimeleri ile ba ka dile çevrilemez. ngilizceye yakla ık olarak
kavgacı anlamına gelen quarrelsome kelimesi ile çevrilir. Eli açık deyiminde de, el ve açık
kelimelerini kullanmadan, cömert anlamına gelen generous kelimesi kullanılır. Eli uzun
deyimini ise, hırsız anlamına gelen thief kelimesi ile anlatmak gerekir. (To be in the soup)
ba ı dertte olmak demektir. Kelime anlamı ise çorbanın içinde olmak demektir.
Arabîde de çok ta'bîrler vardır. Hadîs-i erîfler çok vecizdir. Kelime kelime tercüme
edilirse yanlı olur. Birkaç misâl verelim!
Türkçede hırsızlık yapana eli uzun derler. Arapçada cömert demektir. Hz. Zeyneb binti
Cah , cömert ve eli mârifetli idi. Peygamber efendimiz onun hakkında, (Zevcelerim
arasında, bana en önce kavu acak olanı, eli uzun [cömert] olanıdır) buyurmu tur.
Dünya kelimesi, Türkçede, yeryüzü ma'nâsından ba ka, fikir ve inanç bütünlü ü
ma'nâsına da gelir. ( slâm dünyası) gibi. Görü ma'nâsına gelir. (Dünyaları ayrı iki insan)
gibi. Çok kalabalık ma'nâsına da, (Dünyanın insanı gelmi ) denir.
Dünya, arabîde de bildi imiz dünya ma'nâsına geldi i gibi, ba ka ma'nâlara da gelir.
Dünya, ednâ kelimesinin müennesidir. Ednâ ism-i tafdil olup mastarı dünüv veya denâettir.
Birinci mastardan gelince çok yakın demektir. Meselâ u âyetteki dünya kelimesi bu
ma'nâdadır: (Biz, en yakın olan gökü yıldızlarla süsledik.) [Saffât 6] Bazı yerlerde ikinci
ma'nâda kullanılır. Meselâ hadîs-i erîfte buyuruldu ki: (Dünya [denî, alçak eyler, harâm ve
mekrûhlar] mel'undur.) [ bni Mâce]
Kılıçlar gölgesinde
Dünya, mal, dünyalık, rızık gibi ma'nâlara da gelir. Hadîs-i erîfte buyuruldu ki:
(Dünya [dünya malı] bana yakla mak istedi. "Benden uzakla " dedim. Giderken, "Sen
benden kurtuldun ama, senden sonrakiler benden kurtulamaz" dedi.) [Bezzâr]
(Cennet anaların ayakları altındadır) hadîs-i erîfini, (Cennet, ananın rızâsı altındadır)
eklinde açıklamak lâzımdır. Ancak bu kadar bir açıklama da kâfi gelmez. Çünkü ana-
babanın gayrı me ru emirlerine de riâyet edilmesi gerekece i anla ılır. Ayrıca bir çocuk,
müslüman olmasa; fakat ana-babasının rızâsını alsa, Cennete gidece i de zannedilebilir. O
hâlde hadîs-i erîfi slâm âlimlerinin açıkladı ı ekilde bildirmek lâzımdır. O da öyle:
(Müslüman evlâd, müslüman ana-babanın dîne uygun emirlerine riâyet edip, rızâlarını
kazanırsa, Cenneti kazanır.)
(E - er'u tahtesseyf) ve (El Cennetü tahte zılâlissüyûf) hadîs-i erîflerini kelime
kelime tercüme edersek ( slâm kılıç altındadır) ve (Cennet kılıçların gölgesi altındadır)
demektir. slâm kılıcın altında ne demektir? Kılıç ile atom bombası, roket, radar, füze gibi
her çe it harb vâsıtaları kastedilmektedir. Müslümanlar, ekonomide, teknolojide ileri
seviyede olursa, dinlerini korumu olurlar. Yanî, Islâmiyet, kılıç ve di er vâsıtaların
koruması altındadır. Amerika'nın, Rusya'nın tekni ini almak lâzımdır. O hâlde yukarıdaki
hadîs-i erîflerin açıklaması öyle olur: ( slâmiyet, kâfirlerdeki silâhların hepsini
yapmakla ve bunları iyi kullanmakla sa lam kalır.)
Do ruyu bulmak için
Sual: Ben dini bilgilerden mahrum olarak yeti tim. Dinimi do ru olarak ö renmek
istiyorum. Bir çok kitap aldım. Kitaplarda oldukça çok farklılık var. Kur'an mealleri de
farklıdır. Kendi ba ıma do ruyu bulmam mümkün de ildir. Aynı konuları hocalara sordum.
Onlar da farklı eyler söylediler. Dinimi do ru olarak ö renmeden ölürsem, mazur sayılır
mıyım? Yoksa yanlı bildi imden sorumlu olur muyum?
CEVAP
Aynı ve benzer suâlleri çok kimse soruyor. Her fırka, her grup, benim yolum do ru
diyor. mam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki:
Hadis-i erifte, müslümanların yetmi üç fırkaya ayrılacakları bildirildi. Bu yetmi üç
fırkadan herbiri, islâmiyete uydu unu, Cehennemden kurtulaca ı bildirilen bu fırkanın kendi
fırkası oldu unu söylemektedir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Her fırka, do ru
yolda oldu unu sanarak, sevinmektedir.) [Müminun 53 ve Rum 32]
Bu çe itli fırkalar arasında kurtulu fırkasının alametini Peygamberimiz bildirmi tir: (Bu
fırkada olanlar, benim ve Eshabımın gitti i yolda bulunanlardır.) [Tirmizî]
Peygamber efendimiz, kendini söyledikten sonra, Eshab-ı kiramı da, söylemesine lüzum
olmadı ı hâlde, bunları da söylemesi, (Benim yolum, Eshabımın gitti i yoldur. Kurtulu
yolu, yalnız Eshabımın gitti i yoldur.) demektir. Eshab-ı kiramın yolunda giden, elbette
Ehl-i sünnet vel cemaat fırkasıdır. Cehennemden kurtulan fırka, yalnız bunlardır. (Müjdeci
Mektublar m.80)
Bugün çok kimse de kendilerinin Ehl-i sünnet oldu unu söylüyor. Bu bakımdan Ehl-i
sünnet itikadının ne oldu unu bilmek arttır. Bu bilindikten sonra do ruyu, hakkı bilmek zor
olmaz. slâmiyeti i itince, do ru olarak ö renmek istiyene, Allahü teâlâ, bunu nasib
edece ini vâd buyurmu tur. (Ya Rabbi do ru yolunu bana nasib eyle!) diye ihlasla,
samimiyetle duâ edene Cenab-ı Hakkın, do ru yolunu gösterdi ini bir çok âlim bildirmi tir.
yilerin Hali
yi kimselerin hali Kur'an-ı kerimin çe itli yerlerinde bildirilmi tir. Mesela Furkan
suresinde buyuruluyor ki:
(Allahü teâlânın kulları, yeryüzünde gönül alçaklı ı ile vakar ve tevazu ile yürürler.
Cahiller, onlara sata acak olursa, bunlara [sa lık ve selamet sizin üzerinize olsun gibi]
güzel sözler söylerler [yani, büyük bir yumu aklık gösterirler] Onlar geceleri secde ve
kıyamdadırlar [yani, namaz kılarlar]. Onlar, Ya Rabbi, Cehennem azabını bizden
uzakla tır. Cehennem azabı devamlıdır ve çok iddetlidir. Orası üphesiz kötü bir yer
ve kötü bir duraktır, derler. Bir ey verdikleri zaman, israf ve cimrilik yapmazlar. kisi
ortası bir yol tutarlar. Kimsenin hakkını yemezler. Allaha erik ko maz, Ondan
ba kasına yalvarmazlar. Allahın dokunulmasını haram etti i cana kıymazlar, hiç
kimseyi haksız olarak öldürmezler, zina etmezler. Kim bunlardan birini yaparsa günah
i lemi olur. Kıyamet günü azabı kat kat olur. Orada zelil ve hakir olarak ebedi
bırakılır. Ancak, Allah, tevbe eden ve do ru iman eden ve ibâdet yapan, faideli i
yapanların kötülüklerini iyili e çevirir. Allah, af ve merhamet sahibidir. Kim tevbe
eder, amel-i salih i lerse Allahü teâlâya [tevbesi makbul ve Onun rızasına kavu mu
olarak] döner. Onlar yalan yere ahidlik yapmazlar. Faidesiz ve zararlı i lerden
kaçınırlar. Kendilerine ayetler okundu u zaman, kör ve sa ır de ildirler [dikkat ile
dinleyip emredileni yaparlar.] (Furkan 63-73).
Do ruyolu bulmak
Sual: nsan, kendi ba ına do ruyolu bulabilir mi? Allahı tanıyabilir mi?
CEVAP
Tarih boyunca, Allahü teâlânın gönderdi i bir rehber olmadan, insan, kendisini yaratan
büyük kudret sahibinin var oldu unu, aklı ile anladı. Fakat Ona giden yolu bulamadı.
nsanlar, yaratıcıyı önce etraflarında aradı. Kendilerine en büyük faydası olan güne i,
yaratıcı sandılar ve ona tapmaya ba ladılar. Sonra, büyük tabiat güçlerini, fırtınayı, ate i,
kabaran denizi, yanarda ları ve benzerlerini gördükçe, bunları yaratıcının yardımcıları
zannettiler. Her biri için bir suret, alamet yapmaya kalktılar. Bundan da putlar do du.
Böylece, çe itli putlar çıktı. Bunların gazabından korktular ve onlara kurbanlar kestiler.
Hatta, insanları bile bu putlara kurban ettiler. Her yeni olay kar ısında, putların miktarı da
arttı. slâmiyetin ba ında Kâbe’de 360 put vardı.
Kısacası insan, Bir, ezelî ve ebedî olan Allahü teâlâyı kendi ba ına bir türlü tanıyamadı.
Bugün bile güne e ve ate e tapanlar vardır. Bunlara a mamalı! Çünkü, rehbersiz, karanlıkta
do ruyol bulunamaz.
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Biz, peygamber göndererek bildirmeden önce azap yapıcı de iliz.) [ sra 15]
Peygamberlerin gelmesi
Allahü teâlâ, kullarına verdi i akıl ve dü ünme kuvvetinin nasıl kullanılaca ını onlara
ö retmek ve kendi birli ini onlara tanıtmak ve iyi i leri kötü, zararlı i lerden ayırmak için,
dünyaya peygamberler gönderdi. Peygamberler de birer insandır. Yer, içer, uyur ve yorulur.
Di er insanlardan farkları, zeka ve muhakeme kuvvetlerinin çok üstün olması, temiz ahlaklı
ve Allahü teâlânın emirlerini bize tebli edecek bir güçte bulunmalarıdır. Peygamberler en
büyük rehberlerdir.
Ruh-ul-beyan’da, Zümer suresinin, (Allahtan ba kasını dost edinenler, “Biz bunlara
bizi Allaha yakla tırmaları için, bize efaat etmeleri için tapınıyoruz, derler”)
mealindeki 3. ayetinin tefsirinde deniyor ki:
( nsan, kendisinin ve her eyin yaratıcısını tanımaya elveri li olarak, yaratılmı tır.
Yaratıcısına ibâdet etmek ve Ona yakla mak arzusu, her insanda vardır. Fakat böyle elveri li
olmanın ve bu iste in kıymeti yoktur. Çünkü, nefs, eytan ve kötü arkada , insanı aldatarak
[yaratılı ındaki bu arzuyu yok eder, yaratana ve kıyamete inanmayan birer dinsiz veya]
mü rik yaparlar. Mü rik, Allahü teâlâya yakla amaz. Onu tanıyamaz. irkten uzakla ıp,
tevhide sarılarak hasıl olan marifet, tanımak, kıymetlidir. Bunun alameti, peygamberlere ve
kitaplarına inanmak ve bunlara uymaktır. nsan, Allahü teâlâya ancak böyle yakla abilir.)
Zariyat suresinin, ( nsanları ve cinni, bana ibadet etmeleri için yarattım) mealindeki
56. ayet-i kerimesindeki (ibadet etmeleri için) ifadesi, (beni tanımaları için) demektir.
Yani, Allahü teâlâyı tanımak, inanmak için yaratıldık. Hadis-i kudside, (Tanınmak için
her eyi yarattım) buyurması, (Onların beni tanımakla ereflenmesi için) demektir.
Yoksa, (Tanınayım da me hur olayım) demek de ildir. Peygamber efendimiz, ilmin
inceliklerini soran bedeviye buyurdu ki:
- lmin ba ını ö rendin mi?
- lmin ba ı ne ki?
- lmin ba ı, Allahı tanımaktır. Bu da Onun; misli, benzeri, zıttı, dengi, e i
olmadı ını, vâhid, evvel, ahir, zâhir ve bâtın oldu unu bilmektir. ( ir’a)
Yine buyurdu ki: (Acıya sabredip u radı ı felaketi gizlemesi ve kimseye ikayet
etmemesi, ki inin Allahı iyi tanımı olmasındandır.) [ . Gazali]
Peygamberleri inkâr
Sual: “Allahın varlı ını kabul ediyorum, ama peygamberlere inanmıyorum” diyen kimse
müslüman mıdır?
CEVAP
Hayır, müslüman de ildir. manın artı altıdır. Allaha, meleklere, kitaplara,
peygamberlere, ahirete, hayrın ve errin Allahtan oldu una ve öldükten sonra dirilmeye
inanmaktır. Birini inkâr eden iman etmi olmaz.
Her eyi hikmetli yaratan Allah, insanları ba ıbo mu bırakır? Onların nasıl hareket
edece ini elbette bildirir. Elçileri [peygamberleri] vasıtası ile kitaplar göndererek, neleri
yapıp neleri yapmamak lazım geldi ini bildirmi tir.
Peygamberler Allahın emirlerini noksansız bildirmi lerdir. Her eye gücü yeten Allahü
teâlâ, gelecekte olacak [yani yarataca ı] eyleri de bildi i için, emrini de i tirecek, yanlı i
yapacak kimseleri peygamber olarak gönderir mi? Hâ â Allahın emirlerini de i tirseler,
yanlı eyler söyleseler, her eye gücü yeten Allahü teâlâ buna mani olmaz mı? Yaratmadan
önce her vasfını bildi i en seçilmi , en güvenilir insanları peygamber yaparak göndermi tir.
Peygamberi inkâr, Allahı inkâr olur.
Allahü teâlâ, (Ben insanları bana ibadet etmeleri için yarattım) buyurdu.(Zariyat 56)
Peygamberler, kitaplar göndermeseydi, biz Allaha nasıl ibadet edecektik? Allaha inanıp
da onun elçilerine inanmamak normal de ildir.
Resulullaha uymak
Sual: Peygamberimizin peygamberli ini kabul eden, fakat ona uymayan cennete gider
mi?
CEVAP
M. Masum hazretleri buyurdu ki:
(En büyük saadet, iki cihanın en üstün insanı olan Muhammed aleyhisselama uymaktır.
Cehennem azabından kurtulmak için, Allahü teâlânın seçti i, sevdi i insanların reisine
uymak gerekir. Cennet nimetlerine kavu mak, Ona uyanlara mahsustur. Allahü teâlânın
sevgisine kavu mak için, Ona uymak arttır. Ona uymıyanların tevbeleri, zühdleri,
tevekkülleri ve duâları kabul olmaz. Onun yolunda olmıyanların zikirleri, fikirleri
kıymetsizdir.
Evliya, Onun sonsuz denizinden bir yudum içmekle muratlarına ermi lerdir.
Yeryüzündeki melekler, Onun hizmetçileri, göklerdekiler, â ıklarıdır. Her ey, Onun erefine
yaratılmı , bütün varlıklar, Onun mübarek ruhundan feyz almı lardır. Allahü teâlânın
varlı ını O açıklamı , her eyin yaratanı, Onun rızasını almak istemi tir. Ona ve Onun âline
ve eshabına bizden duâlar olsun. O yüce Peygamber, hepimizden razı olsun!) [c.1, m.10]
[Ey saadete kavu mak istiyen akıl sahipleri! Bütün gücünüzle Ona uymaya çalı ınız! Bu
devlete, bu nimete engel olan her eyden kaçınız! Harikalar gösteren bir din yobazını ve
yüksek mevkiler, diplomalar ele geçirmi olan bir fen yobazını, yani Ona uymak erefinden
mahrum olan bir cahili, bir gafili görürseniz, bunun sözlerinin, yazılarının, radyolardaki,
tv’lerdeki saçmalarının, yalanlarının, insanı felakete sürükleyece ini ve hiç böyle gösteri
yapmıyan, fakat çok dikkat ile ve titizlikle Ona uyana inanmanın, Onu sevmenin,
felaketlerden kurtarıcı çok kıymetli ilaç oldu unu biliniz!]
Peygamberlik iddiası
Sual: Peygamber efendimiz, ahir zaman peygamberi oldu una ve ondan sonra
peygamber gelmiyece ine göre, nasıl oluyor da, Amerika’da R.Halife, Pakistan’da
A.Kadiyani, ran’da Bahaullah, Türkiye’de birkaç ki i için peygamber deniyor?
CEVAP
Peygamber denilen kimselerin, müslümanlıkla hiç alakaları yoktur. Çünkü Kur’an-ı
kerimde buyuruluyor ki:
(Muhammed [aleyhisselam] Allahın resulü ve Hatem-ün-nebîyyîn, yani nebîlerin
sonuncusudur.) [Ahzâb 40]
E er, (Hatem-ün-nebîyyîn) de il de, (Hatem-ür-rüsul) denseydi, kötü maksatlılar, (Resul
gelmez, ama nebî gelir) derlerdi. Bunun için, (Hatem-ün-nebîyyîn) denmi tir.
Artık bir zındık, (Nebî gelmez, ama resul gelir) dese de, bir kıymeti yoktur. Çünkü,
resullük makamında nebîlik makamı da vardır. Yani her resul nebîdir; fakat her nebî resul
de ildir. Yeni bir eriat getiren peygambere (Resul) denir. Yeni din getirmeyip, insanları
önceki dine davet eden peygamberlere (Nebî) denir. Emirleri tebli etmekte ve insanları,
dine davette resul ile nebî arasında bir ayrılık yoktur. Resul ile nebî e anlamlıdır. Bunun için,
Peygamber efendimize, resul de, nebî de denmi tir. Mesela nebî geçen bir ayet-i kerime
meali:
(Allah ve melekleri, Nebî’ye çok salevat getirir. Ey müminler, siz de ona salevat
getirin!) [Ahzâb 56]
Araplar ve bedevîler
Sual: Sure-i Tevbe’nin 97. ayetinde, (A’rabîler küfür ve nifakta daha beter) deniyor.
Niçin Araplar daha beterdir?
CEVAP
Tefsirlerde, A’rab kelimesi, bedevî olarak geçmektedir. Kâdı Beydavî tefsirinde, bu
ayetin açıklamasında buyuruluyor ki: ehirden uzak, çölde ya ayan bedevîler, küfür ve nifak
yönünden ehir halkından daha ileridedir.
Bedevîlerin ehir medeniyetinden uzak kalı ları, kalblerinin kasvetli olu u, ilim ehli ile
az görü meleri, kitap ve sünneti az bilmeleri sebebiyle onlar bu duruma dü mü lerdir.
Bu tefsirin eyhzâde ha iyesinde de öyle buyuruluyor: Buradaki A’rab kelimesi Arap
milleti de ildir. A’rab ehir dı ında, çölde ya ayan bâdiye halkıdır. (Arabı sevmek
imandandır) hadis-i erifi, A’rabî ile Arabın farklı oldu una delildir. Zira Arap övülüyor,
A’rab ise kötüleniyor. A’rabîler, yani bedevîler, terbiye altına girmek istemiyen, isyankâr ve
kalbleri kararmı vah î kimselerdir. lim ehli ile görü mezler, Allahın kitabını, Resulullahın
kalblere ifa veren sözlerini dinlemezler. Bunlar, elbette sabah ak am ilim ve hikmet ehlinin
ve Resulullahın sohbetini dinleyenlerle aynı olamaz. ehirde ya ayanla bâdiyede ya ıyan
arasındaki fark, da da yeti en meyve ile bahçede [tekni e uygun olarak] yeti tirilen
meyveye benzer. (2/448)
Bedevîlerin Müslümanları da elbette vardır. Fakat hüküm ekseriyete göre verilir. (Bu
âyet-i kerimedeki A’rabîlerden maksat, Müslümanların arasında yeti en mürtedler ve
münafıklardır. Bunların kâfirlik ve nifakları, di er kâfirlerden daha iddetlidir) diyen âlimler
de olmu tur.
Zıllullah ne demek?
Sual: Okudu um tercüme kitaplarda "Zıllullah" kelimesini, "Allahın gölgesi" diye
tercüme etmi ler. "Zıl" kelimesi sadece gölge manasına mı gelir? Gölge diye tercüme
edilince çok tuhaf olmuyor mu? Allah, cisim gibi anla ılıyor. Bu kelimelerin do ru
tercümesi nasıldır?
CEVAP
Zıl, himaye, koruma gibi manalara da gelir. Mesela hadis-i erifte buyuruldu ki:
(Allah, kendi himayesinden ba ka hiçbir himayenin bulunmadı ı kıyamette, yedi
sınıf insanı himaye eder.) [Buharî]
Gölge kelimesi, Türkçemizde de "Himaye" manasına kullanılır. Mesela, (Ali efendi,
Mehmed A anın gölgesinde geçiniyor.) denince, Ali efendinin Mehmed A anın
himayesinde oldu u anla ılır. nsan için gölge kelimesini kullanmakta mahzur yoktur.
Selefiyyeciler, Allahı cisim gibi gösterip gökte bulundu unu söylüyorlar. Böyle yanlı
anla ılacak kelimeleri mutlaka tevili, izahlı yazmalıdır! Bir misal daha verelim! Hadis-i
erifte buyuruldu ki:
(Sultan, yeryüzünde Allahın gölgesidir. Ona ikram eden ikram görür, ona ihanet
eden de ihanete maruz kalır.) [Taberânî]
Sultan, Allahın gölgesidir demek, (Sultan Allahın emirlerini tatbik etmek
salahiyetine malik olan kimsedir.) demektir. Bu bakımdan "Zıl" kelimesini gölge olarak
tercüme etmek, yanlı anlamalara sebep olur.
(Din kılıçların gölgesi altındadır.) hadis-i erifi ise, (Din, devletin himayesi ile yayılır.
slâmiyet, her çe it silahları yapmak ve bunları iyi kullanmakla sa lam kalır.) demektir.
Cehennem Sonsuz
Sual: Kâfir dostu biri, "Cehennem sonsuz de il, çok manasına sonsuz denmi " diyerek
kâfirlerin de Cennete girece ini yazıyor. Cennet-Cehennem sonsuz de il midir?
CEVAP
Cehennemin ve Cennetin sonsuz oldu una dair birçok ayet-i kerime vardır. Mesela
Bekara 25, A. mran 116, Maide 85, Enam 128, Tevbe 68, Hud 107.
Ayet-i kerimede Cehennem için de, Cennet için de (Hüm fiha halidun = Onlar orada
ebedi kalırlar) buyuruluyor. (Bekara 81, 82)
E er "halidun" kelimesi tevil edilirse, Cennetin de sonsuz olmadı ı ortaya çıkar. Halidun
kelimesini cehennem için tevil edip de cennet için niçin tevil etmiyor? Sizin de bildirdi iniz
gibi, Yahudi ve Hıristiyanları cennete koymaya çalı tı ı gibi, imdi de bütün kâfirleri
cennete koymaya çalı ıyor. eytanın yolda ları ne yapsa faydasızdır.
Ku lar Ne Diyor?
mam-ı Begavi hazretleri, Kab-ül-Ahbar hazretlerinden nakleder ki:
Süleyman aleyhisselam, bazı ku ların, öterken ekseriya ne dediklerini öyle bildirmi tir:
Tavus ku u "Cezalandırdı ın gibi cezalandırılırsın" der.
Hüdhüd "Merhamet etmeyene merhamet olunmaz" der.
Göçe en "Ey günahkârlar, Allahü teâlâdan af ve ma firet isteyiniz," der.
Kaya ku u "Her canlı ölecek, her yeni eskiyip, çürüyecektir" der.
Kırlangıç "Ne yaparsanız, onu bulursunuz" der.
Güvercin "Gökleri ve yeri mahlukatla dolduran Rabbimi noksan sıfatlardan tenzih
ederim" der.
Kumru "Sübhane Rabbiy-el-ela" der.
Karga "Allahü teâlâdan ba ka her ey helak olacaktır" der.
Kustat ku u "Susan, ba ına belâ ve musibet gelmesinden kurtulur" der.
Papa an "Dü üncesi dünya olan kimseye yazıklar olsun" der.
Do an "Sübhane Rabbi vebihamdihi" der.
Yukardaki ku ların ötü leri, konu maları yalnız bu sözlere ve manalara mahsus de idir.
Neml suresinde, karınca ve hüdhüdün konu malarının bildirilmesi, ihtiyaca göre öterek ses
çıkardıkları, konu tukları anla ılmaktadır.
Ku ların, di er vah i hayvanların sesleri ve kainattaki hareketlerin hepsi, Allahü
teâlânın, peygamberlerine ve arifinden olan evliyasına hitabıdır. Evliya, bu ses ve hareketleri
makamları ve derecelerine göre anlar. Çünkü, peygamberler (aleyhimüsselam) ku ların ve
di er hayvanların dillerini aynısıyla bilirler. Evliya-i kiram ise, onların dillerini aynen
bilemez. Sadece, onların seslerinden kendi hallerine aid olan hususları, Allahü teâlânın
kalblerine ilham etmesi ile bilirler. (Ruh-ul-Beyan, Peygamberler Tarihi Ansiklopedisi)
Âlimleri kötülemek
Dinimiz ilme ve âlime büyük önem verir. Bize ilmi bildiren âlimlerdir. Hadis-i erifte,
(Âlimler, Peygamberlerin varisleridir) buyuruldu. Peygamberlerin varisleri olan âlimlere
dil uzatan, onları âlim oldukları için kötüleyen kimsenin imanı gider. Bir de slâm âlimi
sanılan ve dinimizi içten yıkmaya çalı an dinde reformcular vardır. Bunların ihanetlerini
söylemek, kötülemek olmaz. Dinin emrine uymak olur. Kötüye kötü, kirliye pis demek
yanlı de ildir. Temize pis demek kötülemek olur.
Kötülerin kötülü ünü açıklamak, Müslümanları onların zararından korumaya çalı mak
farzdır. Hadis-i eriflerde buyuruluyor ki:
(Bid'atler yayılıp, bu ümmetin sonra gelenleri, öncekilere lânet edince, ilim
sahipleri bunu herkese bildirsin! Bildirmeyip ilmini gizleyen, Kur'an-ı kerimi gizlemi
sayılır.) [ .Asakir]
(Ortalık karı ır, yalanlar yazılır, adetler ibâdetlere karı tırılır ve Eshabıma dil
uzatılırsa, do ruyu bilen herkese bildirsin! Do ruyu bilip de gücü yetti i hâlde
bildirmezse, Allahın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onların üzerine olsun!)
[Deylemî]
Bu durumda bir Müslüman nasıl olur da "Bana ne" diyebilir? Gücü yetti i hâlde nasıl
lânete müstahak olabilir?
Reformcunun biri çıkıyor, (Ortalık iyice aydınlandıktan sonra oruca ba lanır) diyerek
milletin orucunu ifsada çalı ıyor. Bekara suresinin 187. Ayetinde, (Sabahın beyaz ipli i
[aydınlı ı] siyah ipli inden ayırdedilinceye kadar yiyip için, sonra geceye kadar orucu
tamamlayın!) buyurulmu tur. Bu ipliklerin, gündüzün beyazlı ı ile gecenin siyahlı ı
olduklarını anlatmak için, daha sonra fecrin kelimesi nazil oldu. Gündüzün beyazlı ı ile
gecenin siyahlı ı, iplik gibi birbirinden ayrılınca, oruca ba lanır. Sabah namazının vakti
girmeden önce yiyip içme kesilir.
Bir ba ka reformcu, (Bugün camilerde kılınan namazlar, peygamberin kıldı ı namaza
uymuyor) diyor. Namazın nasıl kılınaca ını da bildirmiyor. Namaz kıldırmamak için her
yola ba vuruyor. Namaz kılmadı ı, oruç tutmadı ı, her çe it günahı i ledi i için, (Amelsiz
iman makbul, fakat imansız amel makbul de ildir.) diyor. Sözü do ru ise de, maksadı
ba kadır. (Namaz kılmasam da, her günahı i lesem de bana kâfir diyemezsiniz.) demek
istiyor.
Yine aynı reformist ki i, (Kur'anı zamana ve mekana göre yeniden ictihadımla
yorumlayıp "Ça da ilmihal" yazaca ım.) diyor. Yani, ictihad adı altında dinde reform
yapmak ve bütün sapık fikirlerini buraya koymak, böylece halkı zehirlemek istiyor.
Böyle reformcular için, (Bu kimselerin hiç iyi tarafı yok mudur?) denilmesi do ru
de ildir. Cenab-ı Hak, imansızların yol, köprü, cami, yaptırmak gibi hiç bir ameline sevap
vermiyor, cehenneme atıyor. Böyle kimselerin ihanetlerini açıklamak, onları kötülemek
olmaz. Böyle kötü din adamları, din, iman hırsızlarıdır. Hadis-i eriflerde buyuruldu ki:
(Âlimlerin iyisi, insanların en iyisidir. Âlimlerin kötüsü ise, insanların en
kötüsüdür.) [Bezzar]
(Yazıklar olsun kötü âlimlere ki, ilmi ticarete alet ederler. Devlet adamlarına
yakla ır, menfaat temin etmeye çalı ırlar. Bunların yaptıkları ticaret, kesada [darlı a,
kıtlı a] u rasın!) [Hakim]
(Bir zaman gelir ki, âlimler fitne çıkarır, camiler ve hafızlar ço alır, ama, [hakiki]
âlim bulunmaz.) [Ebu Nuaym]
(Zebaniler, günahkâr hafızlara, puta tapanlardan daha önce azap yapar. Çünkü
bilerek yapılan günah, bilmeyerek yapılandan daha kötüdür.) [Taberânî]
Nasıl inanıyoruz?
Sual: Sizin yazılarınızdan anladım ki, mezhepsizlerin kitaplarını okuya okuya neye ve
nasıl inanaca ımı da karı tırmı ım. Bu yüzden, imanımın do ru ve sahih olması için gerekli
artları bildirir misiniz?
CEVAP
Bid'at ehlinin amelleri bo a gider. Onun için bid’at karı mamı bir itikada sahip olmak
gerekir. Do ru iman, Allaha, meleklerine, gönderdi i mukaddes kitaplarına,
peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayrın ve errin Allaht’an oldu una, öldükten sonra
dirilmeye inanmaktır. manın sahih olması için gerekli artlardan bazıları unlardır:
1- manda sabit olmak.
2- Allahın azabından korkup, rahmetinden ümit kesmemek.
3- Can bo aza gelmeden iman etmek.
4- Güne batıdan do madan önce iman etmek.
5- Gaibi yalnız Allahü teâlâ bildi ine ve Allahın bildirdi i peygamber veya evliyanın da
bilebiliece ine inanmak.
6- küfrü gerektiren söz ve i ten kaçmak.
7- Dini bir hükümde üphe etmemek: Mesela namaz farz mı, kumar haram mı diye
tereddüt etmemek.
8- tikadını slâm dininden almak: Tarihçilerin, felsefecilerin de il, Muhammed
aleyhisselamın bildirdi i ekilde iman etmek gerekir.
9- Sevgi ve bu zu yalnız Allah için olmak.
Do ru imanı açıklayan alimler bildiriyor ki: Bir müslüman u ekilde imana sahip olmak
lazımdır:
Kuran-ı kerimin Kelam-ı lâhî olup mahluk [yaratık] olmadı ına inanmak. Kendi
imanından üphe etmemek. Eshab-ı kiramın tamamını sevmek, hiçbirini kötülememek.
Cennetten Allahü teâlânın görülece ine inanmak. slam diyarında açıkça günah i ledi i
bilinmeyen her imamın arkasında namaz kılmak. Namaz kılan Müslümana i ledi i
günahlardan dolayı kâfir dememek. badetler, imandan parça de ildir. Yani ibâdet etmeyen
ve günah i leyen mümine kâfir denmez. Allahü teâlâ, küçük günaha azab edebilir, büyük
günahları affedebilir. Mest üzerine mesh caizdir. man artıp eksilmez. [Parlaklı ı, kuvveti
artıp eksilir.]
Miracın ruh ve bedenle birlikte oldu una inanmak. Miracın Mescid-i aksaya kadar olan
kısmını inkar eden kâfir olur. Bundan sonrasına inanmayan ise, bid'at ehli, sapık olur.
Tasavvufu inkâr etmemek. Mucize ve keramet haktır.
Bugün için dört hak mezhepten birine uymak, mezhepsiz olmamak.
Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömerin halifeliklerine ve üstünlüklerinin halifelik sırasına göre
oldu una inanmak. Kabir ziyareti caizdir. Kabirde yatan enbiyadan ve evliyadan yardım
istemek caizdir. Okunan Kur'an-ı kerimin ve verilen sadakanın sevabını ölülere göndermenin
caiz oldu una, bu sevapların ve duâların ölülere vasıl olarak, azaplarının azalmasına sebep
olaca ına inanmak. Kabir suâli haktır. Kabir azabı ruh ve bedene olacaktır. Sırat köprüsü
vardır. efaata, hesaba ve mizana inanmak. Öldürülenin kendi eceli ile öldü üne inanmak.
Herkes kendi rızkını yer, kimse kimsenin rızkını yiyemez. Allahü teâlâ, diledi ini hidayete
kavu turur, diledi ini dalalette bırakır. Cennet ve cehennem u anda vardır. Günahkâr
müminler, cehennemde sonsuz kalmaz, kâfirler sonsuz kalır. A ere-i mübe ereye inanmak.
Eshab-ı kiramın tamamının cennetlik oldu una inanmak. Kıyamet alametlerinden olan
Deccal, Dabbet-ül-arz, Hz. Mehdi’nin gelece ine, Hz. sa’nın gökten inece ine ve di er
bildirilenlere inanmak.
Bunlardan birine bile inanmamak tehlikelidir.
- SON -