Professional Documents
Culture Documents
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İLETİŞİM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
GENEL GAZETECİLİK BİLİM DALI
SÜLEYMAN ARIOĞLU
İstanbul, 2008
T.C.
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İLETİŞİM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
GENEL GAZETECİLİK BİLİM DALI
SÜLEYMAN ARIOĞLU
İstanbul, 2008
GENEL BİLGİLER
İsim ve Soyadı: Süleyman Arioğlu
Anabilim Dalı: İletişim Bilimleri
Programı: Genel Gazetecilik
Tez Danışmanı: Doç. Dr. Cüneyt Akalın
Tez Türü ve Tarihi: Yüksek Lisans – Aralık 2008
Anahtar Kelimeler: Zaman Gazetesi, Fethullah Gülen Cemaati, Siyasal İslam, İslamcı basın
ÖZET
Geleneksel bir cemaat yapısına sahip ve temeli Nurcu harekete dayanan Fethullah
Gülen Cemaati 1980 sonrasında aktif bir dönüşüme uğradı. Temsili, tebliği pekiştiren bir şey
olarak gören ve önde tutan cemaat, söylemlerinde İslami bir dil kullanmadı. Ayrıca Gülen
Cemaatinde İslam, toplumun ortak bir değeri olarak kamusal alanın yeniden inşası için
kullanıldı. Gülen cemaati temsil ve tebliği birarada sunabilen medya araçları sayesinde İslami
söylemi cemaatin hedefleri doğrultusunda yeniden yapılandırdı. Bu araçlarla da cemaat içinde
kolektif anlayış sağlanmaya çalışıldı. Cemaatin bu işlevi yerine getiren ilk ve en etkili aracı
Zaman gazetesidir. Gazetede tüm bunların yanı sıra cemaatin hedefleri doğrultusunda bir de
politik söylem inşa edildi. Siyasal İslam’ın gelişiminin ve Fethullah Gülen cemaatinin
anlatıldığı bu çalışmada Zaman gazetesinin cemaatin amaçları yönünde bir rota izlediği ortaya
kondu. Özellikle son yıllarda büyük etkinlik kazanan Zaman gazetesinin kuruluşundan
bugüne safahatını inceledim.
ii
GENERAL KNOWLEDGE
ABSTRACT
Fethullah Gülen’s society which is organized in traditional rules of Islam, and it’s
foundation is based on Nur sect. The society was transformed into a different settlement
effectively after the 1980’s. The society used representation as a way of promoting Islam
except notifying it. During this period, members of the society avoided of using an Islamic
speech. Besides in Gülen’s society, Islam was used to reconstruct public sphere as a common
value. Through mass media, Gülen’s society created a new Islamic speech in terms of their
own interests. This media helped constructing a common understanding in Gülen’s society.
The Zaman newspaper became the first and the most effective tool to fulfill this requirement.
In spite of that, the newspaper constructed a new political speech which is suitable with the
aims of Gülen’s society. In this study, I explained development of political Islam and
Fethullah Gülen’s society in Turkey and parallel evoluation between the newspaper and the
society. I also examined the process of Zaman’s growing since its establishment.
iii
ÖNSÖZ
Fethullah Gülen cemaati Türkiye’de atlanmayacak bir gerçeklik. Günümüzde kontrol ettiği
sermaye, siyasi etkinliği ve medyadaki nüfuzu hiç de hafife alınmayacak cinsten. Cemaat içinden
geldiği geleneksel Nurcu hareketten farklılaşarak ve bir anlamda köprüleri atarak Türkiye’de ve
uluslararası alanda etkinlik kazandı. ABD desteğiyle başta Orta Asya’daki Türk devletleri olmak
üzere dünyanın pek çok yerinde okullar ve Zaman gazetesi büroları açtı. Türkiye’de arkasında
devasa holdinglerin sermayesi bulunan gazeteler, ulusal alanda basım ve dağıtım işlerini
organize etmekte güçlük çekerken, cemaatin gazetesi Zaman, 10 ülkede basılıp, 30’a yakın ülkede
dağıtılıyor. Henüz 22 yıllık geçmişe sahip gazete, birçok ülkede o ülkenin diliyle yayınlanıyor ve
bazılarında da iki üç dilde çıkıyor. Zaman’ın Türkiye’de ilan edilen tirajı ise 800 bin civarında.
Bu çalışmada, Zaman’ı Türkiye’de İslamcılığın ve İslamcı basının tarihine dair bir incelemede
bulunarak, 12 Eylül’den günümüze Fethullah Gülen cemaatinin izini sürerek anlatmaya çaba
gösterdim. Bu çalışmayı sonuçlandırmamda değerli görüşleri ile katkıda bulunan sevgili hocam
Doç. Dr. Cüneyt Akalın’a, kaynaklara ulaşmamda yol gösterici olduğu için Yrd. Doç. Dr. Barış
Doster’e ve desteğini esirgemeyen eşim Ayça’ya çok teşekkür eder, çalışmanın tüm ilgililere
yararlı olmasını dilerim.
v
KISALTMALAR
A.A. Anadolu Ajansı
AB Avrupa Birliği
ABD Amerika Birleşik Devletleri
ADL Anti-Defamation League
age. Adı geçen eser
AGİAD Anadolu Genç İşadamları Derneği
AKP Adalet ve Kalkınma Partisi
ANAP Anavatan Partisi
AP Adalet Partisi
Ar. Arapça
A.Ü. Ankara Üniversitesi
bknz. Bakınız
BBP Büyük Birlik Partisi
BTP Büyük Türkiye Partisi
BOP Büyük Ortadoğu Projesi
böl. Bölüm
bs. Baskı, basım
C. Cilt
CIA Central Intelligence Agency
CHP Cumhuriyet Halk Partisi
DGM Devlet Güvenlik Mahkemesi
DİE Devlet İstatistik Enstitüsü
DİSK Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu
DP Demokrat Parti
DYP Doğru Yol Partisi
FBI Federal Bureau of Investigation
FP Fazilet Partisi
GATA Gülhane Askeri Tıp Akademisi
Hz. Hazreti
IMF International Monetary Fund
İBDA-C İslami Büyük Doğu Akıncılar Cephesi
İŞHAD İşadamları Dayanışma Derneği
K. Karar
KESK Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu
KHK Kanun Hükmünde Kararname
KKTC Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
mad. Madde
MİT Milli İstihbarat Teşkilatı
MHP Milliyetçi Hareket Partisi
MGK Milli Güvenlik Kurumu
MNP Milli Nizam Partisi
MOSSAD Israel Secret Inteligence Service
MSP Milli Selamet Partisi
MTTB Milli Türk Talebe Birliği
MÜ Marmara Üniversitesi
vi
MÜSİAD Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği
NATO North Atlantic Treaty Organization
Nu. Numara
PKK Kürdistan İşçi Partisi
RF Rusya Federasyonu
RNK Risale-i Nur Külliyatı
RP Refah Partisi
RTÜK Radyo Televizyon Üst Kurulu
s. Sayfa
S. Sayı
SBF Siyasal Bilgiler Fakültesi
SHP Sosyal Demokrat Halkçı Parti
SND Society for News Design
STV Samanyolu Televizyonu
SSCB Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği
TBMM Türkiye Büyük Millet Meclisi
TGRT Türkiye Gazetesi Radyo Televizyonu
TMSF Tasarruf Mevduatı ve Sigorta Fonu
TSK Türk Silahlı Kuvvetleri
TURKONFED Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu
TÜSİAD Türkiye Sanayici ve İşadamları Derneği
TUSKON Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu
UBA Ulusal Basın Ajansı
UTİD Özbekistan Türkiye İşadamları Derneği
WAN World Association of Newspapers
YAŞ Yüksek Askeri Şura
yy. Yüzyıl
vii
İÇİNDEKİLER:
Sayfa No.
ÖZET……………………………………………………………………………………ii
ABSTRACT……………………………………………………………………………iii
TEZ ONAY BELGESİ………………………………………………………………...iv
ÖNSÖZ………………………………………………………………………………….v
KISALTMALAR………………………………………………………………………vı
GİRİŞ…………………………………………………………………………............... 1
1.2.2.1- İslamlaşmak:………………………………………..……... 18
2.1.1.Uluslararası konjonktür:….……………………………………30
viii
2.1.2.1. Türkiye’de İslami Hareketin Özellikleri:…………………...34
ix
2.6.3. 8 Yıllık Kesintisiz Temel Eğitim Tartışmaları:……………….81
3.1.6.1- Yörünge:…………………………………………………..113
x
3.2- İslami Televizyon Kanalları:………………………………………...116
4.2- Örgütlenmesi:……………………………………………………….132
4.3- İdeolojisi:……………………………………………………………134
5.2- Felsefesi:……………………………………………………………..164
xi
5.7- Mizanpaj ve Görsellik: ……………………………………………...175
5.9- Hassasiyetleri:……………………………………………………….177
Sonuç: ……………………………………………………………………196
Kaynakça: ………………………………………………………………..198
xii
GİRİŞ
Bu dönemde yıldızı parlayan isimlerden biri de Nur cemaati içinde bir grubun
önderi konumundaki Fethullah Gülen oldu. İzmir’de vaizlik yaparken Turgut Özal ile
ilişki kuran, hatta evinde ağırlayan Gülen’in sonrasında da Demirel ve Ecevit’in de
aralarına dahil olduğu siyasetçilerle hep yakın ilişki kurdu, desteklerini gördü.
Ancak bu sürecin kesintiye uğradığı bir dönem vardı. 1994’te Doğru Yol
Partisi ile birlikte iktidara gelen Refah Partisi’nin batı karşıtı tutumu ve toplum düzenini
“İslamileştirme” çabaları, 28 Şubat 1997’de Türk ordusunun “post modern”
müdahalesine yol açtı. Ordu irticai faaliyetleri öncelikli tehdit ilan etti ve alınan MGK
kararlarıyla hükümet istifa ettirilerek İslami yapılanmalar tasfiye edildi. Fethullah Gülen
her ne kadar 28 Şubat’ı desteklese de bu hareketin hedefi olmaktan kurtulamadı ve
hakkında açılan dava sonrası ABD’ye yerleşmek zorunda kaldı.
2
bugün 10 farklı ülkede basılıyor ve 30’a yakın ülkede dağıtılıyor. Cemaat gazetesi
Zaman’ın Türkiye’deki tirajı ise 1 milyona dayandı. Tiraj konusunda çeşitli
manipülasyonların yapıldığı iddiaları da sıkça dile getiriliyor.
3
BİRİNCİ BÖLÜM
İSLAMCILIK
İslamcılık, “19.-20. yüzyılda, İslam’ı bir bütün olarak (ibadet, ahlak, inanç,
felsefe, siyaset, eğitim) yeniden hayata hâkim kılmak ve akılcı bir metotla
Müslümanları, İslam dünyasını Batı sömürüsünden, zalim ve müstebit yöneticilerden,
esaretten, taklitten, hurafelerden kurtarmak, medenileştirmek, birleştirmek ve
kalkındırmak uğruna aktivist, modernist ve eklektik yönleri baskın siyasi, fikri ve ilmi
çalışmaların, arayışların, teklif ve çözümlerin bütününü ihtiva eden bir hareket…”1
şeklinde tanımlanmaktadır.
İslamcılık kavramında vurgu İslam dininin hayatın tüm yönlerini kapsayan bir
normlar manzumesi olduğu ve bu ilkelerin düzenleyici bir etkiye sahip olması
gerektiğidir. Ancak bir o kadar önemli olan diğer bir vurgu da dinin hayattan çekilmesi
veya günün şartlarına uyum sağlayamaması kadar, Müslümanların ulusal ve uluslar
arası pozisyonlarının önemli bir zafiyet ve gerilik içinde olmasıdır. Birincisi bir dini
yenileşme ve dindarlaşma bilincine; ikincisi dinin ideolojik bir diriliş ve canlanış
sürecine işaret etmektedir. Birinci yönüyle İslamcılık dini külli ve bütüncül bir nizam
olarak görme bilincini, yani zihinsel bir tutum ve yaklaşımı ifade etmektedir. İkinci
yönüyle İslamcılık Batı’nın bilimsel ve teknolojik üstünlüğüne karşı tepkiden
doğmuştur ve batıyı aşmayı değil de onu yakalayıp geçmeyi hedeflemektedir. İslam
1
Kara, İsmail. Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi. İstanbul: Risale Yayınları, 1986, s. 48
4
dünyasında oluşan ulus devletlerin tümü ana hatlarını Batılılaşma/modernleşme olarak
çizmiştir.2
1.1- Ekonomik, Politik, Kültürel ve Dini bir Kavram Olarak Siyasal İslam
5
dinin yeniden yorumlanmasına ihtiyaç duyulduğu anlayışı tüm Müslüman ülkelerde
yankı bulmaya başlamış, dönemin Osmanlısında da dindarlıklarıyla bilinen bir kısım
âlim de bu görüşlerden etkilenmiştir. Bunun neticesinde Mehmet Akif Ersoy, Mustafa
Sabri Efendi, Eşref Edip, Şemsettin Günaltay ve daha nice şair, bilgin ve yazar
Müslümanlar ile İslamiyet arasındaki ayırımı güçlü bir şekilde vurgulamışlardır.
Dönemin yozlaşmış din anlayışının İslam toplumlarını geri bıraktığı, Kur’an ve sünnette
ifadesini bulan sahih İslam'a dönülmesi gerektiği, tecdid ve ihya sürecinin işletilmesinin
önemli olduğu şeklinde bir yaklaşımı savunmaya devam etmişlerdir.
3
Bulaç, Ali. Nuh’un Gemisine Binmek, Ön. Ver., s.77
6
İslamcılara göre, Osmanlı İmparatorluğu'nda bir çöküş durumu vardı. Bunun
sebebi, Batıcıların ileri sürdüğü gibi İslamiyet'ten kaynaklanmıyordu.4 Çünkü aslında
İslamiyet bilime ve yeniliklere açık bir dindir. Demokrasi, meşruti rejim ve en geniş
özgürlükler İslamiyet'in özünde vardır. Bu yüzden İslamcılar meşrutiyete karşı
değillerdir. Ancak, rejimin memleket şartlarına uydurulması taraftarıdırlar.
4
Menderes Çınar, Siyasal Bir Sorun Olarak İslamcılık, Dipnot Yayınları, 2005, s.41
7
Sonuç olarak diyebiliriz ki; Osmanlı İmparatorluğu, İslamcılık akımıyla önce
kendi birliğini ardından bütün İslam dünyasının kurtuluşunu İslamcı Rönesans
formülüne bağlamıştı. Bu memleketlerin yeniden kalkınmaları ve yükselmeleri ancak
İslamlaşmakla mümkündü.
İslamcı kadroların prototipi, kırsal kökenli bir aileden 1950’li yıllarda kentte
doğmuş mühendis tipidir. Bu çağdaki Müslüman ayaklanmalar kent ayaklanmalarıdır.
İslam adına tek silahlı köylü ayaklanması, Afganistan’da meydana geldi ve bu
ayaklanma gücünü bir yabancı işgalin reddine borçludur, ancak bu ayaklanmanın
kadrolarının bir bölümü de kentten gelmiştir ve eylemci İslamcı profiline genelde
uymaktadır.5
Özellikle tekke ve medrese kökenli ulemanın etkisinin hayli zayıf olduğu Sünni
dünyada, dini akımlarda önderlik çoğunlukla önce laik eğitimden geçmiş aydınlarda,
teknokrat, hukukçu, doktor ve profesyonel politikacılarda toplanmaktadır. 1960’lardan
sonra ağırlıklı olarak mühendisler bu hareketlerde önemli fonksiyonlar icra
etmektedirler. Türkiye’de RP’nin lideri Necmettin Erbakan, Afganistan Hizb-i İslami
lideri mühendis Gulbettin Hikmetyar gibi öğretim üyelerinin oluşturduğu küme az
değildir. İhvan-ı Müslim’in en büyük kuramcısı Seyyid Kutup bir sosyoloji profesörü,
Muhammed Kutup psikoloji, Afganistan Cemiyet-i İslami’nin lideri Burhaneddin
Rabbani, Tunus İslami Yöneliş Hareketi lideri Raşid el-Gannuşi, Cezayir İslami
Selamet Cephesi lideri Abbas Medeni ve daha öncesinde Cezayir İslami Uyanış
Hareketi’nin fikir babası Malik Binnebi, yine İhvan’dan Abdulkadir Udeh, Suriyeli
5
Roy, s. 76
8
İhvandan Mustafa Sıbai ve daha yüzlerce isim ya öğretim üyesi, ya teknokrat ya da
bağımsız aydınlardır. Hemen hemen hepsi köklü laik eğitimden geçmişti.6
İran’da Mühendis Mehdi Bazergan, Ali Şeraiti, Celaleddin Farisi gibi aydın
kökenden gelme kimseler İslami akımlar içinde yer almakla birlikte, asıl hareketin itici
gücünü Kum medreselerinde eğitim görmüş mollalar teşkil etmişlerdir. İmam Humeyni,
Ayetullah Muntazıri, Ayetllah Mutahhari, Ayetullah Talegani, Ayetullah Behişti,
Ayetullah Ali Hamaney, Hüccetulislam Rafsancani gibi isimler molla kökenli ulema
sınıfına mensup kimselerdir. Suriye İhvanı’ndan Said Havva, Pakistan Cemaat-i
İslam’ın lideri Ebu’l A’la Mevdudi ile Hindistan Nedvetü’l-Ulema Cemiyeti lideri
Ebu’l Hasan en-Nedvi’nin konumu yarı aydın, yarı ulema kimliğidir.7
6
Bulaç, Nuh’un Gemisine Binmek, 1992, s.53
7
Bulaç, Nuh’un Gemisine Binmek, 1992, s.53
8
Gencay Şaylan, İslamiyet ve Siyaset: Türkiye Örneği (Ankara: Vadi Yayınları, 1987) s.77
9
Roy, s.77
10
Huntington, Samiel. P. Political Order in Changing Societies. New Haver, Conn.: Yale Uni. Pres, 1968,
s.17
9
olarak modern okul sisteminden gelen ve üniversite öğrenimi gördüklerinde de edebiyat
dalından çok bilim dalına yönelen gençlerdir. Kısa süre önce kentlileşen ailelerden ya
da yoksullaşan orta sınıftan gelmektedirler. İslamcılar İslam’da bir din buldukları kadar
bir ideoloji de bulunmaktadır.
Her üç dini kesimde uyanış hareketleri kırsal kökenli değil, büyük kent
merkezlidir. İster yukarıdan aşağıya resmi, ister aşağıdan yukarıya sivil olsun, bütün
dini akımların tohumları büyük kentlerin dölyatağında atılmıştır. Öyle ki Kahire,
Tahran, Rabat, Cezayir, Saraybosna, İstanbul, Şam, Amman, Beyrut, İslamabad,
Cakarta, Kabil gibi büyük şehir merkezlerinden küçük kent ve kasaba merkezlerine
doğru inildiğinde dini uyanış akımlarında da hissedilir bir hafifleme
gözlemlenmektedir.13 İslami hareketlerin komünist akımlardan farklı olan başarısı
kentlerde ve kentliler üzerinde etkili olmasıdır. Ayrıca İslamcılar çok arklı sosyo-
ekonomik katmanların üzerinde nüfuz sahibi olan bir hareket geliştirebilmişlerdir.
Komünist partiler yeni işçi sınıfını, dinsel ve etnik azınlıklar gibi gettolarından
ve kampuslarından çıkarabilmeyi başaramadılar. Gariptir ki, komünist ve laik (Basçı)
partiler kentsel olmaktan çok kırsal bir tabana sahiptir (Hafız Esad, Saddam Hüseyin
kırsaldandır), Afganistan, Irak, Güney Yemen ve Suriye’de laik darbelerin amilleri olan
ordular da kırsal kökenli subaylara sahiptir. Aydın çevrelerindeki İslamcı başarı
11
Roy, Oliver. S.17
12
Esposito, John L. “Introduction: Islam and Muslim Politics”, Voices of Resurgent Islam, ed: John L.
Esposito, New York: Oxford University Pres, 1983, s.4-5
13
Bulaç, Nuh’un Gemisine Binmek, 1992, s.54
10
ideolojilerin krizi ile de açıklanabilir. Bütün ülkelerin ezilenlerine sundukları şey,
dışlandıklarını hissettikleri bu kalkınma ve tüketim dünyasına girebilme düşüdür.
İslamcılık şeriat artı elektriktir.14
İslamcılığın kimlik sunmasında İslamcı alt kültürlerin modern ulus devletin tek
tipleştirici yapısıyla görmezlikten gelinmek istenmesinin doğurduğu rahatsızlık da etkili
olmaktadır. İslam kırsal Türkiye’deki geleneksel sosyal düzenden, şehirlerin modern
yaşama biçimlerine geçişin meydana geldiği bir dönemde, bireysel ve toplumsal bir
kimlik anlamını taşıyordu.19 Bu anlamın zamanla kayba uğraması sonucu kimlik
14
Roy, Oliver, s.79
15
Roy, s.79
16
Roy, s.18
17
Bulaç, Ali. Nuh’un Gemisine Binmek, 1992, s.55
18
Ayubi, Nazih. Political Islam, Religion and Politics in the Arab World. Routledge, London: 1991.
19
Polat, Yılmaz. Amerikan Gizli Belgelerinde Türkiye’de İslamcı Akımlar, İstanbul: Beyan
Yayınları,1990. s. 40
11
oluşturma gücüne sahip olan20 İslami semboller yeniden ön plana çıkarak bastırılmak
istenen kimlikleri yeniden tanımlamaya başlamıştır. Müslüman ülkeler etnik ve dil
düzeyindeki aykırılıkların, hatta dinsel zıtlıkların modern tipte bir ulus devletin
kurumsal yapılarının kuruluşunu engellediği yerlerde aynı zamanda bir kimlik, bir
siyasal istikrar, bir sosyokültürel denge arayışı içindedirler.
20
Udeh, Abdulkadir. İslam ve Siyasi Durumumuz. Dördüncü Basım. Çeviren: Beşir Eryarsoy. İstanbul:
Pınar Yayınları, 1990.
21
Sitembölükbaşı, Şaban. Türkiye’de İslam’ın Yeniden İnkişafı (1950-1960). Ankara: Endişe Yayınlarır,
1995.
22
Roy, s.12
23
Roy, s177
12
Modern dönemde hayatın farklı alanlarına İslami referanslardan normlar ve
uygulamalar geliştirebilmek için ortaya konan çabaların bir parçası olarak ekonomik
kavramsallaştırma çabaları da hız kazandı. İslamcılar tutarlı ve işgörür bir bütün inşa
etmek için, Şeriat’ın temel buyruklarını sistemleştirme ve kavramsallaştırma çabasına
giriştiler. İslami ekonomi ideolojik bir kurgu olarak da yorumlandı.24 Sosyalizan eğilim
İslami yasada mülkiyetin sınırlandırılmasına temel taşı yapar. Radikaller ekonomide
sosyal demokrattır. Özel mülkiyeti tanırlar, fakat devletin şeriatta mevcut dağınık
ekonomik ilkeleri sistemleştirerek (zekat gibi) sermaye birikimini sınırlandıra ve
zenginliklerin yeniden dağıtımı yoluyla sosyal adaleti sağlamasını isterler.25
13
yansıyan İslami dinamizm sermaye çevreleri içerisindeki farklılaşmayı da yansıtıyordu.
Dindar sermaye giderek kendi bilincine ve hedeflerine vurgu yaparak ayrı bir
örgütlenmeye giderek MÜSİAD’ı kurdu.30
30
Özcan, s.47
31
Amerikan Gizli Belgelerinde Türkiye’de İslamcı Akımlar, s.20
32
Özcan, A. 1997, s.47
33
Özcan, s.47
34
Özcan, s.48.
14
Bu bölümde, 19. yüzyılda Osmanlı aydınları arasında baş gösteren
ideolojilerden biri olan ve imparatorluğun çöküşüne çare arayışlarında bir çözüm olarak
sarınılan İslamcılığın Cumhuriyet dönemine kadarki seyri anlatılacaktır.
35
Türköne, 1994, Ön. Ver. S.31
36
Aynı., s. 32.
37
Aynı, s. 34
15
İslamcılık yaşayan, somut ve canlı bir deneyim olma niteliğini yitirerek Cumhuriyet’in
aşmaya çalıştığı ideolojilerden biri haline geldi.38
İslamcı akım savunduğu fikirleri, eski bir maziden almaktadır. Bu mazi, vahşet
ve bedeviyet halindeki bir kavmin dünyanın en yüce imparatorluklarından biri haline
yükselmesini sağlamış olan İslam medeniyetidir. Düşüşte olan bu kavmi yaşatmak,
kalıcılığını sağlamak için de İslami bir Rönesans istenmektedir. İslam’ın ana ilkelerine
dönüş, İslamcı fikir akımının ana tezidir.
38
Çiğdem, Ahmet. “İslamcılık”, Yüzyıl Biterken Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi. Ss: 1225-
1231. 15. cilt. (İstanbul: İletişim Yayınları, 1996), s.
39
Tarık Zafer Tunaya, İslamcılık Akımı, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2007, s.8
16
mahrum, hatta tabiatın feyizlerinden daha istifadeye imkân bırakmayacak derecede
büyük bir sefalet içinde yaşamaktadır.
17
devleti durmadan hırpalamak ve sarsmak isteğindedir. Avrupa’nın medeniyet maskesi
artık kalkmıştır.
1.2.2.1- İslamlaşmak
40
Tarık Zafer Tunaya, age, s.13
18
Bu yol bulunduktan ve imparatorluk için önemi kavrandıktan sonra, geriye tek
bir sorunsal kalmıştı; Osmanlı Devleti’ni kalkındıracak yolu aramak. Fakat bu o kadar
da kolay değildi. Çünkü bir tarafta ahlaki ve sosyal yapısı yozlaşmış, saldırgan,
misyonerleri ile doğuyu parçalamak gayesini güden; bilim ve teknik âlemi yüksek bir
Avrupa vardır. Bir tarafta ise çökmüş bir doğu. Asya’nın hastalıklarını taşıyan, geriliğin
çukuru içinde henüz dertlerini bile kavrayamamış, İslamlıktan uzaklaşmış bir
Müslüman dünyası kurtuluş saatini bekliyordu.
İki yönlü bir formüle dönüştürülen İslamcılık’ın bir yönü ferdi plandadır. İslam
dünyasında yaşayan fertlerin, bilhassa Müslümanların tek tek hayatlarını düzenlemek
ister. Hayatlarına karışır.42 Onlara bir yaşama yolu çizer. Öteki yönü ise kolektif
plandadır. İslam dünyasında henüz milletleşmemiş halk kitlelerine, bağımsızlığa
kavuşmamış milletlere, devletlere; kurtuluş, kuruluş ve kalkınma yolu çizer,
birbirleriyle münasebetlerini sağlayan kaideler yapar. Kısaca, İslam dünyasında yaşayan
insanların ve toplumların hayat prensibidir.
41
Olivier Roy, Küreselleşen İslam, Metis Yayınları, 2003, s.30
42
Tarık Zafer Tunaya, age, s.19
19
Kanımca, İmparatorluğun gerileyişini engellemek ve ilerleyen Avrupa’ya hem
sosyal hem siyasal alanda yetişebilmek için başvurulmuş iki yönlü bir formül
İslamcılık.
43
Nuray Mert, Merkez Sağın Kısa Tarihi, Selis Kitaplar, 2007, s.121
20
Çağdaş İslamcılık incelemelerinde ise genellikle modernleşmeye karşı olan
İslami norm ve değerlerin siyasal davranışın ana belirleyicileri olduğu Müslüman bir
toplulukla ve bu topluluğun Müslümanlığının modernleşme ve rasyonelleşme uğruna
modernleştirici devlet tarafından bastırılışıyla karşılaşılmaktadır. Böylece İslam, İslami
kimliği bastıran modernleştirici devletin kontrolü çeşitli nedenlerle zayıfladığında,
yeniden dirilecek bir siyasal güç olarak beklemektedir.44 Başka bir alternatif ise,
beklemekte olan İslami siyasal güç, kendini gerçekleştirecek fırsatları; modernleşmenin
sonucu olarak ele geçirdiği için canlanmaktadır. Küreselleşmeyi açıklayıcı bir araç
olarak kullanan diğer yaklaşımlar da aynı mekanik mantığı paylaşırlar. Küreselleşme,
vaat edilen refahın yaratılabilmesi olasılığını kısıtlayarak ve devletin düzen sağlama
yeteneklerini zayıflatarak; modernleştirici devletlerin İslam’ı kontrol edebilme
kabiliyetlerini zedelemektedir. Dolayısıyla İslam kaçınılmaz bir biçimde yeniden
dirilmektedir. Böylece İslam, kontrol edilemediğinde otomatik olarak İslamcılığa yol
açan ve onun siyasal yönlerini belirleyen bağımsız bir değişken haline gelir.
44
Menderes Çınar, age, s.29
45
Olivier Roy, age, s.36
21
İslamcılar, toplumun büyük çoğunluğunun Müslüman olması gerçekliğinden
hareketle, demokrasinin İslam'la bağdaşmadığını kanıtlayarak kitleleri ‘şeriat düzeni'
diye adlandırdıkları muğlâk bir siyasi projenin saflarına çekmek istiyorlar. Bir başka
deyişle, tüm Müslümanlarda içkin olduğunu düşündükleri ‘şeriat bilincini' açığa
çıkartmaya çalışıyorlar.46 Aşırı laikler ise, kitlelerin dinle ilişkilerini neredeyse bir hobi
olarak algılayıp; onların gündelik hayatını belirleyen temel konunun Batılılaşma
projesinin tamamlanması olduğu düşüncesinden hareketle İslam'ın demokrasiyle
bağdaşmadığı noktasında İslamcılarla mutabık kalıyorlar. Oysa olayın, toplumbilimsel
açıdan çok daha derin ve farklı boyutlarının bulunduğu açıktır.
İslamcı siyasal duruş, iki ana nedenden dolayı siyaset karşıtı tavrın dini bir
çeşididir.47 İlki İslamcılığın hem sorunları hem de çözümleri kişiselleştirmesidir.
İslamcılığın dini yönleri, siyasetini Kuran’dan veya İslami ilkelerden çıkarmasından
değil; dini söyleminden ve dindarlıkla iyi yöneticiliği ilişkilendirmesinden kaynaklanır.
İkinci neden, İslamcılığın toplumu homojen bir kitle olarak görerek; bireylerin ve alt
grupların varlığını görmezden gelmesidir. Bu nedenle, İslamcılık toplum içindeki
çatışmaları ve aslen siyasetin görev alanında bulunan, farklılıklar arasındaki uyum
sorunlarını göz ardı eder.
Batıcı seçkinlere karşı olan retoriğin içerisinde tutarlı bir alternatif ideolojik
duruş yoktur. Bu nedenle fikirlerden ziyade kimliğe ve zihinlerden ziyade duygulara
vurgu yapılır. Dolayısıyla, insanların İslamcı hareketlere katılımı, onların İslami
kimliğinin ifadesinin bir aracıdır; fakat “Batıcı” kimliğe ve rejime karşı muhalefetleri
haricinde, bu kimliğin ne olduğu ve İslami fikirlerin neleri içerdiği belirsiz kalır.
46
Emre Kongar, “Siyasal İslam Konusunda Toplumbilimsel Çözümlemeler” başlıklı makale,
http://www.kongar.org/makaleler/mak_si.php
47
Menderes Çınar, age, s.39
22
İslamcılık toplumun homojen olduğunu düşündüğünden, siyaseti farklı
çıkarların ve kimliklerin uzlaştırılmasına yönelik faaliyet olarak göremez. Toplumun
kolektif fikri daha önce tanımlandığından, siyaset insanların kolektif fikrini keşfetmeye
dair bir faaliyet olamaz. Siyaset, İslamcı anlayışa göre, sadece insanlara gerçek kolektif
fikirlerinin ne olduğunu öğretmek hakkında olabilir. Bu çerçevede, İslamcılık; hâkim
olmayı hak eder ve bu hâkimiyet insanların yabancılaşmış iktidar karteli karşısında
kendisini ortaya koyması olarak betimlenir. Bu inanç ve tavır, hükümet ederken
uzlaşma aramayan katı bir tarza yol açar.
Bu nedenledir ki, İslamcı bir siyaset anlayışında; demokrasiye çok yer kalmaz.
48
Olivier Roy, age, s.41
23
Son olarak, demokratikleşmenin önüne çıkan engel, merkezi İslamcılarla
birlikte; iktidarlarını güvence altına alma telaşında olan muhafazakâr laik seçkinlerden
de geliyor. Bunun iki farklı sonucu olabilmektedir: bir tarafta İslamcıların gerçekçiliği
artmakta ve siyasal oyundan dışlanan diğer kesimlerle yakınlaşmaktadırlar (Tacikistan),
diğer tarafta ise terörist grupçuklar umutsuz bir radikalleşme içine girmekte, bu da iş
başındaki rejimlerin sertliğini sonradan haklı çıkarmaktadır (Cezayir).
Mübeccel Kıray’a göre siyasal İslam, ülke içi dinamikler açısından bir tampon
kurumdur ve Türkiye'nin çağdaşlaşma sürecinde bir dönem, "toplumu bütünleştirici ve
dengede tutucu" ama "geçici" bir işlevi yerine getirir. Kıray'a göre siyasal İslam’ın, iç
dinamik öğeleri açısından yerine getirilen bu "tampon mekanizma" niteliği, 1970'li
yılların ortalarında doruk noktasına erişen bir "dış dinamik" tarafından da
desteklenmiştir.49 Bir başka deyişle, ülkenin içinde olup bitenler açısından ön plana
çıkarılan "siyasal İslam" aynı dönemde, ülkenin dışındaki güçler tarafından da
desteklenmiştir.
2) Her toplumda her an, birbiriyle çatışma halinde olan öğeler vardır;
değişmenin itici gücü olan bu durum, toplumların genel bütünlüğünü ve dengesini
bozmaz.
49
Emre Kongar, agm
24
3) Her toplum, değişirken, kendinden önce değişmiş ve gelişmiş toplumların
modellerini aynıyla ve sarsıntısız olarak izlemeyebilir ama bu durum, toplumsal
bütünlüğün ve dengenin ortadan kalkmasını gerektirmez; bazı tampon kurumlar,
bütünlüğü sağlar.
25
Kırsal alanda yaşayan köylü vatandaş, metropollerde yaşayan kentli vatandaş
haline dönüştüğü zaman; toplumla ve devletle arasındaki köprüyü kuran "Toprak
Ağası"nın işlevlerini yüklenecek örgütlenmelere ve mekanizmalara gereksinme
duyuyor. Türkiye'deki köylü, topraktan koptuğu zaman, devletle ve toplumun öteki
kesimleri ile bütünleşmesini sağlayan "toprak ağası"nın işlevlerini, sendikalar ve sivil
toplum örgütleri yeterince gelişmediği için; siyasal partiler yükleniyor. Böylece siyasal
partilerin "ocak-bucak teşkilatları", 1950–1960 arasındaki çatışmaların ve gerilimlerin
kaynağı olduğu kadar, köylü ile devleti bütünleştiren örgütlenmeleri de simgeliyor. 27
Mayıs 1960'dan sonra, bunlar kapatılıyor. Bu kez aynı işlevi il ve ilçe örgütlenmeleri
yükleniyor. 12 Eylül’den sonra siyasal partiler kapatılınca, bu işlev, tarikatlar ve
cemaatler tarafından yerine getirilmeye başlıyor. İnsanlar, devletle ilişkilerinde ve
toplumsal işlevlerinin yerine getirilmesinde, siyasal partiler yerine, tarikatlara ve
cemaatlere sığınıyor.
İkinci bölümün ikinci kısmında yaptığımız genel girişin iki ana bölümü var
aslında. Mübeccel Kıray’ın değerlendirmelerini, iç dinamik ve dış dinamik olarak iki
kısımda inceliyoruz. Türkiye’de siyasal İslam’ın iç dinamik değerlendirmesinden sonra,
Kıray’ın günümüzün en belirleyici siyasal gücü saydığı "siyasal İslam”a bir de "dış
dinamik öğeleri" açısından bakıyoruz. Burada vardığı sonuç da, "siyasal İslam’ın"
yükselişinin, bir "soğuk savaş dönemi" olgusu olduğu.
26
güç kazanması ve yükselmesi duruyor. Kıray, temel toplumsal mekanizmasını yukarda
açıkladığım iç ve dış dinamik öğelerinin etkileşimi sonunda siyasal İslam’ın geldiği yeri
şöyle anlatıyor:
2. İrtica korkusu.
50
İsmet Berkan, Radikal Gazetesi, “Türkiye’de Siyasal İslam” Başlıklı Makale,
http://www.radikal.com.tr/yazici.php?haberno=75531&tarih=19/05/2003&yollayan_s...
27
Cumhuriyet’ in özellikle başlangıç yılları, bu iki korkunun hiç de hayali
olmadığını gösteren çeşitli örneklerle doludur. Doğu’daki Kürt isyanları, yine Doğu’da
ve ülkenin başka yerlerinde zaman zaman baş gösteren irticai hareketlenmeler; Atatürk
ve arkadaşlarını sert önlemler almaya yöneltmiştir.
Dine baskı siyasetinin tepkisi dini unsurları bir siyasi vaat olarak siyasetin
parçası haline getirmek şeklinde tezahür ediyordu artık.
28
İKİNCİ BÖLÜM: 12 EYLÜL VE SİYASAL İSLAM
29
koşullarından çekilmesi, sosyal devletin düzenleyici olarak üstlendiği görev ve
sorumluluğunu daha ağırlıklı olarak serbest piyasa koşullarına devrettiği bir konuma
geçmesidir. Dolayısıyla burada ortaya çıkan durum, 1945’ten o güne kadar piyasanın
devlet tarafından düzenlenmesi ve kurumların topluma karşı sorumluluklarının
olduğunu savunan “Toplumsal Sorumluluk Kuramı” yerine neo-liberal ve serbest
pazarcı bir dünya görüşünün hakim kılınmış olmasıdır. 1960’lı yılların sonu ve
1970’lerde yükselen toplumsal muhalefetin bu tip değişimlere göstereceği direnç de
Türkiye ve bir dizi diğer ülkede yapılan askeri darbelerle yok edilip, sistem
yerleştirilmiştir. Bu süreçte nüfusu Müslüman olan ülkelerde itaatkar bir toplum
yaratmanın yolu olarak da siyasal İslamcı hareketler desteklenerek, güçlendirilmiştir.
2.1.1.Uluslararası Konjonktür
Radikal etkinin, özellikle de 1979’dan sonra İran etkisinin önünü almak için
birçok devlet, hukuku yeniden İslamileştirmeyi kabul etmiştir. Uluslar arası konjonktüre
baktığımızda, 1980’li yıllara gelindiğinde; İslamileşme yayılmaktadır. 1972 tarihli Mısır
Anayasası’nın 2. maddesi, şeriatın ana hukuk kaynağı olduğunu belirtir. Sudan 1983’te
51
Olivier Roy, age, s.45
30
bir İslami Ceza Yasası çıkarmıştır. Pakistan 1985’te, şeriatı tek hukuk kaynağı haline
getirmeyi ve Anglosakson tarzdaki mahkemelerin yerine şeriat mahkemeleri kurmayı
hedefleyen “Shariat Bill” i çıkarmıştır. Kuveyt’te, Körfez Savaşı’ndan sonra Emir
Cabbar tarafından hukuku İslamileştirmek için bir komite tesis edilmiştir. 1984 Cezayir
Yasası şahsi statüde şeriatı yeniden getirir; Yemen de, 1994’teki birleşmeden sonra
İslami şahsi statüyü tüm topraklarına yaymıştır.
Aynı zamanda devletler, vahşi bir vaiz etkinliğinin gelişmesini denetim altına
almak için bir “resmi İslam” yaratma ya da olanı güçlendirme çabası göstermişlerdir.
Bunun sonucu resmi bir müftülüğün kurumlaştırılması (Mısır, SSCB’den türeyen
Müslüman cumhuriyetlerin hepsi, Suriye), bir Diyanet İşleri Başkanlığı (Türkiye), ya da
bir Vakıflar Bakanlığı (elden çıkarılamayan dinsel mülkler) ya da Din İşleri (Ürdün)
biçimini almıştır. Bu resmi din adamları tabakasına büyük cami imamlarının
atamalarında ve din öğrenimi üzerinde tekel verilmektedir: Fas, Cezayir, Tunus, Mısır,
Suriye, Türkiye ve Özbekistan’daki durumdur bu… Türkiye’de 1983’ten sonra din
öğrenimi zorunlu kılınmıştır, İmam Hatip mezunlarına üniversitelerin kapıları açılmış
ve Diyanet’in imtiyazları genişletilmiştir. Mısır’da 1994 yılında devlet tarafından El
Ezher Üniversitesi’ne özellikle elektronik medyalar konusunda yeni bir sansür yetkisi
verilmiştir. İmamların yetişmesinin de, büyük camilerdeki vaizlerin de devlet tarafından
denetlenmediği yerler artık sadece Suudi Arabistan ve Pakistan’dır. Suudi Arabistan,
Dünya İslam Birliği’nin (Rabıta) faaliyetlerini geliştirmiştir.
31
Şeriat, bir pozitif hukuk sistemi değildir; hakimin özel vakalara uyguladığı bir
kaideler bütünüdür. Dolayısıyla hakim, oylanmış ya da kararnameyle çıkarılmış
yasalara uymak zorunda değildir; çünkü şeriat sürekli bir yorum çalışmasıdır; devlet
böylelikle ana işlevi olan yasa koyuculuğu yitirmektedir.
52
Roy, Olivier. S. 87 siyasal islamın iflası, s.87
32
İslamcı düşüncenin topluma yayılması ve gelişmesinde birçok faktör
bulunmaktadır. İslamcılığın gelişmesini birçok yazar toplumsal çöküntü, sistem
tıkanıklığı ve siyasal muhalefet olgularıyla açıklamaktadır.
53
Fuller, Graham. E. Ve Ian O. Lesser. Kuşatılanlar: İslam ve Batının Jeopolitiği, Çeviren: Özden Arıkan,
İstanbul: Sabah Kitapları, 1996.
33
tüccarları, bir araya getirmesidir. Bütün bunların kültürel (bir yabancılaşma duygusu,
otantiklik arayışı, kamu ahlakının güçlendirilmesi talebi) ve muhtemel felsefi anlayışları
(yeryüzünde insani düzen yerine ilahi düzene inanç) bir kertede buluşturmaktadır. 54
Türkiye’de İslami hareket demokratik kanallar kapalı olduğundan önce bir yer
altı hareketi olarak başladı. Daha sonra yarı meşru, yani daha çok merkez sağ partilerle,
bir Nurcu grupla Demokrat Parti’nin anlaşması gibi, kapalı açık ittifaklar şeklinde, daha
sonra da meşru, demokratik ortamda parti olarak ortaya çıktı. Milli Nizam Partisi, Milli
Selamet Partisi gibi.56
54
Ayubi, Nazih. Political Islam, Religion and Politics in the Arab World. Routledge, London: 1991.
55
Ro,, Olivier. S. 17
56
M.Özcan??
57
Nilüfer Narlı. “İslami Hareket”, 21. Yüzyıla Girerken İslami Oluşumlar. (Edisyon), (İstanbul: Pendik
Belediyesi Kültür Yayınları) No: 6, 1996), s.22
58
Göle, s.515
59
Çakır, 1996. s. 30
34
2. Türk solunu tekrar. Pratik faaliyet yöntemleri, siyaset ve mücadele pratiği
açısından Türkiye sol-sosyalist mücadele geleneğini tekrar etme tehlikesi.60
Roy’a göre Türkiye bir yanda laiklik üstüne kurulmuş bir ulus devletin
korunması ile öte yanda İslam’ın toplumdaki kaçınılmaz olarak ele alınması arasında
ilginç ve özgün bir uzlaşma yolu sunmuştur.65
Dini bir hareketin siyasal alanda bir yer edinmeye yönelik girişimlerine modern
toplumlarda sık sık tanık olunmaktadır. Türkiye’nin özgünlüğü İslami hareketlerin
siyaseti kamusal ve özel alanları kaplamaya dönük bir eylem manzumesi olarak
60
A.Özcan. 1996. s.28
61
A.Özcan, 1996. s. 34
62
Bulaç, İslam Dünyasında Düşünce Sorunları, 1993, s.59
63
Roy, Olivier. S.7
64
Narlı, 1996. s. 23
65
Roy, s.7
35
görmesinden kaynaklanır. Toplumsal farklılaşmayı ve düzeyler arası çeşitliliği
kavrayacak bir teorik inşadan yoksun olan İslami Hareket, siyaset alanının özerkliğini
kabul etmeyi, İslami anlayıştan uzaklaşmayla özdeşleştirmektedir. Türkiye’de
parlamenter politikanın bir ucunun dini duyarlılıklara her zaman açık olması bu durumu
pekiştirir. Böylece İslamcılık siyasal olarak güçlendiğinde bunun kendiliğinden
hareketin meşruiyetini de sağlayacağını düşünmektedir. İslamcılığın taşıdığı tarihsel ve
yapısal özellikler nedeniyle, neredeyse kendiliğinden kazandığı bu siyaset yoluyla
toplumsal eleştirici formasyonunun ideolojik ve kültürel kalıplara ve öğelere
dönüştürülüp dönüştürülemeyeceği sorunu, uzun vadede hareketin geleceğini de
belirleyen bir sorun olarak kalmaktadır.66
Uluslar arası alanda bu gelişmeler yaşanırken, Türkiye nasıl bir siyasal koşullar
yumağındaydı. İslamcılığın yükselişe geçtiği 80’li yıllarda kuşkusuz Türkiye’de de
İslamcılık yükselişteydi. 1980’lerde Türkiye’de sistemi altüst edip yeniden kuran olay
12 Eylül askeri darbesi oldu. Bu tarihten itibaren gelişim ibresi sürekli yukarıyı gösteren
İslamcı 1980’li yıllardaki seyrini incelemek için darbenin öncesine ve sonrasına göz
atmakta fayda var.
66
Çiğdem. S.1226
36
Kimi yazarların geç İslamcılık olarak tanımladığı bu sürecin düşünsel
muhtevasını İhvan kültürü, motivasyon unsurlarını İran İslam devrimi ve Afgan cihadı,
somut pratik tutumlarını da MTTB – Akıncılar geleneği ile İhvan hareketinin Davetçi
söylemi oluşturuyordu.67 Eklektik bir görüntü veren İslami oluşumlar yerli dinamikleri
hareketin temeline katmakta çok başarılı olamıyorlardı. Bu yüzden yerli veya Türkiyeli
olmayı eksik bırakan bir tür ümmetçilik olarak gelişen anlayış giderek somut sorunlarla
uğraşmayı veya halkın sorunlarına eğilmeyi ihmal etme noktasına geldi.68
Daha fazla demokrasinin geldiği ve siyasi katılımın arttığı II. Dünya savaşı
sonrası yıllarda İslam’ın ifadesi üzerindeki bazı Atatürkçü kısıtlamalar kaldırıldı.
İslamcı grupların güçlerinin arttığı ve dinde daha fazla ifade hürriyeti talep ettikleri son
on yılda mücadele alanı genişledi.
67
Özcan, A.s.22.
68
Özcan, A. s.42
69
Amerikan Gizili Belgelerinde Türkiye’de İslamcı Akımlar, s. 16.
70
Amerikan Gizili Belgelerinde Türkiye’de İslamcı Akımlar, s. 17.
71
Amerikan Gizili Belgelerinde Türkiye’de İslamcı Akımlar, s. 35.
37
almaya başlamaları72 dini taleplerin siyaset alanında karşılık bulmasına ve
yaygınlaşmasına sebep oldu.
72
Aynı.
73
Çakır, Ruşen. “İslamcılar ve Sistem”, Yüzyıl Biterken Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi. Ss:
1210-1216. cilt 15. İstanbul: İletişim Yayınları 1996. s.1213
74
Duman, Doğan. “İslamcı Gençliğin Serüveni”, Birikim Dergisi, s.95. Mart 1997 s64
75
Amerikan Gizili Belgelerinde Türkiye’de İslamcı Akımlar, s. 54.
76
Amerikan Gizili Belgelerinde Türkiye’de İslamcı Akımlar, s. 25.
38
1970’li yılların sonuna yaklaşırken, Türkiye ekonomisinde ve politik alanda
bunalım doruğa ulaştı. 24 Ocak ve 12 Eylül 1980, gidişata müdahalenin farklı
aşamalarını oluşturdu. Ekonomik alanda sermaye birikimini hızlandırıcı müdahaleler
yapılırken, dünya pazarıyla bütünleşmeyi hedefleyen ekonomik politikalar öncelikli
duruma geldiler.77
1980’li yılların bir diğer önemli özelliği sınıfsal dengelerin değişmesidir. Kent
nüfusu yüzde 40’lardan yüzde 60 düzeyine çıktı. Kırdan kente yoğun bir göç yaşandı.
Hızlı göç sınıfsal dengeleri altüst etti. Koşullar birlikte değil, ayrı örgütlenmeyi besledi.
Kitleyi harekete geçiremeyen siyasal oluşumlar diğer gerekçelerin de etkisiyle önce
birbirlerine karşı egemenlik mücadelesi verdiler ancak kitleyi harekete geçiremiyorlardı;
çünkü zaten zayıf olan kitle bağları 12 Eylül ile iyice kopma noktasına gelmişti. 1980’li
yıllara damgasını vuran olağanüstü devlet biçiminin teknokrat-bürokrat ideolojiyi
egemen kılması ile siyasal alanı şekillenişinde farklılaşmalar açıktan görünür hale geldi.
1980’lerin başıyla birlikte hareket eden sermaye, depolitizasyondan yana tavır koydu.
Fakat sermayenin iç hiyerarşisinin yeniden düzenlenmesi zorunluluk haline gelince,
edilgen konuma itilen kitleye dayalı çözümleri sunmak olanaksızlaştı. Bu nedenle dar
bir alanda, kitleden kopuk siyasal örgütlenme girişimleri yoğun şekilde yaşanır oldu.
Cephe türü parti anlayışları ortaya çıktı.78
77
Şen, Serdar. Refah Partisi’nin Teori ve Pratiği: RP, Adil Düzen ve Kapitalizm, (İstanbul: Sarmal
Yayınevi, 1995), s.152
78
Şen, Serdar. S.154
79
Göle, Nilüfer. “80 Sonrası Politik Kültür”, Türkiye’de Siyaset: Süreklilik ve Değişim. Der: Ersin
Kalaycıoğlu ve Ali Yaşar Sarıbay, İstanbul: Der Yayınevi. Ss. 518
39
politikası Türk ekonomisindeki büyük yapısal değişikliklerden yararlanamayanlar için
İslam’ın çekiciliğini artırmaya müsait bir ortam yarattı. Yeni zenginlerin tüketim
alışkanlıklarıyla daha da belirginleşen zengin ile fakir arasındaki genişleyen uçurum,
Türkiye’nin Büyükşehirlerindeki dar gelirli sınıf arasında İslami sosyal adalet
ideolojisinin çekiciliğini artırıyordu.80 1980 sonrası Türkiye’nin toplumsal yapısında
görülen bir özellik siyasal fikirler arasındaki yumuşamadır. 1980’li yıllar ekonomik ve
düşünsel liberalizm felsefesinin eleştirilemez bir kutsallığa yükseldiği, Türk solunun ve
devletçiliğinin gerilediği dönemdir.81
1980’li yıllardan itibaren yaşanan hızı göç ile birlikte, yeni kentlilerin genel
nüfus içindeki ağırlığı arttı. Aynı dönemdeki ekonomik uygulamaların sonucu,
hoşnutsuz bir kitle doğdu. Dini cemaatler bu kesimlerde önemli bir taban oluşturmayı
başardı.82
80
Amerikan Gizili Belgelerinde Türkiye’de İslamcı Akımlar, s. 25
81
Kaçmazoğlu, H. Bayram. “Her Tarafı Dökülmüş Bir Sistem”, Kalem ve Onur Dergisi, (Bahar 1994/3),
s.46
82
Şen, Serdar. S.119
83
Kaçmazoğlu, H. Bayram. “Her Tarafı Dökülmüş Bir Sistem”, Kalem ve Onur Dergisi, (Bahar 1994/3),
s.46
40
potansiyelden yararlanmanın iktidar mücadelesine katılan seçkin gruplarınca adeta bir
strateji haline getirilmesi.84 Cumhuriyet döneminde Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası,
Serbest Fırka, çok partili dönemde Adalet Partisi bürokrasiye karşı giriştikleri siyasal
iktidar mücadelesinde İslamcı kenar muhalefeti de yanlarına almayı başarmış hareketler
olarak görülebilir.85 İslamcılar modernleşmenin sıkıntısını çeken kenar semtlere
mesajını götürmekle birlikte, modernleşmenin ürünü olan araç ve yöntemleri
kullanmakta da başarılı oldular.
84
Özbudun, Ergun. Türkiye’de Sosyal Değişme ve Siyasal Katılma, Ankara: 1975. s.29
85
Sarıbay, Ali Yaşar. “Değişen İslam, Siyaset ve Siyasal İslam”, Açıkoturum, Bilgi ve Hikmet, sayı: 12,
İstanbul: Güz-1995, s.91
86
Şen, Serdar. S.136
87
Yücekök, Ahmet Nuri. Sosyo-Ekonomik Düzene Tepki Olarak Din: Gölcük Örneği, TÜSES Vakfı
Yayını, Ankara, 1989, s.2
Türkiye’de Örgütlenmiş Dinin Sosyo-Ekonomik Tabanı, Ankara: 1971
88
Şen, Serdar. S.138
41
12 Eylül askeri darbesi sağ ve sol örgütlerin tasfiyesi demekti. İslamcı camiaya
pek fazla dokunmayan askeri yönetim şartlarında yeni bir başlangıcın koşulları
oluşmuştu. Dışarıda İran devrimi, Afgan cihadı, Filistin mücadelesi, içerde ise parti ve
teşkilatların kapatılmış olmasının verdiği yeni arayış süreci 1980’lerin genel
özelliklerini oluşturuyordu.
Ülkeye yeniden çeki düzen vermek amacıyla 1980’de yönetime el koyan silahlı
kuvvetlerin gözetiminde yapılan yeni anayasa ile siyasal hayata yeni bir biçim
kazandırma girişimi süreç içinde sosyolojik olarak başarılı bulunmadı.92 Ergun
Özbudun’a göre 1982 Anayasası milli iradeye, seçilmiş meclislere, politikacılara,
89
Özcan, Ahmet Yeni Bir Cumhuriyet İçin. İstanbul: Bakış Kitaplığı, 1997. s. 107
90
Amerikan Gizli Belgelerinde Türkiye’de İslamcı Akımlar, s.55
91
Çiğdem, Ahmet. “İslamcılık”, Yüzyıl Biterken Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi. 15.cilt,
İstanbul: İletişim Yayınları, 1996, s.1131
92
Köktaş, M. Emin. Din ve Siyaset, Siyasal Davranış ve Dindarlık, Ankara: Vadi Yayınları, 1997. s.200
42
sendikalar, meslek kuruluşları ve dernekler gibi bütün diğer sivil toplum kuruluşlarına
karşı selefinden daha kuşkucuydu.93
İlter Turan’a göre devlet dini kendi politika ve eylemlerine yön veren bir güç
olarak görmekle birlikte ona, yararlı ya da gerekli görüldüğünde devlet amaçları için
harekete geçirilebilecek bir kaynak gözüyle bakmaya devam etmekteydi.95 Devletin
Cumhuriyet tarihinde yürüttüğü din politikaları açısından bakıldığında 1980 sonrası
devletin dini dışlama, yok sayma veya görmezden gelme yerine manipüle etme ve
yönlendirme şeklinde bir politika izlediği görülmekteydi. Bu yönlendirmede halk
arasında ideolojik olarak yaygınlık kazanarak radikal taleplere bürünebilecek bir dini
anlayışı, daha ılımlı ve uzlaşmacı bir dini anlayışa dönüştürme amacı yattığı gibi,
toplumsal kesimlerin devlete bağlılığını tesis için dini kullanma endişesi de
yatmaktaydı.
93
Özbudun, Ergun. Türkiye’de Sosyal Değişme ve Siyasal Katılma. Ankara: 1975, s. 29
94
Köktaş, M. Emin. 1997, s.210
95
Turan, İlter. Türkiye’de Din ve Siyasal Kültür, Çağdaş Türkiye’de İslam. Ed: R. Tapper İstanbul: 1993,
s.53
96
Berger, Peter L. Dinin Sosyal Gerçekliği, Çeviren: Ali Çoşkun, İstanbul: İnsan Yayınları, 1993, s.658
97
Özel, İsmet. “Deniz Dalgalanır, Türkiye Müslümanlaşır”, Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi, Haz:
İsmail Kara, (İstanbul: Pınar Yayınları, 1994), s.659
43
Yoksul insanlar arasında dini tavırları önemseyenler çoktu. Dindar olmadıkları
takdirde yoksullar büyük sosyal patlamalar doğurabilirlerdi, bu yüzden onları kanaatkâr,
alkolden uzak, kadın-erkek ilişkilerinde sınırlı tavırlar içinde tutmaya devletin ihtiyacı
vardı ve yoksulların dindar tutulması politik bir tercihti.98
12 Eylül’den sonra devletin, dini bir takım faaliyetlere arka çıktığı, okullara din
dersini mecburi koyduğu, faizsiz finans kurumlarının kurulmasına izin verdiği, Suud
rejimiyle ortak dini projelere giriştiği görüldü. Bütün bu somut veriler, solda yanlış
yorumlara neden oluyor ve sola karşı İslam’ın korunduğu varsayılıyordu. Oysa bunlar
İslamizasyon politikası içinde düşünülmüş ve Türkiye’den başka solun hiç de güçlü
olmadığı hatta varlık bile gösteremediği Mısır, Surdan, Pakistan ve Malezya gibi
ülkelerde de aynı zamanlarda uygulamaya konulmuştu.100 Bu durum İslamizasyon
politikasının sadece Türkiye’ye özgü bir uygulama olmadığını, daha makro düzeyde
bölgesel bir argümanın izdüşümü olduğunu da gösteriyordu.
98
Özel, İsmet. S.662
99
Çakır, 1996. s.1215
100
Bulaç, Ali. Bir Aydın Sapması: Sağ ve Sol Akımlar. İstanbul: Beyan Yayınları, 1989, s.146
44
kuruldu. Şeriatçı vakıfların anaokulları, ilkokulları, özel liseleri Türkiye’yi sarıp
sarmaladı.”101
101
Hikmet Çetinkaya, “Hedef: Meclis, Asker…”, Cumhuriyet Gazetesi, (8 Mayıs 1999)
102
Bulaç, Ali. 1989, s.147
103
Dağı, İhsan D. Ortadoğu’da İslam ve Siyaset. İstanbul: Boyut Yayınları, 1998, s.23
104
Dağı, İhsan D. Ortadoğu’da İslam ve Siyaset. İstanbul: Boyut Yayınları, 1998, s.24
105
Sayarı, S. “Politicization of Islamic Re-Traditionalism: Some Preliminary Notes”, Der. M. Heper ve R.
Israeli, Islam and Politics in the Modern Middle East, (Londra: Croom Helm, 1984), s.122
45
kontrollü bir din anlayışını yaygınlaştırmak için düşünülen bu çare, İslamcılığın
gelişmesine katkıda bulunacak bir sonuç doğurdu.106
Anayasal olarak belli bir resmi dini bulunmayan devlet, esasında temel
politikaları ve resmi değerleriyle çelişmeyen bir İslamiyet anlayışını geliştirmeye
çalışmıştır. Resmi ideolojiye entegre olmuş İslamiyet, devlet için tehlike değil, tam
tersine kamu politikalarının halk katlarında meşruiyetini sağlayan önemli bir yapı haline
dönüşmüştür.109
106
Dursun, Davut. Laiklik, Değişim ve Syaset, İstanbul: İnsan Yayınları, 1995, s.291
107
Tarhanlı, İştar. “Laik Türkiye Devletinde Diyanet İşleri Başkanlığı”, Bilgi ve Hikmet, (Kış/1993-1),
s.10
108
Dursun, Davut. 1995, s.91
109
Dursun, Davut. 1995,s.92
110
Amerikan Gizli Belgelerinde Türkiye’de İslamcı Akımlar, s.55
46
bütün yönlerini benimsemese de konjonktürel olarak kullanışlı görüyordu.111 12 Eylül
yönetiminin Türk-İslam sentezine yönelik yaklaşımı ve eğitim-kültür alanında bu
politikanın gereklerini uygulaması şüphesiz ki, uzun vadede İslami hareketin
güçlenmesine ortam hazırladı. Gencay Şaylan’a göre 12 Eylülcülerin Türk-İslam
sentezini kabul etmelerinin temel nedeni, kurmak istedikleri toplum yapısıydı. Buna
göre darbeyi gerçekleştirenler, disiplinli ve otoriter bir toplum oluşturmak
istemekteydiler. Yani kişilerin mümkün olduğu kadar az talepte bulunması, herkesin
içinde bulunduğu toplumsal konuma razı olup bunu değiştirmeye kalkmaması
gerekmekteydi. Özetle hiyerarşiye saygılı, otoriter bir toplum düzeni arzulamaktaydılar.
Bu yüzden İslam öğretisine büyük bir hoşgörü ile bakılmaya başlanmıştır. Aydınlar
Ocağı tarafından geliştirilen ve Türk milliyetçiliğini İslam’la birleştirmeyi amaçlayan
bu ideoloji, kimi tutarsızlıklarına rağmen aynı zamanda toplumsal barışı sağlayacak bir
kurtarıcı olarak görüldü. İslamiyet öncesi Türk kültürünün İslam’la çatışma değil, uyum
içerisinde olduğunu idea eden Türk-İslam sentezi taraftarları, Cumhuriyet’le birlikte
girişilen Batılılaşma hareketini bütünüyle onaylamamakta, bu politikanın Türklerde
milli bir kimliğin oluşmasına engel olduğuna inanmaktaydılar.112
111
Amerikan Gizli Belgelerinde Türkiye’de İslamcı Akımlar, s.55
112
Duman, Doğan. “İslamcı Gençliğin Serüveni”, Birikim Dergisi, s.95. Mart 1997 s65
113
Amerikan Gizli Belgelerinde Türkiye’de İslamcı Akımlar, s.56
47
çevrelerden ciddi itirazlar da gelmedi. Aksine devletin bu yeni politikası İslamcıların
güvenli bir şemsiye altında adım adım büyümesine yaradığı için desteklendi.114
114
Duman, Doğan. 1997, s.66
48
şeffaflık ve meşruluk, dini kurumların siyasetin “din dışı” sahalarla etkileşim içine
girerek, dinin içinden gelen bir sekülerleşme eğilimine zemin ve imkân
hazırlamasıdır.115 Yani İslamcılık, ekonomiden politikaya birçok alanda faaliyet
göstermeye başlamıştır. Ayrıca b dönemde İslami faaliyetlerin temel aktörleri
kadınlardı. Çünkü bu değişimi sembolik olarak kadınlar yansıtıyordu: modern giyim
tarzları ve kamusal alana çıkışlarıyla geleneksel tarzlarına karşı daha modern bir
görünüm sergiliyorlardı. Bu İslami yaşam tarzı en çok tesettürlü kadının kamusal
alandaki görünürlüğü sayesinde ortaya çıkıyordu. Bu İslami aktörleri kamusal alana
taşıyan en güçlü araç medya olmuştur. Köşe yazarlığından, radyo spikerliğine, program
sunuculuğuna kadar bu aktörlerle medya alanında çok sık karşılaşılmaktadır.
49
İslamcı temalar bulanıklaştırılmış, devşirilmiş, yumuşatılmış ama aynı
zamanda yaygınlık kazanmıştı. İslamcılığın kimi zaman geleneksel muhafazakârlığa
dönüşerek güçsüzleşmesi, devrimci dinamiği yok etmiş ama yeniden İslamileştirmenin
sıradan insanlara ulaşmasına ve meşrulaşmasına katkıda bulunmuştu.117
117
Aynı, s. 172
118
Hiro, Dilin. “The Islamic Ware Hits Turkey”, The Nation. 28 Haziran 1986, ss.882
119
Çiğdem, Ahmet. “İslamcılık”, Yüzyıl Biterken Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi. 15.cilt,
İstanbul: İletişim Yayınları, 1996, s.1131
50
1980 sonrasında farklı etkilerin katılmasıyla daha da süratlenen toplumsal
hareketlilik, iletişim ve haberleşme imkânlarının çoğalmasıyla bileşince Cumhuriyet
ideolojisinin merkezleri olan büyük şehirlerin kültürel mirasına sahip Anadolu halkı
tarafından kuşatılmasına yol açtı. Bu hareketliliğin İslamlaşmaya önemli ölçüde katkısı
olmuştur.
120
Çakır, Ruşen. “İslamcılar ve Sistem”, Yüzyıl Biterken Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi. Ss:
1210-1216. cilt 15. İstanbul: İletişim Yayınları 1996. s.1213
121
Özcan, Ahmet Yeni Bir Cumhuriyet İçin. İstanbul: Bakış Kitaplığı, 1997. s.107
51
kurduğunu anımsatan Pusch, ordunun da sağ-sol kutuplaşmasını kırmak ve uzlaşmayı
sağlamak için İslam’ın politikadan uzak versiyonunu denediğini savundu.122
1980’li yılların ikinci yarısı laikliğe sahip çıkmaya çalışanlar ile İslami kesim
arasındaki gerilimin değişen dozlarla hissedildiği bir dönemdi. Siyasal İslam’ın
güçlenmesi ve Refah Partisi’nin yükselişi, laiklik temelindeki hassasiyeti artırmıştı ama
İslami dalga saflarını kalabalıklaştırmakla yetinmiyor, saflarını aşan bir kültürel ağırlık
kazanıyordu.123 İslami kültür ya da dindarlık söylemi, merkezdeki kültürün bir parçası
haline geliyordu. Bu, ilk bakışta, yeni bir olguydu.124
1980 ve 1983 yılları arasında yaşanan askeri rejim, özellikle insan hakları
açısından büyük bir gerilemeydi. Fakat inanç ve din özgürlükleri açısından yaşanan
sorunlar, öbür alanlardakinden geri kalmamıştır. Bunların, devletin niteliklerinden biri
olan “laiklik” ilkesiyle de yakından bağlantısı vardır.126 Nüfus cüzdanlarında “din ve
mezhep hanesi” uygulamasının sürüp gitmesi ve buna izin veren yasa hükmünün
Anayasa Mahkemesi’nce Anayasa’ya uygun bulunması, 1982 Anayasası ile ilk ve orta
öğretimde din kültürü ve ahlak derslerinin zorunlu hale getirilmesi, devlet kurumlarının
(Milli Eğitim, TRT, Diyanet İşleri Başkanlığı) belli ve tek bir mezhebin sözcülüğünü ve
122
“Özal Kemalist Süreci Zayıflattı”, Cumhuriyet Gazetesi, (19 Mayıs 1999)
123
Kozanoğlu, Can. “Türkiye Liderini Arıyor, Fethullah Gülen Cemaati Geliyor! Devletçi, Projeci, ‘Yeni
Çağ’ Bilgesi”, Birikim Dergisi, Mart 1997, s.39
124
Kozanoğlu, Can. Pop Çağı Ateşi, (İstanbul: İletişim Yayınları, 1995), s.123
125
Ateş, Toktamış. Nereden Nereye, İstanbul: Çınar Yayınları, 1995, s.105
126
Bülent Tanör, Türkiye Tarihi 5-Bugünkü Türkiye 1980–2003, Cem Yayınevi, 2005, s. 97
52
propagandacılığını yapmaları; gerek dinsel özgürlükler, gerek se laiklik açısından
sakıncalı uygulamalardı. Yükseköğretim kurumlarında başörtüsü de bir sorun olmaya
devam etti. Bunu serbest kılmaya yönelik bir yasa değişikliği Anayasa Mahkemesince
iptal edildi; bir ikincisi ise Anayasa’ya uygun bulunurken, zaten Anayasamızın,
yasalarımızın ve yargı kararlarının “türbanı yasakladığı” yolundaki yorum tekrarlandı.
Türkiye hızlı modernleşme süreci geçiren bir ülkedir. 127 Dünyada diğer birçok
ülkede olduğu gibi modernleşme Türkiye’de de kentleşme, sanayileşme, Batı’ya ve
dünyanın geri kalanına açılım, pazar ekonomisi, merkezi ve bürokratik devlet yapısını
beraberinde getirdi.
127
Elizabeth Özdalga, İslamcılığın Türkiye Seyri-Sosyolojik Bir Perspektif, İletişim Yayınları, 2006, s.57
53
etkilere sahip olurdu. Bu, dinin geleneksel olarak, Hıristiyan dünyasında olduğu gibi,
toplumun geri kalanından çok açık biçimde ayrı konumlanmadığı Türkiye gibi bir İslam
ülkesinde özellikle doğrudur. Aile ve akrabalık ilişkilerinin değer kaybettiği ve
insanların sosyal kimliklerini kültürel terimler içinde telaffuz etmeye başladığı bir
dönemde, dinin artan ya da yenilenen bir önem kazanması doğaldır.
128
Elizabeth Özdalga, age, s.65
54
Günümüzde böylesine bir dünya reddi Türkiye’deki birçok radikal İslamcı
grubun dini görüşünün belirleyici özelliği oldu.
129
Bülent Tanör, age, s.104
55
2.4.1. 1990’lı Yıllarda Türkiye’de İslamcılık
1990’lı yıllara özgü olan yenilik, büyük bir bölümü “cihatçı”laşan, yani dinsel
vaız etkinliğinden ziyade silahlı mücadeleyi öne çıkaran yeni-fundamentalistlerin
siyasal radikalleşmesidir. Cihatçı boyut Suudi çıkarları açısından çok açık bir kopmanın
işaretidir. Bu politikleşme, Afgan Talibanı, El Kaide, Pakistan aşırılıkçı partilerde
açıkça görülmektedir.
Neden böyle oluyor? Kısaca; Sovyetler Birliği yaşarken ABD ve Batı Avrupa,
Sovyetler Birliği’nin sosyalist felsefesinin karşısına Batı kapitalizmini sadece ‘liberal
pazar ekonomisi’ olarak oturtamazdı. Sosyal devlet ve müdahale unsurlarını da içeren
“muhafazakârlık”, kapitalizmin tarihsel gelişimine daha uygun düşerdi. Şemsiye geniş
tutulmalıydı. ABD’nin kapitalist felsefesi ve uygulaması muhafazakâr anlayışa
uygundu. Hatta bu uygulama, Batı Avrupa’nın hem gelenekçi hem de sosyal demokrat
ağırlıklı ortak kimliğine de aykırı değildir.
130
Olivier Roy, age, s.170
56
Avrupa muhafazakârlığının içine açık ve kapalı faşizmi, sömürgeci değerler
sistemini, iktisadi ve sosyal müdahaleciliği de yerleştirebiliriz.131 Muhafazakârlık, geniş
bir şemsiye halinde Batı kapitalizminin yalnız ambalajını değil; muhtevasını da
zenginleştirdi. Türkiye’deki sosyal demokrat-liberal evlilikleri, buna bir örnektir.
131
Erol Manisalı, İslamcı Siyaset ve Cumhuriyet, Derin Yayınları, 2006, s.25
57
1990 ve sonrasında cihatçılaşan İslami hareketlerin başlıcalarına kısaca
değinmek istiyorum. Zira uluslar arası konjonktürde yaşanan gelişmeleri bilmeden,
Türkiye’de yükselişe geçen İslamcılığı anlamak zor olacaktır. Bilindiği üzere, Türkiye,
tarihinin her evresinde dünyada yaşananlardan oldukça etkilenmiş; etkilendirilmiştir.
Uluslar arası cihat, diplomatik bir biçimde ele alınabilecek somut ulusal ve
siyasal çatışmalara eklemlenmediğinden; harekete geçmek söz konusu olduğunda
zorunlu bir biçimde coşku ve terörizmle dile gelmektedir. Bu anlamda, İslami
radikalizm şimdiye kadar laik ve solda olmuş olan bir antiemperyalizmin meşalesini
devralır.132 Militan tabanı, daha önceki üçüncü dünyacı hareketlerde olduğu gibi iki
kısımdan oluşur; bir tarafta yerel mücadelelerin savaşçıları, diğer tarafta ya destek gücü
olarak gelen ya da mücadeleyi hüküm sürmekte olan imparatorluğun bağrına taşımayı
deneyen enternasyonalist militanlar.
132
Olivier Roy, age, s.172
58
Terörizmle suçlanan El Kaide gibi şebekelere karışan İslamcı militanların
Batılılaşma ve küreselleşmenin kusursuz ürünleri oldukları görülebilir. Daha açık bir
ifadeyle, küreselleşme ve emperyalizmin silahları; dönüp kendilerini vurmaya
başlamıştır.
4. 60’lı yılların sonlarında başlayıp, 1979 İran İslam Devrimi’yle birlikte ivme
kazanan; 28 Şubat 1997’ye kadar süren ve modernleşme-batılılaşma modeli karşısında
“çatışmacı” bir özellik sunan, modern devleti ele geçirmeye çalışan, giderek daha
görünür olan, bağımsız modern siyasal hareket.
59
Ancak İslamlaşma hareketinin içinde bulunduğumuz son aşamasına gelirken,
iki büyük olay vurgulanmalıdır. Bunlardan birincisi 1989’da Berlin Duvarı’nın
yıkılmasıyla sembolleşen “iki kutuplu” dünyanın sona ermesi ve kapitalizme karşı bir
adalet arayışı olarak sosyalizmin alternatif bir model olmaktan çıkmasıdır. İkinci olay
ise, çatışmacı siyasal bir kimlik eşliğindeki İslami harekete, 28 Şubat 1997’de devreye
sokulan ve siyasal İslam’a karşı sürdürülen savaşla birlikte; vurulan darbedir. Bu
darbeyle birlikte İslami hareket yeni bir aşamaya geçmiştir.
Gerçek şu ki, modern Türkiye’de İslam’ın rolüyle ilgili yorumlar çok farklı
şeyler söylemektedir. Son yüzyıldan veya daha öncesinden hem devlet hem de toplum
laikleşmiştir. 1923’ten bu yana Türkiye laik bir devlete sahiptir. Fakat İslamcılık
siyasetten uzak tutulamamıştır ne yazıktır.
1950’de çok partili sisteme geçilmesinden bu yana İslam, önce büyük hükümet
partileri Demokrat Parti (1950) ve Adalet Partisi (1960’lar) ile yakın işbirliği;
1960’ların sonundan bu yana bağımsız bir İslamcı parti yoluyla ana akım politikasına
dâhil olmuştur.133 1970’lerde Milli Selamet Partisi, üç farklı hükümetle koalisyon
ortaklığı yapmıştır. 1980’lerle 1990’larda Refah Partisi, seçim zaferleri sayesinde ulusal
politikalarla bütünleşebilme fırsatını yakalamıştır.
133
Elizabeth Özdalga, age, s.73
60
İslamcılığın gelişmesinde radikal görülen kimi İslami anlayışlara karşı daha
ılımlı kabul edilen anlayışların desteklenmesi ve manipüle edilmesinin de rol oynadığı
belirtilmektedir. Radikal İslam’a karşı yükselen veya yükseltilmeye çalışılan ılımlı
İslam’a taraftar oluşturulmaya ve mevcut taraftarları güçlendirilmeye çalışılmıştır. Bu
sayede Türkiye’de özellikle, 1980 sonrası yükselmeye başlayan radikal İslam’ın
denetim altına alınarak, devletle barışık bir anlayışın güçlendirilebileceği
düşünülmüştür.134
Şevket Eygi’ye göre her devirde sert Müslüman, ılımlı Müslüman olmuştur. Bu
bir çeşitliliktir. Çünkü İslam tek boyutlu bir topluluk teşkil etmez. Şayet ılımlı orta
yolda giden hoşgörülü Müslümanlarla anlaşılmadığı takdirde ülkede kutuplaşma
134
Çelik, Ömer. “Aydınlık, Din, Gelenek ve Modernite”, “Bilgi ve hkimet, Kış/1993-1, ss 128-147 –
“Siyasal Özgürlük, Siyasal Bilginin Epistemolojisi ve Radikal İslam”, Bilgi ve Hikmet, sayı:12, ss.8-13.
İstanbul: Güz-1995
135
Güldemir, Ufuk. “Türkiye’nin Rolü Ortadoğu’da – Graham Fuller ile Röportaj”, Amerikan Gizli
Belgelerinde Türkiey’de İslamcı Akımlar. Çeviren: Yılmaz Polat. İstanbul: Yeyan Yayınları, ss.97-106,
1990.
136
Subaşı, Cemal. “Radikal İslam Karşısında Yükselen Ilımlı Yeşillik!”, Nokta Dergisi. 9-15 Mart 1997,
ss.58-59
61
olacaktır.137 Bu yüzden devletin ılımlı İslam’a yönelik tavizkar yaklaşımı kaçınılmazdır.
Bu ilişki biçimi ise İslamcılığın gelişmesine dolaylı olarak katkıda bulunmaktadır.
Türkiye’de başbakanlığa ilk kez bir kadının gelmiş olmasına sevinen birçok
insan düş kırıklığına uğradı. Sivas olayının 31 Mart ve Menemen olayları türünden ve
aynı önemde bir gericilik olayı olduğuna kuşku yoktur.
137
Mehmet Şevket Eygi, “Radikal İslam Kontrola Alınamaz”, Nokta Dergisi. (9-15 Mart 1997), s.59
138
Dağı, İhsan D. Ortadoğu’da İslam ve Siyaset. İstanbul: Boyut Yayınları, 1998. s.18
139
Bülent Tanör, age, s.165
62
yolsuzluklarla elde ettiği yedi milyon dolarlık mal varlığını ABD’de taşınmazlara
yatırmıştı. Dönemin ikinci önemli gelişmesi ise iktisadi bunalımdı. Özal hükümetlerinin
başlattığı açık vermeye ve borçlanmaya dayalı iktisadi ve mali siyasetler kaçınılmaz
yıkımı getirdi. Bu siyaseti, Demirel ve Çiller hükümetleri de sürdürmüştü.
27 Mart 1994’te yerel seçimler yapıldı. DYP %21,4, ANAP %21 oy aldı.
Necmettin Erbakan’ın Refah Partisi %19 ile üçüncü oldu. Ankara (Melih Gökçek) ve
İstanbul (Recep Tayyip Erdoğan) belediye başkanlıklarını SHP’den aldı. SHP ve ardılı
olan CHP’nin oylarındaki bu düşüş, İslamcı oyların ise yükselişi ki bu gidiş 1995
seçimlerinde sürecekti, nasıl açıklanabilir? Anlaşılan bu, zayıf önderlik, Atatürkçülüğe
yeterince sahip çıkmama ve dar gelirlilerin çıkarlarını gerektiği gibi kollamamaktan ileri
geliyordu.
140
Menderes Çınar, age, s.63
63
laik değerleriyle çatışma halinde olan Refah Partisi’nin birinci parti olması nedeniyle;
laiklik-irtica ekseninde dönmüştür.141
Oyların %21’ini alan Refah Partisi birinci parti oldu. Refah’ın yerel
seçimlerden bu yana üçüncülükten birinciliğe tırmanması ve Ecevit’in DSP’sinin bir
142
anda CHP(+SHP) ‘nin önüne geçmesi çok önemli gelişmelerdi. 1950’den bu yana
seçimleri hep şeriata, ağalık-şeyhlik düzenine göz kırpan parti ya da partiler toplamı
kazanmıştı. Şimdi şeriatçı partinin kendisi, %21 oyla da olsa, birinci parti durumuna
yükseliyordu. Atatürk’ün kurduğu parti diye propaganda yapan CHP ise kıl payıyla
meclise girebilmişti.
Refah partisinin seçim zaferi, düzen için bir açmazdı. Daha önceki parti olan
MSP, 1974’te Ecevit’in CHP’siyle hükümete gelmiş ve o zaman birçok Atatürkçü bu
davranışı bir rezalet olarak algılamışlardı. Fakat MSP o hükümetin küçük ortağı
durumundaydı, Ecevit başbakandı.
Şimdi ise Erbakan’ın başbakan olması söz konusuydu. Kimileri RP’nin oyların
yalnız % 21’ini almasıyla, geriye kalan % 79’un İslamcı olmamasıyla avunuyordu. Ne
var ki öbür partilerin bir araya gelmesi çok zordu.
141
Ümit Cizre Sakallıoğlu, Alacakaranlık Kuşağı Seçimleri, Birikim, 1996, s.9
142
Bülent Tanör, age, s.168
64
Batının çoğu yerlerinde dinsel yasalar çok geçmişte yaşanan bir olgudur, oysa
İslam dünyasının birçok ülkesinde Şeriat yürürlüktedir. Türkiye gibi olmayan yerlerde
de pek çok insan bunun uygulanmasını istemektedir. Kimi Müslüman ülkelerde şeri
ceza hukukunun recm (taşlayarak öldürme) cezası dahi uygulanmaktadır. İslamcı
ailelerin çocuklarını yetiştirirken, cehennem azabı korkutmalarıyla onların duygu ve
düşünce dünyaları üzerinde kurdukları ağır baskı bile başlı başına bir insanlık faciasıdır.
Refah Partisi üzerine bir analiz yapacak olursak, iki önemli yönü olduğunu
söyleyebiliriz. Birincisi, siyasetsiz, ideolojisiz, çözüm olarak sadece kendi kadrolarını
öneren ve dolayısıyla u dönüşü yapacağı bir programı olamayan yönü.143 İkincisi,
bugünkü toplumu veri alamayan gayri demokratik sosyal mühendis yönüdür. Eğer o
yıllarda iddia edildiği gibi Türkiye’de siyasal sistem tıkandı ise de, RP bu iki yönüyle de
tıkanıklığı açabilecek yeteneğe sahip değildi.
Oysa insan dünya tarihine bakıp Almanya gibi bir ülkede Hitler’in iktidara
gelişi, komünizmin Rusya’ya egemen olup ortadan kalkışı, İran’daki İslam Devrimi,
Avusturya’da bir süre önce Haider’in seçim başarısı gibi örnekleri ve bu gelişmelerin
öngörülemediğini düşününce; belirli bir toplumda gelecekte ne olabileceği konusunda
kesin bir kestirimde bulunmak ancak varsayım düzeyinde kabul edilebilir.
143
Menderes Çınar, age, s.82
144
Bülent Tanör, age, s.170
65
Bu doğruysa, o zaman bir takım olasılıklara karşı önlemler üzerinde ısrar
etmenin paranoya diye kolayca damgalanamayacağı ortaya çıkar.
Türkiye gibi, hukuk dizgesinin laikliğe göre kurulduğu bir ortamda; özellikle
siyaset alanında İslamcı etkinliklerde bulunmak kolay değildir.
28 Şubat olarak anılan Refahyol hükümetinin istifası ve bir dizi radikal kararın
alınmasıyla sonuçlanan süreci hazırlayan çeşitli olaylar Refahyol hükümeti döneminde
yaşandı. Siyasal İslamcı partilerin her dönem laik kurumlarla ve yargıyla çatışmasına
neden olan ve toplumda da gerginlik yaratan türban sorununun imal edildiği imam hatip
okulları ile çeşitli güncel siyasi konuların tırmanışa geçtiği bu dönem sonunda
Türkiye’de uygulamaya konulan MGK kararları İslami hareketin son dönemde yediği
en büyük darbe oldu. Bunun yarattığı travmanın etkileri bugün hala sürmektedir.
145
Elizabeth Özdalga, age, s.50
66
İmam Hatip okullarının sayıca yükselişe geçişi, Refah Partisi iktidarında
olmuştur. Erbakan hükümeti zamanında kamuoyunu afallatan kimi olaylar olmuştur.
İki tarikat şeyhinin cinsel rezaletleri, Susurluk olayı, kimi RP’li milletvekillerinin
tepeleri atarak Atatürk Cumhuriyeti’ne nefretlerini açıklamaları, Başbakanlık
Konutu’nda elli bir tarikat şeyhine iftar verilmesi (12 Ocak 1997) gibi. Fakat daha
önemlisi, Refahyol hükümetinin, bakanlıklar, belediyeler, kamu iktisadi teşekkülleri,
okullar, polis gibi kamu kuruluşlarına İslamcıları yerleştirme işine hız vermiş olmasıydı.
146
Bülent Tanör, age, s. 172
67
Erbakan, Taksim’e cami yapılmasına karşı çıkanlar için, “Sen kimsin? Yüzde
3’sün. Konuşamazsın.” yorumunda bulunuyordu.
147
Hakan Akpınar, 28 Şubat Postmodern Darbenin Öyküsü, Ümit Yayıncılık, 2001, s.73
68
“ Burada hep terörü konuşuyoruz ancak bir süredir dinci akımlar tırmanıyor.
Ve bir yıldır konunun burada ele alındığına tanık olmadım. Televizyonda rejim
değişikliği tartışılıyor. Bu durumda ne yapacağız? İrtica bir tehdit mi, değil mi? Bunu
gündeme alalım.” 148
148
Nevzat Bölügiray, 28 Şubat Süreci, Tekin Yayınevi, 1999, s. 33
149
Hakan Akpınar, age, s.88
69
medya, yargı ve sivil toplum örgütlerinden de tepkiler yağmaya başlamıştı. Toplumsal
gerilimin arttığı bu günlerde, darbe söylentileri de kafaları karıştırıyordu.
“Aspirinin içinde asit salisilik var. Doğrudan verilirse insanın midesini deler.
Çocuk aspirinden acı diye kaçar. Ona çikolata içinde vermeniz lazım. İslam dini,
Kuran, sünnet, hadis ve tefsire dayanır. Sadece tefsir ve hadis öğrenmekle görev
yapılmaz. Gerçekler bugün insanlara nasıl tatbik edilecek? İslam’ı insanlara doğrudan
verirseniz, bundan yararlanamıyor. İnsanlar çocuk gibi kaçıyorlar. Bunları çikolata
içinde ikram etmek lazım.” 151
İslam şurasına ortağı Erbakan ile birlikte besmele çekerek başlayan Çiller’in
hal ve hareketleri de o günlerde çok konuşulmuştu. Türkiye’nin ilk kadın Başbakanı
Çiller, başörtüsü ile katıldığı toplantıda, Said-i Nursi’ye ait olduğu söylenen “Siyaset
dinin hizmetindedir” şeklindeki sözleri ile de laik kesimin tepkilerini toplamıştı. Ortağı
Erbakan ise, Çiller’in gözle görülür bu değişikliğinden oldukça memnundu. Çiller’in bu
150
Hakan Akpınar, age, s.120
151
Hakan Akpınar, age, s.121
70
hareketleri ilerleyen günlerde de devam etmiş, TBMM Genel Kurulu’nda tespih çekmiş,
açılışlarda Kuran okutmuştu.
Susurluk kazası, bagajı silahla dolu, içinde 12 Eylül darbesi öncesinde, yedi
tipli öğrencinin öldürülmesinden sorumlu tutulan Abdullah Çatlı ile sevgilisi Gonca Us,
Polis Müdürü Hüseyin Kocadağ ve Bucak aşireti reisi ve DYP Şanlıurfa Milletvekili
Sedat Bucak’ın bulunduğu otomobile bir kamyonun çarpması sonucu ortaya çıkan
152
ilişkiler zincirinden yansıyan görüntülerle şekillenmişti. Polis, mafya, siyaset
üçgeninde yaşanan gelişmeler gündeme damgasını vurmuş; devlet içindeki karanlık
ilişkiler bir bir sergilenmeye başlamıştı. Artan irticai faaliyetlerin baskısı altında
bunalan toplumsal kesim, bu kez derin devlet ilişkilerinin karmaşık denklemini çözme
konusunda bir karmaşanın içine sokulmuştu. Tüm bu gelişmeler, muhalefeti, sivil
toplum örgütlerini, aydınları ve sanatçıları harekete geçirmişti.
Mehmet Ağar, istifasını Libya gezisi ile ilişkilendirmişti. DYP lideri Çiller,
Libya gezisi sırasında kendisine ayak bağı olan Ağar’ı istifaya çağırmış; Ağar ise
kendisini kimsenin istifaya zorlayamayacağını; buna ancak kendisinin karar vereceğini
söylemiş ve istifasını vermişti. 154
152
Emre Kongar, 21. Yüzyılda Türkiye, Remzi Kitabevi, İstanbul, s. 42
153
Bülent Tanör, age, s.172
154
Yavuz Donat, Öncesi ve Sonrasıyla 28 Şubat, Bilgi Yayınevi, s. 161
71
Çiller’in daha sonra, kazada ağır yaralanan Bucak’ı hastanedeki ziyareti de çok
konuşulan olaylar arasında yerini almıştır. Bucak’ın, ‘teröre karşı kahramanca mücadele
ettiğini’ söyleyen Çiller, daha sonra TBMM grup toplantısında yaptığı konuşmada da
kazada ölen Çatlı’yı savunarak; “ Devlet için kurşun atan da kurşun yiyen de bizim için
şereflidir.” açıklamasında bulundu. 155
2.5.6.YAŞ’dan Uyarı
155
Hakan Akpınar, age, s.128
156
Yavuz Donat, age, s.162
157
Yavuz Donat, age, s.166
72
gelen kararlar; ortamı bir an gerginleştirse de, Erbakan bu kararların altına imza atmak
durumunda kalmıştır. 158
“ Eşkıyanın belli kıyafeti, elinde silahı var. Onu bertaraf etmek kolay, ama
diğerlerini tanımak zor. Bu nedenle rejim açısından daha büyük tehlike. Şeriat tehlikesi,
ordunun üst kademelerince MGK toplantıları başta olmak üzere her düzeyde
vurgulanmaktadır. “ 159
158
Faik Bulut, Ordu ve Din, Doruk Yayıncılık, 1997, s.139
159
Nevzat Bölügiray, age, s.32
160
Faik Bulut, age, s. 141
73
olarak görmezlerse; Başbakan, bakanlar, milletvekilleri, belediye başkanları sabah
akşam dini siyasete alet eder ve şeriat devletini tartışırlarsa; Laik Cumhuriyet
temellerinden sarsılmaya başlar.”
161
Emre Kongar, age, s. 44
162
Cüneyt Arcayürek, “Uzakta Kalan Tarih” Büyüklere Masallar Küçüklere Gerçekler, Bilgi Yayınevi,
2003,
s. 85
74
Toplumu sarsan bu gelişmeler karşısında vurdumduymaz bir tavır sergileyen
Başbakan Erbakan, türban, Taksim’e cami, karayoluyla Hacca gidiş gibi meselelerle
meşgul oluyordu.
163
Hakan Akpınar, age, s.130
164
Cüneyt Arcayürek, age, s. 87
75
dikkatinize getiriyorum; Laik düzeni korumak için kanunlar aynen uygulanmalıdır.
Köktendinci cereyanların devlet kurumlarına sızması önlenmelidir. Bu cümleden olarak
okullar, yerel yönetimler, üniversiteler, yargı organları ve Silahlı Kuvvetler
korunmalıdır.” 165
Ülkenin içinde bulunduğu böyle bunalımlı bir ortamda tüm gözler, 28 Şubat
1997 tarihinde yapılacak Milli Güvenlik Kurulu toplantısına çevrilmişti.
165
Hakan Akpınar, age, s.182–183
166
Hakan Akpınar, age, s.184–185
76
Milli Güvenlik Kurulu, ordunun komuta kademesi ile hükümeti
Cumhurbaşkanı’nın başkanlığında bir araya getiren Anayasal bir kurum olarak
tanımlanıyor.167
167
Emre Kongar, age, s.280
168
Hakan Akpınar, age, s.191
77
Milli Güvenlik Kurulu toplantısına detaylı çalışmalar sonucunda hazırladıkları kalın
dosyalarla geldiler.
Son sözü ise Genelkurmay Başkanı Karadayı aldı. Hakan Akpınar’a göre,
TSK’nin eleştirileri Erkaya’nın; istekleri ise Genelkurmay Başkanı’nın ağzından dile
getirildi. Karadayı şöyle konuştu; “ Laiklik bizim için demokrasi kadar önemlidir. Din
ahlaktır, ahlaksız adamın dini olmaz.”
169
Cüneyt Arcayürek, age, s.90
170
Hakan Akpınar, age, s. 198
78
Asker, tarikatlarca işletilen okul, yurt, vakıflara son verilmesini; İmam-Hatip
okullarının sayısının imam gereksinimini karşılayacak bir düzeye indirilmesini;
köktendincilerin kamu kuruluşlarında, adalet örgütünde, okul ve üniversitelerde
kadrolaşmalarına son verilmesini; İran’dan kaynaklanan yıkıcı etkinliklerin son bulması
için önlem alınmasını istiyordu.171 Kurulun bildirisinde, laiklik yönündeki bu ilkelere
aykırı davranışların yeni gerilim ve yaptırımlar getireceği belirtiliyordu. Hukuken, söz
konusu önlemler hükümete ancak tavsiye niteliğindeydi fakat hükümet bunlara uymak
zorunluluğunu duymaktaydı. Ordu, hükümetin çekilmesini de istiyordu fakat bunun
doğrudan değil; psikolojik baskıyla gerçekleşmesi isteniyordu.
Milli Güvenlik Kurulu’nun 28 Şubat 1997 günü yaptığı dokuz buçuk saatlik
tarihi toplantının ardından alınan kararlar basın kuruluşlarına hemen fakslandı. MGK
Genel Sekreterliği’nin yaptığı resmi açıklama şöyledir;
171
Bülent Tanör, age, s. 173
79
korumayı amaçlayan siyasi, ekonomik ve askeri tedbirler uygun bulunarak; Bakanlar
Kurulu’na bildirilmesine karar verilmiştir.
80
sosyal bir hukuk devleti olduğu yönündeki temel ilkelerini Anayasamızın ve
Devletimizin teminatı altında olduğu, rejimin; kendisine ve geleceğine yönelik
tartışmaların, içinde bulunduğumuz ortamda Türkiye’ye yarardan çok zarar
verdiği,
Türk halkının genel olarak daha çok eğitileceği, genellikle eğitimin ileri
aşamalarından yoksun bırakılan kızların kültürel ve toplumsal düzeylerinin yükseleceği;
İmam Hatip Okulları’nın kapatılacağı anlamına geliyordu bu.173 1973’te kabul edilen
Milli Eğitim Temel Kanunu, zorunlu eğitimin sekiz yıl olacağını buyurmuştu; fakat
geçici bir madde bunun uygulamasını erteliyordu. Bu geçici madde neredeyse bir
çeyrek yüzyıl geçerliliğini korudu. Çok partili dizge için ne acı ki, o sürede Atatürk’ün
kurduğu parti CHP dâhil; siyasal partilerin hiçbiri bunu mesele yapmamıştır. Şeriatçı
çevreler, İmam Hatip okullarının kapanmasına büyük tepki gösterdiler. Onlar için dinsel
eğitimin 11 yerine 14 yaşında başlaması son derece önemliydi; çünkü 14 yaşındaki
çocuğun beynini yıkamak daha zordur. Şeriatçı olmayan kimi çevreler de -yurtiçi ve
yurtdışında- demokratik bulmadıkları için, bu askeri müdahaleye itiraz ediyorlardı.
Anlaşılan, bunlar şeriatın ve çocukları az eğitmenin ne denli demokratik olduğunu pek
tartmamış kimselerdi.
172
Hikmet Çiçek, İrticaya Karşı Genelkurmay Belgeleri, Kaynak Yayınları, 1997
Hakan Akpınar, age, s.201
Cüneyt Arcayürek, age, s.95
173
Bülent Tanör, age, s. 173
81
8 yıllık kesintisiz eğitimin uygulanması konusunda tabanına bir açıklama
yapmakta zorlanan RP lideri Erbakan, altına imza attığı MGK kararlarından her geçen
gün daha fazla uzaklaşmaya başlamıştı 8 Mayıs’ta, İmam Hatip’lerin orta kısımlarının
kapatılmasına karşı çıkan ve 5 + 3 formülünün uygulanmasını isteyen MÜSİAD
Başkanı Erol Yarar öncülüğündeki 142 kuruluş temsilcisini Başbakanlıkta kabul eden
Erbakan, “ Türkiye’de hiç kimsenin çocuğuna küçük yaşta din eğitimi verdirme hakkı
engellenemez.” açıklamasıyla dikkat çekmiştir.
174
Hakan Akpınar, age, s.268
82
Olaylar üzerine harekete geçen muhalefet partileri, TBMM Başkanlığı’na
sundukları ve ANAP, DSP ve CHP grup başkanvekillerinin imzasını taşıyan önergede;
“ Halkın inananlar ve inanmayanlar diye bölündüğü, kardeş kavgası için ortam
yaratıldığı ve Cumhuriyet’in temel niteliklerinin tehlikede olduğu” görüşünün altını
çizdiler.
175
Soner Yalçın, Hangi Erbakan? , Su Yayınları, 1999, s.83
Abdullah Yıldız, 28 Şubat Belgeler, Pınar Yayınları, 2000, s. 102
83
Erbakan’ın bu isteğinin olumlu karşılanmasından sonra; anlaşma sağladılar. Erbakan,
Başbakanlık koltuğunun Çiller’e devredilmesini kabul etti. 176
Buna karşın Erbakan’ın adamları yeni partilerini hazır etmişlerdi. Bu, Fazilet
Partisi adını taşıyordu ve başına Erbakan’ın İstanbul Teknik Üniversitesi’nden sınıf
179
arkadaşı Recai Kutan geçiyordu. Bu parti de 22 Haziran 2001’de Anayasa
Mahkemesi’nce kapatılacaktı. Yerine 20 Temmuz’da Recai Kutan’ın önderliğinde
Saadet Partisi kuruldu. Fakat bu sefer Erbakan’ın kimi yandaşları “ Biz değiştik” şiarı
altında Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) adı altında farklı bir parti kurdular. (14
176
Hakan Akpınar, age, s. 270
177
Bülent Tanör, age, s. 174
178
Hakan Akpınar, age, s. 272
179
Bülent Tanör, age, s. 175
84
Ağustos 2001) Yeni partinin önderi Recep Tayyip Erdoğan’dı. İddialarına göre, milli
görüşten vazgeçmişler; muhafazakâr bir parti olmuşlardı.
Başka önemli bir gelişme, ortaokulları kapatılan, yalnızca lise düzeyinde süren
İmam Hatip okullarına kaydolanların sayısında büyük düşüşler olmasıydı. Anlaşılan
memurluk elde etmek açısından, İmam Hatip diplomasının bir üstünlük sağlamayacağı
düşünülmeye başlanmıştı.
85
ANAP’a yönelik yolsuzluk iddiaları, hükümetin sonunu getirmişti. (22 Eylül
1998) Alaaddin Çakıcı adlı bir mafya önderiyle ANAP’lı bir bakan olan Eyüp Âşık
arasındaki telefon görüşmesi basına sızdı ve olayın soruşturulması için TBMM’ye
180
verilen bir önergeye CHP destek verince; Mesut Yılmaz istifa etti. Bu arada
Abdullah Öcalan yakalanıp yargılanmak üzere Türkiye’ye getirildi.(16 Şubat 1999)
Öcalan’ın yargılanmasına, 31 Mayıs 1999’da İmralı’daki Devlet Güvenlik
Mahkemesi’nde başlandı. AB ve ABD’nin baskıları sonucu, Öcalan idam edilemedi.
Fakat PKK’nın silahlı eylemleri büyük ölçüde durdu. PKK’ya karşı kazanılan zafer
sayesinde, DSP yani Ecevit; 18 Nisan 1999 genel seçimlerinde %22 oyla birinci parti
oldu. Ecevit, Devlet Bahçeli’nin MHP’si ve Mesut Yılmaz’ın ANAP’ı ile birlikte
hükümeti kurdu. Bu kurulan yeni hükümet 2002 yılına kadar sürdü.
180
Bülent Tanör, age, s.175
86
arzulayan İslamcı bir parti olmadığını söyleyebilmek çok zordur. Tabii bu hedefe
ulaşabilmek kolay değildir ve derece derece, ufak adımlarla gitmek zorunluluğu vardır.
Türkiye’nin laik güçlerinin, Batı kamuoyunun ‘idare’ edilmesi gerekmektedir. Ama
şeriata yönelişin birçok AB çevrelerinde, kendilerini Türkiye’nin tam üyeliği
sorunundan kurtaracağı için hoş karşılanacağı da kestirilebilir.
Kuşku yok ki iktisadi bunalıma ve onun yol açmış olduğu sefalete bir
182
tepkiydi. Görünüşe göre birçok insan bu durumdan, geçmişteki büyük partilerin ‘İMF
siyasetlerini’ sorumlu tutuyordu. Büyük partilerden hiçbiri programlarında, bu
siyasetlere karşı çıkmadılar. Araştırılırsa, AKP’nin İMF karşıtı tavırlar koyduğu; ya da
birçok seçmenin bir şekilde AKP’yi İMF karşıtı tutumla ilişkilendirdiği ortaya çıkabilir.
Öte yandan, içlerinde çok kesin bir İMF karşıtı tutum içinde bulunanlar dahil; sosyalist
partilerin yine marjinal oylar aldıkları görülüyor. Bir yandan seçmenin İMF karşıtlığı,
181
Erol Manisalı, age, s. 7
182
Bülent Tanör, age, s. 183
87
bir yandan da aynı seçmenin gerçekten İMF karşıtı olan partilere oy vermekteki
isteksizliği; Türkiye’de çok partili siyasetin açmazlarından biri sayılabilir.
RP’nin yükselişinde önemli bir rol oynayan yenilikçi kadro, parti içi
örgütlenme ve siyaset yapma biçimi bakımından; Erbakan tarzı siyaseti eleştiriyordu.
Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde kurulan AKP’nin en belirleyici özelliği, Erbakan
tarzı siyaseti ve örgütlenmeyi reddetmiş olmasıdır. Parti örgütlenmesi açısından AKP,
takım çalışması, kolektif akıl ve parti içi demokrasi ilkelerini ön plana çıkararak;
kendisini tek aklın Erbakan olduğu lider merkezli Milli Görüş çizgisinden
farklılaştırmıştı.
Siyasal tarz açısından dürüst, ilkeli ve nasıl davranacağı tahmin edilebilir bir
parti olacaklarını belirterek; Erbakan’ın kendi tabanını ve toplumu şaşırtan –fırsat
yaratmaya veya ortaya çıkan fırsatları değerlendirmeye yönelik- siyasetine benzer bir
siyaset yapmayacaklarını belirtmişlerdi. 183
AKP, aslında sıklıkla iddia edildiğinin aksine; merkez sağ geleneğin bir
184
devamı. Kendinden önceki partilerden kuşkusuz farklı yanları var ancak örtüşme çok
daha fazla. İlk kez merkez sağ bir hareketin liderlik kadrosu, toptan İslamcı bir
geçmişten geliyor. Merkez sağda, koyu milliyetçilik ve dindar muhafazakârlık; gerek
zihniyet gerek kadrolar açısından her zaman iç içe olmuştu. Ancak bu ideolojik ittifak,
daha önce sahne gerisinde olmasına karşın; bu kez kişisel planda sahneye çıktı. Türkiye,
başörtülü eşli bir başbakan ve kabine ile tanıştı.
183
Menderes Çınar, age, s. 109
184
Nuray Mert, age, s. 37
88
Doksanlı yıllardan itibaren, ekonomik liberal politikalarla geniş seçmen
kitlesini buluşturan ideolojik söylemler denklemi yıpranmış; bu alanda boşluk
oluşmuştu. Bu boşluğu, seksenli yıllardan beri yükselen - önceki bölümlerde
bahsettiğimiz üzere – ve yükselirken seyir değiştiren İslamcılık doldurdu. 28 Şubat
müdahalesi ile önce Refah Partisi sonra Fazilet Partisi’nin kapatılması ve eski Milli
Görüş kadrosunun tasfiye olması; ekonomik liberalizmle barışan İslamcılığın özellikle
genç kadroları için bulunmaz bir fırsat oldu. AKP’nin merkez sağ parti olarak sahneye
çıkmasının hikâyesi kısaca budur.
AKP, devletle sürtüşmeyen ‘normal’ bir kitle partisi olma amacına yönelik
olarak, sert, kutuplaştırıcı ve İslamcı söylemlerden kaçındı. Israrla İslamcı değil,
Türkiye’de çoğunlukta olan ılımlı Müslümanları temsil eden ‘ muhafazakâr demokrat’
bir parti olduğunu vurguladı. Sadece dindarlara yönelik hesaplarla siyaset
yapmayacağını, Milli Görüş’ün geleneksel tabanını yabancılaştırmadan; toplumsal
tabanını genişleterek bir kitle partisi haline gelmeyi amaçladıklarını söyledi. Aslında
amaç olabildiğince genişlemekti; olabildiğince geniş kitlelere ulaşabilmekti.
89
Erbakan’ın aksine; AKP, Batı yanlısı bir siyaset tarzını benimsemiştir. AKP, Batı’nın
yeni muhafazakârlarını örnek almaya çalışıyor.
Fakat AKP’nin Batı’nın yeni muhafazakârları ile çelişen çok önemli yanları
vardır; Batı kapitalizmi (ve muhafazakârlığı), kapitalizmin kazanan tarafında bulunuyor.
AKP ve Türkiye ise iktisadi, siyasi ve kültürel olarak kaybeden tarafta yer alıyor. Batı
ülkelerinde din bütünleştirici ve birleştirici bir işlevsellik içinde bulunuyor. Hatta ulusal
politikaların bir parçası olarak kullanılıyor.185 İslamcı siyaset Türkiye’de ise
Cumhuriyet’le ulusal değerlerle, Atatürk ilkeleri ve ulusalcı politikalarla karşı karşıya
geliyor. Batı’ da yeni muhafazakârlık, şirketler oligarşisine dayanıyor. Batı
kapitalizminin küresel egemenliğine katkı sağlanıyor. Türkiye’de ise bunun aksine bir
işleyiş var. AKP hükümetinin dışa tamamen açık ve dış odaklara bağımlı politikaları
sonucu; toplumsal yarar yerine zarar meydana geliyor.
185
Erol Manisalı, age, s. 8
186
Nuray Mert, age, s. 113
90
kimliğe bürünme çabası; dinsel sembolleri bir medeniyet projesinin önündeki engeller
olarak hedef haline getirmiştir. Bu durumda, çok görünür bir sembol olan başörtüsü,
zaman içinde merkezi bir çatışma alanı haline geldi. Yine bu koşullar altında, başörtülü
bir başbakan eşi ve içki içmeyen bir başbakan, sıradan dinsel tercihler yapmanın
ötesinde; bir medeniyet tercihi veya Batı medeniyetine eklemlenme sürecinde ciddi bir
kopuş olarak görülmektedir. Diğer merkez sağ partiler düşünüldüğünde bu alanda AKP,
çok ciddi bir ilk örnek teşkil etmektedir. AKP, merkeze yerleşmek açısından belki de en
çok bu noktada zorlanmaktadır.
91
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: TÜRKİYE’DE İSLAMCI BASIN
187
Göç, Macide. “Çok Partili Sisteme Geçerken İslamcı Dergiler-II-, Haköz, Haziran 1993, Sayı: 27,
ss:35-36
92
Tahir Bey, Kazanlı Halim Sabit, Ahmet Hamdi (Aksekili). Ayrıca Türkiye dışındaki
yazarlardan çeviriler yayımlanmıştır. Bir ara Türkçülükleriyle bilinen Yusuf Akçura
(1909-1910) ve Ahmet Ağaoğlu da (1913-1915) eşitli makaleler yazmışlardır.188
Sırat-ı Müstakim İslam aleminde büyük etkiye sahip olmuşu ve her tarafta
okunmuştur. Ona bu saygınlığını kazandıran farklılıklar şunlardı: 31 Mart’ı destekleyen
Hint ve Mısır Müslümanlarının yanlış zanlarını düzeltmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nın
mütareke döneminde İstanbul’da bazı gazeteler Amerika mandasını mırıldanırken
istiklali haykırmıştır. Bakü ve çevresinde gördüğü alaka Çarlık Rusyasını korkutmuş ve
Rusya’ya sokulmamıştır.189
188
İnugur, Nuri. Basın ve Yayın Tarihi, Çağlayan Kitabevi, İstanbul – 1982, s. 350
189
Mithat Cemal, Mehmet Akif, Türkiye İŞ Bankası Kültür Yayınları, Ankara – 1990, s. 347
93
yı Hak, Ceride-i İlmiye, Mahfil, Volkan gazeteleri ve Darülfünun Mecmuası
bulunmaktadır. 11 Aralık 1908 – 20 Nisan 1909 tarihleri arasında Derviş Vahdeti’nin
çıkardığı günlük gazete Volkan, siyasal ve toplumsal konuları işlemiştir. Ziyaüddin,
Said-i Nursi, Hasan Tahsin, Mehmet Emin Hayreti gibi kişilerin yazılarının
yayınlandığı gazete İttihad-ı Muhammedi Derneği’nin yayın organıdır ve İttihad
Terakki ile muhalifi Ahrar Partisi aleyhine yazılar yayınlamaktadır. Şurayı Ümmet ve
Tanin gazetelerinin yağmalandığı, nazır, subay ve mebusların öldürüldüğü 31 Mart
Olayı diye bilinen 13 Nisan 1909’daki ayaklanmadan sonra Volkan gazetesi sahibi
Derviş Vahdeti olayları çıkaranları kışkırttığı gerekçesiyle idam edilmiştir.190
İkinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle birlikte dünyada ortaya çıkan iki kutuplu
yapılanmada Türkiye, ABD’nin yanında saf tuttu. 1945’ten sonra batının baskıları ve
içerideki muhalefeti yumuşatma kaygılarının açtığı yeni dönem İslamcı yapıları da
İslamcı yayınları da çoğalttı. Bu dönemde Sebilürreşad, Hür Adam, Fetih, İslam,
Selamet, İslam Dünyası, İslamın Nuru, Ehli Sünnet ve Necip Fazıl Kısakürek’in Büyük
Doğu’su içeriklerini İslamileştirdi.
94
uygulamalarıyla faaliyetlerini gizli yürütmeye başlayan İslamcı çevrelerin basın yayın
faaliyetleri de dönemsel gelişmelere bağlı olarak kesintilere uğramıştır. Çok partili
dönem ise İslamcı basın organlarının sayısında artışın gözlendiği bir süreç olmuştur.
1980 sonrası kamusal alanda görünürlüğü artan İslamcı kesimin din içindeki
mahremiyeti ve cemaat yapısının sınırları yavaş yavaş belirsizleşince İslami kimliğin
boy gösterdiği alanlardan biri yine medya oldu. Bu dönemin koşullarında serbest piyasa
ortamından da faydalanarak medya alanında faaliyetlerine devam eden bu grupların
geleneksel yapıları da bir değişim gösterdi. Geleneksel yapıya sahip dini cemaatlerin
modern dünyanın en önemli sembolleri olan medya araçlarını özellikle televizyonu
kullanması ortaya bugüne kadarkinden farklı bir durum çıkardı.
İslamcı basında cemaate faydalı olan kurumlar, gazeteyi ziyarete gelen kişiler
malzeme yapıldı; her habere ideoloji katma kaygısı eksik olmadı.193 Bir türlü gazetenin
mahiyeti kavranamadı. Haber ve yorum arasındaki fark ayırt edilemedi. Halkın hoşuna
gider düşüncesiyle popüler ve slogancı bir dil kullanıldı, zaman zaman kitle
kuyrukçuluğuna düşmekten kurtulunamadı. Cevval, derin araştırmacı, tuttuğunu
koparan, özgün ve incelemeci bir yaklaşım yerine; görüş ve derleme kolaycılığına
kaçan, pasif, dünyadan kopuk bir yaklaşım tercih edildi.
192
Fehmi Koru, Basında Kadro Sorunu, 1. Milli Basın Kurultayı, İcmal Yayınları, İstanbul 1998, s.75
193
Yalçın Akdoğan, “İslamcı Basın Kimliğini Bulamadı” Yeni Zemin, Ekim 1993, Sayı 10, s.33
95
Cemaatin bir uzantısı olan gazete iki üç yılda bir yenilenen yöneticilerle
sekteye uğramaktan bir türlü kendini geliştiremedi. Denetimi kaybetme korkusu ise
kendisinden olan ama mesleğe uzak kişileri işbaşına getirdi.
İslami kesim bu sorunu aşmanın yolunu, önce ajans haberlerini kendi görüşleri
doğrultusunda yorumlayarak kullanılabilir hale getirmekte buldu. Hem zaten ajansların
her haberi çarpık değildi. Enflasyon rakamları, yangın istatistikleri gibi haberler objektif
olarak verilmekteydi. Yorumlu haberlere dikkat etmek, mümkünse kaynağına inmek
gerekirdi. Kaynağına inilecek önemli haberler, öncelikle Ankara çıkışlı olanlardı.
Ankara’da siyaseti, ekonomiyi, bürokrasiyi; İstanbul’da ise iş çevrelerini takip edecek
kadrolar oluşturulması, 1990’lara kadar İslami basın için pek mümkün görünmüyordu.
Bunun yerine bölge temsilciliklerine ağırlık verildi. Bu şekilde hem temsilcilerin
gönderdikleri bilgilerden-bültenlerden haber çıkarma imkânı doğuyordu, hem de
bölgede gazete-dergi tanıtımı ve dağıtımı yapılmış oluyordu. Bu sistemi hemen bütün
İslamcı basın benimsedi. En başarıyla uygulayan Türkiye gazetesi oldu. Gazetenin her
ilçede, şehirlerin her mahallesinde bulunan temsilcileri sabahları gazeteyi dağıtıyor,
ardından İhlâs grubunun küçük ev aletlerinin pazarlamasına çıkıyor ve bu arada
çevresindeki gelişmeleri gazetenin merkezine iletiyordu.
Aradan bir süre geçip İhlâs Holding biraz daha büyüyünce, temsilciliklere faks
ve kamera gönderilerek İhlâs Haber Ajansı’nın kurulması sağlandı. Ajans adına haber
kovalayan temsilciler, seminerler yoluyla eğitiliyor veya eğitim görmüş elemanlarla
takviye edilerek; Türkiye’nin en büyük ikinci ajansı kurulmuş oluyordu.
194
Yeni Zemin Dergisi, Ekim 1993, Sayı 10, s.31
96
Bu sistemi başarıyla yürüten diğer grup da Zaman grubudur. Benzer bir şekilde
oluşturulan Cihan Haber Ajansı, İHA’dan farklı olarak cemaatin dünyanın dört bir
yanına dağılmış okullarında görevli personelin ve 15 ülkede Zaman bürolarının
desteğiyle; uluslar arası habercilik yapma noktasına ulaşmıştır.
Günlük siyasi gazetelerin ana malzemesi olan siyaset, ekonomi, bürokrasi, dış
politika, kültür, spor vb haberlerin takibi, günümüzde artık bu alanlarda ihtisaslaşmış
kadrolar tarafından yürütülmektedir.
Bir diğer anılması gereken husus ise teknik özelliklerdir. Gazete ve dergilerin
teknik ve estetik kalitelerinin yükseltilmesi, personel ve malzeme yönünden takviyeyi
zorunlu kılar. İslamcı basında 1990’lı yıllarda sayfa düzenlemesi, tashih, montaj vs.
teknik işlerin yürütülmesi için genellikle bir yerlerde bir şekilde bu işlerle uğraşmış;
ancak estetik kaygıları, mesleğin gerektirdiği bilgi ve itinayı göz ardı edebilen insanlar
üstlenmişlerdi. Fakat bugün bilindiği üzere –özellikle Zaman gazetesi- çoğu İslami
basın organı, teknik sorunları aşabilmişlerdir.
Okurların da aslında daha iyisini isteme gibi bir talepleri olmadı. Okurlar,
aldıkları gazete ve dergilerin editör yazılarındaki ‘zor durumda oldukları, büyük bir
fedakârlıkla yola devam edebildikleri’ yakınmalarını okuduktan sonra; elindekiyle idare
etmeyi yeğlediler. Daha çok satmanın ve büyümenin yolunun daha kaliteli olmaktan
geçtiğini, okurlar da patronlar da ancak son yıllarda anladılar.
97
Bugün artık estetik ve teknik açıdan oldukça ileri seviyeye ulaşmış İslami
basına ait dergiler ve gazeteler çıkmaktadır. Sadece bununla da kalmayıp, İslami basın
organları, teknik ve estetik özellikleriyle yurtdışında çeşitli ödüller bile almaktadırlar.
Bir başka nokta da, İslamcı gazete ve dergiler, -organik bir bağla olmasa bile-
cemaat/tarikat/partilerden birine bağımlıdırlar ya da kendilerini öyle hissetmektedirler.
195
Ahmet Rıdvan, “İslami Gazeteler ve RP” başlıklı makale, Yeni Şafak, 28 Ekim 1997
98
özgürlükler, insan hakları ve evrensel objektif ölçüler yerine dar ve sığ kalıplar
kullanılmıştır.196 Bu da onları okuyucu kitlesi açısından marjinal kalmaya itmiştir.
İslami kesimde çıkan bütün gazete ve dergiler, ilk sayılarında niçin çıktıklarını
açıklarken; her kesime ve bütün cemaatlere hitap etme gereğinin bulunduğunu,
kendilerinin de bu açığı kapatmak için yola çıktıklarını ifade etmişlerdir. Halit Esendir,
Zaman’ın genel yayın yönetmeni olduğu dönemde, “İslami kesim son derece dinamik.
Bizim bütün ekollere hitap etmemiz gerekiyor. Yani genelde Müslümanlara hitap
ediyoruz. Bayram namazına gidecek kadar Müslüman olan bizi ilgilendiriyor” demişti.
Bir siyasi partiyi desteklemek, seçimlerde arka çıkmak konusuna da şöyle yaklaşmıştı:
“Refah Partisi, seçmenin yüzde 10-15’ini temsil ediyor. Neden bizi desteklemiyorsunuz
diyorlar. Bizim yelpazemiz, hedefimiz daha geniş.”197
Radikal ve marjinal bir grup olarak bilinen İbdacılar bile dergi çıkarırken,
“sadece bu kesimin değil, dost ve düşman diğer kesimlerin de ilgiyle takip edeceği bir
yayın” olmasını hedeflemekteydiler. 199
196
Yeni Zemin, Ekim 1993, Sayı 10, s.31-32
197
Zeynep Atikkan, “Müslüman Medyası”,Hürriyet, 16 Kasım 1993
198
Yeni Zemin, Ekim 1993, Sayı 10, s.31
199
Yörünge Dergisi, 30 Aralık-6 Ocak 1991
200
Yeni Zemin, Ekim 1993, Sayı 10, s.32
99
İslamcı basın ticari bir yayın organı olmanın ötesinde temsil ettiği cemaatin
tebliğ aracı olarak düşüncesini yaymak ve etkin kılmak amacıyla daha geniş kitlelere
ulaşmayı hedefliyordu.
İslamcı basının bir başka özelliği de, promosyon olarak diğerlerinden farklı
olarak; “çekilişsiz, kurasız, herkese” hediye vermektedir. Promosyon olarak genellikle
İslami içerikli kitaplar verilmektedir. Bu eserlerin temel kaynaklar olmasına dikkat
edilmektedir. Önceleri gazete kağıdına basılan promosyon kitapları, şimdilerde birinci
hamur kağıda lüks baskıyla basılmış olarak verilmektedir.
100
aktarılmaya hepsinden önemlisi takınılacak siyasi tavır konusunda yol gösterilmeye
başlanmıştır.
201
Çakır; Ruşen. Ayet ve Slogan-Türkiye’de İslami Oluşumlar, Metis Yayınları, İstanbul – 1992, s.25
101
Yahudiler aleyhinde haberler yayınlamışlardır. Türkiye’nin o dönemde Avrupa
Topluluğu olarak adlandırılan Avrupa Birliği’ne üyelik başvurusuna karşı yayın yapan
dergi, 29 Kasım 1987 erken genel seçimleri öncesi günlük politikaya olan ilgisini
artırmış ve RP’ye açık destek vermiştir. İskenderpaşa cemaatinin, TBMM’ye giremeyen
RP’ye 1990 seçimlerinde desteğini çekmesi Erbakan ile bu cemaatin lideri Esad Coşan
arasında tartışmalara yol açmıştır. Bunun altında da iki grubun Almanya’da toplanan
yardımlar konusundaki anlaşmazlıklarının yattığı Coşan’ın İstanbul’da yaptığı bir
konuşmada ortaya çıkmıştır.
Bir diğer İslami cemaat olan Erenköy Cemaati ise Altınoluk dergisini
yayımlamaktadır. Nakşibendiliğin bir kolu olan cemaat, yayın faaliyetlerine dergahın
şeyhi Ramazanoğlu Mahmud Sami’nin külliyatını yayınlamak amacıyla girdi ve Erkam
Yayınları’nı kurdu. Cemaat 1986 yılında ise Altınoluk dergisini çıkardı. Mutlaka Kuran
ayetleriyle başlayan derginin her sayısında iki ayrı başyazı bulunmaktadır. Ahmet
Taşgetiren de bu dergide Ahmet Maraşlı adıyla yazılar kaleme almıştır. Dergi tasavvuf,
siyaset, dünya meseleleri, kültür sanat ve aktüaliteye yer vermiştir. Altınoluk, Nurcular
gibi “iman hakikatlerini” pozitif bilimler yardımıyla kanıtlamak yoluna gitmemektedir.
Tasavvufi bir disiplin içinde, insanların kalplerine, gönüllerine alabildiğine şiiri bir dille
seslenmektedir.202
202
Çakır; Ruşen. Ayet ve Slogan-Türkiye’de İslami Oluşumlar, Metis Yayınları, İstanbul – 1992, s.58
102
Yeni Şafak gazetesini yayımlamaktadır. 1990 yılında kurulan İz Yayıncılık, İslami
içerikli kitaplar basarak girdiği yayıncılık dünyasına kaliteli eserler kazandırmasıyla
dikkatleri üzerine çekmişti. İz Yayıncılık’ın sahibi, Yeni Şafak gazetesi ile birlikte
İzlenim, Bilgi ve Hikmet, İktisat ve İş Dünyası adlı dergilerin de sahibi olan Ahmet
Şişman’dı. Bilgi ve Hikmet, 1992 ile 1996 yılları arasında 3 aylık bir periyotla
yayımlanmıştır. Mustafa Özel’in editörlüğünde yayımlanan aylık İktisat ve İş Dünyası
dergisi ise 1991–1993 yılları arasında görselliği ile dikkat çekmişti. İz Yayıncılık’ın en
önemli sayılabilecek süreli yayını ise İzlenim dergisi olmuştur. 1994 Şubat’ı ile Haziran
arasında haftalık olarak yayınlanışı hariç tutulursa, 1992 ile 1997 yılları arasında aylık
olarak yayımlanan bu dergi, İslami kesimde pek çok konuya öncülük etmişti. İz
Yayıncılık’ın tarihindeki önemli dönüm noktalarından biri de ilk editörlerini İzlenim
kadrosunun oluşturduğu Yeni Şafak gazetesidir.
Yeni Şafak, 1995 Ocak ayından 1998 Mart ayına kadar İz Yayıncılık
bünyesinde faaliyet göstermiştir.203 Gazetenin bu dönemdeki ekleri ve kitap
promosyonları, İz Yayıncılık editörlüğünün imzasını taşıyordu. 1990’lı yıllarda, Ahmet
Şişman daha sonraları başkanı olacağı Ensar Vakfı ile içli dışlıydı. Ensar Vakfı, İslami
kesimin saygı duyduğu ilim adamlarından ilahiyatçı Prof. Dr. Hayrettin Karaman’ın
öncülüğünde faaliyet gösteren bir vakıftı. Vakfın en önemli faaliyet sahası eğitimdi.
Vakıf, özellikle yurdun çoğu alanına açtığı İmam Hatip liseleri ve bu okullarda
okuyan öğrencilere yaptığı yardımlarla tanınmıştı. Ahmet Şişman, Yeni Şafak henüz
ortada yokken, basının içinde bulunduğu kriz ortamında üç dergi ile bu alana girmesinin
sebebini açıklamış ve dergilerle birlikte çıkaracağı gazetenin de nasıl bir çizgide
gideceğinin işaretlerini vermişti: “Dergicilik, fikir imal eden bir sanayi. İslami kesimde
buna ihtiyaç var. Dergicilik bizim aktüel kitaplığımız. İslami kesimdeki bazı dergiler,
kitabı aylık yayınlıyorlar ya da tarikatın düşüncelerini yayıyorlar. Yani on yıl önce
yayımlanan dergiler ile bugünküler arasında bir fark yok. Türkiye’de tarikat dışı İslami
hareket boşluk içinde. Gerçek fikri temel üzerine oturmuyorlar. Bunlar bugüne kadar
203
İz Yayıncılık internet sitesi, www.iz.com.tr
103
komünizm ile kapitalizm arasında denge unsuruydular. Komünizm yıkılınca bu akımlar
tekrar gözden geçirilmeli. Amacımız bu tartışmayı yansıtmak.”204
1994’te bir tıp doktoru olan Yakup Yönten tarafından çıkarılmaya başlanan
Yeni Şafak Gazetesi’nin genel yayın yönetmeni Zakir Barutçu’ydu. Gazetede, Fatih
Böhürler, Cemal Ragıp Derin, Akif Emre gibi isimler de üst düzey yönetici olarak görev
almışlardı. Yeni Şafak, bu kadronun elinde çok kısa bir süre yayın yapabildi. Gazete,
Kasım ayının sonuna doğru farklı bir kadro ve farklı bir görünümle okuyucunun
karşısına çıktı. Zira gazete, İz Yayıncılık tarafından satın alınmış ve oluşturulan yeni
kadro ile işe başlanmıştı. Bu kadroda da genel yayın yönetmeni olan Nabi Avcı, hem
iletişim bilimcisi sıfatıyla hem de entelektüel kimliği ile İslami kesimin önde gelen
aydınlarından birisi olarak tanınıyordu. Avcı’nın dışında gazetede Mehmet Ocaktan,
Yusuf Ziya Cömert, Mustafa Karaalioğlu, Ersin Balcı, Rahmetullah Karakaya, Mustafa
Özcan, Hakan Albayrak, Akif Emre, İbrahim Kiraz gibi çoğu gençlerden oluşan bir
kadro görev almıştı. Bu kadroya yazılarıyla destek veren köşe yazarlarının çoğunun da
(İsmet Özel, Rasim Özdenören, daha sonraları yazmaya başlayan Ali Bulaç, Ömer
204
Zeynep Atikkan, “Müslüman Medyası” başlıklı makale, Hürriyet, 15-17 Kasım 1993
205
Albayrak Grubu internet sitesi, www.albayrak.com.tr
104
Çelik, Hayreddin Karaman, Ahmet Taşgetiren, Ersin Nazif Gürdoğan, Erdem Beyazıt,
Aydın Menderes, Mustafa İslamoğlu ) ortak bir özelliği vardı: “entelektüel” olmaları…
Bu dönemde gazetede radikallikten uzak, cemaat taassubu olmayan entelektüel bir
görüntü hâkimdi.
Yeni Şafak, Refah Yol hükümeti döneminde yaşanan laik – İslamcı geriliminin
taraflarından biri oldu ve hükümetin politikalarını destekledi ancak zaman zaman RP
kanadını da eleştiren bir tavrı oldu. Bütün bu çalkantılı ve gerilimli ortamlara rağmen
Mehmet Ocaktan’ın genel yayın yönetmeni olduğu Yeni Şafak’ta, Nabi Avcı’nın
kazandırdığı entelektüel çizgi daha da derinleştirildi. Sağcı, solcu, İslamcı ayrımı
yapmadan tüm sinema, edebiyat, şiir ve müzik eserlerine kültür sayfalarında yer
açıldı.206 Ölüm yıldönümünde Cahit Zarifoğlu’nu anarken Edip Cansever ve Cemal
Süreyya ihmal edilmedi.
Gazetede günlük politik olayların yanı sıra ağırlıklı olarak başörtüsü meselesi,
insan hakları sorunları, imam-hatipler, demokratikleşme gibi konular manşetlere ve
köşe yazılarına taşınmaktaydı. Yeni Şafak, bütün bunları hakaret etmeden, karalama,
çamur atma yoluna gitmeden yapmakta, sansasyondan uzak durmaktaydı. Popülizmden
uzak bu yaklaşım, İslami entelektüel ve ılımlı İslamcıların takdirini topluyordu.
206
Gazete Pazar, 30 Kasım 1997
105
Başkanı Mustafa Albayrak, Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Ziya Cömert ve Genel
Yayın Danışmanı da Fehmi Koru’dur. Gazetenin şu anki yazar kadrosu da şöyledir:
Fehmi Koru, Kürşat Bumin, Tamer Korkmaz, Hayrettin Karaman, Özlem Albayrak,
Hüseyin Hatemi, Nazif Gürdoğan, Mustafa Özel, Abdullah Muradoğlu, Cevdet Akçalı,
İbrahim Kahveci, Dücane Cündioğlu, Rasim Özdenören, Sanlı Sarıalioğlu, Osman
Tanburacı, Erhan Köknar, Mehmet Gündem, Harun Tokak, Sema Karabıyık, Bekir
Hazar ve Mehmet Doğan. Yeni Şafak’ın şu anki günlük tirajı 100.000 civarındadır.
106
nitelendirilir. Ancak bu da ekonomik ve sınıfsal muhtevası tümüyle boşaltılmış bir
demokrasi anlayışıdır. Günümüz Yeni Şafak gazetesi, kitleselleşme çabalarına rağmen,
özellikle alternatif olduğu gazetelerle karşılaştırıldığında; gazeteye özgü ciddi, düşünce
ve yoruma dayalı, muhafazakâr yapısını korumaktadır. Fakat unutulmamalıdır ki, İslami
düşüncelere ve muhafazakâr yapıya bağlılık korunurken; gazetecilik mesleğinin
vazgeçilmezi objektif habercilik anlayışı da korunmalıdır.
İz Grubu’nun Yeni Şafak dışında çıkardığı diğer iki yayında “İzlenim” ile
“Bilgi ve Hikmet” dergileridir.
İslamcı kesimde radikal çizginin temsilcisi olan yayın ise 1993’te Beklenen
Vakit adıyla çıkan ve daha sonra bu adı değiştirerek Akit adını alan ve bugün de
Anadolu’da Vakit olarak yayın hayatına devam eden gazetedir. Mustafa
Karahasanoğlu’nun imtiyaz sahibi olduğu gazetenin amacı şu amacı şu şekilde
anlatılıyordu:
“Hiçbir ekolle tam manasıyla bağımlı olmayan ama hepsiyle sıcak münasebeti
bulunan Müslüman kimliğini taşıyan herkese aynı derecede, aynı yakınlıkla, aynı sıcak
bakışla yönelen bir gazete olursa mevcut gazetelerin dışındaki kesimleri de çekebiliriz.
İşi biraz daha açık ifade edersek, biz Müslüman’ım diyen bütün cemaatlere açığız.
Müslüman kimliği taşıyan hiçbir cemaatle, şahısla, kuruluşla hiçbir zaman kavga
etmeyeceğiz”207
207
Yeni Zemin, Ekim 1993, Sayı: 10, s:31
107
kaşı tarafa bir haksızlık, bir saldırganlık, olarak değerlendirmemek lazım.” diye
eklemişti.208
Anadolu’da Vakit çıktığı günden bu yana ses getiren bazı manşetlerinin dışında
çok iyi habercilik yapmadı belki ama hem İslami kesimde hem de diğer basın ve
kamuoyunda adından sık sık bahsettirmeyi başardı. Bunda en büyük etken Anadolu’da
Vakit’in söylemek istediği şeyi dolaylı yollara sapmadan direkt söylemesi oldu. Bunu
yaparken hakarete varan ifadeleri kullanmaktan, hatta manşetine taşımaktan çekinmedi.
Bir grup kadının şeriata karşı yürüyüşünün verildiği haberde “fahişe” kelimesi
kullanıldı; sevgililer günü için “laikçilerden zina bayramı” denildi; “Hoşt bre köpekler”
gibi ifadeler sık sık kullanıldı. Bu yaklaşım sol kesimin tepkisine sebep olurken, sağda
ve İslamcı kesimde de pek hoş görülmedi. Ancak Anadolu’da Vakit, hem sol basınla
hem sağ hatta İslamcı basınla kavga etmekte bir sakınca görmedi.
Son olarak da yazarlarından Hüseyin Üzmez’in 14 yaşındaki bir kıza taciz ile
suçlanarak yargılanmasının yarattığı infial karşısında sessiz kalan ve Üzmez’i savunan
bir tavır içine giren gazete, geç de olsa İslamcı kesimde de tepkiyle karşılandı.
208
Yeni Zemin, aynı
108
Bediüzzaman Said Nursi’nin 23 Mart 1960’ta ölmesinden sonra Nur
Risaleleri’ni basma ve yaymayı esas alan Nur talebelerinin bir başka amacı da basın
alanında varlık göstererek 27 Mayıs ihtilalcilerinin “din ve dindarlara karşı
hücumlarını” bertaraf etmekti. Bu amaçla 11 sayısının 10’u sıkıyönetim tarafından
toplatılan Zülfikar Gazetesi İzmir’de yayımlandı. Onu kısa bir süre içinde Uhuvvet
takip etti. Said Nursi’nin yakın talebelerinden Zübeyir Gündüzalp ve birkaç arkadaşı
tarafından ilk sayısı 24 Ekim 1967’de yayımlanan haftalık İttihad Gazetesi, o döneme
göre oldukça cesur çıkışlarıyla geniş ilgi topladı ama 12 Mart 1971 askeri
müdahalesinin arkasından süresiz olarak kapatıldı. İttihad’ın kapatılması Nurcuları pek
fazla zora sokmamıştı çünkü 21 Şubat 1970’ten beri bir günlük gazete aracılığıyla daha
geniş kitleye ulaşmaya başlamışlardı.209
Nurcu hareket için gerçekten önemli bir dönüm noktası olan Yeni Asya
gazetesinin temel prensipleri yıllar sonra kendileri tarafından şöyle açıklanmıştır:
“Öncelikle istişareye önem verilecekti. Demokrasi her hal ve şart altında müdafaa
edilecek, demokrasiyi tahrip edecek hareketlere karşı çıkılacaktı. Dinsizliğin ve
komünizmin mahiyetini ortaya koyacak yayınlar yapılacaktı. İnsanları hakka ve
hakikate davet ederken ikna yolu benimsenecekti. İslamiyet asla istismar edilmeyecek
ve kimseye de istismar ettirilmeyecekti. Hür dünya ile medeni münasebetler kurmanın
yolları aranacaktı. Yayın prensiplerine uymayan reklamlar alınmayacak, banka
reklamlarına kesinlikle yer verilmeyecekti”210
İslami kesim içinde yayıncılık faaliyetlerinin yok denecek kadar az olduğu bir
dönemde gözüpek bir üslupla ortaya atılan Nurcular dindar kitleler içinde önemli bir
saygınlık ve yaygınlık kazanmaya başladılar. Ama bu arada iç bölünmeler de başlamıştı.
Ayrılıklardan ilk Ispartalı hattat Hüsrev Altınbaşak’ın, Nur Risaleleri’nin Latin
harfleriyle matbaada basılmasına karşı çıkmasıyla yaşandı. Sonuçta, Risalelerin
Osmanlıca olarak elle çoğaltılmasından başka bir şeyle uğraşmayan, daha sonra
“Yazıcılar” adıyla anılacak olan küçük bir grup ortaya çıktı. Zaman içinde önemini
yitiren ve iyice daralan bu grubun ardından, A. Tevfik Paksu, Sudi Reşat Saruhan,
Gündüz Sevilgen gibi isimlerin başını çektiği bir başka grup, Yeni Asyacıların
209
Çakır; Ruşen. Ayet ve Slogan-Türkiye’de İslami Oluşumlar, Metis Yayınları, İstanbul – 1992, s.88-89
210
Çakır, a.g.e, s:90
109
“demokrat misyon” diye adlandırıp sonuna kadar destekledikleri Adalet Partisi’ne
alternatif olarak çoğunluğunu Nakşi aydınların oluşturduğu Milli Nizam Partisi’nde yer
aldı. Bu gruptan bazı isimler MNP’nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasından
sonra, geri kalanlar ise MSP’nin CHP ile koalisyona gitmesiyle başlayan ve Genel Af
Kanunu ile doruğa ulaşan çelişkilerin ardından Necmettin Erbakan ve ekibini terk
ettiler.211
Yeni Asyacıların belirgin özelliği hep siyasetle içli-dışlı olmaları ve hep DP-
AP-DYP çizgisini desteklemeleri olmuştur. Türkiye’deki üç askeri darbenin de Yeni
Asyacıların “demokrat misyon” adını verdiği bu çizginin hükümetleri zamanında
yapılmış olması, ister istemez Nurcuların tarihinde bu darbelerin ve onlara karşı
geliştirilen tavırların önemli bir yer işgal etmesine yol açtı.212
12 Eylül 1980 darbesine kadar Yeni Asyacılar kayıtsız şartsız AP’yi ve onun
lideri Süleyman Demirel’i destekledi. O dönemleri bugün şöyle anlatıyorlar: “Demokrat
misyon yine iş başındaydı ve bir ‘hürriyetler adası’ haline getirdiği ülkede kalkınma
hamlesini başarıyla devam ettiriyordu. Ancak tertibin ardı arkası gelmiyordu. Önce
iktidar partisi parçalanarak zaafa düşürüldü. (Demokrat Parti’nin kurulması) Ardından
dindar kitleleri şaşırtarak demokrat kadroları güçsüz bırakmayı hedef alan dini
görüntülü bir siyasi parti kurduruldu (Önce MNP, sonra MSP). Bu gelişmeler olup
biterken Yeni Asya, gerek iktidardaki demokratları, gerekse halkı uyarıcı bir neşriyat
yaptı.213
110
kapatılmasını, Seçim Kanunu’nu, bazı partilerin seçimlere sokulup bazılarının
sokulmamasını” yine kendi ifadeleriyle “meşru ve makul bir üslupla” eleştirdi. Anayasa
oylamasına bir gün kala Yeni Nesil kapatıldı. Nurcular bu defa da Tasvir adlı bir gazete
yayımlamaya başladılar. 1 Ekim 1983’te bu gazete de kapatıldı. Tam Hür Yurt adlı yeni
bir gazetenin hazırlıkları yapılırken Tasvir’in yayın yasağı 15 gün sonra kalktı. Ondan
19 gün sonra ise 5 Kasım 1983’te ise Yeni Nesil yeniden açıldı.214
3 Ocak 1990 tarihinde de Yeni Nesil’in önde gelen yazarları, yazı işleri
kadrosunun önemli bir kısmı, grubun çıkardığı Köprü, Bizim Aile ve Cankardeş
dergilerinin hemen hemen tüm kadrosu kendini kapı önünde buldu. Mehmet Kutlular,
Mustafa Kaplan, Bünyamin Ateş, Burhan Bozgeyik gibi Nurcu camianın önemli
yazarları, Yeni Nesil’in sahibi olarak görülen kişilerin, gazetenin ANAP ve resmi
ideoloji karşıtı politikasının yerine devlet ve iktidarla uzlaşmacı bir çizgiyi getirmek
istediklerini, bu nedenle bir “saray darbesine” başvurduklarını iddia etti. Yeni Nesil’in
başyazarı Safa Mürsel ise, aralarındaki ayrımın “dozajın ayarlanması” sorunundan
kaynaklandığını söyleyerek “darbeyi” savundu.u Yeni Nesil’den kapı dışarı edilen
Nurcular fazla vakit kaybetmeden 15 Ocak 1990’da kendi gazetelerini yayınlamaya
başladılar: Yeni Asya!216
Yeni Asya fazla satamasa (tirajı 5-10 bin civarında) ve gazetecilik açısından
fazla bir şey veremese de Mehmet Kutlular yönetiminde 8-10 sayfa ile yayınına devam
ediyor. Bu arada grubun baştan beri çıkardığı Köprü, Bizim Aile ve Cankardeş
214
Çakır, a.g.e., S:91-92
215
Çakır; Ruşen. Ayet ve Slogan-Türkiye’de İslami Oluşumlar, Metis Yayınları, İstanbul – 1992, s.92-93
216
Çakır, a.g.e., S:93
111
dergilerini (isimlere ekleme veya çıkarma yaparak) ve çeşitli konulara ilişkin kitaplar
yayınlamaya da devam etmektedirler.
Yeni Nesil gazetesi ise bu ayrılmadan sonra bir süre daha yayınını devam
ettirdi. Ancak bu dönem fazla sürmedi ve Yeni Nesil kapandı. Yeni Nesil grubu şimdi
Moral FM radyosu ve ve NesilBasım Yayın etrafında kitap neşriyatı ile faaliyetlerini
sürdürmektedir.
112
Goncagül gibi isimler de değişik konulardaki yazılarıyla Milli Gazete’ye katkıda
bulunmaktadır.
Milli Gazete, haber çeşitliliği, etkinliği, baskı ve mizanpajı itibarıyla hiç de iyi
bir performans sergileyememektedir. “Davaya hizmet için” Milli Gazete alanlar diğer
İslami yayınlarda olduğundan daha fazladır. Okumak için alanları parti haberleri ve
birkaç köşe yazısı dışında cezp edebilecek hiçbir şey yoktur. Bu durumun düzeltilmesi,
nicelik ve nitelik açısından daha iyi bir noktaya ulaştırılması için çalışmalar yapıldığı
editörün köşesinden sık sık duyurulmasına rağmen 25 yılda fazla bir şey yapılmış
değildir. Gazete sayılarının birkaç milyonu bulduğu söylenen Milli Görüş camiasının
sözcülüğünü yürütme iddiasında olmasına rağmen 50 binlik tiraja bile ulaşamamaktadır.
3.1.6.1- Yörünge
1990’lı yıllar Yörünge gibi bir haber dergisinin çıkmasına müsait şartların
oluştuğu bir dönemdi. Türkiye’de siyasal İslam, Refah Partisi ile birlikte 1970’lerden
beri ilk defa gür bir sesle yeniden ortaya çıkıyordu. 1989 mahalli seçimlerinde bazı
illerde belediye başkanlığını kazanan RP, genel seçimlere de iddialı bir şekilde
giriyordu. Refah Partisi’ne yakın görüşlerin dile getirildiği Yörünge dergisi, 11 Kasım
1990’da çıkıt. Derginin sahibi ve genel yayın yönetmeni Resul Tosun’du. Daha ilk
sayıda RP’nin programının özünü oluşturan “Adil Düzen”in istenildiğinin işareti
verilmişti. Dergide imam-hatipler, başörtüsü meselesi, Bosna-Hersek, Afganistan,
Filistin gibi dünya Müslümanlarının sorunlu bölgeleri, Avrupa’daki Türklerin
meseleleri, siyasi gelişmeler üzerinde duruldu.
217
Eygi, Mehmed Şevket. “Sağ Basın – Sağ Siyasi Parti İlişkisine Bir Bakış (MSP ve Basın)”, Büyük
Gazete, 28 Temmuz 1976, sayı: 14
113
3.1.7- İslamcı Kadınların Dergisi: Mektup
1985 Şubatında yayın hayatına başlayan Mektup dergisi uzun süreden beri
Türkiye’nin en çok satan İslami dergilerinden biridir. “Kadınların kaleminden kadın
erkek herkes için” şiarıyla çıkan derginin sahibi ve yazı işleri müdürü Recep Özkan.
Ancak Mektup’un temel direği Özkan’ın işe, “Gençliğin İmanını Sorularla Çaldılar”
kitabından dolayı 163. maddeden mahkûm olan Emine Şenlikoğlu. Teknik işlemleri
erkekler tarafından yapılan derginin sürekli yazar kadrosunun tümü ve diğer
yazarlarının çoğunluğu kadındır. Dergide Müslümanların gördükleri zulümler ve buna
karşın dinlerinden habersiz oluşları ile gündelik yaşama dair iktidarsızlık,
mastürbasyon, eşcinsel eğilimler, adet kanaması gibi cinsel sorunlar ile boşanma, eşlerin
birbirlerine karşı görevleri gibi ailevi sorunlar ve stres, feminizm, örtünme gibi
meselelerdir.218
218
Çakır; Ruşen. Ayet ve Slogan-Türkiye’de İslami Oluşumlar, Metis Yayınları, İstanbul – 1992, s.193-
194
219
Kahraman, Ahmet. Cici Basının Sefalet ve Rezaleti, Tümzamanlar Yayıncılık, İstanbul, 1996. s: 289
114
Türkiye gazetesi tirajını artırmak için promosyon kampanyaları da düzenledi.
Promosyonlar, önceleri gazetenin kendi yayını olan dini içerikli kitap ve kasetlerden
oluşurken, 1990’ların başlarında kültürel ürünlerin yanında stres bileziği vs. vermeye de
başladı. Türkiye’nin tirajı bu dönemde aylarca 1 milyonun üzerinde seyretti. Ancak
promosyon çılgınlığının dinmeye başlamasıyla birlikte ortalama tirajı olan 400
binlerdeki seviyesine oturdu.
Türkiye, yurt içinde ve dışında çok geniş bir haber ağı oluşturmayı başarmış
olan İhlas Haber Ajansı’nın desteğine rağmen çok etkili habercilik yapamadığı için
eleştirilmektedir. Bununla birlikte gazetenin liberalinden muhafazakarına,
milliyetçisinden İslamcısına kadar oldukça çeşitli bir yelpazede yazar kadrosu vardır.
Türkiye Gazetesi’nin bağlı olduğu İhlas Grubu 28 Şubat’tan sonra irtica yanlısı
şirketler listesine girdi. İhlas Holding bunun üzerine köklü bir imaj değişikliğine gitti.
Grubun televizyonu TGRT 1998 yılında yabancı danışmanlar ve teknik elemanlar
öncülüğünde gerçekleştirdiği kurumsal kimlik çalışmasıyla içerik ve sunum bakımından
220
Kahraman, Ahmet. Cici Basının Sefalet ve Rezaleti, Tümzamanlar Yayıncılık, İstanbul, 1996. s: 293-
297
115
görece daha liberal bir eğilim kazandı. 2001'deki ekonomik krizle birlikte İhlas
Finans'ın faaliyet izni, Bankalar Kanunu'nun 20/6'ncı maddesindeki şartların
gerçekleşmesi nedeniyle BDDK'nin 10 Şubat 2001 tarihli ve 171 sayılı kararı ile
kaldırıldı. TGRT'yi de içinde barındıran Huzur Radyo TV'nin yüzde 56.5 hissesi 26
Temmuz 2006'da News Corporation ve birlikte hareket ettiği Ahmet Ertegün' e satıldı.
TGRT'yi satın alan ABD'li medya grubu News Corporation'ın sahibi Rupert Keith
Murdoch 'tı. News Corporation daha sonra bu şirketin diğer hissedarlarıyla da anlaşarak
şirketin tümünü satın aldı. TGRT'nin adı 24 Şubat 2007 tarihinde FOX TV olarak
değiştirildi.221
116
Türkiye’de İslam’ın kamusal alanda görünümü 1980 sonrasında büyük hız
kazanmıştır. Böylece din içindeki mahremiyetin ve cemaat yapısının sınırları yavaş
yavaş belirsizleşmeye hatta kaybolmaya başlamıştır. Bunda ise gelişen medya
teknolojisinin rolü büyüktür. Ayrıca bu dönemde İslami kimlik sadece medya alanında
değil birçok alanda da gözlemlenmektedir. İslami gruplar ve İslami cemaatler kendi
sınırları dışına çıkarak modadan, turizme, bankacılıktan eğitime kadar birçok alanda
faaliyetlere başlamışlardır. Bu faaliyet alanları arasında en ilginç olanı kuşkusuz medya
alanıdır. Her şeyden önce İslami grupların, serbest piyasa ortamından da faydalanarak
faaliyetlerine medya alanında da devam etmeleri, bu grupların geleneksel yapılarının
değişmeye başlamasının bir göstergesi olarak düşünülebilir. Çünkü medya araçları
modern dünyanın en önemli sembollerinden ve araçlarından biridir. Oysa dini
topluluklar geleneksel bir yapıya sahiptirler ve geleneksel bir dünyayı sembolize
ederler. Burada İslami cemaatlerin bir yandan modernliğin araçları olarak liberal bir
ortamda görsel ve işitsel medya araçlarına sahip olması, diğer yandan ise İslam’ın farklı
alanlardaki modern görünümlerini de ekran aracılığıyla sunması hem sembolik olarak
hem de içerik olarak modern bir durum sergilemektedir.
117
kanalı, sahibi olmanın sağladığı güç ve prestij ile sermaye grubunun diğer alanlardaki
maddi çıkarlarını koruma ve geliştirme potansiyelidir. Artık yeni medya sahipleri,
medya dışında faaliyet gösteren girişimciler ve bankalardır. 1960’lar ve 1970’lerde de
medyanın holdingleşmesi süreci yaşanırken, 1980’ler ve 1990’larla birlikte holdinglerin
medyaya girişi, holdinglerin medyalaşması dönemine geçilmiştir. Böylece 1980’lerin
sonlarında kırılmaya başlayan devlet tekeli ve denetimi ülkede elektronik yayıncılıkta
da yeni bir dönemin başlamasına neden olmuştur. Ekonomi-politik bir bakış açısıyla
medya alanı hem yoğun bir kar fazlasının hem de düşünsel bakış açılarının doğrudan
kitlelere ulaştırılarak toplumsal bir uzlaşmanın sağlanmaya çalışıldığı bir alan haline
gelmiştir. Bütün bu değişim kamu yararını temel alan kitle iletişimini kar odaklı bir hale
getirmiş, piyasa kurallarının belirleyici olduğu bu alan kar, rekabet, yarışma ve kişisel
çıkar medya içeriğinin söylemini oluşturmuştur.
223
Kaya, Raşit (2002), “1980 sonrası Türkiye’de Medyanın Gelişimi ve İdeoloji Gereksinimi”,
(www.dorduncukuvvetmedya.com.tr)
224
Arslan, Abdurrahman. (2000), “Seküler Dünyada Müslümanlar”, Birikim, Temmuz, sayı 99, s:34
118
çıkılmadan yürütülebilme özelliğine sahip oldukları düşünülüyordu. Bu da radyolara
çok daha cemaat içi bir özellik kazandırıyordu. Buna bağlı olarak da cemaatlerin
liderlerine ya da önde gelenlerine ayrılan sohbet programları (örneğin, Moral FM’de
Yavuz Bahadıroğlu’nun günlük yorumları ve ‘Nur Penceresi’ dizisi ya da Akra FM’de
Esat Coşan’ın günlük konuşmaları gibi) program akışı içindeki yerlerini sürekli olarak
korumaktadırlar. 225 Fakat gönderilen mesajların İslami bir içerikle sunulması görsel ve
işitsel bir araç olarak televizyonda daha kolay ve daha etkiliydi. Çünkü İslami anlayış
ve değerlerin temsil edilmesi, sunulan tebliği pekiştiren ve tamamlayan bir özelliğe
sahiptir. Böylece insanlar üzerinde daha fazla etkili olacağı düşünülüyordu.
225
Azak, Umut, “İslami Radyolar ve Türbanlı Spikerler” (Derleyen Nilüfer Göle, İslamın Yeni Kamusal
Yüzleri, Metis Yayınları, İstanbul, 2000. s: 96
119
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: FETHULLAH GÜLEN CEMAATİ
1876 yılında, Bitlis'in Nursi köyünde dünyaya gelen Said Nursi’nin ilk hocası
abisi Molla Abdullah'tır. Klasik medrese eğitimi sırasında özellikle İmam Rabbani
Ahmet Sihrindi ve Abdulkadir Geylani'nin eserlerinden ciddi oranda etkilendi.
Nakşibendî ve Kadiri tarikatlarıyla yakın ilişkiler kurdu ve onların İslam felsefesinden
önemli oranda etkilendi. Ancak klasik biçimde formüle edilen Şeyh-Mürit ilişkisine
girmedi. ‘Nursi Gümüşhanevi'nin Mecmuat'ul Ahzab'i gibi tarikatların esaslarından olan
virtleri takip etmekle birlikte mürit geleneğinin toplumsal şartlara göre yeniden
uyarlanması gerektiğine vurgu yaptı. Telvihat-i Tis'a isimli eserinde ‘Müslüman’ın
tarikatsız olabileceği, ancak imansız olamayacağı’ tezi onun görüşlerinin ana temasını
oluşturur.226
Said Nursi’nin politik yaşamı iki evrede ele alınabilir. Bu iki sürecin
karakteristik özelliği Nursi’nin hem zihinsel ve yani teorik hem de eylemsel yani pratik
bir değişim süreci içerisinde olmasıdır. Doğu bölgesinde yürüttüğü çalışmanın artık
kendisi için yetersiz olduğunu düşünen Nursi, kendi görüşlerini daha geniş kesimlere
yaymak için entelektüel ulemasının ve aydınlarının merkezi olarak kabul edilen
İstanbul'a geldi. Osmanlı toplumunun yıkılma sürecini çok yakından gören biri olarak,
dini ve siyasi entelektüeller arasında toplumun ekonomik ve politik çözülme sürecinin
tartışmalarına aktif olarak katıldı. Cumhuriyet dönemine kadarki süreçte politika ile
doğrudan iç içe oldu ve hatta kendisine göre politik projeler üretti, öneriler sundu ve
görüşlerini entelektüeller arasında etkili kılmaya çalıştı. Bu süreç aynı zamanda
Nursi’nin yaşamından dönüm noktaları oluşturdu. Kendisine göre yeni ilişkiler
geliştirdi. İstanbul’da yayınlanan Vatan gazetesinde makaleler yazmaya başladı, İttihat
226
Nursi, Bediüzzaman Said, Risale-i Nur Külliyatı, Nesil Yay., İstanbul 2002, s:69
120
Muhammedi Cemiyeti’yle ilişkiler geliştirdi, Dar'ul-Hikmet'ul-İslami’ye üyeliği gibi
pratik olarak aktif görevler aldı.227
227
Mürsel, Safa. Bediüzzaman Said Nursi ve Devlet Felsefesi, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1995, s:273
228
Nursi, a.g.e., s:213
229
Yavuz, M. Hakan. “Bediüzzaman Said Nursi”, Modern Türkiye’de Siyasal Düşünce/İslamcılık, cilt:6,
İletişim Yay. İstanbul, 2004, s:265
230
Yavuz, M. a.g.e, s: 265
121
Bütün bu çelişkilere rağmen Birinci Dünya Savaşı sırasında Abdülhamit
tarafından Ermenilere karşı savaşmak için kurulan ‘Hamidiye Alayları’nda aktif görev
aldı. Özellikle “Van'da Ermeni ve Ruslara karşı gönüllü alaylar tertip ederek bizzat
savaştı.”231 1916 yılında Ruslara esir düştü. Rusya’da iki yıl esir kaldıktan sonra, kaçıp
yeniden İstanbul'a geldi.232
231
Yavuz, M. a.g.e, s: 266
232
Abdulkadir Badilli’den Aktaran: Peköz, Mustafa. “Politik İslamın Gelişmesinde Toplumsal Güçler:
Cemaatler”, www.sendika.org, 2008.
233
Yavuz, M. a.g.e. 266
234
Mardin, Şerif. Bediüzzaman Said Nursi Olayı ve Modern Türkiye’de Din ve Toplumsal Değişim,
İletişim Yay., İstanbul, 2002, s: 165-168
122
İslami esaslara dayanan bir düzen olmasını istedi. Bu yönelimiyle aynı zamanda
Kemalist rejimle kendisi arasındaki mesafeyi netleşmiş oluyordu.
235
Yavuz, M. a.g.e. s:267
123
modernleşmenin, İslam'la bilim ve akılcılığı bağdaştırmanın mümkün olduğunu
savundu.
124
canlandırılmasını” hedefler.236 İslami Şuurunu açıklarken “Bu çatışmalara cevap
olmanın yegâne yolu Allah'ın sınırsız güç ve iradesine dayanmaktan geçer. İnsanın
saadete ulaşması tevekkül ve teslimle mümkündür” der ve toplumda İslam şuurunun
geliştirilmesinin ‘zorunluluğuna’ özel bir vurgu yapar.237 Toplumda İslam şuurunun
geliştirilmesi üzerinde çok yoğunluklu olarak durmasının aynı zamanda hem devletin
hem de ABD’nin dönemsel dış politikasıyla uyumlu olması da ayrıca dikkat çekicidir.
Bu dönemde Kore savaşına, en yakın adamlarından birini göndermesi devlet
politikasıyla oluşan uyum bakımından dikkat çekici bir durum.
Dinin insan yaşamındaki etkisi dikkate alındığında toplumsal sorunların kaynağının
‘dinsizlik düşüncesi’ olduğunu, dinsel anlamda iman ve ahlak anlayışının sosyal ve
bireysel yaşama dâhil edilmesi gerektiğini belirtir. Ayrıca İslami yaşam tarzının
topluma egemen olması için de zihinsel değişimin sağlanması gerektiğini belirtir.238
Nursi, Müslüman olan herkesin belli bir seviyede dini bilgiye ve bakış açısına
sahip olması ve İslamlaşma süreci içerisinde dini eserlerin okunarak ‘asgari’ bir
donanımı sağlayabileceğine dikkat çeker. Bunun için de geçmiş geleneksel
alışkanlıkların taklidine karşı, dönemsel süreçlere yanıt veren ‘modern araç ve
yöntemlerin’ kullanılmasını ön plana çıkartır. İslam şuurunun etkin kılınması için
Cumhuriyetin ‘pozitivist’ yaklaşımına karşı, İslam-bilim, özgürlük-iman ve modernite-
gelenek ilişkisinin İslam’a uygun olduğunu bunların birbirleriyle çelişmediklerini,
böylece ‘cumhuriyetçi pozitivist’ anlayışına karşı İslamcı alternatif modernlik anlayışını
savunur. Nursi, İslam’ı dönemsel koşullara göre yeniden yorumlamasına rağmen
sistemle ilişkilenmekten kurtulamaz. Hatta Kore savaşındaki fiili tutumu onun ABD’nin
‘anti-komünist’ stratejisiyle uyumunu ortaya koyar.
236
Nursi, a.g.e. s:132
237
Nursi, a.g.e. s: 133
238
Nursi, a.g.e. s: 146
125
Nursi’nin toplumun eğitim almış kitlesine öncelikli olarak yönelmesindeki esas
amacı dindar ve modern bir Müslüman prototipini oluşturmaktır. Toplumu
İslamlaştırma sürecinin üç temel unsurunu belirleyen Nursi, bunları, iman, hayat ve
şeriat olarak tanımlar. İman; kişisel planda İslami ilkelerini kavramak ve pratik olarak
içselleştirilmesidir. Hayat; imanı içselleştirmiş olanların bütünlük olarak benimsediği
İslami toplumsal yaşam biçimidir. Şeriat ise İslami adaletin ve hukukunun egemen
olduğu bir toplumsal düzendir.
126
RNK’lerin birlikte okunması ve kavranması için başlattıkları örgütlenmede dershane
eğitiminin çok özel bir yeri bulunmaktadır. “Dershaneler sadece Risalelerin okunduğu
yer değil; ayrıca İslam kimliğinin şekillendirilerek gündelik yaşama taşıyan mekânlar
oldu. Dershaneler Nursi'nin mesajlarının yayılması, ortak bir dil ve davranış kalıplarının
oluşturulmasını sağladı. Toplumun değişik katmanlarının bir araya getiren dershaneler
siyasi ve kültürel iletişim ağı ve özellikle sosyal sıçrama mekanizması görevini de
yüklendi”239 Nurcu hareketinin başlatmış olduğu dershane geleneğinin, İslamcı
hareketin örgütlenmesinde önemli bir rolü var. Cemaatlerin geleneksel sohbetlerinin
yerini dershane eğitiminin alması, kişisel iletişimlerin giderek kolektif ilişkilere
dönüşmesini sağladı. Söz konusu olan dershaneler aynı zamanda, İslami yaşam tarzının
fiilen uygulandığı mekânlar olarak ön plana çıktı. Nurculuğun temel prensibini ortaya
koyan ‘iman, hayat ve şeriat’ esasları dershanelerin temel yapısın oluşturdu.
Dershaneler süreci aynı zamanda İslam dünyasında önemli bir yer tutan sözlü
kültürün yerine yazılı kültürün almasını sağladı. Bu yönelim kendisini dışlanmış
hisseden kitlelerin bu merkezler aracılığıyla yeni kimliklerini daha üst boyutta
yansıtmalarına, ‘Müslüman Kimliği’ni çok daha açık bir şekilde ifade etmelerine nesnel
bir zemin oluşturdu. Giderek ülkenin sosyoekonomik-politik-kültürel meselelerinin de
konuşulduğu mekânlar olarak ön plana çıkan bu merkezler, devlet kadrolarının da ciddi
orada ilgisini çekmeye başladı. Dahası devlet kadrolarıyla İslamcılık arasında bir köprü
işlevini görmeye başladılar.
239
Aktaran: Yavuz, a.g.e., s: 296-297.
127
birlikte aynı zamanda kendi içlerinde bir bölünme sürecine girmiş oldular. Nurcu
hareket kendi içerisinde Yeni Asya, Yeni Nesil ve Fethullah Gülen olmak üzere 3 ana
gruba bölündü. Bu aynı zamanda Nurcu geleneğinden gelen kuşakların bir sosyo-politik
‘çatışması’ olarak da algılanabilir. Örneğin, ilk kuşak Nursi'yi görmüş sohbetinde
bulunmuş olanlardır. Bu grup kaynağa yakınlık ve devletten gördükleri baskının
mazlum hassasiyetiyle birliklerini sürdürmüşlerdir.
Dikkat çeken bir başka önemli nokta da ABD’nin ‘yeşil kuşak teorisinin’ en
çok Nurcu geleneğinin temsilcileri tarafından savunulmasıdır. “Soğuk Savaş dönemi
Türkiye'sinde İslami hareketler solculuk karşısında milliyetçi-mukaddesatçı düşüncenin
240
Peköz, Mustafa. “Politik İslam’ın gelişmesinde toplumsal güçler: Cemaatler”, 2008, www.sendika.org
128
savunucusu Milli Cephe etrafında yerlerini aldılar. Nurcular imanın komünizme doğru
kayan sol hareketlerin panzehiri olduğundan yola çıkarak Türkiye Komünizmle
Mücadele Dernekleri’nin ya kurucusu oldular ya da en büyük destekçisi haline geldiler.
Nursi'nin birçok mahkemede avukatlığını yapan Bekir Berk (1926-1992) Nurculuğun
milliyetçi cepheye yakınlaşmasında önemli rol oynadı. Yeni Asya gazetesi de
yayınlarıyla buna destek verdi. Nur hareketinin sağcılaşarak milliyetçileştirilmesi Soğuk
Savaş döneminin ününüdür.”241
241
Yavuz, M., a.g.e., s:291.
129
Nursi’nin ümmet İslamcılığına karşılık Türk-İslam sentezciliği benimsenerek, devletin
Kürtleri yok sayma politikası da hala savunulmaktadır. Nurcu akımlarının içerisinde
olan ve kamuoyunda tanınan Ali Bulaç, Mehmet Metiner gibi Kürt kökenli Nurcu
geleneğinin takipçilerinin ‘küçük’ ölçekli itirazları da pek etkili olmadığı gibi, onlar da
zamanla bu sürecin bir parçası oldular.
“Yeni Asya grubu Demirel'e olan desteğini sürdürerek darbeye karşı cephe
aldı. Gazete ayrıca 1982 Anayasası’nın kabulüne ilişkin referanduma karşı kampanya
düzenledi. Buna karşılık iki Erzurumlu Nurcu, Fethullah Gülen ve Mehmet Kırkıncı,
askeri darbeye olan desteklerini açıktan ifade ederek 1982 Anayasası'nı
desteklediler.”242 Darbeci generaller tarafından hazırlanan Anayasa’ya destek veren
Nurculara verilen ödül ise ‘dershanelerinin ve yurtlarının kapanmaması’ ve yenilerinin
açılması için gerekli desteğin verilmesi oldu.
Nurcu geleneğin bir devamı olarak ortaya çıkan ve sistem ilişkilerini önemli
oranda etkileyen ve kamuoyunda ‘Neo-Nurcu Hareket’ olarak tanımlanan yeni akım ise
Fehtullah Gülen cemaatidir.
242
Yavuz, M., s: 292
130
İslamcı düşüncenin toplumun geneline yayarak etkin kılınması için önemli bir çaba
içerisine girer. Böylece birincisi, İslamcılığın toplumsal bir örgütlenme modeli olarak
‘özel ve kamusal’ gibi her iki alanda yaşam bulması için Nursi’nin de özel olarak
benimsediği ‘İslami aydınlanma’ projesini uygulamaya büyük bir önem vermektedir.
İkincisi, nasıl ki Nursi kendisinden önceki İslamcılardan farklı olarak İslam’ı yüzyılın
koşullarına göre yorumlanması gerektiğini belirtmişse, Gülen de aynı şekilde Nursi
döneminin tarihsel ve sosyal koşullarının nispeten değiştiğini bu nedenle Risale-i Nur
Külliyatı’nın (RNK) yeniden yorumlanması gerektiğini belirtir. Üçüncüsü, kamusal
alanın İslamlaştırılması için, Nursi’den farklı olarak devletin merkezine yakın durmayı
tercih eder ve örgütlenmesini buna göre belirler. Toplumun kendi öz değerlerine sadık
kalınarak ekonomik, sosyal ve teknik değişim ve ilerleme olarak anlaşılan ‘modernlik’
Gülen'e göre kamusal alanda yenilenmiş bir İslami bilinç öngörür.243 Dördüncüsü,
Nursi’de belirgin olmayan ‘İslam’ın millileştirilmesi’ görüşü, Gülen tarafından
‘millilik’ olarak resmileştirilir. Böylece cemaat örgütlenmesini salt ‘ümmetçilik’ olarak
değil, ‘ulus-ümmetçilik’ biçiminde formüle eder. Beşincisi Nursi’den farklı olarak
İslam’ın küreselleştirilmesine özen gösteren Gülen cemaati, ulusal ve küresel eksenli bir
çalışmayı esas almaktadır. Küreselleşmenin getirdiği ideolojik-politik değişime
kendisini uyarlamaktadır. Altıncısı, Nursi, bölgesel ve uluslararası güçlerle çok yakın
ilişkiler kuramadı ve daha çok içe kapalı bir politika izlemek zorunda kaldı. Gülen ise
tersten bölgesel ve uluslararası ilişkilere çok önem vermektedir. Hatta gücünün ana
kaynaklarından biri de uluslararası alandaki ilişkileridir. Yedincisi, nasıl ki Nursi’nin
öğrencileri, hem yaşam tarzı hem de entelektüel özellikleri bakımından Nursi’yi taklit
etmeye çalışmışlarsa, aynı şekilde Neo-Nurcu akım olarak tanımlanmaya başlanan
Gülen cemaatinin öğrencileri de biçimsel ve içerik olarak kendilerini Gülen ile
özleştirmeye büyük bir özen gösterirler. Kullandıkları sözcükler davranış biçimler,
hitabet tarzı vs. birbirinin kopyası biçimindedir. Birbirine benzeyen tek tip İslamcı
kadroların yaratılması öncelikli olarak benimsenen bir politikadır. Hepsinin merkezinde
Gülen’in bulunması, aynı zamanda onun toplumun lideri haline getirmesinin bir başka
biçimidir. Ancak Gülen de Nursi gibi kendisinden sonra yerini alabilecek her hangi bir
halef belirlemiyor.
243
Aktaran: Peköz, Mustafa. www.sendika.org
131
4.2- Örgütlenmesi
Tek tip insan yetiştirme gayreti içindeki cemaat 1990’lı yıllarda hızla
büyüyünce bu amaç kısmen sekteye uğradı. Fethullah Gülen’in uzun yıllar yol
arkadaşlığını yapan Nurettin Veren, cemaatin hedef kitlesinde ortaokulun son
sınıfındaki ve liselerdeki gençler bulunduğunu, çünkü gençlerin en cahil olmakla
birlikte, en idealist oldukları dönemin bu devir olduğunu söylüyor. Cemaatin en üstünde
ve Gülen’in hemen yanı başında bulunmuş bir isim olarak Nurettin Veren cemaat
örgütlenmesine ilişkin de şunları anlatıyor:
“Çocuğun aile durumu ve kişisel durumuna göre aylarca dinle ilgili bir şey
söylemeyebilirler. Yapılan şey bu gençlere bir ağabey gibi davranmak, ona derslerinde
132
yardımcı olmak ve geleceğe ait planlarda yol göstermektir. Yeterli konuma gelindiğinde
cemaatin öğretisi verilmeye başlanır. Genç, evinde ne kadar sorumlu ise başarı oranı o
kadar yüksektir. Fethullah Gülen’in gösterdiği doğrultuda ana hedef büyümedir. Bunun
da yolu okulların etrafında örgütlenmeden geçer. Büyümenin iki kolu vardır: Okuyan
gençler ve esnaftır. Gençler, cemaatin insan kaynağı, esnaf ise lojistik ve para
kaynağıdır. Fethullah Gülen’e göre cemaatin lokomotifi Anadolu insanı ve himmetidir.
Hiçbir dış katkı yoktur. Belli bir zamana kadar cemaatin ana hedefi eğitim olduğu için,
hep öğretmen yetiştirmeye çalıştılar. Cemaat büyüdükçe bu ihtiyaç yerini diğerlerine
bıraktı. Bu gün saatçisinden, mühendisine kadar herkesi yetiştirme gayreti içindeler.
Ama ağırlık halen eğitim ve öğretmenler üzerinedir. Çünkü gençler ile oluşan tek
meslek grubu öğretmenliktir. Harp okullarına ve Askeri Liselere sokulacak çocuklar bir
gizlilik derecesinde eğitilir. Bu çocuklar özel evlere giderler. Cemaat sorumluları
dışındaki insanlar bu evlerin ne yaptığını bilmezler. Çünkü cemaatin örgütü
yerleştiremediği tek kurum askeriyedir. Fethullah Gülen’e göre askeriye hukuk, eğitim
ve mülkiye teşkilatlanılması gereken kurumlardır. Üniversiteye hazırlanan gençlerin
kendi dershanelerine gitmelerini sağlamaya çalışırlar. Üniversiteye hazırlık dershaneleri
en aktif ve verimli çalıştığı organlardır. Buralara büyük insan kaynağı ve parasal destek
ayrılmıştır. İstanbul’daki FEM dershaneleri, İzmir’deki Akyazılı gibi. Ev-hazırlık
dershanesi ilişkisi üst düzeydedir. Cemaatin 1990’lı yıllarda güç kazanmış diğer önemli
bir organı orta seviyede ve şimdi de yüksek seviyede kurulan öğretim kurumlarıdır.
Okullar yatılı olduğundan öğrenci ile çok daha yakın ilişkiye girilmekte ve insan
kazanmada daha etkili olunmaktadır. Bu okul ve dershanelerdeki eğitim, diğer okul ve
dershanelerden daha yüksektir. Çünkü kadrolarında işi para için değil kendileri
inandıkları için yapan pek çok insan vardır. Çocukların lise çağında hafta sonlarında
gördükleri ilgi ve belki sıcak ev yemekleri bu çocukları cemaat elemanı yapmak için
çok bile. Biraz analiz edilirse aslında cemaatin adam kazanma yönteminin çok sofistik
de olmadığı görülür. Cemaatin bireylerine, cemaatin dışında bir hayatın cehennem
olduğu sürekli empoze edilir ve cemaatten çıkanın da bir daha iflah olmayacağı ve
cehenneme sürüleceği lafını ben bizatihi bir kasette dinledim.”
133
4.3- İdeolojisi
Gülen cemaati, İslam’ı özel alandan çıkarıp kamusal alana egemen kılmak,
sistemin merkez gücü haline getirmek istiyor. İslamcılığı toplumsal dönüşüm projesi
olarak kabul ettirmek için küresel entegrasyonu sağlamak ve mevcut ekonomik-sosyal
olanakları da kullanarak egemen bir güç yaratmayı hedefliyor. Bunu yaparken,
Nursi’den biraz daha farklı olarak pragmatizmi İslamcılığın çıkarları için kullanmakta
tereddüt etmemektedir.
Entelektüel bilgi ile pratiğin birleştirilmesine özel bir önem veren Gülen
cemaati, kitlesel motivasyonu Türk-İslam sentezi etrafında çevreler. Bu aynı zamanda
‘Müslümanların kimlik arayışında ortaya çıkan farklılaşmada, ‘Türk-İslam’ kimliğinde
‘Türklüğü’ ön plana çıkartmaktır. Bu yaklaşım, pozitivist-seküler olarak adlandırdıkları
Kemalist rejimle buluşma noktalarını oluşturmaktadır. Gülen kendisini Nurcu olarak
tanımlamakla birlikte Necip Fazıl Kısakürek, Nurettin Topçu ve Sezai Karakoç gibi
milliyetçi-İslamcı kesimlerden çok daha fazla etkilendi. Günlük yaşamda Türk-İslam
geleneğini çok bilinçli olarak ön plana çıkarttı. Böylece Türk-İslamcı politikanın yeni
versiyonu olarak değerlendirmek mümkündür.244
Gülen cemaatinin izlediği politikada devlet ve devleti içten ele geçirme esaslı
bir durumu teşkil eder. Bu nedenle hangi biçimde olursa olsun devlete yakın durmayı
tercih ederken, siyasilerle de iletişimi hep dolaylı olmuştur. Dahası devlet içerisine
nüfuz ederken, güncel politikanın dışında durma görüntüsü verir ve hatta devletin
kararlarına kesintisizce uymayı esas aldığını belirtir.
244
ERDOĞAN Latif, Fethullah Efendi: Küçük Dünyam, Ad. Yay. İstanbul, 1995, s:67
245
YAVUZ Hakan M., “Neo-Nurcular: Gülen Hareketi”, Modern Türkiye’de Siyasal Düşünce/İslamcılık,
Cilt;6, İstanbul, 2004, s:296.
134
4.4- Finansal Kaynakları
246
Nurettin Veren, “Fethullah Gülen Cemaati” konulu görüşme, İstanbul, 10.10.2006
135
Türkiye’de “faizsiz bankacılık” sistemini uygulayan cemaate ait Asya
Finans’ın kurucuları arasında da İhsan Kalkavan, Mehmet Emin Hasırcılar, Mustafa
Kavurmacı, Selçuk-Faruk Berksan, Osman Gürbüz Özkara, Tahsin Tekoğlu, Ali Rıza
Tanrıseven, Mustafa Fırat, Tacettin Neğiş, Beyhan Nakipoğlu, Cahit Şahin, Turgut
Aydın, Hüseyin Döğme, Sadık Pişan, Naci Altınbüken gibi isimler bulunuyor.
Cemaate ait Akyazılı Vakfı da 24 ilde sahibi olduğu 300 civarında gayrimenkul
ile 9 dershane ve özel okul ile ciddi bir para kaynağıdır. Akyazılı Vakfı, her yıl yasaya
aykırı biçimde topladığı kurban derileri yüzünden resmi makamlar, özellikle de THK ile
büyük bir çekişme içine girer. Kimi zaman Mehmetçik Vakfı'na bağışta bulunurken,
zaman zaman da şehit ailelerine cüzi miktarda sembolik yardımlar sunar.
247
Bulut Faik, Yeşil Sermaye Nereye? Su Yayınları, 1999, 4. Baskı, s: 228-238
136
çevresinde oluşan TÜRKONFED (Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu) isimli
konfederal yapıdan farklılaşıyorlar.248
İslami sermaye, sermaye ihraçlarını, ılımlı İslamın coğrafyası olarak tarif ettiği
Avrasya’ya, Afrika’ya kadar ulaştırıyor, oralarda Fethullah Gülen okullarının
misyonerliğinde açılan yoldan ilerleyerek, sermaye bütünleşmelerine gidiyor, ılımlı
İslam modelini oralarda da yeşertiyor ve oralardan da besleniyor. 249
AKP bloku ise, cemaat ve tarikat ilişkileri çekirdekte olmak üzere çok farklı
sınıf ve tabakaları kapsamaktadır. Bu blok, yukarıdan aşağıya kendi organik
sermayedarlarını oluştururken iktidarın nimetleriyle çerçeveyi genişletmeyi,
248
Mustafa, Sönmez. 09.06.2008, “İslami Sermaye Çatışmada Laikler Beklemede”,
www.medyakronik.com
249
Sönmez. a.g.e.
250
Sönmez, a.g.e.
137
palazlanmayı artırmaktadır ama asli büyük sermaye grubu TÜSİAD’ı kendi çekim
alanına henüz alamamıştır.251
İslam’ı siyasal alanın bir konusu olarak görmediğini vurgulayan Gülen aynı
zamanda politikanın gündelik sorunlarını İslam ile bütünleştirme çabasından geri
durmaz. ‘İslam demokrasi, demokrasi İslam değildir’ der. Demokrasinin bir teferruat
olduğunu söyler. Demokrasiyi dünyanın yöneldiği bir sistem olarak görürü ama Allahın
düzeninin yerini asla tutmayacağını belirtir.253 Gülen’in stratejisinde demokrasi yoktur,
devleti İslamlaştırmak vardır. Toplumsal özgürlüklere hiçbir vurgu yapmaz, ama
söylemlerinde İslami kurallara dayanan bir hükümetin var olması gerektiğini vurgular.
Gülen cemaati, Türkiye’yi ilgilendiren özel politik gelişmelerde ya devletin yanında yer
aldı ya da çok bilinçli olarak sessiz kalmayı tercih etti. Kürtlerin kültürel ve siyasi
hakları konusundaki sessizliği liberallik noktasında önemli kritiklerdir. Örneğin, “Gülen
cemaatinin özellikle sol görüşlü entelektüeller ve insan hakları aktivistleri için
uygulanan siyasi düşünce suçları konusunda sessiz kaldığı ve devlet yanında yer aldığı
bilinen bir gerçektir. Buradan yola çıkarak hareketin demokrasi ve laikliği
içselleştirmeden kendi dünya görüşleriyle bağdaştırma yoluna gittiği söylenebilir.”254
251
A.g.e.
252
“25 milyar doları yönetiyor”, 27.06.2008, http://www.guncel.net/r/23650
253
AKMAN Nuriye, « Fethullah Gülen’le Röportaj » Sabah gazetesi, 25-30 Ocak, 1995.
254
YAVUZ, age, s:301-302
138
ilgilendireceğini, yalnızca o ülke tarafından tayin ve tespit edileceğini beklemek, en
azından, mevcut konjonktürü bilmemek demektir. Dönem, enteraktif münasebetler
dönemi olup, insanlar ve milletler gittikçe birbirlerine daha muhtaç ve daha bağımlı hale
gelmekte, dolayısıyla bu da, karşılıklı münasebetlerin daha yakınlaşmasına sebep
olmaktadır. Önceki asırların kaba müstemlekecilik dönemini aşmış bulunan bu
münasebetler, karşılıklı çıkarlar, hiç olmazsa, zayıf tarafa da birtakım çıkarlar sağlama
bazında cereyan etmektedir. Bunun yanı sıra elektronik, bilhassa dijital elektronik
teknoloji, fertlere bile mahremiyet dairesi bırakmadığından, bilgi edinme ve alışverişi
gittikçe artmakta...”255
255
GÜLEN, “At the Threshold of a New Millennium”, The Foutntain, No:29, 2000, s: 24. (ayrıca bkz:
http://en.fgulen.com/)
256
Gülen, a.g.e.
139
Gülen cemaatinin ideolojik-politik kimliği netleşirken aynı zamanda üzerinde
yükseldiği sosyoekonomik taban da biçimlenmektedir. Ekonomik ilişkilerin yarattığı
politik şekillenme aynı zamanda devletle olan ilişkilerini belirlemektedir. Yeni ‘İslamcı’
kimlikli bir yönetici sınıfının oluşmasının çok önemli olduğunu ifade eden Gülen’in, bu
alanda çok kapsamlı bir örgütleme yarattığı biliniyor. Devlet yönetim işinde ekonomik
gücün belirleyici olduğunun farkındadır. Bu amaçla küresel sisteme adapte olmuş
İslami’ sermayenin egemen bir sınıf oluşturmasına bütün gücüyle katkı sunmaktadır.
Türkiye’de ‘İslamcı’ olarak bilinen sermaye grubunun bu düzeyde bir güç haline
gelmesinde Gülen cemaatinin izlemiş olduğu politikanın önemli bir etkisi söz
konusudur.
140
ekonomisini açık olarak savunur, küresel sermaye ile ilişkilerini geliştirir, diğer birçok
İslami gruptan farklı olarak ‘Türk milliyetçiliğiyle serbest piyasa ve modern eğitim
temalarına birlikte vurgu yapar’.257 Gülen cemaatinin ideolojik gıdası haline gelen Türk
İslam sentezi, ‘komünizm ve teröre karşı devletin NATO politikasına’ çok açık olarak
destek sunar. Gülen’in milliyetçiliği "Türkiye'de yaşayan, Osmanlı geçmişini kendi
geçmişleri kabul eden ve kendilerini Türk olarak gösteren Türk kabul edilmelidir” ve
“Türk olmak için Osmanlı deneyimine sahip olmak ve kendisini Türk olarak görmek
gerekir. Bu yaklaşma göre Kazak ile Boşnak arasında bir fark yoktur. Ama Boşnak
olanın Türkleşmesi daha kolaydır. Öte yandan, bu geniş kapsamlı milliyet anlayışının
sınırları Fars’ı ve Arapları içine almaz. Gülen Arap ve İran İslam anlayışına çok sıcak
bakmaz ve Türk Müslümanlığı deyimini bunlardan ayırmak için sürekli kullanır.”258
Gülen cemaati, Türk-İslam sentezciliğini Türklerin egemenliğinin bir aracı olarak
kullanmaktadır. Dolayısıyla Nursi’nin genel İslamcılık perspektifi Gülen’den Osmanlı-
Türk sentezine dönüştürülür. Bu nedenle Türk devletinin genel yapısını tereddütsüz
destekler. Halkın devletin üniter birliğine gerekli desteği sunması gerektiğini sürekli
vurgular. Nursi’de pek ön plana çıkmamış olan ‘kutsal’ devlet Gülen için öncelikli bir
politika haline gelir. Böylece Türk devletini ‘din ile millet arasındaki bağı sağlayacak ve
ideal Türk-İslam toplumunun yaratılmasının en önemli araçlarından biri’ olarak görür.
Gülen, sürekli vurguladığı asr-ı saadet döneminin, çağımıza uygun bir tarzda
düzenleyebilecek olan ideal İslam toplumunun ancak Türk-İslam ülküsü tarafından
sağlanabileceğini belirtir. Böylece Türk-İslam sentezi, onun görüşlerinin ana halkasını
oluşturur.
257
ESPOSİTO John, İslam Tehdit Efsanesi, Ufuk kitapları yay. İstanbul, 2002, s:167.
258
YAVUZ, age, s:297.
141
Siyasi liderlerin Fethullah Gülen’e ilgisi eskilere dayanmaktadır. Henüz daha
28 yaşında İzmir Kestanepazarı Kur’an Kursu yönetirken dönemin başbakanı Süleyman
Demirel tarafından Diyanet’te önemli bir göreve getirilmesi teklif edilir. Öte yandan
Necmettin Erbakan kuracağı Milli Nizam partisine destek için 1968 yılı yazında
Hocaefendi’nin bulunduğu Buca’daki kampa kadar giderek kendisiyle görüşür. Fakat
olumlu bir netice alamaz. Sonraki yıllarda Alparslan Türkeş’in görüşme istekleri olur.
Turgut Özal, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin vaazlarını dinlemek için İzmir
Bornova’daki camiye birkaç defa gittiği olmuştur. Özal’la ihtilalden bir hafta önce 5
Eylül 1980’de Bornova’daki camide görüşmüştür. 12 Eylül ihtilal döneminde Turgut
Özal’ın görüşme isteklerini kabul etmemiştir.259 12 Eylül’de aranırken 6 yıl boyunca
bulunamayan Fethullah Gülen, Burdur’da yakalanıp tutuklandığında da serbest
bırakılması için Özal’ın devreye girdiğini bir sohbetinde aktarıyor.260
Gülen’e yakın durmaya çalışan siyasiler arasında Tansu Çiller ve Mehmet Ağar
da vardır. Daha pek çok bakan düzeyinde siyasetçinin de Gülen’in cemaatinin mensubu
olduğu ya da Gülen’e yakın olduğu bilgileri basında yer almıştır. Gülen ile 1980’lerde
görüşmek isteyip de yıldızının barışmadığı siyasetçi ise Necmettin Erbakan’dır.
259
AKMAN Nuriye, « Fethullah Gülen’le Röportaj » Sabah gazetesi, 25-30 Ocak, 1995.
260
“Fethullah Gülen Hocaefendi’nin, Özal ve siyasilerle görüşme hassasiyeti”, 16.11.2007
diyalogperspektif.blogcu.com/fethullah-gulen-hocaefendi-nin-ozal-ve-siyasilerle-gorusme-
hassasiyeti_4613846.html
261
Mercan, Faruk. Fethullah Gülen, Doğan Kitap, 2008, İstanbul, s: 186
142
Tarikat ve cemaatlerin genellikle sağ partileri desteklerken onlardan oy almayı başaran
tek sol parti ise Bülent Ecevit'in DSP'si oldu.
262
“Gülen Cemaati AKP diyor”, 10.07.2007, Milliyet
263
A.g.e.
143
AKP hükümeti döneminde kabineyi oluşturan bakanların arasında da önemli
sayıda cemaat mensubu bulunduğu gazetelere yansıdı. Öte yandan bir süre sonra
hükümette cemaatler arası çekişmelerin yaşandığı da basında yer alan bilgiler
arasındaydı. İçişleri Bakanlığı’nda Nakşi-Fethullahçı çekişmesinin hat safhaya ulaştığı
ve Abdülkadir Aksu’nun cemaatin kabinedeki üyesi olduğu basına yansıdı.
264
Günal, Altuğ, “Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye”, http://eab.ege.edu.tr/pdf/4/C4-S1-2-
%20M15.pdf
144
üssü" olacaktı. Nitekim bu politika değişikliğinin somut sonuçları Irak savaşı sırasında
Türkiye'de bütün ağırlığıyla yaşandı.265
265
Emre Kongar, “ABD-Ilımlı İslam ve Türkiye”,
http://www.kongar.org/aydinlanma/2004/425_ABD_Ilimli_Islam_ve_Turkiye.php
266
Altuğ, a.g.e.
145
altında Türkiye'nin Ilımlı İslam için iyi bir model oluşturduğu saptaması yapılarak, bu
konuda Türkiye'deki iktidarın desteklenmesi gerektiğinin altı çiziliyor.267
Konu İslam olunca, ünlü strateji ve İslam uzmanı Graham Fuller’in de BOP’a
katkısından söz etmek gerekir. 1980’li yıllarda CIA’nın “Yakın ve Güney Asya Bölgesi
Milli İstihbarat Şefi” görevini yürüten ve halen RAND kuruluşu araştırmacı
yazarlarından olan Fuller, RAND Raporu’nun ardından çıkardığı “Siyasal İslam’ın
Geleceği” adlı kitapta; Amerikan dış politikasının en önemli hedeflerinden birinin
özünde İslamcı fakat aynı zamanda liberal bir İslami reformu teşvik etmek, bu amaçla
da Nurcuların -özellikle Fethullah Gülen’in desteklenmesi gerektiğini ileri sürmektedir.
Fuller; Türkiye’deki 236 okulu, yurtdışında 280 okulu, 200 dolayında dini vakfı ve 211
ticari şirketi ile Gülen’in BOP’un kapsama alanında etkili olabilecek liberal bir İslamcı
hareket olduğu görüşündedir.268
Bugüne kadar anılan proje ile ilgili resmi bir belge yayınlanmamakla beraber,
adından ve basına yansıyan bilgilerden yola çıkılarak, BOP’un bütün İslam coğrafyasını
kapsamadığı anlaşılmaktadır. Örneğin, Rusya Federasyonu’na (RF) bağlı federe
devletler ve özerk bölgeler ile RF’nin arka bahçesi sayılan Kafkasya ve Orta Asya
267
A.g.e.
268
A.g.e.
269
Brezinski, Zbigniev, Büyük Satranç Tahtası: Amerikanın Önceliği ve Bunun Jeostratejik Gerekleri,
Sabah Kitapları, 1997, İstanbul, s:24
146
ülkelerinin (Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve
Tacikistan) - muhtemelen RF ile bir sürtüşmeye girmemek ve bu ülkenin BOP’a yönelik
desteğini sağlayabilmek için- projenin doğrudan kapsamına alınmadığı görülmektedir.
Zaten “Avrasya’nın Kontrolü Stratejisi” doğrultusunda halen bu ülkelerin çoğunda
varlığını sürdüren ABD, diğer ülkelerdeki BOP uygulamalarının bu bölgedeki dolaylı
etkileşimin hesabını yapmış olsa gerektir. Projenin kapsama alanı içerisine alınan 23
ülkenin (Moritanya, Fas, Cezayir, Tunus, Libya, Mısır, Sudan, Lübnan, Filistin, Ürdün,
Suriye, Türkiye, Irak, Kuveyt, Suudi Arabistan, Bahreyn, Katar, Birleşik Arap
Emirlikleri, Umman, Yemen, İran, Pakistan ve Afganistan) hepsi de ABD’nin “stratejik
enerji kaynaklarının ve ulaştırma hatlarının denetim altında tutulmasına yönelik” ulusal
çıkarları ile örtüşen ülkeler olduğu dikkat çekicidir.270
Daha sonraları, BOP’un hedef ülkeleri arasında yer verilmiş olmasından dolayı
alınganlık gösteren Türkiye; ABD’nin uzun süreli sadık müttefiki, NATO üyesi, AB
adayı, ve laiklik temelinde demokratik ülke olma özellikleri göz önüne alınarak, bu
projenin kapsama alanından çıkarıldı. Böylece “hedef ülke” olmaktan kurtulan Türkiye,
bu kez de “demokratik ve ılımlı İslam ülkesi” olduğu savıyla “model ülke” bazına
oturtuldu. “Ilımlı İslam Ülkesi” tanımlamasına Genelkurmay sert tepki verdi. Buna
ilaveten Nisan 2004 ayında Washington’da yapılan Amerikan Türk Konseyi
toplantısında bir konuşma yapan Büyükelçi Faruk Loğoğlu’nun “Türkiye bir İslam
devleti değil, laik bir ülkedir” şeklindeki sert uyarısı üzerine, ABD yetkilileri bu
tanımlamadan ve buna dayalı “model ülke” söyleminden vazgeçiyor; bunun yerine ne
anlama geldiği pek belli olmayan “demokratik ortak” ifadesini kullanmaya
başlıyorlardı. Bunların ardından Başbakan Erdoğan da ABD ziyaretinde katıldığı
“Ortadoğu” panelinde ABD kongre üyesi Jane Hormon'un “Ilımlı İslam” ifadesine,
ılımlı-ılımsız İslam olamayacağı gerekçesiyle tepki gösteriyordu.271
Türkiye'nin rolü, bütün bu süreçte bir savunma ülkesi konumundan bir saldırı
üssüne doğru değiştirilince, radikal siyasal İslam'ı tecrit etme açısından, devletin
nitelikleri de yeniden gündeme geldi. Tam bu noktada, ABD'nin radikal siyasal İslam'a
karşı bir silah olarak kullanacağı Türkiye, karşı taraftan daha az tepki çekecek bir
270
Altuğ, a.g.e.
271
A.g.e.
147
kimliğe kavuşturulmak istendi ve içerdeki siyasal oluşumların da desteğiyle, ortaya
Ilımlı İslam modeli çıktı. ABD'yi "şeytan" olarak niteleyen, Orta Doğu kaynaklı ve İran
destekli klasik radikal siyasal İslam'a karşı, ABD ile birlikte hareket edecek bir İslam,
"Ilımlı İslam" olarak ortaya atıldı. ABD'nin bu strateji değişikliğinden kaynaklanan ve
Türkiye'ye empoze edilmek istenen "Ilımlı İslam modeli", hiç kuşkusuz, laik bir
düzenden geriye gidişi gerektiriyordu. Bu eğilim, Türkiye içindeki İslamcı (şeriatçı)
eğilimlerle de buluştu ve ABD ile Türkiye içindeki bazı siyasal grupların ittifakı, Ilımlı
İslam olarak ortaya çıktı.272
272
Kongar, A.g.e.
273
Nurettin Veren, “Fethullah Gülen Cemaati” konulu görüşme, İstanbul, 10.10.2006
148
Bu ziyaret ve görüşme, iç ve dış basında geniş yer buldu. Fethullah Gülen’in,
Papa’nın, Patrik’in veya Hahambaşı’nın İslami versiyonu niteliğindeki bir konuma
pompalandığı izlenimi çok insanın zihninde uyandı. Besbelli ki İslam’da ruhban
sınıfının ve bir dinsel liderlik kurumunun olmayışı, bazılarının işini zorlaştırmaktadır.
Ülkedeki tüm Müslümanların bağlı oldukları bir kişi olsa, o bir kişiyi avucunun içine
alan bir gücün, tüm ülkeye ve hatta dolaylı olarak başka bazı ülkelere hükmetmesi, çok
daha kolay bir yolla sağlanmış olabilirdi. Doğrusu, “hoca efendilik” makamı, bu iş için
biçilmiş bir kaftan gibi görünmektedir.274
Gülen’in gerek Papa ile gerekse Patrik Bartholomeos ile ilişkileri çerçevesinde
yüklenmiş olduğu bu rolden büyük bir hoşnutluk duyanlar da vardı. Ünlü CIA görevlisi
Graham Fuller, Zaman gazetesinde, bu konuda kendisine yöneltilen bir soruyu
yanıtlarken Gülen hakkında çok övücü bir dil kullanmıştı. Fuller’e göre, “Batı,
Fethullah Gülen gibi örnekleri görünce çok umutlanıyor. Çünkü Gülen, modern devlet
ve toplumda İslam’ın nasıl bir rol oynaması konusunda geniş bir vizyonu temsil
ediyor”.275
149
Abromowitz ile görüşmesini anlatırken “müşterek dostumuz Kasım Gülek Bey
vasıtasıyla onu tanıyordum. Toplum hadiselerinin sebepleri ve sonuçları üzerinde
konuştuk. Daha sonra teşekkür mektubu yazdı” demektedir; ayrıca “Gülen,
Abromowitz’e Ortadoğu ve Türkiye konusunda yazdığı kitap için yardım etme sözü
vermiştir”.276
Fethullah Gülen’in bir zamanlar yakın çalışma arkadaşı olan Nurettin Veren,
“Vatikan’a gitti Papayı ziyaret etti. İşte Bir zamanlar ‘yılanın başı Vatikan’dır’ diyen
Fethullah Gülen, nasıl oluyor da oraya gidiyor. ‘Kobranın başı’ derdi. Şimdi bakın bu
da uluslararası ilişkiler zinciri. Burada devletin buna müdahale edip sorgulaması lazım
çünkü uluslararası bir ilişki bu. Sen Vatikan’a gidip Türkiye’de bağımsız bir toprak vaat
ediyorsun. ‘Harran’da bir üniversite kurulacak, TC devletinin kontrolünün dışında
bağımsız bir üniversite olacak’. 8 maddelik mektup açıklandı. ‘Heybeliada da bir
ruhban okulunun açılmasını biz destekliyoruz’ dedi. Fener Rum Patrikhanesi’nin
etkinliğini Bartholomeos’luğunu destekliyoruz, Vatikan’a talebe gönderelim, Vatikan
da bize talebe göndersin’. Bunların hepsi devlet bazında uluslararası ilişkiler olduğu için
devletlerin, devletlere yapacağı tekliflerdir. Oysa, Fethullah Gülen bir şahıstır ve
emekli bir vaizdir, bir cami hocasıdır. Bütün bunların hepsinin bir stratejik bir askeri bir
siyasi yönü vardır masaya yatırılıp sorgulanmalıdır. Yapılacaksa devletle birlikte
yapılmalıdır. Bunlar Türkiye’nin menfaatleri doğrultusunda kullanılmayacaksa milli
servetin uluslararası gizli örgütlerin elinde başka maksatlara alet edilmesini önlemek
lazım.277
Gülen cemaatinin öncülü olan Nur hareketi sözlü bir kültürden yazılı-basılı bir
kültüre geçişte önemli bir yere sahiptir. Bu yazılı kültür, sonuç olarak modern
Türkiye’de dinamik ve daha demokratik bir kültür oluşturmuştur. Yazılı bir kültür, şayet
toplum bilinçli kişiler tarafından kurulmuş ise cemaatlerin hayatiyet kazanıp varlığını
sürdürebileceğini göstermiştir. Nurcular için bilinçli bir toplum ancak bilinçli bireyler
276
Sinan Onuş/ Doğan Duyar, “Fethullah ile Papa’yı Yahudi lobisi buluşturdu”, Aydınlık, 15 Şubat
1998.
277
Nurettin Veren, “Fethullah Gülen Cemaati” konulu görüşme, İstanbul, 10.10.2006
150
tarafından oluşturulabilir ve bilinçli bir topluma sahip olmadan, tam bir siyasal toplum
olamayacağına inanırlar.278 Dolayısıyla cemaatin ilk hedefi tek tek bireylere ulaşarak
ortak bir bilinç oluşturmaktı. Ve bu ortak bilinç de en kolay ve hızlı, gelişen
teknolojiden faydalanarak oluşturulabilirdi. İlk olarak da yazılı basın kullanılmaya
başlandı. Cemaat için kaynak teşkil eden kitaplar ve Said-i Nursi’nin eserleri ve cemaat
içindeki öncü kişilerin tebliğ niteliğindeki eserleri çoğaltılarak dağıtılmaya başlandı.
Ayrıca çeşitli gazete ve dergilerde çıkartılıyordu. Böylece Nur hareketi, modern
Türkiye’de basın-yayın ve somut bilgi genişlemesine İslami bir cevap olarak görülebilir.
Çeşitli kitap, dergi ve gazetelerle tek tek bireylere ulaşmak kolaylaşıyordu.
1980 sonrasında aktif olarak Fethullah Gülen ile faaliyetlerine devam eden Nur
hareketi etkin bir dönüşüme uğradı. Gülen, cemaat gruplarını tanımlarken öncelikle
cemiyetle cemaat arasına bir ayrım çizgisi çekiyor ve cemaati, duygu düşünce
çevresinde birleşmiş insanların, farklılıklarıyla birlikte, geçiciliğe yatkın buluşmaları
olarak tanımlayıp, mevcut konumlarını açıklamaya çalışıyordu.279 Ayrıca cemaatin
söylemlerinde İslami bir dil kullanılmaması da ilginçtir. Çünkü her zaman temsil daha
önemli olmuştur. Bu konuşulmayan yani anlatılmayan bir dindir ve burada önemli olan
dinin temsil edilmesidir. Fethullah Gülen cemaatinde, Türkiye’de İslami düşüncenin
yaygınlaşmasında toplumsal hayatın gündelik pratikleri açısından pek de alışık
olmadığımız bir tavır sergilenmektedir. O da temsilin tebliğden önce geldiği
düşüncesidir. Burada da görsel ve işitsel araçlar büyük önem taşımaktadır. Ayrıca
cemaatin temel görüşleri doğrultusunda medya araçları da gücünü, bu İslami tebliğden
alacağı ve İslami temsille pekiştirileceğini dile getirmektedir. Cemaatin temel hedefleri
doğrultusunda tebliğ ve temsilin etkin bir şekilde bir arada sunulabildiği en önemli araç
olan medya sayesinde İslami söylem yeniden yapılandırılmaktadır.
151
İslamcılar” denilen yazarların katılımıyla çıktı. Ankara ve İstanbul’da bir bürosu
bulunan gazete başlangıçta “yalan haberlerin” arkasını takip etmekle ün saldı. Gazete 1
yıl sonra İstanbul’a taşındı ve burada Gülen’in çevresinde yetişmiş kişiler gazetede
etkin oldu. Bugün 400 büro ve 20’ye yakın yurtdışı temsilciliği bulunan Zaman, 14
ülkede yayın yapmaktadır.
Aksiyon dergisi ise Aralık 1994’te yayınlanmaya başladı. Batılı tarzda bir
haftalık haber dergiciliği yapma iddiasındaki Aksiyon da cemaatin tavır ve
politikalarına paralel yayınlar yapmaktadır.
Cemaatin bir diğer yayını olan Sızıntı 1 Şubat 1979’da Gülen liderliğinde Nur
hareketindeki 12 kişi tarafından kuruldu. 1980 sonrası yükselen dinci-gerici fikir dalgası
içinde tutulan dergi, 1990’lara gelindiğinde Nakşibendilerle birlikte anılan ve de Nur
cemaatiyle yarışan en büyük dinci topluluklardan biri olarak başını suyun üstüne
çıkaracaktır.280 Gülen’in 12 Eylül askeri darbesini destekleyen yazılarının yer aldığı
Aksiyon, Kuran’ın ayetlerinin ve sahih hadislerin bugünkü ilimle çelişmediğini, aksine
ilmin çok daha önünde gittiğini ve ilmi teşvik edip yol gösterdiğini nazara veren
yazılara yer verdi. Ancak, cemaat bilime karşıdır. Sınır Kuran’dır. Yorum hakkı
Gülen’indir.281
Cemaatin bir de İzmir’de üç ayda bir yayınlanan Yeni Ümit adlı dergisi
bulunmaktadır. Dergide daha çok İslami bilimlere ilişkin konular ele alınır.
152
yerel televizyonlar ile yapmış olduğu anlaşmalarla televizyon kanallarına haber ve
program desteği vermektedir. Ajans Ramazan’da iftar programları ve Kandil günlerinde
özel programlar yaparak özellikle yerel kanallara satmaktadır. Cihan Haber Ajansı, 60
ülkeden, yaklaşık 200 TV kanalı ve ajansla da çözüm ortaklığı bazında çalışmıştır.
17 Ocak 2003’te yayına başlayan Nazlı Ilıcak’a ait Dünden Bugüne Tercüman
gazetesi, Çukurova Grubu ile gazetenin isim hakkı nedeniyle davalık olup kaybedince,
gazete Bugün adını aldı. Ocak 2005’te Turgay Ciner’in satın aldığı Bugün, 2005
Kasım’ında Gülen Cemaatinin önde gelen isimlerinden Koza İpek Holding’in sahibi
Akın İpek’e satıldı. Koza davetiye ve Bergama altın madeninin de sahibi olan İpek,
Fethullah Gülen’e bağlılığını da gizlemiyor.282 Gülen’in ikinci adamı olduğu belirtilen
İpek, Fethullah Gülen’i, “Hocaefendi bu ülkedeki radikal İslamın da önündeki en büyük
engellerden bir tanesi” olarak tanımlıyor.283
Geçmişte Uzan grubuna ait olan Star gazetesi de daha sonra Fethullah Gülen
cemaatinin kontrolüne geçti. Uzan grubunun İktisat Bankası’ndan kaynaklanan borçları
nedeniyle TMSF’nin yönetimine geçen Star gazetesi 2006 yılında yapılan ihaleyle 5
milyon 150 bin dolara satıldı. Satışın ardından Star’ın yeni sahibi olarak Kıbrıslı
işadamı Ali Özmen Safa’nın basında adının öne çıkmasına rağmen Star’ın üç ortaklı bir
yapısı vardı. Star’da büyük hisseye sahip olan ve gazete üzerinde asıl kontrola sahip
olan Zaman gazetesinin eski imtiyaz sahibi Alaattin Kaya ve oğlu Cüneyt Kaya’ydı.
Star’ın yüzde 60 hissesi Alaattin Kaya ve oğluna, yüzde 40 hissesi ise Ali Özmen
Safa’ya aitti. Safa daha sonra gazetenin yönetimini de Alaattin Kaya’ya bıraktı. Bu
satışla birlikte Star gazetesi de cemaatin basınına dahil oldu.284
282
Gülümhan Gülten, “Kim bu Akın İpek?”, Vatan, 28.05.2007
283
A.g.e.
284
Haberturk, “Star Gazetesi’nde de Fethullah Gülen dönemi başladı”, 22.03.2006, www.haberturk.com
153
verdi ve ihaleyi kazandı. Çalık grubunun ihaleyi kazanan Turkuvaz Radyo Televizyon
ve Haberleşme A.Ş’nin yüzde 25 hissedarı da Katar emiri Şeyh Hamid bin Halife el
Tani’ye ait Lusail İnternational Media Company’di. Çalık grubu da Türkmenistan’da
enerji alanında faaliyet gösteren ve Gülen cemaatinin destekçisi işadamlarından Ahmet
Çalık’a ait. Grubun Sabah-atv için belirlenen bu yüksek bedeli nasıl ödeyeceği
tartışmaları basında uzunca bir süre devam etmiş ve Çalık’ın finansörleri arasında
Fethullah Gülen’e yakın bir diğer isim Fettah Tamince’nin bulunduğu yazılmıştı.285
Sabah –atv şartnamesine göre ihale bedelinin yüzde 50’si Çalık grubu
tarafından ödenmesi gerekirken bu para ödenmedi ve TMSF de bu parayı talep etmedi.
Çalık grubu böylece sadece ihaleye tek başına katılmakla kalmayıp, 550 milyon dolarlık
bir ek avantaj sağlamış oldu. Bununla da kalmayıp ihaleden sonra ‘Çalık para bulamadı’
spekülasyonu sürerken Rekabet Kurulu’nun ihaleyi onaylamakta gecikmesi de alıcıya
zaman kazandırdı.286 İhalenin ardından yabancıların medyada sahiplik payını yüzde
25’ten yüzde 50’ye çıkaran RTÜK yasa tasarısı meclise verildi. Bu yasa geçmese de
Sabah-atv ihalesinin ardından bu yasanın meclise getirilmesiyle yabancı taliplerin
önünün kesilerek, hükümet tarafından Çalık’a avantaj sağlandığı haberleri basında yer
aldı.287 Çalık’ın finansman zorluğu çektiği iddialarının olduğu bu süreçte iki kamu
bankası Halkbank ve Vakıfbank Çalık Grubu’na toplam 750 milyon dolarlık kredi
kullandırdı. Bütün bu tartışmalı süreçte Fethullah Gülen’e yakınlığıyla bilinen Ahmet
Çalık’ın şirketi Turkuvaz Sabah-atv’nin sahibi oldu. Grubun tepe yöneticilerinden
birinin de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın damadının kardeşi olması sürece ilişkin
şüpheleri ve Sabah-atv’nin hükümetin kontrolüne geçmesi yorumlarını pekiştirdi.
285
Serpil Yılmaz, “Çalık’ın özkyanağı Tamince mi?”, Milliyet, 25.04.2008
286
Serpil Yılmaz, “Sabah ihalesi oldu, yeni RTÜK yasası Meclis'e verildi”, Milliyet, 13.01.2008.
287
Yılmaz, a.g.e.
154
ve atv grubunun da yarın aynı konumda olmayacağını kim garantileyecek?" yorumunda
bulunuyor.288
288
Serpil Yılmaz, “Sabah ihalesi oldu, yeni RTÜK yasası Meclis'e verildi”, Milliyet, 13.01.2008
289
Haberturk, a.g.e.
155
bir baraj oluşturduğu ölçüde 'geçici olarak ittifak yapılacak' ya da en azından ses
çıkarılmayacak, paldır küldür üstüne yürünmeyecek bir odaktı.
Fethullah Gülen ve cemaati uzun yıllar içe kapanık yaşadı. Kendi aralarında
konuştular, tartıştılar, gençleri eğittiler, okullar açtılar, şirketler, vakıflar, yayınevleri ve
medya organları kurdular. Bu dönem 1994'ün Haziran ayına dek devam etti. Fethullah
Gülen artık kamuoyunun önüne çıkmaya hazırdı. Ve 1995'te, kendi tabiriyle "kozadan
çıkan bir kelebek" gibi uçmaya başladı. Gülen 1995'te başladığı olağanüstü bir 'halkla
ilişkiler' maratonunu 1999'a dek sürdürdü. Hemen her gün medyada haber oluyordu.
Herhangi bir konuda mutlaka onun da fikri alınıyordu. Gündemi belirleyen simalardan
biri olmuştu. 28 Şubat'ı destekledi, Refah Partisi'nin ve Erbakan'ın hatalı olduğunu
söyledi. Milliyetçiliğini her fırsatta ortaya koydu. Türban gösterilerine karşı çıktı. Diğer
dinlerin yerli ve yabancı temsilcileriyle sıcak ilişkiler kurdu. Siyasetçilerle görüşmeler
yaptı. Toplumun 'laik, modern' ama aynı zamanda 'inançlı' kesimleriyle diyalog kurdu.
Liberal, İkinci Cumhuriyetçi, demokrat, sivil toplumcu ve hatta Atatürkçü
entelektüellerle ilişkiler geliştirdi. Terörizmi lanetledi. Ateizmi yerden yere vurdu.
Daima devletten yana olduğunu açıkladı. Ancak Gülen sadece toplumu değil,
bürokrasiyi de dindar hale getirmek istiyordu. Bu amaçla cemaat içinde dini eğitim alan
gençleri askeri ve sivil bürokrasiye dahil etmeye çalışıyorlardı. Cemaatin okulları
alternatif bir eğitim modeli oluşturmuştu. Doğrudan dini telkin ve eğitim yapılmamasına
rağmen buralardan dindar kişiler yetişiyordu. Gülen'in diğer dinlerin ileri gelenleriyle
yakın ilişkiler kurması devletin dışında bir güç odağı olmasına yol açıyordu.
Kamuoyundaki konumu gayet iyiydi. MİT raporlarında adı geçiyor, Milli Güvenlik
156
Kurulu'nda ondan söz ediliyordu ama ortada 'somut' bir 'kanıt' yoktu. Dolayısıyla
Fethullah Gülen, 28 Şubat sürecinin hedefi değilmiş gibi görünüyordu.290
290
Emre Aköz/Nevzat Atal, “Gülen’i ağlatan kaset”, Sabah, 02.01.2005, s:11
291
A.g.e.
157
mahkeme kararıyla da ortaya çıktığını anlatıyordu. Gülen, Atatürk'e Deccal demediğini,
Türkiye'yi kavga ortamına sürüklemek isteyenlerin bu işi tezgahladığını anlatıyordu.
Bu durum daha sonra cemaat içinde bir vicdan muhasebesine yol açacak, "28
Şubat döneminde yanlış yaptık" diyenler olacaktı. Zaman gazetesi diğer savunma
yazılarının yanı sıra 22 Haziran günü ANAP lideri Mesut Yılmaz'ın 'Devletle barışık'
sözünü manşete çıkarıyordu.
22 Haziran akşamı bu konuda bir başka önemli olay daha vardı. Reha Muhtar,
Show TV ana haber bülteninde ABD'deki Hocaefendi ile bağlantı kurdu. Gülen bu
röportajda, yargısız infaza tabi tutulduğunu, Demirel ile arasının gayet iyi olduğunu,
dolayısıyla sözlerinin cımbızlandığını, devleti ve orduyu daima desteklediğini, Hitler ve
Mussolini'nin ülkelerini yıkıma götüren ‘kötü dahiler’, Atatürk'ün ise ülkesini zafere
koşturan bir dahi olduğunu, yurt dışında yaptığı her şeyin devlet tarafından bilindiği
söyledi.
Fethullah Gülen Mart 1999'da ABD'ye gitmişti. Gerekçe ise sağlığının iyi
olmadığıydı. Hem kalp, hem şeker, hem de yüksek tansiyon hastasıydı. Uzun süre
tedavi gördü. Belki kendini iyi hissettiği dönemler oldu. Ancak Türkiye'ye dönmedi.
Dönmemesinin birkaç nedeni vardı: 'Kaset olayı' üzerine Ankara DGM Savcısı Nuh
Mete Yüksel harekete geçti ve bir yıllık bir hazırlık sürecinden sonra 2000 yılının
Ağustos ayında dava açtı. Gülen'in "Laik devlet yapısını değiştirerek, yerine bir din
devleti kurma amacıyla yasadışı örgüt kurmaktan" Terörle Mücadele Yasası'na göre 10
yıla kadar hapisle cezalandırılması isteniyordu.
Dava uzun sürdü. Mart 2003'te şöyle neticelendi: "Ankara 2 numaralı Devlet
Güvenlik Mahkemesi, Fethullah Gülen Davasının kesin hükme bağlanmasını 4616
sayılı Şartla Salıverme ve Dava ve Cezaların Ertelenmesi Yasası kapsamında 5 yıl
158
süreyle erteledi. Gülen hakkında mahkumiyet ya da beraat kararı vermeyerek davayı
sonuçlandırmayan mahkeme, Gülen'in 5 yıl içinde aynı cins veya daha ağır hapis cezası
gerektiren bir suç işlemesi halinde bu davaya devam edilmesine karar verdi."
Fethullah Gülen'in "28 Şubat mağduru" olması onu tek başına "demokrat"
yapmaya yetmiyor. Çünkü Gülen 28 Şubat'a karşı çıkmadı, hatta destekledi. 16 Nisan
1997'de Kanal D'de "Yalçın Doğan ile Güncel" programının konuğu oldu ve Milli
Güvenlik Kurulu'nun (MGK) kararlarına destek verdi, Necmettin Erbakan'ın
başbakanlıktan istifasının Türkiye'nin yararına olacağını Hazreti Ömer'in yaşamından
örneklerle anlattı. Daha sonra ABD'de bir grup Türk gazeteciye verdiği röportajda
oylarının "yüzde 15'in bile altına" düştüğünü tahmin ederek, RP'yi kapatmak yerine,
hakkındaki dava sürerken seçime gitmenin devlet açısından "daha makul" olacağını
söyledi. (Milliyet, 31 Ağustos 1997) Ama 28 Şubatçılar bir kasetle onu da hedef
tahtasına yerleştirdiler.292
292
Ruşen Çakır, “Fethullah Gülen’i tartışmak”, 07 12.2005 Vatan Gazetesi
159
BEŞİNCİ BÖLÜM: ZAMAN GAZETESİ
Gazete 3 Kasım 1986’da Türkiye geneli dağıtılan; ama merkezi Ankara olan
tek gazete olarak yayın hayatına atıldı. Bu mütevazı çıkış, Ankara’nın Babıali’si olarak
bilinen Ulus Rüzgarlı Sokak’ın eski binalarından biri olan Uçar Han’ın tek katında 80
kişilik bir kadro ile gerçekleşmişti. Günlük yayına başlamadan önce sadece tek bir
prova baskı yapabilen Zaman’ın ilk nüshası Fehmi Koru’nun liderliğinde 12 sayfa ve
siyah-beyaz olarak basıldı. Bir fikir gazetesinin ciddiyeti o kadar baskındı ki, ilk
Zaman’da logonun bile siyah olması düşüncesi hakim olmuştu. Bu siyah-beyaz ilk
nüshayla Zaman, ‘Farklı Gazete’ sloganı ve bununla örtüşen bir yayına başladı. Zaman,
basında çıkan İslami kesime dönük haberlerin peşini takip ederek, bunları yalanlayan
‘Yalan Haber Dosyaları’ hazırladı. Bu haber dosyalarının gazeteye ilgiyi artırdığı ve
gazetenin tirajının iki ay içinde 15 bine yükseldiği ifade ediliyor.293
293
Zaman Gazetesi, “Zaman 20 yaşında”, 03.11.2006, s: 10-11
160
kendini ifade edecek yeni bir mecra arıyordu. İşte Zaman, bu şartlar altında doğdu,
emekledi, serpildi, gelişti”294
Zaman’ın çıktığı dönemde tek İslamcı gazete Milli Görüş’çülere ait Milli
Gazete’ydi. Erbakan’ın Refah Partisi’nin yayın organı halindeki gazete, Gülen cemaati
mensuplarına hitap etmiyordu. Onlar da kendi gazetelerini çıkarma kararı vermişlerdi.
Fehmi Koru’nun yönetimindeki Zaman, “Yalan Haber Dosyaları”nı hazırlarken İslami
cemaatler arasında ayırım yapmadı. Hangi tarikat ya da cemaatle ilgili rahatsız edici
haberler çıksa onların üzerine gitti.298
294
A.g.e., s:25
295
A.g.e. s:11
296
Nurettin Veren, “Fethullah Gülen Cemaati” konulu görüşme, İstanbul, 10.10.2006
297
Zaman Gazetesi, “Zaman 20 yaşında”, 03.11.2006, s: 10-11
298
A.g.e, .s:26
161
1987 yılının Eylül ayında gazete merkezini İstanbul’a taşıdı. Artık Zaman
Gazetesi de Babıali yokuşundaydı. Merkez İstanbul’a taşınmıştı; ama han odasından
yine kurtulamamıştı. Bu sefer mekanı iki katlıydı; ama imkansızlıklar yine had
safhadaydı. Zaman, 1987 yılının Aralık ayında ise Yenibosna Çobançeşme Kalender
Sokak’taki kendi binasına taşındı. Burada 18 yıl kalan gazete şu anda Yenibosna’da
bulunan merkez binasında çıkarılıyor. Kalender Sokak’taki ilk günler yine sancılıydı.
İlk hafta gazetede tek bir telefonla idare edildi. Muhabirinden haber müdürüne hatta
genel müdürüne kadar herkes giriş katına konulan bu telefonla iletişimini sağladı.
162
Gazetenin İstanbul’a taşınmasıyla genel yayın yönetmeni Fehmi Koru ilk
etapta İstanbul’a gelmez. Bu sebeple Zaman’ın başına Mehmet Şevket Eygi geçer. Koru
da yazılarına devam etmektedir. Bir ara ikili arasında anlaşmazlık çıkar. Eygi ve
Koru’nun arası bulunmaya çalışılır. Neticede ikisi de gazetede yazmaya devam eder;
ancak idarî görev almazlar. Abdullah Aymaz bu dönemde gazetenin başına geçer:
“Manşet hazırlanacak, filan olacak, biz bilmiyoruz. Arkadaşlarımız Tamer (Korkmaz)
Bey olsun Selahattin (Karakış) olsun Mahmut Çebi’ler, diğer arkadaşlarımız, bunlar da
yeni gazeteciler. Tabii biz de aldığımız mirası devam ettiriyoruz. Fehmi Bey’le ve
Hüseyin Gülerce arkadaşımızla istişare ediyorum. Biz birilerinin yetişmesini
bekliyorduk. Neticede zamanla arkadaşlar yetişti.”299
1987’nin sonunda Fehmi Koru, Alaeddin Kaya ile “gizli bir anlaşma” yaparak
gazeteyi Kaya’ya devreder ve gazetenin el değiştirmesiyle ortaklardan İhsan Arslan ve
Necati Aktülün gider. Bu değişikliğe tepki olarak Ali Bulaç gazeteden ayrılır ve 1993’te
döner.300
299
Kalyoncu. S: 53
300
A.g.e. 52
301
Zaman Gazetesi, “Zaman 20 yaşında”, 03.11.2006, s: 10-11
163
Zaman Gazetesi daha önce haftalık olarak çıkan Adalet Gazetesi’nin
alınmasıyla kuruldu. Gazetenin kurulması fikri İhsan Arslan, Necati Aktülün ve
Alaeddin Kaya’ya aitti. İlk yayın yönetmeni Fehmi Koru olan gazetenin danışma
kurulunda da Nabi Avcı, Mehmet Doğan, Adnan Tekşen vardı. Bütün bu isimler ile
İhsan Arslan, Necati Aktülün ve Alaeddin Kaya’nın da Ankara’da bulunması nedeniyle
merkez burada kuruldu. Gazeteye 1988 yılında katılan ve öncesinde Konya’da cemaatin
Eğitim Hizmetleri Vakfı’nın genel müdürü olan Abdullah Aymaz, Zaman’ın ilk taşra
temsilcisi olur. Zaman’ın ilk taşra bürosu Konya’da açılır.302
Gazetenin İstanbul Bürosu’nu da Ali Bulaç kurar. Daha önce hiç gazetecilik
yapmamış olan ve sadece dergilerde köşe yazmış olan Bulaç, spor, magazin, iç, dış,
siyaset, ekonomi servisleri kurdu ve buralara muhabir aldı. Cumhuriyet Gazetesi’nin
ekonomi muhabiri Miyase İlknur, NTV’nin Paris muhabiri Belkıs Kılıçkaya, NTV’nin
Roma muhabiri Lütfullah Göktaş, Osman Bostan, Cumhur Kaygusuz, Mehmet Metiner
burada muhabir olarak çalıştı.303
5.2- Felsefesi
Özal’lı yılların ürünü olan Zaman Gazetesi, Fethullah Gülen Cemaatine paralel
bir dönüşüm yaşar. Baştan beri serbest piyasacıdır, gazete bugün hızlı bir batıcıdır.
Gazete ekonominin dışa açılması ve dünya ile entegrasyonu şeklinde anlatılan Neo-
liberal politikaların savunucusudur. Özelleştirmeler ve yabancı sermaye konularında
batılı finans merkezleri ile uyumlu bir görüş içindeki gazete, batının kültürü karşısında
302
Kalyoncu, Cemal A., “20. Yıl Zaman’ı”, Zaman Kitap, 2007, İstanbul, s:7
303
Kalyoncu, s: 52
304
A.g.e.
164
yerel değerlerin korunması ancak buna karşılık batının tekniğinin alınması gibi bir fikre
sahiptir. Zaman Gazetesi 1988’den itibaren koyu bir ANAP savunuculuğu yapar, resmi
ideolojinin kuyrukçuluğunu yapar.305
ABD ile ilişkiler gazetede önemli bir yer tutar. Bu anlamda Zaman Gazetesi’ni
Ilımlı İslam Projesi’nin Türkiye’deki yayın organı kabul etmek fazla olmayacaktır.
165
sıfatından hoşlanmadığını belirten Dumanlı, Arman’ın “Peki, Zaman bir cemaat
gazetesi mi?” sorusuna “Biz çok-sesli bir gazeteyiz, esas Cemaat gazetesi tek sesli
Cumhuriyet’tir.” yanıtını veriyordu.
Ancak cemaat ile Zaman Gazetesi ya da Fethullah Gülen ile gazete arasındaki
tek paralellik onun görüşlerinin desteklenmesinden ibaret değildir. Bu desteklenen
görüşler arasında gazetenin sıkça görüşlerine yer verdiği, Gülen övücüsü CIA’nın eski
Ortadoğu masası şefi Graham Fuller’in düşünceleri de bulunmaktadır. Gülen ile Zaman
arasındaki bağı başka bağlamlarda gazetenin yetkili ağızlarının dile getirdiği olaylardan
ortaya çıkarıyoruz.
307
Kalyoncu, s:29
308
Veren, a.g.e.
166
Veren ayrıca, ABD yaşayan Gülen’in yanına gidip gelen kişilerin hepsinin bilet
masraflarının Samanyolu TV ve Zaman Gazetesi tarafından karşılandığını da
söylüyor.309
309
A.g.e.
167
1. sayfa: Musa Çakmak, Harun Odabaşı, Aziz İstegün, Ahmet Bıyık.
Zaman gazetesinin diğer bazı gazetelerde olduğu şekliyle bir yayın danışma
kurulu ya da yazı kurulu gibi bir yapılanması bulunmamaktadır. Ancak gazetede
yazarlık yapan ve Fethullah Gülen’e de yakın olan Hüseyin Gülerce, Abdullah Aymaz
gibi isimler bu anlamda etki sahibidir.
310
“Zaman”,http://extranet.zaman.com.tr/index.php?option=com_content&task=view&id=24&Itemid=50
168
Zaman’ın kendisi yayın politikasını şu şekilde tanımlar:
Zaman, ırk, din, dil ve cinsiyet ayrımına karşıdır. Hayata insan merkezli bir
perspektifte ayna tutar. Hukukun üstünlüğüne inanır. Demokratik, laik Türkiye
Cumhuriyeti’nin kazanımlarına sahip çıkar. İnsan hak ve özgürlüklerini savunur.
Zaman, politik angajmanlara kapalı, manipülasyona ve sansasyona uzak, mahrem alana
müdahale etmeyen evrensel bir gazetedir. Haberin doğru, güvenilir ve tarafsız kaynağı
Zaman, farklı bakış açılarına sahip güçlü yazar kadrosuyla yorum, analiz ve fikirde de
Türkiye’nin en zengin gazetesidir.
Zaman, hayatın tüm alanlarıyla ilgili derin analiz ve yorum yapan geniş bir
yazar kadrosuna sahiptir. Zaman yazarları, her gün siyasetten, dış haberlere,
ekonomiden spora, kültürden sanata, kadından aileye, toplumdan manevi değerlere
hayatın her alanıyla ilgili konularda yorum ve analizler yaparak gündeme yön
vermektedir. Zaman sadece Türkiye’de değil Avustralya’dan Azerbaycan’a,
İspanya’dan Amerika’ya kadar 35 ülkede 10 farklı dilde, 2 farklı alfabede
sunulmaktadır.311
311
A.g.e.
169
ilkeleri ile açık bir şekilde çelişiyordu. Kılıçdaroğlu'nun nasıl kısa zamanda CHP'nin
yıldızı olduğunu anlatan haberde, “Kılıçdaroğlu'nun 'Dersim isyanı' ile meşhur
Tunceli'de doğduğu” vurgulanıyor. Süreç devam ederken destekleyen, son yıllarda da
yeni konjonktür gereği 28 Şubat’a karşı çıkan gazet, bu haber metninde
“Kılıçdaroğlu’nun Batı Çalışma Grubu tarafından “Kürtçü ve bölücü” olduğu
fişlemesine göndermede bulunuyor.312 Yani Zaman, kendi görüş ve fikirlerine aykırı
düşen kişileri yaftalamaktan geri kalmıyor.
170
“Rahşan Ecevit'ten bir tuhaf açıklama daha” (Zaman, 09.03.2007)
Bütün bu örnekler çoğaltılabilir. Bunların içinde dikkat çeken nokta ise haber
ve yorumu birbirinden ayırmakla övünen Zaman Gazetesi’nin açıktan yorum içeren bu
haberlerinde “tuhaflığı” soldan, bürokrasiden ya da türbana karşı çıkan iş adamlarına
atfetmesi.
314
İbrahim Öztürk, “İbretle izliyoruz…”, Zaman, 18.10.2007.
315
“1 Mayıs’ın iki yüzü”, Zaman, 02.05.2008
171
çıktı. Sapanlar, sopalar, molotofkokteyli, silah ve kesici aletlerle miting alanına gelen
marjinal gruplar adeta polisle yaka paça kavga etti. İstanbul Valisi Muammer Güler de
alınan tedbirlerle provokatif eylemlerin önünün kesildiğini açıkladı. Polislere sokak
aralarında çok sayıda saldırı yapıldığını anlatan Güler, büyük katılımlı toplantıların
provokatif eylemlere dönüştüğünün ve dönüşebileceğinin bir kez daha anlaşıldığını dile
getirdi.” 316
5.6- İçeriği
Gazete; gündem, ekonomi, dış haberler, televizyon, kültür & sanat, aile &
sağlık, yorum ve spor başlıklı sayfalardan oluşur. "Yorum" sayfalarında yabancı yayın
kuruluşlarından çevirilere yer verir. Gazetede haberler de tarafsız bir dil kullanılmaya
çalışılır. Ayrıca bilişim, otomobil, şehir haberleri, dizi-inceleme, kürsü, eğitim
bölümleri de yer almaktadır.
3 Kasım 2001 Zaman için yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Zaman, dünya
standartlarında gazetecilik yapmak için sayfalarında haber ve yorumu birbirinden ayırdı.
Gazete köşe yazıları için otonom bölgeler oluşturup, tarafsız bir görüntü vermeye
çalışırken, hedefine ‘Referans gazete’ olmayı koydu. Sansasyon üzerine haber
kurgulamama amacını dile getiren Zaman, yeni okur kitleleri oluşturmak istiyor. Bütün
bu amaçları doğrultusunda Zaman Gazetesi 6 ayda bir editörler, yazarlar, yayınla ilgili
birimlerin yöneticileri ve okur temsilcilerini bir araya ‘daha iyi ve kaliteli bir gazete’
tartışmaları yürütüyor.317
316
A.g.e.
317
Zaman Gazetesi, “Zaman 20 yaşında”, 03.11.2006
172
haberleriyle rakiplerinin önüne geçti. Zaman, dış haberlerinde başta Washington,
Brüksel, Kudüs, Moskova, Paris, Kahire gibi önemli merkezler olmak üzere dünyanın
dört bir yanındaki muhabir ağını kullanıyor. Bunu sağlamak için Bosna, Irak, Kosova,
Afganistan, Darfur ve son olarak Lübnan’daki savaşı, gönderdiği muhabirlerin haber,
izlenim ve analizleriyle yansıttı. 2006’da dış haberler için ayırdığı sayfa sayısını 3’e
çıkararak bir ilke imza atan Zaman, Türkiye ve dünyayı ilgilendiren daha fazla haber
ulaştırıyor.
Prof. Dr. John L. Esposito, Prof. Dr. Norman P. Barry, Ord. Prof. Dr. Richard
Falk ve Prof. Dr. Seyyid Hüseyin Nasr gibi kişiler ile Graham Fuller’in de yazıları bu
sayfalarda yayınlandı.
İlk çıktığı yıllarda spor sayfası bulunmayan Zaman gazetesi şu anda Spor
haberlerine oldukça önem veriyor. Gazete bu alanda kendi geleneklerini de oluşturdu.
Sporda kalite ve ahlakı öne çıkarmanın yayın anlayışı olduğunu belirten gazete, spor
etkinlikleri de düzenliyor. Zaman, ilk kez 1990 yılında başlattığı ‘Yılın Sporcusu
Anketi’ ile 16 yıldır sporculara ödüller dağıtıyor. Her yılın aralık ayında başlayan
anketin sonuçları ocak ayında açıklanır. Sadece Türkiye ile sınırlı kalmayan Zaman
‘Yılın Sporcusu Ödülleri”, o yıl spora damgasını vuran isimlere de veriliyor.
318
Zaman Gazetesi, “Zaman 20 yaşında”, 03.11.2006
173
Zaman Gazetesi ayrıca her yıl düzenlediği “Şöhretler Turnuvası” ile Türk
futbolunun unutulmaz isimlerini de bir araya getiriyor. Turnuvada F.Bahçe, Galata
Saray, Beşiktaş ve Trabzonspor’un ünlü oyuncularının forma giyiyor.
Zaman, yayın hayatına başladığı ilk günden bugüne ekonomi sayfalarına özel
bir önem veriyor. Turgut Özal’ın serbest piyasa ekonomisi için attığı ilk adımlara
yakından tanıklık eden ve destek veren Zaman, bugün de “Türkiye’nin dışa açılmasında
ve dünyayla entegre olması” doğrultusunda haber ve yorumlara sayfalarında yer
veriyor. Özelleştirmeler ve yabancı sermaye konularında liberal bir görüşe sahip olan
Zaman, dünyadaki kapitalist, liberal gelişmelere paralel bir yayın politikası izliyor.
Yayın hayatına başladığı günden bu yana kültür ve sanata özel bir önem veren
Zaman, sürekli kültür-sanat sayfası yayınlayan birkaç gazeteden biri oldu. Zaman’ın
Kültür-Sanat sayfaları, “sanat ve edebiyat alanındaki ideolojik kamplaşmaların
yıkılması yolunda bir tavır sergilemekle” övünüyor.319 Türk kültürüne ait eserler ile
modern sanatlara da sayfalarında yer veren Zaman, popüler kültüre karşı ise mesafeli bir
tavra sahip. Zaman, kültür sanat sayfalarında geleneksel sanatlara, Türk sanat müziğine
ve “has edebiyata” yer verdi. İlk yayınlandığı günden bu yana Zaman’ın kültür sanat
sayfasında, Nezih Uzel, Sezer Tansuğ, Erol Özbilgen, Turgut Cansever, İsmail
Kıllıoğlu, Ebubekir Eroğlu, Cem Behar, Mehmet Doğan, Orhan Okay, Beşir
Ayvazoğlu, Mustafa Kutlu, Abdurrahman Şen, Özcan Ünlü, Mustafa Armağan, Nazan
Bekiroğlu, İskender Pala, Ahmet Turan Alkan, Mehmed Niyazi, Hilmi Yavuz, Ali
Çolak ve Elif Şafak gibi yazarların yazı ve görüşleri yer aldı.
Zaman’ın her bölge için ayrı ayrı hazırladığı yerel haber sayfaları
bulunmaktadır. Bölge haberlerine özel önem veren Zaman’ın İstanbul, Ankara, İzmir,
Adana, Erzurum ve Antalya bölge temsilciliklerince her gün 6 ayrı bölgenin sayfaları
319
A.g.e.
174
hazırlanır. Hakkari’den Muğla’ya, Edirne’den Kars’a kadar bütün illerden yerel haberler
Zaman’ın bölge sayfalarının yanı sıra internetteki bölge haberleri bölümünde
okuyucuya ulaşır. Bu yönüyle Zaman, yerel haberlere en fazla önem veren ve en fazla
bölge sayfası hazırlayan gazetedir.
Zaman, il sayısı fazla olan bölgelerde birden fazla hat hazırlayarak, okuruna
ilinden, ilçesinden hatta mahallesinden haberler veren bir gazete tasarlamaya
çalışmaktadır.320
Zaman gazetesi tasarım Oscar’ı denilen uluslar arası gazetecilik örgütü Society
for News Design’ın (SND) 5 dalda ödülünü almıştır. Zaman’ın tasarım süreci de
yayıncılığının gelişimine paralel olmuştur. 1 Eylül 1997’de renkli tasarıma geçen
gazete, 1986’da siyah-beyaz bir gazete olarak başlamıştı. Zaman, teknolojik
ilerlemesiyle birlikte artan görsel beklentinin de zorlamasıyla renklendi. ’Ciddi gazete
renksiz olur’ önyargısıyla çıkılan yolda gelişimle birlikte rengin ciddiyeti zedelemeden
de kullanılabilecek artı bir değer olduğu ortaya çıktı.321 Önceleri renk unsuru sadece
fotoğrafları ve logoyu vurgulamak için kullanıldı. Zaman zaman renklerin
fotoğraflardan taşarak yüzeyleri kapladığı da oldu. Kendini gösterme çabasıyla logo sık
sık değişti. Kimi zaman renksiz ama zarif bir logo tercih edilirken kimi zaman da
rengiyle ‘ben buradayım’ diyen çalışmalar tercih edildi. Hem logoda, hem renkler ve
sayfa tasarımında en uç noktalar test edildi.
Gazete en son 2001’de içeriği daha iyi ve sade bir şekilde yansıtan yeni
dizaynıyla okurunun karşısına çıktı. Zaman bu tasarımıyla Uluslararası Gazete
Tasarımcıları Derneği SND’den ödül aldı.
320
Zaman Gazetesi, “Zaman 20 yaşında”, 03.11.2006
321
A.g.e.
175
düzgün tasarımı ile sayfalarında anlaşılırlığı mümkün kılıyor. Estetik açıdan oldukça
başarılı bir tasarımı bulunan Zaman, renk ayrımı, fotoğraf karmaşası yaratmaması ile
okura kolay okuma imkanı sunuyor.
322
Handan, Koç, “Gülen cemaatinin ilk ve en saf halkası”, Express, Sayı: 2008/11, İstanbul, s:16
176
Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın “Dinci Basın Efsanesi
2” başlıklı 05.09.2005 tarihli yazısından kullanılan dile bir örnek verecek olursak,
“Müslümanlık, rahmet ve şefkat dolu bir din. Ona intisap, asla utanılacak bir vasıf değil.
Elbette her inancın müntesipleri arasında ‘aşırı’ uçlar olduğu gibi Müslümanlar arasında
da orta yolu (Sırat-ı Müstakim) terk edip, taşkınlıklara kapılan zihniyetler vardır” dediği
görülür.
5.9- Hassasiyetleri
Gazete her ne kadar Fethullah Gülen ile organik bir bağ içinde görünmek,
“cemaatçi” ya da “dinci” diye adlandırılmaktan hoşlanmasa da bu tip durumlarda
Gülen’in yayın organı gibi davranır.
Hatta Gülen’e yönelik iddia ve eleştirilere yanıt verme işini gazete bazen
saldırı boyutuna vardırır. Ergenekon Davası sürecinde pek çok haberiyle gazetecilik
ilkelerini çiğnediği eleştirilerine maruz kalan Zaman323, Milliyet Gazetesi’nde yer alan
Fethullah Gülen ile ilgili bir haberi “Milliyet gazetesi çıldırmış olmalı!” başlığı ile
verdi.324 Dava sürecinde Zaman gazetesinin de pek çok iddiasını haberleştirdiği
323
Fatih Altaylı, “Motor olmak”, Haberturk, 19.08.2008, http://www.haberturk.com/yazioku.asp?id=8617
324
Zaman, “Milliyet gazetesi çıldırmış olmalı”, 29.11.2008
177
Ergenekon Davası’nın başlıca tanığı Tuncay Güney’in Fethullah Gülen’e yönelik
yapılan sorgulamasının Milliyet’te yer alan detayları gazeteyi ilkelerinden saptırdı.
Zaman’ın haberinde Milliyet, “tuhaf ve sinsi bir habere imza atmakla”, “maksat
gütmekle” ve “tuhaf ve kötü gazetecilik dersi” olmakla suçlandı.325
“Bazı meslektaşlarımız, "Bu olayı niye yazmıyorsunuz?" diye bize sitem edip
ağır eleştiriler yöneltiyor. Üzülerek söylemek zorundayız ki, bazı meslektaşlarımız bu
tür konulardaki yaklaşımımızı bilmiyor. Sadece Üzmez konusunda değil bu tür
hadiselerde biz hep aynı ilkeli yaklaşımımızı sergiliyoruz. Biz, ünlü bir yazar/TV
sunucusunun bir otel odası görüntüsünden de tek bir satır bahsetmemiştik. 40 yıllık
arkadaşları bile o şahsa o kadar ilkeli yaklaşmadı. Üzmez olayını ilk servis eden haber
ajansının bir çalışanının mide bulandıran benzer olayından da tek bir satır söz etmedik.
Bir haber kanalını yıpratmamak için grafiker çalışanı ile ilgili haberlerde de soğukkanlı
tavrımızı muhafaza ettik. Onlarca örnek sıralanabilir. Yanlış anlaşılmasın; ‘yanlışlar
gizlensin’ demiyoruz; tam aksine "kanun üzerine gitsin" ancak genellemeler yapılarak
kitleler üzerinde linç kampanyası da yapılmamalıdır. Sonuçta gazetelerimizi çocuklar da
aileler de okuyor. Kim tarafından işlenirse işlensin yüz kızartıcı bir konuyu tasvir
ederken toplum psikolojisini de göz ardı etmemek, sorumlu yayıncılıktan vazgeçmemek
gerekiyor. Önemli olan, herkese eşit mesafede durup yayın yapabilmek. ’Bizimkiler
iyidir, sizinkiler kötüdür’ anlamına gelecek her türlü yayın insan haysiyetini hiçe
saymak olduğu gibi toplumsal barışı da tehlikeye atan bir tutumdur. Bu tavrı herkese
göstermek çok mu zor?”326
325
A.g.e.
326
Zaman, “Hüseyin haberleri üzerine…”, 29.04.2008, www.zaman.com.tr
178
Duyurduğu ilkelerinde ırk, din, dil ve cinsiyet ayrımına karşı çıkan huhukun
üstünlüğüne inanan ve insan hak ve özgürlüklerini savunan Zaman’ın kalın çizgilerle
belirlenmiş bir sınırı olduğu ve bütün bu sayılan hakları belli bir kesim için gördüğü
anlaşılıyor. Fethullah Gülen’in ve İslamcı kesimden isimlerin hakları konusunda
oldukça hassas davranan Zaman, bazı isimler için bu hassasiyetleri unutuyordu.
327
Fatih Altaylı, “Motor olmak”, 19.08.2008, www.haberturk.com
179
Gazetede Dış Haberlere ilişkin yazıları ise Abdülhamit Bilici, Ali H. Aslan,
Fikret Ertan, Kerim Balcı, Mirza Çetinkaya, Selçuk Gültaşlı kaleme almakta.
Ekonomi yazarları ise, Ahmet Yavuz, Fikri Türkel, Günseli Özen Ocakoğlu,
Hüseyin Sümer, İbrahim Öztürk, Kadir Dikbaş, M. Ali Yıldırımtürk, Melih Arat, Sami
Uslu, Selim Işıklar, Ziya Perver.
Kültür ve Sanat bölümünde yazanlar ise Ali Çolak, romancı Elif Şafak, şair
Hilmi Yavuz, Mehmed Niyazi, Nihal B. Karaca ve yazar Beşir Ayvazoğlu’nun yazıları
yer alıyor.
Gazetede Ahmet Çakır, Avni Tarhan, Aziz Yılmaz, Fatih Uraz, H. İbrahim
Ekiz, Hayri Beşer, John Benjamin Toshack, Karl-Heinz Feldkamp, Özcan Pehlivanoğlu
ve Necati Kola ise spor yazıyor.
Gazetenin Yorum sayfalarında ise düzenli olarak Ahmet Turan Alkan, Ahmet
Selim, Ali Bulaç, Ali Ünal, Bülent Korucu, Ekrem Dumanlı, Etyen Mahçupyan,
Hüseyin Gülerce, M. Nedim Hazar, Mehmet Kamış, Mümtaz'er Türköne, Mustafa Ünal,
Nevval Sevindi, Şahin Alpay, Hilmi Yavuz, Nihal B. Karaca, İhsan Dağı yazıyor.
Kasım 1986'da gazetenin başına geçen Fehmi Koru, şimdilerde adı Bilderberg
toplantıları ile ve her ne kadar Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı eleştirmekten dolayı
ağır ithamlara maruz kalsa da AKP hükümetine yakınlığıyla anılıyor. Koru, 13 yılını
geçirdiği Zaman gazetesinde “Kulis” yazılarını başlatan kişidir. Taha Kıvanç imzası
180
ise zaman içinde ortaya çıkar. Fehmi Koru Zaman gazetesinin geçmişinde en önemli
isimdir. Koru ilk genel yayın yönetmeni olduğu gazetenin daha sonra Ankara
temsilciliğini de yaptı. 1977’de Özal ile tanışması ile önü açılan Koru, müteahhit
kayınpederinin çevresini kullanarak üst düzey ilişkiler geliştirdi. Harvard mezunu
olduğunu iddia eden Koru için Hürriyet’te Ayşe Arman, “Fehmi Bey (Koru)
kıskanılmaz. Fehmi Bey’e özenilir. Zaten Fehmi Bey değil, Fehmi Abi’dir. Birileriyle
rekabet eden biri değildir ki, müstakil bir adamdır, başlı başına” diyordu.
328
Muhsin Öztürk, Aksiyon, Sayı: 467, 18 Kasım 2003
181
geçinmek için daha üniversite yıllarında bir gazetede iş bulmasıyla devam etti.
Gazeteciliği musahhihlikten siyasi muhabirliğe, oradan da Cumhuriyet’in dış haberler
editörlüğüne kadar uzanan Yavuz, BBC Türkçe servisinde 5 yıl çalıştı. Köşe yazarlığı,
ansiklopedi editörlüğü yapan Yavuz, Nurettin Sözen döneminde de İstanbul Büyükşehir
Belediyesi’nin Kültür İşleri Daire Başkanlığı’nı yaptı.
Gazetenin bir diğer sol kökenli yazarı Şahin Alpay, 1968 kuşağı solcularından.
1944 yılında Ayvalık’ta doğan Alpay, Sabiha ve Ahmet Alpay’ın oğlu. Kendi ifadesine
göre ataları 1923 sonrası mübadele safhasında Serez ve Midilli'den Türkiye'ye
göçetmişler. 1961-62 eğitim yılında AFB bursu ile bir sene ABD'de lisede okudu.
182
Gazetenin bir diğer liberal ismi Elif Şafak ise 1971’de Strazburg’da doğan
romancı Elif Şafak, ortaokulu Madrid'de okudu, ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümünü
bitirdi. Yüksek lisansını aynı üniversitede Kadın Çalışmaları Bölümünde yaptı. ODTÜ
Siyaset Bilimi bölümünde "Türk Modernleşmesinin Kadın Prototipleri ve Marjinaliteye
Tahammül Sınırları" üzerine doktorasını tamamladı. Elif Şafak'ın İslamiyet, kadın ve
mistisizm hakkındaki yüksek lisans tezi Sosyal Bilimler Derneği tarafından
ödüllendirildi.
183
Gazetenin İslami kesimde en etkili olan yazarlarının başında Ali Bulaç
gelmektedir. 1951 yılında Mardin’de doğan Bulaç, İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü ve
İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nü bitirdi.
Cemaatten olan bir diğer isim de Zaman’ın ilk dönemlerinde Genel Yayın
Yönetmenliği’ni yapan Abdullah Aymaz. 1949'da Kütahya'nın Emet ilçesinde doğan
Aymaz, İzmir’de İmam Hatip Lisesi ve Yüksek İslâm Enstitüsü'nü bitirdi. Lise
184
yıllarında Gurbet dergisinde yazıları yayınlandı. Tire ve İzmir'de öğretmenlikler yaptı.
1978'de yayınlanmaya başlayan Sızıntı dergisinde yazıları yayınlandı. Cemaate ait
vakıflarda idarecilik ve eğitim görevlerinde bulundu. 1988 yılından bu yana gazetecilik
yapan Aymaz, İsmail Yediler, Hüseyin Bayram, Safvet Senih gibi müstear isimlerle
kitaplar yayınladı. Aymaz halen Zaman gazetesi Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı ve
yazarıdır.
185
İlk köşe yazısını 1974 yılında, Sivas’ta çıkan mahalli Anadolu gazetesi’nde yayınladı.
Sivas Ülkü Ocakları Derneği tarafından dört sayı yayınlanan “Pusat” isimli “bülten-
dergi”ye emeği geçti; 1976–77 tarihleri arasında “Fedai” adlı haftalık dergiyi yönetti ve
gazetesinin yazı işleri müdürü olarak çalışmaya başladı. Alkan, 1978 Yılında Ankara’da
yayınlanan Hasret ve Genç Arkadaş dergilerinde çalıştı.
Gazetenin bir diğer ülkücü kökenli yazarı Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne, 1980
öncesinde Abdullah Çatlı ile arkadaştı. 1956 yılında İstanbul'da doğan Türköne, 1978
yılında Siyasal Bilgiler Fakültesi'nin İdari Şubesinden mezun oldu. Aynı fakültede
1986'da master, 1990'da doktora yaptı. Halen Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü'nde çalışıyor. Başbakanlığı döneminde
Tansu Çiller'e danışmanlık yapan Türköne, Çiller’in Susurluk skandalı ile ilgili “bu ülke
için kurşun atan da yiyen de şereflidir” sözlerinin asıl sahibi. Türköne’nin eşi Özlem
Piltanoğlu Türköne de AKP İstanbul milletvekili.
5.11- Ekler
186
Gündeme ilişkin röportajların da yayınlandığı konuların perde arkasına, kadına, erkeğe,
aileye, okula ve sofraya dair bilgiler bulunmakta.
Türkiye’de 500 bine yakın tirajı bulunan Ailem dergisi ise Almanya, ABD ve
Azerbaycan baskılarıyla da yurtdışında yayınlanıyor. Ailem, her cuma çocuktan
gençliğe, sağlıktan evliliğe, dini hayattan toplumun sorunlarına kadar birçok konuyu
sayfalarında işliyor.
Zaman’ın kitap eki Kitap Zamanı ise her ayın ilk pazartesisi okurla buluşuyor.
Ekte röportajlar, kitap tanıtım yazıları ile İrfan Külyutmaz ve Recai Güllapdan’ın
yazıları yer alıyor.
187
cumhuriyetlerden Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkmenistan’da
yayınlanıyor.
Zaman, Azerbaycan’ın ilk Türk, ilk renkli, ve internete giren ve devlet nişanı
alan ilk gazetesi olduğunu öne sürüyor. Zaman Azerbaycan’daki gazetesi ile çok
övünüyor, ona çok önem verdiğini her fırsatta gösteriyor. Bağımsız Azerbaycan’ın
ilanından bir hafta önce yayın hayatına başlayan, Nisan 1991’de haftada iki özel baskı
ile Azerbaycan’a giden Zaman 1992’den itibaren Bakü’deki matbaada basılıyor.
Gazete, yabancı olmasına rağmen Cumhurbaşkanı’nın dış gezilere kendisini mutlaka
götürmesi ile övünüyor. Gazetenin övündüğü bir başka özelliği şu ana kadar hiç
sansürlenmemiş olması. Gazetenin Bakü temsilcisi ise Enes Cansever.
Zaman Nisan 2006’da Bakü’de düzenlenen büyük bir törenle 15. yılını kutladı.
Zaman Azerbaycan: haftada 3 gün ( Pazartesi Çarşamba, Cuma) A3 formatında 20 sayfa
basılıyor. Gazetenin 8 sayfası renkli olarak sunuluyor. Ayrıca 2 sayfalık bölüm Türkiye
Türkçesi ile Kültür sanat vb. haberleri içeriyor. Diğer sayfalar Azerice basılıyor.
Gazetenin Tirajı 5 bin 700. Azerbaycan’da ayrıca haftalık yayınlanan 12 bin tirajlı
Şampiyon Spor Gazetesi, 5 bin 500 tirajlı aylık Tomurcuk gazetesi, 7 bin tirajlı Ailem
dergisi de yayınlanıyor. 52 kişinin çalıştığı Zaman Azerbaycan’ın çalışanlarının 7’si
Türkiye vatandaşı. Gazete kendine ait matbaada basılıyor. Azerbaycan’da da abone
usulüyle dağıtılıyor.
188
öğrenciler ve Kazak aydın kitlesi okur profilini oluşturuyor. Büyük boy ve Kazakça
haftalık olarak basılan Zaman Kazakistan’ın tirajı 12 bin. Ayrıca, Turkuaz eki 4 sayfa
olarak Türkçe çıkıyor. Gazetenin Müldür Bulak adlı çocuk eki de bulunuyor. Gazetede
1’i Türk vatandaşı 35 kişi çalışıyor. Zaman gazetesi Kazakistan’da da kendi tesislerinde
basılıyor.
189
Zaman ayrıca Romanya’da tabloid boyda haftalık olarak yayınlanıyor ve 5 bin
tiraja sahip. Bulgaristan’da da 5 bin 500 tirajı bulunan Zaman, 20-32 sayfa arasında
haftalık olarak yayınlanıyor. Makedonya’da Arnavutça, Türkçe ve Kakedonyaca olarak
3 ayrı dilde 3 ayrı gazete olarak yayımlanan Zaman’ın 5 bin tirajı bulunuyor.
Zaman 1997 yılında 8 bin tirajla yayına başladığı Rusya’da, 9 bin 300 sattığı
Tacikistan’da, 8-10 bin sattığı Özbekistan’da, 5 bin sattığı Başkurdistan’da yayımına
son verdi. Bunun nedenini yeterli okur potansiyelinin olmayışı olarak gerekçelendiren
Zaman’ın faaliyetlerini durdurmak zorunda kalışının asıl nedeni ise Özbekistan’daki bir
darbe girişimi.
329
Adnan Akfırat, Aydınlık, “Özbekistan’da Kerimov'a Darbe Girişimi ve Fethullah Örgütü”, 20.06.1999
190
Rusya yönetimi, 2002'den başlayarak Fethullah okullarına karşı operasyon
yapılıyor, Rusya Devlet Başkanı Putin'in emriyle 2004 yılı sonunda ülke içindeki
Fethullah Gülen okullarını kapatmak için harekete geçti. Gülen'e bağlı çeşitli şirketleri
yakın takip altına alan Rus yönetimi, okulları "Amerikan ve İngiliz casusu yetiştirme
merkezi" olarak görüyor. Rusya yerel yöneticileri arasında bu okullarda okumuş bazı
görevlilerin de işine son verilmesi için hazırlıklar yapılıyor.330
40’a yakın yazar kadrosu bulunan gazetede eski Almanya Dışişleri Bakanı
Joscka Fischer, Avrupa Parlamentosu’ndaki Türk kökenli milletvekili ve Alman
Yeşiller Partisi’nin eş başkanı Cem Özdemir’in de yazıları yayınlanıyor. Bu isimlerin
yanı sıra Hugh Pope, Nicole Pope ve Andrew Finkel gibi uzun yıllardır Türkiye’de
yaşayan ve Türkiye hakkında çeşitli eserleri bulunan gazeteci yazarlar da Today’s
Zaman’da yazıyor.
330
A.g.e.
331
Zaman, “Zaman tiraj kampanyasında son durum”, 18.11.2008
191
Zaman, Türkçe yayınlanan gazetelerin ulaştığı Türkiye'nin her noktasına zamanında
ulaşma imkanına sahip.332
İslami kesimde bir fikir gazetesi olarak ortaya çıkan Zaman, bugün de bu
iddiasını sürdürmektedir. Zaman’ın okur kitlesinin büyük çoğunluğunu üniversite
öğrencileri oluşturmaktadır.333 Abonelik sistemiyle dağıtılan gazete ağırlıklı olarak
öğrenci yurtları ve dershanelere dağıtılmaktadır. Zaman’ın okur kitlesi arasında
cemaatin mensupları ve sempati duyanların oluşturduğu ağırlıklı bir orta sınıf kitle
bulunmaktadır. Özellikle de esnaftan oluşan bu kitle ile gazetenin hedeflediği kitle
arasında ciddi bir uçurum bulunmaktadır. Zaman gazetesi bir fikir gazetesi olmak
iddiası ve bünyesinde yer verdiği yazarlarla ‘entelektüel’ seviyesi yüksek bir okur
kitlesi hedeflemektedir.
332
Anadolu Ajansı, “İngilizce günlük gazete sayısı üçe çıkıyor”, 15.01.2007.
333
Ekrem Dumanlı, “Yaftacı kafayla nereye kadar?”, Zaman, 16.06.2008.
192
pervasız, çok haksız noktalarda kullanılıyor. Dinci lafı bir kere kaba ve çirkin bir sıfat.
İnsanlar dine önem verebilir, dindar olabilir ve bu tercihleriyle de (tıpkı diğer
tercihlerinde olduğu gibi) saygıyı hak ederler. Dinci lafı, dini kullanan, onu pazarlayan,
onu kalbî bir inanç meselesi değil de bir gösteriş vesilesi yapan anlamına kapılar
açıyor. Hiçbir samimi Müslüman bu lafı benimsemez; benimseyemez. Ne var ki
muhafazakâr değerlere sahip çıkan herkese bu çirkin iftira atılabiliyor.” 334
5.15- Tiraj
334
Dumanlı, a.g.e
335
Mustafa Mutlu, “Dumanlı’nın kulak arkası ettiği sorular”, Vatan, 08.06.2004
336
Ekrem Dumanlı, “Bu mantıkla Türkiye’de tiraj yükselmez”, Zaman, 07.06.2004
193
Zaman abonelik sisteminin şeffaflığı konusunda doyurucu cevaplar veremediği
gibi ortaya ciddi iddialar konuluyor. Hatta bu bazen cemaat içinden isimlerden de
gelebiliyor. Cemaatin abonelik sistemiyle Zaman, Aksiyon ve Sızıntı’yı sattığını
söyleyen Nurettin Veren, Fethullah Gülen’in talimatıyla bir kişinin “100 gazete bile
alabileceğini” söylüyor. Bunun Gülen’e bir itaat ve ibadet şekli olduğunu belirten
Veren, dershane, yurt ve evlerdeki öğrencilerin bu yayınlara abone edildiğini
belirtiyor.337
337
Veren, a.g.e.
194
sertifikalarla, aylık olarak kamuoyuna duyurulmaktadır. 2007 yılı itibariyle 12 gazete ve
71 dergi ABC tarafından denetlenmektedir.
20. yılı olan 2006’da tirajını 1 milyona çıkarma hedefini koyan ve böyle bir
kampanya başlatan Zaman’ın duyurduğu yıllar içindeki tiraj serüveni ise şöyle:
1986: 14 bin 650, 1987: 17 bin 176, 1988: 20 bin 190, 1989: 35 bin 899, 1990:
59 bin 275, 1991: 64 bin 554, 1992: 112 bin 931, 1993: 165 bin 221, 1994: 277 bin 636,
1995: 344 bin 457, 1996: 259 bin 796, 1997: 261 bin 712, 1998: 223 bin 580, 1999: 194
bin 254, 2000: 192 bin 553, 2001: 200 bin 488, 2002: 238 bin 267, 2003: 311 bin 767,
2004: 379 bin 313, 2005: 533 bin 268, 2006 (Ekim): 547 bin 085
338
Tufan Türenç, “Dinci basının tiraj oyunu”, Hürriyet, 01.09.2006.
195
SONUÇ
19. Yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkan ve İslam’ı bir bütün olarak yeniden
toplumsal, siyasal ve kültürel yaşama egemen kılmak amacıyla hareket eden İslamcılık
düşüncesi, Birinci Dünya Savaşı yıllarına kadar Osmanlı’daki en güçlü siyasal
akımlardan biri oldu. Kurtuluş Savaşı sırasında da kurtuluş mücadelesini desteklemek
için kullanılan İslamcılık düşüncesi, Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte üzerinde durduğu
zemini yitirdi. Siyasal İslam’ın Türkiye’de asıl yükselişi 1980 sonrası oldu. Bunun
arkasında Amerikan güdümlü 12 Eylül yönetimi vardı.
Geleneksel bir cemaat yapısına sahip ve temeli Nurcu harekete dayanan Gülen
Cemaati 1980 sonrasında aktif bir dönüşüme uğradı. Temsili tebliği pekiştiren bir şey
olarak gören ve önde tutan cemaat, söylemlerinde İslami bir dil kullanmadı. Gülen
cemaati temsil ve tebliği birarada sunabilen medya araçları sayesinde İslami söylemi
cemaatin hedefleri doğrultusunda yeniden yapılandırdı. Bu araçlarla da cemaat içinde
kolektif anlayış sağlanmaya çalışıldı. Cemaatin bu işlevi yerine getiren ilk ve en etkili
aracı Zaman gazetesidir. Gazetede tüm bunların yanı sıra cemaatin hedefleri
doğrultusunda bir de politik söylem inşa edildi.
196
Özellikle son yıllarda büyük etkinlik kazanan Zaman gazetesinin kuruluşundan bugüne
safahatını inceledim. Türk medyasında birkaç yıl içinde ağırlığını önemli ölçüde arttıran
ve Türkiye’nin en yüksek tiraja sahip gazetelerinden birini alan Gülen cemaatinin
amiral gemisi Zaman’ın, dönemin ortaya koyduğu zaruretler nedeniyle müstakil bir
incelemeyi hak ettiğine inanıyorum. Gülen Cemaati ve onun yayın organları hakkında
kütüphane araştırmasına dayanan bu tezde diğer gazete, dergi, TV ve internet sitelerinde
yayımlanan haber ve köşe yazılarından yararlandım.
İlk iki bölümde siyasal İslam ve 12 Eylül’ün etkilerinin anlatıldığı tezin üçüncü
bölümünde İslamcı basın geleneği araştırıldı. Dördüncü bölümünde Gülen cemaatinin
her yönüyle mercek altına alındığı tezin son bölümünde de Zaman gazetesi anlatıldı.
197
KAYNAKÇA
Ayubi, Nazih. Political Islam, Religion and Politics in the Arab World. Routledge,
London: 1991.
Azak, Umut. “İslami Radyolar ve Türbanlı Spikerler”, (Derleyen Nilüfer Göle, İslamın
Yeni Kamusal Yüzleri, Metis Yayınları, İstanbul, 2000.
Balcı, Bayram. Orta Asya’da İslam Misyonerleri Fethullah Gülen Okulları, İletişim
Yay. İstanbul: 2005.
Berger, Peter L. Dinin Sosyal Gerçekliği, Çeviren: Ali Çoşkun, İstanbul: İnsan
Yayınları, 1993
198
Bülent, Tanör, Türkiye Tarihi 5-Bugünkü Türkiye 1980–2003, Cem Yayınevi, 2005
Cemal Mithat, Mehmet Akif, Türkiye İŞ Bankası Kültür Yayınları, Ankara – 1990.
Doğan, Latif. Küçük Dünyam Fethullah Gülen. Ufuk Yayınları, İstanbul, 2006.
Duman, Doğan. “İslamcı Gençliğin Serüveni”, Birikim Dergisi, s.95. Mart 1997
Erdoğan Latif, Fethullah Efendi: Küçük Dünyam, Ad. Yay. İstanbul, 1995
199
Eygi, Mehmet Şevket. “Radikal İslam Kontrola Alınamaz”, Nokta Dergisi. (9–15 Mart
1997)
Gencay, Şaylan. İslamiyet ve Siyaset: Türkiye Örneği (Ankara: Vadi Yayınları, 1987)
Göç, Macide. “Çok Partili Sisteme Geçerken İslamcı Dergiler –II-“, Haksöz, Haziran
1993, Sayı: 27
Göle, Nilüfer. İslamın Yeni Kamusal Yüzleri, Metis Yayınları, İstanbul, 2000.
---------------. “80 Sonrası Politik Kültür”, Türkiye’de Siyaset: Süreklilik ve Değişim.
Der: Ersin Kalaycıoğlu ve Ali Yaşar Sarıbay, İstanbul: Der Yayınevi.
Hiro, Dilin. “The Islamic Ware Hits Turkey”, The Nation. 28 Haziran 1986
Huntington, Samiel. P. Political Order in Changing Societies. New Haver, Conn.: Yale
Uni. Pres, 1968
Işıklı, Alpaslan. Said Nursi, Fethullah Gülen ve Laik sempatizanları, Hasat Yayınları,
2007.
Kaçmazoğlu, H. Bayram. “Her Tarafı Dökülmüş Bir Sistem”, Kalem ve Onur Dergisi,
(Bahar 1994/3)
Kalyoncu, Cemal A., 20. Yıl Zaman’ı, Zaman Kitap, 2007, İstanbul.
200
Koru, Fehmi. Basında Kadro Sorunu, 1. Milli Basın Kurultayı, İcmal Yayınları,
İstanbul 1998.
Kozanoğlu, Can. “Türkiye Liderini Arıyor, Fethullah Gülen Cemaati Geliyor! Devletçi,
Projeci, ‘Yeni Çağ’ Bilgesi”, Birikim Dergisi, Mart 1997.
--------. Pop Çağı Ateşi, (İstanbul: İletişim Yayınları, 1995),
---------.İnternet, Dolunay, Cemaat, İletişim Yayınları, İstanbul, 1997.
Mardin, Şerif. Bediüzzaman Said Nursi Olayı ve Modern Türkiye’de Din ve Toplumsal
Değişim, İletişim Yay., İstanbul, 2002.
Massignon, Louis. Doğuş Devrinde İslam Tasavvufu. Ataç Yayınları, İstanbul, 2006.
Menderes, Çınar. Siyasal Bir Sorun Olarak İslamcılık, Dipnot Yayınları, 2005
Mumcu, Uğur. Tarikat Siyaset Ticaret, Um:ag Vakfı Yay. 2005, Ankara
-----------------. 12 Eylül Adaleti, Um:ag Vakfı Yay. 2003, Ankara.
Mürsel, Safa. Bediüzzaman Said Nursi ve Devlet Felsefesi, Yeni Asya Yayınları,
İstanbul, 1995.
Narlı, Nilüfer. “İslami Hareket”, 21. Yüzyıla Girerken İslami Oluşumlar. (Edisyon),
(İstanbul: Pendik Belediyesi Kültür Yayınları) No: 6, 1996
Nursi, Bediüzzaman Said, Risale-i Nur Külliyatı, Nesil Yay., İstanbul 2002.
Okay, Orhan. İslam Ansiklopedisi, “Büyük Doğu” maddesi, TDV Yayınları, İstanbul-
1992, Cilt:6.
201
Özbudun, Ergun. Türkiye’de Sosyal Değişme ve Siyasal Katılma, Ankara: 1975
Özcan, Ahmet Yeni Bir Cumhuriyet İçin. İstanbul: Bakış Kitaplığı, 1997
---. İslami Uyanıştan İslami Harekete. İstanbul: Bengisu Yayınları: 1996. /
Poyraz, Ergün. Fethullah’ın Gerçek Yüzü Said- i Nursi'den Demirel ve Ecevit'e, Otopsi
Yayınları, İstanbul, 2000.
Rahnema, Ali. Ali Şeraiti Bir İslami Ütopyacının Siyasi Biyografisi, Kapı Yayınları,
İstanbul, 2008.
Sarıbay, Ali Yaşar. “Değişen İslam, Siyaset ve Siyasal İslam”, Açıkoturum, Bilgi ve
Hikmet, sayı: 12, İstanbul: Güz-1995
Subaşı, Cemal. “Radikal İslam Karşısında Yükselen Ilımlı Yeşillik!”, Nokta Dergisi. 9-
15 Mart 1997,
Şen, Serdar. Refah Partisi’nin Teori ve Pratiği: RP, Adil Düzen ve Kapitalizm,
(İstanbul: Sarmal Yayınevi, 1995)
Tarhanlı, İştar. “Laik Türkiye Devletinde Diyanet İşleri Başkanlığı”, Bilgi ve Hikmet,
(Kış/1993-1
Tunaya, Tarık Zafer. İslamcılık Akımı, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2007
Turan, İlter. Türkiye’de Din ve Siyasal Kültür, Çağdaş Türkiye’de İslam. Ed: R.
Tapper İstanbul: 1993
202
Türköne, Mümtaz’er. “Modernleşme ve İslamlaşma”, Bilgi ve Hikmet, Kış/ 1993-1, ss
72-75
---. Siyasi İdeoloji Olarak İslamcılığın Doğuşu, İkinci Basım. İstanbul: İletişim
Yayınları, 1994
Yücekök, Ahmet Nuri. Sosyo-Ekonomik Düzene Tepki Olarak Din: Gölcük Örneği,
TÜSES Vakfı Yayını, Ankara, 1989
--------. Türkiye’de Örgütlenmiş Dinin Sosyo-Ekonomik Tabanı, Ankara: 1971
MAKALELER:
Ahmet Rıdvan, “İslami Gazeteler ve RP” başlıklı makale, Yeni Şafak, 28 Ekim 1997
AKMAN Nuriye, « Fethullah Gülen’le Röportaj » Sabah gazetesi, 25-30 Ocak, 1995.
Ali Yaşar Sarıbay,. “Değişen İslam, Siyaset ve Siyasal İslam”, Açıkoturum, Bilgi ve
Hikmet, sayı: 12, İstanbul: Güz-1995, s.91
Aydınlık, “CIA eski ajanı Fuller, Zaman’dan TSK’ya saldırdı”, sayı:567, 31 Mayıs
1998, s.11.
203
Cemal Subaşı, “Radikal İslam Karşısında Yükselen Ilımlı Yeşillik!”, Nokta Dergisi. 9-
15 Mart 1997, ss.58-59
Duman, Doğan. “İslamcı Gençliğin Serüveni”, Birikim Dergisi, s.95. Mart 1997 s65
Fethullah Gülen, “At the Threshold of a New Millennium”, The Foutntain, No:29, 2000,
s: 24. (ayrıca bkz: http://en.fgulen.com/)
Handan, Koç, “Gülen cemaatinin ilk ve en saf halkası”, Express, Sayı: 2008/11,
İstanbul, s:16
H. Bayram Kaçmazoğlu, “Her Tarafı Dökülmüş Bir Sistem”, Kalem ve Onur Dergisi,
(Bahar 1994/3), s.46
Hiro, Dilin. “The Islamic Ware Hits Turkey”, The Nation. 28 Haziran 1986, ss.882
204
İsmet Berkan, “Türkiye’de Siyasal İslam” Radikal, 19.05.2003.
İştar Tarhanlı, “Laik Türkiye Devletinde Diyanet İşleri Başkanlığı”, Bilgi ve Hikmet,
(Kış/1993-1), s.10
Macide Göç. “Çok Partili Sisteme Geçerken İslamcı Dergiler-II-, Haköz, Haziran 1993,
Sayı: 27, ss:35-36
Mehmed Şevket Eygi, “Sağ Basın – Sağ Siyasi Parti İlişkisine Bir Bakış (MSP ve
Basın)”, Büyük Gazete, 28 Temmuz 1976, sayı: 14
Mehmet Şevket Eygi, “Radikal İslam Kontrola Alınamaz”, Nokta Dergisi. (9-15 Mart
1997), s.59
Muhsin Öztürk, “Hilmi Yavuz hakkın her şey”, Aksiyon, Sayı: 467, 18 Kasım 2003
Serpil Yılmaz, “Sabah ihalesi oldu, yeni RTÜK yasası Meclis'e verildi”, Milliyet,
13.01.2008
Sinan Onuş/ Doğan Duyar, “Fethullah ile Papa’yı Yahudi lobisi buluşturdu”, Aydınlık,
15 Şubat 1998
205
Yalçın Akdoğan, “İslamcı Basın Kimliğini Bulamadı” Yeni Zemin, Ekim 1993, Sayı
10, s.33
Zeynep Atikkan, “Müslüman Medyası” başlıklı makale, Hürriyet, 15-17 Kasım 1993
ANSİKLOPEDİLER:
Yüzyıl Biterken Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi. Cilt. 15. İstanbul: İletişim
Yayınları, 1996
GAZETELER:
Akşam
Bugün
Cumhuriyet
Hürriyet
Milli Gazete
Milliyet
Radikal
Sabah
206
Türkiye
Yeni Şafak
Zaman
DERGİLER:
Aksiyon
Bilgi ve Hikmet
Express
İzlenim
Nokta
Yeni Ümit
Yörünge
İNTERNET:
http://eab:ege.edu.tr
http://extranet.zaman.com.tr
http://fgulen.com
http://www.guncel.net
http://www.haberturk.com
http://www.kongar.org
http://www.radikal.com.tr
http://www.sodev.org.tr
http://www.zaman.com.tr
DİĞER:
207