You are on page 1of 16

Tin, Tin mi? Ruh mu? Peki Zihin de Olamaz mı?

SAVAŞ KILIÇ (Sıcak Nal dergisi, no. 3, Temmuz-Ağustos 2010)

TİN, TİN Mİ? RUH MU? PEKİ ZİHİN DE OLAMAZ MI? ............................................................................................. 1
I. GIRIS ................................................................................................................................................................ 2
II. İNGİLİZCE SPİRİT.................................................................................................................................................. 3
III. FRANSIZCA ESPRİT .............................................................................................................................................. 5
IV. OSMANLICA KARŞILIKLAR .................................................................................................................................... 7
V. TÜRKÇEDE RUH, TİN ............................................................................................................................................ 9
VI. ÇEVİRİLERDE TİN .............................................................................................................................................. 12
I. Giriş
İng. spirit, Fr. esprit, Alm. Geist’dan söz ediyorum. Bu sözcüklerin gerek felsefi gerekse felsefi
olmayan metinlerde çevirisi çeşitli güçlükler çıkarıyor: Kimileri her zaman tin’le karşılamayı
tercih ediyor, kimileri ise yeri geldiğinde ruh veya zihin, zihniyet gibi karşılıkları da kullanma
yoluna gidiyor. Terimlerin kaynak dillerdeki güçlüklerine Türkçeye özgü sorunlar da
eklenince, doğrusu, çevirisi en zor durumlardan biriyle karşı karşıya kalıyoruz kimi zaman.
Spirit ve esprit’nin köken anlamlarıyla başlayalım. İlk bakışta anlaşılacağı üzere, bu
ikisi akraba, kardeş sözcükler: Lat. spirare “solumak, nefes almak” fiilinden türemiş olan
spiritus “soluk, nefes” kökeninden geliyorlar. Bu kökenden gelen İng. ve Fr. başka pek çok
sözcükte işte bu “soluk” anlamı hâlâ hissediliyor: Fr. aspirateur “elektrikli süpürge;
havalandırma cihazı”, İng. aspirator “havalandırma cihazı”, Fr. aspirer “nefes almak, içine
çekmek; can atmak” ve İng. aspire “can atmak”; Fr. inspirer ve İng. inspire sözcüklerini
Türkçede biz de yine “hava” ile ilişkili bir sözcükle karşılamışız: esinle(n)mek (es- ten esin,
tıpkı esinti gibi). İng. respire ve Fr. respirer “solumak, nefes almak” demek olduğu gibi, İng.
spiracle’ın da zoolojide “soluma deliği” anlamına geldiğini; İng.’de alkollü içeceklere (=içki)
spirits dendiğini, Türkçe’de de (en azından) alkol dediğimiz “uçucu” sıvının ispirto diye
adlandırıldığını eklersek, tablo daha bir aydınlanır.1
Alm. Geist ise bize daha yabancı duruyor; fakat onun Danca kuzeni dünya dillerinin
çoğu için nispeten eski bir tanıdık: gaz. Anlambilimci Michel Bréal, Danimarkalı bir bilginin
doğal gazı keşfettiğinde bir isim bulamadığı için “soluk, hava” anlamlarına geldiği gibi, “ruh”
da demek olan bu sözcüğü kullandığını anlatıyordu Essai de sémantique’de (1897).
Bu bilgilerden Batı dillerinde “ruh”un hep “soluk” kavramı ile tanımlandığı açıkça
anlaşılıyor. İşin doğrusu, Doğu dillerinde de durum farklı değil: Avrupa dillerinin doğulu
akrabası Farsça’dan aldığımız can sözcüğü de “ruh, dirim, yaşam gücü” anlamlarının yanı sıra
bir “son nefes” anlamı taşır dilimizde: canı burnunda. Farsçada nasıldır bilemiyorum, ama
Türkçe’de can, son nefesle birlikte vücuttan “çıkan” bir şeydir. Arapça rûh sözcüğünün de
“esinti” anlamına gelen rîh ile aynı kökten geldiği söylenir ki, İslam dininde Tanrı’nın insana

1
Eklenmesi gereken bir şey daha var: esprit sözcüğünün –herhalde Fransız okullarından yayılan bir tesirle–
Türkçede de kullanılması. Günümüz Fransızcasında yalnızca yerici anlamda kullanılan espiri yap- (faire de l’esprit
“espiri yapmaya çalışmak”) dilimizde nükte’nin, latife’nin, şaka’nın yerini uzun zamandır almış durumda. Espirili,
nüktedan anlamında kullanılan espirituel türetimi ise, birkaç benzeri (redakte et-) gibi, Türkçe konuşanların
yabancı dil modeline uygun olarak kurduğu, ama özgününe uymayan (spirituel) türetimlerden. İşin espirisini
kavramak gibi ifadelerde espiri Fransızca anlamlarından birine –“ruh, mantık, püf noktası”– yaklaşmakta.
kendi “ruhundan (=soluğundan) üflemiş” olduğuna inanılması, rûh’un yine üflenen bir şey
(“soluk, hava”) anlamını bir zaman taşımış olduğunu açıkça gösteriyor. Ne ilginçtir ki, iki dil
grubuyla hiç ilişkisi bulunmayan Türkçede eskiden kullanılan bir sözcük de köken olarak
“soluk” anlamına geldiği gibi, Eski Uygurca Budist metinlerinde “ruh, can” anlamlarını ifade
edecek biçimde kullanılmıştır. Bu sözcük, bugün tin biçiminde kullandığımız tın’dır. Eski
Uygurcada “canlı” demek için tınlığ “soluklu, tinli” türetimi kullanılıyordu. Sözcüğün çeviri
metinlerde görülmesi, Türkçeye bu anlamın Hint-Avrupa dillerinin Hint kolundan çeviri
yoluyla aktarıldığını düşündürse de, pekâlâ daha önce de bu anlama gelmiş olması ihtimal
dâhilinde.
Bu kısa girizgâhtan “ruh” kavramının geleneksel dünyada genelde “soluk” kavramıyla
tanımlandığı; ruh’un, can’ın, bu yaşam enerjisinin solukla birlikte alınıp verilebilen, dolayısıyla
son derece somut, maddi bir şey olduğu açıkça anlaşılıyor. Ama ne bu geleneksel anlayışın ne
de bu anlayışı taşıyan sözcüklerin ilelebet değişmeden kalması beklenemezdi. Nitekim,
modern çağla birlikte hem ruh tasavvurları hem de sözcükler, son derece karmaşık
değişimlere uğradı. Özellikle iki kavramın –“ruh” ile “akıl, zihin”in– çakışması ve ayrışması
bizim konumuz olan sözcüklerde görülen anlam karmaşıklığını doğurdu.

II. İngilizce Spirit


Spirit’in İngilizcedeki serüveninden başlayalım. Oxford sözlüğü, kelimenin anlamlarını
5 gruba ayırmış ve hepsi tarih olarak Orta İngilizcenin son dönemine kadar gidiyor; geniş bir
özetle aktarıyorum:

I) 1. İnsanda (ve hayvanlarda) bulunan yaşamsal ilke (=can, dirim): The spirit when it is
gone forth returns not, neither the soul received up comes again2 “Can bir kez çıktı mı
geri dönmez, göğe çıkan ruh da geri gelmez” ; 2. insan dediğimiz varlıkta geçici olarak
birbirinden ayrılan maddi ve gayrımaddi kısımlardan maddi olmayanı (immaterial
part), dolayısıyla bedensel (incorporeal) olmayan; 3. kişinin Tanrı’ya teslim ettiği
“ruh”u (soul); 4. Olağan koşullarda insan duyularının algılayamadığı, keyfi biçimde
kendini gösterebilen, genellikle korkutucu olarak tasavvur edilen doğaüstü, bedensel
olmayan, rasyonel varlık ve kişi (= hayalet, hortlak, “ruh”).
II) 1. Tanrı’nın etkin özü veya özsel gücü: the Spirit of God or of the Lord “Tanrı’nın veya
Rabbin Ruhu”; the Holy Spirit “Kutsal Ruh” da denir; 2. İnsanların içinde veya üstünde
etkili olan bir duygu, zihin durumu vb’nin etkin veya özsel ilkesi ya da gücü; özel
türden bir eğilim, yönelim vb: A slight spirit of mockery played over his speech
“Konuşmasında hafif bir alay tonu hissediliyordu” (Disraeli) ; 3. Bir veya birden fazla
kişide bulunan özel bir nitelik, mizac veya “ruh hali”; bir şeyin yapıldığı sırada içinde

2
İmlayı modernleştiriyorum.
bulunulan, değerlendirilirken benimsenen zihin durumu (frame of mind), duygu veya
“ruh hali”: The money-making spirit was ... driven back “Para kazanma ruhu
gerilemişti” ; 4. Kişiliği yahut mizacı ile ilişkisi içinde değerlendirilen bir kimse; 5. Bir
şeyin özsel niteliği, doğası; zamanın belli bir bölümüne hakim eğilim ya da ton (bu
anlama İngilizce’de ilk olarak 1820’de rastlanmış): It is the spirit of age, and we are all
infected with it “Çağın ruhudur bu, hepimize de bulaştı” (Shelley).
III) 1. Kişinin gayrimaddi, zeka veya akılla ilgili (intelligent or sentient) kısmı, genellikle
bedenle karşıtlık içine sokulur (bu anlam Orta İngilizce’den beri görülüyor); 2. İnsanın
duygusal kısmı, öfke ve düşmanlık gibi duyguların kürsüsü: She was prepared for war
and her spirit was hot within her “Savaşa hazırdı, içi içine3 sığmıyordu” (1862); 3.
Cesaret; 4. Kişi veya nesnelerin canlılığı, hareketliliği.
IV) 1. Özellikle dilbilgisi terimi olarak ve arkaik bir şiirsel sözcük olarak spirit soluk
anlamını korur: The balmy spirit of the western gale “Batı rüzgârının merhem gibi
esintisi” (Pope) 2. Ortaçağ tıbbında, kanda dolaştığı ve temel organlara hayatiyet
verdiği kabul edilen karmaşık bir sıvı; (çoğul olarak kullanıldığında) yaşam gücü ve
enerjisi anlamlarına geliyor: Thy spirits have fainter flow, I see thee daily weaker grow
“Betin benzin solmuş, her geçen gün gözünün feri sönüyor” (Cowper) ; 3. (çoğul)
Özellikle olaylar ve koşullara bağlı olarak sevinçlere ya da kedere boğulan zihin veya
yetiler: Depressed in spirits “morali bozuk” ; 4. Algılama ya da düşünme yetileri: His
spirits should hunt after new fancies “Zihni yeni hayaller peşine düşmeli”
(Shakespeare).
V) Ortaçağ simyacılarının bu adı verdiği dört maddeden biri – özellikle civa. 2. Genelde
damıtma yoluyla elde edilen bir maddenin özü – bilhassa alkol (ispirto).

Bunların dışında bir de fiil biçimi var; to spirit, başlıca iki anlam taşıyor: 1. Kana veya bir sıvıya
canlı, faal bir nitelik kazandırmak: And shall our quick blood, spirited with wine, seem frostie?
“Ya damarlarımızda delice akan, şarapla tutuşmuş kanımız buz gibi mi görünsün?”
(Shakespeare); 2. Gizemli veya hileli biçimde ortadan kaldırmak, kaybetmek, (ruh/hayalet
gibi) gözden kaybolmak: She was spirited away in a moment “Bir anda ruh/hayalet gibi
ortadan kaybolmuştu”.
Sonuç olarak, İngilizce’de spirit kelimesi yalnızca “tin, ruh” anlamı taşımıyor; Türkçeye
aktarırken, ruh’un yanı sıra can, dirim; iç (âlem); zihin; ruh-hayalet/hortlak; ton; moral
karşılıkları da kullanılabilir pekâlâ.

3
Baudelaire’in « İnsan ve Deniz » şiirinin ilk dörtlüğünde de esprit sözcüğünün aynı şekilde « iç » diye
çevrilebileceğini düşünüyorum:

Homme libre, toujours, tu chériras la mer ! Özgür insan, denizi hep seveceksin sen!
La mer est ton miroir ; tu contemples ton âme Deniz aynan senin; ruhunu seyredersin
Dans le déroulement infini de sa lame, Dalgalarının sonsuz çalkantısında,
Et ton esprit n'est pas un gouffre moins amer. İçin de o denli acı bir girdap senin.
III. Fransızca esprit
Fransızca’nın tarihsel sözlüğü olan, günümüzün en büyük sözlük uzmanı Alain Rey’nin
yönetiminde yeniden yayınlanmış Grand Robert sözcüğün başlıca 6 anlamı ve bunlara bağlı
düzinelerce kullanımı (alt anlamı) bulunduğunu tespit ediyor. Özetleyerek aktarıyorum:

I) 1. Etimolojik, eski anlamı: Soluk, hava (=tin). İncil’e özel bir kullanım bu : L'esprit de Dieu
(...) selon la première signification de la lettre, un vent, un air que Dieu agitait. “Tanrı’nın
tini (...) lafzın ilk anlamına göre, esinti, Tanrı’nın harekete geçirdiği hava.” (Bossuet); 2.
Buradan analoji yoluyla: insanın bedensel olmayan yaşamının ilkesi, âme (ruh) ile
eşanlamlı; 3. XII. yy’ın başından itibaren dini metinlerde: Tanrı’dan gelen ilham, esin.
Saint-esprit veya Esprit saint: Üçlemede Baba ve Oğuldan sonra üçüncü kişi (= Kutsal
Ruh/Tin).
II) 1. (XIV. yy’dan itibaren) Les esprits: yaşam ve duygu ilkesi olarak değerlendirilen
kendilikler (=şuur/bilinç, kendi). Deyim: perdre ses esprits “şuurunu kaybetmek,
kendinden geçmek, kendini kaybetmek, bayılmak”, reprendre ses esprits “şuuru yerine
gelmek, kendine gelmek”. 2. (eski kimya) Damıtma yoluyla elde edilebilen uçucu sıvılar;
alkol. Esprit de vin “etil alkol”.
III) 1. (Tespit edilen ilk kullanımı: 1119) maddi ve bedensel/cismani olmayan varlık, âme
“ruh” eşanlamlısı. Dieu est un esprit pur "Tanrı saf ruhtur"; 2. Yeryüzünde kendisini
gösterdiği varsayılan hayali, mitik varlık (= ruh, hayalet) 3. (1458’den itibaren) ölünün
ruhu (=hortlak). Château hanté par des esprits “Hortlakların musallat olduğu şato”.
IV) Bu yazı için en önemlisi olan IV. anlamın, sözlük, XII. yy’ın ortasından beri görüldüğünü
belirtiyor: düşünen gerçeklik. 1. (Düşünmenin nesnesi ve maddeye karşıt olan) genel
anlamda, düşünme ilkesi (=zihin). Doctrine pour laquelle il existe deux principes, l’esprit
ayant pour caractères la pensée et la liberté, et la matière → Spiritualisme “İki ilkenin,
ayırıcı özellikleri düşünce ve özgürlük olan zihin ile madde’nin bulunduğu öğreti bkz.
Spiritualisme". Je suis, j'existe, cela est certain; mais combien de temps? Autant de temps
que je pense (...) Je ne suis donc, précisément parlant, qu'une chose qui pense, c'est-à-dire
un esprit, un entendement ou une raison (...) “Ben varım, bu kesin; ama ne zamana
kadar? Düşündüğüm sürece (...) Öyleyse, açık seçik söylemek gerekirse, ben düşünen bir
varlığım, yani bir zihin, dimağ veya akılım ben.” (DESCARTES, Méditations métaphysiques,
II) (...) l'esprit peut être considéré ou comme la faculté productrice de nos pensées, et
l'esprit, en ce sens, n'est que sensibilité et mémoire; ou l'esprit peut être regardé comme
un effet de ces mêmes facultés, et dans cette seconde signification, l'esprit n'est qu'un
assemblage de pensées (...) “zihin ya düşüncelerimizi üreten yeti olarak, ki bu anlamda
zihin duyarlılık ve bellekten başka bir şey değildir; ya da bu yetilerin bir sonucu olarak
değerlendirilebilir ki, bu anlamda zihin düşüncelerin bir araya gelişinden başka bir şey
değildir.” (Helvétius, De l'esprit, I.); 2. Teolojide chair (İng. flesh) “beden” karşıtı olarak; 3.
(XII. yy’ın başından itibaren) Bireyde entelektüel olduğu kadar duygusal anlamda
ruhsal/zihinsel (psychique) yaşamın ilkesi, bu anlamıyla âme’ın eşanlamlısı (=zihin, akıl,
kafa, ruh, gönül, kalp) Deyim: avoir l’esprit ailleurs “aklı başka yerde olmak”, état d’esprit
/ état d’âme “ruh hali, hâleti ruhiye”, l’oeil/les yeux d’esprit “gönül gözü, kalp gözü”,
santé de l’esprit “akıl/ruh sağlığı”, avoir l’esprit dérangé “akıl/ruh sağlığı bozuk olmak”,
perdre l’esprit “aklını kaybetmek, kaçırmak, delirmek”. Quoi! toujours Andromaque
occupe votre esprit? “Ne diyorsun! Hâlâ aklın Andromaque’ta mı?” (Racine, Andromaque,
II, 5); 4. (eski) duygu ilkesi (=kalp, gönül, fikir/karar) changer d’esprit (krş. İng. to change
one’s mind) “fikir, niyet değiştirmek”: Depuis que mon esprit est capable de flamme,
Jamais un trouble égal n'a confondu mon âme (...) “Kalbim tutuşmayı öğrendiğinden bu
yana, Böyle bir bela çatmadı ruhuma...” (Corneille, Médée, I, 2); 5. a) Alışkanlıklar ve
mizaç (=ruh) avoir l’esprit audacieux, aventurier “cesur, maceracı ruhu olmak”. b)
Düzdeğişmece yoluyla, kişi. C’est un mauvais esprit qui s’oppose à toute discipline “Hiç
hizaya gelmeyen kötü bir biri bu.”; 6. (Duyarlılığa karşıt olarak) entelektüel yaşam ilkesi
(krş. entendement, intellect, intelligence, raison) (=zihin).
V) Entelektüel yatkınlık, niteliklilik.
VI) Davranışı belirleyen tutum, ilke.

Fransızca sözcüğün âme sözcüğü ile karşıtlığını Bernard Lafaye Dictionnaire des
synonymes’de (Eşanlamlılar Sözlüğü) şöyle açıklıyor:

ÂME, ESPRIT. Fransızcada varlığımızın mahrem ve gözle görünmez kısmına, filozofların


yetilerini ve işlemlerini incelediği yaşam ilkesine verilen ad. Bir insan son nefesini vermek
üzere olduğunda da, Romalıları takliden, ruhunu *âme veya esprit+ teslim ettiğini söyleriz.
Ancak âme daha ziyade bedenle ilişkili olarak ele alınır; hayat verdiği ve hareket
ettirdiği bedene bağlıdır. Oysa esprit bedenden bağımsız olarak, maddeye karşıt ince ve girift
bir şey olarak kavranır: Tanrı ve semavi zihinler *intelligences+ âme değil, esprit’dir ve de
insan’ın ruh’u *âme+ bedensel mahfazasından kurtulduğu zaman o da esprit olur, pür bir
esprit. “Nasıl Tanrı esprit ise, benim de ruh’um *âme+ esprit’dir.” LABR.
Öte yandan, özellikle en bedensel yetilerimiz, gelişimleri içinde bedene en çok bağlı
olanlar âme sözcüğüne bağlanır, duyarlılık ve irade fikirleri gibi; oysa esprit bilhassa en soyut
yetimizi, deyiş yerindeyse, işleyişi içinde bedenin durumuna en az tabi olanı, akıl’ı [raison]
çağrıştırır. Ruh’un *âme+ duyguları ve çalkantıları deriz; duyarlı, tutkulu, güçlü bir ruh deriz;
ama esprit’nin *zihin+ düşünceleri, ışığı, doğruluğu, icatları deriz; aydın, bilgili, yöntemli bir
esprit *dimağ+ de deriz. İnsanın entelektüel ve duygusal [moral]4 ilkelerinden âme duygusal
yönü, esprit ise entelektüel yönü temsil eder. Kalbiyle ayırt edilmek, güçlü duyguları, kuvvetli
heyecanlar ve enerjik kararları hissetmeye muktedir olmak, ruh’u *âme+ olmak’tır; sağlam bir
kafaya sahip olmak, eşyayı ve bağıntılarını kavramaya, tasavvur etme, tefekkür etme ve akıl
yürütmeye muktedir olmak ise esprit’si olmaktır.
“Dünyada gelişmiş dimağlar’ın [esprit] yanı başında alçak ruhlar *âme+ görüyoruz,
sağlam kafalar da, şeytani kalpler de.” BOURD. “Bizi güldüren his, insan zihninin *esprit+ veya
aklının *raison+ bir tahassüsüdür *affection+; gözlerimizden yaş getiren ise ruh’un *âme+ bir
hissidir.” BERN. “Zihin [esprit], ruh’un *âme+ gücü değil, gözüdür; ruhun gücü kalpte, yani
hissiyattadır *passions+.” VAUV. [...]
Mecazda da aynı fark bulunur. İnsanın kendisini yönlendiren, götüren, harekete
geçiren yanına âme diyoruz, insanın simgesi görevi gören görüşler veya özdeyişlerin tümüne
ise esprit. Reisinin ölümüyle bir topluluğun ruh’u *âme+ değişir, ama esprit’si *zihniyeti+ aynı
kalır. (Lafaye, s. 22)

Bu sözcükbilim incelemesinden çıkarılacak ilk sonuç şu: Esprit yalnız “ruh, tin” değil, pekâlâ
“şuur/bilinç, kendi; hayalet; hortlak; zihin; akıl/kafa, gönül/iç; fikir, karar; kişi” olarak da

4
Bugün “ahlaki, ahlaksal” anlamına gelmekle birlikte, moral kelimesinin geçmişte –herhalde 19. yy’ın sonuna
kadar– hep bir “duygusal” anlamı taşıdığı aşağıdaki cümlelerden açıkça anlaşılıyor. Keza 19. yy’ın sciences
morales’i ya da İng. moral sciences’ı da “ahlak bilimleri”ne değil, “ruh bilimleri, psikolojik bilimler”e karşılık gelir:
örneğin Amerikalı dilbilimci Whitney dilbilimi bir “science morale et historique” olarak tanımlarken, aklından en
son geçecek şey “ahlak, töre vb” kavramlar olurdu. Bu yazı boyunca göstermek istediğimiz şeyin, bir başka
örneği de işte budur: çeviri yaparken olsun, geçmişin felsefi veya bilimsel metinlerini anlamaya çalışırken olsun,
anlamın tarihsel olduğunu akıldan çıkarmamak gerek.
tercüme edilebilir. Ayrıca Fransızca inceleme şunu açıkça göstermektedir: Fransızcada
esprit’nin “akıl, zihin, dimağ” anlamı, spirit’in İngilizce’de taşıdığı aynı anlamdan çok daha
güçlü, yani metinlerde daha yaygın ve sık görülmekte.

IV. Osmanlıca karşılıklar


Şimdi bir de Esprit sözcüğünün Osmanlıca sözlükler ve Osmanlı yazarlarınca nasıl
karşılandığına bir bakalım. Kâmûs-ı Fransevî’nin esprit maddesinde Şemsettin Sami şunları
yazmış:

Rûh, ervâh-ı latîfenin beheri; cin, perî; ‘akl, zekâ, fehm, idrâk, fikr; tab’îat, ahlâk; ma’nâ,
mazmûn, me’al; niyet, maksad; isti’dâd. Bel esprit ‘akl ü zekâ iddi’asında bulunan. Saint esprit
Rûhü’l-kuds. Unité d’esprit i’tilâf-ı efkâr. Trait d’esprit mazmûn, nükte. Homme d’esprit zarîf
ve nükte-perdâz adam. Avoir de l’esprit au bout des doigts gayet mâhir olmak. Esprit de
conciliation efkâr-ı müsâlemet-kârâne, i’tilâf-cûyâne. De peu d’esprit sebük-magz. La lettre et
l’esprit mantûk ve mefhûm, elfâz ve me’âni ile makâsıd ve mebânî. Terme et esprit ta’bîrât ve
tefsîrât. Esprit perspicace sür’at-i intikâl. Mettre en l’esprit işrâb ve ihtâr etmek. (Kimya) Taktîr
ile çıkarılan mâyi’, rûh, ispirto. (c. I, s. 979-80).

Bunun ardından Sami, son derece ilginç bir madde tanımı veriyor: “Esprit-fort mesleksiz
[=dinsiz] ve –hâşâ– münkir-i ulûhiyyet [=ateist+, hakîm-i kâzib *=sahte, yalancı filozof+.”5
Felsefeci Babanzade Ahmed Nâim ise esprit sözcüğünün “nefs; akl; meleke” gibi
Arapça kelimelerle karşılanabileceği düşüncesinde:

esprit: nefs, nefs-i nâtıka, ruh; akıl | esprit géométrique: akl-ı nazarî, kuvve-i nazariye | esprit
philosophique: meleke-i felsefiye | esprit scientifique: meleke-i ilmiye | esprit de finesse: akl-ı
amelî, kuvve-i ameliye, [kuvve-i+ kiyâset. (Aktaran İsmail Kara, s. 350)

Nâim Bey, George-Lespinasse Fonsegrive’in (1852-1917) Eléments de philosophie’sinden


çevirdiği Mebâdî-i Felsefeden Birinci Kitâb: İlmü’n-Nefs’e (İstanbul, 1331/1915-1916) yazmış
olduğu bir notta “akıl” teriminin niçin esprit’yi karşılamak için daha uygun olduğunu şöyle
açıklamakta:6

Metindeki Fransızca iki tabir harfiyyen tercüme edilmek lazım gelse birincisine *esprit
géométrique] ruh-i hendesî veya –bugünkü ülfete*=alışkanlığa+ göre– fikr-i hendesî, ikincisine de

5
Grand Robert bu tanımı, André Lalande’ın (1867-1963) meşhur felsefe sözlüğünde verdiğini yazıyor. Demek ki
Sami Bey’in Kamus-ı Fransevî’sinin (gözden geçirilmiş ve genişletilmiş 4. basım : 1905, İstanbul, Mihran)
kaynaklarından biri Lalande’ın Vocabulaire technique et critique de la philosophie (Paris, 1902 →) başlıklı
sözlüğü.
6
Metinde zaten köşeli ayraçlar kullanılmış olduğu için, anlaşılmayabilecek Osmanlıca ifadelerin günümüz
[= xxx]
Türkçesine çevirilerini = işaretiyle ve üstyazıyla ( ) göstermek gibi tuhaf bir yolu seçmek zorunda kaldım.
[esprit de finesse] ruh-i veya fikr-i kiyâset demek icap ederse de tercümelerdeki
garabet*=tuhaflık+ bizi bu tabirlerden sarf-ı nazar etmeye*=vazgeçmeye+ mecbur ediyor. Müellifin bu
fıkradaki tarifât ve izahâtı bi’z-zarure*=bu paragraftaki tanım ve açıklamaları ister istemez+ bize akl-ı nazarî veya
kuvve-i nazariye; akl-ı amelî veya kuvve-i ameliye tabirât-ı kadîmemizi*=şeklindeki eski deyişlerimizi+
hatıra getiriyor. İnsan marifet ve fehm-i hakâyık[=bilgi ve hakikatleri anlamak] içün akla muhtaç olduğu
gibi, bu marifet ve fehmi*=bilgi ve anlamayı+ iktisab[=edinmek] ve şuûn-ı zâtiye ve bedeniyesini*=özüyle ve
bedeniyle ilgili olguları+
hüsn-i tanzim ve tedbir*=iyi düzenlemek ve denetlemek+ içün de akla muhtaçdır. İşte aklın
bu birinci nevine kuvve-i nazariye veya akl-ı nazarî, ikinci nevine kuvve-i ameliye veya akl-ı
amelî demişlerdir. Akl-ı nazarî’ye Fransızca raison spéculative veya raison abstraite, akl-ı
amelî’ye raison pratique denilmiştir. Bu kitabın müellifi ise bazı hususi ıstılahâta tebe’an*=özel
terimlere uyarak]
raison yerine esprit, spéculative yerine géométrique, pratique yerine finesse
tabirlerini istimal etmiştir*=kullanmıştır+ ki, bu tabirler ihtiyar ettiğimiz*=seçtiğimiz+ tercümelerden
‘udûle[=sapmaya] sebep olamaz zannederim. Tercümemizde olsa olsa raison ile esprit’den her
ikisinin de akıl ile ifadesi gibi bir kusur vardır ki, bundan taharrüz edilemeyecek*=kaçınılamayacak+
gibi görünüyor. Esprit’nin raison’dan farkı*:+ rasion’un fehm-i hakâyık, fehm-i mebâdî
kuvveti*=hakikatleri anlama, temelleri/ilkeleri anlama gücü+ olmasına mukabil, esprit’nin –daha evvel malum
olup burada bahsimize taalluku[=konumuzla ilgisi] olmayan me’ânisinden*=anlamlarından+ başka– küllî
olan hakâyık ve mebâdîyi*=tümel/evrensel olan hakikatler ve temeller/ilkeleri+ cüz’iyâta[=tikellere] tatbik ile
tasavvurât ve mefâhîm-i cüz’iyeyi[=tikel tasavvurları ve temelleri/ilkeleri] yekdigere*=öbürüne/ tümellere+ kıyas
kuvvetine deniyor. Biri müdrikin külliyâtıdır*=idrak edenin/anlağın tümelleridir+, diğeri külliyâtı cüz’iyât
içinde müdrikdir*=tümelleri tikeller içinde anlar/idrak eder+. İşte bu fark-ı dakîki eda edecek*=bu ince farkı ifade edecek+
bir tabire henüz tesadüf edemedim. Biz her iki müdriki akıl tesmiye ediyoruz. Binaenaleyh
daha müsanip bir tercüme bulununcaya kadar bu iki terkibi böyle tercüme edeceğiz. (Aktaran
İsmail Kara, s. 142-3.)

Görüldüğü üzere Nâim Bey, esprit’nin bu tür bağlamlarda ruh (veya bugün olsa “tin”) diye
çevrilmesinin “garabet” (tuhaf ve yanlış) olacağını, fikr diye anlaşılmasının alışkanlık haline
geldiğini, fakat fikr’in de yetersiz olduğunu ifade ediyor. Bir anlamıyla esprit’nin raison’a
gayet yakın olduğunun, ama aralarında bir ayrımın bulunduğunun da farkındadır. İki terimi
çevirirken iki farklı biçim kullanmanın daha doğru olacağını bilmekle birlikte, çaresizlikten akıl
karşılığını kullanmak zorunda olduğunu belirtirken, müstakbel Dil Reformu’nun Türkçe
sözcükleri Batı dillerinin terimlerine raptiyeleme hülyasının boş olduğunu da bir bakıma
bilmeden (avant la lettre) ifade etmektedir.
Mufassal Kâmûs-ı Felsefe yazarı Rıza Tevfik, sözlüğünü ne yazık ki tamamlayamamış
(yayınlanan ciltler, C maddesinin ortasında sona eriyor); ancak diğer kitaplarında yeri
geldikçe, yabancı sözcükler ve Türkçe karşılıkları üzerinde duruyor. Doğu dillerinin yanı sıra,
kadim ve modern Batı dillerini bilen feylesof, Abdülhak Hâmid’in Mülahaza-i felsefiyyesi’nde
esprit’yi rûh ile karşılarken şunları yazıyor:

*...+ şu görünen kâinat-ı maddiyenin bir şu’bede-i his (illusion de sens) olduğunu iddia etmek,
belki hakikat-i zâtiyenin vahdaniyetini ispat içindir. Nitekim eski hükemâ-yı Yunaniye
meyânında –en evvel– bu iddiayı güden ve onun vâzıh ve sarih bir düsturunu veren meşhur
Parménide olmuş idi. O hakikat-ı mutlaka maddî olmak lazım gelmez. Aksi de düşünülebilir;
mesela rûh (esprit) ve akıl (intelligence) olmak üzre dahi telakki edilebilir ki, kudemâ-yı
eslâfda “noûs” yani akıl nazariyesini ilk defa vaz’ ve müdafaa eden Klazomenli Anaxagore bu
itikadda idi. (s. 94-95)

Keza ileriki sayfalarda rûh = esprit’nin tanımına da gidiyor feylesof:

Feylesoflar miyanında bir kısmı eskiden beri muteber olan bir nazariyeden ayrılamıyorlar:
Madem ki duygu vardır; onu tecrübe eden, duyan da olmak gerektir!.. diyorlar ve zevk ve
elem dediğimiz hadisâta “mahal ve kâbil” olmak üzre, yahut mesned (support) ve âhiz
(réceptacle), ayrıca bir de şahsiyet-i mücerrede (abstraite personnalité)nin vücudunu iddia
ediyorlar ki, lisan-ı nâsda rûh (esprit) denilen cevher-i gayr-ı maddî (substance immatérielle)
odur. Bu itikatta olan feylesoflara rûhiyyûn (les spiritualistes) denir. (s. 179)

Victor Hugo’nun “Lui” şiirinde şairin karşısına çıkan binlerce ağzı, gözü, kanadı olan hayalet’in
“Sen kimsin?” sorusuna verdiği “Ben insan ruhuyum” cevabını, “insaniyetin rûhu (l’esprit
humain)” diye aktarıyor (s. 273). Ancak kitabının sonlarına doğru, şiirde kullanılan söz
oyunları üzerine konuşurken, Türkçe incelik sözcüğünün Fransızca karşılıkları olarak esprit ve
finesse’i gösterir (s. 367).
Uzun sözün kısası, Osmanlıca, felsefi anlamıyla Fransızca esprit’yi “akıl”, “ruh” ve
“fikir” ile karşılamaya çalışmış, kimi durumlarda ise incelik ile eşleme yolunu tutmuştur.
Cumhuriyet dönemi çeviri pratiğinde ise spirit ve esprit genellikle “ruh”, “tin” veya
“zihin” ile karşılanmakta. Önce ilk iki kelimenin anlam ve geçmişine bir bakalım, ardından
tin’in çeviri metinlerde kullanımını değerlendirmeye çalışacağız.

V. Türkçede ruh, tin


Daha çok okul sözlüğünü andıran TDK’nın Türkçe Sözlüğü’nden Oxford ve Robert sözlüğü gibi
ayrıntılı analizler beklemek –hakkımız olmakla birlikte– toyluk olur doğrusu. Yıllardır kamu
bütçesinden ve Atatürk’ün mirasından sebeplenmeyi bilen ama tarihsel sözlük hazırlamayı
beceremeyen TDK’ya göre ruh sözcüğünün dilimizde yalnızca 5 anlamı varmış:

1 . Dinlerin ve dinci felsefelerin insanda vücuttan ayrı bir varlık olarak kabul ettiği öz, tin.
2 . En önemli nokta, öz:
"Lakin oyunun ruhunu anlamak mümkün değil."- M. Ş. Esendal.
3 . Esans:
7
"Bazısı ruh koklatır, bazısı alnına sirke sürer, bazısı kollarını, bileklerini ovuşturur."- H. R. Gürpınar.

7
Herhalde “esans” değil, “alkol” söz konusu burada.
4 . mecaz Canlılık, duygu:
"Nesri gibi güzel bir ruhu olan Falih Rıfkı, Türk gazeteciliğini bir vatan hizmeti telakki etmiş ve kutsi
bir vazife gibi ifa ediyor."- Y. K. Beyatlı.
5 . felsefe Bedeni etkin kılan canlılık ilkesi, bedenin hayat gücü.

Bu durumda, ispirtizma (spiritisme) ayinlerinin gözdesi ruh çağırmak eyleminde çağrılan ruh
da ruh gibi dolaşmak’taki ruh da “dinlerin insanda vücuttan ayrı bir varlık olarak kabul ettiği
öz, tin”den başkası değil. Oysa bu örneklerde hayalet ve hortlak’a yakın bir anlam var ve bu
iki kavram, genelde dinler tarafından değil, halk muhayyilesince şekillendirilmiştir. Dolayısıyla
tanım, ya eksik ya da yanlış! İkinci olarak, sözcüğün “canlılık” gibi bir anlamı vardır, ama
Yahya Kemal’in alıntılanan cümlesi buna bir örnek olabilir mi gerçekten? Okuduğunu
anlamaktan âciz zatlar, eski TDK sözlüğünün kullandığı tanıklarda başvurulan yazarların
adlarına alerji duyup değiştirmeye kalkınca, işte böyle yüzlerine gözlerine bulaştırıyorlar. (Laf
aramızda, futbol taraftarlarının “Ruhsuz i.neler!” tezahüratı bile bundan daha uygun bir tanık
olurdu bu anlam girdisine.) Keza, “canlılık” anlamı ile “duygu” anlamı nasıl olur da bir tek
maddede toplanabilir?! Sözgelimi, dayanışma ruhu ifadesi, “dayanışma canlılığı” diye (dil
içinde yeniden) tercüme edilebilir mi? Demek ki, bir değil –en az– iki mecazi anlam girdisi
olması gerekiyor. Hadi bu anlama “duygu” (“dayanışma duygusu”?) dedik, iş burada bitiyor
mu? Temel anlamlarda nispeten ayrıntılı tanımlara yer verildiği halde, mecaz anlamlar için
sanki bir eşanlamlılar sözlüğü imiş gibi kelimeleri peş peşe dizmek midir sözlükçülük?!
Görebildiğim kadarıyla, Arapça rûh kelimesi Türkçeye XI. yüzyılda Orta Asya’da
yapılmış ilk Kuran tercümesiyle girmiştir:

Meryem oglı Îsâ, tangrınıng yalavaçı, anıng sözi, kemişti anı Meryemka hem rûh.
“Meryemoğlu İsa Mesih, ancak Allah'ın peygamberi, Meryem'e ulaştırdığı (emriyle onda var
ettiği) kelimesi ve kendisinden bir ruhtur./ Meryem oğlu Mesih İsa, yalnızca Allah'ın
peygamberi, Meryem'e ulaştırdığı kelimesi ve ondan bir ruhtur.” (RKT 27/10b3=4: 171)8

Kavî kıldı olarnı rûh birle. “Onları kendi katından bir ruh ile desteklemiştir” (RKT 38/15b1=58:
22)

Mundaguk yarlıg ıdtımız sanga rûhnı yarlıgımız birle, bilmez erding ne ol bitig ne ol îmân.
“İşte sana da, emrimizle, bir ruh (kalpleri dirilten bir kitap) vahyettik. Sen kitap nedir, iman
nedir bilmezdin.” (RKT 36/35a 2-3=42: 52)

Arapça kelime zaman zaman Farsça cân ile karşılanmıştır:

8
Günümüz Türkçesinde kullanılan karşılıkları Diyanet veya Elmalılı meallerinden aldım.
Kaçan kim tüp tüz kılsa-miz anı, ürse men anıng içinde men yaratmış cândın, tüşüngler angar
yüknügler. “*Hani Rabbin meleklere, ‘Ben kuru bir çamurdan, şekillendirilmiş balçıktan bir
insan yaratacağım+ onu düzenleyip içine ruhumdan üflediğim zaman, onun için hemen saygı
ile eğilin’ *demişti+.” (RKT 30/22a1= 15:29)

Rûhü’l-kuds (Kutsal Ruh, le Saint Esprit, Saint Spirit): Arıg Cân


Aygıl: indürdi anı Arıg Cân *=Arı Can, Arı Ruh, Saf Ruh+ ya’ni Cibril “Ey Muhammed! De ki:
‘Kur'an'ı, Ruhu'l-Kuds (Cebrail) *…+ indirdi.’” (RKT 30/86b1-2=16:102)

XV. yüzyılın sonlarında Anadolu’da yapılmış bir Kuran tercümesinde, rûh yine Farsça cân ile
karşılanmakta:

Dakı Meryem kızı İmrân ol kim fercini sakladı, pes anuñ içine cânumuzdan ürdük. Dakı çalabısı
kelimelerini dakı kitâblarını togru tuttu. “Ve dişilik organını *=iffetini+ korumuş olan İmran kızı
Meryem’in içine ruhumuzdan üfledik. O da rabbinin sözlerine ve kitaplarına uydu.”9 (SKT
571a7=66:12)

XVIII. yüzyılda hazırlanmış olan Mütercim Âsım’ın Burhân-ı Kâtı’ Tercümesi’nde de cân birebir
aynı şekilde tanımlanmakla birlikte, Âsım rûh ve cân için bilmediğimiz bir Türkçe karşılık
bulunduğuna da işaret etmektedir: “Rûh-i hayvanidir ki, Türkîde dahi can denir. Cân’ın asıl
Türkîsi zivindirik olduğu resîde-i sâmi'adır*=kulağıma çalınmıştır+.”
Tin’e gelince, tam anlamıyla bir arkaizm, yani unutulduğu halde bilinçli bir iradeyle
yeniden dolaşıma sokulmaya çalışılan bir kelime. 11. yüzyılda Divanu Lugati’t- Türk, tın
“soluk, nefes” anlamını veriyor. Gerard Clauson, sözcüğün “bazen genişlemeyle ‘ruh, can
*=ömür, hayat]’ anlamı da kazanarak bütün Kuzeydoğu Türk dillerinde” yaşadığını ekliyor (s.
512): örn. tın alu umasar “nefes alamazsa”, tını uzun “ömrü uzun”, anıñ tını kesildi “soluğu
kesildi”, tın kişi (el-mucimm) “işten el ayak çekmiş, emekli”. Uygurca Altun Yaruk metninde
sözcük türemiş biçimiyle çok sık geçmekte: ters tetrü tınlıglar birle katılıp kavışıp “yanlış yola
sapan canlılara katılıp” (Ölmez, 132. 10-1), kişisiz tınlıgsız “insansız canlısız (=ıssız)” (145. 16).
Birkaç yerde daha dar bir anlamda, “insan” anlamında kullanılmış gibi: alku kamag tınlıglar
oglanlarınıñ kılmış ne türlüg edgüli ayıglı *... kılınçlar+ “bütün insanoğullarının yaptığı ne
kadar iyi ve kötü *...amel varsa+” (133. 7-8, ayrıca 147. 16, 154. 6 vs). Osmanlı döneminde tin
kelimesi, Tarama Sözlüğü ve Ömer Asım Aksoy’un bir makalesine (s. 242) göre bir kez
Nazmü’l-Le’âl diye bir manzum sözlükte Farsça “cân”ın karşılığı olarak geçiyor.
Tın aslında Farsça cân ve Arapça rûh'un köken anlamıyla birebir örtüşüyor. Fakat
metinler üzerinde yapılan inceleme gösteriyor ki, tın’ın (> tin) hiçbir zaman, Batı dillerindeki

9
Eski Anadolu Türkçesine yapılan çeviriyi günümüz diline aktardım.
spirit, esprit ve Geist gibi “zihin, dimağ, akıl” anlamı gelişmemiştir. Zaten TDK da tin’i
Fransızca esprit’nin “zihin” anlamı için değil, Osmanlıca-Türkçe Cep Kılavuzu’nda (1935)
belirtildiğine göre, ervah ve ruh kelimelerine karşılık olarak önerilmiş (s. 76, 272). 1942 tarihli
Felsefe ve Gramer Terimleri sözlüğünde ise son derece açık biçimde esprit’nin “ruh” (Alm.
Geist kelimesine gönderme yapılmış) anlamı için tin, kendi deyişleriyle “mind” anlamı içinse
“şimdilik” kaydıyla Arap asıllı vatandaşımız “zihin” önerilmiş (s. 211).10
Buna mukabil Bedia Akarsu’nun Felsefe Terimleri Sözlüğü (eski TDK’nın yayını), tin’in
tanımında karışıklığa katkıda bulunmaktan öteye gidemiyor: Terimin tanımında ruh
sözcüğünün kullanılmasına bakılacak olursa, mantıken tin’in ruh’un bir altkümesi olduğunu
düşünmemiz gerekir; oysa durum tartışmaya açık. Ayrıca, Akarsu, tin’in karşılığı olduğu Batılı
terimlere bakarak, ruh’un tin’in yerine kullanıldığını söylüyor ki, verdiği örnek Saint Spirit/le
Saint esprit “Kutsal Ruh” evlere şenlik. Çünkü ruh’un tin’in yerine kullanıldığını öne
sürebilmek için, 1) öncelikle ruh ile tin arasında (biçimsel değil semantik) bir ayrım yapmak
gerekiyor, ama maddenin başında tin’in Osmanlıca ruh’un öz Türkçe karşılığı olduğu
belirtildiğinde, ikisinin özdeş olduğundan başka ne söylenmiş olabilir ki; ya da 2) tin’in
kullanımdan düşmediği ve ruh’la birlikte, yan yana, belki bir anlam inceliğiyle birlikte
kullanıldığı varsayılmalı, oysa tin sözcüğü Osmanlı sahasında neredeyse hiç
kullanılmamıştır.11
Arkaizm olarak tin’in yanıt, kanıt gibi benzerlerinden çok daha az rağbet gördüğü
aşikâr; konuşma diline “ruh” karşılığı olarak hiçbir zaman giremedi ve günümüzde yalnız
felsefe alan yazınında kullanılıyor. Ama bu kullanımı da birtakım önemli sorunlara gebe: En
önemlisi de kimi çevirmenlerin eski TDK’nın ayırt edebildiği esprit/spirit/Geist’ın “zihin”
anlamını görmezden gelmeleri veya –bilerek ya da bilmeyerek– zihin sözcüğü yerine tin’i
koşmak istemeleri...

VI. Çevirilerde tin


Çeviri dünyamızda tin özellikle Hegelci anlamda Geist’ın karşılığı olarak kabul görmüş gibi:
Phenomenologie des Geistes/ Tinin Görüngübilimi, çev. Aziz Yardımlı (İstanbul: İdea). Buna ek
olarak İngilizce soul ile spirit arasında ayrım yapmak gerektiğinde de tin’e başvurulduğu

10
Bu eski kaynaklara ulaşmamda yardımını esirgemeyen üstat Tuncay Birkan’a teşekkür ediyorum.
11
Bir tek Nazmü’l-le’al diye bir manzum sözlükte karşılaşılması Osmanlı dilinde kendine ait bir yeri ve değeri
olduğu anlamına gelmez.
görülüyor: Joel Kovel, History and Spirit/ Tarih ve Tin, çev. Hakan Pekinel (İstanbul: Ayrıntı).
Kitabın editörü olan Tuncay Birkan, “tin” tercihini şöyle açıklamakta:

Tarih ve Tin’in alımlanmasında karşılaşılabilecek en büyük güçlük, Türkçede “tin”in tarihsiz ve


bu yüzden de talihsiz bir kavram olmasından kaynaklanıyor. İngilizcedeki karşılığı olan “spirit”
gibi gündelik yaşamda da sık sık kullanılan, zengin çağrışım ve yananlamları olan bir terim
değil “tin”. Hiç değil. Yazarın “soul” (ruh) ve “spirit” (tin) arasında çok önemli bir ayrım yaptığı
düşünüldüğünde başka bir çaremiz de kalmıyordu ama [vurgu benim, S.K.]. (Sadece İncil gibi
kadim metinlerden yapılan alıntılarda “tin”i kullanmayıp, “ruh”u tercih ettik.) Tin, terimin
imlediği yaşantı/ilişki/duygu durumuna ihtiyaç duyanların kullanmasıyla yaygınlaşacak
yaygınlaşacaksa. Özgürleşmeyi kendi meselesi olarak görenlerin bu ihtiyacı duyup kavrama
sahip çıkmaları gerekiyor.

Buna karşılık, esprit’nin “tin” çevirisi biraz daha ihtilaflı. Örneğin Gaston Bachelard’ın Nouvel
esprit scientifique’i (1933), ilkin Hilmi Ziya Ülken tarafından Yeni İlmî Zihniyet (İstanbul:
Vakıflar Matbaası, 1934), Alp Tümertekin tarafından ise Yeni Bilimsel Tin (İstanbul: İthaki,
2009) diye çevrilmiş. İki çeviriyi de, başlık düzeyinde, savunmak için çeşitli gerekçeler öne
sürülebilir. Bir yandan, yukarıdaki incelemelerden anlaşıldığı gibi, esprit’nin “ruh/tin”e
indirgenemeyeceği; öte yandan, Bachelard’ın 1930’larda Fransa’da moda olmaya başlamış
Hegelciliğin cazibesine kapıldığı için, sözcüğü az çok muğlak biçimde kullandığı, yani hem
“bilimsel aklı” hem de “bilimsel tini” düşündürecek bir kullanımı olduğu söylenebilir. Fakat
Tümertekin’in çevirisinde “fizikçinin tini”, “bilimadamının tini” gibi kullanımların ne derece
doğru olduğu ortada. Aynı şekilde Paul Ricoeur’ün şu cümlesinde de esprit’yi “tin” diye
çevirmek pek doğru bir tercih gibi görünmüyor: Ainsi la phénomènologie de la mémoire
s’ouvre délibérément sur une analyse tournée vers l’objet de mémoire, le souvenir que l’on a
devant l’esprit; “Böylelikle hafıza görüngübilimi ister istemez hafıza nesnesine, tin karşısında
sahip olunan anıya yönelik bir çözümlemeye doğru açılıyor *…+”. Burada aslında “tin”den
ziyade, “zihin, akıl”, hatta “göz” söz konusudur: “gözümüzde canlanan anı” veya, illa daha
sadık bir çeviri isteniyorsa,“zihnimizin/aklımızın önünde duran anı” gibi bir ifadeyi tercih
etmek daha doğru olur. Nitekim metnin İngilizce çevirisinde de bu ifade, “the memory that
one has before the mind” diye karşılanmış.12
Bu örneklere mukabil, Maurice Merleau-Ponty’nin Göz ve Tin adlı kitabının çevirisinde
“tin” ve “zihin” karşılıkları birlikte kullanılmış. Çevirmen Ahmet Sosyal, bu tercihini şöyle
açıklamakta:

12
Memory, History, Forgetting, çev. Kathleen Blamey - David Pellauer, Chicago : The University of Chicago
Press, 2004, s. xvi.
Kitabın başlığında yer alan esprit sözcüğünü ‘zihin’ diye çevirmek de olanaklıdır. Zaten metin
içinde yer yer böyle yaptık. Ama tinci (spiritualiste) bir düşünce geliştirmemekle birlikte
Merleau-Ponty’nin bu başlıkta esprit sözcüğüne ‘zihin’den daha yüce ve geniş bir anlam
yüklediği söylenebilir. (“Çevirenin Önsözü”, Maurice Merleau-Ponty, Göz ve Tin (L’oeil et
l’esprit), çev. Ahmet Soysal, İstanbul: Metis, 3. bs., 2006, s. 11)

Esprit’nin başlıkta daha “yüce” bir anlam taşıyıp taşımadığı tartışılabilir elbette; “Göz ve
Zihin” gibi bir başlığın kitabın içeriğini daha iyi yansıtabileceği de ileri sürülebilir belki. Ama
Soysal’ın dediği gibi, Merleau-Ponty’nin tincilik (maneviyatçılık?) ile bir ilgisi olmadığı halde,
“tin” karşılığına başvurmak gerekebilir bazen, özellikle de “ruh”u âme için saklı tutmanın
gerekli olduğu durumlarda. Örneğin:

L’oeil accomplit le prodige d’ouvrir à l’âme ce qui n'est pas âme, le bienheureux domaine des
choses, et leur dieu, le soleil. Un cartésien peut croire que le monde existant n’est pas visible,
que la seule lumière est d’esprit, que toute vision se fait en Dieu (s. 83). Göz ruha, ruh
olmayanı, şeylerin mutlu alanını, ve onların tanrısı güneşi açma mucizesini
gerçekleştirmektedir. Bir Descartesçı varolan dünyanın görünür olmadığına, tek ışığın tinden
[tin-zihinden? S.K.] geldiğine, her görüşün Tanrı’da gerçekleştiğine inanabilir (s. 74).

Öte yandan çoğu durumda “tin”den ziyade “zihin” söz konusu galiba:

Cet extraordinaire empiétement, auquel on ne songe pas assez, interdit de concevoir la vision
comme une opération de pensée qui dresserait devant l’esprit un tableau ou une
représentation du monde, un monde de l’immanence et de l’idéalité (s. 17). Bu yeterince
düşünülmeyen olağanüstü nitelikteki birbirinin sınırını aşma durumu, görüşü, zihin önünde
dünyanın bir tablosunu ya da temsilini, bir içkinlik ve ideallik dünyasını koyan bir düşünce
işlemi olarak kavramayı engeller (s. 33).

Ainsi la vision se dédouble: il y a la vision sur laquelle je réfléchis, je ne puis la penser


autrement que comme pensée, inspection de l’Esprit, jugement, lecture de signes (s. 54)
Böylelikle görüş iki kat olur: Üstüne düşündüğüm görüş vardır, bunu ancak düşünce, zihnin
teftişi, yargı, işaret okuması olarak düşünebilirim (s. 56).

Hatta aşağıdaki cümlede de aslında “zihnin” söz konusu olmadığından emin olamayız:

Le peintre ‘apporte son corps’, dit Valéry. Et, en effet, on ne voit pas comment un Esprit
pourrait peindre. (s. 16) Valéry, ressam ‘vücudunu katmaktadır,’ der. Gerçekten de bir Tin’in
[zihnin/dimağın?+ nasıl resim yapabileceği bilinmez. (s. 32)

Ama aşağıdaki örnekte, esprit, bana öyle geliyor ki, “tin”den ziyade “can”dır:

L’animation du corps n’est pas l’assemblage l’une contre l’autre de ses parties – ni d’ailleurs
la descente dans l’automate d’un esprit venu d’ailleurs, ce qui supposerait encore que le corps
lui-même est sans dedans et sans 'soi'. (s. 21) Bir vücudun canlılığı, onun kısımlarının yan yana
bitiştirilmesi değildir – ne de başka yerden gelmiş bir tinin [=canın, S.K.] otomata inmesidir, ki
bu hâlâ vücudun kendisinin içsiz ve ‘kendi’siz olduğunu varsaymak olacaktır. (s. 35)

Esprit’yi (ve çoğu zaman spirit’i de) “tin”e indirgemeyeceğimizi gösteren bu incelemeler ve
örneklerden sonra biraz da serbest-vezin akıl yürütelim: Sözgelimi Montesquieu’nün
Kanunların Ruhu Üzerine (çev. Fehmi Baldaş, MEB, 1963)13 / De l’Esprit des lois (1748), kitabı
bugün çevrilse “Yasaların Tini” olur mu? Zorlanırsa, yani Montesquieu’nün Hegel’den önce
yaşadığı, hiçbir biçimde “evrensel zihin” anlamında bir tin tasavvur etmediği unutulursa, olur
elbette. Ama bana kalırsa, tin sözcüğünü öncelikle, (1) felsefedeki Hegelci anlamına, yani
İngilizcede de Fransızcada da çevirisi pek kolay olmayan bu anlama hasretmek; saniyen, (2)
özellikle Batı dillerinde soul ile spirit, âme ile esprit, Seele ile Geist arasında ayrım yapılan
bağlamlarda ikincileri karşılamak için kullanmak daha doğru olur.
Batı dillerinden yoğun bir şekilde yürütülen çeviri faaliyeti göstermiştir ki, gerek
Osmanlıca döneminin Türkçenin (t)üretim sistemini iğdiş etmiş yabancılaşması gerekse Dil
reformunun nüansları katleden ırkçı indirgemeciliğinin ardından, dilimiz pek çok kavramı
karşılamakta zorlanıyor. Bu süreçte, gerek duyulduğunda tin benzeri arkaizmlere yeni
değerler yükleyerek kullanmak, çözüm yollarından biri olabilir; ama bu tür (arkaik)
neolojizmlerin içeriği, değeri ve kullanım alanı net bir şekilde tanımlanmalı ve dil reformunun
ırkçı indirgemeciliğine yüz verilmemeli – yani sırf yabancı kökenli olduğu için arada önemli,
hatta ince farklar bulunan kelimeler arkaizm yahut neolojizmlere feda edilmemeli; çünkü
dilin zenginliğini köken veya nicelik değil, ifade edebildiği nüansların çeşitliliği belirler ve
çeviri faaliyetinde de önemli olan budur. Dil reformu sürecinin, biliyoruz ki, en büyük yanlışı,
önerilen kelimelerin yalnızca köken ve morfolojisinin değil, iletişim ve üslup değerlerinin de
kullanımları açısından belirleyici olduğunu hesaba katmamasıydı. TDK’nın neolojizmlerinin
(yanıt, sözcük vb.) büyük ölçüde yazı dili veya, çok çok, televizyonların gazetecilik diline
münhasır kalmasının nedeni budur. Başka dillerde olduğu üzere, Türkçe yazı dili (özellikle
çeviri yazı dili) de neolojizmlere, arkaizmlere elbette daha açık; ancak önerilerin olumlu bir
işlevlerinin olabilmesi için, sözünü ettiğimiz gibi, değerlerinin net bir şekilde tanımlanması
gerekiyor. Tutarlı olmak adına, “akıl, zihin, dimağ” vb. gibi anlamlarda kullanıldıkları
bağlamlarda Geist/spirit/esprit kelimelerini yalnız tin ile karşılamak, “zihin” anlamını feda
edip (veya –bilerek ya da bilmeyerek– tin’e o anlamı da yükleyip) nereye koysan gider

13
Kitabın Maarif Vekaleti’nden 1339/1923’te çıkan Osmanlıca diyebileceğimiz ilk çevirisi de Rûhu’l-Kavânîn
(çev. Hüseyin Nâzım) başlığını taşıyor.
mantığıyla tin kullanmak, çevrilen metinlerin anlaşılmaz bir kılığa girmesinden, ayrıca dil
reformunun ırkçı indirgemeciliğine geri dönmekten başka bir sonuç doğurmaz.

Kaynaklar
Akarsu Bedia (1979). Felsefe Terimleri Sözlüğü. Gözden geçirilmiş ikinci baskı, Ankara: TDK.
Aksoy Ömer Asım (1960). “Dürrü’n-Nızâm ve Nazmü’l-Cevâhir”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten, s. 145-
171.
Bachelard Gaston (2008). Yeni Bilimsel Tin. Çev. Alp Tümertekin. İstanbul: İthaki.
Bréal Michel (1897). Essai de sémantique, Paris: Hachette.
[Bölükbaşı+ Rıza Tevfik (1918). Abdülhak Hâmid ve Mülâhazât-ı Felsefiyyesi, haz. Abdullah Uçman, İstanbul: İÜ.
Edebiyat Fak., 1984.
Clauson Gerard (1972). An Etymological Dictionary of Pre-thirteenth Century Turkish. Oxford: Clarendon.
Felsefe ve Gramer Terimleri. Ahlâk, Eğitbilim, Estetik, Fizikötesi, Gramer, Mantık, Ruhbilim, Toplumbilim.
İstanbul: TDK, 1942.
Le Grand Robert de la langue française, haz. Alain Rey, Paris: Robert, 2. basım, VI cilt.
Kara İsmail (2001). Bir Felsefe Dili Kurmak: Modern Felsefe ve Bilim Terimlerinin Türkiye’ye Girişi. İstanbul:
Dergâh.
Lafaye Bernard (1884). Dictionnaire des synonymes de la langue française avec une introduction sur la théorie
des synonymes, Supplément, Paris: Hachette.
Osmanlıca-Türkçe Cep Kılavuzu, İstanbul: TDK, 1935.
Oxford English Dictionary, haz. John Simpson ve Edmund Weiner, Oxford: OUP, 2. basım, XX cilt.
Mütercim Âsım. Burhân-ı Kâtı’ Tercümesi, haz. Mürsel Öztürk-Derya Örs, Ankara: TDK, 2009.
Ölmez Mehmet (1991). Altun Yaruk III. Kitap, Ankara: Türk Dilleri Araştırmaları.
RKT: Aysu Ata, İlk Kuran Tercümesi (Rylands Nüshası), Ankara: TDK, 2004.
SKT: Mehmet Kütükçü, Eski Anadolu Türkçesiyle Yazılmış Satır Arası bir Kur’an Tercümesi (535b-616b),
Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sivas 2005.
Şemseddin Sami (1905). Resimli Kamus-ı Fransevî /Dictionnaire français-turc, 4. baskı, İstanbul: Mihran, 1322.
Yeni Tarama Sözlüğü, haz. Cem Dilçin. TDK: Ankara.

You might also like