Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Kitabu'l Asfâr
Kitabu'l Asfâr
Kitabu'l Asfâr
Ebook505 pages7 hours

Kitabu'l Asfâr

Rating: 3 out of 5 stars

3/5

()

Read preview

About this ebook

Zamandan ve mekândan münezzehtir; Samed’dir Allah. Benzemez yarattıklarına. Geçici değil ebedî ve bâkîdir. Belirli bir mekâna sığdırılamayan ve belli bir zamana hapsedilemeyendir. Zat-ı İlâhî meçhuldür, doğmamıştır, doğrulmamıştır. Ehadiyyet sırrında Vahdaniyetin çok yüzü, nuru, tecellisi, isimleri, sıfatları ve aksiyonlarıdır.
Kadir gecesinde indirilen Kur’an, Allah’ın arşından indirdiği hediyesidir. Kevn u mekândan münezzeh olan aşktır. Kutsanmış gecede gelen hediyeye Kitab’ül Asfar’ın yaşanmış tecrübelerini sık sık gözlemleyeceksiniz.
Miraç yolculuğunu her kul yapabilir. Bu eser, miraca çıkmak isteyenlere rehberlik etmesi niyeti ve gayesi ile güzel bir bakış açısıyla tercüme ve te’vil edildi. Kusur oldu ise bu tercümanlara aittir.
Tesadüf yoktur, tevafuk vardır. Ruhların buluşması Kâlû Belâ’dan beri yaşanır. Ruhunuzu bulup, ruhunuzun heykelini dikebilmeniz ümidiyle. Dua ve selam ile efendim.
Yolculuğa çıkıyoruz. Bu sonsuz hakikat yolculuğu ezelden ebede uzanır. Nice ruhani tecrübeler ve arketipsel kahramanlar sizleri bekliyor. Allah utandırmasın. Allah razı olursa, başkalarının rızası önemsizdir.
Vira Bismillah.

LanguageTürkçe
Release dateMar 28, 2021
ISBN9781005634254
Kitabu'l Asfâr
Author

Muhyiddin İbni Arabi

1165 tarihinde, günümüzde İspanya sınırları içinde kalan Mursiye şehrinde dünyaya geldi. Tam adı; Muhyiddin Muhammed bin Ali bin Muhammed el-Arabî et-Tâî el-Hâtimî'dir ve Şeyhü'l Ekber unvanı ile bilinir. Endülüs Devleti'nin hüküm sürdüğü İspanya topraklarında doğan İbn Arabi, Arap Tayy kabilesine mensuptu.Endülüs'te bir süre daha kaldıktan sonra, seyahate çıktı. Şam, Bağdad ve Mekke'ye giderek orada bulunan tanınmış alim ve şeyhlerle görüştü. 1182'de İbn-i Rüşd ile görüştü. Bu görüşmeyi eserinde anlatır. Bu İbnu Rüşd’ün bilginin akıl yoluyla elde edileceğini söylemesiyle meşhur olduğu yıllardır.1184-1185'de 'Ureynî' isimli bir şeyh’le tanıştı. Eserlerinde Ondan ilk hocam diye bahseder, çok faydalandığını söyler. 'Ureynî', Ubudiyet [kulluk] meselesinde derin bir bilgiye sahipti.1196'da Fas’a gitti. Orada yaptığı Seyahatler sırasında büyük şöhret kazandı. 1198'de tekrar Endülüs’e geçti. Gırnata Şehri dolaylarındaki Bağa kasabasında Şekkaz isimli bir şeyhi ziyaret etti. Onun Tasavvuf yolunda karşılaştığı en yüce kimse olduğunu söyler.1199-1200'de İlk defa Hac için Mekke’ye gitti. 1204'de Medine, Musul, Bağdat'ta bulundu. Musul’dan ayrıldıktan sonra geldiği Konya’da Sadreddin Konevî’nin dul annesi ile evlendi. Selçuk Meliki tarafından hürmet ve ikram gördü.Sonra Mısır’a geçti. Orada Futuhat-ı Mekkiye'deki sözlerinden ötürü Mısır uleması tarafından hakkında verilen idam fetvasından dolayı oradan kaçtı.1215 de tekrar Konya’ya geldi. 1220'de Şam’a yerleşti. Zaman zaman civar şehirlere seyahatler yaptı. Şam'da kendisinin Fütuhat'tan sonra en büyük eseri olarak kabul edilen Fusus'u kaleme aldı. İbn Arabi bu eseri rüyasında Peygamber'den ümmetine aktarmak üzere aldığını belirtir. 1239'da Şam'da öldü. Kabri Şam şehri dışında Kasiyun dağı eteğindedir. 1516 yılında I. Selim, Şam’ı Osmanlı toprağı yaptığında oraya türbe, camii ve imaret inşa ettirdi.

Related to Kitabu'l Asfâr

Related ebooks

Related categories

Reviews for Kitabu'l Asfâr

Rating: 3 out of 5 stars
3/5

2 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Kitabu'l Asfâr - Muhyiddin İbni Arabi

    ÖNSÖZ’E GİRİŞ

    İbn Arabi’nin tam ismi Abu Abdillah Muhammed ibn Ali ibn Muhammed ibn Arabi al-Hatimî at-Tâî’dir. İspanya’da Mürsiya köyünde 1165 yılında doğdu. Yemenli üst düzey bir mücahid aileden olup, babası Mehmet Efendi’nin tek oğluydu (Addas, 2000). İbn Arabi, son 900 senede İslam tarihinin en etkili ve en çok tartışılan âlimi, müçtehidi, mürşidi ve müceddidi oldu. Onun hayatını üç ayrı döneme ayırarak incelemek gerekir: Doğduğu vatanı Endülüs ve Kuzey Afrika’da geçirdiği eğitim dönemi ve Doğu İslam coğrafyasında geçen seyyahvari, dervişvari, Hızırvâri tebliğ dönemi. Şam’da 1240’ta vefat edene kadar İslam tarihinin en karışık devrinde yaşadı ve insanlığın ortak dertlerine çareler arayıp ölümsüz eserler sundu (İbn Arabî, 2008). Şeyh İbn Arabî aynı zamanda muhakkik âlim özelliğiyle de tanınır.

    İbn Arabî, hakikat arayıcısı, dünyanın en tanınmış âlimler âlimi bir Hak dostu idi. İbn Arabî uzmanı Amerikalı akademisyen, William C. Chittick (2005), sıra dışı, uzun, komplike detaylar sunan İbn Arabî’nin pek çok yeni teoriler ortaya attığını tespit etmiştir. İbn Arabî, asla kendine Sûfî demedi, çünkü bütün İslami ilimleri en üst seviyede tahsil etmiş bir muhakkik âlim idi. Daha ziyade ona onaylayan veya idrak edici denilebilir (Chittick, 2000, p. 581). Diğer Amerikalı uzman akademisyen Hirtenstein (2001), "İbn Arabî’nin kaleme aldığı 350 küsur eser içinde Fusûsu'l-hikem’in semâvî kutsal kitaplar ve dinlerde geçen peygamberlerin mesajlarının gerçek bâtınî manalarını verdiğini belirtiyor.

    Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman dünyası için ortak bir çizgi, payda ve söz sunuyor. Fütûhat-ı Mekkiyye, bir tür Ruhsal Bilgiler Ansiklopedisidir. Onun kalp merkezli ilmi, üç semavi dinde görülen kopuk halkalar halindeki gelenek, sebep ve mistik hikmetli ruhani Rûhu’l Kuds’ü derinlik açılarından birleştirmiştir (Hirtenstein, 2001, p. 353).

    Mâlikî mezhebi geleneğinden gelen İbn Arabî’nin erken yaşlarda Zâhirî mezhebi geleneğini benimsediği iddia edilse de İmam Kurtubî yolu uzun sürmemiştir. Kuzey Afrika’nın İmam Gazâli ve Ebû Yezîd-i Bistami ekollerini birleştiren Masarra ve Abu Madyan cemaatleri, onun hayatında kırılma noktasıdır. Daha sonra kuracağı İdrak Mektebi yolunda Zahiri Maliki güzergâhından ziyade Varlığın Birliği veya Vecd Birliğinde Birlik (Transcendental) Unity of Being. His stepson, Qunawi, chose the name The School of Realization (Al-Idrak) or The School of Verification" olarak da bilinen, üvey oğlu Sadrettin Konevi’nin disiplin, etik, ahlak ve kurallarını belirlediği Vahdet-i Vücud yolunun en büyük üstadı olduğu kesindir. Osmanlı Devleti, Yavuz Sultan Selim’in fermanlarıyla Konevî’nin temel eseri olan Miftâhu’l-Gayb’daki düşünceleri beş yüzyıl boyunca benimsedi. Biz de bu müktesebâtı yeniden gündeme getirip istifade etmeliyiz.

    Şeyh-i Ekber İbn Arabî’nin Kitabu’l-İsrâ adlı eserinde bahsedilen Sefer veya İsfar ne demektir? Kur’an’da geçen İsrâ suresini ve Miraç’ı biliyoruz. Ancak Sefer bahsi sadece bundan mı ibarettir? Tek sefer mi? Birden çok seferi herkes yapabilir mi? Peygamberlerin nail olduğu tüm başarılar ve mucizeler insanlığa bilimsel modeldir ve en güzel misaldir. Seçilmiş kullar sayısız, ilim sınırsızdır.

    Şeyh-i Ekber İbn Arabî, İsfar kelimesini Fütûhat-ı Mekkiyye’nin 182. bölümünde birkaç kez zikreder. Mekke’den Allah’a doğru yola çıktığı gece yolculuklarındandı. Hz. Musa ile buluşmaya talip olmuştu. Sefer adını verdiği bu sırlı yolculuğa Taleb demişti, daha sonra İsfar diye adlandırdı. 1190 ile 1202 yılları arasında yaptığı astral seyahatler sırlarla doluydu. Pek çok ruhsal ve kalbî hakka’l-yakîn iman makamlarına ulaştı. Hz. Musa’ya yaptığı yolculuğu Korku’ya Yolculuk olarak da nitelendirir. Sebebi, Hz. Musa’nın neden Firavun’dan kaçtığını öğrenmektir. Pek çok defa Hz. Musa’nın bulunduğu semaya gitti ve onunla makamında görüştü.

    Fütûhat-ı Mekkiyye’nin 190. bölümünde Kur’an’dan getirdiği bir ayetle İsfarın ne manaya geldiğini tevil ve tefsir etmiştir. Bu Kur’an’a dair bâtınî bir yorumdur. Peygamberimizin miracı İsrâ suresinin 1. ayetinde, Bir gece, kendisine bazı âyetlerimizi gösterelim diye kulunu Mescid-i Harâm’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah eksikliklerden münezzehtir. O, gerçekten her şeyi işiten ve her şeyi görendir beyanı ile başlıyor. İbn Arabî de benzer seferler gerçekleştirerek her Müslümanın liyakati varsa bu yolculuklara çıkabileceğini kendi tecrübelerini şeffaf biçimde paylaşıp Kitabu’l-İsfar kitabında göstermiştir. Türkçeye tercüme edilmeyen bu eserin Arapça orijinal nüshası ve İngilizce 1991 ve 2015 tarihli iki tercümesi mevcuttur.

    Hz. Peygamber’in Mekke’deki Mescid-i Harâm’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’ya götürülmesi şeklinde gerçekleşen olağan üstü olay İslâmî kaynaklarda, metindeki ilgili fiilin masdarı olan ve geceleyin yürüme, gece yolculuğu anlamına gelen isrâ kelimesiyle anılır. Bu yolculuğun, hadislerde anlatılan göklere yükseltilme safhasının da dâhil olduğu tamamı ise yükselme, yukarı tırmanma anlamındaki urûc kökünden türetilmiş olan ve yükselme vasıtası, aleti mânasına gelen mirâc kelimesiyle ifade edilir. İsrâ sûresinin 1. âyeti ile Necm sûresinin ilk âyetleri mirac olayına işaret etmektedir. Aynı konuda hadis mecmualarında da kırk beş kadar sahâbî vasıtasıyla bizzat Hz. Peygamber’den bilgiler nakledilmiştir.

    Mirac, peygamberliğin 12 veya 13. yılında (Muhammed Hamîdullah’a göre bi’setin 9. yılında; bk. İslâm Peygamberi, I, 92) vuku bulmuştur. Konuyla ilgili çok sayıda hadis bulunmakta olup, özellikle Buhârî’nin el-Câmiu’s-Sahîh’inde (Salât, 1; Bed’ü’l-halk, 6; Tevhîd, 37) yer alan hadislere göre bir gece Hz. Peygamber Kâbe’nin avlusunda (diğer bazı rivayetlerde amcasının kızı Ümmühânî’nin evinde) uyku ile uyanıklık arasında bir durumdayken Cebrâil yanına geldi, göğsünü açarak kalbini zemzemle yıkadı, sonra Burak denilen bir binek üzerinde onu Kudüs’e götürdü. Resûlullah’ı burada önceki bazı peygamberler karşıladılar ve onu kendilerine imam yaparak arkasında topluca namaz kıldılar (Başka bazı rivayetlere göre Hz. Peygamber önce Mekke’den göklere yükseltildi, dönüşte de Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’ya götürüldü.)

    Bu bilgiye göre âyette Resûlullah’ın bu mânevî yolculuğa Mekke’den başlayıp semalara yükseldikten sonra Mescid-i Aksa’ya geldiği, oradan da Mekke’ye döndüğü özetlenmiştir). Daha sonra semaya yükseltilen Resûlullah, semanın birinci katında Hz. Âdem, ikinci katında Hz. Îsâ ve Hz. Yahyâ, üçüncü katında Hz. Yûsuf, dördüncü katında Hz. İdrîs, beşinci katında Hz. Hârûn, altıncı katında Hz. Mûsâ, yedinci katında ise Hz. İbrâhim ile görüştü. Kur’an’da sidretü’l-müntehâ (hudut ağacı) denilen ve bir görüşe göre (bk. Şevkânî, V, 124) yaratılmışlarca bilinebilen alanın son sınırını işaretlediği kabul edilen hudut noktasının ötesine, Cebrâil’in geçme imkânı olmadığı için Hz. Peygamber Refref denilen bir binekle tek başına yükselmesini sürdürdü. Bu sırada kendisine evrenin sırları, varlığın kaderiyle hükümlerin tespiti için görevlendirilmiş olan meleklerin çalışmaları gösterildi.

    Nihayet bir yoruma göre (bk. Şevkânî, V, 123) bir beşerin insan olma özelliğini koruyarak Allah’a yaklaşabileceği son noktaya kadar yaklaştı (Necm sûresinde yay örneği ile anlatılan yaklaşma, ağırlıklı yoruma göre Cebrâil ile Hz. Peygamber arasında olmuştur; bk. en-Necm 53/8-9).

    Peygamber’in, Rabbine selâm ve ihtiramını arz ettiği, Allah’ın da ona selâmla hitap ettiği ve inananlara esenliklerin dile getirildiği Tahiyyât duasındaki diyaloğun mirac olayıdır. Mekândan münezzeh olan Allah Teâlâ ile Kur’ân’ın âlemlere rahmet olarak gönderildiğini bildirdiği Hz. Muhammed arasında geçenleri, insan olarak idrakten ve kavramaktan âciz kullarız. Bu buluşma sırasında Resûlullah’a, içlerinden günahkâr olanlar -eğer affedilmezlerse- bir süre cehennemde cezalandırıldıktan sonra bütün ümmetinin cennete kabul buyurulacağı müjdelendi.

    Ayrıca kendisine bir hediye olarak Bakara sûresinin Amenerrasulü... diye başlayan son iki âyeti verildi. Buna göre Allah kimseye kaldıramayacağı yük yüklemez ve hayalinden geçen kötülüklere ceza yazmaz. İslâm’ın temel ibadetlerinden beş vakit namaz miraç esnasında emredildi. Dönüşü sırasında kendisine cennet ve cehennem ile buralarda bulunacak insanların durumları gösterildi. Nihayet Hz. Peygamber Mekke’den ayrıldığı noktaya getirildi. Söz konusu hadislerin baş kısmında yer alan ve miracın Hz. Peygamber uyku ile uyanıklık arasında bir durumdayken başladığını, uyandığında kendisini Mescid-i Harâm’da bulduğunu belirten ifadeler dolayısıyla (Buhârî’deki rivayetlerin birinin sonunda [Tevhîd, 37; Taberî, XV, 5] Peygamber uyandı ki Mescid-i Harâm’dadır denilmektedir).

    Bu olayın bedenle gerçekleşen bir yolculuk mu olduğu, yoksa bunun bir tür rüyada vukû bulan ruhanî bir durum mu olduğu hususunda erken dönemden itibaren tartışmalar yapılmıştır (Örn. Bkz. Taberî, XV, 5; İbn Kesîr, V, 40-41). Rivayetlerde biri uykuda diğeri uyanıkken olmak üzere iki miracdan bahsedildiği de olmuştur. Müfessirlerin çoğunluğu miracı Hz. Peygamber’in hem bedeniyle hem de ruhuyla uyanıkken yaşadığı bir olay olarak kabul etmişlerdir. Miracın uykudayken veya uyanık iken ruhen vuku bulduğunu söyleyenler olmuştur. Doğru olsa bile bu iddia Miraç mucizesinin değerini ve önemini azaltmaz. Çünkü genel bir ilke olarak vahiy yollarından birinin de rüya olduğu kabul edilir. Nitekim İsrâ sûresinin 60. âyetinde mirac olayı kastedilerek sana gösterdiğimiz rüya ... şeklinde bir ifade yer almaktadır. Buradaki rüya kelimesinin uyanıkken görme anlamına gelebileceği gibi, bundan uykuda görülen rüyanın kastedilmiş olabileceği de belirtilmektedir (Bkz. Taberî, XV, 110; İbn Âşûr, XV, 146).

    Ayrıca Hz. İbrâhim de oğlu İsmail’i kurban etme emrini rüyasında almıştı (Sâffât 37/102). Ancak, mirac Hz. Peygamber’in tamamen mucizevi bir tecrübesi olduğundan onu illâ da aklın kalıpları içinde açıklamanın gerekli olmadığı muhakkaktır. Taberî’ye göre Allah, kulunun ruhunu değil, mutlak bir ifadeyle kulunu geceleyin götürdüğünü ifade buyurduğuna göre, Peygamber sadece ruhuyla Miraca çıkmıştır diyerek âyetin anlamını sınırlamaya hakkımız yoktur (XV, 26).

    Müfessirler onun bedeni ve ruhu ile sefere çıktığı görüşündedir. Kudüs’te eski mâbed (Süleyman Mâbedi) İslâmiyet’ten çok önce ortadan kaldırılmış, şimdiki Mescid-i Aksâ ise henüz yapılmamıştı, bu nedenle müfessirlerin tamamına yakını bunun Kudüs’teki Süleyman Mâbedi olduğunda müttefiktirler. Müslümanlar hicrî 66-73 yılları arasında bugünkü Mescid-i Aksâ’yı inşa etmişlerdir. Mescid-i Aksâ’nın çevresi mübarek bir mekândır ve şehrin 7 kapısı vardır.

    Fütûhât’ın 337. bölümünde İbn-i Arabî, Muhammed suresinde, Sefer’de çeşitli ve farklı menziller/makamlar olduğuna deliller getirir. Makam istasyonları yıldızlar kadar çoktur.

    Makam ve İstasyon, Sufi ıstılahında farklı manaya gelir. Kur’an ayetleri ile sağlam irtibatta olan Müslümanlar ilişkilerinin seviyesine göre menzillere ve makamlara çıkarlar. Muhammed suresinin 1, 4, 32, 34 ve 38. ayetleri bu konuda rehberlik sunuyor.

    Doğru yolu bulan hicretteki sahabeler, doğru yola gelmemekte inat eden Mekkeli akrabaları ile savaştılar. Eski toplumları sapıtmış ve Allah’ın yoluna ihanet etmişlerdi. 5, 17, 25 ve 32. ayetler Muhammed sûresinde yoldan sapanlara yapılacak muameleyi anlatıyor. Sefer’e çıkacak Yolcu’ya rehber olacak ana kuralları Muhammed suresinden çıkartan İbn-i Arabî, 7. ayet olan Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a yardım ederseniz (emrini tutar, dinini uygularsanız), O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır ayetini tefsir ederken, 10. âyete de dikkati çekiyor: Onlar yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden öncekilerin sonlarının nasıl olduğuna bakmadılar mı? Allah, onları yerle bir etmiştir. İnkâr edenlere de bu akıbetin benzerleri vardır.

    Allah’ın benzer biçimde kavimleri helak ettiğine değinen İbn-i Arabî, Sâd suresinin 3. ayetini bu konuda delil gösteriyor: Kendilerinden önce nicelerini helak ettik. Onlar çağrıştılar. Ama artık kurtuluş vakti değildi.

    Şeyh-i Ekber İbn-i Arabî, eserine klasik İslami formatta bir hutbe ile başlar. Allah’a hamd u sena ve Peygamberimize salavat getirdikten sonra bu kitabın ana teması olan; Allah’a, tecellilerine, sıfatlarına ve isimlerinin icraatlarına olan aşkı birinci diyalogdan 9. diyaloga kadar dile getirir. Daha sonra, 10, 11 ve 12. diyaloglarda Dünya ve Cennet’in yaratılış sebeplerini ele alır. Diğer gezegenlere seferler 13, 14, 15, 16 ve 17. diyaloglarda bulunuyor. Takip eden 18, 19, 20 ve 21. diyaloglarda, Kur’an’ı Kerim’e Yolculuk seferlerini anlatır. Peygamber Efendimize yolculuk 22. diyalogun ana hedefidir seferde. Hz. Adem’de sefer 26 ile 31. diyaloglar arasında geçiyor. İbn-i Arabî, önemli makamlarda oturan peygamberlere tek tek gece yolculuğuna çıkıyor. Hz. İdris veya Hz. Hermes, 32. diyalogda yer alıyor. Geniş bir yer tutan Hz. Nuh’a seferler 37, 38, 39 ve 40. diyaloglarda defalarca yapılmış astral gezi hatıraları ve tecrübeleridir. Hz. İbrahim ile buluşma 41. diyalogun hatıratı olarak genişçe işleniyor.

    Bu geziler İbn-i Arabi’nin Fusûs’ul Hikem’inde yaptığı 27 Kur’ânî Peygamberin kişilik tahlillerine öncülük etmiştir. Bunlardan sadece Hz. Halid bin Sinan Kur’an’da geçmemektedir. Bu eserin 44. diyalogunda Hz. Lut peygamberle sohbeti özetleniyor. 46. diyalog Hz. Yusuf ve Hz. Yakup peygamberlerle yaptığı görüşmelerin neticesine dairdir. Hz. Musa’ya dair olan 50. ve 60. diyaloglar en geniş yeri tutuyor. Hz. İsa ve Hz. Yunus’un yanı sıra, Tevrat’ta adı geçen peygamber Hz. Saul ve peygamber olmadığını belirttiği Hz. Zülkarneyn ile de diyaloglarına yer vermiştir.

    Hz. Cebrail ile İbn-i Arabî’nin diyalogları olduğunu metinden çıkarmak mümkün. Zira Ruhu’l-Kuds, ancak Burak ve Refref atları ile çıktığı astral gezilerde onu pek çok evliya, asfiya ve veli kullarla ruhen görüştürebilir. Bazı gezileri başarısız olup geri dönmek zorunda kalır, pek çok başarılı seferinde ise yüksek iman ve tebliğ aşkını artırarak, çok sayıda kudsî hediye ve feyizlerle dünyaya geri dönmüştür.

    İbn-i Arabî, diyalogları şiirsel bir dille ve kendine has üslubuyla günlüğüne yazarken adeta Arap dili ve edebiyatı ile dans eden bir form geliştirmiştir. Sac adı verilen bu ritimdeki form, ati formu ile kadınsal bir kökle bitmiştir. Bir kadın olsa da en sonda çoğulcu bir ifade kullanan İbn-i Arabî, 3. tekil şahıs olarak ‘O’ diyerek kudsileri betimlerken asla cinsiyetçi bir yaklaşım sergilememiştir. Ruhun cinsiyeti yoktur görüşünde olan Şeyh, hiçbir şeyin ölmediğini sadece form değiştirdiğini savunur. İbn-i Arabî, kendisini Allah’ın bir hizmetkâr kulu olarak tanıtır. Her diyalogu ve seferi kendi şahsi gözlemleri, tespitleri ve tevilleri ile son bulur.

    Şöyle bir liste oluşturmak mümkündür:

    Hz. Muhammed (SAV) ve âyâtuhu: Onun sonsuz nur işaretleri.

    Hz. Âdem ve âdâtuhu: Onun âdetleri ile lezzetleri.

    Hz. İdris ve dereceleri: Onun engin ilminin ve yetkilerinin mertebeleri.

    Hz. Nuh ve necatuhu: Onun kurtuluş yolu.

    Hz. İbrahim ve hidayetuhu: Rehberliği ve olağanüstü cömertliği.

    Hz. Yusuf ve bişârâtuhu: Onun iyi ve müjdeli haberleri.

    Hz. Lut ve nikamatuhu: Onun intikamı.

    Hz. Musa ve makamatuhu: Onun tayinâtı. Hâcâtuhu, ihtiyaçları. Münacatuhu: Onun Allah ile yakın konuşması. Risaletuhu: Tebliğ misyonu.

    Hz. Musa, cemaatuhu ve tâğûtuhu: Firavunla ve putlarla mücadeleleri.

    Hz. Hızır ve rahamâtuhu: Onun rahmeti. Hukumâtuhû: Yönetme vizyonları.

    Yeniden Hz. Musa ve helakutuhu: Onun gazabı.

    Hz. İsa ve kelimatuhu: Onun sözleri.

    Hz. Yunus ve zulumatihi: Onun karanlıkları.

    Hz. Saul ve gafurâtuhu: Kepçeye koyma, taşıma potası.

    Hz. Zülkarneyn ve usatuh: Ona biat etmeyenlerin kaderi.

    Güvenilir ruhlar ve Rasuller, nübüvveti, onların tevhid tebliği ve sabırları.

    Güzel Sözler ve yeniden doğuşları, dahâtuhu: Onların özleri.

    Yeniden Hz. Muhammed (SAV) ve benâtihi: Onun kızları. Sıfâtuhu: Onun Kur’an ahlakının kainattaki yansımaları.

    KİTABU’L ASFAR’A GİRİŞ

    Rahmân ve Rahîm Allah adıyla

    Âlim, kâmil, muhakkik ve mütebahhir Muhyiddin-i Arabî.

    İslam'ın şerefi, hakikatlerin dili, âlemin allamesi (âlimi), büyüklerin örneği ve misali, zamanın harikası, asrın ferîdi (tek, cevher) Ebu Abdullah bin Aliyy bin Muhammed bin el-Arabi el-Endülüsî el-Tâî el-Hâtimî.

    Gündüzü karanlık geceden ayıran (Yasin suresi 38),

    Onların üzerine parlak güneşi ve aydınlığı hiç bitmeyen/karanlık ayı doğuran,

    Onları (ayı ve güneşi) mevdih ve mübheme delil olarak yükselten Allah'a hamdolsun.

    Bu hamd ezeli,

    Çok eski zamanın diliyle,

    Ve Celal, Cemal, Kemal ve enbiyaların göğüslerindeki levhaya nun (huruf yani âlemin resm-i kâinat) hokkasının içindeki mürekkeple yazan kalemin sesini idrak etmekle artan,

    Sema'nın ayrılıp tekrar birleşmesi vaktinden münezzeh cömertlik ve keremi,

    Kıdemden/ademden beridir bütün idraklerle,

    Ve bütün geçmiş ve gelecek hamdlere göre,

    Be ile olmayan Elif ile olan (çünkü be kopar/donar) şükürler olsun [elif hakkın zatına delildir be ise sıfatın delilidir, be ile değil Elif ile olan şükür Allah'ın zatına şükrüdür sıfatına değil].

    İlk vücuda gelen (ilk yaratılan; Hz. Muhammed).

    Ondan öncesinde hiçbir mevcud olmayan,

    Allah'ın bir misal,

    Ve ayrılmayan fert yaptığı,

    Ve Onun için (Şura, 11) dediğine salatü selam olsun.

    Allah O seyyid olandan haberdar.

    O'nu (Allah) zât aynasına nazir eyledi ve o inkıta ve ayrılığa uğramadı.

    O'na misl ü sureti göründüğü zaman iman etti ve teslim oldu.

    O'na memleketin (kâinatın) anahtarını/ yularını/saltanatını verdi ve teslim oldu.

    Hitap sen isen (yani Hz. Muhammed)

    En Kerim, taaddi edilmemesi gerekilen en azim rükün (rükn-i yemânî), mültezem (kastedilen rükün ve Kâbe kapısı arası, orada dua edilir /orada edilen duanın kabulü hakkında hadis vardır), makam (makamı İbrahim), öpülen hacer (Hacer-ül Esved), zemzemdeki sır ('ماء زمزم لما شرب له') hadisine işarettir (İbni Arabi zemzem suyundan çok içtiğini ve her yudumunda ilim ve iman için niyet ettiğini söyler). Ve 'mümin, kardeşinin aynasıdır' hadisine işaret edilene ve ashabına salat ve selam olsun.

    Oraya (aynaya) baksın ve (ne gördüğünü) saklasın (sussun).

    Ben:

    Sofi topluluğuna,

    Akıllarının yükseldiği ehle (guruba),

    Ruhani makamlara,

    İlahi sırlara,

    Yüksek ve kudsî mertebelere,

    Bu kitapta yöneldim (yazdım).

    Bu kitabın kapıları süslü, geceleyin Eşref makama seyreden/giden/seyretmek' diye tercüme edilen, bu kâinat âleminden meleklerin ruhaniyetlerinin bulunduğu yere yolculuğun tertibi kısaca yapılmıştır.

    Kapılar tecrid edilerek

    Hakikat nasıl keşfedilir,

    Nasıl perde kaldırılır (ki bu acayip ötesi bir şeydir).

    İlim ve hal ile zuhur/keşfedemeyecek makamların isimlerini ki bu makamlar 'ma la yukal', yani 'söylenmeyen 'makamına kadardır.

    Akıl sahibi insanlara,

    Orada (kitapta) açıkladım.

    Bu miraç;

    Nebilerin ve Resullerin sünnetlerini varis edinen ruhlarındır, cisimlerin (bedenlerin) değil…

    Bu seyir (isrâ) bir sır olup kameri aylardaki son gece seyridir, sûr seyridir..

    Gözün değil, kalbin görüşüdür.

    Zevk ve tahkik marifetinin sülûkudur; mesafe ve tarik (yol) süluku değildir.

    Mana semavatınadır, menzile değil..

    Ve ruhanî miracı anlattım.

    Manzum bir yazıyla,

    Marmuz ve mefhumların arasına yazdım,

    Kafiyeli kelimelerle,

    Ezberleyeceklere kolaylık olsun diye bu yolu gösterdim.

    Tahkiki açıkladım.

    Sıddıkın sırrıyla gösterdim…

    Kelamı/sırrı tertip ettim…

    Bazı lügatlerin inhisarı içinde,

    Ve bununla başlarım.

    Tevekkül eder,

    Hidayete ulaşırım.

    (Bu mukaddimesinde İbni Arabi miracının manevi ruhi ve uykuda olduğunu ve Peygamber Efendimizin miracından çok farklı olduğunu anlatmıştır. Zira İsra suresinde geçen miraç hissîdir ve bedenen mesafeler ve semavat katedilerek yapılmıştır: Dr. Suad Hâkim).

    6 BAB/KAPI

    Bu 6 kapıda 'سالك' yani yol kateden/yolda yürüyen kişi ıslah eden, uyumlu hale getiren bir Resul ile (burada geçen Resul yardımcı anlamınadır) miraca hazırlanır.

    Burada dikkatimizi çeken, Hz. Muhammed’in miraca hazırlığı ancak Cibril'in gelmesi ve göğsünü yarmasıyla noktalanmasıdır. Oysa veliler (İbn-i Arabi'nin anlattığı gibi) çok daha yoğun bir hazırlık sürecinden geçerler. Bu hazırlık itikadî olmanın yanı sıra bedenin 4 elementten (toprak, ateş, hava ve su) ayrılmasını da kapsar (Dr. Suad Hâkim).

    Kalp yolculuğunun kapısı /kalbin yolculuğunun kapısı.

    Salik dedi ki: (Burada kastedilen salik İbni Arabi'dir).

    Çıktım Endülüs’ten,

    İsterim Beyt-el Mukaddes’i,

    İslam’ı binek,

    Mücahedeyi mihad (yatak, döşek),

    Tevekkülü de azık belledim.

    Yürüdüm yolda..

    Aradım vücûd ve tahkik ehlini…

    Saklı olduğum yerden zuhur etmek istemedim…

    O heyetin bağrında…

    Salik dedi ki;

    Karşılaştım çok gözlü (pınar) bir gölcük de..

    Erin bir kaynak suyunda (erin itidal ve doğruluk demek, bu tabirden kasıt bu mertebedeki, ilmin dosdoğru ve hiçbir inhirafa uğramamasıdır).

    Ruhani bir zatla karşılaştım…

    Rabbânî sıfatlı,

    Melek ruhâniyetli zât

    Bana iltifat etti (bana döndü).

    O'na dedim ki:

    Arkanda ne var ya İsâm? (burada kastedilen İsâm b. Şehber el-Ceremi Hicab Numan b. el-Munzir’dir)

    Dedi ki;

    İnkitâı (ayrılık, kopukluk) olmayan bir vücûd...

    Dedim ki;

    Rakîb nereden belirdi?

    Dedi ki:

    El Hacib'in gözünün başında (el Hacib'den kasıt daha önce zikredilen İsâm).

    Dedim ki:

    Seni dışarı çağıran nedir?

    Dedi ki:

    Seni içeri çağıran şeydir/kişidir.

    Dedim ki:

    Ben kaybolmuş bir tâlibim.

    Dedi ki:

    Ben de vücuda çağıran kişiyim.

    Dedim ki:

    Nereye varmak istiyorsun?

    Dedi ki:

    İstemediğim yere, ama ben gönderildim; iki Doğuya (güneşin doğduğu yer) ve iki ayın tulu ettiği (doğduğu) yere. İki ayağın durduğu yere, karşılaştığım kişiye iki pabucunu da çıkar diye emrederek (Taha, 12). [İki pabucu çıkarmak fiil ve infialden (his) kurtulmaya işarettir].

    Dedim ki:

    Bunlar ervâh el-maânîdir (ervah: ruhlar, maani: manalar, sıfatlar).

    Ben ise şimdiye kadar sadece evaniyi gördüm (evani: Arapça kap, tas, kâse manasına gelir. Burada evani ile kastedilen ruhun kabı yani beden olabilir).

    Umarım ki bana Kur’an'ın ve Kur’an'ın Fatiha'sını (burada Fatiha suresi için 'tekrarlanan yedi ayet' tabiri kullanılmıştır. Kur'an-ı Kerim'de de aynı ifade vardır. Hicr suresi 87) anlatırsın. (Kâle femâ ḣatbukum eyyuhâ-l murselûn, manası: (İbrahim) Dedi ki: Ey elçiler, bunun dışında, diğer işiniz nedir? Niye geldiniz?

    Dedi ki:

    Sen güneşinin önünde bir bulutsun, önce kendi hakikatini tanı. Çünkü benim sözlerimi ancak benim makamıma çıkan anlar. Ona da benden başkası çıkmaz (ulaşamaz). O zaman nasıl isimlerimin hakikatini öğrenmek istersin?

    Ama seninle benim Sema'ya yükselinir.

    Sonra okumaya (kaside) başladı ve beni şaşırttı;

    Ben Kur’an ve Kur’an'ın Fatiha'sı,

    Ruhun ruhu, değil ruhun kabıyım…

    Kalbim ilmimde (malumumda) ikame eder.

    Ona fısıldar (burada asıl kullanılan kelime يشاهده kelimesidir yani 'onu müşahede eder' ama üzerine يناجيه yani fısıldar yazılmıştır) sizde de lisanım var.

    O zaman bakma (yan) tarafındaki cismime..

    Ve sayılı manalarla nimetlenmeyi bırak da…

    Dal zatın zatı denizine,

    Gör göze çarpan bütün acâibi (ilginç olayları),

    Esrar mübhem (üstü kapalı) olarak gözükür ...

    Setredilmiş (aslında) ervâhu’l-maâni ile,

    Kim anladıysa o zaman işaretleri, korusun…

    Yoksa öldürülür sinan (keskin kılıç) ile,

    Tıpkı Hallac gibi (kastedilen Hüseyin bin Mansur'dur).

    Muhabbet zuhur ederse,

    Yaklaşır hakikat güneşi…

    Dedi ki: Ben zamanın değiştirmediği hakkım (Hallac'ın meşhur Ene’l-Hak sözüdür).

    (Ruhânî zat hitabına şöyle devam eder):

    Haber ver o zaman ya Sâdık. Seni (bu yolda) nereye irşad etmemi istiyorsun? Nereden geldin? Nereye (gitmeyi) arzu ediyorsun?

    Dedim ki:

    Zelûlden kaçarak çıktım. (Zelûl kolay demektir, burada İbn-i Arabi kolaydan kaçıp zor makamlar istediğini kastediyor olmalıdır). Resul'ün şehrini istiyorum. (Burada kastedilen hakkalyakin imanda en üst nokta makamı Mahmud ve Muhammed makamıdır, yani Hz. Muhammed’in makamı veya onu takip edenlerin makamını talep ediyor Şeyh).

    Azhar (parlak ve beyaz manasına gelir ama ay ve güneş için de kullanılır) olan

    Muhammed makamına ve kibrît-i ahmere (kırmızı kibrite) talibim…

    Dedi ki:

    Ey benimle aynı şeye talip olan,

    Hiç duydun mu?

    Ey talip olduğu sır yoluna gitmeye çalışan,

    Dön arkana, sende bütün sırlar var… diyen sözlerini duydum.

    Senle talebin arasında latîf bir sır var. (Burada ruhani zat hitabını sâlikin sırr-ı ruhaniyetine çeviriyor. Bu da miracın ruhani olduğunu gösteriyor).

    Üç tane kalın ve latîf hicab var:

    Birinci hicab kırmızı yakutla süslüdür ki, bu ehli tahkik için ilktir.

    Diğeri sarı yakutla süslenmiştir ki, bu ehli tefrikin itimad ettiği üçüncü şeydir.

    Diğeri ekheb (siyaha yakın) bir yakutla süslüdür ki, bu da Ehl-i Berâzihin (berzah ehli… berzah İbni Arabi'ye göre iki şeyi ayıran demektir. Oysa onlar iki şeyi birleştirendir) yolda itimad ettiği ikinci şeydir.

    Kırmızı olan, zat içindir,

    Siyaha yakın olan sıfatlar için…

    Sarı ise, fiiller için infisal hicabıdır.

    Sonra dedi ki:

    Senin yolculuktaki refîkin (yoldaşın) kimdir?

    Dedim ki:

    Sahih nazar (Doğru düşünce), tayyibü’l- haber (Güzel haber) …

    Dedi ki:

    O er-Rafîk el-A’la’dır (en yüksek yoldaş).

    Dedi ki:

    Seni ecla olan (apaçık ve parlak) makamda durdurdu mu?

    Dedim ki:

    Ben bu usulleri (kuralları, esasları) bilmem, ancak vusulü (ulaşmayı) isterim. Himmetimi (insanın iradesinden doğan etkili bir kuvvet) önüme kattım. Tur'u (Tur dağından kastedilen Hz. Musa'nın isteğiyle hakkın tecelli etmesi) kendime imam eyledim.

    Duydum ki:

    Beni gören ancak benim kelamımı duyandır. (Buradaki hitap ve muhatap makamı, şuhûd ve müşahede makamından sonra gelir).

    (Yıldırım çarpmış gibi) düştüm.

    (Korkudan) cismim/bedenim yıkıldı.

    Vadide düşmüş halde öylece kaldım.

    İki pabuç gitti, azık kaldı.

    Hiçbir şey/canlı/mahlûk görmeyince,

    Bir pınar gördüm.

    Ayn el-yakîn kapısı…

    Sâlik dedi ki;

    O pınar (önceki kapının sonunda gördüğü pınar).

    Bana seslendi: Nereye gidiyorsun ey genç?

    Dedim ki:

    Emîrin yanına…

    Dedi ki:

    O zaman vezir ve kâtibe hizmet etmen lazım, onlar seni muradına ulaştırır ve (o zaman) itikadının hakikatini görürsün.

    Dedim ki:

    O vezir ve kâtip nerededir?

    Dedi ki:

    'Serir'den inerken (Serir Arapça’da döşek ve yatak manasına gelir ama bu ifadeden kasıt başkanlığı, reisliği, saltanatı terk etmektir).

    Ve mekândan tecrid et. (Burada kastedilen tecrid bedendir; çünkü insan topraktandır ve bu unsur onu dünyaya bağlar).

    Arzu ve istek ridasını/ceketini çıkar,

    Melaiki ruhâniyetli emaneti/sözü terk et,

    Hakk'a ubudiyet ettiğin yerde durma ve toprağa gir,

    Çünkü sen TEK'i ancak tek görüyorsun, oysa gâib (görünmeyen) ile şahid (görünen) birleşir.

    Onun gıyabı (görülmemesi) seninle onun arasında bir hicaptır…

    Vezir ise seni ondan kurtarır.

    O (Hakk'ın) yerdeki ve gökteki halifesidir.

    Onun (Hakk'ın) Esma ve sıfatlarının sırlarını o bilir.

    Ona bütün melekler secde etmiştir.

    Ama lanetlenmiş olanın (İblis'in) secdesinden tenzih edilmiştir.

    Hased eden ve kaçan/isyan eden yok olmuştur/ademe yuvarlanmıştır.

    Ve tek bir Halife kalmıştır/Tek olanın halifesi kalmıştır.

    O Melik ve halifedir ki,

    Bütün şerif sıfatları kendinde toplar.

    Eğer ona ulaşırsan,

    Yanına gidersen/düşersen,

    Makamını şerefli tutar (Sana iyi bakar),

    Seni korur,

    Sana yardım eder,

    Seni Mevla'na götürür,

    Külli ruh sıfatının kapısıdır o.

    Salik dedi ki:

    Ona (o pınar /ayn el-yakîn) dedim ki: Bana onu (külli ruhu) anlat ki, onu gördüğümde tanıyabileyim. Ona geldiğimde secde edebileyim. (Burada secde itaat, boyun eğmek ve saygı kastediliyor).

    Dedi ki:

    O ne basit ne de mürekkeptir. (Arapça basit tek bir şeyden oluşan, mürekkeb ise iki veya daha fazla şeyden oluşana denir).

    Ne bir yol kasteder (bir yolda gider) ne de sağa sola yalpalar.

    Tahayyüz (bir mekân ve zamanda bulunmaktan) ve inkısamdan (ayrılma) münezzehtir.

    Cisimlere/bedenlere hululden (iki şeyin ittihad etmesi ve o iki şeyden birisinin yok olması) mukaddestir ve müberradır.

    Melaiki ruhlu olup kesinlikle bir emanet taşır ve…

    Yüksek payeli sıfatları kendinde toplar.

    Onun bedenlere/cisimlere olan (burada geçen مواد kelime مادة yani madde/unsur kelimesinin çoğul halidir).

    Kendinden sonra bıraktığı (Halife) مواد gibidir ki,

    Ne zatın içinde ne de sıfatların dışında kalır.

    O (külli ruh) ma’ruf bir vasıf olup,

    'Mevsuf'tan ayrılamayan bir sıfattır.

    Kadim ve zengin olandan sudur eden hâdis (sonradan olan) …

    Ona bütün gizli sırları, kerim ve celil manaları vermiştir.

    Onun ne gölgesi ne de misli vardır.

    O nurlu bir aynadır.

    Onda kendi hakikatini resmedilmiş halde görürsün.

    Eğer suretin sana tecelli ederse onu tanı…

    Ve bil ki o an varmak istediğin hedefe ulaştın demektir.

    Onu sakın bırakma…

    Salik, o ruhani zata anlatmaya devam eder:

    Hala rifâkla (yol arkadaşlarıyla) beraberdim,

    Âfâkı gezdim,

    Rikaba (bineklere) bindim (Onu çalıştırdım),

    Harap olmuş yerleri geçtim,

    Deveye bindim,

    Uçan halıyla geçtim,

    Denize (gemiye) bindim,

    Perdeleri ve hicapları yaktım (geçtim),

    Halifeliğe davet eden şerîf sureti görebilmek için..

    Ama Ayn’dan (göz /pınar) ayrıldıktan sonra hiç tecelli etmedi.

    Ta ki seni gördüm.

    Kendimi yalansız gördüm…

    Haber ver bana/söyle sen kimsin, neredensin?

    ***

    Diyaloglar bu tarzda devam ediyor. Allah, kendi özünden dünyayı ve cennetleri yarattı. Allah’a hamd olsun ki, gölgelerin, bulutların arasında kim vardır? Allah, gecenin gücü ile Kur’an’ı yeryüzüne indirdi. Önce dünyaya en yakın olan cennetine Kur’an’ın surelerini ve ayetlerini indirdi. Bulut veya gölge nedir? İbn-i Arabi, Fütûhât’ında beş bilinmeyen sır ile bunu izah eder. Allah’ın içi açılamayan amâsıdır. Hayal edilemeyendir. Tecelli etmeyen nefesidir. Sonsuz gerçektir. Nefes veren bütün eşyada tecelli eder. Kadir gecesinde indirilen Kur’an, Allah’ın arşından indirdiği hediyesidir. Kevn u mekândan münezzeh olan aşktır.

    Zamandan ve mekândan münezzehtir; Samed’dir Allah. Benzemez yarattıklarına. Geçici değil ebedî ve bâkîdir. Belirli bir mekâna sığdırılamayan ve belli bir zamana hapsedilemeyendir. Zat-ı İlâhî meçhuldür, doğmamıştır, doğrulmamıştır. Ehadiyyet sırrında Vahdaniyetin çok yüzü, nuru, tecellisi, isimleri, sıfatları ve aksiyonlarıdır. Kutsanmış gecede gelen hediyeye Gece Yolculuğunda, Kitab’ül Asfar’ın yaşanmış tecrübelerini sık sık gözlemleyeceksiniz. Miraç yolculuğunu her kul yapabilir. Bu eser, miraca çıkmak isteyenlere rehberlik etmesi niyeti ve gayesi ile güzel bir bakış açısıyla tercüme ve te’vil edildi. Kusur oldu ise bu tercümanlara aittir. Tesadüf yoktur, tevafuk vardır. Ruhların buluşması Kâlû Belâ’dan beri yaşanır. Ruhunuzu bulup, ruhunuzun heykelini dikebilmeniz ümidiyle. Dua ve selam ile efendim.

    Yolculuğa çıkıyoruz. Bu sonsuz hakikat yolculuğu ezelden ebede uzanır.

    Nice ruhani tecrübeler ve arketipsel kahramanlar sizleri bekliyor.

    Allah utandırmasın. Allah razı olursa, başkalarının rızası önemsizdir.

    Vira Bismillah.

    RI RA RÜ

    Gizlinin gizlisi Rü

    Sırrın sırrı oldun

    Yetmez mi aşk?

    Sevgili sevgilim

    Ruhların ruhu

    Yedi ayetim

    Safi aşkımla

    İnzal ederim

    Ruhum anda

    Ruh anı değil

    Nasihat dilim

    Tenzil ederim

    His sultanıyım

    Kalplerdeyim

    Gönlü umman

    Diriltir nefesim

    Aşk'ın ipiyim

    Rücû ederim

    Anlık vizyonla

    Evin şahiniyim

    Sevgi güneşiyim

    Secdeler ederim

    Okyanus suyum

    Akan kan canım

    Hak sözüyüm

    Aynası aşk

    Korkusuzum

    Habir kulum

    Tükenmez erim

    Ölümsüz ruhum

    Ölüm yok bana

    Eşsiz cevherim

    Nasibin gelir

    Nesebin sahih

    Sahih nazarım

    Derin kazarım

    Kırık matemim

    Yaralı serçeyim

    Uca bir kartalım

    Şir Rı Ra Rü'yüm

    Rü (Faruk Arslan)

    Waterloo, 24 Mart 2021

    İKİNCİ BÖLÜM

    İBN-İ ARABÎ

    MUHYİDDİN İBN-İ ARABÎ KİMDİR?

    "Ben Kur’an ve Fatiha’nın yedi ayetiyim.

    Ruhların ruhuyum, Ruhun anları değilim…"

    Böyle demişti Şeyh’ül Ekber İbni Arabi, henüz 28 yaşında iken… Kimdir Şeyh’ül Ekber İbn-i Arabi? H.560-638/M. 1164-1240 yılları arasında yaşamış olan Cenâb-ı Şeyh'in bilinen yüce isimleri; Ebu Bekir Muhyiddin ibn Muhammed ibn Ali ibn al-Arabî at-Tâî al Hatemî, İbn-u Sürâka, Kibrît-i Ahmer, Rehber-i Âlem, Kutbu'l-Ârifîn ve eş-Şeyhu'l- Azam’dır. Abdullah Muhyiddin al-Arabî, Şeyhu'l Ekber ve İbn-i Arabî isimleri onun en tanınmış olan isimleridir. Tasavvuf büyükleri arasında ise; Hazreti Muhammed'in velayet mührü manâsına gelen Hâtemü’l Vilâyeti’l- Muhammediyye diye anılmıştır. Kendileri bu mevzuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

    Ben Nebi değilim, Resûl de değilim, velâkin ben vârisim. Verâset-i Muhammediyye hasebiyle tecelli etmekteyim, Hakikat-i Muhammediyye’den mütecellî olan mâhiyeti, O'nun hâlini, kemâlatının bütün suretini, evlâd-ı sulbîsi gibi vâris olarak, verâset-i külliyeyyi cem'iyyetim hasebiyle emr-i Hak ve emr-i Resul ile inzal ve tenzil ederim. Ve bu esrârı, sûret-i Muhammediyye’den alıp emr-i Hak ile izhâr etmekte merci'im ve akıbetim yine Hazreti Muhammed'dir. Ahiretim için ise harîsim. Bilin ki ben, Rabbimin izniyle size nasihat ediciyim. Çünkü Allah buyuruyor ki: Benim katımdaki en sevimli amel, nasihattir.

    Bir gün huzur-ı Hazret-i Seyyidi'l-Beşer ve Şefîi'l-Ümem fi'l-mahşer Efendimize gelerek Din-i mübînin esası nedir? diyerek sual eden bir şahsa taraf-ı akdes hazret-i nübüvvet-penâhîden üç defa Hüsnü'l-huluk/ Güzel huy buyrulmuştur.

    İbn-i Arabî ruhsal yolculuğun zirvelerine aşk ile ilk defa Fas’ın Fez şehrinde çıktı. Hz. Meryem gibi ulaşılması imkânsız, Hz. Hızır’ın ruh ve kalp ehli askeri olan bir aşk kadınına âşık olmuştu. Hz. Hızır başını yakmıştı. 29 aşk mektubu yazdı sevgilisine. Karşılıksız bir aşka tutulmuş, platonik bir kara sevda yaşıyordu. Oysa hiç evlenmeme gayesi ile Allah yolunda ilim öğrenmeye, cihada ve hicrete yollanmış bir Allah eri idi. Yüksek ruhlu olağanüstü kadın ise onun evlenme tekliflerini hemen reddetmişti. Üstelik aylarca beraber hizmet ettiği bu kadının sırlarını deşifre ettiği için aşk kadını, Hızır askeri ona çok kızgındı. Tüm Fas’ın hafızasını silmek zorunda kaldı. Kimse Fâtıma’nın sırlarını öğrenemeyecek, gizli evliya kalacaktı. Ancak gösterdiği keramet bile kadını yumuşatamadı. Pes etmiyordu. Bu sefer, ölümsüz bir ruhani aşk ve iki cihanda ve tüm alemlerde ruhi evlilik teklifini Hz. Hızır aracılıyla iletti sevgilisine. Tensel ve cinsel olmayan bir birleşim talep etti. Nikâhlarını Hz. Hızır kıydı, artık ölümsüz aşkını bulmuştu İbni Arabi. Ruhsal danışmanı kadına, ruh aşkına, ruh ikizine danışmadan hiçbir adım atmayacaktı hayatında.

    Hz. Hızır’ın askeri idi. 15 yaşında Sevilla’da bir mezarlıkta yaptığı Erbaîn’den beri Musevî, İsevî ve Muhammedî bir Hızırvârî adam idi. Hz. Hızır ile Endülüs’te Cordoba ’da yaptığı zirve, Hz. Muhammed’e (sav) Tunus’ta yakaza halinde sorduğu soru ile sonlandı. Asrın Gavsu’l-Azamı, kutbu kimdi ve hangi rehberi takip etmeli, hangi şeyhe biat etmeli ve talebesi olmalıydı...

    Yüce Nebi, iki kişi ile konuşuyordu. Birini ruhu hemen tanıdı, bizzat kendisi idi. Diğerinin simasını görmek için yaklaştı ve yüzleştiğinde derin bir şok yaşadı. Yine kendisi idi. Asrın Müceddidi kendisi idi. Hz. Peygamber tebessüm eden gözlerle, sevgiyle gözlerinin içine baktı. Artık kim olduğunu biliyordu. Zâhirî ve bâtını İbni Arabi, Muhammed Muhyiddin bir ruh olmalı ve tevhidi bulmalı, düalizme son vermeliydi. İki Gavs-ı Azam bu asra fazlaydı. Zorlu yolculuk yeni başlamıştı. Şeyhlerin şeyhi, gerçek şeyhini bulmuştu. Hikmet okulunun neferiydi. İrfan okyanusunda bir damlaydı. Nehirler nehrinde kızgın çölün altında yaşayan çaresiz bir göldü. İdrak mektebini kurma yolunda irfan ve ihsan havuzlarında yüze yüze aşk kahramanı oldu. Deniz olup akmak, aşk ile cihanı doldurmak istiyordu. Okyanuslar okyanusu aşk güneşiydi. Bu zirveye, Everest’e nasıl ulaşmıştı. Tüm yüksek dağlara tırmanmıştı. Tüm denizlerden tuzlu sular, tüm akarsulardan tatlı sular içmişti. Her çile, acı ve gamı tatmış, şeytanın her hilesi ile imtihan olmuş, yüzlerce şeyhten ders almış, yüzlerce dervişle dost olmuş, yüz binlerce değişik insanla hem dem olmuştu.

    Kâinat kitabını da Kur’an gibi hıfzederek okumuş, peygamberimizin sünnetine harfiyen uymuştu. Çok hassas ruhu vardı, onun eleştirel ve eşyaya mahruti bakışı hiçbir mezhebe, tarikata, yola, şeyhe tam bağlanmasını engelliyordu. Yalnızdı. Kalabalıklar içinde yapayalnız. Kralların danışmanıydı. Toplumun her tabakasından dostları vardı.

    Şeffaf olmaya, ne olursa olsun, kendisine zarar bile verse mutlaka doğru söylemeye karar verdi. Safiyane ruhu münafık olamazdı. Fasıklar gibi maske takamaz, zalimler gibi kendi nefsine ve bir başkasına zulmedemezdi. Hiçbir canlıyı ve ruhu incitemezdi. Yaratılanları Yaradandan ötürü her kim olursa olsun sonsuz aşk ile seviyordu.

    Gece yolculuklarının sırlarını herkesle açıkça paylaşmaya karar verdi. Hiçbir tecrübesini gizlemeyecekti. Yobazlar heretik görürler, ötekileştirip şeytanlaştırır diye bir an aklından geçirmedi. Kınayanların kınamasından korkmayacaktı. Korkuyu öldürdü. Ölmeden öldü. Sayısız defa kendini sıfırladı. Her ilme meraklıydı. Kitab’ül-İsra olarak Kuzey Afrika diyarı Cezayir, Fas ve Tunus’ta yazmaya başladığı astral seyahat anılarını Mekke, Halep, Musul ve Mısır’da Hak dostları ile paylaşıp derin müzakereler, analizler, gözlemler ve teviller yaptı.

    1201’de Mekke’de yine âşık olmuştu. Nizam adlı güzel bir Arap şâiresi aklını başından almıştı. Cesareti, şecaati, güzelliği, sesi, duruşu ve erkeklere kök söktüren keskin dili, keskin zekâsı ile bu kadın onu adeta büyülemişti. Başka bir ulaşılması imkânsız kadın daha onu allak bullak etmişti. Nizam, onun evlenme tekliflerini reddetti. Yine bir kadın tarafından reddedildi. Bunun üzerine inzivaya çekildi ve depresyona girdi.

    Tercüman-ı Eşvâk adlı şiir kitabını Nizam için yazdı. 129 şiirde anlattığı Nizam, aşkın zirvesinde bir Allah’ın tecellisi idi. Hem Peygamberimizi hem Hz. Hızır’ı rüyasında görmeden bu aşk travmasından çıkamadı. Kendisini yedi cennet mertebelerinde harikulade bir astral seyahate götüren melekler, ‘isteğin, dileğin bu güzel cennete ulaşmak mı?’ diye sormuştu. Hayır dedi İbn-i Arabi, ben Allah’ın rızasını istiyorum. ‘Bana seni gerek seni’ diye inleyerek geri döndü. Hedefi cennete ulaşmak olamazdı. İnsanlara yardım eden insanlardan sade ve samimi bir insan olmaya karar verdi. Sadece insan olmak istiyordu.

    Muhâsebe, murâkabe ve mükâşefesini tamamladıktan sonra Kitabü’l Asfar doğdu. Arapçasından uzun yıllar tercüme edilmeyen bu eser, ilk defa Türkçeye tercüme ediliyor. Neden acaba? 1991 ve 2015’te iki defa değişik tercümanlar tarafından İngilizceye çevrilmesine rağmen Türkçeye çevrilmediği için geniş bir kitle bu değerli Astral Seyahat Rehberi’nden mahrum kaldı. Rehbersiz yola çıkan pek çok salikin yarı yolda kaldığını, fayda yerine zarar görerek geri döndüğünü veya dönemeyip aklını yitirdiğini gözlemledim. Cismaniyetten çıkıp kalp ve ruhun derecelerinde yükselmek isteyen Hak yolun yolcuları ellerinin altında düzgün bir rehber kitap veya doğru bir şeyh bulamamaktan yakınıyordu. Bir terapist ve Ruhsal Danışmanlık uzmanı akademisyen ve sosyal danışman olarak bu eseri Türkçeye kazandırmaya karar verdim. Allah’ın ruhları bireysel seferlerinde yolunu şaşırmamalı ve cinlerin, ifritlerin, şeytanların saldırılarından emin olarak astral gezilere çıkmalıydı.

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1