You are on page 1of 6

ELEŞTİRİ:Herhangi bir kişiyi, bir eseri, bir konuyu doğru ve yanlışlarını dile getirerek

göstermek amacıyla yazılan metinlerdir. Hedeflenen öğeyi doğru ve yanlış yönleriyle


tanıtmayı amaçlayabileceği gibi, bu öğenin doğru tanıtılmasını sağlamayı ve bir
değerlendirmeyi de hedef alabilir. Temeli ilkçağa dayanan eleştiri, ancak XIX. yüzyılın ikinci
yarısından sonra bağımsız bir yazı türü olma niteliğini kazanmaya başlamıştır. Eleştirmen,bir
sanat eserinin gerçek değerini,özünü yapılışını,değerli-değersiz yanlarını ortaya
koyar.Eleştirmenin görevi güzellik yaratmak değil,yaratılmış güzelliği yargılamak,okurlara
tanıtmaktır.
ELEŞTİRİDE HEDEF
Eleştirideki hedef; olay, konu, ürün; yer, ortam, zaman, kişi açısından irdelenebilir. Bunlardan
biri, birkaçı veya hepsi de ele alınabilir. Önemli olan; hedefi ortaya koyabilmektir.
Eleştiride hedef: yanlışların olduğu kadar doğruların da söylenmesi olmalıdır. Bunu
yaparken de önemli olan noktalar belirlenmeli, kişisel anlayış doğrularının yanında genel
anlayış doğruları da vurgulanmalı, beğenilenlerin ve beğenilmeyenlerin üzerinde ayrıntıları ile
durulmalı, yanlışlar önerilerle desteklenmeli, anlatım; dolambaçlı yollara sapmadan, net ve
anlaşılabilir bir dille ifadelendirilmeli, yalnızca uzmanların anlayabileceği terimlerden
olabildiğince uzak durulmalıdır.

ELEŞTİRİDE SINIR
Yapılacak eleştiride oluşturulacak sınırlar, öncelikle kendi sınırlarımız olmalıdır. Buna bir
çeşit “Haddini Bilme” denilebilir. Sonra eleştirinin sınırları çizilmelidir. Kelime ve
cümlelerin vurgusu doğru saptanmalıdır.
Uzmanlık alanımız dışındaki bir konuda eleştiriler yapmamız, bize hiçbir fayda
sağlamayacağı gibi, uzmanlık alanımızda sahip olduğumuz itibarın da zedelenmesine neden
olur.
ELEŞTİRİDE SINIR
Eleştirinin:
1. Anlaşılabilirliğine;
2. Genel anlayış doğrularına;
3. Aynı dalın uzmanları tarafından kabul edilebilirliğine;
4. Yanlışlarının ve olması gereken doğrularının inandırıcılığına;
5. Evrensel boyutlarda ele alınıp alınmadığına;
6. Sağlayacağı yarara;
7. Etki alanına,

Eleştirmenin:
1. Birikimine;
2. Farklı bakış açılarını görebilmesine;
3. Bilgilerinin doğruluğuna;
4. Daha önceki eleştirilerinin doğruluğuna;
5. Kişisel ve duygusal yaklaşımlarını aşabilmesine;
6. Teknik ayrıntılara özen göstermesine;
7. Yanlışları doğru açıklayabilme gücüne;
8. Kıyaslama gücüne;
9. Okuyucuyu ikna etme yeteneğine;
10. Deneyiminin sağlamlığına;
11. Eleştirisinin eleştirilebileceğini hesaplama gücüne.
ELEŞTİRİNİN YAN ETKİLERİ

Eleştiriler:
 Eleştirilen şeyi gündemde tutar.
 Eleştirilen şeyin, istense de istenmese de reklamı yapılmış olur.
 Eleştirilen şeyin taraf bulmasını sağlar.
 Olumsuz eleştiri alanlar kabul etmese bile, eleştirilen şeyi bazen güçlendirir

 EDEBİ ELEŞTİRİLER
 SİNEMA ELEŞTİRİLERİ
 TİYATRO ELEŞTİRİLERİ
 MÜZİK ELEŞTİRİLERİ
 TARİH ELEŞTİRİLERİ
EDEBİ ELEŞTİRİLER

Edebiyat eleştirisi deneme gibi,tarih gibi,roman gibi yaratıcı bir sanattır.eserleri


açıklar,değerlerini,güzelliklerini ve gerçeklerini,yeniliğini,üslubunu,ahlakını ve felsefesini
ortaya koyar.eser ile okuyucu arasında köprüdür.yeni edebi eserlere okuyucunun dikkatini
çeker.eserin temel amacını,gizli anlamlarını açıklar,eserin gereğince okunmasını ve üstünde
durulmasını sağlar.yazara faydası ise ona okuyucu bulmak,hatalarını
söylemek,anlaşılmayan,karanlık kalan bölümleri işaret etmektir. Bazen eleştirmenin bir eseri
yazarından çok daha iyi anlattığı,yazarın aklından geçmeyen bir anlamı eserde bulduğu veya
yazarın eserine koyduğunu sandığı bir anlamın eserde bulunmadığını ispat ettiği de
görülmüştür.
EDEBİ ELEŞTİRİLERİN SINIFLANDIRILMASI

 TARİHSEL ELEŞTİRİ
 OKURA YÖNELİK ELEŞTİRİ
 SANATÇIYA YÖNELİK ELEŞTİRİ
 ESERE YÖNELİK ELEŞTİRİ

TARİHSEL ELEŞTİRİ

Sanatsal eser yaratıldığı dönemin koşulları içinde görülür, o günün değer ölçütleriyle
değerlendirilir. Örneğin bir Fuzuli, bir Namık Kemal ancak Osmanlı’nin toplumsal düzeni göz
önünde bulundurularak kavranabilir. Tarihsel eleştiride, eleştirmen biraz da edebiyat tarihçisi
gibi davranır. Edebiyat tarihinin sunduğu verilerden, o dönemin başka ürünlerinden yararlanır.
Sanatçının yaşamöyküsü de ona ipuçları olur.
OKURA YÖNELİK ELEŞTİRİ
Eleştirmenin esere, okura verdiği haz veya onda uyandırdığı estetik duygu yönünden
yaklaşmasıdır. Okura dönük olan bu eleştiri türünde eleştirmenin işi eseri açıklamak,
değerlendirmek değil, kendisini nasıl etkilediğini, onu beğenip beğenmediğini, kendisinde
uyandırdığı duyguları anlatmaktır. Burada eleştirmen işin içine kendi benliğini katar. Bu tür
eleştiriye öznel eleştiri denişi de bundandır.
ÖRNEK:
Peyami Safa’nın bu romanını içim burkula,acı bir lezzetle okudum.bu roman değil,başından
sonuna kadar bir ıstırap levhası.
o kadar tabii ve canlı ki kendimi ıstırabın içine gömüyorum.hayatta böyle facialara kim bilir
ne kadar sürünüp geçmişizdir de farkına bile varmamışızdır.fakat Peyami Safa hem farkına
varmış,hem de bu acının tarihini hayattan daha büyük bir muvaffakiyetle anlatmaya kadir
olmuştur...(Hüseyin Cahit)
SANATÇIYA YÖNELİK ELEŞTİRİ
sanatçının eserini açıklamak için onun kişiliğini, ruhsal yaşantısını ve bilinçaltı dünyasını
ölçüt olarak alır. Burada Freud`un psikanaliz yönteminden yararlanılır. Yaşamöyküsel
eleştiride, sanatçının yaşamı ile eseri arasındaki etkileşimleri bulunup ortaya konmaya
çalışılır. Bunun için ya eserden sanatçıya, ya da sanatçıdan kalkarak eseri açıklamaya gidilir.
ÖRNEK:
9.Hariciye Koğuşu,bir ruh çözümlemesi romanıdır.yazar,gözlemlerini bilinenden
bilinmeyene,bilinçten bilinçaltına doğru uzatarak,insan ruhunun en karanlık köşe bucaklarını
bilinç üstüne çıkarmaya çalışmış,bunda da gerçekten üstün bir başarıya ulaşmıştır...(Cevdet
Kudret)
ESERE YÖNELİK ELEŞTİRİ

Bunlara göre bir eseri sanatsal kılan onun biçimidir. Sanatçı o biçimi kurmak için hangi yola
başvurmuştur, nelerden yararlanmıştır? Eleştirmen bu soruların cevabını esere bağlı kalarak
açıklamaya çalışır. ”Sanatçı, ele aldığı konuyu içerik haline getirir, bunun için de belli bir
teknik kullanır. Sanat eserinin anlamı ancak o biçimin taşıdığı anlam olduğu için teknikten söz
etmek her şeyden söz etmektir. Eserin konusu, kişileri ve bunların arasındaki çatışma, anlatım
tekniği, olay örgüsü, imajlar, ton, semboller, bunların hepsi teknikle ilgili şeylerdir ve eserin
kendine özgü anlamını meydana getirir.
ÖRNEK:
Bu kitap bugünkü Türkçenin,sanatkarı elinde ne harikalar verebileceğini ispata kafidir.bir
hastalığın destanı olan bu kitapta bir mısra dolusu güzel cümleler var.”şimşek”le başlayan ruh
tahlillerini bu kitapta daha olgunlaşmış buluyoruz...(Cahit Sıtkı)
TÜRKİYE’DE ELEŞTİRMENLER
Tanzimat dönemi : Şinasi, Namık Kemal, Recaizade Ekrem, Abdülhak Hamid;
Samipaşazade Sezai, Beşir Fuad, Nabizade Nazım, Mizancı Murad'tır.

Serveti Fünun döneminde, Cenap Şahabettin intikad (sahte parayı gerçeğinden


ayırmak)anlayışıyla tenkit eder. Halit Ziya, Mehmet Rauf, Nabizade Nazım, Hüseyin Cahit
dönemin eleştiricileridir.

Cumhuriyetin ilk yıllarında eleştiri Yahya Kemal ve Ahmet Haşim'le başlar. Nurullah Ataç,
Suut Kemal Yetkin'le devam eder.İsmail Habip Sevük ve Ahmet Hamdi Tanpınar ise eleştiriyi
edebiyat tarihi içinde ele alırlar.
TÜRLERİNE GÖRE ELEŞTİRMENLR
Romantikler:Şinasi, Namık Kemal, Recaizade Ekrem, Abdülhak Hamid
Realistler: Samipaşazade Sezai, Beşir Fuad, Nabizade Nazım, Mizancı Murad'tır.
Öznelci eleştirmenler:Nurullah Ataç, Suut Kemal Yetkin
Sistematik eleştirmenler :Asım Bezirci, Fethi Naci, Hüseyin Cöntürk
Hümanist eleştirmenler:Sabahattin Eyüboğlu ile Vedat Günyol
Çağdaş eleştirmenler :Mehmet Kaplan, Tahsin Yücel, Akşit Göktürk, Şara Sayın, Ünsal
Oskay, Murat Belge, Orhan Burian, Tahir Alangu, Memet Fuat, Mehmet Doğan, Bedrettin
Cömert, Enis Batur, Nihat Sami Banarlı, Cemil Meriç, Kenan Akyüz, Melih Cevdet, Konur
Ertop, Orhan Şaik Gökyay, Alpay Kabacalı, Cevdet Kudret, Agah Sırrı, Berna Moran, Rauf
Mutluay, Yaşar Nabi, Ahmet Oktay, Atilla Özkırımlı, Nermi Uygur ve Fuat Köprülü
ELEŞTİRMEN TİPLERİ

 Bilgisiz-Deneyimsiz-Taraflı-Ön yargılı;
 Bilgili-Deneyimsiz-Taraflı-Ön yargılı;
 Bilgili-Deneyimli-Taraflı-Ön yargılı;
 Bilgili-Deneyimli-Tarafsız-Ön yargılı;
 Bilgili-Deneyimli-Tarafsız-Ön yargısız eleştirmen gibi...

SİNEMA ELEŞTİRİSİ
Sinema eleştirisi Türkiye’de 1918-1920 yılları arasında temaşa dergisinde birçoğu Muhsin
Ertuğrul tarafından yazılan yazılarla başladı.sanat dergilerinin sinemaya önem vermesi ikinci
dünya savaşı döneminde başladı.başlıca sinema eleştirmenleri arasında Nejat Özön,Atillia
İlhan,Metin Erkasan,Tunç Yalman,Halit Refiğ,Atilla Dorsay sayılabilir

ZİNCİRBOZAN Filmine Hitaben


Kendine özgü ve bizde pek bilinip yapılmayan türde bir siyasal sinema örneği. Bir tür “docu-
drama’ (belgesel-drama karışımı) da denebilir. Ya da tümüyle bir dönem draması olarak
nitelenebilir. Ne olursa olsun, ilk bakışta ilginç, hatta heyecan verici.
12 Eylül’ü hazırlayan günleri, özetle müdahale öncesi üç ayı ve sonrasında da, Turgut
Özal’ı iktidara getiren seçimlere kadar olan dönemi anlatıyor film. Yakın tarihimiz açısından
çok önem taşıyan bu uzun dönem, keşke ilk planlandığı gibi bir TV dizisine
dönüşseydi...Daha çok şey söylenebilir, ayrıntılara eğilme imkanı doğardı. Film, bu haliyle
tüm o çalkantılı dönemin kaba bir özeti gibi duruyor. Bir yandan sokak anarşisi, önemli birkaç
cinayet, vuruşanları temsil eden birkaç eylemci genç ve onları ipin ucunda oynatan CİA-
Ankara işbirliğinin birkaç kilit ismiyle veriliyor. Öte yandan, ihtilali yapanlar, başta general
Evren, ana hatlarıyla ele alınıp işleniyorlar. Bir başka cephede ise müdahalenin kurbanları,
yani soluğu Zincirbozan’daki “zorunlu istirahat”ta alan politikacı takımı sunuluyor. Yani
özellikle Demirel ve Ecevit çiftleri...
Film, bir anlamda kendisine koyduğu sınırların sıkıntısını yaşıyor. Bırakınız dış ülkeleri,
bizde bile ilgiyle izlenmesi, ancak dönemi yaşamış olup en azından en önemli olayları
hatırlayanlar için söz konusu. Demek ki çok geniş seyirci kitlesi için, film kolay çözülemez
şifrelerle dolu bir bulmacaya benziyor. Her şeyi kavramak istiyorsunuz, ama çok fazla
şansınız yok.
Çok genel bir bakışla anlatılan olaylardaki neden-sonuç ilişkisi istendiği ölçüde ortaya
konamadığı gibi, ciddi “casting” hataları da var. Çok iyi tanıdığımız kimi kişilikleri
kabullenmek kolay olmuyor. En başarılı olanlar, Demirel çiftinde Haldun Boysan ve Ayşe
Tunaboylu. Özellikle Tunaboylu, yüreğe işleyen bir Nazmiye Demirel portesi çiziyor ve
göründüğü tüm sahnelere damgasını basıyor. Keşke Nazmiye hanım eşiyle birlikte gidip
görebilseydi!...
Evren’de Suavi Eren fiziksel benzemezliğine karşın kısmen inandırıcı olabiliyor. Özal’ı
oynayan İsmail İncekara da çok iyi. Ecevit çifti ise pek benzememiş. En ilginci, Kaya adlı
eylemciyi oynayan oyuncu, aslında Bülent beye çok daha fazla benziyor. Kimse bunu
farketmemiş mi? Suna Selen, Rahşan hanımın havasını verebiliyor, ama onun 1980 yılındaki
hali için yaşlı kalıyor.
En önemli şeylerden biri, filmin 12 Eylül’deki CİA etkisi konusundaki abartılı tavrı.
Tamam, belki dünya üzerinde CİA’nin karışmadığı bir devrim, isyan veya müdahele yok. Ama
filmde gösterilen düzeyde ve kıvamda mı? Herşey biryana, Özal-CİA ilişkileri ve “karanlıklar
prensi” Richard Perle ve adamlarının seçimlerin sonucunu önceden tıpatıp bilmeleri, adeta
mizah düzeyine erişiyor: 60 milyonluk bir toplumun nabzını böylesine tutmak hangi
babayiğidin harcı? Herhalde CİA’nin gücü bile buna yetmezdi. Ve bu gücü böylesine
abartmak hiç de inandırıcı durmuyor.
Velhasıl belli bir merakla izlenmesine karşın, tam doyurmayan bir film bu. Ama bu tür
filmler çoğalmalı, yapılmalı, teşvik edilmeli. Başka türlü, ulusal kimlik arayışımızın önemli
bir alanı olan tarihimize karşı ilgi ve bilgiyi hiç sağlayamayacağız. (ATİLLA DORSAY)
TİYATRO ELEŞTİRİSİ
Tiyatro eleştirisi,genellikle günlük gazetelerin belli günlerinde,sanat haberlerine ayrılan
magazin sayfalarında yapılır.bu eleştiriler,eser ve oyun üzerinde derinlemesine yapılan
yargılamalardan daha çok,okuyucuya bilgi vermek amacını güder.bu alanda yazı yazanlar
arasında özellikle Refii Cevat Ulunay,Lütfi Ay,Sabri Esat Siyavuşgil,Ekrem Reşit Rey,Adnan
Benk,Ömer Atilla,Özdemir Nutku,Metin And ve Mehmet Fuat dikkati çeken isimlerdir.
ÖRNEK:
FERHAT İLE ŞİRİN OYNUNUN
İstanbul Şehir Tiyatrosu, Nazım Hikmet'in yazdığı, Ragıp Yavuz'un yönettiği Ferhad ile Şirin'i
bu sezon ilk kez seyirci ile buluşturuyor
Bildik bir Doğu hikâyesinden yola çıkılarak yazılan Ferhad ile Şirin, kişisel bir yolculuğun
giderek toplumsal bir varoluş serüvenine dönüşmesini sahneye taşıyor. İmge yüklü bu Doğu
masalı, kendi düzlemine buyur ettiği gerçeklik çerçevesinde, bugünün yaşamına dair önemli
ipuçları sunuyor. Aşkın yüceltildiği bir düzlemden, toplumsal olanın önemsendiği bir varoluş
serüvenine doğru ilerleyen öyküde, Ferhad, her durakta yeniden var olan âşık tipinin başat
örneği olarak çıkıyor karşımıza.
Ferhad ile Şirin hikayesi, bütün aşklara ilham oluşturabilecek motifler taşıyor. Nakkaş
Ferhad (Ahmet Özarslan) yıllarca içinde duyumsadığı aşkı ustalıkla nakışlara döker.
Mehmene Banu (Sevil Akı), Arzen ülkesinin hükümdarı olması bir yana, öncelikle bir abladır.
Ve Şirin'e bir hayat bahşederken, güzelliğinden olmuştur. Ferhad ile Şirin'in (Duygu Erdoğan)
aşkı, masalsı bir evrende buluşurken, Mehmene Banu, bu aşktan payına düşen acıyı
tadacaktır. Aşkını görmezden geldiği Vezir'inin (Yalçın Boratap) yazgısıdır Mehmene Banu'yu
da bekleyen. Ve bir şart koşulur Ferhad'a, Şirin'ine ulaşması için. Şartı koyan Mehmene
Banu'dur. İstenen, Demirdağ'ın delinmesi ve halkın suya kavuşmasıdır. Halk suya
kavuşmadıkça, yani Demirdağ delinmedikçe; Ferhad'ın Şirin'e ulaşması mümkün değildir.
Başlangıcı itibarıyla mücerret (soyut) seyreden bir aşk; bir "yüz"le somutlaşırken giderek
toplumsal bir kıvamda sonlanır. Demirdağ, Şirin'e ulaşmak için bir araçken; toplumsal bir
kaygıyla amaca dönüşür.
Ragıp Yavuz, rejisinde hikâyenin masalsı yanını öne çıkarıyor. Özellikle susuzluktan kırılan
halkı fon olarak algılatan bu hikâyede, halkın hükümdarı Mehmene Banu ile bu halka su
getirmek için aşkın bir işe girişen halkın kahramanı Ferhad arasındaki diyaloglar
düşünüldüğünde, toplumsal gerçekçi bir söyleme de uzanabilecek özellikler taşıyan hikâye,
Yavuz'un rejisinde naif dokunuşlarla hayat buluyor. Dekorda yelpazelerin kullanımı, bu
tercihi destekleyen bir unsur.
Ferhad ile Şirin, ölüm ile yaşam arasına sıkıştırdığımız tercihler ile aşk ve nefret arasındaki
gelgitleri sahneye taşıyor. Aşk, bazen pişmanlık bazen umut ışığı yaksa da her daim bir âşık
mâşukun ateşiyle yanıyor. Mehmene Banu, Vezir, Ferhad ve Şirin, aşkta eşitleniyor. Ancak
her birinin payına bazen sevinç; çokça hüzün, acı, keder ve bekleyiş düşüyor. Her birimizin
payına...
Dekor tasarımı, masalsı bir atmosfer oluşturuyor
Ragıp Yavuz'un yönettiği Ferhad ile Şirin'in dekor tasarımı Barış Dinçel'e, kostüm tasarımı
Duygu Türkekul'e, müzikleri Mazlum Çimen'e ait. Işık tasarımını Ayşe Sedef Ayter'in,
koreografisini Yasemin Gezgin'in, efektlerini Ersin Aşar'ın ve dramaturjisini Arzu Işıtman'ın
gerçekleştirdiği oyun, ekim ayı içerisinde Fatih Reşat Nuri Sahnesi'nde (1-9 Ekim) ve
Ümraniye Sahnesi'nde (12-16 Ekim) seyirciyle buluşacak
MÜZİK ELEŞTİRİSİ
Müzik eleştirisi besteciler tarafından halka sunulan eserlerin değeri veya virtüöz ve orkestra
yöneticilerinin yetenekleri üstüne bir yargıya varmak için kaleme alınmış edebi incelemelerdir
22 Aralık 1954 Milliyet Gazetesi
....Geçenlerde, radyoda yeni tenebbüt eden (yeşerip-yetişen, -adeta bir bitki gibi yerden çıkıp-
büyüyen) okuyuculardan birini Alâeddin Yavaşça’yı dinledim. Mâlum olduğu üzere bu
nevnihâller (yeni yetişenler) pek kısa bir zamanda Türk mûsikîsinin yektâzı (tek başına
mücâdele edeni) oluvermişlerdir. Bir iki şarkıdan sonra hemen kendi besteledikleri eserleri de
halka arz ederek yalnız okuyucu değil, bestekâr olduklarını da anlatmak fırsatını fevtetmezler
(kaçırmazlar). Mûsikîye hakkıyla vâkıf olmadan yapılan eserler, ister istemez aşirementûnidir
(onuncu sınıftır?). Ama radyo, ucu bucağı bulunmayan bir cündî (er, sipâhî-ata binen asker-)
meydanıdır. Orada küheylan eser de koşturulur, sütçü beygiri de... Böyle besteler rağbet (iyi)
veya abes (boş, faydasız) notu verilmek sûretiyle hükmünü izhâr eden (kararını açığa vuran)
halkın tenkîdine (eleştirisine) kalmıştır. Fakat bu yeni beylerin eslâfın (geçmişlerin) eserlerine
karşı gösterdikleri lâubâlîlik (dikkatsizlik, saygısızlık, senli-benli tavır) tahammül mülkünü
yıkacak kadar tahripkâr oluyor.Bu gencin de Dede’nin “Yine bir gül-nihâl aldı bu gönlümü”
rastını lîme lîme eylediğini görünce hiddetten bir tarafıma inmesin diye düğmeyi çevirmeğe
mecbûr oldum.…(ALİ RIZA SAĞLAM)

TARİHİ ELEŞTİRİ
Tarihi eleştiri kapsadığı doğru unsurları ortaya koymak için kaynakların metotlu olarak
incelenmesidir.kaynaklar,anıtsal,yazılı veya sözlü’dür.Eleştiri bunların
gerçekliklerini,doğruluklarını ve yetkilerini ortaya koymak zorundadır.Bu şekilde ortaya
konan meseleleri çözmek için tarihçi tarihin yardımcı bilimlerine başvurmak zorundadır.
Tarihi Eleştiri,iyi ve gerektiği gibi yazıldığı zaman,tarih bilimsellik kazanır;eleştiriye
dayanan derin bilimsel eser olayların doğruluğunu belirler ve tarihi sentezin tek geçerli temeli
olur.

You might also like