You are on page 1of 85

Ernesto Che Guevara

Savaş Anıları

Reminiscences of the Cuban Revolutionary War


Kübanisches Tagebuch
(Türkçe çevirisi: Che Guevara, Savaş Anıları, Yar Yayınları, Şubat 1990)

Eriş Yayınları tarafından düzenlenmiştir.


erisyay@kurtuluscephesi.org

İÇİNDEKİLER

Önsöz 5
1. Bir Devrim Başlıyor 7
2. Alegria De Pio 15
3. Yanlış Yolda 21
4. La Plata Çarpışması (17 Ocak 1957) 29
5. Arroyo del İnfierno Savaşı (22 Ocak 1957) 37
6. Hava Saldırısı (30 Ocak 1957) 41
7. Altos de Espinosa Baskını (19 Şubat 1957) 47
8. Bir Hainin Sonu 55
9. Acı Günler 61
10. Takviye 67
11. Birliğimiz Savaşta Çelikleşiyor 73
12. Ünlü Röportaj 79
13. Yürüyüş Günleri 85
14. Silahlar Geliyor 91
15. El Uvero Çarpışması (28 Mayıs 1957) 99
16. Yaralıların Bakımı 109
17. Dönüş 115
18. Bir İhanet Tezgahlanıyor 123
19. Bueycito Saldırısı 131
20. Lidia ve Clodomira 139
21. El Hombrito Çarpışması 143
22. Pino Del Agua'daki İlk Savaş 151
23. Acı Bir Olay 163
24. Haydutluğa Karşı Mücadele 171
25. Öldürülen Köpekçik 179
26. Marverde Çarpışması 183
27. Altos de Conrado 189
28. Bir Yıllık Silahlı Mücadele 197
Fidel Castro'nun Mektubu (14 Aralık 1957) 215
29. İkinci Pino del Agua Çarpışması 233
30. Pino Del Agua 245
31. Camilo 251
32. Kısa Ara Oyunu 257
33. Önemli Bir Toplantı 265
34. Son Saldırı: Santa Clara Çarpışması 273
Haritalar 288
ÖNSÖZ

Uzun süreden beri, devrim tarihimizi tüm çok yönlülüğü ve ayrıntılarıyla yazmayı düşünüyorduk.
Devrimin önderlerinden birçoğu -özel ya da resmi olarak- bu tarihi yazmak istediklerini belirtirler, ama,
yapılacak işleri çoktu. Oysa, yıllar geçiyor ve artık bütün Amerika'nın tarihi olmuş devrimci hareketimizin
anıları, yaşanılan olaylar doğru ve güvenilir biçimde saptanmaksızın, giderek geçmişe gömülüyor. Bu
nedenle biz, katıldığımız bazı saldırı, çatışma ve çarpışmalara ilişkin bir dizi kişisel anıyı yayınlamaya
başlıyoruz. Amacımız, kendi yaşadıklarımıza ve bazı yazılı notlara dayanarak tarihin bir parçasını
yazmak değildir. Tam tersine, bu konunun, olayları yaşayan herkes tarafından ele alınmasını
amaçlıyoruz.
Biz, bütün savaş boyunca Küba topraklarının belli bir bölümünde savaştık. O nedenle, başka
yerlerde gerçekleşen çarpışmaların ve eylemlerin tanığı değiliz. Devrimci savaşa katılan herkesin
anlatacaklarını kolaylaştırmak ve anıların açık bir biçim almasını sağlamak için, Fidel'in de katılmış
olmasına karşın, şansımızın pek iyi gitmediği Alegria de
Pio'daki ilk çarpışmamızla başlayabiliriz.
Bu çarpışmaya katılanların bir çoğu bugün hâlâ hayatta. Biz onları, bu çarpışmadan tam ve doğru bir
tablosunu oluşturarak tarihe kaydetmek için, anılarını yazmaya çağırıyoruz. İstediğimiz tek şey, anı
yazarlarının gerçeklerden sapmamaları; kişisel durumlarını abartmamaları, kendilerini olduklarından
başka göstermemeleri ya da olmadıkları bir yerde bulundukları izlenimini yaratmamalarıdır. Her anı
yazarı, yeteneklerine ve eğitimine göre, yazdığı her birkaç sayfadan sonra, gerçek olaylar üzerinde
temellenmemiş ya da gerçekliğine yazarın tamamıyla güvenmediği her sözcüğü çıkarmak amacıyla, katı
bir özeleştirel çerçevenin dışına çıkmamasıdır. Biz de bu düşünceyle başlıyoruz anılarımızı yazmaya.
[sayfa 6]

1| BİR DEVRİM BAŞLIYOR

Küba halkına karşı askeri saldırının tarihi, Fulgencio Batışta tarafından yönetilen kansız hükümet
darbesinin tarihi olan 10 Mart 1952 günü başlamaz elbette. Bu saldırının köklerini, Küba tarihinin çok
gerilerde kalmış dönemlerinde aramak gerekir. Amerikan Büyükelçisi Summer Welles'in[1] 1933
yılındaki müdahalesinden, 1901 tarihli Enmienda Platt. Belgesinden[2], Kuzey Amerika'nın ilhakçı
politikacılarının doğrudan temsilcisi olarak gelen Narciso Lopez'in[3], karaya çıkışından bile öncelere
dayanır bu kökler. Bu sorunun başlangıcı, 19. yüzyıl başında, ülkesinin Küba politikasına ilişkin [sayfa 7]
açıklayan John Quincy Adams[4] zamanına kadar gider: Küba, İspanya'dan kurtulduğu anda Sam
Amca'nın eline düşecek olgun bir elmadır. Söz konusu olan, yalnızca Küba'yı hedef almakla kalmayan,
kıtasal ölçekte, uzun bir saldırı zinciridir.
Emperyalizmin saldırı dalgalarının bir yükselip bir alçalmasını, demokratik hükümetlerin devrilmesi
ya da halk kitlelerinin durdurulmaz baskılarıyla, yeni hükümetlerin kurulması, belirlemektedir. Bütün Latin
Amerika tarihi aynı özellikleri gösterir: Diktatörlük rejimleri, küçük bir azınlığın çıkarlarını temsil eder ve
darbeyle iktidara gelir; geniş bir kitle tabanına dayanan demokratik hükümetler ise, çok büyük zorluklarla
karşılaşmakta ve çoğu kez, davalarının başarısını güvence altına almak için, bir dizi ödün vererek, daha
iktidara gelmeden önce lekelenmektedir. Küba, Amerika'nın bütünü için, bu açıdan bir istisna oluşturuyor
olsa da, bütün bu gelişim sürecinin tarihine dikkat çekmek gerekiyordu, çünkü Amerika'yı sarsan
toplumsal hareketler dalgasında oraya buraya savrulan bu satırların yazarı, bu koşullar sonucunda,
sürgünde yaşayan bir başka amerikalıyla, yani Fidel Castro'yla tanışma fırsatı bulmuştu.
O soğuk Meksika gecelerinden birinde tanımıştım onu. İlk konuşmamızın uluslararası politika
üzerine olduğunu anımsıyorum. Ayni gece, birkaç saat sonra -tan ağarırken-, Fidel'in planladığı sefere
katılacaklardan biri olmuştum. Önce, Küba'nın şu anki hükümet başkanıyla Meksika'da nasıl ve neden
tanıştığımı anlatmalıyım. Demokratik hükümetlerin iktidardan uzaklaştırıldıkları, bu bölgede ayakta
kalmış kıtanın son devrimci demokrat hükümetinin -Jacobe Arbenz Guzman'ın[5] hükümeti - ABD'nin,
kıtasal propagandasının [sayfa 8] sis perdesi arkasında gerçekleştirdiği acımasızca planlanan bir saldırıya
yenik düştüğü 1954 yılıydı. Bu oyunda ABD Dışişleri Bakanı Foster Dulles'in rol aldığı görülüyordu. İşin
ilginç yanı, Dulles, Guatemala'daki en önemli emperyalist kuruluşlardan biri olan United Fruit
Company'nin, hem hissedarı hem de hukuk danışmanıydı.
Bu ülkeden, yenilgiye uğramış olarak ve bütün guetamalılarla paylaştığım acı içinde dönüyordum;
korkuyla ezilmiş bu ülkeye yine de bir gelecek sunabilme umudu içerisindeydim ve bunun için bir yol
arıyordum. Fidel ise, tarafsız bir ülkede adamlarını büyük eylem gününe hazırlamak için Meksika'ya
gelmişti. Moncada Kışlasına yapılan baskının hemen ardından bir iç bölünme yaşanmış, yüreksizlerin
hepsi safları terk etmişler, şu ya da bu nedenle, daha az özveri isteyen politik partilere ya da devrimci
gruplara katılmışlardı. Fakat, 1953 yılında Moncada Kışlası'na yapılan saldırının tarihini kendisine ad
olarak alan "26 Temmuz Hareketi"ne yeni katılımlar olmaktaydı. Bu yeni katılanların eğitilmesiyle
görevlendirilenlerin işleri çok zordu, çünkü Meksika'da, illegal çalışma ilkelerine çok sıkı biçimde uymak
ve Meksika hükümetine, Kuzey Amerika örgütü FBI ajanlarına ve Batista'ya karşı mücadele etmek
gerekiyordu. Bu üç düşman, değişen biçimlerde ortak etkinlik gösteriyorlar, aralarındaki ilişkide para,
rüşvet, kişisel çıkarlar için dalavere önemli rol oynuyordu. Bunun dışında Trujillo'nun [6] casuslarıyla ve
insan seçimindeki olumsuzlukların -özellikle Miami'de- yarattığı zorluklarla da mücadele ediyorduk.
Bütün bu güçlükleri aştıktan sonra, çok büyük bir hedefe ulaşmalıydık: Meksika'dan ayrılış... ve sonra...
Küba'ya varış ve o günlerde bize kolay görünen başka şeyler. Bugün, bunun, ne büyük çabalara,
özveriye ve ne çok insan yaşamına mal olduğunu kavrayabiliyoruz.
Dostlarından oluşan küçük bir grup tarafından desteklenen Fidel Castro, bütün gücünü ve ona özgü
çalışma azmini, [sayfa 9] Küba'ya gidecek olan savaşçıları örgütlemeye adamıştı. Zaman bulamadığı için,
hemen hemen hiç askeri taktik dersleri vermiyordu. Bizse, General Alberto Bayo'dan[7] epeyce çok şey
öğrendik. İlk katıldığım derste, o an edindiğim izlenim, zaferin olanaklı olduğuydu. Böylesine yüce bir
amaç için, yabancı bir kıyıda ölmeye değeceği yolundaki düşünceyle ve bir tür romantik serüvenciliğe
duyulan sempatiyle, bağlandığım direniş ordusu komutanına[8] katıldığımda, zafere ulaşacağımızdan
henüz kuşkuluydum.
Böylece birkaç ay geçti. Giderek nişancılığımız gelişiyordu, bazılarımız artık keskin nişancı olmuştu.
Meksika'da bir çiftlik bulmuş ve General Bayo'nun yönetiminde - ben personel şefliği görevini
yürütüyordum- 1956 Martında hareket etmek için, son hazırlıklarımızı yapmıştık. O günlerde, ücretleri
Batista tarafından ödenen Meksika polisinin iki şubesi, Fidel'i ele geçirmeye çalışıyordu. Bu şubelerden
biri, verilecek ödül için, Fidel'i tutuklama başarısını gösterdi, ne var ki, yine verilecek ödül için, onu
öldürmemekle büyük ahmaklık etti. Kısa süre içinde, Fidel'in savaş arkadaşlarının büyük çoğunluğu
yakalandı; Mexico kentinin yakınlarında bulunan çiftliğimiz de polisin eline geçti ve hepimizi hapishaneye
tıktılar.
Bu durum, savaşın ilk aşamasının son bölümünü geciktirmişti. Kimimiz, ülkelerimize geri gönderilme
tehdidi altında geçen -Komutan Calbrto Garcia ve ben buna tanığız- 57 gün kalmıştık hapishanede.
Fakat Fidel Castro'ya duyduğumuz kişisel güveni bir an bile yitirmedik. Ama Fidel, arkadaşlık uğruna,
denilebilir ki, kendi devrimci konumunu tehlikeye düşürebilecek bazı şeyler yaptı.
Ona kendi durumumu anlattığımı anımsıyorum: Meksika'da yasadışı yaşayan ve hakkında çeşitli
suçlamalar bulunan [sayfa 10] bir yabancıydım. Benim yüzümden devrimin ertelenmemesini, beni geride
bırakabileceklerini, durumu anlayışla karşılayacağımı, gönderdikleri yerde savaşacağımı, kendilerinden
yalnızca Arjantin'e değil, yakın bir ülkeye gönderilmem için uğraşmalarını istediğimi söyledim. Fidel'in
kesin yanıtını da anımsıyorum: "Seni yüzüstü bırakamam." Sonuçta böyle de oldu. Meksika'daki
cezaevinden çıkabilmemiz için çok değerli zaman ve çok para harcandı. Fidel'in değer verdiği insanlara
karşı bu kişisel davranışı, ona yakın olan insanlarda yarattığı derin bağlılığı açıklar. Direniş ordusunu
bölünmezcesine bütünleştiren bu bağlılık, ortak ilkeleri insanca beraberliklerle bağdaştırmaktadır.
Günler geçiyordu. Yasadışı çalışıyor, gizleniyor, kalabalık içinde olanaklar elverdiğince görünmüyor,
hemen hemen hiç dışarıya çıkmıyorduk. Birkaç ay geçtikten sonra, saflarımızda bir hain olduğunu fark
ettik. Bir parti silahımızı satan bu kişinin adını bilmiyorduk. Aynı kişinin, yatı ve telsizi de, henüz "yasal
kontrat" yapılmamış olmasına karşın sattığını biliyorduk. Bizim donanımımızdan bazı parçaların Küba
yetkililerine iletilmesinden amaç, hainin gerçekten sırlarımıza ortak olduğunun kanıtlanmasıydı. Fakat
böylece ondan kurtulduk. Çünkü bu aynı zamanda ihanetini de kanıtlıyordu. Bu andan itibaren yoğun bir
çalışma başladı. Granma olağanüstü bir hızla hazırlandı; bulabildiğimiz tüm, ama yine de oldukça az
yiyecek maddesi, üniformalar, silahlar, donanım araç-gereci ve hemen hemen hiç mermisi olmayan iki
tanksavarı yükledik. Sonunda, 25 Kasım sabahı saat 2'de Fidel'in resmi basında eğlence konusu olan
sözleri gerçekleşmeye başlamıştı: "1956 yılında ya özgür ya da şehit olacağız."5
Her türlü malzeme ve insanla tıklım tıklım 6dolu olan Granma, ışıkları söndürülmüş olarak Tuxpan
limanından[9] denize açıldı. Hava çok kötüydü. Her türlü geminin denize açılması yasak olmasına
karşın, nehrin denize kavuştuğu yer sakindi. Yukaten limanını geçtikten bir süre sonra ışıkları yaktık.
Sonra da deniz tutmasına karşı deli gibi ilaç aramaya [sayfa 11] başladık, ama yoktu. Küba ulusal marşını
ve 26 Temmuz marşını söyledik, hepsi belki beş dakika sürmüştü. Sonrasında gemide trajik-komik bir
görüntü oluştu. Yüzlerinden korku okunan ve elleriyle karınlarını tutan adamlar. Bazıları kafalarını
kovaların içine daldırmışlardı, bazılarıysa, üstleri kusmuk içinde, en ilginç durumlarda, yerde hareketsiz
biçimde yatıyorlardı, iki-üç gemiciyle, dört-beş kişinin dışında, 83 kişinin tümünü deniz tutmuştu.
Dördüncü ya da beşinci gün, genelde durum düzeldi. Bir ara, teknede açıldığını sandığımız yarığın,
aslında var olmadığını, tuvalette bir musluğun açık unutulduğunu anladık. Oysa biz yükü hafifletmek için
bütün ağırlıkları atmıştık bile.
Hareket için seçilen rota şöyleydi: Küba'nın güneyini, geniş bir kavis çizip dolaşacak, Jamayka ve
büyük Cayman[10] adaları önünden kıyıya yakın geçerek, Oriente eyaletindeki Nigaero bölgesi
yakınlarında bir yerde karaya çıkacaktık. Planın uygulanmasında epeyce gecikmiştik: Radyodan ayın
30'unda, yoldaşımız Frank Pais[11] tarafından, Santiago de Cuba'da bir ayaklanma başlatıldığını
duyduk. Bu ayaklanmayla bizim Küba'ya varışımız aynı anda olmalıydı. Ertesi gün, 1 Aralık gecesi,
rotayı doğrudan Küba'ya yönelttik ve umutsuzca Cabo Cruz fenerini görmeye çalıştık. Suyumuz,
yakıtımız ve yiyeceğimiz azalmıştı. Sabaha karşı ikide, zifiri karanlık ve fırtınalı havada durum kaygı
vericiydi. Gözcüler, bir o yana bir bu yana gidip gelerek, ufukta kaybolmayan bir ışık arıyorlardı. Eskiden
Küba deniz kuvvetlerinde teğmenlik yapmış olan Roque, fenerin yerini belirlemek için bir kez daha üst
köprüye çıktığında, ayağı bir yere takılarak denize düştü. Yolumuza bir süre daha devam ettikten sonra
sonunda feneri görebildik, fakat küçük teknemizin, bir astımlı gibi yol alması nedeniyle, bize yolculuğun
son saatleri hiç bitmeyecek gibi geliyordu. Küba'ya, Las Coloradas kıyısında, Belic adlı yere ayak
bastığımızda, gün ağarmıştı. [sayfa 12]
Bizi bir kıyı koruma gemisi görmüş ve keşfini telgrafla Batista ordusuna bildirmişti. Bize en çok
gerekli olan eşyayı yanımıza alıp, alelacele karaya çıktığımız an, hemen bir bataklığa daldık. Üstelik de
düşman uçaklarının saldırısına uğradık. Tropik bitkilerin yaprakları altındaki bataklıkta yürürken
uçakların bizi görmesi ve saldırması olanaksızdı elbette, ne var ki diktatörün ordusu peşimize düşmüştü
bile.
Bu bölgeyi tanıdığını söyleyen bir compânero'nun[12] deneyimsizliği ve sorumsuzluğu nedeniyle
içine düştüğümüz bataklıktan çıkmak için, saatler geçirdik. Sendeleyerek sağlam toprağa ayak
basmıştık, yönümüzü bulamıyor, bir bölgeler ordusu, beyinlerindeki bilinmedik bir aygıt tarafından
yönlendiriliyorlarmış izlenimi veren bir hayaletler ordusu oluşturuyorduk. Yolculuğumuz sırasında
aralıksız yedi gün süren açlığı, deniz tutmasını, ayrıca üç korkunç günü arkamızda bırakmıştık.
Meksika'dan ayrılışımızdan tam on gün sonra, güçsüzlük, yorgunluk belirtilerinin ve molaların sık sık
kestiği bir gece yürüyüşünün ardından, 5 Aralık'ta, gün ağarırken, beklenmedik biçimde Alegrio de
Pio[13] denilen yere ulaştık. Bu, bir yanında şeker kamışı tarlalarının yer aldığı, öte yanındansa bazı
ağaçsız alanlara bakan küçük bir ormandı. Daha uzaktaysa sık ormanlar başlıyordu. Kamp kurmak için
uygun bir yer olmamasına karşın, günün geçmesini beklemek için mola verdik. Yürüyüşümüzü gece
sürdürecektir.
İlk kez 16 Haziran, 1 Temmuz ve 16 Temmuz 1959 tarihlerinde "O Cruzeiro" da "Bir Devrim
Başlıyor"un giriş bölümü olarak yayınlandı. [sayfa 13]

2| ALEGRİA DE PİO

Alegria de Pio, Oriente eyaletinin Niguero bölgesinde, Cabo Cruz yakınlarında bir yerdir. 5 Aralık
1956'da, diktatörün kuvvetleri burada bize saldırdı.
Kısa ama zorlu bir yürüyüşün ardından, hepimiz dermansız kalmıştık. 2 Aralıkta, Las Coloradas
kıyısı diye bilinen yerde karaya çıktığımızda, hemen hemen bütün donanımımızı yitirmiş, tuzlu su
bataklıklarında, ayağımızda yeni botlar olduğu halde saatler boyu yürümüştük; ayaklarımız yara içinde
kalmıştı. Ne var ki tek düşmanımız ayağımızdaki botlar ya da mantar hastalığı değildi. Küba'ya, kötü bir
tekneyle, aç açına, Meksika Körfezini ve Kara ipler Denizini aşarak yedi günde ulaşmıştık. Bu tür bir
yolculuğa alışkın olmadığımız için de, hemen hemen hepimizi deniz tutmuştu. Ayrıca, 25 Kasım günü,
şiddetli esen kuzey rüzgarı nedeniyle gemilere denize açılma izni verilmediği bir zamanda, Tuxpan
limanından hareket etmiştik. Bütün bunlar, henüz hiç savaşa katılmamış bu acemi birlik üstünde
olumsuz
yönde etki bırakmıştı. [sayfa 15]
Tüfekler, fişeklikler ve biraz ıslak mermi dışında savaş donanımımızın tümünü yitirmiştik. İlaç
stokumuz kalmamış, sırt çantalarımızın çoğu bataklıkta kaybolmuştu. Bir gün önce, o zamanlar Julio
Lobo'ya ait olan Niquero şeker fabrikasının, şekerkamışı tarlalarının içinde, gece vakti yürümüştük.
Deneyimsizliğimiz sonucu, açlığımızı ve susuzluğumuzu gidermek için şeker kamışlarını yolun
kenarında yemiş, artıklarını orada bırakmıştık. Gerçi askerlerin böylesine dolaylı yollardan iz sürmelerine
gerek yoktu; çünkü, yıllar sonra öğrendiğinize göre, askerleri bize ulaştıran, ihanetin baş sorumlusu,
rehberimizdi. Rehberi bir gece önce salıvermiştik. Bu hatayı, daha önceki karanlık yaşamlarını bildiğimiz
sivil halktan insanların, tehlikeli bölgelerde, kesinlikle denetim altında tutulması gerektiğini öğreninceye
kadar, birkaç kez daha yineledik. Hain rehberimizin yanımızdan ayrılmasına asla izin vermemeliydik.
5 Aralık günü şafak sökerken, pek azımız yürüyebilecek durumdaydı: tümden yorgun düşmüş
adamlar, biraz yürüdükten sonra, uzun süre dinlenmek istiyorlardı. O nedenle, sık ağaçlı bir ormanın
yakınındaki küçük, seyrek ağaçlı bir ormanda mola verildi; bu küçük orman, bir şeker kamışı tarlasının
kenarındaydı. Çoğumuz hemen uyuduk.
Öğle zamanı, olağanüstü bir durumun ilk belirtileri görüldü: "Piper" tipi uçaklarla orduya ve özel
kişilere ait küçük uçaklar, yakınımızda dolanmaya başlamıştı. Uçaklar geçerken, içimizden bazıları,
alçaktan ve yavaş uçmaları nedeniyle düşman uçakları tarafından görülebileceklerini düşünmeksizin,
rahat rahat şeker kamışı kesiyorlardı. Birliğin doktoru olarak, o zamanki görevim, ayaklarda çıkan
yaraları iyileştirmekti. O gün gerçekleştirdiğim son tedaviyi hatırladığımı sanıyorum. Humberto Lamotte
adında bir companeroydu ve o gün ömrünün son gününü yaşıyordu. Sahra eczanemizden çıkıp görev
yerine dönerken anımsıyorum onu; giymeye fırsat bulamadığı ayakkabıları elindeydi, yüzünde korku ve
bitkinlik okunuyordu. [sayfa 16]
Companero Montane ile bir ağaca yaslanmış, çocuklarımızdan söz ederek yarım sosis ve iki
peksimekten oluşan yemeğimizi yerken, ilk silah sesini duyduk. Bir saniye süren sessizlikten sonra da
82 kişilik birliğimizin üzerine bir mermi kasırgası çöktü, ya da biz, o ilk ateş deneyinde yaşadığımız
korkuyla, öyle olduğunu sandık. Silahım pek iyi değildi; o silahı özellikle ben istemiştim, çünkü yolculuk
sırasında yakalandığım uzun bir astım krizi nedeniyle, sağlığım çok kötüydü; iyi bir silahın benim elimde
yârarsızlaşmaması için almıştım bu kötü silahı. O anda olayların nasıl geliştiğini pek iyi
anımsayamıyorum. Tek anımsayabildiğim, o sırada yüzbaşı olan Almeida'nın, çarpışma sürerken,
verilen emri sormak için yanıma geldiği. Ama ortada emir verecek kimse yoktu. Daha sonra öğrendiğime
göre, meğerse Fidel, yolu geçince ulaşılabilecek, yakındaki bir şeker kamışı tarlasında adamları bir
araya getirmek için boş yere uğraşıyormuş. Baskın çok ani, ateşse çok yoğun olmuştu. Almeida yeniden
birliğinin başına döndüğünde, companerolardan biri, ayaklarımın dibine bir cephane sandığı bıraktı.
Kendisine ne olduğunu sorduğumda, korkunun yansımasını gördüğüm için çok iyi anımsadığım bir yüz
ifadesiyle "cephane sandığıyla uğraşmanın sırası değil" gibi bir şey söyledi ve şeker kamışı tarlasına
giden yolda koşmaya başladı (bu compenero sonra, Batista'nın zaptiyelerinden birinin kurşunlarıyla can
verdi). Belki de, doktor olarak görevlerimi mi, yoksa devrim askeri olarak görevlerimi mi yerine getirmem
gerektiği konusunda açmaza düştüğüm ilk olaydı bu. Önümde, bir sırt çantası dolusu ilaçla, bir sandık
cephane vardı. Çok ağır olacağı için ikisini birden taşımam olanaksızdı. Cephane sandığım aldım ve
şeker kamışı tarlasına ulaşmak için geçmem gereken yolda yürümeye başladım. Yola diz çökerek
makineli tüfeğiyle ateş eden Faustino Perez'i çok iyi anımsıyorum. Yanımda Arbentosa adında bir
companero koşuyordu. Ötekilerden farklı olmayan bir kurşun salvosu ikimizi de yakaladı. Göğsümde ve
boğazımda bir darbe hissettim, öldürücü yaralar aldığımı sanıyordum. 45 kalibrelik bir kurşunun açtığı
büyük bir yaradan, ağzından ve burnundan oluk
gibi kan akan Arbentosa, [sayfa 17] "Beni öldürdüler!" gibi bir şey bağırdıktan sonra, o anda görünürde
kimse olmamasına rağmen, çılgınlar gibi ateş etmeye başladı. Ben de yattığım yerden Faustino'ya "Beni
avladılar" dedim (aslında daha sunturlu bir ifade kullanmıştım). Ateş etmeye ara vermeksizin bana bir
göz atan Faustino, Önemli bir şey olmadığını söyledi. Ne var ki bakışlarından yaramın önemli olduğunu
okumuştum.
Yerde uzanmış yatıyordum, bir yaralıyı öyle davranmaya zorlayan bilinmez içgüdüye uyarak, ormana
doğru bir el ateş ettim. Her şeyin yitirilmiş göründüğü o an, aniden, en iyi nasıl ölebileceğimi düşündüm.
Aklıma Jack London'ın eski bir öyküsü geldi. Alaska'nın buz çöllerinde donarak öleceğini anlayan öykü
kahramanı, bir ağaca yaslanarak hayatına onurlu bir biçimde son vermeyi kararlaştırır. Bu
anımsayabildiğim tek tablo. Diz çökmüş durumda olan biri, teslim olmamız gerektiğini söyledi. O sırada,
arka taraftan, daha sonra Camilo Cienfuegos olduğunu öğrendiğim birinin sesi duyuldu: "Burada hiç
kimse teslim olmayacak!" ve ardından bir sürü küfür geldi. Sendeleyerek yanıma ulaşan Ponce soluk
soluğa yarasını gösterdi; kurşunun ciğerini deldiği görülüyordu. Yaralandığını söyleyince, büyük bir
kayıtsızlıkla, ona, benim de yaralanmış olduğum yanıtını verdim. Ponce, yaralanmamış comanerolarla
birlikte, şekerkamışı tarlasına kadar sürünerek gitti. Bir dakika için yalnız kalmıştım, orada uzanmış
yatıyor ve ölümü bekliyordum. O sırada yanıma gelen Almeida bana, yürümem için cesaret verdi;
duyduğum acıya karşın kendimi toparladım ve şekerkamışı tarlasına ulaştık. Orada, mükemmel
companero Raul Suarez'i gördüm. Faustino Perez bir ağacın dibinde, onun bir kurşunun parçaladığı baş
parmağını sarıyordu. Sonra, alçaktan uçan uçakların bizi kuşatmaları genel bir kargaşaya yol açtı.
Makineli tüfeklerle taranmamızsa, kargaşayı daha da boyutlandırdı, öyle ki bazen gülünç, bazen acıklı
sahneler yaşandı. Örneğin, şişman bir savaşçı, bir şekerkamışının ardına gizlenmeye çalışıyordu, bir
başkasıysa, kurşun yağmuru sürerken ortaya çıkıp sessiz olmamızı istiyordu, o anda sessizlik ne işe
yarayacaksa. [sayfa 18]
Almeida'nın yönetiminde bir grup kurduk. Grupta, o zaman teğmen olan komutan Ramiro Valdes,
companerolardan Chao ve Benitez de vardı. Başımızda Almeida olduğu halde, sığınağımız olacak
ormana ulaşmak için, şekerkamışı tarlasından geçen yolu aşmaya başladık. O sırada, şekerkamışlarının
olduğu yerden ilk sesler duyuldu. "Yangın var!" Aynı anda da ortalığı duman ve ateş sardı. Yine de bu
verilerin doğruluğu konusunda güvence veremem, çünkü çarpışmada başımızdan geçen olaylardan çok,
yenilginin acısını ve yaklaşan ölümümü düşünüyordum. Gece karanlığı, yürüyüşümüze engel olana dek
yolumuza devam ettik. Sivrisineklerle dolu bir yerde, birbirimize sokularak, aç, susuz uyuduk. İşte bizim,
5 Aralık 1956'da Niquero yakınlarında ateşle ilk karşılaşmamız böyle oldu. Daha sonraki devrim
ordusunun içinde çelikleştiği savaşımız, işte böyle başladı. [sayfa 19]

3| YANLIŞ YOLDA

Alegrio de Pio baskınının ertesi günü, kırmızı toprağın yerini Diente de Perro[14] diye adlandırılan
kayaların aldığı dağlardan geçtik. Aynı güçte gelen tek tük silah sesleri duyuluyordu. İspanya savaşına
katılmış eski bir savaşçı olan Chao, bu tarz bir yürüyüşün, bizi, kaçınılmaz olarak, herhangi bir düşman
tuzağına düşüreceğini söyledi ve geceyi bekleyeceğimiz bir yer bulup, karanlıkta yürümemizi önerdi.
Hiç suyumuz yoktu. Tek süt dolu kabımız da kazaya uğradı; süt kabını taşıması için kendisine
verdiğimiz Benitez, kabı, cebine baş aşağı koymuştu. Kabın üzerine ufak delikler açmıştık. Payımızı
içmek istediğimiz zaman, süttozu ve bir yudum suyla doldurduğumuz boş bir vitamin ampulünden
yararlanıyorduk. Bütün sütün Benitez'in cebine ve üniformasına döküldüğünü dehşetle gördük.
Sonunda, tek tarafta geniş bir görüş açısı sunmasına karşın, öteki taraftan ilerleyecek düşmanı
görmemizin olanaksız [sayfa 21] olduğu mağara gibi bir yerde kamp kurduk. Kendimizi savunmaktan çok,
görülmemeyi düşünüyorduk. Bu nedenle günü orada geçirmeye karar verdik. Ama beşimiz de ölünceye
kadar savaşmaya and içmiştik; Ramiro Valdes, Juan Almeida, Chao, Benitez ve bu satırların yazarı.
Beşimiz de yenilginin korkunç deneyini ve daha sonraki savaşı atlattık.
Gece olunca yeniden harekete geçtik. Bilgilerime dayanarak, bu bölgede kutup yıldızının hangisi
olduğunu saptadım ve birkaç gün yönümüzü ona göre ayarladık; doğruya doğru yürüyerek Sierra
Maestra'ya vardık. (Çok sonraları, yönümüzü belirlediğimiz ve bizi doğuya götüren yıldızın kutup yıldızı
olmadığını öğrendim. Yaklaşık olarak bu yönü ve kıyıya çok yakın olan kayalıklara bir şafak vakti
ulaşmamız rastlantıydı.)
Aşağıda deniz uzanıyordu, aramızda yaklaşık 50 metre yüksekliğinde dik bir kaya vardı ve dipte tatlı
suyla dolu olduğu izlenimini veren son derece çekici bir su birikintisi görülüyordu. En büyük derdimiz
susuzluktu. O gece, bir sürü yengeç vardı etrafımızda; aç olduğumuz için bazılarını öldürmüş, fakat ateş
yakamadığımızdan etli kısımlarını çiğ yemiştik, bu da susuzluğumuzu iyice arttırmıştı.
Uzun aramalardan sonra, suya ulaşabilmemiz için kullanabileceğimiz bir yol bulmuş, ancak bu
arada, inip çıkma uğraşı dolayısıyla, yukarıdayken gördüğümüz su birikintisini yitirmiştik. Bu yüzden,
sivri kayalıklarda birikmiş yağmur sularıyla susuzluğumuzu gidermeye çalıştık; çukurlardan suyu
çıkarmak için bir astım pülverizatörü kullanıyorduk. Her birimiz yalnızca birkaç damla su içebildik.
Keyifsizce ve yönümüzü saptayamaksızın yürüyüşümüzü sürdürdük; zaman zaman denizin
üzerinden bir uçak geçiyordu. Kayalıklarda ilerlemek çok yorucuydu, içimizden bazıları, kıyı boyunca
yürümemizi önerdiler, ama bu da.sakıncalıydı, çünkü görülebilirdik. En sonunda çalılıkların gölgesine
uzanıp, güneşin yakıcı olmadığı saatleri bekledik. Karanlık basınca küçük bir plaj bulup denize girdik...
Bir popüler-bilimsel dergide ya da herhangi bir romanda okuduğum bir şeyi denemeye kalkıştım.
Üçte bir deniz suyuyla [sayfa 22] karıştırılan tatlı suyun, iyi nitelikte içme suyu olduğu ve böylece miktarın
fazlalaştığı savlanıyordu. Bir matara içinde kalmış son suyumuzu da bu deneye harcamış ve kötü bir
sonuç elde etmiştim; bu bileşim, companerolar tarafından eleştirilmeme yol açan tuzlu bir içecek
olmuştu, denize girmek bizi serinletmişti, böylece yolumuza devam ettik. Geceydi, anımsadığıma göre
mehtap vardı. Almeida ile birlikte en önde ilerliyorduk. Deniz kenarında, kötü havalarda barınmak için
balıkçılar tarafından yapılan küçük kulübelerde, uyuyan insan gölgeleri görmüştük. Bunların asker
olduğunu düşünmemize karşın, geri dönemeyecek kadar yaklaşmış olduğumuzdan hızla ileriye, onlara
doğru atıldık. Almeida, teslim olmalarını istemek için bağıracaktı ki hoş bir sürprizle karşılaştık: Bunlar
Granma seferinden üç yoldaşımızdı; Camilo Cienfuegos, Pancho Gonzales ve Pablo Hurtado. Hemen,
başımızdan geçenleri, yeni haberleri, yoldaşlar ve savaş hakkında bildiklerimizi anlatmaya koyulduk.
Camilo'nun grubu bize, kaçmadan önce söktükleri şekerkamışlarından ikram ettiler. Bu tatlı ve sulu
madde, açlığımızı biraz bastırıyordu. Bu arada, onlar da, kaygısızca yengeçleri yediler.
Susuzluklarınıysa bir tüp ya da kamışla toprakta birikmiş suları emerek gideriyorlardı.
Yürüyüşü hep birlikte sürdürdük. Granma seferinden geriye kalan savaşçıların sayısı, şimdi sekize
ulaşmıştı ve biz, hayatta kalan başkalarının olup olmadığını bilmiyorduk. Bizim grubumuz gibi kurtulan
başka grupların olabileceği bize mantıklı geliyordu, ama, nerede olduğumuzu bile bilmiyorduk, bildiğimiz
tek şey, denizi sağımıza alarak, doğuya, yani Sierra Maestra'ya, güvenlikte olacağımız bu bölgeye,
ulaşabileceğimizdi. Bir düşman birliğiyle karşılaşmamız koşullarında, kayalarla denizin kaçış yollarımızı
keseceğinin de bilincindeydik. Kıyı boyunca bir gün mü yoksa iki gün mü ilerlediğimizi şimdi
anımsamıyorum. Anımsadığım tek şey, kıyıda yetişen birkaç frenkinciri yediğimiz. Bunlardan kişi başına
bir ya da iki tane düşüyordu ve açlığımızı gidermiyordu. Ayrıca, elimizdeki birkaç damla suyun
kullanımını iyice azalttığımız için, susuzluk da tam bir işkence olmuştu. [sayfa 23]
Bir sabah olağanüstü bitkin durumda deniz kıyısına vardık, sanki yarı baygındık; burada hangi yolu
izleyeceğimizi görebilmek için havanın ışımasını bekliyorduk. Kayalıklar birden dikleşmiş gibi geliyordu
bize.
Hava aydınlandığında araziyi keşfe kovulduk. O sırada gözümüzün önünde zengin bir köylüye ait
olduğu izlenimini veren, palmiyeden yapılmış büyük bir ev belirdi. Benim düşünceme göre, bu tür evlere
yaklaşmamalıydık, çünkü, buralarda oturanlar, büyük bir olasılıkla bizim düşmanımızdı ya da ev
askerlerin işgali altında olabilirdi. Benitez ise, tam tersini düşünüyordu. Sonunda ikimiz de eve
yaklaşmaya başladık.
Benitez, dikenli telden yapılmış bir çiti aşarken, ben dışarıda kalmıştım (bize, şimdi anımsamadığım
biri daha eşlik ediyordu). Aniden alacakaranlıkta elinde M-I tüfeğiyle üniformalı birinin siluetini gördüm;
sonumuzun geldiğini düşündüm, özellikle Benitez için böyleydi; çünkü adama bana olduğundan daha
yakındı, onu uyarmam da olanaksızdı. Benitez, neredeyse askerin yanına varmışken, aynı yoldan geriye
döndü ve bana bütün saflığıyla "silahlı bir adam" gördüğünü, ona herhangi bir şey sormamın akıllıca bir
iş olmayacağını düşündüğü için geri döndüğünü söyledi.
Gerçekten de Benitez ve bizler bir kez daha kurtulmuştuk, fakat serüvenimiz bununla bitmiyordu.
Dikkatli bir kavis çizdikten sonra, burada daha alçak olan kayalara tırmanmayı denedik. Küçük bir
akarsuyun, denize dökülürken kayalıklarda geçit oyduğu bir bölgeye, Ojo de Buey'e[15] varmıştık.
Kayaları tırmanmayı tamamlamadan önce gün ışıdı ve çevreyi bütünüyle görebildiğimiz bir mağara
bulabildik. Çevre tamamen sakin görünüyordu, Deniz Kuvvetleri'ne ait bir filikadan otuz kadar
bahriyelinin indiğini, başkalarının ise filikaya çıktıklarını gördük. Nöbet değiştirme hareketi gibi
görünüyordu. Daha sonra bunların, Deniz Kuvvetlerinin ünlü katili Laurent'in adamları olduğunu
öğrendik. Bir grup companeroyu öldürme gibi korkunç bir görevi yerine getirdikten sonra, o anda,
adamlarını değiştiriyormuş. [sayfa 24]
Benitez'in korkulu gözleri önünde "silahlı adamlar", bütün trajik gerçeğiyle belirmişti. Durum oldukça
kötüydü, eğer fark edilecek olsaydık, en ufak bir kurtulma şansımız yoktu. Tek yol, orada sonuna kadar
savaşmak olacaktı.
Günü ağzımıza tek lokma koymadan geçirmiş, su kullanımını da çok kısıtlamıştık. Adam başına bir
dürbünün merceği kadar su düşüyordu, herkese eşit dağıtım için bu ölçeği bulmuştuk. Gece yeniden
yürüyüşe geçtik. Savaşın en korkulu günlerini geçirdiğimiz, aç ve susuz bir durumda, yenilgimizin ve çok
yakınımızda bulunan kaçınılmaz tehlikenin bilincinde olarak, kendimizi kapana kısılmış fareler gibi
hissettiğimiz bu bölgeden uzaklaşmak istiyorduk.
Bir oraya bir buraya gidip geldikten sonra, denize dökülen bir dereye, ya da onun kollarından birine
rastladık; yere uzanarak, uzun süre, atlar gibi hırsla su içtik, ta ki boş midelerimiz daha fazlasını almayı
reddedinceye kadar. Mataralarımızı doldurup yürüyüşümüzü sürdürdük. Şafak sökerken, birkaç ağacın
olduğu küçük bir tepeye vardık. Daha iyi direnebilmek ve gizlenebilmek için dağıldık. Bütün gün
başımızın üzerinden, hoparlörlerle donatılmış küçük uçaklar geçti. Hoparlörlerden gelen seslerin ne
dediğini anlamıyorduk ama, Moncada Kışlası'na saldıran savaşçılardan olan Almeide ve Benitez,
uçaklardan teslim ol çağrısı yapıldığını söylediler. Ormandan da zaman zaman, ne olduğunu
anlayamadığımız sesler geliyordu.
O gece, içinden müzik sesleri taşan bir evin yakınlarına kadar sokulduk. Yeniden heyecanlı bir
tartışma başladı. Ramiro, Almeida ve ben, bir dans partisinde ya da benzer bir eğlencede
görülmememiz gerektiğini düşünüyorduk, çünkü köylüler, kötü bir niyetle olmasa bile, varlığımızı hemen
çevreye yayacaklardı. Benitez ve Camilo Cienfuegos ise, sonucu ne olursa olsun gitmemiz ve yiyecek
bir şeyler bulmamızda ısrar ediyorlardı. Sonuç olarak, yeni haberler almak ve yiyecek bir şeyler
sağlamak için eve gitmek görevi bana ve Ramiro'ya verildi. Eve yaklaşmıştık ki müzik kesildi ve derinden
gelen bir erkek sesinin şöyle dediği duyuldu: "Şimdi, büyük [sayfa 25] iş başaran silah arkadaşlarımızın
şerefine kadeh kaldıralım" vs. Bu bize yetti, arkadaşlarımıza, bu evde eğlenenlerin kimler olduğunu
bildirmek için, olanaklar elverdiğice çabuk ve dikkat çekmeden geri çekildik.
Yola devam ediyorduk, ama adamlar giderek daha az yürümek istiyorlardı. O gece ya da daha
sonraki gece, neredeyse bütün companerolar yürüyüşü sürdürmeyi reddettiler ve böylece, yörede yol
üzerindeki bir kulübede oturan Puercas Gordas adlı bir köylünün kapısını çalmak zorunda kaldık.
Dostça karşılandık, köy kulübesinde bitmez tükenmez bir şölen düzenlenmişti. Saatler boyu yemek
yedik, öyle ki günün ışıdığını bile fark edemedik. Bunun sonucunda yürüyüşümüzü sürdüremedik. Orada
olduğumuzu öğrenip bizimle tanışmak isteyen, yiyecek bir şeyler, ya da herhangi bir hediye getiren
meraklı ve yardımsever köylüler sabah olunca kulübeye akın ettiler.
Bir süre sonra kaldığımız ev cehenneme döndü: İlk ishal olan Almeida idi; kısa süre sonra,
kendilerine çekilen ziyafetin kıymetini anlayamayan sekiz bağırsak birden isyan etmiş ve o küçük yeri
batırmıştı, hatta içimizden bazıları kustu. Deniz tutmasından, günler süren yürüyüşten, sürekli açlık ve
susuzluktan bitkin duruma gelen Pablo Hurtado ayağa kalkamayacak durumdaydı.
Yola o gece çıkmaya karar vermiştik. Köylüler, Fidel'in hayatta olduğu, büyük bir olasılıkla
Crescencio Perez ile birlikte bulunduğu bölgeye, bizi götürebileceklerini söylüyorlardı, ancak,
üniformalarımızı ve silahlarımızı bırakmalıydık. Almeida ve ben Star marka iki otomatik tabancayı
yanımıza almıştık, geriye kalan sekiz tüfek ve bütün cephanemizse köylünün evinde kalmıştı. Bir üçlü,
bir de dörtlü grup oluşturarak, köylülerin evlerinde konaklayıp, Maestra'ya aşamalı biçimde ulaşmayı
düşünüyorduk.
Eğer yanılmıyorsam, bizim grupta Pancho Gonzales, Ramiro Valdes, ve Almeida ile ben vardık.
Öteki gruptaysa Camilo, Benitez ve Chao yer alıyordu. Pablo Hurtado ise, hasta olduğu için köylünün
kulübesinde kalmıştı. [sayfa 26]
Evden ayrıldığımız anda evin sahibi, yeni haberleri ulaştırmak ve onunla silahları nereye
saklayacağını tartışmak için bir arkadaşına olayı aktarmaktan kendini alamamıştı. Arkadaşıysa onu,
silahlarımızı satmaya ikna etmişti. Bunun için üçüncü bir kişiyle ilişkiye geçtiler, işte bu üçüncü kişi bizi
orduya ihbar etti. Küba'da karşılaştığımız ilk konuksever yeri terk etmemizden birkaç saat sonra, orası
ordu tarafından işgal edilmiş, Pablo Hurtado tutsak düşmüş ve bütün silahlar ordunun eline geçmişti.
Herkesin "rahip" diye tanıdığı Argelio Rosabal adlı birinin evinde kalıyorduk. Argelio Rosabal,
Adventist mezhebindendi. Kötü haber geldiğinde, bu companero, bölgeyi iyi tanıyan ve devrimcilere
sempati duyan bir köylüyle ilişki kurmuştu. Aynı gece, bizi oradan alıp, daha güvenli bir başka sığınağa
götürdüler. O gün tanıdığımız köylünün adı Guillermo Garcia idi. Garcia bugün Batı Ordusu komutanı ve
partimizin yöneticilerinden biridir.
Daha sonraları da başka köylülerin evlerinde kaldık: Örneğin, sonraları oraya alınan Carlos Mas'ın
ya da Perucho ve adını anımsamadığım başka yoldaşların evleriydi bunlar. Bir şafak vakti, Pilon yolunu
geçip rehber olmadan yürüyüşümüzü sürdürerek, Crescencio'nun kardeşi Mongo Perez'in çiftliğine
vardık. Karaya çıkan birlikten sağ kalanlar ve o güne kadar yakalanmayanlar bu çiftlikteydi: Fidel Castro,
Universo Sanchez, Faustino Perez, Raul Castro, Ciro Redondo, Efigenio Ameijeiras, Rene Rodriguez,
Armendo Rodriguez. Birkaç gün sonra da, Moran, Crespo, Julito Diaz, Calbcto Garcia, Calixto Morales
ve Bermudez bize katıldılar.
Küçük birliğimiz ne üniformaya ne de silaha sahipti, çünkü felaketten kurtarabildiğimiz iki tabancamız
vardı yalnızca. Bu yüzden Fidel, bizi epeyce azarlamıştı.
Bütün savaş süresince bu sözler hiç aklımızdan çıkmadı, uyarısını bugün bile anımsıyoruz: [sayfa 27]
"Yaptığınız hatanın cezasını çekmediniz, çünkü bu koşullarda silahları terk etmenin bedeli
hayatlarınızla ödenir. Orduyla karşılaşma koşullarında, hayatta kalmanız için tek umut, silahlarınız
olacaktı. Silahlan terk etmek büyük bir suç ve aptallıktır." [sayfa 28]
4| LA PLATA ÇARPIŞMASI
17 OCAK 1957

Sierra Maestra'da, La Plata Nehri ağzındaki küçük garnizona yaptığımız saldırı bize ilk zaferi
kazandırdı. Bu zaferin yankıları, çarpışmanın geçtiği bu kayalık bölgeden çok uzaklara yayıldı. Bu, bütün
dikkatleri üzerimize çekti, herkese Direniş Ordusu'nun efsane olmadığını, savaşmaya kararlı olduğunu
kanıtladı. Bizim nihai zafere inancımızı pekiştirdi.
Alegria de Pio'da beklenmedik biçimde saldırıya uğramamızdan yaklaşık bir ay sonra, 14 Ocak
1957'de, La Plata'dan Maestra'nın kayalık bir uzantısıyla ayrılan Magdalena nehri yakınlarında
durmuştuk. Bu nehir iki vadi arasından denize dökülüyordu. Burada, Fidel'in emri üzerine, adamlarımıza
nişan talimleri yaptırdık; içlerinden bazıları, hayatlarında ilk kez ateş ediyorlardı. Aynı yerde yıkanma
fırsatı bulabildik, kaç gündür sağlık kurallarını unutmuştuk, olanağı olanlar çamaşırlarını da değiştirdiler.
O sıralar kullanılabilir 23 silahımız vardı: dokuzu dürbünlü, beşi yarı otomatik, dördü arkadan dolma
tüfek, iki Thomson hafif makineli tüfek, iki otomatik tabanca, ve 16 kalibrelik bir tüfek. O gün öğleden
sonra, [sayfa 29] La Plata bölgesine varmak için, son dağ sırtını aşıyorduk. Bu bölgenin köylülerinden adı
Melguiades Elias olan birinin, bıçakla oyduğu işaretleri izleyerek ormandaki oldukça az kullanılan bir
patikadan yürüyorduk. Bu köylünün adını o sıralar bizim için vazgeçilmez olan rehberimiz Eutio'dan
öğrenmiştik. Eutimio o zamanlar, isyancı köylülerin tipik bir temsilcisi olarak görünüyordu, ama bir süre
sonra Casillas tarafından tutsak edilmiş, öldürülmeyerek, on bin peso ve orduda bir mevki karşılığı satın
alınmıştı; Fidel'i öldürmekle görevliydi. Amacını gerçekleştirmeye çok yakın olmasına karşın, yüreksizliği
nedeniyle bunu yapamamıştı. Yine de, yaptıkları bizim açımızdan çok zararlı olmuştu, düşmana kamp
yerimizi bildirmişti çünkü.
O sıralarda, Eutimio bize henüz, dürüstçe hizmet etmekteydi. Toprakları için, bölgedeki toprak
sahiplerine karşı mücadele eden birçok köylüden biriydi Eutimio. Toprak sahiplerine karşı mücadele
edenler, aynı zamanda, o sınıfın hizmetinde olan polise karşı da mücadele ediyordu.
O gün, sonradan rehberimizin akrabaları olduğunu öğrendiğimiz iki köylüyü tutuklamış, içlerinden
birini daha sonra bırakmış ama ötekini güvenlik açısından alıkoymuştuk. Ertesi gün, 15 Ocak'ta henüz
yapımı sürmekte olan çinko damlı La Plata Garnizonunu gördük. Ortalıkta, yarı çıplak olmalarına karşın,
düşman üniforması giydikleri anlaşılan bir grup adam dolaşmaktaydı. Akşamüstü 6'da askerle dolu bir
motorbot geldi. Askerlerden bazıları indi, bir kısmıysa yeniden deniz aracına bindi. Hareketi tam olarak
değerlendiremediğimiz için, saldırıyı ertesi güne bırakmaya karar verdik.
Ertesi gün, ayın onaltısında, şafakla birlikte gözetlemeye koyulduk. Kıyı koruma gemisi gece
çekilmişti. Keşif çalışmasına başladık, ama hiçbir yerde asker görünmüyordu. Öğleden sonra saat 3'te,
bir şeyler görebilmek amacıyla, garnizondan nehre ulaşan yola yaklaşmaya karar verdik. Akşam
olduğundaysa çok sığ olan La Plata nehrini geçip yolda mevzilendik; beş dakika sonra iki köylüyü
tutuklamıştık. Adamlardan biri eskiden birkaç kez muhbirlik yapmıştı. Kim olduğumuzu öğrenip
konuşmazlarsa haklarında iyi şeyler düşünmeyeceğimizi [sayfa 30] anlayınca, çok önemli bilgiler verdiler.
Garnizonda yaklaşık onbeş asker varmış, ayrıca bölgede en kötü şöhretli üç çiftlik kahyasından biri olan
Chico Osorio, kısa süre içinde buraya uğrayacakmış. Bu kahyalar, muazzam topraklar edinen ve
bunları, Chico Osorio gibilerinin terörü sayesinde elinde tutabilen Laviti ailesinin çiftliğinde çalışıyorlardı.
Çok geçmeden Chico göründü; sarhoştu, bir katıra binmiş, arkasında ise küçük bir zenci çocuk vardı.
Universa Sanchez, onu Guardiya Rural[16] adına durdurdu ve Chico hemen yanıtladı: "Moskito!" Bu
parolaydı.
Perişan görünmemize karşın, belki de Chico aşırı ölçüde sarhoş olduğu için, onu kandırabilmiştik.
Fidel, öfkeli bir ifadeyle, kendisinin, isyancıların neden hâlâ yok edilmediğini araştırmaya gelmiş bir albay
olduğunu söyledi. Bizzat ormanlara girip asilerin peşine düşeceği için tıraş olmamışmış güya. Ordunun
şu sıralar yaptıklarının "palavra" olduğunu belirtip, düşman güçleri hakkında epeyce ağır sözler sarf etti.
Chico Osorio, büyük bir dalkavuklukla, muhafızların gerçekten de garnizonda zamanlarını bomboş
geçirdiklerini, yalnızca yiyip içtiklerini, iş olsun diye keşfe çıktıklarını anlatmaya koyuldu; Daha da ileri
giderek, bütün isyancıların yok edilmesi gerektiğini söyledi. Bu bölgede dost ve düşmanların saptanması
için, gizli bir biçimde döküm yapmaya başladık; Chico'ya insanlara ilişkin sorular soruyor, onun iyi
dediklerini bizim için kötü, kötü dediklerini iyi olarak değerlendiriyorduk. Böylece yirmiden fazla kişi için
bilgi toplamıştık, muhbirse hâlâ konuşmasını sürdürüyordu. Bu bölgede iki kişiyi nasıl öldürdüğünü
anlattı bize; "Fakat generalim Batista hemen serbest bıraktı beni" diye de ekledi. Ayrıca, az önce "biraz
küstahça davranan" birkaç köylüyü nasıl dövdüğünü anlattı. [sayfa 31] Söylediğine göre, muhafızlar bunu
yapmaya cesaret edemezlermiş; karşılarında insanların konuşmalarına izin veriyorlarmış, onları
cezalandırmıyorlarmış. Fidel, ona, Fidel Castro'yu yakalaması halinde ne yapacağını sordu. Chico,
söylediğine uygun bir yüz ifadesi takınarak onu... ezmek gerektiğini... söyledi. Aynı şeyi Crescencio'ya
da yapacağını belirtti. Sonra da, ayaklarındaki bizim birliğin Meksika yapısı ayakkabılarını göstererek,
"Bakın" dedi, "öldürdüğümüz orospu çocuklarından birinindi bunlar." Böylece Chico Osorio, farkında
olmadan, kendi ölüm fermanını imzalamıştı, sonunda Fidel'in becerikliliği sayesinde, askerleri habersiz
yakalayıp ne kadar kötü durumda olduklarını, görevlerini ne ölçüde savsakladıklarını kanıtlamak için,
bizi, onların yanına götürmeyi kabul etti.
Chico Osorio'nun rehberliğinde garnizona yaklaşıyorduk. Ben, bu adamın numaramızı yuttuğundan
pek emin değildim. Fakat o, kaygısızca yürüyordu önümüzde, çünkü olayı değerlendiremeyecek kadar
çok içmişti. Garnizona gidebilmek için nehri geçerken Fidel, askeri kurallara göre tutsakların bağlı olması
gerektiğini bildirdi. Adam hiç karşı koymadan kendisini bağlattı ve bilmeksizin, tutsağımız olarak yola
devam etti. Tek nöbetçinin, henüz inşaat halinde bulunan garnizonun girişinde ya da Honorio adlı diğer
çavuşun evinde bulunduğunu Chico'dan öğrendik. Chico, bizi, Macio yolunun kestiği garnizona yakın bir
yere kadar götürdü. Bugün komutan olan companero Luis Crespo, keşif için ileri gönderildi ve adamın
verdiği bilgileri doğrulayarak döndü; iki binayı ve arasında nöbet bekleyen askerin sigarasının ateşini
görmüştü. Tam ilerleyecekken, tutsak bir köylüyü, katır gibi güderek götüren üç atlı muhafız geçince,
gizlenmek zorunda kaldık. Önümden geçerken şu sözleri söylediğini tamı tamına anımsıyorum: "Ben de
sizin gibi insanım." Daha sonra onbaşı Basol olduğunu öğrendiğimiz adamınsa yanıtı şu oldu: "Çeneni
kapa ve yürü, yoksa seni kırbaçla yürütmesini bilirim." Garnizonda olmayacağı için kurşunlarımızdan
kendisine [sayfa 32] bir zarar gelmeyeceğini düşünmüştük, ne var ki, bir gün sonra, çarpışma ve bunun
sonucuyla ilgili haberler etrafa yayılınca, bu köylüyü, Macio'da vahşice öldürdüklerini öğrendik.
Saldırıyı elimizdeki kullanılabilir 22 silahla hazırlamıştık. Önemli bir andı, çünkü cephanemiz çok
azdı. Garnizonu kesinlikle ele geçirmeliydik. Yoksa, bütün cephanemizi harcayacak ve pratik olarak
savunmasız kalacaktık. Camilo Cienfuegos, Benitez, Calbrto Morales ve daha sonra El Uvero'da
kahramanca şehit düşen Teğmen Julito Diaz, yarı otomatik tüfeklerle, palmiyeden yapılmış evi en
sağından kuşatacaklardı, Fidel, Universo Sanchez, Luis Crespo, Calbrto Garcia, Fajardo -bugün
komutan olan Fajardo, Escambray'da düşen doktorumuz Piti Fajardo ile aynı adı taşımaktadır- ve ben
merkezden saldıracaktık. Raul ve Almeida da, kendi gruplarıyla soldan hücuma geçeceklerdi.
Düşman mevzilerine yaklaşık 40 metre kalana kadar böyle sokulduk. Ayışığı vardı. Fidel, iki makineli
tüfek salvosuyla başlattı ateşi, bunu diğer silahlar izledi. Askerlere hemen teslim ol çağrısı yapıldı, fakat
sonuçsuz kaldı. Muhbir ve katil Chico Osorio, çarpışmanın başladığı an idam edildi.
Saldırı sabaha karşı 2.40'ta başlamıştı; askerler beklediğimizden daha fazla direndiler. M-I tüfekli bir
başçavuş, her teslim ol çağrımıza bir salvoyla karşılık veriyordu. Brezilya tipi eski el bombalarımızı
kullanma emri verilince, Luis Crespo ve ben, bizimkilerini fırlattık, gel gör ki ikisi de patlamadı. Raul
Castro'nun kapsülsüz attığı dinamit de etkisiz kaldı. Hayatlarımızı tehlikeye sokmak pahasına, daha çok
yaklaşarak evleri ateşe vermemiz gerekiyordu. Önce Universo Sanchez bir deneme yaptı, ama
başaramadı. Daha sonra harekete geçen Camilo Cienfuegos da başarısız kaldı. Sonunda, Luis Crespo
ile ben kulübeye yaklaşmaya başladık ve Crespo bu kulübeyi ateşe verdi. Yangın başlayınca, buranın,
komşu çiftliğin hindistancevizlerinin konması için yapılmış basit bir depo olduğunu anladık. Çıkan
yangın, askerleri öylesine korkutmuştu [sayfa 33] ki çarpışmayı bırakıp kaçtılar. Kaçan askerlerden biri,
Luis Crespo'nun tüfeğine neredeyse çarpmıştı. Askeri göğsünden yaralayan Crespo, aynı zamanda
silahını da aldı. Ateşi sürdürdük. Bir ağacı siper alan Camilo Cienfueges, kaçan başçavuşlara ateş
ederek elindeki az sayıdaki kurşunu da bitirmişti.
Nerdeyse büsbütün sipersiz kalan askerler kurşunlarımıza acımasızca hedef olmuşlardı. İlk olarak
Camilo Cienfuegos, teslim olduklarını bildiren seslerin geldiği binaya girdi. Çarpışma sonunda elimize
geçen silahları hemen saydık: Sekiz Springfield, bir Thomson makineli tüfek ve yaklaşık bin kurşun.
Yaklaşık beş yüz mermi yakmıştık. Bunun dışında fişeklik, yakıt, bıçak, giyecek ve bazı yiyecek maddesi
ele geçirdik. Kayıplarsa şöyleydi: Onlardan iki ölü, beş yaralı ve üç tutsak. Muhbir Honorio ile bazılarıysa
kaçmışlardı. Bizden sıyrık alan bile yoktu. Askerlerin barakalarını ateşe vererek geri çekildik.
Çekilmeden önce, yaralılara gerekli tıbbi müdahaleyi olanaklar elverdiğince yapmıştık. Yaralılardan
üçünün durumu ağırdı, daha sonra öğrendiğimize göre ölmüşüler. Bu yaralıları tutsak aldığımız
askerlerin korumasına bıraktık. Bunlardan biri daha sonra Raul Castro'nun birliğine katılıp teğmenliğe
kadar yükseldi ve savaş kazanıldıktan sonra bir uçak kazasında öldü.
Bizim yaralılara karşı davranışımızla Batista ordusunun tutumu birbirine taban tabana zıttı. Batista
ordusu, bizim yaralılarımızı hemen öldürmekle kalmıyor, kendi yaralılarını bile ölüme terk ediyordu. Bu
iki gücün birbirine karşıt tutumu, zamanla, bizi zafere götüren etkenlerden biri oldu. O gün de Fidel,
elimizdeki bütün ilaçları yaralı tutsak askerlere bırakmamızı emretmişti ve bu emir, doktor olarak
birliğimiz için yedek ilacın bulunmasını gerekli gördüğümden karşı koyduğum halde uygulandı. Sivilleri
de serbest bıraktıktan sonra, ayın 17'sinde, sabah dörtte Palma Mocha'ya hareket ettik. Palma Mocha'ya
şafak sökerken vardık ve hemen Sierra Maestra'nın en dik kayalıklarının bulunduğu bölgeye doğru yola
çıktık. [sayfa 34]
Burada acı bir sahneyle karşılaştık. Bir onbaşıyla bir çiftlik kahyası, önceki gece, bölgedeki köylü
ailelerine, hava kuvvetlerinin, bölgeyi bombalayacağını söylemişler. Bu nedenle kıyıya doğru bir kitle
göçü başlamıştı. Oraya gideceğimizden kimsenin haberi olmadığına göre, muhafız ve kahyaların,
köylüleri topraklarından edip oralara el koymak amacıyla çevirdikleri bir dümen olmalıydı bu. Fakat bu
adamların yalanları, bizim saldırımızla çakışınca, yalan gerçeğe dönüşmüş ve o an, korkunun
yaygınlaşması sonucu, bölge halkının kitle halinde göç etmesini önlemek olanaksızlaşmıştı.
Bu, direniş ordusunun zaferle sonuçlanan ilk çarpışmasıydı; daha sonraki çarpışmada da yenen biz
olduk. Birliğimiz kurulduğundan bu yana, ilk kez silah sayısı adam sayısından fazlaydı... Köylüler henüz
savaşa katılmaya hazır değillerdi, kentteki taban örgütlenmesiyle de, pratikte ilişkimiz yoktu. [sayfa 35]
5| ARROYA DEL İNFİERNO SAVAŞI
22 OCAK 1957

Arroyo del İnfıerno, Palma Moncha nehrine dökülen dar ve pek uzun olmayan küçük bir deredir.
Palma Mocha'dan uzaklaşıp dağda, değirmi bir su kaynağına ulaşıncaya dek dere kıyılarını izleyerek
tepelere tırmandık. İki küçük kulübenin bulunduğu bu yerde kamp kurduk. Her zamanki gibi, köylülerin,
kulübelerinden uzak duruyorduk.
Fidel, ordunun bizi arayıp, yerimizi, tam olarak olmasa bile, aşağı yukarı öğrenebileceğini
düşünüyordu, pusu kurup birkaç düşman askeri tutsak almayı kararlaştırdı. Adamlarımız buna uygun
biçimde mevzilendirildiler.
Fidel, savunma önlemlerinin ne kadar etkili olduğunu anlamak için mevzileri sık sık kontrol ediyordu.
O zamanlar, orada yükseklik ölçümleri yapılırdı; bu ölçümler, her beş metrede bir yükseklik farkını
oldukça hatalı biçimde verirdi. 19 Ocak sabahı birliğimizi denetlerken, tehlikeli sonuçlar doğurabilecek bir
olay yaşadık. La Plata savaşının anısına, Batista ordusu onbaşılarının giydiği şapkalardan bir tane [sayfa
37] getirmiştim ve gururla taşıyordum başımda. Birliğimizi denetlemek için ormanın içine doğru yürürken,
öncü güç geldiğimizi duymuştu. Görebildikleri tek şey, düşman kuvvetlerinin şapkasını giymiş bir adamın
başını çektiği bir gruptu. İyi ki o sırada Camilo Cienfuegos dışında herkes silahını temizliyordu. Ateş
edebilecek durumda olan tek silah Camilo'daydı. Camilo Cienfuegos, üzerimize ateş ettiği anda hatasını
anladı. İlk kurşun isabetsizdi ve otomatik tüfek tutukluk yapınca ateşe devam edememişti. Bu olay, ne
kadar gerginlik içinde olduğumuzu göstermektedir. En soğukkanlı insanların bile hafifçe dizlerinin
titrediği anlar vardır. Hepimiz savaşın büyük olayını, yani çarpışmanın başladığı anı heyecanla
bekliyorduk. Yine de, hiçbirimiz, hiçbir biçimde savaş istemiyorduk, yalnızca gerekli olduğu için
savaşıyorduk.
Ayın 22'sinde, şafakta, Palma Mocha nehri taraflarından gelen tek tük silah sesleri duyduk. Bu,
düşman birliğiyle yakında karşılaşmayı beklerken, mevzilerimizi daha da sağlamlaştırmamıza, daha
dikkatli davranmamıza neden oldu.
Askerlerin yakında olduğunu sezinlediğimizden, sabah kahvaltısını da, öğle yemeğini de bir yana
bıraktık. Bir süre önce, köylü Crespo'nun yardımıyla bir tavuk kümesi keşfetmiştik. Her defasında,
tavuğun rahatça yumurtlaması için, adet olduğu üzere bir tane bırakıyorduk orada. O gün, gece
duyduğumuz silah sesleri nedeniyle son yumurtayı yememizi önerdi Crespo, biz de dediğini yaptık. Öğle
vakti, kulübelerden birinde, birisinin dolaştığını gördük. Önce, evlere yaklaşmama emrine uymayan bir
yoldaşımız sandık. Ne var ki durum farklıydı, diktatörün askerlerinden biri kulübede arama yapıyordu.
Sonra altı asker daha geldi. Bu gelenlerin üçü ayrıldı, üçü de görüş alanımızda kaldı. Nöbetçinin, her
yana baktıktan sonra, kamuflaj gibisine kulağının arkasına birkaç çalı parçası yerleştirdiğini ve dürbünle
çok yakındaymış gibi görünen yüzünde en ufak bir kaygı belirtisi olmaksızın gölgeye oturduğunu gördük.
Ateşi başlatan Fidel'in kurşunu, onu yere yıktı, "Ah, anacığım!" gibi bir şey bağırarak düştü yere [sayfa 39]
ve bir daha kımıldamadı. Her yandan ateş ediliyordu. Talihsiz askerin iki arkadaşı da vuruldu. Benim
mevzilin yakınındaki kulübede, ateşimizden korunmaya çalışarak nişan alan bir asker gördüm aniden.
Bulunduğum yer daha yüksekte olduğu için, yalnızca bacakları görünüyordu. İlk kurşunum isabetsizdi.
İkinci kurşun tam göğsünü deldi ve adam, tüfeğinin süngüsü yere saplanmış durumda yıkıldı. Köylü
Crespo'nun koruması altında eve ulaştım ve ceset üzerinde araştırma yapıp mermilerini, tüfeğini ve bazı
kişisel eşyalarını aldım. Göğsüne giren kurşun kalbini delmiş olmalıydı, hemen ölmüştü. Belki de
ormanda geçirdiği son günün yorgunluğundan, ölüm katılığının ilk belirtileri şimdiden görülmeye
başlamıştı.
Savaş olağanüstü acımasız olmuştu. Koyduğumuz hedefe ulaştıktan sonra çabucak geri çekildik.
Savaşın bilançosu şöyleydi: Dokuz yüz mermi harcanmış, yetmiş kurşun ve "Garand" tipi bir tüfek
ele geçirmiştik. Bu tüfek, komutan Efigenio Ameijeiras'a verildi ve savaşın büyük bir bölümünde onun
silahı oldu. Düşmanın dört ölü verdiğini görmüştük, fakat aylar sonra, bir ajanı tutukladığımızda, ölü
sayısının beş olduğunu öğrendik. Tam anlamıyla bir zafer olmamasına karşın, bir Pirüs[17] zaferi de
değildi. Güçlerimizi ordu karşısında, yeni durumlarda denemiş ve sınavı başarıyla vermiştik.
Yükselen moralimiz, daha büyük düşman güçlerinin bizi izlemesini engellemek amacıyla, dağların en
geçit vermez yerlerine ulaşmak için, bütün gün yol almamızı sağlayacak gücü bize kazandırmıştı.
Böylece, sonunda dağın öte tarafına ulaştık. Artık, Batista ordusuna paralel olarak yol alıyorduk.
Düşman birliği de geri çekiliyordu. Onlar da, öteki tarafta ilerleyebilmek için aynı doruğu aşmışlardı.
Düşman birliğiyle bizim birlikler, iki gün boyuca, birbirlerinin farkına [sayfa 39] varmaksızın, neredeyse yan
yana yürümüşlerdi. Hatta bir kez, birbirinden, yalnızca La Plata nehriyle ayrılan iki kulübede uyumuştuk.
Birliğin komutanı, Sanchez Mosquera adında, Sierra Maestra'da yaptığı yağmalarla ünlü bir teğmendi.
Savaştan birkaç saat önce duyduğumuz bir ses, askeri birliği, gizlendiğimiz yere getirmeyi reddeden bir
"Pichon de Haitiano"yu[18] öldürmek için açılan ateşti; bunu belirtmem gerekiyor. Eğer bu cinayet
gerçekleşmeseydi, düşman güçleriyle karşılaştığımızda hazırlıklı olamayacaktık.
Yükümüz yine çok ağırlaşmıştı. Çoğumuz iki tüfek birden taşıyordu; bu koşullar altında yol almak
pek kolay değildi, fakat, Alegrio de Pio yenilgisinden sonra egemen olan havadan öylesine değişik bir
moral gücümüz vardı ki, ilerleyişimizi kolayca başarıyorduk. Birkaç gün önce, bir garnizona yerleşmiş
sayıca nispeten az bir grubu yenilgiye uğratmıştık. Şimdi de, bizden sayıca fazla olan bir yürüyüş kolu
yenilmişti. Bu tür savaşta, düşmanın öncü gücünü yok etmenin ne kadar önemli olduğunu kavramıştık;
çünkü bir ordu öncü gücü olmaksızın hareket edemez. [sayfa 40]

6| HAVA SALDIRISI
30 OCAK 1957

Sanchez Mosquera'nın güçlerine karşı kazandığımız zaferin ardından, La Plata nehri kıyısı boyunca
ilerleyişimizi sürdürdük. Sonra, Magdalena nehrini geçerek, daha önceden bildiğimiz Caracas[19]
bölgesine döndük.
Ancak, bu kez durum, aynı tepede gizlendiğimiz ve halk tarafından desteklendiğimiz ilk
gelişimizdekinden farklıydı. Buradan geçen Casillas'ın birlikleri, bölgeye korku salmışlardı. Köylüler
gitmiş, geriye boş kulübeler ve az sayıda hayvan bırakmışlardı. Terk edilen bu hayvanları biz yedik.
Deneylerimizden evlerde kalmanın tehlikeli olduğunu öğrenmiştik. Bu nedenle, diğerlerinden ayrı bir
yerde bulunan bir kulübede geceyi geçirdikten sonra, dağa çıkıp kampımızı, neredeyse Caracas'ın
doruğunda, bir su başında kurduk.
Burada Manuel Fajardo ile konuştum; bana savaşı kaybetmemizin olası olup olmadığını sormuştu.
Yanıtımız her [sayfa 41] zaman, herhangi bir zaferin sarhoşluğuna bağlı olmaksızın aynıydı: Savaş
kesinlikle kazanılacaktı. Fajardo, Galicier[20] Moran'ın kendisine, savaşı kazanmamızın olanaksız
olduğunu ve bizim her şeyi yitirdiğimizi söylediği için bu soruyu sorduğunu anlattı bana. Moran, ona,
birlikte savaştan çekilmeyi de önermiş. Bunu hemen Fidel'e bildirdim, ama, Galicier Moran'ın, tedbirli
davranarak, olaydan Fidel'e daha önce söz ettiği anlaşılıyordu. Fidel'e birliğin moralini sınamak için bazı
denemeler yaptığını söylemiş. Böyle bir yöntemin sakıncalı olduğu konusunda görüş birliğine vardık.
Fidel bir konuşma yaparak disipline daha fazla uyulmasını istedi ve disipline uyulmamasının ne gibi
tehlikeler doğuracağını açıkladı. Ayrıca ölümle cezalandırılacak üç suçu bildirdi: Emre uymama, firar ve
bozgunculuk.
O günlerde durum pek iç açıcı değildi; henüz savaş azmi çarpışma içersinde çelikleşmemiş, henüz
net ideolojik bilinç kazanamamış olan grubumuz, tam bir sağlamlık içersinde görünmüyordu. Bir gün şu
comperanonun, bir başka gün, bu companeronun bizi terk ettiğini görüyorduk; bunlar, kendilerine kentte
görev verilmesini istiyorlardı. Bu kent görevleri bazen daha da tehlikeliydi, yine de, her şeye karşın,
dağdaki ağır koşullardan kaçış sayılabilirdi. Buna karşılık, savaşan birliğimizin yaşamı normal sürecine
girmişti; Gelicier Moran, yiyecek bir şeyler sağlamak ve komşu bölgelerdeki köylülerle ilişki kurmak için
yorulmaksızın çalışıyordu.
30 Ocak sabahı durumumuz böyleydi. Hain Eutimio Guerra hasta annesini ziyaret bahanesiyle izin
istemiş, Fidel kendisine izin verdikten sonra, yolculuk için cebine bir miktar da para koymuştu. Eutimio'ya
göre yolculuğu birkaç hafta sürecekti. O zaman, bu kişinin daha sonra yaptıklarıyla iyice açıklık kazanan
bazı olayların nedenlerini henüz kavrayamamıştık. [sayfa 42]
Eutimio, birliğe yeniden döndüğünde, hükümet kuvvetlerinin bizim izimizde olduğunu Palma
Mocha[21] yakınlarında öğrendiğini, bunun üzerine durumdan bizi bilgilendirmeye çalıştığını, ama
Arroyo del İnfierno çarpışmasının yapıldığı toprakların sahiplerinden biri olan Delfin'in kulübesinde birkaç
asker cesedinden başka bir şeye rastlamadığını; bizi buluncaya kadar Sierra'da izimizi sürdüğünü
söyledi. Oysa gerçekte düşman kuvvetlerine tutsak düşmüştü ve artık bir düşman ajanı olarak
çalışmaktaydı, çünkü Fidel'i öldürmek üzere para ve rütbe karşılığında düşmanla anlaşmıştı.
Planının bir bölümü olarak, 30 Ocak'tan bir gün önce, kamptan ayrılmıştı. 30 Ocak sabahı, soğuk bir
geceden sonra, tam yattığımız yerlerden kalkacağımız sırada, uçak sesleri duyduk. Dağlık bir yerde
kamp kurduğumuz için, uçakların nereden geldiğini tam anlamıyla belirleyemiyorduk. Sahra
mutfağımızın ateşi yanıyordu; mutfak, iki yüz metre aşağıda küçük bir suyun başındaydı. Öncü gücümüz
de aynı yerde bulunuyordu. Birdenbire bir savaş uçağının pike uçuşuna geçtiğini ve içinden makineli
tüfeklerle ateş edildiğini duyduk. Aynı anda bombardıman başladı. O zaman henüz deneyimimiz çok
azdı, her yandan ateş edildiğini düşünüyorduk. 50 kalibrelik kurşunlar yere çarptıklarında patlarlar. Bu
mermiler yakınımıza düşünce orman tarafından ateş ediliyormuş izlenimi bırakıyordu bizde. Aynı
zamanda, uçaklardan üzerimize savrulan makineli tüfek kurşunlarının sesleri de kulağımıza geliyordu.
Bu yüzden hem hava hem de kara kuvvetlerinin saldırısına uğradığımızı, düşman tarafından
çevrildiğimizi düşündük.
Bana ileri öncü gücü beklemek ve hava saldırısı nedeniyle bırakılan bazı malzemeleri toplamak
görevi verilmişti. Cueva del Humo'da[22] buluşmayı kararlaştırmıştık. İspanya İç Savaşının eski tüfek
savaşçılarından Chao, bana eşlik etmekteydi. Bir süre, gözden yitirdiğimiz bazı companeroları bekledik,
[sayfa 43] ama kimse gelmedi. Gerilla kolunun izinden gidiyorduk; yol oldukça belirsiz, yükümüzse ağırdı.
Sonunda, bir su kaynağı başında mola vermek için durduk. Bir süre sonra, bazı sesler duyup bir
hareketlilik fark ettiğimizde, bugün komutan olan Guillermo Garcia ve Sergio Acuna'nın da aynı yoldan
yürüdüğünü gördük; ikisi de öncü gruptaydı, diğerleriyle buluşmak için toplanma noktasına gidiyorlardı.
Kısa bir süre, ne yapacağımızı konuştuktan sonra, Guillermo Garcia ile ben yeniden kampa döndük;
kampta neler olup bittiğini anlamak istiyorduk. Kamp yerinden tek bir ses bile gelmiyordu; uçaklar da
yoktu ortada. Acıklı bir görünümle karşılaştık: Sahra mutfağımız, savaş süresince bir daha
tekrarlanmayan olağanüstü bir kesinlikle isabet almıştı. Ocak, makineli tüfek ateşiyle paramparça olmuş,
öncü gücümüzün kamp kurduğu yerin tam ortasında bir bomba patlamıştı; neyse ki, bomba atıldığında
orada kimse yoktu. Galicier Moran ve başka bir companero, keşfe çıktılar, bir süre sonra Moran tek
başına döndü. Uzaktan bazı uçaklar gördüğünü, bunların beş tane olduğunu, bunun dışında yakınlarda
herhangi bir birliğe rastlamadığını bildirdi. Biz beş companero, ağır yüklerle, eski dostlarımızın evlerinin
yanından geçerken feci bir görüntüyle karşılaştık: Evlerin hepsi yakılıp yıkılmış ve kül edilmişti. Geriye
canlı olarak, bize acı acı miyavlayan bir kediyle, varlığımız fark edince homurdanarak dışarı çıkan bir
domuz kalmıştı. Cueva del Humo'nun adını biliyorduk, ama tam olarak nerede olduğundan habersizdik.
Böylece geceyi, belirsizlik içinde, companerolarımızı bulabilmek umuduyla, ama aynı zamanda
düşmanla karşılaşmak korkusuyla geçirdik.
31 Ocak'ta ekili bazı alanlara bakan küçük bir tepede mevzi aldık. Cueva del Humo olduğunu
sandığımız yerde bazı araştırmalar yaptık, fakat bir şey bulamadık. Bizimle birlikte olan Sergio,
başlarında beysbol şapkalarıyla iki kişi gördüğünü söyledi, fakat bize bunu bildirmekte geç kaldığı için,
adamları bulamadık. Aji nehrinin kıyısındaki vadiyi köşe bucak [sayfa 44] araştırmak için, Guillermo ile
birlikte çıktık. Orada, Guillermo'nun bir arkadaşı, bize yiyecek bir şeyler verdi, fakat insanların hepsi
korku içindeydi. Bu arkadaş, bize, Ciro Frias'a ait olan malların tümüne ordunun el koyduğunu ve bunları
yaktığını bildirdi; katırlara el konmuş, katırcıysa öldürülmüştü. Ciro Frias'ın dükkanını muhafızlar kül
haline getirmişler, karısınıysa tutuklamışlardı. Sabahleyin buradan geçen adamlar, evin yakınlarında
gecelemiş olan Binbaşı Casillas'ın komutası altındaydı.
1 Şubat günü, bütün rüzgarlara açık olan küçük kampımızdan ayrılmadık. Bir gün önceki uzun ve
yorucu yürüyüşten sonra kendimizi toparlamamız gerekiyordu. Öğleden önce 11 dolaylarında, dağın
öteki tarafından silah sesleri duyuldu. Daha sonra da bize yakın bir yerden ağlamaklı bağrışmalar geldi,
sanki biri yardım çağrısında bulunuyordu. Bütün bunlar Sergio Acuna'nın sinirini bozmuş olmalı ki,
silahını ve fişekliğini bırakarak, mevzilendiği yerden sessizce kaçtı. Sahra günlüğümüze Sergio'nun bir
köylü şapkası, bir kutu süttozu, üç sosis aldığını kaydettik. O anda en çok üzüldüğümüz süttozu ve
sosisler olmuştu. Birkaç saat sonra sesler duyduk ve kaçağın bizi ihbar edip etmediğini bilmediğimizden
savunma için hazırlandık. Ama gelenlerin Crescencio ile birlikte bizim adamlarımız olduğu ortaya çıktı.
Anlaşılan, bizimkilerin dışında gerilla koluna, Roberto Pesant'ın yönetiminde, Manzanillo taraflarından
yeni insanlar katılmıştı. Birliğimizde kaçak Sergio Acuna ile Calbcto Garcia, Calixto Morales ve Manuel
Acuna eksikti. Bize yeni katılan biri de, ilk gündeki çatışma sırasında kaybolmuştu.
Yeniden Aji vadisine indik. Yolda, Manzanillo'dan gelenlerin getirdiği eşyaları dağıttık. Benim için
cerrahlık malzemesi, herkes için de giyecek vardı paketlerin içinde. Manzanillo'lu kızların üzerine
adlarımızın ilk harflerini işledikleri üniformaları görünce çok duygulandık.
Ertesi gün, 2. Şubat'ta, Granma çıkarmasından iki ay sonra, doğru düzgün bir grup haline gelmiştik;
gruba, Manzanillo'dan [sayfa 45] gelen, yaklaşık on kişi daha katılmıştı. Her zamankinden daha güçlü ve
cesur hissediyorduk kendimizi. Uçakların beklenmedik saldırısını genişçe konuştuk; gündüz yemek
pişirmek için yaktığımız ateşin ve dumanının düşman uçaklarına rehber olduğu konusunda düşünce
birliğine vardık. Aylar boyunca, belki de bütün savaş süresince bu saldırının anısı, birliğin manevi
durumunu etkiledi ve biz savaşın sonuna dek, geceleri açık havada ateş yakmadık, çünkü kötü sonuçlar
doğuracağından korkuyorduk.
Keşif uçağında bulunan ve Casillas'a bulunduğumuz yeri gösteren adamın hain Eutimio Guerra
olduğu kimsenin aklına gelmedi, bu bize olanaksız görünüyordu. Ama gerçek buydu, annesinin hastalığı
yanımızdan ayrılmak ve katil Casillas'la bağlantı kurmak için kullandığı bir bahaneydi.
Eutimio Guerra, kurtuluş savaşımızın gelişiminde daha uzun bir süre olumsuz rol oynadı. [sayfa 46]

7| ALTOS DE ESPİNOSA BASKINI


19 ŞUBAT 1957

Ani hava saldırısından sonra, Caracas'ın dağlık bölgesini terk ederek, daha önce kullandığımız
yoldan, bildiğimiz bölgelere geri dönmeye uğraşıyorduk. Buralarda Manzanillo ile doğrudan bağlantı
kurabilecek, dışarıdan daha fazla yardım alabilecek ve ülkenin geri kalan bölümündeki durumu daha iyi
anlayabilecektik.
O nedenle, Aji nehrini aşıp, tanıdığımız bölgelerden geçerek, Mendoza'nın evine varıncaya dek
yürüdük. Dağ sırtlarında yolumuzu ancak machetelerle[23] açabiliyorduk, yıllardan bu yana hiç
kullanılmamıştı bu yollar. Bu yüzden çok yavaş ilerleyebiliyorduk. Geceyi tepelerden birinde hiçbir şey
yemeden geçirdik. Hayatımın en büyük şölenlerinden biri olan o anı hâlâ anımsıyorum: Köylü Crespo,
tutumluluğunun sonucu olarak, içinde dört tane sosis bulunan bir kutu çıkarmıştı ortaya. Arkadaşlar için
olduğunu da belirtmişti kutuyu çıkarırken. Crespo, Fidel, bir başka yoldaş ve benim için bu [sayfa 47] az
miktardaki yiyecek, büyük bir şölendi. Yürüyüşümüzü sürdürdük. Mendoza'nın bize yiyecek bir şeyler
hazırlayacağı Caracas'ın sağına düşen eve ulaşıncaya dek yürüdük. Mendoza çok korkmasına karşın,
oradan her geçişimizde tam bir köylü dürüstlüğüyle karşıladı bizi. Böylece, Crescencio Perez ve
birliğimizde bulunan başka köylülerle olan arkadaşlık bağının gereğini yerine getiriyordu.
Benim için yürüyüş çok zor olmuştu, çünkü sıtma nöbeti geçiriyordum; köylü Crespo ve unutulmaz
companero Julio Zenon Acosta o azap verici yürüyüşe dayanmama yardımcı oldular. Herhangi bir yere
vardığımızda, hiçbir zaman evlerde uyumazdık. Fakat benim ve her zaman hasta olmak için fırsat bulan
Galicier Moran'ın sağlık durumumuz nedeniyle bizi evlerden birine yolladılar. Adamlarımızsa yakınlarda
bir yerde nöbetteydi, yalnızca yemek için geliyorlardı eve.
Grubumuzu sayıca azaltmak gerekmişti. Adamların bir bölümünün morali çok düşüktü, bir
bölümüyse ciddi biçimde yaralıydı. Bu yaralılar arasında, bugünkü içişleri bakanı Ramiro Valdes ve
Crescencio'nun oğlu İgnacio Perez de vardı. İgnacio Perez, daha sonra, yüzbaşıyken kahramanca şehit
oldu. Ramiro, dizinden yaralanmıştı. Moncada Kışlası baskını sırasında yaralanan dizi, henüz
iyileşmemişken yeniden yara almıştı. Bu yüzden onu bırakmak zorunda kaldık. Bazı delikanlılar da
gerilla örgütünü bırakıp gitmişlerdi, ama onların kaçışı birliğimiz için kazançtı. Bir hava saldırısından
sonra sinir krizi geçiren birini anımsıyorum; ormanın sessizliği içinde, kendisinin yeterli yiyeceğe ve hava
savunmasına sahip bir kampa gönderildiğini sanırken, uçakların durmadan saldırdığından, ne sığınacak
bir yeri, ne yiyeceği olduğundan, içecek su bile bulamadığından bağıra çağıra yakınıyordu. Yeni
gerillacılar az çok böyle bir ruh hali içine girerler. Daha sonra, kalanlar ve ilk sınavları verenler,
barınaksızlığa, güvenlikten yoksun bir yaşama alışıp yalnızca silahlarına güvenmeyi, küçük gerilla
grubunun birlik ruhu ve direnme gücünün koruması altında yaşamayı öğrenirler. [sayfa 48]
Ciro Frias, gerilla örgütüne yeni katılan companerolar ve bir sürü bilgiyle çıkagelmişti. Bugün
gülümsememize neden olan bu haberler, o zaman çelişik izlenimler yaratmıştı bizde. Frias'ın anlattığına
göre, Diaz Tamayo saf değiştirmek ve devrimci güçlerle yakınlaşmak üzereymiş; Faustino binlerce peso
toplamayı başarmış; ayrıca, bütün ülkede sabotaj hareketi hüküm sürmekteymiş ve hükümetin sonu pek
uzak değilmiş. Bunların dışında, üzücü fakat öğretici bir haber daha vardı: Birkaç gün önce kaçak Sergio
Acuna, akrabalarını ziyarete gitmiş ve orada kuzenlerine gerilla olarak gerçekleştirdiği kahramanlıkları
anlatmış. Bunu Pedro Herrara diye biri duymuş ve polise ihbar etmiş. Bunun üzerine ünlü onbaşı
Roséllo (daha sonra halk tarafından idam edildi) ortaya çıkıp ona işkence yapmış, birkaç el ateş etmiş,
en sonunda da asmış. Bu olay grubumuza, birliğin ne kadar önemli ve ortak kaderden, bireysel bir
kaçışla kurtulmak istemenin ne kadar yararsız olduğunu açıkça gösterdi. Ayrıca bu olay nedeniyle
yerimizi değiştirmek zorunda da kaldık, çünkü büyük bir olasılıkla Acuna, ölmeden önce işkence altında
konuşmuştu. Kaldığımız Florentino'nun evini de biliyordu Acuna. O zaman bize garip görünen, daha
sonra ayrıntıları birleştirerek tam olarak kavrayabildiğimiz bir şey oldu: Eutimio Guerra, Sergio Acuna'nın
ölümünü düşünde gördüğünden söz etmiş, hatta onu öldürenin, onbaşı Roséllo olduğunu söylemişti. Bu,
uzun felsefi bir tartışmaya neden olmuş, olayları, düşlerin yardımıyla önceden öğrenmenin olanaklı olup
olmadığını tartışmıştık. Birliğe, kültürel ya da politik konularda açıklamalarda bulunmak benim günlük
görevlerim arasındaydı, bu nedenle adamlarımıza, gayet açık bir biçimde, bunun olanaksız olduğunu,
ancak büyük bir rastlantıyla açıklanabileceğini anlattım. Sergio için böyle bir sonu hepimizin
düşünebileceğini, Roséllo'nun ise bu bölgede faaliyet gösterdiğini hepimizin bildiğini vs. söyledim.
Üstelik Universo Sanchez de, Eutimio'nun palavracı olduğunu, bir gün önce elli kutu süt ve askeri fener
almak için gittiğinde olayı birisinden duymuş [sayfa 49] olacağını belirtti. Geleceğin önceden bilinebileceği
görüşünde en çok ısrar edenlerden biri, daha önce sözünü ettiğim, Julio Zenon Acosta adında, elli dört
yaşında, okuma yazma bilmeyen bir köylüydü. Benim Sierra'daki ilk öğrencimdi Acosta. Ona okuma
yazma öğretmek için uğraşıyor, mola verdiğimiz yerlerde ilk harfleri gösteriyordum. O sırada A O E İ gibi
harfleri öğreniyordu. Geçen yıllara değil geleceğe bakan Zenon, büyük bir ısrarla, önüne okuma yazmayı
öğrenme görevini koymuştu. O, bu bölgede oturan companerolara ya da onun hayatını bilen birçok
köylüye örnek olabilir. O yıllarda Zenon, aynı zamanda, bizi etkin biçimde destekleyen insanlardan
biriydi. Yorulmak bilmeden çalışırdı; bölgeyi tanır, zorluklarla karşılaşan companerolara yardım eder, ya
da kentten yeni gelmiş, tehlikeli bir durumdan kurtulmak için henüz yeterli direnme gücüne ulaşamamış
companerolara destek olurdu. Uzaktaki kuyulardan su taşıyan, çabucak ateş yakan, yağmur yağdığında
ateş yakabilmek için gerekli çalı çırpıyı bulan hep oydu. Kısaca söylendiğinde, onun elinden gelmeyen iş
yoktu.
Eutimio, ihanetini öğrenmemizden kısa bir süre önce, son gecelerden birinde, battaniyesi olmadığını
söyleyerek Fidel'den ödünç istemişti. O dağ doruğunda, Şubat aylarında hava çok soğuk olurdu. Fidel,
birer battaniyeyle ikisinin birden üşüyeceklerini, Eutimio kendisinin yanında yatarsa iki battaniyenin
yeterli olacağını söyleyerek, ona birlikte uyumayı önermişti. Ve böyle de oldu, Eutimio, bütün geceyi
Fidel'in yanında geçirdi. Yanında Fidel'i öldürmek için kullanacağı 45'lik bir tabanca ve doruktan aşağıya
kaçışında kullanacağı iki el bombası vardı. Bana ve Sanchez'e -o sıralar Fidel'in yakınında hep biz
oluyorduk- nöbetçilerin durumu hakkında sorular sormuştu. "Nöbetçilerin durumu beni çok ilgilendiriyor,
çünkü dikkatli olmamız gerekiyor" demişti bize. Fidel'in yakınında üç kişinin nöbet tuttuğunu, Granma
seferinde bulunan ve Fidel'in dostları olan bizlerin de, onun hayatını korumak için, gece boyunca sırayla
nöbet beklediğimizi [sayfa 50] söyledik. Böylece Eutimio, o geceyi, hayatı kendisine doğrultulmuş bir
tabancaya bağlı olan devrimin lideriyle geçirdi. Onu öldürmek için en iyi fırsatı kolluyordu. Ancak, bir
türlü cesaret edip tetiğe basamadı Eutimio. O gece, Küba Devriminin kaderi, büyük ölçüde, bir hainin
karmaşık düşünce akımlarına, cesaret ve korkunun dürtücü ya da engelleyici bileşimlerine, korkuya ve
belki de vicdan azabına, güç ve para hırsına bağlıydı. Neyse ki Eutimio'yu engelleyici etkenler daha ağır
basmıştı. Herhangi bir şey olmadan gün ışıdı.
Florentino'nun evini terk etmiş ve kampımızı kurumuş bir dere yatağında kurmuştuk. Ciro Frias,
oldukça yakın olan evine gitmiş ve birkaç tavukla başka yiyecekler getirmişti. Böylece, sıcak et suyu içip
başka yiyecekler yiyerek açıkta, yağmurun altında, hemen hemen hiçbirimizde yağmurluk olmaksızın
geçirdiğimiz gecenin ödülünü aldık. Eutimio'nun da oralarda olduğunu öğrenmiştik. Ona güven
duyduğumuz için istediği yere gidip gelirdi. Bizi Florantino'nun evinde bulmuş, hasta annesini ziyarete
gitmek için bizden ayrıldıktan sonra, Caracas'ta olanları gördüğünü, olayların nasıl geliştiğini anlamak
için izimizi sürdüğünü söylemişti. Ayrıca annesinin sağlığının iyiye gittiğini de belirtmişti. Eutimio'nun en
önemli karakter özelliklerinden biri, olağanüstü cüretkar oluşuydu. El Lamon del Burro ve Caracas'tan
oluşan küçük dağ dizisine çok yakın Altos de Espinosa denilen bir yerde bulunuyorduk; burası uçaklar
tarafından sürekli bombalanıyordu. Eutimio, geleceği önceden gören birinin yüz ifadesiyle, "işte siz'e
söylüyorum, bugün Lomo del Burro'yu bombalayacaklar;" dedi. Gerçekten de Lomo del Burro
bombalandı. Eutimio sevinçten uçmuş, sözüm ona kehanetinin gerçekleşmesinden mutlu olmuştu.
9 Şubat 1957'de, Ciro Frias ve Luis Crespo, her zamanki gibi, yiyecek aramak için kamptan
ayrıldılar. Sabah saat 10'da gruba yeni katılan köylü gençlerden Labrada adlı biri, kampın yakınında bir
adamı yakalayıncaya değin ortalık sakindi. Adamın Crescencio'nun bir akrabası olduğu, Casillas'ın [sayfa
51] müfrezesinin üslendiği Celestino'nun bakkal dükkanında çalıştığı ortaya çıktı. Adamdan
öğrendiğimize göre, evde yüz kırk asker varmış, gerçekten de bulunduğumuz yerden, onlardan
bazılarını uzaktaki bir düzlükte görebiliyorduk. Ayrıca tutsağımız, Eutimio ile konuştuğunu, onun
kendisine ertesi gün bütün bölgenin bombalanacağını söylediğini bildirdi.
Casillas'ın müfrezesi hareketlenmişti, ama yürüyüş yönünü saptayamıyorduk. Fidel durumdan
kuşkulanmıştı. Bu arada, Eutimio'nun garip davranışları, sonunda bizim de dikkatimizi çekti ve çeşit çeşit
yorumlar başladı. Öğleden sonra saat 1.30'da Fidel, orayı terk etme kararı aldı. Keşfe çıkan
companeroları bekleyeceğimiz dağ doruğuna çıktık. Kısa bir süre sonra gelen Ciro Frias ve Luis Crespo,
olağandışı bir şeye rastlamamışlardı, her şey normal görünüyordu. Bu konuyu konuşurken, Ciro
Redondo, oraya buraya hareket eden bir gölge gördüğünü söyleyerek susmamızı istedi ve tüfeğini
doğrulttu. O anda bir silah sesi duyuldu, ardından da yaylım ateşi başladı. Kısa sürede her yerden
yaylım ateşleri ve patlamalar duyulur oldu. Daha önce kamp kurduğumuz yere yoğun biçimde
saldırıyorlardı. Yeni kampı da hemen boşalttık; daha sonra, Julio Zenon Acosta'nın ebedi olarak orada
kaldığını öğrendim. Okuma yazma bilmemesine karşın, zaferden sonra devrimin üstesinden gelmek
zorunda olduğu büyük görevlerin bilincinde olan ve bunun için, ilk harfi öğrenmekten başlayarak
kendisini hazırlayan bu eğitimsiz köylü; başladığı işin sonunu getiremeyecekti artık. Zenon'un dışında
hepimiz dağınık biçimde kaçabilmiştik; bana büyük gurur veren sırt çantam, içindeki ilaçlar, zor günler
için sakladığımız bazı yiyecekler, kitaplar ve battaniyelerle birlikte, orada kalmıştı. Sırt çantamdan, La
Plata'da Batista'nın ordusundan zafer anısı olarak aldığım battaniyeyi çıkarabilmiş ve onu yanıma alarak
kaçmayı başarmıştım.
Kısa bir süre sonra küçük bir gruba katıldım; Almeida, Julito Diaz, Universo Sanchez, Camilo
Cienfuegos, Guillermo [sayfa 52] Garcia, Ciro Frias, Motola, Pesant, Emilio Labrada, Yayo ve ben
bulunuyorduk bu grupta. Kurşunlara hedef olmamak için yan doğrultuda ilerliyorduk. Diğer
companeroların başına gelenlerden habersizdik. Arkamızdan tek tük silah sesleri duyuluyordu. İzimizi
kolayca sürmek mümkündü, çünkü hızlı geri çekilmek zorunluluğu yüzünden bıraktığımız izleri
silemiyorduk. Öğleden sonra, benim saatime göre 17.15'te kayalık bir yere vardık; orman orada son
buluyordu. Bir an duraksadıktan sonra geceyi orada beklemeye karar verdik, çünkü eğer gün ışığında
önümüzdeki açıklığı geçmeye kalkışsaydık düşman tarafından görülecektik. İzimizi sürüp gelmiş olsalar
bile burada kendimizi savunabilecektik, kurduğumuz kamp buna elverişliydi. Ne var ki düşman
gözükmedi, biz de yolumuza devam edebildik. Bize bölgeyi az çok tanıyan Ciro Frias rehberlik ediyordu.
Yürüyüşü hızlandırmak ve daha az iz bırakmak amacıyla iki kola ayrılmamız önerilmişti bazılarınca, ama
Almeida ve ben, grubumuzun bütünlüğünü bozmamak için buna karşı çıktık. Vardığımız yerin Limones
olduğunu sonradan anladık. İlk önce biraz duraksadıktan sonra -çünkü bazı companerolar bölgeden
ayrılmak istemiyorlardı-, yüzbaşı rütbesinde -olduğu için grubumuza önderlik eden Almeida, Fidel'in
saptadığı buluşma noktası olan El Lomon'a kadar yürüyüşü sürdürme emri verdi. Bazı companerolar, El
Lomon'un Eutimio'nun bildiği bir bölge olduğunu, o nedenle de ordunun bizi orada bekleyeceğini
söylüyorlardı. Eutimio'nun bir hain olduğu konusunda artık hiçbir kuşkumuz yoktu. Ancak, Almeida'nın
kararı, Fidel'in emrine uyma yönünde oldu.
Üç günlük bir ayrılıktan sonra, 12 Şubat'ta El Lomon yakınlarında Derecha de la Caridad adlı bir
yerde, Fidel'le buluştuk. Burada Eutimio'nun hain olduğu doğrulandı ve öykü açıklık kazandı: Olay La
Plata savaşından sonra Eutimio'nun tutsak edilişi fakat öldürülmeyişiyle başlamıştı. Casillas onu
öldürmemiş, Fidel'in hayatına karşılık kendisine para vaat etmişti. Caracas'taki yerimizi düşmana
bildirenin; bu tepeden [sayfa 53] geçen yolu, yürüyüş rotamızda bulunduğu için -rotayı son anda
değiştirmiştik- Loma del Burro'yu bombalama emrini verenin o olduğunu öğrendik. Sığındığımız dere
yatağına yapılan yoğun saldırıyı örgütleyen de oydu. Buradan Fidel'in zamanında verdiği geri çekilme
emriyle kurtulmuş, ama bir adamımızı yitirmiştik. Ayrıca, Julio Acosta'nın ölümü de doğrulandı.
Anlatıldığına göre, en az bir asker ölmüş, bazıları da yaralanmıştı. Ne askeri öldüren, ne de diğerlerini
yaralayan kurşunların benim silahımdan çıktığını itiraf etmek zorundayım, çünkü sözkonusu çarpışmada
ben, yalnızca son derece hızlı "stratejik geri çekilmeyle" uğraşıyordum. Artık biz on iki kişi (bir gün önce
Labrada kaybolmuştu) ve grubun geri kalan kısmını oluşturanlar -Raul, Ameijeiras, Ciro Redondo,
Manuel Fajardo, Echavarria, Galicier Moran ve Fidel- yeniden bir araya gelmiştik; toplam ons ekiz
kişiydik. Bu, 12 Şubat 1957'de "Yeniden Birleşen Devrim Ordusu"ydu. Bazı companerolar dağılmış
durumdaydı, yeni katılanlardan bazıları gerilladan ayrılmış, Granma seferine katılan deneyimli
askerlerden biri ortadan yok olmuştu; Armando Rodriquez'di adı ve elinde Thomson marka makineli
tüfek vardı. Son günlerde, uzaklardan, ama yine de bulunduğumuz bölgenin çevresinde, silah sesleri
duyulmaya başlayınca, yüzünde öyle bir korku ve dehşet ifadesi beliriyordu ki, sonradan bu yüz
ifadesine "kuşatma yüzü" adını vermiştik. Bu olaydan sonra, ne zaman bir adamımızın yüzünde eski
companeronun, Altos ve Espinosa çarpışmasından önceki günlerde gösterdiği, korkuya kapılmış bir
hayvanın yılgın ifadesini görsek, onun sonunun kötü olacağını anlıyorduk. Çünkü kuşatma yüzüyle
gerilla yaşamının bağdaşması olanaksızdır. Yeni gerilla deyimimizle "kuşatma yüzlü adam" kirişi
kırmıştı. Tüfeğini daha sonraları, çok uzaktaki bir Köylü kulübesinde bulduk. Tabanları epeyce
güçlüymüş demek ki.

8| BİR HAİNİN SONU

Bu küçük orduyu topladıktan sonra, El Lomon bölgesinden ayrılıp yeni bölgelere doğru hareket
etmeye karar verdik. O bölgedeki köylülerle ilişki kurup, gerekli yiyecek maddesi kaynaklarını güvence
altına almıştık. Böylece, Sierra Maestra'yı terk ederek ovaya doğru yürüyüşe geçtik. Buralarda kent
örgütünden yoldaşlarla buluşacaktık.
La Monteria adlı bir yerleşim bölgesinden geçip, bir dere kenarındaki ormanlık bölgede kamp kurduk.
Bu arazi, oğulları devrimci savaşa katılan Epifanio Diaz adlı bir toprak sahibine aitti.
Kentlerdeki hareketle daha yakından bağlantı kurmak istediğimiz için gelmiştik buraya. Çünkü,
göçebe hayatımız ve yeraltı savaşçıları olmamız, 26 Temmuz hareketinin iki kanadı arasında işbirliğini
olanaksız kılıyordu.
Uygulamada taktik ve stratejileri farklı olan iki grup vardı. Birkaç ay sonra, hareketin birliğini tehlikeye
düşürecek olan derin bölünme henüz yaşanmıyordu, ne var ki, farklı anlayışlara sahip olunduğu ortaya
çıkmıştı. [sayfa 55]
Diaz'ın çiftliğinde kent hareketinin en önemli temsilcileriyle buluştuk, aralarında, bugün bütün
Küba'nın tanıdığı üç kadın da vardı: Bugün, Kadınlar Birliği'nin başkanı olan Vilma Espin, Raul'un karısı;
Casa de las America'nın[24] başkanı olan, Haydee Santamaria, Armando Hart'ın karısı ve savaş
süresince bizimle birlikte kalan sevgili yoldaşımız Celia Sanchez. Celia Sanchez, bu buluşmadan kısa
süre sonra, bir daha hiç ayrılmamak üzere gerilla birliğine katılacaktı. Sonra Faustino Perez de geldi.
Eski bir tanıdığımız, Granma seferinde companeromuzdu Perez. Kentte kendisine verilen bazı görevleri
yerine getirmiş, şimdi rapor vermek için gelmişti. Görevleri gereği yeniden dönecekti kente. Kısa süre
sonra yakalandığını öğrendik.
Ayrıca, tanıştıklarımızın arasında Armando Hart da vardı. Santiago'lu büyük devrimci lider Frank
Pais'la da ilk ve son kez burada karşılaşma olanağı buldum.
Frank Pais, ilk karşılaşmada insanda unutulmaz izlenimler bırakan biriydi; yüzü, bugün elimizde olan
fotoğraflarına az çok benziyordu, fakat gözlerinin olağanüstü bir derinliği vardı.
Bugün, yalnızca bir kez karşılaştığım, yaşam öyküsü halkın ortak malı olmuş ölü bir companerodan
söz etmem zor. Şu anda yalnızca, gözlerinin, bir davaya inanmışlığı ve o davaya adanmışlığı hemen
belli ettiğini söyleyebilirim. Frank Pais, üstün nitelikli bir insandı. "Unutulmaz Frank Pais" deniliyor bugün
ona. Onu sadece bir kez görmüş olmama karşın benim için böyle. Yaşamı genç yaşta yok edilen sayısız
companerolardan biri olan Frank, yaşasaydı, sosyalist devrimin Önümüze koyduğu ortak görevlere
adayacaktı kendini. Frank'ın yaşamı, özgürlüğüne ulaşmak için halkın ödediği ağır bedellerden biridir.
[sayfa 56]
Frank Pais kirlenmiş silahlarımızı temizleyerek, kurşunlarımızı yitmemeleri için ayırıp sayarak, sessiz
sedasız bir düzen ve disiplin dersi vermişti bize. O günden sonra silahıma daha iyi bakmaya karar
verdim. Bir temizlik örneği olamadıysam da, sözüme bağlı kaldım her zaman.
Bu küçük koru başka olaylara da sahne oldu. Bizi ilk kez bir yabancı gazeteci ziyaret ediyordu. Ünlü
gazeteci Matthews[25], bu röportaj için beraberinde yalnızca küçük bir fotoğraf makinesi getirmişti. Daha
sonra her tarafa yayılarak ünlenen ve Batista'nın bakanlarından birinin aptalca açıklamaları nedeniyle,
sert tartışmalara yol açan fotoğrafları, bu makineyle çekmişti Matthews. Çevirmenliği Javier Pazos
yapmıştı. Pazos daha sonra gerilla birliğine katıldı ve bir süre hareketin içinde kaldı.
Bu röportajda ben bulunmamıştım. Fidel'in anlattığına göre Matthews art niyetli olmayan somut
sorular sormuştu; devrime sempati duyduğu açıktı. Fidel'in anlattıklarını anımsıyorum. Fidel'in sorusu
üzerine anti-emperyalist olduğunu söylemiş, Batista'ya silah yardımı yapılmasına karşı çıkmış, bu
silahların kıta savunması için değil, halkın ezilmesi için kullanıldığını belirtmişti.
Matthews'in ziyareti elbette ki çok kısa sürmüştü. O ayrıldıktan sonra biz de harekete hazırdık.
Eutimio yakınlarda bulunduğu için çok dikkatli olmamız söylenmişti. Almeida'ya Eutimio'yu bulup tutsak
etme emri verildi. Bu emri yerine getirecek grupta ayrıca, Julito Diaz, Ciro Frias, Camilo Cienfugeos ve
Efigenio Ameijeiras vardı. Ciro Frias, Eutimio'yu ele geçirmekle görevlendirilmişti. Bu görev oldukça
kolay başarıldı ve hain yakalanarak yanımıza getirildi. Üstünde 45'lik bir tabanca, iki el bombası ve
Casillas tarafından verilmiş bir geçiş belgesi bulundu. Tutsak düşüp üstündekileri ele geçirdiğimizi
gördükten sonra, kendisini nasıl bir sonun beklediğini anlamıştı kuşkusuz. Fidel'in önünde diz çökerek
[sayfa 57] kendisinin öldürülmesini istedi. Ölümü hak ettiğini söylüyordu. O an birden yaşlanmıştı sanki;
şakaklarında, şimdiye kadar farkına varmadığımız çok sayıda beyaz saç görülüyordu. Olağanüstü gergin
bir andı. Fidel, ihaneti nedeniyle çok sert konuştu onunla. Suçunu kabul eden Eutimio, artık sadece
öldürülmesini istiyordu. Ciro Frias'ın konuşmaya başladığı anı, olayı yaşayan bizler, hiçbir zaman
unutmayacağız. Kendisinin onun için yaptıklarını anımsatıyordu Frias; kendisinin ve kardeşinin
Eutimio'nun ailesi için nasıl küçük yardımlarda bulunduklarını, Eutimio'nun ise, önce kardeşini öldürterek
birkaç gün önce Eutimio tarafından ihbar edilen Frias'ın kardeşi polis tarafından öldürülmüştü- sonra da
bütün grubumuzu yok etmeye çalışarak nasıl ihanet ettiğini anlattı. Uzun ve dokunaklı bir konuşmaydı.
Eutimio, başı önünde sessizce dinlemişti. Herhangi bir isteğinin olup olmadığı sorusunu bir istekte
bulunarak yanıtladı. Çocuklarına devrimin, daha doğrusu bizlerin sahip çıkmasını istedi.
Devrim sözünde durdu. Eutimio Guerra adı, bu anılar nedeniyle yeniden anımsanıyor, yoksa, belki
de kendi çocukları tarafından bile unutulmuştur. Eutimio'nun çocukları başka bir ad taşıyorlar artık.
Küba'daki birçok okuldan birine yerleştirilen bu çocuklara, diğer halk çocuklarına davranıldığı gibi
davranılıyor. Onlar da kendilerini daha iyi bir yaşama hazırlıyorlar. Ne var ki, günün birinde, babalarının
ihanet suçuyla devrim tarafından yargılanıp idam edildiğini öğrenecekler. Fakat onlara, şöhret ve para
hırsı uğruna ihanet eden bu köylünün, sadece suçunu kabul edip af edilmesi için en ufak bir girişimde
bulunmamakla -bunu hak etmediğini kendisi de biliyordu- kalmayıp, son anında çocuklarını
düşündüğünü ve onlar için devrimin önderinin himayesini ve onlara iyi davranmamızı istediğini de
söyleyerek, adaleti yerine getirebiliriz. Guerra'nın son isteğini bildirdiği anda korkunç bir fırtına çıktı, her
taraf kararmıştı; gökyüzü şimşekler ve ardından kopan gök gürültüsüyle yırtılıyor, sağnak halinde
yağmur yağıyordu. Yakınlarda bir şimşek çakıp gök gürlemeye başladığında, Eutimio Guerra'nın yaşamı
son bulmuştu. Ona yakın duran companerolar bile kurşun sesini duymamışlardı. [sayfa 58]
Ertesi günü Eutimio'yu aynı yerde gömdük, bu arada bir olayı anımsıyorum. Manuel Fajardo onun
için bir haç koymak istemişti mezara. Böyle bir işaret çiftliğin sahiplerini tehlikeye atacağından, ben karşı
çıktım bu isteğe. Bunun üzerine Fajardo, yakında bulunan ağaçlardan birine bir haç çizdi. Hainin gömülü
olduğu yeri gösteren tek işaret bu.
O sırada Galicier Moran ayrılmıştı bizden. Ona ne kadar az değer verdiğimizi, günün birinde
kaçacağını düşündüğümüzü biliyordu artık. Bir kez, Eutimio'nun izini sürerken ormanda kaybolduğunu
söyleyerek, iki ya da üç gün ortalarda görünmemişti.
Harekete geçmeye hazırlandığımız sırada bir silah sesi duyduk ve Moran'ı bacağından yaralanmış
bir halde bulduk. O sırada, onun yakınında bulunmuş olan companerolar, o günlerde bu konu üzerinde
sert tartışmalar yapmışlardı. Bazıları, Moran'ın kazayla yaralandığını söylerken, diğerleri bizimle birlikte
gelmek zorunda kalmamak için kendi kendini vurduğunu söylüyorlardı.
Moran'ın daha sonraki yaşamı, ihaneti, Guantanamo'daki devrimciler tarafından idam edilmesi,
bacağına kurşunu bilerek sıktığını gösteriyor.
Bulunduğumuz yerden ayrılırken Frank Pais, mart ayının ilk günlerinde bir grup adam göndereceğini
söyledi; buluşma noktası, Jibaro yakınlarında Epifanio Diaz'ın eviydi. [sayfa 59]

9| ACI GÜNLER

Epifanio Diaz'ın evinden ayrılışımızı izleyen günler, benim için, savaşın en acı günleriydi. Bu notlar,
savaşımızın ilk aşamasının bütün savaşçılar için ne anlama geldiğini anlatmayı amaçlamaktadır. Eğer
anılarımın bu bölümünde, kişisel katılımımdan daha çok söz etmişsem bunun nedeni, bunların ilerdeki
bölümlerle bağıntılı oluşundan, anlatımın bütünlüğünü bozmaksızın, bunları ayrı ele almanın
olanaksızlığındandır.
Epifanio'nun evinden ayrıldıktan sonra devrimci grubumuz, ilk devrim ordusundan on yedi kişi ve üç
yeni companerodan oluşmaktaydı. Bunlar Gil, Sotolongo ve Raul Diaz'dı. Granma'yla gelen bu üç
companero, belirli bir süre Manzanillo çevresinde gizlenmiş ve hayatta olduğumuzu öğrendikten sonra,
bize katılmaya karar vermişlerdi. Öyküleri hepimizin öyküsüne benziyordu; askerlerin takibinden
kurtulmayı başarmışlar, köylülerin evlerinde gizlenerek Manzanillo'ya ulaşmışlar, orada yeraltına
geçmişlerdi. Şimdi kaderleri gerilla kolunun kaderine bağlıydı. Bu aşamada, görüldüğü gibi, [sayfa 61]
ordumuzu genişletmek çok güçtü. Gelen birkaç kişi oluyor, fakat aramızdan ayrılanlar da bulunuyordu.
Savaşın fiziksel koşulları çok ağırdı, ama daha da ağır olan manevi koşullardı; sürekli kuşatılmışlık
duygusuyla yaşıyorduk.
O sıralar, belirli bir yönümüz olmaksızın, ağır ağır yürüyorduk. Küçük koruluklarda, hayvancılığın
bitki örtüsünü önemli ölçüde etkilediği ve geriye küçük orman artıklarının kaldığı bir bölgede
gizleniyorduk. Bir gece Fidel'in küçük radyosundan, Crescencio Perez'le birlikte yanımızdan ayrılan,
Granma seferine katılmış yoldaşlardan birinin tutsak alındığını duyduk. Bunu daha önce Eutimio'nun
itiraflarından öğrenmiştik, ama resmi bir haber yayınlanmamıştı. Bu resmi haberle onun hayatta
olduğundan emin olmuştuk artık. Batista ordusunun sorgularından, tutsaklar her zaman sağ
çıkmıyorlardı. Her an, çeşitli yönlerden silah sesleri geliyordu; askerler ormanlık bölgeye makineli tüfek
atışı yapıyorlardı. Düşman birlikleri bu bölgeyi yoğun bir ateş altında tutmalarına karşın, oraya girmeye
yanaşmıyorlardı.
22 Şubat'ta günlüğüme, bir astım krizinin ilk belirtilerini hissettiğimi not ettim. Bu kriz ağır olabilirdi,
çünkü astıma karşı ilacım kalmamıştı. Yeni buluşma tarihimiz 5 Mart olarak belirlenmişti. Buna göre
birkaç gün beklememiz gerekecekti.
Bu dönemde çok ağır yürüyorduk, belli bir yön de saptayamamıştık. Frank, Pais'ın silahlı, adamlar
yollayacağı 5 Mart'a kadar zaman geçirmek istiyorduk. Alınan karara göre, öncelikle yapılacak olan,
küçük cephemizi, sayıca güçlendirmeden önce sağlamlaştırmaktı. Bu nedenle, Santiago'daki bütün
silahlar Sierra Maestra'ya gönderilecekti.
Bir gecenin sonunda, gün ışığı bizi, etrafında hemen hemen hiç bitki bulunmayan küçük bir derenin
kıyısında yakaladı. Las Mercedes yakınlarında, La Majagua olduğunu sandığım (adlar şu an tam olarak
aklımda değil) bir vadide oldukça huzursuz bir gün geçirdik. Gece olduğunda, bizi ne zaman [sayfa 62]
görseler büyük bir korkuya kapılan, yine de hayatları pahasına yaptıklarıyla devrimin gelişimine katkıda
bulunan köylülerden biri olan yaşlı Emiliano'nun evine geldik. Sierra'da yağmur zamanıydı, öyle ki her
gece sırılsıklam olduğumuzdan çevrede pek çok asker bulunmasına karşın, tehlikeyi göze alıp,
köylülerin kulübelerine sığınıyorduk.
Astımım giderek ağırlaşmıştı, hızlı hareket edemiyordum. Bu yüzden, kendimizi biraz
toparlayabilmek için, bir evin yakınındaki kahve fidanlığında uyuduk. Anlattığım gün, şubat'ın ya 27'si ya
da 28'iydi; ülkede sansür kaldırılmış, radyo, önceki aylarda olup bitenleri sürekli duyuruyordu. Terörist
eylemlerden ve Matthews ile Fidel'in buluşmasından söz ediliyordu. İşte bu sırada, savunma bakanı,
yaman bir açıklama yaparak Matthews'in röportajının uydurma olduğunu söyledi ve kasılarak, Matthews'i
röportajla ilgili fotoğrafı yayınlamaya çağırdı.
Yaşlı Emiliano'nun oğlu Hermes, o zamanlar, bize yiyecek sağlayan, ya da en azından izleyeceğimiz
yolları gösteren bir companaroydu. Fakat 28 Şubat sabahı gelmesi gerekirken gelmeyince, Fidel,
bulunduğumuz yerden hemen ayrılmamızı ve bölgedeki yolları görebileceğimiz bir başka yerde
mevzilenmemizi emretti, Çünkü ne olacağını bilemiyorduk. Öğleden sonra dört sularında, Luis Crespo
ve Universo Sanchez yolları gözetlerlerken, Sanchez, Las Vegas'tan gelen yolda büyük bir düşman
birliği görmüştü; birlik, tepeyi ele geçirmek için doğrudan oraya yöneldi. Askerler yolumuzu kesmeden
önce diğer tarafa geçebilmemiz için, dağın eteğine ulaşmak zorunda olduğumuzdan, hızla koşmalıydık.
Askerleri zamanında gördüğümüz için bunu yapmamız zor olmamıştı. Kısa bir süre sonra, daha önce
bulunduğumuz yere havan topları ve makineli tüfeklerle saldırı başladı. Bu durum, Batista ordusunun,
orada olduğumuzu bildiğini gösteriyordu. Herkes tepeye kolayca varmış ve onu aşmıştı. Yalnız, bu
benim için korkunç bir işti. Tepeye ulaşabilmiştim, fakat bu arada astım krizim öylesine ağırlaşmıştı ki,
adım atacak [sayfa 63] gücüm bile kalmamıştı. Crespo'nun bana yardım etmek için ne kadar uğraştığını
anımsıyorum. Artık yürüyemeyecek duruma gelince, beni orada bırakmalarını istemiştim. Bunun üzerine
köylü Crespo birliğimizin özel sözcük dağarcığıyla şöyle yanıtlamıştı beni: "Seni Arjantinli orospu
çocuğu. Yürü, yoksa dipçikle yürütürüm seni." Bunu söylerken, kendi yükü dışında, tepeyi aşabilmem
için beni ve sırt çantamı da taşıyordu. Bu sırada, bir yandan tufan biçiminde yağmur da yağmaktaydı.
Sonunda, Purgatorio[26] denen yerde, küçük bir kulübeye ulaştık. Fidel kendisini, asilerin peşine
düşmüş Batista ordusunun binbaşılarından Gonzales olarak tanıttı. Evin sahibi tarafından soğuk bir
nezaketle karşılandık; bize yatacak yer gösterdi ve ikramda bulundu. Yakında bir kulübede oturan ev
sahibinin arkadaşı bir başka köylü de vardı evde; bu köylü, olağanüstü palavracı biriydi. Hastalığım
nedeniyle, Batista ordusunda görevli Binbaşı Gonzales rolündeki Fidel ile, ona öğütler verip, şu Fidel
adlı delikanlının neden dağlarda savaştığına ilişkin -konuşan köylünün, nefis diyaloglarının tadına
varamadım.
Bir karar vermek zorundaydık, çünkü benim yürüyüşe devam etmeme olanak yoktu. Boşboğaz
komşu gittikten sonra Fidel, evin sahibine, kim olduğunu açıkladı. Bunun üzerine Fidel'i kucaklayan
adam, kendisinin Ortodoks Parti[27] üyesi olduğunu, her zaman Chibas'a bağlı kaldığını ve Fidel'in
emrinde olduğunu söyledi. O sıra, ilişki kurabilmek, en azından ilaç alabilmek için bu köylüyü
Manzanillo'ya göndermek gerekiyordu. Ben de evin yakınında bir yerde kalacaktım. Orada olduğumdan
köylünün karısının bile haberi olmayacaktı. [sayfa 64]
Birliğe yeni katılmış, moral açısından biraz sallantılı, ama fiziksel bakımdan çok güçlü bir companero
eşlik ediyordu bana. Fidel, özverili bir davranışta bulunarak, gerilla grubumuzun en değerli silahlarından
Johnson marka otomotik bir tüfek bırakmıştı bize; bu silahla koruyacaktık kendimizi. Önce, sanki hepimiz
gidiyormuşuz gibi aynı yöne hareket ettik, birkaç adım sonra El Maestro[28] diye çağırdığımız
companero ile ben, ormana dalarak kararlaştırdığımız yere kadar yürüdük ve orada gelişmeleri
beklemeye başladık. O gün haberlerde, Matthews'in ünlü fotoğrafları yayınlayacağını telefonla bildirdiği
açıklandı. Diaz Tamayo ise, bunun olanaksız olduğunu, askerlerin kuşatma çemberinin
geçilemeyeceğini söylemekteydi. Armando Hart tutuklanmış ve hareketin ikinci lideri olduğu savıyla
hakkında dava açılmıştı. Tarih 28 Şubat'tı.
Köylü yeterince adrenalin bularak görevini yerine getirdi. Bundan sonra benim için Sierra'daki
savaşın en acı on günü başladı. Ağaçlara ve tüfeğimin dipçiğine dayanarak yürüyebiliyordum. Yanımda,
silah sesi duyduğunda titreyen ürkek bir arkadaş vardı; astımım nedeniyle, herhangi bir yerde öksürmek
zorunda kaldığımda, sinir krizleri geçiriyordu. Bir günden biraz fazla bir zamanda alınacak yolu on günde
tamamlayarak ulaşmıştık Epifanio'nun evine. Kararlaştırdığımız buluşma 5 Mart'taydı, ancak verdiğimiz
söze uymak olanaksızdı. Askerlerin bölgedeki kuşatma çemberi, ayrıca ağır hareket etmemiz yüzünden,
Epifanio Diaz'in konuksever evine ancak 11 Mart'ta varabilmiştik.
Olup bitenlerden ev sahiplerinin haberi vardı, bize de anlattılar. Fidel'in ons ekiz kişilik grubu, yine
askerlerin saldırısına uğrayacaklarını sanarak, bir yanlışlık sonucu, ikiye ayrılmıştı; Altos de Merino adlı
yerde olmuştu bu. Adamlardan on ikisi Fidel'le, altısı Ciro Frias'la kalmıştı. Daha sonra Ciro [sayfa 65]
Frias'ın grubu pusuya düşmüş, ama hiçbirine bir şey olmadan kurtulmuşlardı ve yakınlarda
bulunuyorlardı. Silahsız olarak Epifanio Diaz'ın evinin yanından geçip Manzanillo'ya giden Yayo'dan
öğrenilmişti bütün bunlar. Ayrıca, Frank Pais, Santiago'da tutuklanmış olmasına karşın, göndereceğini
söylediği grup hazırdı. Bu grubun lideriyle konuştuk, bu yüzbaşının adı Jorge Sotus'tü. Ayın 5'inde
gelememişti, çünkü haber düşman tarafından duyulmuş ve bütün yollar tutulmuştu. Sayıları yaklaşık
elliyi bulan yeni katılacakların bir an önce gelebilmeleri için, gerekli bütün önlemleri kararlaştırdık.

10| TAKVİYE

13 Mart günü, yeni devrimci grubu beklerken, radyodan, Batista'ya suikast girişiminde bulunulduğu
haberi verildi. Olayda öldürülenlerin adları da açıklandı; öğrenci lideri Jose Antonio Echeverria ilk verilen
isimdi. Listede Menelao Mora gibi başkaları da bulunuyordu. Olayla hiç ilgisi olmayan insanlar da
öldürülmüştü. Ertesi gün, Ortodoks Parti militanlarından Batista'ya karşı doğru tavır almış olan Pelayo
Cuervo Navarro'nun öldürüldüğünü ve cesedinin "El Laguito" adıyla bilinen süper lüks Country Club'ün
bir köşesine atıldığını öğrendik. Burada şu ilginç çelişkiye değinmekte yarar var: Pelayo Cuervo
Navarro'nun katilleriyle oğulları, Küba'yı "komünizm rezaletinden" kurtarmak için, başarısızlıkla
sonuçlanan Domuzlar Körfezi çıkarmasına birlikte katılmışlardır.
Küba halkının hâlâ iyi anımsadığı başarısız suikastın ayrıntıları, sansürün baskısına karşın,
insanlara ulaşıyordu. Ben, bu öğrenci liderini şahsen tanımıyordum, ama arkadaşlarıyla tanışmıştım; 26
Temmuz Hareketiyle Öğrenci Hareketi[29] [sayfa 68] yöneticilerinin, Mexico kentinde, ortak eylem
programı için toplandıkları zaman tanımıştım onları. Bu arkadaşlar şunlardı: Binbaşı Faure Chamon
-bugün Sovyetler Birliğinde elçidir-, Fructuoso Rodriguez ve Joe Westbrook. Bunların tümü suikast
girişimine katılmışlardı.
Anımsanacağı üzere, suikastçılar, neredeyse, diktatörün kaldığı üçüncü kata kadar çıkabilecek
durumdaydılar, fakat bu hareket, başarılı bir hükümet darbesi olabilecekken, başkanlık sarayı, hemen
kaçamayanlar için bir fare kapanı olmuş ve hareket katliamına dönüşmüştü.
Takviye güçlerinin geliş tarihi 15 Mart olarak bildirilmişti; yol epeyce çukurda kaldığı için bizi kimsenin
görmeyeceği bir dere vadisinde bulunan kararlaştırdığımız yerde saatlerce bekledik, ancak kimse
gelmedi. Söylediklerine göre, bazı zorluklar nedeniyle o gün gelememişler. Beklediğimiz grup, sonunda
16 Mart sabahı şafakta çıkageldi, hepsi çok bitkindi; adamların adım atacak hali kalmamıştı, gün ışığını
beklemek için bir ormanlık alanda dinlendiler. Adamları getiren kamyon, bölgede pirinç yetiştiren bir
çiftçiye aitti. Yaptığı işin sonuçlarından korkup Kosta Rica'ya kaçarak politik göçmen olmak isteğinde
bulunan bu adam, daha sonra oradan bir kahraman olarak döndü; beraberinde bazı silahlar da
getirmişti. Bu çiftçinin adı Hubert Matos'tu.
Takviye gücü, otuzu silahlı, yaklaşık elli kişiden oluşuyordu. Yanlarında iki hafif makineli tüfek, biri
Madzen öteki Johnson iki de otomatik tüfek vardı. Bizler, Sierra'da yaşadığımız şu birkaç ayda deneyimli
savaşçılar haline gelmiştik. Yeni gelenlerde, Granma grubunun başlangıçta gösterdiği, disiplinsizlik,
büyük zorluklara uyum sağlayamama, bu tür bir yaşama çabuk alışamama gibi bütün zayıflıkları
görebiliyorduk. Bu birliğin başında, yüzbaşı rütbesiyle Jorge Sotus bulunuyordu. Birlik, onar kişilik beş
mangaya ayrılmıştı, her [sayfa 68] manganın başında da bir teğmen vardı. Kendilerine kentteki örgütün
verdiği bu rütbeler henüz onaylanmamıştı. Mangaların başında bulunan teğmenler şunlardı: Dominguez
(bu companero, kısa süre sonra Pino del Agua'da düşmüştü sanırım); Rene Ramos Latour (bu
companero ise, diktatörün saldırısı sonuna yaklaştığı bir zamanda, kent milisinin örgütlenmesi işinde
çalışırken, kahramanca ölmüştür); Pedrin Soto (sonunda bize katılmayı başaran Granma grubundan bu
eski silah arkadaşımız da savaşta şehit düşmüş ve "Frank Pais" adını alan İkinci Cephede [30] rütbesi
Raul Castro tarafından binbaşılığa yükseltilmişti); Peno (Santiago'lu bir öğrenci olan bu companero da
binbaşılığa yükselmiş, fakat devrimden sonra intihar etmişti) ve Teğmen Hermo (yaklaşık iki yıl süren
savaştan sağ kalan tek grup lideri bu companeroydu).
Önümüze çıkan sorunların en büyüğü, yürüyüşe dayanıksızlıktı. Birlik lideri Jorge Sotus, en kötü
yürüyenlerden biriydi. Sürekli geride kalıyor ve kötü örnek oluyordu. Bunun dışında, birliğe benim
kumanda etmem emredilmişti. Ama Sotus'la bu konuyu konuştuğumda, kendisinin birliği Fidel'in emrine
vermesi yolunda talimat aldığını, daha önce kimseye devredemeyeceği için, komutayı elinde tutacağını
söyledi. O sıralar henüz yabancılık kompleksini atamamıştım üzerimden, ayrıca olayın dallanıp
budaklanmasını da istemiyordum, oysa yeni birliğin içinde büyük bir hoşnutsuzluk hissediliyordu.
Yenilerin yetersizlikleri nedeniyle olağanüstü uzun süren kısa yürüyüşlerden sonra, Fidel'in bizi
bekleyeceği La Derecha dolaylarında bir bölgeye ulaştık. Burada, daha önce Fidel'den ayrılan
companerolardan oluşan küçük bir grupla karşılaştık. Bu grupta, Manuel Fajardo, Guillermo Garcia,
Juventino, Pesant, üç Sotomayor kardeş, Ciro Frias bulunuyordu. Bir de ben gelmiştim. [sayfa 69]
O günlerde, iki grup arasındaki büyük fark hemen görülüyordu: Bizimki, disiplinli, birlik içinde ve
savaş deneyimliydi. Yeni gelenlerin grubundaysa, başlangıç aşamasının kusurları vardı; günde yalnızca
bir kez yemek yemeye alışkın değillerdi, verilen yemek hoşlarına gitmediğindeyse yemiyorlardı. Sırt
çantalarını gereksiz bir sürü eşyayla doldurmuşlardı, yürüyüş sırasında çantaları ağır gelmeye
başlayınca da, bir havluyu bırakacaklarına, bir kutu süttozunu bırakmayı yeğliyorlardı (bu, gerilla
savaşında büyük bir hatadır). Biz de onların bıraktıkları konserveleri ve diğer yiyecekleri toplayıp
yararlanıyorduk. La Derecha'ya yerleştikten sonra, insanlarla iyi geçinmeyi beceremeyen otoriter bir
kişiliği olan Jorge Sotus ile, genel olarak bütün birliğin arasında baş gösteren sürekli sürtüşme
nedeniyle, çok gergin bir ortam yaşanmaktaydı. Özel önlemler almak zorunda kalmıştık; gerilla içinde
Daniel adını kullanan Rene Ramos'a gizlendiğimiz yerin girişinde makineli tüfek mangasıyla
mevzilenmek emri verildi. Böylece beklenmedik bir olay çıkmasını önlemiş oluyorduk.
Bir süre sonra Jorge Sotus, özel bir görevle Miami'ye yollandı. Orada, Felipe Pazos ile ittifak
yaparak, devrime ihanet etti. Felipe Pazos'un ölçüsüz iktidar hırsı, ona görevlerini unutturmuştu.
Oluşmasında Amerikan Dışişleri Bakanlığı'nın rol oynadığı "uyduruk" bir listede kendisini geçici
hükümetin başkanı olarak adlandırmıştı Pazos.
Sonraları da Yüzbaşı Sotus, doğru yola gelmek istediğini dile getirince, Raul Castro ona bir olanak
daha tanıdı; devrim düzelmek isteyen herkese olanak tanıyordu. Ne var ki, bu kez de, devrim
hükümetine karşı komplo kurmaya kalkışınca, yirmi yıl hapse mahkum edildi. Buradan, bir gardiyanla
işbirliği yaparak kaçtı ve bütün "gusano"lar[31] için ideal bir barınak olan Birleşik Devletler'e sığındı.
Bizimle birlikte olduğu o günlerde, yeni companerolarla arasındaki sorunların giderilmesi ve disiplinin
gerekliliğini [sayfa 70] anlayabilmesi için, ona elimizden geldiğince yardım ediyorduk. Guillermo Garcia,
Fidel'i aramak için Caracas bölgesine gitmişti. Ben de, bacağındaki yara geçmeye yüz tutan Ramiro
Valdes'i getirmek için, kısa bir yolculuğa çıktım. Fidel, 24 Mart gecesi geldi; her zaman kendisine bağlı
kalan on iki yoldaşla birlikte gelişi çok etkileyiciydi. Çeşitli malzemeden yapılıp bağlanabildiği kadar
bağlanmış sırt çantaları taşıyan bu sakallı adamlarla henüz üniformaları kirlenmemiş, sırtlarında aynı
örnek temiz çantaları ve tıraşlı yüzleriyle yeni askerler arasındaki fark, dikkat çekiciydi. Fidel'e
karşılaştığımız sorunları açıkladım ve hemen küçük bir savaş konseyi kuruldu; bundan sonraki
tavrımızın ne olacağı kararlaştırılacaktı. Konseyde, Fidel'in kendisi, Raul, Almeida, Jorge Sotus, Ciro
Frias, Guillermo Garcia, Camilo Cienfuegos, Manuel Fajardo ve ben vardık. Bu toplantıda Fidel, benim
davranışımı eleştirdi; bana verilen komuta yetkisini kullanmamış, aramıza yeni katılan Jorge Sotus'a
bırakmıştım. Gerçi kimse Sotus'a karşı değildi, ama Fidel'e göre, o durumda Sotus'un davranışı kabul
edilmemeliydi. Aynı toplantıda yeni birliklerin düzenlenmesi de yapıldı; iki grubu birleştirerek üç takıma
ayırdık, takımların başında Yüzbaşı Raul Castro, yüzbaşı Juan Almeida, Yüzbaşı Jorge Sotus
bulunacaktı. Camilo Cienfuegos öncülerin, Efigenio Ameijeiras da artçıların başında yer alacaktı. Ben
kurmay doktoru, Universo Sanchez ise kurmay başkanı olarak görev yapacaktık.
Birliğimiz, aramıza yeni katılan çok sayıda insanla, yeni, etkileyici bir görünüm kazanmıştı. Ayrıca, iki
tane hafif makineli tüfeğimiz vardı; gerçi, eski ve bakımsız olduklarından etkilerini bilmiyorduk, ama
savaş gücümüz önemli ölçüde artmıştı. Hemen neler yapabileceğimizi tartıştık. Benim görüşüme göre,
yeni companeroların savaşta pişmeleri için ilk karşılaştığımız karakollara saldırmalıydık. Fidel ve
Konseyin bütün öteki üyeleriyse, yenilerin bir süre yürüyüş yaparak ormanda ve dağlardaki zor yaşama
alışmalarını, dik dağ geçitlerini aşmayı öğrenmelerini uygun görüyorlardı. O nedenle, [sayfa 71] doğuya
doğru yürüyüşe geçerek olanaklar elverdiğince uzun yürümeye karar verildi. Gerilla eğitiminin temel
uygulamalı derslerinin üstesinden geldikten sonra, bir muhafız birliğine saldırmak için uygun ortam
arayacaktık. Birliğimiz büyük bir coşkuyla hazırlandı ve görevini yerine getirmek üzere harekete geçti. El
Uvero savaşı yeni katılanların ateşle ilk buluşması olacaktı. [sayfa 72]

11| BİRLİĞİMİZ SAVAŞTA ÇELİKLEŞİYOR

;
1957 yılının mart ve nisan ayları direniş birlikleri için, yeniden örgütlenme ve eğitim zamanıydı. La
Derecha bölgesinde takviye güçleriyle birleştikten sonra, ordumuz yaklaşık seksen kişiyi bulmuş ve şu
biçimde düzenlenmişti:
Camilo'nun komutasındaki öncüler dört kişiden oluşmaktaydı. Onu izleyen takımın başında Raul
Castro vardı; Raul'un komutası altında her biri bir mangayı yöneten Julito Diaz, Ramiro Valdes ve Nano
Diaz adlı üç teğmen bulunuyordu. El Uvero savaşında kahramanca ölen Diaz adlı bu iki companero
akraba değillerdi. Bunlardan biri, Santiago'luydu. Santiago rafinerisine, Nano'nun ve Santiago de
Cuba'da düşen kardeşinin anısına, Hermanos Diaz adı verilmiştir. Öteki Diaz ise, Artemisa'lı bir
companeroydu. Moncada Kışlası Saldırısı'na ve Granma Seferi'ne katılmıştı. Son görevini de El Uvero
savaşında yerine getirdi. O sıralar yüzbaşı olan Jorge Sotus'un komutası altındaysa, kısa süre sonra
"Frank Pais" cephesinde düşen Teğmen Ciro Frias, bugün Batı Ordusu komutanı olan Guiliermo Garcia
ve Sierra Maestra'da [sayfa 73] düştüğünde binbaşı olan Teğmen Rane Ramos Latour vardı. Genel
Kurmayı, ya da Komutanlığı ise, Başkomutan Fidel Castro, Ciro Redondo, Manuel Fajardo (bugün
binbaşı), köylü Crespo (binbaşı), Universo Sanchez (binbaşı) ve doktor olarak da ben oluşturuyorduk.
Kolun yürüyüş düzeninde Almeida'nın takımı genellikle arkadan gelirdi. Yüzbaşı Almeida'nın
teğmenleri, Hermo, Pino del Agua'da düşen Guillermo Dominguez ve Pena'ydı. Efigenio Ameijeiras ise
teğmendi, üç adamla kolun sonunda yürüyor ve artçı gücü oluşturuyordu.
Adamlarımız, yemek hazırlığını manga düzeninde yapmayı öğrenmeye başladılar, çünkü savaşçı
birliğimiz öylesine gelişmişti ki, yiyecek, ilaç ve cephaneyi artık böyle dağıtıyorduk. Bütün mangalarda,
en azından her takımda, yenilere yemek pişirme sanatını, gıda maddelerinden en iyi nasıl
yararlanabileceğini öğreten, onlara sırt çantalarının nasıl düzenleneceğini ve Sierra'da nasıl
yürüneceğini gösteren eski savaşçılar vardı.
La Derecha bölgesinden El Lomon ve El Uvero'ya giden yolu arabayla birkaç saatte alma olanağı
var, halbuki bizim için bu yol aylar süren -pek çok önlem alarak gerçekleştirdiğimiz- ağır bir yürüyüştü.
Ana görevimiz adamları çarpışmalara ve sonraki yaşama hazırlamaktı. Böylece, Altos de Espinosa'dan
yine geçtik. Biz eskiler, bir süre önce burada düşen Julio Zenon'un mezarında, şeref nöbeti tuttuk.
Orada, hızla gerçekleştirdiğim "stratejik çekilme" sırasında battaniyemden bir parçanın çalılara takılıp
kaldığını gördüm. Bu parçayı sırt çantama koyarken, donanımıma ait bir malzemeyi, bir daha hiç bu
biçimde yitirmeme kararı aldım.
Yanıma ilaçları taşımama yardım edecek Paulino adlı bir companero vermişlerdi. Böylece görevim
biraz hafiflemiş, yürüyüşlerden sonra, günde birkaç dakika, birliğimizin sağlık işleriyle uğraşma olanağı
bulmuştum. Guerra'nın ihaneti sonucu düşman hava kuvvetlerinin saldırısına uğradığımız Lomo [sayfa 74]
de Caracas'tan tekrar geçtik. Askerlerimizden birinin, geri çekilirken daha hızlı hareket edebilmek için
attığı bir tüfeği bulduk, o sıralar elimizde fazla tüfek vardı. Oysa artık birliğimizde çoktan beridir silah
fazlası yoktu, tam tersine silah kıtlığı çekiyorduk. Yeni bir aşamaya girmiştik. Bir nitelik sıçraması
gerçekleşmişti; bizimle çarpışmaktan kaçındığı için düşman ordusunun girmediği koca bir bölge
bulunuyordu. Biz de onlarla karşılaşmak için özel bir çaba göstermiyorduk henüz. O zamanki politik
durumu belirleyen, oportünizmin çeşitli eğilimleriydi. Pardo Llada, Conte Agüero ve öteki leş kargaları,
titrek sesleriyle ayaküstü demagojik açıklamalar yapmak için birbirleriyle yarışıyorlar, birlik ve barış
çağrısında bulunarak, hükümete utangaç eleştiriler gönderiyorlardı. Hükümet barıştan sözetmişti; yeni
başbakan Rivero Agüero, eğer gerekirse, ülkeyi huzura kavuşturmak için, Sierra Maestra'ya gideceğini
açıklamıştı. Gel gör ki, Batista, birkaç gün sonra, Fidel ya da "asilerden" herhangi biriyle konuşmak
gerekmediğini, bildirdi; Fidel Castro Sierra'da değildi, orada hiç kimse yoktu. Dolayısıyla "haydut
sürüsüyle" konuşmak için bir neden göremediğini söylüyordu.
Batista bu yolla savaşı sürdürmek istediğini açıklamıştı. Anlaşabildiğimiz tek nokta da buydu zaten;
her ne pahasına olursa olsun, biz de savaşı sürdürmek kararındaydık. O günlerde düşman kuvvetlerinin
başına Albay Barrera getirilmişti. Barrera, askerlerin tayın bedellerini kendi cebine aktarmakla ün salmış
biriydi. Daha sonra Venezuela'nın başkenti Caracas'a askeri ataşe olarak giden bu albay, oradan,
Batista'nın yıldızının nasıl söndüğünü sessiz sedasız izledi.
O sıralar, Birleşik Devletler'de hareketimiz lehine neredeyse ticari propagandaya hizmet eden bazı
sempatizanlarımız vardı. Bunlardan özellikle ikisi, bizim için sıkıntı yarattılar. Guantanamo deniz
üssünden ailelerini bırakıp kaçan ve mücadeleye katılan Kuzey Amerikalı üç gençten sözediyorum.
Bunlardan ikisi Sierra'da tek bir silah sesi bile duymadan, iklim ve yürüyüşlerden bitkin durumda bize
veda etmişler [sayfa 75] ve gazeteci Bob Taber'le birlikte geri dönmüşlerdi. Üçüncü delikanlı, El Uvaro
savaşında bulundu, ne var ki, daha sonra o da hastalanarak aramızdan ayrıldı. Ama hiç olmazsa o, bir
çarpışmaya katılmıştı. Delikanlılar, ideolojik bakımdan kendilerini devrime hazırlamamışlardı; bizim
yanımızda, birkaç ay, macera hırslarını tatmin etmişlerdi yalnızca. Giderlerken, sempatiyle ama aynı
zamanda sevinçle uğurlamıştık onları. Öncelikle ben, bu duygular içindeydim, çünkü o zamanki
yaşantımıza dayanamadıklarından, doktor olarak beni çok uğraştırıyorlardı.
Aynı günlerde, Sierra Maestra'da kimsenin olmadığını kanıtlamak için, hükümet, bazı gazetecileri
uçakla gezdirmişti; askeri uçak, binlerce metre yüksekten uçmuştu elbette. Bu, kimseyi kandıramayan,
garip bir operasyondu. Böylece, Batista hükümetinin ne tür araçlara başvurduğu, yüzlerine devrimci
maskesi takmış her biri bir Conte Agüero olan bu güruhun yardımıyla, kamuoyunu nasıl yanılttığı ortaya
çıkmıştı; bu adamlar, halkı aldatmak amacıyla her gün boşu boşuna konuşuyorlardı.
Bu sıkıntılı günlerde, sonunda çadır bezinden yapılmış bir hamağa sahip olabildim. Çadır bezinden
hamak değerli bir şeydi ve benim, katı bir biçimde uygulanan bir gerilla kuralı nedeniyle, şimdiye dek
çadır bezinden hamağım olmamıştı. Bu kurala göre, çadır bezinden hamak, daha önce kendisine çuval
bezinden hamak yapmış gerillalara veriliyordu. Amaç, gerillaların tembel tembel oturmasını önlemekti.
Herkes çuval bezinden hamak yapabilirdi, elimize geçen çadır bezinden yapılmış hamaklar da, çuval
bezinden hamağa sahip olanlara veriliyordu. Ne var ki ben, çuval hamaklarda yatamıyordum, çünkü
çuval elyafına karşı alerjim vardı. Bu yüzden yerde yatmak zorundaydım. Bu gidişle, hiçbir zaman çadır
bezinden hamağa sahip olamayacaktım. Bir kısır döngü içerisindeydim. Bu gibi günlük küçük olaylar, her
gerilla birliğinde yaşanan bireysel sıkıntıların bir parçasıdır ve bir gerilla birliği için de, son derece tipiktir.
Ama, Fidel, sorunun [sayfa 76] ayırımına varmış, kuralların tersine, bana keten bezinden yapılmış bir
hamak verdirtmişti. Hep anımsıyorum; Palma Mocha'ya varmak için son dağ eteğini de aşmıştık, La
Plata nehri kıyısındaydık, ilk atımızı yiyeli bir gün olmuştu.
Atın yenmesi, bizim için, lüks bir yemek olmaktan öte bir şeydi; adamların koşullara uyum sağlayıp
sağlayamadıklarını gösteren bir sınavdı bu. Gerilla birliğimizdeki köylüler, paylarına düşen at etini
yemeyi öfkeyle reddetmişler ve içlerinden bazıları Fajardo'ya katilmiş gibi bakmışlardı. Fajardo'nun daha
önceki mesleği kasaplık olduğu için, bu gibi durumlarda ondan yararlanıyorduk. İlk hayvanın kesilmesi işi
de ona düşmüştü.
Yediğimiz bu ilk at, La Plata'nın öteki yakasındaki köylülerden Popa adlı birinindi. Okuma yazma
seferberliğinden sonra, şimdi artık Popa, okuma yazma öğrenmiş olmalı. Eline Verde Olivo [32] dergisi
geçip bu satırları okuyacak olursa, kulübesinin kapısının üç gerilla askeri tarafından çalındığı geceyi
anımsayacaktır. Gerillacılar, kendisini, haksız yere bir muhbirle karıştırarak, sırtında kocaman yaralar
olan o yaşlı atına el koymuşlardı. Bu atın eti, birkaç saat sonra, bir kısmımız için nefis bir ziyafet,
önyargılı midelere sahip köylüler içinse bir sınav olacaktı. Köylüler, insanın eski dostu olan bu hayvanı
yerken, yamyamlık yaptıklarına inanıyorlardı. [sayfa 77]

12| ÜNLÜ RÖPORTAJ

1957'nin nisan ortalarında eğitim döneminde bulunan ordumuzla, Turquino Tepesi yakınlarında
bulunan Palma Mocha bölgesine geri döndük. Bu dönemde, dağlarda sürdürülecek mücadele için en
yararlı kişiler köylülerdi.
Guillermo Garcia ve Ciro Frias, köylülerden oluşan keşif koluyla birlikte, Sierra'nın bir bölgesinden
ötekine gidip gelerek, haber topluyor, keşif yapıyor, yiyecek arıyorlardı. Kısaca söylendiğinde, onlar
birliğimizin gerçek hareketli öncü gücünü oluşturuyorlardı. O günlerde, daha önceki savaşlardan birinin
gerçekleştiği Arroyo del İnfierno bölgesindeydik. Bizi karşılayan köylüler, burada daha önce yaşanan
saldırı olayını anlattılar. Askerleri doğrudan bizim kamp yerimize getiren adamın kim olduğunu
söylediler. Savaş sırasında kaç kişinin öldüğünü öğrendik. Sonunda, kulaktan kulağa haber yaymakta
çok usta olan köylüler, bu bölgede bütün olup bitenlere ilişkin bizi bilgilendirdiler.
O sıralar radyosuz olan Fidel, köylülerden birinin radyosunu istedi. Böylece, bir savaşçının sırt
çantasında taşınan büyük [sayfa 79] bir radyodan, Havana'dan verilen haberleri, doğrudan dinleme
olanağına kavuştuk. Sözüm ona güvenceler yeniden gündeme getirildiğinden, radyoda daha açık bir dil
kullanılıyordu.
Batista ordusunun onbaşı üniformasını giymiş olan Guillermo Garcia, asker üniforması giymiş iki
companeroyla, düşman ordusuna yerimizi gösteren köylüyü, "albay tarafından çağrıldığı" bahanesiyle
getirmek için harekete geçti. Ertesi gün adamı alıp, getirdiler. Söylenenlere önce inanan adam, perişan
kılıklı ordumuzu görünce, başına gelecekleri anladı. Adam, orduyla ilişkisini büyük bir küstahlıkla anlattı.
Kendi deyişine göre "o Casillas pezevengine" onu kampımıza rahatça sokabileceğini söylemişti, çünkü
kendisi daha önceden öğrenmişti girdimizi çıktımızı. Gelgelelim kimse dinlememişti onu. Birkaç gün
sonra bu muhbir dağlardan birinde idam edildi ve Sierra Maestra'nın tepesine gömüldü.
Aynı günlerde, Celia'nın iki amerikalı gazeteciyle geleceği haberini aldık, gazeteciler Fidel'le
görüşmek istiyorlardı. Aramızda bulunan iki genç gringo[33] vesile olacaktı görüşmeye. Celia ayrıca,
hareketimize sempati duyanlardan toplanmış bir miktar da para göndermişti.
Eski bir tüccar olarak bölgeyi iyi tanıyan Lalo Sardis'ın, Kuzey Amerikalıları, Estrada Palma
bölgesinden getirmesi kararlaştırıldı. O sıralar bölgedeki köylülerle yoğun biçimde ilişki kuruyorduk. Bu
köylüler, bağlantı elemanları olarak hizmet ediyorlar ve giderek büyüyen harekat bölgemizde, bağlantı
merkezleri oluşturabilecek, sürekli kamp yerleri sağlıyorlardı. Bu yolla, yavaş yavaş, birliğimize ikmal
üsleri olarak hizmet eden evler bulduk. Bu evlerde yedek malzeme depoları kurduk. Buralardan
isteklerimize uygun iaşe dağıtımı yapılıyordu. Aynı zamanda buraları, Sierra'nın bir bölgesinden öteki
bölgesine dağ sırtlarından gidip gelerek, acil haber taşıyan haberciler için de, konaklama yeri oluyordu.
[sayfa 80]
Sierra ulaklarının yetenekleri olağanüstüdür; çok uzun yolları kısa sürede alırlar. O nedenle, "yarım
saatlik bir yol", "iki adım ötede" gibi sözlerle verilen bilgiler, bizi durmadan yanıltıyordu. Uzaklık ve
zaman kavramları kent insanınkinden tümden farklıydı.
Lalo Sardinas'a emir verildikten üç gün sonra, altı kişinin, Santo Domingo bölgesinden geçerek
dağlara doğru geldiği bildirildi. Gelenlerin ikisi gazeteci, ikisi kadındı, diğer ikisininse kim olduğunu
bilmiyorduk. Fakat bize gelen haberler çelişkiliydi; Muhafız askerlerinin bir muhbir sayesinde onların
varlığını haber alıp, kaldıkları evi kuşattığı söyleniyordu. Sierra'da haberler korkunç bir hızla yayılır, ama
bu arada çokça değişikliğe uğrar. Camilo bir takımla yola çıktı; kendisine kuzey amerikanları ve onların
yanında olduğunu bildiğimiz Celia Sanchez'i, her ne pahasına olursa olsun, kurtarma emri verilmişti.
Sonunda söz konusu grup sağ salim geldi. Yanlış alarm almamızın nedeni, o zamanlar geri kafalı
köylülerin içinden sıkça çıkan muhbirlerden birinin verdiği bilgiler nedeniyle, Muhafız Birliği'nin yaptığı
harekattı.
Gazeteci Bob Taber ve bir kameraman 23 Nisan'da kampımıza geldi. Companerolardan Celia
Sanchez ve Haydee Santamaria ile kentlerdeki hareketin görevlendirdiği iki kişi de gazetecilere eşlik
etmişti. Bunlar, bugün Las Villas valisi olan, o günse Santiago'daki hareketin başını çeken Marcos ya da
Nicaragua diye anılan Binbaşı İglesias ile, ingilizce bilgisi nedeniyle amerikalılara çevirmenlik yapan
Marcelo Fernandez'di. Fernandez hareketin koordinatörüydü, bugün ise Ulusal Bankanın başkanıdır.
Bu günler protokole uygun biçimde geçti; biz, kuzey amerikalılara gücümüzü göstermeye çalışıyor,
bizim için tehlikeli olabilecek soruları yanıtlamaktan kaçınıyorduk. Bu gazeteciler hakkında hiçbir şey
bilmiyorduk; buna karşın aramızda bulunan üç amerikalıyla yapmak istedikleri röportaj gerçekleşti;
delikanlılar, edindikleri yeni zihniyetle gazetecilerin bütün sorularını çok iyi yanıtladılar. Yaşamımıza
ayak uyduramamalarına [sayfa 81] ve bizimle ortak hiçbir yanlan bulunmamasına karşın, yanımızda
yaşadıkları ilkel hayat, onlara yeni bir ruh kazandırmıştı.
Devrimci savaşımızın en sempatik ve en sevilen savaşçılarından biri olan El Vaquerito da aramıza
bu sıralarda katıldı. Günün birinde, başka bir companeroyla çıkagelen Vaquerito, Camagüey
bölgesindeki Moran kentinden geldiğini ve bir ayı geçkin bir zamandır bizi aradığını söyledi. Böyle
durumlarda yaptığımız gibi, onu sorguya çektik ve politik bakımdan bilinçlenmesi için ilk eğitimi verdik;
bu görev genellikle bana düşüyordu. Herhangi bir politik düşünceye sahip olmayan El Vaquerito, neşeli,
sağlıklı ve her şeyi harika bir serüven olarak gören bir delikanlıydı. Aramıza yalınayak gelmişti. Celia
Sanchez, meksika yapımı ya da benzer bir model, bir çift ayakkabı vermişti ona. El Vaquerito'nun
ayağına yalnızca Celia'nınkiler uyardı zaten; ufak yapılıydı çünkü. Yeni ayakkabıları ve büyük hasır
şapkasıyla Meksikalı sığır çobanlarına benzemişti. Ona El Vaquerito[34] dedik.
Bilindiği gibi, Vaquerito devrimci savaşın sonunu göremedi. Santa Clara'nın elimize geçmesinden bir
gün önce, Sekizinci Bölüğün "İntihar Mangası"nın komutanı olarak, düştü. Onun olağanüstü neşesini,
sürekli keyifli oluşunu, tehlikelere meydan okuyuşundaki ilginç ve inanılmaz biçimi hepimiz anımsıyoruz.
Olağanüstü bir palavracıydı El Vaquerito. Gerçekleri öylesine süsler püslerdi ki, dinleyenler için, artık
gerçek tanınmaz olurdu. Fakat, gerek ilk zamanlarda haberci olarak, gerekse daha sonra asker ya da
"İntihar Mangası" komutanı olarak gerçekleştirdiği eylemlerinde, kendisi için gerçekle hayalin kesin
çizgilerle birbirinden ayrılmadığını gösterdi. Durmadan çalışan beyninin ürettiği hayalleri, savaş alanında
da aynen uyguladı. Devrimci savaş sona erdiğinde kendisinin göremediği o dönemde, onun sınırsız
cesareti artık efsaneleşmişti. [sayfa 82]
Bir kez, birlikte sık sık verdiğimiz seminerlerden birini bitirdikten sonra, ona, hayatı hakkında soru
sormak aklıma geldi. Bize katılan epey olmuştu. Hayatını anlatmaya başlayan El Vaquerito konuşurken,
biz de, ona fark ettirmeden not alıp hesap yapıyorduk. Sayısız parlak anılarını anlatmayı bitirince, kaç
yaşında olduğunu sorduk. Vaquerito yirminin biraz üzerindeydi. Ne var ki anlattığı bütün kahramanlıklar
ve gerçekleştirdiği büyük işler hesaplandığında, ilk kahramanlıklarını doğmadan beş yıl önce yaptığı
görülüyordu.
Companero Nicaragua, Santiago'da, başkanlık sarayına yapılan saldırıdan kalan başka silahların da
bulunduğu haberini getirmişti. Söylediğine göre bunlar on makineli tüfek, Johnson tipi onbir tüfek ve altı
karabinaydı. Başka silahlar da vardı, ama Miranda Şeker Fabrikası'nın bulunduğu bölgede yeni bir
cephenin açılması planlanıyordu. Fidel bu plana karşı çıktı ve bu ikinci cephe için sadece birkaç silah
alınmasına izin verdi. Diğer bütün silahlar, cephemizi güçlendirmek için, buraya, dağlara getirilecekti.
Bazı muhafız birliklerinin bölgede dolaşması nedeniyle, onlarla karşılaşmamak için, yürüyüşümüzü
sürdürdük. Fakat yürüyüşe geçmeden önce Turquino Dağına çıkma kararı aldık; bu en yüksek zirveye
çıkışın bizim için neredeyse mistik bir anlamı vardı, öte yandan zaten oraya epeyce yaklaşmış
bulunuyorduk.
Turquino Tepesine bütün birlik çıktı ve Bob Taber, hareketin sözcüleriyle yaptığı röportajı yukarıda
bitirdi. Televizyonda gösterilen bir de film yapmıştı; o zamanlar henüz bu kadar çok korkmuyorlardı
bizden. (O sıralarda bize katılan bir köylünün, Fidel'i öldürmesi halinde, Casillas'ın kendisine 300 peso
ve gebe bir inek vermeyi vaat ettiğini söylemesi, dikkate değerdir.) Görülüyor ki, yüce önderimizin başına
değer biçme konusunda yanılan, sadece kuzey Amerikalılar değildi.
Yanımızda bulunan bir yükseklik ölçerine göre, Turguino Tepesi deniz seviyesinden 1850 metre
yüksekte bulunuyordu. [sayfa 83] Bunu ilginç bir durum olarak kaydetmiştim. Bu aleti hiç denememiştik,
fakat deniz seviyesinde iyi çalışıyordu. Ancak, aletin gösterdiği yükseklik, Turquino için verilen resmi
rakamdan çok farklıydı.
Bir düşman bölüğü arkamızda olduğundan, Guillermo komutasında bir grup companeroya, bölükle
çatışma emri verildi. Astım krizim nedeniyle kolun en sonunda yürüyor ve fazla yorgunluğa
gelemiyordum. Şimdiye kadar taşıdığım Thomson makineli tüfeğim de, çatışmaya katılamayacağımdan
ötürü elimden alınmıştı. Tüfeğimi üç gün sonra geri verdiler, bu üç gün, Sierra'da yaşadığım en kötü
günlerdi. Her gün askerlerle karşılaşabileceğimiz bir anda, silahsız kalmıştım.
1957 yılının mayıs ayında, gazeteci Bob Taberie birlikte, iki kuzey Amerikalı da birliğimizden ayrıldı.
Gazeteci röportajını bitirmiş ve hepsi sağ salim Guantanamo'ya varmışlardı. Maestra'nın sırtlarında ya
da yamaçlarında ağır ağır yürümeye devam ediyorduk. İlişkiler kuruyor, yeni bölgeleri keşfediyor, devrim
ateşini ve "Barbudos"[35] diye anılan birliğimizin efsaneleşmiş ününü, Sierra'nın başka bölgelerine
yayıyorduk. Maestra'ya yeni bir ruh gelmişti. Köylüler, eskiden olduğu gibi korkuya kapılmaksızın
geliyorlardı bizi karşılamaya, biz de köylülerin varlığından çekinmiyorduk. Çünkü gücümüz önemli ölçüde
artmıştı, Batista ordusunun herhangi bir ani saldırısına karşı daha güvenlikli hissediyorduk kendimizi.
Köylülerimizle de daha yakın bir ilişki içindeydik artık. [sayfa 84]

13| YÜRÜYÜŞ GÜNLERİ

Mayıs'ın ilk onbeş günü, hedefimize doğru durmadan yürüdük. Ayın başında Sierra Maestra'da,
Turquino Dağı'na yakın bir tepeye vardık. Daha sonra, devrimci savaşta birçok olaya sahne olacak
bölgelerden, Santa Ana ve El Hombrito'dan, sonra da Pico Verde'den geçtik. Maestra'da Escuedro'nun
evini bulduk ve Loma del Burro dağına kadar yürüdük. Santiago'dan geleceği ve Lama del Burro
bölgesinde depolanacağı söylenen silahları getirmek için doğuya doğru gidiyorduk; silahların bulunduğu
yer El Oro de Guisa'ya epeyce yakındı. İki hafta süren bu yürüyüş sırasında, önemsiz bir görevi yerine
getirirken, bir gece yanlış yola girdim. Birliğimizi, El Hombrito denilen yerde buluncaya kadar, üç gün
süreyle kaybolmuştum. İşte bu günlerde, sırt çantamızda, kendi başımıza hayatta kalabilmemiz için
gerekli her şeyi taşıdığımızın farkına vardım. Çok önemli olan tuz ve yağ; süttozu da dahil olmak üzere
bir miktar konserve yiyecek; uyumak, ateş yakmak ve yemek yapmak için gerekli olan herşey ve o
zamana kadar çok güvendiğim bir araç olan pusula. [sayfa 85]
Kaybolduğumu anlayınca, kaybolduğum gecenin sabahı, yönümü saptamak için elime pusulayı alıp,
iyice çıkmaza girdiğimin farkına varıncaya kadar, bir buçuk gün yürüdüm. Sonunda bir köylü kulübesine
rastlayarak onlardan direniş ordusunun kamp yerine giden doğru yolu öğrendim. Sonraları, Sierra
Maestra gibi engebeli bir arazide, pusulanın, yaklaşık olarak yön bulmaya yaradığını anladık; kesin
yürüyüş rotaları saptamak olanaksızdı. Yürüyüş rotasını, bölgeyi bilen kılavuzların yardımıyla belirlemek
gerekiyordu, ya da bölge tanınmalıydı. El Hombrito bölgesinde eylem yapma görevi bana verildiğinde,
bölgeyi hepimiz çok yakından biliyorduk artık.
Gerilla kolumuzu, söz konusu bölgede yeniden bulduğum zaman, çok duygulanmıştım, çünkü benim
için içten bir karşılama yapılmıştı. Geldiğim sırada, üç muhbiri yargılamak için kurulan halk mahkemesi
yeni bitmiş ve içlerinden Napoleon adlı biri, ölüme mahkum edilmişti. Halk mahkemesinin başkanı
Camilo'ydu.
Bu dönemde doktor olarak görev almıştım. Geçtiğimiz her yerleşim merkezinde, her küçük köyde
hastaları muayene ediyordum. Tekdüze bir görevdi bu, çünkü verebileceğim çok fazla ilaç yoktu ve
Sierra'da hastalıklar da birbirinin aynıydı. Zamanından önce yaşlanmış dişsiz kadınlar, şiş karınlı,
solucanlı, raşitik çocuklar ve genel bir vitamin eksikliği vardı Sierra Maestra'da. Bugün bile, eskisinden
çok daha az olmasına karşın, bu hastalıklara rastlanıyor. Bu hastalıklı annelerin çocukları bugün
"Camilo Cienfuegos" okul sitesine gidiyorlar, artık büyüdüler ve sağlıkları yerinde. Bu genç insanlar, okul
kampusumuzun bakımsız, gıdasız öğrencilerinden çok farklılar.
Hastalıklarının nedenini öğrenmek için, neredeyse dini bir hava içinde muayene olmaya gelen
kadınlardan birinin kızını anımsıyorum. Sonunda annesine sıra geldiğinde, onu muayene edişimi
-muayene odam tek odalı bir kulübeydi-merakla izleyen küçük kız, şöyle demişti: "Anne, bu doktor
herkese aynı şeyi söylüyor." [sayfa 86]
Gerçekten de böyleydi, bilgim daha fazlasına yetmiyordu, ayrıca gelenlerin hepsinin derdi aynıydı ve
hepsi de, farkına varmaksızın, bana aynı acıklı öyküyü anlatıyorlardı. Böyle bir anda doktor, genç yaşta
birçok çocuk doğurmuş genç annenin, dereden eve bir kova su taşıdığında bitkin düşmesinin nedeninin
az ve kötü beslenerek çok çalışmak olduğunu söyleseydi, ne anlamı olurdu bunun? Kadın hayatı
boyunca dereden eve su taşıdığı için, bugünkü bitkinliğinin nedeni, onun için anlaşılmazdır. Sierra'da
insanlar, yabani otlar gibi yaşarlar; bakımsız, özensiz. Ve angaryayla çabucak harcarlar kendilerini. Bu
çalışmalarımız sırasında, halkın yaşamında kesin bir dönüşümün zorunlu olduğu, bilincimize derin
biçimde yerleşmişti. Toprak reformu düşüncesi kesin bir çerçeve kazanıyor, halkla birlikte olma, kuram
olmaktan çıkıp en önemli amacımızı oluşturuyordu.
Gerilla ve köylülük giderek kaynaşmaya başlamıştı. Uzun yolun hangi anında bu kaynaşmanın
gerçekleştiğini, söylenenlerin ne zaman yaşayan gerçeğe dönüştüğünü ve köylülükle kopmaz biçimde
ne zaman birleştiğimizi kimse söyleyemez elbette. Ancak, kendi açımdan şunu söyleyebilirim: Sierra'daki
köylülerle doktor olarak ilgilenmem, benim kendiliğindenci ve biraz şiirsel kararımı, daha değerli, net ve
sağlam bir görüşe dönüştürdü. Sierra Maestra'nın acı çeken bu dürüst insanları, devrimci ideolojimizin
biçimlenmesinde oynadıkları rolün hiç bir zaman farkında olmamışlardı.
Guillermo Garcia, burada yüzbaşı rütbesine yükseltildi ve gerilla koluna yeni katılan bütün köylülerin
komutasını üzerine aldı. Belki de companero Guillermo bu tarihi anımsamayacaktır bile; günlüğüme
kaydetmiştim: 6 Mayıs 1957.
Ertesi gün Haydee Santamaria aramızdan ayrıldı. Fidel'den aldığı kesin talimatlara göre gerekli
ilişkileri kuracaktı. Ama, bir gün sonra, bize silahları getirmekle görevli, Nicaragua diye anılan Binbaşı
İglasias'ın tutuklandığı haberini aldık. Bu haber bizi çok huzursuz etti, çünkü bu durumda, silahların bize
nasıl ulaşacağını bilmiyorduk. Buna karşın, hedefi değiştirmeksizin yürüyüşümüzü sürdürdük. [sayfa 87]
Sierra Maestra'nın kenarında, Pino del Agua yakınlarında bir dağ geçidine vardık. Terkedilmiş bir
oduncu kampıydı burası, iki tane de boş kulübe vardı. Devriyelerimizden biri, çevredeki karayolunun
yakınında, Batista ordusunda onbaşı rütbesiyle görev yapan birini yakaladı. Bu onbaşı, Machado
döneminden beri işlediği suçlarla ün yapmıştı. O nedenle birliğimizden bazıları, onu idam etmemizi
önerdi. Ama Fidel, adamın cezalandırılmasına karşı çıktı. Onbaşı bizim tutsağımız olarak kalacaktı.
Aramıza yeni katılmış, henüz uzun menzilli silaha sahip olmayan savaşçılara, onu bekleme görevi
verildi. Ayrıca kendisine, kaçmaya kalkıştığı takdirde, bunu hayatıyla ödeyeceği de bildirildi.
Birçoğumuz yürüyüşü sürdürdük; silahların kararlaştırılan yere gelip gelmediğine bakacak, eğer
geldiyse taşıyacaktık. Oldukça uzun bir yürüyüştü, neyse ki yükümüz yoktu. Sırt çantalarımız
tutsağımızın da bulunduğu kampta kalmıştı. Yürüyüş sonuç vermedi; silahlar yoktu. Tersliğin nedeninin
Nicaragua'nın tutuklanması olduğunu düşündük tabii. Bir dükkandan epeyce çok yiyecek maddesi alarak
geriye döndük. Gerçi beklenen yükü getirememiştik, ama bu getirdiklerimiz de herkesi sevindirdi.
Geldiğimiz yolu izleyerek, yorgun argın ağır bir tempoyla yürüyorduk. Sierra Maestra'nın kenarında,
ormanlık olmayan bölgeyi dikkatle geçtik. Birdenbire, biraz ileriden gelen silah sesleri duyduk. Bu bizi
kaygılandırdı, çünkü adamlarımızdan biri, kampa daha çabuk varmak için, önden gitmişti. Bu companero
birliğimizin teğmenlerinden Guillermo Dominguez'di; Santiago'dan takviye için gönderilen arkadaşlardan
biriydi. Kendimizi her türlü tehlikeye hazırlayarak bir keşif kolu çıkardık. Bir süre sonra dönen keşif
koluyla, bir de companero gelmişti. Biz yokken gerillaya katılan ve Crescencio'nun grubuna dahil olan bu
companeronun adı Fiallo'ydu. Ana üssümüzden gelirken yolda bir ceset gördüğünü söyledi. Muhafızlarla
çatışma olmuş, askerler daha büyük bir birliğin üslendiği Pino Del Agua'ya doğru çekilmişler; bu bölge
oldukça [sayfa 88] yakındaydı. Çok dikkatli biçimde yürümeye devam ettik ve yolda bir ceset bulduk.
Cesedi ben inceledim.
Bu hiç kuşkusuz Guillermo Dominguez'in cesediydi. Belden yukarısı çıplaktı, sol dirseğinde bir
kurşun sol göğsünde de süngü yarası vardı ve başı, sözcüğün tam anlamıyla, parçalanmıştı; görünüşe
göre kendi tüfeğinden çıkan kurşunlar neden olmuştu buna, companeromuzun parçalanmış etinde
gömülü kalmış kurşunlar kanıtlıyordu bunu.
Çeşitli verileri inceleyerek neler olduğunu analiz ettik: Muhafızların çıkardığı devriye kolu, büyük bir
olasılıkla tutsak aldığımız onbaşıyı ararken, bir gün önce de aynı yoldan geçtiği için kaygısızca yürüyen
Dominguez'i görmüş ve tutsak etmişti. Fakat, Crescencio'nun adamları yolun öte tarafında bulunan
bizlerle bağlantı kurmuşlar. (Bütün bunlar Sierra Maestra'nın aynı bölgesinde olmuştu.) Onları arkadan
çevirip ateş açınca, askerler geri çekilmişler, kaçmadan önce de companeromuzu katletmişlerdi.
Pino del Agua, Sierra'nın ortasında bulunan bir bıçkı atölyesidir ve muhafızlar, odun naklinde
kullanılan eski bir orman yolundan gidip gelirler. Biz de bu yoldan geçmek zorunda kaldık; suyun
ayrıldığı yerde dar patikamıza ulaşmak için yüz metre kadar yürüdük. Companeromuz, böyle durumlarda
alınması gereken en basit önlemleri almamış ve askerlerle karşılaşmak talihsizliğine uğramıştı. Onun acı
sonu, gelecek için hepimize ders oldu. [sayfa 89]

14| SİLAHLAR GELİYOR

Pino del Agua bıçkı atölyesinin yakınlarında, tutsak onbaşının yanındaki güzelim atı kurban ettik,
çünkü hayvanı böyle bir arazide binmek için kullanamazdık, ayrıca yiyeceğimiz de yoktu. Burada, komik
bir olayı anlatmalıyım: Onbaşı, kendisine ikram ettiğimiz, atının etinden yapılan kızartma ve çorbayı
midesine indirirken, arkadaşından ödünç aldığı -mutlaka geri verilmesi için arkadaşının adını da
söylemişti bize- atına iyi bakmamızı ısrarla istiyordu bizden. Bir atın ya da Sierra'da bulunan öteki
hayvanların eti, bizim için, burun kıvıramayacağımız bir şölendi.
Aynı gün radyodan, Granma seferine katılmış bazı companeroların mahkum edildiği haberini
duyduk, yalnızca bir yargıç, karşı oy kullanmıştı. Bu onurlu davranışı nedeniyle, daha sonra geçici
cumhurbaşkanlığına aday gösterilecek olan bu yargıcın adı Urrutia idi. Gerçek şu ki, tek bir yargıcın
karşı oyunun, onurlu bir jest olmaktan öte bir anlamı yoktu; gerçekten de, o günkü koşullarda bu değerli
bir jestti. Ancak, bu durum, kötü bir cumhurbaşkanı atanması sonucunu verdi. [sayfa 91] Önümüzdeki
politik süreci kavrayamayan, kendi gerici düşünme biçimine uygun olmayan bir devrimin derin anlamının
bilincine varamayan bir adamın karakteri ve kendisine gerçekten uygun bir mevkide bulunmaya karşı
çıkışı yüzünden, bir sürü anlaşmazlıkla boğuşmak zorunda kaldık. Bu anlaşmazlıklar 26 Temmuz'un ilk
kutlama törenlerinde son haddine ulaştı ve Urrutio halkın topyekün karşı çıkması sonucu
cumhurbaşkanlığından istifa etmek zorunda kaldı.
O günlerden birinde, Santiago'dan, Andres adlı bir bağlantı adamı geldi. Söylediğine göre silahlar
güvenlikteydi ve önümüzdeki günlerde getirilecekti. Silahların teslim yeri olarak kıyıda bulunan Babun
kardeşlere ait bir kereste atölyesi seçilmişti. Silahların buraya getirildiğini bu adamlar elbette ki
biliyorlardı. Böyle bir gizli destek sunup devrime katılarak iyi bir iş yaptıklarına inanıyorlardı. (Gelişen
olaylar onları bizden ayırdı. Babun Şirketinin üyelerinden biri, üç oğlunun, Domuzlar Körfezi'nde[36]
yakayı ele veren karşı devrimci güruhun içinde bulunması gibi şerefsiz bir ayrıcalığa sahip olmuştu.)
O dönemde, devrimi kendi çıkarlarına alet edebileceklerini sanan birçok kişi vardı. Bize önemsiz
hizmetlerde bulunuyorlardı; ama daha sonra, bunlar, yeni iktidara kendi isteklerini kabul ettirmeye
kalkıştılar. Babun kardeşlerin bütün sorunu ormanlardaki ağaçların dilediklerince kesilmesi ve köylülerin
sürülmesi için imtiyaz talebiydi. Böylece Babun ailesinin toprakları genişletilecekti. Babun ailesi gibi,
başka hesapları olan kuzey Amerikalı bir gazeteci de o günlerde aramıza katıldı. Macar asıllı olan bu
gazeteci bize en masum yüzünü göstermişti; bir yankee gazetecisi olduğunu söylüyordu. [sayfa 92]
Ne var ki o, bir FBI ajanıydı. Birliğimizde o sıralar kimse ingilizce bilmediği ve yalnızca ben fransızca
konuştuğum için, onunla ilgilenmek görevi bana verilmişti. Doğruyu söylemek gerekirse, bu tehlikeli kişi
olumlu bir etki bırakmıştı bende. Ama gerçek niteliği, bir ajan olarak ortaya çıktığı daha sonraki, ikinci
buluşmada belli oldu.
Pino del Agua'nın kenarından dolaşarak Peladero nehrinin kaynağına yürümekteydik. Peladero
nehrine, yukarıda Arroyo del İndio[37] adında bir dere dökülür. Bu bölgede birkaç gün kalıp yiyecek
maddeleri sağlamış ve aldığımız silahları oraya taşımıştık. Geçtiğimiz küçük köylerde, egemen yasaların
dışında konumlanan, bir tür devrimci halk iktidarı kuruyorduk. Oraları terk ederken, geride kalan
sempatizanlarınızı, bizi olaylar ve düşman ordusunun hareketlerine ilişkin bilgilendirmekle
görevlendiriyorduk. Hayatımız hâlâ ormanlarda geçiyordu. Sadece geceleri, hiç beklenmedik anlarda
rastlıyorduk evlere. Arkadaşlarımızdan bazıları bu evlerde uyurken, çoğunluk her zaman ormanın içinde
kalıyordu. Gündüzleriyse, hepimiz nöbetteydik ve ağaçlar tarafından korunuyorduk.
Bu mevsimde en büyük düşmanımız "Macagüera" diye anılan bir cins at sineğiydi. Yumurtalarını
"Macagua" denen ağaca bıraktığı için, böyle adlandırılıyordu sanırım. Yılın belirli zamanlarında ormanda
birden çoğalırdı. Vücudumuzun açık kısımlarını sokuyordu bu sinek; sokulan yerleri kaşıdığımızdaysa,
pislikten iltihaplanma oluyor, yaralar çıkıyor, bacaklarımızın açık kısımları, bileklerimiz ve boynumuz
"Macagüera"dan izler taşıyordu sürekli.
18 Mayıs'ta, sonunda, silahlar hakkında bilgi alabildik ve ne tür silahlar olduğunu bir ölçüde
öğrenebildik. Haber bütün kampta büyük bir heyecan yarattı; hemen kulaktan kulağa yayılmıştı ve
herkes silahını yenilemeyi umuyordu. Herkesin gizliden gizliye dileği, ya kendisine yeni gelen silahlardan
bir tane düşmesi, ya da yeni silah verilmiş birinin eski silahının -bu silah hasara uğramış ve eski sahibi
tarafından istenmiyor [sayfa 93] da olsa- kendisine verilmesiydi. Gazeteci Bob Taber'in Sierra Maestra'da
çekmiş olduğu filmin, Amerika Birleşik Devletleri'nde gösterildiğini ve büyük başarı kazandığını da
öğrendik. Bu haber, FBI ajanı olmasına karşın, az da olsa gazetecilik hırsına sahip Andrew Saint
George'nin dışında, hepimizi sevindirdi; haberin ilk kez başkası tarafından verilmesi başarısını
engellemişti. Haberi duyduktan bir gün sonra aramızdan ayrıldı ve Babun'ların oturduğu bölgeden bir
yata binerek Santiago de Cuba'ya hareket etti.
Silahların gizlendiği yeri öğrendiğimiz gün, adamlarımızdan birini gizlice ortadan kaybolduğunu fark
ettik. Bu çok tehlikeli olabilirdi, çünkü daha önce de söylediğim gibi, Silahların gelmek üzere olduğunu
herkes biliyordu. Onu aramak için adamlarımızı göndermiştik; birkaç gün sonra, Santiago'ya giden bir
gemiye binmeyi başardığı haberiyle geldiler. Adamın, hükümet makamlarına, silahlar hakkında bilgi
vereceğini anlamıştık. Ne var ki, kısa süre sonra, buradaki hayatın zorluklarına, fizik ve psikolojik olarak
dayanamadığı için kaçtığı ortaya çıktı. Bununla birlikte, güvenlik önlemlerimizi çok arttırdık. Birliğimiz
içinde fizik, ideolojik ve moral yetersizliklere karşı her gün mücadele veriyorduk, ama aldığımız sonuçlar
her zaman hoşnut edici değildi. Çoğu kez, en önemsiz nedenleri ileri sürerek, gerilladan ayrılmak için
izin istiyorlardı. Kendilerine izin verilmediğindeyse kaçıyorlardı. Kaçmanın cezasının, kaçağın ele geçtiği
yerde idam edilmesi olduğunu bildikleri halde, yapıyorlardı bunu.
Sonunda o gece silahlar geldi; bizim için dünyanın en şahane manzarasıydı. Bu ölüm araçları,
savaşçıların istekli gözlerinin önünde, sanki bir sergide gösteriliyorlarmış gibi duruyorlardı: Üç adet
ayaklı makineli tüfek, üç adet Madzen tipi hafif makineli tüfek, dokuz adet M-I karabina, on adet Johnson
otomatik tüfek ve toplam altıbin adet kurşun. Her karabina için 45 tane bulunmasına karşın, kurşunlar,
savaşçıların Sierra'da bulundukları süre ve kazandıkları başarılara göre dağıtıldı. En çok sevilen
silahlardan olan bu M-I'lerden biri, [sayfa 94] bugün binbaşı olan Ramiro Valdes'e, ikisiyse, Camilo'nun
liderliğindeki öncü güce verildi. Karabinalardan dördü de makineli tüfekleri korumak için kullanılacaktı.
Hafif makinelilerden biri Yüzbaşı Jorge Sotus'un, biri Almeida'nın takımına düştü. Üçüncü hafif makineli
de, kurmaya ayrıldı; makineliyi kullanmakla ben görevlendirilmiştim. Ayaklı makineli tüfekleri Raul,
Guillermo Garcia ve Crescencio Perez aldılar. Savaşa doğrudan katılımım böylece başlamış oldu. Gerçi
zaman zaman çatışmalara katılmışta, fakat temel görevim doktorluk olmuştu. Benim için Sierra'da yeni
bir dönem başlıyordu.
Eski ve kalitesiz makineli tüfeğin bana verildiği anı hiç unutmuyorum; o günlerde gerçek bir
kazanımdı bu. Tüfeği kullanmada bana yardımcı olmak üzere, dört kişi ayrılmıştı. Bu dört kişinin yaşamı,
sonradan çok farklı süreçler izledi. Bunlardan Pupo ve Manolo Beaton kardeşler, Binbaşı Cristino
Naranjo'yu öldürdükten sonra, Oriente dağlarında bir köylü tarafından yakalanıncaya kadar, devrime
karşı mücadele ettikleri için, devrim tarafından idam edildiler. O zamanlar onbeş yaşında olan Joel
İglesias ise bugün Genç Devrimcilerin başkanı ve Devrimci Ordunun binbaşısı olmuştur. Makineli tüfeğin
çok ağır olan şarjörlerini her zaman İglesias taşımak zorunda kalırdı. Dördüncü yardımcımsa, bugün
ordumuzda teğmen rütbesiyle görev yapmaktadır. Adı Onate'ydi, ama biz ona sevgiyle Cantinflas[38]
derdik. Silahların gelmesiyle birliğimizin serüveni sona ermiyordu elbette; savaş azmine ve ideolojik
sağlamlığa da ulaşılacaktı daha. Birkaç gün sonra, 23 Mayıs'ta, Fidel, bazı adamları, bu arada bütün bir
mangayı, savaş dışı bırakma kararı aldı. Böylece savaş gücümüz 127 kişiye indirilmişti; çoğunluğun
silahı vardı; seksen kişiyse iyi silahlarla donanmıştı.
Komutanı da dahil saf dışı bırakılan mangadan yalnızca Crucito adlı biri kalmıştı. Crucito daha
sonraları en sevilen [sayfa 95] savaşçılarımızdan biri oldu. Bir halk ozanı olan Crucito, Granma seferine
katılmış kentli ozan Calbcto Morales'le uzun yarışmalar yapardı. Morales, kendi kendine "kırların
bülbülü" lakabını takmıştı. Crucito kendi söylediği köylü türkülerinde ("Decimas guajiras" [39]) şakacı bir
nakaratla karşılardı Calixto'nun lakabını: "Ben de Sierra'nın ispinozuyum."
Bu mükemmel companero, Granma'ya kadar gerilere giderek devrimin bütün öyküsünü
türküleştirmişti; boş bulunduğu her an, bir yandan piposunu tüttürüp bir yandan türkü yakardı. Sierra'da
kağıt çok az bulunduğu için, türküleri kurguladığı gibi hemen ezberine alırdı. O nedenle, Pino del Agua
çarpışmasında, bir kurşun hayatına son verince, türküler de yitti.
Kereste atölyesinin bulunduğu bölgede, Raul'la Fidel'in çocukluklarından beri tanıdıkları Enrique
Lopez'in bize çok yardımı oldu. O sıralar Babun'ların yanında çalışan Lopez, bağlantı adamımızdı.
Böylece yiyecek maddeleri bulabiliyor ve bütün bölgede tehlikesizce hareket edebiliyorduk. Bölgedeki
yollarda orduya ait kamyonlar vızır vızır işliyordu. Birçok kez, birkaç kamyon ele geçirmek için pusu
kurmamıza karşın, hiçbirinde başarılı olamadık. Belki de gelecekte gerçekleştireceğimiz bir harekatın
başarısı için, böylesi daha iyi oldu. Bütün savaş sürecinde en büyük psikolojik etkiyi yaratan savaşlardan
biri olan El Üvero çarpışmasından söz ediyorum.
25 Mayıs'ta, Calixto Sanchez komutasında bir birliğin, "El Corinthia" adlı bir gemiyle Mayari'de
karaya çıktığını öğrendik. Birkaç gün sonra, bu seferin felaketle sonuçlandığını haber alacaktık; Prio[40]
onlara eşlik etmeyi düşünmeden, [sayfa 96] adamlarını Ölüme göndermişti. Bu haber bize, düşman
kuvvetlerinin dikkatini başka yöne çekmenin ne kadar gerekli olduğunu göstermişti. Böylece adamlar,
uygun bir bölgeye ulaşıp, orada toparlanarak eylemlerine başlayabileceklerdi. Bu çıkarmanın ne gerçek
amaçlarını ne de toplumsal bileşimini bilmemize karşın, yalnızca o savaşçılarla dayanışmak için yaptık
bunu.
Bu sırada Fidel'le benim aramda ilginç bir tartışma geçti: Ben, orduya ait kamyonlardan birini ele
geçirme fırsatını kaçırmamaktan yanaydım; kamyonları, kaygısızca gelip geçtikleri karayolunda
kıstırmalıydık. Ancak, Fidel'in kafasında El Üvero eylemi çoktan biçimlenmişti.
El Üvero garnizonunu ele geçirmemizin daha fazla ilgi çekeceğini ve etkisinin daha yoğun olacağını
söyledi. Böyle bir eylemin psikolojik etkisi daha büyük olacak, bütün ülkede duyulacaktı, oysa bir
kamyonun ele geçirilmesinde bu sonuçlara ulaşmak olanaksızdı. Düşman, karayolunda meydana gelen
bir kazada birkaç ölü ve yaralı olduğunu duyuracaktı. Gerçi halk, kuşkuyla karşılayacaktı böyle bir
haberi, ama yine de Sierra'da gerçek savaş gücümüze ilişkin veri olmayacaktı bu eylem. Bununla
birlikte, koşullar uygun olduğunda, bir askeri kamyon ele geçirme fikri, bir kenara atılmamalıydı, ama
mücadelemizin ağırlık noktasını oluşturmamalıydı bu plan.
Bugün, Fidel'in El Üvero eylemine karar vermesine karşın, benim ikna olmadığım bu tartışmadan
yıllar sonra, Fidel'in değerlendirmesinin doğru olduğunu söylemeliyim. Bölgeden kamyonla geçen bir
düşman devriyesine karşı girişeceğimiz tek bir eylem, bizim açımızdan verimli olmayacaktı. Ne var ki o
dönemde, mücadele hırsıyla o kadar doluyduk ki, sabırsızca en etkili biçimde harekete geçmek
istiyorduk. Belki de, daha uzaktaki hedefleri görebilecek uzak görüşlülükte değildik. Bu tartışmadan
sonra, El Üvero eyleminin son hazırlıklarına giriştik. [sayfa 97]

15| EL UVERO ÇARPIŞMASI


28 MAYIS 1957

Saldırı hedefimizi saptadıktan sonra, bunun nasıl yapılacağını da tam olarak kararlaştırmamız
gerekiyordu. Çözmek zorunda olduğumuz bir sürü önemli sorun vardı. Örneğin, orada üslenmiş asker
sayısı neydi, kaç nöbetçi vardı, kullandıkları haberleşme sistemi nasıldı, hangi yollar oraya çıkıyordu,
sivil halk ne durumdaydı ve bölgeye ne şekilde yayılmıştı, vs. Bütün bu sorunları çözmede companero
Cardero bize mükemmel biçimde yararlı oldu. Bugün devrimci orduda binbaşı olan Cardero,
yanılmıyorsam, kereste fabrikasının yöneticisinin damadıydı.
Ordunun, bizim buralarda bulunduğumuzdan az çok bilgisi olduğunu sezinliyorduk, çünkü üstlerinde
ordu kimliği bulunan iki muhbir ele geçirilmişti. Adamlar kendilerinin Casillas tarafından, direniş
ordusunun yerini ve toplanma noktalarını öğrenmek için gönderildiklerini itiraf ettiler. Bağışlanmaları için
yalvaran adamların sundukları görüntü itici ama aynı zamanda acıklıydı, ama o zorlu anlarda, savaş
yasaları göz ardı edilemezdi; iki casus ertesi gün idam edildiler. [sayfa 99]
Aynı gün, 27 Mayıs'ta bütün subaylar genel kurmayda toplandılar. Fidel, önümüzdeki kırksekiz saat
içinde bir çarpışmaya gireceğimizi, bu nedenle adamlarımızı ve silahlarımızı hazırlayarak yürüyüşe hazır
beklememizi bildirdi. O toplantıda kesin talimatlar almamıştık henüz.
El Üvero üssünün bütün giriş çıkışlarını ve oraya açılan yolları çok iyi bilen Caldero, bize kılavuzluk
yapacaktı. O gece harekete geçtik. 16 kilometrelik uzun bir yürüyüştü, neyse ki, Babun şirketi tarafından,
fabrikaları için özel olarak yaptırılan yollardan yürüyorduk. Yine de yürüyüşümüz sekiz saat sürdü, çünkü
aldığımız özel önlemler hızımızı düşürmüştü. Tehlike bölgesine yaklaştıkça bu önlemler daha da gerekli
oluyordu. Sonunda, saldırı için emir verildi. Görevimizin ne olduğunu anlamakta zorlanmadık; nöbetçi
kulelerini ele geçirecek ve ahşaptan yapılmış garnizonu şiddetli bir kurşun yağmuruna tutacaktık.
Garnizonun, etrafa serpiştirilmiş tahta barikatlardan başka önemli savunma noktaları olmadığını
biliyorduk. En güçlü noktalarsa, içlerinde üç ya da dört askerin bulunduğu, garnizonun çevresine stratejik
yerlere yerleştirilmiş nöbetçi kuleleriydi. Garnizon bir tepenin eteğinde kurulmuştu. Savaşı yönetecek
olan kurmayımız buraya yerleşecekti. Binaya, yakındaki ormanın çalıları arasına gizlenerek, birkaç
metre kalıncaya dek yaklaşılabilirdi. Kadın ve çocukların bulunduğu yerleşim bölgesine ateş etmemiz
kesin olarak yasaklanmıştı. Saldırıdan haberli olmasına karşın kuşku çekmemek için yerinden
ayrılmayan kereste fabrikası yöneticisinin karısı da burada oturuyordu. Saldırı yerine geldiğimiz anda en
büyük kaygımız sivil halktı.
El Üvero garnizonu, deniz kıyısında olduğu için, üç yönden saldırarak kuşatabilirdik. Peladero'dan
gelen zaman zaman bizim de kullandığımız kıyıdaki yolu denetleyen nöbetçi kulesine Jorge Sotus ve
Garcia Guillermo'nun komutasındaki takımlar saldıracaktı. Almeida'nın görevi, dağın karşısındaki
(yaklaşık kuzeye düşen) kuleyi tasfiye etmekti. Fidel, [sayfa 100] garnizona bakan tepede bulunacaktı.
Raul ise cepheden saldıracaktı. Makineli tüfeğim ve yardımcılarımla bana, ara bir yerde mevzilenmek
görevi verildi. Plana göre Camilo ve Almeijeira önden, Raul ile benim mevzilerimizin arasından saldırıya
geçeceklerdi. Fakat karanlıkta yönlerini şaşırarak benim sağımdan hücuma kalkacakları yerde solumdan
kalktılar. Crescencio Perez takımıyla, El Üvero'dan Chivirico'ya giden yolda ilerleyerek buradan
gelebilecek herhangi bir takviyeyi engelleyecekti.
Yaptığımız ani saldırı nedeniyle eylemin kısa sürede biteceğini sanmıştık; oysa dakikalar geçiyor ve
biz, bir türlü askerlere üstünlük sağlayamıyorduk. Haberler, kılavuzlarımız Cardero ve Eligio Mendoza
adlı, bölgeyi tanıyan biri tarafından getirilip götürülüyordu. Şafağın sökmeye başlayacağını haber veren
alacakaranlığı fark ediyorduk; günün ışımasına az kalmıştı. Fakat biz hâlâ, nöbetçi kulelerini ele
geçirebileceğimiz konumlara yaklaşamamıştık. Jorge Sotus bulunduğu mevziden, kendisine hedef
olarak verilen noktayı kontrol altıda tutamadığını bildirdi, fakat mevziyi değiştirmek için artık çok geçti.
Fidel dürbünlü tüfeğiyle ateşe başlayınca, atışa garnizondan verilen karşılık sonucu, garnizonun yerini
seçebilmiştik. Konumum biraz yüksekçe bir yerde olduğundan çok iyi görebiliyordum; bununla birlikte,
hedef oldukça uzakta bulunduğundan, daha iyi mevzi alabilmek için, yaklaşmak zorundaydık.
Herkes ilerliyordu. Almeida, küçük garnizonun girişinin bir bölümünü savunan nöbetçilere doğru
hareket etti. Sol yanımda Camilo'nun beresini gördüm; fransız lejyonerleri gibi, beresinin altından
ensesine doğru bir mendil sarkıtmıştı, ama beresinde hareketimizin işareti görülüyordu. Her taraftan
atılan kurşunlar arasında ilerliyor, bu arada, bu tür bir savaşın gerektirdiği bütün önlemleri alıyorduk.
Küçük takımımıza, dahil oldukları birliklerden kopmuş savaşçılar da katılmıştı; "Bomba"[41] diye
anılan Pilon'lu bir [sayfa 101] companero, companero Mario Lealve Acuna yeni katılanlar arasındaydı ve
neredeyse yeni bir savaş birliği oluşturmuşlardı. Direniş şiddetlenmiş, biz de düz ve açıklık bir alana,
varmıştık; burada ilerlerken sayısız önlem almamız gerekiyordu, çünkü düşman aralıksız ve isabetli
biçimde ateş etmekteydi. Bulunduğum mevziden, düşmanın ileri karakolundan elli altmış metre
uzaklıkta, iki askerin öndeki siperden fırladığını gördüm. Ateş ettim, fakat ikisi de bizim için dokunulmaz
olan köy evlerine kaçıp kurtuldular. İlerlemeye devam ettik. Düşmanla aramızda dar bir arazi parçası
kalmıştı ve ortalıkta gizlenebilecek tek bir ot bile yoktu; kurşunlar ıslık çalarak geçiyordu her yanımızdan.
Bu anda, savaşın tam ortasında, yanı başımda bir inleme ve birkaç haykırış duydum. Yaralı bir düşman
askeri olduğunu sandığım için, sürünerek ilerledim ve onu teslim olmaya çağırdım. Gel gör ki duyduğum
ses, başından yara almış companero Leal'indi; kurşun başının yanından girmiş ve çıkmıştı. Kendinden
geçen Leal'in vücudunun bir tarafı da felç olmuştu; hangi tarafıydı şimdi anımsamıyorum. Yanımda
kullanabileceğim hiçbir şey yoktu, bu yüzden cebimdeki bir kağıt parçasıyla yaraların üstünü örttüm. Biz
saldırıya devam ederken Joel İglesias da onun başında kaldı. Kısa süre sonra da Acuna yaralandı.
İlerlememizi sürdürmeksizin çarpışıyorduk. Önümüzde, oldukça iyi kazılmış siperler vardı, ateşimize
buradan karşılık veriyorlardı. Cesaretimizi yeniden toplayıp, garnizonu bir yıldırım baskınla -bu direnişi
kırmanın tek yoluydu- ele geçirmeye karar vererek uygulamaya geçince, garnizon teslim oldu.
Bunları anlatmak birkaç dakika sürüyor, fakat ilk kurşundan, garnizonu teslim alıncaya kadar iki saat
kırkbeş dakika geçmişti. Sol yanımda öncülerden bir kısım companero -sanırım Victor Mora ve
diğerleriydi- son direnişte bulunan birçok askeri tutsak etmişlerdi. Bizim karşımızdaki ahşap siperden
dışarı çıkan bir asker de hareketleriyle silahını teslim etmek istediğini anlattı bize. Artık her taraftan
teslim olduklarını [sayfa 102] bildiren sesler geliyordu. Hızla garnizona yaklaştığımızda bir makineli tüfek
salvosu duyuldu. Daha sonra, Teğmen Nano Diaz'ın bu ateş sonucu öldüğünü öğrendim.
Benim makineli tüfeğimin ateşinden kaçan iki askeri ve doktorla asistanlarını tutsak aldığımız köye
kadar geldik. Ak saçlı, sakin bir adam olan doktorun daha sonraki yaşamı hakkında bilgim yok; bugün
devrime katkıda bulunup bulunmadığını bilmiyorum. Ama o günlere ilişkin ilginç bir anım vardır onunla:
Tıp alanında hiçbir zaman derin bilgim olmadı. Ayrıca, o an çok sayıda yaralı vardı ve benim temel
görevim yaralılarla ilgilenmek değildi. Fakat, yaralıları askeri doktora teslim etmek istediğimde, kaç
yaşında olduğumu ve okulu ne zaman bitirdiğimi sordu. Okulu bitireli birkaç yıl olduğunu söyleyince açık
açık şöyle dedi bana: "Bak delikanlı, bunlarla sen ilgilensen daha iyi olur, çünkü ben yeni mezun oldum,
deneyimim çok az." Deneyimsizliği ve tutsak olarak içinde bulunduğu durumdan kaynaklanan korkusu
sonucu, en temel tıp bilgilerini bile unutmuştu. Bir kez daha silahı bırakıp doktor önlüğünü giymem
gerekiyordu. Gerçekte, sadece elimi yıkamamdan ibaretti bu değişiklik.
En kanlı çarpışmalardan biri olan El Üvero çarpışmasından sonra verileri bir araya topladık. Bu,
şimdiye kadar, benim katılımım temelinde, benim açımdan anlatılanın dışında, çarpışmanın genel bir
görüntüsünü vermektedir. Çarpışma aşağı yukarı şöyle olmuştu: Fidel ilk ateşi açarak saldırı emrini
verince, herkes, saptanmış hedeflere doğru ilerlemeye başlamıştı. Ordu, genel olarak,
başkomutanımızın savaşı yönettiği tepeyi hedefleyen şiddetli bir kurşun yağmuruyla karşılık veriyordu.
Harekat başladıktan birkaç dakika sonra, Julito Diaz, Fidel'in yanı başında düştü; kurşun başına isabet
etmişti. Dakikalar geçiyor, direniş şiddetleniyor, oysa biz hedeflerimiz için henüz tehlike yaratamıyorduk.
Merkezde en önemli görev Almeida'nındı; garnizona cepheden saldıracak olan kendisinin ve Raul'un
takımının ilerleyebilmesi için, nöbetçi kulelerini, her ne pahasına olursa olsun yok edecekti.[sayfa 103]
Companeroların anlattığına göre, kılavuzumuz Eligio Mendoza, tüfeğini alıp çarpışmaya atılmıştı;
batıl inançlı biri olan Mendoza, bir "aziz" tarafından korunduğuna inanmaktaydı. Ona dikkatli olması
söylendiğinde, küçümseyici bir tavırla, kendisini "azizinin" her şeye karşı koruyacağını belirtmişti. Ama
birkaç dakika sonra sözcüğün tam anlamıyla vücudunu parçalayan bir kurşunla can vermekten
kurtulamadı. Çok iyi siperlenmiş düşman birlikleri, birçok kayıp verdirterek bizi geriye püskürttü.
Merkezden ilerlemek çok güçtü. Peladero'dan gelen yol bölümünde ise Jorge Sotus, El Policia [42] diye
anılan bir yardımcısıyla, hedefe yandan saldırmayı denemişti. Ne var ki El Policia, düşman tarafından
hemen öldürüldü ve Sotus, canını kurtarmak için, deniz tarafından geri çekildi. Bu andan sonra da pratik
olarak çarpışmaya katılmadı. Sotus'un takımından başkaları da ilerlemeyi denemişler, fakat onlar da geri
püskürtülmüşlerdi; bir köylü olan, yanılmıyorsam Vega adlı bir companero ölmüş, Manals ciğerinden;
Quike Escalona ise kolundan, elinden ve kalçasından olmak üzere, üç yerinden yaralanmıştı. Kütüklerin
arkasına siperlenmiş olan düşman, küçük birliğimizin ağır kayıplar vermesine neden olan bir makineli
tüfek ve yarı otomatik silahlarla ateş ediyordu. Almeida son saldırı emrini verdi; karşısındaki düşmanı,
her ne pahasına olursa olsun yenilgiye uğratmak amacındaydı. Cilleros, Maceo, Hermesi Leyva, Pena
ve Almeida bu saldırıda yaralandılar. Almeida sol bacağından ve omzundan yaralanmış, companero
Moll ise öldürülmüştü. Fakat her şeye karşın, bu saldırı sonucu düşman yenilgiye uğramış ve garnizona
giden yol açılmıştı. Guillermo Garcia'nın diğer yandan açtığı isabetli makineli tüfek ateşi, garnizonu
savunan üç askeri saf dışı bırakmıştı. Kaçmaya çalışan dördüncü asker de kaçarken vuruldu. Takımı
ikiye ayrılmış olan Raul ise, hızla garnizona ilerledi. Yüzbaşı Guillermo Garcia ve yüzbaşı Almeida,
savaşın sonucunu belirlemişlerdi, her ikisi de kendilerine verilen hedefleri yok ederek, [sayfa 104] son
saldırının yapılmasına olanak sağladılar. Yüzbaşı Guillermo Garcia ile birlikte çarpışmaya cesurca
katılan Luis Crespo'dan da sözedilmeli; Crespo kurmay heyetin bulunduğu yerden inmiş ve saldırıya
doğrudan katılmıştı.
Düşmanın direnişinin çözüldüğü ve beyaz bayrak çeken garnizonu ele geçireceğimiz anda, büyük
olasılıkla bizim adamlarımızdan biri, bir el ateş etti. Bu ateşe garnizondan bir yaylım ateşle karşılık verildi
ve kurşunlardan biri Nano Diaz'ın başına isabet etti. Nano Diaz'ın makineli tüfeği, bu ana kadar, düşman
saflarında çok etkili olmuştu. Makineli tüfeği tutukluk yaptığı için Crescencio'nun takımıysa çarpışmaya
hemen hemen hiç katılmamıştı. Ona Ghivirico yolunu tutma görevi verildi ve kaçmaya çalışan birkaç
asker de bu yolda tutsak edildi. Çarpışma iki saat kırkbeş dakika sürmüş ve açılan yoğun ateşe karşın,
sivillerden hiç yaralanan olmamıştı.
Savaşın bilançosunu çıkarınca şu tabloyla karşılaştık: Bizden altı companero ölmüştü. Bunlar, Moll,
Nano Diaz, Vega, El Policia, Julito Diaz ve Eligio Mendoza'ydı. Leal ve Cilleros çok ağır yaralıydı.
Omzundan yaralanan Maceo, göğsünü sıyıran bir kurşunla yaralanan Hermes Leyva, sol kolu ve
bacağından yaralı Almeida, sağ kolu ve sağ elinden yaralanan Quike Escalona, ciğerinden yaralanan
-ağır değildi- Manals, dizinden yaralanan Pena ve sol kolundan yaralanan Manuel Acuna, ağır
olmamakla birlikte durumları ciddi arkadaşlardı. Toplam onbeş companero savaş dışı bırakılmıştı.
Düşmanın ondokuz yaralısı, ondört ölüsü vardı. Ondört düşman askeri tutsak edilmiş, altısı da kaçmıştı.
Toplam olarak elliüç kişiden oluşan düşman gücü, yaralandıktan sonra beyaz bayrak çeken bir teğmenin
komutası altında bulunuyordu.
Bizim seksen, düşmanınsa elliüç askeri olmak üzere toplam yüzotuzüç kişinin çarpışmaya katıldığı
göz önüne alınırsa iki saatin biraz üzerinde bir süre içinde, bunların otuzsekiz'inin, yani dörtte birden
fazlasının, savaş dışı kaldığı ortaya çıkar. [sayfa 105] Bu, ateş altında korunmasız ilerleyen adamların,
kendilerini savunurken fazla siper olanağına sahip olmayan adamlara karşı yaptığı bir saldırıydı. İki
tarafın da büyük cesaret gösterdiği kabul edilmelidir. Ayrıca, bu zafer bizim için, gerilla birliğimizin
rüştünü ispat ettiğinin kanıtıydı. Bu çarpışmadan sonra moralimiz olağanüstü yükseldi. Kararlılığımız ve
zafere olan inancımız da arttı. Gerçi önümüzdeki aylar katı bir sınav dönemi olacaktı bizim için, ne var ki
biz, düşmanı yenilgiye uğratmanın gizini biliyorduk artık. Bu eylem, düşmanın daha büyük birliklerinin
üslendiği karargahlara uzak, küçük garnizonların, kaderini belirledi ve buraları, kısa süre içinde, düşman
tarafından boşaltıldı.
Çarpışmanın ilk kurşunlarından biri telefon tesisatına isabet etmiş ve Santiago'yla haberleşme
kesilmişti. Yalnızca bir uçak, çarpışma alanının üzerinden bir-iki kez geçmiş, fakat düşman hava
kuvvetlerine ait uçaklar görünmemişti; saatler sonra, keşif uçakları biz dağa çıktığımızda gelmişti.
Garnizona açtığımız ateşin ne kadar yoğun olduğunu, ondört ölüden başka, garnizonda bulunan,
askerlere ait üç papağanın ölmesi de göstermektedir. Bu hayvanların ne kadar küçük oldukları
düşünülürse, tahta binaya yağan kurşun yağmurunun, ne kadar şiddetli olduğu anlaşılabilir.
Doktorluk mesleğini yeniden ele alışım, beni etkileyen bazı şeyler yaşamama neden oldu. Yarası çok
tehlikeli olduğu için ilk Cilleros'la ilgilendim. Sağ kolunu delip geçen bir kurşun ciğerine girdikten sonra,
görünüşe bakılırsa omurgasına saplanıp iki bacağının felç olmasına yol açmıştı. Durumu çok ciddiydi,
yapabileceğim tek şeyi yapıp ağrı dindirici ilaç verdim, sonra da daha rahat nefes almasını sağlamak
için, göğüs kafesini iyice sardım. O koşullarda Cilleros'un hayatını kurtarabilmek için yapabileceğimiz tek
şey, iki yaralımızı bırakıp, karşılığında ondört tutsak askeri yanımızda götürmekti. Leal ve Cilleros'u
düşmanın himayesine bırakmış ve garnizon doktorundan korunacaklarına şeref sözü almıştık. Cilleros'a
durumu anlatıp, böyle anlarda söylenen sözlerle avuttum. [sayfa 106] O anda, bütün sözcüklerden daha
fazla anlamı olan ve her şeyin bittiğini ifade eden bir gülümsemeyle karşıladı beni. Biz de biliyorduk,
Cilleros için her şeyin bittiğini. Alnından öperek veda etmek istedim ona, fakat özellikle benim böyle
yapmam, onun için öleceğinin onaylanması anlamına gelecekti. Görevim, durumunun çok kötü olduğunu
belli ederek, son anlarında ona daha fazla acı vermemi engelledi. Düşmanın elinde kalan iki savaşçıya,
çok büyük bir sevgi ve çok büyük bir acıyla veda ettim. Birliğimizde ölmeyi yeğleyeceklerini söyleyerek
yalvardılar, ne var ki, hayatlarını kurtarmak için son ana kadar uğraşmak da bizim görevimizdi. Bu iki
companero, Batista ordusundan kader yoldaşları ondört yaralıyla birlikte orada kaldılar, düşman
yaralıların bakımını da, elimizden geldiğince, bilimsel bir titizlikle yapmıştık. İki companeromuz da
düşman tarafından iyi bakıldı, fakat Cilleros, Santiago'ya bile varamadan ölmüştü. Diğer yaralımız
kurtulmuştu; savaşın geri kalan kısmını İsla de Pinos'da tutsak olarak geçiren bu companero, bugün bile
devrimci savaşımızın bu önemli olayının iyileşmez izlerini taşımaktadır.
Babun'lara ait bir kamyonu her türlü malzemeyle, özellikle ilaçla doldurduktan sonra, dağdaki
sığınağımıza doğru harekete geçtik. Yaralıları tedavi etmek ve ölülerimizi gömmek için, bir an önce
ulaşmamız gerekiyordu dağa. Ölülerimizi bir yol dönemecinde gömdük. Düşmanın yoğun biçimde izimizi
süreceğini varsaydığımız için, yürüyebilecek durumda olanların, düşman askerlerini bu bölgeden
uzaklaştırmak için harekete geçmeleri kararlaştırıldı. Ben yaralıların yanında kalacaktım; yaralıların
taşınması için ulaşım olanakları, gizlenecek yer ve birkaç yardımcı bulacaktım. Ayrıca Lopez yaralılara
gerektiği gibi bakabilmem için, ilaç sağlamak amacıyla gerekli bağlantıları kuracaktı. [sayfa 107]
Sadece istatistik merakım yüzünden, anlatıcıların çarpışma sırasında öldürdüklerini söyledikleri
düşman askerlerini not ettim; ortaya çıkan sayı çarpışan iki tarafın toplam sayısından daha fazlaydı.
İnsanların hayal gücü işliyordu. Yaşadığımız bu deney ve benzeri başka deneyler, bize, verilen bilgilerin
birçok kişi tarafından doğrulanması gerektiğini açıkça gösterdi. Hatta, gerçekten düşmanın kayıp
listesine yazabilmemiz için, ölen askerlerin giysisinden bir parça isteyecek kadar bu titizliği abarttık.
Çünkü direniş ordusunun haberlerinde gerçeğe uygun bilgiler vermek ve companeroların gerçeklere sıkı
sıkıya bağlı kalmaları ve geçici yararlar için, gerçeklerden sapmamalarını sağlamak, her zaman önemli
bir konu olmuştur bizim için.
Ertesi sabah bize üzüntüyle veda eden muzaffer ordumuz harekete geçti. Benim yanımda
yardımcılarım Joel Iglesias ve Onate, Sinecio Torres adlı bir kılavuz ve bugün devrimci orduda binbaşı
olan Vilo Acuna kaldı; Vilo Acuna yaralı amcasının yanında kalmak istemişti. [sayfa 108]

16| YARALILARIN BAKIMI

El Uvero çarpışmasının ertesi günü, uçaklar, gün ışırken keşif uçuşları yapmaya başladı.
Vedalaşarak bizden ayrılan gerilla kolu yürüyüşe geçtikten sonra, ormanda olduğumuzu belli edecek
izleri ortadan kaldırdık. Kamyonlar için yapılmış bir yoldan sadece birkaç yüz metre uzakta,
saklanacağımız bir yer bulup oraya gitmemizde bize yardım edecek olan Lopez'i bekliyorduk.
Almeida ve Pena, yürüyemeyecek durumdaydılar. Quike Escalona, ciğerinden yaralı olduğu için
yürümesini istemediğim Manals, Manuel Acuna, Hermes Leyva ve Maceo da yaralıydı. Bu üçü, yardıma
gerek duymaksızın yürüyebiliyorlardı. Yaralıların korunması, bakımı ve taşınması için, Vilo Acuna,
kılavuz Sinecio Torres, Joel Iglesias, Alejandro Onate ve ben vardık. Güneş doğduktan sonra bir haberci
gelerek Enrique Lopez'in hastalanan çocuğunu Santiago'ya götüreceği için, bize yardım edemeyeceğini
bildirdi. Lopez, yardım etmeleri için bazı gönüllüler göndereceğini söylemişti ama, sözünü ettiği
gönüllüler hiçbir zaman gelmedi [sayfa 109].
Durum kötüydü, çünkü Quike Escalona'nın yaraları iltihaplanmıştı. Manals'ın yarasının ne kadar
ciddi olduğunu da anlayamamıştım. Yakınımızdaki yolları araştırdık; düşman askerleri yoktu ortalıkta.
Yaralıları üç-dört kilometre ötede, sahipleri tarafından terkedilmiş ve birçok tavuğun bulunduğu bir
kulübeye taşımaya karar verdik.
İlk gün bize kereste fabrikasında çalışan iki işçi yardım etti; yaralıları hamaklarda taşımak oldukça
yorucu bir işti. Ertesi sabah, gün ışırken, çok sayıda tavuğu silip süpürerek karnımızı iyice doyurduktan
sonra burayı hızla terk ettik, çünkü saldırının ardından, bir gün boyunca aynı yerde kalmıştık; düşman
askerlerinin gelebileceği karayoluna yakın bir yerdi burası üstelik. Babun şirketinin, ormancılık için
açtırdığı bu yollardan biri, tam da bizim bulunduğumuz yerde son buluyordu. Hareket yeteneğine sahip
az sayıdaki adamımızla, o gün, kısa olmasına karşın, çok zorunlu bir yürüyüş yaptık: Arroya del İndio
adında bir derenin aktığı oldukça derin bir vadiye inmek istiyorduk; daha sonra, dar bir patikadan
yürüyerek İsrael adında bir köylünün karısı ve kayınbiraderiyle oturduğu yoksul tahta kulübeye
ulaşacaktık. Companeroları böylesine kayalık bir arazide taşımanın gerçekten zor olmasına karşın, bunu
başardık. Kulübede oturanlar, yaralılarımızın uyuyabilmeleri için, kendi yataklarını bıraktılar bize.
Kötü durumda olan, taşıyamayacağımız bazı silahları kamp yerlerimizde saklamıştık. Ayrıca, son
savaşta ele geçirdiğimiz pek fazla değeri olmayan çok sayıda malzemeyi de, yaralılarımızın taşınması
güçleştikçe, yürüyüş sırasında attık. Kaldığımız her kulübede bu malzemelerden bazılarını unutarak iz
bırakıyorduk. O nedenle, yeterince zamanımız olduğundan, izlerimizi ortadan kaldırmak için, son kamp
yerimizi iyice gözden geçirme kararı aldık; güvenliğimiz buna bağlıydı çünkü. Kılavuzumuz Sinecio da,
Peladero nehri dolaylarında oturan birkaç tanıdığım bulmak için gitmişti.
Kısa süre sonra, Acuna ve Joel İglesias, dağın öteki tarafından yabancı sesler duyduklarını
bildirdiler. Gerçekten, [sayfa 110] çok zor koşullar altında savaşacağımız saatin geldiğini düşündük; bize
emanet edilen bu yaralıları ölünceye kadar savunmak görevimizdi. Askerlerle kulübeden olanaklar
elverdiğince uzakta bir yerde karşılaşmak için ilerledik. Yolda gördüğümüz izler bu kişilerin yalınayak
olduğunu gösteriyordu; buysa oldukça garip bir durumdu. Bu izlerden düşmanın da aynı yönde
yürüdüğünü anladık. Büyük bir dikkatle yaklaşınca kalabalık bir grubun kaygısızca konuştuğunu duyduk.
Thomson makineli tüfeğimi doldurduktan sonra, Vilos ve Joel'le birlikte, bu gruba baskın yaptık. Bunlar,
El Uvero'da tutsak ettiğimiz askerlerdi; Fidel tarafından serbest bırakılmışlar ve ormandan çıkmak için bir
yol arıyorlardı. İçlerinden bazıları yalınayaktı. Bitkin düşmüş yaşlı bir onbaşı, kısık bir sesle, dağları bu
kadar iyi tanıdığımız için bize gıpta ettiğini söyledi. Yürüyüşlerini kılavuz olmaksızın sürdüren bu
askerlerin yanında sadece Fidel tarafından imzalanmış bir geçiş belgesi bulunuyordu. Bizim
tarafımızdan bir kez daha baskına uğramalarının yarattığı etkiden yararlanarak, bir daha ormana
girmemeleri için onları uyardık.
Kent insanları olarak dağ yaşamının zorluklarına göğüs germeyi becerememiş, bu zorlukların
üstesinden nasıl gelebileceklerini bilememişlerdi. Tavuk yediğimiz kulübenin bulunduğu açıklığa çıkıp,
onlara, kendilerini kıyıya ulaştıracak yolu gösterdik, ne var ki, daha önce, ormanın bizim bölgemiz
olduğunu, keşif kolumuzun- basit bir keşif kolu gibi görünüyorduk- etrafta yabancılar olduğunu bu
bölgedeki askeri kuvvetlerimize bildireceğini iyice anlattık. Bununla birlikte, yapacağımız en akıllıca iş,
bölgeden olanaklar elverdiğince çabuk uzaklaşmaktı.
O geceyi konuksever kulübede geçirip, şafak sökerken ormana daldık. Kulübenin sahiplerini yaralılar
için birkaç tavuk bulmakla görevlendirmiştik. Bütün gün bu çiftin dönmesini bekledik, fakat hiç kimse
gelmedi. Daha sonraları, bu karı-kocanın kulübede yakalandıklarını, ayrıca düşman askerlerinin, onları,
kılavuz olarak kullandıklarını ve bir gün önce kampımızın bulunduğu yere geldiklerini öğrendik. [sayfa 111]

Sürekli dikkatli olduğumuz için, kimsenin ani baskınına uğramazdık, ama içinde bulunduğumuz
koşullarda, girişeceğimiz bir çarpışmanın sonuçlarını önceden bilmek olanaksızdı. Gece karanlığı
çökmeden önce Sinecio geldi, yanında üç gönüllü vardı. Bunlar, adı Feliciano olan yaşlı bir adamla,
daha sonra devrimci orduda görev alacak olan Banderas ve İsrael Pardo'ydu. Banderas, Jigüe'deki
çarpışmalarda öldüğünde teğmendi. Büyük bir devrimci ailenin en yaşlısı olan İsrael Pardo ise bugün
yüzbaşıdır. Bu companerolar, yaralıların tehlikeli bölgenin öte tarafına taşınmasında bize yardımcı
oldular. Ben Sinecio ile birlikte, gece saatlerine kadar, yiyecek bir şeyler getirecek karı-kocayı bekledim.
Karı-koca tutuklandıkları için elbette gelemezlerdi; herhangi bir ihbardan çekindiğimiz için, yerleştiğimiz
yeni kulübeyi de terk etmek kararı aldık. Son derece sade olan akşam yemeğimiz çevreden topladığımız
bazı köklerden oluşuyordu. Ertesi gün, Granma çıkarmasından altı ay sonra, yürüyüşümüze yine erken
başladık. Bu yürüyüşler yorucuydu, ama dağlarda dolaşmaya alışkın insanlar için, inanılmaz derecede
kısaydı. Dağdaki zor koşullar altında yaralıları, ağır kütüklere bağlı hamaklarda taşımak gerekiyordu,
oysa bizim taşıma olanaklarımız yalnızca bir yaralı için yeterliydi. Hamak kütükleri taşıyanın omuzlarını
sözcüğün tam anlamıyla parçalıyordu; bu durumda her on, ya da onbeş dakikada bir taşıyanları
değiştirmek zorunluydu. Bu koşullarda bir yaralının taşınması için sekiz kişiye ihtiyaç vardı. Ben
Almeida'nın yanındaydım; biraz bana dayanarak, biraz öz gücüyle sürüklüyordu kendisini. Çok ağır,
neredeyse ağaçlara tutunarak yürüyorduk. Sonunda İsrael, ormanda bir kestirme yol buldu ve taşıyıcılar
Almeida'yı almak için geldiler.
Bu sırada başlayan şiddetli bir yağmur Pardos'un evine varmamızı geciktirmiş, eve ancak karanlık
bastıktan sonra ulaşabilmiştik. Dört kilometrelik kısa bir yolu oniki saatte almıştık. Bu, üç saatte bir
kilometre kat ettiğimiz anlamına gelir. [sayfa 112]
O günlerde Sinecio Torres küçük birliğimizin en vazgeçilmez adamıydı; bölgedeki yolları ve insanları
tanıyor, bize her açıdan yardımcı oluyordu. İki gün sonra, Manals'ın tedavi olmak için. Santiago'ya
gitmesini de o sağladı. Yaraları iltihaplanan Quike Escalona'nın da gidebilmesi için gerekli önlemleri
almıştık. Bu günlerde birbirleriyle çelişen haberler alıyorduk; bazen Celia Sanchez'in yakalandığını,
bazen de öldürüldüğünü duyuyorduk. Ordunun devriye kollarından birinin, compenero Hermes
Caldero'yu tutsak aldığı yolunda söylentiler de dolaşıyordu ortalıkta. Bu tüyler ürpertici haberlere
inansak mı, inanmasak mı bilemiyorduk. Bağlantımızı sağlayan tek tanıdığımız güvenilir kişi Celia'ydı;
tutuklanması, bizim her şeyden tecrit olmamız anlamına gelecekti. Neyse ki Celia'ya ilişkin haberlerin
doğru olmadığı ortaya çıktı. Hermes Caldero ise gerçekten tutuklanmıştı; Caldero, diktatörlüğün
zindanlarında çektiği eziyetten mucize eseri olarak sağ çıkabildi.
Bir büyük çiftlik sahibinin yanında çalışan ve bizimle işbirliği yapan David, Peladero nehrinin
kıyısında yaşıyordu. David bizim için bir inek kesmişti, eti bulunduğumuz yere taşıyacaktık. Nehir
kıyısında kesilip parçalanan hayvanın etini taşımak için, Israel Pardo komutasında bir grubu, ardından
da Banderas'ın komuta ettiği bir başka grubu gönderdim. Oldukça disiplinsiz olan Banderas, görevini
yapmamış, etler yalnızca ötekiler tarafından taşındığı için, taşıma işi bütün gece sürmüştü. Almeida
yaralı olduğundan bu küçük birliğe ben komuta ediyordum. Sorumluluğumun bilincinde olarak, tavrını
değiştirmezse bizim için artık bir savaşçı değil, sempatizan olacağını bildirdim. Banderas gerçekten de
değişti. Disiplin söz konusu olduğunda, gerçi hiçbir zaman örnek bir savaşçı olmadı, fakat o, geniş ufka
sahip, saf ve temiz ruhlu, atılgan adamlardan biriydi. Bu tür insanlar, devrimin yarattığı sarsıntıyla
gerçekleri görmeye başlamışlardı. Ormanlık dağdan kazandığı küçük toprak parçasını ekip biçiyordu;
ağaçlarla ve toprakla uğraşmak onda gerçekten tutkuydu. [sayfa 113]
Yoksul bir kulübede, iki küçük domuz ve bir küçük köpekle birlikte yaşıyordu; domuzların ikisine de
ad koymuştu. Bir gün bana kendisini terk eden karısıyla iki çocuğunun resmini gösterdi; Santiago'da
yaşıyorlardı. Devrimden sonra, dağın neredeyse tepesinde bulunan bu verimsiz toprağı bırakıp, daha iyi
ürün alacağı başka yerlere gideceğini anlattı.
Ona kooperatiflerden söz ettim, ama doğru dürüst bir şey anlamadı. Kendi toprağını, kendi gücüyle,
kendi hesabına işlemek istiyordu. Giderek, toprağı toplu olarak işlemenin daha iyi olduğuna, kendisinin
yaptığı işi makinelerin daha etkili biçimde yapabileceğine ikna oldu. Banderas yaşasaydı, bugün tarımsal
üretimde mükemmel bir işçi olurdu. Sierra'da okuma yazma bilgisini geliştirerek geleceğe hazırlanıyordu.
Aydınlanmış bir köylü olan Banderas, tarihin yazılmasına katkıda bulunmanın değerini anlamıştı.
Santiago'ya gideceği için, oradan alıp getireceği ihtiyacımız olan önemli şeyleri yazıp vermemizi
isteyen kahya David'le, bir gün uzun uzun konuştum. Patronuna bağlı ve köylüleri küçümseyen tipik bir
kahyaydı; bir ırkçıydı. Buna karşın bizimle ilişkisini öğrenen ordu tarafından yakalanmış ve ağır işkence
görmüştü. Birdenbire geri döndüğünde -çok şaşırmıştık, çünkü öldüğünü sanıyorduk- ilk kaygısı, bizi,
kendisinin konuşmadığına ikna etmek olmuştu. David, bugün Küba'da mı yaşıyor, yoksa devrim
tarafından mülksüzleştirilen patronlarının peşinden mi gitti, bilmiyorum. O zamanlar, o kendisinin ve
kendi dünyasının da dahil olacağını düşünememesine karşın, bir değişimin zorunlu olduğunu ve bu
değişimi kesinlikle gerçekleştirmek gerektiğini duyan bir adamdı.
Devrim, bu basit insanların içten çabalarıyla gerçekleştirilmiştir. Bizim görevimiz, insanlarda iyi olan,
soylu olan yanı geliştirmek ve her insanı devrimci haline getirmektir. Derinlemesine bir kavrayıştan
yoksun, aynı zamanda karşılıksız ve kör fedakarlıklar sayesinde gerçekleşmiştir devrim. Devrimin
başarılarını gören bizler, yarı yolda kalanları da düşünmek ve gelecekte bu gibilerin az olması için
çalışmakla görevliyiz. [sayfa 114]

17| DÖNÜŞ

1957 Haziran'ının tamamını, El Uvero çarpışmasında yaralanan yoldaşların bakımıyla geçirdik.


Ayrıca, Fidel'in gerilla koluna katılacak küçük birliğimizi örgütledik.
Dış dünyayla ilişkimizi kahya David sağlıyordu; önerileri, verdiği gerekli bilgiler ve bulduğu yiyecekler
durumumuzu kolaylaştırmaktaydı. O günlerde henüz, savaş sonrasında Beaton'lar tarafından öldürülen
Pancho Tamayo'nun paha biçilmez yardımlarından yoksunduk. Bölgede oturan yaşlı köylülerden biri
olan Tamayo, daha sonra bizimle ilişkiye geçmiş ve bağlantı adamımız olarak çalışmıştı.
Sinecio'da devrimci moral eksikliğinin bazı belirtileri görülmeye başlamıştı. Hareketimize ait paralarla
içiyor, sarhoş olduktan sonra da boşboğazlık ediyordu. Artık verilen görevleri de yerine getirmiyordu. Bir
keresinde yanında, silahsız onbir companero getirdi. Silahsız katılımları engellemek istiyorduk, ancak
gerillaya katılım, bütün olanaklar zorlanarak gerçekleştiriliyordu. Yerimizi bilen köylüler, durmadan
gerillaya katılmak isteyen yeni companerolar getiriyorlardı. Bizim [sayfa 115] tarafımızdan kurulan küçük
gerilla kolunda savaşçı sayısı hiç peş peşe kırkın altında olmadı, fakat ayrılmalar da sürekliydi,
bunlardan bazıları bizim onayımızla, bazılarıysa, karşı çıkmamıza karşın gerçekleşiyordu. O nedenle
küçük birliğimizin sayısı 25-30 kişinin üstüne çıkamıyordu.
O günlerde astımım ağırlaşmış, ilaç yokluğu nedeniyle, yaralılar gibi hareket yeteneğim kısıtlanmıştı.
Hastalığımı "c-larin" yaprakları içerek hafifletebiliyordum. Sierra'larda kullanılan bu ilacı, kentlerden
gelecek ilaç elime geçip, yürüyüş için ben de hazır oluncaya kadar kullandım. İlaçların gelmesi epeyce
gecikti. Sonunda, El Üvero saldırısından sonra işe yaramaz diye atılan bütün silahları toplamak için bir
devriye çıkarma kararı aldık; bu silahları yeniden gerilla savaşında kullanacaktık.
Şimdi içinde bulunduğumuz koşullarda, içlerinde, müsademe iğnesi olmayan 30 kalibrelik bir
makineli tüfek de, bulunan az çok hasarlı bütün bu silahlar, bizim için, hazine değerindeydi. Geceyi
onları aramakla geçirdik. Sonunda 24 Haziran hareket tarihi olarak saptandı. O dönemde grubumuzun
bileşimi şöyleydi: İyileşmeye başlayan beş yaralı, beş yardımcı, Bayamo'dan gelen yeni on kişi, herhangi
bir denetleme yapmadan aramıza aldığımız iki kişi ve bölge yerlilerinden dört kişi. Toplam yirmialtı
kişiydik. Yürüyüş kolunun önünde Vilo Acuna vardı; arkasında, Almeida'nın yarası yeni iyileşmeye
başladığı için benim tarafımdan yönetilen komutanlık birliği geliyordu; en arkada da Maceo ile Pena'nın
komutasında iki manga yer alıyordu. Pena o sıralar teğmendi. Maceo ile Vilo ise erdi. Aramızda, rütbesi
en yüksek olan Yüzbaşı Almeida'ydı. Önümüze çıkan bazı küçük sorunlar nedeniyle 24 Haziran'da yola
çıkamadık; ya bir kılavuz yeni bir savaşçıyla geleceği için, onu beklemek zorunda olduğumuzdan, ya da
ilaç ve yiyecek maddelerinin yükleneceği söylendiğinden. Yaşlı Tamayo haber, konserve ve giyecek
taşımak için gelip-gidiliyordu. Bir miktar yiyecek maddesi depolamak amacıyla bir mağara aramamız
gerekti; Santiago'yla [sayfa 116] en sonunda ilişki kurulabilmiş ve David, oldukça büyük miktarda yükle
dönmüştü. İyileşme döneminde bulunan hastalarla acemilerden oluşan birliğin, bu kadar yükü taşıması
olanaksızdı.
26 Haziran'da ilk kez diş doktoru olarak sahneye çıktım, ne var ki bana Sierra'da alçak gönüllü
biçimde "diş sökücü" dediler. Bugün orduda yüzbaşı olan İsrael Pardo, benim ilk kurbanımdı; elimden iyi
kurtuldu sayılır. İkinci kurban Joe İglesias oldu; köpek dişini sökmek için ağzında dinamit patlatmak
gerekiyordu. Joe'nin dişi savaşın sonuna kadar ağzında kaldı, çünkü çekme uğraşlarım sonuç
vermemişti. Son derece az olan bilgime ek olarak, uyuşturucu madde de çok azdı. O nedenle, narkoz
konusunda çok cimriydim; çoğu kez "psikolojik narkoz" yöntemini kullanıyor, kendilerine verdiğim
eziyetten yakınan adamlara ağır sözler söyleyip bağırıyordum.
Harekete geçeceğimiz kesinleştikten sonra, bazıları kararsızlıklarını belli ettiler ve kaçtılar, ama
onların yerini yenileri almıştı. Tamayo, dört kişiden oluşan yeni bir grup daha getirmişti. Bu grupta, Felix
Mendoza da vardı. Yanında bir tüfekle gelen Mendoza, bir arkadaşıyla birlikte ordunun saldırısına
uğradıklarını, arkadaşının tutsak edildiğini, kendisininse, kayalıklara gizlenerek ordunun elinden
kurtulduğunu anlattı. Daha sonraları, Mendoza'nın sözünü ettiği "ordu'nun Lalo Sardinas'ın
komutasındaki devriye kolu olduğu ortaya çıktı. Fidel'in birliğine katılan Lalo bu companerolarla
karşılaşmıştı. Bugün devrimci orduda binbaşı olan Evelio Saborit de, o günlerde aramıza katıldı.
Felix Mendoza ve grubunun birliğimize katılmasıyla sayımız otuzaltıya çıkmış, fakat ertesi gün, üç
kişi ayrılmıştı. Sonra yine dokuz kişinin katılmasıyla otuzbeş kişi olmuştuk. Bununla birlikte, yürüyüşe
başladıktan sonra sayımız yine düştü. Peladero yamaçlarına, her gün çok az yürüyerek tırmanıyorduk.
[sayfa 117]
Radyodan öğrendiğimize göre, bütün ada zorbalıklara sahne olmaktaydı. 1 Eylülde, Frank'ın kardeşi
Josue Pais'ın, birkaç yoldaşıyla birlikte, Santiago'da meydana gelen çatışmalarda öldürüldüğünü
duyduk. Günlük yürüyüşlerimiz kısa olduğu halde, birliğimizde yılgınlık baş göstermişti; yeni katılan
bazıları "kentte yararlı görevler almak" için ayrılma izni istediler. La Botella tepesinden inerken, Benito
Moran'ın Sierra'nın bu bölümündeki kayalıklara yapışmış gibi duran yoksul evine vardık; bizi iyi karşıladı.
Bu eve varmadan az önce adamları toplayıp, büyük tehlike anlarına yaklaştığımızı, yakınlarda bir
ordunun bulunduğunu, uzun süre yürüyüp, belki de günlerce yiyecek bir şey bulamayacağımızı anlattım.
Bu koşullara dayanamayacak olanların bunu şimdi bildirmelerini söyledim. Özsaygısı olan bazıları,
korkularını açıkça ifade edip gideceklerini açıkladılar. Chico adlı biriyse, bir grup adına, ölünceye kadar
kalacakları yönünde güvence verdi; konuşurken ses tonundan olağanüstü inanmışlığı ve kararlılığı
anlaşılıyordu. Benito Mora'nın evini terk edip geceyi geçirmek için küçük bir derenin kıyısında kamp
kurduğumuzda, bu grubun, gerilla birliğinden ayrılmak isteğini bildirmesine nasıl şaşırmayalım?
Gitmelerine izin verdik ve dereye alaycı bir ad takarak "Ölüm Deresi" dedik, çünkü Chico ve
arkadaşlarının büyük kararlılığı buraya kadar yetebilmişti ancak. Biz Sierra'yı terk edene dek bu isim,
küçük akarsuyun adı olarak kaldı.
Artık yirmisekiz kişi kalmıştık, fakat ertesi gün yürüyüşe geçerken, eskiden orduda görevli olan iki kişi
geldi; şimdi Sierra'da özgürlük uğruna savaşmak için bize katılmışlardı. Gilberto Capote ve Nicolas adlı
bu kişiler, bölgedeki bağlantı adamlarımızdan biri olan Aristides Guerra tarafından getirilmişti. Aristides
Guerra, kısa süre sonra, gerilla kolumuz için paha biçilmez bir değer kazandı. Ona "yiyecek kralı"
diyorduk. Savaşın her anında, çoğu kez düşmanla çarpışmaktan daha tehlikeli olan önemli hizmetlerde
bulundu Aristides Guerra; Bayamo dolaylarından hareket bölgemize katırlarla sevkiyat yapıyordu. [sayfa
118]
Her gün yaptığımız kısa yürüyüşlerden sonra, yeni katılan savaşçıları atış yaptırarak silaha
alıştırıyorduk. İki eski askeri, tüfeğin kullanılmasına ilişkin temel bilgileri vermeleri, bir silahın nasıl
sökülüp takıldığını, gerçek mermi kullanmadan nasıl ateş talimi yapılacağını adamlara göstermeleri için
görevlendirdik. Gelgelelim, bu girişim öylesine talihsiz biçimde başladı ki, daha ilk derste,
öğretmenlerden birinin silahı ateş aldı. Onu hemen görevden azlettik ve eğer gerçek olmasaydı, büyük
bir rol yeteneği gerektirecek yüzündeki şaşkınlık ifadesine karşın, ondan kuşkulandık. Bu iki eski asker
yürüyüşlere dayanamadılar, bir süre sonra bize veda ederek Aristides'le birlikte geri döndüler. Fakat
Gilberto Capote daha sonra yeniden bize katıldı ve Pino del Agua'da teğmen olarak kahramanca öldü.
Kamp yaptığımız Polo Torres'in La Mesa'daki evini terk ettik; bu ev daha sonraları bizim harekat
merkezlerimizden biri olmuştur. Şimdi bize yürüyüşümüzde Tuto Almeida adlı bir köylü kılavuzluk
yapıyordu. Hedefimiz Nevada'ya ulaşmaktı. Buraya ulaştıktan sonra Turquino Tepesi'nin kuzey
yamacını geçip Fidel'le buluşacaktık. Bu yönde yürürken, uzakta, bizi fark edince kaçmaya yeltenen iki
köylü gördük. Onları yakalamak için arkalarından koştuk; bunlar, adventist mezhebinden Moya soyadlı
iki zenci kızdı. İnançları gereği her türden şiddete karşı oldukları halde o zaman ve bütün savaş
boyunca, bu iki kız, bizi gönüllü olarak destekledi.
Bu kızların bulunduğu yerde dinlendik ve karnımızı mükemmel biçimde doyurduk. Fakat, Mar
Verde'den geçerken (Nevada'ya ulaşmak için Mar Verde yolundan geçmek zorundaydık) bütün bu
bölgede ordu birliklerinin etkin olduğunu öğrendik. Küçük kurmay heyetimizin kılavuzla yaptığı küçük bir
toplantıdan sonra, geriye dönüp Turquino Tepesi'ni doğrudan geçmeye karar verdik. Bu, içinde
bulunduğumuz koşullar altında, zor ama daha az tehlikeliydi.
Küçük transistorlu radyomuzdan endişe verici haberler duyuyorduk; Estrada Palma bölgesinde
büyük çarpışmalar olduğu [sayfa 119] ve Raul'un un çok ağır yaralandığı söyleniyordu. (Üzerinden bu
kadar uzun bir zaman geçtikten sonra, bu haberleri elimizdeki küçük radyodan mı aldığımızı, yoksa fısıltı
gazetesinin mi duyurduğunu tam olarak anımsamıyorum.) Güvenilir olmadığını daha önceki
deneyimimizden bildiğimiz bu haberlere inanıp inanmamakta duraksıyorduk. Her şeye karşın, Fidel'e
ulaşmak için yürüyüşümüzü olanaklar elverdiğince hızlandırdık. Yürüyüşü gece de sürdürdük. Geceyi,
tek başına yaşayan bir köylünün kulübesinde geçirdik. Kulübe Turquio Tepesi eteklerindeydi. İspanyol
asıllı olduğu için El Vizcaino[43] diye adlandırılan bu köylü, kulübesinde tamamen yalnız yaşıyordu; tek
dostları, kulübesinden uzakta bir mağarada (bir taşın altındaki küçük bir delikte) sakladığı birkaç
marksist kitaptı. Bu bölgede pek az insan tarafından bilinen marksizmin aktif bir taraftarı olduğunu bize
gururla açıkladı. El Vizcaino'nun gösterdiği yoldan yürüyüşümüzü sürdürdük. Sinecio kendi hakekat
merkezinden giderek uzaklaşıyordu, bu, biraz yasadışı konumda olan bir köylünün basit duyguları için
korku vericiydi. Mola verdiğimiz güzel bir günde, yeni katılanlardan Cuervo adlı biri, yeteneklerine
güvenildiği için kendisine verilen bir Remington tüfekle nöbet tuttuğu sırada, Sinecio Torres de elinde
başka bir tüfek olduğu halde, nöbet yerine gitmişti. Bunu yarım saat sonra öğrendim ve hemen ikisini
aramaya çıktım, çünkü Sinecio'ya fazlaca güvenim yoktu, tüfeklerse o günlerde paha biçilmez
değerdeydi. İkisinin de kaçmış olduğunu öğrendik. Banderas ile İsrael Pardo, kaçakçıların uzun menzilli
silahlara kendilerininse yalnızca tabancalara sahip olduklarını akıllarından çıkarmadan, onların peşine
düştüler, ama kaçan iki kişi yakalanamadı.
Birliğimizin moralini yüksek tutmak çok zordu, çünkü birliğin ne doğru dürüst silahı vardı, ne de
devrimin lideriyle doğrudan ilişki içindeydi. Ayrıca, deneyimsizdi, hayallerinde ve köylülerin anlattıkları
öykülerde devasa boyutlar kazanan düşmanlar tarafından kuşatılmış durumdaydı. Kentsel bölgelerden
gelen dağ yollarının binbir zorluğuna alışkın olmayan[sayfa 120] yenilerin isteksizlikleri, gerilla birliğinin
moral durumunda sürekli bunalım yaratmaktaydı. Bizim El Mexicano [44] diye çağırdığımız birinin kaçma
girişimi oldu bu arada; yüzbaşı rütbesine kadar yükselmiş olan bu adam, bugün bir hain olarak Miami'de
yaşamaktadır.
Bunu bana, Joel İglesias'ın yeğeni olan companero Hermes Leyva bildirmişti. Sorunu açıklığa
kavuşturmak için yüzleştirme yaptım. El Mexicano, bütün ecdatı üzerine yemin ederek, birliğimizden
ayrılmayı düşünmüş olsa bile, bunu, savaştan kaçmak için değil, muhbirleri yakalayıp öldürmek
amacıyla kendi küçük birliğini kurmak için yapacağını söyledi, ona göre bizim birliklerimiz bu tür
eylemlere oldukça az girişiyorlardı. O gerçekten de ihbarcıları öldürmeyi düşünüyordu, ama bunu
yalnızca onların paralarına el koymak için yapacaktı; tipik bir haydut eylemi. Daha sonra, El Hombrito'da
gerçekleşen bir çarpışmada, bizim tarafımızdan yalnızca Hermes öldürüldü ve El Mexicano'yu ihbar
eden o olduğu için, Hermes'i El Mexicano'nun öldürdüğü yolunda büyük bir kuşku uyandı. Ancak, bu
konuya ilişkin, hiç bir zaman inandırıcı kanıtlar ele geçiremedim.
Bu olaydan sonra, erkek ve devrimci sözü vererek, birlikten izinsiz ayrılmayacağını, kaçma
girişiminde bulunmayacağını ve bunun için kimseyi özendirmeyeceğini söyleyerek birliğimizde kaldı El
Mexicano. Kısa ama zorlu yürüyüşlerden sonra, Las Cuevas bölgesinde, Turquino'nun batı yamacında
bulunan Palma Mocha'ya ulaştık. Bizi çok iyi karşılayan köylülerle yeni mesleğim "diş sökücülük"
nedeniyle doğrudan ilişkimiz oldu.
Karnımızı doyurup gücümüzü yeniden kazandıktan sonra Palma Mocha ve El İnfıerno bölgelerine
doğru hızla hareket ettik. Eski tanıdıklarımıza güvendiğimiz bu bölgelere 15 Haziran'da ulaştık.
Bölgedeki köylülerden biri olan Emilio Cabrera, Lalo Sardinas'ın birliğiyle beraber yakınlarda bir yerde
pusuda olduğunu söyledi; bulunduğu yerden bir düşman devriyesine saldırırsa onun evini tehlikeye
atacağından yakındı. [sayfa 121]
16 Haziran'da Fidel'in birliğinden bir takımla karşılaştık; Lalo Sardinas komutasındaydı bu takım.
Lalo, bize, devrimci savaşa katılmasına yol açan koşullardan söz etti; kentsel bölgelerden, ihtiyacımız
olan yiyecek maddelerini getirtmekle görevli bir tüccardı kendisi, ne var ki, bir gün basılmış ve birini
öldürmek zorunda kalmıştı. Bu nedenle katılmıştı gerillaya. Lalo, Sanchez Mosquera komutasındaki
düşman kuvvetlerini burada bekleme talimatı almıştı. İnatçı Sanchez Mosquera'nın, Palma Mocha nehri
bölgesine yine girdiğini, Fidel'in birliği tarafından neredeyse kuşatılacakken, Turquino Tepesi'ni
adamlarını zorla yürüterek aşıp, bu dağın Öteki tarafına ulaşmayı başararak kuşatmadan kurtulduğunu
haber almıştık.
Düşman birliklerinin yakınlarımızda olduğunu biliyorduk, çünkü birkaç gün önce bir kulübeye
vardığımızda, bir gün önceye kadar düşman askerleri tarafından kullanılan siperleri görmüştük. Ancak,
görünüşe göre, bize karşı daha güçlü bir saldırının belirtisi olan bu durumun, aslında, karşımızdaki
güçlerin geri çekilmekte olduklarını gösterdiğini, kesinlikle sezinleyememiştik. Sierra'daki hareket
açısından tümden bir nitelik sıçraması demekti bu durum. Gücümüz, düşman ordusunun birliklerini
kuşatacak, yok etme tehdidi altında geri çekilmeye zorlayacak kadar büyüktü artık.
Düşman bunu iyi kavramıştı ve artık yalnızca tek tek saldırılar yapıyordu Sierra'ya. Düşman
ordusunun en inatçı, en saldırgan ve en kanlı komutanlarından biri, henüz 1957'de teğmen olmasına
karşın, ertesi yılın Haziran ayında, düşmanın büyük saldırısının tümüyle yenilgiye uğratılmasından
sonra, albaylığa yükseltilen Sanchez Mosquera'ydı. Askeri rütbe açısından yükselişi çok parlak biçimde
olmuştu, ama aynı zamanda, Sierra labirentine her girişinde köylülerin evlerini acımasızca yağma etme
konusunda da parlak bir kariyeri vardı. [sayfa 122]

18| BİR İHANET TEZGAHLANIYOR

Birliğimizin yeniden yüksek bir morale ve daha iyi bir disipline kavuştuğunu sevinerek gördük.
Yaklaşık ikiyüz kişiydik, bir miktar da yeni silahımız vardı. Daha önce sözünü ettiğim Sierra Maestra'da
gerçekleşen nitelik sıçraması kendini gösteriyordu. Gerçek bir kurtarılmış bölge vardı artık, bundan böyle
güvenlik önlemi almak pek gerekli değildi; geceleri nispeten daha rahat konuşuyor, hamaklarımızda sere
serpe yatabiliyorduk. Ayrıca, Sierra'daki köylere gidip gelme izni de almıştık; böylece köylülerle daha sıkı
ilişkiler kurabiliyorduk. Eski companerolar tarafından karşılanışımız sevince boğmuştu bizi.
Ne var ki o günlerin "yıldızları" tümden farklı karakterler taşıyan, Felipe Pazos ve Raul Chibas'tı.
Raul Chibas, Küba tarihinde bir dönemin gerçek simgesi olan kardeşi Eddi Chibas'in saygınlığından
yararlanıyordu. Oysa kardeşinin üstün niteliklerinden hiçbirine sahip değildi; Raul ne iyi bir
konuşmacıydı, ne de akıllı ve aydındı. Ortodoks Partisi'nin [sayfa 123]
tek simge kişisi olmasının nedeni, yalnızca sıradan bir insan olmasıydı. Çok az konuşuyor, Sierra'yı
bir an önce terk etmek istiyordu.
Felipe Pazos'unsa bağımsız bir kişiliği vardı; ekonomist olarak ün yapmış, bunun dışında, onurlu bir
insan olarak tanınmıştı, çünkü utanmazca dolandırıcılığı ve hırsızlığıyla ünlü Prio Socarras hükümeti
işbaşındayken Ulusal Bankanın genel müdürü olarak halkın servetini çalmamıştı. Öyle bir dönemde
temiz kalmanın muazzam bir başarı olduğu söylenebilir. Bu belki de, yönetim kademelerinde ilerlemek
isteyen ve ülkenin belli başlı sorunları karşısında duyarsız kalan bir devlet memuru için başarı sayılabilir.
Ama, o dönemdeki akıl almaz aşırılıkları, kanunsuzlukları, yargılamayacak bir devrimci düşünülebilir mi?
Felipe Pazos, kamuoyuna herhangi bir açıklama yapmaktan kaçınmayı becerdi ve Batista'nın askeri
darbesinden sonra Küba Ulusal Bankasının müdürlüğünden ayrıldı. Bu davranışı büyük taktirle
karşılandı; onurlu oluşu, aydın kişiliği ve ekonomist olarak değeri herkes tarafından kabul edildi. Ve
büyük bir küstahlıkla, eğer Sierra'ya giderse, duruma egemen olacağını düşündü; küçük makyevelist
düşünce dünyasına göre, ülkenin kaderini elinde tutacak tek insan kendisiydi. Belki daha o zamanlar
harekete ihanet etme düşüncesi vardı kafasında, belki de daha sonra düşünmeye başladı bunu, fakat
davranışı hiçbir zaman içten değildi.
İlerde analiz edeceğimiz ortak açıklamaya dayanarak, daha sonra Miami'de kendisini 26 Temmuz
Hareketi'nin temsilcisi olarak tanıttı. Böylece cumhuriyetin geçici cumhurbaşkanı olmayı amaçlıyordu. Bu
yolla Prio, geçici hükümette güvenilir bir adamının bulunmasını güvence altına almış olacaktı.
O günlerde konuşmak için pek zamanımız yoktu. Buna karşın Fidel, ilkelerin açıklanmasında temel
oluşturacak, gerçekten mücadeleci bir belge hazırlamaya uğraştığından söz etmişti. [sayfa 124]
Halkı mücadeleye çağırmaya niyeti olmayan bu iki taş devri kafalı gerici varken, bu işi
gerçekleştirmek çok zordu. Bildiri, temel ilke olarak "bütün muhalefet partilerini, bütün sivil kurumları ve
bütün devrimci güçleri içine alacak geniş bir yurtsever-devrimci cephe" düşüncesine dayanıyordu. Bir
dizi de öneri vardı: "Ortak mücadele cephesi içerisinde yurtsever-devrimci bir cephenin kurulması";
"geçici hükümetin başkanlığına uygun bir kişinin atanması"; cephenin, Küba'nın iç işlerine, bir başka
ulusun, arabuluculuk niyetiyle müdahale talep edemeyeceğinin, böyle bir müdahale kendiliğinden
gerçekleşirse bunun tanınmayacağının önemle vurgulanması, "cumhuriyetin, geçici olarak herhangi bir
askeri cunta tarafından yönetilmesinin kabul edilmeyeceği"; ordunun politika dışı tutulması ve ordu
kurumlarının dokunulmazlığının güvence altına alınması, seçimlerin bir yıl içinde yapılması.
Geçici hükümetin bağlı kalmak zorunda olduğu program, sivil ve asker bütün politik tutsakların
serbest bırakılmasını; radyo ve basın için haberleşme özgürlüğünün, ayrıca anayasada yer alan insan
ve yurttaşlık haklarının sınırsız güvence altına alınmasını; bütün belediyelere, önceden yerel sivil
kuruluşlara danışarak geçici belediye başkanlarının atanmasını; halka ait paraların, ne biçimde olursa
olsun, zimmete geçirilmesinin önlenmesini, bütün devlet organlarının verimini arttıracak önlemlerin
alınmasını; yönetim kademelerinde kariyer yapmanın kurallara bağlı kılınmasını; bütün sendikalarda ve
endüstri kuruluşlarında serbest seçimleri destekleyerek sendikal politikanın demokratikleştirilmesini;
hemen bir okuma yazma kampanyasına ve yurttaşların, topluma ve anayurtlarına karşı hak ve
yükümlülüklerini kavramaları için eğitime başlanmasını; "hedefi, işlenmemiş toprakları dağıtmak ve
devlete ya da özel kişilere ait toprakların mülkiyetini eski sahiplerine tazminat ödenerek bu topraklar
üzerinde üretim yapan yarıcı ve kiracılara devretmek olan bir toprak reformu için temellerin
oluşturulmasını"; paranın değerini korumayı ve devlet kredilerinin kazanç getiren girişimlere akmasını
[sayfa 125] sağlayacak sağlıklı bir mali politika uygulanmasını; sanayileşme sürecinin hızlandırılmasını ve
yeni iş yerlerinin açılmasını karara bağlamaktaydı.
Programa, önemle üzerinde durulan iki nokta eklenmişti: "Birincisi, cumhuriyetin geçici hükümetine
başkanlık edecek uygun bir kişinin derhal atanması gerekmektedir. Bu, Küba halkının bir özgürlük
sloganı etrafında birleşebileceğini ve tarafsızlığıyla, dürüstlüğüyle ve yetenekleriyle bu sloganı temsil
edecek bir kişiyi destekleyebileceğini bütün dünyanın görmesi açısından zorunludur. Bugün Küba'da
cumhuriyetin başkanı olma görevini yerine getirebilecek yeterince insan vardır." (Bu açıklamayı
imzalayanlardan Felipe Pazos'un içten içe inancı, Küba'da, bu görev için yeterince insan bulunduğu
değil, tek bir kişinin olduğuydu ve elbette bu tek kişi kendisiydi.)
"İkincisi, bu kişi, bütün sivil kurumların ortak biçimde atadığı biri olmalıdır; söz konusu kuruluşlar
partiler üstü bir niteliğe sahip olduklarından, bu kuruluşlar tarafından desteklenmesi, başkanı, parti
politikalarından bağımsız kılacak ve seçimlerin tamamıyla tarafsız ve dürüst bir biçimde yapılmasına
olanak sağlayacaktır."
Devamla şöyle deniyordu: "Bizimle tartışmak için Sierra'ya gelmek gerekli değildir; biz, Havana'da,
Meksika'da, ya da istenilen başka bir yerde temsilci bulundurabiliriz."
Fidel, toprak reformu üzerine bazı açıklamaların daha açık seçik olması için ağırlığını koymaya
uğraşmıştı. Ne var ki, bu iki koyu gericinin taşlaşmış cephesini parçalamak çok zordu; "hedefi,
işlenmemiş toprakların dağıtılması olan bir toprak reformu için temellerin oluşturulması" politikası, tam
da Diario de La Marina[45] gazetesinin onaylayacağı bir politikaydı. Bu çizginin tamamlanması için de,
"toprakların eski sahiplerine tazminat ödeneceği" karara bağlanmaktaydı. [sayfa 126]
Bildiride yer alan uzlaşma noktalarının bazıları, devrim tarafından, ilk tasarlandığı biçimle
gerçekleştirilmedi. Burada şu noktanın açıklığa kavuşturulması gerekir: Düşman, bu bildiride sessizce
varılan anlaşmayı; Sierra'nın otoritesini tanımayı reddettiğinde ve geleceğin devrimci hükümetinin elini
kolunu şimdiden bağlamaya çalıştığında bozmuştu.
Varılan bu uzlaşmadan hoşnut değildik, fakat gerekli olduğunu biliyorduk; o dönem göz önüne
alındığında, bildiri, ilerici bir niteliğe sahipti. Ancak belirli bir tarihsel an dışında geçerliliğini koruması
olanaksızdı; Çünkü bu durumda devrimci gelişimi engelleyici olacaktı. Biz, yine de bildiriye bağlı
kalmaya hazırdık. Ne var ki düşman, ihanetleriyle bize yardımda bulunarak engelleyici bağları
koparmamızı ve halka onların gerçek niyetlerinin en olduğunu göstermemizi sağladı.
Bunun, hareket özgürlüğümüzü kısıtlayacak bir asgari program olduğunu biliyorduk, fakat aynı
zamanda, Sierra Maestra'da kalarak istediklerimizi gerçekleştiremeyeceğimizi de biliyorduk. Uzun bir
süre, askeri gücümüzü ve halkın Fidel Castro'ya duyduğu güveni, kendi iğrenç amaçları için kullanmak
isteyecek birçok "dostumuz" olacaktı. Bu "dostların öncelikli amacı, Küba'da emperyalizmin
egemenliğini, ona uşaklık eden, kuzeyli efendilerine sıkı sıkıya bağlı komprador burjuvazi aracılığıyla
korumaktı.
Bildirinin olumlu yanlan da vardı: Sierra Maestra'dan söz ediliyor ve şöyle deniyordu: "Sierra
konusunda hükümetin karşı propagandasına kimse aldanmamalıdır."
Maestra artık özgürlüğün yıkılmaz bir kalesi olmuş ve yurttaşların kalplerinde yer etmiştir. Halkın bize
gösterdiği inanca ve güvene, burada nasıl layık olacağımızı biliyoruz." "Burada nasıl layık olacağımızı
biliyoruz" cümlesi, gerçekte, bunu yalnız Fidel Castro'nun bildiğini anlatmaktaydı, çünkü diğer ikisi,
seyirci olarak bile, Sierra Maestra'da mücadele sürecini izleme yeteneğine sahip değillerdi. Zaten kısa
süre [sayfa 127] sonra da dağlardan ayrıldılar. Chibas, Batista polisinin eline düştü ve eziyet gördü. Daha
sonra, ikisi de Birleşik Devletler'e gittiler.
Oyun iyi hesaplanmıştı; Küba oligarşisinin en seçkin çevrelerinin temsilcilerinden oluşan bir grup,
"özgürlüğü savunmak için" Sierra Maestra'ya gelmiş ve bu kişiler Sierra dağlarının dışına çıkamayan
gerilla önderiyle ortak bir bildiriye imza atmışlardı. Kartlarını Miami'de açmak için dağlardan ayrılırken,
artık ellerinde istediklerini yapabilme özgürlüğü olduğunu düşünüyorlardı. Hesaplanmamış bir şey vardı
ama: Politik manevraların etkisi, karşı tarafın gücüne bağlıdır; bu durumda, söz konusu siyasi
manevranın karşısında halkın silahları vardı. Gerilla ordusuna büyük bir güvenle yaslanan önderimizin
olaya hızla müdahale edişi, ihanetin başarılı olmasını engellemiş ve Miami paktının sonuçları belli
olduğunda, aylar sonra Fidel'in verdiği sert yanıt, düşmanı felce uğratmıştı. Bölücülük yapmakla,
irademizi Sierra'dan keyfi olarak dayatmakla suçlandık. Fakat düşman taktiğini değiştirmek zorunda
kalmış ve yeni bir tuzak olarak Caracas paktını hazırlamaya girişmişti. ,
Bildiri 12 Temmuz 1957 tarihliydi ve o günlerde gazetelerde yayınlanmıştı. Bu bildiri bizim için uzun
yolumuz üzerinde kısa bir moladan başka bir şey değildi; baskı ordusunu savaş alanlarında yenilgiye
uğratmak olan temel görevimize devam etmek zorundaydık. O günlerde yeni bir gerilla kolu kuruldu; ben
yüzbaşı rütbesiyle komuta edecektim bu birliğe. Başka terfiler de olmuştu: Ramiro Valdes yüzbaşılığa
yükseltildi ve takımıyla benim birliğime verildi. Yüzbaşı olan Ciro Redonda da başka bir takımın
komutasını aldı. Gerilla kolu üç takımdan oluşuyordu. Birinci takım, aynı zamanda öncü güce liderlik
eden ve birliğin ikinci komutanı olan Lalo Sardinas'ın komutası altındaydı. Diğer iki takımın
komutanlarıysa Ramiro Valdes ve Ciro Redonda'ydı. "Köylü topluluğu" olarak adlandırılan bu birlik
yaklaşık yetmişbeş adamdan oluşmaktaydı; hepsinin giysileri ve silahları değişikti. [sayfa 128] Yine de bu
birlikle gurur duyuyordum. Birkaç gece sonra, daha büyük bir gurur, devrime daha sıkı bir bağlılık ve
bana verilen rütbeye hak kazandığımı kanıtlamak için daha yoğun bir istek duyacaktım.
Öldürülmesinden kısa süre önce "Carlos"a (Frank Pais'ın kod adıydı) iyi dileklerimizi ve
kutlamalarımızı ileten bir mektup yazmıştık. Mektup, okuma yazma bilen bütün subaylar tarafından
imzalandı (Sierra köylülerinin okuma yazmayla pek araları yoktu, gerilla birliğinin önemli bir bölümü ise,
bu köylülerden oluşuyordu.) Biri imza, biri rütbe için iki sütun açılmıştı mektupta. İkinci sütuna
imzalayanların rütbeleri yazılırken sıra bana gelince, Fidel, birdenbire, "Binbaşı yaz" diye emir verdi.
Daha sonra Dördüncü Gerilla Birliği adını alacak olan gerilla ordusunun İkinci Birliğine binbaşı rütbesiyle
komutan olarak atanmam böyle törensiz ve beklenmedik biçimde olmuştu işte.
Gerillalar, ihtiyacımız olan her şeyi sağlayarak sıkıntılı durumumuzu, kendisi Santiago'da olmasına
karşın, gidermek için uzun süreden bu yana kahramanca mücadele eden kardeşlerine gönderecekleri bu
içten mesajı, şimdi hangisi olduğunu anımsayamadığım bir köylü kulübesinde yazmışlardı.
Hepimizin içinde var olan belirli bir kibirlilik, bir tür kendini beğenmişlik nedeniyle, o gün kendimi
dünyanın en gururlu insanı olarak hissediyordum. Rütbe işaretim olan küçük yıldız, Mansanillo'dan
ısmarlanan bir kol saatiyle birlikte, Celia tarafından verilmişti bana. Yeni kurulan birliğimin ilk görevi,
Sanchez Mosquera'yı kıstırmaktı, yalnız, bu aşağılık adam daha önce bölgeden ayrılmıştı.
Yeni bölgede yaşayacağımız yarı bağımsız hayatın hakkımız olduğunu kanıtlamak için bir şeyler
yapmalıydık. Hedefimiz, El Hombrito bölgesine ulaşmaktı ve artık büyük işler tasarlamaya başlamıştık.
Yaklaşmakta olan şanlı 26 Temmuz gününü kutlamak için hazırlanmalıydık; dikkati elden
bırakmamak koşuluyla [sayfa 129] Fidel, istediğimi yapmakta serbest bırakmıştı beni. Son buluşmamızda
gerillaya yeni katılan bir doktorla tanışmıştık. Bugün devrimci ordumuzun genel kurmay başkanı olan
Sergio del Valle adlı bu doktor, o günlerde görevini, Sierra'da koşulların elverdiği ölçüde en iyi biçimde
yerine getirmeye çalışıyordu.
Var olduğumuzu göstermek zorundaydık, çünkü kentlerde bazı başarısızlıklar yaşanmıştı: Miranda
şeker fabrikasının bulunduğu bölgede açılacak ikinci cephe için hazırlanan silahlar, polisin eline geçmiş
ve aralarında Faustino Perez'in de bulunduğu birçok yürekli önder tutsak edilmişti. Fidel, baştan beri
güçlerimizin bölünmesine karşı olduğu için, ikinci cephe fikrini benimsememiş, ama kent temsilcilerinin
ısrarlı istekleri üzerine kabul etmişti. Silahların polisin eline geçmesi Fidel'in savlarının ne kadar doğru
olduğunu kanıtladı. Artık, gerilla ordumuzun harekat üslerini genişletmek amacıyla ilk adımları atmak
için, Sierra Maestra'daki konumumuzu güçlendirmeye çalışacaktık. [sayfa 130]

19| BUEYCİTO SALDIRISI

Bağımsız yaşayışın ilk belirtileriyle birlikte, gerilla içinde sorunlar da baş göstermeye başlamıştı.
Şimdi yapılacak iş, sıkı bir disiplin kurmak, önder güçleri oluşturmak ve herhangi bir biçimde bir genel
kurmay meydana getirmekti. Yeni çatışmalarda başarılı olabilmemiz için gerekli olan bu önlemleri
gerçekleştirmek, savaşçıların disiplin yetersizliği nedeniyle kolay bir iş değildi.
Müfrezeler henüz kurulmuştu ki herkes tarafından sevilen bir companero olan Teğmen Maceo,
aramızdan ayrıldı. Bir görevle Santiago'ya giden bu companero'yu bir daha göremeyecektik, çünkü
Santiago'da bir çatışmada ölmüştü.
Bu arada aramızdan bazıları terfi ettiler. Companero William Rodriquez ve Raul Castro Mercader'in
rütbeleri teğmenliğe yükseltildi. Küçük birliğimize böylece bir düzen vermeye çalışıyorduk. Bir sabah can
sıkıcı bir haber aldık: Adamlardan biri, o dönemde silah donanımımızın yetersizliği nedeniyle, bizim için
çok değerli olan 22 kalibrelik bir silahla kaçmıştı. Öncü güç içinde bulunan ve "Çinli Wong" [sayfa 131]
adıyla çağırdığımız bu adam, Sierra Maestra'nın eteklerindeki köyüne gitmişti mutlaka. Peşinden iki kişi
yolladık. Ne var ki, o sırada adamın yakalanması konusunda umudumuzu kıran bir başka gelişme oldu:
Daha önceki bir kaçağı aramak için giden iki companero, İsrael Pardo ve Banderas, elleri boş olarak geri
döndüler birliğimize. İsrael, bölgeyi tanıdığı için ve fizik dayanıklılığı nedeniyle, benim yanımda özel
görevler alacaktı artık.
Oldukça cüretli bir plan üzerinde çalışmaya başladık: Önce gece vakti Estrada Palma'ya saldıracak,
sonra hemen yakındaki Yara ve Veguitas köylerine hareket ederek küçük garnizonları ele geçirecek ve
aynı yoldan geriye, dağlara dönecektik. Böylece, ani baskının sağladığı üstünlüğü kullanarak bir
saldırıda üç garnizonu ele geçirebilecektik. Bir-iki atış talimi yaparak -bu arada fazla kurşun
harcamamaya dikkat ediyorduk- Madzen tipi hafif makineli tüfeğin dışında bütün silahların iyi durumda
olduğunu belirledik. Bu hafif makineli tüfek hem çok eskiydi; hem de çok yıpranmıştı. Fidel'e yazılı bir
haber göndererek planımızı anlattık ve onaylayıp onaylamadığını yazılı olarak bize bildirmesini istedik.
Kendisinden herhangi bir yanıt alamadık, ancak, 27 Temmuz günü radyodan, Estrada Palma'ya
saldırıldığı haberini duyduk. Resmi açıklamaya göre saldırı Raul Castro komutasındaki ikiyüz kişiyle
gerçekleştirilmişti.
Bohemia dergisi, o dönemde tek sansürsüz baskısında: birliklerimizin Estrada Palma'da yaptığı
hasarı yayınladı; eski garnizon küller içinde görünüyor ve dağlardan gelen, aralarında Fidel Castro ve
Celia Sanchez'in de bulunduğu bazı devrimcilerden söz ediliyordu. Böyle durumlarda her zaman olduğu
gibi gerçekle efsane birbirine karışmıştı, gazeteciler bu ikisini birbirinden ayıramıyorlardı. Gerçekte
saldırı ikiyüz kişiyle değil, çok daha az sayıda kişiyle gerçekleştirilmişti ve eylemi o zamanlar yüzbaşı
olan Guillermo Garcia yönetmişti. Bir başka gerçek de düşmanla çatışmanın olmamasıydı, çünkü 26
Temmuz'da ağır saldırılar bekleyen Barreras, kendi [sayfa 132] durumuna fazla güvenemediği için,
zamanında geri çekilmişti. Bir bakıma Estrada Palma saldırısı bir keşif eylemi olmuştu. Bu saldırıyı
izleyen günlerde ordu birlikleri, gerilla birliğimizin peşine düşmüş ve henüz birliği yeterince
örgütleyemediğimizden, anımsayabildiğim kadarıyla, San Lorenzo dolaylarında, uyuduğu için geride
kalan bir adamımızı tutsak etmişti.
Bu haberi aldıktan sonra yerimizi hızla değiştirme ve 26 Temmuz'u izleyen günlerde bir başka
garnizona saldırarak ayaklanma yararına havayı canlı tutma kararı aldık.
Sierra Maestra yönüne doğru yürüyüşümüzü sürdürürken, kaçağın peşinden yolladığımız iki
adamdan biri, La Jeringa yakınlarında bize yetişti ve şunları anlattı: Kaçakları aramak için birlikte
görevlendirildiği öteki companero, önce kendisiyle Çinli Wong'un iyi arkadaş olduklarını, onu ele
veremeyeceğini söylemiş. Sonra da ona kaçmayı önermiş ve kendisinin birliğe dönmeyeceğini bildirmiş.
Companero, ondan durmasını istemiş, kaçak yoluna devam edince ateş etmiş ve onu öldürmüş. Olayın
geçtiği yere bakan tepenin üzerinde bütün birliği topladım ve gerillacılara, biraz sonra göreceklerinin ne
anlam taşıdığını, kaçakların neden ölümle cezalandırıldığını, devrime ihanet eden herkesin neden
cezalandırılması gerektiğini anlattım. Tek kol halinde, sessizce olay yerine gittik. Hayatlarında ilk kez bir
ölüyle karşılaştıkları için birçok companero şaşkın durumdaydı. Savaş içinde görev yerini terk etme
girişiminde bulunan adamın cesedinin önünden geçtik. Devrime bilinçli ihanet etme tavrından çok,
peşine düştükleri kaçağa duyduğu kişisel yakınlık ve o dönemde doğal olan politik bilinç yetersizliği rol
oynamıştı bu ihanette. Güç koşullar altındaydık ve herkes bu cezanın ibret olsun diye uygulandığının
bilincindeydi. Bu acı olayı yaratanların adını vermek, aradan bunca zaman geçtikten sonra, gereksiz. Şu
kadarını söyleyelim: Ölen kaçak, o bölgenin genç, yoksul köylülerinden biriydi.
Daha önceden tanıdığımız bölgelerden geçiyorduk. 30 [sayfa 133] Haziran'da Lalo Sardinas, maden
ocağı bölgesinde tüccarlık yapan Armando Oliver adlı eski bir dostla ilişki kurdu. Californiya bölgesi
yakınlarındaki bir evde, Armanda Oliver ve Jorge Abich'le buluştuk. Onlara Minas ve Bueycito'ya'
saldırmayı planladığımızı açıkladık. Bu sırrı başkalarına açıklamak tehlikeliydi, ama Lalo Sardinas bu
companeroları tanıyor, onlara güveniyordu.
Armando'nun verdiği bilgiye göre, Casillas buralara geliyordu, çünkü askerlerin kökleşmiş adetleri
gereği, bu bölgede bir sevgilisi vardı. Fakat biz, bir oyun çevirerek bu kötü ünlü subayı tutsak almaktan
çok, burada olduğumuz duyulmadan hemen saldırma eğilimindeydik. Saldırının bir gece sonra 31
Temmuz'da gerçekleştirilmesini kararlaştırdık. Armanda Oliver, kamyon, bölgeyi tanıyan bir kılavuz ve
Bueycito karayolunu Manzanillo'dan Bayamo'ya giden karayoluna bağlayan köprüyü uçurmak için bir
maden işçisi bulacaktı. Ertesi gün, öğleden sonra ikide yürüyüşe geçtik; Sierra Maestra'nın tepesine
varmamız iki saat sürdü. Burada bütün sırt çantalarımızı sakladık ve yola arazi donanımımızla devam
ettik. Uzun yürüyüşümüz sırasında bir dizi eve rastladık, bunlardan birinde bir eğlence yapılıyordu.
Onlarla konuşarak burada olduğumuzun duyulması halinde kendilerini sorumlu tutacağımızı açıkça
belirttikten sonra yürüyüşümüzü hızla sürdürdük. Elbette böyle bir karşılaşma büyük tehlikeler
yaratmıyordu, çünkü o dönemlerde Sierra Maestra'da telefon ya da başka bir haberleşme olanağı yoktu.
Muhbir gideceği yere bizden önce varmak için koşarak gitmek zorundaydı.
Companero Santiesteban'ın evine vardık ve burada Armando Oliver'in gönderdiği iki kamyonun
dışında, bu yoldaşın kullanmamız için verdiği küçük bir kamyona da bindik. Böylece bütün birlik
kamyonlara bindirilmiş olarak (Lalo Sardinas birinci kamyonda, Ramiro benimle birlikte ikinci kamyonda,
Ciro ise takımıyla birlikte üçüncü kamyonda) Minas köyüne kadar yaklaşık üç saat yol aldık. Ordu
buradan [sayfa 134] bütün nöbetçileri çekmişti. Buradaki görevimiz, kimsenin Bueycito'ya gitmemesi için
önlem almaktı. Devrimci orduda bugün binbaşı olan Teğmen Vilo Acuna komutasındaki artçı güç burada
kaldı. Biz, diğer güçlerimizle birlikte Bueycito yakınlarına doğru hareket ettik.
Bölgeye girerken kömür yüklü bir kamyonu durdurarak, adamlarımızdan birisini kamyonla birlikte,
nöbetçi olup olmadığını kontrol etmek için ileriye gönderdik. Bazen, Bueycito girişinde askerler
Sierra'dan gelen her şeyi kontrol ediyorlardı. Fakat o an hiç kimse yoktu ortalıkta, bütün nöbetçiler mışıl
mışıl uyuyorlardı.
Planımız basit fakat cüretliydi: Lalo Sardinas garnizona sol taraftan saldıracaktı. Ramiro ise takımıyla
birlikte binayı tümden kuşatacak; kurmay heyetinin makineli tüfeğiyle hazır bekleyecek olan Ciro, önden
saldıracaktı. Armando Oliver her şeyden habersizmişçesine arabasıyla gelecek ve aniden arabasının
farlarını nöbetçilere çevirecekti. Ramiro'nun adamları o anda garnizona girip herkesi tutsak alacaklardı.
Bu sırada, kulübelerinde uyuyan bütün nöbetçileri tutsak etmek için gerekli önlemler de alınmalıydı.
Daha sonra Pino del Agua saldırısında ölen Teğmen Noda, ateş başlayıncaya kadar karayolunun trafiğe
kapatılmasıyla görevlendirilmişti. William ise, Bueycito'yu ana caddeye bağlayan köprüyü uçurmaya
yollanmıştı; böylece düşman birliklerinin yolu bir süre kesilmiş olacaktı.
Adamlarımız bölgeyi tanımadıkları ve deneyimsiz oldukları için planı uygulayamadık. Ramiro
karanlıkta adamlarından bir kısmını kaybetmiş ve biraz geç kalmış, araba hareket edememiş, adamları
bulunmaları gereken konumlara yerleştirirken köpekler havlamaya başlamıştı.
Köyün ana yolunda ilerlerken evlerin birinden bir adam çıktı. Adamı görür görmez, "Dur! Kim var
orada?" diye bağırdım. Arkadaşı olduğumu sanan adam, kendisini birliğinin ismini vererek tanıttı:
"Muhafız!" Tüfeğimi kendisine doğrulttuğumu [sayfa 135] görünce, koşarak eve girdi, hızla kapıyı kapattı;
içeriden masa ve sandalyelerin devrildiği duyuldu. Bu arada kırılan bir pencere sesi geldi, biri fazla ses
çıkarmadan atlayıp kaçmıştı. Nöbetçiyle aramda sessiz bir anlaşma olmuştu sanki, çünkü benim
açımdan, şu an önemli olan garnizonun ele geçirilmesiydi, o nedenle ateş etmek işime gelmemişti.
Nöbetçi de, bunun karşılığında bağırarak arkadaşlarını uyarmaya kalkışmadı.
İlerlemeye devam ediyor, birliğimizin son bölümünü mevzilerine yerleştiriyorduk. O anda garnizon
girişinde nöbet tutan asker, bize doğru ilerlemeye başladı. Köpeklerin bu kadar çok havlamaları dikkatini
çekmiş ve askerle karşılaşmam sırasında çıkan sesleri duymuştu mutlaka. Neredeyse çarpışacakken
birkaç metre kala durduk; bende Thomson, onda ise bir Garand vardı. Bana İsrael Pardo eşlik
etmekteydi. Adama durmasını söyledim, ama silahını ateşe hazır duruma getiren adam, ateş etmem için
yeterli küçük bir hareket yaptı: Tetiğe bastım, amacım bütün şarjörü boşaltmaktı, ne var ki silahım ateş
almadı. Tümden savunmasız kalmıştım. Bu kez İsrael, 22 kalibrelik arızalı tüfeğiyle ateş etmeyi denedi,
bu bozuk tüfek de ateş almadı. İsrael'in hayatta kalmayı nasıl başardığını tam olarak bilmiyorum,
anımsadıklarım yalnızca kendime ilişkin: Askerin yağdırdığı kurşun sağnağı arasından hayatımda bir kez
daha ulaşamadığım bir hızla koşarak kurtuldum, köşeyi dönüp yan caddeye ulaştım ve orada makineli
tüfeğimi atışa hazır duruma getirdim. Bize ateş eden asker, saldırı için işaret vermiş oluyordu, çünkü ilk
ateş onun silahından duyulmuştu. Her taraftan atış sesleri gelmeye başlayınca bu asker, ürkerek bir
sütunun arkasına gizlendi; birkaç dakika sonra, çarpışma bittiğinde, orada bulduk onu.
İsrael, birliğimizle bağlantı kurmak için harekete geçtiğinde silah sesleri kesilmiş ve garnizondakiler
teslim olacaklarını bildirmişlerdi. İlk silah atışları duyulduğunda Ramiro'nun adamları tel örgüleri aşıp
garnizona arkadan saldırmışlar ve bir tahta kapıyı kurşun yağmuruna tutmuşlardı. [sayfa 136]
Garnizonda bulunan oniki askerden, altısı yaralanmıştı. Bizse bir kayıp vermiştik: Aramıza yeni
katılanlardan companero Pedro Rivera göğsünden vurulmuştu. Bunun dışında üç de hafif yaralımız
vardı. İşimize yarayacak malzemeyi aldıktan sonra garnizonu ateşe verdik. Ve garnizonun çavuşuyla
Oran adlı bir muhbir tutsak olarak yanımıza alıp kamyonlara binerek hareket ettik.
Yolculuğumuz sırasında köylüler bize soğuk bira ve limonata ikram ettiler. Ortalık iyice aydınlanmıştı
artık. Ana caddenin yakınındaki tahta köprü havaya uçurulmuştu. Son kamyonumuz da geçtikten sonra,
bir derenin üzerindeki bir başka tahta köprüyü de uçurduk. Köprüleri havaya uçuran madenciyi bize
Oliver getirmişti; Cristino Naranjo adlı bu madenci, birliğimize katılmış ve değerli bir savaşçı olmuştu.
Binbaşı rütbesine kadar ulaşan Naranjo, devrimin zaferinden bir süre sonra öldürülmüştür.
Yolumuza devam ederek Minas'a ulaştık. Küçük bir toplantı yapmak için orada mola verdik. Bölgede
tüccarlık yapan Abich'lerden birinin, tutsakları serbest bırakmamız için bizden halk adına ricada
bulunması komikti. Onları, ordunun halka karşı katliam yapmasını engellemek için elimizde tuttuğumuzu
açıkladık, fakat öyle çok ısrar ettiler ki bırakmayı kabul ettik. Böylece iki tutsak geri gönderilerek halka
güvence verildi. Sierra'ya gitmek için bölgeden ayrılmadan önce yoldaşımızı da köy mezarlığına
gömdük. Tek tük keşif uçakları çok yükseklerden geçip gitmişti; o nedenle, yolumuzun üzerinde bulunan
bir hana girerek yaralılarımızın bakımını yaptık: Biri omzundan yaralanmıştı; kurşun omzunu sıyırmasına
karşın oldukça geniş bir yara açmıştı, yaralılar arasından en ağır durumdaki buydu. İkincisi, küçük
kalibreli bir silahla elinden yaralanmıştı. Üçüncününse kafasında bir şiş vardı. Companeronun anlattığına
göre, yaralanan ya da silah seslerinden ürken garnizona ait katırlar, oraya buraya koşarken çifteleriyle
bir moloz parçası fırlatmışlar kafasına. Alto de California'da kamyonları bıraktıktan sonra silahları
dağıttık. [sayfa 137] Çarpışmaya katılımım kahramanca değil, son derece alçak gönüllü olmasına karşın
-çünkü kurşunlara bedenimin arka kısmını göstermiştim- garnizonun en değerli silahı olan Browning tipi
hafif makineli bir tüfeği kendime ayırdım, böylece Thomsondan ve hiçbir zaman gerektiğinde ateş
almayan kurşunlarından kurtuldum. En iyi silahlar, en iyi savaşçılara verilmişti. Çarpışmada çok olumsuz
tavır alanlara yol verdik; bunlar arasında, ilk silah seslerini duydukları zaman kendilerini nehre atan
"ıslaklar" da vardı. Çarpışma sırasında görevlerini en iyi yerine getirenler, saldırıyı yöneten Yüzbaşı
Ramiro Valdes ve grubundaki bazı adamlarla bu küçük çarpışmada önemli bir rol oynayan Teğmen Raul
Castro Mercader'di.
Yeniden tepelere vardığımızda sıkıyönetim ilan edildiğini ve sansür uygulanmaya başlandığını
duyduk. Aynı anda devrimin büyük kaybını öğrendik; Frank Pais, Santiago sokaklarında öldürülmüştü.
Onun ölümüyle, Küba devriminin hizmetinde geçen en temiz, en onurlu yaşamlardan biri sona erdi. Ve o
ağustos ayında, Santiago'da, Havana'da ve başka yerlerde Küba halkı, sokaklara dökülerek
kendiliğinden oluşan greve katıldı; bu greve Ağustos Grevi dendi. Hükümet gizli sansürünü ağırlaştırdı;
artık söz konusu olan mutlak bir haber yasağıydı. Yeni bir döneme girmiştik; bu dönemin belirleyici
özelliği bir yandan çalçene sahte muhalefetin suskunluğu, diğer yandansa Batista'nın adamlarının bütün
Küba'da giriştikleri önüne geçilmez cinayetlerdi. Bütün ülkede savaş durumu egemendi, Küba halkı
savaşmaya hazırdı.
Frank Pais'in ölümüyle en değerli savaşçılarımızdan birini yitirmiştik, ne var ki, katledilmesinin
yarattığı tepkiler, mücadeleye yeni güçlerin katıldığını ve halkın mücadele azminin yükseldiğini
gösteriyordu.

20| LİDİA VE CLODOMİRA

Lidia'yı tanıdığımda devrimci hareket başlayalı altı ay olmuştu. 4. Gerilla Kolu komutanlığında daha
çok yeniydim. Yiyecek ve ikmal malzemesi aramak amacıyla ovaya şimşek gibi inişlerimizden birindeydi.
Bu kez, Sierra Maestra eteklerinde, Bayamo yakınlarında, San Pablo de Yao'yu seçmiştik hedef olarak.
Köyün girişindeki ilk evlerden biri, bir fırıncı ailesine aitti, yani Lidya yaşıyordu bu evde. Daha
karşılaştığımız anda, biricik oğlu birliğimizde savaşan bu kırkbeş yaşındaki kadın, herkese örnek olacak
bir coşku ve tutkuyla kendini devrime adadı.
Adını hatırladığımda bile, bu kusursuz devrimci kadın bende sevgi ve sempatinin de ötesinde
duygular uyandırır. Özellikle bana çok bağlıydı, verilen görev ne olursa olsun, benim emrimde çalışmayı
yeğlerdi. Lidia, devrimin ve benim hizmetimizde sayısız defalar habercilik yaptı. Santiago de Cuba'dan
Havana'ya en gizli ve tehlikeli belgeleri taşır, birliğimizin tüm haberleşmesini yürütür, "El'Cubano Libre"
adlı gazetemizi iletirdi. Evrak, ilaç, kısacası ihtiyacımız olan her şeyi, ihtiyacımız olduğu anda, götürür,
getirirdi. [sayfa 139]
Öylesine cesur ve ataktı ki, başka haberciler onunla birlikte gitmekten çekinirdi. Yoldaşlarından
birinin hayranlık ve kınama karışımı bir anlatımla onun için şöyle dediğini hatırlıyorum: "Maceo'dan
da[46] daha yürekli bu kadın, ama hepimizi öldürtecek sonunda. Çılgınca işler yapıyor, eğleniyormuş
gibi de bir hali var." Lidia ise hiç aldırmadan, düşman hatlarını bir o yana, bir bu yana aşıp duruyordu.
Las Vegas de Jibacoa'da, La Mina del Frio bölgesine gönderildiğimde, bu savaşçı kadın, benimle
geldi. Bir süredir komuta ettiği yardımcı güçlerin kampından ayrıldı böylece. Kübalılar bir kadının emri
altında çalışmaya pek alışık olmadıklarından, onun yüksekten atan tavrı gerilla askerleri arasında
hoşnutsuzluk yaratıyordu. En ileri karakoldu bulunduğu nokta, Yao ile Bayamo arasında, La Gueva
(Mağara) denilen yerdi. Çok göze çarpan ve tehlikeli bir mevkiydi, düşman askerleri tarafından yeri
belirlenmiş, bizimkilerse birçok kez ateş altında oradan çekilmek zorunda kalmışlardı. Lidia'yı kesinlikle
bu karakoldan uzaklaştırmak istiyordum, ama o kalmakta ısrar ediyordu. Ancak yeni bir savaş cephesine
benimle birlikte gelmek için konumundan ayrılmaya razı oldu.
Lidia'nın karakterinin anlaşılmasını sağlayacak bir olayı hatırlıyorum: Cardenas bölgesinden gelen,
daha sakalı bitmemiş, çocuk yaşta bir savaşçımız olan Geilin'in öldüğü gündü. Lidia bir görevden
dönmüş, ona doğru gidiyordu. Bulundukları mevkiye ayaklarının ucuna basa basa yaklaşan muhafızları
gördü. Kuşkusuz bir muhbirin parmağı vardı bu işte. Lidia aniden harekete geçti. Havaya iki el ateş
ederek tehlike işareti vermek üzere 32'lik küçük tabancasını çekti. Fakat dost eller hemen onu durdurdu,
çünkü bu hareketi hepsinin hayatına mal olabilirdi. Bu sırada, askerler ilerlemiş ve kampın nöbetçisi
Guillermo Geilin'e saldırmışlardı. Guilermo cesaretle [sayfa 140] kendini savundu. İki kez yara alıp,
düşmanın eline düşerse başına gelecekleri anladığından, kendini öldürdü. Ertesi gün Lidia'ya rastladım.
Yüzünden genç savaşçının ölümünden duyduğu üzüntü, çaresizlik ve ateş edip alarm vermesini önleyen
kişiye karşı öfke okunuyordu. "Beni öldürselerdi ya, diyordu, ben yaşayacağım kadar yaşadım, ama o
yirmi yaşında bile değildi daha." Bu konuda bir süre daha konuştu. Bu kadının, sürekli olarak ölümü
küçümsercesine konuşması palavra mıydı? Ne olursa olsun, verilen görevleri hakkıyla yerine getirirdi.
Köpekleri sevdiğimi bildiğinden, bana Havana'dan bir köpek yavrusu getirmeye söz vermişti.
Tutması zordu bu sözü. Ama, yine de, Batista'nın büyük saldırısı sırasında bunu bile başardı. Dağla ova
arasında durmaksızın gidip gelen, son derece önemli belgeleri getirip götüren, dış dünya ile bağlantımızı
sağlayan Lidia her zaman çok hareketliydi. Her yere bugün yalnızca adını hatırladığım bir arkadaşıyla
giderdi. Clodomira adında, kendisiyle aynı kıratta, bugün yoldaşların saygıyla andığı bir kadın arkadaştı
bu. Tehlike karşısında, Lidia ve Clodomira birbirlerinden ayrılmazdılar. Her yere, her zaman yan yana,
birlikte gidip gelirlerdi.
İşgalden sonra, Lidia, Villas'a varır varmaz gelip beni bulma emri aldı. Gerçekten de, Sierra
Maestra'daki genel kurmayla Havana arasında bağlantı elemanlığı görevi yapıyordu. Las Villas'a
geldiğimde, onun el yazısıyla yazılmış bir pusula buldum, gelecek yolculuğunda bana küçük bir köpek
getireceğini bildiriyordu. Gel gör ki, Lidia ile Clodomira bu yolculuğa çıkamadılar. Savaşçılıkta,
devrimcilikte, insanlıkta onların tırnağı kadar bile değeri olmayan bir adam yüzünden ordu gerilla
birliğinin mevzilendiği yeri bulmuştu. Lidia ve Clodomiro da oradaydılar. Yoldaşlarımız kanlarının son
damlasına kadar savaştı. Lidia yaralı olarak düşman tarafından tutsak edildi. Cesetleri bile bulunamadı.
Özgürlük Savaşı'nın son günlerindeki gibi, yine yan yana, son uykularını uyuyorlar kuşkusuz. [sayfa 141]
O günlerde baştanbaşa mezarlığa dönüşen adanın bir köşesinde, ücra bir gerilla kampında
bulunacak kemikleri belki de. Bununla birlikte, direniş ordusunun bağrında, bu endişe dolu günlerde
dövüşen ve kendini feda edenler, hayatlarını her gün tehlikeye atarak, adanın bir ucuyla diğer ucu
arasında bağlantı kuran bu iki kadını unutmayacaklar. Bizim için, 1. Cephe'nin gerillacıları için ve kişisel
olarak benim için ikisi arasında Lidia ön planda gelir. Bugün, bu ölüyü saygıyla anmak için yazdığım bu
sözleri, eskiden neşe taşan adamızda, şimdi adım başında rastlanan mezarlara gösterişsiz bir çiçek gibi
bıraktım. [sayfa 142]

21| HOMBRİTO ÇARPIŞMASI

Gerilla kolu kurulalı henüz bir ay geçmişti ki, Sierra Maestra'da yerleşik bir yaşam için ilk temelleri
atmaya başladık. Vadiden bakıldığında, Sierra Maestra'nın tepesinde üs-tüste duran devasa iki kaya
çıkıntısının küçük bir adamı andırması nedeniyle El Hombrito[47] denen vadideydik. Birliğimizi henüz
çok deneyimsizdi; ağır koşullarla karşılaşmalarından önce adamları eğitmemiz gerekiyordu. Yalnız,
devrimci savaşın zorunlulukları gereği her an savaşa hazır olmalıydık. Küba'nın özgür bölgesi olarak
bilinen Sierra Maestra'nın belirli bir bölümüne giren birliklerin yolunu kesmekle görevliydik.
29 Ağustos'ta, daha doğrusu 29 Ağustos gecesi köylülerden biri, büyük bir düşman birliğinin Sierra
Maestra'ya çıkmaya hazırlandığını haber verdi. Birlik, El Hombrito'ya giden yoldan (yol bir yandan
yeniden vadiye iniyor, öte yandan da Altos de Conrado'ya kadar devam edip, bu arada Sierra Maestra'yı
aşıyordu) çıkmayı planlıyordu Sierra Maestra'ya. [sayfa 143]
Bize sık sık ulaşan yanlış haberlerden biri olabileceğini göz önüne alarak adamı tutuklayıp, yalan
söylemesi halinde kendisini bekleyen korkunç cezaları anlattım. Fakat adam, söylediklerinin doğru
olduğunu, askerlerin Sierra Maestra'dan birkaç kilometre uzakta Julio Zapatero'nun çiftliğinde
bulunduğunu tekrarlayıp yeminler ediyordu.
O gece mevzi aldık. Lalo Sardinas'ın takımı, mevziinizin doğu tarafında, kuru eğrelti otlarıyla kaplı
çayırlık alanda bulunacak, bizim tarafımızdan durdurulacak olan düşman birliğini kurşun yağmuruna
tutacaktı. Ramiro Valdes ve ateş gücü az olan silahlara sahip adamlar, batı tarafından "akustik ateş"
açarak panik yaratacaklardı. Ateş güçleri düşük olmasına karşın bunların bulundukları konum daha az
tehlikeliydi, çünkü askerler oraya ulaşmak için derin bir boğazı aşmak zorunda kalacaklardı.
Düşmanın dağa çıkmak için kullanacağı patika, Lalo'nun pusuya yattığı tepenin yanından geçiyordu.
Ciro, birliğe yandan saldıracaktı. En iyi silahlarla donatılmış nişancılardan oluşan küçük bir takımaysa,
ben komuta edecek ve ilk ateşi açarak çarpışmayı başlatacaktım. En iyi adamlar Ramiro'nun takımından
Teğmen Raul Mercader'in komutasına verilmişti; o nedenle bu grup zaferin meyvelerini toplamak için, en
son saldırıyı yapacaktı. Plan çok basitti: Bir kayanın etrafından dolanmak için yaklaşık doksan derecelik
bir açı oluşturan yol üzerindeki küçük dönemeçte, düşman birliğinin on ya da oniki adamı dönemeci
geçtikten sonra ben, ateş etmeye başlayacak, böylece adamları birliğin öteki kısmından ayıracaktım. Bu
arada, diğer düşman askerleri de yok edilecekti. Raul Mercader'in takımı ilerleyerek ölen düşman
askerlerinin silahlarını alacak ve Teğmen Vilo Acuna'nın komutasındaki artçı gücün koruması altında,
zaman geçirmeksizin, geri çekilebilecektik.
Sabah erken bir saatte, Ramiro Valdes'in konumu olan bir kahve fidanlığından, dağın yamacında
bulunan Julio Zapateros'un evini gözetlemeye başladık. Güneş yükselirken uykudan [sayfa 144] uyanan
insanların ilk hareketleri görülmekteydi; eve girip çıkanlar oluyordu. Kısa süre sonra, bu adamlardan
bazılarının başlarına Batista ordusunun şapkasını oturttuklarını gördük; düşman birliğinin orada
olduğunu bildiren köylünün söyledikleri böylece doğrulanıyordu. Bütün adamlarımız mevzi almışlardı.
Düşman birliği zorlanarak dağa çıkmaya başladığında, ben de yerime döndüm. O anlarda hiç
bitmeyecek gibi geliyordu bekleyiş. Parmaklarım, bu savaşta ilk kez kullanacağım ateşe hazır Browning
marka makineli tüfeğimin tetiğini yokluyordu durmadan. Sonunda yaklaştıkları bildirildi, zaten kaygısızca
konuşmalarını ve yaptıkları gürültüleri duymaya başlamıştık. İlk düşman askeri dönemeci dönmüştü, onu
ikinci ve üçüncü asker izledi. Ne yazık ki aralarındaki uzaklık fazlaydı, tasarladığımız biçimde oniki
adamın geçmesini beklemek için zaman olmadığını düşündüm. Altıncı asker dönemeci geçtikten sonra,
ön taraftan birinin bağırdığını duyduğum anda askerlerden biri başını kaldırdı; hemen ateş açtım. Altıncı
asker devrildi. Bu arada herkes ateş etmeye başlamıştı. Otomatik tüfeğimi ikinci kez ateşleyinceye
kadar, yol üzerindeki altı asker de ortadan kayboldu.
Raul Mercader'in grubuna saldırı emrini verdim, bu arada bazı gönüllüler de katılmışlardı saldırıya.
Düşman üzerine iki yandan ateş edilmekteydi. Öncü gruptan Teğmen Orestes, Raul Mercader ve
başkaları ileriye atılarak kayanın ardından, Binbaşı Merob Sosa'nın komutasındaki düşman bölüğünü
ateş altına aldılar. Rodolfo Vazquez, benim yaraladığım askerin silahını aldı; bu yaralının bir sıhhiye eri
olduğunu, üzerinde muhafızların on ya da oniki kurşunlu 45'lik bir tabancasından başka silah
bulunmadığını öğrenince çok üzüldük. Diğer beş asker kaçmıştı; yolun sağına kayıp, kayalığın altındaki
bir dere yatağına gizlenerek kurtulmuşlardı. Kısa süre sonra, yürüyüş sırasında beklemedikleri bir anda
karşılaştıkları saldırının yarattığı büyük şaşkınlıktan kurtulan askerlerin açtığı bazuka ateşi duyulmaya
başladı. [sayfa 145]
Benim makineli tüfeğim dışında ağır silah olarak yalnızca bir Maxim tipi makineli tüfek vardı, ancak o
da ateş almamıştı; bu tüfeği kullanmakla görevli Julio Perez, ateşlemeyi becerememişti. ,
Ramiro Valdes, İsrael Pardo ve Joel İglesias, düşmana karşı neredeyse oyuncak silahlarla saldırıya
geçmiş, her yandan ateş ederek korkunç bir gürültü çıkmasını sağlamışlardı; bu da düşman askerlerini
daha büyük bir şaşkınlığa itmişti. Yanlarda mevzilenmiş takımlara geri çekilme emri verdim. Ardından,
biz de geri çekildik. Artçılar, Lalo Sardinas'ın bütün takımı geçene kadar, ateş ederek koruma görevi
yapacaklardı. İkinci bir direniş hattı kurmayı planlamıştık.
Geri çekilme gerçekleştirildikten sonra, Vilo Acuna da bize yetişti. Acuna kendisine verilen görevi
yerine getirmişti, ama bir kaybımız vardı: Joel İglesias'in yeğeni Hermes Leyva ölmüştü. Bu arada
Fidel'in gönderdiği bir takımla karşılaştık. Bizden daha üstün düşman güçleriyle çok yakında çarpışmak
zorunda kalacağımızı bildirmiştim daha önce Fidel'e. Yüzbaşı İgnecio Perez'in komutasındaki bir takımla
birlikte, çarpışmanın gerçekleştiği alandan bin metre kadar uzaklaşarak yeni bir pusu kurduk ve düşmanı
beklemeye başladık. Düşman birliği çarpışmanın olduğu küçük düzlüğe geri dönmüştü. Hermes
Leyva'nın cesedini gözlerimizin önünde yaktılar; bu yolla intikam alıyorlardı. Çaresiz bir öfke içerisinde,
askerlere doğru tüfekler ve makineli tüfekle ateş etmekten başka bir şey gelmiyordu elimizden. Bu ateşe
askerler de bazukayla karşılık veriyorlardı.
Bu arada, benim aceleyle ateş etmeme neden olan sesin, "Amma da zormuş ha!" diyen bir askere
ait olduğunu öğrendim; büyük bir olasılıkla dağa çıkmanın zorluğundan yakınmıştı. Bu çarpışma bize,
birliğimizin ne kadar deneyimsiz olduğunu göstermişti: Bu çarpışmadaki gibi, düşman birliğiyle
mevzilerimiz arasında on ya da yirmi metreden fazla uzaklık bulunmadığı durumlarda bile, isabetli atışlar
yapamıyorduk. Bununla birlikte bizim için bu çarpışma, büyük bir zaferdi, [sayfa 146] çünkü Merob
Sosa'nın birliğini tümden durdurmuştuk; Merob gece olunca geri çekilmişti. Düşman karşısında küçük bir
zafer kazanmış ve ganimet olarak da küçük bir silah ele geçirmiştik, ama bu bize değerli bir savaşçının
hayatına mal olmuştu. Bu çarpışmayı, mevcudu en az yüzkırk olan ve modern bir savaş için gerekli
donanıma sahip bir düşman bölüğüne karşı, pek iyi durumda olmayan bir avuç silahla gerçekleştirmiştik.
Düşman bize karşı çok sayıda bazuka, hatta mevzilerimize karşı havan topu kullanmıştı. Fakat düşman
birliği de, öncüsüne saldırıldığını gördüğünde, aynı bizimkiler gibi, plansız ve rasgele davranmıştı.
Bu çarpışmanın ardından bazı terfiler yapıldı. Alfonso Zayas, çarpışmada gösterdiği yüreklilik
nedeniyle teğmenliğe yükseltildi. Başka terfiler de olmuştu ama onları şimdi kesin olarak
anımsamıyorum. Askerler çekildikten sonra, o gece ya da ertesi gün, Fidel ile görüştük. Fidel, Las
Cuevas bölgesinde Batista güçlerine nasıl saldırdığını büyük bir neşe içinde anlattı. Değerli
companerolardan bazıları da bu çarpışmada yitirilmişti: Gerillaya ilk katılanlardan Manzanillo'lu
Juventino Alarcon, Pastor, Yayo Castillo ve babası Batista ordusunda teğmen olmasına karşın bize
katılan, diğerleri gibi büyük bir savaşçı ve dürüst bir genç olan Oliva.
Fidel'in giriştiği çarpışma bizimkinden daha önemliydi, çünkü düşmana pusudan saldırılmamış, az
çok iyi biçimde savunulan bir karargaha baskın yapılmıştı. Düşman güçlerinin yok edilmesi tümüyle
gerçekleşmemiş de olsa, düşmana oldukça yüksek kayıplar verdirilmişti; ertesi gün düşman buradan
çekmişti güçlerini. Bu çarpışmanın kahramanlarından biri, birliğimizin yürekli savaşçılarından olan "Zenci
Pilon" du. Anlatıldığına göre, bir gün Pilon, girdiği bir kulübede "yanlarında birkaç kutu bulunan bir sürü
acayip boru" görmüş. Bunlar düşman tarafından artık gözden çıkarılmış bazukalardı mutlaka. Ne var ki,
o sıralar biz, bazukanın yalnızca adını biliyorduk. Böylece, bu silaha ilişkin hemen hiçbir şey bilmeyen
Felk (Zenci Pilon), silahları orada bırakarak, ayağından [sayfa 147] yaralı olarak savaştan çekilmişti.
Düşmanın küçük, tahkimatlı mevkilerine saldırılarda çok etkili olan bu silahlara sahip olma olanağını, işte
böyle kaçırmıştık.
Çarpışmamız yeni türden tepkilere yol açmıştı: Bir-iki gün sonra, ordu tarafından yayınlanan bir
bültende beş ya da altı ölüden söz ediliyordu. Daha sonra, cesedini yaktıkları companeromuz dışında,
dört ya da beş köylüyü katlettiklerini öğrendik. Katil Merob Sosa'ya göre, birliğimizin bölgede olduğunu
bildirmedikleri için suçluydu bu köylüler. Abigail, Calkto, Pablito, Lebon (Haiti asıllı) ve Gonzalez'ti
öldürülen köylülerin adları. Bu köylüler gerçi bizim çok yakınlarda olduğumuzu biliyor ve bütün köylüler
gibi bize sempati duyuyorlardı, ancak, planladığımız harekattan en ufak bilgileri yoktu, harekata en ufak
bir katkıda bulunmamışlardı. Batista ordusu komutanlarının yöntemlerini bildiğimiz için, amaçlarımızı
köylülerden gizliyorduk. Hatta köylülerden biri rastlantı sonucu pusu kurulan bölgeden geçse, onu,
çarpışma bitene kadar tutukluyorduk. Bu talihsiz köylüler kulübelerinde öldürülmüşler, daha sonra da
kulübeleri ateşe verilmişti.
Bu çarpışma bize, belirli koşullar altında, yürüyüş düzenindeki bir düşman birliğine saldırmanın ne
kadar kolay olduğunu göstermişti. Ayrıca, yürüyüş halindeki kolun en başındakileri ateş altına almanın,
taktik olarak daha doğru olduğu inancına varmıştık, öndeki ilk askeri ya da askerleri öldürmek, ötekilerin
ilerlemek istememesine ve düşman birliğinin hareketsiz kalmasına yol açıyordu. Bu taktik giderek daha
da ön plana çıktı ve sonuçta düzenli biçimde uygulanmaya başlandı. Böylece düşman, Sierra
Maestra'ya giremez olmuştu. Askerler öncü olmak istemedikleri için huzursuzluklar baş gösteriyordu
düşman birlikleri içinde. Fakat bu taktik yerleşinceye kadar daha önümüzde çok sayıda çarpışma vardı.
Bu arada Fidel'le görüşerek gerçekleştirdiğimiz küçük Kahramanlıklardan söz ettik; küçük olmalarına
karşın bu başarılan, düşmanla aramızdaki güç eşitsizliği (bizimkiler doğru [sayfa 148] dürüst
silahlanmamışlar, düşman askeri kuvvetleriyse baştan aşağı donatılmıştı) nedeniyle önemliydi.
Artık Batista birliklerinin Sierra'yı bir daha geri dönmemek üzere terk edecekleri an yaklaşmıştı.
Sierra'ya yalnızca ara sıra büyük bir cüret göstererek bir tek kişi girebilecekti: Bu, Batista'nın hizmetinde
bulunanların içinde en gözü pek, en zalim ve en hırsız komutanlardan biri olan Sanchez Mosquera'ydı.
[sayfa 149]

22| PİNO DEL AGUA'DAKİ İLK SAVAŞ

29 Ağustos'ta Fidel'le buluştuktan sonra, birkaç gün, bazen birlikte, bazen ayrı olarak kereste
fabrikasının bulunduğu Pino del Agua bölgesine ulaşmak için yürüdük. O sırada aldığımız bilgiye göre,
Pino del Agua'da düşman birlikleri yoktu ya da yalnızca-küçük bir garnizon vardı.
Fidel'in planı şöyleydi: Eğer söz konusu olan küçük bir garnizonsa derhal ele geçirecektik. Aksi
halde, orada kendimizi kısa bir süre için gösterecektik, daha sonra Fidel, birliğiyle birlikte Chivirico
bölgesine doğru yoluna devam edecekti. Biz, böyle durumlarda bizim gördüğümüz yerlere, bölgeden
geçişimizin köylüler üzerinde yarattığı devrimci havayı yok etmek ve gücünü göstermek için hemen
yetişen Batista ordusunu, pusuya yatarak bekleyecektik.
Pino del Agua'ya varmamızdan önceki günler, buluştuğumuz Dos Brazos del Guayabo'dan
çarpışmanın olacağı bölgeye doğru ilerlerken bazı olaylar meydana gelmişti. Bu olaylarda yer alan kişiler
devrimin daha sonraki sürecinde de rol oynadılar. [sayfa 151]
Bu olaylardan bir tanesi, El Uvero çarpışmasından önce gerillaya katılan, El Uvero'da bizimle birlikte
çarpıştıktan sonra, şimdi gerillayı terk eden bölge köylülerinden Manolo ve Popo Beaton'un firarıydı. Bu
kişiler daha sonra, Fidel ihanetlerini affettiği için, yeniden gerillaya alındılar. Fakat hiçbir zaman, yarı
bedevi ve haydutvari yaşantı biçimlerini değiştirmediler. Manola, devrim zafere ulaştıktan sonra Binbaşı
Cristino Naranjo'yu, bazı kişisel nedenlerden öldürdü. Hapsedildiği La Cabana'dan[48] kaçmayı
başardıktan sonra, Sierra Maestra'nın, kendisinin devrim sırasında çarpıştığı bir bölgesinde küçük bir
gerilla birliği kurdu. Bu arada, başka suçlarının yanı sıra, ilk günlerden başlayarak devrime katılmış
yürekli companero Pancho Tamayo'yu öldürme suçunu da işledi. Sonunda, köylülerden oluşan bir birlik
onu ve kardeşi Popo'yu tutukladı, ikisi de Santiago'da kurşun dizildi.
Bir başka üzücü olay daha yaşadık: Roberto Rodriguez adlı bir yoldaş emre uymama nedeniyle
silahsızlandırılmıştı. Rodriguez, çok disiplinsizdi, o nedenle manga komutanı teğmen, talimatname
gereği, elinden silahını almış, bunun üzerine companerolardan birinin silahını kapan Roberto Rodriguez,
kendini vurmuştu. Gömülmesi sırasında diğer savaşçılarla aramda küçük bir tartışma çıktı. Ben, askeri
törenle gömülmesine karşıydım, ötekilerse, Rodriguez'in de şehit sayılmasını istiyorlardı. Ölen
companero ne kadar iyi niteliklere sahip olursa olsun, içinde bulunduğumuz koşullarda intihar kabul
edilemez bir davranıştı. Bir emre uymama girişiminden sonra ölen companeroya askeri tören yapmama,
ama ölünün başında nöbet bekleme kararı aldık.
Bir iki gün önce Rodriguez bana hayat hikayesinin bir bölümünü anlatmıştı. Aşırı duygusal yapıda bir
genç olduğu anlaşılıyordu anlattıklarından. Gerilla yaşamının zorluklarına ve askeri disipline uyum
sağlamak için çok çaba harcayan bir [sayfa 152] gençti, bünyesinin zayıflığı ve isyancı yapısı nedeniyle
uyum sağlamada çok zorlanıyordu.
İki gün sonra, 4 Eylül'de gücümüzü göstermek üzere Minas de Bueycito'ya küçük bir müfreze
gönderdik. Ciro Redondo'nun komuta ettiği müfreze, dönüşünde, yanında Leanordo Baro adlı bir
düşman askerini tutsak olarak getirdi. Baro, karşı devrimci güçler için önemli bir rol oynamıştır. Üzün
süre bizim tutsağımız olarak kalan Baro, bir gün bana annesinin yürek parçalayan hastalığından söz
etmiş ve beni inandırmıştı. Ona gidebileceğini, ama aynı zamanda, politik olarak etkili bir harekette
bulunmasının gerektiğini söyledim. Havana'ya, otobüsle gidebilir, annesini görebilir, daha sonra da
elçiliklerden birine sığınarak iltica talebinde bulunabilirdi; gerekçe olarak, bize karşı savaşmak
istemediğini söyleyecek ve Batista rejimini suçlayacaktı. Baro, kardeşlerinin rejim için çarpıştığı şu anda,
rejimi suçlayamayacağını bildirdi. Sonunda yalnızca bize karşı savaşmak istemediğini açıklaması için
anlaştık.
Baro'yu, dört companeroyla birlikte gönderdik. Yoldaşlara verdiğimiz kesin talimat gereği, kampta
bizi ziyaret eden birçok köylünün ismini öğrenmiş olduğu için, Baro annesi dışında hiç kimseyle
görüşmeyecekti. Ayrıca dört companero, Bayamo yakınlarına kadar yürüyecekler, Baro'yu orada
bıraktıktan sonra, başka bir yoldan geri döneceklerdi.
Adamlarımız kendilerine verilen emirlere uymadılar. Kendilerini gizlemedikleri gibi, serbest bırakılmış
bir tutsak, hatta sempatizan olarak görülen bu askerin de katıldığı bir toplantı yaptılar ve talimata karşın,
Bayamo'ya jiple gitmeye kalkıştılar. Bayamo yolunda Batista ordusu tarafından yakalanan dört
companero öldürüldü. Bu katliama Baro'nun katılıp katılmadığını tam olarak öğrenemedik, ancak kesin
olan, Baro'nun hemen Minas de Bueycito'ya yerleşerek katil Sanchez Mosquera'nın komutasına
girdiğidir; alışveriş yapmak için gelen, bizimle şu veya bu biçimde ilişkisi olmuş köylüleri teşhis ederek
yakalatıyordu. Benim bu yanlışım, Küba halkının sayısız kurbanlar vermesine neden olmuştur. [sayfa 153]
Devrimin zaferinden birkaç gün sonra yakalanan Baro, idam edildi.
Bu olaydan kısa süre sonra, halkı tarafından coşkuyla karşılandığımız San Pablo de Yao'ya gittik.
Orayı birkaç saat için barışçı biçimde ele geçirmiştik (çünkü düşman birliği yoktu) ve hemen çevredeki
insanlarla ilişki kurmaya başladık. Bölgedeki bazı insanlarla tanışıp, köyde dükkan sahiplerinin verdiği
kamyonları, yine bu dükkanlardan krediyle aldığımız malzemelerle doldurduk. O günlerde ödemelerimizi
bonoyla yapıyorduk. Daha sonraları, Havana'da şehit düşünceye dek silah arkadaşımız ve gerillamızın
bütün dış bağlantılarından sorumlu Lidia Doce'yi de burada tanıdık.
Malzemeleri Yao'dan yukarıya taşıma işi çok zordu, çünkü San Pablo de Yao'dan Pico Verde'ye, La
Cristina maden ocağı arazisinden yukarı çıkan yol çok dikti. Bu yolu ancak özel yapılmış kamyonlar,
fazla yüklü olmamak koşuluyla çıkabiliyorlardı. Bizim kamyonlarımız yarı yolda bozuldu; bütün yükü,
katırlara ve kendi sırtlarımıza yükleyerek çıkardık yukarıya.
Bugünlerde çeşitli nedenlerle aramızdan ayrılanlar oldu. İyi bir savaşçı olan bir companero, Yao'ya
yürüyüşümüz sırasında nöbetteyken sarhoş olarak bütün birliği tehlikeye attığı için gerilladan ihraç edildi.
Jorge Satus ise, manga komutanlığını bırakarak Fidel'in verdiği görevle Miami'ye gitti. Aslında Sotus,
Sierra'daki hayata hiçbir zaman uyum gösterememişti. Despot karakteri nedeniyle adamları arasında da
sevilmiyordu. Daha sonraki yaşamı sayısız yükselişler ve düşüşler gösterdi. Miami'de tavrı tutarsız, hatta
hainceydi. Sonra tekrar ordumuza katıldı; daha önceki hataları affedilmişti. Hubert Matos dönemindeyse,
yeniden ihanet etti devrime. Yirmi yıl hapse mahkum olan Sotus, kapatıldığı hapishaneden bir
gardiyanın yardımıyla kaçtı ve Miami'ye gitti. Küba topraklarına korsanca bir saldırı yapmak için tekne
hazırlarken, kaza sonucu elektrik akımına kapılarak öldü. [sayfa 154]
O günlerde aramızdan ayrılan bir başka companero da, hareketimizin kentlerdeki koordinatörü
Marcelo Fernandez'di. Fernandez, oldukça uzun bir süre Sierra Maestra'da kaldıktan sonra yeniden
kentteki görevine dönmüştü.
Bu olaylardan sonra yeniden yürüyüşe geçtik ve 10 Eylül'de, Pino del Agua'ya vardık. Burası
Maestra'nın sırtında, bir kereste fabrikasının çevresinde kurulmuş küçük bir yerleşim bölgesidir. O sıralar
burayı bir İspanyol yönetmekteydi; köyde birkaç işçi de yaşıyordu. Düşman ordusu ortalıkta
görünmüyordu. Köy, o gece, bizim birliklerimiz tarafından kuşatıldı. Fidel'in kolu, köylülerin görebileceği
bir biçimde, belirli bir yöne doğru yürüyüşünü sürdürdü, düşman ordusuna bu haberin sızdırılmasını
istiyorduk.
Fidel'in kolu, herkesin gözü önünde Santiago'ya doğru harekete geçerken, biz gece vakti geri dönüp
pusuya yatmış ve düşman ordusunu beklemeye başlamıştık; yaptığımız küçük bir şaşırtma
manevrasıydı. Düşmanı çok uzun süre beklemek zorunda kalmazsak, ihtiyacımız olan şeyleri, yine,
Cuevas de Peladero denen yerde oturan Tamayo sağlayacaktı.
Birliğimizi, bütün yolları denetleyebileceğimiz biçimde yerleştirmiştik. Bir tarafta, Pino del Agua'dan
çok uzakta kalan Ayoa'dan Pico Verde'ye giden yola, öte taraftan kamyonlarla geçilmesi olanaksız olup
Sierra Maestra'ya doğrudan çıkan yola kadar, tüm çevre denetimimiz altındaydı. Pico Verde'deki küçük
grup genel olarak tüfekle silahlandırılmıştı; bu grup, gerektiğinde bize alarm verecekti, çünkü bu yol geri
çekilmeye çok elverişliydi. Eylemden sonra biz de bu yolu kullanmak istiyorduk. Efigenio Ameijeiras, yine
Pico Verde bölgesinden gelen giriş yollarından birini tutmakla görevlendirilmişti. Komutasındaki takımla
birlikte El Zapato bölgesinde kalan Lalo Sardinas, Peladero nehri kıyısında son bulan orman yollarını
denetleyecekti. Bu abartılmış bir güvenlik önlemiydi, çünkü bu yola çıkabilmesi için düşmanın, Sierra'da,
çok uzun bir yürüyüş yapması gerekiyordu. Oysa düşman [sayfa 155] ordusunun, dağlık bölgede kol
düzeni içinde yürüme alışkanlığı yoktu. Ciro Redondo'nun göreviyse, takımıyla, La Siberia'dan gelen
yolu savunmaktı. El Uvero ve Pino del Agua adlı iki kereste fabrikasını birbirine bağlayan yol da bu
bölgedeydi. Bu yol, Ciro'nun denetlemekle görevlendirildiği Sierra Maestra'nın eteklerindeki mevkiden
geçiyordu.
Guisa'dan sonra yükselen yolun kayalıklardan oluşan yamacındaki ormanda bekliyorduk; böylece
kamyonlara birdenbire saldırabilecek ve büyük bir olasılıkla geçecekleri yerleri yoğun ateş altına
alabilecektik. Seçtiğimiz yer, kamyonları çok uzaktan görebilmemize olanak sağlıyordu. Plan basitti: İki
yandan da ateş ederek yol dönemecinde ilk kamyonu durduracak, arkadan gelenleri de kurşun
yağmuruna tutarak durmaya zorlayacaktık; baskın başarılı olursa üç ya da dört kamyonu ele
geçirebileceğimizi düşünüyorduk. Eylemi gerçekleştirecek takım en iyi silahlarla donatılmış ye Yüzbaşı
Raul Castro Mercader'in adamlarından bazıları, takviye olarak bu takıma verilmişti.
Kurduğumuz pusuda, düşman birliklerinin gelmesini tam yedi gün sabırla bekledik. Yedinci gün
pusudakilerin yemeğinin hazırlandığı küçük karargahta bulunduğum sırada, düşmanın yaklaşmakta
olduğu bildirildi. Bulunduğumuz bölgede eğim çok fazla olduğundan, bu dik yokuşu çıkmaya çalışan
kamyonların motor gürültülerini, kendilerini görmeden çok önce duyabiliyorduk.
Birliğimiz savaşa hazırlandı. En önemli noktaya Yüzbaşı İgnacio Perez'in komutasında bulunan
adamları yerleştirmiştik. İlk kamyonu bunlar durduracak, diğerleriyse, yanlardan öteki kamyonlara ateş
edeceklerdi. Çatışmadan yirmi dakika önce sağnak halinde yağmur yağmaya başlamış, Sierra'da hemen
her gün karşılaştığımız bu sağnak, bizi yine iliklerimize kadar ıslatmıştı. Bu sırada ilerlemekte olan
düşman ordusu, ani bir baskına uğramaktan çok yağmurdan kaygılanmaktaydı; bu da bizim için oldukça
yararlı oldu. Ateşe ilk başlayacak [sayfa 156] olanın elinde Thomson marka makineli tüfek vardı, ancak
atış isabetsiz olmuştu. Bundan sonra yaylım ateş başladı; yara almamış fakat korkup paniğe kapılmış
olan ilk kamyondaki askerler, kamyondan atlayıp kayaların arkasına gizlenmişler, bu arada, birliğimizin
ozanı, değerli savaşçı Crucito'yu -asıl adı Jose de la Cruz- öldürmüşlerdi.
Çarpışmada ilginç sahneler yaşanıyordu: Yol dönemecinde bir düşman askeri, kamyonun altına
girmiş, kafasını bir an için bile olsa çıkarmıyordu.
Ben, bir-iki dakika sonra varmıştım olay yerine. Böyle durumlarda sıkça olduğu gibi, adamlarımızın
çoğu, yanlış bir emir nedeniyle geri çekilmekteydi. Mitralyözcü tarafından terk edilen makineli tüfeği
kurtarırken Arquimedes Ponseca, elinden yaralanmıştı. Herkese yeniden çarpışmaya girmelerini, ayrıca,
saldırıyı daha yoğun biçimde gerçekleştirmek için Lalo Sardinas ile Efigenio Ameijeiras'ın kuvvetlerinin
birlikte davranmasını emrettim. Yol üzerinde Tatin adlı bir gerillayla karşılaştım. Kamyonun altındaki
askeri göstererek meydan okuyan bir sesle "İste orada, kamyonun altında gizleniyor. Hadi, hadi! Kimin
gerçek bir erkek olduğu görülecek şimdi" dedi. Gerillacının söylediklerinden içten içe alınmama karşın
(çünkü belli bir güvensizlik ifade ediyordu) cesaretimi toplayarak, Tatin'le birlikte kamyonun altındaki
askere yaklaşmaya başladım. Asker, gizlendiği yerden makineli tüfeğiyle ateş ediyordu. Yürekliliğimizi
kanıtlamanın bize pahalıya mal olacağını anlamıştık. Böylece, ne ben, ne de bana meydan okuyan
gerilla sınavı verebildik. Askerse, makineli tüfeğiyle birlikte sürünerek kaçtı, o da tutsak düşmekten ya da
ölmekten kurtulmuştu.
Bir bölüğün bindirildiği beş kamyondu pusuya düşen Teğmen Antonio Lopez komutasındaki grup,
görevini tümüyle yerine getirmiş ve çarpışma başladıktan sonra hiç kimsenin geçmesine izin vermemişti;
üçüncü kamyon orada durdurulmuştu. Ne var ki, bir grup düşman askeri inatla direnerek [sayfa 157]
ilerlememizi engelliyordu. Bu arada Lalo Sardinas ve Efigenio Ameijeiras komutasındaki takviye güçleri
yetişmiş, kamyonlara saldırarak direnişi kırmıştı.
Düşman askerleri kısmen düzensiz bir biçimde, kısmen de kurtarabildikleri iki kamyonla aşağıya
doğru kaçtılar, bütün malzemeleri bırakmışlardı.
Düşmanın gücünü ve bazı planlarını Gilberto Cardero'dan öğrenmiştik. Bu companero, başka
bölgelerde yapılan keşif görevi sırasında düşmana tutsak düşmüş ve bir süre ellerinde kalmıştı. Onu
buraya Fidel'i zehirlemesi için getirmişlerdi, küçük bir şişedeki zehiri Fidel'in yemeğine dökecekti.
Cardero, kurşun seslerini duyduğunda öteki askerler gibi kamyondan atlamış, fakat kaçmayıp hemen
bize teslim olmuş ve yeniden birliğimize katılarak başından geçen serüveni anlatmıştı. İlk kamyonu ele
geçirdiğimizde içinde iki ölü ve can çekişirken bile çarpışmayı sürdürmeye uğraşan bir yaralı bulduk.
Adamlarımızdan biri, ona, teslim olma olanağı tanımadan -bunu yerine getirebilecek durumda bile
değildi, çünkü yarı bilinçsiz bir haldeydi- hayatına son verdi. Bu barbarca davranışı gösteren, bütün ailesi
Batista ordusu tarafından öldürülen bir savaşçıydı. Bu savaşçıyı ağır bir biçimde suçladım.
Söylediklerimin, kamyonun içinde çadır bezlerinin arasına gizlenmiş sessizce yatan bir başka yaralı
asker tarafından duyulduğunu fark etmedim. Benim söylediklerimi ve companeronun özür dilemesini
duyduktan sonra meydana çıkarak öldürülmemesini isteyen düşman askeri, bacağından yaralıydı,
kurşun bacağını kırmıştı. Öteki kamyonları ele geçirmek için çarpışma devam ettiği sürece yol kenarında
yatan bu düşman askeri, ne zaman yanından savaşçılarımızdan biri geçse öldürüleceğinden korkup
bağırmaya başlıyordu: "Beni öldürme! Beni öldürme! Che, tutsakların öldürülmeyeceğini söylüyor."
Çarpışma bittikten sonra kereste fabrikasına götürülüp ilk tedavisi yapılan bu asker, geriye dönebilmesi
için orada bırakıldı. [sayfa 158]
Öteki kamyonlarda düşmanın kayıpları pek fazla değildi, fakat çok sayıda silah ele geçirmiştik.
Çarpışmanın bilançosu şöyleydi: Brovvning tipi bir otomatik tüfek, beş Garand, cephanesiyle birlikte
bir ayaklı makineli tüfek; Efıganio'nun birliği tarafından ele geçirilmişti. Fidel'in birliğinden olan Efigenio,
kendi takımının çarpışmada önemli rol oynadığını, o nedenle ele geçirilen silahlardan bazılarının
kendisine verilmesini talep etti. Fakat Fidel, tam da bunun için, yani benim birliğimin yeni silahlara
kavuşması için bu takımı komutam altına vermişti. O nedenle, karşı çıkışları dikkate almayarak, ele
geçirilen silahları, demirbaş listemize alınmamış bir tüfek dışında, kendi adamlarıma dağıttım.
Çarpışmada en yararlı olan grubun komutanı Teğmen Antonio Lopez'e Brovvning verildi. Garandlar,
Teğmen Jael İglesias'a, Corintha çıkarmasına[49] katılmış ve daha sonra birliğimize gelmiş olan
Virelles'e, er Onate'ye ve şimdi adlarını anımsayamadığın iki kişiye verildi. Ele geçirdiğimiz üç kamyonu
ise, düşmana zarar vermek için yaktık, çünkü onları yanımızda götürmemiz olanaksızdı.
Köyde toplanmaya başladığımızda, üstümüzden, saldırıdan haberdar edilen birkaç küçük uçak geçti,
ama açtığımız ateş sonucu uzaklaşmak zorunda kaldılar.
Pardo kardeşlerden Mingolo, askerlerin yaklaştığını Fidel'e bildirmek için gönderilmişti; yanlış
anımsamıyorsam böyle olmuştu. Arkadan çarpışmanın sonucunu iletmek için bir haberci daha yolladık
(bunun dışında, Cardero da serüvenini anlatmak üzere Fidel'e gitmişti).
Çarpışmanın bittiğini ve geri çekileceğimizi kendisinin de mevzisini bırakmasını Ciro'ya bildirmek için
Mongo Martinez'i görevlendirmiştik. [sayfa 159]
Bir süre sonra birkaç el silah sesi duyduk, adamlarımızdan bir grup, saklanmaya çalışan bir düşman
askeri görmüş, dur uyarısına uymadığı için ateş açmışlardı. Düşman askeri kaçarken silahını bırakmıştı,
adamlarımız, zaferlerinin kanıtı olarak bir Springfield getirmişlerdi beraberlerinde. Bölgede hâlâ, dağınık
durumda düşman askerlerinin var olması huzursuz etmişti bizi. Springfield'i demirbaş listemize kaydettik.
İki-üç gün sonra birliğimize rastlayan Mongo Martinez, bir düşman askerinin saldırısına uğradığını ve
yaralandığı için kaçmak zorunda kaldığını bildirdi. Yüzünde barut izleri görülüyordu, pudralanmış gibiydi
sanki. Savaşçılarımızın düşmandan aldıklarını düşündükleri Springfield onun silahıydı. Yaralı
companero, Batista'nın askerlerinin yakında olduğunu düşündüğü için kestirme yoldan yürümeye
kalkışmış ve ormanda yolunu yitirmişti. Sonuçta, Ciro Redondo'ya çarpışmaya ilişkin bilgi ve geri çekilme
emri iletilememişti. Çarpışmanın sesini uzaktan duymuş olan Ciro, ertesi gün bize bir haberci
göndermişti, çekilme emrini bu haberciyle kendisine ulaştırdık.
B-26'lar[50] kereste fabrikası üzerinde alçaktan uçup kurban ararken, biz, kahvaltı ediyor, ev
sahibemizin ikram ettiği kakaomuzu içiyorduk. Neredeyse çatılara değecek kadar alçaktan uçan B-
26'lara kaygıyla bakıyordu ev sahibemiz. Uçaklar uzaklaştıktan sonra, harekete geçeceğimiz sırada,
birkaç saat öncesine kadar Ciro'nun denetlediği La Siberia'ya giden yolda düşman askerleriyle dolu dört
kamyon gördük. Daha önceki grubun ters istikametine giden bu kamyonları da pusuya düşürebilirdik,
fakat artık çok geçti; birliğimizin büyük bir bölümü güvenlikli mevzilere geri çekilmişti. Havaya iki el ateş
ederek geri çekilme işareti verdik ve sessizce yürüyüşe geçtik. [sayfa 160]
Yaratığı yankılar bakımından önemli olmuştu bu çarpışma, haber bütün Küba'ya yayılmıştı. Düşman
ordusundan üç asker öldürmüş, birini de yaralamıştık (bu askeri daha sonra serbest bıraktık). Ayrıca,
ertesi gün, çarpışma alanını bir kez daha gözden geçiren Efigenio'nun takımı, bir düşman askerini daha
tutsak almıştı; bu, savaşın bitimine kadar birliğimizde kalarak aşçılık yapan Onbaşı Alejandro'ydu.
Ölümü birliğimizi ölçüsüz üzüntüye boğan companero Crucito'yu gömdük. Köylü ozanımızı, soylu
yoldaşımızı yitirdiğimizden hepimiz yas içindeydik.
Bu çarpışmada yararlılık gösterenler şunlardı: Teğmen Efigenio Ameijeiras, Yüzbaşı Lalo Sardinas,
Yüzbaşı Victor Mora, Teğmen Antonio Lopez ve mangası, o zaman er olan Dermidio Escalona ve
elindeki yara iyileştikten sonra kendisine ayaklı makineli tüfek verilen er Arquimades Fonseca. Bir
ölümüz ve bir hafif yaralımız vardı. Bazıları da sıyırma ve çarpma sonucu ufak tefek yaralar almışlardı.
Mongo'nun yaraları da bu türdendi.
Pino del Agua'yı ayrı ayrı yollardan terk ederek, birliğimizi yeniden örgütlemek ve yoldaş Fidel'i
beklemek için Pico Verde bölgesine çekildik. Fidel, çarpışmamızdan haberdar edilmişti.
Çarpışmanın değerlendirilmesi, politik ve askeri bir başarı kazanmış olmamıza rağmen,
zayıflıklarımızın çok büyük olduğunu göstermişti. Baskın etkeni daha iyi kullanılıp ilk üç kamyondaki
askerlerin büyük çoğunluğu yok edilmeliydi. Bunun dışında, çarpışma başladıktan sonra, geri çekilme
emri verildiği yolunda bir söylenti çıkmış, bu da, adamlarımız üzerinde kontrolü yitirmemize ve adamların
çarpışma isteğinin kırılmasına yol açmıştı. Çok az sayıda düşman askeri tarafından savunulan
kamyonların ele geçirilmesi sırasında da yeterince ısrarlı olunamamıştı. Bir gece boyunca kereste
fabrikasında kalmamızsa, gereksiz bir tehlikeydi. Son olarak, geri çekilişimiz, oldukça düzensiz biçimde
gerçekleşmişti. Bütün [sayfa 161] bunlar, birliğimizin savaş hazırlıklarını ve disiplinini güçlendirmemizin ne
kadar gerekli olduğunu göstermekteydi. Önümüzdeki günleri bu göreve adayacaktık. [sayfa 162]

23| ACI BİR OLAY

Pino del Agua çarpışmasından hemen sonra, Fidel'in birliğinden bazı güçlerle takviye edilen gerilla
birliğimizin örgütsel aygıtını geliştirme çalışmalarına başladık. Birliğin savaşta daha etkili olmasını
amaçlıyorduk.
Pino del Agua çarpışmasında büyük yararlılık gösteren ve hepsi de görev bilincine sahip gençlerden
oluşan, Teğmen Lopez'in komutası altındaki mangaya, bir disiplin komisyonu kurma görevi verildi. Bu
komisyonun görevi, dikkatlilik, genel olarak disiplin, kampın temiz tutulması ve devrimci moral
konularında saptanan kuralların çiğnenmemesini gözetmekti. Ancak, komisyonun yaşamı çok kısa
sürdü; kurulduktan birkaç gün sonra acıklı bir biçimde dağıldı.
O sıralarda, La Botella adlı tepenin dolaylarında, uğrak yeri olarak kullandığımız küçük bir kampta,
bir kaçak idam edildi. Birkaç ay önce, bir tüfekle birlikte birliğimizden kaçan Cuervo'nun tüfeğini ne
yaptığını bilmiyorduk ama, kendisinin ne işler karıştırdığından haberimiz vardı. Devrim uğruna mücadele
etme ve muhbirleri cezalandırma maskesi altında [sayfa 163] da Sierra'da yaşayan halkın bir bölümünü
soyup soğana çevirmişti; belki de orduyla anlaşarak yapmıştı bunu.
Cuervo, aynı zamanda birlikten kaçtığı için duruşma uzun sürmemiş ve öldürülmesine karar
verilmişti. Bölgede egemen olan özel koşullardan yararlanarak suç işlemeye başlayan bu gibi toplum
düşmanı kişilerin ortadan kaldırılması, ne yazık ki Sierra Maestra'da sıkça yaşanıyordu.
Fidel'in, El Sonador bölgesini dolaşıp Chivirico'ya kadar ulaştıktan sonra, bizim eski harekat
bölgemize geri döndüğünü öğrenmiştik; o nedenle, onunla olanaklar elverdiğince çabuk ilişki kurmak için
Peladero'ya hareket ettik.
O sıralarda kıyı bölgesinde Juan Balansa adlı bir tüccar yaşamaktaydı. Diktatörlükle ve büyük toprak
sahipleriyle ilişkisi herkes tarafından bilinmesine karşın, kimsenin, bize karşı açık bir düşmanlık içinde
olduğunu söyleyemeyeceği Balans'ın, bütün bölgede dayanıklılığı ve gücü nedeniyle ün yapmış bir katırı
vardı. Bu katıra savaş vergisi olarak el koyduk.
Katırı, Peladero nehri yakınlarında Pinalito denen bölgeye götürmek için çok dik kayalardan aşağıya
inmek zorundaydık. Hayvanı ya kesip parçalayarak etlerini yanımızda götürecek, ya da onu düşman
bölgesinde bırakacaktık. Bir üçüncü seçenek de onu gidebildiği yere kadar götürmekti. Üçüncü seçeneği
denemeye karar verdik, çünkü hayvanı kesmek ve etini taşımak çok zordu. Otlara tutunarak, kayarak ya
da zeminin girinti çıkıntılarına yapışarak geçebildiğimiz yerlerde, bu hayvan, kararlı ve emin adımlarla
kayalıklardan aşağı iniyordu. Oysa maskotumuz küçük köpeği bile savaşçılarımız taşımak zorunda
kalmışlardı. Katır, olağanüstü akrobatlık yeteneğini gösteriyordu bize.
Peladero'yu büyük taşların bulunduğu bir yerden geçerken de aynı yeteneğini sürdürdü; bir kaya dan
ötekine akıl almaz bir biçimde sıçrıyordu. Böylece hayatta kalmayı başardı. Daha sonraları bu katıra ben
bindim; ilk kez böyle sürekli bir binek hayvanım oluyordu. Sierra'daki sayısız çarpışmalarımızdan [sayfa
164] birinde Sanchez Mosquera'nın eline düşünceye kadar benim oldu bu katır.
Disiplin komisyonunun dağılmasına yol açan can sıkıcı olay Peladero kıyısında meydana geldi.
Konulan disiplin kurallarını onaylamayan bazı companeroların direnişiyle karşılaşıyordu komisyon. Bu da
sert önlemlere başvurmayı zorunlu kılıyordu.
Artçılardan bir grup komisyon üyelerine kötü bir oyun oynamıştı: Komisyon sözüm ona çok önemli bir
sorunun çözümü için acele yardıma çağrılmıştı. Gerillacılar, komisyondaki companerolarıyla alay etmek
için, ortaya insan dışkısı yığmışlar ve disiplin komisyonuna önemli sorun olarak bunu göstermişlerdi. Bu
tatsız olayın ardından birçok kişi tutuklandı. Bir suçluyu idam etmek gibi üzücü bir görevle karşılaştığımız
zaman cellatlık görevini hevesle üstlenmekle ün yapan Humberto Rodriguez de vardı aralarında.
Humberto Rodriguez, devrimin zaferinden sonra, bulunduğu hapishanede, bir başka askerle birlikte, bir
mahkumu öldürüp kaçtı.
Humberto'yla birlikte iki ya da üç companero daha hapsedilmişti. Gerilla savaşının ağır koşulları
altında hapis cezası pek önemli bir ceza değildir, işlenen suç ağır olduğundaysa, disiplinsizlik suçunu
işleyenlere, bir ya da daha çok gün yemek verilmiyordu; bu epeyce etkileyici bir cezaydı. Olaydan iki gün
sonra, henüz olaya karışanlar hapisten çıkmamışken, Fidel'in yakınlarda El Zapato denen bölgede
olduğunu haber aldık. Onu karşılamak ve onunla konuşmak için oraya gittim. Fidel'le karşılaşalı daha
birkaç dakika olmuştu ki Ramiro Valdes bir haberle çıkageldi. Lalo Sardinas, disiplinsiz davranan bir
companeroyu öfkeli bir biçimde cezalandırmaya kalkışmış, tabancasının kabzasıyla companeronun
kafasına vuracakken silahı ateş almış ve companero kaza yerinde ölmüştü. Birlikte bir isyan
başlangıcının belirtileri görülüyordu. Hemen olay yerine giderek Lalo'yu gözaltına aldım; ona karşı genel
bir düşmanlık havası vardı. Lalo'nun derhal yargılanıp idam edilmesini istiyorlardı. [sayfa 165]
Tanıkları dinlemeye ve kanıtları toplamaya başladık. İfadeler ikiye ayrılmıştı: Bir kısmı ısrarla bunun
kasıtlı bir cinayet olduğunu söylüyordu. Bazıları içinse söz konusu olay bir kazaydı. Bütün bunların
ötesinde, gerilla içinde bir companeroya bedeni ceza vermenin kesinlikle yasaklanmış olmasına karşın
Lalo Sardinas, bu yasağı pek çok kez çiğnemişti. Durum çok hassastı: Companero Sardinas, çok yürekli
bir savaşçı, disipline sıkı sıkıya bağlı bir gerillacı ve olağanüstü fedakar bir insandı. Oysa ölüm
cezasında diretenler birliğimizin en iyileri olmaktan çok uzaktılar. Bir takım etkenlerin de önemli rolü
vardı; bu etkenler arasında disiplinin kabul ettirilmesi birinci sıradaydı.
Gece bastırana kadar tanıkları dinledik. Fidel de gelmişti; ölüm cezasının uygulanmasına karşı
olduğu halde, bütün savaşçıların düşüncelerini dinlemeden karar vermenin akıllıca bir iş olmayacağını
biliyordu. Yargılamanın ikinci bölümüne geçildiğinde bana ve Fidel'e sanığı savunma görevi düştü.
Sanık, en ufak bir korku belirtisi göstermeksizin istifini bozmadan dinliyordu konuşmaları. Öldürülmesini
talep eden birçok ateşli konuşmadan sonra sıra bana gelmişti. Herkesi sorun üzerine etraflıca
düşünmeye çağırdım. Companeronun ölümünün, savaş halinde bulunduğumuz için, içinde yaşadığımız
koşullardan kaynaklandığını ve son tahlilde bunun suçlusunun diktatör Batista olduğunu söyledim. Ama,
sanığa karşı düşmanlık hisleriyle dolu dinleyicilerde sözlerim pek yankı bulmadı.
Gece olmuştu; tartışmayı sürdürebilmek için birkaç meşaleyle mum yakmıştık. Ve Fidel konuşmaya
başladı. Bir saat boyunca, companero Sardinas'ın neden ölümle cezalandırılmaması gerektiğini açıkladı.
Hatalarımızı, her gün disiplin kurallarını ve başka kuralları çiğneyişimizi ve buna neden olan zayıflıkları
anlattı. Sonuç olarak, Lalo'nun bu yanlış hareketi disiplini korumak için yaptığının akıllardan
çıkarılmaması gerektiğini söyledi. Meşalelerin aydınlattığı ormanda, sesi ve heybetli yapısıyla dokunaklı
bir hava yaratmıştı. [sayfa 166]
Adamlarımızın birçoğunun düşüncesinin, önderimizin konuşmasından sonra değiştiği görülüyordu.
Fidel'in muazzam ikna gücü o gece sınav vermişti.
Yine de, Fidel'in etkileyici konuşması sorunu çözmeye yetmemişti. Sonunda, iki ceza biçimini oya
sunmak gerektiğinde karar kıldık: Lalo ya derhal öldürülecek ya da rütbeleri sökülecekti.
Bir insan hayatının söz konusu olduğu bu oylamada, galeyana gelen duyguların beslediği birçok güç
yarış ediyordu. Oylama, bazıları iki kez oy kullandığı ve kurallara aykırı olarak propaganda yapıldığı için
yarıda kesildi. Herkese, bir kez daha, iki ceza biçimini anlattık ye kararlarını net ve anlaşılır biçimde
açıklamalarını istedik.
Ben, küçük bir not defterine oyları işliyordum. Lalo'yu çoğumuz severdik; suçlu olduğunu kabul
ediyor, fakat devrimin en değerli elemanlarından biri olduğu için, hayatının kurtulmasını istiyorduk.
Birliğimize yeni katılan Onoria adlı genç bir kızın -o sıralar neredeyse çocuktu Onoria- korkulu bir sesle
oylamaya katılmak için izin istemesini anımsıyorum. Onu da oylamaya katmış ve daha sonra da sayıma
geçmiştik.
Bu tuhaf oylamanın sonuçlarını, laboratuvar analizlerinde kullanılanlara benzer küçük kağıtlara
işliyordum. Oylar oldukça eşit biçimde dağılmıştı. Son duraksamalardan sonra 146 gerillacının katıldığı
oylama şöyle sonuçlanmıştı: Ölüm cezası 70, rütbelerin sökülmesi 76. Lalo kurtulmuştu.
Ancak, iş bununla da bitmedi. Ertesi gün, çoğunluk kararını kabul etmeyen bir grup, gerilladan
ayrılma kararı aldı. Bunlar arasında insan olarak pek fazla değeri olmayan birçok adam vardı, fakat
içlerinde gerçekten iyi gençler de bulunuyordu. Tuhaf olan, disiplin komisyonunun komutanı olan
teğmenle, bu gruptan birçok kişinin de devrimci orduyu terk etmeleriydi. Bunlardan bazılarının adlarını
anımsıyorum: Birinin adı Curro, amcası Batista hükümetinde bakan olmasına [sayfa 167] karşın bize
katılan ötekininkiyse Pardo Jimenez'di. Antonio Lopez de gidenler arasındaydı. Bu companeroların daha
sonraki yaşamlarını bilmiyorum. Fakat onlarla birlikte giden üç kardeşin (Canizares'ler) kaderlerinin hiç
de parlak olmadığını biliyorum. Bunlardan biri Domuzlar Körfezi'nde öldü, bir diğeri, kiralık askerlerin
yine orada giriştikleri bir istila girişiminde yakalandı. Çoğunluğun kararına saygı göstermeyerek, karşı
çıkışlarını mücadeleden çekilerek gösteren bu adamlar, daha sonra düşmanın hizmetine girerek
topraklarımızda bize karşı savaşmak için, birer hain olarak geri döndüler.
Devrimci savaşımızın gelişimine yeni nitelikler kazandıran güçler oluşmuştu artık. Önderler ve
savaşçılar giderek daha çok bilinçleniyordu; toprak reformu ve toplumsal yapının tam ve derin biçimde
değiştirilmesinin gerekliliği en temel amacımızdı. Ne var ki, çoğunluğun ve en iyilerin bu yüksek bilince
ulaşmaları, mücadeleye yalnızca serüven hevesi nedeniyle ya da yalnızca başarılı olmak için değil, aynı
zamanda maddi çıkar elde etmek umuduyla katılan unsurlarla bir dizi çatışmaya neden olmuştu.
Başka hoşnutsuzlar da ayrılmıştı aramızdan, adlarını şimdi anımsamıyorum. Fakat bunların içinden
Robento'yu bugüne kadar unutmadım. Conte Agüero soytarısına yalanlarla dolu uzun bir öykü anlatmıştı
Roberto. Agüero da bunu Bohemia dergisinde yayınlamıştı. Lalo Sardinas'ın komuta yetkileri elinden
alınmış ve tek başına küçük bir devriyeyle düşmana karşı savaşarak doğru yola gelmeye mahkum
edilmişti. Lalo'nun amcası olan birliğimiz teğmenlerinden biri de (Joaquin de la Rosa) Lalo'yla gitmeye
karar verdi. Sardinas'ın yerine Fidel, kendi birliğinin en iyi savaşçılarından biri olan Camilo Cienfuegos'u
verdi bana. Camilo yüzbaşı rütbesine yükseltilerek gerilla kolumuzun öncü gücünün komutanı oldu.
Devrim adını kullanarak ilk çarpışmalarımızın gerçekleştiği bölgelerde haydutluk yapan ve ayrıca
Caracas ve El Lomon [sayfa 168] bölgelerini haraca kesen bazı soyguncuları yok etmek için hemen
harekete geçmeliydik. Camilo'nun birliğimizdeki ilk görevi, daha sonra cezalandırmak için bu adamları
yakalamak üzere hızla yürüyüşe geçmekti. [sayfa 169]

24| HAYDUTLUĞA KARŞI MÜCADELE

Sierra'daki koşullar artık oldukça geniş bir alanda serbestçe yaşamamıza olanak veriyordu. Bu bölge
ordu tarafından işgal edilmemişti ve askerler buraya adım bile atamıyorlardı. Ancak, biz, yeterince
kapsamlı ve sıkı bir yönetim sistemi örgütleyememiştik. Eğer bunu yapabilmiş olsaydık, devrimci
eylemler maskesi altında soygun yapan, birçok yasadışı iş çeviren bu haydutların bu kadar rahat harekat
etmesi önlenebilirdi.
Bunun ötesinde, Sierra'da politik yapılanma henüz rayına oturmamıştı, halkın politik olgunluğu
epeyce yüzeyseldi ve düşman ordusunun yakında oluşunun yarattığı tehlike, bu eksikliği gidermemizi
olanaksızlaştırıyordu.
Düşman çemberi yine daralmıştı; Sierra'ya yapılacak planlı bir saldırının belirtileri vardı. Bu durum,
bölge halkını huzursuzlaştırıyor ve içlerinden en zayıflarını, Batista'nın katillerinin saldırısından kaçmak
için çareler aramaya itiyordu. Sanchez Mosquera, Minas de Bueycito'da karargah kurmuştu, yeni bir
düşman saldırısının bütün belirtileri apaçık görülmekteydi. [sayfa 171]
Buna karşın, 1957 Ekim'inde, El Hombrito vadisinde, bir özgür bölgenin temellerini atmış ve
Sierra'da sanayi üretiminin ilk başlangıcını yaparak bir fırın kurmuştuk. Aynı bölgede, gerillaya girmek
için Önsınav niteliğindeki bir kamp bulunuyordu; bize katılmak isteyen gençler, gerilla savaşçılarının
güven duyduğu bazı köylülerin denetimi altında yaşıyorlardı burada. Bu grubun komutanı, El Uvero
çarpışmasından birkaç gün önce birliğimize katılan Aristidio adlı bir köylüydü. Aristidio, düşüp
kaburgalarından birini kırdığı için El Uvero çarpışmasına katılmamış, daha sonra da gerilla birliğinde
kalmaya pek istekli görünmemişti.
Gerçek anlamını bilmeden gerillaya katılan köylülerin tipik örneğiydi Aristidio. Durumu kendince
değerlendirip "siperde" kalmayı yeğlemiş, tabancasını birkaç pesoya satarak, gerillacılar çekildiğinde
evinde oturup yakalanmayı bekleyecek kadar aptal olmadığını, orduyla bağlantı kuracağını anlatmaya
başlamıştı ortalıkta. Bu sözler çeşitli biçimlerde bana kadar gelmişti. Devrim o sıralarda zor günler
yaşıyordu. Bir harekat bölgesinin sorumlusu olarak bana verilen yetkilerin desteğinde, bir soruşturma
başlattım. Bu köylüyü savaş mahkemesinde yargıladıktan sonra ölüme mahkum ettik.
Bugün, Aristidio'nun gerçekten ölüm cezası gerektirecek bir suç işleyip işlemediğini, devrimci
yapılanma döneminde yararlı olabilecek bir insanın yaşamını o zaman kurtarmanın olanaklı olup
olmadığını kendi kendimize sorabiliriz. Savaş zor ve katıdır, düşmanın saldırganlığını arttırdığı böyle
dönemlerde, en ufak ihanet olasılığına bile göz yumulamaz. Bu olay, gerilla ordusunun daha güçsüz
olduğu birkaç ay önce, ya da daha çok sağlamlaştığı birkaç ay sonra gerçekleşseydi, belki de
Aristidio'nun hayatı kurtulabilirdi. Ancak, onun bir devrim savaşçısı olarak zayıflığı, böylesine ağır bir
suçu ölümle cezalandırabilecek kadar güçlü, fakat bir başka ceza uygulamak (hapishanelerimiz ve
başka olanaklarımız yoktu) için de güçsüz olduğumuz bir anda ortaya çıkmıştı.
Bölgeyi geçici olarak terk ederek, Fidel'le buluşup çok sayıda [sayfa 172] haydudu yakalayacağımız
Magdalena ırmağı dolaylarında bulunan Los Cocos'a doğru harekete geçtik. Çinli Chang'ın başını çektiği
bu haydut çetesi Caracas bölgesinde etkinlik gösteriyordu. Yaklaşık on gün kalacağımız bölgeye
geldiğimizde, öncü güçle birlikte bizden önce buraya ulaşan Camilo, birçok haydut yakalamıştı bile.
Temizleme harekatı on gün kadar sürdü. Bölgedeki bir köylü kulübesinde yargılanan Çinli Chang ölüme
mahkum edildi; bu haydut, çetesinin başı olarak birçok köylüyü öldürmüş, bir çoğuna da işkence yapmış,
bütün bölgede dehşet yaratmak amacıyla devrimin adını kullanmış ve devrimci mücadeleye ait malları
çalmıştı. Çinli Chang'la birlikte, bir genç kızın ırzına geçen bir köylü de idam edildi. Bu adam devrim
ordusunun kuryesi olarak yetkisini kötüye kullanmıştı. Haydut çetesinin diğer üyeleri de yargılandılar;
çete, kentlerden gelen bazı gençlerle, Çinli Chang'ın kendilerine sunduğu başıboş, rahat ve özgür bir
yaşam yüzünden baştan çıkan köylülerden oluşuyordu.
Çete üyelerinin çoğu serbest bırakıldı. Ama içlerinden üçü için sembolik bir cezalandırma gösterisi
yapma kararı aldık. Önce, kızın ırzına geçen köylüyle Çinli Chang'ın cezası infaz edildi; ağaca
bağlanmışlardı, ikisi de soğukkanlıydı. Irza geçmiş olan köylü, gözlerini bağlatmaksızın ve devrim
lehinde slogan bağırarak öldü. Çinli Chang da son derece sakin bir biçimde bekledi ölümünü. Peder
Sardinas'ın kendisini kutsamasını istemişti, fakat Sardinas o sırada kampta bulunmadığı için bu dileği
yerine getirilemedi. Bunun üzerine Chang, bu dileğinin bizim tarafımızdan yazılı olarak saptanmasını rica
etti, sanki öbür dünya da bu yazılı kanıt ona daha iyi koşullar sağlayacaktı.
Ondan sonra sıra, çete elemanlarından üç gencin sembolik idamına geldi. Çinli Chang'ın
zorbalıklarına büyük ölçüde katılmış olan bu üç gence bir şans daha tanınmasını istemişti Fidel.
Gözlerini bağladık ve kurşuna dizecekmiş gibi sıraladık; bu onlar için ağır bir cezaydı. Havaya ateş
edildikten sonra hâlâ sağ olduklarını fark ettiklerinde, içlerinden biri [sayfa 173} birdenbire yaşadığı bu
mutluluğun ve duyduğu minnettarlığın kanıtı olarak oldukça ilginç bir hareket yaptı, sanki babasını
öpermiş gibi şapır şupur öptü beni. Bu olaya CIA ajanı Andrew Saint George tanık olmuş, Look
dergisinde yayınladığı röportaj, ABD'de yılın en sansasyonel röportajı olarak ödül almıştı.
Sierra'da ilk kez uygulanan bu sistem, bugün barbarca görülebilir. Yalnız oldukça ciddi suçlar işleyen
bu adamların, hayatları korunup başka biçimlerde cezalandırılmaları için elimizde olanak olmadığı
düşünülmeli. Söz konusu üç genç devrimci orduya katıldılar ve tüm devrimci savaş süresince bunlardan
ikisine ilişkin çok şeyler duydum. Üçüncüsü uzun süre benim birliğimde görev yaptı. Savaşçılar arasında
savaş anıları anlatılıp değerlendirildiğinde, bunun anlattıklarına inanmayanlar olursa hemen, "Ben hiçbir
zaman ölümden korkmadım" der ve üstüne basarak şunu eklerdi: "Che tanığımdır." Bununla kurşuna
dizilme sahnesini anımsatmaktaydı.
İki-üç gün sonra, başka bir grup daha yakalandı. Bu grubun idam edilmesi bizim için acı oldu.
İçlerinde gerillamızı ilk destekleyenlerden Dionisio adlı bir köylüyle, eniştesi Juan Lebrigio da vardı. Hain
Eutimio Guerra'nın içyüzünün açığa çıkarılmasında bize yardımcı olan ve devrimin en zor anlarında
destek sağlayan Dionisio da eniştesi gibi güvenimizi tamamıyla kötüye kullanmıştı. Bunlar, kent
örgütlerinden gelen bütün gıda maddelerine el koymuşlar, davarların kesilmesi için birkaç kamp yeri bile
kurmuşlardı. Daha sonraları bu yol onları cinayet işlemeye kadar götürmüştü.
O sıralarda Sierra'da bir adamın ekonomik durumu karılarının sayısına göre saptanırdı. Dionisio da
bu adete uymuş, devrimin kendisine sağladığı güçten yararlanıp, kendisini hükümdar gibi görmeye
başlamıştı; Üç ayrı evde üç karısı ve oldukça zengin yiyecek stoku bulunuyordu. Yargılama sırasında;
Fidel öfkeyle kendisini devrime ihanetle ve halka ait paralarla üç kadın beslediği için ahlaksızlıkla
suçlayınca, Dionisio, [sayfa 174} köylülere özgü bir saflıkla beslediği kadınların üç değil, iki olduğunu
söyledi, çünkü birisi kendi nikahlı karısıydı. Onlarla birlikte Masferrer'in gönderdiği suçlarını itiraf eden iki
ajanla, Echeverria adlı bir genç de idam edildi. Devrim ordusuna birkaç savaşçı vermiş bir aileden olan
Echeverria'nın kardeşlerinden biri, Granma'yla gelenler arasında bulunuyordu. Bu genç küçük bir birlik
kurarak bizim gelişimizi beklemiş, fakat bir süre sonra anlaşılmaz nedenlerle gerilla bölgesine soygun
için saldırılar düzenlemeye başlamıştı.
Echeverria'nın yargılanması dokunaklı oldu. Hatasını anlamıştı, fakat buna karşın idam edilmek
istemiyordu; ilk çarpışmada ölmesine izin vermemiz için yalvarıyordu. İlk çarpışmada kendisi ölüme
atılacaktı, buna yemin ediyor, yalnızca ailesinin adını lekelemek istemediğini söylüyordu. Ölüme
mahkum edildikten sonra Echeverria (Biz ona El Bizco[51] diyorduk) annesine uzun ve duygulandırıcı
bir mektup yazdı. Mektupta kendisine verilen cezanın yerinde olduğundan söz ediyor, annesinden
devrime bağlı kalmasını istiyordu. Son olarak idam edilen El Maestro dediğimiz, renkli kişiliği olan biriydi.
Oldukça hasta olduğum, zor bir dönemde, dağlarda oraya buraya dolaşırken bana eşlik eden bu adam,
daha sonra hastalığını bahane ederek gerilladan ayrılmış ve sefih bir hayat sürmeye başlamıştı.
Başardığı en büyük işlerden biri de kendisini "Dr. Guevara" olarak tanıtmaktı. Bundan yararlanarak, bir
keresinde, tedavi için kendisine başvuran hasta bir köylü kızına tecavüz etmeye yeltenmişti. İki casus
dışında hepsi, ölmeden önce devrime bağlılıklarını bildirmişlerdi. Ben orada değildim, bana daha sonra
anlattılar: Bu kez orada bulunan Peder Sardinas, ölüme mahkum edilenlerden birine yaklaşıp son
telkinde bulunmak istediğinde adam şöyle demişti: "Bakın Peder, size başkalarının ihtiyacı olabilir.
Doğruyu söylemek gerekirse, ben böyle şeylere pek inanmıyorum." [sayfa 175}
Devrim böyle adamlarla yapıldı. Önceleri her türlü haksızlığa karşı olan bu yanlız adamlar, daha
sonra giderek kendi ihtiyaçlarını karşılamayı alışkanlık haline getirdiler; toplumu değiştirmeye yönelik bu
mücadeleyi kavramış olmaktan uzaktılar. Devrim, bu adamlar üzerindeki denetimini bir an için
gevşettiğinde, hemen hataya düşüyorlar ve bu hatalar onları, ürkütücü bir kolaylıkla, suça itiyordu.
Dionisio ya da Labrigio, devrimin canlarını bağışladığı ve hatta bugün ordumuzda görev yapan herhangi
bir suçludan daha kötü değillerdi, ancak, o anki koşullar, katı biçimde olaya elkoyup herkese örnek
olacak cezalar uygulamayı zorunlu kılıyordu. Disiplin kurallarına karşı çıkışları engellemek, yönetimin
henüz rayına oturmadığı bölgelerde gittikçe yayılan anarşi yaratma girişimlerini ortadan kaldırmak için
gerekliydi bu. Echeverria da, devrim ordusunun subayları olan iki kardeşi gibi, bir devrim kahramanı,
başarılı bir savaşçı olabilirdi. Fakat o böyle bir zamanda suç işleme bahtsızlığına düşmüş ve suçunun
bedelini, yukarıda anlattığımız gibi ödemek zorunda kalmıştı. Bu anılarda Echaverria'nın adını anıp
anmama konusunda ikirciktendim, fakat tavrı öylesine onurlu, öylesine devrimciydi, ölümü öylesine
kararlı biçimde karşıladı, kendisine verilen cezanın haklılığını öylesine açıklıkla kavradı ki, sonunun
onursuzca olmadığını düşünüyoruz; acı olmakla birlikte bu olay, devrimimizin temiz kalması, Batista'nın
adamlarından alışkın olduğumuz haydutça davranışlarla lekelenmemesi gereğini bir kez daha gözler
önüne seren değerli bir örnekti.
Bu yargılamalarda ilk kez, 26 Temmuz hareketinin kentteki önderleriyle görüş ayrılığına düştüğü için
Sierra'ya kaçan bir adam savunman olarak yer aldı. Avukat Sori Marin, devrimci hükümette tarım bakanı
olarak bulunup toprak reformunun imzalandığı dönemde görevinden ayrıldı; öteki hükümet üyeleri karara
imzalarını atmışlar, Sori Marin ise imzalayarak kendisini tehlikeye atmak istememişti.
Devrim ordusu tarafından yönetilecek olan bölgede, huzur ve asayişi sağlamak için acı veren bu
görevi yerine getirdikten [sayfa 176} sonra, El Hombrito'daki harekat bölgemize doğru yola çıktık. Gerilla
kolunu üç takıma ayırmıştık. Öncü gücü oluşturan takım, Camilo Cienfugeos komutasındaydı, takımdaki
teğmenlerse şunlardı: Bugün binbaşı olan Orestes o sırada öncü gücün en önündeydi. Onun dışında
takımda Boldo, Leyva ve Noda adlı teğmenler vardı. İkinci takımda, komutan Yüzbaşı Raul Castro
Mercader, teğmenlerse Alfonso Zayas, Orlando Pupo ve Paco Cabrera'ydı. Komutanlığımız küçük bir
kurmaydan oluşuyordu. Kurmay karargahımızın komutanı Ramiro Valdes'ti. Joel İglesias ise teğmendi;
henüz onaltı yaşını doldurmamış olan Joel'in komutası altında otuzunu geçmiş adamlar bulunuyordu.
Joel onlara saygıyla "siz" diye hitap ederdi emir verirken. Adamlarıysa ona "sen" derler, ama emirlerine
büyük bir disiplin içinde uyarlardı. Artçı gücü oluşturan takımsa Ciro Redondo'nun komutası altındaydı,
Redondo'nun teğmenleriyse şunlardı: Vilo Acuna, Felix Reyes, William Rodriguez ve Carlos Mas.
1957 Ekiminin sonlarında, El Hombrito'ya yeniden yerleştik ve orayı ordumuzun kesin güvencesi
altında bulunan bir bölge durumuna getirecek çalışmalara başladık. Havana'dan iki öğrenci gelmişti o
günlerde; biri iyi bir mühendis, diğeriyse veterinerlik öğrencisiydi. Bu ikisinin yardımıyla El Hombrito nehri
üzerinde kurmayı düşündüğümüz küçük bir hidroelektrik santralının planlarını hazırlamaya başladık.
Ayrıca Mambi Gazetesinin[52] çıkması için ilk koşulları yarattık. Bunun için kentten getirtilen eski bir
teksir makinesi vardı elimizde; El Cubano Librenin[53] ilk sayıları bu makineyle basıldı. Gazetenin -
resmi redaktörü ve matbaacısı Geonel Rodriguez ve Ricardito Medina adlı öğrencilerdi.
Orada, içten ve eli açık Hombrito halkının, özellikle de bizim "ihtiyar" Chana dediğimiz bayan
dostumuzun desteğiyle, yerleşik yaşamımızı örgütlemeye başladık. Sonunda, Terkedilmiş [sayfa 177} bir
kulübede fırın kurduk; düşman ordunun yeni bir yapı fark edip hedef almaması için böyle yapmıştık. Bir
de üzerinde "Mutlu Yıl 1958" yazısı olan 26 Temmuz hareketinin çok büyük bir bayrağını yaptırdık.
Bayrağı, çok uzaklardan görülebilmesi, ta Minas de Bueycito halkının bile görebilmesi için, El
Hombrito'nun en yüksek tepelerinden birine diktik. Bu arada bölgede devamlı dolaşarak otoritemizi
güçlendiriyor, Sanchez Mosquera'nın beklenen saldırısına karşı hazırlık yapıyorduk; El Hombrito'ya giriş
yollarını, Mosquera'nın kullanmasını olası gördüğümüz yerlerde tahkimatlandırıyorduk. [sayfa 178}

25| ÖLDÜRÜLEN KÖPEKÇİK

Sierra Maestra'nın zor koşulları için şanlı bir gündü. Turquino havzasının en dik ve geçilmez
vadilerinden biri olan Agua Reves'i geçerek Sanchez Mosquera'nın birliklerini izliyorduk. Bu inatçı katil,
geçtiği yerlerde arkasında yakılıp kül edilmiş kulübeler bırakıyor ve bütün bölgeyi yasa boğuyordu. Fakat
izlediği yol onu kesinlikle Sierra'nın bir ya da iki noktasına götürecekti; orada kendisini Camilo
beklemekteydi. Bu ya Nevada Tepesi ya da bizim "Aksak Tepe" dediğimiz şimdiyse "Ölüm Tepesi"
denilen yer olabilirdi.
Camilo, öncü gücün yarısı olan yaklaşık oniki adamla hemen hareket etmişti. Bu oniki adam, yüzden
fazla askerden oluşan bir kolu durdurmak için üç mevziye dağılacaktı. Benim görevim Sanchez
Mosquera'ya arkadan saldırarak onu çember içine almaktı. Temel amacımız Mosquera'yı kuşatmak
olduğu için, düşman artçısının kulübeleri yakıp yıkışını uzaktan sabırla izliyorduk; uzakta olmamıza
karşın askerlerin bağrışmalarını duyabiliyorduk. Sayılarının ne kadar olduğunu tam olarak bilmiyorduk.
Gerilla kolumuz kayalıklar üzerinde zorlukla yürürken, düşman birliği dar vadinin zemininde
sürdürüyordu yürüyüşünü. [sayfa 179}
Henüz birkaç haftalık küçük av köpeği (maskotumuz) olmasaydı her şey yolundaydı. Felix, defalarca,
harekat merkezimize -aşçıları da bıraktığımız bir ev- geri dönmesi için korkutucu emirler savurduğu
halde, küçük köpek, gerilla kolunun peşinden gelmeye devam etmişti. Sierra Maestra'nın o bölgesinde
kayalıkları aşmak oldukça zordur, çünkü herhangi bir yol yoktur buralarda. "Pelua" denilen geçit vermez
bir çalılığa gelmiştik; burası bir "Tumba"nın (baltalık orman) eski, ölmüş ağaçlarının başka otlar
tarafından kaplandığı ve yol almanın çok zorlaştığı bir yerdi. Ağaç kütükleri ve çalılıklar arasından
oradan oraya atlayarak yürüyor ve bu arada konuklarımızı gözden yitirmemeye çalışıyorduk. Bu
durumlarda gerektiği gibi, küçük gerilla kolu sessizce sürdürüyordu yürüyüşünü; kırılan bir dal sesi bile
ormanın alışılmış uğultusunu bozuyordu. Tam bu sırada bir köpeğin korkulu ve sinirli havlaması duyuldu.
Köpekçik geride kalmış ve korkmuştu, avazı çıktığı kadar bağırarak kendisini bu korkulu durumdan
kurtarmaları için sahiplerini çağırıyordu. Biri gidip hayvanı getirdi ve yürüyüşümüzü sürdürdük. Ama,
köpek bu kez de bir dere yatağında dinlenirken -nöbetçilerden biri bu arada düşman ordusunun
hareketlerini izlemekteydi- sinirli biçimde havlamaya başladı. Artık yalnızca sahiplerini yardıma çağırmak
için havlamıyor, kendisini bırakacağımızı sandığı için çaresizlik içinde bağırıyordu.
Verdiğim sert emri anımsıyorum: "Felix, bu köpek bir kez daha havlamayacak. Bu işi sen hallet, onu
boğ. Köpek bir kez daha ses çıkarmamalı!" Felix, ifadesiz gözlerle bakmıştı yüzüme. Yorgunluktan bitkin
düşmüş savaşçıların oluşturduğu dairede, Felix ve küçük köpek hemen ilgi odağı oldular. Felix, eline bir
ip alıp yavaşça köpeğin boynuna geçirdi ve sıkmaya başladı. Sevecenlikle sallanan kuyruğu birden
titremeye başlamıştı, boğazının sıkılmasının verdiği acıdan dolayı köpek, acı dolu sesler çıkarıyordu. Ne
kadar sürdüğünü bilmiyorum, fakat hepimize çok uzun gelmişti bu süre. Son birkaç kez çırpındıktan
sonra köpekçik ölmüştü artık; küçük başı yerdeki ağaç dallarının arasına sarkmıştı. [sayfa 180}
Bu olayı tek sözcükle bile anmadan yürüyüşe devam ettik. Sanchez Mosquera'nın birliği arayı açmış,
bu arada birkaç el silah sesi gelmişti. Hemen kayalıklardan aşağıya inip, düşman artçısına yetişmek için
en iyi yolu aramaya başladık; Camilo'nun çarpışmaya başladığını biliyorduk. Tepeye çıkmadan önce son
eve varıncaya dek oldukça uzun bir zaman geçmişti; çünkü her an düşmanla karşılaşma olasılığına
karşı, birçok güvenlik önlemi alarak yürüyorduk. Duyduğumuz silah sesleri yoğundu ama kısa sürmüştü.
Hepimiz merak içerisindeydik. Son ev de terkedilmişti. Askerlerden hâlâ iz yoktu. İki haberci "Aksak
Tepe"ye çıkmış ve şu haberle geri dönmüşlerdi: "Yukarıda bir mezar var. Mezarı açtık, içinde bir
Casquito[54] vardı". Ölünün kağıtlarını da getirmişlerdi beraberlerinde. Demek ki bir çarpışma olmuş ve
bir kişi de ölmüştü. Ölü onlardandı, bunun dışında hiçbir şey bilmiyorduk.
Gayretsizce ve ağır adımlarla geriye döndük. İki keşif devriyesi, Maestra'nın sırtında, iki tarafta da
geniş izlere rastladı, ama bunun ötesinde hiçbir şey yoktu. Geriye dönerken vadideki yolu kullandık, yine
de yavaş ilerliyorduk.
Gece bastırınca terkedilmiş bir eve vardık. Ev, Mar Verde adlı yerleşim merkezinde bulunuyordu.
Burada dinlenebilirdik; hemen bir domuz ve biraz manyok hazırlandı, akşam yemeğini böylece
halletmiştik. Biri türkü söyleyip gitar çaldı; kulübeler aceleyle terk edildiği için bütün ev eşyaları gibi bu
gitar da evde kalmıştı.
Söylenen türkü mü duygusaldı, yoksa gece olduğu için mi duygulanmıştık, belki de yorgun
olduğumuzdandı... Yere oturarak yemek yiyen Felix, elindeki kemiği atmıştı. Evden çıkıp gelen bir köpek
yanaşıp almıştı kemiği. Felix, köpeğin başını okşarken köpek yüzüne bakmıştı onun. Şimdi Felix de
köpeğe bakıyordu. Sonra Felix'in bakışlarıyla karşılaştım; ikimizin gözlerinde de biraz suçluluk
okunuyordu. Birdenbire [sayfa 181} sessizleştik. İçimizden dışarıya yansımayan bir şeyler geçmişti.
Öldürülen köpek, insancıl, afacan ve biraz sitemli bakışlarıyla hepimizin gözünün Önüne gelmişti; bir
başka köpeğin gözleriyle bakıyordu yüzümüze. [sayfa 182}

26| MAR VERDE ÇARPIŞMASI

Şafak sökmeden kısa süre önce, beş ya da beşbuçuk sularında uyandım; gece iyi uyumuştum. Beni,
askerlik yaşamım içinde geliştirdiğim, o günse, yorgunluk ve Mar Verde köyünde bulduğum rahat
yatağın uyuşturduğu altıncı hissim uyandırmıştı. Gerilla birlikleriyle ilişki kurmaları için yolladığımız
habercileri beklerken, huzur içinde kahvaltı ediyorduk.
Güneş henüz doğmuştu ki, bölgede kalmış olan az sayıdaki köylülerden biri tuhaf ve can sıkıcı bir
haberle geldi. Bizden yaklaşık yarım kilometre uzakta, kulübelerden birinde, tavuk ve yumurta arayan
bazı askerler görmüştü. Askerlere ilişkin ne öğrenebilirse öğrenmesi için hemen geri yolladım onu;
askerlerle ilişki kurarak düşman güçlerinin ne durumda olduğunu öğrenmeliydi. Köylü, görevini tam
olarak yerine getirmeye cesaret edememişti, fakat, bize, iki-üç kilometre yukarıda, Sierra de la
Nevada'da büyük bir düşman birliğinin üslendiğini haber verdi; birlik, Reyes'in evinde yerleşmişti. Bu
Sanchez Mosquera'dan başkası olamazdı.
Savaşı başlatarak Sanchez Mosquera'yı uygun bir yerde kuşatıp yok etmek için, hızla uygun bir
biçim bulmak zorundaydık. [sayfa 183}
Önce, ilk adımda Mosquera'nın ne yapacağını düşündük. Mosquera iki yol kullanabilirdi: Bunlardan
biri, Nevada Tepesine giden yoldu; yorucu bir yürüyüşle Santa Ana'yı geçip California'ya ulaşacak
oradan da Minas de Bueycito'ya varacaktı. İkinci yolsa, bunun tersi yöndeki yoldu; Turquino nehrini
geçip Turquino Tepesi'nin eteğinde bulunan Ocuyal köyüne gidecekti. Uzaklığın daha az oluşu ve yol
üzerindeki olanaklar nedeniyle bu yol bize daha uygun görünüyordu. Buralarda kuşatmamızı yarıp
kurtulmaması için, her koşulda bu iki noktayı takviye etmemiz gerekiyordu. Eğer Sierra de la Nevada'ya
çıkan yolu kullanmaya karar verirse, karşısına birliklerimizi gönderme olanağımız yoktu, bu durumda onu
yalnızca Camilo izleyebilirdi belki.
Camilo bir gün önce Altos de Conrado bölgesinde Sanchez Mosquera'nın birlikleriyle çatışmıştı.
Şimdiyse onun nerede olduğunu bilmiyorduk.
Gönderdiğimiz haberciler umduğumuzdan çok daha çabuk döndü. El Hombrito'da üslenen yedek
güçlerimiz. Sanchez Mosquera'nın konumundan daha yukarıda bir mevzi tutarak onun yolunu kesmek
için Nevada bölgesinden geçmiş, orada bulunan mezarlığın ötesine varmışlardı. Camilo gelmişti, o da
aynı bölgede bulunuyordu. Görünmemeleri ve Mosquera bölgeden çekilmeye kalkışmadığı müddetçe, ilk
silah sesleri duyulmadan ateş etmemeleri emri iletildi Camilo'ya. Batı tarafına, Teğmen Noda ve Teğmen
Vilo Acuna tarafından komuta edilen takımları yolladık. Doğudaysa çemberi Yüzbaşı Raul Castro
Mercader kapatıyordu. Bazı takviyelerle güçlendirilen benim küçük grubumun göreviyse, düşman
güçleri, tahmin ettiğimiz gibi, aşağıya, kıyı bölgesine inmeye kalkıştıklarında onları pusuya düşürmekti.
Sabahın ilk saatlerinde, çemberi tamamen kapattığımız bir sırada, alarm verildi. Karayolunda
ilerleyen düşman öncüsünün ucu görünmüştü. Düşmanın ilerlediği bu yol Turquino Nehrine dökülen
küçük bir dereye paraleldi. Düşman birliği benim tarafıma yöneldiğinde çarpışmayı başlatacağımız
mevkinin bir yanı çitlerle çevrili olduğundan, bizim birliğimize [sayfa 184} siper olanağı veriyordu, ancak,
aynı nedenden dolayı, bölgeyi gözetlemek ve çarpışma başlamadan önce harekete geçmek olanaksızdı.
Yolun bir yanındaki durum buydu, öbür yandaysa üstündeki en küçük ağaç, bir mango ağacı olan bir
tepe vardı; ben burada mevzilenmiştim. Çok yakın bir yerden askerlere ateş açacaktım. Birkaç metre
ilerdeyse Joel İglesias'la başka companerolar mevzi almışlardı. Burası ilk askerleri öldürmek için idealdi,
ne var ki savaşı sürdürmeye elverişli değildi; düşman birliğinin daha iyi bir mevzi aramak için hemen geri
çekileceğini, bu arada da bizim pusu yerini terk edebileceğimizi düşünüyorduk.
Askerlerin ayak seslerini tepemizde duyuyorduk neredeyse; çitlerle çevrili yerde bulunanlar, gelen
askerlerin üç kişi olduklarını görmüşlerdi, fakat bize bunu zamanında iletmeleri olanaksızdı. O sıralar
benim tek silahım Luger tipi bir tabancaydı. Ayrıca, düşmana benden daha yakın olan birkaç yoldaşın
kaderi için endişe duyduğumdan sinirlerim bozuktu, bu yüzden tetiğe erken bastım ve isabet
ettiremedim. Böyle durumlarda herzaman olduğu gibi hemen çatışma başladı ve Sanchez Mosquera'nın
birliklerinin bulunduğu eve saldırıya girişildi. Pusuda bir an tuhaf bir sessizlik oldu; ilk çatışmadan sonra
ölüleri toplamak istediğimizde karayolunda kimse yoktu artık; yolun kenarında bir çalılık görünüyordu,
çalılığın içinde Tibisiler[55] arasında açılmış bir tünel vardı. Düşman askerleri bu delikten kaçmışlardı.
Ortalıkta başka asker görünmediği için kaçan askerleri aramaya başladık hemen. Geri dönerken, Joel
İglesias, Rodolfo Vasquez ve Geonel Rodriguez otların arasından açılmış tünele girerek askerleri
izlediler. Joel İglesias'ın sesini duydum bir süre sonra; birilerini teslim olmaya çağırıyor, eğer teslim
olurlarsa öldürülmeyecekleri sözünü veriyordu. Birden peş peşe silah sesleri duyuldu ve companerolar
İglesias'ın ağır biçimde yaralandığını bildirdiler. Joel İglesias'ın yine de şansı vardı, çünkü Garand tipi üç
tüfekle yakın mesafeden ateş edilmişti kendisine. [sayfa 185} Joel'in Garand tipi tüfeğine iki kurşun isabet
etmiş, dipçiği kırılmıştı.
Bir başka kurşun yanağını, bir kurşun da elini sıyırmıştı. Ayrıca kolunda ve bacağında ikişer kurşun
yarası, başka yerlerinde de birkaç yara vardı. Kan içinde kalmasına karşın yaraları hafifti. Onu hemen
dışarı çıkarıp hamakla yaralılara baktığımız yere taşıdık.
Genel çarpışmaya katılmadan önce üç askeri aramaya devam etmek zorundaydık.
Bu sırada, birdenbire Silva'nın sesini duyduk; "Oradalar!" diye bağırıyordu, oniki kalibrelik tüfeğiyle
ateş ederek yerlerini gösterdi bize. Kısa süre sonra askerler teslim olacaklarını bildirdiler. Üç Garand tipi
silah ele geçirmiş, sahiplerini de tutsak almıştık. En iyi savaşçılarımızdan biri yaralanmıştı. Savaşın
bilançosu şimdilik böyle görünüyordu.
Tutsakları yaralı yoldaşımızın arkasından yollayarak çarpışmayı örgütlemeye giriştik. Askerlerin
sorgulanmasından öğrendiğimiz kadarıyla, Sanchez Mosquera'nın birliği seksen ya da yüz kişiden
oluşuyordu. Bu sayının doğru olup olmadığını bilemiyorduk, tutsakların söylediği buydu. Mosquera
güvenlikli bir konumda bulunuyordu, elinde makineli tüfekler, hafif silahlar ve yeterli cephane vardı.
Cephe saldırısı yapmamamız daha iyi olacaktı, çünkü bizim birliğimiz, sayıca Mosquera'nınkine eşit
olmasına karşılık daha kötü silahlanmıştı. Ayrıca Mosquera'nın bulunduğu savunma konumu
güvenlikliydi. O nedenle, yapacağımız bir cephe saldırısının sonucundan emin değildik. Gece bastırıp
saldırmamız için uygun koşullar oluşuncaya kadar, hareket etmesini engellemek için, onu, sürekli
kuşatma altında tutmayı kararlaştırdık.
Fakat birkaç saat sonra, bir yüzbaşının komutasında bir takviye gücünün kıyıdan yürüyerek Sierra'ya
çıktığını haber aldık. Onları durduracak iki devriye örgütledik hemen. Bunlardan birine William Rodriguez
komuta edecek ve düşmana Dos Brazos del Turquino bölgesinden saldıracaktı. İkincisi [sayfa 186}
Teğmen Leyva'nın komutasında olacak, Leyva, düşmana, çarpışma alanından yalnızca iki kilometre
uzakta bulunan bizim için uygun bir konumdan, düşman birliği bir tepeyi tam aştığı anda saldıracaktı.
Düşman öncüsünün burada yok edilmesi amaçlanıyordu. Leyva'nın mevzisi için hazırlıkları ben
yürütüyordum, öteki pusuların hazırlanmasını başka companeroların inisiyatifine bırakmıştım. Bütün
cephede sessizlik egemendi, ara sıra askerlerin bulunduğu binanın çinko damına birkaç el ateş ediyor,
böylece askerlerin tedirgin olmasını sağlıyorduk. Öğleden sonra mevzinin üst kesiminde uzun süreli bir
çatışma sesi duyduk ve bir süre sonra kötü bir haber aldık; düşman saflarını yarmak için harekete geçen
Ciro Redondo şehit düşmüştü. Redondo'yu gömemedik. Ama silahını Camilo geri getirmişti. Bizim
tarafımızdan da silah sesleri işitilmeye başlanmıştı; bu, düşman askerlerinin yakında olduğunu
gösteriyordu. Az sonra büyük bir çarpışma oldu ve güney kesiminde savunma mevzilerimizde, Sanchez
Mosquera'nın güçlerine takviye olarak gelen düşman birlikleri karşısında dağınık durumda olan
saflarımızı bir araya topladık.
Geri çekilmek zorunda kaldık. Zalim Mosquera bir kez daha kurtulmuştu. Düzenli bir geri çekilme için
gerekli talimatları verdik ve biz de yavaşça mevzilerimizi geriye doğru terk ettik. El Guayabo Deresine
vardıktan sonra, bizim en güvenlikli çekilme bölgemiz olan El Hambrito'ya ulaştık.
Bölgemize vardıktan sonra çarpışmanın bilançosunu çıkardık ve şu sonucu gördük: Birliğimizin
savaşçılarından aldığımız bilgilere göre düşman birçok ölü vermişti, fakat biz bu bilgilerin ne ölçüde
doğru olduğunu düşman ordusundan gerçeğe uygun biçimde öğrenemezdik. Uzakta bulunan güney
kesimindeki mevzileri savunmakla görevli Teğmen Leyva'nın komutasındaki savaşçılar da aynı bilgileri
verdiler. Fakat savaşçılarımızın, güneydeki harekat bölgesinde saklanması için bıraktıkları çok sayıda
sırt çantası yitirilmişti. Sabahleyin aldığımız tutsakları götürmek için yollanan Alberto adlı savaşçı
tutsakları bırakıp dönerken, gelip çarpışmaya yeniden katılacağına, [sayfa 187} o bölgede kalıp uyumuştu.
Düşman askerleri Alberto'yu uykuda yakalayıp tutsak etmişlerdi; Alberto'nun yanında söz konusu sırt
çantaları da vardı, Daha sonra bu savaşçının El Homrito bölgesinde öldürüldüğünü öğrendik.
Yaralılarsa şunlardı: Roberto Fajardo ve Joel Pardo bir gün önce meydana gelen bir başka
çatışmada yaralanmışlardı; yüzbaşı rütbesini aldıktan kısa bir süre sonra şehit düşen savaşçı Reyes;
Javier Pazos, Joel İglesias ve Ciro Redondo ise şehit düşmüştü. Acımız büyüktü; Sanchez Mosqueras'ı
yenme olanağını kullanamamamızın yarattığı üzüntü, mükemmel companeromuz Ciro Redondo'yu
yitirmemizle birleşmişti.
Bunun üzerine Fidel'e bir mektup yazarak Ciro Redondo'nun ölümünden sonra terfi ettirilmesini
önerdim, kısa süre sonra bu isteğim gerçekleşti ve Ciro Redondo'nun terfi ettirildiği El Cubano Libre'de
yayınlandı.
Çarpışmanın olduğu ve Ciro Redondo'nun öldüğü tarih 29 Kasım 1957'ydi.
Geri çekilmemizden kısa süre önce başımdan birkaç santimetre ötedeki bir ağaç gövdesine kurşun
isabet etmiş ve Geonel Rodriguez eğilmediğim için beni sert biçimde eleştirmişti. Belki de mühendis
olduğu için matematiksel hesaplara eğilimli olan bu companero, devrimci savaşın sonunu görmek için
kendisinin benden daha fazla şansı olduğunu, çünkü gerekmedikçe hayatını tehlikeye atmadığını
söylüyordu. Bu doğruydu. İlk kez Mar Verde'de çarpışmaya katılan Geonel Rodriguez, hayatım hiçbir
zaman gereksiz yere tehlikeye atmamasına karşın, her zaman yürekliliği, kararlılığı ve bilgisiyle örnek bir
savaşçı olmuştur. Ancak Rodriguez devrimci savaşın sonunu yine de göremedi; bu olaydan birkaç ay
sonra, ordunun mevzilerimize karşı giriştiği büyük saldırı sırasında şehit düştü.
O gece Guayoba'da uyuduk. Ansızın bir saldırıya uğramamamız ve El Hombrito'da yoğun bir
çarpışma olmaksızın gelip bizi bulmamaları için, bütün önlemleri aldık. İçinde bulunduğumuz anda en
temel görevimiz buydu. [sayfa 188}

27| ALTOS DE CONRADO

Mar Verde çarpışmasından sonraki günler çok hareketli geçti. Uzun süreli çarpışmaları sürdürmek
ve başarılı kuşatmalar yapmak ya da cephe saldırılarına dayanmak için henüz yeterince güçlü
olmadığımızın bilincine varmamız, El Hombrito vadisinde güvenlik önlemlerini olağanüstü arttırmamıza
yol açmıştı. Mar Verde'ye birkaç kilometre ufaklıktaki bu vadiye ulaşmak için Santa Ana'ya uzanan yolu
yukarıya doğru çıkmak gerekir; El Guayabo adlı dereyi geçince Santa Ana'dan El Hombrito vadisine
varılır. Ama bu vadiye Guayabo deresini geçerek güneyden ulaşmak da olanaklıdır; Loma de la Botella
dağını aşıp ya da Mena del Frip adlı maden ocağına doğru giden yola sapıp vadiye gidilebilir.
Düşmanın doğrudan doğruya dağdan aşarak bize birdenbire saldırmasını engellemek için bütün bu
noktaları kontrol altına almak ve buraları savunmak zorundaydık.
Donanımlarımızın büyük kısmını La Mesa bölgesine aktarmıştık; bu malzemelerimizle yaralılarımız,
Polo Torres'in evinde bulunuyordu. İçlerinden yalnızca Joel İglesias, ayağından yaralı olduğu için
yürüyemiyordu. [sayfa 189}
Sanchez Mosquera'nın birlikleri, Santa Ana'da üslenmişti. Düşman güçlerinin bir kısmıysa
California'ya doğru hareket etmişti, fakat şu anda nerede bulundukları bilinmiyordu.
Mar Verde çarpışmasından dört ya da beş gün sonra alarm verilerek savaşa hazır olmamız istendi;
Sanchez Mosquera'nın birlikleri, kendileri için en uygun yoldan ilerliyorlardı: Bu yol, Santa Ana'dan
doğrudan doğruya El Hombrito'ya giden yoldu. Pusularda bulunan adamlarımıza hemen bu haber
iletilerek mayınlar bir kez daha kontrol edildi. Kendi imal ettiğimiz bu ilk mayınların bir yay ve bir çividen
oluşan ateşleme düzeneği pek ilkeldi: yay tarafından ileri fırlatılan çivi kapsüle çarpıyordu. Mar Verde
çarpışmasında patlamayan bu mayınlar bu kez de hiç bir işe yaramadılar.
Kısa süre sonra silah sesleri komuta yerinden de duyulmaya başladı. Bir süre sonra da, mayınlar
patlamadığı ve ilerleyen düşman güçleri sayıca çok üstün olduğu için bizimkilerin geri çekildiği haber
verildi. Söylediklerine göre geri çekilirken düşmana bazı kayıplar verdirmeyi başarmışlar. Öldürülen ilk
düşmanın, yanında 45'Iik bir tabanca ve tabancaya ait kurşunlar bulunan, uzun boylu şişman bir çavuş
olduğu söylendi; düşman birliğinin başında at üzerinde ilerliyormuş bu çavuş.
Teğmen Enrique Noda ve Meksikalı dediğimiz bir savaşçı, bu düşman çavuşunu, Garand tipi
tüfekleriyle, yakından ateş açarak vurmuşlar. İkisi de adamın eşkali konusunda aynı ifadeyi veriyorlardı.
Bunun dışında düşmanın başka kayıplar verdiği de söyleniyordu. Ne var ki Sanchez Mosquera'nın
birlikleri bizimkileri geri çekilmek zorunda bırakmıştı.
(Haftalar sonra iyi kalpliliğimiz için bize teşekkür etmeye Brito adlı bir köylü geldi. Düşman onu
birliğin en önünde yürümeye zorlamıştı. Savaşçılarımızın düşmanın gözünü boyamak için, nişan alırmış
gibi yapıp ateş etmediklerini görmüştü, o nedenle teşekkür ediyordu şimdi. Bu köylü bana bu
çarpışmada kimsenin ölmediğini de söyledi. Ama Altos de Conrado'da ölenler olmuş.) [sayfa 190}
Tuttuğumuz konumu elimizdeki güçlerle savunmak öyle zordu ki, doğru dürüst siper bile
kazamamıştık. Minas de Bueycito'dan gelen yolu kesmek için yaptığımız eski savunma hattından başka
bir olasılığa sahip değildik. Düşman karayolu üzerinde ilerlemeye başlayınca, pusudaki adamlarımız
tehlikeye düştüğü için, geri çekilmeleri emri verilmiş, biz de geri çekilmiştik. Düşman askerlerinin
saldırılarına göğüs gerecek kadar cesaretli birkaç ailenin dışında hiç kimse kalmamıştı orada; bu aileler
ya gerçekten yürekliydiler yahut da düşmanla gizli bir ilişkileri vardı.
Altos de Conrado'ya uzanan yol boyunca yavaşça geri çekildik. Altos de Conrado, Maestra'nın sınır
çizgisinden taşan küçük bir tepedir; doruğunda, Sosyalist Halk Partisi'nin[56] üyesi olan Conrado adlı bir
köylü companero yaşamaktaydı. İlk andan başlayarak bizimle bağlantı kuran Conrado, bize çok değerli
yardımlarda bulunmuştu; ailesini başka yere yollamış, evini terk etmişti. Burası pusu kurmak için çok
uygundu; oraya, tepeleri dolaşarak ulaşan sık ağaçlıklı, üç dar patikadan gidilebilirdi. O nedenle burayı
savunmak çok kolaydı. Söz konusu patikaların dışında, bütün bölge, tırmanması çok güç dik kayalıklar
ve uçurumlarla kaplıydı.
Toprağın küçük bir boşluk oluşturduğu yerde yol genişlemekteydi. Burada Sanchez Mosquera'nın
birliklerinin saldırısına karşı koymak için hazırlık yapıldı. Hemen ilk gün, kulübenin ocağına fitilli
fünyelerle hazırlanmış bombalar koyduk. Tuzak son derece basitti: Biz geri çekildiğimizde, büyük
olasılıkla, bu kulübeye yerleşecekler ve ocağı kullanacaklardı. Küllerin içinde gizlenmiş iki bomba ateşin
ısısıyla patlayacak ve böylece düşman çok sayıda kayıp verecekti. Elbette bu daha sonraki bir işti, önce
Altos de Conrado'da çarpışacaktık düşmanla.
Sabırla bekleyerek üç gün kaldık orada. Yirmidört saat nöbet tutuyorduk. Bulunduğumuz yükseklikte
geceleri çok [sayfa 191} soğuk ve nemli oluyordu ve biz henüz, bütün geceyi çarpışmaya hazır biçimde
dışarıda geçirmek için gerekli olan fiziksel güce ulaşmış değildik.
İlk sayısı birkaç gün önce çıkan gazetemiz El Cubano Libre'yi bastığımız teksir makinesiyle, orduya
yaptığımız bir çağrı metnini çoğalttık. Amacımız bunları askerlerin geçeceği yol üzerindeki ağaçlara
yapıştırmaktı. 8 Aralık günü sabah saatlerinde ordunun dağa tırmanmaya başladığını duyduk;
mevzilerimizden yaklaşık ikiyüz metre aşağıdaki bir noktaya kadar yaklaşmışlardı. Çağrıların
yapıştırılması talimatını verdik ve bu işle companero Luis Olazabal'ı görevlendirdik. Bu arada, düşman
birliği içinde hararetli bir tartışma çıktığı duyuluyordu; duvar kenarında bulunduğum için özellikle ben,
sesleri çok iyi ayırt edebiliyordum. Subay olduğu anlaşılan biri bağırarak emretmişti: "Lanet olsun! Siz
öne geçin!" Askerse öfkeyle "Hayır!" diye yanıtlamıştı subayı. Sonunda tartışma son buldu ve düşman
birliği harekete geçti.
Çoğu kez ağaçların arkasında kalan düşman birliğini ara sıra görebiliyorduk. Yukarıya tırmanışlarını
bir süre izledikten sonra, çağrıları ağaçlara yapıştırıp pusu kurduğumuzu belli etmenin doğru olup
olmadığı konusunda kuşkuya düştüm. Luis'i çağırıp çağrıları yapıştırdığı yerlerden sökmesini emrettim;
bunu yapabilmek için birkaç saniyesi vardı Luis'in, çünkü ilk askerler yukarıya varmak üzereydiler.
Savaş için aldığımız düzen çok basitti: Düşman ağaçlık bölgeden çıkınca, varsayımımıza göre, en
öndeki asker arkadaşlarından belirli bir uzaklıkta yürüyecekti; en azından bu askerin vurulması
gerekiyordu. Bir sakız ağacının arkasında siperlenen Camilo, ileriyi dikkatle gözetleyerek yürüyen asker
önünden geçerken birkaç metre uzaklıktan ateş edecekti. Bunun üzerine de, ormana gizlenmiş çok
sayıda keskin nişancı, her iki yandan ateşe başlayacaktı. Teğmen İbrahim'le bir başkası, tam yolun
karşısında, Camilo'dan yaklaşık on metre uzakta mevzi almışlardı; en önde yürüyen askeri öldürecek
olan Camilo'nun mevzilendiği yere kimsenin yaklaşamaması [sayfa 192} için, bu iki savaşçı, Camilo'yu ön
cepheden açacakları ateşle koruyacaklardı.
Ben, yirmi metre kadar uzakta, eğimli bir yerde, ancak gövdemin yarısını gizleyen bir ağacın
arkasında mevzilenmiştim; burası, askerlerin gelmekte olduğu yolun tam girişindeydi. Bazı
companerolarla ben, düşmanı gözetleyebilecek durumda değildik, çünkü bulunduğumuz yer ağaçsızdı,
düşman tarafından hemen görülebilirdik. O nedenle Camilo ateş açıncaya kadar beklemek zorundaydık.
Kendi verdiğim emre karşı gelerek, bulunduğum yerden başımı çıkarıp çevreme göz attığımda,
çarpışmalardan önceki o büyük gerginlik anını duydum; ilk asker ortaya çıkmış, kuşkuyla çevresine
bakınarak ilerlemeye başlamıştı. Gerçekten de burada bir pusu kokusu vardı; ağaçsız bir alan ve bir
pınar bizi çevreleyen sık ağaçlı ormana zıt düşürüyordu. Bir kısmı devrilmiş, bir kısmıysa hâlâ ayakta
olan kömür haline gelmiş ağaçlar, insanda rahatsız edici duygular uyandırıyordu. Yeniden yerime
gizlenip çarpışmanın başlamasını bekledim. Sonunda ilk silah sesi duyuldu ve hemen her taraftan ateş
edilmeye başlandı. Daha sonra ilk ateş edenin Camilo olmadığını, beklemekten sinirleri bozulan
İbrahim'in zamanından önce tetiğe basarak çarpışmayı başlattığını öğrendim; oysa bulunduğumuz
mevzilerden pek bir şey göremiyorduk. Bizim açtığımız tek tek ateşler (sözüm ona her birinin öldürücü
olması gerekirdi), askerlerin açtığı boşa giden yaylım ateşlerine karışıyor; iki taraf da "atıyor ama
tutturamıyordu"; hangi tarafın ateş ettiğini seslerden arılayabiliyorduk ancak. En fazla beş altı dakika
sonra, havan topu ya da bazukalardan atılan ilk mermilerin ıslığını duyduk tepemizde, ama daha uzun
menzile ayarlandıkları için, bizi aşarak çok gerimizde patlıyorlardı.
Birden, yanma ya da uyuşmaya benzer bir his duydum etimde; ağacın açıkta bıraktığı sol ayağıma
kurşun isabet etmişti. Daha iyi nişan alabilmek için dürbünlü tüfeğimle ateş etmiştim. Yaralandığımı fark
ettiğimde, ağaçların dallarını aralayarak hızla üzerime doğru birilerinin geldiğini duydum. [sayfa 193}
Daha yeni ateş ettiğim için tüfeğimi hemen şimdi kullanamazdım, tabancam da yere düştüğünde
kaymıştı üzerimden; şimdi gövdemin altındaydı, fakat ben düşman ateşi altında bulunduğum için
doğrulamıyordum. Dönmeye uğraşırken çaresizliğin verdiği bir çabuklukla, tam Cantinflas adlı
savaşçının bana doğru geldiğini gördüğüm anda, tabancamı kavrayabildim. Geçirdiğim korkulu anın ve
yaranın verdiği acının üstüne bir de Cantinflas eklenmişti; tüfeği tutukluk yaptığı için çarpışmadan
çekileceğini söylemeye gelmişti zavallıcık. Tüfeği elinden çekip alırken Cantinflas da yanıma çömeldi.
Tetik yerinden hafifçe oynadığı için tutukluk yapıyordu Garand. Düzeltip geri uzattım ve bu arada çok
sert bir saptama yaptım: "Siz korkağın tekisiniz!" Soyadı Onata olan Cantinflas, tüfeğini alıp doğruldu ve
ağacın arkasından çıktı; yürekliliğini kanıtlamak için Garand'ın önünde herhangi bir siper olmaksızın
boşaltmaya başladı. Gel gör ki sonunu getiremedi çünkü yaralanmıştı; bir kurşun sol koluna girmiş ve
kürek kemiğinden çıkmıştı. Oldukça ilginç bir yol izlemişti kurşun. Artık ikimiz de yaralıydık, düşman
ateşi altında geri çekilmemiz çok güçtü; kesilmiş ağaçların yanındaki kütüklere kadar sürünmek ve
arkaya geçip buradan ayrılmak tek şansımızdı. Yaralı olmamızın dışında adamlarımızın nerede
olduğunu da bilmiyorduk. Ağır ağır ilerliyorduk, fakat bir süre sonra Cantinflas bayıldı. Verdiği acıya
karşın benim yaram hareket etmeme daha az engel oluyordu, o nedenle ötekilerin yanına kadar gidip
yardım isteyebildim.
Tam sayılarını bilmiyorduk ama düşman saflarında ölenler olmuştu. Yaralılarımızı (Cantinflas'la beni)
güven altına aldıktan sonra Polo Torres'in evine doğru yola koyulduk; Sierra Maestra'dan iki ya da üç
kilometre aşağıdaydı bu ev. İlk andaki uyuşma ve çarpışmanın verdiği heyecan geçince acıyı bütün
şiddetiyle duymaya başladım, giderek daha güç yürüyebiliyordum. Sonunda yarı yolda bir katıra binerek
derme çatma seyyar hastanemize ulaşabildim. Cantinflas ise sahra sedyesi yerine kullandığımız bir
hamakla taşındı oraya. [sayfa 194}
Ateş sesleri kesilmişti. Düşmanın Altos de Conrado'yu ele geçirdiğini sanıyorduk. "Pata de la
Mesa"[57] diye ad taktığımız küçük bir derenin kıyısına nöbetçiler yerleştirdik; onları burada tutmayı
amaçlıyorduk. Bu arada köylülerle ailelerinin çekilmesi işini örgütledik. Fidel'e uzun bir mektup yazıp
durumu anlattım.
Ramiro Valdes'in komutasındaki gerilla kolunu Fidel'in yanına gönderdim. Birliğimizin içinde yenilgi
ve korku havası estiğinden, yalnızca hareketli bir savunma için bana gerekli olanlarla burada kalmak
istiyordum. Bu küçük savunma grubunun komutasını Camilo aldı.
Bölgede hüküm süren sessizlik ancak görünürde olduğundan, çarpışmanın ertesi günü en iyi
keşifçilerimizden Lien adlı birini, düşman ordusunun ne işler çevirdiğini anlaması için keşfe çıkardık. Bu
keşif sonucunda ordunun bölgeden tümüyle çekildiğini öğrendik; keşifçimiz, Conrado'nun evine kadar
gitmiş, fakat askerlerin izine rastlamamıştı. Oraya kadar gittiğinin kanıtı olarak, kulübede ocağın içine
gizlediğimiz iki bombayı getirmişti.
Silahların kontrol edilmesine sıra geldiğinde companero Guile Pardo'nun silahının yok olduğu fark
edildi: Pardo, silahını bir başka silahla değiştirmiş ve geri çekilirken de, yanına yeni silahını almış,
eskisiniyse orada bırakmıştı. Bu, gerillada işlenebilecek en ağır suçlardan biriydi, o nedenle kesin bir
emir verildi kendisine: Yanına bir tabanca alıp gidecek ve düşmandan silahını kurtaracak ya da bir başka
silah ele geçirecekti. Guile Pardo, başı önüne eğik, emri yerine getirmek için yola koyuldu. Birkaç saat
sonraysa, elinde kendi silahı olduğu halde, gülümseyerek geri döndü. Sonunda işin sırrını öğrendik:
Ordu saldırımızı karşılamak için gizlendiği yerden hiç ayrılmamıştı. Her iki taraf da kendi siperlerine
çekilmiş, böylece düşman bizim mevzilerimize ayak bile basmamıştı. Tüfek yalnızca bardaktan
boşanırcasına yağan yağmurdan ıslanmıştı, o kadar. [sayfa 195}
Bu olaydan sonra düşman uzun süre Sierra'da daha ileriye gidemedi. Özellikle bu bölgede,
bulunduğu noktayı aşamadı. El Hombrito ve diğer bölgelerden geçen Sanchez Mosqueras, her zaman
olduğu gibi, ardında yakılıp kül edilmiş evler bırakmaya devam ediyordu. Kurduğumuz fırın da iyice
yıkılmıştı; hâlâ dumanları tüten yıkıntıların arasında düşmanın gazabından kurtulmuş birkaç kediyle bir
domuz dolaşmaktaydı. Bunlar da bizim midelerimize indiler sonunda. Çarpışmadan bir-iki gün sonra,
bugün sağlık bakanı olan Machado, bir tıraş bıçağıyla yaramdaki M-l tüfeği kurşununu çıkardı ve
böylece yaram hızla iyileşmeye başladı.
Sanchez Mosqueras, kahve çuvallarından, mobilyaya kadar, taşıyabileceği her şeyi götürmüştü. Bu,
uzun bir süre Sierra'ya gelmeyeceğini gösteriyordu. Şimdi artık, bütün bölgenin yeni politik
yapılanmasını hazırlama ve sanayi bölgemizin temellerini atma görevini yeniden ele almak zorundaydık.
Bu sanayi merkezi artık El Hombrito'da değil, La Mesa bölgesinde daha içerlerde bir yerde kurulacaktı.
[sayfa 196}

İlk Kez:
"Verda Olivo"da yayınlandı.
(6 Ekim 1963)
28| BİR YILLIK SİLAHLI MÜCADELE

1958 yılına girdiğimizde, savaşmaya başlayalı bir yıl olmuştu. Burada, duruma genel bir bakış gerekli
görülmektedir. Askeri, örgütsel ve politik alanları kapsayan bu genel değerlendirme, gerçekleştirdiğimiz
ilerlemeleri gösterecektir.
Askeri durumumuzla ilgili olarak şunları anımsatmak istiyoruz: Birliğimiz, 2 Aralık 1956'da Las
Coloradas kıyılarına çıkmış, bundan üç gün sonra 5 Aralık'ta, Alegria de Pio'da saldırıya uğrayıp
yenilmişti. Aynı ayın sonunda yeniden toparlanan birliğimiz, La Plata nehrinin kıyısında bulunan aynı adlı
küçük garnizonu basarak, o günlerdeki gücümüze uygun düşen eylemlere başlamıştı.
Karaya çıkışımız ve hemen ardından gelen Alegrio de Pio bozgunuyla El Uvero çarpışması arasında
geçen sürede birliğimizin özelliği, Fidel Castro'nun komutası altında bir tek gerilla grubu bulunması ve bu
grubun sürekli hareketli olmasıydı. (Bu dönemi "göçebelik dönemi" olarak tanımlayabiliriz.)
Kentlerdeki hareketle bağlantımız, 2 Aralık'la, El Uvero çarpışmasının tarihi olan 28 Mayıs arasında
yavaş yavaş kuruldu. [sayfa 197} Değerlendirmesini yaptığımız bu süre içersinde, kentlerle ilişkimizi
belirleyen, kentlerdeki hareketin yöneticilerinin, devrimin öncü gücü olarak bizlerin önemini ve bu öncü
gücün lideri olarak Fidel'in rolünü anlayamamalarıdır.
Bu noktada, iki farklı stratejik anlayıştan kaynaklanan, iki farklı düşünce belirdi. Daha sonra, "Sierra"
ve "Llano"[58] diye tanımlanacaktı bu farklı anlayış. Tartışmalarımız ve iç çatışmalarımız çok sertti. Her
şeye karşın ana kaygımız sağ kalmayı başarmak ve gerilla savaşının temellerini atmaktı. Bu zaman
içerisinde köylülük, birçok kez incelediğimiz bir değişim süreci yaşamıştır. Alegria de Pio yenilgisinin
ardından, bozguna uğrayan birliğimize köylüler, sıcak bir dostluk göstermişler ve kendiliğindenci bir
destek sunmuşlardı. Güçlerimizi toparlayıp ilk çarpışmalara girişmemizden sonra, ordunun baskısı
ağırlaşmaya başlayınca, köylüler arasında gerillamıza karşı bir korku ve soğukluk havası esti. Köylülerle
ilişkimizde temel sorun şuydu: görürlerse ihbar etmek zorundaydılar, çünkü, ordu başka kaynaklardan
orada olduğumuzu öğrenirse, köylüler için bu ölüm anlamına geliyordu. Bizi ihbar etmeyiyse, hem
vicdanları kabul etmiyor, hem de hayatları yine tehlikeye düşüyordu; çünkü devrimci adalet, muhbirleri
cezasız bırakmıyordu.
Ordunun terörüyle yıldırılan, en iyi olasılıkla tarafsız olan ve bu çıkmazdan kurtuluşu Sierra'yı terk
etmede bulan köylülüğe karşın, ordumuz, durumunu giderek güçlendirmiş ve Sierra Maestra'da bir
bölgenin tam kontrolünü eline geçirmişti; burası doğuda, Turquino Tepesinden daha öteye, batıdaysa
Caracas denilen tepenin yakınlarına kadar uzanan bir bölgeydi. Gerillanın yok edilemeyeceğini ve
savaşın uzun süreceğini [sayfa 198} kavrayan köylüler, mantıklı biçimde hareket ederek yavaş yavaş
gerillaya katılmaya başladılar. Bundan sonra saflarımız yalnızca güçlenmekle kalmadı, bizimle sıkı bir
biçimde birleşen köylüler, gerillanın bölgede iyice yerleşmesini sağladılar; bütün bölgede akrabaları
vardı çünkü köylülerin. Böylece "gerillaya hasır şapka giydirmek" dediğimiz olay gerçekleşti.
Güçlerimiz, yalnızca köylülerin katılım ve gönüllülerin yardımıyla değil, aynı zamanda, Ulusal
Komitenin ve geniş bir bağımsızlığa sahip Oriente Eyalet Komitesinin gönderdiği güçlerle de takviye
edildi. Karaya çıkışımızdan El Uvero çarpışmasına kadar geçen süre içerisinde yaklaşık elli kişiden
oluşan bir birlik oluşturduk. Bu birlik beş takıma ayrılmıştı. Savaşçıların hepsi silahlıydı, fakat tümü aynı
cins olmayan silahların yalnızca otuzu nitelikliydi. Bu grubun bize katılmasından önce, La Plata ve
Arroya del İnfıerno çarpışmalarını yaşamış, Altos de Espinosa'da saldırıya uğramış ve bir adamımızı
yitirmiştik. Gaviro bölgesinde de neredeyse saldırıya uğrayacaktık yine, küçük birliğimize sızan bir hain,
orduyu üç kez üstümüze sürmüştü. Bu hainin bir başka görevi de Fidel'i öldürmekti.
Bu baskınlardan edindiğimiz acı deneyim ve dağlardaki çetin yaşam koşulları, bize, savaş
deneyimine sahip askerlerin direniş gücünü kazandırmıştı giderek. Yeni Birlik El Uvero çarpışmasıyla ilk
savaş deneyini yaşadı. Bu eylemin önemi büyüktü, çünkü ilk kez, iyi savunulan mevzilere karşı
güpegündüz cephe saldırısında bulunmuştuk. Bunun dışında, çarpışmanın süresi ve tarafların sayısı
göz önüne alındığında, bu baskın, savaş süresince yaşanan en kanlı vuruşmalardan biri olmuştur. Bu
çarpışmanın sonucunda Sierra Maestra'nın kıyı kesiminden düşman sökülüp atılmıştır.
El Uvero'dan sonra ve ana gerilla koluyla, benim komuta ettiğim yaralıların bulunduğu, fakat tek tek
savaşçı katılımlarıyla takviye edilen küçük gerilla kolunun birleşmesinin ardından İkinci Gerilla Kolunun
komutanlığına atandım; daha [sayfa 199} sonra Dördüncü Gerilla Kolu olarak adlandırılacak plan bu
gücün harekat alanı, Turquino Tepesinin doğu tarafıydı. Fidel'in komutası altındaki birliğin, temel olarak,
bu dağın batısında etkinlik gösterdiği, bizim birliğimizinse, gücü yettiğince, öteki tarafta yayılmaya
çalışmasının planlandığım belirtmeliyiz. Taktik uygulamalarda belirli bir bağımsızlığımız vardı, ama biz
de genel olarak Fidel'in komutası altındaydık; kuryeler aracılığıyla haftada ya da onbeş günde bir
mektupla bağlantı kuruyorduk.
Güçlerimizin bu bölünüşü 26 Temmuz'un yıldönümüne rastladı. "Jose Marti" adını alan Birinci Gerilla
Kolu, Estrada Palma'ya saldırıp bir dizi güç gösterisinde bulunurken, biz de Bueycito bölgesine doğru,
hızla ilerledik. İlk bağımsız eylemimiz olarak bu bölgeye saldırdık ve ele geçirdik. Bu tarihten 1958 yılının
ilk günlerine kadar geçen süre içerisinde direnişçilerin elindeki bölgenin siyasi yönetimi rayına oturtuldu,
savunması geliştirildi; ordu, bu bölgeye girebilmek için güçlerini birleştirmek ve takviye edilmiş
kuvvetlerle ilerlemek zorunda kaldı. Ordunun bu yöndeki hazırlıkları büyük oldu, ama elde ettiği sonuçlar
pek parlak değildi; çünkü ordu hareket yeteneğinden yoksundu. Düşman birliklerinden bir kısmı
kuşatıldı, bir kısmına ağır kayıplar verdirildi, en azından durduruldu. Bölgeyi giderek daha iyi tanıdık,
hareket yeteneğimiz gelişti. Bölgede yerleşme dönemi, ya da sürekli yerleşik düzene geçme dönemi
başladı. Pino del Agua'ya yaptığımız ilk baskında ustaca yöntemler kullandık; düşmanın alışkanlıklarını
çok iyi bildiğimiz için, onu şaşırtabiliyorduk artık. Fidel'in öngördüğü gibi, görüldüğümüz bölgeye ordu
birkaç gün sonra cezalandırmak için geliyordu... Fidel bölgeden çekilip başka yere giderken, benim
birliğim de, gelecek düşman ordusunu beklemek için pusuya yatardı.
Yıl sonunda düşman birlikleri bir kez daha Sierra'dan çekilmişti; artık batıda Caracas Tepesi, doğuda
Pino del Agua arasındaki bölge bizim kontrolümüz altındaydı. Bu bölgenin [sayfa 200} güneyinde deniz,
kuzeyinde ise Sierra Maestra'nın eteklerinde bulunan, ordu tarafından işgal edilmiş küçük köyler vardı.
Fidel'in komutası altında bütün güçlerimizle Pino del Agua'ya ikinci kez saldırdığımızda ve iki yeni
gerilla kolu oluşturduğumuzda harekat alanımız iyice genişlemişti. Yeni oluşturulan kollardan "Frank
Pais" adını alacak olanın komutanı Raul, ötekininkiyse Almeida'ydı. Bu iki yeni kol da, Fidel'in komutası
altında bulunan Birinci Gerilla Kolundan oluşturulmuştu. Fidel'in birliği bu yeni gerilla kollarını sürekli
takviye ediyor, böylece uzak bölgelerde yeni birliklerin yerleşmesi gerçekleşiyordu. Dördüncü Kolun
kurulmasıyla başlayan bu gelişme, ana arıdan oğulların üremesine benziyordu.
Ordumuzun sağlamlaşma süreci olan bu dönemde, gücümüzün henüz yeterli olmaması nedeniyle,
düşmanın kolaylıkla savunduğu tahkim edilmiş mevkilere saldıramıyorduk. Ama, düşman da bu
mevkilerden ayrılıp bize karşı saldırıya geçmiyordu. Bu durum, 16. Şubat 1958'de meydana gelen İkinci
Pino del Agua çarpışmasına kadarki süreç için belirleyici özelliktedir.
"Granma" çıkarmasına katılanların ölümü bizim için acı olmuştur; verdiğimiz bu kayıpların tümünden
üzüntü duyduk, fakat özellikle Nico Lopez'le Juan Manuel Marquez'in ölümü bizi çok etkiledi.
Yüreklilikleri ve ahlaki açıdan iyi niteliklere sahip oluşlarıyla gerilla birliğimiz içinde saygın bir yer edinmiş
başka savaşçılar da bu yıl içinde yaşamlarını yitirdiler; El Uvero çarpışmasında düşen, kardeş
olmamalarına karşın aynı soyadını taşıyan Nano ve Julio Diaz (Julio Moncado Kışlasına yapılan
saldırıya, katılmıştı), Mar Verde çarpışmasında düşen Ciro Redondo; ve San Lorenzo çarpışmasında
ölen Yüzbaşı Soto'yu bunlar arasında sayabiliriz. Kentlerdeki mücadelede verdiğimiz birçok şehit
arasında, bizim için, o ana kadar devrimin en büyük kaybı olan Frank Pais [sayfa 201} de bulunuyordu.
Frank Pais, Santiago ve Cuba'da şehit düşmüştü.
Sierra Maestra'daki silahlı çarpışmalar söz konusu edildiğinde kentlerdeki grupların başarılarını da
eklemek gerekir. Ülkenin belli başlı bütün kentlerinde, Batista rejimine karşı mücadele veren gruplar
vardı, fakat en önemli merkezler Havana ve Santiago'ydu. Hareketin, Havana'da, varlığı ve eylemleriyle
kendisini sürekli gündemde tutacak silahlı bir direniş örgütü kurma çabası sonuç vermedi. Buna karşın
Santiago, Batista diktatörlüğüne karşı sürdürülen uzun mücadelede birincil öneme sahip bir cephe
durumundaydı, Sierra Maestra'yla coğrafi bağlantı içinde olmasıydı bunun nedeni.
Bütün bu süreç içersinde kentlerle Sierra arasındaki bağlantının süreklilik göstermemesi bir eksiklikti.
Bunun iki ana nedeni vardı: Birincisi, Sierra'nın coğrafi açıdan tecrit olmuşluğu; ikincisi ise, hareketin iki
kanadı (Llano ve Sierra) arasında taktik ve stratejik alanda baş gösteren görüş ayrılıklarıydı. İkinci sorun,
toplumsal ve politik düşüncelerin farklılığından kaynaklanmaktaydı.
Sierra, doğal koşullar nedeniyle, bazen de belirli zamanlarda olağanüstü zor yarılan düşman
kuşatması yüzünden, tecrit edilmiş durumdaydı. Ülkede yürütülen bir yıllık mücadeleyi kısaca
özetlerken, bizim dışımızdaki savaşçı grupların genel olarak başarısızlıkla sonuçlanan eylemlerine de
işaret etmeliyiz.
13 Mart 1957'de, Öğrenci Hareketi Direktuvarı, Başkanlık Sarayına saldırdı, Batista'yı
cezalandırmayı amaçlıyorlardı. Bu eylemde seçkin savaşçılardan oluşan küçük bir grup şehit oldu; bu
küçük grup FEU[59] başkanlığını yapıyordu. Aralarında bir büyük savaşçı ve gençliğimizin simgesi
"Manzanita" Echeverria da bulunmaktaydı.
Birkaç ay sonra, mayısta bir çıkartma girişimi yapıldı. Bu girişim, büyük bir olasılıkla, gemi henüz
Miami'den hareket [sayfa 202} etmeden önce ihbar edilmişti, çünkü harekatı finanse eden Prio hainiydi.
Sonuç olarak harekata katılanların tümü katledildi. Calixto Sanchez tarafından yönetilen bu Corintina
Seferine katılanları, o sıralar Oriente eyaletinin kuzey kesimlerinde pek çok cana kıyan ve daha sonra
hareketimizin üyeleri tarafından idam edilen Cowley adlı katil öldürdü.
Escambray'da bir kısmı 26 Temmuz Hareketince, bir kısmıysa Öğrenci Hareketi Direktuarınca
yönetilen ilk mücadele grupları kuruldu. Öğrenci hareketine bağlı gruplar, ilk önceleri bir Direktuar üyesi
tarafından yönetiliyordu. Bu gruplar kendilerini yöneten kişinin ihanetine uğradılar. Önce onlara sonra da
devrime ihanet eden ve şimdi sürgünde yaşayan bu hainin adı, Gutierrez Menoyo idi.
Direktuara bağlı olan savaşçılar, daha sonraları Binbaşı Chomon'un komuta ettiği ayrı bir gerilla kolu
kurdu. Diğerleri Escambray'da İkinci Ulusal Cephe'yi oluşturdu.

Sierra Cristal ve Sierra Baracoa'da yarı gerilla, yarı "sığır hırsızı" olan bazı küçük gerilla birimleri
ortaya çıkmıştı. Bunlar, Altıncı Gerilla Koluyla bu bölgelere giren Raul Castro tarafından temizlendi. 5
Eylül 1957'de Cienfuegos Deniz Üssünde, Teğmen San Roman'ın başını çektiği bir ayaklanma patlak
verdi. Teğmen San Roman bu başarısız ayaklanmanın ardından hemen öldürüldü. Bu deniz üssü tek
başına değildi bu isyan hareketinde, eylem, kendiliğinden meydana gelmemişti, silahlı kuvvetler içinde
büyük bir yeraltı hareketinin planı çerçevesindeydi. Bu yeraltı hareketini diktatörlüğün suç ortaklığıyla
lekelenmemiş sözüm ona dürüst askerler yönetiyordu. Bugün artık, bu hareketin, Yankee emperyalizmi
tarafından yönlendirildiği açıklıkla görülmektedir. Bilinmeyen bir nedenle ayaklanma başka bir tarihe
ertelenmişti, ama Cienfuegos Deniz Üssü, erteleme haberini, ya yeterince erken alamadığı ya da artık
ayaklanmayı durduramadığından, harekatı başlattı. İlk anda duruma egemen olmalarına karşın, daha
sonra trajik bir hata işleyerek, üsse yalnızca Birkaç [sayfa 203} dakika uzaklıkta olan Escambray dağlarına
çıkmadılar. Oysa bütün kenti kontrolleri altına aldıktan sonra bu harekatı kısa sürede gerçekleştirmek ve
dağda sağlam bir cephe kurmak için bütün olanaklara sahiptiler.
26 Temmuz Hareketinin ulusal ve yerel önderleri ayaklanmaya etkin biçimde katıldılar. Halkın
katılımı da sağlandı; en azından ayaklanmanın yarattığı coşkuyu paylaştılar ve içlerinden bazıları silaha
sarıldı. Belki de bu durum, ayaklanmanın öncülerinde bir tür yükümlülük duygusu uyandırdı ve ele
geçirdikleri kentten kopamaz duruma geldiler. Ancak olaylar, bu tür darbeler için mantıklı olan bir yol
izledi; benzer hareketlerin sonuçlarını tarih, hem daha önceki dönemlerde hem de daha sonraki süreçte
kaydetmiştir belleğine. Açıktır ki, savaş akademisi çıkışlı subaylar, gerilla savaşına gereken önemi
vermemişler ve gerillayı bir halk savaşı türü olarak görmemişlerdi. Böylece, oradaki silah arkadaşlarının
yardımı olmaksızın başarı sağlayamayacaklarına inanan asiler, arkalarını denize vererek, kentin dar
sınırları içinde bir ölüm kalım savaşı verme kararı aldılar. Birliklerini toplayıp Cienfuegos üssüne
gönderen düşmanın ezici gücü karşısında, asiler tamamen yok olacaklardı. Ayaklanmanın silahsız
müttefıği olan 26 Temmuz Hareketi, bu hareketin liderleri ayaklanmanın sonuçlarını baştan açıkça
görmüş olsalardı bile -ki görememişlerdi- olayların yönünü değiştirecek durumda değildi. Buradan
çıkarılacak ders, güçlü olanın stratejiyi belirlediğidir.
Sivil halkın büyük çapta katliama uğraması, düşman ordusunun birbirini izleyen yenilgileri ve daha
önce incelediğimiz çeşitli cephe kesimlerinde diktatörlüğün gerçekleştirdiği cinayetler, uygun bölgelerde
hayata geçirilen gerilla stratejisinin, despotik ve henüz güçlü bir hükümete karşı girişilen halk mücadelesi
tekniğinin en etkili ve halka en az acı veren yöntemi olduğunu göstermektedir. Gerilla bir kez
güçlendikten sonra, bizim verdiğimiz kayıplar (bu kayıplar kararlılıkları ve [sayfa 204} yüreklilikleriyle
mücadelede yer alan yoldaşlarımız olduğu halde) parmakla sayılacak kadar azken, kentlerde de kararlı
savaşçılar ölüyor, ne var ki bunlarla birlikte, devrimde pek önemli rol oynamayan, hatta devrimle hiç ilgisi
olmayan insanlar da yok ediliyordu, çünkü kentler, düşman tarafından gerçekleştirilen katliam
eylemlerine daha açıktı.
Mücadelenin bu ilk yılı sona erdiğinde, genel durum, bütün ülkeyi kapsayan bir genel halk
ayaklanmasına gidiş izlenimini veriyordu. Kişisel dürtülerden hareketle gerçekleştirilen, bazıları oldukça
ustaca yapılmış sabotaj eylemleri sürekli gündemdeydi. Bu eylemlerin bilançosu, suçsuz insanların
ölümü ve en iyi savaşçıların kaybedilmesiydi. Üstelik halkın davasına da gerçek bir yarar sağlamıyordu
bu sabotajlar.
Askeri durumumuz güçleniyor, elimizde tuttuğumuz bölge genişliyordu. Batista ile silahlı ateşkes
durumundaydık. Batista ordusunun yüzbaşıları Sierra'ya çıkmıyor, biz de pek aşağılara inmiyorduk.
Düşman, birliğimizi kuşatmış ve kuşatmayı giderek daraltmıştı, ama birliklerimiz düşman saldırısından
kurtulabilmişlerdi.
Örgütlenme alanındaysa gerilla ordumuz yeterince ilerleme göstermişti; yıl sonuna doğru, küçük
satın alma örgütleri, asgari ölçüde hizmet sağlayacak sanayi işletmeleri, hastaneler ve çalışır durumda
olan iletişim sistemlerine sahiptik artık.
Gerillanın başa çıkmak zorunda olduğu sorunlar çok basitti: Gerillacılar kişi olarak hayatlarını
sürdürebilmek için, biraz yiyecek, giyecek ve bazı vazgeçilmez ilaçlara ihtiyaç duyuyorlardı. Savaşçı
olarak, yani savaş durumunda bulunan bir birliğin üyesi olarak, varlığım sürdürebilmek içinse, silah ve
cephaneye, bir de politik gelişimi için gerekli propaganda araçlarına ihtiyaçları vardı. Bu asgari
ihtiyaçların karşılanabilmesi için, bir ulaşım ve haberleşme sistemi kurmak zorunluydu.
Başlangıçta, yaklaşık yirmi kişiden oluşan küçük gerilla grubu, Sierra'da yetişen herhangi bir ottan
yapılan az miktarda [sayfa 205} yemekle yetiniyordu; o sıralarda köylülerden aldığımız tavuklarla yapılmış
çorba, ya da domuz bizim için şölen yerine geçiyordu. Köylülerden aldığımız bu yiyeceklerin parasını her
defasında titizlikle ödüyorduk. Gerilla örgütü genişledikçe ve gerilla adaylarından oluşan gruplar
büyüdükçe yeterince yiyecek sağlamak zorunlu oldu. Sierra köylülerinin hayvanları yoktu ve genel olarak
beslenmeleri asgari düzeydeydi. Sierra'da bulunmayan tuz, ya da benzeri sanayi mallarını alabilmek için
kahve satıyorlardı. İlk iş olarak bazı köylülerle anlaşmaya vardık: Fasulye, mısır, pirinç gibi belirli ürünler
yetiştirecekler, biz de bu ürünleri satın alacaktık. Aynı zamanda, çevre köylerdeki tüccarlarla yiyecek ve
donanım malzemesi sağlanması konusunda anlaşarak ikmal ve iaşe sistemi kurduk. Gerilla birliklerine
ait katır kervanları oluşturuldu.
İlaç sorununa gelince; bunları kentlerden getirtebiliyorduk, ancak her zaman istediğimiz kalitede ve
miktarda olmuyordu. O nedenle, ilaç sağlanmasını güvence altına almak için, belirli bir örgütlenme biçimi
geliştirdik.
Kentlerden silah getirtebilmemiz de ayrı bir sorundu, coğrafi açıdan önümüze çıkan zorlukların yanı
sıra, kendileri de silaha ihtiyaç duydukları için, kentlerdeki güçler, dağlardaki gerilla birliklerine silah
ulaştırılmasına karşı çıkıyorlardı. Fidel, bize silah ve donanım bulabilmek için sürekli sert tartışmalara
girmek zorunda kalıyordu. Savaşçıların yanlarında getirdiklerinin dışında, mücadelenin o ilk yılında bize
gönderilen silahlar, Başkanlık Sarayı baskınında kullanılan silahlardan arta kalanlardı. Bunlar, bölgenin
ileri gelen toprak sahiplerinden ve kereste tüccarlarından Babun'un yardımıyla gönderilmişti; Babun'dan
daha önce de söz etmiştim.
Cephanemiz hem kıttı, hem de gerekli olan çeşitlilikte değildi. Bu ilk yıl içinde, boş kovanları yeniden
doldurmamız bile olanaksızdı. Yalnızca 38'lik tabanca kurşunlarını yeniden doldurabiliyordu silahçımız.
Bir de tek atışlı tüfeklerde kullanılan 30-06'lıkları yenileyebiliyorduk. Tutukluk yaptığı [sayfa 206} ve
mekanizmayı bozduğu için bu kurşunlar yarı otomatik silahlarda kullanılamıyordu.
Kamp yaşamının ve bağlantı sisteminin örgütlenmesi için 'bazı sağlık kuralları konuldu. İlk
hastaneleri bu dönemde kurduk; bunlardan biri benim komutam altında bulunan bölgedeydi. Düşman
uçakları tarafından görülmeyecek, zor ulaşılan bir yerde olduğu için, yaralıların ne de olsa güvenlikte
bulunduğu bu hastane, sık ağaçlı bir ormanın ortasında yer alması nedeniyle çok nemli bir ortam
içindeydi, bu da yaralı ve hastalara dokunuyordu. Bu hastaneyi companero Sergio del Valle kurmuştu.
Doktor Martinez Paez ve Doktor Vallejo ile doktor Piti Fajardo, Fidel'in birliklerinde de benzer hastaneler
kurdular, fakat bu hastanelerin belirli bir niteliğe ulaşması ancak mücadelenin ikinci yılında gerçekleşti.
Birliğin, fişeklik, palaska, sırt çantası ve ayakkabı gibi ihtiyaçları bölgemizde kurulan küçük bir
saraçhanede karşılanıyordu. İlk asker şapkasını ürettiğimiz zaman, bunu alıp gururla Fidel'e ilettim, ama
bir de ne göreyim? Herkes bağrışmaya başladı. Bunun bir Guagüero[60] şapkası olduğunu
söylüyorlardı. O güne kadar bu sözcüğü hiç duymamıştım. Bize katılmak için gerekli koşulları
görüşmeye gelen Batista'nın atadığı belediye meclisinin bir üyesi bana yakınlık göstererek giderken
şapkayı da anı olarak götürdü.
En önemli sanayi kuruluşumuz küçük bir demir ve silah imalathanesi oldu. Burada bozuk silahlar
onarılıyor, bombalar, çeşitli tipte mayınlar ve ünlü M-16'lar üretiliyordu. Başlangıçta mayınları teneke
kutulardan yapıyor ve içlerini, düşman uçaklarından sık sık atılan, fakat patlamayan bombalardan
çıkardığımız malzemeyle dolduruyorduk; bu mayınlar çoğu kez işe yaramıyordu. Ayrıca ateşleme pimi
de her zaman kapsüle isabet etmiyor, bu durumda da patlama gerçekleşmiyordu. Daha sonraları
companerolardan biri, önemli saldırılarda, bombayı olduğu gibi kullanmayı akıl etti. Kapsülü çıkarıyor
yerine bir tüfek takıyor ve tüfeğin tetiğine bağladığımız [sayfa 207} ipi uzaktan çekince mayın patlıyordu.
Giderek, özel bir cins dökme demir ve elektrikli kapsüller kullanarak bu sistemi geliştirdiğimizde oldukça
iyi sonuçlar aldık. Bu, ilk biz bulduğumuz halde, sistemin gelişmesini Fidel sağladı. Süreç içerisindeyse
Raul, yeni etkinlik alanında, mücadelenin ilk yılında kurulan sanayi işletmelerinden daha güçlü başka
işletmeler kurdu.
Aramızdaki tiryakileri hoşnut etmek için bir sigara imalathanesi kurduk. Purolar berbattı, ama daha
iyisini bulmamız olanaksız olduğundan, bunlar bize dünyanın en iyi puroları gibi geliyordu.
Ordumuzun et ihtiyacını muhbirlerin ve büyük toprak sahiplerinin hayvanlarına el koyarak
sağlıyorduk. Etleri eşit biçimde ikiye ayırıyor, bir kısmım köylülere veriyor, bir kısmını da ordumuz için
alıkoyuyorduk.
Düşüncelerimizin propagandasını yapmak için, İspanyollara karşı verilen direniş savaşının
kahramanının anısına El Cubano Libre diye adlandırdığımız küçük bir gazete çıkarmakla işe başladık. İlk
üç-dört sayı bizim yönetimimizde çıktı. Daha sonra gazetenin yönetimini Luis Orlando Rodriguez aldı.
Ondan sonra da, Carlos Franqui yönetime gelerek gazeteye yeni bir soluk getirdi. El Cubano Libre'yi
kentten getirdiğimiz bir teksir makinesinde basıyorduk.
Mücadelenin ilk yılı bitip ikinci yılı başlarken artık küçük bir verici istasyonuna sahiptik. İlk sürekli
yayın 1958 Şubat'ında başladı. İlk dinleyicilerimiz, istasyonun karşısındaki tepede yaşayan Pelencho
adlı bir köylüyle, Fino del Agua saldırısının hazırlıklarını tamamlamak için kampa gelen Fidel'di. Fidel
yayını bizim radyomuzdan dinledi. Giderek nitelikli bir duruma gelen bu verici istasyonunu daha sonra
Birinci Gerilla Kolu devraldı. 1958 Aralığında, savaş son bulduğunda, bu istasyon en çok dinlenen
istasyonlardan biriydi artık.
Alt levhası bir metre olan bir torna tezgahıyla, elektrik ışığına kavuşmak için bin bir güçlükle Sierra'ya
taşıdığımız [sayfa 208} birkaç jeneratör gibi küçük ilerlemeleri, kendi kişisel ilişkilerimiz sayesinde
gerçekleştirmiştik. Önümüzdeki zorlukları göz önüne aldığımızda, kendi iletişim ve haberleşme ağımızı
kurmamız gerektiği ortaya çıkıyordu. Bu işin kotarılmasında benim birliğimde Lidia Doce, Fidel'in
birliğindense Clodomira önemli bir rol oynadılar.
O dönemde yalnızca komşu köylerden yardım görmekle kalmıyorduk. Kent burjuvazisi bile malzeme
ve donanım göndererek gerilla savaşma katkıda bulunuyordu. İletişim ağımız ta Contramaestra, Palma,
Bueycito, Las Minas de Bueycito, Estfada Palma, Yara, Bayamo, Manzanillo, Guisa'ya kadar
uzanıyordu. Bu yerler aktarma ve konaklama yerleri işlevini görüyor, buralardan alınan mallar katırlara
yüklenerek Sierra'nın gizli yollarından bize kadar ulaştırılıyordu. Bazen, henüz eğitim aşamasında
bulunduğu için silah altına alınmamış gerilla adayları, yanlarına silahlı adamlarımızdan bir kaçını da alıp,
Yao veya Las Minas gibi yakın yerleşim bölgelerine iniyorlardı; ya da bölgedeki içlerinde ne aransa
bulunabilecek dükkanlara gidiyor aldıklarımızı sırtımıza vurup getiriyorduk. Sierra Maestra'da yokluğunu
hemen hemen hiç duymadığımız tek şey kahveydi. Bazen tuzumuz bile bitiyor, o zaman tuzun en
yaşamsal ihtiyaçlardan biri olduğunu anlıyorduk.
İstasyonumuz yayına başladıktan ve birliklerimizin mücadelesi bütün ülkede duyulduktan sonra,
bağlantılarımız çoğaldı ve dallanıp budaklandı; batıda önemli ikmal merkezlerinin bulunduğu Havana ve
Camagüey'e, doğuda Santiago'ya kadar uzanmaya başladı.
Haberleşme örgütümüz öyle kurulmuştu ki, bölgedeki köylüler, yalnızca düşman ordusunun varlığını
değil, bölgeye adım atan her yabancıyı bize bildiriyorlardı; böylece durumlarını soruşturuncaya kadar bu
yabancıları kolayca tutuklayabiliyorduk. Yaşama koşullarımız ve etkinliklerimiz konusunda bilgi edinmek
amacıyla bölgeye sızmış bir sürü ordu ajanını ve muhbiri bu yolla saf dışı edebildik. [sayfa 209}
Bir yargı düzeni kurmaya giriştik, ne var ki henüz Sierra için geçerli yasaları çıkarmamıştık.
Mücadelenin son yılına girdiğimizde örgütlenme açısından durumumuz bu merkezdeydi.
Siyasal mücadele çok karmaşık ve çelişki doluydu. Batista diktatörlüğü, hükümetin üstünlüğünü
garantileyen seçim hileleri sonucu oluşmuş bir kongreye dayanarak varlığım sürdürebiliyordu.
Sansürün kaldırıldığı dönemlerde bazı muhalif seslerin yükselmesine göz yumuluyordu. Rejimin
resmi ve yarı resmi sözcüleriyse, gırtlaklarını yırtarcasına ulusal birlik çağrısında bulunuyor ve bu
açıklamalar ülkenin her yanına radyo aracılığıyla yayılıyordu. Otto Meruelo'nun isterik sesine Pardo
Llado ve Conte Agüaro maskaralarının cafcaflı laf kalabalığı karışıyor, radyoda söylediklerini yazılı
olarak da yineleyen Agüero, "Fidel kardeş"e Batista rejimi ile uzlaşma çağrısında bulunuyordu.
Çok çeşitli ve birbirine benzemez muhalefet gruplarının ortak noktaları iktidara gelme istekleriydi; bu,
onlar için devletin mali kaynaklarını ele geçirmekle eş anlamlıydı. Bunu elde etmek için de kendi
aralarında kirli iç çatışmalara düşüyorlardı. Muhalefet gruplarının hepsine sızmış olan Batista ajanları,
biraz önem taşıyan her türlü etkinliği anında Batista'ya haber veriyordu. En belirgin nitelikleri gangsterlik
yöntemlerine eğilim ve kariyer düşkünlüğü olmasına karşın, bu gruplar içinden de kahramanlar
çıkıyordu; bunlardan bazıları tüm ulusun gözünde değer kazanmışlardı. Küba toplumu öylesine yönsüz
bir durumda bulunuyordu ki, Prio Socarras gibilerin rahatı için, onurlu ve yürekli insanlar hayatlarını feda
ediyorlardı.
Direktuar[61] silahlı devrim yolunu seçmişti, fakat onlar bizden bağımsız olarak yürütüyorlardı
hareketi; Sosyalist Halk Partisi bazı somut eylemlerde bizimle birlikte davranıyor, [sayfa 210} ancak,
karşılıklı önyargılar ortak bir çıkışı engelliyordu. Temel olarak söylendiğinde, işçilerin partisi, devrimci
mücadele içinde gerillanın ve kişi olarak Fidel'in rolünü tam anlamıyla kavrayamıyordu.
Sosyalist Halk Partisi'yle yaptığımız dostça bir tartışma sırasında parti yöneticilerinden birine şöyle
demiştim. "Zindanlarda parça parça edilmelerine karşın işkencecilere tek sözcük söylemeyen kadrolar
yaratabiliyorsunuz, ama bir mitralyöz yuvasını baskınla ele geçirebilecek kadroları yaratabilecek
durumda değilsiniz." Bu ifadem, daha sonra, o yönetici tarafından, dönemin en gerçek tanımı olarak
başkalarına sık sık tekrarlandı. Bir savaşçı olarak, bunun, stratejik bir anlayıştan kaynaklandığını
görebiliyordum. Emperyalizme ve sömürücü sınıfın azgınlıklarına karşı kararlı bir mücadelenin
propagandasını yapıyorlar, ama iktidarın ele geçirilmesine ilişkin olasılıkları göz önüne almıyorlardı.
Daha sonra Sosyalist Halk Partisi'nin üyeleri kararlı bir biçimde gerillaya katıldılar, fakat artık savaş
sonuna yaklaştığından bu durumun etkileri pek hissedilemedi.
Hareketimiz içinde birbirinden farklı iki eğilim vardı. Bunlardan daha önce söz ederek "Sierra" ve
"Llano"[62] diye adlandırmıştım. Bu iki eğilim stratejik görüş ayrılıklarıyla belirleniyordu. Sierra, gerilla
savaşının gelişimini sağlamaya, devam etmeyi düşünüyordu; gerilla savaşını başka bölgelere yaymak,
kırlardan hareketle diktatörlüğün egemen olduğu kentleri kuşatarak yıpratma ve ezme yoluyla rejimin
çökmesini sağlamak düşüncesindeydi. "Llano" ise, görünürde devrimci bir pozisyon savunuyordu, bütün
kentlerde bir genel grevle doruğuna ulaşacak silahlı mücadele önermekteydi. Batista bu yolla devrilecek
ve iktidarın ele geçirilmesi kısa sürede gerçekleşecekti.
Bu konum yalnızca görünürde devrimciydi, çünkü o dönemde, Llano'daki yoldaşlarımızın siyasi
gelişimi tamamlanmamış, genel grev anlayışlarıysa henüz çok dardı. Yasadışı [sayfa 211} örgütlenen,
politik hazırlıkları tamamlanmadan ve kitle eylemleri olmaksızın birdenbire gündeme getirilen genel grev,
ertesi yıl 9 Nisan'da, yenilgiyle sonuçlandı.
Her iki eğilim de, mücadelenin gidişi içinde değişime uğrayan Ulusal Yönetim'de temsil edilmekteydi.
Hazırlık döneminde, yani Fidel Meksika'ya gidene dek, Ulusal Komitede, Fidel'in dışında, Raul Castro,
Faustino Perez, Pedro Miret, Nico Lopez, Armando Hart, Pepe Süarez, Pedro Agüilera, Luis Bonito,
Jesus Montane, Melba Hernandez ve Haydee Santamaria bulunuyordu. O dönemde sürece katılımım
son derece kısıtlı olduğundan ve döneme ilişkin belgelerin yetersizliğinden, sözünü ettiğim bu bileşimde
bazı yanılmalar olabilir.
Sonraları Pepe Suarez, Pedro Agüilera ve Luis Bonito anlaşmazlık nedeniyle Komiteden çekildiler.
Savaş hazırlıklarının yapıldığı Meksika'da bulunduğumuz dönemdeyse, Mario Hidalgo, Aldo Santamaria,
Carlos Franqui, Gustavo Arcos ve Frank Pais Komite'ye katıldı.
Bütün bu companerolar arasından ilk yıl Sierra'ya çıkıp orada kalanlar yalnızca Fidel ve Raul oldu.
"Granma" Seferine katılmış olan Faustino Perez kentlerde çalışmakla görevlendirildi, Pedro Miret
Meksika'dan ayrılmamızdan birkaç saat önce tutuklanmıştı; Miret ancak ertesi yıl bize silah getiren bir
tekneyle Küba'ya gelebildi; Nico Lopez karaya çıkışımızdan birkaç gün sonra öldü. Armando Hart ya o
yılın sonunda, ya da ertesi yılın başlarında tutuklandı. Jesus Montane karaya çıkışımızdan hemen sonra
tutsak düştü. Mario Hidalgo gibi, Melba Hernandez ve Haydee Santamaria da kentlerde görev aldılar.
Aldo Santamaria ve Carlos Franqui'nin ertesi yıl Sierra'daki mücadelede yer almaları planlanmıştı, fakat
1957 yılında Sierra'ya gelmediler. Gustavo Arcos, politik ilişkileri düzenlemek ve bize gerekli olan
malzemeyi sağlamak için Meksika'da kaldı. Santiago kentinde çalışmakla görevlendirilen Frank Pais ise,
Temmuz 1957'de öldü.
Daha sonraları biz Sierra'dayken aramıza katılanlar da oldu. [sayfa 212] Celia Sanchez 1958 yılı
boyunca bizimle beraberdi. Önceleri Santiago'da çalışan Vilma Espin sonraları, savaşın bitimine Kadar,
Raul Castro'nun birliğinde kaldı. 9 Nisan grevinden sonra, Faustino'nun yerine koordinatör olarak çalışan
Marcelo Fernandez, bizimle ancak birkaç hafta kalabildi Sierra'da; onun işi kentlerdeydi. Llano'da milis
güçlerinin örgütlenmesiyle görevlendirilen Rene Ramos Latour, 9 Nisan yenilgisinden soma Sierra'ya
çıktı ve savaşın ikinci yılında binbaşı olarak kahramanca şehit oldu. İşçi hareketinden sorumlu olması
gereken David Salvador, bu harekete kendi oportünist ve bölücü tavrını yansıttı ve daha sonra işi
devrime ihanete kadar götürdü. David Salvador halen hapiste bulunmaktadır. Almeida'nın da aralarında
bulunduğu bir kısım savaşçılar da bize sonradan katılmışlardır.
Görüldüğü gibi, bu dönemde çoğunluğu oluşturan yoldaşların, devrimci olgunlaşma sürecinden
derinlemesine etkilenmemiş olan politik kökenleri, onları, bir çeşit "sivil" tavır alışa ve Fidel'in şahsında
gördükleri Caudillo[63] ile, Sierra'da temsil etmekte olduğumuz "militarist" fraksiyona karşı bir tutuma
sürükledi. Ortaya çıkmaya başlayan görüş ayrılıkları, savaşın ikinci yılında belirgin olan o sert
tartışmaları doğuracak kadar güçlü değildi henüz.
Burada önemle belirtilmesi gereken nokta, Sierra ve Llano'da diktatörlüğe karşı savaşanların, bazen
taktik açıdan, birbirlerine tümüyle ters düşen görüşler savunuyor olmalarına karşın, hiçbir zaman devrim
mücadelesini terk etmemeleridir. Zafer kazanılıncaya ve emperyalizme karşı mücadelenin ilk
deneyimleri elde edilinceye kadar devrimci ruh halini bir an bile bırakmadılar. Giderek, önderliği
tartışmasız Fidel'in yürüttüğü, parti niteliğine sahip güçlü bir harekette birleştik. Daha sonra Direktuar
içindeki gruplar ve Sosyalist Halk Partisiyle birleşerek PURS'i[64] kurduk. Hareketimizin karşılaştığı dış
baskılara, bölme ve sızma girişimlerine karşı herzaman [sayfa 213} tek cephe halinde karşı koyduk. O
sıralarda, Küba Devriminin perspektiflerini en az anlayan companerolar bile, oportünizm karşısında
dikkatli olmayı biliyorlardı.
Felipe Pazos, 26 Temmuz Hareketi'nin adına dayanarak, kendisinin ve Küba oligarşisinin en
yozlaşmış kesimlerinin çıkarı uğruna Miami Paktı'nda önerilen görevlere -ayrıca geçici devlet başkanlığı
görevine- talip olduğunda, hareket, bu tutuma tümden karşı koydu ve Fidel'in Batista'ya karşı savaşan
örgütlere yolladığı bir bildiriyi destekledi. Tarihi bir belge olduğu için, bu bildirinin tam metnini burada
yayınlıyoruz. 14 Aralık 1957 tarihli bu bildiri, o sıralarda basma olanağımız olmadığı için, Celia Sanchez
tarafından, tek tek kopya edilmiştir. [sayfa 214}

İlk kez;
"Verde Olivo"da yayınlandı.
(5 Ocak 1964)

BELGE| FİDEL CASTRO'NUN MEKTUBU


14 Aralık 1957

Devrimci Parti
Küba Halk Partisi
Autencicos Örgütü
Yüksek Okul Öğrenci Birliği
Devrimci Direktuar
Devrimci İşçi Direktuarı
BAŞKANLARINA

Küba'ya ayak bastığımızdan bu yana geçirdiğimiz en zor dönem olan, ve savaşla dolu olarak geçen
şu son haftalarda meydana gelen bazı olaylar, bu bildiriyle sizlere bazı açıklamalar yapmamı zorunlu
kıldı. Bunu ahlaki, vatani ve hatta tarihi bir görev sayıyorum. Birliklerimizin altı saat içinde üç kez
düşmanla gırtlak gırtlağa geldiği, arkadaşlarımın, hiçbir örgütten en küçük bir destek bile almadan savaşı
sürdürerek kayıplar verdiği 20 Kasım çarşamba günü, sizlerin, şu anda bu bildiriyi gönderdiğim
kuruluşların, 26 Temmuz Hareketi'yle, Miami'de imzaladıkları belirtilen sözüm ona bir anlaşmanın, açık
ve gizli maddelerini kapsayan belgeleri, çarpışma alanında, elimize geçti. Ve ne gariptir ki, bu belgeler,
Batista diktatörlüğünün bize karşı azgın bir saldırıya geçtiği bir sırada -oysa o an bize gerekli olan silahtı-
elimize ulaşmıştı. [sayfa 215}
İçinde bulunduğumuz savaş koşullarında haberleşmenin çok güç olduğu ortadadır. Ve yine gün gibi
ortadadır ki, koşullar ne olursa olsun, 26 Temmuz Hareketi'nin yalnızca saygınlığının değil, tarihsel
haklılığının da tehlikede olduğu böyle bir anda, bu sorunu tartışmak için hareketimizin önderlerinin,
savaş alanında bile toplantıya çağrılmaları bir zorunluluktur.
Bir yanda sayıca ve silahça kıyas kabul etmez oranda kendinden üstün bir düşmanla bütün bir yıl
boyunca savaşırken, kutsal bir dava uğruna çarpışmak için gerekli onurdan ve bu davanın uğrunda
ölmeye değer olduğu inancından başka hiçbir dayanağı olmayan insanlar; öte yandaysa, bu davayı
desteklemek için bütün olanaklara sahip olmalarına karşın, hunharca demeye dilim varmıyor, sistemli
olarak bu destekten kaçınarak, cephede dövüşenlere her türlü yardımı reddeden yurttaşlar. Hiçbir çıkar
gözetmeksizin, her gün, ölümlere ve yüce fedakarlıklara tanıklık etmelerine ve yine her gün, yakınlarında
en iyi yoldaşlarının şehit olduğunu görmelerine, yeni ve kaçınılmaz başka savaşlarda, zafere ulaşmak
için ölmelerine karşın, zafer gününü göremeden düşecek olan, gösterdikleri fedakarlıkların boşa
gitmeyeceği umudundan başka avuntuları olmayan insanlara bir anlaşma haberi ulaşmıştır. En basit
yükümlülükleri bir yana bırakın, alışılmış nezaket kurallarını bile hiçe sayarak, hareketin liderlerine ve
savaşçılarına danışılmaksızın imzalanıp ayrıntılı ve kasıtlı biçimde kamuoyuna açıklanan, hareketin
bundan sonraki tavır alışı konusunda bağlayıcı ilkeler içeren bu anlaşma haberinin, hepimizi çok
yaraladığını ve öfkelendirdiğini anlamak zor olmasa gerek.
Yanlış hareket etmek her zaman kötü sonuçlara yol açar. Herkesten önce, kendilerini diktatörlüğü
devirme göreviyle yükümlü görenler, daha da ötesi, diktatörlüğün devrilmesinden sonra bir ülkeyi
yeniden düzenlemekle kendilerini sorumlu kılanlar, bu gerçeği göz önüne almalıdırlar.
26 Temmuz Hareketi, söz konusu görüşmelere katılmak [sayfa 216} için ne bir temsilciler kurulu
atamış ne de bir kimseye böyle bir yetki tanımıştır. Ne var ki; eğer görüşmeler için bize danışılmış
olsaydı, örgütümüzün bugünkü ve gelecekteki faal etkinliği açısından böylesine önemli bir sorunu
tartışmak için, hareketimiz, temsilcilerine gereken talimatı verecekti.
Oysa ilişkiler açısından, bu siyasi güçlerin bazılarına ilişkin aldığımız haberler, dış ülkelerde savaş
sorunlarıyla ilgili komitenin delegesi olan ve yalnızca bu bölgede sınırlı yetkilere sahip Senor Lester
Rodriguez'in raporuyla belirlenmiştir. Bu raporda şöyle denilmektedir: <"Prio ve Direktuara gelince, üç
siyasi güç tarafından güvenceye alınan ve tanınan bir geçici hükümet kuruluncaya dek, yalnızca askeri
nitelikte planların koordine edilmesi konusunda bir dizi toplantı yaptım. Elbette önerim, bu hükümetin
ülkenin tüm siyasal güçlerinin arzusuna uygun biçimde kurulmasını öngören Sierra Bildirisi'ndeki[65]
ilkeler doğrultusunda oldu. Böylece ilk sorunlar ortaya çıktı. Genel grevin yarattığı sarsıntının etkisi
altında acil bir toplantı yaptık. Küba'nın sorununu temelden çözebilmek için, herkesin elindeki tüm
olanakları, vakit geçirmeksizin seferber etmesini önerdim. Prio, zaferle sonuçlanacak bir girişimi
gerçekleştirebilmek için elinde yeterli olanaklar bulunmadığını ve benim önerimin kabul edilmesinin
çılgınlık olacağını söyledi.
Geminin demir alması için her şeyi hazır ettiği zaman bana haber iletmesini, ancak o zaman bir
anlaşma zemini arayabileceğimizi, ama o zamana kadar 26 Temmuz Hareketi içersinde bana verilen
görevi tümüyle bağımsız olarak yerine getirebilmem için, çalışmalarıma karışmamasını kendisinden
istedim. Bütün bunlardan sonra vardığım sonuç, bu baylara karşı herhangi bir yükümlülük içinde
olmadığımız ve bundan sonra da bu baylarla karşılıklı yükümlülüklere girmenin doğru olmayacağı
yönündedir. Çünkü bunlar, Küba'nın en çok ihtiyaç duyduğu bir zamanda, yeterli malzemeye sahip
olmadıklarını açıklamışlardır, oysa ki gırtlaklarına kadar, durmadan biriktirdikleri malzemeye boğulmuş
durumdalar..." [sayfa 217}
Herhangi bir açıklamayı gerektirmeyecek kadar açık olan bu rapor, biz devrimcilerin kendimizin
dışından yardım beklemememiz gerektiği yolundaki düşüncemizi doğrulamaktadır.
Temsil ettiğiniz örgütlerin ortak bir zemin ilkeleri üzerine, hareketimizin bazı üyeleriyle görüşmeler
yapmasını uygun bulmuş olsanız da, Sierra Maestra Bildirisi'nde ifadesini bulan görüşlerimizi tümüyle
değiştiren bir anlaşmayı Hareketin Ulusal Yönetiminin haberi ve onayı olmaksızın, ortak alınmış kararlar
olarak kamuoyuna duyurmanız yanlıştır. Bu davranış tek bir gerçeği ortaya koymaktadır: Yalnızca
kamuoyunu etkilemek için bir anlaşma yapılmış ve bu arada da, sahtekarca amaçlar gözetilerek
hareketimizin adı kullanılmıştır.
Ortaya çelişik bir durum çıkıyor. Küba'nın bilinmeyen bir yerinde çalışmalarını sürdüren Ulusal
Yönetim, yeni haberdar olduğu böyle bir anlaşmanın açık ve gizli ilkelerini reddetmeye hazırlanırken,
gizli belgelerden ve dış basın kanalıyla, bu anlaşmanın ortak kararlar olarak açıklandığını öğrenmiştir.
Bu durumda örgütümüzün yöneticileri, kendilerini, ya bu anlaşmayı yalanlayarak bundan doğacak
karışıklıkların ve zararlı sonuçların sorumluluğunu yüklenme, ya da bu konuda, kendi düşüncelerini
ortaya koymadan durumu kabul etme gibi bir oldu bittiyle karşı karşıya bulmuşlardır.
Bu belgenin bir kopyasının yayınlandıktan ancak birkaç gün sonra Sierra'da bizim elimize
geçmesinde şaşılacak bir şey yok.
Bu gerçekten zor durum karşısında hareketimizin yöneticileri, söz konusu anlaşmayı kamuoyu
önünde yalanlamadan önce, sizlere, Sierra Bildirisi'nin ilkelerine dönmek zorunluluğunu bir kez daha
hatırlatmaktadır. Bu arada, direnişçilerin elinde bulunan bölgede bir toplantı yapılmış ve grup liderlerinin
görüşleri tek tek dikkate alınarak soruna ilişkin, bu bildiride ifadesini bulan bir ortak karara varılmıştır.
[sayfa 218}
Elbette ortak zemine ilişkin her karar ulusal ve uluslararası kamuoyunca onaylanacaktır. Çünkü
bütün öteki nedenlerin yanında, Batista'ya karşı savaşan siyasi ve devrimci güçlerin gerçek durumları
yabancı ülkeler tarafından pek bilinmemektedir. Ayrıca, güçler arası ilişkilerin bugünkünden çok farklı
olduğu günlerde, birlik sözcüğüne, Küba'da, çok önem veriliyordu. Bunun ötesinde, en coşkulusundan
en kayıtsızına kadar bütün güçleri birleştirmek her zaman en olumlu davranış olmuştur.
Ancak, devrim için önemli olan birliğin kendisi değildir. Asıl önemli olan, birliğin temelleri, onun
hayata geçiriliş biçimleri ve onu canlı kılan yurtsever düşüncelerdir.
Yetkisiz kişilere anlaşmalar imzalatmak, bu sahte anlaşmayı kamuoyuna utanmadan sunmak,
koşullarını tartışmadığımız birlik ilanını, yabancı bir kentin kendilerine sunduğu rahat koşullar içinde
açıklamak, yapılabilecek en büyük sahtekarlıklardan biridir; bu yolla örgütümüz, sahte bir anlaşmayla
yanıltılmış kamuoyu yargısıyla karşı karşıya bırakılacaktır. Gerçekten devrimci bir örgüt böyle bir tuzağa
düşmez. Ülkemize karşı aldatmaca, dünyaya karşı aldatmacadır bu.
Bu anlaşmayı imzalayan öteki örgütlerin liderleri, yabancı ülkelerde yaşayıp devrimi yalnızca
hayallerinde yaparken, 26 Temmuz Hareketi'nin önderleri, Küba'da bulunuyor ve gerçek bir devrim
uğruna savaşıyorlar. İşte sorunun temelinde yatan farklılık budur. Hareketi böyle bir anlaşmayla
bağlamak son derece üzücü de olsa, biçim sorunlarının öze ilişkin sorunlardan üstün tutulmasını doğru
bulmadığım için, bu satırları yazmayabilirdim. Cuntanın hazırladığı taslak, çok ihtiyacımız olan yardım
önerisinde bulunduğu için bu anlaşmayı onaylayabilirdik, ne var ki anlaşmada yer alan bazı temel
ilkelere ilişkin tümden farklı düşünüyoruz.
Ne kadar umutsuz bir durumda olursak olalım, bizi yok etmek için diktatörlük karşımıza binlerce
askerle çıkarsa çıksın -belki de tam da bu nedenle, daha büyük bir kararlılıkla [sayfa 219} hareket
edeceğiz, çünkü zor durumda bulunan insanlar için sıkıntılı koşullar yıkım demek değildir- bizim
görüşümüze göre kurulacak Küba hükümeti için çok temel olan ilkelerden hiçbir zaman ödün
vermeyeceğiz. Bu ilkeler Sierra Maestra Bildirisinde dile getirilmiştir.
Birlik belgesinde, yabancıların Küba'nın iç işlerine karışmasına, nedeni ne olursa olsun, asla izin
verilmeyeceğine ilişkin en ufak bir değinmenin bile bulunmayışı, yurtsever bir tutum değil, düpedüz bir
korkaklık belirtisidir.
Böyle bir müdahaleye yalnızca devrimin yararına karşı çıkılmaz. Böyle bir müdahale,
bağımsızlığımıza saldırı ve hatta tüm Latin Amerika halkları için olduğu kadar bizim için de değerli bir
ilke olan egemenliğimizi çiğnemek demektir. Böyle bir müdahaleye karşı olmak, uçak, bomba, modern
tank, ve silah yardımı yaparak diktatörlüğün kendi halkına karşı ayakta kalmasını destekleyenlere karşı
olmak demektir. Diktatörlüğe sunulan bu desteğin acısını Sierra'nın çilekeş köylüleriyle birlikte bizler de
hissettik. Diyebilirim ki, son tahlilde, müdahaleye karşı olmak, diktatörlüğün yıkılması anlamına gelir,
çünkü desteği kesilecektir. Batista'nın çıkarları için gündeme gelecek bir yabancı müdahaleye karşı
çıkamayacak kadar yüreksiz mi olacağız? Ya da bizim için başkalarının elini ateşe sokmasını isteyecek
kadar onursuzlaşacak mıyız? Bu konuda tek sözcük söyleyemeyecek kadar sinmemiz mi isteniyor
bizden? Bu durumda kendimizi nasıl devrimci olarak tanımlayabilir, tarihi öneme sahip olduğu ileri
sürülen böyle bir birlik belgesini nasıl imzalayabiliriz? Bu birlik belgesinde, cumhuriyetin geçici hükümeti
olarak herhangi bir cuntayı asla kabul etmeme konusunda da en ufak bir değinme yok. Şu an ulusun
başına gelebilecek en büyük felaket, Küba'nın bütün dertlerinin bir diktatörün ortadan kaldırılmasıyla
çözümleneceği yolundaki yanlış inanca saplanarak, Batista'nın yerine bir askeri cuntanın getirilmesidir.
10 Mart'ın[66] [sayfa 220} suç ortaklarından olup da, sonradan belki de asker yanlarının daha ağır
basması, ya da daha hırslı olmaları nedeniyle, Batista'dan ayrılan bir grup sivil de, ancak ve ancak
ülkemizin gelişmesini istemeyenlerin olumlu karşılayacağı bu çözümü öneriyorlar.
Amerika deneyi, tüm askeri cuntaların zamanla otokrasiye kaydığını göstermiştir. Bu kıtanın
başındaki en büyük felaket, İsviçre'den daha az savaşa girmesine karşın Prusya'dan daha çok generali
olan ülkelerde, askeri kastın derin biçimde kök salmış olmasıdır. Önümüzdeki yıllar içinde, demokratik
ve cumhuriyetçi geleneğin kurtulması, ya da yok olmasıyla sonuçlanacak böylesine önemli bir anda,
halkımızın en yasal çabalarından biri, kurtarıcılarının bıraktıkları en değerli miras olarak sivil geleneği
korumak olmalıdır. Şanlı kurtuluş savaşıyla başlayan bu gelenek, bir askeri cuntanın cumhuriyetin
başına geçtiği gün çiğnenecektir. (Kurtuluş mücadelesinde, en ünlü generaller bile, ne savaşta ne de
barışta böyle bir işe kalkışmışlardır.) Bizi destekleyebilecek dürüst askerlerin duygularını (bu duyguların
varlığı gerçek olmaktan çok kuruntudur) incitmek korkusuyla daha ne kadar gerileyerek böylesine önemli
bir ilkenin üzerini çizeceğiz? Böyle bir ilkenin kabul edilmesinin, iç savaşı kesinlikle uzatacak olan bir
askeri cunta tehlikesini engelleyeceği kavranamıyor mu? Öyleyse şunu açıkça belirtelim: Batista'nın
yerine bir askeri cunta geçerse, 26 Temmuz Hareketi kurtuluş mücadelesine kararlı bir biçimde devam
edecektir. Yarın içinden çıkılmaz yeni uçurumlara yuvarlanmaktansa, bugün daha uzun süre mücadele
etmeyi yeğliyoruz. Ne bir askeri cunta, ne de ordunun elinde oyuncak olacak bir kukla hükümet istiyoruz.
"Siviller doğru dürüst hükümet etmeli; askerler kışlalarına çekilmelidir." Herkes kendi işine baksın.
Kendisi ve avanesinin çıkarlarına en az zarar verecek bir iktidar değişimine inansa, Batista'nın, seve
seve iktidarı devredeceği 10 Mart generallerine mi umut bağlanıyor yoksa? Bu öngörü yoksunluğu, bu
dar görüşlülük ve gerçek bir mücadeleden [sayfa 221} sakınma, Küba'lı politikacıları daha ne kadar
körleştirecek?
Halka inanmıyorsanız, halkın büyük enerjisine ve mücadele azmine güvenmiyorsanız, cumhuriyetçi
yaşamının en şanlı ve en umut dolu anında onu yanıltmak ve yanlış yönlere çekmek için, halkın kaderini
ellerinize almaya da hakkınız yoktur. Devrimci süreç politikacıların yöntemleriyle zayıf düşürülmemelidir.
Onlar küçük pazarlıkları, çocukça hevesleri, sonsuz hırsları ve önceden paylaştıkları ganimetlerin
hayaliyle baş başa kalsınlar. Çünkü bugün Küba'da insanlar, çok daha başka şeyler için ölüyor.
Politikacılar, eğer istiyorlarsa devrimci olsunlar, ne var ki devrimi soysuz bir politikaya dönüştürmelerine
izin vermeyeceğiz. Çünkü halkımız, kendi geleceği konusunda aldatılmayı hak etmeyecek kadar çok kan
akıttı, kurban verdi bu süre içerisinde!
Birlik belgesinde değinilmeyen bu iki temel ilkenin yanı sıra, görüş birliğinde olmadığımız başka
noktalar da var:
2 numaralı gizli ilke açıklamasının Kurtuluş Cuntası'nın yetkileriyle ilgili B bölümünde ifade edilen
"Geçici Hükümette görev yapacak Cumhurbaşkanını seçer" ifadesini kabul edecek olsak bile, aynı
açıklamanın C bölümünü kabul etmek olanaksız. Cuntanın yetkileriyle ilgili olarak bu bölümde şöyle
denmektedir: "Cumhurbaşkanının atayacağı kabineyi onaylamak yavda reddetmek herhangi bir kısmi ya
da tam bunalım döneminde kabinede değişiklik yapmak."
Başkanın beraber çalışacağı insanları seçme ya da görevden uzaklaştırma yetkisinin üzerinde, nasıl
olurda devlet iktidarının bünyesine yabancı bir organ bulunabilir? Bu cunta, değişik parti ve eğilimlerin
temsilcilerinden oluştuğuna ve dolayısıyla içinde çeşitli çıkarlar çatışma halinde bulunduğuna göre,
kabine üyelerinin atanmasının, anlaşmaya varabilmenin tek yolu olan, mevki paylaşılmasına yol açacağı
açık değil mi? Devlet içinde iki ayrı yürütme organının kurulmasına yol açacak böyle bir maddeyi kabul
etmek olanaklı mı? Ülkedeki [sayfa 222} bütün güçlerin Geçici Hükümet'ten talep edeceği tek garanti,
belirli bir asgari program sunma görevim yerine getirmesi ve geçiş döneminden tümüyle anayasaya
uygun bir yönetime geçme sürecinde etkinliğini fazlaca abartmayan bir iktidar organı olarak, kesin bir
tarafsızlıktır.
Bakanların seçimine müdahale etme isteğinin arkasında, kendi siyasal çıkarlarının hizmetine
sunmak amacıyla, politik yönetimin kontrol edilmesi amacı yatmaktadır. Bu tutum, kitleler içinde desteğe
sahip olmayan, ancak geleneksel politikanın kurallarıyla ayakta kalabilen partiler ve örgütler için geçerli
olabilir. Ama bu tutum, 26 Temmuz Hareketi'nin cumhuriyet yolunda önüne koyduğu yüksek siyasi ve
devrimci hedeflerle hiç bir biçimde uyuşmamaktadır.
Savaşın örgütsel sorunlarına ya da eylem planlarına ilişkin olmayan, gelecekte hükümetin kuruluşu
gibi ulusu çokça ilgilendiren, dolayısıyla kamuoyuna açıklanması zorunlu olan konularda gizli anlaşmalar
yapmak bile kendi başına kabul edilemezdir. Marti'nin bir sözü var: "Devrimde gizli kalması gereken,
yöntemlerdir, hedefler her zaman açıkça bilinmelidir."
26 Temmuz Hareketi için kabul edilemez olan bir başka nokta da, gizli açıklamanın sekizinci
maddesidir. Bu madde uyarınca: "Devrimci askeri güçler silahlarıyla birlikte, cumhuriyetin düzenli
ordularına katılacak ve onlarla bütünleşecektir."
Her şeyden önce devrimci askeri güçler deyimiyle ne kastedilmektedir? Yani son anda eline silahını
alıp gelenler mi polis örgütüne, deniz ya da kara kuvvetlerine asker olarak katılacaklar? Bugün silahlarını
saklayan, diktatörlüğün güçlerine karşı çıkan bir avuç insan canını dişine takmış dövüşürken, kollarını
kavuşturup oturanlara, silahlarını çıkarmak için zafer gününü bekleyenlere mi verilecek üniforma? Bunlar
mı iktidarın temsilcileri olacaklar? Devrimci bir belgede, daha pek yakın geçmişte cumhuriyetin başına
bela olan gangsterlik ve anarşinin tohumlarını mı atalım? [sayfa 223}
Devrimci ordumuzun egemen olduğu bölgelerdeki deneyimimiz göstermiştir ki, güvenliğin
sürdürülebilmesi ülkenin en önemli sorunlarından biridir. Mevcut düzenin kaldırılmasıyla, bir dizi
engelleyici öğelerin yok olması sonucunda, zamanında engellenmediği takdirde, suç oranının büyük bir
hızla arttığı olaylarla kanıtlanmıştır. Eşkiyalığı, henüz tohum halindeyken, halkın kesinlikle onayladığı
katı önlemleri tam zamanında uygulayarak önleyebildik ancak. Önceki dönemlerde, hükümet görevlilerini
birer halk düşmanı olarak görmeye alışık olan halk, adalet mekanizması tarafından arananlara yataklık
etmeyi, onları ele vermemeyi görev sayıyordu. Oysa bugün, devrimci ordumuzun askerlerini halkın
çıkarlarının savunucusu olarak gören yurttaşlar ülkede sağlanan huzurun en güçlü koruyucusudur.
Devrimci sürecin en tehlikeli düşmanı anarşidir. Şimdiden anarşiyle mücadele etmeye başlamak
temel bir zorunluluktur. Devrim bunu anlamak istemeyenlerin umurunda değildir; devrim için hiçbir
fedakarlıkta bulunmamış insanların devrimin yaşaması için çaba göstermemeleri de doğaldır zaten. Bu
ülkede şu bilinmelidir: Adalet sıkı bir düzen içinde sağlanacak, kim olursa olsun suç işleyen
cezalandırılacaktır.
26 Temmuz Hareketi, güvenliğin sağlanması ve cumhuriyetin silahlı organlarının yeniden
düzenlenmesi için, kendisine resmi yetki verilmesini talep etmektedir. Çünkü:
1) Hareket, bütün ülkede disiplinli milis gücüne ve savaş alanlarında düşmana karşı yirmiden fazla
zafer kazanmış bir orduya sahip tek örgüttür.
2) Savaşçılarımız, tutsakların hayatlarını koruyarak, çarpışmalarda yaralanan ordu mensuplarının
yaralarını iyileştirmeye çalışarak, çok önemli bilgilere sahip oldukları bilinmesine karşın, tutsak edilen
düşmanlarına hiçbir zaman işkence yapmayarak büyüklüklerini ve kinci duygulardan uzak olduklarını
kanıtlamışlardır. Savaşın bu biçimde, böylesine yücelikle sürdürülmesine başka yerde rastlamak
olanaksızdır. [sayfa 224}
3) Cumhuriyetin silahlı organları, 26 Temmuz Hareketinin kendi savaşçılarına aşılamış olduğu bu
adalet ve soyluluk ruhuyla dolu olmalıdır.
4) Savaş boyunca göstermiş olduğumuz serinkanlılık, dürüst ordu mensuplarının devrimden
korkmalarına hiçbir neden olmadığına en büyük kanıt ve güvencedir. Dürüst askerler, işledikleri suçlar
ve giriştikleri eylemlerle asker üniformasını lekeleyenlerin günahını çekmeyeceklerdir.
Birlik belgesinde anlaşılması kolay olmayan başka noktalar da vardır. Herhangi bir savaş stratejisine
sahip olmaksızın birleşmek olanaklı mıdır? Acaba Autenticos Örgütü temsilcileri, hâlâ başkentte
yapılacak bir "darbe"yi mi savunuyorlar? Savaş içinde bulunanlara vermeyip, eninde sonunda polisin
eline geçmesi kaçınılmaz olan silahları biriktirmeye devam edecekler mi? 26 Temmuz Hareketi'nin
savunduğu genel grev tezini sonunda kabul ettiler mi?
Bunun dışında, bizim düşüncemize göre, Oriente'deki mücadelenin askeri açıdan önemi
küçümsenmektedir. Bugün Sierra Maestra'da yürütülen savaş, bir gerilla savaşı değil, kapsamlı askeri
birliklerin katıldığı bir savaştır. Sayı ve silah yönünden yetersiz olan birliklerimiz, coğrafi koşulların,
düşman karşısında sürekli tetikte bulunmanın ve birliklerimizin hızlı hareket etmesinin avantajını büyük
ölçüde kullanarak yürütmektedir savaşı. Bu savaşta en önemli unsurun moral olduğunu söylemek bile
yersiz. Aldığımız sonuçlar şaşırtıcıdır ve bir gün bütün bunlar en ufak ayrıntılarına varana dek
açıklanacaktır.
Bütün halk ayaklanmıştır. Eğer halkı silahlandırmak olanağımız olsaydı, birliklerimizin tek bir bölgeyi
bile kontrol altında tutmaları gerekmezdi. Çünkü köylüler, buralarda düşmana geçit vermeyeceklerdir.
Bize karşı takviye edilmiş birlikler göndermekte direnen diktatörlüğün yenilgileri, bu durumda, hezimete
dönüşecektir. Halkın cesaretinin nasıl şahlandığı konusunda sizlere söyleyeceğim her şey, gerçeğin
yanında [sayfa 225} sönük kalır. Diktatörlük barbarca misilleme hareketlerine kalkışmıştır. Köylülere karşı
girişilen katliamlar, Avrupa'da nazilerin işlediği cinayetleri gölgede bırakmaktadır. Diktatörlük, her
yenilgisinin acısını masum ve savunmasız köylülerden çıkarıyor. Direnişçilerin verdiği kayıpları bildiren
Genel Kurmay bildirileri köylülerin uğratıldığı bu katliamlardan sonraya rastlamaktadır her zaman. Bu
durum, halkı, tam bir isyan noktasına getirmiştir. Acı olan, insanı manen rahatsız eden, bu halka hiç
kimsenin tek bir tüfek bile göndermemesidir. Evleri yakılan, aileleri öldürülen köylüler, umutsuzluk içinde
kendilerine silah verilmesi için yalvarırken, Küba'da bir yerlere saklanmış, aşağılık bir ajanı yok etmek
için bile kullanılmayan silahlar vardır. Bu silahlar polisin eline geçmeyi ya da diktatörlüğün devrilmesini
ya da direnişçilerin yok edilmesini beklemektedir.
Yurttaşların bir çoğu soysuz bir tutum içinde bulunuyor. Ancak, bu tutumu gözden geçirmek ve savaş
içinde olanlara yardım etmek için hâlâ zaman var. Buna kişisel nedenlerle önem vermiyoruz. Kimse
alınmasın ve bunları, kişisel çıkarlarımız ya da gururumuz nedeniyle söylediğimiz sanılmasın.
Bizim kaderimiz çizilmiştir, belirsizlik içinde değiliz: Ya burada, son savaşçımızın damarındaki kanın
son damlasına kadar savaşıp öleceğiz ve kentlerde koca bir genç kuşak yok olup gidecek, ya da en akıl
almaz engelleri aşıp zafere ulaşacağız. Yenilmemiz olanaksızdır. Savaşçılarımızın arkada bıraktığı
fedakarlık ve kahramanlıklarla dolu bir yılı, artık hiçbir şey silemez; buna zaferlerimiz kanıttır. Elde
ettiğimiz zaferler de kolay kolay yok sayılamaz. Her zamankinden daha kararlı olan savaşçılarımız,
kanlarının son damlasına kadar çarpışacaklardır.
Asıl bozguna uğrayacak olanlar, bize yardım etmekten kaçınanlar, başlangıçta bize karşı yükümlülük
altına girip daha sonra bu yükümlülüklerini unutarak yarı yolda terk edenler, onur ve ilke sahibi
olmayanlar, Trujillo despotizmiyle yaptıkları utanç verici konuşmalarla zamanlarını ve saygınlıklarını
[sayfa 226} harcayanlar, korkaklıkları yüzünden savaşmaya sıra geldiğinde silahlarını saklayanlardır. Biz
değil, onlar aldatılıyor.
Şunu kesin biçimde söylüyoruz: Biz, bizim dışımızda özgürlük için savaşan başka Kübalıların sürekli
izlendiğini, yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya olduklarını bilseydik; koşullar ne olursa olsun teslim
olmadıklarını, asla direnişten vazgeçmediklerini görseydik, yardımlarına koşmak, gerekirse onlarla
beraber canımızı vermek için bir an bile duraksamazdık. Çünkü biz Kübalıyız ve Kübalılar, Amerika'nın
bir başka ülkesindeki özgürlük savaşları karşısında bile kayıtsız kalamazlar. Dominikliler, ülkelerini
özgürlüğe kavuşturmak için, küçük bir adada mı toplanıyorlar? Bir Dominikliye karşılık on Kübalı koşar.
Somoza'nın[67] alçakları Costa Rica'ya mı saldırdı? Savaşa katılmak için koşan yine Kübalılardır. Nasıl
oluyor da, bugün, kendi anavatanlarında çetin bir kurtuluş savaşı verilirken, diktatörlük tarafından
yurtlarından sürülen bazı Kübalılar, savaşan kardeşlerine yardım etmekten kaçmıyor?
Ya da bize yardım etmek için, nasıl oluyor da, tek taraflı ve adil olmayan koşullar ileri sürebiliyorlar?
Yoksa yardımlarının karşılığı olarak Cumhuriyeti kendilerine ganimet olarak vermemiz mi bekleniyor?
Amaçlarımızı bir yana bırakıp ülkemizin böylesine büyük fedakarlıklardan umdukları yerine, toprakları
anlamsız yere kana boyamamız ve bu savaşı, kardeşin kardeşi vurduğu bir öldürme sanatı haline
getirmemiz mi gerekiyor yardım alabilmek için?
Diktatörlüğe karşı mücadelenin yönetimi Küba'dadır ve orada, devrimci savaşçıların elinde
kalacaktır. Bugün ya da gelecekte kendilerini devrim lideri olarak görmek isteyenler, ülkede bulunmak,
Küba'nın bugünkü durumunun gerektirdiği tüm sorumlulukları, fedakarlıkları ve tehlikeleri göze almak
zorundadırlar. [sayfa 227}
Sürgündekilerin bu mücadelede bir rolleri olacaktır elbette. Ama bulundukları ülkelerden bize, hangi
tepeyi alacağımızı, hangi şeker kamışı tarlalarını yakacağımızı, hangi sabotaj eylemlerini, ne zaman
yapmamız gerektiğini, hangi koşullarda ve hangi biçimde bir genel grev başlatacağımızı söylemeye
kalkışmaları saçmalıktan başka bir şey değildir. Hatta saçmadan da öte gülünçtür bu. Bizlere, dışardan,
Kübalı sürgünler ve siyasi göçmenler arasında para toplayarak, kamuoyu önünde Küba davasını
savunarak, uğradığımız cinayetleri lanetleyerek yardım edin, ama, 26 Temmuz Hareketi'nin savaş
stratejisinin öngördüğü ajitasyon, sabotaj, grev ve devrimci eylemin binlerce biçimiyle, adanın bütün
kentlerinde ve kırlık bölgelerinde yürütülen kapsamlı bir savaşla gerçekleştirilen devrimi, Miami'den
yönetmeye kalkışmayın.
Birçok kez belirtildiği gibi Ulusal Yönetim, diktatörlüğün devrilmesine yardım edecek somut planların
koordinasyonu ve somut eylemlerin gerçekleştirilmesi konusunda, bütün muhalif örgütlerin liderleriyle
görüşmeler yapmaya hazırdır.
Genel grev, Sivil Direnme Hareketi, Ulusal İşçi Cephesi ve sekterlikten uzak olup bugüne dek tüm
ülkede savaşmayı sürdüren tek muhalif örgüt olan 26 Temmuz Hareketi'yle sıkı bağlantı içinde bulunan
güçlerin, etkin biçimde yürütecekleri ortak çabayla hayata geçirilecektir.
26 Temmuz Hareketi'nin İşçi Kesimi, şu sıralarda, işçi merkezlerinde ve sanayi kollarında, işi
bırakmaya hazır, genel grevi başlatmak için gerekli moral gücüne sahip siyasi örgütler içindeki muhalif
unsurlarla grev komiteleri kurma uğraşı vermektedir. Bu grev komitelerinden oluşan örgüt, gelecekte
proletaryanın tek temsilcisi olarak 26 Temmuz Hareketi tarafından tanınacak olan Ulusal İşçi Cephesini
oluşturacaktır.
Diktatörün devrilmesi, seçim hileleri sonucu oluşan Kongrenin, CTC[68] yönetiminin, doğrudan ya da
dolaylı olarak 1 Kasım 1954'de yapılan göstermelik seçimlerin, ya da [sayfa 228} 10 Mart 1952'de
gerçekleştirilen askeri darbenin sonucunda göreve gelen bütün belediye başkanları, valiler ve öteki
görevlilerin, görevden alınmasına yol açacaktır. Aynı zamanda, asker ve sivil bütün siyasi tutukluların
derhal serbest bırakılması, öte yandan cinayetlere, keyfi uygulamalara ve zorbalığa suç ortaklığı yapmış
olanların yargılanması sağlanacaktır.
Yeni hükümet 1940 anayasasına bağlı olacak, bu anayasanın kapsamına giren tüm hakları güvence
altına alacak ve particiliğe saplanmayacaktır.
Yürütme organı anayasanın cumhuriyet meclisine tanıdığı bütün yasama görevlerini yüklenecek,
yürütmenin en önemli görevi, 1943 tarihli seçim kanunu ve 1940 Anayasasına uygun olarak ülkeyi genel
seçimlere götürmek ve Sierra Maestra Bildirisinde dile getirilen On Nokta asgari programını
gerçekleştirmek olacaktır.
Hükümet darbesi sonunda ortaya çıkan yasa dışı durumu çözmekte başarısız kaldığı için Yüksek
Adalet Divanı feshedilecektir. Bu fesih kararı, anayasa ilkelerini savunan veya diktatörlük yönetimi
altında geçen yıllar içinde işlenen suçlara, keyfi uygulamalara ve yasaların kötüye kullanılmasına karşı
kararlılıkla direnen bazı üyelerin yeniden kurulacak Divana seçilmesine engel olmayacaktır.
Cumhurbaşkanı, Yeni Yüce Divanın kuruluş biçimini kararlaştıracak, daha sonra da Yüce Divan,
diktatörlüğün karanlık işlerine karışanları uzaklaştırarak -gereğine inandığı durumlarda, bu kişileri,
mahkemelere sevk edecektir- bütün mahkemelerin ve özerk kuruluşların yeniden düzenlenmesini
sağlayacaktır. Yeni yöneticilerin atanması yasalara uygun olarak yapılacaktır.
Geçici hükümet döneminde siyasi partilerin bir tek hakkı olacaktır: Kitleleri, anayasamızın geniş
çerçevesi içinde harekete geçirme, örgütleme, programlarını halkın önünde savunma ve genel seçimlere
katılma özgürlüğü.
Cumhurbaşkanlığı makamına gelecek kişinin seçilmesi gerekliliğine [sayfa 229} Sierra Maestra
Bildirisi'nde işaret edilmiştir. Bu bildiride, Hareketimiz, bu kişinin bütün sivil kuruluşların seçimiyle
işbaşına getirilmesini savunmaktadır. Aradan beş ay geçmiş olmasına karşın bu seçim
gerçekleştirilememiş ve diktatörün yerini kimin alacağı sorusuna yanıt verilememiştir. Oysa, bu sorunun
çözümüne ulaşmadan bir gün daha beklemek olanaksızdır. O nedenle, 26 Temmuz Hareketi, birlik
zemini ve geçici hükümete ilişkin önceki ilke anlaşmasının geliştirilmesinin ve yasallığının güvencesi
olacak tek çözüm olarak görünen bir aday önermektedir. Bu aday, Oriente Adalet Divanının onurlu
yargıcı Dr. Manuel Urrutia Lleo'dur. Onu bu göreve uygun gören biz değiliz; yargıç Urrutia,
davranışlarıyla bu göreve layık olduğunu göstermiştir. Cumhuriyete bu hizmette bulunmayı
reddetmemesini dileriz.
Kendisini aday gösterme nedenlerimiz şunlardır.
1- Urrutia, Granma seferine katılanların yargılanması sırasında, anayasanın ruhuna gerçek anlamda
saygı duyan tek yargıçtır. Yargılama sırasında, rejime karşı silahlı bir kuvvet örgütlemenin suç
olmadığını, tam tersine, bunun anayasanın ruhuna ve lafzına uygunluk gösterdiğini açıklamıştır.
2- Adaleti korumaya adadığı hayatı, diktatörlüğün halk tarafından devrildiği süreç içerisinde, yasal
bütün çıkarlar arasında dengeyi sağlama konusunda gerekli nitelik çizgilerine ve yeteneğe sahip
olduğunun güvencesidir.
3- Dr. Urrutia kadar partilerle ilişki kurmaktan kaçınmış bir başka kimse yoktur. Bir yargıç olarak,
bulunduğu konumun gereklerini yerine getirmiş ve hiçbir siyasi grupla ilişkiye girmemiştir. Doğrudan
hiçbir siyasi gruba bağlı olmayan, ama devrimci davayı benimseyen, onun kadar saygınlık kazanan bir
başka vatandaş daha yoktur. [sayfa 230}
Bunun dışında yargıç olarak bulunduğu konum nedeniyle, aday gösterilmesi anayasal düzene uygun
olacaktır.
Eğer koşullarımız, yani Birlik Bildirisi'nde adı kullanılırken kendisine danışılmaya bile gerek
görülmeyen, kendisini en büyük fedakarlıklara adamış bir örgütün çıkar düşünmeyen koşulları
reddedilirse, şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da her çarpışmada, düşmandan ele geçirdiğimiz
silahlardan başka silahımız olmadan, acıyla denenmiş halkın yardımından başka yardım görmeden ve
önümüze koyduğumuz yüce amaçtan başka dayanağımız olmadan, tek başına savaşı sürdüreceğiz.
Çünkü bütün ülkede savaşan, savaşı sürdüren tek örgüt 26 Temmuz Hareketi'dir. İsyan ateşini,
Oriente'nin sert yamaçlarından ülkenin batı bölgelerine kadar taşıyanlar 26 Temmuz Hareketinin
savaşçılarıdır. Sabotaj eylemleri gerçekleştiren, şeker kamışı tarlalarını ateşe veren, muhbirleri
cezalandıran ve daha başka devrimci eylemler yapan yalnızca ve yalnızca onlardır. Ülkedeki işçileri
devrim yolunda örgütleyen yalnızca ve yalnızca 26 Temmuz Hareketi olmuştur. Küba'nın bütün
bölgelerinde yurtsever güçlerin bir araya geldiği Sivil Direniş Hareketi'yle birlikte çalışan tek siyasi güç,
26 Temmuz Hareketi'dir.
Bunları söylememiz bazıları tarafından küstahlık olarak değerlendirilebilir. Oysa işin aslı şudur:
Geçici Hükümette yer alma talebinde bulunmayan tek örgüt 26 Temmuz Hareketi olmuştur. Maddi ve
manevi bütün gücünü, geçiş döneminde gerekli olan Geçici Hükümetin başkanlığı görevini yürütmeye
uygun kişinin hizmetine sunacağını açıklayan tek örgüt de 26 Temmuz Hareketi'dir.
Şu herkes tarafından iyice anlaşılmalıdır: Bürokratik mevkilerden ve hükümete katılmaktan
vazgeçtik. Ne var ki, herkes tarafından iyice anlaşılması gereken bir nokta daha var: 26 Temmuz
Hareketi'nin savaşçıları, illegaliteden, Sierra Maestra'dan ya da manevi direktifler aldığımız ölülerimizin
[sayfa 231} yattığı mezar çukurlarından halka yol göstermeyi bırakmamışlardır ve bundan hiçbir zaman
vazgeçmeyeceklerdir.
Bundan vazgeçmeyeceğiz, çünkü sorunlarını çözmek için uğraş vermek, Küba halkına karşı yalnızca
bizim değil koca bir kuşağın yükümlülüğüdür.
Ya zafere ulaşacağız ya da öleceğiz. Mücadele, hiçbir zaman, oniki kişi olduğumuz, Sierra'da halkın
savaş deneyine sahip olmadığı ve örgütlenmediği, bugünkü gibi ülke çapında yaygın, güçlü ve disiplinli
bir örgütümüz bulunmadığı, Frank Pais'in öldüğü gün belirgin biçimde gözlemlenen kitlelerin sunduğu
büyük destekten yoksun olduğumuz günlerdekinden daha çetin olmayacaktır.
Onurlu biçimde ölmek için başkalarının yardımına gerek yok.

Fidel Castro Ruz


Sierra Maestra, 14 Aralık 1957
İlk kez:
"Verde Olivo"da yayınlandı.
(5 Ocak 1964) [sayfa 232}

29| İKİNCİ PİNO DEL AGUA ÇARPIŞMASI

1958 yılı başlarında, devrimci silahlı güçlerle Batista'nın birlikleri arasında belirli bir ateşkes vardı.
Buna karşın, ordunun verdiği savaş haberlerinde, bir gün devrimcilerin sekiz kayıp, bir başka gün
yirmiüç kayıp verdikleri bildiriliyordu; elbette bu haberler tümüyle yalandı. Egemen olan bu savaş tekniği,
tam da benim harekat bölgemde yoğun biçimde uygulanmaktaydı. Bu bölgede Sanchez Mosquera,
direnişçilere karşı yürüttüğü savaşları sadece hayalinde zaferle sonuçlandırıyor, bu arada köylüleri
katlederek cinayet dosyasını kabartıyordu.
Ocak ayının son günlerinde sansür kaldırılmış, gazeteler bazı haberler vermeye başlamıştı. Savaşın
sonuna kadar, gazetelerde, bir daha böyle haberler yer almayacaktı. Hükümet çevrelerinde politik hava,
ateşkese ilişkin ipuçları veriyordu. Batista'nın yasama erkinin temsilcilerinden biri olan Ramirez Leon, az
çok ani olarak gerçekleştirilen bir yolculuk yaptı Sierra Maestra'ya, Ramirez Leon'a, Manzanillo belediye
meclisi üyesi Lalo Roca ve Paris Match'ın İspanyol muhabiri Menesses eşlik etti. Menesses, Sierra
Maestra'da bir dizi röportaj yaptı. [sayfa 233}
ABD'de, sürgündeki 26 Temmuz Hareketi Komitesi tarafından, Miami Paktı'nın feshedilmesine ilişkin
ayrıntılı açıklamalar yayınlandı. Bu komitenin başkanı Mario Llerena, mali sorumlusu ise Raul Chibas'tı.
(Komite üyeleri, dünyanın o bölgesindeki çalışmalarını öylesine sağlıklı bulmuş olmalılar ki, halen sürekli
ikametgahları orası ve belki bugün de, dürüst insanlar izlenimi yarattıkları kurtuluş savaşı sürecinde
yaptıkları işi yapıyorlardır.)
Bohemia dergisinde yayınlanan Menesses'in yaptığı röportajlar dünya çapında yankı uyandırdı. Ülke
içindeyse, Havana basınında bazı haberlerin yer alması üzerine Masferrer ile Ramirez Leon'un
yürüttükleri polemik çok ilginçti.
Altı eyaletten beşinde sansür kaldırılmıştı. Oriente'deyse anayasal güvenceler yürürlükte değildi,
sansür de sürüyordu.
Ocak ayı ortalarında, Sierra'dan kente indiklerinde ele geçirilen bir grup 26 Temmuz Hareketi üyesi
basına gösterildi. Bunlar Armando Hart, Javier Pazos, Luis Busch ve kılavuz Eulalio Vallejo idi. Bu
haber, yoldaşlarımızın tutsak edilmesi, çoğu kez de öldürülmesi günlük olaylardan olmasına karşın,
epeyce ilgi çekti. Çünkü bu ayaklanma, 26 Temmuz Hareketi'nin iki kanadı arasında, az çok açık
biçimde yürütülmeye başlanan polemik için bir işaret olmuştu. Companero Rene Ramos Latour'a
gönderdiğim hayli aptalca yazılmış bir mektuba Latour da yanıt vermişti, ayrıca yazdığım mektubun bir
kopyası da elden ele dolaşmaktaydı. Bunun üzerine Armonda Hart bana polemik ağırlıklı bir yanıt
yazmış ve bunu Sierra'dan yollamaya karar vermişti. Sierra'da Fidel'le buluşan Armando Hart, Fidel'in
mektubun başka mektup gel gitlerini gerektireceğini, bu mektuplardan herhangi birinin düşmanın eline
geçmesinin bize zarar vereceğini söylemesi üzerine, Fidel'in emrine uyarak, mektubu bana
göndermekten vazgeçmiş, ne var ki ceplerinden birinde unuttuğu için, yakalandığında bu mektup da ele
geçmişti.
Armando Hart ve yoldaşlarının hayatı, tutuklandıkları ve dış dünyayla bütün bağlarının koptuğu o
dönemde pamuk ipliğine [sayfa 234} bağlıydı. Kuzey Amerika elçiliği işe koyulmuş, aramızdaki tartışmanın
nedenlerini öğrenmeye çalışıyordu. Kullanılan bir dizi formülasyon nedeniyle bir şeyler sezmeye
başlayan düşman, kulaklarını dikmişti artık.
Anlatılan bu olaydan bağımsız olarak Fidel, sonuçları ağır olacak bir darbe indirmeyi uygun
buluyordu; sansürün kalkmasından yararlanmalıydık. Böylece eyleme hazırlanmaya başladık.
Planımızı uygulama alanı olarak bir kez daha Pino del Agua seçildi. Buraya daha önce başarılı bir
saldırı yapmıştık. O zamandan buyana da düşman işgali altındaydı. Birlikler pek fazla hareket
etmedikleri zaman bile, Sierra'nın doruğundaki özel yerleri dolayısıyla, orada geniş kavisler çizerek
dolanmak gerekiyordu. Bu bölgenin yakınlarından geçmek öylesine tehlikeliydi ki, ordunun ileri karakolu
olarak Pino del Agua'nın ele geçirilmesi, gerek stratejik yönden, gerekse basının sansürden kurtulmuş
olması dolayısıyla, ülke çapında yankılar yapması yönünden, büyük önem taşıyordu.
Şubat'ın ilk günlerinden başlayarak hummalı bir hazırlık ve keşif faaliyetine giriştik. Keşif faaliyetine
ağırlıklı katkıda bulunan o bölgenin sakinleri Roberto Ruiz ve Felix Tamayo idi. İkisi de bugün orduda
subay olarak görev yapmaktadır. Bu arada olağanüstü etkin bulduğumuz yeni "silahımız M-26'nın, bir
başka adıyla "sputnik"in geliştirilmesi çalışmalarına hız verdik. Bu, tenekeden yaptığımız küçük bir
bombaydı. Başlangıçta bunu çok karmaşık bir mekanizma ile, sualtı tüfeklerinin iplerinden yaptığımız
mancınıkla atıyorduk. Sonraları silah geliştirildi; artık tüfekle atabiliyor, böylece daha uzağa gitmesini
sağlayabiliyorduk.
Çok ses çıkardıkları için bayağı ürkütücü olan bu küçük bombaların, tenekeden yapılmış olmaları
yüzünden öldürücü etkisi pek azdı; bir düşman askerinin çok yakınında patladığı zaman bile, ancak
hafifçe yaralanmaya yol açıyordu. Üstelik, fitilin ateşlendiği andan itibaren, havadaki yoluyla bombanın
çarpma anında patlamasını uygun düşürmek çok zordu. Hedefe [sayfa 235} ulaştığında meydana gelen
çarpmayla fitil yerinden çıkıyor, bomba, böylece patlamadan düşmanın eline geçiyordu. Düşman bunu
öğrendikten sonra, artık bu bombadan korkmamaya başladı, ne var ki bu ilk çarpışmada bombanın
yarattığı psikolojik etki büyük oldu.
Hazırlıklarımızı büyük bir özenle tamamladıktan sonra, 16 Şubat'ta saldırıya geçtik. El Cubano
Libre'de yayınlanan ve bu bölümün sonuna eklediğimiz[69] ordumuzun çarpışma üzerine verdiği haber,
çarpışmanın ayrıntılı görüntüsünü çizmektedir.
Stratejik plan son derece basitti: Bıçkı, fabrikasına koca bir düşman bölüğünün yerleşmiş olduğunu
bilen Fidel, burasının birliklerimiz tarafından ele geçirilemeyeceğini düşünüyordu. Hedef, buraya
saldırmak, nöbetçileri etkisiz duruma getirmek, kuşatmayı gerçekleştirip takviye güçlerini beklemekti.
Çünkü hareket halinde olan birliklerin yerleşik birliklerden daha çok tetikte olduğunu biliyorduk. Çok
başarılı olacağımızı umduğumuz çeşitli pusular kurduk. Her pusu yerine, karşılaşılabilecek düşman
kuvvetine denk düşen sayıda adamlar yerleştirdik.
Saldırıyı bizzat Fidel yönetiyordu. Kurmayın yerleşmiş olduğu tepeden bölüğün üslendiği bıçkı
fabrikası tam olarak denetlenebiliyordu. Eylem planı 2 numaralı[70] belgede görülmektedir. Bu plana
göre Camilo, El Uvaro'dan gelip La Bayamesa'dan geçen yolda ilerleyecekti; Dördüncü Gerilla Kolunun
öncü gücünü oluşturan komutası altındaki birlikle nöbetçi mevzilerini saf dışı edecek, arazi koşulları
elverdiği ölçüde ilerleyip o noktada kalacaktı. Nöbetçilerin kaçması, Bayamo yolu kenarında mevzilenmiş
yüzbaşı Raul Castro Mercader'in komutasındaki takım tarafından engellenecekti. Düşman, Peladero
nehrine ulaşmaya çalıştığında, karşısında, elli adamla kendilerini bekleyen Yüzbaşı Guillermo Garcia'yı
bulacaktı. [sayfa 236}
Ateş başladığı gibi, altı güllesi olan ve Quiala tarafından kullanılan havan topu devreye girecek,
sonra da kuşatma başlayacaktı. Loma dela Virgen üzerinde, Teğmen Vilo Acuna'nın yönettiği pusuyla
Uvero'dan gelen birliklerin yolu kesilecekti. Daha ilerde, -kuzeye doğru- Vega de los Jobos yoluyla
Yao'dan gelecek birlikleri bekleyen Lalo Sardinas ve adamları bulunacaktı.
Bu pusuda sonuçları hiç de hoş olmayan yeni bir mayın denedik. Daha sonraları Bayamo'ya yapılan
bir düşman saldırısı sırasında şehit düşen companero Antonio Estevez, yeni bir yöntem bulmuş,
patlamamış uçak bombalarını kapsül yerine tüfekle patlatarak kullanmayı denemişti. Düşman ordusunun
bizim zayıf olduğumuz bir bölgeden geçeceğini sezinlediğimiz için, bombayı oraya yerleştirmiştik. Üzücü
bir yanlışlık oldu: Düşmanın geldiğini bildirmekle görevli yoldaş, oldukça deneyimsiz ve sinirli biriydi.
Tam sivil bir kamyonun oradan geçmekte olduğu bir anda düşmanın geldiğini bildirdi. Mayın patladı ve
kamyon sürücüsü, daha sonraları oldukça etkili bir silaha dönüştürülen bu yeni buluşun suçsuz kurbanı
oldu.
Ayın 16'sında, şafak vakti, Camilo, mevzileri ele geçirmek üzere hareket etti. Ne var ki, öncülerimiz
nöbetçilerin gece kampın çok yakınlarına kadar çekileceklerini düşünememişlerdi. Bu yüzden saldırının
başlaması epeyce gecikti. Yanlış bir yere geldiklerini sanan adamlarımız, nereye kadar ilerlediklerinin
farkına varmaksızın, attıkları her adımda çok dikkatli davranmışlar, iki mevzi arasındaki beşyüz metreyi
tek sıra halinde yürüyerek, en az bir saatte aşmışlardı.
Sonunda kulübelerin olduğu yere vardılar. Nöbetçilerin kurduğu alarm sistemi çok ilkeldi; toprağın
üzerinde uzanan tele bağlı teneke kutuları, üzerlerine basıldığı, ya da tele dokunulduğu zaman ses
çıkarıp nöbetçileri uyaracaktı. Aynı zamanda birkaç at çayırda otlamaya bırakılmıştı. Öncü güç, bu ilkel
alarm sistemini harekete geçirdiğinde, teneke kutuların sesi at sesleri arasında kaynayıp gitmişti.
Böylece Camilo askerlere iyice sokulabildi. [sayfa 237}
Öte yandan, saatler geçip, uzun süredir beklenen saldırının bir türlü başlamaması üzerine, bizim
nöbetçilerimiz de huzursuzlaşmaya başlamışlardı. Sonunda, saldırının başladığını bildiren ilk silah sesi
duyuldu. Bunun üzerine havan topu ateşine başladık; altı mermi hemen tükendi, bu atışlardan pek de
başarılı bir sonuç elde edemedik.
Nöbetçiler, ilk saldıranları görmüşler ya da duymuşlardı. Çarpışmanın başladığını gösteren ilk yaylım
ateşinde yaralanan yoldaş Guevara, daha sonra hastanemizde öldü. Camilo'nun komutasındaki güçler,
birkaç dakika içinde direnişi kırmış, ikisi otomatik tüfek olmak üzere onbir silah ele geçirmiş, üç nöbetçiyi
tutsak etmiş, bunun dışında yedi ya da sekiz düşman askerini de öldürmüşlerdi. Ancak, garnizonda
direniş yeniden örgütlendi ve saldırımız durduruldu.
Teğmen Noda ile Teğmen Capote ve savaşçı Raimundo Lien ilerlemeye çalışırken öldüler, Camilo
ise kalçasından yaralandı. Makineli tüfeği kullanmakla görevli Virelles, makineliyi bırakıp çekilmek
zorunda kaldı. Yarasına aldırmayan Camilo, şafakla birlikte yeniden dönüp makineli tüfeği kurtarmaya
çalıştı ve bir kez daha yaralandı. Şansı varmış ki, karnına isabet eden kurşun yaşamsal öneme sahip
herhangi bir organa saplanmadan öte taraftan dışarı çıktı. Camilo kurtulmuş, fakat makineli tüfek
yitirilmişti. Luis Macias adlı bir başka companero da yaralanmış ve yoldaşlarının geri çekildikleri yönün
tam tersi bir yönde çalılar arasında sürünerek oradan uzaklaşmaya çalışmıştı. Macias orada can verdi.
Birliklerinden ayrı düşmüş tek tek savaşçılar garnizona yakın mevzilerden "sputnik" ya da M-16'lar
fırlatarak askerler arasında şaşkınlık yaratıyorlardı. Güvenlikte bulunan mevzilerinden bir adım bile
dışarı atmayan düşman nöbetçileri, Guillermo Garcia'nın çarpışmaya katılmasını engellemişlerdi.
Önceden düşündüğümüz gibi, mevzilerinde kalan nöbetçiler, telsizle yardım istediler.
Öğleye doğru bütün bölgede durum gerginliğini yitirmişti. Birden bulunduğumuz kumanda
konumundan bizi ürküten [sayfa 238} bazı sesler duyduk; anlayabildiğimiz kadarıyla, birileri "Bu
Camilo'nun makineli tüfeği!" diye bağırıyordu. Aynı anda bir de yaylım ateşi açılmıştı. Camilo, yitirdiğimiz
makinelinin yanında, arkasında adı yazılı olan beresini bırakmıştı. Düşman askerleri de bunu ele
geçirmiş, bizimle alay ediyorlardı. Bir şeyler olduğunu seziyorduk, ancak, bütün gün boyunca öte
taraftaki birliklerle bağlantı kuramamıştık. Sergio del Valle'nin baktığı Camilo çekilmeyi reddederek,
gelişmeleri beklemek için orada kalmıştı.
Fidel'in öngörüleri gerçekleşiyordu. Yüzbaşı Sierra'nın komutasındaki bölük, El Oro de Guisa'dan
öncü gücünü göndermişti; bu güç Pino del Agua'da neler olup bittiğini öğrenecekti. Paco Cabrera'nın
bütün takımı onları bekliyordu. Otuz ya da otuzbeş adamdan oluşan bu takım, Loma del Cable[71]
denilen tepenin üzerinde bulunan yolun bir kenarına mevzilenmişti. Son derece dik yokuşta takılan
arabaları yukarı çekmekte kullanılan bir halat bulunduğu için tepeye bu ad verilmiştir. Teğmen Sunol,
Alamo Reyes ve William Rodriguez komutasında bulunan gruplarımız, o mevziye yerleşmişlerdi. Takım
komutanı olarak Paco Cabrera da oradaydı. Ama düşman öncüsünü durdurmakla görevli olanlar, yolun
karşısına mevzilenen Paz ile Duque idi. İlerleyen küçük düşman birliği tümüyle yok edildi; düşman onbir
ölü vermişti, ayrıca beş askeri de yaralamıştık. Yaralıların bakımı yakınlardaki bir evde yapılarak yaralı
tutsaklar orada bırakıldı. Bugün bizim saflarımıza katılmış olan Asteğmen Laferte de o zaman tutsak
alındı. İçlerinde iki M-I'le bir hafif makineli bir de Johnson marka tüfek bulunan oniki silah ele geçirildi.
Kaçabilen bir iki asker, olayı El Oro da Guisa'ya bildirdiler. El Oro de Guisa'daki birlikler, bu yeni
haberi öğrendiklerinde yardım istemiş olmalılar, ne var ki, Pino del Agua'da kuşatma altında bulunan
askerlere, bu yoldan yardım geleceğini sezinlediğimiz için, Guisa ile El Oro de Guisa arasına, bütün
adamlarıyla birlikte Raul Castro yerleşmişti. Raul [sayfa 239} adamlarını öylesine mevzilendirmişti ki, Felix
Pena öncü gücüyle düşmanın yolunu keserken, Pena'nın komutasındaki takımla birlikte Ciro Frias ve
Raul'un komuta ettiği takımlar, derhal düşmana saldıracak, Efigenio ise arkadan dolanarak çemberi
tamamlayacaktı.
O anda gözümüzden kaçan bir şey oldu: Kollarının altına sıkıştırdıkları horozlarla son derece şaşkın
durumda, bulunduğumuz mevzilerin önünden geçen iki köylü, meğer, El Oro de Guisa'dan yol keşfi için
gönderilen iki askermiş. Bu iki köylü, birliklerimizin mevzilerini belirleyip Guisa'daki arkadaşlarını
uyarmışlar. O nedenle Raul, düşmanın saldırısına uğramıştı. Düşman, yerini bildiği için en ağır saldırıyı
Raul'ün birliğine yöneltmişti; Askerler, önceden ele geçirdikleri bir tepeden Raul'ün birliğine
saldırıyorlardı. Raul epeyce gerilere çekilmek zorunda kaldı, bu sırada adamlarından biri yaralandı,
Florencio Cjuesada adında bir başkası da öldü. Ordu sadece, Bayamo'dan gelip Oro de Guisa'dan
geçen yolda ilerliyordu. Raul, düşmanın üstünlük sağlamış olması yüzünden, geri çekilmek zorunda
kaldığı halde, düşman oldukça ağır biçimde ilerliyordu; düşman birliği bütün gün görünmedi. Gün
boyunca B-26 tipi uçaklar, dağları ateşe tuttular, ne var ki bizi bir ölçüde engellemekten ve bazı önlemler
almaya zorlamaktan başkaca başarı elde edemediler. Çarpışmanın seyri Fidel'i çok hoşnut ediyordu,
fakat aynı zamanda companeroların başına geleceklerden kaygı duyuyordu. Gerektiğinden daha çok
tehlikeye atıyordu kendisini. Sonuç olarak, birkaç gün sonra bir grup subay adına Fidel'e bir mektup
yazarak, hayatını gereksiz yere tehlikeye atmamasını devrim adına rica ettik. Biraz çocukça olan bu
mektubu yazmamıza özgeci dileklerimiz neden olmuştu. Fidel bu mektuba göz gezdirme zahmetinde
bile bulunmadı. Mektubun Fidel'i hiç etkilemediğini söylemeye bile gerek yok sanırım.
O gece, Camilo'nun yaptığı biçimde bir saldırı girişiminde bulunabileceğimizi, böylece Pino del
Agua'da bulunan birlikleri bertaraf edebileceğimizi ısrarla söyledim. Fidel benimle [sayfa 240} aynı
düşüncede olmamasına karşın, sonunda bir kez denemeye razı oldu. İgnacio Perez ve Raul Castro
Mercader'in takımlarından oluşan birliği Escalona'nın komutasında yola çıkardık. Garnizona yaklaşmak
için her olanağı deneyen yoldaşlarımız, askerlerin açtığı yoğun ateş nedeniyle saldırıya geçmeyi
denemeden geri çekilmek zorunda kaldılar. Fidel'den bu birliğin komutasını bana vermesini rica ettim.
Önce karşı çıktı ama sonunda razı oldu. Garnizonun sokulabildiğimiz kadar yakınma gitmeyi ve
askerlerin üslendiği bıçkı fabrikasında bulunan benzinden yapılmış Molotof kokteyllerle, ahşap binaları
tutuşturmayı düşünüyordum. Böylece askerler ya teslim olacak ya da panik halinde dışarı fırlayacaklardı.
Savaş alanına varıp mevzilere yerleşme hazırlığı yaptığımız sırada, Fidel'den şu kısa pusulayı aldım:
"16 Şubat 1958. Che, eğer herşey bu yandan yapılacak ve Camilo ile Guillermo'nun yardım
edemeyeceği bir saldırıya bağlıysa, bir intihar demek olan bu girişime kalkışılmaması gerektiğini
düşünüyorum. Çünkü, böyle bir durumda çok kayıp vermek, fakat hedefe ulaşamamak tehlikesi vardır.
Dikkatli olmak zorunda olduğunu önemle hatırlatıyorum. Çarpışmaya bizzat katılmayacaksın; bu kesin
bir emirdir. Şu anda gerekli olan en önemli şey, adamlarını iyi yönetmendir."

Fidel
Mesajı getiren Almeida, ayrıca sözlü olarak, pusulada belirtilenlere bağlı kalmak koşuluyla saldırıya
geçme sorumluluğunu alabileceğimi, fakat, Fidel'in buna karşı olduğunu açıkladı. Çarpışmaya bizzat
katılmamam konusundaki kesin emrin ağırlığı çökmüştü üzerime. Çarpışmada birçok savaşçının ölmesi
olasılığı, bizimle bağlantıları kopan Guillermo ve Camilo'nun birliklerinin nerede olduğunu bilmeden
garnizonu ele geçirme şansının yüksek olmayışı ve bütün bunların üstüne, sorumluluğun benim
üzerimde bulunması, ağır bir yüktü. Başımı önüme eğerek, benden önce saldırmayı deneyen
Escalona'nın izinden geri döndüm. Ertesi sabah, uçaklar durmaksızın saldırırken, genel bir geri çekilme
emri verildi. [sayfa 241} Sığınaklarından çıkmaya başlayan askerlere dürbünlü tüfekle birkaç el ateş
ettikten sonra, Sierra Maestra'nın doruklarına doğru çekilmeye başladık.
O zaman yayınlamış olduğumuz resmi bildiriden de anlaşılacağı gibi, düşman onsekizle yirmibeş
arasında ölü vermişti. Otuzüç tüfek, beş makineli ve çok miktarda cephane ele geçirmiştik. Kayıp
listesine, o sırada başına neler geldiğini bilmediğimiz Luis Macias'la, Luis Olazabal ve Quiroga gibi, uzun
süren çarpışmanın çeşitli aşamalarda yaralanan yoldaşlarımızı eklemek gerek. 19 Şubat tarihli El Mundo
gazetesinde şu haber yayınlandı:
"El Mundo, Çarşamba, 19 Şubat 1958. 16 isyancıyla 5 askerin öldüğü bildirilmiştir. Guevara'nın
yaralanıp yaralanmadığı bilinmiyor. Dün resmi bir bildiri yayınlayan Ordu Genel Kurmayı, Bayamo'nun
güneyindeki Pino del Agua'da isyancılarla önemli bir çarpışma olduğu yolundaki haberi yalanlamıştır.
Aynı bildiride ordunun keşif kollarıyla isyancı gruplar arasında birkaç çatışma olduğu belirtilmekte ve bu
ana kadar gelen haberlerde isyancıların verdiği ölü sayısının 16, ordunun kaybının ise 5 olduğu
açıklanmaktadır. Bildiride ünlü Arjantinli komünist Guevara'nın yaralandığı yolundaki haberin de henüz
doğrulanmadığı belirtilmektedir. İsyancıların liderinin çatışmalara katılıp katılmadığı bilinmemekle
birlikte, kendisinin Sierra Maestra'daki mağaralarda saklandığı açıktır."
Az sonra, hatta belki de o anda düşman, El Oro de Guisa katliamını provoke ediyordu. Katliamı
gerçekleştiren katil Sosa Blanco, 1959'un ilk günlerinde kurşuna dizildi. Diktatörlük, Fidel Castro'nun
"Sierra Maestra'nın mağaralarında saklandığını" doğrularken, Fidel'in komutası altında bulunanlar,
ondan, boş yere hayatını tehlikeye atmamasını rica ediyorlardı. Düşman güçleri merkezi üslerimize
yaklaşmamaya özellikle dikkat ediyordu. Bir süre sonra da, Pino del Agua düşman tarafından tümüyle
boşaltıldı ve böylece Maestra'nın batısındaki bölgenin tamamı kurtarıldı.
Çarpışmadan birkaç gün sonra, savaşın en önemli olaylarından [sayfa 242} biri gerçekleşti: Yüzbaşı
Almeida'nın komutasında bulunan Üçüncü Gerilla Kolu, Santiago bölgesini terk etti ve Yüzbaşı Raul
Castro Ruz komutasında "Frank Pais" adını taşıyan Altıncı Gerilla Kolu, Oriente ovalarını geçerek Los
Mangos de Baragua'ya geri, Pinares de Mayari'ye ilerleyerek, orada, yine "Frank Pais" adıyla Oriente'nin
ikinci cephesini açtı.

İlk kez:
"Verde Olivo"da yayınlandı.
(19 Şubat 1964) [sayfa 243}

30| PİNO DEL AGUA

Pino del Agua, Maestra'nın doruğunda, Pico de la Bayamesa'nın karşısında bir yerleşim yeridir.
Yüzbaşı Guerra'nın bölüğünce savunulan bu bölge, siper ve kalelerle oldukça iyi biçimde korunuyordu.
Burası Sierra Maestra'nın en içerlek bölgesidir. Saldırının hedefi, burayı ele geçirmek değildi; bir
kuşatma harekatı gerçekleştirerek, ordunun, kuşatılmış birliklerine yardım göndermesi
amaçlanmaktaydı, en yakında bulunan birlikler şu bölgelerde üslenmişlerdi: Pino del Agua'ya yaklaşık
oniki kilometre uzaklıkta bulunan San Pablo de Yao'da Sanchez Mosquera'nın bölüğü vardı; altı
kilometre uzaklıkta El Oro de Guisa'da ise, Yüzbaşı Sierra'nın bölüğü yerleşmişti; hedeften yirmibeş
kilometre uzakta, Uvero'da da, deniz kuvvetlerinin bir garnizonu bulunmaktaydı; kuşatılmış düşman
birliğinin takviye alabileceği öteki iki bölge Guisa ve Bayamo'ydu. Birliklerimiz, buralardan Pino del
Agua'ya gelebilecek düşman takviye güçlerinin yolunu, her noktada kesmişti.
16 Şubat sabahı, saat beşbuçuk sularında, Yüzbaşı Camilo Cienfuegos komutasındaki Dördüncü
Gerilla Kolu saldırıya başladı. Saldırı öylesine şiddetli biçimde gerçekleşmişti ki, nöbetçiler kolayca saf
dışı edildiler; ilk anda sekiz düşman [sayfa 245} askeri öldürülmüş, dördü tutsak edilmiş ve birçoğu da
yaralanmıştı. Bir süre sonra kendini toparlayan düşman, direnişini güçlendirmiş ve bizim taraftan,
teğmenlerden Gilberto Capote ve Enrique Noda'yla yoldaş Raimundo Lien şehit olmuştu. Companero
Angel Guevara ise aldığı ağır yaralar sonucu birkaç gün sonra öldü.
Kuşatma gün boyunca sürdürülmüş, El Oro de Guisa'dan gelen onyedi kişilik bir düşman gücünün,
keşif için Pino del Agua'ya gittiği belirlenerek saldırılmış ve bu düşman gücü tümüyle saf dışı edilmiştir;
Üç yaralı düşman askeri tutsak adılmış, tutsakları birlikte götürme olanağımız olmadığı için, bunlar, bir
köylü kulübesinde bırakılmışlardır. Bu gruba komuta eden Asteğmen Evelio Laferte halen elimizde
tutsaktır. Yaralı oldukları sanılan iki asker kaçmış, diğer bütün askerler çarpışmada ölmüşlerdir.
Yao ve El Uvero'ya giden yolları savunan birlikler, mevzilerinden çıkamadıkları için hareketsiz
kalmışlardır. Raul Castro Ruz'un komutasındaki kol çok zor koşullarda çarpışmaya katılmıştır;
karşısındaki düşman, ilerlerken önüne köylü kadın ve çocuklardan oluşan etten bir duvar ördüğü için
gerilla kolu düşmana ateş edememiştir. Bu çarpışmada companero Florentino Ouesada şehit
düşmüştür. Düşmanın verdiği kayıplar ise bilinmemektedir.
Binbaşı Raul Castro Ruz'un komutasındaki kol geri çekildikten birkaç saat sonra, düşman bizim
mevzilerimize karşı harekete geçmiş, orada bulunan ve çarpışmadan kaçmak için kulübelere sığman bir
grup ürkek ve suçsuz köylülere sığındıkları yerleri terk etmeleri emredilmiş, daha sonra da bu köylüler
makineli tüfekle taranarak içlerinden onüçü öldürülmüştür; öldürülenlerin çoğu kadın ve çocuktur.
Ordunun "zaferle" sonuçlanan bu harekatında yaralananlar Bayamo'da tedavi edilmiştir; çarpışma
üzerine resmi olmayan ilk açıklamalarda sözü edilenler bunlardır işte.
O gün çok yoğun olan sise karşın, çarpışma süresince uçaklar, devrimci güçlerin elinde bulunan
mevzileri bombalamış, [sayfa 246} fakat güçlerimize herhangi bir kayıp verdirilememiştir. Ayın 17'sinde,
öğle üzeri, kuvvetlerimiz Pino del Agua'dan çekilmiş, harekat, Altıncı Kol'un birlikleri tarafından, El Oro
de Guisa'ya yapılan yeni bir saldırıyla tamamlanmıştır. Bu çatışmanın düşmana verdirdiği kayıplar
konusunda bilgimiz yok, fakat devrimci güçler hiçbir kayıp vermediler.
Harekatın bilançosu şöyledir: Düşman kuvvetleri onsekizle yirmibeş arasında ölü vermiş, birçoğu
yaralanmış ve beş asker tutsak edilmiştir: Asteğmen Evelio Laferte, erlerden Erasmo Yera, Francisco
Travieso Camacho, Ceferino Adrian Trujillo ve yaralı olan Bernardo San Bartolome ile Martinez Carral.
Bunun dışında otuzüç tüfek, beş makineli ve çok miktarda cephane ele geçirilmiştir. Birliklerimizin daha
önce sözünü ettiğimiz kayıplarının dışında, içlerinde Yüzbaşı Camilo Cienfuegos da olmak üzere üç hafif
yaralımız vardır.
Pino del Agua'da kurmayımızın öngördüğü planın tümü gerçekleştirilememiştir, buna karşılık, ordu
karşısında tam bir zafer elde edilmiş ve düşmanın giderek bozulan morali büyük bir darbe yemiştir. Bu
çarpışma bütün ulusa, devrimin ve dağlardan kentlere inerek ve zaferlerini sürdürmek için hazırlanan
devrimci ordunun büyüyen gücünü göstermiştir.

"El Cubano Libre"


Sierra Maestra, Şubat 1958. [sayfa 247}

Sierra Maestra, 19 Şubat 1958

Binbaşı Dr. Fidel Castro


Campanero!

Acil bir zorunluluk ve içinde bulunduğumuz koşulların dayatması sonucu, saflarımızda bulunan
subay ve savaşçılar olarak, size, çarpışmalara kişisel olarak katılmanızın, birliğimizde takdir duygulan
uyandırdığını bildiririz.
Fakat, isteğiniz dışında, silahlı mücadeleyi ve her şeyden önce devrimin tamamlanmasını tehlikeye
atan, sizde sürekli bir davranış biçimi olarak gözlemlediğimiz, çatışmalara kişisel olarak katılmaktan
vazgeçmenizi rica ediyoruz.
Bunun sekter bir tutumla ya da herhangi bir biçimde güç gösterisiyle ilgisi olmadığını bilmelisiniz
companero. Bizi harekete geçiren yalnızca ve yalnıza vatanımıza, davamıza ve düşüncelerimize
duyduğumuz sevgidir. Bu ricayı size duyduğumuz sevgi ve saygı temelinde değerlendirin.
Kendi değerlerinizi abartmaksızın, omuzlarımıza yüklenmiş sorumluluğun bilincinde olmalı, dünkü,
bugünkü ve yarınki kuşakların size bağladıkları beklenti ve umutları anlamalısınız. Eğer bütün bunların
bilincindeyseniz, belki de pervasızlıkmış gibi görünen bu ısrarlı ricamızı yerine getirmelisiniz. Bu rica,
Küba'nın çıkarları adına ifade edilmektedir ve biz, sizden, Küba'nın çıkarları için bir özveride daha
bulunmanızı istiyoruz.
Ortak idealler için mücadele eden kardeşleriniz:
Binbaşı Che
Binbaşı J.Almeida
Celia Sanchez
R.Castro Ruz [sayfa 248}
Ciro Grias C.
Dr.J.Martinez Paez
Dr.S Valle
Dr. Machado
Luis Crespo
Felix Pena
Paco Cabrera
Guillermo Garcia
İgnacio Perez
M.Fajardo
Vitalio Acuna
Ramiro Valdes
Ochoa
Eduardo Sardinas
Camilo Cienfuegos
Raul Castro M.
Efıgenio Ameijeira
Luis Orl.Rodgz.
Marin
Universo Sanchez
Jose Quiala
İdelfredo Figueredo Rio
Marcos Borrero
Horacio Rodriguez
Calbcto Garcia M.
R.Jimenez Lage
Jose (okunamıyor) Sotomayor
Ernesto Casillas
Fernando Virelles İniguez
Abelardo Colome İberra
Humberto Rodriguez Diaz
J.Diz
Hermes Cardero
Olvein Botello
F. Villegas
Armando Velis [sayfa 249}

31| CAMILO

Anma, geçmişi, ölmüşleri yeniden yaşatmanın yoludur. Camilo'yu anma da geçenleri ya da ölenleri
hatırlamak anlamına gelir, ama o Küba Devrimi'nin canlı bir parçasıdır. Camilo'nun yapısı bile, kendi
başına, onu ölümsüz kılmaya yeter. Yoldaşlarımıza, onun nasıl yenilmez bir gerilla savaşçısı olduğunu
şöylece bir anlatmak istedim yalnızca. Alegria de Pio'daki acıklı ilk geri çekilmemizden başlayarak, her
zaman birlikte olduğumuz için onu anlatabilirim ve hem silah arkadaşı, neşeli zafer günlerimizin yoldaşı,
hem de gerçek bir kardeş olduğu için onu anlatmalıyım. Bize son anda katıldığından Meksika'da onu
tanıma fırsatı bulamadım. Amerika Birleşik Devletleri'nden gelmişti, kimse de salık vermemişti onu, bu
yüzden kendisine pek güvenemiyorduk -kimseye güvenemiyorduk zaten- o tehlike dolu günlerde.
Camilo, Granma'ya geldi, tüm kıtayı sarsacak mücadeleyi yürütmek üzere denizi aşan seksen ikikişinin
arasında yerini aldı. Felaketle biten Alegria de Pio çarpışmasında söylediği sözleri duymadan önce de
onun nasıl biri olduğunu anlamıştım. Savaşta, açık arazide, yaralı durumda uzanmış yatıyordum, yanı
başımda son kurşunlarını atan yoldaşımız, baştan aşağı kanlar içinde, savaşarak ölmeye hazırlanıyordu.
Bu sırada zayıfça bir [sayfa 251}
bağırış işittik: "Herşey bitti artık. Teslim olalım." O anda yaralılar arasından bir ses yükseldi: "Burada
hiç kimse teslim olmayacak!" dedi Camilo, arkasından da bir küfür savurdu.
Savaş bitti, sağ kaldık. Yoldaş Almeida'nın yardımlarıyla yeniden soluk alabildim. Beşimiz, Cabo
Cruz bayırında dolanıp duruyorduk. Ay ışığıyla aydınlanan, berrak bir gecede, düşman askerlerinden
korkmadan rahat rahat uyuyan üç kişiye rastladık. Onları düşman sanıp üzerlerine saldırdık. Bu baskını
yapanlar arasında bulunuşum ve bizi Batista'nın askerleriyle karıştırıp vurmasınlar diye beyaz bayrak
çekenin de ben oluşum nedeniyle, kötü sonuç vermeyen bu olay daha sonraları aramızda şaka konusu
oldu.
Böylece sekiz kişi olmuştuk. Camilo acıkmıştı, bir şeyler yemek ihtiyacındaydı. Nerede ve ne olursa
olsun, tek ki karnını doyursun istiyordu. Bu yüzden ciddi biçimde anlaşmazlığa düştük, çünkü köylü
kulübelerine yaklaşmak niyetindeydi. İki kez "acıkanların" önerilerine kulak verip, böyle bir şey yapmaya
kalkışmış, düşman askerlerinin eline düşmekten kıl payıyla kurtulmuştuk, düzinelerce yoldaşımız
öldürülmüştü bu yüzden. Dokuz gün dayandık, sonunda "acıkanlara" yenik düştük. Bir köylü evine girdik,
yemek yedik ve hepimiz hastalandık. En çok hastalananlardan biri de Camilo'ydu... çünkü aç kaplanlar
gibi bütün bir oğlağı yalayıp yutmuştu.
O dönemde, askerden çok doktordum. Camilo'yu özel bir perhize soktum, geride kalmasını, köylü
kulübesinden çıkmamasını önerdim, çünkü burada iyi bir bakım görebilirdi. Bu sıkıntılar geçtikten sonra,
yine bir araya geldik. Günler ardarda eklendi, haftalara, aylara dönüştü, birçok yoldaşımızın
öldürüldüğünü gördük bu arada. Camilo yeteneğini göstermiş, daha sonraları Fidel'in komutası altında
"Jose Marti" Birinci Gerilla Kolu adını alacak olan biricik sevgili gerilla birliğimizin öncü gücünde teğmen
rütbesiyle görev almıştı. Almeida ve Raul yüzbaşıydılar; Camilo öncü gücün komutanı, Efigenio
Almeijeiras artçı kolun komutasından sorumluydu. Ramiro Valdes, Raul'un mangalarından birinde [sayfa
252} teğmen, Calixto ise bir başka mangada erdi. Diğer bir deyişle, tüm güçlerimiz burada oluşmuştu.
Bense gerilla grubunun doktor teğmeniydim. Uzun süre sonra, Uvero savaşının ardından yüzbaşılığa
yükseltildim, birkaç gün geçince de kendimi binbaşı ve gerilla kolu komutanı olmuş buldum. Günün
birinde, Camilo, benim komuta ettiğim Dördüncü Gerilla Kolu'na yüzbaşı olarak katıldı. Düşmanı
şaşırtmak için bu adı takmıştık birliğimize, yoksa yalnızca iki gerilla kolumuz vardı. Camilo başarılarla
dolu savaşçılık hayatına aramızda başladı. Yorulmak nedir bilmezdi, olağanüstü coşkusuyla, tekrar
tekrar, düşman askerlerini avladı. Bir kez, düşman birliklerinden bir askere öylesine yakından ateş
etmişti ki, adam daha yere düşmeden tüfeğini elinden kapabilmişti. Başka bir zaman, düşman
öncüsünün ilk askerinin, bizim birliklerimizin hizasına kadar gelmesini beklemeyi, sonra da yandan ateş
açmayı planlamıştı. Bu tuzak gerçekleştirilemedi, zira grubumuzdan biri heyecanlanıp düşman yeterince
yaklaşmadan silahını ateşledi. O gün bu gündür, Camilo, yarattığı renkli savaş yöntemleriyle kendini
kanıtlamış gerçek bir gerillacı olarak "öncülerin kralı" lakabıyla anılır.
İkinci Pino del Agua saldırısı sırasında, Fidel bana onunla birlikte kalmayı emredip Camilo'ya da
düşmanın yanlarına saldırma sorumluluğu verdiğinde duyduğum endişeyi hâlâ hatırlıyorum. Düşünce
basitti aslında. Camilo saldıracak, düşman kampını bir ucundan ele geçirecek, sonra da tümden
kuşatacaktı. Atışlar başladığında adamlarıyla birlikte nöbetçi noktasını saf dışı etti, yerleşim merkezine
girerek yolunun üzerine çıkan tüm askerleri öldürdü ya da tutsak aldı. Düşman direniş hareketini
örgütleyip mermi barajı saflarımız arasından kurbanlarını almaya başlayana dek kasaba, ev ev ele
geçirildi. Noda ve Capote gibi çok değerli savaşçılarımızı bu çarpışmada yitirdik.
Düşmanın bir makineli tüfeği, askerle çevrili olarak ilerliyordu. Camilo, bir anda kendini tam
anlamıyla makineli tüfek ateşi sağnağı altında bulmuştu. Makineliye eşlik edenler vurulmuş, tüfeği
ateşleyen er de onu elinden atıp savuşmuştu. [sayfa 253} Şafak söküyordu. Saldırıya gece başlamıştık.
Camilo makineliyi ele geçirmek ve savunmak için ortaya atılmış, bu yüzden iki yara almıştı.
Kurşunlardan biri sol bacağına saplanmış, ikincisi karnına rastlamıştı. Savaşamaz duruma gelmiş,
yoldaşları onu taşıyıp çarpışma alanının dışına çıkarmışlardı. Biz iki kilometre uzaktaydık, aramızda
düşman vardı. Şöyle bağrışmalar işittik: "Camilo'nun makineli tüfeği bu!", "Camilo ateş ediyor!" sonra da
makineli sustu. "Yaşasın Batista!" diye bağırdıklarını duyduk. Camilo'nun öldürüldüğünü sandık.
Sonradan, karnına giren kurşunun bağırsağını ya da başka bir yaşamsal organını delmediğine şükrettik.
O acı 9 Nisan[72] günü geldiğinde, öncümüz Camilo, Oriente ovalarına gitti. Artık efsaneleşmişti,
Bayamo bölgesine gönderilen düşman askerlerinin yüreklerine korku tohumları saçıyordu. Bir kez 600
asker tarafından sarıldılar, yalnızca yirmi kişi kadardılar. Düşmanın iki tank eşliğinde ilerleyişine bütün
gün karşı koydular, gece de akıl almaz biçimde kuşatmayı yarıp kaçtılar.
Sonra, saldırıya geçtik. Korkunç tehlikeye ve Camilo'nun emrindeki güçlerin görevlerinin
yoğunluğuna karşın, Fidel başka bir cepheye gittiğinde yerini ona bırakıyordu.
Bunun arkasından, Las Villas ovalarındaki işgalin ve peş-peşe kazandığımız zaferlerin hikayesi gelir.
Arazi pek az doğal korunma noktasına sahip olduğundan başarılması güç işti doğrusu. Bu eylemler
olağanüstü bir cüretle gerçekleştirildi. Camilo'nun politik tutumu, siyasi sorunlar karşısındaki kararlılığı,
sağlamlığı ve halka inanışı da görülmeye değerdi. Neşeli, alçak gönüllü, şakacıydı. Sierra'da, bizim
büyük, yüce, isimsiz kahramanlarımızdan bir köylünün, Camilo kendisine ad takıp üstelik de çirkin bir
hareket yaptı diye gelip bana yakındığını hatırlıyorum. Günün birinde bir köylü gelip kol komutanı olarak
benimle görüşmek istediğini bildirdi. Hakarete uğradığını, kendisinin vantrlog olmadığını söyledi. Sorunu
anlayamadığımdan Camilo ile konuşmaya gittik. O, bana [sayfa 254} adamın garip davranışını açıkladı.
Meğerse, Camilo köylüye karşı biraz fazla serbestçe davranmış, "Sen vantrlogsun"[73] demiş,
vantrologun ne anlama geldiğini bilmeyen adam da bunu ağır bir hakaret sanmış.
Camilo, küçük ispirto ocağında kedi eti pişirip yeni gelenlere nefis bir yemek gibi sunardı. Bu,
Sierra'da uygulanan pek çok denemeden biriydi. İkram edilen kedi etini geri çevirdiği için "sınavı"
veremeyen çoktu. Camilo fıkra anlatmayı severdi, binlerce fıkra bilirdi. Bu da yapısının bir parçasıydı.
İnsanlara değer vermesi, onlarla anlaşma yolu bulma yeteneği de kişiliğini oluşturan öğelerden biriydi.
Bugün unuttuğumuz ya da önemsemediğimiz bu nitelikler onun tüm eylemlerine damgasını vururdu,
öylesine değerli, öylesine az insanda rastlanır niteliklerdi ki bunlar. Doğrudur, Fidel'in dediği gibi "Kültürü
kitaplardan gelmiyordu", onu cesareti, sağlamlığı, aklı, benzersiz dikkat ve özeni sayesinde binlercesinin
arasından, eriştiği konuma seçen halkın doğal zekasına sahipti. Fidel'e ve halka sınırsız bir doğruluk ve
özveriyle bağlıydı. Bu ikisine karşı doğruluktan asla ödün vermezdi. Fidel ve halk elele yürürdü, Camilo'
nun bağlılığıysa her ikisine yönelikti.
Onu kim öldürdü? Kendisi gibilerin kişiliğinde, halkın bağrında hâlâ yaşayan bu insanı kim öldürdü?
Onun gibi insanların hayatı halkın içinde sürer gider, ancak halkın kararıyla sona erer.
Onu öldüren düşmandır; çünkü ölmesini istiyordu, çünkü güvenilir uçak yoktur, çünkü pilotlar henüz
gerekli tüm deneyimi kazanmış değiller, çünkü yoğun işleri nedeniyle, Havana'ya olanaklar elverdiğince
çabuk varmak istiyordu... ve yine, onu öldüren karakteri oldu. Camilo tehlikeyi ölçmezdi, tehlike onun için
bir eğlenceydi, onunla oynardı, tehlikeyle güreşir, üzerine çeker ve şaşırtmaca yapardı; gerillacı zihniyeti
gereğince, hiçbir engel onu durduramaz, çizdiği yoldan döndüremezdi. [sayfa 255}
Herkesin onu tanıdığı, hayranlıkla sevdiği bir sırada gitti. Bu daha önce de olabilirdi. Onun tarihe
kazandırdığı görkemli dönemi tamamlayamadan hayatını yitiren nice Camilo'lar olduğunu eklemeliyim.
Camilo ve Camilo'lar (gerçekleşmeyenler ve gelecek olanlar) halkın gücünün kanıtları, savaşa girişen bir
ulusun en saf düşüncelerini savunmak için neler yaratabileceğinin ve en soylu amaçlarına erişmeye
inancının en yüce biçimde dile gelişidir.
Onu belirli kalıplar içine hapsetmek için saptama yapmayacağız bu onu öldürmek olurdu. Onu
böylece, taslak halinde bırakalım, kesinlikle tanımlanmış olmayan toplumsal ve ekonomik ideolojisine
katı sınırlar koymayalım; yalnızca, bu kurtuluş savaşında Camilo ile kıyaslanabilecek bir başka asker
bulunmadığını hatırlatalım. Kusursuz devrimci, halk adamı, Küba ulusunun kendisi için yaptığı bu
devrimin sanatçısı olarak, ruhu yorgunluk ya da yılgınlığın en küçük gölgesinin bile ne olduğunu
bilmezdi. Gerillacı Camilo, günlük evrimin sürekli öğesidir; şunu ya da bunu, "Camilo'ya özgü bir şeyi"
yapandır, Küba devrimine kesin ve silinmez izini bırakandır, bütün gerçekleşmeyenler ve bütün gelecek
olanların kalplerinde yaşayandır.
Sürekli ve ölümsüz yenilenişi içinde, Camilo halkın bir benzeridir. [sayfa 256}

32| KISA ARA OYUNU

1958 yılının nisan ve haziran aylarında, direniş hareketinde, taban tabana karşıt iki aşama
görülmekteydi.
Şubat ayından başlayarak, Pino del Agua çarpışmasından sonra, direniş hareketi giderek güçlenmiş,
isyan dalgaları durdurulmaz bir çığa dönüşmüştü. Halk, bütün ülkede, özellikle de Oriente bölgesinde
diktatörlüğe karşı ayaklanmıştı. Hareket tarafından örgütlenen genel grevin başarısızlıkla
sonuçlanmasından sonraysa gerilemeye başlayan devrim dalgası, diktatörlüğün birliklerinin Birinci
Gerilla Kolunu kuşatarak çemberi giderek daralttıkları haziran ayında, en düşük noktasına ulaştı.
Nisan ayının ilk günlerinde Camilo, güvenlikte olduğu Sierra'yı terk ederek, İkinci Gerilla Kolu
"Antonio Maceo"nın binbaşılığına atandığı Rio Cauto bölgesine hareket etti. Oriente düzlüklerinde bir
dizi etkileyici kahramanlıklar gösteren Camilo, ordumuzun ovalara inen ilk binbaşısıydı, Oralarda Sierra
Ordusunun sahip olduğu moral ve vurucu güçle savaşarak diktatörlüğü zor durumda bırakan Camilo,
başarısızlıkla sonuçlanan 9 Nisan genel grevinden birkaç gün sonra, yeniden Sierra Maestra'ya geri
döndü. [sayfa 257}
O günlerde, devrimci durumun en yüksek noktaya erişmiş olmasından yararlanarak bir dizi kamp
kuruldu. Bu kamplarda, savaşa katılmayı coşkuyla bekleyenlerin yanı sıra, zafer gününde, Havana'ya
girmek için üniformalarını kirletmeden bekleyen adamlar da vardı. Diktatörlüğün karşı saldırısının
başladığı 9 Nisan'dan sonra, bu gruplar giderek dağıldı, içlerinden bazıları Sierra'daki devrimci birliklere
katıldı.
Devrimci moral öylesine büyük bir düşüş göstermişti ki, ordu, bir af önerisinde bulunmak için ortamın
uygun olduğunu düşündü. Böylece direnişçilerin bulunduğu bölgelere havadan atılan bildiriler hazırlandı.
Bu bildirilerde şöyle denilmekteydi:
"Yurttaş! İsyancıların komplosuna karıştığın için hele kırda ya da dağlarda bulunuyorsan, yanlışını
düzeltmek ve ailenin kucağına dönmek için hâlâ bir olanağa sahipsin.
Hükümetin aldığı karara göre, silahlarını bırakıp yasalara uyarsan, hayatın korunacak ve serbest
bırakılacaksın.
Herhangi bir eyalet valisine, bulunduğun yerin belediye başkanına, tanıdığın bir kongre üyesine, en
yakın askeri ve polis merkezlerine ya da herhangi bir din görevlisine başvurabilirsin.
Bulunduğun yerde yerleşim birimleri yoksa, silahın omzuna asılmış ve ellerin havada olarak gel ve
teslim ol.
Eğer kentteysen silahını güvenlikli bir yere sakla ki, verdiğin bilgiye dayanarak yetkililer silahını
zaman geçirmeksizin oradan alabilsinler.
Zaman geçirmeksizin teslim ol, çünkü, tümüyle başarılı biçimde yürütülen operasyonlar, takviye
edilmiş güçlerle bulunduğun bölgede sürdürülecektir."
Ardından teslim olan kişilerin resimleri yayınlanmıştı; bunlardan bazıları gerçekti, bazılarıysa
uydurulmuştu. Açık olan, karşı devrimci dalganın yükselişiydi. Karşı devrimci dalga bir süre sonra
Sierra'nın doruklarında paramparça olacaktı, ama nisan ayının son ve mayıs ayının ilk günlerinde henüz
hızla yükselmekteydi. [sayfa 258}
İncelediğimiz dönemin ilk aşamasında, görevimiz, Dördüncü Gerilla Kolunun işgal ettiği Minas de
Bueycito'ya kadar uzanan cepheyi tutmaktı. Sanchez Mosquera burada üslenmişti. Savaş, iki tarafın da
ciddi bir çarpışmadan kaçındığı kısa süreli çatışmalar biçiminde oluyordu. Geceleri düşmana M-16'larla
saldırıyorduk, ne var ki artık bu silahın öldürücü gücünün çok az olduğunu öğrenen düşman, daha
yüksek tel örgüler kurmuştu; süt kutularının içindeki patlayıcı bu tel örgüye çarpıp patlıyor, bu arada çok
gürültü çıkarıyordu.
Kampımız, Minas de Bueycito'ya yaklaşık iki kilometre uzaklıkta La Otilia denen bir yerdeydi. Burada
bölgenin toprak sahiplerinden birinin evini kullanıyorduk. Bulunduğumuz yerden Sanchez Mosquera'nın
hareketlerini izleyebiliyorduk, her gün tuhaf çatışmalar oluyordu aramızda. Askerler, gün ışırken
hareketleniyor, mallarına el koydukları köylülerin kulübelerini yakıp, biz saldırıya geçmeden geri
çekiliyorlardı. Bazen de bölgeye yayılmış olan nişancılarımıza saldırıyor ve onları kaçmaya zorluyorlardı.
Bizimle ilişkide olduğundan kuşkulanılan köylülerse öldürülüyordu.
Sanchez Mosquera'nın kısmen düzlük ve ağaçsız bir alanda bulunan kampımızı neden hava
kuvvetlerine bombalattırmadığını hiçbir zaman anlayamadım. Varsayımımıza göre, kendisi bizimle
çatışmaya girmek istemiyordu, o nedenle de hava kuvvetlerinin, kampımızın kendisinin ne kadar
yakınında bulunduğunu görmesi işine gelmezdi. Çünkü bu durumda bize karşı neden saldırıya
geçmediğini açıklamak zorunda kalacaktı. Buna karşın, daha önce de söylediğim gibi, düşman birliğiyle
aramızda zaman zaman çatışmalar oluyordu.
O gün yanımda bir yaver olduğu halde, o sırada Jiba'da bulunan Fidel'le buluşmak için kamptan
ayrıldım. Yolumuz uzun olduğu için yürüyüş neredeyse bütün gün sürdü. Fidel'le bir gün birlikte olduktan
sonra ertesi gün, La Otilia'daki kampımıza dönmek üzere Fidel'den ayrıldık. Şimdi anımsayamadığım bir
nedenden ötürü yaverim orada kalmış, ben de yeni bir kılavuzla yola koyulmuştum. Bir süre bir araba
[sayfa 259} yolundan yürüdükten sonra, çayırla kaplı engebeli bir araziye ulaştık. Evin çok yakınlarında
tuhaf bir sahne görünüyordu; dolunayın ışığı altında görüntüler daha net çizgilerle çıkmıştı ortaya: Birkaç
palmiye ağacının olduğu hafif engebeli bir yerde, bazıları henüz koşumlu bir dizi ölü katır yatmaktaydı.
Atlarımızdan inip ilk katırı inceledikten sonra kurşun deliklerini görünce, kılavuzumun yüzü öyle bir
hal aldı ki kovboy filmlerinden bir sahne oynanıyordu sanki. Hani yanında sevgilisi olduğu halde dolu
dizgin at sürerken, yolunun üzerinde ölmüş bir ata rastlayan filmin kahramanı, atın okla öldürüldüğünü
görünce, içinde bulundukları durumun zorluğunu açığa vuran bir suratla "Sioklar" der. İşte kılavuzumun
suratı da bu haldeydi; belki benim yüzümde de benzeri bir anlatım vardı, fakat o anda kendimi
denetlemekle uğraşacak durumda değildim. Birkaç metre arayla beş ölü katır daha yatıyordu yerde. Bu
katır kervanı belli ki bizimdi, Sanchez Mosquera'nın devriyelerinden birine yakalanmıştı. Katırların
yanında bir de sivil birinin cesedinin bulunduğunu anımsıyorum. Kılavuz bana eşlik etmekten vazgeçmiş,
bölgeyi tanımadığını öne sürüyordu. Gitmek için atına binen adamla dostça ayrıldık.
Yanımda bulunan Baretta marka silahı doldurdum ve atımın dizginlerinden tutarak ilk kahve tarlasına
daldım. Terkedilmiş bir eve vardığımda korkunç bir sesle irkildim, neredeyse ateş edecektim. Bu korkunç
sesin sahibi, benden korkup bağırmaya başlayan bir domuzdu. Ağır ağır ve çok dikkatli biçimde
yürüyerek mevzilerimize kadar olan birkaç yüz metreyi aştım. Bulunduğumuz yerde kimse kalmamıştı,
uzun bir arayıştan sonra, uyuduğu için evde kalan bir yoldaşla karşılaştım.
Birliklerin komutasını alan Universo, gece ya da şafak sökerken bir saldırı beklediği için, evin terk
edilmesini emretmişti. Bölgeyi savunmak için birliğimiz, araziye geniş biçimde [sayfa 260} dağıldığından
ben de yanımdaki tek yoldaşla uyumaya yattım. Bu olayın benim açımdan önemi, yerimize ulaşıncaya
kadar hiç bitmeyecekmiş gibi gelen o yolu tek başıma yürürken korkumu yenmemdi. O gece yürekli
olduğumu hissettim.
Sanchez Mosquera ile yaptığımız en sert çatışma, Santa Rosa denilen çok küçük bir köyde patlak
verdi. O sabah daha şafak vaktinde Mosquera'nın köye geldiği haberini almış ve oraya ulaşmak için
hemen harekete geçmiştik. Astımım beni biraz zorladığı için ata binmiştim. Çarpışmanın geçtiği alan
karşılıklı bağlantı olmaksızın savaşılan birçok arazi parçasından oluşuyordu. Atımı bırakmak zorunda
kaldım. Yanımdaki adamlarla birlikte küçük bir tepede mevzi aldım; iki ya da üç yüksek noktaya
dağılmıştık. Düşman, hedefe tam isabet ettirtmeksizin birkaç havan topu ateşi açarak çarpışmayı
başlattı. Bir an için sağ tarafımda ateşin yoğunlaştığını fark ederek, mevziyi incelemek için oraya
yöneldiğimde, bu kez de sol yanımda çatışma yoğunlaştı; yaverimi herhangi bir yere göndererek, ateş
altında olan iki tarafın tam ortasında tek başıma kaldım. Sol yanımdan Sanchez Mosquera'nın birlikleri,
korkunç naralar atarak tepeye çıkıyorlardı. Savaş deneyimi az olan adamlarımız, isabetli atış
yapamıyorlar, geri çekilirken tek tük ateş ediyorlardı. Ağaçlıksız bir alanda tek başıma kalmış asker
şapkalarının giderek çoğaldığını görüyordum. Askerlerden biri, tepeden inerek kahve tarlasına girme ye
çalışan savaşçılarımıza saldırdı. Baretta marka tabancamla askere ateş ettim, ne var ki atışım isabetsiz
oldu, üstelik yerimi öğrenen birçok düşman nişancısı tarafından ateş altına alındım. Deriden yapılmış
fişekliğimde bin mermi olduğu halde, düşman askerlerinin küçümseyici gösterileri altında zikzak çizerek
kaçmaya başladım. Korunabileceğim ağaçlık alana yaklaşmıştım ki tabancam yere düştü. O üzücü
sabah, gurur duyabileceğim tek davranışım, tabancamı almak için geri dönüşümdür. Tüfek mermileri
yere çarpıp çevremde küçük bir toz bulutu oluşturmuştu. Yoldaşlarımın kaderinden [sayfa 261} ve
saldırının sonuçlarından hiçbir şey bilmeksizin canımı kurtardığıma inandığımda, ormanın ortasındaki
kaya parçasının arkasına gizlenerek dinlendim. Gerçi astımım birkaç metre koşmama göz yummuştu,
ama şimdi bunun bedelini ödetiyordu bana; kalbim göğüs kafesimi yırtacakmış gibi çarpıyordu. Birden
yaklaşan birinin ayak sesi duyuldu; artık kaçmam olanaksızdı (sağlığım elverseydi elbette kaçacaktım).
Gelen, birliğe yeni katılmış savaşçılardan biriydi, o da yolu kaybetmişti. "Üzülmeyin Binbaşı, sizinle
birlikte öleceğim" gibi bir şeyler söyledi beni teselli etmek için. Ölmeye hiç niyetim yoktu, tam tersine, o
an bu savaşçının annesine ilişkin hiç de hoş olmayan bir şeyler söylemek geldi içimden. Ama
söyleyemedim sanırım. O gün kendimi bir korkak gibi hissediyordum.
Gece olunca çarpışmaların bilançosunu çıkardık: Marino adlı mükemmel bir yoldaş şehit düşmüştü.
Bunun dışında düşmanın elde ettiği sonuçlar oldukça azdı. Ağzından kurşunlanmış -kimbilir hangi
nedenle katledilmişti bu köylü- bir köylünün cesedi, ordunun mevzilerinde görülen tek cesetti; askerlerse
bölgeyi terk etmişlerdi. Bizi ilk kez Sierra Maestra'da ziyaret eden daha sonra sürekli bir dostluk ilişkisi
kurduğumuz Arjantinli gazeteci Jorge Ricardo Masetti, küçük bir kamerayla öldürülen bu köylüyü filme
aldı.
Bu çarpışmalardan sonra, La Otilia'dan biraz daha içerlere çekildik. O günlerde terfi etmiş olan
Ramiro Valdes, Dördüncü Gerilla Kolunda, binbaşı olarak benim yerime getirilmişti. Savaşçılardan
oluşan küçük bir grupla ben, bölgeyi terk ederek gerilla adaylarının eğitildiği okulda komutayı almak için
yola çıktım. Bu okulda, önlerindeki görev, Oriente'den Las Villas'a yürümek olan adamlar eğitilecekti.
Bunun dışında, pek yakında gündeme gelecek bir ordu saldırısına karşı hazırlık yapacaktık. Nisan'ın son
günleriyle Mayıs'ın ilk günleri, savunma mevzilerinin hazırlanmasıyla geçti. Ayrıca, dağlarda olanaklar
elverdiğince çok yiyecek ve ilaç stokluyorduk. Başlayacağını bildiğimiz büyük bir karşı saldırıya
direnebilmek için bu hazırlıkları tamamlamalıydık. [sayfa 262}
Hazırlık çalışmalarımıza koşut olarak, şeker fabrikası sahiplerinden ve hayvancılıkla geçinen zengin
köylülerden vergi alma görevini koyduk önümüze. O günlerde hayvancılıkla uğraşan büyük toprak sahibi
Remigio Fernandez, bizi ziyarete gelmiş ve birçok şey vaat etmişti. Tabii ki Fernandez, düzlüğe
indiğinde bunların hepsini unuttu.
Şeker fabrikası sahipleri de vergi vermeye yanaşmadılar. Ne var ki iktidarımız sağlamlaştıktan sonra,
bunlarla hesaplaştık. Fakat düşman saldırısının gündemde olduğu o günlerde, savunmamız için
yaşamsal öneme sahip şeylerden yoksunduk.
Bir süre sonra Camilo'ya, önemli eserlere sahip küçük bölgemizi daha iyi koruma görevi verildi.
Küçük bölgemizde, bir verici istasyonu, bir hastane, cephane deposu ve La Plata'nın tepeleri arasında
kurulmuş küçük bir uçağın inebileceği bir havaalanı bulunuyordu.
Fidel'e göre asıl sorun düşman askerlerinin sayısı değil, herhangi bir yeri ele geçirilemez yapmak
için bize gerekli olan savaşçı sayışıydı. Bu ilkeye göre hareket etmemizi istiyordu Fidel. Taktiğimiz
buydu, o nedenle, bütünlüklü bir cephe kurmak için, bütün güçlerimiz komutanlıkta toplandı. 25 Mayıs'ta,
beklenen düşman saldırısı başladığında, elimizde kullanılabilecek ikiyüz tüfek vardı. Fidel o sıra bazı
köylülerle toplantı yapmaktaydı; kahve hasadı konusunda onlarla koşulları tartışmak üzere
gerçekleştirilmişti bu toplantı. Ordu, kahvenin toplanması için gündelikçi işçilerin buralara gelmesine izin
vermiyordu.
Ürünlerinin toplanmasına bir çözüm bulmak isteyen yaklaşık üçyüzelli köylü gelmişti o gün toplantıya
Fidel, işçilere ödeme yapabilmek için Sierra'da geçerli olacak bir para sistemi kurulmasını, doldurmak
için çuval ve palmiye lifinden yapılmış kapların sağlanmasını, üretim ve tüketim kooperatifleri
kurulmasını, ayrıca bir de denetim komisyonu oluşturulmasını önermişti. Bunların dışında, ürünün
toplanmasında gerilla ordusunun yardımı da önerilmişti köylülere. Bütün [sayfa 263} öneriler köylülerce
kabul edilmiş, tam Fidel toplantıyı kapatacakken makineli tüfekler ateşe başlamıştı. Düşman ordusu,
Yüzbaşı Angel Verdecia'nın adamlarıyla çatışmaya girmişti. Düşman hava kuvvetleri de ortalığı kasıp
kavuruyordu.

İlk kez:
"Verde Olivo"da yayınlandı.
(23 Ağustos 1964) [sayfa 264}

33| ÖNEMLİ BİR TOPLANTI

1958 yılının 3 Mayıs'ında, Sierra Maestra'da Los Altosde Mompie'de, bütün bir gün boyunca, çoğu
insanın bilmediği bir toplantı yapıldı. Bu toplantının, devrimci stratejinin belirlenmesi açısından önemi
büyüktür. Günün ilk saatlerinden gecenin ikisine kadar süren bu toplantıda "9 Nisan" yenilgisinin
sonuçları ve yenilginin nedenleri çözümlenerek hareketin yeniden düzenlenmesi ve diktatörlüğün elde
ettiği zaferin yol açtığı zayıflıkların giderilmesi için gerekli olan önlemler saptanmıştır.
Ulusal Yönetimde bulunmamama karşın, daha önce sert biçimde eleştirdiğim companerolar Faustino
Perez ve Rene Ramos Latour'un ("Daniel") ısrarı üzerine toplantıya katıldım. Sözünü ettiklerimin
dışında, orada bulunanlar şunlardı: Fidel, Vilma Espin (illegalitede "Debora" kod adını kullanıyordu),
Nico Torres, Luis Busch, Celia Sanchez, Marcelo Fernandez ( o sıralar "Zoilo" diyorduk ona), Haydee
Santamaria, David Salvador ve öğleye doğru gelen Enso İnfante ("Bruno").
Kentlerdeki yoldaşların davranışlarının değerlendirildiği toplantı gergin bir hava içersinde yapıldı; o
güne kadar bu [sayfa 265} companerolar, 26 Temmuz Hareketi'nin kentlerdeki yöneticileri olmuşlardı.
Daha önce durumun yanlış değerlendirilmesinin sonuçları görüşüldü. Orada bulunan devrimcilerin
çoğunluğu için, Fidel'in manevi otoritesi, tartışılmaz saygınlığı ağır basmıştı. Hareketin kentlerdeki
yönetimi, düşmanın gücünü küçümsemiş ve kendi öznelciliğini, öznel öğenin harekete geçirilmesi için
kullanılan yöntemleri dikkate almaksızın, çok abartmıştı. Fakat en önemlisi, savaşın daha önceki bütün
süreci içinde, birbiriyle çelişen iki düşüncenin tahlil edilerek karara varılmasıydı. Gerilla savaşı düşüncesi
bu toplantıdan zaferle çıkmış, Fidel'in saygınlık ve yetki gücü sağlamlaşmış, o zamana kadar kent
yönetimine bağlı olan milisi de içerecek biçimde tüm silahlı güçlerin komutası Fidel'e verilmiş, aynı
zamanda hareketin genel sekreterliğine atanmıştı.
Çözümlenmesine çalışılan olaylarda tek tek kişilerin katılımı söz konusu olduğunda, çok sert
tartışmalar ortaya çıktı. Bu tartışmaların belki de en serti, mücadelenin örgütlenmesinde, Sosyalist Halk
Partisi'nin her türlü katılımına şiddetle karşı çıkan işçi temsilcileriyle yapıldı. Grevin değerlendirilmesinin
ortaya çıkardığı gibi, grev hazırlığında öznelcilik ve darbeci düşünceler büyük ölçüde etkili olmuştu. 26
Temmuz Hareketi'nin görünürde sahip olduğu işçi hücreleri örgütlerinden oluşan dev düzenek, eylem
anında parçalanmıştı. İşçi temsilcilerinin serüvenci politikaları acımasız gerçekliğe çarpmıştı. Yalnız,
yenilginin tek suçlusu bu işçi temsilcileri değildi; bize göre, işçi delegesi David Salvador, Havana
sorumlusu Faustino Perez ve kent milisinin komutanı Rene Ramos Latour yenilginin en büyük
sorumluluğunu taşıyorlardı omuzlarında.
David Salvador'un suçu, sekter bir grev düşüncesini savunması ve bunu hayata geçirerek öteki
hareketleri, hareketimizin peşinden gitmeye zorlamasıydı. Faustino, net bir bakış açısına sahip olmadığı
için, başkentin, kendi milisleri tarafından ele geçirilebileceğine inanıyor, bu arada gericiliğin kentlerdeki
[sayfa 266} gücünü doğru değerlendiremiyordu. Daniel'in suçu da Faustino gibi bakış açısındaki sakatlıktı.
Burada söz konusu olan, bizim birliklerimize koşut olarak örgütlenen kent milisleridir. Ancak, bu milisler
eğitimden geçmemişlerdi. Savaş azmine sahip olmayan bu milisler savaşın sert ayıklama sürecini
yaşamamışlardı.
Dağ ve kent ayrımı bir gerçekti. Sierra temsilcilerinin gerilla savaşında ulaştıkları yüksek gelişme
derecesi, kentlerdeki savaşçılarınsa bu açıdan oldukça geri noktalarda bulunmaları sonucunda, bu
ayrım için belirli nesnel nedenler ortaya çıkıyordu, fakat olağanüstü önemli bir başka etken daha vardı ki,
bunu, işe bağlı biçim değiştirme olarak adlandırabiliriz. Kentlerdeki yoldaşlar çevrelerinde çalışmak
zorundaydılar ve giderek o koşullar için uygun çalışma yöntemlerini, hareket için en uygun ve tek olası
yöntem olarak düşünmeye alıştılar. Ayrıca, insani açıdan bakıldığında doğal olan bir başka düşünceye
daha saplanarak kentleri dağlardan göreli olarak daha önemli görmeye başladılar.
Diktatörlüğün silahlı güçleri karşısında başarısız kalınmasından sonra, hareketin yönetiminin tek bir
gücün, Sierra'nın elinde bulunduğu, somut olarak söylendiğinde, hareketin liderinin silahlı devrimci
güçlerin komutanı Fidel Castro olduğu, açıkça görüldü. Yorucu ve çoğu kez sert tartışmalarla geçen
toplantıda, Faustino Perez'in görevden alınması ve yerine Ochao'nun getirilmesi; David Salvador'un
görevininse Nico Torez'e verilmesi kararlaştırıldı. Sierra tarafından yönetilecek yeni bir genel grev
hazırlanması için bütün işçi güçlerinin birliği sorunuyla ilgili olarak Nico, disiplinli bir biçimde
"stalinistler"le çalışacağını açıklamış, fakat aynı zamanda, böyle bir çalışmadan yarar ummadığını
söylemişti. Bu sözlerle, Sosyalist Halk Partisi'nden companerolar la düşünce birliğini belli ediyordu. Bu
açıdan, Nico'nun David Salvador'un yerine getirilmesi, savaşın planlanmasında önemli bir gelişim
sağlamadı. Daniel'in görevden alınmasıysa, Fidel, milislerin doğrudan [sayfa 267} komutanı olduğu için
gerçekleşti. Ayrıca, hareketin özel görevlisi olarak Haydee Santamaria'nın Miami'ye gitmesi ve orada
sürgündeki örgütlerin mali işlerini yürütmesi kararlaştırıldı. Siyasal alandaysa, Ulusal Yönetimin, Sierra
Maestra'ya gitmesi, Ulusal Yönetim içinde Fidel'in genel sekreter görevini yerine getirmesi, beş kişiden
oluşan bir sekreterlik kurulması karar altına alındı; sekreterlikte, biri mali işlerle, biri politik işlerle, biri de
işçi sorunlarıyla ilgili üç yoldaş yer alıyordu; bu görevlere hangi yoldaşların getirildiğini şu an
anımsamıyorum. Silah gönderilmesi, silahların nerelerde kullanılacağı ve dış ilişkiler Fidel'in
sorumluluğunda bulunuyordu artık. Görevlerinden alınan üç yoldaş Sierra'ya gidecekler ve orada, David
Salvador işçi temsilciliği görevini yerine getirecek, Faustino ve Daniel binbaşı rütbesiyle savaşa
katılacaklardı. Yeni başlayan düşman ordusu saldırısına karşı aktif olarak çarpışmalara katılan bir gerilla
kolunun komutası Daniel'e verilmişti. Daniel, geri çekilen bir düşman birliğine saldırdığı sırada birliğinin
başında şehit oldu. O, devrimci yaşamıyla, kahramanlarımız arasında onurlu bir yere sahiptir.
Faustino ise, bir dizi sorunu çözmek ve kent yönetimindeki görevini kendisinin yerine atanan yoldaşa
devretmek amacıyla Havana'ya gitmek için izin istedi; işleri yoluna koyduktan sonra Sierra'ya gelip
savaşa katılacaktı. Bir süre sonra gerçekten de Sierra'ya gelip Fidel Castro'nun komutasındaki "Jose
Marti" Birinci Gerilla Kolu saflarında savaştı ve zafer gününü yaşadı. Tarihsel olaylar yazılırken
gerçekliğe uymak zorunlu olduğundan, çok değer verdiğimiz bu companeronun, hareket içinde, belirli bir
dönemde bize karşı tavır aldığı da açıkça söylenmelidir. Faustino, her zaman saygın ve yürekli bir
savaşçı olmuştur. Bir kez ben de cesaretinin görgü tanığı oldum: Miami'den bize silah getiren bir uçak,
düşman hava güçleri tarafından görülmüş ve hasara uğratılmıştı. Faustino, kurşun sağnağı altında
düşmanın eline geçmemesi için benzin dökerek yakmıştı uçağı. Onun bütün yaşamı, kusursuz devrimci
niteliğine kanıttır. [sayfa 268}
Aynı toplantıda önemsiz başka kararlar da alındı ve karşılıklı ilişkilerimizde ortaya çıkan bir dizi sorun
çözümlendi. Kentlerde hareketin örgütlenmesine ilişkin Marcelo Fernandez'in okuduğu raporu
dinledikten sonra, bu yoldaşı, Ulusal Yönetimin bu toplantısında alınan kararlar ve toplantının sonuçları
üzerine, hareketin taban örgütleri için, bir rapor hazırlamakla görevlendirdik. Toplantıda sunulan bir
başka rapor da, Sivil Direnme[74] Hareketi örgütlenmesi üzerineydi; yapılanması, çalışma biçimi,
bileşimi, yaygınlaşması ve güçlenmesi için gerekli önlemler anlatılıyordu. Companero Busch, Sürgün
Komitesi hakkında bilgi verdi; Mario Llerenas'ın zayıf bir durumda olduğunu, Urrutia ile uzlaşmaz
karşıtlık içinde bulunduğunu anlattı. Urrutia'nın hareketimizin adayı olduğunu vurgulayarak şeref maaşı
bağlama kararı aldık. O zamana kadar, hareketin sürgündeki tek resmi temsilcisi olarak bu maaş,
Llerena'ya verilmekteydi. Ayrıca işlerimize müdahale etmeyi sürdürmesi halinde Llerena'nın Sürgün
Komitesi başkanlığından ayrılması kararlaştırıldı. Yurtdışında sorunlar çoktu. Örneğin New York'ta
Barron, Perez Vidal ve Pablo Diaz önderliğindeki gruplar birbirlerinden ayrı olarak çalışıyor, zaman
zaman aralarında çatışmalar çıkıyor, birbirlerinin işlerine müdahale ediyorlardı. Toplantıda aldığımız bir
başka karara göre, Fidel, ilticacılara ve sürgünde yaşayan yurttaşlara bir mektup yazarak 26 Temmuz
Hareketi'nin Sürgün Komitesinin tek resmi örgüt olarak tanındığını bildirecekti. O sıralar, Larrazabal'ın
başında bulunduğu Venezuela Hükümeti'nin yaptığı bir öneri de enine boyuna tartışıldı. Venezuela
Hükümeti hareketimizi destekleme sözü vermişti; bu söz yerine getirildi. Larrazabal'a yönelteceğimiz tek
şikayet, gönderdiği silahlarla birlikte "değerli" Manuel Urrutia Lleo'yu da bir uçağa bindirerek bize
göndermesiydi. Gerçekte böylesine üzücü bir seçimden sorumlu olan bizdik. [sayfa 269}
Toplantıda başka kararlar da alındı. Örneğin, Miami'ye gidecek olan Haydee Santamaria'nın dışında,
Luis Busch'un da Caracas'a gitmesi uygun görüldü. Busch, Urrutia ile ilgili olarak kesin talimatlar almıştı.
Carlos Franqui ise, Direniş Radyosu'nun yönetimini almak için Sierra'ya çağrıldı. Bağlantı, ara istasyon
olarak Venezuela ile radyo üzerinden ve kod kullanılarak kurulacaktı. Savaşın sonuna kadar kullanılan
kodları Luis Busch hazırladı.
Alınan kararlara dikkat edildiğinde bu toplantının önemi görülmektedir. Hareketin birçok somut
sorunu sonunda çözüme kavuşmuştu. Çözümlenen sorunların başında, Fidel'in silahlı devrimci güçlerin
başkomutanı ve örgütün genel sekreteri olarak ikili işleviyle, savaşın politik ve askeri yönetimini eline
alması geliyordu. Ülkeyi devrimcilerin kontrolüne geçirebilmek için, doğrudan silahlı mücadeleyi başka
bölgelere yayma amacında olan Sierra'nın yönlendiriciliği kabul edilmişti. Böylece sözde devrimci bir
genel greve ilişkin safça hayallerden vazgeçilmiş oluyordu. Böylesine büyük bir patlamanın
gerçekleşmesi için durum gerektiği kadar olgunlaşmadan, böylesine büyük bir eylemin gerektirdiği uygun
hazırlık için ön çalışmalar yapılmadan genel grev örgütlemek olanaksızdı. Alınan kararlar gereğince,
yönetimin Sierra'ya taşınması, Fidel'i yetkisini tam olarak uygulamaktan alıkoyan karar almada ortaya
çıkan bazı sorunları, nesnel olarak çözmüştü. Doğru bir tavır almış bulunmaları ve olayları şaşmaz
biçimde çözümleyebilmeleri sonucu, Sierra savaşçılarının politik üstünlüğü bir gerçek olarak biliniyordu
artık. Devrimci bir genel grevin örgütlenmesi, 9 Nisan öncesinde yapılan toplantıda açıkladığı biçimde
gerçekleşirse, hareketin güçlerinin başarısız kalabileceğini söyleyerek önerilen genel greve kuşkuyla
yaklaşmamızda haklı olduğumuz görülmüştü.
Çok önemli bazı görevlerin üstesinden de gelinmeliydi: Herşeyden önce kısa süre sonra başlayacak
düşman saldırısını püskürtmek zorunluydu. Devrimin ana üssü olan Fidel'in komutasındaki Birinci Gerilla
Kolu Komutanlığının, düşman [sayfa 270} askeri güçleri tarafından giderek kuşatılması söz konusuydu.
Önemli görevlerimizden bir başkası da, ovaların ele geçirilmesiydi; merkezi eyaletler kontrol altına
alınacak, son olarak da rejimin tüm politik ve askeri aygıtı parçalanacaktı. Bu görevleri yedi ayda yerine
getirdik.
O günlerde en önemli sorun, Sierra cephesini sağlamlaştırmak, Kübalılara seslenerek halkımız
arasında devrimci düşüncelerin yaygınlaşmasını sağlayacak küçük bir devrimci kalenin güvenliğini
sağlamaktı. Yurtdışıyla da ilişkiler kurmuştuk, bu ilişkilerin sürdürülmesi bizim açımızdan çok önemliydi.
Bir süre önce Fidel'le Justo Carrillo arasında geçen bir telsiz konuşmasının tanığı olmuştum. Justo
Carrillo, askeri diktatörlüğün adayı olan Montecristi grubunu temsil ediyordu. Bu grup içinde, bizzat
Carillo ve Barquin gibi emperyalizmin etkin temsilcileri bir araya gelmişti. İyi yürekli Justo, o konuşmada
Fidel'e yeryüzünde cennet vaat etti, ancak karşılığında, Fidel'in bir açıklama yaparak "dürüst" askerleri
desteklediğini söylemesini istiyordu. Fidel, bunun olanaksız olmadığını, fakat böyle bir açıklamanın,
halkımızın askerler tarafından katledildiği bir zamanda, hareketimizce anlaşılmasının zor olacağını,
ayrıca hepsi aynı çatı altında bulunduğu için kimin iyi kimin kötü asker olduğunun tam olarak
bilinemeyeceğini, söyledi. Kısaca, Fidel istenen açıklamayı yapmadı. Bir birlik çağrısı kaleme alınması
grubun zayıf birliğinin, silahlı hareketi kendi çıkarları için kullanmaya kalkışan, Caracas'ta [75] yerleşmiş
bazı tutarsız kişiler tarafından parçalanmasına izin verilmemesi için, eğer yanlış anımsamıyorsam,
Llerena ve Urrutia ile de konuşuldu. Caracas'ta bulunan bu kişiler, yurtdışında tanınmamızı amaçlayan
uğraşlarımızı temsil ediyorlardı, o nedenle kendilerine karşı dikkatli davranmak zorundaydık.
Bu toplantıya katılanlar, toplantı sona erdikten hemen sonra dağıldılar. Benim görevim, bir dizi
bölgeyi denetlemek ve küçük askeri birliklerimizle savunma hatları kurmaya çalışmaktı. [sayfa 271} Bu
savunma hatları, dağlık bölgelerde (Crescencio Perez'in kötü silahlanmış birliklerinin bulunduğu Sierra
de Caracas'tan, Ramiro Valdes'in silahlı güçlerinin yerleştirildiği La Botella ya da La Mesa bölgesine
kadar) gerçekten güçlü bir direniş başlayıncaya kadar, düşman ordusunun baskısına karşı koyacaktı.
Birkaç gün sonra, Batista ordusunun "kuşatma ve yok etme saldırısı" başladığında, bu küçük
bölgenin savunması için, elimizde ikiyüz tüfekten fazla silah yoktu.

İlk kez:
"Verde Olivo"da yayınlandı.
(22 Kasım 1964) [sayfa 272}
34| SON SALDIRI: SANTA CLARA ÇARPIŞMASI

9 Nisan genel grevi, bir an bile rejimin istikrarını tehlikeye sokmamış tersine bizim için sarsıcı bir
yenilgi olmuştu, yalnız bu kadar da değil: Bu acı olaydan sonra, hükümet, devrimin parçalanmasını
Sierra Maestra'ya da taşımak amacıyla, yenilgi bölgelerinden çektiği birlikleri Oriente'ye sevk edebilmişti.
Savunmamız giderek Sierra Maestra'nın içlerine çekilmiş, hükümetin mevzilerimize karşı harekete
geçirdiği alayların sayısı çok yükselmişti. 25 Mayıs'ta, bizim ileri karakolumuz olan Las Mercedes köyüne
düşman saldırısı başladığında, düşman askerlerinin sayısı onbini bulmuştu.
Batista ordusunun savaş gücünün yetersizliği söz konusuydu, ama bizim de savaş malzememiz
olağanüstü kısıtlıydı: Her türden onbin silaha karşı, yalnızca ikiyüz tüfeğimiz vardı. Bu durum büyük bir
olumsuzluktu bizim için. Adamlarımız iki gün boyunca on-onbeş silaha karşı bir silah oranıyla yiğitçe
dövüştüler. Bunun da ötesinde, küçük grubumuz köyü terk etmek zorunda kalana dek, havan toplarına,
tanklara ve uçaklara karşı da mücadele etti. Bu grubun komutanı, bir ay sonra savaşırken şehit düşecek
olan yüzbaşı Angel Verdecia idi. [sayfa 273}
Tam o günlerde Fidel'e hain Eulogio'dan bir mektup geldi. Eulogio Cantillo, şarlatan politikacılığına
uygun davranarak, düşman kuvvetlerinin başkomutanı sıfatıyla direnişçilerin başkomutanına yazdığı
mektupta, saldırının ne pahasına olursa olsun sürdürüleceğini ve "adamın" (yani Fidel'in) ayağını denk
almasını, saldırının sonucunda nelerin olacağını göreceğini bildiriyordu. Gerçekten de düşman saldırısı
sürdürülmüş, ikibuçuk ay içinde meydana gelen şiddetli çatışmalarda düşman, binden fazla ölü, yaralı ve
tutsak vermiş, ayrıca çok sayıda asker firar etmişti. İçlerinde bir tank, oniki roketatar, oniki ayaklı
makineli, yirmiden fazla hafif makineli ve çok sayıda otomatik tüfek olmak üzere altıyüz düşman silahını
ele geçirmiş, bunun dışında olağanüstü miktarlarda cephane ve savaş donanmayla ellidört tutsak ele
geçirmiştik. Tutsaklar savaşın sonunda Kızıl Haç'a teslim edildi.
Sierra Maestra'ya yaptığı bu son saldırıda Batista ordusunun beli kırılmıştı, ama henüz tam olarak
yenilgiye uğratılmış değildi. Savaşı sürdürmek zorundaydık. O zaman en son savaşın stratejisi
hazırlanmış, üç hedefe saldırılması planlanmıştı: Bu hedeflerden biri benim gideceğim Las Villas'tı.
Adanın öteki ucunda bulunan Pinar del Rio ise, artık "Antonio Maceo" İkinci Gerilla Kolunun komutanı
olan Binbaşı Camilo Cienfuegos'un gideceği ikinci hedefti. Böylece Camilo, uzun yürüyüşlerle bütün
Küba'yı geçerek en uçtaki Mantua'ya kadar ilerleyen büyük tarihi komutanın 1895'deki [76] harekatını
anılarda yeniden canlandıracaktı. Ancak Camilo programının bu ikinci bölümünü gerçekleştiremedi,
çünkü savaşın zorunlu koşulları nedeniyle Las Villas'ta kalmıştı.
Sierra Maestra'ya saldıran alaylar yok edildikten, devrimci cephe eski durumuna geldikten,
birliklerimizin morali ve gücü de yükseldikten sonra, merkez eyaletlerden Las Villas'a yürüme kararı
alındı. Bana verilen stratejik görev, adanın [sayfa 274} iki ucu arasındaki bağlantıyı kesmekti. Ayrıca, o
bölgenin dağlarında bulunan bütün politik gruplarla ilişki kuracaktım. Son olarak da, komutam altında
bulunan bölgeyi yönetmek için geniş yetkiler almıştım. Bu tasarılarla ve oraya dört gün içinde varmayı
planlayarak 30 Ağustos 1958'de kamyonla hareket etmek üzereyken meydana gelen bir olay
hesaplarımızı altüst etti: Aynı gece üniforma ve harekete hazır bekleyen kamyonlar için benzin taşıyan
bir kamyonet geldi, ayrıca aynı anda silah yüklü bir uçak da yolun kıyısındaki alana indi. Uçak, tam inişe
geçtiğinde gece olmasına karşın düşman tarafından görülmüş, alan akşam sekizden sabah beşe kadar
sistemli biçimde bombalanmıştı. Saat beşte uçağın düşman eline geçmesini ve aynı zamanda, gün
ışığında bizim için daha tehlikeli olacak bombardımanı engellemek için, uçağı yaktık. Düşman kuvvetleri
hava alanına girdiler; benzin getiren kamyonet de düşmanın eline geçmişti. Böylece, 31.Ağustos günü,
ne atımız ne de kamyonetimiz kaldığından, yaya olarak yola koyulduk. Manzanillo'dan Bayamo'ya giden
yolu geçince taşıt bulabilmeyi umuyorduk. Gerçekten de bulduk, ne var ki, 1 Eylül'de öylesine bir kasırga
koptu ki, Carretera Central[77] dışında bütün yollar geçilmez duruma geldi. Carretera yolu, Küba'nın bu
bölgesindeki tek asfalt yoldu; böylece yürüyüşümüzü at sırtında ya da yaya gerçekleştirmek zorunda
kaldık. Yükümüz ağırdı; bol miktarda cephane, kırk roketli bir bazuka, uzun bir yürüyüşte ve kamp
kurmakta gerekli olacak çeşitli malzemeler taşıyorduk.
Bizden yana olan Oriente bölgesinde bulunmamıza karşın zor günler geçirdik, kabarmış nehirleri,
taşarak ırmak ya da kanal haline gelmiş dereleri aşıyor, bu arada cephaneyi, silahları ve bazuka
mermilerini ıslatmamak için sonsuz bir çaba harcıyorduk. Sık sık yorgun atları değiştirmemiz, yeni atlar
bulmamız gerekiyordu. Oriente eyaletinden uzaklaştıkça, yerleşim bölgelerine yaklaşmamaya özen
gösteriyorduk. [sayfa 275}
Sel altında kalmış zorlu arazilerden geçtik. Verdiğimiz molalarda sivrisinekler bir an bile rahat
vermedi bize. Az ve kötü besleniyor, çamurlu dere sularını hatta bataklık sularını içiyorduk. Günlük
yürüyüşlerimiz giderek uzamış ve korkunç bir hal almıştı. Yola çıkmamızdan bir hafta sonra, Camagüey'i
Oriente'den ayıran Jobabo'yu geçtiğimizde epeyce güçten düşmüştük. Şimdiye kadar geçtiğimiz,
bundan sonra da geçeceğimiz nehirler gibi, bu nehir de taşmıştı. Birliğimizde ayakkabı sıkıntısı etkili
olmaya başlamıştı; bir çok yoldaşımız güney Camagüey'in çamurlu topraklarında yalınayak yürüyordu.
9 Eylül'de, La Federal adlı bölgeye girerken öncü kolumuz bir düşman pususuna düştü, bu yüzden
iki yoldaşımızı yitirdik. Ama bundan daha beteri, düşmanın yerimizi öğrenmiş olmasıydı. O andan sonra
peşimizi hiç bırakmadılar. Kısa bir çarpışmadan sonra oradaki garnizonu yok ederek dört de tutsak aldık.
Artık çok dikkatli olmalıydık, çünkü düşman hava kuvvetleri yürüyüş rotamızı yaklaşık olarak biliyordu.
Bir-iki gün sonra, Laguna Grande olarak bilinen bir yere vardık ve orada, bize kıyasla daha iyi atlara
sahip olan Camilo'nun birliğiyle karşılaştık. Burada öylesine çok sivrisinek vardı ki, cibinlik olmadan
uyumak olanaksızdı. Oysa çoğumuzda yoktu cibinlik. Bu bölgeyi, sivrisinekleri nedeniyle hiç
unutamıyorum.
Yorucu yürüyüş günleri... Çamur ve bataklıktan başka bir şey görünmüyor. Aç ve susuzuz. Çok ağır
ilerliyoruz; bacaklarımız kurşun gibi, silahlarımız her zamankinden daha ağır geliyor. Kamyonlara binen
Camilo'nun birliğinin bize bıraktığı atlarla daha iyi yol alıyorduk, fakat onları da Macareno şeker
fabrikasının yakınlarında bırakmak zorunda kaldık. Bizi karşılayacak olan öncüler gelmeyince kendi
başımıza serüvene atıldık. Cuatro Companeros denilen bölgede öncümüz bir düşman birliğiyle karşılaştı
ve şiddetli bir çatışma oldu. Çatışma gün ışırken başlamış, birliğin büyük kısmını zar zor sık ağaçlı bir
ormanda toplayabilmiştik. Ama, düşman [sayfa 276} kanattan saldırıya geçmişti. Geride kalan,
demiryolunu aşıp ormana doğru gelmeye çalışan yoldaşlarımızı koruyabilmek için, şiddetli bir
çarpışmaya girdik. Kısa süre sonra da düşman uçakları yerimizi keşfetti. B-26'lar, C-47'ler, C-3 tipi büyük
keşif uçakları ve öteki küçük uçaklar, ikiyüz metreden fazla olmayan bir arazi parçasını var güçleriyle
bombalıyorlardı. Sonunda oradan çekilmek zorunda kaldık; bir yoldaşımız ölmüş, birçoğu da
yaralanmıştı. Yaralananlardan biri olan Binbaşı Silva savaşın geri kalan kısmını omuz kemiği kırık olarak
tamamladı.
Ertesi gün durum biraz daha iç açıcıydı. Birliklerinden kopmuş bir çok savaşçının yeniden bir araya
gelmesiyle bütün birliği yeniden oluşturmuştuk. Adamlarımızdan yalnızca 10'u bulunamamıştı, daha
sonra onların da Camilo'nun koluna katılarak Yaguajay'da Las Villas Eyaleti'nin kuzey sınırına kadar
gittiklerini öğrendik.
Bütün bu sıkıntılara karşın, köylülerden gördüğümüz cesaret verici destekten hiç yoksun kalmadık.
Bize yol gösterecek, ya da yürüyüşümüzü sürdürebilmemiz için gerekli olan ihtiyaçlarımızı giderecek biri
çıkıyordu her zaman. Elbette Oriente'de bulduğumuz destek halkın bütününün tavrı değildi, fakat yine de
her yerde yardımımıza koşan birileri oluyordu. Bir çiftlikten geçerken bazen ihanete de uğruyorduk, fakat
bu, halkın, bize doğrudan karşı tavır alışı olarak değerlendirilemez, çünkü bu insanların yaşam koşulları,
onları, toprak sahibinin kölesi yapmıştı. Günlük ekmeklerini yitirmekten korktukları için, oradan
geçtiğimizi hemen toprak sahibine bildiriyorlar, toprak sahibi de gönüllü olarak bu bilgiyi askeri
makamlara ulaştırıyordu.
Bir gün küçük sahra radyomuzdan, General Francisco Tabernilla Dolz'un bildirisini dinledik. O bilinen
kibirli edasıyla Che Guevara'nın komutasındaki kuvvetlerin yok edildiğini açıklıyor, öldürülenlerin ve
yaralananların adlarını veriyordu. Bu bilgiler, birkaç gün önce düşmanla yaptığımız o talihsiz çatışmada
ele geçirilen bazı sırt çantalarımızdaki belgelerden [sayfa 277] alınmış ve ordu genel kurmayının ürettiği
yanıltıcı haberlerle karıştırılarak bildiri haline getirilmişti. Ölüm haberimiz birliğimiz içinde büyük bir neşe
kaynağı olmuştu, fakat giderek bu neşe yerini karamsarlığa bıraktı. Çünkü açlık, susuzluk, yorgunluk ve
çevremizdeki çemberi giderek daraltan düşman ordusu karşısında duyulan güçsüzlük ve herşeyden
önce, köylüler arasında "Mazamorra"[78] olarak bilinen ve savaşçılarımızın her adımını işkence haline
getiren bir çeşit ayak hastalığı nedeniyle, hayaletler ordusuna dönmüştük. Çok zor ilerliyorduk.
Birliğimizin sağlığı günden güne bozuluyordu. Yiyecek bir gün olursa ertesi gün olmuyor, üçüncü günse,
şöyle böyle bir şeyler yiyebiliyorduk. Bunun da içinde bulunduğumuz kötü duruma elbette hiçbir yararı
olmuyordu. En çetin günleri kuşatma altında bulunduğumuz Baragua Şeker Fabrikası dolaylarında
geçirdik. Mikrop yuvası bataklıklar içinde bir damla içecek su bulamadan, tepemizde bombalamayı ara
vermeksizin sürdüren düşman uçaklarıyla ilerlemeye çalışıyor, bataklığı geçemeyecek durumda olan
çok zayıf düşmüş yoldaşlarımız için bir tek at bile bulamıyorduk. Çamurlu su ayakkabılarımızı
parçalamıştı. Yürürken, bataklığın içindeki sazlar ayaklarımızı yaralıyordu. Baragua'daki düşman
çemberini zar zor yarıp Jugaro'dan Maron'a uzanan, Kurtuluş Savaşı'nda [79] yurtseverlerle İspanyollar
arasında kanlı çarpışmalara sahne olan ünlü yola çıktığımızda, gerçekten acınacak durumdaydık.
Kendimizi biraz olsun toparlamak için dinlenmeye zamanımız yoktu. Sağnak halinde yağan yağmur
yürüyüşü sürdürmek zorunda bırakmıştı bizi. Kötü hava koşulları ve düşman saldırısı ya da düşmanın
yakınlarda bulunduğunu haber almamız nedeniyle, durmadan yürüyorduk. Birliğimiz iyice güçten
düşmüş ve moral bozukluğu baş göstermişti. Adamlarımızın yürümelerini sağlamak için hakaret
etmekten, bağırıp çağırmaktan ve acı söz söylemekten başka bir çarem kalmadığı anda, uzaklardan
beliren [sayfa 278} bir görüntü, gerillaların cesametlerini toplamalarına ve dinçleşmelerine yetti. Bu,
adamlarımızın ilk kez gördüğü Las Villas Sıradağlarının mavi parıltısıydı.
O andan sonra benzer zorluklar daha bir dayanılır oldu, herşey daha kolaylaşmıştı sanki.
Camagüey'le Las Villas'ı ayıran Jucaro ırmağını yüzerek geçip ikinci kuşatmayı da yardık. Yeni bir
güven duygusuyla dolmuş gibiydik.
İki gün sonra Trinidad-Sancti Spiritus dağlık bölgesinin tam ortasında, tehlikeden uzak, savaşın yeni
dönemine başlamaya hazır bulunuyorduk. İki gün sonra dinlenebilecektik ancak. Şimdi yürüyüşümüzü
sürdürmek zorundaydık. Çünkü 3 Kasım'da yapılacak seçimleri engellemek için hazırlık yapmamız
gerekiyordu. Las Villas dağlık bölgesine 16 Ekim'de gelmiştik. Zamanımız az, önümüzdeki görevse çok
büyüktü. Camilo görevini yerine getirerek, kuzeyde, diktatörlük yanlıları arasında korku salıyordu.
Sierra del Escambray'da görevimiz belirlenmişti: Diktatörlüğün askeri aygıtına darbe indirecek,
öncelikle iletişim ve haberleşme sistemini parçalayacaktık. Önümüzdeki ilk iş, seçimleri engellemekti.
Zamanımız çok az olduğundan ve devrimci güçlerin içinde, bize pek pahalıya mal olan, hatta bazı
insanların hayatıyla ödediği anlaşmazlıklar yaşandığından, çalışmalarımızı zorlukla yürütebiliyorduk.
Komşu köylere baskın yapıp oy verilmesini engelleyecektik. Adanın ortasındaki verimli ovada
bulunan Cabaiguan, Fomento ve Sancti Spiritus kentlerinde de seçimin yapılmasını engellemek için
planlar yapmıştık. Bu arada, Guinia de Mirande garnizonunu -dağlık bölgede bulunuyordu- ele geçirmiş
daha sonra da Banao garnizonuna saldırmıştık. Bu son baskında pek başarılı olamadık. Seçim tarihi
olan 3 Kasım'dan önceki günler çok hareketli geçti. Birliklerimiz her yana dağılmış, o bölgelerde
seçmenlerin seçim sandıklarına gitmelerini tümüyle engellemişti. Eyaletin kuzey kesiminde Gamilo'nun
komutası altında bulunan birliklerimiz seçim komedisini tam anlamıyla felce uğrattılar. Hiçbir şey hareket
[sayfa 279} edemiyordu; ne Batista'nın askerlerinin sevkıyatı yapılabiliyordu, ne de herhangi bir nakliyat.
Oriente'de pratikte seçim olmadı. Camagüey'deyse katılım biraz daha yüksekti. Batı eyaletlerinde,
herşeye karşın, halkın büyük ölçüde seçime gitmediği görülüyordu. Bir yandan kitlelerin pasif direnişini,
öte yandan da gerilla mücadelesini örgütlemek için yeterli zaman bulunamadığından, Las Villas'ta
seçime düşük oranda katılım, kendiliğinden gerçekleşmişti.
Oriente'de, birinci ve ikinci cephede olduğu gibi, Antonio Guitera'nın komuta ettiği kolun -bu kol,
eyalet başkenti Santiago de Cuba'yı sürekli sıkıştırıyordu- etkinlik gösterdiği üçüncü cephede de, bir dizi
çarpışmalar oldu. Oriente'deki tek resmi kurum belediyeydi.
Las Villas'ta da durum epeyce kritikti, çünkü saldırılar ulaşım yolları üzerinde yoğunlaştırılmıştı. Las
Villas'a gelir gelmez, kentlerde yürütülen mücadelede yeni bir yöntem uygulamaya başladık. Kent
milisleri içinden en iyilerini hızla kampa alarak sabotaj eylemleri konusunda eğittik. Bu sabotaj eylemleri
kentin dış mahallelerinde epeyce etkili oldu. 1958'in kasım ve aralık ayları boyunca, giderek bütün yolları
kuşattık.
Trinidad'tan Sancti Spiritus'a giden yol, yüzbaşı Silva tarafından kapatılmıştı. Tuinica nehri
üzerindeki köprüyü, tümüyle yıkılmış olmamasına karşın, kullanılmaz hale getirdiğimizde de Ada'nın
anayolu ciddi hasar gördü. Ana demiryolu hattı birçok noktadan kesilmişti. Güney bölgesinde demiryolu
ulaşımı İkinci Cephe tarafından, kuzey bölgesindekiyse, demiryolu hattını kuşatan Camilo Cienfuegos'un
birlikleri tarafından engellenmişti. Böylece Ada ikiye ayrılmış oluyordu. Ayaklanmanın en etkili olduğu
bölge Oriente'ye hükümet sadece hava ve deniz yoluyla ulaşabiliyordu artık; giderek bu yol da güvenli
olmamaya başladı. Düşman kampında çözülme belirtileri hızla yoğunlaşıyordu. [sayfa 280}
Escambray bölgesinde devrimci birlik için yoğun bir uğraş vermek gerekiyordu. Bu bölgede bizim
dışımızda, Binbaşı Gutierrez Menoya komutasında bir grup (Escambray İkinci Ulusal Cephesi), Binbaşı
Faure Chamon ve Rolando Cubela komutasında Devrimci Direktuara bağlı bir başka grup, Autenticos
Örgütünün küçük bir grubu ve son olarak da, Torres'in başını çektiği Sosyalist Halk Partisi grubu etkinlik
içindeydi. Yani, aynı bölgede savaşan ayrı yönetimlere bağlı beş örgüttü söz konusu olan. Bu örgütlerin
liderleriyle yaptığım bir dizi görüşme sonucunda, bu gruplar arasında anlaşmalar sağlanarak cepheye
benzer bir birliğe gidilebildi.
16 Aralık'tan sonra, bütün yolların ve köprülerin düzenli olarak tahrip edilmesi, diktatörlüğü zor
durumda bırakmıştı. Düşman, ileri karakollarını, hatta anayol üzerindeki mevzilerini savunmakta bile
güçlük çekiyordu. 16 Aralık günü şafak vakti, Falcon nehri üzerindeki köprüyü havaya uçurduk, böylece
Havana ile Las Villas'ın başkenti Santa Clara'nın doğusunda kalan kentlerin irtibatı kesilmiş oldu.
Birliklerimiz, aralarında bölgenin en güneyinde kalan Fomento'nun da bulunduğu bir dizi yere saldırılarım
sürdürüyordu. Fomento garnizonunun komutanı, birkaç gün süreyle az çok başarılı bir direnme sergiledi.
Fakat, hava kuvvetleri, direniş ordusunu sürekli bombalıyor olmasına karşın, diktatörün ordusu,
garnizonda kuşatılmış bulunan silah arkadaşlarına yardım etmek için en ufak bir harekette bulunmadı.
Sonunda garnizondakiler, direnmenin yararsız olduğunu görüp teslim oldular; özgürlük savaşçıları
yüzden fazla düşmanı tüfeğiyle birlikte ele geçirmişti.
Düşmanın soluklanmasına fırsat vermeden derhal ana yolu tahrip etmeye karar verdik. 21 Aralık'ta
bu yol üzerindeki Cabaiguan ve Guayos, peş peşe birliklerimizin saldırısına uğradı. Guayos, saldırıdan
birkaç saat sonra, Cabaiguan ise iki gün sonra, içinde bulunan doksan askerle birlikte teslim oldu. Bu
garnizonlar, yapılan bir anlaşmaya dayalı biçimde içindekilerin kurtarılmış bölgeden çıkışlarına izin
verilerek [sayfa 281} teslim alındılar. Bu yolla askerlere silahlarını teslim edip hayatlarını kurtarma olanağı
tanınıyordu. Cabaiguan'da diktatörlüğün ne kadar güçsüz olduğu görülmekteydi; düşman kuşatma
altında bulunan birliklere hiçbir biçimde takviye göndermiyordu.
Camilo Cienfuegos, bir yandan diktatörlüğün askerlerinin son kalesi Yaguajay'ı kuşatırken, bir
yandan da Las Villas'ın kuzey kesiminde bulunan yerleşim bölgelerine saldırılar yapıyordu. Yaguajay
kalesinin kumandanı çin asıllı bir yüzbaşıydı. Bu yüzbaşı, bölgedeki devrimci birliklerin bölgeden
ayrılmasına engel olan onbir günlük bir direniş sergiledi. Bu arada anayolda yürüyüşü sürdüren bizim
kolumuz, eyalet başkenti Santa Clara'ya doğru ilerlemekteydi.
Cabaiguan'ın ele geçirilmesinden sonra Placetas'a saldırdık; Placetas bir gün içinde teslim oldu. Bu
saldırıya Devrimci Direktuar üyeleri etkin biçimde katıldılar. Placetas'tan sonra, kuzey kıyısında önemli
bir liman olan Caibarien'le Remedios kurtarıldı. Diktatörlüğün durumu giderek çıkmaza girmekteydi:
Oriente bölgesinde devrimci kuvvetler zafer üstüne zafer kazanırken, İkinci Escambray Cephesi küçük
garnizonları ele geçiriyor, kuzey bölgesiyse Camilo Cienfuegos'un kontrolünde bulunuyordu.
Düşman herhangi bir direnme göstermeden Camajuani'den çekilince, Las Villas eyaletinin
başkentine saldırıya hazır duruma gelmiştik. (Adanın ortasındaki ovanın merkezi olan 150.000 nüfuslu
Santa Clara, demiryollarının merkezi ve ulaşım yollarının kilit noktasıdır.) Santa Clara, düşmanın daha
önceden işgal ettiği küçük tepelerle çevrilidir.
Saldırıya geçtiğimizde, düşmanın çeşitli mevzilerinden ele geçirdiğimiz silahlarla, silah varlığımız
artmıştı. Bu arada bazı ağır silahlar da ele geçirmiştik, ancak, bunlar için cephane yoktu. Örneğin
elimizdeki bir bazukanın roketlerine sahip değildik. Oysa karşımızda 10'dan fazla düşman tankı vardı.
Tanklarla başa çıkabilmek için, kentin yerleşim bölgelerine [sayfa 282} ilerlememiz gerektiğini biliyorduk,
çünkü tankların buralarda randımanı çok düşüyordu.
Devrimci Direktuara bağlı adamlar, muhafızların 31 numaralı garnizonunu ele geçirmekle
görevlendirilmişler, biz de Santa Clara'daki bütün tahkim edilmiş noktaları kuşatma görevini almıştık.
Çarpışmada darbe, temel olarak, Camajuani yoluna çıkan kesimde yerleşmiş zırhlı trenin savunma
noktalarına yönelmişti. Bu nokta düşman ordusu tarafından, bizimle kıyaslanamayacak kadar bol bir
donanımla ve inatla savunuluyordu.
29 Aralık'ta çarpışma başladı. Başlangıçta üniversite harekat merkezi olarak kullanıldı. Daha sonra
kent merkezine daha yakın olan karargahlar kurduk. Adamlarımız tank birliklerince desteklenen düşman
askerlerine karşı savaşıyor ve onları püskürtüyordu. Bu çarpışmalarda içimizden bir çoğu şehit düştü.
Oracıkta kurulan mezarlar ve hastaneler ölü ve yaralılarla dolup taşıyordu.
Bu son saldırı sırasında, birliklerimizin içinde bulunduğu ruh halini gösteren bir olayı anımsıyorum.
Çarpışmanın olanca şiddetiyle sürdüğü bir anda, uyurken yakaladığım bir askeri sert biçimde
azarlamıştım. Asker tüfeği kazayla ateş aldığı için silahının elinden alındığını söyledi. Her zamanki kuru
ifademle: "öyleyse" dedim "silahsız olarak ileri hatlara gider, kendine bir başka silah bulursun... tabii
yeterince yürekliysen." Bir süre sonra, Santa Clara'da hastanedeki yaralılarımızı görmeye gittiğimde,
ölmek üzere olan bir asker elime dokundu ve: "Hatırladınız mı binbaşım" dedi "Remedios'tayken beni
silah bulmak için ileri hatlara yollamıştınız... tüfeği bulup getirdim." Bu, tüfeği kazayla ateş aldığı için
silahı elinden alınan askerdi. Birkaç dakika sonra öldü. Bana öyle geldi ki, cesaretini kanıtladığı için
huzur içinde ölmüştü. Bizim devrimci ordumuz böyleydi işte.
El Capiro tepelerinde direnme hala sürüyordu. Çarpışma 30 Aralık'ta gün boyunca sürdü. Kentin
çeşitli kesimleri bir biri [sayfa 283} ardına elimize geçiyordu. Artık kent merkeziyle, zırhlı trenin bulunduğu
mevki arasında bağlantı kesilmişti. Trendekiler, Capiro Tepeleri'nin ortasında sıkıştıklarını anlayınca
kaçmaya yeltendiler fakat çok değerli yükleriyle, daha önce tahrip ettiğimiz yan hatta gelince, lokomotif
ve bazı vagonlar raydan çıktı. Bunun üzerine oldukça ilginç bir çatışma başladı. Molotof kokteyli atarak
dışarı çıkmaya zorladığımız bu adamlar, tıpkı Kuzey Amerika'nın batısındaki sömürgecilerin
Kızılderililere karşı yaptıkları gibi, mükemmel bir korunma aracı içinden, uzak mesafeden, son derece
rahat bir biçimde, savunmasız insanlara karşı dövüşmesini biliyorlardı. Adamlarımız çevredeki
vagonlardan ve çok yakın mesafeden, birbiri ardına, yanan benzin şişeleri fırlatıyorlardı zırhlı trene.
Trenin zırhlı olması, onu askerler için gerçek bir fırın haline dönüştürmüştü. Birkaç saat içinde hepsi
teslim oldu. Yirmiiki zırhlı vagon, uçaksavar topları, makineli tüfekler ve inanılmaz oranda cephane
elimize geçti. Elbette elimizdeki miktar çok az olduğu için bizim açımızdan inanılmazdı.
Elektrik istasyonunu ve kentin bütün kuzey batı kesimini almayı başarmıştık; Santa Clara'nın
tamamına yakın bir kısmının devrimcilerin eline geçtiğini radyodan bildirdik. Las Villas Silahlı
Kuvvetlerinin Başkomutanı olarak yaptığım bu açıklamada, Küba halkına acı bir haber de verdiğimi
anımsıyorum: Yüzbaşı Roberto Rodriguez El Vaquerito ölmüştü. Özgürlük savaşında, hayatını binlerce
kez tehlikeye atan bu genç ve ufak yapılı savaşçı, "İntihar Birliği"nin komutanlığını yapmıştı. Tamamen
gönüllülerden oluşan İntihar Birliği, devrimci inancın bir örneğiydi. İçlerinden biri öldüğü zaman -ki her
çarpışmada olurdu bu- yeni bir aday seçilir, seçilemeyenler acılarını, hatta bazen gözyaşlarını
gizleyemezlerdi. Bu soylu ve sert savaşçıların, savaşta ve ölümde ön saflarda bulunma onuruna
erişemedikleri için, öfkeyle akıttıkları gözyaşlarıyla yiğitliklerini göstermeleri, tuhaf bir etki yaratıyordu
insanda. [sayfa 284}
Bir süre sonra polis merkezi düştü ve burayı savunan tanklar elimize geçti. 31 numaralı garnizonsa
Binbaşı Cubela'ya hemen teslim oldu. Ardından silahlı birliklerimiz, hapishaneyi, adliyeyi, eyalet
hükümet merkezini ve çarpışmaların sonuna kadar bulundukları onuncu kattan üzerimize ateş eden
keskin nişancıların mevzilendiği Grand Oteli aldı.
Geriye yalnızca Ada'nın ortasında bulunan diktatörlüğün en büyük kalesi "Leoncio Vidal" kalmıştı. 1
Ocak 1959'da kaleyi savunanlar arasında çözülme belirtileri baş gösterdi. Aynı günün sabahı,
garnizonun teslimi konusunda görüşmelerde bulunmak üzere, Yüzbaşı Nunez Jimenez'le, Yüzbaşı
Rodriguez de la Vega'yı görevlendirdik. Birbiriyle çelişen şaşırtıcı haberler geliyordu: Batista kaçmış,
silahlı kuvvetler komutanlığı yıkılmıştı. Görevlendirdiğimiz iki temsilci, telsizle Cantillo'yu arayarak teslim
önerisini ilettiler kendisine. Fakat Cantillo, bunu kabul etmesinin olanaksız olduğunu söyledi; bildirdiğine
göre, bu bir ültimatomdu ve kendisi, ordu başkomutanı olarak Fidel Castro'nun talimatlarına göre
hareket edecekti. Hemen Fidel'i bularak durumu anlattık; Cantillo'nun haince tutumundan
kuşkulanıyorduk. Fidel de bizim gibi düşünüyordu. (Cantillo, o önemli anda, Batista hükümetinin bütün
baş sorumlularının kaçmasını sağlamıştı. Bizimle bir subay olarak bağlantıya geçen, onurlu bir asker
olarak düşündüğümüz Cantillo'nun, bu tutumu bizim için üzücü olmuştur.)
Sonrası herkes tarafından biliniyor: Cantillo'nun Castro tarafından tanınmayışı; Castro'nun Havana
üzerine yürüme emri; ordu komutanlığına İsla de Pinos hapishanesinden çıkan Albay Barquin'in getirilişi;
Camilo Cienfuegos'un Columbia askeri bölgesini alışı; La Cabana kalesinin Sekizinci Gerilla Kolu
tarafından ele geçirilişi ve nihayet birkaç gün sonra, Fidel Castro'nun geçici hükümetin başkanı oluşu.
Bütün bunlar ülkenin yakın tarihinin bir parçasıdır.
Artık bizler bir ulusun bireyleri olmakla kalmıyoruz. Şu [sayfa 285} anda, henüz bağımsızlığına
ulaşamamış bütün Amerikan Halklarının umuduyuz biz. Ezenlerin de ezilenlerin de gözleri bizim
üzerimizde. Amerika Kıtası'ndaki halk hareketlerinin gelişmesi, büyük ölçüde, bizim bundan sonraki
tutumumuza, çetin sorunları çözebilme yeteneğimize bağlıdır. Attığımız her adım, hem büyük sömürücü
güç, hem de Amerikalı kardeşlerimiz tarafından, dikkatle izlenmektedir.
Ayaklarımızı sağlam biçimde yere basarak çalışmaya başlıyor ve devrimin ilk eserlerini
gerçekleştirmeye girişiyoruz. Bu arada önümüze çıkan ilk zorlukların üstesinden geleceğiz. Nedir
Küba'nın temel sorunu? Bu sorun, bütün Amerika Kıtası'ndaki ülkelerin, hatta yüzölçümü milyonlarca
kilometrekare olan, kendi başına bir kıta büyüklüğündeki Brezilya'nın sorunu değil mi? Tek ürüne
bağımlılık, sorunun adı bu. Küba'da bizler, bizi büyük Kuzey Amerika pazarına göbek bağıyla bağlayan
şeker kamışı üretiminin köleleriyiz. Tarım ürünlerimizi çeşitlendirmek, endüstrimizi geliştirmek ve
gelecekte, tarımsal ürünlerimizin, yeraltı zenginliklerimizin, sanayi ürünlerimizin, çıkarlarımıza uygun
pazarlara, kendi ulaşım araçlarımızla gitmesini sağlamak zorundayız.
Hükümetin ilk büyük mücadelesi tarım reformu konusunda olacaktır; cesur, kapsamlı fakat esnek bir
çerçeve içerisinde gerçekleştirilecektir bu reform. Küba'da büyük toprak sahipliği yok edilecektir,
Küba'nın üretim araçları değil. Önümüzdeki yıl halkın ve hükümetin gücü büyük ölçüde bu mücadeleye
harcanacaktır. Toprak, köylülere ücretsiz olarak devredilecek, topraklarını dürüst yollarla edindiklerini
kanıtlayabilenlere uzun vadeli bedel ödenecektir. Toprak verilen köylülere teknik yardım da götürülecek,
tarım ürünlerinin alımı devlet tarafından güvence altına alınacaktır. Tarımsal üretim planı kapsamlı
biçimde ve ulusal açıdan ele alınacak, kapitalizmin dorukta olduğu ülkelerdeki dev şirketlerle rekabet
edebilmesi için, Küba endüstrisi, büyük tarım reformu davasıyla bağlantılı olarak düzenlenecektir. Tarım
reformunun [sayfa 286} yol açacağı yeni bir iç pazarın oluşmasıyla, yeni oluşan bir pazarı doyuran yeni
ürünlerin sunulması sonucunda, bazı ürünleri ihraç etmek gerekecek, bu ürünlerin dünyanın çeşitli
yerlerine gönderilmesi için de bir aygıt kurulacaktır. Bu, ulaşım aygıtı, yeni kabul edilen deniz
taşımacılığının geliştirilmesiyle ilgili yasada öngörülen bir ticaret filosuyla gerçekleştirilecektir. Ülkemizin
tam bağımsızlığını sağlamak için, Kübalıları, işte bu basit silahlarla yöneteceğiz. Hepimiz bunu
başarmanın kolay olmayacağını biliyoruz ve yine biliyoruz ki, 26 Temmuz Hareketi, Küba devrimi ve
bütün ulusu, omuzlarında Amerikan halklarına örnek olma ve onları düş kırıklığına uğratmama gibi
tarihsel bir sorumluluk taşımaktadır.
Bu boyun eğmez kıtadaki dostlarımız emin olsunlar; eylemlerimizin ekonomik sonuçlarını alıncaya
kadar mücadele edeceğiz ve eğer çatışmalar sürerse, bu ülkeyi bağımsız bir cumhuriyet haline
getirinceye, bu ulusu mutluluğa, demokrasiye ve Amerika Kıtası'ndaki öteki halklarla kardeşliğe
ulaştırıncaya kadar, devrimci kanımızın son damlasına dek savaşacağız.

İlk kez:
"O Cruzeiro"da yayınladı.
(16 Haziran, 1 ve 16 Temmuz 1959) [sayfa 287}

Dipnotlar

[1] Summer Welles: 30'lu yıllarda Küba'da ABD elçisiydi. Ülkenin politik yaşamına müdahale
etmekle ün kazanan Welles, diktatör Batista'yı da "keşfetmiş" ve desteklemiştir.
[2] Enmienda Platt: 1901 tarihli Küba anayasasına eklenen bir belge. ABD'li bir senatörün
adıyla anılan bu belge, ABD hükümetine, istediğinde Küba'ya müdahalede bulunma hakkı
veriyordu.
[3] Narciso Lopez: Küba'yı ABD'ye katma amacıyla birçok kez seferler düzenlemiş bir general.
1851 yılında İspanyol sömürgecilerine tutsak düştü ve idam edildi.
[4] John Quincy Adams: 1825-1829 yılları arasında görev yapan ABD'nin altına başkanı. Latin
Amerika'yı ABD'nin nüfuz alanı olarak değerlendiren Monroe Doktrini'nin (1823)
mimarlarındandır.
[5] Jacobo Arbenz Guzman: 1951-1954 yılları arasında görev yapan Guetamala devlet
başkanı. Bir dizi bıırjuva-demokratik reform uygulamasına girişen Guzman, ABD'nin
yönlendirdiği bir darbeyle düşürüldü.
[6] Trujillo: Burada söz konusu edilen, Dominik Cumhuriyeti'nde, 1930'dan 1961'e kadar
iktidarda kalan diktatörler Hector Bienvenido Trujillo ve kardeşi Rafael Leonidas Trujillo'dur.
[7] Alberto Bayo: İspanya ordusunda subay olan Bayo, cumhuriyetçilerin yanında savaşmış,
daha sonra da Meksika'da 1955 ve 1956 yıllarında, gerilla uzmanı olarak Fidel Castro ve
yandaşlarını eğitmiştir.
[8] Comandante: Binbaşı. Direniş ordusunda en yüksek rütbedir.
[9] Tuxpan: Meksika Federal Devleti Vera Cruz'da, Meksika Körfezi'nde bulunan küçük bir
liman.
[10] Büyük Cayman Adaları: Küba'nın güneyindeki üç ada (Büyük Cayman, Küçük Cayman,
Cayman Brach)
[11] Frank Pais: Santiago de Cuba'da, 26 Temmuz Hareketi'nin kent kanadını yönetiyordu. 30
Temmuz 1957'de Batista'nın askerleri tarafından öldürüldü.
[12] Yoldaş.
[13] Alegria de Pio: "Pio'nun Sevinci".
[14] Diente de Perro: "Köpek Dişi". Küba'da, çok sayıda keskin sırta sahip gözenekli kayalıklar
için kullanılır.
[15] Ojo de Buey: "Öküz Gözü".
[16] Guardiya Rural; Ülkenin içlerinde üslenmiş yerleşik askeri birlikler. Şeker kamışı
tarlalarında çalışan işçilerle az topraklı köylüler arasında "huzur ve düzeni" sağlamakla görevli
bu birlikler, diktatör Batista'nın gerillaya karşı mücadelesinde önemli bir araç olmuştur. Bu
terim, metinde muhafız olarak kullanılmıştır.
[17] Pirüs Zaferi: Epir kralı Pirüs II (M.Ö. 318-272) İtalya'ya sefer düzenlemiş, filleriyle
romalıları şaşırtarak 280 yılında Herakles'i yenmişti. Bu çok kanlı zafer "Pirüs Zaferi" deyimine
kaynak olmuştur.
[18] Pichon de Haitiano: Küba'da doğmuş Haiti asıllı göçmenlere verilen ad.
[19] Caracas: Sierra Maestra'da bir dağ. Yüksekliği 1294 metre.
[20] Galicier: (İspanya'nın kuzey bölgesi Galiçya'ya atfen): Küba da ispanya'dan gelen
göçmenlere verilen ad.
[21] Palma Mocha: Sierra Maestra'da bir nehir.
[22] Cueva del Humo: "Dumanlı Mağara."
[23] Machete: Çalı ve şeker kamışlarını keserek yol açmaya yarayan kılıca benzer uzun
bıçak.
[24] Casa de las Americas: Küba'da Latin Amerika Kültürünü Geliştirme Enstitüsü. Aynı adla
bir de dergi çıkarmaktadır.
[25] Herbert Matthews: "New York Times" gazetesi muhabiri. 15.2.1957'de Sierra Maestra'da
Fidel Castro'yu ziyaret etti.
[26] Purgatorio: Sierra Maestra'da köyler.
[27] Ortodokslar: 1947 yılında Eduardo Chibas tarafından kurulan Ortodoks Parti (Partido del
Pueblo Cubano-Ortodoxo) burjuva, demokratik görüşleri savunuyor ve egemen olan
kokuşmuşluğa karşı çıkıyordu.
[28] El Maestro: "Öğretmen".
[29] Öğrenci Hareketi: Başkanlık sarayına yapılan saldırıdan sonra bu hareket "13 Mart
Devrimci Direktuvarı" adını aldı.
[30] Segundo Frenta: İkinci Cephe. 1958 yılının Mart ayından başlayarak, direniş birliklerinin,
Raul Castro'nun komutası altında faaliyette bulundukları Oriente eyaletindeki bölge.
[31] Gusanos: "Solucanlar". Küba'da karşı devrimciler için kullanılan aşağılayıcı bir tanım.
[32] Verde Olivo: Devrimin zaferinden sonra, Küba Silahlı Kuvvetleri'nin yayın organı.
[33] Gringos: Kuzey Amerikalılar için kullanılan küçümseyici tanım.
[34] El Vaquerito: "Küçük inek çobanı".
[35] Barbudos: (Sakallılar). Kübalı gerillacılara verilen ad.
[36] Domuzlar Körfezi: 17 Nisan 1961'de, Domuzlar Körfezi'ne ("Playa Giron"a), ABD
tarafından finanse edilen, eğitilen ve yönetilen paralı askerlerden oluşan bir birlik çıkarma
yaptı. Amaç, Devrimci Küba Hükümeti'ni düşürmekti. İstilacılar, 72 saat içinde yenildiler.
[37] Arroyo del İndio: "Kızılderili Nehri".
[38] Cantinflas: Ünlü bir Meksika'lı güldürü sanatçısının takma adı.
[39] Decimes Guajiras: Küba köylülerinin genellikle doğaçlama söyledikleri on mısralık
türküler. Bu türküler genellikle iki kişi tarafından, yarışma biçiminde doğaçlama söylenir.
[40] Carlos Prio Socarras. 1948-1952 arası Küba devlet başkanlığı yaptı. Antikomünist ve
açıkça emperyalizm yanlısı bir politika güden Prio, Batista tarafından devrildi.
[41] Bomba: Bomba.
[42] El Policia: Polis.
[43] El Vizcaino: Viskaylı.
[44] El Mexicano: Meksikalı.
[45] Diario de la Marina: Küba büyük - burjuvazisinin gerici gazetesi.
[46] Antonio Maceo, Küba'nın Oriente bölgesinden ünlü bir general. On yıl savaşlarında
(1868-78) ve 1895'te Küba'nın bağımsızlığı için savaşmıştır.
[47] El Hombrito: "Adamcık".
[48] La Cabana: Havana'da bir kale. Yapımı 1763'ten 1774'e kadar süren bu kale bugün
hapishane ve askeri üs olarak kullanılmaktadır.
[49] Corinthia: 1957 yılında, Corinthia adlı bir tekneyle bir grup devrimci Küba'ya çıktı.
Amaçları 26 Temmuz hareketinin mücadelesini desteklemekti. Fakat grup, Batista ordusu
tarafından hemen hemen tümüyle yok edildi.
[50] B-26: ABD yapımı iki motorlu bombardıman uçağı.
[51] El Bizco: Şaşı.
[52] Mambi: İspanyol sömürgecilere karşı savaşan Kübalı direnişçilere verilen ad.
[53] El Cubano Libre: Özgür Kübalı.
[54] Casquito: Küçük Şapka. Batista ordusunun askerlerinin lakabı.
[55] Tibisi: Bir çeşit yüksek boylu ot. Alçak boylu bambuları andırır.
[56] PSP (Partido Socialiste Popular): Sosyalist Halk Partisi. 1943'ten sonra Küba Komünist
Partisi bu adı aldı.
[57] Pata de la Mesa: Masa ayağı.
[58] Llano: Düzlük, ova. Latin Amerika kurtuluş hareketi literatüründe devrimci silahlı
mücadelenin kentlerde öncelikli rolünü, bağlantılı olarak dağlardan, ya da ülkenin kırlık
kesimlerindeki mücadelenin de kentlerden yönetilmesini savunan görüş; Sierra ise (dağ
anlamına gelir) dağlarda ya da kırlık kesimlerde faaliyet gösteren birliklerin öncelikli rolünü ve
tüm devrimci savaşın buradan yönetilmesini savunur.
[59] FEU: Üniversite Öğrencileri Federasyonu.
[60] Guagüero: Küba'da otobüs şoförlerine verilen ad.
[61] "13 Mart Devrimci Direktuarı" söz konusu ediliyor.
[62] Dağlar ve Ovalar ya da Kırla Kent anlamına gelir.
[63] Diktatör.
[64] PURS: 60'lı yıllarda Küba Komünist Partisi'nin ilk kademesi.
[65] Sierra Bildirisi: "Hainler iş Başında" bölümüyle karşılaştırınız.
[66] 10 Mart: 10 Mart 1952'de Batista bir darbeyle ikinci kez iktidara geldi.
[67] Somoza: Anastasio Somoza, emperyalizm yanlısı bir aile hanedanlığının kurucusu
.l937'den, öldürüldüğü 1956 yılına kadar Nicaragua'yı ya bizzat ya da kukla hükümetlerle
yönetti.1948 ve 1955 yıllarında Costa Rica'ya silahlı müdahalede bulundu.
[68] CTC: Küba Sendikalar Birliği. 1940'ta kurulan birlik, 1948-1959 arası burjuva reformist
güçlerin etkisindeydi.
[69] Savaş raporu: Bu bölümün arkasına eklenen cephe raporuyla karşılaştırınız.
[70] 2 numaralı harita.
[71] Loma del Cable: "Halat Tepe".
[72] Başarısız genel grev günü.
[73] Vantrlog: Karnından konuşan.
[74] Resistencia Civice: 26 Temmuz Hareketi'nin yan kuruluşlarından biri. Batista
diktatörlüğüne karşı bütün silahsız eylemler bu çatı altında koordine edildi ve planlandı.
[75] Venezuela'nın başkenti söz konusu edilmektedir.
[76] 1895: İspanyol sömürgecilerine karşı mücadeleyi güçlendirmek için General Antonio
Maceo'nun, Küba direniş ordusunu Oriente'den adanın batısına sevk ettiği yıldır.
[77] Carretera Central: Anayol. Bütün Küba'yı saran bu yol, 1959 öncesinde Küba'nın en
önemli karayoluydu.
[78] Mazamorra: Parazitlerin yol açtığı bu hastalık, kaşıntılı ve iltihaplı yaralara yol açar. Daha
çok bataklık alanlarda görülür.
[79] 1868'den 1878'e kadar süren kurtuluş savaşı.
HARİTALAR

You might also like