You are on page 1of 6

1

BİR EĞİTİM ÜTOPYASI OLARAK VAROLUŞÇU EĞİTİM FELSEFESİ

Toplumsal Yaşam ve Eğitim Felsefesi

Eğitim kurumu, toplumun varlığını sürdürmesi amacıyla yeni kuşakların topluma


uyum sağlaması işlevini üstlenmiştir. Fakat toplum dediğimiz varlık homojen bir bütün
değildir. Farklı sınıf ve tabakalardan oluşur ve bunların nesnel çıkarları birbirleri ile çelişir.
Bu nedenle genç kuşakların hangi ideoloji ile donatılacakları, hangi ideallerle ve hangi
sınıfların çıkarları doğrultusunda yetiştirilecekleri sorunu tüm toplumların değişmeyen
gündemlerinden biridir. İşte toplumdaki farklı çıkarlar doğrultusunda eğitim kurumuna
yüklenen farklı işlev ve görevler en genel anlamını eğitim felsefelerinde bulmaktadır. Gerek
örgün gerekse yaygın boyutlarıyla eğitim insan hayatının önemli bir kısmında etkili
olmaktadır. Bu etki eğitim kurumunun işleyiş düzenini belirleyen hâkim sınıflar tarafından
belirli bir eğitim felsefesi temelinde oluşturulur. Belli bir toplumda eğitimden geçmiş her
insan, o toplumun hâkim sınıflarının toplumun önüne koydukları genel amaçlara uygun bir
eğitim felsefesi uyarınca eğitilmiştir. Dolayısıyla bir toplumun yapısını anlamak için o
toplumun eğitim felsefesini çözümlemek bize yardımcı olacağı gibi toplumun yapısal
analizinden hareketle o toplumun nasıl bir eğitim felsefesine sahip olduğunu anlamak da
mümkündür.
20. yüzyılda Batı’da etkili olmuş bir eğitim felsefesi olan Varoluşçu (egzistansiyalist)
eğitim felsefesinin önemi, modern insanın eğitime nasıl baktığını kavramamıza yardımcı
olacak bir yaklaşım olmasındadır.

Varoluşçulu Felsefe

Varoluşçuluğun (egzistansiyalizm) kökleri ortaçağ Hıristiyan filozoflarına kadar


uzatılmaktadır. Varoluşçuluk, felsefe tarihinin temel tartışma konularından olan varlık
problemine (ontoloji) ilişkin özgün bir tutum getirmesiyle önem kazanmaktadır. Temellerini
idealist filozof Kierkegaard’ın attığı Varoluşçuluğun kurucusu Heidegger’dir.1 Bu filozoflar
Varoluşçuluğun belli başlı ilkelerini ortaya koymuşlardır. Ne var ki Bu ilkelerin tüm
Varoluşçularca benimsendiği söylenemez. Bu akım en temelde Tanrıcı ve tanrıtanımaz
varoluşçuluk olarak ikiye ayrılır. Tanrıcı varoluşçuların önde gelenleri arasında Gabriel
Marcel (1889–1973), Jaspers (1883–1969), Nicolas Berdiaeff (1879–1948), Lev Chestov
1866–1938) ve Mrtin Buber (1878–1965) sayılabilir. Tanrıtanımaz varoluşçuluğun önde gelen
isimleri arasında ise Martin Heidegger (1889–1976), Jean-Paul Sartre (1905–1980) ve Albert
Camus (1913–1960) bulunmaktadır.2
Akımın her iki kolu da öz ve varoluş konularında aynı konumdadırlar. Ontoloji,
yaşantımıza giren varlıklarda iki metafizik ilke görür. Bunlar öz ve varoluştur. 3 19. yüzyıla
kadar klasik felsefede hâkim olan görüş özün varlıktan önce geldiği yönünde idi. Varoluşçular
bunun tersini savundular ve varlığın özden önce geldiğini ileri sürdüler. Onlara göre öz, bir
varlığın ne olduğu sorusuna cevap verir. Özün varlığı olabilir (mümkün) olmasıdır. Bu
olabilirlik, varoluşla gerçeğe ulaşır. Öyleyse varoluş, özü gerçeğe çıkaran şeydir.4 Varoluş
olmazsa özün tek başına bir anlamı yoktur. Bu anlamda görünüş ve öz ikiliği yoktur; zira
görünüş, özü gizlemez, çünkü görünüşün kendisi özdür. Bir başka deyişle varoluş olaydır.5
Varoluşun öncesinde bir özün olması tek başına bir anlam ifade etmez. Aslolan varoluşun
kendisidir. Varoluş, özün varoluşu olduğundan öz ile varoluş arasında bir çelişki yoktur.
Varoluşçuluk, özlere, olabilirlere, soyut kavramlara ilgi duymaz. Matematik düşüncenin tam
karşıtıdır; ilgisi varolana ya da daha doğrusu varolanın varoluşuna dönüktür.6
Varoluşçuluğun varlık problemine (ontoloji) ilişkin bu tezleri Tanrıcı varoluşçuların
öz ile varoluşu uzlaştırma çabalarının sonucunda şekillenmiştir. Buna karşılık Tanrıtanımaz
2

varoluşçular varoluş öncesi bir öz kavramını tümüyle reddederler. Fransız tanrıtanımaz


varoluşçuluğunun kurucusu olarak bilinen Sartre7, Heidegger’in yanı sıra Marx ve
Husserl’den etkilenmiştir.8 Sartre, görüşlerini bir felsefe sisteminin bütünlüğü içinde ortaya
koymamış, bunun yerine romanlar, tiyatro ve sinema senaryoları, gazete yazıları ve denemeler
biçiminde açıklamıştır. Bu durum onun görüşlerinin popülerlik kazanmasının başlıca
nedenlerinden biridir.
20. yüzyılda Varoluşçuluk J.P. Sartre ile popüler hale geldi ve kısa sürede eğitim
alanında da etkilerini gösterdi. Sartre, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Varoluşçuluk
çizgisindeki görüşlerini Les Temps Modernes (Yeni Zamanlar) adlı dergi aracılığıyla açıkladı
ve yazdığı romanlarla bu felsefeyi popüler hale getirdi. 1964’te kendisine verilen Nobel
ödülünü reddetmesi ve 1967’de Russel mahkemesine9 başkanlık etmesi de onu özellikle genç
kuşaklar ve antiemperyalist hareket içinde tanınan ve saygı duyulan biri yaptı.
20. yüzyılda başlıca temsilciliğini Sartre’ın yaptığı tanrıtanımaz varoluşçuluk, insanın
tanrı tarafından yaratılmadığını, dolayısıyla insanın özünün varoluştan önce gelemeyeceğini
savunur. Sartre’a göre insanın doğası, insan tarafından üretilmiş olan bir ürünü
tanımladığımız tarzda açıklanamaz.10 İnsan doğayı değiştirme sürecinde kafasında birtakım
tasarımlar oluşturur ve ardından buna uygun bir değiştirme etkinliğine girer. Örneğin bir
heykeltıraş elindeki biçimsiz malzemeyi nasıl bir esere dönüştüreceğini önceden kafasında
tasarlayarak işe koyulur. Dolayısıyla doğada insan dışındaki tüm varlıkların, varoluşları
öncesinde tanımlanmaları söz konusuyken, insan önce varolur sonra kendisini tanımlar.11
Çünkü insan, bilinç taşıyan bir varlık olarak kendi kendisinin farkına varma yeteneğine
sahiptir. Dünyadaki varlığının, kendisinin bilincine varan birey artık “kendisi için varlık”
konumundadır. Sartre’a göre insan kendi özünü yaratır, insandan başka evrendeki tüm
varlıklarda yapış, varoluştan önce gelir.12
Öncelikle varoluşunu gerçekleştiren insan, ardından kendi özünü seçmekte ve evren
karşısındaki konumunu özgürce kendisi belirlemektedir. Jaspers ve Heidegger kadar Sartre
için de, sadece özgür olarak kendilerini seçenler, kendilerini yaratanlar, varoluşlarına
benimdir, benim yapıtımdır diyebilenler gerçekten varolurlar.13 İnsanın dünyadaki amacı
kendisi için varlık durumuna gelmek, kendisini yaratmak, varetmektir. Bireyler, sözkonusu
süreci tam bir özgürlük içinde kendi iradesiyle gerçekleştirmek zorundadır. Kendi özünü
seçme, kendi varoluşunu gerçekleştirme işini başkalarının rehberliğinde yapmak mümkündür.
Fakat bu rehberlik kişinin varoluşuna müdahale etme noktasına gelmemelidir. Sartre, insanın
kendisinin farkına varabilmesi için sınır durumuna gelmesi, yani ölümle karşı karşıya gelmesi
gerektiğini belirtmektedir.14
Kendini var etme ve varoluşunu gerçekleştirme sürecinde insan tamamen özgürdür.
Sartre’a göre özgür biçimde davranışta bulunmak, etmenlere göre karara vermek değil; daha
sonra haberimiz olmadan bize egemen olan etmenleri hiçbir nedene dayanmaksızın ve giderek
ne olduğunu bilmeksizin ortaya çıkmaktadır.15
İnsanın sınırsız özgürlük içinde olması ilkesi ile anarşik bir özgürlük istemi arasındaki
fark Sartre’da sorumluluk ilkesi tarafından dengelenir. Sartre’a göre insan bizzat kendisini var
ettiğine ve bu süreçte kendi özünü seçmekte özgür olduğuna göre seçiminin sonuçlarından da
topluma ve insanlığa karşı sorumludur. Çünkü şöyle ya da böyle olmayı seçmek bir bakıma
seçtiğimiz şeyin değerli olduğunu belirtmek demektir. Çünkü hiçbir zaman kötüyü seçmeyiz.
Hep iyiyi (iyi sandığımızı) seçeriz.16 Bu nedenle Sartre, varoluş sürecinde her bir insanın
seçtiği öze göre tüm insanlığa karşı sorumlu olduğunu savunmaktadır. Kendisi açısından en
iyi olarak gördüğü tasarıma göre varlaşmak isteyen birey bu tavrı ile tüm insanlığa yaptığı işin
doğru, haklı ve izlenebilir olduğu mesajını vermektedir. Örneğin tek eşli evlilik yapan bir
insan aynı zamanda tüm insanlığa tek eşli evliliğin iyi ve doğru olduğu mesajını vererek
herkesi bu yolda hareket etmeye çağırmış olmaktadır.
3

Sartre’a göre sözü edilen sorumluluğunu kavrayan her insanı derin bir bulantı
beklemektedir. Bugünkü insan açlıklar, savaşlar, kıyımlar endüstrisinin yarattığı ekonomik ve
politik yarışmalar vb. içindedir. Kendi varlığının, kişiliğinin ve varolmasının değersizliğini,
ıstırap, bulantı vb. içinde kavrar.17 Tüm bunlardan kurtulması için kendi üzerine yüklenen
toplumsal, ekonomik, tarihsel hatta ahlaksal ve dinsel baskılara isyan etmesi gerekmektedir.18

Varoluşçu Eğitim Felsefesinin Esasları

Varoluşçulukta insanı bir davranışa zorlayan bir otorite ya da kurallar kabul edilmez.19
Özgürce kendi özünü seçebilmesi ve sorumluluğunu kavrayabilmesi için tek tek her bireyin
kendini gerçekleştirebileceği ortamın sağlanması gerekir. Bu ise toplumsal ahlak benzeri
sınırlayıcı ve yönlendirici kuralların baskısından bireyi kurtarmakla mümkün olabilir.
Kolaylıkla anlaşılacağı gibi varoluşçu eğitim anlayışı geleneksel eğitim yapılanmasını kökten
reddetmektedir. Varoluşçuluğun eğitimde yapmaya çalıştığı, insan özgürlüğünü
gerçekleştirmektir.20 Varoluşçu eğitim felsefesi, insanın kendi özünü seçtiği, seçme ve
seçimine bağlanma sürecinde sınırsız özgürlük sahibi olduğu ve seçiminden dolayı tüm
insanlığa karşı sorumlu olacağını kabul ettiği bir sistemi öngörür. Buradan hareketle
varoluşçuluk, eğitimi, insanı sınır durumuna getirme süreci olarak tanımlar. 21 Geleneksel
anlayıştan farklı olarak “insanın başarıyı, başarısızlığı, çirkini, güzeli, savaşımı, karmaşıklığı,
acıyı, abartmadan; fakat dürüstçe karşılayan yaşantılar geçirmesini sağlayan bir etkinliktir.”22
Eğitimin amacı kişinin kendini gerçek özellikleriyle tanımasına imkan vermektir.23 Böylece
öğrencinin estetik ve etik duygu ve düşünceleri harekete geçirilmeye çalışılır.24 Eğitim
programları bireyin yaşama bakış açısını zenginleştirecek ve seçimler yapmasını sağlamayı
amaçlamalıdır.25
Eğitim sürecinde esas olan bireyin kendi varoluşunu gerçekleştirmesinin koşullarını
yaratmaktır. Eğitim kurumunun varlık nedeni budur ve eğitim sisteminin tüm yapılanması bu
esas üzerine olmalıdır. Sartre, yaşadığı dönemde Fransa’daki eğitim sisteminin öğrencileri
nasıl yetiştirdiğini şöyle anlatır:
“İlköğretim zorunluluğu var, doğru. Ama bu öğretimde yalnız öze gitmeyen üstelik bir
hayli eskimiş temel bilgilerde kalıyor. XIX. yüzyıl sonlarında, toplumda yurttaş ve üretici rolü
oynamak isteyen her insan için gerekli olan bu en aşağı bilgi bugün artık hiç de yeter değildir.
Bu bilgi, onu edinen insanın bugünkü dünyada yönünü bulmasına, kendi durumunu belirten
birbirine bağlı koşulları kavramasına, olan biteni yargılamak için gerekli açılardan bakmasına
elverişli değildir. Ona bir düşünme yolu vermekten çok, birtakım bilgiler kazandırır.”26
Sartre, öğrencilere bağımsız bir düşünme ve muhakeme yeteneği kazandırmayı esas
alan bir eğitim anlayışını savunmakta ve ezberci nitelikli eğitim anlayışını eleştirmektedir.
Varoluşçuluk, insanların daha doğmadan toplumsal kural, kurum ve yaptırımlarla belirlenmiş
bir yaşamları olmasına karşıdır. İnsanların yaşamaya başladıktan sonra ne olabileceklerinin,
nasıl bir yaşam tarzını benimseyebileceklerinin, mesleklerinin ve uğruna yaşayacakları
değerlerin adeta önceden belirlendiği ya da bireylerin özgür seçimlerinin olabildiğince
sınırlandırıldığı bir toplumsal düzene karşı özgür insanın yetiştirilmesinde eğitim sadece bir
aracı olacaktır.
Varoluşçu eğitim felsefesinin önemli bir unsuru sorumluluk kazandırma eğitimidir.
Öğrenciler özgür seçimlerinin sorumluluğunu hem kendilerine hem de tüm insanlığa karşı
yükümlenmeye hazır olmalıdırlar. Varoluşçu eğitimde öğretmenin en fazla önem kazandığı an
budur. Öğretmen, öğrenciye sorumluluk duygusu kazanması için yardımcı olacaktır. Eğer
öğretmen baskıcı, zorlamacı ve müdahaleci olursa öğrencinin kendi varoluşunu
gerçekleştirme sürecine yapmaması gereken katkıyı yapabilir ve böylece öğrenciyi seçiminin
sorumluluğunu almamaya itebilir. Bu yüzden öğretmen, eğitim ortamında, alçak gönüllü,
öğrenciye güven veren, kendisinin de farkında olan biri gibi davranmalıdır. 27 Öğretmenin
4

amacı kendisinin her şeyi bildiği tavrıyla öğrenciyi güdülemek değil; neyin iyi, neyin kötü,
doğru, yanlış, güzel, çirkin olduğunu sezdirmektir.28 Bu amaçla ders teknikleri de amaca
uygun hale getirilmelidir. Varoluşçu eğitime en uygun teknik Sokratik tartışmadır. Bu
teknikle öğretmen öğrencinin kendi düşüncelerini oluşturması için yeni sorunlar ve durumlar
yaratmalıdır. Amaç öğrencinin kendi doğrusunu yaratmasını sağlamaktır.29 Ancak kendi
doğrusunu oluşturan öğrenci kendi seçimlerinin sorumluluğunu üstlenebilir. Görüldüğü gibi
geleneksel eğitim sisteminin yapılanışı içersinde varoluşçu eğitimin uygulanabilmesi olanaklı
değildir.
Varoluşçu eğitim felsefesinin hayata geçirilebilmesi için Açık Okul Sistemi
uygulanmalıdır. Bu sistemin kuruluş ilkeleri şöyledir:30
1- Açık Okul Sisteminde öğrenci öğrenmeye karşı istekli, meraklı, enerjik ve
uyanıktır. Geleneksel Okul Sisteminde yasaklar öğrencinin öğrenmesini zorlaştırır ve
onu isyankârlığa iter. Geleneksel sistem öğrencinin zihinsel ve duygusal gelişiminin
önüne engeller koyar. Açık sistemde ise öğretmen öğrencinin seçim yapmasını ve bu
seçimden sorumlu olmasını ister.
2- Açık sistemde öğrenci istediği alanda istediği konuları seçer ve öğrenir. Öğrenci
kendini yönlendirir. Okulun amacı bu tür etkinlikleri sunmak, fırsatlar yaratmaktır.
Geleneksel sistem öğrenciye testler ve öğretmen notlarıyla damga vurur. Diploma
vererek ve meslek kazandırarak kişinin gelecekteki yaşamını belirler. Onu fabrikadan
çıkmış bir robot haline getirir. Bireylerin kişiliklerinin özgürce gelişmesini engeller. 31
Oysa varoluşçu eğitim için meslek, bireyin özgürlüğünün gelişiminde bir araç olarak
dikkate alınmalıdır.32
3- Geleneksel eğitimde edilgen olan öğrenci açık sistemde etkindir. Geleneksel
eğitimde disiplin dışardan, zorlamayla sağlanırken, açık sistemde öğrenci kendi
kurallarını yine kendisi üzerinde çalıştığı alanın özelliklerine göre koyar ve zamanını
ona göre harcar.33
Varoluşçu eğitim üzerine çalışmaları bulunan John Holt, Açık Okuldaki eğitim
programlarında şu özelliklerin bulunması gerektiğini belirtmektedir:34
1- Araç-gereç, konu ve kaynaklar çok çeşitli ve değişik olmalı ve öğrenciye her an
sunulmalıdır.
2- Öğrencinin yeteneğini geliştirmek için çok değişik ve çeşitli programlar
düzenlenmeli ve kullanılması için öğrenciye fırsat ve imkân verilmelidir.
3- Öğrenme gereksinimleri aynı olan insanların bir araya gelmesi kolaylaştırılmalıdır.
4- Özel sorunların çözümünde başvurulacak çok sayıda uzman bulunmalıdır.
Açık Okul Sisteminde öğrencinin varoluşçu felsefenin amaçlarını kişisel düzeyde
gerçekleştirmesi esas alınmaktadır. Örneğin tarih ve edebiyat gibi derslerde neden-sonuç
ilişkileri değil, kişinin kendini sınır durumuna getirecek yaşantılar geçirmesini sağlayacak
seçenekler sunulmalıdır.35 Eğitimin amacına ulaşması için dersler konusunda yapılacak
seçimlere dikkat edilmelidir. Doğa bilimleri insanı bir nesne gibi ele aldığından sosyal
bilimlere ağırlık verilmelidir.36
Varoluşçu eğitim aşırı uzmanlaşma olgusuna da karşıdır. Aşırı uzmanlaşma bireyin
içsel yaşamının gelişimini engeller. Meslek eğitimine küçük yaşlarda başlanmamalıdır,
özellikle de uzmanlaştırıcı bir meslek eğitimi verilmemelidir.37

Sonuç

Varoluşçu felsefe, eğitime bireylerin kendi varoluşlarının bilincine varmalarına


yardımcı olma işlevini yüklemektedir. Eğitim kurumları bireyleri istenilen yönde bir kalıba
dökmeye çalışmamalı, aksine onlara sınırlı ve denetimli bir rehberlik hizmeti vererek,
sorumluluk sahibi ve etkin insanlar yetiştirmeye yönelmelidirler.
5

1930’lu yılların ekonomik kriz ve toplumsal bunalım koşullarında ortaya çıkan ve


Sartre’ın özgün sunuş tarzı ile popülerleşen varoluşçuluk, modern toplumun insanları
yabancılaştıran niteliklerine etkili bir eleştiri yöneltmiştir. Sartre, modern toplumun insanları
robotlaştırdığını ve bu nedenle mevcut toplumsal düzenin insanlara mutluluk getirmesinin
imkânsız olduğunu vurgulamaktadır. İnsanlar kendi varoluşlarının bilincine varabilme
koşullarından uzaklaşmakta, sürüklenmekte, kendi yaşamları ve gelecekleri hakkında
kendilerine ait olmayan kararlara göre davranmaktadırlar. Dolayısıyla eylemlerinin
sorumluluğunu üstlenebilmeleri giderek zorlaşmaktadır. Sartre, duyarlı insanların başkalarına
karşı sorumlu olduklarını ve bu sorumluluğun bir bulantıya yol açtığını söylemektedir.
Varoluşçuluk, insanların bilinçlerinin toplumsal çevre ve koşullarca belirlendiği
yolundaki sosyolojik gerçeği yadsıması nedeniyle bir metafiziğe düşmektedir. İnsanların
toplum karşısındaki konumlarını kendi iradeleriyle seçebilecekleri iddiası özgürlük
kavrayışının tarihsel içeriğinden soyutlanmasının bir sonucu olmaktadır. Toplumsal düzenin
tüm kurum ve kurallarına isyan etmek, yerlerine önerilen kurum ve kuralların da tarihin
içinden değil, düşünürlerin zihinsel kurgularından hareketle oluşturulması sonucunu
vermektedir. İsyan edilen toplumsal düzenin hangi tarihsel ve sosyolojik kökenlerden
geldiğini, dolayısıyla nasıl bir zorunluluğun sonucu olduğunu görmek istemeyen
varoluşçuluk, alternatif düzen önerisi konusunda da doğal olarak ütopik kalmaktadır. Düzene
yönelik haklı ve yerinde görünen tüm eleştirilerine karşın, bu eleştirilerin bilimsel bir neden-
sonuç bağıntısı içinde düzenlenmeyişi ve salt bir isyanın dile getirilmesi düzeyinde kalması
gibi nedenlerle varoluşçuluk, karşı olduğu düzeni değiştirme dinamiği de taşımamakta,
idealist bir felsefe olarak kalmaktadır.
1
Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi, C:7, Remzi Kitabevi, İst., 1993, s: 142
2
Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İst., 1989, s: 443
3
Paul Foulquıe, a.g.e., s: 7
4
Foulquıe, a.g.e., s: 9
5
Foulquıe, a.g.e., s: 8
6
Veysel Sönmez, Eğitim Felsefesi, Pegem yay., Ankara, 1986, s: 130
7
Foulquıe, a.g.e., s: 34
8
Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, Ekin yay., Ankara, 1996, s: 453
9
Paul Foulquıe, Varoluşçuluk, İletişim yay., İst., 1991,s: 48. Bu mahkeme İngiliz filozof Bertrand Russel tarafından
ABD’nin Vietnam işgalini yargılamak amacıyla kurulmuş bir aydın inisiyatifi idi. Türkiye’den de dönemin Türkiye İşçi
Partisi Genel Başkanı M. Ali Aybar mahkeme üyeliği yapmıştı.
10
Cevizci, Felsefe Sözlüğü, Ekin yay., Ankara, 1996, s: 453
11
Cevizci, a.g.e., s: 453
12
Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi Düşünürler Bölümü, C.2, Remzi Kitabevi, İst., 1985, s:226
13
Foulquıe, a.g.e., s: 39
14
Sönmez, a.g.e., s: 129
15
Foulquıe, a.g.e., s: 58
16
Jean Paul Sartre, Varoluşçuluk, Say yay., İst., 1993, s: 65
17
Sönmez, a.g.e., s: 131
18
Sönmez, a.g.e., s: 131
19
Foulquıe, a.g.e., s: 55
20
Nurettin Fidan ve Münire Erden, Eğitim Bilimine Giriş, Repa Eğitim yay., Ankara, tarihsiz, s: 133
21
Sönmez, a.g.e., s: 131
22
Sönmez, a.g.e., s: 135
23
Nurettin Fidan ve Münire Erden, a.g.e., s: 133
24
Sönmez, a.g.e., s: 131
25
Sönmez, a.g.e., s: 131
26
Jean Paul Sartre, Denemeler, Say yay., İst., 1993, s: 61
27
Sönmez, a.g.e., s: 136
28
Adil Türkoğlu, 99 Soruda Eğitim Bilimine Giriş, Memleket gazetecilik ve Matbaacılık, İzmir, 1996, s:137
29
Sönmez, a.g.e., s: 132
30
Sönmez, a.g.e., s: 132
31
Sönmez, a.g.e., s: 132
32
Türkoğlu, a.g.e., s: 197
33
Sönmez, a.g.e., s: 133
34
John Holt, Freedom and Beyond, 1972, s: 256’dan akt: Sönmez, a.g.e., s: 134
35
Sönmez, a.g.e., s: 132
36
Sönmez, a.g.e., s: 135
37
Sönmez, a.g.e., s: 138

You might also like