You are on page 1of 32

OYUN

NİSAN 2011 YIL:5 SAYI:14


1 TL

tiyatroyun.blogcu.com

1
2
TİYATROYUN/NİSAN
İÇİNDEKİLER
400 yıldır dünya tiyatro sahnelerini kirletmiş William Shakespeare’in Türkiye temsilcilerinden Shakespeare
çocuğu Haluk Bilginer, oynamasını bilmiyor!
HİLMİ BULUNMAZ SAYFA 4

Tanımadığım İnsanlar
KÂZIM ŞİMŞEK SAYFA 8

Hesap Soruyorum! Tiyatroda devrim istiyorum!


OĞUZCAN ÖNVER SAYFA 14

NAİLE
LEMAN KOÇ SAYFA 10

“Kraliçeden çok kraliçeci” William Shakespeare, derhal ayağa kalk ve suçunu itiraf et!
HİLMİ BULUNMAZ SAYFA 23

TİYATROYUN - NİSAN 2011 SAYI: 14

Bulunmaz Kuyumculuk Yayıncılık Gösteri Sanatları San. ve Tic. Ltd. Şti. adına sahibi: Hüseyin Hilmi Bu-
lunmaz

Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Mehmet Cemalettin Bulunmaz

Genel Yayın Yönetmeni: Oğuzcan Önver

Yönetim ve Yazışma Adresi: Alibaba Türbe Sokak, Onur Han, No: 13/8, Çemberlitaş/İstanbul
Tel: 0212 513 47 32

Baskı: Kayhan Matbaası, 0212 576 01 36

Tasarım: Oğuzcan Önver

Kapak: Mesut Alptekin

Yayın Türü: Yerel Süreli

E-Posta/İnternet Sitesi: tiyatroyun@gmail.com - tiyatroyun.blogspot.com

3
400 yıldır dünya tiyatro sahnelerini kirletmiş William Shakespeare’in Türkiye
temsilcilerinden Shakespeare çocuğu Haluk Bilginer, oynamasını bilmiyor!
Hilmi Bulunmaz tiyatroyun@gmail.com

Yıl 1978... Ben, İstanbul Akademik Sanat Topluluğu okumaya başladığım ve öncelik hakkını halkçı ya-
(İAST) adına, Amatör Tiyatrolar Birliği oyun yazarlığı zarlara verdiğim için, halka hiçbir yararı olmamakla
/ dramaturji çalışmalarına katılıyorum. Bu çalışmaya, birlikte, halk değerlerinin çürümesi için kalem oynat-
İAST adına katılan ikinci kişi Cezmi Ersöz. Çalışma mış Shakespeare’in düzeysiz kitaplarını, o dönem
yeri Sinematek mekânı. Yüzlerce koltuğa sahip bir okuma gereksinimi duymamıştım. Tabii ki, o za-
sinema salonuna sahip olan Sinematek, sadece film manlar, Shakespeare’in halk karşıtı, kralcı, sahtekâr
gösterileri yapılan bir yer olarak değil, aynı zamanda, bir yazar olduğu konusunda, (kendimden kuşku duy-
çeşitli devrimci sanat eylemliliklerine yataklık eden mam daha akılcıl geldiği için) henüz bir bilince sahip
bir mekândı. değildim. Türkiye›deki Shakespeare temsilcilerini
(örnekse Boğaziçi Üniversitesi Gölgesinde Yetişenler)
Biz (ben ve Cezmi Ersöz ile birlikte birçok katılımcı), daha tanımıyordum. Shakespeare›in sahte duygular
Erol Keskin’in önderliğinde William Shakespeare’in oluşturan oyunlarını(?!) okumamış olmam, bendeki
“Othello” oyununu irdeliyoruz. Erol Keskin, bir şey- ikirciklenmelerin katsayısını zâten iyice artırıyordu!
ler anlatırken “hı hı” seslerinin eşliğinde dramaturjik
çalışma sürerken, ben, hiçbir zaman “hı hı” diyemiyo- Tiyatroyla sadece tiyatro olarak değil, aynı zamanda,
rum. Hem ben ve hem de çevremde bulunan kişiler, sanat olarak da ilgilenmeye başladıktan sonra, kulak-
benim “hı hı” seslerini çıkaramamamı, ilkokul mezu- tan dolma bir biçimde de olsa, Lev Tolstoy›un kaleme
nu olmama bağlıyoruz. William Shakespeare’i suçla- almış bulunduğu ‘‘Sanat Nedir?’’ adlı bir kitabı bulun-
mak, ne benim, ne de yoldaşlarımın aklına geliyor. duğunu ve bu kitabın ilk kez olarak 1897 yılında ya-
yınlandığını, 1906 yılında ‘‘Rus Sözü’’ gazetesinde ve
William Shakespeare’in adını daha önceleri defalarca bir yıl sonra ayrı bir basım olarak yayınlanmış bulu-
duymama karşın, onun bir yapıtıyla(?!) ilk kez karşı- nan ‘‘Shakespeare ve Dram Sanatı Üzerine’’, Mazlum
laşmak, bende, çok değişik duygulara neden olmuştu. Beyhan’ın duru diliyle ve direkt olarak Rusça›dan di-
O “yere göre sığdırılamayan” koskoca Shakespeare, bu limize çevrilip, 375 sayfalık ‘‘Sanat Nedir?’’ kitabının
muydu? Bu düzeysiz metinlere görkemli imzalar atan son yetmiş beş sayfasını süslemesine tanık olmakla
zavallı Shakespeare, insan ruhunun inşa edilmesini birlikte, dilimizi kazandırıldığı Eylül 2007 tarihinden
bir yana bırakalım, insan ruhunu bir pas gibi ağır ağır bu yana, bu kitabı kaç kez okuduğumu, tam olarak
eriten metinlerle ne yapmak istiyordu? anımsamakta zorlanıyorum. Beş kez okuduktan son-
ra, saymayı bir yana bırakıp, artık orasından burasın-
Daha önceleri, defalarca belirtmiş olduğum gibi, için-
dan sürekli olarak okuyarak alıntı yaptığım bu kitap,
de bulunduğum işçi sınıfının yoksulluğundan ve yok-
William Shakespeare’in ne kadar sahtekâr bir yazar
sunluğundan nasibimi almış bir insan olarak, ancak,
olduğu konusunda, beni çok inandırıcı bir dille ikna
yirmi yaşımdan başlayarak, ciddi bir biçimde kitap
etti.

4
William Shakespeare’in sanatçı değil, bir soytarı ol- İnsan Hakları Mahkemesi’nden korkmanın neden
duğunu öğrendikten sonra, Türkiye’deki Shakespeare olduğu bir hesaplaşma değildi elbette. LİNÇÇİ Oyun
temsilcilerinin neden iktidarlardan yana olduğunu, Atölyesi’nin patronu ve «Shakespeare çocuğu» Nihat
neden kösnül duygular fışkırtıcıları olarak varlık sür- Haluk Bilginer’e karşı haksızlık yapmama korkusun-
dürdüklerini, en önemlisi de neden LİNÇ KAMPAN- dan kaynaklanıyordu bu kontrollü tavrım.
YASI düzenleyebilecek kadar alçalabildiklerini çok iyi
anlamaya başladım.
İmdi, gelelim LİNÇ KAMPANYASI imzacısı
LİNÇÇİ Oyun Atölyesi’nin patronu ve “Shakes-
peare çocuğu’’ Nihat Haluk Bilginer›in ‘‘7 Şekspir
Müzikali”ne...
Son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim: LİNÇÇİ Oyun
Atölyesi, tiyatroyu sanat olarak yaşatabilecek hiçbir
‘‘iman’’ duygusuna sahip olmadığı gibi, ‘‘Shakespe-
are çocuğu’’ Nihat Haluk Bilginer de, hiçbir tiyatral
‘‘imam’’ olma özelliğine asla ve kesinlikle sahip değil.
Tiyatroyu sanat olarak görmeyen, kör ruhlu insanla-
rın bir tanımlaması vardır: ‘‘Tiyatro dediğin iki kalas
bir hevestir.’’ Tiyatro, eğer, iki kalas bir heves denli yü-
zeysel bir işse, tabii ki, ona sanat değil, eğlencelik bir
gösteri biçimi olarak bakılır.
Öyle ya... Adamla hukuksal hesaplaşma sürecine gir-
LİNÇÇİ Oyun Atölyesi›nin hangi gösterisini izlemiş miş durumda olduğumuz için, belki, bilinçaltımının
olursam olayım, bende, benim ruhumda, benim im- dayatması sonucu, onun yaptıklarını, ettiklerini be-
gelemimde, asla ve kesinlikle, bir tiyatro oyunu izlemi- ğenmeme refleksine kapılmış olabilirdim.
şim izlenimi oluşmuyor. LİNÇÇİ Oyun Atölyesi›nin
‘‘7 Şekspir Müzikali›› gösterisini izlerken, kendimi,
herhangi bir gösterisini izlerken, içimde, ruhumda,
eleştirme yönünde değil, eleştirmeme yönünde
imgelemimde, sadece ve sadece bir tek duygu dönenip
koşullamış olsam da, bir kez daha belirtmemde
duruyor; iğrenmek duygusu!...
yarar var: Ben, LİNÇÇİ Oyun Atölyesi gösterilerini
Testosteron gösterisini, davetli olduğumdan, para izlerken, kusma derecesinde iğrençlik duygularının
ödemediğimden, eleştiri terazimin kefelerini olabildi- tutsağı oluyorum.
ğince kontrol ederek izlemiştim. Bu gösteride gösteri
LİNÇÇİ Oyun Atölyesi’nin patronu ve ‘‘Shakespeare
yapan Metin Coşkun, bu gösteriye Coşkun Büktel›i
çocuğu’’ Nihat Haluk Bilginer’de insancıl duyguların
davet etmişti ve ben de, Coşkun Büktel›in davetlisi,
hiçbiri, evet hiçbiri barınmıyor. Bu kanıya bir gözlem
yani davetlinin davetlisi, yani suyunun suyu olarak
sonucu ulaştım. Tabii ki, benim bu gözlemimi bir ha-
bu gösteriyi izlemeye gitmiştim. Bu nedenle, eleştiri-
karet olarak algılayıp, (yine) en yakın mahkemeye gi-
lerimi çok ehlileştirerek yapmıştım. Çünkü, düdüğü
derek beni mahkûm ettirebilir ‘‘Shakespeare çocuğu’’
çalmak için para vermemiştim!
Nihat Haluk Bilginer! Ne de olsa, kendisi iktidarın
Ancak, şimdi, ‘‘7 Şekspir Müzikali” gösterisini sanatını yapıyor. Ne de olsa, ben, muhalefetin sanatı-
izlerken, davetli olmadığım gibi, davetlinin nı yapıyorum. Her zaman için, ‘‘Shakespeare çocuğu’’
davetlisi, suyunun suyu olmadığım, düdüğü Nihat Haluk Bilginer’in ‘‘kazanma’’ şansı çok daha bü-
çalmak için para verdiğim için, son derecede yük!
özgürdüm. Beni bağlayan, sadece ve sadece ‘‘Oyun-
Öncelikle, “7 Şekspir Müzikali” gösteri sürecini
cuların çoğu yavşaktır genellikle...’’ demesine karşın,
anlatmaya çalışayım: Bir bar, bir disko, bir fuar,
kendisine hiçbir yaptırım uygulayamayan Türkiye ti-
bir gazino, bir panayır, bir pavyon, bir pazar,
yatrosundan aldığı cahil cesaretiyle esip savuran Ni-
bir sirk atmosferine sahip “7 Şekspir Müzikali”
hat Haluk Bilginer›e benim ‘‘yavşak’’ demem ve bu
gösterisi, ilan edilen saatte asla başlayamadı.
nedenle, Nihat Haluk Bilginer’in beni mahkemeye
Biletlerde, koltuk numaralarında, afişlerde, gazete
vermesi, bende, gösteriyi izlerken ve gösteriyi izledik-
ilanlarında... “7 Şekspir Müzikali” gösterisinin,
ten sonra eleştirirken ‘‘dikkatli olmam’’ noktasında iç
tam 20.30’da başlayacağı ve “7 Şekspir Müzikali”
hesapleşmalara girmeme neden oldu. Bu hesaplaşma,
gösterisine geç gelenlerin, “7 Şekspir Müzikali”
noterden, savcıdan, yargıçtan, yargıtaydan, Avrupa
gösterisinin ancak ikinci perdesini izleyebilecekleri-

5
ni belirtmelerine karşın, LİNÇÇİ Oyun Atölyesi sa- kadar atik davranamadığım için, bu konuda tam
hipleri, kendi sözleşmelerine uygun davranmayıp ‘‘7 ve net bir sayı veremiyorum! Kültür Bakanılığı,
Şekspir Müzikali” gösterisini, tam 20.35’te zar zor tiyatro sanatıyla değil, erotik gösteri ‘‘sanatıyla’’ ilgili
ancak başlatabildiler. olan tüm bu saçmalıklar için, tam tamına 66.000 TL
avanta veriyor Benim, halkımın, tüyü bitmemiş yeti-
‘‘7 Şekspir Müzikali” gösterisinin geç başlamasının min verdiği vergilerle beslenen Türkiye Cumhuriyeti
birçok nedeni vardı. Bir bar, bir disko, bir fuar, Kültür ve Turizm Bakanlığı, hiç utanmadan, hiç sıkıl-
bir gazino, bir panayır, bir pavyon, bir pazar, bir madan, küfrü ve ‘‘erotik show’’u teşvik etmeyi sürdü-
sirk atmosferinde dinamik bir biçimde gösteri rüyor!
alanı oluşturmak son derecede zor bir durumdur.
Çünkü, LİNÇÇİ Oyun Atölyesi’nin ve bu ticarî Sesi çok bozuk ve detone olan LİNÇÇİ Oyun Atölyesi
kuruluşun sunduğu tiyatro sanatıyla hiçbir ilgisi patronu ve ‹‹Shakespeare çocuğu’’ Nihat Haluk Bilgi-
bulunmayan gösterilerin ucundan tutmuş hiçbir ner, tam iki saat izleyicilere işkence çektiriyor. Sesinin
kimse, doğal olarak, bu işi sanatsal bir uğraş için çok bozuk ve detone olduğunu örtmek, âdeta hileli sa-
değil, bir ekmek kapısı olarak gördüklerinden, tış yapan işportacı gibi davranmak için, mikrofonun
işlerini küçük parmaklarının tırnak uçlarıyla ses gücünü en yüksek ayarına dek artıran ‘‘Shakespe-
yapıyorlar. are çocuğu’’ Nihat Haluk Bilginer, insanlarda geçici
sağırlık oluşturuyor. İlgili birimler, bu sesin desibeli-
Ancak, sanırım, ‘‘7 Şekspir Müzikali” gösterisi ni ölçtüklerinde, zâten bu desibelin insanlarda geçici
boyunca, hemen benim yanı başımda, benimle sağırlık oluşturabileceğini hemen tespit edebilirler.
birlikte gösteriyi izleyen birkaç “bodyguard”ın Hattâ, benimle birlikte oyunu izleyen Mesut Alptekin,
benim yanıma, hem de telsizlerle birlikte ertesi gün, işyerine gelemeyip tam bir gün iş kaybına
konuşlanmalarının sağlanmasının zorluğu, uğradı. Bir gün sonra işyerine geldikten sonra da, he-
gösterinin tam beş dakika geç başlamasına neden nüz kulak sağlığına kavuşabilmiş değildi. İşlerimizin
oldu!!! (Bu bir küfür ve erotik show değil de, bir ti- yoğunluğu nedeniyle durum tespiti yaptırıp LİNÇÇİ
yatro gösterisi olsaydı, bu geç başlama hâli izleyiciler Oyun Atölyesi’nin patronu ve ‘‘Shakespeare çocuğu’’
tarafından zor affedilebilirdi! Ne var ki, salondaki hiç Nihat Haluk Bilginer hakkında suç duyurusunda bu-
kimsenin tiyatro sanatından anlamadığı, âdeta alınla- lunamadık.
rındaki karartılarda yazdığı için, hiçbir sorun yaşan-
madı!) Peki, gösteride içeriğe değgin herhangi bir şey var
mıydı? Hayır, yoktu!
‘‘7 Şekspir Müzikali” gösterisi, bir kez daha
belirtmeliyim ki, asla ve kesinlikle bir oyun Roman orkestralarının insanîliğinden hiçbir nasibi-
değil. Gösteriye oyun, mekâna tiyatro salonu, ni almamış derme çatma, saçma sapan, hiçbir estetik
gösteriyi yapan şarlatanlara oyuncu demek duygu gelişimine neden olmayan bir orkestranın eşli-
için, bin şahit değil, on bin şahit bile yeterli ğinde, ne amaçla sahnede görev aldıkları bir türlü an-
değil! Ne var ki, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve laşılamayan ve ikide bir iç çamaşırı gösterisi yapan za-
Turizm Bakanlığı’nın “Özel Tiyatrolara Devlet vallı dört genç kız ve ortalık yerde amaçsızca dolaşıp,
Yardımı” dediği, benim, Kültür Bakanlığı çanağı çeyrek Zeki Müren, çeyrek Bülent Ersoy, çeyrek Or-
dediğim avantadan yararlanmak için, LİNÇÇİ han Gencebay ve çeyrek Michael Jackson fotokopisi
Oyun Atölyesi, gösterilerine oyun, mekânlarına olan bir ‘‘Shakespeare çocuğu’’ Nihat Haluk Bilginer...
tiyatro salonu ve yaptıkları gösteriyi zavallı halka
sunan şarlatanlara da oyuncu yaftası yapıştırmış Sözde, William Shakespeare›in doğumundan başlaya-
durumda. rak, ölümüne dek olan süreci müzik eşliğinde anlat-
maya çalışan LİNÇÇİ Oyun Atölyesi›nin patronu ve
‘‘7 Şekspir Müzikali” gösterisinde bol bol küfür ‘‘Shakespeare çocuğu’’ Nihat Haluk Bilginer; benim,
var. (Örnekse, orospu çocukları...) Kültür Bakanlı- halkımın, tüyü bitmemiş yetimin verdiği vergiler-
ğı, orospu çocuğu küfürlerini teşvik etmek için Kül- le beslenen Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm
tür Bakanlığı çanağı yalatıyor. ‘‘7 Şekspir Müzikali” Bakanlığı’nın Kültür Bakanlığı çanağından aldığı
gösterisinde, oldukça büyük, oldukça kalın ve 66.000 TL’nin ve izleyicilerden aldığı çok büyük para-
oldukça dikkat çekici boyutlarda yapay erkeklik ların dışında hiçbir işe yaramıyor. Kültür, sanat, etik,
organı takan şarlatan kızlar var. Kültür Bakanlığı, estetik değerleri umurumda değil ‘‘Shakespeare çocu-
bu oldukça büyük, oldukça kalın ve oldukça dikkat ğu’’ Nihat Haluk Bilginer’in...
çekici boyutlardaki yapay erkeklik organlarının
zavallı halka gösterilmesi için, Kültür Bakanlığı Peki, ‘‘7 Şekspir Müzikali” gösterisi boyunca,
çanağı yalatıyor. Havada uçuşacak kadar çok hastalıklı ve yaşlı bir kedi gibi mırıldayan “Sha-
sayıdaki kadın iç çamaşırlarını belirtebilecek kespeare çocuğu’’ Nihat Haluk Bilginer, William
6
Shakespeare’in sahtekâr bir tiyatrocu olduğu için, bu
denli kötücül bir gösteri sunmuş olamaz mı? ‘‘Olabi-
lir’’ demek gelmiyor içimden. Çünkü, EZEL dizisin-
deki mimiksiz, jestsiz, duygusuz göstericiliğini gö-
rünce, ‘‘Shakespeare çocuğu’’ Nihat Haluk Bilginer’in,
değil sahtekâr Shakepeare metinlerini, hangi metni
eline alırsa alsın, hiçbir estetik duygu gelişimine ne-
den olamayacağına adım gibi eminim.
Mimikleri, daha doğuştan kırık olarak dünyaya ge-
len ‘‘Shakespeare çocuğu’’ Nihat Haluk Bilginer, mi-
mik kırıklığının bir an önce kaynasın diye, âdeta
yüzüne alçıdan bir maske taktırmış.
Elini kolunu sallamaktan yoksun bir jest yapısına
(jestsizliğe) sahip olan ‘‘Shakespeare çocuğu’’ Nihat
Haluk Bilginer, daha sahnede adam gibi durmayı bile
beceremeyen beceriksizliğiyle, nasıl oluyor da, ben-
den, halkımdan, tüyü bitmemiş yetimden zorla alı-
nan vergilerden tam 66.000 TL’yi, hem de karşılıksız,
hem de hibe olarak, hem de avanta olarak alabiliyor.
Bunun hesabını da, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve
Turizm Bakanı AKP’li Ertuğrul Günay’a sormayı sür-
düreceğim.

HİLMİ BULUNMAZ

Yeni Tiyatro Dergisi’nin Nisan Sayısı Çıktı

Yeni Tiyatro Dergisi, okurlarından gelen yoğun istek-


Yeni tiyatro dergisi’nin nisan 2011 tarihli 28. Sayısı ki-
ler sonucunda Kasım 2009’daki 13. sayısından itibaren
tapçılarda ve gazete bayilerinde! Ücretsiz oyun kitabı
eki olarak Neıl Sımon’un “Ver Elini Broadway” arma- “aylık” olarak çıkıyor ve daha önce “2 ayda bir” verdi-
ğan ediliyor! ği “Oyun Kitabı Ekleri”ni, “her ay” verip aksatmamak
için “ABONE KAMPANYASI” başlatmış bulunuyor.
Derginin Yayın Kurulu’nda Sema Göktaş, Okday Ko- “Ekonomik Krizi Aşma Kampanyası”na dönüşen bu
runan, Alpay Ekler, Hilmi Zafer Şahin ve Erbil Gök- “kampanya” 2011 yılında da tiyatro “dostları”nın ilgi-
taş; hakem kurulunda ise Prof. Dr. Semih Çelenk, sini bekliyor.
Prof. Dr. Ayşe Didem Uslu, Doç. Dr. Sema Göktaş,
Yrd. Doç. Dr. Gülayşe Temeltaş, Yrd. Doç. Dr. Han-
dan Karaadam, Yrd. Doç. Dr. Bünyamin Aydemir bu-
lunuyor.

7
TANIMADIĞIM ADAMLAR
Kâzım Şimşek simsekkazim@hotmail.com

26 Şubat 2011 Cumartesi günü Ali Poyrazoğlu Özdemir Çiftçioğlu


Tiyatrosu’nda “Tanımadığım Adamlar “ adlı oyunu
seyrettim. Biletleri eşim Özlem, benden habersiz gün- Suat Ünaldı
ler öncesinden almıştı. Oyunun fiyatlarının tam 45
Burak Alkaş
TL , öğrenci 35 TL olduğunu öğrenince, biraz kızmış-
tım. Oyunun pahalı olması, o oyunu iyi mi yapıyor, Ümit Kantarcılar
görecektim.
Hüseyin Kara
O gün eşimle birlikte, Bulunmaz Tiyatro’da film çe-
kimine katıldık. TV ‘de oynayan “Ezel” dizisinin ne Oyun, Aziz Nesin’in yazdığı üç öyküden ve Ali
kadar abuk subuk, ne kadar anlamsız bir dizi oldu- Poyrazoğlu’nun yazdığı altı skeçten oluşuyor. Oyun 2
ğunu gösteren, bu diziyi tiye alan “Ecel” adlı dizi- saat ve iki perdeden oluşuyor.
nin çekiminde bulunduk. Çekim bittikten sonra, Ali
Poyrazoğlu’nun tiyatrosuna doğru yola çıktık. Tiyat- Oyun, aslında müzikal bir müsamere. Oyun içinde
ronun yerini bilmediğimizden, yanlış yollara saptık ve oyun şeklinde hazırlanmış bu oyunda, Orostoponto-
oyuna 10 dakika gecikmeyle girebildik. Oyun başla- polis adlı bir tımarhanenin yöneticisi Madam Arşa-
mıştı, hemen oturduk ve oyunu seyretmeye başladık. luz, akıl hastalarına yardımcı olmak,biraz iyileşsinler
diye bir müsamere tertip ediyor. Bu müsamerenin yö-
Önce oyun ile kısa bilgi vereyim. neticisi aynı zamanda hastanenin yöneticisi Madam
Arşaluz, oyuncuları da akıl hastaları. Müsamere, psi-
kodrama tekniğiyle hazırlanıyor.
Psikodrama veya drama şu an okullarda ders olarak
okutulan ve öğrencilerin anlamakta zorlandığı konu-
ları daha iyi anlamasına yardımcı olan bir araç işlevi
görüyor.
Madam Arşaluz’un amacı, akıl hastalarının içine sak-
ladığı veya örttüğü öteki kişilikleri su yüzüne çıkart-
mak ve onları bunlarla yüzleştirip, iyileşebilmelerini
sağlamak.
Oyun interaktif oynanıyor. Madam Arşaluz, sık sık
seyircilere laf atıyor. Seyircilerden birini sahneye çı-
kartıp, onunla bir skeç yapmaya çalışıyor. Sahneye
çıkan seyircinin oyuncu olmaması dolayısıyla, orta-
ya komik görüntüler çıkıyor. Aslında sahneye çıkan
bu seyirci, tiyatronun bir oyuncusu ama kimseye bu
durum aksettirilmemeye çalışılıyor. Peki, ben nere-
den biliyorum diye sorarsanız; şuradan biliyorum. Ali
Poyrazoğlu’nun Pazar günleri Habertürk’te bir soh-
bet programı vardır. Bu programda bu seyirciymiş
gibi bize gösterilen kişi, bir skeçte oynuyordu. Seyir-
Yazan: Aziz Nesin – Ali Poyrazoğlu ciyi oynayan kişi, oyun bitiminde sahneye çıkmıyor.
Tahminim bunun seyirciler tarafından bilinmesi ve
Dekor: Altan Erbulak onların da çevrelerine söylemesi, bir sonraki oyunun
sürprizini kaçıracak.
Yöneten: Ali Poyrazoğlu
Oyunda AKP hükümetine mesajlar verilip, iktidar
Oynayanlar:
eleştirilmeye çalışılıyor ama bu pek akıllıca yapılmı-
Ali Poyrazoğlu yor. Örneğin bir skeçte, kadının daha çok örtünmesi
o kadının devlet dairesindeki işinin çabuk bitmesini
Bülent Kayabaş sağlayacak gibi gösterilmeye çalışılıyor. Ancak bu du-
8
rum gerçekte böyle mi , değil tabi ki...
Tımarhanedeki hastaların geçmişte yaşadıkları derin problemler, onları akıl hastası yapıyor. Onların geçmiş-
lerindeki yaşadıkları travmalar, bu skeçler üzerinden bizlere aktarılıyor. Bu aktarma çok başarılı değil, çünkü
komedi öğesi, dram öğesinin çok ama çok üzerinde. Skeçlerde verilen siyasi mesajlar da çok zorlama duruyor.
Ben bir hükümeti eleştireyim de nasıl olursa olsun diye bir düşünce var.
Oyundaki komik öğelerin sayısı azaltılsa, daha çok psikolojik derinliğe inilse, oyun iyileşebilir ama Ali Poyra-
zoğlu böyle bir oyun yazabilir mi, hayır; çünkü ihtiyacı yok. Koy bol bol komedi öğesi, belden aşağı espriler, se-
yirciler gülsün ölmekten; koy koy birkaç akılsızca hükümete eleştiri, salon alkışlasın; gelsin paracıklar. Olay bu.
Ali Poyrazoğlu doğru dürüst bir mesaj vermek istiyorsa, önce samimi olmalıdır. Mesaj verirken ölçüyü kaçırı-
rım da başıma bir şey gelirse diye korkuyorsa, hiç mesaj verme işine bulaşmasın; kendisini versin psikolojiye,
psikodrama tekniklerine.
Dekorda, oyuncu ve karikatürist Altan Erbulak’ın karikatürleri yer alıyordu.
Sonuçta oyunu beğenmedim; yazık oldu parama. Eşim Özlem, oyunu beğendi. Psikolojide algıda seçicilik diye
bir kavram vardır. Wikipedia ‘daki tanım şudur: Kişinin daha önce yaşadığı deneyimlerin, önyargıların, rüya-
ların ve benzer her türlü duygulanımın o anki algılama düzeyinde etkili olduğunu ifade eder. Bu tanıma göre,
bazıları beğenir, bazıları beğenmez. Önemli olan neden beğendiğimizi yada beğenmediğimizi anlatabilmek...

KÂZIM ŞİMŞEK

http://kazimsimsek.com/wordpress/

9
NAİLE
LEMAN KOÇ lemankoc@windowslive.com

ÖYKÜ

Güzel keman çalardım. Telleri titretir, eritirdim. Ke- babam geçer. Annemin ayaklarındayım, hâlâ sakladı-
manımın sesini duyanlar; kalır öyle dinlerler, kendile- ğım iğne oyalı yün yastığımda uykuya dalmakla dal-
rinden geçerlerdi. Benim kemanım özel, babam yap- mamak arasındayım. Hafif hafif sallanan bir sandalda
tırmış, ta Avrupalarda yaptırmış. Naile bu senin, bu engin denizlere, güven içinde sürüklenmekteyim. Ru-
ne beybaba, keman, keman ne. Boyumun yarısı kadar, hum içimden süzülüp ta gökyüzüne çıkar, gördüğüm
annemin tamburunu andıran ama bambaşka bir şey. yine engin bir derya. Sonra yay, Hacı Arif ’e, oradan
Bunu sen çalacaksın Naile, ben bilmem, öğrenirsin. Dede Efendiye geçince, doygun ruhum ağır ağır iner,
Hoca geldi, elini doğru tut Naile, durmaz, kamburu- yavaşça, yavaş. Sandal kıpırdanır, yumuşak bir el do-
nu çıkarma Naile, ııh, çenen Naile. Çok çalıştım. Boy- kunur tenime, uyanırım. Dede Efendi biter. Yemek
num acır, kaşınır, parmağım nasır olur, kolum ağrır zamanı. Babamı, geniş oturma yerli, arkalığı yüksek
uyuşur, sesini sevmem gıygıy. Öğrendim, bir daha da koltuğunda, kemandan çıkan nağmelerle sarhoş ol-
vazgeçemedim. Babam dişçi, muayenehaneden yuka- muş, mest olmuş bulurum. Naile, yarın Dede Efendi’yi
rı çıkınca, annem bana göz eder. Biz o zamanlar anne- öne al, daha uzun sürsün. Tamam beybabacığım. Gel
mizin bir kaş kaldırışından, bir göz işaretinden hemen biraz ayaklarımı ov, tamam beybabacığım. Muaye-
anlarız nedir, ne değildir? Babam geldiğinde göz eder- nehanede akşama kadar, bodrumdaki marangozha-
se, semaveri hazır et demektir. Ben çoktan hazır et- nede gece yarılarına kadar, ayakla çalışan aletlerin
miş olurdum çayı, annem bunu bilirdi ya, yine de göz başında yorulurdu. Nerde o zaman şimdiki otomatik
ederdi. Mekke gülü, tarçın, zencefil ve ıhlamur çiçek- makineler? Elle ayakla o zaman her şey. Koltuğunu,
leri, ama ıhlamur çiçekleri var yok arası olacak, yoksa bizim oturduğumuz kanepeyi, kıymetli fincanların,
içmez, terslenir. Ihlamur ağababamın bahçesinden yemek takımlarının durduğu dolabı, nar ağaçlarının
tertemiz toplanır, öyle yerlerde falan değil, tertemiz yanındaki kameriyeyi hepsini babam yapmış. Akşam
kar gibi çarşaflarda, gölgede kurutulur. Yudum yu- yemekten sonra, annem bulaşıkları yıkarken, babam
dum kullanılır, pek kıymetli. Buralarda kestane olur, bodruma, atölyesine iner, ne usta işler çıkarırdı. Ağaç-
ceviz olur, kızılcık olur, hem ne kızılcık olur, seleler ları da o seçer, keser, kestirir, aylarca onları rendeler,
sepetler hep dolar taşar. Her şeyini yaparsın kızılcığın. sıvazlar sanki severdi, okşardı. Kızılcık ağaçlarından
Kızılcık şurubu, kızılcık reçeli, kızılcık marmeladı ııh sandalyeler, masalar. Naile, bak şu damarlara, hangi
pek ekşidir, bak ağzım dilim kamaştı. Mutfak masa- damarlara, şu budak yerinden başlayıp, belli belirsiz
sı, benim taburem hep kızılcık. Nar olur, dallarında yukarı doğru çıkan, ama aslında ağacın içinde kolları
vazodaki tombul güller gibi salınırlar. Ama buralarda yolları olanlara, evet beybaba kolları olan, onları gör-
ıhlamur olmaz, olursa da ender olur. Pek kıymetlidir. dün mü at ocağa, onlar yakmalık. Yakmalık beybaba-
Tababetle de ilgisi vardır, ziyan edilmez. Semaverin cığım. Benim işim yağ gibi kerestelerle, gözüm kapalı
porselen demliğine sırasıyla; iki tutam mekke gülü, gezdirince elimi, hissederim, duyarım. O kadar narin
bir tutam ıhlamur, üstüne bir dal tarçın, bir küçük olacak. Ben küçük bir kızken, ağababamın bahçesin-
kaşıkla da zencefil, benden başkası yaparsa tuttura- deki, bir gece yarısı gelen pek kıymetli misafirimizin,
maz, ben bilirim, hala öyle yaparım. Çayı, babamın; altında ağırlandığı ağaçların, üzerindeki narları da
küçük mavi çiçekleri olan porselen fincanına yavaş babam yapmış, ağaca asmış sanırdım. Anne bu ma-
yavaş doldurur, anneme veririm. Annem, babama sayı kim yaptı, beybaban kızım, bu büfeyi, beybaban
çayını götürürken, ben yüklük dolabından kemanımı Naile, anne ağaçtaki narları, onları Allah baba yaptı
alır, sandık odasına geçerim. Annem dağınıklığı sev- kızım. Ama beybaban ekmiş, büyütmüş.
mez, her şeyin dolabı vardır. Benim kemanımın yeri
O bahçede, narlarla birlikte büyüdüm. Keman çalma-
de yüklük. Sandık odasında çalarım, keman sesi güzel
yı, tambur çalmayı, musiki üstatlarını hep o bahçede
yankılanır burada. Boştur ve tavanı yüksektir. Sandık
öğrendim. Ağababam öğretti. Turan’ı da o bahçede
odasından, önce hafif nağmelerle başlar, sonra ağıra
tanıdım. Şaban ayının sonu, biz oruçluyuz, kameri-
en ağıra doğru giderim. Adarım kendimi, kemanla bir
yede, hanımannemle kuran okurken bahçe kapısının
olurum, sanki ben kemanım. Artık yay, kendiliğinden
tokmağı vuruldu. Bahçe kapısını hatta tokmağını da
mi hareket ediyor, notalara parmaklarım gizli bir güç-
babam yapmış. Kırmızı kök boyayla boyamış, üstüde
le mi değdiriliyor bilmem. Ben kendimden geçerim,
10
eski yazıyla adımı, sedef kakma olarak işlemiş. Eski ağababam bırakmadı, hazır mı Meziyet, ağabeyi gel-
yazı bilirdik o zamanlar, sonra Kemal Paşa yeni yazı miştir, yarın yine gel, mutlaka gel, nakış da yaparız,
getirdi, ben okumadım onu. Alışkanlıklarımı bıraka- oyun da oynarız, gelirim abla.
madım. Bak Naile, bu kapı senin. Bir gün, kocaman bir
kadın olduğunda bu kapıyı sen al, evine, bahçene, bir İçim içime sığmaz, ya gelmezse, ya hemen iyi oluve-
tarafa koy, ziyan etme. Tamam beybaba. Kapı çalıyor, rirse, sonraki ilacı az süreyim geç iyileşsin. Ağabeyi
çalsın ben bakarım, sütçüdür, köyden Enginekin’den çalsın kapıyı, ben açayım, gözlerimiz değsin birbirine,
taze süt getirmiştir, hanımannem yoğurt mayalar, bir mideme sancı girsin, kalbim çıksın yerinden. Gelmez,
karış kaymak tutar, kaymağı ayırır sahurda yeriz, bi- beklerim gelmez, terzihane çarşıda, örtünüp geçsem
raz da eve götürürüm beybabama, iftarda ayva tatlısı ağababam görür, beybabam duyar, olmaz. Şimdiki
yaparım üzerine koyar yer, kapıyı açtım: Turan. O za- gibi mi o zaman, çarşıya çıkan kıza iyi gözle bakmaz-
man tanımıyorum. Uzun boylu sırım gibi, siyah gür lar. Kız kısmı on birine bilemedin on ikisine değdi
saçları, güleç yüzü, eridim. mi, çarşı yasak. Ağababa bugün Meziyet gelmedi? İki
günde bir gel dedim, ilacın hazmı öyle, o hanımannen
Reşat Emminin bayramlık takımını getirdim. O ses, gibi değil, her gün kaldıramaz, kaldıramaz ağababa.
benim kemanımda yok. Elinde kahverengi beze sarılı Biri tutmalı beni, uçuyorum, yarın gelecek, yarın Tu-
bir paket, ben gözlerimi alamam, o gözlerini alamaz. ran’ımı göreceğim. Ya ağababam evde olursa, kapıyı
Getir Turan, koy şu masaya, Reşat Emmin camiye git- o açarsa. Sabah erkenden geldim ağababamlara, bah-
ti, bekle biraz, niyetli misin, iftara kal. İşim var Hacı çede bekledim. Bizim evle ağababamın evi yan yana,
anne, Naile koş pestil sar, erik de koy hoşaflık, başka bahçe duvarları bitişik. Annem görmesin pencere-
zaman Hacı anne sağ ol, ustam bekler, bayram üstü den beni diye, hep siper yerlerde duruyorum, iş icat
çok dikiş var. Tamam, Turan, güle güle Turan. Gitme ediyorum: Çamaşır asıyorum topluyorum bir daha
Turan, gitme. Turan gitti. asıyorum, kuyudan su çekiyorum, taşlığı yıkıyorum
yıkıyorum, donuyorum, yok girmem, içeri girmem,
Kim bu çocuk, Kadıgillerin Hakkı’nın oğlu. Okumuş, ikindi ezanından az önce kapı çaldı. Ağababam cami-
terbiyeli çocuk. İyi de terzilik yapıyor. Bak daha on ye- de, o değil, bu Turan, hoş geldin Turan, hoş bulduk
disinde, ne takımlar dikiyor. On yedisinde mi? Ben o Naile abla. Naile abla mı, vur beni Turan, öldür beni,
zaman yirmi beşimdeyim. Çok büyüğüm ondan, beni öleyim. Allahım bana dayanma gücü ver, bana abla
istemez, o istese annesi istemez, o istese beybabam dedi, nasıl yaşarım ben şimdi, sarıldım Meziyet’e, sa-
vermez. Ağababam duysa, hanımanneme kızar. Zih- rıldım, kız nefes alamıyor öyle sarılmak. İyileşti yaram
niye, kapıyı kıza açtırma diyorum o kadar. Ama ben abla, artık kaşınmıyor. İyileşmez, hemen olmaz, daha
Turan’ı sevdim. Çok sevdim, vazgeçmedim. bana abla derken Turan, yara mara iyileşemez. Abla,
bizim öğretmenimizin babası hortlamış. Dün de gel-
Ramazan zamanı, ağababamlardayız, ben iftar için
meliydin sen her gün gel, çok bekledim. Sabah ölmüş-
katmer açıyorum, ağababam küçük bir kızın elinden
tü abla, öğretmenimiz ağladı babamız öldü ağlayın
tutmuş getirmiş. Naile, bak bu küçük kızın karnında
dedi, şimdi gelirken öğretmenimizin babasını gördük,
yara var, ilaç hazırlayalım ona, ne ilacı ağababa? Lapa,
Turan ağabeyim Zülfikar dayı nasılsın dedi. Ne dedi,
bıldır hanımannene hazırlamıştın. Kara kuru, çelim-
iyiyim dedi, o değil ağabeyin ne dedi, nasılsın dedi.
siz çirkince bir kız. Yaşı belli değil, yedi de olabilir,
Benim için ne dedi, benim için ne dedi. Diyemedim.
dokuz da. Elim undan çıksın hazırlarım ağababa: Ci-
Hortlamış sabahtan akşama, dirilmiş Zülfikar dayı
vanperçemi, kırk kilit otu, iç yağı, kimlerden bu küçük
abla, ben ağlayamadım, karnım da acımıyor ya, neden
kız ağababa? Hakkı dayının, Hakkı dayı kim ağababa,
ağlayayım, ağlayamadım, tükürük sürdüm gözlerime,
Kadıgillerin yok mu, terzihanede hem Turan’a yardım
öğretmenimiz kızmasın diye. İyi ağlama sen ağlama.
ediyordu, hem kaşınıyordu, aldım getirdim. Ağabeyi
Neden hortlamış, ben bilmem, Turan gelmeden sana
akşama alacak. Turan’ın kardeşi mi, Turan’ın ya sen
kemanımı göstereyim mi?
tanıyor musun onu? Turan’ın mı? İçim içime sığar
mı artık, ben bu küçük kızı başımın üstünde taşımaz Meziyet gittikten sonra akşam beybabamdan öğren-
mıyım, bu güzel kızı, bu tatlı kızı. Lapayı hazırladım, dim, ölen Zülfikar dayı değilmiş, Kemal Paşa ölmüş,
soğuttum özene bezene yaptım, karnını açtırmaz, hep ağladık, kan aktı gözlerimizden, büyük adamdı,
utanır, iyi gözlerimi kaparım, sen bu sabunlu bezle sil çok büyük adamdı Paşa. Samsun’a çıkmadan bize mi-
yaranı, sessiz garip siler, ıh demez. Göz ucuyla bak- safir oldu, kimse bilmez. Beş altı yaşındayım, babam-
tım, ne yara ne yara, gıkı çıkmaz. Geçer mi abla, geçer, da telaş kıyamet, çekil yat sen Naile, misafirimiz gele-
sen her gün gel bakarım iyi ederim seni, sana keman cek, kim gelecek beybaba, ağır misafir kızım, çok mu
çalmayı, tambur çalmayı öğretirim, bana nakış öğret şişman beybaba, hayır çok kıymetli. Kimse bilmez,
abla, olur öğretirim, senin adın ne? Adı Meziyetmiş. ama ben biliyorum, ağır misafir kim. Bugün o ağır,
Dünya güzeli Meziyet. Kapı çaldı, ben koşturdum ama o kıymetli misafir öldü, ağla Naile. Meziyet ağlama-

11
dı, karnı da iyi, ağlamaz, ağababam ağladı, beybabam sem!
ağladı, hanımannem, annem, ben, en çok ben. Turan,
abla dedi ağla Naile, yirmi beşimdeyim ağla Naile, Hep sevdim Turan’ı, o da beni sevdi. Evlendik asker
Meziyet ağlar mı ağlamaz, tükürük sürer. Ama ben, oldu, aylarca bir haber yok, Meziyet’i alır koynuma ya-
Kemal Paşa için en fazla ağla Naile, gelmez daha böyle tarım uyku yok, kalkarım durak yok. Meziyet’e ne na-
adam, ağla. Turan ağladı mı, nasıl ağladı, burnu aktı kışlar, ne gergefler, zaman geçmez. Tam altı ay sonra
mı, bana bir haber gönderir mi, çok ağlamasın üzül- bir mektup, yeni yazıyla üç satır: Nailem, ben iyiyim,
mesin Naile der mi? Gelince derim: Evde anlatırsın filan yerdeyim, filan adrese yaz, soranlara selam. Han-
Meziyet, ablam çok ağladı dersin, içli içli keman çaldı gi soranlara, kimse bana sormaz, benden başka her-
dersin, beni çok sevdi çok öptü dersin, yaptığı yemek- kese Turan demek serbest, bana yasak. O zaman koca
lerden yemedi dersin, ama bana yedirdi dersin. özlenmez, kimse de bana sormaz, ben kimim, ayıp,
anneyle babaya sorulur, ama ben Meziyet’e sorarım, o
On üç yaşında aldım yemek işini üstüme, benim di- da bana sorar: Ağabeyime başka ne yazayım abla, iyi
yen aşçılar elime su dökemez, her çeşit yemeğin en ol yaz, başka abla, seni çok özledim yaz, başka, bebek
iyisini yaparım, elim tatlıdır, hem bereketlidir. Az yakında doğacak da yazayım mı, olur onu da yaz.
bir malzemeyle yapamayacağım yemek yoktur. Her
iş gelir elimden, ama yaşım yirmi beş, ağla Naile. On Ona kemanlar mı çalmadım, tamburlar mı? Dökü-
yedisinde on sekizinde evlenmedi mi bir kız evde kal- len dişlerini de yaptım, en iyi malzemeden yaptım.
mış sayılır o zaman. Ben evde kaldım, çok isteyen- Nailem, bacaklarımı ov, tamam efendiciğim, Nailem
lerim oldu, kaymakam oğluna mı istemedi, zabit mi şerbetim hazır mı, hazır efendiciğim. Köh köh öksür-
istemedi, kâtip mi evlenmedim. Bilerek evde kaldım. dü mü: Ona benim özel tarifimden çay demler, bir de
Babamın kanadı koluyum, hem ruhunu okşuyorum, aspirinli limonla sırtını güzelce ovarım, Hacı Arif ’i,
hem yemekler yapıyorum, annem elini eteğini çekti Dede Efendiyi de dinleyince, efendiciğimin bir şeyi
artık işlerden, sonra dişçiliği de öğrenince yükünü kalmaz.
iyice azalttım, nasıl evlenirim? Ama Turan’ı tanıyınca,
Leman Koç
o beni istesin hemen evlenirim, annem tambur çalar,
iyi değil ama keman da çalar, benim kemanımı değil,
onu kimseye vermem, onu bana babam aldı, annem
yemek yapmayı unuttuysa, ben gelir yaparım, acırım
babama. Abla dedi bana Turan, sen öl Naile. Sıkış-
tırıyorum Meziyet’i, Turan bana bir haber gönderdi
mi, yok bir şey dememiş ama kapıda bana gülümsedi
Turan.
Turan bir şey dedi mi, yok demedi abla. Nasılsın kı-
zım, yaran iyileşti mi? Bana bakıyor Meziyet, yarası
çoktan iyileşti ama benim ne söylemesini istediğimi
seziyor, çok akıllı kız, biraz kaldı ağababa. İyileşme-
di, daha çok ilaç lazım. Bitti mi lapa kızım, bitti ama
yenisini yaptı ablam ağababa. O da ağababa diyor, ah
Turan’da dese, ağababa Naile’yi seviyorum dese. De-
mez.
Naile’ye selam söyle dedi Turan ağabeyim abla. Ne
dedi, deliriyorum, Naile’ye selam söyle dedi. Naile
abla değil. Ne dedi? Kucaklıyorum Meziyet’i. Öpüyo-
rum, öpüyorum. Ne dedi? Naile’ye selam söyle dedi. O
gülüyor, ben deliriyorum. Ne dedi, Naile’ye Naile’ye.
Dönüyoruz, fır fır dönüyoruz, Turan Naile’ye selam
söyle demiş.
Biz öyle uzaktan belki üç kez göz göze gelip de evlen-
dik. Şimdiki gibi görüşmeler koklaşmalar yok o za-
man. İki saniyelik, bakışmalar, çarpan kalpler. Günler
o iki saniye için yaşanır, o iki saniye üzerine yaşanır.
Meziyet’i götürürken, Turan bana gülümsedi. Güle
güle Turan, al götür kalbimi de, ah eline dokunabil-
12
Leman Koç’un yazdığı SAMİYE adlı öyküyü, oyunlaştırma çalışmaları başladı. Pazar günleri saat 15.00-18.00
arası yapılan çalışmalara siz de katılabilirsiniz...

Bulunmaz Tiyatro
Binbirdirek Mh. Gedikpaşa Camii Sk. No: 57 Çemberlitaş - Eminönü

Tel: 0212 513 47 32


E-posta: tiyatroyun@gmail.com

13
HESAP SORUYORUM; TİYATRODA DEVRİM İSTİYORUM!
OĞUZCAN ÖNVER oguzcanonver@gmail.com

Fotoğrafçılık, tiyatro, resim ve sinemada, genel yar- onlar bilir bu yüzden televizyonlarda, facebook tarzı
gının aksine; gösterilen, kadraj içine alınan, sahneye sanal muhalefetin kalelerinde, bu sisteme karşı geli-
konulan değil; göz ardı edilen, gizlenen, su yüzüne çı- nemez. Bu çaba, gerçek bir muhalife yanılgı ve yenil-
kartılmayan ‘şey’ler dikkate alınmalıdır. Fotoğraf ka- giden başka bir şey getirmez. Ancak kendini başara-
resi, kamera açısı ve tiyatro sahnesi bir şeyleri gösterir mamış kimseler bu tarz sitelerde ve televizyonlarda,
ama o kare, o kadraj dışında hiçbir şeyi göstermez. bir nevi muhalefet mastürbasyonu yaparak içlerinde
az da olsa biriken direniş kırıntılarını açığa çıkarırlar.
Mesela; bir ağaç tek başına fotoğraf karesinin içine alı-
nabilir ama o ağacın yanında bulunan açlık, faşizm, Gerçek direniş televizyonlarda gösterilemez,
savaşlar, zulüm, ıstırap, yoksul insanlar gösterilmezse facebook’ta paylaşılamaz. Gerçek direniş sokaktadır!
bu ağaç ne kadar estetik çekilirse çekilsin sanatsal ve Ancak, Fransız Sokağı’nda değil, Cezayir Sokağı’nda-
ahlâksal açıdan hiçbir değeri kalmaz. Etik, estetikten dır!
önce gelir. Ağacın gösterilmesi aslında yoksulların
gösterilmemesi demektir. Bu yüzden gösterilenden Sınırlandırılmış bir alanda, bazı şeyler çok daha ya-
çok gösterilmeyen alanla ilgilenilmelidir, çünkü gös- nılsamalı şekilde gösterilebilir. Bir sihirbaz, gösterisi-
terilmeyen alan her zaman, hem niteliksel açıdan hem ni yaparken etrafında çok fazla insan olsun istemez.
nicel olarak daha çok yer kaplar. Hilesini saklamak için sınırlandırılmış bir alana ve
belli bir açıdan bakan izleyicilere ihtiyacı vardır. Aynı
Televizyon dizilerinde burjuva sınıfın, mutlu azınlı- biçimde, televizyonların da kitleleri kandırmak için
ğın, zenginlerin gösterilmesi onların yaşamının daha yaptığı hile, bir sihirbazın hilesinden farksız değildir.
ilginç, daha sanatsal olduğundan değildir. Mutlu Sihirbaz, hilesini eğlence için yapar, seyirciler bunun
azınlığın yaşamı gösterilir, çünkü yoksulların, ezilen bir illizyon olduğunu bilir, ama televizyon bunu gizli-
sınıfların, mutsuz çoğunluğun yaşamı, dertleri, acı- ce ve emekçilerin sömürüsü için yapar. Televizyonun
ları kapitalist düzenin çıkarı için gösterilmemelidir. yaptığı hile çok daha ahlaâksız ve vicdansızdır. Tele-
Televizyonlar, kapitalizmin en etkin görsel silahıdır. vizyon soyut bir kavram değil. Televizyondaki reklâm
Kapitalizm, gösteriyi çok iyi kullanır çünkü oyunun filmlerinde oynayan güzel kızlar/yakışıklı erkekler,
kurallarını onlar icat etmiştir. Bu oyunun (televizyon, reklâm yazarları, dizi yönetmenleri, dizi oyuncuları
sosyal paylaşım siteleri) zaaflarını ve hilelerini en iyi bu suça ortak! Tarih, sizden elbette bir gün hesap so-
14
racak! dünyanın en çok tanınan en çok okunan en çok beğe-
nilen yazarı hâline geldi? Bu sorunun cevabı, sorunun
Onca özel tiyatronun içinde neden politik/muhalif içinde gizli; ahlâksız ve sanatsal olarak yetersiz olduğu
tiyatro yapabilen bir tek tiyatro yok? Neden Shakes- için. Dünya nüfusunun ve sanatla uğraşan aydınların
peare oyunları kutsanmaya devam ediyor hâlâ? Erotik çoğu ahlâksız ve sanatsal olarak yetersiz olduğu için
şovlarla ilerleyen tiyatro oyunlarına bir son vermenin bu adam da bu kişilerin kutsalı oldu. Sanat dünyasın-
zamanı gelmedi mi? da, hızla Shakespeare fetişleri üredi. Herkesin balık
sevdiği bir kıyı kasabasında en çok satılan et tavuk eti
Ortaçağda, ne zaman işler kötü gitse, kral, soytarıyı
olmaz! Bilgisiz, kitap okumayan, şekilci kesimler bu
saraydan dışarı salarmış, ‘halkın arasına karış, bu dö-
adamı bir hediye paketi gibi süsleyip önümüze sürdü-
nemi kazasız belasız atlatalım, halk uyanmasın’ der-
ler ve bizden bu adamı beğenmemizi istiyorlar. Biz,
miş. Etrafınıza bakın binlerce aptal soytarı, her an size
şimdilik sayımız az da olsa, William Shakespeare’i be-
bakıp sinsice gülümsemiyor mu? Onların makyajları-
ğenmediğimizi, sevmediğimizi, takdir etmediğimizi,
nı gözyaşlarınızla silmenin zamanı gelmedi mi?
ondan nefret ettiğimizi haykırıyoruz. Bunu zamanın-
William Shakespeare oyunlarında, özellikle de Kral da Lev Tolstoy yapmıştı, şimdi sıra bizde;
Lear’da, soytarı karakteri neden, aynı zamanda oyu-
nun en bilge kişisidir? “İstedikleri kadar övsünler, eşi benzeri olmayan üs-
tünlükler yükleyerek yere göğe koyamasınlar, Sha-
William Shakespeare yaşadığı dönemde(1564-1616) kespeare bir sanatçı değildir  ve yapıtları sanatsal
İngiltere - İspanya Savaşı’nı (1585-1604) anlatan bir özden yoksundur. Nasıl ritim duygusu olmadan mü-
oyun yazmış mıdır? zisyen olunamazsa, ölçü duygusu olmadan da sanat-
çı olunamaz.”
William Shakespeare yaşadığı dönemde(1564-1616)
aristokrasiye ciddi bir eleştiri getirmiş midir? (Bkz: Tolstoy, Sanat Nedir?, çev. Mazlum Beyhan, İş
Bankası Yayınları, s. 349)
William Shakespeare yaşadığı dönemde(1564-1616
halkın sorunlarına, köylünün dertlerine hiç değinmiş Bundan yüzyıllar sonra, o zamanın öğrencileri bile,
mi? 2000’lere bakıp, Shakespeare’i adam sananlara güle-
cekler. Bizim tek tesellimiz şimdilik bu, sayımız artar
BBC televizyonu, 1978-1985 yılları arasında, da yeni bir ‘sanatsal devrim’ başlatılabilirse, önümüz
Shakespeare’in tam otuz yedi oyununu kameraya alıp, de alnımız da açık olur. Bu süreç; sadece Türkiye sa-
ekranlarında bu oyunları yayınlarken, İngiliz halkının natı için değil, dünya sanat mirası için de çok önemli
mutluluğunu mu düşünüyordu? bir süreç. Bu süreçte haklının, halkın yanında olanlar,
tabu olmuş sanat yoksunu ‘sanatçılara’ karşı çıkanlar
Hayır!
kazanacak. Kralın soytarısını tutanlar, tavrını ezenler-
den yana koyanlar, zalimler sınıfta kalacak. Dünya çok
çetrefilli bir dönemden geçiyor. Zulmün zirve yaptığı
berbat bir çağdayız! Ama her an her şey olabilir. Belki
çok yüzeysel bir cümle oldu ama tarihin adaletinden
şüphe duyulmaz. O yüzden kişisel çıkarları bir kenara
bırakıp, ön yargısız, ön koşulsuz düşünmemiz gere-
kiyor, bize dayatılan bazı sanatçılar gerçekte ne kadar
sanatsal ahlâka sahip? Sanatsal ahlâk; üzerine fazlaca
kafa patlatmamız gereken bir kavram. Sanatçı döne-
minin sorunlarını gizliyorsa ürettiği sanat eseri ne
kadar ahlâkidir? Suya sabuna dokunmayan bir sanat
eserinin değişim değeri, bir prezervatifle eşdeğer mi-
Peki, Shakespeare yaşadığı dönemde(1564-1616) ne dir?
bok yemiş?
Shakespeare aptalını, sağ entelijansiyasına pazarla-
Varlığını ve sanatsal enerjisini, kraliçe I.Elizabeth’e, yan/kakalayan; Prof. Dr. Özdemir Nutku, sol enteli-
kral I. James’e, saraya ve ezen sınıfa armağan etmiş! jansiyasına pazarlayan/kakalayan ise Can Yücel’dir.
Yaşadığı dönemdeki sorunları değil, aristokrat kesi- Özdemir Nutku’yu, yazar Coşkun Büktel’e attığı ‘video
min aşklarını, ihtiraslarını, bu soylu! insanların yap- belgeli iftiradan’* tanıyoruz. Shakespeare oyunlarını o
macık hayatlarını anlatmış. Peki, bu adam mademki kadar yapmacık bir dille çevirmiş ki; zâten berbat olan
bu kadar ahlâksız ve sanatsal olarak yetersizdi neden oyunlar daha da çekilmez, okunmaz, sıkıcı, plastik bir
hale gelmiş. Can Yücel ise, Shakespeare çevirilerini

15
yaparken daha çok bu topraklara Shakespeare’i uyarlamaya çalışmış.
To be, or not to be: that is the question ‘‘Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu’’ cümlesini;
‘‘Bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin’’ şeklinde çevirmiştir. Shakespeare’in dizesini çok arabesk ve bu ülke
insanlarının hoşuna gidecek bir şekle sokmuştur. Böylelikle, kitap okumayan sol sanat dünyası Shakespeare’i
halk dostu, samimi, bizden biri olarak tanımıştır. Bu büyük hata Can Yücel’indir! Can Yücel yalnızca bu çevi-
risiyle değil aynı zamanda bir başka ünlü Shakespeare çevirisiyle de suçludur;

Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,

Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.

Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,

Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz, 

Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,

O kız oğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,

Ezilmiş, hor görülmüş el emeği, göz nuru,

Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,

Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın, 

Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,

Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın, 

Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen’e,

Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama, 

Seni yalnız komak var, o koyuyor adama.

Shakespeare’in insanları vazgeçmeye, mücadele etmemeye çağıran bol kepçeden teslimiyetçi yukarıdaki şiirini
nasıl olur da Can Yücel bu kadar salt arabesk kokan bir ağızla çevirebilir?

O kız oğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,

Dizelerinde ‘bakirelik’ bir erdem olarak yansıtılmamış mı? Bu kadar gerici bir şiir nasıl olur da Can Yücel gibi
solcu bir şair tarafından çevrilebilir? Hem dağlara kaldırmak diye bir deyim yoktur, ‘dağa kaldırmak’ diye bir
deyim vardır! Yoksulların mutluluktan gayet de haberi vardır ve hiçbir zaman ödlekler başa geçmemiştir.

***

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda bu sezon oynanan Romeo ve Juliet oyununu izledikten
hemen sonra şunları yazmıştım;

“Büyük çoğunluğun, Shakespeare’in yüceler yücesi bir yazar olduğuna inandıklarını ve benim bu yargılarımı oku-
duklarında bunlara asla inanmayacaklarını, hatta dikkate bile almayacaklarını biliyorum, ama yine de elimden
geldiğince, Shakespeare’i büyük yazarlık, dâhi yazarlık şurada dursun, neden sıradan bir şeyler çiziktiren, orta
karar bir yazar olarak bile görmediğimi açıklamaya çalışacağım.”

(Bakınız: Lev Tolstoy, Sanat Nedir?, sf. 303, çev. Mazlum Beyhan, Türkiye İş Bankası Yayınları)
16
William Shakespeare’in yazdığı(!), Özdemir Nutku’nun çevirdiği(!), Kemal Başar’ın yönettiği(!) Romeo ve
Juliet’i, bugün, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde izledim.

İzlemez olaydım!

Parama ve zamanıma çok yazık oldu!!!

Özdemir Nutku’nun çevirisiyle ilkokul şiiri düzeyine inen replikler, sıkıntı seviyemizi üstlere taşıdı. Bu oyunla
birlikte, Shakespeare’in tam bir geri zekâlı olduğuna kesinlikle kanaat getirdim.

Kemal Başar; tiyatroyu bilmeyen, postmodernizm ayağına yatan bir yönetmenden öteye geçemedi. Bazı bö-
lümler o kadar sıkıcıydı ki; salondan çıkmamak için kendimi zor tuttum.

Tutmaz olaydım!

Bu oyunun hazırlanma sürecinde harcanan bunca emek ve bunca zamanı düşününce, Özdemir Nutku’nun,
Theope hakkındaki iftirasını duyduğumda olduğu gibi nutkum tutuldu! Bu tiyatrodan her anlamıyla iğrendim!

Daha uzun bir eleştiri yazmak içimden gelmiyor!

***

Shakespeare oyunları, yazıldıkları dönemden günümüze büyük prodüksiyonlarla oynanıyor. Şimdiye kadar
okuduğum ve izlediğim bu oyunlar, bende büyük bir sıkıntı, tiksinti ve iğrenme duyguları oluşturdu. Benim
oyundan sonra hissettiğim duygular bunlardı; salonun yarısının da benimle aynı duyguları hissettiğine emi-
nim. Eğer Shakespeare denen düzenbaz, İngiltere’de değil de Vietnam’da doğmuş olsaydı; tüm dünya onu tanı-
mayacaktı! Shakespeare; İngiliz olması, İngiliz dilinin İngiliz emperyalizmi nedeniyle dünyada yaygın olması
sonucu ünlü bir oyun yazarı/şair haline geldi. Bu oyunlar, ‘kapitalizmin oyunlarına’ çok uygundu ve bir virüs
gibi tüm tiyatrolara yayıldı, çünkü muktedirler tarafından öyle arzu edildi!

Dünya çapında, Anti-Shakespeare düşüncesinde oluşumlar mevcut. Kasım 2007 tarihinde Shakespeare’s Globe
Theatre, Frost Fair’da gençler, Shakespeare’i protesto etti.

Dr. Alexander C. Hale tarafından hazırlanan ve tüm tiyatroları Shakespeare’e karşı tavır almaya çağıran bir
dilekçe hazırlanmış. Dilekçenin İngilizce orijinali** ve benim çevirim aşağıdadır:
To: All world education authorities
Ever since the Elizabethans the works of William Shakespeare have been a famous part of English literature and
why not? The man has brought us such gory classics as Macbeth, Hamlet, Richard III and heck, even Romeo
and Juliet had a little violence near the end. Despite the mindless killing and gruesome depictions of some
of the most famous and important people of the day, Shakespeare’s plays are still read frequently in Schools
today, in the way they were written. Though most literature is best left unchanged, that is simply not the case
with Shakespeare whose primitive language has baffled school children for generations. Now, at the dawn of
the 21st century, we must ask ourselves, “why do we still read texts at school that were written in a language so
hard to understand? I mean, come on, the guy and the words used in his plays have been extinct for 100’s of
years - why can’t they modernise this crap and make it understandable?” That is what we, the Anti-Shakespeare
society aim to achieve. A world where if we have to read this prehistoric mumbo jumbo we can read it in words
that at least make sense!
If you’re baffled by Shakespeare’s stupid puns, metaphors, similies and what-not, please sign this petition! If
you actually like his work (not many, but there are some out there), but you want it to be updated so that the
folk of the 21st century can understand it, please sign this petition, too! Remember, we’re not trying to kill
Shakespeare - He’s already dead!
So, it’s up to us to make the world a happier place by abolishing Shakespeare for good or at least changing it to
English! Sign now or forever annoy school children!

17
Tüm dünya tiyatrocularına;
Shakespeare’in yapıtları, Elizabeth’ten günümüze, niçin İngiliz
Edebiyatının en ünlü parçalarıdır?
Romeo ve Juliet’in son bölümünde küçük çaplı bir şiddet vardı
ama bu adam bize, Macbeth, Hamlet, Richard III adlı eserle-
riyle kanlı klasikler getirdi.
Bazı akılsız öldürme ve o dönemin en önemli/en ünlü insan-
larının korkunç tasvirlerine rağmen bu oyunlar yazıldıkları
şekilde, hâlâ okullarda sıkça okutulur.
İyi bir edebiyat eseri üzerinden yıllar geçse de değişme-
den kalır. Ama bu sadece Shakespeare için geçerli değildir.
Shakespeare’in ilkel dili öğrencilere şaşkınlık verir.
Biz, 21.yüzyılın aydınlığında, anlaşılması çok zor bir dille ya-
zılmış bu metinleri ‘’Neden okullarda okutuyoruz?’’ diye ken-
dimize sormalıyız.
Soyu tükenmiş, yüzyıllardır süren bu oyunlara ben hadi or-
dan! diyorum!
Neden biz bu bokları modernleştiremiyoruz ve daha anlaşı-
labilir hale getiremiyoruz? Ki, Anti-Shakespeare oluşumu bu
amaca ulaşmak ister.
Yıllardır bu oyunları okuyan dünya bizim de bu oyunları oku-
mamız için en azından bir tek mantıklı neden gösterebilir mi?
Jumbo Mumbo!
Eğer Shakespeare’in aptal kelime oyunları, metaforları, espirileri, sizi şaşkına çeviriyorsa, hoşunuza gidiyorsa
bu dilekçeyi imzalamayın lütfen!
Unutmayın biz Shakespeare’i öldürmeye çalışmıyoruz. O zaten öldü!
Shakespeare’i kaldırarak dünyayı daha mutlu bir yer haline getirmek bize kalmış! Şimdi ya sonsuza dek rahatsız
okul çocukları olun! yada bize katılın.
Sevgilerle...
Not: Bunca zamandır internette bulunan bu dilekçeyi, ülkemizde İngilizce bilen aydınlar neden çevirmedi?
***
Dünya Tiyatrolarında, %95 Shakespeare, %5 Tolstoy’un sözü geçiyor. Bu oranın dünyadaki zenginlikle doğru
orantılı olduğunu biliyoruz. %5’lik mutlu azınlık dünya zenginliklerinin %95’lik kesimini elinde tutuyor. Biz
buna kapitalizm diyoruz. Tiyatroda, kapitalizmin en büyük destekçisi/temsilcisi; William Shakespeare!
William Shakespeare, CIA(Amerikan İstihbarat Servisi) tarafından destekleniyor!
Soğuk Savaş döneminde, ABD Avrupa’yı sosyalizmden soğutmak amacıyla kültürel bir soğuk savaş başlattı.
Bu savaş doğrultusunda, birçok yazara maddi destek sağlandı ve bu yazarlar ünlü edildi. ABD’li tarihçi yazar
Frances Stonor Saunders yazdığı ‘Who paid the piper cia and the cultural cold war’ adlı kitap, CIA ve sanat
dünyası arasındaki ilişkileri belgelerle ve o dönemin tanıklarının ağzından ortaya koyuyor. Bu kitaptan ve di-
ğer belgelerden yola çıkarsak George Orwell’ın CIA’in en has adamlarından biri olduğunu görebiliriz. Bu alçak
adam, en yakın arkadaşlarını bile İngiliz hükümetine ispiyonlayacak kadar düşmüş bir zavallı. Bkz: Orwell’s
list. ***
George Orwell, 1984 ve Hayvanlar Çiftliği adlı kara ütopyalarında, olası baskıcı rejimlerin insanlar üzerindeki
18
etkilerini anlatıyor ve insanları sosyalizmden uzaklaştırarak; ABD liberalizmi için çalışıyor. Bunu yaparken
dikkat çekmemek için Troçkizm oyunları oynuyor.
Bir başka kara ütopyacı Aldous Huxley ise Cesur Yeni Dünya adlı kitabında liberalizmin gücünü yitirmesinden
kaynaklanan korkusunu açığa vuruyor. CIA yardımı almış olması yine belgelenmiş olduğundan Huxley de
vicdanlı biri değil.
Orwell ve Huxley’in ortak noktaları, yalnızca, CIA yardımı almaları, kara ütopyalar yazarak insanları sosya-
lizmden soğutma çabaları değil aynı zamanda bu iki yazarın sıkı birer Shakespeare savunucusu olması!
Huxley’in korku ütopyasında, Shakespeare yasaklanmış bir yazardır. Ve Shakespeare’i yasaklayanlar baskıcı
kesimdir. Huxley, romanın sonlarına doğru Othello ve Kral Lear’a övgüler düzüyor ve Shakespeare’in insanları
duygulandırdığından ve ne kadar müthiş bir yazar olduğundan dem vuruyor.
Orwell da 1947 yılında yazdığı ‘‘Shakespeare, Tolstoy and the Fool’’ adlı makelesinde, Tolstoy’un o müt-
hiş kuramsal eserini; ‘Sanat Nedir?’i eleştiriyor ve Shakespeare’in avukatlığına soyunuyor. Tolstoy’u yeren
Shakespeare’i yücelten yazar gerçeğin duru yüzüyle karşılaştığında oldukça üşümüş olmalı.
Orwell ve Huxley’in, bu Shakespeare hayranlığı CIA’ın istediği. Bu benim iddiam tabii, belgem yok ama bu tarz
bir ilişkinin belgesi olur mu bilmiyorum?
CIA, egemen güçleri savunan ve halkı duygu oyunlarıyla uyuşturabilecek bir burjuva tiyatrocusu arıyordu
ve yıllar önce yaşamış Shakespeare bu rol için biçilmiş kaftandı. Zaten kendi beslediği yazarları olan Hux-
ley ve Orwell’a bu amaç için telkinde bulundu ve bu yazarlar eserlerinde Shakespeare’i savundu. Dünyada
Shakespeare’e karşı gelen tek sanatçı Tolstoy’u sindirmek, onun Shakespeare üstüne söylediklerini hasıraltı
etmek için Orwell o makaleyi yazdı.
CIA o dönem yılda tam 1000 kitap basıyormuş. Birçok dergi çıkartıp sanat dünyası üzerinde etkin olmayı
amaçlamış. Bu durum günümüzde hâlâ devam ediyor. En ufak bir muhalif oluşum bastırılmak isteniyor. Basıl-
mamış kitaplar toplatılıyor, insanların ifade özgürlükleri talan ediliyor. Hitlerin hayaleti üzerimizde dolaşıyor.
***
Bunları, çok iyi düşünüp çok sağlam kararlar vermeliyiz. Bize gösterilenle yetinirsek, bizden saklanan gerçek-
lerle ilgilenmezsek sonumuz hiç hoş olmaz. Biz doğduğumuz andan itibaren akvaryumda yaşayan balıklarız.
Bizde, zaman zaman, doğamızın dayatmasıyla, deniz fikri okyanus fikri oluşuyor; ancak emin olamıyoruz de-
nizin, okyanusun varlığından çünkü daha önce bu akvaryumdan daha büyük bir yaşam alanı hiç görmemişiz.
Biz doğduğumuz andan itibaren akvaryumda yaşayan balıklarız. Gerçek sanat eserlerini, gerçek sanatçıları o
kadar az görüyoruz ki; sanki sanat televizyonlarda yapılabilirmiş gibi geliyor bize, orada yer alan oyuncuları
sanatçı olarak nitelendiriyoruz. Kapitalist emellerle yapılan iş sanat olmuyor; zanaat oluyor. Kapitalist emellerle
kimse duygu üretemez.
Bulunmaz Tiyatro’nun kurucusu ve genel sanat yönetmeni Hilmi Bulunmaz’ın deyimiyle ‘Boğaziçi Üniversite’si
gölgesi altında yetişenler’, öldürülen 1,5 milyon Vietnamlı ve 1 milyon Iraklının hesabını vermeden hayat adına
sanat adına hiçbir şey yapamazsınız.
Efes Pilsen’den para alarak yaptığın tiyatroyla muhalefet yapamazsın Sayın
Genco Erkal. Biliyoruz, böyle bir derdiniz de yok zâten ama bari insanlara
politik tiyatro yapıyormuş gibi gözüküp onları kandırmayın. Siz değil miy-
diniz ‘Kerem Gibi’ oyununda Nâzım Hikmet’in şiirini sansürleyen? Siz değil
miydiniz, bu sansürle, ‘Kerem Gibi’ oyunu için Kültür Bakanlığından 72.000
TL’yi kapan? Eğer bu dizeleri;
Affetmedi bu Ermeni vatandaş 
..........Kürt dağlarında babasının kesilmesini. 
..........Fakat seviyor seni, 
..........Çünkü sen de affetmedin 
..........Bu karayı sürenleri Türk halkının alnına. 

19
sansür etmeseydiniz, Kültür Bakanlığı size bu parayı verir miydi? ABD dışında açılan ilk okul Rober Kolej
mezunu Genco Erkal, bu halk sizi asla affetmeyecek! Siz ‘Marx’ın Dönüşü’ adlı oyununuz için Efes Pilsen’den
para almamış mıydınız? 2009’da ‘‘Aydın Doğan Ödülü’’nü siz almamış mıydınız? Ha bir de, siz değil miydiniz
sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz ve yazar Coşkun Büktel’in ifade özgürlüklerini engellemek amacıyla düzen-
lenen Linç kampanyasına imza veren? Artık kimse sizin sol/politik tiyatro yaptığınıza inanmıyor Sayın Genco
Erkal! Artık kimse sizin sosyalist olduğunuzu düşünmüyor! Dürüst olun, herkes sol tiyatro yapmak zorunda
değil, açıkça söyleyin; ezenlerin yanındayım, liberalizm en iyi sistem deyin, Shakespeare’e laf söylüyorsun da sen
kendini ne sanıyorsun ukala herif! diye bağırın! Ama bunları da yapmıyorsunuz. MİT’in kurduğu sol bir örgüt
gibisiniz Genco Erkal!
***
Shakespeare ve hayatı, müzikal şeklinde bile olsa, hiç ilgimi çekmiyor Sayın EZEL dizisi oyuncusu Haluk Bilgi-
ner! Sadece EZEL dizisi oyuncusu demek yetersiz kalır. Aynı zamanda; Sevgili Dünürüm, ‘‘Nerde Kalmıştık?’’,
Cuma’ya Kalsa, Sıkı Dostlar ve bu tarz düzeysiz dizilerin de oyuncusu değil miydiniz? ‘Oyuncuların çoğu yav-
şaktır genellikle’ dediğiniz için size yavşak diyen sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz’ı mahkemeye vermediniz
mi?
***
Rutkay Aziz’in o korkunç rahatsız edici/iğreti edici sesine tahammülü olan sağlıklı bir insan var mı?
Politik Ankara Sanat Tiyatrosu’nu depolitikleştiren Rutkay Aziz, siz Days in Colours, Card Finans, Finans
Bank reklamlarında oynamadınız mı? Banka reklâmında oynamak bankaların suçuna ortak olmak, halkı soy-
mak olmuyor mu? Siz bu tarz reklâmlarda oynayarak tiyatroya nasıl hizmet edebilirsiniz?
***
İnsanların düşünce özgürlüğünü linç etmek isteyerek hiçbir sorunu çözemezsiniz; Linç Kampanyasına***
imza veren tüm tiyatro insanları, tiyatro kurumları. Bu linç utancından kurtulmayı düşünmüyor musunuz? Bir
özeleştiri yapmanın zamanı gelmedi mi?
Kültür bakanlığından aldığınız paralarla, bağımsız sanat olmaz, tüm kültür bakanlığı desteği alan özel tiyat-
rolar. 12 Eylülden önce Kültür Bakanlığı diye bir kurum var mıydı? Yoktu! Peki, darbeden sonra neden tüm
tiyatrolar Kültür Bakanlığı desteği aldı?
Halkın zar zor, yeri geldiğinde boğazından keserek verdiği vergilerle ayakta duran Devlet tiyatroları, reklam
kulelerinizde tiyatroyla ilgili şeyleri değil de Turkcell ve benzeri büyük kapitalist şirketlerin reklamlarını ko-
yarak bu vergilerin hakkını veremezsiniz. Eğer halka vergilerinin karşılığında ihtiyacı olan sanatsal yapıtlarını
veremezseniz, bu vergileri vebalini taşıyamazsınız. Unutmayın; bu halkın tersi pistir. Diyalektik gereği; ezenin
olduğu yerden ezilen, kazananın olduğu yerde yenilen, haksızlığın olduğu yerde direnen yürekli adamlar var-
dır! Bu yürekli adamlar yakanızı asla bırakmaz! Bizi susturamazsınız!
Ne yapmalı?
Tiyatroya; işçiler, köylüler, yoksullar gitmiyor. Onların tiyatroya gelmesini bekleyemeyiz çünkü yaptığımız sa-
nat onlara hitap etmiyor, onların ilgisini çekmiyor. Tiyatrocular genel anlamda, belli bir kesim için tiyatro
yapıyorlar. Biz, fabrikalara, köylere gidelim, onlara oyunlar oynayalım. En doğal haklarından biri olan ‘sanat
eserinden haz alma’ hakkını onlara verelim. Bu insanların vergileriyle tiyatro yapan kişi ve kurumlar, bu insan-
lara neden ihtiyacı olan sanat eserini ulaştırmıyorlar? Suçları gerçekten çok çok büyük!
Tiyatrocular ‘‘Halk neden oyun izlemiyor?’’ diyerek, halka kızıyorlar. Bu, çok yanlış bir tavır, Jakobenist bir
mantık. Önce sen kendine bak sonra konuş!
kabahat senin, 
             - demeğe de dilim varmıyor ama - 
           kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!
Nâzım Hikmet, ‘Dünyanın En Tuhaf Mahluku’ adlı şiirinde halka böyle seslenir. Kabahati halkta bulur. Ben
kabahatin çoğunu halkta değil halkı bilinçlendirmeyen, halkı televizyon dizileriyle uyutan, halkı kandıran ay-
20
dınlarda buluyorum. Bu yüzden de; kabahatin çoğu tiyatrocularda canım kardeşim! Tiyatrocular, eğer bunca
sene, iyi oyunlar ortaya koyabilselerdi, halk da tiyatrolara gereken önemi gösterirdi. Siz tiyatro adına hiçbir
fayda getirmeyen işler yapıp, yan gelip yatacaksınız, sonra da ‘Halk neden tiyatroya gelmiyor?, Beni niye kim-
se anlamıyor?’ diyerek küçük burjuva buhranları yaşayacaksınız! Shakespeare oyunları oynarsan halk gelmez
tabii. Halka duygusal anlamda küfreden bu anlamsız oyunları oynama! Sahnede kimsenin hatta kendinin bile
anlamadığı gereksiz semboller kullanma! Abartılı dekor/makyaj yapma! Biraz doğal ol! Daha büyük bir kitleye
hitap edebilecek evrensel duygular seç ve bu duyguları seyircilere geçirebilecek televizyonlarda kirlenmemiş
gerçek oyuncular bul! Bu topraklara özgü hikâyeler anlat!
Seyircide ‘öğretilmiş sanat algısı’ var. Seyirciler, yaşadıkları dönemin sanat anlayışından, o dönemin eleştir-
menlerinin düşüncelerinden, medyanın şişirmesinden kaynaklanan bir önyargıyla ‘sanat eserinden haz alma’
duygularını köreltiyorlar. Böylelikle, seyirci izlediği oyunu aslında beğenmese de bilincinde oluşan yanılsama
sonucu ve çevresi tarafından garip karşılanmamak için, ayıplanmamak için, ‘‘Ne! Shakespeare kötü yazar mı?’’,
‘‘Bu oyunda filanca oyuncu oynuyor, kesin çok güzeldir.’’, ‘‘Bu oyunun yazarı Lions ödüllerinde en iyi yazar
seçilmiş; kesin çok iyi yazardır.’’ tarzı cümlelere maruz kalmamak için bilerek veya farkında olmadan beğenmiş
gibi hissediyor. Sanatla ilgilenen insan için, bu kadar dehşet verici ve korkunç başka bir şey yoktur. Bir insan
hayatı boyunca tiyatrodan haz almadan, tiyatroyu sevmeden, sanattan uzak kalarak yaşayabilir ama bu yaşam
eksik bir yaşamdır. Ve kitlelere bu eksikliği yaşatan sanatçıların suçu, darbe döneminde kitapları yakan askerin
suçundan aşağı kalır değildir.
Sırp oyun yazarı Duşan Kovacevic’in ‘Buluşma Yeri’ ve ‘İntiharın Genel Provası’ oyunları İstanbul Büyükşe-
hir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda, ‘Profesyonel’ adlı oyunu ise ‘İstanbul Devlet Tiyatroları’nda’ oynandı. Bu
oyunlar oynanmaya hâlâ devam ediyor. Bu oyunların hazırlanmasında bir sürü kişi günlerce çalıştı, oyuncular
defalarca prova yaptı. Bu oyunları izleyen insanlar, paralarını daha da önemlisi zamanlarını bu oyunlar için
verdiler. (ki ben iki oyunu izleyerek 12 liramı verdim.) Peki bunca insan, bu adamın Sırbistan’ın, Portekiz/Liz-
bon büyükelçiliğini yaptığını bilmiyorlar mıydı? Bu adamın faşizme hizmet ettiğinden, Srebnica soykırımının
hesabı daha vermediğinden habersiz mi? Oyunlarında, Bosna olaylarını sorgulamadığını göremiyor mu bunca
seyirci? Bu adam, Boşnaklarla hesaplaşmadan nasıl sanat eseri üretebilir? Sanat ve hayat birbirinden ayrılmaz!
Hitler ve Kenan Evren iyi resim yapıyordu diyebilir miyiz? Kovaçeviç, “500 yıl önce zaten hepimiz Sırptık, ye-
niden Sırp ve Hristiyan olalım, mesele bitsin” Emir Kustirica’ya senaryosunu satmamış mı? Duşan Kovaçeviç’in
Emir Kustirica’dan hiçbir farkı yoktur. Bosna-Hersekli tiyatro ve sinema oyuncusu Emir Siyamiya’nın sözlerini
aklımızdan hiç çıkarmamız gerekiyor;

“Bir sanatçı için, ‘İyi bir yönetmen, ressam, şarkıcıdır, ama iyi bir insan olamayabilir’ deyip de bu iki şeyi birbi-
rinden ayırmamalıyız. Ben bunu ayıramam. Bana göre Kusturica çok kötü bir insandır. Ülkesi, doğduğu ve ona
her şeyi veren şehri için çok kötü şeyler yaptı. Kendi halkına karşı kötü davrandı, düşmanın, katliamı yapanların
yanında durdu. Benim için o bitmiş bir hikâyedir, hem insan hem de sanatçı olarak ölmüştür. Birinin sanatını ve
insanlığını birbirinden ayırmak düşünülemez.” 

Peki, nasıl oluyor da Şehir Tiyatroları ve Devlet Tiyatroları bu gerçekleri görmezden gelip, bu oyunları halka
gururla sunabiliyorlar? Ve nasıl oluyor da birkaç kişinin dışında kimsenin sesi çıkmıyor?

***
Acilen ‘Shakespeare toplantıları’ düzenlemeliyiz. Tolstoy’un fevkalade hayranlık uyandıran ve okuduktan sonra
insanların uykularını kaçıran kitabı ‘Sanat Nedir?’i uykusuz gözlerle okuduktan sonra Kral Lear başta olmak
üzere tüm Shakespeare oyunlarını tartışmalıyız!Bu oyunlar bizim seyircimize ne ölçüde hitap edebilir, bunu
konuşmalıyız. Ön yargısız, korkusuzca, özgürce, yüksek sesle. Benim bu saatten sonra, Ali Poyrazoğlu’ndan,
Ferhan Şensoy’dan, Genco Erkal’dan, Haldun Dormen’den, Haluk Bilginer’den, Rutkay Aziz’den, Yıldız Kenter/
Müşfik Kenter’den ‘tiyatroda devrim’e destek vermelerini beklemiyorum. Genç tiyatrocuların bir araya gelerek
bu konular üzerine düşünmesi gerektiğini belirtiyorum. Tiyatroyu daha yeni bir forma dönüştürmemiz gere-
kiyor. Sokak tiyatroları bu açıdan çok önemli… Televizyon ve sinemada asla yapılamayacak bir etkiyle, sanat
dünyasını Shakespeare ve tabu olmuş yoz yazarlardan kurtararak, tiyatroyu yeniden icat etmeliyiz.
“Hoşlandığımız bedenlere hayalimizdeki ruhları koyuyoruz ve bunu aşk sanıyoruz.”
William Shakespeare

21
Hoşlandıkları düzen sanatçılarını hayalimizde güzelce giydiriyorlar ve biz bu adamları sanatçı sanıyoruz.
Oğuzcan Önver

Not: Bu yazı henüz tamamlanmamıştır. Zamanla derinleşecek ve ileride kuramsal bir kitap hâline gelecektir!
Mart 2011 Shakespeare çizimi; Sinem
* http://www.vimeo.com/1325643
**http://www.petitiononline.com/ALX124Q/petition.html
*** http://en.wikipedia.org/wiki/Orwell’s_list
****http://www.coskunbuktel.com/lincimzacilari.htm
Altın Ayı’yı alan İranlı yönetmen Farhadi’ye katılmadığı-
mı belirtmek isterim!
İranlı yönetmen Cafer Panahi’nin, muhalif olduğu için 6
yıl hapis, 20 yıl film çekmeme cezası aldığı bir dönemde,
yine İranlı başka bir yönetmen olan Farhadi’nin Altın Ayı’yı
aldıktan sonra söyledikleri hem sinema için hem İran için
hem de dünya için son derece zararlı ve kabul edilemez. Ben
Farhadi’yi bu küt ve duyarsız tavrı için kınarken, Panahi’yi
tüm yüreğimle destekliyorum. Panahi’nin hazırladığı bildi-
riyi Farhadi’nin suratına fırlatıyorum;
“Beni 20 yıl film çekmeme, konuşmama ve 6 yıl hapis cezasına çarptırdılar. Ancak, hayallerimi, rüyalarımı pran-
gaya vuramazlar. Asla yenilmeyeceğim. 20 yıl sonra biriktirdiğim rüyalarımı yeni filmler yaparak dünyaya
sunacağım.”
ÖDÜLLÜ YÖNETMENE PANAHİ TEPKİSİ
Farhadi, Altın Ayı’nın kendisi için önemli olduğunu
belirtti ve ödülün öneminin, filminin dünyanın dört
bir yanında izleyicilere ulaşma şansı vermesi oldu-
ğunu söyledi.
Orta Doğu’da yaşananları yorumlamasını ve filmi-
nin mesajını açıklamasını isteyen bir gazeteciye Far-
hadi şu şekilde cevap verdi: “Filmlerde mesaj olmaz,
bir potansiyel olur. Bu potansiyel de insanların soru
sormalarını, kendi cevaplarını bulmalarını sağlamak olabilir. Orta Doğu’ya gelirsek, barışçıl hareketleri, dün-
yanın neresinde olursa olsun herkes savunur.”
‘Kahraman değilim, sinemacıyım’
Farhadi’nin karşılaştığı en zor soru, yurtdışında yaşayan İranlı bir gazeteciden geldi. Gazeteci, Farhadi’nin
aralarında yönetmen Panahi’nin de olduğu İran’da tutuklananlar konusunda yeterince sert açıklamalar yapma-
dığından yakındı. Farhadi ise bunun işi olmadığını belirtti ve şöyle konuştu:
‘‘İki olasılık var. Ya sizin dediğiniz gibi sert açıklamalar yaparım ve bir daha İran’da film çekemem. Ya da şimdi
yaptığımı yapar ve İran’da film çekmeye devam ederim. Bence ikinci yol daha doğru. Çünkü ben kahraman de-
ğilim, sinemacıyım. Konuşmalar yapmak isteseydim, yönetmen olmazdım, politikacı olurdum. Ödülü alırken,
sahneden söyleyeceğim zehir zemberek cümleler, tutuklu insanlar için bir şey değiştirmeyecekti. Ama film
çekmeye devam edebilmek ve çektiğin filmlerle söyleyeceğini söylemek, konuşma yapmaktan bence daha onurlu.’’
Kaynak: Milliyet
22
“Kraliçeden çok kraliçeci” William Shakespeare, derhal ayağa kalk ve
suçunu itiraf et!
HİLMİ BULUNMAZ tiyatroyun@gmail.com

“Hangi oyunu olursa olsun, herhangi bir Shakespeare oyununu daha


okumaya başladığım anda, yüzüme yumruk yemiş gibi hissettiğim
şey, bir karakter ortaya çıkarmanın, hadi biricik demeyeyim, ama
başlıca öğesi olan ‘dil’ yokluğudur; o dil ki, herkes kendine ait olanı,
kendi karakterine özgü olanı konuşur. Shakespeare’de bu yoktur. Bü-
tün Shakespeare kişileri kendilerine ait olmayan, hep aynı tumturak-
lı, doğal olmayan Shakespeare diliyle konuşurlar: Bu öyle bir dildir
ki, yalnızca o oyun kişisi değil, dünyanın hiçbir yerinde hiçbir canlı
yaratık hiçbir zaman öyle bir dille konuşmaz, konuşamaz.”
Lev Tolstoy, “Sanat Nedir?”, çev. Mazlum Beyhan, Türkiye İş Ban-
kası Kültür Yayınları, sf. 332
***
Hilmi Bulunmaz / 3 Nisan 2011
Herhangi bir tiyatrocu, hayatının herhangi bir döneminde, William Shakespeare hakkında herhangi bir şey
düşünmemişse, bu konuda küçücük da olsa, herhangi bir fikir geliştirmemişse, o tiyatrocu, sadece bir tiyatro-
cu, yalnızca bir tiyatro esnafı olarak yaşamaya mahkûm edilmiş zavallı bir kişidir.
Herhangi bir tiyatrocu, tiyatroyu, sanatsal kaygılarla, estetik bilincini geliştirip topluma yön verme düşün-
cesiyle yapmamışsa, yapmıyorsa, doğal olarak, o tiyatrocu, bir tiyatrocu olarak, bir tiyatro esnafı olarak ömür
tüketmek durumundadır.
Herhangi bir tiyatrocu, tiyatroyu, herhangi bir iş, herhangi bir uğraş, herhangi bir para kazanılacak meslek
olarak görüp, bu görüşün ötesinde herhangi bir görüşe sahip olabilme yeteneğini geliştirememişse, bu tiyat-
rocunun, tabii ki, ne kendisine, ne içinde yaşadığı topluma, ne de gelecek kuşaklara söyleyebilecek bir tek
sözü olamaz.
***
Ben, biz, Bulunmaz Tiyatro emekçileri, herhangi bir tiyatrocu olarak yaşamayı, asla ve kesinlikle kabul etmi-
yoruz.
Ben, biz, dünyadaki ilk canlının oluşumundan bu yana geçen tarihsel süreci içselleştirdiğimiz gibi, gelecek
kuşaklara olan “borcumuz” hakkında da toplumsal hesaplar yapmayı, hiçbir bir zaman savsaklamıyoruz.
Ben, içinden geldiğim, içinde bulunduğum, içinden gelmekten, içinde bulunmaktan mutlu olduğum işçi sını-
fı için sanat yapıyor ve bu sınıf için hayatımı örgütlüyorum.
Ben, işçi sınıfı için yaşadığım, işçi sınıfı için hayatımı örgütlediğimden, uğraş alanım bulunan tiyatro sanatı-
na da, ister istemez, bu sınıfın çıkarları doğrultusunda bakıyor, bu sınıfın iktidara gelmek için çabaladığı top-
lumsal muhalefete katkı sunuyorum.
Ben, gelmiş geçmiş ışçi sınıfı dostu aydınların tiyatroyla ilgili görüşlerini sıcak bir ilgiyle inceliyor ve bu ince-
lemelerimi, zaman zaman okurlarıma sunuyorum.
***
İşçi sınıfı dostu aydınlardan biri de, William Shakespeare’i kündeye getirip, onu tuş eden Lev Tolstoy olduğu
için, Tolstoy’un kaleme aldığı 375 sayfalık “Sanat Nedir?” kitabını çok önemsiyorum. Mazlum Beyhan tara-
fından dilimize kazandırılan “Sanat Nedir?” kitabı, Eylül 2007 tarihinde yayınlandı. Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları’nın yayınladığı “Sanat Nedir?” kitabının 301. sayfasından başlayıp sonuna dek sürdürülen “Shakes-

23
peare ve Dram Sanatı Üzerine” başlıklı bölümü, tiyatroyu bir meslek olmanın ötesinde, insanlığın gelişimi
için zorunlu bir sanat olarak gören kişilerce, özellikle didik didik edilmeli!
İşçi sınıfı için sanat yaptığını iddia edip de, “Sanat Nedir?” kitabının varlığından haberdar olmamak, bu ki-
tabı okumamak, bu kitap üzerine kafa yormamak, bu kitaptaki bilgilerden çıkarsama yapıp, bu kitabın daha
geniş kitleler tarafından benimsenmesini istememek, hukuksal anlamda olmasa da, toplumsal anlamda bir
suçtur.
İşçi sınıfı mücadelesine doğrudan katkı sunan “Sanat Nedir?” kitabının tiyatro sanatını yakıcı bir biçimde
ilgilendiren “Shakespeare ve Dram Sanatı Üzerine” bölümü şöyle başlıyor:
‘‘Bay E. Crosby’nin, Shakespeare’in emekçi halka yaklaşımı üzerine kaleme aldığı yazıyı okuyunca, Sha-
kespeare ve yapıtları epeydir kafa yorduğum bir konu olduğu için, bütün Avrupa dünyasının bu konuda var-
dığı sonuçlara taban tabana ters düşen kendi düşüncelerimi söyleme isteği duydum.”
İşçi sınıfı çıkarları için mücadele etmeyi bir yaşam biçimi olarak örgütlediğim için, ben de, tıpkı Lev Tolstoy
gibi, Shakespeare konusuna sürekli olarak kafa yoran ve bu tiyatrocunun emekçi kitlelere hiçbir şey vereme-
yeceği kanısında olan biriyim. Hani insanın, “Ben de tıpkı böyle düşünüyorum!” dediği anlar vardır ya... Ben
de, Tolstoy’un “Sanat Nedir?” kitabındaki her sayfayı, her paragrafı, her tümceyi, her sözcüğü okurken, sürek-
li olarak, “Ben de tıpkı böyle düşünüyorum!” dediğimi, kitabın içeriğini anımsama gereksinimi duymayacak
denli içselleştirip, “Sanat Nedir?” kitabını ve özellikle bu kitabın “Shakespeare ve Dram Sanatı Üzerine” bölü-
münü âdeta ezberledim.
İşçi sınıfı çıkarlarıyla çelişen “bütün Avrupa dünyası”, Tolstoy’un kaleminin altında sanki can çekişme prova-
sı yapıyor. Bu prova sürecinde de, “bütün Avrupa dünyası”, kendisini, tiyatro sahnesinde, tabii ki, kraliçeden
çok kraliçeci Shakespeare tarafından temsil ettiriyor.
İşçi sınıfı, günümüzdeki anlamıyla, “bütün Avrupa dünyası” içerisinde tanımlanamayacak olsa da, günümüz-
den baktığımızda, I. Elizabeth Dönemi bağlamında, tam da bu dönemin çocuğu olarak dünyaya gelen Sha-
kespeare, günümüz Shakespeare çocuklarının dedesi olarak sahnedeki yerini sağlamca almış bulunuyor.
***
Emekçi karşıtı I. Elizabeth Dönemi, hangi tarihler arasında yaşandı? Vikipedi’ye göre; 17 Kasım 1558-24
Mart 1603 arasında yaşandı!
Emekçi karşıtı William Shakespeare, hangi tarihler arasında yaşadı? Yine, Vikipedi’ye göre; 23 Nisan 1564 -
23 Nisan 1616 arasında yaşadı!
Emekçi karşıtı Elizabeth Dönemi’nde, insanlığın en kara sayfaları yazılırken, William Shakespeare, bu say-
falara, kendince destek sunarak, bu dönemin, emekçi kitleler için, daha da çekilmez olması, egemenler için,
daha da çekilir olması denklemine büyük katkılar sundu.
Emekçi karşıtı Elizabeth Dönemi’nde neler olduğunun derinlikli araştırmasını bir yana bırakırsak ve sadece
Vikipedi’deki bazı önemli bölümlerin altını çizersek, şöyle bir tabloyla karşı karşıya geliriz:
‘‘Elizabeth, kiliselerde mass ayininin uygulanmasını yasakladı, daha sonra kendini İngiltere kilisesinin
yöneticisi seçtirdi. Katolik İskoçya’ya karşı protestan lordları destekledi, verdiği desteğin deşifre olmasının
ardından İskoçya ile savaşa girdi. Mary Stuart İskoç tahtından indirilerek kuleye kapatıldı, ardından burada
planladığı suikast yüzünden vatan hainliği suçundan idam edildi. Böylece Elizabeth taht için alternatif bir
katolik Tudor kanını ortadan kaldırdı. 1588 yılında II. Felipe’nin İngiltere seferinde dönemin en büyük ve en
güçlü deniz filosu olan İspanyol Armada’nın İngilizler tarafından yakılması Elizabeth’in isminin günümüze
kadar unutulmadan gelmesini sağlamıştır.”
Emekçi karşıtı Elizabeth Dönemi’nde, Vikipedi’ye dek “düşen” bilgilere göre bile bunca katliamlar yaşanır-
ken, William Shakespeare, bu katliamların hangisine karşı çıkıp, bu katliamların hangi birinin eleştirisini
yaptı. Biz, bu konuda herhangi bir bulguya sahip değiliz. Ancak, bu konuda, herhangi bir doyurucu bulguya
ulaşan olursa, o kişinin, doyurucu bulgularını okurlarımıza sunmayı bir borç biliriz!
***
24
Kraliçeden çok kraliçeci Shakespeare, emekçi karşıtı dönemde, bırakınız katliamlara karşı çıkmayı, saraya
bağlı tiyatrolarda türlü besinlerle büyüttüğü göbeğini kaşıyarak, gününü gün ediyor ve hattâ daha ileri gidip,
tarihsel gerçekleri saptırarak, emekçi kitlelere toplumsal ninniler söylüyordu.
Kraliçeden çok kraliçeci Shakespeare, değil sanatçı olmayı, sıradan bir yazar olmayı bile içselleştirebilecek
denli yeteneğe sahip olmamasına karşın, I. Elizabeth’in kayığının küreğini çekmesi nedeniyle, büyük büyük
kıyaklarla ödüllendirilmiştir.
Kraliçeden çok kraliçeci Shakespeare, yeteneksizlik girdabında ağzına dek bataklığa batmasına karşın, nasıl
olmuş da, tarihsel gerçekleri tersyüz ederek, emekçi kitleleri uyutmuştur? Bunun, çok somut, “iki kere iki
dört” somutluğundaki saptamalarını anlamak için, Lev Tolstoy’un kaleme aldığı “Sanat Nedir?” kitabındaki
“Shakespeare ve Dram Sanatı Üzerine” bölümünü, mutlaka, ama mutlaka okuyunuz!
***
Yazıma, Tolstoy’dan bir alıntıyla başladım; yine Tolstoy’dan bir alıntıyla bitireyim:
“Büyük çoğunluğun, Shakespeare’in yüceler yücesi bir yazar olduğuna inandıklarını ve benim bu yargılarımı
okuduklarında bunlara asla inanmayacaklarını, hatta dikkate bile almayacaklarını biliyorum, ama yine de
elimden geldiğince, Shakespeare’i büyük yazarlık, dâhi yazarlık şurada dursun, neden sıradan bir şeyler çizik-
tiren, orta karar bir yazar olarak bile görmediğimi açıklamaya çalışacağım.”
***
Kendini Shakespeare sanan şair Hilmi Bulunmaz
birinci sone
ırmağın kıyısına bağlanamayan kayık
ayık zamanların hatırına sarılır
ay mı daha arı arı mı daha ay
sabaha kadar yılmadan yıldızları say

aşkının hakkını alırsan aydan


nallarından ışık saçan atlara atla
haykır atların nallarından fışkıran şavka
kıvılcımlar ırlar hırlayan zamana

krallar yakınırlar zamanın akışına


yakışır kılıç fısıldayan zamana
akan kanların yakasına yapışan yapışana

aşkın kayığına atlayan atlar


ıslık çalar ıpıssız dağlarda çanlar
aslında yazılanları ancak krallar anlar altı nisan iki bin on bir

25
William Shakespeare Ödülleri 2010/2011

Bu yıl ilki verilecek olan William Shakespeare ödülleri, ödülün verildiği yıl içindeki en kötü tiyatro perfor-
manslarını cezalandırmaya yöneliktir. Kesinlikle anti-ödül, anti-Shakespeare, anti-kapitalizm, anti-emperya-
lizm düşüncesindedir.

İşte bu yılın adayları;


Yılın en kötü oyunu
Romeo ve Juliet-İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları
Çığ- İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları
Kerem Gibi- Dostlar Tiyatrosu
Selam Sana Shakespeare- BGST- Tiyatro Boğaziçi
Tanımadığım Adamlar- Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu

Yılın en kötü erkek oyuncusu


Tolga Yeter- Merhaba Hoşça kal
Haluk Bilginer- 7 Şekspir Müzikali
Genco Erkal- Kerem Gibi/Marx’ın Dönüşü

26
Yılın en kötü kadın oyuncusu
Ece Özdikici-Romeo ve Juliet
Bennu Yıldırımlar-Buluşma Yeri
Aysel Yıldırım- Selam Sana Shakespeare
Duygu Dalyanoğlu-Molière Efendi

Yılın en kötü oyun yazarı


Kadın Sığınağı-Tuncer Cücenoğlu
Yiğit Sertdemir- Surname 2010
Metin Zakoğlu-Ben Küçükken Gösterirdim

Yılın en kötü yönetmeni


Kemal Aydoğan- Macbeth/7 Şekspir Müzikali
Kemal Başar- Çığ/Romeo ve Juliet
M.Nurullah Tuncer- Buluşma Yeri
Beğendiğiniz Gibi- Hakan Çimenser

Yılın en kötü tiyatro topluluğu


BGST- Tiyatro Boğaziçi
Oyun Atölyesi
Tiyatro Gerçek
Tuncay Özinel Tiyatrosu

Yılın en kötü tiyatro sitesi


Mimesis.com
Tiyatronline.com
Tiyatrodergisi.com

Yılın en kötü tiyatro dergisi


Tiyatro Tiyatro-Mustafa Demirkanlı
TEB Oyun
SAHNE

27
‘William Shakespeare çocuğu’ özel ödülü
Haluk Bilginer/7şekspir Müzikal

Yılın en iyi Facebook yazarı;


Coşkun Büktel
Erbil Göktaş
Yücel Erten
Mantarato (Mehmet Şahin)

28
İstanbul Film Festivali’nden
izlenimler ve kısa bir sinema değerlendirmesi

OĞUZCAN ÖNVER

“Sinemanın ve daha genel olarak sanatın kaybolduğu, deki duyguyu izleyiciye geçiriyor. Yalnız, filmin gene-
artık var olmadığı bir zamandayız. Bir şekilde yeniden line baktığımızda, duyguların tamamı, izleyiciye pek
icat edilmeleri gerekir.” Jean-Luc Godard geçmiyor. Senaryonun zayıf olması, duyguların tama-
mının izleyiciye geçmemesinde en önemli etken…
30. İstanbul Film Festivali’nde; Güney Kore’nin Kül- Ne yapılmak istediğinin baştan hesap edilememiş bir
tür ve Turizm (eski) Bakanı Lee Chang-dong’un Şiir hikâyesi var filmin.”İşçi ailesini mi anlatayım, göçmen
(SHI) ve İtalyan yönetmen Daniele Luchetti’nin Ha- sorunlarına mı değineyim, insan ilişkilerine mi yöne-
yatımız (LA NOSTRA VITA) adlı filmlerini izledim. leyim?” sorusuna net bir yanıt verememiş gibi Danie-
Atlas Sineması’nın nostaljik samimiyeti hoşuma gi- le Luchetti. Filmin başlarındaki; IKEA, Roma forması
derken, AFM Fitaş 4’de, alışveriş merkezinden farksız, ve ufak dokundurmalar dışında, filmde herhangi bir
popüler kültür için inşa edilmiş bir sinemada bunal- politik gönderme yok. Ama İstanbul Kültür ve Sanat
dım. Akbank sponsorluğunda yapılan bir organizas- Vakfı’na (İKSV) göre varmış…
yona dâhil olmak her ne kadar içime sinmese de, si-
nema tutkum ve ülkemizde gösterim şansı bulamayan İKSV, resmi web sitesinde “Hayatımız” filmini şöyle
filmleri görme isteğiyle, bu iki filmi izledim. tanıtıyor;
Filmlere gelirsek; Screen dergisinin “İtalyan usulü bir Ken Loach filmi”
diye tanımladığı Hayatımız, insancıl ve duygusal bir
Daniele Luchetti- Hayatımız(LA NOSTRA VITA) hikâye anlatıyor, bir işçi sınıfı ailesinin hikâyesini...
İngiliz yönetmen Ken Loach’la, Luchetti’nin benzer
bir noktasına ben denk gelemedim. Luchetti’nin, hiç
de politik bir film yaptığını düşünmüyorum. Bir işçi
sınıfı ailesinin hikâyesi falan değil bu film. Karısı öl-
dükten sonra çocukları için çalışmaya ve onlara iste-
dikleri her şeyi almaya karar veren Claudio’nun küçük
burjuva olmasıyla sonlanan bir olay örgüsü; işçi sınıfı-
nın hikâyesi değildir!
*** Lee Chang-dong- Şiir(SHI)

‘‘Hayatımız”, vasatın biraz üzerinde, Elio Germano’nun


iyi oyunculuğu sayesinde ayakta duran, hafif, anlaşı-
lıp takip etmesi oldukça basit bir film. Elio Germano,
filmdeki oyunculuğuyla Cannes Film Festivali’nde al-
dığı en iyi oyuncu ödülünün hakkını veriyor. Germa-
no, oyunculuğunu yükselttiği bazı bölümlerde, film

29
Film, 60 yaşlarındaki Mia’nın etkileyicisi hikâyesini diyebiliriz. Ülkemize bakarsak; bizde böyle Kültür ve
anlatıyor. Cannes Film Fesitvali’nde en iyi senaryo Turizm Bakanları olduğu sürece, sanatımızın ilerlem-
ödülünü almış, filmin senaryosu gerçekten insanın esi oldukça zor gözüküyor. Sanatın, sinemanın, tiya-
içine işleyen, insan sıcaklığını duyumsatan bir tronun yeniden icat edilmesi gerek, hem de hemen!
özelliğe sahip. Alzheimer hastası olduğunu öğrenen
Mia, büyük bir şiir yazma tutkusuna kapılır ve şiir 9 Nisan 2011 Oğuzcan Önver
yazmanın yollarına arar. Elmalara, ağaçlara, insan-
lara daha dikkatli bakmaya, yaşamın içine daha fazla
girmeye başlar.

Torunuyla birlikte yaşayan Mia, torununun işlediği


suçun utancıyla yaşamak zorundadır. Ama hiçbir
zaman umutsuzluğa kapılmaz, şiirin peşinden gid-
er, yaşamının sonlarında olmasına rağmen hayata
sıkı sıkı tutunur. Mia’nın filmin sonunda yazdığı şiir
hayatını özetler niteliktedir. Jeong-hie Yun, müthiş in-
sani bir oyunculuk sergiliyor. Filmin en ilginç kısmı,
yönetmenin Güney Kore’nin Kültür ve Turizm (eski)
Bakanı olması. Bir Kültür ve Turizm Bakanı, nasıl bu
kadar samimi ve sanatçı duyarlılığa sahip olabilir?
Gerçekten şaşırtıcı. Güney Kore’nin Kültür ve Turizm
(eski) Bakanı, bu kadar iyi bir film yapabiliyorken, Berfin Bahar dergisi, 158. sayısını da yayınladı.
Türkiye’nin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Gü-
nay, sanat adına, gerçek anlamda neden hiçbir şey
yapmıyor? Günay, bırakınız gerçek anlamda sanat
adına herhangi bir şey yapmayı; bizatihi kendisi san-
ata zarar veriyor. Hiçbir zaman için tam zamanında
çıkmayan, gerçek anlamda muhalefet yapmayan,
sürekli olarak Ertuğrul Günay’ın kendisini öven ti-
MUTLAKA OKUNMASI GEREKEN BİR KİTAP!
yatro dergilerine her ay, Türkiye Cumhuriyeti Kültür
ve Turizm Bakanlığı Devlet Tiyatroları Müdürlüğü
olarak, reklâm kisvesi altında avuç dolusu para ver-
ilebiliyor. Halkın verdiği vergiler, böylelikle çarçur
edilebiliyor.

Geçenlerde, Ertuğrul Günay, bir dizide oynayan(?!)


ilk Kültür ve Turizm Bakanı olma unvanını ona
kazandıran “Çocuklar Duymasın” adlı iğrenç, mide
bulandırıcı, hiçbir halta benzemeyen bir dizinin ufak
bir bölümünde oynadı(?!). Böylelikle, AKP’nin ve
kendisinin reklâmını yaptı. Sanat adına hiçbir şey
yapmayan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Gü-
nay, seçimlerden sonra büyük ihtimalle koltuğunu
bırakıp gidecek. Peki, onu nasıl hatırlayacağız? Halkı
uyuşturan bir dizide oynayan, o koltuğa zâten AKP’nin
“eski solcu” kontenjanından gelebilen, vasıfsız bir Kül-
tür ve Turizm Bakanı…

*** Tolstoy - Sanat Nedir?


Bu iki film bağlamında genel bir değerlendirme
yapmak gerekirse; Kore Sineması, sinemayı çok-
tan aşmışken, günümüz İtalyan Sineması göçmen
sorunları paradoksundan bir türlü çıkabilmiş değil,

30
ÜCRETSİZ SANAT ÇALIŞMALARI

“Hiçbir okul insanda ne bir duygu uyandırabilir, ne de insana sanatın özünün ne olduğunu -kendine özgü yön-
temle bir duygunun nasıl ortaya çıkarılabileceğini- öğretebilir.

Okulda öğretilebilecek tek şey, sanatçıların yaşadıkları duyguları başka sanatçılara nasıl aktarabildikleridir. Ve
sanat okullarında öğretilmekte olan da bundan başka bir şey değildir; ancak böylesi bir eğitim, gerçek sanatın
yayılmasına herhangi bir katkı sağlamadığı gibi, tam tersine, sanat adı altında taklit sanatın yayılmasına katkıda
bulunarak insanların gerçek sanatı anlamalarına engel olur, hatta bu konudaki en büyük engeli oluşturur.”

(Bkz: Tolstoy, Sanat Nedir?, çev. Mazlum Beyhan, İş Bankası Yayınları, s. 135)

***

Konservatuvarlara girmek isteyenler, lütfen, bizim çalışmalarımıza katılmasınlar!

Konservatuvarlardan umudunu kesenler, lütfen, bizim çalışmalarımıza katılsınlar!

Cumartesi günleri sürdürdüğümüz oyunculuk, sinema ve yazarlık çalışmalarımıza yoğun bir ilgi olmasıyla
birlikte, pazar günleri de çalışmalara katılmak isteyen insanların önerileriyle, her pazar günü saat 15.00 - 18.00
arası yeni bir çalışma grubu oluşturuyoruz. Tiyatro ve Internet dizisi oyunculuğunun yanı sıra yazarlık çalış-
malarını da kapsayan bu süreç, Türkiye televizyonlarındaki, Türkiye tiyatrosundaki, Türkiye yazarlığındaki
hastalıklı hâli sağaltmaya yönelik önemli bir çaba...

Bulunmaz Tiyatro / Fakir Baykurt Sahnesi

Adres: Gedikpaşa Camii Sk. No: 57 Çemberlitaş - Eminönü

Tel: 0212 513 47 32 / 516 79 77 / 638 22 36 / 0532 642 88 57

31
TOLSTOY, DEVRİMİN AYNASIDIR.
V. I. LENİN

32

You might also like