You are on page 1of 37

T.C.

ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İKTİSAT ANABİLİM DALI

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE İMF ve TÜRKİYE İLİŞKİLERİ

ARAŞTIRMA TEZİ

SALİHA ASLANKILIÇ
I0410134

DANIŞMAN : Prof. Dr. MEHMET ASLANOĞLU

BURSA - 2007
ĐÇĐNDEKĐLER

ĐÇĐNDEKĐLER .................................................................................................................I
TABLO ve ŞEKĐL LĐSTESĐ............................................................................................ II
KISALTMA LĐSTESĐ......................................................................................................III

GĐRĐŞ…………………………………….……………………………………..………………...1
BĐRĐNCĐ BÖLÜM.............................................................................................................2
IMF’NĐN GENEL YAPISI ...............................................................................................2
1.1. IMF’nin Oluşumu ve Uluslararası Parasal Sistemin Gelişimi.........................2
1.2. Altın Para Standartı ve Bretton Woods .............................................................3
1.2.1. Keynes Planı....................................................................................................5
1.2.2. White Planı......................................................................................................5
1.3. IMF'nin Kuruluşu ve Amaçları .......................................................................... 6
1.4. Bretton Woods’un Yıkılışı ................................................................................... 7
1.5. IMF’nin Örgüt Yapısı ve Yönetim Şekli ............................................................ 8
1.5.1. Güvernörler Kurulu .........................................................................................9
1.5.2. Đcra Direktörleri Kurulu ..................................................................................9
1.5.3. IMF Başkanı ..................................................................................................12
1.6. Danışma Organları............................................................................................. 12
1.6.1. Uluslararası Finans ve Para Komitesi ...........................................................12
1.6.2. Kalkınma Komitesi .......................................................................................13
1.6.3. Bağımsız Değerleme Ofisi ............................................................................13
ĐKĐNCĐ BÖLÜM .............................................................................................................14
IMF’NĐN SUNDUĞU MALĐ ĐMKANLAR ...................................................................14
2.1. IMF Kaynaklarının Kullanım Mekanizması ................................................... 14
2.2.Genel Đmkanlar.................................................................................................... 15
2.3.Özel Đmkanlar...................................................................................................... 17
2.3.1. Telafi Edici Finansman Kolaylığı (CFF) ......................................................17
2.3.2. Tampon Stok Finansman Kolaylığı...............................................................18
2.3.3. Ek Rezerv Kolaylığı (SRF) ...........................................................................18
2.3.4. Olağanüstü Kredi Kolaylığı (CCL) ...............................................................19
2.4. Geçici Đmkanlar ..................................................................................................19
2.5. Türkiye’nin Kullandığı Đmkanlar ve Kullanım Limitleri ..............................20
2.6. Dönemler Đtibariyle IMF-Türkiye Đlişkileri ve Đstikrar Programları ...........21
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM.........................................................................................................24
IMF ve TÜRKĐYE ĐLĐŞKĐLERĐ .....................................................................................24
3.1. Tarihsel Olarak Ekonomideki Gelişmeler ve IMF ile Đlişkiler ...................... 24
3.1.1. IMF’ye Üyelikten 1970’e..............................................................................24
3.1.2. 1970-1980 Dönemi........................................................................................26
3.1.3. 1980-1999 Dönemi........................................................................................27
3.1.4. 1999 Sonrası Dönem .....................................................................................29
3.2. Yapılan Anlaşmalar ve Sağlanan Kaynak ....................................................... 32
3.3. IMF’nin Yeni Stand-By’daki Amaçları ........................................................... 34

SONUÇ…………………………………….…………………………………………………...36
KAYNAKÇA………………………………………………………………………...………...38

I
BĐRĐNCĐ BÖLÜM

IMF’NĐN GENEL YAPISI

1.1. IMF’nin Oluşumu ve Uluslararası Parasal Sistemin Gelişimi

Küreselleşen dünyada, bir yandan savaşların sebep olduğu yıkımlar, diğer


yandan da uluslararası ilişkilerde yaşanan yoğunluk birçok uluslar arası örgütü
beraberinde getirmiştir. Bu örgütlerin en önemlilerinden birisi de kuşkusuz
IMF’dir. Başlangıçta uluslararası ticari ilişkilerde likidite sorununu çözme amaçlı
olarak kurulan bu örgütün faaliyetlerini ve işleyişini anlayabilmek için devletlerarası
ilişkileri ve uluslararası para sistemlerinin varlığını ve gelişimini anlamak
gerekmektedir

Đhtiyaçların ve daha iyi yaşama koşullarının doğurduğu bir sonuç olarak


başlayan uluslararası işbirliği ve etkileşim süreci, zamanla gelişerek kompleks bir
yapı halini almıştır. Bu yapı özel ikle ulusal paraların bir uluslararası değişim
aracı rolünü yüklenmesi ile birlikte daha koordineli bir işbirliğine dönüşmüştür.
Çünkü ekonomik ve mali ilişkilerin düzenli biçimde gelişebilmesi her şeyden
önce, uluslararası ödeme sisteminin düzenli bir şekilde işlemesine bağlıdır. Aksi
takdirde mal ve hizmetlerin uluslar arası dolaşımı ciddi tıkanıklıklarla karşı karşıya
kalabilmektedir. Bu durum mali tıkanıkların krize dönüştüğü ülkelerde ciddi
sermaye kayıpları meydana getirmekte, bu da krizin ortaya çıktığı ülke veya ülkelerin
dışında kalan diğer ülkelerin ekonomilerinin de etkilenmesine yol açmaktadır.

Bu bağlamda uluslararası parasal ve mali bir kurum olan IMF’nin


kuruluşunda etkili olan en temel iki olay sırasıyla 1929 Dünya Ekonomik
Bunalımı ve ardından patlak veren 2. Dünya Savaşı’dır. 1929 Dünya Ekonomik
Bunalımı kapitalist sistemin karşılaştığı en büyük ekonomik bunalımdır. Milyonlarca
insan işini kaybetmiş, ülkelerin üretimleri, milli gelirleri gerilemiş, karşılıklı ticaret
büyük ölçüde sekteye uğramıştır. Pek çok ülke altın ve döviz rezervlerini
koruyabilmek için ithalat kısıtlamalarına ve paralarını devalüe etmeye yönelmişlerdir.

2
Bazı ülkeler yabancı parayla işlem yapılmasını yasaklamışlardır. Sonuçta uluslararası
ticaret hızla daralmış, istihdam ve yaşam standartları düşmeye başlamıştır.

Dünya ekonomisinin bu büyük bunalımdan çıkışı büyük ölçüde Đngiliz iktisatçı


John Maynard Keynes'in ortaya koyduğu devlet müdahaleleri yoluyla olmuştur. Keynes
1936 yılında yayımladığı “Đstihdam, Faiz Para Genel Teorisi” adlı kitabında,
sonradan Keynesyen ekonomi ya da karma ekonomi adıyla anılacak olan devlet
müdahalelerinin ekonomiye etkilerini incelemiştir. Deflasyonist bir gelişmeden
depresyona geçen kapitalist dünya ülkeleri ekonomiye devlet müdahalesi yapmak
suretiyle ekonomilerini canlandırmıştır. Fakat canlanmanın ilk sonuçlarının alınmaya
başlandığı sıralarda 2. Dünya Savaşı çıkmıştır. Savaşın çıkışı ise büyük ölçüde
Almanya'nın ekonomik bunalımdan gördüğü zarara dayalıdır. Savaşın sonlarına
doğru dünya kapitalizminin karşılaşacağı bu tür bunalımları daha kolay
atlatabilmesi için uluslararası bir işbirliğine gitmenin ve bunu kurumsal aştırmanın
gerekli olduğu anlaşılmıştır. Bu çerçevede likidite sıkışıklığını giderecek bir para fonu
olarak IMF, ilk tasarlanan kurumlardan biridir (Eğilmez, 2002).

Uluslararası ticaretin hızlı gelişimine bağlı olarak para ve döviz kurları ülkelerin
istihdam düzeylerini, gelir seviyelerini ve dış dengelerini etkileyebilen önemli bir
politika aracı haline gelmiştir.

1.2. Altın Para Standartı ve Bretton Woods

Dünya ekonomisinde 1870’lerden 1. Dünya Savaşı’na kadar geçen sürede


altın standardı uluslararası para sisteminin temelini oluşturmuştur. 1929 Dünya
Ekonomik Bunalımına kadar kısmen yürürlükte kalan sistemde tüm ulusal paralar
altına endekslenmiştir. Bir başka deyişle bütün para birimleri altın cinsinden
tanımlanmıştır. Örneğin 1914 yılı itibariyle 1 Đngiliz Sterlini 0,257 ons ve 1 ABD
doları 0,053 ons altın olarak belirlenmiştir.

Bu sistemde, bir ülkenin ödemeler dengesi açık verdiğinde o ülkeden yurt dışına
altın ihracı olur ve rezervleri azalır. Bu da ülkenin para arzını düşürüp, faiz

3
oranlarını artırır. Artan faiz oranları yatırımları azaltacağı için ülkenin milli gelir
düzeyi de dolaylı olarak düşer. Gelir düşüşü sonucu ülkede talep düzeyi geriler ve
ithalat düşüşü ile dış ticaret tekrar dengeye gelir. Bu sistemde denge otomatik
olarak gelir ve fiyat mekanizması yoluyla sağlanmaktadır. Söz konusu sistemde dış
dengenin sağlanması ekonomi politikasının temel hedefidir. Altın standardında her
ülke kendi parasını altına göre sabit bir oran üzerinden değerlendirdiği için, çeşitli
ülkelerin paraları arasında da sabit bir kur oluşur. Dolayısı ile kurları sabit tutmak için
altın para sistemi ideal bir sistemdir (Seyidoğlu, 1998).

Ancak altın para sistemi, 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı ile büyük darbe
almıştır. Bu dönemde yaşanan iflaslar neticesinde dünyada altına hücum başlamış
ve altın kıtlığı belirmiştir. Altın kıtlığının yaşandığı bu dönemde altın fiyatlarının
yükselmesi ile birlikte yüksek enflasyon dünyaya hakim olmuştur. Altın rezervlerinin
tükenmesi kambiyo denetimi uygulamasını gündeme getirmiş ve altın standardını
uygulayan ülkeler başta Đngiltere (1931) ve ABD (1933), sonrasında Fransa (1936)
olmak üzere altın standardından ayrılmaya başlamışlardır. Altın standardının
yıkılması, milli paraların birbirlerine dönüştürülme imkanlarını ortadan kaldırmış, bu
durum uluslararası ödemelerde çok taraflı denkleştirmelerde büyük sorunlar
yaratmıştır. Sorunların devam ettiği bu dönemlerde çıkan 2. Dünya Savaşı ve savaştan
sonra artan yüksek gümrük tarifeleri ve sıkı miktar kısıtlamaları, rekabetçi
devalüasyonlar dünya ticaret hacmini iyice daraltmıştır. Bu durum dünya ticaretini
serbestleştirerek çok taraflı ticarete imkan sağlayacak bir uluslararası ticari ve mali
sistemin esaslarını belirlemek üzere toplanılmasını zorunlu kılmıştır.

Nihayet ABD ve Đngiltere’nin liderliğinde 44 ülke, ABD’nin New


Hampshiere eyaletinin Bretton Woods kasabasında 1-22 Temmuz 1944 tarihleri
arasında uluslararası bir konferans düzenlemişlerdir. Bu dönemde yaşanan olaylara
bir tepki niteliği taşıyan Bretton Woods Konferansı, ülkeleri1929 Krizinin doğurduğu
sefaletten kurtararak yüksek bir çalışma düzeyi gerçekleştirmek ve rekabetçi
devalüasyonları önleyecek sabit kur sisteminin oluşturulması amacına
yöneltmiştir.Bununla birlikte, Bretton Woods Konferansı 2. Dünya Savaşı

4
sonrasında benimsenen ve kendi adıyla anılan ayarlanabilir sabit döviz kuru
sistemine temel oluşturmuştur (Ener ve Demircan, 2004).

1.2.1. Keynes Planı

Đngiltere’nin teklif ettiği sistem, dış açık veren ülkelere otomatik olarak kredi
sağlayacak bir mekanizmayı içermektedir. Bu çerçevede Keynes üç kurum tasarlamıştır.
Bu kurumlar; Dünya Bankası, IMF ve Uluslararası Ticaret Örgütüdür. Keynes Planı’nda
Para Fonu bugünkü Dünya Bankası, Dünya Bankası da bugünkü IMF gibi
düşünülmüştür. Dünya Bankası, bütün ülke Merkez Bankalarının üstünde bir
Uluslararası Merkez Bankası olacak ve bancor adlı bir rezerv yaratabilecektir
(Eğilmez,1996).

Keynes güçlü kaynaklara sahip, tam istihdam ve serbest ticaret politikaları


uygulamaları konusunda hükümetleri destekleyebilecek bir para fonu düşünmüştür.
Keynes Planı’na göre, ülkelerin fona katılma kotaları svaştan önceki son 3 yılın dış
ticaret ortalamasına bağlıdır. Ayrıca dış açık veren ülkeler kadar dış fazla veren
ülkelerin de dış dengesizlikleri düzeltme yükümlülüğünü paylaşması gerekmektedir.
Keynes Planı’na göre fon, işlevselci bir model benimseyerek politik baskılara tamamen
kapalı olacaktı (Seyidoğlu, 2003).

1.2.2. White Planı

White Planı’nda kurulması planlanan istikrar fonu, para kredi sisteminin


çökmesini ve uluslararası ödemelerin aksamasını önleyecek, uluslararası ticareti
düzenleyecek ve iktisadi kalkınma için gerekli sermayeyi sağlayacaktı. White Planı,
IMF ve Dünya Bankası şeklinde iki ayrı kurumun kurulması, doların altına karşı
konvertibilitesinin korunduğu dolar merkezli bir sabit kur sisteminin yaratılması fikrini
içermektedir. Ayrıca milli paralar ℅ -/+1 dalgalanabilecek ve üye ülkeler ℅10 dan
yukarı bir devalüasyona ancak IMF’nin iznini alarak başvurabileceklerdi. Üye ülkeler iç
dengenin sağlanabilmesi için para ve maliye politikalarını kullanabileceklerdir (Parasız,
1996).

5
1.3. IMF'nin Kuruluşu ve Amaçları

IMF, 45 ülkenin imzaları ile 27 Aralık 1945'de Bretton Woods


Konferansında kabul edilen esaslar üzerine Washington’da kurulmuş ve 1 Mart
1947'de de finansal operasyonlarına başlamıştır. Kurumun esasları Ana Sözleşme ile
kararlaştırılmıştır.

IMF'nin kuruluş amacı Ana Sözleşmede; "Uluslararası parasal işbirliğinin


geliştirilmesini sağlamak; uluslararası ticaretin dengeli bir şekilde gelişmesine
yardımcı olmak; çok taraflı ödemeler sisteminin kurulmasına destek olmak;
ödemeler dengesi sıkıntısı çeken üye ülkelere gerekli geri dönüş önlemlerini alma
kaydıyla yeteri kadar maddi destekte bulunmak; üye ülkelerin ödemeler dengesi
sorunlarının derecesini ve süresini düşürmek” olarak belirlenmiştir.

Bretton Woods Konferansına katılan 44 ülkeden 39’unun yanı sıra 6 yeni ülke
daha 1945’te IMF Ana Sözleşmesini onaylayarak IMF’nin kurucu üyeleri
olmuşlardır. Bu ülkelerin ardından, IMF’nin üye sayısı 10 yıl içinde 58’e, 1965’te 100’e
çıkmıştır. 1975 ve 1985’te de sırasıyla 130 ve 150’ye yaklaşan üye ülke sayısı, 1997’de
181 olarak gerçekleşmiştir. Son dönemde 3 ülkenin daha katılımı ile 2005 yılı sonu
itibariyle IMF’nin üye sayısı 184’tür. Bretton Woods Konferansına katılan Türkiye
ise, IMF'ye kurucu üye olarak katılmamıştır. Türkiye'nin IMF'ye katılması,
IMF'nin finansal operasyonlarına başladığı tarihten 10 gün sonra yani 11 Mart 1947’de
gerçekleşmiştir. Her ülke IMF'ye üye olabilir. Bunun için IMF Ana Sözleşmesini kendi
parlamentosunda onaylayarak uluslararası anlaşma haline getirmesi ve kendisine
düşen kotayı IMF'ye ödemesi (ya da ödenmesi zorunlu bölümünü ödeyip kalanını
taahhüt etmesi) gerekmektedir. Ülkeler IMF'ye iki farklı türde üye olabilirler: Üye
ülke sermaye hareketlerinde bir kısıtlamaya gidiyorsa IMF Ana Sözleşmesinin 4.
Maddesi statüsünde, sermaye hareketlerini serbest bırakmışsa IMF Ana
Sözleşmesinin 8. Maddesi statüsünde üye. IMF'nin hedeflerinden birisi de
üyelerinin 8. Madde statüsünde buluşmalarını; yani sermaye hareketlerinin serbest

6
olduğu bir konuma gelmelerini sağlamaktır. 11 Mart 1947'de IMF'ye Ana
Sözleşmenin 4. Maddesi çerçevesinde, yani kambiyo kısıtlamaları uygulayan bir
statüde üye olan Türkiye, 3 Nisan 1990'da IMF Ana Sözleşmesinin 8. Maddesi,
yani sermaye hareketlerini serbest bırakmış ülke statüsünde üye konumuna gelmiştir.

1.4. Bretton Woods’un Yıkılışı

Ülkelerin ulusal paralarını, ABD dolarına endekslemeleri ile başlayan


Bretton Woods Sistemi dolar kıtlığı sebebiyle önceleri sorunsuz işlemiştir. Bretton
Woods Sistemi dolar kıtlığı sebebiyle önceleri sorunsuz işlemiştir. kalkmıştır.
Üstelik Avrupa ülkeleri kendi paralarını da diğer paralarla tedavül edilebilir hale
getirmişlerdir. Böylece dolar kıtlığı 1950'lerin sonuna doğru dolar bol uğuna
dönüşmüştür. 1960'larda ise giderek artan sayıda ülke ABD dolarının artık altın
kadar değerli olmadığına dair endişelerini yansıtırcasına el erindeki dolarları altınla
değiştirmenin yol arını aramaya başlamışlardır.

Öte yandan Bretton Woods Sisteminin "Triffin Đkilemi" diye adlandırılan


ve sistemin doğasından kaynaklanan bir kusur barındırdığı iktisatçılarca
tartışılmaya başlamıştır. Bu kusur temelde “yetersiz rezerv büyümesi” sorunudur.
Çünkü ABD doları uluslararası döviz rezerv varlığı olduğu sürece, dünya mali ve
ticari hacminin artması dolar arzının da artmasını gerektirecektir. Artan dolar
stoku ABD ödemeler dengesinin sürekli açık vermesini gerektirmekte ve bu açığın
kendisi de doların değerine bir tehdit unsuru oluşturur hale gelmiştir. Bu durum
zaman içinde dolarları resmi olarak el erinde bulunduran ülkelerin, rezervlerinin
göreli değerinin altının değerine göre düşeceği endişesini taşımaya başlamalarına yol
açmıştır. Bu sistemde dolara alternatif rezerv artış kaynağı altın üretiminin
artırılmasıdır. Savaş sonrası global rezerv artışlarının önceleri dörtte üçünden fazlası
altın ile sağlanırken, bu oran 1960'ların ilk yarısında önce dörtte bire, daha sonra da
negatif değerlere kadar düşmüştür. Gittikçe azalan altın arzı ve üretim artışı imkanının
zayıf görünmesi, ABD ve gelişmiş Avrupa ülkelerinin Londra altın piyasasına
müdahale ile koruma yoluna gittiği altın fiyatları üzerinde baskı yaratmıştır.

7
Bu durum, altın piyasasının ikiye bölünmesine yol açmıştır:

1) Đşlemlerin resmi fiyattan yürütüldüğü resmi bir piyasa


2) Artan fiyatların arz ve talebe göre belirlendiği özel bir piyasa

Piyasadaki ikiliğe ve sistemdeki yetersiz rezerv büyümesi sorununa çözüm;


resmi rezervlerdeki dolarları ve altını destekleyecek uluslararası bir rezerv varlık
yaratılması fikri olmuştur. Bu doğrultuda ABD yeni bir para biriminin dolara rakip
olabileceği endişesiyle IMF nezdindeki mevcut otomatik çekme hakları (altın tranşı)
sisteminin geliştirilmesi üzerinde dururken, bazı ülkeler yeni para birimi fikrini
desteklemiştir. Böylece, 1960 ortalarında tartışılan bu projede, bir grup ülke, dolar
yerine geçecek bir para birimini desteklerken diğer bir grup ülke ise altın yerine
geçecek farklı bir para birimini savunmuştur. Bu tartışmaların sonunda ise iki grubu
da memnun eden ile"Özel Çekme Hakları” (SDR) fikri doğmuştur. Akabinde altın
ve döviz rezervlerini gerekli miktarlarda desteklemek amacıyla yeni bir uluslararası
rezerv varlık olarak SDR'nin yaratılması projesi, IMF Yönetim Kurulunun 1967
yılındaki Rio de Janerio toplantısında kabul edilmiş ve ilk olarak 1970 yılında üye
ülkelere SDR tahsisatı yapılmıştır.

SDR tahsisatının ardından; dünyada ödemeler dengesi sorunlarının artması,


ABD dolarına karşı duyulan güvenin azalması, az gelişmiş ülkelerin kalkınma
sorunları ve tüm bu sorunların mevcut sistem içinde çözülememesi, Bretton Woods
Sisteminin 1973 yılında çökmesine neden olmuştur (Binay, 2004).

1.5. IMF’nin Örgüt Yapısı ve Yönetim Şekli

Bretton Woods AnlaĐması’nın Fon’la ilgili “Örgüt ve Yönetim” başlığı altındaki


12. maddesi, IMF’nin organizasyon yapısını ve yönetiminin işleyiş sürecini
düzenlemektedir.

8
1.5.1. Güvernörler Kurulu

IMF’nin en yetkili organıdır ve anonim şirketlerdeki pay sahipleri genelkuruluna


karşılık gelir. Kurul, her üye ülke tarafından atanmış bir Güvernör iletoplantılara
katılabilen ve ancak Güvernörün bulunmadığı zamanlarda onunyerine oy kul anmaya
yetkili olan bir Güvernör Vekili’nden oluşur. Güvernör ve vekilinin atanma süreleri
yoktur. Üye ülke istediği zaman Güvernör ve/veya vekilini değiştirebilir.
Güvernörler Kurulu kendi aralarından bir Guvenörü, Güvernörler Kurulu
Başkanlığına seçer. Türkiye adına Güvernörlük görevi Hazine Müsteşarlığının bağlı
olduğu bakan tarafından, Güvernör vekilliği ise Merkez Bankasınca yerine
getirilmektedir.

Güvernörler Kurulu yetkilerinin büyük bir kısmını Yönetim Kuruluna


devredebilir. Devredilemeyen başlıca yetkiler ise şunlardır; Fon’a üye kabulü, kotaların
belirlenmesi, SDR dağıtımları, Fon’un net gelirlerinin dağıtımı, Yönetim Kurulunun
Fon Ana Sözleşmesi ile ilgili yorumlarına itirazların karara bağlanması (Alpar ve
Ongun, 1988).

Güvernörler Kurulu genellikle yılda bir kez, Dünya Bankası Güvernörler


Kurulu ile birlikte, Eylül veya Ekim ayında yıl ık ortak Genel Kurul toplantısı
vesilesiyle toplanır. Yıllık toplantılar iki yıl üst üste Washington’da, üçüncü yıl
başka bir üye bir ülkede yapılır. Ayrıca çağrı üzerine olağanüstü toplanılması da
mümkündür. Ana Sözleşmede yer alan istisnai haller dışında Güvernörler Kurulu,
kararlarını oy toplamının üçte ikisi çoğunluğu ile alır.

1.5.2. Đcra Direktörleri Kurulu

Đcra Direktörleri Kurulu, IMF’nin günlük işlerinin yürütülmesinden sorumlu,


Fon’un merkezinde sürekli olarak çalışan ve kendisine devredilen veya verilen
yetkiler çerçevesinde kararlar alabilen bir organdır. IMF Başkanının yönetiminde
olan Đcra Direktörleri Kurulu, üye ülkelerce seçilen veya atanan Direktörlerden
oluşmaktadır. 24 üyelik Kurulda, kararlar toplam oy gücünün yarısı ile alınmaktadır.

9
Fon’da en yüksek kotaya sahip olan 5 ülkenin (ABD, Almanya, Japonya, Đngiltere,
Fransa) atadıkları birer Đcra Direktörü ile Suudi Arabistan, Çin ve Rusya’nın
seçtikleri toplam 3 ve diğer ülkelerin meydana getirdikleri 16 ülke grubunun seçtikleri
16 Đcra Direktörü üye toplamını oluşturur. Atanmış Đcra Direktörlerinin belirli
bir hizmet süresi yoktur. Bu kişiler ilgili üye ülke yeni bir atama yapıncaya kadar görev
yaparlar. Seçilmiş Đcra Direktörlerinin görev süresi ise 2 yıldır. Türkiye; Belçika,
Avusturya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Belarus, Slovenya, Slovak Cumhuriyeti,
Lüksemburg ve Kazakistan ile aynı grupta yer almaktadır. Grubun en yüksek oy
gücüne sahip olan Belçika, Đcra Direktörlüğünü yapmakta ve grubu temsil
etmektedir. Türkiye, bu grubun Đcra Direktörlüğü ofisinde Hazine Müsteşarlığının
atadığı bir “Đcra Direktörü Danışmanı” ve bir de “Teknik Asistan” bulundurmaktadır
(Güran ve Aktürk, 1992).

10
Şekil 1.1 IMF’nin Organizasyon Yapısı

11
1.5.3. IMF Başkanı

IMF Başkanı, Yönetim Kuruluna da başkanlık eder. Başkan, aynı zamanda


Yönetim Kurulunun direktifleri çerçevesinde Fon’un günlük işlerinin
yürütülmesinden sorumludur. IMF personelinin de yöneticisi olan Başkanın 3
yardımcısı vardır. Başkan, ne Yönetim Kurulunda ne de Guvernörler Kurulunda
oy hakkına sahip değildir. Sadece oyların eşit olması durumunda Yönetim
Kurulunda oy hakkını kul anabilir. IMF Başkanı, Yönetim Kurulu tarafından 5 yıl
ık dönem için seçilir. 1947’den günümüze kadar görev yapan IMF Başkanlarının
hepsi, Avrupa ülkeleri (Belçika, Đsveç, Fransa, Hollanda, Almanya) arasından
seçilmiştir.

1.6. Danışma Organları

1.6.1. Uluslararası Finans ve Para Komitesi

Başlangıçta geçici olarak düşünülüp “Geçici Komite” ismini almış olan komite,
zamanla sürekli hale gelmiştir. IMF’nin politika oluşturmadaki temel birimlerden
birisi olarak ismi “Uluslararası Para ve Finans Komitesi” olarak değiştirilmiştir.
Yapısı Yönetim Kuruluna benzeyen Uluslararası Para ve Finans Komitesi de 24
üyeden oluşmakta ve bu üyeler Guvernör ya da eşit düzeydeki görevlilerden
seçilmektedir. Başkan, Başkan Yardımcısı ve Đcra Direktörlerinin de katıldığı
Uluslararası Para ve Finans Komitesi toplantıları normal olarak yılda 2 kez yapılır.

Uluslararası Para ve Finans Komitesi, uluslararası para sisteminin yönetimi


ile ilgilidir ve buna ilişkin hazırladığı raporları Yönetim Kuruluna sunar.
Raporlarında; uluslararası sistemin gidişatı hakkındaki bilgileri, kaynak transfer
politikalarının değerlendirilmesini ve uluslararası parasal sistemi etkileyecek
sorunları ve buna ilişkin önlemleri değerlendirir. Ayrıca, IMF Ana Sözleşmesinde
yapılacak değişiklikler hakkında da görüş bildirir (Alpago, 2002).

12
1.6.2. Kalkınma Komitesi

IMF’nin bir diğer danışma birimi olan ve genel ikle Uluslararası Para ve Finans
Komitesi ile birlikte çalışan Kalkınma Komitesi, Dünya Bankası Guvernörler
Kurul arı temsilcilerinden oluşur. Kalkınma Komitesinin faaliyet alanı az gelişmiş
ülkelere yönelik mali kaynak transferleridir (Seyidoğlu, 1998).

1.6.3. Bağımsız Değerleme Ofisi

2001 yılında kurulan ve doğrudan Yönetim Kuruluna bağlı olarak çalışan


Bağımsız Değerleme Ofisi, IMF ile ilgili her türlü konuda objektif
değerlendirmeler yapmakla görevlidir. Böylelikle Fon’un eğitsel anlamda kendini
geliştirmesine ve Yönetim Kurulunun Fon’u daha iyi etüt etmesine olanak sağlar.
Bir yönetici ve 12 personelden oluşan Bağımsız Değerleme Ofisi çalışanlarının
büyük çoğunluğu IMF dışından atanır. Ofisin yöneticisi, IMF’nin Đcra Direktörleri
Kurulunca dört yıl ık bir süre için atanırken, diğer personelin istihdamı Ofis
yöneticisinin sorumluluğundadır. Bağımsız Değerleme Ofisinin çalışanları,
çalışmalarını IMF’nin diğer yönetici ve personelinden tamamen bağımsız olarak
sürdürürler.

13
ĐKĐNCĐ BÖLÜM

IMF’NĐN SUNDUĞU MALĐ ĐMKANLAR

2.1. IMF Kaynaklarının Kullanım Mekanizması

IMF imkanları genel olarak bir borçlanma değil; bir değiş-tokuş, bir alım-
satım işlemidir. Buna göre dış kaynak ihtiyacı içine giren üye ülke, kendi parasını verip
karşılığında parası güçlü bir başka üye ülkenin parasını almakta ve zamanı gelince bu
tutar tekrar değiş tokuşa tabi tutulmaktadır. Bu nedenle IMF'den finansal kaynak kul
anan bir ülkenin bir başka ülkenin parasının kulanımına alım” geri ödemesine de
“geri alım” adı verilmektedir. Bununla birlikte son yıl arda özel ikle az gelişmiş
ülkelere doğrudan borç biçiminde destekler de sağlanmaktadır. Bunun için üye
ülkenin öncelikle, IMF’den sağlayacağı bu kaynakları dış açığını gidermek için kul
anacağını ve bunu yaparken de bir istikrar programı izleyeceğini taahhüt etmesi
gerekir. Uygulanması taahhüt edilen, ülkenin alacağı önlemleri ortaya koyan ve
doğrudan IMF Başkanı’na hitaben yazılan bu programa “Niyet Mektubu” adı
verilmektedir. Niyet Mektubu genel ikle ilgili Bakanın ve Merkez Bankası
Başkanının imzalarını taşır. Fon’un Đcra Direktörleri Kuruluna sunulan mektup kabul
edildiği taktirde;

Üye ülkenin kullanacağı miktar kadar kendi ulusal parasını Fon’un merkez
bankası nezdindeki 1 Nolu Hesabına yatırması ya da bu paranın karşılığı taahhüt
senedini yine merkez bankası nezdindeki Menkul Kıymet Hesabında hazır
bulundurması gerekmektedir. Fon, üye ülkenin uymak zorunda olduğu performans
kriterlerini belirler. Fon, kullanılacak imkanları taksitlendirir.

Ülkenin taahhüt edilen programa ve performans kriterlerine uyup uymadığı


bel i aralıklarla denetlenir. Bu denetleme işlemine “Konsültasyon” adı verilmektedir.
Konsültasyonlarda IMF uzmanları, üye ülkenin destek alırken taahhüt ettiği ve
Niyet Mektubunda yer alan performans kriterlerine uyup uymadığını, programın
hedeflendiği biçimde gelişip gelişmediğini denetlerler. Sonuçların beklendiği gibi

14
çıkması ve performans kriterlerine uyulması durumunda, denetimi yapan komisyon
bir sonraki taksidin serbest bırakılmasını IMF Đcra Direktörleri Kuruluna bir
raporla önerirler. Koşullar yerine getirilmemişse o zaman komisyonun raporunda
bu durum yer alır ve IMF Başkanı koşul ar yerine getirilinceye kadar o ülke
hakkındaki Đcra Direktörleri toplantısını askıya alır. Koşul arın yerine getirilmesi
mümkün görülmüyorsa IMF Başkanı, Đcra Direktörleri Kurulundan kalan taksitlerin
iptal edilmesini de isteyebilir.

Görüldüğü gibi IMF’nin kredi politikası temel olarak “şartlılık” ilkesine


dayanır. IMF, kaynaklarını kul anıma açarken üyelerine kul andırdığı kaynakların
geriye ödenmesini sağlayacak politikaların ilgili ülkelerce uygulanmasını zorunlu
bir şart olarak ileri sürer. IMF’nin bu politikasına “şartlılık politikası” adı verilir.
Bu imkanların kul anılmasında bütün üye ülkelerin aynı oranda hak sahibi olmaları
ise “eşit kabul hakkı“ olarak ifade edilir. IMF’den yapılan kaynak kul anımı; üye
ülkenin kul andığı dövizi geri ödemesi veya ülkenin düzenlemiş olduğu taahhüt
senedini geri alması işlemi ile sona erer (Ener ve Demircan, 2004).

IMF’nin üye ülkelere sağladığı imkanları; genel imkanlar, özel imkanlar ve


geçici imkanlar olmak üzere üç gruba ayırabiliriz.

2.2.Genel Đmkanlar

Üye ülkeler finansman ihtiyaçlarının niteliklerine göre Fondan farklı hesaplar ve


politikalar çerçevesinde kredi sağlayabilirler. Fon’un genel kaynakları, Rezerv Dilimi
Pozisyonu, Kredi Dilimleri ve Stand by Uygulaması, Uzatılmış Fon Kolaylığı ve
Genişletilmiş Finansman Hesabı politikalarından oluşmaktadır.

a. Rezerv Dilimi Pozisyonu: Bir üye ülkenin çok önemli boyutta olmayan bir
ödemeler dengesi sorunu ile karşılaştığında IMF’den kullanabileceği ilk imkan rezerv
dilimi pozisyonudur. Üye ülkenin rezerv dilimi pozisyonu, Fon’da bulunan ulusal
parasından, kotası ve o güne kadar kendi ulusal parası karşılığında Fon’dan kullanıp da
henüz geri ödemediği imkanların düşülmesi suretiyle bulunan miktardır. Bir üye ülkenin

15
Fon’daki mevcut parası, kotasına eşit, kotasından fazla ya da düşük olabilmektedir. Üye
Fon’da bulunan ulusal parası, kotasına eşitse, o takdirde kullanabileceği bir rezerv
dilimi pozisyonu yok demektir. Rezerv Dilimi Pozisyonu Đmkanı, üye ülkenin kendi
rezerv pozisyonundan bir çekiş yapmasıdır. O nedenle hiçbir koşula bağlı değildir. IMF
bu kullanım karşılığında, üye ülkeye hiçbir kullanım bedeli yüklemez Diğer bir deyişle,
üye olurken IMF’ye SDR yada konvertibl dövizlerle ödenen kotanın % 25’lik kısmıdır
ve üye ülkenin toplam rezervleri içinde kabul edilir (Eğilmez, 1996).

b. Kredi Dilimleri ve Stand-By Uygulaması:Üye ülkedeki kısa süreli ödemeler


dengesi sorunlarının çözümü için öngörülen bir destektir. 1 -2 yıl arasında ve
genellikle3 ayda bir taksitler halinde verilerek kullandırılır. Kredi dilimi kolaylığı için,
bir takım koşullar söz konusudur. Performans kriterlerinin yerine getirilip getirilmediği,
ödeme güçlüklerini yenmek için kabul edilmiş politikalar incelenmek zorundadır.
Geri ödemeler 3 ¼ - 5 yıl içinde yapılır. Stand by düzenlemesinin (SBA) maksimum
limiti üye ülke kotasının yüzde 100'üdür. Bununla birlikte olağanüstü hallerde bu limit
aşılabilmektedir. Bu desteğin faizi IMF'nin sürekli revize edilen basit faiz oranı ve
kullanım miktarının kotanın belli bir yüzdesini aşması halinde bunun üzerine uygulanan
ek faizdir. Ek faiz, kotanın yüzde 200'ünü aşan kısım için 200 bp (bp = (basis point)
Her100 puan yaklaşık olarak 1 puanlık ek faiz demektir) ve kotanın yüzde 300'ünü aşan
kısım için 300 bp'dir (Eğilmez, 2002).

Rezerv dilimi dışındaki kredi dilimlerinden borçlanmalara %0.5 faiz uygulanır.


Destekleme ve genişletilmiş anlaşmalar ile üyelere sağlanmış fakat henüz kullanılmamış
kredilere yıllık %0.25 oranında faiz tahakkuk ettirilir. Üyelerin Fon’dan milli paraları
ile döviz satın almaları, IMF’deki milli paraların artmasına yol açmaktadır. Artan milli
paralardan Fon, %6.6 oranında faiz tahsil etmekte ve bu faizler dönem başında tahsil
edilmektedir. Fon'un belli başlı kredi kaynağı kredi tranşlarından ayrılmıştır. Her bir
tranş, üye ülke kotasının % 25'ine eşittir (Aydın, 2004).

c. Uzatılmış Fon Kolaylığı (Extended Fund Facility, EFF): Süresi 3 (istisnai


durumlarda dört) yıla kadar olan orta vadeli programlara finansman sağlar. Amacı,
yapısal veya makro ekonomik sorunlardan kaynaklanan dış ödeme güçlüklerinin

16
giderilmesine katkıda bulunmaktır. Đlk programda üç yıllık dönemin genel amaç ve
politikaları belirtilir, daha sonraki uygulamalar her yıl yapılacak görüşmelerde
kararlaştırılır (Eğilmez, 2002).

d. Genişletilmiş Finansman Hesabı (Enlarged Access Policy): Destekleme ve


Uzatılmış Fon Kolaylığı’ndan finanse edilen ve Fon'un büyük desteğini gerektiren
programlara ek kaynak sağlamak amacıyla kullanılır. Bu olanaktan yararlanabilmek için
üye ülkenin büyük dış ödeme açıkları ile karşılaşması ve denkleşmeye yönelik ciddi
çabalar içinde olması gerekir (Seyidoğlu, 2003).

2.3.Özel Đmkanlar

Özel Đmkanlar; IMF üyesi ülkelerin ekonomilerini etkileyen beklenmedik


olumsuz gelişmeleri telafi etmeyi amaçlayan kaynaklardan oluşmaktadır.Özel
Đmkanlar da Genel Kaynaklar Hesabı kapsamında kullandırılan kaynaklardır.

2.3.1. Telafi Edici Finansman Kolaylığı (CFF)

1963 yılında ortaya çıkmıştır. Tarıma dayalı mal ar ihraç eden üye ülkelerin
el erinde olmayan nedenlerle karşılaştıkları geçici ihracat darboğazlarından dolayı
karşı karşıya kaldıkları ödemeler dengesi güçlüklerini gidermek üzere oluşturulmuştur
(Binay, 2004).

CFF’in üst limiti, bir ihraç ürünü söz konusu olduğu durumda % 45,
birden fazla ihraç ürünü söz konusu olduğu durumda % 55'tir. Kullanım esasları ve
maliyeti, ek faiz uygulaması dışında Stand-by düzenlemesi ile aynı şekildedir. Bu
imkanın geri ödemesi 3¼-5 yıl arasında veya ödemeler dengesindeki bozulma
giderildiği anda yapılır.

17
2.3.2. Tampon Stok Finansman Kolaylığı

Hammadde fiyatlarındaki dalgalanmaların, üye ülkelerin dış ödemelerinde


yarattığı olumsuz etkilere karşı, 25 Haziran 1969 tarihinde Tampon Stok
Finansman Kolaylığı yürürlüğe konmuştur.

Tampon Stok Finansman Kolaylığının amacı; kalay, doğal kauçuk gibi temel
mal fiyatlarının düşmesini önlemek, temel mal stoklanmasını sağlamak, stoklama
sonucu veya işlevsel faaliyetlerden kaynaklanan kısa vadeli borçları yeniden finanse
etmek, ekonomisi bu mal ara bağlı olan ülkelerin gelir kaybını önlemektir. Tampon
Stok Finansman Kolaylığı, kotanın % 35’i ile sınırlıdır ve 5 yıl içinde geri ödenmesi
gerekmektedir. Ancak 1984 yılından beri bu kolaylıktan hiçbir kul anım olmamış
ve 2000 yılında BFF yürürlükten kaldırılmıştır (Binay, 2004).

2.3.3. Ek Rezerv Kolaylığı (SRF)

SRF; 1997 yılında, Güneydoğu Asya’da patlak veren finansal kriz


neticesinde, krizin piyasa güveni üzerinde ani ve yıkıcı etkisini azaltmaya yönelik
olarak oluşturulmuştur. SRF’nin yürürlüğe konmasından bir gün sonra da ilk kez,
Güney Kore tarafından kul anılmıştır. Kasım 2000 tarihindeki krizde ise Türkiye, bu
kapsamda yaklaşık 8 milyar ABD doları kullanmıştır.

SRF çerçevesinde kullanılan kaynaklara ilişkin geri ödemeler, her bir


kullanımdan sonra 6 aylık periyotlarla maksimum 2 - 2½ yıl içinde yapılır. Ek Rezerv
Kolaylığı için bir üst limit bulunmamaktadır. Bu kolaylığın miktarını belirlemeye
Đcra Direktörleri Kurulu yetkilidir. Fakat bu imkan; Stand-by ve EFF gibi düzenlemeler
ile beraber kullanıldığı için söz konusu düzenlemelere ilişkin kullanım limitlerine dahil
olur. Ancak SRF kapsamında uygulanan ek faiz oranı % 3’tür. Ancak 1 yılın sonundaki
her 6 aylık gecikme periyotları için ek faizler, 50 bp oranında artarak 500 bp’ye kadar
çıkabilmektedir.

18
2.3.4. Olağanüstü Kredi Kolaylığı (CCL)

CCL; IMF üyesi ülkelerin olağandışı ödemeler dengesi finansmanı


ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla, kısa vadeli finansman imkanı sağlamak üzere
tasarlanmıştır. Uluslararası sermaye piyasalarında görülen olumsuz gelişmelerin
ülkelerin kendi piyasalarında ani ve zarar verici bir güven kaybına yol açması ile
oluşabilecek kısa vadeli finansman ihtiyacının CCL ile giderilmesi öngörülmüştür.
IMF Đcra Direktörleri Kurulunun 1999 yılında aldığı kararla iki yıl ık bir dönem için
oluşturulan CCL, önceleri krizleri önlemede yeni bir enstrüman olarak düşünülmüştür.
Bu doğrultuda 2000 yılında gözden geçirilmiş ve şartlarında bazı değişikler
yapılmıştır. Ancak 2003 yılında yapılan değerlendirilme ile hiç kul anım olmadan
yürürlükten kaldırılmıştır.

2.4. Geçici Đmkanlar

IMF, çeşitli geçici ekonomik olguların yarattığı ödemeler dengesi sorunlarını


çözmek üzere bazı geçici imkanlar geliştirmektedir. Fon bu özel uygulamaları ile
ödemeler dengesi sorunlarını kısa vadede çözmeyi hedeflemektedir. Geçici imkanlar;
Petrol kolaylığı, Sistem Yapılandırma Kolaylığı ve Acil Yardımlardan oluşmaktadır
(Eğilmez, 1996).

a. Petrol Kolaylığı (The Oil Facility): Geçici imkanlardan birisidir. Đlk kez 1974
yılında yaşanan petrol şoku ve daha sonra 1990 yılında ortaya çıkan Körfez Krizi’nin
neden olduğu petrol fiyatları artışı karşısında yürürlüğe konulmuş ve fiyatların normal
düzeyine dönüşü ile yürürlükten kaldırılmıştır. Kullanım şekli ve koşulları, telafi edici
ve olağanüstü finansman kolaylığı içinde düzenlenmektedir.

b. Sistemi Yapılandırma Kolaylığı (The Systemic Transformation Facility):


Geçici bir imkandır. Bu imkan Rusya ve eski Sovyetler Birliği ülkeleri ile Doğu Avrupa
Geçici bir imkandır. Bu imkan Rusya ve eski Sovyetler Birliği ülkeleri ile Doğu Avrupa
ülkelerinin içinde bulundukları sistem değişikliği sürecini mümkün olduğunca sorunsuz
geçmelerine yardımcı olmak üzere oluşturulmuştur. Sistem değişikliği kolaylığından

19
yararlanmanın temel koşulu; üye ülkenin, Fon ile bir stand by veya uzatılmış düzenleme
ya da genişletilmiş fon kolaylığı düzenlemesi yapmış bulunmasıdır. Bu imkanın miktarı
üye ülke kotasının %50’sidir ve geri ödeme süresi 4 ½ ile 10 yıl arasındadır (Eğilmez,
1996).

c. Acil Yardım (Emergency Assistance): Ekonomik nedenlere dayalı olarak


ortaya çıkan ödemeler dengesi bunalımlarının çözümü için sağladığı imkanların yanı
sıra, IMF doğal afetlerle karşılaştığı için ödemeler dengesi bunalımına düşen üye
ülkelere de “acil yardım” sağlar. Yardımlar, performans kriteri veya taksitlendirme gibi
koşullara bağlanmaksızın kullandırılır (Eğilmez, 1996). Üye ülke kotasının yüzde
25'iyle sınırlı olmakla birlikte istisnai olarak bu tutar kotanın yüzde 50'sine çıkarılabilir.
Bu kolaylığa IMF basit faiz oranı uygulanır, ek faiz uygulanmaz. 5 yıl içinde geri
ödenmesi gerekir (Eğilmez, 2002).

2.5. Türkiye’nin Kullandığı Đmkanlar ve Kullanım Limitleri

Türkiye’nin IMF’den teorik olarak kul anabileceği imkanlar; Rezerv Dilimi


Pozisyonu, Stand-by düzenlemesine bağlı olarak kullanılan Kredi Dilimleri,
Uzatılmış Fon Kolaylığı ile geçici imkanlar arasında yer alan Petrol Kolaylığı ve
Acil Yardım Kredisidir. Kul anılacak Normal Mali Đmkanlar çerçevesinde üye
ülkeye kul andırılabilecek miktar, genel olarak yıllık bazda ülke kotasının % 100‘ü
ile sınırlıdır. Örneğin 16 aylık süreyi kapsayan bir Stand-by düzenlemesi
çerçevesinde kul anılabilecek azami imkan:
Kota * % 100 * 16 / 12 formülü ile hesaplanabilir.

Buna ilişkin rakamsal bir örnek Kredi Dilimleri esas alınarak Tablo 2.1’de
gösterilmektedir.

Kaynak: Eğilmez, 1996

20
Hesaplamalarda Türkiye’nin IMF nezdindeki kotası yani 964 milyon SDR
baz alınmaktadır ve hesaplamalar kredilerin yıl ık olduğu varsayımı ile yapılmıştır.
Türkiye’nin yararlanacağı kul anım miktarının üç yıllık süreye yayıldığı varsayılır
ise kotanın % 300’ü oranında bir imkandan yararlanılabilmesi söz konusudur.
Buna göre 964 * % 300 =2.892 milyon SDR’lik imkan sağlanabilir.

Türkiye; yukarıda belirtilen imkanların dışında kalan ve halen kul anımda


olan imkanlardan; Yoksulluğu Azaltma ve Büyüme Kolaylığını bu imkanın
yalnızca düşük gelirli ülkelere, Sistem Değişikliği Kolaylığını da bu imkanın
yalnızca sosyalist ekonomi düzeninden piyasa ekonomisine geçen üye ülkelere
yönelik imkanlar olması nedeni ile kul anamamaktadır. Ayrıca Türkiye, temel tarım
maddeleri ihracat ve ithalatçısı sayılmadığı için Telafi Edici Finansman
Kolaylığından yararlanamamaktadır.

Türkiye’nin IMF’den bugüne kadar kullandığı imkanlar; Stand-by


düzenlemesi, Uzatılmış Fon Kolaylığı, Acil Yardım Kredisi, Ek Rezerv Kolaylığı ve
Petrol Kolaylığıdır. Türkiye; 261,3 milyon SDR tutarındaki Petrol Kolaylığını ve Petrol
Kolaylığıdır. Türkiye; 261,3 milyon SDR tutarındaki Petrol Kolaylığını 1970’lerde
yaşanan petrol şokları nedeniyle ve 361,5 milyon SDR tutarındaki Acil Yardım
Kredisini de 1999 depreminin yol açtığı olumsuzlukları gidermek amacıyla
kullanmıştır.

2.6. Dönemler Đtibariyle IMF-Türkiye Đlişkileri ve Đstikrar Programları

Bir ülkede ekonomik gelişmenin sağlanması için öncelikle sermaye birikimi


gerekmektedir. Bu birikim de ancak istikrarlı bir yapının kurulmuş olmasına
bağlıdır. Bu nedenle ekonomik yapısını sağlam bir temele dayandırma arzusu, her
ülke için temel hedef olmaktadır. Bugün bu yapıyı kurabilen ülkeler “gelişmiş
ülkeler” olarak adlandırılmaktadır. Gelişmiş ülke tanımı dışında kalan diğer ülkeler
ise “gelişmekte olan ülkeler” veya “az gelişmiş ülkeler” konumundadırlar (Alpago,
2002)

21
Türkiye Cumhuriyeti, “gelişmiş ülke” tanımı içinde yer alabilmek için
Kurtuluş Savaşının hemen ardından her alanda köklü çalışmalar başlatmıştır. Savaş
sonrası kurulan ulus devletin amacı artık toprağını genişletmek değil, sanayileşme
ve her alanda modernizasyonla batılı devletlerle aynı kulvarda yer almak olmuştur
.Bu doğrultuda, özel ikle 1930’lu yıl ardan 1980’li yıl ara kadar devlet desteği ile
yerli sanayinin gelişmesi için teşvik ve planlama esasına dayalı bir sanayileşme
politikası izlenmiştir. Fakat bunu gerçekleştirmeye çalışırken ekonomide bir takım
sorunlar ortaya çıkmıştır. Bu sorunların başında, devlet harcamalarının artmasından
kaynaklanan bütçe açıkları ile dış ticarette verdiğimiz açıklardan ileri gelen
ödemeler dengesi krizleri gelir. Türkiye ekonomisi, 1946’dan günümüze kadar hemen
her dönemde bu sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. IMF destekli istikrar programlarının
yürürlüğe konulması bu dönemlerde ortaya çıkan istikrarsızlığın çözümünde
başvurulan temel yöntem olmuştur. Özellikle ödemeler dengesinin sağlanamadığı ve
döviz kıtlığı yaşandığı dönemlerde ya IMF’nin onayı alınarak ya da doğrudan bu
kuruluşla anlaşmalar yapılarak programları yürürlüğe konmuştur (Ener ve Demircan,
2004)

IMF’nin Türkiye’de uyguladığı istikrar programlarının içerdiği politikalar şöyle


özetlenebilir:

1. Kur Politikası: Devalüasyon ile göreli fiyat yapısını değiştirerek kaynak


dağılımını etkinleştirmek ve ihracatı artırarak ödemeler dengesini iyileştirmek, kur
politikasının istikrar programlarındaki vazgeçilmez unsurlarından biridir. Örneğin
devalüasyon dış ticarete konu olan malların fiyatlarını, dış ticarete konu olmayan
mal arın fiyatlarına göre daha fazla artırdığından, dış ticarete konu olan mal arın
üretimini daha karlı hale getirmektedir (Bahçeci, 1997).

2. Maliye Politikası: Genel olarak bütçe açığını kapatmak, toplam amacıyla


ve KĐT mal arına zam yapmak şeklinde özetlenebilir. Harcamaları azaltmaya
yönelik araçlar ise cari ve transfer harcamalarının kısılması, yatırım harcamalarının en
aza indirgenmesi gibi geleneksel enstrümanlardır. Kamu sektörünün harcama ve
vergi politikalarının ekonomideki kaynak dağılımını etkilemesi nedeniyle mali

22
politikalar, IMF yönlendirmeli istikrar programlarının en önemli parçalarından biridir.
Maliye politikası kapsamında ilk hedef, bütçe açığını kapatmaktır (Bahçeci, 1997).
Aslında IMF istikrar programları doğrultusunda hazırlanan bütçeler, Cumhuriyetin
kuruluşunun ilk yıl arındaki bütçelere benzer şekilde denk bütçe esaslarına
dayanmaktadır. Ancak hükümetlerin kendi vizyon ve amaçları çerçevesinde
oluşturulurken, son dönemde hazırlanan bütçelerin IMF’nin önerileri doğrultusunda
oluşturulmasıdır (Konukman, 2004).

3. Para Politikası: Parasalcı yaklaşıma göre para politikasının amacı; para


arzını kısarak fazla harcamaları engel emek, ekonomideki kaynak kullanımını daha
etkin bir hale getirmektir. Bu kapsamda sıkı para politikası ile toplam para arzı ve
kredi hacmindeki genişleme kontrol edilir. Faizlerin artırılması ile de sermaye
kaçışının önlenmesi, tasarrufların artması ve tüketim talebinin kısılması hedeflenir
(Bahçeci,1997).

4. Ticaret Politikası: Ticareti liberal eştirmeye yönelik politikalardan oluşur.


Tarifelerin düşürülmesi, ihracat teşviklerinin kaldırılması ve sermaye hareketlerinin
serbestleştirilmesi ile ülkenin rekabet gücünün artırılması hedeflenmektedir
(Bahçeci, 1997).

23
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

IMF ve TÜRKĐYE ĐLĐŞKĐLERĐ

3.1. Tarihsel Olarak Ekonomideki Gelişmeler ve IMF ile Đlişkiler

3.1.1. IMF’ye Üyelikten 1970’e

Türkiye 1946 yılında IMF ve Dünya Bankasına üye olurken, savaş sonrası
koşullara uyum sağlamak ve üzerindeki fiyat ve miktar kontrolleri kaldırılacak olan
dışalımın artışını sınırlamak, buna karşın dışsatımı artırmak amacıyla, 1 doları 1.3
liradan2.81 liraya yükselterek %116 oranında devalüasyon yapmıştır.

1946 yılında çok partili döneme geçilmesiyle birlikte ekonomi politikaları da


devletçilikten liberalizme doğru kaymaya başlamıştır. Bu çerçevede, 1950’li yılların
ortalarına doğru dışa kapalı ve korumacı bir yapıdan, özel sektöre daha fazla ağırlık
verilen, serbest dış ticaret rejimi altında dışa açık bir ekonomi yapısına geçilmiştir. Đlk
yıllarda gerçekleşen yüksek büyüme oranlarına karşın, daha sonra ithalat artışlarının
kontrol altında tutulamaması dış açıkların artmasına ve sonuçta da ekonominin dış
kaynakla ayakta durabilen bir görünüme girmesine yol açmıştır. Ayrıca, bu dönemde
tarım ve sanayinin desteklenmesi amacıyla uygulanan politikalar kamu açıklarının
dolayısıyla enflasyonun da yükselmesine neden olmuştur.

1950’li yılların ortasından itibaren yaşanan ve yıllık %15’i aşan enflasyon


oranları, dış ticaret açıkları ve kesilen dış yardımların yarattığı olumsuzlukların
giderilmesi amacıyla IMF’nin de baskısıyla Ağustos 1958’de bir dizi tedbir alınmıştır.
Bu tedbirler Türk Lirasının %220 devalüe edilmesini, Merkez Bankası kredilerinin
sınırlandırılmasını, KĐT ürünlerine zammı ve faiz oranlarının yükseltilmesini
kapsamaktaydı. Bu tedbirlerin ardından, Türkiye’nin 500 milyon $’ı bulan dış
borçlarının yeni bir ödeme planına bağlanması ve 359 milyon $ tutarında yeni dış
kaynak sağlanması imkanı elde edilmiş ve1959 yılından itibaren ekonomide olumlu
gelişmeler ortaya çıkmaya başlamıştır. Ancak, yüksek oranlı devalüasyon ve kredi

24
hacminde daralmaya bağlı olarak yaşanan durgunlukla1959-1962 döneminde 11 banka
iflas etmiş ve 2 banka da birleştirilerek devletleştirilmiştir. 1960 yılında artan siyasi
çalkantı ile 27 Mayısta silahlı kuvvetlerin yönetime el koymasının ardından, ekonomi
politikalarında da değişiklik olmuş ve planlamaya ve ithal ikameci bir yapıya
yönelinmiştir. 1960-1970 yılları arasında dünya ekonomisindeki istikrarlı büyüme ve
sabit kurlara dayanan uluslararası para sisteminin aksamadan çalışması Türkiye’ye de
olumlu şekilde yansımasına karşın, 1960’lı yılların sonuna doğru iç talep artışının dış
ticaret dengesini olumsuz etkilemesi ve yüklü dış borç ödemelerine karşılık uluslararası
finansman imkanlarının azlığı ile ekonomideki baskılar artmıştır. Sonunda 1970’de
istikrar tedbirleri uygulamaya konulmuş ve 1 dolar 9 liradan 15 liraya yükseltilerek %67
oranında devalüasyon yapılmıştır.

1960’lı yılların tamamının IMF’yle stand-by anlaşmalarıyla geçirilmiş olmasına


karşın, bu dönemde planlı kalkınma stratejisi içinde sanayinin geliştirilmesi önceleri
enflasyonist baskılar yaratmayacak politikalarla gerçekleştirilmeye çalışıldığından, IMF
ile ilişkiler daha çok ödemeler dengesi, dış finansman ve Türk Lirasının değeri üzerinde
yoğunlaşmıştır. Ayrıca, planlı dönemde Đktisadi Devlet Teşekküllerinin ekonomideki
önemi arttığından bunlarla ilgili düzenlemelerde IMF’nin önemli katılımı ve müdahalesi
de olmuştur. 1960’lı yıllarda yapılan stand-by anlaşmalarıyla sağlanan kaynak tutarları
çok önemli boyutlarda bulunmamaktadır. 1960’lı yılların başındaki stand-by
anlaşmalarında IMF ile olan ilişkiler daha kolay ve olumlu geçmiştir. Hatta 1961-1964
döneminde IMF ile Türkiye arasında niyet mektupları gelip gitse de, IMF heyeti
Türkiye’ye gelmemiş, denetimler Washington’a giden Türk heyeti tarafından
yaptırılmıştır. Ancak, 1960’lı yılların sonuna doğru rekabete açık olmayan ithal ikameci
politikaların sanayi üzerinde yarattığı olumsuz etkiler ile sabit kurlar altında yıllar
boyunca biriken enflasyon oranlarının değerlendirdiği Türk Lirasının dış ticaret
üzerindeki olumsuz etkileri, IMF tarafından devalüasyonun sık sık gündeme
getirilmesine neden olmuştur. Hükümetler ise olumsuz siyasi etkileri nedeniyle
devalüasyondan sürekli kaçınmıştır. Öte yandan ithal ikameci politikalar sanayiyi dış
dünyaya kapattığı için devalüasyon yapılsa dahi ihracattaki artış potansiyeli oldukça
sınırlanmıştır.

25
1960’lı yılların sonunda kamu maliyesindeki bozulmaya paralel olarak IMF ile
görüşmelerde devalüasyonun yanısıra Merkez Bankası kredileri ve kamu kuruluşlarının
finansmanı da ön plana çıkmıştır. Ayrıca, bu dönemde IMF ile sermaye piyasası,
yabancı sermaye, Merkez Bankası ve bankacılık sektörünün düzenlenmesi konularında
da önemli çalışmalar yapılmıştır (Özçam, 2004).

3.1.2. 1970-1980 Dönemi

1970 devalüasyonunu izleyen birkaç yılda gerek döviz rezervlerinin


güçlenmesi(özellikle işçi dövizlerindeki artışla) gerekse Bretton Woods sisteminin
çöküşüyle doların uluslararası piyasalarda değer kaybetmesi sonucu, doların TL
karşılığı bir miktar düşürülmüş, ancak enflasyon oranındaki artışla 1974 sonundan
itibaren tekrar yükseltilmeye başlanmıştır. Bu dönemde petrol fiyatlarındaki artışlar,
enflasyonun kurun rekabet gücünü azaltması ve uluslararası ekonomik ortamdaki
olumsuzluklar, dış ticaret ve cari işlemler dengesini sürekli kötüleştirerek 1970’li
yılların sonunda bir ödemeler dengesi krizine yol açmıştır. Bunların sonucunda 1979
Nisanında önce %30, ardından aynı yılın Temmuz ayında yeniden %88 oranında
devalüasyon yapılarak doların değeri 47.5 liraya yükseltilmiştir.

1970’li yılların başında Türkiye’de yaşanan siyasi karışıklıklara rağmen (12


Mart1971 muhtırası ve kurulan partiler üstü hükümet) döviz rezervleri ve ödemeler
dengesi açısından sıkıntı olmaması IMF ile ilişkilerde de bir durgunluğa yol açmış ve
1978 yılına kadar stand-by anlaşması yapılmamıştır. Ayrıca, bu dönemde petrol
fiyatlarındaki hızlı yükselme sonucu petrol üreten ülkelerde artan fonlar uluslararası
krediler açısından bir rahatlık yaratmış ve Türkiye de dahil birçok gelişmekte olan ülke
rahatça borçlanabilmiştir. Bununla birlikte, yükselen petrol fiyatları, rahat bulunan dış
finansmanla kamu maliyesindeki bozulma ve Merkez Bankası kaynaklarının
kullanılması enflasyonda artışa neden olmuştur. Bu dönemde dış ticarette uygulanan
korumacı politikalar ve devam ettirilen ithal ikamesine dayalı sanayileşme, yerli
sanayinin etkinliğini ve rekabet gücünü oldukça zayıflatmıştır. Artan enflasyon ve dış
açıklar, azalan dış kaynaklarla birleşince ekonomideki istikrarsızlık önemli ölçüde
artmış ve nihayet 1978 yılında IMF ile stand-by anlaşması imzalamak zorunda

26
kalınmıştır. Ancak, gerek bu gerekse ardından 1979 yılında imzalanan stand-by
anlaşmaları ciddi siyasi istikrarsızlıklar nedeniyle uygulanamayarak iptal edilmiştir
(Özçam, 2004).

3.1.3. 1980-1999 Dönemi

1979 yılında yapılan devalüasyonlarla dış ödemeler dengesine ve ekonominin


geneline ilişkin sorunların çözülememiş olması, 1980’de “24 Ocak Kararları” olarak
adlandırılan bir istikrar programının açıklanmasıyla sonuçlanmıştır. Program sıkı para
politikası ve kamu maliyesine yönelik alınan tedbirlerle enflasyon üzerindeki talep
baskısının azaltılmasının yanısıra, gerçekçi ve esnek bir döviz kuru politikası ile ihracatı
teşvik edici diğer tedbirleri öngörmekte idi. Bu dönemde gerçek anlamda dışa açılma ve
liberalizasyon sürecinin başladığı söylenebilir. Alınan önlemler tam anlamıyla ancak 12
Eylül 1980 askeri müdahalesinden sonra uygulamaya konulabilmiştir. Kararlarla birlikte
lira dolar karşısında %33 oranında devalüe edilmiş, bunu periyodik olarak küçük
miktarlarda daha sonraki ayarlamalar izlemiş, 1981 yılında itibaren de günlük olarak
gerçekleştirilen ayarlamalarla liraya reel anlamda sürekli değer kaybettirilmiştir. 24
Ocak Kararları her ne kadar IMF ile Haziran 1980’de imzalanan 3 yıllık stand-by
anlaşmasından önce uygulamaya konulsa da, tedbirler büyük ölçüde IMF ile işbirliği
içinde belirlenmiştir. Ayrıca kararları alan ve IMF ile anlaşmayı yapan sivil hükümetin
ardından kurulan askeri hükümet de tedbirlere bağlı kalmıştır. Önlemlerin başarıyla
uygulanmasının ardından, enflasyon ulaştığı %100’ün üzerindeki seviyelerden %20-30
seviyelerine düşmüş, ihracattaki artışla dış ticaret açığı azalmış ve yabancı kaynak
temininde rahatlama sağlanmıştır. 1983 ve 1984 yıllarında IMF ile birer yıllık
anlaşmalar yapılsa da, ekonomideki olumlu gelişmeler ile ilk anlaşmanın gereklerine
tam uyulmadığından öngörülen 331 milyon $’lık kaynağın ancak 83 milyon $ lık kısmı
kullanılabilmiş, ikinci anlaşma ise tamamlanmadan iptal edilmiştir.

1980 sonrası dönemde başlayan liberalizasyon süreci içinde özel sektörün


gelişimine uygun bir ortamın sağlanmasının yanısıra, kambiyo rejimi ve sermaye
hareketleri de önemli ölçüde serbestleştirilmiştir. Böylece, döviz alma, satma,
bulundurma ve kullanma kısıtlamaları kaldırılmış; ayrıca dışarıda yerleşik kişilerin her

27
türlü menkul kıymetler ile diğer sermaye piyasası araçlarını satın almaları, satmaları, bu
kıymetler ve araçlara ait gelirler ile bunların satış bedellerini yurtdışına transfer
etmeleri; Türkiye’de yerleşik kişilerin de, yurt dışındaki mali piyasalarda işlem gören
menkul kıymetleri satın almaları ve satmaları serbest hale gelmiştir.

1980’li yılların başında kamu açıkları ilk aşamada kontrol altına alınsa da, bu
yıllarda faiz oranlarının piyasa koşullarına göre serbestçe belirlenmesi politikasına
paralel olarak kamu açıklarının finansmanında da iç ve dış borçlanmanın tercih edilmiş
olması, daha sonraki yıllarda borçlanmanın getirdiği rahatlıkla kamu açıklarında tekrar
artış eğilimi oluşturmuştur. Buna karşın iç ve dış piyasalardan borçlanmada sorun
yaşanmaması ve sağlanan bu kaynakların da etkisiyle gerçekleşen yüksek büyüme
oranları, her ne kadar enflasyon oranlarında yükselme olsa da, ekonomide 1980’li
yılların sonuna kadar ciddi bir istikrarsızlık yaratmamıştır. 1991’deki Körfez Savaşının
etkisi ve artan kamu açıklarının Merkez Bankası kaynaklarından karşılanmaya
başlanmasıyla parasal genişleme artmış ve likidite ile Merkez Bankası bilançosunun
idaresi oldukça zorlaşmıştır. 1993 yılına gelindiğinde, reel olarak değerlenmiş liranın
dış ticaret ve cari işlemler açıklarını ciddi şekilde artırması, buna karşılık faizlerin de
baskı altında tutulmaya çalışılması dövize yönelişe sebep olmuş ve Nisan 1994’de ciddi
bir finansal kriz yaşanmıştır. Krize gelmeden önce 26 Ocak1994’de liranın değeri %14
oranında düşürülmüş ve sonraki aylarda günlük değer kaybı hızlanarak devam etmiştir.
5 Nisan’da bazı tedbirler açıklanmış ve bunu takibeden birkaç gün içinde lira %70’in
üzerinde değer kaybına uğramıştır.

5 Nisan Kararları esas olarak kamu açıklarının azaltılması için zamları ve bazı
vergi düzenlemelerini, özelleştirmelerin hızlandırılmasını, mali sisteme olan güvenin
sağlanması için mevduata devlet güvencesini, Hazinenin Merkez Bankası kaynaklarını
kullanma olanaklarının kısıtlanmasını ve sosyal güvenlik sisteminin açıklarının
azaltılmasına ilişkin sınırlı bazı düzenlemeleri kapsamaktaydı. Bu tedbirlerin hemen
ardından destek alınması ve anlaşma yapılması amacıyla 14 Nisanda IMF’ye
başvurulmuştur. Uzun görüşmelerin sonucunda 8 Temmuzda 14 aylık bir anlaşma
yapılmış, ancak bazı kriterlerin yerine getirilememesi ve IMF’nin düzenlemelerinde
meydana gelen değişiklikle kredi sınırının kotanın %68’inden %100’üne çıkarılması

28
nedeniyle anlaşma 1995 yılında yeniden düzenlenerek süresi 20 aya çıkarılmıştır.
Temelde kamu açıklarının ve kamu borçlanmasının sınırlandırılmasına yönelik tedbirler
içeren anlaşma 1995 yılının son aylarına kadar uygulanmış, ancak bu dönemde girilen
siyasi belirsizlik ortamıyla, IMF son iki kredi diliminin kullanımını askıya almıştır.

5 Nisan Kararları ve ardından uygulanan stand-by anlaşması ekonomiye kalıcı


bir iyileşme getirememiştir. Türk Lirasının reel olarak önemli ölçüde değer kaybetmesi
nedeniyle dış ticaret ve cari işlemler dengesinde önemli bir iyileşme sağlansa da, daha
sonra bu değer kaybının azalmasıyla birlikte olumlu etki de azalmıştır. Daha sonraki
dönemde ekonomide oluşabilecek ciddi bir istikrarsızlık esas olarak Merkez Bankasının
izlediği “durumu idare eden” (accommodative) politikalarla önlenmiştir. Bu dönemde
Merkez Bankası bir yandan kamuya açtığı kredileri sınırlayarak iç varlıklarını kontrol
etmiş, öte yandan döviz rezervlerini güçlendirmiştir. Yüksek enflasyon ortamı ve
kamunun finansman ihtiyacının borçlanmayla karşılanması tercihi karşısında Banka,
hem dövizde hem de faizde (her ne kadar yüksek de olsa) istikrarı sağlayarak
piyasaların kamunun ihtiyaçlarına cevap vermesini temine çalışmıştır. Bu dönemde
likiditenin de sıkı kontrol altında tutulması, para piyasasındaki faiz oranlarının yüksek
seyretmesine neden olmuştur (Özçam, 2004).

3.1.4. 1999 Sonrası Dönem

1997’deki Güneydoğu Asya Krizi ve 1998’deki Rusya Krizinin Türk mali


piyasalarına yansımaları çok sınırlı olmuştur. Bunda döviz rezervlerinin yeterliliğinin
yanısıra Merkez Bankasının kriz dönemlerinde hem Türk lirası hem de döviz likidite
talebini, miktar kısıtlamasına gitmeden karşılaması etkili olmuştur. 1999 yılına
gelindiğinde, uluslararası krizlerin olumsuz etkileri yaşanan iki büyük deprem
felaketinin maliyetleri ile birleşince, daha çok kamu açıklarıyla ilgili geçmişten gelen ve
çoğu yapısal nitelikte olan sorunlar artık taşınamaz bir noktaya ulaşmıştır. Ekonomide
iyice belirginleşen bu olumsuzlukların aşılabilmesi ve yabancı kaynak temininde
rahatlama yaratılabilmesi amacıyla, Nisan 1999 seçimleri sonrası kurulan 3’lü koalisyon
hükümeti Aralık 1999’da IMF ile 3 yıl süreli bir stand-by anlaşması imzalamıştır.

29
Stand-by anlaşmasının ana hedefi uzun yıllar %60-80 bandında kronikleşen
enflasyonu düşürmek olarak belirlenmiş ve bu amacın gerçekleştirilmesi için pek çok
yapısal reformun yanısıra, özel dizayn edilmiş bir para ve kur politikası belirlenmiştir.
Uygulamaya konulan para ve kur politikasının, belirli bir süreç içinde çıkışı olan,
geçmişten gelebilecek enflasyon devamlılığının belli bir ölçüde (%20) baştan dikkate
alındığı ve para kurulu (currency board) esasına göre çalışan bir hareketli çapa
(crawling peg) sistemi olduğu söylenebilir. Anlaşma ile 1.5 yıl boyunca 1$+0.77€’dan
oluşan döviz sepetinin (gelecek 1 yıllık dönemler için) değerleri önceden ilan edilecek
ve Merkez Bankası ilan edilen bu değerler üzerinden piyasanın istediği kadar dövizi
alacak veya satacaktı. Anlaşmada 2000 yılı Tüketici ve Toptan Eşya Fiyatları
Endekslerindeki artış oranları sırasıyla %25 ve %20 olarak öngörülmüş, buna paralel
olarak da 1$+0.77€’dan oluşan kur sepetinin aynı yıl artış oranı %20 olarak
belirlenmiştir.

2000 yılının ortalarına kadar hükümetin stand-by anlaşmasında öngörülen


yapısal ortam oluşturmuştur. Özellikle kamu maliyesinde beklenenin üzerinde bir
performans gösterilmiştir. Ancak yıl ortasından itibaren çeşitli alanlarda aksamalar
oluşmaya başlamış ve 2000 yılı Kasım ayının ortalarına gelindiğinde yaklaşık bir yıldır
önemli bir sorun çıkarmadan çalışan sistemde ani bir bozulma baş göstermiştir. Sorunun
görünen yanı likidite eksikliği olarak nitelenebilirse de (faizlerdeki yükseliş programın
öngörüsünün aksine gerekli döviz girişini sağlamamıştır), bu eksikliğe yol açan ve bir
kısmı yapısal nitelik taşıyan başka nedenler de bulunmaktaydı. Bunların başlıcaları
enflasyonun istenen ölçüde düşmemesi; yüksek petrol fiyatları ve zayıf Euro’nun cari
işlemler dengesinde yarattığı baskı; kamu bankalarının yüksek fon ihtiyacı; özelleştirme
ve diğer yapısal reformlarda yaşanan yavaşlamalar olarak sayılabilir.

Böylece önce Kasım ve Aralık 2000’de ardından da Şubat 2001’de yaşanan


finansal krizlerin ardından kurlar serbest bırakılarak hareketli çapaya dayanan program
terk edilmiştir. Đlk günlerde Türk Lirası ABD Doları karşısında %40’dan fazla değer
kaybetmiş ve daha sonraki günlerde de bu değer kaybı sürmüştür. Krizler sonucunda
sadece mali kesim değil reel kesim de önemli zarar görmüştür. Bununla birlikte mali

30
sistemin büyük kısmını temsil eden bankacılık kesimi oldukça ağır bir bedel ödemiştir.
Böylece zaten belli problemleri içinde barındıran sistem (çok sayıda bankadan oluşan
etkin olmayan dağınık yapı, reel sektöre odaklanmak yerine yüksek getirilerle Kamuyu
finanse etmek ve dövizde yüksek miktarda açık pozisyon taşımak gibi) krizlerle birlikte
iyice zayıflamıştır. Sistem ilk krizde sadece faiz riski dolayısıyla kayıplar yaşarken,
ikinci krizde hem faiz hem de döviz kuru riski dolayısıyla kayba uğramıştır.

Şubat 2001 krizinin ardından yeni bir istikrar programı hazırlanmıştır. 15


Mayıs2001’de açıklanan yeni programda, krizler sonrası uygulamaya konulan serbest
dalgalı kur rejimi altında ilk stand-by anlaşmasındaki yapısal reformlar güçlendirilmiş
ve birçok yeni yapısal önlem öngörülmüş, ayrıca enflasyonun düşürülmesi için
doğrudan “enflasyon hedeflemesine” geçileceği belirtilmiştir. Yapısal reformlarda
ağırlık ise yaşanan krizlerin sorumlusu olarak görülen bankacılık kesimine verilmiştir.
Daha sonra IMF ile yapılan anlaşma Ocak 2002’de yenilenerek Ocak 2002-Aralık 2004
dönemini kapsayacak 3 yıllık bir anlaşmaya dönüştürülmüştür. (Gözden geçirmeler
sırasında bu anlaşmanın bitiş zamanı Şubat 2005’e uzatılmıştır.)

Yeni anlaşma esas olarak 11 Eylül 2001’de ABD’ye yönelik terörist saldırıların
Dünya ekonomisinde oluşturduğu olumsuz etkilerin Türkiye’ye yansımalarını
hafifletmek üzere kredi miktarının artırılması amacıyla yapılmış ve önceki anlaşmadaki
pek çok yapısal reformun da güçlendirilmesini öngörmüştür. Program, önceki
anlaşmanın devamı olarak dalgalı döviz kuruna ve koşulların uygun hale gelmesiyle
birlikte geçilecek olan enflasyon hedeflemesine dayanmakta, bunun yanısıra kamu
finansmanı, bankacılık ve mali sistem, tarım, enerji ve sosyal güvenlik gibi pek çok
alanda yapısal reform içermektedir. Reformlar Mayıs 2002’ye kadar genelde başarılı bir
şekilde uygulanmış, ancak bu tarihten itibaren başlayan siyasi belirsizlik ve ardından
seçim döneminde önemli sayılabilecek aksamalar olmuştur. Buna karşın, Kasım 2002
milletvekili genel seçimlerinden sonra kurulan yeni hükümet sözkonusu programı
uygulamaya devam etmiştir.

Tek partili çoğunluk hükümetinin kurulması, Irak savaşının yarattığı


belirsizliklerin azalması ve hükümetin IMF ile yürütülen ekonomik programa bağlılık

31
konusunda gösterdiği kararlılık ile gerek mali piyasalarda gerekse diğer ekonomik
göstergelerde oldukça olumlu gelişmeler ortaya çıkmaya başlamıştır. Enflasyon oranı
2001 yılında krizlerin ardından çıktığı %70’li düzeylerden düşme eğilimini sürdürerek,
Ağustos 2004 itibariyle %10’a (TÜFE) gerilemiş, Gayri Safi Milli Hasıla 2002 yılındaki
%7.9 artıştan sonra, 2003 yılında da %5.9 artmıştır. Bu gelişmelere paralel olarak kamu
borçlanmalarındaki yıllık faiz oranları Kasım 2002 öncesindeki %70’li seviyelerden
bugün%23-24’e inmiş ve Türk Lirası reel olarak önemli ölçüde değer kazanmıştır.

1999 ve 2002 yılında imzalanan stand-by anlaşmalarında öngörülen ve


kullanılan kaynak tutarları önceki anlaşmalara göre oldukça yüksek düzeylerde
bulunmaktadır. Bunlar, bir yandan ekonomide daha önceki yıllarda biriken maliyetleri,
diğer yandan ise2001 kriziyle bankacılık sisteminde oluşan ve kamunun üzerinde kalan
yükleri yansıtmaktadır. Bu anlaşmalar sonucunda Temmuz 2004 sonu itibariyle
Türkiye’nin IMF’ye borcu 21.6 milyar $’a yükselmiştir (Özçam, 2004).

3.2. Yapılan Anlaşmalar ve Sağlanan Kaynak

Türkiye’nin IMF ile yaptığı stand-by anlaşmaları ve bu anlaşmalarda tahsis


edilen ve kullanılan kredi miktarlarına ilişkin bilgiler Tablo 3.1’de verilmektedir.
Tabloda, öngörülen kredi ile kullanılan kredi miktarlarının aynı veya birbirine yakın
olması stand-by anlaşmasının tamamen veya büyük ölçüde uygulanarak
sonuçlandırıldığını, aksi takdirde ise başarısızlıkla bittiğini ima etmektedir. Başarıyla
sonuçlandırılan anlaşmalar tabloda koyu yazılarla gösterilmektedir. (1999 yılındaki
anlaşma, uygulanırken 2001 yılında meydana gelen kriz nedeniyle yenilendiğinden
sonuçlandırılan anlaşmalar kategorisine dahil edilmiştir. 2002 yılındaki anlaşma da
halen uygulamaya devam edildiğinden yine bu da başarılı anlaşma olarak kabul
edilmiştir.) Böylece, bugüne kadar IMF ile imzalanan 18 stand-by anlaşmasının 9
tanesinin sonuçlandırıldığı, 4 tanesinin uygulama sırasında iptal edildiği, 4 tanesinin
tamamlanamadığı, 1 tanesinin ise (1965) hiç uygulamaya konulmadığı görülmektedir.

32
Anlaşma tutarları incelendiğinde, büyüklük olarak 1980, 1999 ve 2002
anlaşmaları dikkat çekmektedir. Özellikle, 1999 ve 2002 anlaşmalarının daha önceki
tutarların oldukça üzerinde olduğu görülmektedir.

Tablo 3.1 : Türkiye’nin IMF ile Yaptığı Stand-by Anlaşmaları

Kaynak: Mahfi Eğilmez, Radikal, 25.07.2004. (1 SDR=1.47 ABD Doları esas alınmıştır.)

Son 20 yıl içinde Türkiye’nin IMF’ye olan borç tutarları ise aşağıdaki tabloda
verilmektedir. Görüldüğü üzere Türkiye’nin IMF’ye borcu 1999 stand-by anlaşması ve
ardından 2001 yılında yaşanan mali krizin etkisiyle hızla artmıştır.

Tablo 3.2 : Türkiye’nin IMF’ye Borç Tutarları (Yılsonu)

33
Temmuz 2004 tarihi itibariyle IMF’ye olan borçların geri ödeme planı ise
aşağıda verilmektedir.

Tablo 3.3 : IMF’ye Borçların Geri Ödeme Planı

Yıllar 2004 2005 2006 2007 2008


Anapara (Milyon $) 2,085 7,531 11,032 869 124
Faiz ve Giderler 491 794 296 19 1
Toplam 2,575 8,325 11,328 888 126

Kaynak: IMF (1 SDR=1.46 ABD Doları esas alınmıştır.)

Geri ödemelerin büyük kısmı 2005 ve 2006 yıllarına yığılmış durumdadır.


Ancak, hemen belirtmek gerekir ki, IMF Đcra Direktörleri Kurulu ülkelerin talebi
üzerine geri ödemelerin süresini uzatabilmekte veya ödeme planlarında daha kapsamlı
değişikliklere gidebilmektedir.

3.3. IMF’nin Yeni Stand-By’daki Amaçları

Son imzalanan stand-by, 26 Nisan’da IMF’ye sunulmuş bulunan Niyet


Mektubu’na dayanmakta ve daha önce 2002’de çizilmiş bulunan ekonomik hedefleri ve
sosyal dönüşümleri aynen korumaktadır. Örneğin, 2005 yılı Bütçe Tasarısı ve Yıllık
Programı’nda geçen “yüzde 5 reel büyüme” ve “kamu kesiminde yüzde 6.5’lık faiz dışı
fazla yaratma” hedeflerinin, aslında daha 2002’nin IMF Raporu’nda Türkiye için
2007’ye kadar belirlenmiş hedefler vardır. 11 Mayıs 2005 tarihli stand-by’ın bunların
yanına sosyal ve siyasi yaşamımızı daha yakından etkileyecek yeni hedefleri, daha açık
ifadeler ile, eklediği görülmektedir. Niyet Mektubu’nun sosyal güvenlik, sağlıkta
dönüşüm ve işgücü piyasalarına ilişkin önermeleri bu kaygılarımızı doğrular
niteliktedir. Örneğin, Niyet Mektubu’nun 11. maddesi 2005 yılı bütçe çerçevesini
çizerken sosyal güvenlikte “tasarruf” yöntemlerini şu sözlerle ifade etmektedir: “Sosyal
güvenlik harcamaları, ilaç ve diğer tıbbi malzeme giderlerinde son yıllarda görülen
hızlı artışın önünün kesilmesi suretiyle kontrol altına alınacaktır”. Söz konusu

34
kalemlerde son yıllarda yaşanan “hızlı” artışın hangi veriye dayandığını bilememekle
beraber, Mektubun 15. maddesinde geçen “öngörülen tasarruflar... ana emeklilik
parametrelerinin değiştirilmesi, prim tabanının genişletilmesi ve kanuni emeklilik
yaşının uzayan yaşam süresine göre ayarlanması ile sağlanacaktır” hükmünden, asıl
amaçlanan şeyin gerçekte sosyal güvenliğin kapsamının daraltılması olduğu açık şekilde
anlaşılmaktadır. Nitekim, Mektubun 17. maddesi “sağlık harcamalarını izlemek ve orta
vadeli eğilimleri değerlendirmek amacıyla sayısal bir çerçeve geliştirilecektir. Bu
çerçeve, sağlık harcamalarının kontrol altında tutulmasını ... sağlayacaktır” vurgusuyla,
Türkiye’de sosyal güvenlik ve sağlık hizmetlerinde artık kamunun katkısının
olmayacağını açık olarak dile getirmektedir.

Yeni Stand-by işgücü piyasalarına da doğrudan müdahale edici tedbirleri


uygulamayı amaçlamaktadır. Örneğin, Niyet Mektubu’nun 17. maddesi “kamu
istihdam politikaları çok karmaşık maaş ve ücret sınıflandırmaları ... ve orta vadeli
planlamayı engelleyen sözleşmelere dayanmaktadır” savını öne sürerek, “kamu sektörü
ücret ve istihdam yapısının kapsamlı gözden geçirilmesi çalışmalarını yıl sonuna kadar
tamamlamayı” taahhüt etmektedir.

Yeni stand-by’ın emeğin kazanımları üzerine sert ve doğrudan bir saldırıyı


amaçlamasının nedeni açıktır: Türkiye, son üç senedir olağanüstü faiz dışı fazlalar
yaratmasına ve yüksek bir büyüme gerçekleştirmiş olmasına rağmen borç yükünde
istikrarlı bir gerileme sağlayamamıştır. Borç yükünde milli gelirimize oran olarak son
iki yılda gözlenen gerileme, ancak dış borçlarımızın ucuz döviz kurundan TL’ye
çevrilmesi neticesinde gerçekleşmiştir ve döviz fiyatındaki olası bir artış söz konusu
kazanımları ters yüz edebilecek niteliktedir. TL cinsinden olan iç borç stoku ise (ister
net, ister brüt düzeyde) milli gelirimize oran olarak 2002 düzeyini korumaktadır.

Dolayısıyla, yeni stand-by Türkiye’nin borç yükünün kalıcı bir şekilde


azaltılmasının sadece kamu kesiminde (olağanüstü) faiz dışı fazlalar ile
sağlanamayacağı tespitinden hareket etmekte; ve emek gelirlerinin ve kamu
hizmetlerinin doğrudan geriletilmesi yoluyla sağlanması planlanan iktisadi artığı
finansal kesimlere aktararak, borç ödemesinde kullanmayı amaçlamaktadır.

35
KAYNAKÇA

ALPAGO, H. (2002). IMF Türkiye Đlişkileri. Đstanbul. Ötüken Yayınları.

ALPAR, C. ve ONGUN, T. (1988). Dünya Ekonomisi ve Uluslararası Ekonomik


Kuruluşlar. (Üçüncü Basım). Đstanbul. Evrim Yayınları.

AYDIN, T. 2004, “IMF’nin Kuruluşu ve Amaçları, Kredi Mekanizması, Mali Kaynakları”,


http://www.mutasyon.net/kultur/makaleler/taydin ( Aralık/ 2007).

BĐNAY, Ş. (2004). Tarihsel Süreçte Uluslararası Para Fonu (IMF). Türkiye Cumhuriyet
Merkez Bankası. Ankara

BAHÇECĐ, S. (1997). Đstikrar Programları: Seçilmiş Ülke Örnekleri ve 1994 Türkiye Deneyimi.
Ankara.

ÇÖRTÜK, O. (2006). Türkiye IMF Đlişkileri ve Đlişkilerin Hesap Bazında Đşleyişi TC. Merkez
Bankası Muhasebe Genel Müdürlüğü. Ankara

EĞĐLMEZ, M. (1996). IMF, Dünya Bankası ve Türkiye . Đstanbul. Creative Yayıncılık.

EĞĐLMEZ, M. (2002) . IMF ve Türkiye (Kişisel Site). http://www.mahfiegilmez.nom.tr/ Erişim.


(Aralık/ 2007).

ENER, M. ve SĐVEREKLĐ DEMĐRCAN E. (2004). Küreselleşen Dünyada IMF Politikaları ve


Türkiye . Ankara. Roma Yayınları.

GÜRAN, N. ve AKTÜRK, Đ. (1992). Uluslararası Đktisadi Kuruluşlar. Đzmir. Dokuz Eylül


Üniversitesi

KONUKMAN, A. Cumhuriyetten Günümüze Bütçeler. Ankara. Türk-Đş Yayınları.

ÖZÇAM, M. (2004). Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Türkiye. Sermaye Piyasası Araştırma
Kurulu Raporu

PARASIZ, Đ. (1996). Uluslararası Para Sistemi, Ezgi Kitabevi, Bursa.


.

SEYiDOĞLU, H. (1998). Uluslararası Đktisat. Đstanbul. Güzem Yayınları.

SEYiDOĞLU, H. (2003). “Uluslararası Mali Krizler IMF Politikaları, Az GeliĐmiş Ülkeler


ve Dönüşüm Ekonomileri”, Doğuş Ünv. Dergisi Cilt : 4

38

You might also like