You are on page 1of 1

Tereddüt Ayrılık Sevdaya Dahil

Sarahaten, acaba, söylesem darılmaz mı?


Her Şey Sende Gizli görinen yıldız değil yir yir delinmişdür felek
Darılmak adeti, bilmem ki çapkının naz mı? Yerin seni çektiği kadar ağırsın, gün yüzünün hasretiyle tir-i ahımdan benüm
Desem ki: 'Ben, seni...' ,yok, dinlemez ki, hiddet eder! Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Niçin? Bu sözde ne var? Sanki hiddet etse ne der? Kalbinin attığı kadar canlısın, necati
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç... -1.
Desem ki: 'Ben, seni pek...' Ya kızar, konuşmazsa?
Sevdiklerin kadar iyisin, açılmış sarmaşık gülleri
Derim: 'Bu çektiğim insaf edin, eğer azsa...'
kokularıyla baygın
Desem ki: 'Ben, seni pek çok...' hayır, kızar bilirim, Nefret ettiklerin kadar kötü.. en görkemli saatinde yıldız alacasının
Tereddütüm acaba hiddetinden az mı elim? Ne renk olursa olsun kaşın gözün, gizli bir yılan gibi yuvalanmış
Desem ki: 'Ben, seni pek çok...' Sakın gücenme emi, Karşındakinin gördüğüdür rengin.. içimde keder
Sakın gücenme, eğer anladınsa sevdiğimi Yaşadıklarını kâr sayma: uzak bir telefonda ağlayan
Orhan Seyfi Orhon Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; ne yağmurlu genç kadın
kadar yaşarsan yaşa, -2.
VEDÂ Sevdiğin kadardır ömrün..
rüzgâr
Gülebildiğin kadar mutlusun. uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
Hani, o bırakıp giderken seni Üzülme bil ki ağladığın kadar mor kıvılcımlar geçiyor
Bu öksüz tavrını takmayacaktın? güleceksin dağınık yalnızlığımdan
Alnına koyarken vedâ busemi, Sakın bitti sanma her şeyi, onu çok arıyorum onu çok arıyorum
Yüzüme bu türlü bakmayacaktın? Sevdiğin kadar sevileceksin. heryerinde vücudumun
.......... ağır yanık sızıları
Hani, ey gözlerim bu son vedâda, .......... bir yerlere yıldırım düşüyorum
Yolunu kaybeden yolcunun dağda, ayrılığımızı hissettiğim an
Birini çağırmak için imdada demirler eriyor hırsımdan
-3.
Yaktığı ateşi yakmayacaktın?
Can Yücel
ay ışığına batmış
Gelse de en acı sözler dilime, karabiber ağaçları
Uçacak sanırım birkaç kelime... Ben Sana Mecburum
gümüş tozu
Bir alev halinde düştün elime, ben sana mecburum bilemezsin gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar
Hani, ey gözyaşım akmayacaktın? adını mıh gibi aklımda tutuyorum yaseminler unutulmuş
büyüdükçe büyüyor gözlerin tedirgin gülümser
ORHAN SEYFİ ORHON ben sana mecburum bilemezsin çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
içimi seninle ısıtıyorum çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
Beyaz Adam ağaçlar sonbahara hazırlanıyor hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
her an ötekisiyle birlikte
Beyaz adam bu şehir o eski istanbul mudur? herşey onunla ilgili
küçücüktü ilk geldiğinde karanlıkta bulutlar parçalanıyor
ve oturmaktan sokak lambaları birden yanıyor telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
bütün kemikleri sızlıyordu kaldırımlarda yağmur kokusu gittikçe genişleyen
büyük teknesinde ben sana mecburum sen yoksun yakılmış ot kokusu
yıldızlar inanılmayacak bir irilikte
Beyaz adam yansımalar tutmuş bütün sâhili
sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
kızılderililerin sunduğu yiyeceklerle beslenip insan bir akşam üstü ansızın yorulur öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
topraklarına uzandığında büyüdü tutsak ustura ağzında yaşamaktan çünkü ayrılık da sevdâya dahil
bulutlar arasında kimi zaman ellerini kırar tutkusu çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
barış içinde yaşayan birkaç hayat çıkarır yaşamasından -4.
manitu yerine hangi kapıyı çalsa kimi zaman
tapmamızı istediği de arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu yalnızlık
işkence görüp hızla alçalan bulutlar
karanlık bir ağırlık
çarmıha gerilen fatihte yoksul bir gramafon çalıyor hava ağır toprak ağır yaprak ağır
bir ölüydü eski zamanlardan bir cuma çalıyor su tozları yağıyor üstümüze
durup köşe başında deliksiz dinlesem özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
Beyaz adam sana kullanılmamış bir gök getirsem eflatuna çalar puslu lacivert
özgürlük adına haftalar ellerimde ufalanıyor bir sis kuşattı ormanı
dev bir kadın heykeli dikti ne yapsam ne tutsam nereye gitsem karanlık çöktü denize
doğu denizinin kıyısına yalnızlık
ben sana mecburum sen yoksun
çakmak taşı gibi sert
ve her gece elmas gibi keskin
altında dans ettiğimiz yıldızları belki haziranda mavi benekli çocuksun ne yanına dönsen bir yerin kesilir
bayrak diye tutsak etti ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor fena kan kaybedersin
bir bez parçasına bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden kapını bir çalan olmadı mı hele
belki yeşilköy'de uçağa biniyorsun elini bir tutan
Beyaz adam bütün ıslanmışşın tüylerin ürperiyor bilekleri bembeyaz kuğu boynu
özgürlük gibi adaleti de parmakları uzun ve ince
belki körsün kırılmışsın telâş içindesin
sımsıcak bakışları suç ortağı
bir kadın heykeliyle simgeledi kötü rüzgâr saçlarını götürüyor kaçamak gülüşleri gizlice
ama elinde terazi tutan yalnızların en büyük sorunu
zavallı kadın ne vakit bir yaşamak düşünsem tek başına özgürlük ne işe yarayacak
gözleri bağlı olduğu için bu kurtlar sofrasında belki zor bir türlü çözemedikleri bu
kendisine tecavüz edenin ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden ölü bir gezegenin
kim olduğunu göremedi... ne vakit bir yaşamak düşünsem soğuk tenhalığına
benzemesin diye
sus deyip adınla başlıyorum
özgürlük mutlaka paylaşılacak
Sunay Akın içim sıra kımıldıyor gizli denizlerin suç ortağı bir sevgiliyle
hayır başka türlü olmayacak
ben sana mecburum bilemezsin.. -5.
Beklenen
Attila İlhan sanmıştık ki ikimiz
yeryüzünde ancak
ne hasta bekler sabahı birbirimiz için varız
ne taze ölüyü mezar ikimiz sanmıştık ki
ne de şeytan bir günahı tek kişilik bir yalnızlığa bile
seni beklediğim kadar rahatça sığarız
hiç yanılmamışız
her an düşüp düşüp
geçti istemem gelmeni kristal bir bardak gibi
yokluğunda buldum seni tuz parça kırılsak da
bırak vehmimde gölgeni hâlâ içimizde o yanardağ ağzı
gelme artık neye yarar hâlâ kıpkızıl gülümseyen
-sanki ateşten bir tebessüm-
Necip Fazıl Kısakürek zehir zemberek aşkımız

Attila İlhan

You might also like