You are on page 1of 1

BİREY-TOPLUM İLİŞKİSİ

İnsan bilincinin bireysel yanına psikologların önem vermesine karşın, toplumsal yanına sosyologlar
önem verir. Onlara göre insanın psikolojik hayatı bile toplumsal temel üzerinde anlam kazanır. Bireyler
ve bireylerin benliği toplumların ürünüdür. İnsanlar arasındaki toplumsal ilişkiler ortadan kaldırıldığında
psikolojik olayların, güdü ve tepkilerin hiç bir anlamı kalmaz. Aristoteles bile insanı diğer hayvanlardan
"toplumsal olması" ile ayırmaktadır. E.De Roberty, psikolojik olayların, toplumsal ilişkilerin nedeni değil
sonucu olduğunu belirtiyor; İnsan hareketlerinin ya tümüyle biyolojik ya da toplumsal olduğunu ve
toplumsal olmanın da insanlara' diğer canlılar arasında büyük bir üstünlük sağladığını belirtiyor.
Düşünce, toplumsal ilişkiler sonucu meydana gelmektedir. Draghicesso ise psikolojik olayların,
toplumsal dünyanın mikroskopik bir yansıması olduğunu belirtiyor, Durkheim ve Simmel de aynı görüşü
paylaşmışlardır; öyle ki insan hayatındaki her şey sosyal interaksiyonun eseridir.

İnsan tabiatı hakkındaki bilgilere bakıldığında sosyoloji güç ve tartışmalı bir durumda kalmaktadır. 19.
yüzyılın sonlarında şahıs ve toplum, ferdiyet ve cemaat, ben ve biz veya kollektif hayat karşı karşıya
konularak geniş bir tartışma ortamı açılmıştır. Fert bir yandan toplum dışı ve toplum üstü gözükürken,
diğer taraftan büyük sosyal bütünün ve grubun bir parçası olarak da ele alınıyordu.

W. Dilthey'in psikolojik bir bakış açısıyla insanı, bir fert olarak bütün tarihî ve kültürel bağlardan kopmuş
veya kopabilen bir varlık olarak ele alan görüşünün karşısına, Ludwig Gumplowich'in, insanın bütün
düşünce ve kültürünün, beynindeki her şeyin kaynağının kendi sosyal çevresi, içinde yaşadığı sosyal
ortam olduğu şeklindeki görüşü çıkmıştır. Gumplowichz'in, bireyin düşünmediği, düşünmenin sadece
toplumsal olduğu; insan düşüncesinin toplum düşüncesi kaynağından çıktığı şeklindeki aşırı görüşü,
insan düşüncesindeki orijinallikleri ve gelişmeleri izah edemiyordu.

Daha sonra Emile Durkheim ve James A. Baldwin gibi sosyologlar, psikolojik ve sosyolojik tek
yanlılıkları birleştirmeye çalışmışlardır. Onlara göre, bilincimizdeki şeyler kısmen ferdî hayatımızdan,
kısmen çevredeki toplumdan gelmektedir. Yâni insanın hem sosyal hem de ferdî bir yanı vardır; toplum
fertlerden meydana gelir ve fertler de toplumun birer parçasıdır. Bunlar hem birbirlerinden etkilenirler,
hem birbirlerini etkiler ve değiştirir hem de birbirlerini korurlar. Toplum olmadan bir ferdiyet ve fertler
olmadan da bir toplumun varlığı düşünülemez. Ama bunlara rağmen toplum ile fert arasındaki karşılıklı
iletişim ve etkileşimler sürekli tartışma konusu olmaktadır. Bazı sosyologlar, meselâ Dahrendorf, ferdin
üstünlüğünü kabul etmekte ve toplumu, ferdin hürriyetini ve kendiliğinden tehdit eden bir faktör olarak
değerlendirmektedir. Parsons gibi bazı başka sosyologlar da toplumu bir bütün olarak kabul etmekte,
onun düzen ve sürekliliğini esas almakta, tek tek fertlerin şahsî ve özelliklerini hiç hesaba
katmamaktadır.

Modern sosyoloji toplum ile birey arasındaki karşılıklı ilişkileri ele alır ve inceler; ferdin davranış ve
hareketlerinin, düşünce ve bilincinin toplum tarafından nasıl kontrol edilip damgalandığını göstermeye
çalışır.

You might also like