You are on page 1of 180

İÇİNDEKİLER

BİRİNCİ BÖLÜM

İZMİR(YUSUF KURT-BURCU AYŞENUR AKBULUT-EMRE SARIKAYA)

1.İZMİR
1.1.İLİN TARİHİ
1.2.İLİN İSMİ NERDEN GELİYOR?
1.2.1.İZMİR SÖZÜNÜN KÖKENİ
1.2.2 EFSANESİ
1.3.İL NELERİYLE MEŞHUR?
1.4.FOLKLOR ZENGİNLİKLERİ
1.ZEYBEK KELİMESİ:
1.4.2 Karma Oyunlar:
1.4.3.Erkeklerin Oynadığı Oyunlar:
1.4.4.Kızların Oynadığı Oyunlar:
1.5.GELENEKSEL KIYAFETLER
1.6.İLİN TÜRK HALK EDEBİYATI ÜRÜNLERİ
1.6.1 MANİLERİ
1.6.2 EFSANELERİ
1. Kleopatra Güzellik Ilıcası'na dair bir efsane…
2.Kral Tantalos Efsanesi
1.6.3HİKAYELERi
1.6.4 ŞİİRLER
1.7.İLİN MÜZİK KÜLTÜRÜ
1.7.1 İLİN SÖZLÜ OYUN HAVALARI
1.7.2 İLİN SÖZSÜZ OYUN VE SAZ HAVALARI
1.7.3 TÜRKÜLER
1.7.4 ŞARKILAR
1.7.5 MARŞLAR
1.8.İLİN EVLİYALARI ÖNEMLİ ŞAHSİYETLERİ
1.9.HALK BİLGİLERİ
1.Çocuğun Cinsiyetini Tahmin:
1.10. HALK HEKİMLİĞİ
1.Al Bastı
2.Aydaşlık:
1.11.İLİN MUTFAĞI
1.12.İLİN ADET,GELENEK VE GÖRENEKLERİ
1.12.1 DOĞUM
1.Doğuma hazırlık ve doğum
2.Ad Koyma
3.Loğusa Ziyareti
4.Çocuk hamamı ve beşik düğünü
5.Kırklama
6.Kırk Hamamı
7.Diş Bulguru Töreni
1.12.2 SÜNNET
1.12.3 EVLENME
1.Kız isteme :
2.Söz Kesme:
1
3.Nişan :
4.Düğün :
5.Kına Gecesi :
6.ÇEYİZ ADETİ HAKKINDA GENEL BİLGİLER, YAPILIŞI VE TÜRLERİ
ÇEYİZİN SERGİLENDİĞİ TÖRENLER
1. ÇEYİZİN İPE SERİLMESİ
2. ÇEYİZ GÜNÜ
3.YANDAŞI ADETİ
1.12.6 BAYRAMLAR-TÖRENLER-KUTLAMALAR
1.İZMİR’İN KURTULUŞ BAYRAMI
1.13.SEYİRLİK OYUNLAR
1.13.1 TİYATRO
TİYATRONUN KÖKENİ
1.14.MİMARİ ÖZELLİKLERİ
1.Bergama Evleri
2.Bornova Evleri
3.Çeşme Evleri
4.Şirince Evleri (Selçuk)
1.15.DİL VE ANLATIM
1.15.1 İZMİR ŞİVESİ
1.16.HALK SANATLARI VE ZANAATLARI
1.16.1. CAMCILIK
1.16.2 DOKUMACILIK
1.16.4 NAZAR BONCUĞU YAPIMI
1.16.6 KEÇECİLİK
1.16.7 ÇÖMLEKÇİLİK
1.16.8 HALICILIK

İKİNCİ BÖLÜM

MANİSA(MERVE DÖNMEZ)

2.MANİSA
2.1.GENEL BİLGİLER
2.2.İLÇELER
2.3.MANİSA'NIN TARİHÇESİ
2.4.MANİSA ANONİM HALK EDEBİYATI
2.4.1.ANLATMALAR
A. HALK HİKAYELERİ
2.4.2. ŞİİRLER
A.MANİ
B.NİNNİ
2.4.3. KALIPLAŞMIŞ SÖZLER
A.ATASÖZÜ
B.BİLMECE
C.DEYİŞ
2.5. GELENEK VE GÖRENEKLER
2.5.1DOĞUM GELENEKLERİ
2.5.2SÜNNET GELENEĞİ
2.5.3EVLENME GELENEKLERİ
2.5.4ASKERLİK-GURBETLİK
2.5.5.ÖLÜMLE İLGİLİ ADET VE İNANIŞLAR

2
2.5.6.ÖRF-ADET-GELENEK-GÖRENEKLERİ
2.6.GELENEKSEL GİYSİLER
2.7EL SANATLARI
2.8HALK HEKİMLİĞİ
2.9.YÖRE MUTFAĞI
2.10. İNANIŞLAR
2.10.1.UĞUR-UĞURSUZLUK
2.10.2.ADAK
2.10.3YAĞMUR DUASI
2.11SEYİRLİK OYUNLAR
2.12 MÜZİK KÜLTÜRÜ
2.12.1HALK MÜZİĞİ VE HALK OYUNLARI
2.13HALK MİMARİSİ
2.14NELERİ İLE ÜNLÜ
2.15KURTULUŞ GÜNLERİ
2.16. MANİSA YÖRESİ BELİRLİRLİ GÜNLER-YEREL ETKİNLİKLERİ

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

AYDIN(HAZAL TOMRUK)

3. AYDIN
3.1.AYDIN İLİ’NE GENEL BAKIŞ
3.2.AYDIN İLİ’NİN TARİHÇESİ
3.3.AYDIN İLİ’NİN EL SANATLARI
3.4.AYDIN İLİ’NİN YÖRESEL YEMEKLERİ
3.5.AYDIN İLİ’NİN YÖRESEL KIYAFETLERİ
3.6.AYDIN İLİ’NİN HALK OYUNLARI
3.7.AYDIN İLİ’NİN TÜRKÜLERİ
3.8.HALK EDEBİYATI
3.8.1.MANİLER
3.8.2.AYDIN İLİ’NİN YÖRESEL KELİMELERİ
3.9.AYDIN İLİ’NİN ÖNEMLİ GÜNLERİ
3.10.BOĞA VE DEVE GÜREŞLERİ

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

DENİZLİ(BURCU ALKAN)

4. DENİZLİ
4.1.DiL VE ANLATIM
4.1.1. DENİZLİ AĞZI
4.1.2. KiŞiLER-SÜLALELER, LAKAPLAR
4.1.3. DENiZLi AĞZINDA MEKTUP öRNEKLERi
4.2. DENİZLİ ANONİM HALK EDEBİYATI
4.2.1.DENiZLi EFSANELERi
4.2.2 DENİZLİ HİKAYELERİ
4.2.3. DENiZLi DESTANLARI
4.2.4 DENiZLi FIKRALARI
3
4.2.5 DENİZLİ MANILERI
4.2.5 DENİZLİ ATASÖZLERİ VE DEYİMLERİ
4.2.6 DENİZLİ TÜRKÜLER
4.2.7 DENIZLI AĞITLARI
4.3. DENiZLi ADET VE GELENEKLERi
4.3.1 EVLENME ADET VE GELENEKLERi
4.3.1.1 EVLENME ÇAĞI VE KIZ İSTEME
4.3.1.2 NiŞANLANMA
4.3.1.3 PUSAT-KETEN KESME
4.3.1.4 OKU DAĞITILMASI
4.3.1.5 DüĞüN ODUNU HAZIRLANMASI
4.3.1.6 KEŞKEKLiK BUĞDAY DöĞüLMESi
4.3.1.7 GELiN HAMAMI
4.3.1.8 ÇEYiZ ALMA-GETiRME
4.3.1.9 KINA GECESi
4.3.1.10 DüĞüN VE GELiN ALMA
4.3.2 DiĞER ADET VE GELENEKLERi
4.3.2.1 BAĞA GöÇME
4.3.2.2 ÇEKİ ÇEKMEK
4.3.2.3 KUPA (BARDAK) VURMAK
4.4. DENİZLİ YEMEKLERİ
4.4.1 MAHALLi YEMEKLERi
4.5.DENİZLİ OYUN, EĞLENCE VE SPORLARI
4.5.1 GÜREŞ
4.5.2 AT YARIŞLARI
4.5.3KAPMA GÜNÜ
4.5.4KOŞULLAR
4.5.6KIZ KAÇIRMA OYUNU
4.5.7.MİT-MİT OYUNU
4.5.8 MEŞALE (MEYDAN ATEŞİ)
4.6 DENİZLİ HALK MÜZİĞİ
4.6.1 OYUN HAVALARI
4.6.2 ZEYBEK OYUNLARI
4.7 DENİZLİ MİLLİ KIYAFETLERİ
4.7.1 ERKEKLERİN KIYAFETLERİ
4.7.2 KADIN KIYAFETLERİ

BEŞİNCİ BÖLÜM

KÜTAHYA(MUTLU DOĞAN)

5. KÜTAHYA
5.1 GENEL BİLGİLER
5.2 İLÇELER
5.3KÜTAHYA’NIN TARİHÇESİ
5.4 KÜTAHYA ANONİM HALK EDEBİYATI
5.4.1 EFSANELER
5.4.2 MANİLER
5.4.3 TEKERLEMELER
5.4.4 NİNNİLER
4
5.4.5 ATASÖZLERİ
5.4.6 DEYİMLER
5.5 HAYATIN DÖNÜM NOKTALARI
5.5.1 DOĞUM GELENEKLERİ
5.5.2 SÜNNET GELENEKLERİ
5.5.3 EVLENME GELENEKLERİ
5.6 HALK BİLGİSİ
5.6.1 GÜNLÜK YAŞAM
5.7 HALK HEKİMLİĞİ
5.8 HALK HUKUKU
5.9 HALK BAYTARLIĞI
5.10 HALK TAKVİMİ VE METEOROLOJİSİ
5.11 HALK EKONOMİSİ
5.12 KÜTAHYA MUTFAK KÜLTÜRÜ
5.13 KÜTAHYA’DA FOLKLOR
5.13.1 HALK OYUNLARI
5.13.2 MAHALLİ KIYAFETLER
5.13.3 MÜZİK KÜLTÜRÜ
5.14 İNANIŞLAR
5.14.1 UĞUR-UĞURSUZLUK
5.14.2YAĞMUR DUASI
5.15 SEYİRLİK OYUNLAR
5.15.1 ALAKADIN OYUNU
5.15.2 KÖY SEYİRLİK OYUNLARI

ALTINCI BÖLÜM

AFYONKARAHİSAR(CANAN KURTOĞLU)

6.AFYONKARAHİSAR
6.AFYON TARİHİ
6.1 AFYONKARAHİSAR ADI NEREDEN GELMİŞTİR
6.2 AFYON ANONİM HALK EDEBİYATI
6.2.1 KALIPLAŞMIŞ SÖZLER
6.3 GİYİM KUŞAM
6.3.1HALK OYUNLARINDA KULLANILAN GİYSİLER
6.3.2 Giyim-Kuşam (geleneksel kıyafet)
6.4.YÖRESEL YEMEKLER
6.5.GELENEK VE GÖRENEKLER
6.5.1DOĞUM GELENEKLERİ
6.5.2 SÜNNET GELENEKLERİ
6.5.3EVLENME GELENEKLERİ
6.5.4 ASKERLİK –GURBETLİK
6.5.5 ÖLÜMLE İLGİLİ ADET VE İNANIŞLAR
6.6HALK OYUNLARI
6.7 MÜZİK KÜLTÜRÜ
6.8 GELENEKSEL EL SANATLARI

5
YEDİNİCİ BÖLÜM

UŞAK(MİNA ESİN)

7.UŞAK
7.1DİL
7.2 UŞAK ANONİM HALK EDEBİYATI
7.2 1 AHMEDİ (1334–1413)
7.2.2 ÖMER BEDRETTİN UŞAKLIGİL : (1904–1946)
7.2 3 ANLATMALAR
7.2.3.1 EFSANELER
7.2.3.2 FIKRALAR
7.2.4 ŞİİRLER
7.2.4.1DESTANLAR
7.2.4.2 TÜRKÜLERİMİZ
7.2.4.3 MANİLER
7.2.4.4 TEKERLEMELER
7.2.4.5 NİNNİLER
7.2.4.6 UŞAK AĞZINDAN İLENMELER
7.2.5 KALIPLAŞMIŞ SÖZLER
7.2.5.1 ATASÖZLERİ
7.2.5.3 UŞAK AĞZINDAN
7.2.5.2 DEYİMLER
7.2.5.3 UŞAK AĞZINDAN BİLMECELER
7.2.5.4 YEMİNLER
7.3HAYATIN DÖNÜM NOKTALARI
7.3.1 DOĞUM
7.3.2 EVLENME
7.3.3 ÖLÜM ADETLERİ
7.4 GELENEKLER
7.5 HALK HEKİMLİĞİ
7.5.1 HALK VETERİNERLİĞİ
7.6 İNANIŞLAR
7.7OYUNLAR
7. 7.1OYUN-SPOR (Cirit )
7.8 UŞAK YÖRESİ HALK OYUNLARI
7.8.1ZEYBEKLER
7.8.2 DİĞER OYUNLAR
7.9 GELENEKSEL HALK GİYSİLERİ
7.10 EL SANATLARI
7.11MÜZİK KÜLTÜRÜ
7.11.1 HALK MÜZİĞİ ARAÇLARI
7.12 MİMARİ
7.13 UŞAK YEMEKLERİ

SEKİZİNCİ BÖLÜM
MUĞLA(HALİL ÖZTÜRK-NURSEL GÖKÇEK-ECE KARA)

8. MUĞLA
8.1MUĞLA İLİNİN ADININ KAYNAĞI
8.2 YEREL AĞIZ ÖZELLİKLERİ
6
8.3 MUĞLA ANONİM HALK EDEBİYATI
8.3.1 MANİLER
8.3.2 MUĞLA TÜRKÜLERİ VE BUNLARIN ÖYKÜLERİ
8.3.3MUĞLA’NIN DESTANLARI
8.3.4MUĞLA İLE İLGİLİ EFSANELER
8.3.5 ATASÖZLERİ
8.3.6 DEYİMLER
8.3.7 BİLMECELER
8.3.8 ALKIŞ VE KARGIŞLAR
8.3.9 NİNNİLER
8.4 GELENEK, GÖRENEK VE İNANÇLAR
8.4.1 GENEL OLARAK
1 DOĞUM
2 SÜNNET
3 BATIL INANÇLAR
8.4.2 EVLENME GELENEKLERİ VE DÜĞÜNLERİ
8.5 HALK DANSLARI, GİYSİLERİ VE ÇALGILARI
8.5.1 HALK OYUNLARI
8.6 YÖREDE GİYİLEN KIYAFETLER
8.6.1 KADIN KIYAFATLERİ
8.6.2 ERKEK KIYAFETLERİ
8. 7YÖRESEL YEMEKLER

7
BİRİNCİ BÖLÜM

1. İZMİR

1.1.İLİN TARİHİ

Eski İzmir'in yerleşimi her ne kadar M.Ö. 3000 yılından çok daha geri
uzanmaktaysa da yapılan en son kazılarda henüz M.Ö. 3000 yıllarına kadar
gidilmiştir. Kazılarda elde edilen bilgiler ışığında ilk İzmir yerleşikleri evlerini höyüğün
en üst düzeyinde denizden 3 ile 5 metre yukarıdaki kayalar üzerine oturtmuşlardır. Bu
ilk yerleşme Eski Tunç Çağı dönemine aittir (İNTERNET 29).

Eski İzmir'in yerleşimi her ne kadar M.Ö. 3000 yılından çok daha geri
uzanmaktaysa da yapılan en son kazılarda henüz M.Ö. 3000 yıllarına kadar
gidilmiştir.Eski İzmir kenti (Smyrna) bu dönemde körfezin kuzeydoğusunda yer alan
ve yüzölçümü yaklaşık yüz dönüm olan bir adacık üzerinde kurulmuştur.

İzmir'in bilinen en eski limanı, İzmir'in ilk yerleşim bölgesi olan Tepekule adını
taşıyan höyüktedir. Yaklaşık 100 dönümlük yarımada üzerinde konumlanan höyükte
yaşayan ve denizcilikle uğraşan Helenler için bu yarımada uygundu.

Pergamon, Efes, Teos, Milet, Priene, Aspendos, Olimpos gibi bir zamanların
dünyaca ünlü liman kentleri, limanlarının yok olması ile tarih sahnesinden silinirken;
Anadolu'nun en eski yerleşim merkezlerinden biri olan İzmir, 5000 yılı aşan tarihi
boyunca liman şehri olma özelliğini hiç yitirmemiştir.

M.Ö. II. Yüzyılda, bir liman kenti olan İzmir'de Aioiler ve lonlar yaşamışlar.
M.Ö. 8. Yüzyıldan 7. Yüzyılın ortalarına kadar ise Frigya ve Lidyalılar etkilerini
göstermişler.

Batı uygarlığının ilk anıtsal destanı olan İlyada, İzmir'de Homeros tarafından
yaratılmış. Homeros ( M:Ö:750-700 ) çok eskiden bu yana bilinen ve birbirinden ayrı
olan üç destanı ; yani Troia Savaşı, Helena'nın kaçırılış ve Akhilleus'un öfkesi adlı üç
konuyu biraraya getirerek ölümsüz yapıtını yaratmış.

İzmir'e M.Ö 600'de Persler'in M.Ö 33'te ise Makedonyalı İskender'in geldiği
kaydedilmiş. İskender, İzmir'in söylencesel tarihinde çok önemli bir dönemim
başlangıç noktası sayılmış. Smyrna halkının surlar içine sığmaması nedeniyle
bugünkü Kadifekale olan Pagos tepesinde yeni bir şehir kuran İskender, rüyasına
giren bir bilgeden, buraya kurulacak şehrin halkının çok mutlu olacağı müjdesini
almış.

Yeni kentin kuruluşu İskender'den daha sonra da sürer. Bu arada güçlenmiş


olan Bergama Krallığı'nın sınırlarına katılan İzmir, sonra M.Ö. 133 yılında Roma'nın
egemenliğine girer.

Türkler İzmir'i ilk kez II. Yüzyıl sonlarında Kutalmışoğlu Süleyman Şah
komutasında ele geçirirler. 1086'da Çakabey bir donanma kurarak Ege adalarını
denetimine alır. Çakabey'in öldürülmesinden sonra liman kenti İzmir Cenevizlilerin,
8
Pagos yani Kadifekale ise Bizanslıların eline geçer. 14. Yüzyılın başında önce
Kadifekale'yi, sonra da kıyı kesimini alarak İzmir'in tümüne egemen olan Aydınoğlu
Mehmed Bey, Ege adalarındaki Bizans kalelerini haraca bağlar. 1390 yılında Yıldırım
Beyazıt Kadifekale'yi ele geçirir ama Liman kontrolü dışındadır. 15. yüzyılın dışında
büyük bir Moğol istilası yaşayan bölgede, son sözü yine Osmanlı söyler.

1426'dan sonra İzmir'i bir Osmanlı şehri olarak görüyoruz. Tarihçiler Osmanlı
döneminde İzmir'de ticaretin geliştiğini kaydederler. Bu dönemde İzmir, Hindistan,
Çin, İran ve Anadolu'dan uzun mesafe kervanları ile gelen ürünlerin ve Batı
Anadolu'da üretilen tarımsal hammaddenin, Avrupa'ya taşınmasında; Avrupa'dan
gelen yüklerin Anadolu'ya iletilmesinde kritik bir rol oynamıştır.

19. yüzyıla kadar Avrupa'dan İzmir'e doğru olan tüccar akını, kentin çok uluslu
bir yapı oluşturmasına neden olur

I. Dünya Savaşı'nın ardından 15 Mayıs 1919'da Yunan Ordularının işgaline


uğrar. Bu işgal 9 Eylül 1922'de kırılır. Ancak İzmir 13 Eylül sabahı tarihin belki de en
büyük felaketlerinden birini yaşamaktan kurtulamaz. Basmane'de başlayan korkunç
yangın, giderek büyür ve şehre yayılır. Bu yangın, ne yazık ki İzmir'in dörtte üçünü
tahrip etmiştir. (İNTERNET 31).

1.2.İLİN İSMİ NERDEN GELİYOR?

1.2.1.İZMİR SÖZÜNÜN KÖKENİ

“İzmir (Rumca Σμύρνη (Smyrni), Fransızca Smyrne) kelimesi eski İon lehçesinde
Smurne, Attika (Atina) lehçesinde ise Smyrna diye yazılırdı.

Bugünkü Hellenler bu kentin adını Smirni biçiminde telaffuz etmekte, Gerçi


son yıllarda Antik Efes kenti civarında da bu adla anılan bir köy yerleşimi izlerine
rastlanmıştır. Olasılıkla İzmir'den Efes'e giden bir kısım Amazon kraliçelerinin adını
yerleştikleri köye de koydukları düşünülmektedir ki bununla ilgili bilgilere eski
Yunanistan'daki kaynaklarda da rastlanmaktadır.

Ancak Smyrna sözcüğü Yunanca değildir, Ege Bölgesindeki birçok yerleşim


adı gibi Anadolu kökenlidir. M.Ö. 2. binin başlarına ait Kayseri Kültece yerleşiminde
ele geçen bazı tablet metinlerinde Tismurna adına rastlanmaktadır. Tismurna'daki `ti'
bir ön ek olup büyük olasılıkla bir kişi ya da bir yer adını belirtmektedir. Bundan da
Hellenler ya da Bayraklı höyüğünü mesken tutanların bu ön eki atıp kente 'Smyrna'
demişlerdir. Kentin adı olasılıkla M.Ö. 300 ile M.Ö. 1800 yılları arasında Smurnu
olarak anılıyordu.” (İNTERNET 29).

“Bu kelime çeşitli dillerde aksan farklılaşmalarına uğrayarak benzer biçimlerde


kullanılmıştır: "Zmirna, Smirne, Simire, Semire, Lesmire, Lesmirr, Ksimire, Siniros,
Mirina, Samorna, Simira, Zmirra, Asmira, Esmira, İsmira, İsmire, Yezmir gibi..."

9
Bütün bu erişilmez kız imgeleriyle yüklü isimler, Hitit, Helen, Roma, Bizans,
Slav, Arap, Hun ve Türk dillerindeki İzmir'di. Eski iyon lehçesi, isimlerin başına "İ"
belirleme sözcüğünü getirilerek, kentin adını "İzmirni" olarak söylemiştir. Bu gün
kullanılan İzmir sözcüğü işte bu kökten gelmektedir.” (İNTERNET 30).

1.2.2 EFSANESİ

Amazonlar

“Bütün kentlerin efsaneleri vardır. İzmir gibi güzel kentlerin daha çok efsanesi
vardır. Bunlardan biri kentin adının tarihin amansız kadın savaşçıları Amazonlar’dan
geldiğini anlatıyor: Yayı iyi germek, oku hedefine atmak için sağ memelerini kesen,
dört nala koşan atları üzerinde uzun saçları atlarının yeleleri ile birlikte uçuşarak
herkese korku salan Amazon kadınlarının güzeller güzeli komutanları Symirna’dan.
Symirna dillerde döne dolaşa İzmir olduğu söylenmektedir(İNTERNET 29).

1.3.İL NELERİYLE MEŞHUR?


İZMİR
Tarihi saat kulesi,fuarı,kızlarağası hanı,izmir köftesi,kordon boyu,Aliağa
rafinerisi,çeşme,efes,selçuk,karşıyakası,körfezi,g ün batımının doyulmaz
seyri,kemeraltı,gümüldür,sadece İzmir sınırlarında yapılan ünlü böreği olan
boyozu,izmir kumrusu,Trajan tapınağı,Agora,Karagöl,teleferik,taihi asansör,kuş
cenneti,Çakırağa konağı,Homeros anıtı,Karabel anıtı,ST. POLYCARP kilisesi,HALİL
RIFAT PAŞA KÖŞKÜ,UŞAKİZADE KÖŞKÜ,DÖNERTAŞ SEBİLİ,Hükümet
Konağı,KIZILÇULLU SU KEMERLERİ,altınyol,Kadifekale,Smyrna
(Tepekule),Metropolis antik kenti,Klazomenai antik kenti.(İNTERNET 42)

1.4.FOLKLOR ZENGİNLİKLERİ
1.4.1.ZEYBEK KELİMESİ:

En eski Türkçe'de 'z' ile başlayan kelimeler bulunmadığı için,


"Zeybek" sözünün yabancılardan alındığı mevsimsiz bir hüküm
halinde düşünülebilirdi. Morfolojik (yapı) bakımından kelime o adar
Türkçe'dir ki... Kaypmak fiilinden 'kaypak' sözünün çıkması gibi,
yurtta hala mevcut mesela saypmak fiilinden de 'saypak' kelimesi
türemiş olabilirdi. Zaybak, işte bu ikincisinin ze'leşme merhalesi
sayılabileceği gibi, ince söylenişi de bir şive farkı olabilir: Zeybek.
Kelime, bu incelmiş haliyle bizde olduğu gibi Türkistan'da da yaşadığı
için, istih'le (başkalaşma) merhalesinin çok eskilere ait olduğu anlaşılıyor.

Aydı n'ın Gazi Menteşe'nin ordusu tarafından muhasara (kuşatma) ve fethini


günü gününe kayda geçiren Bizanslı Kronikçi (tarihçi) G. Pakhimeres bu başbuğun
adını lakabıyla birlikte 'Salpak Mantaşa' kalın söylenişiyle yazıyor, Rum Selika
ekleriyle Salpakis Mantaçhias yazıyor ve 'salpak' sıfatının Türkçe'de 'cesur' olduğunu
10
ayrıca ısrarla ilave ediyor. Rumcada 'R' sesi dil serisinden ve ince telaffuz edildiği için
'y' gibi 'ıslak R' de kastedilmiş olabilir. Şu halde, saypak okunur. Rumca'da 'b' sesi
bulunmadığından onun da Türkçesi 'saybak' olur. Dediğine göre, henüz Gazi
Menteşe'nin bir zeybek apası (efesi) olduğu anlaşılır.

Gerek Zeybek adı, gerekse oyunu Altaylarda da hala vardır. Bizde, esas
anlamı; cesur ve saldırgandır. Son buluşların etimolojik yargısı (sonucu) budur.

Daha evvel öne sürülen halk etimolojileri karışık olup aşağıda yazılıdırlar:

1. Zeybek, zorba veya zubo kelimesinden bozulmadır.

2. Zeybek, Seymen'in bir söyleyiş çeşididir.

3. Zeybek, civanın anlamdaşı muarreb (Arapçalaşmış) "Zibak" kelimesinden


'ele avuca sığmayan kişi' mecazıyla Türkçeleşmiştir.

4. Zeybek, "Semağ" kelimesinin ze'leşmesiyle meydana gelmiştir.

5. Zeybek kelimesinin aslı Özbek veya Uz Bek'tir.

6. Zeybek'in bu telaffuza dönüşmesinde XVI. yüzyılda 'sipah' (sipahi)


kelimesinin etkisi olmuştur.

7. Çağatay Sözlüğü'nün yazarı Şeyh Süleyman Efendi, farklı hareketlerle


okunmak şartıyla Zibak, Zaybak ve Zıbık kelimelerini tek maddede toplamıştı: Zibk.

Zeybek, Türkçe'nin en eski kelimelerinden ve Türklük ülkelerinde sanıldığından


çok daha yaygın idi (Gazimihal).

ZEYBEK:

"Zeybek Kıyafeti" tamlamasında olduğu gibi Zeybeklere has oyun anlamında


Zeybek Oyunu denilebiliyorsa da, oyun kelimesi katılmaksızın Zeybek kendi oyun
çeşitlerinin toplu adıdır. Mesela: Sarı Zeybek, Bergama Zeybeği, Zeybek Osman
denildiği zaman, bu tamlamalara ayrıca oyun kelimesinin katılmasına lüzum
görülmemesi adet olmuştur. Sarı Zeybek Oyunu birleşimi konuşmada kullanılmadığı
gibi, Zeybek Halayı, Zeybek Barı, Zeybek Horanı gibi çeşit adları da yoktur. Nasıl ki;
Halay Zeybeği, Bar Zeybeği, Horan Zeybeği gibi adlandırıcı birleşimler de katiyen
işitilmiş değildir. Yeni, Zeybek kelimesi, umumiyetle raks anlamında hiçbir zaman
ifade genişliği edinmemiştir. Davulcuya 'Vur Zeybeği!' denilince Zeybek işi oyun
havası istenildiğini anlar ve muhitin en gözde durumundaki bir zeybek havasına girer.
Tartım mutlaka dokuzludur. Bu özellik bir damga gibidir ve eski Türklerin uğurlu
bildikleri dokuz sayısına uygundur. Dokuzlu tartımın aksak bileşiminde olması
damganın damgası haliyle Türk işidir.

Zeybek sıfatı nerelerde bilinmişse, Zeybekler nerelere ulaşabilmişlerse


oralarda Zeybeklikten ve oyunlarından izler bulunulabileceği, ondan dolayı aranması
gerektiği unutulmamalıdır. (Gazimihal)

11
1.4.2 KARMA OYUNLAR:

Bergama Zeybeği: Bergama ve dolayında Aydın gibi irtibatlı merkezlerde


geçen Zeybek oyunlarından, ayrıca da Köroğlu, Bıçak Oyunları gibi çeşitlerden
başka bir de mahallin Bergama Zeybeği ve havası vardır. Bergama Bengisi oyun
havası bundan ayrıdır.

Harmandalı: Bu isimdeki türkü ve havalar, asılda bir olabilirlerse de,


yayıldıkça yer yer katım ve değişimlere uğrayıp çeşitlendikleri, yayımlanmış
bulunanların gösterdiği farklardan anlaşılıyor. Yahut da birden fazla sayıda olmak
üzere aynı isimde türküler bağlamış olduğuna ve her biriyle oyuna çıkabildiğine
inanılmak gerekecektir. "Nazîreler"de çıkarılmış olabilirdi.

Bergama Bengisi: Bergama bölgesinde Bengi oyununa Alay Havası da


derler. Buna bakılınca Bengi'nin Halaylardan bir batı enmuzeci (tipi, örneği)
sayılması yanlış olmayacaktırBengi, en az on kişiyle oynanır, 50,100,1000 kişi
oyun birliğinde yer alabilir. Oyunun ayrı bir havası da vardır. Bergama
dolayının başlıca oyunudur.Bengi'nin kendine mahsus bir çıkış havası vardır. Asıl
havadan ayrı olup gezinti mahiyetindedir.

Güvende, İnegöl'de Güvende oyun havası davul ve klarnet eşliğiyle


yürütülür. Fakat, davullu, darbukalı, darbuka gibi elle çalıyorlar. 1, 2, 3 veya 4 kişi
bu Güvende'yi de Sekme'yi de ziller takınarak oynuyorlar. Güvende, Bursa ve
Balıkesir oyunları arasında da vardır. Balıkesir'in Doğru Hava denilen havası ile
yine oranın Güvende denilen oyunu arasında fazla bir fark yoktur.

Yalabık zeybegi: Yalabık, sadece Bergama'nın Kozak yöresinde çalınan bir


ezgi ve onun oyunudur. Adının köylüler tarafından "Yalabik" şeklinde telâffuz
edildiği de olur. Kimi de Yalbik derler. Yalabık Zeybeği, çifterli yürütülür. Sekme ve
sürekli çökmeleriyle ilgi çekici bir oyundur. Altı figürü vardır. Diğer oyunlardaki gibi
3-5 üzerine değil, 3-3 esasına göre yazılmıştır. İkinci üçler, birinci üçlerden daha
ağırdır. Bu yoldan dokuz sayılır. Oyun başlarken biraz aralıkla yüz yüze durulur ki
bu bir özelliktir.

Dağlı Oyunu: Toplu oyunların en çevik olanıdır. Yiğitçe tavırlarıyla Zeybek


oyunlarının en canlısı budur. Bengi oyunu için geniş bir alana ihtiyaç gösteren

12
oyuncular Dağlı'ya çıkabilmek üzere o meydanın üç misli kadar büyüğünü ararlar.
Bergama taraflarında çok oynanır.

Dağlı oyununa en az altı kişi kalkar. Oyundaki çekmeleri idare eden iki "baş"ın
birisi başta, diğeri ortada yer alır. Oyun figürleri 3-5 esasına göre yazılıdır.
Oyuncular bir daire çevirip dururlar

Arpazlı: Arpazlı oyunu yerlisince çok eski olarak bilinir. İlk arpa mahsulünü iyi
ve bol yetiştiren kimse köy halkına bir kır yemeği tertipler ve harman karşısında
bu oyunu oynarmış. Tek ve çift yapıldığı gibi toplu da oynanılabilir. Diğer oyunlara
nispetle hareketleri çevikçedir. Yedi figürü, sekme ve eşmeleri, ayak çaprazları
vardır. Diz çökme ve vurmalarıyla şehir cemiyetlerinde rağbet kazanabilir
mahiyettedir.

1. 4.3.Erkeklerin Oynadığı Oyunlar:

Yund Dağı:İzmir'in Bergama ilçesinin tek kişilik oyunudur.

Üç parmak: Bergama ve çevre köylerinde iki kişinin yürüttüğü bir halk


oyunudur.

Koca Arap zeybeği: Tanınmış zeybek oyunu çeşitlerindendir.

1.4.4.Kızların Oynadığı Oyunlar:

Başlıcaları:Entarisi Mavili, Zahide Molla, Findik Sıdıkam, Al Basma,Ey


Yüceler.(Gazimihal)(Şapelyo, 1988)

1.5.GELENEKSEL KIYAFETLER
İZMİR YÖRESİ KIYAFETLERİ
ERKEK 1- Fes 2- Oya 3- Gömlek (Hakim Yaka) 4- Çuka Camadan 5- Çuka
Sallama 6- Çuka Potur 7- Mushaflık 8- Gümüş Köstek 9- Dolgu Kuşak 10- Horasani
Şal Kuşak 11- Kayış – Kemer 12- Silahlık- Kütüklük 13- Gubur (Tabanca) 14- Kulaklı
Kama 15- Çevre - Yağlık 16- Körüklü Çizme 17- Tozluk
KADIN 1- Paralı Terlik - Takke – Fitoz – Hotoz 2- Keten Kulağı (Başörtüsü) 3- Çeki 4-
Gelin Örtüsü 5- Gümüş Tomoka 6- Zülüflük 7- Alınlık 8- Cepken 9- İç Gömleği - İçlik
10- Üçetek 11- Önlük 12- Arkalık 13- Çılkak, Soy Kemeri 14- Gümüş Kemer 15- Yün
Çorap 16- Edik - Göğebakan (Çizme) 17- Gümüş Mahmuz 1- Terlik 2- Altın - Gümüş
Paralık 3- Yağlık 4- Yedirenk - Krep - Grep 5- Perpere 6- İlmeçel7 - Şalvar - Könçek
8- Göynek - İçlik 9- Üçetek - Saya 10- Çepken - İIbede 11- Kalın Kuşak 12- Kuşak Alp
Bağı 13- Önlük 14- Ayakkabı- Yemeni 15- Kolye (internet 40).

1.6.İLİN TÜRK HALK EDEBİYATI ÜRÜNLERİ

1.6.1 MANİLERİ
13
Bergama’nın dağına

İniverdim bağına

Altın yüzük yaptırdım

Yarimin parmağına

** *** *** *** ** **

İzmir’de Karşıyaka

Yüzümü verdim Hak’ka

Sevdalı gönüllerle

Edilmez böyle şaka

** ** *** **** ****

Banyo yaptım derede

Sordum yarim nerede

Dediler Tirededir

Aklım kaldı Tirede(İNTERNET 41).

1.6.2 EFSANELERİ

1. Kleopatra Güzellik Ilıcası'na dair bir efsane…

Bergama'da yaşanmış bir öykü…Kraliçeleri kıskandıran çoban kızının dillere


destan güzelliğinin gizemi…
Bu çoban kızı önceleri çirkin mi çirkin, sümüklü, pasaklı birisiymiş. Yüzü sivilceli,
burnu çilli, yaralı bereli bir cildi varmış. Öyleyse bu kızı, Mısır kraliçesi ve kainat
güzeli, bütün zamanların en dilber kadını Kleopatra neden kıskanmış? Çünkü bu
çoban kızı koyun güderken çalıların arasında kaybolur, bir pınarın oluşturduğu
gölcükte sıcacık sularda yıkanır, paklanır, çimermiş. Günler günleri kovalarken, çilleri
yok olmuş, cildi ipek gibi, kaşı gözü yerine düşmüş. Ayın ondördü, ırmak saçlı, kara
kaşlı, ela bakışlı, kirpikleri nakışlı güzeller güzeli bir kız olup çıkmış.

14
Çoban kızının güzelliği önce Bergama'da duyulmaya başlamış, Bergama
Kralı'nın kızını güzellikte geçince derhal çoban kızını saraya çağırtmışlar. Kraliçe,
gerçekten ay parçası gibi güzel bir kızla karşılaşınca güzelliğinin sırrını sormuş.
Utangaç çoban kızı, daha da sıkılmış bu sorudan ve "hiç" demiş, ben kuzularımı çok
seviyorum da ondan demiş ama bir türlü kraliçeyi ikna edememiş. Bunun üzerine
kraliçe, çoban kızının ağzından öğrenemediğini onu izleterek çözmek üzere
uğurlamış sarayından. Adamlar gizlice peşine düşmüşler, ne yer, ne içer, ne sürünür,
nerede taranır, nerede yatar, nerede kalkar izlemeye başlamışlar. Şunu özellikle fark
etmişler ki çoban kızı sabah, öğle, akşam kuzularını güttüğü yamacın eteğindeki
çalıların içine giriyor, buhar çıkan sıcak su birikintisinde uzunca zaman kalıyor, iyice
yıkanıp dökünüyor. Hemen koşup çoban kızının güzelliğinin gizemini açıklamışlar.
Kraliçe bunu duyar duymaz buraya çıkıp gelmiş, adamları büyük bir çadır kurmuşlar
ve kraliçe günde üç kez olmak üzere bir hafta bu sularda yıkanmış. İnanamamış, cildi
pırıl pırıl, yüzü gözü ışıl ışıl olmuş. Üstelik sağlık esenlik kazanmış, yanakları al al
olmuş. Saraya dönünce babası kral, kızını tanıyamamış, şaşkın şaşkın bakakalmış.
Sonra buraya ılıca yapılmasını sağlayıp herkesin yararına açmışlar. Adına güzellik
Ilıcası demişler.

Bu olay Mısır Kraliçesi Kleopatra'nın kulağına gitmiş. Güzeller güzeli olduğu


halde hem daha da güzel olmak hem de güzelliğinin kalıcı olmasını sağlamak için
Bergama'ya gelmiş, günlerce ılıcada kalmış. Eskiden de güzelmiş ama buraya gelip
gittikten sonra o kadar güzelleşmiş ki Sezar ve Antonius onun için canlarına
kıymışlar. Kleopatra'nın gelmesinden sonra da ılıcanın adı Kleopatra Güzellik Ilıcası
adını almış.(İNTERNET 43).

2.Kral Tantalos Efsanesi

Eski İzmir'in tarihini ve kültürünü araştıranlarca ilk ele alınan Frigya Kralı
olduğu iddia edilen Tantalos ile ismi etrafındaki söylencelerdir.

M.Ö. 600 yıllarında yaşadığı ileri sürülen Tantalos mitolojiye göre Baştanrı
Zeus ile bir insan dilber Plutonun çocuğu idi.

Söylencelere göre İzmirli olan Kral Tantalos, Symnrna'dan Magnesia' ya


(Manisa) doğru uzanan Spilios dağında Frigya halkı ile birlikte yaşar ve Batı Anadolu'
ya yayılmış devletini yönetirdi.

Baştan başa bağlık-bahçelik olan Spilos dağı aynı zamanda zengin


madenlerin bulunduğu efsanevi bir yerdi. Tantalosun daha sonra Yunanistan' a
giderek Paleppones Yarımadasına ismini verecek ve Olimpiyat oyunlarını kuracak
olan "Pelops" isimli bir oğlu ile Manisa'da ağlayan kaya haline gelecek olan "Niobe"
isimli iki çocuğu vardı.

Ve, Tanrıların sofrasına oturabilen tek insan idi TANTALOS.

15
Tantalos ne yazık ki Olimpos Tanrılarının hışmına uğradı. Anadolu Tanrıçası
Kibele'ye inandığı için Hellen Tanrılarını küçük gören ve onların kudretlerini sınamaya
kalkan Tantalosa verilen ceza, dünyanın her köşesinde TANTALOS İŞKENCESİ
olarak anıldı. ZEUS onu yer altı ülkesinde ebedi açlık ve susuzluğa mahkum etti.

Mitolojiye göre TANTALOS Spilos Dağının bir yarığından atılarak Hadese


gönderildi.

Bu yarık daha sonra göl haline gelerek "TANTALOS GÖLÜ" diye isimlendirildi.

Yamanlar dağındaki KARAGÖL bu göldür.

Hellen efsaneleri ilk çağlardan bu yana kadar Tantalosun kötülüğünü


yaymıştır. Onun tanrılara ait kutsal şarabı çaldığını, tanrısal sırları insanlara ilettiğini
ve en kötüsü oğlu Pelopsu kesip şölen düzenlediğini söylemişlerdir. Anadolulu
Homeros ise, "Odysseia" isimli destanında hemşehrisi Tantalos'un çektiği acıları
çarpıcı bir üslupla anlatmıştır. (İNTERNET 31)

1.6.3HİKAYELERi

Çakıcı Efe Ege Bölgesinde halkın dilinde dilden dile efsaneleşen bir
kahramandır. Osmanlı’nın son zamanlarında devlet iradesinin iyiden iyiye kaybolduğu
yıllarda (1800-1900) halk kendi kahramanlarını, kendi kurtarıcılarını çıkarmıştır.
Kimileri bu boşluktan yararlanarak zalimlikler yapmışlar kimileri de adalet dağıtan
güçlü yürekli halk kahramanı olmuşlar. Bu devirde Ege Bölgesinde’de Efelik çok
meşhurmuş. Çakıcı Efe de İzmir, Denizli, Aydın civarında hüküm sürmüş bir Efe’dir. O
zamanlarda yaşadığı bölgede o kadar güçlenmiş ki Osmanlı ile egemen olduğu bölge
konusunda resmi anlaşma yolları bile aramıştır. Çakıcı çoğu zaman dağlarda, kimi
zamanda halkın yanına inerek zalimi durdurmuş, adalet dağıtmış, zenginden alıp
fakir vermiştir. Bu sebeple halkın gönlünde de taht kurmuştur. Cesur hareketleriyle
halkın gözüne girmiştir. Kimi zamanda düşmanla işbirliği yaptığı söylentisi çıkmışsa
da halk onu hep sevmiş ona yapılan bu türküyle ismi ölümsüzleşmiştir. (İNTERNET
41)

1.6.4 ŞİİRLER

“Ben İzmir’im,

Bir aydınlık kent olup Tanrıça bakışlarından.

Bin İzmir’im,

İyot kokusundan arınmış yüreğim.

Ninnilerini dinlemiş çocukken Tanrıların,

Mitoloji benim mayam.

Üç güzellik buudu bende toplanır;


16
Gök, deniz ve toprak...

Göğüsleri dağlı Amazonlar geçer gözlerimden dört nala

Smyrna daha güzel, daha büyük caddelerimde şimdi...”

Hüseyin Coşkunay(İNTERNET 32)

İTHAF

Sönmüş yanardağlar, kaleler eteğinde

Yüzyıllardır uyuyan şu bizim İzmir

O aşık kadınları, levent erkekleri nerede

Sahilde yaşayıp göçtüler mi kim bilir?

Sır şimdi gözyaşları, saadet dilekleri

Biz gelen yüzyılların hikayesi sır

Eski İzmir diye ne varsa şunun bunun bildiği

Yaşlıların kırık dökük anlattığıdır...

Necati Cumalı(İNTERNET 32)

1.7.İLİN MÜZİK KÜLTÜRÜ

1.7.1 İLİN SÖZLÜ OYUN HAVALARI

1. Abacılar İnişi
2. Alıverin Sandığımı Kürkümü (Cafer Zeybek
3. Asma Mencere
4. Bademli’ye Bir İncecik Kış Oldu (Zeybek)
5. Bergama’nın Hanları (İzzet’in Türküsü)
6. Bir Ateş Ver Cigaramı Yakayım)
7. Cepkenimizden Renk Salmış Bu Dağlar (Gündoğdu Zeybeği)
8. Duvar Üstünde Durdum (Kadın Karşılaması)
9. Elinde Şişe Şaştım Bu İşe
10. Entarisi Mavili (Narlıdere Zeybeği)
11. Gerizler Başından Hoplayamadım (Gerizler Zeybeği)
12. Gökçen Efem İner Gelir inişten
13. İzmir’in Kavakları (Çakıcı Efe)
14. Kalenin Bedenleri (Çakır Ayşe)

17
15. Katırcıoğlu Isparta’ya Vaırsa (Katırcıoğlu Zeybeği)
16. Mavi Kırep Başında
17. Minareda Ezan Var (Kadın Zeybek Oyunu)
18. Muhabbetler Kuruldu
19. Sandık Üstünde Sandık
20. Şu İzmir’den Çekirdeksiz Nar Gelir
21. Üç Kemerin Dibeği (Üç Kemer)
22. Yeşil Giy Yeşil Kuşan

1. 7.2 İLİN SÖZSÜZ OYUN VE SAZ HAVALARI

1. Abdal
2. Al BasmA
3. Arpazlı Zeybeği
4. Aydın Zeybeği
5. Baylan Cemile
6. Bergama Bengisi
7. Bergama Zeybeği
8. Bornova Dağlı
9. Çatal Çamın Dalları
10. Dağcılar
11. Ey Yüceler
12. Fıstık
13. Gökçen Efe
14. Hantuman
15. Harmandalı Zeybeği
16. Hazeli
17. İzmir Kordon Zeybeği
18. Kasnak
19. Kırmızı Buğday
20. Koyundere Zeybeği
21. Menemen Kazak Zeybeği (Kostak Ali
22. Merdivenim Kırk Ayak (Kadın Oyun Havası
23. Oynan Kızlar
24. Ödemiş İki Parmak Zeybeği
25. Sabahın Seher Vakti
26. Sebai
27. Sürmeli
28. Süslü Jandarma
29. Yağcılar Zeybeği
30. Yalabık

18
31. Yün Entari
32. Zaide (Zeybek Havası (Turhan, 2007)

1.7.3 TÜRKÜLER

• Ah bir ateş ver (Erdal güral)


• Alçak yüksek şu tire’nin dağları (sanem ersin)
• Asmalı mencere (koro)
• Bademliye efem (Erdal güral)
• Çekin kıratımı binek taşıma (melek koç)
• Gerizler başı (Erdal güral)
• Harman yeri düz olsa (latif öz)
• İzmir’in içinde (anonim)
• İzmir’in kavakları (latif öz)
• Mendilimin ucuna sakız bağladım (sanem ersin)
• Şu İzmir den çekirdeksiz nar gelir (latif öz)
• Yağcılar zeybeği (Gökhan ekim)
• Yaş pınar köklenir mi (melek koç)

Halk Türküsü - İzmirin Kavakları

İzmirin kavakları
Dökülür yaprakları
Bize de derler çakıcı
Yar fidan boylum
Yıkarız konakları

Selvim senden uzun yok


Yaprağında üzüm yok
Gamalıda zeybek vuruldu
Yar fidan boylum
Çakıcıya sözüm yok

1.7.4 ŞARKILAR

 Ah Ege ah rakı roka (Hurşid yenigün)


 Canım İzmir (Dario moreno)
 İzmir (Haluk levent)
 İzmir (Ege)
 İzmir (Bendeniz)
 İzmir ağlıyor (İlkay akaya)
 İzmir bekler (Yeşim salkım)
 İzmir yanıyor (Ferhat göçer)
19
 İzmir’e gel (Zeki erdem)
 Kalbim Ege de kaldı (Sezen aksu)
 Kordon boyu faytonlar (Ali Kocatepe)

İzmir Ağlıyor

O zamanlar gizlice yollara çıkardık

El ele verirsek dünyayı yıkardık

O yasaklı şehirde martılar kadardık

Kapılar kapanırdı sarılıp ağlardık

Kaç kere yandık kimse bilmiyor

Gemiler gidiyor İzmir ağlıyor

Ozamanlar zamansız mekansız çocuktuk

Büyüdük belkide onları unuttuk

O karanlık şehirde korkular kadardık

Gecenin karasında sevdalı bahardık

Kaç kere yandık kimse bilmiyor

Sevdiğim gidiyor izmir ağlıyor

Kaç kere yandık kimse bilmiyor

Gemiler gidiyor İzmir ağlıyoR İlkay Akaya

1.7.5 MARŞLAR

İzmir marşı

İzmir'in dağlarında çiçekler açar

Altın güneş orda sırmalar saçar

Bozulmuş düşmanlar yel gibi kaçar

Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa

Adın yazılacak mücevher taşa

20
İzmir dağlarına bomba koydular

Türk'ün sancağını öne koydular

Şanlı zaferlerle düşmanı boğdular

Kader böyle imiş ey garip ana

Kanım feda olsun güzel vatana

İzmir'in dağlarında oturdum kaldım

Şehit olanları deftere yazdım

Öksüz yavruları bağrıma bastım

Kader böyle imiş ey garip ana

Kanım feda olsun güzel vatana

Peygamber kucağı şehitler yeri

Çalındı borular haydi ileri

Bozuldu çadırlar kalmayın geri

Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa

Adın yazılacak mücevher taşa

Türk oğluyum ben ölmek isterim

Toprak diken olsa yatağım yerim

Allah'ından utansın dönenler geri

Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa

Adın yazılacak mücevher taşa

1.8.İLİN EVLİYALARI ÖNEMLİ ŞAHSİYETLERİ


Ahmed Eğribozî

Bekr Sıdkı Visâlî

Bergamalı Hacı İbrâhim Efendi (Bergama)

Birgivî (Birgi)

Es'ad Efendi (Menemen)

Es'ad İleri Hoca

21
İzmirli Osman Nûri Efendi(İNTERNET 33)

1.9.HALK BİLGİLERİ

1.Çocuğun Cinsiyetini Tahmin:

1.Gebe kadının karnındaki çocuk yan yatıyorsa yada kadının göğüslerinin ucu pembe
olursa çocuğun kız olacağına,eğer çocuk dik duruyorsa veya kadının göğüs uçları
kara olursa yada göbeğinden aşağıya doğru siyah bir çizgi bulunmakta ise erkek
olacağına inanılır.

2.Gebe kadının sütü sağılıp suyun içine dökülür. Eğer süt suyun dibine çökerse
çocuğun oğlan olacağına inanılır.

3.Gebe kadının haberi olmaksızın bir minderin altına bıçak bir minderin altına da
makas konulur. Kadın altında makas bulunan mindere oturursa kız,bıçak bulunana
oturursa erkek olacağına inanılır.(İNTERNET 41)

1.10. HALK HEKİMLİĞİ


1.Al Bastı: Loğusalık adetlerinden bir de Al Karısı,Al Anası,Al Kızı da denen ve
genellikle kırklı loğusa ve çocuklara yeni gelin ve güveylere,gebelere,yolculara ve
atlara musallat olan al basması ile,cin ve perilerin kötülük etmeleri ile meydana gelen
hastalık kast olunmaktadır.Buna tutulanların yüzleri şişer Al basan kadın loğusalıktan
sonra ürkek ve korkak olur.

Tedavisi: Hastanın yüzüne tatlı sürülür ve Salavat getirerek al bir bez konur.Bu bez
biraz kaldıktan sonra çıkarılarak yakılır.Külü hastanın yüzüne sürülür. Kül konunca
hastanın yüzü oldukça yanar,ama hastalık da geçer.

2.Aydaşlık:Doğumdan itibaren geçen kırk gün zarfında herhangi bir çocuk tek
başına bırakılırsa aydaş olur.Aydaş hastalığı,şeytanın asıl çocuğu alarak yerine bir
çocuk koyması demektir. Bu hastalığa tutulup tutulmadığını anlamak için çocuk bir
ahıra götürülür. Eğer çocuk ahırda ağlamazsa başkalarının göremediği şeytanları
görmüş olduğu anlaşılır. Bu hastalığın diğer adı da Değiştirme dir.

Tedavisi:Çocuk annesi dışında biri tarafından küllüğe bırakılır. Bir kadın 3 defa “Al
çocuğunu,ver çocuğumu” der.(İNTERNET 41)

1.11.İLİN MUTFAĞI
İzmir denince akla sağlıklı, insanı fazla yormayan, hafif yemeklerden oluşan bir
mutfak gelir. Özellikle zeytinyağı İzmir mutfağı’nın baş tacıdır. Sabah kahvaltılarının
vazgeçilmezidir zeytinyağı aynı zamanda. Zeytinyağının yanında çeşit çeşit yabani
otları ve dünyanın yedi harikasından biri sayılan bağları unutmamak gerek… Ve tabii
balık…

22
İzmir mutfağı, Ayvalık gibi Ege mutfağının tipik özelliklerini taşır. İzmir denince
akla ilk gelen Kumru sandviç, buzlu badem ve Kordonboyu’dur. İzmir mutfağına
özelliğini veren yabani ot yemekleri, Ege’nin ot cenneti Tire yöresinde yoğunlaşır. Ot
kavurması, Sarmaşık ve Kuşkonmaz Kavurması diğer ot yemeklerinin yanında göze
çarpanlardan. Bir de ısırgan otundan yapılan Okma var.

İzmir ve yöresinin yemekleri de çeşit açısından son derece zengindir.


Başlıcalarını şöyle sıralayabiliriz.

Tarhana Çorbası: Yaz mevsiminin sonuna doğru un, yoğurt, bol domates, kırmızı
biber, İzmir’e özgü yabani otlar önce kazanlarda pişirilir, daha sonra ekşimeye
bırakılır, kurutulur, el ile ovularak, un haline getirilen tarhanalar, iyice kurutulup, kışa
saklanır.Soğuk kış günlerinde et suyu ile pişirilip, kızarmış ekmekle sıcak sıcak servis
yapılır.Tarhana çok lezzetli, besin değeri yüksek yöresel bir çorbadır.

Keşkek: Özellikle düğün ve bayram yemeği olarak bilinir. Taş dibeklerde döğülerek
kabuğu çıkarılmış yumuşak buğdayın, koyun etiyle büyük kazanlarda ve bol odun
ateşinde iyice pişirilmesiyle oluşan keşkek, düğünlerde misafirlere ikram edilir.Kalaylı
bakır sahanlarda ikram edilen keşkeğin üstüne salçalı ve kırmızı biberli tereyağı
dökmekte adettir.

Zerde: Keşkek gibi özel günlerin yemeğidir. Tatlı olarak sofraya en son getirilir.
Nişasta, pirinç ve şekerden yapılıp, üzerine tarçın ilave edilir.

Sura: Özellikle Kurban Bayramından sonra yapılan bir yemektir. Kurban etinin
kaburga kemiklerinin bulunduğu bölüm kesilerek, büyük et parçası çıkarılır.Kaburga
kemikleriyle et kısmının arası tuz ve baharatla oğulduktan sonra, iç pilavla doldurulur.
Doldurulan kısmın etrafı pişerken pirinçler dağılıp dökülmesin diye yorgan iğnesiyle
dikilir. Kuzu tenceresi denilen büyük bakır tencerede pişirilir. Daha sonra bir tepsiye
alınarak, üzeri salçalı tereyağ ile yağlandıktan sonra, fırına sürülür. Pembeleşinceye
kadar kızartılır.Sıcak olarak servis yapılır.

İzmir Köftesi: Et iyice döğüldükten sonra soğan suyu, tuz , karabiber ve diğer
baharatlar, ekmek içi ve yumurta ile yoğrulur.Köfte şekil verilerek, yağda kızartılır.
Üzerine domates konularak pişirilir. Sıcak servis yapılır.

Papaz Yahnisi: Dana eti doğranarak toprak bir tencereye konur. İçine soğan, sekiz-
on tane bütün sarmısak, tuz, biber, kimyon ve sirke ilave edilir. Hiç su konulmadan
tencerenin kapağı buhar çıkmayacak şekilde sıkıca kapatılarak, pişirilir.

Mücmeri: Kıyma ve soğan yoğrulur.Haşlanmış pirinç ile karıştırılıp, ovulur. Macun


haline gelince yumurta, maydonoz ve tuz ilave edilir. Üstü örtülüp bir süre
dinlendirildikten sonra, yağda kızartılır.

23
Pirinçli Domates Dolması: Domates rendelenir, tereyağında biraz pişirilir. Birkaç
domatese bir çorba kaşığı tereyağ yeterlidir. Et suyunu koyup, kaynattıktan sonra,
içine biraz tuz atıp, pirinç salınır. Fındık büyüklüğündeki köfteler, tepsiye serpilen una
bulanır, daha sonra kaynayan pirinç suyunun içine salınır ve pişirilir.

Kol Böreği: Alt üst böreği hamuru ile olur. İstenildiği kadar beze tutulur. Açılır ikiye
katlanır, peynirli veya kıymalı iç konur. İzmir’de genellikle ıspanaklı yapılır. Ispanak
kavrulursa ağır olur. Temiz yıkanıp, doğranan ıspanaklara ince doğranan bir soğan,
tuz, karabiber karıştırılıp, böreğin içine katılır, rulo şeklinde sarılır. Sonra tepsiye
sıralanıp, kesilir. Üzerine bol zeytinyağı sürülüp, fırına verilir. Pişince üzerine tepsi
kapatılır.

Gerdan Tatlısı: Kurban Bayramlarında özellikle kurban etinden yapılan baharatlı bir
et tatlısıdır. Kurbanın boyun kısmı önce çok az bir tuzla haşlanır. Sonra pişmiş et
lifleri didiklenerek, kemiklerden ayrılır. Üzerine et suyu, şeker, tarçın, karanfil gibi
baharatlar atılarak, ağdalı bir hal alıncaya kadar pişirilir. Pişmeden biraz önce içine
kayısı ve kara erik kurusu ile kavrulmuş badem veya çam fıstığı ilave edilir, yemek
üzerine sıcak olarak yenir.

Radikal Salatası: Yabani bir ot olan radika, İzmir ve çevresinde şifalı bir yiyecek
olarak kabul edilmektedir. Pek çok çeşitleri olan bu ot cinsinin, temizce yıkanmış, bol
su ile haşlanmış, üzerine bol limon ve zeytinyağı ilave edilmiş salatası servis yapılır.

Zeytinyağlı Taze Fasulye: İnce doğranmış bir adet kuru soğan yarım su bardağı
kadar zeytinyağında biraz öldürülür, üzerine ayıklanmış doğranmış taze fasulyeler
ilave edilir, biraz kavrulur, üzerine bolca rendelenmiş domates, tuz, biraz şeker ilave
edilir. Daha sonra yeteri kadar sıcak su ilave edilip, kısık ateşte pişirilir. Tencerede
soğutulup, servis yapılır.

Telkadayıf: Türkiye’nin hemen her yöresinde çok lezzetli yapılan besin değeri çok
yüksek olan telkadayıf İzmir’de de çok sevilen tatlıların başında gelir. Eritilmiş
margarin ve tereyağı karışımı telkadayıflara iyice yedirilir. Yağlanmış tepsiye serilir,
üzerine bolca dövülmüş ceviz dökülür, tekrar yağlanmış kadayıf serpilip, bastırılır.
Orta hararetli fırında pembe renkli pişirilir.Biraz ılıyınca üzerine soğuk şurup
dökülür.Arzu edilirse, üzerine bir parça kaymak koyup, servis yapılır.

Kaymaklı Dondurma: Yazları çok sıcak olan İzmir’de güneş körfezde batarken,
dondurma yemek bir alışkanlıktır. İzmir’ in kaymaklı dondurması nefis lezzetiyle hem
serinlik hem de sıcak nedeniyle gün boyunca vücudun harcadığı enerjiyi geri verir.
Süt, şeker, ve salep bir tencerede pişirilip, kavrularak, soğutulur. Buzdolabının
buzluğunda ve ara sıra karıştırarak, iyice donması sağlanır, fıstıklarla süslenerek,
servis yapılır(İNTERNET 38).

24
1.12.İLİN ADET,GELENEK VE GÖRENEKLERİ
Bir toplumun yaşayış ve alışkanlıkları,dünya görüşleri,giderek;toplumun
kökeni konusunda yapılacak inceleme ve araştırmalarda başvurulacak kaynakların
başında, o toplumun gelenek ve görenekleri gelmektedir. Bunlar,o toplumun geçirdiği
ekonomik ve buna bağlı olarak sosyal evrimi anlamamıza,değerlendirmemize araç
olup,halk kültürünü geçmiş yıllardan günümüze değin iletmektedir.

Büyük şehirlerin diğer il,ilçe,bucak ve köylerden nüfus akınına uğraması


sonucunda,yerel özellikleri yansıtan gelenek ve görenekler yavaş yavaş ortadan
kalkmaktadır. Örneğin,bundan 20 yıl öncesinde İzmir’in eski mahallelerinde kandil
geceleri ateş yakmak ve bu ateşten atlamak günahlardan arınmak anlamına gelirdi.
Mahallenin çocukları evleri dolaşır(ya odun ya para ya kömür ya çıra,vermezseniz
kapınızı sökeriz ha) diye bağırırlar ve akşamları topladıkları bu odun ve kömürleri
yakarlardı. Diğer bir örnek;çocuğun ilk dişinin çıktığı gün yapılan törendir. Çocuğun
önüne ayna,cüzdan,buğday,kalem,kitap gibi şeyler konulurdu. Çocuk bunlardan
hangisini ilk kez alırsa aldığı şeyin niteliğine göre çocuğun geleceği
yorumlanırdı.(İNTERNET 41)

1.12.1 DOĞUM

1.Doğuma hazırlık ve doğum

Doğum yaklaştığı zaman çok süslü bir karyola yada yer yatağı hazırlanır.
Duvara halılar çakılıp üzerleri süslü çevrelerle bezenir. Bir sopaya soğan,sarımsak
dizilir;pembe bir tülle sarılarak loğusa yatağının baş ucuna Kur-an ile birlikte asırlı.
Yatağın altına bıçak konulur.

Çocuk doğar doğmaz evin yaşlıları,babasını yanına varıp “Uğurlu olsun,gözün


aydın” derler. Baba bu müjdeciye bir hediye alır. Doğumunun ertesi günü loğusanın
kocasının avucuna su koyarlar,loğusa kocasının avucundan bu suyu içer. Bu hakkını
helal etme anlamına gelir. Geç doğuranlara Kabe’den gelme ve içinde bir takım
dualar yazılı Şifa Taş’ından da su içiririler. Çocuğun göbeğini kestikleri makas 40 gün
hiç açılmaz. Göbek bir tülbent içine konulur,arasına çörek otu da katılır,sonra bir
dama atılır.(İNTERNET 41)

2.Ad Koyma

Çocuk doğra doğmaz salavat getirerek çocuğun göbek adı konur. 3. gün ile
30. gün arasında,arzu edilen bir gün çocuğun anılacağı ad konur. Ad koyacak kimse
iki rekat nazma kıldıktan sonra çocuğun kulağına ezan okuyup üç defa bağırır ve
böylece adı konmuş olur

3.Loğusa Ziyareti

Loğusaya doğumun ilk haftasında gözün aydın,ikinci haftasında hatır sorma


ziyeretleri yapılır. Ziyaretçilere tarçın kabuğu,tarçın çiçeği,Havlucan gibi
25
baharatlardan yapılan loğusa şerbeti yada lokum sunulur. Bu ziyaretlerde herkes
durumuna uygun bir hediye getirir. Hediyeler loğusa odasının dışına bırakılır. Eğer
getirilen hediye altın ise,biraz oturulduktan sonra çocuğun yastığının üstüne takılır.

4.Çocuk hamamı ve beşik düğünü

Loğusalığın iki devresi vardır. Birisi doğumunun yedinci güne dek,ikincisi


kırklanıncaya kadardır. Birincisine yedi yemeği ikincisine kırk hamamı denir.7. gün
ebe çocuğu yıkar,kundağa sarar. Yedi yemeği verilir. Aynı gün akşamı kına gecesi
yapılır ve loğusa yataktan kalkar.

5.Kırklama

Loğusanın ve çocuğun(kırk basması) tehlikesine karşı kalmamaları için


kırklama yapılır. Beşiğin her iki yanına bulunan yerin ileri gelen kadınlarından
kimseler oturur ve çocuk beşiğin altından karşılıklı olarak birbirlerine 3 kez verip
alırlar.bu şekilde kırklama işlemi bitmiş olur ve çocuk loğusalık yasaklarına uymak
zorunda değildir.

6.Kırk Hamamı

Çocuk kız ise 39. gün,erkek ise 40. gün “Kırk Hamamı yapılır. Bir gün önce
okuyucu kadın bir torba sabun ile loğusanın akraba ve ahbaplarını ziyaret ederek
“Yarın kırk hamamı var buyurun” deyip bir kalıp sabun verir. Ertesi günü hamama
gelenlerin önünde ebe loğusayı ve bebeği yıkar. Bir tasraki suyun içine bir altını 39
yada 40 kere batırıp çıkarır sonra loğusanın başından o suyu döker ve: “iç
kızım,göğsünden akan suyu iç,sütlü olursun” der.

7.Diş Bulguru Töreni

Çocuğun ilk dişini gören kimse çocuğa bir takım elbise alır. İlk dişi çıkan çocuk
için diş bulguru kaynatılıp şekerlenir ve dostlar komşular çağrılır(İNTERNET 41).

1.12.2 SÜNNET

Çocuğa elbise ve ayakkabı alınır,entari dikilir. Çocuğun başlığına ziynet


altınları takılır. Sünnet düğününde gelin düğününde yapılan törenin aynı yapılır,yalnız
çocuk atla gezdirildikten sonra babası,anası çocuğa bir şeyler adamadıkça çocuk
attan indirilmez. Sünnetçinin yanına götürülürken davul zurna ile yanık bir hava
çalınır. Çocuk sünnet edilirken,kimi yerlerde kadınlar avuçlarında oklava döndürürler.
Çocuğun sünnet edildiğini birisi pencereden “selamet” diyerek haber verir,bu sözü bir
tabanca sesi izler. Kesilen etin kabuğu bir tepsi üzerinde herkese gösterilir ve para
toplanır sünnetçiye verilir. Sünnetin yapıldığı gün kimi yerlerde mevlit okutulur,kurban

26
kesilir. Kimi yerlerde sünnet gecesi bir selamet kurbanı kesilmekle
yetinilir.(İNTERNET 41)

1.12.3 EVLENME

1.Kız isteme :

Kız tarafının olumlum bir cevap vermesiyle karsılaştırılan bir günde aksam
yemeğini müteakip oğlan babası akrabalarını oluşan 5-6 kişilik bir grup yanına alarak
kız istemeye giderler. Oğlan tarafını gelmesiyle kız isteme merasimi resmen başlamış
oluyor. Her iki tarafta da anlamlı vakar bir sessizlik hakimdir. Bu atmosferde oğlan ve
kız taraflarının konuşmaması adettendir. Konuşma hakki her iki tarafın yaşlılarınındır.
Önce kız tarafının en yaşlısı ve ileri geleni misafirlere “hos geldiniz, bas göz üstüne
geldiniz.” der. Oğlan tarafının mukabil karşılığından sonra kısa bir süre havadan
sudan konuşulur. Oğlan tarafının yaşlısı laf arasında bir girizgah bulup kız tarafının
en yaşlısına “gelisimizin sebebini açıklar. Allah’ın emri peygamberin kavli ile kızınız A
yı oğlumuz B ye münasip gördük ne buyurursunuz?” der. Kız tarafının en yaşlısı “
kızımız bir candır yolunuza feda olsun.” der. Bu cevap evet anlamındadır. Bu sırada
oğlan tarafından güveye yakın birisi kız tarafının en yaşlısının elini öper. (İNTERNET
41).

2.Söz Kesme:

Söz kesimi dünürcülük yani kız isteme aşamasından sonra gelmektedir.


Dünürcülük yoluyla anlaşan ailelerin, bu anlaşmalarına daha geniş bir çağrılı
huzurunda yine sözle iyice pekiştirmelerine “söz kesimi” ya da “söz kesme”, “kız bitti”
denmektedir. Söz kesiminde başlık ve hediyeler de konuşulur, söze bağlanır. Söz
kesmeye bazı yörelerde küçük nişan adı da verilmektedir. Kızın verilmesi
kesinleştikten sonra oğlan evinden getirilen bir baş örtü ile yüzük kıza takılır. Kızın
başı bağlanmış, sözü kesilmiş, etrafa böylece duyurulmuş olur. Bugün oğlan evinin
getirdiği lokum, bisküvi dağıtılır, şerbet içilir.

3.Nişan :

Söz kesiminden sonra gelen aşama “nişan”dır. Buna büyük nişan adı da
verilmektedir. Nişan töreni genellikle kız evi tarafından düzenlenir. Ancak masraflar
oğlan evine aittir. Nişan öncesinde kız ve birkaç yakını nişan alış verişine götürülür.
Burada kıza ve akrabalarına nişan için giyecek alınır. Kız evi de oğlana ve
yakınlarına giyecek alır. Kıza alınanlar “nişan bohçası” içerisine konularak kız evine
gönderilir. Damada da nişan bohçası hazırlandığı olur(Gökçe, 1978:7;22).

Nişan töreninde oğlan ve kız tarafı davet etmek istedikleri tüm akrabalarını
davet ederler. Geline bu günün anısına nisan elbisesi giydirilir, güvey tarafının
beraberinde getirdiği ziynet eşyalar geline takılır. Nişan bir saatlik süre içinde
tamamlanır.(İNTERNET 41)

4.Düğün :

27
Nişan ve düğün arasında kızın çeyiz hazırlıkları tamamlanır. Annesi, akrabaları
veya kızın kendisi tarafından hazırlanan çeyizler sandıklara konur. Kız çeyizi
düğünden birkaç gün önce kızın arkadaşları tarafından yıkanır, kız evinde sergilenir.
Kimi yörelerde çeyiz kız evinde sergilenmeyip oğlan evine yerleştirilir. Kızın çeyizinin
kız evinden alınıp, oğlan evine götürülmesi sırasında sandık parası verilmesi, çeyiz
alacaklara yemek verilmesi, oğlan evine serildikten sonra çeyiz altında eğlenceler
düzenlenmesi, nazara karşı yapılanlar yörelere göre değişiklik göstermektedir.
Çeyizin alınmasına algı, ayar, çeyiz götürme, çeyiz alma gibi isimler de verilmektedir.
Bazı yörelerde çeyiz gelinle birlikte götürülmektedir.

5.Kına Gecesi :

Kına geceleri ayrı bir önem ve özellik göstermektedir. Evlenecek olan kızın;
ailesi, yakınları ve arkadaşları ile kadın kadına geçireceği bu son gece asıl düğün
günü olarak da bilinen gelin alma gününden bir gün önceye rastlamaktadır.(20)

6.ÇEYİZ ADETİ HAKKINDA GENEL BİLGİLER, YAPILIŞI VE TÜRLERİ

izmir’in bir çok köylerinde kız çocukları çeyiz düzmeye, onunla ilgili bilgileri ve
çeyizin nasıl yapıldığını öğrenmeye eğitim hayatlarını noktaladıkları andan itibaren
(ilköğretim veya lise mezuniyeti) başlarlar. Çocukluklarında bunları öncelikle
annelerinde, daha sonra halalarında, teyzelerinde, babaannelerinde veya komşuları
gibi yakın çevresinde görüp öğrenirler. Evlenme çağına yaklaştıkça çeyizle ilgili
bilgileri birbirlerinden öğrenmeye başlarlar. Çocuklukta öğrenilen bilgiler daha çok
çeyizin olmazsa olmaz şekil ve türlerine ait bilgiler iken iş ciddiye binip evlilik vakti
yaklaşınca farklı çeyiz motifleri aramak genç kızların bütün gününün faaliyeti hâline
gelir. Küçük kızlar ablaları veya komşularından herhangi biri çeyizini hazırlarken
onları dikkatle izler ve çeyizin ne olduğunu, nasıl yapıldığını öğrenmeye çalışır.
Köylerde yaşayan genç kızların şehirde yaşayanlardan farklı olarak tek eğlenceleri
akşamları televizyon izlerken oyalarını yapmak, havlu kenarlarını örmek, yatak
örtülerinin kıyısını işlemektir. Eğer yazın tarla sürülmeyecekse veya hayvan
güdülmeyecekse evde oturup çeyizle uğraşmak genç kızlara tek seçenek olarak kalır.
Akşamları bolca bulunan boş vakitlerinde birbirlerini ziyaret ederek birbirlerinden
çeyiz motifleri öğrenirler. Ayrıca aralarında evlenme hazırlığı içinde olan biri varsa
onun çeyizini tamamlamasına yardım ederler. Doğum günlerinde ve bayramlarda
hediye olarak birbirlerine çeyizlerini tamamlayıcı şeyler alırlar. Anneler kız
çocuklarına olduğu gibi erkek çocuklarına da sünnetlerinde veya daha sonra
evlendikleri zaman gelinlerine vermek üzere çeyiz yaparlar. Sözgelimi sünnet
çocuğu için hazırlanan odada oyalı çemberler, kenarları işlenmiş havlular sergilenir.
Hele annenin kızı yoksa o zaman oğlunun çeyizini bir kızın çeyizi kadar gösterişli
hazırlayabilir. Çeyize konulan kıyafetler için “Gömlek godum görelsin, don godum
donansın” (Gömlek koydum görülesin, don koydum donanasın) sözü söylenir.
Bundan sonra gelen en önemli çeyizlikler çemberler, peşkir oyaları, yer yastıkları,
yolluklar, küçük yastıklar, danteller ve örtülerdir. Bunlar kızın yeteneğini ve
çalışkanlığını gösteren sanatsal yaratmalardır. Kız gelin oluncaya kadar hemen
hemen bütün eşyası alınır. Düğünden bir hafta önce kızın çeyizine ailesinin ve
arkadaşlarının yardımıyla son şekli verilir. Yatak odası hazırlanır, sırça aletleri yani
alet edevatları yıkanır, kırışıklıklar ütülenir, sandıklar düzenlenir. Hazır olan çeyiz,

28
köy kadınlarının görmesi için kız evinin bahçesinde uzunca bir urgan üzerinde
sergilenir.Düğüne kadar kız evi kendisine düşen ev eşyalarını alır. (İNTERNET 37)

ÇEYİZİN SERGİLENDİĞİ TÖRENLER

1. ÇEYİZİN İPE SERİLMESİ

Düğünden bir hafta önce kız evinde çeyizlerin sergilenmesidir. Evin bahçesine
uzunca bir urgan bağlanır. Bunun üzerine kızın işlediği çok özel peşkir oyaları,
havlular, işlemeler, danteller serilir. Köyün kadınları da gelip bunları gezer ve gelinin
maharetine bir not verirler.

2. ÇEYİZ GÜNÜ

Eskiden çeyizler şenlikler eşliğinde götürülür ve oğlan evine yerleştirilirmiş.


Böylece bir kervan yükü havası verilerek çeyizin kutsiyeti ve ağırlığı vurgulanırmış.
Günümüzde ise çeyiz, at ve deve gibi binek hayvanlar yerine modern ulaşım
araçlarıyla oğlan evine taşınmaktadır. Böylece çeyizin taşınması işi de anlamı yitirmiş
ve sıradanlaşmıştır. Gelin oğlan evine girerken kaynana ona altın verir. Eğer oğlan
evinin maddi durumu iyi değilse başka yörelerde “indirmelik” veya “toprak bastı”
olarak da adlandırılan bu altını kaynana veremeyebilir. Bu bir eksiklik, ayıp veya
kusur olarak addedilmez. Günümüzde maddi külfeti olan bu gösterişli törenleri
eskiden yaşandığı gibi yerine getirmek pek mümkün olmamaktadır.

3.YANDAŞI ADETİ

Düğünden önce kız evi ile oğlan evinin hediyeleşmesidir. Bu hediyeleşme bir
sıra gözetilerek gerçekleşir. Öncelikle oğlan evi kız evinin fertlerine kıyafet, ayakkabı
vb. genellikle giyecek türünden hediyeler alır. Çeyizdeki motifler evlenme hazırlığı
içerisinde olan genç kızlar için çok şey ifade etmektedir. Kızın çeyizinde ne kadar çok
motif kullanılırsa çeyizin estetik görüntüsü ve sanatsal değeri o kadar artar; yapan
kişiye ün getirir. Çeyiz motiflerinin bu denli zengin ve doğadan alınmış motiflerden
oluşması yörenin bitki örtüsü ve derelerinin zenginliğiyle yorumlanabilir(İNTERNET
37).

1.12.6 BAYRAMLAR-TÖRENLER-KUTLAMALAR

1.İZMİR’İN KURTULUŞ BAYRAMI

Kurtuluş Savaşı'nın sonlarında Türk ordusunun Yunan işgali altındaki İzmir'e


girmesini belirten tarih terimidir.

26 Ağustos 1922'de başlatılan Büyük Taarruz sonucunda Yunan ordusunu


dağıtan Türk ordusu, peşine düştüğü Yunanlıları kovalayarak 9 Eylül 1922 sabahı
kente girdi ve 3 yılı aşkın süredir işgal altında olan İzmir'i kurtardı. böylece türk
29
ordusu düşmanı yuttan atmş oldu.Sonradan 9 Eylül günü, "İzmir'in kurtuluş bayramı"
ilan edildi.(İNTERNET 36)

1.13.SEYİRLİK OYUNLAR

1.13.1 TİYATRO

TİYATRONUN KÖKENİ

Serüven, av hayvanlarının taklit edilmesiyle başlıyor; bu davranış şimdi bize


basit görünen bir amaç adına, daha çok av sahibi olmak için. Toprağa bağımlı hale
gelince yağmur ve güneşin bereketi için bu çaba sürüyor, toprak yüzü güldürsün diye.
Derken kahramanlar doğuyor. Ardından kahramanlar tanrısallaşmaya ve
çeşitlenmeye başlıyor. Öğretiyi yaygınlaştırmak da Antik Yunan Tiyatrosu’nun
doğuşuna neden oluyor. Doğadan beslenen, gelenekselleşen, insanoğlunun
yaratılarıyla zenginleşen etkili bir anlatım biçimi oluveriyor.

İşte bu yüzden tarihin ilk tiyatro etkinliklerini, doğanın tanrısı Dionysos’a onun
sunduğu üzümün bereketine teşekkür için minnet için hazırlanan şenliklerdir diye
tanımlıyoruz.

Bu şenliklere, Diyonisak adı veriliyordu. Sahnede bir koro yer alıyor,


dithyramboy şarkıları söylüyordu. Her şey M.Ö. 6.yy’da Thespis ‘in, koronun
karşısında, farklı kişilikleri farklı maskelerle temsil eden bir oyuncu olarak yer
almasıyla değişti. Ardından sahnede ikinci bir oyuncu yer aldı. Böylece tragedyalar
doğdu ve Dionysos şenliklerinin bir parçası olarak gelenekselleşti. Bu şenlikler Roma
döneminde de sürdü ve Bakhos ayinleri adını aldı.

Tiyatronun etkileyiciliğinin nedeni dans, müzik ve vücut dili öğelerinin herkesçe


ortak bir dil olması kuşkusuz. İlgiyi uzun zaman kendine sürüklüyor. Tümü söz ile
birlikte yaşamımıza yön veriyor. Dithyramboy da dansı, müziği ve sözü ile Tanrı
Dionysos’a övgüler anlamına geliyor. Bu etkili anlatım biçimi sahne sanatları olarak
kurumsallaşıncaya dek değişerek ve gelişerek her yüzyılın amacına hizmet veriyor.

Daha da etkili olması için harcanan çabalar, tiyatro mimarisinde de biçimsel


arayışlara neden oluyor.

Dünya sahneye taşınıyor ve seyirciler bu dünyanın şahitliğini yapıyor


oturdukları yerde. Öğretilerin aşılanması için öyle etkili bir yol ki, yeni tekniklerin
uygulanabilmesi, yeni mimari çözümlerin mekânı biçimlendirmesi, bu etkinin
artmasına katkı sağlıyor. Bu yüzden, aynı anda on binin üzerinde izleyiciye
sunulabilecek oyunlar için büyük boyutlu tiyatrolar inşa ediliyor.

Erken örnekler M.Ö. 6. ve 5. yüzyıllarda Dionysos Tapınakları yakınında


orkestralarında bir sunak bulunduğu halde yapılıyor ve Dionysos tasvirleriyle
bezeniyor.

30
4.yy’a dek oyunlar, açık havada daire biçimli zemini sıkıştırılmış toprak olan
orkestrada yapılıyor. Seyirciler ise orkestra etrafında bir yamaca dizilmiş olan ahşap
sıralarda oturuyor. Aynı çekirdek düzen Helenistik ve Roma dönemlerinde farklı
çözümlerle daha işlevsel hale geliyor, taştan inşa edilen tiyatrolarla anıtsal boyutlara
ulaşılıyor. Her bir dönemin getirdiği yeniliği, bugün geriye kalan mimari kütlelerinde
gözlemliyoruz. Bunlardan biri de İzmir'de çözümlenmeyi bekliyor.

Kadifekale Akropolü’nün kuzey yamacında yeralan bir tiyatronun varlığını, pek


çok seyyahın ve araştırmacının verdiği bilgilerden ve yüzey çalışmalarından biliyoruz.
Bu gün gecekondular altında gizli.

On altı bin izleyici kapasiteli olduğunu tahmin ettiğimiz antik tiyatro, İzmir
Büyükşehir Belediyesi tarafından gün yüzüne çıkartılıyor.

Kentin tarihi kimliği ile çağdaş insanı buluşturmak evrensel bir sorumluluktur.
Tarihi kimliğinin şahidi eserlerin son derece sınırlı olduğu İzmir kentinde, antik
tiyatronun bilimsel kazı ile ortaya çıkarılması, antik tiyatro genel tipolojisi içerisindeki
yerinin aydınlanması, kentin geçmişindeki sosyo-kültürel yapısına ait yeni bilgilere
ulaşılması demektir. Çevresiyle birlikte arkeoloji ve tarih parkı haline getirilerek kentin
hizmetine sunulacak tiyatro, modern İzmir kentinin İzmirliyi tarihi çevreyle buluşturan
duyarlılığın da yeni bir temsilcisi olacaktır.(İNTERNET 35)

1.14.MİMARİ ÖZELLİKLERİ

1.Bergama Evleri

Bergama’da Türk döneminde yapılmış evlerin hemen hemen çoğunda


Helenistik dönem evlerinin izleri görülmektedir. Bu evler dikdörtgen planlı, sütunlu
avlulu ve dört yönden galerilerle çevrilmiştir. Günümüze gelebilen en eski Bergama
evleri XVIII. yüzyılın sonlarına tarihlendirilmektedir.

Bergama evleri dış sofalı evler, iç sofalı evler olmak üzere iki ayrı grupta mütalaa
edilmektedir. Dış sofalı evler XVIII. yüzyılın ikinci yarısına tarihlendirilmekte olup,
bunlarda iki cepheli direkli olan hayat kısmı bulunmaktadır.

Bergama’da geleneksel Türk evleri arasında Sakız Tipi denilen evler de


bulunmaktadır

2.Bornova Evleri

XIX. yüzyılın sonlarında ve Kurtuluş Savaşı öncesinde İzmir’de yaşayan


yabancı koloniler ve tüccarlar çoğunlukla Buca ve Bornova’da yaşamayı tercih
etmişlerdir. Bu nedenle de bu bölgelerde İngiliz, Fransız ve İtalyan mimarisinin
özelliklerini yansıtan konutlar yapılmıştır. Bunlar İngiliz malikânelerinde olduğu gibi

31
büyük bahçeler içerisindedir. Bahçelerinde de yabancı bahçe mimarisinin özellikleri
görülmektedir.

Oldukça gösterişli dış cephe mimarisine sahip olan bu evin merdivenle çıkılan
ikinci katının girişi dört sütunun taşıdığı üçgen bir alınlıkla bir Yunan mabedini
anımsatmaktadır. Günümüzde Bornova Belediyesi’nce Atatürk Kitaplığı olarak
kullanılmaktadır.

3.Çeşme Evleri

Çeşme evleri deniz kıyısında, Çeşme Kalesi’nin arkasına doğru uzanan


alanda ve denize karşı sıralanmışlardır. Bu evler XIX. yüzyılın başlarından günümüze
kadar gelebilmiş örneklerdir. Evlerin en başta gelen özellikleri ön bahçeleri olmayan
ve bitişik düzende yapılmış olmalarıdır. Bu evlerde kapılar doğrudan doğruya
önlerinden geçen sokağa açılmaktadır. Zemin katta sokağa bakan kepenkli
pencereleri bulunmaktadır. Bazı örneklerde de zemin katlara dükkânlar
yerleştirilmiştir.

Çeşme’nin sıcak bir iklime sahip olmasından ötürü evler dar sokaklar
üzerinde sıralanmış ve böylece sıcağa karşı önlem olarak bu tip bir mimari
uygulanmıştır. Evlerin pek azında yüksek duvarlı, gölgelikli küçük ön bahçeler veya
avlular bulunmaktadır. Bununla beraber bu evlerin tümündeki ortak özellik
arkalarındaki bahçelerdir. Evlerin girişleri ve avlu kapıları yuvarlak kemerlidir. Bazen
de alt kat pencerelerinde yuvarlak kemerler kullanılmıştır.

3.Foça Evleri

Foça’da günümüze gelebilen sivil mimari örnekleri XIX. yüzyılın ikinci yarısına
aittir. Osmanlı döneminden günümüze gelebilen evler deniz kıyısı ile arkasındaki
yamaçlara kadar yayılmıştır. Bunlar bitişik düzende veya tek ev olarak bahçe
içerisinde yapılmış evlerdir. Ayrıca Kule Evler diye tabir edilen evlere de
rastlanmaktadır.

Yöredeki yerleşim toplu durumda veya dağınık olarak yapılmışlardır.


Bazılarının yükseklikleri cephe genişliğinden daha fazla olmasından ötürü de Kule Ev
olarak isimlendirilmişlerdir. Bitişik düzende yapılan evler sokağın iki yanında, karşılıklı
olarak yapılmıştır. Bu tür evlerde ön bahçeler olmadığı gibi yapılar doğrudan doğruya
sokağa açılmaktadırlar. Tek ev olarak isimlendirilen sivil mimari örnekleri ise geniş bir
bahçe ortasında yer almıştır.

4.Şirince Evleri (Selçuk)

Şirince’de günümüze gelebilen yapılar XIX. yüzyıla tarihlendirilmektedir. XX. yüzyılın


ilk yarısında da bunlara yenileri eklenmiştir. Günümüzde yeni yapılanmalar yok
denilecek kadar azdır. Yerleşim topografyaya uygun olarak yamaçlara yayılmıştır.
32
Köyün batısında İstiklâl, doğusunda da İstihlas mahalleleri bulunmaktadır.

Oldukça geniş bir araziye, yamaca yayılan bu tarihi doku dar sokaklar, Arnavut
kaldırımlar ve merdivenlerin çevresinde kurulmuştur. Evler çoğunlukla iki katlı olup,
alt katları moloz taştan, üst katlar da hımış tekniğinde, kâgir olarak yapılmıştır. Dolgu
malzemesi olarak kerpiç ve tuğlaya yer verilmiştir. Evler pencereler ve cumbalarla
dışa yöneliktir. Balkonlar çekmeler üzerine oturtulmuştur. (İNTERNET 39)

1.15.DİL VE ANLATIM

1.15.1 İZMİR ŞİVESİ

İzmir in Ege bölgesinde oluşu nedeniyle bölgenin geneline hakim olan Ege
şivesi yaygın bir biçimde görülmektedir.bu şivenin diğer şehirlerden farklı olarak
birtakım telaffuz ve ve ağız farklılıklarından öte belirli kelimelerin yöreye özgü
adlarına rastlamaktayız.Bunlara örnek vermek gerekirse:

 çekirdek - çiğdem
 sigorta - asfalya
 incir - bardacık
 çamaşır suyu - klorak
 misket,bilye - meşe
 mısır - darı
 poğaça - boyoz
 domates - domat (İNTERNET 39)

1.16.HALK SANATLARI VE ZANAATLARI


Günümüzde tekstil sanayinin güçlü merkezlerinden biri olan İzmir de yakın
döneme kadar dokumacılık başta olmak üzere, geleneksel el sanatlarının önemli bir
yeri vardı. Bergama-Tire-Selçuk yöresindeki Türkmenler dokumacılık, keçecilik ve el
örgüsü gibi el sanatlarını uzun süre yaşatmışlardır.Çit-çember-poşu gibi günlük
giyimdeki örtülerin tahta kalıplarla süslenmesi işi, uzun süre kent yaşamında yer
almıştır. Günümüzde sanayileşmenin etkisiyle ev tezgahları işlevini yitirmeye
başlamıştır.Keçe, urgan üretimi, halı-kilim dokumacılığı çok büyük ölçüde
makineleşmiştir.

1.16.1. CAMCILIK

Anadolu'da camın ilk kez gözboncuğu olarak üretimi İzmir-Görece köyündeki


ustalar tarafından gerçekleştirilmiştir. Anadolu'nun her tarafında temelinde nazar
inancı olan cam boncukları görmek mümkündür.Nazarlık yoluyla canlı veya nesneye
yönelen bakışların dikkatinin başka bir nesneye yöneleceğine inanılır.Bu nedenle
33
nazar boncuğundan yapılan nazarlıklar canlının veya nesnenin görünen bir yerine
takılır.

1.16.2 DOKUMACILIK
Selçuk Yöre dokumacılığının Türklerin bölgeye yerleşmesi ile birlikte
başladığını söyleyebiliriz. Ham maddesi yün, deve kılı ve pamuktur. Kilim, halı, cicim
ve sili, başlıca dokuma ürünleridir. Tüm dokumalarda kırmızı, kahverengi, mavi,
lacivert siyah ve beyaz ve az da olsa yeşil renkler görülmektedir. Boyalar doğal
yollardan sağlanmıştır.Bugüne gelebilen örneklere göre yörede Barutçu, Zeytin köy,
Acarlar ve Havutçulu dokumalarıyla ünlüydü. Eski halı örneklerini ve nasıl
dokunduğunu Selçuk içi ve çevresindeki halı dokuma merkezlerinde görebilirsiniz.

1.16.3 URGANCILIK
Selçuk ilçesinin 42 km ötesindeki Tire'de eski el sanatlarından urgancılık
görülmektedir. Kenevir liflerinden yapılan Tire urganları, sağlamlığı ve aklığıyla
Anadoluda ve balkanlarda tanınmıştır. Urganın en incesine kınnap (sicim) en
kalınlarına urgan veya halat denilmektedir.

1.16.4 NAZAR BONCUĞU YAPIMI


İzmir’in Menderes yakınlarında ve Kemalpaşa ilçesine bağlı Görecede boncuk
yapımı sanatı sürdürülmektedir. Çeşitli boy ve biçimlerde nazar boncukları, ülkenin
her yerine bu yörelerden gitmektedir.

1.16.5 İĞNE OYACILIĞI


İğne oyası, Selçukta çok eski yıllardan günümüze kadar gelen bir Türk el
sanatıdır.Yörede oya yapımında kullanılan ipliği de oyacılar hazırlamaktadır.Kumaş
kenarına yada zincir üzerine motif olarak yapıldığı gibi, motifler birleştirilerek
örtülerde yapılmaktadır. İğne oyası işlemeleri Şirince Köyü'nde görebilir ve satın
alabilirsiniz.

1.16.6 KEÇECİLİK
Dokumacılıktan çok önceye dayanan geçmişiyle, en eski Türk el
sanatlarındandır. Selçuk ilçesinin 42 km ötesindeki Tire ilçesinde yapılan ve dövme
yöntemiyle yünden elde edilen bir kumaş türü olan keçecilik günümüzde giderek
gerilemektedir.

1.16.7 ÇÖMLEKÇİLİK
Menemende çömlekçilik, geçmişi çok eskiye dayanan ve günümüzde de yoğun
bir şekilde sürdürülen geleneksel el sanatlarındandır. Selçuk'ta da modern seramik
ve çini sanatını birebir inceleyebileceğiniz atölyeler mevcuttur.

1.16.8 HALICILIK
Bergama ve çevresinde 15’inci yüzyıla uzanan dokumacılık kültürü, günümüzde de
bir çok köyün geçim kaynağı olarak varlığını sürdürmektedir.

34
Zengin desen ve renk çeşitliliği ile dikkat çeken Bergama Halı ve kilimlerinin
en bilinenleri Yağcıbedir, Kozak ve Kız Bergama Halılarıdır.(İNTERNET 34)

İKİNCİ BÖLÜM

2.MANİSA

2.1.GENEL BİLGİLER

Yüzölçümü: 13.810 km²


Nüfus: 1.154.418 (1990)
İl Trafik No: 45
Batı Anadolu’da Spil Dağı ile Gediz Nehri arasında yer alan Manisa, Ege
Bölgesinin ulaşım bakımından önemli bir noktasında bulunan zirai, ticari ve sanayi
açıdan gelişmiş bir kentimizdir. Tarihi M.Ö. 3000 yıllarına inen ilde Hitit, Fri€g, Lidya,
Makedon, Roma, Bizans, Beylikler ve Osmanlı uygarlıklarına ait izler bulunmaktadır.
Tarih boyunca kültür ve sanatın yoğunlaştığı, ticaret yollarının geçtiği Manisa, kültürel
ve doğal zenginlikleri ile ilgi çekici tatil olanakları sunmaktadır.
(T.C.Turizm Bakanlığı Tanıtma Genel Müdürlüğü Türkiye’nin Turizm Değerleri
1)Manisa ilinin merkezidir. "Şehzadeler Şehri" olarak da bilinir. Kentin nüfusu
281.890, ilin toplam nüfusu 1.319.920'dir. Şifalı Mesir Macunu ve Sultaniye Üzümü
meşhurdur. 14. yüzyıl öncesinde "Magnesia", Roma İmparatorluğu döneminde tam
ismiyle "Magnesia ad Sipylum" olarak anılmıştır. Dünya dillerindeki mıknatıs ve
magnezyum kelimelerinin kökeni Manisa'nın ismidir. İzmir'e yakınlığının da sağladığı
avantajlarla hızla gelişen bir merkezdir.(İNTERNET 10)
2.2.İLÇELER

Manisa ilinin ilçeleri;


• Ahmetli, Kırkağaç,

• Akhisar, Köprübaşı,

35
• Alaşehir, Kula,

• Demirci, Salihli,

• Gölmarmara, Sarıgöl,

• Gördeş, Saruhanlı,

• Selendi, Soma ve Turgutlu’dur(İNTENET 11)

2.3.MANİSA'NIN TARİHÇESİ

Manisa ve yöresinin tarih öncesi ile ilgili pek bilgi yoktur. Salihli Sindel
Köyü'nde bulunan Paleolitik Çağ'a (Yontma Taş Devri) ait fosil ayak izleri yörede
insan topluluklarının yaşadığını kanıtlayan ve yaklaşık 26.000 yıl öncesine tarihlenen
buluntulardır. Kırkağaç Yortan Köyü'nde bulunan mezarlar ise, farklı bir mezar kültürü
olan Tunç Devri'ne aittir. Hermessos ve Kaikos ya da bugünkü adıyla Gediz ve
Bakırçay vadilerinde kurulmuş olan Tantalis (Manisa) ve Thyateira (Akhisar) bölgede
bilinen ilk yerleşimlerdir. Manisa'nın, Yunanistan'ın Teselya Bölgesi'ndeki Pelion Dağı
civarından göç eden Magnetler tarafından kurulduğu tahmin edilmektedir. Bölge M.Ö.
1450-1200 yıllarında Hititlerin etkisinde kalmıştır. Kybele bereket tanrıçası
kabartması yöredeki Hitit varlığın göstermektedir. M.Ö. 1200'lerde ise Lidyalılar
gelmiş ve Kızılırmak'a kadar bütün Batı Anadolu'ya egemen olmuşlardır. Tarihte,
devlet güvencesinde ilk parayı basan Lidya Krallığı'nın başkenti bugünkü Sardes
(Sart) şehriydi. Paktalos (Sart) Çayı'ndan çıkarılan altın madeni ile ünlüydü. Lidya
Krallığı gücü ve zenginliğiyle ünlü son Kral Krezüs'ün adıyla özdeşleşmiştir. Ancak
M.Ö. 546 yılında Persler tarafından yıkılmıştır. İrili ufaklı çok sayıda tümülüsün yer
aldığı Bintepeler Mevkii bu devri simgeleyen eserleri barındırmaktadır.

Bölge; M.Ö. 546 yılından M.Ö. 334 yılına kadar Pers egemenliğinde kalmıştır.
Sardes bu dönemde de önemli bir ticaret merkezidir. M.Ö. 334'de Trakya üzerinden
Anadolu'ya geçen Büyük İskender, Pers ordularını yenerek Suriye'ye doğru ilerlemiş
ve Pers egemenliğine son vermiştir. Büyük İskender'in M.Ö. 323 yılında ölümünden
sonra satraplıkların birbirleriyle mücadelesi M.Ö. 301 yılında İskender
İmparatorluğu'nun sonunu getirmiştir.Bu döneme ait en önemli eser Sardes
Örenyeri'ndeki Artemis Tapınağı'dır. Daha sonra Bölge Bergama Krallığı'nın
egemenliğine girmiştir. Bölgenin önemli kentlerinden Philadelphia'ya (Alaşehir) ismini
dönemin krallarından II. Attalos Philadelphos vermiştir. Bergama Krallığı III. Attalos'un
ölümünden sonra (M.Ö. 133), vasiyeti üzerine Roma İmparatorluğu'nun yönetimine
devredilmiştir. M.S. 17 yılında meydana gelen büyük depremde bölgedeki Magnesia,
Thyateira, Philadelphia ve Sardes gibi bütün yerleşimler büyük ölçüde yıkılmışsa da
İmparator Tiberius'un katkılarıyla yeniden inşa edilmiştir.

Roma döneminde bölgede üretim ve ticaret canlanmış, Gediz ve Bakırçay


vadilerinde mevcut tarımsal ürünlere yeni çeşitler eklenmiştir. M.S. 395 yılında
Teodisius'un imparatorluğu iki oğlu arasında pay etmesiyle Manisa ve çevresi Doğu
Roma yani Bizans İmparatorluğu'nun sınırları içinde kalmıştır. Hıristiyanlığın batıya
doğru yayılmasında, Philadelphia, Sardes ve Thyateira kentlerinin önemli rolü

36
olmuştur. Magnesia da bu dini ilk benimseyen kentlerden olmuş sonra da önemli bir
piskoposluk merkezi haline gelmiştir.

İstanbul 1204 yılında Latinler tarafından işgal edilince imparatorluk merkezi


İznik'e taşınmıştır. İmparator Iannes Ducas Vatatzes'in otuz yılı aşkın bir süre
oturması sebebiyle Magnesia ekonomik, sosyal ve stratejik açıdan Batı Anadolu'nun
en önemli şehirlerinden biri haline gelmiş ve imparatorluk merkezi görevini
üstlenmiştir. İmparator 1255 yılında Manisa'da ölmüş ve buraya gömülmüşse de
mezarının yeri belli değildir. Sardes, Philadelphia, Thyateira ve Magnesia Kalesi
kalıntıları Bizans döneminden kalan kalıntılardır. 1261 yılında İstanbul Latinlerden
geri alınınca Manisa önemini yitirmiştir.

Manisa 1313 yılının 25-26 Ekim'ine tekabül eden Regaip Kandili gecesi Alpagı
oğlu Saruhan Bey komutasındaki askerler tarafından fethedilmiş ve Saruhanoğulları
Beyliği'nin merkezi haline getirilmiştir. 1346 yılında ölen Saruhan Bey'in türbesi şehrin
merkezindedir. Yerine önce oğlu İlyas Bey, onun ölümüyle de İshak Çelebi bey olmuş
ve beyliğin en ihtişamlı dönemlerini yaşatmıştır. Ulu Camii ve Medresesi,
Mevlevihane ve Çukur Hamam gibi birçok eseri İshak Çelebi şehre kazandırmıştır.
Tahminen 1390 yılına doğru vefat etmiş ve kendi yaptırdığı türbesine gömülmüştür.

Manisa 1391 yılında Yıldırım Bayezid tarafından Osmanlı topraklarına katılmış,


ancak Ankara Savaşı sonrası Timur bölgeyi yeniden eski sahiplerine iade etmiştir.
1412 yılında ise Çelebi Mehmed kesin olarak Manisa'yı Osmanlı egemenliği altına
sokmuş ve Saruhan Sancağı adıyla idari bir birim haline getirmiştir. Manisa 1437-
1595 yılları arasında Osmanlı şehzadelerinin saltanat tecrübesi kazandıkları önemli
siyasi merkezlerinden biri haline gelmiştir. Bu dönemde II. Murad, Fatih Sultan
Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim, III. Murad, III. Mehmet ve I. Mustafa gibi
daha sonra Osmanlı tahtına da oturmuş padişahların da içerisinde olduğu 16
şehzade Manisa'da sancakbeyliği yapmışlardır.

Bu dönem zarfında Manisa'da şehzadeler ve maiyyetlerindekiler cami,


medrese, han, hamam, imaret, çeşme, hastane, köprü ve kütüphane gibi birçok vakıf
eserleri yaptırmışlardır. Bunların bir kısmı günümüze kadar ulaşabilmiştir. II. Murad'ın
yaptırmış olduğu başta Saray-ı Amire olmak üzere birçok eser ise zamana yenik
düşmüştür.

16. yüzyıl sonlarına kadar genelde sakin olan Saruhan Sancağı'nda bu tarihten
sonra bütün Anadolu'da olduğu gibi eşkıyalık hareketleri görülmeye başlar. Yaklaşık
iki asır devam eden eşkıya, suhte (medrese öğrencisi) ve sipahilerin yağma ve
talanlarından bölge büyük zarar görmüştür. 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren
bölgeye hakim olan Karaosmanoğulları bu tür hareketleri büyük ölçüde sona
erdirmiştir.

Mondros Mütarekesi'nin 7. maddesine dayanılarak 15 Mayıs 1919' da bölgede


Yunan işgali başlar. İşgal sırasında Manisa Merkezde İstihlâs-ı Vatan, Cemiyet-i
Müderrisîn, Demirci'de Müdafa'a-i Hukûk-u Osmânî, Gördes'de Hareket-i Milliye
Teşkilatı, Kırkağaç'da İstihlâs-ı Vatan, Kula'da Redd-i İlhak, Soma'da Müdafa'a-i
Hukuk ve Turgutlu'da Müdafa'a-i Hukûk-u Osmâni adlı Cemiyetler kurularak Yunan
işgaline karşı mücadeleler verilmiştir. 30 Ağustos 1922'deki Dumlupınar Meydan
Muharebesi'nin zaferle sonuçlanması üzerin Fahreddin Paşa komutasındaki kolordu

37
İzmir'e doğru ilerleyerek Yunan direnişini kırmıştır. İzmir'e doğru kaçan Yunanlılar ve
yerli Rumlar kenti ateşe vermiş, günlerce süren yangında tarihin Manisa'ya
kazandırdığı büyük kültürel mirasın önemli bir kısmı yok olmuştur. Yaklaşık üç yıl
Yunan işgalinde kalan şehir 8 Eylül 1922 tarihinde kurtarılmıştır. 1923'de Saruhan
adıyla vilayet olan şehrin adı, 1927 yılında Manisa olarak değiştirilmiştir(İNTERNET
12).
2.4.MANİSA ANONİM HALK EDEBİYATI

2.4.1. ANLATMALAR

A) Halk hikayeleri

HİKAYE ; Kaynağını gerçek yaşamdan alan,anlatıya sazın - ezginin eşlik ettiği,ses ve


mimiklerin kullanıldığı uzun soluklu anlatım türüdür.Boyutları açısından ikiye ayrılırlar:
1)Efsaneden, masaldan ya da gerçek yaşamdan alınmış,bir tek olay çevresinde
geçen yapısı basit, kısa hikâyelerdir.Türküleriyle birlikte en çok iki saatlik anlatma
süresi vardır.

2)Daha çok kalabalık kişileri,birbiri ardından gelen beklenmedik durumları ve bunun


sonucu olarak da az çok çapraşıklaşan olayları birbirine ekleyerek anlatıya uzun bir
süre sağlayan hikâyeler.Bu hikâyeler 1-7 gece devam edebilir.

HİKAYE ÖRNEKLERİ
Aslan, Kurt ve Tilki
Vaktiyle,bir aslan,bir kurt ve bir tilki arkadaş olmuşlar.Karınları acıktığından ava
çıkmışlar.Av sonunda bir öküz,bir koyun bir de tavşan yakalamışlar. Avlarını bir araya
getirdikten sonra aslan kurda dönerek:

-Şu taksimatı yapta paylarımızı alalım demiş.

Kurt:

-Öküz zaten sizin.Koyun benim,tavşan da tilkinin demiş.Aslan buna çok kızmış,kurda


bir pençe vurduğu gibi onu uçuruma yuvarlamış.Bu sefer tilkiye dönerek:

-Şu taksimatı bir de sen yapta görelim demiş.Kurnaz tilki hemen yanıtını yapıştırmış:

-Öküz sizin akşam yemeğiniz, koyun öğle yemeğiniz,tavşan da sabah


kahvaltınız.Aslan, kıs kıs gülmüş,tilkiye sen bu fikri nerde öğrendin? demiş.

Tilki:

- Uçuruma giden arkadaştan yanıtını vermiş... (İNTERNET 13).

2.4.2. ŞİİRLER

38
A).MANİ:Söyleyeni belli olmayan,genellikle 7'li hece ölçüsüne göre söylenen
dörtlüklerdir.Doğu Anadolu'da mani yerine bayatı sözü de kullanılmaktadır.Uyak
düzeni a -a -b -a şeklindedir.

Mani Örnekleri:
Yüzümde çifte benler,
Hayran oldu görenler
Bilmem nasıl vazgeçe.,
Sana gönül verenler.
Maşrapanın kalayı,
Kızlar çeker halayı,
Allah için söyleyin,
Var mı aşkın kolayı.
Duvağı telli gelin,
Gümüşten elli gelin,
Buğulu gözlerinden
Sevdiğin belli gelin.
Yıldırım vurdu bizi,
Dal gibi kırdı bizi,
Araya girdi düşman,
Dağlar ayırdı bizi.
Kına Gecesinde Söylenen Maniler:

Merdiven indirdiler
Saltana bindirdiler
Kızım seni kahır eline gönderdiler
Ağlar silinir, silinir ağlar.
Merdivenin altı kuyu
Kulaçladım altı suyu
Kız ananın eski huyu
Ağlar silinir, silinir ağlar.
Odlarda yeri kalan
Menciliste yeri kalan
Sofralarda eli kalan
Ağlar silinir, silinir ağlar. (İNTERNET 13)
B).NİNNİ:Çocuğun uyumasının sağlanması ya da ağlamasının durması
için,sade bir dille ve hece ölçüsüne göre ezgili olarak söylenen ürünlerdir.Söyleyeni
belli olmayan bu ürünler dörtlüklerden ve nakarat bölümlerinden oluşur.
Ninni Örnekleri:
Huu huu
Dervişler
Hak yoluna gitmişler

39
Hak yolunda bir pınar
Ne soğulur ne diner
Bunu içen dervişler
Murada ermişler
Bir gelini almışlar
Kürklerine sarmışlar
Öpüyüp kokuyum derken
Devrik dingile kalmışlar (İNTERNET 13)

2.4.3.KALIPLAŞMIŞ SÖZLER

A).ATASÖZÜ:Atalarımızdan günümüze kadar ulaşan,belirli bir yargı


içeren,söyleyeni belli olmayan düz konuşma içinde kullanılan sözlerdir.

Atasözü Örnekleri:
-Acıkan yanağından,susayan dudağından belli olur.
-Ah alan onmaz,ah yerde kalmaz.
-Ak köpeğe koyun diye sarılma.
-Akıl yiğide sermayedir.
-Al malın iyisini çekme kaygısını.

-Bal yiyen baldan bıkar.


-Bebeler birbirinden huy kapar,ayranlarına su katar.
-Besle kargayı oysun gözünü.
-Dert saklayanda kalır.
-Devden büyük dert var.
-Dişi kuş yapar yuvayı, içini dışını sıvayı sıvayı.
-Dost kazandost;düşman anadan da doğar.
-Düşmanı karıncaysa,sen fil olur.
-Mum dibine karanlık.
-Sen işlersen mal işler,insan böyle genişler.
-Tasa doyurur,acı acıktırır.
-Üzerine laf düşmedikçe konuşma.
-Vakitsiz açılan gül çabuk solar(İNTERNET 13).

B)BİLMECE:Doğa olayları ile insan, hayvan ve bitki gibi canlıları, eşyaları, dinî
konu ve motifleri kapalı bir şekilde soran çağrışımlarla bulunmasını amaç
edinen kalıplaşmış sözlerdir. Bu sözlerin karşılıkları tartışılmadan kabul
edilmiştir.

Bilmece Örnekleri:
Ala bakar mora bakar
Oturmuş bakla satar
Baklanın okkası kaça dedim
Çıldır çıldır yüzüme bakar
(KURBAĞA)

40
Bir acaib nesne gördüm
Alem bilir ismini
Başını sürter kendini öldürür cismini
(KİBRİT)(İNTERNET 13)
C)DEYİŞ
Halk arasında kullanılan deyişlerden bazıları da şunlardır:
- Ekici ol bilici olma.
- Sofrada elini, mecliste dilini sakla.
- Taş taşı, söz taşıma.
- Deli ile devletli bildiğini işler.
- Gömleğinin deliğine bakmaz, poyraza karşı gider
- Kısmeti kesilen köpek, kurban bayramında uykuya yatar.
- Tarlanın taşlısı, kadının saçlısı, erkeğin yaşlısı vefalı olur.
- Kocasından sonra kalkan karıdan, hazirandan sonra (İNTERNET 13)

2.5 GELENEK VE GÖRENEKLER

2.5.1Doğum Gelenekleri :Dünyaya gelen her çocuk sadece anne babanın


değil aynı zamanda akrabaları, komşuları, soyu ve sopu da sevindirmektedir.
Çünkü her doğum ailenin akrabaların soyun,sopun sayısını artırmaktadır.
Sayının artması ise ; gücün dayanışmanın artması bakımından önem
taşımaktadır.Özellikle küçük topluluklarda ve etnik gruplarda aileler
nüfuslarının çokluğu oranında kendilerini güçlü ve dayanıklı
hissetmektedirler.Yaygın olan “çocuk ailede ocağı tutturur” sözü de toplumun
bu konudaki değer yargısını ve aileye bakış açısını ortaya koymaktadır. Diğer
bir boyutuyla incelendiğinde ise; doğum kadına duyulan saygınlığı artırdığı gibi
, onun aile,akraba ve grup içerisindeki yerini de sağlamlaştırmaktadır. Baba ise
evlat sahibi olarak geleceğe güvenle bakmakta, aynı zamanda da akrabaları ve
yakınları arasında saygınlık kazanmaktadır. Çünkü çocuğu olmayan kadın
yakınları tarafından ne kadar küçümsenirse, erkek de aynı şekilde çevresinden
gelen baskının erkek yerine konulmamanın toplumsal ve ruhsal ezikliğini
duymaktadır.

Anaya benlik ve bütünlük, babaya güven, akrabaya,soya, sopa da güç


kazandıran ve yaşamın başlangıcı olan doğum olayı gerek söz konusu çiftin gerek
yakınları tarafından büyük önem taşımaktadır.Doğum ve onun kendi evresi
içerisindeki evrelerine de bir takım geçiş töreleri ve törenleri eşlik etmektedir.
Yaşamın başlangıcı olan doğum en önemli geçiş dönemlerinden olup; gelenek,
görenek.Adet ve inanmalar hamile kadını ve çevresindekileri daha doğum
öncesinden hatta çocuk sahibi olma isteğinden başlayarak birtakım adetlere uymaya
bu adetlerin gerektirdiği işlemleri yerine getirmeye zorlamıştır.
Böylece doğum annenin hamile kalma isteğinden başlayarak, yüzlerce adetin,
inanmanın, dinsel ve büyüsel özlü işlemin hücumuna uğrayarak adeta onlar
tarafından yönetilmektedir.
2.5.1.1DOĞUM ÖNCESİ

41
Doğum öncesi gelenek görenek, adet ve inanmalara yönelik uygulamalar;
kısırlığı giderme, hamile kalma, aşerme, hamilelik, çocuğun cinsiyetini anlama,
hamilelik esnasında hamile kadının kaçındığı davranışlar etrafından
yoğunlaşmaktadır.
Kısırlığı giderme, Gebe Kalma
Toplumumuzda geçmişte çocuk sahibi olunamadığı durumlarda kusur
çoğunlukla kadında aranmakta, uygulama ve pratiklerin büyük çoğunluğu üzerinde
yoğunlaşmaktaydı.
Bu uygulamaları geçmişte genel olarak;
1)Dinsel büyüsel nitelikli pratikler,
2)Halk hekimliği kapsamına giren pratikler,
3)Tıbbı sağaltma alanına giren yöntemler oluşturmaktadır.
Günümüzde ise çocuk sahibi olunamadığı durumlarda kadın ve erkek aynı
derecede sorumlu tutulmakta ve birlikte tedavi görmektedirler. Günümüzde de zaman
zaman geleneksel tedavi yöntemlerine baş vurulmasına rağmen modern tıp
yöntemleri hem kırsal kesimde hem de kent ortamında daha ön plana geçmiştir.
A.Aşerme
Hamile kadın halk deyimiyle “aş erme” aşamasına gelince bazı şeyleri
yapmakta, özellikle belirli nesnelere bakmaktan,yiyecekleri yemekten kaçınmakta ya
da tersine bazı şeyleri yemeye özen göstermektedir.Bu türden davranışlar fizyolojik
olarak kadının bünyesindeki kimi maddelerin eksikliğini gidermek amacıyla yenilmesi
gerekli görülmektedir.
Aşeren kadın genellikle acı,ekşi ve baharatlı şeyleri yemekten kaçınmaya
zorlanmaktadır.Bu tutum Anadolu’da çok olan “Ye ekşiyi, doğur Ayşe’yi”
tekerlemesiyle de ifade edilmektedir.Buna karşılık olarak da aşerirken tatlı
yiyeceklerden yemek oğlan çocuğunun ön belirtisi olarak yorumlanmakta,bu durum
da halk arasında;“Ye tatlıyı,doğur atlıyı” tekerlemesiyle anlatılmaktadır.
B.Hamilelik
Kadın gerek hamileliği gerekse lohusalığı süresince çevresince bir çeşit hasta
kabul edilmekte ve buna göre işlem görmektedir. Bir başka deyişle hamile kadının
bağlı bulunduğu grup ya da cemaatin kültürel değerleri kadını hasta kategorisine
sokarak ona hasta gözüyle bakmakta ve kadından bu değerlere uygun beklentilere
göre hareket etmesini ve rolünü üstlenmesini istemektedir.
Anadolu’da hamile kadına; yüklü, iki canlı, gebe, ağır ayak, koynu dolu, boğru
dolu, guzlacı vb. adlarla tanımlanmaktadır.
C.Çocuğun Cinsiyeti
Hamilelik döneminin en önemli konularından birisini de doğacak çocuğun
cinsiyetiyle ilgili yapılan yorumlar oluşturmaktadır.
Anadolu’da konuyla ilgili olarak;
42
1)Kadının fiziksel görünümüne bakılarak,
2)Kadının yediklerine bakılarak,
3)Kadının davranışlarına bakılarak,
4)Çocuğun ana karnında oynama süresine bakarak,
5)Sancının geliş biçimi dikkate alınarak çeşitli yorumlar yapılmaktadır.
Günümüzde ise; çocuğun cinsiyetiyle ilgili geleneksel yorumlardan daha yoğun
olarak modern tıp yöntemlerine başvurulduğu gözlenmektedir.
Hamile kadının kaçınmaları ve yapması uygun görülen bazı davranışlar;
Kadının hamile kaldığı andan itibaren; çocuğu annenin tüm davranışlarından
etkileneceği bilimsel olarak kanıtlanmış olup; bu konuyla ilgili olarak Anadolu’nun
geleneksel kesiminde çok yaygın olan inanış sistemi günümüzde de geçerliliğini
korumaktadır.
Bu inanış sistemi; hamile kadını bir takım davranışları yapmaya ve
yapmamaya zorlamaktadır.
Yapmaması gereken davranışlara hamile kadın,hamileliği süresince;
a)Ayıya,maymuna,deveye bakmaz
b)Balık,tavşan,paça,kelle yemez,sakız çiğnemez
c)Cenazeye gitmez,cesede bakmaz
d)Gizli saklı bir şeyi alıp yemez.
Gibi davranış biçimlerini örnek olarak verebiliriz.Yukarıdaki sayılanların dışında
birtakım uygulamalar da vardır ki bunlar da aynı çıkış noktasından kaynaklanan
olumlu istekle yüklü olan davranış biçimleridir.Hamile kadından yapması istenilen
davranışlara ise;
a)Aya gökyüzüne bakar
b)Güzel kimselere bakar
c)Gül koklar
d)Ayva, elma, yeşil erik, üzüm yer gibi örnekler verilebilir.
2.5.1.2 DOĞUM SIRASI
Anadolu’nun kırsal kesimlerinde geçmişte doğumlar köy ebelerinin
yardımlarıyla köylerde evlerde yaptırılmakta doğum esnasında yapılan uygulamaların
büyük çoğunluğu doğumun kolay olmasına yönelik uygulama ve pratikler
oluşturmaktaydı.
Bu uygulamalara örnek olarak;
1)Kadının saç bağlarının çözülmesi,

43
2)Kilitli kapıların, sandıkların, pencerelerin açılması,
3)Kuşlara yem serpilmesi,
4)Kolay doğum yapan kadının, doğum yapacak olan kadının sırtını
sıvazlaması,
5) Silah atılması,
6)Kadının sırta alınıp silkelenmesi,
7)Kadının yüksek bir yerden atlatılması,
8)Kadının bir bezin içerisine konarak sallanması verile bilinir.
Günümüzde ise doğumlar hastanelerde yaptırılmakta,hastanelerin uzak
olduğu dağ köylerinde ise diplomalı ebelerin yardımlarıyla yaptırılmaktadır.
2.5.1.3 DOĞUM SONRASI
Doğum sonrası uygulamalar;
1)Çocuğun göbeği ve eşi,
2)Loğusalık,
3)Al karası inanışı,
4)Kırk basması inanışı,
5)Kırklama işlemi etrafında kümelenmiş durumdadır.
A.Çocuğun Göbeği ve Eşi
Hamile kadının yediği içtiği şeylerin, baktığı kişi, hayvanların ve nesnelerin
çocuğu etkileyeceği tasarımı ve inancı varsa, çocukla göbeği ve eşi arasında da aynı
inanç söz konusudur.Bu nedenle çocuğun geleceğini, ilerdeki işini ve geleceğini
etkileyeceği inancıyla göbek gelişigüzel atılmaz.Bu uygulamaya örnek olarak göbek;
1)Cami duvarına, cami avlusuna gömülür.(Dinci olsun diye)
2)Okulun duvarına, bahçesine atılır.(Okusun diye)
3)Ahıra gömülür.(Hayvan sever olsun diye)
4)Suya atılır.(Kısmetini dışarıda arasın diye) verile bilinir.
Çocuğun sonu,arkadaşı,eşi,yoldaşı gibi adlarla tanımlanır.Çocuğun sonuna
çocuktan bir parça hatta çocuğun kendisi gözüyle bakıldığı için doğumdan sonra
genellikle temiz bir beze sarılarak,temiz bir yere gömülmektedir.
Günümüzde doğumlar hastanelerde gerçekleştiği için eşle ilgili geleneksel
uygulamalar tamamen yok olmuş durumdadır. Göbekle ilgili adet ve inanmalar
günümüzde de yaygınlığını sürdürmektedir.
B.Loğusalık

44
Anadolu’da yeni doğum yapmış ve henüz yataktan kalkmamış
kadına;loğusa,lohsa,emzikli,loğsa,nevse,kırklı gibi adlar verilmektedir.Doğumdan
sonra kadının yatakta kalma süresi; kadının fizyolojik durumuna, doğumun güç ya da
kolay olmasına,iklime,çevre koşullarına,ailenin ekonomik durumuna ve gelinin
sevilme durumuna bağlıdır.
Loğusalık süresi içerisinde kadının çeşitli doğa üstü güçlerin etkisinde olduğu
Anadolu’da yaygın bir inanıştır.Geleneksel kesimde sıkça kullanılan “kırklı kadının
kırk gün mezarı açık olur söylencesi” bu inanışı desteklemektedir.

C.Al Karısı İnanışı


Loğusa ve kırklı çocuklara sataştığı ve kimi zaman da onları öldürdüğü tasarımlanan
alkarısı; al, cazı, cadı, al anası, al kızı, al karası, koncoloz, goncoloz, kara koncoloz
gibi adlarla tanımlanmaktadır.
Anadolu’da ahır, samanlık, değirmen, terkedilmiş virane yerlerde, su kuyusu, su
kaynakları ve loğusa kadın ve kırklı çocuğun yalnız olduğu yerlerde bulunduğuna
inanılan al karısından korunmak için halk birtakım uygulamalara baş vurmaktadır.
Bu uygulamalara örnek olarak;
- Loğusa ve kırklı çocuğun bulunduğu yere süpürge, Kuran-ı Kerim, soğan, sarımsak,
nazarlık asılması,
- Loğusa veya kırklı çocuğun yastığının altına iğne veya çuvaldız sokulması,
- Loğusa ve kırklı çocuğun yastığının altına kama, orak, bıçak vb. gibi kesici aletlerin
konulması
- Loğusa ve kırklı çocuğun bulunduğu yere ekmek ufağı ve su konulması verilebilir.
Al karısına ilişkin uygulamalar geçmişteki uygulamalara göre daha az olmasına
rağmen günümüzde de devam etmektedir.

D.Kırk Basması İnanışı


Anadolu halkı loğusayla kırklı çocuğun doğumdan sonraki kırk gün içerisindeki
hastalıklarına ve ileriki aylardaki gelişim eksikliğine; kırk basması, kırk düşmesi, kırk
karışması, loğusa basması, aydaş gibi adlar vermektedir.
Kırk günlük dönem içerisinde loğusa ve kırklı çocuğa birtakım canlı ve
nesnelerin zarar vereceği inancı yaygındır. Kırk baskınlığını önlemek için yapılan
pratik ve uygulamalar oldukça yaygındır.
Kırk baskınlığını önlemek için;
- Anne ve çocuk kırk gün dışarı çıkarılmaz,
- Loğusa kadın ve kırklı çocukların birbirleriyle karşılaştırılmamasına dikkat edilir,
Anadolu’da çocuğa kırk basması çocuğun gelişmemesi ve zayıflamasıyla
ilişkilendirilmekteydi.Kırk baskınlığını giderme yolunda da dinsel,büyüsel birtakım

45
pratik ve uygulamalara baş vurulmaktaydı.Günümüzde artık bu türden uygulamalar
yok denecek kadar azdır.
E.Kırklama
Loğusa ve kırklı çocuğa kırk basmaması için loğusanın ve çocuğun serbeste
çıkması için; kırk gün içerisinde genellikle kadın ve çocuğun yıkanması biçiminde
yapılan uygulamaya “kırklama” adı verilmektedir.Yaygın olarak kullanılan “kırklama”
tanımlanmasının dışında bu olaya halk arasında; “kır dökme”, “kırk çıkarma” vb. adlar
da tanımlanmaktadır.
Anadolu’da kırklama işlemi en yaygın olarak kırkıncı gün yapılmaktadır.Bu
süre yörelere göre farklılık göstermekte; 7., 20., 30., 37., 39., 41. günlerde de
kırklama yapılmaktadır.Bu işlem yörelere göre şekilde bazı farklılıklar gösteriyor
olmasına karşın içerikte aynı amaca yönelik bir uygulamadır.Doğumla ilgili adet ve
uygulamalar içerisinde kırklama işlemini geçmişte olduğu gibi günümüzde de
değişmez bir kural olarak geçerliliğini sürdürmektedir(İNTERNET 13).
2.5.2 SÜNNET GELENEĞİ
Çocukla ilgili geleneksel işlemlerden en önemlilerinden biriside sünnet
geleneğidir. Dinsel ve töresel işlemler içerisinde en katısı ve en yaygın olanı sünnet
geleneğidir. Hiçbir anne ve baba bu köklü geleneğin dışında kalmak istemez.
Geleneğinin yaptırımı bu konuda bir karşı koyuşa meydan vermeyecek kadar
güçlüdür. Sünnet sözcüğü Arapça kökenlidir ve ilk anlamıyla “işlek yol” demektir.
Daha geniş anlamda ise;Tanrı’nın yolunu ya da insanın adet durumuna soktuğu iyi ya
da kötü davranışı anlatmaktadır. İslam dininde peygamberin yaptığı uyguladığı ya da
yapmayı uygulamayı öğrettiği şeylere uymaya “sünnet” denmektedir. Toplumun bu
konudaki hoşgörüsü ve bağışlaması yok denecek kadar azdır.
Dolayısıyla belli nedenlerle sünnetleri gecikmiş delikanlılar bunun tedirginliğini
yaşamaktadırlar.Yaşı gelip geçtiği halde sünnet olmayan kişilere aşağılayıcı ve
kınayıcı tutum ve davranışlar oldukça yaygındır.Bu konuda köklü bir geleneğin
yaptırım gücü yoğun bir biçimde geçmişte olduğu gibi günümüzde de
işlemektedir.Sünnet geleneği genel olarak;
1)Sünnet çocuğunun yaşı ve sünnet zamanı
2)Tören ya da düğün hazırlığı
3)Çocuğun hazırlanması

4)Sünnet işlemi ve sünnetçi


5)Hediye-armağan gibi alt konu başlıkları içerisinde incelenmektedir.
Sünnet Çocuğunun Yaşı Ve Sünnet Zamanı
Sünnet çocuğunun yaşı ve töreninin mevsimi konusunda kesin bir kural
yoktur.Çocuklar çoğunlukla okul çağına yakın veya ilkokul yıllarında ergenlik çağına
girmeden sünnet edilmektedirler. Ancak son zamanlar da büyük kentlerde kimi anne
babalar çocuklarını doğumdan hemen sonra hastanede sünnet ettirmektedirler. Bu
çok erken sünnetten amaç çocuğa bilinçli olarak acı çekmesini ve korkmasını

46
önlemektir .Bu türden erken sünnet uygulamalarına geleneksel kesimde
rastlanmamaktadır.
Sünnet toplumsal yapı içerisinde bir çok işlevi üstlenmenin yanı sıra; görkemli
bir sünnet töreniyle aile hem üyesi bulunduğu grup içerisindeki saygınlığını artırır
hem de çocuğunun mürüvvetini görür. Anadolu’da çocuğun
bakımı,sünneti,evlendirilmesi anne babanın boynuna borçtur.
Yoksul ya da öksüz çocukların sünnetini varlıklı kimseler veya akrabalar kendi
çocuklarıyla birlikte yaptırmaktadırlar . Bu görevi kimi grupların yardım derneklerinin
de üstlendiği görülmektedir.
Sünnet zamanı ve mevsimi olarak da en çok ilkbahar, yaz ve sonbahar mevsimi
seçilmektedir: Günümüzde özellikle kentlerde sünnet düğünü ya da töreni için
Cumartesi ve Pazar günleri seçilmektedir.Geçmişte Cuma günlerinin tatil olması ve
Cuma gününün uğurlu sayılması nedeniyle sünnetler daha çok Perşembe günleri
yapılmaktaydı.
2.5.2.1TÖREN YA DA DÜĞÜN HAZIRLIĞI
Aile çocuklarının yaşı ve ekonomik durumuna göre çocuklarını sünnet ettireceği
zamanı yaklaşık iki ay önceden belirleyerek hazırlıklara başlar. Aile düğün gününü
belirledikten sonra bir hafta on gün öncesinden konuklara haber verir.Bu duyuru;
1)Okuyucu elçi göndererek

2)Davetiye bastırarak dağıtılmak üzere iki biçimde yapılmaktadır. Geleneksel


kesimlerde düğüne fazla kişi çağrılmasına özen gösterilmektedir.

2.5.2.2 ÇOCUĞUN HAZIRLANMASI


Çocuk törenden birkaç gün öncesinden hazırlanmaya başlanır. Aslında çocuk
çok daha önceden psikolojik olarak hem sünnet olma sevincine hem de korkusuna
girmektedir. Geleneksel eğitimle anne ve babalar çocuklarını bu önemli geçiş
pratiğine aylar öncesinden hazırlamaya başlamaktadır.
Sünnet giysisi tören hazırlıklarının en önemli bölümünü
oluşturmaktadır.Şehirlerde varlıklı aileler,çocuklarını mücevherlerle süslemekte,kent
merkezlerinde ön tarafında “Maşallah” işlemeli açık mavi bir başlık geleneğin en
yaygın giyim öğesini oluşturmaktadır.Köylerde ise sünnet çocukları yeni elbiseler
giymekte; boyun ve omuzlara çevre ve yağlık asılmakta,şapkanın arkasından ise
gelin teli sarkıtılmaktadır.
Sünnet çocukları sünnetten birkaç gün önce veya aynı gün
ata,arabaya,otomobile bindirilerek dolaştırılmakta bu geziye mahallenin öteki
çocukları da katılmaktadır böylece çocuğun sünnet edileceği bu gezintiyle de halka
duyurulmaktadır.
2.5.2.3SÜNNET İŞLEMİ VE SÜNNETÇİ
Sünnet işlemi cinsel organın uç kısmındaki derinin çepeçevre kesilmesinden
ibarettir.Çocuk varsa kirvesinin kucağına yoksa bir yakınının kucağına oturtularak
47
bacaklarının iki yana açılması sağlanmakta,kucağına oturduğu kişi çocuğun kollarını
sıkı sıkı tutmaktadır.Bu sırada çocuğa korkmaması için yüreklendirici, erkekliği
vurgulayıcı sözler söylenmektedir. Kesilmeden önce ve kesilme sırasında; “Allahu
ekber Allahu ekber” denilerek tekbir getirilmekte, ayrıca “oldu da bitti maşallah” diye
çok bilinen ve yaygın olarak bilinen tekerleme de söylenmektedir.
Sünnet yani kesme işlemini yerine getirenin genel adı sünnetçidir. Bununla beraber;
Orta Anadolu ve Doğu Anadolu tarafında sünnetçiye “abdal” ya da “kızılbaş abdal”
denmektedir. Günümüzde ise bu işi sağlık memurları yapmaktadır, bunların kent
kesimindekileri kendilerini “fenni sünnetçi” olarak tanımlamaktadırlar.
2.5.2.4 HEDİYE - ARMAĞAN
Tören karakteri taşıyan bu önemi geçiş dönemi pratiği çeşitli hediyelerle
süslenmektedir. Bu hediyeler altın, para, giyecek ve ev eşyalarından oluşmaktadır.
Günümüzde sünnet hediyesi uygulaması devam etmektedir.
Kirvelik; yörelere göre "kirve","kivra","kivre" isimleriyle de
tanımlanmaktadır.Kirvelik,kısaca birbirine ekonomik ve sosyal olarak eş konumda
bulunan iki ailenin, ailelerden birinin sünnet töreni masraflarını karşılamasıyla oluşan
bir sanal akrabalık kurumu olarak tanımlanabilir.Kirve, sanal akrabalık kurulacak olan
ailenin erkek çocuğunu sünnet esnasında kucağına alarak çocuğun acı çekmemesi
için destekte bulunacak ve aynı zamanda törenin ekonomik giderlerine kısmen de
olsa katkıda bulunacak olan kişidir.Kirvelik kurumu aracılığıyla nasıl çocuklarını
birbiriyle evlendiren kimseler bir hısımlık ilişkisi içerisinde iseler, birbiriyle kirvelik
ilişkisi içerisine giren ailelerde kalıcı bir dostluk ilişkisi kurarlar.Daha çok Doğu,
Güney, Güneydoğu Anadolu illerimizde yaygın olan Kirvelik kurumunun çıkış noktası
hakkında elimizde yeterli bilgi bulunmamaktadır .Kirvelik kurumu genel olarak
aşağıdaki işlevleri yerine getirmesi bakımından geçmişte daha yaygın olmasına
karşın günümüzde de halen geçerliliğini sürdürmektedir.
Kirvelik;
- Var olan ilişkileri pekiştirmesi
- Ailelerin sosyal ilişkiler ağını genişletmesi
- Sosyal sigorta mekanizması görmesi
- Farklı dil, din ve etnik gruplardaki aileleri birleştirmesi
- Bir yöreye dışardan gelen kişilerin bu yöreye uyumunu kolaylaştırması
- Dayanışma ve gücün artmasıyla önemli bir pazarlık gücü kazandırması gibi işlevleri
üstleniyor olması bakımından önemli bir toplumsal kurumdur.
Kirvelik yoluyla kurulan ilişki ölene kadar devam eder. Kirve çocukları arasında
evlenme yasağı vardır. Bu yasak kirveler arasındaki ilişkinin daha serbest dolayısıyla
da daha güçlü ve kalıcı olmasını sağlamaktadır.(İNTERNET 13)
2.5.3 EVLENME GELENEKLERİ
Yaşamın temel dönüm noktalarından biri olan evlenme, hem kadın ve erkeğin
yaşamını birleştirmesi açısından bireysel; hem de aile ve akrabalık bağlarının
kurulması açısından toplumsal bir olgudur. Özellikle küçük köy topluluklarında düğün,
48
köyün tamamını içine alan bir faaliyet olması nedeniyle bir “bayram” anlamı kazanır.
Evliliğin aşamaları sırasında yapılan törenlerin bazıları yeme-içme, eğlence havası
içinde geçerken, bazıları “ağıt” görünümündedir. Evliliğin tümünü içine alan töre ve
törenlerin sergilendiği aşamalar şöyle sıralanabilir:
2.5.3.1 Düğün öncesi

1)Görücülük, dünürcülük,kız isteme


2.a)Söz kesme
b)Şerbet
c)Nişan
4)Düğün okuntusu
5)Çeyizin gitmesi ve sergilenmesi
6)Gelin hamamı
2.5.3.2Düğün
1)Kına gecesi
a)Kız kınası
b)Oğlan kınası
2)Gelin alma
3)Nikah
4)Gerdek
5)Gerdek ertesi
2.5.3.3 Düğün sonrası uygulamaları
Evlilik kararının verilmesinden sonra yapılacak ilk iş damat adayı için eş
seçimidir. Özellikle geleneksel kesimde eş seçimi öncelikle erkeğin anne-babasının
öncülüğünde yapılırdı.Son zamanlarda bu durumun yavaş yavaş değişmeye
başladığı görülmektedir.Gençler ya doğrudan kendileri tanımak suretiyle evleneceği
kişileri seçmekte ya da hep birlikte karar verilerek uygun eş seçilmektedir.
Görücü usulü olarak literatüre geçmiş olan evlilik türünde önce erkeğin annesi
ve aileye yakın kadınlar kız tarafına giderek kızı görürler. Kız beğenildikten sonra
damada gösterilir ,o da beğenirse kızın istenmesine karar verilir.
Kız evine gidilerek kızın babasından istenmesine dünürlük, dünürlüğe gitme,
elçiliğe gitme gibi isimler verilir. Ailenin ileri gelen kadınları ve erkekleri daha önce
belirlenmiş olan hayırlı bir günde (genellikle Perşembe ve Pazar günleri uğurlu gün
sayılır) kızı Allah’ın emri peygamberin kavliyle ailesinden istemek üzere giderler.
Ancak kız evi biraz da naz evi olması nedeniyle ilk istemede kız verilmez. Birkaç defa
daha kız istendikten sonra, kız evi yeterince düşündükten sonra olumlu cevabı oğlan

49
tarafına bildirir.Böylece karar verildiği için söz kesilmiş olur. Tarafların isteğine göre
bazen aynı gün gelin damada nişan yüzükleri de takılır,bazen de ayrıca
düzenlenecek nişan töreninde bu işlem gerçekleştirilir.Söz kesildikten yaygın bir
gelenek olarak arada tatlılığı sağlamak dileğiyle şerbet içilir.Şerbetin içilmesi artık
kızın kesin verildiği ve evlilik kararının kesinleştiği anlamına gelir.Ayrıca söz kesme
sırasında aileler nişan ve düğün tarihleri, alınacak eşyalar ya da başlık parası miktarı
gibi konuşmalar da yaparlar.
Her iki taraf da hazırlıklarını tamamladıktan sonra kız evinde daha çok
kadınların katılımıyla nişan töreni yapılır. Erkek tarafı gelin için alınan takıları takar ve
diğer hediyeleri verir;karşılığında kız tarafı da hediyeler verir.Nişan töreni isteğe bağlı
olarak yemekli de olabilir. Eğlencelerle bu mutlu olay aynı zamanda kutlanmış olur.
Nişan,hem evliliğe atılan bir adım,hem de her iki taraf için bir tanışma ve uyum,düğün
için kararlaştırılan sürenin başlangıcı anlamlarına gelmektedir.Eğer taraflar arasında
herhangi bir anlaşmazlık ortaya çıkarsa nişan bozulabilir.Ancak bu, hiçbir zaman
tercih edilen bir durum değildir. Bundan sonra düğün aşaması gelmektedir.Öncelikle
çevredeki insanların düğüne çağrılması gerekmektedir.Düğüne çağrı aşamasında
son zamanlarda daha az uygulanan bir gelenek de köyde bulunan kişilere “okuntu”
dağıtmaktır.Okuntu için bir anlamda düğün davetiyesidir demek mümkündür.Bunun
için uygun bir kişi görevlendirilir ve bu kişi köyü dolaşarak okuntuyu dağıtır.Okuntu,
daha önceden hazırlanmış bir parça kumaş,bir mendil,bir yazma gibi hediyeler
olabileceği gibi, şeker, börek gibi yiyecek türünden şeyler de olabilir.Bunlar düğün
okuntusu olarak dağıtılırken misafirler düğüne davet edilmiş olur.
Masallarda her ne kadar kırk gün kırk gece süren düğünlerden söz edilse de,
Anadolu’da düğünler genellikle üç gün sürmektedir .Son zamanlarda ise yalnız hafta
sonları olan iki günlük düğünler hem ekonomik hem de sosyal açıdan tercih
edilmektedir.Evlenme olayının temelini teşkil eden düğün de iki ana bölümden
oluşmaktadır:

a)Kına gecesi
b)Gelin alma
Düğünden bir gün önce kız evinde ve oğlan evinde yapılan törene kına gecesi
denir. Kına gecesi her iki tarafta da yapılabilir, ama yoğun olarak ve daha detaylı bir
biçimde kız evinde kadınlar arasında yapılır.
Kına gecesinin yapılacağı gün erken bir saatte erkek evinin çatısına bayrak
asılır. Bayrak, özel olarak seçilen bayraktar tarafından, kalabalık grubun da eşliğiyle
eğlencelerle toplu olarak asılır . Bazı yerlerde bu eğlence sırasında “bayrak ekmeği”
denilen yemek orada bulunanlara ikram edilir. Bayrağın asılması düğünün
başladığının resmen ilan edilmesi demektir.
Kına gecesinin olduğu gün ya da birkaç gün öncesinde gelinin çeyizleri kız
evinden alınır, oğlan evine getirilerek gelinin odası hazırlanır. Gelinin çeyizleri bazen
düğünden birkaç gün önce kız evinde, bazen de düğün ve sonrasında oğlan evinde
sergilenerek misafirlere gösterilir. Çeyiz kız evinden alınırken bir kişinin sandığın
üstüne oturarak bahşiş istemesi oldukça yaygın olarak rastlanan geleneklerdendir.
Kına gecesinin olduğu gün aynı zamanda günün erken bir saatinde erkek tarafından
bir grup kadın,o gece yakılacak kınayı, gelinin giysilerini ve misafirlere ikram edilecek
yiyecekleri eğlencelerle kız evine götürürler.
50
Kına gecesinde kız evinde toplanan kadınlar bir süre eğlendikten sonra, açıklı
türküler söyleyerek gelini ağlatmaya çalışırlar. Daha önceden suyla yoğrulan kına bir
tepsi içerisinde etrafına mumlar dizili şekilde ortaya getirilir.Bazı yerlerde önce geline
kına yakıldıktan sonra misafirlere de kına dağıtılır;bazı yerlerde de o sırada orada
bulunanlara kına dağıtıldıktan sonra herkes gittikten sonra geline kına yakılır. İsteğe
bağlı olarak gelinin ellerine,ayaklarına ve saçına da kına yakıldığı olur. Genellikle
kınanın yoğrulması, dağıtımı ve geline kına yakılması işlerinde “başı bütün” olarak
adlandırılan mutlu evlilik sürdüren bir kadının görevlendirilmesine dikkat edilir. Gelinin
bir eline kadın,bir eline de genç kız kınayı koyar.Kına yakılmadan önce gelinin avuç
içine bozuk para ya da altın konur.
Kına gecesinin ertesi günü hem gelin alma günü hem de esas düğün
günüdür.Her iki tarafta da konuklara yemek ikram edilir, genellikle davul-zurna
eşliğinde eğlenceler yapılır.Gelin alma günü erken saatlerde oğlan evinde damat
tıraşı, güvey giydirme gibi adlar alan törenler yapılır.Kız evinde de gelinin
hazırlanması söz konusudur. Bunun için köylerde her zaman bütün düğünlerde görev
alan, genellikle düğün yemeğini de hazırlayan aşçı kadınlar görevlendirilir. O gün
oğlan tarafından konuklar toplanarak kız evine gelin almaya gelirler. Gelin evden
çıkarken erkek kardeşi ya da amcası tarafından beline gayret kemeri de denen
kırmızı kuşak bağlanır. Gelin ailesiyle vedalaştıktan sonra hayır dualarla,bazen
ilahilerle bazen de davul-zurna eşliğinde eğlencelerle evden çıkarılır.Gelin evden
ayrılırken geride kalan bekar arkadaşları da evlenebilsin diye birtakım şeyler
yapar.Örneğin, henüz bitmemiş bir çorabı sökerek evden çıkar ki,diğer kızlar da
çorap söküğü gibi evlenebilsinler...Gelin baba evinden çıkarken olsun oğlan evinin
kapısından girerken olsun evliliğin yolunda gitmesi,çiftin mutlu olmasını sağlamak için
birtakım dinsel-büyüsel işlemler yapılmaktadır.Örneğin, gelin evden çıkarken
arkasından ayna tutularak aydınlık bir hayatının olması isteği ifade edilir.Aynı şekilde
oğlan evinin kapısından girerken kapının eşiğine ve tavanına yağ, bal gibi şeyler
sürdürülerek gelinin yeni evindeki kişilerle iyi geçinmesi sağlanmaya çalışılır.Gelinin
başından şeker, bozuk para, kuruyemiş gibi şeyler atılarak bolluk-bereket getirmesi
dileği ifade edilir.
Düğün olduğu akşam, erkek tarafında kalmış az sayıda misafire yemek verilir
ve gelinle damadın imam nikahı kıyılır. Önceleri resmi nikah düğünden sonra
herhangi bir tarihte yapılabilirken, son zamanlarda düğün öncesinde resmi nikahın
mutlaka yapılmış olmasına özen gösterilmektedir. Genellikle düğün alışverişi için
taraflar bira araya geldiklerinde resmi nikah da yapılmaktadır. İmam nikahı kıyılıp
dualar okunduktan sonra gelinle damat kendi odalarında bir araya gelirler. Bu sırada
gelinle damadın uyumlu bir biçimde birlikte olabilmelerini sağlamak amacıyla da
birtakım dinsel büyüsel işlemlere başvurulur.Örneğin, odanın kapısına bir bıçak
saplamak,kapı önünde bir kilidi açmak vb.Bunun dışında orada bulunan kişilerin
ellerini ve kollarını bağlamamaları istenir.Daha önceden kız tarafından o gece
yenmek üzere özel olarak hazırlanmış ve gelinin sandığına konmuş olan yiyecekler
ve başka şeylerin de bulunduğu yemek tepsisi odaya bırakılır.Bazı yerlerde tepsiye
tek kaşık,tek çatal,tek bardak konarak gelinle damadın bunları ortaklaşa kullanmaları
sağlanır.Böylece birbirlerine daha çabuk ısınacaklarına inanılır. Bu aşamada gelinin
masum ve temiz olduğunun simgesi olan çarşafa bakma adeti gündeme gelir.
Düğünde görevli olan yenge ya da aşçı kadın tarafından gelinin durumu öğrenilerek
ailelere bildirilir. Bazen de gelinin bakire çıkmaması durumunda baba evine
gönderilmesi söz konusudur.Düğünün ertesi günü duvak günü,yüz açımı,baş
bağlama gibi adlar altında birtakım eğlenceler düzenlenir.Bu eğlence daha sade bir
51
biçimde yalnız kadınlar arasında yapılır.Önceleri duvak günü eğlenceleri sırasında
gelin çeşmeye götürülerek su getirmesi sağlanırmış. Gelin hamur yoğurup börekler
yaparmış.Böylece eve bolluk bereket gelir inancı varmış.Ancak bunlar artık
unutulmuş geleneklerdir. Duvak günü eğlenceleri de pek çok yerde
yapılmamaktadır.(İNTERNET 13)
2.5.4ASKERLİK-GURBETLİK
Toplumumuzda gelenekselleşmiş köklü bir geçmişe sahip olan askerlik kutsal
bir görev olarak değerlendirilir.Asker olmak onurlu ve erdemli bir insan olmayla
özdeşleştirilir.Özellikle kırsal kesimde askerliğini yapmayan kişiler hoş
karşılanmaz,sözleri dikkate alınmaz.
Topluma bu denli önem verilen bu görevin başlangıcında ve bitişinde diğer
geçiş dönemlerinde olduğu gibi çeşitli törenler yapılmaktadır. Uğurlama ve karşılama
törenleri bölgesel farklılıklar göstermektedir.
Yurdumuzun her yöresinde yaygın olarak yapılan uygulamalardan biri,
pusulası (askere çağrı mektubu) gelen gençlerin akrabaları ve arkadaşları tarafından
sırayla yemeğe davet edilmelidir.Bu yemek yalnızca asker adayına verildiği gibi,
ailesiyle birlikte ağırlandığı da olmaktadır. Yemek sırası ve sonrasında eğlenceler
yapılması da yaygın bir uygulamadır.Kars'ta askere gidecek kişi köy ve şehirdeki
akrabalarını ziyaret edip,"Allahaısmarladık" demekle bu ziyaretler sırasında kendisine
harçlık ve yolluk olarak hazırlanan çöreklerden verilmektedir.
Silifkenin Kırtıl köyünde ise askere gidileceği günün akşamı, askere gidecek
olanlar,kız ve erkek arkadaşlarını eve davet eder,geç saatlere kadar eğlenirler,mengi
oynanır.Askerlerin ceplerine uğur parası denilen harçlıklar konulur.Ankara
-Kızılcahamam -Verimli köyünde yaşlı erkekler ve kadınlar "Uğur parası" adı verilen
parayı verirken "Benim için nöbet tut,buna karşılık" diyerek gencin gönlünü
almaktadırlar.
Seydişehir'de uğurlama töreninde kadınlar hazırladıkları çöreği üçe bölerler.Bir
parçası kurda kuşa yem olsun diye suya atılır. Bir parçası delikanlının gömleğine
sarılarak sandıkta saklanır. Bir parçası da yemesi için delikanlının yolluğuna
konur.Her izine geldiğinde gömleğe sarılı parçadan bir bölümü koparılarak gence
yedirilir.Asker uğurlamasından sonra kadınlar bir pınarın başında toplanarak yemek
yerler.Yemek yerken tahta kaşık kullanılmaz,tahta kaşık kullanılırsa delikanlıların
askerde çok dayak yiyeceğine inanılır.
Eskişehir -Seyitgazi -Şükranlı köyünde askere gidecek genç nişanlı ise nişanlı
evinin odununu gitmeden önce asker adayına kestirirler, zorluklara alışsın
diye.Yaşamının bir bölümü ile ilgili bu denli zengin uğurlama törenlerinin yanında,
karşılama törenleri de zengin uygulamalara sahne olmaktadır.
Silifkenin -Kırtıl köyünde asker terhis olduktan sonra kına alıp getirir.Köye
geldiği günün akşamı kendisine hoşgeldine gelenlere hazırlanan kınadan
yakılır."Asker kınası" adı verilen bu kınanın yakılması uğurlu sayılır.
Askerlikle ilgili konulardan birisini de askerde yoğun özlem ve hasret
duygularıyla yazılan asker mektupları oluşturur. Asker mektupları genellikle selamla
başlayıp, durum anlatıldıktan sonra bir mani ile biter. Mektuplarda bütün akraba ve
tanıdıklara selam söylenir.İletişim araçların yaygın olmadığı dönemlerde tek iletişim
52
yolu olan mektuplarda,evli olan askerin baba evinde olan eşine duygularını açıkça
ifade edememesi,mektubun başka kişilerce de okunacağı düşüncesi ile kimi zaman
şifre içerikli maniler yazdığı da görülür.
Yürü mektubum yürü
Haberini al da gel
Bir iken iki olduk
Üç olduk mu sor da gel
Diyerek, manide çocuğu olup olmadığı üstü kapalı bir biçimde sorduğu
gibi.Durum bildiren bu tür mektuplar dışında bir de mizahi asker mektupları vardır ki
bu tür mektuplar daha çok arkadaşlar arasında yazılmaktadır.Askerliğin bitip eve
dönülmesinde de büyük bir coşku yaşanır, eğlenceler düzenlenir. Akrabaları ve
arkadaşları 10-15 gün ziyaretine gider ve bu sürede evde misafir gibi ağırlanıp, iş
yaptırılmaz. Bazı yörelerde bu ziyaretler sırasında gence hediyeler verildiği de olur.
Ölüme yol açacağı düşünülen olaylar karşısında da kaçınma yoluna
gidilir.Bunlar arasında vakitsiz öten horozun kesilmesi;kötüye yorulan rüya
görüldüğünde hayır olsun diye evde hazırlanan ya da hazır alınan yiyeceklerden
fakirlere verilmesi,rüyanın akan suya anlatılması;cenaze götürülürken hamile
kadınların ve küçük çocukların uyuyorlarsa kaldırılması;cenaze olan evde su
kaplarının boşaltılması,cenazenin götürülmesiyle birlikte evin süpürülmesi;yıkama
suyunun kaynatıldığı kazanın ters çevrilmesi vb. uygulamalar yer alır. (İNTERNET
13)
2.5.5 ÖLÜMLE İLGİLİ ADET VE İNANIŞLAR
Ölüm sırasında kişinin rahat can vermesi sağlanmaya çalışılır.Bunun için
öleceği anlaşılan kişinin başının altındaki yastık alınır,ağzına su verilir,yanında
yüksek sesle ağlanmaz,uzaktaki yakınları çağrılır.Gelememişlerse üzerine onlara ait
eşyalardan ya da fotoğraflardan konur, din görevlisi çağrılır ya da bilenler Kuran-ı
Kerim okur.
Ölümün gerçekleşmesiyle birlikte cenaze / mevta genellikle öldüğü yerden,
rahat döşeği adlandırılan ve yere hazırlanan yatağa alınır. Çenesi ve ayakları (iki
başparmağından) bağlanır.Eğer gece ölmüşse ve uzaktan gelecek bir yakını varsa
bekletilir. Bekletme süresi genellikle 14-15 saati (akşam ölmüşse ertesi gün öğleye
kadar,sabah ölmüşse ikindiye kadardır) geçmez. Cenaze bekletilirken üzerine
şişmemesi için bir demir parçası konur. Cenaze bekletilirken yalnız bırakılmaz.Ölüm
haberi iletişim araçlarından yararlanarak camiden okunan sela vasıtasıyla çevreye
duyurulur. Bundan sonraki süreçte cenazenin öbür dünyaya yolculuğunu
kolaylaştıracağı düşünülen işlemlere girişilir.Bu uygulamalar aynı zamanda ölümün
getirebileceği kötü etkilerden geride kalanları korumaya yöneliktir.
Ölenin öte dünyaya gönderilişine ilişkin ilk hazırlıklar cenazenin belli kurallar
dahilinde yıkanması ve kefenlenmesiyle başlar. Kadın cenazeyi kadınlar, erkek
cenazeyi erkekler yıkar.Yıkayıcılar bu işin kurallarını bilen ve tecrübeli olan kişilerdir.
Yıkama köylerde evlerin içinde ya da bahçesinde teneşir tahtasının üzerinde yapılır
ve yıkamanın yapıldığı yere fazla kişi alınmaz. Yıkama işlemi bitince bazı yörelerde
yakınları, cenazenin üzerine bir tas su dökerek helalleşirler.Yıkama büyük kentlerde
mezarlık gusülhanelerinde yapılır.Kefen olarak kullanılan bezin rengi beyazdır.Kadın
kefeni erkek kefenine göre daha fazla parçadan oluşur.Kadın cenaze kefenlenirken

53
genellikle kefenin içine kına (yıkama öncesinde bekletilirken de eline kına
yakılabilir),çörekotu,gülsuyu,zemzem vb. dökülür.Cenaze bekletilirken ya da
kefenlerken kötü koku olmasın gerekçesiyle tütsü yapılabilmektedir.Kefenlenen
cenaze tabut ya da sal içine konarak cenaze namazının kılınacağı yere
götürülür.Cenaze namazı mezarlıkta ya da camide kılınır.Cenaze namazına
genellikle kadınlar katılamaz.
Cenaze namazının ardından tabut, gömüleceği mezara götürülür.Mezar, tabut
getirilmeden önce hazırlanır.Genellikle kadın mezarı erkek mezarına göre daha derin
kazılır.Bir çok uygarlığa mekanlık eden Anadolu’da Arkeolojik kazılar sonucu değişik
gömme şekillerine rastlanılmıştır. Küp içinde, sanduka içinde,lahit içinde üst üste
katlardan oluşan bölmeler içine yatırılmış halde, höyük ve tümülüs içinde,
mumyalanmış olarak vb.Günümüzde ise yaygın olanı;mezarın düz bir şekilde
kazılması ya da içine ayrı bir oygu (leht, sapıtma vb.) açılarak cenazenin oraya
yatırılması şeklindedir. Oygu, ağaç parçalarıyla, kerpiçle, tuğlayla ya da briketle
örülür sonrasında üzerine toprak atılır. Cenaze mezara genellikle tabutsuz konur.
Gömülme işleminin tamamlanmasıyla birlikte din görevlisi ya da bilen bir kişi
tarafından cenazeye öbür dünyada yardımcı olacağı inancıyla telkin verilir. Mezarın
üzerinin yapılması için toprağın çökmesi beklenir. Bu süre genellikle bir yıl
sonrasıdır(İNTERNET 13).
Ölü Arkasından Yapılanlar
• Erene Gitmek:

Ölü çıkan eve komşuları,uzak yakın akrabaları,tarafından erene gidilir. Erene gitme
yemekle olur. Yemek hazırlanarak akşam ölü evine gidilir. Gitme işi iki hafta içinde
yapılır. Ölü evi bir haftanın sonunda ölünün ağzının açmasını yapar.
• Ağız açma:

Undan yağda katmer veya bişi yapılır. Erene gelenlere ve komşulara dağıtılır. Bir kaç
sofralıkta eve erkek çağrılır. Evde bişi ve tatlı yedirilir. Kur’an Okutulur.
• Hayır Yapma:

Ölen kişi için yemekli hayır yapılır. Yemekten komşulara dağıtılır. Eve misafir çağrılır.
Misafirlere yemekten yedirilir.
• 52.Gece:

Ölünün ölümünün 52. gecesinde akşam camide mevlit okutturulur lokum dağıtılır.

• Hayır Pilavı yapma:

Evde arzulanan bir işin olması için,yada kaza geçirmemek için horoz veya başka bir
hayvan kesilerek pilava katılarak pişirilir. Nohutlu pilav şeklinde misafirlere dağıtılır.
• Hacı Uğurlama Töreni

Hacıya gitmek isteyen müslümanlar bütün hazırlıklarını yaptıktan sonra gitmesine


yakın hayır yemeği yapar bütün akraba ,dost ve hemşerilerini bu hayıra davet

54
eder.Hac yolculuğu sırasında başta ilçe müftüsü olmak üzere bütün ilçe halık hacıları
törenle ve dualarla uğurlanır.Uğurlama sırasında herkes hacca gidenlerden kabeye
vardıklarında yaptıkları dualar arasına kendilerine katmaları yönünde istekte
bulunurlar(İNTERNET 5).
2.5.6 BATIL İNANÇLAR

• Üzerlik tütetmek:

Güzel bir çocuk başkaları tarafından sevilince ağlamaya başlarsa bu çocuğa nazar
değdiğine inanılır. Bir soba küreği üzerine üzerlik konur. Önceden kurutulan üzerlik
otundan közün üzerine konur. Ayrıca çocuğu sevecek kişiden de bez parçası alınır.
Bez ve üzerlik yanmaya başlayınca çıkan duman nazar değen
kimseye,bebeğe,hayvanlara kokutulur. Hapşırtan bu kokunun nazara iyi geldiğine
inanılır.
• Aydeş aşı pişirmek:

Çok zayıf gelişmemiş çocukların şeytanın değiştirdiğine inanılır. Üç yolun birleştiği


yerde bir tencere içine konulup pişirilir. Yani şeytanla değiştirilir. Yoldan geçen
tencerenin altına çırpı koyarlar. Aşağıdakilerden pişince kadın çocuğu alır. Arkasına
bakmadan çocuğu başka bir yoldan eve götürür.
• Hançer Çevirmek:

Başı,beli,sırtı ağrıyan kişi hançerciye gider üzerine kırmızı bir bez örtülülür. Bezin
üzerinden elinden bıçağı durmadan gezdirir. Hançerci içinden dualar okur. Bu iş için
para ödenir.
• Türbeye Bağlanma:

Çocuğu olmayan kadınlar,mezarlıktaki türbeye giderler. Orada namaz kılar ve dua


ederler. Bir bezi yatıra,dedeye veya türbeye bağlarlar. Böylece çocuklarının olacağına
inanırlar.
• Köstek Kesme:

Yeni yürümeye başlayan bir çocuk,yürüyüşü beğenilen ve iyi yürüyen huyu güzel olan
birisine benzemesi için bu kişiye,çocuğun iki ayağı renkli iple bağlanır. Bu bağ
yürüyüşü ve davranışı beğenilen kişiye kestirilmesidir.
• Parpılanmak:

Rüyasında kedi,köpek,ısıran bir kişi parpı yapan kişiye gider. Bu kişi okur. Bir parça
odun kömürü inceltir.,tuz ile suya katılır. Biraz da ekmek üzerine ekilir. Ekmek yenir.
Su da içilir. Bu arada parpıcı da okumaya devam eder. Bu iş için para da
ödenir(İNTERNET 14).

2.6 GELENEKSEL GİYSİLER


Manisa yöresi geleneksel giysileri çevre koşulları, sosyal ve ekonomik durum
gibi etkenlerle farklılıklar göstermektedir. Son yıllarda ulaşım ve iletişimin hızla
55
gelişmesi nedeniyle yöresel özellik gösteren giysiler, yerini çağdaş giysilere bırakmış,
geleneksel giysiler daha ziyade belirli gün veya törenlerde giyilir olmuştur.
*Kadın Giysileri : Baş kuşamı olarak günlük giysilerde iki oyalı yazma
kullanılır.Kenarları pul, boncuk ya da bitkisel öğelerle (karanfil, buğday sapı vb)
oyalanmış birinci yazma üçgen yapılarak başa örtülür, uçları çene altından dolanıp,
ensede ya da tepede bağlanır. Başka bir yazma ise rulo yapılarak üçgen kısmı öne
gelecek şekilde alna bağlanır.Özel günlerde ise başa örtünün üzerine tepelik, alna
mançın ya da gümüş alınlık, yanağın iki yanına da uçlarında tozaklar sallanan kemik
ya da çitlenbik ağaçından yapılmış yanaklık takılır. Nişanlı kızlar ve yeni gelinler en
üste birde al bez bağlar. Al bez kare formundadır ve üçgen şeklinde ikiye katlanarak
oyalı yazma gibi ensede bağlanır. Üzeri tamamen pullarla işlenebileceği gibi, sadece
üçgenin üste gelen kısmının işlendiği de olur. Kenarlarına püskül, pul veya
boncuklardan oya yapılır.
Beden giyiminde en alta pamuklu dokumadan yapılan iç gömlek giyilir.
Genellikle kol ve yaka kenarları ile etek uçları oyalanır yada nakışlanır. Şalvar
kullanım amacına göre pazen, saten ya da kadifeden yapılır. Paçaları lastikli olan
şalvarın, ağ uzunluğu diz hizasındadır.

Bazı yörelerde iç gömleğin üzerine “delme” denilen, boyu göğüs altında biten,
kolsuz, önden açık yelek türünde bir giysi giyilir.İç kuşam tamamlandıktan sonra
üzerine, boyu ayak bileğine kadar inen üçetek giyilir. Üçetek saten olabileceği gibi,
çitare, beşyol, tren yolu gibi isimler verilen çizgili kumaşlardan da yapıldığı olur. İçi
astarlanan üçeteğin, kol boyu cepken kolundan 10-15 cm uzun olur. Yöre
farklılıklarına göre üçeteğin öndeki iki parçası belin arkasına dolanıp, değişik
şekillerde bağlandığı gibi serbest bırakıldığı da olur. Bazı yerlerde üçetek yerine uzun
entari giyildiği de görülür.

Üçeteğin üstüne belin arka kısmına yörede dokunan kaba kumaşlardan


yapılan, uçlarında püskülleri olan arkalık (bel kuşağı, dongurdaklı kuşak) bağlanır. Ön
kısma ise “çekki”, “öncek” gibi isimlerle anılan önlük bağlanır. Önlük; yapağı yünden
el dokuması kumaşlardan yapılabildiği gibi, beyaz ya da renkli hazır kumaşlardan
yapıldığı da olur. Önlüğün üzeri renkli iplerle nakışlanır ve etek uçlarına püskül ya da
fırfır dikilir. Ailenin ekonomik durumuna göre bele gümüş veya bafon kemer takılır.

Kadın kıyafetinde en üste cepken giyilir. Eskiden mor kadifeden yapılan


cepkenlerin; önü, arkası, kolları sim ya da sırma işlenip, içi astarlanırdı. Ancak
günümüzde bu tür işlemeler yapılmadığı için “ilbade” denilen saten kumaştan yapılan
işlemesiz cepkenler giyilmektedir. İlbadelerin kol, yaka ve etek uçları sutaşı veya
pullarla süslenir. Ayağa elde örülmüş, kısa konçlu, nakışlı yada düz renkli çoraplar
giyilir. Ayakkabı olarak manda gönünden yapılan, burun ucu yukarı kalkık olduğu için
“göğe bakan” denilen konçu ayak bileğini örtecek yükseklikte olan çarık çizme giyilir.
*Erkek Giysileri : Geleneksel erkek giysilerini yörede kullanılırken bulmak
mümkün değildir. Bu giysiler yerini hızla çağdaş giysilere bırakmıştır. Ancak halk
oyunları gösterilerinde orijinallerine uyularak yapılan giysiler giyilmektedir.
Başta kırmızı renkli fes bulunur. Fesin üzerine rengarenk iğne oyaları ile
süslenmiş yazma sarılır. Bedene ham bez ya da çitare denilen kumaştan yapılmış,
yakasız, önden açık uzun kollu gömlek giyilir.

56
Gömleğin üzerine dar kesimli, boyu göğüs altında biten, uzun kollu, içi astarlı
cepken giyilir. Cepken genellikle mavi veya gri gabardin ya da çuha kumaştan olup,
önü, arkası ve kolları sırma veya siyah kaytanla işlenir.
Camedan ya da kartal kanadı denilen parça, cepkenin üzerine giyilir. Önü,
cepkenin işlemelerinin görülebilmesi için açık ve düğmesizdir. Kanat denilen parçalar
bedene omuzdan dikilmiştir. Tüm beden ve kanatlar siyah kaytanla işlenir.
Zeybeklerin kötü hava şartlarından korunmak için poturun altına giydikleri
“karadon”genellikle siyah renkte olur. Dar kesimli pantolon biçimindeki karadonun beli
lastiklidir. Potur mavi veya gri kumaştan yapılır. Bacağın ön tarafına gelen kısmı siyah
kaytanla işlenir. Beli uçkurlu olan potur, belden aşağı bol iner, ağı yoktur. Boyu diz
hizasındadır.
Bele, cepkenle potur arasındaki boşluğa 20 cm eninde, pamuklu ya da yün
dokuma “bel kuşağı” sarılır. Bunun üzerine de şal kuşak sarılır. Dokundukları yere
göre isimler alan bu kuşaklara “trablus kuşak” ya da “acem şalı” da denir. Kuşak belin
ön kısmında fazla görünmez çünkü üzerine silahlık, tütünlük, köstek, pistov, peşkir
gibi aksesuarlar takılır.
Ayağa yünün ham renginde, nakışsız çorap giyilir. Körüklü çizme; siyah renkte,
kösele tabanlı, içi deri astarlı olup konçu diz kapağına kadar uzanır.
2.7 EL SANATLARI
Sanayileşmeyle birlikte, geleneksel el sanatlarımızın bazıları azalmış, bazıları
da yok olmaya başlamıştır. Bunun yanı sıra Manisa’da başta halıcılık olmak üzere,
halen sürdürülen el sanatları mevcuttur.Yörede halı, kilim, cicim, sili ve çarpana gibi
dokumacılık türleri ile güveç yapımı, ahşap at arabası yapımı, keçecilik, semercilik,
bakırcılık gibi el sanatları hala varlığını sürdürmektedir.

13.yüzyıldan itibaren yöreye yerleşmeye başlayan Türk boyları, yerleşik düzene


geçilmesinden sonra da eski yaşamlarına ilişkin birçok alışkanlıklarını
sürdürmüşlerdir. Başlıca geçim kaynakları hayvancılık olan bu boylar, kendi
hayvanlarının yünlerini doğal boyalarla boyayarak, simgesel motiflerden oluşan
geleneksel desenlerle, kendi ihtiyaçları için halı, kilim ve benzeri dokumalar
yapmaktaydılar. Yerleşik düzene geçilmesinden sonra daha da yaygınlaşan halı
dokumacılığı,

17. yüzyıldan başlayarak ün kazanmış, Manisa-Merkez Yunt Dağı Köyleri ile


Gördes, Kula ve Demirci İlçeleri önemli halıcılık merkezleri haline gelmiştir.

19. yüzyılda batı ülkelerinde bu halılara talebin artması, halı ticareti ile uğraşan
şirket ve tüccarların seri üretime yönelik ve Avrupai zevke uygun siparişler vermesi,
Türklere özgü çift düğüm tekniğinin ve doğal boyaların terk edilmesine ve desenlerde
dejenerasyona yol açmış, kısaca ticari kaygılarla kalite düşürülerek, yöre halıcılığında
yozlaşma meydana gelmiştir. Bu durum, ilgili kurum ve kuruluşların üniversitelerle
işbirliği yaparak yıllar süren çalışmaları sonucunda, yöre halıcılığında geleneksel
özelliklere dönüş sağlanana kadar da devam etmiştir.

Halılar, Gördes, Kula, Demirci ve Yunt Dağı Halıları şeklinde, dokundukları


yörenin adıyla anılmaktadır. Ayrıca Yunt Dağı, Kula, Sarıgöl ve Selendi Köylerinde
57
kilim dokumacılığı, Akhisar’da keçecilik ve fonksiyonel ya da dekoratif amaçlı
minyatür yaylı at arabası ve kağnı üretimi, Salihli Gökeyüp Kasabası’nda güveç
yapımı, Kula’da bakırcılık yörede görülen diğer önemli el sanatlarıdır.
• Gördes Halıları

• Kula Halıları

• Yunt Dağı Halıları

• Demirci Halıları

• Kilim Dokumacılığı

• Keçecilik

• At Arabacılığı

• Güveç Yapımı

• Semercilik

• Bakırcılık

• Boyacılık(İNTERNET 4)

2.8 HALK HEKİMLİĞİ


Halk hekimliği veya geleneksel tıp, ilk insanın tabiat olayları karşısında
takındıkları tavırlar ve münasebet şekillerinden doğmuştur. Burada sihir veya
büyünün önemli rolü olmuştur. Dini inançların ve büyünün önem kazandığı bu
toplumlarda sağlık ve hastalık da, insan bedenine yabancı unsurların girmesi ve
onların yaptıkları kötülüklerle izah edilirdi.
Hastalıkların tedavisi için başvurulan bazı yöntemler şunlardır:
- Nazara inanılır, kurşun döktürülür.
- Kabakulak hastalığının geçmesi için, ağzı kıbleye bakan bir fırından alınan is, şiş
yerlerin etrafına çizgi halinde sürülür ve okunur.
- Temrenin geçmesi için ocaklı denilen kişilere okutulur ve üzeri arpayla çizilir.
- Sıtma hastalığının geçmesi için, pamuk ipliği okunarak bileğe bağlanır.
2.8.1HALK İLAÇLARI
• Arı sokması

a)Arının soktuğu yere buz konulur, buz yoksa soğuk suda tutulur ya da çamur
sürülür.

b)Bir demet maydanoz dövülür, arının soktuğu yere sarılır.

c)Arının soktuğu yere sarımsak sürülür.


• Ateş Düşürme

58
a)Sirkeye batırılmış bez alına, boyuna, el ve ayaklara, bedene konur. Bu işlem
ateş düşünceye kadar yinelenerek sürdürülür.

b)Bir limon sıkılır, içine ,aspirin atılıp eritilir, eriyik hastanın alın gibi yerlerine
sürülür.

c)İspirto, aspirin, bir iki damla zeytinyağı damlasından oluşan karışım vücudun
eklem yerlerine sürülür.
• Astım

a)Kırk gün güvercin yumurtası çiğ olarak aç karnına içilir.


• Ağrılar

a)Kara lahana yaprağı ateşle ısıtılır. Ağrıyan yere konur. Bu işlem sık sık tekrarlanır.

b)Keten tohumu kaynatılarak lapa hale getirilir, bir miktar kına ve neft yağı ile
karıştırılarak ağrıyan yere sürülür. Bu işlem günde bir kez olmak üzere birkaç gün
yapılır.

c)Kuru tütün ufalanarak bir miktar rakıya karıştırılıp krem haline getirilir. Ağrıyan yere
merhem gibi sürülür.

d)İnce kum ateşte kavrulur, içine çekirdeği ile birlikte dövülmüş zeytin karıştırılır,
oluşan karışım sıcak olarak ağrıyan yere sarılıp bağlanır. Bu işlem üç dört gün
tekrarlanır.
2.9 YÖRE MUTFAĞI
Manisa yöresi, uygun iklim koşulları, ekilebilir alanların genişliği ve verimliliği
nedeniyle, kimi yerlerde yılda birkaç ürün alınabilen, bağ ve bahçe tarımının yaygın
olduğu bir ilimizdir. Sebze ve meyve çeşitliliğinin yanı sıra, malzemeleri çok taze
kullanabilme imkanı da yöre mutfağının önemli bir özelliğini oluşturmaktadır. Bu
unsurların yanı sıra, tarihi geçmişi ve aldığı göçlerin de Manisa mutfağına etkileri
olmuş, farklı yemek kültürlerinin karışımı yöre mutfağına zenginlik katmıştır.

Türk mutfağında yer alan belli başlı çeşitlerin hemen hepsi yöre mutfağında yer
almakla birlikte, özellik arz etmesi bakımından aşağıda verilen tariflerin, yöreye özgü
veya yaygın kullanılan tarifler olmasına özen gösterilmiştir.
• Manisa Kebabı

• Odun Köftesi

• Simit Ekmeği

• Ekmek Dolması

• Nohutlu Mantı

• Börülce Tarator

59
• Alaşehir Kapaması

• Şevket-i Bostan

• Yaprak Sarması

• Sinkonta

• Mantar Tatlısı

• Höşmerim

• Kula Güveci

• Kabaklı Pide

• Kula Şekerli Pidesi

• Su Böreği (ANONİM)

2.10İNANIŞLAR

2.10.1UĞUR-UĞURSUZLUK
Birlikte yaşayan insanlar arasında kimi zaman korkudan,kimi zaman
çaresizlikten,kimi zaman da rastlantılardan doğan bir takım inanışlar vardır.Bunlara
"batıl inanışlar" denir.Bu inanışlar,ilk insanın var oluşundan günümüze kadar sürüp
gelmiştir.
• Ruh, Mezarlık,Türbe ve Ziyaret Yerleri ile İlgili Halk İnançları:

- Ziyaret yerlerindeki ağaçları kesenler çarpılır.


- Türbeden dışarıya bir şey, bir nesne götüren kişiler çarpılır.
- Mezarlığı parmağı ile işaret etmek iyi değildir.Parmakları ile işaret eden kişilerin
parmakları kurur.
- Kurban kesilirken hayvan dilini dışarı çıkarırsa kurban sahibi o yıl içerisinde ölür.
- Bir çocuk sürekli ağlarsa o evde mutlaka ölüm meydana gelir.
• Hayvanlarla İlgili Halk İnançları:

- Ev yılanı o evin bekçisidir.


- Yılan öldürülüp, suya atılırsa ve yılan suda kaybolursa yağmur yağar ve
durmaz,seller olur.
- Kurt uluyunca ya ayaz olur ya kar yağar .
- Bir evin başında baykuş öterse,o evde biri ölür yada bir yıkım olur.
- Kurtlar uluyunca inekleri yemesinler diye gökten ağızlarına yiyecek düşer.
• Ocak ve Ateşle İlgili Halk İnançları:

- Ateşe tükürmek, ateşe sövmek, ateşe tırnak atmak, su dökmek uğursuzluk getirir.
- Sabah evinden başkasına ateş verenin ocağı söner.
- Ateş yanan yere cinler girmez.

60
• Tarım ve Bitkilerle İlgili Halk İnançları:

- Karaağaçtan düşen yaşamaz.


- Karaağaçtan beşik,sandık yapılmaz.
- İncir ağacının altında uyuyanları şeytan alır götürür.
- Ceviz ağacının altında yaşayanları şeytan alır götürür.
• İnsan Vücuduyla İlgili Halk İnançları:

- Diş düşürülünce o dişi kimsenin göremeyeceği bir yere saklanmalı yada gömmeli.
- Elleri diz üzerinde kavuşturmak, parmakları birbirine geçirip el bağlamak iyi
değildir,insanın kısmeti kapanır.
- Parmakların çatırdaması iyidir, insanın sağlıklı olduğunu gösterir.
• Özel Günlerle İlgili Halk İnançları:

- Hıdrellez günü dikiş dikilmez, ağaç, bitki kesilmez, canlı öldürülmez. Bunlar
yapılırsa yeni doğacak ne varsa anasının karnında hıdırellez eğrisi olur.
- Arife günü, yakını ölen kişi dikiş dikmez.
- Arife günü iş yapılmaz.
2.10.2 ADAK
Bazen dinle karışık olarak belirir.İlk bakışta şartlı bir vaat,şartlı bir söz verme
olarak görülür.Örn. “Şu işim olursa bir kurban keseceğim.” gibi.Ayrıca bir kişi veya
grubun hayrı için gerçekleştirilen mum dikme, yakma gibi adaklar mevcuttur.

Adak bir hayvan,bir eşya olabileceği gibi,bir hareket,bir davranış da olabilir.Örn.


Oruç tutmak gibi.Taş,toprak,ağaç,su,yatır,tekke ve türbeler adak yerleri olabilir.
2.10.3 YAĞMUR DUASI
Yağmur yağdırmak amacıyla veya sele neden olan aşırı yağışlara karşı
gerçekleştirilen,çoğunlukla dağ,tepe veya türbe yakınlarında topluca gerçekleştirilen,
dini ve geleneksel uygulamaların birbirine karıştığı pratiklerdir.Ayrıca yağışların yeterli
olduğu mevsimlerde de şükür duası adı altında yağmur duası da yapılmaktadır.Bu
uygulama çerçevesinde,yağmur duası için seçilen yer,zaman,duadan sonra yenilen
yemek,duaya götürülen hayvanlar,giyilen giyecekler,duadan dönüş gibi uygulamalar
ele alınmaktadır(İNTERNET 13).

2.11 SEYİRLİK OYUNLAR

Köy Seyirlik Oyunları; "Köylü Tiyatrosu" adı ile de bilinen köy seyirlik oyunları
düğünlerde, bayramlarda ya da yılın belirli günlerinde köylülerimizin genellikle "oyun
yapma","oyun çıkarma" adı altında bereket bolluk, sağlık ve yeni yılı karşılamak
amacıyla oynadığı törensel içerikli oyunlardır.Bu oyunlar meydanlarda oynandığı gibi
kışın oda içerisinde de oynanmaktadır.İlkel toplumlardan günümüze değişim
göstererek ulaşan bu oyunlar önceleri yaşantının daha verimli olabilmesi için
doğaüstü güçlere, tanrılara ya da tanrıya şükran belirten bilinçli olarak gerçekleştirilen
törenlerdir.

Çeşitli inanış ve mitlerin kaynaklık ettiği bu oyunlar, eski Anadolu


uygarlıklarının,Anadolu toprakları üzerinde yaşayan halkımızın Orta Asya'dan
61
getirdiği kültürel öğeler ve islamiyeti kabulünden sonraki islami öğelerle birleşen bir
kültürel sentezin izlerini taşır.
Seyirlik oyunlar ilkel bir tiyatro örneğidir.Sanat kaygısından çok toplumsal ve
dinsel açıdan işlevseldir.Seyirlik oyunları günlük yaşamı taklit eden (kalaycı, berber,
çift sürme vb.),hayvanları taklit eden (deve, ayı, tilki, kartal vb.),mevsim
değişiklikleri,yıl değişimleri amacıyla oynanan oyunlar (köse gelin) bolluk ve berekete
dönük oynanan oyunlar (saya gezme, koç katımı törenleri, cemal oyunu vb.) yağmur
yağdırmak için oynanan oyunlar (çömçe gelin vb.) oluşturur.
Cemal Oyunu: Tohumun toprağa atıldığı ilk gün veya hasat sonunda oynanır.

Koç Katımı: Hayvan yavrularının,kışın soğuğa ve açlığa dayanıksız oluşlarından


dolayı yavrulama zamanlarının kontrol altına alınmasıdır.Bir tür mevsimlik bayram
niteliğindedir.

Deve yüzü, Koyun Yüzü: Hayvanın anne karnında tüylenmeye başladığı gün
oynanır(İNTERNET 13).

2. 12 MÜZİK KÜLTÜRÜ

Türkiye'nin kültürel yapısı, tarihinin derinliklerinden gelen çok zengin ve çeşitli


kültürlerin birikiminden oluşmuştur. Türkiye, coğrafi konumu gereği Doğu, Batı,
Ortadoğu, Akdeniz, İslam kültürü gibi farklı kültürlerin merkezindedir.Dünyanın en
eski yerleşim bölgelerinden biri olan Anadolu, binlerce yıllık geçmişi ve tarihinde var
olan bir çok farklı kültürün etkisiyle ender görülen kültürel zenginliğe sahiptir.Bu
öylesine bir zenginliktir ki, birbirine çok yakın yerleşim bölgelerinde bile bu zenginliğin
yarattığı kültürel farklılıkları görebiliriz.Genel kültürel yapıdaki bu zenginlik doğal
olarak müzik kültürümüze de yansımaktadır.
2.12.1 HALK MÜZİĞİ VE HALK OYUNLARI
Manisa zeybek bölgesinde yer alır. Türküler genellikle dokuz zamanlıdır.
Zeybek havaları, ağır ve yürük türküler, barana havaları, semahlar, gelin ve kına
havaları yörenin halk müziği ürünleridir. Genel karakter olarak Ege Bölgesi türküleri
ile ortak özellikler göstermekle birlikte bazı ezgilerde Rumeli göçmenlerinin etkisi
görülür.
Manisa yöresi türkülerinden bazıları şunlardır: Bugün Ayın Ondördü, Gün
Görünmez Melengecin Dalından, Gündüz Bey, İğdenin Dalı, Kaşık Havası, Kırmızı
Buğday Ayrılmıyor Sezinden, Nalbandım, Sigaramın İncesi.
*Kadın Oyunları: Kadın oyunları kadın çalgıcılar eşliğinde veya kendileri
tarafından def, daire, dümbelek, kaşık, sini, güğüm, kazan gibi ritm veren araçlar
çalınarak karşılıklı oynanır. Manisa kadın oyunlarında hareketli bir ritm bulunmasına
rağmen vakar ve ağırbaşlılığın korunması önemli bir özelliktir. Kadın oyunlarından
bazıları şunlardır: Konsol Üstünde Mumlar, Nalbandım, Ninnaların Ninnası, Yörük
Yaylası, Mermere, Düz Ovanın Çamları, Ağır Hava, Donuna Bak Donuna, Bahçelerde
Börülce, Kaşık Havası, Gımıldan, Hadi Yarim, El Havası.
*Erkek Oyunları: Manisa’daki erkek oyunları genellikle dokuz zamanlı sözsüz
ağır zeybek havaları ile oynanır.

62
Çalgıları meydanda davul, zurna, kapalı yerde ince saz, bağlama, keman, kaval,
klarnet ve darbukadır.
Zeybek oyunlarında görülen üçleme, beşleme, atik, eşme gibi ortak figürler Manisa
zeybek oyunlarında da görülmektedir. Erkek oyunlarından bazıları şunlardır:
Harmandalı Zeybeği, Yeni Harmandalı Zeybeği, Aydın Zeybeği, Soma Zeybeği,
Baylan Cemile, Koca Ümmet, Çift Hava, Seymen Sekmesi, Cihan Yandı Zeybeği,
Ayvalık Zeybeği, Dağlı Havası(İNTERNET 13).

2.13HALK MİMARİSİ

Halk mimarisi; halkın kendisi için oluşturduğu nesnel yaşam çevresidir.Halk


mimarisinin genel etkenler altında gelenekselleşen, anonim bir tasarım sürecinde
oluşan bir mimarı olarak da tanımlayabiliriz.
Halk mimarisi; söz konusu toplumun değer yargılarını, dünya
görüşlerini,gelenek görenek ve inanç sistemlerini, aile ve akrabalık bağlarını
komşuluk ilişkilerini anlamada ve anlatmada kaynaklık eden en önemli verilerden
biridir.
Resmi ve anıtsal niteliği olan yapılar halk mimarisi dışında değerlendirilirler.

Fakat ülkemizde mevcut hamam, çeşme, kahve gibi yapılar da halk mimarisi
içerisinde değerlendirilmektedir.Halk mimarisini incelemek öncelikle doğal ve
toplumsal çevresini daha sonra da yapı malzemesi ve teknikleri incelemek demektir.

1)Ekonomik Yapı

2)Hayat Biçimi

3)Değer Yargıları

4)Aile Ve Akrabalık İlişkileri

5)Gelenek, Görenek, Töre, Adet Ve İnançların Mimari Unsurlara Etkinliği Halk


Mimarisi İçerisinde Araştırılacak Konulardır.
Halk mimarisinde yörenin tipik malzemesi kullanılır. Bu nedenle aynı yöresel
koşulları taşıyan aynı jeolojik yapıya sahip yerlerde aynı tip yapılara rastlanır.

Halk mimarisini oluşturan yapılar, özel mimarlar tarafından değil, yerel


sahipleri veya yerel ustalarınca yapılır. Genel olarak halk mimarisi anonim bir yapıya
sahiptir. Bundan dolayı halk mimarisine anonim mimari de denebilir.

1)Bir Halk Bilimci Konutu

2)Oluştuğu Doğal Çevre

3)Fonksiyonları

4)Konutta Kullanılan Araç, Gereç,Yapı Malzemesi

63
5)Yapı Tekniği

6)Konut Etrafında Oluşan Adet İnanma Çerçevesinde İncelenmesi Gerekmektedir.


Halk mimarisi ekonomik ve toplumsal yapı değişmedikçe yıllar boyu aynı
şekilde değişmeden devam eder . Bir proje dahilinde oluşturulmayan halk mimarisi
ürünleri Anadolu’nun 7 bölgesinde de kendine has özellikler göstermektedir.Halk
kültürlerinin bütün konularını araştıran Kültür Bakanlığı Halk Kültürlerini Araştırma ve
Geliştirme Genel Müdürlüğü bu kapsamda da çalışmalarını sürdürmektedir.

Halk mimarisi ürünleri slaytlarla belgelenmekte, yapım tekniği, fonksiyonel


açıdan inceleme ve gelenek boyutu yerel ustalarla yapılan görüşmelerle tespit
edilerek arşivlenmektedir. Değişen kültürel ve toplumsal yapı ile birlikte halk mimarisi
ürünlerimizde de hızlı bir değişim gözlenmektedir.Halk mimarisini yaşatmak onu
durdurarak korumak değil, esas yapılış dilek ve nedenlerine ters düşmeden ona yeni
fonksiyonlar yükleyerek konuyu yeniden yorumlamak ve değerlendirmektir. Yeni
yapılar geçmişten gelen geleneksel yaşama biçimine cevap vermenin yanı sıra
değişen kültürel yapının gereksinimlerini karşılayacak şekilde oluşturulmalıdır.
Halk mimarisi ürünlerinin güzelliği ve özelliği hakkında bilgisi olmayan halk bu
yapıları süratle yok etmekte olanların yerine kendileri için son derece sağlıksız olan
yapıları inşa etmektedirler.Bu konuda halk bilinçlendirilmelidir. İnsan çevresiyle bir
bütündür. Gelişen teknoloji ve değişen kültürel yapı ile birlikte ülkemiz hızlı bir
şehirleşme sürecine girmiştir.Bu süreçte oluşturulacak yapıların kabul görmesi
yönündeki çalışmada;

-Mimarların,Bilim Adamlarının Ve Araştırmacıların Yeterli Düzeyde Halkbilim


Formasyonuna Sahip Olması

-Böyle Bir Çalışmanın Plan Aşamasından Başlayarak Bitene Kadar Halk Bilimcilerin
Koordinasyonu İle Yürütülmesi

-Değişen Kültürel Yapının Doğru Yorumlanmasında,Halkbilimciler Ve Toplumbilimciler


Birlikte Değerlendirmeler Yaparak Mimar Araştırmacı Ve Bilim adamlarına Önerilerde
Bulunması Gerekmektedir.
Doğa insanla bir bütündür. İnsanoğlu ilkçağda olduğu gibi günümüzde de
barınmak yaşamını sürdürebilmek için kendisine bir mekan oluşturmuş, gelecekte de
oluşturacaktır. O mekan kültürel yapıyı anlatmada kaynaklık eden en önemli
yeridir(İNTERNET 13).

2.14 NELERİ İLE ÜNLÜ

• Sard Antik Kenti,

• Mesir Macunu,

• Spil Dağı Milli Parkı,

• Üzüm ve Tütün Üretimi,

• Soma’nın Linyiti,
64
• Ağlayan Kaya ( Nyobe ) Muradiye ve Ulu Cami Külliyeleri,

• Vestel Fabrikaları(İNTERNET 15)

2.15 KURTULUŞ GÜNLERİ

Manisa 8 Eylül
Manisa Belediyesi
Ahmetli
Ahmetli 6 Eylül
Belediyesi
Akhisar
Akhisar 6 Eylül
Belediyesi
Alaşehir
Alaşehir 5 Eylül
Belediyesi
30 Demirci
Demirci
Ağustos Belediyesi
Gölmarmara
Gölmarmara 6 Eylül
Belediyesi
Gördes
Gördes 5 Eylül
Belediyesi
Kırkağaç
Kırkağaç 12 Eylül
Belediyesi
Kula 4 Eylül Kula Belediyesi
Salihli 5 Eylül Salihli Belediyesi
Sarıgöl 4 Eylül Sarıgöl Belediyesi
Saruhanlı
Saruhanlı 7 Eylül
Belediyesi
Selendi
Selendi 3 Eylül
Belediyesi
Soma 13 Eylül Soma Belediyesi
Turgutlu
Turgutlu 7 Eylül
Belediyesi
(İNTERNET 13)

2.16MANİSA YÖRESİ BELİRLİ GÜNLER ve YEREL ETKİNLİKLERi:

Adı Tarihi Düzenleyen Kuruluş


Manisa İl Kültür Turizm
Geleneksel Manisa Mesir Müdürlüğü, Manisa Belediyesi
21 Mart
Şenlikleri ve Manisa’yı Mesir’i Tanıtma ve
Turizm Derneği
Manisa İl Kültür Turizm
Nevruz Bahar Bayramı 21 Mart
Müdürlüğü
Manisa İl Kültür Turizm
Turizm Haftası 15 Nisan
Müdürlüğü

65
Şiir İkindileri Nisan Salihli Belediyesi
Hıdırellez Şenlikleri 6 Mayıs Salihli-Sart Belediyesi
Çam Mesire Panayırı Mayıs Kırkağaç Belediyesi
Çağlak Festivali Mayıs Akhisar Belediyesi
Kültür Şenlikleri 19 Mayıs Köprübaşı Belediyesi
Soma Kara Elmas Kültür Mayıs-
Soma Belediyesi
ve Sanat Etkinliği Haziran
Mayıs-
Hıdırellez Sehrası Gölmarmara Belediyesi
Haziran
Temmuz-
Kavun-Karpuz Festivali Gölmarmara Belediyesi
Ağustos
30 Ağustos Zafer Bayramı
ve Demirci Kurtuluş 30 Ağustos Demirci Belediyesi
Şenlikleri
3 Eylül Kurtuluş Şenlikleri
Eylül Selendi Belediyesi
ve Cirit Festivali
Bağbozumu Sanat ve
Eylül Ahmetli Belediyesi
Kültür Şenlikleri
(İNTERNET 13)

66
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

3.AYDIN İLİ’NE GENEL BAKIŞ

İl orta ve batı kesiminde verimli ovaları,kuzeyinde Aydın Dağları, güneyinde Menteşe


Dağları ile çevrili Büyük Menderes Havzası üzerinde 8007 km2 lik bir alan üzerine
kuruludur. Doğuda Denizli, batıda Ege Denizi, kuzeyde İzmir ve Manisa, güneyde ise
Muğla illeriyle komşudur. Akdeniz ikliminin hakim olduğu ilde yazlar sıcak ve kurak,
kışları ılık ve yağışlı geçer.

Aydın sınırları içinde büyük, küçük birçok akarsu mevcuttur. Büyük Menderes
Nehri Ege Bölgesi' nin en uzun akarsuyudur. Toplam uzunluğu 435 km. il içindeki
uzunluğu ise 170 km dir. Çine çayı, Akçay ve Dandalaş çaylarının sularını toplayarak
Ege Denizi’ne dökülür.

İlin en büyük gölü Bafa olup, Büyük Menderes, deltasının güneydoğusundadır.


Diğer gölleri Samson ve Azap gölüdür (İNTERNET 16).

3.1AYDIN İLİ’NİN TARİHÇESİ

Aydın (Juliapoli), Traklar tarafından kurulmuş ve önceleri


Tralles adı ile anılmıştır. Depremle yıkıldıktan sonra yeniden
imar edilmiş, Traklar’dan sonra Spartalılar, Hititler, Frigler,
İyonlar, Lidyalılar, Persler ve Romalılar zaman zaman yörede
hâkimiyetlerini kurarak kendi kültürlerini bölgeye taşımış ve
yörenin gelişmesine öncü olmuşlardır.1186 yılında Selçukluların,
67
1300 yılında Aydınoğulları'nın eline geçen kentin adı Aydın Güzel
hisar olmuştur. Bu ad Aydın şekline dönüşmüştür. 1426 da
Osmanlıların eline geçen Aydın bu günkü yerine kurulmuştur.
1923 yılında il olmuştur (İNTERNET 16) .

3.2 AYDIN İLİ’NİN EL SANATLARI

İnsanların gereksinimleri doğrultusunda ortaya çıkmış,


doğa şartları, yaşayış özellikleri ve iklim gibi etkenlerle çeşitlilik
göstermiş olan el sanatları Aydın ve çevresinin önemli kültürel
özelliklerindendir. El sanatlarından bazıları; İğne oyaları, kıl
dokumacılık, toprak seramik yapımcılığı, semer ve eğer
yapımcılığı ve hasır dokumacılığıdır.
İğne Oyası:

Dünya literatüründe “Türk Danteli” olarak bilinen iğne oyalarının çok eskilere
dayanan bir geçmiş bulunur. Bazı kaynaklar, iğne oyaları ile yapılan örgülerin XII. YY.
da Anadolu’dan

Balkanlar’a oradan İtalya yolu ile Avrupa ‘ya yayıldığı belirtmektedir. Oysa
süslenmek ve süslemek ve ayrıca taşıdığı mesajlarla bir iletişim aracı olarak da
kullanılan ve tekniği örgü olan bir “el sanatı” olarak da tanımlanır. Günümüzde
geleneksel kullanım alanlarının yanı sıra kadın giyim aksesuarlarında da kullanılır.
Küçük iğnelerle yapılan iğne oyalarının malzemesi genellikle ipektir.(Şimşek, 2000;
198)

• Dokuma:

Giyim kuşamda kullanılan dokumalar, sanayileşme sonucu önemini yitirmişse de


yörenin el dokuması halı, kilim ve heybeleri kendilerine özgü
nakış ve renkleriyle ünlüdür. Sumak tekniği ile dokunan
“Yörük çuvalları” da yöreye özgü özellikler taşır. Aydın’da
sürdürülmekte olan geleneksel bir dokuma örneği de her türlü
iklim koşullarına elverişli olan “kıl çadır örtüsü” yapımıdır. Aydın’da yaygın bir el
sanatı da ağaç işçiliğidir. Ağızlıktan beşiği, biblodan çocuk oyuncağına kadar çok
çeşitli ağaç işler yapılır. Türkmen ve Yörük beşikleri güzel motifleri ile dikkati
çeker(Şimşek, 2000; 199).

3.3AYDIN İLİ’NİN YÖRESEL YEMEKLERİ

68
Türk Mutfağı, dünyanın en zengin, çeşidi bol ve lezzetli mutfakları arasındadır.
Aydın ve çevresinin, yemekleri ile buna katkısı büyüktür. Halkın büyük bir kısmı
zeytinyağı kullanır ve çoğu yemeklerini de zeytinyağı ile pişirir. Yörenin kendine özgü
yemeklerinden bazıları şunlardır;

Mantar ve Çıntar Kavurma, Paşa Böreği, Pilhor, Göceli Tarhana Çorbası,


Kabak bastı, Topan Kavurma, Zeytinyağlı Etli Enginar, Etli Nohutlu Karnabahar
Yemeği, Zeytinyağlı Taze Börülce,Sarıot Kavurma, Sarmaşık Kavurması,Şevketi
Bostan Yemeği.

Örnek yemek tarifi

Mantar ve Çıntar Kavurma

Malzemesi: 1 kg. mantar. 1 tane orta boy soğan, bir çay bardağı salça, yeteri kadar
zeytinyağı.

Hazırlanışı: Mantarlar yıkanıp temizlendikten sonra kaynayan suyun içine atılarak


haşlanır, haşlanan mantarlar ince ince kıyılarak hazırlanır. Tavanın içerisine
zeytinyağı ve küçük küçük doğranan soğanlar konularak haifif kavrulur. Üzerine
mantarlar, salça, biber ve tuz ilave edilir. 15-20 dakika kavrularak ocaktan alınır ve
servis yapılır. Çıntar için de mantar için yapılan işlemler tekrarlanır (Aydın, 2000; 53).

3.4 AYDIN İLİ’NİN YÖRESEL KIYAFETLERİ


Hızlı Kentleşme ve modern yaşantı eğilimleri nedeniyle Aydın yöresi
geleneksel giysileri çoğunlukla kırsal yerleşim birimlerinde görülmektedir Fakat çeşitli
kutlamalarda ve festivallerde ve özel günlerde geleneksel giysileri görmek
mümkündür. Yörükler ve Türkmenler giysilerin çok süslü, renkli ve göz alıcı olmasına
özen gösterirler. Başörtüsünden takkeye, börümcük gömleğe, çuhadan işlemeli
cepken şalvara, üç eteğe dek pek çok giyim eşyasının el dokuması olması ayrı bir
önem taşır. Giyimlerin vazgeçilmez parçaları olan nakışlar, oyalar, işlemeler, sim
işlemeler değişik özellikler taşır. Efe giyimi Aydın yöresinin simgesidir. Efeler püsküllü
fes, yemeni, zıbın, camadan, cepken ve şalvar giyerler. Beldeki örme kuşak şal ve
deri silahlık ve baldırdaki tozluk giyimi tamamlar (Altuntaş-Şahin-Kahveci, 2000;65) .

69
3.4.1AYDIN ERKEK KOSTÜMÜ

Başa Giyilenler

1. Fes: İki çeşittir, kalıplı ve kalıpsız. Günümüzde her ikisi de kullanılmaktadır.


Kalıplı fesler belli sekli ve kalıbı olan feslerdir.Mutlaka püskül bulunur. Kalıpsızlarda
sekil verilebilir belli kalıbı yoktur.
2. Kefiye: Fesin etrafına sarılır. Kefiyenin etrafı çok çeşitli oyalarla çevrilidir.
Bunların bazılarının gül oya, yaprak oya, yıldız oya gibi adları vardır. Bu oyalar ibrişim
ipliğinden yapılır.

Bedene Giyilenler

1. Gömlek: Çitare denilen kumaştan yapılır. Renkleri mor-beyaz, beyaz-sari,


sari-kırmızı ve mor-saridir.
2. Boyun Dolağı: Boyunun açıkta kalan kısmini soğuktan korumak için
kullanılan parçadır. Renkleri genelde beyaz ve kırmızının tonlarıdır. Üzerinde bazen
çeşitli islemeler bulunabilir. Boyun dolağının kuması genelde ipek ve kumaştır.
3. Yorgan Kuşak: Kullananların belini siki tutmak ve soğuktan korunmak için
sarılan ve iki ucunda uçkurlar olan bir parçadır. Yapılış biçimi yorgan yapımına
benzer. Üzeri baklava dilimlerini andıracak biçimde keten içine pamuk doldurarak
yapılır. Beli sarar, dizlik uçkurunun beli zedelemesini önler.
4. Dizlik(Potur): Kara donun üzerine giyilir. Belde düşük olarak bağlanır.
İslemelerinin Aydın isi, Bergama isi, Menemen isi, Muğla isi gibi çeşitleri vardır.
İslemelerin en siki ve en güzel olanları ödemiş isli olanlarıdır. Dizlik çuha kumaştan
yapılır. İslemelerde kaytan iplik kullanılır, uçkurun geçtigi bel kısmi ise al kumaştan
olur. Dizliğin rengi petrol rengi veya gridir. İslemelerde ise siyah renk iplik kullanılır.
5. Camadan: Dizlikle ayni kumaştan yapılır. Gömleğin üzerine giyilir. Kolunda
yapılan işemeler çiçek, yılan, dal motifi gibi isimler alır.Dizliğin içi astarlıdır. Astarın
rengi genelde siyahtır.
6. Cepken(Kartal Kanat): Camadanın üzerine giyilir. Kumaş rengi ve tipi dizlik
ve camadanda olduğu gibidir. İslemeleri siyahtır. En önemli özelliği omuzlardan kartal
kanadını andıran sallantıların olmasıdır. Kumaş genelde çuha ve kaytandır. Cepken
isleme ağırlıklı olup göze hös gelir. İçi astardır. 7. Karadın: Dizliğin altına giyilen kilot
pantolon seklinde bir giysidir. Rengi siyah olduğu için karadın denmiştir. Bu bölge
insanlarının dizlikleri kısa olduğu için bacaklarını koruma amacıyla giyilir. Üzerinde
isleme yoktur. Kumaş cinsi çuhadır. Sıcak havalarda giyilmediği görülür.
8. Sal Kuşak: Beli siki tutmak ve soğuktan korumak için yorgan kuşağın
üzerine sarılır. Zeybek kuşağının en büyük özelliği; diğer yörelerden farklı olarak çok
enli şekilde sarılmasıdır.
9. Silahlık: Sal kuşağın üstüne takılır. İçine mermi, kama ve özel eşyalar
konulabilir.
10. Mendil: Genelde üçgen şekillidir. Pembe, yeşil gibi renklerde olup üzerinde
altın sarisi islemeler bulunabilir.
11. Kama: Bıçak ta denilebilir ama daha uzun ve uca gidildikçe eğrilen bir
yüzeyi vardır. Çelikten yapılma ve çok keskindir.
12. Köstek: Efelerin omuzdan cepkenin altında içine taktıkları bir aksesuardır.
Parlak görünüşlü, kabartmaları olan bir aksesuardır.

70
Ayağa Giyilenler: 1. Körüklü Çizme: Zeybeklerin tozluk dışında giydikleri bir
ayakkabıdır. Diğer çizmelerden farkı körüklü olmasıdır. Siyah renktedir. Dizden 4
parmak aşağıda biter.

3.4.2AYDIN KADIN KOSTÜMÜ

Başa Giyilenler

1. Sıkma Başlık: Fesin üzerine peneslerin dikili olduğu bir baslıktır. İki sıra
olursa nisanlı tek olursa evli basıdır.
2. Grek: Basa fesin üzerine bağlanır. Her renk kullanılmakla beraber daha çok
yeşil ve kırmızıya rastlanır. Düz renktir. Kenarları çeşitli oyalarla süslenmiştir.
3. Oyalı Yazma: Basa örtülür. Genellikle siyah, yeşil ve bordo zemin üzeri
çiçekli olan yazmalardır. Kenarları büyük oyalıdır. Bu oyalar tığ ile yapılır.

Bedene Giyilenler:

1. İç Gömlek (Bürümcük): İçe giyilir. El dokumasıdır. Düz dokuma rengidir.


2. Şalvar: Çitari denen kumaştan yapılır. Bugünkü ismi merdanedir. Her
renkte çubuklu ve ye düz olabilir. Ağı yere çok yakındır, çok geniştir.
3. Üç Etek: Şalvar gibi sitare kumaştan yapılır. İçi astarlıdır.
4. Arkalan: El tezgahlarında dokunur. Kilim benzeri bir dokumadır. Cicim de
denilir. Arkadan kalça üzerine gelecek şekilde üçgen katlanmış şekilde bele bağlanır.
5. Mendil: Keten kumaştan yapılma üzeri islemeli genelde beyaz renkli bir
örtüdür. Bele bağlanır.
6. Aynalı Kemer: Mendilden sonra bele bağlanır. Gümüştür.
7. Cepken: En üste giyilir. Kadifen yapılmış olup genelde kırmızı veya ördekbaşı
rengidir.

Ayağa Giyilenler

1. Çorap: Yünden elde örülmüş renkli desenleri vardır.


2. Yemeni: Kaza veya il merkezlerinde yemeni, köylerde çarık giyilir. Yemeni
giyilen bölgelerde siyah renk tercih edilir.

3.5 HALK OYUNLARI

Halk arasında herkesin ağzında efe oyunları diye bir tabir vardır. Peki nedir bu
oyunlar? Çelik çomak, körebe, birdirbir yoksa uzun essek? Çünkü oyun dediğimiz
zaman çıkan sonuç bunlar olur. Ayni şekilde "folklor" kelimesice yanlış kullanılmakta.
"Folklor" bütün Türkiye sınırları içinde geçmişten günümüze hiç bozulmadan, hala
ayni anlamını taşıyan ve bir bakıma kültürleşmiş birseldir. Zeybek dansları bir
folklordur tamam fakat körebe oyunu da bir folklordur. Yada kina geceleri de bir
folklordur. Yada türkülerde bir folklordur. Konumuz danslar oldugu için folklor
kelimesini yada oyun kelimesini kullanamayiz.

Gelelim "efe oyunu" tabirine; En bastan söyleyelim efe herzaman oynamaz.


Dansçilar genellikle zeybeklerdir. Bu yüzden zeybek danslari denmektedir.

71
Efeler ve zeybekler daglarda savasi beklerken bazen çok uzun zaman geçerdi.
Kamp yaparlardi her yerde. Bu da onlarin "Yörük" olduklarını gösterir. Savaşları
beklerken yada dağlarda zaman öldürürken bazi geceler ateşler yakılırdı. Ve bu
ateşlerin çevrelerinde zeybekler dans etmeye baslardı. Sabit figürleri yoktu.
Danslarda tek değişmeyen şey basların dikliği, kolların kartal misali açılması ve
vücudun hep dik olmasaydı. Figürler her zaman doğal ve çalınan bağlamaya, davula,
zurnaya uygundu. Bu sırada efe oturur nargilesini içer ve dansları seyrederdi. Zaman
geçer, efe en coştuğu anda kalkar ve oynamaya baslardı. Akabinde onu gören
zeybekler oturur ve efeyi yalnız bırakırlardı. Ve hepsi onu seyrederdi dört gözle.

Halk efeleri ve zeybekleri severdi. Çünkü onlara göre onları düşünen onlara
yardim eden ve hep onların yanında olan tek insanlardı efeler ve zeybekler. Efeler
köylerdeki gençleri evlendirirlerdi. Düğün dernek kurulurdu, sofralar hazırlanırdı,
ateşler yakılırdı. Ayni dağlardaki gibi zeybekler danslarını halk arasinda da
sergilerlerdi. Davul zurnanin coskusu, zeybeklerin danslarıyla daha da büyürdü. O
gün bugündür halen düğünlerde bu danslar oynanmaktadır. Ve bu danslar öyle bir
boyut kazanmıştır ki; artık yarışmalar düzenleniyor ve bütün topluluklarda
vazgeçilmez bir hal kazanıyordu.

Tek dolaşılıp gezilen Yörük köylerinden toplanan değişik dans kalıpları ve


müzikler artık modernleşecek ve bütün Türkiyede bilinen en ağır halk dansları
olacaktı. Artık zeybek dansları bir kültür haline gelmiş ve memleketimizin ağzına
kadar dolu bu kültür hazine sandığında bir altın para olagelmiştir(İNTERNET 17).
Kapalı Yerlerde: Saz, Tef, Darbuka.
Meydanlarda: Davul-Zurna.

Aydın Zeybeği - Zeybek, Erkek, Tek, Toplu.


Harmandalı, (Nazilli) - Zeybek, Erkek, Tek, Toplu.
Ortaklar Zeybeği - Zeybek, Erkek, Tek, Toplu

Erkek:
Aydın Zeybeği, Harmandalı Zeybeği, Eski Tavas Zeybeği, Ortaklar Zeybeği v.b.

Kadın :
Harmandalı Zeybeği, Muğla Zeybeği, Fatma Gelin, İnce Mehmet

72
Batı Anadolu’nun “Efeler Diyarı” olarak bilinen Aydın şehri, Türklerin
Anadolu’ya yerleşmelerinden itibaren zeybeklik olgusunun teşekkül ettiği yerlerin
önünde gelmektedir. XIII.-XX. Yüzyıllar arası çeşitli görünümler içinde varlığını
koruyan zeybekler, kökleri Orta Asya’ya uzanan zeybeklik kurumu içinde belli bir
hayat tarzı geliştirdiler.

Bu hayat tarzının bir ifadesi olarak gelişen ve bütün bölgeye yayılan zeybek
türküleri ve dansları bugün bu tarihi kurumun ve geleneğin temsil edildiği sosyal ve
kültürel etkinlikler olarak karşımıza çıkar. Zeybeklik geleneğinin günümüzde yaşayan
unsurları olan türkülerin ve dansların en belirgin özelliği bir zeybek tipine bağlı olarak
ortaya çıkmasıdır. Türkülerde ve danslarda bu tipin temsilcileri ise, Ege bölgesinin
dağlarında yaşamış belirli zeybeklerdir.

“Zeybek” genel adı altında yaşayan ve zeybek hayat tarzının anlatımı olan
türkülere ve danslara adları verilen zeybekler arasında en bilinenleri Çakırcalı
Mehmet efe, Yörük Ali efe, İnce Mehmet efe, Kamalı Mustafa efe gibi Aydın civarında
ün salmış efelerdir. Bu tarihi şahsiyetlerin hayat hikâyelerinin ve hayat tarzının
anlatıldığı türküler, yöreye özgü kültür birikimi genç kuşaklara aktarılmasında bir
vasıta olurken, aynı zamanda bir sosyal ortamda birleştiricilik ve sosyal kimlik
kazandırma işlevi görmektedir.

Zeybek danslarının başlıca özelliği, zeybek hayat tarzını yansıtan bir dans
olarak zeybek hayat tarzını yansıtan bir dans olarak zeybek tipinin davranış ve
tutumunu sergilemesidir. Bir kahraman tip olan zeybek tipinin yiğitliğinin gösterildiği
bu dansların figürleri, genel olarak ifade etmek gerekirse, savaşçı bir topluluğun
düşman karşısındaki tavrını anlatmaktadır. Bu tavır, bugün Aydın yöresi kültürünün
en önemli unsuru olarak yaşatılan zeybek dansları zeybek dansları yoluyla
sürdürülmektedir.

Zeybek türküleri ve danslarının icraya ilişkin en dikkat çekici özelliği, türkü ve


dansın birbirinden ayrılmazlığıdır. Türkü ve dansın icra ortamında birbirini
tamamlayan iki unsur olarak karşımıza çıkması dansın yaygınlığının da bir
göstergesidir. Zeybek dansını icra ermek, diğer dansların icrasından çok farklı bir
anlam taşımaktadır. Yöre halkınca yiğitliğin bir göstergesi olarak algılanan bu dans,
sosyal ortamlarda çok talep görmekte, oynayan adeta yiğitliğini ispatlamaktadır.
Kahramanlığın sembolü olan zeybek dansı, yöre kültürünün ifade edildiği en belirgin
dışa vurum formudur(Mizaoğlu, 2000; 204).

3.6 AYDIN HALK MÜZİĞİ

Abalımın Cepkeni
Akşam Oldu Yakamadım Gazımı
Altı Kızlar
Atçalı Kel Mehmet Efe
Ayşem (Arabadan Atladım)
Bir Zaman (Ey Şahin Bakışlı)
Çaktım Çaktım Yanmadı
Duman Da Vardır
Dumanı Vardır(Bozdoğan Zeybeği)
Eklemedir Koca Konak

73
Emirim Suya Gider
Fesimin Kozasına
Genç Osman
Germencik’nen Baltacık’ın Arası
Hergün Sarhoş
İnce Memed Türküleri
Isparta’dan Çıktım Başım Selamet
Menderes (Ayağına Potini Giymiş)
Nazifimin Evleri
Şu Benim Karşımda Duran
Top Yatağın Önü Kahve
Üçgözler (Kalenin Başında)
Yolumda Sen Falımda Sen
Yörük Ali

3.7HALK EDEBİYATI

3.7.1Maniler

Türk Milletinin ince duyuş, seziş ve zevklerini şüphesiz mânilerde buluruz.


Mâniler, genellikle sevgi tema’sını ele alan 7 heceli, birimi dörtlük olan, Anonim Halk
Edebiyatı nazım şekillerindendir. Bu son özelliğinden dolayı, Türk şiirinin nazım birimi
mâniye bağlanır ve dörtlüktür denir. Prof. Fuat Köprülü, Türk şiirinin nazım birimi
hakkında; "Eski Türk nazmının vahid-i kıyasisî -Arap ve Farslarda olduğu gibi iki
mısradan mürekkep beyitte değil- dört mısradan terekküp eden Mani’de bulunur.
Meselâ bizim nokta-i nazarımıza göre Türk nazmının en eski şekli, hâlâ bugün Mâni
namını verdiğimiz dört mısradan mürekkep kıtalardır." (1) der. Bu görüş, bazı
araştırmacılar tarafından tartışılmışsa da, bugün kabul edilmiştir.Mâni’nin sözlük
anlamı üzerinde akla yatkın bilgiyi Hüseyin Kâzım Kadri verir: "Mâni (?) Halk
edebiyatının bir tarz-ı mahsusu, ki ekseriyetle dört ve bazan altı mısradan teşekkül
eder; ve hece vezninin (parmak hesabı) yedilisi ile söylenir." (2) Hüseyin Kâzım
Kadri’nin "altı mısradan teşekkül eder" dediği mâni çeşidi "kesik mâni"dir ki, buna
cinaslı mâni de denir.Mânilerin hece ölçüsünün yani yedi heceli oluşunun genellikle
kabul edilmesine rağmen, aşağıdaki iki Aydın ili mânisinde görüleceği gibi, yedi heceli
olma kuralına uymayanlar da var.

Sacımız eskidi atalım -9-


Kapıya kurban dakalım -8-
Sen beni alcasın emme -8-
Paran var mı bakalım -7-

Uzun entarine peş olayım -10-


Yanına yoldaş olayım -8-
Senin o inci dudaklarına -10-
Yeşil başlı kuş olayım -8-

74
İlk mânide görüldüğü gibi, burada birinci mısra (9), ikinci ve üçüncü mısralar
(8) er, son mısra ise (7) hecelidir. Örnek olarak verdiğimiz ikinci mânide ise durum
farklı özelliktedir: Anlamsız olmasına rağmen, birinci ve üçüncü mısraların (10) ar,
ikinci ve dördüncü mısraların (8) er heceli olması dikkat çekicidir. Her iki mânideki bu
düzensiz hece sayısının irticalen söylemeden veya ilimizde bahtıbar denilen karşılıklı
atışmalarda cevap yetiştirme kaygusundan doğmuş olduğu düşünülse bile, ikinci
örnekte gördüğümüz durum ayrı bir hece özelliği de olabilir. Fakat araştırmalarımız
sonunda elde ettiğimiz mânilerde bu örnekte gördüğümüz hece özelliğini bulamadık.
Ayrıca mânilerde anlam yükünü taşıyan üçüncü ve dördüncü mısralardaki
anlamsızlık, yani aralarında bir münasebetin bulunmayışı, cevap yetiştirme
kaygusundan doğmuştur diyebiliriz.

Aydın iline ait benim toplayabildiğim mâniler; -aaxa- kafiyelenişinde (bir örnek
hariç) cinassız, düz mânilerdir.

Al ata beyaz kolan


Bin de şehire dolan
Benim gibi var mıdır
Yârinden mahrum kalan

Karşıdan fener gelir


İçinden yanar gelir
Yalnız yatan gençlerin
Aklına neler gelir

Yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi, düz mânilerin ilk iki mısraları giriş
niteliğinde olan doldurma mısralardır. Asıl söylenmek istenen şey, son iki mısrada
bulunur. Yani dörtlüğün anlam yükünü, üçüncü ve dördüncü mısralar taşır. Bu yüzden
mânici, bütün hünerini son iki mısrada göstermek zorundadır. Asıl söylenmek
istenileni iki mısra içinde söyleme ustalığı, Türk halk dehâsının üstün bir anlatış
özelliğinden başka ne olabilir?

Mânilerde ana tema; sevgidir. Toplumsal olaylara yer verilmez. Birbirini seven
iki gönlün sitemlerini, kıskançlıklarını, sevdalarını, özleyişlerini dile getirir. Aşağıda
görüleceği gibi bazı mâniler hiciv ve şaka özelliklerini bünyelerinde taşırlar:

Meşe meşeye benzer


Şişe şişeye benzer
Şu köyün oğlanları
Ölmüş eşeğe benzer

Merdiven bassak bassak


Çıkma yukarı yassak
75
Ankara’dan tel gelmiş
Kızlara koca yassak

Aydın mânilerinde yer yer, sitemlerin, kıskançlıkların, sevilen kişiyi yüceltme


duygularının sık sık işlendiğini görüyoruz. Anadolu’nun kınalı parmaklı, nazlı kızları;
“on bin asker‿ kavramını anlarlar, bilirler fakat, askerdeki sevgililerini onların
hepsinden güzel bulurlar. Sevgiliden uzak oluşun verdiği ıstırabı gidermek için
söyledikleri mânilerde, sevileni yüceltirler, onun bir kaşını bile, hiç bir şeyle
değişmezler.

Çeşmenin başı güzel


Dibinin taşı güzel
On bin asker içinde
Yârimin kaşı güzel

Oğul olsun, kız olsun; er olsun, kadın olsun; sevdiğini aramayan, yâr üstüne yâr
seven, sevenim var diye çalım satan sevgililere sitem ederler.

Birlikte şu örneklere bakalım:

Sarı kurdelem ensiz


Sarardım soldum sensiz
Gidi dinsiz imansız
Nasıl duruyon bensiz

Keten gömleğim kat kat


Birin al, birini sat
Bir başka yâr seversen
Kalkmaz döşeklerde yat

Pencereden bakarsın
Halka şeker atarsın
Benim yârim yok gibi
Bana çalım satarsın

Ve bir yerde aşkın yakıcılığı gelir akla, o söylenir:

Elbisesi penbeden
Yakışıyor giymeden
Yaktı beni kül etti
On beşine girmeden

Kuyu dibi köşeli


İçi mermer döşeli
76
Gece gündüz yanarım
Bu sevdaya düşeli

Çeşitli Türk boylarında mâniye değişik adlar verildiğini, Irak Türkleri’nin


"horyat", Azerbaycan Türkleri’nin "bayatı" dediklerini biliyoruz. Mânilerin, Anonim Türk
Halk Edebiyatı’nın en güzel örnekleri olduğunu söyleyerek, sözüme -şimdilik- son
verirken; bu güzel geleneğin daha asırlarca devam edeceğine olan inancımı da
belirtmek isterim. (3)

Su akar kamış gibi


Duralmış gümüş gibi
Ben yarimi severim
Turfanda yemiş gibi.

Bir taş attım zeytine


Zeytinin irisine
Ben kendimi sakladım
Yiğidin iyisine.

Tabak içinde lüle


Bayıldım güle güle
Duydum ki yar evlenmiş
Geçinsin güle güle.

Tane tane üzümsün


Yarim iki gözümsün
Unuttuğumu sanma
Sabah akşam sözümsün.

Köprü altında arpa


Su gelir çarpa çarpa
Küçücükten yar sevdim
Anamdan korka korka.

(my.opera.com).

3.8 YÖRESEL KELİMELER

İl ve çevresinde bazı kelimeler konuşma dilinde değişik söylenir. Bunlardan


77
bazıları:

Bir: bii
Geliyor: Geliyoo
Merdiven: Medimen
Bahçe: Batce (Batça)
Buğday: Buudee
Çocuğum: Çoççam
Diyor ki: Deyokine
Yiyeceksin: Yiceesin
Pamuk: Pambık
Tarla: Taala
Arpa: Aapa
Çerçeve : Çeeçive
Büyüyor: Böyyo
Yukarı: Yoka
Zeytin: Zeetin
Biyo: Bir defa
Asker: Esgee
Nöbet: Löbet
Radyo: İrediyo
Adda: Atmak
Goley: Kolay

Bu söyleyiş özelliklerinden başka yöreye özgü bazı kelimelerde


bulunmaktadır;

Sarılop: İncir türü


Çalıkakıcı: Efelerin yanındaki yardımcılar
Bısat: İç çamaşırı
Yassı Taş: Kayrak
Elbise: Pusat
Artık: Gaari
Sevimsiz: Sıtrasız
Gömlek: işlik
Tencere: Haranı
Demek Öyle: Vaa!
Avlu (Bahçe) : Harım

78
Gidip Durmak: Gidip battı
Isırgan Otu: Dalgan
Işte: Ihı
Boğucu Sıcaklık: Sıklat
Hayır: Yaah
Kapı Sürgüsü: Tırkı
Toprak testi: Dombak
Yayık: Yanlık
Ceket: Setre
Yüklük: Mısandır
Zefiroz: Rüzgar(Meltem)

(İNTERNET 18).

3.9 ÖNEMLİ GÜNLER

Atatürk’ün Aydın’ı ziyaretleri 3 Şubat

Aydın’ın Düşman İşgalinden Kurtuluşu 7 Eylül

Germencik Kurtuluşu 7 Eylül

Söke’nin Kurtuluşu 6 Eylül

Buharkent’in Kurtuluşu 3 Eylül

Kuyucak’ın Kurtuluşu 5 Eylül

Kuşadası’nın Kurtuluş 7 Eylül

Köşk’ün Kurtuluşu 6 Eylül

İncirli Ova’nın Kurtuluşu 7 Eylül

Nazilli’nin Kurtuluşu 5 Eylül

Sultanhisar’ın Kurtuluşu 5 Eylül

Kültür Ve Sanat Festivali Mayıs Başı 5 gün

Şarkı Yarışması Temmuz,1 Hafta

Söke Tarım Ve Sanayi Eylül İlk Hafta

Tanıtım Festivali Eylül 3 gün

3.10 AYDIN OYUN, EĞLENCE VE SPORLARI

3.10.1BOĞA GÜREŞLERİ

79
Genelde merkez ilçe, Germencik ve İncirliova köylerinde tertiplenmektedir.
Güreşler tozkoparan, deste, küçük ayak, başaltı ve baş kategorilerinde eleme usulü
ile yapılır. Beraberlik söz konusu değildir. Bir boğanın diğerini kaçırması ile güreş son
bulur(AYDIN, 2001; 14)

3.10.2DEVE GÜREŞLERİ

Zengin bir folklorik yapıya sahip olan deve güreşleri, pehlivan develerin
üzerindeki giysi ve takılar, halkın geleneksel el emeği ve göz nuru ürünüdür.Deve
güreşleri ilk defa bundan 200 yıl önce Aydın ilimizin Germencik ilçesine bağlı
Hıdırbeyli Köyü’nde düzenlenmiştir.

Deve güreşleri, tek hörgüçlü dişi yoz develer ile buha adı verilen çift hörgüçlü
erkek develerin eşleşmesinden meydana gelen ve “TÜLÜ” adı verilen erkek develer
arasında yapılır. Davul zurna eşliğinde yapılan deve güreşleri, ayak, orta, başaltı ve
baş kategorilerinde düzenlenir. Havut adı verilen bir çeşit semer takılan develer,
güreşteki itişmelerde havutlardan yararlanır. Güreş esnasında rakibini yıkan, kaçırtan
veya bağırtan deve galip ilan edilir.Galip develer para ve özellikle halı ile
ödüllendirilir(AYDIN, 2001;15).

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
4.DENİZLİ

4.1.DiL VE ANLATIM

4.1.1. DENİZLİ AĞZI

Denizli’nin dili yüzde yüz “Türkçe”dir. Berrak ve samimi, Denizli lisanı “şivesi”
mahalli sözlerini, tarihsel seyri boyunca devam ederek, aynı “Denizli ağzı”nı devam
ettirmektedir. Yöremizde dil, kelimelerin sonundaki fiil takıları kısaltılarak, (gelyon,
gelcen, netcen, galibba gibi) konuşulmakla eski benliğini muhafaza etmektedir.
Galan, yılıg, amad, yaşıl, Hacca, yalım, onmag gibi ahenkli ve güzel örnekleriyle tatlı
bir mahalli şive yaratılmıştır.

Bununla beraber, Denizli dışına çıkan bir “Denizli’ li”yi yakın bölgesel farklarıyla
Denizlililer anlayabilirler. Halen aynı canlı muhafazakârlığını koruyan dilimiz diğer iller
halkınca kolayca seçilmektedir. Bu bakımdan az da olsa yerleşim birimleri arasında
da bazı değişiklikler gösteren şive örneklerini iki grupta verebiliriz(Kaptan, 1988:119).

a) BAZI HARFLERİ DEĞİŞTİREN KELİMELER:

Bazı kelimelerin baş harfleri (G) harfine dönüştürülerek ki geneldir. (Galg,


guruş, gadar, goma, ganta gibi) bazılarında orta harfler değiştirilerek,
yumuşatılarak veya kaldırılarak, diğer harfler kullanılır. (fasille, fayiz, horuz, zerdeli,
80
yokarı, gavga gibi). Bazılarında da kelimelerin son harfleri tamamen kaldırılır,
değiştirilir veya yumuşatılır. (Yürümeg, geceg, gırmag, hada, Amad gibi).

Bu küçük açıklamadan sonra, denizli şivesinin canlı ağızlardan yerleşim


birimleri itibariyle derlenen örneklerini görelim. Bu kelimeler il çapında
bütünleştirilerek ve seçilerek verilmiştir(Kaptan, 1988:119).

ALIVIDIM : Alıverdim BANGA : Banka


ABA : Abla BA’MAG : Parmak

ALLED’DİRİG : Elektrik BÖ’YÜG : Büyük

SİNİ : Büyük tepsi ŞAVG : Işık

VELESBİD : Bisiklet TOMATA :Domates

b) HALK DİLİNDE ÖZELLİKLER:

“Memleketimizin her bölgesinde halkın konuştuğu bazı kelimeler vardır ki


bunlar bir ilde kullanıldığı halde diğerlerinde söylenmez. Hatta bir vilayetin
merkezinde kullanılan kelimeler ilçelerinde ve köylerinde başka başka kullanılır ve
söylenir. Bu şive farkıdır. Denizli ‘nin tüm kazaları halkı birbirlerinden söyleyişlerinden
anlaşılabilirler. Bir Tavaslı ile Çallı ve Acıpayamlı’yı konuşurken birbirinden
ayırabilirsiniz. Yukarıda şive farklılıklarını ve örneklerini sunduğumuz nedeniyle
burada da Denizli merkezinde kullanılan bazı kelimeleri dolayısıyla örneklerini
vereceğiz. İmla klavuzunda rastlanmayan bu kelimelerin başka illerde kullanılmaları
varsa onlarla bu kelimelerde birlik içindeyiz demektir. Bu kelimeler Denizli halkının,
bilhassa kadınların laf arasında söyledikleri teşbih kelime ve terkiplerden toplanmış
olup, Denizli şivesinde özellik arz etmektedir. Örnekler aşağıda verilmiştir(Kaptan,
1988:129).

ARAPSAÇI : İplik karışmış TURŞU :Islanmış

BENİLDEMEK :Hayretle duraklamak ÜVEZ :Cılız çock

CAM :Parlak özlü YAĞLI KARA:Çıkmaz

DÜDÜK :Pantolon dar ZURNA :Ses var

4.1.2. KiŞiLER-SÜLALELER, LAKAPLAR

Lakap: Bir kimseye kendi adından ayrı olarak sonradan takılan ve o kimsenin
bir özelliğini belirten adlardır. Lakap: öteki adlar gibi kişileri belirtmeye yarar ve
Medeni Kanunun, adın korunmasına ilişkin hükümlerinden yararlanır.

Lakapların halk kültüründe önemi büyüktür. Adı ve soyadlarından ziyade


kişiler, sülaleler ve de aileler daha çok lakaplarıyla tanınırlar. Bu lakaplar kişiler ve
ailelerinin durumlarına göre, başkaları tarafından uydurulmuş olan kelimeler olup,
söyleyenleri genelde bilinmemektedir. Bu adlar takılırken, kişinin, geçmişinin tarihi, bir

81
geçmişine, gelmişliğine, tahsiline, mesleğine, sempatilerine, allerjilerine, tutkularına
göre konulduğu gibi, halk arasında hoş karşılanmayan hareketlerine, kıyafetlerine,
vücut yapılarına ve diğer faktörlere göre de lakaplandırılmaktadır. Bu gün az da olsa
lakaplandırma veya lakaplarla anılma geleneği bilhassa kırsal kesimlerimizde devam
ettirilmektedir.

Yukarıda belirttiğimiz nedenlerle takılmış lakapları herhangi bir sınıflandırmaya


tabi tutmadan canlı ağızlardan derlediğimiz örnekleriyle verelim. Burada herhangi bir
kişi, kişiler, aileler, sülaleler, kastedilmeyerek, kültürümüze ışık tutmak bakımından
örnekleme yapılmış olup belirli bir maksada matuf değildir(Kaptan, 1988:132;133).

AYAZLI :Angaralı EŞMENLER :Efeler

BADAGLAR :Berberler FIRFIRLAR :Fingirdek

CAMIZLAR :Cırcırlar VIRVIRLAR :Veliler

DAĞLILAR :Dervişler ZOBLAK :Zekiler

4.1.3. DENiZLi AĞZINDA MEKTUP öRNEKLERi

Mahalli lisanımız gereği günlük konuşmalarımızda, uzaktaki yakınlarımızla


muhabereleşmelerimizde ve günlük yaşantılarımızda kullanmakta olduğumuz,
yukarıda belirttiğimiz kelimelerden türetilmiş mektup örneğini aşağıya aldık. Bilindiği
gibi mektupların yazarı, Acıpayam Kırca köyünden Mehmet Yılmaz’dır. Üstadımız
1965 yılında yayınladığı “Umman Ninenin Mektupları” kitabında 25 adet mektubunu
bir araya getirmek suretiyle kültürümüze ışık tutmuş, halkın beğenisini ve takdirini
kazanmıştır. Halkımızın candan benimsediği bu mektuplardan kısa bir örnek aşağıda
verilmiştir.

“UMMAN NİNENİN ASKERDEKİ TORUNUNA MEKTUBU”

“Ey benim deruni dilden, canu gönülden, gözümün incisi, bağrımın


zencisi, mercan gözlüm, dadlı dillim, yuva ağızlım, kirez benizlim, gara
benizlim, aslanım, tosunum, gablanım, dilbanım, topan başlım, sümbül saçlım,
keman kaşlım, inci dişlim, uzun boylum, yavız huylum, aslan soylum, elimin
asası, gönlümün tasası, evlerimin yakışığı, gızların aşığı, eli bıçaklım, beli
saçaglım, avlımın harımı, göyümün yarımı, kimsesizim, yitimim, gara gevreğim
benim. Nassın, eyi misin, eyi olmanı bizleri yaradanımdan duva ve neyaz
eylerin…….(Kaptan, 1988:136).

4.2. DENİZLİ ANONİM HALK EDEBİYATI

4.2.1.DENiZLi EFSANELERi

Ege’nin doğusu, orta Anadolu’nun batısı, inişli çıkışlı geniş bir yayladır. Bu
yaylalar da tüm yeşile boyanmış öyle bir şehir var ki “Denizli” derler. Eskiden “Ladik”

82
de derlerdi. Bu isim şehrin 6 kilometre kuzeyinde bugün yıkıntılarına rastlanan eski
Roma şehri Laodikya’dan geliyordu.

Denizli adının, Selçuklular devrinden, burada bir şehir kuran Tonguzlu Türken
oymağından geldiğini, bu adın zamanla Tonuzlu, derken Denizli olduğunu
tarihçilerimiz söyler. Büyük Türk coğrafyacısı Katip Çelebi, suların çokluğu ve gürlüğü
sebebiyle, şehre Denizli adının verildiğini de ekler.

Şehrin adı efsanelerin gür kaynağında bir başka anlamda dile gelir. Denizli’nin
bulunduğu ovalar, yaylalar, Anadolu’nun bir iç deniziymiş bir zamanlar. Deniz
kıyısındaki fakir bir balıkçı kulübesinde yaşlı bir anayla toy oğlu yaşarmış. Çocuk
balığa çıkar, ana da kulübesinden onun yolunu gözler, dönüşüne kadar gönülcüğü
rahatlamazmış. Bir kış ünü oğul yine ağını almış, atlamış kayığa, çıkmış balığa.
Derken, bir çatırtı, bir patırdı. Dalgalar kudurmuş, gök yarılmış. Bir fırtına, bir fırtına ki,
küçücük kayık balıkçıyla berber alabora oluvermiş. Oluş o oluş, gidiş o gidiş. Oğul
acısıyla yüreği yanan yaşlı ana dizlerini dövmüş, içinden boşalan alevle ah etmiş.

Üstün dağ taş

Altın ataş

Olasın Deniz…

Ataşla taş arasında

Kalasın deniz…

Senin yüreğin benim gibi yansın

Dumanın çıksın, suyun kaynasın!..

Ana ahı bu… Bir de ne görsünler, koca deniz yerin dibine çekilivermiş. Altı
ateş, üstü taş!..Yer yer sıcak sular kaynamaya, buharlar çıkmaya başlamış. Buraya
kurulan şehre de, bundan böyle “Denizli” demişler.

Bugün Denizli’nin batısındaki “Kızıldere” sırtlarında 300 metre derinden


fışkıran su buharları, bir ananın gönül iniltileri kadar yakıcıdır. Bölgenin kaplıcaları,
sıcak suları da öyle. Bu suların en güzeli Pamukkale’dir.

Kutsal şehir anlamına gelen ve eski adıyla Hierapolis olan Pamukkale,


Denizli’nin 21 kilometre kuzeyinde Çökelez dağları eteklerindedir. Bu dağlardan sızan
sıcak, gazlı sular içindeki kirecin travertenlerde çökmesiyle kayaları beyaza boyar. Ak
pak bir gelin, bir pamuk prenses gibi Dertlilere şifa verir, güzellere güzellik katar bu
sular. Bir de hikayesi vardır, anlatmadan edemezler(Önder, 1993:130;131).

4.2.2 DENİZLİ HİKAYELERİ

ODUNCU KIZININ HİKAYESİ

83
Bir zamanlar, buralarda yasayan fakir bir oduncunun çirkin bir kızı varmış. Kızcağız,
fakirliğine pek aldırış etmiyormuş ama çirkinliğinden çok utanıyormuş. Evlenme çağı
geldiği halde hiçbir isteyeni de çıkmamış. Kızcağız:

- Olmaz, demiş. Böyle yaşayacağıma, yaşamam daha iyi!

Bir sabah erken, çıkmış Çökelez Dağı'na, atmış kendini uçuruma.

O sabah, Denizli Beyinin oğlu ava çıkmış. Yolu buralara düşmüş. Tepeden
aşağı bakınca, bir de ne görsün, kayalardan sızan sıcak suların biriktiği bir gölcüğün
kıyısında ay parçası gibi güzel bir kızın cesedi durur. Koşmuş aşağı, kucaklamış kızı,
kalbini dinlemiş. Baygın ama yaşıyor! Almış atının terkisine, sürmüş dörtnala
sarayına. Hikâyenin bundan sonrası kırk gün, kırk gece süren mutlu bir düğünle
sonuçlanır. Düğünün bahtlı gelini de çirkinliğine dayanamayıp, canına kıymak isteyen
fakir oduncunu ki Pamukkale'nin şifalı suları, onun çirkinliğini silip götürmüş,
güzellikte eşsiz bir pamuk prenses yaratmış.Bu olaydan sonra kadınlar güzelleşmek
için bu ılıcaları ziyaret etmeye başlamışlar. ve O günden bu güne güzelleşmek
isteyen tüm kadınlar bu suyun içine kendini atar.Tarihçiler, Pamukkale'deki Hiera
şehri demek olan Hierapolis'in Milât'tan 190 yıl önce kurulduğunu, bu şehre Misya
Kralı Telefos'un karisi güzel Hiera'nin adının verildiğini söylerler(Önder,
1993:131;132).

4.2.3. DENiZLi DESTANLARI

DENİZLİ’NİN KIZ EVLİYASI

Türklerin haçlı seferleri sırasında, yurt uğrunda gösterdikleri yiğitlikler savaş


destanlarıyla süslüdür. Haçlılarla yapılan çatışmalarda, Selçuklu Sultanı Birinci
Mesud’un öncü birliklerine, Denizli Türkmen oymaklarından Fatma Yıldız Hatun adlı
kız da katılmıştır. En namlı yiğitlerden daha çevik ata binen, ok atan, kılıç sallayan bu
kız, Haçlılar’ın Anadolu’ya üşüştükleri yıllar, bütün Türkmen oymaklarını
ayaklandırarak çevresinde toplamış, onlarla birlikte Selçuklu ordusuna katılmış,
yapılan savaşlarda büyük yararlıklar göstermiştir. Tarihçilerin Türk Jean D’Arc’i adını
verdikleri Fatma Yıldız Hatun’un kahramanlıkları, bugün Denizli çevresinde dillere
destandır. Ona Kız Evliya ‘da derler.

Selçukluların son yıllarda İnançoğulları Beyliği’nin merkezi olan Denizli, daha


sonra Germiyanogullari idaresine geçmiştir. O zaman Lâdik adıyla tanınan Denizli,
Kütahya'da oturan Germiyanoglu Süleyman Sah'ın sayfiye şehri olmuş, Süleyman
Sah, 1381'de, kızı Devlet Hatun'u Yıldırım Beyazıt'a nikâhladığı zaman, Denizli ve
çevresini de düğün hediyesi olarak Osmanlılara vermiştir. Böylece Osmanlı
egemenliği altına giren Denizli, bir sanat ve kültür şehri olarak gelişmiş, tarihî
eserlerle süslenmiştir.
Denizli'de gül, bir başka güldür. Kokusu ve rengiyle Denizli'ye has olan bu güle
84
"Bahtiyarı" derler. Tek bir daldan, yedi kere, irice açan bu gülü yetiştirenler mutlu
sayılırlar.
Söylentilere göre, bir zamanlar Denizli Beyi'nin sarayındaki hasbahçede
bahçıvan olan Bahtiyar, beyin fidan boylu, gül endamlı güzeller güzeli kızına
tutulmuş. Muradına eremeyince de, yüreğinin ateşini güllerinin rengine, aşkının
alevini de kokularına asılamış. Bunlar solmasın diye, gece gündüz, özene bezene
güllerini dört mevsim açtırmış. Her mevsim de taze tutmuştur. Bahtiyar murada
erememiş ama ondan sonra Bahtiyar gibi yetiştirenler muratlanmış, evinde bu gülü
bulunduranların oğlu varsa evlenmiş, kızı varsa koca bulmuş. Bu inanç Denizli'de
geleneksel gül eğlenceleriyle sürmüş, gül demetlerinin çevresinde kızlar halay
çekerken, erkekler zeybek oynamışlardır(önder, 1993:132;133).

4.2.4 DENiZLi FIKRALARI

Fıkra: Siyasi ve aktüel konular üstüne yazılmış genellikle gazete ve dergilerde


yayınlanan kısa yazı türü ve halk kültürünü ürünlerindendir. Kısa ve yoğun ifade
taşıyan güldürücü fıkralar, bir düşünceye örnek göstermek, herhangi bir durumu
açıklamak veya sadece eğlendirmek için halk arasında sık sık anlatılmaktadır. Sözlü
gelenekte bu fıkralar çok zengin bir şekilde yaşamaktadır. Fıkralarda tarihi şahsiyetler
ile tarihe mal olmuş fıkracılar ve padişahlar ele alınır. (İncili Çavuş, Fitnat Hanım,
Bekri Mustafa, Nasreddin Hoca, Koca Ragıp Paşa gibi.)

Belli şahıslara bağlanmayan fıkralar arasında, Karı-Koca, Uşak-Efendi,


Zengin-Fakir, Padişah-Köylü, Erkek-Kadın, fıkraları ile açık-saçık fıkralar yer alır.
Fıkralar Türk edebiyatında, Tanzimat devrinden sonra görülmeye başlamıştır.

Fıkralar bir olayı, bir mevzuyu kısa olarak anlatmak için bugün basında, günlük
yaşantılarımızda daha belirgin bir şekilde kullanılmaktadır ki, bunlardan Denizli ve
yöresine ait bazı fıkralardan bir örnek aşağıda verilmiştir(Kaptan,1988:108).

“MADEM ÖYLE”

Belediye otobüsü sardalya kutusu misali tıklım tıklım dolmuştu. Şoför :

-Yürüyelim beyler, yürüyelim, diye bağırdı.

Yorgunluktan ayakta duracak hali kalmamış, Belediye Başkan Yardımcısı


Kamuran Küçüka, espiriyi patlattı:

-Madem yürüyecektik, niçin bindik ötübüse(Kaptan,1988:109).

4.2.5 DENİZLİ MANILERI

Manilerimiz sözlü kültürümüzün en çok kullanılan ürünlerinden biridir. Birine


takılmak istendiğinde maniye başvurmuş halkımız. Hoşuna giden bir olayda ve çok
sevdiği vakitler maniyle bu sevincini belitmiş. Gün olmuş bu maniler aynı tema üstüne
üç ve dört kıta olunca türküye dönüşmüş, sazın diline dönüşmüş, kendi yaktığı

85
Türkiye yakıp oynamış maninin asıl sahibi olan köylümüz, kentlimiz, çobanımız,
çifçimiz.

Gün gelmiş tütün işkemek, tütün çabası, tütün dizmek zor gelmiş, maniyi
yakmış elleri kınalı ninelerimiz:

Tütünü dizesim geldi

Bitirip gezesim geldi

Kör olsun acı tütün

Seni ezesim geldi.(Oğuz)

“Manilerimiz Türkün gönül eğlencesidir” diye yazıyor Fethiye Manileri isimli


araştırma kitabında. Manilerimiz daha çok ayrılık, gurbet, acılar, yolculuklar, tasalar,
sıkıntılar ve sevda üstüne söylenmiştir. Hani ünlü manimizde dediği
gibi(Makal,2005:1):

Şu dağlar olmasaydı

Çiçeği solmasaydı

Ölüm Allahın emri

Ayrılık olmasaydı.

Denizli manilerinden birkaç örnek:

(1)Ak üzüm parmak gibi

Kız yüzün kaymak gibi

Beni senden ayıran

Kurusun yaprak gibi.

(2)Ayağında babuç yok

Sofrasında havuç yok

İftar verin yetime

Bilin ki sevabı yok.(Ramazan manisi)

(3)Sarı zıbın geyip gider

Niyendesini sayıp gider

Anası evini beğenmemiş

Kocam evi deyip gider.

86
Git gelinim sağlıkla

Sil gözünü sağlıkla.(Gelin okşaması)

4.2.5 DENİZLİ ATASÖZLERİ VE DEYİMLERİ

Atasözü bir fikri, bir ögüdü mecaz yolu ile kısaca ve kesin olarak anlatan
sözlerdir. Atasözleri ve deyimleri söyleyeni belli değildir.

Atasözüne eski eserlerde, “Darb-ı Mesel” veya “Mesel” denir. Yaşlılarımız


örnek vereceklerinde “Sana bir Mesel anlatayım” derlerdi. Burada mesel ders
alınacak çok kısa hikayeciklerdir.

Birbirinin ikiz kardeşi gibi algılanan atasözlerimiz ve deyimlerimizle ilgili belli


başlı eski eserleri saymamızda fayda vardır. Bunlar;

1. Durub-i Emsal-i Osmaniye........Şinasi

2. Durub-i Emsal-i Osmaniye……..Ebbuziya

3. Müntehabat-ı Durub-i Emsal-i Türkiyye……..A. Vefik Paşa

4. Lehçe-i Osman-i……..A. Vefik Paşa

5. Atalar Sözü……..Velet İzbudak

Atasözü ve deyimlerimizin genellikle mizahı ve ibret alınacak yönleri bulunur.


Bir bölümü tarihsel olaylara dayanır. Ayrıca bir masala, bir efsaneye yakıştırma olan,
insanları güldüren, güldürürken düşündüren, güzel sözlerdir atasözü ve
deyimlerimiz(Makal,2003:3).

Denizli atasözlerinden ve deyimlerinden birkaç örnek:

• Avcı ne kadar tuzak bilse, tilki de o kadar yolak bilir.

(Tilki çok kurnazdır, kolay kolay faka basmaz.)

• Bir bildik, bin yaddan iyidir.

(Bir yerde tanıdığımız olması ne kadar iyidir.)

• Kulağını altına alıp yatmak.

(Dışarıdan gelen sesleri duymak istemiyor.)

• Kuş gördüğü yuvayı yapar.

(Herkes anadan, atadan gördüğünü yapar.)

4.2.6 DENİZLİ TÜRKÜLERİ

87
Halkımız, sevisini, nefretini, özlemini, acısını türkülerle dile getirir. Türküler
genelde Anadolu halkının duygu yüklü hikayeleridir. Onlarda sosyal hayatın bütün
olaylarını buluruz. Düğünlerde, törenlerde, eğlencelerde, yolculuklarda, tarım
tarlalarında otururken, çalışırken, keyifli ve üzüntülü günlerde söyleriz türkülerimizi.

Denizlinin muhtelif bölgelerinden derlenen türküleri konularına göre, aşağıdaki


gibi sınıflandırabiliriz.

1. Yakım türküleri,

2. Düğün, tören türküleri,

3. Ziyafet, oyun türküleri,

4. Güzellemeler,

5. Eşkıya türküleri,

6. Uygulamalı türküler,

7. Teke türküleri,

8. Diyaloglu türküler,

9. Gurbet türküleri,

10. Koşmalar,

11. Avşar beyleri,

12. Aşk türküleri.

Denizli ve çevresinde türküler, hecenin her kalıbı ile söylenir. Yediliden


başlayarak, on altıya kadar hecenin her kalıbında türkülere rastlanır. Bununla birlikte
en fazla kullanılanlar yedili, on birli ve on ikili hece ölçüsündedir. Türküler kuruluşları
itibariyle de beş gruba ayrılır.

A. Mani kıtalarından kurulu türküler

B. Dörtlüklerle kurulu ve dördüncü mısraları “kavuştak” olan türküler

C. Bendleri dörtlük, kavuştağı iki mısralı olan türküler

D. Beyitlerden kurulu türküler

E. Bendleri de, kavuştakları da iki mısralı türküler(Kaptan, 1988:147).

4.2.7 DENIZLI AĞITLARI

Bir ölünün ardından, onu yücelten ve belli bir makam ile okunan şiir ve
mersiyelere “Ağıt” denilmektedir. Toplum üzerinde büyük etkisi olan kişilerin ardından
veya büyük felaket ve kayıplardan sonra söylenen belirli makamlı sözlerden olan
88
ağıt(yas) söylenmektedir. Ağıt söylemenin Anadolu’da ve yöremizde belli kaideleri
vardır. Bu kaideler çeşitli bölgelere göre değişikliklerde gösterir. Bazı bölgelerde ağıt
töreni, ölenin başucunda yapılır. Kadınlar sırayla ve tek tek ağıtlarını söylerler. Sonra
hep birlikte yanar, yakınır ve dövünürler. Ağıtı daha çok kadınlar söyler ve yakarlar.

Örnek:

Anam seni nasıl goyem topurağa,

Çürütceymin, tezeciğde yapırağı,

Gıyıtmeyyon seni ben ay anama,

Aldırdım ak tıpanım elimden(Kaptan, 1988:94;95).

4.3. DENiZLi ADET VE GELENEKLERi

4.3.1 EVLENME ADET VE GELENEKLERi

4.3.1.1 EVLENME ÇAĞI VE KIZ İSTEME

Evlenme çağı, Denizli’de kız için 15-18, erkeklerde 18-25 yaşları arasındadır.

Evlenme çağına gelen gençlerden oğlan anneleri oğullarının “Yavuklusunu”


kendileri seçerler. Çünkü erkek beğendiği kızı yakından göremez görüşemez, bu
nedenle beğenme oğlan annelerine bağlıdır. Evlenme çağındaki oğulları için, anne ve
baba evvela kendi çevrelerinde kız aramaya karar verirler. Bütün akrabaların da
fikrini aldıktan sonra kızı olan eve oğlan tarafının ve aileye en yakın “Dünürcü”,
“Görücü” ler kız görmeye herhangi bir bahane gösterilerek gidilir.

Oğlanın anne ve babası, görülen kızlardan bir tanesi üzerinde karar kılarak,
kızı ailesinden istemeye geçerler. Kız tarafına “Kız evi”, oğlana tarafına “Oğlan evi”
denilir. Oğlan evinin sözcülüğü üzerine alan, aileden ve yakınlardan bir kimse,
oğlanın anne ve babası ile akrabalarından oluşan bir toplulukla daha evvele “Akşam
size hayırlı bir iş için geleceğiz.”, Akşam size bir kahve içmeye geleceğiz.” gibi
gönderilen bir haber üzerine, “Buyrun gelin” kız tarafından cevabına karşılık kız evine
gidilir. Kız istenir.

Kız evince verilen karar olumlu ise, oğlan evinin tekrar gelmesi için, uyun
şekilde haber gönderilir. Oğlan ve kız tarafının yakınları ile köyün veya kasabanın ileri
gelenleri ile bir cami imamı, kız evinde bir araya gelirler. Öncekinden daha samimi bir
hava içinde ikramlar yapılır, sohbetler edilir, sıra hayırlı iş gelir. Kız babası
“Büyüklerimizin uygun gördüğünü, bizde uygun görürüz, Allah’ın emrine uymamız
gerekir.” diyerek olumlu cevabını verir. Bu sözden sonra şerbet içilir veya tatlı yenir.
Oğlan tarafı ve kız tarafı karşılıklı hediyelerini verir. Bunlara “inanmalık, tutu veya söz
alma” denilir. İmam dua eder, “Amin” denilir. Bu işleme “Söz kesme” denilmektedir.
Bundan sonra, nişan işlemlerinin ne zaman ve nasıl yapılacağı, düğün için tarafların
ne gibi eşyalar alacağı veya yapacağı konuşulup karar alınır(Kaptan,1988:8;9).

89
4.3.1.2 NiŞANLANMA

Hazırlıkların tamamlanmasından sonra kararlaştırılan günde çalgılı veya


çalgısız, evlerde veya umumi bir mahalde, hısım ve akrabalar topluluğu ile kıza nişan
yapmak üzere gidilir.

Nişandan birkaç gün sonra, kız evi tarafından, oğlan evine “Nişan arkası”, “Sini
kaldırma” adları ile hediye gönderme usulü icra edilir. Bu usul çalgılı veya çalgısız
olur. Hediyeler kızın arkadaşları ve kadınlar tarafından siniler, bohçalar içinde
götürülür, teslim ederken bahşişler alınır(Kaptan, 1988:9;10).

4.3.1.3 PUSAT-KETEN KESME

Düğünden, 20-25 gün önce, giyim ve kuşam malzemeleri alınmak, düğüne


hazırlık yapmak üzere gelin adayı ile birlikte çarşıya gidilir. Kız ve oğlan evinin
ihtiyaçları taraflarca alınır. Ayrıca kız ve oğlan evi yakınlarına da belirli ölçüler içinde
münasip hediyelerde karşılıklı olarak alınır. Çarşı ve pazarlarda düğünlük
malzemelerin alınması ve evde kesilip dikilmeye başlanması işlemine “Pusat-keten
kesme” denilmektedir(Kaptan, 1988: 10).

4.3.1.4 OKU DAĞITILMASI

Düğünden bir hafta kadar önce düğüne davet edilecek akrabalara, yakınlarına,
komşulara, arkadaşlara “Okuntu-Oku-Davetiye” kız ve oğlan evince ayrı ayrı
dağıtılır(Kaptan, 1988: 10).

4.3.1.5 DüĞüN ODUNU HAZIRLANMASI

Düğünde: Meşale (Kına) gecesinde ve yemek pişirilmesinde yakmak ve diğer


işlerde kullanmak üzere gerekli odun ihtiyacı, Acıpayam, Çameli ve bazı
yörelerimizde imece usulüyle temin edilir. Komşuları ve yakınları Cumartesi veya
Çarşamba günü sabah erkenden at ve merkepleriyle düğün evine gelirler. Toplu
olarak dağa gidilir, kesilen odunlar at ve merkeplere yüklenerek, davul-zurna ile köy
çıkışında odun alayı karşılanır. Odunların bir kısmı kız evine, diğerine oğlan evine
yıkılır. Odun alayına katılanlar kız evine ağırlanır. Bu usul düğünde yardımlaşmanın,
imecenin süregelen bir geleneğidir(Kaptan, 1988: 10).

4.3.1.6 KEŞKEKLiK BUĞDAY DöĞüLMESi

Düğünün başladığı günün akşamüzeri, damat adayının arkadaşları ve


tanıdıkları çağırılır. Düğün yemeği olarak hazırlanacak keşkeklik buğdayın “dibek
taşı” na götürülmesi, bir toplulukla yapılır. Buğdaylar heybelere doldurulur, heybeler
omuzlara atılır, davul zurna ile döğme mahalline götürülür. Bir meydanda bulunan
dibek taşının çukuruna buğdaylar dökülür. Karşılıklı iki kişi ellerindeki “soku” tabir
edilen, ağaçtan yapılmış baltaya benzeyen sokularla döğülmeye başlar. Döğme işi
bittikten sonra düğün evine birlikte ilahiler söylenerek elinir. Bir sofra kurulur, çerez
meyve ikram edilir. Yenilir, içilir, eğlenilir(Kaptan, 1988: 10;11).

90
4.3.1.7 GELiN HAMAMI

Bu usul daha ziyade, gelin helvası gibi sadece merkez ilçemize has bir
gelenektir. Gelin hamamı, düğün haftası içinde, gelinin alayla hamama gitmesi
demektir. 1940’lı yıllara kadar devam etmiştir(Kaptan, 1988: 11).

4.3.1.8 ÇEYiZ ALMA-GETiRME

Düğünün başladığı gün veya düğünün son günü öğle vaktinden evvel, yani
gelin getirilmezden önce çeyiz kız evinden, oğlanın evinden gönderilen çeyiz, gelinle
güveyin evine dört tekerlekli 5-6 at arabaları veya yeterince atlara yüklenerek
getirilir(Kaptan, 1988: 11;12).

4.3.1.9 KINA GECESi

Kına gecesi kız evinde 3-4 gün devam eder. Fakat en kalabalık, en heyecanlı,
eğlenceli olanı, gelinin alınmasından bir evvelki gece, oğlan tarafının ve halkın iştiraki
ile yapılanıdır.

Son yapılan kına gecesi genellikle çalgılıdır. Geline “Kına” yakılmasından


isimlendirilen bu geceye akşam yemeğinin yenilmesinden sonra çalgıcılar, kına alayı
ile birlikte kız evine gelirler. Bir süre eğlendikten sonra, elin ortaya oturtulur, duvağı
örtülür, gelin kız, kadınlar ve kızlar tarafından gelin okşama manileri söylenir gelin kız
üzüntüsü nispetinde ağlar.

Evde kalacaklardan başkası dağıldıktan sonra, elinin el ve ayaklarına, oğlan


evinden gönderilen kına yakılır(Kapan, 1988: 17;18;19).

4.3.1.10 DüĞüN VE GELiN ALMA

Denizlide düğünler bilhassa sonbahar ve kış aylarında ve Pazar-Perşembe


günleri yapılmaktadır. 2-3 gün devam eder. Cuma başlayıp, Pazar günü veya Salı
başlayıp Perşembe akşamı sona erer(Kaptan, 1988: 20).

4.3.2 DiĞER ADET VE GELENEKLERi

4.3.2.1 BAĞA GöÇME

Denizli ve çevresinde bilhassa bağlık bölgelerde yazın temmuz


başlangıcından, eylül ayı sonuna kadar 2-3 aylık bir devre “Bağa göçme” âdetini bir
eğlence kabul ederler. Bağı olanlar, sıcak yaz geceleri, pire ve tahta kurularından,
sivrisineklerle, yakarca denilen tatarcıklardan, rahat uyku uyumak, daha temiz hava
almak ve konu komşunun eğlencelerine katılmak üzere bağa göçerler(Kaptan, 1988:
23).

4.3.2.2 ÇEKİ ÇEKMEK

91
Kadınların muayyen zamanlarındaki ağrılarında, iştahsızlık hallerinde, çeşitli
ağrılar yapabilir. Fiziki herhangi bir faydası olmamasına rağmen, inandırıcılık vasfı
vardır. İlaç yokluğundan uygulanmıştır.

İnce bir bez, mendil, grep, poşu ve yazma gibi şeyler başa sıkıca bağlanır.
Buna çelme de denir. Karşıdan çelmeyi görenler, o kişinin hasta olduğunu
anlar(Kaptan, 1988: 48).

4.3.2.3 KUPA (BARDAK) VURMAK

Soğuk alınlığı, üşütme ve ağrılarda uygulanır. Şiddetli ağrılarda uygulanmaz.


Kupa vurulacak yer, alkol, kolonya ve ispirto ile temizlenir. Üzeri hafifçe çizik halinde
çentilir; kan çıkmayacak şekilde. Bardağın içine küçük bir ıslak yapılarak pamuklar
buraya yapıştırılıp, kibritle ateşlenir, hemen temizlenen yere kupa bastırılır. En yaygın
ağrı giderme usulü kupa vurmadır(Kaptan, 1988: 48).

4.4. DENİZLİ YEMEKLERİ

4.4.1 MAHALLi YEMEKLERi

Denizli yöresi zengin yemek çeşitleriyle, Türk mutfağının özelliklerini yansıtır.


Bilhassa sebze yemekleriyle, hamur işlerinde görülen özellik ve çeşitlikler göze
çarpmaktadır. Aşağıda mahalli yemeklerinden örnekler verilmiştir. Bu örneklerde
Denizli bölgesine has olanlarına yer verilmiştir.

A)ETLi YEMEKLER :

• Denizli kebabı,

• Etli pilav,

• Fırın kebabı,

• Güveç,

• İşkembe haşlaması,

• Et yahni,

• Kuzu çevirme,

• Tavuk yahni.

B)SEBZELi YEMEKLER :

• Börülce,

• Çaput aşı,

92
• Çağla dövmesi,

• Çerkez fasulyesi,

• Sebze haşlamaları,

• Kabak aşı,

• Kıymalı semizotu,

• Kabak çintmesi,

• Ekşili kuru biber(Kaptan, 1988: 49).

4.5.DENİZLİ OYUN, EĞLENCE VE SPORLARI

4.5.1 GÜREŞ

Güreş, çok eskilerden beri devam edegelen bir ata sporudur. Daha ziyade
Acıpayam, Çameli ve bazı köylerde önemli bir düğün eğlencesi sayılır. Gücü yeten,
kendine güvenen herkes güreşe çıkar. Güreş geniş bir harman yerinde veya çayırlık
meydanlarında yapılır. Güreşte birinci, ikinci ve üçüncü gelenlere, düğün sahibinin
maddi durumuna göre hediyeler verirler. Güreşte gaye hediye alam değil, bu ata
sporunu teşvik etmek, gençleri özendirmektir( Kaptan, 1988: 14).

4.5.2 AT YARIŞLARI

Düğün eğlencelerinin en dikkat çeken eğlencesi olan at yarışları, eski bir Türk
sporudur. Atına güvenen herkes yarışa katılır. Geniş bir alanda yapılan at yarışlarına,
halk büyük ilgi ve heyecan duyar. At yarışlarına, düğün sahibi “Oku” göndermek
suretiyle çevrenin en iyi yarışçılarına davet eder. Bakımlı atlar daha çok tercih edilir.
Yarışı kazanan at sahibine çevre, poçu (renkli damar damar olan ipekli dokumadır.
Renkler yeşil, kırmızı, sarı, siyah, beyaz, mavi olup erkekler tarafından kullanılır.)
kumaş gibi hediyeler, düğün sahibince verilir. Bu hediyeler atın boynuna
bağlanır(Kaptan, 1988: 15).

4.5.3KAPMA GÜNÜ

Düğünün ilk günü yapılmakta olan “Kapma günü” Çameli yöremizde


yapılmaktadır. Gençler arasında tertip olunur. Evlerin yüksek bir yerinden veya
yüksek bir ağacın dalından aşağıya urgan (Halat) sarkıtılır, urganın ucuna içi incir,
lokum, çerez, şeker dolu bir torba bağlanır. Bu torba bir yönetici tarafından idare
edilerek, aşağıda bekleyen gençlere aldatmacı usullerle bir aşağı bir yukarı sallanır,
yukarıya çekilir. Gençler torbayı kapabilmek için gürültülü bir yarışa başlarlar.
Sonunda torbayı birisi kapar, diğerleri tarafından tebrik edilerek eğlence sona
erer(Kaptan, 1988: 16).

4.5.4KOŞULLAR

93
Denizli’nin bazı yörelerinde yine (Bilhassa Yeşilyuva kasabası’nda) düğün
eğlencelerinden birisi de düğünün son günü sabah erken yapılan koşudur. Koşuya
çevikliğine, koşmasına güvenen 10-15 kişi katılır. 1-2 km uzaklıktan, tabanca atışı
veya düdük çalımı ile koşuya başlanır. Koşulara sporcu kıyafetleriyle (Atlet-kilot)
katılınır, ayakkabılar çıkarılmış, yalın ayaktır. Koşunun bitiş yerinde düğün sahibince
birinci gelene verilmek üzere, bir horoz veya benzeri armağanlar eller üzerinde
bulundurulur(Kaptan, 1988: 16).

4.5.5 KIZ KAÇIRMA OYUNU

Düğüne katılanlardan birisi efe elbisesi giyip, kızlar meydanda oynarken, kızı
efe kaçırır. Bu arada koruyucu güvenlik yetişir, kızı efenin elinden kurtarıp, muhtara
teslim eder, muhtar kızın babasını çağırıp ona teslim eder(Kaptan, 1988: 16).

4.5.6 MİT-MİT OYUNU

Denizli’nin dağ köylerinde, özellikle Kurtluca, Uzunpınar, Pamukkale ve


civarında gençler arasında eğlence gecelerinde oynanan bir oyundur.

Gençler sıra halinde yere oturur. Her oyuncu ayak tabanına ellerindeki
dayaklarını vurur. En uzun atan birincidir. En arkada kalan ebe olur. Ebe oyunculara
paralel olarak dayağını yere koyar. Herkes dayağını ayak tabanına vurarak ebenin
dayağını vurur. Vuran dayak nerede durursa, ebe dayağını onun başına kor. Ebenin
dayağı vurulmazsa, oyun tekrar edilir(Kaptan, 1988: 16).

4.5.7 MEŞALE (MEYDAN ATEŞİ)

Gelin alma gününden bir gün önce, oğlan evinin avlusunda veya bir meydanda,
hazırlanan odunların meydan ateşi şeklinde yakılması ile yapılır. Çıralı odunların
alevleri meydanı aydınlattığı ibi soğuk günlerde eğlenceye katılanları da ısıtır.
Alevlerin çevresinde gençler serilen hasırlar, kilimler ile uzatılan sırıklar üstünde sıra
sıra oturup, gençlerden başlamak üzere sıra ile çeşitli oyunlar, davul zurna veya tam
çalgı ile oynarlar(Kaptan, 1988: 16; 17).

4.6DENİZLİ HALK MÜZİĞİ

Denizli ve çevresi yerleşim birimlerinden derlenebilecek şiveler, ağıtlar,


bilmeceler, fıkralar, maniler, ninniler, tekerlememler, sözler, halk inançları, atasözleri
ve deyimler, eğlenceler, hastalıklar ve tedavi usulleri, yemekler, halk türküleri ve
oyunları ve diğer adet ve gelenekleri Denizli folkloru için oldukça değerlidir. Bugün
folklorun anlamı anlaşılmış olmakla bu sahadaki çalışmalarda kendini göstermeye
başlamıştır.

Bu bakımdan ve özellikle “Denizli’de halk türküleri ve oyunları” adı altında,


bölgenin oyun havalarını açıklamaya ve örnek vermeye çalışacağım(Kaptan, 1988:
147). (Denizli halk türkülerine Denizli Anonim Halk Edebiyatı konu başlığı
altında yer verilmiştir. )

94
4.6.1 OYUN HAVALARI

Oyun, insanı coşturan, hoplatan ve oynatan, müzik eşliğinde, müziğin akıcılığı


ve kıvraklığı oyunda belirlenir. Acıpayam, Çameli yöresi gibi köylü, kentli, kadın,
erkek herkes oynar düğünde, bayramda, eğlencelerde. Kadın-erkek oyun havaları da
hareketleri içinde aynı oyunları oynasalar bile ayrıcalıklar gösterirler. Böylece oyun
havaları ve oyunlar:

A) Kadın oyun havaları,

B) Erkek oyun havaları olarak iki bölüme ayrılırlar(Kaptan, 1988: 149; 150).

A)Kadın oyun havaları

Çevremizde, ilçe ve köylerimizde en çok oynanan kadın oyun havaları olarak;


Keten, Gömlek, Düz oyun, Teke zortlatması, Et aldım elim yağlı, Kerimoğlu, Yol
üstünde on kuruş, Karadaşın bağları, Siyah makarada ipliğim, Naha Meryem,
Çekirdeksiz bağlarım, Ovanın darısı gibi oyunları sayabiliriz.

Kadın oyun havalarının çalınıp söylendiği, kadın çalgı, müzik aletleri ise; Tepsi,
Tencere kapağı, Leğen, Kaşık, Tef, Desdümbek, Saz gibi ses çıkaran malzemelerdir.

Halk oyunları genellikle bölgenin milli kıyafetleriyle oynanır. Bugün ancak düğün
ve bayramlarda çıkarılan bu eski kıyafetler etnolojik bakımdan da ayrı bir değer
taşımaktadır(Kaptan, 1988: 1950).

B)Erkek oyun havaları

Denizli’de erkekler tarafından oynanan halk oyunları: Harmandalı, Çal Ferayisi,


Köroğlu, Pamukçu Bengisi, Hora, Halay ile Zeybeklerden Tavas, Muğla, Aydın,
Kadıoğlu, Sarıgül, Sabah Namazı, Yağar Yağmur, Barza, Avdan, Beşkaza,
Kerimoğlu, Soğukkuyu, Arpalı, Güvende, Dağlar, Koca Arap, İnce Memed zeybekleri
sayılabilir.

Erkek oyun havalarının çalınıp söylendiği erkek müzik aletleri ise: Davul,
Çanaklı davul, Bağlama, Saz, Üç telli cura, Sipsi, Kabak kemane, Çoban kavalı, Tef,
Darbuka, Zilli maşa, Keman, Klarnet, Ud, Cümbüş, Akarddion, Zurna gibi aletlerdir.

Folklor derlemelerinde, araştırmalarında ve yazılı kaynaklarda geçen ve Denizli


yöresine ait oyun havalarının adları ise: Acıpayam Oğuz zeybeği, Acıpayam zeybeği,
Ağır Tavas zeybeği, Alaattin zeybeği, Al Yazmamı Düreyim, Cemilem, Gırık Davaz
zeybeği, Gireniz Sipsi havası, Sarayköy zeybeği, Tavas zeybeği, Kınık zeybeği,
Kızılhisar zeybeği, Teke zortlatması, Tekparmak zeybeği, Yuvarlak zeybeği olarak
kayıtlı bulunmaktadır.

95
Bu açıklamalardan sonra Denizli bölgesinin oyunlarını aşağıdaki gibi
sınıflandırabiliriz:

1. Zeybekler,

a) Ağır zeybekler,

b) Kıvrak zeybekler,

2. Teke yöresi oyunları,

3. Uygulamalı oyunlar,

4. Kırık oyunlar

5. Güreş oyunları (Kaptan, 1988: 151).

1.Zeybekler :Meydanlarda, davul ve zurna ile erkekler tarafından oynanır.


Apayrı bir oyun tarzı vardır. Kol hareketleri ile, ayak hareketlerine uydurularak
oynanırlar. İki nevi zeybek oyunu vardır.

a) Ağır zeybekler: Köylerimizde oynanan ağır zeybekler çok çeşitlidir. Erek


bölgesel ve gerekse uygulamalı, yani komşu il ve bölgelere ait ağır zeybekler
oynanır. Ağır al yazma, Acıpayam, Tavas zeybeği gibi.

b) Kıvrak zeybekler: Kıvrak ve özel figürler ile süslenmiş hele yere bir çift diz
vuruş ve oturuş vardır ki hiçbir yörenin zeybek oyunlarında rastlanılmaz. Seyredenleri
ürpertir, gururlu ve zevkli bir heyecana sürükler. Hemen hemen her düğünde oynanır.
Davul zurna ile çalınıp oynanır. (Al yazma zeybeği, Avşar zeybeği, Tavas zeybeği
gibi.)

2. Teke Zortlaması: İnsanı coşturan, hoplatan ve çok oynatan bir müzik,


müziğin akılcılığı ve kıvraklığı oyunda daha çok belirlidir. Köylü, şehirli, kadın-erkek
herkes oynar. Bu oyun evlerin süsü, meydanların gülüdür. Elden ayağa, baştan
topuğa bir çalım, bir eda içinde sağa sola zıplayarak, çökerek, dönerek oynanır. Sipsi
ve cura oyunun kıvraklığının ve akılcılığının saf ve otantik katığıdır.

3. Uygulamalı oyunlar : Kırık havaların bazıları ile birlikte ağır ve kıvrak


zeybeklerin varyantları oynanır. Kızılhisar, Kırık Tavas, Kazım Zeybeği, Çiftlik
Zeybeği, Gaz Amad Zeybeği gibi.

4. Kırık oyunlar: Konya oyunları tipinde düz oyun havalarıdır. Komşu iller ve
bölgemize ait olup Denizli’de de benimsenen uygulamalı zeybek havalarıdır. Kırık
Tavas, Karaağaç, Kızılhisar, Muğla, Aydın zeybekleri gibi.

5. Güreş oyunları: Davul zurna ile çalınan peşrev havalarıdır. Kırsal


kesimlerimizde ve orman köylerimizde, meydanlarda tutulan güreşlerde Dodurgalı ve
Köroğlu güreş havaları ile güre tutulur(Kaptan, 1988: 151; 152).

96
4.6.2 ZEYBEK OYUNLARI

Zeybek oyunlarının önemine binaen nasıl oynandığını bu kısımda nispeten


açıklamaya çalışalım. Yalnız zeybek oyunları iki biçimde oynanmaktadır. Tek oyun,
çift oyun. Yani tek kişi tarafından oynanan veya çift kişi tarafından oynanan zeybekler
gibi.

a) Tek zeybek oyunu: Oyuncu meydana geldiği zaman, çalgıcıların yanından


doğru geçer ve geçerken hangi oyunu oynayacaksa ismini çalıcılara yavaşça
söyler. Çalgıcılarda hemen oyuncunun istediği oyunu çalmaya başlar. Oyuncu
bir müddet meydanda ağır ağır dolaşır. Kendini çalıcının nağmelerine hazırlar
ve sonra oyuna başlar.

b) Çift zeybek oyunu: Çift oyun denilen ve iki kişi tarafından oynanan zeybek
oyunları, gayet ağır ağır oynanan zeybeklerdir. Bu çift oyuna kıvrak oynanan
İzmir Zeybeği, Köşkdereli gibi oyunlar gelmez. Buna Denizli, Tavas zeybekleri
ve Harmandalı oyunları gibi ağır oynanan oyunlar gelir(Kaptan, 1988: 152).

4.7DENİZLİ MİLLİ KIYAFETLERİ

4.7.1 ERKEKLERİN KIYAFETLERİ

Denizli ve çevresinde erkek kıyafetlerinde genelde birlik hâkimdir. Cumhuriyet


öncesi “Üç etek”, “Sıkma” ve “Şalvar”ın giyildiği, kaput bezinden olan bu kıyafetlerin
yanında, başta püsküllü fesler, kalpaklar, ayakta yemeni biçiminde, ayakuçları sivri ve
kıvrık pabuç ve benzerlerinin, çarıkların giyildiği gözlenir.

Cumhuriyet yıllarında ise Denizli ve çevresinde “İmamı Azam Kisvesi” denilen


ve genellikle köy ve kasabalarında “Üç etek” giymek adet ve
geleneklerindendir(Kaptan, 1988:3).

4.7.2 KADIN KIYAFETLERİ

Kadınlar üzerlerine, basma, ipekli ve yünlü kumaşlardan paçası büzmeli uzun


don veya şalvar giyerler, entari peşlerinin kenarları türlü renklerde, şerit kaytanlarla
işlenmiş ve dalgalanmak suretiyle süslü olurdu. Kadın giyimlerinde süslü ve işlemeli
kıyafetler daha ziyade düğün, bayram ve özel günlerde giyilirdir. Günlük kıyafetler
genelde adi basma ve alaca entariden ibarettir.

Kadınlarımız düğün ve bayramlarda ve özel günlerde bu kıyafetlerin daha


yenilerini, daha canlı renklerini, daha çeşitlerini giyerek, salınarak, gezmeyi, fazla ve
gösterişli takı takmayı severler(Kaptan, 1988: 3;4).

97
BEŞİNCİ BÖLÜM

5.KÜTAHYA

5.1.GENEL BİLGİLER

Yüzölçümü : 11.875 km²


Nüfus : 600.000 Civarı
(İNTERNET 23)

5.2. İLÇELERİ
• Kütahya (merkez), Gediz,

• Altıntaş, Emet,

• Aslanapa, Hisarcık,

98
• Domaniç, Simav,

• Dumlupınar, Pazarlar,

• Şaphane, Tavşanlı (İNTERNET 23)

5.3.KÜTAHYA’ NIN TARİHÇESİ

Anadolu‘nun eski yerleşim yerlerinden birisi olan Kütahya’nın kuruluş tarihini


kesin olarak belirlemek mümkün olmamıştır. Ancak tarihinin çok eskilere dayandığı
anlaşılmaktadır. Sırasıyla Hitit, Frigya, Lidya, Pers, Makedonya, Bitinya ve Bergama
krallıklarının hakimiyetinde bulunmuş daha sonra Roma İmparatorluğu ve onun ikiye
ayrılmasından sonra Bizans İmparatorluğunun hakimiyetine girmiştir.

Eski kaynaklara göre; Kütahya ’nın Antik Çağ’ daki adı Katiaenion’dur. Ünlü
Antik Çağ coğrafyacısı Strabon ’a göre bu ad “Kotis’in Kenti” anlamına gelmektedir.
Kotiaeion adı temel sözcük aynı kalmak şartı ile, farklı dönem ve yazılışlara göre
“Kotiaion”, “Cotyaeum” ve “Cotyaium” olarak da kullanılmıştır(İNTERNET 24)

Kütahya için kesin bir kuruluş tarihi verilememekle birlikte; Hitit metinlerinde
geçen Assuva tarihiyle ilgili 4. Tuthaliya (M.Ö.1256-1220) yıllarına dayanarak
M.Ö.2.binin ortalarında kurulduğu söylenebilir. Kütahya bugün de işletilen zengin
maden yatakları dolayısıyla tarihin her devresinde ilgi görmüş, bu sayede geniş
ticaret yollarına sahip olmuş, hızla gelişmiştir(İNTERNET 25).

İl toprakları içinde yerleşen en eski halk Frigler’dir. MÖ 1200 yıllarında,


Anadoluya gelen Frigler, Hitit İmparatorluğu’nun topraklarına girdiler. MÖ 676’da
Kimmerler Frigya Kralı III. Midas’ı bozguna uğratarak, Kütahya ve çevresine egemen
oldular. Alyattes’in Lidya kralı olduğu dönemde Kimmer egemenliği yerine Lidya
egemenliği başladı. MÖ 546’da Persler Lidya ordusunu yenilgiye uğratarak
Anadoluyu istila etti. MÖ 133’de Roma yönetimine giren Kütahya, Roma’nın Asya
Eyaleti sınırları içine girdi ve “piskoposluk merkezi” haline getirildi.

1071’de Malazgirt Savaşında Alparslan’a yenilen Bizans İmparatoru Roman


Diogenes’de tutsaklık dönüşü Kütahya’ya getirildi ve gözleri kör edildi. 1078’de
Anadolu Selçuklu Devletini kuran Kutalmışoğlu Süleyman Şah, Kütahya’yı da ele
geçirdi. 1277’de III. Gıyaseddin Keyhusrev Kütahya yöresini Germiyanoğlu’na verdi.
Germiyanoğulları ise Devlet Hatun’un çeyizi olarak Kütahya’yı Osmanlı’lara verdiler.
1402 Ankara Savaşında Yıldırım Beyazıt’ı ağır bir yenilgiye uğratan Timur, Kütahya’yı
alarak Yakup Beye verdi. Kütahya daha sonra tekrar Osmanlı’lara geçti ve “sancak
merkezi” oldu(İNTERNET 23).

1867'de Hüdavendigar Vilayetine bağlı bir sancak merkezi olan Kütahya, 8


Ekim 1923'te vilayet olmuştur. Kütahya'nın Milli Mücadele tarihimizde çok önemli bir
yeri vardır. Cumhuriyetimizin kurulması için verilen bağımsızlık mücadelesinin en

99
önemli safhası ilimiz sınırları içerisinde yaşanmıştır. Kütahya'da Milli Mücadele 20
Eylül 1919 günü başlamıştır. Binbaşı İsmail Hakkı, Yüzbaşı İsmet, Yüzbaşı Süleyman
ve Mülazım Tahsin Beyler Kütahya'ya gelerek Kuva-i Milliye Teşkilatını kurmuşlardır.
Teşkilatın başına Askerlik Şubesi Başkanı Binbaşı Nüzhet Bey seçilmiştir. İsmail
Hakkı Bey Komutasında oluşturulan 350 kişilik bir müfrezenin İngilizleri Kütahya'dan
çekilmek zorunda bırakması Kütahya'da Milli Mücadelenin ilk başarısıdır. Kütahya 30
Ağustos Zaferi ile düşman işgalinden kurtarılmış, bunu 1 Eylülde Gediz, 3 Ey-lül'de
Emet ve Tavşanlı'nın kurtuluşları izlemiştir.
9 Eylülde İzmir'de Yunan ordusunu denize döken Türk ordusu Mustafa Kemal'in
emrini büyük bir başarı ile yerine getirmiştir(İNTERNET 26).

5.4. KÜTAHYA ANONİM HALK EDEBİYATI

5.4.1.EFSANELER

KÜTAHYA İLİNİN ADI

Bir zamanlar yörede dul bir kadın yaşarmış.Geçimini sağlamak için çanak
çömlek yaparak pazarda satarmış. Yaptığı çanak ve çömlekler o kadar sağlam ve
güzel olurlarmış ki hemen beğenilip alınırmış. Bu nedenle diğer çanak ve
çömlekçilerinki alıcı bulamazmış. Zorda kalan öbür çanak çömlekçiler bu duruma
şaşarak sonunda bu kadının çanak çömleğinin sağlam ve güzel olmasındaki sırrın
toprakta olduğuna kanaat getirirler ve derler ki :"bu kadını izleyip nereden toprak
aldığını öğrenelim, bizde oradan toprak alalım." Derler. Dediklerini yaparak, gizlice
kadını takip ederler. Kadını şimdiki ilimizin (Kütahya) bulunduğu yerdeki, küçücük bir
tepeden toprak aldığını görürler. Bunun üzerine bütün çanak çömlekçiler oradan
toprak almaya başlarlar.Bundan sonra çanak çömlekçilik gelişir ve burada bir kent
kurulur. Adınada seramik kenti anlamına gelen Seramorum denir. Daha sonra kentin
adı Kotiyom olarak değişir. (İNTERNET 28)

KALE EFSANESİ

Efsaneye göre bir zamanlar Kütahya'da minareden boylu, olağan üstü, dev
gibi iri ve güçlü adamlar yaşarmış. Ömürleri de boyları gibi uzunmuş. Bazıları
susadığında eğilip kente üç kilometre uzaklıktaki Felent çayından su içerlermiş.Bir
gün bu adamlara liderleri yan yana dizilmelerini emretmiş, dizinin bir ucu yoncalıya
diğer ucu Nemrut kayasına ulaşmış. Liderleri Nemrut kayasından parçalar kestirerek
oda büyüklüğünde kaya parçaları elden ele geçirilerek Gulam köyü diye bir köyün
yanında işlenerek kentin yanındaki şimdiki Hisar tepeye taşınır.Bir söylentiye göre
şimdiki Enne Köyünün adı bu olaydan kaynaklanır.Daha önceleri "Elele " olan köyün
adı zamanla Enne'ye dönüşür. Kalenin yapımı uzun sürer.Bedenler, örülür, saralar
kururlur, su mahzenleri kazılır ve yer altı yolları yapılarak, görkemli bir kale
yükselir.Bu sırada bin yaşına yaklaşmış olan başkanın bir oğlu varmış. Henüz
bıyıkları yeni terlemiş olan başkanın bu oğlu 300 yaşındaymış ve birden ölmüş. O

100
güne kadar ölümle ilk kez karşılaşan babanın beli bükülür ve yaptığı kaleye bakar
bakar,Üç yüz yaşında oğlum öldü hamı traş (İNTERNET 27)

5.4.2 MANİLER

Altın bilezik sırma


Kız saçın sarı sırma
Bir gecelik bize gel
Yedirem hurma

Altın idim paslandım


Cahil idim uslandım
Yari gördüğüm yerde
Perçemine yaslandım

Ayva ayvadan sarı


Ayvaya kondu bir arı
Oğlun beni seviyor
Kirli gömlekli karı

Al şalım yeşil şalım


Dağları dolaşalım
Aramızda gurbet var
Biz nasıl buluşalım

Ayna tuttum çimene


Çimenin çiçeğine
Bülbül olsam da konsam
Yarimin perçemine

Ak kapı kara kapı


Düştü tabancamın sapı
Beni yardan ayıranlar
Sürünsün kapı kapı (İNTERNET 28)

5.4.3 TEKERLEMELER

101
O piti piti
Karamela sepeti
Terazi lastik
Cim las tik
Biz size geldik
Bit len dik
Hamam gittik
Temiz len dik

1-2-3-4-5-6-7-8-9-10
Git komşunun damına kon
Sarı limon

Avalama tavalama
Koca kuşu kovalama
Entüm mentüm
Talip tilki toba
Portakalı soydum
Başucuma koydum
Ben bir yalan uydurdum
Duma duma dum
Kırmızı mum
Masa üstünde bıçak
Sanki bana batacak
Duydunuz mu çocuklar
Dedem sünnet olacak

Oooooooooooo
Makara makara
Kalk gidelim yukara
Yukar bize dar geldi
Yaptıralım bir oda
Oturalım orada

Oooooooooooooo
Ovalama kovalama
Ebe kızı tavalama
Entüm men tüm
Ben seni seçtim (İNTERNET 28)

5.4.4 NİNNİLER

102
Dandini dandini dastana
Danalar girmiş bostana
Kov bostancı danayı
Yemesin lahanayı ninni

Lahanayı yedi, kökünü de yer


Benim oğlum lokum yer
Uyusun da büyüsün ninni
Tıpış tıpış yürüsün ninni

Dandini dandini danalı bebek


Beşiği yeşile boyalı bebek
Uyusun uyusun büyüsün
Parmakları kınalı bebek

Beşiğini sallarım
Düşmesin oğlum bağlarım
Babası nerde yavrumun
Gitti de gelmedi ağlarım

Hoppala hoppala altın top


Bizde var kimsede yok
Bir elinde yay bir elinde ok
Uyusun yavrum uyusun (İNTERNET 28)

5.4.5 ATASÖZLERİ
-Aç aman bilmez.
- Aça sekiz yorgan örtmüşler yine uyuyamamış.
- Adam kıtlığında keçiye Abdurrahmançelebi derler.
-Besle kargayı oysun gözünü.
- Bir günlük beylik beyliktir.
- Bir koyundan iki post çıkmaz.
- Çok karıştırma altından çapanoğlu çıkar.
- Evdeki Pazar çarşıya uymaz.
-Suyun çağlamazından insanın söylemezinden kork.
- Şahin sinek avlamaz.
- Takdirle yazılan tekbirle bozulmaz.

5.4.6 DEYİMLER

-Aba altından deynek gösterir.


- Acısı içine çökmüş
- Açlıktan nefesi kokar.
- Adama döndü
-Bıyık altından gülme
- Bir kaşık suda boğma

103
- Bundan iyisi can sağlığı
- Büyük söyleme
- Canı cehenneme
- Canıma değdi
- Cehenneme kadar yolu var.cehennemin dibi
-Şeytana külahı ters giydirmek
- Şeytan dürttü
(İNTERNET 6)

5.4.7 BİLMECELER

• Akşam baktım çok idi


Sabah baktım yok idi
(Yıldız)

• Ak çıkının içinde
sarı altın
(Yumurta)

• Ağzı açık alamet


İçi kızıl
kıyamet
(Fırın)

• A benim al yastığım
İçine un bastığım (İğde)

• Alladım pulladım
Şehere yolladım
(Mektup)

• Avlıdan atlar
Dibine yumurtlar
(Kabak)

• Allah'ın işi
Başındadır dişi
(Haşhaş)

5.5HAYATIN DÖNÜM NOKTALARI

5.5.1.DOĞUM GELENEKLERİ

104
Doğumun ailede yarattığı sevincin eşe dosta duyurulması ve paylaşılması
çevresine oturan köklü bir gelenektir. Etrafına kümelendirilen seremon ve törensel
geçişler adete protokol gibi esnetilmeden uygulanır. Günlerce süren bir kutlamalar
silsilesi içinde sürdürülür. Bebek ve anne için doğumdan iki üç hafta sonra evin
misafir ağırlanan odasının baş köşesine normal boyundan daha yüksek bir yatak
süslenir. Bu yatak ailenin bebeği için yapılır. Yatağın süsleme malzemeleri ailenin ve
yakınlarının çeyizlerinden bir araya getirilen, birbiriyle uyumlu, sim sarma, renkli
nakış ve tel kırma tekniklerinde işlenen baş tülbentleri, çevre, uçkur, peşkir, bohçalar,
bürümcük çarşaflarıdır. Yatağın dört bir yanına çıta konur. Çıtaların çevresi bürümcük
çarşaflar veya benzeri kumaşlarla boğum boğum süslenir. Yatağın arka ve baş yan
duvarları ağır işlemeli şalvar kumaşları ile kaplanır. Bu kumaş üzerine ortalanarak
sim sırma işli bir bohça hafif eğimler verilerek zemine iğneleyerek şekillendirilir. Bu
şekillendirme malzemenin çokluğuna, yapan kişinin becerisine bağlıdır. Genellikle
uçları açık S, göbek, kelebek, takke şekilleri ile kompozisyonlar meydana getirilir.
Bunlar duyulan sevincin sembolü sayılır. Yatağı ön st ve yan üst kısımları bir baş
tülbendinin işli yerleri görünecek şekilde kapatılır. Veya renkli ipek krepler, iğne oyalı
danelerin çapraz bükülmesi ile baklava biçimli kafes oluşturulur. Kafeslerin ortasına
külte inci ve altın tuğralar asılır. Yatağın bir köşesine gelin tacından- bulunan tac
krebinin içine sarımsak, çörekotu ve tuz konularak sıçan denilen nazarlık yapılır ve
asılır. Gelin misafirleri ipekli bir kıyafetle karşılar. Misafirlere kahve , çay pasta börek
yanında özel yapılmış baharatlı tarçınlı karanfilli sıcak loğusa şerbeti ikram edilir.
Doğu yatağı 40 gün ziyaret edilir.

5.5.2.SÜNNET GELENEĞİ
Anadolu'da çocukla ilgili geleneksel işlemlerden en önemlilerinden biriside sünnet
geleneğidir. Çocuklar çoğunlukla okul çağına yakın veya ilkokul yıllarında ergenlik çağına
girmeden sünnet edilmektedirler. Sünnet tekli yaşlarda ve tören ise okulların kapanmasından
sonra yaz mevsiminde yapılır. Sünnet giysisi tören hazırlıklarının en önemli bölümünü
oluşturmaktadır. "Maşallah" işlemeli sünnet elbisesi alınır ve giydirilir. Sünnet evinin misafir
ağırlanan odasının baş köşesine normal boyundan daha yüksek bir yatak hazırlanır. Sünnet
yatağı da doğum yatağının aynı malzemelerle ve aynı şekilde yapılır. Tek farkı sünnet
çocuğunun ilgisini çekecek renkli ve ışıklı süslerin ağırlıklı ilaveleridir.

5.5.3 EVLENME GELENEKLERİ

Kütahya İlinde, kız-erkek ilişkileri genelde sınırlıdır. Dünür gezmeden başlayarak


gerdeğe kadar düğün hazırlıkları sürerken de bu ilişkiler sınırlılığını korumaktadır.
• Evlenme Yaşı ( Çağı ):
Erkekler 18-20 yaş civarı, kızlar ise 15 yaş sonrasıyla bu çağa girmiş sayılırlar. Erkek
evlat, ailesinden her hangi bir öneri gelmezse ya babasının ayakkabısını kapı eşiğine çivi ile
çakmakta yada ayakkabının içerisine tuz doldurmaktadır. Yörede bu evlenme isteğinin bir
göstergesi olarak yapılmaktadır.
• Kız Görme - Görücülük :
Oğlan anası eş, dost arcılığıyla kız aramaya başlar. Aynı zamanda oğlan babasına da
bu tür, kız övücü öneriler gelmeye başlar.Yörede eskiden beğenilen kız Hıdrellez günü,
düğünlerde oğlana gösterilir. Şimdilerde bu daha kolay olmaktadır. Oğlan annesi sabah erken
saatlerinde kız görmeye gider. Ziyaretçilere kahve ikram edilir. Bir bahane edilerek kız
konuşturulup kekeme olup olmadığı belirlenir. Kız evi her gelene güler yüzlü gözükür, sunuda
105
kusur ermez.

• Dünür Gitme:
Görülüp belirlenen kızın evine dünürcü olarak gidilir. Kız elleri öper, sonra kahve getirir.
Kahveler içilinceye kadar ayakta bekler. Daha sonra fincanları toplar ve çıkar. Dünürcülerin en
yaşlı olanı "Allah'ın emri, peygamberin kavli ile kızınızı oğlumuza istiyoruz" der.Oğlanı över.
Kız tarafı zaman ister. Kız anası konuyu babaya açar ve oğlan ve ailesini soruşturulur. Dünür
kadınlar tekrar geldiğinde kız anası "bizimkine açtım. Düşünelim" dedi. "Bence Allah kısmet
etmişse olur. Amma söz babasında. Bir de erkekler babasından istesin" der.Erkekler kızı
babasından isterler.. Onaylanırsa oğlan anasına sırma işlemeli iki tülbentle"ikrar tülbendi"
verilir.Tülbentlerin alındığı gün "şerbetin" ne zaman içileceği, kaç kişi olunacağı gibi konularda
belirlenir. Bu aynı zamanda "söz kesme"dir.
• Şerbet :
Yörede genelde Cuma günü yapılır. Daha önceden kız evine bir akraba ile 40-50 kilo
şeker, bir sandık topak şekeri, bir torba şamsi şekeri,1-2 kilo kahve, 1 sepet kağıt şeker ve
şeker boyası gönderilir. Çağırılan davetliler sabah erkenden kız ve oğlan evinde toplanmaya
başlarlar. Kız evindeki erkek tarafının davetlileri tamam olunca oğlan evinin götürdüğü hoca
kız evinin en yaşlısından kızı tekrara ister. Onay alındıktan sonra hoca dua okur. Sonra
şerbetler dağıtılır. Şerbetler içilirken oğlan babası yüksüğü kız babasına verir. Kız evi yüksüğü
aldıktan sonra "tülbent bohçası"nı getirip hocanın önüne koyar. Hayırlı olsun der. Erkekler için
nişan-şerbet Cuma namazına kadar sürere. Erkekler gidince kadınlar eğlentiye başlarlar.
Oğlan tarafının getirdiği nişan yemekleri yenir.İkindi namazında herkes dağılır. Kız evi, oğlan
evinden gelen konuklar için gidince iki sürahi şerbet doldurup oğlan evine gönderir.
• Görümlük :
Görümlük yada "mübareke" nişandan bir veya iki ay sonra olur. Oğlan evi haber
gönderip "biz gelin kızımızı göreceğiz" derler. Görümlük töreni pazartesi, Perşembe yada
Cuma günüdür. Bu günlerden birinde oğlan evi 15 kişilik gruplar halinde kız evini ziyaret edip
gelin kızlarını görürler. Kız giyinip herkesin elini öper. Eli öpülen herkes kıza bir şeyler takar.
Kız odadan çıkar ve elbise değiştirip yeniden el öper. Ondan sonra tekrar elbise değiştirip su
dağıtır. Akrabalarda oğlan evinden getirilen hediye bohçalarını açıp bakarlar ve dua ederler.
Öğlende yemek yenir. Kız yeniden elbise değiştirir ve giden konukların ellerini öper Mübareki
ise görümlük bittikten sonra kızın yakın akrabaları oğlan evini ziyarete giderler. Kız anası
giderken oğlana hediyeler götürür.
• Düğün Hazırlıkları - Yük :
Görümlük ve mübarekiden sonra oğlan anası kız evine giderek ne istediklerini sorarlar.
Kız evi için hazırlanan elbise takımları ve dürüler şerbette kız evinin verdiği ağır baş
tülbendine sarılarak bohçalar içinde kız evine gönderilir. Yükün arkasından oğlan anası ve
çağrılı akrabalar kız evine giderle. Yemekler yenir, çalgılar çalınır, oynanır. Kız evinin
hazırladığı çehiz açılır, bakılır. Oğlan evinin yük ve çehizi serilir.Yük bir hafta açık kalır. Yük
geldikten 15- 22 gün sonra düğün başlar.
• Çehiz Altı :
Sergi indikten sonra okuyucu kadınlar her iki tarafın akraba ve yakınlarına "Salı çehiz
altı, Çarşamba kına, Perşembe düğüne buyurun" derler. Oğlan evinin okuyucusu, kız evine
giderek, "Salı çehiz altı,, Çarşamba yengelik, Perşembe akşamı güveyi salmaya buyurun" der.
Bunlar olurken de tüm mahalleli imece biçiminde kız evinde çeyiz altı yemeklerini hazırlarlar.
106
Her iki tarafta ayrı birer davet verirler. Yemek zamanı önce oğlan evi davetlileri yemeğe buyur
edilir. Sonra kız evi davetlileri sofraya otururlar. Yemekten sonra eğlence yapılır.
• Gelin - Dönme Hamam Geleneği :
Şehirdeki bir hamam oğlan evince kiralanır. Düğüne çağrılan kız ve erkek tarafının
akrabaları o gün hamamda yıkanırlar. Yıkanmadan sonra çalgılar eşliğinde önge gelin arkada
yengeler olmak üzere hamamın şadırvanının etrafında dönerler. Oğlan anası ve yakınları
kızın başının üzerinden para ve şeker saçarlar
• Ahenk :
Salı gece yarısından sonra kadınlar ahenge otururlar. Sabaha kadar çalınır oynanır.
Gelin kız birkaç arkadaşı ile bir kenarda dinlenirler
• Kına Gecesi :
Ahenkten sonra kalıp gitmeyen kadınlar kına gecesine hazırlanırlar.Oğlan evi davetlileri
de oğlan evinde toplanıp, gelirler. Maniler söylenir.Kız yengeleri gelin kıza abdest aldırır ve
giydirirler. Kızın başına kırmızı duvağı, tek kocalı, analı babalı ve erkek çocuğu olan yenge
takar. Önde çalgıcılar, arkada iki kız yengesinin arasında gelin kız ve ardından kına taşıyan
okuyucu olmak üzere odaya girerler. Odada türküler söylenir. Kız kıbleye doğru oturtulur ve
kız tarafı gelinin sol el ve sağ ayağına kınasını, oğlan tarafı sağ el ve sol ayak kınasını
yakarlar. Kına sarılmadan önce kızın ayak kınalarından alınan parçalar bekar kızların
saçlarına "bahtları açık olsun" inancıyla sürülmektedir.Kınadan sonra önce oğlan tarafı sonra
kız tarafı pilav ve zerdeden oluşan kına yemeğini yerler ve giderler. Gece kızın elleri ve
ayakları kına ile süslenir.

• Kız Düğünü :
Perşembe sabahı kız evinde kız evinin davetlileri toplanırlar. Kıza abdest aldırıp,
namaz kıldırırlar. Gelin kıza tefebaşı giydirilir. Kızın başı yapıldıktan sonra yüzü yazılır sonra
al duvak örtülür. Paça günü oğlan evinde kesilecek olan saçları 30 -40 örgü halinde örülür
• Kuşak Kuşatma :
Kızın saçı yapılıp yüzü yazıldıktan sonra kız düğününün önemli parçası olan "Kuşak
Kuşatma" geleneği uygulanır. Yengelerin oyun ve eğlenceleri sürerken kızın amca ve dayıları
gelir. Gelin el öper. Babası veya erkeklerin en büyüğü kemeri gelin beline üç kez dolar çözer
ve diğerlerine verir. Herkes bu işlemi tamamladıktan sonra ilk olarak kuşağı kuşatan kuşağı
bağlar ve dua eder.
• Erkek Düğünü- Yengelik :
Kız evi kız düğünü yaparken erkek tarafında kendi arasında eğlenir. Buna yengelik
denir. Damat akşama hazırlanır.
• Gelin Alma :
Oğlan evinin yakınları kız evine giderler. Kız tarafının erkekeleri bu alayı karşılar ve iki
taraflı sıralanırlar. Bu arada oğlan anası, yengeler, görümceler arabalarla kız evine gelirler. Kız
tarafı karşılar ve lokum ve şerbet sunulur. Gelin kız getirilerek kaynanasının önüne oturtulur.
Kız yengeleri dualar ederek çıkarlar. Erkekler gelinin odasına girerler ve kaynana saçı saçar.
Oğlan babası kızı kolundan tutup kaldırır ve arabaya binen oğlan yengelerinin yanına oturtur.
Çeyiz arabaya yüklenir.Kız evinden ayrılınır Gelin arabadan oğlan yengeleri indirir. Gelin eve

107
girerken hazırlanmış bal ve kaymaktan birer parmak kapının üst ve alt eşiğine sürer. Eve
alınır. Kaynana "hoş geldin kızım" der . Yengelerin öncülüğünde erkeke tarafından kadınlar
oynar. Geline bakmaya gelinir. Güvey salmaya kalacaklar dışında düğün evinde kim
• Nikah :

Kızın vekaleti alınarak camide veya evde dini nikah kıyılır




• Güvey Salma :
Kız evinden iki yenge birkaç genç kadın tepsilerle baklava ve damat için hazırlanmış
çamaşırları getirirler. Yengeler kalır, diğerleri gider. Güvey salma töreni ikindi üzeri başlar.
Damat ve sağdıçları eğlenirler, yemek yerler.Yatsı namazından sonra erkekler dışarıdan
gelerek evin kapısında sıralanır. İmam ve yaşlı kişiler sıranın başında durur. Dua ve ilahiler
okunur. Damat el öperek içeri girmeye hazırlanırken arkadaşları şakalar yaparlar. Gerdek
sonrası damat sağdıçları hama gider. Gelini yengeler evde yıkar.
• Paça :
Kuşlukta iki üç sofralık misafir toplar ve yemek verir. Akşam "gelin almaya "giden
yakınlar gelir, yemek yenir. Gelenler geline hediye takar. Paça denilen toplantıda gelin el öper
ve hizmet eder.
• Kız Ardısıra :
Oğlan ve kız evlerinin düğünden sonra birbirlerini ziyaretlerine verilen yemektir. Önce
kız sonra erkek evi birbirini yemeğe alır
Mübareke :
Düğünden sonra kırk gün boyunca akrabalar yeni geline kutlama ziyaretleri yapar
buna mübareke denir. Kırk gün boyunca gelin kutlamaya gelenlerin hizmetini görürken her
ikramda elbise değiştirir. (İNTERNET 28)

5.6HALK BİLGİSİ

108
5.6.1.GÜNLÜK YAŞAM
Bizanslılar döneminin piskoposluk merkezi, Germiyanlılar döneminin başkenti,
Osmanlılar döneminin Anadolu Beylerbeyliği merkezi Kütahya tarihin her döneminde önemini
koruyan bir kent olmuştur. Kervansarayları, menzil haneleri, medrese, kütüphane, imaret,
kilise, cami, külliyeleri ve mevlevihanesiyle döneminin ilim irfan ve medeniyet merkezlerinden
biridir. Kütahya'da esnaf teşkilatı, dünden bugüne Ahilik geleneğine bağlı birer eğitim ve kültür
merkezidir. Mevleviliğin de Anadolu'daki yayılma merkezlerinden biri olan Kütahya'da tekkeler
halk yayışını önemli ölçüde etkilemiştir. Kütahya insanı kanaatkar, sabırlı ve geleneklerine
bağlıdır. Çevresinde Kütahyalı için "Havası sert, insanı mert yerden" denir. Kütahya'da
gelenek, görenekler ahlaki değerler ve dinsel yapı güçlü bir kurum olarak toplumsal yaşayış
üzerindeki belirleyiciliğini korumaktadır. Bu bazen günlük yaşamda çeşitli kısıtlamalar
şeklinde, bazen de güçlü bir yardımlaşma ve dayanışma şeklinde ortaya çıkmaktadır.
Kütahya'da çelebilik; bir mevkidir. Yiğit, aklı duygularına egemen, sözüne güvenilir, önderlik
yetisi gelişkin ama mütevazılığı bırakmayan insanlara "çelebidir" denir. Hatta Kütahyalı bunu
çoğu kere şehrin unvanı olarak kullanır, "Kötayamız çelebidir" der. Günlük yaşamda "Allah
kerim" yetinme anlayışıyla da "ele güne karşı" sarınma yaklaşımıyla da sıkça
karşılaşılabilmektedir

5.7 HALK HEKİMLİĞİ


Halk hekimliği veya geleneksel tıp, ilk insanın tabiat olayları karşısında takındıkları
tavırlar ve münasebet şekillerinden doğmuştur. Burada sihir veya büyünün önemli rolü
olmuştur. Dini inançların ve büyünün önem kazandığı bu toplumlarda sağlık ve hastalık da,
insan bedenine yabancı unsurların girmesi ve onların yaptıkları kötülüklerle izah edilirdi. İşte
insanların bunlardan korunmak için düşündükleri çareler, halk tıbbının temellerini atmıştır.
Dolayısıyla geleneksel toplumlarda hastalık ve sağlık hakkındaki düşünceler, halk kültürünün
bir parçası olarak doğmuştur. Bu nedenle konu ile ilgili uygulamalar, öncelikle Antropoloji,
Etnoloji ve Halkbilim disiplinlerini ilgilendirmekte, konunun teknik analizleri ise tıp ve eczacılık
disiplinleri ile açıklanmaya ve değerlendirilmeye çalışılmaktadır. Halk ilaçlarının
hazırlanmasında ise çoğunlukla çevrede yetişen bitkilerden yararlanılmaktadır. "Şifalı bitkiler"
denen bu tür bitkilerin ülkemizde yoğun bir kullanımı vardır.İlimizde Kullanılan halk ilaçları:

-Mesane yolarında meydana gelen arızalara:et kabartan otu (darı gibi taneleri vardır) nun
taneleri kaynatıp içmek iyi gelir.

-Vücutta ağrıyan yerlere : Hardalın tanelerini ufalayıp, yapılmış ununa ekip ağrıyan yere
sarılır. Sarılan yer çok yanar. Fazla dayanılmaz ama ağrıda kesilir

-Bel ağrılarına: Beline bir ip bağlayıp bıçakla üstünden hafifçe ip kesilir ve azıcık kan çıkar,
böylece giderildiği zannedilir. Kesme ustura bıçağı ile yapılır

-Dalak Kesmesi: Tepsinin içine su koyarlar. Ayaklarını tepsinin içindeki suya sokarlar.

-Soğuk algınlığında dağlarda bulunan ve Bodur Mamut dedikleri otu kaynatılır ve içirilir.

-Nefes darlığı için pinar yaprakları kaynatılıp içilir.

-Kalp hastalığı için kedi kulağı dedikleri otu kaynatıp içilir.

-Kesilen yaraya, sigara, kül veya tuz basıp iyi etmeye çalışılır. Gelincik çocuk hastalığına,
gelincik hayvanı kesilir ve eti yedirilir.Ocak denilen kimseler okutulur ve çizdirilir.

109
-Siğil Okuma; ay yeni çıktığında ay karanlığında yerden torak alınarak yere bakmazsızın aya
5.9 HALK BAYTARLIĞI
Geleneksel kesimde ekonomik yaşam büyük ölçüde tarım ve hayvancılığa
dayanmaktadır. Geçimini ahırdaki hayvanından sağlayan, karnını hayvan ürünleriyle doyuran
kırsal kesimdeki Anadolu halkı; hayvanına evindeki insan kadar değer vermektedir.

Anadolu halkının veteriner olmadığı zamanlarda yada veterinere ulaşamadığı durumlarda


yada gitmek istemediklerinde hayvanlarını hastalıklardan korumak veya hayvanlarını tedavi
etmek için başvurdukları uygulama ve pratiklerin tümüne halk baytarlığı denmektedir. Bu
uygulama ve pratiklere aşağıdaki şu örnekleri verebiliriz.

Kelebek Hastalığı : Demiri kızdırıp hayvanın boyun altını, şiş olan yeri yakarlar

Tavuk Hastalığı : Tavuğa yoğurt, aspirin, oponu su ile eriterek içirirler. Gazyağı ile kepek
karıştırılıp tavuk yemi olarak verilir

Yemleme; hayvanın fazla yem yemesinden ileri gelir. Bacakları tutulur. Karnı şişer Hayvanı
soğukta tutarak karbonatlı madenler vermek suretiyle tedavi edilir. Ayrıca soğuk su ile yıkanır
ve hayvan zorla gezdirilir.

Kan Akma; Hayvanın ilk baharda taze otlar yemesinden meydana gelir. Zehirlenen hayvanın
çakı ile kulağı kesilir. Buna kan alma denir. Kanın daha hızlı çok akması için kulağa bir
çubukla vurulur. Daha sonra hayvanın ağzından sarımsaklı yoğurt verilir.

Yılan Sokması; Yılan sütlü hayvanları sokar, Yılanın soktuğu yer yumurta büyüklüğünde
yumuşak bir şekil alır. Burası çuvaldız ile şişlenerek ovulur.

Kuzu veya Buzağı Yakma; Yavrusu ölen koyun veya inek başı dönünceye kadar kendi
etrafında dolandırılır. Başı dönen hayvan bileğinden bir iple direğe bağlanır.Memesinden süt
sağılarak yeni yavrunun üstüne dökülür ve bunun üzerine tuz serpilir. Bu arada yeni yavru aç
bırakılır. Yavru hayvanın altına atılır. Aç olan yavru hayvan emmeğe başlar. Bütün bu işler özel
kabiliyet ister. Yani her insan kuzu veya buzağı yakamaz.

Amel; Üşümüş hayvanlarda görülür. Verem başlangıcı teşkil eder. Hayvanın iç organlarını
ısıtıcı nışadır, kaynak ve bu gibi maddeler ağızdan verilir.

Verem; Hayvanın akciğerlerinde hastalık olur. Soğuk algınlığından olmasından dolayı ahırda
soba yakılır. Hayvan sıcak tutulur.

Şerit; Hayvanın yüreğinde kabarcıklar olur. Şerit hayvanın but ve kaburgasında bulunur. Canlı
şeritler olur. Bu hastalık kesilip yüzülmeden bilinmez. Hayvan bahar mevsimine çıkarsa bu
hastalıktan kurtulur.

Uyuz; Hayvanın deri kısmında görülür. Devamlı kaşınır. Büyük noktalar halinde deride
kemreler hasıl olur. Yanık yağ, gres yağı, asfinik karıştırılarak yaralara sürülür.

Sarılık; Hayvanların gözü tamamen sarı bir renk alır. Hayvan sersemleşir ayakta
duramayacak hal alır. Hayvan serin yerde tutularak soğuk suyla yıkanması faydalıdır. Bu

110
hastalığın sebebi hayvanın güneş ışığında çok kalmasıdır.

Şap; Hayvanın ağzından salya akar, ağzının içi ve dudak araları tamamen yara olur.
Hayvanın şaplı yerlerine ispirto, nışadır, şap gres yağı birbiriyle karıştırılarak fırça ile sürülür.

Domuz Başı; Hayvanların boğaz ve başında bir şişkinlik olur bu şişkinliğin içi pislik dolu olur.
Şişkin yerler bıçakla yarılır.İspirto ile temizlenir. Şişkinlik sert ise sıcak sıcak demirle dağlanır.

Şarbon; Hayvanlar için şiddetli bir hastalıktır. Hayvanın gözleri içine çekilir. Yemeden içmeden
kesilerek sersemleşir. Gözünün içinde kırmızı benekler meydana gelir. (İNTERNET 28)

5.10HALK TAKVİMİ ve METEOROLOJİSİ

Haftanın Günleri
duşamba (Pazartesi)
dernek (Salı)
bazar (Çarşamba )
cum~aşamı - peşembe (Perşembe)
cumeyi (Cuma)
cumey~ertesi (Cumartesi)
girey (Pazar)

Karakış 45 gün, zemheri 45 gün, Kasım 45 gün, Hamsin 45 gün olarak hesaplanır. Yazın
gelmesi için 180 gün hesaplanır.

Her yıl mayıs ayının 6sında HIDRELLEZ kutlanır Baharın geldiğine inanılır.

Cemrelere inanılır.Birincisi Havaya İkincisi Suya üçüncüsü toprağa düşerek ısınılacağına


inanılır .

5.11HALK EKONOMİSİ
Halkın geçimini sağlamak için giriştiği çabaların tümüne halk ekonomisi denir. Tek başına
gibi görünen halk ekonomisi halk mimarisinden, inançlara kadar tüm yaşamı etkisi altına alır,
kültürel yapının doğrudan belirleyicisi olur.

Aileler ferdi olarak yaşamaya başladılar.Geniş aileler halinde yaşayanlar çok azaldı.
İlimizde ekonomik olarak çok iyi ve çok kötü olarak iki kesim vardır. Bu da her tür konuşmada
ikilik yaratmaktadır. (İNTERNET 28)

5.12 KÜTAHYA MUTFAK KÜLTÜRÜ


Kütahya'da beslenme büyük ölçüde ev ürünlerine da ya n maktadır. 1960'lı yıll arda
"Aşçı dükkanı" denen lokanta kent yaşamına girmiştir. Kütahya'da bu ğday ürünleri, hamurlula
r ve süt ürünleri beslenmenin temelini oluşturmaktadır. Ev makarnası dene n erişte, bulgur ve
tarhana yörede en çok tüketilen yiyecekler arasındadır. Bağcılığın yaygın olduğu dönemlerde
pekmez ve şıra çeşitli biçimlerde kullanılarak, kimi besin gereksinimlerini karşılamaktaydı.
Yaygınlaşan kentleşme olgusu giderek bu beslenme biçiminde köklü değişimler yaratm ıştır.

111
Yakın zamana kadar çarşı ekmeği, ev ekmeği ayrımı yapılan Kütahya'da beslenme artık
büyük ölçüde Pazar ürünlerine dayanmaktadır. Yazdan biber, fasulye, patlıcan gibi sebzelerin
kurutulması geleneği hala sürmektedir. Yerli halk sebze kurutması yanında salça, erişte,
bulgur, nişasta, tarhana, turşu gibi genel tüketim maddelerini evde kendileri hazırla maktadır.
Haşhaşlı, şibit denen saç pidesi beslenmedeki değişime karşın hala yaygın olarak
yapılmaktadır. Kütahya'da böreklerde oldukça çeşitlilik görülmektedir.Gökçümen hamursuzu
Şibit, gözleme, ıspanaklı şibit gibi. Günlük yiyecekler arasında tarhana ve bulgur önemli bir
yer tutar. Ayrıca kızılcık tahrası yapılma ktadır. Cimcik denilen hamur yemeği yöreye özgü
yemeklerin başında gelmektedir.

Çorbalar :

Sıkıcık Çorbası, Tekke Çorbası, Tarhana Çorbası gibi yöresel çorbaları vardır;

Hamur İşleri:

Mantı, Tosunum, Höşmerim (bir hamur işidir) Kaygana, Kapama, Gözleme, Şibit, Dolamber
böreği, Cimcik.

Et Yemekleri:

Sulu saç kavurma, küp kebabı, çevirme kebabı, kuyu kebabı, Gediz göveci, Tavşanlı göveci
ve tas kebabı.

Tatlılar:

Kaymaklı güllaç, gül tatlısı, yufka tatlısı, peluze, Kütahya baklavası ve zerde

5.13KÜTAHYA' DA FOLKLOR:

Kütahya çok zengin bir kültüre sahiptir. Bu zengin ve renkli kültür, her alanda olduğu
gibi, folklor dede kendini gösterir. Türküler, maniler, halk hikayeleri, atasözleri, mahalli
deyimler, efsane ve destanlar bu zenginliğin göstergesidir. Türküler genel olarak sevdaları,
acıları, özlemleri, ölümlerin ardından yakılan ağıtları, kavuşamayan sevdalıları anlatır. Düğün,
nişan, doğum gibi özel günlerde sergilenir ve oyunlarla süslenir . Maniler ise özellikle kına
gecelerinde ve bayramlarda söylenir. Kütahya türkülerinin hemen hepsinin bir öyküsü vardır.

5.13.1 HALK OYUNLARI

Kütahya halk oyunları Zeybek grubuna girmektedir. Kaşıkla oynanır. Ege Zeybeği'nden
küçük farklarla ayrılır. Ege'de zeybek dairesel formda oynanırken, Kütahya'da hem dairesel
hem çizgisel oynanır. Zeybeğin temelinde tek başına, mert, cesur, savaşçı bir erkek vardır.
Üretken, koruyan, iyi ahlaklı, vakur ve adaletli zeybek başı, Anadolu insanının temsilcisidir.
Kadın ve erkekler tarafından oynanışı farklıdır. Erkek zeybeği ağır, hızlı. kırık diye üçe ayrılır.
Tek başına oynanabildiği gibi 2,4,6'lı grup olarak da oynanır.
Kadın oyunları tek başına ve tek oyunla biten (Yasemen Dalı ), yengeler oyunu, gelin (Paça
günü) oyunlarıdır ki kaşıksız oynanır. Paça günü gelin oyunda bereket simgesi arpa saçar.
Arka arkaya 3 oyun oynanır : Ahmet Bey, Gar mı Yağdı, Tıpır tıpır veya Yoğurdum Var, A
Hamamcı, Hop Şimidallı şeklinde gruplaşan oyunlar ağırdan hızlıya doğru oynanır. Cuma
günleri toplanılan ve "Kızlar içi" denen eğlentilerde, kına eğlencelerinde zengin süs takıları ve
112
giyitleriyle tekrarlanan oyunlar bir yandan da genç kızlara öğretilir. Oynamayı bilmeyen,
endamlı yürüyemeyen kızlara "Hiç mi Cuma debleği görmedin" denir. Erkeklerde ise yaren
denilen gezeklerde tekrarlanan oyunlar gençlere hem öğretilir hem oynatılır. Kütahya'da
gezekler tüm canlılığıyla devam etmektedir.

5.13.2 MAHALLİ KIYAFETLER:

Görenleri hayrette bırakacak güzelliğe ve sanat değerine sahiptirler. En yeni yapılmış


olanları bile antika değeri taşır. Canfes adı verilen saf ipekten kumaş, sırma ile elde işlenerek
çok ince bir zevkle, değerli bir sanat eseri, tarihi bir eser haline getirilirler. Kıymetleri bilinir, son
derece titizlikle korunur, kuşaktan kuşağa aktarılırlar. Ayrıca kadife, yünlü, daha değişik ipekli
kumaşlardan yapılanları da vardır. Birkaçını tanıyalım:

a)Kadın Kıyafetleri:

"Tefebaşı"

Kütahya kadın kıyafetleri içinde ilk sırayı alır. Kırmızı veya mavi renkteki ince ipek veya yünlü
kumaştan üç parça olarak dikilir. Ancak uzun entari Çintiyan (Şalvar) ve Fermene adı verilen
bu parçalar genellikle üçlü takım olarak giyilmez. Şalvar veya uzun entari üzerine fermene
daha yaygındır. Uzun entari içine al gömlek giyilir, bele gümüş kemer takılır.

"Şalvar"

Genelde ''Pullu'' adı verilen ince ipekli kumaştan dikilir. ''Aynalı Pullu ve Süpürgeli Pullu olmak
üzere iki çeşittir.Aynalı pullu gümüş sırma ile işlenir.

"Çatkılı"

Hareli kalın saten veya ipek kumaş üzerine simle bezeli olarak işlenir ve dikilir. Siyah, mavi ve
mor renkli kumaşlar tercih edilir. Şalvarı entari ve fermeneden oluşur. Şalvar ve fermene, üzeri
simli, keskin uçları sağa, sola, aşağı yukarı gelecek şekilde kareli ve bezenmiş, kaidelerin
birleştiği noktalara fiyonklar yerleştirilmiştir.

"Yolaklı"

Kiremit kırmızısı, mavi, sarı, beyaz renkten 1-1.5 cm kalınlığında boyuna çizgili kumaştır. Bu
kıyafetin tefebaşından daha kıymetli olduğu kabul edilir. Fermene, Şalvar, entari olmak üzere
üç parçalıdır.

"Bindallı"

Her renkte hareli, canfes, vb ipekli kumaştan yapılır. Daha çok kırmızı ve pembe kumaşlar
tercih edilir. işlemelerde dallar son derece küçük sık ve çoktur. Şalvar ve entari olarak iki
parçadır.

113
b)Erkek Kıyafetleri:

Erkek kıyafetleri kadın kıyafetleri kadar zengin ve çeşitli değildir. Çuhadan yapılırlar ve
zariftirler. Açık maviden Iaciverte kadar bütün mavi tonları tercih edilir . Cepken: Etekleri bel
hizasında biten cep- kenlerin önü kapanmaz. Kolları koltuk altına kadar açıktır. Üzeri kaytan
kullanılarak çeşitl motiflerle süslenir. Gazeke uzun kollu olup önü kapalıdır Bele kadar iner.
Mavi-Iacivert çuhadan yapılır. Üzeri kaytan ile işlenir. Mor çuhadan yapılanı pek makbuldür.

"Şalvar"

Kütahya şalvarı, ege şalvarları içinde belden diz altına inmesi bakımından ayrılır. Mavi ile
Iacivert arası tonlar- da çuha kumaştan yapılır. Yanlarda belden aşağıya kadar kıvrımlı bordür
halinde kaytan işlemesi vardır.

"Potur"

Şalvara ben- zer. Dize kadar olan bölümü gayet bol, dizden aşağısı bacakları saracak kadar
dardır. Kaytan ile işlenir(İNTERNET 24).

5.13.3MÜZİK KÜLTÜRÜ

Kütahya, folklorik özellikleri bakımından tarihi ve kültürel mirasına paralel bir zenginliğe
sahiptir. Antik çağda yaptıkları müzik yarışmalarıyla ünlü Frigler ile şairleri, edipleri, halk
ozanlarını koruyan Germiyanoğulları ve bestekar padişahlarıyla ünlü Osmanlılar'ın şehzadeler
şehri olan Kütahya, her alanda olduğu gibi musiki alanında da Türk sanat dünyasına önemli
katkılarda bulunmuştur. Kütahyalı seyyah Evliya ÇELEBİ; seyahatnamesinin 9.cildinde
Kütahya ile ilgili kısmında Germiyan beyi II.Yakup'un (1387/1429) çok iyi saz çaldığından ve
Çöğür adı verilen sazın mucidi olduğundan bahseder.

a- KLASİK TÜRK MUSİKİSİ : Kütahya Mevlevihanesinde yetişen bestekarlar Osmanlı


Sarayında şehzadelere hocalık etmişler, Türk Musikisine değerli eserler kazandırmışlardır.

Ali Nutki Dede Efendi (1762-1804) Şevk-ü Tarab makamında Mevlevi Ayini, Abdulbaki Nasır
Dede Efendi (1765-1821) III. Selim'in yanında bulunmuş ve yedi makam bulmuş, iki Mevlevi
Ayini bestelemiş, Abdurrahim Künhi Dede Efendi (1769-1831) Hicaz makamında ayin
bestelemiş olup, Kütahya'nın Sekiören Köyü'nden Ebubekir Dede'nin çocuklarıdır.
Kütahya Mevlevihanesi'nin Neyzenbaşı Saatçi Mustafa Efendi (1938) "İntizar-ı makdeminle
nev bahar eyler Hulul" adlı Hisar buselik eserin bestekarıdır.
"Gittin, bu gidiş ölümden de beter" adlı Uşşak eserin güftesi Kütahyalı Kemani Fazıl Güvey'e
aittir. Yaşayan Kütahyalılar; Neyzen Ahmet Yakupoğlu, Şemsettin Güvey, Neyzen, Tamburi
Erhan Akalın, Ercüment Akalın, Yavuz Akalın, Yusuf Kayya, Mustafa Özoruç, Ümit Takma,
Çiğdem Kırankaya, Nilüfer Özkan, bestekar, saz ve ses sanatçılarımızdır.Bunlardan bazıları
TRT , Kültür ve Turizm Bakanlığı korolarındaki temsilcilerimizdir.
Günümüz Kütahya'sında Ahmet Yakupoğlu, Doğan Karaa, Emin Kavdır ve Tekin Uğurel
yönetiminde Klasik Türk Müziği, Tasavvuf Müziği ve Türk Sanat Müziği dallarında dört topluluk
çalışmalarını sürdürmektedir.

114
b-HALK MÜZİĞİ : Arifi -Hacı Pesendi, Aşık Ömer, Dülgerin Hüseyin Ağa, Nuri Çavuş,
Arabacı İbrahim Ağa, Hisarlı Ahmet, Terzi Sadık Türk, Ömer Kocaoğlu, Berber Kazım
Baltaoğlu, Şevket Şentürk gibi sanatçılar, halk müziğimizin yüzlerce yıllık birikimini günümüze
aktaran emeğin sahiplerinden birkaçıdır.
Mustafa SALÜN , Mesut TEZCAN ve Kudret KARAYİĞİT yönetiminde ki iki topluluklar
Kütahya Türküleri ve Zeybek oyunları üzerindeki çalışmalarını sürdürmektedir. Eski Zeybek
Oyuncuları Gemiş Rıza ve Fındık Hüseyin'in yanı sıra, Zeybek oyunlarını Mestan TURNA ve
Selahattin Sezgin adlı ustalardan öğrenen Muammer TEZCAN, Ahmet ALPGİRAY ile Rıza
TUNCAY ve Zafer BAYSAL'ın oyunlarının seyrine doyum olmaz.
Kütahya Türküleri, klasik Türk musikisi karakteristiğinde bir düzeye sahiptir ve makamsal
özellikleri vardır. Örneğin; Ahmet Bey - Gerdaniye, Kütahya'nın Pınarları- Kürdi, A Hamamcı-
Muhayyer, Hisar'dan İnmem Diyor- Kürdili - Hicaz, Havada Durna Sesi Gelir- Evç
makamındadır.
Zeybek türündeki türkülerimiz, türkü dünyasında Ege Türküleri arasında yer almakta ve
icrasının zorluğu nedeniyle Konservatuarlarda çoğunlukla sınav sorusu yapılmaktadır.
Feracemin ucu sırma, Ben kendimi gül dibinde buldum, Yasemen dalını yar neden eymeli,
havada durna sesi gelir bunlara örnektir.

Türlerine göre türkülerimizi beş bölüme ayırmak mümkündür: 1- Kına Türküleri


(Tıpır tıpır yürürsün, Altın tas içinde gınam ezdiler, Yasemen Dalı, Gül Ezerler ) 2- Ahenk
Türküleri ( Meşeden Gel, Portakalım, Öte Yakaya Geçelim) 3- Zeybek Türküleri ( Gar mı yağdı
Kütahya'nın dağına, Ahmet beyin bir küheylan atı var, Sinanoğlu, Mustafam Gaşların Gare,
Çatal Çam Başına Goydum Keseri) 4- Gurbet Türküleri İstanbul'un Gonakları Köşeli, Aydın'ın
Meşeleri, Duman Vardır Güzel İzmir Başında, A İstanbul Sen Bir Han mısın ) 5- Seymen -
Zeybek Geçiş Türküleri ( Mezar arasında, Hasıhlas başında).Deblek, cura, bağlama, zilli def,
açık hava enstrümanları; davul, kaba zurna Kütahya ezgilerinin başlıca çalgılarıdır. En çok
söylenen ve bilinen türkülerimizin başında Kütahya'nın Pınarları Akışır, Meşeden Gel,
Hisardan İnmem Diyor, Mezar Arası, Hasılhas Başında, Gediz Pazarı, Elif Dedim, Feracemin
Ucu Sırma, Karanfil Oylum Oylum, Ah Hamamcı gelmektedir. Yaşanmış olaylar, acı, keder ve
sevinçlerden konusunu alan Kütahya Türkülerinin pek çoğu derlemeci ve icracı ünlü Hisarlı
Ahmet (1908-1984) tarafından TRT Repertuarına kazandırılmıştır. Oğlu Mustafa Hisarlı, TRT
İstanbul Radyosu saz sanatçısıdır. Halen Kütahya Türküleri ile Gelenekleri ,konusunda iki
kitap hazırlayan derlemeci ve icracı Mustafa SALÜN'ün yanı sıra, Mesut TEZCAN, Metin
KIYMIK, Süleyman ORUÇ, Zeynel SAĞ, Kütahya Türkülerini seslendiren yerel
sanatçılarımızdır.

c.KÜTAHYA TÜRKÜLERİ

• Garmı Yağdı Kütahyanın Dağına


• Mustafam Karların Gare
• Bedestene Vardım
• Ahmet Beyin
• Kütahyanın Pınarları Akışır
• Sinanoğlu
• Ah Hamamcı
• Altıntaş
• Şimdallı
• Şu Domaniç Yolları

115
• Elif Dedim Be Dedim
• A İstanbul
• Tıpır Tıpır
• Çömüdüm
• Çam Dalları
• Keklik Sesi
• Kostakların İğdesi
• Irmızan
• Nazifem
• Haralelli
• Haşhaş

5.14 İNANIŞLAR

5.14.1UĞUR-UĞURSUZLUK

- Sağ avuç kaşınırsa para gelir, sol avuç kaşınırsa elden para çıkar.
- Ayak kaşınınca yolculuk var demektir.
- Sol kulağın çınlaması zenginliğe işarettir.
- Sağ kulağın çınlaması sağlığa işarettir.
- Gözün seğirmesi olumsuzluğa işarettir, çevrede ölüm meydana gelebilir.
- Kulağın çınlaması birisi tarafından anılmaya işarettir.
- Akşam tırnak kesilmez
- Cuma akşamı tırnak kesilmez.
- Akşam sakız çiğnenmez, akşam çiğnenen sakız ölü etidir.
- Salı günü çamaşır yıkanmaz
- Salı sallanır.
- Güneş batarken uyuyanın ömrü kısalır
- Elden ele sabun verilmez. Verilirse kavga edilir. Sabunu vermek gerektiğinde elin tersi kullanılır.
- Kesilen saçları kuşlar alıp yuvalarına götürürlerse o kişinin başı ağrır.
- Hamile kadın aş ererken neye bakarsa doğacak çocuk ona benzeyecektir.
- Hamile kadınlara ayva yedirilirse olacak çocuk güzel yüzlü ve eyaz çehreli olur.
- Kırklı kadın gece evinden dışarıya çıkmaz.
- Kırklı kadının başucunda gece ışık yakılır.
- Kırklı kadının yattığı odaya süpürge konulur.

5.14.2 YAĞMUR DUASI

Yağmur yağdırmak amacıyla veya sele neden olan aşırı yağışlara karşı
gerçekleştirilen, çoğunlukla dağ, tepe veya türbe yakınlarında topluca
gerçekleştirilen, dini ve geleneksel uygulamaların birbirine karıştığı pratiklerdir.

Yörede tespit edilen Yağmur Oyunu ;

Yağmur yağması için çocuklar ev ev dolaşarak yağ, bulgur, tencere gibi pilav
yapmak için malzemeler toplarlar. Biraz büyükçe olan kız çocukları odun parçalarıyla

116
yakılan ateşte pilavı pişirinceye kadar diğerleri el ele tutuşup mahalle aralarında ve
çimenlikte "yağ, yağ yağmur, teknede hamur, bahçede çamur, ver Allah'ım ver sicim
sicim yağmur" diyerek dolaşırlar. Pilav pişince hep beraber sofra kurup yenilir. Yemek
ve yağmur yağması için dua edilir.

5.15SEYİRLİK OYUNLAR

5.15.1 ALAKADIN OYUNU

Oyunda iki kız yöresel şalvar takım giyip gelin olur, iki kız erkek pantolonu ve
gömleği giyip saçlarını toplayarak şapkaların altında saklar ve yüzlerini boya ile bıyık
sakal yaparak oğlan olur. Ayrıca köyün yaşlı ve yetenekli iki kadını eski kadını eski
pantolon ve şapka veya kepenek giyerek çoban olurlar. Çobanların sırtlarına çıngırak
takılır.Düğünün başında bu kişiler oyundaki rollerine göre giyinirler. İr yerde toplaşırlar
ve topluca gelin, oğlan ve çoban kıyafetiyle düğün yerine gelirler. Düğün alanının
ortasına gelir ve gelinlerden biri yere çömelir. Oğlanın biri onun başına gelerek dikilir.
Çoban ise gelini kendine almak için mani söyler

Karım karım yağlarım var


Gezilmedik köylerim var
Sıra sıra altınım var
Sürü sürü hayvanların var

Gülüm kurutmam seni


Suda çürütmem seni
Senelerdir görmesem
Yine unutmam seni

Diyerek kendini beğendirmeye çalışır. Ayrıca maniler söyler. Manileri dinleyen


oğlan gelini unutur. Ve çoban gelini kapar. Oğlan gelini geri almaya çalışır. Diğer
gelin-oğlan ikilisi de çobanla aynı oyunu sürdürürler, bundan sonra yöresel türküler
eşliğinde gelinler,oğlanlar ve çobanlar oynarlar. Oğlan olan kızlar düğündeki kadınları
sırasıyla oyuna çıkarıp oynatır.

5.15.2KÖY SEYİRLİK OYUNLARI

Köylü Tiyatrosu" adı ile de bilinen köy seyirlik oyunları düğünlerde,


bayramlarda ya da yılın belirli günlerinde köylülerimizin genellikle "oyun yapma",
"oyun çıkarma" adı altında yapılan oyunlardır.Köylerimizde genelde oynan oyun için
seçilen yer düğün alanıdır. Köylerde oyunu iyi bilen kişi ve kişiler vardır. Bu oyunları
çok bilen veya devamlı oynayan kişinin yönetiminde oyuncular belirlenir ve roller
dağıtılır. Oyuncuların kostümleri hazırlanır. Oyunda seyirci oyuncu iç içedir. Oyunun
sonunda oyuncular seyircileri oyuna kaldırılır.

117
ALTINCI BÖLÜM
6.AFYONKARAHİSAR
6.AFYON TARİHİ
Afyonkarahisar ilinin bulunduğu toprakları ilkin Hitit İmparatorluğu'nun sınırları
içinde görüyoruz. Sonra Frig ve Lidya'lılara geçen bölge, M.Ö.6. Yüzyılda tüm
Anadolu ile birlikte Pers egemenliğine geçiyor. Büyük İskender ile Makedonya
İmparatorluğuna katılan topraklar, onun ölümünden sonra parçalanıyor. İskender'in
generalleri Anadolu'ya paylaşmak için savaşa girişiyorlar.
Bundan sonra Afyonkarahisar topraklarında Selevkos ve Bergama Krallığı
hüküm sürmekte. Roma İmparatoru I.Kanstantin zamanında, yöre Roma'ya bağlanıp
halkı Hıristiyanlaştırılmaya çalışılıyor. Roma'nın ikiye ayrılmasından sonraki dönemde
bölgeyi Bizans'ın egemenliğinde buluyoruz. M.S. 5. Yüzyılda Bizans İmparatoru
Zenon, Afyonkarahisar yöresinde, Sasani'lerle savaşa tutuşuyor. 7. Yüzyılda
Müslümanlığın birleştirdiği Arapların gözü Bizans'ın başkenti İstanbul'da. Bizans
başkenti almak için yola çıkan Araplar, 739 yılında Afyonkarahisar kapılarına kadar
geliyorlar. İslam inanışına göre; Battal Gazi, Bizans'la yapılan bu savaşlar sırasında
şehit düşmüştür.
1071 zaferinden sonra Anadolu Türklere açılmış, Kutalmış oğlu Süleyman Şah
emrindeki Türkler, tüm Batı Anadolu'yla birlikte Afyonkarahisar yöresini de
fethetmişlerdir. Bizansı korumak ve kutsal toprakları geri almak isteyen Batı
devletlerinin orduları, I. Haçlı seferiyle kısa bir süre yeniden Türklere katılması

118
Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat dönemine rastlar. Keykubat, Afyonkarahisar'a
ayrı bir değer vermiş, kenti onarttırıp, kalesini yeniden düzenletmiştir.
13. yüzyılın sonlarına doğru Afyonkarahisar, Türk beylikleri arasında güçlü bir
durumda bulunan Germiyanoğulları'nın buyruğuna girmiştir. Yıldırım Beyazıt'ın 1390
yılında Osmanlı topraklarına kattığı Afyonkarahisar, O'nun 1402'de Timur'a
yenilmesinden sonra yeniden Germiyanoğullarına verildi. Osmanlıların kısa sürede
kendilerini toparlayıp, güçlenmeleri Germiyanoğulları'nın barışçıl yollar aramasına
neden oldu. Devrim Sultan, Osmanlı sarayına gelin verildi. Germiyanoğlu 2. Yakup'un
ölümünden sonra da, bu beyliğin tüm topraklarıyla birlikte Afyonkarahisar da
Osmanlılara katıldı. O yıllarda adı Karahisar-ı Sahip olan Afyonkarahisar ve yöresi,
İmparatorluğun 14 sancağından biri durumuna girdi. Anadolu beylerbeyliğine bağlı
olan sancağın merkezi Kütahya idi. Tanzimattan sonra Hüdavendigar Valiliği
kurulunca beş sancakla birlikte Afyonkarahisar'da bu merkeze bağlandı. 1971'edeğin
Bursa'ya bağlı mutasarrıflık olan Afyonkarahisar, bu tarihte, bağımsız mutasarrıflığa
dönüştürüldü.
XVII. yüzyılda Celali isyanları, 1833 yılında Kavalalı Mehmet Ali Paşa
istilasıyla kara günler yaşayan Afyonkarahisar, en karanlık günleri 1921'deki I. Dünya
Savaşı sonuyla, Kurtuluş Savaşı sonu arasında yaşadı. I. Dünya Savaşı sonrasında
bütün Batı Anadolu kentleri gibi Afyonkarahisar da Yunanistan tarafından istila edildi.
28 Mart 1921'de kente giren Yunan birlikleri bilinemeyen bir nedenle 10 gün sonra
çıkıp gittiler. 13 Temmuz 1921'de yeniden girdikleri kentte 1 yıl 1 ay 25 gün kaldılar.
Afyonkarahisar, Büyük taarruzun ikinci günü 27 Agustos 1922'de düşman işgalinden
kurtuldu. İşgal sırasında harabeye çevrilen kent, bozguna uğramış düşman ordular
tarafından iyice yakılıp, yıkıldı. Büyük Taarruzun en büyük savaşları Afyonkarahisar
ve Kütahya illerinin sınırlarında yapılmıştır. Mustafa Kemal'in yönettiği, Kocatepe
Savaşı olarak bilinen ve Türk ordularına zaferi müjdeleyen, ünlü savaş da
Afyonkarahisar ili sınırları içinde gerçekleştirildi. Türklerin 1. ordusuyla 2. ordusu
arasında sıkıştırılan düşman birlikleri burada yok edildiler. Bu nedenle
Afyonkarahisar, Kurtuluş Savaşımızın simgesi olmuş kentlerimizden
biridir(İNTERNET 1).

6.1 AFYONKARAHİSAR ADI NEREDEN GELMİŞTİR


Afyonkarahisar Kalesi , şehrin güneyinde, çok yüksek ve yalçın bir dağın
tepesindedir. Adını dünyanın oluşumunun dördüncü zaman diliminde bir yanardağ
ağzında meydana gelen sarp kayalar üzerine kurulan kaleden (Karahisar) ve ilk defa
"Synnada" antik kenti sikkelerin de karşımıza çıkan haşhaş (Opıum-
Afyonkarahisar)'dan alan Afyonkarahisar M.Ö. 2.000 yıllarına kadar uzanan bir tarih
şeridi yaşatır.
İlk yerleşim izine, II. Murşil'in Arzava seferinde kullanıldığından bahsedilen ve
Hapanova (Yüksek Tepe) olarak adlandırılan Kale'de rastlamaktayız. Günümüze
kadar ulaşan Hitit sur parçalarından da burasının Hititlerce ilk defa kullanıldığını
öğrenmiş oluyoruz.
Hititlerden sonra Anadolu'da uygarlık kurmuş olan Frigler'in izlerine, sarp
kayalık üzerinde tespit ettiğimiz Frig mihrabı, sunu çukurları, Frig basamaklı sunağı
gibi kayalığın zirvesinde bulunan Frig kaya tapınağında rastlamaktayız. Sarp kayalık
üzerinde günümüze kadar korunarak gelmiş dinî amaçlı yapılanmadan, burasının
Frigler döneminde dinî bir merkez olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır.

119
Roma ve Bizans döneminde Asya ve Anadolu eyaletine bağlı bir yerleşim yeri
olan ilimizin adı, Akronıum (Yüksek Tepe)'dir. Bu dönemde, kaplıcaları, Frigya
Salutaris (Şifalı Frigya) adıyla ün yapmıştır. Afyonkarahisar, asıl önemine
"Selçuklular" döneminde kavuşmuştur. Milâdî 1147-1157 yılları arasında Sultan I.
Mesud'un emri ile "Karahisar" adı ile tanınan kalenin eteklerine, bir Türk boyu olan
Karaşar' lar yerleştirildiler. Stratejik yolların kavşağında çok çetin bir kalesi bulunması
dolayısıyla, kale ile Hıdırlık (kalenin güneyinde bulunan tepe) tepesi arasındaki
yerleşim alanı çok kısa sürede genişlemiştir. Bu gelişmeyi hızlandıran diğer bir olay
da, Sultan I. Alâaddin Keykubat'ın tahta çıkar çıkmaz başlattığı yurt kalelerinin
onarımı sırasında Afyonkarahisar Kalesi'nin de onarılmasını buyurmasıdır.
Sultan I.Alâaddin Keykubat, 1231 yılında lalası ve mimarı Bedrettin
Gevhertaş'ı kale dizdarı olarak Afyonkarahisar'a gönderir. Gevhertaş, kalenin burç ve
bedenlerini onardıktan sonra, yukarı Kale'de küçük minareli mozaik çini mihraplı bir
mescit ve onun doğu yanına da bir saray yaptırır. Ayrıca Alâaddin Medresesi adlı
Hisarardı Medresesi'ni yaptırır. Sarp kayalar üzerindeki kalesi sağlam ve güvenilir
olan Afyonkarahisar'da Selçuklu Devleti'nin hazineleri saklanır olmuş ve adına da
"Karahisar-ı Devle" denilmiştir.Anadolu Selçuklu Devleti'nin 1243 Kösedağ Savaşı
sonrasında Moğolların hâkimiyetine girmesiyle Afyonkarahisar'da Sahipata Beyliği
kurulmuş, daha sonra sırayla Eşrefoğulları, Germiyanoğulları ve Karamanoğulları
Beylikleri egemenliğinde kalmıştır.
Şehir, Osmanlı İmparatorluğu döneminde genişleyerek büyümüştür. Fatih
Sultan Mehmet'in sadrazamlarından Gedik Ahmet Paşa, Karaman Seferi sırasında
Afyonkarahisar'da konaklamış ve 1472-1477 yılları arasında yapımı tamamlanan
Gedik Ahmet Paşa Külliyesi'ni(sübyan mektebi, medrese, hamam, imaret ve
camii'den müteşekkil) yaptırmıştır. Bunun yanında çok sayıda mescit, cami, medrese
yapılmıştır. Mevlevîlik tarikatının yayıldığı merkez olan Afyonkarahisar'daki Mevlevi
Tekkesi'nin 19.yy.'da yanmasından sonra dönemin padişahı II. Abdülhamid Han
tarafından yaptırılan Mevlevî Tekkesi (Bugün cami olarak kullanılmaktadır.) önemli
mimarî eserlerdendir. İstiklâl Savaşı yıllarında Afyonkarahisar, Başkomutanlık
Karargâhı olmuş, Millî Mücadeleyi zafere ulaştıran Başkomutanlık Meydan Savaşı,
Afyonkarahisar'da da verilmiştir. Kurtuluş Savaşında, Büyük Taarruzdan bir gün sonra
27 Ağustos 1922 günü, saat:17.oo'de Türk orduları Afyonkarahisar'a girmiş bundan
sonra Başkomutanlık ve Garp Cephesi Karargâhı Afyonkarahisar'a taşınmış ve
karargâh olarak kullanılmıştır. Atatürk, 28 Ağustos1922 günü Afyonkarahisar'daki
karargâhına gelmiş, büyük zafere kadar çalışmalarını buradan idare
etmiştir.(İNTERNET 2)

6.2 AFYON ANONİM HALK EDEBİYATI


Halk Şairleri : Harabi, Turabi, Hicazi, Salih Dehşetî, Aşık Zülali, Kalaycıklı
Hakkı, Figri, Yoksul Derviş (Şemsettin Kubat), Aslı Bacı (Münevver Tolun), Fakı Eder
gibi ozanlarıyla Afyonkarahisar Halk Edebiyatı çok zengin bir yapıya sahiptir.
Destanlar : Destanların Afyon edebiyatında ayrı bir yeri vardır. Afyonkarahisar
Kalesi, tarihe damgasını vurmuş çeşme, kervansaray, köprü gibi tarihi eserleri, tarihte
geçirdiği deprem, yangın, kaza gibi doğal afetler, Afyon şehri, Afyon’un kurtuluşu,
haşhaşı ve diğer bazı ürünlerin üzerine söylenmiş ve yazılmış bir çok destan vardır.
Bunlardan en ünlüsü ise Çizmeci Zade’nin 1318 (1902) yılında Afyonkarahisar’da
vuku bulan yangını anlatan yangın destanıdır.

Efsaneler : Afyonkarahisar efsane ve menkıbelerinde işlenen konular ağırlıklı


120
olarak Anadolu, Ay ve Güneş, hayvan, taş kesilme, yalancılık, rüya, gaipten duyulan
ses, tükenmeyen yiyecek, ağaç-kuru ağaç, su motiflerinin işlendiği görülür. Afyon
efsaneler bakımından çok zengindir. Ancak bunlardan bir kısmı henüz
derlenmemiştir. Kadınana efsanesi, Hüdai (Hüzai) efsanesi, Erenler pınarı efsanesi,
Karakuyu efsanesi, Şahitler kayası efsanesi derlenen efsanelerin en ünlüleridir.

Masallar : Genelde bütün yörelerimizde anlatılan masallar benzerlik arz


etsede anlatıcının yaşadığı çevreden ilave ettiği unsurlar sebebiyle küçük farklılıklar
gösterebilir. Bir kısmı derlenmiş ve üzerinde çalışma yapılmış olan Afyonkarahisar
masalları, bölgesel özelliklerinin yanı sıra genelde Dede Korkut hikayelerindeki
anlatışları ve temaları taşır.
Şiirler : Afyonkarahisar’lı onlarca şairin yüzlerce şiirinde ağırlıklı olarak işlenen
temalar, aşk, sevgi, tabiat, vatan, yurt, kahramanlık, zafer, kurtuluştur. Şiirlerde
mahalli ifadelerin çok yer alışı da dikkat çeker.

Türküler : Afyonkarahisar’da türküler bakımından çok zengin yörelerimizden


biridir. Karahisar kalesi, Al Fadimem, Allı Gelin, Taş Başını Yol Eder, Dam Başına
Asagoymuş Galbırı, Hatçem Çıkmış Gül Dalına, Çemberim Dalda Kaldı, Su Gelir
Güldür Güldür gibi Afyonkarahisar Türküleri yurdun dört bir yanında söylenmektedir.
Ninniler :
Ninnilerin hoş geliyor
Koyun ile koç geliyor
Sen ağlama gülüm
Baban seni çok seviyor ninni...
Ninni deyip bellediğin
Al bağında doladığın
Seni Hak’tan dilediğim
Uyusunda büyüsün ninni...

Maniler :
Kalden iniş m’olur?
Ham demir gümüş m’olur?
Yar dedim de bir öptüm
Sonradan dönüş m’olur?
Maniye maraz derler
Güzele kiraz derler
Senin gibi kaynanaya
Küllükteki horoz derler
Afyon’un çarşısına
Gün doğar karşısına
Hiç insan aşık mı olur
Kapı bir komşusuna
Tekerlemeler :

Allı kiraz
Ballı kiraz
Bana gel biraz
Kiraz vakti geçti

121
Gel beraber oynayalım
Eşim seni seçti
Kalem kaşlar
Kalbur kulak
Bitli çanak

Ağıtlar : Anadolu’da çok yaygın olan ağıt geleneği zengin bir kültüre sahip
olan Afyonkarahisar’da özellikle Emirdağ Türkmenleri arasında çok yaygındır. Bu
ağıtlarda halkın çektiği çileyi, yaşadığı ızdırabı, akıttığı gözyaşını, gönlünün
derinliklerindeki ateşi, bütün samimiyetiyle görmek mümkündür(İNTERNET 3).

6.2.1 KALIPLAŞMIŞ SÖZLER

Deyim : Afakanı kalkmak, ahı tutmak, burnu kaf dağında olmak, fikir tası delik
olmak, hatır yıkmak, hatır yapmak,

Atasözü : İki çıplak bir hamama yakışır, yılanlar öldü kurbağalar bey oldu,
zenginin delisi garibin ölüsü bilinmez, kilitleme hırsız olur söyleme arsız olur, ölüye
gidince ağla düğüne gidince oynar.

Bilmeceler :
Gelir bir bir
Gider bir bir
Gelen gider
Giden gelmez (Doğum-ölüm)

6.3 GİYİM KUŞAM

6.3.1HALK OYUNLARINDA KULLANILAN GİYSİLER


Mahallî Giyim Kuşam:Yurdumuzda il ve yöresine göre halk oyunlarında günlük
Türk giyisilerinin dışında kalan eski giysilerin yer alması bir gelenek olarak
sürdürülmektedir. Mahalli giysilerimizde efe, zeybek, kabadayı, kızan, seymen, ağa
gibi giysilerinde ki bazı parçaları oyun giysilerimizde de görülmektedir. Yapılan
araştırmalara göre yöremizde giysi olarak en çok özellik taşıyanları, Emirdağ ve
Dinar yörelerinde bulunmaktadır. Bu yörelerde yaşayan halkın çoğu Türkmen
aşiretinden oluşmaktadır.

A)Kadın Giysileri:

Göynek; Özellikle sarı bürümcük veya


şile bezi denilen kumaştan dikilen, bol, yakasız,
önden düğmeli bir giysidir. Kalçaları örtecek
uzunlukta, yanları ufak işlemelidir. Şalvarın
dışında kalır. Halk arasında “kara boyalı
göynek” de denir.

122
Şalvar:Kırmızı desenli kumaştan dikilir. Şalvarın içine bazı yörelerimizde kaput
bezinden yapılmış ayrıca bir şalvarın giyildiği de görülür. Her yerde olmasa bile
yanlarında işlemeleri vardır. Belden topuğa kadar uzanır.

Zıbın: Bazı yörelerimizde “cepken” de denilmektedir. Bir adı da “kolçaklı


zıbın”dır. Bazılarının kol ağızlarında hayvan figürü olduğu görülmektedir. Göğüs
altında tek düğmelidir. Kolları ve önü hep işlemelidir.

Birzak: Emzikli kadınlar kullanır. Zıbının üzerinden bele kadar takılır.


Boyundan ve sırttan bağlanır. Göğüs üstü sıkı, aşağısı boldur. Kadının rahatça
çocuğunu emzirmesini sağlar. İpek, basma veya parça kumaştan dikilir.

Kuşak: Şalvarın üstünde bele arkadan bağlanır. Arkadan üçgen görünümü


verir.

Peştamal: Boyuna çizgili ipekli kumaştan yapılmış bel büzgülüdür. Arkadan


öne sarılır. Belden 3-4cm. genişlikte kola geçecek kısmı vardır. Dizin altına kadar
uzanır. Önde iki katlıdır, büzgüleri bele eşit aralıklı şekilde dağıtılır ve kolun arkasında
bağlanır. Kuşak, şalvar ve peştamal, birlikte günlük giysi olarak kullanılmaktadır.

Alaca: Peştemalin başka bir türüdür.Alakoyun yününden kadınlar kendileri


dokurlar. Önce koyunun yünü incecik eğrilir, kök boyası ile
boyanır ve yumak yapılır. Mısır koçanlarına sarılır ve dövende
dokunur. Düz ve baklava şeklindedir.
Çorap: Kadınlar çeşitli motiflerden ördükleri çorapları
giyerler. Motifler kadının iç dünyasını yansıtır ve üzerine çarık
giyilir.
Baş: Çuhadan yapılmış kırmızı fesin üzerine “çeki” adı
verilen işlemeli, oyalı, pullu örtü takılır. Fes üzerine iki sıra
altın dizilir. Buna “penez” adı verilir. Fesin tepesinde (tam
ortasında) tepelik denilen gümüşten bürgüyü tutacak
aksesuarlar vardır. Üzerinde “neil” veya “bürgü” adı verilen
örtü bulunur. Bazı yörelerde arkasına pullu çiçek takılır.
Pullu Çiçek: Puldan veya kuru karanfilden yapılır.
Karanfiller ıslatılarak ipliğe dizilir, arada ufak boncuklar da
bulunur.Pullu çiçeğin dik durması, kadının mutluluğu; zülüfle
birlikte sarkması, evlenmek istediği anlamına gelmektedir.

Takı: Gök boncuktan altın veya gümüşten takılar takılır. Her genç kız, gümüş
küpe takar, ayrıca kuru karanfil ve çiçeklerle bezenmiş kolyeler takılır.Bunların
arasında paralar bulunur. Genç kız ve kadınlarda özenle takılan zülüfler vardır. Ancak
yaşlı kadınlarda bırakılan zülüf, pek hoş karşılanmaz, ayıplanır.

Üç etek: Genellikle kına gecelerinde giyilir. Özellikle dikine çizgili kumaştan


yapılır. İkisi önde, biri arkada olmak üzere üç adet etekten yapıldığı için bu adı
almıştır. Üç eteğe “enteri” de denilmektedir. Yırtmaçları ve öne gelen dilimleri bulunur.
Simli ipekle veya kaytanla işlenir.

123
B)Erkek Giysilerİ:

Dinar ve Emirdağ yörelerinde özellikle erkek


giysilerinde efe, kızan ve zeybek giysileri
görülmektedir. Eski giysilerde Afyonkarahisarlı
erkekler, başlarında fes, fesin üzerinde ince
koyu renkli sarık, üzerine de yine koyu renkli
yazma bağlarlar ve yanda düğümleyerek
omuz üzerine düşürürlerdi. Bazılarında yarım
kilodan fazla ağırlıklı olan püskül de sallanırdı.
Erkeğin tamamen saçları kesilir ve saç
gözükmezdi. İçte, içlik(işlik) kullanılır, üzerine
kolsuz bir yelek giyilir ve kuşak içine sokulur.
Önden ilikli yapılır ve düğmeleri ipliktendir.Yeleğin ilikli kullanılması gerekir. Onun
üstüne kolu ve kol uçları geniş bir cepken giyilir, parmakların ikinci boğumuna kadar
kol uzar. Cepkenin üzerinde de kolsuz bir camedan bulunur. Alt ta bol kumaşlı,
kenarları işli, geniş ve kısa bir şalvar giyilir. Bu şalvar, diz kapağı altına kadar uzanır.
İçte bel kuşağı beli sıkı tutmak için kullanılır.Dışta şalvar ve yelek vardır. Cepken
uçlarını içine alacak genişlikte dış kuşak kullanılır. Bunun içine gümüş tabaka
(sigaralık), kehribardan sigara ağızlığı, sapları gümüşten işlenmiş kama ve yatağan
veya “çift kulaklı” adı verilen kesici silahlar bulunur. Üzerine tek bağla (kayışla)
bağlanan “efe silahlığı” takılır. Göbek altından göğüs boşluğuna kadar bir genişlikte
olur. Vücudun yan kısımlarına kadar uzanır. Bu iki kısmı, ince arkadan tutturulmuş tek
kayış birleştirir. Üzerine yağlık (büyük el mendili) veya dışa yarısı sarkacak biçimde,
silâhlık üzerinden kuşağa sokulur.Ayakta “tozluk” ile “dizlik” kullanılır. Bunlar uzun yün
üzerine giyilir. Dizlik, diz kapağı altına kadar gelir ve ön kesiminde dizin yere teması
durumunda yerde bulunan çizici ve kırıcı şeylerden korunması için kalkan gibi çıkıntılı
yapılır. Ayaklarda uzun konçlu, altı tabanlı kundura veya küçük boy mes gibi çizme
kullanılmaktadır. Bazılarında içdonlar uzun olup, dizler tozluk içine sokularak örtülür.
Diğerlerinde ise, dizleri açıkta bırakan ”topdon” giyilmektedir. Bir kısmı da uzun ağızlı
çizme kullanarak koncu diz kapaklarına kadar çıkartır. Bu ayakkabı sebebiyle dizlik
yada tozluk kullanılmamış olur. Erkek giysileri; mavi, lâcivert, dekani renkte çuha
üstüne, kaytan işlenerek yapılmaktadır.

6.3.2 GİYİM-KUŞAM (GELENEKSEL KIYAFET)


İlimizin mahalli özelliklerini taşıyan giyimler, daha çok geleneği sürdüren yerli
halkı düğünlerde giyerler. Elbiseler genel olarak aynı olmakla beraber ilçe ve
kasabalara göre bazı değişikliklere uğramıştır. Bu farklılık yöresel gelenekler, farklı
zevkler, iklim şartları ve tarihi olaylardan dolayı ortaya çıkmıştır. Bazen şehirdeki
hanımlar anne ve nine hatırası olarak eski elbiseleri kıymetli diğer eşyalarıyla birlikte
sandıkta muhafaza etmektedirler.
Başlar ve başlıklar: Başlıklar genel olarak ikiye ayrılır;
bunlarda birincisi hazır olarak yapıldıktan sonra giyilir, ikincisi ayna
karşısında doğrudan başa yapılır. Hazır başlıkların bazıları tas,
tepelik, fes, arakçin (rakçinde denir) taç, tozak ve hotozdur.
Başlıklar giyimin en önemli kısmını bölgenin geleneğini ve zevkini
belirler. Sağa sola eğmek veya dik kullanılarak kişinin durumu
anlatılmaya çalışılır, örneğin bazı yerlerin başlıklarında süs olarak
124
kullanılan altın miktarı evlilik yıllarını gösterir. Bazı yerlerde ise bu durum başa
bağlanan yemenilerin sayısı ile belirtilir. Nişanlı gelin, kız, dul evlenmek isteyen veya
istemeyen genç kızın başlıklarıyla evli kadın başlıkları farklıdır. Bazı bölgelerde ise
genç kızlar evleninceye kadar tek baş örtüsü kullanılır. Bazı başörtülerinin
kenarlarında çeşitli renkli oyalar dikilir, bazılarının iç kısımları işlemelerle süslüdür.
Peşli entariler: Bunların bir kısmı ayakların görünmesine elverişli
uzunluktadır. Bazılarının uzunluğu ise bir bucuk boya yakındır. Bu büyük özellikleri
etek uçlarının veya münasip yerlerinin kaldırılarak bele sokulması ile kıvrıntılar
yapılmasıdır. Genellikle kollar uzundur. Düz ve kadifeden yapılmış olanları el ile
işlemelidir. Peşli entarilerin üstüne cepken giyilmek suretiyle
takım tamamlanmış olur.
Peşsiz entariler : Peşli entarilere göre daha sade
olan bu entarilerde baştan aşağı kadar ön ve orta tarafların
işlemelerle kaplı olmasına önem verilir, çoğu hazır olarak
çarşıdan alınır. İlk zamanlarda bir gelin elbisesi olarak
kullanılmış ve daha sonra düğünlerde özel günlerde
giyilmiştir. Peşsiz entarilere Anadolu'nun bütün bölgelerinde
rastlanır. Peşsiz entarilere Bindallı adı da verilir. Çoğunlukla
koyu kadifeden yapılan bu entarilerin son
zamana ait olanların yaka, kol ve etek
kenarları dantellerle çevrilidir.
Telli hare – Pullu hare: Takım halinde üçüncü tip elbisede
eteklik ile bluzdan veya bluz ve şalvardan ibaret iki parçadır. Telli
hare, pullu hare adı verilen bu elbiseler çoğunlukla ince
kumaşlardan yapılır. Kumaşlar genellikle desenli olur. Düz
olanların çoğunda el işlemeleri yapılmıştır. Bluzlarda çeşitlilik çok
olmasına karşın etek ve şalvarlar genelde aynıdır.

Şalvarlar: Afyonkarahisar giyiminde şalvarlar en önemli yeri


alır. Şalvarların değişik çeşitlerini biçki bakımından dört tipte
toplamak mümkündür. Paçalı, paçasız, yarı açık ve erkek pantolonları gibi tamamıyla
açık olmak üzere paçasızlar muhtelif enlerde kumaşların birbirine dikilmesiyle bir
torba şeklinde olur. Bunların içinde ayak bileklerinden bir insan omzuna kadar uzun
ve iki insan eninde olanlarına rastlanır. Bir uçkurluğu vardır. Bele bağlandığı zaman
meydana gelen döküntüler önden veya yanlardan kaldırılarak bele sokulur ve
böylelikle meydana gelen şalvara ayrı bir hava verir. Aynı zamanda tam boya göre
uydurulmuş olur.
İkinci tip şalvarlar belden ayak bileklerine kadardır. Daha az kumaş kullanılır ve
bazılarında ayaklar şalvar içinde kalır görünmez.
Cepkenler: Fermana, fermene, salta, hırka,
yelektir. Yelekler kolsuz olur ve çoğunlukla entarilerin
içinden görünecek şekilde giyilir. Bazı yerler de geniş
kollu gömlekler üstüne giyilir. Diğerleri kolludur. Entari
veya şalvar üstüne giyilir. Çuha, atlas, mantin, kadife gibi
düz ve kalın kumaşlardan
dikilir ve üzerleri sırma işleri
ile süslenir. Hırkalar bazı
bölgelerde şalvarların yapıldığı kumaşlardan yapılarak
ikisi bir takım gibi sayılır.
125
Gerdan - Göğüs ve bel süsleri: Afyonkarahisar kadınının çok önem verdiği
ve düğünlerde, gezilerde, bayramlarda ve aile toplantılarında kendisini belirtecek,
değer yargısı yaptığı konuların başında takı adını verdiğimiz ziynet eşyasıyla kendini
gösterir diyebiliriz. Boyunlar, inci, altın zincir, top altın, kıymetli taş ve bronz kolyelerle
süslenir. Göğüslere “beşibir yerde” ve her tür yüzük çeşidini görmek mümkündür.
Oyma ağaç, takıların yanı sıra boncuklarında gençlerde süs eşyası olarak kullanıldığı
görülür(İNTERNET 4).

6.4.YÖRESEL YEMEKLER
Afyonkarahisar, halk kültürünün bütün
unsurlarıyla kendine özgü bir çeşitlilik sunar. Zengin
yemek kültürü ile anılan birkaç ilimizden bir tanesidir. Bu
yüzdendir ki Bolu/ Mengen’den sonra en iyi aşçıların
Afyonkarahisar’dan çıktığı söylenmektedir.
Afyonkarahisar’ın zengin mutfağı ağırlıkla hamura ve
ete dayalı olmakla birlikte
kaymağı ve lokumu gibi kendi üretimine dayanan bir çok
çeşitliliği de arz eder. Sadece patlıcandan yapılan 22 çeşit
yemeğin tespit edildiği İlimizde, 100’ün üzerinde yemek
çeşidi bulunmaktadır.Bu zenginlik özellikle düğün, doğum ve
asker yemeklerinde kendini göstermektedir. 10-12 kişilik
meydan sofralarında yenen bu yemekler, geleneksel sofra
adabı içerisinde ve Afyonkarahisar’a özgü bir sıraya
dayalıdır. Bu nedenle belli bir sırayı takip etmesinden dolayı
“Sıra Yemeği” adını almaktadır. Sıra yemeğine çorba yemeği
ile başlanır, daha sonra et yemeği (bütüm et, afyon kebabı,
pilav üstü kavurma vb.) arkasından mevsime göre sebze
yemekleri gelir. Börek bu yemeklerin vazgeçilmez yiyeceğidir. Böreğin yanında vişne
hoşafı ikram edilir, arkasından tatlı (kaymaklı ekmek kadayıfı, baklava irmik helvası,
hurma tatlısı vb.) yendikten sonra üzerine bamya yemeği gelir. Sıra yemeği, meyve
yada sütlü tatlının yenilmesi ve yemek duası ile sona erer. Afyonkarahisar yemek
kültüründe, yemekleri şöyle gruplandırabiliriz;
A) Buğdaydan Yapılan Yiyecekler:
1) Bulgur yemekleri
2) Düğün yemekleri (Çullama köfte, sulu köfte, iliba'da
dolması, sırt dolması)
3) Göce yemekleri (Göce köftesi, göce tarhanası, keşkek)

4) Hamur işleri ( Arabaşı, ağzıaçık, bükme, börek,


bazlama, börek kenarı, haşhaşlı börek, ikiz börek, katmer,
ocak bükmesi, şepit, cızdırma, cücü, çörek, nohut çöreği,
dolama, ev hamuraşı ev makarnası, nuska hamuraşı, sakala çarpan, velense
hamuraşı, miyane çorbası övme, peksimet, ak pide, haşhaşlı pide, katıklı pide, yalım
pidesi, halka pişi, lokma pişi, düz pişi).
B) Et Yemekleri:
1)Parça et, yoğurtlu et
2)İşkembe yemekleri (çorba, kıyma, kızartma, söğüş, tas eti. )

126
3)Özbek pilavı
4)Paçık
C) Sebze Yemekleri:
1) Afyon salatası
2)Patlıcan yemekleri (Patlıcan böreği, bütün (parça) et
patlıcan, yanı yarma,nohutlu patlıcan, kavurmalı patlıcan
kebabı, patlıcan küllemesi, patlıcan dolması, yoğurtlu
sarımsaklı patlıcan kızartması, imam bayıldı, patlıcan
köftesi, patlıcan çöp kebabı, patlıcan ezmesi, patlıcan
pilakisi, etli patlıcan sarması, etli patlıcan yahnisi,
patlıcan doğraması, patlıcanlı pilav, patlıcan oturtma, hünkar beğendi, patlıcan
gömmesi, patlıcan turşusu, patlıcan sırt dolması.)
3) İlibada dolması(İNTERNET 5).

6.5.GELENEK VE GÖRENEKLER
6.5.1DOĞUM GELENEKLERİ
Geçiş dönemlerinin ilki olan doğum geleneklerine ilişki geleneksel
uygulamaların çoğunlukla bırakılarak modern tıptaki uygulamaların benimsendiği
söylemek mümkündür.Ancak doğum öncesinde,sırasında ve sonrasında bazı
geleneklerin,inanış ve uygulamaların devam ettirildiği gözlenmektedir.Bunlar doğum
öncesi çocuğun cinsiyetinin tahminine dönük bazı inanışlarla birlikte doğum
hazırlıklarının yapılması şeklindeki uygulamalardır. Genelde çocuğun cinsiyetinin
belirlenmesine dönük inanç Türkiye genelindeki gibi tatlı yenmesi ile oğlan, ekşi
yenmesi ile kız olacağı inancı Afyonkarahisar’da da yaygındır.Doğumla ilgili yapılan
hazırlıkların da aile içerisinde paylaşılması gelenekselleşmiştir. Babaanne
(hastanede giyecek ve hediyeler), doğacak çocuğun doğum sırasındaki kıyafetlerin
hazırlanmasını, anneanne de annenin doğum sonrasındaki ihtiyaçların
hazırlanması(çocuğun odasının düzenlenmesi vb. gibi) anneanneye verilmiş gibidir.
Doğum sırasındaki geleneksel uygulamalar modern tıbbın uygulamaları ile
kaybolurken doğum sonrası uygulamalar yine geleneksel bir biçimde devam
ettirilmektedir. Loğusaya yaklaşım çocuğun göbek kordonu, yıkanması, ad koyma,
kırk basması ve al basmasına dönük adetler bilinen şekillerde Afyonkarahisar’da da
görülmektedir.
Bunlar;
- Çocuk eve geldikten sonra yıkanması adeti sırasında koltuk altları kokmasın diye
tuz sürülür. Bazen de cildin güzel olması için gül suyu sürülür.

- Çocuğun göbek kordonunun düşmesinden sonra, göbek kordonu inanca göre okul
bahçesine, ev içinde bir yere, cami avlusuna veya ilerde olması düşünülen bir
mekana gömülerek saklanır.

- Doğumun ilk haftasından sonra loğusa ziyaretine gelenler, mutlaka hediye getirirler
(havlu, çorap, çocuk çamaşırı, meyve suyu, çiçek, vb. gibi).

- Loğusa ziyaretine gelenlere “loğusa şerbeti ikram edilir”.

127
- Loğusa kadın ve çocuk asla yalnız bırakılmazlar.

- Loğusa kadını al basmasından korumak için kırmızı bir kurdele veya taç başına
takar.

- Loğusa kadınlar ve çocuklar kırkları çıkmadan bir araya getirilmezler ve


karşılaştırılmazlar.

- Loğusa ziyaretine gelen yakın akrabalar, yemek takımları getirirler. Yemek takımının
içinde; tavuk sulu pirinç çorba, tavuk, muhallebi, mayalı hamurdan yapılan çörek,
kaymak ve meyve bulunur.

- Doğumdan sonraki ikinci hafta, ad koyma adeti ve töreni yapılır. Ad koyma


töreninde babaanne tarafından yemek verilir, bu yemek takımı içerisinde çorba, parça
et veya kebap, dolma, börek, fasulye, bamya, meyve ve eskiden hoşaf bulunurdu. Bu
yemekten sonra aile büyüklerinden birisi veya hoca çocuğun kulağına ezan okuyarak
istenilen ismi söyler ve “adını ben koydum yaşını Allah versin” diyerek tören bitirilir.

- Annenin ve çocuğun kırklanması töreni de babaanne tarafından gerçekleştirilir,


anne ve çocuk kırklandıktan sonra anneanneye “Kırk kovalama”ya yatıya giderler.
Birkaç gün sonra da baba anne ve çocuğu almaya gider.

- Çocuk görme ziyaretleri de bundan sonra da devam eder, gelen misafirlere kaymak
sürülmüş mayalı çörek ikram edilir.

- Bebeğin ilk dişi çıktıktan sonra da düzenlenen törene ”diş göllesi” adı verilir. Gölle;
buğday, nohut, fasulye haşlanıp içine fındık, ceviz, kuru üzüm gibi çerezlerin de
konularak yapılan, tuz veya şekerle ikram edilen bir çeşit yiyecektir(İNTERNET 6).

6.5.2 SÜNNET GELENEKLERİ


Sünnet yaşı kırsal kesimde daha küçükken, kent kesiminde okul çağını
bulmaktadır. Geleneksel sünnet törenleri kısmen yerini modern eğlencelere de
bırakmıştır. Sünnet yaşına gelen çocuk, büyük çoğunlukla sünnetçi olarak bilinen
sıhhiye veya teknisyenlere kısmen de hastane ve kliniklere götürülerek sünnet ettirilir.

Sünnet töreninin bir yanı dini motiflerle ilgilidir. Burada sünnet sırasında veya
sonrasında dualar ve mevlüt okutulması, sonrasında da düğün ve eğlence yapılması
sözkonusudur. Bu törenlerden önce de çoğunlukla sünnet gezmesi araçlarla
dolaştırma şeklinde olur. Eskiden at ve fayton üzerinde gezdirmek daha yaygındı.
Geleneksel uygulamada gözlenen yemek verme adeti tüm diğer davetlerde olduğu
gibi sünnette de yer alır. Sünnetteki “sıra yemeği”nde pilav üstünde et veya özbek
pilavı, hoşaf, börek, tatlı, mevsimine göre meyve ve son olarak da bamya ikram edilir.

Sünnette sünnet olan çocuğa yakın akrabaları ve konu komşunun hediye verme adeti
bilindiği şekilde gerçekleşir(İNTERNET 6).

6.5.3EVLENME GELENEKLERİ
Düğün törenleri şehir ve kasabalara göre değişik özellikler taşır. Hatta bu
özellikler köylerde dahi farklılıklar gösterir. Bu farklılıklar söylenen çeşitli türkülerle
128
belli olur. Afyonkarahisar çevresinin "Kına Türküsü" gerek güftesinin gerekse
bestesinin özelliği bakımından farklı olup, düğünde kız ve oğlan evinin durumunu
açıkça anlattığını ilimiz düğünlerinde göreceksiniz. Afyonkarahisar'daki evlenme
törenleri sırasıyla şöyle oluşmaktadır. Dünür gezme (Görücülük), söz kesilip kahve
içme, nişan (yavuklu olma), şerbetinin içilmesi karşılıklı sini (Tepsiyle baş üstünde
nişan hediyesi olan şeker, çerez, iç çamaşırı, mendil, çorap vb. hafif eşya)
gönderilmesi, sini ardı (nişan tepsilerinin karşılıklı gönderilmesinden sonra kız evince
yapılan yemek) ziyafeti, kandillikler (kandil günlerinde gönderilen kına ve kandil
helvası,buna karşılık kız evinden oğlan evine bir tepsi ağzı açık, (bir çeşit börek veya
lokma) gönderilmesi, Hıdırellez daveti (nişanlılık zamanı hıdırelleze rastlarsa oğlan
tarafından "Hıdırellezlik" gönderilir, kuzu kesilen yemekli kır daveti) yapılır. Bayramlık
(kız evinden oğlan evine, oğlan evinden kız evine karşılıklı çamaşır), Kurban
bayramında ise süslenmiş koç (oğlan evinden kız evine) gönderilir. Nişandan düğün
haftasına kadar bu töre ve gelenekler eksiksiz ailelerin maddi durumuna göre yapılır.
Düğün haftasından önce iki aile, düğün, nikah ve esvap kesimi gününü tespit eder,
hazırlıklara başlanır. Gelini oğlan evi tarafı tanınmış bir mağazaya davet eder.
Mağazada gelin için alınacak giysi ve gelinlik vb. eşyaya bakılır. Buna "Esvap
Kesme" adı verilir. Esvap kesmeyle beraber, her iki taraf düğün için yakın1arı (eş,
dost ve akraba) davet etmek üzere “Okuyucu” adı verilen birer davetçi tutarlar veya
davetiye kartı gönderirler. Bu kadın okuyucular düğün sahibinin yakınlarını ev ev
dolaşarak düğüne davet ederler. Böylece düğün başlamış olur. Düğün 3 gün devam
eder. Çarşamba günü devam eden düğünde gündüz oğlan evinde yemek davetleri
öğleden itibaren başlar. Akşam yemeğine daha çok gençler (damadın arkadaşları)
davet edilir. Aynı gün öğleden sonra "Saç kesme" yapılır. Oğlan evinden kaynananın
başkanlığında kalabalık bir kadın grubu kız evine gider. Kız evinde en az iki defçi
kadın oğlan evinden gelen kadın grubu ayakta def çalarak ve türkü söyleyerek düğün
evinin merdiveni başında veya taşlığında karşılar. Misafirler kız evinden çağrılmış
olup, davetlilerle birlikte toplanırlar. Çengiler durmadan türkü söylemeye devam eder.
Gelin kız, kaynananın bulunduğu yere gelir, kaynananın ve misafirlerin ellerini
öptükten sonra, kaynananın önüne diz çöker. Önce kaynana görümce, teyze, yenge
(amca. dayı hanımları) birer ikişer saç telini kesmek suretiyle "Saç Kesme" töresi
yerine getirilir. Bu törende kaynana geline ziynet olarak ne takacaksa (Altın, inci,
gerdanlık, küpe, bilezik, vb.) sırasıyla takar. Tören bittikten sonra gelişlerinde olduğu
gibi giderlerken de çengiler ayakta çalarak uğurlarlar. Saç kesme töreninin akşamı
"Kına Gecesi" yapılır. Oğlan evinde kına gecesi: Oğlan evinde bir miktar kına ile
gerekli mumlar hazırlanarak kız evine gönderilir. Bu gecede damadın arkadaşları
çoğunluktadır. Kına gecesinde sağdıcın görevi çoktur. Misafirleri sağdıç karşılar,
ağırlar. Kız evinden bir grup oğlan evine hayırlı olsun diye gelir. Bir odada içkili sofra
ve saz heyeti kurulur. Vakit yatsıyı geçince kına yakma törenine başlanır. Bir tas
içinde karılmış kına önce damadın, sonra sağdıcın sağ elinin üç parmağına (yarım el)
yakılır. Kına yakılmaya başlarken baz heyeti ve düğünde bulunan gençler Kına
Türküsü söylerler. Kına yakıldıktan sonra damat ile sağdıç babanın ve aile
büyüklerinin ellerini öperler.

Kız evinde kına gecesi: Saç kesme töreni gecesi oğlan evinden yine
başlarında kaynana kalabalık bir grup kız evine gelir. Karşılama gündüz ki gibidir.
Gelin kız ve sağdıç el öperler. Gelin kızın avucuna bir parça kına konularak, bunun
üzerine bahşişler verilir. Kız evinde eğlence oğlan evi gittikten sonra daha çok olur.
Kızın arkadaşları etrafını sararlar ve binbir özentiyle ellerine ve ayaklarına kına
yakarlar. Kızlar defçinin eşliğinde kına türküsü söyleyerek geç saatlere kadar

129
eğlenirler. Kız tarafı kına yakanlara haşhaşlı pide, öğme, reçel, peynir, zeytin gibi
yiyecekler ikram eder. Oğlan ve kız evinin ileri gelenlerinden birer grup birbirlerini
ziyaret ederek hayırlı olmasını dilerler.
Kına gecesinde söylenen kına türküsü şöyledir:
Kınası karılır tasta
Oğlan evi pek havasta
Kız anası kara yasda
Yarenim kınan kutlu olsun
Orda dirliğin tatlı olsun
Tuz kabını tuzsuz koyan
Koca evi ıssız koyan
Anasını kızsız koyan
Yarenim kınan kutlu olsun
Orda dirliğin tatlı olsun
Ana hamama vardın mı?
Yunduğum yeri gördün mü?
Şimdi kıymetimi bildin mi?
Yarenim kınan kutlu olsun
Orda dirliğin tatlı olsun
Kaya dibi karıncalı
Yanı çifte görümceli
Hem dayılı hem amcalı
Yarenim kınan kutlu olsun
Orda dirliğin tatlı olsun
Kaynanam hamama varsa
İki ayağı birden kaysa
Hamam taşı bana kalsa
Yarenim kınan kutlu olsun
Orda dirliğin tatlı olsun
Atlayıp geçer eşiği
Sofrada kalır kaşığı
Gelin evlerin ışığı
Yarenim kınan kutlu olsun
Orda dirliğin tatlı olsun
Kızımız gidiyor
Nazımız gidiyor
Bugün akşamlık akşamlık
Yarın öğlenlik öğlenlik
Misafir kaldı
Söylemez oldu
Yarenim kınan kutlu olsun
Orda dirliğin tatlı olsun

Gelin Alma: Perşembe sabahı her iki tarafta da hareketlidir. Oğlan evinden kız
evine bir kamyon gönderilir. Bu kamyona çeyizler yüklenir. Kızın çeyizi sandık, yatak
odası takımı, halı, koltuk takımı, battaniye, yatak takımı ve mutfak takımından
(tencere, tabak, çatal bıçak takımı, çay takımı, fincan takımı, su takımı, su ve ocak
130
düğümleri, tepsi, vb.) oluşur. Çeyizle beraber kız evinden giden kadınlar çeyizleri
asar ve gelin odasını hazırlar. Gelin hazırlanır, gelin almak üzere oğlan evinin
akrabaları ve kaynana kız evine giderler. Gelin kızın babası yakın akrabaları duvak
örterler, görümlük para verirler. Bu tören çok hazindir. Duvak örtülünce kaynana gelini
arabaya bindirir. Hareket etmeden önce dua okunur. Akrabalar oğlan evine giderler.
Oğlan akrabaları ve kayınpeder gelini beklemektedir. Gelin evin önüne gelince
arabadan inmeden bir kurban kesilir. Gelini arabadan kayınpederi indirir. Gelin orada
bulunanların elini öper. Duvağı örtülüdür. Oğlan evinin akrabaları el öpme sırasında
geline görümlük hediyeler verirler. Ziynet eşyası takanlar da olur.
Cuma: Cuma günü öğleden sonra kadın misafirler gelin görmeye gelirler. Kız evi
üzüntülü, oğlan evi neşelidir, gülünür, eğlenilir. Böylece düğünün bir kısmı bitmiş olur.

El öpme Daveti: Pazar günü kız evi, oğlan evine bir tepsi baklava (Pazar Baklavası)
gönderir. Baklavayı götüren kadın kadınları öğle yemeğine, erkekleri akşam
yemeğine davet eder. El öpme daveti pazartesi günü yapılır. Bu yemek çok çeşitlidir.
Yemekten sonra kahve içilir, kız evinin yeniden aldığı dürüler dağıtılır.
Çeyiz indirme daveti: El öpme davetinden bir kaç gün sonra oğlan evi kız evinin
kadınlarını öğle, erkeklerini akşam yemeğine davet eder. Bu davetin amacı asılı
duran çeyizlerin indirilmesi düğünün bittiğini gösterir(İNTERNET 6).

6.5.4 ASKERLİK –GURBETLİK


Askere gidecek olan gence, kimi yerlerde kına yakma adeti görülmektedir.
Bununla birlikte asker yemeği veya asker eğlencesi adı altında “sıra yemeği” ile
birlikte bazen içki de sunulur. Bu yemekte genelde pirinç çorbası, bütün et, patlıcan
musakka, yalancı dolma ve kaymaklı ekmek kadayıfı, baklava ve en sonunda bamya
sunulur. Askere gidecek olan gencin evinde yapılan bu eğlenceye daha çok gençler
ve yakın arkadaşları davet edilir. Bir başka davet usulü de askere giden gencin yakın
akrabalarından başlamak üzere yemeğe davet edilmesi şeklinde gerçekleşir. Son
yıllarda adet olduğu üzere tüm eş ve akrabalarının katılımı ile bazen davul -zurna
eşliğinde otogarlardan uğurlanarak askere gönderilir(İNTERNET 6).

6.5.5 ÖLÜMLE İLGİLİ ADET VE İNANIŞLAR


Yaşamın son geçiş dönemlerinden olan ölüm adet ve inanışları, çoğunlukla
dinsel motifler içerisinde yapılmaktadır. Cenaze işleminin duyurulması, cenazenin
yıkanması ve gömülmesi usul ve adetlerinde dinsel geleneklere uygun olarak yapılır.
Mezara gömülmesinden sonraki gelenekler; diğer bölgelerdeki geleneklerden farklı
değildir.

-Ölü evinde aş kaynamaz.

-“Ölüyü böreksiz, düğünü beleksiz(hediyesiz) yapma” diye bir söz vardır. Dolayısıyla
ölü evine yemek getiremeyen eş-dost şeker, pirinç, yağ gibi ihtiyaçları getirir.

-Ölünün gömüldüğü günün ertesi günü cenaze yakınlarından birisi “sabah ziyareti
falanca camiden” diyerek seslenir ve ertesi günü belirlenen camiden sabah namazı
sonrasında mezarlığa gidilerek yasin okunur. Bu ziyarete gelenlere de dört başı
mamur kahvaltı yaptırılır. Defnedildikten sonraki Perşembe günü “son günü”ne
buyrun denilerek yemek verilir. Yemekten sonra kuran, mevlüt okunur.

131
-Ölünün kırkında ve elli ikisinde yine aynı dualar okunarak pide, bükme veya pişi
ikram edilir.

-Ölen kişi genç ise cenaze sahibi düğüne çalgılı çengili yerlere gitmez.

-Genç yaşta ölen bir kadının kocası yeniden evlenmek isterse yakın akrabasından bir
erkek evleneceği gün mezarın hece tahtasına boduçu(pişmiş toprak testi) çarparak
kırar ve “kulağın duymasın kocan bugün evleniyor” diyerek mezara seslenir. Burada
amaç muradını almadan ölen kadının gözünün arkada kalmaması ve yeni aileyi
huzursuz bırakmamasıdır.

-“Gelinle cenaze beklemez, vakti gelince uçurulur” düşüncesi ile yaşamın devamını
sağlayan her iki olayda adet ve gelenekler çerçevesinde gerçekleştirilir. Ancak
düğünde eğlence yapılmaz. İlimizde ayrıca, “imece, aşure, sıra geceleri (gezekler)”
gibi gelenekler de vardır(İNTERNET 6).

6.6HALK OYUNLARI

OYUNLARIMIZ:Afyonkarahisar’da eskiden mahallî halk oyunlarını oynayanlar,


kılıç-kalkan ve zeybek oyunlarını sergileyenler, özel giysilerini giyerler ve görünüm
itibariyle heybetli, alımlı bir efeler grubunu temsil ederlerdi.Beldemizde oynanan kırık
havalar, aşağı yukarı aynı ritimde seyreder. Örnek olarak 9/8’lik aksak usûlünde olan
“Hezin Hezin Gir Kapıdan” adlı türkümüzde sazlar çalarken; karşılıklı iki oyuncu, çoğu
kez ellerinde şimşir ağacından yapılmış kaşıklarla,
sazın melodisine uyarak, kaşık vuruşlarıyla aynı
anda ritm tutarak oynarlar.Kırık Oyun Havaları
oynarken kesinlikle ayaklar, dizden arkaya
bükülerek veya hoplayıp zıplayarak oynanmaz.
Ayrıca göbek de hareket ettirilmez. Gerdan kırma,
omuz silkme(oynatma) gibi hareketler kesinlikle
yapılmaz. Oyun oynarken, dizler hafif öne doğru
bükülür. Gövde de arkaya doğru dik olarak eğilir.
Sol ayak yana açılırken, sağ ayak da onun yanına
getirilir. Aynı hareket, sağ ayak açılırken sol ayak da yanına getirilmek suretiyle oyun
devam eder.Bu hareketlerle her iki oyuncu da aynı anda, sazın ritmine uyarak tatlı ve
yumuşak hareketlerle yapılır. Gövde; dizlerin hafif bükülmesi ile sağa ve sola
sallanarak oynanır. Kollar ise, dirsekten yukarı ve aşağı hafif hareketlerle bükülür.
Oyun aynı figürlerle seyrini devam ettirir. Kırık oyun havalarını erkekler oynadığı gibi,
kadınlar da erkek elbisesi giyerek sergilerler(İNTERNET 7).

HAYDİ GÜZELİM
(Kırık Zeybek)
Haydi güzelim kundurana tek tek bas
Ben seninim ister öldür ister as

Haydi güzelim kundurama kum doldu


Bu şişeler senin için dün doldu.

132
6.7 MÜZİK KÜLTÜRÜ
TÜRKÜ:“Karakoyun, Yaşar, Serenler, Karahisar Kalesi” meşhur
Afyonkarahisar türküleridir. Hemen hemen bütün türkülerimizin bir hikâyesi vardır.

Karakoyun Türküsü :Bir yörük çobanı, Sandıklı’nın Kumalar Dağı’nda


sürüsünü güderken beş hırsız gelerek Çobanın elini, kolunu bağlarlar ve sürüyü
toplayıp kaçırmak isterler. Fakat sürüyü bir türlü yürütemezler. Buna sinirlenen
hırsızlar Çobanı sıkıştırmaya ve işkenceye başlarlar. Çoban da “Benim sürüm
kavalsız kalkmaz. Ellerimizi ve kollarımı çözün, sürüyü yürüteyim.” der. Hırsızlar
çobanın bu teklifini kabul ederek elini kolunu çözerler. Çoban, kavalını çalar çalmaz
sürü hemen yürümeye başlar. Ta uzaklardaki çadırda kaval sesini duyan yörük
beyinin kızı, sürüye hırsız geldi diye telâşla bağırmaya başlar. Yörükler hayret ve
telâşla toplanarak kaval sesi gelen yere koşuşurlar. Karşıdan yörüklerin üstlerine
doğru geldiğini gören hırsızlar sürüyü bırakarak kaçarlar. Bu olay oba içinde hayret
uyandırır. Kızın kaval sesinden çıkardığı anlam, birçok dedikodulara da yol açar.
Kızla çobanın seviştikleri sonucuna varılır. Obanın dedikoduları ve kızının adının
çekiştirilmesine üzülen Yörük Beyi, birgün çoban, kaval çalarken “Kavalın sesi keskin,
kızı bununla mı ayarttın.” der. Çoban da “Ben koyunlarımı bile bununla idare ederim.
Susamış sürülerimi suyun başında bekletirim.” deyince; ihtiyar Yörük de, “Ben
koyunlara üç gün tuz yedireyim de sen sürüyü suyun başında tut bakalım.” der.
Çoban buna razı olur. Fakat bütün sürünün itaatından emin olan çoban, bir tek
karakoyundan korkmakta ve şüphelenmektedir. Sürüye üç gün hiç su vermeden tuz
yalattıktan sonra, dereden akan suya salıverir. Çoban da kavalını çalmaya başlar.
Tam koyunlar suyun başına vardıklarında kavalın ahengi değişir. Bütün sürü olduğu
gibi yerinde başları yukarıya doğru beklerler. Yalnız karakoyun aşağıya, suya varır.
Suyun sahibi ihtiyar Yörük ve bütün oba halkı onu görünce şaşarlar ve birbirlerinin
yüzüne bakarlar. O sırada Yörük Bey’i çobana “Aşk olsun, fakat karakoyun neden
haşarıdır?” diye sorar. Çoban, “Birgün ablama süt sağarken sağdırmak istemedi de
elimle onun başına vurmuştum!” deyince, Yörük Beyi “Kızı hakettin ve güveyim
oldun.” der.” Fakat bu olaylar sırasında karokuyunun kuzusu ölmüştür. Çoban,
kuzusunun sesini, anasına verilen tuzdan bilir. Bu ölüme sebep olduğu için içine dert,
acı çöker. Acısını ve üzüntüsünü ifade etmek için de bu türküyü yakar. (İNTERNET 8)

6.8 GELENEKSEL EL SANATLARI


Keçecilik: Eskiden insan gücü ile hamamda pişirilerek
yapılan keçe, bugün makinalarda pişirilerek yapılmaktadır.
Yapılan keçeye, yapan ve yaptıran kişilerin adları yazılmakta,
keçelerin üzerine mavi, kırmızı, yeşil renklerden oluşan motif ve
şekiller işlenmektedir. Demiryolu, göbek, yıldız, tavan, ay yıldız
Afyon keçelerinin üzerine işlenen motiflerden bazılarıdır. Keçe
çeşitlerinin bazıları şunlardır: Kepenek, nakışlı keçe, bebe
keçesi, belleme, fes, mevlevi zikkesi, yelek, at keçesi, seccade.
Geçim kaynağı keçecilik olan keçelerini eski usül ile yapan
keçeci esnafı bu mesleğini “Keçeciler Çarşısı’nda
sürdürmektedir.

133
Koşumculuk: Afyon’un kökü çok eskilere dayanan el sanatlarından biridir.
Atların arabaya koşulması için gerekli olan amut, paldım, dizgin, şeker, ok kayışı,
sırım gibi deri ürünlerinin yapımı ile uğraşan bir el sanatı dalıdır. Afyon’daki
koşumcular, kasaplardan aldıkları manda(camız) derilerini şapladıktan sonra, kayış
haline getirmekte ve daha sonra koşum eşyalarını yapmaktadır. Koşumların üzerine
dökümden yapılmış saçak ve püsküller süs için konulmaktadır. Koşumculuğa olan ilgi
bugün yok denecek kadar azdır.

At Arabacılığı: Koşumculuğa paralel olarak gelişmiş el


sanatıdır. Şehirdeki çeşitli atölyelerden son derece sağlam ve özenle
boyanarak, manzara resimleriyle süslü arabaları yapılmaktadır. Çevre
illerde satışı yapılan at arabaları, yaylı tatar arabası, fayton olmak
üzere çeşitli biçimlerde üretilmektedir. Yaylı arabalar genellikle tek atlı
olarak yapılmakta ve tekerleklerine lastik kaplanmaktadır. Arabanın
önünde ve arkasında sarsıntıyı önlemek amacıyla yaylar
bulunmaktadır. Yaylı arabanın üzerine yapan kişinin adının yazılması
gelenektir. Tatar arabası çift atlı olarak yapılır. Kasa dingil üzerine
oturur ve tekerlekleri demirle kaplıdır. Bu yüzden çok sarsıcıdırlar. Faytonlar ise
geçmiş zamanların lüks taşıt araçları olduğundan, alabildiğine süslü, ince, zarif ve
hafiftirler. Çift atlıdır. Üzerine körüklü bir kaplama ile dilendiğinde açılabilecek bir
şekilde yapılır. Boyadan başka pirinç çakma düğmelerle de süsleme zenginleştirilir.
Demircilik ve Bakırcılık: Eskiden çok önemli olmalarına rağmen bugün özelliklerini
yitirmiş olan el sanatıdır. Endüstrileşme bu iki el sanatını büyük ölçüde etkilemiştir.
Afyon’daki demirciler başlıca gecenez kapı zinciri, toka, fırdöndü, kaşağı, kullap,
frank ve törpüsü, gem, hıltar, düğme gibi pek çok eşya yaparlar. Bakırcılarında
üzerinde en çok çalıştığı eşyalar güğüm, kazan, tabak, tencere gibi çeşitlidir.

Yemencilik: Afyon yemenilerinin en büyük özelliği, kısa ve uzun yüzlü olarak


dikilmesi, dikilip içinin dışına çevrilmesi ve kıyısından çevrilmesidir. (Dikilmesidir) İyi
yapılmış yemen normal koşullarda yaz kış iki yıl giyilebilmektedir.
Kilimcilik: Emirdağ köylerinde kilim ve zilinin yanı sıra çuval,
gelin harharı, seccade, terki heybesi, yastık, cicim gibi eşyalar
dokunmaktadır. Bu dokumalarda kullanılan motiflere verilen
benzetme adlar ve belirli anlatıma dayalı kompozisyonlar adeta
kilimlerin dilidir. Gelin parmağı, kız farı, kız yanağı, turna katrı,
seher kuşlu, kirli yanışlı, koç boynuzu, aman kız, eli belinde,
yıldız, zülüf, yaryare küstü, çapraz Emirdağ kilimlerinde
kullanılan bazı motiflerin adlarıdır. Dokunan kilim ve benzeri
eşyaların yünleri yine Türkmen kadınlarınca eğrilir ve kök boya
ile boyanır. Basit tezgahlarda dokunan Türkmen Kilimleri benzersiz
el sanatı ürünleri arasındadır. Son yıllarda kök boya ile üretime
başlayan Afyon-Bayat-Dinar-Sincanlı-Hocalar İlçeleri Sosyal
Yardımlaşma Kurumları ve Afyon Kocatepe Üniversitesi Emirdağ
Meslek Yüksek Okulu Halı-Kilim Bölümü talebi karşılamada
zorluk çekmektedir. Bilhassa Bayat ilçesinde dokunan kilimlerin ünü yurt dışına
uzanmıştır.Hasır ve Boyra Örücülüğü:İlçemiz Yakasinek kasabası ve Taşköprü’de
bazı yaşlı kişilerce hasır ve boyra örücülüğü yapılmaktadır.Hasır, daha çok Akşehir ve
Eber göllerinde yetişen Kındıra adı verilen bir çeşit su
bitkisinin işlenerek basit tezgahlarda dokunması ile halı

134
ve kilim altlarına serilerek kullanılır. Boyra(kamış hasırı) Akşehir ve Eber göllerinde
yetişen kamışın işlenmesinden sonra tezgahında örülerek, ahşap evlerin tavan
kısımlarında üzerine atılacak talaş ve toprakların içlerine sızmasını önlemek için
kullanıldığı gibi çeşitli yerlerde dekorasyon ve kamufle malzemesi olarak da
kullanılmaktadır. Ancak, gelişen teknolojik yenilikler yukarıda anlattığımız hasır ve
boyraya karşı olan ilginin azalmasına sebep olmuştur.

Mermercilik:Mermerler klasik billurlardan oluşmuş taşlardır. Bunlar kalkerlerin


ve bazende dalomitik sıcaklı ve basınç etkisiyle değişikliğe(metamorfizm) uğraması
sonunda meydana gelmişlerdir. Mermerlerin bileşimi kalsiyum karbonat ve pek azda
kalsiyum ve magnezyum karbonattır. Tarihi çok eskilere M.Ö.313 yılına rastlayan
mermer ocakları Afyon’a 25 km. uzaklıkta bulunan
İscehisar ilçesinde yoğunluk kazanmıştır. Miladi
tarihlerde kullanılan bu mermer ocakları hala
işletilmektedir.Eskiden ilkel metotlarla parçalanan taşlar,
bugün modern araçlarla (elmas tellerle) kesilerek bloklar
halinde çıkarılarak zaiyat önlenmiştir.Antik çağlarda da
çıkartılan mermerlerin; karayolu ile Efes antik kentine,
oradan da gemiler ile Roma’ya taşındığı; Vatikan ve
Roma’da bir çok yapıda kullanıldığı ve bu mermerlerin İscehisar’dan gittiği
belgelenmiştir. Mermercilik son yıllarda farkına varılmaya çalışılan, gelişen ülkemizde
kullanım alışkanlığı ve yaygınlığı artan konumdadır. Türk mermerinin içte ve dışta
tanınmasıyla mimaride estetik ve tabi malzeme olarak kıymeti kavranmıştır. Turistik
tesislerde çevre tanzimi, şehirlerde peyzaj mimari, anıt ve süslemecilikte kullanımıyla
estetik kazandırmaktadır. Mermer yekpare kullanıldığı gibi bakır, alüminyum, metal,
ahşap, çini, mozaik ve çelikle kullanımı sonucunda değişik şekilde de kullanıldığı
yere otantik görünüş sağlamaktadır. Turizm sanayini etkilemekte ve aynı paralelde
gelişmektedir. Hediyelik eşya ve el sanatlarında ocak, lavabo, mutfak tezgahı, masa
ve masa üstü sehpa(yuvarlak, oval, elips, dikdörtgen, kare asimetrik) , süs ve büro
malzemesi, satranç takımı, abajur, aplik, avize, saksı, vazo, metalli ve metalsiz sigara
küllüğü, şekerlik, fincan, likör takımı, çerçeveler, kurnalar ve daha çok çeşitli eşyalar
üstün kabiliyetli ustalar eliyle şaheserler yapılmaktadır. Afyon mermerinin tane
çapları, damarları ve görünüşleri de yer yer değişiktir. Bu farklara göre taşlara beyaz,
pamuk beyaz, beyaz sarı, pembe sarı, gri, menekşe, kaplanpostu, güvercin göğsü ve
gök mermer gibi adlar verilmiştir. Bunlar arsında en çok işlenen cinsler Afyon kremi,
Afyon sarısı, Afyon sumakisi, Afyon dumankiri, Afyon bulgurlusu ve kaplan postu
çeşitleridir. Bacasız sanayi olarak adlandırılan mermer işlemeciliği her geçen gün
gelişmekte, mermer sanayii dallarına bilinçli bir şekilde yatırım yapılmakta ve artık
beyaz altının değeri daha iyi anlaşılmaktadır.

Halıcılık:Seccade, yastık, heybe, torba, Kur’anlık gibi eşyalar dokunmaktadır.


Son yıllarda kooperatifçiler ve Sümerbank aracılığı ile Isparta tipi halı dokumacılığı
gelişmiştir. Halkın dokuduğu halılarda kilim motifleri hakimdir.
Ticari amaçlı halılar ise halıcıların verdikleri desenle
işlenmektedir. Dazkırı, Dinar, Sandıklı ve Şuhut ilçelerinde
halıcılık bir aile ekonomisi haline gelmiş, gelir kaynağı olmuştur.
Dazkırı bölgesinde özel sektöre ait yapağıdan başlayarak, halı
dokunması dahil tüm evleri otantik ortam içinde gösteren halı
satış reyonları turistlerin büyük ilgisini çekmektedir.

135
Örgücülük: İnsanların koyun yününü en ilkel biçimde kullandıkları çalışma alanı olan
örgücülük de Afyon’da yaygın el sanatlarından biridir. Koyun yününü kirman, tarak,
şiş, iğ gibi basit araçlar kullanılarak çorap, eldiven, kazak, içlik gibi eşyalar haline
getirilir. Örülecek erkek çorabı olduğu zaman çoğunlukla düz örgü yada kendinden
motifli örgü çeşitleri kullanılır. Çoraplar diz yüksekliğinde örülür. Kadın çorapları ise
nakışlı olur. Renk renk motifler ve nakışlar zengin ve güzeldir. Çoraplar beş şişle
örülür.

Dantel ve Oyalar: Kadınların boş zamanlarını değerlendirmek amacıyla


yaptıkları, süslemeye yönelik el sanatı ürünleridir. Danteller beyaz veya krem ip
kullanılarak örülür. Motifler halinde tek tek örülüp birleştirilen veya bir bütün olarak
örülen danteller, çarşaf, yastık, sandık örtüsü gibi eşyaların kenarlarına geçirildiği
gibi, su takımı, oda takımı, sehpa örtüsü, karyola takımı, masa örtüsü olarak da
yapılmaktadır. Bamyalar, yelpaze, örümcek, laleler, demiryolu, kaz bacağı, elti eltiye
küstü, kaynana yumruğu, dantellerde kullanılan sayısız örneklerden bazılarıdır.
Oyalar; tığ, iğne, mekik, firkete gibi araçlarla örülür. Çok gösterişlidir. Renkli ipliklerle
bazıları boncuklar ve pullar kullanılarak yapılan oyalar, tülbent ve yazma kenarlarına
geçirilir. Oyalarda kullanılan örneklerden bazılarının adları şöyledir. Sarhoş bacağı,
bülüç gözleri, karanfil, bademler, ortancalı, günlük oya, pul oya gibi.Danteller ve
oyalar kızların vazgeçilmez çeyiz eşyalarındandır. Afyon’da kız çocuklarının çeyizleri
beşikteyken hazırlanmaya başlanır(İNTERNET 9).

YEDİCİ BÖLÜM

7.UŞAK

7.1DİL

Aba : Abla
Acıg : Birazcık
Alaf : Ateş
Angıt : Ahmak,sersem
Ayan : Muhtar
Ayran gevmek : Boş konuşmak
Beranarı : Şöyle Böyle
136
Boyalak : Başıboş
Böcü : Böcek
Cice : Abla
Cıbıl : Fakir
Çilte : Minder
Dam : Hapishane,Ahır
Deperotu : Havuç
Deze : Teyze
Efen : Kolay
Enseli : Çivi
Enteri : Gömlek
Evcümek : Evine bağlı
Gali : Artık
Germe : Yüksek
Gınık : Beleş
Gıyık : Yorgan İğnesi
Gön : Deri
Hadendi : Tez çabuk
Hangırda : Nerede
Haranı : Toprak tencere
Hoz : Yabancı
Imızgamak : Uyuklamak
Ingasdan : Yalancıktan
İspirte : Kibrit
Kabırcak : Tabut
Kaykı : Aksi
Keri : Sonra
Kıtmek : Kandırmak
Kırkışmak : Yarışmak
Lapbada : Aniden
Lom Sözlü : Lafını bilmeyen
Müzmal : Perişan
Nacap : Nasıl
Nenecen : Boşver
Oku : Davetiye
Öfen : Önceki gün
Össen : Herhalde
Peşkir : Havlu
Pontür : Pantolon
Sağdıç : Arkadaş
Sinlenmek : Saklanmak
Sındı : Makas
Şarpo : Başörtüsü
Ten aşı : Bulgur Pilavı
Teper Otu : Havuç
Tırkaz : Kapı Kilidi
Üleşmek : Paylaşmak
Velesbit : Bisiklet
Yağlık : Mendil
Yalım : Herhalde

137
Yen getmek : Oynatmak
Yılık : Eğik,yamuk
Yozuk : Haylaz
Zağar : Av Köpeği
Zarplı : Kuvvetli

7.2 UŞAK ANONİM HALK EDEBİYATI

7.2 1 AHMEDİ (1334–1413)


Asıl adı Tacettin İbrahim Bin Hızır’dır. Doğum yeri Uşak’ın Sivaslı İlçesidir.

XIV. asır Anadolu Türkçesi Edebiyatının en büyük şairidir. Aynı zamanda


hekim, hattat, ressam ve âlim bir kişidir. Ahmedi çok sayıda kaside, gazel söyleyerek;
büyük aşk ve macera hikâyeleri yazarak manzum tarih ve tıp kitapları meydana
getirerek, divan şiirinde nesne vadisinde ve ilim yolunda kurucu şair sıfatıyla
çalışmıştır.

Eserleri: Divan sanat bakımından en kıymetli eseridir. 8000 beyiti aşan bir
manzumedir. Kaside ve gazellerden oluşur. Çoğu Yıldırım’ın oğlu -Emir Süleyman
adına yazılmıştır.

7.2.2 ÖMER BEDRETTİN UŞAKLIGİL : (1904–1946)


1904 yılında doğan Ömer Bedrettin Cumhuriyet döneminin saygın
şairlerindendir. Ününü kaynağı halk şiirinde olan lirik dizelerinden alır. Ömer Bedrettin
ilköğrenimini Uşak’ta orta öğrenimini Sivas’ta ve İstanbul’da yapmıştır.1943 yılında
Büyük Millet Meclisine Millet Vekili olarak girmiş 24 Şubat 1946 yılında hayata
gözlerini yummuştur.

Ömer Bedrettin memleket renklerini ve manzaralarını yansıtan duygulu, zevk,


şekil, kalıp ve vezin yönlerinden sağlam şiirleriyle hecenin beş şairinden biri olarak
geçmiştir.

Deniz Sarhoşları, Yayla Dumanı, Sarı Kız mermerleri isimli üç şiir kitabı vardır.

7.2 3 ANLATMALAR

7.2.3.1 EFSANELER

ALİ İLE KEZBAN EFSANESİ


Bir zamanlar Uşak civarında yaşayan varlıklı bir ailenin Kezban adında bir kızı
vardır. Çobanlık yapan Ali dağ eteklerinde sürü güderken bir gün Kezbanı görür.
Çoban Ali ondan sonra Kezbana vurulur. Ali yıllarca sevdasını saklar durur. Artık
dayanamaz hale gelir. Var git ana Kezbanı babasından iste der annesi oğlunun
kıramaz varır beyin evine muradını söyler. Bey kızar oğluna söyle… Yüksek dağların
başı dumanlı olur baş döndürür. Başını yükseklerde gezdireceğine dağın eteklerinde
sürüsünü gütsün dengini bulsun der.

138
Bu hal üzerine Ali’de Kezban da derinden yaralanmışlardır. Neticede
kaçmaya karar verirler gece yarısı bir pınar başında buluşurlar. Bu adara beyin
adamları pusu kurmuşlardır. Orada ikisini de vururlar.

DİKİLİTAŞ EFSANESİ
Vaktiyle Uşak İlinin Banaz İlçesi yakınındaki Ayrancı Köyünde çocuklu bir
kadın yaşarmış, Bu kadının evi köy dışındaki bir tarlanın ortasındaymış, tarlanın
civarında tek tek evler varmış. Bir gün bu kadın yufka açıyormuş, tam o vakit kadının
çocuğu ağlamaya başlamış bunu gören kadın çocuğuna doğru uzanarak neden
ağladığına bakmış ve çocuğun altına pislediğini görmüş. Yerinden kalkıp bez almayı
üşendiği için çocuğunun altını açtığı yufkalardan biriyle temizlemiş. Tam bu sırada
annesi de çocukta oracıkta taş oluvermişler. Şimdi bu olayın geçtiği yer Dikili taş
mevkii olarak bilinmektedir.

7.2.3.2 FIKRALAR

ALLAHIN İŞİ BAKKALIN TAŞI


Köylünün biri Uşak’a gitmiş. Burma Camiinin karşısındaki bakkaldan bir şeyler
alacakmış. Bakkal köylünün aldıklarını kilo yerine teraziye taş koyup taşla
tartıyormuş. Köylü sormuş :
-Senin dirhemin yok mu? Neden taşla tartıyorsun. Demiş.
-Sus… Sus… Çarpılırsın. Allahın işine cami karşısındaki bakkalın taşına karışılmaz.
Demiş.

DAĞIN TAŞIN KURDUN KUŞUN KIYMETİNİ BİLELİM


Çok eski zamanlarda Yörük Uşak’a inmiş. İndiğinde Uşak’taki lokantaların
çoğu kapalıymış. Nedenini sormuş.
-Ramazan geldi… Demişler
Yörüğün ramazanla, kurbanla ilgisi yokmuş. Aç acına yaylasına geri dönmüş.
-Amanın dostlar… Yaylamızın kıymetini bilelim Uşak’a Ramazan deye biri gelmiş
ortalığı kırmış geçirmiş. Açık tek bir aşçı dükkânı bulamadım. Açlıktan öldüm. Sis siz
olun Ramazan gelince Uşak’a gitmeyin. Şu yaylamızdaki kurdun, kuşun, dağın, taşın
kıymetini bilelim. Demiş.

VALİ BEY BENDEN SONRA GELİR


Vilayette çalışan memuru herkes tanır. Sürekli takılırlarmış. Memurda hergün
bir fıkra uydururmuş. Günlerden bir gün
-Bu vilayette Vali bey benden sonra gelir. Demeye başlamış. Bu sözü sabahları
günaydın yerine kullanmaya başlamış. Söz sonunda Vali beyin kulağına gitmiş. Vali
bey sormuş.
-Söyle bakalım bu vilayette Validen önce kim gelir. Demiş
Memur
-Ben efendim diye yanıtlamış.
Vali
-Ne demek o. Diye sinirlenirken yanıtını da almış
-Efendim siz saat onda, on otuzda teşrif buyurursunuz. Ben ise sizden önce saat
dokuzda vilayete gelirim. Demiş.

7.2.4 ŞİİRLER

139
7.2.4.1DESTANLAR

KURTULUŞ DESTANI
Bugün Bir Eylül
Güneş pırıl pırıl
Işık saçıyor
Kocatepe de Türkün aslanları
Destan yazıyor
Kahpe düşman
Vurgun yemiş kaçıyor
Kutluyoruz,
Kutlu olsun Bir Eylül

Süvariler
Düşmanların peşlerine takıldı
Nice!
Kol, gövde, baş, bacak
Dumlupınar ovasına saçıldı.
Atanın oğulları
Akdenize açıldı.
Kutluyoruz
Kutlu olsun Bir Eylül

Uşak’a
Askerimiz girdi giriyor
Düşman mevzileri
Birer birer eriyor
Göğem Köyünden
Düşmanların ordusu
Trikopis’i esir veriyor

İkindi vaktinde
Minareler, selalarla çınlıyor
Süngü yemiş düşman iti
Köpek gibi inliyor.
Milleti ile vatanım
Atası ile diriliyor
Kutluyoruz
Kutlu olsun Bir Eylül

Serçe sürüsünden,
Alay mı olur?
Bu topraklar benim.
Düşmanlara
Vatan mı olur?
Her destan yazanlar
Kemal mi olur? Şubat ’96 Kemal AKTAY
Kutluyoruz, Uşak Bl.Siv.Sav.Müdürü
Kutlu olsun Bir Eylül

140
7.2.4.2 TÜRKÜLERİMİZ

ON YEDİ BENLİ ŞADİYE: Banaz’ın Yazı tepe (İmrez) Köyünden on yedi benli
Şadiye’nin hikâyesidir. Şadiye adındaki genç kız biriyle evlendirilir. Daha sonra ilk
eşinden bir çocuğu olur. Şadiye çocuğu henüz altı aylıkken onu bırakıp komşusunun
oğlu ile kaçar. Şadiyenin kaynı bunu öğrenince onun kaçtığı adamı vurup öldürür.
Adamın ölüsünü de yakarak ortadan kaldırır. Bunun üzerine köyde Şadiye’ye şöyle
bir türkü yakılır.

Ay bulutta bulutta Evleri Camiye yakın Ay butla giriyor


Mendilim kaldı dutta Ak gülleri sen takın Gözüm yâri seziyor
Geleceksen gel gayrı Zengin kocaya vardın Geleceksen gel gayri
On yedi benli Şadiye’m On yedi benli Şadiye’m On yedi benli Şadiye’m

NERİMAN’IN TÜRKÜSÜ :Yıllar önce Sivaslı İlçesinde yemyeşil gözlü, altın


sarısı upuzun saçlı güzeller güzeli bir kız yaşarmış. Havacı bir üsteğmen bu kızı
görmüş sevmiş ve talip olmuş. Haberler salınmış dünürler gönderilmiş. Neriman’da
teğmeni beğenmiş ve nişanlanmışlar. Birbirlerini çok sevmişler. Hasretle düğün
mevsimini beklerken; teğmen bir uçak kazası geçirir ve ölür. Kara haber Neriman’a
tez ulaşır. Neriman’ın dünyası kararmıştır. Hayalleri ümitleri sevdiceği hepsi
gitmiştir.”Gayrı bana yaşamak haram” deyip evinden çıkar gider. Sivaslı halkı
Neriman’ı günlerce arar. Tam on gün sonra kullanılmayan bir kuyuda ölüsünü
bulurlar. Ailesi yanıp kavrulmuştur. Tüm yöre halkı üzülmüştür.

EKİNLER EKİLİRKEN
Ekinler ekilirken
Çiziye dökülürken
Senide benden ayırdılar
Sunada boylu Neriman
Şafaklar sökülürken

Vardım pınar akmıyor


Yar yüzüme bakmıyor
Dokuz da daldan gül kopardım
Suna da boylu Neriman
Senin gibi kokmuyor

Uşak duman sis oldu


Açan güller hep soldu
Aç gözünü göreyim
Suna da boylu Neriman
Kalbim hasretle doldu.

Kaynak: Bu türkünün öyküsü ve sözleri Ali KIRHAN’ DAN alınmıştır.

KİREMİTTE BUZMUSUN
Kiremitte buz musun Şu binanın üst yanı
Gelin misin kız mısın Altıda berber dükkânı
Yârim size varacağım Teskereli geliyor

141
Evde de yalnız mısın (Yan Osman’ım yan) Hacıların Osmanı (Yan Osman’ım
yan)

Deniz üstünde biber


Kayıklar gelir gider
Ne mektup var ne haber
Yüreğim yanar gider (Yan Osman’ım yan)

7.2.4.3 MANİLER
Ağacın dibinde yatarım Altın dişim kanamaz Arabamız dört teker
Tabancamı atarım Sevda bana yaramaz Düz ovada su çeker
Beni beğenmeyen kızları Ver ana sevdiğime Konuşturmazlar yarim
Yarım soğana satarım Kendi düşen ağlamaz Merhaba desek yeter

Banazın kavakları Ben bir kuzu gördüm Bir taş attım gediğe
Dökülür yaprakları Tüyünü kırmızı gördüm Saat geldi yediye
Kokulu güle benzer Aşağı mahalleye indim Analar kız büyütmüş
Şu Uşağın kızları Sevdiğim kızı gördüm Oğlanlara hediye

Pencereden at beni Tabağa koydum darı Zeytin kara ben kara


İn aşağı tut beni Ağlarım zarı zarı Zeytine vermem para
Dizlerinin üstünde Beni Uşak’tan ayırdı Gel yarim buluşalım
Ninni çek uyut beni Keleter başlı karı On bire çeyrek kala

Kara örgü örmezler Kara kara kazanlar Kara koyun etli olur
Bana sana vermezler Kara yazı yazanlar Kavurması tatlı olur
Gel yârim kaçıverem Cennet yüzü görmesin Buralarda yar seven
Karanlıkta görmezler Aramızı bozanlar Ölmez ama dertli olur

7.2.4.4 TEKERLEMELER
1-Hep deli hop deli bizimkilerin soyu sopu deli
2-Yumurta tık tık elinden bıktık.
3-Gulağım sağır demenim ağır ür benim koca cavır
4-Sarı öküz saza gider, boynuzu düze gider ben gızı almaya geldim. Verirseniz
gıza geldim. Vermezseniz tuza geldim. Gızınıza güllü derler oğlumuza ünlü
derler.
5-Çıt pıt nerden geldin oradan çık gelin saçları kıvırcık.
6-Düşün koca Musa düşün eşek alınır mı gışın onunda parası peşin

7.2.4.5 NİNNİLER
1-Uyusund a büyüsün ninni
Kuzularla büyüsün ninni
Nenni yavrum neni

Yeşil billur testin olsun


Yavrum bir Allahta senin dostun olsun
Nenni yavrum nenni uyu yavrum hu hu hu

142
Al telinden kurusun yelden
Baban gelecek gurbet elden
Neni yavrum neni uyu yavrum hu hu hu

Nennilerle büyüteyim
Yavrum seni nasıl uyutayım
Nennilerle uyusun nenni.
Kuzularla yürüsün nenni

2-Şu dağların eteği


Dibindedir aslan yatağı
Iramış gitmiş annesinin yolları
Nenni oğluma nenni

Merdiven indiremedim
Yönünü yöntemini döndüremedim
Ben gurbetin içinde
Yavrumu bilemedim
Nenni de oğluma nenni

7.2.4.6 UŞAK AĞZINDAN İLENMELER


Allah hekim bilmedik dertler versin
Atılıp gidesice kuduz

Canından ciğerinden yanasıca


Cehennem kazanına düşesiceler

Ekmek Hıdır’ın su Bedir’in


Yin yin gudurun gırannık

Naha ayıbını gara topraklar örtsün


Naha inşalah cigerin bağına pelit közü yapışsın

Naha inşallah bi gızın köçek bi olun çiçek olsun


Naha inşallah kafana hırsız daşı inşin

Olmalara gomalara erme gara cavur


Oduna ocağına bayguşlar dünesin
Olmalara ermelere gamla emi

Zank ölümünden geberesice


Zıkkımın gır kökünü ye inşallah

7.2.5 KALIPLAŞMIŞ SÖZLER

7.2.5.1 ATASÖZLERİ
-Adam sel kadın göldür.
-Akılsız kafanın taban çeken zorunu
-Ak köpeğin pamuk pazarına zararı olur.
-Ar yiğidi kambur eder.

143
-Babanın akçası ananın bohçası.
-Borç yiğidin kamçısıdır.
-Elle gelen düğün bayram.
-Gün geçer kin geçer.
-Leyleğin boklusu yuvada kalır.
-Ne umarsın bacından bacın ölüyor acından.
-Yalamayınca doyulmaz, yıkamayınca giyilmez

7.2.5.2 DEYİMLER
-Adı batmak
-Ağmaz yanından asılmak
-Aşı dünden kaynamak
-Başı kazan olmak
-Ciğerini sökmek
-Çökertip gidivermek
-Dibine darı ekmek
-Dipsiz kile boş ambar
-Eli hamur karnı aç
-Hortlamak
-Gabak çiçeği gibi açmak
-Leb demeden leblebiyi anlamak
-Namerde muhtaç omluk
-Saçları öne dökülmek
-Sakalı değirmende ağartmak

7.2.5.3 UŞAK AĞZINDAN BİLMECELER


• Ak çıkının içinde sarı altın (YUMURTA)
• Altı göl üstü gül (LAMBA)
• Harımdan atla gaz yumurtla (KABAK)
• Sarı öküz sarkık durur düşerim diye korkup durur (İĞNE)
• Kat kattır katmer değil kırmızı elma değil (SOĞAN)
• Et dedim met dedim git kapı arkasına yat dedim (SÜPÜRGE)

7.2.5.4 YEMİNLER
• Şartlar şart olsun
• Yeminim yemin olsun
• Dininden dönen kâfir olsun

7.3HAYATIN DÖNÜM NOKTALARI

7.3.1 DOĞUM

Hamile kadınların doğumlarına kadar yediklerine ve içtiklerine dikkat etmesi


gerektiğine inanılır. Eğer kadın günden güne güzelleşiyorsa doğacak çocuğun erkek,
günden güne çirkinleşiyorsa kız olduğuna inanılır. İlk doğumlar oğlan ve kız evleri için
en önemli olaylardan biri sayılır. Kız evi tarafından çocuğa beşik, yatak, yorgan ve iç
çamaşırı gibi hediyeler alınır ve törenle oğlan evine götürülür

7.3.2 EVLENME

144
Eskiden Uşak’ta evlilik görücü usulü ile olurdu. Beğenilen gelin adayı kızın
evine oğlan tarafı münasip kişilerle birlikte “Dünür gider” Allah’ın emri, peygamberin
kavli ile kız istemeye geldiklerini belirtirler. Kız tarafı düşünmek, araştırmak ve
danışmak için süre ister. Oğlan tarafının daha sonraki ziyaretinde uygun bulunursa
söz kesilir.Nişan konur,nişan töreni yapılır.Bu törende misafirlere nişanlanan çiftlerin
ömür boyu işleri beyaz, günleri aydınlık olsun diye süt içirilir Düğün sırasında kız
kendini kardeşlik oğlanda sağdıç tutar.Düğünler genelde Perşembe veya Pazar
gecesi esas alınarak başlar .Üç,beş gün önceden eşe dosta akrabalara oku denilen
davetiyeler gönderilir.Düğün gününden bir iki gün önce davul zurna getirilir,yemek
hazırlıklarına başlanılır,etlik hayvanlar kesilir,keşkekler dövülür,büyük kazanlarla
yemekler pişer,misafirlere ikram edilir.Gerdekten bir gün önceki gece kına
gecesidir.Oğlan evi tarafından hazırlanan “kına heybesi” kız evine götürülür.O gece
kız evinde şenlikler yapılır.Kına gecesi günü oğlan tarafının aldığı “çeyiz” davul zurna
eşliğinde kız evine götürülür Kız tarafının çeyizi ile birlikte sergilenir.Düğün günü
bütün çeyizler toplanır.Tekrar oğlan evine yeni çiftlerin eşyaları olarak gider.Gelin
alma günü Perşembe veya Pazar günüdür.Bugünlerde eğlence yapılmaz gelin
hazırlanır,süslenir,giydirilir.Herkesin görebileceği bir odada bekletilir.Oğlan evinde
güvey hazırlanır ve öğleden sonra davul zurna eşliğinde arabalı düğün halayı konvoy
halinde gelin almaya gider.Kız evinde fazla beklenilmez gelin çıkarılır.Daha sonra
oğlan evine dönülür. Gelin inince damadın babası tarafından avluya kadar götürülür.
Burada gelin oturur. Oyunlar oynanır. Aynı gün kız evinden sinilerle baklava, börek,
tavuk eti vb. yiyecekler gelir eğlenceler akşama kadar devam eder. Gelin gerdek
odasına girmeden önce kapıya bir parmak yağ çalar, çivi çakar, gelinin eline ekmek
verilir.

Gelin ekmekleri omzundan geri atar. Orada bulunanlar ekmekleri toplarlar.


Gerdek gecesi akşamı hoca çağrılır. Daha önce kıyılmış resmi nikâha ilaveten dini
nikâh kıyılır. Damat sağdıcı tarafından yumruklanarak gelin odasına konulur. Damat
gelini konuşturmak için çeşitli hediyeler verir. Kız evinden gelen tavuk eti ve
baklavalar yenir. Damat önde gelin arkada iki rekât namaz kılarlar. Ertesi gün
evdekilerin eli öpülür. Kızın annesine haber gönderilerek bahşiş alınır. Aynı gün kız ve
oğlan evinin birlikte katıldığı “yan günü” eğlencesi yapılır. Yemekler yenilir.

145
7.3.3 ÖLÜM ADETLERİ

Ölüm olayının hemen ardından ölen kişinin çenesi bağlanır. Ve gözleri


yumulur. Daha sonra ölü soyularak ince bir örtü ile örtülür. Çeşitli dualar okunur.
Duadan sonra ölüye şişmemesi için karnının üzerine demirden yapılmış bir eşya
konulur. Ve elleri iki yanlarına uzatılır. Ölü yıkanıncaya kadar yanında Kuran okumak
mekruhtur. Ölünün gömülme hazırlıkları vakit geçirmeden yapılır. Ölü temiz bir koku
ile kokulandırılmış ve tütsülenmiş bir teneşir üzerine konulur. Sonra avret yerleri
örtülür ve abdest aldırılır. Üzerine sabunlu su dökülerek başı ve yüzü yıkandıktan
sonra sol yanına çevrilir. İlk önce sağ yanı yıkanır daha sonrada sağ tarafına
çevrilerek sol tarafı aynı şekilde yıkanır. Bütün bunların ardından bir havlu veya bezle
kurulanarak ölü kefene sarılır. Cenaze götürülürken tabutu dört kişinin omuzlaması
sünnettir. Tabutu ne kadar çok kişi taşırsa ölen kişiye o kadar çok sevap yazılacağına
inanılır. Mezara varıldığında kabir yarım adam boyu veya göğse varılacak derinlikte
kazılır. Kıble yönüne lahit yapılarak ölü kıble yönünde içine konulur. Sonra kefenin
düğümü çözülür. Kerpiç ile lahdin üstü kapatılır ve kamışlarla örtülür. Sonra da kabrin
üzerine toprak atılarak deve hörgücü gibi tümsek yapılır. Kimileri ölünün çok değer
verdiği eşyasını (eşarp, şapka vb.)mezarının başına koyar.

7.4 GELENEKLER

Kız Arama: Askerliğini bitirmiş olan oğlanların anneleri


tanıdıkları yoluyla kız aramaya başlar, Kız bulunduktan
sonra ailesine haber gönderilir.

Yavuklu Olmak: Oğlan evinden kız evine birkaç ihtiyar


kadın görücülüğe gider kız beğenilirse aynı eve birkaç gün
dünürcülüğe gidilir. Oğlanın annesi kız evinin pis ya da
temiz olduğunu anlamak için divanın altına beyaz bir ip atar. Ağzı kokuyor mu diye
kızı öperler. İyi duyuyor mu diye kısık sesle bir şey sorarlar.

Kız isteme: Dünürcüler, Allah’ın Emri Peygamber’in Kavli ile kızı isterler. Kız
evinden olumlu cevap alınırsa, kız evi oğlan evine yemek davetinde bulunur. Böylece
kız evinden söz alınmış olur. Dünürcülere kız verilmek istenmezse oğlanın kahvesine
tuz atılır Ayakkabısına tuz veya su konur.

Küçük ve Büyük Nişan: Nişan çalgılı ya da çalgısız olarak kız evinde yapılır.
Oğlan evi gelin kızın büyük nişanda giyeceği ve takacağı altınları hazırlayarak,
akrabalarına ve komşularına nişan davetinde bulunur. Kız evi de kendi çevresini
davet eder. Nişan günü aile büyüklerinin elleri öpülerek karşılama yapılır. Ardından
yenilir, içilir ve eğlenilir. İsteyen gelin kıza nişan günü hediye getirir.

Gelin Kız Hamamı: Oğlan evi tarafından kız evi hamama davet edilir. Evlilik
hayatında mutlu olan bir kadın tarafından gelin kızın başı sabunlanır. Bütün
akrabaları kızın başına su dökerek hamam havlusu ile onu kurular. Yıkanma ve
kurulanma bittikten sonra türküler söylenir ve kahve içilir. Hamam sefası bittikten
sonra kız evinden oğlan evine börek, pide ve dürüm gider.

146
Kına Gecesi: Düğün hazırlıklarına başlayan taraflar akraba ve komşularını
haberci aracılığıyla kına gecesi ve düğüne davet eder. Bu arada oğlan evi resmi
Nikâh hazırlıklarını tamamlamıştır. Kız evinde çalgılı olarak yapılan kına gecesinde
türküler söylenir. Gelin kızın ellerine ve ayaklarına kınalar yakılır.

Oturtma: Kına gecesi günü oğlan evinde, damat ve arkadaşları toplanarak


İçki içilir.

Düğün: Düğün sabahı gelin kız hazırlanırken, oğlan evinde de geleneksel


güvey giydirme içkili ve çalgılı eğlenti sırasında damadın hazırlanması yapılır.
Hazırlıklar bitince fayton, at ya da arabayla gelin almaya gidilir.

Gelin Alma: Düğün günü kız evinden oğlan evine türlü hediyeler götürülür.
Düğün eğlencesi ailelerin durumuna göre salonda ya da avlu da yapılır. Genellikle
akşama doğru son bulan düğün eğlencesinden sonra herkes yemeğe oturur.
Yemekten sonra damat ve arkadaşları yatsı namazına giderler. Damat namazdan
geldikten sonra yumruklanarak gelin odasına girer. Damat gelinle biraz konuşup
görüştükten sonra kendilerine getirilen baklavayı yerler. Daha sonra ikişer rekât
namaz kılarlar zifaf gecesinin ardından ertesi gün büyüklerin elleri öpülür.

7.5 HALK HEKİMLİĞİ:

1- Sinirleri yatıştırmak için kavun


2- Kansızlığa karşı üzüm
3- Ateş düşürmek için erik
4- Soğuk algınlığı ve öksürük için pişmiş elma
5- İshal için muşmula
6- Sancıyı kesmek için kekik
7- Karın ağrısı için nane
8- Sıtmaya sarıdiken suyu
9- Uykusuzluğun giderilmesi için haşhaş kabuğu
10- Diş sızısı için karanfil suyu

147
7.5.1 HALK VETERİNERLİĞİ :
Halkın temel geçim kaynaklarından biri olan hayvancılıkta meydana gelen
hastalıklar halkın uyguladığı çeşitli yöntemlerle tedavi edilmeye çalışılır.

İshal: Buna yörede “ötürük” denir. Hayvan ishal olunca dağ eriğinin kurutulmuşu
kaynatılır. Hayvana içirilir. Meşe mazılarını kurutulmuşu toz haline getirilir.
Sulandırılarak hayvana içirilir.

Şap Hastalığı: Hayvan topallar yürümekte güçlük çeker tırnaklarının arasına


katran çalınır. Keçi kılından yapılan bir örgü ile katran iyice sürülür.

Uyuz: Katran yağ ile karıştırılır. Ateşin üzerinde kaynatılır. Bez veya keçe ile
hayvanın ağız kısımlarına, koltuk altlarına, bacak aralarına sürülür.

7.6 İNANIŞLAR

• İki bayram arasında nikâh kıyılmaz


• Salı günü yola çıkılmaz
• Köpek uluması ve baykuş ötmesi kötü olay habercisidir.
• Çocuk emeklerse eve misafir gelir.
• Yeni doğan çocuğa nazar değmesin diye atleti giydirilir.
• Akşam sakız çiğnenmez.(Ölü eti çiğnendiği farz edilir)
• Hamile iken saç kesilmez ve boyatılmaz (Çocuğun ömrü kısalır)
• Yolculuğa çıkanın arkasından hemen ev süpürülmez (Giden geri dönmez diye)
• Salı ve Cuma günleri çamaşır yıkanmaz, saç ve tırnak kesilmez.(uğursuz sayılır)
• Boş beşik sallanmaz (bebeğin başı ağrır.)
• Uyuyan çocuk öpülmez (Nazar değer)
• Cam ya da bardağın kırılması kazıyı defeder.
• Çocuğun gamzesi olsun diye hamile kadınlar bol bol ayva yer.
• Eldeki sabun bir başkasına verilmez.(Sabun yere bırakılır diğeri öyle alır.)

7.7OYUNLAR

7. 7.1OYUN-SPOR (Cirit )
Yörede gelişmiş olan cirit Orta Asya’dan beri oynanan bir ata sporudur. İle her
yıl Nisan ayında Türkiye genelinde müsabakalar düzenlenmektedir. Cirit atlarının en
büyük özellikleri ani manevra kabiliyetinin yüksekliği ile atın insanla aynı anda
özdeşleşmesidir. Cirit atıldıktan sonra, at
manevra yaparak sahibine cirit çubuğunu
vurdurmamak için geriye ani dönüş yapar.
İlimizde ciritle ilgili çeşitli spor kulüpleri vardır.

7.8 UŞAK YÖRESİ HALK


OYUNLARI
Uşak’ın konumu iç batı Anadolu
eşiğinde olduğundan zeybek oyunlarından
ve teke yöresinden etkilenmiştir. Teke ve
zeybek yöresinin beşiğindedir. Geçiş yöresi
olduğu için oyunları bol ve zengindir.
148
Zeybek oyunlarından daha çok Yörük zeybeğinden etkilenerek oynanmıştır.
Kadınların oynadıkları zeybek oyunlarına da “efeleme” adı verilmiştir. Zeybek
havalarının usulü dokuz zamanlıdır. Uşak yöresinde de en çok 9/8 zamanla oynanır.
Oyunlar önce yavaştan gezinleme ile başlar, müzikli bir sergileme yaptıktan sonra
nara atarak (haydi efeler, haydi efem, hayda vb.) oyuna başlanır. Oyun nakarat
süresince döndürülür. Sonra yeniden gezinmeye geçilir. Kadın oyunlarında gezinme
yoktur.
Kadınların oynadıkları oyunlar efelemeden sonra kadın oyunları ve düz oyunlar diye
adlandırılır.

7.8.1ZEYBEKLER
• İslam oğlu Zeybeği
• İslice Zeybeği
• Takmak Zeybeği
• Gediz Zeybeği
Bu oyunlar davul zurna eşliğinde kadın ve erkeklerin oynadığı kaşıkla oynanan
oyunlardır.

7.8.2 DİĞER OYUNLAR


• Karataş
• Karanfil
• Ormandan Gel
• Elmanın İrisi
• Üzüm Sereriz.
• Ho tin tin (Banaz yöresinde kadınların tefle oynadığı bir oyundur.)

OYNANIŞ AMACI: Oyunların geneli düğünlerde, kına gecelerinde, oturmada


(Oturma erkek tarafından bir önce gece yaptığı eğlence) yan gününde (düğün
gününün ertesi günü sabahtan yapılan eğlence)gençlerin toplantılarında ve özel
günlerde oynanır.

149
7.9 GELENEKSEL HALK GİYSİLERİ

Uşaklı kadınların önceleri yuvarlak yakalı, uzun etekli, gömlek, bunların altına
giydikleri ayaklarına kadar uzanan kalçadan lastikli dizlik ve iç zıbın denilen önden
bele kadar arkadan da kalçayı örtecek şekilde bir iç giyimleri vardı. Erkeklerinde iç
giyimi kadınlarınkine benzerdi fakat yalnızca gömlek eteği kısa olurdu. Kadınlar
dışarıya çıkacakları vakit önleri ve yanları yırtmaçlı, kolları uzun ve bol elbiseler
giyerlerdi. Bunların üzerine de işlemeli bir kemer takılırdı. Ayrıca yine uzun, bel
kısmından büzgülü koyu renkli olan bir başka sokak giysileri de vardı. Yeni gelinlerin
bu elbiselerinin büzgülü olan kısımları süslü ( pul ve boncuk işlemeli) olurdu. Erkekler
ise kemerli, dizlerine kadar bolca uzanan sonra ayak bileklerine kadar daralan,
düğmeli külot pantolon veya şalvar giyerdi. İşlemeli, uzun kollu cepken, bele
bağlanan bir poçu ve yün çoraplar giysilerini tamamlayan diğer unsurlardı. Kadınlar
başlık olarak, altın ile süslenmiş yazmayla tutturulmuş başa geçirilen bir başlık
kullanırdı. Bu başlıkla saç bir bütün oluştururdu. Erkekler ise başlarına pamuklu veya
ipekli bir poçu bağlardı. Kadınlar aksesuar olarak, altın bilezik, yüzük, bele kadar
sarkan kolye, altın inci karışımlı küpe, siyah eldiven ve içi aynalı sedefli çanta taşırdı.
Kadınlar evde nalın dışarıda keçmeli (kilitli) ponponlu sivri burunlu bir ayakkabı,
bunların içine de yün ve kıl çorap giyerdi. Bunlardan başka evde mest de kullanılırdı.
Erkekler daha çok kabaralı ve demirden yapılmış ayakkabı giyerdi. Ancak belirtilen
bütün bu özellikler 1940 yıllara kadar devam edebilmiştir.

7.10 EL SANATLARI

Uşak Halısı: 16.yy.da uşak ve çevresinde yapılan halılarla Türk halı sanatının
ikinci ve son parlak devri başlamıştır. Uşak halılarının madalyonlu ve yıldızlı olarak iki
türlü halı tipi görülmektedir. Uşak halılarından en önemlilerinden biri olan madalyonlu
halının boyu 10 metreye ulaşmaktadır. Bol sayıda kalmamış olan bu halılar 18.yy.
ortalarına kadar devam etmiştir. Madalyonların yıldız şeklini almasından sonra yıldızlı
Uşak halıları meydana gelmiştir. Avrupa’daki müzelerde bu tip halılar çok sayıda
saklanmaktadır. 16yy.sonlarında Uşak halılarının şöhreti bütün Avrupa’ya yayıldı. Asil
aileler üzerlerinde kendi armaları işlenmiş Uşak halıları sipariş etmeye başlamışlardı.

Kilimcilik: Yörede tanınmış olan el sanatı Eşme


Kilimleridir. Ancak diğer bölgelerimizde olduğu gibi Eşme
Kilimleri de büyük bir değişikliğe uğramıştır. Geçmişte Eşme
halkının kendi ihtiyaçları için yaptığı, bugün örnekleri camii ve
mescitlerde bulunan eski kilimler, günümüzde evlerinde
kullandıkları ve tüccar siparişleri ile ticari amaçla dokudukları
kilimler karşılaştırıldığında, boya ve iplik kalitesi bakımından
oldukça değişiklikler görülür. Eşme Kilimleri genel olarak, “
Altınbaş, Toplu-hürriyet-Albaş-Selvili Namazlağ olarak
gruplandırılır. Ayrıca “ Gıcıklı dedikleri bir kilim türü de
yapılmıştır. Her yıl mayıs sonunda Uluslar arası Eşme Kilim
Kültür ve Sanat Festivali düzenlenmektedir.

150
Pamuk İpliği: Pamuk ipliği ( Kısa Elyaf) alanında başta Kaynak ve Erteks
olmak üzere 16 işletme vardır Pamuk ve benzeri işletmeler ağırlıklı olarak open-end
teknolojisiyle çalışmakta olup, kurulu OE, iğ sayısı 10.000’e kadar yaklaşmıştır. Yıllık
üretim kapasitesi 18000 civarındadır. Genellikle 10/1–30/1 arası inceliklerde pamuk
ipliği üretilmektedir.

Tekstil Terbiyesi: Pamuklu tekstil terbiyesi (kasar-boya-baskı apre) alanında


dört kuruluş faaliyet göstermektedir. Yıllık işleme kapasitesi 50.000 metre
civarındadır.

Yün ve Akrilik İplik Üretimi: Uşak’ta çok eski senelerden beri üretilen halının
Hammaddesi yün ipliği, önceleri kirman, çıkrık ve elemle gibi basit el aletleri ve insan
gücü ile imal edilmekteydi. Zamanla Avrupa’da sanayileşme hareketlerinin etkisiyle
1890–1895 yıllarında Yılancızade Kumpanyası, Hacıgedik ve Bacaloğlu Yün iplik ve
mensucat fabrikaları kurulunca bu fabrikalar Uşak ve civarının uzun süre halı ipliği
ihtiyacını karşılamıştır.

1950 yılından sonra Yılancıoğlu fabrikasının tasfiyesi ile burada bulunan makineler
diğer iş sahipleri tarafından yeni iş yerlerine monte edilmiş, İstanbul’dan ve yurt
dışından makineler getirilmiş, yurt dışında çalışan işçilerin girişimlerinin de
eklenmesiyle bu sanayi kolu hızlı bir gelişme göstermiştir. Yün ipliği ağırlıklı olarak
ştrayhgarn tipi olup az miktarda kammgarn tipi üretim de yapılmaktadır. Uşak,
ştrayhgarn yün iplikçiliği alanın da hayli gelişmiştir. Faaliyette bulunan 275 tarakla
Avrupa’nın en büyük ştrayhgarn tarak makine parkına sahiptir. Bugün Uşak’ta yün
ipliği imal eden 80 civarında iplik fabrikası mevcut olup, yıllık üretim kapasitesi 40.000
ton/yıl’dır. Yıllık kapasite kullanım oranı % 50’dir. Yarı kammgarn iplik üretimi ise 7
işletmede yapılmakta, bu iplikler akrilik, trikotaj ve halı ipliği olarak tüketilmektedir.
Yıllık üretim 2.500 tondur.

Elyaf ve İplik Boya: Uşak’ta 41 adet işletmede elyaf ve iplik boya


yapılmaktadır. Temel olarak yün ve akrilik boyaması uygulanmaktadır. Bu
işletmelerden 16 adedi yalnız boya tesisi olup diğerleri bütünleşmiş tesisleridir.
Boyama çoğunlukla elyaf halindedir ve yılda 15.000 ton boyama yapılmaktadır.

Elyaf Açma: Elyaf açma işlemi genellikle penye telefi değerlendirme


şeklindedir. Eskiden İtalya’ya ihraç edilen penye telefleri ( Konfeksiyon, kumaş
artıkları ) son yıllarda yapılan yatırımlarla Uşak’ta değerlendirilmeye başlanmıştır. Bu
yöntemle hem elyaflar tekrar değerlendirilerek ekolojik açıdan yarar sağlanmakta,
hem de dahilde işlenerek katma değer elde edilmektedir. Uşak’ta elyaf açma için
kullanılan 100 adet garnet makinesi vardır. Bu makinelerle yılda 15.000a Adet elyaf
açılarak ekonomiye geri kazandırılmaktadır. Açma elyaflar ştrayhgarn ve OE. İplik
işletmelerinde kullanılmaktadır.

Diğer Tekstil Ürünleri: İlimizde son yıllarda özellikle çorap üretimi alanında
önemli yatırımlar yapılmaktadır. Bunun yanında ev tekstil üretimi(nevresim, çarşaf)
hazır giyim üretimi triko kazak üretimi, yuvarlak ve çözgülü örme kumaş üretimi
sayılabilir.

151
7.11MÜZİK KÜLTÜRÜ

Yöreye ait 40-50 civarında türkü söylenir bunlardan bazıları


a)Kiremitte Buz musun
b)On yedi benli Şadiye
c)İndim nane biçmeye
d)Ormandan gel a cavırın kızı da ormandan
e)Ayşem Nerden Geliyon
f)Ekinler Ekilirken

EKİNLER EKİLİRKEN

Ekinler ekilirken
Çiziye dökülürken
Seni benden ayırdılar
Suna da boylu KEZİBAN
Şafaklar sökülürken

Vardım Pınar akmıyor


Yar yüzüme bakmıyor
Dokuz daldan gül aldım.
Suna da boylu Keziban
Yarım gibi kokmuyor

Uşak duman sis oldu


Açılan güller soldu
Aç yüzünü göreyim
Suna da boylu Keziban
Kalbim hasretle doldu.

7.11.1 HALK MÜZİĞİ ARAÇLARI

Tezeneli sazlardan 4 telliden 12 telliye dek bağlamalar, Cura, bozuk, şeşber,


uşak ilinde çalınırdı. Günümüzde ise halen bağlama, tambura, divan ve cura
çalınmaktadır. Yaylı sazlardan 3 telli kemane, üflemelilerden zurna, dilli, dilsiz kaval
ve düdüklerle, vurmalılardan davul, toprak Darbuka, tel, zil ve kaşık yaygın olarak
kullanılır.

7.12 MİMARİ

Günümüzde Osmanlı yapı izlerini taşıyan Uşak Evleri’nden çok az kalmıştır.


Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılmış olan ve Osmanlı mimari özelliklerini taşıyan bu
evlere Aybey, Işık, Karaağaç ve Kurtuluş mahallelerinde rastlamak mümkündür.

Uşak Evleri’nin genellikle birinci katları


taştan, ikinci katı ahşap, cumbalı, beşik çatılı ve
bağdadi sıvayla yapılmış kiremitlidir. Bu evler

152
Kültür Bakanlığı’nca koruma altına alınmıştır.İlimizde tescilli 86 adet eski Uşak evi
bulunmaktadır.

7.13 UŞAK YEMEKLERİ

Tarhana Çorbası: Malzeme olarak un, yoğurt, süt, kırmızı ve yeşilbiber, nane,
soğan, domates ve tercihe göre haşlanmış yoğurt veya fasulye belli oranlarla
hazırlanır. Bir gün öncesinden hamur için maya hazırlanır. Hazırlanan maya un ile
yoğrulurken, yukarıda sayılan malzemeler de ilave edilmek
suretiyle, karışım hazırlanır. Belli bir kıvama gelen karışım,
geniş kap,(Toprak çömlek veya leğen) içine konulur.15–20
gün bu kapta bekletilir. Bu arada 2 günde bir, hafif ıslatılmış
elle karıştırılarak mayalanması sağlanır.

Çömlek Eti: Parça etlerden yapılan bir yemektir.


Özel olarak yapılmış bir çömleğin içine etler iyice
yıkandıktan sonra yerleştirilir. İçine iki tane domates, yeşil
bir tane soğan, acı tatlı karışık istenildiği kadar biber konur. Biraz salça, bir bardak su
ilave edilir. Yeteri kadar tuz konup, çömleğin ağzı kalın bir kâğıtla bağlanır. Üstüne bir
kapak kapatılır. Mangala ateş yakılır, ateşin ortasına çömlek gömülür dibini
tutmaması için arada bir sallayarak pişirilir.

Keşkek: Dövülmüş buğdaydan yapılan bir yemektir. Yıkanıp ayıklandıktan


sonra ağır bir ateşte pişirilir. Pişmiş buğdaylar kabın içinde kepçeyle ezilir, kızartılmış
tereyağı ilave edilir. Kıvamına gelince et suyu dökülerek servis yapılır.

Cendere Tatlısı: Baklavalık undan yapılır, içine


bir yumurta, biraz tuz, aldığı kadar su ile hamur yoğrulur.
Nişasta ile un karıştırılır. Beze açılır. Küçük küçük
açmak gereklidir. Üç dört beze bir araya getirilerek
arasına ceviz dökülür, rulo yapılır. Kıvırcık olması için iki
taraftan büzülür ve istenildiği ölçüde kesilir. Fırında
kızartılarak üzerine ılık şerbet dökülür.

Ayrıca, ilde yukarıda sayılan yemeklerden başka,


alacatene, çingene böreği, bamya, arapaşı, cepleme, şehriye, makarna, tirit, katmer,
bükme, peksimet, gibi yemekler belli başlı yemeklerimizdendir. Tatlı olarak cendere
tatlısı, baklava, çekme helva, güllaç, sütlaç, köpük helva, kozlu helva, kırmızı helva,
haşhaş sürtmesi, susam sürtmesi ve höşmerim yapılır.

Tahin Helva: Günümüzde fabrikalaştırılmıştır. Küçük imalathanelerde


yapılanları günlük yapım olduğundan tazelikten öte sıcak sıcak yenmesidir. Her
kentte bulunandan farkı, çok tazeliği ve özel yapılanında glikoz bulunmasıdır.

Höşmerim: Peynir tatlısıdır. Taze keçi peynirinden yapılır. İçerisine irmik


katılmaz. Uşaın höşmerimine kaşığı dokundurunca höşmerim sakız gibi uzar.

153
Katmer: Saç üzerinde tahinli ve haşhaşlı olmak üzere iki çeşit yapılır.
Hamurun içerisine sonradan konan tahin hamuru tel tel yapar. Bugün için
pastanelerde yapılan katmere hiç benzemez. Çünkü Uşak’lı katmeri en az 400–500
gr. hamurdan yapar. 20x20 cm.lik bir kare şekline getirerek saç üzerinde
pişirir(İNTERNET 22).

SEKİZİNCİ BÖLÜM

8.MUĞLA

8.1MUĞLA İLİNİN ADININ KAYNAĞI

Muğla adının kaynağına ilişkin bilgiler azdır.Kentin en eski adının Alinda


olduğu ve Selçuklular Dönemi’ne değin kullanıldığı bilinmektedir.

Bugünkü Muğla adının Selçuklu Sultanı Kılıç Aralan’ın komutanlarından Muğlu


Bey’in adından geldiği ileri sürülmektedir.Kentin,tepe üstündeki görkemli kalesini
Muğlu Bey fethettiği için,önceleri kente Muğlu adı verilmiştir.Bu adın zamanla
Muğla’ya dönüşmüş olduğu kabul kabul edilmektedir.

Doğruluğu kesinlikle saptanamayan bu bilgilerin yanı sıra,kentin adı,1889


Aydın Vilayet Salnamesi’nde Mobellla,kimi yabancı kaynaklarda Mobolia olarak
geçmektedir.Helenistik Dönem’e tarihlenen bir yazıtta ise Moğala adına rastlanmıştır.

Yörenin en eski adı,İÖ. II binde Ahhiyava’dır.Ahhiyava ülkesinin yeri kesinlikle


belirlenmemiş olmakla birlikte,Muğla ili’nin bu Ahhiyava sınırları içinde kaldığı
bilinmektedir.

154
Yörenin Antik Çağ’daki adı Karia’dır(Karya).Kuzeyde İonia,güneyde Lykia
bölgeleriyle sınırlanan Karia,Muğla İli’nin tümünü ve Denizli’nin batısını
kapsamaktadır.

8.2YEREL AĞIZ ÖZELLİKLERİ

Muğlanın bir de özgün ağız sözlüğü vardır.Şimdiye değin bu konuda,Türk Dil


Kurumunun derlemeleri dışında bir çalışma yapılmamıştır.Bu derlemenin de yeterli
olduğu söylenemez.Yörede çok kullanılan kimi sözcükler,derlemede yer
almamıştır.Örneğin;nahanaha (nasıl),ayrannamak (badanalamak),udur biryan
(çıplak) hısımsıramak (akraba olmak) bunlardan birkaçıdır.

Anadolu ağızları üzerinde etkili olmuş özellikleri yansıtması bakımından Muğla


yerel ağzının üzerinde durulması gerekir.Kitle iletişim araçlarının
yaygınlaşması,eğitim düzeyinin yükselmesi gibi nedenlerle gittikçe özelliklerini yitiren
ağız,derinlemesine bir araştırmayı ve derlemeyi gerektirmektedir

8.3 ANONİM HALK EDEBİYATI

Muğla Mani Söyleme Geleneğinde Mizah

Mani söyleme, yüzyılların deneyimlerinden süzülerek biçimlenmiş, belirli


kuralları olan, kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze ulamış bir gelenektir.

8.3.1 MANİLER

Muğla manilerindeki mizah daha çok yakınma biçimindedir. Maniler çoğunlukla


kişisel taşlama niteliklidir. Manicinin iç dünyasını yansıtır. Maniciler gerek canlıları
gerekse cansızları sahip bulundukları özellikleri ve karşıtıyla niteleyerek hem
gülümsetir hem de şaşırtırlar. Taşlama, manicinin dünyaya bakış biçimidir.

Muğla mizahı manilerini üç grupta toplayabiliriz:

1. Kişisel Taşlama Manileri

2. Toplumsal Taşlama Manileri

3. Şaka- Takılma Manileri

1.Kişisel Taşlama Manileri: Muğla taşlama manileri hiciv özelliği gösterir. Ancak
kırıcı değildir. Bu tür maniler kızgınlık, kırgınlık, eleştiri vb. amacıyla söylenir. Bireysel
taşlama manilerinde mani söylenen kişinin aksayan yönü söylenir. Birkaç örnek
verdim.

155
Dağlarda olur keklik Sarı pabuç tokalı

Kızlar giyer eteklik Benim yarim molalı

Hani beni alacaktın Alacaksan tezce al

Nerde kaldı erkeklik Şimdiki kızlar pahalı

2.Toplumsal Taşlama Manileri: Muğla toplumsal taşlama manilerinde toplumsal


ve kişisel taşlama iç içedir. Toplumda değerlerin değişmesi, yapılan haksızlıklar,
toplumun aksayan noktalarının ancak bir yönü hicvedilir. Birkaç örnek verelim:

Akburçak sarı Burçak Güneş vurdu tepeye

Babam dükkan açacak Kalkın kızlar çapaya

Evlenmeyin oğlanlar Salıncak mı kuralım

Naylon kızlar çıkacak Karnındaki sıpaya

3.Şaka-takılma Manileri: Muğla manilerinde şaka-takılmaların ayrı bir yeri


vardır. Bu tür maniler eğlence amaçlıdır. Bazen karşılıklı atışma şeklinde söylenir.
Takılmalar kırıcı olmadan yapılan şakalaşmalardır. Topluluğu neşelendirmesi yönüyle
işlevseldir. Birkaç örnek verelim:

Mendilin ipeklisi Arabam iki teker

Tarlanın tezeklisi Tepelere kum çeker

İyi olur oğlanlar Ortacı’nın kızları

Kadının göbeklisi Tek lokuma diz çöker

8.3.2MUĞLA TÜRKÜLERİ VE BUNLARIN ÖYKÜLERİ

Günümüzde TRT repertuarlarına girmiş yaklaşık 68 sözlü ve 34 sözsüz olmak


üzere 102 Muğla türküsü vardır. Halk arasında halen bilinip de derlenemeyenleri göz
önüne alırsak toplam türkü sayısını 200 ü geçeceği bir gerçektir. Buda bize Muğla
ilinin zengin bir halk müziği repertuarına sahip olduğunu ve bu konuda özellikli olan
iller arasında yer aldığını göstermektedir.

156
Muğla türkülerinin konuları şöyledir:

1. Aşk (sevgi) üzerine yakılanlar,


2. Tören türküler (kına ve gelin ağlatma havaları),
3. Ölüm ve acı üzerine yakılanlar (ağıt türküler),
4. Hayvan konulu türküler,
5. Oyun havaları zeybekler (sözlü, sözsüz),
6. Günlük yaşam ve doğa konulu türküler,
7. Yiyecek konulu türküler,
8. Diyaloklu türküler,
9. Eşkiya ve hapis konulu türküler,
10. Askerlik ve iş konulu türküler,

Muğla’nın belli başlı bilinen türküleri şunlardır:

• Bağlamam var üç telli


• Çökertme deniz üstü köpürür
• Kerimoğlu zeybeği
• Muğla zeybeği
• Ormancı
• Satıoğlu zeybeği
• Sırrı efe türküsü
• Şu Köyceyiz yolları
• Yörük kızı
• Alişar’ın ortasında
• Bodrum hakimi
• Ortaca’da evimiz

Muğla’da söylenen pek çok türkünün öyküsü vardır. Bu türkülerden “Bodrum


Hakimi” adlı türkünün öyküsü şöyledir:

Türküye konu olan Kütahya dan bodruma atanarak 1951-1954 yılları arasında
burada hakimlik görevinde bulunan mefharet Tüzün’dür.

Hakime hanım daha hukuk fakültesinde okurken bir gençle tanışmış ve onunla
nişanlanmıştır. Ancak nişanlısı geçirdiği bir ameliyat sonucu ölmüştür. Kendi eliyle
çok sevdiği nişanlısı hakime hanım olayın etkisinden kurtulamamıştır.

O yılarda bodrum küçük bir sahil kasabasıdır ve Mefharet hanımda üst


düzeyde görev yapmakta olan bir memurdur. Konumu gereği günleri ilçenin ileri
gelenleri ve mesai arkadaşları ile birlikte dostluk çerçevesinde geçmektedir. Dar
çevre olmanın getirdiği anlayışsızlık hakime hanımın bu dostlarla ilişkisini farklı
anlamlara çekmektedir. Bir diğer sorun ise; hakime hanımın hizmetinden sorumlu
olan ve birlikte kaldıkları genç kızın sorumsuzca davranışlarıdır. Hakime hanımın bu
tür sorunları yaşadığı o günlerde Bodrum’ a savcı olarak Muğlalı Ahmet Türdü atanır.
Hakime hanım Savcı Ahmet Bey’i tanıdıkça onda ölen nişanlısının tüm özelliklerini
157
bulmaya başlar. Ancak engel savcının evli ve iki çocuk babası olmasıdır. Bir gün ilçe
kadınları tarafından düzenlenen toplantıda, savcının hanımının kendisine bu konuda
laf atması artık kendi eliyle hayatına son vermesi karanını kesinleştirmiş olur. Hakime
hanım evinde kendisini asarak öldürür. Ertesi günü sabah duruşmaya gelmez.
Beklerler, gelmeyince duruşması olan Bekir adındaki şahıs evine gider ve hakime
hanımı asılı bir vaziyette ölü bulur. Bu olay üzerine, Milaslı Mutafa Bacaksız, söz ve
müziği ile “Bodrum Hakimi” türküsünü yakar.

Bodrumlular erken biçer ekini,

Feleğe kurban mı gittin Bodrum Hakimi,

Nasıl astın Mefharet Hanım ipe de kendini,

Altın makas, gümüş bıçak ile doğradılar mı tenini.

Hakim hanımın memleketi Kütahya Tavşan,

Hakim hanım sen eyledin bizleri perişan,

Nasıl astın Mefharet hanım kendi kendini,

Çifte doktorlar doğradı o beyaz tenini

8.3.3.MUĞLA’NIN DESTANLARI

“KERİMOĞLU ZEYBEĞİ...”

Türkiye’de Muğla türkülerine ilgi “Feraye” ile başladı; “Ormancı” ile doruğa
çıktı. Nereye gitseniz, kime sorsanız Ege türkülerini bilir söyler. Ege türkülerine genel
olarak “zeybekler” diyoruz. Zeybeklerin kendine özgü müziği vardır. Zeybek oyunları
Türkiye’nin başka yöre oyunlara benzemez. Zeybek bir kartal gibi kollarını açarak
oyun alanına gelir. Kartal gibi döne döne dolanır ortada ve diz çöke çöke oynar.
İzlediğiniz zaman kanınız çekilir. Tüyleriniz diken diken olur. Gözleriniz dolar. Kasılır
kalırsınız.

Develer, keçiler, çadırlar ve at üstünde Yörük göçleri gelir aklınıza. Mevsim


yazsa ve siz sıcaklarda kalmışsanız, soğuk yaylaları düşlersiniz. Mis gibi kokan
çamlar, efil efil esen yeller gelir aklınıza... Gedire’den yukarı ağasınız gelir. “Kırkmuar
Yaylası”nı özlersiniz...

Zeybek modası sürüyor. Son günlerde “Kerimoğlu” zeybeği de her yerde


çalınıp söylenir oldu. Nerede duysam onun güzel ezgisini oynamak için ortada

158
buluyorum kendimi. Dayanamıyorum. Zeybekler çalındığı zaman arkadaşlar
gözümün içine bakıyorlar...

Zeybek çalındı mı ürperiyorum. Beni kim tutabilir? TBMM’de sekreterimiz


telefonuna “Kerimoğlu” zeybeği yükletmiş her aranıldığında kısa da olsa dinliyoruz. O
da Egeli. Milletvekilimiz Mustafa Gazalcı Denizlili, Ben Muğlalı, sekreterimiz Uşaklı.
Tam bir Ege platformu kurduk TBMM’de...

Zeybekleri Türkiye’ye ilk tanıtan Ruhi Su’dur. “Zeybekler” adlı kasetinde


zeybeklerin öyküsüne de yer verir. Kalın davudi sesiyle aydınlara türküleri ve
zeybekleri sevdirir Ruhi Su..

Hemen arkasından hemşehrimiz Milaslı Tolga Çandar “Türküleri Egenin”


kasetiyle bir anda dikkatleri Ege Türkülerine çekti. Tolga Çandar’ın İlimizin türkülerini
tanıtmada çabaları ve çalışmaları unutulmayacaktır. Son olarak Muğla Valiliğinin
hazırladığı “Muğla Türküleri” adlı CD dinleyenler tarafından çok beğenilmiştir.

Yalnız, Muğla Türküleri de değil, bütün Ege türkülerini söyler Tolga Çandar.
Konserlerinde zeybekleri öyküleriyle tanıtır... Bu kahramanlık türkülerini dinleyenler
unutmazlar...

İnanması zor ama, Urfalı Kazancı Bedih ilk kasetinde “Ormancı”yı okumuştu.
İbrahim Tatlıses’in hocası da olan Kazancı Bedih’ten sonra Tatlıses’in “Ormancı”yı
okuması türkünün ününe ün kattı.

“Ormancı” türküsünün acı öyküsünü bütün Türkiye’ye duymuş oldu.


Çocukluğumda anımsıyorum, bir olay oldu mu hemencecik türkü yakan kişiler ya da
kadınlar vardı. Bir de acı olaylardan yola çıkarak destanlar yazılırdı. Destancı
pazarlarda koltuğunu altında bu destanları ağıtlar söyleyerek satardı. Destanların
okuyucusu bugünkü kitap okuyucusundan daha fazlaydı.

Çocukluğumda bu destanlardan alıp köyde ağlaya ağlaya okuduğumu hep


gülümseyerek anımsarım. Keşke o destanları saklasaydım. Şimdi hiçbiri elimde yok
diye üzülürüm.

İşte bu türküler; yani Muğla türküleri hep bu acı olaylardan yola çıkarak
yakılmıştır. Her birinin öyküsü acı ve o dönemde insanları yaralayan olaylardır. Çoğu
zeybek kurulu düzene karşı çıkmış ve halkın gözünde kahraman olmuştur...

Zeybekler, efeler dağlarda gezerler. Fakir fukaraya değildir onların efeliği,


tefeciye, zalime, zulmedenedir. Halk onun için bu yiğitlere hayranlık duyar. Onları
yüceltir. Öldürülenlerin ardından türkü yakarak yaşatır ve bugünlere taşır. Bugünden
geleceğe yine türküler taşıyacaktır bu kahramanları...

Zeybeklerin en çok sözleri ilgimi çeker benim. Son alarak bir televizyon
kanalında “Kerimoğlu” zeybeğini dinlerken yine sözlerine takıldım kaldım...

159
“Of amanda of aman Karadağların sandalı da sandalı

Al kanlara boyanmış Kerimoğlu’nun her yanı da her yanı

Of amanda of aman Karadağlarda sandal da kalmadı

Oyna da Kör Arabım sen oyna senden başka yiğit kalmadı...

Of amanda of aman Yerkesiğinen şu Pisi’nin arası,

Nerelerde bozulmuş Kerimoğlunan Kör Arabın arası.” (1)

Mehmet Ali Eren’in Muğla Türküleri kitabında adına türkü yakılan Eyyüp
hakkında şu bilgiler var. “Kerimoğlu Eyyüp (1882- 1901) yılları arasında yaşamış
bir efe. Muğla’nın Yerkesik beldesinden... Babasını çok küçük yaşta yitirmiş
Ağabeysi Hüseyin tarafından büyütülmüş. Hüseyin tütün kaçakçısı. Sık sık
hapise düşüyor ve Eyyüp yerine bakıyor. Pisi Muhtarı İzzet Ağa Muğlalı
zenginlerden birinin kahyalığını yapıyor. Bu yüzden de köyde bir ağırlığı var.
İzzet ağa aynı zamanda Kerimoğlu’nun hasmı... 1901 yılında Pisi’de bir düğün
kurulur. Düğünde Kerimoğlu da vardır. İzzet Ağa da... Kerimoğlu Eyyüp
düğünde oyuna kalkar. Oynarken ağabeyinin dostu Koca Mehmet düğüne gelir
ve Eyyüp’ün üstüne oyuna kalkar. Bu Muğla yöresinde hakarettir. Oyun
oynarken biri bir başkası oyun oynayamaz... Ağabeyinin arkadaşı olduğu için
Kerimoğlu oyundan çekilir, ağabeysinin arkadaşına saygı gösterir. Oyunu
bitiren Koca Mehmet oyunu bitince Kerimoğlu’nun hasmının masasına giderek
ikinci saygısızlığı yapar. Bunun üzerine Kerimoğlu, İzzet Ağanın masasına
gider ve Koca Mehmet’ten elbiselerini çıkarmasını ister. İzzet Ağa bu hareketi
kendine yaptığını söyleyerek Kerimoğlu’na saldırır. Kerimoğlu belindeki dolma
tabancasını çekerek İzzet Ağa’yı yaralar.”

Olaylar bundan sonra hızla gelişecek ve Kerimoğlu tuzağa düşürülecek, Kör


Arap ve müfrezesi tarafından uykuda öldürülecektir.

Bu haince tuzak halk tarafından hiç kabullenilmeyecek ve “Kerimoğlu” adına


türküler yakılacaktır.

Şimdi bu kadar acıklı bir öyküyü taşıyor bu türkünün dizeleri. Dinleyince benim
tüylerim diken diken oluyor...

İşte böyle bir halka sahibiz. Acılarını türküyle söyleyen...

Acılarını ağıta dönüştürmeyi becerebilen...

160
Kerimoğlu da böyle bir zeybek...

Muğla’da daha nice zeybekler yaşamış... Muğla dağlarında gezmiş dolaşmış,


halkın yanında olmuş. Halkı korumuş... Böyle bir gelenekten gelmek, böyle bir kültürü
yaşamak ve yaşatmak adına ne yapılıyorsa sevinç duyuyorum. Böyle bir kültüre katkı
sağlayanları yürekten kutluyorum..

Ey Gençler..

Geleceğimiz, umudumuz, beklentilerimiz sizden yana...

Bu türküleri öğrenin, bilin!

Zeybekleri oynayın...

Fırsat bulduğunuzda o tarihi mekanları dolaşın.

Kendi özünüzden ve kültürünüzden kopmayın hiçbir zaman....

Ne Arap kültürü ne de Emperyalistlerin kültürü...

Kendi kültürümüzü öğrenelim, bilelim..

MUĞLA’NIN SON EŞKİYASI...

“İlk eşini öldürdükten sonra aşık olduğu kadın ile sevgilisini öldüren ve iki
aftan yararlanıp, dedikodu yapıyor diye Neşet adında bir şahsın ağzını dikmesi
ile ünlenerek dağlara çıkan “Muğla eşkıyası Eşref “ 6 ay önce geçirdiği felç
sonucu 66 yaşında vefat etti. Eşref Atan, kimseye duyurulmadan sessiz
sedasız Kafaca Köyü mezarlığında defnedildi.” (26 TEMMUZ 2006 GÜNEY EGE
GAZETESİ)

Ölüm böyledir işte, bir hançer gibi aniden can evinize saplanıverir. Nereden ve nasıl
geldiğini anlayamazsınız. Belki bir gün batımında, belki öğle karanlığında, akşamüstü
hava biraz serinlediğinde, belki de süt gibi aydınlık bir Ağustos gecesinde. Belki
zengin sofralarında, belki hırsızlık yaparken, ya da savaşırken. Ne bileyim işte bir
yerlerde, birden burun buruna geliverirsiniz.
Dünyaya merdiven dayadığınızı sandığınız bir anda ışıltılı uçlu Fethiye bıçağı
olup kalbinize saplanmaya başlamıştır ölüm.

Otuz kırk saniye içinde koca bir ömür gözlerinizin önünden kayıp gidecektir.
Saniye saniye tükenecektir, ömür.

Padişah olsanız ne yazar, Karun gibi zengin olsanız, Sultan Süleyman olsanız
ne yazar! Kralın baldırı çıplaktır ölüm karşısında. Taht bir yana devrilir tac bir yana.
Bir anda dünyayı değiştirecek gücünüz olsa ne yazar, paranızın hesabını bilmeseniz

161
ne yazar. Hepsi bir anda paldır küldür yıkılır gider. Yıkılır ölüm karşısında sırçadan
köşkler...

Ölüm işte öyle keskin bir bıçaktır. Öyle bir ateş, öyle bir gözyaşı. Bir
akşamüstü kapınızı çalar, hesapsız kitapsız bırakır. O burnu havalarda gezenler, o
zenginlikler içinde yüzenler, ölüm karşısında hazırola geçerler. Zavallılaşırlar...

Doğanın insana sundukları sınırsız değildir. Bütün yolların sonu, bütün


dağların doruğu, bütün nehirlerin ulaştığı denizler vardır.

Ölüm de öyle bütün doğumlarla başlayan uzun ve zor sürecin son noktasıdır.

Sivas’ta yakılan aydınlık yüzlü şair Behçet Aysan şöyle diyor bir şiirinde;

“sen bu şiiri okurken

ben belki başka bir şehirde

ölürüm”

İşte son Muğla Eşkiyası Eşref Atan’ın ölümü yaşamın sonunu anlatan en güzel
destandır. Bir koca ömür uzun, inişli çıkışlı uzun bir yolculuktan sonra birden bitiverdi.

Ben lisede okuduğum yıllarda Eşref Atan’ın ünü Muğla’nın sınırlarını çoktan aşmıştı.
Başta Yeni Asır olmak üzere yerel gazeteler Eşref’in öyküsünü çarşaf çarşaf
yayınlıyordu. Eşref’in yaptığı olayları kısaca Güney Ege’deki haberden anımsatalım;

“Son eşkıya Eşref ilk cinayetini kaza sonucu 1963 yılında tüfeğini temizlerken
ilk eşini vurarak işledi. Eşref bu cinayet nedeniyle 24 yıla mahkum oldu. 1974
affında cezaevinden çıkan Eşref, evlenip yuva kurarak temiz bir yaşam
sürdürmek istedi. Ancak kiminle evlenmek istediyse, karşısına engel olarak ilk
eşini öldürmüş olması çıktı.

Eşref bu arada 1978 yılında bir kadına aşık oldu. Haklarında dedikodu
yapılmaya başlandı ve aynı yıl aşık olduğu kadını sevgilisi ile birlikte yakalayıp
öldürdü. Ardından dedikodunun kaynağı olarak öğrendiği Neşet adındaki şahsı
dağa kaldırıp ağzını diktikten sonra salıverdi ve bir anda Türkiye’nin tanıdığı
son eşkıya oldu.”

Destanlar vardı o yıllarda olayları, en korkunç cinayetleri anlatan. Destancı


anlatacağı olayı şiir haline getirir ve acıklı bir sesle bağıra bağıra pazarlarda satardı.
Olayı kulaktan duyan halk ayrıntılarını merak ettiğinden hemen destancılardan bir
destan alır, eve koşar okuma bilen çocuğuna yüksek sesle okuturdu. Bütün ev halkı
korkunç bir üzüntüyle destanı dinlerdi.

162
Destanlar bugünün birçok gazetesinden daha fazla satardı. Sanırım, 1971
yılıydı. Kızılyurtlu Salih Zeki’nin minibüsüyle Burdur’a İnsuyu Mağarası’na: İçme
Suyu’na gitmiştik.
Ninem Akkızca beni de alıp götürmüştü yanında. El kadar çocuk bana yoldaş
olur diye düşündü herhalde. Burdur’a doğru şafakla çıktık koca bir gün yolculuk
yaptıktan sonra akşamüstü ulaştık. Burdur şiddetli bir deprem yaşamıştı. Büyük bir
yıkıntı yerine dönmüştü koca şehir. İçimiz yanarak baktık, yıkılan binalara. Yüzlerce
ölü, binlerce yaralı sakat insan. Kiminin kolu yok, kiminin bacağı. Minibüsün içindeki
herkes şakına dönmüştü. Bir destancı anımsıyorum, Akkızca ninem gitti aldı geldi
birkaç tane. Elime tutuşturup “Erdal Efe İnsuyuna varınca yüksek sesle bize
okuyacaksın bunları” dedi. İlkokulun ilk sınıflarında olmalıyım, beş yaşında
başladığımı düşünürsek, işte o sınıflar. Yüksek sesle o insanın içini parçalayan
destanı okumuştum. Yörük bilgesi Akkızca hüngür hüngür ağlayarak dinlemişti.
Toplanan kadınlarla birlik olup bir güzel yas ettilerdi. İlk okuduğum destan Burdur
Depremi ile ilgili olandır.
***
Eşref’in olayı da hemen destan oluverdi. Elden ele dolaştı o destanlar.
Kulaktan kulağa fısıldandı. “Eşref dağlarda geziyor. Her an ovaya inebilir. Evleri
basıyormuş, adamların ağızlarını dikiyormuş”, daha neler neler. O yıllarda çok merak
etmiştim bu canavarı...
Muğla Canavarı diye de ünlenmişti Eşref Atan
Kamyonculuk yapıyorduk Eşref’in dağlarda kaçtığı yıllarda. Her seferde
Kafaca Köyü’nden geçerken Eşref’i anımsardım. Arabaların önüne geçiyormuş diye
de bir söylenti çıkarılmıştı. Çine dağlarında uzun uzun Eşref’i arardı gözlerim.
Gerçekten bu eşkıya bu canavar nasıl bir şeydi.
Sonrasını Güney Ege’deki haberden izleyelim;
Bu olayların ardından uzun süre dağlarda gezen Eşref, bir taksici bayan
ile Adana’ya kaçtı. Adana’da polis karakolu dibinde berber dükkanı açan Eşref,
kaçırdığı kadının Muğla’ya gönderdiği mektubun üzerindeki damgadan yola
çıkan polisin takibi sonucu yakalandı ve yeniden hapse girdi.”
İşte bu olaydan sonra Eşref’in karizması bir anda sıfıra düşüverdi benim
gözümde. İnsanüstü biri olarak düşündüğümden olsa gerek yakalanmasıyla hayal
kırıklığına uğramıştım. Kahramanlar yakalanmamalıydı. Ne bileyim gerekirse
çatışarak ölmeliydi. Efsane olarak ağızdan ağıza yayılmalıydı öykü. Bire bin
ekleyerek bir halk kahramanı olarak sürmeliydi efsane.
Ama hiç öyle olmamış, Eşref ağır cezaya çarptırılmıştı.
O olaydan sonra bir daha Eşref’le ilgili haber okumadım. İlgilenmedim daha
doğrusu. Kimseye de sormadım. Eşref diye bir eşkıya vardı sonu ne oldu demedim.
O artık bir adi suçluya dönmüştü gözümde.
Oysa ben ondan Yaşar Kemal’in yazdığı “İnce Memet” olmasını beklemiştim.
Yıllar geçti aradan, geçen hafta haberi görünce bütün bir yaşam gelip
gözlerime duruverdi. Eşref Pala Bıyıklı biri olarak kalmış beynimde. Uzun boylu, yiğit,
güçlü kuvvetli...
Haberin sonu gerçekten hüzün vericiydi;
“Eşkıya Eşref, emekli olduktan sonra damar tıkanıklığı hastalığına
yakalandı ve bunun sonunda 6 ay önce de felç geçirdi. Üç gün önce de 66
yaşında yaşama veda ederek, kimseler duymadan Kafaca Mezarlığı’nda toprağa
verildi.”
Koskoca Eşref damar tıkanıklığı hastalığına yakalanıyor ve felç oluyor. Sonrası
ölüm “hoş gelir sefa gelir” diye bekliyor ölümü...

163
Asıl hüzün veren, içimi acıtan cenaze töreni bile yapılmadan, kimseye
duyurulmadan, Kafaca Mezarlığı’nda toprağa verilmesiydi.
Sade ve törensiz. Kimselere duyurulmadan. Yunus Emre’nin dediği gibi “Bir
garip ölmüş diyeler / Üç günden sonra duyalar / Soğuk su ile yuyalar / Söyle
garip bencileyin.”
Üç gün sonra duyduk ilk gençlik yıllarımın eşkıyasının ölümünü. Perde
kapandı ve Eşref öldü... Bir eşkıya daha sonsuzluğa uçtu gitti...
Eşref bir canavar olarak öldü, bir eşkıya olarak...
O hiçbir zaman İnce Memet olamadı. Kerimoğlu olamadı.
Eğer olabilseydi, adına türkü yakılırdı.
Halkımız türkülerle uğurlardı son yolculuğuna onu...

8.3.4 MUĞLA İLE İLGİLİ EFSANELER (YER ADINA BAĞLI EFSANELER)

BODRUM: Antik dönemde Hilikarnasson adı ile anılan Halikarnassos deniz


kıyısının kutlu pınar havuzunun kenti anlamına gelir. Bodrum kalesi Hz. İsa’nın dinini
yaşayan on iki havariden Saint Petros adına 1415-1513 yılları arasında yaptırılmıştır.
Petrum, Latince Petros/Peter diye anılır. Petrum isminden Bodrum ismi oluşur.

DALAMAN: Kargın Ağa’nın camızları suya koşar. Ağa çobana camız ve


inekleri çevirmesi için, dal inekleri kurtar der. Çaban önce ‘dalamam’ der. O da ‘dal’
der. “dalamam”, “dal!” “dalamam” derken, çaban dalar ve boğulur. Bu yerin adı da
dalamam olarak kalır.

MARMARİS: Kanuni Sultan Süleyman demiş ki, biz Rodos’tan gelinceye


kadar, kaleyi yapacaksın. Yoksa seni idam edeceğim.

Dönüşte gelir, görür ki yapılmamış. “Mimarı as” emir vermiş. Bu sözü Marmaris
adına dönüşmüş.

KIZKUMU: Marmaris Orhaniye köyünde deniz içine doğru giden bir kum yol
vardır. Eskiden anlatılırdı. Bir çoban kız çobanlık yaparken düşmanlar saldırmış,
Çoban kız koşmuş. Koşarken düşman birde bu taraftan gelmiş oda eteğine biraz kum
doldurmuş. Önüne kum ata ata kaçmaya başlamış. Kum bitmiş oda orda boğulup
ölmüş.

TÜRKBÜKÜ: Yaka köyü’nün güneyine doğru olan sırtlarda Gücer adıyla bir
köy vardı. Yalnız iki çocuk kalır. Bu köye hastalık kalır. Biri yeni yürümesini öğrenmiş,
biride ağabeyi durumundadır. Kimsesiz kalan bu iki çocuk bilmeden bir yöne giderler.
Kuzeye dağa doğru giderler, aç susuz, kuzeydeki dağın bir yerinde bir çoban görür.

164
Kimsesiz olduklarını anlar. Onları kendi evine götürür, onları büyütür. Yaşadığı yerde
sadece kendi evi vardır. Kendi çocuklarıyla onları evlendirir. Orada iki ev daha oluşur.
Türkbükü onların çoğalmalarından oluşur. Türkbükü ifadesi çobanın Türk olmasına
bağlanabilir.

8.3.5 ATASÖZLERİ

İlde,atasözlerinden özgün olanları saptamak oldukça zordur.Göçler,yeni


yerleşmeler sonucu pek çok kültürün etkileşim alanı olan kentte,ortak ürünlerin
çoğunun özgünlüklerini yitirdikleri görülmektedir.

Yöre atasözlerine,Fethiye’den derlenmiş örnekler:

“Bir develi ile bir oğlanlının yüreğinde yağ olmaz”yöre yaşantısı ve degerlerine
göre bir devenin,bir erkek çocuğun yeterli olamayacağını vurgular.

“Eden kurtulmuş,diyen kurtulamamış,”kişinin söylediklerinin sorumluluğundan


kurtulamayacağını dile getirir

“İki ayaklı güdülemez,”insanların bir düşünce ve görüş sahibi


olduğunu,güdülemeyeceğini anlatır.

“Nisan yağmuru,ambara yağar,”doğa deneyimlerinden yola çıkarak nisan


yağmurlarının yararı dile getirilir.

“Saç düzene girer hamur tükenir,iş düzene girer ömür tükenir,”insanların


yaşamları boyunca sorunlarının tükenmeyeceğini anlatır.

8.3.6 DEYİMLER

Anlatıma güç ve zenginlik katan deyimlere,Fethiye yöresinden derlenmiş


örnekler:

“Arı sırı silinmiş”utanmaz değer yargılarından yoksun anlamındadır.

“Aykırı söbü konuşmak”yakışıksız ve ters konuşanlara söylenir.

“Bir gözü aya,bir gözü çaya bakar”şaşı anlamındadır.

“Gel git dünyası”yaşamın geçiciligini dile getirir.

“Yedi yunmuş beze çevirmek”hırpalamak anlamında söylenir.

8.3.7 BİLMECELER

Muğla ve yöresinde söylenen bilmeceler,kısa ve özlü oluşlarıyla dikkati


çeker.Bilmecelerin çoğu doğayı ve doğa olaylarını konu alır.

Yöreden derlenmiş bilmecelere birkaç örnek


165
Elsiz ayaksız,duvarda gezer (Asma)

Göğ öküz ğöğe bakar

Altından ayran akar(Çam ağacI)

Ağaçlar içinde gülsüz (Çiğdem)

Başı topuz,saçı otuz (Süpürge)

8.3.8 ALKIŞ VE KARGIŞLAR

Yörede yaygın değer yargılarından izler taşıyan alkış ve kargışlara,Fethiye’den


derlenmiş örnekler:

Allah nasibini arttırtsın

Allah selamete kavuştursun

Allah hasretine kavuştursun

Allah oğul uşak sahibi etsin

Allah döner taş sahibini etsin

Verenlerin bol olsun

Başınıza gün doğsun

Gelen-giden evleri olsun

Var evleri olsun

Bir tuttuğun altın,bir tuttuğun gümüş olsun

8.3.9 NİNNİLER

Muğla’dan,yerel ağız özellikleri belirgin birkaç ninni örneği:

Nenile desen ne halolu

Gülle açılı yaz olu

Ben gülümü gül demem

Gülün ömürü az olu

Neni neni neni

166
Mini mini yavrum neni

Salıcanın altı meşin

Goven ipine bubasını selam versin

Annesini peşgir tutsun

Babasını kak kak gülsün

Nenni neni neni

Mini mini yavrum neni

Dandin dandin danalı bebek

Elleri ayakları kınalı bebek

Heç ayannan gezmeyo

Arabalı paytonnu bebek

Nenni nenni neni

Neni yavruma neni

8.4 GELENEK, GÖRENEK VE İNANÇLAR

8.4 1. GENEL OLARAK

Her il ve yörede olduğu gibi, Muğla’da da geçmişten bugüne süregelen bazı


inançların gereğini yerine getirmek gelenek ve görenek haline gelmiştir.

Bunları kısaca ele alacak olursak: Dini Bayramlarda, Kandil ve Arife gibi kutsal
sayılan günlerde ölüler ziyaret edilerek mezarlarına “Mersin” adı verilen yeşil bir
bitkinin dalları bırakılır. Halk inancına göre Mersin, ölünün kabir azabını azaltır, ona
ortak olur ve ölünün üzerinde salavat getirir. Ölüler gömüldükten sonra, mezarın
çevresine uzun ince kazıklar sokulur ve bu kazıklara boydan boya kefen bezinden
yırtılarak elde edilen beyaz şeritler sarılır. Bunun yapılmasının sebebi ise, mezarın
vahşi hayvanlarca deşilmesini engellemektir.

Kandil günlerinde ve ölülerin gömülmesinden hemen sonra mevlit okutulur.


Gene Kandil günlerinde, ölenlerin yedinci ve elli ikinci günlerinde Lokma ve Katmer
adı verilen hamur işleri yapılarak hayır için dağıtılır. Muğla’da ayrıca ölüler için de
167
kurban kesme geleneği vardır. Ölü kurbanları, Kurban Bayramı’ndan bir gün önce
yani Arife günü kesilir ve eti de aynı gün dağıtılır. Muharrem ayında Aşure yapılır.
Lokma ve Aşure yapma geleneği, Regaip, Miraç ve Berat Kandili günleri için de
geçerlidir. Yapılan bu lokma ve aşureler konu komşuya dağıtılır. Ayrıca namazdan
sonra cemaate de yedirilir. Muğla’da ezana karşı ayrı bir saygı vardır. Halk
düğünde, çalgılı toplantıda ve benzeri özellikteki eğlencelerde iken ezanın
okunması halinde, ezan bitinceye kadar eğlenceye ara verir.

Fal bakma, büyü yapma, rüya yorumu, uğurlu uğursuz günler, hayvan, eşya
ve çeşitli davranışların anlamlandırılması gibi bazı inançları da Muğla’da görmemiz
mümkündür. Halen bazı köylerde fal bakan, büyü yapan özel kişiler mevcuttur. Salı
günleri uğursuz kabul edilir ve hayırlı bir iş tutulmaz. Cuma günleri ise uğurludur.
Hayvanlardan tavşan uğursuz, tilki ise uğurludur. Aksesuar olarak hemen hemen
her çocukta nazarlık vardır. Eskiden köy evlerinin kapılarına içi pamuk doldurulmuş,
zeybek giysili, bezden bebekler asılırdı. Bu da kudret ve dürüstlüğü simgelerdi. Salı
ve Cuma günleri çamaşır yıkanmaz, çamaşır ve bulaşık suları her yere dökülmez.
Saçaklardan su damlalarının düştüğü yere çocuk bırakılmaz ve Zemheride çocuk
çamaşırları dışarı asılmaz. Geceleri, ömür kısalır gerekçesiyle tırnak kesilmez. Yeni
doğan çocuklar, kırkı çıkıncaya kadar yalnız bırakılmazlar. Şeytanın değiştireceğine
inanılır. Ayrıca, yeni doğan çocuklar günden güne zayıflıyorsa, şeytanın değiştirdiği
düşünülerek Allan Kavağı’na götürülür ve çocuğun elbiseleri buraya bırakılır.
Mevlitlerin okunması esnasında Günlük Ağacı’nın kurutulmuş meyvesi yakılarak
“Buhur” denen tütsü verilir.

Muğla’da ayrıca göze çarpan bir özellik de evlat edinme geleneğidir.


Ekonomik durumu iyi olan aileler, bakıma muhtaç olan çocukları, kendi çocukları
olsa bile, evlatlık olarak yanlarına alırlar ve onları büyütürler. Daha sonra da
okutarak evlendirirler.

1-Doğum: Doğan çocuk ebesi tarafından tuzlanır. 4-5 saat sonra yıkanır. Anne
ve bebek 40.gün yıkanır. Yalnız yıkanırken suyuna 41 tane taş konur.

2-Sünnet: Sünnet merasimi ya çalgılarla yada mevlit ile yapılır. Köylerde


zengin olanlar haber salar “filan gün oğlumun sünnet düğünü var, çocuğunu sünnet
ettirmek isteyen varsa buyursun. O gün sünnetçi gelir, mevlit okunur, şerbetler içilir.
Sonra hediyeler verilir.

3-Batıl inançlar

• İmtihan Duası: Öğrenciye evde okutulan pirinç tanelerinden biri yutulur, bir
kısmı sabah namazından sonra kalkılıp hamamın külhanına atılır ki, o gün
imtihanı iyi geçirsin.

• Yağmur Duası: Muğlalı bu duaya yağışsız geçen yaz günlerinde çıkar, köylüler
köyün kıblesinde toplanırlar. Orada yemek pişirirler ve yerler, kurban keserler.
Çakıl taşları toplarlar ve bunları en yakındaki akarsuya atarlar.

168
8.4.2EVLENME GELENEKLERİ VE DÜĞÜNLER

İL MERKEZİNDE

Muğla il merkezindeki evlenmelerde, kız anne ve babadan istenir, uygun


görülürse hemen söz kesilip nişan takılır. Nişan, yüzük ve çeşitli süs eşyaları takılmak
suretiyle olur.

Nişan: Nişan ve düğün arasının uzaması erkek ve kız tarafı için çok masrafa
yol açar. Hele Kurban Bayramı’na rastlarsa, bu bayramda erkek tarafı gösterişli bir
koç alır. Koçun her tarafı kurdele ve tellerle süslenir. Üzerine veya boynuzlarına kız
evine gidecek altın türünden değişik hediyeler bağlanır ve bu şekilde gönderilir. Kız
tarafı da damat adayına, iç çamaşırı ve börek gibi hediyeler gönderir.

Nikah: Tamamen medeni kanunlar çerçevesinde yapılır. Bu nikaha ek olarak


imam nikahı kıyılır. Erkek tarafı değişik değerli altın ve benzeri takıları büyük nişan
olarak ayrıca gelin adayına nikahta takar. Buna karşılık kız evi de çeyizin tamamını
yapar.

Düğün: Düğünler Cuma günü başlar ve Pazar günü “Gelin Alması” ile biter.
Erkek düğünlerinin baş çalgıları davul ve zurnadır. Kız düğünleri ise sadece defle
ritim tutularak kadınların okumasıyla yapılır. Günümüzde genellikle her iki düğün de,
yörede “İnce Saz” tabir edilen klasik çalgılarla icra edilmektedir.

Gelin Alma Töreni: Eskiden davul ve zurna eşliğinde yapılan gelin alma
törenleri, bir dönemde yerini şehir bandosuna bırakmıştır. Otomobil ile evlerinden
alınan gelinin yanına, erkek tarafından kadınlar biner. Oğlan evine gelen gelini kapıda
damat karşılar. Koluna girerek evine çıkarır. Daha sonra damat dışarıda bekleyen
arkadaşlarıyla buluşup, akşam ezanına kadar onlarla birlikte olur. Akşam namazı
kılındıktan sonra davetlilerle eve gelinir. Dua okunur, tebrikler kabul edildikten sonra
gerdeğe girilir. Gerdekten birkaç gün sonra damat ve gelin, kız evi tarafından yemeğe
çağrılır. Buna “Artça” denir. Bu arada damadın arkadaşlarından biri de sağdıçlık
görevini üstlenir. Böylece evlilik başlar.

KIRSAL KESİMLERDE

Kırsal kesimlerde ise evlenme törenleri biraz daha farklı ve zengin bir
görünümdedir. Bu adetler ise şöyledir:

Kız İsteme: Önce görücüler gider. Kız beğenilirse, birkaç gün sonra istenir. Kız
evi cevap için süre ister, karardan sonra kız verilecekse iki ailenin büyükleri
toplanarak nişan gününü tespit ederler. Ertesi günü kız evi, oğlan evine baklava
gönderir.

Nişan: Hısım-akraba ile kararlaştırıldığı şekilde oğlan evi, kız evine nişana
gider. Kıza yüzük, bilezik ve diğer ziynet eşyaları takılır. Bir hafta sonra kız evi de
oğlan evine nişan ardına gider.

169
Pusat (Giysi): Düğünden onbeş-yirmi gün önce pusat (giyim-kuşam eşyaları)
almak üzere gelin adayı ile birlikte çarşıya gidilir. Kız ve oğlan evinin ihtiyaçları alınır.
Bunların parası oğlan evi tarafından ödenir. Bu arada kızın ve oğlanın akrabalarına
da hediyeler alınır. Buna “Dürü” denir.

Okuntu Dağıtılması: Düğünden bir hafta önce okuntu dağıtılır. Okuntu bir nevi
davetiyedir. Düğün sahipleri bu davetle birlikte kumaş, mendil, havlu, sabun, şeker ve
fincan gibi küçük hediyeler gönderir.

Buğday Dövmesi:Düğünden birkaç gün önce düğün yemeği için yapılan bir
hazırlıktır. Tanıdıklar çağrılır. Hep birlikte evde veya çevrede bulunan taş dibekte
“Keşkek” için buğday dövülür. Sofralar kurulur. Misafirlere çerez ve meyve ikram
edilir. Bu arada gelini bağlarlar. Damada haber salarlar. Damat gelini kurtarmak için
hediyeler yollar. Kız kurtulunca “Buğday Dövmesi” sona erer.

Düğün: Salı günü başlayıp, Cuma günü biten düğüne “ön düğün” Cuma günü
başlayıp, Pazartesi günü bitene “ters düğün” denir.

Birinci Gün: Düğün Salı veya Cuma günü başlar. Oğlan evine bayrak dikilir.
Çalgılar çalınır. Gece “Çörek Kapma” gibi eğlenceler düzenlenir.

İkinci Gün: Gündüz veya bazı yörelerde gece Yağlı Pehlivan Güreşleri
düzenlenir. Güreşenlere düğün sahibince ödüller verilir. Oğlan evi kız evine çalgılar
eşliğinde kına götürür. Buna “Kına Verme” veya “Yük Verme” denir. Bu kına kız
evinde yakılır. Gece, çengiler tarafından çalınan def veya dümbelek ile kadınlar kız
evinde eğlenirler. Bu arada gelin getirilir ve ortaya oturtulur. Başının üstüne sini
tutulur. Ayrıca sini üstünde şeker paralanır. Misafir ve akrabalar bu sininin üstüne
paralar atarlar. Atılan bu paralar, kız anasının olur. Davet edilip de gelmeyenler ise
sonradan para gönderirler. Buna “Şeker Paralama” denir. Kına yakılırken, gelinin
avucuna metal para konur. Sonra “Kına Havası” okunur.

Üçüncü Gün: Gelin alma günüdür. Davul ve zurnalarla gelin almaya gidilir. Kız
hazırlanıncaya kadar çeyiz oğlan evine götürülür. Sonra gelin ata bindirilir. Kıbleye
dönülerek dua edilir. Oğlan evine gelince çalgılar susar. Oğlanın anası ve babası
çağrılır. Geline civcivli tavuk, köklü ağaç gibi indirmelikler verilir. Gelin ata binerken ve
inerken başına şeker ve paralar atılır. Gelin kapıdan girerken eşiğe yağ sürülür ve
sonra dini nikah kıyılır.

Gerdek: Damat akşam namazını kıldıktan sonra sağdıçlarıyla eve gelir. Geline
bir hediye vererek duvağını açar.

Dördüncü Gün: Gerdeğin ertesi gününe “Duvak” denir. Gelin süslenerek


yanında kız arkadaşı ile gelenleri karşılar ve ellerini öper. Gelenler bu arada gelinin
çeyizlerine bakarlar. Buna ayrıca gelinlik giyme denir.

Gelinlik Gezmesi: Gelin yakınlarınca alınıp, eşe dosta ziyarete götürülür. Buna
“Gelin Gezmesi” denir.

170
Bu arada sağdıca ve akrabalara, içinde hediyeler bulunan bohçalar verilir.
Düğün de böylece sona erer(İNTERNET 19).

8.5 HALK DANSLARI, GİYSİLERİ, ÇALGILAR

8.5.1HALK OYUNLARI

Muğla ili halk oyunları, tür yönüyle incelendiğinde “Zeybek” türü içerisinde yer
almaktadır.

Zeybek oyunları dokuzlu aksak tartım üzerine kurulmuş yiğitlik, mertlik,


dürüstlük ve kendine güvenin anlatımını belirten oyunlardır. Bu oyunlar tartım yönüyle
incelendiğinde;

1-Ağır Zeybekler (çok ağır-ağır-yarı ağır)

2-Yürük (kırık, kıvrak) Zeybekler (kıvrak-çok kıvrak) olmak üzere


sınıflandırılabilir. Muğla’da ise yerleşim alanlarının özelliklerinden dolayı hem ağır,
hem de yürük zeybekleri bulmamız mümkündür.

İlk çıkışında bireysel olarak oynanan bu oyunlar, oyunun kurgu ve anlatımından


dolayı ikili, dörtlü ve daha çok sayıda gruplarca da günümüzde oynanmaktadır. Doğal
ortamında kadın ve erkek bir arada oynamaz.

Muğla Zeybek Oyunları gelenekselliği içerisinde ele alındığında iki bölümden


oluşmaktadır.

1-Gezinleme: Uzun hava tabir edilen gurbet veya açış aşağı eşliğinde ya da
oyun ezgisi ile oyuncunun efevari bir şekilde meydanı dolaşmasıdır. Bu bölüm oyuna
ısınma bölümüdür.

2-Oyun: Bu bölümde oyuncu başlangıçta ellerini yere sürer. Bunu yapmaktaki


amacı; ellerinin terini kurutarak, parmaklarının oyun anında iyi çıtlamasını
sağlamaktır. (Bazı kaynaklarda ise; Türklerin eski inanç sistemi gereği, yerden alıp
göğe verme şeklinde anlatılmaktadır.) Ezgi ile birlikte oyuna girilir. Bu esnada; kolsuz,
kollu ve sekmeli düz, dönme, çapraz, diz çökme, bacak çelme, eşme, atik, sıçrama,
seksek, ileri ve geri gibi figür ve salımlar kullanılarak oyun sürdürülür. Oyun süresince
kollar yukarı kaldırılır ve parmak çıtlatılır. Zeybek oyunları geleneksel oynansa da
oyuncu, figür ve adımları sergilerken bir çember çizmek zorundadır.

Bir kişi oynarken, onun izni olmaksızın üstüne oyuna kalkmak yöre kurallarına
göre, oynayan kişiye yapılabilecek en büyük saygısızlık olarak kabul edilmektedir
Yöre geçmişinde bu davranış sonucu ölümle sonuçlanan olayları görmemiz
mümkündür. Bu gelenek ise halen sürmektedir. Bu nedenle ildeki düğün ve
eğlencelerde zeybek oynamak isteyenleri, bir sıra ve disiplin içerisinde oyuna davet
etme işi, adına “Meydancı” veya “Yasakçı” denilen kişilerce yapılır.

171
Oyun anında erkeklerce; “haydi efeler, efeler, este, hayda, hoppa” kadınlarca
da; “este, haden kızlar” gibi coşturucu komutlar kullanılır.

Muğla’da kadınların oynadıkları zeybek oyunları, erkeklerinki gibi ağır değil,


biraz daha hareketlidir. Figürlere gelince; kollar erkeklerdeki gibi omuz hizasından
yukarı kalkmaz. Sadece parmak uçları, en fazla kulak memeleri hizasına gelecek
kadar yukarı kaldırılır. Kadın oyunlarında figürler karmaşık ve zengin değil, daha basit
ve kısırdır. Figür ve adım tekrarı çoktur. Erkeklerdeki gibi gezinleme yapılmaz.
Dönmeler daha basit ve seridir. Tavır daha yumuşaktır. Oyunlarda neşe ve coşku
vardır. Oyunlara eşlik eden çalgılar farklıdır(İNTERNET 19).

Eskiden Muğla'da çok çeşitli oyunlar oynanmakta ise de, bazıları unutulmuştur.
Yörede oyunlar çalgılı ve çalgısız olarak 2 şekilde görülmekte olup, çalgılı olanlar
daha çok tutulmuştur.

Zeybek oyunları, her şahsın mizaç ve tabiatına, oyun havasının çalınışına


göre çabuk ya da yavaş oynanılabilir. Kol, bacak, gövde hareketlerinden ibaret olan
bu oyunun ilerleme, devir, hücum, diz çökme ve ayak üzerinde devir esas
hareketlerini teşkil eder.

Bunları yöremizde bir düğünde veya İl genelinde bazı otellerde düzenlenen


"Türk Geceleri"nde izlemeniz mümkündür(İNTERNET 20).

MUĞLA YÖRESİ HALK OYUNLARINA ÖRNEKLER

OYUNLARIN ÇALGILARI
Meydanlarda: Davul-Zurna.
Meydanlarda ve Kapalı Yerlerde: Bağlama, Darbuka, Kaval, Kabak Kemane

Abdal havası - (Fethiye)


Aleyler Buleyler -
Alıda verin - Zeybek, Erkek, Tek - Toplu - Türkülü
Aptal oyunu - (Milas)
Ayva dibi - Zeybek, Erkek, Kadın, Tek - Toplu.
Beş kaza zeybeği - (Fetiye, Marmaris) - Zeybek, Erkek Tek - Toplu.
Bilalım - Zeybek. Erkek. Tek - Toplu. Türkülü.
Bodrum Zeybeği - Zeybek. Erkek. Tek - Toplu.
Çıktım tepe -
Daşoğlan -
Dolaman - (Fethiye) -
Eyüp Zeybek - Zeybek. Erkek. Tek - Toplu.
Gınık oyunu - (Fethiye) -
Gıvrak oyun - (Fethiye) -
Gün görünmez melengecin dalinden - (Bodrum) - Zeybek Erkek.
Kadın. Tek - Toplu.
Kadıoğlu - (Fethiye) - Zeybek - Erkek. Tek - Toplu.
172
Kalkan kılıç oyunu - (Bak. Kılıç kalkan oyunu).
Kamil bey -
Karapınarın irimi -
Kerimoğlu Zeybeği - Zeybek. Erkek. Tek - Toplu.
Kılıç kalkan oyunu - Erkek. Çift - Toplu.
Kınık oyunu - (Fethiye) -
Kıvrak oyun havası - (Fethiye) -
Kocaarap Zeybeği - (Fethiye). Zeybek. Erkek. Tek - Toplu.
Kuroğlan-
Laz oyunu -
Muğla oyun havası -
Sabah namazı oyunu -
Satı Zeybeği - Zeybek. Erkek. Tek - Toplu.
Soğukkuyu Zeybeği - Zeybek. Erkek. Tek - Toplu.
Şah boylum - Zeybek. Erkek. Kadın. Tek - Toplu. Türkülü.
Tosun Mehmedim - Zeybek. Erkek. Tek - Toplu.
Zapbak -

Çökertme Oyunu

Çekirge Oyunu

Karabiber Oyunu

Kıvrak Kerimoğlu Oyunu

Yansın Bodrum Oyunu

İstanbul Oyunu

8.6YÖREDE GİYİLEN KIYAFETLER:

8.6.1KADIN KIYAFETLERİ

173
Başa Giyilenler:

• Penezli başlık (eğribaş)

• Tel kırma örtü

Üste Giyilenler

• İçlik- işlik (gömlek)

• Cepken

• Tokalı kemer

• Arkalaç

• Yağlık

• Şalvar

Alta Giyilenler

• Çorap

• Yemeni

8.6.2 ERKEK KIYAFETLERİ

Başa Giyilenler

• Oyalı fes

• Boyun dolağı

Üste Giyilenler

• Göynek- mintan

• Camadan

• Sallama

• Şal kuşak

• Dolgu kuşak

• Kolon

• Pazubent

174
• Silahlık

• Muskalık

• Köstek

• Tütün kesesi

• Silahlık

• Yağlık

Alta Giyilenler

• Potur

• Tozluk(dolama)

Ayağa Giyilenler

• Çizme veya yemeni(İNTERNET 21)

8.7 YÖRESEL YEMEKLER

Muğla Mutfağı'nda en sık rastlanılan yemekler, baklagiller ve sebze


çeşitleri ile yapılanlardır. Sebze, yabanıl bitkiler, deniz ürünleri ve zeytinyağlılar
mutfakta önemli bir yeri vardır.Kızartma, salata ve tatlılarda patlıcanı sık kullandıkları
görülür.

Muğla'nın yöresel yemekleri şöyle sıralanabilir:

Çorbalar :Tarhana, Ara, Dutmeç

Et ve Balıklar: Çopur, Et Terbiyelisi,

Döş Dolması, Büryan, Balıklen,

Karın kumbar dolması

Sebzeler: Çıntar Kavurması, Ot Ekşilemesi, Galli Patlıcan, Ebegümeci Kavurması,


Börülce Kavurması, Teltorlu Börülce

Hamur İşleri-Tatlılar: Keşkek, Saç Böreği, Yalankı, Zerde, Katmer, Badem ve cevizli
sucuk, Üzüm köftesi, Ballı Kabak

Reçel ve Şuruplar: Bestel, Üzüm, Patlıcan, Dülek Reçeli, Gül Suyu(İNTERNET 20).

175
KAYNAKÇA

ALTUNTAŞ,Yener/ŞAHİN, Yüksel/KAHVECİ,Mücella

2000 Aydın İli Halk Oyunları Kıyafetleri,Kültür Bakanlığı Yay ANKARA

ANONİM
T.C.Turizm Bakanlığı Tanıtma Genel Müdürlüğü Türkiye’nin Turizm Değerleri
Gezi Ege Tatil Rehberi

AYDIN,Turgay

2000 Aydın Sofrası ,Kültür Bakanlığı Yayınları ANKARA

GÂZİMİHÂL, Mahmut Ragıp

176
2001 "TÜRK HALK OYUNLARI KATALOĞU" , Kültür Bakanlığı, Halk
Kültürlerini Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü yay ANKARA

GÖKÇE, Dr. Birsen

1978 Evlilik Kurumuna Sosyolojik Bir Yaklaşım,Hacettepe Üniversitesi


Sosyal Bilimler Dergisi Sayı: 1 Aralık s: 7-22

KAPTAN, Şükrü Tekin

1988 Denizli’nin Halk Kültürü Ürünleri,1.Cilt 1. Basım,

Yedigün Ofset Matbaacılık DENİZLİ

MAKAL, Mithat

2001 Denizli Atasözleri ve Deyimleri,

Oğuz Ofset Matbaacılık DENİZLİ

MAKAL, Mithat

2004 Denizli Manileri, Oğuz Ofset Matbaacılık DENİZLİ

MİZAOĞLU, Fatma Gülay

2000 Zeybek Türküleri ve Dansları,Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler


Enstitüsü Doktora Tezi ANKARA

ÖNDER, Mehmet

1993 Efsaneleri ve Hikayeleriyle Denizli, Türk Ocağı Denizli Yay DENİZLİ

ŞAPELYO,Enver Behnan

1988 Halk Ninnileri, Muallim Ahmet Kitabevi İSTANBUL

ŞİMŞEK, Silvana

2000 Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Aydın Yöresi Kirkitki Düz

Dokumaları ve Çağdaş Tasarımlarda Uygulanışı Yüksek Lisans Tezi


ANKARA

TURHAN,Salih

177
2007 Halk Müziğimizde Oyun ve Saz havaları, TC. Kültür ve Turizm Bakanlığı
Kütüphaneler ve Yayınlar Genel Müdürlüğü ANKARA

İNTERNET

1. http://www.afyon-bld.gov.tr/tr/Tab.aspx?TabID=36

2. http://www.afyon-bld.gov.tr/tr/Tab abID=34

3. http://www.afyonkulturturizm.gov.tr/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFF64
C9C7E66308B19B7AA0FE099CA14481

4. http://www.afyonkulturturizm.gov.tr/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFF64
C9C7E66308B19B13A7BCEBE7AACE8E

5. http://www.afyonkulturturizm.gov.tr/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFF64
C9C7E66308B19B12FDA3BC6C07BFB6

6. http://www.afyonkulturturizm.gov.tr/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFF64
C9C7E66308B19B12460496EB6D6255

7. http://www.afyonkulturturizm.gov.tr/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFF64
C9C7E66308B19B80427305DE490274

8. http://www.afyonkulturturizm.gov.tr/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFF64
C9C7E66308B19BE847D7E258FE1EFB

9. http://www.afyonkulturturizm.gov.tr/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFF64
C9C7E66308B19B64C4AADAD7425476

10. http://www.canim.net/turkiye/bolumler.php?op=devami&id=156

11. http://sohbet.kitlen.com/gezi-tatil-rehberi/manisa-ili-genel-bilgiler-ilceler-
resimler

12. http://www.cehago.com/frm/showthread.php?t=5563&goto=nextnewest

13. http://manisa.turizm.gov.tr

14. http://www.selendi.com/inanclari/batil-inanclari.html

178
15. http://forumsitem.com/showthread.php?t=8603

16. http://tr.wikipedia.org

17. http://aydin.turizm.gov.tr

18. http://my.opera.com

19. http://www.muğla.gov.tr. 21.04.08

20. http://www.mugla-turizm.gov.tr; 21.04.08

21. http://folklor55.blogcu.com; 21.04.08

22. http://www.usakkulturturizm.gov.tr/

23. http://www.angelfire.com/nd/kagan/kutahya.htm

24. http://kutahya_net.tripod.com/Tarihce

25. http://www.kutuphanem.net/goruntule.

26. http://www.kutahya.gov.tr/tarih.asp

27. http://okuyan_2.tripod.com/efsaneler/efsaneler1.htm

28. http://www.kutahyakulturturizm.gov.tr/web/kultur.aspx

29. (www.izmirkulturturizm.gov.tr)

30. (tr.wikipedia.org/wiki/izmir)

31. (www.izto.org.tr/IZTO/TC/IZTO+Bilgi/izmir/kultur)/)

32. (www.bizimizmir.net/tarihce.htm)

33. (forum.islamiyet.gen.tr/islami-bilgi-ve-kaynaklar)

34. (www.izmir.bel.tr/smyrana.asp)

35. (tr.wikipedia.org/wiki/izmirin kurtulusu)


36. (www.edebiyatakademi.net)
179
37. (www.gurmeguide.com)

38. (www.izmirdeyasam.com/izmire_dair/46/4/amazonlar.htm)

39. (www.tufak.org.tr/illeregoregelenekselyorekiyafet.htm)

40. (www.weblopedi.com/i/izmirin_kavaklari_halk_turkusu)

41. ( www.alince.net/forum/)

42. (www.radikalegitim.com)

43. (http://turkoloji.cu.edu.tr/HALKBILIM/halkbilim_ana.php)

180

You might also like