You are on page 1of 20

ORMAN VE KÜRESEL ISINMA

ORMANLARIMIZ
(Kaynak: Çevre ve Orman Bakanlığı)

Halk arasında orman; sadece bir ağaç topluluğu veya yakacak ihtiyacını karşılayan bir varlık
olarak algılanmaktadır. Halbuki orman; ağaçlarla birlikte diğer bitkiler, hayvanlar, toprak, su,
iklim gibi canlı ve cansız tabiat faktörlerinin birlikte oluşturduğu doğal bir bütünlüğü ifade
etmektedir.

Türkiye ormanları çeşitli tıbbi, aromatik, endüstriyel ve süs bitkileri ile çok sayıda flora (bitki)
ve fauna (hayvan) türlerine sahiptir. Ülkemiz ormanları küresel öneme sahip değerli
biyoçeşitlilik kaynakları içermektedir. Bunlardan Göknar, Ladin, Sedir, Ardıç ve Sığla'nın gen
merkezi ülkemizdir. Bir başka deyişle, bu ağaç türleri yeryüzüne ülkemizden yayılmışlardır.

77.945.200 hektar olan ülkemiz arazisinin 20.763.248 hektarlık kısmı ormanlarla kaplıdır.
Bunu yüzde olarak ifade edersek, topraklarımızın %26.6 sı ormanlık alandır. Bu alanların
yaklaşık 9 milyon hektarı oldukça iyi, geriye kalan 11 milyon hektarı ise bozuk ormanlardır.

Türkiye'deki orman alanlarının büyük bir kısmını doğal orman alanları oluşturmaktadır.
Ormanlık alanlar daha çok Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz'i çevreleyen dağlarda
yoğunlaşmıştır.

Ormanlarımızın % 48 'i verimli ormanlardır. Mülkiyet bakımından ise %99 'u devlete aittir.
Ormanların korunması, işletilmesi, yeni orman alanları oluşturulması ve ağaçlandırmalar
yapılması ile milli parkların işletilmesi Çevre ve Orman Bakanlığı'nın sorumluluğunda
bulunmaktadır.

Dünyada bugün 1.5 milyarı balta girmemiş olmak üzere, 4 milyar hektar orman
bulunmaktadır. Çeşitli sebeplerle 1950 - 1990 yılları arasında, mevcut ormanların yarısı yok
olmuştur..

Tropikal (yağmur) ormanların ekosistem için büyük önemi vardır. Tropikal ormanların
kapladığı alan dünya yüzeyinin yalnızca % 7 'sidir. Ancak yeryüzündeki bitki ve hayvan
türlerinin % 80 'i bu bölgelerde yaşamaktadır. Bu ormanlar dünyanın akciğerleri görevini
yapmakta, atmosfere oksijen sağlamakta ve yağmur dengesini düzenlemektedir. Dolayısıyla
dünyanın iklimi üzerinde ormanların önemli etkisi vardır.

Ülkemizde son yıllarda artan orman yangınları adeta milli felaketlere dönüşmüştür. Son on yıl
içersinde 12 bin hektar ormanımız yanarak yok olmuştur.

Ormanlar; ihmal, dikkatsizlik (söndürülmeyen piknik ateşi, sigara izmariti vb.) sonucu veya
kasıtlı olarak (tarla açma, kaçak yapılaşma vb.) yakılmaktadır. Orman yangınlarının %47
'sinin sebebi tam olarak belirlenememiştir. Sebebi belirlenen orman yangınlarının %48 'inin
kasten, %48'inin dikkatsizlik ve tedbirsizlik, %4 'ünün de doğal oluşumlar (yıldırım vb.)
sonucu meydana geldiği belirlenmiştir.

Ülkemizin yaklaşık % 27 olan ormanlık alanı yukarıda belirtilen sebeplerle % 20'lere


düşmüştür. Ormanlarımızın % 44 'ü üretim yapılabilir, %56 'sı ise verimsiz olduğundan üretim

1
yapılamaz niteliktedir. Ayrıca ülkemiz ormanlarının % 54'ü koru, % 46'sı baltalık orman
özelliğindedir.

Ormanların Faydaları:

• Su ekonomisini düzenler, set ve taşkınları önler.


• Su ve rüzgara karşı toprağı tutarak, taşınmasını önler.
• Ortam sıcaklıklarını ılımanlaştırarak, yağışların oluşmasını sağlar.
• Yerleşim alanlarının çevresindeki havayı temizler.
• içerisinde yer alan flora ve faunayı korur.
• Çevreyi süsler, ülkeye doğal güzellik sağlar. Ayrıca her türlü spor ve turistik
faaliyetlere müsait olması sebebi ile eğlenmek ve dinlenmek için uygun ortam
oluşturur.
• Kamuflaj görevi yaparak askeri üs ve tesisleri gizler.

Bütün bunlarla birlikte ormanlar; yakacak ihtiyacını karşılamada, kağıt üretiminde, ev eşyası
ve ders araçları üretimi vb. alanlarda hammadde kaynağı olarak büyük öneme sahiptir.

2
ORMANDA HAYAT
( Kaynak: Doğal Hayatı Koruma Vakfı www.wwf.org.tr )

Ormanlar, yalnızca ağaç ve ağaççıkların bulunduğu geniş alanlar değildir. Bugünün


anlayışıyla orman, çok sayıda bitki ve hayvan topluluklarından oluşan bir yaşam birliği, hatta
büyük bir canlı organizmadır. Türkiye yüzeyinin % 26’sını orman sayılan alanlar
kaplamaktadır. Bu önemli zenginliğin gelecek kuşaklara aktarılabilmesi, Milli Park, Tabiatı
Koruma Alanı, Tabiat Parkı gibi koruma alanlarının sayısının artırılmasıyla mümkündür.
Şu anda korunan alanlar Türkiye ormanlarının yalnızca % 2’sini oluşturmaktadır.

WWF Türkiye Türkiye’nin orman alanlarının (özellikle doğal yaşlı ormanlarının) bozulmasını
ve yok olmasını önlemek, orman kaynaklarının sürdürülebilir kullanımını sağlamak amacıyla
çalışır.

Orman ve İnsan
Ormanların , insanlara yakacak sağlamak, canlı türlerine besin sağlamak, dinlenme, ilaçlar
için ham madde sağlama gibi sayısız yararları vardır. FAO Dünya Tarım ve Gıda Örgütü’ne
göre, ormanda yaşam ağaçlar ölünce sona ermiyor. Doğal döngü, ağaçlar öldükten sonra da
devam ediyor.

Orman Ekosistemi
Orman ekosistemi, yaşayan organizmaların bitkilerin, hayvanların ve mikroorganizmaların,
toprağın, iklimin, kayaların arasındaki hassas dengeüzerine kuruludur.

Ormanların çeşitliliği ve dağılımı


Ormanlar steplerden, doğal yaşlı ormanlara, yağmur ormanlarından nemli tropik ormanlara
kadar çok çeşitlilik gösterir. Ormanlar yüksek dağlarda, sulak alanlarda, tuzlu sularda
görülebilir. Orman türü, iklim, toprak türü, su kaynağı, yağmur rejimi, tohumların kaynağı ve
insan etkileriyle şekillenir ve bağlantılıdır. İnsanlar, bu çeşitlilikten çok farklı şekillerde
faydalanabilir. Ancak orman yönetiminin etkin bir şekilde yapılması ve uygun politikalar
yürütülmesi önemlidir.

Türkiye ve Ormanlar
Ülkemiz üç kıtanın kesişme noktasındadır. Dünya biyolojik çeşitliliği için son derece önemli
bir noktadır. Kuzeybatı alçak arazi alüvyal ormanlarından, güney ve batıda yer alan Akdeniz
ormanlarına, Kuzey Doğu’daki Kafkasya Bölgesi’nde yer alan yüksek dağ ormanlarına kadar
çeşitlilik gösteren ülkemizin ormanları biyolojik çeşitlilik ve zenginlik açısından eşsizdir.
Ülkemizin yüzölçümünün yaklaşık %27’sine denk gelen 21 milyon hektarı orman arazisidir.
Kuşkusuz ormanlarımız, bozayı, vaşak, kurt, Anadolu Leoparı gibi türler için önemli bir
yaşam alanı oluşturmaktadır.
WWF Türkiye’ nin çalışma alanlarını oluşturan doğal yaşlı ormanları da barındıran Akdeniz,
Kafkasya, Kuzey Anadolu ormanlarımız dünya ölçeğinde biyolojik çeşitlilik açısından en
zengin bölgeler arasında yer almaktadır.

3
KÜRESEL ISINMA ORMANLARI YAKACAK
( NTV-MSNBC 14 Temmuz 2006 Cuma )

ABD’li bilim insanları küresel ısınmanın orman yangınlarını tetiklediğini vurguluyor. Son
yıllarda yaz sıcaklıklarının yükselmesi, orman yangınlarının da sayısını artırıyor.

WASHINGTON - ABD’de son yıllarda artışa geçen orman yangınlarını ele alan çevre
uzmanları, küresel ısınmanın rolünün altını çiziyor. ABD’deki orman yangınlarının
1970’lerden bu yana seyrini araştıran uzmanlar, 1980’lerde ani bir artış, 1990’larla birlikte de
bu artışın ‘normalleştiğini’ farketti. Uzmanlar, küresel ısınmanın yaz sıcağını artırarak, orman
yangını sezonunu uzattığını vurguluyor.

KÜRESEL ISINMA VE ORMANLAR


http://wwwr10net-kuresel-isinmaya-hayir-seo.kozlucakoyu.net/Kuresel-isinma-ve-
Ormanlar.html

Bitkiler, fotosentez yoluyla yılda 100 milyar ton karbon emer ve buna yakın bir miktarı da
solunumla bırakırlar. Bu karbon akışlarının miktarı öyle büyüktür ki, fosil yakıtlarla açığa
çıkan 6,5 milyar ton karbon bunun yanında çok küçük kalır. Karada gerçekleşen fotosentezin
ve solunumun çoğu, odunsu bitkilerin bulunduğu ormanlar ve savanlar gibi ekosistemlerde
olur. Solunumla ortaya çıkan akısın bir bölümü bitkilerin kendisinden kaynaklanır; yaklaşık
%50'siyse bitkilerin ürettiği organik malzemelerin mikroplar aracılığıyla bozulmasıyla çıkar.
Toprakta depolanan bu organik maddelerin çoğu, yavaş bozulan lignin (odunsu bitkilerin
hücre duvarlarının ana malzemesi) artıklarıdır.

Karbondioksit birikiminin küresel desenlerinden, karalarda fotosentezin ve solunumun


dengede olmadığı; fotosentezin yılda iki milyar ton karbonla solunumu geçtiği anlaşılmakta.
Bu akışları belli orman alanlarında ölçmek de olası. Ölçümler, açıkça eski ve zarar görmemiş
ormanlarla, orta yaşlı ormanların sanılandan daha fazla CO2 soğurduğunu gösteriyor. Bunun
nedenleri, artan CO2 gübrelemesi (CO2 fotosentezi uyarır) ve insan azot atıklarının artması (o
da gübre yerine geçer) olabilir. Yani ormanlar bir tahliye deliği işlevi görüyor. Atmosferdeki
CO2'yi toplayarak bu gaza bağlı ısınmayı azaltan küresel bir çevre hizmeti yapıyor. Ancak, bu
durum kalıcı olmayabilir. Şimdiye kadar araştırma yapılan tüm ormanlarda, salınana karşı
toplanan karbon lehindeki farkın çok küçük olduğu görülmüş. Geleceğin sera dünyasında
fotosentez, artan CO2 düzeyleri ve azot atıklarıyla birlikte çoğalacak ve delikten akıp giden
karbon miktarı çoğalacak.

Fakat, her doktorun bildiği gibi, sıcaklık arttıkça solunumun hızı da artar. Yani, genel olarak,
solunumun (hem bitkilerin kendisinin, hem organik maddelerin bozulmasının) küresel
ısınmayla artması beklenir. Böyle olunca da, küresel değişim modellerinin ortak görüşü,
ormanların oluşturduğu tahliye deliğinin daralacağı; uzun dönemde, ormanların da atmosfer
için birer karbon kaynağı olacağı.

Nature dergisinde yer alan iki araştırmanın sonuçlarıysa, bizi görüşlerimizi değiştirmeye
zorluyor. Giardina ve Ryan'ın araştirmalarına göre, on yılları kapsayan uzun zaman
dilimlerinde, organik maddelerin bozulma süreci aslında ısıya çok duyarlı değil. Öyle
görülüyor ki, kısa süreli ısınma deneyleri solunumun artacağım gösterse de, bu deneyler,
solunumun artan ısıya tepkisinin uzun vadeli özelliklerini belirlemede yetersiz kalıyor. Avrupa

4
ormanlarındaki CO2 ölçüm istasyonlarından toplanan verilerin sunulduğu ikinci makaledeki
sonuçlar daha da şaşırtıcı. Valentini ve arkadaşlarının çalışması, daha soğuk iklime karşın
kuzey enlemlerinde solunumun karbon dengesinde ağırlıklı bileşen olduğunu gösteriyor. Buna
göre, İzlanda'dan İtalya'ya kadarki enlemlerde değişkenlik gösteren şey sanıldığı gibi
fotosentez değil, solunum.

Bu bulgular genellenebilir mi?


Tüm Avrupa için geçerli özellikte orman türleri belirlemenin güçlüğüne karşın, bilim
adamları, bulguların bu enlemler için gerçek bir eğilimi ortaya çıkardığı görüşündeler. Şimdi,
ABD'deki benzer bir istasyon ağından gelecek sonuçların bu eğilimi doğrulaması bekleniyor.
Tropik ormanlardaki karbon akışlarının öteki ormanlardan daha fazla olduğunu biliyoruz.
Ancak, henüz sıcaklığın karbon dengesindeki uzun vadeli etkileri üzerine yorum yapmaya
yetecek kadar veri yok; küresel tabloyu tamamlamak için yağmur ormanlarından ve
savanlardan daha fazla veri gerekiyor.

Peki toprak solunumu daha soğuk bir iklimde neden daha baskın oluyor? Neden, belki
toprağın kuzeyde daha uzun süre nemli kalması ve soğukta iş görmeye alışık mikropların yılın
daha uzun bir bölümünde etkin olabilmeleri; buna karşın güney enlemlerinde mikropların,
yılın toprağın kuru olduğu daha uzun bölümlerinde etkisiz kalmaları. Bir başka olasılık da,
kuzey enlemlerinde eski, soğuk dönemlerde organik madde olarak birikmiş daha çok karbon
bulunması ve bunların, toprağın ısınmasıyla ancak şimdi bozulmaya başlamaları.

Birinci durum için ekosistem solunumunun, sıcaklıktaki uzun vadeli artışla birlikte artacağını
varsaymışlar. ikinci durum içinse, modeli biraz değiştirerek ekosistem solunumunun
sıcaklıktaki günlük ve mevsimlik değişimlere tepki vermeye devam edeceği, fakat uzun vadeli
sıcaklık değişimlerine duyarsız olacağı varsaymışlar.

Birinci durum doğruysa, tahliye deliği daralır ve orman atmosferdeki CO2'yi temizlemede
verimsizleşir. Eğer ikinci durum doğruysa, fotosentez artışının etkisi, solunumun artmasınca
maskelenmez; orman atmosferdeki CO2 için giderek daha geniş bir tahliye deliği olur.

Her durumda, iki araştırmanın sonuçları, küresel bitki değişimi modelleri üzerinde çalışan
araştırmacılara önemli bir ileti gönderiyor. Toprak solunumu modelleri için, yalnızca kısa
vadeli deneylerin sonuçlarım kullanarak parametreler koymak yanıltıcı olabilir. Solunum
modelleriyle iklim değişikliği modelleri tam olarak eşlendiğinde, küresel ısınmayı arttıran
solunumla küresel ısınma arasındaki olumlu geri besleme, yalnızca sınırlı bir süre için
ilerleyebilir; kolay bozulan topraktaki organik maddeler tükenene kadar. Yoksa bu, küresel
ısınma konusundaki kıyamet tablosunun artık imkansız olduğu anlamına mı geliyor?

KÜRESEL ISINMA VE ORMANLAR


( ÇEKÜD - Çevre ve Kültür Kuruluşları Dayanışma Derneği )

Sel felaketlerinin, açlık ve ölümlere yol açan kuraklıkların, orman yangınlarının, tayfunların
ve buzul erimelerinin sayısı ve şiddeti giderek artıyor mu? Eğer böyle bir artış varsa, bunun
sebebi nedir?

Maalesef, Sanayi İnkılâbı’ndan sonra başlayan hızlı endüstriyel büyümeye paralel olarak,

5
atmosferdeki karbondioksit ve diğer sera gazı birikimlerinde ve küresel ortalama yeryüzü
sıcaklıklarında belirgin bir artış gözlenmektedir. En yeni küresel değerlendirmelere göre, bu
sıcaklık artışları, son 150 yıldır yaklaşık 0,4-0,8 °C kadar olmuştur.

1980'li yıllardan sonra bu ısınma daha da belirginleşmiş ve bu dönemin hemen her yılında
yüksek sıcaklık rekorları kırılmıştır (Şekil 1). 1998 yılı, küresel ortalamalar açısından, aletli
sıcaklık gözlemlerinin yapılmaya başlandığı 1860 yılından beri yaşanan en sıcak yıl olarak
kaydedilmiştir. Ortalama yeryüzü sıcaklığında 2100 yılına kadar, 1990 yılına göre 1-3,5 °C
arasında bir artış olacağı ve bu artışa bağlı olarak iklimde gözlenen değişikliklerin süreceği
tahmin edilmektedir.

Küresel ısınma böyle devam ederse neler olabilir? Tahmin edilen şudur: Kısmen bugün de
karşılaşıldığı gibi, kar örtüsünün, kara ve deniz buzullarının erimesiyle deniz seviyesi
yükselir, iklim kuşakları yer değiştirir, şiddetli yağışlar, taşkınlar ve seller daha sık meydana
gelir, pek çok yer kuraklık ve çölleşmeye maruz kalır, salgın hastalıklar ve tarım zararlıları
artar.

Sera gazları ve sera tesiri


Cam veya plâstik örtüyle kapatılarak içerisinde genellikle turfanda sebze ve süs bitkileri
yetiştirilen mekâna sera denir. Güneşten gelen ışınlar seraya kolayca girebilir; ancak toprak ve
bitki örtüsüne çarptıktan sonra ısı enerjisine dönüşür, ışınların dalga boyları kısalır ve
enerjileri azalır. Dolayısıyla bu kısa dalga boyundaki ışınların sera dışına çıkması, cam veya
plâstik örtü tarafından engellenir. Bunun sonucunda da, seranın ısınması, güneş enerjisi
geldiği sürece artar. Bu hâdise sera tesiri olarak isimlendirilir.

Benzer şekilde, dünyayı çevreleyen atmosfer tabakaları içerisinde bulunan bazı gazlara,
yeryüzü için sera tesiri oluşturduklarından, "sera gazları" denir. Bu gazların başlıcaları;
karbondioksit, metan, azot oksitler, ozon, kloroflorokarbon ve su buharıdır. Bu gazlar,
güneşten gelen ışık enerjisinin (güneş radyasyonu) yeryüzüne kadar gelmesini
engellemeyecek veya çok az engelleyecek, fakat bu enerjinin yeryüzüne çarpmasından sonra
oluşan kızıl ötesi ısı enerjisi dalgalarının yeniden atmosferin üst katmanlarına doğru ışımasını
(yükselmesini) engelleyecek nitelikte yaratılmıştır. Bu gazlarla hem yeryüzünün, hem de
yeryüzüne yakın atmosfer tabakalarının ısınması sağlanır (Şekil 2). Yerkürenin etrafını bir
manto gibi saran bu gazlar olmasaydı, yapılan tahminlere göre yeryüzü, günümüzdekinden
yaklaşık 33oC daha soğuk olacaktı. Atmosfer gazları arasında dünya sıcaklığının yaşanabilir
seviyede sabit olarak kalmasını sağlayacak hassas bir denge ve ölçü varken, insan kendi
aleyhine bu dengeyi bozacak işler yapmış ve yapmaya devam etmektedir. Bugün bir tehlike
olarak görülen küresel ısınmanın sorumlusu insandır.

Karbondioksit
Karbondioksit, tek başına toplam sera tesirinin % 50'sine sebeptir. Bu gaz, fosil yakıtların
kullanılması, insan, hayvan ve bitkilerin solunumu ve organik maddelerin parçalanmasıyla
meydana gelmektedir. Sanayinin gelişmesi atmosferdeki karbondioksit nispetinin çok hızlı bir
şekilde artmasına sebep olmuştur. Zira, atmosfere bırakılan karbondioksit miktarının % 80-
85'inin fosil yakıtlardan, % 15-20'sinin canlıların solunumundan ve diğer ekolojik devr-i
daimlerinden kaynaklandığı bilinmektedir.

Her yıl, insan kaynaklı 3,2 milyar ton (Gt) karbon atmosfere katılmaktadır. Bunda en büyük
pay, enerji üretimi için fosil yakıt kullanılmasına ve sanayi üretimine aittir (Tablo 1). Son 150
yıl içerisinde fosil yakıt kullanılması ve çimento üretiminden 265 Gt, arazi kullanım

6
değişikliğinden 124 Gt olmak üzere toplam 389 Gt karbon atmosfere salınmıştır. Bunun 214
Gt'si kara eko-sistemleri ve okyanuslar tarafından geri alınmış, atmosferde 175 Gt karbon
fazlalığı ortaya çıkmıştır.

Ormanların önemi
Ormanlar, gerek atmosfere bırakılan sera gazı yayılımlarının azaltılmasında, gerekse
atmosferden sera gazı emme yoluyla 'karbon yutağı' oluşturulmasında önemli roller
oynamaktadır. Nitekim tortul kayaçlar dışında, karalarda tutulan karbonun yaklaşık % 67'si
orman ekosistemlerinde depolanmış durumdadır. Bitki örtüsü tarafından tutulan karbonun %
75'i de ormanlarda depolanmıştır. Ayrıca, çok uzun ömürlü odun ürünleri (ahşap binalar,
mobilya vb.) çürüyüp yanmadıkları sürece karbon depoları olarak kalmaktadır.

Bilindiği gibi fotosentez esnasında, atmosferden alınan karbondioksit, karbon ve oksijen


moleküllerine ayrılır; sonra karbon, karbonhidratların meydana getirilmesinde kullanılıp kök,
gövde, dallar ve yapraklarda depolanırken, oksijen atmosfere bırakılır. Böylece sera
gazlarından en önemlisi olan karbondioksit miktarının, atmosferde belli bir dengede tutulması
sağlanır. Bunu, sessiz sedasız, hiçbir gürültü çıkarmadan işleyen ve tek bir atık oluşturmayan
dev bir fabrikaya benzetebiliriz. Öyle bir fabrika ki, zararlı maddeleri faydalı hale
dönüştürüyor. Böylesine faydalı bir fabrikanın veya kaynağın kıymetinin bilindiğini ve
korunduğunu söyleyemiyoruz. Günümüzde 3,87 milyar hektar bir alana sahip olan ormanlar,
karaların yaklaşık % 30'unu kaplamasına rağmen, 1990-2000 yılları arasında bütün dünyada,
yılda ortalama 9,4 milyon hektar orman alanı ortadan kaldırılmıştır. Yani, aynı dönemde,
dünya orman alanında, % 2'lik bir azalma meydana gelmiştir. Bu olumsuz gelişmeler
sonucunda, bitki örtüsü, toprak ve organik maddelerin karbon dengeleri bozulduğundan,
insanoğluna rahmet vesilesi olarak verilen ormanlar, suiistimalimiz yüzünden bir
karbondioksit ve felaket kaynağı haline gelmektedir.

Orman eko-sistemleri, odunsu canlı kitlelerin her yıl artması ve dökülen yaprakların toprak
karbon deposuna katılmasıyla karbon tutmaktadır. Ağaçlar dikildiklerinde, her yıl emdikleri
karbondioksitin büyük bir kısmı, gelişen bitki biyokitlesine gitmektedir. Bu durum, ağacın
gelişmesinin ilk 30-40 yıllık döneminde yüksek oranda karbon tutulmasına sebep olmaktadır.
Orman eko-sistemi olgunlaştıkça, toprağın organik madde miktarı ve ekosistemdeki toplam
solunum (karbondioksit emilmesi) artmaktadır. Eko-sistem tamamıyla olgun hale geldiğinde
ise, artık bir karbondioksit yutağı özelliği taşımamaktadır. Bu durumda, atmosferden alınan
karbon miktarı, ağaçların biyo-kitlelerinden geri verilene ve toprakta tutulan karbona eşit
olmaktadır. Ağaçların olgunluğa ulaşma yaşları, ağaç türü ve iklim bölgelerine göre
değişmektedir. Ancak, karbon tutulmasının çok büyük bölümü ilk 60-100 yıl içerisinde
gerçekleşmektedir. İyi gelişmiş, 100 yaşındaki bir kayın ağacının, fotosentez için 40 milyon
m3 havayı yapraklarıyla emerek, bu hava içerisindeki 1200 m3 karbondioksiti, 6 ton karbon
olarak bağladığı da araştırmalarla belirlenmiştir.

Ormanlar, bir ağaç topluluğu olmanın yanı sıra, binlerce yılda yaratılmış toprağıyla, içinde
barındırdığı milyonlarca bitki, hayvan ve mikroorganizmayla ve bunların karşılıklı
münasebetleriyle bir çevre sistemi ve yaşama birliğidir. İnsan eliyle yok edilen bu sistemin
tekrar insan eliyle geri getirilmesi son derece güçtür. Binlerce yıldır, fotosentez, bitki ve
topraktaki canlılık faaliyetlerine bağlı olan solunumla, karadaki biyosferle atmosfer arasında
sürekli ve dengeli bir karbon akışında hayatî hizmet gören ormanlar, dünyanın akciğerleridir.
Bütün bu bilgilerin ışığı altında, insanlara düşen görev; dünya üzerindeki bitki örtüsünü
korumak, orman arazisi göründüğü halde çıplak olan sahaları ağaçlandırmak, mevcut

7
ormanlar üzerindeki insan baskısını azaltmak ve tahrip edilen orman alanlarını ıslah etmek
olmalıdır.

Hayatın devamlılığı için devr-i daimler şeklinde yaratılan oksijen, azot, su buharı ve
karbondioksit hazinelerinin insanın hırsıyla bozulması tekrar insana pahalı bir maliyetle
dönüyor. Bunda doğrudan vebali olmayan milyarlarca insan da zarar görüyor. Daha az
tüketimin yapıldığı, dolayısıyla daha az maddenin üretildiği daha sade ve mütevazı bir hayatla
bu hassas dengeler eski halini alabilir. Ama bunu öncelikle anlaması gerekenlerin Yaratıcı'ya
saygılı insanlar olmaya söz vermeleri ve kendilerini değiştirmeleri gerekiyor. Şu anda
üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirsek bile, tahrip edici tesiri daha yüksek olanların
böyle bir ruh inkılâbını istemelerini temenni etmekten başka, bugün için elimizden bir şey
gelmiyor.

Kaynaklar
- Çepel, N., 2003, Ekolojik Sorunlar ve Çözümleri, Tübitak Popüler Bilim Kitapları, Ankara.
- Roulet, N.T., Freedman, B., 2003, What Trees Can Do to Reduce Atmosferic CO2, Tree
Canada Foundation, Ontario.
- Anonim, 2001, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı İklim Değişikliği Özel İhtisas Komisyonu
Raporu, DPT:2532-ÖİK:548, Ankara.
- Food and Agriculture Organization of the United Nations, 2001, Global Forest Resources
Assesment 2000, ISSN 0258-6150, FAO Forestry Paper:140.

Kaynak : http://www.fesih.com/haber228.html (27 Mart 2006)

ORMAN EKOSİSTEMLERİ
( Ekoloji Haber Merkezi - Pazartesi, 26 Mayıs 2008 www.ekoloji.biz/tag/turkiye-ormanlari )

Ekosistemlerin niteliğine göre Türkiye ormanları; nemli, yarı-kurak ve kurak alanlarda


ormandan stepe geçiş bölgesindeki ormanlar olarak üçe ayrılabilir. Ekolojik bölgeler
temelinde, Akdeniz, Doğu Karadeniz ve Batı Karadeniz orman ekolojik bölgeleri olarak
gruplandırılabilir. Orman tipine göre ise, iğneyapraklı ve yapraklı ormanlar olmak üzere iki
ana orman tipi ayırdedilebilir. Öte yandan, bu iki grubun karışımlarına göre çam, sedir,
göknar, kayın ya da meşe-kaym karışık ormanlarından söz edilebilir.

Kolşik ormanlar ve alp tipi çayır alanları yüksek endemizmiyle Doğu Karadeniz’de dikkat
çekerken, Batı Karadeniz Bölgesi’nde odunsu türlerden oluşan yapraklı ormanlar görülür.
Dünyanın en geniş doğal sedir (Cedrus libani) ormanları ise Akdeniz Bölgesi’nde, Toros
dağlarında yer alır. Bu ekolojik bölge ormanları, çok yüksek sayıda endemik bitki türü
içermesi nedeniyle, yüksek endemizm oranına sahip olarak tanımlanmaktadır. Ege ve Akdeniz
bölgelerinde, çalılık ve makilerin yanı sıra, nemli, yarı-nemli iğneyapraklı ve kuru ormanlar
(meşe, kara ve kızıl çam) da bulunur.

Türkiye yüzölçümünün yaklaşık % 27’si (20.763.248 ha) orman rejimine tabi alanlardır.
Orman ekosisteminde, bozuk orman alanları toplam orman alanının yaklaşık % 52’sini
(10.735.680 ha) oluşturur. Türkiye ormanları, başta orman ağacı türleri olmak üzere, biyolojik
çeşitlilik ve yapısal özellikler açısından son derece zengindir. Ormanlarda 5 çam, 4 göknar,

8
2’şer kayın, fındık, karaağaç, gürgen, dişbudak, 20 dolayında meşe, 10 akçaağaç, 5 huş türü
ve çok sayıda alttür ile çeşit doğal olarak yetişmektedir.

Türkiye’deki orman ekosisteminde yaşayan hayvanlar arasında ayı (Ursus türü), tilki (Vulpes
türü), kurt (Canis lupus), çakal (Canis aureus), vaşak (Lynx lynx), sırtlan (Hyena hyena) gibi
etobur memeliler, geyik (Cervus ve Capriolus türleri), çengel boynuzlu dağ keçisi (Rupicapra
rupicapm), yaban keçisi (Capm aegagrus aegagrus) ve yaban domuzu (Sus scrofa scrofa)
türleri ile porsuk (Meles meles), sansar (Martes foina), kirpi (Erinaceus türü), tavşan (Lepus
capensis), gelincik (Mustela türü), sincap (Sciurus türü) gibi memeliler; yılan, bukalemun
(Chamaeleo chamaeleon), kertenkele (Lacerta türü), kaplumbağa (Testudo türü) türleri gibi
sürüngenler ve sülün (Phasianus colchicus), ürkeklik (Tetraogallus caspius), ormantavuğu
(Tetrao mlokosiewiczi), ağaçkakan (Dendrocopus türü), yırtıcı kuşlar (Aquila, Accipiter,
Circus, Buteo, Pandion, Falcove Pemis türleri), çeşitli baykuş türleri ve çok sayıda ötücü kuş
türü sayılabilir.

Bunlardan çengel boynuzlu dağ keçisi, yaban kedisi (Felis silvestris), kara akbaba (Aegypius
monachus), şah kartal (Aauila heliaca), büyük orman kartalı (Aauila danga) ve küçük orman
kartalı (Aauila pomarina) gibi türler uluslararası sözleşmelerle koruma altına alınmış orman
faunası türlerindendir (Çevre Bakanlığı, 2001).

Türkiye’de 8 milyondan fazla orman köylüsü 17.797 orman köyünde yaşamaktadır. Yapılan
araştırmalara göre, çoğu yasadışı yollardan olmak üzere, 1937-95 arasında 200.000 ha orman
alanı tarım alanına çevrilmiş (bütün orman alanının yaklaşık % l’i) ve 27.000 ha orman alanı
yerleşmeye açılmıştır.

Orman köylerinde yaygın olan tarım ve yakacak odun kesme/toplama uygulamaları


sağlıksızdır ve bunlar ormansızlaşma ve orman arazilerindeki toprak erozyonunun başlıca
nedenlerini oluşturmaktadır. 1990’da 12,2 milyon ton odun yakıt olarak tüketilmiştir. Bu
toplam miktarın yalnızca 5,5 milyon tonu yasal yollardan elde edilmiştir. Ormanların
korunması ve yönetimiyle ilgili kurumlarda personel ve donanım yetersizlikleri vardır; bazı
uygulamalar kaynakların bozulmasına neden olabilmektedir. Kadastro çalışmaları ormanların
ancak % 72’sini kapsamaktadır ve kalan alanlarda mülkiyet hakları belirsizdir. 1950-89
arasında 1,4 milyon hektarlık, “orman” sınıfından sayılan alan Orman Bakanlığı’mn yetki
alanı dışına çıkarılmıştır. Türkiye’de orman yangınlarının % 99’u insan kaynaklıdır. 1991’e
kadar orman yangınları sonucu kaybedilen alan 1.398.198 hektardır; bu da yangın başına 28
ha kayıp demektir. Son on yılda bu konuda alman önlemler sonucunda yangın başına kayıp
2,5 ha’ya düşmüştür. Öte yandan, aşırı otlatma, orman alanlarına keçi sokulması, hava
kirliliği, yabancı türler, iklim değişikliği, bitki ve hayvan türlerinin denetimsiz toplanması,
avcılık, böceklerden kaynaklanan tahribat ve orman yangınları orman ekosistemlerinin
yapısını etkileyerek, biyolojik çeşitliliği tehdit etmektedir.

İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ ÇERÇEVE SÖZLEŞMESİ VE TÜRKİYE


( Dr. Mustafa ŞAHİN - Çevre ve Orman Bakanlığı Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğü )

Dünyamızı tehdit eden en büyük çevre sorunlarından birisi olarak adlandırılan küresel ısınma
ve iklim değişikliği olgusu, en başta fosil yakıt kullanımı, sanayileşme, enerji üretimi,

9
ormansızlaşma ve diğer insan etkinlikleri sonucunda ortaya çıkmış, ekonomik büyüme ve
nüfus artışı bu süreci daha da hızlandırmıştır.
İnsanlar fert ve toplu olarak daha hareketli ve gelişmiş yaşam tarzlarını artırmayı tercih ettiği
sürece, atmosferde ısıyı tutan gazların miktarının artışına neden olmuş ve bu gazların artışıyla
birlikte, insanoğlu doğal sera etkisinin ısınma kapasitesini arttırmıştır. Bu durum,
şehirleşmenin de katkısıyla, dünyanın yüzey sıcaklıklarının artmasına neden olmuştur.
Küresel yüzey sıcaklıklarında 19. yüzyılın sonlarında başlayan ısınma, son yıllarda daha da
belirginleşerek, hemen her yıl bir önceki yıla göre daha sıcak olmak üzere, küresel sıcaklık
rekorları kırılmış ve ortalama hava sıcaklıkları geçen yüzyılda 0.4 ile 0.8 c° arasında (0.6 ±
0.2 c°) artmıştır.
Küresel iklimdeki gözlenen ısınmanın yanı sıra, en gelişmiş iklim modelleri, küresel ortalama
yüzey sıcaklıklarında 1990-2100 dönemi için 1.4 C° ile 5.8 C° arasında bir artış olacağını
öngörmektedir. Küresel sıcaklıklardaki artışlara bağlı olarak da, hidrolojik döngünün
değişmesi, enerji temin güvenliği ve su kaynaklarının hacminde ve kalitesinde azalma , kara
ve deniz buzullarının erimesi, kar ve buz örtüsünün alansal daralması, deniz seviyesinin
yükselmesi, kıyı ekosistemlerinin olumsuz etkilenmesi, kuraklık ve sele maruz kalan
bölgelerde tarım ve mera bölgelerinde azalma, iklim kuşaklarının yer değiştirmesi ve yüksek
sıcaklıklara bağlı salgın hastalıkların ve zararlıların artması gibi, dünya ölçeğinde sosyo-
ekonomik sektörleri, ekolojik sistemleri ve insan yaşamını doğrudan etkileyecek önemli
değişikliklerin olabileceği beklenmektedir.
Diğer taraftan, küresel ısınmaya bağlı iklim değişikliğinin etkileri yalnız küresel olmadığı
gibi, bölgesel ve zamansal farklılıklar da oluşturabilmektedir: Örneğin, dünyanın bazı
bölgelerinde kasırgalar, seller ve taşkınlar gibi şiddetli hava olaylarının şiddetlerinde ve
sıklıklarında artışlar olurken, bazı bölgelerinde uzun süreli ve şiddetli kuraklıklar ve bunlarla
ilişkili çölleşme olayları daha fazla etkili olabilmektedir. bu tip bir iklim değişikliği,
öngörülemeyen veya tahmin edilemeyen çevresel, sosyal ve ekonomik sonuçlar oluşturabilir.
Gelişmekte olan ülkeler ve bu ülkelerde yaşayan en yoksul kesimler, iklim değişikliğinin
olumsuz etkilerine en çok maruz kalacaklar arasında yer almaktadır. Bu ülkeler, aynı zamanda
büyüme ve kalkınma ihtiyaçları için daha fazla enerji hizmetlerine ihtiyaç duymaktadır.
Küresel ısınmanın, özellikle yüksek yaz sıcaklıkları, orman yangınları, yağışların ve su
kaynaklarının azalması, deniz seviyesi yükselmesi, kuraklık ve çölleşme, zararlıların ve salgın
hastalıkların artması gibi öngörülen olumsuz yönlerinden, bazı ülkelerde olduğu gibi
Türkiye’nin de etkilenmemesi kaçınılmazdır.

Küresel sorunların çözümü küresel işbirliğini gerektirmektedir. Küresel ısınmanın muhtemel


sonuçlarının, giderek çevre alanındaki en temel sorunu oluşturmaya başlaması karşısında,
1992 yılında rio çevre ve kalkınma konferansı’nda kabul edilen ve 50 ülkenin onaylamasını
müteakip 21 mart 1994 tarihinde yürürlüğe giren “iklim değişikliği çerçeve sözleşmesi” teşkil
edilmiştir.

Sözleşmenin amacı, atmosferde tehlikeli bir boyuta varan insan kaynaklı sera gazı
konsantrasyonunun iklim sistemi üzerindeki olumsuz etkisini önlemek ve belli bir düzeyde
tutulmasını sağlamaktır. Bu amaca ulaşmak için gelişmiş ülkeler 2000 yılındaki sera gazı
emisyonlarını 1990 yılı seviyesine indirmek ve gelişme yolundaki ülkelere teknolojik ve mali
kaynak sağlamakla yükümlüdürler.

Sözleşmenin temel ilkeleri ise;

10
•İklim sisteminin eşitlik temelinde, ortak fakat farklı sorumluluk alanına uygun olarak
korunması,
•İklim değişikliğinden etkilenecek olan gelişme yolundaki ülkelerin ihtiyaç ve özel
koşullarının dikkate alınması,
•İklim değişikliğinin önlenmesi için alınacak tedbirlerin etkin ve en az maliyetle yapılması,
•Sürdürülebilir kalkınmanın desteklenmesi ve alınacak politika ve önlemlerin ulusal kalkınma
programlarına entegre edilmesi,
•Alınan karşı önlemlerin keyfi, haksız, ayırımcı veya uluslararası ticarete gizli bir kısıtlama
oluşturmayacak nitelikte olması,

Sözleşme iki ek liste içermektedir. Teknoloji transferi ve mali yükümlülükleri yerine getirecek
ülkeleri içeren Ek-II listesi, 1992 yılında OECD’ye üye olan ülkeler ile AB’den oluşmaktadır.
Bunlar;
Almanya,
Fransa,
İsviçre,
Norveç,
Avustralya,
Hollanda,
İtalya,
Portekiz,
Avusturya,
İngiltere,
İzlanda,
Türkiye,
Belçika,
İrlanda,
Japonya,
Yeni Zelanda,
Danimarka,
İspanya,
Kanada ve
Yunanistan. Ek-I listesi ise
Ek-II listelerine ilave olarak Pazar Ekonomisine Geçiş Sürecindeki Ülkelerden (
Rusya Federasyonu,
Hırvatistan,
Slovakya,
Litvanya,
Ukrayna,
Macaristan,
Letonya, Polonya,
Slovenya, Romanya,
Bulgaristan,
Belarus,
Çek Cumhuriyeti,
Estonya) oluşmaktadır. Sözleşmede, ekonomileri geçiş sürecinde olan bu ülkelere sera gazı
emisyonlarında farklı baz yıl seçme ayrıcalığı tanınmıştır.
Türkiye, OECD üyesi olması sebebiyle başlangıçta sözleşmenin Ek-I ve Ek-II listesinde,
gelişmiş ülkeler arasında değerlendirilirken; bu duruma kendi gelişmişlik düzeyini koşul
olarak göstererek itiraz etmiştir. Çünkü, Türkiye gelişmekte olan bir ülkedir. Gelişmiş ülkeler

11
ile karşılaştırıldığında Türkiye enerji üretimi ve tüketimi bakımından diğer OECD ülkelerinin
gerisindedir; ayrıca sosyo-ekonomik kalkınma düzeyi diğer Ek-II ülkelerinden daha düşüktür.
Bu nedenle sözleşmeden doğan yükümlülükleri yerine getirirken bu hususların da gözönünde
bulundurulması gerekir.

Bu gerekçelerle Türkiye, sözleşmede ifade edilen “ortak fakat farklı sorumluluk”


yaklaşımına dayanarak, kendisine daha uygun bir konumun sağlanması çerçevesinde eklerden
çıkma yönünde çalışmalarını 1995 yılında Berlin’de yapılan ilk Taraflar Konferansından
itibaren aralıksız sürdürmüş ver
2001 yılında Marakeşte gerçekleştirilen 7.taraflar konferansında, Sözleşmenin Ek-II listesinde
çıkarılmış ve taraflar Türkiye’nin Ek-I listesinde yer alan diğer taraflardan farklı bir
konumda bulunmasını sağlayacak özgün koşullarını dikkate almaya davet edilmiştir.

Gelinen bu durumdan sonra, Türkiye, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi kapsamında


ve sürdürülebilir kalkınma ilkesi doğrultusunda, bir yandan kalkınma hedeflerini
gerçekleştirirken, diğer yandan iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin azaltılmasına yönelik
olarak yürütülen bu küresel ortak eylemde yerini almak için sözleşmeye 24 mayıs 2004 tarihi
itibariyle 189. taraf olarak katılmıştır. Bu katılımla, çevre yönetimi ve sürdürülebilir kalkınma
politikalarının diğer sektörel kalkınma uygulamalarına entegrasyonunu güçlendirecek bir
imkan sağlayacaktır. Ayrıca, hem küresel çevrenin korunması alanındaki uluslar arası çabalara
etkin bir şekilde katılmasına imkan tanıyacak hem de Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde
halen yürütülmekte olan çalışmalara çok ciddi bir katkı sağlayacaktır.

Bakanlığımız, Sözleşmeye taraf olmadan önce sözleşme çerçevesinde bazı çalışmalar


yapmıştır:
- COP3 (KYOTO): “Türkiye ve Sera Gazı Emisyonları” isimli döküman (FCCC/CP/
1997/ MISC.3) yayınlandı,
- COP 4 (BUENOS-AİRES-1998): “İklim Değişikliği Ulusal Raporu” dağıtıldı,
- COP 6 (LAHEY-2000): “Türkiye’de Enerji Gelişiminin Temel Durum Analizi ve
CO2 Emisyonları” isimli sunuş yapıldı,
- Kamuoyunu bilinçlendirmek amacıyla 1999 yılında Ankara’da, 2000 yılında ise
İstanbul’da seminer düzenlendi,
-DPT tarafından 8.Beş Yıllık kalkınma Planı çerçevesinde hazırlanan İklim Değişikliği
Özel İhtisas Komisyon Raporu (2000). Bu raporun önemli tarafı, ülkenin makro düzeyde beş
yıllık kalkınma programı oluşturulurken sektörel kalkınma politikalarına çevre boyutununda
dikkate alınmasının bir göstergesidir.
- 2001 yılında Başbakanlık Genelgesi ile İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulu
(İDKK) oluşturuldu, Kurul gelinen son gelişmeler de dikkate alınarak
yeniden düzenlenerek Başbakanlık Genelgesi olarak Şubat 2004 tarihinde yeniden
yayımlandı. Bu kurul, Bakanımızın başkanlığında, iklim değişikliği konusunda ilgili kamu
kurum ve kuruluşlarının müsteşarlarından oluşmaktadır.
- Türkiye’nin Ulusal Bildirimini hazırlaması ve yol haritasının belirlenmesi amacıyla
8 adet çalışma grupları oluşturuldu ve grup koordinatörleri belirlendi ve gruplar çalışmalarına
başladı.
Çalışma grupları;
1- İklim Değişikliğinin Etkilerinin Araştırılması,
2- Sera Gazları Emisyon Envanteri,
3- Sanayi, Konut, Atık Yönetimi ve Hizmet Sektörlerinde Sera Gazı Azaltımı,
4- Enerji Sektöründe Sera Gazı Azaltımı,
5- Ulaştırma Sektöründe Sera Gazı Azaltımı,

12
6- Arazi Kullanımı, Arazi Kullanım Değişikliği ve Ormancılık,
7- Politika ve Strateji Belirleme
8- Eğitim ve Kamuoyunu Bilinçlendirme

- Koordinasyon kurulunda yer alan kurum ve kuruluşların en yüksek temsilcileri ile


toplantılar yapıldı.

Türkiye’nin Marakaşte alınan alınan karar çerçevesinde özel şartlarını belirlerken aşağıdaki
verilerin ve karşılaştırmaların gözönünde bulundurulmasında fayda görülmektedir.

Türkiye’nin küresel ısınmaya sebep olan karbondioksit ( CO2 ) emisyonu üretme


bakımından kişi başına düşen sorumluluğu diğer OECD ve Avrupa Birliği ülkelerine
göre daha azdır.
Türkiye’nin iklim değişikliği ile ilgili seçilmiş göstergelerine bakıldığında;
Göstergeler Türkiye OECD Dünya
Kişi başı enerji temini(Toe/kişi-yıl) 1,2 4,74 1,68
Kişi başı elektrik tüketimi 1,817 8,089 2,343
Yakıt tüketiminden kaynaklı toplam 204 12,450 23,395
CO2
Emisyonları (Mt CO2/yıl
Yakıt tüketiminden kaynaklı kişi başı 3,0 11,1 3,9
CO2 emisyonları (Mt CO2/kişi-yıl

1-Türkiye’nin sanayileşmesini sürdüren gelişmekte olan bir ülke olması ve nüfusun hızlı artışı
nedeniyle, elektrik enerjisi talebi de önemli ölçüde artmaktadır. Buna koşut olarak, 1990’da
16.317,6 megawatt (MW) olan kurulu güç, ek elektrik üretim tesislerinin kurulmasıyla, % 67
artarak 2000’de 27.264,1 MW’a ulaşmıştır. Bununla uyumlu olarak, 1990’da 57.543 gigawatt-
saat (GW-sa) olan elektrik enerjisi üretimi, % 117’lik artışla 2000’de 124.921,6 GW-sa
olmuştur.

2-Türkiye’de enerji tüketimi geçtiğimiz yıllarda sürekli artarak 2000 yılında yaklaşık 82,2
milyon ton petrol eşdeğerine (Mtoe) ulaşmıştır. Bu miktarın artışını sürdürerek, 2005’te 115,2
Mtoe’ye ve 2010’da da 153,9 Mtoe’ye ulaşması tahmin edilmektedir. Sektörlere göre toplam
nihai enerji tüketimi(2001) bakıldığında sanayi %39, konut %33, ulaşım %20, tarım %5 ve
enerji dışı %3’tür.

3- Türkiye’de elektrik enerjisi talebi, ağırlıklı olarak termik ve hidrolik kaynaklardan


karşılanmaktadır. Jeotermal ve rüzgar enerjisi gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının payı ise
henüz hayli düşüktür. Termik üretimde, enerji kaynakları arasında linyit önemli bir yer
tutmaktadır.

4- Türkiye 2001 yılı itibariyle; dünya nüfusunda %1.10, ekonomisinde %0.68, enerji
tüketiminde %0.86
paya sahip bulunmaktadır. Türkiye’de de kişi başına enerji tüketimi diğer gelişmiş ülkelerle
karşılaştırıldığında düşüktür ve buna bağlı olarak Türkiye’nin kişi başına yılda 0.8 ton olan
karbon eşdeğeri karbondioksit emisyonu düzeyi dünya ve OECD ortalamalarının altındadır.
Dolayısıyla, kişi başına az üretebiliyor ve az enerji tüketiyor konumdadır.

13
5- Gelişmenin sonucu olarak enerjiden kaynaklanan CO2 emisyonu artmaktadır. !990 yılında
126 milyon ton olan CO2 emisyonu 1995 yılında 151, 2000 yılında 209, 2005 yılında 294 ve
2010 yılında ise 403 milyon ton olacağı tahmin edilmeketdir. Tüketim ve projeksiyon
değerleri için yakıt tüketiminden kaynaklanan sera gazı salımlarının sektörel dağılımı
karşılaştırıldığında, bazı sektörlerin payı artarken, bazılarının payında belirgin bir azalış
görülmektedir.

6- Türkiye kalabalık nüfusuna rağmen ekonomisinin küçük olması nedeni ile, karbondioksit
emisyonları açısından, hem toplam, hem de kişi başına yıllık değerlerleriyle, OECD ülkeleri
arasında arka sıralarda yer almaktadır Türkiye'nin kişi başına elektrik tüketimi de aynı
şekilde, OECD ülkeleri arasında sonuncu gelmektedir. Türkiye’de enerji üretim ve
tüketimi hızlı bir artış göstermekle birlikte, henüz yeterli düzeye ulaşılamamıştır. Ayrıca, kişi
başına toplam birincil enerji arzı açısından, 1,07 TEP/kişi olan Türkiye değerinin dünya ve
OECD değerlerinin altında olduğu görülmektedir. Elektrik enerjisi tüketimi dikkate
alındığında bu fark daha da açılmaktadır. Kişi başına elektrik enerjisi tüketimi dünya
ortalaması 2.280 kilowatt-saat (kW-sa) ve OECD ortalaması 7.841 kW-sa iken, bu değer
Türkiye’de 1.473 kW-sa’d›r.

7- Türkiye, 1999 yılına ilişkin temel CO2 göstergeleri açısından, dünya ülkeleri arasında,
toplam CO2 salımında 23., kişi başına CO2 salımı açısından 72., CO2 salımının gayri safi
yurt içi hasılaya (GSYİH) oranında 54. ve CO2 salımının satın alma gücü paritesine göre
hesaplanmış GSYİH’ye oranında ise 46. sırada yer almaktadır.

8- Karşılaştırma açısından başka bir örnek olarak karayolu taşımacılığına bakıldığında OECD
ve ülkeleri arasında en düşük rakama sahiptir.

9- Bu karşılaştırmalardan, Türkiye’nin, toplam CO2 salım miktarı dışında kalan göstergelerde


alt sıralarda yer aldığı, bu nedenle gelişmiş ülkelerle birlikte değerlendirilmesinin hakkaniyete
ve İDÇS’nin "ortak ama farklı sorumluluklar" ilkesine uymadığı görülmektedir.

Buna rağmen Türkiye, küresel çabalara katkı sağlama arzusunu sürdürmekte ve sözleşme
kapsamında üstlendiği sorumlulukları özel şartlarını da gözeterek yerine getirme çabası
içindedir. Bu çerçevede Türkiye’nin bazı alanlardaki güçlü ve zayıf yanları ile fırsatlarına
bakılmasında fayda görülmektedir. Güçlü yanları;
-Hidrolik kaynaklarının zenginliği,

-Temiz ve yenilenebilir enerji ile enerji tasarruf potansiyelinin yüksekliği


-Enerji sektörü piyasasının liberalleşmesi

-Enerji kaynaklarının çeşitliliği

-Enerji tasarruf potansiyelinin yüksekligi,

-Yeni enerji teknolojilerinde yararlanılabilecek stratejik kaynakların varlıgı


-Yeşil alana dönüştürülebilecek arazi potansiyeli
-
-Elektro-mekanik sanayinin potansiyeli

-Genç ve dinamik nüfus

14
-Türkiye’nin modernleşme ve gelişme yönündeki kararlılığı
-Yetişmiş insan gücü

-Girişimci sanayi yapısı

-Yabancı yatırım potansiyeli

Ancak, bu güçlü yanlarının yanısıra bazı zayıf yanları bulunmaktadır.


-Finansman yetersizliği (yerli sermayenin ve yabancı sermaye girişinin azlığı)
-Ar-Ge çalışmalarıyla ilgili kaynak ve teşviklerin yetersizliği,

-Kamuoyu bilincinin ve örgütlenmenin eksikliği

-Teknolojik ve bilimsel alt yapı yetersizliği ,

-Petrol ve doğal gaz rezervlerinin azlığı

-Enerji kullanım veriminin düşüklüğü, Türkiye, ekonomik üretim açısından, enerjiyi ve


elektriği verimli kullanamamaktadır.
.
-Ancak ekonomik üretimini temiz yapamamakta ve birim GSMH başına fazla kirletici
yaymaktadır.

Ancak, zayıf yanlarına rağmen bu güçlü yanlarını değerlendirebilecek fırsatları


bulunmaktadır:
-Yenilenebilir enerji teknolojilerine girme ve öncü olma imkanı ,
-Jeopolitik konum (fosil kaynaklara, büyüyen pazarlara yakınlık, enerji köprüsü olma imkanı)
-Enerji alanında yeni teknolojilerin belirmesi
-Teknoloji transferinde seçenek çokluğu, denenmiş ve olgunlaşmış teknolojilerı tercih imkanı
-Teknolojik birikim ve sanayi potansiyeli

-Avrupa Birligi genişleme sürecinde yer almak

Yukarıda belirtilen hususlar gözönünde bulundurulduğunda genel olarak şu değerlendirme


yapılabilir:
Türkiye tüm bu gerçekler ışığında, uluslararası anlaşmalara uymakla birlikte her şeyden önce
ekonomik büyümesini sektörel kalkınma politikalarında çevre boyutunun gözetildiği
sürdürülebilir kalkınma anlayışı çerçevesinde gerçekleştirmek zorundadır.
Gereksinim duyduğu enerjiyi, güvenli, güvenilir, ekonomik, verimli ve çevreye duyarlı
teknolojilerle üreten, ileten, depolayan ve kullanan konumda olması gerekir. Bunun için de
başta yeni ve yenilenebilir enerji kaynakları olmak üzere kendi öz kaynaklarını kullanmak
durumundadır.

Türkiye'nin daha temiz üretebilmek için de aynı şekilde, ekonomisini büyütüp kişi başına
gelirini artırması gerekmektedir.

İklim değişikliği çerçevesinde yükümlülüklerin yerine getirilmesi ve hedeflere ulaşılması için


gelişmiş ülkelerin teknoloji ve sermaye birikiminde yararlanılması gerekir.
Bu kapsamda Bakanlığımız kısa, orta ve uzun vadeli iklim politikalarını yapılandırma ve
stratejilerini belirleme ve ilk ulusal bildirimini hazırlama gayreti içindedir.

15
“İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi” çerçevesinde yükümlülüklerin yerine getirilmesinde
küresel, bölgesel ve ülkeler arası ikili işbirliğinin önemi büyüktür. Bu çerçevede, UNDP’nin
de proje bazında vermiş olduğu destek ile ulusal bildirimin hazırlanması çalışmaları
yürütülmektedir. Ulusal bildirim, Bakanlığımız ile birlikte ilgili diğer kurum ve kuruluşların
yapacağı çalışmalara ve Türkiye için bir yol haritasının belirlenmesinde önemli katkı
sağlayacaktır.

KAYNAKLAR:
1- BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi,
2- İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulu Genelgesi, Şubat 2004
3- Enerji ve Doğal Kaynaklar Paneli Raporu, TÜBİTAK, Ankara, 2003
4- Türkiye Ulusal Raporu-2002, Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi
Johannesburg, Çevre Bakanlığı, UNDP, 2002,
5- Çevre ve Orman Bakanlığı, Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğü, Hava Yönetimi
Dairesi Başkanlığı,
Zeynel KÖKÇAM, Meteoroloji Mühendisi, Türkiye’nin UNFCCC’ye Bakışı, Çevre ve
Orman Bakanlığı,

KÜRESEL ISINMA VE ORMANLAR

Bitkiler, fotosentez yoluyla yılda 100 milyar ton karbon emer ve buna yakın bir miktarı da
solunumla bırakırlar. Bu karbon akışlarının miktarı öyle büyüktür ki, fosil yakıtlarla açığa
çıkan 6,5 milyar ton karbon bunun yanında çok küçük kalır. Karada gerçekleşen fotosentezin
ve solunumun çoğu, odunsu bitkilerin bulunduğu ormanlar ve savanlar gibi ekosistemlerde
olur. Solunumla ortaya çıkan akısın bir bölümü bitkilerin kendisinden kaynaklanır; yaklaşık
%50'siyse bitkilerin ürettiği organik malzemelerin mikroplar aracılığıyla bozulmasıyla çıkar.
Toprakta depolanan bu organik maddelerin çoğu, yavaş bozulan lignin (odunsu bitkilerin
hücre duvarlarının ana malzemesi) artıklarıdır.

Karbondioksit birikiminin küresel desenlerinden, karalarda fotosentezin ve solunumun


dengede olmadığı; fotosentezin yılda iki milyar ton karbonla solunumu geçtiği anlaşılmakta.
Bu akışları belli orman alanlarında ölçmek de olası. Ölçümler, açıkça eski ve zarar görmemiş
ormanlarla, orta yaşlı ormanların sanılandan daha fazla CO2 soğurduğunu gösteriyor. Bunun
nedenleri, artan CO2 gübrelemesi (CO2 fotosentezi uyarır) ve insan azot atıklarının artması (o
da gübre yerine geçer) olabilir. Yani ormanlar bir tahliye deliği işlevi görüyor. Atmosferdeki
CO2'yi toplayarak bu gaza bağlı ısınmayı azaltan küresel bir çevre hizmeti yapıyor. Ancak, bu
durum kalıcı olmayabilir. Şimdiye kadar araştırma yapılan tüm ormanlarda, salınana karşı
toplanan karbon lehindeki farkın çok küçük olduğu görülmüş. Geleceğin sera dünyasında
fotosentez, artan CO2 düzeyleri ve azot atıklarıyla birlikte çoğalacak ve delikten akıp giden
karbon miktarı çoğalacak.

Fakat, her doktorun bildiği gibi, sıcaklık arttıkça solunumun hızı da artar. Yani, genel olarak,
solunumun (hem bitkilerin kendisinin, hem organik maddelerin bozulmasının) küresel
ısınmayla artması beklenir. Böyle olunca da, küresel değişim modellerinin ortak görüşü,

16
ormanların oluşturduğu tahliye deliğinin daralacağı; uzun dönemde, ormanların da atmosfer
için birer karbon kaynağı olacağı.

Nature dergisinde yer alan iki araştırmanın sonuçlarıysa, bizi görüşlerimizi değiştirmeye
zorluyor. Giardina ve Ryan'ın araştirmalarına göre, on yılları kapsayan uzun zaman
dilimlerinde, organik maddelerin bozulma süreci aslında ısıya çok duyarlı değil. Öyle
görülüyor ki, kısa süreli ısınma deneyleri solunumun artacağım gösterse de, bu deneyler,
solunumun artan ısıya tepkisinin uzun vadeli özelliklerini belirlemede yetersiz kalıyor. Avrupa
ormanlarındaki CO2 ölçüm istasyonlarından toplanan verilerin sunulduğu ikinci makaledeki
sonuçlar daha da şaşırtıcı. Valentini ve arkadaşlarının çalışması, daha soğuk iklime karşın
kuzey enlemlerinde solunumun karbon dengesinde ağırlıklı bileşen olduğunu gösteriyor. Buna
göre, İzlanda'dan İtalya'ya kadarki enlemlerde değişkenlik gösteren şey sanıldığı gibi
fotosentez değil, solunum.

Bu bulgular genellenebilir mi?


Tüm Avrupa için geçerli özellikte orman türleri belirlemenin güçlüğüne karşın, bilim
adamları, bulguların bu enlemler için gerçek bir eğilimi ortaya çıkardığı görüşündeler. Şimdi,
ABD'deki benzer bir istasyon ağından gelecek sonuçların bu eğilimi doğrulaması bekleniyor.
Tropik ormanlardaki karbon akışlarının öteki ormanlardan daha fazla olduğunu biliyoruz.
Ancak, henüz sıcaklığın karbon dengesindeki uzun vadeli etkileri üzerine yorum yapmaya
yetecek kadar veri yok; küresel tabloyu tamamlamak için yağmur ormanlarından ve
savanlardan daha fazla veri gerekiyor.

Peki toprak solunumu daha soğuk bir iklimde neden daha baskın oluyor? Neden, belki
toprağın kuzeyde daha uzun süre nemli kalması ve soğukta iş görmeye alışık mikropların yılın
daha uzun bir bölümünde etkin olabilmeleri; buna karşın güney enlemlerinde mikropların,
yılın toprağın kuru olduğu daha uzun bölümlerinde etkisiz kalmaları. Bir başka olasılık da,
kuzey enlemlerinde eski, soğuk dönemlerde organik madde olarak birikmiş daha çok karbon
bulunması ve bunların, toprağın ısınmasıyla ancak şimdi bozulmaya başlamaları.

Birinci durum için ekosistem solunumunun, sıcaklıktaki uzun vadeli artışla birlikte artacağını
varsaymışlar. ikinci durum içinse, modeli biraz değiştirerek ekosistem solunumunun
sıcaklıktaki günlük ve mevsimlik değişimlere tepki vermeye devam edeceği, fakat uzun vadeli
sıcaklık değişimlerine duyarsız olacağı varsaymışlar.

Birinci durum doğruysa, tahliye deliği daralır ve orman atmosferdeki CO2'yi temizlemede
verimsizleşir. Eğer ikinci durum doğruysa, fotosentez artışının etkisi, solunumun artmasınca
maskelenmez; orman atmosferdeki CO2 için giderek daha geniş bir tahliye deliği olur.

Her durumda, iki araştırmanın sonuçları, küresel bitki değişimi modelleri üzerinde çalışan
araştırmacılara önemli bir ileti gönderiyor. Toprak solunumu modelleri için, yalnızca kısa
vadeli deneylerin sonuçlarım kullanarak parametreler koymak yanıltıcı olabilir. Solunum
modelleriyle iklim değişikliği modelleri tam olarak eşlendiğinde, küresel ısınmayı arttıran
solunumla küresel ısınma arasındaki olumlu geri besleme, yalnızca sınırlı bir süre için
ilerleyebilir; kolay bozulan topraktaki organik maddeler tükenene kadar. Yoksa bu, küresel
ısınma konusundaki kıyamet tablosunun artık imkansız olduğu anlamına mı geliyor?

17
Türkiye;
- 3000 endemik bitkiye sahiptir
- Sebze tohumlarının %90’ını ithâl eder duruma gelmiştir (yıllık 16 bin ton ve 100
mil.$)
- 120 civarında tohumculuk şirketi vardır

Ek bilgi:
ABD, Irak çiftçisinin kendi tohumunu üretmesini yasaklamıştır.

Tohumculuk Kanunu
(2/10/2006 – NTV – Ahmet Yeşiltepe’nin programı saat:10:30 – 10:45)

- Kanun ile GDO’nun (Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar) üretimi serbest


bırakılmaktadır
- Develt, denetim dışında sektörden çekilmektedir
- Kanun ile büyük yabancı şirketler Türkiye pilasasını ele geçireceklerdir
- Bugüne kadar tohumculuğa hiçbir yatırım yapılmadığı için bu kanunun çıkmasının
mecburiyet hâline geldiği söylenmektedir
- TBMM tarım Kom.Bşk., dünyadaki firmaların bir asırlık geçmişleri olduğunu ve
bunları Türkiye’de yatırıma getirmenin bir ihtiyaç ve mecburiyet olduğunu
söylemektedir.

www.climatecrisis.net
WHAT IS GLOBAL WARMING?

18
Carbon dioxide and other gases warm the surface of the planet naturally by trapping solar heat
in the atmosphere. This is a good thing because it keeps our planet habitable. However, by
burning fossil fuels such as coal, gas and oil and clearing forests we have dramatically
increased the amount of carbon dioxide in the Earth’s atmosphere and temperatures are rising.
The vast majority of scientists agree that global warming is real, it’s already happening and
that it is the result of our activities and not a natural occurrence. 1 The evidence is
overwhelming and undeniable.

We’re already seeing changes. Glaciers are melting, plants and animals are being forced from
their habitat, and the number of severe storms and droughts is increasing.

The number of Category 4 and 5 hurricanes has almost


doubled in the last 30 years.2

Malaria has spread to higher altitudes in places like the


Colombian Andes, 7,000 feet above sea level.3

The flow of ice from glaciers in Greenland has more than


doubled over the past decade.4

At least 279 species of plants and animals are already


responding to global warming, moving closer to the poles.5
If the warming continues, we can expect catastrophic consequences.
Deaths from global warming will double in just 25 years -- to
300,000 people a year.6
Global sea levels could rise by more than 20 feet with the loss
of shelf ice in Greenland and Antarctica, devastating coastal
areas worldwide.7

Heat waves will be more frequent and more intense.

Droughts and wildfires will occur more often.

The Arctic Ocean could be ice free in summer by 2050.8

More than a million species worldwide could be driven to


extinction by 2050.9

There is no doubt we can solve this problem. In fact, we have a moral obligation to do so.
Small changes to your daily routine can add up to big differences in helping to stop global
warming. The time to come together to solve this problem is now – TAKE ACTION
1
According to the Intergovernmental Panel on Climate Change (IPCC), this era of global warming "is unlikely to be entirely natural in origin" and
"the balance of evidence suggests a discernible human influence of the global climate."
2
Emanuel, K. 2005. Increasing destructiveness of tropical cyclones over the past 30 years. Nature 436: 686-688.
3
World Health Organization
4
Krabill, W., E. Hanna, P. Huybrechts, W. Abdalati, J. Cappelen, B. Csatho, E. Frefick, S. Manizade, C. Martin, J, Sonntag, R. Swift, R. Thomas and J.
Yungel. 2004. Greenland Ice Sheet: Increased coastal thinning. Geophysical Research Letters 31.

19
5
Nature.
6
World Health Organization
7
Washington Post, "Debate on Climate Shifts to Issue of Irreparable Change," Juliet Eilperin, January 29, 2006, Page A1.
8
Arctic Climate Impact Assessment. 2004. Impacts of a Warming Arctic. Cambridge, UK: Cambridge University Press. Also quoted in Time
Magazine, Vicious Cycles, Missy Adams, March 26, 2006.
9
Time Magazine, Feeling the Heat, David Bjerklie, March 26, 2006.

20

You might also like