You are on page 1of 7

Genç kız ve hicap

Hicap, öyle bir değerdir ki ona riayet etmek genç kıza paklık ve selamet bahşeder

Genç kız, eğer kendi saadetine alakalıysa, namahrem erkeklerin karşısında süslenip gösteriş
yapmaktan kaçınmalıdır.
Tecrübeyle görüldüğü gibi bilgisiz ve nefisleri zayıf olan kızlar daha çok süslenme ve
gösterişle uğraşıyorlar.
Kendilerine baştan çıkarıcı ve gönül aldatıcı bir görünüm vermeye çalışıyorlar.
Gerçek ve batını şahsiyetine ve ruhi mükemmelliğine teveccüh etmekten gaflet ediyor.
Allah’ı anmaktan gaflet etmek ve günaha girmek, yavaş-yavaş, onların zelalet ve çöküşüne
zemine hazırlar.
Hicap, öyle bir değerdir ki ona riayet etmek genç kıza paklık ve selamet bahşeder.
Onu sedef içindeki inci gibi, afetlerin şerrinden, vesveselerden ve kötülüklerden korur ve
Allah’a yakınlaştırır.
Hicapsızlığa ve kötü hicaba el atanlar çoğunlukla düşünmüyor ve tevekkül etmiyorlar ve
yalnızca şeytani ve nefsani vesveselerinin el aleti olarak kullanıyorlar.
Toplum sahnesinde kendini süsleme ve gösteriş yapmak kadının iffetli şahsiyetine darbe
indirir.
Genç kızın vakarlı olması, mahrem ve namahrem çizgiye riayet etmesi ana asalet bahşeder ve
onu her kesin gözlerinde saygı ve tevazua layık kılar.
Gerçekte hicap, genç kızın şahsiyetinin dökülmesinden kurtaran bir masuniyettir.
Diğer taraftan genç delikanlıları sapıklık tehlikesinden uzaklaştırır.
Hicapsızlığın yayılmaya çalışıldığı toplumlarda, kızlar, istismarcı kudretlerin oyuncağı haline
getiriliyor, öyle ki temiz ve iffetli bir genç kızın layık olduğu sağlam şahsiyetlilik, temizlik ve
iffetten uzaklaşıyorlar.
Tecrübe göstermiştir ki genç kızlar arasında hicabın müraat edilmesi ruhlarının selamet ve
korunmasına ve yine onların gelecek hayatlarında ki başarılarına sebep olmuştur.
İffet ve hayanın insan hayatında o kadar önemi vardır ki Peygamber efendimiz (s. A. A)
buyuruyorlar :
“ Haya dinin tamamıdır’’. Ve imam Sadık (a. S) şöyle buyuruyor :
“Hayası olmayanın imanı yoktur’’.
Dar kıyafetlerden yararlanmak ve bedenin bir kısmını açmak ve namahremin görebileceği
konuma getirmek, sağlık koruma işlerinin felaketine ilaveten, genç kızın iffet ve hayasını
şüphe ve kuşku altına aldığı gibi yaratılış mebdesinden uzaklaşma mukaddimesini de
hazırlamış olur.
Genç kız, hicaba riayet etmekle kendini Allah’a yakın eder.
Zira onun yardımı ile emniyet ve sükunet bulur.
Avare, laubali ve sapık kimseleri kirli bakışlardan mahrum eder.
İffetli ve temiz kız, fıtratı icabı, şehvet ve nefsani arzularla kendisine bakılmasından
rahatsızlık ve ıstırap duyar ve eğer bir genç kız bu hallet ve hususiyeti taşımaz ve saçlarının
bir kısmını namahremin görmesine razı olur ve aynı şekilde hevesli ve kirli bakışların
faydalanacağı bir konumda yer almaktan nefret duymazsa, salim fıtratından uzaklaştığı
yabancı bakışların kirliliğine adet edindiğini fesat çukuruna yuvarlanmaya yakın olduğunu ve
insani değerleri elden verdiğini bilmelidir.
Diğer taraftan; hicabını koruyan, kendini namahremlerden uzak tutan genç kız sedef içindeki
inci kadar değerli, herkesin yanında saygı ve ihtiramını artırmış ve zilletten kurtulmuştur.
Genç delikanlılarda her ne kadar ipsiz sapsız ve laubali olsalar dahi, ruhlarının derinliklerinde
herkesin ulaşabileceği, ayağa düşmüş müptezel ipsiz sapsız ve süslenmemiş kızlara değer
verirler ve kendi iç alemlerinde bu tür kızları överler.
İffet ve haya, insanın fıtri hususiyetlerinden biridir.
Çünkü yaratılış nizamı bu değerli ve kıymetli mücevherin hıfzı ve korunması için, aynı
zamanda kadının mevki ve makamının hıfzı için, güzelliğini bundan görüyor ki o, sedef
içindeki inci gibi her türlü toz toprak afet ve kirliliklerden ve şunun bunun ona ulaşmasından
uzak olmasıdır.
Çünkü kıymetli bir şeyi genellikle her kesin ulaşmasının mümkün olamayacağı bir yerde
korurlar, ama değeri az olan şeyler her zaman, el ve ayak önündedir.
Hanımların çoğu tecrübeyle derk etmişlerdir: kadın bu kıymetli sedefin içinden çıktığında
yüce şahsiyetine ve toplumuna büyük bir darbe indirmiş ve her zaman toplumda aşağılık ve
fasit kimselerin su istifadesine sebep olmuş ve yine halkın çoğunu lanet, yerme ve tahkir
mayası vaki olmuşlardır.
Ziynetini yalnızca sıcak ailevi ortamda kullanan evin dışında ve toplumda metanet ve vakarlı
giyinişiyle zahir olan genç kız, hem aile bireyleri arasında aziz ve kıymetlidir ve hem de
başkalarının gözünde değerlidir. Eğer bir genç kız, ayağını iffet ve hicap sınırından dışarı
koyarsa, yalnız kendi aile hayatına darbe indirmekle kalmıyor aynı zamanda büyük bir günaha
mürtekip olmuş oluyor ve gelecekte kendisine ve toplumuna faydalı olabilecek genç delikanlı
nesli, düşme ve yok olma konumuna getirecektir ve onların sapmasıyla toplumun geleceğine
helak edici bir darbe indirecektir.
Geçmişin tarihi tecrübeleri bize şunu gösteriyor ki, milletlerin düşmanları her ne zaman bir
nesli içinden yok etmek ve o ülkenin sermayelerini yağma edip, birikim ve hazinelerini
yağma etmek istediklerinde, bu yoldan girmişlerdir.

Tesettür ve Özgürlük

Gazeteciler ve yazarlar her gün yeni bir makaleyle hicabın kadın için sınırlandırma, hapis,
kadının zaafının ve kuşatılmasının göstergesi olduğunu yazmaktalar

Özellikle günümüz batı medyası İslami hicap aleyhine yoğun bir çalışma içerisindedir.
Her gün televizyonlarda fakir ülkelerin örtülü kadınlarını göstererek bunların tüm
özgürlüklerinin ve en doğal kadın haklarının ellerinden alındığı haberlerini yapmaktadırlar.
Yani sözde İslam dini yüzünden kadınlar eve hapisler, tüm sosyal faaliyetlerden mahrumlar ve
tesettürleriyle büyük bir baskının içerisindeler.
Gazeteciler ve yazarlar her gün yeni bir makaleyle hicabın kadın için sınırlandırma, hapis,
kadının zaafının ve kuşatılmasının göstergesi olduğunu yazmaktalar.
Onlara göre kadını hicaplı olmaya zorlamak, onun özgürlük hakkını tanımamak ve insanlık
değerine yapılan bir hakarettir. Başka bir deyimle tesettür kadına yapılan apaçık bir zulümdür.
Hâlbuki gerçek kesinlikle böyle değildir; hicap özgürlüğün elden alınması değildir aksine
kadını esaretlerden kurtaran ve onu tam anlamıyla özgür kılandır.
Bunu ispatlamak ve yukarıdaki şüphenin de ne kadar yanlış olduğunu anlamak için öncelikle
kurana göre hicabın açıklamasını yapmamız gerekir.
Kurana göre kadın şunun çok iyi bir şekilde farkına varmalıdır: kadının hicabı ne kocanın
hakkıdır ve nede bizzat kadının kendisinin, hicap ilahi bir haktır.
Dolayısıyla erkek “ben karımın açık olmasına razıyım” diyemez, ailenin de böyle bir hakkı
yoktur, aile “biz açık olunmasını istiyoruz” diyerek meseleye bakamaz.
Kadının saygınlığı, ne kadına özgüdür, ne kocanın malıdır ve nede erkek kardeşin
tekelindedir.
Bütün bunlar hicapsızlığa hoşnut olsalar dahi Kuran hoşnut olmayacaktır, zira kadının
saygınlığı Allah’ın bir hakkı olarak karşımıza çıkmaktadır. Yüce Allah kadını, sevgi
öğretmeni, şefkat eğitmeni ve ilahi aşkın mesajcısı olsun diye bu özelliklere göre yaratmıştır.
Eğer günümüz batı medeniyetinde olduğu gibi bir toplumda kadın, bu yüce hedefleri bir
kenara bırakarak şehvetin sembolü ve kapitalistlerin maddi menfaatlerinin bir aracı olursa, o
toplumda sevgi ve aile adına hiçbir şey kalmayacaktır.
Demek ki kadının ismeti Allah’ın hakkıdır ve hiç kimseyle bir alakası yoktur. Kurana göre
kadın Allah’ın hakkının eminidir, yani yüce Allah kendi hakkı olan bu makamı ve onuru
kadına vermiştir, şöyle buyuruyor: “benim hakkımı emanet olarak sen koru.” Kuran’ın
hükümlerinin hâkim olduğu toplum şefkat ve sevgi toplumudur, bunun sırrı da toplumun
yarısını, şefkat ve sevgi öğretmenlerinin üstlenmesidir.
Onlar İslami hicaba dikkat eden mümin kadınlardır. Kuran hicabın felsefesini şöyle
açıklamaktadır: “Onların tanınması ve incitilmemesi için en uygun olan budur.” (Ahzap–59)
Hicabın kadın için kısıtlama değil de aksine onun özgürlük kaynağı olduğunu birde sosyal
açıdan ele alalım.
Öncelikle İslam dini kadını eve asla hapsetmemektedir, erkekler için belirlemiş olduğu tüm
hükümler kadın içinde geçerlidir.
İslam’a göre kadın sosyal olmalı, toplumun önemli kararlarında etkin rol oynamalı, siyasal
faaliyetlere katılmalı, bilgisini çoğaltıp, kültürel yönden sürekli kendisini geliştirmelidir.
Fakat Allah’ın kadın için en fazla önem verdiği mesele kadının saygınlığıdır.
Kadın toplumdaki faaliyetleriyle saygınlığını asla zedeleyemez.
Genel olarak kadınların tarihte etkin bir rol oynamasını üç kısma ayırabiliriz.

Bir: Bazı toplumlarda kadınlar bir hazine gibi değerlidirler, ama toplumu yönlendirme,
yönetme ve karar hususunda hiçbir rolleri bulunmamaktadır. Kadın sadece değerli bir eşyadır,
fakat bir şahsiyet değildir. Erkek için çok değerli olduğundan, sürekli belli sınırlar içerisinde
tutulmaktadır, böyle toplumları oluşturan tamamen erkektir.

İki: Bazı toplumlarda ise; kadın “eşya” değildir kendisi için bir şahsiyet kazanmıştır,
toplumsal olmuş toplu iradede etkin bir rol oynamaya başlamıştır, ama bu seferde değerli
olma özelliğini kaybetmiştir. Kadın her yer de olduğu için değerini kaybetmiş, sıradan ve
değersiz bir hal almıştır. Bilgi, kararlılık, güç, kariyer, değişik işleri yapabilme kabiliyeti v.b
özellikler ona şahsiyet kazandırmıştır, fakat diğer taraftan artık erkeğin gözündeki değerli,
paha biçilmez bir hazine olma özelliği yok olmuştur. Kadının doğasında erkek için önemli
olmak vardır, eğer erkeğin gözünden düşecek olursa bu onun yıkımı demektir. Bu toplumu her
ne kadar kadın ve erkek beraber oluşturmuşsa da, kadın erkek için ucuz bir eşya gibidir.
Hiçbir erkeğin gözünde saygın, kıymetli ve onurlu bir konuma sahip değildir.

Üç: İslam’ın toplumsal sistemine göre ise; kadın hem değerli, hem de üstün şahsi özellikleri
kendisinde toplayan olmalıdır. Birinci grup değer verdi, ama şahsiyet vermedi, ikinci grup
şahsiyet verdi ama değerini yok etti. İslam her ikisini de kadına sunmaktadır. Kadın bir
taraftan kemalleri kendisinde toplamalı örneğin; bilgi, hüner, güçlü irade, korkusuzluk,
yaratıcılık, manevi boyut v.b ruhi ve cismi kemallere sahip olmalıdır. Fakat diğer taraftan da
müptezel, ela ayağa düşmüş olmamalıdır. Kuran’ı Kerim, kadınlara şöyle değer vermiştir:
Âdem’le beraber Havva’ya da ağaca yaklaşmamasını buyurmuştur,
Sara’da Hz. İbrahim gibi melekleri görmekteydi, Meryem’e cennetten özel yiyecekler
geliyordu ve Fatıma, Kevser ( çok fazla hayırlı) olarak adlandırılmıştır.İnsanlık tarihinde en
örnek kadını, Hz. Fatıma’dır.
O Peygamberin ev işlerini yapmasını istemesine sevinmekte, ama yeri geldiğinde de tüm
tarihin kaderini etkileyecek, dünyanın en bilgin insanlarının bile yapamayacağı türde bir
konuşmayı camide yapmaktadır.
Fakat konuşmasını erkeklerin önüne çıkmadan, perdenin arkasında yapmıştır.
Böylece hem kendisinin kadınlık sınırlarını korumakta ve hem de toplumsal olaylara duyarsız
kalmamaktadır. Bu saygınlığın korunması için İslam’daki hicap; kadının toplumda çalışırken
yabancı erkeklerle bir arada olma ve karşılaşmalarında giydiği elbiselerde özel bir ölçüye
uymasıdır.
Bu ölçülere uymak kadının özgürlüğünün elinden alınarak eve hapsedilmesi olarak
algılanmamalıdır, kadının saygınlığının ve kötü niyetli insanlardan korunması içindir.
Kadın İslam’ın belirlediği kadarıyla örtülü olması, onun onurunun ve saygınlığının artmasına
neden olur, çünkü bu durum onu ahlak yoksunu ve kaba kişilerin saldırısından korur.
Kadının onurlu ve özgür olması; dışarıda kontrollü ve ağır başlı olmasına bağlıdır.
Davranış ve giyim tarzında kışkırtıcılığa yol açabilecek ve erkeği kendisine çekecek tavırlarda
bulunmamaya; çekici elbise giymekten yolda cilveli yürümekten, fark edilmek için
konuşmasına uyumlu bir hava vermekten kaçınması gerekmektedir. Acaba kadının değeri
buna karşımıdır?
Sade bir şekilde sessizce toplumda çalışmalarda bulunsa, dikkatleri dağıtmasa, dikkat çekici
bakışlarla erkekleri kendisine doğru çekmese, bu kadının değerine aykırımıdır?
Kadın tesettürüyle şehvetin değil de, sevginin sembolü olsa bu birey özgürlüğü ilkesine karşı
yapılmış bir eylem midir?
Hicap hem kadının kendisini özgür kılmakta ve hem de erkekleri şehvetin esiri olmaktan
kurtarmakta.
Evet, hicapsızlık sonucu sözde özgür olan kadın ekonomik, sosyal ve kültürel alanda aktif
konuma gelmiştir, fakat karşılığında toplumun ahlakını bozmuş, aile kurumunu yıkmış,
erkeklerin eşlerinden soğumasına sebebiyet vermiş, sevgi ortamın da gelecek için iyi nesiller
yetiştirememiş velhasıl kadınlık hedefinden ve saygınlığından uzaklaşmıştır. İslam kadının
kendisini bu kadar aşağı düşürmesini asla istemez.
Bulunduğumuz çağa kadar, bütün toplum ve medeniyetlerde kadınlara en büyük zulüm
erkekler tarafından yapılmıştı, oysa şimdi kadınlara en büyük zulüm hemcinsleri olan kadınlar
tarafından yapılmaktadır. Niçin boşanmalar, ahlaksızlıklar ve aldatmalar bu kadar çoğalmış
durumda, çünkü kadınlar süslenerek, güzelliklerini göstererek erkeklerin ilgisini çekmekte ve
eşine karşı soğutmaktadır.
Ne kadar ilginçtir ki, hicap düşmanları hicabın toplumun yarısını devre dışı bıraktığını bahane
ederek açıklığı savunmaktalar hâlbuki hicapsızlık bütün bireylerin iş gücünü felç etmektedir.
Kadının işi dışarı çıkmak için zamanını ayna karşısında süslenerek geçirmek, erkeğin işi de
göz gezdirmek ve kadınları tuzağa düşürmekten ibaret olmuştur.
Demek ki, zavallı hicap düşmanlarının iddia ettiği gibi, hicap kadının özgürlüğünün elinden
alınması yahut kısıtlama değildir, aksine onu özgür olması ve toplumda kötü bakışlardan uzak
rahat hareket etmesidir.
Günümüz Kapitalist, Emperyalist ve Seküler dünyası kadınların en değerlisine karşı başlatmış
olduğu bu savaşta, mümin kadın ve genç kızların görevi, en doğal haklarını istemektir.
Usanmadan, tüm zorluklara rağmen inancımızda sağlam durmalıyız, hüviyetimizi korumalı,
batı medyasının maskesini düşürmeli, Allah’a kullukta kusur etmemeli, onun emirlerini ve en
önemli emirlerinden biri olan hicabı uygulamalı, toplumun her aşamasında yer almalı ve
sosyal faaliyetlerden geri kalmamalıyız.
Onlar bizi toplumdan soyutlamak ve eve hapsetmek için bu yasakları koydular, hedeflerine
ulaşmalarına izin vermemeliyiz. Tüm Müslüman kadınlar, sosyal yaşamın her alanında
başörtüleriyle hazır olmalıdırlar.

Fatma Demir
Savaşçı Ve Muhaddis Bir Kadın, Ümeyme
Kuran’a göre, eğer liyakat sahibi bir erkek diğer insanların örneği olursa sadece erkeklerin
değil, insanlığın ve toplumun örneği olur.

Aynı şekilde örnek olan kadın ise yine kadınların örneği değil erkeklerle birlikte insanlığın
örneği olur. İnsanlığa örnek olan mümine kadınlar her yönden kendilerini geliştiren
kadınlardır, onlar iyi bir anne, iyi bir eş ve yeri geldiğinde iyi birer savaşçıdırlar.
Asrısaadetin ,mümine aynı zamanda savaşçı ve muhaddis kadınlarından biri de
Ümeyme’dir.Babası Kays b. Ebi Salt el-Gıfari’dir.
Ümeyme Allah’a tam olarak teslim olmuş, kendisini üstün faziletlere ulaştırma gayreti
içerisindeydi.
Bunun içinde sürekli ilim öğrenmeye ve öğrendiklerini de uygulamaya çalışıyordu. Onun bu
ilim aşkı Peygamber efendimizden çokça faydalanmasını sağladı, öyle ki Allah Resulü'nden
(s.a.a) öğrendiklerini sonradan nakletmesiyle büyük muhaddisler arasına girdi. O Resul-i
Ekrem’den pek çok rivayet nakletmiştir. Tabiinden birçok kişi onun öğrencisi olmuş ve onun
vasıtasıyla Peygamberin hadislerine vakıf olmuşlardır. Birçok tabiinde Ümeyme’den rivayet
nakletmiştir.
Hz. Resulullah’ın (s.a.a) döneminde toplumsal faaliyetlerde etkin rol oynardı, savaş
zamanlarında kadınları toplayarak savaşa katılır, diğer kadınlarla birlikte yaralı İslam
mücahitlerini tedavi edip, şehitleri cepheden tahliye ederdi. Muhaddis olmasının, hadisleri iyi
anlayıp, tahlil etmesinin yanı sıra iyi birde savaş gücüydü. Ümeyme gibi kadınlar gönüllü
olarak savaşa katılırlardı.
Ümeyme, yaralıları, tedavi, şehitleri defin ve savaş alanında olanca gücüyle çalışmasının yanı
sıra, konuşmalar yaparak, şiirler okuyarak İslam savaşçılarına büyük moral vermekteydi,
onları teşvik ederek Allah yolunda korkmadan savaşmalarını sağlıyordu.
Bir rivayete göre, Ben-i Gıfar kadınlarından bir grup,
Ümeyme ile birlikte Peygamberin huzuruna vardılar. Ümeyme grubun sözcüsü olarak
Resulullah’a şöyle arz etti:“Bizler de seninle birlikte savaşa katılmak ve yanında yer almak
istiyoruz.
Gücümüz yettiği kadar yaralılarla ilgilenir, Müslümanlara yardımcı oluruz.” Peygamberde
onlara izin verdi. Bu sahabi kadın diğer sahabeler için büyük bir örnekti, sahabelerin iftihar
ettiği mükemmel insanlardan birisiydi. Birçok sahabe Peygamberden hadis nakletmezken,
Ümeyme bu dalda kendisini çok geliştirmişti.
Dolayısıyla sahabeleri incelediğimizde, sahabi kadınlar arasında da sahibi erkekler gibi üstün
değerler ve ruhi kemallere ulaşmış kadınların bulunduğunu görmekteyiz.
Askeri-siyasi ve hadis-irfan sahalarında ciddi bir araştırma yapıldığı takdirde Ümeyme gibi
örnek kadınların çok olduğu görülecektir.
Bu örnekler sonucunda da İslam’a göre; insanın ruhuyla alakalı olan konular bağlamında
kadın ve erkeğin bir/eşit olduğu ortaya çıkacaktır.

Subeyke Validemiz
Sübeyke validemiz, İmam Cevad'ın (a.s) annesi ve Hz. Peygamber'in

Sübeyke validemiz, İmam Cevad'ın (a.s) annesi ve Hz. Peygamber'in (s.a.a.) zevcesi Mariye-i
Kıbtiye'nin soyundandır. O, ahlâkî faziletler bakımından yüksek bir derecedeydi ve asrının en
üstün kadınlarındandı. Peygamber-i Ekrem (s.a.a), bir hadisinde Sübeyke'yi "cariyelerin en
iyisi" olarak adlandırmıştır. Yedinci İmam (a.s), bu muhtereme hanım İmam Rıza'nın (a.s)
evine gelmeden yıllar önce, onun bazı özelliklerini beyan etmiş ve ashabından birinin
vasıtasıyla ona selâm göndermiştir.
Sekizinci İmam (a.s), Sübeyke'den tertemiz, iffetli ve faziletli bir hanım olarak yâd eder ve
şöyle buyururdu: "Sübeyke, temizlik ve kutsallıkta Hz. Meryem'e benzemekte ve tertemiz
yaratılmıştır." İmam Rıza'nın kız kardeşi Hakime hatun diyor ki: "İmam Muhammed Taki'nin
(a.s) doğumu sırasında, kardeşim benden Sübeyke'nin yanında kalmamı istedi.
Ben bir odada onun yanında kaldım. İmam Cevad (a.s) doğdu ve oda onun nuruyla
aydınlandı." "İmam Cevad (a.s) velâdetinin üçüncü gününde gözlerini göğe doğru açtı ve sağa
ve sola bakıp, "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden resulullah." dedi."
"Ben bu hayret verici durumu görünce, korkup dehşete kapıldım. Yerimden kalktım ve İmam
Rıza'nın (a.s) yanına gittim ve gördüklerimi ona anlattım." "İmam Rıza (a.s), "Bundan sonra
ondan, şimdiye kadar gördüklerinizden daha hayret verici şeyler göreceksiniz." buyurdu."

Amine validemiz
Âmine, Veheb bin Abdumenaf'ın kızı, Abdullah bin Abdulmuttalib'in eşi ve yüce
Peygamberimizin

Âmine, Veheb bin Abdumenaf'ın kızı, Abdullah bin Abdulmuttalib'in eşi ve yüce
Peygamberimizin annesidir. İffet ve hayâ ile meşhurdu.
Abdulmuttalib onu oğlu Abdullah'a nikâhladı. Bu izdivacın meyvesi, rebiyülevvel ayının on
yedisinde, cuma günü fecrin doğuşundan sonra dünyaya doğan bir ışıktı.
Âmine'nin bebeğinin doğumu sırasında Kisra Sarayı'nın duvarı çatladı ve birkaç sütunu
yıkıldı; Fars Ateşkedesi'nin ateşi söndü; Sava Gölü kurudu;
Mekke Puthanesi'nin putları devrildi; bebeğin vücudundan fersahlarca yolu aydınlatan bir nur
göğe yükseldi; Anuşirvan ve Zerdüşt din adamları korkunç rüyalar gördüler. Âmine diyor ki:
"Yavrum dünyaya geldiğinde, doğuyu ve batıyı aydınlatan göz kamaştırıcı bir nur peyda oldu
ve ben o aydınlıkta Şam ve Busra saraylarını gördüm."
Bütün bu olağanüstü olaylar, Âmine'nin şeref, liyakat ve büyüklüğünü göstermektedir. O,
hilkatin şaheserini doğurmak için Allah tarafından seçilen bir anne idi. Hamilelik döneminde,
kendisinde bir nur gördü ki Muhammed bin Abdullah'ın aydınlık geleceğini açıkça
gösteriyordu. Peygamber (s.a.a) beş yaşındaydı ki annesiyle beraber, doğumundan önce vefat
etmiş olan babasının kabrini ziyaret etmek için Y
esrib'e doğru yola çıktı. Bu arzusuna ilk kez kavuşmuş olan Âmine, kocasının kabrinin
yanında yüreğini dökmek ve sevgili yavrusunu babasının yâdı ile gözyaşlarıyla tanıştırmak
için fırsatı ganimet bilip bir ay Yesrib'de kaldı. Peygamber (s.a.a), daha baba kabrinin
ziyaretinin gam ve kederinden kurtulmamıştı ki, Mekke'ye dönüş yolunda,
Âmine de Ebva adında bir yerde Mabud'una doğru koştu ve Resulullah'ın (s.a.a) gamlarına bir
gam daha eklendi…

Sare validemiz
Hz. İbrahim'in eşi Sare'nin şahsiyeti ve olgunluğunu, bıkmadan usanmadan sürekli eşinin

Hz. İbrahim'in eşi Sare'nin şahsiyeti ve olgunluğunu, bıkmadan usanmadan sürekli eşinin
misafirlerine hizmet etmesinden anlamak mümkündür.
Misafirperverliğin adabından biri, yemeği çabuk hazırlamaktır. Çünkü misafir -özellikle de
eğer yolcu ise-genelde yorgun ve açtır.
Dolayısıyla yemeğe ve dinlenmeye ihtiyacı vardır.
Bu yüzden onun yemeğini çabuk yapmak gerekir ki karnını doyurup dinlenebilsin. Sare, hep
böyle davranırdı. Kur'ân-ı Kerim şöyle buyuruyor:
"İbrahim'in misafirlerinin haberi sana geldi mi?
Misafirleri geldiğinde o, Sare'nin yanına gitti ve kısa bir sürede kavrulmuş bir kuzu getirdi."
Misafir sevgisi, İbrahim'in Sare'den razı olması ve bu ikisinden de önemlisi,
Sare'nin Mahbub'a olan aşkı, onu öyle güçlü bir iman mertebesine ulaştırmıştı ki meleklerle
konuşuyor, onların sözlerini işitiyordu. Bu maneviyat sebep odu ki yüce Allah, bu fedakâr
eşin ödülünü yaşlılıkta kendisine bağışladı ve melekler vasıtasıyla ona, peygamberlik şerefine
nail olacak evlâtların müjdesini verdi. Kur'ân-ı Kerim şöyle buyuruyor:
"Melekler İbrahim ile konuştuğu sırada, eşi de orada ayaktaydı ve sevinçliydi.
Biz ona İshak'ı, İshak'ın ardından da Yakub'u müjdeledik. (Yani Sare'ye çocuk (İshak)
müjdesinin yanı sıra, torun (Yakup) müjdesi de verdik.) Bunun üzerine İbrahim'in karısı, "Ben
anne mi olacağım?! Oysa ben bir kocakarıyım, kocam da ihtiyar bir adamdır.

Bu gerçekten şaşılacak bir şey!" dedi. Melekler ona,


"Allah'ın işine mi şaşıyorsun?! Oysa Allah'ın rahmeti ve bereketleri siz nübüvvet hanedanının
üzerinedir. O, övgüye lâyıktır, yücedir." dediler."

ÖNCÜ

Acaba bugün milyonlarca inananı bulunan büyük İslâm dinine iman eden ilk kişinin kim
olduğunu biliyor musunuz?
Evet; İslâm dinini kabul eden, herkesten önce Peygamber'in davetini kabul etme liyakat ve
şerefine nail olan ve böylece dünyadaki ilk Müslüman unvanını kazanan kişi bir kadındı;
Hatice adında.Acaba Allah yolunda can verme yiğitliğini göstererek İslâm şehitlerinin öncüsü
olma iftiharına erişen ilk İslâm şehidinin kim olduğunu biliyor musunuz?
Evet; o da yine bir kadındı; Sümeyye adında. Ammar, babası ve annesi, İslâm dinini kabul
edip Peygamber'e iman edenler safına katılınca müşrikler tarafından tutuklandılar.
Müşrikler, onlardan Allah'ın dininden el çekmelerini istediler. Ama onlar, bunu kabul
etmelerinin mümkün olmadığını söylediler. Bunun üzerine müşrikler onların elleri ve
ayaklarını bağlayıp Hicaz'ın yakıcı güneşi altında ve kızgın kumları üzerinde onlara işkence
yaptılar.
Yapılan işkenceler onları yıldırmadığı gibi, bilâkis imanlarını ve Allah'a ve Peygamber'e olan
sevgilerini artırıyordu. Bu durumu gören Ebu Cehl, büyük bir öfkeye kapılarak eline bir
mızrak alıp Sümeyye'nin böğrüne sapladı. Böylece Sümeyye, İslâm'ın ilk kurbanı oldu.Evet;
İslâm, kadınlara çok şey kazandırdı. Onların ellerinden alınan haklarını geri aldı.
Peygamber, ashabına sürekli kadınları tavsiye eder, "Kadınlar, Allah'ın sizin elinizdeki
emanetleridir; onlara saygı gösterin." buyururdu. Oysa o sırada, Arap Yarımadası'nda kızlar
bir utanç vesilesi olarak görülür ve gizlice diri diri toprağa gömülürdü.Bu nedenle de, Hatice
ve Sümeyye örneğinde olduğu gibi, birçok konuda kadınlar öncü oluyordu.

You might also like