You are on page 1of 83

İktibas İçindekiler www.iktibasdergisi.

com

YIL: 31 SAYI: 386


Şubat 2011 SE­LAM İLE 2
KU­RU­CU­SU YO­RUM
Er­cü­mend ÖZ­KAN
“Demokratik Özerklik” 4
SA­HİBİ
An­lam Ba­sýn Ya­yýn San. KAV­RAM
ve Tic. Ltd. Þti. Adý­na
Zafer ÇAM Sivil Toplum 8
SO­RUM­LU YA­ZI ÝÞ­LE­RÝ MÜ­DÜ­RÜ DÜ­ŞÜN­CE
Hü­se­yin BÜLBÜL
Gerçek Umutlar İçin/Atasoy Müftüoğlu 13
YA­YIN KU­RU­LU
Mu­kad­des ÖZ­KAN - Memduh KARS
A. Bu­rak BÝR­CAN - Er­han AK­TAÞ
Demokrasi Nedir?/Mehmed Durmuş 15
Meh­med DUR­MUÞ - Tarık ÖZKAN
Yüksel İSMAİLOĞLU Demokrasi/Mustafa Bozacıoğlu 21
SA­NAT - EDE­BÝ­YAT Demokrasi İslam’ın Ne Yanına Düşer?/Ahya Aras 24
Elif ÝS­MA­ÝLOЭLU
Kim Hükmedecek Tanrı mı İnsan mı?/Cemil Soylu 28
KA­PAK - DÝZ­GÝ - TA­SA­RIM
Pa­ti­sign 0 312 394 68 82 (pbx) İslam Devleti’nden Demokratik Cumhuriyet’e/Erdal Bayraktar 30
BAS­KI
Cem-Veb Ofset Sanayi ve Ticaret
Seçeceksin ve Başlayacak Hayat - II/Bünyamin Zeran 35
Alınteri Bulvarı Oğuzlar Sanayi Sitesi
No:5 Ostim/ANKARA Fıtratımıza Yüklü Melekelerin Hakkını Vermek/Mustafa Atav 41
Tel: 0 312 385 37 27
Derdi Dert Edinmek/Muhammed Celil 44
BA­SIM TA­RÝ­HÝ
03/02/ 2010 Atasoy Müftüoğlu Ağabeye Hayır Dua/Mehmed Durmuş 46
YA­YIN TÜ­RÜ: Ye­rel Sü­re­li Ya­yýn BİR DERGİ/KİTAP ALINTI
YIL­LIK ABO­NE
2011 Yý­lý (385. ila 397. sa­yý­lar)
Roma İmparatorluğu’nun İdari Yapısı 48
Yıllık: 50 TL, Öð­ren­ci: 30 TL
Yurt­dý­þý: 45 Eu­ro SANAT EDEBİYAT
Her Bir Cilt 20 TL
e-dergi 30TL Deniz Yıldızı Misali/Mustafa Atav 53
HA­VA­LE ÝÇÝN Kendini Tanımak/Berru Yılmaz 58
AN­LAM Ba­sýn Ya­yýn Ltd.
Ak­bank An­ka­ra Mit­hat­pa­þa Þu­be­si Tezatlar/Mustafa Siel 58
IBAN: TR970004600354888000015808
TL için: 0015808 No­lu He­sap
Eu­ro için: 0041388 No­lu He­sap
MEKTUPLAR­
Yurt Dýþý: Telat Özhan
Banka Adý: Deutsche Bank Muharrem Şener/İzmir 59
Konto Nummer 0228684 00
BLZ 550 700 24 GÜN­DEM
Mainz Şubesi
Tel/Fax:00496131234388 Said Nursi’nin Mektubu ve Ilımlılık Üzerine/Ahya Aras 66
POS­TA ÇE­KÝ HE­SA­BI Said Nursi’nin Atatürk’e Mektubu 70
An­lam Ba­sýn Ya­yýn Ltd. Þti.
Pos­ta Çe­ki: 150179
Herkesin Bildiği Sırlar/Akif Emre 73
ÝDA­RE YE­RÝ
Tu­na Cad. 14/3 06420 Ye­ni­þe­hir/AN­KA­RA “Arap Diktatörler Çağı” Tam Gaz Devam Ediyor/Robert Fısk 74
Tel: (0 312) 435 37 60 Fax: 435 37 61
Türk’ün Atatürk Heykelleriyle İmtihanı/Yıldıray Oğur 76
ÝK­TÝ­BAS im­za­lý ya­zý­lar der­gi­mi­zi bað­la­
mak­ta­dýr. Di­ðer ya­zý­lar­dan ya­zý sa­hip­le­ri Yaşayan Cunta/Ahmet Altan 78
so­rum­lu­dur.
web: www.ik­ti­basdergisi.com Gannuşi: Devrimi Halk Yaptı, Modelimiz Türkiye 79
e-ma­il: ik­ti­bas@ya­hoo.com

1
Selam İle

Değerli okuyucularımız! rebilmek için, kavramın bütün unsurlarını ayrı


ayrı ele alıp tahlil ederek, “Demokrasinin sadece
Bu günlerde estirilen değişim ve dönüşüm siyasal bir yönetme tarzı olduğunu söylemek,
rüzgârlarının siyasi arenayı yeniden hareketlen- -eğer cehaletten değilse- demokrasiyle ilgili bazı
dirdiğini görüyoruz. Gündeme, siyasi liderlerin hususları dikkatlerden gizlemek amacına matuf
karşılıklı atışmaları damgasını vurmaya baş- olmalıdır. Zira Din’in hüküm koyduğu hiçbir
ladı. Bu nedenle ayın yorumunu “Demokratik alan yoktur ki orada demokratik bakıştan da
Özerklik”-Açılımlar Ve Değişimin Aldatıcı Yan- bahsedilmesin. Kısacası ahlâktan ekonomiye,
sımaları” başlığıyla sizlere sunmaya çalıştık. sanattan hukuka kadar her alanda insan haya-
Kavram bölümünde ise, Demokrasinin vaz- tına demokratik yaşam ilkeleri yön vermek is-
geçilmezlerinden olan “Sivil Toplum” kavramını temektedir. İslam bir taraftan sindirilip edilgen
yazdık. hale getirilirken, demokrasi aynı oranda baskın/
Düşünce yazıları bölümünde ise, bu ay De- etken hale getirilmekte olduğunu” ifade etti.
mokrasi konusuna ağırlık verdik. Mustafa Bozacıoğlu, “Demokraside kutsal
Atasoy Müftüoğlu Ağabeyimiz, “Gerçek ‘insan’, ‘insanın kendini gerçekleştirmesi’, ‘in-
Umutlar İçin” dediği yazısında, İslam toplumu- san akılcılığı’, ‘insanın heva ve hevesi/hegemon-
nun bu günlere gelirken geçmiş olduğu badireleri yasıdır. Aşkın, üstün güç tanımaz! Her şeyin
sıralayarak, bu tecrübelerden gerekli dersi almış merkezine insanı ve akılcılığı bilimi kor! Keyfe
olmalıyız. “Her türlü sap­maya yozlaşmaya karşı göre, çıkara göredir her şey! Ne iyinin, ne de kö-
bilincimizin teyakkuz durumunda olması­nı sağ- tünün kesin bir tarifi vardır! Olmaz, yapılmaz;
layabilmeliyiz. Parçalanmış bir İslami dil, du- çünkü bunlar değişken olmalıdır! Helvadan put
yarlılık, algı ve yorum­la, güçlü ve kuşatıcı bir bi- gibi yenilebilmelidir! Her şey göreceli ve insana
linç çağrısı yapamayız. Her tür bencilliğin insanı göre olmalıdır! Özellikle de ‘beyaz’ insana göre!”
adalet’ten uzaklaştırdığını hatırlamalı, bizleri dediği yazısında demokrasinin nemenem şey ol-
Ümmet dayanışmasına yabancılaştıran bencil- duğunu anlatmaya çalıştı.
likleri terk etmeliyiz.” İfadeleriyle hak üzerinde Ahya Aras, “Demokrasi İslam’ın Ne Yanına
birleşmenin başarı için mutlaklığını hatırlattı. Düşer?” başlıklı yazısında :” İslam’la demokrasi
Mehmed Durmuş, İçinde yaşadığımız siste- ya da başka herhangi bir siyasal ideolojiyi kar-
min doğru algılanıp doğru tanınması için “De- şılaştırırken öncelikle şu hususun netleşmesi
mokrasi Nedir?” sorusunun doğru yanıtını ve- gerekir: İslam, siyasî talepleri olmayan, bireysel
2
İktibas Şubat 2011
olarak insanın dindarlık duygularını tatmine ya- zilenlerden öğrendiklerimizdir.” diyerek bir hak-
rayan bir inanç manzumesi ve bir tapınma biçi- kı teslim ediyor.
mi midir? Yoksa aynı zamanda ferd ve toplum Muhammed Celil, “Derdi Dert Edinmek” di-
hayatını düzenleyen bir hayat nizamı mıdır?” yerek Müslümanların geçici olan dünya ve me-
diyerek, bir yaşam biçimi olan İslam ile Demok- şakkatlerini değil, aslolan Allah’ın Dinini dün-
rasiyi ait olduğu yere koymaya çalıştı. yada yüceltme görevini dert edinmeleri gerekti-
Cemil Soylu, “Kim Hükmedecek Tanrı mı ğini ve bununla dertlenmenin güzel olduğunu
İnsan mı?” Başlığıyla kaleme aldığı yazısında, anlatmaya çalıştı.
hayatı düzenleme ve hüküm koyma hakkının Mehmed Durmuş, “Atasoy Ağabeye Hayır
kime ait olması gerektiğini ortaya koymaya ça-
Dua” diyerek, Atasoy Ağabeyin hayatı boyunca
lışırken, “Allah’ın sonsuz kudreti karşısında aci-
ortaya koymaya çalıştığı duruş, anlayış, kulluk
ziyetini fark edemeyen insan yukarıdaki soruyu
bilinci ve gençlere karşı verdiği hizmetlerini dile
tüm ciddiyetiyle ölçüp tartıp bir kez daha kendi-
getiren teşekkürlerini bizlerle paylaştı.
ne sormalıdır “sahi kim hükmedecek tanrı mı,
Bir kitap-dergi alıntı bölümünde, “Batının
insan mı?” Suratını asıp, sırtını dönüp bu es-
Kaynakları “ isimli kitaptan, Miladdan 150 yıl
kilerin masallarıdır diyenlerin cevabı şimdiden
öncesine ait olan” Roma İmparatorluğunun İda-
belli. Peki ya iman iddiasında olanların cevabı
ri Yapısı” ile ilgili bir bölümü sizlerin dikkatine
bellimi? Sorusuyla Müslümanım diyenlere yeni
sunduk.
bir hatırlatmada bulundu.
Sanat edebiyat bölümümüzde, Mustafa
Erdal Bayraktar, İslam Devleti’nden Demok-
Atav’ın “Deniz Yıldızı Misali isimli”, Berru
ratik Cumhuriyete başlığı altında kaleme aldığı
Yılmaz’ın, “Kendini Tanımak”, isimli yazıları
yazısında, Türkiye Müslümanlarının Küresel
ile, Mustafa Siel’in, “Tezatlar “ isimli şiirini siz-
anlamdaki bir İslam Devleti`nden ulusal ölçekli
lerin dikkatine sunduk.
Demokratik Cumhuriyete evrilişini ve dönüşüm
Mektuplara cevaplar bölümünde ise, bizlere
sürecini anlatmaya çalıştı.
Mustafa Atav, “Fıtratımıza Yüklü Meleke- İzmir’den yazan Muharrem Şener’in Muhtelif

lerin Hakkını Vermek ve İktibas Dergisi” baş- Kur’an ayetleri ve Tarihi olaylarla ilgili soruları-

lıklı yazısında başta kendisi olmak üzere birçok nı cevaplamaya çalıştık.

kimsedeki fikri değişimin mimarı olarak iktibas Gündem bölümünde ise, yine sizler için ya-

dergisine atıfta bulunmaktadır.” Nitekim bu- rarlı olacağına inandığımız gündem yazılarını

günkü siyasi tavırsızlıklara tavır alıyorsak eğer, bulacaksınız.

ideolojik kirliliklere mesafe koymakta direniyor- Bir sonraki sayımızda buluşmak dileğiyle
sak şayet, bunun en kuvvetli sebeplerinden biri Allah’a emanet olun diyor ve sizleri dergimizle
geçmişten bu yana İktibas dergisinde yazılıp çi- baş başa bırakıyoruz.
3
Yorum

“Demokratik Özerklik”
Açılımlar ve Değişimin Aldatıcı Yansımaları
Türkiye’deki sistem-içi güç ve çıkar mücade- bahse konu senaryonun sahneye konulması es-
lesinde önemli eşikler bir bir geçilirken yaklaş- kisi kadar kolay değil. Gerek bölgede, gerekse iç
makta olan seçimler siyasi atmosferi iyice ısın- dengelerde önemli ve belirleyici değişiklikler söz
dırdı. konusu. Ne var ki statükocu güçlerin hala başat
Öyleki, önümüzdeki altı aylık sürede bir dizi olduğu kurumlar vasıtasıyla tutukluluk süresine
eylemin sahneye konulması beklenilmekte… sınır getiren ve uygulamada sorun çıkması için
Hedef Haziran-2011 seçimleri ve bu seçim so- iki kez (3+2 yıl) ertelenen yasanın yürürlüğe
nuçlarının etkileyeceği muhtemel 2012 Cum- girmesiyle Hizbullah örgütü üyelerinin bir kıs-
hurbaşkanlığı seçimi. İddialara göre senaryonun mının mahkemelerce salıverilmesi istismar edil-
ilk işareti Deniz Baykal’ın haliyle verildi. Her ne di. Bu yapılırken statükocu güçleri destekleyen
kadar bu operasyonun statükocu unsurların iç medyanın da üstün gayretiyle aynı yasadan ya-
işleri olduğu ortaya çıkmış olsa da faili dışarıda rarlanan sol militanlar ve PKK’lı katiller özellik-
arama ve bu yolla puan kazanma gayretleri söz le kamuoyundan gizlendi. Bunun yanı sıra uzun
konusu oldu. Ancak bu uzun sürmedi ya da CHP süredir gelgitlerle devam eden İmralı merkezli
içindeki sorunlar bu çabaları etkisiz kıldı. Bu ge- oyunda etkili bir şekilde sahnelendi.
lişmenin hemen arkasından gelen referandumda Senaryonun diğer boyutlarını da güçlendiren
yaşanan hayal kırıklığı da çabuk atlatıldı. Zira bu oyunda “demokratik özerklik” talebi gibi
söz konusu senaryonun hedefi referandum değil, hükümetin kabul edemeyeceği öneriler üzerin-
seçimlerdi. Evet, referandum kaybedilmişti, ama den tansiyon arttırıldı. Birilerinin sinir uçlarını
”mutlak mağlubiyet” yaşanmaması, en azından dokunularak “demokratik özerklik” talebi farklı
sürecin yavaşlatılıp süre kazanılmasına ihtiyaç zeminlere taşındı. Bunda medyanın, BDP, MHP
vardı; harekete geçildi… Gelişmeler gösterdi ki ve CHP’nin yanı sıra statükocu diğer unsurların
planın seçimlere yönelik kısımları ürkütücüydü: ortak gayreti etkili oldu.18-19 Aralık 2010 ta-
Hizbullah ve 28 Şubat’ın diğer aktörleri sahne- rihlerinde Diyarbakır’da düzenlenen Demokra-
deki yerlerini alacaklar ve Güneydoğuda hare- tik Özerklik çalıştayı, bir taraftan üretilmiş Kürt
ketli ve sıcak bir ortam yeniden oluşturulacaktı. sorununun verili sistem çerçevesinde çözümü
Böylelikle bir taraftan milliyetçi duygulara hitap hususunda önemli bir adımken, diğer taraftan
edilerek MHP oylarını arttıracak, diğer taraftan da bahse konu senaryoya her türlü istismar mal-
da hükümet “katilleri dışarı saldı” yaygarası ile zemesini sunan bir fonksiyon icra etmiş oldu.
toplumda infial yaratılmaya çalışılacaktı… Yani birileri bu sorunun çözüm sürecinin, daha
İddia edilenlerin bir kısmı denendi; bir kısmı doğru bir ifadeyle demokratik çözüm arayışları-
da uygun vasatla deneneceğe benziyor. Ancak nın önünü tıkamak istemektedir. Bu nedenle de

4
İktibas Şubat 2011
sorunun uç önerilerle kabul edilemez noktalara le edilmeyerek adeta dayatılan bir deklarasyon.
çekilmesi için elinden geleni yapmaktadırlar. Dayatılan taslak metnin içeriğinde;köy komün-
Hem de değişen dünya ve bölge koşullarına pa- leri “öz savunma güçleri“ özgürlükçü-komünal
ralel olarak çoktan tasfiye sürecine giren PKK ve değerleri taşıyan örgütlü demokratik toplum,
onun yerli uzantılarının inisiyatifi ile bu gerçek- cinsiyet özgürlükçü-demokratik ekolojik para-
leştirilmektedir; özellikle… Zira seçim atmosfe- digması (modeli) benzeri kavramsallaştırmalar
rinin hâkim olduğu kaygan zeminde gündeme yer almaktadır. Taslak metin, Kürt milliyetçili-
getirilen demokratik özerklik taslağı, provokas- ği zemininde yeni bir ulus inşa etme çabasının
yonlardan medet umar duruma düşen statüko- önemli bir teorik adımı olarak da değerlendirile-
cu güçler için önemli bir argümandır. Malum bilir. Aynı zamanda otoriter, despot ve Kürtlerin
bunların karşısında yer alan değişimci güçlerin büyük bir çoğunluğunun geleneksel değerlerini
demokratik açılımı veya “Barış ve Kardeşlik Pro- karşısına alan niteliğiyle “Kemalizm”in alterna-
jesi” bu provakosyondan etkilenecek ve siyasi tifi bir “Öcalizm” özlemi olarak da okunabilir.
unsurlara milliyetçi söylemler hâkim olacaktır. Milliyetçiliğin milliyetçiliği tetiklediği bir ger-
Nitekim öyle olmakta ve PKK”nın tasfiyesi çer- çek. Görülmüştür ki bu tür sorunlarda etnik
çevesinde “düz ovada siyaset” projesi seçim so- temele dayalı yaklaşımlar sorunun çözümüne
nuna ertelenmiş gözükmektedir. değil, çözümsüzlüğe, ayrışmaya kapı aralar. PKK
Bu çerçevede liberallerin, demokratikleş- ve benzerleri, her ne kadar Türk kavmiyetçileri-
me sürecinde şiddeti dışlayan her türlü öneri nin oluşturduğu Kürt kavmiyetçiliğinin bugün-
dikkate alınmalı tezi ise ilk bakışta olumlu bir kü çizgiye taşınmasında silahlı mücadelenin en
çağrışım oluştursa da problemli bir tezdir. En önemli etken olduğunu ve konuyla ilgili söz söy-
azından mevcut konjonktürde uygulama imka- leme yetkisini kendilerinde olduğunu iddia etse-
nı olmayan sorunlu bir tez olduğu çok açıktır. ler de, üretilmiş Kürt sorununun çözümsüzlü-
Zira değişen dünya ve bölge koşullarına paralel ğünde en az diğerleri kadar sorumlu olduklarını
olarak hızlanan demokratik açılım ve PKK’nın “insan hakları” savunucusu birileri kendilerine
tasfiye sürecini etkileyecek provakatif eylemlere hatırlatmalıdır. Sorunun çözümü yolunda engel
açık kapı bırakmakta bu yaklaşım. Aynı zaman- oluşturmakta Türk kavmiyetçilerinden geri kal-
da, sistem-içi, güç ve çıkar mücadelesinin geldiği mamakta, sık sık konjonktürel ittifak örnekleri
bu hassas konjonktürde dünyadaki ve bölgedeki sergilemektedirler. Bu durum PKK’nın kuruluş
yeni şartlara uyum sağlamakta güçlük çeken iş amacı, örgüte hâkim olan zihniyet ve örgüt yapı-
ve dış odakların sürece müdahalesini kolaylaş- sı incelendiğinde daha net algılanabilir.
tırmaktadır. “28 Şubat süreci aslında yarım kalan, tam
Bahse konu çalıştayda, demokratik özerklik uygulanamayan bir yeniden restorasyon adımı-
bağlamında iki farklı metin ortaya konmuştur. dır. Raydan çıkmış devleti tekrar meşru çiz-
Bunlardan birincisi, daha çok yerel yönetimleri gisine çekme hareketidir. İdeolojik olarak da
güçlendirmeyi öngören adem-i merkeziyetçi bir devlet tarikatlar cumhuriyetine dönüşüyordu..
yapının sorunun çözümüne katkı sağlayacağını Cumhuriyet,eksik olan laiklik ilkesini tümüyle
savunan bir metin. İkincisi ise Öcalan’ın tezle- kaybetme durumuna geliyordu.Laiklik ve hu-
rini içeren, katılımcıların tartışmasına mücade- kuk ilkelerinden çok uzaklaşılmıştı.”(Abdullah
5
İktibas Şubat 2011
Öcalan,Sümer Rahip Devletinden Halk bölmekle bir alakasının olmadığı, aksine demok-
Cumhuriyeti’ne..) ratik Türkiye ile bütünleşmek istedikleri vb. söy-
Abdullah Öcalan ve Stanilist bir ideolojiye ör- lemleri bir halkla ilişkiler faaliyeti ötesinde an-
güt yapısına sahip olduğu bilinen PKK’nın Türki- lam taşımamaktadır. Kamuoyuna sempatik gö-
ye’deki sistem-içi mücadeleye bakışını yansıtan rünme çabasıdır. Bu çabalara rağmen bilinmek-
manidar ifadeler, yukarıda alıntıladıklarımız. tedir ki PKK, Türkiye’deki değişimci-demokrat
Karşıtlarıyla birlikte (Derin devlet-derin PKK güçlerden çok ulusalcılara, statükoya yakın dur-
işbirliği) bazen açık bazen de derinden işbirliği maktadır. Demokratik Özerklik Projesi taslağını
ile bölgedeki güç odaklarının çıkarlarına uygun mevcut konjonktürde açıklamalarının nedeni de
vasatı oluşturmuş ve bundan rant sağlamış bir pazarlık marjını arttırmanın yanında yakındaki
örgüttür PKK. Ama gün gelmiş devran dönmüş. seçimi etkilemektedir. Dolayısıyla Demokratik
Militarist Türkiye Cumhuriyeti’nin demokra- özerklik Projesinin bir toplum mühendisliği ve
tik cumhuriyete evrimle süreciyle bu gerçekler çözümü engellediği güçlü bir iddiadır. Geçmişte
bir bir ortaya saçılmıştır. Gelişmeler, PKK vb jakoben laiklerin “Türklük” kavramı zemininde
örgütler için olumsuz şartları ortaya çıkarırken yapmaya çalıştığı ve süreç sonunda Kürt sorunu-
değişen dünya ve bölge koşullarına çabuk uyum nu üreten yaklaşımın benzeri burada da öngö-
sağlayan Türkiye Cumhuriyeti (ılımlı laik) için-
rülmektedir. Kürt toplumunun beklentilerinin
se koşullar giderek olumluya dönüşmektedir.
ve değerlerinin aksine tepeden inme yöntemlerle
Sistem-içi mücadelenin ortaya çıkardığı açmaz-
onları dizayn etmeyi, farklı bir kalıba sokmayı
lar ve bunları da etkileyen bazı konjonktürel
amaçlamaktadır. Temel yaklaşımı bu olmakla
gelişmelere rağmen bu trend-eğilim güçlenerek
birlikte şartlara göre farklı politika ve söylemler-
devam etmektedir. Özetle ifade edersek şu üç
le Kürt kamuoyunun karşısına çıkmayı ve devle-
hususa dikkat etmemiz gerekir. Birincisi tasfiye
tin yanlışlarından yararlanmayı bilmektedir.
sürecine girmiş olan PKK giderek gücünü ve işle-
Konuyla ilgili olarak altı pek doldurulamayan
vini yitirecektir. İkincisi, Öcalan’ın kendi ekibi-
bir yaklaşıma da bu vesileyle değinmekte yarar
ni önceleyen bir siyasallaşma sürecinde ısrar et-
var. İddiaya göre; Müslümanlar Kürt sorununa
mesi örgütteki çok başlılığı güçlendirecek ve bazı
yeterince ilgi göstermiyorlar, çözüm modelleri
komplikasyonların ortaya çıkmasına neden ola-
üretemiyorlar. Bu da birilerinin ortaya koyduğu
caktır. Üçüncüsü ise Türkiye Cumhuriyeti’nin
iç politikasında da etkili olan İsrail ile yaşanan modelleri, üretemiyorlar. Bu da birilerinin orta-

sorunlar ve bunun ABD’de yansıması bir süre ya koyduğu modelleri, çözüm önerilerini tartış-

daha devam edecektir…Ve üretilmiş Kürt so- mak durumuyla yüz yüze getiriyor onları…Ne
rununun çözümü sürecinde başta İsrail olmak yazık ki bu yanlış teze angaje olmuş bazı çev-
üzere bazı güç odaklarının etkileri maalesef gö- relerde estirilen bu rüzgarın girdabında savrulu-
rülecektir.Zira İsrail’deki bir kesimin değişen yorlar. İyi niyetle de olsa soruna sahip çıkmak
şartlar uyum sorununun ortaya çıkardığı durum, adına kendi düşünce dünyalarının dışındaki bazı
“one minute” ile kapatılmayacak kadar ciddidir. demokratik yaklaşımlarla yakın durmayı önem-
Bu arada Öcalan’ın Demokratik Özerklik siyorlar. Oysa bir soruna çözüm bulmak için
Projesi’nin iyi sunulamadığı; aslında bu projenin önce doğru tanımlamak gerekir.Bu da öncelikle
6
İktibas Şubat 2011
temel referanslardan hareketle, en azından ilke-
lerle çatışmadan mümkün olabilir. Yoksa reel
şartların aldatıcı cazibesine kapılan birilerinin
düştüğü çelişkilerle karşı karşıyalar. Zaten İslam
anlayışlarında net ve istikrarlı bir çizgi tuttura-
mamış, yaşadıkları gayri İslami sistem içindeki
duruşlarını ve mücadele yöntemlerini belirgin-
leştirememiş olanların diğer sorunlarda olduğu
gibi üretilmiş Kürt sorununa da, kendi değerleri
zemininde bir çözüm bulması beklenmemelidir.
Eğer konuyla ilgili ilkesel yaklaşımın, zulmün
her türlüsüne karşı net duruşun, Müslüman
kardeşliğinin ötesinde bir yaklaşım, çözüm üre-
tilmek isteniyorsa, öncelikle kendimizin temel
sorunlarını çözmemizin gereği açıktır.
Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi esasına
dayalı, federal yapıyı da içeren sistem-içi güç-
lerden birinin yaklaşımı ve demokratik çözüm
önerilerin iddia edilen şeyle bir ikincisi yoktur.
Zira demokratik değerler ve kavramlar zeminin-
de kendilerine bir yer edinmeye çalışmak, bu
zeminde Kürt sorununa çözüm ürettiğini iddia
etmek ciddi bir yanılgıdır. Hem bunu yapanlar
yanılmaktadırlar. Hem de Müslüman Kürt kar-
deşlerimiz yanılmaktadır.
Malum olduğu üzere, Kürt sorununun çözü-
mü ya da çözümsüzlüğü hususunda statükodan
yana derin yapı ile derin PKK, aslında karşıt
güçler değildir; varlıkları birbirini beslemekte-
dir. Karşılarında yer alanların laiklik anlayışının
daha ılımlı olması, demokratik kaygılarının ol-
ması temel referanslarının bizden farklı olduğu
gerçekliğini hiçbir şekilde değiştirmez.
Not: Geçen ayki yorumumuzda ‘bidat ve hu-
rafe’ ifadesi sehven ‘biat ve hurafe’şeklinde çık-
mıştır. Düzeltir; özür dileriz.
7
Kavram

Sivil Toplum
Sivil toplum Batı Medeniyeti’ne ait bir kav- bağlamda toplumsal hayatta kullanılan pek çok
ramdır. Tarihsel süreç içerisinde üç kez anlam ifade vardır ki bunlardan belki de en çok bilineni
değişikliğine uğramıştır. Bu anlamlar birbirin- Medeni Kanun’dur (Civil Code). Uygarlık anla-
den tamamen farklı olup tarihin ilgili dönemle- mına gelen medeniyet (civilization) kelimesi de
rindeki politik yapıyı anlatmak için kullanılmış- bu kökten türemiştir. Ancak Yunan siyasi dü-
lardır. Kavramsal boyutuna geçmeden önce sivil şüncesindeki medeniyet (civilization) kavramı-
toplum ifadesindeki belirleyici unsur olan ‘sivil’ nın bizim bildiğimizden biraz farklı olduğunu da
kelimesini biraz daha yakından tanımamız fay- belirtmeliyiz. Onların medeniyet kavramı yurt-
dalı olacaktır. taşlık temeline dayalıdır ve ancak hür erkeklerin
Sivil kelimesi Fransızca kökenli olup orijinali yurttaş sayıldığı ve yönetime katılabildikleri bir
‘civil’dir. Kelimenin günlük kullanımdaki kar- medeniyet anlayışı hakimdir. İşçinin, kadının ve
şılığı devlet görevlisi olmayan, asker olmayan kölelerin yurttaş sayılmadığı dolayısıyla da yöne-
kişileri ifade eder. Bu manada sivil kıyafet den- time hiçbir şekilde katılamadıklarını da belirt-
diğinde resmi üniforma dışında giyilen kıyafetler mek gerekir.
kastedilir. Sivil kelimesinin zıddı ise ‘resmi’dir. Bir kavram olarak sivil toplum izah edilmek
Bir başka deyişle devlete ait olan, devletle ilgili istendiğinde, Batı menşeli pek çok kavramda ol-
olan, devletin içeriğini ve nasıllığını belirlediği duğu gibi, kavramın geçirdiği değişim sürecini
şey resmi iken bunun dışında kalanlar sivildir. anlamaya ve aktarmaya çalışmak elzemdir. Si-
Kelimenin önemli bir başka anlamı daha vil toplum kavramının üç ayrı tarihsel dönemde
vardır ki kavramsallaşmasında bu anlam esas farklı anlamlar yüklenerek yeniden üretildiğini
teşkil eder. Sivil sözcüğünün bu anlamdaki kar- müşahede ediyoruz. Bu dönemlerden ilki kav-
şılığı tam olarak ‘medeni’ kelimesidir. Medeni ramın da ilk kez kullanıldığı M.Ö. 1. yüzyıldan
kelimesi Arapça kökenli olup kentlileşmiş, kır- 18. yüzyıl ortalarına kadar olan zaman dilimidir.
sallıktan kurtulmuş, uygar manasına gelir. Ferit İkincisi 18. yüzyıl ortalarından 19. yüzyıl ortala-
Develilioğlu’nun Osmanlıca Türkçe Lügat’ında rına kadardır. Son olarak da 1950’lerden günü-
medeni medineye, şehre mensup, şehirli, şehir müze olan üçüncü dönemdir. Asıl önemli olan
halkından olan şeklinde tercüme edilmektedir. kavramın güncel olan üçüncü evresidir. Bu evre-
Yine Arabistan’daki Medine şehrinde yaşayan de demokrasi ve sivil toplum ilişkisi bakımından
insana da Medeni denir. Mecazi anlamda ise kavramın ne ifade ettiğinin iyi anlaşılmasının
terbiyeli, görgülü, kibar ve nazik demektir. Bu oldukça önemli olduğunu düşünüyoruz.

8
İktibas Şubat 2011
Sivil toplum kavramını ilk kez kullanan şöyle ifade etmektedir: “Onsekizinci yüzyılın
M.Ö. 1. yüzyılda Romalı devlet adamı ve dü- ortalarına kadar, istisnasız tüm Avrupalı düşü-
şünür Cicero olmuştur. Bu dönemde kavram nürler, sivil toplum terimini, mensuplarını ken-
kelime anlamına en yakın manada yani şehirli/ di yasalarının nüfuzu altına sokan, böylelikle de
medeni anlamında kullanılmıştır. barışçı düzeni ve iyi yönetimi sağlama bağlayan
Şehirler insanların yoğun olarak birlikte ya- bir siyasal birliktelik tipi anlamında kullanmış-
şadıkları, dolayısıyla da herkesin kafasına estiği lardır. ... Bu eski Avrupa geleneğinde, sivil top-
gibi davranabildiği değil, bir toplum içerisinde ve lum, devlet ile aynı anlamda kullanılan bir te-
başkalarıyla etkileşim halinde oldukları mekan- rimdi. ... Bir sivil toplumun üyesi olmak demek
lardır. Bunun sonucu olarak da şehirler hukuk bir yurttaş (citizen) -devletin bir üyesi- olmak ve
kurallarının doğması ve gelişmesi bakımından dolayısıyla da onun yasalarına uygun ve diğer
oldukça önemli bir fonksiyon icra etmişlerdir. yurttaşlara zarar vermeyecek biçimde davranma
Birlikte yaşamanın getirdiği kolaylıklar kadar yükümlülüğü altında olmak demekti.” (s.48)
zorluklar da ortaya çıkmış ve bu zorlukların Yunan şehir devletlerinin imparatorlukların
aşılması noktasında hukuk ortaya çıkmıştır. İn- etkisiyle tarih sahnesinden silinmeleriyle birlik-
sanların birbirlerine karşı olan hak ve yükümlü- te uzunca bir dönem bu kavram pek de önemli
lüklerini düzenleyen hukuk normları şehirlerde bir kullanım alanı bulamadı. Ta ki Avrupa’da
ileri seviyelere ulaşmıştır. Tabiidir ki bu kurallar ortaya çıkan Aydınlanma Dönemi olarak bilinen
oluşurken bunların uygulayıcısı olarak devlet ve bugünkü modern çağın temellerinin atıldığı
erki de ortaya çıkmıştır. Zira kurallara uyma- zaman dilimine kadar. 1750’lerde sivil toplum
yanı cezalandıracak ve uymaya zorlayacak bir kavramı yeniden düşünürlerin gündemine gir-
aygıtın varlığı hukuk kurallarını uygulanabilir meye başladı. Ancak tamamen yeni bir anlam
kılmaktadır. kazanarak. Bu durum tabi ki sebepsiz değildi.
Bunun içindir ki Yunan şehir devletlerinde Zira o günlerde ortaya çıkmaya başlayan Mo-
yaşayan insanlar kendilerini diğerlerinden ayrı dern Devlet olgusu tarihte daha önce eşi benzeri
ve üstün görmeye başlamışlar ve bunu da me- olmayan bir biçimde toplumları devletin güçlü
denilik/uygarlık olarak gelişmişliğin bir gösterge- kolları arasına bırakıyordu. Gerçekten de modern
si saymışlardır. Kendilerini medeni kabul eden devlet, toplumu sıkı sıkıya sarmalayan, toplum
şehirli insanlar diğerlerini de barbar/ilkel olarak hayatını baştan aşağıya dizayn edip yön veren
görmüş ve dışlamışlardır. bir yapı arzetmeye başlamıştı. Önceki dönemler-
Bu manada sivil toplum ifadesinden kastedi- de hüküm süren eli kanlı tiranlar bile toplumu
len, insanların ortak iradeleriyle ortaya çıkan ve bu tür sistematik ve planlı bir cenderenin içine
hukuk kurallarının işlemesini temin eden dev- sokmayı düşünememişlerdi. Geçmişte bu tür bir
let düzeni altında yaşamaktır. ‘Sivil Toplum ve devlet algısı ile karşı karşıya kalmayan düşünür-
Devlet’ isimli eserinde John Keane bu durumu ler devlet ile o devletin etki alanı içerisinde yaşa-
9
İktibas Şubat 2011
yan insanların yani toplumun birbirinden farklı yapı artık farklı türde tartışma ve çatışmaları
şeyler olduğunu telaffuz etmeye başladılar. İşte tetikliyordu. Ulus devletler tarihin bilinen en
sivil toplum kavramının kazandığı bu ikinci an- güçlü devlet tipi olarak olanca yoğunluğu ile top-
lam ilkinin çok ötesindeydi. Artık sivil toplum lumların üzerinde sanayileşme, daha fazla üre-
devlet anlamına gelmiyordu. Tam tersine sivil tim, daha güçlü silahlar ve ordu gibi nihayetinde
toplum devletin dışında bir varlık şeklinde tarif dünyayı iki cihan harbine kadar sürükleyecek
ediliyordu. Aydınlanma Çağı düşünürlerinin he- hastalıklı bir dönemin oluşmasına hizmet edi-
men hepsi sivil toplum kavramını kendi düşün- yorlardı. Nitekim bu yılların sonunda Avrupa’da
celeri içerisinde kullandılar. Kavrama yüklenen sivil topluma hayat hakkı tanımayan çok güçlü
anlamlar birbirinden farklı olmakla birlikte artık devletler ve Mussolini yönetimindeki İtalya ve
genel olarak devletin dışında bir toplum fikrini Hitler yönetimindeki Almanya gibi diktatörlük-
anlatmak için kullanılır hale gelmişti. ler ortaya çıkmıştı. Ama sivil toplum kavramı-
Bu aşamada bir hususun altını çizmek önem nın üçüncü evresinde kazandığı anlam ve yük-
arzetmektedir. Sivil toplum kavramı bizim ül- lendiği misyon bakımından en önemli gelişme
kemizde bazı yazarların zannettiklerinin aksine pek tabi ki sosyalizmin Avrupa’yı ikiye bölecek
analitik bir kavramdır, ideolojik değil. Bu kavra- kadar güçlü bir şekilde açığa çıkması ve iktidara
mı üreten ve kullanan Batılılar kavram ile top- gelmesiydi.
lumun içinde bulunduğu durumu analiz ve tarif Sivil toplum kavramının üçüncü ve son du-
etmek istemişlerdir. Yani sivil toplum var olan rağı 1950’den günümüze olan dönemdir. Bu dö-
bir şeyin anlatılması için kullanılır. Kendisi bi- nemde Batı Medeniyeti iki temel ideoloji arasın-
zatihi bir hedef ya da proje değildir. Bunun yanı da sıkışıp kalmış, bunun etkisiyle tüm dünya iki
sıra bir takım düşünürler (liberal düşünürler) ‘si- kutuplu bir hal almış idi. Kapitalist ve sosyalist
vil toplum ne kadar bağımsız olursa o kadar iyi dünya görüşleri pratikte uygulama alanı bulmuş
olur’ derken bazıları da (ilk dönem Marksist dü- ve kıyasıya rekabet içerisine girmişlerdi. İşte tam
şünürler gibi) ‘sivil toplumun devletin kanatları da bu noktada, kapitalist bloğun sosyalist olana
altında tamamen yok olup gitmesi gerektiği’ni karşı özellikle üzerinde durduğu ve çalıştığı bir
savunmuşlardır. Buradan da açıkça görüleceği kavrama dönüştü sivil toplum. Kavram bundan
üzere sivil toplum bir vakıadır ama güçlenme- sonraki süreçte ‘çoğulcu demokratik yapı’yı kas-
si ya da zayıflaması farklı ideolojiler içerisinde teden manasını kazanıyordu.
farklı anlamlar taşımaktadır. 1980’lerin sonunda dağılmasına kadar Sovyet
İkinci dönemi olarak adlandırdırılan 1750- Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin etki alanında
1850 yıllarının ardından kavram tekrar düşün- bulunan Merkezi Doğu Avrupa ülkeleri kavra-
ce hayatının ve tartışmaların dışında kalmış ve mın anlaşılmasında büyük önem taşımaktadır.
adeta buhar olup uçmuştur. Elbette bu durum da Şöyle ki totaliter sosyalist rejimler tarafından
sebepsiz değildir. Zira Avrupa’da oluşan sınıfsal idare edilen Avrupa’nın bu yarısı kapitalist kom-
10
İktibas Şubat 2011
şularının hem bir yandan Rusya’nın etkisinden sanların kendilerini nasıl ifade edecekleri ve sivil
kurtulmalarını istedikleri hem de Rusya’nın kor- toplumun daha fazla nasıl güçleneceği meselesi
kusundan somut bir şey yapmadıkları bir durum günümüz demokratik sistemlerinin en öncelikli
içerisindeydiler. Fakat sosyalizmin kapitalizm konularından biri haline gelmiştir. Demokrasi
karşısında yenik düşmesi için öncelikle bloğun savunucuları insanların devlet idaresine rağmen
çevreden merkeze doğru çözülmesi gerekliydi. birbirlerine zarar vermeden istedikleri gibi yaşa-
Bunun için de Merkezi Doğu Avrupa ülke top- yabilmelerinin aracı olarak sivil toplum örgüt-
lumlarının devletin etkisi altından olabildiğince lerini formüle etmişlerdir. Devlete bu yeni du-
çıkartılıp bağımsız bir güç haline gelmeleri ve bu rumda biçilen rol ise birbiriyle barışçı bir rekabet
yolla öncelikle bu ülkelerde sosyalist iktidarların halinde, farklı amaçları ve çıkarları bulunan
çözülmesi ve arkasından da işin merkezi olan farklı sivil toplum örgütlerinin adil bir şekilde
Rusya’da bunun başarılması gerekiyordu. yarışmalarının teminatı olmaktır.
Planlı ekonomi adı altında tüm üretim ve Burada temel bir handikap söz konusudur.
tüketimin devlet tarafından kontrol edildiği, in- Demokratik devlet tarafsız, tüm gruplara ve ide-
sanların nasıl yaşayacaklarının en ince detayına olojilere eşit mesafede, adaletin ve hakkaniyetin
kadar devlet, bir başka deyişle komünist parti tecellisi için varolan bir yapı olarak tarif edil-
bürokrasisi tarafından karar verildiği, insanla- mektedir. Ancak devlet, tarafını zaten demokra-
rın kendilerini devletin onlara biçtiği rol dışında tik düşünceyi benimseyerek ortaya koymuştur.
herhangi bir başka kimlik ile ifade edemedikleri Kendince demokratik olmayana da hayat hakkı
soğuk, maneviyatın her türünden uzak, insanı tanıması söz konusu değildir. Dolayısıyla da de-
insanlıktan çıkartan bir yaşam tarzına mahkum mokrasinin her düşüncenin yaşaması ve geliş-
edilen bu toplumlar artık daha fazla bu oyunu mesi için var olduğu yönünde insanlığa söylen-
oynamak istemediklerine, Batının da yardımıy- miş en büyük bir yalan olduğunu fark etmek çok
la, karar verdiler. Bu bağlamda özellikle 1970’le- da zor olmasa gerekir.
rin sonlarında Polonya’da ortaya çıkan işçi ha- Demokrasi ve sivil toplum ilişkisi her geçen
reketleri sivil toplum kavramının gördüğü ilgiyi gün daha fazla önem kazanmaktadır. Demokra-
artıran gelişmelerdendi. Her ne kadar Polon- silerde esas olan bireydir. Ancak örgütlü devlet
ya’daki ‘Dayanışma’ adlı sendikal işçi hareketi- gücünün karşısında bireylerin tek başlarına hak
nin liderleri, amaçlarını sosyalist sistemin reviz- araması ya da tercihlerini, isteklerini iktidara ge-
yonu olarak beyan ediyorlarsa da sonuç sistemin tirmeleri yahut iktidar tarafından kabullenilme-
tamamen çökmesi olarak gerçekleşti. Evet, sivil sini ve yasalaşmasını sağlamak için çalışmaları
toplum totaliter rejimi yıkmıştı. Bunu yaparken beyhude görünmektedir. Zira bireyin baskı gücü
de örgütlü bir şekilde yapmıştı. son derece düşük olacağından böylesine bir so-
Sivil toplumun, yani devletin örgütlü gücü nucu elde etmesi pek de mümkün değildir. İşte
karşısında devletin yönetimi altında yaşayan in- tam da bu noktada demokrasi teorisi bakımın-
11
İktibas Şubat 2011
dan örgütlü sivil toplum kavramı büyük önem rını anlamak mümkün değildir. Buna hiçbir sis-
kazanmaktadır. Bireylerin tek başlarına yapama- tem müsaade etmez. Yani Müslümanlar sistem
yacakları hak arama ve iktidarda temsil edilme içinde kalarak mı mücadele etmeli yoksa dışına

işlerinin sivil toplum kuruluşları altında bir ara- mı çıkmalı sorusunun cevabı bir tercih meselesi

ya gelerek grup siyaseti şeklinde gerçekleştirile- değildir. Çünkü sistem içi araçlar ile mücadele
etmeyi tercih ettiğinizde zaten İslami taleple-
bileceği formüle edilmiştir.
rinizden vazgeçmiş oluyorsunuz. Bir başka ifa-
Demokrasi kuramının bu yeni biçiminde her
deyle, biz Müslümanlar istesek de bu sistem içi
düşünce ve görüş kendisini bir sivil toplum ku-
araçları kullanarak amacımıza yürüyemeyiz. Bu
ruluşu çatısı altında ifade edebilecek ve o grubun
ne İslami açıdan meşrudur, ne de pratik açıdan
taleplerinin iktidar tarafından kabul görmesini
mümkündür.
sağlamak için mücadele edecektir. Doğal olarak
Bir sivil toplum kuruluşu çatısı altında ancak
bu talepler sistem içi diyebileceğimiz hali hazır-
yüzeysel bir takım taleplerinizi iktidarın önüne
da yürürlükte olan anayasaların öngördüğü hak
koyabilirsiniz. Sistemin sahipleri de uygun gör-
ve yükümlülükler çerçevesinde oluşmalıdır. Bu-
dükleri kadarını uygun gördükleri zamanda ve
nun ötesine geçecek türdeki taleplerin sahipleri, biçimde kabul ederler. Siz başörtüsü insan hak-
sistemin nezdinde derhal sivil toplum kuruluşu kıdır diye talepte bulunursunuz onlar da şartlara
olmaktan çıkıp yasa dışı terör örgütlerine dönüş- göre “evet ama sadece yüksek eğitim kurumla-
mektedir. Dolayısıyla da kendilerine hiçbir ha- rında” diye cevap verirler. Bu Allah’ın buyruğu-
yat hakkı tanınmamaktadır. dur ve Müslüman tesettürünü her hal ve şart al-
Bir başka deyişle demokratik sistemlerde eş- tında korur diyemezsiniz. Birileri karşınıza çıkıp
cinseller kendi aralarında evlenebilmek için der- eşcinsellerin haklarından bahseder ve siz Allah
nek ve benzeri sivil toplum kuruluşları altında bunu yasak etmiştir diyemezsiniz. Çünkü kendi
birleşerek, iktidar sahiplerini de oylarının gücü taleplerinizi insan hak ve hürriyetleri zemininde
ile tehdit ederek hak arayabilirler. Ama Allah’ın dile getirmektesinizdir.
hükmüyle hükmedilmesi ve anayasa ve yasala- Özetlemek gerekirse sivil toplum Batılı düşü-
rın ancak Allah’ın vahyine uygunluk içerisinde nürlerin geliştirmeye ihtiyaç duydukları bir kav-
olması gerektiğini savunan hiçbir grup bu tür bir ram olmuştur. Çünkü onların hayatında devlet
hakka kavuşamaz. Zira bu tür talepler demok- ve toplum ilişkisi bir bütünlük arzetmez. Bunlar
rasinin temelleri ile çelişir. Demokratik yapının birbirinin rakibi veya kimi zaman düşmanı gibi-
sahiplerinin de böylesi bir talebe geçit vermesi dir. Dolayısıyla da pratikte sürekli sorunlar yaşa-
söz konusu değildir ve olamaz da. nır ve düşünürler de bunları analiz edip çözmeye
Madem öyle, bir takım Müslümanların gerek çalışır. Biz inanıyoruz ki Müslümanın devleti de
Türkiye ve gerekse başka bazı halkı Müslüman toplumu da Allah’ın vahiylerinden beslenerek
yönetimi tağut rejimlerden oluşan ülkelerde na- oluştuğu sürece toplumun Müslüman olmayan
sıl olup da sivil toplum kuruluşları aracılığı ile unsurları için bile adil, huzurlu ve müreffeh bir
hak taleplerini dile getirebileceklerine inanmala- dünya kurulur.
12
Düşünce

Gerçek Umutlar İçin


- Atasoy Müftüoğlu -
Emperyal sistem karşısında bağımlı konum- başvurularak bir reform programı ortaya konul-
larını sürdüren İslam toplumlarının, bu konum- du. 1870’lerde yürürlüğe giren Mecelle ile Şeri-
ları sebebiyle kılı kırk yaran eleştirilere ihtiyacı at yalnızca aile ile sınırlı düzenlemeler getirdi.
var. Duygusal, romantik toplumlar/ kültürler; Mısır’da 1660’larda Tahtavi, Montesquieu ve
ciddi analizlere, sorgulamalara ihtiyaç duyma- Rousseau dan ilham alarak, bu isimleri izleyerek
dıkları için, kendilerine dayatılan sömürgeci Mısır için yeni bir program önerdi. Mısır’da da,
yönetim modellerini, hayat tarzlarını sessizlik ulemanın genel kanaati Avrupa tarzı reformlar
içerisinde kabul ediyor, İslam toplumlarının içe- yapmak noktasında birleşiyordu.
risinde bulunduğu zihinsel kireçlenme durumu, 1850’li yıllarda İran’da yapılan hukuki re-
tarihsel hesaplaşmalar, yüzleşmeler, değerlen- formlar ulemanın otoritesini kısıtlama amacını
dirmeler yapmamızı engelliyor. taşıdığı gibi, Batılı siyasal görüşlerin, uygulama-
Yüzyıllardır mistik ilgilerin, mistik beklen- ların halkın gündemine girmesini sağlamaya
tilerin tahakkümü altında bulunan zihinsel çalışıyordu. İran’da 1858 yılında, Osmanlı İm-
dünyamız teslimiyetçiliklerle, statükoculuklarla paratorluğunda olduğu gibi/Mirza Malkom Han
bütünleşmiş bulunuyor. Teslimiyetçilikle statü- tarafından Defter-i Tanzimat adıyla bir reform
koculuk, eylem bilincini ve özgürlüğünü kay- hareketi başlatılmıştı. Bu hareket Batı uygarlı-
bettiğimizi gösteriyor. İslami bünye, bir yanda ğının ve siyasal sisteminin üstünlüğüne vurgu
Aydınlanmacı İlerleme ve Bilimsel Devrimler yapan bir hareketti .
ideolojileriyle, Fransız Devrimi ve Endüstri dev- “Kimi hayati zorunluluklar, kimi yasakları
riminin tarihe kazandırdığı yeni yapılar, kavram meşrû kılabilir” mealindeki fıkhi yaklaşım Ba-
ve kurumlarla baskılanırken; diğer yanda İslami tılılaşma yönündeki tercihlerin temelini teşkil
bünye kendi içerisinde yaşanan sapmalar, reka- etti. Osmanlı İmparatorluğu Avrupa sistemine
betler, bencillikler, aşırılıklar, çatışmalar sebe- dahil oldu, Fransız ideolojisi temelinde laik-
biyle zayıf düşürülüyor. leşme girişimlerinde bulundu, Avrupa İmpa-
Toplumlarımızın son yüzyıllarda biriktirdiği ratorluklarıyla asimilasyona başvurma ihtiyacı
ağır yenilgiler, toplumsal, siyasal, kültürel kriz- duydu. Ahmet Cevdet Paça Türklüğün devletin
ler, yeni çözümlemelere imkan vermedi. Göz- temelini teşkil etmesi gerektiğini savunarak si-
lem, analiz, çözümleme yapmak yerine; mistik yasal ulusçuluğu gündeme getirdi. Bu arada, et-
yorumlarla, tesellilerle yetinen toplumlarımız nik ve ırksal toplumun modern Batı’nın icadı ol-
zaman zaman astrolojiye dayalı tarihsel yorum- duğunu, çok etnikli toplumun İslami bir toplum
lara bile ihtiyaç duyar hale geldi. olduğunu kaydetmek gerekir.
Osmanlı imparatorluğunun son dönemlerin- Hindistan’da 1870’li yıllarda görülebilece-
de, İslami anlamda yeniden yapılanma iradesi ği üzere, Seyyid Ahmet Han ve Çerağ Ali gibi
ortaya koyamayınca, 1839 Tanzimat Fermanı isimler emperyalist egemenlikler ile uzlaşılabi-
ile Avrupa siyasal dili, düşüncesi ve mantığına leceği kanaatini seslendirdiler. Toplumlarımızda

13
İktibas Şubat 2011
son bir kaç yüzyılı içerisine alan dönemde gerek karşı bir silah olarak kullanmaya başlıyor. Özel-
ulema, gerekse aydınlar meşruiyetlerini nerede likle Avrupa’da İslam karşıtlığı laiklik temelinde
arayacaklarını, nerede bulabileceklerini bir türlü sürdürülüyor. Modernlik-ilerleme ideolojisi Batı
kestiremeyen arayışlar içerisinde oldular. Kimi dışı dünyayı geri olarak tanımlamaya devam
zaman laiklik, kimi zaman demokrasi, kimi ediyor. Özgürlük, eşitlik, barış, rasyonalite gibi
zaman milliyetçilik, kimi zaman geleneksel pa- kavramları yücelten modern-ilerlemeci ideoloji
dişahlık gibi sistemler hep tartışıldı. Sünni ve bugün yaşanmakta bulunan toplumsal, siyasal,
Şii ayrımını/rekabe’tini/çatışmasını reddederek ekonomik, insani/ahlaki kriz/çöküş/düşüş/bo-
evrensel bir projeyi, bir ümmet projesini, bir zulma karşısında büyük bir çaresizlik sergiliyor.
ümmet dayanışmasını yeni bir bilinç hamle- Bütün zamanların en büyük değişimi olarak
siyle, siyasal bir cesaret ve hareketlilikle Seyyid tebcil edilen “ilerleme” düşüncesi bugün yoğun
bir biçimde sorgulanıyor, tartışılıyor. Mitsel bir
Cemaleddin Afgani toplumlarımızın dikkatine
mahiyet taşıyan baskıcı bütün modern kavram-
kazandırdı. Seyyid Cemaleddin bu mücadelesi
ların/ideolojilerin çöküşüyle birlikte ortaya çıkan
sırasında bağımsız bir siyasal duruş sergiledi.
boşluklar doldurulamıyor.
Toplumsal prestije, saygın bir statüye, İsla-
İslam dünyası toplumlarında Türkiye’de de
mi bir perspektife ve iktidarlar üzerinde tayin
görülebileceği üzere laik. elitlerin kontrolü de-
edici bir etkiye sahip, usuli geleneğin temsilcisi
vam ediyor. İslami kimliğimiz her yerde kuşat-
olan Ulema’nın öncülüğünde Şii siyasal doktrini ma altında. Bu kuşatmaya rağmen toplumları-
kendi dönüşümünü ve modelini İran İslam Dev- mızın siyasal ilgisizliği, kayıtsızlığı da sürüyor.
rimiyle tarihe kazandırmayı başardı. Sömürgeci Toplumlarımız siyasal bilince ihtiyaç duymu-
düşünce ve kültür Müslüman toplumların kendi yor. Siyasal bilince ihtiyaç duymayan toplamla-
kendilerini yönetme yeteneğine sahip olmadık- rımızın siyasal umutları da yok.
larını iddia ediyordu. İslam Devriminin başarı- Müslümanlar olarak umutlarımızı gerçek
sıyla bu iddialar geçersiz hale geldi. kılabilmek için put kırıcı sorgulamalar yapa-
Emperyalist egemenliklerle, yaklaşımlarla, bilmeliyiz, gerçek ve yapısal sorunlarımızı, ön-
oluşumlarla, dünya görüşleriyle “hoşgörü” te- celiklerimizi, teşhis ederek yola koyulmalıyız.
melinde uzlaşılabileceği görüşü bugün Neonur- Tercihimiz üzerine, cemaatimiz üzerine, ya da
culuk akımında izlenebileceği gibi güncelliğini yorumlarımız üzerine eleştirel düşünebilmeyi
koruyabiliyor. başarabilmeliyiz.
Kamuoyunu popülist bir söylemle etkilemek-
İnsanlık sorunlarından soyutlanmış, değişen
le, kamuoyunu bilinçli bir dönüşüm stratejisi/
dünyanın yeni ihtiyaçlarını, beklentilerini far-
programı temelinde etkilemek aynı şeyler değil-
ketmeyen; zaman ve mekana göre değişen ko-
dir. Popülist söylemin, dilin neden olduğu yoz-
şulları dikkate almayan; mistik umutlara dayalı
laşma ve yabancılaşmaları göz ardı edemeyiz.
hukuki ilkelere, ölçütlere, sınırlara ihtiyaç duy-
Her türlü sapmaya yozlaşmaya karşı bilincimi-
mayan bir İslami yorum kabul edilemez. İslami
zin teyakkuz durumunda olmasını sağlayabil-
uyanışı, oluşumu, inşa’yı yeniden biçimlendir- meliyiz.
mek, tamamlamak; ya da İslam’ı Batılı kavram Parçalanmış bir İslami dil, duyarlılık, algı
kurum ve dünya görüşleriyle uzlaştırmak üzere ve yorumla, güçlü ve kuşatıcı bir bilinç çağrısı
yapılan tartışmalar, İslami temellerin/yaklaşım- yapamayız. Her tür bencilliğin insanı adalet’ten
ların istikrarsızlaştırılmasına ve aşındırılmasına uzaklaştırdığını hatırlamalı, bizleri ümmet da-
neden oluyor. İslami gelişmeler söz konusu ol- yanışmasına yabancılaştıran bencillikleri terk
duğunda her yerde, laik kesimler laikliği İslama etmeliyiz.
14
İktibas Şubat 2011

Demokrasi Nedir?
- Mehmed Durmuş -
Demokrasi kavramı yüzeysel / genel geçer ran Yargı’ya ve Yetke’ye [yaptırım gücü/otorite]
bir tanımla, “halkın kendi kendini yönetme- katılması, yani yasal, siyasal ve yönetsel görev-
sidir” şeklinde tanımlanmaktadır. Abraham ler almasıdır.”(6) Aristo, işçileri vatandaş say-
Linkoln’den mervî, “halkın halk için ve halk ta- mamakta, “En iyi devlet işçiyi yurttaş yapmaz”
rafından yönetilmesidir.” tanımı (1)
bunun tipik demektedir. Köleler zaten hiçbir zaman böyle
bir örneğidir. Oysa bu tanım eksik, dolayısıyla vatandaş (halk) statüsüne sahip olmamışlardır.
yanıltıcıdır. Bu eksiklik, demokrasi ile alakalı Çocuklar ancak koşullu anlamda [göreceli] yurt-
birçok kafa karışıklığını beraberinde getirmek- taş olabilirler. Aristo’nun şöyle dediği bildiril-
tedir. mektedir: “Devletin var olması için bulunması
Demokrasi, demos ve kratos sözcüklerinin gereken bütün insanlara yurttaş demeliyiz diye
terkibi ile oluşmuş Yunanca bir kavramdır. Şu bir düşünceyi bir an bile aklımızdan geçirmiyo-
halde kavramın gerçek anlamını bu iki sözcüğe ruz.”(7)
dikkat kesilerek vermemiz mümkündür. De- Kısacası yurttaşlık ancak her türlü ‘aşağılık’
mos, belirli bir poliste (kentte) yaşayan vatan- işlerden kurtulmuş kimselere özgü olur. ‘Aşağı-
daşlar anlamına gelmektedir.(2) Kratos ise güç, lık’ işler ise, bir kimsenin kendi köleleri ya da
kamu hizmetindeki işçiler tarafından yapılabi-
egemenlik demektir. Demos-kratos kısaca ‘halk
len işlerdir.(8)
egemenliği’ demektir.(3) Türk Dil Kurumu’nun
Demokrasi Nasıl İşliyordu?
Türkçe sözlüğünde demokrasi, “Halkın ege-
Eski Atina’da bütün haklardan yoksun 110
menliği temeline dayanan yönetim biçimi” ola-
bin köleye karşılık, 40 bin vatandaşın varlığın-
rak tanımlanmıştır. Görüldüğü gibi bu tanımda
dan bahsedilmektedir.(9) Merkezi Atina olan,
anahtar kelime ‘egemenlik’tir. Önemli olan ki-
2550 km.karelik Attiko bölgesinde 315.000
min yönettiğinden ziyade, hangi referansla yö-
köle, 28.500 de, yabancı menşeli Metoikler’in
nettiğidir.
bulunduğu belirtilmektedir. Dört yüz bini aşkın
Demos Kimdir?
bu insanların hiçbir siyasal hakları yoktu. An-
Demokrasi halk egemenliği ise, ‘halk’ kim-
cak 20 yaşın üstündeki Atina’lı her ‘vatandaş’
dir? Eski Yunan’da kimlerin ‘halk’ sayıldığını, Ekklesiya’nın (meclis) üyesi oluyordu.
kimlerin halk sayılmadığından hareketle an- Meclis (Ecclesia), yurttaşlara doğrudan yöne-
lamak mümkündür. Şehir nüfusunun yarısını time katılma imkânı veriyor ve yönetimle ilgili
oluşturan kadınlar; Atina’da yaşayan ve çalışan nihai kararları alıyordu. Meclis vatandaşların
yabancılar ve köleler vatandaş sayılmamaktaydı.(4) tamamından oluşuyordu; egemen kitleyi de işte
Bu durumda ‘vatandaş’ kabul edilen insanlar, top- (40-50 bin arasındaki) bu insanlar oluşturuyor-
lam nüfusun dörtte birini, belki de daha azını du. Bu sistem ‘halk egemenliği’ ilkesinin somut-
oluşturmaktaydılar.(5) laşmış haliydi. Halk kendilerini yönetenleri ay-
Aristo’nun ‘vatandaş’la ilgili, “Mahkeme- dan aya ya da yıldan yıla belirliyordu. Normal
ye gidebilen, dava açabilen ya da dava edilebi- şartlarda meclis yılda on kez toplanıyordu.(10) Nor-
lendir” diye bir tanımın varlığına dikkat çektiği mal şartlarda ayda dört kez, olağanüstü durum
ve kendisinin de şöyle tanımladığı belirtiliyor: ve afet zamanlarında kendiliğinden toplandığını
“Bence yurttaşı bütün ötekilerden etkinlikle ayı- kaydedenler de bulunmaktadır. Meclis açılırken
15
İktibas Şubat 2011
Zeus adına bir domuz kurban edildiği bildiril- hayat kurmak ister. Demokratik akıl, yönetimi
mektedir.(11) beşeri bir olay olarak görmektedir. Buna göre in-
Halk [yurttaşlar] tarafından seçilen 6000 ki- sanların yönetimi gökyüzüyle (Tanrı’yla) değil,
şilik bir jüri mahkemelerde görev alıyordu. yeryüzüyle (bizatihi insanla, beşerle) ilgilidir;
Demokrasinin Felsefî Temelleri kısaca yönetim bir insan işidir. Böyle olunca yö-
Demokrasi salt bir ‘yönetim biçimi’ midir? netimin dayanacağı ilkeler, yönetimin normatif
Yaygın anlayışa göre bu sorunun cevabı ‘evet’tir. yapısı da insan tarafından belirlenir denmekte-
Halbuki bu çok yetersiz bir telakkidir. Demok- dir.(16)
rasi sadece bir yönetim biçimi değildir. Mesela Tage Lindbom’un dediği gibi: “kim hükmede-
liberalizm nasıl ki, belli bir sistemin adı olma- cek, Tanrı mı yoksa insan mı?”(17) İşte sorunun
yıp, aydınlanma dönemi düşünce akımlarına özü burada yatmaktadır. İnsanları yönetmede
yol vermiş bir zihniyet ise, demokrasi de aynı referansımız ne olacaktır? Demokrasi nazarında
şekilde bir düşünme tarzı, bir zihniyet, bir kafa referans elbette insandır. İnsanları yönetmek ila-
yapısının adıdır.(12) “Oysa demokrasi bir yönetim hi bir fonksiyon olmayıp beşer işidir ve bu basit
biçimi olmaktan çok, hatta ondan çok, aynı za- bir hakikattir. “İnsanın rasyonel olarak ürettiği
manda bir düşünme biçimidir de. Yönetim biçi- ilkelere göre insanları yönetmeliyiz.” denmekte-
mi neticede, o düşünme biçiminin dışlaşmasına dir.(18)
yol açan bir yöntem olarak ele alınabilir. Her ne Liberal düşünürlere göre insan, kendisi için
kadar biz burada usul (yöntem, metod) ile asıl ‘doğru’, ‘iyi’ ve ‘yararlı’ olanı bilme yeteneğine
arasında içsel ve yapısal bir ilişki görüyorsak da, sahiptir. Buna göre, değerlerin kaynağı insandır.
öz olmadan biçimin dışlaşamayacağını varsayı- Mesele şöyle açıklanmaktadır: “İnsanın değerle-
yoruz.”(13) rin ‘kaynağı’ olması dar anlamıyla değil, insan
Demokrasinin temel referansı akıldır; daha iradesinin nihai onayına dayanmayan bir değe-
doğrusu insan aklının (ratio) doğruyu bulacağına rin birey ve toplum olarak insanı tanzim ede-
ve aklın gücüne herhangi bir sınır koyulamaya- meyeceği şeklinde anlaşılmalıdır. Fakat hemen
cağına ilişkin inanç(tır). Özünde yatan budur.(14) eklemek gerekir ki, değerleri üreten sadece ‘birey
Demokrasinin temel referansı olduğunu söyle- olarak insan’dır. Hiçbir kollektivite (cemaat, sı-
diğimiz ‘akıl’ın da kısaca açıklanmaya ihtiyacı nıf, millet vb..) değer yaratamaz. Bu bakımdan,
vardır. Aslında aklın insanı saptırmaması gere- etik temeli, özgür birey yerine çeşitli türden top-
kir; bunun için Kur’an akla olumlu anlam yük- luluklar olan (dinci, sınıfçı ve milliyetçi) kollek-
ler. İnsanları akletmeye davet eder. “Akletmez tivist telakkiler kaçınılmaz olarak anti-demok-
misiniz?” sorusu, demek ki akıl yerli yerince ratik yönetimlere yol açarlar. Keza kollektivizm
kullanıldığında, usulüne uygun akledildiğinde bireyin yaratıcılığının, dolayısıyla insanlığın en
dalalete düşme imkânı yoktur anlamını ihtiva büyük düşmanıdır. Kollektiviteye tapınma veya
etmektedir. İnsanı dalalete düşüren akıl değil onu yüceltme (reverance) esasına dayanan bütün
de, heva ve heves olsa gerektir.(15) Fakat demok- görüşlerin hem ilkelliğin bir kalıntısı hem de ah-
rasinin akılcılığı, vahyi zinhar temel referans lak dışı (amoral) olduklarına kaniyiz.”(19)
olarak almama anlamında, mecburiyetten bir Liberalizmde rasyonel bir varlık olarak birey
‘akılcılık’tır. Yani akıl burada vahyin alternatifi kendisi için en doğruyu ve iyiyi seçme kabiliyeti-
olarak anlaşılmalıdır. ne sahiptir. Her türlü bireyüstü varlıktan sadece
Demokrasi, ‘akıl’ adını verdiği bir mekaniz- gölge etmemesi beklenmekte, başka ihsan isten-
maya yaslanarak beşerî ilke ve yasalara göre bir memektedir…(20)
16
İktibas Şubat 2011
Özgürlük sözü, geniş anlamında ‘her türlü otorite ve ge-
Demokrasi deyince akla birey, birey deyince lenek karşısında bağımsız, özgür düşünen’, dar
de özgürlük gelmektedir. özel anlamında da ‘din konusunda özgür düşü-
Liberal felsefede en yüce ve nihai amaç bire- nen kimse’ demektir.”(26)
yin kendisidir. “Bireyin varlık sebebi başka var- Bununla beraber, liberal özgürlük teori-
lıklar değildir, bizatihi kendisidir. Bu anlayışın si fiiliyatta pek böyle olmamıştır. “Toplum
ontolojik açılımı bireyin kendisini içkin bir var- Sözleşmesi”nin yazarı Jean Jack Rousseau, İngi-
lık oluşudur. Nihai otorite ve referans bireydir. liz halkının yalnız parlamento üyelerinin seçil-
Bireycilik düşüncesini ileri bir boyutta ele alan mesi esnasında özgür(!) olduklarını söylemiştir.
Isaiah Berlin gibi liberal düşünürler bireyi kendi Rousseau, “Üyeler seçilir seçilmez halk tekrar
doğrularının yaratıcısı, kendi vicdanının hamisi, köleleşir.” “Kendinizi yönetme hakkınızı bir
kendi değerlerinin referansı ve kendi iyilikleri- başkasına devrettiğinizde, bu insan sizin temsil-
nin mihengi olarak kabul etmektedir. Akıl ve ciniz olarak addedilse bile, siz artık özgür değil-
vicdan dışında birey için bağlayıcı herhangi bir siniz.” demektedir.(27)
kayıt söz konusu değildir.”(21) Demokraside ‘düşünce özgürlüğü’ bir bütün
John Locke’a göre ilahi bir fıtrata sahip olan ve demokrasi için vazgeçilmez bir temel olarak
birey, doğuştan temel birtakım haklarla dünyaya görülmektedir lakin eğer ‘düşünce’ demokrasi-
gelir. Bireyin sahip olduğu en temel üç hak ya- nin özgürlük ortamını hedef alırsa, aynı tolerans
şama, mülkiyet ve özgürlük hakkıdır. Bu haklar gösterilecek midir? Bu soruyu soran Toktamış
bireyin insan olmaktan, insan onuruna sahip ol- Ateş’in cevabı ‘hayır’ olup şöyle demektedir:
maktan kaynaklanan temel hakları olup hiçbir “Devlet hem bugünkü hem de yarınki özgürlüğü
şekilde ihlal edilemez ve hiçbir aşkın amaç uğ- korumak zorundadır. Bunda haklıdır.”(28)
runa vazgeçilemezler. (22)
Görüldüğü üzere John Demokratik-liberal özgürlük düşüncesinden
Locke bireyi, kutsallıkların kaynağının elinden ‘insan hakları’ kavramı doğmuştur. İnsan hak-
kurtarmak maksadıyla adeta kutsamaktadır. ları felsefesi demokrasinin önemli temellerinden
Locke, Tanrının özellikleri olan yaratıcılık, mer- biridir. ‘İnsan hakkı’, “hangi ulusal, zümrevi
hamet, şefkat, bağışlama gibi değerlerin potan- veya mesleki topluluktan olursa olsun, her ki-
siyel taşıyıcısı olarak insanı görmektedir.(23) Bu şinin, yalnızca insan olması nedeniyle sahip bu-
anlamda liberalizmin ‘birey’i ile tasavvufun ‘üst lunduğu özgürlük değerinin veya eylem potan-
insan’ı (insan-ı kâmil / hakikat-ı Muhammedi- siyelinin başkalarınca tanınmasını ve her çeşit
ye) birbirine çok benzemektedir. Her iki felse- dış müdahaleye karşı korunmasını gerektiren en
fe de tanrıyı inkâr etmemekte, tanrıyı yeniden üstün ahlaki talep” olarak tanımlanmaktadır.(29)
tanımlamakta ve her ikisi de insanı tanrılaştır- İnsan onuru, herhangi değil, “fakat belli bir
maktadır. tarihsel ve toplumsal ortamda doğmuş olan öz-
Liberalizm “bireyin her tür zorlamadan azad gül bir insan değeri anlayışıdır. Bu adres modern
olması gerektiğini” öne sürer ve bireyüstü varlık- Batıdır. Batılı olmayan insan onuru/değeri anla-
ların bireyin yakasından elini çekmesini ister. (24)
yışları kendi içinde tutarlı hatta yer yer değerli
Özgürlük, bireyin eylem olanaklarının kısıt- olsalar bile, modern insan hakları doktriniyle
lanmamasını, yani kişinin olmak istediği gibi ol- bağdaşmazlar.(30)
masının ve yapmak istediği gibi yapmasının en- ‘İnsan hakları’, özgürlük kavramı yanı sıra
gellenmemesini istemektir. (25)
“Aydınlanmanın hümanizm kavramını alakadar etmektedir. Hu-
tipik deyimlerinden biri olan ‘özgür düşünür’ manizm, Protagoras’ın ‘İnsan her şeyin ölçüsü-
17
İktibas Şubat 2011
dür’ formülünü çıkış noktası olarak alan; insan- vaizler demokrasinin faziletlerini anlatmakta,
da, insanın gereksinme ve amaçlarında, bilginin kendi tabanlarını Müslüman-demokrat olmaya
ve doğruluğun ölçeğini bulan anlayıştır. (31)
davet etmektedirler. Sözün özü, demokrasi din-
Demokrasi Evrensel midir? leştirilmektedir.
Demokrasi evrensel değildir, çok tanrıcı batı Dünyanın geldiği bu son nokta itibariyle
uygarlığının ürettiği bir siyaset düşüncesidir. demokrasiden geri dönüşün mümkün olma-
Demokrasinin evrenselliğini savunanlar bile, dığının, hariçten değil, içeriden, ‘dindar’lar ta-
belirli kurumsal düzenlemelerin Batı tarihinde rafından ileri sürülmesi çok ilginçtir. Sömürge
oldukça özel kökleri olduğunu ve bunların batı- ruhiyatı ile konuşan bu ezilmişler, kendi kişilik
nın sosyal gelişmesiyle (Roma Hukuku, Ortaçağ kayıplarını, cesaretlerinin bitimini, zihinsel ir-
loncaları, Protestan kilisesi gibi) ve Batının bazı tidatlarını İslam’a fatura etmektedirler. Eğer bir
özel değerleriyle (Musevi ve Hristiyan ahlakı, rö- insan Allah’ın kâinatı yarattıktan sonra uzlete
nesans, özel girişim anlayışı vb..) ilgisini inkar çekildiğini düşünmüyorsa, Allah’ın hükmet-
edemezler.(32) meye devam ettiğine iman etmek zorundadır.
Batı medeniyetinin temeli bireyciliğe daya- Dünyanın egemenleri tabi ki İslam’ı şeytanlaş-
nır. Bu da sonuçta Protestanlık’la Hristiyanlığa tırmaktadırlar. Sömürge hissiyatı ile düşünenler
ve Rönesansla yeniden çağdaş dünyaya kazandı- ise zihinsel geri kalmışlıklarını ve korkularını
rılan Yunan medeniyetinin insan anlayışıdır. (33)
dindar kesimlere ‘dinî görüş’ diye pazarlamak-
Batının bireyciliği, olağan insan davranışından tadırlar.
bir sapmadır. Ve gerçekten bireycilik Batı’nın en Demokraside hükmetme mercii halktır.
başarılı kültürel ihracatı olagelmiştir. (34)
Daha doğrusu ‘halk’ klişesi altında, belirli baskı
Değerlendirme gruplarıdır. ‘Halk’ kavramı, İslam şeriatının yö-
Demokrasinin sadece siyasal bir yönetme tar- netime müdahale etmesinin önüne geçmenin en
zı olduğunu söylemek, -eğer cehaletten değilse- güvenilir aracıdır. Bu açıdan demokrasiler ister
demokrasiyle ilgili bazı hususları dikkatlerden istemez laik olmak durumundadır. Eğer bir yer-
gizlemek amacına matuf olmalıdır. Zira Din’in de ‘islami demokrasi’den bahsediliyorsa, o dahi
hüküm koyduğu hiçbir alan yoktur ki orada de- laiktir; çünkü İslam orada sadece görüntü olarak
mokratik bakıştan da bahsedilmesin. Kısacası vardır, beşeri dünya görüşüne payanda olarak
ahlaktan ekonomiye, sanattan hukuka kadar her izin verilmiştir. Kendilerini İslam’a nisbet eden
alanda insan hayatına demokratik yaşam ilkele- hakları da tatmin etmek gerekebilmektedir.
ri yön vermek istemektedir. İslam bir taraftan Şunu bilmek gerekir ki vahiy mahsulü ilahi
sindirilip edilgen hale getirilirken, demokrasi Din’in olduğu yerde demokrasinin olması müm-
aynı oranda baskın/etken hale getirilmektedir. kün değildir. Çünkü demokrasi insanı yeryüzü-
Hudeybiye antlaşmasında somutlaşan müşrik nün yegâne egemeni olarak görür. Din’e göre ise
mantığı gibi, İslam’ı günlük hayata müdahale insan yeryüzünde halifedir. İnsanın bağlı olduğu
ettirmek sakıncalı bulunurken, demokrasi en bir mercii vardır. İnsan bütün işlerini o mercie
muteber zihniyet olarak ortaya konulmaktadır. başvurarak halleder. Bütan peygamberler böyle
Din hayattan kovulmakta, yerine demokrasi yapmışlar, biz ümmetlerin de öyle yapmamızın
ikame edilmektedir. Kur’an ahkâmıyla hükmet- örnekliğini sunmuşlardır. Egemen olan sadece
mek kayıtsız şartsız takbih edilirken, hükmetme Allah’tır.
hakkı kayıtsız şartsız kullara teslim edilmekte- Türkiye bir değişim yaşamakta, tam demok-
dir. Milyonları peşinden sürükleyen ahlakçı ratik bir düzene geçişin yollarını aramaktadır.
18
İktibas Şubat 2011
Yıllardır devam eden islamizasyon sürecinde sık ‘fesat’ (bozulma/bozgunculuk) olarak nitelendir-
sık gerçek demokrasi özlemi dile getirilmekte- diği her türlü fiili işlemek -özgürlük namına- ka-
dir. Oysa gerçek bir demokrasiden bahsetmek, nunun teminatı altındadır.(37) Dinî olan her kav-
insanın fıtratını ve ihtiyaçlarını bilmemek ya da ram ve müesseseye her türlü hakaret serbesttir,
bilip bilmezden gelmek anlamına gelir. Çünkü çünkü bireyin özgürlüğüdür.
gerçeği de olsa, türevi de olsa demokrasi, insanı Demokratik toplumlarda ahlaki tefessüh en
her şeyin ölçüsü olarak almaktır, insanı tanrılaş- ileri düzeye varmaktadır. Yeryüzünde akla haya-
tırmaktır. İnsan iyinin, güzelin, ahlakın ölçüsü le gelmedik iğrençlikler, demokratik vasatlarda
olamaz. Bunun içindir ki “Allah’tan başka ilah üremektedir. Adaletsizliğin, hak gasplarının,
yok”tur. Nasıl ki kâinatta tek Allah’ın koyduğu insanı metalaştırmanın yanı sıra, bütün iffetsiz,
yasalar çerçevesinde her şey hikmetlice ve tam ahlak dışı, insan şerefiyle bağdaşmayan eylemler
bir güven duygusu içinde cereyan ediyorsa, siya- bireyin ‘cinsel tercihi’ olarak yasallaştırılmakta-
sal alanda da Allah’ın koyduğu yasalara göre ya- dır. Ahlaksızlıkları işlerken zor kullanılmama-
şamak insanın akıl ve beden sağlığı için zorunlu- sı yeterlidir.(38) İçkinin iş başında ve trafikte
dur. Yaşamın temel ilkelerini belirlemek insana iken içilmesi memnudur. Günümüz Avrupa
bırakıldığında, pek çok hayır şer, pek çok şer de ve Amerika’sında artık eşcinsel nikâhından
hayır olarak kabul edilmektedir. bahsedilmektedir. Bütün bunları mübah kı-
Demokraside doğrular parmak sayısıyla öl- lan, ferdî hürriyet kapsamına alan, yasal gü-
çülmektedir. Elli bir kırk dokuzdan daima üs- vence altına alan, parlamenter düzeniyle, kitle
tündür. Platon ve hocası Sokrates’ın amansız haberleşme araçlarıyla ve üzerinde yükseldiği
bir demokrasi karşıtı oldukları anlatılır. Çünkü temel ilkeleriyle demokrasinin kendisidir. Li-
Sokrates Meclis’te 220’ye karşı 281 oyla suçlu beral demokrasinin verdiği hürriyeti, insan
kabul edilmişti. Çoğunluğun zorbalığa dönüş- hürriyeti değil bir hayvan hürriyetine benzet-
mesi(35)
işte budur. Belki de bunun için Jean Jack mek(39) dahi bize abes görünmektedir. Çünkü
Rousseau, demokrasi gerçek şekliyle hiçbir za- insanın fesadını Kur’an “bel hum edal” olarak
man var olmamıştır ve olmayacaktır demiştir. (36)
tavsif etmektedir. (7/A’raf, 179). İnsanın Dinî
Din’de ise ihtilaflar Allah’a ve Rasulü’ne (vahye) ve ahlakî alanda fesat üretmesine tam bir yasal
götürülür. Allah’ın hükmettiği bir konuda yüz- özgürlük alanı oluşturan ve bunu hürriyetlerin
de 99.9 dahi olsa çoğunluğun görüşünün hiçbir ayrılmaz unsuru yapan demokrasi, insanın in-
önemi yoktur. sanlığını tüketmek için muazzam bir araçtır.(40)
Demokrasi, Din ayak bağından kurtulmak Kısacası demokratik toplum düzeni tam bir
maksadıyla ‘özgürlük’ kavramına sıkı sıkıya cahiliye(41) hayatı projesidir. Cahiliyenin İslam
tutunma gereği duymaktadır. Demokrasiyi salt öncesi Arap versiyonu nasıl kötü idiyse, 21. yüz-
bir yönetim biçimi olmaktan çıkartıp bir dünya yıldaki bütün versiyonları da kötüdür, şeytani-
görüşüne dönüştüren önemli kavramlardan biri dir. Biz, Rahmanî olan hayat düzenini aramakla
özgürlüktür. Ama özgürlük tamamen bir mitos- mükellefiz.
tur. Yaratılan, kendisine ömür tayin edilen, ecel Ve demokrasi her şeyden önce bir oyundur:
diye bir gerçekle yüz yüze varlık nasıl özgür ola- “Demokrasi bir taraftan muazzam bir tiyatro
bilir? Özgürlük aslında, tanrı ölsün, yerine insan oyunudur. Bu oyunu kapitalizm oynamaktadır.
tanrı olsun tağutluğunun dışavurumudur. İnsan Rolleri tesbit eden ve seyircilere, oyuncuların
tanrılaşınca, yeryüzünde hiçbir salih amel, hiç- sahne üzerinde kendilerinden ve ferdi iradele-
bir sahih düşünce kalmayacaktır. Çünkü Din’in riyle hareket etmekte oldukları vehmini veren
19
İktibas Şubat 2011
de odur. Oyuncular, -başka herhangi bir tiyatro 17-Tage Lindbom, Demokrasi Miti, Terc. Ömer Baldık,

oyununda olduğu gibi- kendilerine verilmiş olan İnsan yay. İst-1998, s. 25.

rollere göre ve belli sınırlar dâhilinde hareket 18-Mustafa Erdoğan, Demokrasinin Felsefesi Üstüne
Birkaç Not.
ederler.
19-Mustafa Erdoğan, Demokrasinin Felsefesi Üstüne
Ne sahnenin dışına taşabilirler, ne de senar-
Birkaç Not.
yodaki rollerini aşabilirler... aksi taktirde oyunu
20-Ömer Çaha, Dört Akım Dört Siyaset, 28.
bozmak ithamıyla dışarı atılırlar veya başkala-
21-Ömer Çaha, Dört Akım Dört Siyaset, 26.
rına ibret olmaları için kesin ve katı bir şekilde 22-Ömer Çaha, Dört Akım Dört Siyaset, 25.
cezalandırılırlar. Gerçek hürriyetin davetçileri, 23-Ömer Çaha, Dört Akım Dört Siyaset, 26.
anarşi çıkartmak, kanunların dışına taşmak ve 24-Ömer Çaha, Dört Akım Dört Siyaset, 28.
milli güvenliği tehlikeye sokmakla itham edilir 25-Mustafa Erdoğan, Demokrasi, Laiklik, Resmi İdeolo-
ve takibe uğrarlar. Kapitalizmin kucağında belir- ji, Ank-1995, s.4.

li bir sorumluluğu olan bir ‘görevliye yakışma- 26-Macid Gökberk, Felsefe Tarihi, 363.

yan cüretkârlığı gösterdiği zaman Kennedy’nin 27-Arblaster, Demokrasi, s.92.


28-Toktamış Ateş, Demokrasi, 138.
öldürülmesi gibi, cezalandırılırlar.”(42)
29-Mustafa Erdoğan, Demokrasi, Laiklik, Resmi İdeo-
Ben müslümanım diyen kimselere Allah’ın
loji, 42.
sözleri tam tamına yetmektedir.
30-Mustafa Erdoğan, Demokrasi, Laiklik, Resmi İdeo-
loji, 39.
1-Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, İst-1990, ‘Demokrasi’
31-Bedia Akarsu, Felsefe terimleri Sözlüğü, İst-1988,
md, I/316.
s.106.
2-Anthony Arblaster, Demokrasi, Terc. Nilüfer Yılmaz,
Ank-1999, s.27. 32-Peter L. Berger, Günümüz Dünyasında Demokrasi,
3-Politika Sözlüğü (Bir grup Rus yazar), Çev. Mazlum ‘Teori’ içinde, s. 33.
Beyhan, İst-1979. 33-Peter L. Berger, Günümüz Dünyasında Demokrasi,
4-Arblaster, Demokrasi, 40-41; Ercümend Özkan, İnan- 35.
mak ve Yaşamak-II, s. 95. 34-Berger, Günümüz Dünyasında Demokrasi , 35, 36.
5-Arblaster, Demokrasi, 40-41.
35-Anthony Arblaster, Demokrasi, s.33.
6-Mete Tunçay, Batıda Siyasi Düşünceler Tarihi, Ank-
36-Sosyal bilimler Ansiklopedisi, ‘Demokrasi’ md,
1985, I/168-169. (Aristo’nun Politika’sından).
7-Mete Tunçay, Batıda Siyasi Düşünceler Tarihi, I/168- I/316.
169. 37-Muhammed Kutub, Çağdaş Fikir Akımları-Demok-
8-Mete Tunçay, Batıda Siyasi Düşünceler Tarihi, I/171. rasi, Terc. Beşir Eryarsoy, İst-1986, I/342.
9-Roger Garaudy, İnsanlığın Medeniyet Destanı, İst- 38-Muhammed Kutub, Demokrasi, I/343.
2006, s.58.
39-Muhammed Kutup, Demokrasi, I/344.
10-Arblaster, Demokrasi, s. 34.
40-Muhammed Kutub, Demokrasi, I/348.
11-Toktamış Ateş, Demokrasi, Ank-1995, 5. Bsk., s. 36.
41-“Cahiliye, Kur’an-ı Kerim’de de kullanıldığı gibi te-
12-Rasim Özdenören, Yeni Dünya Düzeninin Sefaleti,
İst-1996, s. 27-28. melde Allah’dan başkasına ibadet edilip, O’nun indirdikle-
13-Rasim Özdenören, Yeni Dünya Düzeninin Sefaleti, rinden başkasıyla hüküm verilmesinden kaynaklanmakta-
s.26. dır. Cahiliye ile hükmetmenin, Allah’ın hükmünün zıddı
14-Abdurrahman Arslan, Modern Dünyada Müslüman- olarak Kur’an-ı Kerim’de geçtiğine örnek olmak üzere şu
lar, 3. bsk. İst-2004, s.272.
ayeti kerimeye bakılabilir: “Yoksa onlar cahiliye idaresini
15-Metin Önal Mengüşoğlu, Düşünmek Farzdır; Yol Ka-
mi arıyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükümranlığı
zası, Özgün Duruş, 10 Eylül 2010.
Allah’tan daha güzel kim vardır?” (Maide, 50). Kutub, De-
16-Mustafa Erdoğan, Demokrasinin Felsefesi Üstüne
Birkaç Not, Atilla Yayla, Sosyal ve Siyasi Teori - Seçme Yazı- mokrasi, I/359, 33. dipnot.
lar (Ank-1999, 2.Bsk.) içinde, s.113-116. 42-Muhammed Kutup, Demokrasi, I/348.

20
İktibas Şubat 2011

Demokrasi
- Mustafa Bozacıoğlu -

Demokraside kutsal 'insan', 'insanın kendini İslam’ın bir eksiği, bir gediği mi var ki
gerçekleştirmesi', 'insan akılcılığı', 'insanın heva başkalarının sahte ‘izm ve dinlerinin’ peşinden
ve hevesi/hegemonyası'dır. Aşkın, üstün güç ta- koşalım! İslam’ın hüküm ferman olmadığı
nımaz! Her şeyin merkezine insanı ve akılcılığı her sistem ve düzen zulüm kaynağı, adaletten
bilimi kor! Keyfe göre, çıkara göredir her şey! Ne uzak fesat yuvası olarak cahili sistemdir! Adı
iyinin, ne de kötünün kesin bir tarifi vardır! ne olursa olsun, insanlara ne sunarsa sunsun,
Olmaz, yapılmaz; çünkü bunlar değişken olma- rengi ne kadar beyaza yakın olursa olsun! ‹En
lıdır! Helvadan put gibi yenilebilmelidir! Her şey kötü demokrasi en iyi diktatörlükten, askeri
göreceli ve insana göre olmalıdır! Özellikle de vesayetten iyidir!’ ön kabulü güzel görünse de
‘beyaz’ insana göre! Bugün iyi görülen/bilinen çeldirici/tuzak içeren bir yaklaşımdır! Zira en
değerler/davranışlar/hal ve tavırlar yarın kötü, iyi, en ideal demokrasi hatta demokratik cum-
bugün kötü görülen değerler yarın iyi olabil- huriyet dahi insan egemen olduğu için insanlara
kuşatıcı/eksiksiz/hatasız/adaletli ve zulümden
melidir! Her şey anlıktır, kişiseldir! Sınırlılık
uzak bir nizam/düzen sunamaz! İntizamlı bir
yoktur, sorumluluk da!
sistem oluşturamaz! Çünkü gri bir ton ile ‘şey-
Bugün güya en seçkin(!) demokrasi havari-
tanın sağdan yanaşması/Allah adına aldatması’
lerinin demokrasiyi yayma vasıtaları ‘bomba’
gibi beyaza en yakın siyah tonu olarak en teh-
olmuştur! Kur’an’ın ‘yeryüzünde bozgunculuk
likelisi/en zararlısı/en sinsisidir! İnsan eksiktir,
çıkarmayın!’ hitabına ‘biz ancak ıslah edicile-
kusurludur, en azından ‘nisyan ile maluldür!’
riz!’ cevabını veren gerçek bozguncuların şaşı-
Nisyanı isyana evirilebilmektedir! Adaleti ken-
lığı gibi! Yeryüzünün sahte rab(leşen)lerinin,
dinden menkuldür, kendincedir! İşte tüm yaratı-
ilah(laşan)larının arzularına göre rengini alan
lanların her şeyini kuşatan, en ince teferruatına
bir sistemdir demokrasi! Beyaz insanın ken-
kadar vakıf olan, sinelerin özündekini bilen, ilmi
di dışında rengi beyaz veya siyah her ne olursa
ezeli ve ebedi olan, adaletin kaynağı, kullarının
olsun herkesin hizmetçi/köle/kul kılındığı, hak
vasıflarını/ihtiyaçlarını/özelliklerini ve öncelik-
ve hürriyetlerinin kendilerine lütfedilen kadar lerini tüm yönleriyle bilen yaratıcı ve yönetici
olduğu, tek dünyalı ve şimdilik(!) bulabildiği/ olan Allah bu nizamı vaaz edebilir! Ancak bu
dayattığı/kabul ettirdiği şeytani bir düzendir de- nizam âleme intizam verebilir. Tercih kulların-
mokrasi! dır; dilerse fücuruna, dilerse takvasına tabi olur.
İnsan insana hükmederse bunda adalet Dünyadaki bu tercihleriyle cennetin veya cehen-
aranır mı? Bu hükmetme ve hükümet ancak nemin yolunu tutar! İnsanın insana hâkimiyeti
zulüm doğurur! İnsan, insanı ne tanır! Kendini mi, Allah’ın kullara hâkimiyeti mi? Hangisi ma-
tanımayan/farkında olmayan insan başkasının kuldür, hangisi tercihe şayandır! Her kul yöne-
farkında olur mu? Kimseyi tanır mı? Kendini tilmektense kendi yönetmeyi/kendini yönetmeyi
bilen, nefsini tanıyan zaten Rabbini bilir, ta- tercih ederse söz hakkı kimin olacaktır? Eşitler
nır! Rabbini tanıyan O’nun hükümlerine teslim arasından kim daha eşit olacaktır? İşte mono-
olur, boyun eğer! Başkasını tanımaz! teist, deist, politeist yapılanmalar; demokrasi,
21
İktibas Şubat 2011
kapitalizm, liberalizm, faşizm vb. izimler/beşeri lığa tahakkümü olarak görülebilecek demokrasi
dinler yeryüzünde şöyle veya böyle denenip duru- yerine göre oligarşi, monarşi hatta diktatörlükler
yor! Nerede insanlığın mutluluğu, nerede dünya ile paralellik arz eden, azınlığın çoğunluğa ta-
düzeni, nerede adalet ve nerede insaf?! Her yeri hakkümü olarak da tezahür edebilir! Seçilmişler
zulüm, çıkar, savaşlar, kölelik, sömürü kaplamış yanında atanmışların da beyaz efendilerine ya-
durumda! İşin başına geçen insan malullüğü kınlıkları oranında sözde güç sahibi olabildikleri
ile rablik ve ilahlık iddiası ile ekini ve nesli bir vaziyet de sunmaktadır! Hükümet olup ikti-
ifsat etmekte, tüm emniyetleri hiçe saymakta, dar olamamak, figüranlıktan öteye gitmeyen bir
algı ve idrakleri kirletmekte, menfur emelleri role sahip olmak, oyu ile oyuna gelmek, reyinin
uğruna hiç bir değer tanımamaktadır! Değer ve sözünün geçmediği, sanal/makyajlı bir senar-
verdiği tek şey çıkar/yarar/menfaattir. yo ile barajlı, temsiliyyet sorunlu, her türlü da-
Demokrasi havarisi kesilenler yeryüzüne yatmalı bir seçim(seçileni seçme) oyunu oynan-
zulüm ekmekte, nefret biçmektedirler! Ülkeleri maktadır demokrasi adına! Bir artistin oyu ile
sömürgeleştirmekte, insanları köleleştirmekte ve bir çobanın oyu eşit olur mu hiç?! Olur mu böyle
kaynakları talan etmektedirler! İslam ve iman bir şey?! Kim, kime, ne adına, ne bahasına, ne
davası güdenler Allah’ın ve dininin havarisi amaçla danışıyor?! ‘Danışıklı dövüş’ bu olsa ge-
olmak zorundadırlar! Bu devasa davanın id- rek! Faraza, çoğunluk ‘İslam’ dedi, ne olacak?!
diasını taşımak, insanlara devasını sunmak Hemen mührü size teslim edip ‘Hükümet ol-
adanmış dava erlerine düşmektedir! Bu boy- dunuz!’ mu diyecekler! Cezayir örneği ne ça-
numuzun borcudur! Bizim alternatif arayışımız buk unutuldu! ‘Hamas’ ve ‘Müslüman Kardeş-
yoktur, olamaz! İslam’ın hâkimiyet devlet talebi ler’ serbestçe hareket mi ediyorlar! Bu kuralları
hep olmuştur, olacaktır! Bu hâkimiyetin icra belirlenmiş, sınırları çizilmiş, hakemleri atan-
şekli ‘isimle’ ilgili değildir. Bu hâkimiyetin mış oy’una daha ne kadar gelinecek! Ha, unut-
kaynağı ile ilgilidir! Gökten başımıza düşecek madan bizim meşhur valilerimiz vardı değil
bir ‘elma’ da değildir! Bir liyakat, bir güven, bir mi, ‘Siz de kim oluyorsunuz, pis Anadolular!
çaba meselesidir! Bir ‘nasip’ boyutu olmakla bu Bu ülkeye şeriat gelecekse de, komünizm gele-
bizim tasarrufumuzun dışındadır. Biz ‘süreci’ cekse de onu biz getiririz!’ diyen!
doğru işletirsek, toplumsal değişimin ve ferdi Ayrıca Avrupa hala ‘ezan sesi’ duymak iste-
değişimin yasalarının, ilkelerinin doğru tespit miyor nedense! ‘Duysa’ ne olur; ne okuyan, ne
edip bunlara uygun ameller/davranışlar/çaba- de dinleyen okunanın kaydında olmadıktan
lar sergilersek doğru adımları atmış oluruz! sonra! Birbirinin camisine gitmeyen, mezhebi-
Parlamenter demokraside halk güya temsil- ni dininin önüne geçiren, gidilen camide dinin
cilerini seçiyor(muş)! Önünüze bir liste sunu- mugayiri bir hal ve gidişat ile inanış/düşünüş ile
yorlar, bu listeyi seçeceksin ister istemez! Seçen dönüştürülen ahali tabi ki demokrasi oyununa
kim?! Tercih hakkın yok, fikrini soran yok! Ka- oyuncak, demokrasi putuna kurban olmaktan
tılmama özgürlüğün(!) bile yok, ceza ile tehdit kurtulamayacaktır!
ediliyorsun! Buradan bu baskılamayı, presi gör- Kavramların künhüne vakıf olmalı, arka pla-
meden İslam’ın bir zulme, apaçık bir haksızlığa, nını görmeli, felsefesini kavramalı, uygulanış
cana ve mala karşı koyduğu hadlere dil uzatma amaç ve yöntemlerini tanımalı, denize düşme-
hadsizliğinde bulunuyorsun! Çoğunluğun azın- meli, düşsek bile yılana sarılmamalıyız! Demok-
22
İktibas Şubat 2011
rasinin argümanlarından ‘hoşgörü’, ‘çoğulcu- vasat ortaya çıkmaktadır. Bize sunulan fırsat-
luk’, ‘halkın egemenliği’ ve bir yöntem olarak lar ve lütfedilen ortamlar kaşımıza, gözümüze
‘seçimler’ iyi tahlil/analiz edilmeli, doğru an- âşık olduklarından, Müslümanları/İslamı çok
laşılmalıdır. sevdiklerinden değil, tüm filmin senaryosuy-
Bırakınız bizim açımızdan/İslami değerle- la, sahnelenmesiyle gözlerinin önünde cereyan
ri en önde, hep önde tutma arzusunda olanlar
etmesini istediklerindendir! Korkulu rüya gör-
açısından, sırf demokrasi diyenler açısından bu
mektense uyanık kalmayı tercih etmektedirler!
argümanlara baksanız yine hüsran, hep hüsran;
Oyunun kurallarını belirlemek, inisiyatifi elde
daima kandırmaca ve göz boyama görürsünüz!
tutmak, deplasmana düşmemek istemektedir-
Ne hoşgörüsü, ne ifadesi, neyin ifadesi! Ne ege-
ler! Marabaya karşı gaddar ağa rolünden ziya-
menliği, kimin egemenliği! Ne halkı, ne seçi-
de, insaflı(!) ağa rolüne soyunarak marabayı
mi! Asla! Siz, size biçilen formatta ve sınırlar
gönüllü köleliğe koşmaktadırlar! Marabanın
dâhilinde sanal, tiyatral, trajik ve figüranlıktan
öte geçmeyen, bir iddia ve ideal taşımadan size imkânlarını zamanın ve şartlarının getirdiği de-

sunulanlar kadarıyla, lütfen lütfedilenlerle ye- ğişimlere göre iyileştirerek hem marabanın gön-
tinmek zorundasınız! Sınırları zorlamak yok, lünü kazanmakta hem de düzeninin devamını
sorgulamak yok, talep etmek yok! Ölümle kor- garantiye almış olmaktadır ki bu akılcılığı hafife
kutulup (faşizm, komünizm, diktatörlük vb.) almamak gerekmektedir!
sıtmaya (demokrasi) razı kılınmak bu olsa gerek! Bizim alternatif sunma pozisyonumuz da
Belki de tersi! Daha en başta siz birilerine ege- yok, lüksümüz de yok! Buna gerek de yok! Kay-
menlik/yasama hakkı tanıyorsanız peşinen ada- nağını İlahi adaletten, Hâkimler Hâkiminin
letsizliğe razısınız demektir! Bu kişi ve kurumlar hukukundan alacak sistem asla bir isme sığdı-
ne adına hakkaniyet güdecek?! Niye güdecek?! rılamaz, sıkıştırılamaz! İsimlere bağlı ve bağım-
Sizi mi kayıracak, kendini ve avenesini mi, top- lı kılınamaz! İnsanın halife kılınması Allah
lumu mu, devleti mi?! Halkın egemenliği ne ve resulünün vekili olsun için değil kendi
menem iştir! Hak, hukuk anlamını Hakk’tan,
imtihanını kazanmaya yönelik imtihan ira-
yegâne hâkim ve üstün güç Allah’tan al(malıd)
desi, serbestîsi içindir! Ku’ran kıssaları bu tür
ır! Adalet ancak o zaman tecelli eder!
anlatılarla, mesajlarla doludur! Tabi oradaki
Başı sıkışanın soluğu adı /halkı müslüman
rol ve kişilikleri bugüne izdüşümleri ile ben/
olan doğu ülkelerinde değil de batı ülkelerinde
biz diliyle aktarmadığımız/okumadığımız için
almaları ve ne kadar açmazı olursa olsun öyle
hisse alan da olmuyor! Tevhid, adalet, ahiret,
veya böyle demokratik olan sistemlerin görece
meşveret eksenli, haksız bir kişinin ölümünü
imkânları, hareket alanı açması tercihe şayan
oluşunu değil, havuç politikalarında olduğu gibi tüm insanlığın ölümü, bir canın kurtarılmasını

daha bir titizlenilmesi, dikkatli olunması gerçe- âlemin kurtarılması olarak gören, takva ve sa-
ğini gösterir. Kişilikleri, algıları dumura uğrat- lih ameli öne çıkartan, emniyet kaynağı bir din
ması açısından, kartların daha açık oynanması izimler üstü, aşkın bir kuşatıcılığa sahiptir!
hasebiyle açıktan /gönüllü fişlenme olgusundan İsim misim hikâye, sistem mistem bahane;
dolayı, elini verenin kolunu alamaması sebe- nemokrasi(kanun kural düzeni) memokrasi,
bi ile cellâdımıza âşık olmamamız gereken bir şu demokrasi hakikaten ‹ne mokrasi’!
23
Şubat 2011

Demokrasi İslam’ın Ne Yanına Düşer?


- Ahya Aras -

İslam’la demokrasiyi karşılaştırmanın evren- atta hükmünün geçerli olması anlaşılmaz.


sel objektif ölçütleri yoktur. Çünkü İslam bir Hâkimiyet sadece had cezaları, domuz eti, içki,
Din’dir ama batılı nazarında belki sadece sosyo- kumar, falcılık, faiz, zinanın v.b. haramlığı gibi
lojik bir gerçek olarak dindir. İslam vahye daya- ahkâm konusuyla da sınırlı değildir. Hâkimiyet,
nır ve peygamberler silsilesinin son halkasının bir bütün halinde insan hayatında kim egemen
tebliği ile nokta konmuştur. Allah bütün insan- olacak: insan mı, Tanrı mı? sorusuna verilecek
lık için Din olarak İslam’ı seçip beğenmiş ve on- cevabın tamamıdır. Eğer İslam’dan bahsedecek-
dan razı olmuştur. (5/Maide, 3). İslamî açıdan sek, o, insan hayatının tamamını kuşatan, ha-
Kur’an’ın vahiy mahsulü olduğu, Muhammed yatın her alanına, her anına ve her biçimine dair
(sav)’in Allah’ın elçisi ve son nebi olduğu, hiç- bir sözü (hükmü) olan bir nizamdır. Yani insan,
bir şekilde tartışma götürmez bir gerçektir. Bu, hayatını tamamıyla yaratan Rabbi’nin adıy-
Müslümanlar nazarında bir mutlak hakikattir. la ve O’nun adına tanzim edecektir. Hayatını
İslam’la demokrasi ya da başka herhangi bir O’nu razı edecek amellerle bezeyecektir. Allah’ı
siyasal ideolojiyi karşılaştırırken öncelikle şu razı etmekten başka ülküsü olmayacaktır. İşte
hususun netleşmesi gerekir: İslam, siyasî talep- hâkimiyet Allah’a aittir demek budur. Bu tanım
leri olmayan, bireysel olarak insanın dindarlık kuşkusuz demokratik düşünce nazarında tota-
duygularını tatmine yarayan bir inanç manzu- liter etiketini yiyecektir. Böylece demokratik
mesi ve bir tapınma biçimi midir? Yoksa aynı düşünce, İslamî düşünceye ilk ‘şerh’ini düşmüş
zamanda ferd ve toplum hayatını düzenleyen bir olacaktır. Bu tür şerh düşmeler aslında, derin-
hayat nizamı mıdır? lerdeki ‘Allah hayatımıza karışmasın!’ itirazının
İslam kuşkusuz insanı Ahirete hazırlayan dışa vurumudur.
ama dünyada ona her yönüyle asûde bir hayat Mülk Allah’ındır. Gökler ve yeryüzü yani
kurmak üzere indirilmiş bir İlahî nizamdır. bütün uzay ve zaman Allah’ın eseridir. Allah
Yani İslam hem ferd hem de toplum hayatını mülkünde hiç kimseyi ortak kabul etmez. Za-
tamamen Din’e dayandırarak sevk ve idare et- ten mülkte O’na ortak olabilecek bir varlık da
mek ister. İslam’sız bir hayatı cahiliye olarak yoktur. Mülk Allah’ın olunca, hüküm de O’na
adlandırır. İslam’ın bu özelliğini ıskalayanlar, aittir. Mülkte şeriki olmadığını ama hükümde
onu mabede ve kişinin vicdanına hapsetmek olduğunu kim iddia edebilir?
isteyenlerdir. İslam’ın aynı zamanda bir siyasal Otorite kimse, hâkimiyet de ona aittir. Oto-
sistem olduğunu belirttikten sonra, demokrasi rite, “emretme hakkı; bunun karşılığında itaat
ile karşılaştırmaya girişebiliriz. edilme durumu”(1) olarak tanımlanmaktadır. Bu
Demokrasi ile İslam arasındaki farkı orta- durumda Allah bir otorite olarak kabul edilecek
ya çıkartacak en belirgin kavram hâkimiyettir. mi, edilmeyecek mi? Şayet otorite olarak kabul
Hâkimiyet konusu anlaşılmadan, İslam-demok- edilirse, emretme, dolayısıyla itaat edilme yetki-
rasi farkı anlaşılamaz. Hâkimiyet, hükmetme si Allah’a ait olmuyor mu? Bu basit gerçeği çok
demektir. İyi ama kim hükmetmelidir?... iyi bilen resmi ve sivil teologlar, Allah’ın hük-
Hâkimiyet deyince sadece Allah’ın tabi- metme yetkisini gasp etmek(!) amacıyla, kozmik
24
İktibas Şubat 2011
âlemde egemenliği Allah’a, toplum hayatında ise diye soru yöneltildiği zaman verdikleri cevap
insana tahsis etmektedirler. İşte bu ‘yetki gaspı’ “Allah” olmuştur. (39/Zümer, 38; 31/Lokman,
girişimi, bin yıllardır süregelen şirk çizgisinde 25; 43/Zuhruf, 9; 29/Ankebut, 61, 63). Hem de
bir değişiklik olmadığını göstermektedir. Kur’an Allah’ın aziz ve hamîd olduğunu vurgulayarak…
‘deizm’ anlamındaki bu şirkin tarihine tanıklık (43/Zuhruf, 9). Bu kesim, kendilerini yaratanın
etmektedir. Biz de günümüzde Kur’an’ın işaret Allah olduğunu asla inkar etmemektedir. (43/
ettiği tarzda, hâkimiyetin kevnî âlemde Allah’a, Zuhruf, 87). Demek ki Nuh Nebi zamanından
sosyal hayatta ise insana tahsis edilmesinin bu- beri toplumların, ‘yaratıcı olarak Allah’la bir
günkü versiyonuna tanıklık etmekteyiz. sorunları olmamıştır; sorun ‘hükmedici olarak
1998 yılında ilki gerçekleştirilen Abant top- Allah’la olmuştur.
lantısının sonuç metninde bu durum şu şekil- Peki, müşrikler yaratıcı olarak Allah’ı ikrar
de ifade edilmiştir: “Son zamanlarda, İslam ettikleri halde, sıkıntıları neydi, nerede hata ya-
dünyasında kargaşaya sebep olan kavramlardan pıyorlardı? Kur’an’ın tanıklığına göre onların bil-
birisi de ‘hâkimiyet’ kavramıdır. Kur’an açısın- medikleri şey, Allah’a hamd edilmesi gerektiği
dan bakıldığında, âlem üzerinde, bilgisi, iradesi, idi. (29/Ankebut, 63; 31/Lokman, 25). Biz bunu
rahmeti, adalet ve kudretiyle mutlak hâkim hiç daha geniş anlamda din’i Allaha has kılmamak
kuskusuz Allah’tır. Bütün varlıklar da bu külli olarak adlandırabiliriz.
hâkimiyetin altındadır.” Dördüncü maddenin ***
buraya kadar olan kısmı, hâkimiyeti kozmik Şunu çok açık ve net olarak ortaya koyma-
âlemde Allah’a tahsis etmek denilen keyfiye- mız gerekmektedir: aciz bir kul olarak insanın
te taalluk etmektedir. Buradan sonraki ikinci kâinatı yaratan bir Allah mefhumunu benimse-
kısmı ise Allah’a ait olan bir yetkiyi gasp etme mesi, kendisinden ‘uzakta’ bir hakikatin teslimi
gibi bir girişim mahiyetindedir, şöyle denmek- olarak çok zor değildir. Hüküm koyucu olarak
tedir: “Mü’minler için Allah, ahlaki ve sosyal Allah’ı kabul ve ikrar etmesi ise heva ve heve-
değerlerin öğretici ve yol göstericisidir. Fakat bu sini bitirmesi, her türlü işini Allah’ın buyrukla-
‘hâkimiyet’ kavramı birbirine karıştırılmamalı- rına teslim etmesi anlamına gelmektedir. Yani
dır. ‘Hâkimiyet milletindir’ ifadesi, ‘Hâkimiyet Allah’ın hâkimiyetini kabul etmek, insanın heva
bir ferdin, sınıfın, zümrenin tabii veya ilahi hak- ve hevesinin kulu olmasının önüne geçmekte,
kı değildir’ anlamına gelir; siyasi manada ‹milli Allah’a kul olmanın kapısını aralamaktadır.
irade’yi esas almak ve onun üstünde bir güç ta- Hâkimiyetin Allah’a ait olması nasıl yadsı-
nımamak demektir.”(2) nabilir? Nasıl olur da hükmetme yetkisi -hem
Böylece hayat ve Din ikiye bölünmüş, tabii de kayıtsız şartsız- beşere tanınarak, yaratılmış
olana müdahale edilmiş; ‘milli irade’ denilen, bir varlık, tartışılmaz bir otorite haline getiri-
somut olarak ne olduğu hiçbir zaman tarif edi- lir? Demokrasi adı altında, insanlardan oluşan
lemeyecek olan ama içine, tevhidi bozacak her -güya seçilmiş- bir meclis ‘otorite’ sayılacak ve
türlü seküler görüş ve önerinin doldurulabileceği itaat edilme hakkını elde edecek de, âlemlerin
bir mefhum Allah’ın otoritesi/egemenliği karşı- Rabbi Allah otorite olmayacak? Allah’ın, Kitab-ı
sına konuşlandırmıştır. Kerim’inde buyurduğu gibi, öyle veya böyle yü-
Bu, eskiden beri süre gelen bir siyasî oku- celtilen, kutsanan, ululanan meclisler, beşeri
madır. Eskiden de belli bir kesime “gökleri ve otoriteler tamamıyla bir araya gelseler (meclis/
yeryüzünü kim yarattı?”, “güneşi kendine bo- parlamento kursalar!) bir sineği bile yaratamaz-
yun eğdiren kimdir?”, “yağmuru kim yağdırır?” larken; sinek onlardan bir parça ısırsa ona bile
25
İktibas Şubat 2011
mani olamazlarken (22/Hac, 73), sinekten son- Eğer yeryüzünde, insan hayatında Allah’ın
suz sayıdaki gezegenlere kadar her şeyi yaratan buyrukları egemen olursa bakın neler olacak:
Allah’ın insan hayatına vaziyet etme yetkisi yeryüzünde sadece Allah’a tapmak, Allah’a itaat
nasıl gasp edilebilir? Ferdin ve toplumun haya- etmek meşru kabul edilecek. Allah’ın adı (yani
tında Allah’ın Dini’nin egemen olmasından kim bütünüyle İslam) en yüce değer, tek geçerli pa-
rahatsız olur? radigma olacak. Yeryüzünde adı, sıfatı, görevi,
Günümüzde bizzat kimi ‘dindarlar’ ağzıyla rütbesi, sarığı, cübbesi ne olursa olsun, hiçbir
yoğun bir şekilde, bu çağda İslam’la yönetilme- insan tanrılaşmayacak. Yeryüzünde alkol ve fu-
nin mümkün olmadığı, demokrasinin artık geri huş memnu, kötü, haram, fahşa, ahlaksızlık,
dönülemez bir realite olduğu iddia edilmektedir.(3) edepsizlik, düşüklük olarak görülecek. TV ek-
Pek çok dindar/muhafazakâr çevrenin üzerinde ranlarından içki, ahlaksızlık, cinsel tuğyan rek-
adeta icmâ ettiği bu yargı, aslında Cumhuriyet lam edilemeyecek. Faiz alıp-vermenin Allah’a
rejiminin 85 yıldır ulaşmak istediği ve uğrun- ve Rasulü’ne savaş açmak anlamına geldiği, en
da birçok zecrî tedbire başvurduğu bir hedef idi. yüksek perdeden ilan edilecek. Kamusal alan,
Bu anlamda Cumhuriyet rejimi -çağın dönem- kadın bedeninin teşhir edildiği, kadın iffetinin
sel şartlarının da desteği ile- başarılı olmuş, açıkça talan edildiği ortam olmaktan temizlene-
“hâkimiyet halka aittir” sloganının “hâkimiyet cek. Okullar, milyonlarca çocuğun beş yaşından
Allah’ındır” ilkesiyle asla çelişmediğini savunan itibaren itina ile aptallaştırıldığı öğütme kamp-
bir ‘hür adamlar’ güruhu yetiştirmiştir. Kısacası ları olmaktan kurtarılacak. Yeni nesiller, bilu-
İslamî düşünce en öldürücü darbeyi, yönü kıble- mum putlaştırmalara elverişli bir eğitim siste-
ye dönük cenahlardan yemiştir. minin elinden kurtarılacak.
İslam’ın dışında herhangi bir beşeri ideoloji Bir İslam toplumunda burada zikrettiğimiz
adeta din işlevini üstlenerek, onca kifayetsizli- münkeratın hiçbirinin olmayacağını düşleyen
ğine, ruhsuzluğuna, ahlaksızlığına, dalaletine bir hayalperest olduğumuz zannedilmemelidir.
rağmen insan hayatına tepeden tırnağa müda- Önemli olan, beşerî değil, Allah’a ait yasalarla
hale etmekte; insanların en mahrem alanlarına hükmetmeyi asıl saymaktır. Üzerinde durulma-
varıncaya kadar alakadar olmakta; insanların ye- sı gereken, Din’in yani yaşamın bütün bölümle-
diklerine, içtiklerine, giyim-kuşamlarına, ibadet rinin Allah’a has kılınmasıdır; bu uğurdaki azim
vakitlerine, özel zevklerine varıncaya kadar her ve kararlılığımızdır. Önemli olan, müslümanca
şeye kendine göre yön vermeye çalışmaktadır. bir dünya kurma niyetimizdir. İslam’ı iktidar
Ama bu yön vermenin binde biri bile İslam’a yaptığımızda her şey kendiliğinden düzelecek
çok görülmektedir. İslam’ın insanları mabedde demiyoruz. Ama kimsenin, hiçbir şeyin değiş-
trans haline getirip dünyadan el-etek çektirme- meyeceğini söylemesini de istemiyoruz.
si(!), demokrasinin ise insanları dünyaya dört Şimdi burada duralım ve bütün bunları kim-
elle bağlaması istenmektedir. Kısacası, İslam ler ister, kimler istemez diye düşünelim. De-
hükmedemez ama demokrasi hükmeder! İslam mokratik düşüncenin hangi kavramı Kur’an’la
hükmederse baskı, demokrasi hükmederse öz- karşılaştırılsa mutlaka bir kısa devre durumu or-
gürlük olur! İslam’ın kuralları gerici, çağdışıdır taya çıkmaktadır. Çünkü biri nihai otorite olarak
ama demokratik ilkeler ilerici ve çağdaştır! sadece Allah’ı tanır; diğeri beşeri. Biri tevhidîdir,
Bu durumda yapılanı nasıl açıklamak gere- diğeri çok tanrıcı. Biri olaylara ve eşyaya hayır-
kir? şer, salah-fesat, iman-küfür, tevhid-şirk, helal-
Bu yapılanı açıklamak için, bu politikanın te- haram, günah-sevap açısından bakar. Diğeri ise
mel hedefini anlamak gerekir. iyi-kötü, faydalı-zararlı, kârlı-kârsız, özgür-bas-
26
İktibas Şubat 2011
kıcı gibi tamamen seküler kriterlerle bakar. Biri, azdırmaya programlanmış İblis’i aynı hedefin
ebedi yurt olarak ahireti bilir, diğeri ise hayat bu- işaretçileri gibi görmektedirler. Demokrasi ile
radadır, yaşarız ve ölürüz, başka bir şey yok der. İslam’ın uzlaşacağını iddia edenler, uluslar arası
Biri insan merkezli (antroposentrik), diğeri ise
Siyonizm gibi büyük siyasal oyunculara verdik-
Allah merkezlidir. Kısacası biri rahmanî, diğeri
leri sözlerin diyetlerini ödemektedirler.
şeytanidir. Şeytan sürekli kötülükleri fısıldar.
Allah ise günahın açığını da gizlisini de yasaklar. Demokrasi ile İslam iki ayrı hayat tarzıdır,
İslam marufu emredip, münkeri nehyetme esa- iki ayrı insan tipi yaratma girişimidir. İslam’ın
sına dayanır; demokrasi ise münkeri emreder, insanı bildiğimiz gerçek insan ise, demokrasinin
marufu nehyeder. Demokratik toplum yapıları, insanı pille çalışan yapay bir insan gibidir. De-
fahşa ve münkerin en fazla yayılıp revaç bulacağı
mokrasi insanı, tarihi, doğayı, duyguları, fıtra-
ortamlardır.
tı çalmak istemektedir. Yani gasıp olduğu gibi
Allah’a karşı aymazlık anlamında bir demok-
hırsızdır da. Hiçbir demokratik toplumun şükür
ratik (özgür) düşünme biçimini Kur’an’ın onay-
laması beklenemez. İslam’da her işte Allah’ın ve kanaat toplumu olduğu görülmemiştir. Ama
rızası aranır; küfre düşmekten, münafık ol- İslam böylesi toplumları çok oluşturmuştur. En
maktan, fasıklara benzemekten endişe edilir. önemlisi de her zaman oluşturmaya adaydır.
Demokraside ise sadece insanın hazlarına en- Şu anda her ne kadar dünya siyaseti İslam’ı
gel konulmasından endişe edilir. Demokratik
demokrasinin yedeğine takmaya çalışıyorsa da
yaşam tarzının mihrabı insan bedenidir. İnsan,
bu hep böyle gidecek değildir. Bir gün gelecek,
bedenine tapar.
*** İslam’ın nebevî sesi gür şekilde duyulacaktır.
Demokrasi ile İslam sadece siyasal açıdan Bu tuzakları bozan yeni nebevî nesiller elbette
değil, her açıdan çatışır. İslam’ın ahiret inancı olacaktır. Olmasa da hakikatler hiçbir zaman
karşısında demokrasi ‘hiç’cidir (nihilist). İslam ilânihaye gizlenemeyecektir. Demokrasinin, “le-
Allah’a ibadet esasına dayanır. Demokrasi ise kum dînukum ve liyedîn” tefrikinde “dînukum”
hazcıdır (hedonist). İslam’ın aşkın hedeflerine
tarafına düştüğü, bir gün mutlaka teslim edile-
karşılık demokrasisin hedefleri dünyevi, parasal
cektir.
ve tenseldir. İslam insanın mutluluğunu sadece
Allah’a ibadet etmekle mümkün görür. Namaz “Yüce olan Allah’ın davasıdır. Allah azizdir,
günlük hayatın en önemli Rabbani sığınağı, dün- hâkimdir.” (9/Tevbe, 40)
yevileşmeye karşı önemli ilahi bir parantezdir.
Demokrasinin eğlence, alış-veriş, müzik ve tele- 1-Toktamış Ateş, Demokrasi, Ank-1995, 5. Bsk., s.17-18.

vizyon izleyicisi olmaktan başka sığınağı yoktur. 2-I. Abant Toplantısı Sonuç Bildirgesi, ZAMAN,
20.07.1998.
Demokrasi ile İslam’ın örtüştüğünü, bir ara-
3-Buna çok sayıda örnek vermek mümkündür ancak
da pekâlâ olabileceğini iddia edenler, giderek bu yazının konusu tamamen ‘hâkimiyet’ kavramı olmadığı
bir İslam demokrasisinden, Müslüman-demok- için bir iki örnekle yetinmek istiyoruz. Şimdilik Mısır’lı Ali
ratlardan bahsedenler bilerek ya da bilmeyerek Abdurrazık’ın 1925’te Türk Devrimine destek vermek mak-
şeytanın borusunu öttürmektedirler. Demok- sadıyla yazdığı ve Türkçe’ye ‘İslam’da İktidarın Temelleri’
(Birleşik yay. İst-1995) diye çevrilen kitabını; 28 Şubat Post-
rasi ile İslam’ı aynı potada imtizac ettireceği-
modern darbesine destek vermek maksadıyla bir grup ilahi-
ni sananlar, Allah ile, kıyamete kadar Allah’ın yat hocası tarafından yazılan ‘İslam Gerçeği’ kitabını (AÜ
sırât-ı müstakîmi üzerine oturup kullara sağ- İlahiyat Fak. Yay. Ank-1995) ve 1998’de faaliyete başlayan
dan, soldan, arkadan ve önden yaklaşarak onları Abant toplantılarını örnek vermekle yetinelim.

27
İktibas Şubat 2011

Kim Hükmedecek Tanrı mı İnsan mı?


- Cemil Soylu -
Kim hükmedecek tanrı mı, insan mı? Veya- narsist tasarılara ve spekülasyonlara bırakması
hut biz insanlar kendimizi daha üst bir egemen- için yeterlidir. Gün ortasında rüya görmekle ger-
likten özgürleşmeye çabalamak zorunda mıyız, çekliğin yerinin değiştirildiği yer, işte bu tasarla-
değil miyiz? Kutsal kitapta tekvin bölümünde yı- malardır. Müslüman insan yaratılmış dünyanın
lanın ilk insana verdiği sözün iki ayaklı bir içeriği asla bir cennet olamayacağını bilir. Buna karşı-
vardır. İyi ve kötünün bilgi ağacının meyvelerini lık dünyevileşmiş insan, insan gücünün varoluş-
yemekle ve bu şekilde ilahi buyruğu çiğnemiş sal eksiklikleri kökünden kazıyacağı şeklindeki
olmakla insan, kendini semaya bağımlılıktan rüya ile büyülendiğinden cennet umudunu kay-
özgürleştirecek ve aynı zamanda iyiyi ve kötüyü betmeyerek cennetin izini sürmeye devam eder.
bilen “tanrılara benzeme” vaadini gerçeğe dö- 18. Yüzyılda yavaş yavaş bir bütün olarak şekli-
nüştürmüş olacaktı. Tekvinin, semaya bağımlı ni almaya başlayan insan sitesinin, rüyaların ve
olan arızi tabiatımızdan kaçınılmaz bir şekilde masalların sağlayabilecekleri olası şeylerden çok
serbestleşmek ve sadece kutsala ait olan bir bil- daha fazlasına ihtiyaçları vardı. Çünkü insan si-
giyi kazanmak suretiyle “eşit” olmak şeklindeki tesi sosyal, ahlaki ve politik anlamda kökten ve
bu ikili içeriğiyle ancak insan sitesinin dış hatla- zor bir yapılanma talep ediyordu. Böyle bir talep
rını algılayabiliriz. İki köklü ideolojik arketipler de ancak yüksek bir otorite ile karşılanabilirdi.
olan özgürlük ve eşitlik, şimdilerde çözümlen- İnsan bu şartlar altında kendini yükseltme meş-
mekte ve geniş çerçevede düşünülmektedir. ruiyetini yine kendisine vererek kurmaya çalış-
Tanrıdan bağımsız olan bu modern insan tığı sistemde kendine yüksek bir yer ayırmıştır.
kimin adına ve kim üzerine baskınlık kuracak, Dünyevileşmiş insan, bunu kendisinden başka
kim adına hükmedecek ve iktidarı kullanacaktır? herhangi yüksek bir otoriteyi tanımamakla sağ-
Rasyonel olduğunu söyleyen ama duyumsalcılık lamıştır. Ancak dünyevileşmiş insanın yüksek
çamurunda gözleri ışılayan böyle bir modern in- ilahi bir iktidarı inkâr etmesi, kendisini tek
sana güvenilebilir mi? Yani modern insan kendi boyutlu olmaya hapsetmiş ve böylece kurmaya
yeni kimliğine sağlam bir kök bulabilir mi? İn- çalıştığı iktidar sisteminde, hakikatte aslolan di-
san sitesinin imzası altında her şeye gücü yeten keylilik olmasına rağmen, yataylığa sıkışmıştır.
insan iktidarı yeryüzünde mükemmelliği gerçek- En yüksek adalet olarak adlandırılan halk
leştirecektir. Çünkü dünyevileşmiş insan, sade- iradesi mefhumu, bir adalet öğesi iken, oy kul-
ce gerçekte nasılsa o şekilde olan objektif dünya lanmanın ifade ettiği niceliksel güçten dolayı
bilincinden ve tüm sınırlılıklarıyla yaratılış bilin- zorunlu olarak çıplak güç şeklinde kendini gös-
cinden yoksunlaşmamış, ama daha da önemlisi terir. Ne gariptir ki en başta güçten kaçılırken,
dünyada ve insanların yaşamlarında ilahi hazır yine ona geri dönülmüştür. Ve yine ne garip bir
bulunuş (huzur) bilincinden de uzak kalmıştır. cilvedir ki, halk iradesinin asıl muhtevasını tam
O, bu yüzden bir boşluk ve anlamsızlık hissiyle olarak anlamamış çoğunluktan birisi tarafından,
doludur. Ve salt bu durum onu kendisini sonsuz bunun anlamının azınlıkta olan birisine anlatı-
28
İktibas Şubat 2011
labilme durumu vardır. Bu çarpık yapı içerisinde zoru ile özgürlüğü bağdaşamaz farz etmeleriyle
Stalinist politbüro, kendi varlığını daha şimdi- aynı ölçekte bir çelişki içinde batı insanı kendine
den belli eder. Roesseau’nun tek boyutlu halk düşkünlük ve sorumsuzluk gösteriyor. Bu bağ-
egemenliği dünyasında, sadece tek bir irade, tek lam içinde, çoğu bireylerin kendilerini bireysel
bir hakikat, tek bir adalet vardır. Ve kendini ona zevklerine ve refaha adaması gibi politik lider-
teslim etmediğinde acı, seninle olacaktır. Aslına ler ve entelektüeller de hükümet için yeni roller
bakılacak olursa toplumsal sözleşme insana ve tasarlıyorlar. Seçimler giderek artan bir oranda
insan türüne sosyal kölelik getirir. İnsan bütün merkezi iktidar kullanımını yasallaştıran boş ri-
normların üzerine, zaman ve mekânın üzeri- tüellere dönüşüyor. Demokrasiye dur duraksız
ne, tüm tarihsel değişim ve süreçlerin üzerine övgü ise, gerçekliğin felaketlerinden bir kaçışa
yükseltilir. Böylece sosyal kontrat, (toplumsal benziyor ama aynı zamanda iktidar için dairesel
sözleşme) mitin temelli mührüne sahip olur, bir döngünün de kumaşını dikiyor.
çünkü başlangıç kökü itibariyle mutlaktır. İn- Batı dünyasında demokrasinin ortaya çıkışı
san bu kontratla birlikte kutsallaştırılmıştır ve ve yükselişi, merkezi anlamı tanrının hüküm-
bu kutsallaştırılan insanın yaptığı şey ise, aslına ranlığını reddetmeye teşebbüs olan bir tarihsel
bakılırsa tanrının yerini gasb etmekten başka bir gelişmenin küçük bir bölümü şeklinde anla-
şey değildir. Oysa batılı insan tanrıdan bağımsız- şılmalıdır. Halk hâkimiyeti ifadesi, ortaçağ za-
lığını ilan ettiği gün bireysel doyuma değil, aşa- manlarında var olan önemli köklerle birlikte
ğılaşmaya ve bir kimlik kaybına doğru yönelmiş bir dünyevileşme sürecini belirttiği kadar onu
oluyordu. geliştirmiş bir olgudur da. Demokrasi kendini
Roesseau’nun toplumun çoğunluğunun iyiye güçlü kılabilmek için iki kavramı da yanında
meyilli olacağı inancı aslına bakılırsa bir ütop- hep taşımıştır; özgürlük ve eşitlik kavramını.
yaydı. Çünkü efendiler iyi ve kötüyü belirleme- Tanrının himayesinden kurtulmuş insan özgür
de elinden gelen gayretlerle halkı kendi istekleri olduğu gibi tanrıya da eşit olmuştur. Böylece
doğrultusunda yönlendirmede oldukça başarılıy- herkes bir tanrıdır ve kendi kararlarını kendisi-
dılar. Özellikle son 20 yıldır başta Amerika ve nin vermesinde bir beis yoktur. Tanrı gibi var
sonra Avrupa olmak üzere birçok ülkede liberal edebilir, yönetebilir ve düzen kurabilir. Oysa
demokrasinin tek yol olarak gösterilmesi gittik- Allah Kur’an’da yeryüzünde de gökyüzünde de
çe derinleşen politik problemlerin ve derinleşen ilah olduğunu deklare ederek insanların ilahlığı-
sosyal problemlerin üstünü örtme gayretleridir nı reddettiği gibi buna yeltenenleri de en büyük
diye düşünüyorum. Bu problemler arasında ki- azapla tehdit etmektedir. Allah’ın sonsuz kud-
şisel ve kamusal tanzim standartlarının tortu- reti karşısında acziyetini fark edemeyen insan
laşırcasına dibe vurması, eğitimin gerilemesi, yukarıdaki soruyu tüm ciddiyetiyle ölçüp tartıp
politik fırsatçılığın yayılması, demagogluk ve bir kez daha kendine sormalıdır “sahi kim hük-
rüşvetçilik, sosyal ve politik bölük pörçüklük, medecek tanrı mı, insan mı?” Suratını asıp, sır-
ailenin yıkılması, dizginsiz cinsel azgınlık, uyuş- tını dönüp bu eskilerin masallarıdır diyenlerin
turucu bağımlılığı ve cinayetlerin çoğalmasını cevabı şimdiden belli. Peki ya iman iddiasında
saymak mümkündür. Eski kuşakların kanun olanların cevabı belli mi?
29
İktibas Şubat 2011

İslam Devleti’nden Demokratik Cumhuriyet’e


- Erdal Bayraktar -
Vahye, Tevhide inanan her Müslüman/mü- adalet ve hukuk taleplerini en yüksek derecede
min Allah(c.c)’ın yeryüzündeki Halife’sidir. Yer- gerçekleştirmiştir. Risalet’in sonrasında kuru-
yüzünde olup bitene Allah’ın muradına uygun lan devletler, Resullerin getirdiği değerlere bağ-
olarak bakmaya çalışır. Yeryüzündeki duruşunu lı kaldıkça adalet’e en uygun devlet yönetimleri
Allah’ın rızasına uygun olarak ayarlar. Bu konu- oluşmuştur. Modern anlamda Devlet 16. yy’da
daki Rehberleri Peygamberlerdir. Halifelik göre- oluşmaya başlamıştır. Bundan sonra daha çok
vini bu değerler üzerine bina eder. seküler temelde devletler kurulmuş ve pozitif
Yeryüzünün Halifeleri olarak olan bitene ka- Hukuk üzerinden yapılanmış ve çeşitli devlet şe-
yıtsız kalamayız. Olan biten her şey, bizim imti- killeri oluşmuştur.
han alanımız içerisindedir. Bu bizi ilgilendirmez İlahi Vahy’in rehberliğinden uzaklaşan diğer
diyemeyiz. Yaşadığımız çağda yaptıklarımızdan, insanlar gibi Müslümanlar da, bu rehberlikten
yapmamız gerekirken yapmadıklarımızdan, ih-
uzaklaştıkça, seküler değerlerin yol göstericili-
mal ettiklerimizden ahirette hesaba çekileceğiz.
ğinde devlet tartışmalarına ve uygulamalarına
Varlığa, insanlığa, Müslümanlara karşı ödev ve
girişmişlerdir. ‘Devlet nedir, nasıl oluşturulmalı
sorumluluklarımız var. Bu minval üzere Türkiye
ve adil bir devlet nasıl oluşturulur?’ soruları ka-
Müslümanlarının İslam Devleti’nden Demokra-
dim sorulardır ve halen de sorulup tartışılması
tik Cumhuriyet’e eviriliş, dönüşüm süreçlerini
yapılmaktadır. Önceleri kelamî düzeyde yapılan
de tartışmamız gerekiyor.
hakimiyet, iktidar, devlet tartışmaları, modern
İnsanoğlu birlikte yaşamaya başladıktan son-
Dönem’lerde İslam’da devlet var mıdır, İslam
ra Devlet fikri oluşmaya başlamıştır. İnsanın gü-
Devlet modeli önerir mi? vb sorularına dönüş-
venlik kaygısı ve huzurlu yaşama isteği Devlet
müştür. Hz Peygamber’in (s.a.v) Medine’de ha-
ve Hukuk kurumlarını oluşturmuştur. İnsanlı-
yata geçirdiği “İslam Devleti” Müslümanlar için
ğın Hz. Adem’le başladığına inanan biz Müslü-
Devlet’le ilgili sorulan sorulara verilen pratik
manlar, ilk insandan bu tarafa insanlığın hukuk
temelli yaşadığına inanırız. Çünkü Allah insan- bir cevaptır. Bundan sonra devlet üzerine söy-

lığı Vahiy’siz, Şeriat’sız bırakmamıştır. Bizim lenecek sözler, yapılacak çalışmalar ilhamını

de vahye ve şeriata göre yaşamamızı istemiştir. buradan alacaktır. Peygamberimizin vefatından

Şeriatın uygulanması, şeriatla yaşamak medeni- sonra Müslüman zihinde dünyevi güç, iktidar,
leşmektir. Bu medeni yaşama arzusu kurumları, devlet tartışmaları farklı bir tartışma kazanmış-
dolayısıyla Devlet denen kurumu oluşturmuş- tır. İslam İmparatorlukları döneminde Müs-
tur. lüman alim ve ekoller iktidar, devlet merkezli
İnsanlık, Peygamberlerin (a.s) rehberliğin- farklı tepki ve pratikler gerçekleştirmişlerdir.
de yaşadığı dönemlerde, Devlet’ten beklenen Hilafet ve imamet kavramları üzerinden yapılan
30
İktibas Şubat 2011
tartışmalar, kelami ve siyasi tarih üzerinden ta- riyeti, Osmanlı bakiyesi Müslümanlar için yeni
kip edilebilir. Bu dönem tartışmaları daha çok bir dönemin başlangıcının habercisiydi. Özellik-
Müslüman İktidar’ın nasıllığı, iktidarın nasıl le Asya ve Afrika’da işgal altında yaşayan Müslü-
oluşturulacağı, nasıl el değiştirileceği üzerinden manlar için umut kapısıydı. Oradan gelecek ha-
tezahür etmiştir. Referanslar konusunda, kimin yırlı bir haber yeniden izzetli günlerin habercisi
yöneteceği konusunda bir karmaşa yoktur. Refe- olabilirdi. Kurulan yeni Cumhuriyet, saltanatı
rans perspektifi Kur’an ve Sünnet temellidir ve ve sonra Hilafet’i sonlandırmasıyla Müslüman
bu değerleri ve amaçları Müslüman insanlar ha- milletleri hayal kırıklığına uğrattı. İşte bu olay
yata geçirecektir. Asıl büyük kırılma İslam im- Müslüman halklarda fikri, pratik olarak yeni
paratorluklarının son temsilcisi olan Osmanlı arayışları ve hareketleri başlattı.
İmparatorluğu’nun çöküş ve tarih sahnesinden Osmanlı’nın son dönemlerinde, özellikle 2.
çekilmesiyle yaşanmıştır. Abdulhamid döneminde başlayan İslamcılık
Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihe veda et- ve İslam Birliği tartışmaları bu günlerin siyasi
mesiyle Müslüman zihin büyük bir travma yaşa- tartışmalarının ilk habercisi gibiydi. ”İmpara-
mıştır. Bundan sonraki süreç hem teorik hem de torluğu nasıl kurtarırız?” tartışmaları içerisin-
pratik açıdan farklı bir tartışmayı başlatmıştır. de gündeme gelen İslamcılık fikri, Ulus-Devlet
Müslümanlar örgütlü güçlerini ve temsiliyetle- döneminde gündeme gelecek olan İslam Devleti
rini kaybetmişler; iktidarlarını kaybeden Müs- kavramsallaştırmasının nüvesini oluşturmakta-
lümanlar işgal sürecine girmiş bulunuyorlar. dır. İslam Devleti kavramsallaştırmasını siyasi
İmparatorluğun gerileme ve çöküş dönemlerinde literatüre ilk kazandıran kişinin Reşit Rıza ol-
başlayan işgal ve istilalar, Müslümanları farklı duğu söylenir. Artık İmparatorluğa dönmenin
arayışlara, çözümlere götürmüştür. İşgallerden hayal olduğunu gören İslamcı alim ve aydınlar,
kurtulma ve yeniden Müslüman Ümmet’in iz- siyasi taleplerini İslam Devleti kavramı üzerin-
zetli günlerine dönme tartışmaları başlamıştır. den dillendirmeye başlamışlardır. Osmanlı im-
İşgallerin yayılması ve derinleşmesi ve berabe- paratorluğunun toprakları üzerinde ulusçuluk
rinde İmparatorluğun çöküşü daha farklı tar- temelinde kurulan yeni devletlerin halkının ço-
tışmaları tetiklemiştir. Dünya’da İmparator- ğunluğu Müslüman olunca, doğal olarak siyasi
lukların son bulmasıyla, Modern Ulus-Devlet taleplerde İslami ilkelere uygun olarak tezahür
yapılanmalarının önü açılmıştır. Ulusçuluğun ediyordu. Son dönemlerde başlayan siyasi tartış-
ve Sekülerizmin yönlendirdiği Ulus-Devlet mo- malar hala canlılığını koruyordu. Bu tartışmala-
deli, insanlık için yeni bir siyasi modelin haber- rın yoğun olduğu bölgelerden biri de Hint böl-
cisiydi. Dünya’da hızla Ulus-Devletler kurulma- gesiydi. Hindistan’ın İngilizler tarafından işgali
ya başlandı ve 2. Dünya Savaşı’ndan sonra bu ve Hindu baskısı altında yaşayan Müslümanlar,
daha da hızlandı. Osmanlı toprakları üzerinde siyasi tartışmaları çok önceden başlatmışlardı.
de onlarca Ulus-Devlet kuruldu. Osmanlı’nın Osmanlı varisi yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin
ana merkezi üzerinde kurulan Türkiye Cumhu- Ulus-Devlet temelinde kurulması ve Hilafeti
31
İktibas Şubat 2011
ilga etmesiyle Hintli Müslümanlar Hindistan’da önderliğindeki İslami Hareket İslami taleplerini
kalma veya ayrılma tartışmaları başlattılar. yükseltmeye başladı. Afgani çizgisindeki fikirle-
Mevdudi (1903-1979), Pakistan kurulmadan re yakın duran İmam Humeyni önderliğindeki
önce Cemaat-i İslami teşkilatını kurar ve bu hareket, Sünni dünyadaki fikir ve hareketleri de
tartışmalara İslam’ın içinden çözümler bulma- takip ediyordu. Pakistan, Mısır, İran’daki İslami
ya çalışır. Pakistan kurulunca, Mevdudi hareke- Hareketlerin ortak özelliği bulundukları ülkeler-
tin merkezini buraya taşır. Pakistan deneyimi, de İslami ilkelere dayalı, bağımsız, adil bir yöne-
Ulus-Devlet’te Müslümanca yaşamanın ilk ör- tim -İslam Devleti- oluşturmaktı.
neğini oluşturur. Yeniden Türkiye’ye dönecek olursak; yeni
Pakistan İslam Cumhuriyeti’nin kurulma- kurulan Cumhuriyet sırtını İmparatorluk mira-
sı diğer işgal altında olan Müslüman halkları sına dönerek yüzünü Batı’ya ve batılı değerlere
ve önderlerini etkiler. Çünkü Mevdudi yazdığı döndü. Bu değerler üzerine kurulan yeni yöne-
eserler ve kurduğu hareketiyle Müslümanları tim, İslami iddialardan vazgeçtiği gibi, yaptığı
etkilemeye başlamıştı. Zaten daha önce Afgani devrim ve yeniliklerle bu kültürü zayıflatmaya
(1839-1897), Abduh (1849-1905), Reşit Rıza başladı. 1923-1946 yıllarında yaşanan Tek Parti
(1865-1935)’nın üzerinde çalıştıkları İslamcılık Dönemi, Batıcı yeni yönetimin yerleşme dönemi
düşüncesi Müslüman alimler tarafından takip olarak bilinir. Bu dönem, İslami Muhalefet’in
ediliyordu. Pakistan çoğunluğunu Müslüman köklerinin yok edilmeye çalışıldığı dönemdir.
halkın oluşturduğu bir devlet olarak kurulma- Dil devrimi ile dini ve kültürel imkanlar, İs-
sına rağmen, yönetim olarak ordu merkezli bir tiklal Mahkemeleri’yle de dini ve siyasi önder-
ulusal devlete doğru dönüştürülmeye başlandı, lik yok edilmeye çalışılmıştır. Halifeliğin teorik
Cinnah ve ekibi eliyle. Pakistan’da bunlar olur- olarak tartışılmaya açılması ve kurumsal olarak
ken, işgal altındaki Mısır’da 1928 yılında kuru- lağvedilmesinden sonra bu yapılanlar, Türkiye
lan Müslüman Kardeşler Hareketi, bağımsızlık Müslümanlarının köküne kibrit suyu dökmüş-
sonrası nasıl bir Mısır olması gerektiği üzerine tür. Kültürel imkanlarından mahrum bırakılan
fikri ve sosyal çalışmalar yapıyordu. Bu arada Müslüman halk ve alimler bir daha belini doğ-
bölgenin diğer önemli ülkesi İran’da Rıza Pehle- rultamamıştır. Rejim, Müslüman halkı kültürel
vi iktidarında İngiliz yanlısı bir yönetim bulunu- ve siyasi imkanlarından mahrum ettikten ve
yordu. Rıza Pehlevi’den sonra oğlu Muhammed “demokratik muhalefete” mecbur bıraktıktan
Rıza Pehlevi ABD yanlısı bir politikayla yoluna sonra çok partili siyasi dönemde kısmi hürri-
devam etti. İran’ın Batı yanlısı yönetimi altında yetler(!) vermeye başlamıştır. Bu dönemde mil-
İran’daki Müslümanlar ve Ulema, Şah’ın poli- li-dini imkanlar elde etmeye çalışan dini grup-
tikalarına muhalefet ediyordu. Klasik Usuli-Ah- lar ancak Hint, Mısır bölgesindeki hareketlerin
bari çatışmasında Usuli ulemanın önderliği ele tecrübe ve fikirlerin tercümesiyle birlikte siyasi
geçirmesiyle İran’daki dini muhalefet siyasi bir bir bilinç kazanmaya başlamışlardır. 1960’lar-
boyut kazandı. İmam Humeyni (1902-1989) da başlayan bu tercüme faaliyetleri ve okumalar
32
İktibas Şubat 2011
Türkiye Müslümanlarını yeni sorular sormaya hükümlerle hükmetmek, yaşamak amacımız
ve özeleştiri yapmaya sevk etmiştir. Pakistan İs- değil mi? Dümen kırılan Demokrasi ve Demok-
lam Cumhuriyeti, Mısır’daki İhvan-ı Müslimin ratik düzen de modern, batılı bir değer ve uygu-
Hareketi’nin yükselişi siyasi anlamda İslami lama değil mi? Seküler, Laik değerlerden neşet
talepleri gündeme getirmiştir. Türkiye’nin mi- eden Demokrasi fikriyatının Allah rızası gibi bir
rası üzerine oturduğu İmparatorluk, Söğüt gibi hedefi var mı? Demokrasi bir yöntemdir aymaz-
küçük bir beldeden koca imparatorluğa ulaşmış- lığının arkasına sığınmayın. Modernizm’in et-
tı. Tarihsel miras korkmayı ve küçük düşünme- kisinde oluşturulduğu iddia edilen İslam Devleti
yi engelliyordu. MTTB, Akıncılar hareketleri projesine karşı çıkarken, Postmodernizm’den
üzerinden gelişen fikri ve siyasi hareketlenme, etkilenerek Demokratik Cumhuriyet’e dümen
Erbakan’ın bağımsız olarak milletvekili adaylı- kırmayı neyle izah ediyorsunuz? Tam bir ilke-
ğına, oradan partileşmeye kadar devam etti. Bu sizlik ve pragmatizm hali. Ulus Devlet olmayı
arada 1979 İran İslam Devrimi, Afganistan Ci- biz seçmedik, bize dayatılan, mecbur bırakıldığı-
hadı bu yönelimi daha İslami taleplere dönüştür- mız yapılar. İnanç olarak da, fiili olarak ta bün-
dü. 1980 darbesi bir inkıta oluştursa da devam yemize uymuyor. Bu dezavantajlardan kalkarak
eden okuma ve sorgulama süreci, İslami yönelişi İslami siyasi taleplerimizi neden geri çekiyoruz?
İslami Hareket’e doğru yönlendirdi. Demokratik Formlar biraz da bizim dışımızda, içine doğdu-
ve sistem içi mücadelenin sorgulandığı dönem- ğumuz yapılar değil mi? Peygamber (a.s) döne-
lerde iktidara gelen Refah Partisi, Müslüman mini düşünelim: İnmeye başlayan Vahiy de veri-
cemaatlerde zihinsel sarsıntı yarattı. 28 Şubat’la li duruma inmedi mi? Verili durumları değer ve
birlikte yaşanan kaos ortamı, beraberinde gelen ilkelerimize göre anlayıp, değişim ve dönüşümü
AK Parti iktidarı, siyasi anlamda İslam Devleti ona göre yapmak Peygamber sünnetidir. İçine
talebiyle yükselen İslami Muhalefeti, Demok- doğduğumuz tarihsel sosyal, kültürel, siyasal
ratik mücadeleye ve Demokratik Cumhuriyete formlar ha deyince değişmiyor. Ama istikrarlı
dümen kırdırmıştır. bir mücadele süreç içerisinde, onları değiştire-
İslam Devleti talebinden neden vazgeçildi? biliyor, dönüştürebiliyor. Bize düşen değer ve
İslamcılık ve İslam Devleti talebi tartışılır- ilkelerimizden vazgeçmeden uzun da sürse mev-
ken İslamcılığın Modern, reaksiyoner, eklektik cudu değiştirmek için mücadeleye devem etmek
bir akım olduğundan bahsedilir. Tarihsel şartlar olmalı değil midir?
itibariyle söylenenleri ciddiye alabiliriz. İlmi ve Bu konuda çağdaş örnek olması hasebiyle
pratik anlamda doğruluk payları da bulunmakta- İran İslam Devrimi ve İran İslam Cumhuriyeti
dır. Söylem ve teorik düzeyde söylenenlerin ne- örneğini yeniden hatırlamamız gerekir. Ulus-
resi yanlış? Allah (c.c) Kur’an’da bizden örnek bir Devlet çağında, İslamcılık hareketinin özüne
ümmet olmamızı istemiyor mu? Tevhid inancı bağlı kalarak İslam Devleti talebinde bulunan
gereği hayatın her alanında olduğu gibi sosyal, bir hareket başarıya ulaşmıştır. Ayrıca başarılı
ekonomik, siyasi alanda da Allah’ın gönderdiği da olamayabilirdi. Ahiret merkezli düşünen bir
33
İktibas Şubat 2011
Müslüman ve Hareket için başarı değil, istika- işleriyle uğraşmaz, insanlar dini siyasete alet
met önemlidir. Bizler zaferle değil, sahih seferle ediyorlar diye düşünebilirler, Müslümanların ik-
emrolunduk. tidarı katılımı engelleyerek otoriter, totaliter bir
İran İslam Devrimi’ni oluşum süreçleriyle de- görüntü verebilir, siz mescide çekilin bize vaz-ü
ğil, Devlet olduktan sonraki sonuçlarıyla konuş- nasihat edin yeter diyebilirler. İnsan kendinden
tuk. Türkiyeli Müslümanların en büyük handi- ve referanslarından utanmaya görsün her türlü
kabı bu. Devletin icraatları İran’da da tartışılıyor. ilkesiz, pragmatik tavır ve davranışa müsait hale
Velayet-i Fakih teorisi, İmam Humeyni’nin ve- gelebilir.
fatına yakın zamanlarda da tartışmaya açılmış, Velhasıl, İslami Devlet bir nimettir; bunu
İmam Humeyni teorisini yeniden revize etmiş- hak etmek gerekir. Bunun için de, İslam Dev-
tir. Halen “Nasıl bir yönetim” tartışması, Ulema rimi gerçekleştikten sonra rejimin adını, Dünya
ve aydınlar arasında tartışılmaya devam ediyor. bize ne der diyerek İslam Cumhuriyeti değil De-
Peşinden koştuğunuz Demokratik rejim bu hale mokratik Cumhuriyet koyalım diyenlere, “biz
ne tartışmalar yaşayarak geldi ve halen de tartışı- bu şehitleri Demokratik Cumhuriyet kuralım
lıyor. Muttaki bir önderliğin yürüttüğü İslami bir için vermedik” diye haykıran bir muttaki önder-
hareketi anlamayı bırakarak, İslam Devleti’nin liğin altında mücadele etmek gerekiyor.
icraatlarını konuştuk. Aslında bu, samimiyet-
sizliğin ve gerçek mücadeleden kaçmanın ba-
hanesidir. Mücadelenin sıcak ortamına girip
risk almaktansa, koltuklarımıza oturup ahkâm
kesmenin korkaklığına ve aymazlığına sığın-
maktır. İran İslam Cumhuriyeti’ni ulus-devlet
olmakla, otoriter, totaliter olmakla suçlamaktan
önce Devlet ve İktidar sorununu tartışmamız ge-
rekir. Her türlü güç temerküzü risklidir. Gücün
ve İktidar’ın nasıl kullanılacağı kadim bir me-
seledir. İran İslam Cumhuriyeti’ni öyle olması
için davet ettiğiniz Demokratik Cumhuriyetler,
otoriter ve totaliter değil mi? Rafine yöntemlerle
halklarını ve insanlığı zulme maruz bırakmıyor-
lar mı? Her türlü insani faaliyet yanlışa ve zulme
açıktır. Önemli olan doğru niyet ve salih çözüm
peşinde koşmaktır. Bu Demokrat kafalar -hâşâ-
Peygamber (a.s) döneminde olsalar, orada da yö-
netimi demokrat olmamakla suçlarlardı. Sevgili
20.01.2011/Sabah
Peygamberim, bir peygamber böyle süfli dünya
34
İktibas Şubat 2011

Seçeceksin ve Başlayacak Hayat - 2


- Bünyamin Zeran -
Batının sepetini karıştırdığımızda yine yu- olan dinle olması gereken dini tartışırken konu-
karda bahsettiğimiz ideolojilerle bağlantılı daha yu olması gereken üzerinden tartışacağız. Yani
birçok ideoloji keşfediyoruz. Hepsi bir birinin Kur’an’ı merkeze alarak yapacağız tüm tartışma-
yamağı olarak devam ediyor. Anladık ki batı- mızı.
nın ürettiği değerlerden bize çok bir fayda yok. Allah’ın vahyetmiş olduğu din peygamberin
Cumhuriyetçilik, laiklik, hümanizm, hedonizm, vefatından sonra birçok sebepten ötürü şekil de-
anarşizm, nihilizm, modernizm, post moder- ğiştirmiştir. Peygamberden sonra gelen halifeler
nizm, fütürizm vs. her biri ilahlık yarışında olan fetihlere devam etmiş ve yeni fethedilen toprak-
ideolojiler. Ne insanı anlamaya gayret ediyorlar larda yaşayan halklar İslam’ı bir otorite olarak
ne insanlık adına değer üretiyorlar. Hepsi insa- kabul edip ona teslim olurken kendi cahili ina-
nın çamur tarafından beslenen ideolojiler. Birde nışlarının birçoğunu da İslam’a taşımışlardır.
bunların yanında vahiyle bir şekilde irtibatla- Bu değişim her ne kadar toprakların genişlemesi
rı olmuş ama vahiyden biraz daha uzaklaşmış sonucu kontrolün mümkün olmamasından kay-
görünen gelenek ve kültür haline gelmiş donuk- naklansa da fethedilen bölgelere vahyi saf haliyle
laşmış bir din anlayışı var. Batının sepetini bir taşıyacak yeterli düzeyde sahabenin olmamasın-
yana koyup geleneksel din anlayışları ile olması dan da kaynaklanabilir.
gereken din anlayışının olduğu o sepetleri de- Bir diğer şekil değiştirme sebebi de vahyin
ğerlendirmeye başlıyoruz. Bakalım bize neyi su- bilerek ve isteyerek tahrif edilmesinde yatar. Bu-
nacaklar. Biz arayış içindeyiz doğru olana sahip rada İslam toplumunun halifesi olmak ve gücü
olmak doğru olanın yanında saf tutmak ve doğru kendi kabilesinde tutmak isteyen sahabe ve on-
olana teslim olarak ölmek istiyoruz. Çünkü biz dan sonraki gelen kimselerin tutumuyla ilişki-
onuru, şerefi ve haysiyeti bilen biriyiz. Sorgula- lidir. Bugün Şia ve Sünni diye ayrılan grupların
malarımızı tamamlayana kadar sorularımız de- çatışması da yine bu tutumun bir neticesidir. Şi-
vam edecek. Zira miras kalan bir dini değil iman alar halifeliğin peygamber soyuna ait olduğunu
ettiğimiz bir dini kabullenmek istiyoruz. ve halifeliğin zorla gasb edildiğini iddia etmişler,
Bir fikri değerlendirip bir yargıya varmak isti- Sünnilerde halifeliğin istişare edilerek seçilme-
yorsak yapmamız gereken en öncelikli iş değer- si gerekliliğini savunup Ömer, Ebu Bekir, Ali
lendirmeye aldığımız fikrin ilk çıkış noktasına, ve Osman’ın halifeliğinin bu yolla olduğunu ve
ana kaynağına ulaşmak onu okumak ve onu an- bunun dine uygun olduğunu iddia etmişlerdir.
lamak olmalıdır. Eğer komünizmi öğreneceksek Ve sonraki Emevi ve Abbasi devletlerinin hali-
Karl Marks’ın “Das Kapital” kitabını okumamız felerine karşı Şia halifelik makamının kendilere
gerekecek. Eğer okumuyorsak komünizme dair ait olduğu iddiasıyla isyan etmiştir. Sünniliğin
yapacağımız eleştirilerde biraz insafsız biraz ha- kurucusu kabul edilen Eşari ise Emevilerin ve
vada kalır. Bunu niçin söylüyorum? Geleneksel Abbasilerin yapmış oldukları tüm zulme “irca”cı
35
İktibas Şubat 2011
yaklaşımıyla adeta destek olmuştur. “İrca”cı Şeriati’nin tanımıyla safevi şiası bu tarz sakat
yani erteleyici hükmü Allah’a bırakıcı yaklaşım. düşünceleri bünyesinde barındırır. Sünni diye
Daha da açacak olursak bir kişi ne kadar zalim adlandırılan kesim ise ircacı yaklaşımını aynen
olursa olsun vahye ne kadar davranış olarak mu- korur. Otoriteyi zalimde olsa korur ve kollar.
halif olursa olsun lailahe illallah dediği sürece Muaviye’yi ille de savunma gereği duyar, Osman
müslümandır ve bu kişi halifeyse itaat edilmesi (ra)’ın halifelikte almış olduğu kararları hala ıs-
gerekir. Hal böyle olunca adını anamayacak ka- rarla savunur. Cebriyeci görüşünü hala muha-
dar çok grup oluşmuş ve her birinin din anlayışı faza eder. Başına hayır ve şer olarak ne gelirse
farklı farklı olmuştur. Hatta bu farklılıkları çoğu Allah’tan geldiğine inanır. Oysa Allah “başınıza
zaman savaşa kadar götürmüşlerdir. Haricilerin gelen her iyilik Allah’tandır, kötülükler ise ken-
Aliyi şehit etmesi, Muaviye’nin Ali ile savaşı, di ellerinizle yaptığınız yüzündendir…” (4/79)
Aişe annemizin Ali ile cemel savaşında karşı der. Öyleyse sahih olan dinle geleneksel olan
karşıya gelmesi, mutezile’nin savaşları, şiaların din arasında ciddi uçurumlar mevcuttur. Gele-
direnişleri vs. bu farklılıklara birer örnektir. neksel olan din tümden gelimci bir yaklaşımla
Vahiy bireyi esas alır. Öncelikle bireyden hareket ederken sahih din tümevarım yaklaşı-
Allah’a uzanan sağlam ve kesin olan bir yol açar. mıyla hareket etmektedir. Sahih din için önemli
Bu yol meşakkatli ve zordur. Ama bu zor olan yol olan bireyin öncelikle ne yaptığını biliyor olma-
yürünmeye başlanırsa ve iman edenler bu yolda sı, neye iman ettiğini görüyor olması ve bilinçli
ayaklarını sabit tutup gerisin geriye kaçmazlar- tercihiyle tüm riskleri ve sorumlulukları kabul
sa Allah bu toplumu kolay olana ulaştıracaktır. ediyor olması ve yaşamını da buna özgü kurması
İslam tarihine baktığımızda rahmetli Şeriati’nin gerektiğidir. Bu birey kendi inşasını tamamlama
ifadesiyle İslam Mekke’ye bir şimşek gibi çak- gayretini güderken kendi inandığı o değerleri
mış ve kaybolmuştur. Peygamberden sonra Ebu kimseyi baskı altına almadan toplumun özgür
Bekir, Ömer ve Ali’yi bir kenara ayıracak olursak iradesine açar. Bu çağrıyı kabul eden kimselerle
kimi zaman basiretsizlikten çoğu zamanda güce bir yapı oluşturup bir toplum inşa etmeye kal-
tapınmadan kaynaklanan İslam dışı şekil ve kar. Bu bireylerden müteşekkil olan topluluk
davranışlar İslam’a maledilmiştir. Bugün içinde hem sağlam temellere dayalı bir topluluktur
yaşadığımız toplumda geçmişin kısır çekişmele- hem de otoriteleri Allah’ın otoritesi karşısında
ri içine kendini hapsetmiş olan toplumdur. Din zelil düşürücü bir topluluktur. Böyle bir toplu-
anlayışları da hala geçmişin tabularından iba- luğun derdi bir devrim yapmaktan daha ziyade
rettir. Şia hala Ali’nin ilk halife olması gerektiği bireyleri ıslah etmektir. Bireyleri ıslah ederken
tezini savunur, imamları insanüstü görür, ruh- onların yalnızca vahyin kaynağından beslen-
ban bir din anlayışında ısrar eder. Ve gaib imam mesini sağlar. Başka kaynakların karışıp vahyi
anlayışını savunup gaib imamın ortaya çıkışına bozmasına müsaade etmezler. Tevhid ve adalet
kadar kendi sorumluluklarını erteler. Hayatı bo- böyle bir topluluğun ilk ve değişmez şartıdır.
yunca kötü yaşasa da bir kişi Kerbela gününde Tevhid öenmlidir çünkü Kur’an’ın ifadesiyle bir
Hüseyin’in anıldığı günde gözünden bir damla bireyin birden çok efendiye kulluk etmesi hem
da olsa yaş gelirse cenneti hak etmiş olur. Ali kaosu beraberinde getirir hem de bireyi aşağılar.
36
İktibas Şubat 2011
Oysa tek olana kulluk hem düzeni sağlar hem de kendisine yani okuyana hayır etmesi gerektiğini
insanı kölelikten kurtarır. Bu tek olan her şey- ilan eder. Maide suresi 68. ayette de bir kişinin
de tek olan olmalıdır. Yaratmada, rızık verme- ya da toplumun kendine vahyedileni yaşamadığı
de, öc almada, kanun koymada, terbiye etmede, sürece hiçbir esas üzerinde olmadığını haykırır.
ilimde, kuşatmada, otoritede, güvenlikte vs. tek İncil’in ifadesiyle kardeşinin gözündeki saman
olan ve daha başka hiç kimsenin böyle bir ma- çöpünü görmeden önce kendi gözündeki hezeni
kamda olmaması şartı vardır. Bu da Allah’tan çıkarmaya çalışır Kur’an. Eğer birey bunu başa-
başkası değildir. Adalet ilkesi de önemli bir il- ramazsa daha başlangıçta mağlup çıkar yola ve
kedir. Avrupa bugün cinsleri eşit görme savaşı hiçbir yol onu Allah’a ulaştırmaz. Doğal olarak
verirken Allah cinslere adalet ilkesiyle yaklaşır. ne kadar kudretli toplum inşa edecek olsa da bu
Herkesi kendi gücü oranında sorumluluk sahibi toplulukta Allah’ın hoşnut olduğu bir topluluk
kılar. Servetin zenginler ve fakirler arasında adil olmayacaktır. Öyleyse birey olmak sonra fert
dağıtılmasını ister. Bir kanunun taraflardan biri- kimliğini kazanmak sonrada bir topluluk oluş-
nin zengin ya da yönetim kademesinden olması turabilmek şarttır. Bu doğru bir nokta ve doğru
fark etmez adil bir şekilde uygulanmasını ister. bir başlangıçtır. Geleneksel olanı incelediğimiz-
Şahitliğin hiçbir torpil ya da toleransa gerek du- de tümden gelimin tüm olumsuzluklarını da
yulmaksızın adil yapılmasını ister. Bir kavme ya görmüş olacağız.
da kişiye olan öfkenin adaletten ayırmamasını Geleneksel din anlayışını incelediğimizde
ister. Yetimlerin mallarını artırmak dışında gasp içinden kolayca çıkılamayacak kadar sakatlıklar
etmek maksadıyla kullanmamak gerektiğini ve buluruz. İslam düşüncesi bir yerde insanların
bu konuda adil olunması gerektiğini vurgular. üzerinde aksesuar olarak durmaktan öteye git-
İffetli kadına zina iftirasının atılmasını şiddetle mez. Korkunç olan şudur ki sahih din anlayışını
yasaklar ve böyle kişilerin şahitliğini ebediyen savunan bireylerin karşısında en ceberut güç ola-
reddeder. Toplumu ve bireyi uyuşturan her tür- rak geleneksel anlayışı bulursunuz. Geleneksel
lü içecek ve yiyecekten uzak durulmasını emre- din anlayışı içinde hareket edenler avamın tabi-
der ki birey hem toplumla hem yaratanıyla adil riyle “kıl beşi kurtar başı” anlayışı içinde hareket
dengeli bir ilişki kurabilsin. Ancak bu toplum ederler. Sorunsuz ve acısız bir İslam savunurlar.
dünyayı ıslah etme vaadiyle hareket etme bece- Pragmatist ve oportünist yaklaşımla yaşamla-
risine sahiptir. Bu tüme varımcı bir yaklaşımdır. rını sürdürürler. Menfaatleri el verdiği ölçüde
Bu Kur’an’ın vazettiği yaklaşımdır. Alak suresi Müslüman kalmayı ve bu inanışlarından nema-
ilk beş ayet, Müzzemil suresinin ilk ayetleri, lanmayı dilerler. Mustafa Özel’in tabiriyle: “Bu
kalem suresinin ilk ayetleri buna örnektir. Ki- ülkede Budist olabilirsiniz ama müşteriniz az
şinin kendi pisliğini temizlemeden başkasının olur. Fakat Müslüman olursanız müşteriniz çok
pisliğini temizleyemeyeceği anlatılır kitapta. “Ey olur.” işte size pragmatist bir din anlayışı. Gele-
örtünüp bürünen, kalk ve uyar. Rabb’ini yücelt. neksel olan din anlayışında tevhit esas değildir.
Elbiseni temiz tut, şirkten uzak dur. İyiliği daha Bu anlayış içinde olanlar her şeyi Allah’ın hü-
fazlasını beklemek için yapma.” (74/1-6) Yine kümranlığına ve terbiyesine sunmayı istemez-
bakara suresi 44. ayette kitabın öncelikle kişinin ler. Böyle kaygıları da yoktur. Hatta daha ilerisi
37
İktibas Şubat 2011
kendi yaptıkları soygunu, vurgunu da İslami kı- resuller arasında hiçbir ayrım yapmadan onları
lıflarla haklı gösterme gayretine girerler. Miras eşit sevmemizi öğütler. Geleneksel din anlayışı
alabildiğince adaletsiz bir şekilde yenir. Mesela başta peygamber tapıcılığı ile üstat ve şeyh ta-
Allah kadına mirastan pay verirken gelenekseller pıcılığını sürekli canlı tutar. Zira böyle bir anla-
bu hakkı kadının elinden alır. Allah kadını bir yış neticesinde itibar kazanmaya gayret ederler.
değer, bilinç sahibi bir birey alırken geleneksel Aziz Pavlus’un İsa’yı (as) tanrılaştırıp kendisini
anlayış kadını eşek, köpekle bir tutar. “Namaz İsa’nın (as) yerine koymaya çalışması gibi bu
kılan birinin önünden kedi köpek, eşek ve kadın tarz insanlarda aynı işlemi kendileri adına yap-
geçerse namaz kılanın namazı bozulur” hadisi maktadırlar. Hatta bazıları İbn-i Arabi gibile-
bu anlayışın uydurmasıdır. Namazın kötülük ve ri daha da ileri giderek mevcudiyette Allah’tan
fuhşiyattan alıkoyması önemli değildir önemli başka hiç bir şeyin olmadığını savunur ve ken-
olan bunun şekilsel olarak yapılmasıdır. Hat- disinin de Allah’ın bir yansıması olduğuna ina-
ta namaz gelenekseller için bir yerde spordur. nır. Bir rivayete göre farklı dine mensup birileri
Jimnastik hareketleri gibi beden için önemlidir. Arabi’den insanları öldürmesi ve öldürdüklerini
Bol bol işçi ve emekçi haklarından dem vurur, diriltmesi karşılığında Müslüman olacaklarını
işçinin alın teri kurumadan ücretinin ödenmesi söylerler. Bu farklı dine mensup olanları Müslü-
gerektiğini savunur ama her nedense kapısında man yapmak için bu teklifi kabul eder. Bir kısım
çalışan hiçbir işçi maaşını gününde alamadığı insanları herkesin rahatça görebileceği bir cam-
gibi karınlarını doyuracak miktarı da alamazlar. dan kulübeye yerleştirir. “muti bi iznillah” der
Kendileri paraları 5 gün repoda bekletip işçinin yani “Allah’ın izniyle ölünüz” ama kimse ölmez.
parasından servetini artırırken ve en lüks ye- Bu ifadeyi üç kez takrarlar yine ölen yoktur. Der-
mekleri yiyip en lüks yataklarda yatarken işçiye ken secdeye kapanır ve İbn-i Arabiye bir haller
sabretmesi ve şükretmesi gerektiğini dikte eder. olur titremeye başlar bir süre sonra değişik bir

Adeta Aristo gibi sen köle doğdun köle olarak ruh haliyle kalkar ve “muti bi izniy” der yani
“benim iznimle ölün” ve insanlar ölür. Diriltme
yaşamaya mahkumsun edasıyla davranır ona.
işleminde de aynı sahne vardır. En sonunda be-
Hak ve adalet ölçüsü konusunda anlayışı sadece
nim iznimle dirilin der ve ölenler dirilir. İşte bu
kendisine karşı yapılması gereken konulardadır.
anlayış fenafillah anlayışıdır. Allah’ta yokolma
Kendi yapması gereken yerlerde hak ve hukuk
yani velinin Allah mertebesine erişmesidir.
onun oportünizmine göre belirlenir.
Sahih İslam anlayışı bireyi merkeze alıp top-
Bir hırka bir lokma yaşamayı öğütler. Nefsin
lum inşa ederken geleneksel anlayış için böyle
temizliği ile o kadar uğraşır ki Allah’ın kendisi-
değildir. Geleneksel anlayış otoriteyi ne pahası-
ne yasaklamadığı şeyleri kendine haram kılmaya na olursa olsun ele almak ister. Bir üstat etra-
kadar götürür işi. Ve kendi yaptığı bu yanlışlığı fında toplanan şakirtler ya da şeyhin etrafında
etrafındakilere bir din olarak dayatır. Dünyayla kümelenen müritler neyse otoritenin etrafında
uğraşması ve toplumu ıslah etmeye gayret etme- kümelenen gruplarda aynı şeyi ifade eder. Ne şa-
si gerekirken uzlet köşelerinden dışarı çıkamaz. kirtler ne müritler sorgulayamazlar, kendilerine
Muhammed (as)’in ümmetinin velilerini İsrailo- ne veriliyorsa onu uygulamakla yükümlüdürler.
ğullarının nebilerinden üstün tutar. Oysa Allah Şu kadar vird yapılacak, şu kadar tesbihat. Şu
38
İktibas Şubat 2011
hoca efendinin ya da üstadın kitabı şu kadar kelimelerin yerlerini değiştirmesi ve Tevrat’ta
sayfa okunacak ve şu şekilde anlaşılacak gibi. olmayan bir çok şeyi sanki varmış gibi ağızlarını
Bireyin düşüncesi ve söz hakkı ancak cemaatin eğip bükmeleri bugün maalesef daha fazlasıyla
menfaatleri içinde değerlidir. Yani önemli olan bizim gelenekçi din adamlarında mevcuttur. Bu
cemaat, tarikat ve otoritedir. Oysa bireyin kendi din adamları bir ruhban sınıfı olarak kalmayı ve
sorgulayarak, aklederek bir dini kabul etmesi ve bu konumlarıyla saygı görmeyi beklemektedir.
ya reddetmesi vahye uygun olanıdır. İnsanları Tek geçim kaynakları insanların inançlarını sö-
sürüleştirmek ve onları nesne haline getirmek mürmektir çünkü. İnsanlar ölünce onlara ıskat
yerine akleden, karar veren, üreten birer obje hazırlarlar. Dünyada kılamadığı namaz tutama-
haline getirme yükümlülüğümüz vardır. Gele- dığı oruçlar hesap edilir paraya çevrilir ve bil-
neksel anlayış ibadetleri şekli açıdan ele alır tıp- mem şu kadar para karşılığında belli bir ruhban
kı insana da şekilci yaklaştığı gibi. Oysa sahih sınıfa bu borçlar taksim edilir böylece ölen şah-
din anlayışı ibadetin içeriğinin doldurulmasını siyet cennete yollanır. Şimdi kalkıp Kur’an’da
salık verir. Ve “vay o namaz kılanların haline ki böyle bir şeyin olmadığını nasıl iddia edecektir
kıldıkları namazdan gafildirler” uyarısıyla içeriği bu gelenekçi ruhbanlar. Neyle geçinirler sonra.
doldurulmamış hiçbir ibadetin önemli olmadı- Toplum onlara nasıl saygı gösterir. Sırf düzenle-
ğını vurgular. Her zaman diliminde muhakkak rinin bozulmaması ve otoritelerine halel gelme-
ki insanlar kendi geleneklerinden bu dine birçok mesi için bu zevatlar Allah’la cenk ederler ve bu
olumsuz öğe katmışlardır. Bunun sebebi iman ahlaksızlığı yine Allah adını kullanarak yaparlar.
ettikleri dinin kitabını kütüphane raflarının en Allah’ın insanların sırtından kaldırdığı her zinci-
sonuna koymuş olmalarından kaynaklanmak- ri tekrardan insanların sırtına yerleştirirler.
tadır. Çünkü geleneksel anlayış içinde o kitabı Batının insanlığa sunduğu dinlere ve ilahi
yalnızca üstatlar ya da şeyhler anlayabilir. (onla- vahyi bozarak Samiri’nin ifadesiyle azıcık elçi-
rında anlamadıkları gün gibi ortadadır ama illa nin sözlerinden azıcık da nefislerden katarak
ki kendilerine bir dokunulmazlık, bir yücelik ka- oluşturulmuş olan dinlere baktığımızda karşımı-
tacaklardır.) ve bu kitabı anlayabilmek için bil- za çıkan manzara korkunçtur. Bir tarafta atom
mem ne kadar kitap okumak, bilmem ne kadar bombasıyla yerle bir edilmiş çoluk çocuk kat-
tefsir okumak gereklidir. Ayrıca sayısı onbinler- ledilmiş olan Nagazaki, Hiroşima, İspanya’da
ce, yüzbinlerce hadis ezberlemek gereklidir. Son- Müslüman ve Yahudi katli, Almanya’da topla-
ra ömür yeterse Kur’an’a sıra gelecektir ki genel- ma kampları, Hindistan’da İngiliz mezalimi,
de gelmez gelirse de artık zihin kirlenmiştir. Ön- Sudan, Afganistan, Irak ve diğer birçok ülkede
ceki okuduklarımız, üstatlarımız, şeyhlerimiz ABD zulmü, Fransa’da Cezayir, Ruanda’da Bel-
zihnimizi kirletmiş ve bizi dumura uğratmıştır. çika zulmü, köle ticaretiyle meşhur Hollanda,
Kur’an’ı anlayacak da olsak yalnızca onların al- Doğu Türkistan’da Çin’in zulmü, Türki Cum-
gılayışıyla anlamış oluruz. Oysa Kuran kütüpha- huriyetlere yıllarca uygulanan Rusların asimi-
ne rafının en ön sırasında ve ilk okunacak kitap lasyon zulmü, Yunanistan ve Bulgaristan’ın
olarak algılansa önce Kuran anlaşılsa ve o üstat, aynı asimile zulümleri. Filistin’de İsrail terörü,
şeyh kabul edilenler ondan sonra okunsa görü- Sırp Çetniklerin Hollandalı askerlerin işbirliği
necektir ki aslında üstat ve şeyh sandıklarımızın ile Srebrenitsa ve Bosna’nın değişik yerlerinde-
çoğu ne üstattır ne de şeyhtir. Yahudi alimlerin ki katliamı. Türkiye Cumhuriyeti’nin başörtülü
39
İktibas Şubat 2011
kızlarımıza, bacılarımıza ve inançlı olan insan- ABD’li başkanlar ve diğer zalimler olması gere-
lara karşı uyguladığı zulüm. Bütün bunlar hü- kirken ABD’nin eteğine sığınarak dünyada en
manist, çağdaş, laik, cumhuriyetçi olduklarını nefret ettiğim kişi Usame bin Ladin’dir diyen
iddia ettikleri kafa yapısının ürünüdür. Kendi Belamlar çıkar karşımıza. Evet, geleneksel olan
helvadan putlarını acıkınca yiyen bedevi Arap- dininde bu topluma sunacağı şey ve bu dünyaya
lardan daha zalim, azgın, aşağılık bir zihniyetin sunacağı şey ancak kölelik ve köpekliktir.
eylemleridir. Ve utanmadan hala dünyanın her Seçeceğiz ve başlayacak hayat. Bu seçim bi-
yanında adına özgürlük dedikleri, adına demok-
zim insan olma onurumuzu bize kazandıracak
rasi dedikleri, adına hümanizm dedikleri, adına
bir seçim olmalıdır. Öyleyse dinlerin zulmünden
cumhuriyetçilik dedikleri, adına milliyetçilik de-
kurtulup tek olan Allah’a kulluk yapıp şeref ka-
dikleri, adına sosyalizm, işçi devrimi dedikleri,
zanmalıyız. Bu da ancak onu kendi sözlerinden
adına laiklik dedikleri putları için bu eylemleri-
tanımak ve ona kendi sözü üzere teslim olmak-
ne devam edeceklerini söyleyecek kadar kendini
tan geçmektedir. Kuran bu toplumun raflarında
kaybetmiş bir zihniyettir. İşte onun için Allah
ilk sıraya gelmelidir. Ve bu kitap sanki ilk kez
buyuruyor ki: “Bütün ins ve cin bir araya gelse
böyle bir kitap meydana getiremezler.” Başımızı bize nazil oluyormuş gibi okunmalıdır. Allah

kaldırıp yaşadığımız dünyaya bakacak olursak yaşayanında deliliyle yaşamasını öleninde de-

Batının değerlerini eylem ve eserleriyle çok net liliyle ölmesini istiyor. Ve Allah diyor ki: “Size
görebiliriz. ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz? Yoksa
Diğer yandan geleneksellere baktığımızda size ait bir kitabınız var da (bu batıl hükümle-
karşımıza Halepçe, Hama çıkar. Hz. Hüseyin’in ri) ondan mı okuyorsunuz? Yahut bizden, her
başını kesip bu Allah’ın takdiridir diyen alçak- ne hükmederseniz mutlaka öyle olacağına dair
ça bir zihniyet çıkar. İsa’ya onulmadık işkence- Kıyamete kadar sürecek kesin sözler mi aldınız?
leri reva gören Yahudiler çıkar. Musa’nın (as) Sor onlara: “Onların hangisi bu (iddianın doğ-
Firavun’un zulmünden yahudileri kurtardıktan ruluğu)na kefildir?” Yoksa onların ortakları mı
sonra hala “bize de şu kavimler gibi ibadet et- var? Doğru söyleyenler iseler, haydi getirsinler
memiz için tanrılar yap” diyen zihniyetler çıkar. ortaklarını! Baldırların açılacağı (işlerin zorla-
Ateş nasılsa bize sayılı günler dışında dokunma- şacağı) ve kâfirlerin secdeye çağrılıp da gözleri
yacak diye her türlü hayasızlığı yapmayı kendine düşmüş ve kendilerini zillet kaplamış bir halde
yakıştıran bir zihniyet çıkar. ABD’nin 6. filosu
buna güç yetiremeyecekleri günü (Kıyamet gü-
Antalya limanından ülkeye girdiğinde birçok
nünü) düşün. Halbuki onlar sağlıklarında secde
türk kızıyla fuhuş yapar ve bu ülkeyi karıştır-
etmeye çağrılıyorlar(ve buna yanaşmıyorlar)dı.
mak için olanca gücüyle çalışır. Bu ahlaksızlığı
Bu sözü (Kur’an’ı) yalanlayanlarla beni başbaşa
yapan Amerikan gemisine “yanki evine dön”
bırak. Biz onları bilemeyecekleri biçimde adım
diye slogan atıp taşlayan solcu gençleri komü-
adım helaka yaklaştıracağız. Onlara mühlet ve-
nist, Allahsız diye taşlayan ve onları öldürmek
için üzerlerine yürüyen düşünceden yoksun riyorum. Şüphesiz benim tuzağım sağlamdır.”

tipler çıkar karşımıza. Dünyada en nefret etme- (67/36-45) Evet sahiden onurumuz ve şerefimiz
si gereken kimseler Allah’ın en azgın düşmanı için nasıl bir seçim yapmaktayız? Nasıl hüküm
olan İsrail yöneticileri Ariel Şaron, Ehud Olmert, veriyoruz düşündük mü?
40
İktibas Şubat 2011

Fıtratımıza Yüklü Melekelerin Hakkını Vermek


ve İktibas Dergisi
- Mustafa Atav -
Hadi gerçeği itiraf edelim, çoğumuz bilinci- tebliğ görevi zaten âlimlerin, zaten aydın/ente-
mizi, anlam dünyamızı doğrudan Kur’an meali lektüel nevinden insanların, kanaat önderlerinin
ve hatta tefsir okuyarak şekillendirmedik.. Yan- yani aslında Müslümanlık iddiasında bulunan
lış anlamaya müsait bir tespit bu tabii ki.. herkesin üstüne vazifedir.
Ama şöyle bir düşünürsek, bu şekil hakikatle Ve en azından bin dört yüz yıllık kadim İs-
yüzleşmemiz kaçınılmazdır. lam kültüründen anlaşılacağı üzere genel an-
Çünkü vahyin sözel ama anında birebir pra- lamda bu işin hakkı da verilmiştir.
tize edilen ameli gerçekliğinin Mushaf şeklinde Yazı kültürünün olmaması hasebiyle kendi-
yazılı materyale dönüşmesinin akabinde bütün lerine gelen vahyi sözel olarak insanlara anlatan
insanlığın, ondan metin okuma bağlamında fay- ve birebir örnekliklerle vahyin nasıl anlaşılması
dalanamadığı tarihi bir gerçekliktir. ve yaşanması gerektiğini gösteren yüzlerce pey-
Kaldı ki bütün insanlık olarak okuyup anla- gamber gerçekliliği de hiç birimize yabancı de-
mak ve gereğini yapmakla mecbur kılındığımız ğildir. Hz. Muhammed sonrası insanlar olarak
Kur’an/ Mushafın metni, her Müslümanım di- bizim şansımız da aslında Allah’ın lütfu diyebi-
yenin özel gayret göstermediği sürece öğrenme leceğimiz şey de vahyin, mevsukiyeti konusun-
şansına sahip olmadığı bir dil olan Arapçadan da tartışmaya mahal bırakmayacak bir şekilde
müteşekkil.. Mushaf haline getirilmesidir.
Mushaf’ın metnini oluştururken farklı kı- Kur’an mesajının bugüne taşınmasının hakkı
raatler olmasının, noktalama işaretleri ve imla verilmiştir derken de Kur’an/Mushaf metni istis-
kurallarının ne’liğine dair tartışmaların nihaye- na, İslam düşüncesi diye bilinen her şeyin sahih
tinde- ki söz ve vücut diline dair her şeyin yazıya temellere dayandığını kastetmiyoruz elbette; ki
dönüştürülmesinde sorunlar olması gayet doğal zalim iktidarların siyasi kirlilikler bağlamında
bir durumdur, el yazmalarıyla ve matbaanın keş- tetiklediği tarihi tartışmaların istikametinde ge-
finin sağladığı imkânlarla çoğaltma ameliyesinin lişen bir dolu ameli ve itikadi mezhepler, tari-
evreleri de ilgilisine malumdur; ama böylelikle kat ve cemaatlere özgü kabuller de zaten bunun
arzu edilen anlamanın gerçekleştiğini kim söy- göstergesidir ve bugüne dair söylersek, benzer
leyebilir? sıkıntılar zaten bugün de an be an, ayniyle vaki
Bu süreç içinde bıraktık başkalarını, ana dili yaşanmaktadır.
Arapça olanların bile evinde/elinde Mushaf oldu- İşte İslam adına bize tevarüsen gelen ve bu-
ğunu sanmak abartılı iyimserlikten başka bir şey gün de birbirimizi “öteki” kılma pahasına tartışa
değildir. geldiğimiz mirasın/ kültürün içinden, hakkının
Üstelik okuma ve yazma kültürünün çok za- verilmediğini düşündüğümüz sahih olanı olma-
yıf olduğu zaman dilimlerinde.. yandan ayırmak görevi yine şimdinin insanına
Ama bu tür olumsuzluklar olsa da Kur’an alim ve aydınına yani Müslüman bireyler olarak
mesajının bütün insanlığa duyurulması yani hepimize düşmektedir..
41
İktibas Şubat 2011
Buraya kadar, bana göre asıl maksattan ba- sini iddia edenlerin de “öteki” kılındığı bir va-
ğımsız olmayan ama sıkıntı içeren birkaç ko- satta..
nuya değindiğimin farkındayım ve bunu bilerek Çok şükür ki bu tür iddiaların hakikatini dü-
yaptım. Kendi adıma söylersem, hakikati işaret şünüp dururken, karşılaştığımız her Müslüma-
etme anlamına gelebilecek bu tür ihsas ettir- nım diyenlerle tartışma yaparken bir arkadaşı-
meleri yaklaşık yirmi beş yıl önceden bu yana mızın vasıtasıyla, fıtratlarına yüklü melekelerin
ağırlıklı olarak İktibas Dergisindeki yazılardan hakkını vermeye çalışanların neşriyatı olan İkti-
öğrendim ben.. bas Dergisini okuma fırsatı buldum.
Başta da dediğim gibi bizim İslam diniyle O zamana dek bir dolu kitap ve dergi okuduk
bağımız doğrudan Kur’an/mushaf metnini oku- elbette ama tanışmamızdan hemen sonra abone
yarak sağlanmış değildi.. Dil açısından buna im- olduğumuz ve aylık periyotlarla merakla okudu-
kanımız da evimizde her daim okuyacağımız bir ğumuz İktibas Dergisinin üzerimizdeki etkisi el-

Kur’an mealimiz de yoktu.. bette inkar edilemez..

Birkaç kişiden ibaret, meali olanlara ise söy- Başka bir yazımızda da dediğimiz gibi, dini

lenen şey şuydu: Siz Kur’an’ı anlayamazsınız! anlamda baskın geleneği, siyasi anlamda da ha-
kim iradeyi karşısına alıp Kur’an’ın eldeki me-
Bu şartlarda toplumda Din adına her ne söy-
allerle de olsa anlaşılabileceğinin söylenmesi,
leniyorsa ve her ne uygulanıyorsa onlardan yola
bilindik fıkhi kabullerin çelişkilerinin ortaya
çıktığımız bir hakikattir ama aslında bu gerçeklik
konulması; siyasi, sosyolojik, felsefi vb. okuma-
çok da tahfif ettiğim bir durum değildir benim;
ların Kur’an ölçeğinde yapılmasının söylenmesi;
lakin elde olana iman ettik, o halde kurtulduk
özellikle ilk sayfalardaki yorum ve kavram baş-
zannına kapılmadan bilgi ve inanç anlamında en
lıklarının hakkının verilmesi, lokal ve küresel
doğruyu, en sahihi aramak koşuluyla..
siyasetin seyrinin tüm gerçeklikleriyle ideal an-
Biliyoruz ki insanı yaratan Rabbimiz, ilk an-
lamda işlenmesi; geçmiş ve güncel iktidarların
dan itibaren rahmetinin karşılığı olan vahiyle ve
yapıp etmelerinin İslam merkezli gayr-i meş-
o vahyi Hz. Muhammed dahil kendi pratikleriy-
ruluğunun ispat edilmeye çalışılmasına dair ve
le en iyi şekilde örneklendiren peygamberlerle
daha bir dolu meseleler hayran olduğumuz şey-
kullarına yol göstermiş ve böylelikle vahyi bilin-
lerdi bizim.
ci toplumların belleğine nakşetmiştir. Seçkin makaleler, söyleşiler ve adına yakışır
Yani moda tabirle DNA’larına işlemiştir. Za- şekilde bütün gazetelerden derlenmiş nitelikli
ten fıtratında mündemiç olan iyi ve kötüden iyi- köşe yazıları da hep merakımızı celbeden unsur-
ye ses veren insanlar, düşünme ve akletme me- lardı..
lekelerinin hakkını verenler de bir şekilde varlık Yine iyi hatırlıyorum, öğrendiklerimizi içinde
sebepleri, eşyanın hakikati üzerinde tefekkür yaşadığımız toplumda seslendirdiğimiz zaman
etmeye koyulurlar ki istisnalar bir tarafa bizim “öteki”ne dair bir hayli papara işitmiştik biz.
gibilerin İslamla tanışma serüveni de hep bu şe- Tabii bizim o demlerde İktibas Dergisi deni-
kil başlamıştır.. lince ilk tanıştığımız ve rahmet-i rahmana kavu-
Başlamıştır ama kadim gelenekten mülhem şana kadar hukukumuzun devam ettiği kişi ne
Kur’an’ın anlaşılmazlığının empoze edildiği, ak- yazık ki sadece Ercüment Özkan’dı..
42
İktibas Şubat 2011
tarikat, sivil toplum kuruluşları gibi yapıların
insanları tükettiğine ve kula kulluktan başka
bir şey öğretmediklerine; itikat ve amelin şerik
kabul etmediğine dair bir dolu konu başlıkları-
nı hakkınca işlemeye çalışan İktibas Dergisinin,
sahih İslam düşüncesi iddiasını seslendirenlerin
“en”lerinden olduğunu söylemem her halde mü-
balağa olmaz..
Evet, itiraf edelim, biz İslam olma sürecine
Kur’an okuyarak başlamadık; sonrasında oku-
duğumuz kitap ve dergilerin ekseriyeti de bize,
Bir keresinde, “Abi iyi de biz sadece seni
“Kur’an herkes için anlaşılabilir bir kitaptır” de-
biliyor, seni tanıyoruz, bu âlemde başka tanış-
mediler.. Okumaya çalıştığımız, araştırma niye-
mamız gereken birileri yok mu?” diye sorduğu-
tine başvurduğumuz tefsirlerin bir çoğunda da
muzda birkaç isim vermişti ama onların bazıla-
iddia edilenler farklı değildi.. O günkü şartlarda
rıyla tanışmamız, vefatının akabinde derginin
tanıştığımız alim, aydın nevinden insanların, bir
misyonu ve faaliyetleri bağlamında getirdiğimiz
kaçı istisna, dedikleri de benzer şeylerdi..
eleştirilere muhatap birilerini bulamamanın ne-
Ama özellikle İktibas Dergisi yazarlarının,
den olduğu ama aslında bizim de kabahatimiz
ama derginin o günkü başyazarının yorum ve
yüzünden uzun bir aradan sonra ancak yakın ta-
makalelerinde inadına Kur’an okuyun söylemi
rihlerde gerçekleşebildi..
hakimdi..
O uzun ara süresince dergi yine okundu, ileri
O tavsiyelerin düşün dünyamızda etkisi ol-
sürülen düşünceler yine paylaşıldı tabii ki..
madığını söylemek, bizatihi hakikati örtmektir.
Düşünsel maceramız diğer insanlar için ne
kadar bağlayıcıdır bilemem ama kendimize ve Nitekim bugünkü siyasi tavırsızlıklara tavır

içinde bulunduğumuz sosyal yapılara sorular alıyorsak eğer, ideolojik kirliliklere mesafe koy-

sormamıza vesile olan ve sonunda Allah’tan makta direniyorsak şayet, bunun en kuvvetli se-

başka bir otoriteye tabi olmama gerekliliğine, beplerinden biri geçmişten bu yana İktibas der-

Kur’an’ın dilinin Arapça, meallerin de eksik ter- gisinde yazılıp çizilenlerden öğrendiklerimizdir.

cüme olmasına rağmen karşılaştırmalı okuma- Bütün bu güzelliklerin yanında kusurlar da


larla mesajının anlaşılabilirliğine; başkalarının var elbette, tabii ki bize göre.. Nitekim yer yer
Kur’an’a dair söylediklerinin mutlak olamaya- dostlara bu kusurları ihsas ettiriyoruz yine ken-
cağına, elimine edilip ancak tavsiye olarak de- dimizce.. İstişareye ve eleştiriye açık dostlar-
ğerlendirilebileceğine; Kur’an’ı yok sayan, yok la daha iyiye doğru gitmek elbet mümkündür,
saymasa bile hükümlerini tatil etme iddiasına umudumuz da budur evvelemirde..
soyunan ideolojilere mesafe konulmasına; vah- Daha nice yıllara temennisi ile..
yin rağmına şekillenmiş siyasi parti, cemaat, Tabii ki Rabbimizin izniyle..
43
İktibas Şubat 2011

Derdi Dert Edinmek


- Muhammed Celil -
Küçük-büyük, az-çok, dermanlı-dermansız... meyen yılan, bir gün gelecek kendisinin de ca-
dertler olmak suretiyle her insanın derdi/dertleri nını yakacaktır.
mutlaka vardır. Dertlerin farklı oluşunu insanın Derdin biri gider bir diğeri gelir. Hatta yeni
amacı doğrultusundaki meşguliyetleri belirler. dertlerin gelmesi için öncekilerin gitmesine bile
İnsan vardır en büyük derdi makama, kariye- gerek yoktur bazen. Dert sahibi olmayı kimse is-
re, güzelliğe sahip olmaktır. İnsan vardır en bü- temez; bu yüzden insan tedbirler alarak, çareler
yük derdi paraya, mala, mülke sahip olmaktır. arayarak dertleri azaltmanın yollarına bakmalı-
İnsan vardır en büyük derdi yiyip, içip eğlenmek, dır.
sanal alemde vakit geçirmektir. İnsan vardır en Derdi dert edinmek, derdi ortadan kaldırmak
büyük derdi Allah’ı razı etmektir... için arkasına düşmeyi, çözümlemeyi gerektirir.
Dert, aynı zamanda hem amaç, hem meşga- Bu da insanın olgunlaşmasını/yetkinleşmesini
le/uğraş, hem de kişi ile hedefinin arasına giren beraberinde getirecektir. Tecrübeler bazen paha-
engeldir. Bu bağlamda dertsiz insanı düşünmek lıya mal olsa da, yetkinlik kazanan kişi, hayatına
mümkün değildir. Farklı ve değişen dertler var- daha bir anlam katarak sorunlar karşısında apa-
dır diyebiliriz. şıp kalmayacaktır. Tecrübelerinden istifadeyle
Akıl düşünme yetisinin merkezidir. Düşün- hikmet-i teenni ile hareket edip yanlışı en az se-
me akıllı olmasının gereğindendir. Düşünen viyeye indirerek çözümleyecektir.
insan çözüm arayan, sorgulayan, soruşturandır. İnsanın, bazen halledemediği, üstesinden
Bu duygu nemelazımcılığın, bencilliğin, kaygı- gelemediği dertleri de olması muhaldir. Bu nok-
sızlığın zıttıdır. tada bunu kendisine dert edinmekle birlikte işi
Kişi melalini dert edinmiş ise, çözümlemek yaradana havale etmek en doğrusudur. Merha-
için say-ü gayreti mutlaka olacaktır. Önemsenen met edenlerin en merhametlisi, bize gücümü-
şeylerle ilgilenmek, üzerinde durmak, çözüm zün üstünde birşey yüklememiş, bizi sorumlu
için çaba harcamak, derdi dert edinmek insan tutmamıştır.
olmanın gereğidir. Allah’a, O’nun şanına yaraşır şekilde iman
Say-ü gayreti olmayanlara dertsiz denilemez. etmeyenlerin karşısında çaresiz kalan, çok üzü-
Derde bigane kalan kişi, yaradanın kendine bah- len Peygamberimiz bu yüzden “İman etmiyorlar
şettiği aklını, idrakini ve iradesini doğru yönde diye üzüntüden kendini kahredeceksin...” (Şua-
kullanmayan, derdini savsaklayan, etrafında ra/3) ayetiyle uyarılmıştır.
olup bitenlere ve kendine karşı gözünü, gönlünü En büyük dert; asıl derdin farkında olmamak,
ve kulağını tıkayan olsa olsa “belhum adal”dır. dert edinilmesi gereken derdi dert edinmemek-
“Bana değmeyen yılan bin yaşasın” mantı- tir. Bunun farkında olanlar ise aklını, idrakini
ğıyla hareket eden sorumluluktan kaçan sorunlu ve iradesini Allah’ın istediği şekilde kullanan
insandır. Bilinmelidirki, bugün kendisine değ- insanlardır.
44
İktibas Şubat 2011
Edinilen dert, insanın kişiliğini belirler. He- Her insan dertlerin sona ermesi için gayret
defi büyük olanın derdi de hedefi oranında bü- gösterirse, dertleri kendine dert edinirse çoğu iş-
yük olur. Müslümanın en büyük derdi en büyük ler kolaylaşmış olur. Sevinçler, mutluluklar pay-
uğraşı (hatta tek derdi bile diyebiliriz) Allah’ın laşıldıkça çoğalır; dertler, kederler paylaşıldıkça
dinini yaşamak, ila edip insanlara ulaştırmak, azalır.
kısaca Allah’ı razı etmek olmalıdır. Yukarıda da değindiğimiz gibi günümüz insa-

Bu derde değer veren, verdiği değer ölçüsünde nının en büyük derdi, derdin asıl olanıyla dert-
lenmemesidir.
değer ve anlam kazanır. Değerli olan şey başka-
Duyarlı insan kendi dertlerinin yanında baş-
larına havale edilemez. Değerli olduğunu anla-
kalarının dertleriyle de ilgilenir. Olumsuzluklar
yanlar ancak kadrini kıymetini bilirler.
karşısında duyarsız kalmayı dinimiz kabul et-
Dert; oturup ağıt yakmakla, diz dövmekle
miyor (En’am/165). Bu yüzdendir ki, yüce Allah
derman bulmaz. Bu davranış ne yapacağını bi-
insanlara asıl derdi farkettirmek için sürekli pey-
lemeyen acizlerin işidir. Neyi, ne adına ve nasıl
gamberler göndermiştir (Nahl/36).
yapacağını bilenler eşyanın tabiatını doğru kav- Allah’ın bizler için en güzel insan örneği
rayıp (hikmet) onun kanununa uygun hareket et- (Kalem/4-Ahzap/21) olarak seçtiği Hz. Muham-
tiğinde derdin çözümleneceğini bilirler. Bu nok- med’in kendisine henüz vahiy gelmeden önce
tada derdimizi doğru tespit etmek zorundayız. bile içinde yaşadığı toplumun dertleriyle sürekli
Dert edindiğimiz şeyler gerçekten ben “ahsen’i ilgilendiğini biliyoruz. Çıkmaza girdiği vakitler
takvim” üzereyim diyen insanların derdi mi, Hira mağarasına çekilerek Mekke’deki insanla-
yoksa yüce Allah’ın “Dünya hayatı sizin için rın adaletsizliği üzerine kafa yorardı. Yine böyle
oyun ve eylenceden ibarettir” (Muhammed/36) bir anda ‘Eşyayı yaradanın adıyla okumak’ bü-
diye nitelendirdiği, insana ve eşyaya hiçbir fayda tün dertlerin devası olduğu kendisine bildirilerek
getirmeyen yapay şeyler mi bizim melalimiz? onu Hira mağarasına kapatan dertlerin tümü

Derdi sevmenin ölçüsü sorumluluktur. Bir derman bulmuştur. Toplumun dertleri derman
bulmuştur ama Muhammed aleyhisselam için
şey severek dert edinilmişse onu taşımak artık
başka bir dert başlamıştır. Bu dermanı topluma
ağır gelmez.
ulaştırma derdi.
Sevgili uğrunda dökülen ter, başa gelen me-
İnsanlığın her evresinde, aklını doğru çalış-
şakkat ve sıkıntılar, inşirah sağlayan uğraş oldu-
tıranlar, doğru çalıştırmayanlar için büyük bir
ğu müddetçe, yakınma, küsme olmaz. Sükünet
derttir. Aklını doğru çalıştırmayanlar da, çalış-
olur, itminan olur, huzur olur.
tıranlar için büyük derttir. Bu iki grubun insan-
Sorumluluk duygusudur derde çözüm aratan. ları birbirleriyle sürekli mücadele içindedirler.
Doğal olarak, kendimizi sorumlu hissetmediği- Kur’an buna hak-batıl mücadelesi diyor.
miz şeylere karşı kayıtsız kalmamız, bizi ilgilen- Bu mucadelede derdine sahip çıkan hak taraf-
dirmediğini düşündüğümüz meselenin semtinin tarları her zaman muzaffer olmuşlardır/olacak-
kenarından bile geçmememiz normaldir. Ancak lardır. Çünkü “Hakkın olduğu yerde batıl yok
kendimizi sorumlu hissettiğimiz derdimize sa- olmaya mahkumdur.” (İsra/81)
hiplenir, bu dert benimdir der, halimizi başkala- Allah’ın bizleri yapay dertler ile değil de, asıl
rına havale etmeyiz. dert ile dertlendirmesi umuduyla....
45
İktibas Şubat 2011

Atasoy Müftüoğlu Ağabeye Hayır Duâ


- Mehmed Durmuş -
Üniversite yıllarımın bir kısmı Erzurum’da re. Adam olmanın her çağda mümkün olabilece-
geçti. Erzincankapı Çıkmazı’nda Halis Hoca’nın ğini; adam olmamanın konjonktür hazretleriyle
üç katlı binasının orta katında, Hira Kitabevi’nin bir ilgisinin olamayacağını gösterdi.
üzerindeki sobalı evde geçen ilk yılımı unutmam ***
mümkün değil. Unutmak istesem bile, sabahları Atasoy ağabey her türlü sağlık sorununa ve
kalktığımızda banyo olarak da kullandığımız tu- önemli meşgalelerine rağmen, tam bir ‘delikanlı’
valetin iç duvarlarında oluşmuş olan iki parmak formunda yazmaya, sohbet etmeye devam ediyor.
kalınlığındaki kırağı; aynı günün akşamında Lakin o da bir insan ve bütün ‘normal’ insanları
sobada bir türlü yakamadığımız ıslak odunların üzen sıkıntılar onu da üzüyor. Atasoy ağabeyle
dumanı gibi şartların yaşattığı şenlikli günleri- yakından görüşenler bilirler ki onun bazı serze-
miz kendilerini unutturmuyor. nişleri vardır, şikâyetçidir o, ‘ümmet’ten. “Adam
Fakat bütün bu şartları bize seyranlık yapan aldırma da geç git” diyemeyenlerdendir. Hele
başka bazı güzel şeyler ve umutlarımız, heye- hele dar kalıplara hapsolmuş, dünyayı kendi ma-
canlarımız, hedeflerimiz vardı. O kırağılı evlerin ğarasından, ya da başına çektiği ceketinden iba-
orta yerinde gönüllerimizi ısıtan, buzlarımızı ret zanneden kuytu köşeler Müslümanlığından
eriten bir acayip sıcaklıklarımız vardı. Küçük oldukça bîzardır. Bu şikâyetini seslendirmekten
ahşap bir kitaplık gibi mesela. Öğrenci evimizdi de çekinmemektedir. İyi ki de şikâyet etmekte-
beni ısıtan, tarifi imkânsız bir cesaret ve hız ve- dir o.
ren bazı kitaplar vardı kitaplığımızda. Bunlardan Atasoy ağabeyin şikâyeti, aslında ümmetin
birisinin üzerinde Vakti Kuşanmak yazıyordu. suskunluğunu Rabbine şikâyet eden şehid Ah-
Yazarına ismen aşina idik ama yakından hiç gör- med Yasin’in şikâyetinin benzeridir. Suskun
memiştik. Bu, Atasoy Bey’in 1982’de yayınlan- ümmet… Sevdiklerini ‘uzaktan’ seven, bir türlü
mış olan ikinci kitabıydı. sevgisini ‘yakınlaştıramayan’; sevgisiyle malını,
Bu, Atasoy Müftüoğlu imzalı okuduğum ilk parasını, canını en yakın mesafede buluştura-
kitaptı ve o günden beri bu değerli imzaya karşı mayan ümmet… Sevgisi arttıkça büsbütün eli
bende çok güçlü bir sevgi ve saygı bağı oluştu. boynuna asılı kalan ümmet… Ağlamayı, slogan
O gündür bu gündür Atasoy Müftüoğlu ismi atmayı, küçük ayrıntılar üzerinde saatlerce bil-
benim için -pek çok insanın da olduğuna inandı- giç nutuklar çekmeyi çok iyi beceren ama iş ‘iş’e
ğım gibi- tevazuun, edebin, saygının, sadeliğin, geldi mi, “Allah versin!” diyen, kendisini bir yer-
müslümanca düşünmenin ve müslümanca yaşa- lere ‘iş’e davet eden kardeşlerine, “sen ve rabbin
manın, müslümanca cehd etmenin adeta bir nu- gidin o işi yapın!” diyen ümmet…
munesi oldu. Nice insanlar gördük, savruldular; İşte onun için merhum Ahmed Yasin,
nice elbiseler gördük, içleri boşaldı… Nice dava “Allah’ım!… Ümmetin suskunluğunu Sana
adamları tanıdık, düşmanlardan daha fazla zarar şikâyet ediyorum!” diyordu ve haykırıyordu:
verdiler davalarına. Fakat Atasoy ağabey, tevhidî “Siz ey Müslümanlar! Suskun ve aciz, helâk
koordinatlarını hiç değiştirmedi. Çoban yıldızı olmuş ölüler!” … “Bir halk yok mu? Hiç mi kim-
gibi yerini hep korudu. Umut oldu yeni nesille- se yok, Allah için ve ümmet için, namusu için
46
İktibas Şubat 2011
kızacak?” Sevgili Atasoy ağabey, dergimiz İktibas’ın
Dün Ahmed Yasin’e, bugün Atasoy Müftüoğ- 2011 Ocak sayısındaki ‘İleriye Doğru Düşün-
lu’na, ümmetin suskunluğundan şikâyetçi ol- mek’ başlıklı yazınızın son paragrafına sıkıştır-
masınlar diyebilir miyiz? Bunu demek, marufu dığınız şikâyetlerinizin tamamını -kendi adıma-
emir, münkeri nehiy ilkesinden rahatsız olmak haklı buluyorum, tamamına hak veriyorum.
olmaz mı?
Lakin orada vuzuha kavuşturulması gereken
Atasoy ağabey, o mütevazı bürosuna uğrayıp
bazı şeyler var. Değerli ağabey! İktibas okuyucu-
kapısını çalan, bir dergi yayınlıyoruz diyen her
sundan sizin yazılarınız vesilesiyle doğrudan bir
müslümana -bildiğim kadarıyla- yazı vermiş,
tepki almadığınız doğrudur ama bu sadece size
kimsenin elini boş çevirmemiştir. Çünkü o, na-
mazı, hayatı ve ölümü gibi yazma ibadetini de özgü bir durum değildir. Dedik ya, ‘suskun üm-
Allah için sürdürmek isteyenlerdendir. Bunun met’, bu ümmetin böyle bir özelliği var maalesef.
için hiç kimseden maddi bir karşılık talep etme- Tabi, yazılarınıza hiç tepki olmuyor değil. Aslın-
mektedir. Fakat o, kendisi talep etmese de, ya- da yazılarınız çok okunuyor, çok takip ediliyor.
zısını isteyen Müslümanların, onun uğraşılarını Benim yakinen bildiğim örnekler var. Birbirine
görüp, ona göre, yaptığı çalışmalara, hizmetlere muhalif birçok kesim sizin isminiz üzerinde itti-
küçük de olsa bir katkı yapmalarını da bekle- fak sağlayabilmektedir. Sizin yazılarınızı iştiyak-
mektedir. Yani, yürüttüğü faaliyetlere o suskun la bekleyen ve okuyan insanların varlığına ben
ümmet’in destek vermesini beklemektedir. Aca-
şahidim. Fakat biz Müslümanlar maalesef işte
ba onun yaptığı uğraşılar ‘fî-sebîlillah’ sayılmı-
böyleyiz. Bizler, değerlerimizin değerini, onları
yor mu ki, Tevbe suresinin 60. ayetini okuyanlar
kaybedince anlarız! Ağıtlar yakarız artlarından.
Atasoy Müftüoğlu’nu görmüyorlar. Atasoy Bey,
Sevgili ağabey! Yazdığınız yayın ne ve kime
bunu yapmadığı gibi, bilmem kaçıncı defa hacca
giden Müslümanların bu tutumlarına da koca- ait olursa olsun, sizin sesiniz, haykırışınız ke-

man kocaman ünlemler koymaktadır. silmemelidir. Daktilonuz şakırdamaya devam


Zannediyorum Atasoy ağabey ‘ümmet’in bu etmelidir. Allah sabrınızı artırsın, yüreğinize in-
gibi tutumlarından yorulmuştur. şirah versin. İşinizi müyesser kılsın. Allah yâr ve
*** yardımcınız olsun.

Atasoy Abiye (Müftüoğlu’na) Açık Mektup


Yazılarınızı izlemeye çalışıyor, tespitlerini- kalmış olabiliriz. Yazılarınız, kalabalıkların git-
ze katılıyoruz. Sizi yakından tanıyanların an- tiği yolların her zaman doğru olmadığı konusun-
lattıklarından, sizin, hayatını Kur’an’ın (doğru) da bizi ısrarla uyarmakta, ilkelere işaret etmekte
anlaşılmasına, anlatılmasına ve uygulanmasına ve bizleri güçlendirmektedir. Size yıllardır yazma
adadığınızı biliyoruz. Kitlelerin (çeşitli cemaat ve imkanı sağladığı için İktibas Dergisi’ne şükran-
siyasi gurup mensubu kimselerin) sizi şimdilik larımızı sunar, yazılarınızın devamını bekleriz.
okumayacaklarının, okusalar da anla(ya)maya- Sağlık ve huzur dileklerimizle.
caklarının farkındayız. Çeşitli zaaflarımızdan Ankara’dan bir grup İktibas okuyucusu adına.
dolayı kanaatlerimizi (size) ifade etmede yetersiz Şeref Aziz Taha
47
Bir Dergi/Kitap Alıntı

Roma İmparatorluğu’nun İdari Yapısı*

(M.Ö. yaklaşık 150) yönleri ve yürütme ile yargı erklerinin ayrılması-


Polybius (M.Ö. 200-118), Makedon yöne- nı ve karşılıklı olarak birbirlerini denetlemelerini
timinin hizmetinde çalışan, iyi eğilimli bir Ak- öngören ilkeyi açıklamaktadır.
ha’lıydı. Romalılar, M.Ö. 168’de Makedonyalı- Serhas’ın (Xerxes) Yunanistan’a geçişinden
ları mağlup ettikten sonra esir alındı. Roma’ya sonra ... ve bu dönemin ardından gelen 30 yıl
bir tutsak olarak götürüldü ve daha sonraki on boyunca, Roma’nın yönetim biçimi, daima, özel
dokuz yıl boyunca orada yaşadı. Yönetimde de- araştırma alanı olmuş konulardan biri olmuştur
neyim sahibi olması, onun hizmetlerini değerli ve bu sistem, en iyi ve kusursuz denilebilecek dö-
kılıyordu. Böylece, aralarında politikacıların ve nemini, Hannibal’le yapılan savaşlar zamanında
ordu komutanlarının da bulunduğu bazı nüfuz- yaşamıştır. Benim bu kitapta anlattıklarım, bu
lu Romalıların güvenini kazandı. Meraklı tabiatı döneme gelinceye kadar olan hadiselerdir. Bu
nedeniyle, Roma İmparatorluğumun idari ya- yüzden, Roma’nın yükselme dönemini anlattı-
pısını araştırmaya koyuldu ve bu devletin nasıl ğım bu bölümde, Romalıların, Hanya’daki yenil-
olup da dünyadaki en büyük imparatorluk hali- ginin ardından karşı karşıya kaldıkları felaketler
ne geldiğini anlamaya çalıştı. M.Ö. 150 civarın- döneminde hangi şartlar altında yaşadıklarını
da Yunanistan’a döndü ve orada Roma tarihini açıklayacağım.
yazmaya başladı. Amacı, Roma’nın kurumla- Burada bazı ayrıntılara girmediğim için, an-
rını, özellikle de idari ve askeri yapısını analiz lattıklarımın, Roma Devleti’nin sınırları içinde
ederek, Roma’nın heyecan verici yükselişinin doğmuş ve orada büyümüş olanlara biraz eksik
nedenlerini kendi ülkesinin insanlarına anlat- görüneceğinin bilincindeyim. Çünkü çocukluk-
maktı. Bu yüzden Tarih’i, Yunanca kaleme aldı. larından beri bu devletin işleyiş kurallarına ve
Polybius, Romalıların düzenlediği birkaç askeri kurumlarına aşina oldukları ve bu yüzden de,
sefere bizzat katıldı; çünkü tarihçinin, yazdığı bu devlet hakkında tam bir bilgiye sahip olup,
konular hakkında doğrudan deneyimleri olması onu meydana getiren bütün unsurları bizzat
gerektiğine inanıyordu. Yunanistan’a döndükten tecrübe ederek tanıdıkları için, benim burada
sonra yazdığı Tarih adlı eserin ilk bölümlerini anlattıklarım, onları tatmin etmeyecektir ve
Pön Savaşları’na ayırdı. Fakat kitapta, belli başlı önemsiz gördüğüm ayrıntıların tamamını kita-
Roma kurumlarının anlatıldığı bahisler de vardı. ba almamı isteyeceklerdir. Yani yazarın önemsiz
Polybius, eserinde, bizzat yer aldığı olayların da gördüğü konuları bilerek esere almadığını dü-
aralarında bulunduğu, uzak ve yakın geçmişte şünmeyecekler, bilakis onun, pek çok hadisenin
yaşanmış hadiseleri anlattı. Polybius, aşağıdaki kökenlerini ve son derece önemli bazı hususları
pasajda, Roma’nın idari yapısının güçlü olduğu bilmediği için sessiz kaldığını düşüneceklerdir.
48
İktibas Şubat 2011
Bu ayrıntılara girmiş olsaydım, bunların önem- da, idari yapı, aristokrasi gibi görünür; kitlele-
siz ve saçma konular olduğunu düşünerek, an- rin gücüne bakıldığında da, tam bir demokrasi
lattıklarımı gereksiz bulacaklardı. Ama bunları olarak görünür. Her bir unsurun denetiminde
kitaptan çıkarınca, bu kez de, yazardan daha çok bulunan devlet kurumlarının yapısı, geçmişte
biliyormuş gibi görünmeyi istedikleri için, san- de bugün de (birkaç değişikliğe rağmen) aşağıda
ki çok önemli konular imiş gibi bunların esere açıkladığım şekildedir:
alınmasını isteyeceklerdir. O halde, iyi bir eleş- Konsüller, lejyonların başına geçip onla-
tirmen, yazarların atladıkları yerleri kurcalaya- rı şehirden çıkarmadan önce, Roma’da, kamu
rak onlar hakkında hüküm vermemeli, bilakis işlerinin tamamı üzerinde yetkidirler. Çünkü
anlattıklarını esas alarak onları yargılamalıdır. tribünler hariç, öteki bütün yöneticiler onların
Eğer anlatılanlarda herhangi bir yanlış bulursa, emri altındadır ve onlara itaat etmekle yüküm-
yazarın atladığı konuların, onun cahilliğini gös- lüdürler. Sefirleri Senato’ya takdim edenler de
terdiği sonucuna varabilir. Ama yazarın anlattığı onlardır. Ayrıca, önemli meselelerde Senato’ya
her şey doğruysa, o zaman da, yazarın bilgisizlik- danışan, Senato’nun aldığı kararların gerekle-
ten dolayı değil, bilinçli bir şekilde bu konularda rini en ince ayrıntısına kadar yerine getiren de
susmayı tercih ettiğini kabul etmelidir. konsüllerdir. Yine, halkın idaresine bırakılmış
Bu hatırlatmayı, yazarların eserlerini samimi devlet işlerinin icrası da konsüllerin görevidir;
bir şekilde eleştirmekten çok, onlarda sürekli meclisleri toplantıya çağırma, alınan önlemleri
kusur arayanlara yapıyorum... uygulamaya koyma ve halkın iradesini yansıtan
Anlattığımız konu hakkındaki onaylayıcı kararların icrasına başkanlık etme sorumluluğu
veya suçlayıcı ifadelerin değerini, o anki şartların da onlara aittir. Savaş hazırlıklarının yapılması
ne ölçüde dikkate alındığı belirler (Yazarların en ve muharebe sırasında ordunun sevk ve idare-
etkileyici ve doğru fikirleri, şartlar değiştiğinde sine gelince, bu konulardaki yetkileri neredeyse
ve bu değişen şartlara uygulandıklarında, çoğu sınırsızdır; çünkü istediklerini müttefik olarak
defa, sadece kabul edilemez olarak görünmekle seçebilme, askeri tribünler atama, asker toplama
kalmaz, bilakis büsbütün kırıcı ve saldırganca ve askerliğe en uygun olanları seçme yetkileriyle
görünürler...). donatılmışlardır. Keza, cephedeyken, emirleri al-
Yukarıda sözünü ettiğim üç yönetim şeklinin tında bulunan herhangi bir kişiyi cezalandırma
her biri, Roma devletinin idari yapısında pay sa- hakları olduğu gibi, devlet hazinesinden uygun
hibidir. İdari yapının oluşumunda ve sonrasında gördükleri miktarda harcama yapma yetkisine
da işleyişinde, bu üç unsurdan da, her bakımdan de sahiptirler. Seferdeyken yanlarında bulunan
öylesine doğru ve uygun bir şekilde yararlanıl- sadık bir defterdar da bu emirleri derhal yerine
mıştır ki, bu topraklarda doğup büyümüş birinin getirir. Yani, idari yapının sadece bu kısmına ba-
bile, bu sistemin, esas itibarıyla aristokratik, de- kıldığında, haklı olarak, bunun tam bir monarşi
mokratik veya monarşik özellikte olup olmadı- veya krallık olduğu söylenebilir. Burada dikkati-
ğına kesin olarak karar verebilmesi mümkün de- nizi şu noktaya çekmek isterim ki, şu an üzerin-
ğildir. Bu tür bir zorlukla karşılaşmak, gerçekten de konuştuğum bu hususlarla veya başkalarıyla
de doğaldır. Çünkü konsüllerin yetkileri dikkate ilgili olarak bugün veya ilerde ortaya çıkabilecek
alınırsa, idari yapı tamamen monarşi ve krallık herhangi bir değişiklik, burada ortaya koyduğum
gibi görünür; Senato’nun yetkilerine bakıldığın- görüşlerin doğruluğunu hiçbir şekilde etkilemez.
49
İktibas Şubat 2011
Senato’ya geçelim. Senato, ilk olarak, ida- de olduğu ve en önemlisi de, bütün gelirler ve
resinden sorumlu olduğu hazinenin, bütün ge- harcamalarla ilgili işleri Senato’nun idare ettiği
lirlerin ve harcamaların kontrolünü elinde bu- göz önünde bulundurulduğunda ve yine konsül-
lundurur. Çünkü konsüllere yapılan ödemeler lerin, teçhizat ve askeri harekatın yürütülmesi
dışında, Senato’nun aldığı bir karar olmaksızın, konusunda sınırsız yetkiye sahip oldukları göz
defterdarların en küçük bir harcama yapmaya önüne alındığında, doğal olarak, insanın, yöne-
izinleri yoktur. Diğerlerinden daha fazla tutan timde halka bırakılan rolün ne olduğunu sorası
ve daha önemli olan bir harcama kalemi (yani geliyor. Ancak yine de halkın bu sistem içinde
binaların yapımı ve onarımı gibi kamusal işlerle bir rolü, hem de çok önemli bir rolü vardır. Nite-
ilgili olarak sansörlerin her beş yılda bir yaptığı kim krallıkları ve devletleri, daha doğru bir ifade
harcamalara -ki Senato tarafından sırf bu amaç ile, genel olarak toplumları bir arada tutan tek
için sansörlere tahsis edilmiştir- ayrılan ödenek) bağ olan şeref ödülleri ile payeleri verme ve ceza-
bile, Senato’nun kontrolü altındadır. Benzer şe- ya çarptırma hakkı sadece halkındır. Öyle ki bu
kilde, İtalya’da işlenen ve amme tahkikatı gerek- payelerin hakça dağıtılmadığı veya hakka riayet
tiren ihanet, fitne çıkarma, zehirleme ve suikast edilmesine rağmen, unvan ve paye dağıtımının
gibi suçları yargılama hakkı da Senato’nun elin- yanlış uygulandığı yerlerde, hiçbir işin gereğin-
dedir. Ayrıca İtalya’daki herhangi bir özel şahıs ce yürütülmesi mümkün değildir. Gerçekten de,
veya topluluğun hakem kararı ile yargılanma ta- iyinin kötüden ayırt edilmediği bir yerde, işler
lebi varsa ve gerçekten de haksızlığa uğradığı ge- gereğince idare edilebilir mi? Bu yüzden, suçla-
rekçesiyle tazminat talep ediyorsa veya yardıma nan kişi en üst makamı işgal etse bile, suçlula-
yahut korumaya ihtiyacı varsa, bütün bu mese- rın para cezasına çarptırılabildiği pek çok dava-
lelerle Senato ilgilenir. Gerek anlaşmazlıkları çö- nın tahkikatını yürütme hakkı halkındır. Ayrıca
züme bağlamak, gerekse de dostça tavsiyelerde halk, ölüm cezası gerektiren suçları soruştura-
bulunmak veya gerçekten de talepleri dayatmak bilen tek yargılama merciidir. Bu suçlarla ilgili
ya da teslim olmak isteyenlerin taleplerini kabul olarak halkın takdire değer bir uygulaması vardır
etmek yahut da savaş ilan etmek amacıyla, İtal- ki, bundan bahsetmemiz gerekir. Öteden beri ge-
ya dışındaki ülkelere gönderilen bütün sefirlerin çerli olan bu uygulamaya göre, ölüm cezasıyla
iletecekleri mektuplarla da bizzat Senato ilgile- yargılanan kişiler, suçlu bulundukları taktirde,
nir. Aynı şekilde, Roma’ya gelen sefirlerin ne şe- ülkeyi terk etme hakkına sahiptirler. Bu yüzden,
kilde kabul edileceğine ve onlara verilecek ceva- jüride bulunanlardan bir kişi dahi kararını he-
bın ne olacağına da Senato karar verir. Bütün bu nüz beyan etmese bile, bu kişiler, gönüllü ola-
işlerle Senato ilgilenir; halkın bu konularla bir rak kendilerini sürgün cezasına çarptırabilirler.
ilgisi yoktur. Burada da yine aynı durum söz ko- Bu tür sürgün cezaları, Napoli, Praeneste, Tibur
nusudur: yani, Roma’da ikamet eden birisi için, ve diğer federal eyaletlerde (civitates foederatae)
konsüllerin yokluğunda, idari yapı, tamamen güvenli bir şekilde uygulanmaktadır. Layık ola-
aristokratik görünebilir. Ve onları ilgilendiren na, bir devletteki en soylu erdem ödülü olarak
bütün işleri Senato idare ettiği için, pek çok Yu- memuriyete atama ihsanını bağışlayan da yine
nan devletinin ve kralın kanaati de bu yöndedir. halktır. Halkın kanunları onaylama veya reddet-
Bundan sonra, bahsettiğim önemli konu- me yetkisi vardır ve hepsinden daha önemlisi de,
ların tamamında kontrolün Senato’nun elin- savaş ve barışla ilgili sorunları müzakere etme
50
İktibas Şubat 2011
hakkı vardır. Dahası, ittifak kurmak, barışın çok uzaklarda olsalar bile, en çok onların gönlü-
şartlarını belirlemek ve antlaşmalar imzalamak nü hoşnut etmeye özen göstermelidirler. Çünkü
söz konusu olduğunda, bütün bunları onaylayan daha önce de söylediğim gibi, barışın şartlarını
veya reddeden merci, halktır. Bu nedenle, yine veya imzalanacak antlaşmaları onaylayan veya
bu duruma bakarak, idaredeki en büyük payın iptal eden merci, halktır. En önemlisi de, kon-
halka ait olduğu ve rejimin demokratik olduğu süller görevi bırakırken, icraatlarının hesabını
rahatlıkla söylenebilir. halka vermekle yükümlüdürler. Bu nedenle,
Siyasal gücün devletin farklı kesimleri ara- konsüllerin, hem Senato’nun hem de halkın rı-
zasına önem vermemesi, onlar için birçok açı-
sında nasıl paylaştırıldığını gösterdikten sonra,
dan risklidir.
artık bu üç parçanın her birinin, istemesi halin-
Yine, böylesi büyük yetkileri olan Senato da,
de, nasıl diğerlerinin işine karışıp onların elini-
ilk önce, kamusal işlerde halkı önemsemek ve
kolunu bağlayabildiğini yahut da nasıl birbirle-
halkın isteklerine saygı göstermek durumunda-
riyle eşgüdüm içinde çalışabildiklerini açıklaya-
dır. Ayrıca Senato’nun Kararı (senatus consul-
bilirim. Konsül, bahsettiğim yetkileriyle donatıl-
tum) halk tarafından onaylanmadan, Senato,
mış olarak ordusuyla birlikte sefere çıktığında,
devlete karşı işlenmiş ve ölüm cezası verilebile-
gerçekten de, her konuda, amacını gerçekleştir- cek en ağır ve büyük suçlarla ilgili soruşturmala-
mek için gerekli olan mutlak yetkiye sahipmiş rı yürütemez ve bunlara ilişkin cezaları uygula-
gibi görünür ama aslında halkın ve Senato’nun yamaz. Aynı durum, Senato’yu doğrudan ilgilen-
desteğine ihtiyaç duyar; onların onayı olmadan diren konular için de geçerlidir. Çünkü herhangi
da, askeri harekatı durdurma kararı alamaz. biri, Senato’nun, bazı geleneksel yetkilerinin
Çünkü lejyonlar sürekli erzak tedarikine ihtiyaç elinden alınması veya senatörlerin öncelik hak-
duydukları için, Senato’nun rızası olmadan, bu kının ve diğer ayrıcalıklarının ilga edilmesi ya-
birliklere ne zahire ne giyecek gönderilebilir ne hut da özel servetlerinden kısıntıya gidilmesini
de askerlerin aylıkları ödenebilir. Öyle ki, eğer gerektiren bir yasa teklifi getirirse, bu yönde bir
Senato bu konularda kasıtlı olarak ihmalkar ve karar alınmasına veya önerinin reddine karar ve-
ketum davranmayı seçerse, komutanın planları recek olan ancak halktır. En önemlisi de, tribün-
hepten boşa çıkabilir. Bir generalin, düşündükle- lerden tek bir tanesinin bile karşı çıkması duru-
rini ve planlarını tamamıyla uygulamaya geçirip munda, Senato, bir konuda son kararı veremez;
geçiremeyeceği de Senato’ya bağlıdır. Çünkü gö- hatta oturumları başlatma ve yürütme imkânını
rev süresi dolduğunda, onun yerine başkasını ge- bile bulamaz. Bu noktada, tribünlerin, daima
çirme hakkı da, görevinde kalmasına karar ver- halkın iradesi ve arzuları doğrultusunda hareket
me hakkı da Senato’ya aittir. Yine, bir generalin etmek zorunda olduğu hususuna dikkat edilme-
zaferlerini aleyişlerle kutlama ve onu taltif etme lidir. İşte bütün bu nedenlerden dolayı, Senato,
yetkisi de, bu başarıları yok sayma ve küçümse- kitlelerden çekinir ve halkın iradesine karşı, is-
me yetkisi de Senato’dadır. Çünkü Senato rıza ter-istemez, duyarlı olmak durumundadır.
göstermedikçe ve gerekli ödemeleri yapmadık- Benzer biçimde, halk da Senato’ya itaatkar
ça, zafer töreni adını verdikleri ve generallerin olmalı ve hem aleni olarak hem de gıyaplarında,
kazandıkları başarıları kendi memleketindeki Senato üyelerine saygı göstermelidir. İtalya’nın
vatandaşlarıyla paylaştıkları geçit alayları, gere- her bölgesinde, kamu binalarının yapım ve ona-
ğince organize edilemez ve hatta bazen hiç ya- rımıyla ilgili ve her birini tek tek saymanın kolay
pılamaz. Halka gelince, konsüller, yurtlarından olmayacağı pek çok sayıda iş, sansörler tarafın-
51
İktibas Şubat 2011
dan üstlenici firmalara verilmektedir. Bundan imkânsızdır. Zira dışarıdan yönelen ortak bir
başka, yolculuk yapmaya uygun nehirler, liman- tehlikeden dolayı uyum içinde hareket etmek ve
lar, bağlar ve bahçeler, madenler, araziler gibi birbirlerini desteklemek zorunda kaldıklarında
pek çok şey de (aslında, Roma mülkünün par- devletin gücü öylesine büyür ki, herkesin, o an
çasını oluşturan her şey) kiraya verilmektedir. ortaya çıkan ihtiyacı gidermek için birbirleriyle
Bu işlerin tamamının idaresi, halkın sorumlu- kıyasıya rekabet etmesi yüzünden, yapılması ge-
luğundadır ve her bir kişinin, bu sözleşmelerle rekenlerin tümü tastamam yerine getirilir. Hep-
ilgilenme ve taahhüt edilen işleri kontrol etme si, üstlendikleri görevi layıkıyla başarmak adına
hakkı vardır. Çünkü bazı insanlar, işi doğrudan her bakımdan eşgüdüm içinde çalıştıkları için,
sansörlerden alırlar; bazıları, bu alıcıların or- yanlış bir kararın uygulamaya konulması müm-
taklarıdırlar; bazıları onlara kefil olurlar; öteki kün değildir. Sonuç olarak, idarenin bu kendine
bazıları ise kendi servetlerini bu maksatla dev-
özgü yapısı yüzünden, devlet, istediği her şeyi
lete rehin verirler. Ve bütün bu işlerde, en son
elde etme noktasında karşı konulmaz bir güce
söz Senato’nundur. Senato, süre uzatımında
sahip olmaktadır. Yine dışarıdan gelen tehdidi
bulunabilir; bir iş kazası olması durumunda,
başlarından savdıktan ve başarılarının hasadını
müteahhidin sıkıntısını giderebilir. İşin bitiril-
devşirip bolluğa ve nimetlere boğulduktan sonra,
mesinin tamamen imkânsız olduğu anlaşılırsa
bu bolluk yüzünden şımarıp (ki gerçekten çoğu
da, müteahhidi o işten azad edebilir. Bütün işler
kez böyle olur) yağcılık, tembellik, aşırı büyük-
Senato’ya havale edildiği için, aslında, Senato,
lenme ve zorbalık illetlerine kapılarak çürüme
birçok yolla, kamu mülkünün idaresini üstle-
emareleri gösterdikleri zaman, özellikle de bu
nenleri nemalandırabilir veya zarara uğratabilir.
evreden sonra, yakalandığı hastalıktan kurtul-
Daha da önemlisi, vatandaşlarla ilgili kamusal
veya şahsi davaların çoğuna bakan yargıçların mak için bizzat devletin bir çare bulabildiğini

(ki bu davalarda büyük çaplı çıkar mücadeleleri görüyoruz. Çünkü diğerlerinden daha fazla bü-

olur) Senato’nun üyeleri arasından atanıyor ol- yüyen bir parça, üstünlüğü ele geçirmek istediği
masıdır. Öyle ki davanın kendi lehlerine sonuç- ve devlete hakim olma eğilimi gösterdiği zaman,
lanacağından emin olmayıp Senato’nun merha- yukarıda bahsettiğim nedenlerden dolayı (yani
metine sığınmış olan bütün vatandaşlar, karar üçünden hiçbirinin mutlak gücü olmadığı ve bi-
alma sürecine karışmaktan veya alınan kararla- rinin niyetlendiği işi diğerleri engelleyebildiği ve
ra itiraz etmekten çok çekinirler. Benzer şekil- bozabildiği için), hiçbiri, diğerlerine tahakküm
de, vatandaşların hepsi, konsüllerin projelerine edecek şekilde büyüyemez veya onlara, aşağıla-
itiraz etmekten de kaçınırlar. Çünkü onlar dış yıcı muamelede bulunamaz. Aslında, hepsi, bir
göreve çıktıklarında, herkes, her bakımdan onla- bakıma statükonun (statü quo) unsurudurlar.
rın emri altındadır. Çünkü düşüncesizce girişilen bir aşırı hareket,
İdari yapının her bir parçası, diğerlerine mani kesinlikle kontrol edilir ve başlangıçtan beri, her
olma yahut da onlarla eşgüdüm halinde çalış- bir unsur, bir işe kalkışacağı zaman, diğerlerinin
ma imkânına bu şekilde sahip olduğu için, bu müdahil olabileceği korkusuyla hareket eder...
parçaların birlik halinde çalışmaları durumun-
* Batı’nın Kaynakları-Batı Medeniyeti Okumaları (Sour-
da, aniden ortaya çıkan her türlü zorluğun üs-
ces of the West), Mark A. Kishlansky, Çev. Dr. M.Kürşad
tesinden kolaylıkla gelinebilmektedir. Bu yüz- Atalar, Cilt 1, Açılım Kitap, 1. Baskı, Kasım 2009, İstanbul,
den, bundan daha iyi bir siyasal sistem bulmak sayfa 151-158.

52
Sanat Edebiyat

Deniz Yıldızı Misali


- Mustafa Atav -
Şimdiye dek o hastane benim bu hastane derken altından kalkacağı bir rakam çıkmıyordu
senin dolaştı durdu ve asistanlara, uzmanlara, ortaya..
doçent unvanlı doktorlara bir çok kez muayene Ne yapsaydı?
oldu.. Birinden borç istese, geri ödemesi mümkün
Lakin bir türlü hastalığına çare bulunamadı. değildi..
Ağrıları her geçen artıyor, yürümekte daha bir Birikmiş parası, satacak arsası, tarlası da yok-
zorlanıyordu..O yüzden, bu sefer özel muayene tu..
için profesörden, namı diğer “hoca” dan rande- Çocukları ise zaten kendilerine zor bakıyor-
vu aldı..Ücretini yatırdı vezneye ve sırası gelince
lardı..
hocanın önce el yordamıyla muayenesinden geç-
Onlara da yük olmak istemiyordu ki!..
ti ve sonra bir dolu tetkikler!..
Ve “Hele bir düşünelim hocam!” diyerek
Sırada bekleyenler çoktu, öyle diyorlardı, ha-
terk etti hastaneyi..
liyle görüntülü olanların bir kısmı için bir ay
Ağrılar eşliğinde yürümekte zorluk çekerek…
sonraya randevu verildi.. Eğer ücretli tetkik yap-
Ve “Hani hastalar artık mağdur edilmeyecek-
mayı göze alırsa hemen öğleden sonraya, en geç
ti, hani üniversite hastaneleri ve özeller herkese
yarına tetkik yapılabilirdi ama hocaya para, MR,
açıktı?
şu bu çekimine para derken zorlanacaktı!..
Yalan değil açık ama paran varsa!”..
Çaresiz bir ay sonrasına razı oldu ve vaktinde
Diye söylene söylene!
sonuçları alarak hocaya gösterdi..
???
Laboratuar değerleri iç açıcı değildi ve “Hoca
Vücudunda tuhaf belirtiler vardı, şüphelen-
ameliyattan başka bir çaremiz yok, bu ameliyatı
da ancak ben yapabilirim, iki bin beş yüz lira- mişti ve aile doktorunun teşvikiyle kan değerle-

yı göze alabilirseniz derhal tedaviye başlayalım! rine bakılmıştı ve çıkan rakamlar kanseri işaret

Tabii bu arada kullanılacak protezin kalitesi iyi ediyor gibiydi..

olsun derseniz ilave para vermeniz de gereke- Daha emin olmak için ileri tetkikler yapılma-

cek..” dedi.. sı gerekiyordu. Uzun soluklu randevular, daha


Tabi anında düşünmeye başladı!.. daha emin olmak için başka laboratuar bulguları
Neticede altı üstü bir emekliydi.. derken kemoterapiye karar verildi..
Aldığı maaş neydi ki? Her bir uygulaması dayanılması zor acılarla
Özel muayene parası, hastane yaşadığı yere tekrarlanan altı aylık kürün neticesinde labora-
bir hayli uzak, git gel yol parası sair masraflar tuar sonuçları yine arzu edilen seviyelerde değil-
53
İktibas Şubat 2011
di ve radyoterapi son çareydi ve derhal bir aylık Sabah akşam beynini yıkayan (güya) sağlık
kür zamanı belirlendi..Onun için de ayrı hocaya programlarından anladığına göre her biri potan-
göründü, tetkikler yapıldı ve derken yine ıstırap- siyel hastaydı; ya onlardan biri de benzer süreci
lı, acı ve kahır dolu bir sürecin içine girdi.. yaşayıverirseler ne yapardı!
Aslında malum rahatsızlığı daha hızlı ve Nasıl öderdi borç niyetine aldıklarını?
daha ileri yöntemlerle tedavi edecek özel hasta- “Şimdilik hastalığımızın üstesinden geldik

neler vardı ama sosyal güvencesi olsa da dünya ya..

dolusu para istiyorlardı!.. Buna yardım eden Allah, sonrasına da yar-

Nitekim başkalarından öğrenmişti.. dım eder..

Evini barkını, tarla, arsa nevinden nesi var- Biz şükür etmesini bilelim hele!”..

sa satan, hatta bankalardan kredi çekenler bile Diye teselli etmeye koyuldu kendini..
Hükümetin ileri gelenlerinin ikide bir mağ-
vardı..
dur edebiyatı içeren söylemlerini “Cık cık cık!”
Yeter ki can sağ olsundu!..
sesleri eşliğinde sesli olarak terennüm ederek!
O şanslıydı, öyle kabul ediyordu kendini..
???
Tedavi gördü ama sık aralıklarla gidip gelir-
Bir tek çocuğu vardı..Mesai saati nedir bil-
ken, her muayene oluşunda hocaya para filan
meden yıllarca usta olarak çalıştı birilerinin ya-
derken dünya dolusu para harcadı..
nında..
“Nüks”lerin yani tekrarların, daha ilerisi me-
Aldığı ücret “Eh!”, denilecek cinstendi, öldür-
tastazın önünü almak için önce aylık, sonra üç
müyordu ama süründürmüyordu da..
aylık, altı aylık ve yıllık derken hocaya kontrole
Ümitliydi, çocuğunu okutacaktı, kendisi gibi
gelmesi gerekiyordu, bu da ekonomik olarak üs-
zorluklar çeksin istemiyordu..
tesinden gelmekte zorlanacağı bir külfet demek-
Teşvik etti, ekonomik şartlarını zorladı,
ti..
“Sahi bu okullar niye var, niye çocuklarımız gön-
Çocuğu üniversiteyi bitirememişti, diğer ço-
derdik ki oralara?” diye söylenerek dershaneye
cukları da henüz yolun başındaydılar..
gönderdi..
Sıradan bir memurdu, aldığı maaşla zaten zor Ama yürümedi, başarılı olamadı oğlu üniver-
geçiniyordu.. site imtihanında !..
Hastalığı şimdilik uyutulmuştu ve şükredi- Madem öyle hiç olmazsa güvenlik görevlisi
yordu haline ama surda bir gedik açılmıştı ve iyi olması için boyunu aşan bir ücret vererek mes-
biliyordu ki çocuklarını hayata alıştırmaya zor- lek edindirme kursuna gönderdi..
lanacaktı.. Meslek lisesini bitirmemişti, eli işe yatkın
Dara düşmüştü bir kere, hadi bir dostundan değildi, kocaman adamdı, neyapsaydı?
yardım istedi ama ya sonrası?.. Araya yerel siyasetten adamlar koydu, so-
Yaşamın daha ne getireceği ve ne götüreceği nunda bir taşeron firmada iş buldu ve çalışmaya
belli değildi ki! başladı oğlu ama aldığı ücret komikti, üstelik za-
Eşi ve çocukları vardı.. manında da alamıyordu..
54
İktibas Şubat 2011
Evlenecekti, hayata dair bir takım beklen- Lakin çözüm nerede?
tileri vardı. Lakin aldığı ücretle bu mümkünde “İşçimizi, memurumuzu; fakir fukara, ga-
değildi ki! rip gurabamızı enflasyona ezdirmedik, işsizlik
Askerliğini yapmıştı ve yaşı geçmek üzereydi, sorununu eskiye oranla çok çok azalttık, gayr-i
asgari ücretle de olsa evlenmeliydi.. safi milli hâsıla şu kadar ve birçok Avrupa ülke-
Kız istediler haliyle.. sini de geride bıraktık!... “ şeklinde iktidar sa-
İyi hoş da Kolay mı evlenmek? hiplerinin dedikleri geldi aklına ve derinden bir
Neler istenmiyor ki? “Elhamdülillahhhh!” çekiverdi!
Zamlanma konusunda rekor üstüne rekor ???
kıran bilezik, yüzük, kolye gibi altın takı istekle- Zanaatkardı, işinin uzmanıydı yani..
rinin üstesinden nasıl gelinecekti? Sermayesi yoktu, sağdan soldan aldıklarıyla
Beyaz eşyayı, mutfak gereçlerini, evin diğer
tamirhane açtı kendine..
ihtiyaçlarını sayamıyordu daha!
İşleri fena değildi, dükkan küçük gelmeye
Temel ihtiyaçlar listesi kabarık, nişan mas-
başlamıştı ve biraz daha büyümek istedi..
rafını da düğün harcamalarını da önceden kes-
Üç çocuğu vardı çünkü; onları dershanelere
tirmek zor..
gönderip okutmak istiyordu ve gönderdi de..
Aman aman bir maaş almıyordu ki oğlunun
Olmayınca olmuyor ve denediler birkaç yıl ve
tüm masraflarını karşılayabilsin!
okuyamadı çocuklar..
Ki öğrenim gördükleri bölüm zaten arzu et-
Yardım talebinde bulunsa, dostundan, arka-
tiklerinden değildi..
daşından; insanlar ondan daha züğürt, kim ve-
Tutturamamışlardı hayallerindeki üniversi-
recek ki?..
teyi ve branşı..
Kızsa da oğluna, öfkelense de yer yer oku-
Madem öyle, geç kalınmıştı ama usta olsun-
madı, dershane masraflarının hakkını veremedi
lar diye yanına aldı evlatlarını, canlarıydı onlar,
diye, zamanı geri döndüremez ki?
sokağa salacak hali yoktu ya!
Eli mahkum, evlat onundu, biteviye destek
çıkmalıydı.. Ama bu ara giden gitti, sağa sola borçlanıldı..

Hadi düğünü bir şekilde yaparlardı, tamam Yani evdeki hesap uymadı çarşıya, tutunmak

da asgari ücretle hem de kiralık evlerde, her gün için sanayide, borç üstüne borç aldı..

yeni bir zammın “Flaş-şok!” spotlarıyla haber Ödeyemedi borçlarını, başkalarından isteme-

yapıldığı bir vasatta nasıl geçineceklerdi? ye yüzü tutmadı..


Kendisi de ustaydı sonuçta, yaşlanma modu- Bankalar bekliyordu kredi vermeye ve son
na girmişti, gücü tükeniyordu, öyle de olsa elden çare kefillerle esnaf kredilerine yöneldi..,
ayaktan kesilinceye kadar çalışmak zorundaydı İçi buruktu;çünkü en son düşünebileceği bir
artık.. şeydi bankalara başvurmak..
Düşün babam düşün, diye söylenerek düşü- Ve son çabası da bereket doğurmadı, derken
nüyordu da aynı zamanda.. haciz, derken cezaevi yolları gözüktü..
55
İktibas Şubat 2011
Kurtuldu bir şekilde, şimdi kıt kanaat geçin- Seracılık, ziraat mühendisliği, tarih öğret-
meye çalışıyor ama çocuklar yetişkin ama asker- menliği için tahsis edilen kadro yok denecek ka-
lik görevlerini ifa etmediler daha ve evlilik gibi dar azdı..
bir dolu sıkıntıya gebe işler bekliyor onu.. Beş yıl geçmişti aradan, her seferinde KPSS’ye
Düşünüyor her daim; “Esnafımızı mağdur giriyor ve puanlarını artırıyorlardı ama mezun
etmedik, vergi yüklerini azalttık, artık yarınlar sayısı çoğaldığı için şansları daha da azalıyor-
daha emin!” diyen hükümet yetkililerin iddiaları du…
eşliğinde!.. Arkadaştılar, haberleşiyorlardı birbirleriyle ve
Ve “İyi de kardeşim, bu gayr-i safi midir ne- yeni bir sınava hazırlanıyorlardı..
dir, bu paradan bana niye bir pay düşmüyor? O kadar da basiretsiz değildiler, ailelerine yük
Vergiler azaltılmışmış! Öyleyse çalıştığım olmamak için ilgisiz işlerde çalışıyorlardı, çare-
halde niye borçlandım, niye iflasın eşiğinden siz yok paraya mahkum olarak..
döndüm ben?” gibi daha bir dolu sorular sora- Zaten yıllardır ailelerine yük olmanın ezikli-
rak! ğini yaşıyor ve üzülüyorlardı..
Yalnız kendisi olsa, diyecek “Hadi ben işi Denildiği gibi gerçekten iş vardı ama nerede
bilenlerden değildim, beceriksizdim filan ama ve hangi koşullarda bunu hiç sorgulayan yoktu?
daha onlarcası, Türkiye genelinde binlercesi var! ”Nasıl olsa işsizler ordusu var, bana ayak iş-
Peki, Onlara ne demeli?”.. lerimi görecek eleman mı yok!” diyen esnaflar,
??? küçük büyük ölçekli işletmeler, devletin insanı-
Bir vakitler üniversite öğrencisiydiler, üç ar- nı köleleştirmek için araç olarak kullandığı mü-
kadaştılar; biri iki yıllık meslek yüksek okulu- teahhitler, taşeronların ilanları ortalık yerlerde!..
nun seracılık bölümünde, diğeri Ziraat mühen- Bir de ayak çekiyorlardı; “cv,ni bırak, biz sana
disliğinde, bir diğeri de tarih öğretmenliğinde sonra döneriz, referansın var mı, daha önce bu
okumuşlardı.. işi yaptın mı, tecrübeli misin, birkaç ay deneme
Ailelerinden gelen üç kuruş parayla ve geri süremiz var, ona göre!” şeklinde..
ödemeli burslarla idare etmeye çalışmışlardı.. Sigortasız çalışmışlardı, aldıkları ücrete ve
Güç bela sonunda mezun olmuşlar ama bu mesai koşullarına zaten itiraz hakları yoktu..
sefer de KPSS diye bir sınav bariyeri çıkmıştı ön- Az biraz mızmızlandıklarında kapıyı gösteri-
lerine.. yorlardı; öyle ya, korkuları yoktu patronların, bir
Üniversiteye girebilmek için zaten birkaç yıl dolu cv ellerindeydi, sırada bekleyenler çoktu,
dershaneye gitmişlerdi, naçar başarılı olmak için niye tasa etsinlerdi ki?
yeniden KPSS eğitimi veren kurslara gittiler.. Bir ara sosyal paylaşım araçlarıyla dertleştiler
Rekabet şiddetliydi ve girdikleri sınavdan al- birbirleriyle, üçünün de kulaklarında çınlıyordu
dıkları puanlar istedikleri düzeyde değildi.. iktidarın başındakilerin şu vaatleri: “Her ile bir
En kötüsü de branşları ile ilgili kontenjan üniversite sloganıyla yola çıktık, çağdaş toplum-
sorunu vardı.. lar seviyesine ulaşmak konusunda kararlıyız.
56
İktibas Şubat 2011
Bizden sonraki kuşak daha da eğitimli olacak, İyi de “Niye iktidardalar kardeşim?” diye sor-
aydınlık yarınlar bizi bekliyor! Her insanımızın mak hakkımız yok mu?
bir diploması ve işi olacak!”.. Madem iktidardalar, madem türlü vaatler
??? verdiler, bütün bu gerilimlerin meydana getirdiği
Umarım basit kaçmamıştır, kahramanları- fırtınadan dolayı karaya vuran denizyıldızlarının
nın her biri “denizyıldızı” olan bu örnekler?.. hayatı ne olacak diye sormayalım mı?
Hemen bakalım yanımıza, etrafımıza, birebir
Birinin dahi olsa hayatı önemli değil mi on-
yaşandığını görmek hiç zor değildir..
ların?
Ama bizim daha ciddi işlerimiz, konuşacak,
Hem bahsi geçen meselelerin üstesinden ge-
tartışacak daha mühim meselelerimiz var..
linmesin diyen yok ki..
Zaten istesek de alamayız kendimizi ki..
Keza bir takım iyileşmeleri inkar eden de..
Her günün sabahı yeni gündemlere gebe..
Fakir fukara, garip gurabanın, diploma-
Ve uyuyana kadar o gündemlerle işgal edili-
lı ve diplomasız işsizlerin, çalışıp da az paraya
yor beynimiz çünkü..
İktidardan tutun da aliminden, aydınına ka- mahkûm olanların, ağır vaka hasta olanların

dar insanları esas sorunlardan uzak tutmaya ça- yaşadığı sağlık sorunlarının üstesinden gelmeye

lışıyorlar.. çalışmak mı engelleyecek malum dosyaların ge-


Tam bir beyin yıkama operasyonu yani!.. reğinin yapılmasının?
Allah muhafaza, işin içinde Firavunların si- Aslında fedakârlık tepedekilerden başlamalı
hirbazlarına benzemek de var! değil mi?
Ama kimin umurunda? Liderlik, önderlik, devlet adamlığı bunu ge-
Sorsun bu soruyu herkes kendine, etrafında- rektirmiyor mu?
kilere… Hem de İslamcı bir geleneğe sahip insanlar
Gariptir, iktidara laf edemez olduk..
için!
Laf ettiğimizde de iyilik bilmez nankörlerden
Hz. Muhammed örnekliği bağlamıyor mu
ilan ediliyoruz..
onları, keza diğer güzide sahabelerin?
Yine gariptir, sui misallerden hareketle şim-
Kızmayalım dostlar, azgınlaşanlara laf eden-
diki iktidarın hakkının verilmesi isteniyor biz-
lere..
den..
Buzağı aramayalım altta bir yerlerde..
Ve yıllardır bizi mağdur eden derin algının
Ve böylesine ipini koparmış dünyada laf et-
ürünü Ergenekon dosyasının hatırına..
İki dil tartışması örneğinde yaşandığı gibi as- meyelim dostlar, dara düşenlere..

kere asli görevini hatırlatma adına.. Anladınız siz onu!..

Ve hukuk sistemi gibi daha bir dolu üst per- Empati kurmayı deneyelim her biriyle..

dede tartışılan meselelerin üstesinden gelinmesi Kur’an’ca..


için iktidarın yapıp etmelerine ses çıkarmamak İslamca..
feraset, basiret sayılıyor artık.. Ve Müslümanca..
57
İktibas Şubat 2011

Kendini Tanımak
- Berru Yılmaz -
Hayat bir satranç gibidir. Biz bu hayatın ka- bahsedilen özgürlük, bu muydu eşitlik? Binlerce
lesi miyiz, şahı mı, bunu hiç düşündünüz mü? zeki ama başörtülü kız evlerinde susuz bırakılan
Yoksa bir köşede oynanmayı bekleyen gereksiz bir karanfil gibi soldu, yok oldu satranç tahta-
bir piyon mu? Piyon olduğunu düşünüyorsan, sının karanlığında! Sonra satranç tahtasından
gerçekten gereksiz misin? İşe yaramaz mısın? yenilmiş bir taş gibi dışarı atıldı sessizce! Kimse
Bunları bir düşün; kafanı kurcalayan, arkası gel- buna karşı çıkamadı, çıkamazdı zaten! Sustular
meyen, cevabını bulması bu zor soruları…
susturuldular. Ta ki, hem oyunu, hem oyuncu-
Ben bu hayatta ne olduğumu anlamadım!
ları, hem de oyunu oynayanları ve yöneticileri
Bazen şah oldum bazen, bazen köşeye atımlaş
iyi tanıyana kadar!
bir piyon! Bazen de yenilen bir taş! Hayata ye-
En önce kendilerini tanıyana kadar!
nilmiş bir şekilde dışarıdan baktım, sonra oyun
yeniden başladı. Ya yerlerdeydim, ya göklerde!
Ne olduğumu hiç anlamadım! Anlamadım değil
de “anlayamadım” desem daha doğru olur.
Pekâlâ, bizi bu oyunda oynatanlar kim? Kim Tezatlar
bize yön veriyor? Kim bizim özgürlüğümüzü kı- - Mustafa Siel -
sıtlıyor? Yoksa sen özgür olduğunu mu düşünü- Gündüzler gördüm.
yorsun? Eğer öyle düşünüyorsan çok yanılıyor- Geceler kadar siyah..
sun! Bence bu oyunu sistemin ta kendisi oynu- Geceler gördüm.
yor. Biz çoğu Müslüman vatandaş, piyon rolünü Güneş kadar parlak,
oynuyoruz. Özgür lüğümüzü kısıtlayıp onlar bizi Aydınlık dolu…

oynatıyor, bizimle oynuyor! Başörtülerimizden


Ağlamalar duydum.
dolayı bizi okullara, üniversitelere almadılar!
Kahkahalar kadar şen..
Sınavlara sokmadılar! İşkenceler yaptılar! Bizi bir
Kahkahalar duydum.
piyon muşuz gibi gereksiz gördüler! Olduğumuz
Ağlamak kadar acı,
yerde bıraktılar! Ama şunu unuttular en küçük
Pişmanlık dolu…
bir piyon bile kısıtlamadan kurtulup koca şahı
bir hamlede yutabilir! Ya da sınırları aşıp, terfi Sevgiler gördüm.
edebilir; vezir, kale olabilir! Kin kadar sinsi..
Sorarım onlara, neden bizi almadılar okulla- Kinler gördüm.
ra? Başörtülerimiz onlara Allah’ı hatırlattı diye Sevgi kadar hoş,
mi, günahları gözlerinin önüne geldi diye mi, Özveri dolu…
kaçmaya çalıştılar korkunç sonlarından?
Sonra bize özgürlükten bahsettiler! Bu muydu Ereli, Kasım 1990

58
İktibas’a
İktibas’tan
İktibas’tan Mektuplar
Mektuplar
İktibas’a

MUHARREM ŞENER / İZMİR Allah, her hâl ve kârla ilgili olduğunu, kullarının
SORU 1: Âli İmran Suresi 40. ayette Zeke- her halinden haberdar, her istediğini yapabilecek
riya kendisinin ihtiyar ve karısının da kısır güç ve iradenin sahibi olduğunu, isyan edenlerin
olduğunu beyan ederek Rabbine dua edip bir üstesinden dilediği gibi geleceğini gösteriyor.
yardımcı talep edince Meryem Sûresi 7. ayet- Yusuf (as)’ı birtakım merhalelerden geçirerek
te kendisine bir oğul müjdesi veriliyor. Keza Mısır’a yerleştirmesi, saraya yakın bir şahsın
Zâriyat suresinin 24, 28 ve 29. ayetlerinde de köle olarak alıp evlat edinme niyetini belirtmesi,
İbrahim’in kısır karısından oğul müjdesi veri- Musa (as)’ı annesinden alıp Firavun’un sarayına
liyor. Ya da Firavun’un karısının Musa’yı evlât yerleştirmesi gibi olayların hikmeti, bahsi geçen
edinmesi veya Yusuf suresi 21. ayette Aziz’in olayların anlatıldığı konu bütünlüğü içinde anla-
Yusuf’u evlât edinmeleri hadiselerinin nere- şılmakla beraber, bu durum birkaç şekilde ifade
deyse birebir aynı olmalarının izahatı nedir? edilebilir.
CEVAP: Bu ayetleri bulundukları yerde, konu Bu olayları okuduğumuzda ilk aklımıza gelen
bütünlüğünü gözeterek okuduğumuzda, her bi- şey, bizim sıradan ve kendi kendine olduğunu
rinin hikmetinin farklılığını görmek mümkün zannettiğimiz her bir olayın arkasında Allah’ın
olacaktır. Zekeriya (as) içinde bulunduğu durum yüce iradesinin olduğunu görüyoruz. Hiçbir ola-
gereği Rabbinden, idealini devam ettirecek temiz yın kendiliğinden oldubittiyle olmadığının farkı-
bir nesil istiyor.(Ali İmran 3/38) Rabbi de bu is- na varıyoruz. İlahi iradenin yapmak istediği bir
teğine aynı surenin 39-41. ayetleriyle cevap veri- şeyi dilediği gibi, dilediği yoldan, dilediği şekilde
yor. Bu durumu Meryem suresi 7-15. ayetlerin- gerçekleştirdiğinin farkına varıyoruz. İnsanlığın
de yineliyor. Doğacak çocuğun ismini, görevini hayat çizgisini değiştirecek elçileri, toplumun
ve ahlakı seviyesini de haber veriyor. Ömür boyu gözünde güç ve iktidar sahibi olan kimselerden
evlat nimetinden mahrum kalmış, idealinin ge- seçmeyip, aile bağı temiz, ahlaken mazbut kim-
leceği açısından endişe duyan anne ve babanın selerden seçerek topluma güzel örnekler sundu-
bütün endişelerini giderecek bir müjde ile duru- ğunu görüyoruz. Bu konuda halkın değer yargı-
mu bildiriyor. Bu olay, Allah için imkânsız diye larının aksine, Allah indinde değer verilen şeyin
bir şeyin olmadığını, o günü yaşayanlara aynel takva olduğunu anlıyoruz.
yakin, bu günü yaşayanlara da ilmel yakin ile Allah’ın dilediği takdirde Musa gibi bir değe-
gösterilmiş oluyor. ri, Firavun gibi bir zalimin ocağında, ona hiçbir
Benzeri bir olayı da İbrahim (as)’ın hayatında, zarar verdirmeden büyütüp, tarihi görevini icra
Zariyat suresinin 24. ayetinden itibaren onun ettirmeye muktedir olduğunu görüyoruz. İhlâs
konuklarının ağırlanmasıyla başlayan olayı 37. ile yapılan duaların önünde, hiçbir engelin olma-
ayete kadar anlatıyor. O günün dünyasında az- dığını fark ediyoruz. Maddi ve manevi isteklerin
mış olan bir kavmin helakini, çocuğu olmayan sadece Allah’tan istenmesi ve bütün olumsuz-
İbrahim (as)’ın Allah’ın izniyle ihtiyar hanımın- luklardan sadece O’na sığınılması gerektiğine,
dan çocuk sahibi olacağının müjdesini vererek ilmel yakin ile vakıf oluyoruz.
59
İktibas Şubat 2011
“Allah doğrusunu bilir” kaydıyla biz bu olay- Bu ve benzeri ayetler Ehli Kitabın kitaplarına
lardan bunları anlıyoruz. Fakat her insan kabili- karşı göstermiş oldukları sadakatlerini(!) göster-
yet ve kapasitesine göre farklı şekilde de anlaya- mektedir. Bununla beraber Müslümanların bu
bilir. Mutlak hüküm ve hikmet sahibi olan ise kitaplarda hakikati aramaya ihtiyaçları da yok-
ancak Allah Teala’dır. tur. Bu durumla ilgili Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“Allah size ayrıntılı açıklamalar içeren kita-
SORU 2: Kuran’ın tamamı Tevrat ve İncil’in bı indirmişken ben O’nun dışında bir hakeme
ise tahrif edilmiş de olsa insanlar tarafından mi başvurayım? Kendilerine kitap verdiklerimiz,
kabul gören nüshaları mevcut. Müstakil bir Kur’an’ın gerçeğe dayalı olarak Allah tarafından
kitap halinde olmasa da Kitabı Mukaddes’te indirildiğini bilirler. O halde sakın kuşkuya ka-
şiir tarzındaki Mezmur’lar Zebur olarak kabul pılanlardan olma.” (Enam 6/114)
edilebilir mi? Bununla beraber Allah insanları uyarmak
CEVAP: Bizler imanî bir ilke olarak, Kur’an’- için göndermiş olduğu elçisine asla şiir, ilahi, ka-
dan önce gönderilmiş olan semavi kitapların side gibi bir nazım/şiir indirmez. Bunun cevabı
hepsini, Allah’ın o topluma yapıp edecekleriyle Kur’an’da şöyle verilmiştir:
ilgili emir, yasak ve öğütlerini içeren vahiyler “Biz ona şiir öğretmedik. Bu ona yaraşmaz
olarak kabul ediyoruz. (Bakara 2/4) Ancak bu- da... O sadece bir öğüt ve apaçık bir Kur’ân’dır.”
gün Ehli Kitabın elinde bulunan Ahdi Atik, Ahdi (Yasin 36/69)
Cedid, Tevrat, İncil veya Zebur namıyla sunu- Bu nedenle ne İncil hakkında “içinde hü-
lan kitapların Allah katından gelen kitaplar ile küm içeren ayetler yoktu” tezini, ne de Zebur
aynîliğini koruduğu konusunda emin değiliz. Bu için “birtakım ilahilerden oluşan bir kitap” te-
ümmetlerin kitaplarını tahrif ettikleri ile ilgili zini doğru bulmuyoruz. Allah elçilerini insanla-
durumu Kur’an şöyle bildirmektedir: rı uyarmak, inzar etmek, hak yola çağırmak ve
“Elleriyle bir Kitap yazıp sonra onu az bir be- tezkiye etmekten başka bir amaç için gönderme-
del karşılığında satmak için «Bu Allah katından- diğini açıkça ifade etmiştir. Gönderilen elçi göre-
dır» diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıkla- viyle ilgili Rabbinin öğütlerini, emir ve yasakları-
rından ötürü vay haline onların! Ve kazandıkla- nı kavmine tebliğ edecek, hak ve adaleti onların
rından ötürü vay haline onların! (Bakara 2/79) üzerine hâkim kılacaktır. Elçinin elinde ne ile
“Ey Ehl-i Kitap; Niçin hakkı batıla karıştırı- hükmedeceği konusunda bir kitap olmaz ise in-
yor ve bile bile hakkı gizliyorsunuz?” (Ali İmran sanları neye çağıracak ve ne ile hükmedecektir?
3/71) Bir elçinin hayatında asla böyle bir belirsizlik söz
Ey Ehli Kitap! Resulümüz size Kitap’tan konusu olamaz.
gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklamak “Andolsun biz peygamberlerimizi açık de-
üzere geldi; birçok (kusurunuzu) da affediyor. lillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine
Gerçekten size Allah’tan bir nur, apaçık bir kitap getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve ölçüyü
geldi.” (Maide 5/15) indirdik. Biz demiri de indirdik ki onda büyük
“Onlardan bir takımı, Kitapta olmadığı halde bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. Bu,
kitaptan zannedesiniz diye dillerini eğip büker- Allah’ın dinine ve peygamberlerine görmeden
ler. O, Allah katından olmadığı halde: «Allah yardım edenleri belirlemesi içindir. Şüphesiz
katındandır» derler, bile bile Allah’a karşı yalan Allah kuvvetlidir, daima üstündür.” (Hadid
söylerler.” (Ali İmran 3/78) 57/25)
60
İktibas Şubat 2011
Bu nedenle Zebur’un da hüküm içeren bir ki- vimlerin/ümmetlerin aşırılıkları sebebiyle bir
tap olmasından başka bir şey düşünülemez. takım cezai müeyyideler konulmuş, ancak bir
sonra gelen peygamber ile de bu uygulama kal-
SORU 3: Kuran; Bakara suresi 130 ve 135. dırılmıştır.
ayetlerde İbrahim milletinin dininden ol- “Yahudi olanların zulümleri ve birçok kim-
mamızı emrederken Enbiya suresi 69. ayette seleri Allah yolundan çevirmelerinden dolayı;
İbrahim’in sadece ateşte yanmaması mucize- kendilerine, helal kılınmış şeyleri yasakladık.
sinden bahsedilmiştir. Musa’nın dokuz mu- Bir de kendilerine yasaklanmış olduğu halde faiz
cizesinin olduğu ve çokça bilineni denizi yar- almaları ve halkın mallarını haksızlıkla yemeleri
ması, âsâsının ejderha veya yılan olması ya da sebebiyle. Onların kâfir olarak kalanlarına da acı
elinin parıldamasıdır. Âraf suresi 133. ayette bir azap hazırladık.” (Nisa 4/160-161)
ise ayrıca beş mucizeden bahsedilir. Musa’nın Bu durum bir sonra gelen İncil de İsa (as)’ın
adı da Kuran’da çokça geçer. Bunun yanında diliyle kaldırıldığını görüyoruz:
Resulallah’ın asrında yaşamış Ebu Leheb’den “Ben, benden önce gelen Tevrat’ı tasdik et-
bir defa bahsedilirken Firavun’dan defalarca mek ve size haram kılınanların bir kısmını helal
bahsedilmiştir. Bu durum Kuran’ın bazı kı- kılmak üzere Rabbinizden size bir ayet getirdim.
sımlarının Resulallah zamanındaki Tevrat’a Artık Allah’tan korkun ve bana itaat edin.” (Ali
benzer olduğuna dair bir mesnet olabilir mi? İmran 3/50)
CEVAP: Kur’an, insanlığa sunulan vah- “Meryem oğlu İsa: «Ey İsrailoğulları! Doğru-
yin son halkasıdır. Hz. Adem (as)’dan Hz. su ben, benden önce gelmiş olan Tevrat’ı doğru-
Muhammed (as)’a gelinceye kadar gönderilen layan, benden sonra gelecek ve adı Ahmet olacak
dinin adı ise İslam’dır. bir peygamberi müjdeleyen, Allah’ın size gönde-
“Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. rilmiş bir peygamberiyim» demişti. Ama o elçi,
O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zor- kendilerine belgelerle geldiği zaman: «Bu, apaçık
luk yüklemedi; babanız İbrahim’in dininde (de bir sihirdir» demişlerdi.” (Saf 61/6)
böyleydi). Peygamberin size şahit olması, sizin de Böylece her gelen Peygamber insanlık tari-
insanlara şahit olmanız için, O, gerek daha önce hi boyunca öncesini tasdik etmiş, sonrası için
(gelmiş kitaplarda), gerekse bunda (Kur’an’da) de müjde vermiştir. Bu minval üzere son elçi
size “Müslümanlar” adını verdi. Öyle ise nama- Hz. Muhammed (as)’a kadar devam etmiştir.
zı kılın; zekâtı verin ve Allah’a sımsıkı sarılın. Kur’an, onlar itiraf etmeseler de bu gerçeği şöyle
O, sizin mevlânızdır. O ne güzel Mevlâ, ne güzel dile getirmektedir:
yardımcıdır!” (Hac 22/78) “Yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı bul-
“Gerçekte Allah katında din, İslam’dır. dukları o elçiye, o ümmî Peygamber’e uyanlar
Ancak Kitab verilenler, kendilerine ilim geldik- (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder,
ten sonra aralarındaki ihtirastan dolayı ayrılığa onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyle-
düştüler. Kim, Allah’ın ayetlerini inkâr ederse; ri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve
şüphesiz ki Allah, hesabı çabuk görendir.” (Ali üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber’e
İmran 3/19) inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve
Bu nedenle insanlık tarihi boyunca “Dinin” onunla birlikte gönderilen nûr’a (Kur’an’a) uyan-
esaslarında herhangi bir değişiklik söz konusu lar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.” (Araf
olmamıştır. Sadece Dinin şeriat kısmında, ka- 7/157)
61
İktibas Şubat 2011
“Yahudi veya Hıristiyan olun ki hidayete tarafında bir yere çekilmiş ve insanların görüp
eresiniz, dediler. De ki: Hayır, biz Hanif olan rahatsız etmemesi için de bir perde germişti. Bu
İbrahim’in dinine uyarız. O, müşriklerden değil- minval üzere hayata devam ederken Allah’ın iz-
di.” (Bakara 2/135) niyle bir gün melek ona görünmüş ve Allah’ın
Görüldüğü gibi Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’- kendisini bir çocuk sahibi olacağını müjdelemiş-
da bir farklılık olmadığı gibi bu kitaplara muha- tir. Bu duruma hayret eden Meryem validemiz,
tap olan insanlar arasında da benzeyen taraflar kendisinin bakire olduğunu ve bunun mümkün
bir hayli fazladır. Bu nedenle geçmiş toplumlar- olmadığını söyleyince:
dan alınan örnekler, muhatap olunan toplumun “Cebrail: «Bu böyledir, çünkü Rabbin, ‘Bu
haliyle örtüşmesinden dolayı örnek gösteril- bana kolaydır, onu insanlar için bir mucize ve
mektedir. Bunun anlamı, sizden öncekiler nasıl katımızdan da bir rahmet kılacağız; hem bu ön-
Allah ve elçilerini aciz bırakamadılarsa, sizler de ceden kararlaştırılmış bir iştir’ buyuruyor» dedi.”
bırakamayacaksınız. (Meryem 19/21)
“Allah: Elbette ben ve elçilerim galip gele- Bu olaydan sonra hamile olan Meryem vali-
ceğiz, diye yazmıştır. Şüphesiz Allah güçlüdür, demiz, hamileliği süresince uzak bir yere çeki-
galiptir.” (Mücadele 58/21) sizleri de farklı bir liyor. Nihayet doğum sancıları onu bir hurma
son beklemiyor, demektir. Allah Kur’an’ı kısa- ağacına dayanmaya mecbur ediyor. (Bu olayı
ca takdim ederken şu üç durumu öne çıkartarak doğum sancısının ne olduğunu yaşayanlar daha
özetlemektedir: rahat anlayacaklardır.) Bu durumda olan bir ba-
“Andolsun, size (bu kitap ile) açıklayıcı ayet- kire çocuk doğuracak ve toplumun karşısına çı-
ler, sizden önce gelip geçenlerden bir örnek ve kacak. Bu işin esas zor tarafı toplumun önüne
takva sahipleri için de bir öğüt indirdik.” (Nur kucağında çocukla çıkmak olduğundan, “Keşke
24/34) ben bundan önce ölseydim de unutulup gitsey-
Kur’an’da anlatılan olayların her biri, hem dim” diye temenni ediyor. İşte tam bu anda ona
tebliğ yapan için, hem de tebliğ yapılanlar için, şöyle sesleniliyor: “Üzülme Rabbin senin doğur-
yeri ve zamanı geldikçe vahyedilerek, bununla duğunu/ yavrunu çok saygın/ şerefli kılmıştır.”
hem Peygamber teselli edilmiş, hem de müşrik- Bu esnada doğum gerçekleşmiş ağrı ve sancıdan
ler tehdit edilmiştir. Tarihi olaylar ile muhatap kurtulmuştur. Rahata eren Meryem validemi-
olan ümmet arasında elbette benzerlikler vardır. ze Rabbi tarafından yeni bir müjde veriliyor:
Öyle ki, yapılan itirazlar ve talep edilen istekler (Doğum esnasında dayanmış olduğu) Hurma
bile, birebir aynı kelimelerle tekrar edilmiştir. ağacını silkele üzerine taze hurmalar dökülsün.
Ye iç gözün aydın olsun” buyruluyor. Böyle bir
SORU 4: Meryem suresi 24 ve 25. ayetlerde ortamda söylenen bu söz mecaz değil gerçek an-
hurmanın silkelenip dökülmesi mecazî mana- lamında söylenen bir sözdür. Doğum esnasında-
da olup aslında hurma yani ziraî mahsul yetiş- ki endişe ve perişanlık içinde olan bir kimseye
tirip hasat etmesi için Meryem’e tavsiyede mi “Hurma ziraatından” bahsetmek ne yeri ne de
bulunuyor? zamanıdır. Ayrıca Meryem validemizin görevi,
CEVAP: Burada anlatılan konu surenin 16. içinde bulunduğu toplumu ekonomik olarak kal-
ayetinden başlayarak 34. ayete kadar konu bü- kındırmak da değildir. Olay burada bununla da
tünlüğü içinde anlatılmaktadır. Mabede adan- bitmiyor, endişe hala devam ediyor. İnsanlardan
mış olan Meryem validemiz, mabedin doğu biri görecek olursa onlara bunu nasıl izah edip
62
İktibas Şubat 2011
günahsız olduğumu nasıl açıklarım diye düşü- fanda boğulmuştur. Bir Resul evlâtlarını doğru
nürken Rabbi’nin yardımı yetişiyor ve şöyle bu- istikamette eğitip yetiştireceğine göre Mâide
yuruyor: suresi 27, 28, 29 ve 30. ayetlerde Âdem’in iki
(Sen konuşma ve şöyle de), “Ben Rahmana oğlundan birinin diğerini katletmesi nasıl izah
susma orucu tutmayı adadım, bu gün hiçbir edilir? O zaman Âdem’den önce yaratılmış ve
insanla konuşmayacağım de.” (onlara çocuğu devam edip gelen bir beşeriyet olabilir mi?
göster) “Bunun üzerine Meryem çocuğu göster- CEVAP: Böyle bir ihtimali Kur’an’dan delil-
di. Biz, dediler, beşikteki bir sabi ile nasıl konu- lendirmek pek mümkün olmadığı gibi doğru da
şuruz? Çocuk: Ben şüphesiz Allah’ın kuluyum. değildir. Vahyin geldiği dönemde Ataları, soyla-
Bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı, nerede rı, kabileleri ve babalarının üstünlüğü ile öğün-
olursam olayım beni mübarek kıldı. Yaşadığım meyi ahlak haline getiren Arap toplumuna Allah
müddetçe namaz kılmamı, zekât vermemi ve şu cevabı vermiştir:
anneme iyi davranmamı emretti. Beni bedbaht “Ey insanlar! Doğrusu Biz sizleri bir erkekle
bir zorba kılmadı. Doğduğum günde, öleceğim bir dişiden yarattık. Sizi milletlere ve kabilelere
günde, dirileceğim günde bana selam olsun
ayırdık ki, birbirinizle tanışasınız diye. Şüphesiz,
dedi.” (Meryem 19/29-33)
Allah katında en değerliniz, O’na karşı gelmek-
Burada 24. ayette geçen “seriyya” kelimesi-
ten en çok sakınanızdır. Allah (her şeyi)bilendir,
nin “sereye“ kökünden değil, yükseklik veya
(her şeyden) haberdar olandır.” (Hucurat 49/13)
yüksek anlamına gelen “servün” sözcüğünden
Buradaki yapılan tespit her insan, bir anne ve
gelmektedir ve buna göre “Tahte seriyyen” ifa-
babadan meydana geldiği şeklinde anlaşılmaya
desi “ceale” fiili ile birlikte: ”Altındakini yani
müsait değildir. Birincisi, vurgulanmak istenen
doğurduğun yavrunu (ki bunu bir deyim olarak
şey, tüm insanlığın bir tek aileden geldiğini be-
değerlendiriyoruz) şerefli kıldı” anlamında tercü-
lirtmek için bu ifade kullanılıyor. İkincisi de eğer
me ettik. Böylesine şerefli kılınan bir çocuğun
anlatılmak istenen bugün olduğu gibi herkesin
annesi olarak üzülme. “Hurma ağacını silkele ve
bir erkek ve bir kadının birleşiminden meyda-
üzerine taze hurma dökülsün. Ye iç gözün ay-
na geldiği kastedilmiş olsaydı; insanlar, “bunu
dın olsun” ifadeleri ile Meryem validemiz teselli
biliyoruz ve biz de bizim anne babamızın ve so-
edilmektedir. Anladığımız kadarıyla burada, ol-
ması ve doğması bir mucize olan İsa (as)’ın do- yumuzun üstün olduğunu söylüyoruz” diyecek-

ğum serüveni açık net ve anlaşılır bir biçimde lerdi. Bu durumda onlara verilecek tatmin edici
bizlere anlatılmaktadır. Aslında 34. ayette bu cevapta olmayacaktı. İslam ısrarla insanlığın kö-
husus açıkça ifade ediliyor. keninin bir tek aileden geldiğini, onun da Âdem
“İşte hakkında şüpheye düştükleri Meryem (as) ve eşi olduğunu vurgulamaktadır.
oğlu İsa gerçek söze göre budur.” Bunun için di- Bu gerçeği Peygamberimiz (as) da veda hutbe-
yoruz ki, 16. ayetten 34. ayete kadar dikkatlice sinde şöyle açıklamıştır:
okunduğunda konu anlaşılacaktır. “Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da bir-
dir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem ise
SORU 5: Hûd suresi 42 ve 43. ayetlerde topraktandır. Arab’ın Arap olmayana, Arap ol-
Nuh’un oğlu haliyle etrafındaki kâfirlerden mayanın da Arap olana bir üstünlüğü olmadı-
etkilenmiş ve babası tarafından ilâhi vahiylere ğı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın
çağrılmasına rağmen Allah’a isyan etmiş ve tu- da kırmızı tenli üzerine bir üstünlüğü yoktur.
63
İktibas Şubat 2011
Üstünlük takvadadır. Allah yanında en kıymetli Artık o kimseyi, bağışlanma ve cömertçe veri-
olanınız O’ndan en çok korkanınızdır.” lecek bir ecirle müjdele.” (Yasin 36/11) ayeti de
“Ey İnsanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, on- aynı gerçeğe parmak basmaktadır. Bu iş uzaklık
dan eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve yakınlık meselesi değil, içten gelen samimiyetle
kadın meydana getiren Rab’inize hürmetsizlik- istemek meselesidir. Buna müstahak olan dün-
ten sakının. Kendisi adına birbirinizden dilekte yanın öbür başından gelip hakka talip olurken,
bulunduğunuz Allah’ın ve akrabanın haklarına yanında beş vakit ezan okunan kimselerden de
riayetsizlikten de sakının. Allah şüphesiz hepi- bir ömür duymamakta ısrar edenler de sayılma-
nizi görüp gözetmektedir.” (Nisa 4/1) yacak kadar çoktur. Müsterih ol, kimse hak et-
“Allah’ın katında İsa’nın durumu kendisini meden cehenneme girmiyor. Herkes makamını
topraktan yaratıp sonra ol demesiyle olmuş olan kendi tercihiyle kazanıyor. Allah ne peygamber-
Âdem’in durumu gibidir.”(Ali İmran 3/59) lere, ne de başkalarına istediğini hidayette kılma
Ayrıca Maide 27.ayetinde geçen ifade “Âde- gücü vermemiştir. Kişi hidayeti kendi isteme-
min iki oğlu” şeklinde ifade ediliyor. “Âdem- dikçe onu kimse doğru yola getiremez. Örnekleri
oğullarından ikisi” denilmiyor. Bu nedenle farklı Kur’an’da gösterilmektedir.
bir anlayışa mahal bırakmamaktadır. “Allah onlarda bir hayır görseydi elbette onla-
Peygamber ve salih kimselerin evlatlarından, ra işittirirdi. Fakat işittirseydi bile yine onlar yüz
babalarından ve hanımlarından gayri salih olan- çevirerek dönerlerdi.” (Enfal 8/23) ayeti durumu
larına gelince, bu iş onların tasarrufunda olan yeterince açıklamaktadır.
bir şey değildir. Bu konuda Kur’an iki örnek-
ten bahseder; inananlara Firavunun hanımını, SORU 6: Davûd ve Süleyman peş peşe
inanmayanlara da Nuh’un ve Lut’un hanımını İmran, Zekeriya, İsa aynı asırda ki Yâkub ve
(Tahrim 66/10) örnek verir. Bunlardan başka Yusuf aynı çağda Musa ve Harun aynı tebliğ va-
örnekler de vardır. İbrahim (as) babasını, Nuh zifelerini birlikte yapmış oldukları Kur’an’dan
(as) oğlunu, Peygamberimizin amcalarından ve anlaşılmaktadır. Resullerin saltanat gibi arka
yakınlarından bir kısmını da sayabiliriz. Bu ko- arka gelmeleri veya birlikte olmaları kendi
nuda Peygamber de olsa insana öyle bir güç ve- asırlarındaki isyanın aşırılığından mıdır? Hz.
rilmemiştir. Muhammed’in tek olarak tebliğ etmesi küfür
“Onları doğru yola getirmek sana düşmez, an- ve şirkin o zaman az olmasından mıdır?
cak Allah dilediğini doğru yola iletir…” (Bakara CEVAP: Bu işlerin takdir ve tasarrufu Allah’a
2/272) ayeti bu yükü üzerimizden almaktadır. aittir. Kimi, ne zaman, nerede, kiminle bera-
İnsan elinin altında olan kimselere başta aile- ber, kimden sonra elçi göndermesi, tamamen
si olmak üzere hakkı tebliğ etmek için elinden Allah’ın takdiri ile olmaktadır. Ancak bizim
geleni yapmaya çalışır. Ancak bu iş tek tarafın görebildiğimiz kadarıyla, her elçinin içinde bu-
istemesiyle olacak şey değildir. En az karşının da lunduğu tarihi ortam aynı değildir. Ortadoğu’da
sizin kadar istemesi gerekir. Ayrıca tebliğe her gelen elçilerin atası olan İbrahim (as)’dan son-
muhatap olan sizi dinleyip anlayacak demek de- ra oğulları olan İsmail ve İshak (as) ayrı coğraf-
ğildir. Dinlemek isteyen dinler ve sizi anlamak yalarda yaşıyorlardı. Mekke’de İsmail (as)’dan
isteyen de anlar. sonra Hz. Muhammed (as)’a kadar elçi gelmez-
“Sen ancak, Kuran’a uyan ve görmediği hal- ken, Kenan diyarında ve Mısır’da, İshak-Yakub-
de Rahman’dan korkan kimseyi uyarabilirsin. Yusuf, Musa ve Harun olarak devam etmiştir.
64
İktibas Şubat 2011
Musa (as) gelinceye kadar babadan oğul’a devam nı icra etmiş, İslam’a karşı elinden geleni ardına
etmiş, Yusuf (as) ile İslam, Mısır’a medeniye- koymamıştır. Bu dönemlerde Allah’ın elçilerini
tin merkezine yerleştirilmiştir. Musa ve Harun öldürmeye kadar vardırmışlardır. Yahya (as)’ı
(as)’a gelince, zorba bir Firavun’a karşı müca- öldürmüşler, İsa (as) da öldürmeye teşebbüs
delede Musa (as), kardeşi Harun’u Allah’tan etmişlerdir. İsa (as)’dan sonra yaklaşık beş yüz
kendisine yardımcı olarak vermesini istemiştir. yıl süren fetret döneminin ardından Allah, üm-
(Taha 20/29-35) Davut ve Süleyman (as) Talut milerin içinden Hatem’ül Enbiya Muhammed
ile başlayan İslamî kalkışın, Filistin toprakların- (as) şehirlerin anası olan Mekke’ye göndererek
da tutunması için zorlu bir mücadele vermişken, insanlığa son çağrısını yapmıştır.
Süleyman (as) ile İsrailoğulları altın çağlarını “Şehirlerin anası ile çevresindekileri uyarasın
yaşamışlardır. Ancak bundan sonra bozulma- diye sana indirdiğimiz işte bu kitap, mübarek-
lar başlamıştır. İsrailoğulları’nın bu durumunu tir. Ve kendisinden öncekileri doğrulayıcıdır.
Allah şöyle özetliyor: Ahirete inananlar buna da inanırlar. Ve onlar
“Biz, Kitap’ta İsrailoğulları’na: Sizler, yeryü- namazlarına da devam ederler.” (Enam 6/92) bu-
zünde iki defa fesat çıkaracaksınız ve azgınlık yurmuştur.
derecesinde bir kibre kapılacaksınız, diye bildir- Hiçbir dönemin kâfirleri diğerinden daha
dik. anlayışlı olmamıştır. Küfür her zamanki tavrı-
Bunlardan ilkinin zamanı gelince, üzerinize nı daima aynı kararlılık ve şiddette göstermeyi
güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik. Bunlar, ev- sürdürmüştür.
lerin arasında dolaşarak (sizi) aradılar. Bu, yerine “Andolsun ki; Firavun erkânına da uyarıcılar
getirilmiş bir vaat idi. geldi. Lâkin onlar bütün ayetlerimizi yalanla-
Sonra onlara karşı size tekrar (galibiyet ve za- dılar. Biz de onları güç ve kudretimize lâyık bir
fer) verdik; servet ve oğullarla gücünüzü arttır- şekilde yakaladık. Ey Mekke putperestleri! Sizin
dık; sayınızı daha da çoğalttık. kâfirleriniz bunlardan daha mı üstündür? Yoksa
Eğer iyilik ederseniz kendinize etmiş, kötü- kitaplarda sizin için bir kurtuluş belgesi mi var?”
lük ederseniz yine kendinize etmiş olursunuz. (Kamer 54/41-43)
Nihayet ikinci cezalandırma zamanı gelince, Buradaki “Mekke’nin Müşrikleri” yerine is-
yüzünüzü kara etsinler, daha önce girdikleri gibi ter geçmiş kavimlerin isimlerini koyalım, isterse
yine Mescide (Süleyman Mabedi’ne) girsinler ve Mekke döneminden günümüze kadar gelip ge-
ellerine geçirdikleri her şeyi büsbütün tahrip et- çen veya hali hazırda yaşayanları koyalım, aye-
sinler (diye, başınıza yine düşmanlarınızı musal- tin mesajında bir değişiklik olmayacaktır. Hiçbir
lat kıldık). dönemin kâfirleri daha şerefli/ daha üstün de-
Umulur ki Rabbiniz size acır; ama siz (az- ğildir. Hepsi birbirinden şedit, hepsi birbirin-
gınlığa) dönerseniz Biz de (sizi cezalandırmaya) den şirrettir. Ancak başta da belirttiğimiz gibi,
döneriz. Cehennemi, inkârcılara bir zindan kıl- bu işin tayin ve tespiti Allah’a aittir. O elçilik
mışızdır.” (İsra 17/4-8) nimetini dilediğine, dilediği zaman ve zeminde
İşte bu dönemde gelen İmran, Zekeriya, vermiştir. Bu açıdan babadan oğla geçen saltanat
Yahya ve İsa (as) sürekli Roma’nın tasallutuna gibi görülmesi doğru değildir. Çünkü seçimi ya-
maruz kalmışlardır. Küfür her dönemde tabiatı- pan elçinin babası değil Allah Teala’dır.
65
Gündem

Said Nursi’nin Mektubu ve Ilımlılık Üzerine


-Ahya Aras -
Said Nursi’nin hayatını konu edinen ‘Hür nitelendirmekte. Bu nimetin şükrü olarak da na-
Adam’ filmi bir tartışma başlattı. Tartışma is- maz kılması gerektiğini hatırlatmaktadır.
ter istemez, Nursi’nin Mustafa Kemal’e yazdı- 2.M. Kemal’in İslam alemini mesrur ettiğini
ğı mektubu gündeme getirdi. belirtmekte, bu sevincin ve teveccühün devam
Said Nursi’nin mektubu, sistem içi bir du- etmesi için ise İslamî şiarları yerine getirmek ge-
ruşun ve ‘mücadele’nin satırlara yansımış ib- rektiğini hatırlatmaktadır.
retamiz öyküsü olarak görülmeye namzettir. 3.Madde “Başta yüce şahsiyetiniz olmak üze-
Bu yazıda bu konu üzerinde duracağız. re siz ve silah arkadaşlarınız olan kahramanlar”
Öncelikle mektubun içeriğini biraz tahlil et- diye başlamakta fakat Tarihçe-i Hayat’ta bu
memiz gerekmektedir. cümle kırpılmış durumdadır. M. Kemal’e hita-
Haber Türk gazetesi Nursi’nin mektubunu ben diyor ki: Kur’an’ın kat’i emirlerine tutun-
4 Ocak 2011 günü bugünkü dile dönüştürerek mak suretiyle öteki alemde de o nurani güruha
yayınladı. Biz o metinle, Nursi’nin tarihçe-i ha- arkadaş/dost olmaya çalışmak, “alî himmetlile-
rin şe’nidir.”
yat kitabındaki nüshasını karşılaştırarak değer-
4.Bu madde, iktidar mensuplarına tam bir
lendirmemizi yapacağız. Hemen burada belirte-
‘ılımlı islam’ taktiği verme niteliğindedir. Bu
lim ki, gazetenin yayınladığı mektup metni ile
taktiği Nursi’nin ‘taammüden’ verdiğini değil,
tarihçe-i hayat’taki (s. 131 v.d.) mektup arasında
anlayış düzeyi gereği böyle konuştuğunu söyle-
birtakım farklılıklar dikkat çekmektedir.
mek istiyorum. Diyor ki, bu İslam milleti öyle
S. Nursi mektubuna, “İslâm âleminin kah-
bir millettir ki, kendisi namaz kılmasa hatta fa-
ramanı Paşa Hazretleri’ne Ey şanlı Gazi” gibi,
sık bile olsa, yöneticilerini dindar olarak görmeyi
Mustafa Kemal’i öven, övmekten de öte, aşırı
isterler! Bilhassa Doğu halkı, namaz kılan devlet
yücelten sözlerle başlamaktadır. Mektupta “yüce
adamlarına mutlak surette güven duyarlar. Bu
şahsiyetiniz” gibi övgü sözleri tekrarlanmakta
taktik sonucu yıllardır nice nursuz başbakanlar
ve “İki cihanda mutluluk ve başarılarınızı can-ı nurlu olarak nurcuların teveccühünü ve oyla-
gönülden dileyen bu fakirin” gibi cümleler kur- rını almışlar, almaya da devam etmektedirler.
maktadır. Nursi, M. Kemal’den, on nasihatini Rejimin önde gelenleri namaz(!) kılıyorlarsa, re-
dinlemesini rica etmekte ve özet olarak, namaz jimin ne ile hükmettiğinin önemi yoktur!
kılmasını tavsiye etmektedir. Mektupta namaz 5.Doğu halklarını akıl ve felsefenin değil, din
vurgusu merkezi bir yer işgal etmektedir. ve kalb’in ayağa kaldıracağını söylerken, ılımlı-
Nursi’nin mektubunun, M. Kemal’e övgü- lığın önemli bir damarını da ele vermiş olmak-
ler içeren ilk paragrafı, Tarihçe-i Hayattaki tadır. Zaten İslam dünya siyasetinden, dünyaya
metinde -ne hikmetse- kırpılmıştır. nizam vermekten akıl yerine ‘kalp’ adı altında
1.Maddede Nursi, Mustafa Kemal’in mu- akıl dışılığı, aşkı v.s.yi koyarak tard edilmiştir.
zafferiyetini “harikulade nimet-i ilahiye” olarak M. Kemal’den, Şark’ı uyandırdığına göre, onun

66
İktibas Şubat 2011
fıtratına (kalb ehli oluşuna!) uygun bir akım tabi olmanız gerekir.” cümlesinin sansürlenme
vermesini istemektedir. Bu istekler o gündür bu nedenini anlayabilmiş değilim...
gündür hakkıyla yerine getirilmektedir! 9.Müslümanların çoğunluğunun M. Kemal’-
6.Maddede garip değişiklikler olmuş gibi- in muzafferiyetini ve hizmetini [Haber Türk
dir. Haber Türk’ün yayınladığı metinde melun metninde ‘yüce hizmetini’] takdir ettiğini, sev-
İngiliz ifadesi var, Tarihçe-i Hayat’ta melun ke- diğini beyan etmektedir. Onu ciddi sevdikle-
limesi ‘düşmüş’; Haber Türk yayınında “İngiliz, rini, tuttuklarını ve minnettar olduklarını be-
İslam dinine karşı olan duyarsızlığımızdan lirtmektedir. Avrupa tutkunu batı taklitçilerini
pek fazla istifade etti ve ediyor. ”denmekte; Müslüman ahaliye tercih etmemesi yolunda
Tarihçe’de ise bu cümle, “dindeki kayıtsızlığı- uyarıda bulunmaktadır.
nızdan” şekline dönüşmüştür. Birincide genel 10.Namazın 24 saat içinde bir saatlik bir süre
olarak İslam ümmeti suçlanırken, ikincisin- aldığını söylemek, namazın ruhuna/maksadına
de doğrudan M. Kemal suçlanmaktadır. Haber uygun değildir. Çünkü bir ülke siyasetinde bir
Türk’ün yayınladığı mektup metninin ne de- numara olmuş bir kişinin namaz kılmaması, va-
rece güvenilir olduğunu bilmiyorum ama o kit aldığı veya namazda zorlanıp bir türlü nefsini
cümle daha inandırıcı, Tarihçe’deki daha az namaza ikna edememek gibi bir nedene bağlı de-
inandırıcıdır ve sözün tahrif edildiğini gös- ğildir. Peygamber’in ya da mesela Ebubekir gibi
termektedir. Çünkü Nursi mektubunda baştan bir müslümanın namazı ne kadar iradi ve İslami
sona kadar M. Kemal’i övücü sözler söylemekte, bir eylem ise, namaz kılmayan laik bir siyasî
kendisinden oldukça alî görevler beklemektedir. kişinin tavrı da o kadar iradi, bilinçli, namaza
M. Kemal’e İslam’ın/Kur’an’ın ve İslam ümme- iman etmemenin bir sonucudur. Nitekim za-
tinin kurtarıcısı gibi seslenmektedir. man gazetesinde aynı mektup bağlamında Cemil
Paragrafın ikinci cümlesinde “Hatta diyebili- Koçak’la yapılan röportajda röportajı yapan gaze-
rim ki, Yunan kadar İslam’a zarar veren, dinde tecinin Mete Tunçay’ı referans vererek nakletti-
ihmalimizi bahane edip bundan faydalanan iç ği bir anekdota göre, İzmir’in düşman işgalinden
düşmanlarımızdır.” sözü tarihçede “Hatta di- kurtulduğu gün yanındakiler, “Hacı Bayram’a gi-
yebilirim ki; Yunan kadar İslam’a zarar veren, delim ve şükür duası edelim” diyorlar. M. Kemal
dinde ihmalinizden istifade eden insanlardır”a ise, “benim böyle bir borcum yok” diyor. Şimdi
dönüştürülmüştür. Bu iki cümlede zamirlerin böyle bir çıkışı yapan kimseye, namazın günde
aynı yöntemle değiştirilmiş olması, bilinçli bir kaç dakika alacağından bahsetmek, kişinin fikrî
müdahaleyi göstermektedir. Haber Türk gazete- seviyesini gösterir ancak. Dolayısıyla Nursi’nin
sinin dediğine göre Cumhurbaşkanlığı arşivin- namazla ilgili teklifi, cami cemaatinden yaşlı bir
de “Çok mühim bir mektup” notu ile saklanan amcanın, çevresindeki namaz kılmayan gençlere
mektubun bir zamanlar bu şekilde kamuoyuna verdiği “namazınızı kılın evladım!” öğüdünden
açıklanacağını, Tarihçe-i Hayat’ı yayınlayanlar öte bir anlam ifade etmemektedir. Çünkü na-
muhtemelen varsaymamışlardır. maz imanın bir tezahürüdür.
7.Bu paragrafta “sizin gibi yüce bir kahrama- Namaz kılmayan büyük mücahid kuman-
nı İslam’ın koruyucusu ve savunucusu bulduğu danları ve Büyük Meclis’i halkın taklid ve tenkid
bir anda,” cümlesi Tarihçe’den ustalıklı(!) bir şe- edeceğini, milletin tenkidinin de onlara zarar ve-
kilde silinmiştir. receğini belirtmektedir.
8.Paragraftaki “Napolyon’a değil belki Nursi, “Şu inkılab-ı azimin temel taşları
Selahaddin-i Eyyubi gibi İslâm kahramanlarına sağlam gerek…” demektedir. Yani mücahid
67
İktibas Şubat 2011
kumandanlar ve Büyük Meclis’in üyeleri na- Nursi’nin onca ebced ve cifir hesabı, Celcelutiye
maz kılmak suretiyle, laik cumhuriyetin te- ve Cevşen duaları, A. Kadir Geylani kerametleri
melleri sağlam atılacaktır… demek ki bir işe yaramıyormuş…
Onuncu paragraf, dolayısıyla mektubun bitiş Said Nursi, Tarihçe-i Hayatın yazıldığı dö-
kısmında uzunca bir bölüm Tarihçe-i Hayat’a nemde 35 senedir siyasetle uğraşmamakla
ilave edilmiştir. Aynı kısım Haber Türk’ün mek- övünmekte ve sık sık “euzu billahi mineşşeytani
tubunda yoktur. ve’s-siyase” (şeytandan ve siyasetten Allah’a sı-
Nursi’nin mektubu Ali İmran suresinin 103. ğınırım) sözünü tekrar etmektedir. Bu klişe söz,
ayetiyle son bulmakta ve altında “Duacınız onun siyasetten ne anladığını, daha doğrusu hiç
Saidi- Kürdî” imzası bulunmaktadır. Yazılış tari- bir şey anlamadığını göstermektedir. Demek ki
hi ise 23 Kasım 1922 olarak düşülmüştür. Nursi önceden Meşrutiyet’i savunurken de bir
Tarihçe-i Hayat’ta yazdığına göre Mustafa şey anlamıyormuş aslında.
Kemal Nursi’ye mebusluk, Darulhikmet’teki Siyaset, mutlaka devleti yönetmek değildir;
eski vazifesine iade, Doğu’da Şeyh Senusi’nin bir insanın sahip olduğu düşüncesini bir şekil-
yerine umumi vaizlik görevi ve kendisine bir de hayata müdahale ettirmek siyasî bir iştir.
köşk tahsisi gibi tekliflerde bulunmuş fakat ka- Bizler Said Nursi yorumunun (Nurculuğun)
bul etmemiştir. bugünkü ılımlı İslam anlayışının ana damarla-
Siyaseti Şeytan Gibi Algılamanın Sonu rından biri olduğunu söylerken, kendisini kırmı-
Budur zı kaplı risalelere şartlandırmış şakirtler otoma-
Yukarıdaki mektup metninden çok açık ola- tik tepkiler vermektedirler. Halbuki bu refleksif
rak anlaşılmaktadır ki Said Nursi, kendince bir tepkiler yerine, neredeyse her sayfasında bir
“imanı kurtarma” gayreti gütmüş, siyasetten yanlış / hurafe bulmak mümkün olan risaleler
hiçbir şey anlamamıştır. Dolayısıyla din anlayışı ciddi bir tedkik niyetiyle okunsa, işaret ettiğimiz
da o oranda sorunlu olmuştur. zaaflar rahatlıkla görülecektir. Mesela Nursi’nin
Yanlış anlaşılmasın, biz Nursi’yi, 1922’ler- şu sözü gibi:
de neden Türkiye’de olan-biteni görememiş, “Şeriat da yüzde doksan dokuz ahlak, ibadet,
bir devrin bittiğini, yeni bir devrin başladığı- ahiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nisbetinde si-
nı nasıl fark edememiş diye itham etmiyoruz. yasete mütealliktir; onu da ulûl’l-emirlerimiz
Çünkü insan gaybı bilemez. Kimse, vüs’ati üs- düşünsünler.”
tündeki bir işten sorumlu tutulamaz. Malum Bu kısa paragrafa göre Şeriat ahlak, ibadet,
olduğu üzere Cumhuriyeti kuranlar oldukça ahiret inancı ve faziletlerden ibarettir. İslam’ın
pragmatist hareket etmişler, belli bir aşamaya sadece yüzde birlik kısmı siyasetle alakalıdır, o
kadar eski kurumlara dokunmamışlardır. Lakin da ulûl’l-emirlerin düşünüp halledeceği bir iştir!
bizim itirazımız şunadır. Said Nursi hem ken- Nitekim Mustafa Kemal’den Tayyip Erdoğan’a
dini risalelerin genelinde bir kurtarıcı gibi gör- kadar bütün “ulul emir”ler İslam’ın bu %1’lik
mekte, kendisine risalelerin yazdırıldığını (bir siyasî boyutuyla fazlasıyla alakadar olmuşlar-
tür vahiy aldığını) iddia etmekte, hem de iyi dır! Sırf Diyanet teşkilatı bile, %1’lik “siyasal
bir siyasî bilincin görmesi/idrak etmesi gereken şeriat”tan daha fazlasına tekabül eder…
gündemi görememekte, olan bitenden hiçbir şey Said Nursi’yi nüfuz olarak gölgede bırakmış
anlayamamaktadır. Dünyada tek zararlı cereya- olan ve Neo-Nurcu olarak anılmayı hak eden
nın dinsizlik (yani ateizm / komünizm inkarcı- Fethullah Gülen de bilindiği gibi Nursi’nin bu
lığı / ateizm) olduğunu zannetmektedir. Ayrıca kanaatini aynen tekrarlamaktadır. Ve bugünler
68
İktibas Şubat 2011
artık, AKP gibi siyasal iktidarın vesayetinde, F. yir olmadığını, asayişe dokunmadığını; laikliğin
Gülen grubunun öncülüğünde ılımlı İslam poli- dinsizlik olmadığını belirtmektedir ki bu da bu-
tikalarının neredeyse zirve yaptığı dönemdir. günkü ılımlıların en çok tekrarladıkları bir iddi-
İslam’ı neredeyse bütünüyle ahiret inancı, adır. Rejimle ilişkisi bu olan bir risale yazarının
namaz, ibadetler, ahlak ve fazilete indirgemek, tutumu ılımlı değil de nedir?
dünyaya ve Türkiye’ye vaziyet eden büyük siya- İşte böyle bir din / şeriat anlayışındaki ki-
sal örgütlerin arayıp da bulamadığı bir yorum-
şinin, Türkiye’nin Reis-i Cumhuru ve bütün
dur. Bu yorumu onlar hiçbir şeye değişmezler.
mebusları namaz kılsa, geriye isteyeceği hiçbir
Bu yorumu yapan her kim olursa olsun, el üs-
talebi kalmamış demektir. Böyle bir anlayışın
tünde tutulacaktır. Nuh Nebi’den beri ve bil-
adı İslam olsa ne olur, olmasa ne olur? İlk gün-
hassa Muhammed (sav)’in hemşehrisi Mekke
den beri Said Nursi ve onun çizgisini devam et-
eşrafının tek derdi, İslam’ın siyasete ilişme-
tiren ana yapı, bu özelliğinden dolayı sistem-içi
mesiydi. Muhammed (sav) şeytandan ve siya-
önemli bir toplumsal aktör olarak algılanmış,
setten Allah’a sığınsaydı, Mekke aristokrasisi
onu omuzlarında gezdirirler, eğer o günün bir Türkiye siyasetinin renkli bir unsuru olarak gö-

Pensilvanya’sı var idiyse, oraya davet ederler, bir rülmüştür. Bunun için kökten tavır alınmamış,
dediğini iki etmezlerdi! dengeli bir biçimde toplumu rejime katmak, sis-
Tekrar Said Nursi’nin mektubuna dönelim. tem dışına itilmelere sebebiyet vermemek için
Said Nursi’nin, 1920’li yılların siyasetini oku- kendilerine imkanlar sunulmuştur. Buna kısaca
yamaması tespitini yapmak hakkımız, ama niye ılımlı İslam demekteyiz.
okuyamamıştır diye sormak hakkımız değildir. Said Nursi’nin bazı mevzii tutum, davranış
Aksi taktirde onun beşer oluşunu yadsımış olu- ve hareketleri tek olarak alındığında elbette ‘sa-
ruz. Biz Said Nursi’den, o günkü Cumhuriyet lih amel’ olarak görülebilir, ama Kur’an’a bakışı,
rejimine ve bilahare gelen hükümetlere tak ba- kendisini ve risaleleri sanki Kur’an’ın bu çağdaki
şına isyan başlatmış olmasını istiyor da değiliz. yenilenmiş bir versiyonu, bir tür yeni vahiy gibi
Bizim yapmak istediğimiz, insanları olduğundan lanse etmesi, kıyamet ve ahirete yönelik yanlış
fazla büyütmemek gerektiğini hatırlatmaktır. Bir bilgilere istinad eden açıklamaları, Abdül Kadir
kişinin hayatı, fikriyatı ve siyasî duruşu olduğu
Geylani gibi tarikat büyüklerine olan prestiji gibi
gibi tespit edilmeli, ifrat ve tefritten kaçınmalı-
hususlar dikkate alındığında, söz konusu amel-
dır. Aradan geçen 90 sene sonra hala o insanın
lerinin fazla bir anlamı kalmamaktadır.
eksiğini, hatasını, yanlışını savunmaktır asıl af-
Biz insanların en büyük hatamız, insanları
fedilemeyecek olan.
şerikleştirmektir. Bu açıdan, gerçek TEVHİD
Bu tespitlerimizi tamamen, zikri geçen
inancını, hakiki İMANI elde etmek o kadar
mektup üzerine bina ettiğimiz sanılmamalı-
dır. Bunun ötesinde Nursi, defalarca, kendisi- kolay görünmemektedir.

nin ve risalelerin siyasetle alakası olmadığını, Artık bu çağın insanına Allah’ın gerçek
Said’in onlara ilişmeyeceğini, siyaseti bıraktı- Dini’ni, Kur’an İslamı’nı, Rasulullah (sav)’in ya-
ğını, Kur’an’ın siyasetten şiddetle men ettiğini şadığı sahih İslam’ı göstermeliyiz. Aksi takdirde
söylemektedir. Sözlerinin inandırıcı olması için ruz-ı mahşerde pek çok insan, İslam’ı bilenlerin
de, aylardır hatta bir senedir hiç gazete okumadı- yakasına yapışıp, neden kendilerine hidayeti
ğını hatırlatmakta; risalelerin kanunlara muga- göstermediklerini soracaklardır.
69
İktibas Şubat 2011

Said Nursi’nin Atatürk’e Mektubu*

“Hür Adam” filminde Atatürk’le olan lıp, bazı değişiklikler yapılarak Bediüzzaman’ın
sahneleri tartışma yaratan Bediüzzaman ‘Tarihçe-i Hayat’ kitabında yayınlanmış. Ancak,
Said-i Nursi’nin Atatürk’e yazdığı mektuba çeşitli kaynaklarda Bediüzzaman’ın Meclis’te 9
HABERTÜRK ulaştı Kasım 1922’de yaptığı konuşma olduğu zannedi-
Bediüzzaman Said-i Nursi’nin 1922’de Ata- len 10 maddelik metin ile bu mektup arasında
türk’e yazdığı mektup ortaya çıktı. Daha önce çok farklılık var.
varlığı ve içeriği konusunda çeşitli spekülasyon- Tarihçe-i Hayat kitabının 124-125-126-127
lar yapılan mektupta, Nursi, övgü dolu sözlerle No’lu sayfalarında, milletvekillerinde dine karşı
Atatürk’e hitap edip nasihatlerde bulunuyor. gördüğü lakaytlık sebebiyle on maddelik beyan-
Bu tarihi mektup, üzerine ‘Çok mühim bir name neşredip, dağıttığı belirtiliyor.
mektup’ notu düşülerek, Cumhurbaşkanlığı İLK VE SON MEKTUP
Arşivi’nde muhafaza ediliyor. Bediüzzaman, bu mektubu Meclis ziyare-
HABERTÜRK’ün ulaştığı mektupta Said-i tinden kısa süre sonra, 23 Kasım 1922’de ya-
Nursi, önce Atatürk’e “İslam âlemi kahramanı zar. Mektubunda, Atatürk’e Napolyon’u değil,
Paşa Hazretleri” diye hitap ederek akabinde şu Selahaddin-i Eyyubi gibi İslam kahramanlarını
ifadeleri kullanıyor: “Ey şanlı gazi. Zat-ı âliniz örnek alması gerektiğini hatırlatan Nursi, “Sizin
hem muzaffer ordunun hem muazzam Meclis’in bu başarınızı ve büyük hizmetinizi takdir eden
manevi şahsiyetini temsil ediyorsunuz.” ve sizi çok seven müminler, sıradan ama sağlam
Bediüzzaman, iltifatlarda bulunduktan sonra, Müslüman’dırlar. Sizi ciddi sever ve sizi tutar ve
“İki cihanda mutluluk ve başarılarınızı can-ı gö- size minnettardırlar” diye devam eder.
nülden dileyen bu fakirin, bir meselede 10 sözü- Yıllardır varlığı tartışılan bu mektup Bediüz-
nü, tavsiyesini birkaç nasihatini dinlemenizi rica zaman’ın Atatürk’e yazdığı ilk ve son mektuptur.
ediyorum” diyor. İlk defa Habertürk’ün ulaştığı bu mektuptan son-
Said-i Nursi 9 Kasım 1922’de ziyaret ettiği ra bu konudaki tartışmalar da farklı boyut kaza-
Meclis’te Bitlis Mebusu Arif Bey ve arkadaşlarının nacaktır.
Meclis Başkanlığı’na yaptıkları başvuruyla kürsü- Bediüzzaman’ın “Duacınız Said-i Kürdi” im-
ye davet edilir. Kürsüde Milli Mücadele gazilerini zasıyla 23 Kasım 1922’de Atatürk’e yazdığı,
tebriklerini sunup, dua eder. Bu gelişmeler, aynı Cumhurbaşkanlığı arşivinde bulunan ve “Çok
gün Meclis Zabıt Ceridesi’nin kayıtlarına girer, mühim bir mektup” notu düşülerek saklanan
bir gün sonra Hâkimiyeti Milliye Gazetesi’nde de tarihi mektubun günümüz Türkçesi ile sadeleş-
haber olur. tirilmiş hali.
Fakat dua ve tebrik dışında uzun bir konuşma İNNESSELATE KÂNET ALE’L-MÜ’MİNİ-
söz konusu değildir. Yılların tartışma konusu olan, NE KİTABEN MEVKUTA
88 yıldır orijinal hali bilinmeyen ve ilk defa ortaya “Şüphesiz namaz belli vakitlerde mümin-
çıkan bu tarihi mektubun 10 nasihatlik bölümü, lere farz kılınmıştır.” (Nisa Suresi , 103) İslâm
Atatürk’e özel olarak hitap ettiği ifadeler çıkarı- âleminin kahramanı Paşa Hazretleri’ne Ey şan-
70
İktibas Şubat 2011
lı Gazi, yüce şahsiyetiniz hem başarılı ordunun 4) Bu milletin Müslüman toplulukları, o kadar
hem de yüce Meclis’in manevi kişiliğini temsil ki bir cemaat namazsız kalsa, sapkın günahkâr
ediyor. Bu vesileyle kişilerin kusuru, onların ma- olsa bile yine de başlarındakini dini bütün gör-
nevi kişiliğine ve temsilcisinin hesabına geçer. mek ister. Hatta bütün Kürdistan’da, görev veri-
Dolayısıyla kişileri ve temsilcileri doğru yola teş- len tüm memurlara yönelik ilk önce sorulan soru
vik etmek, yönlendirmek en önemli görevinizdir. şudur: “Acaba namaz kılıyor mu?” Namaz kılan
İki cihanda mutluluk ve başarılarınızı can-ı gö- memura kesinlikle güvenirler, kılmayan memur
nülden dileyen bu fakirin, bir meselede 10 sözü- da ne kadar başarılı ve etkili olsa bile onlara göre
nü, tavsiyesini, birkaç nasihatini dinlemenizi rica suçludur. Bir zamanlar “Beytüşşebap” aşiretle-
ediyorum. rinde isyan vardı. Ben gittim, sordum: “Sebep
1) Allah’ın verdiği olağanüstü bu başarılar, bir nedir?” Dediler ki: “Kaymakamımız namaz kıl-
teşekkür ister ki sürekli olsun, artmaya devam mıyordu, rakı içiyordu. Öyle dinsizlere nasıl itaat
etsin. Eğer nimet, şükür görmezse gider. Madem edeceğiz?” Bu sözü söyleyenler de namazsız, hem
Allah’ın yardımıyla Kuran’ı düşmanın saldırı- de eşkıya (hırsız, haydut) idiler.
larından kurtardınız, Kuran’ın en açık ve kesin 5) Peygamberlerin çoğunluğunun Doğu’dan,
emri olan “namaz” gibi farzları yerine getirmeniz âlim ve bilginlerin önemli bir kısmının ise
gerekir. Böylece namazın feyzi (ilmi, bolluğu, haz- Batı’dan çıkması, ezeli bir kaderin işaretidir. Bu
zı) şahane işleriniz için sürekli bir şekilde üstü- nedenle Doğu’yu ayağa kaldıracak din ve kalptir,
nüzde olsun ve devam etsin. akıl ve felsefe değildir. Doğu’yu uyandırdınız, hak
2) İslam dünyasını mutlu ettiniz, sevgileri- ettiği yere getirdiniz, o halde tabiatına uygun dav-
ni ve yakın ilgilerini kazandınız. Ancak o yakın ranınız. Aksi halde bütün emeğiniz ya boşa gider
ilgi, alaka ve sevginin devamlılığı, İslami yaşa- veya başarılarınız çok yüzeysel kalır.
mın gereklerini yerine getirmekle olur. Çünkü 6) Düşmanınız ve İslamiyet düşmanı olan
Müslümanlar, İslamiyet adına sizi severler. Siz melun İngiliz, İslam dinine karşı olan duyarsız-
de İslami yaşantınızla ahretinizi güçlendirin ve lığımızdan pek fazla istifade etti ve ediyor. Hatta
İslamiyet’e bağlılığınızı ortaya koyunuz. diyebilirim ki, Yunan kadar İslam’a zarar veren,
3) Başta yüce şahsiyetiniz olmak üzere siz ve dinde ihmalimizi bahane edip bundan faydalanan
silah arkadaşlarınız olan kahramanlar, bu dün- iç düşmanlarımızdır. İslamiyet’in faydası ve mil-
yada Allah dostları (evliyaullah) hükmünde olan letin güvenliği için bu ihmali ortadan kaldırma-
gazi ve şehitlere komutanlık ettiniz. Kuran’ın ke- mız gerekir. İttihatçılar o kadar harika, gayretli,
sin emirlerini uygulamak ve uygulatmakla öteki istikrarlı olmalarına ve fedakârlık göstermelerine
âlemde de nurlu gruba önder olmaya çalışmak, rağmen, hatta İslam’ın uyanışına sebep oldukla-
sizin gibi büyük yardıma mazhar olanlara layık- rı halde, dinde kısmen laubalilik tavrı gösterdik-
tır. Aksi takdirde burada kumandanken orada bir leri için içerideki millet onlardan nefret etti ve
neferden yardım dilenme zorunda kalabilirsiniz. değersiz görüldüler. Dışarıdaki Müslümanlar ise
Bu basit, boş dünya şan ve şerefiyle, öyle madde İttihatçıların dindeki ihmallerini görmedikleri
değil ki, sizin gibi yüce ruhlu, karakterli insanları için hürmet gösterdiler, gösteriyorlar.
doyursun, tatmin etsin ve onların gerçek amacı 7) Küfür âlemi bütün vasıtalarıyla, medeniye-
bunlar olsun. tiyle, felsefesiyle, ilim ve sanatlarıyla, misyonerle-
71
İktibas Şubat 2011
riyle İslam âlemine saldırdı ve maddi olarak uzun 10) Bir yolda dokuz yok olma ve bir kurtu-
zamandan beri galip olduğu halde İslam âlemine luş ihtimali varsa, hayatından vazgeçmiş cesur
dinen galip gelemedi. İçeride sapkınlığa düşmüş bir kişi gerekir ki, o kurtuluş yoluna yönelsin.
bütün grupların, İslam’a az miktarda zarar vere- Şimdi 24 saatten bir saati işgal eden namaz gibi
cek ölçüde kaldığı, İslamiyet direncini ve sağlam- bir dini zorunluluğun uygulamasında yüzde 99
lığını sünnete bağlılık ve birliktelikle koruduğu, kurtuluş ihtimali vardır. Yalnız gaflet ve tembel-
şimdi ise üstün bir konuma geçmeye hazırlandığı lik gibi bir hisle belki dünyevi bir zarar olabilir.
bir zamanda, ayrıca sizin gibi yüce bir kahramanı Halbuki farzların terk edilmesinde doksan dokuz
İslam’ın koruyucusu ve savunucusu bulduğu bir zarar ihtimali bulunuyor. Yalnız gaflete, sapkın-
anda, laubali bir şekilde pis Avrupa medeniye- lığa dayanan tek bir kurtuluş ihtimali olabilir.
tinden süzülen uydurma bir akım gönlünde yer Acaba dine ve dünyaya zarar olan ihmal ve farz-
tutamaz. İslâm âlemi içinde önemli ve devrim ların terkine ne bahane olabilir? Onur ve haysi-
niteliğinde bir iş yapmak, ancak İslamiyet’in ku- yet buna nasıl izin verir? Mücahit grubun ve yüce
rallarına teslimiyetle mümkün olabilir. Aksi ola- Meclis’in hal ve hareketleri halk tarafından taklit
maz ve olmamıştır. Olsa dahi kısa sürede sönüp edilir. Kusurlarını millet ya taklit edecektir ya da
gitmiştir. eleştirecektir ki her ikisi de zarardır. Demek ki
8) Dinin zayıflayıp etkisini kaybetmesine se- onlardaki Allah’ın hukuku, kulların haklarını da
bep olan alçak Avrupa medeniyeti yırtılmaya yüz kapsıyor.
tuttuğu bir zamanda ve Kuran medeniyetinin or- Sırr-ı tevatür (sağlam bilgilerin, güvenilir
taya çıkmasının vakti geldiği bir anda lakayt ve isimler tarafından nesilden nesile nakledilmesi)
ihmalkâr bir şekilde “olumlu bir iş yapılamaz”; ve fikir birlikteliğini kapsayan hadsiz, haberleri
olumsuz ve yıkıcı işe ise bu kadar yıkıma maruz ve delilleri dinlemeyen ve nefsin safsatalarını ve
kalan İslam zaten muhtaç değildir. Napolyon’a şeytanın vesveselerinden gelen vehimleri kabul
değil belki Selahaddin-i Eyyubi gibi İslâm kahra- eden adamlarla hakiki ve ciddi bir iş görülmez.
manlarına tabi olmanız gerekir. Bu büyük inkılabın temel taşlarının sağlam olma-
9) Sizin bu başarınızı, yüce hizmetinizi takdir sı gerekir. Bilirsiniz ki ebedi düşmanlarınız, sap-
eden ve sizi canı gönülden sevenlerin çoğunlu- kınlıklarınız ve hasımlarınız, İslâm’ın gereklilik-
ğu inananlardır ve özellikle halk tabakasıdır ki, lerini tahrip ediyorlar. Öyle ise mecburi göreviniz
bunlar da sağlam Müslüman’dırlar. Sizi ciddi İslam’ın gerekliliklerini yaşatmak ve korumaktır.
anlamda sever, tutar ve size minnet duyarlar. İslam’ın değerlerini hafife alma, milletin zayıflığı-
Fedakârlığınızı takdir eder, uyanışa geçmiş en bü- nı gösterir, zayıflık ise düşmanı durdurmaz, bila-
yük ve en müthiş bir kuvveti size sunarlar. Siz kis cesaretlendirir.
dahi Kuran’ın emirlerini uygulayıp, onlara bağla- -Hasbunallahu ve ni’me’lvekîl, ni’me’l-mevlâ
nıp dayanmanız, İslam’ın yararı adına gereklidir. ve ni’me’nnasîr“Allah bize yeter. O ne güzel ve-
Yoksa İslamiyet’ten soyutlanmış olan bedbaht, kildir (Al-i İmran Suresi, 173). O ne güzel dost ve
milliyetsiz Avrupa düşkünü, Batı taklitçilerini O ne güzel yardımcıdır (Enfal Suresi, 40).”
Müslüman halka tercih etmek İslam’ın yararına
23 Kasım 1922 Duacınız Said-i Kürdi Meclis
aykırı olduğundan İslam âlemi bakışını başka ta-
Riyaseti 5/3218 Evraka 2/12/338 Hıfzı
rafa çevirmeye ve başkasından yardım istemeye
mecbur kalacaktır. *Habertürk / 4 ocak 2011

72
İktibas Şubat 2011

Herkesin El-cezire belgeleri bu açıdan önemli. Direnişi


sürdüren, hatta FKÖ’ye “barış için şans” tanı-
Bildiği Sırlar mak adına en azından oyun bozanlık etmeyen-
ler terörle mahkum edilirken, ekran karşısında
Akif Emre/25.01.2011/Yeni Şafak
gösterişli diplomatik ilişkilerin perde arkasında

Filistin sırları da sızmaya başladı. El-cezire ne yatıyordu?

Filistin-İsrail-Amerika arasındaki görüşmeleri, Sonuca bakılacak olursa hezimet ötesi bir

pazarlıkları içeren gizli bilgileri sızdırmaya baş- aşağılama var elde. Arafat, Ramallah’ta kuşatma

ladı. Bir tür ‘Filistin’in Wikileaks’i işlevi görüyor altında mum ışığıyla efsaneleşen görüntüsüyle

El-cezire’nin belgeleri. direnişe geri döndüğünde artık çok geçti...

Henüz tamamı açıklanmasa da okuyabil- Açıklanan belgelerdeki iddialar Filistin’de

diklerimiz benim açımdan çok şaşırtıcı gelme- herkesin bildiği gerçekler. Herkesin bildiği, far-
di. Belgelerin doğruluk derecesi üzerinde çeşitli kında olduğu ama buna rağmen elbirliğiyle dip-
itirazlar yapılsa da yaşananları takip eden anali- lomatik ifadelere, kurallara, teamüllere uyularak
tik bir bakış bu sızıntıların neye tekabül ettiğini halkın ahlaksız ilişkilerle, ikiyüzlülükle temsil
kestirebilir. edildiği acı gerçeğinin ve direnişin nasıl satıl-
Oslo Barışı’yla başlayan ve Filistin direnişi- dığının ayrıntılarından başka bir şey yok belge-
nin uysallaşarak Siyonist sömürgecilikle uzlaş- lerde. Dünya gücü olma adına, bölgeye nizamat
masıyla sonuçlanan sürece geri dönüp bakıldı- vermeye kalkan bir devin ahlaken cüceleştiği,
ğında akla durgunluk veren, tüm Filistinlileri Siyonist sömürgecilerin tüm dünyanın gözünün
aşağılayan, Filistin davasını destekleyen tüm içine bakarak hem mağdur hem zalim rolünü
dünyayı aptal yerine koyan bir oyun sahnelen- oynamaktan imtina etmediği ilişkiler yığını...
diği görülür. Ve bu oyun hâlâ devam etmekte ne Filistin tarafı ise yüksek maaşlar uğruna,
yazık ki. görüntüyü kurtarmak adına her türlü tavizi
Siyonist sömürgecilik Filistinlilerin tüm di- (ihanet dememek için bir gerekçe kalmıyor bu
reniş imkanlarını elinden almak ve direniş ru- saatten sonra) vermeye hazır hale getirilmiş ve
hunu, direnişin beslendiği manevi dinamikleri Amerika’nın, İsrail’in desteği ile ayakta tutul-
pelteleştirmek için her yönteme başvurdu. Mad- maya çalışılan omurgasız bir yönetim.
di anlamda hayatı adeta zindan eden, paryalaş- “Herkesin bildiği sırlar” böylece bir kez daha
tıran, insanlığın tüm onurunu ayaklar altına somut gerçeğe dönüşmüş oluyor.
alacak şiddet uygulayarak adeta diz çöktürme İsrail’in uygulamalarını, stratejisini sadece
yöntemlerini sistematik olarak uyguluyor. ‘işgal’ kelimesiyle sınırlamak gerçekliği çok ma-
Teslim olmaktan başka seçenek bırakmamak sumlaştırıyor. Tam anlamıyla kendine özgü bir
için her tür yönteme başvurdu. Buna rağmen di- sömürgecilik uygulanıyor Filistin’de.
renenleri de dünyanın gözü önünde terörize ede- Siyonist sömürgecilik...
rek, kuşatma altına alarak teslim olmaya (barı- Sömürgecilik sömürmeye dayanır. Ruhları
şa) zorluyor ya da dışlıyor. sömürür ilkin, direnme gücü bırakmaz. Kay-
Uzlaşma ve ‘barış’tan yana tercihini kulla- naklarını sömürür, muhtaç hale getirir. Direniş
nanların tercih ettiği yöntem daha mı etkin? ruhu sömürülmüş söndürülmüş ruhların temsil
73
İktibas Şubat 2011
ettiği liderliklerle iş tutar sonunda. Ruhları sö-
“Arap Diktatörler
mürülmüş, direniş ruhu söndürülmüş liderlerle
de her tür pazarlık yapılabilir.
Çağı” Tam Gaz
Kudüs’ü, Batı Şeria’yı, halkını gözden çıkaran Devam Ediyor
bir liderliğin ısrarla temsil makamında tutulma-
Robert Fısk/21.01.2011/The İndependent-Radikal
ya çalışılmasının somut delillerinden başka bir
şey yok belgelerde. Muhtemelen bir kısmı ya-
Arap dünyasında diktatörlükler çağının sonu
lanlanabilir ki; dolaylı yollardan bazılarının ger-
mu? Ortadoğu’nun dört bir yanında, tüm o zen-
çekliğini itiraf etmek zorunda kaldılar. Sonuçta
gin şeyhler ve emirlerin, epey yaşlı olanı Suudi
Tarık Ali’nin ifadeleri her şeyi açıklıyor: “FKÖ Arabistan’da, genciyse Ürdün’de yaşayan kral-
satıldı. Para ile satın alındılar ve memur gibi ların ve (bir kez daha, çok yaşlı olanı Mısır’da,
davrandılar. Filistin’de birçok FKÖ destekçisi genciyse Suriye’de bulunan) devlet başkanları-
şimdi El-cezire’yi izledikçe ve ihanetin boyut- nın postallarının içinde titredikleri muhakkak;
larını gördükçe gözyaşlarına boğulmuş olma- zira Tunus’ta olanları hiç beklemiyorlardı. Keza
lı.” Cezayir’deki gıda fiyatları yüzünden çıkan isyan-
ları ve Amman’daki fiyat artışları nedeniyle ya-
Bu belgelerin neden şimdi açıklanmış ola-
pılan gösterileri de. Bu arada, despotu Riyad’da
bileceği sorusu yayınlanan acı gerçekler kadar
sığınma elde etme çabasında olan (bir zamanlar
önemli olmalı. Çok farklı ihtimaller üzerinde
İdi Amin adlı bir adam da bu kente kaçmıştı)
durulabilir. Ama şu kesin ki Filistin yönetimi- Tunus’ta ölen ölene olduğunu söylemeye gerek
nin elinde kalan son itibarı da yerle bir edilmiş yok.
olacak. Zorla diz çöktürülen Gazze yani Hamas Eğer tatil beldesi Tunus’ta bunlar olabiliyor-
diğer tarafta itibarsızlaştırılan yönetim... Siyo- sa, her yerde olabilir, öyle değil mi? Batı, dev-
nist sömürgecilerin acımasızlıklarına ve yüzsüz- rik lider Zeynel Abidin Bin Ali’yi iktidardayken
lüklerine Mavi Marmara’daki tutumları iyi bir Tunus’un ‘istikrarından’ dolayı pek severdi.
laboratuar olabilir. Fransızlar, Almanlar ve Britanyalılar, diktatörü
medeni Batı’nın ‘dostu’ olduğu ve bütün o İs-
lamcıların tepesinden yumruğunu eksik etmedi-
ği için öve öve bitiremezdi.
İslam dünyası enkaz gibi
Tunuslular bu kısa hikâyeyi unutmayacaktır,
biz unutmalarını istesek de. Araplar, Tunus nü-
fusunun üçte ikisinin (10 milyondan yedisi, yani
yetişkin nüfusun tamamı) Bin Ali’nin gizli polisi
olarak çalıştığını söyler. Yani bu da, geçen hafta-
ya dek sevdiğimiz adamı protesto etmek için, o
03.01.2011/Hürriyet

gizli polislerin de sokakta olduğu anlamına gelir.


Fakat fazla da heyecanlanmayın. Evet, Tunus-
lu gençler (keza Cezayir’dekiler de) toplanmak
için interneti kullanıyor ve sokaklarda (80’ler-
de ve 90’larda doğan, üniversiteyi bitirse bile iş
74
İktibas Şubat 2011
bulamayan) gençlerin demografik patlaması var. kazdan daha fazlası. Irak şu an İran’ın ‘satrap’ı
Fakat ‘ulusal birlik’ hükümeti, yaklaşık 20 yıl olan bir hükümete sahip, Hamid Karzai artık
boyunca Bin Ali’nin sağ kolu olan Muhammed Kabil’in belediye başkanı değil, Pakistan bir fe-
Gannuşi tarafından kurulacak; kendi halkının laketin eşiğinde duruyor, Mısır da geçenlerde
çıkarlarını değil, bizim çıkarlarımızı kalben des- sahte bir seçim daha yaptı. Ve Lübnan… Za-
tekleyen güvenli bir çift el yani. vallı Lübnan’ın bir hükümeti bile yok. Güney
Korkarım ki, bu da aynı eski hikâyeye döne- Sudan’sa (seçimler adil olursa) cılız bir mum ya-
cek. Evet, Tunus’ta bir demokrasi isteriz ama kabilir ama çok da güvenmeyin.
çok fazla olmasın. 90’larda Cezayir’de demokra- Biz Batı’dakiler içinse sorun, ezelden beri
si olmasını istediğimizde neler olduğunu hatırlı- aynı. ‘Demokrasi’ diyoruz ve hepimiz adil se-
yor musunuz? çimlerden yanayız; tabii Araplar bizim istedikle-
O dönemde İslamcıların seçimin ikinci tu- rimize oy verdiği sürece.
runu kazanacağı belli olduğunda, seçimleri iptal 20 yıl önce Cezayir’de bizim istediğimize oy
edip İslamcıları ezen, 150 bin insanın öldüğü bir vermediler. Keza ‘Filistin’de de. Ve sözüm ona
iç savaşın fitilini yakan ordu destekli hükümetin Doha Anlaşması’ndan dolayı Lübnan’da da. Bu
yanındaydık. nedenle onlara yaptırım uyguluyoruz, tehdit
Hayır, biz Arap dünyasında asayiş ve istikrar ediyoruz ve İran’la ilgili ikaz ediyoruz, onlardan
isteriz. Hüsnü Mübarek’in çürümüş, yolsuzluğa İsrail’in Batı Şeria’daki kolonileri için daha fazla
batmış Mısır’ında bile istediğimiz bu ve istediği- Filistin toprağı çalarken çenelerini kapalı tutma-
mizi alırız. larını bekliyoruz.
Elbette hakikat şu: Arap dünyası o kadar arı-
Ben Ali, yıllar boyu ülkesini ‘yavaş yavaş
zalı, katılaşmış, çürümüş, aşağılanmış ve acıma-
liberalleştirmekten’ söz etmişti. Fakat bütün
sız ki (Bin Ali, daha geçen hafta Tunuslu protes-
diktatörler en büyük tehlikenin, aslında sıkışıp
toculara ‘terörist’ demişti), herhangi bir sosyal
kalmış vatandaşlarının zincirlerini kırmaya baş-
veya siyasi ilerleme kaydetmekte o kadar me-
ladıklarında ortaya çıktığını bilir.
calsiz ki, Ortadoğu’nun kaosundan işleyen bir
Yeni bir diktatör aranıyor
demokrasiler silsilesinin doğma ihtimali yüzde
Araplar da buna göre davrandı. Yıllarca sırtını
sıfıra yakın. Arap hükümdarların işi her zaman
sıvazlayan Arap gazeteleri, Bin Ali daha sürgüne
neyse o olacak; halklarını ‘idare etmek’, kontrol
çıkar çıkmaz adamı kötülemeye başladı. ‘Yanlış
etmek, Batı’yı sevip İran’dan nefret etme amen-
tüsünü canlı tutmak. yönetim’, ‘yolsuzluk’, ‘demir yumruk’, ‘insan
Peki Tunus, ateşler içindeyken ABD Dışiş- haklarına sıfır saygı’ gibi laflardan geçilmiyor ga-
leri Bakanı Hillary Clinton geçen hafta ne ya- zetelerde. Lübnanlı şair Halil Cibran’ın şu söz-
pıyordu dersiniz? Körfez’in çürümüş prenslerine leri hiç bu kadar acı biçimde doğrulanmamıştı:
görevlerinin İran’a karşı yaptırımları destekle- “Yeni hükümdarı davul zurnayla karşılayan ve
mek, İslam cumhuriyetine karşı koymak, ABD sonra bir başkasını buyur ederken yuhalayarak
ve Britanya’nın bölgede halihazırda neden oldu- uğurlayan ülkeye yazıklar olsun.” Muhammed
ğu iki felaketin ardından bir başka Müslüman Gannuşi olabilir mi o başkası?
ülkeye olası saldırıya hazırlık yapmak olduğunu Elbette şimdi herkes fiyat kırıyor veya kırma
anlatıyordu. sözü veriyor. Yemek pişirmek ve ekmek, kitleler
Demokrasi meraklısı Batı için hayat memat meselesi. Bu nedenle Tunus,
Müslüman dünya (en azından Hindistan’la Cezayir ve Mısır’da fiyatlar inecek. Peki başta
Akdeniz arasındaki kısmı) üzüntü verici bir en- niye bu kadar yüksekti?
75
İktibas Şubat 2011
Cezayir, en az Suudi Arabistan kadar zengin madığı Adalet Ağaoğlu, 1978 yılında yayımladığı
olsa da (petrol ve doğalgaz onda da var) Ortado- Sessizliğin İlk Sesi adlı hikâye kitabındaki “Sen
ğu’daki en vahim işsizlik oranlarından birine Ey Kutsal Işık” hikâyesinde yeni açılacak meyda-
sahip, sosyal güvenlik yok, emeklilik güvencesi na bir Atatürk heykeli dikmeye çalışan bir bele-
yok, halk için hiçbir şey yok, çünkü generalleri diye başkanının başına gelenleri anlatır.
ülkenin zenginliğini yağmalayıp İsviçre’ye kaçı- 1978 için bir hayli cesur olan hikâyenin ben-
rıyor. zerleri yıllardır bu ülkede yaşanıyor.
Ve polis vahşeti. İşkence tezgâhları işleme- İşte hepsi yaşanmış Türkiye’nin en ucube
ye devam edecek. Diktatörlerle iyi ilişkilerimizi Atatürk heykeli hikâyeleri:
sürdüreceğiz. Ordularını silahlandırıp İsrail’le 1) Gömülen Atatürk heykeli
barış yapmaya çalışmalarını söyleyeceğiz. Ve on- Afyon Emirdağ’daki Atatürk Anıtı yıpran-
lar da ne söylersek yapacaklar. mıştır. Peki, Atatürk heykeli yerinden nasıl
Bin Ali kaçtı. Şimdi Tunus’ta daha mülayim
kaldırılacak ve daha da önemlisi ne yapılacak-
bir diktatör aranıyor; haber ajanslarının bu ber-
tır? 2005 yılının temmuz ayında Emirdağ’daki
bat adamlar için kullanmayı pek sevdiği tabirle,
devlet büyüklerinin en büyük derdi bu olmuştur.
‘müşfik ve güçlü bir adam’ aranıyor. Ve ‘istikrar’
Kaymakam ve Belediye Başkanı arasındaki bir
tekrar tesis edilene dek (Tunus’ta dün olduğu
dizi resmî yazışmadan sonra çare bulunur. Bir
gibi) vurup öldürmeler de sürecek. Hayır, her
Atatürk heykelini İmha Komisyonu kurulur. Ko-
şeyi hesaba katarsak, Arap diktatörler çağının
misyon İlçe Milli Eğitim Müdürü, İl Özel İdare
bittiğini falan hiç sanmıyorum. Göreceğiz.
Müdürü, Belediye Fen İşleri Müdürü’nden olu-
şur. Ekinde altı adet resim olan imha tutanağın-
da yazanlar bu işin ne kadar tehlikeli olduğunun
ispatı: “Komisyon 22-07- 2005 tarihinde saat
Türk’ün Atatürk 14:00’te Emirdağ Belediye Meclis Salonu’nda
Heykelleriyle İmtihanı toplanmıştır. Heykeli incelemek üzere, halen
heykelin muhafaza edildiği Emirdağ Belediye-
Yıldıray Oğur/19.01.2011/Taraf si İtfaiye Amirliği binasına gidilmiştir. Yapılan
inceleme sonunda.... Heykelin bu haliyle orada
“Bana bir Büyük Kumandan gerek. Çabuk kalmasının Yüce Atatürk’ün manevi şahsiyetine
tarafından ve iyi bir Büyük Kumandan. Örnek- uygun düşmeyeceği anlaşıldığından, bahse konu
lerinizi gösterin. Bu olmaz. Dört yanı meşaleli heykelin, muhafaza edildiği Emirdağ Belediyesi
Büyük Kumandan’a belediyemizin gücü yetmi- İtfaiye Amirliği binası arazisine, büyük bir çu-
yor. İki yanında meşale yananına da gücümüz kur kazılarak gömülmek suretiyle imha edilme-
yetmiyor. Bizim büyük kumandan tek elinde bir sine...”
meşale tutsun. Bu büyük boy Büyük Kumandan 2) Denizden heykel çıkarsa...
kaça? Olmadı. Bize göre değil. Öyleyse büyük 2002 tarihinde Antalya Serikli balıkçılar sa-
tam boy Büyük Kumandan yerine küçük tam hile vurmuş sapasağlam bir Atatürk heykeli
boy bir Büyük Kumandan...” bulurlar. Heykel aslında 10 gün önce yaşanan
Türkiye’nin romanları ve hikâyelerindeki selde Mersin Kızkalesi İlçesi’nin meydanından
politik meydan okumanın değerini henüz anla- kopmuştur. Fiberglastan yapıldığı için batmadan
76
İktibas Şubat 2011
Serik sahillerine ulaşan heykel iki ilçeyi birbiri- memektedir. Dava 12 yıl sürer. Sonunda mah-
ne düşürür. Oya Armutçu’nun haberini Hürriyet keme işin içinden çıkamayıp görevsizlik kararı
arşivinden bulabilirsiniz. verir.” (Hikâyenin detaylarını, Atatürk’ün gülüp
Birkaç açıklamayla yetinelim: gülemeyeceği üzerine bilirkişi raporlarını Aylin
“NECATİ KALE (Kızkalesi Belediye Başkanı): Tekiner’in İletişim Yayınları’ndan çıkan Ata-
Bir yıla yakın zamandır heykelimiz kayıp. Sel sı- türk Heykelleri: Kült Estetik Siyaset kitabında
rasında Cumhuriyet Meydanımız yok oldu. Ne bulabilirsiniz.)
kadar aradık biliyor musunuz? Dalgıç getirdim, 4) Evinde süslü Atatürk heykeli bulunan ço-
arattım sel felaketi yaşadık, keşke imkânımız cuk
olsa da yenisini yaptırsak, onu da o okula hediye “Denizli Buldan’ın Tarakçı parkındaki alçı-
etsek, ama yok ki. Vermezlerse dava açmayı dü- dan Atatürk heykelini kıran 14 yaşındaki Cengiz
şünmüyorum, onların vicdanına kalmış.” Demiray sevk edildiği suçüstü mahkemesinde
“MEHMET AYDIN (Serik Kaymakamı): De- sorgusunu müteakip tevkif edilerek cezaevinde
niz hukuku, denizde bulunan bizimdir, der. Geri konmuştur. Demir ‘Parkta oynarken arkadaşlar
veremeyiz. Okul müdürüyle konuştum, öğrenci- ile büstün canlı olup olmadığı konusunda bahse
leri Kızkalesi’ne götürecek, teşekkür edecekler. girip taş atarak heykelin kırılmasına sebep oldu-
O beldeyle kardeş olmamıza vesile olacak bu ğunu’ söylemiştir. Denizli Valisi de gazetecilere
olay.” yaptığı bir açıklamada Cengiz’in zaman zaman
“SÜLEYMAN AKYÜZ (Antalya Milli Eğitim şehrin elektrik lambalarını da kırdığını, bu yüz-
Müdürü): Allah Atatürk’ü koruma görevini bize den belediyece sık sık cezalandırıldığını belirt-
verdi. Ne isterseniz ona ulaşırsınız. Demek ki miştir. İlkokuldan ayrılmış olan Cengiz’in evin-
bizim de içimizden böyle bir şey geçmiş, deniz de yapılan aramada süslenmiş halde iki Atatürk
onu bize gönderdi. Geri vermeye niyetimiz yok. büstü bulunmuştur.” (21 Mayıs 1966, Milliyet)
Gerekirse yenisini yaptırırız, bunu vermeyiz.” 5) Çöpçü Atatürk’ü temizlemeye çalışırken
3) Atatürk gülemez “Bakırköy’de Atatürk heykeli kaidesinde bu-
“28 Şubat’ın ardından Sincan’da Kaymakam- lunan mermer plakanın kırılmasıyla ilgili gözal-
lık, İşadamları Derneği ve ADD ilçenin Kudüs tına alınan üç çöpçü, törenlere hazırlamak için
Gecesi’yle ‘bozulan’ imajını tamir için bir Ata- büstü temizlerken plakayı kırdıkları tesbit edi-
türk heykeli yaptırmaya karar verir ve sanatçı lip iki gün sonra serbest bırakıldılar” (25 Nisan
Burhan Alkar’a başvurur. Anıt ihtiyaca binaen 1969, Milliyet)
tasarlanır. Atatürk kendisine ilçenin simgesi 6) Üstüme gelmeyin Atatürk’ü vururum
olan lale veren küçük bir kızı sevgiyle kucak- “Bingöl’de kredi bulamayınca bunalıma gi-
lamaktadır. Ama sevgiyle kucaklama işi biraz ren Salih Bozağaç Vilayet Binası önündeki, Ata-
abartılmış, Atatürk güldürülmüştür. Kaymakam türk heykeline çıkıp ‘Üstüme gelmeyin yoksa
Ali Gün ‘Biz toplumda genelgeçer kabul edilmiş Atatürk’ü vururum’ diye bağırmaya başladı. Et-
bir Atatürk heykeli istiyoruz’ diye heykeli hazır- kisiz hale getirilen Bozağaç ertesi gün bir demet
lanan kaideye koymayı reddeder. Taraflar dava- çiçek bıraktığı Atatürk anıtı önünde, ‘Atam sen-
lık olur. Akademik titrleri olan üç heykeltıraş den çok özür diliyorum, yaptığıma çok pişma-
bilirkişi olarak raporlarını veririler: Heykeldeki nım’ dedi.” (11 Temmuz 2002, Hürriyet)
imaj halkın bilincindeki Atatürk imajına benze- ***
77
İktibas Şubat 2011
En ucube beş... Bu, Orgeneral Çetin Doğan’ın tek başına
Bir heykele kim ucube diyebilir? Başbakan’ın yaptığı ve diğerlerini zorladığı bir darbe hazırlığı
diyemeyeceğini hafta boyunca anladık. Mesela değil.
Mimar Sinan Üniversitesi Heykel Bölüm Başka- Son çıkan belgelerden de anlaşılacağı gibi
nı Prof. Dr. Vedat Somay diyebilir mi? 2005 yı- karşımızda “Çetin Doğan’ın etrafında” oluşmuş
darbeci bir cunta var.
lında Vatan gazetesine konuşan Somay “Memle-
Bu cunta, kendilerine katılmayan diğer ko-
ketteki Atatürk heykellerinin yüzde 80’i ucube”
mutanları da tasfiye etmeyi planlamış.
demiş bile. İşte bugün Başbakan dâhil kimsenin
Genelkurmay, bu cuntanın farkına varmış
diyemediğini cesaretle söyleyen Somay’a göre
ama gücü ancak “emeklilik zamanı gelmiş” olan
Türkiye’nin en ucube beş heykeli: Orgeneral Çetin Doğan’ı tasfiye etmeye yetmiş.
1) Bayrampaşa Belediyesi önündeki Atatürk Cuntanın diğer elemanları ordu içinde yük-
anıtı selmeyi sürdürmüşler.
2) Sarıyer Meydanı’ndaki Atatürk heykeli Bu darbe girişiminde önemli roller üstlendik-
3) Tekirdağ Malkara’daki Namık Kemal hey- leri anlaşılan Orgeneral İbrahim Fırtına ile Ora-
keli miral Özden Örnek kuvvet komutanı olmuşlar.
4) Harbiye’deki Uğur Mumcu heykeli (kaldı- Orgeneral Şükrü Sarıışık, Milli Güvenlik Ku-
rulu Genel Sekreterliği’ne getirilmiş.
rıldı)
O görevdeyken “misyonerliğin ülkeyi bölece-
5) Bebek Parkı’ndaki Fuzuli heykeli.
ğine dair” bir rapor hazırlatmış.
Bu rapor, Balyoz Darbe Planı’nında öldü-
rülmesi öngörülen grubun içinde adı bulunan
Hrant Dink’in uğradığı suikastın de başlangıç
Yaşayan Cunta noktası gibi görünüyor.
Balyoz Planı, Çetin Doğan’ın tasfiyesine rağ-
Ahmet Altan/21.01.2011/ Taraf
men bir şekilde yürümeye devam etmiş anlaşı-
lan.
Gölcük’ten çıkan belgeler, bize birçok gerçeği İsim değiştirip Kafes Eylem Planı’na dönmüş
birden gösteriyor. belki de.
Birincisi, Balyoz Darbe Planı’nın “gerçekli- Bütün bunlar bize, ordunun içindeki bir cun-
ğini”, hiç kimsenin inkâr edemeyeceği biçimde tayla, o cuntaya eklemlenmiş istihbaratçı, polis
kanıtlıyor. ve jandarmanın Hrant Dink’i, planlarına uygun
“Belgelerin arasına sahteleri de katıldı” iddia- bir şekilde ortaklaşa öldürttüklerini düşündürü-
yor kaçınılmaz olarak.
ları bitiyor çünkü bu sefer askerî darbe planları,
2003’te Balyozcuların planladığı cinayet,
askerî karargâhta, askerlerin gözetimi altında ele
2007’de işlenmiş.
geçirildi.
Cuntanın planı, cunta reisi ordudan tasfiye
İkincisi ve bence daha vahim olanı, bugüne
edilse de cinayetlerle yürümeye devam etmiş.
dek “Balyoz’un Orgeneral Çetin Doğan’ın kişisel Bu cuntanın “uzantılarını” andıran
girişimi olduğu ve ast rütbelilerin buna emir ko- Ergenekon’un üstüne ciddi bir biçimde gidilme-
muta zinciri içinde katılmak zorunda kaldıkları” seydi ve üyelerinin çoğu tutuklanmasaydı, bü-
tezi iflas ediyor. yük ihtimalle cinayetler de sürecekti.
78
İktibas Şubat 2011
Balyoz cuntasının birçok üyesi bugün orduda hâlâ ordu içinde bulunan üyelerine dokunmak-
ve faal görevini sürdürüyor. tan kaçınıyor.
Gölcük belgeleri, bu darbecilerin “cami bom- Daha da tehlikelisi, Hrant cinayetinin aydın-
balamalarını” ne kadar ciddiye aldığını da kanıt- latılması için parmağını bile kımıldatmıyor.
lıyor, gitmişler, bakmışlar, keşifler yapmışlar, Ben gittikçe daha kuvvetli bir biçimde
raporlar hazırlamışlar. Hrant’ın, kökü Balyoz girişiminde olan bir cun-
Bazı camilerin bombalanmasından “polis ça- ta tarafından öldürüldüğüne inanıyorum; eğer
buk gelir” diye vazgeçmişler. bu cinayet gerektiği gibi araştırılsa, hükümet
Eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Ergenekon meselesinde gösterdiği kararlılığı
Başbuğ, televizyonlarda “Allah Allah diye bağı- Dink cinayetinde de gösterse, Zekeriya Öz gibi
ran bir ordu camileri nasıl bombalar” diye bağı- bir savcıyı bu işle görevlendirse, biz bu cuntayı
rıyordu geçen yıl. yakalayacağız.
Belgeleri okusun da “nasıl bombalanırmış” Hepimizin gördüğü gerçekleri hükümetin
öğrensin. görmemesi, bizim bildiklerimizden çok daha
Ya yönettiği ordunun içinde neler olduğunu fazlasını hükümetin bilmemesi imkânsız.
bilemeyecek kadar beceriksizdi ya da gerçekleri Neden harekete geçmiyor?
bildiği halde düpedüz yalan söylüyordu. Asıl soru bu bence
Gerginlik yaratmak için Yunanistan’la ara-
mızdaki ilişkileri bozmayı hedefledikleri, bunun
için Hava Kuvvetleri’ni kullanacakları, hatta
kendi jetlerimizden birini düşürmeyi bile plan- Gannuşi: Devrimi
ladıkları ilk Balyoz belgelerinde vardı.
Gölcük belgeleri de “Yunanistan’la gerginlik”
Halk Yaptı,
planının diğer ayrıntılarını veriyor. Modelimiz Türkiye
Bütün bunların 2003 yılında olduğunu, artık
bu tür planların geride kaldığını düşünenlere, 24.01.2011/ Dünya Bülteni

Yunan Başbakanı buradayken Yunan adaları üs-


tünde uçan savaş uçaklarını hatırlamak lazım. Tunus’taki devrimin önemli aktörlerinden
Cuntanın o günkü planlarını, bugün hâlâ En-Nahda Hareketi lideri Raşid Gannuşi, TRT
sürdürenlerin kimler olduğu açıklanmadı, o canlı yayınına katıldı.
uçakları kim uçurdu bilmiyoruz, hükümet de Tunus’lu İslamcı düşünür ve En-Nahda Ha-
Genelkurmay da bir açıklama yapmadı. reketi lideri Raşid Gannuşi TRT -el Türkiye’ye
Son zamanlarda, Sayıştay Yasası’nda da or- konuştu. Kanalın Genel Yayın Yönetmeni Sefer
taya çıkan “hükümet-ordu” işbirliği, Yunan Turan’ın sorularını cevaplayan Gannuşi, önem-
adalarının üstünde uçan uçaklar konusunda da li açıklamalar yaparken, sürgünde bulunduğu
karşımıza çıktı, hükümet “sorumluları” halktan İngiltere’den Tunus’a ne zaman döneceği hak-
gizlemeyi tercih etti. kında da ipuçları verdi.
AKP hükümeti Ergenekon’un, Balyoz’un, di- Gannuşi, yaptığı açıklamada, Tunus’taki
ğer darbe planlarının üstüne giderek çok cesurca devrimi gerçekleştiren halkın kesinlikle kan
ve çok doğru bir iş yaptı. dökmekten yana olmadığını belirterek bunu şid-
Ama nedense “Balyoz cuntasının” bugün det olmadan başardıklarını söyledi.
79
İktibas Şubat 2011
Halkın hala tehdit altında olduğunu, Bin den bizim için Allah’tan sonra Türkiye geliyor.
Ali taraftarları tarafından korkutulduğunu ifade Devrim dış kaynaklı değildir
eden Gannuşi, kurucu bir meclis kurulması ge- Neticede Arap dünyasındaki yönetimler ke-
rektiğini ve kurulacak bu meclisin yeni yasalar sinlike pembe değildir. Daha iki hafta önce
yapması gerektiğini söyledi. Gannuşi, bu şekilde Fransa’da Bin Ali’ye destek veriyorlardı. Ama
bir yapılanma sonrası genel seçimlere gidilmesi- devrim gerçekleşince Sarkozy fikrini değiştirdi
ni de istedi ve halka destek verdi. Bu devrim hiçkimseye da-
Devrim arap ülkelerine sıçrar mı? yanmıyor. Hiçbir dış güce dayanmıyor. Tama-
Tunus’taki devrimin etkisinin Arap ülkeleri- men halk devrimidir.
ne yansıyıp yansımayacağı konusuna da değinen ‘Humeyni değilim’ çıkışına açıklık
Gannuşi, Arap rejimlerinin çoğunun Tunus’taki Ben İran devrimine saygı gösteriyorum. Ben
sisteme benzediğini belirtti, “Arap ülkelerinde Şah’a karşı mücadele ettim. Ancak bizim iste-
bağımsız bir yargı yoktur. Bağımsız bir medya diğimiz örnek Türkiye’deki model. Biz siyasi
yoktur. Bu yüzden korkuyorlar. Tunus’ta olup hayatta hiçbir şekilde şeriat getirmeyi düşünme-
bitenler onları titretiyor. Arap dünyası karanlık dik. Biz istedik ki hak ve kanunları uygulanan
bir delik gibi kaldı. Arap dünyasındaki petroller bir yönetim olsun. Tuttular benim dönüşümü
bunun nedeni olabilir. Var olan yönetimler ke- Humeyni’ye benzettiler. Ben bu yüzden karşı
sinlikle halka dayanmıyor. Yöneticiler halktan çıktım.
tamamen kopukturlar. Eğer bir şey meydana ge- Kaddafi’nin açıklamasına tepki
lirse bu onların yönetim şeklinden kaynaklana- Libya liderinin Bin Ali’yi öven açıklamaları
cak” ifadesini kullandı. bizi hayal kırıklığına uğrattı. Biz onun, devrim
İşte Gannuşi’nin konuşmasından satırbaş- liderini öven bir tutum içinde olmasını bek-
ları: lerdik. Onun açıklamaları Tunus halkını çok
Demokrasi için türkiye modeli olumsuz etkiledi.
“Demokrasinin temelleri bellidir. Seçimlere, Tunus’tan çıkışı
hiçbir parti devre dışı bırakılmadan gidilmedi. Beni iki kez Tunus’ta hapse attılar. İlki 1981
Demokrasi her yerde biliniyor. Türkiye örneği yılında idi, beni idama mahkum ettiler. Demok-
Tunusluların dikkatini çekiyor. Türkiye’nin ba- ratik bir sistem istiyorduk. 1989 yılında yapı-
ğımsız bir medyası var. Bağımsız bir yönetimi lan seçimlerde yüksek oranda oy aldık.. Ancak
var. Biz de böyle bir şey yapılmasını istiyoruz. hakkımızı yediler ve seçimleri iptal ettiler. Bizi
Ordu Tunus’ta iyi bir rol oynadı. Ordu, komu- uzaklaştırmak istediler. Ben de ülkemi terk et-
tanı göstericilere ateş edilmesini önledi. Bu kez mek zorunda kaldım. ABD ve Avrupa’da semi-
ordu halka ateş açmayı reddetti. nerler verdim. Ülkedeki 30 bine yakın En-Nahda
Ordunun Tunusluların nezdinde büyük bir Hareketi mensubu içeri atıldı. 22 yıl gurbette
değeri vardır. geçtikten sonra, şehitlerin kanı bizim yolumuzu
Türkiye örneği, tüm Arap dünyası tarafından açtılar. Benim ailemin çoğu öldü.
örnek alınıyor. Hiçbir şekilde partiler yasaklan- Bu ay sonuna kadar döneceğim
mamıştır. Kalkınmaya önem verdi. Orduyu ol- Ben Tunus halkını temsil ediyorum. Ben Tu-
ması gereken yere getirdi.Türkiye’nin bizim nez- nus halkından onur duyuyorum. Bu onurlu halk
dimizde büyük bir değeri vardır. Osmanlı’nın bi- hiç kimseye silah doğrultmadı. Ben inşallah bir
zim için değeri çok büyüktür. Türkiye olmasaydı hafta içinde, bir kaç gün içinde Tunus’a döne-
ben belki şimdi Hıristiyan olmuştum. Bu yüz- ceğim.”
80

You might also like