You are on page 1of 9

EGE BÖLGESİ GELENEK VE GÖRENEKLERİ, ÖRF VE

ADETLERİ

Bir toplumun yaşayış ve alışkanlıkları,dünya görüşleri,giderek;toplumun


kökeni konusunda yapılacak inceleme ve araştırmalarda başvurulacak kaynakların
başında, o toplumun gelenek ve görenekleri gelmektedir. Bunlar,o toplumun geçirdiği
ekonomik ve buna bağlı olarak sosyal evrimi anlamamıza,değerlendirmemize araç
olup,halk kültürünü geçmiş yıllardan günümüze değin iletmektedir.

Büyük şehirlerin diğer il,ilçe,bucak ve köylerden nüfus akınına uğraması


sonucunda,yerel özellikleri yansıtan gelenek ve görenekler yavaş yavaş ortadan
kalkmaktadır. Örneğin,bundan 20 yıl öncesinde İzmir’in eski mahallelerinde kandil
geceleri ateş yakmak ve bu ateşten atlamak günahlardan arınmak anlamına gelirdi.
Mahallenin çocukları evleri dolaşır(ya odun ya para ya kömür ya çıra,vermezseniz
kapınızı sökeriz ha) diye bağırırlar ve akşamları topladıkları bu odun ve kömürleri
yakarlardı. Diğer bir örnek;çocuğun ilk dişinin çıktığı gün yapılan törendir. Çocuğun
önüne ayna,cüzdan,buğday,kalem,kitap gibi şeyler konulurdu. Çocuk bunlardan
hangisini ilk kez alırsa aldığı şeyin niteliğine göre çocuğun geleceği yorumlanırdı.

EGE BÖLGESİNİN SEYİRLİK OUINLARI

TİYATRONUN KÖKENİ

Serüven, av hayvanlarının taklit edilmesiyle başlıyor; bu davranış şimdi bize


basit görünen bir amaç adına, daha çok av sahibi olmak için. Toprağa bağımlı hale
gelince yağmur ve güneşin bereketi için bu çaba sürüyor, toprak yüzü güldürsün diye.
Derken kahramanlar doğuyor. Ardından kahramanlar tanrısallaşmaya ve
çeşitlenmeye başlıyor. Öğretiyi yaygınlaştırmak da Antik Yunan Tiyatrosu’nun
doğuşuna neden oluyor. Doğadan beslenen, gelenekselleşen, insanoğlunun
yaratılarıyla zenginleşen etkili bir anlatım biçimi oluveriyor.

İşte bu yüzden tarihin ilk tiyatro etkinliklerini, doğanın tanrısı Dionysos’a onun
sunduğu üzümün bereketine teşekkür için minnet için hazırlanan şenliklerdir diye
tanımlıyoruz.

Bu şenliklere, Diyonisak adı veriliyordu. Sahnede bir koro yer alıyor,


dithyramboy şarkıları söylüyordu. Her şey M.Ö. 6.yy’da Thespis ‘in, koronun
karşısında, farklı kişilikleri farklı maskelerle temsil eden bir oyuncu olarak yer
almasıyla değişti. Ardından sahnede ikinci bir oyuncu yer aldı. Böylece tragedyalar
doğdu ve Dionysos şenliklerinin bir parçası olarak gelenekselleşti. Bu şenlikler Roma
döneminde de sürdü ve Bakhos ayinleri adını aldı.

Tiyatronun etkileyiciliğinin nedeni dans, müzik ve vücut dili öğelerinin herkesçe


ortak bir dil olması kuşkusuz. İlgiyi uzun zaman kendine sürüklüyor. Tümü söz ile
birlikte yaşamımıza yön veriyor. Dithyramboy da dansı, müziği ve sözü ile Tanrı
Dionysos’a övgüler anlamına geliyor. Bu etkili anlatım biçimi sahne sanatları olarak
kurumsallaşıncaya dek değişerek ve gelişerek her yüzyılın amacına hizmet veriyor.

Daha da etkili olması için harcanan çabalar, tiyatro mimarisinde de biçimsel


arayışlara neden oluyor.

Dünya sahneye taşınıyor ve seyirciler bu dünyanın şahitliğini yapıyor


oturdukları yerde. Öğretilerin aşılanması için öyle etkili bir yol ki, yeni tekniklerin
uygulanabilmesi, yeni mimari çözümlerin mekânı biçimlendirmesi, bu etkinin
artmasına katkı sağlıyor. Bu yüzden, aynı anda on binin üzerinde izleyiciye
sunulabilecek oyunlar için büyük boyutlu tiyatrolar inşa ediliyor.

Erken örnekler M.Ö. 6. ve 5. yüzyıllarda Dionysos Tapınakları yakınında


orkestralarında bir sunak bulunduğu halde yapılıyor ve Dionysos tasvirleriyle
bezeniyor.

4.yy’a dek oyunlar, açık havada daire biçimli zemini sıkıştırılmış toprak olan
orkestrada yapılıyor. Seyirciler ise orkestra etrafında bir yamaca dizilmiş olan ahşap
sıralarda oturuyor. Aynı çekirdek düzen Helenistik ve Roma dönemlerinde farklı
çözümlerle daha işlevsel hale geliyor, taştan inşa edilen tiyatrolarla anıtsal boyutlara
ulaşılıyor. Her bir dönemin getirdiği yeniliği, bugün geriye kalan mimari kütlelerinde
gözlemliyoruz. Bunlardan biri de İzmir'de çözümlenmeyi bekliyor.

Kadifekale Akropolü’nün kuzey yamacında yeralan bir tiyatronun varlığını, pek


çok seyyahın ve araştırmacının verdiği bilgilerden ve yüzey çalışmalarından biliyoruz.
Bu gün gecekondular altında gizli.

On altı bin izleyici kapasiteli olduğunu tahmin ettiğimiz antik tiyatro, İzmir
Büyükşehir Belediyesi tarafından gün yüzüne çıkartılıyor.

Kentin tarihi kimliği ile çağdaş insanı buluşturmak evrensel bir sorumluluktur. Tarihi
kimliğinin şahidi eserlerin son derece sınırlı olduğu İzmir kentinde, antik tiyatronun
bilimsel kazı ile ortaya çıkarılması, antik tiyatro genel tipolojisi içerisindeki yerinin
aydınlanması, kentin geçmişindeki sosyo-kültürel yapısına ait yeni bilgilere ulaşılması
demektir. Çevresiyle birlikte arkeoloji ve tarih parkı haline getirilerek kentin hizmetine
sunulacak tiyatro, modern İzmir kentinin İzmirliyi tarihi çevreyle buluşturan
duyarlılığın da yeni bir temsilcisi olacaktır.

EGE BÖLGESİNİN HALK SANATLARI

HALK SANATLARI VE ZANAATLARI


Günümüzde tekstil sanayinin güçlü merkezlerinden biri olan İzmir de yakın
döneme kadar dokumacılık başta olmak üzere, geleneksel el sanatlarının önemli bir
yeri vardı. Bergama-Tire-Selçuk yöresindeki Türkmenler dokumacılık, keçecilik ve el
örgüsü gibi el sanatlarını uzun süre yaşatmışlardır.Çit-çember-poşu gibi günlük
giyimdeki örtülerin tahta kalıplarla süslenmesi işi, uzun süre kent yaşamında yer
almıştır. Günümüzde sanayileşmenin etkisiyle ev tezgahları işlevini yitirmeye
başlamıştır.Keçe, urgan üretimi, halı-kilim dokumacılığı çok büyük ölçüde
makineleşmiştir.

1.16.1. CAMCILIK

Anadolu'da camın ilk kez gözboncuğu olarak üretimi İzmir-Görece köyündeki


ustalar tarafından gerçekleştirilmiştir. Anadolu'nun her tarafında temelinde nazar
inancı olan cam boncukları görmek mümkündür.Nazarlık yoluyla canlı veya nesneye
yönelen bakışların dikkatinin başka bir nesneye yöneleceğine inanılır.Bu nedenle
nazar boncuğundan yapılan nazarlıklar canlının veya nesnenin görünen bir yerine
takılır.

1.16.2 DOKUMACILIK
Selçuk Yöre dokumacılığının Türklerin bölgeye yerleşmesi ile birlikte
başladığını söyleyebiliriz. Ham maddesi yün, deve kılı ve pamuktur. Kilim, halı, cicim
ve sili, başlıca dokuma ürünleridir. Tüm dokumalarda kırmızı, kahverengi, mavi,
lacivert siyah ve beyaz ve az da olsa yeşil renkler görülmektedir. Boyalar doğal
yollardan sağlanmıştır.Bugüne gelebilen örneklere göre yörede Barutçu, Zeytin köy,
Acarlar ve Havutçulu dokumalarıyla ünlüydü. Eski halı örneklerini ve nasıl
dokunduğunu Selçuk içi ve çevresindeki halı dokuma merkezlerinde görebilirsiniz.

1.16.3 URGANCILIK
Selçuk ilçesinin 42 km ötesindeki Tire'de eski el sanatlarından urgancılık
görülmektedir. Kenevir liflerinden yapılan Tire urganları, sağlamlığı ve aklığıyla
Anadoluda ve balkanlarda tanınmıştır. Urganın en incesine kınnap (sicim) en
kalınlarına urgan veya halat denilmektedir.

1.16.4 NAZAR BONCUĞU YAPIMI


İzmir’in Menderes yakınlarında ve Kemalpaşa ilçesine bağlı Görecede boncuk
yapımı sanatı sürdürülmektedir. Çeşitli boy ve biçimlerde nazar boncukları, ülkenin
her yerine bu yörelerden gitmektedir.

1.16.5 İĞNE OYACILIĞI


İğne oyası, Selçukta çok eski yıllardan günümüze kadar gelen bir Türk el
sanatıdır.Yörede oya yapımında kullanılan ipliği de oyacılar hazırlamaktadır.Kumaş
kenarına yada zincir üzerine motif olarak yapıldığı gibi, motifler birleştirilerek
örtülerde yapılmaktadır. İğne oyası işlemeleri Şirince Köyü'nde görebilir ve satın
alabilirsiniz.

1.16.6 KEÇECİLİK
Dokumacılıktan çok önceye dayanan geçmişiyle, en eski Türk el
sanatlarındandır. Selçuk ilçesinin 42 km ötesindeki Tire ilçesinde yapılan ve dövme
yöntemiyle yünden elde edilen bir kumaş türü olan keçecilik günümüzde giderek
gerilemektedir.

1.16.7 ÇÖMLEKÇİLİK
Menemende çömlekçilik, geçmişi çok eskiye dayanan ve günümüzde de yoğun
bir şekilde sürdürülen geleneksel el sanatlarındandır. Selçuk'ta da modern seramik
ve çini sanatını birebir inceleyebileceğiniz atölyeler mevcuttur.

1.16.8 HALICILIK
Bergama ve çevresinde 15’inci yüzyıla uzanan dokumacılık kültürü, günümüzde de
bir çok köyün geçim kaynağı olarak varlığını sürdürmektedir.

Zengin desen ve renk çeşitliliği ile dikkat çeken Bergama Halı ve kilimlerinin en
bilinenleri Yağcıbedir, Kozak ve Kız Bergama Halılarıdır.

EGE BÖLGESİNİN İLLERİNDEKİ FARKLI ÖZELLİKLER

Her ilin kendisine özgü yöresel ağzı vardır. Bunlara örnek olarak ;yukarı izmirde
yokarı,aydında yoka,çekirdeğe izmirde çiğdem,dometese izmirde domat,gelmek
muğlada gelipduru,kapıyı aralık bırak muğlada kapıyı kıynık bırak …vb.

1.6.3HİKAYELERi
Çakıcı Efe Ege Bölgesinde halkın dilinde dilden dile efsaneleşen bir
kahramandır. Osmanlı’nın son zamanlarında devlet iradesinin iyiden iyiye kaybolduğu
yıllarda (1800-1900) halk kendi kahramanlarını, kendi kurtarıcılarını çıkarmıştır.
Kimileri bu boşluktan yararlanarak zalimlikler yapmışlar kimileri de adalet dağıtan
güçlü yürekli halk kahramanı olmuşlar. Bu devirde Ege Bölgesinde’de Efelik çok
meşhurmuş. Çakıcı Efe de İzmir, Denizli, Aydın civarında hüküm sürmüş bir Efe’dir. O
zamanlarda yaşadığı bölgede o kadar güçlenmiş ki Osmanlı ile egemen olduğu bölge
konusunda resmi anlaşma yolları bile aramıştır. Çakıcı çoğu zaman dağlarda, kimi
zamanda halkın yanına inerek zalimi durdurmuş, adalet dağıtmış, zenginden alıp
fakir vermiştir. Bu sebeple halkın gönlünde de taht kurmuştur. Cesur hareketleriyle
halkın gözüne girmiştir. Kimi zamanda düşmanla işbirliği yaptığı söylentisi çıkmışsa
da halk onu hep sevmiş ona yapılan bu türküyle ismi ölümsüzleşmiştir. (İNTERNET
41)

1.7.4 ŞARKILAR

 Ah Ege ah rakı roka (Hurşid yenigün)


 Kalbim Ege de kaldı (Sezen aksu)

EGE BÖLGESİNNİN EFSANELERİ


EFSANESİ
Amazonlar
“Bütün kentlerin efsaneleri vardır. İzmir gibi güzel kentlerin daha çok efsanesi
vardır. Bunlardan biri kentin adının tarihin amansız kadın savaşçıları
Amazonlar’dan geldiğini anlatıyor: Yayı iyi germek, oku hedefine atmak için
sağ memelerini kesen, dört nala koşan atları üzerinde uzun saçları atlarının
yeleleri ile birlikte uçuşarak herkese korku salan Amazon kadınlarının güzeller
güzeli komutanları Symirna’dan. Symirna dillerde döne dolaşa İzmir olduğu
söylenmektedir.

BODRUM: Antik dönemde Hilikarnasson adı ile anılan Halikarnassos deniz


kıyısının kutlu pınar havuzunun kenti anlamına gelir. Bodrum kalesi Hz. İsa’nın dinini
yaşayan on iki havariden Saint Petros adına 1415-1513 yılları arasında yaptırılmıştır.
Petrum, Latince Petros/Peter diye anılır. Petrum isminden Bodrum ismi oluşur.

DALAMAN: Kargın Ağa’nın camızları suya koşar. Ağa çobana camız ve


inekleri çevirmesi için, dal inekleri kurtar der. Çaban önce ‘dalamam’ der. O da ‘dal’
der. “dalamam”, “dal!” “dalamam” derken, çaban dalar ve boğulur. Bu yerin adı da
dalamam olarak kalır.

MARMARİS: Kanuni Sultan Süleyman demiş ki, biz Rodos’tan gelinceye


kadar, kaleyi yapacaksın. Yoksa seni idam edeceğim.

Dönüşte gelir, görür ki yapılmamış. “Mimarı as” emir vermiş. Bu sözü Marmaris
adına dönüşmüş.

KIZKUMU: Marmaris Orhaniye köyünde deniz içine doğru giden bir kum yol
vardır. Eskiden anlatılırdı. Bir çoban kız çobanlık yaparken düşmanlar saldırmış,
Çoban kız koşmuş. Koşarken düşman birde bu taraftan gelmiş oda eteğine biraz kum
doldurmuş. Önüne kum ata ata kaçmaya başlamış. Kum bitmiş oda orda boğulup
ölmüş.

TÜRKBÜKÜ: Yaka köyü’nün güneyine doğru olan sırtlarda Gücer adıyla bir
köy vardı. Yalnız iki çocuk kalır. Bu köye hastalık kalır. Biri yeni yürümesini öğrenmiş,
biride ağabeyi durumundadır. Kimsesiz kalan bu iki çocuk bilmeden bir yöne giderler.
Kuzeye dağa doğru giderler, aç susuz, kuzeydeki dağın bir yerinde bir çoban görür.
Kimsesiz olduklarını anlar. Onları kendi evine götürür, onları büyütür. Yaşadığı yerde
sadece kendi evi vardır. Kendi çocuklarıyla onları evlendirir. Orada iki ev daha oluşur.
Türkbükü onların çoğalmalarından oluşur. Türkbükü ifadesi çobanın Türk olmasına
bağlanabilir.

7HALK EDEBİYATI
3.7.1Maniler

Türk Milletinin ince duyuş, seziş ve zevklerini şüphesiz mânilerde buluruz.


Mâniler, genellikle sevgi tema’sını ele alan 7 heceli, birimi dörtlük olan, Anonim Halk
Edebiyatı nazım şekillerindendir. Bu son özelliğinden dolayı, Türk şiirinin nazım birimi
mâniye bağlanır ve dörtlüktür denir. Prof. Fuat Köprülü, Türk şiirinin nazım birimi
hakkında; "Eski Türk nazmının vahid-i kıyasisî -Arap ve Farslarda olduğu gibi iki
mısradan mürekkep beyitte değil- dört mısradan terekküp eden Mani’de bulunur.
Meselâ bizim nokta-i nazarımıza göre Türk nazmının en eski şekli, hâlâ bugün Mâni
namını verdiğimiz dört mısradan mürekkep kıtalardır." (1) der. Bu görüş, bazı
araştırmacılar tarafından tartışılmışsa da, bugün kabul edilmiştir.Mâni’nin sözlük
anlamı üzerinde akla yatkın bilgiyi Hüseyin Kâzım Kadri verir: "Mâni (?) Halk
edebiyatının bir tarz-ı mahsusu, ki ekseriyetle dört ve bazan altı mısradan teşekkül
eder; ve hece vezninin (parmak hesabı) yedilisi ile söylenir." (2) Hüseyin Kâzım
Kadri’nin "altı mısradan teşekkül eder" dediği mâni çeşidi "kesik mâni"dir ki, buna
cinaslı mâni de denir.Mânilerin hece ölçüsünün yani yedi heceli oluşunun genellikle
kabul edilmesine rağmen, aşağıdaki iki Aydın ili mânisinde görüleceği gibi, yedi heceli
olma kuralına uymayanlar da var.

Sacımız eskidi atalım -9-


Kapıya kurban dakalım -8-
Sen beni alcasın emme -8-
Paran var mı bakalım -7-

Uzun entarine peş olayım -10-


Yanına yoldaş olayım -8-
Senin o inci dudaklarına -10-
Yeşil başlı kuş olayım -8-

İlk mânide görüldüğü gibi, burada birinci mısra (9), ikinci ve üçüncü mısralar
(8) er, son mısra ise (7) hecelidir. Örnek olarak verdiğimiz ikinci mânide ise durum
farklı özelliktedir: Anlamsız olmasına rağmen, birinci ve üçüncü mısraların (10) ar,
ikinci ve dördüncü mısraların (8) er heceli olması dikkat çekicidir. Her iki mânideki bu
düzensiz hece sayısının irticalen söylemeden veya ilimizde bahtıbar denilen karşılıklı
atışmalarda cevap yetiştirme kaygusundan doğmuş olduğu düşünülse bile, ikinci
örnekte gördüğümüz durum ayrı bir hece özelliği de olabilir. Fakat araştırmalarımız
sonunda elde ettiğimiz mânilerde bu örnekte gördüğümüz hece özelliğini bulamadık.
Ayrıca mânilerde anlam yükünü taşıyan üçüncü ve dördüncü mısralardaki
anlamsızlık, yani aralarında bir münasebetin bulunmayışı, cevap yetiştirme
kaygusundan doğmuştur diyebiliriz.

Aydın iline ait benim toplayabildiğim mâniler; -aaxa- kafiyelenişinde (bir örnek
hariç) cinassız, düz mânilerdir.
Al ata beyaz kolan
Bin de şehire dolan
Benim gibi var mıdır
Yârinden mahrum kalan

Karşıdan fener gelir


İçinden yanar gelir
Yalnız yatan gençlerin
Aklına neler gelir

Yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi, düz mânilerin ilk iki mısraları giriş
niteliğinde olan doldurma mısralardır. Asıl söylenmek istenen şey, son iki mısrada
bulunur. Yani dörtlüğün anlam yükünü, üçüncü ve dördüncü mısralar taşır. Bu yüzden
mânici, bütün hünerini son iki mısrada göstermek zorundadır. Asıl söylenmek
istenileni iki mısra içinde söyleme ustalığı, Türk halk dehâsının üstün bir anlatış
özelliğinden başka ne olabilir?

Mânilerde ana tema; sevgidir. Toplumsal olaylara yer verilmez. Birbirini seven
iki gönlün sitemlerini, kıskançlıklarını, sevdalarını, özleyişlerini dile getirir. Aşağıda
görüleceği gibi bazı mâniler hiciv ve şaka özelliklerini bünyelerinde taşırlar:

Meşe meşeye benzer


Şişe şişeye benzer
Şu köyün oğlanları
Ölmüş eşeğe benzer

Merdiven bassak bassak


Çıkma yukarı yassak
Ankara’dan tel gelmiş
Kızlara koca yassak

Aydın mânilerinde yer yer, sitemlerin, kıskançlıkların, sevilen kişiyi yüceltme


duygularının sık sık işlendiğini görüyoruz. Anadolu’nun kınalı parmaklı, nazlı kızları;
“on bin asker‿ kavramını anlarlar, bilirler fakat, askerdeki sevgililerini onların
hepsinden güzel bulurlar. Sevgiliden uzak oluşun verdiği ıstırabı gidermek için
söyledikleri mânilerde, sevileni yüceltirler, onun bir kaşını bile, hiç bir şeyle
değişmezler.

Çeşmenin başı güzel


Dibinin taşı güzel
On bin asker içinde
Yârimin kaşı güzel
Oğul olsun, kız olsun; er olsun, kadın olsun; sevdiğini aramayan, yâr üstüne yâr
seven, sevenim var diye çalım satan sevgililere sitem ederler.

Birlikte şu örneklere bakalım:

Sarı kurdelem ensiz


Sarardım soldum sensiz
Gidi dinsiz imansız
Nasıl duruyon bensiz

Keten gömleğim kat kat


Birin al, birini sat
Bir başka yâr seversen
Kalkmaz döşeklerde yat

Pencereden bakarsın
Halka şeker atarsın
Benim yârim yok gibi
Bana çalım satarsın

Ve bir yerde aşkın yakıcılığı gelir akla, o söylenir:

Elbisesi penbeden
Yakışıyor giymeden
Yaktı beni kül etti
On beşine girmeden

Kuyu dibi köşeli


İçi mermer döşeli
Gece gündüz yanarım
Bu sevdaya düşeli

Çeşitli Türk boylarında mâniye değişik adlar verildiğini, Irak Türkleri’nin


"horyat", Azerbaycan Türkleri’nin "bayatı" dediklerini biliyoruz. Mânilerin, Anonim Türk
Halk Edebiyatı’nın en güzel örnekleri olduğunu söyleyerek, sözüme -şimdilik- son
verirken; bu güzel geleneğin daha asırlarca devam edeceğine olan inancımı da
belirtmek isterim. (3)

Su akar kamış gibi


Duralmış gümüş gibi
Ben yarimi severim
Turfanda yemiş gibi.

Bir taş attım zeytine


Zeytinin irisine
Ben kendimi sakladım
Yiğidin iyisine.

Tabak içinde lüle


Bayıldım güle güle
Duydum ki yar evlenmiş
Geçinsin güle güle.

Tane tane üzümsün


Yarim iki gözümsün
Unuttuğumu sanma
Sabah akşam sözümsün.

Köprü altında arpa


Su gelir çarpa çarpa
Küçücükten yar sevdim
Anamdan korka korka.

(my.opera.com).

You might also like