Professional Documents
Culture Documents
STANBUL ÜNVERSTES.
SOSYAL BLMLER ENSTTÜSÜ
TÜRK DL.
VE EDEBYATI ANABLM DALI
Yüksek Lisans Tezi
SNAN PASA NIN TAZARRU -NÂME SNDEK.
BENZETME UNSURLARI VE EDEBÎ TASVRLER
Esma SAHN
2501020006
Tez Danýsmaný: Prof. Dr. Ahmet Atillâ SENTÜRK
stanbul 2005
ÖZ
Bu tez XV. yüzyýl Anadolu sahasýnda gelisen sanatlý nesrin ilk ve en basarýlý
örnegi olan Tazarru -nâme deki her biri klâsik edebiyat açýsýndan birer anahtar
niteligi tasýyan benzetme unsurlarý ve edebî tasvirleri inceleyerek benzetme yönlerini
tespit etmek üzere hazýrlanmýstýr. Özenle seçilmiþ
kelimeleri, seci ve aliterasyonlarý,
yogun söz sanatlarý ve kelime oyunlarýyla Tazarru -nâme nin üslûbu Osmanlý nesir
edebiyatýnda asýrlarca taklit edilmisse de verilen eserlerin hiçbiri onu gölgede
býrakamamýstýr. Eserin yazarý Sinan Pasa, Fatih Sultan Mehmet zamanýnda Hâce-i
Sultânî payesini elde etmis, bir dönem vezirlige kadar yükselerek Hoca Pasa
unvanýný almýs, devrin önde gelen sahsiyetlerindendir. Yapýlan çalýsmayla bir
döneme derin ilmi ve dehasýyla imzasýný atmýþ
bir aydýnýn sanat anlayýsý, insana ve
hayata bakýsý ortaya konmaya çalýsýlarak klâsik edebiyatýn estetik ve düsünce
dünyasýna ýsýk tutmaya yardýmcý olmak amaçlanmýstýr.
ABSTRACT
This work intends to investigate the allegories and the literary descriptions of
Tazarru -nâme which is the first and the most successful example of rhymed
Ottoman prose in 15th century. It is considered that this allegories and literar
y
descriptions are keys to explain the basic topics of the classical literature. A
lthough
Tazarru -nâme has been imitated by many authors, it remained unique with its
alliterations, outstanding and rhyming words and extraordinary images in this fi
eld.
The author of Tazarru -nâme, Sinan Pasa, who lived in the period of Fatih Sultan
Mehmet and became his vizier for a short time was a noted scholar and intellectu
al of
his time. In this study, it is aimed to introduce this elevated scholar and auth
or s
worldview and art vision for the later researches on the classical literature.
ÖNSÖZ
XV. yüzyýl Osmanlý da ilmi ve dehasýyla adýný tarih satýrlarýna kaydettirmiþ
olan Sinan Pasa klâsik edebiyatta da Tazarru -nâme eseriyle adýndan söz
ettirmektedir. Süslü nesir sahasýnda verilen eserlerden en güzeli olarak kabul edilen
ve yýllarca taklit edilmesine ragmen ayný üslûp mükemmelliginde bir eser daha
vücûda getirilemeyen ve böylece sahasýnda tek kalan Tazarru -nâme, dil ve edebî
estetik yönünden içinde sayýsýz ve essiz malzeme bulunduran bir kaynak
niteligindedir. Böyle bir eserin arastýrmacýlar tarafýndan simdiye kadar üzerinde
herhangi bir edebî çalýsma yapýlmamýþ
olmasý ve ihmal edilmesi edebiyat ve kültür
tarihi açýsýndan büyük bir eksiklik durumundadýr. Bu çalýsma gerek Tazarru -nâme
üzerinde, gerek bir nesir eseri üzerinde yapýlmýþ
bu türdeki çalýsmalarýn ilki
olmaktadýr.
Bir yüksek lisans tezi olan bu çalýsma Tazarru -nâme deki benzetme unsurlarý
ve edebî tasvirleri bütün yönleriyle ve eksiksiz ele alýp inceleme amacý
tasýyamamakla birlikte eserin mahiyeti bakýmýndan önemli görülen ve yogun
malzeme teskil eden birtakým kavramlarý inceleyerek bu yönde yapýlacak daha
sonraki çalýsmalar için bir ön adým olarak görülebilir.
Yapýlan çalýsmada Mertol Tulum tarafýndan nesredilen Tazarru -nâme metni
esas alýnmýstýr. Metinde nadir olarak yapýlan degisiklikler dipnotlarda belirtilmistir.
Kavramlar alfabetik olarak ele alýnarak ana baslýgý olusturan her kavramýn
yanýnda parantez içinde metinde geçen eþ
anlamlýlarý verilmistir. Ayný sekilde
benzeyen ve benzetilen unsurlarý olusturan alt baslýklar da alfabetik olarak
sýralanmýstýr. Bunlarda da mümkün oldukça kavramýn Türkçesi yazýlmakla birlikte
gerekli görüldügünde metinde geçen Arapça veya Farsça karsýlýgý parantez içinde
verilmistir. Ana baslýgý olusturan kavramýn benzetildigi unsurlar düz ok isaretiyle, bu
kavrama benzetilen unsurlar da ters ok isaretiyle belirtilmistir.
Kavramlar ele alýnýrken önce kýsa bir taným yapýlmýs, ardýndan eger varsa
kavramýn herhangi bir benzetmeye konu edilmeyen örnekleri genel çerçeveyi çizmek
üzere incelenmiþ
ve son olarak sýrasýyla benzetme unsurlarý örneklerle birlikte
açýklanmaya çalýsýlmýstýr. Bazý durumlarda herhangi bir benzetme unsurunun yer
aldýgý örnek beyitler konu bütünlügünün bozulmamasý ve meselenin daha iyi
anlasýlmasý bakýmýndan kendinden önceki veya sonraki beyitlerle birlikte verilmistir.
Mensur kýsýmlarda ise cümleler çok uzunsa veya ayný cümle içinde farklý tasvirlerden
de söz ediliyorsa yalnýzca konu edilen benzetme unsurunun geçtigi kýsým verilmeye
çalýsýlmýstýr. Açýklamalar yapýlýrken fikirler zaman zaman eserin kendi içinde geçen
farklý örneklerle desteklenerek güçlendirilmeye çalýsýlmýs, gerekli görüldügünde
baska eserlerden de örnek alýntýlar yapýlmýstýr.
çinde manzum ve mensur parçalar bulunduran bir metin oldugundan dolayý
verilen örneklerin numaralandýrýlmasý biraz problem olmakla birlikte sayfalardaki
nesir kýsýmlarýyla nazým kýsýmlarý kendi aralarýnda ayrý ayrý numaralandýrýlmýstýr. Ele
alýnan kavramla ilgili benzetme unsurlarý ve edebî tasvirlere ait örneklerin yanýnda
parantez içinde kavramýn bu kitapta geçtigi sayfa numarasýyla satýr veya beyit
numarasý verilmistir. Eger kavram, örnek metin veya cümlede isim olarak
zikredilmiyor, ancak ima ediliyorsa veya birden fazla kere geçiyorsa parantez içinde
sayfa numarasýyla cümlenin baslangýç ve bitis satýrlarý verilmistir.
Tezin hazýrlanmasý asamasýnda çalýsmalarýmý yakýndan takip eden, fikir ve
görüslerinden istifade ettigim degerli hocam Prof. Dr. Ahmet Atillâ Sentürk e, çesitli
konularda fikirlerine danýstýgým arkadaslarýma ve bu yogun çalýsma dönemimde beni
anlayýsla karsýlayýp maddî-manevî destegini esirgemeyen sevgili aileme tesekkür
ederim.
Esma Sahin
Haziran 2005, Esenkent
ÇNDEKLER
Öz (Abstract) . .. iii
Önsöz ...iv
çindekiler ....vi
Kýsaltma ve saretler . ..xviii
GRS . ...1
1. BENZETME UNSURLARI VE EDEBÎ TASVRLER (A-Ç)
1.1. Abher . . 6
1.2. Âb-ý Hayât. . ... . 6
1.2.1. Ask ..9
1.2.2. Gözyasý . ...9
1.2.3. Hz. Muhammed . ....10
1.2.4. man .. ... . .12
1.2.5. Sarap . . 13
1.3. Âb-ý Hayvân . . ...16
1.4. Âb-ý Hýzýr . 16
1.5. Âb-ý Zindigânî . . 16
1.6. Âfitâb . ..16
1.7. Agaç . 16
1.7.1. Ask, Fenâ, Muhabbet . ...............18
1.7.2. Hikmet . . .20
1.7.3. Minber ... . ...21
1.7.4. Ömür ve Dirlik . .21
1.7.5. Selâm . . ...22
1.7.6. Tarikat . ..22
1.7.7. Vilâyet . ..23
1.8. Agýz . . 24
1.8.1. Hokka .. . .25
1.8.2. Tuzluk . .. ... ..25
1.9. Akýl . .26
1.9.1. Akýl ve Ask .. ..34
1.9.2. Askerî Kuvvetler . ..37
1.9.3. Bukagý . ..37
1.9.4. Çýrâg . . 38
1.9.5. Çocuk . ...38
1.9.6. Dogan . ...38
1.9.7. Ferzâne . .39
1.9.8. Gülsen ....39
1.9.9. Günes .....40
1.9.10. Hümâ . . .40
1.9.11. Kartal . . .41
1.9.12. Köle . 41
1.9.13. Tas . ..42
1.9.14. Tavus . ..42
1.9.15. Terazi .. .43
1.9.16. Vezir . ...43
1.9.17. Yaslý . ...44
1.10. Amber .. ...45
1.10.1. Saç . ..47
1.11. Andelîb .. .47
1.12. Ankâ . . .47
1.12.1. Akýl . . 48
1.12.2. Âsýk . 49
1.12.3. Ask . .50
1.12.4. Cebrâil . 50
1.12.5. Hz. Muhammed, Evliya ve Seyhlerin Büyükleri . ...51
1.12.6. Ruh . .52
1.12.7. Tecelli Sýrlarý . ..53
1.13. Ars .. 53
1.14. Arûs . ...53
1.15. Asker . .53
1.15.1. Ask ve Muhabbet . ...53
1.15.2. Ay ve Günes . ...54
1.15.3. Celâl ve zzet . . .54
1.15.4. Gece ve Günes .. .. .54
1.15.5. Göz . .55
1.15.6. Günah, Vesvese, Vehim . . 56
1.15.7. Ruh . .56
1.15.8. Rüzgâr . 57
1.15.9. Velilik . . 57
1.16. Âsümân . .57
1.17. Asçý . ...57
1.18. Attâr.. .. ...57
1.19. Ay . ..58
1.19.1. Alýn ve Yüz . 61
1.19.2. Asker . ..62
1.19.3. Bilezik . 62
1.19.4. Çevgân ve Top . ...63
1.19.5. Ekmek .. 63
1.19.6. Eyer, Süvâri . ....64
1.19.7. Kandil, Mum . ..64
1.19.8. Kas .. .65
1.19.9. Köle . 66
1.19.10. Na l . ...66
1.19.11. Nûn . ...66
1.19.12. Tâc . 66
1.19.13. Toka .. .67
1.20. Bahar . .67
1.20.1. Ezel ... . ..74
1.21. Bahr . . ..74
1.22. Bâtýn . ..74
1.23. Bedr . . ..74
1.24. Bilezik . ...74
1.24.1. Ay . ...75
1.25. Boyacý . ...75
1.25.1. Allah . ...76
1.25.2. Kýs Aylarý . ...76
1.26. Buhurcu . . 77
1.26.1. Allah . . ..78
1.26.2. Ask . .78
1.26.3. Bahçe . ..79
1.26.4. Rüzgâr . 79
1.27. Bulut . ..80
1.27.1. Cömertlik .. .. .82
1.27.2. Çadýr . ...83
1.27.3. Dadý, Meme . . ...83
1.27.4. Dalgýç . .84
1.27.5. Dervis . .84
1.27.6. El . 85
1.27.7. Gönül . . .85
1.27.8. Göz . .86
1.27.9. Hakikat ....86
1.27.10. Peçe ...87
1.27.11. Yaratma ve Rahmet ...87
1.28. Bûyber . ...87
1.29. Bülbül . ....87
1.29.1. Âsýk, nsan ...89
1.29.2. Ask ..90
1.29.3. Dil ....91
1.29.4. Gönül ve Can ...91
1.29.5. Hz. Muhammed ...93
1.29.6. Sair ..93
1.30. Cünûd .94
1.31. Çarh ....94
1.32. Çâsnigîr ..94
1.33. Çirâg ...94
2. BENZETME UNSURLARI VE EDEBÎ TASVRLER (D-H)
2.1. Dalgýç . ..96
2.1.1. Ârif ....96
2.1.2. Ask ....98
2.1.3. Bulut ......99
2.1.4. Hz. Muhammed . ..100
2.1.5. Sahabeler .100
2.1.6. Söz .. .101
2.2. Dehân .101
2.3. Dehen .101
2.4. Deniz ..101
2.4.1. Ask ..102
2.4.2. Gökyüzü ..103
2.4.3. Gönül . ..104
2.4.4. Hz. Muhammed . ..104
2.4.5. Pîr ....105
2.5. Derûn . .105
2.6. Deryâ . .105
2.7. Devha .105
2.8. Dil ...105
2.9. Dürc . ...105
2.10. Ebr . ...105
2.11. Ecnâd . ...105
2.12. Eflâk . ....105
2.13. Elest . .106
2.14. Ezel ...106
2.14.1. Anne ..110
2.14.2. Bahar, Çimenlik, Sohbetgâh ..110
2.14.3. Çöl .111
2.14.4. Derinlik, Dip ..112
2.14.5. Dikim Evi ..112
2.14.6. Dogu . .113
2.14.7. Bezm . 113
2.14.8. Kadeh, Sarap, Meyhane ....115
2.14.9. Kafdagý . . 117
2.14.10. Küp . . 117
2.14.11. Mektep, Sekeristan . . 118
2.14.12. Mutfak . 119
2.14.13. Otag . 119
2.14.14. Sehergâh . . 120
2.14.15. Tekke . . .121
2.14.16. Ülke . 122
2.15. Felek .....123
2.16. Ferrâs . ...123
2.16.1. Allah ..124
2.16.2. Hikmet . ..124
2.16.3. Kudret . ...125
2.16.4. Rüzgâr ...125
2.16.5. Dâfi a .....126
2.17. Gavvâs . .127
2.18. Gelin . ....127
2.18.1. Ask ....127
2.18.2. Çimen ....128
2.18.3. Güzellik .129
2.18.4. Hz. Ali ...129
2.18.5. nsan ..130
2.18.6. Söz . ....130
2.18.7. Tecelli . ...131
2.19. Gerdûn . .133
2.20. Gökyüzü . ..133
2.20.1. At, Binek Hayvaný . ....135
2.20.2. Çadýr, Hokkabaz . ...135
2.20.3. Defter, Sayfa ... ...136
2.20.4. Degirmen, Dolap ...136
2.20.5. Deniz, Okyanus .137
2.20.6. Gülistan .138
2.20.7. Kubbe, Mihrâb, Revak, Tâk . .138
2.20.8. Küpe . .139
2.20.9. Mavi Örtü . .140
2.20.10. Meydan . . ..140
2.20.11. Merdiven . 140
2.20.12. Minare . 141
2.20.13. Rakkas . 141
2.20.14. Sebâ Ülkesi, Sýrça Kösk . . 142
2.20.15. Sofra . ...142
2.20.16. Takvim, Safha, Usturlâp .. 143
2.21. Gönül . . ..144
2.21.1. Altýn, Demir . .156
2.21.2. Ars, Ka be, Sehir . . .156
2.21.3. Ayna . .157
2.21.4. Bekçi . 158
2.21.5. Bülbül . . ..158
2.21.6. Çocuk ....159
2.21.7. Dadý ...159
2.21.8. Define . ...160
2.21.9. Deniz . ....160
2.21.10. Ev, Sofa ...161
2.21.11.Gemi . ....162
2.21.12. Gül Bahçesi .163
2.21.13. Hümâ ...163
2.21.14. Irmak ...163
2.21.15. Nesr-i Tâyir .164
2.21.16. Pazar . ...164
2.21.17. Saman Çöpü ....165
2.21.18. Sofra ....166
2.21.19. Sultan ..167
2.21.20. Tahta . ...168
2.21.21. Tarla ....169
2.21.22. Top ..170
2.21.23. Tûti .170
2.22. Günes ...171
2.22.1. Akýl . ...176
2.22.2. Asker .176
2.22.3. Ask ....176
2.22.4. Ayna, ksir . ....177
2.22.5. Dogan ....178
2.22.6. Gönül . ....178
2.22.7. Güzel, Hz. Yusuf, Yanak ..178
2.22.8. man, Marifet, Tevhid . ..179
2.22.9. Kemer . ...186
2.22.10. Mum ....186
2.22.11. Mühre ..187
2.22.12. Su Kabarcýgý . ...187
2.22.13. Sultan, Köle . ....187
2.22.14. Semse ..190
2.23. Halka ....190
2.24. Hânsâlâr ...190
2.25. Hâtýr .191
2.26. Hýred .....191
2.27. Hilâl . .191
2.28. Hokka . ..191
2.28.1. Agýz ...192
2.28.2. Beden .....192
2.28.3. Bilgelik . .192
2.28.4. Burçlar . ..193
2.28.5. Dogu . .193
2.28.6. Dünya ....193
2.28.7. Gönül . ....194
2.28.8. Göz ....194
2.28.9. Risâlet . ...195
2.29. Hokkabaz .195
2.29.1. Allah . .195
2.29.2. Cihan .196
2.29.3. Felekler . .196
2.29.4. Zaman . ...197
2.30. Hûrsîd . ..198
2.31. Hûs ...198
2.32. Hümâ . ...198
2.32.1. Akýl . ...199
2.32.2. Gönül . ....200
2.32.3. Himmet . .200
2.32.4. Hz. Muhammed . ....201
2.32.5. Ruh ....201
3. BENZETME UNSURLARI VE EDEBÎ TASVRLER
3.1. nsan . . .203
3.1.1. nsanýn Yaratýlýs Amacý ve Yaratýlýsý . . 203
3.1.2. Kâinatýn nsan çin Yaratýlmasý ...210
3.1.3. nsanýn En Üstün Varlýk Olmasý .216
3.1.4. nsanýn Mahiyeti .. 222
3.1.5. nsanýn Gýdasý .. 232
3.1.6. Fidan . ...239
3.1.7. Gelin . ...239
3.1.8. Resim ...240
3.1.9. Týlsým ..242
3.1.10. Yýldýz . ....243
3.2. Kafdagý . ..243
3.2.1. Âsýk .244
3.2.2. Ask ..245
3.2.3. Ezel . .245
3.3. Kâfilesâlâr ..246
3.4. Kalp . ...246
3.5. Kamer . ....246
3.6. Kandil ve Mum ..246
3.6.1. Akýl ve Basiret .....247
3.6.2. Ask, Evliya ve Seyhlerin Büyükleri, Hz. Ali, Hz. Hamza ..248
3.6.3. Ay .. ..249
3.6.4. Dört Mezhep mamlarý ve Hadis Âlimleri . .250
3.6.5. Gönül .. .250
3.6.6. Günes .. .251
3.6.7. Hz. Muhammed .. .252
3.6.8. man .. ...253
3.6.9. Leyla .. ..254
3.6.10. Sema .. ...254
3.6.11. Yýldýzlar ve Gök Cisimleri ... .255
3.7. Kayyým .. .256
3.7.1. Kudret .. 257
3.8. Kervanbasý . 257
3.8.1. Allah .. ..257
3.8.2. Hz. Ebû Bekir .. 258
3.8.3. Hz. Muhammed .. .258
3.8.4. Rüzgâr . 258
3.9. Kýdem .. ...259
3.10. Kumru . .259
3.11. Küpe .. ...259
3.12. Lahlahasûz . ..259
3.13. Lâle .. .260
3.13.1. Kadeh . ...261
3.13.2. Micmer . .262
3.13.3. Yanak ve Yüz .. ..262
3.14. Lesker .. .263
3.15. Levn . 263
3.16. Mâh . .263
3.17. Mâhitâb . ...263
3.18. Meh . .263
3.19. Micmeregerdân . ...263
3.20. Mihr ... ... 263
3.21. Misbâh ... ... 264
3.22. Musavvir . .264
3.23. Mühre .. .264
3.23.1. Ask . ...264
3.23.2. Günes .. ...264
3.24. Müs abid . .265
3.25. Nakkâs .. 265
3.26. Naksbend .. 265
3.27. Nakstýrâz . .265
3.28. Nergis .. .268
3.28.1. Altýn Taç Giymis Kisi . ..268
3.29. Nevbahâr . .268
3.30. Nevrûz .. 268
3.31. Neyyir-i A zam . ...268
3.32. Pîsrev .. ..268
3.33. Rengrez . ...268
3.34. Renk ve Boya .. .268
3.34.1. Allah ýn Boyasý . 270
3.34.2. Maddî Bag ve Alâkalar . 272
3.34.3. Renk ve Koku .. ..275
3.34.4. Vahdet . ..278
3.35. Ressam . 282
3.35.1. Allah ... ... 282
3.35.2. Hikmet .. .285
3.35.3. Kader . 286
3.35.4. Musavvire .. 286
3.35.5. Rüzgâr . ..287
3.35.6. Tabiat .. ...287
3.36. Sâbýkasâlâr . ..287
3.37. Sehâb .. ..287
3.38. Semâ .. ...287
3.39. Sýbga .. ...287
3.40. Sîmurg .. 288
3.41. Sîne .. .288
3.42. Sipâh .. ...288
3.43. Sipihr .. ..288
3.44. Sirâc . 288
3.45. Sivâr . 288
3.46. Sofracý . .288
3.46.1. Fehm .. 288
3.46.2. Ciger .. 289
3.46.3. Evliya ve Seyhlerin Büyükleri . .289
3.46.4. Hz. brahim .. ..290
3.46.5. rade .. .290
3.46.6. Mide . .291
3.47. Sûretger . ...291
3.48. Sa bedebâz . ..291
3.49. Secere .. .291
3.50. Sems .. ...291
3.51. Tabbâh .. 291
3.52. Talî a . ...292
3.53. Tavk . 292
3.54. Telvîn . ..293
SONUÇ . 294
KAYNAKÇA . ..295
KISALTMA VE SARETLER
Tazarru -nâme XV. yüzyýlda Anadolu sahasýnda gelisen sanatlý nesrin ilk
temsilcilerinden Sinan Pasa nýn eseridir. stanbul un ilk kadýsý Hýzýr Bey in oglu olan
Sinan Pasa anne ve baba tarafýndan zamanýn en büyük ilim adamlarýna mensup bir
aile ve ilmî bir muhit içinde yetismis, kendi yüksek zekâ ve kabiliyeti sayesinde de
henüz çok genç denilecek yaslarda büyük bir ilmî olgunluga erismistir. Kaynaklarda
onun fýkýh, hadis, tefsir gibi din ilimlerinin yaný sýra; felsefe, matematik, astronomi
gibi fen bilimlerine de hâkim oldugu belirtilir. Fatih Sultan Mehmet döneminde
padisahýn hocalýgý payesine eriserek Hâce-i Sultânî ünvanýný almýþ
ve daha sonra
padisah devlet islerinde de onun görüslerinden faydalanmak istedigi için, nedeni tam
olarak bilinmeyen bir meseleden ötürü kýsa sürse de, vezirlige kadar yükselmistir.
Geniþ
görüslü ve ilim âsýgý bir padisah olan Fatih in zaman zaman sarayda
dönemin farklý fikirdeki âlimleri arasýnda ilmî tartýsmalar düzenledigi bilinmektedir.
Sinan Pasa nýn bu ilmî münazaralarda derin bilgisi, keskin zekâsý ve hitabet
kabiliyetiyle essiz oldugu belirtilir.1 Hayatýnýn ilk dönemlerinde daha ziyade
felsefeye merak sarmýþ
olan Sinan Pasa, ileriki yaslarda Seyh Vefâ hazretlerine
intisap ederek tamamen tasavvufa yönelmiþ
ve Tazarru -nâme yi de bu dönemde
yazmýstýr.
Tazarru -nâme yaygýn olarak bilindigi üzere dinî-tasavvufî içerikli bir eserdir.
Eser ilâhî askýn esaslarýný konu edinmekle birlikte Sinan Pasa nýn kendi his, düsünce
ve heyecanlarýný dile getirdigi bir yakarýþ
kitabýdýr. Eser kuru bir tazarru ve niyaz
kitabý degil ayný zamanda Pasa nýn sanat kabiliyetini sergiledigiessiz güzellikte bir
edebî eser niteligindedir. Kolay anlasýlýr görünen üslûbu kendisinden sonraki nesir
müellifleri tarafýndan pek çok kez taklit edildiyse de bu eserlerin hiçbiri Tazarru nâme ni
üslûp mükemmelligine erisememistir.2 Eserde bastan sona büyük bir âhenk
1
Sinan Pasa nýn hayatý ve eserleriyle ilgili toplu bilgi için bkz. Sinan Pasa, Tazarru -nâme
Haz.
A. Mertol Tulum, Ankara, MEB, 2001, s. 1-22; Sinan Pasa, Maarifname, Haz. smail H
ikmet
Ertaylan, stanbul, ÜEF, 1961, s. 5-21; Hasibe Mazýoglu, Sinan Pasa , A, C.X, stanbul, MEB,
1980, s. 666-670; Tezkirelerden Kýnalý-zâde ve Latifî tezkirelerinde detaylý bilgi yer alýr
(Kýnalýzade
Hasan Çelebi, Tezkiretü s-suarâ, C. I, Haz. brahim Kutluk, Ankara, TTK, 1989, s. 486488;
Latîfî, Latîfî Tezkiresi, Haz. Mustafa sen, Ankara, Akçag, 1999, s. 400-401.)
2
Kaynaklar Tazarru -nâme nin taklidi neredeyse mümkün olmayan bir eser oldugunu belirtir. (
bkz.
Kýnalý-zade Hasan Çelebi, a.g.e., s. 487; Bursalý Mehmed Tahir, Osmanlý Müellifleri, stanbu
Matbaa-i Âmire, 1333 [1915], s. 223.)
hâkimdir. Yogun secilerle nesir dilinde âdeta bir siir üslûbu yakalanmýstýr.3 Basta
kafiye olmak üzere nazmýn birçok özelligi nesre aktarýlmýs, yer yer nazýmla nesir
ayýrt edilemez hâle gelmistir. Kendisinden önce de bazý sair ve âlimler tarafýndan
nesirde benzer secili üslûp kullanýldýysa da Sinan Pasa bu nesre ve üslûba büyük bir
revaç vermistir. Bu nedenle bu üslûp kendisine has kabul edilerek Sinan Pasa
Üslûbu adýyla anýlýr olmus4 ve Tazarru -nâme klâsik edebiyatta süslü nesir çýgýrýný
açan ilk eser olarak kabul edilmistir.
Tazarru -nâme kaynagý ilham olan bir eserdir. Sinan Pasa eserini Allah,
peygamberler ve din büyüklerinin yüce vasýflarýný övmek üzere yazdýgýný belirtir.
Eser Allah ýn inayeti ve hidayetiyle bu mübarek kimselerin sefaati ve ruhanî
himmetlerinin okuyanlara fayda saglamasý ve manevî bir haz ve zevk vermesi
amacýyla yazýlmýstýr. Eserini Arapça degil de Türkçe olarak yazmasý da Arapça
olarak herkese ulasamayacak olmasý ve her gönlün bu dili anlayýp ondan nasibini
alamayacak olmasý nedeniyledir.5 Yine baska bir yerde ask ehli, kutlu kimselerin b
u
eseri okuyarak kendisine Fatiha göndermeleri ve merhamet dilemeleri için Tazarru
250 de geçen bir beyitte Hz. Muhammed in yüzü ve yüz güzelligi âb-ý hayâta
benzetilmistir. Beyitte geçen atîk kelimesi hüsn, cemal, asalet, yücelik v.b. sahibi
olan kimselere verilen bir sýfattýr. Burada Hz. Peygamberin yüzü yerine kullanýldýgý
düsünülmektedir. Suya kanmýs, taze ve parlak anlamýna gelen sîrâb kelimesi de
bunu çagrýstýrmaktadýr. Klâsik edebiyatta yüzün tazelik, parlaklýk ve duruluktan
dolayý suya benzetildigi malumdur.7 Burada tazelik, güzellik ve nurlu, parlak
görünümünden dolayý su ile arasýnda ilgi kurulan ve atîk-ý sîrâb olarak zikredilen
yüz âb-ý hayât olarak nitelendirilmistir. Efsaneye göre âb-ý hayât karanlýklar
(zulümat) ülkesindedir. Beyitteki tasvirde de Hz. Muhammed in saçý zulmet-i
Hýzýr olarak nitelendirilmistir. Saç, renginden dolayý zulmete, yani karanlýga
benzetilir. Yüzün saçlar arasýndaki görünümü karanlýklar ülkesinde bulunan âb-ý
hayât seklinde tasavvur edilmistir.
Zulmet-i Hýzr ca d-ý pür-tâbuñ
Âb-ý hayvân atîk-ý sîrâbuñ (250/b.10)
255 te geçen beyte göre âb-ý Hýzýr, yani âb-ý hayât Hz. Muhammed in
mahallesinin topragýdýr. Hz. Muhammed in kendisi âb-ý hayât kaynagý oldugundan
Sevgilinin letafette bir su gibi olan güzel yüzündeki tüylere bak da suya benzeyen kalbi
n üstündeki
Tanrý arsýný gör. (bkz. Gölpýnarlý, Gülsen-i Râz Serhi, b.777.)
onun bulundugu yer de âb-ý hayâta götüren bir yol niteligindedir. Mahallesinin
topragýnýn âb-ý hayât seklinde düsünülmesi bununla ilgili olmalýdýr. Âb-ý hayât
vahdet, marifet gibi unsurlar yerine kullanýlmasýyla manevî bir arýnma ve diriltici bir
iksir niteligindedir. Diger yandan klâsik edebiyatta sevgilinin mahallesinin topra
gý
âsýklar için göze sürme olarak nitelendirilen bir sifa kaynagýdýr. Birbirlerinden farklý
unsurlar olsalar da bahsedilen sebepler su ve toprak arasýnda kurulan ilgiyi açýklar
gibidir. Beyit farklý bir sekilde ele alýndýgýnda hâk kelimesinin degersizlikten
kinaye olmasý burada ayný zamanda âb-ý hayâtýn bile onun yanýnda ve katýnda
degersiz oldugunun ifade edildigini düsündürmektedir. Kýsacasý o öyle bir hayat
kaynagýdýr ki, insanlýk tarihinde ölümsüzlük suyu olarak efsanelere konu olan âb-ý
hayât bile onun yanýnda bayagý, degersiz ve âdeta ayaklar altýnda çignenen bir toprak
hükmündedir. Diger bir okuyusla, onun bulundugu yerin topragý bile âb-ý hayât
niteligindedir ve diriltici bir hüviyet tasýmaktadýr.8
Râhat-ý ervâh-ý melek bûyýdur
Âb-ý Hýzýr hâk-i ser-i kûyýdur (255/b.14)
1.2.4. .
man
Yaratýlmýslarýn en seçkini olan insana üstün özellikleri hatýrlatýlarak çesitli
ögütlerin verildigi kýsýmda Gevher-i ýský zîver-i cân it / Kasd-ý âb-ý hayât-ý îmân
it (59/b.2) denilerek iman âb-ý hayâtýný elde etmeye çalýsmasý konusunda tavsiyede
bulunulur. man baslý basýna diriltici bir hüviyet tasýr. Âb-ý hayât içen kimsenin
ölümsüzlüge kavusmasý gibi iman sayesinde de ölmüþ
olan canlar dirilerek inkâr ve
sirk hastalarý sifa bulurlar. Basýndan beri zikredilegeldigi gibi âb-ý hayât vahdet,
marifet, ilâhî sýr ve tecelliler, manevî feyiz ve nese v.b. manalara isaret etmek üzere
kullanýlýr. man bütün bunlara ulasmanýn ilk sartý olmasý bakýmýndan da âb-ý hayât
seklinde düsünülmüs olmalýdýr.
Baska bir beyitte güneþ
ve gölge arasýnda benzer bir ilgi kuruldugu görülür. Bu beyitte Hz.
Muhammed in nurunun gölgesi yüce bir günese benzetilmistir. Gölgenin günese benzetilmesinde
benzetme yönü bakýmýndan bir ilgi tespit edilemese de Hz. Muhammed in degerinin yüceligi on
n
nurunun gölgesinin dahi yüce bir güneþ
oldugunu söylemeye yöneltmistir:
Pâye-i kadrüñ âsümân-peyvend
Sâye-i nûruñ âfitâb-ý bülend (251/b4)
1.2.5. .
Sarap
Sarap mecazî manada ilâhî aský temsil eder. Askýn âb-ý hayâta benzetilmesi
hususuna yukarýda deginilmisti. Benzer sebepler yönünden sarap da âb-ý hayâta
benzetilmistir. Ask bahsinde sarapla ilgili tasvirlere sýkça rastlanýr. Hakk ýn visaline
talip olan kimselere ask meyhanesinde bir makam ve ezel küpünden bir cür a sarap
vermesi için Allah a yakarýlarak gelistirilen tasvirlerde istenen sarabýn özellikleri tek
tek sýralanýr. Bunlardan birinde Bir meyden vir ki, katresi âb-ý hayvân ola; bir
kadehten sun ki, sâkîsi Hýzr-ý zemân ola. (219/3) ifadesinin geçtigi görülmektedir.
Bir damlasý bile âb-ý hayât özelligi tasýyan saraptan maksat ilâhî asktýr. lâhî askýn
küçük bir damlasý bile hayvanî bir hayat yasayan insanýn mertebesini yücelterek ona
canlýlýk ve dirlik kazandýracak niteliktedir. Devamýnda bu sarabýn sâkîsinin zamanýn
Hýzýr ý olmasýnýn arzulandýgý görülür. Hýzýr âb-ý hayâtý bulup içen kisi olmasý
bakýmýndan âb-ý hayâtla ilgili tasvirlerde yerini alýr. Burada zamanýn Hýzýr ý olan sâkî
ile kastedilen devrin önde gelen mürsid-i kâmili olmalýdýr.
219 daki sâkinâmede de sâkîye seslenilerek ondan âb-ý hayât sarabý istenir ve
bu sarabýn insan üzerindeki etkilerinden söz edilir. Âb-ý hayât sarabý insana ebedî
hayatý bagýslamakta, içen kisiyi canýndan ve basýndan geçirmekte, azad olmuþ
gönlü
sâkînin kölesi durumuna getirmekte ve taze can bagýslamakla çok yaslý kimseyi
tekrar taptaze bir genç hâline sokmaktadýr:
Sun î sâkî sen âb-ý zindigânî
Ki bulavuz hayât-ý câvidâný
Serâb-ý rûh-bahsi câm-ý zerden
Sunývir kim geçevüz cân ü serden
Sunývir câmý câný zinde itgil
Dil-i âzâdý saña bende itgil
Sun aný kim bagýslar tâze cân ol
Kühen pîri kýlur yiñi cüvân ol (219/b.6-b.9)
Konuyla ilgili olarak bilhassa fütüvvet ehli tarafýndan tuzun hakikat olarak
nitelendirildigini de ek bilgi olarak hatýrlatmakta fayda vardýr.19
19
Fütüvvetle ilgili törenlerde birer sembol olarak tuz, su, süpürge, tas, terazi ve toprak g
ibi seyler
bulunur. Fütüvvetnamelerde bunlarýn ifade ettigi sembolik manalar izah edilmistir. Bun
a göre
nemek (tuz) hakikattir. Çünkü her yemegin itmam edilmesi tuz iledir. Seriat ve tarikatýn
itmam
edilmesi de hakikat iledir. Tuz yemegin caný, hakikat ise bunlarýn canýdýr. Diger bir iz
aha göre ise
tuz riyazete isarettir. (Geniþ
bilgi için bkz. Mehmet Saffet Sarýkaya, XIII-XVI. Asýrlardaki
Anadolu da Fütüvvetnamelere Göre Dinî nanç Motifleri, Ankara, Kültür Bakanlýgý, 2002, s.
178.)
1.9. AKIL (Hýred, Hûs)
Sözlükte mastar olarak menetmek, engellemek, alýkoymak, baglamak gibi
anlamlara gelen akýl kelimesi, felsefe ve mantýk terimi olarak varlýgýn hakikatini
idrak eden, maddî olmayan, fakat maddeye tesir eden basit bir cevher; maddeden
sekilleri soyutlayarak kavram hâline getiren ve kavramlar arasýnda iliski kurarak
önermelerde bulunan, kýyas yapabilen güç demektir.20 Kur an-ý Kerim de, esyadaki
nizamý anlama gücüne sahip olan akla, ayný zamanda ilâhî hakikatleri sezme, anlama
ve onlarýn üzerinde düsünüp yorum yapma görev ve yetkisi de verilmistir.21
Akýl insaný diger varlýklardan ayýrt eden ve insan olma vasfý kazandýran bir
özelliktir. T de Sinan Pasa bunu açýkça belirterek akýlsýz kimselerin esekten bile
eksik ve degersiz oldugunu ifade eder. nsan akýlla lâtîf olur; böylece bütün
hayvanlardan, yani hayat sahibi bütün varlýklardan üstün ve degerli olur. Lâtîf
kelimesiyle insanýn akýl sayesinde düsünme ve idrak melekesi elde etmesiyle
bilinmeyen, ince, gizemli sýr ve hakikatlere vâkýf olabilme kabiliyeti
kastedilmektedir. nsan akýlla serefli kýlýnmýþ
ve bu yolla Hüdâ nýn mahremi
olmustur. Akýl sahibi olmayan kimselerin inanma ve dinî vecibelerle yükümlü
olmadýgý bilinen bir gerçektir. Akýl insana bu tür sorumluluklarý yüklemekle manevî
bakýmdan daha da yücelere terfî etmesine yardým edecek yegâne kuvvettir. Manevî
âlemlerde yol almak için akýl, ileride de ele alýnacagý gibi, tek basýna yeterli olmasa
ve belli bir noktadan sonra hayret ve dehset içinde takýlýp kalsa da bazý incelikleri
bilip farkýna varmayý sagladýgýndan ilk sart olarak görülür. Sinan Pasa nýn deyisiyle
akl-ý cüz akl-ý küll e bir ýsýk ve Hak yoluna giden bir yolcu niteligindedir.
Kimde ki akl oldý olur âdem ol
Olmaz-ise kimde ol hardan kem ol
Âdemî akl-ile olur bil latîf
Ol sebebden cümle hayvândan serîf
20 Süleyman Hayri Bolay, Akýl , DA, C. II, stanbul, TDV, 1989, s. 238.
21 a.m., s. 239.
Akl kýldý bil müserref âdemi
Âdemi kýldý Hudâ'nuñ mahremi (86/b.13-b.15)
Mücerret bir unsur olan akýl melek makamý olarak görülür. Sinan Pasa
varlýklarý melek, insan ve hayvan olarak üç kategoriye ayýrýp aralarýnda kýyaslama
yaptýgý bölümde melekleri sadece kutsal ruh ve soyut akýldan mütesekkil varlýklar
olarak nitelendirir.27 (bkz. nsan) Ayrýca yukarýda geçtigi üzere melekler ve ruhanî
varlýklara isaret etmek üzere ukûl-i müfârika (bkz. 31/21) tabiri kullanýlmýstýr.
Benzer sekilde Cebrail mu arrif-i ukûl olarak nitelendirilir. Bunun yaný sýra ruhlar
âleminin ukûl memleketi olarak adlandýrýldýgý da belirtilmelidir.
Aklý bil kim melek makâmý durur
Vehm seytanun özge dâmý durur (65/b.9)
Messâta-i kudretüñ bir katre âbdan bir arûs bezeyüp on sekiz biñ âleme
cilve ittürdi ki anuñ hakkýnda hatîb-ý ezel menber-i ibdâ da bir hutbe-i hamd itti ki:
"Fe-tebârek'Allâhu ahsenü'l-hâlikîn", ve mu arrif-i ukûl mahfil-i Kerûbîn'de bu faslý
okýdý ki: "Le-kad halakne'l-insâne fî ahseni takvîm"28. (51/20)
27 Mahlûkâtuñ ba zýný -ki zümre-i Melâyike-i kirâmdur-söyle yarattuñ ki, mahzâ rûh-ý mukadd
akl-ý mücerreddür. (53/9)
28 Biz, gerçekten, insaný en güzel bir biçimde yarattýk. (Kur an, 95/4)
Sen ukûl memleketinde sâh-iken bu kâr-gâhta ne gulgule-i melek var-idi ne
velvele-i felek, ve sen ervâh âleminde sultân-iken bu bârigâhta ne zemzeme-i simâk
var-idi, ne demdeme-i semek. (252/18)
Aklýn zarar gördügü ve vesvelerine yenilebilecegi düsünce kuvveti vehimdir.
Vehim dimagýn ortasýnda yer alan bir kuvvet olup mahsusata ait cüz î manalarý idrak
eder.29 Yukarýdaki beyitte de görüldügü üzere T de genellikle seytanla birlikte geçer.
Yersiz düsüncelerle aklý yanlýþ
yönlendirmesi nedeniyle akýl ile aralarýnda olumsuz
bir iliski kurulmus olmalýdýr.
Akýl virdüñ, vehim vesvâsýna maglûb itme. (140/9)
Son olarak 52 de Çin nakkaslarý ve yeryüzü ressamlarýnýn ressamlýklarýnýn
mükemmelligine ve kalemlerini sürekli farklý türde, büyük ressamlarý dahi hayrette
býrakacak nitelikte suretler ortaya koymak üzere kullanmalarýna isaret etmek için
hileci, biçim karýstýrýcý akýl anlamýndaki akl-ý reng-âmîz tabiri de zikredilmelidir.
Cümle-i nakkâsân-ý Çîn ve sûretgerân-ý rûy-ý zemîn -ki hâme-i çehre-güsâ ve
sûret-i ibret-nümâlarý cân-ý Âzer'i gayrete býragur, ve akl-ý reng-âmîz ü tab -ý
sûret-engîzleri hâtýr-ý Mânî'yi hayrette kor-hîç ol sûretüñ tasvîri keyfiyyetinde sûret
tasavvur u vicdân idemediler. (52/7)
1.9.1. Akýl ve Ask
Akýl mefhumundan söz ederken akýl ve ask çatýsmasýnýn T de nasýl ele
alýndýgýna ve bu konuda neler söylendigine deginmek gerekir. Bilindigi üzere akýl ve
ask arasýnda daimî bir çatýsma mevcuttur. Bu konuda Mevlana nýn Akýl aský
anlamada çamura batmýþ
merkep gibidir sözü meshurdur. Akýl ve ask ateþ
ve suyun
bir arada bulunamamasý gibi birbirine zýt unsurlar olarak asla birlikte
düsünülemezler.
29
Z. Al Qazwini, Acâeb Al-Mahlûkât Wa Gharâeb Al-Mawjûdât, Ed. by Farouk Saad, Beirut,
Dar al-Afak al-Jadida, 1981, s. 378.
Kim ki ol kadehten bî-hûþ
olur, câný cânân-ile hôþ
olur. Akl ol araya girmez,
ve fikr ol yöreye ugramaz. (193/1)
Yukarýdaki örnekte ask kadehinden sarhoþ
olup aklýný kaybeden kimsenin
canýnýn sevgiliyle hoþ
oldugu belirtilmektedir. Yani ask gelip akýl bastan gidince
sevgiliye ulasmanýn lezzeti tadýlabilecektir. Böyle bir durumda akýl araya girmez ve
fikir o yöreye ugramaz. Akýl burada bir nevi araya giren kötü bir varlýk, sevgiliyle
arayý açan bir agyar izlenimi uyandýrmaktadýr. Zira akýl gelince ask gidecek vuslat
lezzeti gibi bir sey de söz konusu olmayacaktýr.
Akýl ve ask bir arada bulunduklarýnda ise aralarýnda bir güç degisimi olacak,
daha evvel aklýn elinde olan egemenlik ve hükümranlýk bundan böyle askýn eline
geçecektir. Buna dair 198 de geçen bir beyit akýl ve ask arasýnda güçlerin yer
degistirmesine güzel bir örnek olarak dikkati çeker. Beyte göre ask sehsüvarý,
askerlerini gönderdiginde akýl ve fikri yanýna köle olarak alýr, esir eder.
Seh-süvâr-ý ýsk çün lesker çeker
Akl u fikri yanýna çâker çeker (198/b.17)
Aralarýnda bu denli zýtlýk olsa da akýl ve ask belli amaçlar dogrultusunda
birlikte hareket edebilecek durumdadýrlar. Nitekim marifete ulasmada ikisine de
ihtiyaç vardýr. Bu noktada ask basý çekse de baslangýçta akýl isi götürecek ve
sonrasýnda bayragýaska teslim edecektir. Diger bir deyisle akýl marifet için ilk sart ve
önemli bir vasýta olsa da belli bir yerden sonra yetersiz kalacak ve iste oradan
itibaren askýn egemen rolü baslayacaktýr. Akýl ve ask kýyaslamasý içinde sözü edilen
durumla ilgili olarak Akýl ma rifetüñ âletidür; ýsk yakînuñ hâletidür. (193/3)
denilmistir. Yakîn kesin ve açýk bilgiyi ifade eden bir kelimedir. Delil ile degil ina
nç
kuvvetiyle apaçýk görmeyi ifade eder.30 Hakk a ulasma bir yol olarak
düsünüldügünde bu yola ilk olarak akýl vasýtasýyla çýkýlýr ve marifete erilir. Yol
sartlarýnýn agýrlastýgý dönemden itibaren ise akýl bir kenara býrakýlarak yola askla
30 Cebecioglu, a.g.e, s. 708.
devam edilir ve yakîn elde edilir. Böylece akýlla görülüp sezilemeyen birçok hakikat
askla yakînen müsahade edilmiþ
olur. Diger yandan akýl kîl ü kâl ile
irtibatlandýrýlarak Akýl hâlinüñ halli kîl-ü-kâl-ile olur; ýsk derdini anuñ-ile bilmek
muhâl olur. Akýl isleri bî-mesned olmaz; ýsk hadîsleri müsned olmaz. (194/1-3)
denilmistir. Kîl ü kâl medresede üzerinde çalýsýlan hadis v.b. metinlerin dedi
anlamýna gelen kâle kelimesiyle baslamasý nedeniyle medrese görüsünü ve zahirî
ilimleri sembolize eder. Akýl isleri ve akla ait meselelerin çözümü kîl ü kâl ile, yani
zahirî ilimlerle mümkündür; ancak ask derdini zahirî ilimlerle anlamak mümkün
degildir. Ask çözülmesi zor, farklý bir hâldir; o ancak gönül ehli tarafýndan
anlasýlabilir. Yine Sina Pasa nýn deyisiyle Isk sýrrýna ashâb-ý küsuf gerek; ashâb-ý
ukûl añlamaz. (213/3) Yani ask hâlinin sýrlarýný anlamaya kesif erbabý gerekir; akýl
ehlinin anlamasý mümkün degildir. Yukarýdaki cümlenin devamýnda Akýl isleri
mesnedsiz, ask hadisleri müsned olmaz denirken de benzer durum kastedilmektedir.
Zahirî ilimlerde her konuda bir delil ve dayanak istenirken askta böyle bir sey
beklenemez. Zira ask hâlini yalnýzca âsýklar bilip anlar ve genellikle de ifade
edemezler. Onlarýn söyledikleri ve yaptýklarý akýl ve mantýga dayandýrýlabilecek
nitelikte olmadýgýndan ask hadisleri mesnedsiz olarak nitelendirilmistir. Bu arada
isnad, mesned, müsned gibi kavramlarýn hadis ilmine ait kavramlar oldugunu da
belirtmek gerekir.
Akýl ve ask arasýndaki münasebet akýl ve askýn çesitli benzetmelere konu
edilmesi seklinde de ele alýnýr. Bunlar aklýn benzetildigi unsurlarýn alt baslýklarý
içinde sýrasý geldikçe ele alýnacaktýr. Ancak son olarak bu meseleyle ilgili 132 de
geçen ve akýl-ask münasebetini özetle güzel bir biçimde ortaya koyan tasviri
zikretmek gerekmektedir. Bu tasvirde ask ve muhabbet her yandan belirip yetisen
bir
öncü askere ve padisah kuvvetlerine benzetilmis, akýl ise daragacýna asýlmýssekilde
tasvir edilmistir. Askerlerin fethedecekleri sehir veya ülkeye hücum edip her yandan
kusatmalarý, fethedince büyük bir ordu kalabalýgýyla içeri girmeleri ve oradaki eski
yönetimin artýk sözünün geçmeyisiask ve muhabbet askerlerinin her yandan
yetiserek akýl ve afiyetin asýlýp çarmýha gerilmesi seklinde tasvir edilir. Bu tasvir
gönüle ask yerlestiginde aklýn orada bulunmasýnýn imkânsýzlýgýný, ask ve akýl
arasýnda süregelen ezelî çatýsmayý güzel bir sekilde ifade etmesi bakýmýndan dikkat
çekicidir.
Her gâh ki lesker-i mahabbet tali asý dil çâr-sûsýnuñ her basýndan belürüp
yitise ve her vakit ki sultân-ý ýsk çavuslarý göñül sehrinde her cânibden çagrýsa; bir
taraftan aklý göresin ki ber-dâr olup asýlmýþ
ve bir cânibden âfiyeti göresin ki çârmîha
gerilmis. (132/11)
1.9.2. .
Askerî Kuvvetler (Hasem)
Akýl, evliya ve seyhlerin büyüklerinden söz edilen kýsýmda nefis, seytan ve
onun kuvvetlerini maglup eden askerlere benzetilmistir. Bu tasvirde ruh ve kalp
akýlla birlikte nefis vesveseleri ve seytan evhamlarýna karsý mücadele eden askerler
durumundadýr. Kalp ve ruhun akýlla birlikte ayný cephede yer almasý daha evvel de
deginildigi gibi bu üç unsurun, bilhassa da insanýn manevî yönünü temsil eden ruhun,
serpilip gelismesinde akla olan ihtiyaçtýr. Akýl, kalp ve ruh birbirlerini tamamlayara
k
kemalat yolunda insanýn seri bir sekilde yol almasýna ve yüce mertebelere ulasmasýna
yardým edecek unsurlardýr.
Rûh askerini Benî-srâ îl-vâr hadem ve akýl kuvâsýný kavm-i Mûsâ gibi
hasem eyleyüp; nefs Fir avn ýný makhûr ve kalb Mûsî'sini Mansûr, zalâlet Hâmân'ýný
zelîl ü nâ-bekâr, hidâyet Hârûn'ýný vezîr-i kâm-gâr idüp; vesâvis-i nefsâniyye
leskerini kýbtî-vâr ve evhâm-ý seytâniyye askerini matrûd u hâr fenâ bahrinde gark
ve adem deñizinde müstagrak kýlup (287/28)
1.9.3. .
Bukagý ( Akîli, Tavîle)
Aklýn bukagýya benzetilmesi temelde aklýn baglamak, bukagý vurmak
anlamýna gelen akala kökünden gelmesiyle ilgilidir. Aklýn zahirî meseleleri
anlamada istedigi kadar yol alabilmesi, ancak hakikate ait meslelerde oldugu yer
de
kalmasýndan dolayý akýl ikal veya tavîle olarak düsünülmüstür. Hz.
Muhammed in peygamberliginin ezelî olusunun dile getirildigi kýsýmda o
peygamberken henüz akýl bagý ve bukagýsýnýn var olmadýgý belirtilir. Zira o ilk
yaratýlan ruhtur.
Ne akîli-i akl vardý, ne tavîle-i hýred u hûs (252/7)
1.9.4. .
Çýrâð
Akýl sýnýrlý bir kuvvet olmasý itibarýyla ilâhî zat ve sýfatlarýn özünü
kavrayacak durumda degildir. Bu nedenle akýl ile Hak isteyen çýrað
ile güneþ
arar
denilmistir. Hakk ýn nuru sýnýrsýzlýgý itibarýyla günese benzetilirken akýl, güneþ
karsýsýnda oldukça güçsüz bir ýsýk durumunda olan çýraga benzetilmistir. Çýrað
ile
ýsýgýn kaynagý olan günesi bulmak nasýl mümkün degilse akýlla da Hakk ý bulmak
mümkün degildir.
Akl-ile Hak isteyen çirâg-ile âfitâb arar; fikr-ile bilmek dileyen, yýlduz-ile
mâhitâb arar. (184/21)
1.9.5. .
Çocuk (Týfl)
Evliya ve seyhlerin büyüklerinden söz edilirken hýred týflýnuñ edîbleri
(286/26) ifadesi geçer. Evliya ve seyh gibi kimselerin akýl ve ruhlarýný kemale erdirip
yüce mertebelere ulasmalarý akýl çocugunun terbiye edicileri, yetistiricileri; aklýn ise
büyütülüp terbiye edilen bir çocuk gibi düsünülmesine neden olmustur.
1.9.6. .
Dogan (Seh-bâz)
nsanýn yaratýlýsýndan bahsedilen kýsýmda ona ait özellikler çesitli
benzetmelere konu edilerek sunulmustur. Burada onun aklý dogana benzetilmiþ
ve
akýl doganýnýn havas kuslarýnýn reisi oldugu belirtilmistir. Doganýn avlamak istedigi
diger kuslarý pesinden sürüklemesi gibi akýl da insandaki diger duyularýn önderligini
yapar. Havâs kuslarý duyu kuslarý anlamýna gelmekle birlikte havâs hayal, düsünce,
vehm edis, hafýza ve müsterek duygu olmak üzere insandaki beþ
iç duyguyu ifade
eder.
Bir seh-bâz-ý akýldur ki, havâs kuslarýna re îs olmýs. (52/10)
1.9.7. .
Ferzâne
Ferzâne bilgi ve irfan sahibi, hakîm, filozof manasýndadýr. Aklýn bilgi ve irfan
sahibi biri gibi düsünülmesi aklýn ilmin ve bilginin kaynagý olmasý nedeniyledir. Zira
akla nispetle ilim, agaca nispetle meyve, günese nispetle nur ve göze nispetle görmek
gibidir.31 T de Beyân-ý Tevhîd kýsmýnda din yolunda ilerlemek için insana akýl
gözünü açmasý ve önünü ardýný gözetmesi ögütlenerek bilgi ve irfan sahibi olan aklýn
üstad olarak kendisine yeterli oldugundan söz edilir. Diger bir beyitte de akl-ý ferzâne
insana arkadaþ
oldugunda ilme l-yakîn nüktesi eksik olmaz denilmistir. Sözü edilen
beyitler giriþ
kýsmýnda ele alýndýgýndan burada kýsaca beyitlerin akla verilen önemi
vurguladýgýný belirtmek yeterlidir. Akýl hakikate erme ve marifet sýrlarýna erismede
tek basýna yeterli olmasa da en önemli unsur niteligindedir.
Aç hýred çesmin nazar kýl pîs ü pes
Akl-ý ferzâne saña üstâd bes (37/b.2)
1.9.8. .
Gülsen
Aklýn manevî âlemler ve ruhanî varlýklara, bilhassa meleklere isaret etmek
üzere kullanýldýgýna yukarýda deginilmisti. Asagýdaki beyitte de dünya ve akýl bir gül
bahçesine benzetilerek iki karsýt kategoride ele alýnmýstýr. Beyte göre dünya gülseni
bir anlýktýr; insan mutlu olmak için akýl gülsenini (gülsen-i akl) gözetmelidir.
Burada gülsen-i akl ibaresiyle maddî dünyanýn zýddý olan öte âlemler
kastedilmektedir. Zira aslolan geçici ve fani olan dünya gülseninde karar kýlmak
31 mam Gazâlî, hyâu Ulûmi d-Dîn, Çev. Ahmed Serdaroglu, C. I, stanbul, Bedir Yayýnevi, 197
s. 209.
degil, akýl gülseni gözetilerek mutlulugun elde edilmeye çalýsýlmasýdýr. Diger bir
deyisle ebedî âlemlere duyulan istiyakýn artýrýlmasý ve o âlemlerde huzura götürecek
sebeplerin pesinde kosulmasýdýr.
Gülsen-i dehri bilürsin bir dem ol
Gülsen-i aklý gözet ki hurrem ol (164/b.16)
1.9.9. .
Güneþ
(Hûrsîd)
Akýl düsünme ve idrak etme melekesiyle insaný aydýnlatan, iyiyi ve kötüyü,
dogruyu ve yanlýsý birbirinden ayýrt etmesine yarayan bir özellik olmasý nedeniyle
günese benzetilmiþ
olmalýdýr. Beyte göre zulüm akýl günesini örten bir bulut
hükmündedir.
Zulm ider binâ-yý milki harâb
Zulm hûrsîd-i akla mîg ü hîcâb (60/b.11)
1.9.10. .
Hümâ
Hümâ devamlý yükseklerde uçtuguna inanýlan efsânevî bir kustur. (bkz.
Hümâ) Yüceligin ve erisilemezligin sembolüdür. T de akýl Hümâ sýnýn Allah ýn
tavkýnýn kumrusu oldugu ifade edilir:
Serây-ý cihân külbe-i sevkidür
Hümâ-yý hýred kumrý-yý tavkýdur (49/b.3)
Tavk boyuna takýlan halka (kölelik halkasý) anlamýndadýr. Burada tavk ile
kastedilen Allah ýn iradesi olmalýdýr. Allah ýn küllî iradesi karsýsýnda akýl insana
verilen cüz î iradeyi temsil eder. Yükseklerde uçan ve ele geçirilmesi mümkün
olmayan akýl Hümâ sý Allah ýn iradesi karsýsýnda onun zabt u rabt altýna alýnmýþ
bir
kölesi durumundadýr. Onun izin verdigi çizginin dýsýna çýkmasý mümkün degildir.
Kumru ele geçirilmesi kolay bir kuþ
olmasý itibarýyla kölelik ve boyun egisin
sembolü olarak kullanýlmýstýr. Tavk bazý kuslarýn boyunlarýnda bulunan renkli
tüyden çember anlamýna da gelmektedir. Beyitte kumru benzetmesiyle kelimenin bu
anlamýna da gönderme yapýlmaktadýr.
1.9.11. .
Kartal ( Ukâb)
Kanatlarýnýn uzunlugu iki-iki buçuk metreyi bulan, görüsünün keskinligiyle
bilinen yýrtýcý kuslarýn en büyüklerindendir. Gücün, kudretin ve yüceligin
sembolüdür. T de n san akýllarý kartalýnýn uçusu Allah ýn kudretinin gaybý sýrlarýnýn
esiginin yüksekliginin en üstüne erisemez denilmektedir. Esik, üzerine sürekli
basýlýp geçilen bir mimarî unsur olmasý nedeniyle mahviyeti ve degersizligi temsil
eder. Tasavvufta ise zahirden batýna, mecazdan hakikate geçilmesini saglayan veya
hücrede oturan mürside, o vasýta ile Hakk a ermeyi temin eden önemli bir yerdir.32
Akýl kartalý Allah ýn kudreti gaybýnýn sýrlarýnýn esigine bile ulasamayacak kadar
âcizdir. Uçuþ
anlamýndaki pervâz kelimesinin diger anlamlarýndan biri revak,
sütunlu giriþ
olmakla birlikte esik (asitâne) kelimesiyle uyum saglamaktadýr. Ayrýca
pervâz manevî bakýmdan kaydedilen belirli bir ilerleme ve derece anlamýna da gelir.
Ukâb ise tasavvufta akl-ý evveli temsil etmesi33 yönüyle akýlla birlikte kullanýlmýþ
olmalýdýr.
Pervâz-ý ukâb-ý ukûl-i insân bâlâ-yý a lâ-yý âsitâne-i esrâr-ý gayb-ý
kudretüñe yitismez. (48/1)
1.9.12. .
Köle (Gedâ)
Akýl va ask kýyaslamasý içinde geçen bir tasvire göre ask bir padisah, akýl da
onun degersiz bir kölesi durumundadýr. Bilindigi üzere ask gönüle yerlesince aklýn
bir hükmü kalmaz; tek söz sahibi olan ask olur. Aklýn köleye benzetilmesi, askla bir
arada düsünüldügünde, aklýn aska söz geçirememesi, bilâkis daha evvel bütün isleri
yönetirken ask geldiginde onun yönetimi ve hükmü altýnda kalmasý nedeniyledir.
32 Uludag, a.g.e., s. 179.
33 a.e., s. 542.
Isk bir sâhtur ki akýl anun kem gedâsýdur. (207/1)
1.9.13. .
Tas (Seng-i Ma rifet)
Akýl tuzu olmayan bir marifet tasýna benzetilirken ask da tasý olmayan bir
hakikat tuzu olarak nitelendirilmistir. Aklýn marifete ulasmada ilk sart ve önemli b
ir
basamak olduguna deginilmisti. Marifet tasýna benzetilmesi bununla ilgili olmalýdýr.
Ancak akýl öyle bir marifet tasýdýr ki tuzu yoktur. Tuz hakikati (bkz. Agýz), özü ve
dolayýsýyla asýl maksadý temsil eder. Tuzu olmayan tasýn kendisinden hiçbir fayda
beklenmeyen kupkuru bir unsur olarak herhangi bir deger tasýmadýgý malumdur. Bu
ifadeyle akýlla marifete ulasýlabilecegi, ancak hakikate ulasýlamayacagý
kastedilmektedir. Buna karsýlýk ask, tasý olmayan bir hakikat tuzu olarak
nitelendirilir. Askýn tasý olmayan bir hakikat tuzu olmasý zahir, madde veya kabuk
degil bastanbasa öz olmasýyla ilgili olsa gerektir. Aslolan kabuk degil özdür. Kýsacasý
asýl maksat akýldan geçip aska ulasmak ve marifet vasýtasýyla hakikate ermektir.
Akýl bir seng-i ma rifettür ki nemegi yok; ýsk bir nemeg-i hakikattür sengi
yok. (193/6)
Ayrýca tuz ve taþ
kavramýnýn bir arada kullanýlmasýyla tuzun tabiatta büyük
kaya kütleleri hâlinde bulunmasý gerçegine isaret ediliyor olmalýdýr.
1.9.14. .
Tavus
Tavus bahçelerde süs kusu olarak beslenen ve klâsik edebiyatta yürüyüsünün
güzelligiyle konu edilen bir kustur. Gece gündüz melekût fezasý ve ceberût
sahrasýnda cilve eden akýl tâvusu Allah ýn ulûhiyyeti sahasýnda bir adým bile atamaz.
Tavus kusu tesbihiyle akla yürüme özelliginin atfedilmesi günümüzde kullandýgýmýz
akýl yürütme tabirini hatýra getirmektedir. Zira akýl, üzerinde düsündügü meseleleri
anlayabilmek ve kavrayabilmek için bir düsünceden digerine, bir izlenimden ötekine
gidip gelmekle mesguldür.
Tâvus-ý akl u fikret-i âdemî -ki rûz u seb fezâ-yý melekût ve sahrâ-yý
ceberûtta cilve ider-bir kadem ülûhiyyeti sâhasýnda siyâhat idemez. (31/16)
1.9.15. .
Terazi (Mîzân)
Aklýn teraziye benzetilmesi aklýn düsünce ve yargýlarý ölçüp tartmasýyla
ilgilidir. Akla gelen düsünceler akýl ve mantýk terazisinde iyice tartýldýktan sonra
fazlalýklarýn atýlýp eksikliklerin tamamlanmasýyla bir yargýya varýlýr veya sözle ifade
edilecek duruma gelir.
lâhî! Her ne ki lafza vü ibârete sýgar, harf ü isimdür, sen andan müberrâ;
ve her ne ki mîzân-ý akla girür, âdet ü resimdür, sen andan mu arrâ. (71/22)
1.9.16. .
Vezir (Düstûr)
Aklýn vezire benzetilmesi, vezirin de aklý sembolize etmesi klâsik edebiyatta
yaygýn olarak karsýlasýlan bir durumdur. nsan bütün varlýgýyla tam tesekküllü bir
saray gibi düsünüldügünde onun aslýný ve özünü temsil eden ruh/gönül bir sultan,
akýl da görüslerine ihtiyaç duyulan bir vezir hükmündedir. Bu nedenle akýl gece
gündüz gönlün hayýr isleri için çalýsan kâmil bir veziri gibi düsünülmüstür.
Akl anuñ bir vezîr-i kâmilidür
Rûz u seb hayr isinde âmilidür (64/b.11)
Ayný sekilde baska bir beyitte akýl vezir olarak düsünülürken his de hâcib
durumundadýr. Beyitte vezir anlamýnda düstûr kelimesi kullanýlmýstýr.
Akl düstûr u his hâcibidür
Sehr-i tende debîr ü nâyibidür (64/b.16)
Nefis ve ruh çatýsmasýnýn anlatýldýgý kýsýmda yer alan bir benzetmede de akýl
vezire benzetilirken bu sefer ruh öncü asker, ruh kuvvetleri de ordu olarak
nitelendirilmistir:
Vezîr it aklý bini mîr-i asker
Kuvâ-yý rûhý bize cümle lesker (95/b.6)
1.9.17. .
Yaslý (Pîr)
Akýl insanýn olgunluga erismesi için en önemli unsur niteligindedir. Bilginin
ve ilmin kaynagý olmasý âdeta yaslý bir bilge izlenimi uyandýrmaktadýr. Her konuda
söyleyecek sözü olan akýl Allah a giden yolda henüz yeni yürümeye ve kosmaya
baslamýþ
bir çocuk gibidir. O yolda karsýsýna çýkan engellere, týpký yeni yürümeye
baslamýþ
bir çocugun küçük bir tasa takýlýp düsmesi gibi, takýlýp kalabilir ve hatta
düsebilir. T de sürekli tekrar edilen bir mesele olan aklýn Allah ý anlama meselesinde
takýlýp kalmasý ve bulundugu yerden bir adým dahi ileri gidememesi de bununla
ilgilidir. Bu nedenle akýl yaslýsý Allah ýn sevki yolunun çocugu olarak tasvir
edilmistir. Ayrýca yukarýda birçok örnekte zikredildigi üzere akýl, ilâhî zat ve sýfatlarý
anlayýp idrak etmede hayran ve kendinden geçmiþ
bir hâldedir. Buna dayanarak
baska bir yoruma gidilecek olursa, henüz hayata yeni adým atmýþ
bir çocugun hayatta
karsýlastýgý sýradan durumlar karsýsýnda bile büyüklerden farklý reaksiyonlarda
bulunmasý, büyüklerin duymadýgý kadar heyecan duymasý gibi akýl da Allah ýn sevki
yolunda her seyi hayranlýk ve heyecanla karsýlayan bir çocuk gibidir. Bu sevk
yolunda yýllansa da olguluga erisemeden daima heyecanla kosar durur.
Murg-ý revân fâhte-i tavkýdur
Pîr-i hýred týfl-ý reh-i sevkidür (35/b.6)
1.10. AMBER
Okyanuslarýn çesitli kesimlerinden toplanan güzel kokulu bir maddedir. T de
güzel kokunun sembolü olarak kullanýlýr; renginden dolayý saç gibi koyu renkli
güzellik unsurlarý ambere benzetilir. Batý mitolojisinde ölümsüzlügün sembolüdür.
Amber güzel kokunun sembolü olarak peygamberlere na t bölümünde
peygamberlerin ruhlarýna gönderilen salâvatlarýn kokusu seklinde tasvir edilir.
Salâvat gibi ruha rahatlýk ve huzur veren dualarýn býraktýgý etki amberin yaydýgý
kokunun etkisi gibi düsünülmüstür. Bilindigi üzere koku, türüne göre insan üzerinde
ferahlýk, sýcaklýk, baygýnlýk v.b. etkiler uyandýrabilir. Kokunun sözü edilen etkisi
nedeniyle insan ruhuna rahatlýk, huzur ve selamet veren salâvat ve dualar amber
kokusuna benzetilmistir. Zira amberin de bazý hastalýklara iyi geldigi, kan yapýcý ve
hararet verici oldugu, hafýzayý ve sinirleri güçlendirdigi ve bu nedenle ilaç yapýmýnda
kullanýldýgý bilinmektedir.34
Sad hezârân hezâr serâyif-i sýlât-ý salevât-ý tayyibât -ki anuñ bir semme
râyihasý mâye-bahs-ý revâyih-i anber-bûyân ola-ve letâyif-i tühaf-ý tehiyyât-ý
nâmiyât-ý zâkiyât -ki anun tîb-i nefhasý kût-ý dil ü kuvvet-i cân ola-. (232/9)
Salevât-ý tayyibât ve teslîmât-ý nâmiyât-ý zâkiyât -ki revâyih-i abîr ü anber-i
behist gibi müsk-bû vü mu anber ve revâyih-i nesîm-i abher-i cennet-sirist gibi hôstîb
u mu attar ola- ihdâ vü iblâg ide. (236/22)
Ayný sekilde Sinan Pasa eserinin insanlar üzerinde býraktýgý etkiyi de amber
kokusu olarak nitelendirmistir. Tazarru -nâme bir gönül eseridir. çinde yer alanlar
Hak âsýgý olan, ask derdi ve ýstýrabý çeken bir gönlün çýrpýnýslarý, yalvarýþ
ve
yakarýslarýdýr. Hitap ettigi kimseler de gönül ehli, irfan sahibi kimselerdir. Okuyanda
manevî etkiler uyandýrmak üzere yazýlmýþ
olan eserin bu etkisi kokunun yukarýda
sözü edilen tesiri yönüyle amber kokusuna benzetilmistir.
34 Sargon Erdem, Amber , DA, C. III, stanbul, TDV, 1991, s. 7.
Nesîmi câna anber-bûy-ý miskîn
Nedîm-i sâdýk-ý ussâk-ý miskîn (263/b.14)
38 a.m., s. 201.
39 a.m., s. 200.
40 a.m., s. 199.
1.12.2. .
Âsýk
Hak âsýgýnýn fenâya ulasma hâlinin anlatýldýgý kýsýmda âsýgýn caný dostu
istediginde Hakk ýn varlýgýnýn onun varlýgýna galip oldugu belirtilir. Hakk ýn nuru
bütün varlýgýna galip oldugunda âsýk ondan baskasýný görmez. Vahdet kýlýcýyla
biçilerek mekânsýzlýk havasý içinde uçar; ruhlar âlemi zümresi ve kuds âlemi
sâlikleriyle mahrem ve sýrdaþ
olur. Âsýgýn her nefeste kudsî âlemlerdeki bu seyri
esnasýnda bazen Kafdagý, bazen Ankâ oldugu belirtilir. Yedi kat gök, yedi kat yer,
yedi yýldýz, hiçbirini kendisinden ayrý bulmaz. nsanlar, cinler ve âlem halkýnýn
tamamýný bölük bölük kendisinde görür. Kesret içinden vahdete bakar ve artýk
kesrete itibarý kalmaz. Sonra giderek bundan da geçer ve vahdet denizine dalýp fanî
olur. Âsýgýn Ankâ veya Kafdagý olmasý kendi varlýgýndan geçerek vahdet sýrrýna
erdiginin bir göstergesidir. O nasýl bütün kâinatý kendinde görüyorsa Ankâ ve
Kafdagý da kendindedir.
Ankâ nýn kâmil insaný temsil etmesi yönüyle düsünüldügünde ise âsýk
Hakk ýn nuru kendi varlýgýna galip oldugu anda kendinden geçip manevî iklimlere
dogru yol alýr; Ankâ gibi yükseklerde uçar. Ankâ nasýl varlýgýna inanýlan, ancak
hiçbir zaman görülüp erisilemeyen bir özellik arz ediyorsa âsýk da bilinmeyen ve
erisilemeyen âlemlerde yol almasý bakýmýndan Ankâ ile özdeslestirilmis olabilir.
Gâhi hûrsîd ü gehî deryâ olur
Gâhi kûh-ý Kâf geh Ankâ olur
Heft ahter heft zemîn ü heft semâ
Hiç birini kendüden bulmaz cüdâ
ns ü cinn ü halk-ý âlem taht ü fevk
Cümlesin kendüde görür cevk cevk
Kesret içinden bakar ol vahdete
Kalmaz anuñ i tibârý kesrete (40/b.8-b.11)
1.12.3. .
Ask
209/b.8 de Sîmurg-ý ýsk ki bî-nisândur / Kâf-ý kýdem aña âsiyândur beyti
geçer ve askýn Sîmurg a benzetildigi görülür. Ask Sîmurg u nisansýz, isaretsizdir;
ezel Kaf ý ise onun yuvasýdýr. Sîmurg nasýl kendisinden bir iz olmayan, görülemeyen
bir kuþ
ise ask da mahiyet itibarýyla gözle görülemeyen, yalnýzca hissedilen bir
duygu olmasý bakýmýndan Sîmurg a benzetilmiþ
olmalýdýr. Beyitte askýn tarif
edilemezliginin yaný sýra, kýdem Kâf ý ibaresinden anlasýldýgý kadarýyla ezelî olusu
dile getirilmeye çalýsýlmaktadýr. Bezm-i elest ile ilgili gelistirilen ve klâsik edebiyatt
a
sýkça karsýlasýlan yaygýn anlayýsa göre ruhlar ilk olarak elest meclisinde aský
tatmýslar ve ask sarabýný içmislerdir. Orada içtikleri ask sarabýnýn sarhoslugu o
günden beri devam edip gitmektedir. Diger yandan Kafdagý nýn (bkz. Kafdagý)
vahdeti temsil etmesi düsünülecek olursa ask Sîmurg unun nisansýz olmasý, askýn
kendine ait bir varlýgýnýn olmamasý, renksizlik ve vahdete erisin sembolü olmasý
seklinde anlasýlabilir.
208 de ask Sîmurg a benzetilerek Isk bir Sîmurg'dur kim dâmý yok
(208/b.5) denilmistir. Tuzak anlamýna gelen dâm vehim ve hayal tuzagýnýn
kuruldugu yer; yani dünya ve madde âlemidir.41 Ask Sîmurg unun dâmý olmamasý
Sîmurg un, dolayýsýyla askýn maddî bir varlýgýnýn bulunmamasý, maddî âlemle ilgili
olmamasý anlamýndadýr. Ayrýca Sîmurg un ele geçmeyen bir kuþ
olmasýna isaret
edildigi düsünülmektedir.
1.12.4. .
Cebrâil
Rivayete göre Ankâ günesin dogdugu yerde yasadýgý için ona mugrib denir.
Avlanmaya çýktýgýnda günesin battýgý magrib yönüne kaçan kuslarý takip edip
avladýgýndan ona Ankâ-yý mugrib denildigi de söylenir.42 55/5 te Cebrâil için
Ankâ-yý mugrib ifadesinin kullanýldýgý görülür:
41 Cebecioglu, a.g.e., s. 150.
42 Erdem v.d., a.g.m., s. 200.
Ve hazret-i brâhîm Halîlu'llâh salevâtu llâhi aleyhi ve selâmuhû ,
meshûrdur ki hümâ-yý himmeti sol kadar âlî-kadr idi ki, tâvus-ý risâlet ü vahiy ve
Ankâ-yý mugrib-i emr ü nehiy hazret-i Cebre îl aleyhi s-selâm âtes-i Nemrûd a
geldügi vakit m mâ ileyke felâ didi.
Ankâ bilge kuþ
özelligi tasýr. Kendisine gelen hükümdar ve kahramanlara akýl
verdigi bilinmektedir. Cebrâil de aklý temsil etmesi ve klâsik edebiyatta akl-ý küll
olarak geçmesi nedeniyle Ankâ ya benzetilmis olmalýdýr.
1.12.5. .
Hz. Muhammed, Evliya ve Seyhlerin Büyükleri
Hz. Muhammed için Ankâ-yý Kâf-ý lâ-mekân (243/28) ve Sîmurg-ý kûh-ý
melekût (248/3) ifadeleri kullanýlýr. Ankânýn kâmil insaný temsil ettigine yukarýda
deginilmisti. Hz. Muhammed insanlarýn en kâmili olmasý bakýmýndan böyle bir
benzetmeye basvuruldugu söylenebilir. Yukarýda Âsýk ara baslýgýn altýnda da
bahsedildigi gibi âsýk, vahdet mertebesine erdiginde mekânsýzlýk âleminde yol alýr.
Onun ulastýgý mertebeler ve tattýgý lezzetler baskalarý tarafýndan bilinecek ve
anlasýlacak nitelikte degildir. Hz. Muhammed insan-ý kâmil olarak bu mertebeleri
asýp bu lezzetleri tattýgýndan mekânsýzlýk Kaf ýnýn Ankâ sý olarak nitelendirilmiþ
olmalýdýr. Onun melekût dagý Sîmurg u olmasý da bu bakýmdandýr. Melekût âlemi de
gözle görülemeyen, yalnýzca maddî baglardan sýyrýlmayý basaran kâmil insanlarýn
idrak edebilecegi mekânsýzlýk ve gayb âlemidir. Birinci benzetmede Kâf-ý lâmekân
ibaresiyle melekût âlemine gönderme yapýlýrken, ikinci benzetmede bunun
açýkça zikredildigi görülür.
Ayný sekilde evliya ve seyhlerin büyükleri de Ankâ ya benzetilmistir. Onlar
zahirî olarak suret âleminde görünüp mana bakýmýndan gayb âlemlerinde yolculuk
eden kimselerdir:
Sîmurg iline per açup, Ankâ gibi Kâf'tan uçup; Câbülkâ-yý yaylak idüp,
Câbülsâ'yý kýslak kýlup; zâhir gözde bu sûret âleminden görünüp, ma nî yüzinde
gayb iklîminde bulunup; ricâl-i gayb ile hem-râz ve nüfûs-ý kuds ile dem-sâz olup;
zâhirde fukarâ ve bâtýnda sâhlar, sûrette re âyâ ve ma nîde pâdisâhlar. (288/16)
Tasvirde geçen Sîmurg ili ile kastedilen gayb âlemleri olmalýdýr. Câbülkâ
ve Câbülsâ ise birinin sarkta digerinin garpta oldugu kabul edilen efsanevî iki
sehirdir. Tasavvufta bu iki sehir sâlikin hakikate ulasmak için harekete geçtigi ilk v
e
son menzil olarak geçer.43 Bazýlarýna göre bu sehirler, gayb ve sehâdet, yani melekût
-kuvvetler ve nâsût -madde âlemleri arasýnda temsilî iki sehirdir. yiler,
ölümlerinden sonra Câbülkâ ya, kötüler Câbülsâya giderler. Bazýlarýna göreyse
Câbülkâ dan maksat, her seyi kavrayan ve vücûb ile imkân arasýnda berzah olan ilk
taayyün âlemidir. Câbülsâ da Tanrý nýn sýfatlarýna, adlarýna bir ayna mesabesinde
olan insandýr. nsan, âdeta Câbülkâ da dogar, Câbülsâ da batar. Bu yüzden Câbülkâ
doguda, Câbülsâ batýda denmistir. 44
Ankâ nýn kanaati temsil ettigi ve klâsik edebiyatta ankâ-mesrep , ankâmizac ,
ankâ-tabiat gibi kavramlarýn istignâ ve dünyadan fazla beklentisi olmama
anlamýnda kullanýldýgý hususu da bu benzetmelerin daha iyi anlasýlmasýnda faydalý
olabilir. Peygamber, evliya v.b. kâmil kimselerin hayatta bir lokma bir hýrka
anlayýsýyla yasadýklarý ve dünyadan fazla bir beklentileri olmadan yasadýklarý
malumdur.
1.12.6. .
Ruh
88 de ruh ve beden arasýnda geçen bir diyaloga yer verilir. Burada beden ruha
mekânsýzlýk âlemi Ankâ sý olarak seslenir. Mana âlemine yapýlan yolculuklar ve
buradaki gezinmeler bedenle degil ruhla mümkündür. Ârif kimseler ruhlarýný terbiye
edip yetistirerek mana âlemlerinde yol alacak mertebeye ulasmaya çalýsýrlar. Ankâ ve
onun mekâný Kafdagý nasýl bilinmeyen bir özellik arz ediyorsa ruh da hem mahiyeti
hem de bulundugu yer bakýmýndan bilinmeyen bir özellik arz eder. Bu nedenle
Ankâ ya benzetilmis olmalýdýr.
Sen ol Ankâ-yý Kâf-ý lâ-mekânsýn
Sen ol murg-ý hevâ-yý kudsiyânsýn (88/b.6)
1.19.7. .
Kandil, Mum
Gökyüzünde asýlý gibi durmasý ve geceleri ýsýk vermesi bakýmýndan ay
kandile benzetilir. Yüce felek kemerinde yanan ýsýkla dolu süslü kandil Allah ýn
hayret verici hikmeti nurlarýnýn bir ýsýgý olarak tasvir edilir. Mihrap kemerlerine
49 bkz. Dihhudâ, a.g.e., C. X-B, Tahran 1343 [1964], s. 374.
kandil asýldýgý malumdur. Murassa kelimesi ise o dönemde kimi kandillerin
degerli taslarla süslü oldugunu göstermektedir.
Kandîl-i murassa -ý pür-ziyâ -ki tâk-ý mihrâb-ý pîrûze-i felek-i mu allâda
yanar-su le-i envâr-ý hikmet-i garîbüñdür. (46/21)
Ay ýsýk verme özelligi nedeniyle mum olarak da düsünülür. Güneþ
ve ay
Allah ýn kudreti hizmetçilerinin insanoglu halife çocuklarýnýn dünyaya gelisi serefine
tertiplenmis bir huzur meclisi için yakmýs olduklarý iki mum olarak hayal edilmistir:
lâhî! Mihr ü mâh iki sem dür ki ferrâsân-ý kudretüñ halîfe-zâdegân-ý "nnî
câ ilün fi'l-arzý halîfe"nüñ meclis-i huzûrlarý-y-içün yakmýslardur. (48/13)
Ayýn kandil olarak tasvir edildigi bir baska beyitte dolunayýn güzel bir kandil
oldugu ancak ayýn son üç gecesinde nasýl eriyip bittigi ifade edilir. Mühâk her
Arabî ayýn son üç gecesine verilen isimdir. Ay bu günlerde neredeyse silinip yok
olacak kadar incelir. Dünyanýn güzelligi ve baharýna aldanmamak gerektigini
ögütleyen kýsýmda yer alan beyit bahardan sonra hazanýn geldigi, günesin
parlaklýgýna da gurub vakti zeval erdigi belirtilerek ardýndan zikredilir. Ayýn,
evrelerine göre bazen dolunay, bazen hilâl olarak aldýgý sekille dünyanýn güzelligi ve
geçiciligi arasýnda ilgi kurulmustur.
Bedr gerçi hôs çirâg-ý çâr tâk
Lîki n'olur gör aný vakt-ý mühâk (165/b.3)
1.19.8. .
Kaþ
(Ebrû)
Kassekli itibarýyla yaygýn olarak hilâle benzetilir. Beden ve ruh arasýdaki
diyalogun Leyla ve Mecnun hikâyesiyle dile getirildigi kýsýmda Leyla nýn
güzelliginden dolayý kendinden utanan ay, hilâl hâline dönüsmüþ
ve onun kemer
kaslarý gibi olmustur. Kasýn yine sekil itibarýyla kubbe kemerine benzetildigi
malumdur.
Hayâsýndan mehüñ sekli hilâlî
Hilâl ol tâk-ý ebrûnuñ misâli (93/b.3)
1.19.9. .
Köle (Halka-be-gûs)
Yeni ay Allah ýn kapýsýnda bir köle seklinde hayal edilir. Kulagý halkalý
anlamýna gelen Halka-be-gûs kelimesi kölelerin kulaklarýna halka takýlmasý
âdetinden hareketle köle anlamýnda kullanýlýr. Yeni ay sekil itibarýyla küpeye
benzediginden böyle bir hayal gelistirilmis olmalýdýr.
Halka-be-gûs-ý deridür mâh-ý nev
Leskeridür bâd-ý cihân pîs-rev (35/b.5)
1.19.10. .
Na l
Hz. Muhammed e na t kýsmýnda gökyüzü onun atý, ay ise o atýn nalý olarak
Hz. Muhammed yüceltilmistir. Gökyüzü sürekli dönüsü ve hareketi itibarýyla ata
benzetilirken ay da sekil itibarýyla nala benzetilmistir.
Tevsen-i çarh u cirm-i kamer na l-i rikâbuñ. (253/21)
1.19.11. .
Nûn
Gökyüzü bir sayfa olarak hayal edildiginde ay, sekil ve renk itibarýyla gögün
mavi sayfasýna altýn ile yazýlmýs parlak bir nun harfi gibi düsünülür:
Gâh bu evrâk-ý nîlî-yi âsümânda altun-ile yazýlmýþ
bir nûn-ý tâbân idersin.
(48/8)
1.19.12. .
Tâc
Hz. Muhammed yüceligine övgü amacýyla ay taçlý ve felek tahtlý olarak
tasvir edilir. Ayýn sekil itibarýyla taca benzetildigi düsünülmektedir. Ayrýca ayýn
parlaklýgýyla taçlardaki parlak taslar ve süslemeler arasýnda ilgi kurulmus olmalýdýr.
Kamer-tâc u felek-taht. (246/1)
1.19.13. .
Toka (Gîsû-bend)
Parlak yeni ay Allah ýn güzellik puthanesinde karanlýk gecenin saçýndaki bir
toka gibi hayal edilmistir. Gecenin karanlýgýndan dolayý saç ile özdeslestirildigi
malumdur. Ay da renginin parlaklýgý ve sekli itibarýyla gecenin saçýndaki gümüþ
bir
tokaya benzetilmistir. Ay ve gümüþ
arasýndaki ilgi ayýn topragý terbiye etmesiyle
gümüs olustuguna dair inançtan kaynaklanýr.
Mâh-ý münîr-i nev nigâristân-ý hüsnüñde bir gîsû-bend-i sîmîn-i zülf-i seb-i
târdur. (48/17)
1.20. BAHAR (Nev-bahâr, Nev-rûz)
Bahar cihanýn uykuda oldugu kýþ
mevsiminden sonra çimenlerin yesermesi,
çiçeklerin açmasý, bülbüllerin ve kuslarýn ötmeye baslamasýyla tabiatýn tam
anlamýyla canlýlýk kazandýgý zamaný temsil eder. Tabiattaki bu degisiklik Allah ýn
kudreti karsýsýnda hayretlere gark olmayý gerektirir. Canlý-cansýz bütün varlýklar
baharda kendi hâl dilleriyle Allah ý zikredip hikmeti ve kudretini överler. Bülbüller
agaç minberlerinde Allah ýn kudretini övmek için sakýr, güller onun hikmeti
karsýsýnda hayrete düstüklerinden tebessüm eder, yani açýlýrlar.
Terennüm-i bülbülân-ý bustân menâbir-i escârda senâ-yý kudretüñ-içün;
tebessüm-i gülbünân-ý gülüstân fasl-ý bahârda ta accüb-i hikmetüñ-içün. (45/6)
Bahar tasvirlerinde ön planda olan rüzgâr ve bahar bulutudur. Bahar
rüzgârlarýnýn özelligi güzel kokularý beraberinde getirmesidir. Yapýlan tasvirlerde
amaç bahar rüzgârýna bu kokularý veren Allah ý övmek ve yüceltmektir. Bu
münasebetle Allah koku tertip etmeyle ilgili micmere-gerdân , abîr-âmîz gibi
çesitli vasýflarla anýlýr. Allah bahar rüzgârýnýn buhur dolastýrýcýsý ve bahar
meltemlerine abir karýstýrýcýdýr. Bahar rüzgârýnýn güzel kokuyla birlikte zikredilmesi
baharda açan çiçeklerle birlikte etrafa güzel kokularýn yayýlmasý sebebiyledir.
Micmere-gerdân-ý nesîm-i bahâr
Lahlaha-suz-ý çemen-i gül-izâr (34/b.10)
Abîr-âmîz-ý enfâs-ý bahârî
Zebûr-âmûz-ý kebk-i kûhsârî (68/b.4)
Baharda yagmurun çok yagmasý sebebiyle olmalý bahar tasvirlerinde bahar
bulutu, yagmur ve buna baglý olarak inci elde etmeyle ilgili hayallere sýkça yer
verilir. Bahar bulutu coskun denizlerin derinliklerinden parlak inci gerdanlýklarýný
çýkarýp gül bahçesi çimeni pazarýna arz eden bir dalgýca benzetilir. (bkz. Bulut,
Dalgýç) Bahar bulutunun inci çýkaran bir dalgýca benzetilmesi Nisan ayýnda yagan
yagmur tanelerinin istiridyenin agzýna düserek inci olustugu inancýyla ilgilidir.
Gavvâs-ý ebr-i behâr ukûd-ý mürvârîd-i âbdârý ka r-ý bihâr-ý zehhârdan
getürüp bâzâr-ý çemen-i gülzâra arz ittügi senüñ tedbîrüñ-ile. (45/14)
Yine yagmurun bol olmasý ve yagmur tanelerinin inciye benzetilmesi
sebebiyle yapýlan bir diger tasvirde Allah ýn rahmeti hazine görevlisine, zemin de
süslü bir ölçege benzetilerek baharda çesit çesit inci ve mücevherle bu ölçegin
doldurulup âleme kýsmet edilip ulastýrýldýgý belirtilir. Yagmurun rahmet olmasý, ekin
ve bitkilerin su ihtiyacýný karsýlayarak yetismelerini saglamasý bakýmýndan yagmur
incileri âleme nimet olarak nitelendirilmistir.
Müvekkilân-ý mekâlîd-i rahmetüñ ve vekîlân-ý hazâyin-i ni metüñ sâ -ý
murassa -ý zemîni fasl-ý behârda envâ -ý dürr ü güherle ve zemân-ý hazânda sunûf-ý
sîm ü zerle toldurup cihâna ni met içün âleme kýsmet idüp ulasdururlar. (51/3)
Bahar ayný zamanda manevî canlýlýk ve tazelik mevsimidir. Tasavvufî
manada bahar müridin vecd ve istigrak hâlinde ruhanî âlemlere dalarak, manalarý
idrak etmesi ve ruhaniyetin zuhur etmesi demektir.50 Bu nedenle T de baharla ilgil
i
tasvirler genellikle tasavvufî bir arka plana sahiptir. Kâinatta olup biten her seyi
n
insanda bir örneginin mevcut olmasý zahirî mevsimler, gök cisimleri ve tabiat
unsurlarýnýn insanýn kendi ruhunda da var olmasý anlamýndadýr. Baharda yagmurun
tabiatý canlandýrýp yesertmesi gibi, boyutlarý çok farklý olsa da, can gögünde bahar
bulutunun yagmasý da ruh ve gönül sahrasýnýn yemyesil olmasýný saglar. Can ve
gönül sahrasýnýn yesermesi vecd ve coskunluk hâlinin artmasý ve kisinin ilâhî sýrlara
vâkýf olmasý anlamýndadýr.
Cân göginüñ ebr ü âbý özgedür
Mâhitâb u âfitâbý özgedür
Her gehî ki_andan yaga ebr-i behâr
Cân ü dil sahrâsý olur sebzezâr (161/b.5-b.6)
1.25.2. .
Kýþ
Aylarý (Kânûn-ý Âharîn)
T de boya ve renk ile kastedilen genellikle Allah ýn rengi ve boyasýdýr. Bu
nedenle Kur an ayetinde geçen Allah ýn boyasý anlamýndaki sýbgatu llâh 57 ibaresi
kullanýlýr. Kânûn kýþ
mevsiminin ilk iki ayý olan Aralýk ve Ocak aylarýna verilen
isimdir. Bu aylar karýn yagdýgý ve her yerin beyaza büründügü aylardýr. Bu yönüyle
âdeta yeryüzünü tek renge boyayan bir boyacý gibi düsünülmüstür. Sýbgatullah
56
Kýrmýz ayný zamanda eskiden soguk algýnlýgý neticesindeki kýrýklýgý gidermek ve gelecek bir
hastalýgý önlemek maksadýyla içilmesi için hazýrlanan bir tür bitkisel ilaçtýr. smail Bayka
kýrmýz elde edilisine dair yazmýþ
oldugu makalede yer alan bilgilere göre önce bir midye çömlegi
içine gülsuyu konup kaynatýlýr. Kaynarken içine bir miktar lotur ve çagan tohumu konup ikis
bir
süre kaynatýldýktan sonra kýrmýz eklenir. Atesten alýndýktan sonra sekiz saat bekletilip so
ulur ve
içine rengi güzel oluncaya kadar sarýsandal, buhurumeryem, hasýlbend ve ödagacý konur ve ký
bu sekilde elde edilir. (smail Baykal, Buhur Suyu ve Kýrmýz mali Hakkýnda , Türk Týb Tarih
Arkivi, C. V, S. 19-20, Mart-Haziran 1942, s. 23-24.)
57
Kur an, 2/138 den iktibastýr. Allah ýn (verdigi) rengiyle boyandýk. Allah tan daha güzel r
m
verebilir? Biz ancak ona kulluk ederiz (deyin). Müfessirlere göre Allah ýn boyasý slâm fýt
slâm ve iman temizligidir.
ifadesi göz önünde bulundurulunca yek-reng kavramý da birlik ve vahdeti
çagrýstýrmaktadýr. (bkz. Renk ve Boya) Hz. Muhammed e na t kýsmýnda yer alan bu
tasvirde onun peygamberliginin henüz Kânûn aylarý yeryüzünü tek renk etmek için
boya küpünün kapagýný açmadan var oldugu belirtilmektedir. O mevsimlerin,
dolayýsýyla kâinatýn yaratýlmadýgý ezelî baslangýçtan beri peygamberdir. Tasvirin
devamýnda bu sefer Tesrîn-i evveller bir kuyumcuya benzetilmiþ
ve Hz. Muhammed
ile ilgili ayný düsünceyi ifade etmek için Tesrîn-i evvel kuyumcusu altýn ve zînet
efsânelerini çimen avlusuna henüz saçmadan denilmistir. Tesrîn Ekim ve Kasým
aylarýna verilen isimdir. Sonbaharda yapraklarýn, çimenlerin ve bütün yesilliklerin
sararmasý altýn ve mücevher çagrýsýmý yapmýs; sonbahar aylarý bu altýn ve zinet
esyalarýný sergileyen bir kuyumcu seklinde hayal edilmistir. Altýn ve zineti
tanýmlamak üzere efsâne kelimesinin kullanýldýgý görülür. Efsanenin buradaki
anlamý büyüleyen, bastan çýkaran olmalýdýr. Zira efsane T de altýn haricinde nefis,
gurur ve sarap söz konusu oldugunda kullanýlmýstýr.58 Altýn en degerli maden olarak
kýymeti ve güzelligiyle, nefis ve gurur insaný bastan çýkarmasý ve ayartmasýyla, sarap
ise sarhoþ
edip aklý bastan almasýyla büyüleyici ve bastan çýkarýcý, efsane
niteligindedir.
Ne reng-rez-i Kânûn-ý âharîn zemîn yüzini yek-reng itmek-içün ser-i humm-ý
sýbgatu llâh ý açmýstý, ve ne zer-ger-i Tesrîn-i evvelîn efsâne-i zer ü zîveri sahn-ý
çemene saçmýstý. (251/18)
1.26. BUHURCU ( Attâr, Bûy-ber, Lahlaha-sûz, Micmere-gerdân)
Buhur öd agacý, amber, günlük gibi yakýldýgý zaman güzel koku veren
maddelere denir. Bu maddeleri tertip edip koku elde eden ve tütsü yakan kisiye de
buhurcu denir. Buhur, buhurdan ya da micmer denen alet içinde yakýlýrdý. Buhur
58 Bel am ki seg oldý âhir-ý kâr
Efsâne-i nefse uydý yek-bâr (149/b15)
Sîve vü efsâne-i dâr-ý gurûr
Eyledi bîgâne-i Rabb-i Gafûr (167/b11)
Sâkiyâ mey vir ki bu efsânedür
Her ki sözde kaldý ol bîgânedür (222/16)
dolastýrmak eski devirlerde gülsuyu ve kahve ikram etmek gibi misafir agýrlamanýn
en önemli sartlarýndan biriydi.
1.26.1. .
Allah
Klâsik edebiyatta bahar rüzgârý tasýdýgý çiçek kokularý sebebiyle buhur yakan
biri gibi düsünülür. T de rüzgârýn bu özelligi Allah a atfedilerek Allah bahar
rüzgârýnýn micmer dolastýrýcýsý anlamýnda Micmere-gerdân-ý nesîm-i behâr
(34/b.10) seklinde övülmüstür. Ayný beytin ikinci dizesinde benzer bir sekilde gül
yanaklý çimenin lahlaha yakýcýsý anlamýnda Lahlaha-sûz-ý çemen-i gül- izâr
ifadesinin kullanýldýgý görülür. Lahlaha öd, amber, misk ve kâfurdan tertip edilen
tütsü nevinden güzel bir kokudur. Beyitte gül yanaklý çemen ifadesine bakýlarak
burada bir gelin mazmunun varlýgý dikkati çeker. Baharda çimenin güller ve
çiçeklerle bezenmiþ
rengârenk görünümü süslü bir gelini andýrýr. (bkz. Gelin)
Çiçeklerin yaymýþ
oldugu kokular da lahlaha yakýldýgýnda çýkan kokular gibidir.
Buhur yakma âdeti dügün merasimlerinin de vazgeçilmez sartlarý arasýnda
oldugundan böyle bir tasvir yapýlmýs olmalýdýr.
225 te Allah buhurcu, âsýgýn caný ise micmere seklinde hayal edilmistir.
Âsýgýn can micmeresinde tütsülendirilmesi istenen safa buhurudur. Safa buhurunun
tütsülenmesi kalpteki ilâhî askýn artmasý anlamýndadýr. Safa, güzel kokunun insan
ruhu üzerinde olusturdugu olumlu tesire isaret etmek üzere buhur ve koku
kavramýyla birlikte sýkça kullanýlýr.
lâhî! Safâ buhûrýný cân micmeresinden sen tütüzdür. (225/26)
1.26.2. .
Ask
208 de baharda etrafýn mis gibi çiçek kokularýyla dolmasýndan hareketle hava
attâr dükkânýna benzetilmistir. Havayý attâr dükkâný hâline getiren ise asktýr.
Kâinattaki her seyin sebebinin ask olarak görülmesi sonucu baharda tabiatta görülen
degisim ve etrafa yayýlan güzel kokular askýn eseri olarak nitelendirilmiþ
ve ask,
koku tertip edip onlarý tütsüleyerek ortalýkta dolastýran bir buhurcu gibi hayal
edilmistir.
Isktur havâyý külbe-i attâr iden. (208/7)
1.26.3. .
Bahçe (Bustân)
Bahar mevsiminde yetisen çesit çesit çiçek ve bitkilerin etrafa yaydýgý
kokular bahçenin micmerde tütsü yakan attâra benzetilmesine sebep olmustur.
Bostan attârýnýn micmeri ateþ
renkli lâlezâr, içinde yaktýgý ise lalenin ortasýndaki
siyah noktalardan kinaye olarak amberdir. Bu tasvir Hz. Muhammed e peygamberlik
serefinin daha kâinat yaratýlmadan önce verilmiþ
oldugu vurgulanýrken yapýlýr.
Henüz bostan attârý lâlezârýn atesten micmerinde amber buhuru kokularý safasýyla
gönül ve can genzini rahatlatmamýsken Allah Hz. Muhammed i peygamberlik tahtý
yaygýsý üzerinde, yücelik sarayý kubbesinde yüceltmistir. Kokunun dimagda býraktýgý
etki âsâyiþ
(rahat, huzur) kelimesiyle ifade edilmistir.
Ne attâr-ý bustân micmer-i âtesîn-i lâlezârda safâ-yý revâyih-i buhûr-ý
anberîn-ile mesâm-ý dil ü câna âsâyis itmisti. (252/4)
1.26.4. .
Rüzgâr
Hz. Süleyman dan bahsedilen kýsýmda rüzgârýn çesitli özellikleriyle baglantýlý
olarak birçok benzetme yapýlýr. Rüzgârýn koku tasýma özelligiyle iliskili olarak ise
attâr dükkânýnýn koku getiricisi anlamýnda bûy-ber-i külbe-i attâr (122/29)
ifadesinin yer aldýgý görülür. Rüzgâr tabiattan aldýgý kokularý estigi yerlere tasýma
özelligine sahiptir. Rüzgâr attârýnýn dükkâný da bin bir çesit renk ve kokuyu içinde
barýndýran hava veya tabiat olmalýdýr.
1.27. BULUT (Ebr, Sehâb)
Bulut genellikle bahar, yagmur ve yagmurun çagrýstýrdýgý inci, deniz gibi
unsurlarla birlikte zikredilir. Mecazen rahmet ihsan, lütuf gibi manalara gelen bu
lut
kavramý tasavvufta çalýsma ve çabalama yoluyla müsahedeye ermeye sebeb olan
perde anlamýndadýr.59 Bulut genellikle bahar bulutu seklinde geçer. Bahar ilim
makamý demektir. lim de perdedir. Ancak bahar tam tersi vecd hâli, perdenin
açýlmasý ve bast hâlini de temsil eder. (bkz. Bahar)
T'de bulut manevî hâl ve keyfiyetlerin yogun olarak yasanmasý hâlinin
sembolü olarak kullanýlýr. Zira Sinan Pasa bir beyitte "Cân göginüñ ebr ü âbý
özgedür / Mâhitâb u âfitâbý özgedür" (161/b.5) demekte, ardýndan "Her gehî
ki_andan yaga ebr-i behâr / Cân u dil sahrâsý olur sebzezâr" (161/b.6) beytini
zikretmektedir. Can ve gönül sahrasýnýn yesermesi gönlün serpilip gelismesi, kulun
gönlünün ilâhî tecellilerin aksiyle nurlanmasý, hayat bulmasý anlamýndadýr. Bahar ve
bahar bulutu tabiatta nasýl cosku, canlýlýk ve hareketlilige neden oluyorsa, gönül
âlemindeki bahar ve bulut da manevî canlanýsý temsil eder. (bkz. Bahar) Can
gögünden hazan ermesi durumu da tam tersi nefis ve hevânýn agýr basmasý hâli
olarak zikredilir.
Her gehî ki_andan hazân ire saña
Gâlib ola sende bil nefs ü hevâ (161/b.7)
Hak âsýklarýnýn hâllerinin anlatýldýgý kýsýmda yer alan bu beyitte bulut motifi
altýnda ilâhi sevkle zikredip kendinden geçen bir derviþ
mazmunu göze çarpar.
Bilindigi gibi tarikat mensuplarý zikir meclislerinde, bilhassa sesli zikir esnasýnd
a
duyduklarý sevkle seslerini daha da yükselterek taskýn hareketler yapabilmektedirler.
1.27.6. .
El
Klâsik edebiyatta el cömertlikten kinaye olarak sýklýkla buluta benzetilir. T de
Hz. Muhammed in eli ayný benzetme yönünden hareketle buluta benzetilmistir.
Bilindigi gibi siyer kitaplarýnda Hz. Muhammed'in cömertligi hakkýnda birçok hadise
zikredilir. Bu benzetmenin yer aldýgý beytin ikinci dizesinde bulut tasvirleriyle
sürekli bir arada islenen inci ve deniz motifi bulundugu görülür.
Dilüñ dürr-i deryâ-yý rahmet-nisân
Kefüñdür senüñ ebr-i deryâ-fisân (257/b.6)
1.27.7..
Gönül
Sinan Pasa eserini yazma sebebini söyleyerek sözlerini övdügü kýsýmda sözle
ilgili bazý tanýmlamalar yapar. Ona göre söz yagmur ve gönül buluttur. Bulut nasýl
yagmurun kaynagýysa gönül de sözün merkezi ve nes et ettigi yer olmasý bakýmýndan
böyle bir benzetme yapýlmýþ
olmalýdýr. Burada bahsedilen söz ilâhî ilhamla
beslenmis, dertli gönüllere manevî bir ilaç ve derman olacak sözdür. Bu tür sözler
gönlün bulutlanmasý neticesinde saçýlan rahmet yagmurlarýna benzerler. Yukarýda
deginildigi üzere gönlün bulutlanmasý manevî hâllerin yogunlugunun artmasý
durumudur. (bkz. 161/b.6)
Sehun bârân ü dil ebri matîrüñ
Sehun lûlû vü deryâsý zamîrüñ (263/b.18)
1.27.8. .
Göz
Gece ibadetinin fazileti vurgulanarak gece ibadet edenlerin hâlinin tasvir
edildigi kýsýmda bu kimselerin gözleri kanlý gözyaslarýndan kinaye olarak kan saçan
buluta benzetilmistir. Gece ibadet etmek üzere kalkan kimseler aglayarak ahiret ve
kýyamet günü için Allah'a dua ve niyazda bulunurlar. Gözyaslarý yagmur gibi
düsünüldügünden gözleri de bu yagmuru yagdýran bulut olarak tasavvur edilmistir.
Sehâb-ý dîde-i hûn-bârdan gülzâr-ý ruhsâr-ý seb-i târ üzerine bârân-ý gam-ý
âhireti ve girye-i rûz-ý kýyâmeti yagmur gibi turmayup yagdururlar. (103/15)
1.27.9. .
Hakikat
Hakikat Hakk ýn sâlikten vasýflarýný alarak yerine kendi vasýflarýný
koymasýdýr. Hakikat tasavvuf ilmine de isaret eder.60 Yukarýda deginildigi üzere
bulut manevî duygu ve hâllerin ortaya çýkmasýnýn, yasanmasýnýn sembolüdür.
Hakikat de gönülde ilâhî sýrlarý yakînen müsahade etme durumu oldugundan ve ilâhî
sevgiyi ortaya çýkarmasý bakýmýndan buluta benzetilmiþ
olmalýdýr. Sevgi ise gönül
sahrasýnda hakikat bulutundan ortaya çýkýp parlayan bir simsek olarak
düsünülmüstür. Sahrada simsegin çakýsý nasýl bir aydýnlýk ve parlaklýk hâsýl ediyorsa
gönül sahrasýnda hakikat bulutundan sevgi simseginin çakmasý da ayný parlaklýga
sebep olmaktadýr.
lâhî! Dil sahrâsýnda meveddet berkini ebr-i hakikatten sen dýrahsân eyle.
(225/25)
60 a.e., s. 216-217.
1.27.10. .
Peçe
Günesin önüne gelerek onun ýsýgýný kesmesi nedeniyle bulut güneþ
güzelinin
yüzünü örten bir peçeye benzetilmistir. man ve güneþ
kýyaslamasýnýn yapýldýgý
kýsýmda yer alan benzetmeye göre gökyüzü günesinin yüzüne bir parça bulut peçe
olur; ancak iman günesinin nuruna ars ve kürsî örtü olmaz:
Peyker-i âfitâb-ý âsümâna bir kýt a sehâb nikâb olur; nûr-ý âfitâb-ý îmâna
ars u kürsî hicâb olmaz. (145/17)
1.27.11. .
Yaratma (Îcâd) ve Rahmet
nsan ve kâinatýn yaratýlýsý bahsinde Gizli bir hazine idim, bilinmek istedim
de yaratýlmýslarý yarattým kudsî hadisini oldukça edebî bir bir biçimde çesitli
tasvirlerle ele alan bir kýsým yer alýr. Allah ezeller ezelinde sýfatlarýnýn örtüleri
cilbablarý ve zatýnýn birligi örtüsü ile örtülmüþ
gizli bir hazine iken cömertlik ve
nimetlendirme hazinesi açýlýp, yaratma ve rahmet bulutu saçýlmasýný dilemiþ
ve
kâinatý yaratmýstýr. Yaratma ve rahmetin buluta benzetilmesi bulutun yagdýrdýgý
yagmurlarla tabiatý canlandýrmasý, varlýklar için hayat kaynagý olmasý ve bu yönüyle
de rahmeti simgelemesi bakýmýndan olmalýdýr.
Hazîne-i in âm u sehâ açýlup ve ebr-i îcâd ü rahmet saçýlup hûrsîd-i çarh-ý
lem yezel masrýk-ý ezelden tâli ve feyz-ý envâr-ý kýdem arsa-i ebedde lâmi (43/3)
1.28. BÛYBER (bkz. Attâr)
1.29. BÜLBÜL ( Andelîb)
Ötüsünün güzelligiyle bahçeleri senlendiren bir kuþ
olan bülbül genellikle
Allah ý zikretmenin sembolü olarak kullanýlýr. Kâinattaki bütün varlýklarýn kendi hâl
dilleriyle Allah ý tesbih etmesi düsüncesiyle yapýlan tasvirlerde bülbülün ötüsü
Allah ýn cemalini görmesine baglanarak onu zikretmek, onun kudretini övmek olarak
görülürken karalarýn her zerresi ve denizlerin her damlasý da kendi lisan-ý hâlleriyle
sakýyan bir bülbül olup Allah ýn varlýgýný ve birligini tesbih ederler.
Anâdil ruhuñla terennüm-serây
Güli lutfuñ eyler tebessüm-nümây (36/b.2)
1.29.1. .
Âsýk, nsan
Yukarýda da belirtildigi gibi bülbül güle olan aský nedeniyle âsýgý temsil eder.
Bu nedenle âsýklar sýklýkla bülbül benzetmesiyle dile getirilir. Âsýklarýn sürekli
sevgiliden bahsetmeleri, gönüllerinde ve dillerinde daima sevgilinin adý bulunmasý
düsünülecek olursa bülbül benzetmesinin yönü daha iyi anlasýlacaktýr. 116 da geçen
bir beyitte Sinan Pasa Allah ýn kendisini sevk sarabýnýn sarhosu ve zevk bahçesinin
bülbülü etmesini ister. Sevk sarabýnýn sarhosu ve zevk bahçesinin bülbülü olmak
ilâhî askla dolup tasmayý ifade eder. Bülbül burada zevk bahçesinde ilâhî tecellilerin
nesvesi ve lezzetiyle terennüm eden Hak âsýgýdýr.
Mest-i câm-ý serâb-ý sevk eyle
Bülbül-i bûsýtân-ý zevk eyle (116/b.9)
Ask bahsinde geçen bir cümlede de ask kadehinden veya sarabýndan sarhoþ
olmayan bülbüllerin naralarýyla hem-dest olmaz, onlar gibi haykýrýp kendinden
geçemez denmistir. Burada geçen bülbülân âsýklar yerine kullanýlmýstýr. Bülbülün
ötüsü ile ask sarhoslarýnýn haykýrýslarý arasýnda ilgi kurulmustur.
Her kim bülbüle-i ýsktan ser-mest olmaz; na ra-yý bülbülân-ile hem-dest
olmaz. (199/18)
Bir beyitte de insana mukaddes bahçenin bülbülü seklinde hitap edildigi
görülür. nsanýn mukaddes bahçenin bülbülü olmasý yücelere erisebilecek kabiliyette
yaratýlmýþ
bir varlýk olmasý, bu hâliyle kudsî âlemlerde yol alýp kudsî mekânlarda
terennüm etmesi sebebiyle olmalýdýr.
y bülbül-i ravza-i mukaddes
Murdâr yiyüben olma kerkes (151/b.11)
1.29.2. .
Ask
Ask her nefeste binlerce uzun hikâye anlatan fasih dilli bir bülbüle
benzetilmistir. Askýn her nefeste binlerce destan düzen bir bülbüle benzetilmesi
hissettirdigi derin manalar itibarýyladýr. Ask sonu olmayan bir okyanus gibidir.
nsana yalnýzca küçük bir an için hissettirdikleri, yasattýklarý ve ögrettikleri
anlatmakla bitmez; yazýlsa ciltler dolusu kitaba sýgmaz. Fasih dilli ibaresi bülbülün
hiç durmadan sakýmasýna ve askýn anlatacagý hikâyelerin ardý arasý gelmeyecegine
isaret eder. Tasvirde binlerce kavramýný karsýlayan hezâr kelimesi ayný zamanda
bülbül anlamýna gelmekle birlikte özellikle seçilmistir.
Isk bir andelîb-ý fasîh-zübândur ki her nefeste hezâr destâný var. (197/11)
1.29.3. .
Dil (Zübân)
nsanýn yaratýlýsýnýn mükemmelliginden bahsedilen kýsýmda dilini övmek
üzere bülbül nitelendirmesi yapýlýr. Basýndan beri tekrar edildigi üzere bülbül ötüsü
nedeniyle fasihlik ve konusmanýn sembolüdür:
Bir dildür ki, söylese bülbüle benzer. (52/1)
42 de bülbül-dil benzetmesiyle ilgil güzel bir tasvir yer alýr. Bu tasvirde insan
bir fidana, dili de bu fidan üzerinde sakýmakta olan bir bülbüle benzetilir. Ardýndan
bülbül-i zübân terkibi ters çevrilerek bülbülün dilinin (zübân-ý bülbül) bostan
güllügü fidanýnda Allah ýn aský nevasýna terennüm ettigi belirtilir.
Sen ol mahbûbsýn ki, bülbül-i zübân, gülbün-i nihal-i insanda sevkun
nevâsýna nagme-sâz u hos-âvâlýk ider ve sen ol ma sûksýn ki, zübân-ý bülbül nihâl-i
gülbün-i bustânda ýskuñ hevâsýna terennüm-gûy u destân-sirâlýk ider. (42/8-11)
Bülbülün dile benzetilmesi yuvasýndan çýkýsýnýn âdeta agýzdan çýkan dili
anýmsatmasý sebebiyledir. Tasvirde nevâ, nagme-sâz, hos-âvâ, terennüm-gûy, destânsirâ
kelimeleri musikî ile ilgili terimler olarak ile tenasüp içinde kullanýlmýstýr.
1.29.4. .
Gönül ve Can
Gönül Allah ý zikretmesi, içinde Allah sevgisini barýndýrmasý sebebiyle
bülbüle benzetilmiþ
olmalýdýr. 35 te geçen bir beyitte gönül tûtisinin Allah ýn bahçesi
bülbülü oldugu belirtilir. Bülbül burada ayný zamanda bir seyi en güzel ifade etme ve
söylemenin sembolüdür. Gönül tûtisi Allah ýn bahçesinde, yani kâinattaki hikmetli
güzellikler karsýsýnda tefekkür edip her baktýgý yerde onu gören ve ona olan övgü ve
hayranlýgýný dile getiren bir bülbül niteligindedir.
Hüdhüd-i cân murg-ý Süleymân'ýdur
Tûti-yý dil bülbül-i bustânýdur (35/b.4)
112 de bülbüle benzetilen canýn kimi zaman uçucu oldugu belirtilir. Canýn
uçmasý cosku ve vecd hâlinden kinâye olmalýdýr. Zira beytin ikinci dizesinde gönlün
bazen güldügü, bazen yine agladýgý belirtilir. Bübülün uçmasýyla ruhun ilâhî
nesveyle kýpýr kýpýr olmasý arasýnda ilgi kurulmustur.
Bülbül-i cân gâh geh perrân olur
Geh güler dil geh yine giryân olur (112/b.11)
Nefis ve ruh çatýsmasýnýn konu edildigi bir yerde geçen tasvirde can ve gönül
bülbüle benzetilerek hikmet kafesinde nefis vesvesesi kargasýnýn serrinden korumasý
için Allah a yalvarýlýr. Burada can ve gönül makbul bir kuþ
olmasý sebebiyle bülbüle
benzetilirken nefis de edebiyatta ugursuzlugu ve rakibi sembolize eden kargayla
özdeslestirilmistir. Ruh ve gönül fýtrat itibarýyla Allah a âsýktýr. Nitekim ruhlarýn
ezelde ilâhî aský tattýklarý ve bu dünyada da o askýn ve o ezelî sevgilinin arayýsý
içinde olduklarýna inanýlýr. Nefis de ruh ve gönlü vesveseleriyle sürekli ezelî
sevgiliden ayrý düsürmeye çalýsan bir özellik arz eder. (bkz. nsan) Dolayýsýyla nefis
ruh ve can bülbüllerini/âsýklarýný gerçek sevgiliden ayrý düsürmeye çalýsan bir rakip
gibi düsünülebilir. Tasvirde ruh ve canýn bülbüle, nefsin de kargaya benzetilmesinin
sebebi bu olsa gerektir.
Bu dil ü cân bülbüllerini hikmet kafesinde zâg-ý vesvâs-ý nefis serrinden sen
sakla. (87/5)
1.29.5. .
Hz. Muhammed
Hz. Muhammed andelîb-i fasîh-zübân (248/5) ve bülbül-i hos-nevâ
(56/18) olarak nitelendirilir. Hz. Muhammed in bülbüle benzetilmesi ilâhî vahyi
insanlara ulastýrma ve teblig etmekle görevli olmasý bakýmýndandýr.
Hz. Muhammed in peygamberliginin ezelî olusu da yine bülbül
benzetmesiyle dile getirilmeye çalýsýlýr. Bu tasvire göre o henüz mülk ve melekût
âlemi tesbihçileri yokluk uykusundan baþ
kaldýrmadan evvel o gayb gülzârý içinde
kul hüva llâhu ehad okuyup temcid eden bir bülbüldür. Burada da bülbülün
zikretme sembolü olarak kullanýldýgý görülür.
Sen ol andelîb-i sehun-serâsýn ki gayb gülzârý içinde ezel sehergâhýnda "Kul
hüva'llâhu ehad" okuyup temcîd iderken müsebbihân-ý âlem-i mülk ü melekût henûz
hâb-ý ademden baþ
kaldurmayup sâkitler-idi. (252/12)
1.29.6. .
Sair
Söyleyip yazdýklarýný ruha gýda ve ilâhî remizler olarak gören Sinan Pasa
kendisini de bülbüle benzetir. Söyledikleri kendi eseri degildir; zira kendisini siird
en
nasipsiz olarak nitelendirir. O ancak ilâhî bir güç tarafýndan konusturulan bir bülbül
durumundadýr. Söyleyene degil söyletene bakmalýdýr. Bülbülün bahçelerde güle karsý
ötmesi gibi o da ol gülseninde sakýyan bir bülbüldür; agzýndan bal akan seker sözlü
bir tûtidir. Ol gülseni yle kastedilen kâinattýr. Kâinat Allah ýn her an mükemmel
nitelikte ve düzende yeni bir yaratýlýþ
sergiledigi, her yaratýlýsýn sonsuz hikmetler
tasýdýgý bir bahçe niteligindedir. Bakmasýný bilen gözler bu akýl almaz hikmet ve
kudret manzaralarý karsýsýnda onun yüceligi ve büyüklügünü öven bir bülbül kesilir.
Pasa nýn kendisini ol gülseninin bülbülü olarak nitelendirmesi, Allah ýn hikmeti ve
kudretini övmek, kâinatta olup biten hadiselerle ilgili düsünüp insanlarý uyarmak ve
kendisinin de belirttigi gibi Hak yolunun taliplilerini sevklendirip harekete geçi
rmek
amacýyla eserini yazmasý yönüyledir.
Si rden gerçi bî-nevâyem ben
Bülbül-i nagz u hôs-nevâyem ben
Ayný sekilde dalgýcýn ârif yerine kullanýldýgý baska bir beyit 151 de geçer.
Burada insana "Gevher ara vü sadef-siken ol / Gavvâs-ý muhît-i hîsten ol" (151/b.17)
seklinde seslenilir. Hîsten Farsça kendi anlamýndaki dönüslülük zamiridir. Sinan
Pasa burada kendi olma, kendilik denizinin dalgýcý olmayý ögütlemektedir. nsan ruh
ve gönül itibarýyla ucu bucagý olmayan bir derya durumundadýr. Dolayýsýyla aradýgý
seyi kendi dýsýnda veya uzakta aramasý bostur. Bütün ilgi ve dikkatiyle kendi iç
dünyasýna yönelerek kesfedilmemiþ
nice sýrlara, baska sekilde ulasýlamayacak nice
hakikatlere vâkýf olabilecektir. Hak yoluna giren kimselerin riyazete çekilip dýþ
dünyayla tamamen baglantýyý kesmeleri bununla ilgilidir. Riyazet ve kendi iç
dünyasýna yönelme ârif açýsýndan bakýldýgýnda bir çesit dalgýçlýktýr. Dolayýsýyla
dalgýç ile kastedilen bu baglantýyý kurabilen ârif insan tipidir. Gevher aramak ve
sedef kýrýcý olmak da maddî bað
ve alâkalardan koparak içe yönelme eylemi
olmalýdýr.
Âsýklar nur denizine dalanlar olarak nitelendirilir. Gûta-hâr suya dalan
anlamýndadýr:
Pâdisâhân-ý taht-ý rûhânî
Gûta-hôrân-ý bahr-i nûrânî (206/b.2)
Ayný benzetme yönüyle evliya ve seyhlerin büyükleri için de vahdet
deñizinüñ gavvâslarý (287/8) ifadesi kullanýlýr.
2.1.2. .
Ask
Askýn dalgýca benzetilmesi manevî anlamda birçok hakikate askla ulasýlmasý
yönüyledir. Ask insaný manevî bakýmdan en mükemmel sekilde terbiye edip
yetistiren bir duygudur. Tecelli sýrlarý, ilâhî hakikatler sýradan insanlarýn degil
gönlünde ask besleyen insanlarýn vâkýf olabilecegi bilgilerdir. Ask bu anlamda bu tür
ilâhî, manevî sýr ve hakikatleri bulup ortaya çýkaran bir dalgýç gibi düsünülebilir.
Isk gavvâs-ý kulzüm-i deryâ
Isk cûyâ-yý lûlû-yi lâlâ (197/b.1)
Beyitte geçen kulzüm deniz anlamýna gelmekle birlikte genellikle
Kýzýldeniz yerine kullanýlýr. Kýzýldeniz e kýyýsý olan ülkelerde incinin bolca
çýkarýldýgý ve bu bölgenin incileriyle meshur oldugu bilinmektedir. Askýn kulzüm
denizinin dalgýcý olarak hayal edilmesi askýn ortaya çýkardýgý hakikatlerin ve insaný
sürükledigi hâllerin Kýzýldeniz den çýkarýlan inciler gibi çok ve yogun olmasý
yönüyledir. Beytin ikinci dizesinde dalgýç motifi devam ediyor görünmekle birlikte
askýn parlak inciyi arayan oldugu söylenir. Dolayýsýyla ask hem bol inciler çýkaran
bir dalgýç, hem de en parlak olanýný arayan mükemmeliyetçi bir hüviyet arz eder. Bu
ifade askýn daldýkça daha derinlere dalýp en güzel ve en parlak incileri bulmaya
çalýsan dalgýç gibi insaný kemale erdirerek en uç noktalara ve en ulasýlmaz sýrlara
eristirebilecegine isaret ediyor olmalýdýr.
197/b.3 te ask varlýk denizinin gavvâsý olarak geçer. Tasavvufta varlýk
denizi kudsî ve ilâhî tecelliler anlamýndadýr.1 Askýn varlýk denizinin dalgýcý olmasý
varlýk denizinden tecelli incileri toplamasý yönüyledir.
2.1.3. .
Bulut
Bahar bulutu dalgýca benzetilmistir. Baharda yagmurlarýn bol olmasý ve
yagmur tanelerinin istiridyenin agzýna düsmesiyle inci olustugu inancýndan hareketle
böyle bir benzetme yapýldýgý söylenebilir. (bkz. Bulut) Bahar bulutu dalgýcýnýn parlak
inci gerdanlýklarýný coskun denizlerin derinliklerinden çýkarýp çimen pazarýna
sunmasý, bulutlarýn denizden aldýklarý inci gibi yagmur tanelerini yeryüzüne
Uludag, a.g.e., s. 83.
serpmesinden kinayedir. Bu tasvirle o devirde dalgýçlarýn denizden çýkardýklarý
incileri ayný zamanda pazarda sattýklarý anlasýlmaktadýr.
Gavvâs-ý ebr-i behâr ukûd-ý mürvârîd-i âb-dârý ka r-ý bihâr-ý zehhârdan
getürüp, bâzâr-ý çemen-i gülzâra arz ittügi senüñ tedbîrüñ-ile. (45/15)
2.1.4. .
Hz. Muhammed
Hz. Muhammed için gavvâs-ý bahr-i ma ânî" (248/2) (mana denizinin
dalgýcý) ifadesi kullanýlýr. Dalgýç tasvirlerini tamamlayýcý olarak deniz ve inci
kavramlarý muhakkak yer alýr. Hz. Muhammed için de önce ikbal sedefi incisi
benzetmesi yapýlarak arkasýndan mana denizinin dalgýcý denmistir. Bilindigi üzere
Hz. Muhammed her konuda oldugu gibi irfan bakýmýndan da insanlarýn en üstünüdür.
Peygamber olarak vahye muhatap olmasý, bilhassa Miraç hadisesinde ilâhî
hakikatlere arada hiçbir perde olmaksýzýn vâkýf olmasý ve benzeri birçok yönü
bakýmýndan o mana denizinin dalgýcý olarak düsünülmüstür.
2.1.5. .
Sahabeler
Hz. Muhammed'in ashabý için "Cümle gavvâsân-ý erbâb-ý safâ / Bülbülân-ý
bâg-ý ser -i Mustafâ " (266/b.1) beyti geçer. Erbâb-ý safâ iman sahibi, gönül ehli
kimseler anlamýnda kullanýlmýþ
olmalýdýr. Dolayýsýyla beytin birinci dizesini gönül
ehlinin dalgýçlarý olarak çevirmek mümkündür. Sahabelerin dalgýç olmasý onlarýn
her birinin mana âleminde bir makam ve derece elde etmiþ
olmasýyla ilgilidir. Dalgýç
hakikat ehlini ve mana ilmine sahip olmayý simgelerken, ikinci dizede hakikatin
tersine seriattan söz edilmesi ve bülbül benzetmesi dikkati çeker. (bkz. Bülbül) Bu,
Sinan Pasa'nýn daha evvel bahsedildigi gibi, zahir ilmiyle bâtýn ilminin birbirinden
ayrýlamayacagý, bâtýn ilmine sahip olan kisilerin öncelikle zahirî ilimleri tam
manasýyla ögrenip tatbik ettikten sonra bu asamada kalmayarak mana âlemlerine
dogru yol almalarý gerektigi görüsünü destekleyici mahiyettedir.
2.1.6. .
Söz
Sinan Pasa T nin sonlarýna dogru eseri kaleme alýsýnýn sebebini söyler ve
sözlerini çesitli benzetmelerle över. Burada yapýlan benzetmelerden biri de dalgýç
benzetmesidir. Pasa eserini manalar denizinin dalgýcý olarak görür. T'nin dalgýca
benzetilmesi dalgýcýn denizin dibinden çýkardýgý incileri insanlara sunmasý gibi, onun
içindeki sözlerin okuyan veya dinleyen kisilere her defasýnda birbirinden degerli
mana incileri sunmasý yönüyle olmalýdýr.
Me ânî bahrine gavvâs oluptur
Dil ehli bezmine rakkâs oluptur (263/b.9)
2.4.1. .
Ask
Ask tanýmlanamamasý, insaný içine alýp her yandan kusatan bir duygu olmasý,
bilhassa ilâhî ask sýnýrsýz olmasý bakýmýndan denize benzetilir. Buna göre ask dibi
ezel, sahili ebed, suyu ve kenarý sonsuzluk olan bir denizdir. Baska bir yerde askýn
kaynagýnýn sýnýrlarý olmayan bir deniz oldugu belirtilir.
Isk oldur ki menba ý deryâ-yý bî-pâyân ola. (203/5)
Isk bir bahirdür ki, ka rý ezeldür, sâhili ebed; ýsk bir deryâdur ki lüccesi vü
kenârý sermed. (204/9)
187 de askýn marifet denizinden gönüle sevk ve aydýnlýk veren bir inci oldugu
belirtilir:
Isk ma rifet deñizinden bir gevherdür ki dile sevk ü ziyâ virür. (187/25)
2.4.2. .
Gökyüzü
Gökyüzü rengi ve sýnýrsýzlýgý itibarýyla denize benzetilir. Allah ýn hikmetinin
yüceligi ifade edilmek istendiginde büyüklügü ve rengi itibarýyla okyanusa
benzetilen gökyüzünün köselerine çizilmiþ
nakýslarýn her noktasýna Allah ýn hikmeti
muhitinin samil oldugu belirtilir. Allah ýn hikmeti de sonsuzlugu ve her seyi
kapsayýsý itibarýyla okyanus gibi düsünülmüstür:
Her nakýþ
ki zevâyâ-yý muhît-i eflâkte merkûm ola; her zerresi dâyire-i
ilmüñde dâhil, ve her noktasýna muhît-i hikmetüñ sâmil. (47/8)
71 de geçen bir tasvirde de gökyüzü ters çevrilmiþ
bir deniz seklinde tasavvur
edilmistir. Eskilerin anlayýsýna göre gökyüzü bir deniz, içindeki gök cisimleri de
gökyüzünde yüzen balýk, kayýk v.b. olarak tasavvur ediliyordu. 2 Bu tasvirde de ayný
anlayýsýn eseri olarak gökyüzü deryâ-yý muallak olarak nitelendirilmiþ
ve gök
cisimleri de kayýk ve balýk seklinde düsünülmüstür:
Dest-i kudretüñ-ile iki mâhî-yi deryâ-yý mu allaký ve iki zevrak-ý bahr-ý erzaký
bir yemm-i gevher-nümâ ve deryâ-yý dürr-i "innemâ"da halk u insâ ettin ki, "ve
ca ale fîhâ sirâcen ve kameren münîrâ". (71/10)
Gökyüzünün deniz olarak tasavvuru çok eski uygarlýklara kadar uzanmaktadýr. Meselâ Babil de
insanlar ayýn denizler üzerinde yüzen gümüþ
bir sandal olduguna inanýrlarmýs. (bkz. Ahmet Atillâ
Sentürk, Osmanlý Edebiyatýnda Felekler, Seyyare ve Sabiteler (Burçlar) , Türk Dünyasý
Arastýrmalarý, S. 90, Haziran 1994, s. 142.)
2.4.3. .
Gönül
Gönül en sýnýrsýz duygulardan biri olan aský ve daha nice sýr, duygu ve
bilgileri içine almasý, kaplamasý bakýmýndan sonsuz bir deniz niteligindedir. Gönlün
deniz olmasý içine dalan kimsenin mana incileri dermesi yönüyledir:
Her ki dil deryâsýna talup girür
Sad hezârân dürr-i ma nî çikarur (217/b.1)
Hz. Muhammed in gönlü için de dalgalý bir deniz benzetmesi yapýlýr. Gönlün
marifet sýrlarý ve ilâhî tecellilerle cosup tasmasý dalgalý bir deniz seklinde
düsünülmüstür.
Dil-i pür-cûsýdur deryâ-yý mevvâc
Ruh-ý rahsendesi hûrsîd-i vehhâc (244/b.10)
nsan fiziksel olarak küçük bir varlýk gibi görünse de içinde bütün dünyayý
barýndýran küçük bir kâinattýr. Dýsarýda arayýp bulmaya çalýstýgý her sey aslýnda kendi
içindedir. Bu nedenle kendisine ýrmak olarak seslenilen insana kendi ýrmagýnýn
suyunda yedi denizin gizli oldugu belirtilir.
y cûy dime ki kaný deryâ
Cûyuñda yidi deñiz hüveydâ (151/b.15)
2.4.4. .
Hz. Muhammed
Hz. Muhammed zatý ve varlýgý itibarýyla bir denize benzetilir. O, çesitli
ýrmaklarýn kendisinden sýzdýgý bir hakikat denizidir. Hakikat ilminin Hz.
Muhammed de toplanmasý nedeniyle böyle bir benzetme yapýldýgý düsünülebilir.
Sen ol bahr-i hakîkatsýn ki her mesrebde görünen muhtelif ýrmaklar senden
sýzar. (257/11)
2.4.5. .
Pîr
Tarikat gelenegine göre bir pîre intisab eden mürid kendi iradesinden geçerek
kendisini onun ellerine teslim eder. Bu gerçekten hareketle pîr denize, mürid de
onun üzerinde sürüklenen bir saman çöpüne benzetilir. Saman çöpü nasýl denizin
dalgalarýnýn götürdügü yere dogru sürüklenip gidiyorsa mürid de pîrinin bütün
tavsiyelerine uyarak, hiçbirini sorgulamadan kemalat yolunda ilerleyecektir.
Pîr deryâ vü mürîdi has olur
Âkile bundan isâret bes olur (77/b.11)
Messâta-i kudretüñ bir katre âbdan bir arûs bezeyüp on sekiz biñ âleme
cilve ittürdi ki anuñ hakkýnda hatîb-i ezel menber-i ibdâ da bir hutbe-i hamd itti...
(51/21)
Âh kim bu nefs-i mahcûb-ý degal
tti câna hacb-i mahbûb-ý ezel (167/b.12)
34/b.1 de yine Allah için Sâbýka-sâlâr-ý cihân-ý kadem / Mürsele-peyvend-i
gelû-yý kalem 7 beyti geçer. Sâbýka-sâlâr kervanbasý, öncü asker gibi manalara gelir.
Cihan bir kafile gibi düsünüldügünde cihanýn kervanbasý, lideri Allah týr.
6 Sinan Pasa birçok yerde nefsine uymamasý gerktigi konusunda insana ögütler verir. Nefs
ine uyan
ruhuna zarar verir; uymayan ise deger ve yücelikte göklerden daha üstte olur:
Uymaz isen dîve olasýn sen melegî
Kadr ü rifatte giçesin felegi (58/b13)
7 Bu beyit Nizami den iktibas edilmistir. (bkz. Dihhudâ, a.g.e., C. XVII-A, Tahran 1
339 [1960], s.
16; beytin çevrilmiþ
hâli için bkz. Nizamî, Mahzen-i Esrâr, Çev. M. Nuri Gençosman, stanbul,
MEB, 1993, s. 11.)
Kervanbasýnýn kafileye yön vermesi, onlara sahip çýkmasý veya bir öncü askerin
orduya düzen vermesi, askerlere liderlik yapmasý gibi Allah da bütün varlýklarýn
sorumlusu ve sahibi olarak yarattýklarýný belli bir düzen içinde, sýrasýyla varlýk
âlemine göndermiþ
ve kâinata nizam vermistir. Yukarýda söz edildigi üzere sâbýka
kelimesinin ezelle baglantýsý da göz önünde bulunduruldugunda beyitte geçen sâbýkasâlâr
ve kadem kelimeleri arasýndaki uyum belirginlesecektir.
Beytin devamýnda ise kalemin bogazýna zinet baglayýcý anlamýnda Mürselepeyvend-
i gelû-yý kalem ifadesi yer alýr. Mürsele-peyvend birinci dizedeki sâbýkasâlâr
gibi Allah için kullanýlan bir sýfattýr. Mürsele gönderilmissey, mektup ve
gerdanlýk anlamlarýna gelir. Mürsele-peyvend için lügatlerde kalemden kinaye
oldugu belirtilir.8 Kalem yaratýlmýslara dair tafsilî ilimdir.9 Sûfîlerce kalem, mutlak
varlýk olan, her türlü kayýt ve vasýftan, hatta mutlak olustan da yüce ve münezzeh
bulunan Tanrý nýn, bilgisinde sabit olan seyleri, imkân âlemine izhar eden zatî
iktizâsýdýr ki bu da zuhûra olan meyli, diger deyimle yaratýsýdýr.10 Bu ifadeyle
Allah ýn ezelî ilme sahip olusu, olmuþ
olacak her seyi kudret kalemiyle belirleyip
varlýk sahasýna gönderisi, yaratýsý ve düzen verisine isaret ediliyor olmalýdýr.
Gerdanlýk dizisindeki boncuklarýn bir düzen ve uyum içinde birbirine baglanmasý
gibi Allah ýn ilminde var olanlar da bir uyum, düzen ve belirlenen zaman içinde
gerçeklesir ve varlýk sahasýnda yerini alýr. fade somutlastýrýlarak basit bir kalem
olarak düsünüldügünde ise kalemin bogazýna gerdanlýk baglanmasý onun harfleri
birbirine raptederek kelimeler olusturmasý ve yazý yazmasý akla gelecektir. Klâsik
edebiyatta sözün inci olmasý hatýrlanacak olursa mesele daha iyi anlasýlabilir. Ayrýca
mürsele kelimesinin mektup anlamý tasdýgý da hatýrlanmalýdýr. Burada yukarýda
sâbýka-sâlâr ve kýdem kelimeleri arasýnda görülen uyum gibi mürsele-peyvend ve
kalem arasýndaki iliski de dikkati çeker. Mürsele-peyvendin ayný zamanda kalemden
kinaye olmasý ve dizenin sonunda kalem kelimesinin yer almasý bunu
göstermektedir.
Hz. Muhammed ve ezel arasýnda da sýký bir baglantý söz konusudur. Zira o
ezelde bütün ruhlardan önce yaratýlmýþ
olan ruh ve ilk peygamberdir. O zahirî olarak
8 bkz. Mütercim Âsým Efendi, Burhân-ý Katý, Haz. Mürsel Öztürk -Derya Örs, Ankara, TDK,
2000, s. 532; Dihhudâ, a.g.e., C. XXV-A, Tahran 1352 [1973], s. 167.
9 Abdürrezzak Kâsânî, a.g.e., s. 456.
10 Gölpýnarlý, Gülsen-i Râz Serhi, s. 16.
son peygamber olsa da mana itibarýyla ilk peygamberdir. T de onun
peygamberliginin ezelî olusu çesitli tasvirlerle sürekli islenen konulardandýr. Bu
münasebetle na t kýsmýnda yer alan bir tasvirde Sen elest gününde birlik sarabýndan
mest iken ne ayýk ne de sarhoþ
vardý. anlamýnda Sen elest güninde vahdet
serâbýndan mest iken ne hüsyâr var-idi ne mest. (252/21) denilmistir.
2.14.1. .
Anne
Hz. Muhammed e na t kýsmýnda yer alan tasvirlerden birinde ezel anneye
benzetilmisir. Buna göre Hz. Muhammed cin cenini henüz ezel annesinin rahminden
gelmeden vardý ve peygamberdi. Bütün ruhlarýn ezelde yaratýlmýþ
olmasý, varlýklarýn
yokluk sahasýndan varlýk sahasýna ezelden geldigine inanýlmasý ezelin çocuk dünyaya
getiren bir anne gibi düsünülmesine sebep olmustur. nsan cin ve melek gibi ruhanî
varlýklar yaratýldýktan sonra var edildi. Ancak Hz. Muhammed in varlýgý ve
peygamberligi ezelî oldugundan bu sekilde tasvir edilmistir. fadenin cin ve cenin
kelimeleri arasýnda dikkati çeken sibhi istikak sebebiyle de sarf edilmiþ
oldugu
düsünülebilir.
Sen ol nebîsin ki henûz cenîn-i cin rahm-i mâder-i kýdemden gelmemisti.
(251/13)
2.14.2. .
Bahar, Çimenlik (Murgýzâr), Sohbetgâh
Ezel ruhlarýn anavatanlarýnda mutlak sevgiliyle birlikte olduklarý yeri ve
zamaný sembolize eder. Klâsik edebiyatta sevgiliyle birlikte olma aný daima bahar
mevsimiyle ifade edilir. Dolayýsýyla ruhlarýn ezelde mutlak sevgiliyle birlikte
olduklarý zaman ve yeri tasvir etmek üzere de yaygýn olarak bahar ve bag-bahçe
tasvirleri gelistirilir. Bahar, çimenlik ve bahçe kavramlarýnýn bir arada olmasý, sohbet
ve isret meclisi tasvirlerini de beraberinde getirir. Buna baglý olarak 158/1 den
itibaren baslayan tasvirde ezel bahar mevsimi, murgýzâr ve sohbetgâh olarak
nitelendirilmistir. Bu baglamda insanlar da ezel baharýndaki çimenlik ve sohbet
meclisinde kudsiyet gülistaný ve üns bostaný içinde bu sohbet, halvet ve isret anýný
unutamayan yakýnlýk yaygýsý oturanlarý ve isret zamaný arkadaslarý olarak
nitelendirilirler:
lâhî! Halkuñ kerîmleri hukûk-ý sohbet-i üns ü vahdeti unutmazlar ve dünyâ
musâhibleri harîfân-ý meclis-i îþ
ü halveti ferâmûþ
itmezler. Hâsâ senüñ kerem-i
amîm ve hulk-ý kerîmüñden ki, ezel behârý ve kýdem murgýzârýnda, gülüstân-ý kudüs
ve bustân-ý üns içinde, elest sohbet-gâhý ve vahdet bârigâhýnda, celîsân-ý bisât-ý
kurbet ve hem-nisînân-ý hengâm-ý isret ittügüñ kullarýný hazretüñden bi'l-külliyye
matrûd ve rahmetüñi anlardan mesdûd ve visâlüñ kûyýndan temâm dûr ve cemâlüñ
tecellîsinden ebedî mehcûr idüp cehennem âtesinde harîk ve heyûlâ deñizinde garîk
koyasýn. (158/1)
2.14.3. .
Çöl (Beydâ)
Peygamberlere na t kýsmýnda yer alan bir benzetmede ezel için çöl, sahra
benzetmesi yapýlarak peygamberler için sâlikân-ý beydâ-yý kýdem denilmistir.
Hayatlarýný ezeldeki hakikate varmaya adamýþ
olan peygamberler ezel yolunun
yolcularý ve kerem denizinin içicileridir. Ezel kavramýnýn sahra olarak düsünülmesi
ezel kelimesinin baslangýcý belli olmayan sýnýrsýzlýk anlamýyla çöl, sahra gibi cografî
mekânlarýn uçsuz bucaksýz görünümü arasýndaki ilgi nedeniyle olmalýdýr. Çöl
benzetmesinin ardýndan bu kavramla yakýn bir çagrýsým içinde olan deniz ve içme
imajý dikkati çeker. Çölde yol alanlarýn en büyük ihtiyacýnýn su oldugu malumdur.
Dolayýsýyla ezele giden çölde yol alan yolcular seklinde tasvir edilen peygamberlerin
susuzlugunu da kerem denizi gidermektedir. Diger bir deyisle sözü edilen tasvir, bu
yolda karsýlasýlan güçlüklerin yine Allah ýn keremi ve inayetiyle asýlmakta oldugu
mesajýný verir görünmektedir.
Sâlikân-ý beydâ-yý kýdem ve nûs-künân-ý deryâ-yý kerem. (233/21)
2.14.4. .
Derinlik, Dip (Ask Denizinin Derinligi)
Ask denize benzetilirken derinligi, dibi ezel gibi düsünülür. Bu benzetmenin
temelinde askýn baslý basýna derinligi çagrýstýran bir duygu olmasý ve âsýgý tümüyle
içine alýp kusatmasýnýn yaný sýra askýn ezelle daha evvel de belirtilen baglantýsý yer
alýr. Bilindigi üzere ezel ruhlarýn gerçek aský ilk tattýklarý yeri ve zamaný temsil eder.
Denize benzetilen askýn derinliginin ezel olmasý, onun ezel kadar sýnýrsýz bir duygu
olmasý ve kaynagýnýn ezel olmasý, baslangýcýnýn ezele dayanmasý anlamýndadýr.
Isk bir bahirdür ki, ka rý ezeldür, sâhili ebed. (204/9)
2.14.5. .
Dikim Evi (Hýyâtat-hâne)
Ezel insan yaratýlýp dünyaya gönderilmeden evvel kendisiyle ilgili seylerin
belirlendigi, nasýl bir insan olup nasýl davranacagý, hangi zümre veya taifeye
katýlacagý, kýsacasý insanýn kaderinin belirlendigi bir yer olarak bilinir. Huy, mizaç ve
insan yazgýsý hep ezelde takdir olunmustur. Talihin iyi mi kötü mü olacagý ezel
takdiri defterinde yazýlmýs; insanýn giydigi her giysi ezel dikim evinde biçilmistir.
nsanýn giydigi elbiseden kasýt nasýl bir huy ve yaradýlýsa sahip olacagýyla, hayat
boyu bürünecegi rolle ilgili olmalýdýr. nsan ezelde kendisi için biçilen elbiseyi
dünyaya geldiginde giyecek ve o sekilde varlýk sahasýnda yerini alacaktýr. Dikim
evinin insanlara sunulmak üzere elbise ve kýyafetlerin biçilip dikildigi bir yer olmasý
gibi ezel de insanlara uygun kader ve talihin belirlendigi ve ona göre bir rol tay
in
edildigi yer olmasý bakýmýndan aralarýnda ilgi kurulmus olmalýdýr.
lâhî! Sirist sirist-i ezeldür. lâhî! Nübüst nübüst-i evveldür. Her nîg-bahtlýk
ve bed-bahtlýk cerâyid-i takdîr-i kýdemde yazýlmýstur, ve her hil at ki insân giyer,
hýyâtat-hâne-i ezelde biçilmistür. (138/17)
2.14.6. .
Dogu (Masrýk)
nsanýn yaratýlýþ
amacýnýn tasvir edildigi kýsýmda yer alan bir benzetmede
ezel, günesin dogdugu dogu yönüne benzetilmistir. lâhî nur ve feyiz ezelî
oldugundan ezel ilâhî nur ve feyizden söz edilirken sýkça kullanýlan bir kavramdýr.
Allah gizli bir hazine iken bilinmeyi istemiþ
ve insaný yaratmýstýr. (bkz. nsan)
nsanýn yaratýlmasý ilâhî nur ve feyzin ortaya çýkmasý ve bilinmesine neden
olacagýndan bu durum ebediyet çarhý günesinin ezel dogusundan dogmasý olarak
nitelendirilir. Ezel kavramýnýn dogu yönüne benzetilmesi, ilâhî nur ve feyizlerin
güneþ
olarak düsünülmesi ve buna baglý olarak bu günesin baslangýcý belli olmayan
bir hüviyet arz etmesiyle ilgilidir.
lâhî! Sen ol Kâdir-i kadîm ve Sâni -i hakîm sin ki, ezel-i âzâlde celâbîb-i
estâr-ý sýfât ve hucüb-i ehadiyyet-i zât-ile mestûr olmýþ
bir kenz-i mahfî iken, diledüñ
ki hazîne-i in âm ü sehâ açýlup ve ebr-i îcâd ü rahmet saçýlup hûrsîd-i çarh-ý lem
yezel, masrýk-ý ezelden tâli ve feyz-i envâr-ý kýdem arsa-i ebedde lâmi ; esi a-i
levâmi -i zât, derîçe-i serây-ý vücûddan ve sa sa a-i ukûs-i isrâkât-ý sýfât, sath-ý
derya-yý cûddan adem iklîminüñ içinde münbasýt u lâyih ve yoklýk âyinesiniñ
yüzinde celî vü vâzýh ola. (43/4)
2.14.7. .
Bezm
Ezelin bezm olarak düsünülmesi öncelikle bütün ruhlarýn ezelde bir arada
bulunmasý ve bunun zihinde bir topluluk çagrýsýmý yapmasý nedeniyledir. Yine bezm
denilince sevgili ve sarabýn akla gelmesi gibi ezelde de mutlak sevgiliyle bir ara
da
bulunulmasý ve ruhlarý sarhoþ
edici etkisiyle saraba benzetilen ilâhî hitap ile mest
olunmasý v.b. sebeplerle ezel ve bezm arasýnda ilgi kurulmustur. Bezmde sevgili ve
sarap insaný nasýl sarhoþ
ediyorsa ezelde de ruhlar ilâhî hitap karsýsýnda sarhoþ
olmuslar ve bu sarhoslukla varlýklarýný devam ettirmektedirler. 139/27 de insanýn
ezeldeki ilâhî hitap karsýsýnda mest olusunu dile getirmak amacýyla ezel, sarap ve
bezm konusu etrafýnda gelistirilen tasvir dikkat çekicidir:
Sevkuñ serâbýndan -ki bülbüle-gerdân-ý mahabbet ve gulgule-endâz-ý
meveddettür-ezel güninde her kime içürdüñ-ise, simdi ol ser-hôstur, ve mahabbetüñ
bâdesinden -ki hayrân-kün-i âdem ve âvâre-sâz-ý âlemdür- elest meclisinde her kime
tadurduñ-ise, simdi ol bî-hûstur. (139/27)
Tasvirde Allah ýn sevki sarabýný, yani ilâhî hitabý, ilâhî ask sarabýný
tanýmlamak üzere muhabbet bülbüle-gerdâný ve meveddet gulgule-endâzý
denilmistir. Bülbüle sarap ve kadeh, sarap testisi anlamlarýna gelen bir kelimedir.
Gerdân ise dönen, dönücü anlamýndadýr. Buna göre bülbüle-gerdân kelimesinden
dönen kadeh veya sarap gibi bir anlam çýkmaktadýr. Gulgule ise ses, gürültü, samata
v.b. anlamlarýnýn yanýnda agzý dar bir kaptan akan suyun çýkardýgý sesi tanýmlamak
üzere, bilhassa sarabýn kadehe dökülürken çýkardýgý ses için kullanýlan bir kelimedir.
Gulgule-endâz ses çýkaran, akseden, çýnlayan anlamýndadýr. Bilindigi üzere isret
meclislerinde halka seklinde oturulmasý ve kadehin döndürülerek halkada bulunan
kisilerce yudumlayarak içilmesi gelenegi mevcuttur. Bülbüle-gerdân kelimesindeki
gerdân sözcügü bu devretme eylemini çagrýstýrmasý bakýmýndan özellikle seçilmiþ
olmalýdýr. Tasvirdeki sarap ve sarhoslukla ilgili çagrýsýmlarýn daha iyi anlasýlabilmesi
için sarhoþ
kimselerin kendilerini bilmeden söyledikleri ve baskalarýnýn da
anlamadýgý yüksek sesli bagrýsmalarýna gulgule dendigi de hatýrlatýlmalýdýr.11
Tasvirin devamýnda muhabbet sarabýný tanýmlamak üzere geçen hayrân-kün-i
âdem ve âvâre-sâz-ý âlem ifadelerindeki hayrân ve âvâre kelimeleri de mest olmuþ
kisinin hâlini ifade eden kavramlardýr. Âvâre ayrýca sarap üzerindeki kabarcýk, habâb
anlamýna gelir.12 Görüldügü üzere ilâhî ve ezelî aský sarap benzetmesiyle dile getiren
bu tasvirde kullanýlan bütün kelimeler sarap ve mestlik kavramlarýyla yakýndan
alâkalý özenle seçilmis kelimelerdir.
11 T de 220 deki sâkinâmede geçen bir beyit gulgulenin söz edilen manasýyla, bülbülenin de
anlamýnda bir arada kullanýldýgý güzel bir örnektir:
Tâ olavuz cümle mest-i bülbüle
Arþ
ü ferse býragavuz gulgule (220/b.13)
12 Bâdeye düsmiþ
hevâyî bir bölük âvâreyüz
Biz de bir kaç lâübâlîyüz cihândan fâriguz (Hayretî, Dîvan, Haz. Mehmed Çavusoglu -M. Ali
Tanyeri, stanbul, ÜEF, 1981, mst. 15/IV-2)
Düseli ýsk ayagýna âvâre gönlümüz
Sol bir habâba döndi ki ol câm-ý Cem dedür (a.e., g. 92/4)
Lebüñe beñzemese bâde-i nâb
Anuñ âvâresi olmazdý habâb (Emrî, a.g.e., mk. 24/1)
Oldugýyçün sâgar-ý lebüñ âvâresi
Bâd kabrinde habâbuñ türbedâr olmýs-durur (a.e., ms. II/4)
Yogun bir bezm tasviri içermese de 288/b.5 te geçen evliya ve seyhlerin
büyükleri hakkýndaki beyti de zikretmekte fayda vardýr. Burada da bezm ve
terennüm kelimeleri arasýndaki bað
dikkati çeker. Bezm ayný zamanda siirli, sazlý
sohbet meclisidir. Bezmin içinde sevgili, kadeh, sarap v.b. unsurlarýn yanýnda
terennüm etme, siir söyleme, musiki icra etme gibi eylemler de yer alýr. Ayrýca
terennüm bezmle yakýndan alâkalý olan bülbülü -isret meclislerinin baharda
kurulmasý ve baharda bülbül v.b. kuslarýn bað
ve bahçelerde ötüsmesinden dolayý-ve
bülbül çagrýsýmýndan hareketle âsýgý çagrýstýrýr. Bülbülün gül için terennümleri,
âsýgýn da sevgili için âh edip inlemeleri düsünülünce tasvirin keyfiyeti daha iyi
anlasýlacaktýr. Bu tasvirde terennüm evliya, seyh gibi yüce ruhlu, Hak âsýgý, kâmil
kimselerin sürekli ezel bezmini ve orada tattýklarý ask lezzetini zikretmeleri ve
yasarken daima o ana olan özlemlerini dile getirmeleri ifade ediliyor olmalýdýr. Zira
beytin birinci dizesinde yokluk yolunun menzillerini bilenler anlamýna gelen
ifadeden de anlasýlacagý üzere bu kimseler Allah için fenâ olma yolunda ilerleyen
kimselerdir. Fenâfillâha erip ezelde tattýklarý lezzeti tekrar yasama dilegini içlerinde
tasýmaktadýrlar. Terennüm kelimesi ezelde ruhlarýn Allah ile konusmasý ve ilâhî
hitaba cevap vermeleri hadisesini de çagrýstýrmaktadýr.
Menâzil-sinâsân-ý râh-ý adem
Terennüm-nüvâzân-ý bezm-i kýdem (288/b.5)
2.14.8. .
Kadeh, Sarap, Meyhane
Kadeh, sarap ve meyhane benzetmeleri de ezelde ruhlarýn ilâhî asktan dolayý
mest olduklarý düsüncesinden hareketle gelistirilmistir. Bunlarýn hepsinde kadehten
içilen sarabýn insaný sarhoþ
etmesi gibi ezel kadehinden sunulan veya ezel
meyhanesinde içilen ilâhî sarabýn da ruhlarý sarhoþ
etmesi söz konusudur. Bu
tasvirlerin genelinde ezel meyhanesinde ezel kadehinden sunulan ve aklý bastan alýp
götüren ezel sarabýnýn sarhoslugunun ebediyyen devam etmesi ortak temennidir. Bu
öyle bir saraptýr ki aklý bastan aldýgý gibi iki cihandan el etek çekmeye de sebep
olmaktadýr. Yani ilâhî ask sarabýný bir kez yudumlayan için ne dünyanýn ne de
ahiretin önemi kalýr. Onun tek amacý mutlak sevgiliye ulasmak ve ilâhî ask sarabýný
yudumladýgý o kudsî ana geri dönmektir.
Isktur elest serâbýndan ser-hôþ
iden; ýsktur ezel kadehinden bî-hûþ
iden.
(211/5)
Isk ezel kadehinden bî-hûslýktur.(192/6)
Hûs virdüñ, elest câmýndan bî-hûs it. (140/27)
Elâ iy sâkî sun câm-ý elesti
Yuyavuz dü cihândan tâ ki desti (220/b.4)
Sol sarâb-ý ezelî ki elest güninde içirdüñ, ebedî eksüg eyleme. (82/3)
Isktur kýdem mey-hânesinden mest iden; ýsktur bunda dahý mey-perest iden.
(211/6)
Ezel ve sarap iliskisi içinde ele alýnabilecek baska bir örnek büyük evliya ve
seyhlere na t bölümünde yer alan Sabûhî-künân-ý sarâb-ý elest / Emîrân-ý me mûr u
hûsyâr-ý mest (289/b.2) beytidir. Sabûh sabah içkisi, sabaha kalan ve sabah içilen
içki anlamýna gelir. Sabûh kelimesi genellikle Farsça rânden, zeden, kerden ve
kesîden fiilleriyle veya Türkçe eylemek fiiliyle birlikte kullanýlýr.13 Buradaki
künân kelimesi de yapmak, etmek anlamýndaki kerden fiilinin ism-i fâilidir. Bu
durumda elest sarabýnýn sabuh eyleyenleri seklinde bir mana çýkmaktadýr. Bilindigi
üzere sarap içenler sarhosluktan kaynaklanan ve humâr olarak adlandýrýlan baþ
agrýsýný atmak için sabahleyin tekrar içerler. Burada elest sarabýndan mest olan evliya
ve seyhler sarhoþ
bir sekilde sabahlayýp tekrar sabûh içenlere benzetilmislerdir. Bu
ise onlarýn ezelde tattýklarý sarhoslugun geçmesini istememeleri ve o aný sürekli
yasamak istemelerine baglý olarak sarap içenlerin kalan sarabý humarý def etmek
üzere sabahleyin içmeleri gibi, onlarýn da ezeldeki sarhosluklarýnýn süreklilik arz
ettigine, bu âlemde de sürdügüne ve o sarhoslugu hayat boyu devam ettirdiklerine
isaret eder. Yine 286 da büyük evliya ve seyhler hakkýnda konuyla ilgili olarak geçen
elest serâbýnuñ mestleri, nîstlik âleminüñ hestleri (286/29) ifadesi de burada
zikredilmelidir.
13 Goncayý kan tuttu eylerken sabûhu bâgda
Aldý kanýn nîster oldu zebâný bülbülün (Hayâlî, Hayâlî Divaný, Haz. Ali Nihat Tarlan, Ankar
Akçag, 1992, g. 281/3)
2.14.9. .
Kafdagý
Kafdagý T de yüceligi ve erisilemezligi sembolize eder. (bkz. Kafdagý)
Mahiyeti ve nerede oldugu bilinmeyen efsanevî bir nitelik arz etmesi nedeniyle
mahiyeti tam olarak bilinemeyen ancak kudsî bir zamaný temsil eden ezel kavramýyla
özdeslestirilmiþ
olmalýdýr. 209. sayfada geçen beytin birinci dizesinde ask benzer
nedenle efsanevî kus Sîmurg a (bkz. Ankâ) benzetilmis ve ask Sîmurg unun nisansýz,
isaretsiz oldugu belirtilmistir. kinci dizede ise ask Sîmurg unun yuvasýnýn ezel Kâf ý
oldugu ifade edilmistir. Askýn yuvasýnýn ezel Kâf ý olmasý ruhlarýn ilk aský ezelde
tatmýs olmalarý ve askýn kaynagýnýn ezel olmasýyla ilgilidir.
Sîmurg-ý ýsk ki bî-nisândur
Kâf-ý kýdem aña âsiyândur (209/b.8)
2.14.10. .
Küp (Hum)
218 de geçen bir tasvirde ezel hum olarak düsünülmüstür. Hum sarap küpü
anlamýndadýr. Ezelin sarap küpü olarak düsünülmesi yine kadeh ve sarap
tasvirlerinde oldugu gibi ezeldeki ilâhî hitabýn sarhoþ
edici etkisi nedeniyledir.
Tasvirde Allah ýn huzuruna talip ve vuslatýna meyilli kimselere ask meyhanesinden
bir kösede makam ve ezel küpünden bir yudum mey-i ham nasib etmesi istenir.
Edebiyatta meyin aský semolize ettigi malumdur. Yýllanmamýssarap olan mey-i ham
ise askýn en düsük mertebesidir. Sinan Pasa Hakk a kavusmayý isteyen kullar için
askýn en düsük derecesinin bile yeterli oldugunu, bu derecesine bile razý olduklarýný
dile getirmektedir. Askýn bu kertesinin bile onlarý mest edip perisan edecegini,
costurmaya yetecegini, bu kadarýyla bile gece gündüz o devletin esiginde ve o izzet
hareminde ziyaretçi ve mücâvir olacaklarýný ifade etmektedir. Mücâvir bir mâbed
veya tekke yakýnlarýna çekilip oturan ve yurdunu terk ederek zamanýný Hâremeyn-i
Serîfeyn de ibadetle geçiren kimseye denir. Görüldügü gibi burada mücâvir
kelimesiyle harîm kelimesi bilinçli olarak bir arada kullanýlmýstýr.
Hazretüñe tâlib ve visâlüñe râgýb olan kullaruña ýsk meykedesinden bir
kûsede makâm ve ezel humýndan bir cür'a mey-i hâm nasîb eyle kim, ta ayyün
cübesin çýkarup ve tesahhus destârýn giderip izzet yakasýn çâk ve seng-i melâmetten
bî-bâk, mest ü lâ-übâlî-vâr ve âsýk-ý bî-karâr olup gice gündüz ol âsitâne-i devlete
zâyir ve leyl ü nehâr ol harîm-i izzette mücâvir olalar. (218/16)
2.14.11. .
Mektep, Sekeristan
Ruhlarýn ezelde tattýklarý lezzeti sürekli hatýrlamayý ve orada elde ettikleri
sarhoslugun daima sürmesini istediklerine evvelce de deginilmisti. Buradan hareket
le
gelistirilen tasvirde ezel bir mektebe benzetilmiþ
ve orada verilen dersin gönül
çocuguna sürekli ezber ettirilmesi istenmistir. Ezelin mektebe benzetilmesi ruhlara
sunulan hitabýn ve onun karsýlýgýnda ruhlarýn verdigi cevabýn âdeta ders tekrarýný
anýmsatmasý nedeniyle olmalýdýr. Ayrýca ezel yaratýlmýslar ve olmuþ
olacak her sey
hakkýnda Allah ýn ezelî ilminin kaynagýný gösterir. Varlýk âlemine ait bütün bilgiler
orada takdir edilmistir. Ezel ve ilim arasýndaki bu münasebetin de mektep
benzetmesinde etkili oldugu düsünülebilir. Bahsedilen tasvirin hemen arkasýndan
gelen cümlede kuds sekeristanýndan tattýrdýgýn sekeri kereminden mükerrer ettir
denilerek bu sefer sekeristan benzetmesi yapýlmýstýr. Sekeristan benzetmesinde ezel
ifadesi kullanýlmasa da kuds kavramý ve bir önceki cümlede ezel kelimesinin
geçmesinden hareketle burada da ezelden bahsedildigi rahatlýkla söylenebilir. Ezelin
sekeristana benzetilmesi sekerin insan damagýnda býraktýgý güzel tad gibi orada
yasanan güzel anlarýn da unutulamamasý ve ruhlara seker gibi tatlý gelmesi
nedeniyledir. Cümlede geçen mükerrer kelimesi tekrar anlamýnda olup kand-i
mükerrer adýyla bilinen ve seker kamýsýnýn üç defa kaynatýlmasý sonucu elde edilen
bir tür sekere14 çagrýsým yapmasý bakýmýndan metinde seker kelimesiyle bir arada
kullanýlmýstýr. Tûtî ve seker arasýndaki münasebet de tûtinin sekerle beslenmesi
bakýmýndandýr.
14
Ahmet Talât Onay, Eski Türk Edebiyatýnda Mazmunlar, Haz. Cemâl Kurnaz, stanbul, MEB,
1996, s. 303.
Dil týflýna ezel mekteb-hânesinde virdigüñ sebaký dâyimâ ezber ittür ve cân
tûtisine kuds sekeristânýnda tadýrdýguñ sekeri keremüñden mükerrer ittür. (155/1)
2.14.12. .
Mutfak
Evliya ve seyhlerin büyükleri hakkýnda varlýk ilinin yagmacýlarý, ezel
mutfagýnýn asçýlarý anlamýnda vücûd ilinüñ târâsçýlarý ve ezel matbahýnuñ asçýlarý
(287/24) denilmistir. Târâs yagma, talan, bozma anlamýna gelir. Varlýk ilinin
târâsçýsý olmak maddî varlýgý hiçe sayýp bütün kayýtlardan sýyrýlarak mutlak varlýga
ulasmak, yani fenâfillahtýr. fadede târâsçýlarý ve asçýlarý kelimeleri arasýndaki
ses uyumu dikkati çeker. Asçý ve mutfak kavramlarýnýn çagrýsýmýyla ziyafet ve
büyük ziyafetlerin ardýndan gerçeklestirilen yagma hadiseleri zihinde
canlanmaktadýr. Ezelin mutfak olarak düsünülmesi söz edilen kelimeler arasýndaki
ses uyumu ve çagrýsýmlarýndaki kompozisyon bütünlügü bakýmýndan olsa gerektir.
Öte yandan mutfak bir isin hakikatini, arka planýný, aslýný, esasýný bilmekle
baglantýlýdýr. Bir isin ehli olan kimse için günümüzde o isin mutfagýnda yetismis
ifadesinin kullanýlmasý mutfak kavramýnýn insan zihnindeki tasavvurunu göstermesi
bakýmýndan önemlidir. Ezel bütün ruhlarýn koptugu asýl vatan olmakla insanýn ve var
olusun hakikatidir. Yaratýcý nýn ve insanýn kendi hakikatinin iyi anlasýlabilmesi ezele,
ezelde yasanan ana yaklasýlmasýyla dogru orantýlýdýr. Ezel evliya ve seyh gibi bu
hakikatten uzaklasmadan hayat süren kâmil insanlar için onlarýn yetistigi ve
maharetlerini sergiledikleri bir mutfak niteligindedir. Asçýnýn mutfak için en fazla
söz sahibi olan kimse olmasý, bir anlamda mutfagýn ondan sorulmasý ve orada
hazýrladýgý yemekleri insanlara sunmasý gibi, bu kimseler de ezel hakikatini, oraya ait
sýrlarý insanlara anlatýp onlarýn da bu lezzetten nasiplerini almalarýný
saglamaktadýrlar.
2.14.13. .
Otað
Ezel ruhlarýn Allah ýn huzurunda bulundugu, varoluþ
ve yaratýlanlar hakkýnda
önemli kararlarýn alýndýgý kudsî bir yer ve zamandýr. Dolayýsýyla yüceligi temsil eder.
Bu münasebetle otagla aralarýnda ilgi kurulmuþ
olmalýdýr. Otað
nasýl padisah v.b.
yüksek mevkideki kimselerin mekânýysa ezel de mutlak sevgilinin mekâný ve onunla
birlikte olunan yerdir. Hz. Muhammed için Ol tercümân-ý bârigâh-ý kýdem
(249/1), yani ezel otagýnýn tercümaný denilmistir. Hz. Muhammed in ezel otagýnýn
tercümaný olmasý onun ilâhî vahye muhatap olmasý, getirdigi dinle insan ve kâinatýn
varoluþ
amacýný, Allah ýn emir ve yasaklarýný, kullugun gereklerini tüm insanlýga
ögreten ve açýklayan kisi olmasý nedeniyledir. O bu anlamda ilâhî vahyin, yücelik
otagýndaki bilginin tercümanýdýr. Ayrýca Hz. Muhammed akl-ý evvel (ilk akýl) olarak
isimlendirilir. Tasavvufta akl-ý evvel varlýgý Rabbinden kabul eden ilk cevherdir. Bu
nedenle akýl diye isimlendirilmistir. Çünkü o, Rabbini ilk bilen ve varlýk feyzini ilk
kabul eden seydir.15 T de de birçok kez tekrar edildigi üzere Hz. Muhammed in
peygamberligi yaratýlmýþ
her seyden önce vardý ve sabitti. Ezelde ruhlara yöneltilen
Ben sizin Rabbiniz degil miyim? hitabýna ilk cevap verenin onun ruhu oldugu
kabul edilir. Bu anlamda da o ezel otagýnýn tercümaný gibi düsünülebilir.
2.14.14. .
Sehergâh
Seher gecenin sona erip sabaha dönüsmeye basladýgý an, tan yeri agarmadan
biraz önceki vakittir. Ezelin sehergâh olarak düsünülmesi baslangýcý olmayan bir
baslangýç anlamý tasýsa da baslangýcý, en evveli temsil etmesi nedeniyledir. Gün nasýl
seher vaktiyle baslýyorsa varlýgýn baslangýcý da ezele dayanýr. Ayrýca seher vaktinin
kutlu bir zaman dilimi olmasý ve genellikle ibadet için en makbul zamanlardan biri
olarak görülmesi gibi ezel de mutlak sevgiliyle birlikte olunan kutlu ve mübarek bir
zamaný temsil eder. Hz. Muhammed e na t kýsmýnda onun peygamberliginin ezelî
olusu, ezel sehergâhýnda terennüm eden bülbül benzetmesiyle dile getirilir. Hz.
Muhammed gayb gül bahçesi içinde ezel sehergâhýnda Kul hüvallahu ehad okuyup
temcid ederken melekût âlemi tesbihçileri henüz yokluk uykusundan baþ
kaldýrmamýslardýr.
15 Abdürrezzak Kâsânî, a.g.e., s.396.
Sen ol andelîb-i sehun-serâsýn ki gayb gülzârý içinde ezel seher-gâhýnda
"Kul hüva'llâhu ehad" okuyup temcîd iderken müsebbihân-ý âlem-i mülk ü melekût
henûz hâb-ý ademden bas kaldurmayup sâkitler-idi. (252/12)
Ayný sekilde 169. sayfada geçen bir tasvirde de ezelin sehergâha benzetildigi
görülür:
Ezel sehergâhýnda biz henûz hâb-ý ademden baþ
kaldýrmadýn bize lütuflar
idüp hitâb iderdüñ ki:"Yâ ibâdî"16, ve vücûd bahçesinde henûz nihâl-i za îfumuz
zuhûr bulmadýn bizim-içün blîs'e hitâb idüp eydürdüñ ki:"nne ibâdî".17
2.14.15. .
Tekke (Hânekâh)
Tekke dervislerin bulundugu ve ibadet ettikleri yerdir. Bu tür yerler zikir, dua
ve ibadetlerle Hakk ýn yanýnda olunan, ona teveccüh edilen yerlerdir. Ezel de mutlak
sevgiliyle birlikte olma ve onun huzurunda bulunma meclisidir. Bu nedenle
aralarýnda bir ilgi kurulmus olmalýdýr:
Cân-fürûsân-ý bârigâh-ý adem
Hýrka-pûsân-ý hânekâh-ý kadem (206/b.4)
Âsýklarý tasvir eden beyitlerden biri olan yukarýdaki beyitte onlar için ezel
tekkesinin hýrka giyicileri denilmistir. Hýrka giyenler anlamýna gelen hýrka-pûsan
dervisler demektir. Dervisle kastedilen Hak âsýgýdýr. Bilindigi üzere dervisler ve
tarikat mensuplarý üzeri renkli yamalardan olusan ve hýrka adý verilen bir çesit giysi
giyerlerdi. Beytin birinci dizesinde de yokluk otagýnýn can satýcýlarý denildigi
görülür. Derviþ
v.b. Hak âsýgý kimselerden söz edilirken onlarýn varlýk ilini
yagmalayan, varlýgýný Hak yolunda feda eden kimseler olduklarý tekrarlanýr. Beyitte
16 Ey kullarým . Kur an, 29/56 dan iktibastýr. Ey iman eden kullarým! Süphesiz, benim arz
genistir. O hâlde (nerede güven içinde olacaksanýz orada) yalnýz bana kulluk edin.
17 Benim kullarým . Kur an, 15/42 ve 27/65 ten iktibastýr. Süphesiz kullarým üzerinde sen
hâkimiyetin yoktur. Ancak azgýnlardan sana uyanlar müstesna. Surasý muhakkak ki, benim
(ihlâslý) kullarým üzerinde senin hiçbir agýrlýgýn olmayacaktýr. (Onlarý) koruyucu olarak R
yeter.
de yokluk otagýnýn can satýcýlarý denilerek buna isaret edilmektedir. Ayrýca burada
geçen bârigâh-ý adem (yokluk otagý) ibaresinde de ezel çagrýsýmý vardýr. Ezelin
otaga benzetilmesi meselesine yukarýda deginilmisti. Ezelde her insanýn nasýl biri
olacagý, hangi zümre veya taifeye katýlacagý belirlendiginden bu kimselerin de ezel
otagýnda âsýklardan olacaklarý ve canlarýný ask yolunda feda edecekleri takdir
edilmistir. Buna dayanarak yokluk otagýnýn can satýcýlarý ifadesiyle Hak âsýklarýnýn ta
ezelde canlarýný Allah yolunda satmýs olduklarý gibi bir anlam çýkarýlabilir.
2.14.16. .
Ülke (klîm, Milk)
Ezelin iklim ve milk olarak düsünülmesi farklý bir boyutu, her yönüyle baska
bir âlemi temsil etmesi sebebiyledir.
Sen ol Kâzî-yý ezel ve Hâkim-i Lâ-yezâlsin ki kýdem iklîminde henûz bir
mahlûk peydâ degül-iken ve kazâñ mahkemesinde henûz bir mümkin hüveydâ degüliken...
(43/22)
245 te Hz. Muhammed için geçen ve arka plânda bir kuþ
motifi içeren beyit
dikkat çekicidir:
Hudûs18 sehrinden almýs âb ü dâne
Kýdem milkinde düzmis âsiyâne (245/b.1)
Hudûs sonradan var etme anlamýna gelen Arapça hds kökünden gelir.
Hudûs mülkü sonradan var edilen mülk, yani dünya anlamýndadýr. Anlam
bakýmýndan beytin kinci dizesinde geçen kýdem kelimesinin zýddýdýr. Burada su ve
tane alýp yuva kuran bir kuþ
motifi söz konusudur. Ancak bu öyle bir kustur ki yuva
düzmek için tasýdýgý âb ü dânesi19 hudûs mülkünden, yani maddî âlemden, yuvasý ise
ezelî ve ebedî âlemdedir. Bu kusla kastedilen yukarýda da belirtildigi gibi Hz.
18 Bu kelime metinde kudüs seklinde geçmektedir. Ancak beyte bu sekilde bir anlam
verilemediginden kelimenin hudûs olarak okunmasý uygun görülmüstür.
19 Âb ü dânenin kanaate remz olan bir hýrka, bir lokma tabirini ifade ettigi, herkesin na
ibine düsen
su ve ekmege de âb ü dâne denildigi belirtilir. (bkz. Cebecioglu, a.g.e., s. 30-31.)
Muhammed dir. Bilindigi üzere kuslar bir yere yuva kurmak istediklerinde
gagalarýyla oraya çer-çöp, yem v.b. yuva kuracak ve beslenecek birtakým malzemeler
tasýyýp dururlar. Ebediyet arzusu içinde olan insan da azýgýný bu dünyadan alýp ebedî
âlemlere yolculuk edecektir. Manevî bakýmdan olgunlasmýs kimseler varlýk olarak bu
dünyada gibi görünseler de yaptýklarý her isin, maddî dünyaya ait gibi görünen her
eylemlerinin bir de manevî boyutu söz konusudur. nsanlýgýn önderi ve kemalatýn
doruk noktasý Hz. Muhammed de bedenî olarak bu âlemde yasayan ve dünya
nimetlerinden faydalanan bir insandý. Ancak kemalata ermiþ
bütün insanlar gibi
yaptýgý her iþ
ve eylem ebedî âlemlerdeki yuvasýný hazýrlamaya yönelikti. Bu
dünyadan aldýgý azýkla ebedî âlemlerde yuvasýný kurdu ve ebediyete ulastý.
287 de evliya ve seyhlerin büyükleri için Kýdem iklîminüñ seyyârlarý, ve
hudûs mülkinüñ tayyârlarý (287/9) ifadesi geçer. Seyyâr yürüyen, tayyâr ise uçan
anlamýndadýr. Kâmil insanlar asýl varlýga maddî baglardan sýyrýlarak, kendi
varlýklarýný yok ederek ulasýrlar. Onlarýn varlýklarý yokluktur, yok olmaktýr. Bu
insanlar maddî âlemde bulunuyorlarmýþ
gibi görünseler de ruh ve gönülleriyle ebedî
âlemlerde yol alýrlar. Bu durum onlarýn hudûs mülkünde uçmalarý gibi düsünülmüþ
olmalýdýr. Ayný sekilde onlarýn asýl vatanlarý, bulunduklarý asýl mekân ebedî ve ezelî
âlem oldugundan mevcudiyetleriyle orada bulunan ve orada yol alan anlamýnda
seyyâr yani yürüyen kelimesi kullanýlmýs olmalýdýr.
2.15. FELEK (bkz. Gökyüzü)
2.16. FERRÂÞ
Ferrâþ
yaymak, dösemek anlamýna gelen Arapça fers ten türetilmiþ
bir
kelimedir. Halife ve sultanlarýn yatak ve halýlarýný seren, çadýrlarýný kuran; cami,
medrese gibi vakýf eserlerinin temizlik isleriyle ugrasan görevliye ferrâþ
adý verilir.20
20 Tahsin Yazýcý -Mehmet psirli, Ferrâs , DA, C. XII, stanbul, TDV, 1995, s. 408.
2.16.1. .
Allah
111 de ferrâþ
yeryüzünü yaratýp esi görülmemiþ
bir biçimde döseyen Allah
için benzetme unsuru olarak kullanýlmýstýr. lim bahsinde mana ve suret ilmi arasýnda
kýyaslamanýn yapýldýgý kýsýmda görülen bu benzetmeyle ferrâsý görmek manayý
temsil eder. nsana surete takýlmamasý gerektigi konusunda ögütler verilerek sanatý
veya yaratýlaný degil, onu yaratýp ortaya koyaný görmek gerektigi söylenir. Nakýþ
surettir; naksý býrakýp nakkasý, fersi býrakýp ferrâsý görmelidir. Fersi býrakýp ferrâsý
görmek sureti asýp mana ilmine sahip olmanýn geregidir.
Naks sûrettur ko sen nakkâsi gör
Âlemüñ fersin ko sen ferrâsi gör (111/b.7)
2.16.2. .
Hikmet
Allah ýn hikmeti de ferrâsa benzetilen unsurlardandýr. Hikmet ferrâsa
benzetilirken kudret de kayyýma (bkz. Kayyým) benzetilmiþ
ve hikmet ferrâslarýyla
kudret kayyýmlarýnýn yeryüzünde oturan insanlarýn ibadetleri ve namazlarý için
yeryüzü mescidine seccade serdikleri tasavvur edilmistir. Tasvirde gökyüzü firuze
renkli bir mihrap kemeri ve kubbe, çimen de yeryüzünün insanogluna mescid
kýlýnmýþ
olmasý özelliginden hareketle toprak mescidi üzerine serilen bir seccade
seklinde hayal edilmistir. Giriste de belirtildigi gibi ferrâþ
cami, mescit gibi
kurumlarýn temizligini yapan ve halý, kilim v.b. mefrusatýný yayma hizmetiyle görevli
olanlar hakkýnda kullanýlýr bir tabirdir. Bu tasvirde de hikmet ayný sekilde yeryüzü
mescidine seccade seren bir ferrâsseklinde ele alýnmýstýr. Çimenlerin yeserip
topragýn üzerini kaplamasý yere serilip yayýlan bir çesit seccade çagrýsýmý yapmýstýr.
Gökyüzünün rengi ve sekli, çimenlerin yesermesi Allah ýn hikmetiyle gerçeklesmiþ
hadiseler olmasý bakýmýndan hikmet ferrâsa benzetilmistir.
Ferrâsân-ý hikmetüñ ve kayyimân-ý kudretüñ ibâdât-ý âbidân-ý sükkân-ý
arazîn ve salevât-ý mu tekifân-ý rûy-ý zemîn içün zîr-i tâk-ý mihrâb-ý pîrûze-i gerdûn
ve derûn-ý fezâ-yý kubbe-i çarh-ý nîl-gûnda seccâde-i sebz-i pâki rûy-i mescid-i hâk
üzerine bast idüp döserler. (50/15)
2.16.3. .
Kudret
Gökyüzü ve gökyüzündeki unsurlarýn çesitli benzetmelerle tasvir edildigi
kýsýmda ay ve güneþ
iki muma benzetilmiþ
(bkz. Ay, Günes), Allah ýn kudreti ise
güneþ
ve ay mumlarýný yeryüzüne halife olarak gönderilen insanlarýn huzur
meclisleri için yakan bir ferrâsa benzetilmistir. Huzur meclisi gelis meclisi, karsýla
ma
meclisi anlamýnda kullanýlmýþ
olmalýdýr. Halîfe-zâdegân olarak nitelendirilen
insanoglunun yaratýlýp dünyaya gönderilmesi, ay ve güneþ
gibi unsurlarýn onun gelisi
için yakýlan bir mum oldugunu tahayyül ettirmiþ
ve yeryüzü halife çocuklarýný
karsýlamak üzere onlara yarasýr biçimde hazýrlanan bir meclis olarak düsünülmüstür.
Kudretin ferrâsa benzetilmesi kâinattaki bütün varlýklarýn ve kurulan düzenin
Allah ýn kudretiyle tertip edilmesi ve varlýgýný sürdürmesi yönüyledir. Ayrýca bu
tasvirden hareketle ferrâslarýn mekânlarý aydýnlatma isiyle görevli oldugu sonucuna
varýlabilir.21
Mihr ü mâh iki sem dür ki ferrâsân-ý kudretüñ halîfe-zâdegân-ý "nnî câ ilün
fi'l-arzý halîfe"nüñ meclis-i huzûrlarý-y-içün yakmýslardur. (48/13)
2.16.4. .
Rüzgâr
Dünyanýn faniligine yönelik tasvirlerin yapýldýgý kýsýmda Hz. Süleyman ýn
saltanatýnýn büyüklügüne göndermeler yapýlarak onun da fanilikten nasibini aldýgý
belirtilmistir. Hz. Süleyman rüzgâra hükmeden bir peygamber olarak bilindiginden
bu kýsýmda rüzgârýn özelliklerinin çesitli benzetmelere konu edilerek peþ
pese
21
Ferrâsýn görevi hizmet ettigi kuruma ve sartlarýna göre degisebiliyordu. Sultan II. Beyazýd
vakfýndan bir deftere göre stanbul daki imarette görevli dört ferrâþ
misafirleri odalarýna
yerlestirir, yemek getirir, odalarý süpürür temizler, mumlarý yakar, odalarýn kapýlarýný aç
icabýnda kaparlar. (bkz. Nil Sarý, Osmanlý Darüssifalarýna Tayin Edilecek Görevlilerde Ar
n
Nitelikler , Yeni Týp Tarihi Arastýrmalarý, stanbul 1995, s. 52.) Görüldügü üzere yukarýdak
tasvirde de geçtigi gibi ferrâslar mumlarý yakmakla da görevliydiler.
sýralanmýþ
oldugu görülür. Rüzgârýn özelliklerinden biri de ferrâs-ý hayme-i sehâb
(122/27), yani bulut otagýnýn ferrâsý olmasýdýr. Eskiden ferrâslarýn basýnda
ferrâsbasý veya mihter-i ferrâsân denilen görevli bulunurdu. Mihter-i ferrâsânýn
emrinde firâsî adý verilen çok sayýda gulâm çalýsýrdý; bunlar çadýrlarý kurmak ve
sökmekle görevliydiler.22 Rüzgârýn bulut otagýnýn ferrâsý olarak düsünülmesi
çadýrlarý kurup kaldýrmakla görevli kisilerin belirtildigi gibi ferrâþ
olarak
adlandýrýlmasýyla ilgilidir. Rüzgâr, bulutlarý sürükleyerek sekilden sekle sokmasý ve
bulutlarýn yeryüzünü örten bir çadýrý anýmsatmasý yönüyle çadýr kuran bir ferrâsa
benzetilmistir.
252 de sabâ rüzgârýnýn ferrâsa benzetildigi görülür. Hz. Muhammed in
peygamberliginin henüz kâinat yaratýlmadan ilan edilmiþ
oldugu vurgulanýrken sabâ
rüzgârýnýn yeryüzü avlusu üzerine zümrüt renkli yaygýyý dösemeden onun peygamber
oldugu söylenir:
Henûz ferrâsân-ý nesîm-i sabâ sahn-ý zemîn üzre fers-i zümürrüdîn
dösemedin (252/27)
Zümrüt renkli yaygýnýn dösenmesi çimenlerin yesermesinden kinayedir. Sabâ
rüzgârý hafif esen bir rüzgâr olmasý münasebetiyle çiçeklerin açýlmasýna yardým eden
ve tabiata canlýlýk veren bir özellige sahiptir. Sabânýn ferrâsa benzetilmesi tasýdýgý
çiçek tozlarýyla agaç ve çiçeklerin döllenmesini saglayarak çimenlerin yesermesini,
kýsacasý tabiatýn serpilip güzellesmesini saglamasý yönüyle olmalýdýr.
2.16.5. .
Dâfi a
nsan vücudundaki çesitli organlarýn ve insana ait kuvvetlerin benzetmelere
konu edildigi kýsýmda dâfi anýn ferrâsa benzetildigi görülür. Dâfi a insanda kuvâ-yý
bâtýna olarak adlandýrýlan iç kuvvetlerden biridir. (bkz. nsan) tici, defedici kuvvet
manalarýna gelir. nsan vücudundaki fazlalýklarýn atýlmasýna yardýmcý olur.23
Ferrâslarýn mekânlarý temizleme ve tertipleme isiyle mesgul olmalarý gibi, dâfi a da
22 a.m., s. 408.
23 Al-Qazwini, a.g.e., s. 375-376.
vücuda faydalý olmayan maddelerin atýlmasýna yardým ederek bir nevi temizlik
vazifesi gördügünden ferrâsa benzetilmis olmalýdýr.
Dâfi ayý ferrâs-ý serîf (124/10)
2.17. GAVVÂS (bkz. Dalgýç)
2.18. GELN ( Arûs)
T de gelin mahremiyetin, gizliligin, erisilmez sýrlarýn, maddî, manevî ve ilâhî
olmak üzere baslý basýna güzelligin sembolüdür. Bu münasebetle çesitli varlýk ve
kavramlar için benzetme unsuru olarak kullanýlmýstýr.
2.18.1. .
Ask
Ask ve güzellik geline benzetilen kavramlarýn basýnda gelir. Ask ve
güzelligin geline benzetilmesi bu kavramlar arasýndaki sýký münasebetten ileri gelir.
Gelin güzellige ve aska sahip olmakla güzellik ve ask kavramlarýný bir arada tutar.
Askýn geline benzetilmesi durumunda ask, üzerine ne giydirilse yakýsacak bir gelin
seklinde hayal edilir.
Isk bir arûstur ki her ne geydürseñ yarasur. (213/12)
Ask insaný varlýgýndan geçirip mecnun eden bir duygudur. Maddî varlýgýn,
güzelin veya çirkinin ask nezdinde degeri yoktur. Âsýk ask sarhosluguyla kendinden
geçmiþ
bir divane görünümündedir. Giyim-kusam, hareket, söz ve tavýr açýsýndan
diger insanlardan farklý ve onlarýn anlam veremeyecegi bir yapýda olabilir. Âsýgýn her
türlü hareket ve tavrý ask sayesinde kabul görüp hoþ
karsýlanýr. Bilhassa Allah
katýnda dýþ
güzelligin hiçbir anlam ifade etmeyip gönül güzelliginin itibar gördügü
malumdur. Bu münasebetle asktan kaynaklanan coskunluk ve cünûn hâllerinin Allah
katýnda birtakým degerli elbiseler hükmünde oldugu düsünülebilir. Zira âsýk
gönlünde zuhur eden ilâhî nur ve tecellilerin aksiyle bu tür davranýslar
sergilemektedir. Dolayýsýyla askâsýk için en güzel süs durumundadýr. Askýn kendi
güzelligi zahirdeki bütün kabalýk ve çirkinlikleri örtmeye kâfi olup manevî bakýmdan
giydigi her elbise kendisine yakýsan güzel bir gelin hükmündedir.
2.18.2. .
Çimen
Çimenin geline benzetilmesi, üzerindeki rengârenk çiçekleriyle süslü bir
gelini andýrmasý yönüyledir. Çiçeklerin üzerinde bulunan sarý renkteki çiçek tozlarý
da gelinlerin altýn zinetleri ya da baslarýna taktýklarý altýn teller gibi düsünülebilir.
208 de çimen gelinlerine süs ve altýn verenin ask oldugu belirtilir. Kâinatýn askla
yaratýlmýþ
oldugu düsünülecek olursa askýn çimen gelinlerini süslemesinin ne demek
oldugu daha iyi anlasýlabilir. Agaçlar, çiçekler, çimenler ve kâinatta akla gelebilecek
her sey askýn eseridir.
Isktur arûsân-ý çemene zer ü zîver viren. (208/10)
Ayný benzetme yönüyle 252 de de baharda (bkz. Bahar) çimenin geline
benzetildigi görülür.
Ne müs abid-i zemân encümen-i fasl-ý behârda heyâkil-i arâyis-i
muhadderât-ý çemen-ile hengâme-i bâg-ý cihâna ârâyis itmisti. (252/3)
34 te geçen bir beyitte de çimen kavramý altýnda bir gelin mazmunu varlýgýný
hissettirir. Allah a gül yanaklý çemenin lahlaha yakýcýsý anlamýnda Lahlaha-sûz-ý
çemen-i gül- izâr (34/b.10) seklinde hitap edildigi görülür. Burada çemen-i gül
izâr ifadesinden yola çýkýlarak kendisi için buhur yakýlan bir gelin imajý yer aldýgý
söylenebilir. Lahlaha öd, amber, misk ve kâfurdan tertip edilen tütsü nevinden güzel
bir kokudur. Bilindigi üzere buhur ve tütsü yakmak dügün merasimlerinin
vazgeçilmez âdetlerinden biridir.
2.18.3. .
Güzellik (Hüsn)
Güzellik kavramýnýn geline benzetilmesi durumunda ise güzellik, aský
görmeyince kimseye duvagýný açmayan güzel bir gelin seklinde tahayyül edilir:
Hüsn bir arûs-ý zîbâdur ki ýský görmeyince kimseye nikâbýn açmaz. (194/22)
Gelin kavramý burada mahremiyetin ve gizliligin sembolüdür. Herkesin
ulasamayacagý degerli bir seye erisebilmek için onu hak edecek özelliklere sahip
olmak, ehil olmak gerekir. Güzellik gelininin aský gördügünde kendini göstermesi,
geline nasýl herkes vâkýf olamýyorsa, ask ehli olmayanýn da güzelligi göremeyecegi
anlamýndadýr. Güzellik gelini kavramýnýn burada ilâhî tecelliler ve manevî sýrlara
isaret ettigi söylenebilir. Ask olmayýnca tecelli ve marifet sýrlarý kendini göstermez.
Ancak ask gönüle yerlestiginde perdeler ve peçeler açýlarak tecelli gelinleri bütün
güzelligiyle kendini gösterecektir.
2.18.4. .
Hz. Ali
Hz. Ali yi övmek için Mir ât-ý naks-ý gayb u arûs-ý cemâl-i Hak (274/b.4)
tabiri kullanýlýr. Hz. Ali gayb nakýslarý aynasý ve Hak cemali gelinidir. Sahabenin
büyüklerinden ve dört büyük halifeden biri olan Hz. Ali bütün Allah dostlarý gibi
kendisine bakýldýgýnda Allah ý hatýrlatan biridir. Onun Allah dostu olusu Hakk ýn
cemali gelini olmasý seklinde düsünülmüþ
olmalýdýr. Gelin benzetmesi onun fiziksel
ve manevî güzelligine isaret etmek üzere kullanýlmýstýr. Tasvirde geçen gayb
kelimesi Hz. Ali nin gayb ilmi konusundaki üstünlügünü hatýra getirmektedir.
Bilindigi üzere bilhassa tasavvuf ehli arasýndaki yaygýn görüse göre gayb ilmi Hz.
Muhammed tarafýndan Hz. Ali ye aktarýlmýstýr.
2.18.5. .
nsan
Yaratýlýþ
itibarýyla en özel olan ve bütün mükemmellikleri bünyesinde
barýndýran insan da geline benzetilen unsurlardandýr. nsanýn geline benzetilmesi
bastan basa bütün uzuvlarýnýn güzellik timsali olmasýyla iliskilidir. nsan gelin olarak
hayal edildiginde gelinle bir arada düsünülecek messata, hatip, hutbe, müezzin gibi
kavramlar etrafýnda gelistirilen bir dügün tasviri yapýldýgý görülür. Dügün merasimi
insanýn yaratýlýp dünyaya gönderilmesi hadisesidir. On sekiz bin âleme karsý
gerçeklestirilen bu dügün merasiminde Allah ýn kudreti gelini süsleyen messata,
Allah hamd hutbesini okuyan hatip, mu arrif-i ukûl olarak zikredilen Cebrail de
müezzindir. Bu tasvirle eski devirlerde dügünlerde hutbe okunmasý gelenegine de
isaret vardýr:
Messâta-i kudretüñ bir katre âbdan bir arûs bezeyüp on sekiz biñ âleme
cilve ittürdi ki anuñ hakkýnda hatîb-ý ezel menber-i ibdâ da bir hutbe-i hamd itti ki:
"Fe-tebârek'Allâhu ahsenü'l-hâlikîn", ve mu arrýf-ý ukûl mahfil-i Kerûbîn'de bu faslý
okýdý ki: "Le-kad halakne'l-insâne fî ahseni takvîm". (51/20)
2.18.6. .
Söz
Sinan Pasa kendi sözlerini de geline benzetir. Ona göre sözleri mana
bakýmýndan zengin olmakla birlikte sade ve süsten uzak oldugu için güzel ama sade
ve süssüz bir gelin gibidir. Tasvirde geçen bî-reng ü nigâr gelinin makyajsýz,
kýnasýz ve süssüz olmasý anlamýndadýr. Nigâr kelimesinin kýna anlamý mevcuttur.
Bir cihândur ma nide bu sad hezâr
Bir arûs-ý hûb-ý bî-reng ü nigâr (166/b.6)
2.18.7. .
Tecelli
Gelin mahremiyeti, erisilmesi kolay olmayan sýrlarý sembolize etmesi
münasebetiyle yalnýzca Hak âsýgý, ârif kimseler tarafýndan erisilebilen çok özel hâl
ve sýrlarý ifade eden tecelli için benzetme unsuru olarak kullanýlmýstýr. Geline nasýl
mahremi dýsýnda kimse vâkýf olamýyor ve erisemiyorsa tecelli yeni gelinleri de
marifet sýrlarýna erisen ârifler dýsýnda kimseye yüzünü göstermez. Vahdet hazinesine
sahip ve tecellinin yeni gelinlerine mahrem olan ârif bu hâliyle gerçek bir sultan olu
r.
Ârifin tecelliye mahrem olmasý aský içinde tasýmasýyla ilgilidir. Zira tecelli ask ve
marifet ölçüsünde olmakla askla dogrudan iliskilidir. lâhî tecellilerin geline
benzetilmesi bu sýrlara erismenin herkese nasip olmamasý yanýnda, kalbe gelen bu tür
duygu ve hâllerin sahipleri tarafýndan riya olmamasý amacýyla anlatýlmamasý ve gizli
tutulmasýyla da ilgili olsa gerektir. Ayrýca burada tecelli yeni gelinleri ifadesiyle
tecellilerin her an yenilenen ve asla tekrarlanmayan özelliklerine gönderme yapýldýgý
düsünülmektedir. Zira tecellide tekerrür yoktur ve Allah bir surette iki kere tecelli
etmeyecegi gibi bir surette iki sahsa dahi tecelli etmez.24 Birinci dizede geçen
vahdet hazinesi ifadesi de tecellideki bu zenginligeisaret ediyor görünmektedir.
Ârif her an yenilenen ve artan bir tecelli hazinesi ve yepyeni tecelli gelinleriyl
e baþ
basa kalmýs kutlu bir sultan niteligindedir.
Sâh olur kim genc-i vahdet hem-demi
Nev- arûsân-ý tecellî mahremi (42/b.6)
254 te benzer sekilde tarikat bilgileri de geline benzetilmistir. Buna göre Hz.
Muhammed in gelisi ve onun sözleriyle tarikat bilgileri, marifetleri güzellikle doldu
ve süslendi. Hz. Muhammed getirdigi son dinî ögretiyle insanlarýn manevî
hayatlarýna dair söylenecek en mükemmel sözleri söyleyip bütün gerekli bilgileri
vermistir. nsanlýgýn varolusundan beri yeryüzüne tesrif eden bütün peygamberlerin
sözleri marifetin tekâmül etmesine yardým etmiþ
ve Hz. Muhammed in gelisiyle
varabilecegi en kâmil noktaya varmýstýr. Bu sekilde düsünülecek olursa geline
24 bkz. Fahrüddin Irakî, Lemaât: Parýltýlar, Çev. Saffet Yetkin, stanbul, MEB, 1992.
benzetilen manevî bilgilerin onun gelisi ve sözleriyle nasýl süslenip güzelliginin
doruk noktasýna ulastýgý daha iyi anlasýlabilir.
Arûsân-ý ma ârif-i tarîkat sözüñ zîveri ile pür-hüsn ü nigâr oldý. (254/1)
Son olarak gelin kavramýnýn açýkça geçmedigi ancak böyle bir mazmunun
varlýgýný hissettirdigi iki örnekle konuyu bitirmekte fayda vardýr. Bunlardan ilki
68 de geçen gece ve gök cisimleri tasviridir. Burada Güher-bahsende-i leyl-i tütukbend
(68/b.5) yani örtü baglayan gecenin inci bahsedicisi ifadesinin geçtigi
görülür. Gecenin örtü baglamasý gökyüzünün ve gece karanlýgýnýn bir örtü gibi
düsünülmesinden kaynaklanmalýdýr. Gece karanlýgý etrafýn görülmesine engel olan
bir örtü gibidir. Bu karanlýk içinde görülebilen yalnýzca inci taneleri gibi serpilmiþ
parlak yýldýzlardýr. Bu durumda gece, üzeri incilerle süslü bir örtü gibi de
düsünülebilir. Bu tasvir tütuk baglayan gece ve güher bahsetme ifadeleriyle eski
dügün merasimleri ve bu merasimlerde gerçeklestirilen bir gelenegi hatýra
getirmektedir. Bilindigi üzere tütuk peçe ve gelinin üzerine örtülen cibinlik gibi
manalara gelir. Bu sekilde bakýldýgýnda gece tütuk baglamýþ
bir gelin, yýldýzlar da bu
gelin için saçýlan saçý olarak düsünülebilir. Eski dügün merasimlerinde gelinler tütuk
denen örtüye bürünmüþ
olarak gelir ve güveyi tarafýndan üzerine para, inci, altýn v.b.
saçýlýrdý. Tütuk baglayan gece gelininin güher-bahsende si (inci bahsedicisi, saçý
saçýcýsý) ise yýldýz incilerini yaratýp gökyüzüne serpen Allah týr.
Gelin mazmunun kullanýldýgý diger tasvirde de Yaratýcý yý övmek için parlak
gök cisimlerinin yanagýný parlatýcý anlamýnda z âr-efrûz-ý ecrâm-ý sevâkib (68/b.3)
ifadesinin kullanýldýgý görülür. Gök cisimleri sekil ve parlaklýk itibarýyla klâsik
edebiyatta yüz güzelliginin sembolü oldugundan parlak bir yanak gibi
düsünülmüstür. Dolayýsýyla tasvir messâta tarafýndan süslenen bir gelini
çagrýstýrmaktadýr. Bu durumda Yaratýcý da gök cisimleri gelinlerini süsleyen messâta
durumundadýr.
Baska bir tasvirde gelinlerin altýn takmasý ve altýnla süslenmesi hadisesine
isaret vardýr. Günesin (bkz. Günes) hor ve hakir olan topragý terbiye edip aziz ve
degerli altýn hâline getirmesiyle altýn sultanlarýn basýna taç gelinlere de süs ve bezek
olur.
Ol âfitâb-ý zâhir ile hâk-i hôra terbiyet virüp zer-i azîz ü serîf idersin ki
mahbûb-ý âlemiyân ve matlûb-ý âdemiyân olup sâhlara tâc-ý ser ve arûslara pîrâye
vü zîver olur. (146/29)
2.19. GERDÛN (bkz. Gökyüzü)
2.20. GÖKYÜZÜ ( Ars, Âsümân, Çarh, Eflâk, Felek, Gerdûn, Semâ,
Sipihr)
T de gökyüzü genellikle yüksekligi ve yüceligi bakýmýndan ele alýnarak,
Allah ýn yüceligini ve varlýk âlemine ait bütün unsurlar gibi yaratýcý kudretin
büyüklügünü ve tezahürünü temsil eder. Bu münasebetle en çok bâlâ , berîn ,
muallâ , ûlâ v.b. kelimelerle geçer.
Gökyüzü için kullanýlan yedi kat semâvât , heft semâ , dokuz felek ,
heft soffa gibi ifadelere bakýlarak feleklere ait telâkkilerin eski astronomi inancýna
uygun oldugu görülmektedir. Buna karsýlýk kader üzerindeki etkilerin feleklere isnadý
ve özellikle dokuzuncu felegin (felekü l-eflâk) diger feleklerin batýdan doguya olan
dönüslerini kendi dönüsüyle dogudan batýya çevirmesi inancýna baglý olarak insan
talihi üzerindeki olumsuzluklarýn müsebbibi sayýlmasý görüsüyle ilgili Kýsmet
emrîle olur çün bîþ
ü kem / Gerdis-i eflâk n içün mütehhem (37/b.17) beytinin
zikredildigi göze çarpar.
Gökyüzü rengi itibarýyla ise genellikle pîrûze , nîlgûn , mînâ gibi
sözcüklerle birlikte anýlýr.
Medrese mensubu bir din âlimi olan Sinan Pasa nýn gökyüzü hakkýndaki
tasavvurlarý büyük ölçüde Kur an ayetlerine dayanmaktadýr. Gökyüzü Allah ýn nuru
ile aydýnlanmýstýr; göklerde ve yerde bulunan bütün varlýklar Allah ý tesbih ve takdis
ederler. Buna baglý olarak gökyüzü münasebetiyle övülen ve yüceltilen sevgili
Allah týr. O, felekler henüz ortada yokken vardýr ve onlarýn yaratýcýsýdýr; felekler
onun için dönmektedir:
Akl-ý kâr üftâde cân dil-dâdesi
Âsumân gerdân zemîn istâdesi (37/b.14)
Yer ve gök katmanlarý hikmetinin essiz güzellikleri ve kudretinin sanatlý
güzellikleriyle dolmustur:
Tabakât-ý âsümân ü zemîn bedâyi -i hikmet ve sanâyi -i kudretüñ-ile meshûn.
(50/2)
O öyle bir padisahtýr ki izzeti sarayý avlusunda arþ
ve semâvât bir kubbe
niteligindedir:
Bir pâdisâhtur ki sahn-ý serây-ý izzetinde ars u semâvât bir kubbe. (31/9)
Gökyüzü ve yeryüzü topragýnýn bir avuç arazi parçalarýdýr:
Ars ü fers aktâ -ý müst-ý hâkidür
Cüz vü kül bürhân-ý zât-ý pâkidür (50/b.2)
2.20.3. .
Defter, Sayfa (Evrâk-ý Nîlî)
Gökyüzü parlak, düz, pürüzsüz görünümü ve rengi itibarýyla mavi renkli bir
sayfaya benzetilmistir. Ay, bu mavi renkli sayfanýn üzerine altýn ile yazýlmýþ
parlak
renkli bir nun harfi niteligindedir.
Gâh bu evrak-ý nîlî-yi asümanda altun-ile yazýlmýþ
bir nûn-ý taban idersin.
(48/8)
Benzer sekilde gökyüzü 81 de deftere benzetilmistir. Gökyüzünün deftere
benzetilmesi felek katmanlarýnýn zihinde defter sayfalarý çagrýsýmý yapmasý
nedeniyledir.
lâhî! Eger halk-ý evvelîn ü âhýrîn cem olup etbâk-ý âsümâný evrâk-ý defâtir
itseler, bir demde ittügüñ eltâf u in âmuñ yüz biñde birinüñ hisâbýný göremeyeler.
(81/5)
2.20.4. .
Degirmen (Âsiyâ), Dolab
Gökyüzünün degirmene benzetilmesi sürekli dönmesi sebebiyledir.
Degirmenin dönerken çýkarmýþ
oldugu ses bir iniltiye benzetilmiþ
ve bu durum çarh
degirmeninin Allah ýn sevki derdinden inlemesi seklinde yorumlanarak hüsnütalil
yapýlmýstýr:
Bir mahbûbdur ki sevki derdinden dün ü gün âsiyâ-yý çarh iñiler. (32/7)
Gökyüzünün dolaba benzetilmesi ise yuvarlak sekli ve dönüsüyle birlikte
yesillikleri, bað
ve bahçeleri yagdýrdýgý yagmurlar vasýtasýyla bir dolap gibi sulamasý
bakýmýndandýr. Felek dolaba benzetilirken bu dolabýn altýn ve gümüsten kûzeleri de
yýldýzlardýr. Felek dolabý dönüsüyle birlikte yýldýz kûzelerini ters ve baþ
asagý
çevirerek kâinatýn belli bir nizam içinde varlýgýný sürdürmesini saglayýp bitki, hayvan
ve bütün varlýklarýn her mevsimde o mevsimin gerektirdigi ölçüler içinde, o mevsime
uyum saglamasýný mümkün kýlar.
Çarh-ý dôlâb-ý felegi kemâl-i kudretüñ-ile rûz u seb gerdân idersin, ve
kûzehâ-yý zerrîn ü sîmîn-i kevâkibi ol çarhuñ perlerinde mu allak u ser-gerdân
idersin; tâ ol harekâtuñ garâyib-i evzâ u hâlâtý ve ol evzâ uñ acâyib-i irtibâtâtý
vâsýtasý-y-ile cery-i âdet-i mahlûkât ve kânûn-ý nizâm-ý mümkinât üzerine cihân
bâgýnda kâyinât-ý envâ -ý nebâtât u hayvânât ve âlem-i kevn ü fasâdda esnâf-ý
müteceddidât-ý mevcûdât her fasýlda ol mizâca mutâbýk ve her vakitte aña muvâfýk
eksüg olmayup, dâyimâ ol bâg-ý zîb ü zînetten ve ol gülüstân-ý hüsn ü behcetten hâlî
olmaya. (45/18)
2.20.5. .
Deniz, Okyanus (Muhît)
Gökyüzünün deniz olarak tasavvurunun kökeni çok eski uygarlýklara kadar
uzanýr. (bkz. Deniz) Benzetme temelde renk ve her yeri kaplama yönüyledir. T de
gökyüzü okyanusunun köselerinde çizilmiþ
her naksýn Allah ýn ilmi dairesine dâhil
oldugu belirtilir. Gökyüzünde çizilmiþ
nakýslar ifadesiyle yýldýz ve gök cisimlerinin
birbirlerine karsý açýlarý ve buna baglý olarak olusturduklarý sekiller kastedilmektedir.
Her nakýþ
ki zevâyâ-yý muhît-i eflâkte merkûm ola; her zerresi dâyire-i
ilmüñde dâhil, ve her noktasýna muhît-i hikmetüñ sâmil. (47/8)
71 de gökyüzüyle ilgili yogun tasvirler içeren bir kýsýmda yine deniz
benzetmesinin yer aldýgý görülür. Burada gökyüzü yukarýda bulunmasý nedeniyle ters
çevrilmiþ
bir denize benzetilerek gök cisimleri bu deniz üzerindeki balýklar ve
kayýklar olarak hayal edilmistir. k i mâhî ve iki zevrak la gökyüzündeki en parlak
ve en ýsýklý gök cisimleri olan güneþ
ve ay kastediliyor olmalýdýr. Denize benzetilen
gökyüzünde gök cisimleri ve yýldýzlarýn parýldamasý deniz içindeki inci çagrýsýmý
yaptýgýndan yemm-i gevher-nümâ , yani inci gösteren deniz ifadesi kullanýlmýstýr.
Dest-i kudretüñ-ile iki mâhî-yi deryâ-yý mu allaký ve iki zevrak-ý bahr-ý erzaký
bir yemm-i gevher-nümâ ve deryâ-yý dürr-i "innemâ"da halk u insâ ettin ki, "ve
ca ale fîhâ sirâcen ve kameren münîrâ".25 (71/10)
2.20.6. .
Gülistan
Gökyüzünün gülistana benzetilmesi bilhassa sabah vakitlerinde güneþ
dogarken görülen manzaranýn renk zenginligi itibarýyla gülistaný anýmsatmasý
bakýmýndan olmalýdýr. Yedi kat olarak düsünülmesi nedeniyle heft soffa-i gülistân-ý
ulviyyât olarak zikredilen gökyüzü, Allah ýn rahmeti tesirleriyle gülsen olmustur.
Heft soffa-i gülüstân-ý ulviyyât ve çehâr kûse-i bustân-ý sifliyyât, rahmetün
âsârîle gülsen olmýstur. (46/25)
2.20.7. .
Kubbe, Mihrâb, Revak, Tâk
Gökyüzünün kubbe, mihrab, revak, tâk gibi mimarî unsurlar seklinde
düsünülmesi yüksek ve kavisli yapýsýndan kaynaklanmaktadýr. Bu unsurlardan söz
edilirken tâk-ý felek-i a lâ , revâk-ý sipihr , târim-i bâlâ gibi ifadeler kullanýlýr.
Yedi kat gökyüzü Allah ýn hikmeti mimarlarý tarafýndan sehzadelere benzetilen
25 bkz. II/32. dipnot. Burada bir kýsmý zikredilen ayetin tamamýnýn anlamý sözü edilen dipn
a yer
almaktadýr.
insanogullarýnýn içinde güzel vakit geçirmeleri için yapýlmýþ
sarayýn kubbesi
niteligindedir:
Yidi kat semâvât bir kubbedür ki, sâni ân-ý hikmetüñ ol seh-zâdelerüñ serây-ý
sürûrlarý-y-içün yapmýslardur.(48/15)
Isýkla dolu süslü bir kandil olan ay ise felegin firuze renkli mihrabý kemerinde
yanmaktadýr.
Kandîl-i murassa -ý pür-ziyâ -ki tâk-ý mihrâb-ý pîrûze-i felek-i mu allâda
yanar-su le-i envâr-ý hikmet-i garîbüñdür. (46/22)
Allah ýn hikmeti ferraslarý ve kudreti kayyýmlarý yeryüzünde oturan âbidlerin
ibadetleri ve yeryüzünde ibadetle mesgul olanlarýn namazlarý için felegin firuze
renkli mihrabý kemeri altýnda ve mavi renkli çarh kubbesi fezasýnýn içinde toprak
mescidi üzerine temiz yesil seccadeyi yayýp dösemektedirler. Bu tasvirde gökyüzü
kubbesi ve mihrabýyla bir cami gibi düsünülmüstür.
Ferrâsân-ý hikmetüñ ve kayyimân-ý kudretüñ ibâdât-ý âbidân-ý sükkân-ý
arazîn ve salevât-ý mu tekifân-ý rûy-ý zemîn içün zîr-i tâk-ý mihrâb-ý pîrûze-i gerdûn
ve derûn-ý fezâ-yý kubbe-i çarh-ý nîl-gûnda seccâde-i sebz-i pâki rûy-i mescid-i hâk
üzerine bast idüp döserler. (50/17)
2.20.8. .
Küpe (Halka-i Zerrîn)
Gökyüzü iç içe geçmiþ
halkalar seklinde düsünülmesi bakýmýndan sekil
itibarýyla küpeye benzetilmiþ
olmalýdýr. Felegin yüce çarhý Allah ýn aský
puthanesinde tatar heykellerinin kulagýndaki bir altýn küpe olarak hayal edilmistir.
Çarh-ý berîn-i felek büt-hâne-i ýskuñda bir halka-i zerrîn-i gûs-ý bütân-ý
tâtârdur. (48/18)
2.20.9. .
Mavi Örtü (Nîlî Tütuk)
Gökyüzü rengi ve her yeri kaplamasý nedeniyle mavi bir örtü gibi
düsünülmüstür. Bu durumda yýldýzlar ve gök cisimleri de bu örtü üzerindeki nakýslar
niteligindedir.
Naks-nigârende-i nîlî-tütuk
Horde-fisânende-i zerrîn-ufuk (34/b.13)
2.20.10. .
Meydan
Gökyüzü çevgân oyununun oynandýgý bir meydana benzetilmistir. Ay ise
sekil ve parlaklýk bakýmýndan parlak bir top seklinde hayal edilmistir. Gökyüzünün
meydana benzetilmesi genisligi sebebiyledir.
Gâh mâhý, meydân-ý fezâ-yý tâk-ý felek-i a lâda bir gûy-ý rahsan idersin.(48/5)
Çevgân oyunu tasviri içinde gökyüzü gümüþ
renkli bir çevgân olarak
düsünülen hilâli elinde tutan bir sahýs olarak da düsünülmüstür.
Gâh gine aný, dest-i sipihr-i gerdûn-ý mu allâda bir sîmîn çevgân idersin.
(48/6)
2.20.11. .
Merdiven (Me âric, Merâkî)
Gökyüzünün merdiven basamaklarý seklinde düsünülmesi felek katmanlarýnýn
basamaklar gibi üst üste oldugu kanaatinden kaynaklanmaktadýr. Yüce felek
basamaklarý ve yüksek kubbede yýldýzlara benzetilen melekler dalga dalga ve bölük
bölük durarak Allah ý tesbih etmektedirler. (36/11)
Bir Subbûh u Kuddûs'sýn ki tesbîhüñ-içün hezârân hezâr cevâhir-i zevâhir-i
ervâh-ý mücerrede me âric-i ulvî vü târim-i bâlâ ve merâkî-yi semâvât-ý ulâda mevc
mevc ve fevc fevc turup, bahr-i tesbîhte sâbih ve cihân-ý takdîste sâyih olup sabûhlarý
"Nahnu nüsebbihu bi-hamdik", gabûklarý "ve nukaddisü lek".26
2.20.12. .
Minare
Gökyüzünün minareye benzetilmesindeki temel sebep kavisli yapýsý itibarýyla
kubbe olarak düsünülmesi neticesinde gök katmanlarýnýn da minare serefeleri
seklinde tasavvur edilmesidir. Allah ýn nahlbende benzetilen kudreti gök kubbesi
minareleri serefelerinde parlak yýldýzlarýn ýsýklý lambalarý ve yýldýz cisimlerinin asýlý
kandilleriyle her an hayret verici bir duruþ
ve nakýþ
ortaya çýkarmaktadýr. (bkz.
Kandil) Tasvirde ayný zamanda minare serefelerinin kandillerle süslenmesi
gelenegine isaret vardýr. Ayrýca müneccim ve muvakkitlerin vakitleri tayin edip
yýldýzlarýn birbirlerine karsý konumlarýna bakarak gelecekle ilgili çesitli tahminlerde
bulunmalarýna da isaret edilmektedir.
Sen ol Kâdir'sin ki, nahl-bend-i kudretüñ, tertîb-i nizâm-ý mevcûdât ve tevlîd-i
mevâlîd-i kâyinât ve ihyâ-yý seb-i rûze-dârân-ý devrân ve i lân-ý a lâm-ý seher-hîzâný
cihân içün, kanâdîl-i mu allaka-i ecrâm-ý kevâkib ve mesâbîh-i münevvere-i nücûmý
sevâkib ile, serefât-ý menâre-i kubbe-i eflâk ve derecât-ý tâk-ý serây-ý emlâkte, her
demde bir vaz -ý garîb peydâ ve her sâ atte bir naks-ý acîb hüveydâ ider ki,
müneccimân-ý âlem, ol evzâ uñ irtibâtâtý hükminde hayrân ve muvakkitân-ý benîâdem,
ol derecâtuñ dekâyýký idrâkinde ser-gerdânlardur. (50/11)
2.20.13. .
Rakkas
Gökyüzünün rakkas olarak tasavvur edilmesi dönmesi sebebiyledir.
Gökyüzünün dönüsü Allah a karsý duydugu ask ve sevke baglanýr. Hevâ kelimesi
burada hem gökyüzü hem de bir müzik parçasý anlamýný çagrýstýracak biçimde
kullanýlmýstýr.
26 Biz seni hamdinle tesbih ve takdis ederiz (Kur an, 2/30)
Bir ma sûktur ki ýský hevâsýnda tokuz felek çarha girüp oynar. (32/6)
2.20.14. .
Sebâ Ülkesi, Sýrça Kösk
Gökyüzü Hz. Süleyman ve Belkýs kýssasý münasebetiyle Sebâ ülkesi gibi
düsünülmüstür. Klâsik edebiyatta günesin hükümdara sýkça benzetilmesinden
hareketle sema Sebâsý nýn Belkýs ý günestir ve sema Sebâsý nýn Belkýs ý olan güneþ
Allah ýn essiz kudreti dergâhýnýn kölesidir. Yine ayný hayal çerçevesi içinde çarh-ý
mümerred-i kavârîr-i kasr-ý mînâ seklinde ifade edilen gökyüzü Bu, zemini camla
dösenmiþ
bir saraydýr (Kur an, 27/44) ayetinde geçen sýrça köske benzetilmistir.
Gökyüzünün sýrça köske benzetilmesi rengi ve saffaflýgý itibarýyla cama benzemesi
yönüyledir.
Belkîs-ý Sebâ-yý semâ -ki çarh-ý mümerred-i kavârîr-ý kasr-ý mînâda tururbende-
i dergâh-ý kudret-i acîbüñdür, ve kandîl-i murassa -ý pür-ziyâ -ki tâk-ý
mihrâb-ý pîrûze-i felek-i mu allâda yanar-su le-i envâr-ý hikmet-i garîbüñdür.
(46/20)
2.20.15. .
Sofra
Gökyüzünün sofraya benzetilmesi, eskiden sofra kurmak için yuvarlak siniler
kullanýlmasý bakýmýndan, sekil itibarýyladýr. Gökyüzü için rengi de göz önünde
bulundurularak sofra-i pîrûze tabiri kullanýlmýstýr. Allah ýn ihsaný bir yemege,
ziyafete benzetilerek ay da bu ihsan yemeginin firuze sofrasýnda bir somun ekmek
olarak düsünülmüstür. Tasvirde sofra anlamýnda iki kelimenin geçmesi (hân ve süfre)
birincisinin yemek veya ziyafet, ikincisinin ise sini anlamýnda kullanýlmýþ
oldugu
izlenimi uyandýrmaktadýr.
Gâh bu süfre-i pîrûze-i hân-ý ihsânuñda bir kýt a-i nân idersin. (48/9)
2.20.16. .
Takvim, Safha, Usturlâp
71 de gökyüzünün birtakým astronomi aletlerine benzetildigi görülür.
Gökyüzü parlak yýldýzlý görünümüyle altýn süslemeli bir takvime, feleklerin yuvarlak
sekli bakýmýndan pergelsiz ve isli bir safhaya ve yine seklinin yuvarlaklýgý
bakýmýndan usturlâba benzetilmistir. Takvim her yýl yýldýzlarýn ve gök cisimlerinin
birbirlerine karsý konumlarýnýn, uzaklasýp yaklasmalarýnýn, tûl, arz, meyil ve
metâli lerinin cetveller halinde çýkarýlýp yazýldýgý defterdir.27 Gökyüzünün yýldýzlý
görünümünden kinaye olarak takvimin altýn süslemeli olarak tasvir edilmesi eskiden
kimi takvimlerin üzerinde ince, zarif tezhip ve islemelerin bulunmasýndan
kaynaklansa gerektir.28 Devreden, dönen safha anlamýndaki safha-i devâyir in de
astronomi sahasýnda kullanýlan bir alet olabilecegi veya bu sahada kullanýlan
tahtadan levhalarýn geneline çagrýsým yapmak üzere kullanýlmýþ
olabilecegi
düsünülmektedir.29 Safhanýn pür-kâr olarak nitelendirilmesi ise bu levhalarýn
üzerlerinin ince hesaplamalarla olusturulmuþ
çesitli sekillerle dolu olmasý
nedeniyledir. Bu arada pergel de rasat aletlerinden biridir.30 Gökyüzünün pergelsiz
bir safhaya benzetilmesi feleklerin yerin üzerinde hiçbir dayanak olmadan durmasý
ve devretmesi yönüyledir. Usturlâp, bilindigi üzere, yýldýzlarýn hareketlerini
belirlemek ve hesaplamak için kullanýlan yuvarlak ve genellikle tahtadan mamul,
üzerinde yýldýz ve gök cisimlerinin bir nevi haritasýnýn bulundugu astronomik bir
alettir. Feleklerin yuvarlak levhalar seklinde düsünülmesi usturlâp ile aralarýnda ilgi
kurulmasýna sebep olmustur.31
27 bkz. Tehânevî, A Dictionary of the Technical Terms Used in the Sciences of the Mu
salmans:
Kitâb-ý Kessâf-ý Istýlahat-ý Funûn, C. II, Ed. by Mawlawies Mohammad Wajih, Abd Al-Hakk,
Gholam Kadir, Kalküta, The Asiatic Society of Bengal, 1862, s. 1224.
28 bkz. Pakalýn a.g.e., C. III, s. 389.
29 Safha kelimesiyle ayný kökten gelen safîha astronomide kullanýlan bir alettir. (bkz. T
hânevî,
a.g.e., C. I, s. 820.) Ayrýca Süheyl Ünver stanbul Rasathanesi ni kuran Takiyyüddin Râsýd ý
âletlerinden bahsederken bengâm rasadý adýnda bir aletten söz eder. Bengâm rasadýnýn sekl
tarif ederken önce halka-i muhit-i rasad diye adlandýrýlan bir halka-i müdevver tertip o
lundugu ve
o dairenin her kýsýmýnýn bir dakikaya karsýlýk gelmek üzere altmýþ
kýsma bölündügü ve bu
kýsýmlarýn da altmýsar saniye bölümlerine ayrýldýgýný belirtir. (bkz. Süheyl Ünver, stanbul
Rasathanesi, Ankara, TTK, 1969, s. 23.) Buradan anlasýldýgý kadarýyla halka-i müdevver ras
at
için kullanýlan yuvarlak tahtalarý tarif etmek üzere ifade edilen genel bir terimdir. Bu
radaki halka-i
müdevver ifadesi T de geçen safha-i devâyir i çagrýsýrmaktadýr. Muhtemelen Sinan Pasa da g
olarak rasat aletlerine isaret etmek üzere bu kavramý kullanmýstýr.
30 bkz. a.e., rs. 24.
31 Askýn usturlâba ve feleklerin de ask usturlâbý levhalarý seklinde tasvir edildigi bir ör
ek
asagýdadýr:
Kemâl-i sun uñ-ile bir takvîm-i eflâk-i zer-nigâr ve bir safha-i devâyir-i pürkâr-
ý bî-pergâr ve bir üsturlâb-ý semâvât-ý nücûmdâr idüp anda on iki bürci peydâ ve
her bürcde altmýþ
derece eczâ, ve her derecede niçe seb-çerâg u lûlû-yý lâlâ izhâr u
ibdâ ittüñ ki: "Tebâreke'llezî ce ale fi's-semâ i burûcâ".32 (71/6-10)
2.21. GÖNÜL (Bâtýn, Dil, Derûn, Hâtýr, Kalb, Sîne)
Gönül insanýn manevî yönünü temsil eden ve mahiyeti tam olarak bilinmeyen
bir unsurdur. His, düsünce ve niyetlerin ilk belirdigi yer olma özelligi tasýr.
Genellikle ruhla birlikte zikredilir ve kimi zaman ruhla gönlün birbirinden net olar
ak
ayrýlamadýgý görülür. Gönül beden ve ruhtan mütesekkil bir varlýk olan ve bu
vesileyle her iki âlemden de nasibini alan insanýn manevî âlemlerle irtibat kurmasýný
saglar.
ki âlemden dahý nasîb u hýssasý var, ve iki tâyife-y-ile dahý hikâyet ü kýssasý
var. Birine vâsýtasý cân ü dilidür, ve birinüñ âleti âb u gilidür. (54/21)
Beden yalnýzca suret, gönül ise manadýr. nsanýn aslî, esas yönü olmakla
gönül insaný insan yapan bir unsurdur. Aslýnda o baslý basýna insan demektir; suret
insaný tanýmlayacak bir sey degildir. Bu nedenle Allah katýnda insana deger biçilmesi
için suretine degil gönlüne bakýlýr:
nsân didikleri dildür, bir avuç gil degüldür; âdem didikleri göñüldür, buný
añlamayan küldür. (216/6)
'tibâr hükm-i diledür; binye-i gile degüldür. Nazar bâtýn-ý sâlihadur; zâhir-i
cevâriha degüldür. (85/34)
Âftâb-ý feyzi bize sor ki olmýsdur bize
Cümle etbâk-ý felek elvâh-ý üsturlâb-ý ýsk (Azmî-zâde Hâletî, Azmî-zâde Hâletî Dîvâný Haya
Edebî Kisiligi, Eserleri ve Dîvânýnýn Tenkidli Metni, Haz. Bayram Ali Kaya, [Harvard],
Harvard Üniversitesi, 2003, g. 373/2)
32
Gökte burçlar yaratan, onlarýn içinde bir çýrað
(günes) ve nurlu bir ay barýndýran (Allah) ýn saný
ne yücedir. (Kur an, 25/61)
nsanýn mahiyeti ve en üstün varlýk oldugundan bahsedilen kýsýmlarda gönülle
ilgili yogun tanýmlamalar yer alýr. Buna göre gönül iman ve küfrün hissedildigi yer
olmasý bakýmýndan iman ve din naksýnýn mazhardýr. Kin v.b. duygularýn gönülde
hissedilmesi nedeniyle kin harfinin üzerinde yazýldýgý bir tahta gibi düsünülmüstür.
Ayný sekilde gam ve nesenin durdugu yerdir. Vahiy ilhamýnýn gönülde hissedilmesi
bakýmýndan peygamberlik ýsýgýný almaya kabildir; buna baglý olarak seriat ve
sünnetin saklandýgý bir levh-i mahfuz hükmündedir.
Mazhar-ý naks-ý küfr ü dîn oldur
Tahta-i kahr-ý harf-i kîn oldur
Söylenen dilde câm-ý Cem dildür
Müstekarr-ý nisât u gam dildür
Kâbil-i tâbis-i nübüvvet odur
Levh-i mahfûz u ser ü sünnet odur (64/b.7-b.9)
Akýl insanýn marifet yolunda ilerlemesi için gerekli ilk unsur olmasý
bakýmýndan marifet nurunun aksettigi yer olan gönülle aralarýnda yakýn bir iliski
bulunur. (bkz. Akýl) Akýl ve gönül arasýndaki bu yakýn iliski aklýn gece gündüz onun
hayýr islerinde çalýsan bir veziri olarak düsünülmesine yol açmýstýr. nsanýn alacagý
kararlar ve kendisi için tespit edecegi yön itibarýyla akla danýstýgý düsünülecek olursa
aklýn gönüle vezir olmasýnýn ifade ettigi anlam daha iyi anlasýlabilir.
Akl anuñ bir vezîr-i kâmilidür
Rûz u seb hayr isinde âmilidür (64/11)
Gönül ilâhî sevginin nesv ü nema ettigi yerdir. lâhî sevginin gönülde yer
edebilmesi ve Hak ile dost olabilmek için gönüldeki çer çöpün temizlenmesi gerekir.
Çer çöp Allah tan baska her sey, bilhassa maddî sevgi, bað
ve ilgilerdir. Hakk ý
kendine dost edinmek isteyen ilk önce kendi varlýk çöpünden kurtulmalý ve
gönlündeki dünya sevgisi çöpünü temizlemelidir.37 Böylece gönülde hikmet gelisir.
Hikmet amel ve bilgi bütünlesmesinden meydana gelen ilim; insanýn, gücü oranýnda,
dýþ
âlemdeki nesnelerin hakikatini oldugu gibi bilip ona göre hareket etmesi
anlamýna gelir.38 Maddî ilgi ve alâkalardan temizlenen gönüle ilâhî bilgi ve hikmet
yerlesir. Bu nedenle hikmet istenirse gönül levhasýna bakmak gerektigi belirtilmistir.
Vahdet nasýl gönülde tam bir dinginlik, huzur ve birlik saglýyorsa kesret de
tefrika ve ayrýlýk gayrýlýgýn çýkmasýna zemin hazýrlar. Tefrikanýn ortaya çýkmasý da
kavga ve karmasanýn baslamasý demektir. Bu nedenle gönlün kesret içinde olmasý
gönül pazarýnýn kavga ile dolmasý seklinde tasvir edilir:
Tefrika ol yirde bil peydâ olur
K'anda dil bâzârý pür-gavgâ olur (221/b.5)
Son olarak gönül hakkýnda önemli tanýmlamalarýn yapýldýgý art arda sýralanan
birkaç beyti daha burada zikredip gönlün benzetildigi unsurlara geçmekte fayda
vardýr. Gönlün mahiyeti, nerede ve nasýl oldugu konusunda kesin bir bilgi olmadýgý
sürekli tekrarlanan bir meseledir. Ancak 216 da yer alan beyitlerde gönlün nefis ve
can/ruh arasýnda oldugu belirtilir. Nefis ve can/ruh onun için anne ve baba
durumundadýr. Ruh letafetinden dolayý su, nefis de kesafeti temsil ettiginden toprak
la
özdeslestirilmiþ
ve gönlün âdeta bu iki varlýktan dogmuþ
temiz bir çocuk oldugu
ifade edilmistir. Gönlün ruh ve nefis arasý bir varlýk olmasý onun bazen iyiliklere,
olumlu islere; bazen de kötülüge, olumsuzluklara meyletmesi bakýmýndandýr.
yiliklere meyletmesi, ruhun su olarak nitelendirilmesi bakýmýndan, suya meyletme;
kötülüklere meyletmesi, nefsin toprakla özdeslestirilmesi bakýmýndan, topraga
meyletme olarak nitelendirilir. Suya, yani ruhanî seylere yöneldiginde lâtif, topraga,
yani nefsanî seylere yöneldiginde ise kesif olur. Onun bu hâli gece gündüz kararsýz
ve huzursuz bir biçimde dönmesi olarak görülür ve gönüle kalb denmesinin sebebi
olarak gösterilir. Kalb Arapça dönen, degisen anlamýndadýr. Gönlün ruh-nefs, iyikötü
arasýndaki gidiþ
gelisleri ve degiskenligi kalb olarak isimlendirilmesine neden
olmustur. Bu degiskenlik ve degisim süreci içinde o bazen alýsýr, uyum saglar; bazen
yakýnlasýr; bazen týpatýp ve aynýsý kesilir. Felek gibi Allah ýn iki parmagý40 arasýnda
dönüp durmaktadýr.
Nefs-ile cân arasý aña makar
Birisi mâder olur biri peder
Gûyâ olmýs rûh âb ü nefs hâk
Bu ikiden togmýs ol ferzend-i pâk
Gâh âba meyl idüp eltaf olur
Hâk ucýndan geh kesâfetler bulur
Rûz u seb gerdân u bî-ârâm olur
Kalb lafzý ol sebebden nâm olur
Gâh üns ü gâh kurb u gâh ayn
Çarh-ves gerdende beyne'l-isba ayn (216/b.6-b.10)
40
Beyitte yer alan beyne l-isba ayn (iki parmak arasýnda) kavramý Mü minin kalbi Rahman ol
Allah ýn iki kudret parmaklarý arasýndadýr. manasýndaki hadisten iktibastýr.
2.21.1. .
Altýn (Zer), Demir (Âhen)
Âsýk gönlüyle sýradan insanlarýn gönlü arasýnda kýyaslamalarýn yapýldýgý
kýsýmda geçen bir tasvirde halkýn gönlü demire, âsýgýn gönlü ise tam ayar altýna
benzetilmistir. Halkýn gönlü et ve kan arasýndaki kalptir, âsýgýnki ise iki parmak
arasýnda dýr. Ask ve ilâhî tecelliler gönlün degerini yücelten unsurlar oldugundan
âsýgýn gönlü tam ayar altýn, sýradan insanlarýn gönlü bu duygulardan yoksun
oldugundan altýn yanýnda bir deger tasýmayan demir olarak nitelendirilmistir.
Cümlenin devamýnda âsýgýn gönlünü ifade etmek üzere kullanýlan beyne l-isba ayn
(iki parmak arasýnda) ibaresi Mü minin kalbi Rahman olan Allah ýn iki kudret
parmaklarý arasýndadýr. manasýndaki hadisten alýntýdýr. Bu ifade âsýgýn gönlünün
asktan kaynaklanan degiskenligi ve bir hâlden digerine intikal edisine isaret
etmektedir. Âsýgýn kalbi mücahede gayreti, kabz ve bast hâlleriyle sürekli degisim
hâlindeyken halkýn gönlü sabit bir et parçasý ve cisim hâlindedir.
Dil-i halk âhen olur, dil-i âsýk zer-i ayn; ol et-ile kan arasýnda, bu beyne'lisba'ayn.
(215/11)
2.21.2. .
Ars, Kâbe, Sehir
Gönlün arsa benzetilmesi temelde Mü minin kalbi Allah ýn arsýdýr.
manasýndaki kudsî hadise dayanýr.41 Arþ
benzetmesi âsýgýn gönlünün Hak ile dolu
oldugunu ve zahirde yerde görünmekle birlikte yüceligini ifade eder. Hak ile dolan
âsýk gönül bu hâliyle ayný zamanda âlemin etrafýný tavaf ettigi Kâbe niteligindedir.
Sehir olarak düsünüldügünde ise pür-letâyif bir sehirdir. Lâtif kelimesi gönül, ruh
gibi soyut unsurlarla yakýndan iliskili bir kavramdýr; genellikle bu unsurlarý ifade
etmek üzere kullanýlýr. Buradaki pür-letâyif ile kastedilen de gönülde hissedilen ve
anlatýlmasý mümkün olmayan his ve güzellikler olmalýdýr.
41 T de geçen ve insan gönlünün Allah ýn arsý oldugunu ifade eden bir tasviri sýrasý gelmis
a
zikretmekte fayda vardýr: l âhî! Senüñ ars-gâhuñ göñül gülistânýdur, cennet bustâný degül.
Senüñ serâyuñ dil hânesidür, behist eyvâný degül. (225/28)
Âsýk göñli bir sehr olur, içi pür-letâyif; belki bir ka be olur, âlem aný tâyif.
Âsýk göñli arþ
olur, zâhirde yirde ise; Hak isteyen anda bulur, her kanda ise.
(215/14-16)
2.21.3. .
Ayna
Gönül ilâhî zat ve sýfatlarýn nuru aksini alan veya almaya kabiliyeti olan bir
tecelligâhtýr. Kâmil insanýn gönlü Allah ýn zat, sýfat ve fiillerine mazhar olmasý
bakýmýndan yaygýn olarak aynaya benzetilir. Bu nedenle 217 de gönül padisahýn
cemali aynasýdýr denilmistir.
Dil âyîne-i cemâl-i sâhî
Mahkûm-ý evâmir ü nevâhî (217/b.11)
2.21.5. .
Bülbül
Gönül Allah ý zikretmesi ve onun âsýgý olmasý nedeniyle âsýgýn ve
zikretmenin sembolü olan bülbülle aralarýnda ilgi kurulmustur. (bkz. Bülbül) Gönlün
ezelî düsmaný olan nefis ise ugursuzlugu ve rakibi temsil eden kargaya benzetilir.
Rakibin çesitli hilelerle âsýgý sevgiliden ayrý düsürmeye çalýsmasý gibi nefis de
vesveseleriyle gönlü Hak tan ayrý düsürmeye çalýsan bir özellik arz eder. Hikmetin
gönülde yeserip olgunlasmasý bakýmýndan gönül ve hikmet arasýnda sýký bir ilgi
olduguna yukarýda deginilmisti. Sözü edilen tasvirde de gönül ve can bülbüllerini
hikmet kafesinde nefis kargasýnýn serrinden saklamasý için Allah a dua edildigi
görülür. Burada hikmetin insan gönlünü koruyan bir unusur olarak ele alýndýgý
görülür. Riyazet ve nefis terbiyesiyle gönüle yerlesen hikmet onun etrafýný çepeçevre
saran ve bu sekilde nefis vesveselerinin içeri sýzmasýný ve ona ulasýp zarar vermesini
engelleyen bir kafes olarak hayal edilmistir.
Bu dil ü cân bülbüllerini hikmet kafesinde zâg-ý vesvâs-ý nefis serrinden sen
sakla. (87/5)
2.21.6. .
Çocuk
Gönül yukarýda da belirtildigi gibi kendine göre gýdasý olan, bununla
beslenen, serpilip gelisen yönü olan bir varlýktýr. Bu nedenle çocukla aralarýnda ilgi
kurulmuþ
olmalýdýr. Sehvet gýdasý ve sütü ile beden kafesine hapsolan gönül
çocugunun Allah ýn rahmetine ulastýgý vakit yakýnlýk sarayýna yuva yapmasý
dileginde bulunulur. Gönlün sehvet gýdasý ve sütü ile beslenen bir çocuk olarak hayal
edilmesi çocugun yalnýzca yeme-içme v.b. maddî ihtiyaçlarýný karsýlama arzusunda
olmasý gibi maddî baglar kýskacýnda kalarak kendine yarayacak asýl gýdayý bulmakta
zorluk çekmesi ve gerçek kaynagýndan uzak kalmasý nedeniyledir. Gönlün asýl
kaynagý daha evvel de deginildigi üzere (bkz. 64/b.13) baslangýcý olmayan bir
sonsuzluk, yani ezeldir; ezelî ask ve ezelî sevgilidir.
lâhî! Çün cân kusiný dâm u dâne-i mahsûsât-ile ten kafesinde mahbûs
eyledüñ, ve dil týflýný sîr ü gýdâ-yý sehevât-ile bu hâne-i hâkîye me nûs eyledüñ; gine
âhir ol tûtî bu kafesten uçup, ve ol müsâfýr bu hâneden geçüp civâr-ý rahmetüñe vâsýl
oldugý vakit hevâ-yý kudüste pervâz ve harîm-i serây-ý ünste âsiyâne-sâz kýl. (80/7)
2.21.7. .
Dadý
Nefis insanýn menfi yönünü temsil eden ve onu sürekli kötülüge
meylettirmeye çalýsan bir unsurdur. nsan nefsin fitne ve vesveselerine karsý gönülle
mücadele eder. Bu bakýmdan gönül nefsi terbiye edip yetistiren bir dadýya
benzetilmistir. Beytin birinci dizesinde de gönlün emir kaleminin yazý tahtasýna
benzetildigi görülür. (bkz. Tahta)
Tahta-i naks-ý kilk-i emr oldur
Dâye-i nefs-i Zeyd ü Amr oldur (64/b.12)
2.21.8. .
Define
140 ta geçen bir tasvirde l âhî! Sýr virdüñ, gencüñe hazîne it. lâhî! Sîne
virdüñ, sýrruña defîne it. (140/11) denilmektedir. Sýr kelimesinin bir manasý
gönüldür. Burada Allah tan verdigi gönlü sýrlar hazinesine çevirmesi istenmektedir.
Gönlün sýrlar hazinesi olmasý herkesin erisemeyecegi ilâhî bilgi ve marifete sahip
olmasý anlamýndadýr. Dikkat edilirse ikinci cümlede de kelimelerle oynanarak ayný
temenni farklý bir sekilde dile getirilmistir.
2.21.9. .
Deniz
Gönül genisligi ve sonsuzlugu itibarýyla sýklýkla denize benzetilir. Gönlün
denize bezetilmesi ayný zamanda ilâhî bilgi ve tecellilerin degerli inciler olarak
düsünülmesi ve ârifin gönül denizi içinden mana incileri dermesi yönüyledir. Bu
nedenle kim gönül denizine dalýp girerse onun yüz binlerce mana incileri çýkaracagý
belirtilir. Gönül manasý kimde hâsýl olursa o zaman onun gögsünde bir gönüle sahip
oldugu düsünülebilir; yani gönlün manasýný anlayamayana gönül sahibi denemez.
nsanda gönül manasýnýn hâsýl olmasý ise gönlün gerekli lâtifligi ve parlaklýgý
kazanarak tecelli sýrlarýnýn mahzeni hâline gelmesi ve ilâhî zat ve sýfatlarý yansýtma
islevini üstlenebilmesidir.
Her ki dil deryâsýna talup girür
Sad hezârân dürr-i ma nî çýkarur
2.21.15. .
Nesr-i Tâyir
Nesr-i tâyir akbaba, kerkes ya da kerkenez seklinde adlandýrýlan avcý bir
kustur. Oldukça iyi uçucu ve kanatlarý çok kuvvetlidir. Yýrtýcý kuslar arasýnda cüssesi
en büyük olanýdýr. Ebu t-tayr olarak da adlandýrýlýr.43 Her vakit ulvî ve süflî
varlýklar gagasý ve pençesinin avý olan insan gönlü nesr-i tâyiri bir an bile Allah ýn
rübûbiyyeti gögünde kanat açýp uçamaz. Burada avdan kasýt gönlün idrak etme
özelligi olmalýdýr. Ulvî ve süflî varlýklarýn mahiyetini anlayabilen, düsünce ve hayal
âleminde istedigi gibi kanat çýrpabilen ve her istedigini elde edebilen gönül, yüceligi
ve sonsuzlugu itibarýyla gökyüzüne benzetilen rübubiyyetin mahiyetini idrak
etmekten âcizdir.
Nesr-i tâyir-i hâtýr-ý insânî -ki her vakit mevcûdât-ý ulvî vü süflî sikâr-ý
mihleb ü minkârýdur-bir nefes rübûbiyyeti hevâsýnda per açup uçamaz. (31/14)
2.21.16. .
Pazar
Pazar tasavvufta ilâhî nurlarýn ortaya çýktýgý yerdir. Kesret ve tefrika
mertebesini de temsil eder. 39 da geçen bir beyitte gönül pazarýnýn onun kavgasýyla
dolu oldugu belirtilir. Burada gönül pazarýyla kastedilen, pazarýn ilâhî nurlarýn ortaya
çýktýgý yer anlamý tasýmasýndan hareketle, gönlün ilâhî nur ve tecellilerle dolmasý,
43
Kemaleddin Muhammed Demîrî, Hayâtü l-hayevân, C. II, Çev. Abdurrahman b. brahim, y.y.,
1272 [1855], s. 233.
tecellilerin getirdigi coskunlukla dolup tasmasý olarak düsünülebilir. Dikkat edilecek
olursa beytin ikinci dizesinde de gönlün isinin hayret ve sevda oldugu
belirtilmektedir. Yani gönül tecellilerle birlikte hissettigi yogun manevî atmosferle
hayretten hayrete düsmekte ve sevda içine gark olmaktadýr. Bilindigi üzere hayret
kalbe gelen tecelli sebebiyle kisinin düsünemez ve muhakeme edemez hâle
gelmesidir.44 Pazar kavramý burada kesreti ve Hak yoluna ulasmaya çalýsýlýrken
çekilen sýkýntý ve çileleri de anýmsatýyor görünmektedir. Ayrýca beyitte geçen
sevda ayný zamanda kalbin ortasýnda bulunduguna inanýlan ve kalbin özü oldugu
düsünülen siyah nokta anlamýna gelir.
Gerçi pür gavgâsý-la bâzâr-ý dil
Hayret ü sevdâdur ammâ kâr-ý dil (39/b.10)
2.21.17. .
Saman Çöpü (Kâh)
Saman çöpü maddî varlýgý temsil eder. Varlýgýn saman çöpü olmasýndan
hareketle gönül de bir saman çöpü olarak nitelendirilmistir. Mürsid ve mürid
iliskisinden bahsedilen kýsýmda yer alan tasvirde mürsid kehribarýný ortaya
çýkardýgýnda gönül varlýgý çöpünü seyda kýldýgý belirtilir. Kehribar burada cezbe ve
44 Uludag, a.g.e., s. 231.
nazar anlamýna geliyor olmalýdýr. Bilindigi üzere bir mürsidin terbiyesi altýna giren
kisiyi mürsid nazarýyla, yani manevi bakýsýyla olgunluga eristirmeye çalýsýr. Nazar
feyzin akmasý ve intikalini saglar; kýsa bir zamanda bu bakýþ
müridi yetistirir ve
olgunlastýrýr. Burada mürsidin kehribarýný ortaya çýkarmasý müride nazar etmesi
olarak düsünülebilir. Bu nazarýn cezbesiyle müridin kendinden geçmesi, gönlünün
kehribarýn çekim gücüne kapýlan bir saman çöpü olarak tasavvur edilmesine sebep
olmustur. Kehribarýn cisimleri çekme özelligine sahip oldugu malumdur. Kehribarýn
ortaya çýkmasý gönlü kendinden geçirirken, gizlenmesi gönlün günah ve azgýnlýkla
dolmasýna sebep olur. Gönlün mürsidin nazarýyla kendinden geçmesi, cezbeye
gelmesi ve ilâhî istiyakla dolmasý; nazarýn kesilmesi, yani müridin mürsidi býrakmasý
ise gönülde sapma ve kisinin Hakk a ulasmada yolunu kaybetmesi anlamýndadýr.
Keh-rübâsýn çün-ki ol peydâ kýlur
Kâh-ý hestî-yi dili seydâ kýlur
Keh-rübâsý çün anuñ penhân olur
Göñlüñ içi toptolu tugyân olur (78/b.8-b.9)
2.21.18. .
Sofra (Hân)
Hayvanî ruh ve nefsanî ruh gönül sofrasýnýn fazlasýnýn dilencisi olarak
tasavvur edilmistir. Hayvanî ruh (kuvvet) hayatýn çesitli fonksiyonlarýný yerine
getirebilecek, duyu ve hareket faaliyetini üstlenebilecek kuvvettir. Nefsanî ruh
(kuvvet) ise idrak kabiliyeti ve hareketle igilidir. Nefsanî kuvvet hayvanî kuvveti
etkiler ve organlar hayvanî kuvvetten sonra nefsanî kuvvet kazanýrlar. Meselâ paraliz
olan bir organýn hareket kabiliyetini ve duyarlýlýgýný kaybetmesi nefsanî kuvvetini
yitirmesi anlamýndadýr. Ancak ayný organ yine de yasamaya devam eder; hastalýk
süreci kayboldugunda da duyarlýlýk ve hareketi yeniden iade olur. Bu, onda bulunan
hayvanî ruhla mümkündür.45 Hayvanî ruh ve nefsanî ruh gönül sayesinde islev
kazanan kuvvetlerdir. Bütün organlar ve kuvvetler birer asker olarak düsünülürse
45 bn-i Sînâ, El-Kânûn Fi t-Týbb: Birinci Kitap, Çev. Esin Kâhya, Ankara, AKM, 1995, s. 95-
gönül onlarýn padisahý durumundadýr. Gönül insanýn maddî-manevî bütün
kuvvetlerini kontrol altýnda tutan ve yöneten bir güçtür. Bu nedenle diger kuvvetlerin
o olmaksýzýn var olabilmeleri ve islevlerini yerine getirebilmeleri mümkün degildir.46
Gönlün sofraya benzetilmesi ve hayvanî ruhla nefsanî ruhun bu sofranýn dilencileri
olmasý tasvirinin altýnda bir sultan imajý oldugu düsünülmektedir. Padisahlarýn veya
büyük kimselerin verdigi ziyafetlerde fakir kimselerin veya dilencilerin artan
yemekleri yedikleri malumdur. Burada da gönül sofrasý bir padisah sofrasýdýr ve
hayvanî ruhla nefsanî ruh bu sofranýn çanak yalayýcýlarý durumundadýr. Gönlün
hayvanî ve nefsanî kuvvetler karsýsýndaki konumu böyle bir sofra benzetmesiyle
yüceltilerek ifade edilmistir.
Rûh-ý hayvânî dil hânýnuñ fazlasýnuñ sâyilidür, ve rûh-ý nefsânî dahý ol hânun
lokmasýnuñ sâyilidür. (216/1)
2.21.19. .
Sultan
Gönlün sultana benzetilmesi oldukça yaygýndýr. T de de birçok yerde gönül
varlýk veya ruh iklimi içinde padisah olarak tasvir edilmistir. Gönlün sultan/padisah
olarak tahayyül edilmesi insanýn bütün uzuv, duyu ve kuvvetlerinin gönlün emrinde
olmasý yönüyledir. Gönül bütün azalarda diledigi gibi tasarruf eder, onlara istedigi
sekilde yön verir. Padisahýn maiyetinin hiçbir emrinde ona karsý çýkamamasý gibi
azalar da gönlün emirlerine muhalefet etmeye güç yetiremezler.47
46
Sinan Pasa sözü edilen tasvirin devamýnda gönlün padisah, beden azalarýnýn da onun emri alt
bulunan görevliler oldugunu belirten cümlelere yer verir. Buna göre beden azalarýnýn salta
natýnýn
rütbelerini bildiren ferman gönül adýna yazýlmýs, beden sultanlýgýnýn kutlu beratý gönül ad
bildirilmistir. Bütün azalar hayat kuvvetini ondan istemekte ve ruh kuvvetlerinin ta
mamýna o
yardým etmektedir. Beden azalarýnýn dinlenmesi onun hareketiyle, insan ömrünün birkaç gün
bekâsý onun bereketiyledir. Kýsacasý gönül bir padisah diger azalar onun raiyetidir: Mensû
saltanat-ý a zâ-yý ten dil nâmýna tahrîr olunmýstur, ve berât-ý hümâyûn-ý pâdýsâhî-yi beden
adýna takrîr olunmýstur. Cemî -i a zâ hayâtý andan istimdâd ider, ve cemî -i kuvâya ervâhý
imdâd ider. stirâhat-ý a zâ-yý beden anuñ hareketi-y-iledür, ve bir kaç gün bekâ-yý insân a
bereketi-y-iledür. Dil bir pâdisâhtur, cevârih anuñ ra iyyeti; göñül bir sultândur, cihân t
milketi. (216/8-14) Bu ifadeler gönlün insan bedenindeki bütün azalarýn yöneticisi ve insa
n
biricik hayat kaynagý oldugunu vurgulamasý bakýmýndan önemlidir.
47
Gönlün sultana benzetilmesi meselesine açýlým getirmesi bakýmýndan su bilgiyi zikretmekte d
fayda vardýr: mam Gazâlî aza ve havassýn kalbe itaat etmelerini meleklerin Allah a itaat
etmelerine benzetir. Meleklerin Allah a muhalefet etmeye muktedir olmamalarý gibi az
alar da
kalbe muhalefet edemezler. Ancak meleklerin Allah a itaatinin suurlu olmasý, azalarýn
kalbe
Milk-i rûh içre pâdisâh dilüñ
Varlýguñ sehri içre sâh dilüñ (64/b.6)
2.21.20. .
Tahta
Gönül insana ve kâinata ait bütün sýrlarý içinde sakladýgýndan bu bilgi ve
sýrlarýn bir yazýyý anýmsatmasý yönüyle üzerinde yazý bulunan tahta veya levha
seklinde düsünülmüþ
olmalýdýr. Buna baglý olarak 216 da gönül tahtasýnýn agyar
naksýndan temizlenmesi durumunda bütün müsküllerin onda kesf edilecegi belirtilir.
Gönülde sevgili dýsýndaki düsünce ve ilgilere isaret eden agyar yazýsý gönül
tahtasýnda sevgili ve aska ait sýrlarý örten, onlarýn üzerini çizen bir karalama gibi
düsünülmüstür. Bunlar silinip temizlendiginde çözülemeyen bütün zor isler
çözülecek ve bütün sýrlar açýga kavusacaktýr.48 Zira kâinata ait bütün sýrlar gönülde
yer aldýgýndan insan dýsarýda aradýgý hakikatleri ancak kendi içine yönelerek
bulabilir.
Naks-ý agyârdan eger pâk ola tahta-i dil, kesf olur elbette anda her müskil.
(216/4)
Baska bir beyitte gönlün emir kaleminin yazý tahtasý oldugu belirtilir. Gönlün
emir kaleminin yazý tahtasý olarak düsünülmesi Allah ýn emri altýnda olmasý, onun
emir ve yasaklarýný uygulamakla görevli olmasý ve onun istedigi biçimde sekil almasý
yönüyle olmalýdýr. Hatýrlanacak olursa bir hadiste Mü minin kalbi Rahman ýn iki
parmagý arasýndadýr buyrulmaktadýr. Yani mahiyeti ve fonksiyonu üzerinde tam bir
malumata sahip olunamayan gönül Allah ýn yön verdigi biçimde varlýgýný
sürdürmektedir; onun iradesinin etkisi altýndadýr.49 leride gönül-top benzetmesi
itaatinin suursuz olmasý noktasýnda ayrýlýrlar. Ayrýca sultan olan kalbin emri altýndaki az
ve havas
kuvvetlerine ihtiyacý yolculuk için lüzumlu olan binit ve azýgý olmalarý bakýmýndandýr. Kal
yolculugu Allah adýr; mesafeleri asarak ona ulasmasý içindir. (bkz. mam Gazâlî, hyâu Ulûmi
Dîn, s. 14.)
48
Benzer sekilde baska bir beyitte gönül perdesini kaldýran kisinin yüzbinlerce müskülü çözec
belirtilir:
Her kim açar-ise perde-i dil
Peydâ ola sad hezâr müskil (217/b12)
49
Ayrýca bkz. gönül-kalem arasýnda ilgi kurulmasý ve II/34. dipnot
içinde ele alýnacak olan bir beyitte de ayný gerçek farklý bir biçimde ifade edilmistir.
Buna göre küfür ve iman Allah ýn meydaný, gönüller de onun çevgânýnýn öteye
beriye yuvarladýgý birer top durumundadýr. Çevgânýn Allah ýn iradesini temsil
etmesiyle, týpký gönlün onun emir kaleminin tahtasý olmasý gibi, gönüllerin onun
iradesiyle yol aldýklarý ifade edilmektedir. (bkz. Top)
Tahta-i naks-ý kilk-i emr oldur
Dâye-i nefs-i Zeyd ü Amr oldur (64/b.12)
2.21.21. .
Tarla (Kistizâr, Mezra a)
Sevgi, ask, iman gibi duygu ve inançlar gönülde hissedilip nesv ü nema bulur.
Bu nedenle gönül muhabbet ve imaný içinde yesertip yetistirmesi bakýmýndan
muhabbet tohumunun ekildigi bir tarla olarak tasavvur edilmistir:
Her demde dil kistizârýnda mahabbetüñ tohmýndan gayrý nesne ekme. (113/1)
lâhî! Îmân tohmýný ki kalb mezra asýnda kendü lutfuñ-ile ektüñ ve slâm
nihâlini ki göñül ravzasýnda kemâl-i keremüñden diktüñ, dâyimâ bârân-ý rahmet ve
nesîm-i âtýfetüñ-ile sen nesv ü nevâ vir. (112/5)
Gözyasý ve gönlün yakýcý harareti ask tohumunun gönül tarlasýnda yeserip
gelismesini saglayan unsurlardýr.
Isk tohmý gerçi dil kistizârýnda ekilür, ve mahabbet nihâli egerçi göñül
gülistânýnda dikilür; ammâ âb-ý çesm-i nemnâk ve harâret-i derûn-ý sûzinâk ile nesv
ü nemâ bulur. (200/1)
2.21.22. .
Top (Gûy)
Gönül gûy u çevgân olarak adlandýrýlan oyundaki topa benzetilir. Gönül top
olarak hayal edildiginde bu topu yuvarlayan çevgân sopasý da Allah ýn iradesi ve
takdiridir. Bilindigi üzere çevgân oyunu geniþ
bir meydanda oynanan bir oyundur.
Tasvirde küfür ve iman da bu oyunun oynandýgý arsa ve meydan olarak tasvir
edilmistir. Beyte göre gönüller Allah ýn çevgânýna top olmus, küfür ve iman
meydanýnda sürüklenip durmaktadýrlar. Gerçekten mukadderat karsýsýnda gönlün
durumu degnek önünde sürüklenen bir topu andýrýr. Küfür ve iman Allah ýn
takdiriyle nasip olan seylerdir. Bu nedenle küfür veya iman içinde yogrulan
gönüllerin durumu oyun meydanýnda çevgân sopasýyla öteye beriye sürüklenen bir
topa benzetilmistir.
Küfr ü îmân arsa-ý meydânýdur
Dilleri tôp eyleyen çevgânýdur (39/b.7)
Yine gönül-top benzetmesi içinde ele alýnabilecek baska bir beyitte gönül
toplarýnýn tamamýnýn Allah için basý dönmüþ
ve perisan bir hâlde oldugundan söz
edilir. Topun yerde yuvarlanmasýyla gönlün Allah a ulasma yolunda çektigi
mesakkat ve sýkýntýlar, heyacan ve coskunluklar arasýnda bir ilgi kuruldugu görülür.
Bu cihân-ý akl u cân hayrânýdur
Gûy-ý diller cümle ser-gerdânýdur (50/b.5)
2.21.23. .
Tûti
Gönlün tûtiye benzetilmesi Allah ý zikretmesi yönüyle olmalýdýr. 35 teki
beyte göre gönül tûtisi Allah ýn bahçesinin bülbülüdür. Bülbülün Allah ý zikretmenin
sembolü olarak kullanýldýgýna deginilmisti. (bkz. Bülbül) Burada da gönül
konusmayý sembolize eden tûtiye benzetilerek bu tûtinin Allah ýn bahçesinin bülbülü
oldugu ifade edilmistir. Bülbül ayný zamanda bir seyi en güzel sekilde ifade etmenin
sembolüdür. Gönlün Allah ý zikretmesi ve onun âsýgý olmasý konusmayý sembolize
eden tûtinin, sesinin güzelligi ve edebiyattaki âsýk imajýyla daha makbul bir kuþ
olan
bülbülle özdeslestirilerek sunulmasý seklinde yerini bulmustur. Baska bir deyisle
gönül tûtisi Allah ýn bahçesindeki hikmetle dolu güzellikler karsýsýnda hiç durmadan
hayret ve sarhoslukla sakýyan ve askýný dile getiren bir bülbül kesilmistir. Tûti imajý
ayný zamanda gönlün nefs-i nâtýka olarak adlandýrýlmasýyla da ilgili olmalýdýr.
Allah ýn bahçesinden kasýt ise bin bir türlü essiz ve hikmet dolu güzellige sahip olan
kâinattýr.
Hüdhüd-i cân murg-ý Süleymân'ýdur
Tûti-yi dil bülbül-i bustânýdur (35/b.4)
2.22. GÜNEÞ
(Âfitâb, Hûrsîd, Mihr, Sems)
Güneþ
gök cisimleri arasýnda büyüklügü, parlaklýgý ve canlýlara hayat
bahsedici özelligi itibarýyla en yüce olanýdýr. Güzelligin, parlaklýgýn ve sultanlýgýn
sembolü olan güneþ
Allah ýn sanatý ve yüceligini övmek üzere sýk sýk zikredilir.
Buna baglý olarak Allah ýn cömertlik, lütuf v.b. birçok sýfatý defalarca günese
benzetilir. Konuyla ilgili örnekler sayýsýz oldugundan hepsini zikretmek mümkün
degildir. Ancak 84 te yer alan ve Allah ýn nurunun günese, diger varlýklarýn gölgeye
benzetildigi ve günesle gölge hakkýnda yorumlarýn yapýldýgý kýsmý, önemli olmasý
bakýmýndan, burada zikretmekte fayda vardýr. Buna göre güneþ
vacib olaný yani
Allah ýn nurunu, gölge de mümkini temsil etmektedir. Günesin ortaya çýkmasýyla
gölgenin yok olmasý gibi kisi de Hakk ý isterse varlýgýný gidermelidir. Gölgenin
oldugu yerde günesten söz edilemez. Týpký bunun gibi, kim varlýk gölgesini ortadan
kaldýrmazsa Hakk ýn nurunu göremez. Hz. Muhammed in gölgesinin yere
düsmemesi mucizesi de günes-gölge arasýndaki bu zýtlýk ve Hakk ýn nurunun varlýk
gölgesini kabul etmeyisine baglanýr. Onun kendi gölgesi yoktur ama bütün dünya
onun gölgesinde rahat bulmustur. Burada kastedilen gölge mana gölgesi, himaye ve
yol göstericiliktir. Gölge olacaksa týpký bunun gibi mana gölgesi olmalýdýr, suret
gölgesinden bir fayda gelmez.
Nûr-ý Hak hûrsîd ü mümkin zýllýdur
Zýl güneste mahv idügi bellidür
Peygamberler, dört büyük halife, evliya gibi büyük insanlarýn varlýgý ve yüzü
de sýkça günese benzetilir. Günesin dünyayý aydýnlatýp canlýlara hayat verme
özelligiyle bu kisilerin dünyayý aydýnlatmasý, insanlarýn gönüllerine hayat vermesi
arasýnda ilgi kuruldugundan bu tür benzetmeler yapýlmýstýr. Ayrýca günesin yüz
güzelligini temsil etmesinden hareketle bu insanlarýn güzelligine de vurgu yapýlýr.
Hz. Muhammed in parlak yanagýnýn ýsýltýlý, pasparlak bir günese benzetildigi beyit
konuya örnek olarak verilebilir.
Dil-i pür-cûsýdur deryâ-yý mevvâc
Ruh-ý rahsendesi hûrsîd-i vehhâc (244/b.10)
Diger yandan baska bir beyitte gönül din günesinin dogdugu yer olarak tasvir
edilir:
Dilümi matla -ý hûrsîd-i dîn it
Revânum kevkeb-i bürc-i yakîn it (230/b.2)
Güneþ
sonsuz parlaklýgý nedeniyle neyyir-i a zam , gökyüzünün yesile çalan
rengi arasýnda yesillere bürünmüþ
gibi görünmesi nedeniyle Hýzr-kisvet , dördüncü
gökte bulunmasý nedeniyle Mesîhâ-dem gibi isimlerle anýlýr:
Ya nî ol zât-ý neyyir-i a zam
Ol Hýzýr-kisvet ü Mesîhâ-dem (69/b.1)
2.22.2. .
Asker (Tali a)
Güneþ
ve ay Allah ýn hikmeti nurlarý ýsýgýndan iki öncü askeri olarak hayal
edilmistir. Çokluk bakýmýndan yýldýzlarýn bir orduyu andýrmasý tasavvurundan
hareketle güneþ
ve ay onlara nispetle daha ön planda oldugundan böyle bir benzetme
yapýlmýs olmalýdýr.
Hikmetüñ envârý ziyâsýndan iki talî a sems ü kamer. (68/2)
2.22.3. .
Ask
Ask ve muhabbet günese benzetilen unsurlar arasýndadýr. Ask ve muhabbetin
günese benzetilmesi gönül sehrini aydýnlatmasý ve parlatmasý yönüyledir. Gönülde
parlayan ask günesiesyanýn her zerresi üzerine aksederek müsküllerin üzerindeki
perdelerin kalkmasýný ve her seyin ayan beyan ortaya çýkmasýný saglar. Ask yoluyla
insanýn esyayý ve kâinatý farklý bir gözle görmesi ve herkes tarafýndan görülemeyen
hakikatleri görüp sezebilmesi askýn karanlýk üzerindeki örtüyü kaldýrýp cihandaki her
zerreyi aydýnlatan günes gibi düsünülmesine yol açmýstýr.
Isk bir günestür ki her zerrede aks ü tâbý var. (213/18)
lâhî! Göñül sehrinde mahabbet âfitâbýn ufuk-ý a lâdan sen tâbân eyle.
(225/24)
2.22.4. .
Ayna, ksir (Cevher)
Günesin aynaya benzetilmesi sekil, renk ve parlaklýk itibarýyladýr. Aynanýn
ýsýgý yansýtmasýndan hareketle güneþ
dördüncü gökten âlemi aydýnlatan bir ayna
olarak düsünülmüstür. Eskiden kandillerin arasýna ýsýgý daha iyi yansýtmalarý için top
aynalar yerlestirildigi de bilinmektedir.50
Günes-ayna benzetmesinin yer aldýgý cümlenin devamýnda günesin iksire
benzetildigi görülür. ksir madenleri altýn yaptýgýna inanýlan maddedir. Günes-iksir
benzetmesinin temeli günesin topragý terbiye ederek altýn olustugu inancýna dayanýr.
Burada günesin ýsýgýyla cihana hayat vermesi ve tabiatý canlandýrmasý onun etrafý bir
anda gül bahçesi hâline döndüren bir iksir gibi düsünülmesine neden olmustur.
Cevher kelimesi burada iksir anlamýndadýr.
Bir âyine düzdüñ ki dördünci gökten âlemi rûsen ider; ve bir cevher yarattuñ
ki cihâna nazar ittükçe gülsen ider. (69/25-26)
50 Günes-ayna benzetmesiyle iliskili olarak eski Mýsýr da kadýnlarýn dinî törenler süresinc
inde
günesin sembolü olarak ayna tasýdýklarý hususunu da hatýrlatmak gerekir. (bkz. Nermin Sinem
glu,
Ayna , DA, C. IV, stanbul, TDV, 1991, s. 260.)
2.22.5. .
Dogan (Sah-bâz)
Güneþ
dogu yuvasýndan uçup ortaya çýkan altýn kanatlý bir dogan kusuna
benzetilmistir.51 Günesin dogana benzetilmesi yükseklerde olmasý, dogup batma
süreci içinde gökyüzünde hareket hâlinde olmasýnýn etkisiyledir. Dogan kusunun
altýn kanatlý olmasý günesin altýn renkli ýsýklarýndan kinaye olmalýdýr.
Yýllar olmýstur ki bir sâh-bâz-ý zerrîn-bâli âsiyân-ý masrýktan pervâz ittürüp
izhâr idersin, bir ehadüñ tâkati yok ki bir gün aný vekr-i magribden togura. (69/27)
2.22.6. .
Gönül
Gönül yokluk sabahýnýn günesi olarak nitelendirilir. Gönlün yokluk sabahýnýn
günesi olarak nitelendirilmesi günesin sabahý müjdelemesi ve gün içinde ortaya çýkan
ilk unsur olmasý gibi gönlün de yokluktan varlýga geçiste ilk yaratýlan cevher
olmasýyla ilgilidir. (bkz. Gönül)
btidâ-yý netîce-i kýdem ol
Âfitâb-ý sipîde-i adem ol (65/b.4)
2.22.7. .
Güzel (Sâhid), Hz. Yusuf, .
Yanak (Ruh)
Güneþ
parlak ve aydýnlýk olusu sebebiyle yüz güzelliginin sembolüdür. Buna
baglý olarak güneþ
gül yüzlü bir güzele ve insan yanagý da günese benzetilmistir.
Allah yanak günesinin parlatýcýsý ve günesin gül yüzlü güzelinin cilve vericisidir.
Günesin dogusu bir güzelin ortaya çýkýsý, salýnýsý gibi düsünülmüstür.
Âfitâb-ý rûhý kim tâbân ider
Binyeyi âdemde ol penhân ider (37/b.18)
51 Bu arada günesin sembolik hayvanýnýn kartal oldugunu ek bilgi olarak burada hatýrlatm
akta fayda
vardýr. (bkz. Ahmet Güç, Günes , DA, C. XIV, stanbul, TDV, 1996, s. 290.)
Cilve-dih-i sâhid-i gül-rûy-ý mihr
Mes ale-efrûz-ý revâk-ý sipihr (34/b.15)
Güzelligi temsil etmesinden hareketle bir baska beyitte güneþ
Hz. Yusuf a
benzetilmistir:
Yûsuf-ý mýsr-ý âsümân oldur
Sâhid-i cümle-i cihân oldur (70/b.3)
2.22.8. .
man, Marifet, Tevhid
man günese benzetilerek gönüldeki iman günesiyle gökteki güneþ
arasýnda
yogun kýyaslamalar yapýldýgý görülür. Buna göre Allah, nurunun bir parçasý ve
ýsýgýnýn bir sulesi ile zahirî âlemin her yanýný aydýnlatýp ýsýkla dolduran mavi renkli
kilisenin ve yüce kubbenin çatýsýnda bulunan parlak günesin altýn kandilini, gökyüzü
kubbesinin cam kandilliginde yandýrmýstýr. Týpký bunun gibi nurlarýnýn parlaklýgý ve
ýsýgýnýn tesirleriyle iç âlemin her kösesini aydýnlatýp safa ile dolduran imanýn parlak
günesi çýragýný insan varlýk sarayý ve Rahmanî suretin mazharýnda mü minlerin
gögüsleri cam kandilliginde yakmýstýr. Zahirî güneþ
nasýl ýsýgýyla âlemi
aydýnlatýyorsa iman günesi de iç âlemi nuruyla parlatýr. Güneste her seyin aydýnlýga
kavusmasý, açýga çýkmasý gibi iman da insanýn birçok hakikati kesfetmesini saglar.
Yine, günesin canlýlar için en büyük hayat kaynagý olmasý gibi, iman da insaný
manevî bakýmdan dirilten hayat kazandýran bir duygudur. man gökyüzündeki güneþ
gibi bir günestir; ancak o hakikat âleminin aydýnlatýcýsý, zahirî güneþ
ise suret
âleminin aydýnlatýcýsýdýr.
Nite ki bu bâm-ý deyr-i mînâ ve sakf-ý kubbe-i mu allâda misbâh-ý zerrîn-i
âfitâb-ý tâbâný miskât-ý zücâce-i günbed-i âsümânda yandurduñ ki nûrýnuñ bir
pertevi ve su â ýnuñ bir su lesi ile aktâr-ý âlem-i zâhirden her kutrý rûsen ü pür-ziyâ
ider; hem-çünân bu serây-ý vücûd-ý insânî ve mazhar-ý sûret-i Rahmânîde çirâg-ý
hûrsîd-i rahsân-ý îmâný miskât-ý âb-gîne-i sîne-i mü minânda uyandurduñ ki tâbýnun
envârý ve ziyâsýnuñ âsârý-y-ile zevâyâ-yý âlem-i bâtýndan her zâviyeyi münevver ü
pür-safâ ider. Söyle ki: Âfitâb-ý âsümân-ý sehâdeti çirâg-ý âlem-i zâhir-i sûret ittüñ;
âfitâb-ý îmân ü sehâdeti dahý çirâg-ý âlem-i bâtýn-ý hakîkat eyledüñ. (145/10)
man günesiyle zahirî günesin islevleri bakýmýndan kýyaslanmasýndan sonra
büyüklük bakýmýndan kýyaslandýklarý görülür. Buna göre astronomi mühendisleri
rasatla günesin dünyadan yüz altmýþ
üç kat kadar büyük oldugunu bulmuslardýr.
Hakikat ehli ulemasý ise terazinin bir kefesine iman günesi, diger kefesine bütün
yerler ve gökler konulsa imanýn agýr gelecegini basiretle kesfetmislerdir. man maddî
olarak insan için büyüklügünün tahmin edilmesi güç olan zahirî günesten daha büyük
ve daha üstündür. Tasvirde fuzalâ-yý mühendisîn e karsýlýk ulemâ-yý muhakkikîn ,
rasad a karsýlýk basiret , muhâsebe ye karsýlýk mükâsefe kullanýlmýstýr. Zahirî
ve müsbet ilmi temsil eden mühendisler rasat vasýtasýyla muhasebe ederek zahirî
günesin ölçüsünü bulurlarken irfaný ve gönül ilmini temsil eden hakikat ulemalarý ise
basiret yoluyla mükâsefe ederek iman günesinin büyüklügünü idrak etmislerdir.
Mükâsefe kalp gözünün açýlmasý ve gayb âleminin görülmesini saglayan hâldir.52
Eger fuzalâ-yý mühendisîn rasad-ile muhâsebe idüp böyle buldýlarsa ki
âfitâb-ý semâ kürre-i hâk ü mâdan yüz altmýþ
üç ol kadar ziyâdedür; ulemâ-yý
muhakkikîn dahý basîret-ile mükâsefe idüp söyle gördiler ki: Eger âfitâb-ý îmâný
terâzûnuñ bir keffesine ve cemî -i semâvât u arazîni bir keffesine kosalar, îmân agýr
gele. (145/11-15)
Diger bir kýyaslamaya göre gökyüzüdeki günesin cismine bir parça bulut örtü
olur; iman günesinin nuruna arþ
ve kürsü hicab olmaz. Sözü edilen cümlede geçen
peyker kelimesi yüz anlamýnda olup sonrasýnda bulutun günesi örtmesini ifade etmek
üzere kullanýlan peçe anlamýndaki nikâb kelimesiyle uyum içindedir. man günesine
arþ
ve kürsünün hicab olmamasý iman günesinin maddî-manevî hiçbir engel
tanýmadan nurunu salacagý, gönüle bir kez yerlesti mi onun manevî nurunu örtmeye
52 Uludag, a.g.e., s. 383.
hiçbir varlýgýn yetmeyecegi anlamýndadýr. Oysa en güçlü ýsýga ve parlaklýga sahip,
birçok gök cisminin ýsýgýný ondan aldýgý güneþ
bir parça bulut tarafýndan
gölgelenebilir. Ayný sekilde güneþ
yakýnlýk, uzaklýk, yükseklik ve alçaklýkla
birbirinden farklý durumlara girer. Bazen ortaya çýkar, bazen kaybolur; bazen dogar,
bazen batar. Günesin uzaklýk, yakýnlýk, yükseklik ve alçaklýkla girdigi farklý
durumlarla günesin her mevsim aldýgý konum kastedilmektedir.
Peyker-i âfitâb-ý âsümâna bir kýt a sehâb nikâb olur; nûr-ý âfitâb-ý îmâna
arþ
u kürsî hicâb olmaz. Âfitâb-ý âsümân kurb u bu d u irtifâ u inhitât ile mütefâvit
olur; geh hâzýr u geh zâyil olur; geh tâli ü geh âfil olur. (145/17-20)
Tasvirin devamýnda günesin gün batýmýnda karanlýga yenilgisi, yaz ve kýþ
mevsimlerinde girdigi farklý durumlar çesitli benzetmelerle anlatýlýr. Buna göre
zaman her aksam parlak günesi karanlýk örtüsüyle gizler ve örter; güneþ
yüzünün
öncü askerini gecenin Hintli askerlerine kahrettirir. Gece, karanlýgý bakýmýndan
esmer tenli Hint askerlerine benzetilmistir. Tasvirde geçen ve yüz güzelligi anlamýna
gelen tal at kelimesi ise gecenin siyah rengi dolayýsýyla Hintli askerlere
benzetilmesine karsýlýk günesin parlak ve aydýnlýk çehresine isaret etmek üzere
kullanýlmýþ
olmalýdýr. Tal at ile birlikte kullanýlan sipâh kelimesi de asker anlamý
dýsýnda güzel anlamý tasýmasý bakýmýndan tal at kelimesiyle uyum içindedir.
Devrân-ý gerdûn her sâm hûrsîd-i âyîne-gûný hicâb-ý zalâm ile mütevârî vü
mestûr ider, ve talî a-i sipâh-ý tal atýný lesker-i hindû-yý sebe makhûr ider. (145/21)
Yaz boyu ýsýgýyla etrafý yakan günesin kýþ
mevsiminde egik gelen ve
ýsýtmayan ýsýklarýna isaret etmek üzere onun parlak ýsýgý hararetinin yokluk
hazinesinde gizlendigi belirtilir. Kýsýn günesin ufuktan yükselme noktasýnýn çok az
olmasý ýsýklarýnýn zayýf gelmesine sebeptir. Cümlede geçen medâr kelimesi
yörünge anlamýna gelen astronomik bir terim olmasýyla dikkati çekmektedir. Ayný
sekilde kýsýn günesin ýsýgýnýn zayýflýgý Hz. brahim in yakmayan atesi gibi soguk ve
yetimlerin yüzü gibi sarý olarak nitelendirilmistir.
Fasl-ý zemistânda ufuktan irtifâ -ý medârý gâyette kem olur, ve harâret-i
su â -ý tâbdârý mektûm-ý hazîne-i adem olur. Su lesi âtes-i Halîlu'llâh gibi serd ve
ziyâsý rüvâ-yý rûy-ý yetîm gibi zerd olur. (145/23-25)
Güneþ
yazýn güzel yanýslý bir mum iken kýsýn âdeta zeytinyagý gibi atessiz
olur. Onun kýþ
mevsimindeki soluk rengi ve yakmayan sýcaklýgý zeytinyagýna
benzetilir ve Nur suresinde geçen Onun yagý kendisine bir ateþ
dokunmasa da,
hemen hemen ýsýk verir mealindeki ayete gönderme yapýlarak tarif edilir. Sözü
edilen ayetin basýnda Allah ýn nuru, içinde kandil bulunan oyuktan yayýlan bir ýsýga
benzetilerek bu kandilin ýsýgýnýn Ne doguya ne de batýya nispet edilen mübarek bir
zeytin agacýndan tutusturuldugu belirtilir. Tasvirde geçen zeytinyagý benzetmesinin
ayetten esinlenerek yapýlmýs oldugu açýktýr.
Yazýn bir sem -i hôs-sûz-iken kýsýn, -san ki rugan-ý zeytûndur ki- bî-nâr, eser-i
"Yekâdü zeytühâ yuzî ü ve lev lem yemseshü nâr" âsikâr olur. (145/27-28)
Güneþ
yukarýda da bahsedildigi gibi gece, gündüz, yaz ve kýþ
farklý konumlarý
itibarýyla bazen fazlalýga, bazen eksiklige kabil olurken iman günesi gece, gündüz,
kýs ve Temmuz aynýdýr:53
Pes âfitâb-ý âsümân ihtilâf-ý ahvâl-ile kâbil-i ziyâde vü noksân olur; ammâ
âfitâb-ý îmân seb ü rûz ve dey ü temmûz yeksân olur. (145/29-30)
Gökteki günesle iman günesi arasýndaki farklardan biri de günesin kýyamet
gününde ýsýgý kesilip kararacakken iman çýragýnýn o gün dahi parlak ve ýsýklý olacak
olmasýdýr. Bu durum ayetlerden örnekler verilerek desteklenir.
53
Ehl-i Sünnet itikadýna göre iman artmaz ve eksilmez. Bu, inanýlmasý gereken hususlar açýsýn
böyledir. Zira inanýlacak hususlar bellidir ve bunlarýn bir tanesine dahi inanmamak küfr
e
düsüreceginden iman ne artar ne de eksilir. Ancak iman yakîn ve tasdik yönünden artar ve e
ksilir,
amel itibarýyla farklýlýk gösterebilir. (bkz. Abdülvahap Öztürk, mam-ý Azam Ebu Hanife ve
Eserleri, stanbul, Samil Yayýncýlýk, 2004, s. 133.) Burada da Sinan Pasa bu gerçekten har
eketle
iman günesinin artýp eksilmedigini söylemiþ
görünmektedir.
Çirâg-ý âfitâb rûz-ý kýyâmette bî-nûr u mükedder olur ki: "ze's-semsü
küvviret"54 , ve çirâg-ý îmân ol gün dahý rûsen ü münevver olur ki: "Yevme tera'lmü minîne
ve'l-mü minâti yes â nûrihim beyne eydîhim ve bi-eymânihim"55 . (145/3133)
Güneþ
gökyüzü tahtýnda tutulup ýsýgý yok olur; iman günesi insan vücudu
gögünde bir kararda durup hâl degisimine ugramaz. Küsûf güneþ
tutulmasý
anlamýndadýr.
Âfitâb-ý cihân serîr-i taht-ý âsümânda küsûf bulup nûrýna zevâl olur; âfitâb-ý
îmân felek-i vücûd-ý insânda bir karâra turup bî-tegayyür-i hâl olur. (146/1-3)
Yukarýda iman günesinin kýyamet gününde dahi zahirî günesin aksine
pasparlak olacagý belirtilmisti. Zira iman kýyamette insaný kurtaracak olan bir
haslettir. Tasvirin devamýnda da günesin sonunda cehennemde yanacagý, ancak iman
günesinin sahibini cehennemden kurtaracagý ifade edilir:
Âfitâb-ý âsümân âhýr cehenneme düsüp yansa gerek; âfitâb-ý îmân sâhibin
cehennemden kurtarsa gerek. (146/4)
Güneþ
bazen fayda, bazen zarar sebebi olabilir. Fakat marifet günesi her
zaman fayda sebebidir. Meselâ güneþ
insan bedenine fazla tesir ettiginde bir siyah
beden hâline getirir, yani esmerlestirir. Oysaki iman ve tevhid parýltýsý siyah gönüle
tamamen yerlestiginde parlak ve aydýnlýk eder. Siyah gönül günah ve manevî kirle
kararmýs olan gönüldür.56
Âfitâb-ý felek gâh sebeb-i menfa at olur, gâh vesîlet-i mazarrat olur; ammâ
hûrsîd-i ma rifet her vakit vâsýta-ý fevâyid-i tâ ât ve mûcib-i avâyid-i ibâdât olur.
Tâb-ý âfitâb-ý çarh-ý gerdân çün ten-i insâna ziyâde te sîr ide, bir siyâh-beden ider;
54 Güneþ
dürülüp söndürüldügü zaman (Kur an, 81/1)
55 O günde ki erkek mü minlerle kadýn mü minleri, nurlarý önlerinden ve saglarýndan kosar
2.22.10. .
Mum (Sem )
Aydýnlatma özelligi itibarýyla güneþ
muma benzetilmistir. Ay ve güneþ
Allah ýn kudreti ferrâslarý (bkz. Ferrâs) tarafýndan halife çocuklarý olan insanoglu
halifelerinin huzur meclisleri için yakýlmýs iki mum niteligindedir:
lâhî! Mihr ü mâh iki sem dür ki ferrâsân-ý kudretüñ halîfe-zâdegân-ý "nnî
câ ilün fi'l-arzý halîfe"nüñ meclis-i huzûrlarý-y-içün yakmýslardur. (48/13)
57 Bu beyit Nizamî den iktibas edilmistir.
2.22.11. .
Mühre
Mühre genel olarak yuvarlak nesneler yerine kullanýlýr bir kavramdýr. Yaygýn
anlamýyla kâgýt vs. cilâlamak için kullanýlan billur topa mühre denir. T de geçen
tasvire göre günessekil ve renk itibarýyla her sabah dogu hokkasýndan çýkarýlan
parlak bir mühreye benzetilmistir. Ancak tasvirdeki hokka kelimesinden hareketle
buradaki mührenin hokkabaz mühresi oldugu anlasýlmaktadýr. Zira hokkabazlarýn
hokkalarý içine saklayýp kaybettikleri yuvarlak toplara da mühre denilmektedir. (bkz.
Hokka, Mühre)
Devrânlar geçmistür ki bir mühre-i mihr-i münîri her subhýdem hokka-i
hâverden çýkarup âsikâr idersin; bir kimsenenüñ mecâli yok ki, bir sabâh aný cânib-i
bâhterden getüre. (69/30)
2.22.12. .
Su Kabarcýgý
Hz. Muhammed e na t bölümünde onun cömertligini övmek üzere cömertligi
bir gökyüzüne benzetilir. Bu, öyle bir gökyüzüdür ki oradaki her yýldýz bir güneþ
gibidir. Arkasýndan cömertligi bir denize benzetilerek güneþ
bu denizdeki bir su
kabarcýgý seklinde düsünülür. Günesin su kabarcýgýna benzetilmesi öncelikle Hz.
Muhammed in cömertligini mübalâga yoluyla yüceltmek bakýmýndandýr. Ayrýca su
kabarcýgýnýn parlaklýgýyla günesin parlaklýgý arasýnda ilgi kuruldugu düsünülebilir.
Sen ol âsümân-ý sehâsýn ki her kevkeb ol âsümândan bir âfitâb, ve sen ol
deryâ-yý cûdsýn ki âfitâb ol deryâda bir habâb. (257/14-15)
2.22.13. .
Sultan, Köle
Güneþ
dünyadan görünen en büyük ve en parlak gök cismi olmasý nedeniyle
gök cisimleri arasýnda sultan olarak kabul edilir. Sultan telakkisinden hareketle
dünya tarihine adý geçmiþ
padisah ve hükümdarlara benzetilir. Bunlardan biri Sebâ
ülkesinin Belkýs ýdýr. Gökyüzü Sebâsý Belkýs ý olan güneþ
Allah ýn hayret verici
kudreti dergâhýnýn kölesidir. Sultan ve köle gibi zýtlýk olusturan kavramlara ait
benzetmeler Allah ý övmek ve yüceltmek için özellikle bir arada verilmistir. Günesin
Belkýs gibi haným bir sultana benzetilmesi ise günesin disi, ayýn erkek olarak telekki
edilmesiyle ilgili olmalýdýr.58 Bilindigi üzere kelimelere müzekkerlik-müenneslik
atfedilen Arapça gramerde de kamer erkek, sems disi olarak kabul edilmektedir.
Belkîs-ý Sebâ-yý semâ -ki çarh-ý mümerred-i kavârîr-ý kasr-ý mînâda tururbende-
i dergâh-ý kudret-i acîbüñdür. (46/20)
70 te güneþ
hakkýnda art arda sýralanan beyitlerde de güneþ
meshur
hükümdarlara benzetilmistir. Buna göre o yüce kýtalarýn Feridun u, yüce yedi iklimin
Hüsrev i, yedi iklim ve dogu-batýnýn yöneticisi, yýldýz ülkelerinin padisahýdýr. Yüce
kýta ve ülkelerle kastedilen süphesiz gökyüzüdür.
Ol Ferîdûn-ý hýtta-i a lâ
Husrev-i heft-kisver-i bâlâ
Vâli-yi sark u garb u heft iklîm
Pâdisâh-ý memâlik-i tencîm (70/b.4-b.5)
Bir diger tasvire göre güneþ
öyle bir sultandýr ki, sabahleyin ýsýgýný
gösterdiginde gece Dahhâk ýnýn ordularý maglup olur. Sehnâme kahramanlarýndan
biri olan Dahhâk Cemsid i öldürerek saltanat tahtýna oturan efsanevî ran
hükümdarýdýr. Zülmün, kötülügün ve serrin sembolüdür.59 Bu nedenle geceyle
özdeslestirilmistir. Gece Dahhâk ýnýn ordusu da gökyüzünde parlayan sayýsýz yýldýz
ve gök cisimleri olmalýdýr. Güneþ
sabahleyin ýsýgýný cihana saldýgýnda onun parlak
58
Eski Türklerde Hunlar dan itibaren kutsal sayýlan güneþ
disi, ay ise erkek olarak kabul edilir. (bkz.
Ahmet Güç, a.g.m., s. 290.)
59
Efsaneye göre seytan Dahhak ý kandýrýp omuzlarýndan öpünce her iki omzundan birer yýlan çýk
Ne kadar ugrasýlýrsa ugrasýlsýn bu yýlanlar bir türlü yok edilemez. Çünkü yýlanlar kesildik
büyümektedirler. Seytan bu kez hekim kýlýgýnda ona gelir ve her gün iki insan beyni yediril
rse
yýlanlarýn etkisiz hele gelecegini söyler. Dahhâk ýn seytanýn bu tavsiyesine uymasýyla bera
týk
yeryüzünü kötülükler bürür ve daha önce insanlarýn emrinde olan ve tesirsiz hâle getirilen
tekrar meydana çýkýp kötülükleri bütün cihaný kaplar. (Geniþ
bilgi için bkz. Dursun Ali Tökel,
Divan Siirinde Mitolojik Unsurlar, Ankara, Akçag, 2000, s. 143.)
ýsýgý, bu güçlü ýsýk karsýsýnda sönük kalan gecenin bütün ýsýklarýný etkisiz kýlmasý
yönüyle gece Dahhâk ýna karsý zafer kazanan bir hükümdar olarak hayal edilmistir.
Bir sonraki beyitte de ayný sekilde bu hükümdarýn heybetinden yesil görünüslü yedi
gezegenin bastanbasa görünemez olduklarý belirtilir. Bütün sabiteler, yani burçlar
onun yenilgisine ugrayanlar durumundadýr; o âmir, geri kalanlar onun emri altýnda
olanlardýr.
Göstere çün sabâh pertev-i nûr
Hayl-i Dahhâk-i seb olur makhûr
Devamýnda güneþ
hükümdarýnýn yukarýda söz edildigi gibi heybetinden
görünemez olan tebasý bir bir sýralanýr. Buna göre birinci kat gökte, yani bir nevi
felekler sarayýnýn girisinde bulunan Ay perdecisi, fesahat ve belâgatin sembolü
oldugundan Debîr-i Felek olarak adlandýrýlak defter ve kalemle sembolize edilen
Utârid divan kâtibi, isret ve eglencenin sembolü olan ve eski minyatürlerde müzik
âleti çalan bir kýz seklinde tasvir edilen Zühre çalgýcýsý, savasçýlýgý sembolize eden
Merih gece gündüz onun için düsmanlarýna kýlýç tutan savasçýsý, Sa d-i Ekber
(Müsteri) bereket ve cömertligi temsil ettiginden dolayý ayâlinin nimetlendiricisi,
feleklerin en üstünde bulunmasý nedeniyle Râhib-i Pir yani Zuhâl kubbesinin
gözcüsüdür.
Mâh'tur perdedâr-ý eyvâný
Hem Utârid debîr-i dîvâný
Bezmi-çün oldý ya nî hunyâger
Sîm kasr içre Zühre-i ezher
Gice gündüz turup urur Merrîh
Düsmeninüñ diline hançer ü mîh
2.22.14. .
Semse
Semse kubbelerin iç süslemesinde kullanýlan günesseklindeki islemedir.
Kubbeye benzetilen gökyüzünde bulunan günes, sekil ve konumu itibarýyla semseye
benzetilmistir. Beytin birinci dizesinde ise günese gören gözün ýsýk bahsedicisi
denilmistir. Bilindigi üzere görmeyle ilgili gelistirilen iki teori mevcuttur. Bunla
rdan
biri gözden çýkan ýsýnlarýn görme islevini sagladýgýný, digeri görmeyi temin eden
ýsýnlarýn gözden degil görülen esyadan göze geldigini savunur.60 Beyitte görme
nazariyesine bir gönderme yapýldýgý düsünülmektedir.
Rûsenî-bahs-ý dîde-i bînâ
Semse-i sakf-ý günbed-i mînâ (70/b.1)
Baska bir beyitte Hz. Muhammed in yüzü/yanagý günese benzetilerek bu
günesin Beytü l-Haram ýn semsesi oldugu belirtilir:
Mihr-i ruhý semse-i beytü'l-harâm
Mâh-ý felek nûrýla oldý temâm (255/b.4)
2.23. HALKA (bkz. Küpe)
2.24. HÂNSÂLÂR (bkz. Sofracý)
60
slâm bilginlerinden Kindî görmeyle ilgili birinci teoriyi savunurken bn-i Sîna ve bn-i Heys
em
ikinci teoriyi savunanlar arasýndadýr.
2.25. HÂTIR (bkz. Gönül)
2.26. HIRED (bkz. Akýl)
2.27. HLÂL (bkz. Ay)
2.28. HOKKA (Dürc)
Hokka, içine inci, mücevher, mürekkep, macun, boya vs. konan yuvarlak
kabýn adýdýr. Hokkabazlarýn, içine bir sey koyup el çabuklugu ile kaybettikleri su
kadehi seklindeki yuvarlak kaba da hokka denir. T de inci hokkasý ve hokkabaz
hokkasý olarak iki farklý fonksiyondaki hokkadan söz edildigi görülür. Hokka ve inci
tasvirlerinin yer aldýgý beyitlerde genellikle burç ve yýldýz tasvirlerinin bulundugu
görülür. Bu durum, gökyüzündeki yýldýzlarýn saçýlmýþ
inciler gibi düsünülmesiyle
ilgilidir. Kimi zaman hokka anlamýna gelen dürc kelimesinin burç kelimesiyle,
gevher kelimesinin de yýldýz anlamýna gelen ahter kelimesiyle ses uyumu saglamasý
bakýmýndan kullanýlmýstýr. Ayrýca hokka agýz, beden v.b. unsurlar için klâsik
benzetilen olmanýn dýsýnda genellikle deger atfedilmek istenen birtakým kavramlarýn,
içinde toplandýgý unsur olarak hayal edilmistir.
Sinan Pasa eserini yazma amacýný belirttigi ve eseriyle ilgili çesitli
tanýmlamalarda bulundugu kýsýmda sözün padisahî bir hokkanýn incisi oldugunu
belirtir. Söz, ilâhî sýrlarý aktarma aracý olmasý nedeniyle kudsiyeti ve degerine isaret
edilmek üzere inciye benzetilmis, degerini daha fazla vurgulamak amacýyla da
padisahvarî bir hokkanýn incisi olarak tasvir edilmistir.
Sehun bir sýrr-ý esrâr-ý lâhî
Sehun bir dürr-i dürc-i pâdisâhî (264/b.2)
2.28.1. .
Agýz
Agzýn hokkaya benzetilmesi hokka gibi yuvarlak bir sekle sahip olup sekil ve
renk itibarýyla dislerin, deger itibarýyla da agýzdan çýkan sözlerin inciye benzetilmesi
yönüyledir. nsanýn yaratýlýsýndan bahsedilen bölümde agýz, dudaklarýn
kýrmýzýlýgýndan dolayý yakut bir hokkaya benzetilmistir. Devamýnda insanýn
söyledigi sözün cana gýda ve besin kaynagý oldugunun söylenmesi, benzetmenin
burada daha ziyade agýzdan çýkan sözlerin inci gibi düsünülmesi yönüyle yapýldýgýna
isaret etmektedir.
Bir dehendür ki, hokka-i yâkût olmýs; bir sehundur ki, câna gýdâ vü kût olmýs.
(52/8)
2.28.2. .
Beden
Canýn deger bakýmýndan inciye benzetilmesi yönüyle, beden bu inciyi içinde
saklayan bir hokka gibi düsünülür:
Cûy-ý dile âb-ý revân ol virür
Dürc-i tene gevher-i cân ol virür (35/b.8)
2.28.3. .
Bilgelik (Dânâyî)
Hz. Muhammed dürr-i dürc-i dânâyî (245/1), yani bilgelik hokkasýnýn
incisi olarak tasvir edilir. Hz. Muhammed bilgi ve marifet bakýmýndan insanlarýn en
üstünü oldugundan böyle düsünülmüþ
olmalýdýr. Ayrýca o, Hz. brahim in soyundan
gelen bir peygamber ve bütün peygamberler arasýnda en seçkini olmasý nedeniyle bir
beyitte Halil hokkasý nýn incisi olarak tasvir edilmistir:
Kilîd-i der-i genc-i Rebb-i celîl
mâm-ý hüdâ dürr-i dürc-i Halîl (259/b.5)
2.28.4. .
Burçlar
Burç gökyüzündeki çesitli yýldýz topluluklarýna verilen addýr. Yýldýzlarýn
parlaklýklarý itibarýyla inci gibi düsünülmesinden dolayý burçlar inciyle dolu birer
hokkaya benzetilmistir:
y bedîdârende-i düvâzde bürc-i dürc-i pür-dür! (114/22)
2.28.5. .
Dogu
Günesin mühreye (bkz. Günes, Mühre) benzetildigi bir tasvirde günesin
dogdugu yön bu mührenin içinden çýktýgý hokkaya benzetilmistir. Mühre burada
hokkabazlarýn hokkalarýndan çýkararak yahut hokkalarýnýn içine saklayarak oyun
yaptýklarý yuvarlak nesnelerdir. Parlak güneþ
mühresinin her sabah vakti dogu
hokkasýndan çýkýp asikâr olmasý, günesin dogmasýndan kinayedir. Güneþ
mühresini
her sabah vakti dogu hokkasýndan çýkaran hokkabaz ise süphesiz Allah týr. (bkz.
Hokkabaz)
Devrânlar geçmistür ki bir mühre-i mihr-i münîri her subhýdem hokka-i
hâverden çýkarup âsikâr idersin; bir kimsenenüñ mecâli yok ki, bir sabâh aný cânib-i
bâhterden getüre. (69/30)
2.28.6. .
Dünya
Tabiatýn baharda yeniden canlanarak birbirinden farklý birçok tabiat
unsurunun ortaya çýkýp sergilenmesi, cihaný hem gösteri yapan bir hokkabaz, hem de
bu hokkabazýn hokkasý seklinde tasavvur etmeye sebep olmustur:
Cihân isi hemîn bir reng-sâzlýk
Bu hokka içre ider hokka-bâzlýk (137/b.1)
2.28.7. .
Gönül
Gönlün hokkaya benzetilmesi, içinde serpilip gelisen ask ve muhabbet
duygusunun degeri ve zor elde edilisi bakýmýndan inciye benzemesi yönüyledir:
Mahabbet ahter-i bürc-i göñüldür
Mahabbet gevher-i dürc-i göñüldür (192/b.10)
Ruhtan ve ruhun üstünlügünden söz edilirken gönül hokkasýnda ruh gibi essiz
bir incinin daha bulunmadýgý ifade edilir. Ruh için bedende bir yer belirlemek tam
olarak mümkün olmasa da T de gönül, ruhu içinde barýndýran bir unsur olarak
zikredilir.61 (bkz. nsan, Gönül) Buradaki gönül-hokka ve ruh-inci benzetmesinde de
ruh, gönül içinde yer alan bir unsur olarak göze çarpar. Ruh insaný insan yapan bir
unsur olmasý nedeniyle kýymeti bakýmýndan inciye benzetilirken gönül de bu degerli
mücevhere lâyýk bir kutu olmaktadýr.
Ne dürc-i dilde sinüñ gibi gevher
Ne bürc-i tende mislüñ var ahter (88/b.12)
2.28.8. .
Göz
Gözyaslarýnýn sekil ve parlaklýk itibarýyla inciye benzetilmesi nedeniyle göz
de yaygýn olarak içinde inciler bulunan bir hokkaya benzetilir. T de gece ibadet
etmek için kalkýp sabahlara kadar aglayýp niyazda bulunan insanlarýn gözleri dizin
dizin inciler döken bir hokka gibi düsünülmüstür.
Sol zenân-ý za îf-dil ü nerm göñüller gibi irtelere degin zâr u niyâz idüp,
hokka-i ceza -ý dîdeden dizin dizin dürr-i nâblarý ve pâre pâre la l-i müzâblarý göz
yasý yirine seylâb idüp ale'd-devâm dökerler. (103/13)
61 Gönül ruhun mekânýdýr. Yukarýdaki ruh incisi-gönül hokkasý tasviri dýsýnda 81 de gönlün
mamur bir ev olarak zikredildigi baska bir beyit de buna güzel bir örnektir.
Dil dahý bir hâne-i ma mûr-ý rûh
Kâbil-i isrâk-ý aks-i nûr-ý rûh (81/b3)
2.28.9. .
Risâlet
Risâlet gelmiþ
geçmiþ
bütün peygamberleri ve onlarýn ögretilerini içine alan
bir kavram olarak hokkaya, Hz. Muhammmed in hadisleri de bu hokka içindeki en
degerli mücevher olarak görüldügünden inciye benzetilmis olmalýdýr.
Hadîsi gevher-i dürc-i risâlet
Cebîni ahter-i bürc-i celâlet (244/b.9)
2.29.3. .
Felekler
Sinan Pasa dünyanýn faniliginden bahsettigi kýsýmda tarihe nam salmýþ
birçok
hükümdarýn adýný zikrederek bunlarýn fani dünyadan nasiplerini aldýklarýný belirtir.
Son olarak sýra Fatih Sultan Mehmet e gelir. Fatih saltanatýnýn özellikleri ve
ihtisamýný sýralayarak digerlerininki gibi bunlarýn da ayný sekilde bir hayal oldugunu,
geldigini ve gittigini söyler. Sonunda ise felekler hokkabazý birkaç gün müddetince
bu çadýrdan biraz oyun gösterdi diyerek konuyu baglar. nsanoglunun dünyada
saltanatý, ihtisamý ve bütün varlýgýyla bir var, bir yok olmasý çadýr içinde el
çabuklugu ve göz bagcýlýkla gösteriler yapan bir hokkabazýn oyununa benzetilmistir.
Feleklerin hokkabaza benzetilmesi her insanýn mensup oldugu yýldýzýn ay,
gezegenler v.b. gök cisimleriyle olan durumuna göre kaderine tesir ettigi inancýnýn
etkisiyle olmalýdýr. Hokkabaz nasýl elindeki nesneleri bir kaybedip bir ortaya
çýkarýyorsa felekler de insan kaderine tesir ederek onlarýn dogum, ölüm v.b.
hadiselerle bir görünüp bir kaybolmalarýna neden olmaktadýr. Gökyüzünün
kliselesmiþ
olarak çadýra benzetilmesinden hareketle burada feleklerin ayný zamanda
içinde gösteri sanatlarýnýn yapýldýgý bir çadýra benzetildigi görülür. (bkz. Gökyüzü)
Felekler sa bede-bâzý niçe gün
Bu çâdýrdan birez gösterdi oyun (119/b.5)
2.29.4. .
Zaman
Zaman baharda tabiatta gerçeklestirdigi hayret verici degisiklikler nedeniyle
gösteri yapan bir hokkabaza benzetilmistir. (bkz. Bahar) Buna göre zaman bahar
mevsiminde seyirciler karsýsýnda çimen kýzlarý gelinleri sekilleriyle cihan bagýný
süsleyen bir hokkabazdýr. Hokkabazlýk yukarýda da söz edildigi gibi ayný zamanda
Karagöz, Ortaoyunu gibi sözlü bir oyun niteligindedir. Hokkabazlarýn yanlarýnda
soytarý kýlýklý bir yardýmcýlarý bulunmaktaydý. Bu soytarýlar göz bagcýlýktan korkup
saklanýyor ve oyunun hilesini çözmeye çalýsýyorlar, kýsacasý seyirciyi güldürmek için
ne gerekirse yapýyorlardý.64 Çimen gelinleriyle cihan bagýnýn süslenmesi ifadesine
bakýlarak zaman hokkabazýnýn, mukallidinin gelin kýlýgýna girdigi anlamý
çýkmaktadýr. Burada heyâkil kavramýnýn da etkisiyle kýlýk degistiren bir hokkabaz
tasviri yer aldýgý düsünülmektedir. Bu arada çimen ve çimendeki çesitli çiçek ve
bitkilerin görünümü süslü, bezekli gelinleri andýrmasý bakýmýndan çimen geline
benzetilmistir. Ayrýca tasvirde geçen ve gelin kavramýyla uyum içinde olan ârâyis
kelimesi hile anlamýyla hokkabazýn hilelerine de isaret etmektedir. Bu durumda
arâyiþ
itmek ayný zamanda göz bagcýlýk yapmak, çesitli hilelerde bulunmak
anlamýnda düsünülebilir.
64 a.e., s. 156.
Ne müs abid-i zemân encümen-i fasl-ý behârda heyâkil-i arâyis-i
muhadderât-ý çemen-ile hengâme-i bâg-ý cihâna ârâyis itmisti. (252/3)
2.30. HÛRSÎD (bkz. Günes)
2.31. HÛÞ
(bkz. Akýl)
2.32. HÜMÂ
Hümâ hiçbir zaman yere inmeyip yükseklerde uçtuguna, hatta havada
yumurtlayýp yavrusunu havada çýkardýgýna inanýlan efsanevî bir kustur. Gölgesi
kimin basýna düserse padisah veya zengin olacagýna inanýlýr. Bu yönüyle Türk ve
ran mitolojilerinde kuslarýn en asili olarak kabul edilir. Bazý ortak özellikleri
dolayýsýyla Sîmurg, Ankâ, Kaknus gibi diger efsanevî kuslarla karýstýrýlmýstýr.
Hümâ yý digerlerinden ayýran en önemli özellik cennet ve devlet kusu olmasýdýr.65
T de Hümâ genellikle insana ait akýl, gönül, ruh v.b. soyut unsurlar için benzetilen
olarak kullanýlmýstýr.
Gece ibadetinin öneminden bahsedilen kýsýmda iki cihan efendiligi
Hümâ sýnýn ikbal ve kurtuluþ
kanadýný gece ibadet edenlerin üzerine saldýgý belirtilir.
Yukarýda belirtildigi gibi Hümâ devlet kusudur. Gölgesi kimin üzerine düserse
padisah veya zengin olacagýna inanýlýr. Gece ibadeti de insanýn manevî bakýmdan
yükselmesini saglayarak onu öbür âlemde sultanlýk payesine eristirecegi için böyle
bir benzetme yapýlmýstýr.
Hümâ-yý siyâdet-i dü cihânî bâl-i ikbâl ve cenâh-ý necâhý seb-revânân üzerine
salar. (102/28)
Dünyanýn faniliginden bahsedilen kýsýmda dünyaca meshur birçok hükümdar
zikredilerek bunlarýn hepsinin ihtisamlý saltanatlarýna ragmen fanilikten nasiplerini
aldýklarý belirtilir. Ashâb-ý Kehf kýssasýnda adý geçen ve putperestligi kabul etmeyen
65 Cemal Kurnaz, Hümâ , DA, C. XVIII, stanbul, TDV, 1998, s. 478.
Hristiyanlarý iskencelerle katl eden zalim hükümdar Dakyânûs tan da söz edilir.
Dakyânûs un saltanatýnýn yüceligi otagýnýn semsesinin günese ermesi ve inmekte
olan Hümâ sýnýn uçmakta olan Nesr i geçmesi seklinde ifade edilmistir:
Kaný çetr-i Dakyânûs -ki semsesi Sems'e irmis-idi, ve hümâ-yý vâký i Nesr-i
tâyir'i geçmis-idi. (118/3)
Nesr-i tâyir avcý ve yýrtýcý kuslardan biridir. Ayný zamanda kuzey kutbu
tarafýnda sekil itibarýyla bu kusa benzeyen yýldýz kümelerinden birinin adýdýr. Uçmak
için kanatlarýný açan Nesr kusuna benzedigi için tâyir seklinde vasýflandýrýlmýstýr.
Hümâ-yý vâký inmekte olan Hümâ anlamýndadýr. Nesr adýndaki yýldýz kümelerinden
ikincisi olan Nesr-i vâký i çagrýstýrmak üzere özellikle kullanýldýgý düsünülmektedir.
Nesr-i vâký de sekil itibarýyla inmek üzere kanatlarýný kapatmýþ
Nesr kusuna
benzedigi için vâký olarak vasýflandýrýlmýstýr. Tasvir cümlesi inmekte olan
Hümâ nýn uçmakta olan Nesr i geçmesi veya inmekte olan Hümâ nýn Nesr-i tâyir
yýldýzýný dahi geçecek kadar yükseklerde uçtugu seklinde anlasýlabilir. Her iki sekilde
de Dakyânûs un saltanatýnýn akýl almaz ihtisamý vurgulanmaktadýr.
2.32.1. .
Akýl
nsaný diger varlýklardan ayýran en önemli özellik olan akýl, (bkz. Akýl) insan
için sahip oldugu deger itibarýyla yüceligin sembolü olan Hümâ ya benzetilmistir.
49 da geçen bir beyitte akýl Hümâ sý Allah ýn tavkýnýn kumrusu olarak tasvir edilir.
Sahip oldugu idrak melekesiyle her seyi anlayabilen akýl Allah ý ve ona ait sýfatlarý
tam olarak anlamada âcizdir. Bu konuda Allah ýn izin verdigi dairenin dýsýna çýkmasý
mümkün degildir. Aklýn üstün niteligine karsýlýk Allah ý ve bazý ilâhî, manevî
meseleleri anlamadaki yetersizligi akýl Hümâ sýnýn Allah ýn iradesi karsýsýnda kumru
olarak nitelendirilmesine sebep olmustur. Kumru, Hümâ nýn tersine ele geçirilmesi
kolay bir kuþ
olmasý nedeniyle aklýn sözü edilen meselelerdeki zapt edilmisligini
temsil etmek üzere kullanýlmýstýr. Boyuna takýlan halka (kölelik halkasý) anlamýna
gelen tavk da Allah ýn iradesini temsil eder. Tavk ayný zamanda kuslarýn
boyunlarýndaki renkli tüyden halka anlamýna gelmekle kumru benzetmesiyle uyum
içindedir.
Serây-ý cihân külbe-i savkýdur
Hümâ-yý hýred kumrý-yý tavkýdur (49/b.3)
2.32.2. .
Gönül
Kâmil insanlarýn gönlü arsý yuva edinen Hümâ ya benzetilmistir. nsanýn akýl
mertebesinden geçip mücerredat makamýna varamayacagýna dair hükemâ görüsüne
karsýlýk kâmil insanlarýn gönlünün sýradan insanlarýn anlayamayacagý ve akýl
sýnýrlarýnýn ulasamayacagý sýrlara erisebilecegini savunan Sina Pasa bunu Hümâ
benzetmesiyle dile getirmistir. Hümâ nýn yükseklerde uçmasý ve ele geçirilememesi
gibi kâmil insanlarýn gönlü de aklýn ulasamayacagý yerlerde gezinir.
Andan haberleri yok kim, bunlaruñ hümâ-yý dil-i ars-âsiyânlarýnuñ dâyire-i
akýldan hâriç, fezâ-yý mukaddes-i âlem-i gayb-ý mutlakta tayerânlarý olur. (55/22)
2.32.3. .
Himmet
Hz. brahim in himmetinin yüceligi Hümâ benzetmesiyle dile getirilmistir.
Atese atýlma hadisesinde atesin Hz. brahim i yakmamasý onun himmetinin
yüceligine baglanmýstýr:
Hazret-i brâhîm Halîlu'llâh -Salevâtu'llâhi aleyhi ve selâmuhû-, meshûrdur
ki hümâ-yý himmeti sol kadar âlî-kadir idi ki, tâvus-ý risâlet ü vahiy ve Ankâ-yý
mugrib-i emr ü nehiy Hazret-i Cebre îl - Aleyhi's-selâm-âtes-i Nemrûd'a geldügi
vakit m mâ ileyke felâ 66 didi. (55/4)
nsanýn manevî mertebelerinin hadsiz oldugunun belirtildigi kýsýmda yer alan
bir tasvirde kâmil insanýn ruhanî himmetinin Hümâ sýnýn daha ileri geçemeyecegi bir
mertebenin olmadýgý belirtilir. Hümâ nýn yükseklerde uçmasýyla kâmil insanýn ruhanî
himmetinin yüksek mertebelerde yol almasý arasýnda ilgi kurulmus olmalýdýr.
66 Sana gelince hayýr
nsân-ý kâmilüñ hümâ-yý himmet-i rûhâniyyesinde bir mertebe yoktur ki,
andan añaru geçmeye. (56/6)
2.32.4. .
Hz. Muhammed
Hz. Muhammed peygamberlerin en seçkini ve insanlarýn Allah a en yakýn
olaný olmasý bakýmýndan yüceligini vurgulamak amacýyla hümâ-yý Ars-âsiyân
(243/27), yani arsý yuva edinmiþ
Hümâ olarak vasýflandýrýlýr. Arþ
Allah ýn kudret ve
azametinden kinaye olarak dokuzuncu kat semada bulundugu tasavvur olunan
tahttýr.67
Ayný sekilde baska bir yerde hümâ-yý râh-nümâ-yý âsiyân-ý siyâdet (256/4)
seklinde nitelendirilir. Bilindigi üzere Hz. Muhammed kâinatýn efendisi olarak
isimlendirilir. Efendilik yuvasýnýn yol gösterici Hümâ sý olarak zikredilmesi bununla
ilgili olmalýdýr.
2.32.5. .
Ruh
Ruh ve beden arasýnda bir diyalogun yer aldýgý kýsýmda ruh Hümâ ya
benzetilir. Ruh insana hayat veren en önemli unsurdur ve insanýn ulvî yönünü temsil
eder. Hümâ ya benzetilmesi yücelik bakýmýndandýr. nsanýn yüce tarafýný temsil eden
ruh, degersiz bir topraktan ibaret beden içine hapsoldugundan dolayý ansýzýn tuzaga
düsmüþ
bir Hümâ misalidir. Ele geçirilmesi zor olan Hümâ nýn gölgesi kimin üzerine
düserse padisah veya zengin olacagý düsünüldügünden Hümâ nýn tuzaga düsmesiyle
basýna bir hengâmenin üsüstügü belirtilmistir. Ruh açýsýndan bakýldýgýnda ruhun
basýna hengâme üsüsmesi, beden ve nefse ait unsurlarýn ruhu kusatmasý ve onu
aslýndan uzaklastýrmaya çalýsmasý seklinde düsünülebilir.
Hümâsýn añsuzýn bir dâma düsmiþ
Yayýnlarý, 2000, s. 9.
yüceltmistir. Kâinatýn yaratýlýþ
amacý o oldugundan bütün yaratýlanlar ona köle
kýlýnmýþ
ve bütün mahlûkat onun emrine verilmistir. En önemlisi onun kalbini Allah
kendisine arþ
edinmistir. Bu nedenle insan gönlü Kâbe niteligindedir. Bu ifadenin
temeli Mü minin kalbi Allah ýn arsýdýr hadisine dayanýr. Bu ise insan gönlünün bir
tecelligâh olmasý, ilâhî sýr ve bilgilerin mekâný olmasýyla ilgilidir.
Anuñ-ile durur ezelde hitâb
Anuñ-ile durur hasirde hisâb
3.2. KAFDAGI
Dünyayý çepeçevre sardýgýna inanýlan efsanevî dagdýr. Rivayete göre bu
dagýn rengi zümrüt yesili ve mavidir; gökyüzü rengini ondan almýstýr. Gökyüzünün
onun üzerine sarktýgý ve günesin onda dogup battýgý belirtilmistir. Kafdagý Ankâ
kusuyla ilgili bir efsaneye konu olmustur. (bkz. Ankâ)
T de Kafdagý genellikle Ankâ yý tanýmlamak üzere Ankâ-yý Kâf
ibaresiyle geçer ve Ankâ benzetmelere konu olur. Ankâ nýn yasadýgý yer olmasý
itibarýyla onun gibi büyüklügün, yüceligin ve hakikati bilinemezligin sembolüdür.
Hz. Muhammed in aklý için Ankâ-yý Kâf-ý kudret , Hz. Muhammed ve ruh için
Ankâ-yý Kâf-ý lâ-mekân gibi ifadelerin kullanýlmasý ve ask Sîmurg unun yuvasýnýn
Kâf-ý kýdem olarak nitelendirilmesine bakýlarak bu sonuca varýlabilir.44
Kafdagý nýn benzetmelere konu oldugu kýsýmlarda ise ask, âsýk ve ezel Kafdagý na
benzetilmistir.
44
Bu kýsýmlardaki benzetmelere konu olan Ankâ oldugu için bu örnekler Ankâ maddesinde daha
ayrýntýlý ele alýndý. (bkz. Ankâ)
3.2.1. .
Âsýk
Âsýgýn fenâya ulasýrken geçtigi mertebe ve hâllerin anlatýldýgý kýsýmda yer
alan bu benzetmede onun bazen Kafdagý bazen Ankâ oldugu belirtilir. Her nefeste
âlemi seyran eden âsýk, yeri gögü dolasarak varlýklarý tek tek kendinde görmeye
baslar. Yedi yýldýz, yedi yer, yedi gök, günes, deniz hepsi kendindedir. Kesret
içinden vahdete bakar, giderek sonra bundan da geçerek kesrete itibarý kalmaz ve
vahdet denizine dalýp fânî olur; o fenâ içinde varlýgýný býrakýp Hakk a erer ve Hak ile
görür. Âsýgýn Kafdagý veya Ankâ olmasý kudsî âlemlerdeki seyri esnasýnda tattýgý
farklý lezzetlere isaret ederek, soyut ve somut bütün varlýklarla birlesip vahdet sýrrýna
erdiginin bir göstergesi olarak görülebilir. Zira Kafdagý ve Ankâ tasavvufta tek
renklilik ve vahdet anlamýna gelir ve insan-ý kâmili temsil eder. (bkz. Ankâ) Beytin
birinci dizesinde somut âlemden güneþ
ve deniz gibi iki örnek verilmesi ve ardýndan
Kafdagý ve Ankâ gibi somut bir varlýgý olmayan varlýklarýn zikredilmesi dikkat
çekicidir. Kafdagý ve Ankâ ile bir anlamda soyut âlemler, güneþ
ve denizle ise maddî
âlem temsil edilerek âsýgýn kâinattaki mücerret veya müsahhas bütün varlýklarla
bütünlesmesi ve tam bir vahdete erisi dile getirilmektedir. Bunu dogrular nitelikte
öncesindeki beyitlerde de âsýgýn ruhlar âlemi ve kuds âlemi sâlikleriyle mahrem ve
hem-dem oldugundan; ins, cinn, âlem halký, alt veya üst bütün varlýklarý kendisinde
gördügünden bahsedilmistir.
Diger taraftan âsýk ve Kafdagý nýn özdeslestirilmesi yücelik bakýmýndan
olmalýdýr. Kafdagý nasýl yüceligi ve erisilemezligi temsil ediyorsa âsýk da yüce ve
erisilmez bir hâl içindedir. Kafdagý nýn nerede ve nasýl oldugu bilinmedigi ve
görülemedigi gibi âsýgýn maddî âlemden koparak ruhanîlesmesi ve bilinmez
diyarlarda yol almasý da maddî açýdan kavranamayacak hadiselerdir.
Zümre-i ervâh-ile mahrem olur
Sâlikân-ý kuds-ile hem-dem olur
Her deminde âlemi seyrân ider
Yir ü gögi her nefes cevlân ider
Gâhi hûrsîd u gehî deryâ olur
Gâhi kûh-i Kâf geh Ankâ olur (40/b.6-b.8)
3.2.2. .
Ask
Ask, mahiyeti tam olarak bilinmeyen ulvî bir duygudur. Kafdagý ve Ankâ da
ayný sekilde varlýklarýnýn mahiyeti bilinmeyen, nerede ve nasýl olduklarý müphemlik
arz eden kavramlardýr. Ask yüce bir duygu olmasý ve tanýmýnýn mümkün olmamasý,
Kafdagý gibi hem var hem yok olmasý nedeniyle böyle bir benzetme yapýlmýstýr.
Eserde ask Kâf ýna ermeyenin Sîmurg un nasýl bir sey oldugunu anlayamayacagý
belirtilir. Sîmurg ile kastedilen de âsýklarýn eristigi ilâhî sýr ve tecelliler olmalýdýr.
(bkz. Ankâ)
Isk çesmesine irmeyen âb-ý hayât nedür, bilmez; ýsk Kâf'ýna konmayan
Sîmurg nicedür, añlamaz. (190/4)
nsanlarýn dünya hayatý içindeki türlü hâllerinin bir tablo misali gözler önüne
serilerek pesinden hararetle kosulan dünyevî islerin tamamýnýn boþ
oldugu mesajýnýn
verildigi kýsýmda yer alan bir tasvirde de Kafdagý ibaresinin kullanýldýgý görülür.
Burada Kafdagý çokluk ve abartý ifade etmek üzere kullanýlmýstýr:
Kimi turmaz olur vâlî-yi evkâf
Götürür arkasýna bir kûh-i Kâf (135/b.9)
3.2.3. .
Ezel
209 da geçen bir beyitte ask Simurg unun nisansýz oldugu ezel Kâf ýnýn da
ona yuva oldugu belirtilir. Bilindigi üzere ruhlar aský ilk olarak ezelde tatmýslardýr.
(bkz. Ezel) Dolayýsýyla ezel askýn kaynagý durumundadýr. Askýn Simurg a
benzetilmesi ezelin de Simurg un yuvasý olan Kafdagý na benzetilmesine neden
olmustur. Kafdagý nýn vahdeti temsil etmesi düsünülecek olursa ask Simurg unun
nisansýz olmasýnýn da yok olus, renksizlik ve vahdet anlamýna geldigi anlasýlabilir.
Sîmurg-ý ýsk ki bî-nisândur
Kâf-ý kýdem ana asiyândur (209/b.8)
Yukarýda deginildigi gibi akýl Hakk a ulasmada ilk basamak olsa bile yeterli
degildir. Çünkü akýl ve düsünce dâhil oldugu belli sýnýrlarýn dýsýna çýkamaz. Bunu
vurgulamak üzere Sinan Pasa akýl ile Hakk ý isteyenin çýragla güneþ
aramakta
oldugunu söyler. Akýl çýragýyla Hak günesini bulmak imkânsýzdýr:
Akl-ile Hak isteyen çirâg-ile âfitâb arar; fikr-ile bilmek dileyen, yýlduz ile
mâhitâb arar. (184/21)
Gönül gözünün açýklýgý anlamýna gelen basiret de çýraga benzetilmistir. Sinan
Pasa 261/10 da çirâg-ý basîret birez fürûzende , yani basiret çýragýnýn ýsýgýnýn
artmasý ümidiyle eserini kaleme aldýgýný dile getirir. Basiret de akýl gibi insanýn iyi
ve kötüyü ayýrt edip dogruyu bulmasýna yardým eden, yol gösterici, gönül aydýnlatýcý
bir haslettir. Bu nedenle çýraga benzetilmis olmalýdýr.
3.6.2. .
Ask, Evliya ve Seyhlerin Büyükleri, Hz. Ali, Hz.
Hamza
Ask gönüldeki manevî bilgi ve tecrübeleri artýrdýgýndan gönlü aydýnlatan bir
duygudur. Bu nedenle kandile benzetilmistir. Bu duyguyu destekleyen ve besleyen
kimseler de evliya ve seyh gibi, insanlara manevî önderlik eden kimselerdir. Bu
insanlar halkýn gönlünde yer ederek onlarýn askla sevdigi kimseler hâline gelirler ve
böylece ilâhî ask yolunda mertebe kat etmelerine zemin hazýrlarlar. Buna baglý
olarak askýn kandile benzetilmesi yanýnda bu kimseler de gönül evinin kandilleri ve
ask kandilinin yaglarý olarak nitelendirilmislerdir. Eskiden kandillere zeytinyagý
konup yakýlarak aydýnlatma saglanýrdý.47 Kandillerin yagla tutusturulmasý gibi bu
kimseler de gönülde ilâhî askýn alevlenmesine sebep olurlar.
Göñül hânesinüñ çirâglarý ve ýsk çirâgýnuñ yaglarý (287/12)
Yukarýda söz edildigi gibi evliya ve seyhlerin büyükleri ilâhî ask ve manevî
uyanýsa sebep olduklarý için kandile benzetilirler. Benzer sekilde onlar Hak yolunu
aydýnlatan ve insanlarý dogru yola davet eden kandillerdir. Bu benzetmelerin yer
aldýgý beyit veya cümlelerde delîl kelimesinin sýkça kullanýldýgý dikkati çeker.
47
Kandillerin içine eskiden zeytinyagý konur ve metal baglantýlar arasýndan geçirilen pamuk
fitilleri
yakýlarak aydýnlatma saglanýrdý. Yukarýda duran kandil alevi, içindeki yagýn seviyesine gör
asagýya dogru ýsýgý büyüteç gibi yayarak mekâný aydýnlatýrdý. (bkz. Ahmet Atillâ Sentürk,
Osmanlý Siiri Antolojisi, 2. bs., stanbul, YKY, 2004, s. 535.
Delîl yol gösteren anlamý dýsýnda, mumun yanmakta olan alevine verilen isimdir.
Bu nedenle çýragla birlikte sýkça kullanýlýr.
Hak çirâgýnuñ delîlleri ve yoldan azanlaruñ delîlleri (287/4)
Delîlân-ý güm-râh-ý râh-ý Hudâ
Çirâgân-ý nûr-ý dil-i Mustafâ (288/b.6)
Yol isteyenüñ delîli, hidâyet çirâgýnuñ delîli (291/4)
Benzer sekilde dört büyük halifeden Hz. Ali ve Hz. Muhammed in amcasý
Hz. Hamza da kandile benzetilir. Hz. Ali için Nûr-ý çirâg-ý devlet ü sam -ý hûr-ý
ulâ (274/b.5) denirken Hz. Hamza için çirâg-ý râg-ý cihân-sûzî (279/4) ifadesi
kullanýlýr.
3.6.3. .
Ay
Ay geceleri gökyüzünde ýsýk verip dünyayý aydýnlatmasý bakýmýndan kandile
benzetilmistir. Allah ýn hayret verici hikmetinin nurlarý ýsýgý olan ay kandili, yüce
felegin firuze mihrabý kemerinde yanmaktadýr:
Kandîl-i murassa -ý pür-ziyâ -ki tâk-ý mihrâb-ý pîrûze-i felek-i mu allâda
yanar-su le-i envâr-ý hikmet-i garîbüñdür. (46/21)
Yukarýdaki tasvirde ayýn murassa bir kandil olarak geçmesi o dönemlerde
altýn veya kýymetli taslarla süslü kandillerin varlýgýna isaret etmesi bakýmýndan da
dikkati çeker.
Hiçbir sey daimî degildir; her seyin bir zevali vardýr. Baharýn ardýndan hazan
gelerek baharýn bütün güzelliklerini alýr götürür. Güneþ
sabahleyin güzel görünür;
ancak gurûb vakti erisince zevale erer. Buna baglý olarak dolunayýn da hoþ
bir kandil
oldugu fakat her ayýn son üç gecesi onun da yok oldugu belirtilir:
Bedr gerçi hôs çirâg-ý çâr tâk
Lîki n'olur gör aný vakt-i mühâk (165/b.3)
3.6.4. .
Dört Mezhep mamlarý ve Hadis Âlimleri
Dört mezhep imamlarýnýn kandile benzetilmesi slamî ögretiyi düzenleyerek
olusturduklarý mezheplerle insanlarýn dinî yasantýlarýný düzene sokmalarý ve onlarý
aydýnlatmalarý yönüyledir. Dört mezhep imamlarýndan çehâr çirâg-ý münevver
(281/4), çehâr misbâh-ý hânedân-ý inâyet (281/10) seklinde söz edilir.
Dört mezhep imamlarýndan Hanefî mezhebi kurucusu Ebû Hanife sirâcu'lmille
(281/18), çirâg-ý hâne-i istinbât (281/27) seklinde yüceltilir. Ebû
Hanife nin istinbat evinin çýragý olmasý derin ilmi ve kýyas, içtihad gibi yollar
vasýtasýyla dinî hükümler konusunda düzenlemeler yapmasý yönüyledir.
Müslümanlarýn çogunun onun kurdugu mezhebin yolunu tutmasý nedeniyle o âlem
halkýna nizam veren kisi olarak geçer. Bu yönünü vurgulamak üzere Muhammed
kanununa düzen vererek Ümmetine sirâc oldý, baslarýna tâc oldý. (282/1) denildigi
görülür.
Benzer sekilde naklettikleri hadislerle müslümanlarýn yolunu aydýnlatan hadis
alimlerinin büyüklerinden Buhârî ve Müslim için de iki misbâh-ý miskât-ý sünnet ve
iki çirâg-ý hânedâný ümmet (284/29) iki kandîl-i câmi -i serî at ve iki fetîle-i çirâgý
hakikat (284/34-285/1) ifadeleri kullanýlýr. Seriat camiinin iki kandili ifadesi
camilerde mihrabýn iki yanýna kandil konmasý âdetini de hatýra getirmektedir.
3.6.5. .
Gönül
Gönlün çýraga benzetilmesi veya pür-çýrag olmasý marifet nurlarý ve ilâhî
tecellilerin aydýnlattýgý yer olmasý münasebetiyledir.
y ki senden hâne-i dil pür-çirâg
y ki senden dest ü sahrâ bâg u râg (168/b.3)
Beden ve ruh kýyaslamasýnýn Leyla ve Mecnun hikâyesiyle somutlastýrýldýgý
kýsýmda gönül çýragýnýn Leyla nýn yüzünden aydýnlandýgý belirtilir. Klâsik edebiyatta
sevgilinin yüzü aydýnlýk, parlak ve saftýr. Sevgilinin yüzünün aydýnlýgýnýn âsýgýn
gönlüne yansýmasý da âsýgýn gönül çýragýnýn yanmasýna sebep olur. Âsýgýn gönlü
çýragýnýn yanmasý ise askýnýn artmasý ve gönlünün ilâhî nurla dolmasý anlamýndadýr.
Yüzindendür çirâg-ý dil münevver
Saçýndandur mesâm-ý cân mu attar (92/b.13)
3.6.6. .
Güneþ
Isýgýnýn bir parçasý zahirî âlemin her tarafýný aydýnlatan günes, gökyüzü
kubbesinin cam kandilliginde yanmakta olan bir kandile benzetilir. Gökyüzü,
renginin maviligi ve seffaflýgý nedeniyle cam kandillige benzetilmistir. Günesin
kandile benzetilmesi dünyayý aydýnlatan en önemli gök cismi olmasý
münasebetiyledir. (bkz. Günes)
Nite ki bu bâm-ý deyr-i mînâ ve sakf-ý kubbe-i mu allâda misbâh-ý zerrîn-i
âfitâb-ý tâbâný miskât-ý zücâce-i günbed-i âsümânda yandurduñ ki nûrýnuñ bir
pertevi ve su â ýnuñ bir su lesi ile aktâr-ý âlem-i zâhirden her kutrý rûsen ü pür-ziyâ
ider. (145/1)
227 de cihandaki her seyin Allah ýn cömertligi eseri oldugu vurgulanýrken
gögün çýragý senden münevverdir seklinde ona niyazda bulunuldugu görülür.
Gögün çýragý ile kastedilen günes olmalýdýr:
Çirâg-ý âsümân senden münevver
Dimâg-ý rûh lutfuñla mu attar (227/b.4)
3.6.7. .
Hz. Muhammed
Getirdigi son din ve örnek ahlâkýyla insanlýgý aydýnlatan Hz. Muhammed için
de çesitli vesilelerle sýkça kandil benzetmesi yapýldýgý görülür. Hz. Muhammed bir
kavme veya bir millete gönderilmiþ
bir peygamber degil, bütün insanlýga gönderilmiþ
bir peygamberdir. Buna göre o, sirâc-ý ümmetân (163/b.6), yani ümmetlerin çýragý
ve sirâçe-i kül (117/b.3) dür. Zahirde son, manada evvel olmasý ve bu yönüyle
bütün peygamberlere ýsýk tutmasýndan dolayý Hâtem-i enbiyâ çirâg-ý rüsül
(117/b.3) olarak nitelendirilir. Mekke de dogmasý, daha sonra Medine ye hicret edip
hayatýnýn diger kýsmýný orada geçirmesi nedeniyle Sem -i Bathâ çerâg-ý Beyt-i
Harem (248/b.4), yani Medine nin mumu ve Mekke nin çýragý olarak zikredilir.
Allah a yakýnlýkta en ileri derecede olmasý bakýmýndan Çirâg-ý bezmigâh-ý Lî
ma a'llâh48 (244/b.1), yani Allah ile birlikte olma meclisinin mumudur. Varlýk
âlemine ýsýk tutmasý, varlýk olarak ilk yaratýlan ve ortaya konan ruh olmasý nedeniyle
misbâh-ý âsümân-ý vücûd (243/28), yani varlýk gögünün kandilidir. Diger yandan
Hz. Muhammed in getirdigi din çýraga benzetilir. Gönül evlerinin onun tarikatý
mumunun delillerinin ýsýklarýyla aydýnlanmakta oldugu belirtilir. Yanmakta olan
mumun alevi anlamýna gelen delil kelimesiyle, ayný zamanda getirilen dinî
hükümler ve onlarýn delillerine de isaret edilmektedir.
Göñüller hâneleri tarîkatý çirâgýnuñ delîlleri esi asýyla rûsen olup (258/30)
Ayný benzetme yönünden hareketle peygamberlerin hepsi için genel olarak
sevk hânesinüñ çirâgý ve yedi büyük peygamber için yesil kubbenin yedi mumu
ve yüce meclisin yedi kandili anlamýnda heft sem -i günbed-i hazrâ ve heft
çirâg-ý bezmgâh-ý mu allâ (234/27) nitelendirmesi yapýlýr. Yesil kubbenin yedi
mumu ibaresi ayný zamanda gökyüzündeki yedi gezegeni çagrýstýrmaktadýr.
Cennetle müjdelendiklerinden asere-i mübessere olarak adlandýrýlan on
sahabe için Hz. Muhammed in sarayýnýn on mumu ve onun kandilinin on fitili
anlamýnda deh sem -i eyvân-ý Ahmedî ve deh fetîle-i çirâg-ý Muhammedî (266/10)
denildigi görülür.
48
Benim Allah ile öyle vaktim olur ki, ne mukarreb melek, ne de gönderilmiþ
bir nebî öyle bir
yakýnlýgý elde edebildi. manasýndaki hadisten iktibastýr.
3.6.8. .
man
man insanlarýn gönlünü aydýnlatýp ilâhî sýr ve tecellilere uygun bir zemin
hâline gelmesine yol açmasý bakýmýndan kandile benzetilir. Gönül bir ev gibi
düsünüldügünde iman orayý aydýnlatmak üzere yanan bir kandil misalidir. man ve
güneþ
arasýnda tasvirler yoluyla güzel bir karsýlastýrmanýn yapýldýgý kýsýmda önce
güneþ
çýraga benzetilmiþ
ve zahirî âlemin tamamý, nurunun bir parçasýyla aydýnlanan
güneþ
çýragýný gökyüzünün camdan kandilliginde nasýl yandýrdýysa, insan vücudu
sarayýnda imanýn parlak günesi çýragýný müminlerin sinesi kandilliginde yakmasý için
Allah a yalvarýlýr. Tasvirde insan vücudu bir saray, sinesi kandillik, iman ise bu
kandillikte yanan çýragseklinde hayal edilmistir:
Nite ki bu bâm-ý deyr-i mînâ ve sakf-ý kubbe-i mu allâda misbâh-ý zerrîn-i
âfitâb-ý tâbâný miskât-ý zücâce-i günbed-i âsumânda yandurduñ ki nûrýnuñ bir
pertevi ve su â ýnuñ bir su lesi ile aktâr-ý âlem-i zâhirden her kutrý rûsen ü pür-ziyâ
ider; hem-çünân bu serây-ý vücûd-ý insânî ve mazhar-ý sûret-i Rahmânîde çirâg-ý
hûrsîd-i rahsân-ý îmâný, miskât-ý âb-gîne-i sîne-i mü minânda uyandurduñ ki,
tâbýnun envârý ve ziyâsýnuñ âsâri-y-ile zevâyâ-yý âlem-i bâtýndan her zâviyeyi
münevver ü pür-safâ ider. (145/5)
Suret âlemi günesi zahirî âlemin çýragý, iman ve sehadet günesi ise hakikat
âlemi çýragýdýr. man insanýn iç âlemini aydýnlatýcý ve manevî âlemlerde yol almasýna
yardýmcý bir ýsýk niteligindedir:
Söyle ki: Âfitâb-ý âsumân-ý sehâdeti çirâg-ý âlem-i zâhir-i sûret ittüñ; âfitâb-ý
îmân ü sehâdeti dahý çirâg-ý âlem-i bâtýn-ý hakikat eyledüñ. (145/9)
nsanýn ahirette kurtulusa ermesine vesile olacak olan imandýr. Dolayýsýyla
iman, sahibini dünyada aydýnlattýgý gibi ahirette de aydýnlatmaya devam eder. Güneþ
çýragý kýyamet gününde ýsýksýz ve karanlýk olur; oysa iman günesi o gün dahi parlak
ve aydýnlýk olur:
Çirâg-ý âfitâb rûz-ý kýyâmette bî-nûr u mükedder olur ki: "ze's-semsü
küvviret" ,ve çirâg-ý îmân ol gün dahý rûsen ü münevver olur ki: "Yevme tera'lmü minîne
ve'l-mü minâti yes â nûrihim beyne eydîhim ve bi-eymânihim". (145/31)
3.6.9. .
Leyla
Ruh ve bedenin Leyla ve Mecnun hikâyesiyle somutlastýrýldýgý kýsýmda yer
alan tasvirlerde Leyla nýn kandile/muma benzetildigi görülür. Sevgilinin yüzü
aydýnlýgý ve parlaklýgý sebebiyle klâsik edebiyatta sýkça muma benzetilir. Burada da
tesrifiyle meclisleri ve gönülleri aydýnlatmasý, senlendirmesi bakýmdan Leyla sohbete
oturanlarýn meclisinin mumudur:
Çirâg-ý meclis-i sohbet-nisînân
Nevâ-yý perdehâ-yý nâzenînân (92/b.8)
Baska bir beyitte de sevgilinin manevî feyziyle gönül gözünün açýlmasý ve
aydýnlanmasý Leyla nýn gönül gözü mumunun ýsýgý olarak nitelendirilmesine sebep
olmustur. Gözün görmesi için nasýl ýsýk gerekiyorsa gönül gözünün görmesi veya
gönül gözü mumunun alevlenmesi de sevgilinin gelisine baglýdýr.
Dir iy nûr-ý çirâg-ý dîde-i cân
Ki sensin hüsn ilinde sâh-ý hûbân (93/b.11)
3.6.10. .
Sema
213 te semâ ile ilgili beyitlerde semâ ýn çýraga benzetildigi görülür. Sinan
Pasa semâ ýn seytanî oldugunu söyleyenlere cevaben semâ ýn seytanî olmadýgýný, dil
ehlinin semâ ýnýn Rahmanî oldugunu söyler. Semâ kurb, vecd, hâl ve bastan basa
rahmettir. Yani semâ Allah a yakýnlýk, bu yakýnlýktan dogan coskunluk,
coskunlugun ortaya çýkardýgý çesitli hâller ve kisinin bastan basa rahmetle
donatýlmasýdýr. Onda riya yoktur, o farklý bir dildir. Eger kisi o dilden anlarsa semâ
etmesinin bir mahzuru yoktur. Riya ile el ayak vurmak ise günahkâr olmaya yol açar.
Riya ile el ayak vurmaktan kasýt hissetmeden ve gerçek semâ ýn coskunlugunu
yasamadan sekil itibarýyla semâ etmektir. Semâ edenler ve semâ ý gönüllerinde
hissedenler kendilerini durmayýp alt üst eden, her seyden habersiz köleler gibidir. Bu
pâk-bâz-ý Hüdâ yolu , yani sadýk âsýklarýn, temiz oynayýcýlarýn yolu; hayâsýzlýk
toplulugunun yolu, yani bu isi gösteriþ
amacýyla yapanlarýn yolu degildir. Semâ ýn bu
dilden anlayan ve ehli olan gönülleri aydýnlatmasý ýsýgý farklý olan bir çýrað
benzetmesine yol açmýstýr:
Bu meyüñ de baska bir mahmûrý var
Bu çirâguñ özge dürlü nûrý var (214/b.13)
3.6.11. .
Yýldýzlar ve Gök Cisimleri
Yýldýzlar ve gök cisimleri minareye benzetilen gökyüzünde, gök
katmanlarýnýn minarenin serefeleri gibi düsünülmesiyle bu minare ve serefelerde asýlý
kandiller olarak hayal edilmistir. Kâinatýn yaratýlýsý ve essiz nizamýnýn sürüp
gitmesinin anlatýldýgý kýsýmda Allah ýn kudreti bir nahlbende benzetilerek, kudret
nahlbendinin kâinat çocuklarýnýn dogumu, varlýk nizamýnýn tertibi, zamanýn
oruçlularýnýn gecesinin ihyasý, sabah erken kalkanlarýn isaretlerinin ilaný için felekler
minaresinin serefelerinde ve mülkler sarayý kemeri derecelerinde her vakit ve her
saat hayret verici bir duruþ
ve nakýþ
ortaya koydugu belirtilir. Âlemin müneccimleri
bu duruslarýn irtibatlarý hükmünde hayran, muvakkitleri ise o derecelerin dakikalarý
idrakinde sersem bir hâldedir.
Yýldýzlarýn kandillere benzetilmesi aydýnlýk ve parlaklýk bakýmýndan olmakla
birlikte, tasvirde minarelere kandillerle yazýlar yazýlýp resimler meydana getirilmesi
ve senliklerde kandillerle gösteri yapýlmasý gelenegine isaret edilmistir.49 Yýldýzlar ve
gök cisimlerinin duruþ
ve biçimlerinin müneccim ve muvakkitleri hayrete düsürmesi
ise bu kimselerin yýldýz ve gezegenlerin gökyüzündeki konumlarý ve sekillerine
49
Metin And 1582 senliginde kandil düzeniyle aslan tasvirleri, agaçlar, gemiler yapýlara
k bunlarýn
makaralarla indirilip kaldýrýldýgýný söyler. Karanlýkta ipler ve direkler gözükmedigi için
hiçbir yere tutturulmamýþ
gibi duran biçimler sanki gökteki yýldýzlardan meydana gelmiþ
gibidir.
(bkz. And, a.g.e., s.105)
bakarak çesitli yorumlar gelistirmeleri ve bunlarýn insan karakteri ve kaderine tesi
r
ettigi inancý yönüyledir. Ayný zamanda vakit tayini, bilhassa Ramazanlarda oruç
zamanýnýn baslangýcý ve bitisinin belirlenmesi de bu yolla saglanýr. Kandillerle
yapýlan süslemeleri gerçeklestiren kisi için nahlbend kelimesinin kullanýlmasýnda
gökyüzü minaresinin bir nahýl seklinde hayal edilmesi50 ve nahýllara kandillerle
birtakým süslemeler yapýlmasýnýn etkili oldugu düsünülmektedir. Ancak gökyüzünün
minareye benzetilmesi göz önünde bulunduruldugunda nahlbendlerin ayný zamanda
minareleri kandillerle süsleme isiyle ilgilenmiþ
olabilecekleri sonucuna da
varýlmaktadýr. Kýsacasý, kullanýlan kelimelerle metinde birçok görüntü ayný anda
okuyucuya sunulmuþ
ve bu iç içe geçmiþ
görüntülerle çok boyutlu bir tablo
mükemmel surette gözler önüne serilmistir.
Sen ol Kâdir'sin ki, nahl-bend-i kudretüñ, tertîb-i nizâm-ý mevcûdât ve tevlîd-i
mevâlîd-i kâyinât ve ihyâ-yý seb-i rûze-dârân-ý devrân ve i lân-ý a lâm-ý seher-hîzâný
cihân içün, kanâdîl-i mu allaka-i ecrâm-ý kevâkib ve mesâbîh-i münevvere-i nücûmý
sevâkib ile, serefât-ý menâre-i kubbe-i eflâk ve derecât-ý tâk-ý serây-ý emlâkte, her
demde bir vaz -ý garîb peydâ ve her sâ atte bir naks-ý acîb hüveydâ ider ki,
müneccimân-ý âlem, ol evzâ uñ irtibâtâtý hükminde hayrân ve muvakkitân-ý benîâdem,
ol derecâtuñ dekâyýký idrâkinde ser-gerdânlardur. (50/9)
3.7. KAYYIM
Kayyým vakýf mütevellisi ve camilerde temizlik görevlisi olan kimselere
denir. Kayyýmlýk tevcihinde yeterlilik, vücutça saglamlýk ve bilirkisi raporu
gerekliydi. Bu göreve ehil olmayanlarýn tayin edilmesi uygun görülmediginden
herhangi bir yetersizligin tespiti durumunda görev baskasýna verilirdi.51
50 Minyatürlere bakýldýgýnda nahýllarýn katlý, yüksek görünümleri ve tepelerindeki alemleri
itibarýyla minareleri andýrmakta oldugu görülmektedir.
51 Özmel, a.g.m., s. 107.
3.7.1. .
Kudret
Yeryüzünün insan için hazýrlanmýþ
bir ibadethane olarak tasvir edildigi
kýsýmda yer alan bir tasvirde Allah ýn hikmeti ferrâsa (bkz. Ferrâs), kudreti kayyýma
benzetilmiþ
ve hikmet ferraslarýyla kudret kayyýmlarýnýn yeryüzünde oturan âbidlerin
ibadetleri ve yeryüzündeki ibadet edenlerin namazlarý için gökyüzünün firuze renkli
mihrabý kemerinin altýnda ve mavi renkli gökyüzünün kubbesinin içinde yesil çimen
seccadesini toprak mescidi üzerine serdikleri belirtilmistir. Yeryüzünün insanogluna
mescit kýlýnmýþ
olmasýndan hareketle gelistirilen tasvirde gökyüzü rengi ve sekli
itibarýyla firuze renkli bir mihrap kemerine çimen de topragý bir örtü gibi örtmesi
nedeniyle bu cami kubbesi altýna serilmis bir seccadeye benzetilmistir.
Ferrâsân-ý hikmetüñ ve kayyimân-ý kudretüñ ibâdât-ý âbidân-ý sükkân-ý
arazîn ve salevât-ý mu tekifân-ý rûy-ý zemîn içün zîr-i tâk-ý mihrâb-ý pîrûze-i gerdûn
ve derûn-ý fezâ-yý kubbe-i çarh-ý nîl-gûnda seccâde-i sebz-i pâki rûy-i mescid-i hâk
üzerine bast idüp döserler. (50/15)
3.8. KERVANBASI (Kâfile-sâlâr, Pîs-rev, Sâbýka-sâlâr, Talî a)
Kervanbasý kervanlarýn basýnda bulunan ve kervanýn düzeniyle sorumlu
kimsedir. T de kervanbasý övgü amacýyla Allah, Hz. Muhammed ve Hz. Ebû Bekir
için benzetme unsuru olarak kullanýlmýstýr.
3.8.1. .
Allah
Eserin giriþ
kýsmýnda Allah ý övmek üzere onun Sâbýka-sâlâr-ý cihân-ý
kýdem (34/b.1) yani ezelî cihanýn kervanbasý oldugu ifade edilir. Ezel baslangýcý
olmayan zaman demektir. (bkz. Ezel) Varlýk âleminin yaratýlmasý ezelde takdir
edilmistir. Dolayýsýyla Allah ýn yaratma eylemi ezelden beri sürüp gitmektedir.
Varlýk âlemi bu yönüyle ilerlemekte olan bir kafile veya kervan gibi düsünüldügünde
kervanbasýnýn kervanýn basýnda bulunup kervaný yönlendirmesi gibi Allah da ezelden
bu yana varlýklarý belli bir düzen içinde, takdir ettigi zaman ve yerde ortaya
koymakta ve kâinata düzen vermektedir. Bu nedenle o, ezelin de öncesinde var olan
yüce Yaratýcý olarak ezelî cihanýn kervanbasý olarak nitelendirilmistir.
3.8.2. .
Hz. Ebû Bekir
Hz. Ebû Bekir kâfýle-sâlâr-ý erbâb-ý hidâyet, pîs-rev-i reh-revân-ý inâyet
(267/9) yani hidâyet sahiplerinin kervanbasý ve inayet yolcularýnýn önde gideni
olarak yüceltilir. Bilindigi üzere Hz. Ebû Bekir Hz. Peygamber in slâm a davetini
kabul edip hidayete eren ilk kisilerdendir. Bu yönüyle insanlara öncülük etmistir ve
müslümanlar onun arkasýndan giden kervan yolcularý durumundadýr. Hidayette öncü
olmasýnýn yanýnda o, kemalat bakýmýndan da peygamberlerden sonra insanlarýn en
üstünüdür.52 Kervanbasý olarak nitelendirilmesi bununla ilgili olmalýdýr.
3.8.3. .
Hz. Muhammed
Hz. Muhammed kemalat bakýmýndan insanlarýn en ileri düzeyde olanýdýr. Bu
nedenle kâfile-sâlâr-ý kârvân-ý tahkîk (223/24), yani tahkik kervanýnýn kervanbasý
olarak nitelendirilir. Ayný sekilde o, pîs-rev-i kâfile-i pîs-bîn (255/b.16), yani
basiret sahiplerinin de öncüsüdür.
Onun taayyün-i evvel, yani ilk yaratýlan ruh olmasý ve peygamberler arasýnda
surette son fakat manada evvel olmasý kâfile-sâlâr-ý kârüvân-ý rusül (257/1), yani
peygamberler kervanýnýn kervanbasý olarak nitelendirilmesine sebep olmustur.
3.8.4. .
Rüzgâr
Rüzgârla ilgili çesitli tasvirlerin yer aldýgý kýsýmda rüzgârýn tatar
kervanlarýnýn öncüsü oldugu belirtilir. Rüzgârýn kervanbasý olarak düsünülmesi yön
verici etkisiyle olmalýdýr.
52
Hz. Ebubekir in peygamberlerden sonra insanlarýn en hayýrlýsý ve en üstünü oldugu konusunda
çok hadis rivayet edilmistir.
Talî a-i kârüvân-ý tâtâr (122/29)
3.9. KIDEM (bkz. Ezel)
3.10. KUMRU
Kumru T de kölelik, esaret ve boyun egisin sembolü olarak kullanýlmýstýr.
Hümâ ya benzetilen aklýn (bkz. Akýl) Allah ýn iradesi karsýsýnda boyun egisi ve onun
izin verdigi alanýn dýsýna çýkamayýsý kumru benzetmesiyle dile getirilmistir. Buna
göre akýl Hümâ sý Allah ýn tavkýnýn kölesidir. Tavk bazý kuslarýn boyunlarýnda
bulunan renkli tüyden çemberdir. Burada bu anlamýný çagrýstýrmakla birlikte Allah ýn
iradesini temsil etmek üzere kullanýlmýstýr. Tavk ayný zamanda kölelerin boyunlarýna
takýlan kölelik halkasýdýr. Maddî âleme ait konularla ilgili düsünme ve idrak etmede
en üst sýnýrlara ulasabilen ve Hümâ gibi yükseklerde uçan akýl, gayb sýrlarýna ermede
ve bilhassa Allah ý anlamada zapt edilmis bir küçük bir kumru niteligindedir.
Serây-ý cihân külbe-i sevkidür
Hümâ-yý hýred kumrý-yý tavkýdur (49/b.3)
Maddî bað
ve alâkalara isaret etmek üzere koku ve renk kavramýnýn
kullanýldýgý diger iki beyit ise ask konusu içinde geçer. Buna göre askýn içinde renk
ve kokunun olmasý aska aykýrý bir seydir. Yani âsýgýn maddî kaygýlar içinde olmasý,
aský bunlarla gölgelemesi gerçek ask ölçülerine uymaz. Bir hikâye içinde geçen
203 teki beyit sevgiliye âsýk olan âsýklar arasýndaki kavga ve çekismenin yersiz
oldugunu ifade etmek üzere söylenmistir. Buna göre kisinin sevdigi kisiyi seven
baska birini düsman olarak görmemesi gerekir. Bu durum sevgiliyi sevmenin degil
kendi nefsini sevmenin isaretidir; dolayýsýyla gerçek ask ve âsýk nezdinde böyle
kimselerin hiçbir degeri yoktur. Bu tür sevgiler tabiattan gelen sevgilerdir ve bunl
ara
ask demek hayvanlýk olarak nitelendirilir. Sehvetten kaynaklanan sevgilere muhabbe
t
demek büyük bir cahilliktir. Bu nedenle ask içinde kavga ve barýsýn olmasý, renk ve
kokunun olmasý garip görülmüstür. Kavga ve barýs, renk ve koku maddî kaygýlarý
ifade eder. Maddî kaygýlardan dogan aska ask demek mümkün degildir. Nitekim
164 teki beyitte de ask içinde renk ve koku olmasýnýn sonunda aský
degersizlestirecegi açýkça belirtilmistir.
Isk içinde sulh u ceng olmak aceb
Isk içinde bûy u reng olmak aceb (203/b.13)
Dünyanýn geçiciliginden söz ettigi kýsýmda Sinan Pasa dünya tarihi boyunca
gelmiþ
geçmiþ
bütün büyük hükümdar ve padisahlarý zikrederek bunlarýn dünyayý
etkileyen icraatlarýndan bahsedip simdi nerede olduklarýný sorar. En son Fatih Sultan
Mehmet ten söz edip onun hakkýnda art arda beyitler sýralar. Yukarýdaki beyit
Fatih in yapýp ettiklerinin sýralanmasýndan sonra bunlarýn hep hayal olup gittikleri,
feleklerin bu çadýrdan bir müddet oyun gösterdigi, cihanýn isinin hile, aldatmaca ve
büyü oldugu, buna gönül verenin alçak oldugu belirtildikten sonra zikredilir. Beyte
göre bu dünya akýllý kimseye zindan, cahile ise hoþ
renkli ve hoþ
kokuludur.65 Hoþ
renkli ve hoþ
kokulu olmak dünyanýn geçici ve aldatýcý güzelligini ifade etmek üzere
kullanýlmýstýr.
Yukarýda geçen beyitten de anlasýlabilecegi üzere insaný ezelî ve ebedî
hayattan uzaklastýracak olan dünya rengi ve kokusuna meyletmek hoþ
görülmemektedir. Dünya hayatý ve güzellikleri insanýn nefsî yönünü besleyen bir
özellik arz eder. Dünyaya fazla baglanmak insana asýl maksadýný, nereden geldigini
ve dünyaya ne amaçla gönderildigini unutturacaktýr. Bu nedenle cihanýn rengine
gönül verenin gönlünün pasýný temizleyemeyecegi, dünya kokusuna meyledenin can
kokusunu duyamayacagý belirtilir. Burada renk maddî bað
ve ilgiler yanýnda mekr
ve hile anlamýný da çagrýstýracak biçimde kullanýlmýstýr. Zira dünya dýsarýdan
insaný cezbeden süslü ve yaldýzlý görünümüne karsýlýk geçici ve fani olmakla hileci
ve düzenbaz olarak kabul edilegelmistir.
65
Beyit ayný zamanda Dünya müminin zindaný, kâfirin cennetidir. mealindeki hadisi de
çagrýstýrmaktadýr.
Cihân rengine göñül viren göñül jengin açamaz ve dünyâ bûyýna meyl
eyleyen cân kokusýn tuyamaz. (123/12)
Gönül ve ayna arasýnda kurulan iliski malumdur. Gönlün paslanmasý marifet
sýrlarýna vakýf olacak kabiliyeti yitirmesi anlamýndadýr. Marifet nurlarý ve tecellilere
hazýr hâle gelmesi bütün kir ve paslardan temizlenmesiyle mümkündür. Dünya
hayatýna meyletmek de gönüldeki pasý artýran, gönlü iyiden iyiye karartan bir
durumdur. Bu nedenle cihanýn rengine gönül verenin, yani dünyayý sevenin gönül
pasýný açamayacagý belirtilmistir. Ayný sekilde koku unsuruyla kastedilen de budur.
Dünya kokusuna meyleden can kokusunu alamaz durumda olur. Burada canla ruh
kastedilmektedir. Dünya hayatýna meyletme basiret gözüne perde çekeceginden, his
ve maneviyat dünyasýný körelteceginden bu kimseler ruh iklimine ait seyleri hissedip
kavrayamazlar. Ruh insanýn ezelî ve ebedî âlemlerle irtibat kurmasýný saglayan
yönüdür. Dünyaya ragbet etmek insanýn farklý boyuttaki âlemlerde yol almasýna ve o
âlemlerden gelecek ilâhî sýr ve uyarýlara kapalý olmasýna neden olur. Bûy kelimesiyle
meyletme kavramýnýn bir arada kullanýlmasý bûy kelimesinin ayný zamanda meyl,
arzu ve istiyak anlamýný hatýrlatmaktadýr.
Renk ve kokunun birlikte maddî bað
ve alâkalarý temsil ettigi diger bir beyit
221 de geçer. Burada sevgilinin kûyunu, bulundugu yeri görebilmek için insanýn
kendî kûyunu yýkmasý gerektigi, onun kokusunu alabilmek için renk ve koku
býrakmamasý, hepsinden arýnmasý gerektigi belirtlilir. Kûy belirli bir bölge ve
mekâna isaret eder. Kul açýsýndan düsünüldügünde maddî âlem ve kisiyi sýnýrlayan,
çepeçevre saran, önünde engel teskil eden unsurlar olmalýdýr. Kûyu yýkmak da bu
baglayýcý unsurlardan sýyrýlýp gerçek sevgilinin diyarýna ulasmak demektir.
Görüldügü üzere burada kul baglamýnda düsünüldügünde renk ve koku ile kûy
benzer seyleri ifade etmektedir. nsanýn kendi kûyunu yýkmasý sevgilinin kûyunu
görebilmesini, kendi renk ve kokusundan arýnmasý da sevgilinin kokusunu
alabilmesini saglayacaktýr. Bu beytin hemen ardýndan gelen beyitte de dostun
yüzüne gark olan gönülde bûy-ý magz ve reng-i pôst olmaz denilmektedir. Önce
sevgiliye ulasmanýn yolu ve bunun için yapýlmasý gerekenler ögütlenirken ardýndan
sevgiliye ulasmýþ
olan kimsenin de renk ve kokudan arýnmýþ
oldugu belirtilmistir.
Magz beyin, dimað
anlamýndadýr. Koku dimagda yayýldýgý ve hissedildigi için dimað
ile koku sürekli birlikte islenir. Koku burada soyut, düsünce planýndaki bað
ve
alâkalarý, renk ise daha somut olanlarý temsil ediyor görünmektedir. Bu nedenle koku
için magz, renk için ise post kavramýnýn kullanýldýgý düsünülebilir. Magz ayný
zamanda kibir ve gurur anlamýna gelir. Bu anlamda düsünüldügünde sevgiliye
ulasmada kibir ve gurur gibi seylerden de arýnmak gerektigi anlamý çýkacaktýr.
Gerçekten de gurur ve kibirden sýyrýlmak, benlikten geçmenin ve böylece gerçek
sevgiliye ulasmanýn ilk sartý olarak kabul edilir. Kýsacasý bûy-ý magz ve reng-i
post un olmayýsý sevgiliye ulasan kimsenin bütün âdet ve tekellüflerden, maddîmanevî
baglardan uzak, sadece sevgili ve onun düsüncesiyle birlikte olmasý
anlamýndadýr. Bu arada koku anlamýna gelen bûy kelimesinin tama , meyil, arzu,
istiyak ve sevgi anlamlarýna da geldigini hatýrlatmakta fayda vardýr.
Kûyuñý yýkgýl göresin kûyýný
Reng ü bû koma alasýn bûyýný (221/b.3)
Beyitte geçen bî-direng kelimesi renksiz anlamý dýsýnda çabuk, çevik, yerinde
duramayan gibi manalar tasýr. Çabukluk, çeviklik, çâlâk olma bütün bað
ve
alâkalardan soyutlanmaya isaret eder.66 Bu ifadeyle âsýgýn bütün kayýtlardan
sýyrýlarak vahdet küpünden boyanýp ulastýgý manevî boyut yanýnda ask içinde
bulundugu kararsýzlýk, coskunluk ve yerinde duramama hâli de dile getirilmeye
çalýsýlmýstýr. Vahdet küpünden boyanýp renksiz hâle gelen âsýk böylesi manevî
boyutlara ulasmakla birlikte neticede bu dünyada yasayan, varlýk içinde yokluga
ulasan bir kimsedir. Beytin ikinci dizesi, arkasýnda heft-reng bir elbise imajýyla b
u
tezatý gözler önüne sermeye çalýsmaktadýr. Varlýktan sýyrýlma ve hil at giyme tezat
bir durumdur. Âsýk ruhanî bir hâle bürünmüþ
olsa da beden gibi somut bir varlýk
tasýmaktadýr. Yukarýda ele alýnan beytin ardýndan gelen beyitte de bu gerçek dile
getirilmeye devam edilmekte ve âsýgýn nura batmýþ
ve nur içinde yok olmus,
kaybolmuþ
oldugu hâlde âb ü gil elbisesi giymiþ
oldugu belirtilmektedir. Âb ü gil
elbisesi insanýn cismî yönü, yani bedeni, fiziksel bir varlýk tasýmasýdýr:
66 Çâlâk kelimesinin sözü edilen manada kullanýldýgý bir baska beyit asagýdadýr:
Bu alâyýktan mücerred pâk ol
Hak yolýnda sen kavî çâlâk ol (221/b2)
Nûra gark u nûr içinde muzmahil
Gerçi kim geymis libâs-ý âb ü gil (41/b.1)
nsanýn beden ve ruh gibi iki farklý yönü oldugu ve bunlarýn her ikisinin ayrý
âlemleri temsil ettigine deginilmisti. (bkz. nsan) nsan, bedeni vasýtasýyla maddî
dünya ile irtibat kurarken ruhuyla da duyularla algýlanamayan ruhanî âlemlerle irtibat
kurar. Âsýgýn maddî bir varlýgý olmasý, fakat bir yandan nur içinde yüzmesi onun bu
özelligini vurgulamaktadýr. Sözü edilen ilk beyitte geçen heft-reng hil atiyle de bu
anlatýlýyor olmalýdýr. Ortaya konulan bu tezat iliskisiyle ayný zamanda âsýgýn varlýgý
ve yoklugu ayný anda üzerinde tasýmasýnýn insan havsalasýnýn alamayacagý, hayret
verici bir durum olmasýna da dikkat çekilmektedir. Diger yandan heft-reng, yedi
gezegenin rengidir.67 Bu durum âsýgýn ulastýgý birlik neticesinde bütün varlýklarý
kendi bünyesinde toplamasý, kendinde hissetmesi, baska bir ifadeyle küçük kâinat
olusunun idrakine varmasýna isaret ediyor olmalýdýr. Heft-reng daha evvel belirtilen
ve yedi nurun rengi olarak tanýmlanan nefsin yedi mertebesine ait yedi rengi de
çagrýstýrmaktadýr. Heft-reng ayrýca süslü, nakýslý, rengârenk seylere verilen bir
isimdir. Bu baglamda hil at kelimesiyle bir arada kullanýlmasý süslü, nakýslý bir elbise
imajý vermesi bakýmýndan da dikkat çekmektedir.
Vahdeti temsil eden bir diger kavram da yek-reng dir. Kelime anlamý
itibarýyla yek-reng bir renk, tek renk demektir. nsanýn bedeni ve fiziksel varlýgý baslý
basýna kesreti temsil eder. Hisler, duyular, uzuvlar ve benlik, bütün bunlarýn ayrý ayrý
birer varlýgýnýn bulunmasý, ayrý ayrý isimlendirilmesi kesrettir. Gönül ve cân gibi
kudsî sayýlan yönü ise tevhidi simgeler.68 Vahdet ayný olmayý, tek renk olmayý
gerektirir. nsana ögütler verilen kýsýmda yer alan beyitlerden birinde Cehd ide gör
ki sini ol Kâdir / Kýla yek-reng-i bâtýn u zâhir (66/b.1) denilmistir. Bâtýn iç, gizli,
derûn gibi anlamlara gelen bir kelime olmakla birlikte burada kisinin kalbi, ruhu
ve
iç âlemini temsil eder. Gönül ehli tarafýndan bilinen gizli hakikatlere de bâtýn denir.
Zâhir bâtýnýn tersidir. Açýk, asikâr, görünen demektir. Kisinin maddî varlýgýný
67 Siyah Zühal e, boz Müsteri ye, kýrmýzý Merih e, sarý Günes e, beyaz Zühre ye, mavi Utari
kavuniçi Ay a aittir.
68 72. sayfada geçen bir beyit bu durumu ifade eden güzel bir örnektir:
Tevhîd degüldür âb u hâküñ
Oldur dil-i sâf u cân-ý pâküñ (72/b1)
simgeler. Bâtýn ve zâhirin yek-reng olmasý kisinin gönül, ruh, his, duyu ve bütün
uzuvlarý, kýsacasý maddî-manevî bütün varlýgýyla Allah ý hissetmesi ve onunla
bütünlesmesidir.
Yek-reng kavramýnýn geçtigi baska bir beyit 220 deki sâkinâmede yer alýr.
Burada yek-reng kavramýyla birlikte vahdeti simgeleyen yek-dil kavramýnýn
kullanýldýgý görülür. Sözü edilen sâkinâmede içeni varlýktan soyutlayýp ebedîlestiren,
vahdete eristiren saraptan bahsedilir. Humm-ý Hak tan gelen bu saf sarap, içenleri
mest edip arsa ve ferse nâra salmalarýna sebep olmaktadýr. Bu sarabýn diger bir
özelligi içeni yek-reng ve yek-dil hâle getirmesi, agyâr sîsesini tasa çaldýrmasýdýr.
Agyâr sîsesi burada insanýn yek-reng ve yek-dil olmasýna engel olan, onun etrafýný
çepeçevre sararak Hak tan ayrý düsüren her seyi temsil eder. Agyâr sîsesinin tasa
çalýnmasý da insanýn etrafýný saran ve onu içine alan bu maddî engellerin ortadan
kaldýrýlmasýdýr. Agyâr sîsesi, yani benlik ve ayrýlýk gayrýlýk cismi ortadan kalkýnca
varlýk tozu gönülden silkilecek ve himmet ayagýyla yücelere erisilecektir. Dikkat
edilecek olursa burada sevgili (mutlak varlýk, yani Allah) dýsýndaki her sey, hatta âsýk
rolündeki insan bile maddî varlýgý söz konusu oldugunda kendi kendisini sevgiliden
ayrý düsüren esaslý bir agyar niteligindedir.
Isk câmýndan serâb-ý nâb vir
Humm-ý Hak'tan bir mey-i nâ-yâb vir
Tâ olavuz cümle mest-i bülbüle
Ars u ferse býragavuz gulgule
Cümlemüz yek-reng ü yek-dil olavuz
Sîse-i agyârý senge çalavuz
Gerd-i hestîyi göñülden silkevüz
Pây-ý himmetle ulâya kalkavuz (220/b.12-b.15)
Benzer sekilde akýl için de ayný nitelendirme yapýldýgý görülür. Akýl önce
yüceligin sembolü olan Hümâ ya (bkz. Hümâ) benzetilerek ardýndan akýl Hümâ sýnýn
Allah ýn tavkýnýn kumrusu oldugu belirtilmistir. nsaný diger varlýklardan üstün kýlan
bir özellik olan ve kendisini tanýyýp bilmesine sebep oldugundan bir anlamda
insandaki benlik duygusunun sembolü olan akýl birçok konuda fikir yürütebilirken
manevî meselelerde, askta ve bilhassa Allah ýn zatý ve sýfatlarýný anlamada âcizdir.
73 Ayetin anlamý için bkz. I/26. dipnot.
nsan için bu denli öneme sahip ve bu üstünlügünden dolayý Hümâ olarak
nitelendirilen akýl, sözü edilen konularda Allah ýn izin verdigi dairenin dýsýna
çýkamadýgýndan onun tavkýnýn kumrusu olarak nitelendirilmistir. Yukarýdaki beyitte
geçen güvercin gibi kumru da ele geçirilmesi kolay kuslar olmalarý bakýmýndan
köleligi ve esareti temsil etmek özellikle seçilmislerdir.
Serây-ý cihân külbe-i sevkidür
Hümâ-yý hýred kumrý-yý tavkýdur (49/b.3)